You are on page 1of 12

Peygamber Hasreti

Bu yazı : 1279 defa okunmuştur.

Büyük resmi görmek için


resmin üzerine tıklayın...
Hazreti Peygamber'in hayatında gönüllerde çiçek açan bu sevda, onun
vefatıyla birlikte hasrete dönüştü. Sahabiler o hasret ateşiyle yanıp
kavruldular. Medine onlara dar geldi. Hasretin tutuşturduğu heyecanla
yollara düştüler. Çöller, yollar aştılar.

Kur'an'da, Allah sevgisinin gerçekleşmesi için Hz. Peygamber'e


ittiba şart koşulmuştur. (bk. Ali İmran, 3/31) Yine Kur'an'da Allah'a
itaatle birlikte Peygamber'e itaat emr olunmuştur. Hz. Peygamber'in,
imanın kemale ermesi ve lezzetinin tadılması için kendisine gerçek bir
sevgi ile bağlanmayı şart koşması, ashabın kendisini bir "baba" gibi
algılaması, ashab içinde ona karşı abideleşen bir sevgi çağlayanı oluşturdu.

Sahabiler onunla konuşurken ondan bahsederken ve onu dinlerken


heyecanlanıyor. Söylediklerini vecd ve coşku ile dinliyorlardı. "Anam
babam sana feda olsun!" "Canım sana feda olsun!" şeklindeki
ifadeler ona olan, sevgilerinin bir tezahürüydü. Bu sevgi, ondan uzak
kalma düşüncesini düşünmeye bile izin vermiyordu. Ondan dünyada ya da
ukbada uzak kalmanın hasretine dayanamayacaklarını düşünüyorlardı.
Hatta cennette bile ondan mahrumiyet, onlar için dayanılmaz biz hasreti
oluşturmaktaydı. Bu yüzden o: "Kişi sevdikleriyle beraberdir"
açıklamasına mecbur olmuştur. Dünyada beraberlik, cennette komşuluk ne
büyük mutluluktu. Nitekim Nesibe Hatunun Uhud'daki yararlıkları
sebebiyle Allah Rasulü'nden beklediği sadece cennette ona
komşu olmaktı."

Hz. Peygamber'in hayatında gönüllerde çiçek açan bu sevda, onun


vefatıyla birlikte hasrete dönüştü. Sahabiler o hasret ateşiyle yanıp
kavruldular. Medine onlara dar geldi. Hasretin tutuşturduğu heyecanla
yollara düştüler. Çöller, yollar aştılar. Bilal gibi tekrar Medine'ye gelip
ezan okuyarak onu çağıranlar ve Bilal'in sesini duyunca da "Resulullah
geldi galiba!" sevinciyle evlerinden dışarı fırlayıp hasretle onu kucaklamaya
koşanlar odu. Ama nafile. Çünkü artık onu dünya gözüyle değil, ancak
mana ve kalb gözüyle görmek mümkün olabilecekti.

Hz. Hasan gibi genç sahabiler, onun hilye ve semailini gözleri önünde
canlandırmak için daha iyi tanıyan sahabilerden onun tavsifini istiyorlardı.
Hz. Hasan'la başlayan ve Hz. Ali, Hind b. Ebi Hale gibi sahabilerin anlattığı
fiziki ve ruhi portresine aid şemail rivayetleri ile hilye levhaları hep ona
duyulan hasretin bir terennümü olarak kültür tarihimizdeki yerini almıştır.
Evlerimizi süsleyen hilye levhaları, divan edebiyatımızdaki naatlar,
musikimizde o sevda ile yakılan ilahiler, hep ona duyulan hasretin
ifadesidir.

Biz bu yazıda gerek divan, gerekse tekke halk edebiyatımızda Allah


Resulü'ne duyulan hasretin şiire yansıyan boyutlarından kesitler sunmaya
çalışacağız. Bilindiği gibi bizim tasavvufi edebiyatımızın ilk
şahsiyeti Ahmed Yesevi'dir.

