Professional Documents
Culture Documents
Nurculuk Hakkında Diy - İşl.Bşk - Lığı.1964
Nurculuk Hakkında Diy - İşl.Bşk - Lığı.1964
HAKKINDA
Diyanet İşleri Başkanlığı
Say 5
3 "” Nur Risâlelerini toplu olarak okumak bir nevi hizipçilik olduğu (1960/203
no:)
say11
Nur risalelerinin baştanbaşa İlâhî bir ilhama dayandığı intibaı kısmen Said
Nursî, bilhassa naşiri olan talebelerince halka telkin edilmek istenmiştir. Meselâ
(îşar ratu"l-icaz) kitabında (Arap harfleriyle teksir s. 281) nur talebelerinden
Mehmed Kayalar:
«Risale-i Nur, Kurân"ın bu asırda en yüksek ve en kudsî bir tefsiridir.
Hakikatleri semavîdir, Kur anîdir. O halde Kur"an okundukça o da okunacaktır.
» der. Hâlbuki İşaratu"I-icaz kitabı Kuran-ı Kerîm"in tamamına şamil bir tefsir
olmadığı gibi bu kitabın içindekilere Kur"ân-ı Kerîm derecesinde bir kudsiyet
izafe olunması doğru değildir. Bu asırda en yüksek tefsir, denen bu kitap,
Bakara sûresinin 31 âyetinin, tefsir ilmi usulüne uymayan indî bir görüşle
yapılan bir açıklamasıdır. Diğer risalelerde de âyet-i kerîmelerden rastgele
bazıları herhangi bir va"z risalesi halinde ele alınmıştır. Bu durumda nur
risaleleri iddia edildiği gibi Kur"ân-ı Kerimin tefsiri değildir.
say12
(Sikkeyi tasdik-i gaybî) adlı kitabında (Arap harfleriyle teksir S. 91-92) de nur
talebelerinden Ahmed Nazif, Hz. Ali"nin (Keramet-i gaybiye) sinde Risale-ı
Nur"a (Sıracün-nur) adının verildiğini iddia eder ki, aynı garabettedir, Kur"ân-ı
Kerîm"de (Sırâcen münîrâ) yâni: «Aydınlatıcı çerağ» deyimi, Peygamberimiz
(S.A.S.) hakkında varid olmuş bir vasıftır. Bunun risale-i nura atfedilmesi yersiz
ve indî bir tevcih olur. Bu eserde umumiyetle ifade edilen görüşler bâzı
tasavvufî-batınî tevillere dayanmaktadır. Bu gibi teviller, âlimlerince hoş
karşılanmamış ve ayetlerin böyle usûl dışında tevillere uğratılması da hiç bir
zaman doğru görülmemiştir;
say14
say15
say16
«Ehl-i kalbin lâtif keşiflerinden birisi de: beklenilen zât bir kitap yazacak,
geçmişte hiç kimse ona benzer bir kitap yazmayacaktır. Elhak, Risale-i Nur,
bunun güneş gibi delilidir. Evet, onun şakirtleri kat"iyyen îman ediyorlar ki,
şimdiye kadar böyle eser görülmemiştir ve kıyamete kadar yazılmıyacaktır. Ehl-
i keşif o nur"un tercümanı olan zatı nuranî (mescûnün-nisa) yani müteehhil
bulunmayacak, ihtiyar yaşta olacak.,, diye bahsediyorlar. Bu tevafukun her halde
başka şekilde izah ve tefsirine ihtiyaç yoktur. Maziden; yani bulundukları
zamandan istikbale nazar eden ve bu zamanın halini tarassud eden ehl-i keşfin,
keşfe müstenit daha çok beyanları vardır. Kısa keserek sizi onlara bırakıyoruz.
îşte Risale-i Nûru yalnız ben medh etmiyorum, onu Hz. Kur"an medhediyor, Hz.
Ali methediyor. Gavs-i a"zam methediyor, Hz. Murtaza Celcelutiyesinde Risale-
i Nûr"a (bedî) diyor.
