You are on page 1of 5

AYASOFYA MÜZESİ

Ayasofya bundan tam 1486 yıl önce


(sanırım İslamiyet’ten de önce oluyor)
532 yılında yapımına başlanmış, 537
yılında bitmiştir. İnşaatı I. Justinianus
tarafından yaptırılmış patrik katedralidir.
Eh tabi sonra İstanbul’un fethiyle 1453
yılında camii olmuştur, o ayrı konu.
Justinianus mabedi o kadar çok sever ki
bu mabedi yapma şansına eriştiği için
hem tanrıya şükreder hem de Hz.
Şekil 1 - Ayasofya'nın Minber ve Mihrabı. Mihrabın iki tarafında Budin
Süleyman mabedini bile geçtiğini Seferinden getirilen şamdanlar bulunur.
düşünür.

Ayasofya’nın mimarisi çok ilginçtir. Geleneksel bazilikal yapıyla kubbe fikrini birleştirmiştir (belki de
bu yüzden Fatih burayı bu yüzden camii olarak düşünmüştür.). Ayrıca Jusitinianus da elini taşın altına
koymuş ve dünyadaki çeşitli mabetlerden getirttiği parçalarla Ayasofya’yı tamamlamıştır (Bazı kapılar
vs. çoğunlukla dış mabetlerden
getirtilmiştir.). Ayrıca çok özel
mozaikler de Ayasofya’nın
duvarlarını süsleyen önemli
ayrıntılardandır. Fakat bu
mozaikler camiye dönüşümü
sırasında ince bir sıvayla
kapatılmıştır. Sıva aynı zamanda
mozaiklerin korunmasını da
sağlamıştır. Aslında bu Fatihin
hoşgörüsünün çok büyük bir
kanıtıdır. Çünkü diğer
imparatorlar gibi ele geçirdiği
Şekil 2 - Muhammed, İsa ve Allah'ın bu görünümü çok hoşuma gidiyor :)
yerlerin kültürünü tamamen
bozabilirdi ama o saklamayı tercih etti.

Ayasofya nice taç giyme törenleri ve nice ramazanlar görmüştür. Bu yüzden Ayasofya’nın tarihi ve
kültürel değeri anlatılmayacak kadar güçtür. Kendisinin Youtube’da birçok gizemi de bulunur, yani
efsaneleri de say say bitmez. Gezmesi eğlenceliydi, araştırması daha eğlenceli. Sırada Sultanahmet
Camii var, hadi bakalım!

Hocam resim ne
yapsam düz gitmedi

SULTAN AHMET CAMİİ
Sultan Ahmet Camii bundan yaklaşık dört
tanecik yarım asır önce 1609 yılında yapımına
başlanmış, Padişah I. Ahmet döneminde Mimar
Sinan’ın çırağı olan Sedefkar Mehmet Ağa
tarafından yapılmıştır. Yapımı tam 7 sene
sürmüştür. Üzerindeki güzeller güzeli çiniler ile
bezenmiş olduğu için adı Blue Mosque
konmuştur Avrupalı turistlerimiz tarafından.

Sultan Ahmet camii oldukça görkemli bir yapıdır


Şekil 3 - Avluda namaz kılan bir adam
ve bu içi boş bir görkem ve büyüklük değildir.
İçinde külliye, hamam dükkân, sebiller, türbe, darüşşifa, sıbyan mektebi, imarethane… Ne ararsanız
vardı ve bu şüphesiz
Osmanlı dönemi mimari
eserlerinin en önemli
özelliklerinden biridir.
Osmanlı da bu “her şeyi
düşünen” yapı beni
kendine hayran
bıraktırıyor zaten. Sosyal
devlet anlayışının
yüksek olması çok özel
ve güzel bir şey.

Caminin mimarisi
hemen yanındaki
Şekil 4 - Avlu Ayasofya’dan yayılan
Bizans esintisinden tabii olarak etkilenmiştir. Ama mimarisinin daha ilginç özellikleri de vardır. Mesela
devekuşu yumurtası kullanımıyla tavanda örümcek ağı oluşması engellenmiştir. Ayrıca 6 tane
minaresi vardır ki bu onu özel bir
sınıfa sokar. İçinde bulunan
mihrapsa özel olarak yontulmuştur.

Ne yazık ki caminin avlusundan


başka bir yerini gezemedim, çünkü
restorasyon çalışmaları vardı. Ama
dışını bol bol fotoğrafladım.
İhtilamıyla insanı büyüleyen yapısı
etkileyiciydi. Sıradaki durak
Yerebatan Sarnıcı, hadi gidelim!
Şekil 5 - Caminin dış cephesi

“Keşke içeri de girebilseydim…”, diye düşünürken…


YEREBATAN SARNICI
Yerebatan Sarnıcı da Kral I. Justinianus tarafından
yaptırılmıştır (İnsaf!). Kral I. Justinianus baya faal biri
olsa gerek. Söylemeden geçmeyelim, burada
sarnıçtan da önce bir bazilika da bulunduğundan
buraya Bazilika Sarnıcı da denir.

