You are on page 1of 172

ANKARA ÜN‹VERS‹TES‹ UZAKTAN E⁄‹T‹M YAYINLARI

Sosyolojiye Giriş

Yazar
Prof. Dr. Aytül Kasapoğlu

@
Ankara Üniversitesi Uzaktan E¤itim Yay›nlar› Yay›n No: 79

@
ISBN: 978-975-482-936-5

© Ankara Üniversitesi, 2011


Bu kitab›n bas›m, yay›n ve da¤›t›m haklar› Ankara Üniversitesi’ne aittir.
Ankara Üniversitesi’nden yaz›l› izin al›nmadan kitab›n tamam› ya da bir
bölümü mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kay›t ya da başka şekillerde
ço¤alt›lamaz, bas›lamaz ve da¤›t›lamaz.

Kitaptaki görüşlerin yasal ve bilimsel sorumlulu¤u, ünite yazarlar›na ve


kitap editörlerine aittir.

Genel Yönetim : Prof. Dr. Haluk Geray


Akademik Koordinasyon : Prof. Dr. Aytül Kasapoğlu
Teknik Koordinasyon : Murat Çınar

Tasar›m : Öğr. Gör. Mehmet Sobacı


Kemal Cenk
Türkçe Editörü : Dr. Hüseyin Özçelebi
Dr. Ejder Kındıra

1. Bask›
2011

Baskı: Sistem Ofset Basım - Yayın San. ve Tic. Ltd. Şti.


Strazburg Caddesi No: 7/A Sıhhiye • Ankara
Tel: (312) 229 18 81

Bas›m Tarihi: 30 Kasım 2010


Sosyolojiye Giriş iii

Sunuş

Uzaktan öğretim, öğretim elemanı ve öğrencilerin aynı mekanda bulunma


zorunluluğu olmadan, bilgi ve iletişim teknolojilerine dayalı olarak öğretim
faaliyetlerinin yürütüldüğü ortamlardır. Siz öğrencilerimiz için, Ankara
Üniversitesi’nde sunulan uzaktan eğitim programları internet tabanlıdır. Ders
içeriklerine istediğiniz yerde ve istediğiniz zamanda erişebilecek, hocalarınız-
la internet üzerinden iletişim içinde olabileceksiniz.

Uzaktan e-öğrenme yoluyla eğitim, geleneksel sınıf ortamındaki öğrenmeden


farklıdır. Bu nedenle sizlerin dikkat etmesi gereken bazı konular bulunmakta-
dır. Öncelikle e-öğrenme, kendi kendinizi disiplin etmenizi gerektirir. Yüzyüze
eğitimde belli bir oranda da olsa, sınıflara devam zorunluyken, e-öğrenme
sistemlerinde bunun yerini alacak bir zorunluluk bulunmaz. Bu nedenle kendi
kendinizi her gün veya haftanın bir kaç günü içeriklere erişmeye, hocalarla ve
sınıf arkadaşlarınızla etkileşim içinde olmaya yönlendirmelisiniz. Bazı öğren-
ciler bu yönlendirmeyi yapmakta zorlanırlar ve hazırlıklarını sınav öncelerine
göre hazırlarlar. Böyle bir davranış başarısızlığı getirir.

Haftalık çalışma programı yapmak, çevrim-içi ve çevrim-dışı çalışma zaman-


ları belirlemek ve derslerde aktif olmak başarıyı getirecek unsurlardır.
Derslerin portalını her gün veya yeteri kadar ziyaret etmek, içerikleri çalışmak
ve etkileşimlere katılmak başarı için şarttır. Eğer çalışmaya ara verir ve sürek-
li ertelerseniz, bir süre sonra derslerden uzaklaşarak kendinizi yalnız ve edil-
gin hissetmeye başlarsınız. Böylesi durumlarda bu zinciri kırmalı, kaldığınız
yerden hızla aradaki farkı kapatmaya çalışmalısınız.

Her insanın öğrenme biçimi farklıdır. Öğrenme biçimi kişilerin yeni bilgiyi
öğrenmesinde, çoğunlukla farkında olmadan, daha başarılı olduğu yöntem
olarak tanımlanabilir. Bazıları görsel yollarla yani okuyarak, grafiklere, resim-
lere bakarak daha kolay öğrenir. Bazılarıysa yeni bilgiyi işitsel yollarla dinle-
diklerinde daha kolay zihinlerine yerleştirirler. Kimi öğrenciler başkalarının
davranışlarını, örneğin bir aygıtın nasıl çalıştırıldığını izleyerek yeni bilgileri
edinebilirler. Bu tür farklı öğrenme biçimlerini bir arada sunan ders içerikle-
rine zenginleştirilmiş çokortamlı içerikler diyoruz. Ankara Üniversitesi,
e-öğrenim derslerinin içeriklerini farklı öğrenme biçimlerine sahip olanların
gereksinimlerini karşılayacak biçimde üretmeyi hedefliyor, her dönem zengin-
leştirilmiş çokortamlı içeriklerin oranını arttırıyor.

Sizlere ulaştırılan bu kitap içerisindeki bilgilerin geniş bir özeti, internetteki


eğitim portalında, görsel, görsel/işitsel ve yazılım desteğiyle birlikte verile-
cektir. Ayrıca, dersin sorumlu öğretim elemanı, forum modülünü ve sanal
sınıfları sizlerle etkileşime geçmek için kullanacaklardır. Kitaplar sizlere ait
önemli kaynak materyallerden biridir. Kitaplarınıza not almanız, önemli cüm-
lelerin altını çizmeniz çalışmalarınıza yardımcı olacaktır.

Hepinize başarılar dilerim.

Prof. Dr. Haluk Geray


iv Sosyolojiye Giriş

Kitabı Çalışırken

Size sunulan kitap içeriği ile etkileşiminizi desteklemek amacıyla kulla-


nılan simgeler aşağıda tanıtılmıştır.

Üniteyi Çalışırken: Her ünitenin başında sunulan üniteyi çalışırken


başlığı altında üniteyi çalışırken dikkat etmeniz gereken önemli noktalar
belirtilmektedir.

Öğrenme Hedefleri: Her ünitenin başında “Öğrenme Hedefleri” başlı-


ğı altında o üniteyi tamamladığınızda kazanmış olacağınız beklenen
yeterlilikler verilmektedir.

Örnek: Anlatılanların olabildiğince somutlaştırılması ve anlatımın


pekiştirilebilmesi amacıyla metin içerisinde örneklere başvurulmaktadır.

Özgün Tanım: Konu anlatımı esnasında belli kavramların karşılık geldi-


ği anlamları özetlemek, ya da kavrama yönelik farklı nitelemelerin akta-
rılması amacıyla çeşitli tanımlar yer almaktadır.

Soru: Metin içerisinde sizi düşünmeye ve sorgulamaya sevk etmesi


amacıyla sorular bulunmaktadır.

Önemli Metin: Konulara çalışırken bazı bölümlere daha fazla dikkat


etmeniz amacıyla uzmanlar tarafından önemli görülen bölümler önemli
metin ikonu ile belirtilmektedir.

Özet: Konu ile alakalı bütünsel bir fikre sahip olmanız amacıyla konu
sonlarında bulunan özet başlığı altında konunun kısa ve öz hali sunul-
maktadır.

Gözden Geçir: Özet başlığı ardından her konu sonunda karşılaşacağı-


nız gözden geçir başlığı altında sizi konuyla ilgili daha kapsamlı sorgu-
lama yapmaya sevk edecek açık uçlu sorular bulunmaktadır.

Değerlendirme: Ünite sonlarında sunulan çoktan seçmeli değerlendir-


me soruları ile konuya yönelik öğrenmelerinizi değerlendirebilmeniz
amaçlanmaktadır.

Kaynaklar: Sunulan kaynaklar bölümü daha ayrıntılı çalışma ve araştır-


ma yapmak istemeniz durumunda yardımcı niteliğinde olacaktır.

Sözlük: Metin içerisinde geçen, anlamada sıkıntı yaşayabileceğiniz


düşünülen kavramlar sözlük bölümlerinde kısaca tanımlanmaktadır.
Sosyolojiye Giriş v

İçindekiler

Sunuş......................................................................................................... iii
İçindekiler.................................................................................................. v

Ünite 1
Sosyoloji ve Diğer Sosyal Bilimler................................................................1
Sosyoloji ve Sosyolojinin Diğer Sosyal Bilimlerle İlişkisi...................4
Sosyolojinin İlişkide Bulunduğu Bazı Sosyal Bilimler........................7
Psikoloji................................................................................................7
Antropoloji...........................................................................................8
Ekonomi................................................................................................8
Siyaset Bilimi.......................................................................................9
Felsefe...................................................................................................9
Sosyoloji ve Sosyolojinin Diğer Sosyal Bilimlerle İlişkisi.................10
Sosyolojinin Dalları.................................................................................11
Özet............................................................................................................15
Değerlendirme Soruları..........................................................................16

Ünite 2
Sosyolojinin Öncüleri....................................................................................19
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar..........................................................22
İbn-i Haldun.............................................................................................22
Henri de Saint Simon..............................................................................25
Auguste Comte........................................................................................28
Karl Marks................................................................................................30
Özet............................................................................................................33
Değerlendirme Soruları..........................................................................35

Ünite 3
Sosyolojinin Kurucuları ...............................................................................37
Sosyolojinin Kurucuları . .......................................................................40
Sosyolojinin Temel Önermeleri.............................................................40
Önerme 1............................................................................................40
Önerme 2............................................................................................40
Önerme 3............................................................................................40
vi Sosyolojiye Giriş

E. Durkheim.............................................................................................41
M. Weber . ................................................................................................44
Özet............................................................................................................48
Değerlendirme Soruları..........................................................................49

Ünite 4
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar................................................................51
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar..........................................................54
Sembolik Etkileşimci Yaklaşım..............................................................54
Sosyal İnşaacılık.......................................................................................57
Etiketleme Kuramı..................................................................................58
İşlevselci Yaklaşım...................................................................................59
Çatışmacı Yaklaşım.................................................................................63
Eleştirel Güç Çatışma Yaklaşımı...........................................................65
Özet............................................................................................................67
Değerlendirme Soruları..........................................................................68

Ünite 5
Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar . ..................................................69
Feminizm..................................................................................................72
Farklı Feminist Yaklaşımlar...................................................................73
Marksist Feminizm...........................................................................73
Radikal Feminizm.............................................................................74
Liberal Feminizm..............................................................................75
Sosyalist Feminizm...........................................................................76
Postmodernizm........................................................................................77
Özet............................................................................................................82
Değerlendirme Soruları..........................................................................84

Ünite 6
Yöntembilimsel Yaklaşımlar, Araştırma Tipleri
ve Araştırma Teknikleri................................................................................85
Yöntembilimsel/Metodolojik Yaklaşımlar..........................................88
Araştırma Tipleri/Boyutları..................................................................93
Amacına Göre Araştırma Tipleri....................................................94
Kullanım Alanına Göre Araştırma Tipleri.....................................94
Zaman Boyutunda Araştırma Tipleri.............................................95
Sosyolojiye Giriş vii

Bilgi Toplama Tekniklerine Göre Araştırma Tipleri....................95


Yanıtladıkları Sorulara Göre Araştırmalar....................................96
Yapıldıkları Yerlere Göre Araştırmalar..........................................96
Aktif veya Pasif Olarak Yapıldıklarına Göre Araştırmalar.........96
Araştırma Teknikleri...............................................................................97
Özet............................................................................................................99
Değerlendirme Soruları........................................................................100

Ünite 7
Araştırma Süreci..........................................................................................101
Araştırmanın Adımları.........................................................................104
Araştırma Problemi...............................................................................105
Araştırma Amaçları...............................................................................107
Araştırmanın Önemi.............................................................................109
Araştırmanın Sınırlılıkları...................................................................109
Araştırmanın Yaklaşım ve Sayıltıları.................................................109
Yöntem....................................................................................................110
Süre ve Maliyet......................................................................................110
Kaynakça................................................................................................ 111
Özet..........................................................................................................112
Değerlendirme Soruları........................................................................113

Ünite 8
Sivil Toplum ................................................................................................115
Tarihsel Gelişim.....................................................................................118
Devlet ve Sivil Toplum İlişkisi............................................................120
İslam ve Sivil Toplum...........................................................................121
Kavramsal Açıklık.................................................................................123
Sivil Toplum Kuruluşları......................................................................123
Sivil Toplumun Yeniden İnşası............................................................127
Özet..........................................................................................................128
Değerlendirme Soruları........................................................................129

Ünite 9
Küreselleşme ...............................................................................................131
Küresel Yaklaşımlar...............................................................................134
Küreselleşme Tartışmaları....................................................................135
viii Sosyolojiye Giriş

Küreyellik/Glokalleşme.......................................................................136
Küreselleşme Eleştirisi..........................................................................137
Küreselleşme Karşıtı Yeni Toplumsal Hareketler.............................139
Özet..........................................................................................................141
Değerlendirme Soruları........................................................................142

Ünite 10
Türkiye’de Sosyoloji ve Son Gelişmeler .................................................143
Türkiye’de Sosyoloji..............................................................................146
Türkiye’de Sosyolojinin Sorunları......................................................146
Kurumsal Sorunlar..........................................................................147
Metodolojik Sorunlar......................................................................147
Bilimsel Çalışmalar ve Yayınlar....................................................147
Eğitim................................................................................................147
Bilimsel Toplantılar.........................................................................147
Araştırma..........................................................................................148
Sosyal ve Akademik İlişkiler.........................................................148
Akademik Gerekçeler.....................................................................148
Genel Değerlendirme ve Çözüm Önerileri.......................................148
Dünyadaki Son Gelişmeler Işığında Türkiye’de Sosyoloji.............149
Özet..........................................................................................................157
Değerlendirme Soruları........................................................................158
Kaynakça................................................................................................159
Değerlendirme Sorularının Yanıtları..................................................163
1 Sosyoloji ve Diğer Sosyal Bilimler

2. Sosyolojinin Öncüleri

3. Sosyolojinin Kurucuları
SOSYOLOJİ

4. Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar

5. Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar

6. Yöntembilimsel Yaklaşımlar,
Araştırma Tipleri ve
Araştırma Teknikleri

7. Araştırma Süreci

8. Sivil Toplum

9. Küreselleşme

10. Türkiye’de Sosyoloji


2 Ünite 1

Ünitede Ele Al›nan Konular

• Genel Olarak Bilim

• Bilim Sınıflamaları

• Sosyoloji

• Diğer Sosyal Bilimler

• Sosyolojinin Diğer Sosyal Bilimlerle İlişkisi

• Sosyolojinin Dalları

Ünite Hakk›nda

• Genel olarak bilim tanımı ve bilim sınıflamaları hakkında


bilgi verilecektir.

• Sosyolojinin nasıl bir bilim olduğu anlatılacaktır.

• Sosyolojinin diğer sosyal bilimlerle olan ilişkisi


gösterilecektir.

• Sosyolojinin dallarının neler olduğu incelenecektir.


Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 3

Ö¤renme Hedefleri

• Genel olarak bilim nedir öğreneceksiniz.

• Bilim dallarının kaça ayrıldığını öğreneceksiniz.

• Sosyolojinin nasıl bir bilim olduğunu öğreneceksiniz.

• Sosyolojinin diğer bilim dallarıyla ilişkisini öğreneceksiniz.

• Sosyolojinin dallarını öğreneceksiniz.

Üniteyi Çal›ş›rken

• Genel olarak bir alanın bağımsız bir disiplin haline gelmesi


için hangi koşulları yerine getirmesi gerektiğini tartışınız.

• Diğer sosyal bilimlerin sosyoloji ile benzer ve farklı olan


yönlerini tartışınız.

• Çevrenizde varsa bir psikolog, bir antropolog, bir felsefeci,


bir iktisatçıya eski fil hikâyesini anlatarak görüşlerini alınız
ve farklı düşünüp düşünmediklerini gerekçeleriyle
tartışınız.

• Sosyolojinin diğer bilimler gibi dallara ayrılmasının avantaj


ve dezavantajlarını karşılaştırınız.

• Sosyolojinin Türkiye’de bir sivil toplum kuruluşu halinde


örgütlenmesini araştırınız.
4 Ünite 1

Sosyoloji ve Sosyolojinin
Diğer Sosyal Bilimlerle İlişkisi
İnsanoğlu, varoluşundan bu yana etrafında olup biten olay ve olguları
anlama, açıklama ve geleceğe yönelik öngörülerde bulunma çabasında
olmuştur. Ancak bunlar çoğu zaman sadece gözlemlere dayanmamış
büyü ve efsanelerle de karışmıştır. Daha çok zihinsel olarak yürütülen
bu çabaların bilimsel olarak kabul edilmesi için bazı koşulları yerine
getirmesi beklenir (Henslin, 2001):

1. Bir bilimin ilk hedefi olayların neden bu şekilde olduğunu


“açıklamak”tır. “Neden atılan taş yere düşer?” veya “Neden ısınan
cıva yükselir?” gibi, “Neden insanlar evlenirler veya boşanırlar?”
sorularına yanıt vermek gerekir.

2. İkinci amaç ise “genellemeler” yapmaktır. İleri sürülenlerin birey


veya tekil olay boyutlarını aşarak daha geniş grup ve ortamlarda
da geçerli olduğunu ortaya koymaktır. Örneğin sadece Ahmet/
Ayşe’de değil, daha geniş kesimlerde örneğin kırda veya kentte
evlenme ve boşanma eğilimlerine yönelik daha kapsayıcı önerme-
lerde bulunmak gerekir. Sosyologlar, genelleme yapabilmek için
tekrarlayan özelliklere veya olaylara, yani kalıplara/örüntülere
bakarlar.

3. Üçüncü bilim olma koşulu ise, öngörülerde bulunmaktır. Mevcut


bilgilerimiz ışığında gelecekte neler olacağını söyleyebilmektir.

Yukarıda belirtilen koşulları yerine getirmek için bilim insanları sis-


tematik çalışmalar yaparlar. Bilimsellik koşulları olarak aşağıdaki
ilkeler de son derece önemlidir:

1. Bulguları olduğu gibi hiç değiştirmeden ortaya koymak,

2. Bulguları başkalarının denetleyebileceği açıklıkta sunmak,

3. Önyargılarda bulunmaktan kaçınmak, yanlı davranmamak,

4. Herkesin bildiği kabul edilen sağduyu (common sence) bilgisinden


uzak durmak, yerleşik kabullerin etkisinde kalarak toplumsal olgu
veya olayları değerlendirmemek.

İnsanların doğal ve sosyal yaşama ilişkin bilme meraklarını gidermek


amacıyla daha sistemli bilgiler elde etmeye yönelik çabalar artmış ve
sırasıyla doğaya yönelik olarak doğa bilimleri, daha sonra da toplum
ve insana yönelik olarak da sosyal bilimler gelişmeye başlamıştır.
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 5

Bu nedenle bilimlerin,

a. Doğa bilimleri (fizik, kimya, biyoloji, jeoloji vb.),

b. Sosyal bilimler (antropoloji, psikoloji, ekonomi, siyasetbilim vb.)


olarak ikiye ayrıldığını bilmek gerekir.

Sosyal bilimlerin çoğu genel, tümel, zorunlu önermelerde bulunmayı


hedeflemez. Sosyal Bilimler ‘ürün’(product) ve ‘süreç’(process) bağla-
mında daha geniş bir bilim tanımını tercih ederler. Burada ürün ve
süreçten kastedilen, bilim insanlarının sistemli çabaları sonucunda
ortaya koydukları anlamda bilim tanımıdır.

Entelektüel ve akademik olarak doğal bilimler ve sosyal bilimler sınıf-


laması çok geneldir. Doğa bilimleri ve sosyal bilimler içinde geçen
tüm bilimlerin de kendi içlerinde uzmanlaşmış alt dalları vardır.
Örneğin biyoloji, botanik ve zoolojiden oluşur. Kimya ise, organik ve
inorganik kimya olmak üzere çok geniş iki dala ayrılır. Bu bağlamda
sosyoloji de modern uygarlığın geliştirdiği bir bilim olarak kendi için-
de pek çok dallara ayrılır (kır, kent, sağlık, hukuk, aile, din sosyolojisi
vb.).

Sosyolojiyi, yeni Türkçe ile “Toplumbilim”, eskilerin kullandığı gibi


“İçtimaiyat” olarak tanımlamak yeterli değildir. Aynı şekilde insan
ilişkilerini inceleyen bir sosyal bilim demek de fazla bir anlam ifade
etmez. Çünkü birçok sosyal bilim insan ilişkilerinin değişik yanlarını
inceler. O zaman sosyolojinin ne ile uğraştığını nasıl bir bilim olduğu-
nu biraz daha ayrıntılı olarak incelemekte yarar vardır. Bunu yapar-
ken I.Wallerstein (1998)’dan yararlanmak mümkündür. Çünkü o daha
kapsamlı bir biçimde sosyolojinin ne olduğunu gösteren bir çaba için-
dedir. Ona göre her çalışma alanı gibi sosyolojiyi de üç temel alanda
incelemek mümkündür:

1. Entelektüel/zihinsel disiplin olarak sosyoloji,

2. Örgütlenmiş bir yapı olarak sosyoloji,

3. Belirli önermeleri paylaşan bilim insanları topluluğu olarak sosyo-


loji.

Wallerstein’a göre, bir alanın bağımsız bir disiplin haline gelmesi


demek, her şeyden önce zihinsel bir inşa olarak, o alanda neyin nasıl
düşünüldüğünü veya diğer alanlarda neler düşünüldüğünü araştır-
mak ve alanın ne olduğu kadar ne olmadığını göstermek demektir.
Diğer bir ifade ile sosyolojinin ekonomi veya psikolojiden farkını orta-
6 Ünite 1

ya koymaktır. Ayrıca diğer sosyal bilimlerden farklı bir çalışma alanı


ve konuya sahip olmak, bu bilginin toplanmasında farklı yöntem ve
yaklaşımlara sahip olmak bir alanı disiplin yapmak için aranan koşul-
lardır. İşte sosyoloji bu anlamda entelektüel bir faaliyet olarak diğer
bilimler gibi bir disiplin olmasının yanı sıra, bölümler ve anabilim
dalları halinde düzenlenmiş bir yapıya sahiptir ve sosyolojinin ne
olduğu hakkında bazı ortak görüşleri paylaşan çok sayıda kişi yani
sosyolog da bulunmaktadır. Daha ileride sosyolojinin disiplin olarak
kabul edilmesine temel olarak kabul edilen önermelerin neler olduğu
ve bu önermeleri geliştirmiş olmaları dolayısıyla sosyolojinin kurucu-
su kabul edilen sosyologların kimler olduğu görülecektir (Bkz. Bölüm
3).

Öncü düşünürlerinin izlerini 13. ve 14. yüzyıllara kadar götürmek


mümkün olmakla birlikte, bir disiplin olarak sosyoloji 19. yüzyıl son-
larında keşfedilmeye başlanmıştır. 20. yüzyıl ilk çeyreğinde ise, sosyo-
loji artık sosyal bilimler içinde bağımsız bir disiplin olarak kabul
edilmeye başlanmıştır. Bu dönemde birçok sosyal bilim kendini diğer-
lerinden ayıran özelliklerini özenle ortaya koymaya çalışmıştır.
Başlangıçta birçok çalışma sosyolojik çalışma olarak kabul görmemiş,
“Bu sosyoloji değil iktisat tarihi veya siyaset bilimidir.” denilmiştir.

Burada sosyal bilimlerin farklı dallara ayrılmasını karikatürize eden


çok bilindik fil hikâyesini özetle vermek uygun olacaktır (Henslin,
2001: 8):

Hikâyeye göre, gözleri bağlanmış psikolog, antropolog, siyasetbilim-


ci, iktisatçı ve sosyologdan oluşan beş kişiye bir file dokunarak neler
gördüklerini açıklamaları istenir. Filin başına dokunan psikolog, “Bu
kısım en önemlidir; tüm düşünce ve duygular burada yer alır; hayva-
nı en iyi anlamak için sadece burayı çalışın.” der. Filin hortumuna/
gerdanına ve dişlerine şefkatle dokunan antropolog gülümseyerek, “
Bu gerçekten ilkel; burada kendimi çok rahat hissediyorum; burada
yoğunlaşın.” der. Filin dev kulaklarına dokunan siyasetbilimci,
“Burası güç merkezidir, burası diğer tüm hayvanları denetler, çalış-
malarınızı burada yoğunlaştırın.” der. Filin ağzını yoklayan iktisatçı,
“Bu kısım en önemlidir; her şey bedene buradan yayılır; çalışmaları-
nızı bu dağılımın nasıl gerçekleştiği üzerinde yoğunlaştırın.” der. Son
olarak sıra sosyologa gelince, o tüm filin bedenini yokladıktan sonra,
“Hayvanı en iyi ancak bir parçası üzerinde yoğunlaşarak anlayabilir-
siniz; ancak bunlar bütünün birer parçasıdır; baş, boyun, dişler,
kulakların hepsi önemlidir; ancak onların bütünün parçası olduğun-
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 7

dan hiç söz etmediniz; biz gözlerimizdeki bağı kaldırarak resmin


tümünü görmeliyiz; hayvanı oluşturan tüm parçaların birlikte nasıl
çalıştığını görmemiz gerekir.” der.

Daha sonra sosyolog, “Bu yaratığın diğer benzer yaratıklarla nasıl


etkileştiğini; grup içinde davranışların nasıl değiştiğini de görmemiz
gerekir.” der. Ancak sosyologun önerdiği gibi olmaz. Hiçbiri gözlerin-
deki bağı çözerek bir araya gelme ve yaratığın tümünü birlikte incele-
meyi kabul etmez. Bunun yerine onların, “baş kısmı benim, ondan
uzak durun”; “gerdana dokunmayın”; “ellerinizi kulaklardan çekin”;
“ağız benim alanım ondan uzak durun” dediklerini duyar gibi olu-
ruz.

Sosyolojinin İlişkide Bulunduğu


Bazı Sosyal Bilimler
Doğa bilimleri gibi sosyal bilimler de çok farklı dallarda uzmanlaştık-
larından bunlar hakkında kısa tanıtıcı bilgi edinmek sosyolojiyi anla-
maya başlamak için uygun olacaktır. Aslında tarih, coğrafya, hukuk,
iletişim, felsefeden ilahiyata kadar çok geniş bir alana yayılan sosyal
bilimlerin tümünün sosyoloji ile yakın ilişkisi vardır. Ancak burada
bunlardan sadece beşine yer verilmiştir.

Psikoloji
Psikoloji hem biyoloji hem de felsefeden beslenerek gelişen bir bilim
dalıdır. Tarihsel olarak antik Yunan filozofları Aristo ve Sokrates’e
kadar uzanan geçmişinin derin izlerini adından da anlamak müm-
kündür. Yunanca “psyche” ruh ve zihin demektir. Ancak bilim olarak
psikolog Wilhelm Wundt (1832-1920)’un Almanya’nın Leipzig kentin-
de psikoloji laboratuvarını kurmasıyla doğar. Wundt’un düşünceleri
daha sonra Yapısalcılık olarak bilinen düşünce okuluna da temel oluş-
turmuştur. Psikolojideki diğer düşünce okulları arasında en önemlile-
ri sırasıyla Yapısalcılık, İşlevselcilik, Psikoanaliz, Davranışçılık ve
Humanizmdir.

Psikoloji, hem akademide hem de akademi dışında uygulama olanağı


bulunan bir bilim dalıdır. Akademik olarak psikoloji insan düşüncesi
ve davranışını inceler. Psikolojik araştırmalar da bu bağlamda insan
düşünce, duygu ve davranışını anlamaya ve açıklamaya çalışır.
Gelişim psikolojisi, sosyal psikoloji, klinik ve deneysel psikoloji başlı-
ca dallarıdır.
8 Ünite 1

Psikologlar ayrıca meslek olarak akıl/ruh sağlığı tedavisi, performans


geliştirme, kendine yardım, ergonomi gibi gündelik yaşamı etkileyen
alanlarda çalışmalar yapar; alkol, kumar, ilaç bağımlılığı gibi prob-
lemlerin yanı sıra tecavüz gibi çeşitli travmalarda tedavi sağlarlar.

Sosyal psikoloji, sosyolojiye en yakın bilim dalıdır. Nitekim bazı sos-


yal psikologlar sosyoloji kökenlidir. Sosyal psikolojik araştırma tek-
niklerinden ampirik sosyolojik araştırmalarda geniş ölçüde yararlanı-
lır.

Antropoloji
Antropoloji, insanların geçmişiyle olduğu kadar bugünüyle de ilgile-
nir. İnsanlık tarihi boyunca görülen tüm kültürleri anlamak için sos-
yal, beşeri, doğal ve biyolojik bilimlerden yararlanır. Sosyal kültürel
antropoloji, fiziki/biyolojik antropoloji, arkeoloji ve dilbilim alanla-
rında uzmanlaşılır. Bunlar arasında sosyal antropoloji, sosyoloji ile
kardeş disiplindir.

Sosyal Antropoloji, kültürel değişme, yerleşim, anlamın yaratılması,


organizasyonu ve yönetimiyle ilgilenir. Sosyal Antropologlar, katıla-
rak gözlem yaparak yerel bilgi toplar ve değerlendirirler. Onların
temel ilgisi kültürü anlamaktır. Biyolojik ya da Fiziki Antropoloji,
insanın biyolojik geçmişi, evrim, uyum ve farklılaşma ile ilgilenir.
İnsanın yanı sıra, maymun ve benzeri memeli omurgalılar, fosiller,
tarih öncesi insanlar ve genetik üzerinde çalışır. Arkeologlar ise, uzak
ve yakın tarih öncesi maddi kalıntıları örneğin, çanak, çömlek ve taş
aletleri; hayvan kemiklerini; inşaat kalıntılarını kuramsal, ideolojik
oluşumları ve çevre ile etkileşimleri açısından incelerler. Dil antropo-
logları ise, dili sosyal yaşamı yansıtan ve belirleyen yollar olarak
görür ve karşılaştırmalı olarak incelerler. Dili iletişim, kimlik örüntü-
leri, grup üyeliği, yaygın kültürel inançlar ve ideolojilerle ilişkilendi-
rerek incelerler.

Ekonomi
Ekonominin ne olduğu konusunda evrensel olarak kabul gören bir
tanım yapmak güç ise de, basitçe insanın tüketim, üretim ve bölüşüm
ile ilgili davranışını araştıran bir sosyal bilim dalı olduğu söylenebilir.
Ekonomi, aslında insanların nasıl seçim yaptıklarıyla ilgilenir. Diğer
bir ifade ile insanlar ve grupların kıt kaynaklar arasından istek ve
taleplerini en iyi karşılayabilmek için nasıl karar verdiklerini inceler.
Ekonomistler en genel anlamda toplumsal üretim, hizmet ve malların
toplumda nasıl dağıldığıyla da yakından ilgilidir.
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 9

Ekonominin biri mikro diğeri makro olmak üzere iki temel alanı var-
dır. Mikro ekonomi, ekonomik kararların alt veya mikro düzeyde
olanlarıyla ilgilenir. Örneğin fiyatlardaki artış veya azalmanın ailele-
rin satın alma gücüne etkisini inceler. Makro ekonomi ise, mikro
ekonominin tam tersine daha geniş ölçekte ve toplumdaki tüm birey-
lerin toplam olarak kararlarıyla ilgilenir. Örneğin faizlerdeki değişim
oranının ulusal tasarruf oranlarını nasıl etkilediğini inceler.

Siyaset Bilimi
Disiplin olarak Siyaset Bilimi, ABD’de sivil savaş sonrası ortaya çıkmış
oldukça yeni bir alandır. Ancak kökleri antik uygarlıklara, ahlak filo-
zoflarına, tarih ve ekonomiye dayanır. Tarihsel olarak tüm liderler
siyasetle ilgilenmişlerdir. Geçmişte askeri güç siyasetin en temel belir-
leyicisi olmuşsa da günümüzün göreli olarak daha istikrarlı devletle-
rinde yolsuzluğun baskılanması gibi temel konularda siyaset bilimi-
nin yol göstericiliğine ihtiyaç artmıştır.

Siyaset Biliminin en temel eserlerinden biri İtalyan diplomat Niccolo


Machievelli’nin yazdığı Prens (1513)’tir. Bu eserde başarılı yönetici için
belirli stratejiler önerilir. Görünüşte liderin adil ve iyi olması gerekse
de “Amaca ulaşmada her yol meşrudur.” fikrine dayanan eser, siyaset
bilimin tartışmalı da olsa en temel yapılarındandır.

Aslında siyaset bilimi kesin/katı verilerden daha çok öznel yorumlara


dayanır. Farklı yönetim biçimleri ve yapıları, kamu politikaları, siya-
set ve siyasal süreçler, sistemler ve siyasal davranışı inceler. Siyaset
kuramı, siyaset felsefesi, siyasal ideoloji, siyasal ekonomi, siyasal çalış-
malar ve analizler, karşılaştırmalı siyaset, uluslararası ilişkiler konu-
larında uzmanlaşmaya gidilmiştir. Siyaset bilimi hem humanistik
hem bilimsel yaklaşımlar hem de bunların araç ve yöntemlerini kul-
lanarak dünyanın çeşitli bölge ve ülkelerinde siyasal süreç, sistem ve
siyasal dinamiklerle ilgili çalışmalarda bulunur. Son yıllarda anayasal
hükümetlerde oy verme davranışına kadar ilgi alanı genişlemiştir.

Felsefe
Bir disiplin olarak felsefe, varlık, bilgi ve etik konularındaki sorularla
ilgili rasyonel incelemedir. Ampirizm yerine, akıl ya da çıkarsamalar
yoluyla gerçeği aramaktır. Felsefenin bir sosyal bilim olarak, gündelik
dildeki kullanımdan farklı bir anlamı vardır. Bu nedenle kapsamlı
inanç sistemi veya dünya görüşü ile karıştırılmamalıdır. Örneğin
“Benim felsefem çok çalışmaktır.” denildiğinde, buradaki kullanım
bilim değil, sadece bir dünya görüşüne işaret eder.
10 Ünite 1

Aslında felsefenin temel dört çalışma alanı vardır. Bunlar sırasıyla


“Metafizik”, “Epistemoloji” (Bilgi Kuramı), “Ontoloji” (Varlıkbilim) ve
“Ahlak”tır. Özellikle ontoloji ve epistemolojiden birçok bilimsel kavra-
mı tanımlamada yararlanılır. Ayrıca Bilgi Kuramının da “bilginin
kaynağı” ve “bilginin değeri” olarak iki temel alanı vardır. Bu bağlam-
da epistemolojik olarak, bilginin kaynağını “akıl” olarak görmek
Rasyonalizm; “deney” olarak görmek Ampirizm; “sezgi” olarak gör-
mek Intuitionism/Sezgicilik; “fayda” olarak görmek Pragmatizm ola-
rak anılır. Hatta son yıllarda bir gelişme daha yaşanarak, bilginin
kaynağının “kadının öznel deneyimleri” veya algıları olduğu ileri
sürüldüğünden, Feminizm de böylelikle epistemoloji tartışmalarında
yerini almış bulunmaktadır.

Sosyoloji ve Sosyolojinin
Diğer Sosyal Bilimlerle İlişkisi
Her şeyden evvel psikoloji, antropoloji, ekonomi ve siyaset biliminin
hepsi de insan davranışı ile ilgilenirler. Bu yüzden bu bilimlere bazen
Davranış Bilimleri de denilir. Tüm bu bilimler insan ilişkileri üzerin-
de mikro veya makro düzeylerde dururlar. Hatta ilk önceleri sosyal,
siyasal ve ekonomik yönler ayrı ayrı değil bir bütün olarak ele alınıp
incelenirdi. Örneğin Karl Marks’ın tarihsel maddeci sosyolojisinde
ekonomi, siyaset ve sosyal birbirinden ayrılmak bir yana birbiri ile
etkileşim içindedir. Ancak daha sonra başta Emile Durkheim olmak
üzere bazı sosyologlar sosyal olanı diğer alanlardan ayırmak için
yoğun çaba göstermişlerdir. Durkheim bir sosyal olayın ancak diğer
bir sosyal olay ile açıklanması ilkesi üzerinde ısrarla durmuştur.

Sosyolojinin diğer alanlarla benzerlikleri çoktur. Örneğin antropolog-


lar ve sosyologlar kültür ile ilgilenirler. Nitekim başlangıçta sosyolog-
lar daha çok toplumsal yapı ile ilgilenirken, günümüzde tekrar top-
lumsal yapı-kültür ve bireyin birlikte incelenmesine dayanan daha
kapsamlı çalışmalar tercih edilmeye başlanmıştır. Özellikle doğa
bilimlerinden farklı olarak, insan ürünü olay ve olguların yorumlana-
rak anlaşılmasında kültür son derece önemlidir. Aynı ekonomik üre-
tim biçimine sahip olmasına rağmen farklı toplumsal yapıların varlığı
kültürel analizlere duyulan ihtiyacın başlıca kaynağı olmuştur. Ayrıca
insanlar arasındaki iletişim aracı olarak dilin en büyük kültür taşıyı-
cısı olması da sosyolojinin kültüre ilgisini arttırmaktadır.

Ekonomi ve sosyolojinin her ikisi de üretim ve bölüşümle ilgilenirler.


Ancak sosyologlar üretim ve bölüşümün sosyal sonuçları ile daha
fazla ilgilenirler. Örneğin sosyologlar, kapitalist üretim biçiminde
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 11

işçilerin, kadın ve çocukların sömürüldüğü konusu üzerinde daha


fazla dururlar. Hatta feminist sosyologlar konuyu daha da derinleşti-
rerek kadının ev içi emeğinin de ekonomik ve sosyal bir değeri oldu-
ğunu ve dolayısıyla kapitalizmi gizli olarak beslediğini iddia ederler.
Marksizm’in ekonomik altyapıya önem ve öncelik vermesi de sosyolo-
ji ve ekonomi yakınlığının en iyi göstergesidir. Marks’a göre üretim
güçleri ve üretim ilişkileri olarak ekonomik altyapı, aile, devlet, eği-
tim, din, hukuk gibi diğer üstyapı kurumlarını belirler.

Psikolojinin toplum yerine bireyle ilgilendiği açıktır. Ancak son yıllar-


da psikolojik gelenek içinde gelişmiş bazı mikro sosyolojik yaklaşım-
lar başta olmak üzere bireyin toplum tarafından belirlenen pasif bir
alıcı olmadığını kabul eden yaklaşımlar da gelişmiştir. Antony
Giddens’ın Yapılaşma Kuramı bunun en iyi örneğidir. Yapı ve birey
ikiliğini kabul eden bu kuram, ajan olarak bireyi yapıyı etkileme kapa-
sitesine sahip olarak görür ve önemser. Artık Durkheim gibi, “Fert
yok, cemiyet var.” görüşlerine fazla itibar edilmemesi, bireyin sosyal
sorunlarla baş ederken başvurduğu stratejilerin psikolojide olduğu
gibi önemsenmesi söz konusudur.

Felsefe ve sosyoloji arasında da çok yakın bağlar vardır. Sosyolojideki


pek çok yaklaşımın insan ve toplum hakkında sahip oldukları felsefi
kabullere göre birbirinden ayrıldığı söylenebilir. Sosyolojinin kurucu-
su Auguste Comte’da aslında bir filozoftur. Sosyolojide çok sık kulla-
nılan diyalektik kavramı da felsefeden alınmıştır. Nitekim sosyoloji-
nin temel kabulü olan değişme fikri, “Aynı ırmakta iki kez yıkanıl-
maz.” diyen ilkçağ filozofu Heraklit’e aittir. “Değişmeyen tek şey
değişmenin kendisidir.” şeklindeki diyalektik görüş sosyolojinin
temel önermesidir ve felsefe kökenlidir.

Sosyolojinin Dalları
Diğer pek çok bilim gibi sosyolojinin de alt dalları vardır. Bunlar ara-
sındaki ilk sınıflama kuramsal ve uygulamalı sosyoloji ayrımıdır.
Daha sonra araştırma yapılan mekâna göre kır ve kent sosyolojileri
gelir. Sosyal kurumları çalışan sosyoloji dalları da vardır. Bunların
başında aile sosyolojisi, din sosyolojisi, siyaset sosyolojisi, hukuk sos-
yolojisi, eğitim sosyolojisi, ekonomik sosyoloji ve sağlık sosyolojisi
gelir. Sosyolojinin inceledikleri sosyal problemler açısından da geliş-
miş pek çok dalı vardır. Bunlar arasında kadın, çocuk, yaşlılık, suç,
çevre, afet sosyolojisi en önde gelenleridir. Ayrıca günümüzde sanayi
sosyolojisi artık örgütsel sosyolojiye dönüşmüştür. Öte yanda bilgi ve
kültür sosyolojisi adı altında yapılan çalışmalara da rastlanmaktadır.
12 Ünite 1

Sosyolojinin dallara ayrılması içerik açısından problemlidir. Örneğin


kırsal sağlık sorunlarının incelenmesinin kırsal sosyoloji mi yoksa
sağlık sosyolojisi mi olduğu tartışılabilir. Aynı şekilde hastane incele-
melerine örgüt sosyolojisi mi sağlık sosyolojisi içinde mi yer verileceği
de tartışılabilir. Bu yüzden sosyoloji dallarının çok net sınırlarının
bulunmadığı bir gerçektir. Bu durumlarda okuyucunun temel ölçüt
olarak hangi alanın temel kuram ve kavramlarından hareketle çalış-
manın yapıldığına dikkat etmesi gerekir. Ayrıca araştırma problemi-
nin nasıl tanımlandığı da ipucu verebilir. Örneğin bir sağlık örgütün-
de sosyal ilişkiler sorunu araştırıldığında bunun kırsal veya kentsel
bir çalışma olması önemini yitirir. Araştırmaya sağlık sosyolojisi ola-
rak bakılır. Aynı konu sosyal problemler çalışıldığında da ortaya çıka-
bilir. Kadın odaklı bir çalışma feminist kuramlara göre yapıldığında
farklı, sağlık sosyolojisi açısından yapıldığında farklı terminoloji kul-
lanılarak birbirinden ayrılacaktır. Çünkü feminist kuram, kadının
konumunu ataerkil ve erkek egemen görüşlerle temellendirirken,
diğeri sağlık sosyolojisi kuramsal yaklaşımlarını kullanacaktır.
Sosyolojideki temel yaklaşımlar daha sonra inceleneceği için burada
daha fazla ayrıntıya girilmeyecektir.

Burada belirtilmesinde yarar olan önemli bir nokta feminist ve post-


modernist görüşlerin, modernitenin bilimi olan sosyolojiye meydan
okuduklarıdır. Özellikle kendisi de modernist olduğu halde femi-
nizm, sosyolojiyi ataerkil ideolojiyi yeniden üretmekle suçlar.

Postmodernizm de sosyolojiyi meta-anlatı, diğer bir ifade ile çok geniş


kapsamlı ve iddialı görerek dışlar. Ancak, feminist ve postmodernist
eleştirilerin sosyolojiye ayna tutarak eksikliklerini görmesine olanak
sağladığı da inkâr edilemez. Örneğin geçmişte birçok klasik aile araş-
tırmasında sorular sadece aile reisi olarak erkeğe yöneltilmiştir.
Çünkü ailedeki en yüksek eğitimli ve sorumlu kişi aile reisidir. Bu
sorun son yıllarda ayrı ayrı kadın ve çocuk anket/mülakat formları
düzenlenerek çözümlenmeye çalışılmaktadır. Türkiye’de de Sosyoloji
Derneği tarafından yapılan Gecekondularda Geleneksel Dayanışmanın
Çağdaş Organizasyonlara Dönüşümü (1993) adlı aile araştırmasında
erkek, kadın ve çocuk mülakatları ayrı ayrı yer almıştır. Bu durum
gelişme ve gerçeğe daha fazla ulaşma çabası olarak olumlu bir şekilde
değerlendirilmiştir. Ancak feminist ve postmodernist araştırmaların
mevcut araştırma tekniklerinden bazılarını önemsemesi, sosyolojik
araştırmalara sınırlar koyduğundan kabul edilemez bulunmaktadır.
Örneğin feminist araştırmalar nitel araştırma tekniklerini tercih eder.
Postmodernizm de içinde bulunduğumuz anı ve yeri önemsediğin-
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 13

den tarihsel çalışmaları reddeder. Oysa sosyoloji hem nicel hem nitel;
hem dünü/tarihsel olanı hem de bugünü önemser ve bilmek ister.
Karşılaştırmalarını hem zaman hem de mekân boyutunda yapmak
onun zenginliğidir.

Sosyolojinin dallarını farklı şekilde kavramlaştırmak da mümkündür.


Örneğin Michael Burawoy (2005) tarafından sosyolojinin akademi
içine ve dışına yönelik olarak yapılması da önemlidir. Akademi içinde
sosyologların yaptıkları çalışmalar hem “Profesyonel” hem de
“Eleştirel” olabilir. Akademi dışına yönelik olanlar ise “Politika
Yönelimli” uygulamalı araştırmalar ve “Halk Sosyolojisi” (Public
Sociology) olarak adlandırılabilir. Burada en önemli kısım, halkın
düzeyine inerek onlar için bilgi üretmek ve bunu onlarla paylaşmaktır.
Çünkü akademisyen sosyologlar çoğu zaman akademik ilgi ve merak-
ları temelinde araştırmalar yapmakta halk ile diyalogu ihmal etmekte-
dirler. Oysa bilimsel çalışmaların yanı sıra topluma sorumluluk bilinci
ile toplum için diğer bazı çalışmalarda bulunmak ahlaki bir sorumlu-
luktur. Sosyologlar toplumla diyalog haline geçtiklerinde onların
sorunlarını daha iyi anlayacak ve daha verimli çalışmalar yapabile-
ceklerdir. Örneğin sivil toplum kuruluşlarında görev almak, kitle ile-
tişim araçlarında programlara katılmak, dünyada ve ülkede yaşanan
önemli konularda görüş bildirmek sosyologları sırça köşklerinden
çıkaracak ve halk sosyolojisi yapmaya götürecektir. Bu konu ayrıntılı
olarak 10. Bölümde ele alınmıştır.

Sosyolojinin ayrıca Türkiye’de akademik kadroların atanmasında esas


olan dört bölümü bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla “Genel Sosyoloji ve
Metodoloji”, “Kurumlar Sosyolojisi”, “Uygulamalı Sosyoloji” ve
“Toplumsal Yapı ve Değişme” anabilim dallarıdır. Bu ayrımın pek
sağlıklı olduğu söylenemez. Nitekim bazı üniversitelerdeki sosyoloji
bölümlerinde bu ayrıma son verilmiştir.

Öte yandan 2010 yılında İsveç/ Göteborg’da yapılan Dünya Sosyoloji


Kongresine aktif olarak katılan 51 Araştırma Komitesi (RC) bulunmak-
tadır. Bunlar bilginin uzmanlaşması kadar bölünmesinin de işaretleri-
dir. Bölünen bilgi ise, toplumsal gerçekliğin bütünlüğünün gözden
kaçırılmasına ve birbirinden habersiz çalışmalar sonucunda da sosyo-
lojide bir “meşruiyet krizinin” (Habermas, 1981) yaşanmasına yol
açmaktadır. Çünkü tüm Dünya’da sosyolojiden beklenen çok fazla
olmasına rağmen yerine getirilebilenler çok daha azdır. Sosyologlar
ağaçlar ile uğraşırken ormanı göremez hale gelmişlerdir. Bu nedenle
sadece doğal ve sosyal olarak ikiye bölünen bilimlerin değil, tüm sos-
yal bilimlerin ve sosyolojinin daha bütüncül çalışmalar yapması ve
14 Ünite 1

daha adil, eşitlikçi ve güvenilir bir dünya için mücadele etmesi bek-
lenmektedir.