Ahmed Yesevi, Peygamber hasreti, ona benzeme ve ona kavuşma


arzusunun ilk tipik örneğidir. Tekkesinin önüne kazdırdığı kabir çukuruna
onun vefat yaşı olan altmış üç yaşından sonra günün belli saatlerinde girer
ve orada zamanını zikir, tesbih, salâvat ve rabıta-i mevt ile geçirirdi.
Nitekim Divan-i Hikmet'inde bunu şöyle anlatır:

Sünnetlerini muhkem tutup ümmet oldum;

Yeraltına yalnız girip nurla doldum;

Hakk'a tapanlar makamına mahrem oldum,

Batin kılıcı ile nefsi parçaladım iste.

Tasavvuf ve edebiyatımızın bir diğer abide şahsiyeti şiirlerini Farsça


yazan Mevlana Celaleddin Rumi (m.o 1273)'dir. O, rubailerinde Kur'an
anlayışını peygamber hasretini şöyle dile getirir:
Ben sağ olduğum sürece Kur'an'ın bendesiyim

Muhammed Muhtar'ın ayağının tozuyum.

Kim benden bundan başka bir söz naklederse

Ben o sözden de onu nakledenden de incinirim.

Mevlana ile hemen çağdaş sayılan ve Batı Türkçesinin güçlü temsilcisi


gönüller sultani Aşık Yunus da aynı duygularla şunları söylemektedir:

Canim kurban olsun senin yoluna

Adı güzel, kendi güzel Muhammed.

Bu üç gönül eri ile başlayan hasret türküleri her devirde o devrin gönül
erlerince seslendirilmeye devam etmiştir. Nitekim Hacı Bayram Veli'nin
damadı ve Kadiriye'nin Rumiye kolu kurucusu Eşrefoğlu Rumi (o.1469)
bu heyecanı yaşayıp seslendirenlerdendir. Seher vakti bir kerecik olsun
onun yüzünü görmek sevdasında olan, Eşrefoğlu, günahının çokluğuna
rağmen hala bundan ümidli olduğunu şöyle dile getirmektedir:

Ederim canimi kurban senin yolunda ey Ahmed,

N'ola bir kez yüzün görsem seher vakti seher gahi,

Bu Eşrefoğlu Rumi'nin günahı çokdur gayet

Şefaat kil ya Muhammed yüzün şems'ü kamer mahi

Taci-zade Ca'fer Çelebi (o. 1515) onun gül yüzüne kavuşmak ümid ve
özlemiyle kıyamet sabahını beklediğini şöyle ifade etmektedir:

Iyd-i cemaline kati müstakim isterem

Mihr-i ruhun ümmidini subh-i kıyameti


"Su Kasidesi" adli şiiri ile naat vadisinde bir sah-eser vücuda getirmiş
bulunan Fuzuli (o. 1556) peygamber hasretini en güzel dile getirenlerin
başında gelmektedir. Onun bu 32 beyitlik manzumesinden
seçtiklerimizden bazıları:

Ben senin insanlara ilahi aşk sunan dudağını özlemişim. Zahidiler kevser
peşinde koşar. Nitekim aşk sarhoşuna aşk şarabi, ayıklara da su içmek iyi
gelir.

Ben lebin müştakıyım. Zühhad kevser talibi

Nitekim meste mey içmek hoş gelir, huşyara su.

"Selvi boylu ve güzel yürüyüşlüsün sen. Sular herhalde sana aşık olmalıdır
ki hiç durmadan sana doğru akıyorlar." (Nitekim sairin yaşadığı
Bağdad'daki Dicle ve Fırat'ın suları Medine tarafına doğru akmaktadır.)

Ravza-i kuyine her-dem durmayıp eyler güzar

Aşık olmuş galiba ol serv-i hoş reftare su.

"Şayet ben, Sevgili Peygamber'in elini öpmek arzusuyla ölecek olursam,


toprağımdan bir desti yapıp onunla o sevgiliye su sunun."