Görüldüğü gibi (Nur şakirtleri kat"iyyen îman ediyorlar ki) sözü ile Said Nursî
ve onun eseflerini Kurân"ın, Hz. Ali"nin ve diğer büyüklerin methine mazhar
kılarak yapılan tevcihler, daha da ileri gidilerek, Kuran-ı Kerimedeki 100 e
yakın âyetin ebcet hesabiyle Said Nursî"ye, lâkabına, risalelerine tarih
düşürülmesi suretiyle isbat edilmeye çalışılmaktadır. Tılsımlar kitabında 189-
190, Sıkke-i Tasdik-i Gaybı"de 41-95. Ahmed Fevzi"nin Maidetül-Kur"ân"mda
173-191 inci sayfalar, böyle yersiz, sınırsız tevafuklarla doludur. Bunlar Kurân-ı
Kerim"in gerçeklerini Said Nursî"ye yönelten zorlamalardır. Hakikatle hiç bir
ilgisi olmadığı gibi Kur"ân-ı Kerîm"e ve onun tefsir usulüne bir tecavüzdür ve
daha Önce de belirtildiği gibi Batınîlerin maksatlanna ulaşmak için yürüdükleri
yoldur. Yukarıda gösterilen mecmuada Bedîüzzaman kelimesinin çıkışına ve
Said Nursî"nin şahsına dair yazılar, aşırı bir sevgi sonucunda müritlerin
şeyhlerine, bazı talebelerin hocalarına gösterdikleri sınırsız ifratçı tazimleri ifade
ediyorsa, da, Hurûfîlik yoluyla âyetlerden mana çıkarılması da Kur"ân"ı
anlamadaki kaide ve usullere taban tabana aykırıdır. Bilinmiş olmalı ki, âyet-i
kerîmeler böyle keyfî tasarruf mevzuu olmak için nazil olmuş değildir. Mahzâ
hidayet olan Kitâb-ı Mübîn"i, hakikatlerini böyle bir yolla açıklamak yüce dinin
usulüne aykırıdır.
say18
Said Nursî, Afyon müdafaası (Varak 38) ve Arabî Mesnevi (Bir ve ikinci
noktalar) kitaplarında şöyle tehdit ediyor: «Size ihtar ediyorum: Kur"ân"a
dayanın, Risale-i Nur ile mübareze etmeyiniz. Bu memlekete yazık olur.»
Haşiyesinde «4 defa mübareze zamanında gelen dehşetli zelzeleler (yazık olur)
hükmünü isbat eder» denilir. Bu ifadelerde bir rûhî arıza göze çarpar,
şakirtlerine de aynı hal intikal eder. Meselâ: (Sikke-i Tasdik-i Gaybî)
Mukaddemesinde, 5 şakirdin şöyle bir ifadesi vardır: «... Bu hâdise ise,
Müellifin îsparta"yı teşrifini müteakip bir asır içinde bir veya iki defa vukua
gelen* bu yaz mevsimindeki yağmurun kesretle yağması olmuştur. Pek hârika
bir surette yağan bu yağmur, İsparta"˜nın her tarafını tamamen İska etmiş,
nebata da yeniden hayat bahşedilmiş, bağlar bahçeler başka bir letafet
kesbetmiş, ekserisi hemen hemen ziraatîe iştigal eden halkın yüzleri Risale-i Nûr
un nail olduğu inayetten ve bereketten olan bu yağmurdan istifade ederek
gülmüş, Ruhlar inbisat etmiştir.»
Afyon müdafaasındaki bu sözler Batınî usullerine uygun olan bir akîde ve ifade
tarzıdır. Nur talebesinin bu hususa dair yazılarında tabiî hâdiseleri böyle izâha;
çalışmaları hocalarının kerametini ispat için bir çabadır.
Böyle bir telâkkî, Hz. Peygamberin vârisi olduğunu iddia eden bir insan için asla
uymaz. Çünkü Peygamberimizin oğlu İbrahim vefat ettiği zaman tesadüfen
güneş tutulmuştu. Bunu Peygamberimizin evlâdının vefatına hamledenler oldu.