Sonuç olarak, artık daha kapsamlı bir sosyoloji tanımı yapacak bir
konuma gelinmiş bulunulmaktadır. “Sosyoloji, toplumsal ilişkiler ve
onları düzenleyen başta eğitim, siyaset, aile gibi kurumlar ile bu iliş-
kilerin içinde oluştuğu ekonomik-sosyal-kültürel, hukuksal yapı ve
süreçleri, grup, sınıf ve örgütleri hem makro hem de mikro, hem nicel
hem de nitel teknikler aracılığıyla tarihsel ve mekânsal bağlamından
koparmaksızın, yapı-birey ile kuram ve uygulama bütünlüğü içinde
inceleyen bir bilimdir.” Sosyolojinin Türkiye’de yüksek öğretimdeki
hedefi ise, profesyonel sosyoloji ile politika yönelimli sosyolojiyi den-
geleyebilen; yurtta ve dünyada yaşanan kamusal sorunlara ahlaki
olarak sorumlu olduğunun bilinciyle halka yönelen; eleştirel düşünen,
tartışan, yazan; sivil topluma duyarlı, her türden ayrımcılığa karşı,
yaratıcı ve demokrat sosyologlar yetiştirmektir.
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 15

Özet
İnsanların doğal ve sosyal yaşama ilişkin bilme meraklarını gidermek
amacıyla daha sistemli bilgiler elde etmeye yönelik çabalar artmış ve
sırasıyla doğaya yönelik olarak Doğal Bilimler, daha sonra da toplum
ve insana yönelik olarak da Sosyal Bilimler gelişmeye başlamıştır.
Sosyal Bilimlerin çoğu genel, tümel, zorunlu önermelerde bulunmayı
hedeflemez. Sosyal Bilimler ‘ürün’ (product) ve ‘süreç’ (process) bağ-
lamında daha geniş bir bilim tanımını tercih ederler. Burada ürün ve
süreçten kastedilen bilim insanlarının sistemli çabaları sonucunda
ortaya koydukları anlamında bilim tanımıdır. Her çalışma alanı gibi
sosyolojiyi de üç temel alanda incelemek mümkündür: entelektüel /
zihinsel disiplin olarak sosyoloji; örgütlenmiş bir yapı olarak sosyolo-
ji; belirli önermeleri paylaşan bilim insanları topluluğu olarak sosyo-
loji. Doğa bilimleri gibi sosyal bilimler de çok farklı dallarda uzman-
laşmışlardır. Aslında tarih, coğrafya, hukuk, iletişim, felsefeden ilahi-
yata kadar çok geniş bir alana yayılan sosyal bilimlerin tümünün
sosyoloji ile yakın ilişkisi vardır. Diğer pek çok bilim gibi sosyolojinin
de alt dalları vardır. Bunlar arasındaki ilk sınıflama kuramsal ve
uygulamalı sosyoloji ayrımıdır. Daha sonra araştırma yapılan mekâna
göre kır ve kent sosyolojileri gelir. Sosyal kurumları çalışan sosyoloji
dalları da vardır. Bunların başında aile sosyolojisi, din sosyolojisi,
siyaset sosyolojisi, hukuk sosyolojisi, eğitim sosyolojisi, ekonomik
sosyoloji ve sağlık sosyolojisi gelir. Sosyolojinin incelediği sosyal prob-
lemler açısından da gelişmiş pek çok dalı vardır. Bunlar arasında
kadın, çocuk, yaşlılık, suç, çevre, afet sosyolojisi en önde gelenleridir.
Ayrıca günümüzde sanayi sosyolojisi artık örgütsel sosyolojiye dönüş-
müştür. Ayrıca bilgi ve kültür sosyolojisi adı altında yapılan çalışma-
lara da rastlanmaktadır. Öte yandan 2010 yılında İsveç/Göteborg’da
yapılan Dünya Sosyoloji Kongresine aktif olarak katılan 51 Araştırma
Komitesi (RC) bulunmaktadır. Bunlar bilginin uzmanlaşması kadar
bölünmesinin de işaretleridir.
16 Ünite 1

De¤er­len­dir­me Sorular›
1. Diğer tüm bilimler gibi sosyolojinin de temel amacı nedir?

a. Açıklama
b. Anlama
c. Öngörüde bulunma
d. Betimleme
e. Hepsi

2. I. Wallerstein’e göre bilimlerin bağımsız bir disiplin olmasının


koşulları nelerdir?

a. Bağımsız bir konu


b. Bağımsız yöntem
c. Organizasyon
d. Bilim insanları topluluğu
e. Hepsi

3. Eski fil hikâyesinde sosyologun rolü aşağıdakilerden hangisiyle


uyuşmaz?

a. Parçalar bütünden önemlidir


b. Bütünsel /holistik bakış
c. Bütünün parçaların kaba toplamından daha fazla bir işleve
sahip oluşu
d. Hepsi
e. Hiçbiri

4. Sosyolojinin dallara ayrılmasının temel ilkeleri nelerdir?

a. Zaman
b. Mekân
c. Kurumlar
d. Problemler
e. Hepsi

5 Aşağıdakilerden hangisi “halk sosyolojisi”nin temel özelliğidir?

a. Bireye önem vermek


b. Aileye önem vermek
c. Hukuka önem vermek
d. Toplumun geneline ahlaki sorumluluk duymak
e. Hepsi
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 17

6. Aşağıdakilerden hangisi sosyolojinin inceleme alanı dışındadır?


a. Grupları incelemek
b. Toplumsal sınıfları incelemek
c. Olması gerekeni incelemek
d. Toplumsal değerleri incelemek
e. Toplumsal hareketliliği
incelemek

7. Sosyolojiyi diğer sosyal bilimlerden ayıran temel özellik nedir?


a. Toplumsal yönü
b. Bütünsel yönü
c. Nedensel yönü
d. Objektivite
e. Bireysel yönü

8. Sosyolojinin alt dallara ayrılmasının bilginin uzmanlaşması kadar,


toplumsal krize de yol açabileceğini savunan ünlü sosyolog/
filozof kimdir?
a. Z. Baumann
b. M. Burawoy
c. J. Habermas
d. I. Wallerstein
e. S. Amin
18 Ünite 1
1. Sosyoloji ve Diğer Sosyal Bilimler

2 Sosyolojinin Öncüleri

3. Sosyolojinin Kurucuları
SOSYOLOJİ

4. Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar

5. Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar

6. Yöntembilimsel Yaklaşımlar,
Araştırma Tipleri ve
Araştırma Teknikleri

7. Araştırma Süreci

8. Sivil Toplum

9. Küreselleşme

10. Türkiye’de Sosyoloji


20 Ünite 5

Ünitede Ele Al›nan Konular

• Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar


• İbn-i Haldun
• Henri de Saint Simon
• Auguste Comte
• Karl Marks

Ünite Hakk›nda

• Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar olarak kimlerin kabul


edildiği gösterilecektir.

• İbn-i Haldun’un temel görüşlerinin neler olduğu


incelenecektir.

• Henri de Saint Simon’un temel görüşlerinin neler olduğu


incelenecektir.

• Auguste Comte’un temel görüşlerinin neler olduğu


incelenecektir.

• Karl Marks’ın temel görüşlerinin neler olduğu


incelenecektir.
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 21

Ö¤renme Hedefleri

• Sosyolojinin öcüleri olarak kimlerin kabul edildiğini


öğreneceksiniz.

• İbn-i Haldun’un temel görüşlerinin neler olduğunu


öğreneceksiniz.

• Henri de Saint Simon’un temel görüşlerinin neler


olduğunu öğreneceksiniz.

• Auguste Comte’un temel görüşleri neler olduğunu


öğreneceksiniz.

• Karl Marks’ın temel görüşlerinin neler olduğunu


öğreneceksiniz.

Üniteyi Çal›ş›rken

• İbn-i Haldun’un öyküsünün onun görüşleri üzerindeki


etkisinin ne olduğunu araştırınız.

• Saint Simon’un neden etikçi veya ütopik sosyalist olarak


adlandırıldığını tartışınız.

• A. Comte’un Pozitivizm adlı felsefesinin nasıl bir


sosyolojinin kurulmasına öncülük ettiğini araştırınız.

• K. Marks’ın felsefi ve sosyolojik görüşleri arasındaki ortak


yönü araştırınız.

• Öncü düşünürler arasındaki benzer ve farklı yönleri


listeleyiniz.
22 Ünite 2

Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar


Sosyoloji konusundaki kitapların çoğunluğunun Batı kaynaklı oluşu
yüzünden sosyoloji tarihi yazılırken sürekli Batılı düşünürlere yer
verilmesi alışıldık bir tutum ve davranıştır. Ancak son yıllarda gide-
rek Batı dışındaki sosyologlar tarafından bir kişinin adı daha fazla
anılır hale gelmiştir. Bu kişi Arap asıllı düşünür İbn-i Haldun’dur.
Sosyoloji tarihi kitapları incelendiğinde birçok önemli ve güncel
reform konusunda olduğu gibi sosyoloji hakkında da ilk habercinin
Henri de Saint Simon olduğu ve daha sonra Karl Marks, Auguste
Comte, Emile Durkheim ve Max Weber’in geldiği görülür. Bu nedenle
adı geçen düşünürlerin temel görüşlerini bilmek gerekmektedir.
Bununla birlikte Batı dışından bir sese kulak vermenin uygun olacağı
düşüncesiyle kitabın bu bölümünde Henri de St. Simon, Auguste
Comte ve Karl Marks gibi Batılı öncüler yanında İbn-i Haldun’a yer
verilmiştir.

İbn-i Haldun (1332-1406)


İbn-i Haldun’u basit bir Arap düşünürü ya da tarihçisi olarak görmek
yanıltıcı bir başlangıca yol açabilir. Bu nedenle biraz daha gerilere
giderek yaşadığı dönemi ve öncesini bilmek gerekir. Nitekim tarihe
bakıldığında M.S. 711’de Arapların bugün İspanya olarak bilinen İber
Yarımadasına Cebeli Tarık Körfezini geçerek geldikleri ve güneyde
yaşayan Yahudi ve Hıristiyanlara İslamiyeti tanıtarak tarihte “Endülüs
Uygarlığı” (756-1031) olarak geçen uygarlığı inşa ettikleri görülür.
Ancak daha sonra İspanya Kraliçesi Kastilya’nın iktidara geldiği
dönemde İslam egemenliğine son verilerek önce 1492 yılında Yahudiler
(Seferadlar) daha sonra da Araplar ülkeden sürülürler (1610). Nitekim
Yahudiler/ Sefaradlar daha sonra Osmanlı Devleti tarafından kabul
edilmişler ve gemilerle İstanbul’a getirilmişlerdir. Bu nedenle halen
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Museviler, geçmişteki cömert
davranışı şükranla anmaktadırlar. Buna karşılık tekrar Afrika’ya
dönen Müslümanlar çeşitli ülkelere dağılmışlardır. İşte Tunus’ta 1332
yılında doğan daha sonra İspanya’nın Sevile kentine gelerek burada
uzun yıllar yaşayan İbn-i Haldun’u bu kültür zenginliği içinde değer-
lendirmek gerekmektedir. İbn-i Haldun hakkındaki bilgilere Batının
Gumplowicz ve Oppenheimer aracılığıyla ulaştığı da belirtilmelidir.

İbn-i Haldun Endülüs Uygarlığının son dönemlerinde daha 21 yaşın-


da iken Arap Sultanı Abu Einan’ın güvenini kazanarak onun özel
sekreteri olarak çalışırken, kendisini çekemeyenlerin iftiraları yüzün-
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 23

den aynı sultan tarafından iki yıl hapse mahkûm olur (1356-1358).
Sultanın ölümünden sonra Vezir İbn-i Ömer, onu özgürlüğüne kavuş-
turarak görevine iade eder. Aslında onun yaşamının iki bölümü oldu-
ğu; birinde kamu bürokrasisinin hizmetkârı iken, diğerinde bilimsel
çalışmalara kendini adamış bir kişilik olduğu söylenir. Ancak ilk
dönemdeki devlet tecrübelerinin onun daha sonra geliştirdiği kuram-
lara katkısının olduğu inkâr edilemez.

İspanya’dan ayrıldıktan sonra Mısır’ın Kahire kentinde 1402’de ölen


İbn-i Haldun, evrimci ve determinist bir düşünürdür. En önemli eseri
olan Mukaddime aslında çok kapsamlı bir sosyal bilimler ansiklope-
disine benzetilebilir. Kolaylıkla anlaşılması mümkün olmayan eserin-
de uygarlıkların gelişimini ortaya koyar. Özellikle Ümran başlığı
altında bugün hars/kültür denilen konu hakkında düşüncelerini orta-
ya koyar. Ona göre iki türlü Umran vardır:

1. Bedevi Umran: Bugünkü karşılığı köylülüktür. Kır ve göçebe kül-


türün özelliklerini taşır.

2. Hadari Umran: Yerleşiklik ve kentlilik anlamında kullanılmıştır.

İbn-i Haldun’a göre medeniyet bedevilerde değil Hadarilerdedir ve


Ümran’ın üç özelliği vardır:

1. Doğallık: İnsan doğası gereği tek başına yaşayamaz. İnsan toplulu-


ğu bu nedenle doğaldır.

2. Organiktir: İnsan topluluğunun belirli bir şekilde gelişmesi zorun-


ludur.

3. İşlevseldir: Bireyler iyi yaptıkları işlerde uzmanlaşırlar.

Sosyolojik açıdan önemi, özellikle kır ve kentler arasında farklılaşma


üzerinde durmasıdır. Ona göre, göçebe-köy toplulukları yerleşik-kent-
lerden önce ortaya çıkar ve burada yaşayanlar henüz daha güvenilir
ve sağlamdır. Bunun temel nedeni kırda ailenin daha istikrarlı olma-
sıdır. Buna bağlı olarak da sosyal dayanışma daha yüksektir. Ayrıca
büyüklere özellikle de kadınlara çok fazla değer verilir ve saygı duyu-
lur. Ancak bedeviler aynı zamanda inançsız, isyankâr ve şiddet yanlı-
sıdırlar. Hadarilerin yaşadıkları yerler, yani kentler değişmeyi temsil
eder; burada düşünceler derinleşebilir; bilgi artar ve düşünceler zen-
ginleşir. Kent hayatı tüm bu kültürün gelişeceği en uygun ortamdır.

İbn-i Haldun’un Ümran ile bağlantılı diğer kavramı Asabiye’dir. Ona


göre Ümran tıpkı bir ağaca benzer. Ağacın gövdesi hadara/kentlilik;
24 Ünite 2

özsuyu ise asabiyedir. Asabiye demek, herkesin aslına/asabiyesine


bağlı olması demektir. Diğer bir ifade ile soyundan geldiklerine bağlı-
lık göstermek ve onlarla dayanışma içine girmektir. Psikologlar buna
“ortak bilinç” de derler. Sosyolojik açıdan ise, dayanışma duygusu,
sosyal bağlılık/tesanüt, yakın akraba bağı anlamına gelir. Asabiyenin
özellikleri kabile, aşiret veya topluluk üyeleri arasında kuvvetli bir
birlik, güçlü bir dayanışma, yardımlaşma, doğadan koruma bilinci ve
inancının kuvvetli olmasıdır. Asabiye aynı zamanda davranış anlamı-
na da gelir. Güçlü ortak düşünce güçlü davranış birliğine dayanır.
Bedeviler arasında asabiye daha güçlüdür. Ancak bedeviler modern-
leşip yerleşikliğe geçtikçe soy asabiyesi güçsüzleşirler. Bu nedenle
İbn-i Haldun’un görüşlerinde sadece ekonomik değil manevi bir
motif, metafizik bir değerlendirme de söz konusudur Bu düşünceler
daha sonra ekonomi yerine ahlakı önemseyen Emile Durkheim’da
daha ayrıntılı olarak görülür.

Aslında İbn-i Haldun iki tür asabiye sınıflandırır:


1. Nesep/soy Asabiyesi: Bedevilerde ve göçebelerde daha çok görü-
lür.
2. Sebep Asabiyesi: Yerleşik toplumlarda daha yaygındır.

İbn-i Haldun’a göre sebep asabiyesi, kişilerin hayatını anlamlandıran


uğruna yaşamı feda etmeyi ya da çatışmayı göze aldırabilecek yüksek
bir değer veya inançtır. Bu yüzden yerleşik toplumlarda sebep asabi-
yesi gelişir ve millet ortaya çıkar. Çünkü millet ideali olan insanlar
büyük özverilerle oluşturdukları sebep asabiyesine bağlanırlar ve
artık nesep/soy asabiyesine ihtiyaç duymazlar. Bundan sonraki çatış-
ma ve mücadele milletler ve uygarlıklar arasında cereyan eder.
Uygarlıklar arasında savaşlara işaret eden Huntington’ın da benzeri
düşüncelere sahip olduğu söylenebilir.

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’na göre, biyolojik determinizmi sosyal


determinizm ile birleştirmeye çalışmıştır. Afrika’da çeşitli kabileleri
dolaşarak yaptığı saha çalışmaları sonucunda toplumu canlı bir orga-
nizmaya benzetir. Buradan hareketle toplumların da doğup, büyü-
yüp, gelişeceğini ve sonlanacağını iddia eder. Ona göre doğum ve
gelişme dönemleri göçebe kültürünün sonucudur. Buna karşı kent
yaşamına olumsuz bakar ve giderek kentleşen uygarlıkların gerileye-
rek yok olduğu düşüncesine ulaşır. Nitekim bu görüşleri nedeniyle
Hilmi Ziya Ülken tarafından ilerleme karşıtı olarak algılanmıştır.
Çünkü onun ilgisini çeken Ümran aslında uygarlık demektir ve kent-
lerdeki yaşamı anlatır. Ancak onun görüşlerinin sadece bilimsel değil
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 25

aynı zamanda İslami olduğu, Kuran’ın Araf suresi 34. ayetinde top-
lumların da canlılar gibi doğup, büyüyüp geliştiğinin yazıldığı ve
dolayısıyla da İbn-i Haldun’un görüşlerinin özgün olmadığı iddia
edilebilir. Ancak onun hem Marks’ın değişme ve çatışma konusunda-
ki düşüncelerine sahip olduğu hem de Durkheim’ın ortak bilinç ve
dayanışma kavramlarının benzerlerini çok daha önce kullandığı açık-
tır. Ünlü tarihçi Arnold Toynbee’nin “Dünyaya onun gibi bir tarihçi
bir daha gelmedi.” sözlerinin yanı sıra, sosyoloji dışında iktisat tarihi-
nin de kurucusu olarak kabul edildiğini hatırlamakta yarar vardır.

Henri de Saint Simon (1760-1825)


Ünlü Fransız düşünürü St. Simon, daha 13 yaşında iken dinsel dog-
malara koşulsuz itaati reddetmiş ve genç yaşında bir yakınının etki-
siyle Yorktown’a giderek Amerikan Bağımsızlık Savaşı’na katılmıştır.
Ülkesine dönmeden önce de Pasifik ile Atlas Okyanusu’nu birbirine
bağlayacak Panama Kanalı inşaat planı için Meksika Genel Valisini
temsil etmiştir (1783). Fransız Devrimi sırasında 11 ay hapishanede
kalmış ve burada insanlığın bilimsel ve sosyal reformu hakkındaki
düşüncelerini formüle etmiştir.

St. Simon toplumun yeniden organizasyonunun ancak felsefeci,


mühendis ve bilim insanları ile birlikte olabileceğini düşünmüştür.
Bu bağlamda laik bir dini savunarak, geleneksel din adamlarını eleş-
tirmiş; din adamları ile bilim insanı eğitimcilerin yer değiştirmesini
önermiştir. Her zaman coşkulu bir insan olarak ölüm yatağında iken,
kendisini mali açıdan destekleyen Olinde Rodriquez’e şunları söyle-
miştir: “Yaptığın büyük işlerin seni heyecanlandırması gerektiğini
unutma.” Nitekim Amerikan Bağımsızlık Savaşı’na heyecan duyarak
katılması ve subay olarak dövüşmesi böyle bir heyecan sonucu olsa
gerektir. Aynı şekilde Fransız Devrimi de kendisine yapılanlara rağ-
men onun desteğini kazanmıştır. Çünkü St. Simon şanssız ve yoksul
olmasına karşılık yüksek soylu bir memurdu. Fransız Devrimi sırasın-
da yaşayabilmek için adını M. Bonhomme olarak değiştirmek zorun-
da kalmıştı. Buna rağmen tepeden inmeci jakoben devrimciler Onu
geçmişine dayanarak hapse atmışlardı. Ancak aristokrasiye karşı olan
devrimcilerin yardımı ile hapishaneden kaçmayı başarmış ve tekrar
eski ismini almıştı.

St. Simon’un düşünceleri sosyal bilimlerde önemli yankılar yaratmış-


tır. Toplumbilimin, aynı doğa bilimlerinde olduğu gibi benzer temel-
ler üzerinde inşa edilmesi gerektiğini savunmuştur. St. Simon arkada-
şı olan A. Comte’u büyük ölçüde etkilemiştir. Ayrıca 19. yy boyunca
26 Ünite 2

tüm Avrupa’da etkili olmuştur denilebilir. Taraftarları arasında ünlü


matematikçi Lagrange ve imparator III. Napolyon bulunmaktadır.

St. Simon aslında kendi kendini eğitmiş bir düşünür olsa da sosyolo-
jinin, sosyalizmin, sosyal organizasyonlarda teknokratik yaklaşımın
ve birleşik bir Avrupa kurulması fikrinin; hep onun düşüncelerinden
esinlendiği iddiaları bulunmaktadır. O, toplum hakkında çalışmayı
içeren biçimde bilime dayalı olarak bilginin yeniden kurulmasını,
zihinlerdeki karmaşıklığı gidererek düzen kurmada anahtar olarak
görmekteydi. Ancak böylelikle sosyal istikrar, Fransız Devrimi ve
Napolyon Savaşlarından sonra kurulabilirdi. Tarihe dayalı analizler
yaparak, gelecekteki toplumun bilime ve sanayiye dayanacağını
öngörmüştü. Bu toplum herkesin yararlı işler yapabileceği bir atölye
olacaktı. Modernitenin kapsamlı analizini yapan St. Simon tüm bu
yönleriyle önemli bir miras bırakmıştır.

17 Ekim 1760’ta Paris’te yoksul, fakat soylu bir ailenin çocuğu olarak
dünyaya gelmiştir. Gençliğinde Aydınlanmacı filozoflardan etkilen-
miştir. Özellikle d’Alambert gibi ansiklopedistlerin etkisiyle antikçağ
düşüncesinden beslenerek dinsel ve siyasal kurumların modasının
geçtiği düşüncesine ulaşmıştır. Artık eskimiş olan monarşinin, aris-
tokrasinin ve papazların önceki dönemlerde önemli işlevler görmele-
rine rağmen artık sadece kendi imtiyazları için mücadele ettiklerini ve
gelecek için yararsız veya fuzuli olduklarını düşünmüştür.

Durkheim’a göre, St. Simon 19. yüzyıl düşüncesinin tohumlarını


atmıştır. F. Engels, “Daha sonraki sosyalizm ile ilgili tüm düşünceleri
St. Simon’da bulmak mümkündür.” demiştir. Oysa St. Simon, K.
Marks ve F. Engels’in Komünist Manifesto'yu yayımlamalarından 23
yıl önce ölmüştü. St. Simon’un sosyolojinin en önde gelen düşünürü
olmasına rağmen, onun çırağı, arkadaşı, birkaç eserinde ortak yazarı
olan A. Comte, altı ciltlik Pozitif Felsefe Dersleri adlı eserin sahibi
olarak sosyolojinin babası olarak anılmıştır. Oysa düşünce anlamında
sosyoloji fikrine ilk ve en büyük ilham kaynağı olan kişi St. Simon’dur
demek yanlış olmayacaktır.

St. Simon “sanayileşme” kavramını ortaya atarak, sosyal gelişme ve


farklılaşma konularında yazmakla Comte ve Spencer’e iyi bir başlan-
gıç yapma imkânı sağlamıştır. Seçkinlerin toplumsal gelişmelere ayak
uydurmaları gerektiğini inceleyerek, daha sonra ünlenen seçkinci
filozoflara örneğin Gaetano Mosca ve Vilfredo Pareto’nun yolunu
açmıştır. Tarihte sınıfların rolü hakkında yazarak, refahın yaratılma-
sında emekçiler ve onları sömürenler üzerine düşüncelerini ifade
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 27

ederek sınıf mücadelesi konusunda K. Marks’ın daha keskin ve ayrın-


tılı bir doktrin oluşturmasına katkıda bulunmuştur.

Kuram ve uygulamada temel sosyal değerlerin özellikle de dinsel


olanların üzerinde durarak bunların toplum açısından sonuçlarını
incelemiştir. Bu konu daha sonra Durkheim sosyolojisinin en önemli
katkısı olarak değerlendirilmiştir. O, istikrarlı ve istikrarsız yapılar
arasındaki farklara işareddederek, sosyolojik işlevselcilik ve değişken
sosyal yapılar düşüncesinin ilk habercisi olmuştur. Hatta daha da ileri
giderek, Avrupalı ulusların parlamenter cumhuriyetlere dönüşeceğini
de öngörmüştür. Bir gün gelip Avrupa Parlamentosu kurulacağı fikri-
ne inanmıştır.

Engels’e göre St. Simon sosyalizmin temel şahsiyetidir. Onun temsil


ettiği sosyalizme Etikçi/Ethical Sosyalizm denilmekte ve aynı
zamanda Ütopyacı olarak da anılmaktadır. Toplumların kooperatif
modelinin oluşmasını savunduğu için ütopyacı denildiği belirtilmeli-
dir. Bu görüş Avrupa’da modernizasyon hareketlerinin başladığı
zamana denk düşer. Bu hareket, işletmelerin yerel toplulukta yeni
hâkim kuruluşlar haline dönüştüğü döneme rastlar. Ev ve işyeri artık
birbirinden ayrılmaktadır. Şehirler ve onların banliyöleri, önceden
kırsal kesimde yaşayanların yeni yerleşim bölgeleri haline gelmekte-
dir. Doğuştan veya sermaye ile yüksek sınıflardan gelen kişiler daha
iyi koşullarda yaşarken, sanayi kentlerindeki çoğunluk ancak asgari
geçim standartlarını çok daha fazla çalışarak koruyabilmektedir.

Etik ya da Ütopyacı Sosyalizme göre, politik haklarından çok doğal


haklar insanları mutlu etmektedir. Bu haklar, çalışmak, kendi işini
seçmek, emeğinin meyvelerini görmektir. Diğer bir ifade ile elde edi-
len kâr, vasıfsız veya vasıflı olarak çalışanın kendisine ait olmalıdır.
Etikçi Sosyalizm herkesin yeni oluşan kentlerdeki toplumda nezih bir
yaşam standardı ve insan ilişkilerine sahip olma hakkı olduğunu
savunmaktaydı. Bu görüş daha sonra 19. yy sonlarında başlı başına bir
sosyal mesele haline gelmiştir. St. Simon ayrıca refah devleti çözüm
önerisini geliştirmiştir. Herkesin yeteneklerine ve ihtiyaçlarına göre iş
bulmasını istemiştir. O politik yöntem olarak her zaman şiddete karşı
olmuştur. Ayrıca giderek sosyal problemlere duyarsızlığı yüzünden
liberalizme daha fazla kuşku ile bakmıştır. Halkın sosyal refahının
sağlanmasında devlete anahtar rolü yüklemiştir.

St. Simon’un büyük düşünce mirası fazlaca sistematik olmaması


yüzünden bazı kayıplara uğradığı gibi, bazı biyografi yazarları onun
için, “her zaman öğrenen ve bir şey bilmeyen” demek cesaretini gös-
28 Ünite 2

terebilmiştir. Ayrıca nesnel bir değerlendirme yapmak gerekirse,


doğal olarak Ütopyacı Sosyalizm ideolojisini formüle etmede o yalnız
değildi. Pierre Joseph Proudhon, Charles Fourier ve Louis Blanc
Fransa’da; Robert Owen İngiltere’de, Wilhelm Weitling Almanya’da
sosyalizme katkıda bulunan öncü sosyalistlerdi. Ancak K. Marks’a ait
olduğu sanılan birçok düşüncenin aslında onlara ait olduğunu,
bugünkü çalışma yaşamının demokratikleşmesi ve çalışma yaşamın-
da kalite fikirlerinin çok eskilere giderek Etikçi sosyalistlere ve dola-
yısıyla St. Simon’a dayandığını bilmek gerekmektedir.

Auguste Comte (1798-1859)


Fransa’da küçük bir yerleşim olan Montpellier şehrinde muhafazakâr
bir memur ailesinde doğmuştur. Annesinin ve eşinin koyu birer
Katolik olarak dindarlığının daha sonraki yaşamında önemli etkileri
olmuştur. Buna karşılık fizik, matematik ve astronomi ile de ilgilenen
bir kişi olması, onun doğal bilimlere benzer bir sosyal bilim kurma
düşüncesini beslemiştir denilebilir. Aslında, zaman içinde görüşlerin-
de ortaya çıkan değişmeler onun bilimsellikten uzaklaşması yönünde
olmuşsa da, bunlar onun önce felsefeye daha sonra sosyolojiye katkı-
larını gölgeleyememiştir.

A. Comte, Fransız Devrimi ve Aydınlanma Düşüncesine tepki olarak


geliştirdiği düşünceleriyle tanınan sosyolojinin isim babası Fransız
sosyologudur. “Var olup olmadığını sorgulamaksızın, bilginin amacı-
nı, deneyimlenen/yaşanan olguların betimlenmesine dayandıran fel-
sefi düşünce sistemi” olarak basitçe tanımlayabileceğimiz Pozitivizmin
kurucusudur.

A. Comte, aynı zamanda doğa bilimleriyle ilgilendiğinden sosyoloji-


nin de doğa bilimlerine benzemesine çalışır. O, doğa bilimlerinde
kullanılan gözlem ve deney gibi tekniklerin sosyolojide de kullanıla-
bileceğini savunur. Ona göre pozitif bilimler arasında basitten kar-
maşığa doğru bir düzen vardır. Bu düzen, bilimler arasında birlik
sağlar ve bilimlerin gelişim sırasını gösterir; ayrıca farklı ampirik
konu alanlarının birbirinden ayırt edilmesine olanak sağlayan yön-
temlerin tarihsel olarak ortaya çıkışını anlamamıza olanak sağlar.
Tüm bilimler içinde en son ortaya çıkan ve en karmaşık olan sosyolo-
jidir. O, sosyolojiyi yeni bir bilim olarak ortaya koyduğunda, sosyolo-
jinin diğer tüm bilimleri bir araya getireceğine inanmıştır. O, belirli
hiyerarşi içinde bilimsel yöntemlerin kullanılmasının, anarşi başta
olmak üzere tüm sosyal problemleri çözeceğine; her zaman bilimlerin
kendinden önce gelen bilimlere dayanması gerektiğine, dolayısıyla
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 29

hem düzen (order) hem de gelişme/ilerleme (progress) fikirlerine birlik-


te inanmıştır. Nitekim mezar taşında da onu en iyi simgeleyen bu iki
kelime yazmaktadır. İlerlemeye olumlu bakan bir filozoftur.

Onun düşüncelerini “sosyal dinamik” ve “sosyal statik” olarak iki


bölüm halinde incelemek mümkündür. Sosyal Statik, düzenli ve istik-
rarlı sosyal ilişkiler ve toplumsal yapıdır. Sosyal Dinamik ise, sosyal
değişme demektir ve en iyi ifadesini Üç Hal Yasasında bulur. Tüm
insan düşüncesinin, bireysel veya tarihsel kültürel olsun üç adımlı
yasayı izlediğini savunur. Bunlar:

a. Teolojik hal/dönem: Bu dönem de kendi içinde doğacılık (ani-


mizm), tek ve çok tanrıcılık olarak üçe ayrılmaktadır. Teolojik döne-
me hayali dönem de denilmektedir.

b. Metafizik hal/dönem: Soyut hal de denilmektedir. Soyut cisimlerle


ilgilenme anlamında kullanılmaktadır.

c. Pozitif hal/dönem: Değişkenler arasında gözlenebilen ilişkilere


dayanır. Kesin ve yasalara bağlı bilgi demektir. Bilimsel dönem de
denilir.

A. Comte sosyolojinin aracılığıyla, insanlığın uygarlık düzeyinin geli-


şeceğine inanmıştır. Pozitif felsefe ile insanlığın içinde bulunduğu
kaotik durumun sonlanacağını ve dolayısıyla ilerleyeceğini savun-
muştur. O, bencil duyguların ele geçirdiği doğal durumdan, sosyal
duygulara geçilmesini veya yükselmeyi kendisine problem edinmiş-
tir. Ona göre, dinsel ayin ve törenler, bilimsel düşünce tarafından
ahenkli bir hale dönüştürüldüğünde, duygular da eğitilecektir. Bu
düşünceleri adeta “Yerçekimi Yasası”nı değiştirmekle bir tutulmuş ve
imkânsız bulunarak eleştirilmiştir. Ayrıca, bireyler üzerinde önce
ahlaki daha sonra hukuki baskı kurmaya çalıştığı için; daha sonraki
yıllarında da mistisizme sapmakla eleştirilmiştir. Pozitivizmin önceki
bilimsellik iddiaları yerini daha çok dine bırakmıştır. Hatta bu çabala-
rını “Sosyalatri” adlı bir insanlık dini geliştirmeye kadar vardırmıştır.
Son olarak en büyük eleştiri Üç Hal Yasası ile ilgili olarak yapılmıştır.
Onun iddiasının aksine insanların bu dönemlerden zorunlu olarak ve
birbirini izleyerek geçmedikleri bilinen bir gerçektir. Nitekim günü-
müzde bazı insanlar teolojik açıklamalara inanırken bazıları da bilim-
sel olanları kabul etmektedirler. En azından günümüz modern toplu-
munda da teolojik ve metafizik açıklamalara başvurulması A. Comte’u
doğrulamamaktadır. Ancak evrimci düşüncelerle tarihi ilerleme ola-
rak olumlu görmesi önemini korumaktadır. Ayrıca altı ciltlik Pozitif
30 Ünite 2

Felsefe Dersleri'nin 47. altbölümüne geldikten sonra “sosyal fizik”


adını sosyolojiye çevirerek sosyolojinin isim babası olmuştur. Bu da
başlı başına önemli bir katkı olarak değerlendirilmelidir.

Karl Marks (1818-1883)


Karl Marks, Avrupa’yı dönüştüren Sanayi Devrimi'ni gözleyerek
kuramını geliştirmiştir. Kırdan göçen tarım işçilerinin kentlerde karın
tokluğuna çalıştırıldığını ve ortalama ömürlerinin 30 yaş olduğuna
tanık olmuştur. Bu acımasız çalışma koşullarını anlayabilmek için
tarihsel olarak toplumları incelemeye başladığında ise, insanlık tarihi-
nin sınıf çatışmasına dayandığını ve sınırlı sayıda güçlünün (burjuva-
zi) üretim araçlarına sahip olduğunu ve çoğunluğu oluşturan işçileri
(proletarya) sömürdüğünü görmüştür.

Marks’ın Felsefesi “Diyalektik Materyalizm” (Dialectical Materialism)


olarak anılırken; sosyolojisine “Tarihsel Maddecilik” (Historical
Materialism) denilir. O, Hegel’in baş aşağı durduğunu iddia ettiği
diyalektik anlayışını yerine oturtmuştur. Çünkü üç aşamalı tez-anti-
tez ve sentez şeklindeki ilerlemede Hegel tez olarak manevi bir varlık
olan Geist’i (tanrıyı) görürken, Marks tez olarak temele ekonomiyi
koymuştur. Aslında diyalektik düşüncenin temeli ilkçağ filozofu
Heraklit’e (İ.Ö. 5. yy) dayanır. O, “Aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz.”
diyerek değişimin her yerde olduğuna ilk işaret edendir. Daha sonra
Alman filozofu Johann Fichte (1762-1814) tez-antitez-sentez formülünü
ortaya atmıştır. Kısaca Hegel ve Marks’ın düşüncelerinin orijinalliği
sadece tezin ne olacağı konusundadır.

Marks tüm üretim biçimleri gibi kapitalizmin de diyalektik olarak


kendini ortadan kaldıracak potansiyele (işçi sınıfı) sahip olduğunu ve
tarihin sınıf mücadelesine dayandığını savunur. Ona göre insanlık
sosyal tarihi, kaynaklara sahip olanlarla olmayanlara karşı sınıf
mücadelesinin tarihidir. Her iki grubun da hacmi ve nasıl üye olundu-
ğu içinde bulundukları toplumun ekonomik sistemiyle olan bireysel
ilişkileri tarafından belirlenir. Bu yüzden güç ilişkilerinin sınıfsal
değil, bireysel düzeyde analiz edildiğini unutmamak gerekir. Marks’ın
iddiasına göre, “üretim ilişkileri” (işçi-işveren vb.) ve “üretim biçimi”
(kapitalist, sosyalist v.b) olarak her toplumun ekonomik sistemi, o
toplum için en önemli ve tek olgudur. Refahın üretildiği ve dağıtıldığı
düzenleme “altyapıyı” (infra structure) oluşturur ve diğer soysal kül-
türel düzenlemeleri belirler. Aile, din, siyaset, ekonomi, hukuk ve
hatta sanatsal beğenilerin tümü üstyapıyı (super structure) oluşturur
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 31

ve ekonomik altyapının üstyapı üzerindeki etkilerini yansıtırlar.


Geniş anlamda bunların nihai rolü, toplumun temel parametresi olan
üretim biçimini korumak ve desteklemektir. Ona göre emek (man),
makine/teknoloji (machine) ve para (money) üç belirleyicidir. İngilizce
karşılıkları M harfi ile başladığı için bunlara “3M” der, onlar her şeyin
temelidir ve altyapıyı oluştururlar.

Marks, hem evrimci hem de ekonomik determinizmi savunan bir


düşünürdür. Evrimciliği toplumların belirli aşamalardan geçeceği,
örneğin önce “ilkel-komünal”, “feodal”, “kapitalist” ve “sosyalist” top-
lum aşamalarının birbirini izleyeceği ve sonuçta sınıfsız topluma ula-
şılacağını savunmasından kaynaklanır. Ekonomik determinizm ise,
belirli bir toplumda tüm önemli pozisyonlar ve sosyal etkileşimlerin
üretim biçimi tarafından belirlenmesi görüşüdür. Bu bireysel duruş-
ların da üretim biçimine göre düzenlenmesi demektir. Marks için
temel ayrım, üretim aracına sahip olanlar ve olmayanlar arasındadır.
Çünkü üretim aracına sahip olanlar, üretim biçimini dolayısıyla poli-
tik, yasal ve diğer tüm üstyapıyı kontrol ederler. Üretim aracına sahip
olmayanlar ise, emeğini satarak geçinenlerdir. Her grubun kendisini
nesnel olarak görmesini sağlayan sınıf algısı vardır. Aslında bu algılar,
gerçek sınıfların gelişmesinde kritik rol oynarlar. Sonuçta kendini
diğerleriyle aynı sınıftan görenlerin ortak çıkarlarını arttırmak için
örgütlenmeleriyle sınıf bilinci gelişir. İşte bu noktada nesnel bir ger-
çeklik olan sınıf, öznel bir farkındalık olan sınıf için mücadeleye dönü-
şür. Böylelikle insanlar yaşamak için tarihsel mücadeleye hazırlanmış
olurlar.

Marks’a göre, modern toplumda amaçları ve çıkarları açısından her iki


sınıf (özel mülkiyete sahip güçlü burjuvazi ve güçsüz proletarya)
doğalarından dolayı uyuşmaz ve birbirine zıttır. Üretim aracına sahip
olarak burjuvazi, ekonomik yatırımlarından elde ettiği kârı en fazlaya
çıkarmak; proletarya da emeğinin karşılığını en fazla almak isteyecek-
tir. Mevcut ekonomik sistemde ya da üretim biçiminde, sınırlı arz
içinde sonucu sıfır olan bir oyun (zero, sum, game) söz konusudur. Bu
da aslında bir grubun kârı diğer grubun zararından başka bir şey
değildir. Marks’a göre, burjuvazinin sahip olduğu ekonomik, siyasal
yasal kaynaklar, ona çok daha geniş bir grup olan emekçiler üzerinde
çok büyük güç ve avantajlar sağlar. Yüksek kârlar ve güç farklılıkları
sonucunda, sözle ifade edilmese de, kapitalist toplumun ücretli kölele-
ri olan işçilerin yoksullukları artar. Bu, çalışanların hakkı olan refah
payına, özel mülkiyete sahip olan yönetici sınıf tarafından el konur.
Sonuç olarak yoksulluk, açlık, hastalık, kötü barınma koşullarının
32 Ünite 2

tümü, özel mülkiyet temelli ekonomik sistemden kaynaklanan sosyal


problemlerdir. Marks’a göre, modern toplumda karşılaştığımız sorun-
lardan sorumlu olan ekonomik sistem değişmeden sorunlar çözüle-
mez. Sorunlar ancak özel mülkiyetin yerini ortak mülkiyet aldığında,
diğer ifade ile kapitalizmin yerini sosyalizm aldığında çözümlenebi-
lir.

Marks’ın katı ekonomik determinist anlayışı çok eleştirilmiştir. Ayrıca


kendinden sonraki gelişmeler onun iddialarını doğrulamamıştır.
Sınıflar ortadan kalkmadığı gibi, yeni orta sınıflar ortaya çıkmış, işçi-
ler en fazla sömürülen olmaktan çıkmıştır. Emperyalizm sayesinde
sanayi toplumları dış talanı arttırarak kendi işçilerine bazı iyileşmeler
sağlayabilmiştir. Ayrıca sanayinin en gelişmiş olduğu İngiltere yerine,
bir tarım toplumu olarak yeterli işçisi olmayan Sovyetlerde devrimin
olması da ekonomi kadar, bir üstyapı kurumu olan siyasetin de top-
lumsal değişmede önemli olduğunu göstermiştir. Bu gelişmeler ve
ortaya çıkan yeni koşullar, toplumların onun önerdiği zorunlu aşama-
lardan geçmesini de engellemiştir.
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 33

Özet
Bu bölümde Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar olarak İbn-i Haldun,
August Comte, St. Simon ve Karl Max kısaca incelenmiştir. İbn-i
Haldun’u basit bir Arap düşünürü ya da tarihçisi olarak görmek yanıl-
tıcı bir başlangıca yol açabilir. Bu nedenle biraz daha gerilere giderek
onun yaşadığı dönemi ve öncesini bilmek gerekir. İbn-i Haldun,
evrimci ve determinist bir düşünürdür. En önemli eseri olan
Mukaddime aslında çok kapsamlı bir sosyal bilimler ansiklopedisine
benzetilebilir. O bu eserinde uygarlıkların gelişimini ortaya koyar.
Özellikle Ümran başlığı altında bugün hars/kültür denilen konu hak-
kında düşüncelerini yazar. Ona göre iki türlü Ümran vardır.
Determinizmi sosyal determinizm ile birleştirmeye çalışmıştır.
Afrika’da çeşitli kabileleri dolaşarak yaptığı saha çalışmaları sonucun-
da toplumu canlı bir organizmaya benzetir. Buradan hareketle top-
lumların da doğup, büyüyüp, gelişeceğini ve sonlanacağını iddia
eder. Ona göre doğum ve gelişme dönemleri göçebe kültürünün sonu-
cudur. Buna karşı kent yaşamına olumsuz bakar ve giderek kentleşen
uygarlıkların gerileyerek yok olduğu düşüncesine ulaşır. Ancak İbn-i
Haldun'un kültür, sanat ve bilimin ancak kentlerde gelişeceğini ifade
ettiği de unutulmamalıdır. St. Simon’un düşünceleri sosyal bilimlerde
önemli yankılar yaratmıştır. Toplumbilimin aynı doğa bilimlerinde
olduğu gibi benzer temeller üzerinde inşa edilmesi gerektiğini savun-
muştur. St. Simon arkadaşı olan A. Comte’u büyük ölçüde etkilemiştir.
Ayrıca 19.yy boyunca tüm Avrupa’da etkili olmuştur. St. Simon 19. yy
düşüncesinin tohumlarını atmıştır. F.Engels, “Daha sonraki sosyalizm
ile ilgili tüm düşünceleri St. Simon’da bulmak mümkündür.” demiştir.
Oysa St. Simon, K. Marks ve F. Engels’in Komünist Manifesto'yu
yayımlamalarından 23 yıl önce ölmüştü. A. Comte, aynı zamanda
doğa bilimleriyle ilgilendiğinden sosyolojinin de doğa bilimlerine
benzemesine çalışır. O, doğa bilimlerinde kullanılan gözlem ve deney
gibi tekniklerin sosyolojide de kullanılabileceğini savunur. Onun
düşüncelerini “sosyal dinamik” ve “sosyal statik” olarak iki bölüm
halinde incelemek mümkündür. Sosyal Statik, düzenli ve istikrarlı
sosyal ilişkiler ve toplumsal yapıdır. Sosyal Dinamik ise, sosyal değiş-
me demektir ve en iyi ifadesini Üç Hal Yasasında bulur. Tüm insan
düşüncesinin, bireysel, tarihsel veya kültürel olsun üç adımlı yasayı
izlediğini savunur. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Teolojik hal/dönem,
Metafizik hal/dönem, Pozitif hal/dönem. K. Marks hem evrimci hem
de ekonomik determinizmi savunan bir düşünürdür. Evrimciliği top-
lumların belirli aşamalardan geçeceği, örneğin önce “ilkel-komünal”,
34 Ünite 2

“feodal”, “kapitalist” ve “sosyalist” toplum aşamalarının birbirini


izleyeceği ve sonuçta sınıfsız topluma ulaşılacağını savunmasından
kaynaklanır. Ekonomik determinizm ise, belirli bir toplumda tüm
önemli pozisyonlar ve sosyal etkileşimlerin üretim biçimi tarafından
belirlenmesi görüşüdür.
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 35

De¤er­len­dir­me Sorular›
1 İbn-i Haldun’un görüşlerinden kimlerin etkilendiği söylenebilir?

a. K. Marks
b. E. Durkheim
c. A.Toynbee
d. Hepsi
e. Hiçbiri

2. St. Simon nasıl nitelendirilmektedir?

a. Ütopyacı realist
b. Ütopyacı kapitalist
c. Ütopyacı sosyalist
d. Hepsi
e. Hiçbiri

3. A. Comte’un evrimci düşüncesini en iyi yansıtan kavram


hangisidir?

a. İki Hal Yasası


b. Üç Hal Yasası
c. Pozitif Felsefe Dersleri
d. Sosyoloji Dersleri
e. Hepsi

4. K. Marks kimin düşüncesinden etkiler taşır?

a. İbn-i Haldun
b. Hegel
c. Fichte
d. Hepsi
e. Hiçbiri

5. Aşağıdakilerden hangisi sosyolojinin öncü düşünürlerinin ortak


yönü arasında sayılmaz?

a. Toplumculuk
b. Değişmeden yana olmak
c. Determinizm
d. Bireycilik
e. Hiçbiri
36 Ünite 2

6. İbn-i Haldun’un sosyolojik düşüncesinde bedevilikten (göçebelik)


medeniliğe (yerleşiklik) geçişi sağlayan motor güç nedir?

a. Umran
b. Asabiye
c. Din
d. Dil
e. Irk

7. İbn-i Haldun tarafından devletlerin ömrü üzerine geliştirilen sosyal


determinizm, daha sonra hangi filozof tarafından biyolojik
determinizme çevrilerek hayat bulmuştur?

a. E. Durkheim
b. K. Marks
c. M. Weber
d. C. Darvin
e. J. Locke
1. Sosyoloji ve Diğer Sosyal Bilimler

2. Sosyolojinin Öncüleri

3 Sosyolojinin Kurucuları
SOSYOLOJİ

4. Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar

5. Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar

6. Yöntembilimsel Yaklaşımlar,
Araştırma Tipleri ve
Araştırma Teknikleri

7. Araştırma Süreci

8. Sivil Toplum

9. Küreselleşme

10. Türkiye’de Sosyoloji


38 Ünite 3

Ünitede Ele Al›nan Konular

• Sosyolojinin Temel Önermeleri


• Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar
• E. Durkheim
• M. Weber

Ünite Hakk›nda

• Sosyolojinin temel önermelerinin neler olduğu


gösterilecektir.

• Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlarnın kimler olduğu


belirlenecektir.

• E. Durkheim’ın görüşleri incelenecektir.


• M.Weber’in görüşleri incelenecektir.
Sosyolojinin Kurucuları 39

Ö¤renme Hedefleri

• Sosyolojinin temel önermelerinin neler olduğunu


öğreneceksiniz.

• Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlarnın kimler olduğunu


öğreneceksiniz.

• E. Durkheim’ın görüşlerinin neler olduğunu öğreneceksiniz.


• M.Weber’in görüşlerinin neler olduğunu öğreneceksiniz.

Üniteyi Çal›ş›rken

• Toplumsal olgular nelerdir ve bize nasıl baskı yaparlar?


Örneklerle gösteriniz.