Dest busu arzusuyla ölürsem dostlar,

Kuze eylen toprağım, sunun anınla yare su.

Şairin kabir toprağından desti yapıp sevgili Peygamber'e sunulunca


mecburen, dudaklarını bu kaba değdirecek elini öpme arzusuyla ölen sair,
bu suretle onun dudaklarını öpmüş olacaktır. Bu bir hasret ve şefaat talebi
ifadesidir.
"Ey Allah'ın sevgilisi ve ey insanların en hayırlısı, sana müştakım; hasret
çekiyorum. Nasıl susuzluktan dudağı kurumuşlar bir yandan yanıp bir
yandan da su ararlarsa, ben de bu hal ile seni arıyorum."

Ya Habiballah ya hayral-beser müştakınem

Öyle kim leb-teşneler yanıp diler hem-vare su.

"Ve nihayet umduğum, kıyamet günü vuslatından mahrum olmamaktır.


Hiç olmazsa o gün vuslat çeşmen ben susamışı sulasın."

Umduğum oldur ki ruz-i haşr mahrum olmayam

Çeşme-i vaslın vere ben teşne-i didare su.

Osmanlı'nın sufi sairleri kadar şair sultanları da ayni hasret ateşini


ruhlarının derinliklerinde duymuşlardır. Nitekim "Muhibbi" mahlası ile
şiirler yazan Kanuni Sultan Süleyman (o. 1566) der ki:

"Ya Rasulullah sen bugün alemlerin nuru ve Allah'ın sevgilisisin. N'olur


aşıklarını bir lahza kapından uzak tutma!"

Nur-i alemsin bu gün hem dahi mahbub-i Huda

Eyleme aşıkların bir lahza kapından cüda

Sultan I. Ahmed Han (o. 1617) de Hz. Peygamber'e olan hasret ve sevgisi
sebebiyle onun ayak izi seklinde tahtadan bir levha yaptırmış ve üzerine:

N'ola tacım gibi başımda götürsem daim


Kadem-i resmini ol Hazret-i Sah-i Resul'ün

Gül-i gülzar-i nübüvvet o kadem sabidir

Ahmeda durma yüzün sür kademine o gülün

kıt'asını yazdırarak cuma ve bayram selamlıklarında bir sorguç gibi


başında taşımıştır.

Ehl-i beyte mensub olan ve Hz. Peygamber'in cemal nuruyla gönlü yaralı
bulunan Seyyid Nizamoğlu (o.1602) onun cemalinin şevki kalbe tecelli
edebi beri gönlünün arsa kadar yarıldığını anlatır:

Cemalin nurunun şevki tecelli edebeli kalbe

Onuncun Seyfi'nin gönlü ki çak arşa beraberdir

Halvetiyye'nin Nasuhiyye piri Üsküdar'da medfun M. Nasuhi (o. 1718)


hasret ateşiyle şöyle yanıp yakılır.

"Aşıkları, daimi surette divaneye çeviren senin aydınlık yüzündür ya


Rasulallah! Onları derd ile sabah, aksam ah ile inleten de senin hasretindir
ya Rasulallah."

Eyleyen uşşakı şeyda daima

Tal'atindir ya Resulallah senin

Derd ile ah ettiren subh u mesa

Hasretindir ya Rasulallah senin.

"Beni gece gündüz feryad ettirip hasretle gönlümü yakan ve devamlı


gözlerimden yaşlar akıtan senden uzaklığın özlemidir ya Rasulallah!"
Ruz u şeb karım benim efgan eden

Nar-i hasretle dilim suzan eden

Dem-be-dem bu gözlerim giryan eden

Firkatindir ya Rasulallah senin.