Peygamberimiz bunu duyunca:
«Güneş ve Ay, Allah"ın nişanlarıdır. Hiç kimse için tutulmaz » diyerek bu gibi
sakat zihniyetlerin husulüne mani olmuştu.
say19
Said Nursî nin talebelerinin âyet-i kerîmesini cifir yoluyla tevil ederek Atatürk
hakkında çok ağır ta"rizde bulundukları görülür. Meselâ bunlardan Ahmed
Feyzi, Atatürk"ün 1880 de doğduğunu ele alarak, «bu tarih, son asırların Tagut-
i dalâleti yani sapıklığın azılısı olan kimsenin doğum yılı olduğunu, onun temsil
ettiği dalâlet yoluna karşı Kur"ân"ın ve ondan nebean eden Risâle-i Nurun
meydan okumasını gösterir.» diyor. (Tılsımlar mecmuasının) sonunda da ayni
ifade geçmektedir.
say20
«Bir adam sabah kalkar, alnında (bu kâfirdir) diye yazılmış bulunur yani Avrupa
gibi başına şapka giyer ve onu cebren giydirir. » diye Atatürk"e telmih eder.
Ahmet Feyzi bu konuyu Tılsımlar sonundaki Mâidetü"l-Kur"ân"˜ın 180-181 ve
193. sayfalarında tekrar eder. Yurdumuzun, salibin istilâsından kurtulmasına
vesile olan büyük Atatürk hakkımdaki bu tariz, Hadis rivayeti üzerinde çok
yersiz bir tasarruftur. Atatürk en mükemmel bir tefsirin yazılması için emir
vermiş ve Elmalı"h Hamdi merhumun dokuz ciltlik tefsiri bu suretle meydana
gelmiştir.
say21
NURCULUK. MİLLÎ VE DÎNİ BİRLİĞİ PARÇALAYAN
ZÜMRECİLİKTİR:
say22
NETİCE
Netice olarak: Nur Risaleleri Kur"ân-ı Kerîm"in tefsirinden bazı itikat ve îman
meselelerini ele almış, yalnız bunlarda tefsir usulüne uymayan indî hatta keyfî,
bazı tevillere geçmekle zihinlerde teşevvüşler meydana getirmiştir. Said Nursî
imam Rabbanî, Abdulkadir Geylânî ve diğerleriyle kıyaslanarak hepsinin
üstünde sayılmış ve bu bazı garip ifadelerle belirtilmiştir.
Said Nursî"ye uyanlar Nurcu ise, diğer Müslümanlar zulmetçi midir? Esasen
Nur, Kuranındır. Kur"ân ise bütün Müslümanlarındır. Hatta Kur"an bütün âleme
gelmiştir. Bir Batılı da, bir uzak Doğulu da ondan feyz alacaktır. Nasıl ki
vaktiyle Endülüs, Kur"ân sayesinde bütün Avrupa"ya ilim menbaı olmuştu. îbn-i
Rüşdun eserlerini okuyan Hıristiyan din adamları Katolikliğe karşı isyan ederek
Protestanlığı ihdas etmişlerdi. Bugün bütün dünyada önem verilen İçtimaî
munâvenetin teşkilâtlandırılması hususunda vaktiyle Batı memleketle rinde
yapılmış ilk teklif, Endülüs"teki zekât tatbikatını gören bir İspanyol âlimi
tarafından olmuştu.
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu (eski adıyla Müşavere
Kurulu) tarafından Said Nursi"nin eserleri ve Nurculuğun İslam"a aykırı ve
zararlı olduğuna dair 13 kararını içeren, Diyanet İşleri Başkanlığı"nın 1964
tarihli kitapçığı, yukarıda 24 sayfa tıpkıbasım olarak aynen yayınlanmıştır.
Tarihi ve önemli bir belge niteliği taşıyan bu kararların doğru ve kolay
anlaşılabilmesi için bazı kavram ve cümleler hakkında kısa açıklamalar yapmak
zorunlu görülmüştür.
Bu cümlede geçen velayet, evliyalık, ermişlik anlamına gelir, keramet ise ermiş
kimselerin gösterdikleri olağanüstü olaylar demektir. Mehdi ise ahir zamanda,
yani dünyanın sonu yaklaştığında gelmesi ve dünyayı iyilik ve adaletle
dolduracağı beklenen mübarek zat demektir. Kısacası Nurcuların Said Nursi"yi
evliya, ermiş kişi, olağanüstü olaylar sergileyen kişi, hatta Mehdi olan kimse
olarak gördükleri ifade ediliyor ve bu anlayış eleştiriliyor.
Bâtıniler, Kur"an-ı Kerim"e asli ve açık anlamı dışında sapkın batini, yani gizli
anlamlar veren kimselerdir. Bu cümlede Said Norsi Bâtınilikle suçlanıyor.