• Durkheim’in temel eserleri arasındaki bağı gösteriniz.


Diğer bir ifade ile “Sosyolojik

• Metodun Kuralları” ve “İntihar” arasındaki ilişkiyi


tartışınız.

• Durkheim’ın ortak bilinç kavramının daha önce kimde


görüldüğünü hatırlayınız. Bu durum

• Durkheim’ın özgün bir düşünür olmasını nasıl etkiler?


Tartışınız.

• Durkheim ve Weber’in ortak özelliklerini karşılaştırınız.


• Durkheim ve Marks yanılırken Weber’in doğrulandığı
iddiasının kaynağını araştırınız.

• Weber’in otorite ve bürokrasi sınıflamaları arasında nasıl


bir ilişki bulunduğunu gösteriniz.
40 Ünite 3

Sosyolojinin Kurucuları
Sosyolojinin bir disiplin olarak kurucularının kim olduğu konusunda
farklı görüşler bulunduğu söylenebilir. Bazıları Durkheim, Weber ve
Pareto’yu kurucu olarak görürler. Wallerstein gibi bazıları ise, K.
Marks, Durkheim ve Weber’in sosyolojinin bağımsız bir disiplin ola-
rak kabul edilmesi ve tanınmasında en önemli katkılarda bulunduğu-
nu iddia ederler. Bu bölümde önce bu düşünürler tarafından öne
sürülen üç kurucu temel önerme hakkında bilgi verilecek daha sonra
-K. Marks Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar arasında sayılarak daha
önce tanıtıldığından- E. Durkheim ve M. Weber hakkında kısa bilgi
verilecektir.

Sosyolojinin Temel Önermeleri


Her alanın geçmişi, tarihi, onu diğer alanlardan ayıran özellikleri,
diğer bir ifade ile kültürü vardır. Daha önce de sözü edildiği gibi, bir
alanın bağımsız bir disiplin olarak kabul edilmesi için bazı zihinsel
çabaların bulunması ve bunların yaygın olarak kabul edilerek bir kül-
türe dönüşmesi beklenir. Bugüne kadar kuşkusuz daha birçok düşü-
nür tarafından çok sayıda önerme üretilmişse, de zaman içinde bun-
lar unutularak gitmiştir.

Önerme 1
“Toplumda açıklanabilir, rasyonel yapılar olarak sosyal gruplar var-
dır.” E. Durkheim’a göre sosyal olgular bizim dışımızdadır ve bize
baskı yaparlar. Sosyal olgular ancak diğer sosyal olgularla açıklanabi-
lir ve biyoloji veya psikolojiye indirgenemez. Onun temel ilkesi, sosyal
olguları nesnel gerçeklikler olarak incelemektir. Durkheim’ın bu öner-
mesi, sosyolojinin bağımsız bir disiplin olarak kabul edilmesinde
önemli rol oynar.

Önerme 2
“Ancak bu gruplar uyum (ahenk) içinde değildir, aksine sürekli çatış-
ma/mücadele içindedirler.” İşte K. Marks’a göre, “Tüm toplumlarda
var olan sosyal tarih sınıf çatışması tarihidir” (Marks ve Engels,1948).
Daha sonra sosyolojide ortaya çıkan çatışmacı yaklaşım bu görüşten
beslenmiştir. Sosyolojinin bağımsız bir disiplin olmasında bu görüş
önemli katkı sağlamıştır.

Önerme 3
“Bir ölçüde gruplar/devletler çatışma içinde olabilirler; ancak uzun
zaman içinde toplum içindeki alt gruplar içinde hiyerarşik otorite
Sosyolojinin Kurucuları 41

içinde yapılanma, toplumun sürdürülebilirliği açısından meşrudur.”


Bu M.Weber’e ait olan önerme, çatışmaya rağmen düzenin varlığını
açıklayan ve dolayısıyla sosyolojinin bir disiplin olarak kabulüne kat-
kıda bulunan temel önermedir.

Emile Durkheim (1858-1917)


Modern akademik bir bilim olarak sosyoloji Durkheim’in çalışmala-
rıyla başlamıştır. Durkheim, sosyolojinin isim babası A. Comte’un
düşüncelerinin büyük bir kısmını onaylamaz. Ancak sosyolojinin
yöntem ve ilkelerini yeniden tanımlarken A. Comte gibi doğa bilimle-
riyle devamlılık içinde nesnel, rasyonel ve olaylar arasında nedensel-
lik ilişkisi (causality) arayan bir sosyal bilim anlayışı oluşturur. Daha
sonra bu görüş sosyal bilimleri doğa bilimlerine indirgeme (reductio-
nism) olarak eleştirilir.

Durkheim Avrupa’da ilk sosyoloji bölümünü Bordo Üniversitesi’nde


1895 yılında kurar. Daha sonra en önemli yapıtı Sosyolojik Metodun
Kuralları adlı eserini yazar (1898). Bu eserde sosyal olguları tanımlar,
normal ve patolojik arasında ayrım yapar. Sosyal olayların nasıl açık-
lanacağını anlatır. Daha sonra yazdığı yöntem ilkelerini uygulayarak
İntihar adlı monografik çalışmasını yayımlar (1897). Bu çalışmasında
sosyolojinin biyoloji ve psikolojiye indirgenemeyeceğini göstermek
için intihar istatistiklerini, mezhepler, yaş, eğitim, evlenme/boşanma
ya da çocuk sahibi olup olmama gibi koşullar açısında karşılaştırır.
Örneğin intiharın bireysel bir olay olmadığını Katoliklerde
Protestanlara göre daha fazla intihar olmasıyla göstermeye çalışır.
Aslında Durkheim üç tür intihar arasında ayrım yapmıştır:

1. Egoist İntihar: Bireysel nedenlerden kaynaklanan intihardır.


2. Alturistik/Elcil İntihar: Sosyal bağların çok sıkı olduğu toplumlar-
da daha çok görülür. Japon pilotların kamikaze/ intihar dalışları
veya toplum için kendini feda eden eylemciler gibi.
3. Anomik İntihar: Toplumda dayanışmanın çözülmesine bağlı ola-
rak her yıl belirli sayıda insanın intihar etmesidir. Anomi kuralsız-
lık demektir.

Durkheim’in burada göstermek istediği, her toplumsal olayın diğer


bir sosyal olay ile açıklanması yönündeki yöntem ilkesidir. Aynı şekil-
de toplumdaki iş bölümünü de açıklamaya çalışır. Ona göre toplumla-
rın evrimine bakıldığında iki tür dayanışma olduğu anlaşılır:

1. Mekanik dayanışma: Birbirine benzeyen insanların dayanışması-


dır. Geleneksel topluluklarda görülür.
42 Ünite 3

2. Organik dayanışma: Modern toplumlarda işbölümü sonucunda


farklılaşmaya bağlı olarak ortaya çıkar.

Durkheim nedensel açıklamalarını işbölümü konusunda da yapar.


Modern toplumda işbölümü ve dolayısıyla organik dayanışmanın
sebebi nüfus artışıdır. Kırın aksine kentlerde nüfus artmakta ve her-
kes farklı alanlarda uzmanlaşmaktadır. Artık insanlar ekmeklerini
yaptırmak için fırıncılara, giysilerini diktirmek için terzilere ihtiyaç
duyar hale gelirler. Buradan da Durkheim’in işlevselci görüşlerine
gelmek mümkündür. İşbölümü ve organik dayanışmanın toplumun
ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik olarak ortaya çıktığını savundu-
ğu için görüşlerinin işlevselci olduğu söylenir.

Durkheim toplumda normal ve hastalıklı/patolojik ayrımı yapar.


Toplum ortalamasında görülen olaylar normal iken sapanlar patolo-
jiktir. Anomi, yani toplumda kuralların çözülmesi hali, normalden
sapma ve negatif bir durumdur; bu durum sosyal reformlar yapılarak
ortadan kaldırılmalıdır. Toplum giderek bireycileşmektedir. Birey ve
devlet arasında büyük bir boşluk vardır. Bu boşlukları dolduracak
sosyal organizasyonlara ihtiyaç vardır. Sosyoloji, neyin normal neyin
hastalıklı olduğunu belirleyen, kurumların ortaya çıkışını ve işlevleri-
ni inceleyen bilimdir. Durkheim’in yöntem ilkeleri diğer sosyal bilim-
ler üzerinde de, başta siyaset bilimi ve pazarlama olmak üzere olduk-
ça etkili olmuştur. Ancak onun, sosyal olguları doğa bilimleri gibi
inceleyen pozitivist görüşü A. Comte’u aşamasa da, sosyoloji yöntemi-
nin kurallarını ortaya koymuş olması özgün yanıdır.

Öte yandan Durkheim’in çok eleştirilen “ortak bilinç” (collective


counces) fikrinin de özgün olmadığı ve öncü filozoflardan İbn-i
Haldun’a ve onun “asabiye” kavramına kadar uzandığı belirtilmeli-
dir. Durkheim, toplumda biz duygusunun ortak bilinç ile inşa edildi-
ğini savunurken, aynı zamanda metafizik bir kavrama ya da hiç iste-
mediği psikolojik açıklamalara girmiştir. Ona göre ortak bilinç, “bir
toplumun bireylerinin taşıdığı ortak inanç ve duygular bütünüdür”.
Ancak bu bireysel bilinçlerin basit bir toplamı veya sonucu ortaya
çıkmaz. Uzun tarihsel ortak yaşam sonucunda ortaya çıkan inançlar
ve değerler, bizi diğer gruplardan ayıracak bir bilince ulaşınca ortaya
toplum çıkar. Bu, insanlar tarafından oluşturulan gerçeklik, daha
sonra bize baskı yapar ve bizi kurallarına uymaya zorlar. Örneğin dil,
yazı, para gibi. Dilini bilmeden anlaşamaz, para vermeden malı ala-
mazsınız. Bu artık bizim dışımızda ve bize baskı yapan gerçeklik,
nesnel olarak incelenebilir. Olaylar arasında neden-sonuç ilişkileri
Sosyolojinin Kurucuları 43

kurarak açıklanabilir. Ayrıca onların işlevsel olup olmadıkları da gös-


terilebilir.

Durkheim, Pozitivist olmaktan çok İşlevselci bir sosyolog olarak tanı-


nır. Onun antropoloji üzerinde de etkilerinden söz edilebilir. İlksel
toplumlarda din ve büyünün işlevini açıklayan çalışmaları bu bağ-
lamda değerlendirilebilir. Ayrıca Pozitivizmin kurucusu A. Comte’un
tarihsel çalışmalarda bulunmasına rağmen, o fazlaca tarihe önem
vermez gibi görünür. Ancak toplumların en basit (horde) halden, klan
ve yerleşik hale geçişini inceleyen çalışmalarında tarihsel yönler bulu-
nur. Bununla birlikte bunları antropologlar gibi, bugün halen bu
şekilde ve henüz değişmeden yaşayan ilksel kabileler üzerinden araş-
tırdığı için tarihsel çalışma olarak görmemiş olabilir.

Öte yandan Durkheim’in Marks’a karşı bir düşünür olarak, ekonomik


determinizmi reddettiğini ve daha çok ahlakçı bir düşünür olduğunu
belirtmek gerekir. O hiçbir zaman kapitalizmi eleştirmemiş, modern
toplumda mevcut koşullarda düzeni değiştirmeden, reformlar yapa-
rak iyileştirme önerilerinde bulunmuştur. Bu yönden devrimci değil,
statükocu bir geleneği temsil eder. Ayrıca tüm olay ve olguların aynı
zamanda işlevselliğini de gösteren Durkheim’in neden intiharın işlevi
üzerinde durmadığı da ayrı bir sorudur ve eleştirilere açıktır.

Tarihe bakıldığında ne K. Marks ne de E. Durkheim’in görüşlerinin


doğrulandığı görülür. Çünkü toplumların bunalımı için önerdiği
ahlaki reçeteler fazlaca işe yaramamış, ardından iki dünya savaşı pat-
lak vermiş, modern toplumda yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, çevre
kirliliği gibi artık küreselleşen sorunlar baş göstermiştir. Aynı şekilde
Marks’ın da öngörüleri doğrulanmamış iken, tek doğrulanan M.
Weber ve onun “İstikbal bürokrasilerdedir.” görüşü olmuştur.

Genel olarak Fransız Pozitivizmi ve özel olarak Durkheim Sosyolojisi


Türkiye’de çok etkili olmuştur. Onun basit bir aktarıcısı olmaksızın
Ziya Gökalp Türkiye’ye sosyolojiyi getirmiş ve 1914’te Cumhuriyet
kurulmadan önce ilk sosyoloji derslerini vermiştir. Daha sonra onun
aracılığıyla Atatürk ilkeleri üzerinde de Fransız Pozitivizmi ve
Durkheim Sosyolojisi etkili olmuştur denilebilir. Türkiye’de sosyoloji
Ziya Gökalp aracılığıyla önce Osmanlı’nın nasıl kurtarılacağı, daha
sonra da yeni kurulan ve her şeyden önce kültür değişmesini hedefle-
yen Cumhuriyet Devrimlerinin gerçekleştirilmesinde yol gösterici
olmuştur. Modern sanayi toplumlarının sorunlarının çözümü için
ortaya çıkan bir bilim olan sosyolojiden, Batıdan farklı olarak Türkiye’de
mevcut kamusal sorunların çözümünde fayda umulmuştur.
44 Ünite 3

Sonuç olarak “fert yok cemiyet var” ya da “önce toplum sonra birey”
görüşünün sahibi Emile Durkheim, ıslahatçı/reformcu, determinist,
işlevselci, indirgemeci bir sosyolojinin kurucusudur. Daha sonra özel-
likle ABD’de etkili olmuştur. Ünlü Amerikalı sosyolog T. Parsons,
daha sonra “Sosyal Sistem Kuramını” geliştirerek yapısal işlevselciliği
ABD’de hâkim paradigma haline getirmiştir.

Max Weber (1864-1920)


Max Weber, Alman iktisatçı düşünürüdür. O da Durkheim gibi
Marks’a karşı bir konumda saf tutmuştur. Onun Almanya’da Bismark
döneminde güçlü bir ulusal devlet kurulana kadar toplumda yaşanan
çalkantılar üzerinde yaptığı gözlemler ve tarihsel çalışmalar kültüre
önem vermesine yol açmıştır. Toplumdaki çatışmayı reddetmemiş,
ancak ekonomi yerine din gibi kültürel farklılıklara bağlamıştır.

Aslında Weber’in bürokrasi ve otorite arasında kurduğu bağlantı


önemlidir. Onun güç (power) ve otorite (authority) arasında ayrım
yaptığı bilinmektedir. Ona göre güç, “direnmelere rağmen birinin
diğerlerine dediklerini yaptırabilmesidir ve bunun kaynağı önemli
değildir”. Buradan hareketle meşru olan güce de otorite denilir.
Çünkü itaat edenlerin, kendilerinden istekte bulunanın taleplerini
meşru görmeleri gerekir. Aksi takdirde bu kaba güç (force) ve şiddet/
zorbalık olur. Örneğin bir yönetimde amir memurlarından bazı talep-
lerde bulunur ve memurlar onun bu istemlerde bulunmasını meşru
görerek ona itaat ederler.

Weber’e göre üç tip otorite arasında ayrım yapmak gerekir:

1. Yasal/ussal Otorite: Bu tip otorite kaynağını yasalardan alır.

2. Geleneksel Otorite: Toplumdaki gelenek ve göreneklere dayanır.


Büyüklerin, erkeklerin, yaşlıların dedikleri yapılır.

3. Karizmatik Otorite: Olağanüstü koşullarda bazen kişilere bazı


üstün özellikler atfedilir. Kişinin gerçekte bu özellikleri taşıyıp
taşımaması önemli değildir. Genelde başlangıçtaki karizmatik oto-
rite giderek geleneksel veya ussal otoriteye dönüşebilir.

Weber üç tip otoriteye karşı iki tip bürokrasi sınıflar:

1. Yasal Bürokrasi: Bu tür bürokrasi en ussal yönetim biçimidir.

2. Geleneksel Bürokrasi: Geleneksel aile ve hemşerilik dayanışması


içinde yönetim anlayışıdır.
Sosyolojinin Kurucuları 45

Weber’e göre, bunların gerçeklik düzleminde birebir karşılıklarının


bulunması gerekmez. Bunlar “ideal tipler”dir. İdeal tip olması gereken
anlamında kullanılmaz. Daha çok zihinsel olarak oluşturulduğunu,
fikir olarak bulunduklarını söyler. Sosyolojinin yapacağı en önemli iş,
tarihin zengin hazinesine başvurarak ideal tip kavramlaştırmalarına
gitmektir. Daha sonra ikinci adımda yapılacak işlem ise, gerçekte göz-
lenen ile zihinsel olarak kurgulanan arasında ne kadar fark bulundu-
ğunu ortaya koymaktır. Nitekim Türkiye’de dikkatli bir gözlemci en
büyük siyasal partilerin veya firmaların dahi tüm ussal/rasyonel
yönetim iddialarına rağmen, ne kadar geleneksel yönler taşıdıklarını
saptayabilir.

Weber ayrıca Eylem Kuramcısı olarak anılmasına yol açan üç tip


eylem sınıflaması da yapmıştır:

1. Amaca yönelik ussal eylem,


2. Değere yönelik ussal eylem,
3. Duygusal eylem.

Amaca ve değere yönelik ussal eylemin her ikisinin de rasyonalitesi


vardır. Ancak ilkinde hukuk kuralları ve yasalar gereği eylemde bulu-
nulurken, diğerinde değerler rol oynar. Örneğin Hint kültüründe
kadınlar ölen kocaları ile birlikte yakılırlar veya kaptanlar batan
gemilerini en son terk ederler. Başka bir örnek de aristokratların düel-
loda onurları yüzünden ölmeyi göze almasıdır.

Weber’in Metodoloji konusundaki görüşlerini, Protestan Ahlakı ve


Kapitalizmin Ruhu adlı ünlü eserinde bulmak mümkündür. O tarih-
te yaptığı incelemeler sonucunda geçmiş çağlarda Avrupa’nın bazı
yerlerinde kapitalizme geçildiği halde dünyanın diğer yerlerinde
bunun neden gerçekleşemediğini sorgular. Bu dünyada çok çalışıp,
hiç tüketmeden biriktirmek ve dünya zevklerinden vazgeçmek olarak
çileci yaşam biçiminin (asketizm) Protestanlıkta yaygın olduğu ve
dolayısıyla kapitalizmin bu ülkelerde ortaya çıktığı sonucuna varır.
Ona göre Katolikler geleneksel muhafazakârlığı temsil ederken,
Protestanlar değişmeyi seçmişlerdir. Katolikler kilise sayesinde ken-
dilerini güven içinde hisseder ve cennete gitmeyi garantilerken,
Protestanlar bu inancı paylaşmayarak Tanrının isteğinin çalışmak ve
daha çok kazanmak olduğuna inanırlar. Bu amaçla harcamayarak,
kapital birikiminin doğmasına da yol açarlar.

Bu açıklama birkaç yönden değerlendirilebilir. İlk olarak kapitalizm


ile Protestan ahlakı arasında nedensel ilişki kurulmaya çalışılmakta-
46 Ünite 3

dır. İkincisi ekonomik bir sonuç, kültürel ya da dinsel bir nedene


bağlanmaktadır. Oysa Weber’in bizzat kendisi açıklamaların yeterli
olması koşulunu arar. Bunların ilki olgusal olarak görünüşte; ikincisi
mantıken tatmin edici olmasıdır. Weber insanların neden çok çalışıp
harcamadan biriktirdikleri konusunda tatmin edici bir açıklama geti-
rememiş ve sermaye birikimini sadece Protestanlığa bağlamıştır.

Weber, çağdaşları arasında ampirizm ile realizm arasındaki uçurum-


da köprü olmaya çalışmış bir düşünürdür. Ona göre sosyal olayları,
sadece anlamak yetmez; aynı zamanda açıklamak gerekir. Örneğin
uzaktan asilzadelerden birinin av sırasında vurulduğu anlaşılabilir.
Aynı şekilde alınan bir ilacın baş ağrısına iyi geldiği anlaşılabilir.
Ancak sadece anlama yeterli değildir. Asilzadenin kazara mı, yoksa
kasıtlı mı olarak mı vurulduğunun açıklanması gerekir. Aynı şekilde
ilacın neden baş ağrısını giderdiğini de açıklamak gerekir.

Anlamanın açıklama ile desteklenmesi konusunda ilk örneğe dönüle-


cek olursa, kişinin aşığına yaklaştığı için diğerini vurarak kasıtlı bir
eylemde bulunması ve olaya kaza süsü vermesi bir seçenektir. Olayın
gerçekten kaza olması da olasıdır. Bu durumda açıklamanın tatmin
edici olması için “değere yönelik ussal eylem” kavramına başvurur ve
o dönemde onur için insanların birbirini öldürebileceği nedenini tat-
min edici bulur.

Aslında Weber’in söylemek istediği olasılıkların göz önünde bulundu-


rulmasıdır. Nitekim tarihsel olarak geriye baktığında, "Eğer Maraton
Savaşı'nı Yunanlılar yerine Persler kazansaydı, dünyanın gelişimi
nasıl olurdu?" diyerek sorgular. "Bu takdirde Helen uygarlığı dünyaya
egemen olamazdı." sonucuna varır. Bu durum onun görüşlerindeki
“olasılıklı yasalar” yönünün ağırlığını ortaya koyar. Ancak bir yandan
Protestan etiği ile kapitalizm arasında katı nedensellik ilişkisi kurar-
ken, öte yanda olasılıklar üzerine dikkat çekmeye çalışması çelişkili
olarak algılanmasına yol açar.

Onun en temel katkısının Bürokrasi Kuramı olduğu açıktır. Ancak


neden üç tip otorite tanımlarken iki tip bürokrasi sınıfladığı konusun-
da da eleştiriler alır. Ayrıca Marks’ın ekonomik temelli indirgemeci
açıklamasının benzerini yapması ve tek nedenli (din) açıklama olarak
Protestan etiğini kapitalizmin nedeni olarak ileri sürmesi çok eleştiri-
lir.
Sosyolojinin Kurucuları 47

Sonuç olarak Weber, anlama kadar açıklama üzerinde durması, insan


eylemlerini sınıflaması ve en önemlisi de bürokrasi konusunda bir
kuram geliştirmiş olması yüzünden bugün de önemini korumaktadır.
Türkiye’de son yıllara kadar fazla önemsenmemesi, Durkheim sosyo-
lojisinin egemenliğine bağlanabilir. Ancak yorumlayıcı/hermeneutik
çalışmalar yapan sosyologlar onu tekrar keşfetmektedirler denilebilir.
48 Ünite 3

Özet
Bir alanın bağımsız bir disiplin olarak kabul edilmesi için bazı zihin-
sel çabaların bulunması ve bunların yaygın olarak kabul edilerek bir
kültüre dönüşmesi beklenir. Sosyoloji için bu temel önermeler şunlar-
dır: a) “Toplumda açıklanabilir, rasyonel yapılar olarak sosyal gruplar
vardır.” (Durkheim) b) “Ancak bu gruplar uyum (ahenk) içinde değil-
dir aksine sürekli mücadele içindedirler.” (K. Marks) “Bir ölçüde grup-
lar/devletler çatışma içinde olabilirler; ancak uzun zaman içinde top-
lum içindeki alt gruplar içinde hiyerarşik otorite içinde yapılanma,
toplumun sürdürülebilirliği açısından meşrudur.” (M. Weber). Modern
akademik bir bilim olarak sosyoloji Durkheim’in çalışmalarıyla başla-
mıştır. Durkheim, sosyolojinin isim babası A. Comte’un düşünceleri-
nin büyük bir kısmını onaylamaz. Ancak sosyolojinin yöntem ve
ilkelerini yeniden tanımlarken A. Comte gibi doğa bilimleriyle
devamlılık içinde nesnel, rasyonel ve olaylar arasında nedensellik
ilişkisi (causality) arayan bir sosyal bilim anlayışı oluşturur. Daha
sonra bu görüş, sosyal bilimleri doğa bilimlerine indirgeme (reductio-
nism) olarak eleştirilir. Öte yandan Durkheim’in Marks’a karşı bir
düşünür olarak, ekonomik determinizmi reddettiğini ve daha çok
ahlakçı bir düşünür olduğunu belirtmek gerekir. Genel olarak Fransız
Pozitivizmi ve özel olarak Durkheim Sosyolojisi Türkiye’de çok etkili
olmuştur. Onun basit bir aktarıcısı olmaksızın Ziya Gökalp Türkiye’ye
sosyolojiyi getirmiş ve 1914’te Cumhuriyet kurulmadan önce ilk sos-
yoloji derslerini vermiştir. Max Weber, Alman iktisatçı düşünürüdür.
O da Durkheim gibi Marks’a karşı bir konumda saf tutmuştur.
Aslında Weber’in bürokrasi ve otorite arasında kurduğu bağlantı
önemlidir. Onun güç (power) ve otorite (authority) arasında ayrım
yaptığı bilinmektedir. Ona göre güç, “direnmelere rağmen birinin
diğerlerine dediklerini yaptırabilmesidir ve bunun kaynağı önemli
değildir". Weber’e göre üç tip otorite arasında ayrım yapmak gerekir:
a)Yasal/ussal Otorite b) Geleneksel Otorite c) Karizmatik otorite.
Weber üç tip otoriteye karşı iki tip bürokrasi sınıflar: Yasal bürokrasi
ve Geleneksel bürokrasi. Weber’ e göre, bunların gerçeklik düzlemin-
de birebir karşılıklarının bulunması gerekmez. Bunlar “ideal tipler”
dir. Weber ayrıca Eylem Kuramcısı olarak anılmasına yol açan üç tip
eylem sınıflaması da yapmıştır: a) Amaca yönelik ussal eylem b)
Değere yönelik ussal eylem c) Duygusal eylem. Metodoloji konusun-
daki görüşlerini Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı ünlü
eserinde bulmak mümkündür.
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 49

De¤er­len­dir­me Sorular›
1. Aşağıdaki düşüncelerden hangisi sosyolojinin bağımsız bir bilim
olmasına en fazla hizmet etmiştir?

a. Toplumsal olgu tanımı


b. Çatışma/mücadele
c. Meşruluk
d. Hepsi
e. Hiçbiri

2. E. Durkheim’e aşağıdakilerden hangisi modern toplumda en fazla


görülür?

a. Elcil intihar
b. Benci intihar
c. Anomik intihar
d. Hepsi
e. Hiçbiri

3. E. Durkheim’e göre toplumların değişimi hangi yöndedir?

a. Organikten mekanik dayanışmaya


b. Mekanik ten organik dayanışmaya
c. Organikten statik dayanışmaya
d. Mekanik ten statik dayanışmaya
e. Hiçbiri

4. Aşağıdakilerden hangisi K. Marks’ın ekonomik determinizmine


karşı çıkmıştır?

a. Hegel
b. Durkheim
c. Weber
d. Hepsi
e. Hiçbiri

5. Weber’e göre karizmatik otorite ne zaman ortaya çıkar?

a. Her zaman
b. Olağanüstü durumlarda
c. Geçmiş zamanlarda
d. Modern zamanlarda
e. Hepsi
50 Ünite 3

6. Devrim ve Fransız Devrimi gibi kavramlar sosyal bir analizde


hangi verilere karşılık gelir?
a. Olay – mücadele
b. Olay – Olay
c. Olgu – Olgu
d. Olgu – Olay
e. Hiçbiri

7. Weber, K. Marks’ı sosyal kuram yönünden eleştirerek, onun


toplumu açıklamada hangi ölçütü eksik bıraktığını düşünür?

a. Birey
b. Sınıf
c. Bürokrasi
d. Statü
e. Siyasi Partiler
1. Sosyoloji ve Diğer Sosyal Bilimler

2. Sosyolojinin Öncüleri

3. Sosyolojinin Kurucuları
SOSYOLOJİ

4 Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar

5. Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar

6. Yöntembilimsel Yaklaşımlar,
Araştırma Tipleri ve
Araştırma Teknikleri

7. Araştırma Süreci

8. Sivil Toplum

9. Küreselleşme

10. Türkiye’de Sosyoloji


52 Ünite 4

Ünitede Ele Al›nan Konular

• Farklı Sosyolojik Yaklaşımlar


• Sembolik Etkileşimci Yaklaşım
• İşlevselci Yaklaşım
• Çatışmacı Yaklaşım

Ünite Hakk›nda

• Sosyolojide farklı sosyolojik yaklaşımlar bulunduğu


gösterilecektir.

• Sembolik Etkileşimci Yaklaşımın temel görüşleri


incelenecektir.

• İşlevselci Yaklaşımın temel görüşleri incelenecektir.


• Çatışmacı Yaklaşımın temel görüşleri incelenecektir.
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 53

Ö¤renme Hedefleri

• Sosyolojide farklı sosyolojik yaklaşımlar bulunduğunu


öğreneceksiniz.

• Sembolik Etkileşimci Yaklaşımın temel görüşlerini


öğreneceksiniz.

• İşlevselci Yaklaşımın temel görüşlerini öğreneceksiniz.


• Çatışmacı Yaklaşımın temel görüşlerini öğreneceksiniz.

Üniteyi Çal›ş›rken

• Farklı sosyolojik yaklaşımların genel analiz düzeylerini


karşılaştırınız.

• Farklı sosyolojik yaklaşımların anahtar kavramlarını


inceleyerek farklarını ortaya koyunuz.

• Sembolik Etkileşimci Yaklaşımın mikro bir yaklaşım olarak


beslendiği felsefi temelleri öğreniniz.

• Yapısal İşlevselci Yaklaşımın dayandığı ampirizm ve


pozitivizm ile uyuşumunu yapılan çalışmalardan örneklerle
gösteriniz.

• Çatışmanın işlevselliği konusunu tartışınız.


54 Ünite 4

Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar


Genel olarak sosyal bilimlerde, özel olarak sosyolojide tek hakim bir
paradigma (model veya kavramlar ana demeti) yoktur. Sosyolojide
başlangıçtan bu yana birbiriyle yarışan görüş ve modeller söz konusu
olmuştur. Diğer bir ifade ile sosyolojide insan ve toplumu nasıl gör-
düklerine, daha doğrusu onlar hakkındaki kabullerine göre farklıla-
şan çeşitli yaklaşımlar vardır. Bunlar genelde “Metodolojik
Yaklaşımlar” ( Pozitivist, Antipozitivist / Yorumlayıcı ve Eleştirel
gibi) ve “Kuramsal Yaklaşımlar” olarak iki genel grupta toplanabilir-
ler. Sosyolojideki kuramsal yaklaşımların, modernist çerçevede
“Sembolik Etkileşimcilik” gibi daha mikro yaklaşımlardan,
“İşlevselcilik” ve “Çatışmacılık” gibi daha makro yapısal yaklaşımla-
ra doğru genişlediği ve hatta son yıllarda sosyolojiye meydan okuyan
feminist ve postmodernist yaklaşımlarla da zenginleştiği söylenebilir.
Burada önemli olan sosyolojik araştırmalarda birbirinden oldukça
farklı çok sayıda kuramsal ve metodolojik yaklaşımın kullanıldığının
bilinmesidir. Araştırmacıların mikro öznelden, makro nesnel boyutla-
ra kadar uzanan geniş bir alanda araştırma yapması meşru olduğu
gibi, aynı araştırmanın değişik aşamalarında da bunların bazıların-
dan yararlanmaları mümkündür. Önemli olan kuram ve uygulama
bütünlüğüne sahip bir araştırma planlamak ve yürütebilmektir.
Ayrıca bu kuramsal yaklaşımların insan ve toplum hakkındakabul
ettikleri epistemolojik ve ontolojik özellikler çerçevesinde bazılarının
nitel, bazılarının ise nicel araştırma tekniklerinin kullanılmasına
uygun olduğu veya bunları gerektirdikleri bilinmelidir. Bu nedenle
bu bölümde belli başlı sosyolojik yaklaşımlar karşılaştırmalı olarak
incelenmiştir.

Sembolik Etkileşimci Yaklaşım


Modernist çerçevede mikro öznel düzeyde sosyolojik çalışmalarda
pek çok kuramdan söz edilse de, bunların genel bir şemsiye altında
toplanması mümkündür. İşte Sembolik Etkileşimcilik böylesine genel
bir kapsayıcılığa sahiptir. Psikolojik gelenek içinde gelişen bir sosyolo-
ji ekolü olarak da adlandırılan bu kuramsal yaklaşımın tarihsel anali-
zi, onun epistemolojik olarak Amerika’da yaygın kabul gören pragma-
tizm içinde geliştiğini göstermektedir. Hatta bu yaklaşımın 18. yüzyıl
İngiliz Ahlak felsefecilerine kadar izlerinin sürülebildiği ve William
James (1842-1910) ve John Dewey (1859-1952) gibi 20. yüzyıl eğitimci ve
psikologları tarafından geliştirildiği belirtilmelidir. Bu yaklaşımı sos-
yolojiye taşıyan en önemli savunucuların başında George Herbert
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 55

Yaklaşımlar Genel analiz Analiz odağı Anahtar


düzeyi kavramlar

Sembolik Sosyal Yüz yüze etkileşim • Semboller


Etkileşimcilik/ etkileşimin ve insanların • Etkileşim
Symbolic mikro- toplum yaşamı • Anlamlar
Interactionism sosyolojik oluşturmak için • Tanımlar
incelemeleri sembolleri nasıl
kullandıkları

Fonksiyonel / Toplumun Toplumu oluşturan • Yapı İşlevler


İşlevselci Analiz makro parçaların (gizil veya açık)
(Yapısal -sosyolojik birbirleriyle olan • İşlevsel olmayan
İşlevselcilik / incelemesi olumlu (işlevsel) • Denge/
Uyma/ ve olumsuz tarafsızlık
Consensus da (işlevsel
denilmektedir) olmayan) ilişkileri

Çatışmacılık / Toplumun Toplumda kıt olan • Eşitsizlik


Conflict makro- kaynaklar için • Güç/iktidar
Perspective sosyolojik mücadele ve güçlü • Çatışma
(Çatışmacı incelemesi egemenlerin • Rekabet
yapısalcılık da güçsüzleri nasıl • Sömürü/
denilmektedir) kontrol ettikleri istismar

Tablo 1. Sosyolojideki Temel Yaklaşımlar (Henslin,2001: 24)


Mead (1863-1931) ve onun öğrencisi Herbert Blumer gelmektedir.
Ayrıca Charles Horton Cooley (1864-1929) ve William Thomas (1863-
1947) da bulunmaktadır.

Sembolik Etkileşimin Pragmatizme dayanan üç temel ilkesi şunlardır:

1. İnsanlar kendileri tarafından anlam/önem atfedilen (yüklenilen)


davranışlarda bulunurlar.

2. İnsanların davranışları toplumdaki diğer insanlarla giriştikleri


sosyal etkileşimden kaynaklanır.

3. İnsanlar karşılaştıkları durumları yorumlarlar ve ulaştıkları sonu-


ca bağlı olarak da davranışlarını değiştirirler.

Herbert Mead’in izleyicisi olarak Blumer (1962)’in temel iddiası, insan-


ların öncelikle karşılarındakinin davranışını yorumladıkları ve daha
sonra eyleme karar verdikleri yönündedir. Ona göre insanlar araya
yorum süreci girmeden doğrudan eyleme geçmezler. Bu yorumlama
56 Ünite 4

ve anlamlandırma sürecinde ise, kuşkusuz semboller ve işaretler


önem kazanır. Bu yüzden bu yaklaşıma Sembolik Etkileşimcilik
denilmiştir. Bu görüşün, klasik Davranış/ Behaviorizm Kuramındaki
“uyaran- tepki” ilişkisini reddederek araya yorumlama sürecini koy-
ması önemlidir. Çünkü insanlar her uyarana basitçe tepki veren
robotlar değildir. Örneğin bir genç kadın kendisine gelen her teklifi
sonuçları itibariyle yorumlamadan 'evet' demez. Teklifin masum bir
yardım amacına mı, yoksa daha ileri bir ilişki için bir ilk adım mı
olduğunu anlamlandırmaya çalışır ve olasılıkları gözden geçirdikten
sonra 'evet' veya 'hayır' der. İşte Sembolik Etkileşimcilik, bu anlamlan-
dırma ve yorumlama sürecinin nasıl inşa edildiğini, insanların kendi-
lerini ve karşılarındakini nasıl konumlandırdıklarını inceler. Onlar,
ontolojik olarak sosyal yaşamın dinamik olduğunu ve diyalektik ola-
rak karşılıklı ilişki içinde bir bütün olarak sürekli değiştiğini kabul
ederler.

Bu gelenek içinde yer alan sosyologlar çok sayıda farklı konularda ve


değişik araştırma teknikleri kullanarak çalışmaktadırlar. Ancak
çoğunluğun, sosyal etkileşimi daha iyi çalışabilmek için katılarak
gözlem gibi nitel teknikleri kullandıkları söylenebilir. Özellikle son
yıllarda çalışılan konular arasında duygusal emek (Arlie Hochschild),
sosyal hareketler ve kendine ayna tutma, izlenim yaratma ve yönet-
me, ortam tanımlama gibi konular gelmektedir. Ayrıca klasik yapısal-
cılığın “dil kuralları”na (language) vurgu yapan semiotik/ göstergebi-
limsel incelemeleri yerine, daha dinamik ve etkileşimsel olan “konuş-
ma” (parole) üzerinde vurgu yapan semiotik çalışmalar yapıldığı
söylenebilir.

Sembolik etkileşimcilik, insanı sosyal bir fenomen olarak anlamak


için öznelci yaklaşımı tercih eder. Bu yaklaşıma göre, insanların sos-
yal davranış ve inançlarını belirleyen yaşamın sosyal koşulları fazla
nesnel değildir. Onlar, aslında insanların bu koşullar hakkındaki
öznel algılamaları ve yorumlamalarıdır. Örnek olarak aynı koşullarda
olan iki insanı ile alalım. Koşullardaki her hangi bir değişmenin her
ikisinde de farklı tepkilere yol açacağı düşünülmelidir. Sözgelimi
ölümcül bir hastalık birinde intihara diğerinde yaşama daha fazla
sarılmaya yol açabilir. Sosyal etkileşimciler yaşamdaki bazı nesnel
bileşenleri kullanabilirler. Ancak onlara göre bu nesnel tavır yeterli
değildir. Kişilerin olaylara yüklediği, etrafında ördüğü öznel anlamın
da bilinmesi gerekir.

Sembolik Etkileşimci yaklaşım ile kadın, erkek, çocuk, yaşlı, hasta,


çalışan, işsiz, işçi veya işveren her türden sosyal statünün toplumdaki
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 57

konumuna ilişkin çalışma yapabileceği unutulmamalıdır. Her şeyden


önce değişen sembollerle ilgili olarak ortaya çıkan yeni yaşam biçim-
leri, tek eşli, eşcinsel veya lezbiyen çiftler veya yaşlılar hakkında çok
zengin bir literatür bulunduğu belirtilmelidir. Özellikle son yıllarda
evsizler üzerine araştırmalar yaygınlaşmıştır. Evsizlerin iletişim tarz-
larıyla, özellikle de sözel/konuşma ve sözel olmayan jestler (gestures)
ve sessiz kalmaya (silence) yönelik araştırmalarla ilgilenirler.

Sembolik etkileşimciler, araştırmacının kendini, incelediği kişi veya


grubun yerine kendisini koyarak, onların açısından olaylara bakması-
nı önemser. Buna “içe bakışlı anlama” denilir ve bu yönden hem psi-
kolojik hem de halkbilim ve sosyal antropolojik olarak da “emik”
yaklaşımı da çağrıştırır. Ayrıca nitel veri analizlerini, nicel ve ileri
istatistik tekniklerle çözümlemelere tercih ederler.

Ayrıca “Yorumlayıcı” (Interpretive/ Verstehen), “ Sosyal İnşacılık”


(Social Constructionism), “Dramatujikal” ve “Etiketleme Kuramı”
(Labellng Theory) olarak literatürde geçen çalışmaların da Sembolik
Etkileşim genel çerçevesi içinde düşünülerek değerlendirilmesinin
mümkün olduğu belirtilmelidir. Diğer bir ifade ile birçok çalışmada
farklı etiketler kullanılarak benzer araştırmaların benzer amaçlara
yönelik olarak yapıldığı dikkatten kaçmamalıdır. Tüm bu sözü edilen
yaklaşımların ortak özelliği, daha fazla yapı (makro) yerine “birey”
(mikro) üzerinde durmaları ve olgular yerine “süreçlere” odaklanma-
larıdır. Süreçlerin incelenmesine bağlı olarak da nitel araştırma tek-
niklerinin kullanılmasının diğer bir ortak özellik olduğu unutulma-
malıdır.

Sosyal İnşacılık
Berger ve Luckmann (1996) gibi fenomonolojik sosyoloji yapanlara
göre, sosyal problemleri çalışırken sembolik etkileşim yaklaşımının
kabullerinden hareket edildiğinde bu çaba artık sosyal inşacılık adını
almaktadır. Onlara göre, organize insan yaşamının diğer yönleri gibi,
sosyal sorunlar da insan ürünüdür ve yaratıcıları insanlardır. Onlar
belirli bir toplumda insanların çevrelerinde olup bitenleri anlamlan-
dırmaları, olay ve objelere değer yüklemeleri sonucunda ortaya çıkar-
lar. Sosyal sorunlar, bazı grupların belirli ortamları ahlaki olarak
algılamaları ve tanımlamalarından bağımsız olarak var olamazlar. Bu
kendiliğinden hatalı veya kötü koşullar var olamaz demektir. Onlar
ancak birileri tarafından kötü veya yanlış olarak yorumlandıktan ve
tepki aldıktan sonra o hale gelirler. Aslında sosyal problemlerin öznel
58 Ünite 4

ve nesnel bölümlerinin bulunduğunu iddia edenler vardır. Bu neden-


le konunun tartışmalı bir alan olduğu belirtilmelidir.

Sosyal İnşacılara göre, sosyolojik analizin temel amacı, bazı olay ve


koşulları belirlemek, onları sosyal problem olarak görme ve tanımla-
ma sürecini göstermektir. Buna karşılık günümüzde Tarihsel İnşacılık
(Bash, 1995) adlı yeni bir yaklaşım daha bulunmakta ve sadece sorun-
ların tanımlamasıyla yetinmeyerek radikal çözüm önerileri geliştir-
meyi hedeflemektedir. Tarihsel İnşacılığın Avrupa sosyolojisi kökenli
olmasına karşılık Sosyal İnşacılığın daha çok ABD’den beslendiği
söylenebilir.

Etiketleme Kuramı
Etiketleme için en iyi örnek Sapmanın Etiketlenmesi Kuramıdır
(Labeling Theory of Deviance). Diğer suç ve sapmanın bilimsel
yorumlarına benzemeyen biçimde, bu yorumlamaya göre, sosyal
sapma, belirli bireylerde gözlenen biyolojik veya psikolojik bir kusur
değildir. Ayrıca belirli bir grup ya da toplumun işleyişi sırasında göz-
lenebilen bir kusur da değildir. Belirli bir grup ya da toplum, belirli
olguları, davranışları sapan davranış olarak görür ve bunlara yönelik
olarak resmi tepki koyar. Howard Becker (1963), sosyal grupların sos-
yal sapmayı yarattığını söyler. Ona göre, kuralları koyan insanlar
bunların ihlalini sapma olarak görürler. Ayrıca bu kuralları belirli
insanlara uygulayarak, onları sapkın (deviant) olarak etiketlendirirler.
Etiketleme kuramcılarına göre, belirli bir grup veya toplumun tüm
üyeleri bazen düzenlenmiş kuralları bozan davranışlarda bulunurlar.
Bu birincil sapma (primary deviance) denilen ve rastlantısal olarak
arada sırada yapılan eylemler, Becker’in deyimiyle “ahlak müteahhit-
leri” tarafından gözlenir ve endişe verir olduklarında sosyal olarak
önem kazanırlar. Bu noktada şansız bireyler aşağılanırlar. Onlar,
önceki yasal vatandaş ya da mahalle sakini kimliğinden mahrum
edilirler ve kendilerine yeni bir sapkın kimliği verilir. Kişi bir kez
etiketlendi mi, artık kendini tüm sosyal fırsatlardan ve ilişkilerden
dışlanmış olarak bulur.

Sosyal olarak kabul edilen insanlar gibi yaşamını sürdürme şansın-


dan mahrum olan bireyler, yaşayabilmek için, toplumsal olarak onay-
lanmayan (kuramda bunlar ikincil/secondary sapmalar olarak anılır-
lar) davranışlarda bulundukları gibi, kendileri gibi damgalanmış
insanların yanına giderler. Bu ikincil sapma da, bireyin hakikaten
sapan bir karaktere sahip olduğunun bir kanıtı olarak gösterilir. Bu
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 59

durum, ahlaki ve yasal düzenin koruyucularının cezalandırma eyle-


mi kadar çevrenin kibarca dışlanmasını da meşrulaştırır. Etiketleme
Kuramı, sosyal kuralların ihlalinin yorum konusu yapılmasına son
derece karşıdır. Etiketleme Kuramı, sorumluluğu şiddet dolu veya
tehlikeli olarak etiketlenenlerden çok etiketlemeyi yapanlara yükle-
mek eğilimi taşır. Çünkü eğer toplum kurallara sahip olmada bu
kadar ısrarlı olmasaydı, kural ihlallerinden bu kadar rahatsız olmaya-
caktık. Aslında Etiketleme Kuramı, suç ve sapmayı anlamamızda da
yeni bir boyut kazandırmamaktadır. Bu kuram dikkatleri sadece
sapma olayına ve sapkın insanları etiketleme sürecine ve neticelerine
yöneltmekte; suç ve suçun keşfedilişi ve etiketlendirme süreçleri ana
tema olmaktadır. Örneğin HIV pozitif virüs taşıyan herkesin AIDS
damgası yiyerek toplumdan dışlanma sürecinin incelemesi gibi. Bu
konuda Goffman (1963)’ın Damgalanma (Stigma) çalışması önemlidir.

İşlevselci / Fonksiyonalist Yaklaşım


Genel olarak sosyolojide modernist çerçevede en yaygın olarak kulla-
nılan makro yaklaşım “Yapısal İşlevselcilik” olarak da anılan yakla-
şımdır. Bu yaklaşım toplumu birbiri ile ilişkili parçaların görev yaptı-
ğı bir sistem olarak görür. Örneğin Amerikalı ünlü sosyolog T.
Parsons toplumun “koruyucu”, “bütünleştirici”, “yönlendirici” ve
“uygulayıcı” alt sistemlerden oluştuğunu savunur. Aile, kurum olarak
koruyucu bir alt sistem iken; din, toplumun bütünlüğünü sağlayan,
siyasal kurumları yönlendiren, ekonomik kurumlarda da uygulayıcı
konumundadır.

Sembolik Etkileşimci yaklaşımın birey üzerinde odaklaşmasının aksi-


ne, İşlevselcilikteki vurgu daha çok yapı ve onun işleyişi üzerindedir.
Yapıyı oluşturan elemanlar olarak normlar, adetler, gelenekler ve
kurumlar analiz edilir. İşlevselciğin tarihsel olarak kökeni, Sosyolojik
Kuramsal Yaklaşımlarndan Auguste Comte ve onun pozitivist felsefe-
sine kadar uzanır. İlk olarak Fransız Devrimi sonrası dağılma konu-
muna gelen toplumda birlik sağlamak amacıyla A. Comte ve daha
sonra sanayileşmenin yarattığı “kuralsızlık /anomi” ve ahlaki buna-
lımların çözümü için “organik dayanışmayı” arttırmak denge ve istik-
rarı yeniden tesis etmek üzere E. Durkheim tarafından geliştirilen
görüşlere dayanır. Durkehim’e göre, toplumu oluşturan parçalar işlev-
lerini gördüklerinde toplum normal konumdadır. Buna karşılık
organlar görevlerini yapamaz durumda iseler, bu “anormal” veya
“hastalıklı /patolojik” durumdur. İşlevselcilik açısından hem bir orga-
nizma olarak yapıya hem de onu oluşturan parçaların işleyişine bak-
60 Ünite 4

mak gereklidir. A. Comte ve H. Spencer de toplumu bir tür yaşayan


organizma gibi görürler. Bir organizma gibi toplumun da sağlıklı
olması, onu oluşturan organların uyum (ahenk) içinde olmasına bağ-
lıdır.

