You are on page 1of 13

DANIŞTAY İLGİLİ DAİRE BAŞKANLIĞINA

DAVACI : Zehra ERGİN ( TC.Kimlik No: 41902333780 )

Adres: Kamil Ocak Mahallesi Kamil Ocak Sokak 20 / 7 Keçiören / ANKARA

DAVALI : Başbakanlık-Ankara

KONUSU : 01/09/2016 tarih ve 298818 sayılı resmi gazetede yayınlanan 01/09/2016 tarih ve 672
sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun
Hükmünde Kararname ile Milli Eğitim Bakanlığındaki görevimden çıkarılmama ilişkin işlemin
iptali, itiraz yoluyla Anayasa’ya aykırılığı öne sürülen 672 sayılı KHK’nin 2.maddesinin
Anayasaya aykırılığının tespit ve iptali talebinden ibarettir.

TEBLİĞ TARİHİ : 672 sayılı KHK’nin resmi gazetede ilan tarihi 01/09/2016

AÇIKLAMALAR :

GİRİŞ :

15 Temmuz 2016 günü gerçekleşen hain darbe girişiminin ardından 20/07/2016 tarihli ve
2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde üç ay süreyle olağanüstü hal ilan
edilmiş ve bu kapsamda farklı tarihlerde olağanüstü hal kararnameleri çıkarılmıştır. Bu
kararnameler ile çok sayıda kamu görevlisi başka bir işleme gerek kalmaksızın ve herhangi bir
soruşturma yapılmaksızın yürüttüğü kamu görevinden çıkarılmıştır.

01/09/2016 tarihine kadar Milli Eğitim Bakanlığında Öğretmen olarak görev yapmakta iken
01/09/2016 tarihinde 672 sayılı kanun hükmünde kararnamenin resmi gazetede yayınlanması ile
görevimden ihraç edildim.

Söz konusu kararname yayınlanmadan önce de darbe girişiminin ardından 27 /07/ 2016 tarihinde
açığa alındım. 672 sayılı KHK ile de görevime sebepsiz olarak son verildi.

KHK’nin Meslekten çıkarılmama neden olan 2.maddesi şu şekildedir;

MADDE 2- (1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı
yahut bunlarla irtibatı olan;

a) Ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden,

b) Ekli (2) sayılı listede yer alan kişiler Emniyet Genel Müdürlüğü teşkilatından,

c) Ekli (3) sayılı listede yer alan kişiler Jandarma Genel Komutanlığı teşkilatından,
ç) Ekli (4) sayılı listede yer alan kişiler Sahil Güvenlik Komutanlığı teşkilatından,

başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat
yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir.

(2) Birinci fıkra gereğince kamu görevinden, Emniyet Genel Müdürlüğü teşkilatından, Jandarma
Genel Komutanlığı teşkilatından ve Sahil Güvenlik Komutanlığı teşkilatından çıkarılan kişilerin,
mahkûmiyet kararı aranmaksızın, rütbe ve/veya memuriyetleri alınır ve bu kişiler görev yaptıkları
teşkilata yeniden kabul edilmezler; bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan
veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; bunların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet,
kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona
ermiş sayılır. Bunların silah ruhsatları, gemi adamlığına ilişkin belgeleri ve pilot lisansları iptal
edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından onbeş gün içinde
tahliye edilir. Bu kişiler özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olamazlar. Bu
kişiler hakkında ilgili bakanlık ve kurumlarca ilgili pasaport birimine derhal bildirimde
bulunulur. Bu bildirim üzerine ilgili pasaport birimlerince pasaportlar iptal edilir.

KHK’nın 2.maddesinin 1 fıkrasının (c) bendinde belirtilen Ekli (3) sayılı listenin 2792 sırasında
ismim yer almaktadır. Kanun Hükmünde kararnamenin bir maddesi ve ekinde nasıl hazırlandığı
belli olmayan bir liste sebebiyle gerekçesiz ve hukuka aykırı olarak meslekten çıkarılmama neden
olan işlemin hukuka aykırılığına ve iptalinin gerektiğine dair izahatlarım farklı başlıklar altında
aşağıda sunulmuştur.

672 SAYILI KHK’NİN NEDEN OLDUĞU MAĞDURİYETE KARŞI DAVA HAKKIMIN


BULUNDUĞUNA DAİR AÇIKLAMALAR

Dava konusu işlemin hukuka aykırılığına ilişkin izahat yapmadan önce hakkımda tesis edilen
işleme karşı dava hakkımın varlığına ilişkin kısa bir açıklama yapmayı gerekli görüyorum.

672 sayılı KHK incelendiğinde, bu KHK sebebiyle hakları muhtel olanların idari yargı
mercilerinde dava açma haklarının engellenmesine dair bir hüküm olmadığı da görülecektir.
Hatta öyle ki 667 ve 668 nolu KHK’lerde yer alan yürütmenin durdurulmasını engelleyici hüküm
de 672 nolu KHK’da yer almamaktadır. Aslında yürütmenin durdurulmasını engelleyici hükmün
KHK’larda yer alması bile iptal davası hakkının her halükarda mevcut olduğunun KHK’yi
hazırlayan Bakanlar Kurulunca da bilindiğini göstermektedir.