Sarnıç 336 tane sütunun üstünde bulunan, 9800m2


alanı kaplayan bu sarnıç tam olarak 100.000 TON m3
su depolama alanına sahiptir (Vay canına!). Bizans
döneminde şehre su gelmesini sağlamak amacıyla
Şekil 6 - Ters duran Medusa başı
olağanüstü bir mühendislikle inşaatı yapılan sarnıç,
İstanbul’un fethiyle İslam Kültürü’nün temizlik esaslarından dolayı bir kenara itilmiştir (Zaten ilk başta
bunlardan haberleri de yoktu.).

Sarnıç belli bir müddet Batılılar


tarafından da fark edilmemiştir, ta
ki 1544 yılında seyyah P. Gyllius
burayı fark edene kadar… Seyyah
Gyllius Bizans kalıntılarını
araştırmak için İstanbul’a
geldiğinde burayı görmek için
oldukça zorlu şartlar altında
buraları gezmiştir ve notlar almıştır.

Sarnıç Osmanlı’da iki defa, III.


Ahmet ve II. Abdülhamit
dönemlerinde onarılmıştır. Şekil 7 - Ağlayan Sütun, köleler anısına olduğu rivayet edilir.

Sarnıçta bazı sütunların özellikleri vardır. Mesela her zaman ıslak duran ve tepesinden su akan
ağlayan sütun ve ters
duran Medusa başının
üstünde yer alan sütun
gibi. Medusa başının o
dönemde putperestliğe
karşı bir provokasyon
olarak ters bir şekilde
tutulduğu
düşünülmektedir.

Sandığımdan daha sıcak


olan bu mekân bana en
ilginç gelen oldu.
Yapıldığı dönemin
Şekil 8 – Bazilika Sarnıcı şartlarına bakıldığında
bu kadar devasa bir yapının yapılması imkansızmış gibi bir izlenim yaratıyor. Ortamdaki anlamsız
tasavvufi ney sesi biraz ilginç olsa da güzel bir mekandı. Sırada Mısır Çarşısı var, hadi gidelim!
MISIR ÇARŞISI
Yeni Camii’nin içinde, III. Mehmed
döneminde yapımına başlanmış olup
çeşitli nedenlerle 1664 yılına kadar
unutulmuştur. Mimarı Mustafa
Ağa’dır. İlk başlardaki adı Yeni çarşı
olmasına rağmen dağa sonra adı,
çarşının Kahire’den alınan vergilerle
yapılması üzerine Mısır Çarşısı olarak
anılmaya başlanmıştır.

L şeklinde olan çarşının altı tane giriş


kapısı vardır ve yapı bölmelere ayrılır.
Haseki kapısı olarak adlandırılan bölge esnaf ile halk arasında görev gören mahkemeleri bulundurur,
dua meydanında bir görevli esnaf için dua okurdu. Yapının en görkemli kısmı olan Ezan Köşkü de bu
dua meydanında bulunurdu.

Çarşı baharatın yanında her türlü ilacı satardı. Baharatların çoğu Mısır’dan gelirdi. Satılan ilaç ve
baharatların Mısır’dan gelmesiyse tedavilerin “Nüzhetül Fi Tercüme-Afiyet” kitabından
yararlanılmasıydı.

Alışageldiğimiz bir mekan olduğundan benim burası için en büyük hissim tarihini de öğrenmem oldu.
Altının yok pahasına gittiği çarşıda bir zamanlar ilaç satılmasını düşünmek insanı şaşırtıyor. Altın da
çok pahalandı…

Sıradaki durak Galata Kulesi!


GALATA KULESİ
İtiraf etmem lazım ki Galata Kulesi’nin hikayeleri gerçeklerden daha ilgi çekici… Buna rağmen Kız
Kulesi’yle bakışan Galata konulu bir resim hala çekemedim, bu yüzden biraz kamerama kırgınım.
Neyse efendim, gerçeklere geçelim.

Galata Kulesi Bizans İmparatoru Anastasius tarafından 528 yılında Fener Kulesi olarak inşaat
ettirilmiştir. Haçlılarca geniş çapta tahrip edildikten sonra en büyük bakımı ve iyiliği Osmanlılardan
görmüştür.

Tabii biz de esir çalışanları yatırmışız, yangın kulesi yapmışız, tepesinden uçmuşuz… Yangın kulesi
yaptığımız dönemde yangından dolayı zarar görmüş. Daha sonra başka bir yangında tekrar yanmış.

1638 yılında Hezarfen Ahmet Çelebi tepesinden Üsküdar’a uçmuş, bu haber İngiltere’de gravürlere
yansımış.

Esir çalışanlarımız ise Kasımpaşa Tershanesi’ndeyki Hristiyanlarmış.

Dediğim gibi, gerçeğinden çok hikayesiyle çekiyor bu yapı. Kendini beğenmiş Galata Kulesi ve ona aşık
Kız Kulesi olarak anlatılan masallar, Galata’ya ilk kiminle çıkarsan onunla sonsuza kadar mutlu
olursunlar… İstanbul’un efsanesi bile ayrı güzel.

Gezi artık bitti…

You might also like