İşlevselci Yaklaşım epistemolojik olarak bilginin kaynağını deneyde


gören Ampirizm’den ve sosyal dünyanın da fizik dünya gibi dıştan
göründüğü gibi doğrudan inceleneceğini savunan Pozitivizm’den
temellenir. Ancak tüm işlevselcilerin böyle olmadığı ve daha sonraki
birçok işlevselcinin (T. Parsons ve N. Luhmann) antipozitivist olduk-
ları bilinmelidir. Aslında işlevselciliğin değişme yerine mevcut duru-
mun savunuculuğunu yapan muhafazakâr bir ideolojiyi temsil ettiği
yönünde görüşler de yok değildir. Çatışmacı Yaklaşımın sosyal prob-
lemler ve eşitsizlikler üzerinde durmasının tam aksine İşlevselciler,
toplumda istikrar, ahenk ve bütünlüğü esas olarak gördüklerinden,
onların bu tür eleştirilerle karşılaşmaları olağandır.

İşlevselcilik, sadece sosyoloji ile sınırlı değildir. Onun Marcel Mauss,


Bronislaw Malinovski ve Radcliffe-Brown gibi ünlü antropologlarla
beslenen bir temeli de bulunmaktadır. Özellikle yapı ve işlev arasın-
daki ilişkiler üzerinde duran ve yapının oluşumunu açıklayan
Radcliffe-Brown’ın katkıları önemlidir. Çünkü toplumda önce belirli
bir ihtiyacın ortaya çıkması ve daha sonra bu ihtiyacı karşılayacak
yapılaşmaya gidilmesi söz konusudur. Aslında yapı veya işlevden
hangisinin önce geldiği tartışılan bir konudur. Bazen tam tersi olu-
şumlar da gözlenebilir. Nitekim günümüz tüketim toplumunda, kapi-
talist yapının zorladığı tasarlanmış sanal ihtiyaçlar yaratılabilmekte-
dir.

Klasik işlevselciliğin biyolojik analoji yaparak bir sosyal evrim kura-


mına sahip olduğunu da belirtmek gerekir. Çünkü A. Comte ve onun
ünlü “Üç Hal Yasası” dahil bazı sosyologlar topluma ve sosyal bilim-
lere en uygun model olacak bilimin biyoloji olduğunu düşünmüşler-
dir. Sistem içinde yapı ve işlevleri anlatırken biyolojik benzetmeler
kolaylık sağlamıştır. Örneğin toplum bir insan bedenine, onun parça-
ları olan organlar/uzuvlar da kurumlara benzetilmiştir. Bedenin par-
çalarının işlevlerine benzeyen şekilde toplumsal kurumların uyum
mekanizmaları ve işlevleri incelenmiştir. Aslında “Organizmacı” ola-
rak adlandırılan bu modelin temeli, toplumun ihtiyaçlarını karşılaya-
cak organlar ve onların işleyişidir.

Toplumu doğal bilimler modelini örnek alarak çözümlemeye çalışan


bu indirgemeci ve ampirik temelli yaklaşım, diğer varlıklar gibi top-
lumu da birbiri ile karşılıklı ilişkilerden oluşan bir sistem olarak görür
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 61

(sosyal yapı) ve bu parçaların her biri organizmanın yaşamını sürdür-


mesinde sonuçlara (işlevlere) sahiptir. Bu sonuçların bazıları sistemin
yaşamını sürdürmesine katkıda bulunurken yani fonksiyonel olurken
bazıları da bunu azaltabilir ve disfonksiyonel olabilir.

İşlevselci Yaklaşımın önemli isimlerinden biri de R. Merton’dur. O,


organik benzetmeler üzerinde fazla durmaz ve onun yerine işlevler ve
çeşitleri üzerinde çalışır. Merton işlevselliği, toplumun dengede kal-
masına hizmet etme koşuluna bağlar. Sistemin dengede bulunmasına
hizmet etmeyen işlevler de bulunduğunu belirleyen Merton bunlara
“işlevsel olmayan” (dysfunctions) sonuçlar adını verir. Öte yandan
gizil/latent ve açık/manifest işlevler arasında da ayrım yapar. Örneğin
ABD’de azalan doğumların artması için ailelere para desteğinde bulu-
nulmuştur. Burada paranın açık işlevi çocuk sayısının artmasına kat-
kıda bulunmaktır. Ancak doğum sayısının patlaması bebek bezi,
bebek yatağı gibi birçok sanayinin de iş kapasitesini arttırmış; bu
baştan niyetlenilmemiş gizil bir işlev olarak bazı sektörlerin gelişimi-
ne katkı yapmıştır. Buna karşılık, niyetlenilmeyen olumsuz gizli işlev-
lerden de söz edilebilir. Örneğin hükümet zamanında teşvikleri sona
erdirmediği için, ileriki yıllarda ailelerin genişlediği, artan çocuk sayı-
sının yoksulluğa ve işsizliğe yol açtığı, para desteğinin aynı zamanda
uzun dönem için gizil ve fakat negatif bir işlevi olduğu anlaşılmıştır.
Başka bir örnek de haşhaş üretimine getirilen kısıtlamalar hakkında
verilebilir. Haşhaş üretilmemesi bir yerde ekonomik işsizliğe yola
açarken, başka bir bölgede sağlığın korunmasına hizmet edebilir.
Kısaca pozitif ve negatif işlevlerin herkesim için aynı olmadığı söylen-
mek istenir. Oysa Çatışmacı Yaklaşım için ölçüt bu kararın kimlerin
çıkarına hizmet ettiği tarafından belirlenir. Örneğin aile planlaması-
nın nüfusun denetlenmesine mi yoksa sağlığa mı hizmet ettiği böyle
bir sorudur.

İşlevselcilere göre insanlar, sosyal denilen ortak yaşamı olanaklı kılan


zekâya sahip olan amaç yönelimli varlıklardır. Ayrıca bu görüş, insan-
ların bazı ortak inanç ve değerleri de paylaştığını kabul eder. Örgütlü
toplumsal yaşamı olanaklı kılan birlik ve dayanışma duygusunun
kaynağı da budur. İşlevselcilikte -insanlardan bağımsız bir sistem ola-
rak- toplumun, uzun süreli devamlılığı esastır. Bu yüzden, iyi inşa
edilmiş evlilik ve aile gibi her toplumda bulunan sosyal kurumlar
önemsenir. Çünkü insanlar yaşasınlar veya ölsünler toplumların
devamlılığını bu kurumlar sağlayacaktır.

Pozitivizm ve ampirizm temelli klasik işlevselcilik, belirli bir toplum-


da bulunan sosyal sorunları açıklamada iki yol önerir:
62 Ünite 4

1. Sosyal Patoloji Açıklaması: Buna göre, kötü ya da yanlış yönlen-


dirilmiş bireylerin kasıtlı davranışları sonucunda sosyal problem-
ler ortaya çıkar. Örneğin bir birey dıştan bir mikrop veya virüsler;
içten de hastalıklı hücreler yüzünden hastalanabilir. İşte bu hasta-
lıklı bireyler toplumu da etkilerler. Bu görüşe göre ateşlenmek
belirli bir bedensel hastalığın belirtisi iken, yoksulluk gibi suç da
toplumsal hastalıkların belirtisidir. Buradan varılan sonuç da
ilginçtir. Şöyle ki, nasıl fiziksel sağaltım için bedenin mikroplar-
dan temizlenmesi gerekiyorsa, toplumların da sorun yaratan bu
tür hastalıklı birey ve gruplardan ya tedavi görerek ya da atarak
kurtulması gerekir. Örneğin ekonomik sorunlarından tembellik ya
da çalışma isteği ve şevki olmadığı için sorumlu olan fakir insan-
lara çalışma ahlakı ve arzusu kazandırılarak yoksulluğun ortadan
kaldırılabileceğini düşünürler. Çünkü tembellikleri yüzünden
çalışmama patolojik bir durumdur ve bir an önce ortadan kaldırıl-
malıdır. Suçun da aynı şekilde suçluların yakalanmasıyla denetim
altına alınacağını düşünürler. Toplumun korunması için bu insan-
lara ömür boyu hapis, hatta idam cezası dahi verilebilir. Büyük
sistemin sürekli sağlığı en önemlidir ve hastalanmış toplumsal
parçaları keserek kötülükleri azaltan her şey meşrudur. Sosyal
sorunları, uyumsuzluk, ahlaksızlık ve sosyal çözülme biçiminde
kavramlaştıran sosyal patoloji yaklaşımı, boşanma, eğitimsizlik ve
akıl hastalıklarını tartışırken; toplumdaki mevcut kurallara uyma-
da bireylerin başarısızlığı üzerinde odaklaşır. Diğer bir ifade ile
toplum ya da devletin toplum ya da sağlık programlarındaki yeter-
sizliği yerine, bireyi toplumdaki normlara uymada başarısız olarak
görür ve suçlar. Aslında burada yansılanan Durkheim’ın ahlakçı
görüşüdür. Mevcut kapitalist düzen normal olarak kabul edilmek-
te, aksayan yönler ise sapma, anormal ve patolojik olarak görül-
mektedir.

2. Sosyal Çözülme Açıklaması: İkinci bir yorum olarak, soysal


çözülme kavramlaştırmasına göre sosyal problemler, toplumdaki
normal durumda yapının öğeleri arasında var olan denge ve uyu-
mun bozulması sonucunda ortaya çıkarlar. Sistemin bir bölümün-
de ortaya çıkan rahatsızlıklar, karşılıklı ilişki halindeki diğer
bölümleri de etkiler. Bu yüzden ortaya çıkan sorunlar sistemin iyi
işlemediğinin işaretidir. Bu yaklaşımda problemin çözülmesi
bozulan yapının onarılmasıdır. Eğer mevcut yapının içinde sorun
çözülmezse, yapı yeni ve farklı düzeyde denge oluşturarak sorunu
çözümler.
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 63

Sosyal problemlerin işlevselci/fonksiyonalist yorumları, güçsüz sayıl-


tıları ve bunların yaşam üzerinde yaptıkları olumlu ve olumsuz etki-
ler yüzünden eleştirilmektedir. Ayrıca muhafazakârlık dolayısıyla,
mevcut düzeni sürdürme çabasında olmaları yüzünden de suçlan-
maktadırlar. Bu eleştiriler, klasik işlevselci modelin gözden geçirilme-
sine yol açmış ve Robert K. Merton toplumsal sistemlerin karmaşıklı-
ğını anlamada daha orta boy bir işlevselci kuram geliştirmiştir.

Çatışmacı Yaklaşım
Sosyal bilimlerde Çatışmacı yaklaşım ve kuramlar, toplumdaki grup-
lar ve sınıflar arasındaki sosyal, siyasi ve maddi eşitsizlikler üzerinde
vurgu yaparak mevcut sosyopolitik sistemi eleştirirler. Çatışmacılar,
özellikle sınıflar arasındaki güç mücadelesi ve birbirine tarihsel olarak
karşıt olan hâkim ideolojiler üzerinde dururlar. Bu çalışmaları, güncel
“barış ve çatışma çözümleme” (peace and conflic resolution) analizle-
riyle karıştırmamak gerekir. İşlevselcilerin toplumu ahenk içinde bir
bütün olarak görmelerinin aksine çatışmacılar, toplumun birbiriyle kıt
kaynaklar için çatışan gruplardan oluştuğunu kabul ederler. Dıştan
bakıldığında birlik ve beraberlik içinde görülen ilişkilerin ardında bir
güç mücadelesi olduğunu savunurlar. Çatışmacı Yaklaşım da moder-
nist kuramlara ve daha çok makro düzeyde yapısal analizlere dayanır.

Çatışmacı sosyologların en başında K. Marks gelir. Ona göre insanlık


tarihi aynı zamanda sınıf çatışması tarihidir. Ancak günümüzde
Marksist olmayan çatışma kuramcıları da bulunmaktadır. Örneğin
bunlardan biri olarak Ralf Dahrendorf, çatışmanın “otorite” içeren her
ilişkide söz konusu olabileceğini savunur. Meşru olan güç (power)
olarak tanımlanan otorite (Weber, 1946) toplumun her kesiminde, ister
küçük bir grup ister bir organizasyon ya da geniş toplum olsun her
düzeyde bulunur. Otorite konumunda bulunanların diğerlerinde ken-
disine uymayı beklemesine karşılık, diğerleri buna direnirler. Sonuç
olarak, toplumda her iki taraf arasında otorite adına sürekli çatışma
yaşanır. Örneğin bir işyerinde farklı birimler arasında, okulda öğret-
menler ve öğrenciler arasında, hastanede hekim ve hekim-dışı perso-
nel arasında, ailede karı-koca veya ana-baba ve çocuklar arasında
sürekli otorite çatışması yaşanabilir.

Aynı şekilde Lewis Coser da Marks’tan farklı olarak, çatışmanın arala-


rında yakın (close) ilişki bulunan herkes için söz konusu olduğunu
savunur. Çünkü birbirleriyle yakın ilişki içinde olanlar arasında
sorumluluk, güç ve ödüllerin paylaşımı sırasında ortaya çıkabilecek
her türlü değişiklik diğerlerinde hayal kırıklığı yaratabilir. Bu durum,
64 Ünite 4

aile içindeki mahrem (intimate) ilişkilerde de söz konusudur. Eş ve


veya çocuklar arasında, her an ya ev işlerinin paylaşımında ya da
önemli kararların alınmasında anlaşmazlık çıkabilir. Coser, ayrıca
çatışmanın sosyal sistem açısından bütünleştirici ve uyum sağlayıcı
işlevleri üzerinde durmasıyla da tanınır. Ona göre çatışma yoluyla
grup normlarının yeniden gözden geçirilmesine ve uyarlanmasına
olanak sağlanır. Örneğin bir işyerinde çalışanlar arasındaki işbölümü
çatışma yaratıyorsa, taraflar tutum ve davranışlarını gözden geçirerek
yeni sorumluluklar üstlenebilirler.

Modern çatışma kuramının kurucusu C. W. Mills’e göre, ilk aşamada


sosyal yapılar birbiriyle çıkar ve kıt kaynaklar için çatışan insanlar
aracılığıyla yaratılır. Daha sonraki aşamada ise, çıkar ve kaynaklar,
insanlar tarafından yaratılan yapının yüceltilerek “şeyleştirilmesi”nden
(reification) ve toplumdaki güç ve kaynakların eşitsiz dağılımından
etkilenir. Bu şeyleştirme aslında insan ve onun yarattığı yapı arasın-
daki diyalektik bağın kopması ya da gözden kaçırılmasıdır. Ona göre
Amerikan toplumundaki iktidar seçkinlerinin üç ayağı vardır: ordu
(Pentagon), ekonomi ve yönetim/hükümet. Aslında ordu ve ekonomi-
nin iç içe geçmişliği de göz ardı edilmemelidir. Savaş sanayi demek
daha doğru bile olabilir. Bu yüzden iktidar seçkinlerinin temel politi-
kası ülkeler ve toplumlar arasında çatışmanın yükselmesi, silahlanma
ve kitlesel yıkım ve insan ırkının yok edilmesine yöneliktir. Görüşleri
yüzünden Amerika’da toplum dışı ilan edilen C. W. Mills’in tüm radi-
kalliğine rağmen, 1960’larda yaptığı kestirimlerin pek çoğunda haklı
olduğunu söylemek mümkündür.

Sosyolog G. Lenski (1966)’ye göre, bir toplumda varlığı kabul edilen alt
grupları birbirinden ayıran her özellik, Marks tarafından betimlenen
sınıf çatışmalarına temel oluşturma potansiyeline sahiptir. Örneğin
yaş ve cinsiyet, mülkiyet ve otorite hatlarını çaprazlamasına keser ve
nüfusu toplumsal eşitsizlik olarak değerlendirilen gruplara böler.
Ekonomik konumlarına bakılmaksızın çağdaş toplumda birçok yerde
erkeklere göre kadınlar, toplumsal ödüllerden daha düşük pay alırlar.
Gençlere daha fazla önem verilen sosyokültürel sistemlerde toplumun
yaşlıları, gençlere göre daha az değerli bulunabilir. Yaş Sınıfları (Age
Classes) kavramını ortaya atan Lenski’ye göre, bu ayrımlar modern
toplumda giderek artmakta ve aralarındaki mücadele giderek sertleş-
mektedir. Ona göre eğer toplumdaki mevcut gruplar düzenlemelerin
kendi çıkarlarına hizmet etmediğini düşünmeye başlarlarsa toplum-
daki karışıklık alevlenir.
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 65

Yapısal işlevselcilik gibi Çatışmacı Yaklaşım da, modern ve makro bir


yaklaşım olarak benzer bazı özelliklere sahiptir. Çünkü Çatışmacı
Yaklaşıma temel oluşturan Marksizm de yapısalcı bir kuramdır.
Örneğin aile konusunda önemli çalışmalar yapan Abbott ve Sapsford
(1987)’a göre Marksizm, çekirdek ailenin, kapitalist iş yerindeki geri-
limlerden kaynaklanan tansiyonu düşürmede bir supap olarak
modern toplum için daha uygun bir form olduğunu kabul eder.
Marksistlerin toplum hakkındaki görüşleri işlevselcilerden son derece
farklıdır. Onlara göre modern toplumu karakterize eden özellik, sade-
ce sanayileşme değil ve fakat kapitalizmdir.

Sonuç olarak Çatışmacı Yaklaşım, makro düzeyde ve çoğu zaman


tarihsel karşılaştırmalar yaparak incelemeler yapar. Problem edindik-
leri konuların başında sınıf mücadelesi ve güçlü sınıfların işsizliğe,
yoksulluğa örneğin evsizliğe nasıl baktığı gelir. Örneğin Amerika’da
Afrika kökenlilerin neden daha fazla işsiz olduğunu sorgular, hükü-
met politikalarını eleştirirler. Günümüzdeki çatışmacı sosyologlar
arsında en önemlileri R. Collins, R. Dahrendorf, Lenski, Eitzen ve Baca
Zinn, Eric Olin Wrigh'tır. Onlar, toplumu birbiriyle dayanışma içinde
olan grupların oluşturduğu bir bütün olarak görmezler. Aksine onlar,
toplumu birbiriyle çatışan çıkarlara sahip grupların zor ve güç kulla-
narak kendi refahlarını arttırmak için mücadele ettikleri bir arena
olarak görürler. Onlara göre, farklı gruplar kendi çıkarlarını arttırmak
için toplumu denetlemeye girişirler. İktidara gelen grup ise, artık poli-
tik, ekonomik ve sosyal kararları kendi lehine ve diğer grupların
aleyhine alır.

Eleştirel Güç Çatışma Yaklaşımı


Son yıllarda hem eleştirel hem de çatışma yaklaşımlarını güç odağın-
da birleştiren bir yaklaşımdan daha fazla söz edilir hale gelmiştir.
Kısaca Eleştirel Güç Çatışma Yaklaşımı (Critical Power Conflict
Perspective) olarak geçen şemsiye altında, sınıf üzerinde duran neo-
Marksistler, kadının sömürüsü üzerine vurgu yapan feministler, ırk
ve etnik sömürü üzerinde vurgu yapan analizciler ve antidemokratik
yönetim üzerinde odaklaşan eleştirel devlet analizcileri gibi oldukça
geniş ve heterojen gruplar yer almaktadır. Aralarında farklılıklar
olmasına rağmen bu yaklaşımı benimseyenler, toplumdaki egemen
kurumları derinlemesine incelemekte ve sosyal sorunların çözümün-
de radikal ve temel çözüm önerileri geliştirmeye çalışmaktadırlar.
Aslında bu yaklaşımın taraftarları arasında henüz üzerinde anlaşma-
ya varılan bir kuram ve analiz gövdesinin bulunmadığı hemen belir-
66 Ünite 4

tilmelidir. Marksist entelektüel gelenekten beslendiği açık olan bu


yaklaşımın temel önermeleri şunlardır (Feagin ve Feagin, 1997):

a. Eleştirel Güç Çatışma Yaklaşımı, muhafazakâr veya liberal piyasa


düzeni yaklaşımlarıyla karşılaştırıldığında, sosyal problemlerin
anlaşılmasında daha derin bir görüş sağlar.

b. Güçlü insanların diğerleri üzerinde güçleri vardır. Çünkü onlar


toprak ve işletme üzerinde özel mülkiyet, daha fazla refah ve gelir
payı, daha fazla bilgi kaynağı ve daha fazla asker ve polis üzerinde
kontrol gibi önemli kaynakları denetlerler. Bu yüzden sıradan
insanlar üzerinde güçleri vardır.

c. Toplumdaki mevcut düzen ile hiyerarşiyi açıklayan, yorumlayan


inanç ve ideolojiler güçlüler tarafından şekillendirilir.

d. Toplumdaki tabakalaşma, hükmetme ve itaat ilişkileri birçok sos-


yal soruna kaynaklık etmektedir. Örneğin, sınıflı sistem içinde
geniş işçi kesimine az sayıdaki kapitalist sınıf hükmetmektedir.
Irkçılık temelinde beyazlar beyaz olmayanlara, toplumsal cinsiyet
(gender) ayrımında da erkekler kadınlara hükmetmektedir.

e. Belirli aralıklarla güçlülerle güçsüzler arasında yaşanan çatışma-


lar, sosyal sorunların yarattığı baskı ve tehditler, kaynakların ve
güçlerin yeniden dağılımıyla sosyal sorunların çözümünü amaçla-
yan yeni sosyal hareketler (social movements) ve örgütlenmelerin
doğmasına yol açmıştır. Yeni sosyal hareketler olarak çevreciler ve
feministler gibi grupların, iktidar talepleri olmamakla birlikte top-
lumsal duyarlılık arttırmada önemli misyonları vardır.

Sonuç olarak Eleştirel Güç Çatışma Yaklaşımı, sadece uyum ve ahenk


ile ilgilenmek yerine, güç ve çatışma ilişkilerini birlikte kavramlaştı-
rarak daha bütüncül (holistik) bir bakış açısına sahip olması açısından
çok önemlidir. Bu yaklaşımın, kapitalizmi veri olarak kabul eden tüm
yaklaşımları statükocu bularak eleştirmesi de ayrıca değerini arttır-
maktadır.

Sosyal bilimlerde Çatışmacı yaklaşım ve kuramlar, toplumdaki grup-


lar ve sınıflar arasındaki sosyal, siyasi ve maddi eşitsizlikler üzerinde
vurgu yaparak mevcut sosyopolitik sistemi eleştirirler. Çatışmacılar
özellikle sınıflar arasındaki güç mücadelesi ve birbirine tarihsel ola-
rak karşıt olan hakim ideolojiler üzerinde dururlar
Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar 67

Özet
Genel olarak sosyal bilimlerde, özel olarak sosyolojide tek hakim bir
paradigma (model veya kavramlar ana demeti) yoktur. Sosyolojide
başlangıçtan bu yana birbiriyle yarışan görüş ve modeller söz konusu
olmuştur. Diğer bir ifade ile sosyolojide insan ve toplumu nasıl gör-
düklerine, daha doğrusu onlar hakkındaki kabullerine göre farklıla-
şan çeşitli yaklaşımlar vardır. Bunlar genelde “Metodolojik
Yaklaşımlar” (Pozitivist, Antipozitivist /Yorumlayıcı ve Eleştirel gibi)
ve “Kuramsal Yaklaşımlar” olarak iki genel grupta toplanabilirler.
Sosyolojideki kuramsal yaklaşımların, modernist çerçevede “Sembolik
Etkileşimcilik” gibi daha mikro yaklaşımlardan, “İşlevselcilik” ve
“Çatışmacılık” gibi daha makro yapısal yaklaşımlara doğru genişledi-
ği ve hatta son yıllarda sosyolojiye meydan okuyan feminist ve post-
modernist yaklaşımlarla da zenginleştiği söylenebilir. Sembolik etki-
leşimcilik, insanı sosyal bir fenomen olarak anlamak için öznelci
yaklaşımı tercih eder. Bu yaklaşıma göre, insanların sosyal davranış
ve inançlarını belirleyen yaşamın sosyal koşulları fazla nesnel değil-
dir. Onlar aslında insanların bu koşullar hakkındaki öznel algılama-
ları ve yorumlamalarıdır. Genel olarak sosyolojide modernist çerçeve-
de en yaygın olarak kullanılan makro yaklaşım, “Yapısal İşlevselcilik”
olarak da anılan yaklaşımdır. Bu yaklaşım, toplumu birbiri ile ilişkili
parçaların görev yaptığı bir sistem olarak görür. Örneğin Amerikalı
ünlü sosyolog T. Parsons toplumun “koruyucu”, “bütünleştirici”,
“yönlendirici” ve “uygulayıcı” alt sistemlerden oluştuğunu savunur.
Aile kurum olarak koruyucu bir alt sistem iken, din toplumun bütün-
lüğünü sağlayan, siyasal kurumları yönlendiren, ekonomik kurumlar
da uygulayıcı konumundadır. İşlevselci Yaklaşım, epistemolojik ola-
rak bilginin kaynağını deneyde gören Ampirizmden ve sosyal dünya-
nın da fizik dünya gibi dıştan göründüğü gibi doğrudan inceleneceği-
ni savunan Pozitivizmden temellenir. Çatışmacı sosyologların en
başında K. Marks gelir. Ona göre insanlık tarihi aynı zamanda sınıf
çatışması tarihidir. Ancak günümüzde Marksist olmayan çatışma
kuramcıları da bulunmaktadır. Örneğin Ralf Dahrendorf çatışmanın
otorite ilişkisi bulunan her yerde olabileceğini savunur. Aynı şekilde
Lemis Coser da Marks’tan farklı olarak, çatışmanın aralarında yakın
(close) ilişki bulunan herkes için söz konusu olduğunu savunur.
Çatışmacı Yaklaşım, makro düzeyde ve çoğu zaman tarihsel karşılaş-
tırmalar yaparak incelemeler yapar. Problem edindikleri konuların
başında sınıf mücadelesi ve güçlü sınıfların işsizliğe ve yoksulluğa
nasıl baktığı gelir.
68 Ünite 4

De¤er­len­dir­me Sorular›
1. Aşağıdakilerden hangisi farklı sosyolojik yaklaşımların
karşılaştırılmasında ölçüt olabilir?

a. Genel analiz düzeyi


b. Analizin odaklandığı konular
c. Anahtar kavramlar
d. Hepsi
e. Hiçbiri

2. Sosyolojik Yaklaşımlar birbirinden en fazla hangi açıdan


farklılaşır?

a. Düzey (makro-mikro)
b. Zaman (dün-bugün)
c. Yer (doğu-batı)
d. Hepsi
e. Hiçbiri

3. Sembolik Etkileşimcilik en çok hangi görüşten beslenir?

a. Pozitivizm
b. Entivisyonizm
c. Ampirizm
d. Pragmatizm
e. Hiçbiri

4. Yapısal İşlevselcilik en çok hangi kaynaktan beslenir?

a. Feminizm
b. Pragmatizm
c. Pozitivizm
d. Rasyonalizm
e. Hepsi

5. Çatışmacı Yaklaşımın temel görüşleri kime dayanır?

a. E. Durkheim
b. K. Marks
c. M. Weber
d. A. Comte
e. Hiçbiri
1. Sosyoloji ve Diğer Sosyal Bilimler

2. Sosyolojinin Öncüleri

3. Sosyolojinin Kurucuları
SOSYOLOJİ

4. Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar

5 Sosyolojiye Eleştirel Bakan


Yaklaşımlar

6. Yöntembilimsel Yaklaşımlar,
Araştırma Tipleri ve
Araştırma Teknikleri

7. Araştırma Süreci

8. Sivil Toplum

9. Küreselleşme

10. Türkiye’de Sosyoloji


70 Ünite 5

Ünitede Ele Al›nan Konular

• Feminizm
• Farklı Feminist Yaklaşımlar
> Marksist Feminizm

> Radikal Feminizm

> Liberal Feminizm

> Sosyalist Feminizm

• Postmodernizm
• Postmodernizmin Eleştirisi

Ünite Hakk›nda

• Feminizmin sosyolojiye eleştirileri incelenecektir.


• Farklı Feminist Yaklaşımların neler olduğu gösterilecektir.
• Marksist Feminizmin temel görüşleri incelenecektir.
• Radikal Feminizmin temel görüşleri incelenecektir.
• Liberal Feminizmin temel görüşleri incelenecektir.
• Sosyalist Feminizm temel görüşleri incelenecektir.
• Postmodernizmin sosyolojiye eleştirileri incelenecektir.
• Postmodernizmin kendisine yöneltilen eleştiriler
gösterilecektir.
Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar 71

Ö¤renme Hedefleri

• Feminizmin sosyolojiye eleştirilerini öğreneceksiniz.


• Farklı Feminist Yaklaşımların neler olduğunu
öğreneceksiniz.

• Marksist Feminizmin temel görüşlerinin neler olduğunu


öğreneceksiniz.

• Radikal Feminizmin temel görüşlerinin neler olduğunu


öğreneceksiniz.

• Liberal Feminizmin temel görüşlerinin neler olduğunu


öğreneceksiniz.

• Sosyalist Feminizm temel görüşlerinin neler olduğunu


öğreneceksiniz.

• Postmodernizmin sosyolojiye eleştirilerinin neler olduğunu


öğreneceksiniz.

• Postmodernizmin kendisine yöneltilen eleştirilerin neler


olduğunu öğreneceksiniz.

Üniteyi Çal›ş›rken

• Feminizmin ataerkillik konusundaki görüşünü tartışınız.


• Neden farklı feministlerin ortaya çıktığını öğreniniz.
• Farklı feministlerin benzer noktalarını sıralayınız.
• Feminizm sosyolojiye neden meydan okumaktadır?
Tartışınız.

• Postmodernizmin en çok hangi alanlarda gelişme


gösterdiğini nedenleriyle tartışınız.

• Postmodernizmin sosyolojiye neden bu kadar eleştirel


yaklaştığını ve bundaki haklılık payını tartışınız.

• Postmodernizm ve postyapısalcılığın sosyolojiye nasıl bir


tehdit oluşturabileceğini örneklerle tartışınız.
72 Ünite 5

Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar


Klasik sosyolojik yaklaşımlara temel eleştirilerden biri Feminizmden
diğeri ise Postmodernizmden gelmektedir. Sosyolojinin eleştirilerini
bilmenin onun daha iyi anlaşılmasına hizmet edeceği kuşkusuzdur.
Bu amaçla, bu bölümde her iki yaklaşıma da yer verilmiştir.

Feminizm
Ancak daha başlangıçta feminist olarak adlandırılan pek çok kuramın
olduğu veya birbirinden farklı çok sayıda feminizm bulunduğu belir-
tilmelidir. Buna rağmen, genel hatlarıyla farklı feminist yaklaşımlar
ortak bazı özelliklere de sahiptirler:

1. Feminizm genel anlamda sosyolojiye eleştirel bakar. Sosyolojinin


toplumsal yaşam hakkında yanlı/tarafgil görüşlere sahip olduğu-
nu savunur. Klasik anadamar (mainstream) sosyolojinin aslında
erkekegemen (malestream) görüşlere sahip olduğunu iddia eder.
Burada esas sorgulanmak istenen sosyolojinin değerlerden arınmış
bir bilim olup olmadığıdır. Ancak günümüzde artık nesnellik
konusundaki kesin ısrarlardan vazgeçildiği belirtilmelidir. Çünkü
sosyolojide araştırmaya başlarken problemin seçimi değerlerle ilgi-
lidir. Kurucu sosyologlardan M. Weber, araştırmacının bu öznel
başlangıca rağmen nesnel bir araştırma yürütmesinin olanaklılığı-
nı savunmuşsa da artık büyük ölçüde bu tür iddialardan vazgeçil-
miş bulunulmaktadır.

2. İkinci olarak Feminizm hem İşlevselcilerin hem de Çatışmacıların


görüşlerine eleştirel bakar. Bu eleştirinin altında tek fakat önemli
bir neden yatar ki, o da erkek egemenliği demek olan “ataerkillik
”tir (patriarchy).

3. Tüm Feminist kuramlar aileyi ataerkil bir kurum olarak görürler,


bu konuda aralarında oldukça önemsiz farklar bulunur.

4. Aileyi ataerkil olarak görmek ise oldukça kapsamlıdır. Örneğin


Feministler, İşlevselcileri ailenin tüm üyelerine sağladığı olanakla-
rın ya da çıkarların eşit olduğunu iddia ettikleri için eleştirirler.
Onlara göre bu yaklaşım toplumsal cinsiyet farklılıklarını görmez-
den gelmektedir. Oysa tüm ev işleri ve çocukların yetişmesinden
sorumlu olan kişi kadındır. Kadının temel rolü üreme ve çocuk
yetiştirmedir. Her ne kadar artık birçok ülkede kadın ev dışında
çalışmaya başlasa da Feministlere göre, bu kadının iki kez sömü-
Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar 73

rülmesi ve baskılanmasıdır. Çünkü kadın meslek sahibi de olsa, ev


işleri ve çocukların yetiştirilmesi sorumluluğu halen onun üzerin-
dedir.

5. Feministler ayrıca İşlevselci Yaklaşımın toplumsal cinsiyet (gen-


der) farklarına ilişkin görüşlerinde çelişki ve belirsizlik olduğunu
iddia ederler. İşlevselcilerin toplumsal cinsiyet rollerini doğal ve
değişmez olarak görmelerini sorgularlar. Feministlere göre top-
lumsal cinsiyet rolleri kültürel olarak öğrenilerek aktarılırlar ve bu
yüzden değiştirilebilirler.

6. Feministler, Marksist aile görüşlerini de toplumsal cinsiyete kapalı


ya da görmezden gelen tutumları yüzünden eleştirirler. Marksistler,
sadece bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki güç mücadelesini sorun
edinerek sermaye ve emek üzerinde odaklanarak toplumsal cinsi-
yeti ihmal ederler. Feministlere göre aile, sadece kapitalizmin ihti-
yacı olan emeği üreterek onu destekleyen birim olmanın ötesinde
ataerkilliği de yeniden üreten birimdir. Diğer bir ifade ile aile, hem
kapitalizmin hem de ataerkilliğin emniyet supabıdır. Kapitalist
sistemde kadın hem yedek emek gücünü üretir hem de piyasanın
ucuz emek ihtiyacını karşılar. Bu durum aynı işi yapan kadına
erkekten daha az ücret ödenmesine olanak tanır.

Farklı Feminist Yaklaşımlar


Feminist Yaklaşım içinde en önemlileri Marksist, Radikal, Liberal ve
Sosyalist Feminizmdir. Bunlar hakkında tanıtıcı bilgiler verilerek ara-
larındaki farklar aşağıda gösterilmeye çalışılmıştır.

Marksist Feminizm
Adından da anlaşılacağı üzere bu kuram hem Feminist hem de
Marksist görüşlerin bir karışımıdır. Feministler erkek egemenliğini,
kapitalizmin bir sonucu veya özel mülkiyeti koruyan kapitalizmin yol
açtığı bir durum olarak görürlerse de, bu konu son derece tartışmalı-
dır. Çünkü bu durumda, özel mülkiyet ortadan kalktığında ataerkilli-
ğin de kalkması gerekecektir. Oysa başta eski Sovyetler Birliği, Çin ve
Küba olmak üzere kapitalizm yıkıldığı halde ataerkillik yok olmamış,
kadınlara yapılan baskı ve sömürü aynen kapitalist ülkelerde olduğu
gibi devam etmiştir. İslam ülkelerinde de, bazıları kapitalist bazıları
değilken ataerkillik son derece yaygındır. Bu nedenle bu toplumlarda-
ki ataerkilliği, kapitalizme mi yoksa kültürel yapıya yani dine mi
bağlamak gerekeceği sorularının yanıtları oldukça tuzaklı ve tartış-
malıdır.
74 Ünite 5

Marksistler tarafından aile yaşamı ve evlilikte kadının sömürüldüğü


kabul edilmekle birlikte, bunun ailenin kadın üzerinde etkisinden
çok, aile ile kapitalizm arasındaki ilişkiden kaynaklandığının ileri
sürülmesi önemlidir. Marksist feministler, Marksist kavramları kul-
lanmakla birlikte kadının sömürüsünü aile yaşamının anahtar özelli-
ği olarak görmektedirler. Örneğin Margaret Benston (1972), Kadının
Özgürlüğünün Politik İktisadı adlı eserinde, “kadının yarattığı
ücretsiz emeğin çok büyük olduğunu ve üretim araçlarının mülkiye-
tine sahip olanlarla karşılaştırıldığında çok daha kârlı olduğunu”
savunmaktadır. Minimum ücret ölçülerinde bile kadının emeğinin
ödenmesi durumunda refahın yeniden dağılımında çok büyük artış-
lar sağlanacaktır. Bugün için ailenin desteklenmesi, ücretliler üzerin-
de gizli bir vergilendirme demektir. Diğer bir ifade ile şu andaki
ücretler ile iki kişinin emeği satın alınmış bulunmaktadır. Bu bağlam-
da Benston, çekirdek ailenin kapitalist toplumda istikrar sağlayan bir
“ekonomik birim” olduğunu tartışmaktadır. Böylelikle evde yapılan
üretim, baba ya da eşin kazancından ödenmekte ve onun emeğini
piyasadan çekme olanağı çok daha azalmaktadır. Böylelikle yalnızca
aile üretimi ve ucuz emek değil, aynı zamanda işverenin masrafsız
olarak idamesi de sağlanmaktadır (Haralambos ve Holborn, 1995).

Öte yandan Marksist feministlere göre ev kadını rolündeki kadınlar,


eşlerinin ücretli işçi olarak rollerini en iyi şekilde yerine getirmek için
duydukları gereksinmeleri de karşılamaya çalışırlar. Ansley’e göre
kadınlar, geleneksel rollerini oynarken, kocalarının meşru kızgınlık-
larını, güçsüzlüklerinden kaynaklanan hayal kırgınlıklarını ve baskı-
yı sineye çekerler. Hatta birçok kocanın aileleri ve karısı üzerinde
kurduğu diktatörlük, onlara sisteme hiç meydan okumaksızın kızgın-
lıklarını ifade etme olanağı sağladığı için aile kapitalizm için vazgeçil-
mezdir.

Radikal Feminizm
Radikal feministler, ataerkilliği kültürün bir sonucu olarak görürler.
Ataerkillik, kadının rollerini doğal ve karma bir şekilde görerek aile
aracılığıyla kültürel olarak aktarılmasına yardımcı olunması demek-
tir. Ataerkil ideoloji, kadını ikincil ve zayıf cins olarak görerek ev işi
ve çocuk yetiştirme rolüne indirger. Ataerkillik, farklı toplumsal yapı-
larda kültürel değerler ve inançların bir sonucu olarak görülebilir.
Kültür toplumsal yapının bir parçasıdır; ancak, Marksistlerden farklı
olarak sadece ekonomik ihtiyaçlarla belirlenmemektedir. Ataerkillik
bu nedenle farklı toplumsal yapılarda farklı biçimlerde ortaya çıkabi-
lir. Örneğin kapitalist, komünist ve teokratik toplumlarda ataerkillik
mümkündür. Ancak kültür değiştiğinde ataerkillik de değişebilir.
Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar 75

Sonuç olarak çok sayıda feminizm olmasına rağmen radikal feminist-


leri diğer feminizmlerden ayıran iki temel özellik vardır. Bunlardan
ilki, kadınlar tarafından kadınlar için geliştirilmiş olmasıdır. Bu yüz-
den mevcut yaklaşımlar ve gündem ile uzlaşmaya gereksinim duy-
mazlar. Diğer kuramlar örneğin Marksizmin uyarlamasının yerine,
yenilikçi olma eğilimindedirler. İkinci temel özellikleri, kadınların
baskı görmesini, hükmetmenin en evrensel ve en temel biçimi olarak
görmeleridir. Toplum kapitalist olmaktan çok ataerkil veya erkek ege-
men olarak görülür. Ayrıca kadını erkeklerden farklı çıkarlara sahip
olarak görürler. Üzerinde fikir birliğine varmamış olmakla birlikte,
Christina Delphy ve Diana Leonard (1992) gibi bazıları, erkek egemen-
liğinin sürmesinden aileyi sorumlu tutarlar. Onlar aileyi temel olarak
ekonomik bir sistem olarak görürler. Bu sistemde erkek çoğu kez
kazançlı iken, kadın ve çocuklar kaybedenler tarafındadır. Çünkü
tüm aile fertleri aile reisi için çalışırlar. Kadının uğradığı baskı, onun
yaptığı işten ve bedeninin kullanımından gelmektedir. Bu yüzden de
kadının pasif olarak yetiştirilmesi gibi ideolojik gerekçelerle değil,
kadının aile içinde çalıştırılması uygun olduğu için kadın baskılan-
makta olduğu görüşündedirler.

Liberal Feminizm
Liberal feminizmin iki temel savından biri “erkekle eşitlik”, diğeri ise
“kadının özgürlüğü” dür. Onlar için kamusal alanda çalışmak çok
önemlidir. Çalışma yaşamında eşitlik, aile yaşamında eşitlik ve son
olarak sosyal hayatta eşitlik sağlanmalıdır. Aile içindeki geleneksel
işbölümü kadının çalışmasının en büyük engelidir. Kapitalizmin
gelişmesi ve yeterli istihdam olanağının sağlanması ile aile dönüşüme
uğrayacaktır. Onlar sosyalist ve radikal feministlerin aileyi köklü
biçimde dönüştürme taleplerine eleştirel bakarlar.

Liberal feminizm, aslında bilimsel bir yaklaşımdan çok politik özel-


likler taşır. Ataerkil yapının, nasıl ortaya çıktığı veya ne olduğuyla
ilgilenmek yerine nasıl olması gerektiğini sorgular. Liberal Feministler,
yasal değişiklik ile ailede ve toplumda kadının konumun iyileşebile-
ceğini savunurlar. 1970’lerin eşit işe eşit ücret getiren Eşit Fırsatlar
Yasasını savunurlar. Ancak bazı iyileşmeler sağlanmış olsa bile temel
eşitsizliklerin hâlâ mevcut olduğunu görmek gerekir. Bu nedenle
Marksistler, fırsatlar ve seçeneklerin artmasının toplumsal yapının
esnek ve değişebilir olarak görülmesine hizmet etmesine rağmen ger-
çekte daha güçlü olanlar (zenginler ve erkekler) tarafından bunun bir
yol bulunarak engellendiğini görürler.
76 Ünite 5

Sosyalist Feminizm
Kamusal ve özel alan kavramlarını özellikle vurgulayan Sosyalist
Feministler, Radikal Feministlerden farklı olarak ataerkillik yerine
kapitalizm vurgusuyla dikkat çekerler. Onlara göre kapitalizm, kadı-
nı “özel alana”, erkeği de “kamusal alana” yerleştirmiştir. Kapitalizm,
kadını özgürleştiriyor gibi görünürken, aslında bunun tam aksini
yaptığı için, kadının özgürleşmesi ve kurtuluşu ancak sosyalizm ile
mümkündür. Ailenin yıkılması ancak sosyalist bir toplumda gerçek-
leşebilir. Üretimin toplumsallaşması, ailedeki yeniden üretime gerek-
sinim bırakmayacak ve ailenin önemi azalacaktır.

Sosyalist feministlere göre özel alan siyasaldır. Bu söyleme göre, özel


bir kurum olan aile içindeki kişiliklerin, özel ilişkilerin, diğer bir ifade
ile mahrum sayılabilecek konuların tümü politik boyutlara sahiptir.
Özel alan yani aile, kadının ezilmişliğinin, ikincilliğinin ortamını
hazırlayan bir kurumdur. Önerilen ise, aile ilişkilerinin de siyasal alan
içinde görülmesidir. Siyasal alanın, kamusal alan ile sınırlandırılmış
olması da böylece tartışılır hale gelmiş bulunmaktadır. Birleşmiş
Milletlerin “Gender in Development” (1996) serisinde de “yönetişim”
(governance) kavramının aile içi ilişkileri de kapsayan biçimde geniş-
letildiği unutulmamalıdır. Sonuç olarak birçok yeni gelişme, ailenin
erkek egemenliğine terk edilen özel bir alan olarak görülmesine karşı
olunduğunu göstermektedir. Böylelikle kadın ve çocukların istismarı
durumunda, sivil toplum kuruluşları tarafından aile içi ilişkilere
müdahale edilmesi meşrulaşmaktadır.

Feministler de sürekli araştırma yaparak kadının toplumdaki konu-


munun daha iyiye götürülmesine çalışırlar ve farklı feminist görüşle-
re göre değişmeyen temel özellikleri burada bulmak mümkündür.

Feminist araştırmaların özellikleri olarak şunlar sıralanabilir


(Neuman, 1995)

1. Çoğunluğu kadın olan araştırmacılar tarafından Feminist değerle-


rin, yaklaşımların savunuculuğunu yapmak. Çok nadir olarak
erkekler de bulunmakla beraber fazla kabul görmezler.

2. Kavram, sayıltı ve araştırma amaçlarını ifade eden sorularda biyo-


lojik farklılık ifadesi olan ‘sexizm’in reddi ve bunun yerine “top-
lumsal cinsiyet”i (gender) kabul etmek.

3. Araştırmacı ile üzerinde çalışılan arasında empatik (kendini yerine


koyma) ilişkiler kurmak, ona özne olarak yönelmek.
Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar 77

4. Araştırmalarda toplumsal cinsiyet ve güç ilişkilerinin toplumsal


yaşamın tüm yönlerine nüfuz ederek etkilediğine duyarlı olmak.

5. Araştırma sürecine, araştırmacının kişisel deneyim ve duygularını


katmak.

6. Araştırma tekniklerinin seçiminde esneklik ve akademik alanlar


arasındaki mevcut sınırları aşmak. Birçok araştırma tekniğini bir-
likte kullanmak. Ancak deney ve niceliksel çözümlemelerden 7.
İnsan yaşamının duygusal olan ve karşılıklı bağımlılığa dayanan
boyutlarını kabul etmek.

7. Kişisel ve toplumsal değişme amaçlayan “eylem yönelimli” (action


oriented) araştırma yapmak, aktivist olmak.

8. Sosyolojinin ve ataerkil söylemin tüm insanlığa genellenmesine


karşı durmak.

Postmodernizm
Genel olarak sosyal bilimlere özel olarak sosyolojiye günümüzde en
büyük eleştiri postmodernizmden gelmektedir. Postyapısalcılık ile
oldukça yakın eleştiriler getirmeleri ise, her ikisi arasında büyük ben-
zerlikler olmasından kaynaklanır. Çoğu zaman da birbirleri yerine
kullanılırlar. Kelime olarak anlamı ise, modernizmin ve yapısalcılığın
sonu demektir.

Postmodernizm kıta Avrupası ve özellikle de Fransa ve Almanya’da


ortaya çıkmıştır. Bu görüşe fikir babalığı edenler Alman filozofları
Nietzsche ve Heiddeger’dir. Ayrıca Derrida, Lyotard, Baudrillard ve
Faucault postmodernizm denilince öne çıkan diğer isimlerdir.
Nihilizm ve Anarşizmden beslenir. Aslında postmodernizmin en sert
eleştirisi de yine Almanya’dan gelmiştir. Jurgen Habermas, akla ve
bilime tekrar dönmeyi şiddetle savunmuştur.

Postmodern eleştiriler, psikoloji ve iktisat dışındaki alanlarda; başta


sosyoloji, coğrafya, hukuk, şehir planlama olmak üzere bazı alanlarda
daha fazla etkili olmuştur. Postmodernizmle ilgili çok sayıda çalışma-
nın yapılması ve yayımlanması, bu konuya ilginin yüksek olduğunu
göstermektedir. Ona duyulan ilginin temel kaynağı modernizmi red-
detmesi, onu yetersiz bulması ve modernite dışında kendini kurmaya
çalışmasıdır. Modernizmi “yapısöküm”e uğratma (deconstruction)
çabası bile, moderniteden beklentilerini bulamayanlara başlı başına
ilgi kaynağı olmaktadır. İki dünya savaşından başka, yoksulluk, işsiz-
78 Ünite 5

lik, şiddet ve zorunlu göç, çevresel kirlilik gibi küresel problemler


tüm bilimsel gelişmelere rağmen giderek artmıştır. Bu yüzden onlara
göre kentleşme, sanayileşme, bürokrasi, liberal demokrasi, hümaniz-
ma ve her şeyden önce insan aklına güven ve rasyonalite değerini
yitirmiştir. Rasyonalite ve bilimler, insanları özgürleştirmeye yetme-
yen; aksine, baskılayan araçlar olarak eleştirilir. Bu yüzden postmo-
dernizm, her türden büyük kuram veya üst-anlatı olarak gördüğü,
diğer bir ifade ile her şeyin cevabını önceden veren Marksizm, libera-
lizm gibi ideolojileri; Hıristiyanlık, İslamiyet gibi tüm dinleri ve hatta
feminizmi bile özcü ve modernist bularak eleştirir. Bunların tezleri-
nin büyücülük veya astroloji kadar bile kesinliği yoktur. Aslında
postmodernizm bunlara alternatif üst-anlatılar geliştirmek amacında
değildir. O, sadece açıklamalara temel veya öz oluşturacak dayanakla-
rın olamayacağını iddia eder. Onlar, açıklamaya niyetlenmeksizin
göreli yorumlar yapmayı daha uygun bulurlar. Ayrıca bugün ve bura-
da olanı daha fazla önemserler. Modernin kendinden önceki gelenek-
selden üstün olduğunu da kabul etmezler. Akıldışı, tikel ve modern
olmayana, geleneksele, coşkuya, metafizik olana, büyüye, efsaneye,
modernliğin eleştirdiği ne varsa sahip çıkarak değer verirler. Popüler
kültürü de bu arada önemserler.

Sosyal bilimler ile doğa bilimleri, sanat ve edebiyat, bilimsel olan ile
olmayan arasında bir fark gözetmezler. Onlar her türden katı sınırla-
malar getirilmesine karşıdırlar. Bu bağlamda akademik disiplinler
arasındaki ayrımı da reddederler. Günümüzde özellikle mimaride,
edebiyat ve sanatta, resim, müzik ve fotoğrafçılık alanında oldukça
etkilidirler.

Disiplinlerarası çalışmaları değerli bulurlar. Ancak teknik, pratik ve


verimli olandan çok, görünüş ve estetik her zaman ön plandadır.
Kışkırtıcı söylemi, akademik ve ciddi olanlardan daha çok kullanırlar.
Her alanı bir metin olarak görür ve onu bir çerçeveye oturtarak anla-
maya çalışırlar. Hiçbir şeyi kabul veya reddetmezler. Bunun yerine
belirsizliği tercih ederler.

Postmodernizmin “yapısöküm” konusundaki bazı önerileri şöyledir


(Rosenau,1998:197):

1. Kuralı bozmak için istisna arayın. Elinizdeki metinde savunulan


bir genellemeyi en uç noktalara kadar giderek, onu saçma göstere-
ne kadar uğraşın. Söz gelimi bir kahramanın cesareti anlatılıyorsa
onun aslında korkak olduğunu, metindeki istisnai bazı örnekler-
den hareketle gösterin. Tam tersi de olabilir, korkak bir kişinin
aslında çok cesur olduğunu gösterin.
Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar 79

2. Mutlak görüş bildirmekten kaçının. Bunun yerine heyecan uyandı-


rıcı sansasyonel önermeler geliştirin. Örneğin metindeki kahrama-
nın uykuda gezer, unutkan ve de yalancı olduğunu gösterin.

3. Metindeki ikili karşıtlıkları kullanın. Daha sonra bu karşıtlıkları


inkâr etmeye çalışın. Örneğin iyi ve kötü ya da geleneksel ve
modern gibi. Metnin veya kahramanın bu özelliklerinin meşru
olmadığını istisnalar bularak gösterin. Örneğin geleneksel bir evli-
likte demokratik ya da eşitlikçi ilişkilerin yürüyemeyeceğini göste-
rin.

4. Hiçbir şeyi kabul veya reddetmeyin. Bunun nedeni karşınızdaki-


nin sizi eleştirmesine fırsat vermemektir.

5. Çok sayıda yoruma açık olacak şekilde yazmaya çalışın. Önemli


olan okuyanın sizi anlamasına fırsat vermemektir. Belirsiz, bulanık
ifadeler sizi anlaşılmaz kılacak ve okuyucu “Tamam bunu demek
istiyor!” duygusu yaşayamayacaktır.

6. Yeni ve alışılmamış kelimeler kullanın. Bunun amacı okuyucuya


çok iyi bildiği sandığı şeyi aslında bilmediğini göstermektir.
Örneğin Zygmunt Bauman sosyolojinin görevinin bu olduğunu
ısrarla savunur: “Bildik sanılanın aslında bilinmediğini göster-
mek.” Yorgun cemaat, hayali akrabalar gibi kavramlar kullanın.

7. Terminoloji değişikliğine izin vermeyin. Bu aslında postmoder-


nizm ile çelişkili bir öneridir. Eleştirdiği hegemonik ilişkiyi kura-
rak benzersiz olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır. Oysa yapısö-
kümün de birçok araç/yol/yöntem içinden biri olarak görülmesi
gerekirken, taviz vermez tutum önerisi yadırganmaktadır.

Postmodern bir çalışma, daha çok amaçlar, seçimler, davranışlar,


tutumlar ve kişilik üzerinde değil, alternatif söylemler ve anlam üze-
rinde odaklanır. Unutulmuş, akıl dışı, önemsiz, bastırılmış, sınırdaki,
klasik, kutsal, geleneksel, ayrık duran, boyun eğdirilmiş, reddedilmiş,
özsel/özcü olmayan, marjinal ya da çevrede olan, dışlanmış, yerleşme-
miş, susturulmuş, geçici, niteliksiz, ertelenmiş ve parçalanmış olaylar
üzerinde durur. Tikel ayrıntıları, küçük olayları önemser.

Toplumsal olayların yalın hali yerine karmaşıklığını; determinizm/


belirlenme yerine belirsizliği, birlik yerine çeşitliliği, sentez yerine
farklılığı araştırır. Genellemelere varmak yerine tek ve biricik olayları
araştırmayı önerir. Nedensel ilişkiler aramak yerine metinlerarasılığı
(intertextuality) savunur. Tekrar eden rutin olaylar yerine, bir daha
80 Ünite 5

tekrarlanmayan olaylara bakmayı önemser. Sosyoloji için genel geçer


bilimsel gerçekler yerine, daha gelip geçici şeylerle uğraşmak gibi
daha mütevazi bir misyon önerir. Nesnellik peşinde koşmak yerine
duyguların arkasından gitmeyi önerir. Sonuç olarak görececilik/röla-
tivizm, nesnellikten üstün tutulur ve parçalara ayırma tercih edilir.
Bütünleştirme önemsenmez. Sosyolojiyi bir doğa bilimi gibi gören
tüm görüşlere karşı çıkar. Bunu tekno-bilimsel kültür olarak eleştirir.
Hiçbir zaman alternatif bir bakış açısı aramaksızın sadece eleştirmeyi
misyon edinirler.

Postmodern görüş sahipleri de araştırmalar yaparlar. Postmodernist


bir araştırmanın genelde paylaşılan özellikleri olarak bazı saptamalar-
da bulunmak mümkündür (Neuman, 1994):

1. Tüm ideolojilerin, örgütlü inanç sistemlerinin, tüm toplumsal


kuramlar da dahil olmak üzere hepsini reddederek işe başlamak;
2. Kişisel deneyimlere, duygulara ve imgelemlere, sezgilere çok
güvenmek;
3. Anlamsızlık ve kötümserlik duygusu taşıyarak, dünyanın hiç iler-
lemeyeceğine ve düzelmeyeceğine kuvvetle inanmak;
4. Aşırı öznellik, dış dünya ile akıl arasında hiçbir ayrım yapmamak;
5. Aşırı görececilik/ relativizm, birbirine üstün olmayan sonsuz sayı-
da yorumlar yapmak;
6. Farklılık, kaos ve karmaşıklığı benimsemek, sürekli değişmeyi
kabul etmek;
7. Şimdi ve burada olanın önemsenmesine bağlı olarak, geçmişi ve
farklı yerlerle ilgili çalışmaları küçümsemek ve reddetmek;
8. Yaşamın çok karmaşık olmasına bağlı olarak nedensel ilişkilerin
kurulamayacağını kabul etmek; Modernizm ve Aydınlanmayı red-
detmek;
9. Araştırmanın hiçbir zaman gerçek dünyada olup biteni yansıtama-
yacağını iddia etmek;
10. Toplumun bilimi olmayacağına ve sosyal bilimlerin kökten dönü-
şümü fikrine inanmak;
11. Yüzeydeki görüntüler yerine gizli yapıları ortaya çıkarmak;
12. Postmodern araştırma raporu bir sanatsal çalışmadır. Bu nedenle
tiyatro gibi, dramatik sunumlar, oyun, film, kaset üretmek.
Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar 81

Sosyolojiyi eleştiren postmodernizmin kendisi de büyük eleştiriler


alır. Bunlar kısaca şöyle özetlenebilir:

1. Modernizmin yarattığı hayal kırıklığından beslenen kötümser bir


görüş olması en fazla eleştirilir. Ekonomik sıkıntı içindeki bilim
insanlarının kendi iç değişimlerini de bir ölçüde yansıttığı; işsiz ve
umutsuzların görüşü olduğu ileri sürülür. İyimserliğin, umutların
boşa çıkmasının gerginliği içindeki bilim insanlarının bir kurgusu
olarak görülür.

2. Tüm yenilik iddialarına rağmen önceki birçok düşünceden örneğin


Nihilizm, Fenomenoloji, Fransız Yapısalcılığı, Romantizm,
Marksizm, Kritisizm ve Varoluşçuluk, Etnometodoloji ve
Hermeneutik’ten derin izler taşır.

3. Yapısöküm konusundaki ısrarları ile sosyolojiye meydan okur.


Oysa sosyoloji, anlamsızlaştırma ya da bozuma uğratma yerine
olgu ya da eylemi anlama ve yorumlama peşinde bir bilimdir.

4. Hakikat, akıl ve ahlaki evrensellerin reddi konusunda Nietzsche


ve Heidegger vurgusu onları zayıflatır. En önemli savunucusu
Fransız Jacquez Derrida bile, artık fazla anlam ifade etmez hale
gelmeye başlamıştır.

5. Birçok zaman çelişki içindedirler. Metinlerarasılık, aynı konu ve


kavramların birçok yerde kullanılması yüzünden özgünlük olama-
yacağını kabul etmek demektir. Bu durum bile, bir neden sonuç
ilişkisi olduğu kadar devamlılık ya da bütünlük işaretidir. Oysa
onlar, bütün yerine parçayı önemserler.

6. Sadece bugün ve burada olan ile ilgilenmesi, her şeyin göreceli


olduğunu kabul etmesi, genellemeleri reddetmesi sosyologların
bazılarına cazip gelse de önemli çoğunluğuna son derece sınırlama
getirici bir görüş gibi görünmektedir.

7. Son bir nokta ise, modernizmin sonunun gelmeyip, daha ileri bir
aşamaya geçildiği yönündedir. Örneğin A. Giddens modernitenin
bu aşamasını ileri veya geç- modernite (late-modernizm) olarak
anar.
82 Ünite 5

Özet
Klasik sosyolojik yaklaşımlara temel eleştirilerden biri Feminizmden
diğeri ise Postmodernizmden gelmektedir. Feminist Yaklaşım içinde
en önemlileri Marksist, Radikal, Liberal ve Sosyalist Feminizmdir.
Marksist Feminizm hem Feminist hem de Marksist görüşlerin bir
karışımıdır. Feministler erkek egemenliğini, kapitalizmin bir sonucu
veya özel mülkiyeti koruyan kapitalizmin yol açtığı bir durum olarak
görürlerse de, bu konu son derece tartışmalıdır. Radikal feministler,
ataerkilliği kültürün bir sonucu olarak görürler. Ataerkillik demek,
kadın rollerini doğal ve karma olarak görerek aile aracılığıyla kültürel
olarak aktarılmasına yardımcı olmak demektir. Ataerkil ideoloji, kadı-
nı ikincil ve zayıf cins olarak görerek ev işi ve çocuk yetiştirme rolüne
indirger. Liberal feminizmin iki temel savından biri “erkekle eşitlik”,
diğeri ise “kadının özgürlüğü” dür. Onlar için kamusal alanda çalış-
mak çok önemlidir. Çalışma yaşamında eşitlik, aile yaşamında eşitlik
ve son olarak sosyal hayatta eşitlik sağlanmalıdır. Aile içindeki gele-
neksel işbölümü kadının çalışmasının en büyük engelidir. Kapitalizmin
gelişmesi ve yeterli istihdam olanağının sağlanması ile aile dönüşüme
uğrayacaktır. Onlar sosyalist ve radikal feministlerin aileyi köklü
biçimde dönüştürme taleplerine eleştirel bakarlar. Kamusal ve özel
alan kavramlarını özellikle vurgulayan sosyalist feministler, radikal
feministlerden farklı olarak ataerkillik yerine kapitalizm vurgusuyla
dikkat çekerler. Onlara göre kapitalizm kadını “özel”, erkeği de
“kamusal alana” yerleştirmiştir. Kapitalizm, kadını özgürleştiriyor
gibi görünürken, aslında bunun tam aksini yaptığı için, kadının
özgürleşmesi ve kurtuluşu ancak sosyalizm ile mümkündür. Genel
olarak sosyal bilimlerde, özel olarak sosyolojide bugün en büyük eleş-
tiri postmodernizmden gelmektedir. Postyapısalcılık ile oldukça
yakın eleştiriler getirmeleri ise, her ikisi arasında büyük benzerlikler
olmasından kaynaklanır. Çoğu zaman da birbirleri yerine kullanılır-
lar. Kelime olarak anlamı ise, modernizmin ve yapısalcılığın sonu
demektir. Postmodern eleştiriler psikoloji ve iktisat dışındaki alanlar-
da; örneğin, başta sosyoloji, coğrafya, hukuk, şehir planlama olmak
üzere bazı alanlarda daha fazla etkili olmuştur. Ona duyulan ilginin
temel kaynağı modernizmi reddetmesi, onu yetersiz bulması ve
modernite dışında kendini kurmaya çalışmasıdır. Modernizmi “yapı-
söküme” uğratma (deconstruction) çabası bile moderniteden beklenti-
lerini bulamayanlara başlı başına ilgi kaynağı olmaktadır. Postmodern
bir çalışma daha çok, amaçlar, seçimler, davranışlar, tutumlar ve kişi-
lik üzerinde değil, alternatif söylemler ve anlam üzerinde odaklanır.
Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar 83

Sadece bugün ve burada olan ile ilgilenmesi, her şeyin göreceli oldu-
ğunu kabul etmesi, genellemeleri reddetmesi sosyologların bazılarına
cazip gelse de, önemli çoğunluğuna son derece sınırlama getirici bir
görüş gibi görünmektedir.
84 Ünite 5

De¤er­len­dir­me Sorular›
1. Aşağıdakilerden hangisi feminist yaklaşımlar içinde yer alır?
a. Marksist feminizm
b. Sosyalist feminizm
c. Radikal feminizm
d. Liberal feminizm
e. Hepsi
2. Sosyalist feministler en fazla ne üzerinde durur?
a. Ataerkillik
b. Anaerkillik
c. Kapitalizm
d. Küreselleşme
e. Hepsi
3. Aileyi köklü bir biçimde değiştirmeye karşı olanlar kimlerdir?
a. Marksist feministler
b. Liberal feministler
c. Sosyalist feministler
d. Hepsi
e. Hiçbiri
4. Aşağıdakilerden hangisi postmodernizm için önemlidir?
a. Kapsamlı kuramları reddetmek
b. Modernizmi reddetmek
c. Akla güvenmemek
d. Şimdi ve burada olanla ilgilenmek
e. Hepsi
5. Postmodernizm hangi yolla metinleri inceler?
a. Yapısöküm
b. Yaz boz
c. Şifreleme
d. Kodlama
e. Hepsi
6. Postmodernizmin sosyolojiyi eleştirmesinin temel sebebi nedir?
a. Sosyolojinin modern bir bilim olması
b. Sosyolojinin toplumsal olgularla ilgilenmesi
c. Sosyolojinin erkek egemen bir söylemin etkisinde kalması
d. Sosyolojini kesin sonuçlar içermemesi
e. Sosyolojinin bir diğer sosyal bilimlerle arasının tam olarak
ayrışmamış olması
1. Sosyoloji ve Diğer Sosyal Bilimler

2. Sosyolojinin Öncüleri
SOSYOLOJİ

3. Sosyolojinin Kurucuları

4. Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar

5. Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar

Yöntembilimsel Yaklaşımlar,
6 Araştırma Tipleri ve
Araştırma Teknikleri

7. Araştırma Süreci

8. Sivil Toplum

9. Küreselleşme

10. Türkiye’de Sosyoloji


86 Ünite 6

Ünitede Ele Al›nan Konular

• Yöntembilimsel/Metodolojik Yaklaşımlar
> Pozitivist Yaklaşım

> Yorumlayıcı Yaklaşım

> Eleştirel Yaklaşım

> Feminist Yaklaşım

> Postmodern Yaklaşım

• Araştırma Tipleri
• Araştırma Teknikleri

Ünite Hakk›nda

• Yöntembilimsel/Metodolojik Yaklaşımların neler olduğu


gösterilecektir.

> Pozitivist Yaklaşımın temel özellikleri gösterilecektir.

> Yorumlayıcı Yaklaşımın temel özellikleri gösterilecektir.

> Eleştirel Yaklaşımın temel özellikleri gösterilecektir.

> Feminist Yaklaşımın temel özellikleri gösterilecektir.

> Postmodern Yaklaşımın temel özellikleri gösterilecektir.

• Araştırma tipleri hakkında bilgi verilecektir.


• Araştırma teknikleri karşılaştırılacaktır.
Yöntembilimsel Yaklaşımlar, Araştırma Tipleri ve Araştırma Teknikleri 87

Ö¤renme Hedefleri

• Yöntembilimsel/Metodolojik Yaklaşımların neler olduğunu


öğreneceksiniz.
> Pozitivist Yaklaşımın temel özelliklerinin neler olduğunu
öğreneceksiniz.
> Yorumlayıcı Yaklaşımın temel özelliklerinin neler
olduğunu öğreneceksiniz.
> Eleştirel Yaklaşımın temel özelliklerinin neler olduğunu
öğreneceksiniz.
> Feminist Yaklaşımın temel özelliklerinin neler olduğunu
öğreneceksiniz.
> Postmodern Yaklaşımın temel özelliklerinin neler
olduğunu öğreneceksiniz.
• Araştırma tiplerinin neler olduğunu öğreneceksiniz.
• Araştırma tekniklerinin neler olduğunu öğreneceksiniz.

Üniteyi Çal›ş›rken

• Farklı Yöntembilimsel/Metodolojik Yaklaşımlar


bulunmasının nedenlerini araştırınız.
• Pozitivist Yaklaşımın temel ilkelerini sıralayınız
• Yorumlayıcı Yaklaşım ile Pozitivist Yaklaşımı
karşılaştırınız.
• Eleştirel Yaklaşım hangi noktalarda diğer yaklaşımlardan
köklü bir ayrılığı temsil eder ve haklılık payı nedir?
Tartışınız.
• Feminist Yaklaşımdan hareketle yapılan araştırmaların
diğerlerinden temelde ayrıldıkları noktaları eleştiriniz.
• Sosyolojide Postmodern Yaklaşım ile araştırma yapmanın
olanak ve sınırlarını tartışınız.
• Araştırma tipleri ve araştırma tekniklerinin birbirine
karıştırılması konusunda örnekler veriniz.
• Araştırma Teknikleri arasındaki farkların temelinde yatan
nedir? Tartışınız.
88 Ünite 6

Yöntembilimsel Yaklaşımlar, Araştırma Tipleri


ve Araştırma Teknikleri
Genel olarak bilim, yöntem/metot, araştırma teknikleri kavramları-
nın sosyal bilimler söz konusu olduğunda son derece detaylı tartışma-
lara konu olduğu; hatta yöntem ve yöntembilimin/metodolojinin sos-
yal bilimlerin en hassas alanı olduğu söylenebilir. Ayrıca alanın temel
kavramlarının çoğu kez birbiri yerine kullanıldığı görülür. Örneğin
birçok araştırma tekniğine yöntem denildiğine sıkça rastlanır.

Bu kitabın sınırları içinde şu noktanın açıklığa kavuşturulmasında


yarar vardır: Yöntem ve araştırma tip ve teknikleri aynı şeyler değil-
dir. Yöntem denilince, bilimsel bir araştırmada izlenecek adımlar ve
zihinsel tutumlar anlaşılmalıdır. Ancak tümdengelim (dedüksiyon)
ve tümevarım (endüksiyon) gibi mantıksal çıkarsama (logical reaso-
ning) yollarının da tek başına yöntem olma özelliği yoktur. Ayrıca
araştırmalarda hem tümdengelim hem de tümevarımın birlikte yapıl-
dığını da bilmek gerekir. Yöntem, genellikle bu zihinsel işlemlerin
tümüne verilen ad olarak kabul edilir. Bu, aslında yöntem konusunda
monist/tekçi bir anlayışın yansımasıdır. Yöntem konusuna çoğulcu
yaklaşanlar ise, araştırma tekniklerine rahatlıkla araştırma yöntemle-
ri diyebilirler. Araştırma tipleri ise, sosyal araştırmanın boyutları
olarak da (Neuman, 1994) kavramlaştırılan sınıflamalardır. Araştırma
boyutları ya da tipleri ile araştırma tekniklerini de birbiriyle karıştır-
mamak gerekir. Bu nedenle araştırma tipleri hakkında yapılan sınıfla-
malardan örnekler vererek konunun daha iyi anlaşılmasına çalışıl-
mıştır.

Yöntembilimsel/Metodolojik Yaklaşımlar
Genel olarak sosyal bilimlerde, özel olarak sosyolojide kullanılan çok
sayıda araştırma tipi ve tekniğinden söz etmek mümkündür. Bunun
arkasında yatan temel sebeplerden biri metodolojik yaklaşımlar ara-
sındaki farklardır. Bu nedenle öncelikle Pozitivizm, Yorumlayıcı ve
Eleştirel Metodolojik Yaklaşımlar hakkında kısa verilmiştir. Aslında
son yıllarda metodolojik yaklaşımlara Feminizm ve Postmodernizm
de eklendiğinden onların da “araştırma nedeni”, “toplumsal gerçekli-
ğin doğası”, “insanoğlunun doğası”, “sağduyunun rolü”, “kuramın ne
olduğu” ve “doğru olan bir açıklama”, “iyi bir kanıtın ne olduğu” ve
araştırmalarda “değerlerin yeri” olarak sekiz temel başlık altında özel-
liklerine yer verilmiştir.
Yöntembilimsel Yaklaşımlar, Araştırma Tipleri ve Araştırma Teknikleri 89

Özellikler POZİTİVİZM (Emile Durkheim)

1. Araştırma Nedeni İnsanların olayları öngörebilmeleri ve


denetleyebilmeleri için doğal yasaların
bulunması.

2. Toplumsal Düzenli kalıplar veya keşfedilebilecek bir


Gerçekliğin Doğası düzen.

3. İnsanoğlunun Dışsal Faktörler tarafından belirlenmiş/


Doğası biçimlenmiş rasyonel ve benmerkezli
bireyler.

4. Sağduyunun Rolü Bilimden daha az değerli ve açıkça farklı


olan bir form.

5. Kuram Nedir ve Birbiriyle ilişkili tanımlar, aksiyomlar ve


Neye Benzer? yasaların mantıksal, tümdengelimsel
(dedüktif) sistemi.

6. Doğru Olan Bir Yasalara mantıksal olarak bağlı olan ve


Açıklama Nedir? olgulara dayanandır.

7. İyi Bir Kanıt Nedir? Diğerleri tarafından tekrarlanabilecek,


kesin gözlemlere dayalı, nesnel olandır.

8. Değerin Yeri Nedir? Bilim değerlerden arınıktır. Değerlerin


bilimde yeri yoktur. Ancak değerler bir
konu olarak seçilip incelenebilirler (Value-
free)

Tablo 1. Pozitivist Yaklaşım (Neuman,1994)

Pozitivizm, epistemolojik/bilgi kuramsal olarak bilginin kaynağının


“ampirizm” olduğunu ve dolayısıyla, sadece gözlenebilir olanların
seçilerek analiz edilmesini hedefler. Gözlenebilen olguların ardında
yatan anlamlarla fazlaca ilgilenmez. Bunun temel nedeni, insan zekâ-
sının bu gözlenemeyen ve gizli olan anlamları kavrama kapasitesine
güvensizliğidir. Sonuç olarak pozitivizmi benimseyen sosyologlar da,
gözlenebilen ve ölçülebilen olguları analiz ederler. Onlar daima ampi-
rik bilginin üstün olduğunu savunurlar.

Pozitivist ve Yorumlayıcı yaklaşımların karşılaştırılan sekiz alanda da


birbirinden çok farklı kutuplarda konumlandıkları açıktır. Pozitivizm,
daha çok doğa bilimlerine öykünerek indirgemeci bir yaklaşım sergi-
lerken; Yorumlayıcılık, sosyal ve beşeri bilimlerin kendine özgü özel-
90 Ünite 6

liklerini ön planda tutar. İnsan ve topluma yönelik araştırmalarda


yasa bağımlı “açıklamalar” yerine, toplumsal eylemi “anlamak”,
betimlemek ve “yorumlamak” esastır.

Özellikler YORUMLAYICILIK (Max Weber)


1. Araştırma nedeni Önemli toplumsal eylemleri anlamak ve
betimlemek.
2. Toplumsal Gerçekliğin İnsan etkileşimi tarafından yaratılan
Doğası ortamın akışkan veya sabit/kalıcı
olmayan tanımları.
3. İnsanoğlunun Doğası Hem anlamı yaratan sosyal varlıklar
hem de yaşamlarını sürekli
anlamlandıran varlıklar.
4. Sağduyunun Rolü Sıradan insanlar tarafından kullanılan,
güçlü gündelik teoriler.
5. Kuram Nedir ve Neye Bir grubun anlam sisteminin nasıl
Benzer? meydana geldiği ve sürdürüldüğüne
ilişkin tanımlama.
6. Doğru Olan Bir Üzerinde çalışma yapılanların ses ve
Açıklama Nedir? duygularını doğru aksettirme, onların
anteni olmak.
7. İyi Bir Kanıt Nedir? Akışkan toplumsal etkileşimler
çerçevesine konulan veya oturtulandır.
8. Değerin yeri Nedir? Değerler, toplumsal yaşamın onunla
bütünleşmiş bir parçasıdır. Hiçbir
grubun değeri yanlış değildir. Ancak
farklı değerler olabilir.

Tablo 2. Yorumlayıcı Yaklaşım (Neuman, 1994)

Eleştirel Yaklaşımın hedefi düzeni değiştirmektir. Bu nedenle aktivist


bir tavır benimser. Bazı yönlerden Feminist araştırmalarla örtüşür.
Nesnellik aramaktan vazgeçilmesi diğer ortak yönleridir.
Yöntembilimsel Yaklaşımlar, Araştırma Tipleri ve Araştırma Teknikleri 91

Özellikler ELEŞTİREL (K. Marks ve S. Freud)


1. Araştırma Nedeni Efsane/mitleri yıkmak; toplumu kökten
değiştirmek üzere insanları güçlendirmek.
2. Toplumsal Çatışma dolu gizli yapılar tarafından
Gerçekliğin Doğası yönetilen
3. İnsanoğlunun İstismar edilerek hayaller peşinde tuzağa
Doğası düşürülmüş, sahip oldukları yaratıcı
potansiyelleri gerçekleşmeyen bireyler.
4. Sağduyunun Rolü Nesnel koşullar ve güç dağılımını gizleyen
sahte/yanlış inanç.
5. Kuram Nedir ve Gerçek koşulları ortaya koyan ve
Neye Benzer? insanların daha iyi yaşamalarına yardım
eden bir eleştiri.
6. Doğru Olan Bir İnsanların dünyayı değiştirmek için
Açıklama Nedir? gereksinme duydukları araçları sağlar.
7. İyi Bir Kanıt Nedir? Hayalleri ve hataları, yanılsamaları ortaya
koyan kuram tarafından bilgilendirilmedir.
8. Değerin Yeri Nedir? Tüm bilim değerle başlamalıdır
(aktivisttir). Değerlerin bazıları doğru
bazıları yanlıştır.

Tablo 3. Eleştirel Yaklaşım (Neuman, 1994)

Eleştirel yaklaşım gerçek üstü söylemlerle uyuşturulmuş toplum


bireylerini güçlendirerek mevcut sisteme başkaldırmalarını hedefler.
Onun amacı bilimsellik sınırlarını zorlayarak toplumsal değişmeyi
sağlamak ve bunun için de bireyleri bilgilendirerek sarsmaktır.
Çünkü çoğu zaman bireyler içinde yaşadıkları düzendeki güç ve
bağımlılık ilişkilerini sorgulamadan yaşarlar. Ancak temelde moder-
nizmi reddetmezler.
92 Ünite 6

Özellikler FEMİNİST
1.Araştırma Nedeni Mitleri, efsaneleri yıkmak ve insanları
güçlendirmek; ‘ötekilerin’ değerlerini ve
eşitliğini arttırmak.
2. Toplumsal Çatışma yüklü, insanları baskı altında
Gerçekliğin Doğası tutan güç ilişkileriyle sarmalanmıştır.
3. İnsanoğlunun Yaratıcı, çoğunlukla görülemeyen güçler
Doğası tarafından tuzağa düşürülmüş potansiyeli
kavranmamış cinsiyete dayalı varlık.
4. Sağduyunun Rolü Gücü ve nesnel durumları gizleyen sahte
inançlar
5. Kuram Nedir ve İnsanlara dünyayı daha iyi görebilme yolu
Neye Benzer? sağlayan, gerçek durumları açıklayan
eleştiri
6.Doğru Olan Bir İnsanları baskıcı ilişkilerden kurtarmaya
Açıklama Nedir? yardım eden araçları ve fikirleri destekler.
7. İyi Bir Kanıt Nedir? Hayal ve hataları ortaya çıkaran kuramla
biçimlendirilmiştir.
8. Değerin Yeri Nedir? Araştırma için değerler esastır ve feminist
olanları açıkça tercih edilir.

Tablo 4. Feminist Yaklaşım (Neuman, 2003)

Gerek Feminist ve gerekse postmodern yaklaşımlar sosyolojiye radi-


kal eleştiriler getirirler. Feminizm, epistemolojik olarak kadının öznel
algılarını bilginin kaynağı olarak görür. Bu yüzden literatürde “femi-
nist metodoloji” kavramı artık kullanılmaya başlamıştır.
Yöntembilimsel Yaklaşımlar, Araştırma Tipleri ve Araştırma Teknikleri 93

Özellikler POSTMODERNİZM
1. Araştırma Nedeni Öznelliği ifade etmek, insanları harekete
geçirmektir
2. Toplumsal Gerçek bir örüntü/kalıp veya ana plan
Gerçekliğin Doğası olmaksızın kaotik ve akışkandır.
3. İnsanoğlunun Yaratıcı, potansiyeli kavranmamış dinamik
Doğası varlık.
4. Sağduyunun Rolü Sosyal gerçekliğin mahiyeti bilimsel ve
teknokratik tümevarımcı biçimlerden
üstündür.
5. Kuram Nedir ve Diğerlerini oyalayan, şoke eden veya
Neye Benzer? harekete geçiren tiyatro benzeri veya
sanatsal çalışmanın anlatımı ya da
ifadesidir.
6. Doğru Olan Bir Daha doğru olan bir açıklama yoktur.
Açıklama Nedir? Kabul edenler için tüm açıklamalar
doğrudur.
7. İyi Bir Kanıt Nedir? İnsanların iç dünyalarında ve
duygularında yankısını bulan estetik
özelliklere sahiptir.
8. Değerin Yeri Nedir? Değerler araştırmanın ayrılmaz parçasıdır.
Ayrıca bütün değerler eşit konumdadır,
farklı değildir.

Tablo 5. Postmodern Yaklaşım (Neuman, 2003)

Postmodernizm, modernite eleştirilerindeki aşırılığını her alanda


olduğu gibi bu alanda da sergiler. Ancak modernitenin bilim insanla-
rı ve geniş kitleler üzerindeki olumsuz etkilerini temsil eden içeriği
yüzünden giderek yaygınlaşmaktadır. Daha çok kültür ve sanat ala-
nında yapılacak çalışmalarda kullanılabilir olduğu göz ardı edilme-
melidir.

Araştırma Tipleri / Boyutları


Araştırma tiplerini çeşitli ölçütlere göre sınıflamak örneğin araştırma-
nın amacına, kullanım alanına, zaman boyutuna, bilgi toplama tek-
niklerine, yapıldıkları yerlere, yanıt verdikleri sorulara ve aktif veya
pasif katılıma göre sınıflamak mümkündür.
94 Ünite 6

Amacına göre araştırma tipleri


Bu konuda üç tip araştırmadan söz edilebilir:

Keşfedici (Exploratory) Araştırmalar


Bir konu ve problem alanında hiçbir şey bilinmiyorsa, bu tip bir araş-
tırma ile durum anlaşılmaya çalışılır. Ethnometodolojik araştırmalar
keşfedicidir. Çeşitli fikirler ortaya atmak, geçici kuramsal bağlantılar
geliştirmek, ek araştırma yapma olasılık ve uygunluğunu belirlemek,
sorular formüle etmek üzere yapılır. Etrafta neler olup bittiği hakkın-
da derli toplu, ayakları yere basan bir resim geliştirmekte yararlıdır.

Betimsel (Descriptive) Araştırmalar


İlişki, mekanizma ve süreci betimlemeye yarar. En fazla kullanılan
araştırma tipidir. Nicel/sayısal ilişkilerle veya sözel/nitel verilerle
durum betimlenir. Bir grubun kusursuz/düzgün bir profilini elde
etmek için yapılır. Bir konu hakkında yeni bilgiler toplamak, aşama

Açıklayıcı (Explenatory) Araştırmalar


Neden-sonuç ilişkilerinin ortaya konmasını hedefler. Daha önce çok
sayıda betimsel araştırma yapılması halinde neden-sonuç ilişkilerine
daha fazla ulaşılabilir. Ancak sosyal bilimlerde çok yaygın olarak
uygulanması mümkün değildir. Bir kuramın doğruluğunu test etme-
de, birbiriyle yarışan açıklamalardan hangisinin en uygun olduğunu
belirlemede, yeni bir kuram oluşturmada veya mevcut kuramların
alanını genişletmede yararlanılır. Açıklamaları desteklemek ve çürüt-
mek için kanıt sağlamak amacıyla da yapılabilir.

Kullanım alanına göre araştırma tipleri


İki önemli başlık altında toplanmaları mümkündür:

Temel (Basic) Araştırmalar


Kurama katkı amacına yönelik olarak yapılırlar. Araştırma içsel bir
tatmin sağlar. Araştırma ile ilgili kararı diğer sosyologlar verir.
Araştırma problemi büyük bir özgürlük içinde seçilir. Bilim ve bilim
insanlarının en yüksek standartları gözetilerek yapılır. Temel ilgi
araştırmanın içsel tutarlılığı üzerinde yoğunlaşır. Araştırma sonuçla-
rının bilimsel dergilerde yayınlanması ve akranların tepkilerinin
alınmasıyla başarı değerlendirilir.

Uygulamalı (Applied) Araştırmalar


Bilimsel özen, standartlar ve başarı değerlendirmesinin, araştırma
sonuçlarının kullanımına bağlı olduğu araştırmalardır. Çoğu zaman
araştırmayı talep edenler tarafından kaynak sağlanarak yürütülürler.
Yöntembilimsel Yaklaşımlar, Araştırma Tipleri ve Araştırma Teknikleri 95

Ancak çoğu zaman kaynak sağlanmadan da, daha dar ölçekte sosyal
sorunlara çözüm önerileri geliştirmek amacıyla yapılırlar.

Bu tip araştırmalar da aslında üç alt başlık altında incelenebilirler:

• Eylem Yönelimli (Action Oriented): Kadın, çevre gibi toplumda


değişme yaratmaya yönelik araştırmalardır.
• Etki Değerlendirmesi (Impact Assessment): Çevresel Etki
Değerlendirmesi (ÇED) Raporları bu türe girer. Son yıllarda Sosyal
Etki Değerlendirmesi (SED) Raporları da artık giderek yaygınlaş-
maktadır. Eğitim ve sosyal hizmetlerin, ayrımcılık ve suçluluk gibi
sosyal koşulların, iş kaybı, yoksullaşma gibi ekonomik etkilerin,
demografik/nüfus hareketlerinin, çevre kirliliğinin, sağlık çıktıla-
rının ve psikolojik iyilik, stres, korku, kendine saygıda değişmele-
rin araştırıldığı değerlendirme çalışmalarıdır.
• Değerlendirme Araştırması (Evaluation Research): Yeni eğitim
modeli, hizmet veya teknoloji etkilerinin değerlendirilmesidir.

Zaman Boyutunda Araştırma Tipleri


Araştırmaların bazıları, karşılaştırma yapmak için zaman boyutunu
kullanır. Burada da üç tip araştırmadan söz edilebilir:

Kesitsel (Cross sectional) Araştırmalar


Dört yıl beklemek yerine halen ilk ve son sınıfta okuyan öğrencilerin
karşılaştırması gibi.

Boylamasına (Longitudinal) Araştırmalar


Panel veya takip araştırmaları da denir. Olaylar ve etkileri belirli
dönemler aylar veya yıllar boyunca izlenir.

Vak’a İncelemesi (Case Study)


Bir birimi derinliğine incelerken de zaman boyutunda değişmelere
bakılabilir.

Bilgi Toplama Tekniklerine Göre Araştırmalar


Araştırmalar sürekli bilgiler toplanarak ve analiz edilerek yapıldığın-
dan böyle bir sınıflama da yapılmış bulunmaktadır. Bilgi toplama
tekniklerine göre araştırmalar en genel anlamda ikiye ayrılırlar:

Nicel (Quantitative) Araştırmalar


Deney (experiment), tarama (survey), içerik analizi (content analysis),
mevcut istatistikler nicel araştırma teknikleridir. Tarama denilen sur-
veylerde anket ve mülakatlar kullanılır. Nicel araştırmalarda eğer
amaçlar hipotezler halinde yazılmış ise, bunların test edilmesi; kav-
96 Ünite 6

ramların yaş, eğitim, gelir vb. değişkenlere (variable) dönüştürülmesi;


bilgi toplamada bazı nesnel ölçekler geliştirilerek kullanılması; bilgi-
lerin bu ölçeklerle sayısal olarak toplanması; kuramın tümdengelim-
sel ve nedensel (causal) olması araştırma süreçlerinin tümüyle stan-
dartlaştırılarak tekrar edilebilir hale getirilmiş olması; verilerin anali-
zinde istatistikler, şekiller, grafikler kullanılması yüzünden bu tür
araştırmalar “teknokratik” olarak değerlendirilir. Aslında “Pozitivist”
epistemolojiye uygun olarak yapıldıklarını bilmek gerekir.

Nitel (Qualitative) Araştırmalar


Göstergebilim (semiotics), derin yorumsama (hermeneutics), odak
grup çalışmaları (focus group studies), alan araştırması (field resear-
ch) ve etnometodoloji (ethnomethodology) en önemli nitel araştırma
teknikleridir. Araştırmacının bilgilerin içine dalarak ona nüfuz etme-
si, öznel anlamı yakalaması ve keşfetmesi; bilgilerin sayılar yerine
kelimeler kullanılarak betimlenmesi, tümevarımsal çıkarsama,
nedensel/kozal olan veya olmayanın birlikte kabulü; araştırma süreç-
lerinin aşırı özgül oluşu ve buna bağlı olarak tekrarlanamazlığı; bilgi-
nin ampirik ve deneysel olmadığı ya da aşkın/transandantal olduğu
savunulur. Bu nedenle “Yorumlayıcı” (interpretive) sosyoloji olarak da
adlandırılırlar.

Yanıtladıkları Sorulara Göre Araştırmalar


Genel olarak araştırma sorulara yanıt arama süreci olduğundan, soru-
lan sorulara göre de sınıflanabilirler:

• Nedir? Betimsel araştırmalar bu türdendir.


• Ne idi? Tarihsel karşılaştırmalı araştırmalardır.
• Nasıl? Deneysel araştırmalar, açıklama amacına yönelik olarak
yapılırlar.

Yapıldıkları Yerlere Göre Araştırmalar


Araştırmalar yapıldıkları yere göre üçe ayrılırlar:

• Kitaplık /Kütüphane Araştırması: Kitap, belge ve dergiler incelenir.

• Laboratuvar Araştırması: Sosyal bilimlerde çok az yapılabilir. En


fazla psikolojik temelli sosyal araştırmalarda kullanılır.

• Alan /Saha Araştırması: Sosyal bilimlerin laboratuvarı alandır.

Aktif veya Pasif Olarak Yapıldıklarına Göre Araştırmalar


• Birinci Elden Veri Toplanan Araştırmalar (Reactive Research):
Tüm yüz yüze yapılan görüşmeler, odak grup çalışmaları böyledir.
Yöntembilimsel Yaklaşımlar, Araştırma Tipleri ve Araştırma Teknikleri 97

• İkinci Elden Veriye Dayanan Araştırmalar (Non-reactive


Research): Önceden yapılmış başka araştırmaların analizi olarak
“meta-analiz”, “içerik analizi”, “mevcut istatistikler”, resim ve belge
gibi “dokümanlar” veya geriye kalan “artıklar ya da izlere” bakı-
larak yapılan araştırmalar. Örneğin yer taşları gibi eşyaların aşın-
ması, tüketilen içeceklerin çöpe atılmış şişeleri veya tamire bırakı-
lan arabalardaki radyo programlarına bakılarak tüketici analizleri
yapılmasıdır.

Araştırma Teknikleri
Sosyal araştırmalarda çok sayıda bilgi toplama tekniğinden yararlanı-
lır. Bu tekniklerin katılarak gözlem gibi bazıları antropologlar tarafın-
dan, anket ve mülakatlar ise sosyal psikologlar tarafından geliştirilmiş
olsalar da, bunlar sosyolojide de yaygın olarak kullanılırlar.

Ayrıca tabloda gösterilmeyen birçok araştırma tekniği daha bulun-


maktadır. Örneğin grup mülakatına benzer olarak düzenlenen odak
grup çalışmaları gibi. Bu tekniğin formel, fakat yapılaşmamış olarak
değerlendirilmesi mümkündür.

İnformel Formel Fakat Formel Fakat Yanıtlar


Düzen Yapılaşmamış Yapılaşmış
(Unstructured) (Structured)
Katılarak Sistematik Gözlem Deneysel Teknikler Sözel
Gözlem (Denetimli Gözlem) (Experimental) olmayan
(Yalınç ve
Denetimsiz)
Karşılıklı Mülakat Tekniği Mülakat Tekniği Sözel
Konuşma (sorular açık uçlu, (sorular kapalı uçlu,
(kaynak seçenekler seçenekler
kişilerle belirlenmemiş: belirlenmiş:
görüşme) Görüşme Kılavuzu ile) Görüşme Cetveli
ile)
Mektuplar Soru Cetveli Soru Cetveli Yazılı ve
Biyografiler (Sorular açık uçlu) (Sorular kapalı sözlü
Makaleler (Questionnaire) uçlu)
Grup Tipi ve
Posta ile
Anket Tekniği

Tablo 6. Araştırmalarda Temel Bilgi Toplama Teknikleri (Galtung,


1969)
98 Ünite 6

Çoğu zaman anket ve mülakat kavramları birbiri yerine hatalı olarak


kullanılmaktadır. Mülakatlar yüz yüze yapılan görüşmelerdir. Sorular
mülakatçı tarafından sorulur. Anket ise, katılımcıların kendi başları-
na sorulara yanıt verdiği durumlardır. Posta veya grup tipi olabilir.

Soruların açık uçlu ve kapalı uçlu (seçenekli) olmasında, yüz yüze


görüşme veya posta ile gönderilmesinde araştırma probleminin nite-
liği, görüşülenlerin eğitim düzeyi, ulaşılabilirlik gibi daha pek çok
faktör rol oynar. Araştırmacılar, temel olarak seçtikleri yaklaşımlarla
epistemolojik ve ontolojik olarak tutarlı olacak şekilde araştırma tek-
niklerini seçerek bilgi toplarken, birden fazla araştırma tekniğini
araştırmalarının değişik aşamalarında kullanabilir. Örneğin önce açık
uçlu sorularla mülakat yaparak pilot çalışmasını tamamlar ve daha
sonra kapalı uçlu sorularını oluşturarak grup tipi anket ile bilgi top-
lar. Bu türlü birden fazla tekniğin birlikte, ancak tutarlılık içinde
uygulanmasına “sacayağı” denilir.
Yöntembilimsel Yaklaşımlar, Araştırma Tipleri ve Araştırma Teknikleri 99

Özet
Genel olarak sosyal bilimlerde özel olarak sosyolojide kullanılan çok
sayıda araştırma tipi ve tekniğinden söz etmek mümkündür. Bu duru-
ma yol açan yatan temel sebeplerden biri metodolojik yaklaşımlar
arasındaki farklardır. Bu nedenle öncelikle Pozitivizm, Yorumlayıcı ve
Eleştirel Metodolojik Yaklaşımlar hakkında kısa bilgi verilmiştir.
Aslında son yıllarda metodolojik yaklaşımlara Feminizm ve
Postmodernizm de eklendiğinden onların da “araştırma nedeni”,
“toplumsal gerçekliğin doğası”, “insanoğlunun doğası”, “sağduyunun
rolü”, “kuramın ne olduğu” ve “doğru olan bir açıklama”, “iyi bir kanı-
tın ne olduğu” ve araştırmalarda “değerlerin yeri” olarak sekiz temel
başlık altında özelliklerine de kısaca değinilmiştir. Pozitivist ve
Yorumlayıcı yaklaşımların, karşılaştırılan sekiz alanda da birbirinden
çok farklı kutuplarda konumlandıkları açıktır. Pozitivizm, daha çok
doğa bilimlerine öykünerek indirgemeci bir yaklaşım sergilerken;
Yorumlayıcılık, sosyal ve beşeri bilimlerin kendine özgü özelliklerini
ön planda tutar. İnsan ve topluma yönelik araştırmalarda yasa bağım-
lı “açıklamalar” yerine, toplumsal eylemi “anlamak”, betimlemek
ve “yorumlamak” esastır. Araştırma tiplerini çok çeşitli ölçütlere göre
sınıflamak, örneğin araştırmanın amacına, kullanım alanına, zaman
boyutuna, bilgi toplama tekniklerine, yapıldıkları yerlere, yanıt ver-
dikleri sorulara ve aktif veya pasif katılıma göre sınıflamak mümkün-
dür. Sosyal araştırmalarda, çok sayıda bilgi toplama tekniğinden
yararlanılır. Bu tekniklerin katılarak gözlem gibi bazıları antropolog-
lar tarafından, anket ve mülakatlar ise sosyal psikologlar tarafından
geliştirilmiş olsalar da, bunlar sosyolojide de yaygın olarak kullanılır-
lar. Ayrıca grup mülakatına benzer olarak düzenlenen odak grup
çalışmaları da bulunmaktadır ve bu tekniğin formel fakat yapılaşma-
mış olarak değerlendirilmesi mümkündür.
100 Ünite 6

De¤er­len­dir­me Sorular›
1 Pozitivizm temelde aşağıdaki özelliklerden hangisiyle bağdaşır?

a. İçe bakışlı anlama


b. Emik yaklaşma
c. Dışsal faktörleri araştırmak
d. Yorum yapma
e. Hiçbiri

2. Yorumlayıcı Yaklaşım aşağıdaki özelliklerden hangisiyle


bağdaşmaz?

a. Anlama
b. Açıklama
c. Betimleme
d. Hepsi
e. Hiçbiri

3. Eleştirel Yaklaşımın temel amacı nedir?

a. Toplumu korumak
b. Yoplumu değiştirmek
c. Toplumu yıkmak
d. Hepsi
e. Hiçbiri

4. Feminist ve Post modernist yaklaşımlar sosyolojiyi nasıl görürler?

a. Yenilikçi
b. Değişimci
c. Muhafazakâr
d. İlerici
e. Hiçbiri

5. Araştırmalar hangi ölçütler kullanılarak tiplere ayrılırlar?

a. Amaçlar
b. Kullanım alanı
c. Zaman boyutu
d. Bilgi toplama teknikleri
e. Hepsi
1. Sosyoloji ve Diğer Sosyal Bilimler

2. Sosyolojinin Öncüleri
SOSYOLOJİ

3. Sosyolojinin Kurucuları

4. Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar

5. Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar

6. Yöntembilimsel Yaklaşımlar,
Araştırma Tipleri ve
Araştırma Teknikleri

7 Araştırma Süreci

8. Sivil Toplum

9. Küreselleşme

10. Türkiye’de Sosyoloji


102 Ünite 7

Ünitede Ele Al›nan Konular

Sosyal araştırmaların adımları

• Araştırma Problemi
• Araştırma Amaçları
• Araştırmanın Önemi
• Araştırmanın Sınırlılıkları
• Araştırmanın Yaklaşım ve Sayıltıları
• Araştırmanın Yöntemi
• Araştırmanın Süre ve Maliyeti
• Araştırmanın Kaynakçası

Ünite Hakk›nda

• Araştırmanın adımlarının neler olduğu gösterilecektir.