Kaldı ki Anayasa’nın, “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36.maddesinde;

MADDE 36- (Değişik: 3/10/2001-4709/14 md.) Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir.
“Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40.maddesinde;

MADDE 40- Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.

(Ek fıkra: 3/10/2001-4709/16 md.) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve
mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.

“Yargı yolu” başlıklı 125.maddesinde;

MADDE 125- İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır…” denilerek dava
hakkının varlığı Anayasal güvenceye alınmıştır.

Bu konuda özel düzenleme olan 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 21.maddesi de şu
şekildedir; Madde 21 – (Değişik: 12/5/1982 - 2670/9 md.) Devlet memurları kurumlarıyla ilgili
resmi ve şahsi işlerinden dolayı müracaat; amirleri veya kurumları tarafından kendilerine
uygulanan idari eylem ve işlemlerden dolayı şikayet ve dava açma hakkına sahiptirler.

Uygulamayı isteme hakkı başlıklı 17.maddede ise; “Devlet memurları, bu kanun ve bu kanuna
dayanılarak yayınlanan tüzük ve yönetmeliklere göre tayin ve tesbit olunup yürürlükte bulunan
hükümlerin kendileri hakkında aynen uygulanmasını istemek hakkına sahiptirler.” Denilmektedir.

Yine Anayasa’nın 125.maddesinin devamı fıkralarında; ”Kanun, olağanüstü hallerde,


sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halinde ayrıca millî güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık
nedenleri ile yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir.” Denilerek dava hakkının
sınırlandırılamayacağı ancak yürütmenin durdurulmasına ilişkin sınırlama getirilmesinin
mümkün olduğu belirtilmiştir.

Son olarak Anayasa’nın 104.maddesinde Cumhurbaşkanının yürütmeye ilişkin görevleri


arasında; “Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hal
ilân etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak”, da yer almaktadır. Anayasa’nın bu hükmü
ile Kanun Hükmünde Kararnamenin yürütmeye yani devletin idaresine ilişkin bir işlem olduğu
kabul edilmiştir. Bu hüküm de söz konusu KHK sebebiyle ortaya çıkan birel duruma karşı dava
hakkının var olduğuna ayrı bir Anayasal dayanaktır.

Benzer durumda yine 2935 sayılı Olağanüstü Hal kanunu gerekçe gösterilerek çıkarılan 285
sayılı, 10/07/1987 tarihli ve Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname sebebiyle hakkında naklen atama işlemi yapılan bir kamu görevlisinin Konya İdare
Mahkemesine işlemin iptali talebi ile yaptığı başvuruda 14.3.2002 günlü, E:2001/806,
K:2002/370 sayılı karar ile KHK’nin 7. maddesi uyarınca bu teklifler sonucunda idareler
tarafından tesis edilen işlemler aleyhine yargı yolunun kapalı olduğu, bu nedenle açılan davanın
incelenme olanağının bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiş,
davacı hak arama hakkını sınırlayan bu düzenlemenin Anayasa Mahkemesine götürülmesi
gerektiğini ileri sürmekte ve anılan kararın temyizen incelenerek bozulmasını istememiş,
Danıştay Beşinci Dairesi E:2002/1311 sayılı ve 19.11.2002 günlü kararıyla 285 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin 7. maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmuş, Anayasa
Mahkemesi 22.5.2003 günlü, E:2003/28, K:2003/42 sayılı kararı ile 10.7.1987 günlü, 285 sayılı
&Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin &425 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile yeniden düzenlenen 7. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna
ve iptaline karar verilmiştir. Anılan KHK’de idari yargı yolunu kısıtlayan bir hüküm bulunmasına
rağmen bu hükmün hak arama hürriyetini ortadan kaldırdığı gerekçesi ile Anayasa
Mahkemesince iptal edilmesi ortada iken, somut olayda KHK’de idari dava açmayı engelleyen
bir durum bulunmamasına rağmen bu yönde tartışmaların bulunması mesnetsizdir, hukuk
güvenliğine de aykırıdır. Ayrıca şunu da belirtmek isteriz ki Anayasa Mahkemesince iptal edilen
bu KHK hükmünün Anayasa’ya aykırı olduğu daha önceki bir tarihte yine idari yargıda görülen
bir davada öne sürülmüş, bu itirazı değerlendiren Anayasa Mahkemesi söz
konusu kanun hükmünde kararnamenin bir olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesi olduğu
ve bu haliyle anayasanın 121/3.maddesi kapsamında olduğu, 148. madde uyarınca biçim ve öz
yönünden anayasaya aykırılık iddiasıyla iptal davası açılamayacağı gerekçesiyle Anayasa
Mahkemesinin 10.1.1991 tarih ve E:1990/25 K:1991/1 sayılı kararıyla yetkisizlik yönünden
reddedilmiş ve bu karar 5.3.1992 tarih ve 21162 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Aradan
geçen yaklaşık 11 yılda Anayasa Mahkemesi kararından dönmüştür.