Allah Resulü sevdalılarından Yahya Nazım (o.1727). Peygamber hasretini


şöyle anlatıyor:

"Aşkının hastası olalı beri ebedi hayati buldum. Senin aşkının derdi hasta
gönlüme devadır ya Resulallah. Bu derd kalbimi gül gibi açtırır ve senin
aşkının ömrünü artırır. Senin derdin senin askın hem gönül acar hem cana
can katar"

Olaldan haste-i aşkın hayat-ı cavidan buldu

Dil-i bimarıma derdin devadır ya Resulallah

Açar gül gibi kalbin artırır bimarının ömrün

Gamın hem dil-güşa hem can-fezadır ya Resulallah

"Devamlı surette ciğerlerim kana bulansa bunda şaşılacak ne var. Çünkü


gönül, senin gam denizinin yabancısı değildir. Onda yüzmesini bilir."

Aceb mi dem-be-dem ageste-i hun-i ciğer olsa

Gönül bahr-ı gamınla aşinadır ya Resulallah

Halvetiyyen'in Gulşeni- Sezai kolunun piri Edirneli Hasan Sezayi (o.


1737), bizim hasta; onun doktor, bizim seven, onun da sevilen olduğunu
şöyle ifade ediyor:
Biz mariziz, tabibimiz sensin

Biz muhibbiz, Habibimiz sensin.

Mevlana'nın Mesnevi'sini nazmen Türkçe'ye çeviren Süleyman Nahifi (o.


1738) bakınız Peygamber hasretiyle neler söylüyor:

"Vuslat özleminin gücü başıma iş çıkardı. Ayrılık ateşi hasta tenimi dağladı.
Hasret derdinin iniltisi bu ağlayıp inleyen Garibi öldürürse diyeceğim
sadece sanan Salat u selamdan ibarettir."

Canıma kar etti tab-i iştiyak-i vuslatın

Dağ dağ etti ten-i bimarı nar-i firkatin

Öldürürse ben garib u zari derd-i hasretin

es-Salatu ve's-selam ey fahr-i alem es-selam

Salahi-i Uşşaki (o. 1782) der ki:

"Gönül senin hayalini düşünerek sabaha çıkar. Sabah aydınlığı senin


güzellik mumunun ışığıyla meydana gelir."

Gönül fikr-i hayalinle sabahlar ya Rasulallah

Olur sem'-i cemalinle sabahlar ya Rasulallah

Onun gül cemalini bir gece rüyasında görmek arzusuyla yanıp tutuşanlar
hiçbir devirde eksik olmamıştır. XIX yüzyılda Hafız Muhammed Hilmi (o.
1881) bakiniz ne diyor:
Ya Habiballah ezelden aşık-i didarınem

Lutfedip rüyada bir şeb arz-i didar et bana.

Ayni yüzyılın aşık şairi Osman Şems Efendi (o. 1893) de şunları
söylüyor:

"Ey güneş gibi aydınlık güzel. Senin yüzünün nuruna göreliden beri gam
iklimindeki gözyaşlarım gül renkli şarab gibi oldu, kana boyandı.
Sinemdeki aşk ile yarılmış yarıklardan taşıp gelen sırlar aşk destanı gibi
adeta yazılmış bir kitap gibi oldu. Muhabbet divanının göğsü ıstırapla
doldu. Aşkını iman nuru gibi sinemde saklarım. Canımın cevheri gibi
vücudumda beslerim.

Ta görelden nur-i vechin ey cemal-i afitab

Eşk-i çeşmim bezm-i gamda oldu gül-cam-i şarab

Şerh ettim razı sinem şerhalardan bab bab

Dasitan-i aşk ile oldum müdevven bir kitab

Sadr-i divan-i muhabbetle yine pür-ızdırab

Saklarım sine de aşkın nur-i imanım gibi

Beslerim cismimde derdin cevher-i canım gibi

"Ateş" redifli gazeliyle peygamber hasretini XX. yüzyıla taşıyan ve bu


hasretle ona kavuşan M. Es'ad Erbili de bu vadinin mestlerindendir.

"Yüzünün güzelliğinin hayal ve özlemiyle can ve gönül yansa, şaşılacak ne


var? Sevgili Peygamberim, gel de kalbimde ki ve feryadımdaki ateşi gör."

Hayal-i şem'-i ruyinle aceb mi yansa can u dil


Nigarım gel de gör, kalbim de ateş, ah u zar ateş

"Güzellikte kemale ermiş yüzünü bir kerecik görsem bu kotu köleniz ondan
sonra da siye feda olsun"

N'ola bir kerre şad olsun cemal-i ba-kemalinle

Ki kemter bendeniz Es'ad sana olmak feda ister

Mevlana aşkı ile hidayete eren Yaman Dede adıyla ünlü Abdülkadir
Keçeoğlu da içinde volkan alevi gibi bir peygamber hasreti taşıdığını şöyle
anlatıyor:

"Senin aşkınla gönül kan oldu, kana boyandım ya Rasulallah! İçimdeki bu


yanan ateşe nasıl dayandım bilemem. Ben ezel bezminden beri sürüp
gelen bir çığlık gibi hasret ateşiyle kavruluyorum. Güzel yüzünü gösterip
beni ferahlat ki yanıyorum ya Rasulallah!"

Gönül hun oldu şevkinden boyandım ya Rasulallah

Nasıl bilmem bu nirana dayandım ya Rasulallah.

Ezel bezminde bir dinmez figandım ya Rasulallah.

Cemalinle ferah-nak et ki yandım ya Rasulallah!

Arif Nihat Asya'nın (o. 1975) naat inde ise bu hasret su beyitlerle ifade
edilmektedir.

Gel ey Muhammed, bahardır...

Dudaklar ardında saklı


Aminlerimiz vardır!...

Hacdan döner gibi gel;

Miracdan iner gibi gel,

Bekliyoruz yıllardır.

Hocamız Kemal Edib Kürkçüoğlu (O. 1977) merhumun naatında da bu


hasrete şöyle atıflar vardır:

Gözyaşı ile ağlayıp uyuyarak yüzünü rüyada gören onun güler yüzünü
etkisiyle gülerek uyanır.

Zaru giryan uyuyup ruyini rüyada gören

Uyanır neşve-i didar ile handan olarak

Cebrail her gece ihrama girerek senin mübarek beldene gelip yüzünü
görmek ve orda konaklamak için can atar.

Can atar her gece Ruhu'l-kuds ihrama girip

Harem-i muhterem-i kuyine mihman olarak.

Ve son olarak Arif Hikmet Gökoğlu Bey'in naatinden hasret-i nebi


duygularına kulak verelim:

"Ya Rasulallah andolsun bugün hasret ve ayrılık derdiyle perişanım. Bana


yardim et! Aşk ateşine tutuldum. Bugün adeta ateş olmuş gibiyim. Suri ve
maddi uzaklık sebebiyle. Bugün canim yanıyor. Elimden tut ve bana
merhamet eyle! Çünkü ben isyan denizine batmışım. Ancak islediğim
günahların hepsine pişmanım bugün."
Ya Rasulallah inayet kil perişanım bugün

Hasret u hecrinle vallah sine-suzanım bugün

Nar-i aşkınla tutuştum mahz-i niranım bugün

Bu'd-i suriden efendim yanmada canim bugün

Merhamet kil al elim mağruk-i isyanım bugün

Ettiğim masiyete gayet peşimanım bugün.

Kronolojik sırayla tasavvuf edebiyatımızdan sunduğumuz bu peygamber


hasreti terennümleri, bugün suri vuslat mümkün olmayan Sevgili
Peygamberimizin,

1) Yüzünü rüyada ve alem-i manada görerek teselli olmayın; 2) Kabr-i


saadetine yüz sürüp hayatıyla sermest olmayı; 3) Ahirette şefaat ve
komşuluk arzusunu dile getirmektedir.

Prof. Hasan Kamil Yılmaz-Altınoluk Dergisi–1997 - Temmuz,


Sayı:137
http://www.cevaplar.org/index.php?
khide=visible&sec=17&sec1=61&yazi_id=5130

You might also like