• Araştırma Probleminin nasıl tanımlandığı gösterilecektir.
• Araştırma Amaçlarının nasıl belirlendiği incelenecektir.
• Araştırmanın Öneminin nasıl belirlendiği incelenecektir.
• Araştırmanın Sınırlılıklarının nasıl ortaya konduğu
gösterilecektir.

• Araştırmanın Yaklaşım ve Sayıltılarının önemi


gösterilecektir.

• Araştırmanın Yöntemi hakkında nasıl bilgi verildiği


incelenecektir.

• Araştırmanın Süre ve Maliyetinin nasıl hesaplandığı


incelenecektir.

• Araştırmanın Kaynakçasının nasıl yazıldığı gösterilecektir.


Araştırma Süreci 103

Ö¤renme Hedefleri

• Araştırmanın adımlarının neler olduğunu öğreneceksiniz.


• Araştırma Probleminin nasıl tanımladığını öğreneceksiniz.
• Araştırma Amaçlarının nasıl belirlendiğini öğreneceksiniz.
• Araştırmanın Öneminin nasıl belirlendiğini öğreneceksiniz.
• Araştırmanın Sınırlılıklarının nasıl ortaya konduğunu
öğreneceksiniz.

• Araştırmanın Yaklaşım ve Sayıltılarının önemini


öğreneceksiniz.

• Araştırmanın Yöntemi hakkında nasıl bilgi verildiğini


öğreneceksiniz.

• Araştırmanın Süre ve Maliyetinin nasıl hesaplandığını


öğreneceksiniz..

• Araştırmanın Kaynakçasının nasıl yazıldığını


öğreneceksiniz..

Üniteyi Çal›ş›rken

• Bir araştırma problemi belirledikten sonra, onu zihinsel ve


mekanik faaliyetlerde bulunarak tanımlamaya çalışınız.

• Belirlediğiniz problemi temel alan bir araştırmanın


amacını, önemini, sınırlılıklarını yazmaya çalışınız.

• Yapacağınız araştırmanın dayanacağı kuramsal yaklaşımı


belirledikten sonra sayıltılarınızı yazmaya çalışınız.

• Seçtiğiniz kuramsal yaklaşımla uyumlu araştırma


tekniklerinin neler olabileceğini tasarlayınız.

• Araştırmanızın maliyet ve süresi hakkında öngörülerde


bulununuz.

• Kaynakçanızı APA sistemine göre yazmaya çalışınız.


104 Ünite 7

Araştırma Süreci
En basit tanımıyla araştırma, soru ve sorunlara yanıt arama sürecidir.
A. Einstein’in de belirttiği gibi soru ve sorun (problem) yoksa araştır-
ma da yoktur. Araştırma doğrusal (linear) adımlarla gerçekleşmez.
Bunun yerine gelgitlerden oluşan bir süreç olarak ilerler. Ancak yine
de araştırma sürecinin aşamalarını bilmek gerekir. Burada önemli
olan araştırma sürecindeki her aşamada geriye dönülerek değişikler
yapma olanağının bulunmasıdır.

Araştırmanın Adımları
Bir araştırmanın yapılabilmesi için problemin tanımlanması da yeter-
li değildir. Daha sonraki aşamaların da titizlikle yerine getirilmesi
gerekir. Bir araştırma önerisi hazırlarken aşağıdaki alt bölümler özen-
le hazırlanmalıdır.

• Problem
• Amaçlar
• Önem
• Sınırlılıklar
• Yaklaşım ve sayıltılar
• Yöntem
• Süre ve maliyet
• Kaynakça

Genel olarak, araştırma önerisinde yer alan söz konusu altbölümler,


araştırma titizlikle tamamlandıktan sonra raporun “Giriş” adı verilen
birinci bölümünde yer alır. Ayrıca “Bulgular ve Tartışma” ile “Sonuç
ve Öneriler” olarak iki ayrı bölümün daha hazırlanarak rapor edilme-
si gerekir. Bazı araştırmalarda, öneriler ayrı olarak da verilebildiği
gibi öneri yazılmayan araştırmalara da rastlanabilir. Bunun bir yakla-
şım meselesi olduğunun belirtilmesinde yarar vardır. Çünkü bazı
sosyologlar böyle bir görevi üstlenmek istemezler ya da sosyolojiye
yüklemezler. Ayrıca metin içinde okumayı güçleştirecek detaylar,
anket/mülakat formları, haritalar gibi malzemelerin de raporun ekin-
de verildiği belirtilmelidir.
Araştırma Süreci 105

Araştırma Problemi
İlk aşamada araştırma sorunu/problemi kavramını bilmek gerekir.
Kişiyi zihinsel, psikolojik veya fiziksel olarak rahatsız eden her
durum problem olabilir. Ancak konu ile problemi birbiriyle karıştır-
mamak gerekir. Örneğin siyaset bir konu iken, siyasette kadınların
düşük oranda temsil edilmesi bir problemdir. Aynı şekilde sağlık bir
konu iken, sağlık hizmetlerinin kalitesinin düşüklüğü veya sağlıkta
eşitsizlikler birer problemdir.

Problemin tanımlanması çok kolay bir iş değildir. Bu amaçla hem


mekanik hem de zihinsel bazı işlemlerde bulunmak gerekir. Ancak
bu işlemlerin eşzamanlı olarak yürütülmesi gerekir. Birinin diğerine
önceliği yoktur.

1. Mekanik faaliyetler: Literatürü taramak, alana gitmek ve sorunu


yaşayanlarla görüşmek, konunun uzmanlarına danışmak.

2. Zihinsel faaliyetler: Problemi önce “bütünleştirmek”, sonra “sınır-


lamak” ve en nihayet “tanımlamak” tır.

Sosyal problemler yaşamda tek başına ortaya çıkmazlar. Bu nedenle,


önce bizi rahatsız eden problemi diğer problemlerle bütünleştirmek
gerekir. Örneğin sağlıkta eğitsizlikler probleminin o ülkede uygula-
nan sağlık politikalarıyla, ekonomik ve sosyal gelişmişlik düzeyi ile
ve hatta tıp eğitimiyle bile ilişkisi olduğunu ortaya koymak gerekir.
Ancak sağlık politikalarının siyasetin; sağlığa ayrılan payın düşük
olmasının ekonominin ve hekimlerin tutumlarının da eğitimin önce-
likli çalışma alanı olduğunu düşünerek, sosyolojik açıdan araştırma
problemini “sağlıkta sosyal eşitsizlikler”ile sınırlamak mümkündür.
Ancak bu da yeterli değildir. Üçüncü bir aşamada problemi taşıyanla-
rı da içeren biçimde tanımlamak gerekir. Örneğin burada kadınların
veya yaşlıların sağlık hizmetlerinden daha düşük yararlanması
yönünde bir problem tanımına ulaşmak mümkündür. Ancak bu
zihinsel işlemleri yaparken, bir yandan da bu alanda yapılmış yerli ve
yabancı kaynakları okumak, sahaya gitmek ve sağlık sosyolojisi çalı-
şan uzmanlarla görüşmek yerinde olacaktır.

Sosyal problemleri çalışmanın güçlükleri arasında şunlar sayılabilir


(Soraka ve Bryjack, 1995):

1. Bir sosyal araştırmacıyı rahatsız eden olayların çoğu, sonuçları iti-


bariyle sosyal olmasına rağmen kendileri sosyal olmayabilir.
Örneğin deprem, çığ, heyelan, sel gibi birçok olayda kitlesel can
106 Ünite 7

kayıpları olmasına rağmen bu olayların kendileri doğal olaylardır.


Bu nedenle A. Giddens’ın insan ürünü afetler (human-made disas-
ters) kavramına başvurarak, fay veya heyelan hattını yerleşime
açan yerel yönetimler veya burada denetimsiz konutlarda oturmak
zorunda kalan insanlara yönelik sosyal problemler belirleyerek
araştırmak ve toplumu risklerden haberdar ederek hazırlamak
mümkündür.
2. Olayların sosyal problem olarak kabul edilmesinde hem nesnel
hem de öznel koşullar birlikte rol oynarlar. Örneğin trafik, her yıl
binlerce kişinin hayatının kaybetmesine yol açarak artık bireysel
bir sorun olmaktan çıkmıştır. Ancak belirli bir yere üst geçidin
yapılması, ancak önemli/güçlü bir kişi veya yakınının kaybından
sonra mümkün olabilir. Aynı şekilde çevresel sorunlara ilgi de,
sadece nesnel değil bazı öznel ölçütlere bağlı olarak artabilir.
3. Sosyal problemler çoğu zaman olaylar ortaya çıktıktan sonra araş-
tırılmaktadır. Bunun temel nedenlerinden biri etik kaygılarla
insanları doğrudan etkileyecek deneysel araştırmaların önceden
yapılmamasıdır. Bu nedenle kestirimler sadece olasılık düzeyinde
kalmakta ve ciddiye alınmamaktadır. Olaylar ortaya çıktıktan
sonra sonuçları itibariyle ve ikinci elden verilerle incelenebilmekte-
dir. İnsanlar hastalandıktan veya öldükten sonra geride kalanlarla
araştırma yapılabilmektedir.
4. Diğer önemli bir faktör ise, sosyologların sorunları araştırmaları ve
çözüm yolları önermelerinin politik destek olmadan fazla bir şey
ifade etmemesidir. Politikacıların ise, uzun vadede sonuç alınacak
hiçbir yatırıma kolaylıkla girişmedikleri bilinen bir gerçektir.
Ayrıca kaynak yaratma, yeni vergiler demek olacağından politika-
cıları sosyal problemleri araştırmak için ikna etmek güçtür.

Sosyolojinin ilgilendiği tüm problemler aynı düzeyde değildir. Nelerin


hangi düzeylerde ele alınacağını bilmek açısından bazı sınıflamaları
gözden geçirmekte yarar vardır (Soraka ve Bryjack, 1995):

1. Küresel sorunlar: Dünya çapında bölge ve ülke sorunlarını aşan


sorunlardır. Savaş ve çatışma, nüfus hareketleri ve göçler, çevresel
tahribat bunların başında gelir.
2. Toplum düzeyinde sorunlar: Bunlar toplumdan topluma değişen
sorunlardır. Kentleşme, sosyoekonomik eşitsizlikler, suç örnek
olarak verilebilir.
3. Aile ve bireysel düzeyde sorunlar: ailenin çözülmesi, cinsellik,
bağımlılık, hastalık ve sağlık bakımı gibi.
Araştırma Süreci 107

Aslında burada gözden kaçırılmaması gereken önemli nokta sorunla-


rın her düzeyde önemli olabileceği ve araştırılabileceğidir. Çünkü
sağlık ve hastalık bireysel bir sorun gibi görünse de, hem küresel hem
de sosyoekonomik eşitsizliklerden çok etkilenen bir sorundur. Nitekim
Türkiye’de sağlık hizmetlerinde yapısal değişikliklere gidilmesi, sağ-
lık personeline performansa dayalı ödemeler yapılması, hasta katkı
payının arttırılması, hep IMF gibi küresel aktörlerin dayatmasıyla
ortaya çıktığından bireysel olmaktan çok toplumsal ve küresel boyut-
lar kazanmıştır.

Araştırma probleminin araştırmaya değer bulunması, gerçekleştiril-


mesi ve dolayısıyla bilime katkı sağlaması da bazı koşullara bağlıdır:

1. Önemli/anlamlı (significant) bir sorun mu? Sonuç olarak araştır-


manın bir maliyeti vardır ve harcanan emek, zaman ve paranın
karşılığının alınması beklenir.

2. Güncel bir sorun mu? Çoğu kez bazı problemler bazı kesimler için
artık önemini kaybetmiş olabilir.

3. Araştırılabilir mi? Sorunun mevcut bilimsel araştırma teknikleriy-


le araştırılabilir şekilde ortaya konması beklenir. Örneğin demok-
rasi veya yabancılaşma için ölçme araçları varsa nesnel bir incele-
me yapılabilir. Metre olmadan uzunluk ölçülemeyeceği gibi, sosyal
bilimlerin özellikle pozitivist kanadında bu koşul önem kazanır.

4. Özgün/orijinal bir sorun mu? Daha önce defalarca araştırılmış


problemler de araştırılabilir ancak belirli bir süre geçmesi veya
mekân farklılaşması ile karşılaştırma olanağı sağlanması beklenir.

5. Maliyet/bütçe ve zaman hesaplaması uygun mu? Bu konularda


gerçekçi hesaplamalar yapmak gerekir.

6. Araştırmacı riskleri karşılamada alternatif bir plana (B Planı gibi)


sahip mi? Öyle problemler vardır ki, araştırma sırasında çıkan
engeller yüzünden araştırılamaz. Örneğin doğal veya terör gibi
insan ürünü afetler yüzünden sahaya gidilemeyebilir. Bu durum-
da nasıl bir yol izlenebileceğinin önceden düşünülmesi gerekir.

Araştırma Amaçları
Problem tanımlandıktan sonra, araştırma önerisinin en önemli ikinci
aşaması amaçların yazılmasıdır. Bir sosyal araştırmada amaçlar iki
şekilde yazılabilir:
108 Ünite 7

1. Hipotezler halinde amaç yazmak: Bu daha çok doğa bilimlerine


öykünmeci biçimde amaç yazmak yoludur. Hipotez aslında
“bağımlı” (sonuç) ve “bağımsız” (neden/etken) değişkenler arasın-
da ilişki kuran bir önermedir. Ancak sosyal olaylar çoğu zaman tek
bir nedene bağlı olarak ortaya çıkmadıkları için çok sayıda hipotez
yazmak gerekir. Örneğin boşanmaların artışını problem edinen bir
araştırmada boşanma bağımlı değişkendir. Ancak boşanma üze-
rinde ekonomik nedenlerden eşlerin yaşına ve hatta çocuk sahibi
olup olmadıklarına kadar pek çok bağımsız değişken etkili olabilir.
Boşanmanın tek bir nedeni olmadığı için teke tek bir neden sonuç
ilişkisi zaten kurulamaz. Burada aslında istatistiksel olarak “fark-
sızlık” ya da “boş/sıfır hipotezi” (null hypothesis) kurulmakta ve
daha çok iki değişken arasında bir ilişkinin var olup olmadığı sor-
gulanmaktadır. Doğa bilimlerine öykünerek yazılmakla birlikte,
“ısınan metalin genişlemesi” örneğinde olduğu gibi, ısınmanın
neden, genleşmenin sonuç olduğu gibi bir vargıya ulaşılamadığı
için, hipotez formüle ederek sosyal bilimlerde araştırma amacı
yazmanın pek de uygun olmayacağı söylenebilir.

2. Amaçları sorular halinde yazmak: Araştırma amaçlarının hipo-


tezler halinde yazılmasının uygun olmadığı görüşüne alternatif
olarak önerilen çözüm amaçları sorular halinde yazmaktır.
Örneğin aynı şekilde boşanma problemini araştırırken,
“Boşanmalarda artışa yol açan faktörler nelerdir?” veya
“Boşanmaların artmasında rol oynayan etmenler nelerdir?” ya da
“Boşanma en çok kimler arasında görülmektedir?” şeklinde soru-
lara yanıt aramak araştırmanın amacı olabilir.

Kuşkusuz her araştırmada birden fazla soruya yanıt aranabilir. Ancak


bazı eğitimci ve psikologların tek bir araştırma sorusu sorarak araştır-
ma yaptıkları belirtilmelidir. Oysa sosyal bilimlerin çoğunda, özellik-
le de sosyolojide hem ikinci elden verilere dayanılarak araştırma
yapılması hem de olayların karmaşıklığı yüzünden tek probleme veya
amaca yönelik bir araştırma planlamak ve yürütmek pek gerçekçi
görünmemektedir. Bu daha çok laboratuvar koşullarında deney
yaparken tek bir soruna yönelmek ve daha sonra bundan tek bir yayın
yapmak geleneğinin bir parçasıdır. Oysa sosyal bilimlerin çoğunda,
daha önce başkaları tarafından toplanılan bilgi ve belgeden de yarar-
lanıldığı için bu tür sınırlamalara gitmek pek mümkün görünmemek-
tedir. Kaldı ki, geniş çaplı alan araştırmalarında bütüncül bir bakış
açısıyla çok yönlü bilgi toplamak için çok sayıda araştırma amacı yaz-
mak, hem kapsam/içerik hem de maliyet açısından daha uygundur.
Araştırma Süreci 109

Araştırmanın Önemi
Yapılacak araştırmanın neye hizmet edeceği, diğer bir ifade ile katkı-
sının ne olacağı bu alt bölümde yazılır. Daha önce böyle bir problem
üzerinde odaklaşan araştırmanın yapılmamış olması onun önemini
arttırır. Bazen de önceki araştırmalarda sorgulanmayan bir boyutun
eklenmesi, örneğin aile araştırmasına aile içi şiddetin eklenmiş olma-
sı araştırmaya değer katabilir. Daha önce uygulanmayan araştırma
tekniklerinin, örneğin nitel tekniklerden odak grup çalışmasının kul-
lanılması veya birden fazla araştırma tekniğinin bir arada kullanılma-
sı da araştırmanın önemini arttırabilir. Araştırmanın bu alt bölümü
araştırmanın gerekçesi gibi düşünülebilir. Çünkü araştırma amaçları
nelerin inceleneceğini gösterirken, önem bölümü toplanan bilgilerin
neye hizmet edeceğini, nerede kullanılacağını anlatır.

Araştırmanın Sınırlılıkları
Bu alt bölümde araştırmada yapılmayanlar kadar araştırma sırasında
karşılaşılan güçlükler ve bunların nasıl yenildiği anlatılır. Örneğin bir
aile araştırmasında aile üyelerinin sağlık problemlerinin tıbbi yönüyle
ilgilenilmediği veya psikolojik analizlerinin yapılmadığını belirtmek
uygun olabilir. Bu tür açıklamalar neyin neden yapılmadığının da
yanıtı niteliğindedir. Sözgelimi araştırma sırasında ulaşılamayan kişi-
ler yerine kimlerin seçildiği veya hangi soruların işlenmediğini belirt-
mek gerekir. Süre açısından sarkmalar varsa, bunların da açıklandığı
yer burasıdır. Ayrıca B planı uyarınca yapılan her türlü düzenlemenin
bu altbölümde ayrıntılarıyla anlatılması araştırmanın geçerlik ve
güvenirliğine katkıda bulunur.

Yaklaşım ve Sayıltılar
İnsan ve toplum hakkındaki kabullere göre, farklılaşan sosyolojik
kuramsal ve metodolojik yaklaşımların hangisinden hareket edilerek
araştırmanın yürütüleceği veya yürütüldüğü hakkında bilgi vermek
gerekir. Araştırmanın kuram ve uygulama bütünlüğü açsından en
önemli bölümüdür. Seçilecek araştırma tekniklerinin iç tutarlılığının
denetlenmesi açısından bu bölüm önemlidir. Ayrıca kabul edilen
kuramsal yaklaşımın belirtilmesi kadar, ona temel olan önermelerin
de tekrar alanda araştırılmasına gerek olmadan kabulü olan sayıltılar
(assumptions) hakkında da kaynak göstererek bilgi vermek gerekir.
Örneğin çatışmacı yaklaşımdan hareket eden bir araştırma, artık
çatışma var mı yok mu diye araştırmaz. Sadece bunu sayıltı olarak
110 Ünite 7

kabul ettiğini kaynak vererek belirtir. Çünkü Çatışmacı Yaklaşım


çatışmayı önceden kabul eder. Araştırmada yapılacak olan ise, çatışma
türlerini, çatışma sürecini veya çatışmaya yol açan faktörleri ortaya
çıkarmaktır. Öte yandan Sembolik Etkileşimci bir yaklaşım daha çok
mikro öznel süreçlerle ilgilendiği için nitel araştırma tip ve teknikle-
rini tercih edecektir. İşte tüm araştırmanın iç tutarlığı, geçerlik ve
güvenirliği açısından bu bölümde verilen bilgiler büyük önem taşır ve
okuyucu kadar araştırmacıya da yol gösterir.

Yöntem
Araştırmalarda başta evren ve örneklem olmak üzere kullanılan tüm
araştırma teknikleri hakkında yeterli bilgi bu alt- bölümde verilir.
Araştırmanın yaklaşım ve sayıltılar bölümüyle tutarlı olarak seçilen
ve uygulanan araştırma tipi hakkında öncelikle bilgi vermek gerekir.
Örneğin betimsel bir araştırma ise burada kullanılan anket ve müla-
katların nasıl geliştirildiği, pilot çalışma yapılıp yapılmadığı, formla-
rın kaç sorudan oluştuğu ve nasıl uygulandığı ayrıntılı olarak anlatı-
lır. Daha sonra toplanan verilerin hangi istatistiksel teknikler kullanı-
larak analiz edildiği hakkında da bilgi vermek gerekir. Eğer araştırma
nitel bir araştırma ise, seçilen araştırma tekniklerinin neler olduğu ve
sahada nasıl uygulandığı anlatılır. Söz gelimi odak grup çalışması
yapıldıysa grupların nasıl oluşturulduğu, kimlerin moderatörlük yap-
tığı, toplantıların kaç saat sürdüğü, nasıl kaydedildiği ve toplanan
verilerin nasıl çözümlendiği hakkında ayrıntılı bilgi verilir.

Süre ve Maliyet
Araştırmalar çoğu zaman belirli bir zaman içinde yürütülür. Örneğin
araştırma bir tez olacaksa belirli bir eğitim dönemi içinde tamamlan-
mak zorundadır. Bu gibi durumlarda araştırma genelde tek bir kişi
tarafından yürütüleceğinden, maliyet unsuru önemle gözetilerek
daha dar çerçevede yürütülür. Buna karşılık, eğer araştırma mali açı-
dan destek bulunarak gerçekleşecekse o zaman daha geniş tutulabilir.
Ancak bu durumda da kaynak sağlayıcılara belirli süre taahhüdünde
bulunmak gerekir. Araştırmada kaç kişinin ne kadar süreyle ve ne
kadar ücretle çalışacağı hesaplanarak bütçesi oluşturulur.
Üniversitelerin Bilimsel Araştırma Proje Fonları, ulusal, yerel ve hatta
uluslararası araştırma fonlarından destek alınarak yürütülecek araş-
tırmalarda ilan edilen koşullara uygun süre ve maliyet hesapları yapı-
lır.
Araştırma Süreci 111

Kaynakça
Araştırmalar bilginin birikimli olarak ilerlediği ana düşüncesinden
hareketle yürütüldüğünden önceki araştırma raporlarının, konuyla
ilgili ulusal ve uluslararası bilimsel dergilerde yayınlanmış makalele-
rin taranması gerekir. Bu, planlanan ve yürütülen araştırmanın yapa-
cağı katkının gösterilmesi açısından da gereklidir. Araştırmada topla-
nılan bilgilerle önceki araştırmaların bulgularının karşılaştırılması
hayati önem taşır. Çünkü araştırma raporu yazılırken sadece eldeki
araştırma bulgularını betimlemek yetmez. Toplanan bulguların değer-
lendirilmesi için öncekilerle tartışılması gerekir. Bu nedenle araştırma-
larda kaynakça çok önemli bir gösterge olarak özenle hazırlanmalı,
değinilen çalışmalara mutlaka kaynakçada da yer verilmelidir.
Referans gösterme ve kaynakça yazmada çeşitli yollar bulunsa da
önemli olan, araştırma önerisi ve raporunda başından sonuna kadar
tek bir sistemi tutarlı olarak izlemektir. Sosyal bilimler ve sosyolojide
son yıllarda APA denilen ve Amerikan Psikoloji Derneği tarafından
geliştirilen sistem daha pratik bulunarak yaygın şekilde kullanılmak-
tadır.
112 Ünite 7

Özet
Bir araştırmanın yapılabilmesi için başta problemin tanımlanması
olmak üzere çeşitli aşamaların yerine getirilmesi gerekir. Bir araştır-
ma önerisinde sırasıyla problem, amaçlar, önem, sınırlılıklar, yaklaşım
ve sayıltılar, yöntem, süre ve maliyet, kaynakça hakkında bilgiler veri-
lir. İlk aşamada araştırma sorunu/problemi kavramını bilmek zorun-
ludur. Kişiyi zihinsel, psikolojik veya fiziksel olarak rahatsız eden her
durum problem olabilir. Ancak konu ile problemi birbiriyle karıştır-
mamak gerekir. Örneğin “siyaset” bir konu iken, “siyasette kadınların
düşük oranda temsil edilmesi” bir problemdir. Aynı şekilde “sağlık”
bir konu iken, “sağlık hizmetlerinin kalitesinin düşüklüğü” veya
“sağlıkta eşitsizlikler” birer problemdir. Problem tanımlanırken bir
yandan mekanik faaliyetlerde bulunmak örneğin literatürü taramak,
alana gitmek ve sorunu yaşayanlarla görüşmek, konunun uzmanları-
na danışmak; öte yandan da zihinsel faaliyetlerde örneğin, problemi
önce “bütünleştirmek” sonra “sınırlamak” ve en nihayet “tanımla-
mak” gerekir. Problem tanımlandıktan sonra araştırma önerisinin en
önemli ikinci aşaması amaçların yazılmasıdır. Bir sosyal araştırmada
amaçlar sorular veya hipotezler olarak iki şekilde yazılabilir. Yapılacak
araştırmanın neye hizmet edeceği diğer bir ifade ile katkısının ne ola-
cağı önem alt bölümünde yazılır. Araştırmanın sınırlılıkları bölümün-
de araştırmada yapılmayanlar kadar, araştırma sırasında karşılaşılan
güçlükler ve bunların nasıl yenildiği anlatılır. Yaklaşım ve sayıltılar
alt bölümünde, insan ve toplum hakkındaki kabullere göre farklılaşan
sosyolojik kuramsal ve metodolojik yaklaşımların hangisinden hare-
ket edilerek araştırmanın yürütüleceği veya yürütüldüğü hakkında
bilgi vermek gerekir. Araştırmanın kuram ve uygulama bütünlüğü
açısından en önemli bölümüdür. Yöntem alt bölümü ise, araştırmalar-
da başta evren ve örneklem olmak üzere kullanılan tüm araştırma
teknikleri hakkındaki bilgileri içerir. Araştırmanın yaklaşım ve sayıl-
tılar bölümüyle tutarlı olarak seçilen ve uygulanan araştırma tipi
hakkında öncelikle bilgi vermek gerekir. Araştırmalar bilginin biri-
kimli olarak ilerlediği ana düşüncesinden hareketle yürütüldüğün-
den önceki araştırma raporlarının, konuyla ilgili ulusal ve uluslarara-
sı bilimsel dergilerde yayınlanmış makalelerin taranması ve kaynak-
çada gösterilmesi gerekir.
Araştırma Süreci 113

De¤er­len­dir­me Sorular›
1. Aşağıdakilerden hangisi bir araştırma önerisinde yer almaz?

a. Bulgular ve tartışma
b. Kaynakça
c. Süre ve maliyet
d. Amaçlar
e. Problem

2. Bir araştırma problemi tanımlanırken hangi faaliyetlerde


bulunulur?

a. Zihinsel faaliyetler
b. Mekanik faaliyetler
c. Ritmik faaliyetler
d. a ve b
e. Hiçbiri
3. Araştırma amaçları nasıl yazılabilir?

a. Hipotezler halinde
b. Sorular halinde
c. Kodlamalar halinde
d. a ve b
e. Hepsi

4. Bir araştırmanın yöntem bölümünde hangi bilgiler yer almaz?

a. Araştırma tipi
b. Araştırma Tekniği
c. Örneklem
d. Evren
e. Tartışma

5. Bir bilimsel raporda kaynakça yazarken en önemli nokta nedir?


a. Yararlanılan tüm kitapları göstermek
b. Tek bir referans sistemine sadık kalmak
c. Ulusal kaynaklar kadar uluslararası kaynakları kullanmak
d. Hepsi
e. Hiçbiri
114 Ünite 7
1. Sosyoloji ve Diğer Sosyal Bilimler

2. Sosyolojinin Öncüleri
SOSYOLOJİ

3. Sosyolojinin Kurucuları

4. Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar

5. Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar

6. Yöntembilimsel Yaklaşımlar,
Araştırma Tipleri ve
Araştırma Teknikleri

7. Araştırma Süreci

8 Sivil Toplum

9. Küreselleşme

10. Türkiye’de Sosyoloji


116 Ünite 8

Ünitede Ele Al›nan Konular

• Tarihsel Gelişim
• Devlet ve Sivil Toplum İlişkisi
• İslam ve Sivil Toplum
• Kavramsal Açıklık
• Sivil Toplum Kuruluşları
• Sivil Toplumun Yeniden İnşası

Ünite Hakk›nda

• Sivil toplum kavramının tarihsel arka planı gösterilecektir.


• Devlet ve sivil toplum arasındaki ilişki incelenecektir.
• İslam toplumlarında sivil toplumun ortaya çıkışı
tartışılacaktır.

• Sivil toplum kavramına açıklık kazandırılacaktır.


• Sivil toplum kuruluşlarının işlevlerinin eleştirel
değerlendirilmesi yapılacaktır.

• Sivil toplum kuruluşlarının özellikleri ve tipleri


incelenecektir.

• Sivil toplumun yeniden inşası konusundaki görüşler


incelenecektir.
Sivil Toplum 117

Ö¤renme Hedefleri

• Sivil toplum kavramının tarihsel geçmişini öğreneceksiniz.


• Devlet ve sivil toplum arasındaki ilişkiyi öğreneceksiniz.
• İslam ülkelerinde sivil toplumun ortaya çıkışını
öğreneceksiniz.

• Sivil toplum kavramının özelliklerini öğreneceksiniz.


• Sivil toplum kuruluşlarının işlevlerinin öğreneceksiniz.
• Sivil toplum kuruluşlarının özelliklerini ve sınıflamalarını
öğreneceksiniz.

• Sivil Toplumun yeniden inşası konusundaki görüşleri


öğreneceksiniz.

Üniteyi Çal›ş›rken

• Sivil toplum kavramının Batı toplumlarında hangi koşullara


bağlı olarak nasıl ortaya çıktığını araştırınız.

• Batıda devlet ve sivil toplum arasındaki ilişkide ortaya


çıkan farklı gelenekleri karşılaştırınız.

• Neden İslam ülkelerinde sivil toplumun ortaya


çıkamayacağının düşünüldüğünü araştırınız.

• Sivil toplumun hangi gerekçeyle asker olmayan anlamında


kullanıldığını sorgulayınız.

• Sivil toplum kuruluşlarının Türkiye’de en önemli işlevinin


ne olduğunu tartışınız.

• Çevrenizden bir sivil toplum kuruluşu seçerek sahip


olduğu özellikleri literatür ile

• Karşılaştırınız ve farklılıkların sebeplerini tartışınız.


• Yeni toplumsal hareketlerin temel özelliklerini araştırınız.
118 Ünite 8

Sivil Toplum
Sosyolojik açıdan sivil toplum kavramı çok şey ifade eder. Sosyolojiyi
anlamak için sivil toplumun ne olduğunu ve nasıl ortaya çıktığını
bilmek gerekir. Herkesin üzerinde anlaştığı bir tanımını yapmak pek
mümkün değilse de, “sivil toplum” kuramsal olarak, devlet yapısı ve
onu oluşturan siyasal kurum ve örgütlerin dışında kalan alan ve faa-
liyetleri ifade etmede yaygın olarak kullanılır. Ayrıca bu faaliyetlerin
çoğunlukla devlet ve birey arasında kalan alana yönelik olduğu kabul
edilir. Kısaca sivil toplum, “devlet” veya “siyasal alan” dışında kalan
“toplumsal” alan olarak görülür. Ünlü Alman sosyologu Jurgen
Habermas tarafından da “kamusal alan” olarak tanımlanır.

Günümüzde devlet ve sivil toplum çatışan alanlar olarak kavramlaş-


tırılmaktadır. Daha doğrusu liberal görüş, devlet ve sivil toplumu
böyle bir konumlandırmadan yarar umar. Kutuplaşmış bir devlet
karşısında sivil toplum anlayışı her ikisi arasında bulunan diyalektik
ilişkinin bulanıklaşmasına yol açar. Oysa Sunar (1998)’ın da belirttiği
gibi, esas çatışmalar devlet ve çeşitli kesimleri temsil eden sivil toplum
örgütleri arasında değil, daha çok çıkar grubuna dönüşen, örneğin
sermaye ve emek, toprak sahibi olanlar ve olmayanlar, kadınlar ve
erkekler, çeşitli dinsel cemaatler veya laikler arasındadır. Çoğu kez
eşitsiz güç ilişkileri mücadelesinde galip gelenler iktidara da talip
olurlar ve devleti ele geçirirler. Bundan sonra mücadele devlet olanak-
larını kullanarak yürütülür. Diğer bir ifade ile çatışmalar, hem sivil
toplum kesimleri hem de onların devlet içinde olan temsilcileri aracı-
lığıyla yürütülür. Bu yüzden devlet ve sivil toplum kutuplaşması,
olgulara yüzeysel ve eksik bakmak anlamına gelir. Kaldı ki tarihsel
olarak da başlangıçta sivil toplum daha farklı şekilde kavramlaştırıl-
mıştır.

Tarihsel Gelişim
Sivil toplum kavramıyla ilgili literatür incelendiğinde, 18.yüzyılın
sonuna kadar devlet ve siyasal toplumla eş anlamlı olarak ve tıpkı
klasik Atina ve Roma dönemlerindeki anlamıyla kullanıldığı görülür.
İlkçağda Aristo ile modern dönemde Kant ve ve Lock’un sivil toplum
olarak tanımladıkları şey benzer biçimde sivil devlettir (etat civil).
Bundan kastedilen ise, despotik keyfi idarenin yerine kanun ve düze-
nin egemen olduğu bir yönetimi getirmektir. Ünlü filozof Thomas
Hobbes’un da ifade ettiği gibi, kanun ve düzenin egemen olabilmesi
için insanların özgür iradesiyle egemenliği devlete ve onun yönetici-
Sivil Toplum 119

lerine devretmesi gerekir. Sonuç olarak bu dönemde klasik anlamıyla


devlet ve sivil toplum aynı şeydir. Ancak 18. yüzyılın ortalarından
itibaren bu anlayışta değişmeler ortaya çıkmıştır.

John Keane (2004)’a göre bu kavramın Avrupa’da ortaya çıkışı ve geli-


şiminde dört dönemi birbirinden ayırmak mümkündür:

1. İlk aşamada, 18. yüzyılın ortalarından başlayarak sivil toplum ve


devlet kavramları arasında farklılaşmalar ortaya çıkmış ve anaya-
sal devletin otoriter olabileceği varsayılarak; onun içinde sivil top-
lumun nasıl korunacağına dair ilkeler belirlenmeye başlamıştır.
2. İkinci aşama olarak, daha sonra sivil toplum ve onun içindeki alt
grupların kendilerini savunmalarının meşruiyeti konusu tartışma-
ya açılarak daha ileri bir aşamaya gelinmiştir.
3. Üçüncü aşamada ise, sivil toplumun kendini dengelemekten uzak-
laşacağı ve denetime ihtiyacı olduğu fikrine ulaşılmıştır. Sivil top-
lumun özgürlüğünün çatışma üreten bir sürece dönüşmesi kaygısı
uyanmıştır. İşte 19. yüzyılın başına denk gelen dönemde Alman
filozof Hegel’inkine benzer biçimde bir sivil toplum anlayışına
ulaşılmıştır. Hegel aile, sivil toplum ve devlet üzerinde önemle
durarak, sivil toplumun devlet ve ailenin bir sentezi olduğunu
savunmuştur. Hegel, ayrıca sivil topluma oldukça olumsuz baka-
rak devlet tarafından denetlenmesinden yana olmuştur.
4. Son aşamada ise, tekrar sivil toplumun bağımsız bir alan olarak
devlet tarafından baskılanmasının önüne geçilmesi savunulmaya
başlanmıştır. Bugünkü anlamında sivil toplum devletten bağımsız
bir alan olarak görülmektedir.

Sivil toplum tartışmalarında en önemli konulardan biri, devletten


bağımsızlık ya da devlet karşısında özerk toplum vurgusudur. Burada
temel sorular kimin bağımsızlığı, kimin gücü ve kimin devletidir.
Diamond’a göre sivil toplum, kendi kendini yaratan, kendi kendini
sürdürebilen, devletten bağımsız örgütlü toplumsal yaşam alanıdır.
Birçok yazar, devlet ile aile arasında, devletten ayrı ve özerk bir alana
göndermede bulunur. Ancak gerçek yaşamda böyle olmayabilir.
Örneğin Türkiye’de bazı sivil toplum kuruluşları menfaatleri gereği
devlet ile bütünleşmekte sakınca görmemişler, devlet desteğini alarak
muhalifleriyle mücadele etmişlerdir. Sözgelimi işverenler veya işçiler
kendilerine yakın iktidarlarla ittifak kurmaktan çekinmemişlerdir.
Hatta bir keresinde bir işverenler derneği (TÜSIAD), gazete ilanlarıyla
iktidardaki sosyal demokrat partiyi (CHP) devirmede misyon üstlen-
120 Ünite 8

miş ve başarılı olmuştur. Öte yandan, bir sivil toplum kuruluşu


zamanla siyasallaşma derecesini yükselterek siyasal partiye dönüşe-
bilir. Bunun bir örneği Almanya’da Yeşiller Hareketidir. Bu hareket
zamanla Yeşiller Partisine dönüşmüştür. Bu yüzden devletten bağım-
sızlık tartışmalı bir konudur. Hele İsveç gibi toplum ve hükümet ayrı-
mının, iktidarın pratiğinde pek fazla anlam ifade etmediği ülkelerde
bu argümanın fazlaca bir değeri kalmamaktadır. Çünkü işsizlik ve
çocuk yardımları yapan devlet tüm vatandaşlarına toplumsal refah-
tan büyük bir pay vermekte sadece üretim değil dağıtımda da genel
toplum çıkarını gözetmektedir. Bu durumda devlet ve toplum o kadar
iç içedir ki, siyasal alan ile toplumsal alanı ayırmak son derece güçleş-
mektedir.

Devlet ve Sivil Toplum İlişkisi


Bununla birlikte devlet-sivil toplum ilişkisini göstermede üç farklı
gelenek bulunduğu söylenebilir (Cohen ve Arato, 1992; Sarıbay, 2000):

• Alman Geleneği: Bu gelenek Hegel ve Marks ile başlar. Sivil top-


lumu devletin parçası olarak kabul eder. Aralarında aracılar oldu-
ğunu kabul etmekle birlikte ikisini farklı iki alan olarak görmez.

• Fransız Geleneği: Tocqueville tarafından temsil edilir. Sivil top-


lum ile devlet arasında politik toplumun bulunduğunu ve bunun
önemli olduğunu savunur.

• İtalyan Geleneği: Gramsci tarafından savunulan politik toplumla


devletin aynı olduğunu ya da özdeş olduğunu savunan görüştür.

Ayrıca, Yeni-Marksistler ekonominin sivil topluma dahil olmasına


çalışırlar. Yeni-Liberaller ise, sivil toplumu ekonomiye indirgerken,
Yeni-Muhafazakârlar sivil toplum ile burjuva toplumunu özdeşleşti-
rerek devlet karşıtlığı yaparlar. Ancak bu görüşleri aşırı bularak devlet
ve sivil toplum karşıtlığı yerine, onların birbiri içine girerek etkileştik-
lerini kabul eden çalışmalar daha fazladır.

Öte yandan "Sivil toplum kavramlaştırmasının liberal düşüncelerle


sıkı sıkıya bağlantılı olması, onu önemsiz kılar mı?" sorusunun tartı-
şılması gerekir. İlk bakışta liberal temelinden koparıldığında fazla bir
anlam ifade etmeyecek gibi görünse de, onun kaynaklandığı temelleri
aşarak çok geniş kitlelere mal olduğu tartışmasız bir gerçekliktir. Öte
yandan farklı çıkar gruplarının çekişmesi gibi bir kavramlaştırması
da Gramsci tarafından yapılmış olan sivil toplumun önemi inkâr edi-
lemez. Bu nedenle Sunar (1998)’ın da belirttiği gibi, onu liberal olma-
Sivil Toplum 121

yan alana çekerek ve böylelikle de liberal bağlantılarını genişleterek,


örneğin vatandaşlık ve kamu fikri üzerinde yoğunlaşarak, sivil toplu-
mu tartışmak mümkündür. Ancak Türkiye gibi ülkelerde farklı cema-
atlerin demokrasi ve sivil toplum adı altında çok temel evrensel refe-
ransları bile değiştirme çabaları bulunduğundan, konunun artık basit
bir sivil toplum düzeyinden çıkıp, ciddi siyasal rejim değiştirme tale-
bine dönüşme kapasitesine sahip olduğu söylenebilir. Bu konuda yeni
muhafazakârlık adı altında yükselen görüşler önemlidir. Onlar devle-
tin kendi başına önemini reddederek, girişimci bireyler tarafından
denetlenmesini talep etmektedirler. Devletin küçülmesi ve özelleştir-
me politikaları ile de bu taleplerin paralel gitmesi liberal bağlantıların
kanıtı olarak görülebilir.

İslam ve Sivil Toplum


Çeşitli dinler ve onların sivil topluma dönüşme kapasiteleri konusun-
da da çeşitli tartışmalar bulunmaktadır. Örneğin Ernest Gellner,
İslamiyet ve sivil toplumun bağdaşamayacağını ileri sürmesiyle tanın-
maktadır. Ona göre, müminler cemaatinde bağımsız hareket edeme-
yen bireyler, sivil toplumun kurulacağı türde ara örgütlenmelerin
yapı taşları olamazlar. Ayrıca ona göre devlet ve birey ya da aile ara-
sında, sendikalar, siyasal partiler, dinsel örgütlenmeler, baskı grupları
ya da dernek ve kulüplere benzer sivil toplum ara örgütlenmeleri şu
anda yıkılmış bulunan önceki Demir Perde ülkelerinde olmadığı için,
onlar da Batı gibi olamamışlardır. Ayrıca piyasa ekonomisi sivil toplu-
mun ön koşuludur. Gellner’e göre, diğer tüm dinler laikleşirken; sade-
ce İslamiyet, hüküm sürdüğü topraklarda ahali üzerinde etkisini hiç
azaltmadan sürdürdü. Bu gözlemlere karşı Elizabeth Özdalga (1998)
“Türkiye’de Osmanlı döneminden başlayarak hem devlet hem de top-
lum laikleşmiştir. Anayasa ve yasalar İslam Hukukundan bağımsız
olarak yapılmıştır. Ayrıca cemaatçi ve liberal değerleri bir arada gör-
mek mümkündür.” derken, 10 yıl önceden bugünleri adeta tarif etmiş-
tir. Özellikle iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisinin “muhafa-
zakâr demokrat” olduklarını iddia eden resmi görüşleri de bu şekilde
okunabilir. Diyalektik olarak da karşıtların birliği (unity of opposites)
ilkesi uyarınca bu mümkündür.

Öte yandan burada bir parantez açarak belirtilmesinde yarar olan bir
konu ise, “laiklikleşme” ve “laiklik ideolojisi” arasındaki ayrımdır.
Nitekim Niyazi Berkes, “laikleşme”nin sosyolojik bir süreç iken, laik-
liğin bir ideoloji olduğunu söyler. Bu bağlamda laikleşme, büyük ölçü-
de bireylerin iradesinden bağımsız olarak içinde bulunulan koşulların
122 Ünite 8

sonucu olarak ortaya çıkan bir süreçtir. Bu yüzden Gellner’in


İslamiyetin laikleşemeyeceği vargısı, ideolojiyi toplumsal gerçek san-
mak yanılgısından ibarettir. Ayrıca onun köktendinciliği laikleşmeye
tepkiler olarak kullanması ve İslamiyeti laikleşmeye bağışıklı olarak
görmesi de eleştirilir (Özdalga,1998).

Öte yandan Türkiye’de Kemalizm, otoriterlik ve sivil toplumun geliş-


mesi konusunda da bazı değerlendirmeler bulunmaktadır. Bunlardan
en önemlisi Kemalizmin laikleştirici birçok devrim yapmasına karşı-
lık bazı sivil toplum olarak düşünülebilecek dinsel cemaat tipi örgüt-
lenmelere izin vermemesidir. Özdalga (1988)’ya göre özellikle bu
örgütlenmeler, İslami bir eğilime sahip olduklarında rejim tarafından
kısıtlanmışlardır.

Türkiye’de dinsel cemaatler bu nedenle karşıt eğilimlerin taşıyıcısı


olmuş ve dolayısıyla bazen çok seslilik ve demokrasi temsilcisi olarak
algılanmıştır. Aynı şekilde hem laik rejim hem de muhalifler birbirini
sivil toplum ve demokrasi düşmanı olarak algılamış ve suçlamıştır.
Öte yandan dinsel cemaatler arasındaki ayrışma ve mücadele göz ardı
edilmiştir. Oysa Özdalga’nın da belirttiği gibi, esas mücadele laik ve
İslamcılar arasında değil, İslamcıların kendi aralarındaki mücadelede
aranmalıdır denilebilir. Çünkü sivil toplum anlamında en güçlü
örgütlenmeye sahip olanlar onlardır. Gerek cemaat vakıfları gerekse
onların uzantıları olan holdingler son derece güçlüdür.

Ortadoğu’daki mistik devlet anlayışının da sivil toplumun gelişmesini


engelleyici potansiyelinden bahsedenler bulunmaktadır. Örneğin
Sariolgaham (1998)’a göre, Ortadoğu’nun tamamında vatandaşların
çoğunluğu devlete itaatkârdır ve bunun kaynağı mistik bakış açısıdır.
Otoriteye meydan okumak, maddi çıkarlar peşinde koşmak olarak
görülür ve olumsuzlanır. Ayrıca girişimci sınıfın zayıflığı da değişimi
yavaşlatan bir faktördür. Güvenlik kaygısı da otoriteye bağımlılığın
diğer bir nedenidir. Rejimin güvenliği önde gelir. Devletin doğası
korku ve güvensizliği besler. Göreli değişmeye rağmen devletin ağır-
lığı baskındır ve bu durum sivil toplumu zayıflatır. Ayrıca bölgede
aşiret yapısı da bireylerin bağımsız hareket kabiliyetini sınırlar.
Başkalarına kolay kolay güvenmezler ve duygusaldırlar. Bu tür yapı-
nın hâkim olduğu bölgede sivil toplumun örgütlenmesi zordur.
Ayrıca istikrarsızlık nedeniyle toplumsal düzeyde oldukça fazla siya-
sallaşmışlardır. Bağımsız davrananlardan şüphelenilir. Toplumsal
istikrarın yanısıra bireyin kendine olduğu kadar başkasına güvenece-
ği koşullar olmadan sivil toplum gelişemez. Sonuç olarak kültürel
Sivil Toplum 123

engeller Ortadoğu’nun değişimi için gerekli gücü üretememiştir. Tüm


bu değerlendirmelerin, kısmen de olsa Türkiye için de geçerli olduğu-
nu söylemek yanlış olmaz. Ancak Türkiye bölgesinde tek laik, demok-
ratik hukuk devleti olarak sivil toplum olma yolunda çok büyük
avantajlara sahiptir. Türkiye’de sosyologlar sivil toplumun içinde
“Halk Sosyolojisi” (Public Sociology) yaparak yer almaktadırlar.

Kavramsal Açıklık
Sivil toplum kavramına ilişkin olarak ayrıca bilinmesi gereken başka
noktalar da vardır (Özden, 2008):

1. Gelişmiş toplumlarda devletin temel sorumlulukları ve yükümlü-


lükleri sınırlanmıştır. Bu toplumlarda devlet, sivil toplumun des-
tekçisi olarak ikincil konumdadır. Ayrıca devlet, sivil toplum kuru-
luşları arasında ortak çıkarın korunması adına hakem rolü oynar.
Buna karşılık gelişmekte olan ülkelerde devletin faaliyet alanı daha
geniştir. Sivil topluma güven tam gelişmediği gibi daha dar alanda
faaliyet gösterilir.
2. Sivil toplum özellikle Türkiye’de sivil-asker ikiliğinden hareketle,
askeri olmayan anlamında da kullanılmaktadır. Oysa sivil toplu-
mun karşıtı siyasal toplumdur. Siyasal toplum ise, sivil ve askeri
bürokrasiyi, devleti ve kurumlarını, siyasal partileri de kapsayan
çok daha geniş bir alandır.
3. Sivil toplum denilince yalnızca sivil toplum kuruluşları (STK) anla-
şılmaktadır. Oysa sivil toplum çok daha geniş bir kavramdır. Sivil
toplum içinde örgütlenmemiş kesimler de temsil edilir. Sivil top-
lum kuruluşları, sivil toplumun kendisi değil ve fakat en önemli
parçasıdır. Sivil toplum faaliyetleri resmi örgütlenme olmaksızın
da gerçekleşebilir. Toplumun değişik kesimlerinin mitinglerde pro-
testo gösterileri veya yardımlaşma girişimleri sivil toplum faaliye-
tidir. Daha sonra bu faaliyetler örgütlenerek STK’ya dönüşebilir.

Sivil Toplum Kuruluşları


Sivil Toplum Kuruluşları, sivil toplumun oluşmasında çeşitli işlevlere
sahiptir. Ancak bu işlevlerini yerine getirirlerken bazı sorunlara da
yol açmaları olasılık dahilinde olduğundan, söz konusu işlevlerin
(Özden, 2008) eleştirel değerlendirmesinin yapılmasında yarar vardır:

Demokrasi Kültürünü geliştirmek


Özellikle otoriter ve merkezi devlet yapısının kullaştırdığı tebaanın
birey olarak güçlenmesine, kendi ile ilgili kararlara katılmasına ve
124 Ünite 8

dolayısıyla demokrasi kültürünün gelişmesine hizmet etmek sivil


toplumun en ideal işlevidir. Ancak bunun gerçekleşip gerçeklememe-
sinin çok daha başka koşullarla belirlendiği ve tek başına STK’lerin bu
misyonu yerine getirmesinin mümkün olmadığı belirtilmelidir. Kaldı
ki, demokrasi konusu da son derece tartışmalı bir alandır. Liberal
demokrasilerden katılmacı demokrasiye geçildiği iddialarının içeriği
çoğu zaman doldurulamamaktadır. Ayrıca, devletin vatandaşın hiz-
metkârı olması düşüncesi de her zaman gerçeklerle uyuşmamaktadır.
Örneğin Türkiye’de 600 yüzyıllık imparatorluk geçmişinden kaynak-
lanan ve devleti baba olarak görmek ve her şeyi devletten beklemek
yaygın bir gelenektir. Vatandaşların birey olma süreci henüz tam ola-
rak gerçekleşmemiştir. Ayrıca tam birey olduğunun farkına varan
kişilerin tekrar STK'ler aracılığıyla cemaatleşmesi ve baskılanması
olasılığı her zaman vardır. Bu durumda özellikle yoksul kesim hem
ekonomik hem de cemaat tarafından çifte baskılanmaya maruz kal-
maktadır.

Çeşitlenmeye katkıda bulunmak


Bu kavramın da demokrasi ile ilgisi kurulmakta ve farklılık, çeşitlilik
zenginlik olarak algılanmaktadır. Bu konuda da birbirinden ayrılığın
farkında olma düzeyi arttıkça çatışma olması; toplumun bölünmesi
ve bölünenlerin de kendi aralarında birleşerek örgütlenmesi söz
konusudur. Örneğin etnik gruplar, hemşeri grupları, mezhepsel
cemaatlerin STK’leşmesi bu yolla gerçekleşmektedir. Etnik aidiyetle-
rin artmasının ise, başta terör olmak üzer şiddet olaylarını beslemesi
olasılığı yüksektir.

Dayanışmaya yol açması


Durkheim işbölümü ve farklılaşmanın dayanışmaya yol açacağını
söyleyerek örgütlenme düşüncesinin önemine işaret etmiştir.
Geleneksel toplumda benzer ve farklılaşmayan arasında mekanik
dayanışma varken modern toplumda farklılıktan kaynaklanan orga-
nik dayanışmanın artması bir zorunluluk olsa da, dayanışma yerine
çatışma ve mücadeleye dönüşme olasılığı hiçbir zaman göz ardı edile-
mez. Örneğin işçi ve işverenlerin kendi aralarında ayrı ayrı dayanış-
ması bu kez örgütlü mücadeleye yol açmaktadır. Modern toplum,
örgütlü toplum olduğundan aynı okuldan mezun olanlar, aynı spor
takımını tutanlar arasında dayanışma gibi birçok örnek sıralamak
mümkündür. Bireysel çıkarların toplumsal çıkara dönüşmesi de ortak
çıkarların başarı şansını arttırıcı bir faktör olarak göz önünde bulun-
durulmalıdır.
Sivil Toplum 125

Siyasal bilinçlenmeye katkıda bulunmak


Sivil toplum kuruluşu üyeleri başlangıçta gönüllü olarak başladıkları
üyeliklerinde giderek bilinçlenirler. Derneklerdeki seçimlere katıl-
mak, aday olmak, taraf olmak, propaganda yapmak, topluma hizmet
sırasında sosyal ilişkileri geliştirmek, destek çıktıkları kesimlerin
sorunlarının çözümü için daha sistematik düşünmek, hak aramak,
kamu fikrine aşina olmayı beraberinde getirir. Zaten STK'ler, bir
anlamda iktidar talepleri olmayan “yeni toplumsal hareketler” olarak
da anılan yapılanmaların içinde geliştiği örgütlenmeler olarak siyasal
alan dışındadır; ama siyasetle yakından ilgilenirler. Sonuç olarak bir
çevreci hareket, STK olarak örgütlendiğinde ve çevreyi tahrip eden
fabrikalarla mücadelesinin Parlamentoda bazı yasal değişiklikler
yapılmazsa başarıya ulaşamayacağını gördüğünde artık siyaset ile
ilgilenmeye başlamış demektir. Öte yandan, siyasal partiler devletten
de yardım aldıkları gibi açıkça çıkar grubuna dönüştüklerinden, top-
lumda fazla yüksek statüde görülmezler. En güvenilir kuruluşlar
içinde siyasal partiler ilk sıralarda değildir. Ayrıca toplumun gelişmiş-
lik düzeyi ile siyasetle ilgilenme arasında ters bir ilişki olup, siyasal
yabancılaşma gelişmiş ülkelerde daha yaygındır. Nitekim Batı ülkele-
rinde seçime katılma oranı yüzde elliler civarında iken, Türkiye gibi
gelişmekte olan ülkelerde daha yüksektir. İşte özellikle Batıda birey
olma bilincine erişmiş geniş toplum kesimlerinin çıkarlarının kamusal
alanda temsili, siyasal partiler yerine sivil toplum kuruluşlarına kay-
dığından siyasal bilinçlenme fonksiyonu buralarda daha önemsen-
mektedir.

Sivil toplum kuruluşları, sivil toplumun örgütlenmiş yapısı olarak


belirli temel özelliklere sahiptir:

• Biçimsel yapı ve örgütlenme: Sivil toplum kuruluşlarının hiyerar-


şik bir yapı içinde düzenlenen, işbölümü ve amaçlarının yazılı
olarak belirlendiği bir yapısı vardır. Örnek olarak Sosyoloji Derneği
bir sivil toplum kuruluşu olarak amaçlarını, faaliyet alanlarını ve
organlarını bir tüzük ile belirlemiştir. Bu tüzel kişilik ona kurum-
sal bir kimlik ve süreklilik sağlamaktadır.
• Özerklik: Sivil toplum kuruluşları devletten mali destek almaksı-
zın kendi öz kaynakları ile yaşamlarını sürdürürler. Üye aidatları,
yapılan projelerden alınan katkı payları ve bağışlar ile faaliyetlerini
yürüterek, özerk olmaları sağlanır.
• Kamu yararına çalışmak: Sivil toplum kuruluşları kâr amacı
güdemezler. Örneğin Sosyoloji Derneği kamu yararına çalışan der-
126 Ünite 8

nek statüsüne sahiptir. Kâr amacı gütmeksizin yaptığı projelerle


giderlerini karşılamaya çalışır. Ayrıca üye aidatları toplanması da
büyük bir sorun olduğundan STK'lerin yaşam mücadelesi verdik-
leri söylenebilir.
• Özgürce kurulabilmek: Belirli bir alanda faaliyet göstermek iste-
yen herkes gerekli belgeleri tamamlayarak örgütlenebilir.
Türkiye’de 100.000’in üzerinde STK vardır.
• Gönüllü olarak çalışmak: STK'lerin bir adı da gönüllü kuruluştur.
Bu örgütlerde çalışmak gönüllülük esasında olmaktadır. Aslında
bazı büyük ve geniş ölçekte örgütlenmiş STK'lerde ücretle çalışan
profesyonel yöneticiler ve sekreter gibi bazı görevliler istihdam
edilmektedir. Ancak buralarda bile çoğunluk gönüllülerdedir.
Çünkü kâr amacı güdülmediği için maliyetin karşılanması müm-
kün değildir. Sosyoloji Derneğinde de tüm yöneticiler gönüllülük
esasında çalışırlar ve hiçbir ücret almazlar. Ancak bazı görevlerde
üyelerin harcamaları Yönetim Kurulu kararıyla karşılanabilir.

Sivil toplum kuruluşları tek tip olmadığı gibi, aralarında önemli fark-
lılıklar da vardır. Onları çeşitli ölçütlere göre sınıflamak mümkündür:

• Bağış yapan kuruluşlar (charitable orientation): Daha çok yiye-


cek, yakacak, ilaç gibi gereksinimlerin karşılanmasını hedeflerler.

• Hizmet amaçlı kuruluşlar (Service orientation): Sağlık, eğitim,


dinsel hizmetler sunmayı hedeflerler.

• Katılım sağlamayı amaçlayan kuruluşlar (particiapatory orien-


tation): Kampanyalarla bağış toplayarak belirli hizmetleri sunma-
ya aracı olurlar. Örneğin törenlerde çiçek yerine bağış toplayarak
eğitime katkı sağlanmaktadır. Bunlara fon yaratma kuruluşları da
denilmektedir (fund raising).

• Güçlendirme amaçlı kuruluşlar (empowering orientation):


Mesleki kuruluşların çoğu böyledir. Üyelerinin sorunlarına çözüm
ararlar. Ayrıca kadın kuruluşları da kadınların güçlendirilmesine
çalışırlar. Yoksul, özürlü ve damgalanmış kişilere yönelik çalışma-
lar da bu kapsamdadır.

Gönüllü kuruluşları ayrıca ilgilendikleri alanlara göre de sınıflamak


mümkündür:

• Ekonomik faaliyette bulunanlar: İşveren ve işçi sendikaları, koo-


peratifler, bazı meslek örgütleri.
Sivil Toplum 127

• Kültürel faaliyette bulunanlar: Her türden sanatsal faaliyette


bulunan dernekler/ vakıflar, kent/kasaba/ köy güzelleştirme ve
hemşeri dernekleri bu gruba girer.

• Siyasal faaliyette bulunanlar: Feminist ve çevreci faaliyetler,


düşünce üretme (think-tanks) kuruluşları, çeşitli platformlar gibi.

• Dinsel alanda faaliyet gösterenler: Cami dernekleri, cemaatler,


vakıflar sayılabilir. Örneğin Şerif Mardin’e göre, devlet ile birey
arasında boşluğu dolduran en önemli sivil toplum kuruluşları
vakıflardır. Özellikle dinsel azınlıkların veya mezhepsel cemaatle-
rin vakıfları üyelerine çok yönlü hizmet sunarlar.

Sivil Toplumun Yeniden İnşası


Çağımızın ünlü düşünürlerinden Manuel Castels (1996)’in üç ciltlik
Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür (Information Age
:Economy, Society and Culture) adlı eserinde üzerinde durduğu
önemli konu, bilgi çağında küresel ekonominin temel özelliğinin anın-
da gerçekleşen enformasyon, sermaye ve iletişim akışıdır. Ona göre
hem tüketim hem de üretimi bu akışlar belirler. Ağ Toplumun
Yükselişi (The Rise of Network Society, 1996) adlı birinci ciltte enfor-
masyon ağlarının dışında kalan tüm ülke ve ulusların marjinalleştiği-
ni gösterir. Kimliğin Gücü (The Power of Identity, 1998) adını taşıyan
ikinci ciltte ise, sivil toplumun yeniden inşası üzerinde durur. O, buna
“kimlik projesi” adını verir. Aslında Craig Calhoun (2004) da endüstri
çağının eskiyen kurumlarının yeniden inşası konusunda çağrı yapan-
lardandır. Sivil toplumun yeniden inşa projesi aslında kadın, çevre,
eşcinseller ve onların cinsel kimlik hareketleri, insan hakları hareketi
gibi “yeni toplumsal hareketlerin” çok önemli olduğu fikrine dayanır.
Bazı yeni kuruluşların yaratacağı ağ (network) ile bireyler arasında
köprü kurularak toplumun potansiyel dağılımını engeller. Örneğin
kadın hareketlerinin, kadın örgütleri kurarak aileyi dönüştürmesi
buna bir örnektir. Yeni kurulan ailelerin de kadın hareketiyle bağı
böylelikle kurulmuş olduğu gibi aile de yeni biçimiyle sürdürülmüş
olacaktır. Ancak Castels, çoğu zaman kimlik hareketlerinin direniş
kaynaklı olduğunu; bu yüzden de cemaatçiliğe kayma riski taşıdığını
da hemen ekler.

Bununla birlikte Avrupa’yı değiştiren hareketlerin çevrecilik ve insan


hakları savunuculuğu gibi yeni toplumsal hareketler olduğunu ve
sivil topluma dönüşüm şansı tanıdıklarını iddia eder.
128 Ünite 8

Özet
Günümüzde devlet ve sivil toplum, çatışan alanlar olarak kavramlaş-
tırılmaktadır. Daha doğrusu liberal görüş, devlet ve sivil toplumu
böyle bir konumlandırmadan yarar umar. Kutuplaşmış bir devlet kar-
şısında sivil toplum anlayışı her ikisi arasında bulunan diyalektik
ilişkinin bulanıklaşmasına yol açar. Oysa esas çatışmalar devlet ve
çeşitli kesimleri temsil eden sivil toplum örgütleri arasında değil,
daha çok bizzat çıkar grubuna dönüşen, örneğin sermaye ve emek,
toprak sahibi olanlar ve olmayanlar, kadınlar ve erkekler, çeşitli dinsel
cemaatler veya laikler arasındadır. Sivil toplum tartışmalarında en
önemli konulardan biri devletten bağımsızlık ya da devlet karşısında
özerk toplum vurgusudur. Burada önemli sorular kimin bağımsızlığı,
kimin gücü ve kimin devletidir. Diamond’a göre, sivil toplum kendi
kendini yaratan, kendi kendini sürdürebilen, devletten bağımsız
örgütlü toplumsal yaşam alanıdır. Birçok yazar, devlet ile aile arasın-
da, devletten ayrı ve özerk bir alana göndermede bulunur. Bununla
birlikte devlet-sivil toplum ilişkisini göstermede üç farklı gelenek
bulunduğu söylenebilir: a) Alman Geleneği: Bu gelenek Hegel ve
Marks ile başlar. Sivil toplumu devletin parçası olarak kabul eder. b)
Fransız Geleneği: Tocqueville tarafından temsil edilir. Sivil toplum ile
devlet arasında politik toplumun bulunduğunu ve bunun önemli
olduğunu savunur. c) İtalyan Geleneği: Gramsci tarafından savunulan
politik toplumla devletin aynı olduğunu ya da özdeş olduğunu savu-
nan görüştür. Sivil toplum kuruluşlarının çok çeşitli işlevleri vardır.
Bunlar arasında i) Demokrasi Kültürünü geliştirmek, ii) Çeşitlenmeye
katkıda bulunmak, iii) Dayanışmaya yol açmak, iv) Siyasal bilinçlen-
meye katkıda bulunmak en önemlileridir. Sivil toplum kuruluşları,
sivil toplumun örgütlenmiş yapısı olarak belirli temel özelliklere
sahiptir. Bunların başında ise, i) Biçimsel yapı ve örgütlenme, ii)
Özerklik, iii) Kamu yararına çalışmak, iv) Özgürce kurulabilmek, v)
Gönüllü olarak çalışmak gelir. Sivil toplum kuruluşları tek tip olmadı-
ğı gibi aralarında önemli farklılıklar da vardır. Manuel Castells’in
üzerinde durduğu “sivil toplumun yeniden inşası” önemli bir konu-
dur. Buna “kimlik projesi” de denilmektedir. Sivil toplumun yeniden
inşa projesi aslında kadın, çevre, eşcinseller ve onların cinsel kimlik
hareketleri, insan hakları hareketi gibi “yeni toplumsal hareketlerin”
çok önemli olduğu fikrine dayanır.
Sivil Toplum 129

De¤er­len­dir­me Sorular›
1. Sivil toplumun tarihsel gelişimi içinde hangi aşamada kamu
yararını ihlal edeceği ve çatışma üreten bir sürece dönüşeceği
düşünülerek denetlenmesi gündeme gelmiştir?

a. Birinci aşama (18.yy)


b. İkinci aşama (18.yy)
c. Üçüncü aşama (19.yy. başı)
d. Hiçbir zaman
e. Her zaman

2. Hangi gelenek sivil toplumu devletin bir parçası olarak görür?

a. İngiliz geleneği
b. Fransız geleneği
c. Alman geleneği
d. Amerikan geleneği
e. İtalyan geleneği

3. İslamiyet’in sivil topluma izin vermeyeceği düşüncesinin


temelinde yatan görüş nedir?

a. Bağımsız birey olmayışı


b. Laikliğin olmayışı
c. Piyasa ekonomisi gelişmemiştir.
d. Hepsi
e. Hiçbiri

4. Sivil Toplum kuruluşlarının temel işlevi nedir?

a. Demokrasi kültürünü geliştirmek


b. Çeşitlenmeye katkıda bulunmak
c. Dayanışmaya yol açmak
d. Siyasal bilinçlenmeye hizmet etmek
e. Hepsi

5. Aşağıdaki hangi özellik sivil toplum kuruluşlarında bulunmaz

a. Devlet desteği
b. Mali özerklik
c. Kamu yararına çalışmak
d. Hepsi
e. Hiçbiri
130 Ünite 8

6. Sivil toplumu çatışma kavramı içinde hegemonya ile ilişkilendirip


açıklayan düşünür kimdir?

a. J. Keane
b. J. Habermas
c. A. Gramsci
d. E. Gellner
e. M. Castels

7. Hangisi sivil toplum kuruluşlarının işlevlerinden biri değildir?

a. Demokrasi kültürünü geliştirmesi


b. Dayanışmaya yol açması
c. Siyasal bilinçlenmeye katkıda bulunması
d. Çeşitlenmeye katkıda bulunması
e. Bireyin grup içinde pasifleşmesi
1. Sosyoloji ve Diğer Sosyal Bilimler

2. Sosyolojinin Öncüleri
SOSYOLOJİ

3. Sosyolojinin Kurucuları

4. Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar

5. Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar

6. Yöntembilimsel Yaklaşımlar,
Araştırma Tipleri ve
Araştırma Teknikleri

7. Araştırma Süreci

8. Sivil Toplum

9 Küreselleşme

10. Türkiye’de Sosyoloji


132 Ünite 9

Ünitede Ele Al›nan Konular

• Kavramsal Açıklık
• Küresel Yaklaşımlar
• Küreselleşme Tartışmaları
• Küreyellik
• Kültürel Mekânlar
• Küreselleşme Eleştirisi
• Küreselleşme Karşıtı Yeni Toplumsal Hareketler

Ünite Hakk›nda

• Küresellik, küresel ve küreselleşme kavramları arasındaki


farklar gösterilecektir.

• Küresel yaklaşımlar incelenecektir.


• Küreselleşmede farklı gruplar bulunduğu gösterilecektir.
• Küreyellik kavramına açıklık kazandırılacaktır.
• Kültürel mekânlar sınıflaması incelenecektir.
• Küreselleşmeye yapılan eleştiriler gözden geçirilecektir.
• Küreselleşme Karşıtı Yeni Toplumsal Hareketlerin ortaya
çıkışı gösterilecektir.
Küreselleşme 133

Ö¤renme Hedefleri

• Küresellik, küresel ve küreselleşme kavramları arasındaki


farkları öğreneceksiniz.

• Küresel yaklaşımları öğreneceksiniz.


• Küreselleşme konusunda farklı gruplar bulunduğunu
öğreneceksiniz.

• Küreyellik kavramını öğreneceksiniz.


• Kültürel mekânlar sınıflamasını öğreneceksiniz.
• Küreselleşmeye yapılan eleştirileri öğreneceksiniz.
• Küreselleşme Karşıtı Yeni Toplumsal Hareketlerin ortaya
çıktığını öğreneceksiniz.

Üniteyi Çal›ş›rken

• Küresellik, küresel ve küreselleşme kavramlarının yanlış


kullanımlarından örnekler bulunuz.

• Küresel sistemler yaklaşımı başlangıçta sadece iktisat ile


sınırlı iken neden daha sonra genişlemiştir? Tartışınız.

• Sosyologların neden küreselleşmeye daha çok


homojenleştirici olarak baktıklarını değerlendiriniz.

• Küreyellik kavramının temelinde kültürel emperyalizmin


bulunma olasılığını tartışınız. Kültürel mekânların temel
özelliğini ve gelecekteki etkilerini tartışınız.

• Küreselleşmeye yapılan eleştirilerden katılmadıklarınızı


belirleyerek gerekçelendiriniz.

• Küreselleşme Karşıtı Yeni Toplumsal Hareketlerin internet


sitelerine girerek, bu hareketleri araştırınız ve bunların
ortaya çıkmalarında ve gelişimlerinde yaşanan sorunları
değerlendiriniz.
134 Ünite 9

Küreselleşme
Küreselleşme kavramı günümüzde en sık kullanılan kavramların
başında gelir ve pek çok yönden sosyolojiyi ilgilendirir. Dünya ölçe-
ğindeki politik ve ideolojik dönüşümleri izlemek için önemli bir araç-
tır. Ulrick Beck’i izleyerek bu kavrama açıklık kazandırmakta yarar
vardır. Çünkü literatürde “globalism” (globalisme), “globalite” (globa-
lity) ve “globalleşme/küreselleşme” (globalization) gibi farklı kulla-
nımlar bulunmaktadır (Sarıbay, 2000):

• Globalism/Küresellik: Neo-liberalizm temelli bir kavramlaştır-


mayla kültür, siyaset, sivil toplumun tümünün ekonomik yapı
tarafından belirlendiği savunulur. Diğer bir ifade ile ekonomiye
indirgenmiş tek ve düz bir yapının, pazar hâkimiyeti altında işle-
mesini anlatır.

• Globalite/Küresel: “Dünya Toplumu” anlayışına işaret eder.


Ülkelerin çok boyutlu ilişkiler içinde bağımlılıklarını gösterir.

• Globalleşme/Küreselleşme: Globalleşme bir süreçtir. Uluslarüstü


aktörler tarafından belirlenen bir sistemi ifade eder. Bu süreçte eko-
nomi, kültür, siyaset ve sivil toplum birbirine indirgenmeksizin
yan yana görülürler. Ancak gerçekte durum hiç de öyle değildir.

Küresel Yaklaşımlar
Jonathan Friedman (1992), küresel/global olan ile ilgili olarak iki fark-
lı görüşün bulunduğuna işaret eder:

• Kültürel Sosyoloji Yaklaşımı: Daha çok edebiyat alanındaki fark-


lı araştırmaları birleştiren ve Birmingham çevresinden esinlenen
yaklaşımdır. Bu yaklaşım insan toplulukları arasında olduğu
kadar, maddi ve manevi öğeler arasında da giderek artan bağlantı-
lar, alışverişler ve hareketlerin farkına varılmasına dayanır. Ronald
Robertson ve işlevselci sistem kuramcısı Talcot Parsons bu katego-
ride yer alırlar.

• Küresel Sistemler Yaklaşımı: Bu yaklaşım daha önce küresel


tarihsel politik iktisat olarak ortaya çıkmıştır. Dünya Sistem
Yaklaşımı olarak da bilinen bu bakış, kültüre değinmemesi yüzün-
den eleştirilmiştir. Bu yaklaşım daha çok politik iktisat alanıyla
sınırlıdır. Ancak daha sonra bu alan, kültür ve kimlik konuları da
katılarak genişletilmiştir.
Küreselleşme 135

Küreselleşme Tartışmaları
Küreselleşme literatüründe önde gelen bir isim olan Ronald Robertson’a
göre, küreselleşme tartışmalarını yapanlar iki grup halinde sınıflana-
bilir:

• Birörnekleştiriciler/Homojenleştiriciler: Bunların başında A.


Giddens gibi Marksistler gelse de bazı işlevselciler de bu kategori-
de yer alır. Bilimsel ve realist bir epistemoloji taraftarıdırlar. Özne
olan bilim adamı, nesne olarak dış dünyayı inceler. Sosyal bilimci-
lerin önemli bir kısmı bu tür yaklaşımı benimser. Modernist bir
yaklaşımdır.

• Farkçılaştırıcılar/Heterojenleştiriciler: Edvard Said ve Stuart


Hall en önemli temsilcileridir. Onlar daha çok derin yorumsama/
hermeneutik yaparlar. Bu yaklaşımı daha çok kültürel çalışma
yapanlar benimser. Postmodern bir yaklaşımdır.

Jonathan Friedman (1992)’a göre, küreselleşme söyleminin önemli bir


kısmı modernitenin ideolojik ürünüdür. Bu konudaki tartışmaların
önemli bir bölümü de emperyalizm eleştirisi üzerinde yoğunlaşmış-
tır. Tek merkezli kültürel hegemonyanın, örneğin Amerikan değerle-
rinin, tüketim ürünlerinin ve yaşam biçimlerinin çevre ülke kültürle-
rinin içine sızarak yaygınlaşması, yani kültürel emperyalizm şiddetle
eleştirilmiştir. Çünkü kültürel farkların silinip gitmesi endişesi vardı.
Yalnız ekonomik olarak çevre konumunda olan ülkelerde değil,
Avrupa’da bile bu kaygılara rastlanmakta, Amerika’nın hamburger ve
kola kültüründen çekinilmektedir.

Öte yandan küreselleşme kuramcısı olarak Ronald Robertson bir


küreselleşme modeli önerir. O, küreselleşmeyi nesnel ve öznel bileşen-
ler olarak formüle eder. Küreselleşme bu bağlamda, dünyanın küçüle-
rek baskılanmasını/sıkıştırılmasını (compression) ifade eden bir
terimdir. Ona göre bu baskılanma süreci yeni olmayıp insanlık tari-
hinde çok gerilere kadar uzanır. Bu küçülme ve baskılanma fikri ise,
parçalar arasındaki mesafenin azalmasıyla sonuçlanır. Robertson’a
göre küresel sistemde en önemli olgu karşılıklı bağımlılıktır. Ona göre
hepimizde “daha büyük bir sistemin parçası olduğumuz bilinci” yani
tikelcilik (particularisme) gelişir. Düşüncelerinde T. Parsons’ın izlerini
taşıyan Robertson, tikelcilik ve evrenselciliğin karşılıklı gelişimini
izler. Ona göre tikelcilik yayılarak evrenselleşmektedir. Ayrıca yerel
de küresel bir üründür. Örneğin geçen yüzyılda ulus devletlerin kar-
bon kopya gibi çoğalmaları küresel kültürün bir yansımasıdır.
136 Ünite 9

Robertson (1992)’un görüşleri birçok yönden eleştirilmiştir. Örneğin


Friedman (1992) Harvey’den yararlanarak, zaman ve mekânda küçül-
menin ve baskılanmanın ya da tazyik altında kalarak sıkışmanın, salt
bilimsel gelişme veya tarafsız teknolojik evrimden kaynaklanmadığı-
nı söyler. Bu süreçlerin, sermaye birikiminin, dünya ekonomik strate-
jilerinin ve özgül toplumsal yapıların etkisiyle ortaya çıktığını savu-
nur. Robertson’un tüm ekonomik, siyasal, toplumsal öğeleri, bütünün
parçası olduğumuzun bilincine varma ile anlatmasının sığlığına
dikkatleri çeker. Ona göre yerelleşen benzerlikler, küresel toplumsal
güç ve koşulların ürünüdür.

Küreyellik/Glokalleşme
Anılan kavramlardan sonra ortaya çıkan bir yeni kavram daha vardır.
Buna, küresel ve yerel (local) kelimelerinden üretildiği için “küreyel-
lik/glokalleşme” (glocalization) veya “kültürel globalleşme” denil-
mektedir. Bu, aslında belirli bir kültüre özgü olanın yaygınlaşmasıdır.
Bu kavramın Japon kaynaklı olduğu ve kendine özgü olan ile evrensel
olanı çok iyi bağdaştıran iş kültüründen esinlenerek üretildiği de ayrı-
ca bilinmelidir. Örneğin Amerikan toplumundaki hamburger kültürü
dünyanın her yerine yayılmıştır ve artık buna “McDonallaştırma /
McDonalization denilmektedir (Ritzer, 1983). Aynı şekilde birçok yerel
sigara, yemek, müzik, giyim tarzı yaygınlaşmaktadır. Örneğin herkes
kot pantolonu her yerde giymektedir.

Appadurai (1993) ve Sarıbay (2000)’a göre glokalleşme yaratan kültürel


mekânlar (space) bulunmaktadır ve bunları beş başlık altında topla-
mak mümkündür:

• Etno-mekân: Göçmen ve mülteciler, mevsimlik işçiler ve turistle-


rin yaşadıkları mekânlar. Bunlar içinde yaşadığımız dünyayı
değiştiren insanların yaşadığı mekânlar olarak önem kazanır.
• Tekno-mekân: Tüm mevcut teknolojilerin, ileri olanlar da dahil
olmak üzere tüm sınırları aşarak oluşturdukları mekânlardır.
• Finans-mekân: Uluslararası para hareketlerinin gerçekleştiği
borsa türü mekânlardır.
• Medya-mekân: Televizyon ve radyo başta olmak üzere tüm bilgi-
lerin elektronik olarak üretildiği ve yayıldığı mekânlardır.
• Zihinsel-mekân: Aydınlanmadan bu yana üretilen düşünce ve
ideolojilerin, örneğin eşitlik, adalet, özgürlük, demokrasi gibi fikir-
lerin yayıldığı mekânlar.
Küreselleşme 137

Sözü edilen bu fiziki yerleşim/toprağından koparılmış (deterritorialized)


mekânlar kuşkusuz etkileşim içindedir. Ayrıca kendini sanal ortamlar-
da serbestçe ifade etme olanağına da sahiptir. Artık burada “küresel
sanallaşma” söz konusudur (cyberspace) demek daha doğrudur.

Bu tür kullanımlar daha önce tarihsel ya da zaman (time) boyutunda


değişme ile ilgilenen sosyolojinin mekân (space) ile de ilgilenmeye
başladığının işaretlerdir. Zaman ve mekânın birlikte önem taşıdığı ise,
ilk önceleri Giddens’in “Yapılaşma Kuramı”nda ortaya konmuştur.
Giddens küreselleşmeye diyalektik olarak bakmıştır. O, “küreselleşme
için, varlık ile yokluğun kesişmesi, toplumsal olaylarla toplumsal iliş-
kilerin belli mesafede yerel bağlamsallıklarla karışmasıdır” demiştir
(Giddens,1990). Ayrıca Giddens, küreselleşmeyi modernliğin bir sonu-
cu olarak görmüştür.

Giddens’ın bu düşüncelerini eleştirenler de bulunmaktadır. Örneğin


Roland Robertson (1992)’a göre, küreselleşme, basitçe modernliğin bir
sonucu olarak görülemez, aksine küreselleşme modernliği hazırlayan
bir koşuldur. Ayrıca Giddens, küreselleşme yerine küresel terimini
kullanmadığı için eleştirilmiştir. Çünkü küresellik modernliğin yay-
gınlaşmasını kolaylaştıran bir durumdur. Geniş anlamda coğrafi ola-
rak uzak uygarlıkların iç içe geçmesini göstermede uygun terminolo-
jidir (Robertson,1992).

Öte yandan modernlik genel anlamda kurumların ve temel tecrübele-


rin bir örnek /homojen olması anlamını taşır. Burada Giddens’in
modernlik ile küreselleşme arasında kurduğu ilişki problemlidir.
Çünkü o, küreselleşmeyi modernliğin bir sonucu olarak görmektedir.
Oysa küreselleşme, bir yandan kültürel birliği sağlarken, bir yandan
da farklılıkları derinleştirmekte, en azından su yüzüne çıkmasına
olanak tanımaktadır. Nitekim küreselleşme sürecinde, homojenlik ve
heterojenlik, evrensellik ile özgücülük (particularisme) gibi ikili kar-
şıtlıklar diyalektik olarak bir arada bulunabilir. Hatta küresellik bunu
ideolojik olarak teşvik eder görünür. Aslında olayın gerçeği, ekono-
mik olarak homojenlik (kapitalizm) karşısında kültürel çoğulculuğa
izin verilmesidir. İnsanların “tüketim toplumu” nda sadece tüketme
eğilimlerinin arttırılması temel hedeftir. Tüketilen şeylerin benzer
veya farklı olması ise detaydan ibarettir.

Küreselleşmenin Eleştirisi
Postmodern düşünceleri ile tanınan Zygmunt Bauman (1997) da dahil
olmak üzere küreselleşmenin zenginler ve fakirler arasında tabaka-
138 Ünite 9

laşmayı daha da keskinleştirerek kutuplaşmaya yol açtığı değerlendir-


mesini yapanlar çoktur. Ayrıca küreselleşme ile emperyalizm arasın-
da ilişki kurarak yapılan bazı eleştirilere kulak vermek gerekmekte-
dir.

Türkiye’nin önemli iktisatçılarından Korkut Boratav (2000), Probhat


Patnaik (1997)’ten esinlenerek “emperyalizm neden artık sol aydınla-
rın söyleminde yer almıyor” sorusunu sormakta ve bu kavramın yeri-
ni kürselleşmenin aldığı sonucuna varmaktadır. Bu durumda küresel-
leşmenin, emperyalizmin yerini alma süreci üzerinde durmak gerek-
mektedir.

Bilindiği üzere, Patnaik (1997) emperyalizmi, dünyayı belirleyen eko-


nomik ilişkilerin bütünü olarak tanımlamakta ve dünyada yaşanan
tüm dönüşümleri bunun sonucu olarak görmektedir. Onun ve Boratav
(2000)’ın itirazı, tüm bu dönüşümlerin artık küreselleşme ile açıklan-
maya başlamasıdır. Çünkü bu durum aynı olgunun farklı iki biçimde
anlatılması ve dolayısıyla çarpıtılması ile sonuçlanmaktadır.

Boratav (2000)’a göre küreselleşme terminolojisini kullananlar, emper-


yalizm terminolojini kullananlardan başlıca üç açıdan farklılaşırlar:

• Yapısal bağımlılık yerine karşılıklı bağımlılık kullanırlar. Dünyanın


eşitsiz ve hiyerarşik yapıya sahip olduğunu görmezden gelerek,
her şeyin karşılıklı bağımlılığa sahip bir denge içinde cereyan etti-
ğini savunurlar.

• Merkeze çevre ekonomilerinden sistematik olan aktarılan değerler


göz ardı edilerek, herkesin eşit olarak yararlandığı bir sistem yak-
laşımı sunarlar. Piyasa ilişkilerinin genişlemesiyle daha adil bir
kaynak dağılımına ulaşılacağı savunulur. Gelişmiş merkez ile
çevre ülkeleri arasındaki bölüşüm mücadeleleri gündeme getiril-
mez.

• Piyasanın eşitsiz güçler arasında oluştuğunu eleştiren yaklaşım


terk edilerek, piyasaya güven yaklaşımı pekiştirilir. Piyasa eleştiri-
lerden uzak tutularak fetişleştirilir. Buna fanatik güven yaklaşımı
da denilir. Böyle bir sitemde devletin rolü hemen hemen hiç yoktur.

Boratav’ın haklı olarak ileri sürdüğü gibi, 21. yüzyılda da geçmişteki


tüm eşitsizlikler artarak sürdüğü halde, küreselci yaklaşımın emper-
yalizm kavramlaştırmasına egemenliği, onun üstünlüğünden kay-
naklanıyor olamaz. Hele hele bağımlılık ve sömürü ilişkilerini gör-
mezden gelen bir yaklaşımın yeterli gibi sunulması mümkün değildir.
Küreselleşme 139

Ancak Marksizmin emperyalizm üzerindeki eleştirileri geçerliliğini


koruyor olsa da, daha muhafazakâr güçlerin dünya egemenliğini ele
geçirmiş olmaları yüzünden işlevini yerine getiremez hale geldiği de
açıktır. Ayrıca umutlarını yitiren aydınların teslimiyetçi tutumlarına
da, önemli bir eleştiri söz konusudur. Ancak birçok küreselleşme kar-
şıtı yeni toplumsal hareket, günümüzde küreselleşmeye ciddi eleştiri-
ler getirmektedirler.

Küreselleşme Karşıtı Yeni Toplumsal


Hareketler
Alan Touraine (1998)’e göre, sosyal hareketler toplumdaki mevcut
bağımlılık ve baskılama sistemini dönüştürmeyi amaçlayan eylemler-
dir. Bu anlamda sağlıksız görülen bir durum ya da öğenin, bu bir
değer, kural veya tabiiyet ilişkisi olabilir, kültürel olarak sorgulanma-
sı ve sonucunda sosyal ilişkilerin yeniden inşasıdır. Bu yüzden sosyal
hareketler politik hareketlerden farklıdırlar. Daha önceki bölümde de
belirtildiği gibi iktidarı ele geçirme talebinde bulunmazlar. Ancak
mevcut sisteme meydana okurlar ve bu meydan okuma sırasında poli-
tik sistemle mücadele ederken ortaya çıkarlar. Toplumda “meşruluk
krizi” (Habermas, 1971) ortaya çıktığında örneğin toplumda ataerkil-
lik sorgulanmaya başladığında feminist hareketler de ortaya çıkar.
Ancak başlangıçta, bu sorgulama tam yapılmadan bazı görüşler ithal
edilebilir. Başka ülkelerdeki hareketlerin izlenmesi çoğu zaman söz
konusudur. Örneğin 1968’de Fransa’da ortaya çıkan öğrencilerin baş-
lattığı özgürlük ve barış hareketi dünyaya yayılmıştır. ABD’de sanayi-
de çalışan kadın işçilerin sömürülmesi sonucunda ortaya çıkan
Feminizm de aynı şekilde sanayileşmemiş ülkelerde de yayılmıştır.
Küreselleşme karşıtı hareketler ise çok daha farklı bir yapıya sahiptir.

Küreselleşme karşıtı hareketlerin temeli 1990’lı yıllarda emperyalizme


ve tekellere karşı direniş olarak atılmıştır. Yeni liberal görüşlere karşı
“Yeni Bir Dünya Mümkündür.” sloganı etrafında örgütlenilmiştir.
Dünyanın çok değişik kıta ve ülkelerinde ortaya çıkmıştır. Çok çeşitli
aktörleri bir araya getirmiştir. Birbirinden farklı talep ve yaklaşımları
barındırması temel özelliğidir. Aynı zamanda geniş ölçüde genç
kesim tarafından desteklenmiştir. Çok sayıda bağımsız tekil örgütün
bir araya gelmesine yol açmıştır. Birbirinden çok uzak mesafelerde
olan insanlar iletişim teknolojilerinden yararlanarak ve ağlar kurarak
önemli küreselleşme yanlısı zirve toplantılarını protesto etmişlerdir.
İlki 2001’de Brezilya’da, 2004’de Hindistan’da, 2005'te tekrar Brezilya’da,
2006’da Pakistan ve Mali’de, 2007’de Kenya’da, 2009’da yine Brezilya’da
140 Ünite 9

toplanmıştır. 2011’de ise Senagal’in Dakar kentinde yapılması planlan-


mıştır. Ayrıca Dünya Sosyal Forumu (DSF)’nun, binlerce örgüt ve
aktivisti barındıran ve adeta Enternasyonalist hareketi çağrıştıran bir
yapıya sahip olması önemlidir.

Küreselleşme Karşıtı Hareketin çeşitli aşamalardan geçtiği söylenebi-


lir:

• Birinci aşama: Fransa’da Le Monde Diplomatigue dergisi çevresin-


de kuramsal temeller atılmıştır. 1999’da ABD’de Seattle’de büyük
bir protesto gösterisi düzenlenmiştir. Daha sonraları da Dünya
Ticaret Örgütü Bakanlar Kurulu, Dünya Bankası, Gelişmiş Yediler
(G7) toplantıları sürekli protesto edilmiştir.

• İkinci aşama: Antiküresel Hareketin Alternatif/Alter-Küreselci


Harekete dönüşmesidir. Küreselleşme yanlıları Davos toplantıları
yaparken, anti küreselciler alternatif olarak ilk toplantılarını
Brezilya’da Porto Allegre kentinde toplanmıştır. “Sosyal Forum”
olarak anılan toplantılar, hareketin örgütsel yapısını da ortaya
çıkarmaya başlamıştır. Bu yapının temel özelliği, herhangi bir
hiyerarşiye ve karar mekanizmasının olmaması, herhangi bir
örgüt disiplininden bağımsız olmasıdır. Alter-Küreselci aşamaya
gelinmesinin önemi, sadece protesto gösterileriyle yetinilmeyip,
alternatif projeler geliştirme potansiyeline sahip olunduğunun
gösterilmesidir.

• Üçüncü aşama: Maalesef üyeler arasında bazı anlaşmalar çıkmış


ve taraflar birbirini mahkemeye vermiştir. Güven bunalımı yüzün-
den ortaya çıkan çatışma birçok üye kaybına yol açmıştır.
Küreselleşme 141

Özet
Küreselleşme tartışmalarını yapanlar iki grup halinde sınıflandırıl-
maktadır: i) Birörnekleştiriciler/Homojenleştiriciler ii) Farkçılaştırıcılar/
Heterojenleştiriciler. Aslında küreselleşme söyleminin önemli bir
kısmı modernitenin ideolojik ürünüdür. Bu konudaki tartışmaların
önemli bir bölümü de emperyalizm eleştirisi üzerinde yoğunlaşmıştır.
Tek merkezli kültürel hegemonyanın, örneğin Amerikan değerlerinin,
tüketim ürünlerinin ve yaşam biçimlerinin çevre ülke kültürlerinin
içine sızarak yaygınlaşması, yani kültürel emperyalizm şiddetle eleşti-
rilmiştir. Öte yandan küreselleşme kuramcısı olarak Ronald Robertson
bir küreselleşme modeli önerir. O, küreselleşmeyi nesnel ve öznel bile-
şenler olarak formüle eder. Küreselleşme bu bağlamda, dünyanın
küçülerek baskılanmasını/sıkıştırılmasını (compression) ifade eden
bir terimdir. Ona göre bu baskılanma süreci yeni olmayıp insanlık
tarihinde çok gerilere kadar uzanır. Düşüncelerinde T.Parsons’ın izle-
rini taşıyan Robertson, tikelcilik ve evrenselciliğin karşılıklı gelişimini
izler. Ona göre tikelcilik yayılarak evrenselleşmektedir. Ayrıca yerel de
küresel bir üründür. Örneğin geçen yüzyılda ulus devletlerin karbon
kopya gibi çoğalmaları küresel kültürün bir yansımasıdır. Robertson
(1992)’un görüşleri birçok yönden eleştirilmiştir. Örneğin Friedman
(1992) Harvey’den yararlanarak, zaman ve mekânda küçülmenin ve
baskılanmanın ya da tazyik altında kalarak sıkışmanın, salt bilimsel
gelişme veya tarafsız teknolojik evrimden kaynaklanmadığını söyler.
Bu süreçlerin, sermaye birikiminin, dünya ekonomik stratejilerinin ve
özgül toplumsal yapıların etkisiyle ortaya çıktığını savunur.
Robertson’un tüm ekenomik, siyasal, toplumsal öğeleri, bütünün par-
çası olduğumuzun bilincine varma ile anlatmasının sığlığına dikkatle-
ri çeker. Ona göre yerelleşen benzerlikler, küresel toplumsal güç ve
koşulların ürünüdür. “Küreyellik/Glokalleşme ise, yeni ortaya çıkan
bir kavramdır. Buna küresel ve yerel (local) kelimelerinden üretildiği
için “küreyellik/glokalleşme” (glocalization) veya “kültürel globalleş-
me” denilmektedir. Bu aslında belirli bir kültüre özgü olanın yaygın-
laşmasıdır. Glokalleşme yaratan kültürel mekânlar (space) bulunmak-
tadır ve bunları beş başlık altında toplamak mümkündür: i) Etno-
mekân, ii) Tekno-mekân, iii) Finans-mekân, iv) Medya-mekân, v)
Zihinsel–mekân. Küreselleşmenin zenginler ve fakirler arasında taba-
kalaşmayı daha da keskinleştirerek kutuplaşmaya yol açtığı değerlen-
dirmesini yapanlar çoktur. Ayrıca küreselleşme ile emperyalizm ara-
sında ilişki kurarak yapılan bazı eleştirilere kulak vermek gerekmekte-
dir.
142 Ünite 9

De¤er­len­dir­me Sorular›
1. Aşağıdaki kavramlardan hangisi “Dünya Toplumu” anlamına
gelir?

a. Globalite
b. Globalizm
c. Globalleşme
d. Glocalization
e. Hiçbiri

2. Glokalizm ya da Küreyellik hangi kelimelerden üretilmiştir?

a. Küresel ve küresel olmayan


b. Küresel ve yerel
c. Küresel olmayan ve yerel
d. Küresel ve genel
e. Hiçbiri

3. Küreselleşme konusunda Farkçılaştırıcıların temel görüşü nedir?

a. Postmodernlik
b. Kültüre önem verme
c. Derin yorumsama yapma
d. Hepsi
e. Hiçbiri

4. Korkut Boratav günümüzde küreselleşmenin hangi kavramın


yerini aldığı iddiasındadır?

a. Sosyalizm
b. Kapitalizm
c. Emperyalizm
d. Sanayileşme
e. Hiçbiri

5. Küreselleşme Karşıtı Yeni Toplumsal Hareketlerin temel özelliği


nedir?

a. Politik hareket olmak


b. Politik hareketlerden farklı olmak
c. Yerel olmak
d. Kapitalizmi savunmak
e. Hiçbiri
1. Sosyoloji ve Diğer Sosyal Bilimler

2. Sosyolojinin Öncüleri
SOSYOLOJİ

3. Sosyolojinin Kurucuları

4. Sosyolojik Kuramsal Yaklaşımlar

5. Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar

6. Yöntembilimsel Yaklaşımlar,
Araştırma Tipleri ve
Araştırma Teknikleri

7. Araştırma Süreci

8. Sivil Toplum

9. Küreselleşme

10 Türkiye’de Sosyoloji
144 Ünite 10

Ünitede Ele Al›nan Konular

• Türkiye’de Sosyoloji
• Türkiye’de Sosyolojinin Sorunları
• Genel Değerlendirme ve Çözüm Önerileri
• Dünya’daki Son Gelişmeler Işığında Türkiye’de Sosyoloji

Ünite Hakk›nda

• Türkiye’de sosyolojinin kuruluş tarihçesi gösterilecektir.


• Türkiye’de sosyolojinin sorunları incelenecektir.
• Genel değerlendirme ve çözüm önerileri gözden
geçirilecektir.

• Dünya’daki son gelişmeler ışığında Türkiye’de sosyolojinin


konumu irdelenecektir.
Türkiye’de Sosyoloji 145

Ö¤renme Hedefleri

• Türkiye’de sosyolojinin kuruluş tarihçesini öğreneceksiniz.


• Türkiye’de sosyolojinin başlıca sorunlarının neler olduğunu
öğreneceksiniz.

• Genel değerlendirme ve çözüm önerilerinin neler olduğunu


öğreneceksiniz.

• Dünya’daki son gelişmeler ışığında Türkiye’de sosyolojinin


konumu hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olacaksınız.

Üniteyi Çal›ş›rken

• Türkiye’de sosyolojinin kuruluş tarihçesini daha kapsamlı


olarak inceleyiniz.

• Türkiye’de Sosyolojinin konumunu, yakından bildiğiniz


diğer bir sosyal bilim ile karşılaştırınız ve bunların
farklarını görünüz.

• Türkiye’de sosyolojinin sorunlarının hangi alanlarda


yoğunlaştığını belirledikten sonra bunun olası nedenlerini
tartışınız.

• Genel değerlendirme ve çözüm önerileri hakkında yapılan


değerlendirmelerin hayata geçirilmesi için size göre ne
yapılmalıdır? Tartışınız.

• M. Burawoy’un sınıflamasını göz önünde bulundurarak,


Türkiye’de sosyolojinin hangi alanlarda daha fazla gelişim
gösterdiğini ve Halk Sosyolojisi yapma olanaklarını
tartışınız.
146 Ünite 10

Türkiye’de Sosyoloji ve Son Gelişmeler


Türkiye’de ilk sosyoloji dersleri İstanbul Üniversitesi’nde/
Darülfünun’da 1913-1914 öğretim yılında Ziya Gökalp tarafından
verilmiştir. Başlangıçta sosyoloji “İçtimaiyat Darülmesaisi” adı altın-
da bağımsız bir kürsü olarak Ziya Gökalp tarafından kurulmuş iken,
daha sonraki uygulamalar iktisat ve felsefe bölümleri içinde sosyoloji
kürsüleri şeklinde olmuştur. Nitekim Cumhuriyet Döneminin ilk
Fakültelerinden Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde de 1939-40 öğre-
tim yılında Felsefe Bölümü içinde sosyoloji dersleri verilmeye başlan-
mış ve daha sonra da kürsü olarak yapılanma gerçekleşmiştir. Orta
Doğu Teknik Üniversitesi (1959) ve Boğaziçi Üniversitesinde (1971)
Sosyal Bilimler Bölümü, Ege Üniversitesinde (1977) Davranış Bilimleri
içinde sosyoloji dersleri okutulmaya başlanmıştır. Daha sonra 1982’de
Yüksek Öğretim Kanunu (YÖK) ile Sosyoloji Bölümleri bağımsız
olmuştur. Bunlar içinde tek farklı gelişim, Hacettepe Üniversitesi
Sosyoloji'nin ilk kuruluşundan itibaren ve YÖK’ten önce bağımsız bir
bölüm olarak kurulmasıdır (1964).

Türkiye’de ve Avrupa’da sosyolojinin bir bilim olarak kabul edilmesi


hemen hemen aynı yıllara rastlamakla birlikte, aynı gelişimi göstere-
memiştir. Sosyoloji öğretim üyeleri tarafından uzun yıllardır üzerinde
durulan en önemli sorunların başında “aktarmacılık” gelmektedir.
İkinci önemli sorun ise, “gelenek yokluğu” dur. Aktarmacılık ya da
uyarlamacılık, özgünlük sorunu bugün de devam etmektedir.
Günümüz sosyolojinin statüsünün düşüklüğünün en önemli nedenle-
rinin başında Batıya bağımlılığı ve kendi koşularına uygun kuramsal
ve kavramsal çerçeveleri oluşturamaması gelmektedir (Odabaş, 2004).
Ancak bu konudaki değerlendirmelerin sosyolojisinin nasıl bir bilim
olduğu konusundaki tartışmalar ışığında yapılması daha sağlıklı ola-
caktır. Çünkü başlangıçta Batıda doğan ve Batı sorunlarını inceleyen
sosyolojinin evrenselliği hiçbir eleştiri yapılmadan tüm dünyada
olduğu gibi Türkiye’de de kabul edilmiştir. Düz evrimci gelişme
kuramlarının eleştirilmesi ve Batı merkezli kuramların Batı-dışını
açıklamada yetersizliklerinin ortaya konulması üzerine ise, önceden
olağan sanılan bağımlılık ilişkisi artık sorun edilmeye ve eleştirilme-
ye başlanmıştır.

Türkiye’de Sosyolojinin Sorunları


Türkiye’de sosyolojinin sorunları daha sistematik ve detaylı olarak
sekiz başlık altında değerlendirilebilir:
Türkiye’de Sosyoloji 147

Kuramsal Sorunlar
Bu başlık altında üç temel sorun alanı bulunmaktadır:

• Evrensel olduğu düşüncesiyle hiç eleştiriye tabi tutmadan Batı sos-


yolojisini kabul etmek ve kullanmak,
• Kuramsal ve metodolojik yaklaşımları birbirine karıştırmak ve
bunun farkında olmamak,
• Kuramları uygularken tatarsızlığa düşmek ve bunun farkında ola-
mamak,
• Sosyologlar arasında kuramsal tartışmaları yeterince yapmamak.

Metodolojik Sorunlar
• Pozitivist geleneğin baskınlığı ya da hegemonyası,
• Yorumlayıcı sosyolojiye çok az yer verilmesi,
• Feminist eleştirilerden çok az yararlanılması,
• Kalitatif /nitel tekniklere araştırmalarda çok az yer verilmesi.
Bilimsel Çalışmalar ve Yayınlar
• Ulusal yerine uluslararası ölçütler kullanmak.
• Yabancı dilde yayın yapmaya daha çok önem vermek,
• Batı kuramlarını Türkiye’den bulgularla test eden yayınlar yap-
mak,
• Kuram ve uygulama bütünlüğüne sahip araştırmalar ve bunlara
dayanan yayınlar yapmamak.

Eğitim
• Batı literatürünü tercüme eden kitapları eleştirmeden okutmak,
• Standart programlarda esneklik olmadan eğitim vermek,
• Yüksek öğretim hakkında dar bir vizyona sahip olmak,
• Eğitimleri kuramsal ağırlıklı vermek, uygulamalara yeterince fır-
sat tanımamak.

Bilimsel Toplantılar
• Uluslararası gündemi izlemek, yerel ve özgün gündemli toplantı-
lar yapmamak,
• Sadece Batı kuramlarını, yerel bağlantılarını kurmadan tebliğ ola-
rak sunmak,
• Geniş katılımlı toplantıları sık sık yapamamak
148 Ünite 10

Araştırma
• Devlet destekli araştırmalar artmıştır. TÜBİTAK önemli destekler
vermektedir.
• Politika yönelimli araştırmalara devlet desteği daha fazladır,
kuramsal araştırmalar ise destek görmemektedir.
• Kurumlaşmış uluslararası destek artmıştır. Avrupa Birliği fonları
ancak belirli konuları desteklemektedir.

Sosyal ve Akademik İlişkiler


• Uluslararası kongre ve toplantılara katılım düşüktür. Belirli üni-
versitelerden dil bilenler daha çok katılmaktadır.
• Sınırlı ulusal toplantı düzenlenmekte ve iletişim azalmaktadır. Üç
yılda bir Sosyoloji Derneği ulusal bir kongre düzenleyebilmekte-
dir.
• Türkiye’deki gelişmiş kabul edilen üç büyük kentteki üniversiteler-
le diğer üniversiteler arasında merkez-çevre benzeri hegemonik bir
bağımlılık ilişkisi bulunmaktadır. Bu Türkiye ve Batı ülkeleri ara-
sında olduğu gibi derin olmasa da benzer biçimde varlığını sür-
dürmektedir.
• Bölümler içinde ve bölümler arasında “bölmelenmişlikler” (Akşit,
1986)yoğundur.

Akademik Dereceler
• Batı sistemiyle son derece bütünleşmiş bir sistem vardır. Bilim
dallarına başvurular ve başvuru koşulları batı yönelimlidir.
• Bolognizasyon denilen, “Avrupa Birliği Yüksek Öğretim Alanı”na
dahil olmak üzere izlenen süreç de batıyla bütünleşme derecesini
hızlandırmıştır. Avrupa Kredi Transfer Sistemi (AKTS/ECTS)
uygulanmalarına başlanmış ve sosyoloji bölümlerinin denkliği
için yeterlilikler belirlenmeye başlanmıştır.

Genel Değerlendirme ve Çözüm Önerileri


• Sosyoloji Batıda doğup geliştiği için Türkiye’de de Batı merkezli bir
sosyoloji son derece meşru görülmekte ve etkili olmaktadır.
• Yapılan çalışma ve yayınların çoğu Batı kuramlarını test etmeye
yarayan bilgi/data kaynağı niteliğindedir.
• Mevcut Batı sosyolojisi yerel, ulusal ve bağlamsal koşulları göz
ardı edilerek aktarılmaktadır.
Türkiye’de Sosyoloji 149

• Birbiriyle yarışan çok sayıda görüş vardır. Ancak bilimsel toplulu-


ğun/cemaatin gelişmesinde bundan yararlanılabilir.
• İletişim kopukluğu son derece yaygındır.
• Sınırlı özgün kuramsal çerçeve ve akademik yükselme amacıyla
yapılan çalışma ve yayınlar yeterli bir sosyolojinin gelişiminde en
önemli engellerdir.

Türkiye’de Sosyolojinin gelişmesi için çok sayıda öneride bulunmak


mümkündür:

• Sosyologlar arasında iletişimi geliştirerek ortak yapılan çalışma


sayısını arttırmak.
• Küresel ve yerel ölçekte karşılaştırmalı araştırmalar yapmak.
• Uluslararası ve bölgelerarası araştırma programları geliştirmek.
• Küresel gelişim içinde tarihsel özgüllükleri önemseyerek “sosyolo-
jik düşünme yeteneği” (Mills, 1956) geliştirmek.
• Yapı-birey arasındaki ilişkiyi önemseyerek, makro ve mikro çalış-
maları birlikte yapmak.
• Metodolojik ve ontolojik sayıltılarını gözeterek nicel ve nitel araş-
tırma tekniklerini bütünleştirmek.
• Uluslararası merkez-çevre ilişkilerine duyarlı biçimde, diğer ulus-
larla toplantı ve konferanslar düzenlemek.

Dünyadaki Son Gelişmeler Işığında


Türkiye’de Sosyoloji
Amerikan Sosyoloji Derneği (ASA) ve Uluslararası Sosyoloji Derneği
(ISA) başkanlıkları da yapan İngiliz asıllı sosyolog Michael Burawoy’in
yaptığı ‘mesleki’ (professional), ‘halk’ (public), ‘politika’ (policy) ve ‘eleş-
tirel’ (critical) sosyoloji sınıflamasını göz önünde bulundurarak
Türkiye’de Sosyoloji’ye bakıldığında başlangıçtaki kurucularımızın
mesleki sosyoloji kadar halk sosyolojisi de yaptığı söylenebilir. Çünkü
Michael Burawoy’e göre, dört tip sosyoloji ve dört tip sosyolog bulun-
maktadır: ‘Profesyonel’, ‘eleştirel’, ‘halk’ ve ‘politika yönelimli” sos-
yologlar. Akademik kuruluşlara göre farklılaştığı gibi, aynı ulus/top-
lum içinde olduğu kadar farklı uluslara/toplumlara göre zaman için-
de değişiklikler gösteren, birbirine içten bağımlılığı olan bu dört tip
sosyolog ve sosyoloji arasında kaçınılmaz olarak hükmetme ve
bağımlılık ilişkileri söz konusudur.
150 Ünite 10

Sosyolojik Bilgi Akademi Akademi Dışı


Araçsal Bilgi Profesyonel Sosyoloji Politika Yönelimli
Düşünümsel Bilgi Eleştirel Sosyoloji Halk Sosyolojisi
(Diyaloga dayalı bilgi)

Tablo 7: Burawoy’un Sosyoloji Sınıflandırması (Burawoy, 2005)

Sosyolojik işbölümünde Burawoy sosyolojik bilgi türleri ve onun izle-


yicilerinin bir tipolojisini önerirken ‘araçsal’ (instrumental) ve ‘düşü-
nümsel’ (reflexive) olarak iki bilgi türü ve ‘akademik’ ve ‘extra-akade-
mik/akademi dışı olarak’ iki grup dinleyici ayrımı yapar. Araçsal
bilgi ve düşünümsel bilginin her ikisinde de meşruluk, hesap verme,
patolojik davranışlara sahip olma ve siyaset yapma açısından sosyo-
loglar karşılaştırılır.

Mesleki sosyoloji, akademik izleyiciye kuramsal veya ampirik özellik-


te, bilimsel normlara ve akran değerlendirmesine dayalı, kendi refe-
rans sistemine ve mesleki çıkarına sahip araçsal bilgi üretir. Politika
yönelimli sosyoloji ise, akademi dışındaki izleyiciye, somut, etkili,
sırasında kaynak sağlayıcıların hizmetinde olabilen, politik müdahale
olanağı veren araçsal bilgi üretir. Eleştirel sosyoloji, akademik izleyi-
ciye, temel ahlaki görüşler taşıyan, sırasında dogmatik özelliklere
sahip, dahili tartışma içeren düşünümsel bilgi sunar. Halk sosyolojisi
ise, akademi dışındaki izleyiciye, iletişimsel, belirli halk kesimlerine
yönelik ve halk ile diyalog içinde düşünümsel bilgi üretir. Diğer bir
ifade ile mesleki ve politika yönelimli sosyoloji, araçsal bilginin deği-
şik formlarıdır. Buna karşılık eleştirel sosyoloji, akademisyenlere; halk
sosyolojisi ise, akademi dışındakilere yönelik düşünümsel bilgi üret-
mekten sorumludur.

Aralarında uzlaşma pek kolay olmasa da profesyonel sosyolojinin


araçsal (instrumental) bilgisi, halk sosyolojisi kadar politika yönelimli
sosyoloji ve onun müşterilerinin hizmetine de sunulabilir. Nitekim
Burawoy’e göre, ‘gerçek’ (truth) ve gerçeğin test edilmiş yöntemleri,
birikimli bilgi yapılarını, yönlendirici soruları ve kavramsal çerçeveyi
sağlayan profesyonel sosyoloji olmaksızın ne halk ne de politika yöne-
limli sosyoloji olur. Profesyonel sosyoloji, halk ve politika yönelimli
sosyolojinin düşmanı değildir; fakat onların var olabilmesi için zorun-
ludur. Eğer profesyonel sosyoloji olmaksızın halk ve politika sosyolo-
jisi olmuyorsa, aynı durum eleştirel sosyoloji için de geçerlidir. Ancak
farklı bir şekilde, profesyonel sosyoloji olmadan halk ve politika yöne-
limli sosyoloji olmayacağı gibi, eleştirilecek bir şey olmayacağı için
Türkiye’de Sosyoloji 151

eleştirel sosyoloji de olamaz. Ancak kabul etmek gerekir ki, bu tipler-


den birinde yer alan sosyologların kendilerine göre farklı bilgileri,
meşruluk temelleri ve sorumlulukları/hesap verme mekanizmaları
bulunduğundan uzlaştırılmaları pek kolay değildir.

Söz konusu sınıflamada yer alan ilk kategori olarak profesyonel sos-
yologlar, toplumu analiz etmek için kuramsal ve metodolojik olarak
sofistike araçlara sahiptirler. Benimsedikleri bilimsel süreçler, meşru-
luk ilkeleri ve hesap verme biçimleri kendi meslektaşları tarafından
belirlenir. İdeal olarak profesyonel sosyoloji, propaganda ve dogmaya
dönüşmeyi engellemede, diğer sosyoloji yapma biçimlerinin belkemi-
ğidir. Ancak, eğer profesyonel sosyoloji bir ülkede çok gelişmişse
diğerlerinin zayıf kalma olasılığı yüksektir. Profesyonel sosyologlar
yaptıkları çalışmaları yayınlama sorumluluğuna sahiptirler.
Türkiye’de başlangıcından bu yana sosyolojinin bu kapsamda gelişim
gösterdiği iddia edilebilir.

Politika yönelimli araştırmacı sosyologlar, profesyonel sosyoloji tara-


fından geliştirilen kuramsal çerçeveleri ve metodolojileri, kamu veya
özel sektör tarafından talep edilen araştırmaları yapmakta kullanırlar.
Halk sosyologları ise, temelde kamuya angaje olmuştur. Onlar toplu-
mun içinde bulunduğu en önemli problemleri göstermek için halk ile
birlikte çalışırlar ve halka karşı sorumludurlar. Halk sosyolojisi, aka-
deminin ötesinde politik ve ahlaki düşüncelerle halk ile diyalog içinde
olmaktır. Ayrıca ‘seçkinci/geleneksel’ ve ‘organik/tabana dayalı’
(grassroots) halk sosyolojileri şeklinde ayrım da söz konusudur.
Örneğin David Reisman’ın Yalnız Kalabalıklar, Gunnar Myrdal’ın
Amerikan İkilemi, Robert Bellah’ın Kalbin Alışkanlıkları adlı kitapla-
rı veya New York Times gazetesinde çıkan yazılar, geleneksel ya da
seçkinci halk sosyolojileri olarak kabul edilmektedir. Organik ya da
tabana dayalı halk sosyolojisi ise, mahalle grupları, inanç toplulukları,
işçi sendikaları gibi, daha sınırlı çıkarların savunulmasına yönelik
olabilir. Örneğin eğitim sırasında öğrenciler, sosyologların ilk halkı
olarak görülürler. Geleneksel seçkinci yaklaşım öğrencileri hiçbir şey
bilmeyen ve bilgi ile doldurulması gereken boş bir kap/tabla olarak
görürken, organik/tabana dayalı yaklaşım ise diyalog ile öğrencilerde
var olan bilgilerin ortaya çıkarılabileceğini kabul eder. Halk sosyolo-
jisi, halk ile sosyolog arasında karşılıklı anlaşma içinde konuşmayı/
diyalogu başlatır. Politika yönelimli bir sosyolojiden halk sosyolojisine
de geçiş olabilir. Örneğin James Coleman’ın Amerikan Kongresi’ne
sunduğu Afrikalı Amerikalıların okullara entegrasyon önerisi böyle
bir durumu yansıtmaktadır. Türkiye’den de benzer örnekler vermek
152 Ünite 10

mümkündür. Örneğin bazı DTCF Sosyoloji Bölümü öğretim üyeleri-


nin GAP İdaresi için yaptıkları karşılaştırmalı toplumsal yapı araştır-
ması öncelikle politika yönelimlidir. Ayrıca kalkınma ajansları ve
GAP’ın eşitsizlikleri arttırdığı konusunda kamuoyuna yapılan eleşti-
riler, halk sosyolojisi olarak düşünülebilir.

Eleştirel sosyologlar ise, mevcut kuramları, onların sayıltılarını ve


mesleki sosyolojinin gizli gündemini sorunsallaştırırken bilimsel top-
luluğa karşı sorumludur. Normal bilim yaparken Sosyolojik Kuramsal
Yaklaşımlarnın bilgisinin veya sosyolojinin temellerinin sorgulanma-
sı fazla mümkün değildir. Bu işi yapmak eleştirel sosyolojinin görevi-
dir. Bu yüzden eleştirel sosyolojinin mesleki sosyolojinin bilinci oldu-
ğunu söylemek yanlış olmaz. Bu anlamda C. Wright Mills, Alvin
Gouldner ve hatta Pitirim Sorokin’in mevcut mesleki sosyolojinin
temellerini sorgulayan eleştirel sosyologlar olduğunu söylemek müm-
kündür. Onlar, “ne için bilgi” ve “kimin için bilgi” sorularını sorarak
yanıt aramışlardır. Eleştirel sosyoloji ilk olarak mesleki sosyoloji ile
ilgilenir; ama bilginin piyasada metalaşmasını sorunlaştırarak politi-
ka yönelimli sosyoloji ile, ahlaki yükümlülükler nedeniyle de halk
sosyolojisi ile ilgilenir. Ancak tüm bu dört tipin Weberyen anlamda
birer ideal tip olduklarını unutmamak gerekir. Bazı sosyologlar dört
tip içinde de faaliyet gösterebilirler. Ancak çoğu zaman birinde
yoğunlaşma söz konusudur. Burawoy, sosyologların politika sosyolo-
jisi, eleştirel sosyoloji, halk sosyolojisi ve mesleki sosyoloji arasında
yer değiştirebileceğini; bunun da normal olduğunu belirtir. Aslında
bir sosyolog, yaptığı işin ahlaki boyutuna hiç değinmeden mesleki
sosyoloji yapabilir. Kategoriler arasındaki ilişki ya da bağlılık, bu
kategorilerin özerkleşmesi ile tehlike altına girebilir. Her tipin kendi-
ne özgü patalojik yanları söz konusudur. Örneğin mesleki sosyoloji
kendini diğer tiplerden tamamen soyutlayabilir, politika yönelimli
araştırmalar iktidarın hizmetine girebilir, halk sosyolojisinin de pop
sosyolojiye dönüşme riski vardır. Ancak unutulmaması gereken, dev-
let/siyaset ve ekonomi tarafından tehdit edilen sivil toplumu savun-
manın, eleştirel sosyolojinin en önemli görevi olduğudur. Bazı öğre-
tim üyeleri, Sosyoloji Derneği yönetiminde uzun yıllardır görev üste-
lenerek bu misyonu yerine getirmeye çalışmaktadır.

Gelişmiş Batı toplumlarındaki bu dörtlü sınıflama yerine, ‘çalışılan


yer’ ve ‘yapılan iş’ gibi iki ölçütlü bir sınıflama yapmak da mümkün-
dür. Örneğin Achwan ve Sujatmiko’ya göre Endonezya’da ‘akademik’,
‘aktivist’ ve ‘profesyonel’ sosyolog tipleri bulunmaktadır. Aslında
bunların birbirlerini tamamen dışladığı söylenemez. Tipler arasında
Türkiye’de Sosyoloji 153

sürekli geçişler de mümkündür ve birbirleriyle işbirliği de yapmakta-


dırlar. Akademik sosyologlar Burawoy’in profesyonel sosyologlarına
benzemekte, üniversite ve araştırma enstitülerinde toplumu anlamada
sofistike kuramlar ve yöntemlere sahip olarak çalışmaktadırlar.
Endonezyalı profesyonel sosyologlar ise, Burawoy’in politika yönelim-
li araştırmacı sosyologları gibi kamu veya özel sektörde hizmet ve
politika üretiminde görev almaktadırlar. Aktivist sosyologlar ise,
medya veya sivil toplum kuruluşları aracılığıyla sosyal problemleri
yorumlayarak daha iyi bir toplumu inşa etmek üzere evrensel değer-
lerle ilintili eleştirel politikalar üretmeye çalışmaktadırlar. Farklı bir
deyişle aktivist sosyologlar, Burawoy’un eleştirel ve halk sosyolojisine
benzer faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bu bağlamda değerlendirdiği-
mizde kurucularımızın aktivist olduklarını, daha sonraki kuşakların
ise hem akademik hem de profesyonel özellikler taşıdığını söylemek
pek yanlış olmayacaktır.

Öte yandan bir disiplin olarak sosyoloji, toplumsal meşruluk baskısı


ile karşı karşıya kalmada yalnız değildir. Tüm Batı Avrupa ülkelerinde
bilim ve toplum ilişkilerinin yeni ve değişen örüntüleri söz konusu-
dur, ki bu değişim Mod 1’den Mod 2’ye geçiş olarak adlandırılmakta-
dır. Eğer Mod1 araştırma, devlet fonlarıyla desteklenmiş ve disiplin
temelli olarak organize edilmiş klasik araştırma ise, Mod 2 bilimin
kurumsal bağlamında bir dizi önemli değişim gerektirmektedir. Mod
2’de, bilgi toplumunun ortaya çıkışıyla birlikte, üniversiteler bilgi üre-
timindeki tekel konumlarını kaybetmişlerdir. Bunun yerine araştırma
merkezleri, hükümet kuruluşları, özel danışmanlık şirketleri araştır-
malara fon sağlamakta ve öncekilerden çok daha fazla sayıda araştır-
macı istihdam etmektedirler. Mod 2 Araştırmalar geçici ve interdisip-
liner ortamlarda yürütülmekte, temel araştırmalardan farklı olarak
çeşitli düzeylerde uygulamalar içermekte ve büyük ölçüde dış ortak/
partner ve müşterilerle yakın işbirliği içinde yapılmaktadır. Bir araştır-
manın yararını değerlendirmede de, bu gelişmelere paralel olarak
politik ve ekonomik ölçütler daha fazla önem kazanmaktadır. Sonuç
olarak araştırmalar, ekonomik yarar, politik etki ve sosyal performans
göstergelerinin baskısına hedef olmaktadır. Bu tür özelliklerin Türkiye
için de geçerli olmaya başladığı söylenebilir. Hatta Mod 1.5 veya Mod
3 şeklinde (devlet üniversitesinde piyasaya araştırma yapmak gibi)
örneklerden de söz edilebilir.

Profesyonel sosyolojiden beslenen politika yönelimli sosyologlar tara-


fından, örgütsel problemlere veya pratik politikalara uygulanabilecek
bilgi üretilir. Profesyonel sosyolojinin bilgi savları, bilmece çözme
154 Ünite 10

şeklinde meydana gelir. Bu terim, Kuhn’un normal bilim yapma döne-


mine denk gelir. Politika yönelimli sosyoloji, bu bağlamda sosyal
problemlere yönelik olarak problem çözmedir. Politika yönelimli sos-
yologlar arasında ‘geleneksel/seçkinci ’ ve ‘organik/tabana dayalı’
halk sosyolojisini benimseme açısından da farklar bulunabilir. Halk
sosyolojisi kamusal tartışmalara hizmet eder ve bu yüzden dıştan
dinleyicileriyle diyalog içerisindedir. Eleştirel sosyolojide, “diyalog
hakkında da diyalog” söz konusudur ve bunların dinleyicileri daha
çok akademiktir.

Tüm bu tartışmaların Türkiye’de tam karşılıkları bire bir bulunmasa


da veya ‘kuramsal’ ve ‘uygulamalı’ sosyoloji ayrımına dayanan termi-
noloji daha yaygın olsa da, DTCF Sosyoloji bölümü, gerek uygulamalı
gerekse politika yönelimli sosyoloji yaparken de eleştirel olmak ve
halka yönelmek eğilimindedir. Örnek vermek gerekirse, Elektrik
Mühendisleri Odası ile işbirliği içinde “Elektronik gözaltı ve teleku-
lak” konusunda; İnşaat Mühendisleri Odası ile 1999 Marmara
Depreminin 10. yılında “Afetlere Hazırlık” konusunda; 12 Eylül 2009
‘da İstanbul’da yaşanan sel felaketinden sonra merkezi ve yerel yöne-
time yönelik eleştirel basın açıklamalar ve 2007’de Ankara’da yaşanan
su kesintilerinde yerel yönetim uygulamalarının değerlendirmesini
yapan bir doktora tezinde halk sosyolojisi yapıldığı söylenebilir. Hatta
Sosyoloji Derneği üye ve yöneticilerinin Adnan Menderes Üniversitesi
ile birlikte Aydın'ın Didim ilçesinde Ekim 2009 ‘da gerçekleştirdiği 6.
Ulusal Sosyoloji Kongresinde Türkiye’nin önemli gündem maddesini
oluşturan ‘demokratik açılım’ konusunda katılanların görüşlerini ala-
rak, kapanış oturumunda sonuçların paylaşılması da halk sosyolojisi
örneği olarak değerlendirilebilir. Nitekim Burawoy de, Irak Savaşı’na
karşı ASA’nın açıklama yapmasını sağlayarak, halk sosyolojisi yapar-
ken bu şekilde tavır almanın sosyologların ahlaki sorumluluğu oldu-
ğunu belirtmiş ve üyelerinden önemli destek görmüştür.

Sosyoloji Türkiye’de İstanbul Üniversitesi’nde Ziya Gökalp tarafından


ilk derslerin verildiği 1914’lü yıllara kadar giden geçmişinden bu yana
büyük ölçüde halk sosyolojisi ağırlıklı iken, 1990’lı yıllardan başlaya-
rak politika yönelimli olmaya başlamıştır. Aile Araştırma Kurumu’na
1990 yılında kurulan Sosyoloji Derneği üyelerinin yaptığı, Geleneksel
Dayanışmanın Çağdaş Dayanışmaya Dönüşümü (1993) bir politika
yönelimli araştırmadır. Ancak bu çalışmaların arkasında hep akade-
mik kaygılar olmuştur. Burawoy veya başkalarının eleştirdiği parasal
kaynak sağlayıcıların çıkarına hizmet eden araştırmalar hiçbir zaman
yapılmamıştır. Çoğu kamusal destekli olan araştırmalar, daima geniş
Türkiye’de Sosyoloji 155

toplum kesimlerine hizmet etmek anlayışının ürünüdür. Bu çabaların


bir örneği olarak TÜBİTAK tarafından desteklenen GAP Karşılaştırmalı
Toplumsal Yapı Araştırması en son çalışmalardan birisi olarak hem
Sosyoloji Derneği hem de GAP idaresi tarafından 2010 yılında basıl-
mıştır. Bu çalışmaların ayrıca Mod1 araştırmadan Mod 2’ye geçişin
izlerini taşıdığı söylenebilir. Ancak TÜBİTAK’ın da devlet kuruluşu
olması nedeniyle tam bir dönüşümden söz edilemez. Ayrıca henüz
kamu en önemli kaynak sağlayıcı olduğundan Türkiye’de Mod 2 araş-
tırmalar çok sınırlıdır. Bununla birlikte, şimdilik yakın bir tehdit
olmaması hiç olmayacak anlamına gelmemelidir. Bilindiği üzere sos-
yoloji Türkiye’de ağırlıkla devlet üniversitelerinde bilimsel ve ekono-
mik açıdan tam özerk olmayan koşullarda yapılmaktadır. Buradan
hareketle “acaba Türkiye’de halk sosyolojisinin geliştiğini iddia etmek
mümkün müdür ” sorusu akla gelmektedir. Ancak “Özellikle
İskandinav refah toplumunda, devletin her zaman her şeyin içinde
olması demek halk sosyoloji anlamına gelmemektedir. Diğer bir ifade
ile araçsal halk sosyoloji tatmin edici görünmemektedir.” diyen
Kropp’un saptaması, yanıtın olumsuz olduğunu bize açıkça göster-
mektedir.

Sujata Patel (2010)’in belirttiği gibi, 1970’lerden bu yana dünya hızla


değişmekte; bilgi, düşünce, hizmet, para, mal ve teknoloji kadar hasta-
lık (örneğin kuş ve domuz gribi) ve ilaçlar ile silahlar da sınır ötesine
taşarak dolaşmaktadır. Dünya Risk Toplumu olarak da tanımlanan bu
toplum yapısı içinde işbirliği olanakları kadar çatışma, eşitsizlikler ve
askeri güç uygulamaları da artmakta; kültürel dışlamalar ve grup
kimlikleri yeni formlarda ortaya çıkmakta; mekân kavramı yeniden
tanımlanmaktadır. Bu yüzden değişen dünyayı anlamada yeni yakla-
şımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak önemli olan sosyologların bu
değişmelere meydan okumaya ne kadar hazır oldukları ya da değişen
dinamikleri anlamada ne tür kaynaklara sahip olduklarıdır. Öte yan-
dan, sosyolojik çalışmalarda toplum olarak kavramlaştırılan gerçek-
lik çoğu kez ulus devlete karşılık gelmektedir. Hatta Amerikalı sosyo-
logların, toplum yerine ulus kavramını tercih ettiklerini dikkatli göz-
lemciler hemen fark edebilirler. Bu yüzden birçok ünlü Batılı sosyolo-
gun geliştirdiği kuram veya kavramın küresel düzeyde karşılaştırma-
lar içermediğini ve yalnızca Kuzey Amerika ya da Avrupa ile sınırlı
kaldığını söylemek mümkündür. Aslında U. Beck’in “yöntemsel ulu-
salcılık” (methodological nationalism), “kozmopolitan gerçeklik” (cos-
mopolitan reality) ve “ikinci modernlik” (second modernity) kavram-
ları da tam bu konulara işaret etmektedir. Diğer bir ifade ile sosyoloji-
nin konusu olan insan, kurum, örgüt ya da gruplar hakkındaki
156 Ünite 10

betimlemeler, bunu yapan sosyologun kendi ulusal kültürü ile sınırlı


kalabilmektedir.

Özetle bugüne değin evrensel olarak ileri sürülen birçok sosyolojik


görüş bu özelliği taşımazken, hatta bölgesel/taşra (provincial) düze-
yinde kalırken, bunları eleştirmeden evrensel olarak kabul etmek
Syed Farid Alatas (2010)’ın yıllar önce belirttiği gibi “tutuklu zihinler”
(captive mind) olarak eleştirilmektedir. Buradan hareketle DTCF
Sosyoloji Bölümü’nde yoksulluk konusundaki bir doktora tezinde
“azimli yoksullar” kavramı geliştirilerek sosyolojik yazına kazandırıl-
mıştır. Bu girişimin Alataş’ın “basit alternatif” geliştirme söylemine
denk düştüğünü belirtmek yanlış olmayacaktır.

Bilindiği üzere, alternatif sosyoloji arayışları, Batı-dışının ya da


Güneyin Kuzeye tarihsel, sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel, bilim-
sel/ akademik çok yönlü bağımlılığına karşı bir meydan okumadır.
Batı dışından, kendi tarihsel ve sosyal deneyimlerine dayanan yeni
kavram ve kuramların üretilmesi, sosyal bilimlerde güneyin kuzeye
olan tarihsel bağımlılığını azaltmada önemli görülmektedir. Alataş’ a
göre, sosyal bilimlerde batıya alternatif olabilmek için, taklitçi olma-
mak, yaratıcı olmak, özgün olmak, özcü olmamak, Avrupa merkezli
olmamak, ulus devlet ve uluslararası grup ve kuruluşlardan bağımsız
olmak, yerelin kültürünü, dilini, sosyal ve ekonomik koşullarını yeni
kavramlar ve kuramlar üretmede bilginin kaynağı olarak görmek
gerekir. O, ‘basit’ ve ‘yüksek’ düzeyde alternatif olma konularını tar-
tışır. Basit düzeyde alternatif olmak, Batıda geliştirilen kavramları Batı
dışı bağlama dikkatle uygulamak iken; yüksek düzeyde alternatif
olmak, Batı dışında/yerel düzeyde üretilen bir kavramın yerel bağ-
lamda yaratıcı olarak uygulanması demektir. Yüksek düzeyde alterna-
tif olmak, özellikle hegemonik ilişkileri yıkacağı için önemlidir.
Alataş’ın burada İbn-i Haldun’un Asabiye Teorisi’ni kastettiği belirtil-
melidir. Ancak İbn-i Haldun’un sanayi öncesi toplumlardaki değişme-
yi açıklamak üzere geliştirdiği kuramından yararlanmanın da basit
alternatif olma özelliğinin daha fazla olduğunu ifade etmek gerek-
mektedir. Bu bağlamda Ziya Gökalp’in ‘hars’ ve ‘medeniyet’ ayrımı da
Batı dışından bir alternatif söylem olabilir. Ayrıca hars kavramının
kültüre denk düşmesi yüzünden, bu girişimin de basit alternatif ola-
cağı iddia edilebilir. Aslında basit alternatiflerin, günümüzde çok
tartışılan ‘tek’ yerine ‘çoklu evrenselliklerin’ olduğu görüşü için de
uygun bir zemin hazırladığı düşünülmelidir.
Türkiye’de Sosyoloji 157

Özet
Türkiye’de ve Avrupa’da sosyolojinin bir bilim olarak kabul edilmesi
hemen hemen aynı yıllara rastlamakla birlikte, aynı gelişimi göstere-
memiştir. Türkiye’de sosyolojinin en önemli sorunlarının başında
“aktarmacılık” ve “gelenek yokluğu” gelmektedir. Türkiye’de sosyolo-
jinin statüsünün düşüklüğü ise, son yıllarda tartışmaya açılan diğer
bir sorundur. Bu duruma yol açan en önemli nedenlerin başında batı-
ya bağımlılığı ve kendi koşularına uygun kuramsal ve kavramsal
çerçeveleri oluşturamaması gelmektedir. Ancak bu konudaki değer-
lendirmelerin sosyolojinin nasıl bir bilim olduğu konusundaki tartış-
malar ışığında yapılması daha sağlıklı olacaktır. Çünkü başlangıçta
Batıda doğan ve Batı sorunlarını inceleyen sosyolojinin evrenselliği
hiçbir eleştiri yapılmadan tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de
kabul edilmiştir. Evrimci gelişme kuramlarının mercek altına alın-
ması ve Batı merkezli kuramların Batı-dışını açıklamada yetersizlikle-
rinin saptanmasıyla yapılan eleştiriler de artmıştır. Bu eleştirilerin
başında, yapılan çalışma ve yayınların çoğu Batı kuramlarını test
etmeye yarayan bilgi/data kaynağı niteliğinde olması ve Batı sosyolo-
jisinin yerel, ulusal ve bağlamsal koşulları göz ardı edilerek aktarıl-
ması gelmektedir. Ayrıca sosyologlar arasında iletişim kopukluğunun
yaygın olması ve sınırlı özgün kuramsal çerçeve ve akademik yüksel-
me amacıyla yapılan çalışmalar, yeterli bir sosyolojinin gelişiminde en
önemli engeller olarak görülmektedir. Amerikan Sosyoloji Derneği
(ASA) ve Uluslararası Sosyoloji Derneği (ISA) başkanlıkları da yapan
İngiliz asıllı sosyolog Michael Burawoy’in yaptığı ‘mesleki’ (professio-
nal), ‘halk’ (public), ‘politika’ (policy) ve ‘eleştirel’ sosyoloji sınıflama-
sını göz önünde bulundurarak Türkiye’de Sosyoloji’ye bakıldığında,
başlangıçtaki kurucularımızın mesleki sosyoloji kadar halk sosyolojisi
yaptığı da söylenebilir. Alternatif sosyoloji arayışları ise, Batı-dışının
ya da güneyin kuzeye tarihsel, sosyal, ekonomik, siyasi, kültürel,
bilimsel/akademik çok yönlü bağımlılığına karşı bir meydan okuma-
dır. Batı dışından, kendi tarihsel ve sosyal deneyimlerine dayanan
yeni kavram ve kuramların üretilmesi, sosyal bilimlerde güneyin
kuzeye olan tarihsel bağımlılığını azaltmada önemli görülmektedir.
158 Ünite 10

De¤er­len­dir­me Sorular›
1. Türkiye’de sosyolojinin kurucusu kimdir?

a) Hilmi Ziya Ülken


b) Prens Sabahattin
c) Ziya Gökalp
d) Fahri Fındıkoğlu
e) Niyazi Berkes

2. Türkiye’de sosyolojinin en önemli sorunlarının başında ne


gelmektedir?

a) Aktarmacılık
b) Gelenek yokluğu
c) Batıya bağımlılık
d) Özgünlük
e) Hepsi
3. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’de sosyolojinin metodolojik
sorunları arasında sayılamaz?

a) Pozitivizmin baskınlığı
b) Pozitivizmin ihmali
c) Yorumlayıcı sosyolojinin ihmali
d) Feminist eleştirileri yok sayma
e) Hiçbiri
4. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’de sosyolojinin gelişiminde etkili
değildir?
a) İletişimi güçlendirmek
b) Karşılaştırmalı araştırmalar yapmak
c) Sadece mikro çalışma yapmak
d) Mikro ve makro çalışmaları birlikte yapmak
e) Ulusal ve uluslararası toplantılar düzenlemek
5. M. Burawoy’un sınıflamasından hareketle Türkiye’de en az yapılan
sosyoloji hangisidir?
a) Mesleki sosyoloji
b) Eleştirel Sosyoloji
c) Politika Yönelimli Sosyoloji
d) Halk sosyolojisi
e) Hiçbiri
Türkiye’de Sosyoloji 159

Kaynaklar
Abbott, P., Sapsford, R. (1987) Women and Social Class. London: Tavistock.

Alataş, S. F. (2010), “The Definition and Types of Alternative Discourses”, iç.


Facing an Unequal World: Challenges for a Global Socıology (der. M.
Burawoy, M. Chang, M. F. Hsieh). Vol 2 : 139-158.

Appadurai, A. (1993) Disjuncture and Difference in the Global Cultural


Economy. iç. Global Culture: Nationalism, Globalization and Modernity (Dr.
M. Featherstone). London.

Arrent, H. (1958) The Human Condition. Chicago: University of Chicago Press.

Armağan, M. (2004)(der) Küresel Kuşatma Karşısında İnsan. İstanbul: Ufuk.

Bandura, A. (1965) Vicarious Process: A Case of No-trial Learning. İç.


Advances in Experimental Psychology (der. L. Berkowitz). New York:
Academic Press.

Bauman, Z. (1999) Küreselleşme: Toplumsal Sonuçları (Çev. A. Yılmaz). İstanbul:


Ayrıntı.

Baumann, Z. (1997) Thinking Sociologically. Oxford: Blackwell.

Bash, H. H. (1995) Socail Problems and Social Movements. New Jersey:


Humanities.

Beck, U. (1992) Risk Society. London: Sage.

Becker, H. S. (1974) Labelling Theory Reconsidered. iç. Deviance and Social


Control (der. P. Rock ve M. McIntosh). London: Tavistock.

Berger, P. (1963) İnvitation to Sociology: A Humanistic Perspective. New York:


Doubleday.

Boratav, K. (2000) Emperyalizm mi? Küreselleşme mi? İç Küreselleşme:


Emperyalizm Yerelcilik İşçi Sınıfı (der. E. A. Tonak). Ankara: İmge.

Bozkurt, V. (2010) Değişen Dünyada Sosyoloji. Bursa: Ekin.

Burawoy, M. (2005) Public Sociologies: Contradictions, Dilemmas and


Possibilities. Social Forces, 82: 1603-1618.

Castels, M. (1996) Rise of Network Society. Oxford Blackwell.

Cheal, D. (1991) Family and the State of Theory. Tronto: Üniversity of Toronto
Pres.

Coser, L. (1956) The Fuctions of Social Conflict. Gelencoe, Ill.: The Free Pres.

Coşkun, İ. (1997) Modern Devletin Doğuşu. İstanbul: Der.

Dahrendorf, R. (1959) Class and Class Conflict in Industrial Society. Stanford:


Stanford University Pres.
160 Ünite 10

Durkheim, E. (!1938/1964) The Rules of Soıciological Method. New York: Free


Press.

Durkheim, E. (1912/1965) Elementary Forms of Religious Life. New York: Free


Press.

Feagin, J. R., Feagin, C. B. (1997) Social Problems: A Critical Power-Conflict


Perspective. New Jersey: Prentice Hall.

Foucault, M. (1980 ) Power/Knowledge, selcted Interviews and Other Writings


1971-1977. Brighton: Harvester.

Friedman, J. (1992) General Historical and Culturally Specific Properties of


Global Systems. Review, 15: 335-372.

Fukuyama, F. (1989) The End of History and The Last Man. London: Hamilton.

Giddens, A. (1984) Constitution of Society. Cambridge: Polity.

Giddens, A. (1990) The Consequences of Mpodernity: Cambridge: Polity.

Giddens, A. (1993) Sociology. London: Polity.

Giddens, A. (2000) Elimizden Kaçıp Giden Dünya. (Çev. O. Akınhay). İstanbul:


Alfa.

Gellner, E. (1992) Postmodernism, Reason and Religion. London: Routledge.

Habermas, J (1981) The Philosophical Discourse of Modernity. Cambridge:


Polity Pres.

Haldun, İ. (1977) Mukaddime. (Çev. T.Dursun). Ankara.

Haralambos, M., Holborn, M. (1995) Sociology: Themes and Perspectives.


London: Coolins .

Lenslin, J. M. Sociology: A Down to Earth Approach. Boston: Allyn and Bacon.

Hochschield, A. (1983) The Managed Hear: Commercialization of Human Feeling.


Berkeley: University of California Pres.

Kasapoglu, A. (1997) Günümüzde Aile Araştırmaları. Ankara: Başbakanlık


Kadının Statüsü ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı Yayınları.

Kasapoğlu, A. (1992) Sosyolojide Birlik Sağlamak. DTCF Araştırma Dergisi, 1:


141-158.

Kasapoğlu, A. M. (1991) Yüksek Öğretimde Sosyoloji Eğitiminin Sorunları.


Ankara: Ankara Üniversitesi.

Keane, J. (2004) Sivil toplum ve Devlet, Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar, (Çev. A.


Çiğdem). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Lyotard, J. F. (1990) Postmodern Durum (Çev. A.Çiğdem). Ankara: Ara.


Türkiye’de Sosyoloji 161

Lenski, G. (1966) Power and Privilege: A THeory of Social Stratification. New


York. McGraw- Hill Company.

Özdalga, E., Persson, S. (1998) (der) Sivil Toplum, Demokrasi ve İslam Dünyası.
(Çev. A. Fethi): İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Özden, K. (2008) Sivil Toplum ve Sivil Toplum Kuruluşları. iç. Sivil Toplum
Kuruluşlarında Yönetim. (der. A.Coşkun). Ankara: Seçkin.

Özkalp, E. (2000) Sosyolojiye Giriş. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi.

Marks, K. (1978) Capital. (Çev. E.Mandel). New York: Vinatge Books.

Mead, G. H. (1934) Mind, Self and Society. Chicago, Ill.,: Chicago Univesity
Press.

Merton, R. (1949) Social Theory and Social Structure, Glencoe, Ill.,: Free Pres.

Mills, C. W. (1956) The Power Elites. New York: Oxford University Press

Neuman (1994) The Qualitative and Quantitative Research Metheods.

Parsons, T. (1951;1967) The Social System. Glencoe, III: The Free Press

Patel, S. (2010), “The Imperative and the Challenge of Diversity.


Reconstructing Sociological Traditions fort he Twenty First Century”,
iç. Facing an Unequal World: Challenges for a Global Socıology (der. M.
Burawoy, M. Chang, M. F. Hsieh), Vol 1: 48-63

Patnaik, P (1997) Imperialism. Revue Tiers Monde . 38-150.

Ritzer, G. (1983) Sociological Theory. New York: Alfred A. Knoph.

Robertson, R. (1992) Globalization: Social Theory and Global Culture. London:


Sage.

Rosenau, P. M. (1998) Postmodernizm ve Toplum Bilimleri (Çev. T. Birkan).


Ankara: Bilim ve Sanat.

Sarıbay, A. R. (1995) Postmodernite, Sivil Toplum ve İslam. İstanbul: İletişim.

Sarıbay, A. R. (2000) Global Bir Bakışla Politik Sosyoloji. İstanbul: Alfa.

Sezer, R. (1997) Niyazi Berkes: Unutulan Yıllar. İstanbul: İletişim.

Soraka, M. P., Bryjack, ( 1995) Social Problems: A World at Risk. Boston: Allyn
and Bacon.

Storey, J. (1993) An Introductory Guide to Cultural Theory and Popular Culture.


New York: Wheatsheaf.

Tonak, E. A. (2000) (der) Küreselleşme: Emperyalizm Yerelcilik İşçi Sınıfı. Ankara:


İmge.

Topçuoğlu, A., Aktay, Y. (1999) (der.) Postmodernizm ve İslam, Küreselleşme ve


Oryantalizm. Ankara: Vadi.
162 Ünite 10

Wallertein, I. (1998) The Heritage of Sociology and The future of Social


Sciences in the 21st Century. Current Sociology, 2: 1-4.

Weber, M. (1946 ) From Max Weber: Essays in Sociology (Çev. H. Gerth ve C.


W. Mills) New York: Oxford University Pres.

Weber, M. (1913/1947) The Theory of Social and Economic Organization. Çev. A.


M. Hendelson ve T. Parsons). Glencoe. Ill: The Free Press

Worsley, P. (1988) Introducing Sociology. Harmonworth: Penguin.


Türkiye’de Sosyoloji 163

Değerlendirme Sorularının Yanıtları

1. Ünite 2. Ünite 3. Ünite 4. Ünite

1. E 1. D 1. D 1. D
2. E 2. C 2. C 2. A
3. A 3. B 3. B 3. D
4. E 4. D 4. D 4. C
5. D 5. D 5. B 5. B
6. C 6. B 6. D
7. B 7. D 7. C
8. C

5. Ünite 6. Ünite 7. Ünite 8. Ünite

1. E 1. C 1. A 1. C
2. C 2. B 2. D 2. C
3. B 3. B 3. D 3. D
4. E 4. C 4. E 4. A
5. A 5. E 5. D 5. A
6. A 6. C
7. E

9. Ünite 10. Ünite

1. A 1. C
2. B 2. E
3. D 3. B
4. C 4. C
5. B 5. B
164 Ünite 10

You might also like