Eğer bir an için olsun dava konusu işleme karşı yargı yolunun kapalı olduğunu düşünsek, bu
durumun 13.12.1966 tarihinde 811 sayılı Yasa ile onayladığımız İş ve Meslek Bakımından
Ayırım Hakkında 111 sayılı sözleşmenin 1. ve 4. maddelerine aykırı olacağında da şüphe
olmayacaktır. Benzer durumda idari yargı yolunun kapatılmasının bu sözleşmeye aykırı olacağına
dair bknz: Danıştay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun E. 1988/6, K. 1989/4 ve T. 7.12.1989
tarihli kararı)

Ayrıca KHK’da meslekten çıkarma konusunda yargı yoluna başvurulamayacağı da açıkça


öngörülmemiştir (Eskelinen ve diğerleri/Finlandiya, para. 62). AİHM’ye göre, AİHS’nin 6.
Maddesi ile korunan hakların ihlali, taraf devletin kişisel haklara ilişkin davalar açılmasını
önlemek düşüncesi ile kanuni düzenleme yapmasında da ortaya çıkar (Gorraiz Lizarraga/İspanya,
27.4.2004, para. 70). Anılan bu kararlar da; dava hakkı kısıtlanmasına dair hüküm olmadıktan
sonra bu hakkın kullanımının engellenemeyeceğini, hüküm konularak bu hakkın engellenmesinin
ise her hal ve şartta AİHS 6.maddede yazılı adil yargılanma hakklaşılmaktadır.” Denilmektedir.
Son olarak şunu da belirtmek isterim ki, yakın zamanda basın kuruluşlarında da haber olarak
verildiğine göre, olağanüstü hal ilanı sonrasında Milli İstihbarat Teşkilatı Personelinden 141 kişi
hakkında soruşturma yürütülmüş 100 kişi meslekten çıkarılmıştır. Aynı OHAL kapsamında
devletin farklı bir kurumunda görevli kişiler hakkında soruşturma yürütülerek bir neticeye
varılmış iken ben ve benim gibi binlerce kişi hakkında hiçbir soruşturma işlemi yapılmaması
devletin kamu hizmeti gören kişiler karşısında objektif ve tarafsız davranmadığını
göstermektedir. Aslında bu durum şunu göstermektedir ki istenildiğinde rahatlıkla disiplin
soruşturması yapılabilir. Kaldı ki MİT gibi hayati bir kurum bile disiplin soruşturması yaparken
polis memuru/öğretmen/ hemşire/sağlık memuru olarak benim soruşturulmadan kamu görevinden
çıkarılmam ne derecede hukuka uygundur sayın mahkemenin takdirine bırakıyorum.

Yukarıda izah olunan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükmü, Anayasa Hükümleri, DMK’nin
ilgili hükümleri, Anayasa Mahkemesi kararı ve Danıştay içtihatları bir bütün halde
değerlendirildiğinde TEK SATIR SAVUNMAM ALINMAKSIZIN ve tek bir soruşturma işlemi
yapılmaksızın hakkımda meslekten ve memuriyetten çıkarma kararı verilmesine dair işlem
ŞEKİL yönünden hukuka aykırıdır ve İPTALİ gerekir.

SEBEP VE MAKSAT UNSURLARI BAKIMINDAN İŞLEMİN HUKUKA AYKIRILIĞINA


İLİŞKİN İZAHATIM

Meslekten ve memuriyetten çıkarılmama neden olan Kanun Hükmünde Kararnamenin amaç ve


kapsamının anlatıldığı 1.maddesi şu şekildedir;

Amaç ve kapsam

MADDE 1- (1) ) Bu Kanun Hükmünde Kararname ile 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı
Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında, kamu
personeline ilişkin bazı tedbirlerin alınması amaçlanmaktadır.

KHK’nin amaç ve kapsamının belirtildiği 1.maddesinde çok soyut bir ifade ile olağanüstü hal
kapsamında kamu personeline ilişkin bazı tedbirlerin alınması için bu KHK’nin çıkarıldığı
belirtilmiş ancak bazı tedbirlerin ne olduğu açıklanmadığı gibi hakkımda bu yönde bir işlem tesis
edilmesinin KHK’de belirtilen bazı tedbirler ile ilgisinin ne olduğu da izah edilmemiştir. 20
Temmuz 2016 tarihinden sonra çıkarılan ilk kanun hükmünde kararnamenin yayım tarihi
23/07/2016’dır. Ancak bu kararnamede darbeye katılan ve cebir kullanan kişilere yönelik
herhangi bir idari tedbir alınmamış, birçok sağlık kurumu, özel okul, pansiyon ve yurt, vakıf,
dernek, sendika, federasyon ve üniversite hakkında kapatma kararı verilmiştir. Darbeye katıldığı
belirtilerek ihraç edilen askerler ile ilgili KHK resmi gazetede yayınlanma tarihi ise
31/07/2016’dır. Bu tasarruf KHK ile gerekli acil ve önemli tedbirler alınmadığı yönündeki
şüpheleri de güçlendirmektedir. Bir öğretmen olarak kesin ve açık delile dayanmaksızın ve
herhangi bir soruşturmaya dahi gerek görülmeksizin meslekten çıkarılmam KHK’nin soyut dahi
olsa kendi amaç maddesi ile de çeliştiği için, hakkımdaki karar SEBEP ve MAKSAT unsurları
bakımından hukuka aykırıdır.

