Professional Documents
Culture Documents
Svetlana Aleksiyeviç
..
Anı-Biyografi-Söyleşi 1
Çernobil'den Sesler
Bir Nükleer Felaketin Sözlü Tarihi
Aytaşı Yayıncılık
Betontaş Blokları No: 66/5 Eryaman /Ankara
Tel: 0312 280 36 29
www.aytasiyayincilik.com
aytıosi@aytasiyayincilik.com
ll
SVetlana Aleksiyeviç
olmak durumundayım."
..
Içindekiler
Tarih 9
Önsöz 12
Birinci Bölüm
Ölüler Ülkesi
Ikinci Bölüm
Yaşayanların Ülkesi
•
OçOncO BöiOm
Üzüntüden Şaşkına Dönenler
..
Tarih:
2 6 N isan 1 986, saat 1 :23:58'de, Çernobi l Nükleer Santra l i'nin 4 numaralı ener
ji bloğunda bulunan reaktör, bir dizi patlama sonucu yerle bir oldu. Çernobil fe
laketi 20. yüzyı l ı n en büyük teknoloj i k yıkımıydı .
D
Bu, küçük bir ülke olan Belarus için (1 O m i lyon n üfuslu) m i l l i bir felaketti. lkin
ci Dünya Savaşı sırasında, Nazi ler, 6 1 9 Belarus köyünü sakinleriyle birlikte yok
etmişlerdi. Çernobil sonrasında ise ülke, 485 köy ve yerleşim alanını kaybetti.
Bunlardan 70 tanesi toprağa gömüldü. Savaş sırasında her dört Belarusludan
biri öldürüldü; bugün ise her beş Belarusl udan biri radyoaktif bölgede yaşıyor.
2 .1 milyon insan demek olan bu rakamın yaklaşık 700.000' ini çocuklar oluşturu
yor. Belarus'taki nüfus aza lmasına neden olan demografik faktörlerden en ön
de geleni radyasyondur ve radyasyondan en fazla etki lenen Gomel ile Mogilev
bölgelerinde, ölüm oranı doğum oranını %20 aşmış durumdadır.
Belarus ormanlarla kaplı bir ülke fakat tüm orman arazilerinin ve Pripyat, Din
yeper ve Sozh nehirleri kenarındaki sulak alanların %26'sı radyoaktif bölgenin
içinde yer al ıyor. Sürekl i küçük dozda radyasyon varl ığı nedeniyle, kanser, zeka
geri liği, nöroloj i k bozukluklar ve genetik mutasyonlardan zarar gören insan sa
yısı her geçen yıl artıyor.
Şimdi beton bir lahtin altında·olan dördüncü reaktör, kurşun ve metalden olu
şan çekirdeğinde hala 20 tondan fazla nükleer yakıt bulunduruyor. Bu yakıtın ne
durumda olduğunu ise kimse bilmiyor. Lah it başarıyla tamamlanmış bir mimari
harika, St. Petersburglu tasarım mühendisleri işleriyle gurur duyuyor olma l ı lar.
Fakat bu yapı insansız inşa edildi; panel ler, hel ikopterler ve robotlar yardımıyla
birbirine tutturulduğundan çatlaklar oluştu. Bazı veri lere göre 200 metrekare
den fazla yerde çatlak var ve bu çatlaklardan havaya radyoaktif partiküller ka
rışıyor.
Lah it çökebilir mi? Yapının birçok yerine ulaşmak ve bağlantı ları kontrol etmek
mümkün olmad ığından, bu soruya kimse yanıt veremiyor. Fakat lahtin yıkılması
durumunda, felaketin boyutunun 1 986 yıl ından çok daha büyük olacağını herkes
bil iyor.
lti
Önsöz
Yeni evliydik. Bakkala bile g itsek el ele tutuşuyorduk. Ona durmadan; seni se
viyorum, diyordlim. Fakat o zaman onu ne kadar sevdiğimi bilemezdim.
ltfaiyede çal ışıyordu ve itfaiye binasının yatakhanesinde kal ıyorduk. Ikinci kat
ta. Bizden başka üç genç çift daha vardı. aynı mutfağı paylaşıyorduk. G iriş ka
tında kamyonlar dururdu, kırmızı itfaiye kamyon ları. Onun işi buydu, ben de her
zaman neler olduğunu biliyordum - nereye gittiğini, nası l olduğunu.
Bir gece bir gürültü duydum. Pencereden baktım. Ben i gördü: "Camı kapat ve
uyu. Reaktörde yangın çıkmış, ben biraz sonra dönerim," dedi.
Patlamayı bizzat görmedim. sadece a levler vardı . Her şey ışıld ıyordu. Bütün
gökyüzü. Uzun bir alev ve duman vardı . S ıcak korkunç bir hal al mıştı ve o hala
dönmemişti.
Çatı ziftle kaplanmıştı. duman yanan ziftten gel iyordu. Daha sonra o, katranda
yürüyormuş gibi hissettiğini söyleyecekti. Alevleri yatıştırmaya çal ışmışlar. ya
nan grafitleri ayaklarıyla tepmışler. .. Itfaiye giysi lerini giymemişler. oldukları gi-
m
bi, üzerlerinde gömlekleriyle g itmişlerd i . Kimse onlara söylememiş. Yangın için
çağırılmışlardı, hepsi bu.
Saat dört ... beş... altı. Saat altıda ai lesine gitmek üzere yola çıkacaktık. Patates
dikmek için. Pripyat i le ailesinin yaşad ığı Sperizhye arası kırk kilometredir. Bah�
çe işlerini seviyordu. Annesi hep onun şehre taşınmasını istemediklerini anla
tırdı, ona yeni bir ev yapacaklardı. Orduya yazılmıştı. Moskova'da itfaiye bölü
ğünde çalıştıktan sonra, terhis olduğunda itfaiyeci olmaya karar vermişti . Işte
böyle ! (Susuyor.)
Bazen sesini duyar gibi oluyorum. Can l ı. Fotoğraflar bile ben i onun sesi gibi et
kilemiyor. Ama hiç benimle konuşmuyor .. . rüya larımda bile. Hep ben ona sesle
n iyorum.
Saat yedi. Saat yedide bana onun hastanede olduğunu söylediler. Oraya koş
tum, fakat polis çemberine alınmıştı, kimseyi içeri sokmuyorlardı. Sadece am
bulans lar. Pol isler bağırıyordu: "Ambulanslar radyoaktif, uzaklaşın ! '
Bir tek ben değil, kocaları o gece reaktörde çalışan bütün kadınlar gelmişti. Bir
arkadaşımı bulmak için arandım, hastanede doktordu. Onu bir ambulanstan çı
karken buldum, beyaz gömleğinden yakaladım: 'Beni içeri a l ! '
"Yapamam. Durumu kötü. Hepsi kötü durumda."
Israr ettim: 'Sadece onu görmek istiyorum.·
'Tamam' dedi, "benimle gel . Sadece on beş-yirmi dakika l ığına."
Onu gördüm. Her yeri şişmiş, kabarmıştı. Gözleri zar zor seç i liyordu.
Arkadaşım: 'Süt lazım, çok miktarda süt" dedi. 'Her biri en az üç l itre süt içmel i."
'Ama o sütü sevmez ki."
"Şimdi içmek zorunda."
m
O hastanedeki birçok hemşire ve doktor, özellikle de hastabakıcılar, daha son
ra hastalanıp öldüler; fakat o zamanlar bunun olacağını bilmiyorduk.
Sabah saat onda, kameraman Sişenok öldü. ilki oydu. lık gün bir başkasının
- Valera Khodemchuk - enkaz altında kaldığını öğrendik. Ona asla ulaşamadılar,
batonun altına gömdüler. Bunun sadece başlangıç olduğunu bilmiyorduk.
Arkadaşım Tanya Kibenok koşarak odaya girdi, kocası da aynı odada yatıyordu.
Birlikte geldiği babasının arabası vardı. Süt almak için arabaya binip en yakın
köye gittik. Şehirden üç kilometre kadar uzaktaydı. Bir koli üç litrelik şişe ald ık,
a ltı tane, böylece herkese yetecek süt olacaktı. Fakat süt nedeniyle kusmaya
başladı lar. Durmadan bayıl ıyorlardı, kol iarına serum bağlanmıştı. Doktorlar gaz
dan zehirlendiklerini söylediler. Kimse radyasyon hakkında bir şey demedi. Bir
anda bütün şehir askeri araçlarla dolmuştu, tüm yolları kapadı lar. Troleybüsler
ve trenler durmuştu. Beyaz bir tozla caddeleri yıkıyorlardı. Ertesi gün nasıl köye
gidip süt alacağı mı düşünerek endişelendim. Kimse radyasyondan bahsetmedi .
Sadece askerler amel iyat maskeleri takmıştı . Şehir halkı dükkaniardan ekmek
taş ıyordu, torbaların ağzı açıktı . Insanlar tabaklarındaki kekleri yiyordu.
m
hakkınız yok! " Askerler - etraf asker kaynıyordu - bizi geri püskürttü. Onları tek
meledik, ısırdık. Daha sonra doktor geldi ve onları uçakla Moskova'ya götüre
ceklerini, ama giysilerini getirmemiz gerektiğini söyledi . Santralde giydikleri
giysileri yanmıştı . Otobüsler çal ışmadığından koşarak evierimize gittik. Elimiz
de torbalarla geri döndüğümüzde uçaklar çoktan g itmişti. Bizi bağ ırıp ağlama
yalım diye kandırmışlardı.
Gece olmuştu. Sokağın bir yan ı otobüslerle dol uydu, yüzlerce otobüs. Şehri bo
şaltmaya hazırlanıyorlardı, diğer yanda da yüzlerce itfaiye aracı bekl iyordu.
Çevreden gelmişlerdi. Bütün sokak beyaz köpüklerle dolmuştu. Köpüğün içinde
yürüyor, küfrediyor ve ağl ıyorduk. Radyodan şehri üç ya da dört gün içinde bo
şaltacaklarını duyurdular: "Yanınıza sıcak tutacak giysilerinizi a l ın , ormanda ya
şayacaksınız ! Çadırların içinde." Bazıları memnun olmuştu: kampa gideceğiz !
Bahar bayramını böyle kutlayalım, işten güçten uzakta. Insanlar mangaUarını
hazırlamıştı. Gitarlarını. radyoların ı yan larına almışlardı. Sadece kocaları reak
törde çal ışan kadınlar ağl ıyordu.
m
Yolculuk hafızamda değil. hatırlayamıyorum ... Moskova'da önümüze çıkan i l k
polis memuruna Çernob i l itfaiyecilerini nereye koyduklarını sorduk, o d a söyle
di. Şaşırmıştık, herkes bizi bunun devlet sırrı olarak saklanacağını söyleyerek
korkutmuştu. "6 numaralı hastane. Shchukinskaya durağında."
Burası özel bir radyoloj i hastanesiydi ve izin olmadan içeri girmek mümkün de
ğ i ldi. Kapıdaki kadına biraz para verdim, "devam et" dedi. Daha sonra başkala
rına da yalvardım. En sonunda baş radyolog Angelina Vasi lyevna Guskova'nın
odasında oturuyordum. Ama o zaman kadının adını sanını bilmiyordum. Tek bil
diğim onu görmem gerektiğiydi . Hemen sordu: "Çocuğunuz var mı?' Ne söyle
meliydim? Hamile olduğumu saklarnam gerektiğini fark etmiştim. Yoksa onu
görmeme izin vermeyeceklerdi. Neyse ki zayıftım, hami le olduğum çok bell i de
ğ i ldi.
"Evet" dedim.
"Kaç tane?'
Düşündüm; iki tane demel iyim, bir tane dersem beni içeri sokmaz.
'Bir kız, bir oğlan.·
"Öyleyse daha fazla çocuk sahibi olmana gerek yok. Pekala d inle, merkezi sinir
sistemi ve kafatası tamamen zarar görmüş.·
'Tamam, yani biraz huzursuz olacak."
'Ayrıca, eğer ağlamaya başlarsan seni hemen dışarı atarım. Sarıl mak veya
öpüşmek yok. Onun yanına sakın yaklaşma. Yarım saatin var.'
m
ler. ' Nereye kaçtın böyle" dedim. Beni kucaklamak istedi, ama doktor izin ver
medi: "Otur, otur. Kucaklaşmak yok! "
Bunu bir şakaya çevirdik. Daha sonra di�er odalardakiler de geldi, Pri pyat'tan
gelen herkes ... Uçakta yirmi yedi kişi lermiş. Neler oluyor? Şehirde hava nası l?
Onlara herkesi tah l iye etmeye başladıklarını söyledim, şehir üç-dört gün içinde
boşalacaktı. Erkeklerin hiçbiri bir şey demedi, kadınlardan biri ise -iki kadın o
gün santralde çal ı şıyormuş- ağlamaya başladı.
'Aman Tanrım ! Çocuklarım orada kaldı. Onlara ne olacak?'
Onunla yalnız kalmak isted im, yalnızca bir dakikalı�ına. Herkes bunu hissetti ve
tek tek özür dileyerek odadan ayrıldı lar. Sarıldım ve onu öptüm. Benden uzak
laştı.
"Yakınıma oturma, bir sandalyeye otur."
"Bu çok saçma," diyerek geçiştirdim. 'Patlamayı gördün mü? Neler oldu�unu
gördün mü? Oraya ilk siz gittiniz."
"Herhalde sabotaj yaptılar. Biri leri patiatmış olma l ı . Herkes böyle düşünüyor. "
Herkes böyle diyordu. Düşünceleri buydu.
Ertesi gün, herkes kendi odasında yatıyordu. Koridora çıkmaları, birbirleriyle ko
nuşmaları yasaklanmıştı. Parmaklarıyla duvara vurarak anlaşıyorlardı. Doktorlar
her vücudun radyasyona farkl ı tepki verdi�ini, birinin kaldırabildiğini diğerinin
kaldıramadı�ını anlattı. Onları içinde tuttukları duvarların bile radyasyonunu
ölçmüşlerdi. Sağdan. soldan, a lt kattan. Üst ve alt katlarda kalan bütün hasta
ları taşıdılar. Hastanede onlardan başka kimse kalmamıştı.
Üç gün boyunca Moskova'daki arkadaşlarımın yanında ka ldım. Durmadan,
"Tencereyi al, tabakları al, neye ihtiyacın varsa al," diyorlardı. Altısı için. O gün
çalışan altı itfaiyeci. Hepsi o gece görevdeydi: Başuk, Kibenok, Titenok, Pravik,
Tiçura. Dükkana g ittim ve onlar için diş macunu. diş fırçası ve sabun aldım. Has
tanede hiçbir şeyleri yoktu. Onlara küçük havlular aldım. Geriye bakınca, arka-
m
daşlarımın tepkisine şaşıyorum. Korkuyorlard ı tabii, nasıl korkmasınlar, etrafta
söylentiler dolaşmaya başlamıştı, yine de hep soruyorlardı: O nasıl? Arkadaşla
rı nasıllar? Yaşayacaklar mı? Yaşamak ... (Susuyor.)
Orada birçok iyi insanla tanıştım. Hepsini anımsayamıyorum. Yaşlı bir kadın hiz
metli vardı, bana şöyle demişti: "Tedavi ed i lemeyen hastalıklar vardır. Tek ya
pabi leceğin oturup onları seyretmek. "
ID
Bu hastane, ciddi radyasyon zehirlenmesi yaşayan hastalar içindi . On dört gün.
Bir i nsanın ölmesi on dört gün al ıyor. Yatakhanedeki i l k günümde üzerimdeki
radyasyonu ölçtüler. G iysileri m , çantam, ayakkabı larını ... hepsi radyoaktifti. Bü
tün eşyalarımı oracıkta aldı lar. Iç çamaşırlarımı bile. Elimde kalan tek şey pa
ramdı. Bana bir hastane elbisesi verdi ler - 56 beden - terl i klerim ise 43 numa
raydı . G iysi lerimi belki geri vereceklerini söyledi ler, belki de veremeyeceklerdi,
çünkü bu durumda onları yıkayıp yıkayamayacakları bel l i değild i . Onu görmeye
gittiğ i mde işte bu haldeydim. Korkmuştu. "Sana ne oldu böyle? " Bu koşul lara
rağmen yine de ona çorba pişirebil iyordum. Suyu-cam bir kavanozda kaynatıyor,
içine küçük tavuk parçaları atıyordum. Sonra birisi bana tencere, bir başkası da
üzerinde maydanoz dağrayabilmem için bir tahta verdi . Hastane elbiselerim
içinde çarşıya çıkamıyordum, bana dışarıdan sebze getiriyorlardı. Ama bunların
hepsi yararsızdı, h içbir şey içemiyordu. Çiğ yumurta bile yutamıyordu. Buna rağ
men ona lezzetl i bir şeyler yed irebilmek istiyordum. Sanki bir şeyi değiştirebi
lecekmiş gibi. Postaneye koştum. "Kızlar" dedim. " Hemen lvano-Frankosk'taki
a ileme haber vermem lazım. Kocam ölüyor." Nereden geldiğimi ve kocamın kim
olduğunu aniayıp telefonu bağ ladılar. Babam, kız kardeşim ve erkek kardeşim
hemen o gün Moskova'ya uçtular. Eşyalarımı getirdi ler. Ve para da. Mayısın do
kuzu olmuştu. Bana her zaman: "Moskova'nın ne kadar güzel olduğunu bilemez
sin ! Özell ikle de Zafer gününde, havai fişekler atarlar. Bunu görmeni isterim,"
derdi.
m
sıra havada bir ateş buketi patlıyordu.
"Şuna bak! " dedim.
'Sana Moskova'yı göstereceği mi söylemiştim. Sana tatilde çiçek a lacağı ma da
söz vermiştim ... "
Ona baktım, yastığının altından üç tane karanfi l çıkardı. Hemşireye çiçek alma
sı için para vermiş.
Koştum ve onu öptüm.
"Aşkım ! Biricik aşkı m ! "
Hornurdanmaya başladı: "Sana doktorlar ne dedi? Beni öpmen, bana sarılman
yasak! "
m
'1;ocuğumuzu görmeyi çok istiyorum. O nasıl?" dedi.
"Adını ne koyacağız?"
"Ona sen karar verirsin."
" Neden sadece ben? Ikimiz birl i kte değil miyiz?"
'O zaman, oğlan olursa adı Vasya olsun. Kız olursa da Nataşa. "
O nu ne kadar sevdiğimi bilmiyordum. Onu ... sadece on u . Kör g ibiyd i m ! Altı ay
l ı k hamile olmama rağmen, kalbimin a ltındaki küçük devinimleri bile hissedemi
yordum. Bebeğ imin içimde, güvende olduğunu düşündüm.
Doktorların hiçbiri geceleri de biyo-hücresi nde onun yanında kaldığımı bilmiyor
du. Hemşireler içeri girmeme izin veriyorlardı. l i k başta beni uyarrUiar da: "He
nüz çok gençsin. Neden böyle yapıyorsun? O artık insan olmaktan çıktı; bır nük
leer reaktör gibi. Ikiniz birlikte yanacaksınız." Bense köpek gibi aniann ardından
koşuyordum. Saatlerce odalarının kapısında dikil iyor, ya lvarıp yakarıyordum.
Sonunda şöyle derlerd i : "Tamam, canın cehenneme. Sen normal değilsi n ! " Sa
bahları. saat sekizden bi raz önce. perdenin diğer tarafında belirir, "Kaç ! ' derler
d i . Ben de bir saatliğine yatakhaneye giderdim. Sonra da saat dokuzdan akşam
dokuza kadar yanında olurdum. Içeri girmek için bir iznim vardı. Sacaklarım diz
den aşağı mosmor olmuştu, öyle yorgundum.
Odadan dışarı çıkıp koridorda i lerledim. Görevli leri göremediğim için, oturduk
ları kanepeye doğru yaklaştım. Hemşireye: "Öiüyor." dedim. Bana: " Ne bekl i
yordun ki? 1 600 röntgen almış. 400 zaten ölümcül dozdur. Nükleer reaktörün ya
nında oturuyorsun." ded i. O benimdi, ben i m aşkımd ı. Hepsi ölüp gittiğinde has
tanede tadilat yaptılar. Bütün duvarları kazıyıp, yer döşemelerini söktüler.
Geceleyin yanında, küçük iskemiade oturdum. Saat sekizde: "Vasenka, ben bi
raz yürüyüp geleceği m" dedim. Gözlerin i açıp kapadı, gitmeme izin vermişti . Ya
takhaneye gitti m, oda ma çıkıp yere uzandı m . Yatağa yatamıyordum, her yerim
.
çok acıyordu. Tam o sırada temizlikçi kad ın kapıyı ça ldı: "Çabuk ol. Ona g it! De
l i gibi seni çağırıyor! " O sabah Tanya Kibenok bana bir ricada bulunmuştu: "Be
n i mle mezarlığa gel. oraya tek başıma g idemem. " Vitya Kibeok ve Volodya Pra
vik'i gömeceklerd i . Ben im Vasya'nın arkadaşlarıydı lar. Ai lelerimiz tanışıyordu.
Patlamadan bir gün önce hep birlikte binada fotoğraf çektirmiştik. Kocalarımız
ne kadar yakışıkl ıydı ve ne kadar mutlu ! O hayatı n son günü o günmüş. Ne ka
dar mutl uyduk.
Mezarlı ktan geri döndüğümde hemen hemşireyi aradı m: " D urumu nası l?" "On
beş dakika önce. öldü." Ne? Bütün gece oradaydım. Sadece üç saatl iğine ayrı l
mıştım. Pencereye koştum, gökyüzüne baktım ve bağırmaya başladım: " Neden?
Neden?" Bütün hastane beni duyabil iyordu. Bana yaklaşmaya korkuyorlardı.
Sonra yatı ştım, onu bir kere daha görmek istiyord u m ! Bir kere daha ! Merdiven-
m
lerden aşağı koştum. Hala biyo-hücresinin içindeydi. onu daha çıkartmamışlar
dı. Son sözleri "Lyusya, Lyusenka ! " olmuş. Hemşire, "Biraz hava almaya çıktı,
hemen gelir" demiş. Içini çekmiş ve susmuş. Ondan sonra onu hiç yalnız bırak
madım. Mezarlığa kadar ona eşlik ettim. Ama hatırladığım şey mezarı değ i l .
plastik torba. O torba . . .
Morgda bana: " O n u nası l giydirdiğimizi görmek ister misin?" diye sordular. Isti
yordum! Üniformasını giydirmişler, başına kasketin i geçirmişlerdi. Ayakları o
kadar şişmişti ki, ayakkabı ların ı giydirememişler. Üniformasını da vücudunu içi
ne sokabilmek için yer yer kesrnek zorunda kalmışlar. Üniformanın içine soka
cak bir vücut kalmamıştı halbuki, artık sadece yaralardan ibaretti. Hastanedeki
son iki gününde. kolunu kaldırdığım zaman, kemiklerinin içinde titrediğini h is
sediyordum. Bütün vücudu eriyip gitmişti . Ciğerlerinin parçaları ağzına geliyor
du. Iç organları yüzünden boğu luyordu. Eli me bir bandaj sarıp ağzından içeri so
kabilmeyi, içindeki leri dışarı çekebilmeyi istiyordum. Bunları anlatmak imkan
sız. Bunları yazmak imkansız. Yaşamak da. Bunların hepsi benimdi. Aşkı m. Ona
uyacak bir çift ayakkabı bile bulamadılar, çıplak ayak gömdüler.
Herkes geldi; onun ai lesi. benim ai lem. Moskova'dan siyah mend i l ler satın al
d ı lar. Olağanüstü Hal Komisyonu bizimle buluştu. Herkese aynı şeyi söyledi ler:
"Koca larınızın. oğullarınızın naaşlarını size vermemiz imkansız. çok radyoaktif
ler ve Moskova'da bir mezarl ığa özel yöntemlerle gömülecekler. Lehimli çinko
tabutlarda, beton kaplı çukurlar içine. Bu belgeleri i mzalamanız gerekiyor. "
m
Eğer biri leri karşı çıkar da tabutu memleketlerine götürmek istediklerini söyler
se onlara, ölülerin şimdi kahraman oldukları anlatıl ıyordu. Artık ailelerine ait
deği ldi ler. Devletin kahramanları olarak, devlete a ittiler.
Cenaze arabasına bindik. Akrabalar ve bi rkaç asker. Bir albay ve alayı . Alaya:
'Emirleri bekleyin ! " dedi ler. Iki, üç saat boyunca çevre yol undan Moskova etra
fında gezd ik. Sonra Moskova'ya geri döndük. Alaya şunlar söylendi: 'Kimseyi
mezarlığa sokmayın. Mezarlık yabancı muhabirierin saldırısı altında. Biraz daha
bekleyin." Aileler hiçbir şey söylemedi . Annemin elinde siyah bir mendi l vardı.
Patlamak üzere olduğumu h issettim. "Kocamı neden saklıyorlar? O ne? Kati l mi ?
Suçlu mu? Kimi gömüyoruz?" Annem. "Sessiz ol, sessiz ol kızım" diyor. başımı
okşuyordu. Sonunda albay, "Içeri girel im, karısı sinir krizleri geçiriyor" dedi. Me
zarl ıkta askerleres kuşatılmıştık. Arkarnııda bir konvay vardı , tabutu taşıyorlar
dı. Içeri ki mse a l ınmamıştı . Onu bir dakika içinde toprakla örttüler. Subay, "Da
ha hızlı, daha hızl ı ! " diye bağırıyordu. Tabuta sarı lınama bile izin vermedi ler.
Sonra, herkes otobüse ... Her şey bir çırpıda olup bitmişti.
Hemen sonra bize ertesi gün eve dönmemiz için uçak biletleri aldılar. Bu arada
başımızda sivi l g iysi li bir asker b�kledi . Yatakhaneden çıkıp yol için yiyecek al
mamıza bile izin vermediler. Kimseyle konuşturmadı lar. özellikle de beni . Sanki
konuşabil iyormuşum gibi. Ağlayacak ha l i m bile yoktu. G iderken, görevli kadın
bütün havluları ve çarşafları saydı. Onları hemen dürüp naylon bir torbaya dol
durdu. Büyük olası lıkla çarşafları ya kmışlardır. Yatakhane parasını kendi cebi
mizden ödedik. On dört gece için. Burası radyasyon zehirlenmesi alanında özel
bir hastaneydi. On dört gece ... Bir insan ın ölmesi bu kadar zaman al ıyor.
Eve vardığımızda uykuya daldım. Içeri girip yatağıma yı kılmışım. Üç gün boyunca
uyudum. Ambulans gelmiş. Doktor: "Hayır" demiş, "uyanacak. bu sadece korkunç
bir uyku."
m
Yirmi üç yaşındaydım. Gördüğüm rüyayı hatırlıyorum. Ölmüş babaannem onu
gömdüğümüz giysileri içinde bana gel iyor. Noel ağacını süsl üyor. "Babaanne.
neden Noel ağacını süslüyorsun? Mevsim yaz" diyorum. "Vasenka'n yakında be
nim yan ı ma gelecek." Rüyamı hatırl ıyorum, Vasya beyaz bir elbisenin içinde ge
l iyor ve Nataşa'yı çağırıyor. Bu, daha doğurmadığım kızımız. Çoktan büyümüş.
Onu kucaklayıp yukarı fırlatıyor, sonra gülüşüyorlar. Onlara bakıp, "mutluluk ne
kolay" d iye düşünüyorum. Suyun yanında yürüyoruz. Yürüyoruz, yürüyoruz. Ben
den gal i ba ağlamamamı istiyor. Bana oradan el ed iyor. (Uzun süre susuyor.)
S ize hep yanlış şeyleri söylüyorum. Yanlış şeyleri . Geçirdiği m krizden sonra ba
ğırmam yasaklandı. Ağlarnam da. Bu yüzden bu sözcüklerin hepsi yan l ış. Yine
i
de şunu söyleyeceğim: Bunları kimse bilmiyor. Bana küçük ahşap bir kutu geti
rip, "O içinde," dediklerinde kutuya baktım. Onu yakmışlard ı . Küle dönmüştü.
Ağlamaya başladım. "Onu babasının ayakları dibine gömün" dedim. Orada. me
zarl ı kta. Nataşa lgnatenko yazmıyor. Sadece babasının adı var. Onun henüz bir
adı yoktu, henüz hiçbir şeyi yoktu. Sadece bir ruh. O yüzden onu oraya gömdür-
m
düm. Her zaman mezarlığa el imde iki demet çiçekle gidiyorum. Biri onun için;
kızım için de diğer demeti ayak ucuna koyuyorum. Mezarın çevresinde d izleri
min üstünde sürünüyorum. Dizlerimin üstünde ... (Söyledikleri anlaşı lmaz bir hal
a l ıyor.) Onu ben öldürdüm. O kurtardı; küçük kızım beni kurtardı, bütün radyas
yonu kendisine çekti, tıpkı parataner gibi. O kadar küçüktü ki. Küçücük bir şey
di. (Güçlükle nefes a l ıyor.) Beni o kurtardı. Ama ikisini de sevdim. Çünkü, kim
seyi, kimseyi sevginiz yüzünden öldüremezsiniz, deği l mi? Böyle bir sevg iyle.
Neden sevgi ve ölüm, bu iki şey bu denl i birbirine yakın? Birl ikte? Bunu bana
kim açıklayabilir? Mezarın çevresinde dizlerimin üstünde sürünüyorum. (Uzun
süre susuyor. )
Kiev'de bana bir daire verdi ler. Büyük bir apartmanda. Atom santralinde çal ışan
herkesi oraya yerleştirdi ler. Iki adalı, büyük bir daire, Vasya ile düşlediğimiz gi
bi. Dairenin içinde çıldıracaktım ! Sonraları kendime bir koca buldum. Ona her
şeyi, bütün gerçeğ i anlattım, yaşamım boyunca tek bir aşkım olacağ ı n ı . Ona her
şeyi anlattım. Buluştuğumuz zaman, onu asla eve almazd ım. Evde Vasya vardı.
Burada bizden birçok kişi var. Bir sokak dolusu. O yüzden ad ını Çernobi l Sokağı
koydular. Bu insanlar yaşamları boyunca santralde ça l ıştı. Birçoğu hala orada
geçici işçi olarak görev yapıyor, ama artık orada yaşamryorlar. ·Hepsinin kötü
hastairkları var, çalışamaz durumdalar, yine de işlerini terk etmiyorlar. Reaktö
rün kapanması fikri bile onları korkutuyor. Sonra kimseni n onlara ihtiyacı kal
mayacak. Sık sık ölüyorlar. Bir anda. Yürürken düşüyor, uykuya dairyarlar ve bir
daha uyaiımryorlar. Biri hemşiresine çiçek götürürken yolda kalbi durup öldü.
Ö lüyorlar; ama kimse neler yaşadığımızı. bize ne olduğunu sormuyor. Neler gör
düğümüzü ... Kimse ölümü işitmek istemiyor. Bu onları korkutuyor. Ama ben si
ze aşktan bahsenim. Aşkrmdan.
Lyudmilla lgnatenko,
ölen itfaiyeci Vasi/y lgnatenko'nun eşi
m
· Birinci Bölarn
Ölüler Ülkesi
Bunun hakkında mı yazmaya karar verdiniz? Bunun hakkında mı? Aslında insan
ların orada neler yaşadığımı bilmesini istemem. Öte yandan, açılmak, her şeyi
anlatmak isteği de içimde; ama sanki kendimi teşhir ediyormuşum hissine ka
pılıyorum. Bunu da yapmak istemem.
m
leştirebi l ip, unutmak için mi? Büyük bir olayın parçası olduklarını anladıkları için
mi? Yoksa geçmişte sığınacak yer mi ararlar? Üstelik anılar hassas şeylerd i r,
geçici şeyler. .. Tam anlamıyla bilgi değil, sadece bir insanın kendisi hakkında
yaptığı bir tahminden i barettirler. Anı lar, bilgi bile değildir, sadece bir dizi duy
gudur o kadar.
Kend ini öldürmeye çalışan bir kadın gördüm. Irmağ ın kenarında, çal ı ların için
de. Elinde bir tuğla vardı ve onu kafasına vuruyordu . Bütün köyün nefret ettiği
bir işgalci askerden hamile kalmıştı. Küçükken. ked i yavrularının nasıl doğduğu
nu da görmüştüm. Annemin bir danayı annesinin içinden çekip almasına yard ı m
etmişti m. Domuzumuzu bir yaban domuzuyla çiftleşti rmişti m. Babamın cesed i
ni nasıl getirdiklerini hatırl ıyorum, üzerinde annemin ördüğü süveter vard ı, ma
kineli tüfekle vurulmuştu, süveterden bir şeyin kan l ı parçaları sarkıyordu. Yega
ne yatağımızda yatıyordu; onu koyacak başka yerimiz yoktu. Daha sonra evimi
zin önüne gömüldü. Toprak yumuşak değildi, ağır bir kildi. Pancar bostanından.
Her yerde savaş vard ı . Sokak, ölü insanlar ve atlarla dolmuştu.
Benim için bu anılar çok kişisel. Onlardan yüksek sesle hiç bahsetmedim.
O zamanlar doğum hakkında ne düşünüyorsam, ölüm hakkında da onu düşünü
yordum. Dana inekten çıktığı nda veya ked i yavruları doğduğunda, ça l ı ların için
de kafasına tuğlayla vurarak ölen kad ını gördüğüm zaman h issettiğimi hi sset-
lll
miştim. Bir nedenle, doğum ve ölüm bana aynı şey gibi gel iyordu.
Çocukluğumda, bir ,t"a ban domuzu parçalanırken evin nasıl koktuğunu hatırl ıyo
rum. Bana dokundunuz ve şimd iden oraya, o karabasanın içine düşOyorum. O
korkunun içine. Uçuyorum. Küçükken kadınların, bizi de saunaya aldıklarını ha
tırlıyorum. Bütün kadınların rahimleri -o zaman bile bunu anlayabil iyorduk- dı
şarı uğramıştı, a ltlarını paçavralarla bağl ıyorlardı. Bunu gördüm. Ağır iş nede
niyle rahimleri düşmüştü. Erkekler yoktu, cepheye g itmişlerdi veya partizanlar
la birlikteydi ler. Ati ar yoktu, kad ınlar her şeyi kendi leri taşıyorlar, bahçeleri ken
di leri sürüyorlardı, kol hoz tarlalarını da. Büyüdüğümde, bir kadınla samimi oldu
ğumda, saunada gördüklerim aklıma gelirdi.
Unutmak istedim. Her şeyi unutmak . . . ve unuttum. O labi lecek en korkunç şey
lerin olup bittiğini düşündüm; savaşın. Artık güvendeydim.
Fakat daha sonra birçok kez Çernobil bölgesine g itti m ve ne kadar güçsüz oldu
ğumu anladım. Yıkıldım. Artık geçmişi m beni korumuyor. Orada hiçbir yanıt yok.
Bir zamanlar oradaydı lar, a rtık deği l ler. Beni gelecek mahvediyor, geçmiş deği l .
Pyotr S., psikolog
Kurt bahçeye geceleyin geldi. Pencereden baktığı mda oradaydı, gözleri far gibi
parıldıyordu. Artık her şeye alıştım. Yedi yı ldır ya lnız yaşıyorum, insanlar gitti
ğinden beri. Baien geceleyin bir yere oturup düşüncelere dalıyorum, gün ağa
rana kadar. O gün de bütün gece uyanıktı m, yatağımda oturuyordum. Sonra kal
kıp güneşe bakmaya gittim. Size ne anlatayım? Ölüm dünyadaki en adi l şeydir.
Kimse ondan kaçamaz. Toprak herkesi alır -iyisini, kötüsünü, canisini, günahka-
m
rını. Dünyada bunun dışında da adi l olan bir şey yok. Tüm yaşamım boyunca
namusumla çalışıp didindim. Ama adaletten nasibimi alamadım. Tanrı bir yer
lerde hakları bölüştürüyordu, sıra bana geldi�inde ortada bir şey kalmamıştı.
Genç bir insan ölebilir, yaşlı bir i nsan ölmelidir ... Başlangıçta, insanların gelme
sini bekledim, gelecekler sandım. Kimse bana onların geri dönmemecesine git
tiklerinden bahsetmedi, onlarsa bir süreli�ine gittiklerin i söyledi ler. Şimdi ölü
mü bekliyorum. Ö lmek zor, ama korkutucu de�il. Kil ise yok. Rahip gelmiyor. Gü
nahlarım ı anlataca�ım kimsem kalmad ı.
m
patatesle geçinmiştik. birdenbire patates toplamamız yasaklanmıştı ! Bazıları
için bu çok kötüydü, bazıları içinse komik. Bize bahçede maskeler ve lastik eldi
venlerle çalışmamızı sal ı k verdiler. Sonra bir başka büyük bilim adamı geldi.
bahçelerimizi yıkamamız gerektiğini söyledi. Hadi can ı m! Duyduklarıma inana
mıyordum ! Bize sokakları, battaniyelerimizi, perdelerimizi yıkamamızı söyledi
ler. Ama onlar dolapta ! Oraya radyasyon giremez. Camın arkasına? Kapalı ka
pı ların arkasına b ile mi? Hadi canım ! Ormanda, tarlada, her yerdeydi . Kuyuları
kapatıp mühürlediler, naylonlarla kapladı lar. Suyun 'kirli ' olduğunu söylediler.
O kadar temiz görünen bir su nasıl kirli olur? Bize bir sürü saçmal ık anlattı lar:
'Öleceksiniz. G itmeniz lazım. Evleri boşaltın."
Herkes korktu. Korkuyla doldular. Geceleyin insanlar eşya larını toplamaya baş
ladı. Ben de elbiselerimi aldım. Namuslu çalıştığı m için verd i kleri kırmızı kokart
ları ve uğurlu kopeikamı. Kalbi m üzüntüyle dolmuştu. Yattığım yerde inme inse
de ölseydim. Sonra askerlerin bir köyü nasıl boşa lttığını ve yaşlı bir karı-koca
nın nasıl kaldığını duydum. Insanlar toplanı p otobüslere bindirilirken, bunlar
ineklerini de alıp ormana kaçmışlar. Orada beklemişler. Tıpkı savaş zamanında
ki gibi, köyleri yakıyorlarmış. Bizim askerlerimiz bizi niçin kovsunlar? (Ağlamaya
başl ıyor.) Yaşamımız düzenl i değil. Ağlamak-istemiyorum.
Ah ! Şuraya bakın - bir karga. Artık onları kovalamıyorum. Bazen karganın biri
kümesten yumurta çalsa bile yine de sesim i çıkarmıyorum. Kimseyi kovalamı
yorum ı Dün küçük bir tavşan geldi. Yakınlarda bir köy var, orada da yaşayan bir
kad ın vard ı, ona "Bana uğra" dedim. Belki yardımı olur, belki olmaz ama en azın
dan konuşacak birileri olur. Geceleyin her yerim acıyor. Sacaklarım buruluyor,
sanki üzerlerinde karıncalar yürüyormuş gibi, sinirlerim çekil iyor. Yerden bir şey
aldığımda oluyor bu. Dövülmüş buğday gibi. gıcır gıcır. Ardından sinirler gevşi
yor. Yaşamım boyunca yeteri kadar çalıştım, yeteri kadar üzüldüm. Her şeyim
ID
yeteri kadar oldu, artık başka şey istemiyorum.
Kızlarım. oğullarım var. .. Hepsi şehi rde yaşıyor; ama ben h içbir yere gitmiyo
rum. Tanrı bana yı llar verdi; ama adilee bir pay vermedi . Yaşl ı ların can sıkıcı ol
duklarını biliyorum, genç neslin sabrı çabuk taşıyor. Çocuklarımdan çok hayır
görmedim. Şehre g iden kadınlar hep ağl ıyor. Onları. ya gel inleri incitiyor ya da
kızları. Buraya geri dönmek istiyorlar. Kocam burada gömOIO. Burada yatıyor ol
masaydı; ben de başka bir yerde yaşardım ve onunla olurdum. (Birden neşele
niyor.) Hem neden g ideyim? Burası güzel ! Her şey büyüyor, ç içek açıyor. Ufacık
sinekten büyük hayvaniara kadar, her şey yaşıyor.
Sizin için tüm yaşananları hatırlayacağım. Uçaklar uçuyor, uçuyorlardı. Her gün.
Başımızın üstünden, alçaktan geçerek reaktöre uçtular. Santrale doğru. Birbiri
ardından. Bu a rada köyümüz boşaltıl ıyordu. Bizleri dışarı çıkarıyor, evleri yıkı
yorlardı. lnsanh:ir gizlenmişti. Hayvanlar böğürüyor, çocuklar ağlıyordu. Savaş
gibiydi ! Sonra g üneş gitti ... Oturdum ve kulübemden dışarı çıkmadım. ama ka
pıyı da ki litlemedim. Askerler kapıyı çaldı: 'Han'fendi. topland ınız mı?' Ben de,
"Ellerimi ayaklarımı mı bağlayacaksınız?" dedim. H içbir şey söylemediler. Ardın
dan gittiler. Çok gençtiler, adeta çocuktular! Yaşlı kadınlar evlerinin önünde diz
çökmüş, yalvarıyorlardı. Askerler onları kucaklayıp arabalara soktular. Ama ben
onlara, bana dokunuriarsa fena olacağını söyledim. Küfürler ettim, çok fena kü
fürler! Ağlamadım. O gün ağlamadım. Evimde oturdu m. Bir dakikalığına bağrış
malar oldu. Sonra etraf sessizliğe büründü. O gün -ilk gün- evimi terk etmedim.
Daha sonra bana bir ordu insanın yürümekte olduğunu söyledi ler. Yanlarında da
bir o kadar hayvan varmış. Savaş gibi ! Kocam hep ' Insanlar ateş eder. ama kur
şunu Tanrı götürür' derdi. Herkesin kaderi kendine. Burayı terk eden gençlerden
bazıları çoktan öldü. Yeni yerlerinde. Ben hala ayaktayım ama yavaş yavaŞ güç
ten düşüyorum tabi i. Bazen çok sıkılıyor. ağlıyorum. Bütün köy boş. Her cinsten
kuş var burada. Etrafta uçuşuyorlar. Bir de elkler var. ne ararsan... (Ağlamaya
başl ıyor.)
Her şeyi hatırl ıyorum. Herkes yataklarından kalkıp g itti ; ama köpeklerini ve ke
d i lerin i burada bıraktı lar. l i k birkaç gün çevrede dolaşıp kedi lere süt verdim, kö
peklere de birer parça ekmek. Bahçelerde oturmuş sahiplerinin gelmesini bek
l iyorlardı. Onları uzun süre bekledi ler. Aç kediler salata lıkları ve domatesleri ye
d i ler. Sonbahara kadar komşumun çimlerine baktım, çite kadarki yere. Çiti yıkı l
dı, geri yerine çaktım. Insanları bekledim. Komşumun Zhucok adında bir köpeği
vardı. "Zhucok," derdim "eğer birini görürsen önce bana haber ver."
Bir gece rüyamda tahliye adildiğimi gördüm. Subay: 'Baya n ! Her şeyi yıkıp gö
meceğiz. Dışarı çıkın ! " d iye bağırıyordu. Sonra beni bilmediğim bir yere götür
düler. Naresi olduğu bel l i değil. Şehir değil, köy de değil. Dünyada bir yer bile
değil.
Güzel bir kedi m vardı, Vaska. Bir kış fareler açlıktan her şeye saldırıyorlardı. Gi
decek bir yer yoktu. Yorganların altına bile giriyorlardı. Bir fıçının içinde bir mik
tar tahı l biriktirmiştim, fıçıyı deldi ler. Ama Vaska beni kurtardı . O olmasa ölür
düm. Onunla beraber konuşarak yemeğimizi yerd i k. Sonra Vaska yok oldu. Bel
ki onu aç köpekler yedi, bilmiyorum. Ö lene kadar bütün köpekler etrafta aç do
laşıyorlardı. Kediler o kadar açtı ki yavrularını yedi ler. Yazın değ i l . ama kışın yi
yorlardı. Tanrı beni affetsin !
