Toplumsal Roller Üzerinden Kurgulanan İlişki Biçimlerimiz:
Kurtar Beni Romeo!
Doğar doğmaz bir ur yerleştiriyorlar beynimize, kız/erkek olma
durumuna bağlı olarak farklı kodlarla donanıyor urumuz. Üzerimize yüklenen kimlikle beraber kendimize “karşı” cinsin gözüyle bakmaya zorlanıyoruz. Önce kendimizi sevmek yerine “karşı”mızdakinin bize olan sevgisi üzerinden kendimize değer biçiyoruz. “Sevebilecek miyiz kendimizi üzerimize iliştirilen kimlikler olmadan?” Kimlikleri yıkmak korkutuyor. Bu yüzden sıkı sıkı tutunuyoruz heteroseksüel sistemin bize atadığı kimliklere. Faklı ilişkilenme biçimlerine girsek de sistemin dayattığı rolleri üzerimize aldığımızda, sonuç yine karşı ile komşu oluyor. Birbirine oranları da iktidarın, ilişkinin içerisinde ne kadar yer kapladığını belirleyen hipotenüse dönüşüyor.
Bedensel olarak geliştikçe, urumuz da farklı şekillere bürünüyor.
Benlik algımız, bu urun kapladığı alanın dışındaki küçücük yerde filizlenmeye çalışıyor. Birbirimizi, “kaçan kovalanırlar”, “romeo ve juliet”ler, film motifi kıskançlıklar, beklentiler üzerinden sevmeye çalışıyoruz. Prens/prenses masallarıyla büyütülen bir çocuklukla, hep bizi en iyi anlayacak, çok sevecek, asla bırakmayacak “o” nu arıyoruz. “O”nu ararken kendimizi kaybediyoruz. Beynimizdeki ur içimizde kocaman bir boşluk yaratıyor. Biz o uru çıkarıp atmak yerine, içimizdeki boşluğu dolduracak bir “karşı” cins arıyoruz. Karşı cins aramayı bıraksak da bizi tamamlamasını beklediğimiz bir “karşı”yı bekleme hali devam ediyor. Çünkü heteroseksist masallarla, sadece ikili bir cinsiyet sistemi değil, iktidarlık barındıran, güce dayanan ilişki biçimleri de empoze ediliyor.
“Ve sonsuza kadar mutlu oldular”... İçten içe bunun olmayacağını
hissettiğimiz halde, o sonsuz mutluluğu vadedecek kişiyi arıyoruz. Toplum da bunu dayatmıyor mu zaten? Mevcut ilişkilerimiz de bu beklentiler üzerinden kurgulanıyor. Toplumsal kadın rolünün üzerine yüklenildiği insanın çocukluktan beri kendi başına bırakılmamış hali, o insanı ilişki içerisinde “karşı”sındaki kişiye bağımlı olma durumuna getiriyor. Daha çocukluktan, bir yere giderken: “Yanında bir erkek olsun”, “Tek başına ne yaparsın bu saatte?”, “Baban seni alır oradan” tavsiyeleri, toplumsal kadının hayatını daha en başından güvensizlik üzerine yapılandırıyor ve en kısa sürede bu güvensiz, yaprak gibi sallanan kişiliğini bir “erkek” ile sağlama almak istiyor. Peki ya toplumsal erkekliğin üzerine yapıştırılıverdiği, gücün var olmasının bir simgesi haline getirildiği insanlar... “Senin tamamlanmamış kimliğini sevmek, parçalarını toplamaya çalıştığım "ben"i sevmekten daha kolaydı.”1 Güvensiz kişiliklerimiz parçalanmış benliklerimizi yarattı. Beynimizdeki urdan kurtulmanın yolu zaten parçalanmış olan benliğimizi bir araya getirmek için; üzerimize yüklenen toplumsal kadın kimliğini yıkmak ve kendi varoluşumuzu yaratmak.
Kendi varlığını bütünüyle ortaya koyan, beynindeki urdan kurtulmuş,
üzerine atfedilen toplumsal kimlik yükünü atmış kadının güçlü olacağını biliyor ve bundan korkuyoruz aslında. Çünkü artık parçalanmış benliğini tamamlamak için birine ihtiyaç duyma durumu ortadan kalkmış olup, sadece istediği/sevdiği için biriyle/birileriyle ilişkilenme durumuna girecektir. Bu da, iktidar ilişkileri temeline dayanan sevgi/aşk anlayışlarının sonu olacaktır. Bu yüzden sen kurtarma beni Romeo, ben kendim giderim!*2
Nuray Sakarya
1 Annemle Konuşmalar, Şöhret Baltaş, Ayizi Kitap, s.105 2 Bu yazı Deli Kadın’ın 8 Mart 2015 sayısında yayımlanmıştır.