KHK’nin 2.maddesinin (1) fıkrasında; “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca
Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara
üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan” kişilerden olduğum iddiasıyla
hakkımda meslekten ve memuriyetten çıkarma kararı verilmiştir. Her ne kadar bu, bir karar
olarak anılsa da esasen yargılaması yapılmadan verilen bir cezadır. Ancak KHK metninde yazılı;
“üyelik”, “mensubiyet”, “iltisak” veya “irtibat” şeklinde tarif edilen seçimlik durumlardan
hangisinin şahsıma uyduğu bile kararda belirtilmemiştir. Yine kararda terör örgütleri şeklinde
çoğul bir tabir kullanılmış, devamında MGK’nun belirlediği zararlı yapı, oluşum, veya gruplar
denilerek kimin nereye mensup, üye yahut ait olduğu daha da karmaşık bir hale sokulmuştur.
Kısacası sadece benim değil KHK ekindeki listede ismi bulunanların hangi örgütün, yapının,
grubun üyesi, mensubu ya da irtibatlısı olduğu listeyi hazırlayanlarca ve beni mesleğimden
çıkaran Bakanlar Kurulunca da bilinmemektedir. Kaldı ki KHK metni içerisinde “veya”
bağlacının kullanılması sebebiyle benim bu çoktan seçmeli suçlamalardan hangisine uyduğum
açıklanmadıktan ve bunun da delilleri ortaya konulmadıktan sonra hakkımda bu yönde bir karar
verilmesi mümkün değildir. En azından bunun açıklanması listeyi hazırlayanlar için bir
zorunluluktur. Zira seçimlik hareketli suçlardan sadece birisine uyan fiil cezalandırılır. Diğer bir
değişle hem aidiyetin hem irtibatın var denilerek kişiler cezalandırılamaz. Eğer bu yol seçilmiş
ise -ki öyle olmuştur- listede adı yer alan kişilerin hiçbirisi ile ilgili kesin, açık ve şüpheye yer
bırakmayacak bir tespit olmadığı da daha en baştan kabul edilmiş demektir. Bu durum
hakkımdaki işlemin SEBEP ve MAKSAT unsurları bakımından hukuka aykırı olduğunu ortaya
koymaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan 07 Eylül 2016 günü, G-20 zirvesi dönüşünde
uçaktaki gazetecilerin sorularını yanıtladığı sırada; &Şu var ki at izi, it izine karışmış vaziyette.
'Ben bir şey atayım da nasılsa tutar' diyenler var.. &Bazen fırsat bulduğumda TV’leri izliyorum.
Öyle yorumlar yapıyorlar ki suçladıkları o insanın bu işle hiç alakası yok&, &Ama o insana o
yaftayı yapıştırıyor. Bunlar doğru şeyler değil. Bu tür yanlışlıklardan uzak durmak lazım&
şeklinde beyanlarda bulunarak yukarıda ifade ettiğim sorunu gözler önüne sermiştir. Bu
açıklamadan sonra Sayın Başbakanımız Binali Yıldırım 08 Eylül 2016 günü Valiler ile yaptığı
toplantıda; “…Her ilde kriz merkezleri kuracağız ve kendisine haksızlık yapıldığını düşünenler
bu merkezlere başvuracak& şeklinde beyanlarda bulunmuştur. Devletimizin en üst seviyedeki iki
isminin yaptığı bu açıklamalar; KHK’lar ile ortaya çıkan durumun birçok açıdan hukuka aykırı
olduğunu, insanların zan ve şüpheye dayalı olarak ve herhangi bir suç tespiti olmaksızın KHK
listelerine girdiğini izah etmektedir. Bu açıklamalar hakkımdaki işlemin SEBEP ve MAKSAT
unsurları bakımından hukuka aykırı olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.
Yine önemli bir örnek olması adına şunu da belirtmek istiyorum. Süreçte çıkarılan ilk kanun
hükmünde kararname olan 667 nolu ve 22/07/2016 tarihli kararnamenin ekindeki listede yer alan
ve kapatılan 934 adet özel eğitim kurumundan 54 tanesi hakkında, 673 nolu ve 15/08/2016 tarihli
kararname ile yeniden karar verilmiş ve 667 nolu kararnamede yazılı hususların bu kurumlar için
hüküm doğurmadığı belirtilmiştir. Yani bu 54 kurum ile ilgili hata yapıldığı ve ilk kararnamede
yanlışlıkla kapatıldıkları kabul edilmiştir. Bu durum Kararnameler ekindeki listelerin ciddiyetten
uzak ve birilerine zarar verme niyeti ile hazırlandığına ilişkin düşünceyi kuvvetlendirmektedir.
Diğer yandan bu durum KHK listelerinin hukuka uygun amaç ve maksattan uzak hazırlandığını
göstermekte ve hakkımda tesis edilen işlemin de İPTALİNİ gerektirmektedir.

Danıştay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun E. 1988/6, K. 1989/4 ve T. 7.12.1989 tarihli


kararında yer alan hususlar da somut olayla benzerlikler içermektedir. Karar 1980 askeri ihtilali
sonrasında çıkarılan sıkıyönetim kanununda kamu görevlilerinin sıkıyönetim komutanlarının
isteği üzerine hiçbir soruşturma ve inceleme yapılmadan görevlerine son verilmesi sonrasında
yapılan başvurulara dairdir. Gerek kamu görevlilerinin görevlerine son verilme usulü, gerek
disiplin soruşturması yapılmayışı, gerek görevden çıkarılanların tekrar kamu görevine
alınmayacaklarına dair düzenleme ve gerekse buna karar veren makamların kamu görevlileri ile
ilgili bu kanıya varacak bilgilerinin olmayışı hususlarında anılan sıkıyönetim uygulamaları ile
mevcut OHAL KHK uygulamaları birebir aynıdır. Esas fark ilkinin darbe sonrası yaşanması
ikincisinin darbenin engellenmesi sonrası yaşanmasıdır. Karar içerisinde özet olarak;

Sıkıyönetim Yasasının ikinci maddesine 2301 sayılı Yasa ile eklenen fıkra 28.12.1982 günlü,
2766 sayılı Yasanın birinci maddesiyle değiştirilmiş, sıkıyönetim komutanlarına verilen yetkiler
aynen korunmakla birlikte, sıkıyönetim komutanlarının isteği üzerine işlerine son verilen
memurların, diğer kamu görevlileri ve kamu hizmetlerinde görevli işçilerin bir daha kamu
hizmetlerinde çalıştırılamayacakları kurala bağlanmıştır…

Hukuki dayanakları yönünden oluşum ve gelişim süreci yukarıda açıklanan bu yetkiye


dayanılarak uygulanan &işe son verme& işleminin niteliğinin ve &Türk Memur Hukuku&
içindeki yerinin de saptanması gerekir. Anayasa`nın 128 inci maddesine göre memurların ve
diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri,
aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir. Devlet memurları için bu düzenleme
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu`nda yapılmış devlet memuru olmayan diğer kamu
görevlilerinin özlük işleri ise adı geçen yasadaki ilkeler esas alınarak düzenlenmiştir. Bu ilkelere
göre kamu görevinin sona ermesi halleri nitelik kaybı, çekilme, çekilmiş sayılma, emeklilik, ölüm
gibi genellikle nesnel nedenlere bağlanmıştır. Re`sen emekliye sevk işlemi gibi takdir yetkisi
içinde yer alan işlemler uygulanarak göreve son verme durumlarında ise, bu işlemlere karşı yargı
yolu açık olduğu ve yargısal içtihatlarla idarenin takdirinin kamu hizmeti ile ilgili, ciddi,
kanıtlanabilir, somut nedenlere dayanması gerektiği belirlendiği için kamu görevlisinin keyfi bir
işleme maruz kalması büyük ölçüde önlenmiş, eğer böyle bir işlemle görevine son verilmiş ise
yargı yolu ile durumunun düzeltilmesi olanağı sağlanmıştır.

Sıkıyönetim komutanlarına tanınan yetkinin kullanımı yasada başlıca iki nedene dayandırılmıştır.
1- Sıkıyönetim bölgesinde genel güvenlik, asayiş ve kamu düzeni açısından çalışması sakıncalı
görülmek, 2- Hizmetleri yararlı olmamak. Görüleceği üzere sıkıyönetim komutanının takdirine
esas alacağı nedenlerin tanımını yapmak, oluşumunu saptamak, niteliğini ve sınırlarını ortaya
koyabilmek oldukça güçtür ve bu nedenler, büyük ölçüde kişisel değerlendirmelere bağlı olarak
değişebilecek bir özellik göstermektedirler. Özellikle &hizmetleri yararlı olmamak& nedeni,
sıkıyönetim komutanlarının uzmanlık alanı dışında kaldığından, kamu idarelerine ve bu idarelerin
yetkili yöneticilerine, sıkıyönetim komutanlarına öneride bulunmak suretiyle, kendi statüleri
içinde sahip olmadıkları, kişisel yargılarına bağlı yeni bir yetki sağlamış ve bu yolla çok sayıda
kamu görevlisinin işlerine son verme imkanı ortaya çıkmıştır. Bu yetkiye dayanılarak yapılan
idari işlemlerin her türlü denetimin dışında tutulması, yetkinin kamu yararı dışındaki amaçlarla da
kullanılmasına müsait bir ortam oluşturmuştur. Böylece 18.3.1926 günlü, 788 sayılı Yasanın 59
uncu maddesinde kaldırıldığı açıklanan &idareten azil& müessesesi yeniden ihdas edilmiş ve
Türk kamu personeli hukuku 1926 yıllarının gerisine götürülmüştür.

Yetkinin kullanılması için maddede hiç bir usulün öngörülmemiş olması da kamu personeli
yönünden tümüyle güvencesiz bir ortam yaratmıştır. Örneğin, kişinin genel güvenlik, asayiş ve
kamu düzeni açısından bölgede çalışmasının sakıncalı olduğunun nasıl saptanacağı; kamu
görevlisinin hizmetinde yararlı olmadığını sıkıyönetim komutanının bilmesi ve değerlendirmesi
mümkün olmadığına göre bu öneriyi kimin yapacağı; kişi hakkında toplanan bilgilerin veya
yapılan önerinin, gerçekliği ve doğruluğunun nasıl denetleneceği gibi konularda yasada herhangi
bir açıklık bulunmadığı gibi, çok ağır bir ceza niteliği taşıyan bu işlemin uygulanmasından önce
ilgiliye savunma hakkı da tanınmamıştır.

Yetkinin bu derecede kişisel değerlendirmeye müsait olması, iyi niyetle kullanılması halinde
dahi, uygulanan işlemlerde büyük yanılgılara neden olabilecektir. Nitekim 2766 sayılı Yasa ile
getirilen geçici madde uygulaması bu gerçeği ortaya koymuştur. 2766 sayılı Yasanın yürürlüğe
girmesinden önce sıkıyönetim komutanlarının isteği üzerine görevine son verilenlerin durumu
yeniden incelenmiş, bu inceleme sonunda çok sayıda kamu görevlisinin sakıncalı olmadıkları
anlaşılmış ve bunlar görevlerine dönmüşlerdir.” Şeklinde ibareler yer almaktadır.
Özellikle son paragraftaki özet dava konusu somut durum ile birebir aynıdır. Zira onbinlerce
kamu görevlisinin mesleğinden çıkarılmasından sonra sayın Cumhurbaşkanımız ve
Başbakanımızın yapmış oldukları açıklamalarda hatalı işlemlerinde yapılmış olabileceğini
vurgulanmışlardır. Yine sondan bir önceki açıklamada kamu görevlileri hakkında karar veren
kişilerin her bir kamu görevlisi ile ilgili mesleki durum değerlendirmesi yapmasının mümkün
olmadığı, bu şekilde kullanılan takdir hakkının keyfi olduğu belirtilmiştir. Dava konusu somut
olayda da karanamede imzası olan kişilerin hakkımda hiçbir delil olmamasına rağmen onbinlerce
kişi ile birlikte hakkımda bir değerlendirme yapmasında bir keyfilik olduğu ve işlemin bu
yönüyle de sebep ve maksat unsurları bakımındanda sakat olduğu ortaya çıkmaktadır.

Hak ihlaline neden olan durumun OHAL’e neden olan şiddet olayları ile ilgili olması gerektiği
aksi takdirde hukukun üstünlüğü ilkesine aykırılık oluşacağı Baka/Macaristan, Büyük Daire,
23.6.2016, No. 20261/12 kararında da belirtilmiştir.

Yukarıda yapılan açıklamaların bir özeti olarak şunu ifade etmek isterim ki; meslekten ve
memuriyetten çıkarılmama ilişkin işlemin KHK kapsamında gerekli bir işlem olduğunun kesin,
inandırıcı ve hiçbir şüpheye mahal bırakılmadan izahatı yapılmadıktan sonra, hakkımda tesis
edilen işlemin SEBEP ve MAKSAT unsurları bakımından hukuka uygun olduğunun söylenmesi
kesinlikle mümkün olmayacaktır. Yapılan tüm bu izahatlar doğrultusunda dava konusu işlem
SEBEP ve MAKSAT unsurları bakımından sakat olup iptali gerekir.

YETKİ UNSURU BAKIMINDAN İTİRAZLARIM

Bilindiği üzere bir idari işlemin tüm anlam ve sonuçlarıyla hukuki manada bir sonuç doğurması
için gereken unsurlardan birisi de yetki unsurudur. Kamu kurumlarının disipline dair işlemlerinin
geçerli olarak kabul edilebilmesi için disiplin araştırma yahut soruşturmasının yetkili ve görevli
kişi yahut kurullarca yerine getirilmiş olması gerekir. Aksi takdirde yetkisiz kişi veya kurullarca
yapılacak işlemlerin hukuk düzeni içerisinde herhangi bir sonucu olmayacaktır.

Olağanüstü halin ilanından sonra çıkarılan ilk Kanun Hükmünde Kararname olan 667 sayılı
KHK’nin Kamu Görevlilerine İlişkin Tedbirler başlıklı 4.maddesinin (f) fıkrası şu şekildedir;

f) (Değişik: 25/7/2016-KHK-668/4 md.) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları


Kanununa ve diğer mevzuata tabi her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen
personel, ilgili kurum veya kuruluşun en üst yöneticisi başkanlığında bağlı, ilgili veya ilişkili
olunan bakan tarafından oluşturulan kurulun teklifi üzerine ilgili bakan onayıyla kamu
görevinden çıkarılır. Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinde belirtilenlerin
işlemleri ise söz konusu maddedeki usule göre yapılır.
Kanun hükmünde kararnamenin bu hükmü her kurumun sadece kendi personelini
değerlendirmeye tabi tutmasını ve bunun için kurum içlerinde kurullar oluşturulmasını
öngörmektedir.

Her ne kadar ilk KHK’de bu şekilde bir yetkilendirme yapılmışsa da meslekten ihracıma neden
olan işlem yetkilendirilmiş bu kurul tarafından değil bizzat bu kurulu yetkilendiren Bakanlar
Kurulu tarafından yerine getirilmiştir. Oysa KHK ile Bakanlar Kurulu kendisine böyle bir yetki
tanımamıştır. Bu durumda Bakanlar Kurulu yetkisizdir. Önceki KHK’de yetki her kurum için
belli kurullara verilmiş iken sonraki KHK’lerde meslekten ve memuriyetten çıkarma işlemlerinin
başbakan, 5 başbakan yardımcısı ve 21 bakan tarafından yapılması yetkisiz bir işlem tesis
edildiğini göstermektedir.

Olağanüstü hale ve olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerine yetki veren hiçbir Anayasal
ve yasal hükümde, devlet memurlarının meslekten çıkarılmasına bu şekilde imkan tanıyan bir
yetki yer almamaktadır. Hatta geçmiş darbe dönemlerinde sıkıyönetim komutanlarının devlet
memurları üzerinde KHK maddesi ile hoyratça kullandığı benzer yetki daha sonra AYM
tarafından Anayasa’ya aykırı bulunmuş ve iptal edilmiştir. Bu açıdan YETKİ unsuru bakımından
hukuka aykırı olduğu anlaşılan işlemin bu yönüyle de İPTALİ gerekir.

DAVAYA KONU KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENİN ANAYASAYA


AYKIRILĞINA İLİŞKİN İZAHATIM

Anayasa’nın 120.maddesinde; “Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve
hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddî belirtilerin ortaya
çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması hallerinde,
Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulunun da görüşünü
aldıktan sonra yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde, süresi altı ayı geçmemek
üzere olağanüstü hal ilân edebilir.” Denilmektedir.

Anayasa’nın 121.maddesinde ise; Anayasanın 119 ve 120 nci maddeleri uyarınca olağanüstü hal
ilânına karar verilmesi durumunda, bu karar Resmî Gazetede yayımlanır ve hemen Türkiye
Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ise derhal
toplantıya çağırılır. Meclis, olağanüstü hal süresini değiştirebilir, Bakanlar Kurulunun istemi
üzerine, her defasında dört ayı geçmemek üzere, süreyi uzatabilir veya olağanüstü hali
kaldırabilir.” Denilmektedir.
2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun Kanun hükmünde kararname başlıklı 4.maddesinde;
“Olağanüstü hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu,
olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda Anayasanın 91 inci maddesindeki kısıtlamalara ve
usule bağlı olmaksızın, kanun hükmünde kararnamemeler çıkarabilir. Bu kararnameler Resmi
Gazete'de yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur.”
Denilmektedir. Ancak 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin meclisin onayına sunulup
sunulmadığına dair kamuoyunun şüpheleri bulunmaktadır.

Anayasa’nın 15.maddesi ise; “Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde,


milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği
ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar
için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

(Değişik: 7/5/2004-5170/2 md.) Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun
fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî
varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya
zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu
mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.” Denilmektedir.

Olağanüstü hal; Anayasa’da belirtilen şartların oluşması halinde ülke düzeni ve güvenliği
açısından başvurulacak bir rejim olmakla birlikte, hukuk devleti ilkesinin tüm alanlarında
düzenleme özgürlüğü tanınan, kalıcı bir rejim de değildir. Ayrıca olağanüstü hal döneminde
alınacak olan tedbirlerin Anayasa’nın 15.maddesinde belirtilen sınırların dışında tesis edilmesi
mümkün değildir. Anayasa’nın 148.maddesinde şekil ve esas bakımından incelenmeyeceği
belirtilen olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerinin, Anayasa’da belirtilen sınırların
dışında taşması halinde yargı denetimine konu edilemeyeceğinin düşünülerek hareket edilmesi
daha en başta Anayasa’nın 15.maddesini amaçsız kılmaktadır. Bu durumda hakları muhtel
olanların da iç hukuk düzeni içerisinde mağduriyetlerini giderecek bir yol ve yöntemi de
kalmayacaktır ki bu durum Anayasa’nın 2.madesinin de yok kabul edilmesi anlamına gelir. Oysa
olağanüstü hal geçici ve istisnai olduğu gibi sınırları da Anayasa ile çizilmiştir. Sınırın dışına
çıkan her bir düzenlemenin itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesince karara bağlanacağında hiçbir
şüphe yoktur. Aksi bir kabul Anayasa’nın da üstünde yetkilerin KHK ile Bakanlar Kuruluna
tanınması anlamına gelir ki böyle sığ bir anlayış Anayasa ile koruma altına alınan tüm hakların ve
hukuk devleti düzenlemelerinin tehlikeye atılması demek olur.

672 sayılı KHK’nin Kamu personeline ilişkin tedbirler başlıklı 2.maddesindeki ifade şudur;
“Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut
bunlarla irtibatı olan…” İşte mesleğimden çıkarılmama neden olan sadece bu cümledir. Bu cümle
Anayasa’nın 2.maddesinde yazılı hukuk devleti ilkesinin yok kabul edilmesidir. Zira Bakanlar
kurulundaki sınırlı sayıda üst yetkilinin, onbinlerce kamu görevlisi hakkında tek bir hüküm ve
ekli listeler ile karar verebilme, onların tekrar kamu görevine girmeyeceklerine dair karar alma
hak ve salahiyetleri Anayasa’da tanımlanmamıştır. Kamu görevinden çıkarılmamın 15 Temmuz
darbe girişimi ile ne tür ilişkisinin olduğu somut olarak ispatlanmadıktan sonra acele tedbirler ile
kazanılmış haklarımdan mahrum edilmem hukuk devleti ilkesi ve hukuk güvenliği ile
bağdaşmaz. Kaldı ki Anayasa’nın 15.maddesinde olağanüstü halde bile masumiyet karinesi esas
kabul edilmiştir. Oysa kanun hükmünde kararnamenin 2.maddesinin 2.fıkrasında yer alan; “(2)
Birinci fıkra gereğince kamu görevinden, Emniyet Genel Müdürlüğü teşkilatından, Jandarma
Genel Komutanlığı teşkilatından ve Sahil Güvenlik Komutanlığı teşkilatından çıkarılan kişilerin,
mahkûmiyet kararı aranmaksızın, rütbe ve/veya memuriyetleri alınır ve bu kişiler görev yaptıkları
teşkilata yeniden kabul edilmezler; bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan
veya dolaylı olarak görevlendirilemezler;” şeklindeki ifade ile Anayasa’nın 38.maddesinde yer
alan ve yine 15.maddede olağanüstü halde bile ihlal edilmesi yasaklanan masumiyet karinesi
KHK ile ihlal edilmiştir.

Olağanüstü hale imkan tanıyan Anayasa’nın 15.maddesinin son cümlesinde; “suçluluğu


mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.” Denilerek, masumiyet
karinesinin olağanüstü hallerde dahi askıya alınamayacağı açıklanmaktadır. Oysa KHK metninde
mahkumiyet şartı aranmaksızın meslekten çıkarılmama karar verilmiştir. Burada ifade edilen
mahkumiyetin disiplin hukuku ve ceza hukuku açısından da ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir.
Zira ceza hukuku bakımından alınacak her bir mahkumiyet kararı dahi disiplin hukuku anlamında
bir sonuç doğurmamaktadır. Ceza Hukuku anlamında alınacak ve yargı yollarının tükenmesi ile
kesinleşecek bir mahkumiyet kararının disiplin hukuku alanında sonuç doğurması ancak özel
yasalarda öngörülen mahkumiyet sınırının aşılması ile mümkündür. Örneğin basit suçlar
sebebiyle alınmış 6 aylık kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı disiplin hukuku açısından
memuriyete halel getirmeyecektir. Oysa KHK hükmünde mahkumiyet şartı aranmaksızın
denilerek meslekten çıkarma kararına neden olacak bir disiplin suçu olmadığı da kabul
edilmektedir. KHK metninde ise ekli listede ismi bulunanlar ile ilgili olarak; (1) Terör örgütlerine
veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan”,
şeklinde bir tarif yapılmış ancak ekli listedeki hangi şahsın hangi örgüte yahut yapı veya gruba
aidiyet, iltisak veya irtibat durumu belirtilmemiştir. Yıllardır sürdürdüğüm mesleğimden
atılmamdaki temel sebebin iltisak mı irtibat mı yoksa aidiyet mi olduğu, hangi örgütün, grubun
yahut yapının mensubu olduğum da belli değildir. Ayrıca KHK’da yazılı seçimlik hareketlerle
ilgili ceza yasamızda kanunilik şartına uygun bir suç tipi de bulunmamaktadır. Yani Türk Ceza
Kanununda yahut bağlı olduğum disiplin soruşturma mevzuatında; (1) Terör örgütlerine veya
Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan”,,
şeklinde bir suç tarifi de yapılmamıştır.

Kısacası Bakanlar Kurulunun, Anayasa’nın 15.maddesinde yazılı bu amir hükmünün dışına


çıkarak nasıl ve kimler tarafından hazırlandığı belli olmayan bir liste üzerinden onbinlerce kişinin
mesleğini elinden alması en başta masumiyet karinesinin yok sayılması, olağanüstü hal
kapsamında tanınan KHK yetkilerinin dışına çıkıldığı ve keyfi uygulamalara dönüldüğünü izah
ve ispat etmektedir. Bu açıdan anılan KHK’nin bu hükmü Anayasa’nın md.2, md.15 ve md38’e
aykırılık içerdiğinden bu hususun da sayın yüksek mahkemenizce tespiti ve karara bağlanması
talep olunmaktadır.

NETİCE-İ TALEP : Yukarıda arz ve izah olunan nedenlerle;

Meslekten ve memuriyetten ihracıma neden olan 01/09/2016 tarih ve 29818 sayılı resmi gazetede
yayınlanan 01/09/2016 tarih ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken
Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin şahsımla ilgili kısmının iptali,

KHK’nin 2.maddesinin Anayasa’nın 2. 15. ve 38.maddelerine aykırı olduğunun itiraz yolu ile
tespiti için gerekli başvuruların yapılması,

Dava harç ve sair giderlerin davalı idare üzerinde bırakılmasını arz ederim. 17/10/2016

Davacı : Zehra ERGİN

EKLER :

Kimlik fotokopisi

KHK’nin ilgili kısmı

You might also like