Bazen evimin yolunu dahi zor yürüyorum. Yaşlı bir kad ın için yazın soba bile so
ğuktur. Pol is ara sıra gel iyor, etrafı kolaçan edip bana ekmek getiriyor. Neyi
kontrol ediyorlar bilinmez.
Bir ben bir de kedi varız. Bu başka bir kedi . Polisi duyduğumuz zaman mutlu olu-
yor, hemen dışarı koşuyoruz. O na bir kemi k getiriyorlar. Bana da soruyorlar: "Ya
haydutlar gelirse?' 'Benden neyim i alacaklar? Ruhumu mu? Bir o kaldı.· Iyi ço
cuklar. Bana gül üyorlar. Radyom için pil de getirdiler. şimdi radyo dinleyebil iyo
rum. Lyudmilla Zykina'yı seviyorum, ama artık pek şarkı söylemiyor. Belki şimdi
o da benim gibi ihtiyarlamıştır. Kocam şöyle derdi: "Dans bitti�inde keman ı ku
tusuna koy."
Kedici�imi nasıl bulduğumu anlatayım. Benim Vaska kaybolmuştu. Bir gün, iki
gün derken bir ay bekledim. Işte böyle. Yapayalnız kaldım. Konuşacak kimsem
yoktu. Köyün çevresinde dolandım, başka larının bahçelerine girip onu ça�ırdım:
Vaska, Murka. Vaska ! M urka ! lik zamanlar etrafta birçok kedi dolanı rdı, şimdi
hepsi bir yerlere kayboldu. Ö lüm ayırmıyor, yeryüzü herkesi çekip alıyor. Yürü
yor. yürüyordum. Iki gün boyunca. Üçüncü gün, bunu tentenin altında gördüm.
Bakıştık. O da mutluydu, ben de. Ama h içbir şey söylemiyordu. "Pekala,' dedim
"haydi eve gidelim." Ama orada oturmuş, miyavlıyordu. Ona şöyle dedim: "Bu
rada bir başına· ne yapacaksın? Kurtlar seni yiyecek. Seni parçalayacaklar. Hay
di gidelim. Evde yumurta var, domuz pastırması var." Ona nasıl anlatayım? Ke
di ler insanların d i l i nden anlamaz, öyleyse beni nasıl anladı? Yürümeye başla
dım. o da benim arkarndan geldi. Miyavlayarak. "Sana biraz domuz pastırması
keseceğim." Miyav! "lkimiz birlikte yaşayaça�ız." M iyav! "Senin adın da Vaska
olsun ! " Miyav! Işte iki senedi r birlikte yaşıyoruz.
Geceleri rüyamda birileri beni çağırıyor. Komşumun sesi : 'Zina ! " Sonra bir ses
sizlik. Ve sonra yine: "Zina ! " Bazen çok sıkıl ıyorum. o zaman ağlıyorum.
Mezarlığa gidiyorum. Annem orada. Küçük kızım da. Savaş sırasında tifüse kur
ban g itti. Onu mezarlığa götürüp gömdükten hemen sonra güneş bulutların ara
sından çıkm ıştı . Parıldadı, parıldadı. Gidip onu geri çıkarın. der gibiydi . Kocam
da orada. Fedya. Orada hepsiyle beraber oturuyorum. Biraz iç çekiyorum. Ölü-
IJI
lerle de yaşayanlarla konuştuğunuz gibi konuşabil i rsiniz. Yalnız ve üzgün oldu
ğunuzda. Çok üzgün olduğunuzda ... Benim için bir farkı yok. onları duyabiliyo
rum.
teki güğümleri ısıtmaktı işi. O çabuk öldü. Burayı terk ettikten hemen sonra.
Onun yanındaki zoolog Stepa Bykhov'un evi. Yandı ! Kötü insanlar bir gece evi
yaktılar. Stepa da uzun yaşamadı. Mogilev bölgesinde bir yerlerde gömülüy
müş. Savaş sırasında da ne çok insanı kaybetmiştik. Vassily Makaroviç Kova
l ev, Maksim N ikoforenko. Yaşıyorlardı. mutluydular. Tatillerde çalar söylerler
di. Harmoni ka çalariard ı. Ş i mdi burası bir hapishane gibi. Bazen gözlerimi kapa
tıp köyün içinde dolaşıyorum. Hani, diyorum onlara. radyasyon nerede? Bir ke
l ebek uçuyor, arılar vızıldıyor. Benim Vaska fareleri yakal ıyor. (Ağlamaya başlı
yor.)
Ah, Lyuboşka, sana söyled iklerimi, acımı anlıyor musun? Onu insanlara taşı,
belki ben artık burada olmam. Yerin a ltında olurum, köklerin arasında.
• Stakhanovist hareketi: 1935 'de meşhur olan bir maden işçisinden (Stakhanoviç) adını alan,
verimliliği tırtınnak amacı taşıyan bir hareket. lkinci Dünya Savaşı sonrasında etkisini kaybet
ti. (ç.n .)
m
Kapılara Yazılmış Yaşamlar Ozerine Bir Monolog
Başlang ıçta böyle oldu. Sadece kenti deği l . yaşamlarımızı da terk ettik. Üçüncü
gün yola çıktık. Reaktör hala yanıyordu. Arkadaşlarımdan birinin 'Reaktör koku
yor," dediğini hatırl ıyorum. Anlatı lır bir koku değildi. Gazeteler olayı yazmaya
başlamıştı bile. Çernobil'i bir korku filmine çevirdiler; ama sadece bir karikatü
re benzedi. Ben size kendi yaşadıklarımı anlatacağım. kendi gerçeklerimi.
m
bilmiyorum, her yerde de böyle bir şey yok; ama annem, ölenlerin evlerinin ka
pısına yatırılması gerektiğini söylemişti . Tabut getirilene dek orada yatmal ıydı.
Bütün gece babamın yanı başında oturdum, o da kapısının üzerinde yattı. Ev
açıktı. Bütün gece. Bu kapının üzerinde küçük çentikler vardı . Beni m büyüme iz
lerim. Orada hepsi yazılıydı: Birinci sınıf, i kinci sınıf ... Yedinci. Askere gitmeden
önce. Onun yanında da oğlumun ve kızım ın nası l büyüdüğü görünüyordu. Bütün
yaşamım o kapının üzerine yazıl ıydı. Onu arkamda bırakıp gidemezdim.
Komşumdan yardım istedim, bir arabası vardı. "Bana yardım et ! · Akl ını mı ka
çırdın dereesine bir işaret yaptı. Yine de kapıyı götürmeyi başardım. Geceleyin.
Bir motosikletin tepesinde. Orman yolundan. Iki yıl sonrasıydı. Dairemiz çoktan
yağmalanmış ve boşaltı lm ıştı. Pol is beni koval ıyordu: "Ateş edeceğiz! Ateş ede
ceğiz! " Hırsız olduğumu sandı lar. Kendi evimin kapısını böyle çaldım.
Bir odanın içerisinde yedi tane, kafası kazınmış kız çocuğu düşünebil iyor musu
nuz? Hastanenin her odasında onlardan yedi tane vardı. .. Artık yeter. Bu kadar
yeter. Bundan ne zaman bahsetsem, içimde onlara ihanet ediyormuşum duygu
su oluşuyor; çünkü onları sanki bir yabancıymışım gibi anlatıyorum. Karım has
taneden eve döndü. Artık dayanamadığını söyledi. "Böyle acı çekmektensa öl-
m
sün daha iyi. Hatta ben öleyim de, onu bu halde görmekten kurtulayım." Bu ka
dar yeter. Daha fazla anlatabilecek durumda değ i l im.
Onu kapının üstüne yatırd ı k . . . Babamın bir zamanlar yattığı kapıya. Neden son
ra tabutu getirdiler. Küçüktü, büyükçe bir oyuncak bebek kutusu kadar.
Tanıklık etmek istiyorum, kızım Çernobil nedeniyle öldü. Şimdi de bunu unutma
mızı istiyorlar.
Nikolai Fomiç Kalugin, baba
" Uçaklar. helikopterler, gürültü her yerdeydi. Kamyon lar. Askerler. Kendi kendi
me, 'Savaş başladı herhalde' dedim. Ya Çinli lerle ya da Amerika l ı larla. "
III
'Kocam kolhaz toplantısından geldi, 'Yarın tah liye edileceğiz' dedi. 'Patatesler
ne olacak? Daha patatesleri toplamadık. Amma bahtsızız ! ' Komşumuz kapımızı
çaldı, oturup bir şeyler içtik. lçkimizi içince kolhaz başkanına sövmeye başladı
lar: 'Hiçbir yere g itmiyoruz. Biz savaşı atlattık, başımıza radyasyon çıktı. Kendi
mizi gömmek zorunda kalsak bile gitmeyelim."
"I lkin hepimizin iki ya da üç ay içinde öleceğini sandım. Bize böyle demişlerdi. Bi
ze propaganda yapmışlar, korkutmaya çal ışmışlar. Tanrıya şükür hala canl ıyız."
"Kimse öbür dünyada n e olacağını bilmez. Burası daha iyi . Dostlar arasındayız."
"Gidiyorduk. Anı:ıemin mezarından biraz toprak al ıp, bir torbaya koydum. Diz çö
küp, 'Seni terk ettiğimiz için bizi affet' ded im. Oraya gece gittim ama korkma
dım. Herkes evlerine adlarını yazıyordu; hatta ağaçlara, çitlere, asfalta bile."
"Askerler köpekleri vurdular. Onları öldürdüler. Ban ! Ban ! Artık can l ı ve çığlık
atan bir şey görmeye yüreğim dayanmıyor. "
"Kolhozda birlik başıydım. Kırk beş yaşındayım. Insanlar için çok üzüldüm. Mos
kova'ya bir sergi için geyi klerimizi götürmüştük, bizi kolhaz göndermişti . Bir broş
ve kırmızı sertifikayla geri döndük. Herkes benden saygıyla bahsetti . 'Vasily Ni
kolayeviç. N i kolayeviç.' Burada neyim ki? Küçük bir evin içindeki ihtiyar. Bura
da öleceğim; kadınlar bana su getirir, evimi ısıtır. I nsanlar için üzülüyorum. Ge
celeri şarkı söyleyerek tarlaya giden kadınlar gördüm, ama bir şey kazanamaya
caklarını biliyordum. Maaş günü bir iki kuruş a lacaklar. Yine de şarkı söylüyor
lardı. . . '
"Radyasyonla zehiriense de, burası benim evim. H içbir yerde bize ihtiyaçları
yok. Kuş bile yuvasını özler. .. "
"Rüya larımızda, gün boyu başka bir yerde yaşıyor. gece olunca evierimize dönü
yorduk." ·
"Burada kışın geceler çok uzundur. Bazen oturup sayarız; kimler ölmüş?"
" Kocam i ki aydır yatalaktı. Hiç konuşmadı, bana yan ıt vermedi . Del iydi. Bahçe
de dolaşır, eve gelip 'Ihtiyar, nasılsın?' d iye sorardım. Sesima dönüp bakması
bile iyiydi. Evde varlığı olsun da. Birisi ölürken ağlayamıyorsun. Yoksa ölmesini
sekteye uğratırsın. mücadele etmeye çalışır. Dolaptan bir mum alıp eline tutuş
turdum, mumu tuttuğunda hala nefes a l ıyordu. Gözlerinin donuklaştığını görü
yordum. Ağlamadım. Sadece bir şey istedim ondan: 'Anneciğime ve kızımıza
selam söyle." Birlikte g itmemiz için dua ettim. Bazı tanrı lar bunu yapardı; ama
O ölmeme izin vermedi . Canlıyım .. . "
" Kızlar! Ağlamayın. Biz hep cephedeydik. Biz Stakhanovistiz. Stalin'i atlattık,
savaşı atlattık ! Arada gülüp avunmasam çoktan kendimi asmıştım."
'Annem bana bir zamanlar "Bir i kona alıp baş aşağı as, öylece üç gün dursun.
Nerede olursan ol, sonunda evine dönersin" demişti. Iki ineğim, iki de danarn
m
vardı; beş domuz, kazlar, tavuklar, bir köpek. Başımı el lerimin arasına alıp bah
çede yürüyorum. Ya elmalar, ne çok elmam vard ı ! Şimdi her şey toz olup g it
miş . .. gitmi ş ! "
"Evi yıkadım, sobayı ·ağarttım. Masada biraz ekmek, biraz d a tuz bırakman ge
rekir. Bir tabakla üç de kaşık. Evde kaç ruh varsa o kadar kaşık olma l ı ki eve ge
ri dönebilelim."
"Gitmek istemedik. Bütün erkekler sarhoştu, kendi lerini arabaların altına atıyor
lardı. Parti'nin kodamanları evden eve geziyor, insanlardan gitmelerini istiyor
lardı. Hiçbir eşyamızı almamamızı emrettiler."
"lnekler üç gün yemsiz, susuz ka lmıştı . Gazeteden bir muhabir geldi. Sarhoş süt
çüler onu az daha öldürüyorlardı."
"Savaş sırasında si lahlar bütün gece patlar, takırdardı. O zamanlar ormanda bir
çukur kazmıştık. Durmadan bomba atıyorlardı. Her şeyi yaktı lar. sadece evleri
•
değil; bahçeleri. kiraz ağaçların ı , her şeyi. Savaş olmasın da. Ben asıl ondan
korkuyorum."
"Ermeni muhabire sordular: H§l§ Çernobil e l ması var mı? Tabii, yed ikten sonra
koçanını çok derine gömmeniz gerekir.·
"Bize yeni bir ev verdiler. Taştan yapı lmış. Ama biliyor musunuz, yedi yı l boyun
ca eve bir çivi dahi çakmadım. O bizim evimiz değildi. Yabancıydı. Kocam ağla
yıp durdu. Hafta boyu kolhozda traktör sürüyor, pazar gününü bekl iyor. pazar
olunca da bir kenarda kıvrıl ı p s ızlanıyordu."
·Artık hiç kimse bizi aldatamaz, artık buradan bir yere gitmeyiz. Bakkal yok, has
tane yok. Elektri k yok. Ay ışığı a ltında gaz lambasıyla oturuyoruz. Ve bundan
hoşlanıyoruz; çünkü evimizdeyiz."
"Şehirde gelinim beni her yerde izliyor; elinde bez, kapı kollarını, sandalyeleri
siliyordu. Üstelik her şey benim paramla alınmıştı. Mobi lyalar ve ciguli* bile
devletin bana evim ve ineğim karşılığ ında verdiği parayla a l ı nmıştı. Para bitin
ce anneye ihtiyaçları da kal madı . "
"Iki hafta boyunca avare dolaştı m. lneğim de yanımdayd ı . Beni evime sokmad ı
lar. Ormanda uyudum."
m
'Bizden korkuyorlar. Zehirli oldugumuzu söylüyorlar. Tanrı bizi neden cezalan
dırdı? Delirdi mi? Insan gibi yaşamıyoruz artık, O'nun kanuniarına göre yaşamı
yoruz. Işte bu yüzden insanlar birbirlerini öldürüyor.'
' Her hayvan insandan korkar. Eger ona dokunmazsan çevrenden dolaşır gider.
Eger a lışıksan, ormanda insan sesleri duydugunda onlara dogru koşarsın. Şim
d i insanlar birbirlerinden saklanıyor. Tanrı beni ormanda bir insanla karşılaş
maktan korusun ! '
" lncil'de yazı l ı her şey gerçek oluyor. Kolhozumuz da orada yazılı, Gorbaçov da:
Dogum lekel i büyük bir efendi gelecek ve büyük bir imparatorluk çökecek. Son
ra Kıyamet Günü gelecek. Şehirlerde yaşayan herkes ölecek, köylerde sadece
bir kişi canlı kalacak. O kişi, insan ayak izi gördügünde bile mutlu olacak. Baş
kasının degil, sadece kendi ayaklarının izini .. . '
'Işık için lambamız var. Gaz lambası. Aha ! Kadınlar daha önce de bahsetmişti.
Eger bir yaban domuzu öldürürsak onu badruma taşıyıp kendimiz gömüyoruz. Et
üç gün yer altında kalabiliyor. Votkayı da kendimiz yapıyoruz. "
" I k i torba tuzum var. Devlet olmasa da durumumuz iyi . Bir sürü agaç, bütün çev
remiz orman. Ev sıcak. lamba yanıyor. Her şey güzel. Bir keçim, bir oglagım, üç
domuzum, on dört tavugum var. Toprak . . . ne kadar istersem. Otlak . . . ne kadar
istersem. Ve özgürlük! Mutluyuz. Burası artık bir kolhaz degil, adeta bir komün.
Bir at daha al ırsak kimseye ihtiyacımız kalmayacak. Sadece bir at daha.'
"Çernobil, bütün savaşlardan beter bir savaş. Saklanacak yerin yok. Ne yer. ne
gök, ne de suyun a ltı .. . ''
"Radyoyu hemen kapattık. Haber almıyoruz; ama burada yaşam huzurlu. Üzül
müyoruz. Bize gelenler anlatıyor, her yerde savaş varmış; sosyal izm bitmiş, ar
tık kapitalizmde yaşıyormuşuz; sonra, Çar geri dönecekmiş. Bu doğru mu?"
"Bazen bahçeye yaban domuzu geliyor, bazen de bir ti lki; ama pek az insan ge
lir. Onlar da pol is."
"Haç çıkarıp dua ediyorum: Sevg i l i Tanrı ! Iki kere polis gelip sobamı kırdı. Beni
bir traktöre bindirip götürdüler. Ama yine de geri geldim. Insanların geri dönme
sine izin vermel i ler -herkes yalvarıyor. Acımızı bütün dünyaya yaydılar. Artık
yalnızca ölüler geri gel iyor. Ö l ülerin geri gelmesi serbest; ama canlılar sadece
geceleyin. ormandan gelebi lir.'
m
"Herkes hasat zamanı geri dönebilmek için can atıyor. Herkes kendine ait olanı
geri istiyor. Pol iste, geri gelmelerine izin veri lecek kişilerin l i stesi var; ama on
sekiz ya Ş ından küçük çocuklara izin yok. Insanlar dönecek ve evlerinin yanında
durmaktan mutluluk duyacaklar. Bahçelerinde. elma ağacının yanında. Önce
mezarlığa gidip ağlayacaklar, sonra bahçelerini ziyaret edecekler. Orada da ağ
layıp dua edecekler. Mumlar bırakacaklar. Onları çitlere asarlar, mezarlığın ya
nındaki küçük çitlerdeki gibi. Bazı evlere çelenkler bile koyacaklar. Yaşl ı kadın
dualar okuyacak: Kardeşlerim, sabırlı olun .. . "
"Afla hapisten çıkmış bir adam vardı. komşu köyde yaşıyordu. Annesi ölmüştü,
evini de gömmüşler. Bize geldi. 'Bayan. bana biraz ekmekle pastırma verin. si
ze odun kırayım' dedi. Hala da bu şekilde hayatını devam ettiriyor. "
"Ülke çorbaya döndü, herkes buraya geri gel iyor. Diğerlerinden kaçıyorlar. ka-
m
nundan da. Ve yalnız yaşıyorlar. Yabancılar bile. Sert insanlar. Gözlerinde cana
yakınlık yok. Sarhoş ol urlarsa yangın bile çıkarırlar. Geceleri yata�ımızın altın
da baltalar. yaba larla uyuyoruz. Mutfakta kapının yanında bir tane çekiç var."
"Ilkbaharda buralarda kuduz bir tilki vardı -bunlar kuduz oldu mu çok uysal laşır
lar, çok. Ama suya bakamazlar. Bahçenize bir kova su koydunuz mu, rahat eder
siniz. Hayvan kaçar."
"Televizyon yok. Sinema yok. Yapacak bir tek şey var, o da pencereden dışarıyı
seyretmek. Bir de dua etmek. Eskiden Tanrı'nın yerinde komünizm vardı, şimdi
bir tek Tanrı kaldı. Ona dua ed iyoruz."
"Bizler devrimizi doldı:ırduk. Ben partizanım. Bir yılımı partizanlarla yan yana ge
çirdi m. Almanları yendiğimizde cephedeydim. Reichstag'a adımı yazdım: Artyu
şenko. Komünizmi kurmak için kol ları sıvadım ben. Şimdi o komünizm nerede?"
ım
' Idareciler geldi, bağırıp çağırdı lar; ama biz sağır. di lsiz kesilmiştik. Her şeyden
kurtulduk, her şeye dayandık.. . '
"Fakat ben başka bir şeyden bahsediyorum, bunu sık sık düşünüyorum. Mezar
lı kta. Bazıları yüksek sesle dua ediyor, bazı ları ise sessizce. Kimi insanlar şöyle
diyor: 'Açıl. sarı kum. Açıl. karanlık gece.' Orman bunu yapabil ir; ama kum asla
yapmayacaktır. Ben sadece nazikçe soruyorum. 'Ivan, Ivan nasıl yaşayacağım?'
ama bana hiç cevap vermiyor, her ne şeki lde olursa olsun.'
"Benim ağlayacak kimsem yok, ben de herkese ağl ıyorum. Yabancılara da. Me
zarlıklara gidip onlarla konuşuyorum."
" Biz hiç iyi yaşamad ık. Huzur yüzü görmedik. Hep korkuyorduk. Savaştan önce
dolaşıp insan toplarlardı. Siyah arabalarla gelip, tarlada çal ışan üç erkeği aldı
lar. Hala geri dönen olmadı, hala korkuyoruz."
m
"Sahip olduğum tek şey bir i nek. Başka savaş olmasın da, ineğimden bile vaz
geçerim. Savaştan nefret ediyoru m ! "
"Içim acıyor kızlar! Içim acıyor. Sessiz olalım. Tabutlarınızı sessizce getiriyorlar.
Dikkatli olun! Kapıya veya yatağa çarpmayın sakın, h içbir şeye dokunup da de
vireyim demeyin. Yoksa ruhunuzu ölüm meleğine teslim edebilmek için bir son
raki ölen insanı beklemek zorunda kalırsınız. Diğer ölülerin ruhlarını da hatırla,
ey Tanrım ! H uzur içinde yatsınlar. Gömüldükleri yerde duaları bol olsun. Bura
da her şeyimiz var-mezarlar da. Her yer mezar. Çöp kamyonları çalışıyor, buldo
zerler de. Evler yıkıl ıyor. Mezar kazıcılar orta lığı eşel iyorlar; okulu, idare binası
nı, hama rn ı gömdüler. Dünya aynı dünya; ama insanlar farklı. Bilemediğim şey
şu: Insanların ruhu var mı? Ne tür bir ruh? Bir de hepsi birden öbür dünyaya na
sıl sığıyorlar? Büyükbabamın ölmesi iki gün aldı. Bütün gün sobanın arkasına
saklanır beklerdim, ruhu vücudundan nasıl uçacak? Ineği sağmaya gittim, geri
dönüp ona seslendiğimde, gözleri açık yatıyordu. Ruhu çoktan uçmuştu. Yoksa
hiçbir şey olmadı mı? O zaman nasıl bir daha buluşacağız?'
"Yaşlı bir kadın, ölümsüz olduğumuza dair yeminler ediyor. Dua ediyoruz. Tan
rım, yaşamlarımızın yorgunluğuna dayanmamız için bize güç ver.·
ID
Radyasyonun Neye BenzediQine Dair Monolog
m
olacak. Dünya değişti. Her şey farklı. Bu radyasyon yüzünden midir nedir?
Radyasyon neye benzer? Belki filmlerde gösterirler. Hiç gördünüz mü? Beyaz
mı? Ne renk? Bazıları ne kokusu. ne de rengi olduğunu söylüyor; başkaları ise
siyah olduğunu. Toprak gibi. Ama eğer renksizse o zaman Tanrı gibi bir şeydir.
Tanrı her yerdedir ama O'nu göremezsiniz. Bizi korkuttular! Bahçede elma lar
ağaçtan sarkıyor, ağaçlar yapraklı, patatesler tarlada. Ben Çernobil diye bir şe
ye inanmıyorum, uydurdular. Insanları kandırdı lar. Kız kardeşim kocasıyla bera
ber kaçtı buradan uzağa değil, yirmi kilometre öteye. Orada iki ay kadar yaşa
dılar, sonra bir gün komşuları koşarak geld i: "Sizin i neğiniz beni mkine radyas
yon bulaştırıyor! lneğim bayıld ı ! '
'Nasıl göndermiş radyasyonu?"
"Havadan. öyle oluyormuş, toz gibi. Uçuyormuş ! •
m
Düşünüyorum da, her evden birileri öldü. Bu sokakta, nehrin diğer yakasında,
bütün kadınlar erkeksiz kaldı, hiç erkek yok, hepsi öldü. Beni m sokakta büyük
babam hala yaşıyor, bir erkek daha var. Tanrı erkekleri daha erken alıyor. Ne
den? Kimse bilmez. Ama düşünüyorum da, dünyada sadece .erkekler kalsa. da
ha iyi olmazdı. Durmadan içiyorlar, içiyorlar. Üzüntüden. Bütün kadınlar da boş.
Dediklerine göre her üç kad ından birinin kadınlık organları marazlanmış. Hem
gençlerin, hem de yaşlıların. H içbiri zamanında doğum yapmayı beceremedi . O
güne dek olmayan şeyler oldu.
Başka ne diyeyi m; yaşamak zorundayız, hepsi bu.
m
SOlleri Olmayan Bir Şarkı Üzerine Monolog
S ize yalvarıyorum. lütfen Anna Suşko'yu bulun. Bizim köyde yaşard ı . Kozuş
ki'de. Adı Anna Suşko. Size nasıl göründü�ünü söyleyeyim, siz de yazın. Kam
buru var, ayrıca do�uştan sa�ır-di lsizdir. Kendi başına yaşıyordu. Altmış yaşın
daydı. Tah liye sırasında onu bir ambulansa koyup götürdüler. Okumayı hiç ö�
renemedi, o yüzden ondan mektup da alamadık. Kimsesiz ve hasta olanları özel
yerlere koydukları söyleniyor. Onları saklamışlar. Ama kimse nerede sakladı kla
rını bilmiyor. Bunu da yazın ...
Bütün köy onun için çok üzüldü. Anna Suşko'ya küçük bir çocuk gibi bakardık.
Biri onun için odun keserdi, d i�eri süt getirirdi. Bir başkası onunla akşam evde
beraber oturur, sobasını yakardı . Iki yı l boyunca ayrı yerlerde yaşadı k, sonra ev
lerimize geri döndük. Ona, evinin hala burada oldu�unu söyleyin. Çatısı, pence
releri hala sa�lam. Kırılan veya çal ınan ne varsa onarırız. Onun adresini. şimdi
nerede yaşayıp acı çekti�ini bize söylerseniz gidip onu al ırız. Üzüntüden ölme
sin. Size yalvarıyorum. Masum bir ruh yabancıların arasında acı çekiyor. . .
Unutuyordum. onunla i l g i l i b i r şey daha var. Üzüldüğü zaman şarkı söyler. Şar
kının sözü yok, sadece sesle söyler. Konuşamaz. Üzüldü�ünde, a-a-a diye şarkı
söyler. Insanın içi acır.
Mariya Va/çok, komşu
m
Bir Memlekat Hakkırıda Oç Monolog
Konuşanlar: K. ailesi, anne ve kızı; bir de hiç konuşmayan bir adam (kızın kocası).
Kız:
Önceleri gece gündüz ağladım. Ağlamak ve konuşmak istedim. Biz Tacikis
tan'dan, Duşanbe'den geldik. Orada sayaş var. Şimdi bundan söz etmemel iyim.
Hamileyim; yine de size anlatacağım. Günün biri nde pasaportlarımıza bakmak
için otobüse geldi ler. Alelade insanlardı; ama makineli tüfekleri vardı. Belgele
rimize baktı lar ve erkekleri otobüsten indirdi ler. Sonra, dışarıda, onları götürme
ye gerek b i le görmeden, hemen kapının dibinde vurup öldürdüler. Görmesam
inanmazdım. ama gördüm. Iki adamı nasıl dışarı çıkardıklarını gördüm, biri çok
genç ve yakışıklıydı, onlara bir şeyler anlatmaya ça lışıyordu. Tacikçe, Rusça.
Karısını n yen i doğum yaptığ ını, evde üç çocuğunun onu beklediğini haykırıyor
du; ama diğerleri sadece güldüler. Onlar da gençti. çok genç. Alelade i nsanlar,
sadece makineli tüfekleri vardı. Adam yere yıkıldı. ayakkabı ları n ı öptü. Herkes
susuyordu, bütün otobüs. Sonra uzaklaşırken makineli tüfeğin sesini duyduk.
Geri dönüp bakmaya korktuk. (Ağlamaya başl ıyor.)
Kocalarımız sessiz. Erkekler hep sessiz. Size h içbir şey söylemeyecekler. Onla
ra bölgeyi terk ederken, kadınlar gibi kaçtıklarını söyledi ler. Korkak olduklarını,
anavataniarına i hanet ettiklerin i . Bu kötü bir şey mi? Ateş edememek kötü bir
şey mi? Kocam Tacik, onun da gidip adam öldürmesi gerekiyordu; ama o: "Bu
radan gidelim. Savaşa katılmak istemiyorum, makineli tüfek istemiyorum" dedi.
Orası onun ülkesiydi; ama terk etti. bir başka Tacik'i, kendi gibi bir insanı öldür
mek istemediği için. Şimdi burada yalnız kaldı, kardeşleri hala orada, savaşıyor
lar. Bir tanesi çoktan öldürüldü. Annesi ve kız kardeşleri de orada yaşamaya de
vam ediyorlar. Duşanbe trenine bindiğimizde, pencereler kırıktı. lçerisi çok so
ğuktu. Kimse ateş etmedi; ama pencerelere taş atıp camları kırdı lar. 'Ruslar!
Defolun ! lşga lciler! Bizi soyduğunuz yeter! ' O da Taci k'ti ve söylenenleri dinle
mek zorunda kaldı. Kızım birinci sınıfta Tacik bir ağiana aşıktı. Bir gün okuldan
eve geldi: "Anne ben Rus muyum, Taci k mi?' Nası l açıklayabi l i rsiniz?
lll
Doğumhanede hemşireydim. Gece vardiyasında çalışıyordum. Bir kadı n doğum
yapıyordu, zor bir doğumdu ve kadı n çığ l ı k çığlığa bağırıyordu. Aniden içeri bir
hizmeti i daldı , ne eld ivenleri ne de amel iyat elbisesi vard ı. Neler oluyordu? Ne
den doğum odasına böyle girmişti? "Kızlar. adamlar geld i ! Maskeler takmışlar
ve silahları var." Sonra birdenbire içeri g i rdiler: "I laçları bize veri n ! Alkolü de ! "
"Bizde n e i laç n e d e a lkol var." Doktoru silahlarıyla tehdit ettiler. Sonra doğum
yapan kadı n bir rahatlama çığlığı koyverdi , bebek ağlamaya başladı. doğmuştu.
Ona bakmak için eği ldim, kız mı erkek mi olduğunu hatırlamıyorum. Soyguncu
lar sordu: "Bu ne? Kulyab mı, Pamir mi?" Kız ya da erkek mi değil. Kulyab mı Pa
m ir mi? Hiçbir şey söylemedik. Bağırmaya başladılar: "Bu ne?" Sustuk. Küçük
bebeği yakalad ı lar -dünyaya geleli sadece beş, on dakika olmuştu- ve pencere
den aşağı attı lar. Ben hemşireyim; ama daha önce bir bebeği n ölümünü görme
miştim. Ve orada . . . Bunu hatırlamarnam gerekiyor. (Ağlamaya başl ıyor.) Bundan
sonra nasıl yaşanır? Nası l çocuk doğurulur? (Ağl ıyor.)
m
ca Rusya'yı anavatanım olarak görmüyorum. Biz farklı yetiştirilmiştik, anavata
nımız Sovyetler'di. Şimdi kend imizi nasıl kurtaracagımızı bilmek imkansız.
En azından burada kimse silahlarla oynamıyor, bu iyi bir şey. Bize bir ev verdi
ler, kocama da bir iş. Oradaki arkadaşlarımıza mektup yazdık, dün onlar da gel
diler. Geceleyin burada olmuşlar ama gar binasından dışarı çıkmaya korkmuş
lar. Geceyi bavul larının üzerinde geçirmiŞ, çocuklarının binanın dışına çıkmala
rına izin vermemişler. Sonra herkesin gülerek, sigara tüttürerek sokaklarda do
laştıgını fark etmişler. Adresi mizi sordukları insanlar onlara sokagı göstermiş,
bizim eve kadar getirmişler. Buna inanamamışlar; çünkü orada insanlar normal
bir yaşam sürdürmeyeli çok oluyor. Burada sabah kalkınca çarşıya çıkmışlar ve
dükkaniarda tereyağı, krema görmüşler. Bunu bize kendi leri söyledi ler, hemen
oracıkta beş şişe krema alıp hepsin i içmişler. Insanlar onlara garip garip bakı
yormuş. I ki yıldır ne tereyagı ne de krema yüzü görmüşler. Tacikistan'da ekmek
satın a lamazsınız. Orada savaş var. Bunun nasıl bir şey oldugunu görmeyen bi
rine anlatmak çok zor.
Ruhum orada öldü. Orada dogum yapsaydım ruhsuz bir şey doguracaktım. Bu
rada çok insan yok, evler de boş. Ormanın kenarında yaşıyoruz. Ortalıkta çok in
san olmasından hoşlanmıyorum. Tren garındaki ya da savaştaki gibi. (Gözyaşla
rına boguluyor ve konuşmayı kesiyor.)
Anne:
Savaş ... hakkında konuşabilecegim tek şey bu. Çernobil'e neden mi geldik?
Çünkü bizi buradan kimse kovmaz. Burası artık kimsenin topragı degil. Tanrı bu
rayı geri almış. Insanlar gitmişler. Duşanbe'de tren garında şef yardımcısıydım.
Bir başka şef yardımcısı daha vardı, bir Tacik. Çocuklarımız birl ikte büyüdü, bir
l i kte okula gitti, tatiliere bile birlikte çıkardık. Yeni yı l , bir Mayıs . . . Birlikte bira
içer. plof verdi k. Bana 'Abla, Rus ablam' d iye hitap ederdi. Sonra bir gün geldi
çattı, ofiste oturuyorduk. Masamın önünde durdu ve bağırdı:
"Rusya'ya ne zaman geri dönüyorsunuz. ha? Burası bizim ülkemiz ! '
Çıldıracağımı sandım. Ona doğru atı ldım.
'Eibisen nereden?"
'Leningrad' dedi. Şaşırmıştı.
'O zaman Rus elbiseni de çıkar. seni o.: çocuğu ! ' Elbisesini üzerinden yı rttı m.
"Şapkan nereden? Sibirya'dan yol ladıklarını söyl üyordun ! Onu da çıkar. Gömle
ğini. pantolonunu da. Onlar da Moskova malıdır. Hepsi Rus mal ı ! "
Onu i ç çamaşıriarına kadar soyacaktım. Iri yarı bir adamdı, ancak omzuna geli
yordum; ama üzerindeki her şeyi yırtıp alabil irdim. Herkes etrafım ıza toplanmış
tı. Bana bağırıyordu: "Benden uzak dur. sen çıldırmışsın ! "
"Hayır. bana ait olan şeyleri bana ver. Onlar Rus ma l ı . Hepsini alacağım ! "
Del iye dönmüştüm.
"Çoraplarını ver! Ayakkabılarını da ! ·
Gece gündüz ça lışıyorduk. Trenler tıka basa dolu gidiyordu. Insanlar kaçıyorlar
dı. Rusların birçoğu orayı terk etti - binlercesi, on binlercesi. Gece saat ikide
Moskova treninin kalktığını gördüm; ama salonda hala Kurgan-Tyube'den ço
cuklar vardı. treni kaçırmışlardı. Onları sakladım. Iki adam bana geldi, ellerinde
otomatik silahlar vardı. Sordum:
"Çocuklar. burada ne yapıyorsunuz?" Bu arada kalbirn çarpıyordu.
"Hata senin. kapıyı açık bırakmışsın."
"Bir tren gönderiyordum. Kapıyı kapatmaya vakit bulamadım."
"Oradaki çocuklar da kim?'
"Onlar bizden. Duşanbe'den."
"Belki de Kurgan'dan gelmişlerdir. Kulyab olmasınlar?"
"Hayır. hayır. Onlar bizden. "
Gitti ler. Y a salona girselerdi? Çocukları. .. büyük olası l ı kla beni d e öldürürlerdi.
m
Orada tek bir kanun var: eli silahlı adamlar. Sabah çocukları Astrakhan'a g iden
trene yerleştirdim. Kondüktöre onları karpuz gibi taşımalarını söyledim, kapıyı
hiç açmadan. (Sessizleşiyor ... sonra uzun süre ağlıyor. ) Insanlardan daha kor
kunç bir yaratık var mı? (Susuyor.)
ımı
de rüşvet vermek gerekiyordu. "Bu bagajlar çok ağır. çok geniş, bunu yanınızda
götüremezsiniz. bırakmanız şart.. ." Her şeyi teraziye iki defa koydurdular. neden
sonra amaçlarının rüşvet isternek olduğunu anladım ve onlara biraz para ver
dim. "Kavga etmektense şunu baştan yapsaydınız ya ! " Işte bu kadar basitti.
Yüklerimiz iki ton çekiyordu. Her şeyi boşalttırdı lar. "Savaş bölgesinden gel iyor
sunuz. belki bavul larınııda silah. marihuana da vardır?" Bizi iki gece orada tut
tular. Istasyon müdürüne gittim. Oradaki iyi bir kadın bana yol gösterdi : "Bu şe
kilde eşyalarınızı taşıtamazsınız. Bu adamlar kıymetli şeylerinize el koyup kalan
yüklerinizi de bir tarlaya atarlar. " Biz de bütün gece eşya larımızı ayıkladık: giy
siler. şilteler. eski bir buzdolabı. iki torba kitap. "Değerli kitaplar da mı taşıyor
sunuz?" Kitaplara baktık: Çernişevski'den "Nasıl Yapmalı?" Şolohov'dan "Uyan
dırılmış Toprak" G üldük.
"Kaç tane buzdolabınız var?"
"Sadece bir tane, o da bozuk. '
' Neden bunları açıklamadınız?"
'Bilmiyorduk! Savaştan ilk defa kaçıyoruz."
Iki memleket birden kaybetmiştik. Sovyetler Birliği ve Tacikistan.
Ormanda yürüyor ve düşünüyorum. Diğer herkes durmadan televizyon seyredi
yor. Oralarda ne ol uyor acaba? Herkes nasıl?
Farklı bir yaşama sahiptik; öneml i bir insan olarak görülüyordum. Askeri rütbetn
vardı. tren birl iklerinde yarbaydım. Burada kent konseyinde temizl i k işine gire
ne kadar işsizdim. Yerleri siliyorum. O yaşam çoktan bitti, bir başkasını kaldıra
cak gücüm yok. Burada bazı ları halimize üzülüyor, bazı ları ise mutsuz: "Sığınma
cılar geceleri patateslerimizi çal ıyor," diyorlar. Annem büyük savaş sırasında in
sanlar arasında daha çok dayanışma olduğunu söylerd i. Yakın zamanda orman
da yaşayan vahşi bir at buldular. ölmüştü. Başka bir yerde de ölü bir tavşan gö
rüldü. Öldürülmemişlerdi a ma ölüydüler. Bu olaylar herkesi endişelendirdi. Fa-
m
kat sokakta ölü bir serseri bulduklarında hiç kimse endişeye kapıl mıyor. Neden
se herkes ölü insan görmeye a l ışmış.
Lena M., K1rg1zistan'dan. Evinin önilnde, foto{}raf için paz verir gibi oturuyor. Beş
çocuğu, gelirken yanlannda getirdikleri kedileri Metelitsa ile birlikte yanmda.
Savaştan kaçar gibi kaçtık. Her şeyimizi toplayıp yanımıza aldık, kedi bizi gara
kadar izleyince kıyamayıp onu da aramıza kattık. Trende yirmi gün kaldık. Son
iki gün elimizde avucumuzda kalan sadece lahana konservesi ve kaynar sudan
ibaretti. Kapıyı yaba, çekiç ve baltayla koruyorduk. Çünkü bir gece yağmacı lar
bizim kampartımana saldırdı, neredeyse hepimizi öldürüyorlardı. Bu günlerde
bir televizyon veya buzdolabı için adam öldürebi l iyorlar. Savaştan kaçıyar gibiy
dik; halbuki Kırgızistan'da tek kurşun bile atılmamıştı. Gorbaçov zamanında
Oş' da Kırg ızlar ve Özbekler arasında katl iamlar olmuştu; ama bunlar bir şeki lde
yatışmıştı. Biz Rus'tuk. Kırgızlar bizden de korkuyorlardı. Ekmek için sıraya gir
diğimizde, 'Ruslar, evinize gidin ! Kırgızistan, Kırgızlarındır! " diye bağırıyor, bizi
itekl iyorlardı. Ardından Kırg ızca, 'Bize bile yetecek ekmek yok, bir de sizi mi
besleyeceğiz' anlamında bir şeyler söylüyorlardı. D i l lerini çok iyi bilmiyorum.
Pazardan bir şeyler alabilmek için birkaç sözcük öğrend im, hepsi bu.
Bir anavatanımız vardı , artık yok. Ben neyim? Annem Ukrayna lı, babam Rus. Kır
gızistan'da doğup büyüdüm ve bir Tatarla evlendim. Öyleyse çocuklarım ne? On
ların m i l l iyeti nedir? Hepimiz karıştık, kan larımız birbirimize geçti. Beni m ve ço
cuklarımın pasaportunda "Rus" yazıyor, ama biz Rus deği liz, Sovyetiz. Doğdu
ğum ü l ke artık yok. Ne anavatanımız dediğimiz yer, ne de o eski zamanlar ka l
dı. Şimdi yarasalar gibiyiz. Beş çocuğum var. En büyüğü sekizinci sınıfta, en kü
çüğü ise anaokul una gid iyor. Onları buraya getirdim. Ü l kemiz artık yok; ama biz
hala varız.
Orada doğdum, burada büyüdüm. Bir fabrikanın inşa edilmesine yardım ettim,
sonra o fabrikada çalıştım. "Nereden geldiyseniz oraya gidin, bunların hepsi bi
ze ait," dedi ler. Çocuklarımdan başka hiçbir şeyimi alamadım. "Bunların hepsi
bize ait.· Peki bana ait olan hiçbir şey yok mu? Herkes kaçıyor. Bütün Ruslar,
Sovyetler. .. Onlara kimsenin ihtiyacı yok, gittikleri yerde de kimse onları bekle
m iyar.
Insan mutlu olamaz. Öyle yaratılmamıştır. Tanrı Adem'in yalnız olduğunu görüp
yanına Hawa'yı vermiş. Mutluluk için, günah için değ i l . Ama insan mutlu olma
yı beceremez. Benim gibi örneğin. Alacakaranlığı sevmiyorum. Karanlığı da sev
miyorum. Buradaki hayatım bir tünel. .. karanlığın ve aydınlığın arasında. Hala
nerede olduğumu -nasıl olduğumu- anlamıyorum, artık bir önemi de yok. Yaşa
yabilirim veya yaşamayabi lirim, önemsemiyorum. Insan hayatı çim gibidir, ye
şerir, kuruyup samana dönüşür, sonra da ateşin içinde yok olur. Bu ortamda me
ditasyon yapmaya bayı l ıyorum. Burada insan bir hayvan veya soğuk yüzünden
ölebilir. Onlarca kilometre boyunca kimse yok. Cinleri oruç tutarak ve dua ede
rek kovabil irsin. Tenin için oruç tutar. ruhun için de dua edersin. Ama ben ya l
nız deği lim, inançlı bir insan asla ya lnız değ ildir. Köylerin çevresinde dolanıyo
rum, bir zamanlar spagetti, un, hatta sıvı yağ bile bulabiliyordum. Konserve
meyveler . .. Şimdi mezari ıkiara g idiyorum. insanlar ölüleri için yiyecek-içecek bı
rakıyorlar. Ama ölülerin yiyeceğe ihtiyacı yok. Umursamıyorlar. Tarlalarda yaba
ni buğday var, ormanda da mantarlar ve meyveler. Özgürlük burada.
Bir kitapta okudum -yazarı Peder Sergey Bulgakov- şöyle diyor: "Tanrı'nın dün
yayı yarattığı şüphesiz, bu yüzden dünya yok olmaz, o nedenle sonuna kadar ta
rihe cesurca dayanmal ıyız. Adını anımsayamad ığım bir başka düşünür de şöy
•
le d iyor: "Kötülük bir varlık değ i ldir. Sadece iyi l iğin yokluğu ha lidir; tıpkı karan
lığın, aydınlığın yokluğu olması gibi." Burada kitap bulmak da kolay. Şimdi ler
de, boş bir toprak sürahi, kaşık, çatal bulmak zor. Ama kitaplar her yerde Ge
çen gün Puşki n'in bir kitabını buldum: "Ve ölümün düşüncesi yüreğimi okşuyo r . "
m
Bunu hatırladım. Evet "Ölümün düşüncesi." Burada yalnızım. Öl ümü düşünüyo
rum. Düşünmeyi sever oldum. Sessizli k kendim i hazırlamama yardı m ediyor. In
san ölümle yan yana yaşar, ama ne olduğunu bilmez. Ben burada yalnızım. Dün
bir kurdu ve eşini okuldan kavaladı m. Orada yaşıyorlardı.
Soru: Acaba gerçek dünya sözcüklerle anlatılan dünya mı? Sözcükler insan ve
ruhu arasında durur. Şunu da eklemeden edemem; kuşlar. ağaçlar ve karınca
lar şimdi bana bir zamanlar olduğundan daha yakın. Onları da düşünüyorum. In
sanlar korkutucu ve tuhaf. Ben burada kimseyi öldürmek istemiyorum. Balık tu
tuyorum. bir ol tam var. Ama hayvaniara ateş etmiyorum. Tuzak da kurmuyorum.
Burada insanın hiçbir şeyi öldüresi gelmiyor.
Prens M işkin: "Bir ağacı görüp de mutlu olmamak mümkün müdür?" demiş.
Evet. .. Düşünmeyi seviyorum; lakin insanoğl u düşünmek yerine şikayet ediyor.
Kötülüğe bakmanın yararı nedir? Kötülük önem l idir,.kuşkusuz. Günah fiziksel bir
konu. Yokluğu kabullenmeniz gerekiyor. lnci l'de: "Işıkta yürüyenler için bir yol
vardır; gerisi içinse öğreti ler" diyor. Bir kuşu alırsak -ya da herhangi bir canl ıyı
onları anlayamayız; çünkü onlar başkaları değ i l kendi leri için yaşıyorlar. Evet.
Tek sözle anlatmak gerekirse. dünyadaki her şey akıyor.
Dört ayak üzerinde yürüyen her şey yere bakar. yere doğru eğ i l i r. Sadece insan
ayağa ka lkar. başını ve el lerini gökyüzüne uzatabil ir. Dua etmek için. Tanrı 'ya.
Kil isedeki yaşlı kadın "Hepimizi günahlarımıza göre affet." diye dua ed iyor. Ama
ne bilim adamı, ne mühendis, ne de asker bunu kabullenir. "Tövbe edecek bir
suçum yok. neden tövbe edeyi m?" diye düşünürler. EvetBasitçe dua ediyorum.
kendim için. Tanrım, beni işit! Bana kulak ver ! Insanın aklı sadece kötülüğe ça
lışır. Ama sevginin dürüst sözleriyle konuşurken ne kadar basit ve sevimlidiri
Filozofların bile sözleri. hissettikleri duyguların ancak yaklaşı k değerleridir. Söz,
sadece duada ruhun içindekileri birebir ifade eder. Bunun doğru olduğunu his-
sediyorum. Tanrım. beni işit! Bana kulak ver ! Insanlara da !
Insanlardan korkuyorum; ama onlarla karşılaşmak da istiyorum. iyi bir insanla
karşılaşmak. Evet. Burada ya kenarda köşede saklanan yagmacı lar ya da beni m
gibi, 'şehitler' var.
Adım ne? Pasaportum yok. polis aldı. Beni dövdüler. "Ne amaçla ortalarda do
laşıyorsun? "
"Dolaşmıyorum, tövbe ediyorum. ' Bundan sonra beni daha fena dövdüler. Kafa
ma vurdular.
Adımı şöyle yazın: "Tanrının h izmetçisi N i kolay. Şimdi özgür bir insan."
Askerlerin Korosu
BirliOimize alarm veri lmişti. Ancak Moskova'da Balorusskaya tren garına g itti
ğimizde nereye gönderildiğimizi öğrendik. Aramızdan biri -sanırsam Leningrad
l ıydı- karşı çıktı . Onu askeri mahkemeye götürmekle tehdit ettiler. Komutan
m
önümüzde tam olarak şunları söyledi : "Ya hapse girersiniz, ya da idam edi l i rsi
niz. Benim duygularım, o adamınkinin tam tersiydi . Kahramanca bir şeyler yap
•
mak istiyordum. Belki çocukçaydı; ama benim gibi düşünen başka ları da vardı.
Sovyetler Birliği'nin dört bir yanından gelmişlerd i . Ruslar, Ukraynal ılar. Kazak
lar, Ermeni ler. .. Nedense hem korkutucu, hem de eğlenceliydi .
Içeri girdik, 'Yasak Bölge' yazan bir işaret vardı. Hiç savaşa g itmemiştim; yine
de tanıdık bir duyguya kapı ldım. Bunu bir yerlerden hatırlıyordum; ama nere
den? Her nedense bu duygumu ölüme bağladım . . .
Yollarda çılg ına dönmüş köpekler ve ked ilerle karşı laştık. Garip davranıyorlar
dı, bizim insan olduğumuzu fark etmedi ler. hepsi kaçtı. Ateş etmemiz emredi
lene kadar onlara ne olduğunu anlayamadı m ... Bütün evler mühürlenmişti. ta
rım aletleri öylece duruyordu. Ilginç bir manzaraydı. Kimsecikler yoktu, sadece
biz ve görevli polisler. Evin birine girdik, duvarda resimler ası lıydı , ama hiç
kimse yoktu. Etrafa belgeler saçılmıştı; kornsamal kimlik belgeleri. başka kim
likler, ödüller. Bir yerden televizyon
* Temizlik işinde robot araçlar kullamlması dmeiiTiıiş, ancak hepsinin sistemleri radyasyon
m
aldık - ödünç aldık diyelim - ama kimse evine bir şey götürmediğine göre. o te
levizyona ne oldu bilmiyorum. Içimizde insanların her an geri geleceği duygusu
vardı. Ayrıca her şey bir şeki lde ölümle bağlantı l ıydı.
Insanlar reaktörün olduğu yere geliyordu. Orada resim lerini çektirmek, evde ai
lelerine göstermek istiyorlardı . Korkuyorlardı , a m a meraklıyd ı lar da. Bu da ney
di böyle? Ben biuat gitmedim, genç bir karım var, riske g irmek istemedim, ama
bizim çocuklardan bazıları iki tek atıp oraya gitti ler. Yan i . . . (Susuyor.)
Köy sokakları, tarlalar, yol. .. hiçbir yerde insan yoktu. Hiçbir yere g iden bir yol. ..
Hiçbir yere uzanan elektrik direkleri ... Önceleri birkaç evde ışık vardı, sonra on
lar da gitti ler. Etrafta arabayla gezerken, an iden okul binasından bir yaban do
muzu bize doğru koşuyordu ya da bir tavşan. Her yerde i nsan yerine hayvanlar
vardı: evlerde, okul larda. kul üplerde. Posterler hala ası l ıydı :
"Amacımız t ü m insanlığın mutluluğudur."
"Zafer dünya proletaryasının olacaktır. "
" Lenin'in düşünceleri ölümsüzdür. "
Geçmişe gidiyorduk. Kolhoz binalarında kızıl bayraklar ası l ıydı , yepyeni branda
lar, büyük l iderlerin profil leri basıl ı bayraklar. Duvarlarda l iderlerin resim leri;
masalarda liderlerin büstleri. Savaş hatırası gibi. Evler. beton ağ ı l lar, traktör ye
dek parça dükkanları, her şey aceleyle kapatılmış ve terk edilmişti. Mezarlıklar
ve kurbanlar... Sanki göçebe bir kabile bir anda kamplarını terk ed ip saklanmış
gibiydi.
m
leştirdi.
Terk edilmiş bir ev vardı . Kapal ıydı. Pencere pervazına bir kedi oturmuştu. Ilkin
onu kilden heykel sandım. Yanına g ittiğimde gerçek bir ked i olduğunu gördüm.
Evdeki bütün çiçekleri yemişti. Sardunyaları. Oraya nasıl girmişti? Belki de onu
içeride bırakmışlardı.
Kapıda bir not vardı: "Sevgi l i iyi kişi. Lütfen burada kıymetli bir şey aramayın.
Hiç kıymetli eşyamız olmadı. Istediğinizi kullanın ama etrafı kirletmeyin. Geri
döneceğiz." Başka evlerde. farkl ı renklerle yaz ıl ı mesaj lar gördüm: "Sevg i l i evi
miz, bizi affet! " Sanki insanmış gibi evlerine veda etmişlerdi. Bazısı "Sabahle
yin gidiyoruz," ya da 'Geceleyin burayı terk ettik," yazmış, hatta tarih ve saat
yazmayı dahi ihmal etmemi şlerdi. Defter kağıtlarına yazı lı notlar vardı: "Kediyi
dövmeyin yoksa fareler her şeyi kemirir." Sonra bir çocuğun el yazısı: "Zhul
ka'mızı ne olur öldürmeyi n. O iyi bir kedidir." (Gözlerini kapatıyor.) Her şeyi unut
tum. Sadece oraya g ittiğimi hatırl ıyorum. ondan sonrasın ı unuttum. Para saya
m ıyorum. Hafızam yerinde değil . Doktorlar neyim olduğunu anlayamıyor. Has
tane hastane dolaşıyorum. Ama şu zihnime kazınmış gibi: evin boş olduğunu
düşünerek i lerliyorum. kapıyı açıyorum ve içeride bir kedi var. Kedi ve çocukla
rın notları.
Göreve çağırılmıştım. lşim, tahl iye edi len köylere insanların dönmemesini sağ
lamaktı. Yol lara barikatlar kurduk. karakol nokta ları tespit ettik. Bizleri nedense
"partizan" olarak adlandırdılar. Barış zamanıydı, ama askeri teçh izat içindeydi k.
Ç iftçiler neden bahçelerinden bir kova, bir sürahi, bir balta bile alamadıklarını,
neden hasat yapamayacaklarını anlayamamışlard ı. Onlara nasıl söylenir bi le
medik. Gerçekte olay şöyleydi. yolun bir tarafında askerler, i nsanların i lerleme-
sini engelliyor; diğer tarafında ise inekler otluyor. biçerdöverler vızıldıyor. mah
sul taşınıyordu. Yaşlı kadınlar gelip: "Çocuklar, bırakın gire l i m ! Orası bizim top
rağımız, bizim evimiz." diye ağlaşıyorlard ı . Yumurta, jambon, ev yapımı votka
getirirlerdi. Zehirlenmiş topraklarına. mobi lyalarına, eşya larına ağl ıyorlardı.
Aklın alacağı bir şey değildi bu .. Her şey altüst olmuştu. Bir kadın ineği ni sağı
yar, sonra bir asker geli p sağdığı sütü toprağa döktürüyordu. Yaşl ı bir kadın bir
sepet yumurta taşıyor; yanında bir asker onları gömeceğinden emin olmak için
onu izl iyordu. Çiftçi ler kıymetli patateslerini özenle topluyorlardı; ama asl ında
bütün patatesierin gömülmesi gerekiyordu. Işin en zor anlaşı l ı r kısmı ise şuydu,
doğadaki her şey çok güzeldi ... Herkesin yüzünde del i l i k okunuyordu. Hem on
ların yüzünde, hem de bizim yüzümüzde. Öyle insanlar bir daha görmedim.
Ben bir askerim. Eğer bir şey emredilirse. onu yapmam gerekir; fakat kahraman
olma arzusu da taşıyordum, taşımal ıydım. Politikacı işç iler konuştular. Radyoda
ve televizyonda programlar yapıldı. Farkl ı insanlar, farklı tepkiler verdiler; bazı
ları televizyona çıkmak, röportaj lar vermek isted i ler. bazıları ise bunu sadece iş
olarak gördü. Bir üçüncü grup var ki -böyle insanlarla karşı laştım- kahramanca
bir iş yaptıklarını hissediyariard ı. Bize iyi para ödeniyordu, ama sanki bunun da
önemi yok gibiydi. Maaşım 400 rubleyken, orada 1 000 ruble (Sovyet rublesi)
verdiler. Daha sonra şöyle d iyenler oldu: "Çuvalla para aldılar, şimdi de gel ip il k
arabayı, i l k mobi lya takımını onlar kapıyor. " El bette ki bu beni incitiyor; ama ola
yın bir de kahramanlık yönü vardı.
Gitmeden önce korkuyordum. Kısa bir süre için. Oraya ulaştığımda ise korkum
kalmamıştı . Her şey emirlerden , işten, görevlerden i baretti. Neler olduğunu tam
olarak görebi l mek için, reaktörün üzerinde durup, olan biteni hel ikopterden iz-
III
lemek isterdim; ama bu yasaktı. Sağ l ı k karneme 2 1 röntgen ışın aldığımı yazdı
lar, doğru mu bi lemiyorum. Prosedür oldukça basitti: Eyalet başkentine, Çerno
bil'e uçiıyorduk -aslında düşündüğüm kadar büyük bir şehir değildi- orada el in
de radyasyon ölçer olan bir adam, santralden 1 5-20 ki lometre ötede arka alan
radyasyonunu ölçüyordu. Sonra oradan reaktöre geri dönüyordum. Daha sonra
ölçümler her gün uçtuğumuz saat sayısıyla çarpıl ıyordu. Bazen bu 80 röntgen.
bazen de 1 20 röntgen ol uyordu. Bazı geceler reaktörün üstünde iki saat döner
d i k. Kızı lötesi ışınlarla fotoğrafını çektik, filmin üzerindeki grafit parçacıkları
ışı ldıyar gibiydi -bunları gündüz görmek mümkün olmuyordu.
Bazı bilim adamlarıyla görüştüm. Biri "Helikopterini dilimle yalasam bana hiçbir
şey olmaz," demişti. Bir başkası da, " Korunmasız mı uçuyorsunuz? Uzun yaşa
mak istemiyor musunuz? Büyük hata ! Kendinizi koruyun ! " dedi. Hel ikopterin
koltuklarını kurşunla kapladık. kurşun yelekler giydik. Ama anladık ki. kurşun bir
yandan gelen ışınlardan korurken, diğerinden korumuyordu. Sabahtan akşama
kadar uçuyorduk. i şimizde olağanüstü bir yan yoktu. Sadece çal ışma. ağ ır çalış
ma. Geceleyin televizyon seyrederdik. Dünya kupası oynanıyorrlu ve bol bol fut
bol konuşuyorduk.
Bu konu hakkında. sanırım üç yıl önce düşünmeye başladık. Bizden biri hasta ol
du, sonra bir diğeri daha. Bir tanesi öldü. Bir başkası aklını kaybedip intihar et
ti. Işte o zaman düşünmeye başladı k. Ama gerçekleri ancak 20-30 yıl sonra an
layacağız. Benim için Afganistan -orada iki yıl kaldım- ve Çernobil -orada da üç
ay- yaşamımın en unutulmaz zamanları olacak.
m
götürdüler. Bir düğün vardı: dans eden gençler, müzik, votka . . . Normal bir dü
ğün işte. Sonunda emir veri ldi. Yüzeydeki toprağı bir kürek derinliğinde kaza
caktık.
9 Mayıs Zafer Günü bir general geldi . Bizi içtimaya çıkardılar ve bayramımızı
kutladı lar. Içimizden biri cesaretini toplayıp sordu: " Neden radyasyon miktarın ı
bize söylemiyorlar? Kaç doz al ıyoruz?" Genera l gittikten sonra tugay komutanı
onu çağırıp duman etti: 'Bu resmen kışkırtmad ır! Yaygaracı ! " Bi rkaç gün sonra
gaz maskesi dağıttılar; ama kimse takmad ı. Bize bir iki defa radyasyon ci hazia
rı gösterd iler; elimize hiç vermediler. Her üç ayda bir, birkaç günlüğüne evc i çı
kıyorduk. Tek amacımız vardı, votka almak. Yanımda iki çanta dolusu votka ge
tirdiğimde herkes beni sevinçle karşı ladı . Eve gitmeden önce KGS'den bir
adamla konuşmak üzere çağrı ldı k. Bizimle gördüklerimiz hakkında hiç kimseyle,
hiçbir yerde konuşmamamız konusunda epey ikna edici bir görüşme yaptı . Af
ganistan'dan geri dönerken en azından yaşadığımı bil iyordum. Halbuki burada
durum tam tersi, bu şey insanı eve gittikten sonra öldürüyor.
Önceleri i nanmadık, oyun gibi geldi. Ama aslında bu gerçek bir savaştı, atom
savaşı. Neyin tehlike l i olup neyin olmadığını; nelere dikkat edip, neleri umursa
mamamız gerektiğini bilmiyorduk. Kimse bilmiyordu.
m
Gerçek bir tahliye harekatıydı, ta tren garlarına kadar. Garlarda neler oldu? Ço
cukların pencerelerden içeri iti l mesine yard ı m ettik. Sıraları düzenledik. Bilet gi
şesinin önünde tren bileti; eczanenin önünde iyodin hapları için sıralar ol uş
muştu. Sıradaki insanlar birbirine küfrediyor. dövüşüyorlardı . Dükkaniarın cam
larını, pencerelerin metal pervazlarını kırıp indirdi ler.
Onların dışında, dışarıdan gelenler de vardı. Kulüplerde, oku llarda, çocuk yuva
larında yaşıyorlardı . Yarı-aç, yarı-tok gezerlerdi. Herkesin parası çarçabuk bit
mişti. Dükkaniarda ne varsa almışlard ı . Çamaşır yıkayan o kadınları hiç unutma
yacağı m. Çamaşır makinesi yoktu. kimse getirmeyi düşünmemişti, çamaşırlar
elde yıkanıyordu. Bütün kad ınlar yaşl ıydı. Elleri yanıklarla, yaralarla kaplanmış
tı. Çamaşırlar sadece kirli değ i ldi, radyasyon da taşıyorlard ı .
"Çocuklar. b ir şeyler yiyin."
"Çocuklar, biraz uyuyun."
"Çocuklar. daha gençsiniz, aman di kkat edin."
Bize üzülüyor. bizim için ağl ıyorlard ı . Acaba hala yaşıyorlar mı?
Her yıl Nisan' ın 26'sında bir araya gel iyoruz. Nasıl olduğunu hatırlıyoruz. Asker
dik, savaşta gerekliydik. Kötü yönlerini unutup bunu hatırlıyoruz. Biz olmadan
başaramazlardı. Sistemimiz. aslen askeri bir sistem ve acil durumlarda iyi çalı
şıyor. Orada özgür ve gerekli sin. Özgürlük! Işte böyle zamanlarda Rus insanı ne
kadar büyük olduğunu gösteriyor. asla Hol landa l ı veya Alman gibi olmayacağ ız.
Asla düzgün asfaltımız, manikürlü çimlerimiz olmayacak; ama burada her za
man birçok kahraman olacak.
Beni çağırdı lar, ben de g ittim. G itmek zorundayd ı m ! Parti üyesiydim. "Komü
nistler. ileri ! " Böyle olmuştu. Polis memuruydum - komiser yard ı mcısı- bana ter
fi vaatlerinde bul undular. 1 987 Haziranıyd ı . Önce sağ l ı k muayenesinden geç-
memiz gerekiyordu; ama beni muayene etmeden gönderd iler. Birisi, doktorun
dan ülseri olduğuna dair rapor getirip kurtulmuş. Yerine beni gönderdi ler. Aci
len ! !Gülüyor.) O zaman yapılan şakalar vardı: Adam işten gel ir. karısına 'Bana
yarın ya Çernobil'e gideceksin ya da Parti üyelik kartını iade edeceksin ded iler."
"Ama sen üye değilsin ki?" "Doğru, ben de yarın sabaha kadar nası l bir üyelik
kartı bulurum diye düşünüyorum . "
Oraya asker olarak gittik. A m a önce bizi duvarcı birl iğine verdi ler. Bir eczane
yaptık. Her zaman kendimi zayıf ve halsiz hissediyordum. Doktora iyi olduğumu
söyledim, sadece sıcaktandı. Kateteryaya kolhazdan süt, et ve ekşi krema geli
yordu, biz de hepsini yiyorduk. Doktor bir şey demedi . Yemeği pişiriyorlardı , o
da gel i p kitabından bir şeyler kontrol ediyordu; ama hiç numune almadı . Bunu
fark etmiştik. Böyle oldu. Başka çaremiz yoktu. Çi lekler geld i, ardından her yer
bal doldu.
III
gönderildi. Asl ı nda biraz uzun kaldık; çünkü Ba ltık ü l kelerindeki birlikler gelme
yi reddetti. Ama ahalinin her yeri soyup sağana çevirdiğini, taşıvabildikleri her
şeyi alıp götürdüklerini bil iyorum. Yasak Bölge'yi buraya taşıdılar. Yasak Böl
ge'yi pazarlarda. eskici lerde, daçaların içinde bulabil irsiniz. D i kenli telierin ar
dında sadece toprak kaldı. Bir de mezarlar ve sağl ığımız ve i nancımız ya da sa
dece benim inancım.
Oraya gidip teçhizatlarımızı aldık. Yüzbaşı bize "Sadece bir kaza." dedi. "Uzun
süre önce oldu, 3 ay. Artık bir tehlike yok." Çavuş ise. "Korkacak bir şey ka lma
dı" dedi, "sadece bir şey yiyip içmeden önce e l lerinizi yıkayın." Radyasyon ölç
tüm. Hava kararır kararmaz küçük karakolumuza adamlar gel ir. bize bir şeyler
vermeye başlarlardı: para. sigara. votka. Bizi aşırdıkları eşyaların içinde dolaş
tırırlardı. Onları nereye götürüyariard ı? Herhalde Kiev'e ya da M i nsk'e, ikinci el
tezgahlarına. Geride bıraktıklarıyla biz ilgilenirdik. Elbiseler. çizmeler. sandalye
ler. armoni kalar, dikiş makineleri. Onları çukurlara gömerdik. bu çukurların adı
n ı "toplu mezar" koymuştuk.
Eve dönmüştü m. Dans etmeye gittim. Hoşlandığım kızı görünce yanına yaklaşıp
"Tanışalım mı?" dedim.
"Ne için? Sen artık Çernobilli sayı lırsın. Senin çocuklarını doğurmaktan korka
rım.'
Benim kendime ait hatıralarım var. Resmi görevim, koruma birliklerinin komu
tanl ığıydı. Kıyamet müdürlüğü gibi bir şey yani. (Gülüyor.) Evet, aynen öyle ya
zın. Pripyat'tan gelen bir kamyoneti çevirdiğimi hatırl ıyorum. Kent çoktan boşal-
m
tılmıştı, içinde yaşayan kimse kal mamıştı. "Evraklarınız lütfen?" Evrakları yok.
Arkada kumaş bir örtü var. Ö rtüyü ka ldırdığımda ne gördüğümü apaçık hatırl ı
yorum: yirmi çay takımı. bir adet sökülür takı lır raflı dolap, bir koltuk, bir tele
vizyon. hal ı lar. bisikletler. Ben de bir protokol yazdım.
Bakımsız toplu mezarl ı kları hatırlıyorum, çatlak bir mezar taşında isimler yazı
yordu: Yüzbaşı Borod in, Üsteğmen bilmem kim . . . Uzun sütunlara şiir gibi erierin
isimleri kazınmış. Çevrelerinde eşek h ıyarları, ısırganlar, hatmi çiçekleri bitmiş.
Çok bakımlı bir bahçe hatırl ıyorum. Sahibi evinden çıkıp da bizi görünce: "Ço
cuklar. bağırmayın! Formları doldurduk, bu bahara kal maz gideriz ! " demişti.
"Öyleyse neden bahçeyi bellediniz?'
"Ama bunlar sonbahar işleri ! "
Anl ıyordum; ama yine de bir protokol yazmak zorunda kaldım ...
Karım çocuğu da alıp kaçtı . Fahişe ! Ama ben Vanya Kotov gibi kendimi asma
yacağım. Yedinci kattan aşağı atiarnaya da niyetim yok. Fahişe ! Oradan elimde
para dolu çantayla geldiğimde her şey iyiydi. Bir araba aldık. O fahişe benimle
iyi yaşadı. O zamanlar korkmuyordu. (Şarkı söylemeye başl ıyor.) "Bin gama ışı
nı bile 1 Rus horozunu keyfinden alıkoyamaz." Güzel şarkı, oradan ... Fıkra anla
tayım ister misin? (Cevabı beklemeden başl ıyor. ) Adamın biri reaktörden eve
m
gelir. Karısı doktora sorar: "Onu ne yapmal ıyım?" "Onu yıkayın, ona sarı lın ve
hizmet dışı bırakın."
Fahişe ! Benden korkuyor. Çocuğu da aldı. (Birden ciddileşiyor.) Askerler reaktö
rün yanında ça l ışıyordu. Her vardiyada onları oraya taşırdım. Boynurnda herke
sinki gibi radyasyon ölçerim asıl ıydı. Vard iyalanndan sonra onları a l ı p Birinci
Bölge'ye götürürdüm. Orası özel bir bölgeyd i . Ölçümler yapar, karnalerimize bir
şeyler yazariard ı; ama kaç röntgen yediğimiz askeri sırdı. Pezevenkler! Bir süre
geçer ardından ansızın: "Dur! Artık oraya gidemezsin," derlerdi. Bize verdikleri
tek tıbbi bilgi bu oldu. Evime dönerken bile aldığım radyasyonu bana söyleme
di ler. Pezevenkler ! Şimdi iktidar için savaşıyorlar. Kabinede bakanlık için. Se
çimler var. Bir başka fıkra ister misin? Çernobil'den sonra istediğin her şeyi yi
yebilirsin; ama pisliğini kurşun içinde gömmelisin.
Doktorlar bizimle nası l çalışacak? Yanımızda hiçbir belge getirmedi k. Onları ha
la saklıyor olmalı lar ya da çok öneml i oldukları için yok etmişlerdir. Daktariara
nasıl yardımcı olayım? Eğer elimde ne kadar ışına maruz ka ldığımı gösteren bir
belge olsaydı, o fahişeye gösterird im. Ona bunu atlatacağımızı, evleneceğimizi
ve çocuklarımız olacağı n ı ispatlardım. Çernobi l temizl ikçisinin duası: "Tanrım,
işleri hal ledemeyeceğim hale getirdin, hal letmek istemeveeeğim hale de geti
rir misin?" Ah, hepiniz g idin işinize. Hepiniz!
Bana bir gizl i l i k senedi i mzalattılar. Ben de hiçbir şey söylemedim. Askerden
sonra ikinci grup gazi oldum, yirmi i ki yaşındaydı m. Reaktörden kovalar dolusu
grafit taşıdı k. Bu 1 0.000 röntgen eder. G rafiti bildiğiniz kürekleri e kazdık, her
vardiyada otuz defa maske değiştiriyord uk, herkes bunların adını "burunsal ık"*
takmıştı. Lahtin betonunu döktük. Bir kişi için dev bir mezar oldu: ustabaşı Va
* Jsırmalarını engellemek için hayvaniara takılan ağızlık. (ç .n.)
m
lery Khodemçuk patlamadan birkaç dakika sonra enkaz a ltında kalmış. Bir yir
minci yüzyı l piramidiydi. Hala üç ayımız vardı. Birli�imiz geri döndü�ünde elbi
selerimizi bile değiştirmedi ler. Reaktörde giydi�imiz botlar, pantolonlarla orta
lı kta dolaştık. Ta ki terhis edi l ineeye kadar.
Zaten konuşmama izin verseler, kime konuşacaktım? Bir fabrikada çal ıştım.
Patronum: "Hasta olmayı bırakmazsan maaşını kesece�iz," dedi . Öyle de yaptı
lar. Müdüre çıktım. "Bana bunu yapmaya hakkınız yok. Çernobil'e gittim. Sizi
kurtardım. Sizi korudum." Bana: "Seni oraya biz yol lamadık," dedi.
Geceleri annemin sesiyle uyanıyorum: 'Oğlum, neden bir şey söylemiyorsun?
Uyumuyorsun, orada ışığı kapatmadan, gözlerin açık yatıyorsun. " Hiçbir şey
söylemiyorum. Kimse benimle yanıt verebilece� im şekilde konuşmuyor. Beni m
dilimde ... Nereden geldiğimi kimse an layamıyor. Kimseye anlatamıyorum.
Artık ölümden, ölümün kend isinden korkmuyorum; ama nasıl öleceğimi de bil
miyorum. Arkadaşı m öldü. Dev gibi oldu, şişmanladı, fıçı gibi. Komşum, o da
oradaydı . vinç işletiyordu. Kömür gibi karardı ve çekti. Öyle ki, ona çocuk elbi
seleri giydiriyorlard ı . Nasıl öleceğimi bilmiyorum; ama bana konan teşhisle
uzun yaşamayacağım kesin. Yine de oldu�u zaman bunu fark etmek isterim. Ka
fama kurşun yemişim gibi. Afganistan'a g itmiştim. Orada işler daha kolaydı. Sa
dece vuruyorlardı.
Gazeteden bir kupür kestim. Operatör Leonid Toptunov hakkında. O gece santral
de çalışıyormuş ve patlamadan birkaç dakika önce kırmızı kaza dü�mesine o
basmış. Işe yaramamış. Onu Moskova'da bir hastaneye götürmüşler. Doktorlar:
"Tedavi etmemiz için, yepyeni bir vücuda ihtiyacımız var" demişler. Üzerinde sa-
III
dece sırtındaki küçücOk bir yer radyoaktif değ i lmiş. Toptunov' u da diğerleri gibi
Mytinskaya Mezarl ığı'na gömmüşler. Tabutu plastikle kaplamışlar. Üzerine de
kurşun bir kapak koyup yarım metre beton dökmüşler. Babası gelmiş, ağlıyor
muş. Oradan geçenler: "Senin piç oğlun her şeyi mahvetti ! " diye bağırıyormuş.
Yalnızız. Burada yabancı gibiyiz. Bizi ayrı gömüyorlar, d iğerlerinin yanına değil .
Sanki uzaydan gelmiş yaratıklar gibiyiz. Afganistan'da ölmeyi tercih ederdim.
Gerçekten, böyle düşüncelere kapılıyorum. Afganistan'da ölüm normal bir şey
d i . Anlaşılabiliyordu.
m
rün yanındaki qrmanda oturuyor, radyoaktif ışın al ıyorlard ı . Emir böyleyd i ! O ra
ya radyasyona maruz kalsınlar diye o kadar insanı göndermeleri gerekmezdi . Ne
için? Ihtiyaçları olan uzmanlard ı , i nsan kalabalıgı deg i l . Yukarıdan yıkı lmış bir
bina, bir tarla dolusu enkaz ve inanıl maz miktarda küçük i nsan şeki lleri görüyor
dum. Doğu Alman malı bir vinç getirmişlerdi, ama vinç oraya gelince bozulmuş
tu. Robotlar çal ışmıyordu. Bilim adamı Lukaçev tarafından, Mars'a gönderi lmek
üzere tasarlanan robotlarımız ... Japon robotlarının da radyasyon nedeniyle bü
tün aksamları bozul muştu. Ama plastik elbiseleri, plastik eldivenleriyle koştu
ran askerler oradayd ı .
m
Ikinci böiQm
Yaşayaniann Ülkesi
Küçük kızım, d iğerleri gibi değil, biraz farklı bir çocuk. Büyüdüğünde bana. " Ne
den ben diğerleri gibi değil im?" diye soracak. Doğduğunda bebek şekl inde de
ğildi, her yerinden dikilmiş küçük bir torbayı andırıyordu. Vücudunda hiçbir de
l i k yoktu, sadece bir çift göz. Oosyasında: "Kız çocuk, multipıl patoloj iyle doğ
muş; anüs ap1azisi. vajen aplazisi. sol böbrek aplazisi' yazıyor. Bunlar kulağa
tıbbi gelmesin, anlamı şu: Kaka, çiş yapacak delik yok, bir böbrek de yok. Yaşa
mının ikinci gününde onu amel iyat edi l i rken seyrettim. Gözlerini açıp gülümsedi ,
ağiayacağını sanmıştım; ama Tanrım. o gülümsedi !
m
Onun durumunda olan diğerleri yaşamıyor, hemen ölüyorlar. Ama o ölmedi,
çünkü onu seviyordum. Dört yıl içinde dört ameliyat geçirdi. Belarus'ta bu kadar
çok patolojiyle doğup da yaşayabi len tek çocuk benim kızım. Onu öyle seviyo
rum ki. (Duruyor.) Artık doğum yapamayacağım. Cesaret edemem. Doğumevin
den eve döndüğümde, gece kocam beni sarıl ıp öpmeye başladı . Öylece titreye
rek yattım; yapamayız, günah işlemiş oluruz. Doktorların konuşmalarını duy
dum: "Bu kız bir kesenin değil, zırh ın içinde doğmuş. Onu telavizyanda göster
meye kalksak, hiç kimse çocuk yapmak istemez."
Kızımız hakkında konuşuyorlardı . Bundan sonra birbirimizi nasıl sevebilirdik ki?
Kiliseye gidip rah i be olanları anlattım. Günahlarımın aftadi l mesi için dua et
mem gerektiğini söyledi . Ama a i lemden hiç kimse, birini öldürmedi . Neden suç
luyum? Önce köyümüzü tahl iye etmek istediler, sonra da l isteden çıkardılar,
devletin yeterli parası kalmamıştı. Tam da o sıralarda aşık oldum ve evlendim.
Sevmenin bile yasak olduğunu bilmiyordum. Yı llar önce büyükannem lncil'de
her şeyin yeşerip büyüyeceği bir zaman olacağın ı okumuş; ırmaklar bal ık, or
manlar hayvan doluyken, insanoğl u bunların hiçbirine el süremeyecekmiş. Ve
soyunu sürdürebilmek için üreyemeyecekmiş. Bu eski kehanetleri korku masal
larıymışçasına dinlerdim. O zamanlar onlara inanmazdım.
Herkese kızımı anlatın. Onu da yazın. Daha dört yaşında ama dans edip şarkı
söyleyebiliyor, ezbere şiir okuyabil iyor. Zeka gelişimi normal, diğer çocuklardan
pek farkı yok, sadece oyunları değişik. "Bakkalcılık" veya "okul" oyunları oyna
m ıyor, hep "doktorculuk" oynuyor. Bebeklerine iğne yapıyor, ateşlerine bakıyor,
kol iarına serum bağl ıyor. Bebeklerden biri ölünce üstüne beyaz örtü seriyor. Bir
l i kte dört yıl boyunca hastanede yaşadık, onu orada yalnız başına bırakamazdık,
artık yaşanması gereken yerin ev olduğunu bile bilmiyor. Ayda bir ya da iki kez
eve g ittiğimizde, bana "Hastaneye ne zaman döneceğiz?" diye soruyor. Arka·
m
daşları da burada, onlar da burada büyüyorlar.
Ona bir anüs yarattılar. Şimdi de vaji na açıyorlar. Son amel iyattan sonra idrar
yol ları tamamen iflas etti ve kateter takmavı beceremedi ler. Bunun için başka
bir ameliyat yapacaklar. Artık bize yurtdışından medet ummamızı söyledi ler. Ko
cam ayda 1 20 dolar kazanırken nasıl on binlerce dolar bulacağ ız? Profesörler
den biri sakince şöyle dedi: "Çocuğunuzdaki patoloj i ler bil i msel açıdan çok il
g i nç. Başka ülkelerdeki hastanelere yazmal ısınız. llgileneceklerdir. " Ben de ya
zıyorum. (Ağlamamaya ça l ışıyor.) Her yarım saatte bir çişini yapabi l mesi için
elimizle sıktığımızı anlatıyorum. ldrar. vaj inasının bulunması gereken yerdeki
yapay bir delikten gel iyor. Bu daha ne kadar sürebil ir? Kimse bir çocuğun orga
nizmasında küçük dozlarda radyasyonun yarattığı etkileri bilmiyor. Kızımı alın.
deney için bile olsa . . . Ölmesini istemiyorum. Onun bir kobay hal ine gelmesine
de razıyım. yeter ki ölmesin. (Ağl ıyor.) Düzinelerce mektup yazdım. Ah, Tanrım !
Şimdi bir şey anlamıyor ama gün gelecek bize soracak, neden o da diğerleri g i
bi değil? Neden bir erkeği sevemiyor? Neden kelebeklerin. kuşların yavruları
olacak da onun çocukları alamayacak? Ispatlamayı denedi m belgeler al ıp; bü
yüdüğünde bunun bizim hatarn ız olmad ığını bilmesi için. Yani suçun kocamın ve
beni m birbirimizi sevrnemizde olmadığını bilsin diye. (Tekrar ağlamamaya ça lı
şıyor.) Dört yıl boyunca savaştım. doktorlar, bürokratlar. . . Kapısını çal madığım
kimse kalmad ı . Doktorlardan küçük dozlarda iyonize radyasyonun onun bu kor
kunç haline sebep olduğuna dair bir belge alabi lmem dört yıl sürdü. Dört yıl bo
yunca beni geri çevird i ler. Bana durmadan çocuğumun doğuştan gelen bir sa
katlığı olduğunu söyledi ler. Doğuştan gelen sakatlık mı? Çocuğum Çernobi l kur
banı ! Aile geçmişimi inceledim, ai lemde daha önce hiç böyle bir şey olmamış.
Herkes seksen, doksan yaşına kadar yaşamış. Büyükbabam 94 yaşında öldü.
Doktorlar bana şöyle dedi: "Bazı emirler ald ık. Bu tür sorunları genel hastalıklar
olarak değerlendi rmek zorundayız. Yirmi ya da otuz yıl sonra. Çernobi l ' le il gil i
m
bir arşivimiz olduğunda. bunları iyonize radyasyona bağlayabiliriz. Şimd i l i k bi
lim bu konuda bir şey yapamıyor." Ben yirmi, otuz yıl bekleyemem. Onları dava
etmek istiyorum. Devleti mahkemeye vermek istiyorum. Bana del i dedi ler, gül
düler, "Böyle çocuklar Eski Yunan'da bile vardı" dedi ler. Bürokratlardan biri ba
na, "Senin asıl istediğin Çernobi l tazminatları ! Çernobil kurbaniarına ödenen
tazminatlar! " d iye bağırdı. Bürosunda nasıl kendimi kaybetmedim, bilmiyorum.
Anlamadıkları. anlamak istemedi kleri bir şey vard ı. tek bilmek istediğim bunun
bizim hatamız olmadığıydı. Bu bizim aşkımız yüzünden değ i ldi. (Ağlamaya baş
l ıyor.) Bu kız burada büyüyor -hala bir kız. Adımızı basmanızı istemiyorum, kom
şuları m ız. diğer insanlar bi le bunu bilmiyor. Ona bir elbise giydirip, bir mend il
bağl ıyorum ve bana, "Katya ne güzelmiş," diyorlar. Hamile bir kadın gördüğüm
de tuhaf tuhaf bakıyorum. Onlara bakmak istemiyorum, sadece bir anda gözüm
kayıyor. Karmaşık duygularım var; şaşkınlık ve dehşet, kıskançlık ve neşe, h"at
ta intikam duygusu. Bazen kendim i komşunun hamile köpeğine, yuvasındaki ku
şa bile aynı şekilde bakarken yaka l ıyorum.
Zavallı kızım ...
Larisa Z . anne
Birdenbire neyin daha iyi olduğunu sorgulamaya başladım, hatırlamak mı, unut
mak mı? Arkadaşlara sordum. Kimi unutmuş, kimi hatırlamak istemiyor; çünkü
her istediğimizi değiştiremiyoruz. buradan gidemiyoruz bile.
Işte hatırladıklarım:
Kazadan sonraki ilk günlerde. kütüphanede radyasyon, Hiroşima ve Nagazaki,
m
hatta x-ışınlarıyla ilg i li ne var ne yok ortadan kayboldu. Bazıları bunun yukarı
dan gelen bir emir olduğunu söyledi. kimse pani k olmasın diye. Hatta Çernobil
Papual ı farın yanı başında patlasa, bunun Papualı lardan başka herkesi korkuta
eağına dair şakalar orta l ı kta dolanıyordu. Tıbbi bültenlerde bilgi yoktu. Potas
yum iyodin alabi lenler -eczanede bulmak mümkün değildi, tanıdıklar vasıtasıy
la bulunabil iyordu- bunu kullandı. Bazıları tabietlerden bir avuç alıp içkiyle be
raber yuttu. Hastanede midelerini yıkamak zorunda kaldı lar. Daha sonra bir işa
ret olduğunu fark ettik, eğer bir kentte serçeler ve güvercinler varsa, insanlar
da yaşayabi l i rd i . Bir keresinde taksiye bindim, taksi şoförü bana bütün kuşların
neden arabanın ön camına çarptıklarını anlayamadığını söyledi, sanki kör gibiy
d i ler. Ya çıldırmışlardı ya da intihar ediyorlard ı .
Iş gazisinden döndüğüm bir geceydi . Mehtap vardı. Yolun h e r iki tarafında, ufuk
seviyesinde, beyaz dolomitle kaplı tarlalar uzan ıyordu. Zehiri i yüzey toprağı ka
zılmış ve gömülmüş, kalan yerler beyaz dolomit kumuyla örtülmüştü. Sanki dün
yada değ i ldim. Görüntü uzun süre katarnı kurcaladı ve bir öykü yazmaya çal ış
tım. Yüz yıl sonra buraların neye benzeyeceğini düşledim. Bir insan ya da baş
ka bir şey, uzun bacaklarıyla dört na la koşacaktı. Geceleyin üçüncü gözüyle gö
rebi lecek, başının üstündeki tek kulağıyla karıncaların yürüyüşünü bile duyabi
lecekti. Geriye bir tek karıcalar kalacak, dünyadaki ve cennetteki her şey ölmüş
olacaktı. Öykümü bir dergiye yol ladı m . Bana bunun edebi bir eser değil . ancak
bir kabus tasviri olabileceğini yazdı lar. Yetenekli olmadığımı kabul ediyorum;
ama bence öyküyü reddetmelerinin nedeni başkaydı .
m
kes bunun hakkında konuşur, yazılar yazardı ya da eğer Çernobil'i anlasaydık.
Ama bundan bir anlam çıkarmayı beceremiyoruz. Bunu yapamıyoruz. Böylesi bir
olayı insanca deneyimlerimizin veya insanl ı k geçmişinin bir yerine koyamıyoruz.
Bu durumda hangisi daha iyi, hatırlamak mı. unutmak mı?
Ama o zamanlar aklımı kaybetmiş gibiydim. Karım beni aldatmıştı, başka hiçbir
şeyi göiüm görmüyordu. Ben i almaya gelen adamlar sivil g iysi ler içi ndeyd i;
ama asker oldukları bel l iyd i . lki yanımda, kaçmarndan endişeleniyormuş gibi yü
rüdüler. Arabaya bindiğimde, nedense aklıma aya giden Amerikan astronotları
geldi; bir tanesi daha sonra ra hip olmuş, d iğeri de çıldırmış. Ayda şehirler ve in
san kalıntıları gördüklerini sanmışlar.
m
Gazete haberlerin i hatırladım: " Nükleer santral lerimiz çok güvenl i , öyle ki Kızıl
Meydan'a bile bir tane yapılabil i r, bir semaverden daha zararsızlar. Yıldızlar gi
bi ler. onlarla bütün dünyayı aydınlatacağız.' Ama karım ben i terk etmişti, beni m
d e başka şey düşünecek hal i m yoktu. Birkaç kere kendimi öldürmeye teşebbüs
ettim. Aynı anaokuluna gittik, aynı okula, aynı üniversiteye. (Sessizce sigara içi
yor. ) S ize söyledim. Orada kahramanca hiçbir şey yok. yazılmaya değer değil.
Şöyle düşüncelere kapıldım. Savaş zama n ı da değil, bir başkası karımla yatar
kan neden ben canımı tehl ikeye atıyorum? Neden o değil de yine ben? Dürüst
olmak gerekirse. orada kahraman mahraman görmedim. Kendi yaşamlarını hi
çe sayan salaklar gördüm. kendi de l i l i ğ i m de bana yetiyordu zaten; ama bu ge
rekli değildi. Madalyalarım ve ödü l lerim var, hepsi ölmekten korkmadığım için.
Aslı nda umurumda değildi. Hatta ölsem iyi de olurdu. Beni onurl u bir şeki lde
gömerlerdi. masrafları da devlet karşı lard ı .
Kıyametle taş devrinin bul uştuğu o fantastik dünyaya kolayca giriverirdiniz. B u
beni m i ç i n daha keskin. daha çıplaktı. Ormanda yaşadık. çad ırların içinde. reak
törden 20 kilometre uzakta. Tıpkı partizanlar gibi. Partizanlar. askeri eğitim için
orduya çağrı lan insanlardır. 24 ila 40 yaş arasındaydık, bazılarımız üniversite
mezunuydu; bazı larımızın meslek okullarından dereceleri vardı. Örneğin ben. ta
rih öğretmeniydim. Elimize tüfek yerine kürekler verdi ler. Çöp çukurlarını ve bah
çeleri gömdük. Köylü kadınlar bizi izlerken haç çıkartıyorlardı . Eldivenlerimiz,
maskelerimiz ve ameliyat elbiselerimiz vard ı . Güneş hepimizi yiyip bitiriyordu.
m
"Çocuklar," d iyordu adamlar, "gelin siz de masaya buyurun." Bize karşı dostça
davranmak istiyorlardı. Kabul etmiyorduk. "Gelin, iki tek içelim. Oturun. Bize ne
ler olduğunu anlatın." Onlara ne anlatacaktık?
Reaktörde itfaiyeci ler yanan yakıtın üzerinde tepinmiş. Yakıt ışıld ıyormuş ama
ne olduğunu bilmiyorlarmış. B i lecek ne var? Müfrezelere ayrılmıştık ve her müf
rezenin radyasyon ölçüm cihazı vardı . Farklı yerlerin radyasyon miktarları da
farkl ıydı. Içimizden biri 2 röntgen olan yerde çal ışırken, bir başkasının çal ıştığı
yerde 1 O röntgen çıkabil iyordu. Bunun yanında mahkumlar gibiydik, hiçbir hak
kımız yoktu; ayrıca korkuyorduk. Ama ben korkmuyordum. Her şeyi bir kenardan
izledim.
Bilim adamlarının özel lastik g iysileri. uzun çizmeleri ve koruyucu gözl ükleri var
dı. Sanki ayda yürüyorlardı. Yaşlı bir kadın yanlarına gidip içlerinden birine sordu:
"Siz kimsiniz? '
"Ben bi li m adamıyı m."
" Demek bilim adamısın. Şunun nasıl g iyindiğine bir bakın. Şu maskeye bir ba
kın ! Peki biz ne yapacağız?" ve adamı sopayla kovalad ı ! Ortaçağda doktorları
nasıl kovalayıp boğdularsa, aynı şeyi bilim adamlarına da yapacakların ı düşün
düm.
Evin i n gömülmesini izleyen bir adam gördüm. (Duruyor.) Evleri, ağaçları, kuyu
ları gömdük. Toprağı gömdük. Her şeyi kesiyor. plastiğe sarıyorduk. Dedim ya,
ortada kahramanca bir şey yok.
Ara vermeksizin on iki saatl i k vardiya larla çalışıyorduk, tek dinlenebildiğimiz za
man geceydi. Bir keresinde geç saatte dönüyorduk, buldozerin içindeydik. Terk
edilmiş bir köy boyunca yürüyen bir adam gördük. Yakınına geldiğimizde sırtın
da halı taşıyan genç biri olduğunu fark ettik. Yakında bir ciguli vardı. Durup içi-
ne baktık, bagaj ı telefonlar ve televizyonlarla dol uydu. Buldozer dönüp bir tane
indirdi, cigu l i gazoz kutusu gibi ezildi. Kimsenin ağzını bıçak açmadı .
Çok sevdiğim Leonid Andreyev' in. Lazarus hakkında bir öyküsü var. Lazarus o
boşluğu bir kere gördü ya artık bir yabancıdır, lsa onu yeniden yaşama döndür
se de asla diğer i nsanlar gibi olamaz.
Bu kadar yeter mi? Merak ettiğinizi bil iyorum. orada olmayanlar hep merak edi
yor. Ama insanların dünyası hala aynı. Durmaksızın korku içinde yaşamak im
kansız. bir insan bunu başaramaz. Bu yüzden oradaki insanlar da bir süre sonra
günlük yaşamiarına geri döndü. (Devam ediyor.) Votka içti, iskarnbil oynadı, kız
tavlamaya çalıştı. çocuk yaptı. Bol bol paradan konuştu. Ama asl ında oraya git
memizin amacı para değildi, birçoğumuz için değ i ldi diyelim. Ça lıştık. çünkü ça
lışmamız gerekiyordu. Bize çal ışmamızı emrettiler. Soru soramazdık. Bazı ları
bundan sonra kariyerinde daha iyi yerlere gelmeyi umdu. Bazısı h ırsızlık yaptı.
ev soydu. Söz veri len ayrıcalıkları düşledi ler; barakalardan taşınıp beklemeksi
zin bir daire sahibi olmak, çocuğunu anaokuluna verebilmek. araba alabilmek.
Adamın biri korkuya kapılmıştı. çad ırdan çıkmadan plastik giysilerinin içinde
uyuyordu. Korkak! Partiden kovuldu. "Yaşamak istiyorum ! " d iye bağı rıyordu .
m
Her cinsten insan vardı orada . Gönüllü olmuş kadı nlarla karşı laştım, reddedil
mişlerdi. Şoförlere. muslukçulara, itfaiyeci lere ihtiyac ım ız vardı; ama kadınlar
yine de geldiler. Her cinsten insan. öQrenci grupları ... Binlerce gönüllü gecele
yin depoları korudu. Kurbaniara açılan fona baQış yapanlar oldu. Yüzlerce insan
kan ve i l i k bağışladı.
Aynı zamanda bir şişe votk� yla her şey satın al ınabil iyordu. Bir madalya veya
sağlık raporu. Kolhaz başkanlarından biri. radyasyon uzman larına kendi köyünü
listeden silsinler diye bir kasa dol usu votka getirmişti . Bir d iğeri ise köyünü l is
teye koysunlar diye bir kasa teklif ediyordu. ona Minsk'te üç oda l ı bir daire sö
zü verilmişti. Kimsenin radyasyon raporlarına baktığı yoktu. Tam anlamıyla "or
ta lama Rus işi" bir kaostu. Zaten bu şekilde yaşıyoruz. Birkaç· şey yazılıp satıl
dı. Bir yandan mide bulandırıcıydı, bir yandan da neden burnunuzu sokuyordu
nuz ki?
Öğrencileri gönderip tarlalardan hatmileri tem izlettiler. Saman toplattılar. Bir
kaç çift çok gençti. hala el ele yürüyariard ı, katlanıl ır gibi değildi. Inanılmaz gü
zel l i kte bir yerdi. Güzelliği durumu daha da korkunç kı l ıyordu. Insanların burayı
terk etmesi gerekiyordu. Kaçmal ıydı lar. kötülük edenler. suçlular gibi.
m
S iyasi memurumuz, gazeteden "yüksek siyasi bilincimiz ve dikkatl i organizasyo
numuz" hakkında satırlar okurdu. Felaketten dört gün sonra bi le kızıl bayrak re
aktörün üzerinde dalgalanmıştı. Bir ay sonra radyasyon bayrağı yiyi p bitird i . On
lar da bir başka bayrak koydular. Sonraki ay bir başkasını. .. O bayrağı değiştir
mek için çatıya çıkan askerin neler h issettiğini kafamda canlandırmaya çal ış
tım. Bunlar intihar eylem leriydi. Bunun adına ne denir? Sovyet paganizmi? Can
lı kurban? Ama gerçek şu ki, o gün elime bayrağı verip yukarı tırmanmamı söy
leseler, bunu yapardım. Neden? Bilemiyorum, o zaman ölümden korkmuyor
dum. Karım bana bir mektup bile göndermiyordu. Altı aydan beri haber al ma
m ıştım. (Duraklıyor. ) Bir fıkra ister misiniz? Mahkumun biri hapishaneden kaçıp
Çernobil'deki 30 kilometrelik bölgeye girmiş. Onu yakalayıp radyasyonunu ölç
müşler. O kadar çok ' parl ıyormuş" ki, onu geri hapishaneye koyamamışlar, has
taneye götürememişler, i nsanların arasına da sal ıverememişler. Neden gülmü
yorsunuz?(Gülüyor.)
Oraya vardığımda, kuşlar henüz yuvalarındaydı, terk ettiğimde ise elmalar karın
içinde yatıyordu. Hepsini gömmeye fırsatımız olmadı . Toprağı, toprağa gömdük.
Böcekler, örümcekler ve sülüklerle. Oradaki i nsanlarla . .. Oradaki dünyayla . . .
Edindiğim en kuwetli izienim buydu, böcekler. Size pek bir şey anlatamadım,
bölük pörçük parçalar. Leonid Andreyev' in Kudüs'te yaşayan bir adam hakkında
benzer bir öyküsü var: lsa'nın tutuklandığı evin önünden geçm iş, her şeyi duyup
görmüş, ama dişi ağrımış. lsa'nın çarmıhını taşırken düştüğünü görmüş, düşüp
ağladığını görmüş; fakat dişi ağrıdığı için bu kez de evinden dışarı koşamamış.
Iki gün sonra, dişinin ağrısı geçtiğinde, ahali ona lsa'nın yaşama döndüğünü
söylemiş. O da, "Bunlara şah it olabi l i rdim, ama dişim ağrıdı," diye düşünmüş.
Her zaman böyle mi olur? Babam 1 942 yılında Moskova'yı savunmuş. Büyük bir
olayın içinde olduğunu yıllar sonra, kitaplar ve filmlerden öğrenmiş. Onun hatı-
m
raları ise şöyleydi : "Siperin içinde oturdum. TüfeQimi ateşledim. Bir patlama ne
deniyle enkaz a ltında kaldım. Beni yarı ölü halde çıkardılar."
Hepsi bu kadar. Zaten o zamanlar karım beni terk etmişti.
l ı k defa bir tilki öldürdüğümda daha çocuktum. Ondan sonra bir geyik vurdum ve
bir daha onları öldürmeyeceğ ime yemin ettim. Ne kadar anlamlı gözleri var!
B i z insanlar, olanları anlayabi l i riz. Hayvanlar ise sadece yaşar. Kuşlar da . . . Son
bahar aylarında keçiler çok çevik olur. Eğer bulunduğunuz yönden ufacık bir rüz
gar bi le gelse, sizi hayatta yanına sokmaz. Tilki ise çok kurnazd ır. . .
Bir adam vardı; ortal ı kta dolaşı r, sarhoşkan herkese akıl verirdi. Üniversitede
felsefe okumuş, sonra hapse düşmüş. Eğer Yasak Bölge'de birisiyle karşılaşır
sanız, hakkındaki gerçekleri size asla söylemez ya da nadiren söyler. Bu ded i
ğ i m adam akı l l ıyd ı . "Çernobil filozoflar türesin diye oldu," diyordu. Hayvanları
"yürüyen kül ler", insanları ise "konuşan toprak" d iye adlandırıyordu. Toprak . . .
biz topra k yed iğimiz için konuşuyoruz, yan i topraktan yapılmışız.
m
Yasak Bölge insanı içine çeker. Inanın özlersin iz. Bir kere oraya gidin, sonra hep
özlersiniz.
"Pekala çocuklar, bu işi bir düzene soka l ı m . "
"Tamam başkanım, s i z konuşun b i z bir sigara içeceğiz. "
Her şey böyle oldu. Beni bölge yönetimine çağırdı lar.
" D inle baka l ı m avcı başkan. Bölge'nin içinde hala çok miktarda ev hayvanı var;
kedi ler, köpekler. Bir salgını önlemek için, hepsini itlaf etmemiz gerekiyor. Bu
nu siz yapacaksınız ! "
Ertesi gün bütün avcı ları çağırdım. Durumu anlattım. Kimse gitmek istemedi; zi
ra hiçbirine koruyucu teçhizat veri lmemişti. Sivil savunmacılara sordum, onlarda
da hiçbir şey yoktu, gaz maskesi bile. Sonunda çimento fabrikasına gidip maske
aldım. Çimento tozuna karşı, sadece ince bir film. Ama gaz maskesi yoktu.
Orada askerlerle karşı laştık. Onlara maskeler. eld ivanler verilmişti, özel zırhlı
araçlarla taşınıyorlardı. Biz ise gömleklerimizle gelmişti k, burnumuza birer men
d i l bağlamıştık. Eve, ailelerimizin yanına da o giysi lerle ve ayakkabı lada dön
dük.
Ben iki birlik topladım, her birinde yirmi adam vardı . Içlerinde birer veteriner he
kim ile salgın hastal ı klar merkezinden biri bulunuyordu. Kepçe li bir traktöre ve
bir kamyona da sahi ptik. Bizim için hiçbir koruyucu önlem almamaları, insanla
rı düşünmemeleri çok kötüydü. Öte yandan bize hayvan başına 30 ruble ödül
verd i ler. O zamanlar votkanın şişesi üç rubleydi. Bazı ları şöyle reçeteler buldu:
bir şişe votkanın içine bir kaşık kaz boku; bunu iki gün boyunca içmelisin, yani
bir erkek olarak işlevini kaybetmemek için. Bununla ilgili minik bir çastuska*:
"Zaporozhetler yukarıda tutamıyor, Kievl i ler . ise kaldıramıyor. Baba olmak ister
sen cevizleri kurşunla ört. " Ha-ha.
Yerde bir kaplumbağa i lerl iyordu . . . Tanrım ! Boş bir evin önünden geçtik, içeri
de ba lıklarla dolu akvaryumlar vard ı . Kaplumbağaları öldürmed ik. Ciple bir kap
lumbağanın üzerinden geçsen de kabuğu kırılmaz. Tabii bunu sadece sarhoşken
deniyorduk. Bahçelerde açık kümesler vardı. Tavşanlar etrafta koşuşturuyordu.
Su samurları hala ki lit altı ndayd ı . Onları çıkardık, yakında bir su kaynağı varsa
yüzüp giderlerdi. Her şey bir süre için terk edi l mişti; çünkü emir neydi? "Üç gün."
Küçük çocukları kandırmışlardı: "Sirke gideceğiz." Çocuklar ağlamıştı. insanlar
geri dönebileceklerini sanıyorlardı. Inanın, savaş meydanı gibiydi. Ked iler in
sanların gözlerinin içine bakmış, köpekler otobüslere binmeye çal ışarak ulu
muşlardı. Hem bekçi köpekleri, hem de çoban köpekleri . Askerler onları ittirdi,
tekmeledi. Uzun süre arabaların ardından koştular. Tahl iye korkunç bir şey.
Işte şimdi buradayız. Japonların da Hiroşima'sı var; ama şimdi herkesten i leri
ler. Her şeyin en üstünde onlar var. Belki biz de ... lik başta evler mühürlendi .
Mühürleri kı rmadık. Pencereden bir kedi görsek, ona nasıl ulaşacaktık? B i z de
onlara dokunmadı k. Sonradan h ı rsızlar geldi, kapı ları pencereleri, panjurları kır
dılar. Her şeyi ça ldı lar. Ilkin teypler, televizyonlar ve kürkler gitti. Sonra her şe
yi silip süpürdüler. Yerde sadece alüminyum kaşıklar olurdu. Sonra hala canl ı
olan köpekler evlere yerleştiler. Içeri girdiğinizde yanı nı?a gel iyorlardı; ama ar-
tık insanlara güvenmiyorlardı . Bir defasında bir eve gird i m. odanın ortasında
yavrularıyla bir dişi köpek yatıyordu. Onun için elbette üzüldüm; ama savaşta g i
biydi k, biz cezalandırıcı lard ık. Aynı şeyd i . Bir askeri operasyon. Gidip köyü çem
bere alıyorduk ve köpekler i l k kurşun sesini d uyar duymaz ormana kaç ıyordu.
Kediler daha kurnazdı, saklanmaları kolay ol uyordu. Kedinin biri toprak bir kü
pün içine girmişti . Onu oradan silkeleyerek çıkardım. Ocakların altına sığınıyor
lardı. Insanın içi kötü oluyor. bir eve g iriyorsunuz, bir anda ayağınızın altından
bir kedi kurşun gibi fırlıyor, elinizde tüfek ardından koşuyorsunuz. Çok zayıf ve
pistiler. Tüyleri top top dökülmüştü. l i k zamanlar çok tavuk vardı. hala kul uçka
ya yatıyorlardı. Köpekler ve kedi ler de yumurtaları yiyorlardı. yumurtalar bitince
de tavukları yemeye başladı lar. Tilkiler de tavukları yedi, zaten köpeklerle bir
li kte yerleşim yerlerinde yaşıyorlard ı . Böylece ortada tavuk ka l mayınca köpek
ler kedi leri yemeye başladı. Bazen bir ağı lda domuzlar bulurduk. kilerde ise her
cinsten yiyecek olurdu: salatal ıklar, domatesler. Domuzları serbest bırakır, yiye
cekleri ise bir çukurun içine dökerdi�. Domuzları öldürmed ik.
Köyün biri nde yaşlı bir bayan vardı, kendini eve kil itlemişti. Beş kedisi ve üç kö
peğiyle yaşıyordu. Hayvanlarını tesl i m etmedi . Bize lanetler yağdırdı. Ona bir
köpekle bir kedi bırakıp diğerlerin i zorla aldık. Arkamızdan "Haydutlar! Can i ler ! "
diye bağırıyordu. Boş köylerde bir ocaklar kalmıştı. Khatyni köyünün ortasında
iki yaşlı kadın duruyordu, korkmuyorlardı. Başkası olsa çıld ırırdı. "Tepenin ete
ğinde traktörümüzdeyd i k. yolun ötesinde de reaktör vardı. Eğer isveçli ler söyle
messler hala traktörün üzerinde yaşian ıyor olacaktık." Ha-ha.
Kokular ... O kokuların köye nereden geldiğini anlayamazdım. Reaktörden altı ki
lometre uzaktaydık. Masaly köyü. Röntgen ünitesi gibi kokuyordu. lyodin koku
su. Bir ekşi l i k . .. Onları çok kısa mesafeden vurmamız gerekiyordu. Yerde yavru
larıyla yatan köpek bana doğru sıçradı. hemen vurdum. Yavruları pati lerini yalı-
m
yor, esniyor, birbirleriyle oynuyordu. Onları da kısa mesafeden vurmak zorunda
kaldım. Bir köpek vardı - küçük, siyah bir kaniş. Hala onun için çok üzülüyorum.
Bir kamyon dolusu köpek toplamıştık. ta tepeye kadar. Onları "mezarl ı�a" götü
rüyorduk. Mezarl ık dediğim. yere açılmış büyükçe bir del i kti. Asl ı nda çukuru sa
tıh suyuna temas etmeyecek bir şeki lde açıp naylonla kaplamamız gerekiyordu.
Bunun için de yüksek bir yer bulmamız lazımdı; ama tabii ki bu kurallar her yer
de ihlal edildi. H iç naylonumuz yoktu. do�ru yeri bulmak için de çaba sarf etme
dik. Köpekler ölmemiş, sadece yaral ıysa ulumaya, ağlamaya başlariard ı. Onları
kamyondan çukurun içine döküyorduk. o küçük kaniş ise dışarı tırmanmaya ça
lı şıyordu. Kimsenin kurşunu kalmamıştı. Elimizde işini bitirecek hiçbir şey yok
tu. Tek bir kurşun bile. Kanişi çukura geri ittirip öylece gömdük. Hala onun için
üzülüyorum. Küçük bir ev köpe�iydi, şımarık bir kaniş. Kedi leri n sayısı köpekle
re nazaran çok azdı . Belki insanlar gidince onlar da g itmişti. belki de saklanmış
lardı.
Onları uzaktan öldürmek daha iyi, böylece göz göze gelmiyorsunuz. Doğru dü
rüst öldürmeyi öğrenmelisiniz ki. can çekişmesinler. Sadece biz insanlar olanla
rı anlayabiliriz. onlar ise yalnızca yaşarlar. "Yürüyen kül ler. •
Ateş etmeyi öğrenin, gerçekten ! Onları dövmek. öldürmekten çok daha kötü.
Avc ı l ı k bir spor, bir nevi spor. Nedense kimse bal ı kçılara çatmaz. ama avcılara
herkes laf eder. Bu haksızl ık!
Avc ı l ı k ve savaş, bir erkeğin gerçek aktiviteleridi r. Gerçek bir erkeğin. Oğluma
bunları anlatamadım. O daha küçük bir çocuk. Nerdeydim, ne yapıyordum? O
hala babasının orada birilerini veya bir şeyi savunduğunu sanıyor. Kendi karar
gahında olduğunu düşünüyor! Televizyonda gösterdi ler, bir sürü asker, askeri
teçhizat... Oğlum bana soruyor: 'Baba, sen de mi askerdin?"
Bizimle birlikte bir polis memuru vardı - ç ı ldırd ı . S iyam kedi leri için üzülüyordu,
pazarda ne kadar pahal ıya satı ldıklarını söyl üyordu. Üstelik güzeldiler. O da bir
erkekti ... Yanımızdan danasıyla bir inek yürüyor. Onu vurmuyoruz. Atları da vur
madık. Kurtlardan korkuyorlardı; ama insanlardan değil. Atlar kendini savunabi
l ir. Kurtlar önce inekleri kaptı . Orman kanunu böyle. Belarus'tan gelen inekleri
Rusya'ya götürüp sattı lar. Bu arada doğan tosunlar lösemi l i çıkıyordu. On ları in
dirimli fiyattan verdi ler.
En çok yaşlı adamlar için üzülüyorum. Arabalarımıza yanaşır. "Oğlum. evime bir
bakar mısın?' diye sorarlardı. Anahtarları elinize tutuşturur, "Takım elbisemi
alabi l i r misin? Bir de şapkamı." B irkaç kuruş para verir. " Köpeği m ne yapıyor?"
Köpek vuruldu, ev yağmaland ı , oraya artık gidemeyecekler. Onlara nası l söyle
yebil i rd i k? Anahtarları almad ım . Onları aldatmak Istemedim. Başkaları al ırdı.
"Votkayı nereye koydun? Nereye sakladın?" Yaşlı adam onlara söylerdi. Bazen
votka dolu güğümler bulurlard ı .
Bir düğün i ç i n bizden yaban domuzu vurmamızı istedi ler. Bu bir ricaydı. Hayva
nın karaciğeri elimizin içinde eriyordu; ama yine de düğün için onu aldılar.
Bil i m adına da ateş ettik. Bir keresinde numune olarak iki tavşan, iki tilki, iki ya
ban keçisi vurduk. Yaban hayvanlarının da hepsi hastaydı, yine de onları terbi
ye edi p yiyorduk. Önceleri korkuyorduk. ama sonradan al ıştı k. Bir şeyler yemek
zorundayız, hepimiz de Ay'a taşınamayız ya !
Birisi pazardan tilki kürkü şapka aldı ve kel oldu . . . Bir Ermeni, Yasak Bölge'den
gelen birinden ucuza makine l i tüfek almış ve ölmüş ... M i l let birbirini korkutu
yordu.
Orada ne ruhuma ne de zihnime bir şey olmadı . Bunların hepsi saçmal ık.
Evleri taşıyan bir şoförle konuştum. Onları Bölge'nin dışına götürüyordu. Artık
ne ev, ne okul. ne de anaokul u kal mıştı. Tahl iye edilecek şeyleri numaralamış
lard ı ve dışarı çıkarıyorlard ı ! Adamla belki harnarnda karşılaştım, belki de mey
hanede. Tam olarak hatırlamıyorum. Bana şöyle demişti : "Kamyonu getiriyorlar,
üç saat içinde ev namına ne var ne yoksa söküp yerleştir :yorlar. Sonra Bölge'nin
sınırında biri leriyle bul uşuyorlar.· Evleri Bölge'den dışarı parça parça götürüyor
larmış. Şoförü yedirip içirip sarhoş ediyorlar, biraz da para veriyorlarmış.
Bazı larımız yırtıcı avcı lar. D iğerleri sadece ormanda yürüyüp kuşlar gibi küçük
aviarı izlemeyi tercih ediyor. Birçok insan acı çekti, kimse hesabını vermiyor.
Önce santralin müdürünü görevden aldı lar; ama şimdi salıvermişler. Bu sistem
de kimin suçlu olduğunu söylemek de güç. Orada bir şeyler deniyorlarmış. Ga
zetede askeri amaçlar için plütonyum ürettiklerini okudum. Atom bombası için.
1
Bu nedenle her şey havaya uçmuş. Peki, eğer bu nedenle olduysa neden bura-
da oldu? Neden Çernobil? Neden Almanya veya Fransa değ i l?
Tek bir olay hafızama kazındı. Bir tek şey. Kimsenin o küçük köpeği vuracak bir
kurşunu kalmamıştı. Yirmi kişiydik. Günün sonunda bir tek kurşunumuz bile yok
tu. Bir tane bi le ...
Neden dua ediyorum? Bir sorun ! Neden dua ediyorum? Kilisede dua etmem,
kendi m için dua ediyorum. Sevmek istiyoru m ! Seviyorum. Sevgi m için dua edi
yorum. Ama benim için ... (Duraklıyor, konuşmak istemed iği bel l i . ) Hatırlamak
zorunda m ıyım? Belki de her şeyi bir köşeye atmak daha iyi olur. Bu olaya dai r
hiç kitap okumuyorum, hiç f il m izlemiyorum. Filmlerde savaşı gördüm. Büyükan
nem ve büyükbabam çocuk olduklarını hatırlamıyorlardı, çocukluklarının yerin
de savaş vardı. Onların çocuklukları nasıl savaşsa, benimki de Çernobil . Oralı
yım. S iz bir yazarsınız, h içbir kitap bunu ·a n lamama yardımcı olmadı. Tiyatro ya
da sinema da işe yaramadı. Onlarsız da anlayabil iyorum. Kendi başıma. Hepi
m iz olayları kendi başımıza yaşarız, bundan başka da çaremiz yoktur. Ama man
tığı m bu olanları reddediyor. Özell ikle annemin bu konuda kafası çok karışık. O,
Rus edebiyatı öğretmeni ve bana hep kitaplarla yaşamayı öğretti. Ama bunun
hakkında hiç kitap yok. Akl ı karıştı. Kitaplar olmadan ne yapacağını bilmiyor.
Çehov ve Tolstoy olmadan . . . Hatırlamak zorunda m ıyı m? Hem hatırlamak istiyo
rum, hem de istemiyorum. (Kendini dinliyor ya da kendi kendiyle tartışıyor san
ki.) Eğer bilim adamları bir şey bilmiyorsa. eğer yazarlar bir şey bilmiyorsa. on
lara yaşamiarım ız ve ölümleri m izia biz yardımcı olacağız demektir. Annem böy
le düşünüyor. Ama ben düşünmek istemiyorum, mutlu olmak istiyorum. Neden
mutlu olamıyorum?
Otobüsün içindeyiz. Gökyüzü alabi ldiğine mavi . Nereye gid iyoruz? Çantalarımız
da, sepetlerimizde Paskalya çörekleri. boya l ı yumurtalar var. Eğer savaş buysa.
kitaplardan okuyup gözümde canlandırdığım gibi bir şey değ i l m iş. Her yerde
patlamalar. bombardımanlar olmalı. Yavaş hareket ediyoruz. sürüler yollarda.
Atları ve inekleri yol boyunca koval ıyorlar. Şeförler çobaniara bağırıp küfredi
yor: "Neden bunları yola çıkardınız, bilmem ne çocukları ! Radyoaktif toz kaldırı
yorsunuz ı Alın hayvanlarınızı tarlaya götürün ! " D iğerleri de ekinleri ezmek iste
mediklerinden küfürle karşılık veriyorlar. Kimse bir daha geri dönmeyeceğ imizi
düşünmüyor. Böyle bir şey daha önce hiç olmamış. Başım dönüyor, bağazım gı
cıklanıyor. Yaş l ı lar değ i l ama genç kadınlar ağl ıyor. Annem de ağlıyor.
M insk'e g ittik. orada tren biletleri için normalin üç katı para ödemek zorunda
ka ldık. Kondüktör herkese çay getirdi, bize gelince, "Fincanlarınızı uzatın ! " de
di. Bir şey anlamamıştık, fincanları mı bitmişti? Hayır! Bizden korkuyorlardı.
"Neredensiniz?" "Çernobi l . " Hemen herkes bu yan ıttan sonra suskunlaşırdı. Bir
ay sonra annemierin dairarnize dönmesine izin veri ldi. Bir battaniye, kışl ık pa l
tom ve annemin favori kitabı Çehov' un seçme mektuplarıyla geri döndüler. Bü
yükannem yaptığı çilek reçelini neden getirmediklerini anlamamıştı, sonuçta
kavanoz içindeyd i ler. ağızları kapalıydı . Battaniyede bir "leke" buldular. Annem
orayı yıkadı . elektrik süpürgesiyle süpürdü ama h içbiri fayda etmedi. Kuru te
mizlemeye verdiler, neden sonra lekenin "ışı ldadığı" anlaşıldı. Makasla orayı
kestiler. Battaniye aynı battaniyeydi, paltom da aynı palto, ama artık ne o bat
taniye ile uyuyabi lir. ne de o paltoyu giyebi l i rdim. Onlardan nefret ediyordum !
O şeyler beni öldürebil ird il Neden böyle h issettim kendi m de anlamıyorum.
Herkes kaza hakkında konuşuyordu, evde, okulda, otobüste, sokakta ... Hi roşi
ma'yla karşılaştı rıyorlardı . Ama ki mse olaya inanmadı . Anlaşılmaz bir şeye ina
nabilir misiniz? Ne kadar uğraşsanız da bir anlamı olmaz. Hatırlıyorum. Biz gi
derken gökyüzü alabildiğine maviyd i . Büyükannem yeni yerine bir türl ü alışama
dı. Hep eski evini özledi. Son sözü, "Canım alaba l ık istiyor," oldu. Yı llarca ala
ba lı k yememiz yasaklandı, en çok radyasyon çeken şey o olmuştu.
Ondan önce bir başka erkek arkadaşım olmuştu. Bir sanatçıydı. Evlenme plan
larımız vardı. O olaya kadar her şey yolundaydı. Bir gün stüdyosuna gittiğimde
onu elinde teleton haykınrken buldum: "Çok şansl ısın i Ne kadar şanslı olduğu
nu bilemezsin ! " Genelde çok sakindi, uyuşuk da denebilir. konuşurken sesinde
ton değişikliği bile olmazd ı . Ve sonra yurtta kalan bir arkadaşının, yan odada
kendini asmış bir kız bulduğu ortaya çıktı . Kendini naylon çorapla asmış. Oğlan
onu aşağı indirmiş. Ben im erkek arkadaşımsa kend inden geçmiş titriyordu: "Ne
gördüğünü bilemezsin ! Onu kol larında taşımış, yüzüne dokunmuş. Dudakların
da beyaz köpükler varm ış. Acele edersek yetişebil iriz ! " Ölü kızdan bahsediyor
ama bir an olsun onun için üzül müyordu. Sadece onu görmek ve hatırlamak is
tiyordu ki, daha sonra resmini çizebi lsin. Bir anda, santraldeki yang ının ne renk
olduğunu; vurulan hayvanları görüp görmediği mi; ölü hayvanların sokaklarda mı
yattığını soruşu akl ıma geldi. Insanlar ağl ıyor muydu? Nasıl öldüklerini görmüş
müydüm? Artık onunla bir arada olamazdım. Ona yanıt veremezdim. lKısa bir
sessizlikten sonra.) Sizi de bir daha görmek ister miyim bilmem. Bence siz de
bana onun baktığı gibi bakıyorsunuz. Sadece beni gözleml iyor ve hatızanıza ya
z ıyorsunuz. Sanki bir deney yapıl ıyormuş gibi. Kendimi bu duygudan kurtaramı
yorum. Kurtaramayacağ ı m da. Doğum yapmanın günah olduğunu biliyor muydu
nuz? Ben daha önce hiç böyle sözler duymamıştım.
Katya P.
Savaş Filmleri Üzerine Monolog
Bu benim sırrım. Başka kimse bilmiyor. Bunun hakkında sadece bir kez bir arka
daşımla konuştum.
Ben kameramanım. Oraya bize öğretilen her şeyi yanıma alarak gittim, savaşta
gerçek bir yazar olursunuz. "Silahlara Veda" en sevdiğim kitaptı. Ben de oraya
g ittim. Ahali bahçelerinde ça lışıyordu, tarlalarda tohum ekiciler ve traktörler
vardı. Neyi filme çekecektim? Patlayan bir şey yoktu. lık çekimimi bir tarım ku
lübünde yaptım. Sahne yerine bir televizyon koymuş, başına toplanmışlard ı .
Gorbaçov' u dinl iyorlardı; her şey yolunda, h e r şey kontrol a ltında. Köyde b e n çe
kim yaparken bir yandan da "deaktivasyon" çalışmaları sürüyordu. Çatıları yıka
d ı lar. Ama eğer akıyorsa, bir yaşlı kadının çatısını nasıl yıkayacaksınız? Topra
ğın da en verimli kısmını kesi p al ıyorlardı. Sonra yerine sarı kum attı lar. Yaşlı
bayanlardan biri emirleri dinleyerek toprağı kazımıştı; fakat daha sonra kul lan
mak için gübreyi toplayıp biriktiriyordu. Keşke onu da çekseymişim.
Nereye gitsek şöyle diyorlardı: "Ah, filmci ler gelmiş, durun size kahramanlar ge
tirelim.' Ardından Çernobi l 'in yanı başında iki gün boyunca inek kovalamış bir
dede-torunu karşımıza çıkarıyorlardı. Çekimden sonra hayvan sürüleri uzmanı
beni çağırdı ve dev bir çukurun yanına götürdü. lnekleri buldozeri e gömüyorlar
dı; ama ben bunu çekmedim bi le. Onun yerine sahneye sırtımı döndüm ve yurt
sever belgesel lerimizin izinden giderek Pravda okuyan buldozer operatörlerini
çektim. Ana başl ıkta, "M i l let zorda kalanları terk etmeyecektir ! " yazıyordu.
Şanslıydım, tam o sırada tarlaya bir leylek indi. Bir sembo l ! Başımıza hangi fe
laket gel i rse gelsin, üstesinden geleceğiz ! Hayat devam ediyor!
Taşra yol ları ... toz ... Bunun sadece toz değil, radyoaktif döküntü olduğunu bil i-
yordum. Objektifi koruyabilmek için kamerarnı sakladım. Mayıs ayı çok kuru
geçmişti. Ne kadar toz yuttuk bilmiyorum. Bir hafta sonra lenf bezleri m şişti. Yi
ne de filmi cephane gibi saklıyorduk. zira Belarus Merkezi Komitesi genel sek
reteri Slyunkov'un geleceğ ini duymuştuk. Kimse bize tam olarak nereye gelece
ğini söylememişti. yine de tahmin ed iyorduk. Bir gün arabam la ilerl iyordum, toz
o kadar kal ındı ki duvarın içinde yol a l ıyormuş gibi hissettim. Hemen ertesi gün
yolu asfaltlad ı lar, hem de iki-üç kat. Işte bu büyük patronları beklediklerinin işa
retiydi. Daha sonra onları filme çektim, taze asfaltın üzerinde güzel güzel yürü
yorlardı. Asfaltın bir santimetre bile ötesine geçmedi ler. Bunu da filme aldım.
ama sonra metne koymadım.
Kimse bir şey anlayamamıştı, en korkutucu olan da buydu. Radyasyon cihaziarı
başka. gazeteler başka telden çal ıyordu. Yavaş yavaş benim de aklım başıma
gelmeye başladı, evde küçük çocuğum. sevg i l i karım vardı. Ben nasıl bir salak
tım ki hala burada kal ıyordum. Belki bana madalya veri rlerdi ama karım beni
terk ederdi.
Tek kurtuluş yolu işi şakaya vurmaktı. Her cinsten fıkra türeti lmişti . Köyün birin
de dört kadın ve bir serseri ka lmıştı: " Kocan nasıl?" diye birbirlerine soruyorlar
dı. " Ah ! O madrabaz d iğer köylere de gidiyormuş ! " Hep ciddi olmak mümkün
değ i ldi; ama bu da oldu. Yakınırndaki biri öldüğünde kendimi kötü hissettim.
Güneş doğuyor. kuşlar ötüyor. kırlangıçlar da . .. yağmur yağmaya başlıyor; ama
o öldü. Anl ıyor musunuz? Benim için nasıl bir şey olduğunu bu sözcüklerle an
latabiliyorum ancak.
Çiçeklenen elma ağaçlarını çekmeye başladım. Arılar vızı ldıyor. her yer gelin gi
bi bembeyaz . . : Yine insanlar çalışıyor. bahçeler gövermiş. Kamerayı elimde tu
tuyorum; ışık normal, manzara güzel ama bir şey eksik ... Neden sonra fark et
tim ki. h içbir koku almıyorum. Bahçede çiçekler açıyor; ama hiç koku yok. Daha
sonra, bazen vücudun yüksek dozda radyasyona kimi duyuları sınıriayarak karşı
koyduğunu öğrendim. O an yetmiş dört yaşındaki annem aklıma geldi. O da ko
ku alamıyordu ve aynı i l let beni m de başıma gelmişti. Diğerlerine sordum, üç ki
şiyd i k: "Elma ağaçları nasıl kokuyor?" "Kokmuyorlar." Bize bir şeyler olmuştu.
Leylaklar bile kokmuyordu, leylaklar! Bir an etrafı mdaki her şeyin yapay olduğu
duygusuna kapı ldım. Sanki fi lm setindeydim. Bunu anlayamıyordum. Daha ön
ce hiç böyle bir şey duymamıştım. Çocukken, bir zamanlar partizanlık yapmış
olan komşu kadın, etrafiarı çevril iyken nasıl kaçmayı başard ı klarını anlatmıştı.
Kucağında bebeği varmış, sadece bir ayl ıkmış. Bataklık boyunca i lerl iyorlarmış,
her yer Almanlarla doluymuş. Bebek ağlamaya başlamış, hepsini ele verebil i r
miş, bu yüzden kadın onu boğmuş. Bu h ikayeyi mesafel i bir tavırla, sanki o ya
şamamış, çocuk onun çocuğu değilmiş gibi anlatmıştı. Ş imdi bana bunları ne
den anlattığını hatırlayamıyorum. Bunu nası l yapabi l mişti? Bütün müfrezenin
bebeği kurtarabil mek için savaşacağını sanmıştım. Ama bir sürü yetişkinin ha
yatına karşılık çocuğu boğmuşlardı. O zaman hayatın amacı ne? Ondan sonra
yaşamak istememiştim. Küçük bir çocuktum; bunu öğrendi kten sonra o kadını
ne zaman görsem kendimi rahatsız hissettim.
Ya o beni nası l görmüştü? (Bir süre susuyor.) Işte bu yüzden Bölge'de geçirdi
ğim günleri hatırlamak istemiyorum. Kendi me binbir türlü açıklama uyduruyo
rum; ama o kapıyı açmak istemiyorum. Orada neyin gerçek, neyin gerçek dışı ol
duğunu anlamaya çalıştım durdum.
Bir gece otelde uyurken, pencerenin dışından gelen tekdüze bir sesle ve tuhaf
mavi ışıklarla uyandım. Perdeleri açtığımda gördüğüm, kızı l haçlı düzinelerce
kamyonun sessizce ilerlediğiydi. Bir an şoka girdim. Çocukluğumda izlediğim bir
ti lmin sahneleri geldi aklıma -savaş sonrasında büyüdüğümüzden savaş filmle
rini çok severdi k. Ve orada fil mdeki o görüntü. o duyguyla karşı laştım ... Eğer
herkes kenti terk ettiyse. bir tek siz kaldıysanız ne hissedersiniz? Doğru olan ne
dir? Ölü taklidi mi yaparsınız?
Khoyniki'de kent merkezinde bir "başarı plaketi " vard ı . Bölgenin en başarı l ı in
sanlarının adları oraya kazınmıştı. Ama radyoaktif bölgeye girip çocukları ana
okulundan alan alkolik taksi şoförünün adı plakette yoktu. Herkes gerçekte ne
ise o olmuştu. Tahl iye bambaşka bir şey. Önce çocukları götürdüler, onları bü
yük otobüslere doldurdular. Birden kendimi savaş fi l mlerinde gördüğüm sahne
leri çekerken buldum. Sonra insanların da aynı şekilde davrandığını fark ettim.
Herkesin favori fi lmi "Leylekler Uçuyor"da olduğu gibi gidiyordu insanlar; tek
damla gözyaşı ve elveda sözcükleri. Asl ı nda filmlerde görmeye alışık olduğu
muz bir davranış şekl ini arıyorduk. O anı filmlerdeki gibi yaşamak istemişti k ve
hatırladı klarımız da bunlar olmuştu. Kız annesine, "Her şey yolunda. cesurum.
kazanacağız ! " dereesine el sal l ıyordu.
Gazeteler. rüzgarın neyse ki başka tarafa estiğini. şehre. Kiev'e doğru esmedi
ğini yazdı . Fakat şimdi de Belarus'a doğru esiyordu, bana ve Yurik' ime doğru.
Bir gün ormanda yürüyüp lahana toplamıştık. Tanrım, neden kimse bizi uyarma
dı? Ormandan Mi nsk'e dönüp, işe gitmek üzere otobüse bindiğimda kulağıma
çal ı ndı: 'Çernobil'de çekim yapıyorlarmış, kameramaniardan biri ölmüş. Yan
mış." Kim olduğunu. tanıyıp tan ı madığımı merak etmiştim. "Genç bir adam. iki
çocuğu varmış." Adını söylüyorlar: "Vitya Gureviç." Bu adı taşıyan bir kamera
manımız vardı. genç bir adam. Ama ya iki çocuk? Neden bize söylememiş aca
ba? Stüdyoya yaklaşırken birisi bilgiyi düzeltiyor: "Gureviç değil. G utin. Sergey. "
Tanrım, bu benim ! Şimdi komi k gel iyor; ama stüdyoya g iderken kapıyı açtığım
da adıma düzenlenmiş bir anma toplantısıyla karşı laşmaktan korkmuştum. Ak
l ı mdan garip sorular geçiyordu: 'Acaba fotoğrafımı nereden buldular? Insan
Kaynakları bölümünden mi?" Bu dedikodu nereden çıkmıştı? Sanırım olayın bü
yüklüğüyle kurbanların sayısı arasındaki orantısızl ıktan. Örneğin. Kursk savaşı
sırasında binlerce kişi ölmüştü. bu anlaşılır bir şeyd i . Fakat burada ilk birkaç
gün içinde sadece yedi itfaiyec i öldü. Sonra. birkaç tane daha. Fakat daha son
ra, tanımlar bizler için içinden ç ıkı lmaz bir hal aldı: "birçok nesil", "daima", "hiç
bir şey" . . . Böylece söylentiler ç ıkm ıştı: üç kafa l ı kuşlar. ti lkileri öl ümüne gaga
layan tavuklar, kel kirpiler. . . Daha sonra Bölge'ye bir başkasının gitmesi gerek-
ti. Kameramanın biri ülser raporu getirdi, diğeri izne çıktı.
Yine beni çağırdı lar:
,;Yine gitmen gerek."
"Ama daha yeni geldim."
"Işte bu yüzden, sen bir kere gittin, artık senin için fark etmez. Hem zaten ço
cukların da var. D iğerleri henüz çok genç."
Ah, lsa adına, belki beş-altı çocuk istiyordum? Ama bana baskı yapmaya başla
d ılar; maaşları gözden geçireceğiz, sana zam yapacağız .. . Acı ve komi k bir hika
ye, çoktan aklımın bir köşesine kaldırmıştım.
Bir keresinde toplama kampına gitmiş i nsanları çekmiştim. Birbirleriyle karşı
laşmaktan çekiniyorlardı. Bunu anlayabil iyordum. Bir araya gelip savaşı hatırla
makta doğal olmayan bir şeyler vard ı . Bu türden bir aşağı lanmayla karşı karşı
ya kalmış, insan ın en dibe vurduğu anı görmüş olanlar, birbirinden kaçıyor. Çer
nobil'de hissettiğim bir şey vardı, hakkında konuşmak istemediğim bir şey. As
lında bütün insani düşüncelerimiz göreli. Uç durumlarda, insanlar kitaplarda
okuduğumuz gibi davranmıyor. Insanlar kahraman değ i l .
kalacak. Daima.
Birl ikte film çektiğimiz grup için daha sonra hiçbir ücret alamamış olmama üzü
lüyorum. Bir tanesinin daireye i htiyacı vardı, ben de birlik komitesine g ittim.
"Bize yardı m edin. a ltı aydır Bölge'deyiz. Bizim de bazı yard ı mlar almamız gere
kir." "Tamam," dediler. "Bize sertifikalarınızı getirin. Damga l ı sertifikalara ihti
yacınız var." Bölge'deki bölgesel korniteye gittiğimizde sadece bir kadın vardı,
Nastya, ortalığı süpürüyordu. Herkes kaçmıştı.
Burada bir müdür var, elinde yığınla sertifika; nereye gittiği. neyin filmini çekti
ği ... tam bir kahraman.
Kafamda, henüz çekernediğ i m uzun bir fi l m planladım. Pek çok bölümden olu
şuyor. (Susuyor.) Hepimiz kıyamet kürekçileriyiz.
Araştırdım, soruşturdum. Kazadan sonraki ilk birkaç ay içinde, biri leri insanlar
la beraber hayvanları da tahliye etmek istemiş. Ama nası l? Hayvanları nereye
yerleştirirsiniz? Belki toprağın üzerindeki ler toplanabil irdi, ya toprağın altında
ki ler? Böcekler ve solucanlar? Ya gökteki ler? Bir serçe veya güvercin nasıl tah
l iye edilir? Onları ne yaparsınız? Bu konuda bilgi miz yok. Felsefi bir ikilam bu.
Duygularımızın bir perestroikası.
"Rehineler' adında, hayvanlarla ilgili bir film yapmak istiyorum. Bana tuhaf bir
şey oldu, hayvaniara yakınlaştım. Eskiden olduğundan daha yakınım onlara,
aramızdaki mesafe azaldı. Şimdi Bölge'ye gittiği mde, terk edi lmiş bir evden zıp
layan bir yaban domuzu görüyorum. Ardından bir elk çıkıyor. Bunları çekiyorum.
Her şeyin bir hayvanın gözünden görüleceği bir film yapmak istiyorum. Insanlar
bana: "Ne çekiyorsun?" diye soruyor. "Çevrene bir baksana, Çeçenistan'da sa
vaş var." Ama Aziz Francis kuşlara vaaz verirdi. Onlarla eşiti gibi konuşurdu. Pe
ki ya bu kuşlar onunla kuş d i l inde konuştuysa? Ya onların düzeyine inen o de
ği lse?
Sergey Gurin,
kameraman
Bir ÇıQiık
Konuşa nlar: Nina Konstantinova ve Nikolay Prokoroviç lharkov, her ikisi de öğ
retmen. Nikolay çaltşma ekonomisi, Nina edebiyat öğretiyor.
N ina:
Ölüm sözünü o kadar sık işitir oldum ki artık umursamıyorum. Hiç çocukların
ölümden bahsetmesine tanık oldunuz mu? Yedinc i sınıftaki öğrencilerim bu ko
nuda tartışıyorlar, ölüm korkutucu mu, değ i l mi? Eskiden çocuklar; Nereden gel
dik? Bebekler nasıl yapılır? gibi sorular sorardı . Ş imdi ise nükleer savaştan son
ra neler olacağını düşünerek kaygılanıyorlar. Artık klasikleri sevmiyorlar, onla
ra hafızamdan Puşkin okuyorum, aldığım karş ı l ı ksa soğuk, uzak bakışlar oluyor.
Çevrelerinde farklı bir dünya var. Fantastik kitaplar okuyorlar; dünyayı terk edip
başka dünyalara, kozmik zamana hakim olan insanlar hoşlarına gidiyor. Ölüm
den yetişkinlerin korktuğu şekilde korkuyor olamazlar; fakat ölüm onlara fantas
tik bir şey gibi geliyor.
Merak ediyorum, ölüm çevrenizde olduğu zaman neden sizi düşünmeye zorlu
yor. Ş i mdi Rus edebiyatı okuttuğum çocuklar, on yıl öncekilere benzemiyorlar.
Sürekli birilerinin ya da bir şeyin gömüldüğünü, yer altına konduğunu görüyor
lar. Evler, ağaçlar, her şey gömülüyor. On beş, yirmi dakika sırada bekleseler,
birkaçı bayılıyor. burunları kanamaya başlıyor. Onları şaşırtmak. mutlu etmek
i mkansız. Hep yorgun ve uykulular. Yüzleri solgun. gri. Ne oyun oynuyorlar. ne
de yaramazl ık yapıyorlar. Dövüşür ya da kazara bir cam kırariarsa öğretmenleri
mutlu oluyor. Onlara kızmıyoruz; çünkü çocuk gibi değil ler. Ve çok yavaş büyü
yorlar. Derste birisinden bir şeyi tekrar etmesini istiyorsunuz, çocuk tekrar ede
miyor. Bazen bir tek cümleyi tekrar etmesini istiyorsunuz, yine edemiyor. Içim
den onlara sormak gel iyor: " Neredesin? Nerede?"
Bu konuda çok düşünüyorum. Duvara suyla resim çiziyor g ibiyim. Kimse ne res
mi çizdiğimi bilmiyor, kimse tahmin edemiyor, kimse görmüyor. Yaşamlarımız
Çernobil etrafında dönüyor. Kaza olduğunda neredeydiniz. reaktörün ne kadar
uzağında yaşıyorsunuz? Ne gördünüz? Kim öldü? Kim gitti? Nereye gitti ler? lık
aylarda lokantalardan tekrar ses gelmeye başladığını hatırlıyorum, "Hayata bir
kez gelinir:· 'Eğer öleceksek, bari müzik yapalım." Askerler ve subaylar gelirdi.
Ama şimdi Çernobi l h er g ün bizimle. H a m il e genç b i r kadın birdenbire öldü, pa
tolog hiçbir teşhis koyamadı. Küçük bir kız kendini astı, daha beşinci sınıfa gi
d iyordu. Hiçbir neden olmaksızın. Küçük bir kız ... Burada her şeyin bir tek teşhi
si var. Çernobil . Ne olursa olsun. herkesin aklına hemen Çernobil gel iyor. Bazı
ları bize kızıyor: "Hastasınız çünkü korkuyorsunuz. Korkudan hastalanıyorsunuz.
Radyotabi bu." Öyleyse neden küçük çocuklar hastalanıp �l üyor? Onlar daha
korkuyu bilmiyorlar. anlayamıyorlar.
Önceleri çevremizdeki dünyanın farkında değildik. Gökyüzü gibi, hava gibi ... Bi
ri bize onu bahşetmişçesine oradaydı ve bize bağl ı değildi. Hep de orada ola
caktı. O zamanlar ormanda yatar, gökyüzünü seyre dalardım. Öylesine mutlu
olurdum ki kendi adımı bile unuturdum. Ya şimdi? Orman hala güzel, her yer ko
ca yemişlerle dolu; ama kimse onları toplamıyor. Sonbaharda, ormanda bir in
san sesi duymak çok zor. Korku d uygu larımıza işledi. bilinçaltımıza yerleşti. Ha
la televizyonumuz. kitaplarımız ve hayal gücümüz var. Çocuklar ormanı ve neh
ri görmeksizin evlerinde büyüyor. Onlara sadece uzaktan bakabiliyorlar. Bunlar
çok farkl ı çocuklar. Onlara gidip, bir zamanlar ebedi olduğunu sandığım Puşkin'i
okuyorum. Sonra korkuya kapıl ıyorum, ya bütün kültürümüz bir kütüğe yazılmış
bayat yazıtlardan ibaretse? Ya sevdiğim her şey böyleyse?
Nikolay:
Bil iyorsunuz, bizler asker gibi yetiştiri ldik. Bir nükleer saldırıyı durdurmak ve et
kisiz hale getirmek için eğitim aldık. Kimyasal, biyoloj i k ve atomik saldırılara
hazırdık. Ama organizmalarımızdan radyonüklitleri nasıl çıkaracağımızı bi lemedik.
Bu olay savaşla karşı laştırı lmaz; yine de herkes bu karşılaştırmayı yapıyor. Ço
cukken Leningrad kuşatmasına şahit oldum, çok farklıydı. Orada cephede g ibiy
d ik, durmadan üzerimize kurşun yağ ıyordu. Açlık vardı, yı llar süren açl ık . . . In
sanlar hayvan i içgüdülerle hareket ediyordu. Burada ise, bahçeye bir çıkıyorsu
nuz. her şey çiçeklenmi ş ! Bunlar karşı laştırılabil i r şeyler değ i l . Başka bir şey
söyleyecektim, ama unuttum. Hah, ateş başladığında, Tanrı herkesin yardı mcı-
mı
sı olsun. O saniye ölebilirdiniz, gelecekte herhangi bir an deği l . o an. Kışın kıt
l ı k olurdu. Leningrad'da aha li mobi lyalarını yaktı, dairarnizde ağaçtan yapılma
ne var ıie yoksa yandı. Kitapları, hatta eski yer bezlerini bile sobada yaktık. Ba
zen adamın biri sokakta yürürken oracığa oturur kalırdı. ertesi gün geçerken onu
hala oturur halde görürdünüz. Bu donduğuna işaretti, orada bir hafta daha, hat
ta bahar gelip de güneş donu eritane kadar oturabilirdi. Kimsenin onu kaldıra
cak gücü olmazdı. Bazen biri buzda kayıp düştüğünde biri yardı m eli uzatırdı.
Ama genelde kimse ilgi lenmezdi. Yürür geçerlerd i . Hatta sürünür geçerlerdi. ln
sanların yürür gibi değil de sürünür gibi, yavaşça yürüdüklerini hatırl ıyorum. Bu
nu hiçbir şeyle karşılaştıramazsınız.
Reaktör havaya uçtuğunda annem hal a yaşıyordu ve hep şöyle derdi: En kötü "
şeyleri yaşadık oğlum. Kuşatmayı yaşadık. H içbir şey ondan kötü olamaz. "
Karıncalar, ağaç dalı boyunca tırmanıyor. Her yerde askeri teçhizat var; asker
ler, bağırışlar, küfürler, patırdayan hel ikopterler ama onlar tırmanıyor. ..
Bölge'den eve dönüyordum, gördüğüm onca şeyden aklımda bir tek karıncalar
kaldı. Ormanın içinde durduk, sigara içmek için bir huş ağacının yanına gittim,
ona dayandım. Gözümün önünde karıncalar, bizi umursamaksızın dala tırmanı
yorlardı. Gideceğiz ve bizi fark etmeyecekler. Ya ben? Onlara daha önce hiç bu
kadar yakından bakmamıştım.
Ilkin herkes "bu bir felaket" dedi ardından da "nükleer savaş" dedi ler. Hiroşima
ve Nagazaki hakkında bir şeyler okumuş, belgeseller izlemiştim. Korkutucuydu;
ama anlaşılabilirdi. Nükleer savaş, patlamanın çapı. .. haya l i mda canlandırabi
l iyordum. Fakat başımıza gelen bu şey bilineima sığmıyor.
Böylesine görülmemiş bir şeyin dünyayı nası l mahvettiğini, içinize nasıl sızıp
g i rdiğini hissediyorsunuz. Bir b i l i m adamıyla konuşmamı hatırl ıyorum: 'Binlerce
yı l sürecek,' demişti. "Uranyumun çözülmesi 238 yarı ömür eder. Zamana çevi
recek olursak mi lyonlarca yıl. Taryum ise 1 4 m ilyar yı lda çözünecek. "
Elli, yüz, iki yüz. Ya bundan ötesi? Bundan ötesine bilincim erişmiyor. Artık za
manın ne olduğunu, nerede olduğumu anlayamıyorum . Şimdi, daha üzerinden
sadece on yıl geçmişkan bunun hakkında yazmak ... Bunun hakkında yazmak mı?
Bence anlamsız.
Ne anlatabiliriz, ne de anlayabiliriz, çünkü hiçbir koşulda şimdiki yaşamımızdan
farklı bir şey hayal edemeyeceğiz. Ben denedim, işe yaramıyor. Çernobil patla
ması, Çernobil mitolojisini armağan etti bize. Gazeteler, dergi ler en korkutucu
makaleyi yazmak için yarışıyor. Orada olmayanlar korkutulmaya bayıl ıyorlar.
Herkes insan kafası büyüklüğünde mantarları okudu; ama aslında kimse onlan
görmedi. Yazmak yerine, kaydetmelisiniz. Belgelendi rmelisiniz. Çernobi l hak
kında fantastik bir roman gösterin bana ! Gösteremezsiniz. Çünkü gerçek çok
daha fantastik.
Işte defterim:
"Üç aydır radyo aynı şeyi söylüyor: Durum normale dönüyor, durum normale dö
nüyor, durum norm . ."
'Stalin' in beyl ik lafları yeniden hayat buldu, Batı gizli servislerinin ajanları. . . •
"Dün editör, makalemden o gece reaktöre giden itfa iyecil erden birinin annesiy
le ilgili öyküyü kesmiş. Oğlu akut radyasyon zehi rlenmasinden ölmüş. Onu Mos
kova'da toprağa verdikten sonra, ana-baba köylerine dönmüş, ama köy kısa za
man sonra tahl iye edilmiş. Sonbaharda orman yollarından gizl ice geri dönmüş
ler ve bir çuval domatesle salatalık toplamışlar. Anne memnun görünüyor: 'Elli
kavanoz doldurduk.' Toprağa, eskiden kalma köylü a l ışkanlıkianna inançları var,
oğullarının ölümü bile düzeni değiştirememiş."
'Editörüm 'Özgür Avrupa Radyosu'nu mu dinl iyorsun yoksa?' diye sordu. Cevap
vermedim. 'Gazetede provakatörlere ihtiyacımız yok. Otur da kahramanlarla i l
gili bir şeyler yaz.' "
"Eski d.üşman anlayışı tarihe gömülmedi m i ? Düşman artık görünmez ve her yer
de. Bu kılı k değiştirmiş bir kötülük."
" Köy dükkaniarı birdenbire envai çeşit ma Ila doldu. Parti 'nin bölge sekreterinin
konuşmasını duydum: 'Sizler için dünyada bir cennet yaratacağız. Sadece bura
da kalın ve çalışmaya devam edin. Salarn ve buğday içinde yüzeceksiniz. En
l üks mağazalarda -Parti'nin büfesinde. demek istiyor- ne varsa sizde de olacak.'
Insanlara votka ve salamın yeteceğin i düşünüyorlar. Hepsinin canı cehenneme !
Daha önce bir köy dükkanında hiç bu kadar salarn çeşidi görmemiştim. Eşi m için
ithal naylon çoraplar satın aldım."
"Bir zamanlar radyasyon ölçüm cihazı satın alınabil iyordu, şimdi yok oldular. Ar
tık bunun hakkında yazam ıyoruz. Ne kadar radyoaktif serpinti olduğunu da ya
zamıyoruz. Köylerde sadece erkeklerin bırakı ldığını, kadı n ve çocukların tahl iye
edildiğini de anlatam ıyoruz. Yaz boyu bu erkekler; çamaşı r yıkadı, inekleri sağ
d ı , tarlada çalıştı ve tabii içti, kavga etti. Kadınsız bir dünya ... Bunları çizd i ler.
Editör tehdit edercasine 'Unutma, düşmanları mız var, okyanusun diğer kıyısın
da bir sürü düşmanımız var,' dedi. Bu yüzden hep iyi şeyleri yazıyoruz, kötüleri
değil. Ama bir yerlerde özel yemekler hazırlanıyor ve birileri patronların ellerin
de çantalarla geldiği ni görmüş ... "
"Yaşlı bir bayan, polis noktasının önünde yolumu kesti: 'Kulübeme bakar mısın?
Patatesleri toplama zamanı geldi ama askerler beni içeri sokmuyorlar.' Tahliye
edilmişlerdi. Boşluğun, hiçliğin içinde bir insan. Askeri yığınağı aşıp köylerine
sızıyorlar. Geceleyin, karl ı ormanlardan, bataklıklardan geçerek. . . Arabalarla.
helikopterlerle kovalanıp yaka lanıyorlar. Eskiler, 'Tıpkı Almanlar geldiğindeki
g ibi,' diyor. "
' l ı k yağmacı m ı gördüm. Üst üste iki kürk g iymiş genç bir adamdı. Nöbetçi leri,
bu şekilde radyasyon hastalığını tedavi ettiğine i nandırmaya çalışıyordu. Asker
ler onu biraz hırpalayınca suçunu kabul etti: 'ilk zamanlarda biraz korkutucuydu;
ama sonra insan alışıyor. Bir tek atıp g id iyorsun.' Kendini koruma duygusu iç
güdülerle çatışamaz. Normal şartlar a ltında bu imkansızd ır; ama insanoğlu bu
şekilde olağanüstü işler başarıyor. Suç da buna dah il .''
"Bir yı l sonra köye döndüm. Köpekler vahşileşmişti·. Rex' i buldum, yanıma çağır
dım ama gelmed i. Beni tanımadı mı, tanımak mı istemiyor? Bize kızmış."
"lik haftalar ve aylar boyunca herkes sessizd i . Etrafta sessizl ik vardı. Derman
sızl ı k. G itmeniz gerekiyor; ama son dakikaya kadar düşünüyorsunuz, hayır. Aklı
nız olan biteni bir türlü almıyor. Hiç ciddi bir konuşma hatırlamıyorum, anımsa
dıklarım sadece şakalar. 'Artık bütün dükkaniarda radyo-ürünleri satıl ıyor! ' ' Ik
tidarsıziar radyoaktif ve radyopasif olarak ikiye ayrı l ı r.' Sonra birdenbire şaka
lar da bitti."
Hastanede duyduklarım:
Alışveriş sırasında:
"Okudunuz mu? Çernobil'e firar etmiş bir asker bulmuşlar. Kendine bir çukur
kazmış, reaktörün yanında yaş ıyormuş. Terk edilmiş evlerde bulduklarını yiyor-
muş, bazen pastırma, bazen de konserve turşu. Hayvanları tuzak kurup avl ıyor
muş. Gedikli askerler acemileri 'öldüresiye' dövdükleri için firar etmiş. Kendini
Çernobil'e atarak kurtulmuş.'
"Bir zaman gelecek. çok tuhaf mezarlar bulacaklar. Bilim adamlarının biyo-me
zarl ık dediği hayvan mezarlıkları. Modern çağın tapınakları bunlar. Içlerinde vu
rulmuş binlerce kedi , köpek, at yatıyor. Birinin bile adı yok. "
'Dün babam seksen yaşına girdi. Bütün aile sofra başında toplandı. Ona bakıp,
yaşamı boyunca nelere tanıklık ettiğini düşündüm: Gulag, Auschwitz, Çernobil.
Bir nesil tüm bunları gördü. Bal ık tutmayı çok severd i ! Annem sinirlenerek.
onun gençken bütün bölgede ka ldırıl madık tek bir etek bırakmarl ığını söylerdi.
Şimdi ise genç, güzel bir kadın bize doğru geldiğinde bakışlarını yere indirdiği
ni görüyorum."
"Bölge, apayrı bir dünya. Dünyanın geri kalanı ortasında ayrı bir dünya. Bu Stru
gatsky kardeşler tarafından icat edi l mişti; ama gerçeğin karşısında edebiyat ge
ri çekildi."
Söylenti lerden:
'Birçok kimse patlamadan bir gün önce santral in üzerinde tuhaf bir ışık görmüş.
Birisi ışığın fotoğrafını bile çekmiş. Filme bakınca bunun uzaydan gelme bir şe
yin ışığı olduğunu görmüşler."
"Kaza değildi, bu bir depremdi . Yerin çekirdeğinde bir şeyler oldu. Jeoloj i k bir
patlama. Jeofizi k ve astrofizik güçler iş başındaydı. Asker bunu önceden bil iyor
du, insanları uyarabilirlerdi, ama bunların hepsi gizli tutuldu."
"Göllerde ve nehirlerde kafası ve kuyruğu olmayan turna bal ıkları varmış. Sade
ce vücutları yüzüyormuş. Buna benzer bir şey pek yakında insanların da başına
gelecek. Belaruslular humanoid olacak."
Anato/i Şimanskiy,
gazeteci
Gerçek çocuğum müze oldu, Çernobil M üzesi. (Susuyor. ) Bazen burada müze
değil, bir morg kurmamız gere ktiğini düşünllyorum. Cenaze komitesinde çalışı
yorum. Bu sabah daha paltomu bile çıkarmamıştım ki, bir kadın geldi; ağlıyor
du, hatta ağiarnıyar haykırıyordu: "Bu madalyaları, sertifikaları a l ı n ! Bütün ka
zançlarını alın ! Bana kocarnı geri verin ! " Uzun süre haykırdı. Ardından madalya
ları ve sertifikaları bıraktı. Hepsini müzeye koyacağım. Insanlar onları sevrede
bil ir; ama o kadının ağlaması, onu bir tek ben duydum. Sertifikaları müzeye koy
duğumda bunu da hatırlayacağım.
ll'Jl
Albay Yaroşuk ö lüyor. O, radyasyon ölçümünde çal ışan bir kimyagerdi. Bir za-·
manlar boğa gibi güçlüydü, şimdi ise felçl i . Karısı onu bir yastık gibi çeviriyor,
kaşık mamasıyla bes liyor. Böbreklerinde taş var. taşların kırılması gerek; ama
bu tür bir operasyona paramız yetmez. Fakiriz. insanlar ne verirse onunla yaşa
maya çalışıyoruz. Devlet ise tefeci gibi davranıyor, bu insanları unutmuş gibi. O
öldüğü zaman, adını bir sokağa, bir okula ya da bir birliğe verecekler, ama bu o
öldükten sonra olacak. Albay Yaroşuk. Bütün Yasak Bölge boyunca yürüdü ve
maksimum radyasyon noktalarını işaretledi. Onu kel i menin tam anlamıyla kul
landılar. tıpkı bir robot gibi. O bunu anladı; yine de g itti. reaktörden. radyoakti
vite çapı neresiyse oraya kadar. Elinde bir radyasyon ölçme cihazıyla, yaya. Bir
'nokta' fark ettiğinde bunun sınırlarını bel i rler ve haritasına işaretlerd i.
Peki ya reaktörün çatısında çal ışan askerlere ne demeli? 2 1 0 askeri birlik ser
pintiyi temizlernesi için gönderi lmişti ki bu 340 000 asker eder. En kötü durum
da olanlar çatıyı temizleyenler. Kurşun yelekler g iymişlerdi; ama radyasyon aşa
ğıdan geliyordu ve oradan korunmuyorlard ı . Ayaklarında sıradan imitasyon de
ri botlar vard ı . Çatıda her gün 1 ,5-2 dakika geçird i ler, sonra terhis edildiklerin
de ellerine bir sertifikayla yüz rublelik bir ödül geçti. Ardından da anavatanımı
zın ücra köşelerine gidip kayboldular. Çatıda reaktörden çıkmış grafit ve yakıtı
topladılar. metal ve beton parçalarını. Bir el arabasını doldurmak yirmi ila otuz
saniye alıyordu, daha sonra çöpü çatıdan aşağı dökmek için de bir otuz saniye
daha gidiyordu. Bu özel el arabalarının kendi leri zaten kırk kilo çekiyordu. Gözü
nüzde canlandırın; kurşun yelek, maskeler, el arabaları ve delice bir hız.
Kiev'deki müzede asker kasketi büyükl üğünde bir grafit parçasının kalıbı var,
eğer gerçek olsa on a ltı kilo geleceğini söylüyorlar; grafit böylesine yoğun ve
ağır bir madde. Uzaktan kumandal ı makineler çoğu zaman emirleri yerine geti
remedi ya da söylenenin tam tersini yaptılar; çünkü yüksek radyasyon elektro-
nik aksamlarını bozmuştu. En g üveni li r 'robotlar" askerlerdi. Üniformalarının
rengi nedeniyle 'yeşil robotlar" diye adlandırılmışlardı. Patlayan reaktörün çatı
sında 3600 asker çalıştı. Yerde yattılar, hepsi çadırlarının içinde yattıkları yere
saman serdi; ne var ki bu saman da reaktörün yanındaki balya lardan gel iyordu.
Hepsi gençti. Şimdi onlar da ölüyor; ama onlar olmasa başkalarının öleceğini
bil iyorlar ... Bu insanlar büyük başarılar kültüründen geliyor. Onlar fedakarl ık
yaptı. Bir ara bir nükleer patlama tehlikesi vardı ve suyu reaktörden çıkarmala
rı gerekiyordu ki, içine grafit-uranyum karışımı kaçmasın; suyla birleşince kritik
bir kütle oluşturacaklardı. Patlama üç i la b e ş megaton arasında gerçekleşecek
ti. Bu da sadece Kiev ve M insk'i n değil. Avrupa'nın büyük bir kısmının yaşan
maz hale gelmesi demekti. Hayal adebil iyor musunuz? Bir Avrupa felaketi. Gö
rev şuydu, birisinin dal ı p güvenlik vanasını açması gerekiyordu. O kişiye bir ara
ba, bir daire, bir daça, ai lesine yaşam boyu yardım vaat ettiler. Gönüllüler ara
dılar ve buldular! Bu çocuklar dal ı p vanayı açtı. Birl i k 7000 ruble ile ödül lendi
rildi. Söz verdikleri daireleri ve a rabaları unuttular; ama onlar bunun için dalma
mıştı ı Maddiyat için değil, maddi sözler için hiç deği l . (Sinirleniyor.) Bu insan
lar artık yok, sadece müzemizdeki belgeler var, üzerlerinde adları yazıyor. Peki
ya bunu yapmasalardı? Kendini feda konusunda eşimiz benzerimiz yok.
Konuştuğum biri, bunun neden inin insana az değer vermemiz olduğunu söylü
yordu. Bu Asyalı lara özgü bir kadercil ikmiş. Kendini feda eden insan, kendini bir
birey olarak görmezmiş. Yaşamın içinde kendi rolüne sıra gelmesi için bekler
miş. Daha önce bir metni olmayan biri, bir istatistik .. . Arka planda durur, sonra
birdenbire esas aktör olurmuş. Bu anlam arayışıymış. ldeoloj i miz, propaganda
mız neymiş? Anlam kazanabilmek, yükselebiirnek için aize ölme şansı veriyor
larmış. Bize bir rol veriyorlar ! Bu öl ümün büyük değeriymiş, zira ölüm ebedidir.
Tartıştığ ı m arkadaşım bana bunları söyledi; ben reddediyorum. Evet, asker ol
mak için yetiştirildik. Bize bunu öğrettiler. Hep göreve yol lanmaya, i mkansızı
başarmaya hazırdık. Okulu bitirip bir sivil üniversiteye gitmek i stediğimde, ba
bam çok şaşırmıştı: 'Ben bir subayım. sen takım elbise giyip etrafta mı dolaşa
caksın? Anavatanın korunması gerekiyor! ' Benimle aylarca konuşmadı. ta ki
ben askeri okula yazı lana kadar. Babam savaşta çarpışmıştı. şimdi yaşamıyor;
ama onun maddi bir imkanı hiç olmadı, tıpkı kendi yaşıtları gibi. Arkasında da
bir şey bırakmadı; ne ev. ne araba, ne de arazi. Bana ondan ne kaldı? Bir subay
çantası. .. Onu Finlandiya seterinden önce almıştı. içinde cephede kazandığı ma
dalyalar duruyor. Ayrıca cepheden yazdığı 300 mektubun bulunduğu bir çantam
daha var. Annem 1 941 yı lından itibaren bu mektupları saklamış. Babamdan ar
ta kalanlar bunlar. Ama ben bu eşyaları paha biçi lmez buluyorum.
lll
bi len insanlara ait. Bir parçada, felaketin ertesi günü santralin yanındaki bah
çesinden yürüyüp işe g iden bir kadının bacakları var. Çiy kaplı çimlerden yürü
müş. Sacakları kalbur gibi olmuş, dizlerine kadar deliklerle dolu. Eger bu kitabı
yazıyorsanız bunu görmeniz gerek.
Eve gittigirnde oglumu kol larıma alamıxorum. Onu kucaklamadan önce 50-1 00
gram votka içmem lazım.
yasyonu gösteren karta doktorlar 7 bakerel yazmış; halbuki 600 bakerel almıştı !
Peki ya reaktörün altına tünel açmak için canla başla çal ışan dört yüz madenci
ye ne demeli? Içine sıvı nitrojen döküp toprak tabakasını dondurabilmek için bir
tünele ihtiyaçları vardı. Aksi halde reaktör yer altı sularına karışabil irdi. Mosko
va' dan, Kiev'den, D inyepropetrovsk'dan madenci ler geldi. Onların bahsinin h iç
bir yerde geçtigini görmedim; ama onlar orada, elli derece sıcakta, dört ayak
üzerinde küçük arabalarını ittirerek çal ıştı lar. Yüzlerce röntgen radyasyon vardı.
Şimdi öiüyorlar. Peki ya bunu yapmasalardı? Onları kahraman olarak görüyo
rum, asla olmamış bir savaşın kurbanları olarak değil. Bunu bir kaza. bir felaket
olarak adlandırıyorlar. Belki de savaştı. Çernobi l anıtları savaş anıtları gibi du
ruyor.
Tartışmadığımız şeyler var, bunun nedeni Slav a lçak gönüllülüğümüz olsa ge
rek. Ama bu kitabı yazdığınıza göre, bilmelisiniz; reaktörde ya da yakınında ça
lı şanlarda -bu roketçi lerde de sıkça görülür- ürogenita l sistem ça lışmayı keser.
Bundan kimse yüksek sesle bahsedemiyor. Kabul edilmiyor. Bir keresinde bir In
g i l iz gazeteciye eşlik ettim. bana çok ilginç sorular sordu. Özel l i kle de bu konu
da -olayın insani boyutlarıyla ilgi leniyormuş. Insanların evinde ne yaptığını. ai
le yaşantıların ı, özel yaşamlarını merak ediyordu; ama kimseyle konuşmayı ba
şaramamıştı. Benden birkaç helikopter pi lotunu toplamarnı rica etti, onlarla bir
arada konuşmak istiyordu. Geldiler. bazıları otuz beş, kırk yaşında emekl iye ay
rılmıştı. bir tanesinin bacağı kırıktı, radyasyon nedeniyle kemikleri yumuşamış
tı. Diğerleri onu yine de getirmişlerd i . Ingiliz sorular soruyordu: "Ai lelerinizle
aranız nasıl. ya genç karılarınızla?" Helikopter pilotları sessizdi. günde nası l beş
uçuş yaptıklarını anlatmaya gelmişlerdi, bu adam ise onlara karı larını soruyor
d u ! Sonra pilotlara tek tek sorular yöneltti. hepsi aynı cevabı verdi ler: "Sağlık
l ıyız. devlet bize değer veriyor, ailelerimiz bizi seviyor." Bir tanesi bile ona ger
çekleri açıklamadı. G itti klerinde adamın umutsuzluğa kapı ldığını fark ettim.
"Kimsenin neden size inanmadığını şimdi anl ıyor musun? Çünkü kend in ize de
yalan söyl üyorsunuz. " Toplantıyı bir kahvede yapmıştık. güzel garson kızlar bize
hizmet ediyordu. Adam onlara: "Birkaç sorumu cevaplandım mısınız? " diye sor
du. Onlar ise her şeyi açıkladılar. 'Evlenmek istiyor musunuz?" " Evet, ama bura
da değil. Bir yabancıyla evlenmek istiyoruz ki sağl ıklı çocuklarımız olsun.· Son
ra cesaretlendi: "Sevg i l i leriniz var mı? Nasıl lar? Sizi tatmin adebil iyorlar mı? Ne
demek istediğimi anlıyorsunuz. değ i l mi?" Kızlar gülerek: "Şu adamları görüyor
sunuz değil mi? Helikopter pilotları. Boylu poslu. parlak madalyaları var. Devlet
toplantıları için iyiler ama yatakta değil." Ing i l iz, garsonların fotoğraflarını çek
tikten sonra bana yine aynı şeyi söyledi . "Kimsenin neden size inanmadığını
şimdi anl ıyor musun? Çünkü kendinize de yalan söylüyorsunuz."
Birl ikte Bölge'ye gittik. Çernobil civarında 800 atık gömüsü olduğu bil inen bir
gerçektir. O, mükemmel inşa edilmiş yapılar bekliyordu, bulduğu ise basit çu
kurlard ı . Bunlar reaktör çevresindeki 1 50 hektarl ık bölgeden kesilmiş "turuncu
orman"la doluydu -Kazadan sonraki günlerde, reaktör çevresindeki çarnlar önce
kızıl sonra turuncu renge döndü. Bu çukurlar binlerce ton meta l ve çel i kle, kü
çük borularla, özel giysi lerle, beton konstrüksiyonlarla doluydu. Bana bir Ingiliz
dergisinden, yukarıdan çeki lmiş panoramik bir görüntü gösterdi . Binlerce oto
mobil ve uçak parçası, yangın aracı. ambulans görülebil iyordu. En büyük mezar
lık reaktörün hemen yanındayd ı . On yıl sonra bile olsa buranın fotoğrafını çek
mek istedi . Fotoğrafı getirirse ona para vaat etmişler. Bir patrandan diğerine
mekik dokuduk, kiminin izni yoktu, kiminin de haritası . O kadar uğraştıktan son
ra fark ettim ki, mezarl ık artık orada değ i ldi. Sadece belgelerde var olduğu ya
zıyordu; ama uzun zaman önce parça parça pazarlara, kolhoza, evlere taşınmış
tı. Her şey çal ınmış ve götürül müştü. Ing i l iz' in aklı olanları almamıştı. Ona ger
çeği söylediysem de bana i nanmad ı . Artık en cengaver makaleyi bile okusam
inanamıyorum. "Ya bu da bir yalansa?" diye düşünüyorum. Trajediyi öne çıkar
mak artık bir ki işe oldu. Bir kutsama yöntemi. Bir korku luk! (Umutsuzca 'susu
yor.)
Her şeyi müzeye getiriyorum. Bazen kendi kendime. "Boş ver! Kaç ! " diyorum.
Bunlara nasıl dayanabil irim?
Yabancı gazetecilere birçok kez, neden geldiklerini, neden Bölge'ye girmek is
tediklerini soruyorum. Bunun sadece para veya kariyer için olduğunu düşünmek
aptalca çünkü. 'Burayı seviyoruz." d iyorlar. "Burada gerçek bir yaşam enerjisiy
le doluyoruz." Beklenmedik bir yanıt. değ i l mi? Herhalde onlar için biz keşfedil
memiş ve h ipnotik bir şeylere sahibiz. Onlardan bizi sevip sevmediklerini, hak
kımızda ne yazabi leceklerini. bizden ne anladıklarını açıklamalarını hiç isteme
dim.
Neden ölümün çevresinde dönüp dolanıyoruz?
Çernobil ! Artık başka bir dünyamız olmayacak. I l kin. ayağımızın altından yeri
çekti. üstümüze acı kustu; ama şimdi başka bir dünya olmayacağını anl ıyoruz,
yüzümüzü dönecek h içbir yerim iz yok. Burada -traji k bir şekilde- yerleşik olmak,
tamamen farklı bir dünya görüşü. Savaştan dönen i nsanlar 'Kayıp Kuşak" ola
rak adlandırıldı. Biz de kayıbız. H iç değişmeyen tek şey insanların acısı. Tek ser
mayemiz bu !
Her şeyden sonra eve geliyorum -eşim beni dinl iyor- ve ardından şöyle diyor:
'Seni seviyorum; ama oğ lumu a l mana izin vermeyeceğim. Kimse onu alamaz.
Ne Çernobil, Ne Çeçenistan. H iç kimse ! ' Bu korku çoktan onun yüreğinde yer
etti bile.
Klaudia Grigoriyevna Barsuk, bir temizlikçinin eşi; Tamara Vasi lyevna Belooka
ya, doktor; Vakaterina Fedorovna Bobrova, tahl iye edilen Pripyat kenti eski sa
kini; Andrev Burtis. gazeteci; Ivan Naumoviç Vergeyçik, pediyatri uzmanı; Yele
na llyiniçna Voronko, Bragin beldesi sakini; Svetlana Govor. bir temizli kçinin
eşi; Natalya Maksimovna Gonçarenko. tah l iye ed ilmiş bir kişi; Tamara l lyiniçna
Dubikovskaya, Narovlya beldesi sakini; Albert N ikolayeviç Zaritskiy, doktor;
Aleksandra lvanovna Kravtsova. doktor; Eleonora lvanovna Ladutenko, radyo
log; lrina Yurevna Lukaşeviç, ebe; Antonina Maksimovna Larivonçik, tahl iye
edilmiş bir kişi; Anatali lvanoviç Polişuk, hidro-meteorolog; Maria Yakovlevna
Saveleyeva. anne; N ina Khantseviç, bir temizlikçinin eşi.
Mutlu bir hamile kadın görmeve l i uzun zaman oldu. Bir tanesi geçenlerde do
ğum yaptı. Kendine geli r gelmez il k söylediği, "Doktor ! Bana bebeği gösterin.
onu buraya getirin,· oldu. Bebeğin başını, alnını, küçük bedenini. kol larını. ba
caklarını yokladı . Emin olmak istiyordu: 'Doktor, doğurduğum çocuk normal, de
ğil mi? Her şey yol unda mı?" Emzirmesi için bebeği yanına koydular. Korkuyor
du, "Çernobil'e yakın bir yerde oturuyorum. Oraya annemi ziyarete gitmiştim. O
kara yağmura ben de yakalandım."
Bize rüya larını anlattı. sekiz bacaklı bir dana ya da kirpi suratlı bir köpek eniği
doğurduğunu görmüş. Buna benzer tuhaf rüyalar. Eskiden kadınlar böyle rüya
lar görmezdi . Belki de ben hiç d uymadım; ama otuz yı ldır ebelik yapıyorum.
Ben bir öğretmenim. Rusça öğretiyorum. Sözünü edeceğim olay, sanırım Hazi
ran ayının başlarında, sınavlar sırasında meydana geldi. Okul müdürü hepimizi
bir araya toplayı p. "Yarın herkes küreklerini yanında getirsin. diye buyurdu.
•
Dışarıda sabahtan akşama kadar kazma kürek sal l ıyorduk. Eve dönerken yolda,
tuhaf bir şeki lde mağazaların hala açık olduğunu. kadınların çorap ve partüm al
dığını görüyorduk. Kendimizi çal ışırken savaş zamanında gibi hissediyorduk; o
yüzden etrafta ekmek, tuz, kibrit kuyrukları görmek bizim için çok daha anlaml ı
olurdu. Herkes ekmek kurutmak için yarışıyordu. Savaştan sonra doğmuş olsam
da, bu manzara bana tanıdık geldi. Evim i nasıl terk edeceğimi, çocuklarla han
g i eşyalarımızı yanım ıza alacağımızı, annerne ne yazacağımı hayal edebil iyor
dum. Çevrede yaşam eskisi gibi sürüyor, televizyonda komedi fi lmleri gösteri li
yordu. Ama hep dehşet içinde yaşad ık, dehşet içinde yaşamayı çok iyi bil iyoruz,
bu bizim doğal yaşam tarzımız gibi bir şey. Bu konuda insanı mızın eşi benzeri
yoktur.
Askerler bir köye da l ıyor ve köy sakinlerini tahl iye ediyordu. Köy sokakları as
keri teçhizatla dolmuştu; zırhlı personel taşıyıcıları, yeşil bez tenteli kamyonlar
ve hatta tanklar. Herkes askerler eşl iğinde evlerini terk etti, bu özellikle savaş
zamanını görmüş olanlar için zor bir andı. Önce Rusları suçladılar; hata onla
rın, santra l i onlar yaptı lar! Sonra suç komünistlere atı ldı. Olay durmaksızın sa
vaşla karşı laştırıl ıyordu. Ama bu daha büyük bir şeydi. Savaş nedir anlarsınız.
Ya bu? Kimse sesini çıkarmazdı .
Televizyonda birdenbire şöyle parçalar göstermeye başladı lar: Yaşl ı bir kadın
ineğini sağıyor, sütü bir tenekeye döküyor, muhabir el inde askeri bir radyasyon
cihazıyla gelip sütü ölçüyor. Sonra spiker şöyle diyor. "Bakın. her şey yol unda.
üstelik reaktör sadece on kilometre ötede." Pripyat nehrini gösteriyorlar, herkes
yüzüyor, yatmış güneşleniyor. Uzakta reaktör ve gökyüzüne uzanan dumanlar
seçilebiliyor. Spiker konuşuyor. 'Batı kaza hakkında yalanlar söyleyerek halkı
pan iğe sürüklemeye çalışıyor.' Sonra yine radyasyon cihazı, tabaktaki bal ık, bir
parça çikolata, açık tezgahta duran kekler ölçülüyor. Aslında bunların hepsi ya
landı. O zaman kullandığımız cihazlar radyoaktif arka planı ölçüyordu, tek başı
na objeleri değil.
Çernobil'i başımıza saran bu inanılmaz yalanların büyüklüğü; ancak büyük savaş
sırasında söylenen yalanlarla karşılaştırılabilir.
lık çocuğumuzu bekliyorduk. Kocam oğlan, bense kız istiyordum. Doktorlar ben i
ikna etmeye çalıştı: ' B u çocuğu aldırmal ısın, babası Çernobil'deydi . ' O, kamyon
şoförüydü, ilk günlerde onu da çağırdı lar. Kum taşıdı. Fakat ben kimseye inan
mad ım.
Bebek ölü doğdu. Iki parmağı eksikti. Bir kız bebek. Ağladım. "En azından par
makları sağlam olsaydı," diye düşündüm. Ne de olsa bir kızd ı.
Hastaların yaraları daha yavaş iyileşmeye başladı. O ilk radyoaktif yağmuru -ka
ra yağmur- hatırl ıyorum. Buna hazır değildik; ayrıca yeryüzündeki en iyi, en ola
ğanüstü, en güçlü ülkeydik. Üniversite okuyup mühendis olmuş kocam, bunun
bir terörist faal iyet olduğuna beni inandırmaya çal ıştı. Düşman tarafından ya
pılmış bir sabotaj. O dönemde birçoğu buna inanıyordu. Fakat bir zamanlar in
şaatta çal ışan bir adamla aynı trende yolculuk yapmıştım, bana Smolensk Nük
leer Santrali'nin inşası sırasında ne kadar çok çimento, demir, kum ve çivinin
çalınıp köylere satıldığını anlatmıştı . Para ya da bir şişe votka karşılığı.
Partiden bazı ları köylere ve fabrikalara gelip halkla konuştu, fakat bir tanesi bi
le deaktivasyon nedir, çocuklar nasıl korunur, radyonüklidlerin kaçta kaçı yiye
ceklerimize bulaştı gibi konuLara girmedi . Alfa, beta, gama ışınları nedi r bilmi
yorlardı; radyobiyoloj iden, iyonize radyasyondan haberleri yoktu. Onlar için bun
lar başka bir dünyadan gelme şeyi erdi. Sovyet halkının kahramanlığı, askerlerin
cesareti, batıl ı ajanların fitneleri hakkında konuştular. Bir Parti konuşmasında
bunlardan kısaca bahsedecek oldum, beni partiden kovacaklarını söyledi ler.
Bu topraklarda kalmaktan korkuyorum. Bana bir radyasyon cihazı verdi ler, onun
la ne yapacağı m? Çamaşır yıkıyorum, çamaşırlar sakız gibi oluyor ama cihaz tı
kırdıyor. Yemek yapıyorum, turta pişiriyorum, yine tıkırdıyor. Yatağı yapıyorum,
yine. Buna neden i htiyacı m var. Çocuklarım ı doyurup ağl ıyorum. "Neden ağlı
yorsun, anne?"
Iki oğlum var. Anaokuluna gidiyorlar, hep hastalar. Büyük olan ne kız ne de oğ
lan. Saçı çıkmıyor. Onu doktorlara. büyücülere götürüyorum. Sınıfında en küçük
olan o. Koşamıyor, oynayamıyor. Eğer biri kazara ona çarparsa ve kanamaya
başlarsa ölebil ir. Adını söyleyemediğim bir kan hastalığı var. Onunla hastane
de yan yana yatı p düşünüyorum. "Ö lecek." Daha sonra böyle düşünmarnem ge
rektiğine kend i mi ikna etmeye çalışıyorum. Tuvalette ağlıyorum . . . Annelerin
h içbiri odalarda ağlamıyor. T uvaletlerde. duşlarda ağ lıyorlar. Sonra şen şakrak
geri dönüyorum:
Burada ne tür insanlar yaşadığını size anlatayım. Bir örnek vereceğim; 'kirli ' böl
gelerde, ilk yıl larda mağazaları Çin bittekleri ve kara buğdayla dolduruyorlardı.
Herkes 'Aman ne iyi ! Kimse b i zi g itmeye zorlayamaz ! " diyordu. Toprak düzen
siz bir şekilde kirlenmişti. Bir kolhozun tarlaları 'temiz', d iğerininki 'kirli' olabili
yordu. 'Kirli' tarlalarda çal ışanlar daha fazla maaş aldığı için, herkes ora larda
çalışmak için can atıyor. 'temiz' tarlalarda çalışmak istemiyordu.
Yakınlarda Uzakdoğu'dan gelen kardeşim beni ziyaret etti . "Burada hepiniz ka
ra kutular gibisiniz," dedi. Uçaklarda bilgi leri kaydeden kara kutulardan bahse
diyordu. Yaşadığımızı, konuştuğumuzu, yürüdüğümüiü, yediğimizi, birbirimizi
sevdiğimizi zanned iyoruz. Halbuki sadece bilgi kaydediyoruz !
Pediatri uzmanıyım. Çocuklar için her şey çok farkl ı. Ö rneğin onlar için kanser
ölüm .d emek deği.l, bu bağiantıyı kuramıyorlar. Kendi leri hakkında her şeyi bili
yorlar; tanıları, aldıkları ilaçlar, tedavilerinin adları. Annelerinden daha bilgili
ler. Öldükleri zaman yüzlerinde şaşkın bir ifade oluşuyor. Şaşkın yüzlerle öyle
ce yatıyorlar.
Doktorlar bana kocamın öleceği haberini verdi. lösemi hastası. Çernobi l bölge
sinden geldikten iki ay sonra hastalandı. Oraya fabrikadan gönderi lmişti. Bir ge
ce vardiyasından sonra sabah eve geldi:
"Yarın gidiyorum."
"Orada ne yapacaksın?"
"Kolhozda çalışacağım."
On beş kilometre çapındaki bölgede samanları biçmişler, pancarları, patatesle
ri toplamışlar. Geri döndü. Ailesini ziyarete g itti k. Yere yıkı ldığında babasıyla
bir duvarı onarıyordu. Ambulans çağırıp onu hastaneye götürdük. Ciddi dozda
lökosit aldı.
Döndüğünde aklında sadece bir tek düşünce vardı: 'Ölüyorum.' Sessizleşti. Bu
nun doğru olmadığına onu inandırmaya çalıştıysam da boşuna. Ona. bana inan
sın diye bir kız evlat verdim. Sabahları uyandığımda kocama bakıp düşünürdüm,
'Kendi başıma nasıl başaracağı m?" Ölümü çok fazla düşünmemek gerek. O dü
şünceleri katarndan kovuyordum. Onun hastalanacağını bilseydim, bütün kapı
ları kapatır, eşiğe dikil irdim. Evdeki bütün kilitlerle kapıları kilitlerdim.
Iki yıldan beri oğlumla hastane hastane dolaşıyoruz. Çernobi l hakkı�da bir şey
duymak, okumak istemiyorum. Zaten her şeyi gördüm.
Hastanelerdeki küçük kızlar bebekleriyle oynuyor. Gözlerin i kapattıkları zaman
bebekler ölüyor.
'Bebekler neden ölüyor?"
'Çünkü onlar bizim çocuklarımız. bizim çocuklarımız yaşamayacak. Doğacaklar,
sonra da ölecekler. •
Artyom yedi yaşında; beş yaşında gibi duruyor. Gözlerin i kapattığında, uyuyor
sanıyorum. Beni görmediği için ağlamaya başlıyorum. Sonra gözlerini açıp, "An
ne. şimdiden öldüm mü?" diye soruyor.
Uyuduğu zaman neredeyse nefes almıyor. Yatağının başucunda diz çöküyorum.
'Artyom gözlerini aç, bir şeyler söyle." Kendi kendime, "hala sıcak." d iye düşü
nüyorum.
Gözlerini açıyor, sonra tekrar uykuya dalıyor. Ölüyarmuş gibi sessizce.
"Artyom, gözlerini aç. ·
Onun ölmesine izin vermeyeceğim.
Yakın zamanda yeni yılı kutladık. Her şeyimiz vardı, hepsi de ev yapımıydı; tüt
sülenmiş yiyecekler, domuz pastırmas ı, et, turşu. Dükkandan a lınma tek şey ek
mekti. Votka bile bizdendi. "Bizden" derken Çernobi l' i kastediyorum. Sezyum,
stronsiyum aromalı . Iyi de, başka nereden yiyecek bulacağız? Köy dükkan iarı
boş, bir şeyler gelse bile maaşımız onları satın a lmaya yetmez.
Konuklarımız geldi, komşular; genç, kibar insanlar. Birisi öğretmen. d iğeri kol
hoıda tamirci, bir de onun karısı. Içtik, bir şeyler yedi k. Sonra şarkı söylemeye
başladık. Içimizden gelerek bütün eski şarkıları söyledi k; devrimci şarkılar, sa
vaş türküleri. "Sabah güneşi zarif ışığıyla Kremlin'i renklendiriyor! " Güzel bir ak
şamdı. Eskisi gibi.
Bunları oğluma yazdım. O öğrenci, başkentte yaşıyor. Bana şöyle cevap yazmış:
"Anne, sahneyi gözümde canlandırdım. Çok çılgınca. Çernobil toprağı, evimiz.
Noel ağacı ışıl ışıl yanıyor. Masa başındakiler ise devrim, savaş şarkıları söylü
yor. Sanki Gulag'ları. Çernobil'i görmemiş gibi." Korktum, kendim için değil, oğ
lum için. Geri dönecek yeri yok.
OçOncO BOIOm
l i k sorumuz "Suç kimin?" oldu; ancak sonra, daha çok şey öğrendiğimizde dü
şünmeye başladık. Ne yapmal ıyd ık? Kendimizi nası l kurtarabilirdik? Bunun bir
ya da iki yı l değ i l , nesil lerce süreceğini kavradığımııda ise, arkamıza bakıp say
faları bir bir çevirmeye koyulduk.
O lay, cuma gecesi geç saatte oldu. Ertesi sabah kimse bir şeyden şüphelenme
m işti . Oğlumu okula gönderdim, kocam da berbere tıraş olmaya g itti. Kocam ge
ri döndüğünde öğle yemeğ i hazırl ıyordum. " Nükleer santralde yangın gibi bir
şey varmış." ded i . " Dediklerine göre radyoyu kapatmamalıymışız. " Söylemeyi
lll
unuttum. Pripyat'ta. santralin yakınında oturuyorduk. Hala parlak kırmızı ışıltıyı
hatırlıyorum. reaktör ışıldıyar g ibiydi. Bu bildiğimiz yangınlardan değildi, bOyOk
bir parıltıyd ı . GOzel görünüyordu. Böyle bir şeyi filmlerde bi le görmemiştim. O
akşam herkes balkoniara doluştu, balkonu olmayanlar da misafirliğe g itti. Do
kuzuncu kattaydık ve manzara m ız iyiydi. Herkes çocukların ı getirmişti, onları ha
vaya kaldırıp, "Bak! Hatırla ! ' d iyorlard ı. Bu insanlar reaktör çal ışanlarıydı lar;
mühendisler. işçiler. fizik öğretmenleri. Kara tozun içinde durup konuşuyor, du
manı soluyor, neler olduğunu merak ediyorlardı. Arabasına, bisikletine atiayan
yangını görmek için oraya gitmişti. ÖIOmOn bu kadar g üzel olabi leceğini bilmi
yorduk. Kokusu olmadığını söyleyemem; ne var ki bahar veya gOz kokusu gibi
değildi; bambaşka bir şeydi. toprak kokusuna da benzemiyordu. Bağazım gıcık
landı. gözlerim yaşardı.
BOtOn gece gözOmO kırpmadım, Ost k�tta komşuların ayak seslerini duyuyor
dum, onlar da uyuyarnam ı ştı . Mobilyaları hareket ettiriyorlar. tOriO gOrOitOier çı
karıyorlardı; eşyalarını paketl iyor olabilirlerdi. Baş ağrım ı geçirmek için Gitra
man içtim. Sabah uyandım ve çevreme bakındığımda -bu sonradan uydurduğum
bir şey değil. o zaman aynen böyle hissetmiştim- bir şeylerin yol unda gitmedi
ğini. bir şeylerin geri dönmemecesine değiştiğini fark ettim. O sabah, daha sa
at sekizde sokakları gaz maskeli askerler doldurmuştu. Onları ve askeri araçla
rı sokakta gördOğOmOzde korkmadık; aksine bu görOntO bizi rahatlatmıştı. Ordu
yardımımıza koştuğuna göre. her şey iyi olacaktı. O zaman barışçıl atarnun öl
dOrebi leceğini, insanın fizik kanunları karşısında çaresiz olduğunu henüz bilmi
yorduk.
Radyoda bOtOn gOn insanlara tahliye için hazırlanmaları tal imatı veri ld i. Bizi Oç
gOn boyunca oradan uzaklaştırıp. her yeri yıkayacak ve kontrol edeceklerdi. Ço
cuklara okul kitaplarını yanlarına almaları söylenmişti. Kocam ne olur ne olmaz
diye evraklarımızı ve evl i l i k cüzdanımızı çantasına koydu. Beni m yanıma aldığım
tek şey -hava kötülerse d iye- pamuklu bir başörtüsü oldu.
Daha ilk anlardan itibaren "Çernobi l l i ler", yan i farklı insanlar haline geldiğimizi
hissetmi ştim. Otobüsümüz geceleyin bir köyde durdu. Insanların bir kısmı okul
binasında yerlerde, kalanlar da bir demekte uyudu. G idecek yerimiz yoktu. Bir
kadın bizi evine davet etti. "Gelin,' dedi . 'Size de bir çarşaf sereyim. Çocüğunu
za acıdım.' Arkadaşı onu çekerek bizden uzaklaştırdı. 'Deli misin? Onlar zehir
li!'
Mogilev'e yerleştiğimizde oğlumuz okula başladı ve i l k gün eve gözyaşları için
de döndü. Onu yanına oturttu kları kız, onun radyoaktif olduğunu, yanında otur
masını istemediğini söylemiş. Oğlumuz dördüncü sınıftaydı ve sınıhaki tek Çer
nobi ll iydi. Diğer çocuklar ondan korkuyordu, "Parlak' d iye ad takmışlardı. Zaval
lının çocukluğu çok erken bitti.
Biz Pripyat' ı terk ederken, bir askeri birlik ters yönde i lerl iyordu. O kadar çok as
keri araç vardı ki. Işte o zaman. onları gördüğüm an korkmaya başladım. Yine
de bütün bunların bir başkasının başına geldiği duygusunu bir türlü üstümden
atamıyordum. Ağl ıyor, yemek arıyor. uyuyor. oğluma sarıl ı p onu tese l l i ediyor
dum. Ama içimde bir yerlerde sadece bir gözlemci olduğumu hissediyordum. Ki
ev'de bize biraz harçlık verdiler, hiçbir şey alamadık. Yüz binlerce insan yerin
den edilmişti ve ne buldu!arsa satın alıp yemişlerdi. Birçok kişi tren garında.
otobüslerde kalp krizi. felç geçirdi. Beni kurtaran annem oldu. Uzun yaşamış ve
çok kez her şeyini birden kaybetmişti. Ilki 1 930' 1ardaydı. lneğini, atını, evini al
mışlardı. Ikincisinde yang ın çıkmış, sadece beni kurtarabilmişti. Şimdi ise. "Bu
nu başarmak zorundayız. En azından hayattayız," diyordu.
Bir şey hatırl ıyorum; otobüsteyiz. herkes ağl ıyor. Ön tarafta bir adam karısına
bağırıyor: "Bu kadar aptal olduğuna inanamıyorum ! Senden başka herkes yanı-
na eşyalarını almış, bizim elimizde ise bu kavanozlardan başka bir şey yok! "
Karısı hazır otobüse binmişken, yol üstünde yaşayan annesine birkaç boş turşu
kavanozu götürmeye karar vermişti. Koltuklarının yanında büyük, şişkin torbalar
vardı, Kiev'e kadar otobüste onların üstünden atlayarak i lerleyebildik. Kiev'e de
el lerinde sadece o torbalarla ulaştılar.
Rüyamda, sık sık güneşl i bir havada Pripyat'ta oğlumla hisikiete bindiğimizi gö
rüyorum. Orası şimdi bir haya let şehir. Yine de şehrin içinde geziyor ve güllere
bakıyoruz. Pripyat'ta ne çok gül vardı, kocaman kocaman gül çal ıları. Henüz
gençmişim, oğlum da daha küçükmüş. Onu seviyormuşum. Tıpkı bunca zaman
olduğu gibi bir seyirciymişim, bütün korkularımı unutmuşum.
O günleri hatıramda canlandırmaya çal ıştım. Birçok yeni duyguyla karşı karşıya
kalmıştım. korku ve bilinmeyene gidiş; sanki Mars'a ayak basacakmışım gibi.
Kurskluyum. 1 969 yıl ında yakınlarda bir yere, Kurchatov kasabasına bir nükleer
santral kurdular. Oraya yiyecek satın a lmaya g iderdik; çünkü santralde çalışan
lara hep en iyi yiyecekler gönderil irdi . Reaktörün hemen yanındaki gölde bal ık
avlardık. Çernobil 'den sonra bu sık sık aklıma geldi.
Olay şöyle oldu; çağrı aldım ve disipl i n l i bir insan olduğum için hemen ertesi
gün askerl ik şubesine g ittim. Dosyamı buldular. "Sen," ded i ler bana, "daha ön
ce h iç bizimle çalışmalara katıl mamışsın. Orada kimyacılara i htiyaç var. Minsk
yakınlarında 25 günlük bir kampa katı lmak ister misin?" Ai leme ve işime biraz
ara vermek fena olmazdı. G ider, hava alırdım.
22 Haziran 1 986 günü. saat 1 1 'de, toplanma noktasına elimde diş fırçam ve çı
kınımla ulaştım. Bir barış zamanı ça lışmasına bu kadar kalabalık gitmemiz beni
şaşırtmıştı. Savaş filmlerinden sahneler hatırladım. tam günüydü; Alman i şga
linin başladığı 22 Haziran'la aynı tarih. Bütün günümüz bir sıraya girip. bir da
ğı lmakla geçti, sonunda otobüslere bindirildiğimizde hava kararmıştı . Biri aya
ğa kalkıp şöyle dedi: "Eğer yanınızda içki getirdiyseniz şimdi için. Bu gece tre
ne bineceğiz ve yarın biriikierimize tesl i m olacağız. Sabah herkes dalından ye
ni kopmuş hıyar kadar diri olacak. fazla yükünüzü de yanınızda getirmeyin . " Ta
mam. dert değ i l . Bütün gece içip eğlendi k.
Sabahleyin ormandaki birliğimizi bulduk. Bizi yine sıraya soktular ve alfabetik
sırayla çağırıp koruyucu g iysi lerimizi dağ ıttılar. Bize önce bir takım. sonra bir ta
ne daha ve en sonunda bir üçüncü takim daha dağıttıklarında olayın ciddiyetini
kavramaya başladım. Palto. şapka. şi lte. yastık d a dağıttılar. k ış teçhizatı. Oysa
yaz mevsimindeydik ve yirmi beş gün sonra evierimize döneceği miz söylenmiş
tL Bizimle gelen yüzbaşı bunu duyunca gü ldü: "Şaka mı yapıyorsunuz? Yirmi beş
günmüş. Çernobi l'de altı ay çal ı şacaksınız." Önce bir şaşkınlık, ardından öfke . . .
Aklımızı çelrnek için anlatmaya koyuldular; reaktöre yirmi kilometre uzaklıkta
çal ışanlar iki katı, on kilometre uzaklıkta çalışanlar üç katı maaş al�cak. Reak
törde çalışanlar ise maaşlarının tam altı katını kazanacaklar. Içimizden biri altı
ay içinde evine arabasıyla dönme hesapları yaparken. bir diğeri de evine hemen
gitmek istiyordu, ne var ki askerdeydi.
Radyasyon da ne? Kimse radyasyon lafın ı daha önce duymamıştı . Ben ise. 50
röntgenin ölümcül doz olduğu gibi otuz yı l öncesinin bilgi leri n i anlattıkları bir si
vil savunma dersine katılmıştım, hepsi bu. Patlama dalgalarından korunmak için
nasıl siper alacağımızdan bahsetmişlerdi. lrradyasyon, termal ısı, vesaire ...
Ama bir bölgenin radyoaktif kirli liği -en ciddi faktör- hakkında tek söz eden ol
mamıştı . Bizi Çernobil'e getiren subayların da bu konuda çok bilg i l i olduğu söy
lenemezdi. Bi ldikleri tek şey; daha çok votka için. radyasyona iyi gel iyormuş!
Altı gün boyunca M insk yakınında ka ldık ve bu altı gün boyunca içtik. Şişelerin
üzerindeki etiketleri inceliyordum. lık içtiklerimiz votkaydı, sonraki içtiklerimizin
tuhaf birtakım içecekler olduğunu fark ettim. N ithinol ve bu cinsten cam temiz
leyicileri. Bir kimyager olarak bunlar beni m için ilginç deneyimlerdi. Nithinol iç
tikten sonra bacaklarınız çözülse de bilinciniz gayet açık kal ıyor. vücudunuza
"ayağa kal k ! ' diye emir verip sonra da yere düşüyorsunuz.
Kimya mühendisiyim, yüksek l i sansım da var. Büyük bir fabrikada laboratuvar
şefi olarak çalışıyordum. Bana ne iş yaptırdılar dersiniz? Elime bir kürek tutuş
turdular; tek aracım bu olacaktı. Kendimize hemen bir slogan bulduk: "Atama
karşı kürekle savaş ! " Koruyucu teçhizatı mızın içinde gaz maskesi ve oksijen tü
pü gibi şeyler de vard ı; ama d ı şarıda sıcakl ık 30 dereceydi , onları takmaya kal
kan sıcaktan ölürdü. Maskeler için -fazladan cephane için i mza atar gibi- zim-
met belgeleri i mzatadık, sonra da onları unuttuk. Bizim için onca ayrıntıdan sa
dece biri oldular. Otobüsten trene nakledi Id ik. Yetmiş kişiydik ama vagonda kırk
beş koltuk vardı. Biz de dönüşümlü uyuduk.
Çernobil nedir? Bir sürü askeri araç ve askerler, yıkama üniteleri, gerçek bir as
keri yığınak. Bizi her çadıra on asker düşecek şeki lde yerleştirdi ler. Kimimizin
çocukları vardı, kimimizin eşi hamileydi, kimimiz ise tam ev değiştiriyorduk. Bu
na rağmen kimse durumdan şikayet etmedi . Yapmak zorundaydık, bu yüzden
yapıyorduk. Anavatan çağırmış biz de göreve koşmuştuk.
Çadırların çevresinde yığ ınlarta boş konserve kutusu vardı. Askeri depoların sa
vaş hal i için özel stokları bulunurdu. Konserveterden anlaşıldığı kadarıyla bun
lar et, yulaf, balık gibi yiyeceklerdi. Her yerde kediler geziyordu, sinek kadar kal
mışlardı. Köyler boşa ltı lmıştı . Birilerini bulmak umuduyla bir kapıyı açtığınızda
dışarı sadece bir kedi çıkıyordu.
Zehiri i yüzey toprağını kazıyıp arabalara doldurduk ve atık gömme alanlarına ta
şıdı k. Bu atık gömme yerlerinin karmaşık bir mühendislik ürünü olduğunu sanır
dım, meğerse basit çukurlarmış. Toprağı halı gibi ka ldırıp dürüyorduk. Üzerinde
ki çim ler, çiçekler, kökler, böcekler, solucanlar ve örümceklerle beraber. Bu de
li işiydi. Toprağı kaldırıp üzerindeki canlı ları ayıklamak mümkün değildi, bence
biraz daha fazla içiyor olsaydık onu da denerdik. Ruh sağlığımız bozul muştu.
Yüzlerce kilometrelik toprağı dürüp atmıştık. Evler, ahırlar, ağaçlar, yollar, ana
okul ları, kuyular, hepsi bir anda çırılçıplak kalmıştı. Sabah kalkıp tıraş olmaya
g ittiğimizde, aynada kendi yüzümüze bakmaktan korkuyorduk. Insanın aklına
türlü türlü şeyler gel iyordu. Insanların oraya geri döneceklerini hayal etmek bi
le zordu; oysa biz evlerin pervazlarını, çatı larını değiştirdik. Hepimiz bunun ge
reksiz bir iş olduğunu bil iyorduk ve bizim gibi düşünen binlerce kişi vardı. Her
sabah uyanıp aynı işi yapıyorduk. Bir defasında okuma-yazması olmayan bir ihti
yarla karşılaştık: "Bu iş aptalca, çocuklar. Bırakın da gelin, birlikte yemek yiyelim."
Işimiz bittikten sonra geride kalan tek şey çukurlar oldu. G üya onları beton blok
larla kapatacak ve çevresine dikenli tel ler öreceklerdi. Orada kullanılan kam
yonları, vinçleri öylece bıraktılar; metal de kendince radyasyon tutuyordu. Bu
malzemenin sonradan çalındığını, ortadan kaybolduğunu duydum. Buna inanı
rım. Artık her şey mümkün.
Görevimizin ortasına doğru bizlere radyasyon ölçen birer cihaz verdiler. Içinde
bir kristal duran küçük kutular. Bazı ları onları sabahtan atık gömme yerlerine
götürüp bütün gün orada bırakırdı. Böylece ci haz daha fazla radyasyon göstere
cek ve akıl ları sıra daha erken terhis edi leceklerd i ya da belki daha fazla para
verirlerdi. Bazı ları da cihazları, yere yakın durup daha yüksek oranda radyasyon
çekmeleri için postallarına bağlardı. Tam bir saçmal ı klar komedisiydi. Cihazia
rın sayaçlarının i lerlemesi için önce bel l i bir doz radyasyonla harekete geçiril
meleri gerekiyordu, bu halleriyle çalışmıyorlardı bile. Işin doğrusu. bu elli yıl ön
cesinin küçük oyuncaklarını sırf bize psikoterapi olsun d iye depolardan çıkar
mışlardı. Işimiz bittiği nde hepimizin sağl ı k karnelerine ayn'ı şey yazıldı. Ortala
ma radyasyonu orada kaldığımız gün sayısıyla çarptı lar. Ortalama radyasyonu
da ça lıştığımız yerde değil, çadırlarımızda ölçtüler.
Dinlenmemiz için iki saat ara verilirdi. Ben bir çal ının di bine kıvrıl ıp, büyümek
te olan kirazları seyrederdim. Kocaman, sulu sulu kirazlar. Insanın onları kopa
rıp yiyesi gelirdi. Karadutlar ... Hayatımda ilk defa karadut görüyordum. Işimiz
olmadığında etrafta gezinirdik. Sabahın üçüne. dördüne kadar Hi nt aşk filmleri
seyrederdi k. Bazen aşçı uyuyakal ır, ekmeğ imiz doğru dürüst pişmeden çıkardı.
Bize gazeteler getirirlerdi, gazetede kahraman olduğumuzu yazard ı. Gönüllüleri
Fotoğraflar olurdu; oysa hiçbirimiz etrafta fotoğrafçı görmezd ik.
Bir defasında özel bir emir aldık. Gidip boş köylerden birindeki bir evi yıkaya
caktık. Inanılmaz ! "Neden?" "Yarın orada bir düğünü filme çekeceklermiş." Eli
mize hortumları alıp çatıyı, bacayı, ağaçları yıkad ı k. Toprağı kazıdık. Patates tar-
. lasını. bahçeyi, çimleri tıraşladık. Çevrede hiçbir şey kalmamıştı. Ertesi gün ge
lini ve damadı getirdiler. bir otobüs dolusu da konuk vardı. Müzikler çal ındı. Ge
lin ve damat gerçekti, daha önce tah liye edi l m işler, ama her nasılsa biri onları
geri gelip düğünlerini burada yapmaya ikna etmişti . Televizyon için propagan
da: Gündüz düşleri fabrikası ! Orada bile efsanelerimiz iş başındaydı. bizi koru
yorlardı: 'Bakın. her yerde hayatta kalabil iyoruz. Ölü toprakta bile."
Evime dönmeden hemen önce komutan beni çağırdı. "Sen ne yazıyordun?" "Eşi
me mektuplar.' "Pekala. Dikkatli ol."
O günlere dair hatıralarımda bir del i l i k gölgesi var. Kazıyor, kazıyorduk. Günlü
ğümün bir yerinde, toprak olmanın ne kadar kolay olduğunu birkaç günde öğ
rendiğimi yazmışım.
Kazadan bir ay sonra, Mayıs ayından itibaren, otuz kilometrelik bölgeden gelen
numuneleri a lmaya başladık. Enstitü, askeri bir enstitü gibi aralıksız çal ışıyor
du. O zamanlar Belarus'ta bu işi yapabilecek uzmanlara ve donanı ma sahi p tek
yer bizimkiydi.
Bize evcil ve vahşi hayvanların iç organlarını getird iler. Daha i l k testlerde eli
m izdekine et değil, radyoaktif yan ürün dememiz gerektiği bel l i olmuştu. Bölge
nin içindeki sürülere vardiyalı çobanlar göz kulak oluyordu, süt sağıcıları ise sa
dece gerektiğinde içeri alınıyordu. Süt fabrikaları devlet planına göre işl iyordu.
Sütü de test ettik. Bu da süt değil. radyoaktif yan üründü. Sonrasında dersler
de uzun süre boyunca, standart radyasyon kaynağı olarak, Rogachev süt fabri
kasından gelen konsantre süt ve süttozunu kullandık. Bu arada bu ürünler dük
kaniarda da satı lıyordu. Halk, sütün Rogachev fabrikasından geldiğini görüp de
almamaya başlayınca, birdenbire etiketsiz süt ürünleri peyda oldu. Bunu etiket
leri kalmadığı için yaptıktarını hiç sanmıyorum.
I şte sorunuzun yanıtı; bunların hepsin i bildiğimiz halde neden sessiz kal mayı
yeğledik? Neden meydanlara çıkıp gerçegi haykırmadık? Raporlarımızı yazdık,
açıklayıcı notlar düştük. Ama sustuk ve Parti disiplini nedeniyle emirleri itiraz
sız yerine getirdik. Bir komünisttim. H içbir meslektaşırnın Bölge'ye gidip çal ış
mayı reddettiğini hatırlamıyorum. Parti üyeliklerin i kaybetmekten korktukları
için değil. inandıkları için. Hepimizin iyi ve eşit yaşad ığına, bizim için insanın en
üst değer olduğuna inanıyorlardı. Bu inancın yıkı m ı birçok insanda kalp krizleri
ne ve intiharlara yol açtı. Profesör Legasov gibi kalbine kurşun sıkanlar oldu;
çünkü bu inancı kaybettiğinde artık bir katıl ımcı değilsin. herhangi birisin, var
olmak için bir nedenin yok. Onun intiharından çıkardığım bu, bunu bir işaret ola
rak değerlendiriyorum.
Bir yerlerde bir şeyler oldugunu ögrendik. Sözü edilen yer bizim Mogilev'den
uzaktaydı, daha önce adını bile d uymamıştım. Ardından kardeşim eve koşarak
geldi ve okulda bütün çocuklara hap verdiklerini söyledi. Besbelli ki ciddi bir
şeyler olmuştu.
Yine de 1 Mayıs'ta güzelce eğlendik. Eve gece geç saatte döndük ve pencere
min rüzgar tarafından ardına kadar açılmış oldugunu gördüm. Bunu daha sonra
hatırlayacaktım.
O zamanlar nükleer enerji santra lleri hakkında somut bir fikri m yoktu. Okulday
ken. içlerinde beyaz elbiseli insanların oturup düğmelerle oynadıkları. "hiçbir
şeyden" enerji yaratan sihirli fabrikalar olduğunu öğrenmiştik. Çernobi l patla
ması bizi çok hazırlıksız yakaladı. Hiçbir bilgi verilmiyordu.
Elimizden üzerinde:
"Çok gizl i"
'Kaza Raporları: Gizli"
'Tıbbi gözlemlerin sonuçları: Gizl i "
'Kaza sonrası çal ışmalara katılan personel in maruz kaldığı radyoaktivite hak
kında rapor: G izli" gibi şeyler yazan yığınla kağıt geçiyordu. Sadece söylentiler
vardı; gazetede yazıyormuş ki, biri leri duymuş ki, birileri demiş ki ... Bazıları Ba
tı'da söylenenleri izl iyordu, hangi hapları nasıl a lacağımıza dair konuşan sade
ce anlardı. Ama genel tepkiler şöyleydi : "Düşmanlarımız kutlama yapıyorlar, yi
ne de biz kurtulacağız." 9 Mayıs'ta gaziler zafer yürüyüşüne katı ldı lar. Reaktör
de yangınla savaşanlar bile. Sonradan ortaya çıktı ki, yaptıkları işin risklerinden
habersizlermiş. "Sanırım grafiti eline almak tehl ikel i . Galiba . . . "
Kentte birdenbire o çatlak kadın ortaya çıktı. Pazarda dolaşıyor, "Ben radyasyo
nu gördüm, mavi, masmavi. her şeyin iizerine sıçrıyor," diyordu. Halk o pazar
dan süt ve kaşar peynir almayı bıraktı. Yaşlı bir kadın sütüyle orada duruyordu
ama kimse süt almıyordu. ' Endişelenmeyin," d iyordu, "lneğ imi dışarı salmıyo
rum. Samanı ona kendi m getiriyorum." Kentin dışına çıktığ ınııda şu tür görün
tülerle karşılaşabi lirdiniz; naylona sarılıp sarmalanmış bir inek, yanında yine
naylona sarılmış bir köylü kad ın. Güler misin, ağlar mısın?
O noktadan itibaren bizi teftişlere göndermeye başladı lar. Ben bir kereste işle
me fabrikasına gönderi lmiştim. Planda bir değişiklik olmamıştı, gelen kereste
miktarı aynıyd ı , onlar da plana uyuyorlardı. Elimdeki cihazı depoda ça lıştırdım
ve cihaz çıldırdı. Kaplamalar iyiydi. ama süpürgeliklere gelince cihaz şaşırıyor
du. "Bu süpürgel ikler nereden?" " Krasnopol.' Daha sonra Krasnopol'ün Mogi lev
bölgesinde en kirli yer olduğu ortaya çıktı. 'Sadece bir kargomuz kaldı . Diğerle
rini çoktan yolladık.' Gönderildikleri onca yerde onları nası l bulacaktık?
Söylemekten çekindiğim bir başka şey daha vard ı . .. evet. Çernobil olayı olduk
tan sonra, bir anda herkes kendi ne ait bir yaşamı olduğunu fark etti. O zamana
kadar kimsenin bu yaşama ihtiyacı yoktu. Ama şimdi düşünmek zorundaydık; ne
yiyoruz. çocuğumuzu neyle besi iyoruz? Ne tehlikeli, ne değil? Bir başka yere ta
şınmalı mı, yoksa burada mı kalmalı? Herkes kendi adına karar vermek zorun
daydı. Biz ise bir köy, bir fabrika, bir kol haz olarak kolektif yaşamaya alışmıştık.
Sovyet halkıydık. kolektifleştirilmiştik. Ben 'çok Sovyet" biriydim örneğin. Üni
versitedeyken, her yaz Komünist Gençlik grubuyla çalışmaya g iderdim. Yaz bo
yu çalışır, kazandığımız parayı Latin Amerika'daki bir komünist partiye gönderir
dik. Bizim birliğimiz Uruguay'daki için çal ı şıyordu.
Sonra değiştik. Her şey değ işti. Bunu anlamak için i nsanın on fırın daha ekmek
yemesi gerekir. Ayrıca konuşamama. anlatarnama sorunumuz da var.
Radyoaktif toprağı gömmek için protokol ler i mzalanmıştı. TopraQı topraQa göm
dük. Tuhaf bir faal iyet. Tal imatiara göre, bir şeyler gömmeden önce jeolojik bir
araştırma yapıp gömme alanının a ltında üç ila dört metre derinliğinde satıh su
yu bulunmadıQından emin olmamız gerekiyordu. Ayrıca çukurlar fazla derin ol
mayacaktı, tabanı ve çepe ri eri de pol ieti len filmle kaplanacaktı. Bunlar tal imat
ların söyledikleriydi. Uygulama elbette ki farklı oldu. Her zamanki gibi... Jeolo
jik araştırma yapılmadı. Birileri parmağıyla gösterip "Burayı kazın,' d iyordu. Do
zerler de kazıyordu.
'Ne kadar derine indiniz? "
"Ne bileyim? Suyu görünce durdum işte."
Satıh suyuna kadar kazıyorlardı.
Hep aynı şey söyleniyor; insanlar aziz gibi, devlet i se suçlu. Birazdan s ize ken
dim ve insanlarımız hakkında neler düşündüğümü de söyleyeceğim.
Talimatiara göre. arıkları açacak traktörlerin şoför kabinleri iyice kapalı ve ko
rumalı olmalıydı. Traktörü gördüm, kapıları gerçekte� de hava geçirmeyecek şe
kilde kapatılmıştı. Ama traktör bir yere park edilmiş, şoför de çimiere yayılmış,
dinleniyordu. "Siz çıldırdınız mı? Kimse sizi uyarınadı mı?' "Kazağımı katamın
altına koydum ya; I nsanlar hiçbir şey anlamamıştı.,Bir nükleer savaş hakkında
sürekli korkutulup durmuşlardı; ama Çernobil hakkında değil.
Orası çok güzel bir yer. Eski ormanlar hala duruyor, çok çok eski ağaçlar. Küçük
pınarlar gün kadar duru çağlıyor. Yeşi l çayırlar. .. Ormanda herkes birbirine ses
leniyor. Onlar için ormanda gezmek. sabah uyan ıp bahçeye çıkmak kadar doğal .
Düşünün, siz ise orada her şeyin zehirli olduğunu bil iyorsunuz.
Bunun hakkında kendi aramızda bile konuşamadığımızı fark etmediniz mi? Bel
ki yüz yı l sonra bu yaşadıklarımız birer efsane haline gelecek.
Ben tarihçiyim. Bir zamanlar dilbilim de çalışırdım, d i l lerin felsefesi. Sadece bir
d i l yardımıyla düşünmüyoruz, o dilin içinde düşünüyoruz. On sekiz yaşındayken,
belki biraz daha gençtim, Samizdat okuyup da Şalamov, Solyenitsin gibi yazar
ları keşfedince birdenbire bütün çocukluğumun, aydın bir ailenin içinde büyü
meme rağmen -dedem bakandı, babam da St. Petersburg'daki üniversitede ho
ca- kampların dilinin içine sıkışmış olduğunu gördüm. Bizim için babamızı 'pak
han', annemizi ' makhan' d iye çağırmak doğa ldı. "Her g.t deliği için uygun bir ç.k
bulunur." Bu deyişi daha dokuz yaşındaykan öğrenmiştim. Oyunlarımız, deyişle
rimiz, itiş-kakışımız bile kamplardandı. Çünkü kamplar, uzakta, hapishanelerde
ki dünyadan çok da farklı değildi. Anna Ahmatova: "Ülkenin yarısı sürüldü, yarı
sı da hapiste oturuyor,' diye yazmış. Ben bu hapishane bil incinin eninde sonun- .
da kültürle çatışacağını düşünüyorum -uygarl ıkla ve parçacık hızlandırıcıyla da.
Ve tabii ki hepimiz, insanın yaratı lışın baş tacı olduğunu, dünyaya istediğini ya
pabi leceğini iddia eden bir çeşit Sovyet paganizmi içinde yetiştiri lmiştik. M içu
rin formülü şöyleydi: "Doğa Ana'dan bize iyi l i k yapmasını beklememel iyiz. O iyi
l ikleri gidip kendimiz almalıyız." Bu, insanlara doğal olarak sahip olmadıkları
özellikleri yüklemek için öluştunılmuş bir bil inçti. fatih psikoloj isi içindeydik.
Şimdi herkes Tanrı'dan bahsediyor. Öyleyse 1 937'de Gulag�d aki hapishane hüc
relerinde, 1 948'deki Part� toplantılarında kozmopol itanizm köÜilenirken veya
Kruşçev devrinde eski kil iseler yıkılırken, neden Tanrı akıl larına gelmedi? Rus
dini inancının temeli sinsi ve sahtedir. Çeçenistan'da masumların evlerini bom
bal ıyorlar, küçük ama gururlu oir topluluğu yok ediyorlar. lşimizi bir tek böyle
mı
halletmeyi bil iyoruz, kıl ıç zoruyla; sözcükler yerine kalaşnikof kul lanarak. Ardın
dan yanıp kül olmuş Rus tankçı ları küreklerle kazıyoruz, daha doğrusu onlardan
kalanları. Hemen onların yanında da kilisenin içinde elimizde mumlar. dikil iyo
ruz. Noel için.
Eğer bütün yaşamımız bir kibrit çakımı kadarsa. söyleyin bu ne için. yani yazdığı
nız kitap? Uyumadığı m gece ler? Bu sorular için yanıtlar olmalı, üstelik bazı ları da
iyi olma l ı . Bu çok ilkel bir kadercil ik. Ruslarda hep bir şeye inanma ihtiyacı var;
demiryollarına, Bazarov'a, Bizans'a, atoma ... Şimdi de piyasaya inanıyoruz.
Bulgakov 'Moliere Efendi"de şöyle yazar: "Hayatım boyunca günah işledim. Bir
oyuncuydum.' Bu. sanatın günahkarlığının. bir başkasının yaşamını gözetleme
nin ahlaksız doğasının bilincidir. Fakat belki bu da. önemsiz bir hastalık gibi. bir
başkasının hataları sayesinde bağışıkl ık kazandırır. Çernobi l, Dostoyevski'ye ya
raşır bir koriu. insanlığı haklı ç ıkarmak için bir girişim. Ama belki de ahlak bun
dan daha basit bir şeydi; bu dünyaya, bu sihirli dünyaya parmak uçlarında gel
meli ve kapısında şöyle bir durmal ı .. .
Aleksandr Revalskiy,
tarihçi
Anılara Dair Bir Monolog
Orada birkaç yıl çalıştıktan sonra geri döndü. Kabus g ibiydi. " N i na," dedi. "Ney
se ki iki çocuğumuz var. bize onlar kaldı."
Bana öyküler anlattı: "Köylerden birinin orta yerinde kırmızı bir su birikintisi var.
Ördekler, kazlar çevresinde dolaşıyor. Geneacik askerler gömleklerini. postal la
rını çıkarmış, çimierin üzerinde güneşleniyor. 'Ayağa ka lkın, ayağa kalkın aptal
lar! Yoksa öleceksiniz ! ' diyorsun. 'Endişelenme.' d iyorlar. Ölüm her yerdeydi;
ama kimse ciddiye almad ı . "
Tahl iye: Yaşlı b i r kadın evinin önünde bir ikonayla beraber d i z çökmüş. "Çocuk
lar, çocuklar, g idemem, bunu bırakamam. Bana verdi kleri az biraz parayı alabi
l irsiniz. Evim ve ineğim için verdiler. Ama hayatımı bana kim ödeyecek? Haya
tım karanlık gece gibi. Iki oğlumu savaşta öldürdüler, şuradaki küçük mezarda
yatıyorlar. Buna savaş mı diyorsunuz? Bu savaş mı? Gökte beyaz bulutlar var.
elma ağaçları çiçeğe durdu. Kimse bize saldırmad ı. Kimse ateş etmiyor. Şurada
bir biz varız. Bu savaş mı?" Kimse onu yan ıtlayamamış, tahl iyeyi komuta eden
a l bay orada duruyormuş, bir de bölgesel Parti komitesi nden biri. Yerel patron
lar. Kimse bunun bir savaş olduğunu, adının da Çernobil olduğunu bilmiyormuş.
Asla bir şey sormadım. onu ruhumla anlayabil iyordum. birbirimizi çok derinden
h issedebi l irdik. Bi lgimiz ve yalnızlığımız. O yalnızl ık. Ölmekte olduğunun farkın
dayd ı . Sadece iyi lik ve sevgi içinde yaşayacağına söz vermişti . Iki işte birden
çalışıyordum. tek maaş ve onun gazi maaşı yetmiyordu. "Arabayı satalım. Yeni
değil ama birkaç kuruş eder. Evde daha fazla ka lırsın, seni seyredebi l irim," de
mişti. Arkadaşlarını eve davet ederdi. Anne babası bize gel ip uzun süre kaldı
lar. Bir şeyleri anlıyordu. Yaşam hakkında daha önce anlaşılmamış bir şeyleri
anlayabil iyordu. Farklı bir dil bulmuştu.
"Nina." derd i, 'Neyse ki iki çocuğumuz var. Onlar burada ka lacak."
Ona sorardım. "Bizi düşündün mü? Orası hakkında ne düşündün?"
"Bir çocuk gördüm. Patlamadan iki ay sonra doğmuştu. Ad ını Anton koydular
ama herkes ona Atomchik d iyordu."
"Oradaki her şey için üzüldüm. Sinekler. güvercinler için bi le. Herkes yaşayabil
meli. Sinekler. arı lar uçabi lmeli. hamamböcekleri sürünebilmeli. Bir hamambö
ceğini bile incitmek istemezsin."
"Sen .. . "
"Çocuklar Çernobil'i çiziyor. Resimlerdeki ağaçlar baş aşağı. Irmaklardaki sular
kırmızı ya da sarı . Bunları çizip sonra da ağlıyorlar."
Anlamak istiyorum ... ama neyi? Ben de bilmiyorum. (Gülümsüyor.)
Arkadaşı bana i lan-ı aşk etti. Uzun süredir. ta okuldan beri aşıkmış. Sonra bir
arkadaşımla evlendi, ama boşandı lar. Bana bir teki ifte bulundu: "Kraliçe gibi ya
şayacaksın." Bir dükkanı var. şehirde kocaman bir dairesi. bir daçası. Bunun
üzerinde düşündüm durdum. Ama bir gün sarhoş geldi: "Kahramanını unutamı
yorsun. değ i l mi? O Çernobi l'e g itti, bense reddetti m. Ben cani ıyı m. o da anıt ol
du. Ha-ha ... " Onu hemen kapı dışarı ettim. Bazen tuhaf fikirlere kapıl ıyorum, ba
zen Çernobil'in beni kurtard ığı n ı , düşünmeye sevk ettiğini düşünüyorum. Ruhum
büyüdü.
Bana anlattı, anlattı , ben de aklımda tuttum. Toz bulutları, tarlalardaki traktör
ler, ellerinde yabalarla kadınlar, tıkırdayan radyasyon cihazı. Her şey dikenli tel
Ierin ardında. O bölgede insan yok. yine de zaman i lerl iyor. Günler çok uzun.
Tıpkı çocukluğumuzdaki gibi.
Komedyenler onları ziyarete geldi. Şairler şiirlerini okudu. Alla Pugaçeva tarla
da konser verdi. 'Eğer uyuyakalmazsan ız, size bütün gece şarkı söylerim.' On
lara kahramanlar d iyordu. Herkes onlara kahraman dedi. (Ağlıyor.) Böyle anlam
sızca acı çekmek imkansız; eski sözcükler olmaksızın; ona verdikleri madalya bi
le olmaksızın. Orada, evde duruyor. Onu oğlumuza verd i. Sadece bir şey bil iyo
rum, bir daha mutlu olamayacağı m.
Gençliğimden beri her şeyi yazarım. Stalin öldüğünde, sokaklarda olup biteni,
insanların söyledi klerini yazmıştım. Çernobil'i de başından itibaren yazdım, za
man geçtikçe birçok şeyin unutulacağını ve yok olacağını bil iyordum. Böyle de
oldu. Arkadaşlarım bütün olayın merkezindeydi ler, onlar nükleer fizikçiyd i ama
neler hissettiklerini ve bana neler anlattıklarını unuttular. Oysa ben her şeyi
yazdım.
O gün, Belarus Bil imler Akademisi'ndeki Nükleer Enerj i Enstitüsü'ne geldim.
Orada laboratuvar şefiydim, enstitü kent dışındaki bir ormanın ortasındaydı. Ha7
va muhteşemdil I l kbahar. Pencereyi açtım. Taze ve temiz bir hava vardı. Bütün
kış pencereden salarn d i l imleri sarkıtarak beslediğim mavi kargaların ortadan
yok olduğunu fark ettim. Acaba daha iyi bir yemek mi bulmuşlardı?
Radyasyon ölçücüler büromu kontrol etti. Masam, g iysi lerim, duvarlar "parlıyor
du". Aya�a ka lktım, sandalyeme oturmak bile istemedim. Saçlarımı lavaboda
yıkayıp tekrar kontrol ettim, radyasyon azalmıştı. Bu durumda enstitüde acil bir
durum olabi lir miydi? Belki de bir kaçak? Bizi kente götüren servis araçlarını na
sıl temizleyecektik? Kafam ız ı topariayıp bir şeyler düşünmeliydik. Reaktörümüz
le gurur duyardım, her m i l imetresinde çalışmıştım.
l i k tepkim eşi me telefon edi p onu uyarmak oldu. Enstitünün bütün telefonları ki
litlenmişti. Ah, o eski korku, yıllardır bunu içimizde besliyorlardı. Evdeki ler hiç
bir şeyden haberdar de�ildi. Kızım konservatuardaki müzik dersinden sonra ar
kadaşlarıyla dolaşıyor olmalıydı. Dondurma yiyordu. Aramalı mıydım? Bu tatsız
lıklara yol açabilird i . Benim sınıflandırı lmış projelerde yer almamı engelleyebi-
l i rlerdi. Ama dayanamadı m ve ahizeyi kaldırdım.
'Beni dikkatlice dinle."
Eşi m yüksek sesle sordu: "Sen neden bahsediyorsun?"
"Aiçak sesle konuş. Pencereleri kapat, bütün yiyecekleri torba ların içine koy.
Lastik eldivenler g iy ve her yeri ıslak besle sil. Sonra bezi de bir torbaya koyup
at. Balkanda kuruyan çamaşır varsa onları tekrar yıka . "
"Neler oluyor?"
'Sessiz ol. Bir bardak suda iki damla iyodin erit. Saçlarını onunla yıka."
'Ne?"
Sözünü bitirmesine izin vermeden telefonu kapattım. An lamış olmal ıydı. kendi
si de enstitüde çalışıyordu.
1 5:30'da Çernobi l reaktöründe bir kaza olduğunu öğrendik. O akşam enstitünün
servisiyle M insk'e dönerken yarım saat boyunca sessiz oturduk veya başka şey
ler hakkında konuştuk. Herkes olanlarla i lgili konuşmaktan korkuyordu. Hepimi
zin cebinde bir Parti kartı vardı.
Evimin kapısının önünde ıslak bir bez gördüm; yani eşim her şeyi anlamıştı. Içe
ri girdim, ceketimi, gömleğimi, iç çamaşırlarıma kadar her şeyimi attım. Birden
bire içimi bir öfke kaplad ı. G izl i l iğe lanet olsun ! Bu korku ne ! Elime rehberi. kı
zımın ve eşi min adres defterlerini aldım ve bulabildiğim herkesi aramaya koyul
dum. Şöyle d iyordum: " Nükleer fizik enstitüsünde çal ışıyorum. Minsk üzerinde
radyoaktif bir bulut var." Sonra da onlara neler yapmaları gerektiğini anlattım:
"Saçınızı yıkayın, pencereyi kapatın, çamaşırlarınız dışarıdaysa onları tekrar yı
kayın, iyodin için." Herkesin tepkisi bana teşekkür etmek oldu. Kimse beni sor
gulamadı, kimse korkmadı. Sanırım bana inanmadı lar ya da olan bitenin öne
minden haberstzdi ler. Kimse korkmadı. Bu şaşkınlık verici bir tepkiydi .
O akşam bir arkadaşım beni aradı. Kendisi nükleer fizikçiydi. O kadar umursa
mazdı ki ! Bu inancın içinde yaşıyorduk. Ancak şimdi o inancın ne olduğunu gö-
rebiliyoruz. Beni aradı ve Mayıs tati lini kayınbiraderin i n Gomel yakınındaki
evinde geçireceğini söyledi . Çernobil'e bir taş atımı uzakl ıkta. Çocuklarını da
götürecekmiş. "Iyi fikir! "diye bağırdım. "Sen akl ın ı kaçırmışsın ! Bu bir inanç ve
•
lin devrinde yetişmiş insanlar olarak, doğaüstü bir gücü düşünemezdik bile. In
cil' i çok sonra ları okudum. Aynı kadınla iki defa evlendim. Önce g ittim, sonra da
döndüm, aynı dünyada iki defa karşılaştık. Yaşam şaşırtıcı, büyülü bir şey! Şim
di inanıyorum. Neye inanıyorum? Üç boyutlu dünyanın i nsanl ık için fazla kala
balık olduğuna. Neden bilim kurguya bu kadar i lgi var? Insan kend ini dünyadan
koparmaya çalışıyor. Farkl ı zamanlara. gezegeniere de sahi p olmak istiyor, sa
dece buna değil. Batı edebiyatında bu kıyamet - nükleer 'kış - imgesi zaten var.
Geleceğe hazırlanıyorlar. Çok miktarda nükleer savaş başl ığının patlaması dev
yang ınlara neden olacak. Atmosfer dumanla dolacak. G üneş ışığı dumanı del ip
dünyaya u laşamadığı için de zincirleme reaksiyonla dünya gitgida soğuyacak.
Bu, insan yapımı dünyanın sonu teorisi, Endüstri Devrimi'nden, 1 8. Yüzyı ldan
beri var. Ama son savaş başl ığına kadar her şeyi yok etseler bile atom bomba
sı yok olmayacak. Atom bombasının bilgi leri var olmaya devam edecek.
Bana soru sordunuz. oysa sizinle tartışıp duruyorum. Kuşaklar arası bir tartışma
yaşıyoruz. Fark ettiniz m i atomun tarihi sadece bir askeri sır ve lanet deği l . Ay
nı zamanda bizim gençl iğimiz, bizim çağımız, dinimiz. Elli yıl geçti bile, tam elli
yıl. Şimdi düşünüyorum da, aslında dünya bir başkası tarafından yönetiliyor biz
de uzay gemilerimiz ve toplarımızia çocuklar gi biyiz. Fakat daha kendimi buna
inanmaya ikna edemedim.
Yaşam çok şaşırtıcı. Fiziği sevdim ve fizikten başka bir şeyle meşgu l olamaya-
cağımı sandım. Oysa şimdi yazmak istiyorum. Örneğin, insanın aslında nasıl bi
limin hoşuna gitmediğini -çünkü insan bilimin yoluna çıkıyor- yazmak istiyorum
ya da birkaç fizikçinin dünyayı nasıl değiştirebileceğini. Yan i bir fizik ve mate
matik diktatörl üğü hakkında yazmak istiyorum. Önümde yen i bir dünya açıldı.
Valentin Alekseyeviç Boriseviç,
Belarus Bilimler Akademisi Nükleer Enerji Enstitüsü
eski laboratuvar şefi
O zaman ona karşı nası l da nefret duymuş, bütün gecemizi berbat ettiğini dü
şünmüştük. Ertesi gün bölgeyi terk etti, biz de çocuklarımızı giydirip 1 Mayıs
gösterisine götürdük. G idip gitmemek bizim elimizdeydi, kimse bizi zorlamad ı,
"ille de gidin." demedi. Ama bunun görevimiz olduğunu düşündük. Görevimizi
Öyle bir zamanda, öyle bir durumdaydık ki, böyle bir günde herkesin bir arada
olması gerektiğini düşünüyorduk. Kalaba l ığın içinde, sokak boyunca koştuk.
Özgürlük aynı zamanda yalnızlıktır. Bunu bil irim. reaktörde olan herkes bilir.
Cephe i lerisinde bir siperdeymiş gibi. Korku ve özgürlük! Her şey için yaşarsın.
Bu. senin gibi sıradan bir hayatı olanların anlayabi leceği bir şey değil. Bizi na
sıl durmaksızın savaşa hazırladıklarını bir hatırla ! Oysa zamanla. akılların sava-
şa hazır olmadığı ortaya çıktı. Ben de değildim. Iki asker fabrikaya gelip beni
çağırdı:
'Benzin ve dizelin arasındaki farkı biliyor musun?"
'Beni nereye gönderiyorsunuz?"
'Ne demek nereye? Gönül l ü olarak Çernobil'e gidiyorsun."
Askeri uzmanlığım roket yakıtı üzerineydi, gizli bir uzmanl ı k dalı. Beni sırtımda
tişörtümle fabrikadan aldılar, evime bile uğrayamadım. 'Eşime haber vermem
gerek." dedim. "Ona biz haber veririz," ded i ler. Otobüste beni m gibi on beş kişi
daha vardı, yedek subaylar. Onları sevdim. Eğer gerekirse, gidiyorduk. B ize ihti
yaç varsa. çalışıyorduk. Reaktöre g itmemiz söylenirse gidip reaktörün çatısına
çıkacaktık.
Tahl iye ed ilmiş köylerin yakınına kurdukları yüksek gözetierne kulelerinin içle
rinde silahlarıyla askerler oturuyordu. Bariyerler vardı. Panolarda, 'Yolun bu ta
rafı kirlidir. Durmak ve duraklamak kesinl ikle yasaktır,' yazıyordu. Dekontami
nasyon sıvısıyla kaplı gri ağaçlar. Insan delirmeye başlıyor! lik günlerde yere
oturmaktan korkuyorduk. Hiçbir yerde yürümüyor, koşuyorduk. Eğer yanımızdan
bir araba geçerse tozdan zehirlenmarnek için gaz maskesi takıyorduk. Vardiya
mızdan sonra çadırın içinde otururduk. Birkaç ay sonra her şeye alıştık. Orası ar
tık yaşadığımız yer olmuştu. Ağaçlardan ed k koparıp yedik, bal ı k aviadı k, nehir
balık kaynıyordu. Sazanları kurutup bira eşliğinde yiyorduk. Zaten bunları birile
ri size daha önce de anlatmıştır. değ i l mi? Top oynadık: Yüzmeye gittik ! Ha-ha !
Kadere i nandık, sonuçta hepimiz kaderciyiz, eczacı değiL Mantıklı insanlar de
ğ i l iz. Slav zihniyeti böyledir. Ben de kadarime tesl i m oldum. Ha-ha ! Şimdi ikin
ci dereceden gaziyim. Hemen sonra hasta oldum. Radyasyon zehirlenmesi . O ra
ya gitmeden önce bir sağ l ı k kartım bile yok't u. Her şeyin canı cehenneme. Bir
anlayış meselesi bu.
Ben askerdim. Başka larının evin i kapattım, tuhaf bir duygu ... Artık araziler eki
lemeyecek. lneğin biri kafasıyla kapıyı ittiriyor, ev kapa l ı , kapı kil itli. Sütü yer
lere akıyor. Insan kendini tuhaf h issediyor.
Henüz tah liye edi l memiş köylerde, köylüler votka yapıp bize satıyordu. Epeyce
de paramız vardı; maaşımızın üç katı artı normal asker harçlığının üç katı ücret
a lıyorduk. Daha sonra içki içenlerin orada bir dönem daha geçireceklerine da ir
bir uyarı a ldık. Şimdi votka faydalı mı değ i l mi? En azından psikolojik olarak fay
da ediyor. Buna da her şeye olduğu gibi alabildiğine inandık.
Çiftçilerin hayatı tekdüze akıp g idiyordu; bir şeyler ekiyorlar. ekin büyüyor, ha
sat yapıyorlar, bunun dışında kalan şeyler onlarla veya onlarsız da devam edi
yor. Çar'la. devletle. uzay gemi leri, nükleer santraller veya başkentte düzenle
nen toplantılada bir alıp veremedikleri yok. Artık farklı bir dünyada, Çernobil
dünyasında yaşadıklarına inanamadılar. H içbir yere gidemediler. Insanlar şok
tan öldü. Yanlarına tohumlarını aldılar. Yeşi l domatesleri sarıp yanında götü
renler oldu. Cam kavanozları bile kırılsa, bir başkasını alıp ocağın üstüne koyar
lardı. Her şeyin yok edi l mesi, gömülmesi, çöpe atıl ması da nasıl bir şeydi? Yap
tığımız da tam olarak buydu. Onların işlerini, hayatlarının eski anlamını yok et
tik. Onların düşmanı olduk.
Reaktöre gitmek istedim. Diğerleri. " Endişelenme," ded i ler, 'terhisten bir ay ön
ce seni de çatıya çıkarırlar." Orada altı ay kaldık. Ve programa uygun olarak, in
sanları tahliye ettikten beş ay sonra. reaktöre gönderildik. Çatıya çıkarı lmamız
konusunda yarı şaka yarı ciddi söylentiler vardı. Belki bundan sonra beş yıl da
ha yaşardık. Yedi. Belki de on. Her nedense herkes "beş" yılda hemfikirdi. Aca
ba bunu nereden bil iyorlardı? Üstelik bütün bunlar sakin, telaşsız konuşul urdu.
'Gönüllü ler, i leri marş ! " Bütün birl i k i lerlemeye başladı. Komutanımızın elinde
bir monitör vardı, bize doğru çevirince bunun reaktörün çatısını gösterdiğini gör
dük; g rafit ve erimiş katran parçaları. 'Görüyor musunuz çocuklar, bu resi mleri
görüyor musunuz? Bunları temizlemeniz gerekiyor. Burada da onları atacağınız
deliği açacaksınız.' Tal imata göre orada kırk, elli saniye kalabilirdi k. Ama bu
imkansızdı. En azından birkaç dakikaya i htiyacımız vardı oraya gidip geri dön
mek için. Koşarak. gidip iıafriyatı boşaltmak gerekiyordu. Bir kişi el arabasını tu
tarken diğerleri de içindeki leri deliğe boşaltacaklardı. El arabasını boşaltıp aşa
ğıya bakmadan geri dönmeliydik. Yine de aşağı bakanlar oldu.
Içimizden biri kayboldu. Firar ettiğini düşündük, ama onu iki gün sonra çalılıkla
rın içinde bulduk, kendini asmıştı . Herkes böyle hissediyordu, anlıyor musunuz?
Sonra siyasi subayımız konuştu, adamın bir mektup aldığını, karısının onu aldat
tığını söyledi. Biz onu çalılıkların arasında bulmuştuk! Kim bilir? Bir hafta son
ra zaten terhis edildik.
Bir aşçımız vardı, o kadar korkuyordu ki çadırda bile kalamıyor, depoda yatıp
kalkıyordu. Kendine tereyağı ve et konserveleri arasında bir yuva yapmıştı . Ya
tağını döşeğini oraya götürmüş, yer a ltında uyumuştu. Sonra şöyle bir emir al
dık; yeni bir tim oluşturun ve çatıya gidin. Fakat herkes çatıya daha önce g itmiş
ti. Yine de adama ihtiyaçları vardı ! Onlar da aşçıyı götürdü. Çatıya sadece bir
kere çıktı. Şimdi o da ikinci dereceden gazi. Birbirimizi sık sık arayıp soruyoruz,
birbirimize ve anılarımıza tutunuyoruz. Anılarımız, biz yaşadı kça yaşayacak. Iş
te bunu yazmalısın.
Gazetelerde çıkan haberlerin topu yalan. H içbir yerde kendimize koruyucu elbi
seler. kurşun yelekler diktiQi m izi yazdıklarını görmedim. Içinde biraz kurşun olan
lastik elbiselerimiz vardı. Ama kendimize kurşundan iç çamaşırı yaptık. Köyün
birinde bize iki genalev gösterdi ler. Evlerimizden a ltı aydır uzakta yaşayan
adamlardık, kadınsız altı ay aci l durum demektir. Hepimiz oraya g ittik. Taşral ı
kızlar ağlayıp yakında öleceklerini söylemelerine rağmen çevrede gezinirlerdi.
Kurşun iç çamaşırımız vardı, pantolonumuzun üstüne g iyiyorduk. Bunu yaz. Gü
zel fıkralarımız da vardı. Işte biri: Amerikan robotu çatıda beş dakika kalır ve
sonra bozulur, Japon robotu çatıda beş dakika kal ır ve o da bozulur. Rus robo
tu orada iki saat kalabilir! Sonra megafonla emir gelir: "Er lvanov! Iki saat son
ra aşağı gelip bir sigara yakabilirsin ! " Ha-ha-ha !
Çatıya çıkmadan önce, komutan bize neler yapmamız gerektiğini anlattı, hepi
miz aynı timdaydik ama askerlerden biri itiraz etti . "Oraya daha önce gittik, evi
mize yol lanmamız gerekirdi ! " Uzmanlığım yakıt olmasına rağmen beni de çatı
ya gönderiyorlardı. Ben yine de sesimi çıkarmadım. G itmek istiyordum, o yüz
den itiraz etmedim. Komutan şöyle dedi: "Sadece gönüllüler çatıya çıksın, geri
si yana çekilebilir ama askeri savcıyla konuşmanız gerekecek." Gelmek isteme
yenler kenara çekildi, aralarında biraz konuştuktan sonra gitmeyi kabul ettiler.
Madem söz verdin. yapman gerekeni yapacaksın. Aramızdan hiçbirinin bizi ita
atsizi ikten hapse atacaklarından kuşku duymadığına eminim. Iki ya da üç yıl
hapse atılacağımız söylentisi dolaşıyordu. Aynı zamanda bir asker eğer 25 rönt
genden fazla a l ırsa. askerlerin i zehiriediği gerekçesiyle komutan onu yine hap
se attırabil iyordu. Hal böyle olunca kimse 25 röntgenden fazla almadı. Herkes
daha az radyasyona maruz kaldı. Anlıyor musun? Ama onlar iyi çocuklardı. Iki
tanesi hasta olunca bir üçüncü çıkıp, 'Ben g iderim," dedi. Üstelik aynı gün çatı
ya çıkmıştı. Herkes ona saygı duydu ve ödül de aldı: 500 ruble. Bir başkası ça
tıda delik açıyordu, durması gerektiğinde ona hepimiz el sallayıp "Aşağı gel ! "
d iye bağırdık. Ama o , orada d izlerinin üstünde durmuş başını hayır anlamında
sal lıyordu. Hafriyatı dökebilmesi için delik açmak zorundaydı. Işi bitene kadar
oradan ayrı lmadı. O da ödü l aldı: 1 000 ruble. O zamanlar o parayla iki motosik
let al ınabiliyordu. Şimdi birinci derece gazi. Ama korkak olanlar bunun bedelini
hemen ödedi ler.
Terhis günü arabalara bindik. Yasak Bölge boyunca sirenlerimizi açık tuttuk. O
günlere geri dönüp bakıyerum da, olağanüstü bir şeye yakındım. Bunu anlata
bi lecek sözcüklerim yok. "Devasa', 'fantastik" g ibi. laflar yetersiz kalıyor. Içim
de bir duygu vardı, ama ne? Aşık olduğumda bile böyle bir duygu hissetmedim.
Aleksandr Kudryagin,
temizlikçi
ÖIDmDn GOigesine Dair Monolog
Ben hiçbir zaman fotoğrafla ilgi lenmedim, ama oraya gittiğ i mda fotoğraf çek
meye başladım. Yanımda tesadüf eseri bir fotoğraf makinesi vardı. O zamanlar
bunu sadece kendi m için yaptığ ı m ı düşünüyordum. Şimdi bu benim işim. Ken
dimi orada edindiğ im yeni duyg ulardan kurtaramadım. Bunun bir anlamı var mı?
(Konuşurken masaya fotoğrafları yayıyor: Araba tekerleği boyunda ayçiçekleri,
boş bir köyde bir serçe yuvası, yalnız bir köy mezarlığında bir yazı "Yüksek Rad
yasyon. Girmek yasaktır'. Terk edilmiş bir evin bahçesinde duran çocuk araba
sı. Pencereler örtülmüş. Arabanın yanı başında. yuvasını korurmuşçasına bir
karga oturuyor. Başıboş bir tarlada layiekierin izleri .)
Buradan sonrası sizin gibi bir yazar için i lginç olabil ir. O anı sizce kaç kez hatır
ladık? Belki birkaç gün, daha fazla olamaz. Ruslar kendi lerini, kendi yaşamları
nı düşünemezler. S iyasetçilerimiz bir insanın yaşamının ne kadar değerli oldu
ğunu düşünebilmekten acizdir, biz de öyleyiz. Anl ıyor musunuz? O şeki lde yapıl
mamışız. Mayamız farklı. Bölge'de tabii ki çok içtik. Hep sarhoştuk. Gece oldu
mu etrafta ayık bir tek kişi bile kalmazdı. Birkaç bardak içtikten sonra kimisi yal
nız kalı r. eşini, çocuklarını hatırlar. işinden konuşur. patranuna söverdi . Ama
sonra, bir ya da iki şişe sonra konuştuğumuz tek şey ülkenin kaderi ve evrenin
tasarımı olurdu: Gorbaçov. Ligaçev, Stalin. Büyük bir imparatorluk muyuz, değ i l
miyiz? Amerika l ıları yenebi lir m iyiz. yenemez miyiz? 1 986 yı l ıydı; kimin uçakları
daha iyi, kimin uzay gemisi daha güven i l ir? Evet, Çernobil patlamış olabilirdi,
ama uzaya i l k insan gönderen bizdik. Anlıyor musunuz, sızana kadar, sabaha ka
dar böyle devam ederdik. Neden hiç radyasyon ölçerimiz olmadığı, neden bize
bazı tozlar vermedikleri. neden çamaşır makinemiz olmadığı için her gün yıka
mamız gereken koruyucu elbiselerimizi ayda iki kere yıkadığımız gibi şeyler en
son konuşulurdu. Canı cehenneme. biz böyle yaratılmışız.
Önemsiz olan, çok küçük olan hiçbir şey yoktu. Her şeyi ayrıntısıyla hatırlamak
istedim, onları gördüğüm zaman saatin kaç olduğu, gökyüzünün rengi , kendi
duygularım. Anlıyor musunuz? Insanlık orayı sonsuza dek terk etti. Bu "sonsuz' u
ilk tecrübe edenler de bizierdi k. O yüzden hiçbir şeyi kaçıramazdım. Yaşlı köyl ü
lerin yüzleri ikonaları andırıyordu. Olayı en az anlayanlar anlardı. Bahçelerini,
topraklarını hiç terk etmemişlerdi. Bu dünyada doğmuş, aşık olmuş, alnının te
riyle ekmeğini kazanmış, soylarını yürütmüşlerdi. Torunlarını beklemişlerdi.
Bunları yaşadıktan sonra da, dünyayı toprağa girerek terk etmiş, toprak olmuş
lardı. Bir Belarus köylü kulübesi, biz şehirliler için ev, içinde yaşanan bir alan
dır. Onlar içinse bütün dünya, evren evleridir. O boş köylerin arasında dolaşır.
birilerini görmek istersiniz. Kiliseler yağmalanmıştır. içeri g irdiğinizde c ila koku
su gelir. Dua etmek istersiniz.
Her şeyi hatırlamak isted im, o yüzden de fotoğraf çekmeye başladım. Benim hi
kayem bu. Kısa zaman önce kendisi de orada bul unmuş bir arkadaşımı toprağa
verdi k. Kan kanserinden öldü. Bir anma töreni yapıp Slav geleneklerine göre iç
ki içtik. Sonra konuşmalar başladı, gece yarısına kadar da devam etti. Önce
merhum hakkında. Sonra? Yine ülkenin kaderi ve evrenin tasarımı. Rus birlikle
ri Çeçenistan'dan çıkacak mı? Ikinci bir Kafkas savaşı m ı başlayacak, yoksa çok
tan başladı mı? Jirinovski başkan olur mu? Yeltsin tekrar seçilir mi? Ing i l iz kra
liyat a i lesi ve Prenses Diana. Rus monarşisi. Çernobil ve farklı teori ler. Bazı ları
uzayll ların tehlikeyi fark edi p bize yardım ettiğini söylüyor. diğerleri bunun bir
deney olduğunu, pek yakında inanılmaz yetenekleri olan çocukların doğacağın
dan bahsediyorlar. Belki Belaruslular yok olacak. tıpkı lskitler gibi. Hepimiz me
tafizikçi olduk. Artık bu dünyada değil, hayal lerim izde, konuşmalarımııda yaşı
yoruz. Çünkü anlamak için bu sıradan yaşantıya bir şeyler eklemek gerekiyor,
ölümün yakınındayken bile.
Viktor Latun,
fotoğrafçt
Geçen gün kızım bana. "Anne, eğer özürlü bir çocuk doğurursam bile onu seve
ceğim." dedi. Şu işe bakın ! Daha onuncu sınıfta ama yine de aklından geçenler
bunlar. Arkadaşları da böyle düşünüyor. Bir tanıdığımız ilk çocuğunu doğurdu,
bir oğlan. G'enç, güzel bir çift. Çocuklarının ağzı kulaklarına kadar uzanıyor ve
kulakları yok. Onları eskisi kadar sık ziyaret etmiyorum ama kızım bunu umursa
mıyor, sık sık onlara uğruyor, belki sırf merakından, belki de kendi duygularını
denemek için.
Biz de g idebi lirdik; ama kocamla düşündük ve g itmemeye karar verdik. Korku-
yoruz. Burada hepimiz Çernobilliyiz. Birbirimizden korkmuyoruz, birisi bahçesin
den bir elma veya salatalık kopardığında alıp yiyoruz, utanç içinde cebimize
saklayıp ardından atmıyoruz. Hepimiz aynı anı ları paylaşıyoruz. Kaderimiz aynı.
Dışarıda yabancıyız, cüzzamlıyız. Herkes "Çernobi l l iler", 'Çernobil çocukları',
'Çernobi l sığınmacıları " sözlerine alıştı. Ama hakkımızda hiçbir şey bilmiyorsu
nuz. Bizden korkuyorsunuz. Eğer yapabilseniz, herhalde bizi buradan çıkartma
manın bir yolunu bulursunuz, etrafımızı polis kordonuyla çevirirsin iz, bu sizi sa
kinleştirir. (Sakinleşiyor.) Bana bunun böyle olmadığını anlatmaya çalışmayın.
Ben bunları yaşadım. l i k günlerde kızı mı da alıp Minsk'e kız kardeşimin evine
kaçtım. Öz kardeşim bizi evine almad ı, emzirdiği bir bebeği vardı. Şu işe bakın !
Tren garında uyuduk.
Çılgınca düşüncelerim oldu. Nereye g idecektik? Belki de acı çekmernek için
kendimizi öldürmel iydik. Bunlar i l k günlerdi . Herkes korkunç hastalıklar, hayal
bile edilemez hastal ıklar üretmeye başladı. Ben ise bir doktorum. Diğer i nsan
ların neler düşündüğünü sadece tahmin edebil irim. Şimdi çocuklarıma bakıye
rum, nereye g itseler kendi lerini yabancı gibi hissedecekler. Kızım bir izci kam
pında yazını geçirdi, diğer çocuklar ona dokunmaktan korkmuş lar. "O bir Çarno
bil tavşanı. Gece karanlıkta parl ıyor." Pariayıp parlamad ığını görmek için onu
gece tarlaya götürmüşler.
Herkes savaştan, savaş kuşağından bahsediyor, bizi onlarla karşılaştırıyorlar.
Ama o insanlar mutluyd u ! Savaşı kazanmışlard ı ! Bu onlara büyük bir yaşam
enerjisi verdi, yaşamak ve devam etmek için büyük bir motivasyon oldu. Hiçbir
şeyden korkmuyorlardı, yaşamak, öğrenmek, çocuk yapmak istiyorlardı. Ya biz?
Biz her şeyden korkuyoruz. Çocuklarımızdan, torunlarımızdan korkuyoruz ki da
ha dünyaya bile gelmediler. Insanlar daha az gülümsüyor, tati l lerde daha az
şarkı söylüyorlar. Manzara değişip, tarlaların yerini orman al ıyor, mi l l i karakte
rimiz de değişiyor. Herkes üzgün. Bu bir kıyamet hissi. Çernobil sadece bir me
tatar, bir sembol. Günlük yaşantımızı ve düşüncelerimizi değiştirdi. Bazen bizim
hakkımızda yazmasanız daha iyi olur diye düşünüyorum. Böylece insanlar o ka
dar korkriıazdı. Kimse kanser olanın yanında kanserden bahsetmez. Biri ömür
boyu hapis cezası aldıysa bundan da bahsedi l mez.
Sen ne yazıyorsun oraya? Sana kim izin verdi? Üstelik resim de çekiyor. Bırak
onu. Bırak o makineyi, yoksa kırarım. Sen kend.i ni ne sanıyorsun da buraya ge
lip bir şeyler yazıyorsun? Biz burada yaşıyoruz. Seni n gibiler gel ip insanların
arasına fitne sokuyor. Yanlış şeyler anlatıyor. Artık düzen diye bir şey kalmadı !
Kendini ne sanıyorsun da mikrofonu alıp buraya gel iyorsun.
Doğru ! Ben Sovyetler'i savun uyorum. Halkın devletin i ! Sovyetler zamanında
güçlüydük, herkes bizden korkardı. Bütün dünya bizi izlerd i ! Kimi korkudan do
nuna ediyordu, kimi de bizi kıskanıyordu. Lanet olsu n ! Şimdi ne oldu? Demok
rasi geldi de ne oldu? Bize çikolatayla bayat margarinlerini, yırtık blucinlerini,
palm iye ağaçlarını gönderdiler, dağdan inmiş vahşi lermişiz gibi. Biz büyük bir
imparatorluktuk! Şimdi ne hakla buraya gel iyorsun? Büyük bir imparatorluk!
Kahretsin !
Ta ki Gorbaçov gelene kadar. Doğum leke l i şeytan, Gorbi. Gorbi CIA'nin adamıy
dı. Bana ne söylemeye çalışıyorsun ha? Gelmiş buraya konuşuyor. Çernobil'i on
lar patlattı. CIA ve demokratlar. Gazetede okudum; Çernobil patlamasayd ı , im
paratorluğumuz çökmeyecekti. Büyük i mparatorluğumuz. Kahretsin! Şimdi bu-
raya gel iyorlar. Komünistterin zaman ında yirmi kopekle bir sornun ekmek alınır
dı, şimdi iki bin ruble oldu. Siz demokratlar ne yaptınız? Her şeyi sattınız! Peş
keş çektiniz. Torunlarımızın hiçbir şeyi olmayacak !
Hayır sarhoş değilim, komünistim ben ! Komünizm bizim içindi. biz basit insan
lar için. Bana demokrasi ve özgürlük masalı anlatayım deme. Kahretsin ! Özgür
insanlar ölüyor, onları koyacak tabutumuz bile yok. Geçenlerde yaşl ı bir kadın
öldü. Kimsesiz, çocuksuzdu. Iki gün evinde yattı, gençlik anı larının içinde, iko
naları eşl iğinde. Ona bir tabut bulamadı lar. Stakhanovistti, çok çal ışkandı . Iki
gün tarlaya gitmeyi reddettik. Toplantı yaptık. Kahretsin! Kolhaz idarecisi gelip
ölen her kolhaz mensubuna tabut, tören için iki kasa votka, bir dana ya da do
muz bağışlanacağına söz vermeden de gitmedik. Demokratlar zamanında, iki
kasa votka, hem de bedava ! Yarım şişesi bizim için i laç olarak. Adam başı bir
şişe ise eğlence demektir.
ismini vermedi
Talimatiara Dair Monolog
Elimde çokça malzeme var. yedi yı ldır biriktiriyorum. Gazete kupürleri, kendi ya
zılarım. Numaralandırdım. size hepsini vereyim. Bu konunun peşini asla bırak
mayac�ım; ama kendim yazamam. Savaşabilirim, gösteri ler düzenler, i laç alıp
hasta çocukları ziyarete gidebil irim; ama bunları yazamam. Oysa siz yazmalısı
nız. Içimde karmaşık duygular var. üstesi nden gelebilseeğim i sanmıyorum. be
ni felç ediyorlar. Şimdiden Çernobil yazarları türedi. Ama ben konuyu sömüren
lerden biri olmak istemiyorum.
Şimdi Parti bölge sekreterleri ne diyor? Kendilerini nası l hakl ı çıkarıyorlar? Bun
ların kimin hatası olduğunu söylüyorlar?
Birçok ta limatname sakladım, çok gizli belgeler. Onları size vereceğim, siz dü-
"""
�.Y
rüst bir kitap yazmalısınız. Zehirlenmiş tavuklara ne yapılması gerektiğini yazan
tal imatnameler var. Radyoaktif madde tutar gibi özel giysiler giymeniz lazım;
lastik eldivenler. lastik elbise, çizme vesaire. Bel li bir doz radyasyona kadar, eti
tuzlu suda kaynatmanız. suyu tuvalete döknymiz ve eti de pate veya salarnda
kullanmanız gerekiyor. Radyasyon bu dozun üstündeyse, eti kemi k tozuna karış
tırıp hayvan yemi yapıyorsunuz. Oysa hayvanlar kirlenen bölgelerden temiz böl
gelere ucuza satıldılar. Hayvan taşıyan şoförler. bana danaların bir tuhaf oldu
ğunu, tüylerinin yere kadar uzadığını ve ne versen -bez, kağıt- yiyecek kadar aç
göründüklerini söylemişti . Onları beslernesi kolaydı. Kolhoza götürülmaleri ge
rekiyordu; ama şoför isterse bir tanesini de kendi çiftl iğine götürebi lirdi. Bu suç
tur, suç !
Yolda küçük bir kamyona rastladık. Cenazeye gider gibi yavaşça i lerl iyordu ve
arkasında yük vardı. Arabayı durdurduk. Sanırım direksiyondaki geneacik çocuk
sarhoştu.
"Iyi misin?"
"Evet. Sadece kirli toprak taşıyorum."
O sıcakta, o tozun içinde !
"Delirdin mi? Daha evleneceksi. n, çocukların olacak! "
"Başka türlü bir gidişte elli ruble nasıl kazanırım?"
O zamanlar elli rubleyle iyi bir takım elbise alınırdı. I nsanlar radyasyondan ziya
de rubleyle ilgi leniyordu. Bu küçük ganimetler onları mutlu ediyordu; halbuki in
san hayatıyla karşılaştırıldığında gerçekten de çok küçüktüler. Traj ikomik bir du
rumdu.
lrina Kiseleva,
gazeteci
Bir Insanın Bir DiQeri Ozerinde Sahip Oldugu Sınırsız GDce Dair Monolog
Edebiyattan pek anlamam. ben fizikçiyim. bu yüzden size sadece gerçekleri an
latacağım.
Biri lerinin er ya da geç Çernobil'in yan ıtın ı vermesi gerekecek. 1 937 yılı gibi. bir
gün bunun da hesabını vermel iler. Elli yıl sonra olabil ir. herkes yaşlanmış veya
ölmüş olabilir. Ama onlar suçlu. (Susuyor.) Arkarnııda gerçekleri bırakmamız ge
rek. Daha sonraki kuşağı n onlara ihtiyaçları olacak.
S lyunkov'a ulaşmam i ki saatimi aldı. Ona şöyle söyledim: 'Bu ciddi bir kaza. He
saplanma göre -Moskova'da bazı kişilerle konuşup bilgi alma şansım olmuştu
radyoaktif bulut bize, Belarus'a doğru gel iyor. Halka hemen iyodin profilaksisi
uygulayıp, santrala yakın yerleri tahliye etmeliyiz. Oranın yüz ki lometre menzi
l i nde ne insan ne de hayvan kalmamal ı.· S lyunkov "Bana raporlar geldi." dedi.
"Yangın çıkmış ama söndürmüşler." Kendimi tutamadım. "Bu bir yalan. Koca-
man bir yalan ! Kime sorsan sana grafitin saatte beş ton yandığın ı söyler. Ne ka
dar süre yanacağını sen hesap et! "
Zaten binlerce ton sezyum, iyodin, kurşun. zirkonyum. kadmiyum. beri lyum. bor
yum, bilinmeyen miktarda plütonyum IÇemobil'in uranyum- grafit reaktörleri,
nükleer bomba yapmak amacıyla plütonyum da üretiyordu). toplam 450 çeşit
radyonüklid havaya karışmıştı. Hiroşima'ya atı lan bombanın 350 katı demektir
bu. Fizik kura l ları hakkında konuşmaları gerekirken, kendi lerine düşmanlar bu
lup, düşmanlar hakkında konuştular.
Er ya da geç biri leri bunları yan ıtlamak zorunda kalacak. "Siz traktör uzmanısı
n ız." dedim, Slyunkov bir traktör fabrikasının müdürüydü, "radyasyonun nelere
kadir olduğunu bilemeyebilirsiniz; ama ben fizikçiyim, sonuçların ne olacağını
biliyorum." Fakat onun bakış açısına göre bir hiçtim. Bir profesör, bir avuç fizik
çi çıkıp merkezi korniteye ne yapmaları gerektiğini mi öğretecekti? Hayır, onlar
bir suçlu çetesi değildi. Bu daha ziyade cah i l l i k ve itaatkarl ık yüzünden oldu. Ya-
şam prensipleri. Parti'nin onlara öğrettiği tek şey kafa ların ı dışarı çıkarmadan
yaşamalarıyd ı. Herkesi memnun etmek daha kolaydı. Slyunkov tam da o arada
terfi için Moskova'ya çağırılacaktı. Çok yakınd ı ! Kremlin'den. belki de Gorba
çov'dan ona şöyle bir telefon geldiğini tahmin edebiliyorum, umarım siz Bela
ruslular panik çıkarmamayı başarırsınız, zaten Batı'daki düşmanlarımız yeterin
ce gürü ltü yapıyor. Tabii ki üstlerinizin hoşuna gitmezseniz. rütbe, yurtdışı seya
hati, daça hayal olurdu. Eğer hala bir demir perde ülkesi olsaydı k, santral yakı
nında hala insanlar yaşıyor olurdu. Her şeyi örtbas ederlerdi ! Kytrym'i, Semipa
latinsk'yi hatırlayın ! Hala Stalin'in ülkesinde yaşıyoruz.
Çantamda bir ölçüm cihazı taşıyordum. Neden? Çünkü artık önemli i nsanları
görmemi engellemeye başlamışlardı, benden bıkmışlardı. Ben de ölçüm cihazı
mı alır. bekleme salonunda oturan sekreterin veya şoförlerin tiraitlerini ölçer
dim. Korkmaları bazen işe yarar, beni içeri alırlardı. Sonra da bana şöyle denir
di: "Profesör, neden insanları böyle korkutuyorsunuz? Belarus halkı için endişe
lenan tek kişi siz misiniz? Sonuçta insanlar bir nedenle ölecek; sigara, intihar.
araba kazası da olabilir bu.' Ukraynall lara gülüyorlardı . Yeterince malzemeleri
olmadığı için Ukraynalı lar, Kreml in'de d izleri üstünde para, i laç, radyasyon ölç
me cihaziarı d i leniyordu. Bu arada bizim adamımız Slyunkov her şeyi on beş da
kikada halletmişti. "Her şey yol unda, biz hallederiz." Onu övdüler: "Işte Belaruslu
kardeşlerimiz işi böyle halleder ! " Acaba bu övgüler kaç kişinin canına mal oldu?
Böylece beni bürolarına kabul etmeyi kestiler. Onları mektuplara boğdum. Res
mi raporlar, haritalar gönderdim. 250 sayfalık. içi veri dolu dört dosya hazırla
dım. Her şeyden iki kopya yapıyordum, biri enstitüde, biri de her ihtimale karşı
evimde duruyordu. Eşi m dosyaları gizlemişti. Neden mi fazladan kopyalar hazır
ladım? Böyle bir ülkede yaşıyoruz. Her zaman büromu kilitli tutardım; bir gazi
den döndüğümde dosyaların gitmiş olduğunu fark ettim. Ama Ukrayna'da yetiş
miştim, atalarım Kazak'tı. bende de Kazak karakteri vardır. Yazmaya devam et
tim. Konuşmaya devam ettim. Insanları kurtarmal ısınız! Tahl iye edi lmeleri la
zım ! Oralara gezi ler düzenledik.
Moskova'ya yazdım. Bundan sonra B il imler Akademisi başkanı beni aradı. "Bir
gün Belarus halkı seni onlar uğruna yaptıkların için hatırlayacaktır; ama Mosko
va'ya yazmamal ıydın. Bu çok kötü oldu. Şimdi seni görevinden almamı istiyor
lar. Onlara ne yazdın? Kime kafa tuttuğunun farkında mısın?" Ben im elimde ve
riler ve haritalar vardı. Onların nesi vardı? Beni bir akıl hastanesine koymakla
tehdit etti ler ya da bir araba kazası nda ölmemi sağlamakla. Beni anti-Sovyet
propagandası yaptığım için ya da enstitüde yok olmuş bir kutu çivi için bile da
va edebi lirlerdi. Sonunda mahkemeye çıkardı lar. Istediklerini de elde etti ler;
kalp krizi geçirdim. (Susuyor.)
Her şeyi yazd ım. Dosyanın içinde. Gerçekler, sadece gerçekler var. Köylerdeki
çocukları kontrolden geçiriyoruz. Hepsinde 1 500, 2000, 3000 m ikro-röntgen çı
kıyor. O kızların çocuğu olmayacak. Genetik mutasyonlar oluşuyor. Traktörler
çalışıyor. Orada bizimle birlikte gelen Parti çalışanına soruyorum:
"Traktör sürücüleri gaz maskesi takıyor mu?"
"Hayır, takmıyorlar."
" Neden? Size dağıtılmadı mı?"
"Oh, bir sürü maske verdi ler. 2000 yı l ına kadar idare edecek gaz maskemiz var.
Sadece dağıtmıyoruz. yoksa pani k çıkabilir. Herkes kaçar, işe gelmez. "
"Bunu nası l yaparsınız? "
"Sizin için konuşması kolay, profesör. Sizi işten atsa lar başka iş bulursunuz. Ben
nereye g ideri m?"
Ne güç. Bir insan diğerinin üstünde ancak bu kadar sınırsız bir güce sahip ola
bil ir. Bu bir h i le ya da yalan değil. sadece masumlara karşı açılmış bir savaş.
Pripyat kentine gittiğimizde de tıpkı böyle olmuştu. Insanlar çadı r kurdular, ai
leleriyle tatile gelmişlerdi. Yüzüyor, güneşleniyorlardı. Haftalarca nükleer bulu
tun altında güneşlenip yüzdüklerini bilmedi ler. Onlarla konuşmak kesinl i kle ya
saktı. Çocukları gördüğümda yanlarına gidip onları uyarıyordum. Bana i nanma
d ılar. "Neden radyoda te lavizyanda bir şey söylemedi ler?' Yerel Parti bürosun
dan birileri bize hep eşl ik ederdi; ama onlar da hiçbir şey söylemezdi . Yüzünden
düşüncelerini okuyabil iyordum; rapor etsem mi etmesam mi? Aynı zamanda da
o insanların haline üzülüyordum ! Sonuçta o da bizim gibi bir insandı. Ama yine
de geri döndüğünde hangi tarafın ağır basacağını bilmezdi k. Rapor edecek mi,
etmeyecek mi? Herkes kendi seçimini yapard ı. (Uzun bir sessizlik.) Şimdi bu ger
çeklerle ne yapacağ ız? Bunların altından nasıl ka lkacağız? Yine patlarsa, yine
aynı şeyler olacak. Biz hala Stalin'in ülkesindeyiz. Hala Stalin'in halkıyız.
Ben kendi zamanımın ürünüyüm . Inançlı bir komünistim. Şimdi bizlere sövmek
revaçta. Bütün komünistler suçlu oldu. Her şeyin sorumlusu biziz, fizik kuralla
rının bile.
Diğerleri sessiz kalmayı yeğliyor; ben konuşacağım. Belki siz yazmadınız; ama
her yerde komünistlerin insanları aldattığı, gerçeği onlardan sakladığı yazıyor.
Saklamaya mecburduk. Merkez komiteden, bölgesel kom iteden telgraflar aldık,
bize panik çıkmasını engellememiz emredildi. Doğruya doğru, panik korkutucu
dur. Çernobi l'den gelen haberlere dikkat ettikleri kadar, savaş sırasında cephe
de olan bitene d ikkat etmemişlerdir herhalde. Korku ve söylenti ler. Insanlar
radyasyondan değil, bunlar yüzünden öldü. Panik çıkmasını engel lemeliydi k.
Bir de şimdi olanlara bakın. Her şey yıkıl ıyor. Devlet, Stalin. G ulag yok. Geçmiş
hakkında. bütün yaşamımız hakkında kararı verdi ler. O büyük fil mleri hatırlayın !
O mutlu şarkı ları ! Bunları bana açıklayın. Neden artık öyle filmleri miz. öyle şar
kılarımız yok? Insanların desteğe, i lhama i htiyacı vardır; ideal leri olmal ıdır. Bü
yük bir ulus ancak böyle kuru lur. Bizim parlak ideal lerimiz vard ı !
Benden i l k günleri aniatmarnı i stemişsin iz. Ukrayna'da a larm veri ldi; ama Bela
rus'da her şey sakindi. Ekim mevsimiyd i . Saklanmadım, büroda oturdum, tarla
ları, otlakları gezdim. Halk ekip dikiyordu. Herkes Çernobi l'den önce atama "ba
rışçıl işçi" adını taktığımızı. atom çağında yaşamaktan gurur duyduğumuzu unu
tuyor. O zamanlar atomdan korktuğumu hatırlamıyorum.
Sonuçta, Parti'nin bölgesel komitesi genel sekreteri dediğiniz nedir ki sıradan
bir üniversite diplaması olan -genel l ikle mühendislik veya ziraat dal larında- sı
radan bir adam. Aramızdan bazıları Parti yüksekokuluna da g itmişti. Sivi l savun-
ma derslerinde ne dinled iysem atom hakkında da onu biliyordum. Sütün içinde
ki sezyum, stronsiyum gibi şeyleri hayatımda duymamıştım. Sezyuml u sütü, süt
fabrikalarına yolladık. Eti et fabrikasına verdik. Buğdayı hasat ettik. Plan neyse
uygulandı. Bizim için hiç kimse planı değiştirmed i.
l i k birkaç gün herkes korku içindeydi, aynı zamanda meraklıyd ı lar da. Ben ken
dini koruma güdüsü zayıf bir adamım. (Düşünüyor.) Ama herkes görev aşkı için
deydi. Çernobil'e gönderi l mek isteyen gönül l ülerden düzinelerce mektup a l ıyor
dum. Şimdi ne yazariarsa yazsınlar. o zamanlar Sovyet insanı, Sovyet karakteri
diye bir şey vardı. Şimdi ne yazariarsa yazsınlar.
Bilim adamları geldi, ara larında bağrışıp duruyorlardı. Birine yaklaştım: "Çocuk
larımız radyoaktif kurnda mı oynuyor? " Bana bağırd ı : "Velveleci ! Çok bi l m i ş !
Radyasyon hakkında sen ne bilirsin k i ? Ben nükleer patlamalar gördüm. Yirmi
dakika sonra patlama merkezine erimiş toprağın üzerinde yürüyüp g ittik. Neden
hepiniz panik içindesiniz?" Ona inandım. Büroma gidip arkadaşlarımı aradım.
" Kardeşlerim ! Eğer ben kaçarsam. siz kaçarsanız. diğerleri bizim hakkımızda ne
düşünür? Komünistlerin ödlek olduğunu söylerler. " Sözle ikna edemediklerim
için başka yol lar denedim. "Siz yurtsever misiniz. değil misiniz? Deği lseniz Par
ti kartınızı masama koyun." Bazıları bunu yaptı.
Bu bir oyun, bir gösteri gibi. Bir insani yardım konvoyunda, yardım getiren ya
bancı larla beraberim, lsa veya bir başkası adına. Dışarıda, paltolarını, eldivan
lerini giymiş, çamurun içinde bekleyenler ise benim kabilem. Ucuz çizmeler g iy
mişler. Gözlerinden "bir şeye ihtiyacımız yok! " okunuyor, "zaten hepsi çalınıp gi
decek." Öte yandan bir şeyler koparma isteği de duyuyorlar, bir kutu veya san
dık, dışarıdan gelme bir şeyler. Artık bütün yaşl ı kadınların nerede yaşad ığını bi
l iyoruz. Birdenbire içimde fena. mide bulandırıcı bir duygu kabarıyor. "Bu du
rumdaki insanları Afrika'daki lerle asla karşılaştıramazsınız. Her yanlarında 200
küri. 300 küri radyasyonla yaşıyorlar," diyorum.
Yaşlı kadınların değiştiğini fark ettim, bazı ları gerçek tiyatrocular hal ine geldi.
Kendi tiratiarını ezbere biliyorlar, doğru noktalarda hemen de ağlayıveriyorlar.
lık yabancılar geldiğinde bu nineler susar, sadece ağlarlardı. Ş i mdi nasıl konuş
maları gerektiğini öğrendi ler. Belki çocuklar için fazladan bir kutu sakız alacak
lar, belki de bir torba g iyecek. Ve bunların hepsi derin bir felsefenin, bu i nsan
ların ölüm ve zamanla ilişkilerinin hemen yanıbaşında ol uyor. Ömürleri boyun
ca yaşadıkları kulübelerini terk etmeyi sadece bir kutu sakız ve biraz Alman çi
kolatası için reddetmedi onlar.
Biz geri dönerken, güneş de batıyor, "Şu çevrenin güzelliğine bakın,' diyorum.
"Güneş ormanı ve tarlaları aydınlatarak bize hoşça kal, diyor." Rusça konuşan
Almanlardan biri yanıtl ıyor: "Evet, güzel ama kirlenmiş." El inde bir ölçüm cihazı
var. O an günbatımının sadece benim için olduğunu anl ıyorum. Burası benim ül
kem. Burada yaşayan benim.
Natalya Arsenyeva Roslova,
Mogi/ev Çernobil Çocuklan
Kadmlar Komitesi başkant
Çocuklar Korosu:
**
Kazadan sonra bir yı l içinde kentimizdeki bütün serçeler yok oldu. Bahçelerde,
asfaltlarda cansız bedenleri yatıyordu. Ölü yapraklarla birlikte onlar da süpürü
lüp çöp konteynerlerine atı ldı lar. O yıl radyoaktif oldukları için kimsenin yaprak-
ları yakmasına izin verilmedi, tüm ölü yaprakları gömdüler. Serçeler iki yıl son
ra geri geldi. Çok mutl uyduk, birbirimizi arayıp, "Dün bir serçe gördüm ! Geri
dönmüşler, diyordu k. Mayıs böcekleri de kayboldu; ama onlar geri dönmediler.
•
Belki yüz ya da bin yıl sonra gelirler. ögretmenimiz öyle söylüyor. Ben onları gö
remeyeceOim.
1 eylül, okulun ilk günü, etrafta tek bir çiçek bile yoktu. Çiçekler radyoaktif ol
muş. Yen i yıldan önce ça lışan insanlar duvarcı ustaları deOil askerlerdi . Çiçek
le�i biçtiler, toprağı kazıyıp kamyonlarla başka bir yere taşıdı lar.
Bir yıl içinde hepimizi tahliye etti ler ve köyü gömdüler. Babam taksi şoförü, ora
ya g itti . Gördüklerini bize de anlattı. Önce yere büyük bir çukur açmışlar. beş
metre derinliğinde. Ardından itfaiyeciler gelip hortum larıyla evi çatısından te
meline kadar yıkamış, radyoaktif toz kalkmasın d iye. Pencereleri, çatıyı, kapıyı,
her yeri yıkamışlar. Sonra bir vinç evi temelinden sökmüş ve çukurun içine koy
muş. Oyuncak bebekler. kitaplar ve tenekeler etrafa saçılmış. Dozer onları da
toplamış. Sonra her şeyi kum ve kille kapiayıp üzerini düzlemişler. Köyümüzün
yerinde boş bir arazi kalmış. Sonra buraya mısır ekti ler. Evimiz orada yatıyor,
okul um ve köy konseyi odası da. Bitki lerimle iki albüm dol usu pul da orada. On
ları yanımda getirmeyi istemiştim. Bir de bisikletim vardı.
On iki yaşındayım ve sakatım. Postacı evi mize iki malul maaş çeki getiriyor, bi
ri dedem. biri de benim için. Kızlar benim kan kanseri oldugumu duyunca yanı
ma oturmaya çekiniyorlar. Bana dokunmak istemiyorlar. Babam Çernobil'de ça
lıştıktan sonra ben doğmuşum. Doktorlar onun için hasta olduğumu söyledi.
Babamı seviyorum.
**
mışlar. Ama ertesi gün ölçüm cihaziarı yine her yerde "tıkırdıyormuş'.
Bir zamanlar şiir yazardım. Beşinci sınıfta bir kıza aşık olmuştum. Yedinci sınıf
ta ölümle tanıştı m. Andrei diye bir arkadaşım vardı. Onu iki kere ameliyat edip
eve yolladılar. Altı ay sonra üçüncü bir ameliyat geçirecekti. Herkesi n spor der
sine g ittiği sırada kendini boş bir sınıfta kemeriyle astı . Doktorlar koşmasını ve
sıçramasını yasaklamışlardı. Yulia, Katya, Vadim, Oksana, O leg, şimdi de An
drei. "Öldükten sonra bilim olacakmışız." diyordu Andrei. Katya ise "Öiünce her-
kes bizi unutacak," demişti. Oksana 'Öidüğümde beni mezarlığa gömmesinler,
mezarlıktan korkuyorum orada ölü insanlarla kargalar var," demişti, 'Beni tarla
ya gömün. Yulia sadece ağl ıyordu. Gökyüzüne baktığ ımda canl ı olduğunu gö
•
Kısa zaman önce mutluydum. Neden? Unuttum. Şimd i başka bir hayatı yaşıyor
muş g ibiyim. Anlamıyorum. Nasıl yen iden yaşamayı başarabildiğimi bilmiyo
rum. Yaşamayı istemek ... Ama işte buradayım. Gülüyor, konuşuyorum. Kalbirn
çok kırıktı. Adeta felç olmuştum . Birileriyle konuşayım istiyordum; ama bu bir
insan olmasın. Kiliseye gidiyordum, orası dağlardaki gibi sessiz. O kadar sessiz
ki insan kendi yaşamını unutuyor. Sabah kalktığımda el lerim onu arıyordu, ne
rede o? Bu onun yastığı, onun kokusu. Pencere pervazında küçük bir kuş zıpla
yıp oraya ası l ı çanı çaldırıyor, uyanıyorum, bu sesi daha önce hiç duymamışım.
O nerede? Hepsini anlatamam, konuşamam. Nasıl canlı kaldığımı bile anlaya
m ıyorum. Akşam kızım bana gelirdi: "Anne, ev ödevimi bitirdim bile." Ancak o
zaman çocuklarım olduğunu hatıriardı m. Ama o nerede? "Anne, düğmem koptu,
diker misin?" Onun ardından nasıl giderim, onu nerede bul urum? Gözlerimi ka
patıp uyuyana kadar onu düşünüyorum. Uykumda yanıma gel iyor, şimşeğin ışı
ğı gibi bir anda. Hemen sonra da yok oluyor. Nereye gitti? Nereye? Ölmek iste
medi . Pencereden gökyüzüne bakar, bakardı. Başının altına bir, iki, üç yastık ko
yardım ki rahat görebil sin. Ö l mesi uzun sürdü. Tüm bir yıl boyunca. Ayrı lamadık.
(Uzunca bir sessizlik.) Hayır, endişelenmeyin. Artık ağlamıyorum. Konuşmak is
tiyorum. Kendime, diğerleri gibi, artık hiçbir şey hatırlamadığımı söyleyemem.
Arkadaşım gibi değilim. Kocalarımız geçen yıl öldü, Çernobi l'de birlikteydik; o
şimdiden evlenmeyi düşünüyor. Onu suçlamıyorum. Yaşam bu. Yaşamaya de
vam etmek zorunda. Çocukları var.
Çernobil'e gittiğinde doğum günümdü. Masada konuklar vardı, onlardan af di
ledi. Beni öptü. Dışarıda bir araba onu bekliyordu. 19 Ekim 1 986 günüydü, do
ğum günüm. Inşaat işçisiydi. bütün Sovyetler Birliği'ni dolaşmıştı. ben de onu
beklemiştim. Yı llarca böyle muhabbet kuşları gibi yaşadık. Bir hoşça kal. derdi k,
bir birleşirdik. Sonra, anneleri m izi bir korku sardı, biz hissetmemiştik. Şimdi ne
den diye düşünüyorum. Nereye g ittiğini biliyorduk. Komşunun oğlunun onuncu
sınıf fizik kitabını alıp bir göz atabilirdi m. Başına şapka bile giymemişti. Birlikte
gittiği adamların hepsinin saçı bir yıla kal madan döküldü, onunki ise gürleşti,
tıpkı at yelesi gibi. O insanların hiçbiri şimdi canl ı değil. Onun müfrezesindeki
yedi adamın hepsi öldü. Çok gençti ler. Birbiri ardına gitti ler. Ilki üç yıl sonra öl
dü. Tesadüf eseri olduğunu düşündük. Kader. Sonra ikinci öldü, ardından üçün
cü ve dördüncü de. Diğerleri sıra larını beklerneye koyuldular. Böyle yaşadılar.
Kocam en son öldü. Açık havada çal ışmıştı. Tah l iye edilmiş köylerdeki elektriği
kesiyorlardı; ölü evlerin, ölü sokakların arasındaki elektrik direklerine tırmanı
yordu. Neredeyse iki metre boyundaydı, doksan ki loydu. Onu kim öldürebiiirdi
k i ? (Aniden gülümsüyor.)
Oh, ne kadar da mutluydum ! Geri gelmişti. Bir parti düzenledik, her eve gel işin
de bir parti olurdu. Uzun. çok güzel bir gece el bisem vardı. onu giydim. Pahal ı
çamaşırları severdim, sahi p olduğum her şey güzeldi; O gece elbisesini sadece
özel zamanlarda giyiyordum. lık günümüz. ilk gecemiz. Onun vücudunu ezbere
bilirdim, her yerini öptü m. Bazen rüyamda onun bedeninin bir parçası olduğumu
görüyorum, bu şekilde ayrı lmaz oluyoruz. O g ittiğinde onu o kadar çok özlerdim
ki fiziksel anlamda bile acı çekerdim. Ayrıldığımızda bir süre kendimi kaybolmuş
hissederdim. Hangi sokakta yürüdüğümü. saatin kaç olduğunu bi lemezdim.
Geri geldiğinde lenf bezlerinde yumrular oluşmuştu, küçüktüler ama dudaklarım
onları hissetmişti. 'Doktora gidecek misin?' diye sordum. Beni sakin leştirdi:
'lyileşirler." "Çernobil nasıl bir yerdi?" "Sıradan bir iş işte." Kahramanlık öykü le
ri, korku yoktu. "Orası da burası gibi bir yer." Kateteryada sıradan işçilere birin
ci katta makarna ve konserve yiyecekler veri l i rken, üst katta patranlar ve gene
ral iere meyve, kırmızı şarap, maden suyu sunulurmuş. Orada temiz masa örtü
leri ve herkes için bir adet ölçüm cihazı varmış. Bununla birl ikte işçilere, her
müfrezeye bir tane düşecek kadar bile cihaz vermemişler.
Ne kadar da mutluydum. Yine denize gitmiştik ve deniz gökyüzü gibiydi. her yer
deydi. Arkadaşım da kocasıyla gelmişti; ama o denizin kirli olduğunu düşünü
yordu. " Korkarım kolera kapacağız." Doğru olabi l i rdi� gazetede böyle bir şey
okumuştum. O günü farklı, çok daha parlak ışıklarla hatırl ıyorum. Denizin her
yerde olduğunu, gökyüzü gibi masmavi olduğunu ... O ise yanıbaşımdaydı.
Sevmek için doğmuşum. Okulda bütün kızlar üniversiteye veya Kornsamal çal ış
ma kampına g itmeyi hayal ederken ben evlenmek isterdim. Sevmeyi, Nataşa
Rostov gibi kuwetle sevmeyi istiyordum. Sadece sevmeyi . Ama o zamanlar
böyle bir şeyi dile getiremezdim, sadece Kornsamal i nşa gazi lerini hayal etme
miz gerekiyordu. Bize böyle öğreti lmişti. Insanlar Sibirya'ya gitmek, balta gir
memi ş tayga ormanlarını görmek istiyordu. Şöyle şarkılar söylerlerdi hatırlasa
nıza: "Taygaların kokusu ve sisi."
Sonra eve çıkardılar! Bana özel b i r iğne verip nası l kullanı lacağ ını gösterdi ler.
Onu iğneyle beslernem gerekiyordu. Her şeyin nasıl yapılacağını öğrendim.
Günde dört defa taze yemek pişi rir. sonra da yemeği kıyma makinesinde öğü
tüp iğneyle en kalın borusuna zerk ederdim. Oradan doğrudan doğruya midesi
ne iniyordu. Ama koku alma duygusunu yitirmişti. "Tadı nasıl?" diye sorardı m.
Tabii bilemezdi, Arada sırada sinemaya g iderdik. Orada öpüşürdük. Yaşama in
ce bir iplikle bağl ıydık; yine de eski yaşantımıza geri döndüğümüzü sanırdık.
Çernobi l hakkında konuşmamaya çalışırdık. Yasak konuydu o. Onun telefonlara
bakmasına izin vermezdim. çünkü bütün arkadaşları bir bir ölüyordu. Bir sabah
onu uyandırıp sabahlıOını uzattım; ayağa kalkamıyordu. Konuşamıyordu. Gözle
ri kocaman olmuştu. O zaman korktuk. Çok ... (Tekrar susuyor.)
Bundan sonra bize sadece bir yı l kalmıştı. O yıl boyunca ölmeye çal ıştı. Her ge
çen gün kötüleşiyordu; arkadaşlarının da öldüOünü bilmed i. Hep bu düşüncey
le yaşadık. Bununla yaşamak çok zor, çünkü ne olduOunu bile bilmiyorsunuz. Ki
mileri "Çernobil" diyor ama kimse ne olduğunu tam olarak söyleyemiyor. Önü
müzde korkutucu bir gedik açıldı. Her şey biz Çernob i l l i ler için çok farkl ı, diğer
insanlarla aynı doOmuyoruz ve onlar gibi ölmüyoruz. Insanlar Çernobil yüzünden
nasıl öldü diye soracak olursan ız; her şeyden çok sevdiğim i nsan, onu kendim
doğurmuş olsam daha fazla sevemeyeceği m insan, gözlerimin önünde bir cana
vara dönüşerek öldü. Lenf bezlerini aldıkları için dolaşım ı bozulmuştu, burnu bir
yana kaydı, üç misli büyüdü. Gözleri iki yana bakmaya başladı, içlerinde farkl ı
b i r ı ş ı k vardı, daha önce görmediğim ifadeler görüyordum. Artık burada değildi
sanki; yine de gözlerinde bakan biri leri vardı. Sonra bir gözü tamamen kapandı.
Tek korktuğum şey kendi hal i n i görmesiydi. Sonra benden el işaretleriyle ayna
yı istemeye başladı. Unutmuş gibi yapar. mutfaOa kaçardım. Iki gün boyunca
onu atiatmayı başardım. Üçüncü gün not defterine "Aynayı getir" yazıp sonuna
da üç ünlem işareti koydu. Fısı ldamayı bi le başaramadığı için kalem kağıtla an
laşabil iyorduk. Mutfağa gittim ve çanak çömlekle gürültü yapmaya başladım.
Sanki yazdığını okumamışım ya da anlamamışım gibi.
Sonunda ona en küçük aynayı getirdim. Kendine baktı, ardından kafasını tutup
yatağa vurmaya başlad ı. Onu avutmaya çal ıştım: " Iyi leşince birlikte bir köye ta
şınırız, terk edilmiş bir köye. Bir ev alıp orada yaşarız, büyük kentte bir sürü in
sanla bir arada yaşamak zorunda değ i lsin. Kendi başımıza yaşarız." Şaka değil
di bu, onunla her yere g iderdim, yanımda olsun yeterdi. Benim için o kadar
öneml iydi.
Hakkında konuşmak istemediğim hiçbir şeyi hatırlamayacağı m. Ama her şey ol
du. Şimd i uzağa, belki ölümden daha da uzağa bakıyorum. (Susuyor.)
l ı k tanıŞtığımızda on yedi yaşındaydım. benden yedi yaş büyüktü. Iki yı l çıktık.
M insk'te postanenin yanındaki o mahal leyi seviyorum. Volodarkovo Sokağı,
orada büyük saatin a ltında buluşurduk. Kenar mahal lede oturuyordum ve 5 nu
maralı otobüse binip postaneyi biraz geçe, çocuk giysi leri satan mağazanın
önünde iniyordum. Her zaman onun orada diki l i p bekleyişini görebil mek için bi
raz geç giderdim ve düşünürdüm: "Ah, beni ne kadar yakışıklı bir adam bekl i
yor. ' Iki yı lın nas ıl geçip g ittiğini anlamadım. ne yaz ne de kış mevsimini. Beni
konseriere götürürdü, örneğin en sevdiğim şarkıcı olan Edith Pekha'ya. Dans et
meye gitmezdi k, çünkü dans etmesini bilmezdi. Öpüşürdük, sadece öpüşürdük.
Bana "küçüğüm" derdi. Tuhaf ama en öneml i şeyler hep doğum günümde oldu,
bunu gördükten sonra kadere inanmamak elde değil. Doğum günümde saatin
a ltında onu bekl iyordum, beşte buluşmamız gerekiyordu ama o gelmemişti. Sa
at altıda iyice bozulmuştum. Gözyaşları içinde sokağ ı geçip durağa doğru i ler
ledim ama bir anda bir şeyler hissed ip arkarnı döndüm. Iş kıyafetleri. çizmeleri
içinde arkarndan koşuyordu. Onu en çok o hal iyle beğenirdim, avcı ceketi , de
nizci gömleği, ona her şey yakışırdı. Evine uğradık, üstünü değiştirdi, doğum gü
nümü kutlamak üzere bir restorana gitmeye karar verd ik. Ama içeri giremedik,
geç olmuştu ve şef garsonun eline birkaç tekl ik sıkıştırmavı ikimiz de bilmiyor
duk. "Tamam," dedi , ışıl ışıldı. ·şampanya ve pasta alıp parka gidelim, orada
kutlama yaparız." Gökyüzünün, yıldızların altında ! Gorki parkında sabaha kadar
bir bankta oturduk. H iç böyle bir doğum günüm olmamıştı. O gün ona " Benimle
evlen ! Seni çok seviyorum ! " dedim. O ise güldü: "Ama sen çok küçüksün." Erte
si gün nikah dairesine gittik.
Çok mutluydum ! Eğer yukarıdan birileri bana böyle olacağını söylemiş olsa bile
havatımdaki hiçbir şeyi değiştirmezdim. Evlendiğimiz gün pasaportunu bulama
d ı , evi altüst ettik. Bize geçici bir kağıt parçası verdi ler. Annem, "Kızım, bu hay-
ra alarnet değil," diye ağladı. Pasaportu daha sonra tavan arasında eski bir pan
toianun cebinde bulduk. Aşk! Bu aşktan da fazlasıydı. Çok uzun süredir aşıkmı
şım gibi hissediyordum. Sabahları aynanın önünde dans ederdim; gencim, gü
zelim, beni seviyor! Şimdilerde o zamanki yüzümü unuttum, a rtık aynada o yü
zü görmüyorum.
Bunlar bahsedebileceği m şeyler mi? Lafa dökebilir miyim? Bazı gizlerim var. h/3-
113 nasıl olduğunu da bilmiyorum. Son ayında bile geceleri beni çağ ırırdı. Beni
h/3113 arzuluyor, eskisinden de çok seviyordu. Gün içinde ona bakar, gece olan
lara inanamazdım. Ayrı lmak istemiyordum. Onu okşadım, sevdim. O zamanlar
en mutlu anlarımızı hatırlad ım. Kamçakta'dan saka l l ı dönmüştü, orada kocaman
bir sakal büyütmüştü ... Parkta bir bankta kutlad ığımız doğum günüm ... "Benim
le evlen." Bundan bahsedebi l i r miyim ? Tıpkı bir erkeğin kad ına teklif ettiği gi
bi ona g itmiştim. Ona i laçtan başka ne verebi l irdim? Nası l bir umut? Ölmek is
temiyordu.
Annerne hiçbir şey söylemed im. Beni anlamazdı. Beni yargılayacak ve bize sö
vecekti. Çünkü bu sıradan bir kanser değildi, bu Çernobi l kanseriydi, yani çok
daha kötüsü. Doktorların dediğ ine göre, tümörler vücudunda metastaz yapsay
mış, kısa sürede ölürmüş. Oysa yavaş yavaş vücudu boyunca, yukarıya, yüzüne
doğru i lerlemiş. Yüzünde siyah bir şey ol uştu. Çenesi kayboldu, dili dışarı çıktı.
Damarları dışarı fırladı. kanamaya başladılar. Boynundan. yanaklarından. kulak
larından ... Her yerinden ... Soğuk su getirir, onu ıslak bezlerle sarard ım; ama hiç
bir faydası olmazd ı . Korkunç bir şeydi , bütün yastık kana boyanırdı. Banyodan
bir leğen getirirdi m, akan kanlar ona da sıçrardı, süt kovasına dolar gibi. Huzur
lu ve köy çağrıştıran bir sesti bu. Şimdi bile geceleri kulağ ı ma ça l ı nıyor. H/3113 bi
linci yerinde olduğu zaman, el çırpmaya başlardı, bu işaretimizdi: "Ambulans
çağır." Ölmek istemiyordu. Kırk beş yaşındaydı. Ambulansa telefon ederdim, bi-
zi tanıdıkları için gelmek istemezlerdi: "Kocanız için yapabileceğimiz bir şey yok.
Ona bir iğne yapın ! Bir uyuşturucu.' Nasıl yapı lacağını öğrenmiştim, ama iğne
deriyi bereliyor, izi gitmiyordu.
Bir defasında arnbulansı getirtıneyi başardım. genç bir doktor da geldi. Gördü
ğü anda geri sıçradı: "Özür dilerim, o da mı Çernobil'den? Oraya g idenlerden
mi?" "Evet," dedim. Ve hiç abartmıyorum, ağlamaya başlad ı: "Ah. o zaman dua
edin de çabuk ölsün ! Çabuk ölsün ! Çernobil 'dekilerin nasıl öldüğünü gördüm.'
Bu arada kocamın bilinci yerindeydi, bunları duyuyordu ama en azından bulun
duğu müfrezeden bir tek kendisinin hayatta kalmış olduğunu bilmiyordu.
Bir defasında yakınlardaki bir poliklinikten bir hemşire geldi; ama girişte durdu
ve içeri gelmeyi reddetti. "Yapamam," diyordu. "Ben yapabi l i r miyim? Ben her
şeyi yapıyordum. Ne düşünebilirim? Onu nası l kurtarabilirim? Haykırıyor, acı çe
kiyor, bütün gün bağırdı.'
Sonunda bir yol buldum, bir şırıngayı votkayla doldurup ona zerk ediyordum. Sa
yılır, acısını unuturdu. Bunu kendi m icat etmedim, başka bir kadın söyledi. Onun
da başından aynı şeyler geçmişti .
Annesi gel irdi: "Neden Çernobil'e g itmesine izin verdin? Bunu nası l yapabi l
din?" Onu engel ieyebileceğim aklıma bile gelmemişti, o da büyük olasıl ıkla red
detmenin mümkün olmadığını düşünmüştü. Ona bir kere sordum: "Oraya g itti
ğin için pişman mısın?" Başını hayır anlamında salladı. Defterine, "Öidüğümde
arabayı ve yedek lastikleri sat, Tol ik' le de evlenme," yazdı. Tolik kardeşiydi.
Benden hoşlanıyordu.
Bazı anları hatırl ıyorum. Onun yanında oturuyorum, uyuyor, çok güzel saçları
var. Ma kas a l ı p sessizce bir tutarnını kesiyorum. Gözlerini açıyor, elimdekini gö
rüp gülümsüyor. Hala saatini, askeri kimliğini, Çernobil madalyasını sakl ıyorum.
(Susuyor.) Çok mutluydum. Saatlerce pencerede oturur, onun gelmesini bekler
dim. Neler olduğunu anlamıyordum. bana neler oluyor? Ona bakmaya doyamı
yordum. Bunun bir yerde son bulacağını düşünüyordum. Ona sabah yemek ya
par. ardından yiyip yemediğini merak ederdim. Tıraş ol masını. sokakta yürüme
sini merak ederdim. Iyi bir kütüphaneciyim ama işini sevmek nedir hiç bilme
dim. Ben sadece onu sevdim. Onsuz olamıyorum. Geceleri bağırıyorum. Yastığa
haykınyorum ki çocuklar duymasın.
Onun evi terk edeceği, sonunda ayrı lacağımız hiç aklıma gelmedi. Annem. kar
deşim, doktorlar. sırayla, 'Biliyor musun. Minsk yakınlarında özel bir hastane
varmış, onun gibi umutsuz vakaları kabul ediyormuş. Oraya önceden Afganis
tan'dan gelen kolsuz. bacaksız kalmış askerleri götürürken. şimdi Çernobil'den
gelenleri yatırıyorlarmış." dediler. Bana yalvardı lar. "Orada daha iyi olacak. çev
resinde hep doktoru bulunacak." Duymak bile istemedim. Ardından onu ikna et
ti ler. Bana. "Beni oraya götür, kendine işkence etmekten vazgeç," demeye baş
ladı. Bu arada hastalık izni, yı l l ı k izin al ıyordum. Hastalık iznini örneğin hasta
çocuğunuza bakmak için alabil iyordunuz, yı llık izin ise yılda bir aydı. Not defte
ri yardımıyla onu oraya götürmem için benden söz aldı. Sonunda kardeşiyle bir
arabaya atlayıp nası l bir yer olduğunu görmeye gittik. G rebenka diye bir yer. bir
köyün kenarındaydı. Büyük bir ahşap ev, yanında kırık bir kuyu vardı. Karalar
g iymiş yaşlı kadınlar -rahibeler. Arabadan bile çıkmadım. O gece onu öptüm:
"Benden böyle bir şey yapmamı nasıl istersin, asla bunu yapmam. Asla ! " Onu
öpüp durdum.
Son haftalar en feci olanlardı. lşemesi için yarım saat uğraşmak zorunda kal ı
yorduk. Tüm bu zaman boyunca gözlerini yere indirirdi, utanıyordu. "Nasıl böy
le düşünürsün?" deyi p onu öperdim. Son gün, gözlerini açtı . dikildi, gülümsedi
ve "Valyuşka ! "dedi. Bu bendim. Yalnız öldü. Herkes ya lnız ölür. Beni işten ara-
dı lar. "Size kızıl başarı belgesini getireceğiz." Ona sordum: "Dostların gelmek is
tiyor, sana sertifikanı getireceklermiş.' Başını salladı: Hayır! Yine de geldiler.
Biraz para ve sertifikayı getirmişlerdi. Üzerinde Lenin'in resmi olan kırmızı bir
dosyanın içindeydi. Aldım ve düşündüm, bu resi m için mi ölüyor? Gazeteler sa
dece Çernobil'in değ i l komünizmin de patladığını söylüyorlar. Resim aynı.
Adamlar ona güzel bir şeyler söylemek istedi ama o yüzünü battaniyeyle örttü,
sadece saçları görünüyordu. Orada bir süre durup gitti ler. Insanlardan korkuyor
du. Korkmadığı bir tek ben vardım. Onu gömdüğümüzde, yüzünü iki mend i l le ört
tüm. Eğer birisi isterse mendi l leri kaldırıyordum. Bir kadın bayıldı. Üstelik eski
den kocama aşıktı, bir ara onu kıskanmıştım. "Ona son bir defa bakayım." "Ta
mam" dedim. Kadı na, o öldüğünde kimsenin yanı na gelmek istemediği ni, ondan
korktuklarını söylemedim. Adetlerimize göre akrabalarınızı yıkayıp giydiremez
siniz. Morgdan iki görevli geldi ve votka istedi ler. "Her şeyi gördük,' dedi ler.
"Ezi lmiş, parçalanmış insan lar, yanmış çocuk cesetleri. Ama böyle bir şey gör
medik. Çernob i ll iler en feci şekilde ölüyor.' (Sessizleşiyor.) O öldü ve öylece
yattı, çok sıcaktı. Ona dokunmak mümkün değildi. Öldüğünde evdeki saatleri
durdurdum. Saat sabahın yedisiydi.
Onsuz i lk günlerde, iki gün boyunca uyudum, kimse beni uyandıramadı, kalkıp
bir bardak su içip yastığa düşüyordum. Şimdi bunu tuhaf ve anlaşılmaz bul uyo
rum. Nasıl uyuyabildim? Arkadaşımın kocası ölmeden önce ona tabaklar fırlat
mış, neden bu kadar genç ve güzel diye. Benimki sadece bana bakmıştı. Defte
rine "Öidüğümde kalanları yak. Korkmanı istemem," yazmıştı. Çernobil 'den ge
lenlerin öldükten sonra bile radyoaktif olduklarına dair söylenti ler var. Mosko
va hastanelerinde ölen Çernobil itfa iyeci lerini Moskova yakınlarında M itina di
ye bir yere gömmüşler. orası Ml§ radyoaktif kabul edi l iyormuş. Insanlar yanın
dan geçmekten, akrabalarını oraya gömmekten korkuyormuş. Ölüler bile bu ölü
lerden korkuyor. Çünkü kimse Çernobil'in ne olduğunu bilmiyor. Korumalı giysi
ler ... Bunlar. ölene kadar dolabımızda asılı kaldı. Annem "Bunların hepsini at-
malıyız." dedi. Korkuyordu. Ama ben o kıyafeti bi le saklamak istedim. Aslında
bu suçtu, çünkü evde çocuklar vard ı. Biz de her şeyi şehir d ışına çıkarıp göm
dük. Birçok kitap okudum, ama bunu açıklayabi lan bir şey yok. Bana onu bir va
zo içinde verdi ler, korkmuyordum. Parmaklarımla külleri yokladım. Kurnun için
deki deniz kabukları gibi küçük şeyler vardı, bunlar kalça kemi kleriydi. Daha ön
ce ona dokunduğurnda onları hiç hissetmemiştim, şimdi hissedebiliyordum. Öl
dükten sonraki gece, yanında oturuyordum. birdenbire ondan küçük bir duman
bulutu çıktığını gördüm. Aynı şeyi krematoryumda da gördüm, bu onun ruhuydu.
Benden başka kimse onu görmedi Sanki birbirimizi bir kere daha görmüşüz gi
bi hissettim.
Onu benden kim aldı? Ne h akl a? 1 9 Ekim 1 986 günü kırmızı bantl ı bir ilam ge
tirdiler, sanki onu savaşa çağırıyorlarını ş gibi.
(Birl i kte çay içerken aile foto ğ ra fl arın ı, düğün re s imler i n i gösteriyor. G itmeye
hazırlanırken, beni durdurup . . . ) Şimdi nas ı l yaşayacağım? S ize her şeyi sonuna
kadar anlatmadım. Çok mutl uydum. deli l er gibi mutluydum. Belki de adımı yaz
masanız daha iyi o lur. Gizler var, i nsanlar gi z l i ce dua e :ler, sadece kendi l eri du
yaca k şekilde. ( Duraksıyor.l Hayır, adımı yazın, Tan rı dJ bilsin, anlamak istiyo
rum. Neden acı çekmemiz gerektiğini anlamak istiyorum. Ne i ç in ? I lkin, önüm
de yeni, karanlık ve benim olmayan bir şeyin olduğunu sandım. Beni ne kurtar
dı? Beni yaşama geri iten ne oldu? Sanırım bu oğ lum. Bir başka oğlum da h a var,
bizim oğl umuz, bir süredir hasta. Büyüyor ama dünyayı beş yaşındaki bir çocu-
ğun gözleriyle görüyor. Onunla olmak i stiyorum. Novinki'ye daha yakın bir yere
taşınıp evimi satmak i stiyorum. Akıl hastanesi orada. Doktorlar, eğer yaşaya
caksa, orada yaşaması gerektiğini söyledi ler. Hafta sonları gidiyorum. Beni se
laml ıyor: 'Misha baba nerede? Ne zaman gelecek?' Bana bunu başka kim so
rabilir ki? Hala onu bekliyor.
Insanların acı ları boyunca yolculuk enim; ama burada ben de diğerleri gibi bir
tanığım. Yaşamım bu olayın bir parçası. Burada, tüm bunlarla yaşıyorum.
Ülkemizde 350 atom bombası var. Ermenistan, Gürcistan, Abhazya, Tacikistan,
Çeçenistan'dan binlerce sığınmacı, bu terk edi lmiş topraklara ve özel birlikler
tarafından yıkılmamış evlere gelip yerleşti. Rusya dışında yaşayan 25 milyon
Rus bulunuyor, bir ülke eder bu ve birçoğu için de Çernobil'den başka gidecek
yer yok. Toprağın, havanın, suyun kendi lerini öldürabiieceği sözü onlara masal
gibi geliyor. Kendi eski masallarına, insanların birbirlerini ancak silahla öldüre
bileceğine inanıyorlar.
Her şeyi aniayıp ifade edebileeeğime inanırdım . . . neredeyse her şeyi. Afganis
tan'la ilgili kitabımı yazarken, Afganistan'a gitmiştim ve bana Afgan savaşçılar
dan alınmış yabancı silahları göstermişlerdi. Şekillerinin ne kadar mükemmel
olduğuna, bir insan düşüncesinin onlar aracılığıyla ne kadar olağanüstü bir bi
çimde dışa vurulduğuna şaşmıştım. Yanımda duran bir subay şöyle dedi: "Eğer
bu sizin Noel ağacı süsü kadar güzel bulduğunuz ltalyan mayınına biri basacak
olursa. bir kova ete döner. Onları yerden kaşıklarla kazıyoruz. Bunları yazmak
•
için oturduğumda, "Acaba bu aniatmarn gereken bir şey mi?" diye düşünmüş
tüm. Rus edebiyatıyla yetiştirilmiştim, bunlar yazılır türden şeyler değildi, yine
de duyduklarımı anlatmak adına her şeyi açık açık yazmaya karar verdim. Ama
Çernobil, dünyanın içinde bir başka dünya ve yazının söyleyebileceğinden çok
daha güçlü.
Üç yıl boyunca etrafta dolaşıp insanlara sorular sordum: Nükleer santraldeki i ş
çiler, bilim adamları. eski Parti bürokratları. doktorlar, askerler, hel i kopter pilot
Sık sık, teknik veri lerin gerçeğe. bir duyg udan. bir görüntüden. bir söylentiden
daha yakın olmadığını düşünüyorum. Neden veri leri tekrar edi p dural ım? Duy
gularımızın üstünü örtüyorlar. Duyguların gelişimi. verileri aşıp ortal ığa yayı l
şıyorum. Bu insanlar, başka ları için hala b i l inmez olan şeyleri gördüler. Kendi
Svetlana Aleksiyeviç