Said Nursi eserlerinde ayet-i kerimelerden kendi lehine olmak üzere ebcet
hesabıyla çok çeşitli ve yersiz manalar çıkarıyor. Hatta bu yolla birçok ayette
kendisine ve risalelerine işaret edildiğini, o ayetlerin kendisini tasdik ettiğini
iddia ediyor.
Din İşleri Yüksek Kurulu, 1948 tarih ve 323 no"lu karan ile Said Nursi"nin bu
türlü ebcet hesabıyla ayetlerden manalar çıkarmasının İslami ve ilmi bakımdan
değerinin olmadığını, dolayısıyla bu manalann doğru bulunmadığına karar
veriyor.
ç - 7. sayfa, 2. madde:
Bu ifadelerin açık anlamı şöyle: Risale-i Nur yazan Said Norsi, Allah"ın
kendisine manevi bir işareti, bir görev vermesi ile Nurculuk işine girişmiş,
risaleler yazmış, dolayısıyla "Said Nursi"ye karşı çıkmak doğru değil, ama onu
sevmek Allah"ın nzasını kazanıp cennete gitmeye yol açar" diyorlarmış.
Kararda bu anlayışın yanlış olduğu, İslam"a uymadığı açıklanmış oluyor.
d- 7. sayfa, 3. madde:
"Nur risalelerini toplu olarak okumanın bir nevi hizipçilik olduğu (1960-203)"
ifade ediliyor.
Hizipçilik, grupçuluk ve bölücülük anlamına geliyor. Yani Nurcular,
Müslümanlar arasında bölücülük, grupçuluk yapmakla suçlanıyor Din İşleri
Yüksek Kurulu"nca.
e- 7. sayfa, 4. madde:
Buna göre, Said Norsi, kendi eseri olan Risale-i Nur kitaplarını Kur"an-ı
Kerim"in manevi mucizesi olarak gösteriyor, böylece hem kendi kitabını bir
mucize ve kutsal kitap olarak, hem de Kur"an-ı Kerim"in bir parçası imiş gibi
ilan etmiş oluyor. Din İşleri Yüksek Kumlu, Said Norsi"nin bu davranışının
İslam"a aykırı olduğunu açıklıyor.
Din İşleri Yüksek Kurulu, bu maddede farklı olarak Said Norsi"nin eserlerinde,
yani Risale-i Nur"da hurufilik bulunduğunu ve bunun İslam"a aykırı ve zararlı
olduğunu açıklıyor. Hurufilik İslam tarihinde sapık bir fırkanın adıdır. Hurufıler,
Kur"an harflerinden saçma sapan manalar çıkararak kendi sapık görüşlerini
ispatlamaya çalışırlar. Said Norsi de aynı yola gidiyor ve ayetlerin harflerinden
abuk subuk manalar çıkararak o ayetleri kendi yararına kullanıyor. Falan ayet
beni işaret ediyor, falan ayet Risale-i Nur"u teyit ve işaret ediyor gibi İslam"a ve
bilime aykırı görüşler iddia ediyor. Din İşleri Yüksek Kurulu, Said Norsi"nin bu
görüşlerini İslam"a ve bilime aykırı bularak eleştiriyor.
Bu başlık altında iki sayfalık yazının ilk cümlesi, konunun özeti olabilecek
niteliktedir. Şöyle: "Said Nursi, Meşrutiyet ve Cumhuriyet"in kurucularına
(süfyan komitesi) diyerek, onları Hz. Peygamber"e karşı müteaddit harpleri
idare eden (Ebu Süfyan"a) benzetir" denilmektedir.
Nebean eden yani doğan, kaynayıp gelen demektir. Yani Risale-i Nur
kitaplarının Kur"an"dan doğduğunu, Kur"an"dan kaynayıp geldiğini
söylüyorlar. Buna göre, "Said Norsi"nin kitapları Kur"an-ı Kerim"den doğup,
kaynayıp geldiğine göre onlar da Kur"an"ın bir parçasıdır, onlar da Kur"an gibi
vahiy edilmiş ve kutsaldır" demek istiyorlar. Böyle bir söz ve inanç büyük bir
sapkınlığın ifadesinden başka birşey değildir. Bu inanç insanı İslam dışına
çıkartmaz mı?
SONUÇ: