You are on page 1of 148

AYTUNÇ ALTINDAL'IN TÜM KiTAPLARI

Uyuşturucu Maddeler Sarıımı (Toplu Çalışma), Hastürk Yay. (Tükendi)


Partizıın (Şiirler), Yücel Yay., 1975 (Yasaklandı)
Türkiye'de Kadıtı, Birlik Yay.,1975 (8. Baskı)
Dinmeyen (Şiirler), 1. Baskı Paris, 2. Baskı Havass Yay.,1978 (Yasaklandı)
Haşhaş ve Emperyalizm, Havass Yay., 1979 (3. Baskı)
Siyasal Kültür ve Yöntem, Havass Yay.,1982
Am/an (Şiirler), Havass Yay., 1982 (Yasaklandı)
Niçin Eşit İşe Eşit Ücret Değil?, Süreç Yay., 1984
İlıanet Şiir/eri, Süreç Yay., 1984
Lııiklik; Enigmaya Dönüşen Paradizma, Yeni Avrasya Yay., 1986 (4. Baskı)
Elvedasız, Kendi Sesinden Şiirler, 1992, İsviçre
Three Faces of Jesııs, Sussex, 1992
Türkiye ve Ortodoks/ar, Anahtar Kitapları, 1995 (4. Baskı)
Elvedasız, Sarmal Yay., 1996 (3. Baskı)
Bilinmeyen Hitler, Yeni Avrasya Yay., 2000 (11. Baskı)
Gül ve Haç Kardeşliği, Yeni Avrasya Yay., 2003 (2. Baskı)
Vatikan ve Tapmak Şövalyeleri, Yeni Avrasya Yay., 2002 (6. Baskı)
Üç İsa, Yeni Avrasya Yay., 2002 (6. Baskı)

ÇEViRiLER
Çinli Papağan, E.S. Gardner, Akba Yay., 1972 (Tükendi)
Parababaları, Ferdinand Lundberg, E Yay., 1973 (2 Cilt) (Tükendi)
Kertenkele, Moris West, E Yay., 1974 (8. Baskı)
Kapitalizmden Sosyalizme Geçiş Süreci Üzerine, P. Sweezy-C. Bettelheim,
May Yay., 1974 (Beraat etti)
Ermiş, Halil Cibran, E Yay., 1974 (14. Baskı)
Gece Ana, Kurt Vonnegut Jr., E Yay., 1975 (3. Baskı)
Savaş ve İşçiler, Lenin, Yücel Yay., 1976 (Yasaklandı)
Barbarlık Kıyısı, Norman Mailer, Havass Yay., 1980 (3. Baskı)
Sözler, Halil Cibran, Süreç Yay.,1984 (7. Baskı)
.. .

UÇ ISA

Aytunç Altındal
Alfa Yayınları 1519
Aytunç Altındal Kitapları 3

ÜÇ İSA
Three Faces of Jesus

Aytunç Altındal
İngilizce Aslından Çeviren Sibel Özbudun

ı -S. Basım: 2002 (Yeni Avrasya)


6. Basım : Eylül 2004
7. Basım : Aralık 2004
ISBN : 975-297-S37-2

Yayıncı ve Genel Yayın Yönetmeni M. Faruk Bayrak


Yayın Koordinatörü ve Editör RanaGürtuna
Pazarlama ve Satış Müdürü Vedat Bayrak
Kapak Tasarımı Utku Lomlu

© 2004, ALFA Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti.

Kitabın tüm yayın hakları Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti.'ne aittir.
Yayınevinden yazdı izin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı
yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti.


Ticarethane Sokak No: S3 Cağaloğlu 344ıO İstanbul, Turkey
Tel: (2ı2) sıı S3 03- Sı3 87 sı - Sı2 30 46 Faks: C2ı2) Sı9 33 00
www.alfakitap.com
info@alfakitap.com

Baskı ve Cilt
Melisa Matbaacılık
Çiftehavuzlar Yolu Acar Sanayi Sitesi No: 8 Bayrampaşa - İstanbul
Tel: (2ı2) 674 97 23 Faks: (2ı2) 674 97 29
İÇİNDEKİLER

Üçüncü Baskıya Önsöz . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .ix


Türkçe Baskı İçin Önsöz . ... ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .xiii

Giriş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .ı

Birinci Bölüm
İSA: SEKÜLER MUSEVİ

1.1. insanal Olan Biziz, Çünkü Biz Romalıyız . . . . . . . . . . . . . . . 11


1.2. Seçkin ve Kutsal Olan Biziz, Çünkü Biz Museviyiz . . . . . . . 15
1.3. 'Ve Onun Adını Immanuel Koyacaklar' . . . . . . . . . . . . . . . . 26
1.4. Benzerlik Yasası Gereğince . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

İkinci Bölüm
İSA: "TANRI BİZİMLE" Mİ?

2.1. İsa'nın Öne Sürdüğü Dışsal, Sekülerİddialar . 43 . . . . . . . . . . .

2.2. Günahın Organik Siyasası . . . : .......... 48 . . . . . . . . . . . . . .

2.3. Siraç'ın Oğlu İsa'dan Nasıralıİsa'ya . . .58 . . . . . . . . . . . . . . . .

2.4. Yasaİnsanlarİçindir . . 62 . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . . . . .

Üçüncü Bölüm
İSA: "BEN NE OLACAKSAM O'YUM"

3.1. 'Günaha Giren Ruh, Ölecek Olan Ruhtur' . . . . . . . . . . . . . . . 71


3.2. İman Siyaseti .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 84
3.3. İsa'ya Ne Oldu? .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 92 . .

3.4. Bireyin Kimliğini Olumlayan, Onun Farklılığıdır... . .. 107

Sonsöz . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 119
Notlar . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 25
Dizin .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 37

V
Kitabın İn gilizce orijinalind eki/Deuterokanonik* Kitap­
lar 1 Apokrifa dışında Kutsal Kitap'tan yapılan bütün aktarma­
lar, Holy Bible, New International Version, (On ikinci basım, Ey­
lül 1988, Hodder and Stoughton, Londra)'dan alınmıştır. Apok­
rifa, Sriach (ecclesiasticus), 1. Makabeler, 2. Makabeler' den yapı­
lan aktarrnalar ise, Good News Bible, (The Bi b le Society /Collins,
Kat o lik baskı, B . Britanya, 1979)' dan yapılmıştır. Ayrıca Nouve­
au Commentaire Biblique, publie sous la directian de D. Guthrie,
J.A. Motyer, A.M. Stibbs, D.J. Wiseman; Editions Emmaüs (Sa­
int-Legier, 1987)'le karşılaştırılmıştır.

Türkçe çevirideki Kutsal Kitap aktarrnaları, Kitab-ı Mukaddes,


Eski ve Yeni Ahid (Tevrat ve İncil), (Kitab-ı Mukaddes Şirketi, İs­
tanbul, 1958)' den yapılmıştır.

Deutı!rokanonik: Kilisece sonradan veya ikinci dereceden muteber sayılan


mukaddes kitaplara ait.
X üç lsa

Hıristiyan ilahiyatını kavrayabilmek çok güç bir eğitim­


dir. Hele başka bir dinin verileriyle yetiştirilmiş kişiler için
bu zorluk daha da fazladır. Örneğin Türkiye'de ilahiyat diye
tanımlanan eğitimin Batı'daki karşılığı gerçekle 'Divinity'dir.
Batı' da 'Theology' diye tanımlanan disiplin ise, kanımca
'Tanrı-Bilim' olarak Türkçeleştirilmelidir. Batı'nın klasik eği­
timinde Theology ve Divinity arasında önemli farklılıklar
vardır, bunlar birbirlerine tam olarak tekabül etmezler. Üç
İsa işte 'Tanrı-Bilim' eğitimi ve perspektifiyle hazırlanmış bir
tezin anahatlarını içermektedir. Tezimin tamamını ortaya ko­
yabilmek için hazırladığım diğer iki kitap önümüzdeki yıl­
larda yayınlanacaklardır.
Üç İsa yayınlandığı zaman benim de tahmin etmediğim
bir ilgi gördü. 1993'te Makedonca'ya da çevrildi ve yayınlan­
dı. Ortodoks ilahiyat Fakültesi öğrencileri için yardımcı ders
kitabı oldu. Exeter Üniversitesi'nden Sandy Martin, Doktora
Tezi'nde (Phd) bu kitapta açıklanan bakış açısını değerlen­
dirdi. Amerikalı ünlü sosyal bilimci Prof. Bemard Morris be­
ni çok yüreklendiren bir mektup yazarak kitabın teziyle ilgi­
li olumlu görüşler taşıdığını belirtti. Benzer şekilde Ameri­
ka'nın en ünlü şair ve düşünürü Prof. Robert Pinsky de çok
cesaretlendirici bir mektup yazdı. Bunları kitabın EK bölü­
münde bulacaksınız. Başkaları gibi 'kendini pazarlamaktan'
hoşlanmadığım için kısa kesiyorum. Kitabın Tezi (İsa'nın Se­
küler Yaşamının Diyalektiği) Boston Üniversitesi Theology
Bölümü'nde Teoloji öğrencileri için kodekslenmiştir. Kitap
İngiltere' de yayınlanmış olmasına rağmen halen sadece
Amerika'da Daniel Liebert ve Alibris yayınevlerinin aracılı­
ğıyla ve üst fiyatından çok daha fazla bir fiyatla temin edile­
bilmektedir.
Böylelikle ilk kez bir Müslüman araştırmacı tarafından
Hıristiyanlık üzerine yazılmış fakat İslami bakış açısını değil
doğrudan doğruya Hıristiyan Teoloj isi'ni içinden irdeleyen
bir kitap literatüre girmiş oldu. Bu zor İLKi başarmış olmak
Aytunç Altındal xi

benim için bir mutluluktur ve evlatlarıma ve yurduma bıra­


kabilecek tek mirastır.

***

Üç İsa'nın Türkçe çevirisini okurken çok zorlanacaksınız.


Pes etmeyin. Konu zaten alışılmadık tarzda 'YENİ'dir. Her
yeni gibi kabulü zor, reddi kolaydır. Bu kitapta yeni fikirler
var. Yeni bir İsa değerlendirmesi var. Katolik Kilisesi'nin de­
ğil, Kutsal Metinler'in (Scriptures) betimlediği bir İsa'nın
'Misyonuna' Dışsal/Seküler/Dünyevi bir bakış var. Söz ko­
nusu Kutsal Metinler'deki Teolojik İsa ile Katolik Kilise'nin
Teleolojik (Mekan ve Zaman'a uyarlamak) İsa'sı hiçbir suret­
te bağdaşmaz- bazı temel olguların dışında. Bugünkü Kato­
lisizm'de yer alan başta Easter (Yortu) olmak üzere, Noel
(Christmas), Pazar Tatili, All Souls Day, Epiphany, Babtism
of Our Lord Fest, Mother of God, Octave of Christmas, So­
lemnity of Mary, Mark Evangelist Fest, Day of Immaculate
Canception vd. birçok 'Kutsal Gün' bu kutsal metinlerde yer
almamıştır ve yoktur. Bunların tamamı Teolojik değil Tele­
olajik bakış açısıyla sonradan uydurulmuşlardır. İsa'nın
bunların hiçbirinden haberi ve bilgisi yoktu. Hatta Katolik
Kilisesi'nin başlattığı PAZAR TATİLİ'ni duysaydı belki de,
"Ben böyle bir Tanrı-Buyruğundan söz etmemiştim, bu sah­
tekarlığı kim yaptı?" diye sorardı. Çünkü İsa, kendisinin Oğ­
lu olduğunu öne sürdüğü Tanrı-Babası'nın Kutsal Metinler­
'de tatil olarak haftanın 1. Gününü (Pazar) değil 7. Gününü
(Cumartesi) tatil yaptığını biliyordu. Pazar SUN-DAY, Pa­
ganların Güneş'e Tapınma günüydü. Bunun Tek-Tanrıcılıkla
hiçbir ilgisi ve kutsiyet itibariyle de bağlantısı yoktu. Benzer
şekilde İsa, Kutsal Metinler'e göre Babası Tanrı tarafından
kendisine verilmiş olan Takvim'in de 360 günden oluştuğu­
nu biliyordu. Baba-Tanrı'nın bu Takvimi'ni değiştirerek onu
kendi isteğine göre 365 güne çıkartan Katolik Kilisesi olmuş­
tu. Diğer bir anlatırola Katolik Kilisesi Baba Tanrı'nın buy-
xii Üç JSD

ruklarını ve Tanrı'dan geldiğine İMAN edilen metinleri, ken­


di egemenliğini pekiştirebiirnek ve sürdürebilmek uğruna
dilediği gibi değiştirmiştir.
***

Uç İsa'nın bu üçüncü baskısını bu bakış açısıyla okursa­


nız bu zor okuma parçasını daha bir kolaylarsınız sanıyo­
rum. Kitabı bu yeni baskısına hazırlayan Yeni Avrasya Ya­
yınları' nın yöneticisine teşekkür ediyorum. "Tele-Yozlaş­
ma"nın doruk noktasında olduğu şu günlerde Türkiye'de
"Kirletilen Kültüre" değil, bilimsel çalışmalara destek olduk­
ları için de kendilerini ayrıca kutluyorum.

Aytunç Altındal
İspilandit 1 10 Haziran 2001
TÜRKÇE BASKI İÇİN ÖNSÖZ

Önsöz'de şu hususları vurgulamak istiyorum: Üç İsa'yı


okurken özel bir çaba gösterilmesi gerekiyor; araştırıcı ve
sorgulayıcı olmak gerekiyor.
Bunun gerekçelerini açıklayayım.
Birincisi bu kitabın teziyle ilgilidir. Tezi itibariyle Üç İsa,
Seküler değerler sistematiğini yansıtıyor. Bu-Dünyalılığı,
yeryüzüne ait oluşu, cismaniliği işliyor. Türkçe'ye eksik ve
yetersiz olarak Laiklik ya da Çağdaşlaşma diye çevrilen Se­
külerleşme olgusunu anlatıyor. Seküler anlayışın, Ate­
izm'den, Laiklik'ten ve Çağdaşlaşmacılık'tan farklı olan bo­
yutlarını gösteriyor. Üç İsa'da ele alınan İsa, Musevi olması­
na rağmen bu kapalı-devre işleyen ve bir din olmaktan çok,
bir "Varoluş-Tarzı" sayılabilecek olan yapıya getirdiği Sekü­
ler yeniliklerle tanımlanıyor. Bu nedenledir ki, belirli Musevi
ve Hıristiyan çevrelerinde bu kitabın tezi özgün bir bakış açı­
sı olarak değerlendirilmiştir. Kitapta, kendi cemaatinin dog­
matikleşmiş değerlerinin dışına çıkarak Sekülerleşmiş bir

xiii
xiv Üç lsa

Musevi olan İsa anlatılıyor. Musevi Şeriatı'nın öngördüğü


kul değil, Tanrı'nın isteğine uygun birey olabilmek hakkını
kendinde toplamış ve bu uğurda canını vermekten kaçınma­
mış bir İsa bu kitabın öznesidir.
İkincisi bu kitapta kullanılan Dil'le ilgilidir.
Hıristiyanlığı kendi diliyle anlatmak gerekiyor. Ve ne ya­
zık ki bu Dil' i tam Türkçe karşılıklarıyla verebilmek olası de­
ğildir. Hatta bazı durumlarda Türkçe karşılıklar kullanılsalar
bile anlam kaymaları oluyor. Bir örneğini kitabın hemen ba­
şında bulacaksınız. insancıl Olan Biziz, Çünkü Biz Romalıyız
denilen bölümde Romalı olmak, kültürel bağlamda, Roma
kentinde oturuyor olmak değil, doğrudan doğruya Helen ol­
mamak anlamına geliyor. Kısacası biz Helen uygarlığından
değil, Roma İmparatorluğu'nun uygarlığındanız denmek is­
teniyor. insancıl-olmak deyimi de öyle. Sadece İnsan-sever
ya da beşeri olmalığı değil, İnsan'ı ve onunla ilgili tüm olay­
ları duyuş, düşünüş ve davranış alanlarının kaynağı, odak
noktası olarak görmek ve algılamak demektir. Diğer bir de­
yişle hayata İnsan'ın prizmasından bakmak demektir. Haya­
ta doğrudan doğruya "Kent"in penceresinden bakan ve Ön­
ce Kent Sonra İnsan diyen Helen'den ayrı olarak Önce İnsan
diyen Romalı olabilmektir.
Iki örnek daha yazayım: Hıristiyanlığın temel kavramla­
rından olan Ekümenik kavramının Arapça karşılığı Darü'l İs­
lam olmuştur. Doğaldır ki, Hıristiyanların yaşadıkları top­
raklarda onları ilgilendiren hizmetler, işler anlamına gelen
Ekümenik kavramıyla, Müslümanların yaşadıkları topraklar
anlamına gelen Darü'l İslam birbirlerinin inkarı durumunda
olan kavramlar olmalarına rağmen toplumsal, cemaatsel
fonksiyonları itibariyle anlamdaştırlar. Ekiesiastik ile Türkçe
Diyanet de böyledir. Biri Kilise'yi ilgilendiren işler vb. anla­
mına gelirken, diğeri Cami'yi ilgilendiren işler vb. anlamına
gelir. Kavramlar-arası bir correlation vardır.
Üçüncüsü bizzat Din olgusuyla ilgilidir.
Aytımç Altındal xv

Eleştirel ilahiyat açısından değerlendirildiğinde Hıristi­


yanlık -başta da Katoliklik- tanımsal olarak bir DİN değil bir
KÜLT'tür. Üç İsa'da işte bu yapısal farklılık çıkış noktası ola­
rak benimsenmiştir.
Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet'i karşılaştırmalı ila­
hiyat açısından incelersek, sadece Hıristiyanlık'ta var olan
bir olgu bu sistematiğin diğer ikisinden özde ayrıldığını ka­
nıtlar. Bu temel ayrılık noktası şudur: Hıristiyanlık'ta birey,
Tanrı karşısında kendi yetkisini kullanarak KARAR VER­
MEK zorunda bırakılmıştır. Çünkü bu sistematikte, İsa'nın
Tanrı'nın Oğlu mu, değil mi sorusuna muhatap olan bi­
rey'dir. Neye inanacağına KARAR VERMESi gereken de
odur. Diğer bir deyişle, Birey, İsa'nın Tanrı olduğuna İNAN­
MAK isterse İsa'yı Tanrı yapar ve böylece aldığı KARAR ge­
reğince kabul eder. istemese de durum değişmez. Bu kez de
İsa'nın İnsan olduğuna KARAR verir. Karar'ın niteliği değiş­
se de, KARAR'ı alan değişmez. Çünkü İsa'yı Tanrı ya da
O'nun Oğlu ya da İnsan yapıp yapmamak Birey'in alacağı
KARAR'la gerçekleşir -ve tabiidir ki- sadece neye inanmak
ihtiyacını duyuyorsa ona inanmaya KARAR vermiş olan Bi­
rey için bir Gerçeklik taşır bu KARAR, o kadar. Hıristiyan­
lık'ta İMAN etmeye karar vermek de, İMAN'dan KUŞKU
(şüphe) duymak da İNSAN'a ait bir haktır.
Bu ne demektir?
En kısa deyişle eğer Birey, İsa'nın İnsan olduğuna, Tanrı
olmadığına KARAR vermişse, belki de gerçekten Tanrı olan
İsa'yı insanlaştırmış olmaktadır. Yani Birey, Tanrı'yı İnsan­
Iaştırma hakkını ve yetkisini kendisinde toplayabilmiş de­
mektir. Hayır, eğer Birey İsa'yı Tanrı olarak kabul etmeye
KARAR vermişse, bu kez de belki de gerçekten İnsan olan
İsa'yı Tanrılaştırmış olmaktadır. Yani İnsan'ı Tanrısallaştır­
mak hakkını ve yetkisini kendisinde toplayabilmiş demektir.
Kısacası, Hıristiyanlık'ta İsa'nın, Tanrı mı, İnsan mı,Tan­
rı'nın Oğlu mu ya da tümü mü değil mi olduğu konusunda
xvi Gül ve Haç Kardeşliği

KARARI VEREN DE KUŞKU DUYAN DA BiZZAT BİREY­


DİR/İNSANDIR Musevilik'te ve İslamiyet'te İnsan'ı Tanrı
yapmak, ya da Tanrı'yı İnsan yapmak diye bir olgudan ve
kuşkudan söz edilmez. Bu iki sistematikte insanın böylesi bir
KARARI alabilmeye ya da kuşku duyabilmeye yetkisi yok­
tur. Çünkü bu iki sistematikte insanoğlu kendisini ve tüm
evreni Yoktan Var Ettiğine inandığı Yaratıcısını, yani Tan­
rı'sını bizzat kendi kararıyla kendisi Yaratamaz. En kısa söy­
leyişle Hıristiyanlığı benimsernek isteyen Birey, kendisi için
önce bir Tanrı (İsa) yaratmak zorundadır. Bu tür yaratım fa­
aliyeti sadece Kültler için geçerlidir. Ancak bir Kült'te Birey
kendisi için bir İnanç ve onu temsilen bir Tanrı yaratabilir.
Musevilik'te ve İslamiyet'te birey'e böyle bir otorite verilme­
miştir. Bu Otorite-tipi, Tek-Tanrılılığa İsa ile girmiştir.
İsa ve Hıristiyanlık alanında yabancı bir dilde ve yabancı
bir terminolojiyi kullanarak inceleme yazan ilk Türk olmanın
bütün güçlüklerini yaşadım. Bunların üstesinden gelebilmek
için çok çalıştım. Amacıma nereye kadar ulaşabildim, henüz
bilemiyorum, zaman gösterecektir. Batı'yı Batı yapan değer­
lerin başında gelen Hıristiyanlık olgusunu "içinden" tanıta­
bilmek istedim. Özellikle de� İslami çevreler bu dünyada bir­
likte yaşamak ve var olmak zorunda oldukları Hıristiyanlığı
tanımak mecburiyetindedirler. Günümüze kadar gelmiş olan
basmakalıp eleştirilerle yetinmemelidirler kanısındayım.
Çünkü üstün Batı teknolojisini ortaya çıkaran Dinsel-Kültü­
rel öğeler vardır. Üç İsa, kendi alanında bir Türk yazarı tara­
fından yazılmış ilk kitaptır. Umarım başkaları da konuyla il­
gilenirler.
Terzi kendi söküğünü dikemezmiş derler, doğru. Ben de
kendi yazdığım kitabı Türkçe'ye çeviremedim! Bu zor ve
zahmetli görevi Sibel Özbudun yüklendi. Kendisine ne ka­
dar teşekkür etsem azdır.
Sonsöz: Bu kitabın İngilizce orijinali "Medeni Cesaret"
kavramına ithaf edilmiştir. Türkçe baskısı için hazırladığım
Aytımç Altındal xvii

bu önsözü kaleme alırken o meşum haber ulaştı. Dost Uğur


Mumcu kalleşçe planlanmış bir suikastta, adını ve düşünce­
lerini değil, ama fiziksel varlığını yitirmişti ... Benim tanıdı­
ğım Uğur Mumcu dürüst ve haksever bir insandı. Türki­
ye'de yıllarca sadece kalemiyle bir "Medeni Cesaret" timsali
olarak doğru bildiği görüşleri savundu. Bu nedenle Üç
İsa'nın Türkçe baskısını O onurlu, O yürekli, O güler yüzlü
Kuvay-ı Milliyeci'ye adamaktan onur duyuyorum.

Aytunç Altındal
Zürih 1 24 Ocak 1993
GİRİŞ

Dünyevi, dünyevilik ve dünyevileştirme (secular, secu­


larism, secularization) birbirine bağlı terimler olmasına
karşın, her birinin anlamında kuşkular vardır. Onyıllar
boyunca sosyoloji ve ilgili bilim da llarının değişik ekol ve
eğilimlerine ait çeşitli yazarla r, dünyeviliğin değişik ta­
nımlarını yapmışlardır. Medhurst ve Moyser' in çalışmala­
rında işaret ettikleri gibi "dünyevileştirme" yoğun ta rtış­
ma ya ratmıştır ve terimin anlamı hakkında kuşkular bu­
lunmaktadır.1
Dünyevileştirme: Çok Boyutlu Kavram'da Karel Dob­
belaere, dünyevileştirme ve/ veya laikleştirme2 ile ilgili çe­
şitli tanım ve teorileri incelemiştir. David Martin, Genel
Dünyevileştirme Teorisi'nde, Avrupa' daki endüstri ülke­
lerinde dünyevileşmenin gelişimini irdelemiştir.3
2 Üç lsa

G. J. Holyoake, İngiltere' de ilk radikal dünyevi eğitim


programını önerdi; E. Renan ve E. Durkheim, Fra nsa' daki
d ünyevileştirme sürecine önemli katkılarda bulundular.
Weber, Parson ve Bellah, Tonnies, Troetsch, Pflautz, Ber­
ger, Yinger, Shiner, Luckman ve diğerleri gibi seçkin aka­
demisyenler ve sosyologlar, teorileri farklı olmasına kar­
şın, dünyevi amaçta n yana olmuşlardır. Öte yandan kilise
ve bazı teologlar ise, Dünyevi'yi anlama ve yorumlamala­
rını bir oranda düzelterek geliştirmişlerdir.
Böylece iki ayrı eğilim ortaya çıktı. Bunlardan bir tane­
si Nijk / Dobbelaere ta ra fından özetlenen, d ünyeviyi din­
sel olandan ayıran bilimsel-a k.ademik yaklaşımdır. 'Dün­
yevilik' d üşüncesi yüzyıllardan beri yalnızca dünyeviyi
kutsal ola nd a n ayırmak için değil, fakat özellikle ilkinin
ikincisine göre daha geride, ona bağımlı olduğunu göster­
mek için kulla nılmıştır. "'Dünyevilik' kipinin 'kutsa l'a zıt
olara k kullanıldığı ve türevlerinin ina nca az çok a çık fa kat
genellikle kapalı olduğu kilise ve dinsel kültürel özgürleş­
meyi akla getirdiği açıktır."4 İkinci eğilim böyle bir çelişki
görmeyen teologların görüşlerini içerir: " . . . (bu) d ü nyevi­
leştirme öncelikle 'Hıristiyan' bir fenomendir. Bazı teolog­
lar H ıristiyanlık ve dünyevilik arasındaki belirli uyum
üzerinde durarak, dünyevileştirmeyi dinin bir gereği ola­
rak a çıklamakta kulla nmışlardır. Buna yönelik bir şeyler
yapılmış a nca k hepsi açıklanmamıştır."5 Ma rtin E.
Ma rty'ye göre, " 'dünyevileşme' 'ina ncı kapalı' anla mına
gelir ve 'inanca açık' olan 'dünyevilik' ten ayırt edilir, an­
cak 'kaza nımlara bakıncaya dek' sonuçları kendine sakla­
yan bir dikkatle özeleştiret (bütünsel olmaya n) ta ra fsızlığı
destekler."6
William A. Christian'ın Vatika n İkinci Konseyi'nin
(1 962-1 965) belgelerini inceledikten sonra gösterd iği gibi,
" . . . dünyevi gerçekler kilisenin öğretileriyle çelişmez ."7
Aytunç Altındal 3

Ve ekler: "Gerçekte, teorik ve pra tik d ünyevi araştırmalar­


la ilgilenmek yalnız doğru değil, zorunludur da. Dünyevi
bilim dallarındaki rekabet, Hıristiyanlığın gerçek ve Tan­
rı'nın krallığının yayılmasına, şimdiki d üzenin yenilen­
mesine (773) ve yara tma eyleminin mükemmelleştirilme­
sine ka tkıda bulunur (961 ) . O halde, böylesi iyi sonuçlara
ulaşmak için bulu nabilir araçlar kullanma k gerekiyorsa,
dünyevi araştırmalara girmek zorunlu görünmekted ir."8
Kilise Hakkında Dogma tik Anayasa'da Vatikan II, insan­
ların dünyevi bilim dallarında yer almalarını teşvik etme­
yi önüne koyuyor. "O ha lde, dünyevi bilim dallarındaki
rekabetleri ve çalışmalarıyla , iyiliğin içlerinden yükselme­
siyle, içtenlikle çalışa rak insan emeğiyle iyilikler yaratına­
larına izin verin; teknik ustalık ve bireysel kültür, ya ratıcı­
nın planına göre ve onun sözünün ışığında, tüm insanla­
rın yara rına hizmet edebilir (Par. 36, s. 393) ."9 Papalık Kral­
lığı adlı kitabında Paolo Prodi, Papalık sisteminin doğası­
na yeni bir ışık tutar. Prodi'ye göre, Papa lık 'ikili bağlılığı'
dile getirir. Papalar kutsal pederlerdir ve aynı zamanda
Papalığa ait devletlerin dünyevi krallarıdır. Prodi'ye göre,
Reformasyon sırasında ve sonrasında, "Papalık daha faz­
la dünyevileşti, devlet daha dinselleşti ve yalnızca güç ve
ideolojiyi değil, önceden kiliseye ait olan birçok işlevi de
kendi bünyesine aldı."10 Ve Peter L. Berger'in belirttiğine
göre; Yahudi-Hıristiyan geleneğinde, "Burada din ile
dünyevileştirme arasındaki ilişkide büyük bir tarihsel iro­
ninin bulunduğunu öne sürebi liriz. Bu ironi en açık olarak
şöyle söylenerek ortaya konabilir; tarihsel olarak Hıristi­
yanlık kend i kendisinin mezar kazıcısıdır."11
Harvey Cox, "Dünyevi Kentteki Din" adlı araştırma­
sında , geleneksel dinin yeniden ortaya çıkışını incelemiş
ve postmodern bir teoloji öne sürmüştür.12 David L. Mil­
ler, Tek - Ta nncılık yerine, yeni Çok - Ta nrıcılığı öne sür-
4 Oç lsa

müştür (tanrıların ve ta nrıçaların yeniden doğuşu) .13 A te­


izm ve inanç sahibi olmak, Alasdair Macintyre ve Paul Ri­
coeur ta rafından Ateizmin Dinsel Anlamı14 adlı kitapta
inandırıcı bir şekilde ta rtışılm�ştır. Kısacası, her yıl dünye­
viiikle ilgili daha fazla çalışma yapılmaktadır ve ka talog­
lara girmektedir.
Dünyeviliğin bugün çoğunlukla kilise ve devlet a rasın­
daki ayrımı gösterdiği kabul edilir. Eğer dünyevilik kilise
ile devletin ayrılmasıysa, o halde laiklik de bence, dinin
politikadan fa rklılaştırılması (ayrılması zorunlu olmasa
da) sürecidir.
Bununla birlikte, bu kitapta 'dünyevi', sözgelişi 'bu
dü nyaya ait' ve 'ne din tarafından açıklanan kutsallık
(Holy), ne de dini işlerden ayrı olandır (Profane) . 'Dün­
yevi' burada, kutsa l karşıtını değil15 fakat daha ziyade
toplumsal ve kültürel olanı anla tmaktadır. Öte yandan
'kutsal' ise, bana, kendisini doğrulayan her kanıttan ve
gösteren her düşünceden daha geniş ve büyük olan, ide­
a lize edilmiş kurallara bağlı bir kavra m gibi görün mek­
ted i r.16
Dü nyevi, bu dünyaya ait olarak anlaşıldığında, dünye­
vi değişimlerden ve kıta ların hareketinden veya piyasa fi­
yatlarından veya esas olara k teknolojiyi ve endüstriyle il­
gili dünyevi bilimsel çalışmala rdan veya dünyevi şiirden
vb . söz edebilmemiz mümkün olur. 'Dünyevi hüma nizm'
ve ka tı bütünsel 'devlet destekli dünyevilik' denilen bi­
çimler de keza modern dünyeviliğin çağdaş şekilleridir.
Ancak, bu kitabın kapsamı nedeniyle yazar, Aziz Pau l
sonrası ortaya çıkan b u gelişmeleri dikkate almamıştır.
Dünyeviliğin tarihsel ve sosyal-ahlaki kökleri, 1 3. yüz­
yılda Gerçekçilerle Adcıla r (Nomina list) a rasındaki ta rtış­
malarda yatar. Kilise tarafından bugün 'Adcı Hıristiyan­
lık' olarak adlandırılan, aslında Dünyevi Hıristiyanlık' tır.
Aytunç Altındal 5

1 920' lerden başlaya ra k dünyevilik, politik-ideolojik he­


sa plaşmala rın kurbanı olmuş ve bazen Ateizm' le birleşti­
rilmiştir. Dünyevilik a na kilisenin en büyük düşmanların­
dan birisi olara k görülmüş, sosyalistler ve diğer sözde 'yı­
kıcı' grupların açık bir fesat planı olarak gösterilmiştir. Ki­
lise liderleri suçlamalarında ve güç politikalarında, kilise­
deki 'dünyevilik' izlerinden söz etmekten dikka tlice ka­
çınmışlardır. 17 Onlar örneğin 'Hıristiyan sosyalizmi' ola­
rak görülen dünyeviliğin İngiliz Kilisesi'ne ait biçiminP8
ve 20. yüzyılın başlarında Avrupa' d a ki politik ortamı sü­
rükleyen ve Latin Amerika ' daki 'kurtuluş teolojisi' nde ha­
len etkili olan Katalik Sosyalizmi'ni tamamen· görmezden
gelmişlerdir.
Yves Congar'ın 1 976' da. yayınlanan Kilisede Kriz'inde19
olan, geçmişte Kilise'ye ait bunalımlar, Mgr. Duches­
ne' nin Toplu Yapıtlar'ında20 zaman sırasıyla izlenebilir. Bu
gibi 'krizleri' sırasında Kilise, dünyeviliğin, gerçek dışın­
d a n gerçeğin ayrılmasını gözleyen boşluk olduğunu söy­
lemekten geri durmamıştır. Kilise' de ne zaman kriz olur­
sa, önderler inananların d ikkatini derhal dünyevilik tara­
fından yaratılmış zararlar diye adland ırdıklarına çekerler.
Eğer dünyevi sistem Kilise hiyerarşisi tarafından ka ra rla ş­
tırılmış s tandartıara göre çalışıyorsa onu takdir ederler,
yoksa dünyeviliği lanetlerler.
Dünyeviliğin yaygın olan biçimlerine karşı Kilise,
1 980' lerde 'Hıris tiyanlık yönetimi' nF• yeniden kurdu ve
Birleşik Avrupa'ya tek seçenek olarak önerdi . Nosta lji ve
ü topya nicedir federa tif bir birlik anlayışındaki Avrupa
uluslarının gündemine yeniden gird i . 1 990'larda Sürgün
Kiliselerfl olara k adlandırıla nlar, Roma ' daki Pa pa 2. Jean
Paul tarafından gündeme getirilen Kataliklik amacını
kuvvetle desteklediler. Va tika n ta rafından yönetilen İn­
cil' i yeniden öğrenme programı, dünyevi Birleşik Avru-
6 Üç 1$11

pa' ya karşı ilerlemektedir. Birleşik Avrupa'yı yeniden Hı­


ristiyanlaştırmakta (yeniden Katolikleştirme olmazsa), ki­
lise yönetimi, amaçlarına ulaşmak için, kendisi de dünye­
vi bir belge olan İnsan Hakları Deklarasyonu'nu sıkça kul­
lanmaktadır.23 Bu köktenci radikalizmin Katoliklikle sınır­
lı o lmadığını ve Musevilikle, dikkate değer oranda İs­
lam' cıla d a bulunduğunu belirtelim.
20. yüzyılın son on yılında 'ruhani �Hem' de gerçekleşen
bu köktenci değişimler, gerçekte saçmalık ve sıkıcı konuş­
maların ötesine geçmekte ve bireyin dünyevi özel yaşamı
için tehlike işaretleri vermektedir. 1 9 . yüzyıl so ftacılığının
modern 'maskesi' olan bu yeni dini tutu culuk, Kilise-dev­
let ayrılığının temel destekleyicisi olan muhafazaka r poli­
tikanın yerini a lmaya a daydır.
Bu tehlikeli durum, bu kitabın yazılmasının ardınd a ki
itici güçtür. Temel fikrini, "Tarih, i nsan denetimindeki
güçlerle, olmayanların çatıştığı ve işbirliği yaptığı bir sah­
nedir,"24 diyen R. H Tawney' den almıştır.
Hıristiyan değilim ve hiç olmad ım. Yetişmem ve öğre­
nimimi tamamlamam dünyevi bir sistemde olmasına kar­
şın, köklerim İslami gelenektedir. Birçok kez misyoner 'ci­
hat' çılar tarafından, Avrupa' d a veya başka yerde yaşa­
makta olan Hıristiyan olmayan entelektüellere yöneltilen
soroyla karşılaştım: "İsa size neyi i fade ediyor?" Bu kita­
bın üçlü adı, benim İsa'yı gözümde canlandırmaının ve
öğretisi karşısında edindiğim izlenimlerin tanığıd ır. Alın­
tı yapılan yazarlar ve onların kullanılan değerli malzeme­
si, belirtmek bile gerekmez ki, kişisel yorumlarıının so­
rumlusu değildir.
Bu kitapta sözü edilen veya alıntı yapılan çalışmalar,
hiçbir şekilde bu kitabın içeriğine paralel bir düşünceyi
göstermez, ima etmez veya içermezler. Eğer çalışınam ku­
raldışı bulunursa, bu, bilginin sınırlılığından dolayıd ır,
Aytunç Alh.dal 7

ama ısa'yı, Hıristiyanların Tanrı'smı anlayabilmek husu­


sundaki çabaının yetersizliğinden değildir.

Aytunç Altındal
Zürih, 1 992
İ SA: SEKÜLER MÜSEVİ

Açılmayacak örtü ve bilinmeyecek gizli şey yoktur.

İsa, Matta 10:26

1.1. insancıl"" Olan Biziz, Çünkü Biz Romalıyız""""


Roma İmparatorluğu' nun egemenliği altındaki toprak­
lard a kırsal ve kentsel hayatı yönlendirenler Onla r'dı.
Toprak sahipleri, köle-sahipleri, idareci, asker, subay ve
buyurucu olan, Onlar'd ı . Kararları Onlar verirler; Sekü­
ler 1 dünyevi ilahileri Onlar bestelerdi; spor yarışmaları
düzenler, şampiyonlar yaratırlard ı. Kentlerini tiyatrolarla ,
geniş meyd anlarla, yüksek sütu nlarla v e bahçelerle güzel­
leştirmiş olanlar Onlar' dı. Üzerieri kemerli yollar ve geçit­
ler yapmayı, kentlerd e kişiye özel ya da kamuya açık ha­
mamlar inşa etmeyi ilk kez tasarlamış ve gerçekleştirmiş
olanlar Onlar'dı. Roma İmparatorluğu' nd a yaşaya n civili­
an (barba r olmayan) ve Yerleşik Düzen'i benimsemiş yurt­
taşlar Onlar' dı.
Gündelik hayatlarında, gerekli gördükçe, bağlılık duy­
dukları inanç sistemlerine özgü vecibeleri, Roma İmpara-

insancıl: Buradaki kullanımı itibariyle 'Humane'. Beşeri olmak; insani olmak;


insanlığı esas kabul etmek; İnsan'ı hayatın merkezinde görmek anlamında­
dır. Daha sonraki yüzyıllarda ortaya çıkan 'Hümanizm' akımı Roma'daki bu
düşünceden kaynaklanmıştır (y.n.)
Romalı: Buradaki kullanımı itibariyle 'Roman'. Sadece Roma şehirlerinde ya­
şayan anlamında değil; Roma İmparatorluğu'nun özgür yurttaşı olabilmek
onuruna ulaşılmışlığı ve Helen-olmamayı simgeler. Dünyanın nerL>sindc
olursa olsun Romalılığı ve ona özgü davranış, duyuş ve düşünüş bütünlü­
ğünü ifade eder (y.n.).

ll
12 Üç lsa

torluğu'nun koyduğu ve özenle gözetim ve güvence altın­


da tuttuğu religio* diye tanımlanmış olan bir usule uygun
olarak yerine getirirlerdi. Bu nedenledir ki, Roma İmpara­
torluğu' nun yurttaşları gerçekte 'kült vecibelerine' bağlıydı­
lar; günümüzde kullanılan sözcük a nlamıyla tam 'd indar'
değillerdi. Dileyen dilediği kadar külte bağlı olabiliyor ve
onların öngördüğü veeibeleri uyguluyordu. Dolayısıyla­
dır ki, a ra la rında Panteistler, Polyteistler, Henoteistler ve
Ka thenotei stler,.,.. çoğunluktayd ı. Buna ra ğmen uçsal
(ma rjina l) kabul edilen bazı cemaa tlerde Tek-Ta nncılığa
yakın syncretism'e*** dayalı inanç-veeibeleri de uygulan­
maktaydı.
Gündelik hayatı yapa n yazılı ve sözlü iletişimde inanç
sapkını, Heretik kavramını karşılayan bir deyim yoktu;
çünkü, dümdüz ve yekpare (teksesli) olmayan ma nevi de­
ğerleri arasında ortodoks (tek gerçeklilik) va rsayımia ra an­
cak asgari düzeyde yer verilmişti. Ne oldukları bilinme­
yen olaylar karşısında duyulan ilkel korku a nlamına gelen
supertitio kavramı, toplumun alt tabakalarında etkili bir
rol oynasa da gerçekte, İmpa ra torluğun religio'su toplum­
sa l ka tma nla r ve sınıfla r a rasında daha güçlü bir düzenle­
yici ve birleştiriciydi.
Yurttaşların benimsemiş oldukları düzinelerle ta nrı,
ta nrıça ve onla ra ilişkin kültler vard ı. Ta nrıla rı hizmet
görmek için onlara hizmet veriyorla rdı. Yine de günün bi­
rinde bir tanrıyı yetersiz bula rak kaidesinden a la şağı ed i­
vermek ya da bereketsiz bir ta nrıçayı daha etkili olacağı

Re/igio: Roma İmparatorluğu'nda religio kavramı, bireylerle tannlar arasında


var olan ve resmen kabul edilmiş, yerleşik düşünce sistematiği çerçevesinde
rasyonel (akli temelleri) olan 'Bağlar/İlişkiler' manzumesi (bütünü) demektir.
Paııteist: Canlılık-merkezli Tanrıcılık; Polyteist: Çok-Tanncılık; Heteroteist:
Bir grup Tanrı'ya bağlılık, Katenoteist: Bir donem için belirli bir Tanrı'ya,
başka dönemde başka Tanrı'ya bağlılık. (y.n.)
••• Syııcretism: Eş zamanlı bağlılık, eş-uyum bağlılığı. (y.n.)
Aytıınç Altındal 13

varsayılan bir başkasıyla değiştirmek, rastlanılmayacak


olaylardan değildi . Seküler ve Manevi/ Ruhhan taraflar
arasındaki Roma modus v ivendi' si* olası çatışkı ve gerilim­
leri önlemek üzere kurulmuştu ve 'Tek-Tanrı-merkeziyetçi­
liği 'nden kayna kla na n hoşgörüsüzlüğü dışlamaktayd ı. İn­
sanlar düzenlenen festivallerde, sirklerde ve eğlencelerde
kehanetler dinlemeye ve yorumlar yapmaya çok düşkün­
düler a ma bugünkü a nlamıyla bağlılık-yeminleri (Credo)
ve ya karış duaları Onlar' a uygun değildi. Genel anlamda
ta nrılarını, tanrıçalarını ve tapınaklarını seviyor, onlarla
yaşamaktan mutluluk duyuyor, hatta belki de onlara tapı­
nıyorlardı, ama hiçbir Roma lı kendi yazgısını sonsuza dek
Tek-Tanrı'ya bağla mayı düşünmüyordu. İnsa n'ın mı tan­
rıla rı yoksa Tanrı(la r)'ın mı İnsan'ı yarattığı şeklindeki so­
ru, küçük bir azınlığı oluşturan bazı dediğim-dedikçi ay­
d ınların meselesiydi: İmparatorluğu oluştura n tüm res
publica'nın (kamu) böyle bir sorunsalı yoktu. Böylesi spe­
külatif konular Onlar'ın unlü düsturunu da değiştirmiyor­
du: İnsancıl Olan Biziz; Çünkü Biz Romalıyız.
Felsefede Gnostiklerin, Skeptiklerin (kuşkuculuk), Epi­
kürcüterin (doyumculuk) ve Platocuların izleyicileriydi­
ler. Görüşlerini açıklarken doktriner ya da dediğim-de­
dikçi olmamaya özen gösterirler, daima a kli ola n çözüme
ulaşmayı yeğlerlerdi. Kurtuluş / Selarnet (Salva tion) kav­
ramının muhtemeldi ki, bireysel ve maddi bir anlamı va r­
dı ama kesinlikle dinsel değildi. Bir Ku rtarıcı'ya gereksi­
nimleri yoktu; za ten varsayımsal Kurtarıcı(lar) olara k ka­
bul edilenler Onlar' dı.
Siyaset alanında sınıfsal bilince ulaşmış insanlardı. Uç­
suz-bucaksız, yaygın ve güçlü bir impa ra torluğun önde

Modus Vivendi: Yaşam tarzı. Diplomaside yaşam tarzına müdahale edilme­


yeceğini gösteren belge. (y.n.)


Üç İsa

gelenleri ve soyları-tescilli mirasçılarıydılar. Kend ileri ve


egemenlikleri altındaki halklar için yasa-yapıcılık görevi­
ni üstlenmiş olanlar Onlar' dı. Hayattan ne isted iklerini bi­
len, yurttaşlık bilincine ulaşabilmiş insanlard ı. İster Sekü­
ler olsun ister manevi, tüm konularda yönetimi ellerinde
tutanlar ve son sözü söyleyenler Onlar' dı. Sonraki yüzyıl­
larda Onlar' a Pagani (paganlar)1 denildi ve günümüze dek
kendilerine takılmış olan bu adla tanındılar. Çağdaş Av­
rupa uygarlığının temellerini atanlar, On la r' d ı.
Paganlar birçok ülkeyi ve ulusu yönetiyorlardı. Sömür­
geleş tirdikleri ülke ve uluslara kendi yaşam tarzlarını ve
standartlarını dayatıyorlardı. Bir yandan yeni alışkanlık­
ları, görenek ve uygulamaları, diğer yandan da yeni dü­
zenlemeleri, yasaları ve yasakları yerleştiriyorlardı. Pa­
ganlara özgü yaşama ve yönetme tarzının tüm ulusları ve
cemaatleri hoşnut ettiği söylenemezdi. Nitekim, hoşnut
olmayan topluluklar arasında Kudüs'ün ve Filistin' in Mu­
sevileri başı çekiyorlardı.
Romalıların Kudüs'ü işgallerinden sonra Filistin, Roma
tarafından atanmış krallarca yönetilir olmuştu . Filistin'in
'Büyük Kralı' diye tanınan Herod, işte bu 'atanmış' krallar­
dan biriydi . Doğuş-hakkı itibariyle Sernit (Ebonit) ve
W.H.C. Frend'in tanımıyla2 Nominal olara k Musevi olma­
sına rağmen, Museviler İsrail'in Tanrısı' nın Yasası'na
(Musevi Şeriatı) uygun olarak 'Onaylanmış' bir kral değil
de, işbirlikçi bir kral olduğu için, Filistin'in gerçek yöneti­
cileri olan Romalı Paganlardan çok Herod' dan nefret edi­
yorlardı. Museviler için Herod, 'peygamberce yöneticilik'
(uhrevi) geleneğine tümüyle yabancı, Musevilik-d ışı Se­
kıiler (cismani) bir gücün Musevilerin başına yerleştird iği
bir kraldı. Bir diğer deyişle Herod, Museviler için 'Tanrı­
y
tarafından-gönderilm iş' değil, 'insan tarafından- aratılmış'
kral' ı simgeliyordu. Buna rağmen, Romalılarla işbirliği
Aytımç Altındal

yaptığı için Herod'a düşmanlık gösterseler de onun gü n­


delik siyasete getird iği yöntemlere ve pragmatizmine
hayranlık duymadan da edemiyorlard ı!

1.2. Seçkin ve Kutsal Olan Biziz, Çünkü Biz


Museviyiz
İsra il Tanrısı, Kadir-i Mu tlak; her zaman ve her yerde
var olan, tüm-güçlerin-sa hibi, eril Tanrı'ydı. Yaratan ve
ulaşılamaz olan Tanrı'ydı. Gökleri ve yeryüzünü ve me­
kan içinde yer tutan her şeyi Kutsal Kitap İncil' in Eski
Ahit bölümünde anlamını bulan 'Altı İncil Giinii' içinde
yaratmıştı. (Halk inancasında bir İncil günü 144.000 dün­
ya yılına denktir, ama hiç kuşkusuz, ölümlü olan insa noğ­
lu, Kutsal Kitap İncil' in bir gününün gerçekte ne kadar ol­
duğunu, tam süresini kesin olarak hesaplayamaz.) Tabi­
idir ki, Tanrı'nın Kendisi kendi yarattığı 'Başlangıç'ta yer
almamıştı. Yarattığı her şey gibi Sonlu (Ölümlü) değild i.
Tanrı yaratılmamıştı, dolayısıyla da kend ine özgü Za­
man'ı ve Mekan'ı vard ı.
Kutsal Kitap'ın yed inci tekvin (doğuş) gününde Tanrı,
planı uyarınca Kendisini Yara tılış' tan ayrıştırdı ve gör­
kemli yaratıcı faaliyetini noktaladı. Yed inci günü (Sebt)
ku tsayıp d inlenıneye çekild i . Tanrı'nın suretind en yara tı­
lan İnsan (Adem) ilk mübarek kılman ve Sebt de ilk takdis
edilen idi.
Ancak kendi tasarımına göre Tanrı'nın yeryüzündeki
görevi devam ediyord u . Çünkü O' nun yarattığı her şey
iyiydi, ama mükemmel değildi.3 Yaratılış ve insanlığın
mü kemmelliğe ulaşma çabası O' nun 'eserleri' arasınday­
d ı, a ma misyonerlik hizmetleri ve Tanrı' nın 'uluslar'a ai t
olan görevleri çoğunlukla O' nun Ruh'u ve melekleri tara-
lh Üç isa

fın dan yürütülmekteydi . Tanrı' nın tasarımına göre insan­


lığın kötü işleri -ki insanların tasavvurları gençliklerinden
başlayarak kötülüğe eğilimliydi (Tekvin, 8:21 )- O' nun
Ruh'u ve melekleri tarafından a rındırılacaktı. Sonradan
Şeytan'a dönüşen Lüsifer bile, başlangıçta Tanrı'nın bir
meleğiyd i . Lüsifer Tanrı'ya b aşkald ırısınd a n d olayı
O' nun İnayeti' nden uzaklaşmıştı.
İsrail' in Rab'binin kararlı ve buyurgan bir doğası vard ı.
Yahudiler için Tanrı, (İbranice El) Kendini Elohim / Elaah,
el Shaddai, Yahve / Sabaoth (Yehova / RAB), Ad onoi ve
Kabbalistik anlamında da Şekina gibi kimi a dlarla ortaya
koyuyordu . Ad'ını oluşturan dört İbranice harf'in (ya d a
ses) Tetragrammaton'u*, dile getirilmez, telaffuz edile­
mezd i. Bu ha rfler tümüyle gizli bir adın işaretleriydiler.
Yasa-Yapıcı Musa Tanrı'ya Ad' mı sormaya cesaret ettiğin­
de şu yanıtı almıştı: "BEN BEN OLANIM. İsrailoğulla­
rı'na böyle diyeceksin: Beni size BEN'im gönderdi . Ebedi­
yen adım bu ve devirden devire anıimam budur." (Çıkış
3 : 1 2-1 5) Gerçekten de böylesi mütevazı ama o d enli de
açıklanamaz bir ad ve bağlamsal işlevleri olan Bir ve Tek
Tanrı O'ydu! Bir Olan, Tek BEN'im olan ve Bir ve Tek
BEN OLACAGIM olan. Hepsi b u ! İbranilere On Emri' nde
Tanrı Adı'nın kötülenmesini (Levililer, 1 9 : 1 2 ve 22:31 ) ve
boş yere ağza alınmasını (Çıkış, 20:7) kesinlikle yasakla­
mıştı. İsrailoğullarının sadece O' nun Adı'nı okuyup sonra
d a isteyerek unutınalarma izin vard ı. (Tanrı' nın Adı'nı ce­
maat önünde anan Musevi kendini kafir konumuna düşü­
rüp d oğuştan gelme haklarını yitirir ve sonunda d a kendi­
n i Tanrı' nın Tekvin'inden ve Museviler' in Çıkış'mdan**

Tt•lragrammalon: Dört harften oluşan sözcük; özellikle İbranice' deki. t•�laffuz
t.'<iilemez sayılan ve Tanrı'nın Adı'nın gizemli simgesi acidedilen YHWH ya
da JHVII harfleri.
•• Türkçe'ye "Çıkış" diye çevrilen " Exodıı s " Yahudiler'in Mısır'dan çıkarak Ke·
ıı.ııı iline gdişleri demektir. (y.n.)
Aytıınç Altındal 17

dıştalar. Bu nedenle gizli adı güvenlikte tutulmalıdır.)


Musa' nın söyled iği gibi İsrailoğulları kendilerini bildiği
günden beri Tanrı'ya karşı asi olmalarına rağmen (Tesni­
ye, 9:24), İsrailoğulları arasında bir tek Başra hip'in Tan­
rı'nın onaylanmış sözcüsü olarak, tela ffuz edilemez ve
'Esra rengiz' Ad' ının 'Batıni anlamını' öğrenmeye hakkı
vardı. Diğer Yahud ilere 'pek çok harikayı ve gizi'4 barın­
dıran bu adı hecelernesi dahi öğretilernezdi.
İsrail'in Tanrısı tüm kulları İsrailoğullarına (Levililer,
25:42) ve özel kulları Peygamberleri' ne bildird iği gibi, son
derece kıskanç (Tekvin, 34: 1 4) ve dehşet veren (Levililer,
26: 1 6) bir Tanrı'dır. Bertrand Russell'ın tanırnıyla, "Tanrı
kavrayışının tümü kadim Doğu despotluğundan türetil­
miş bir kavrayıştır. "5 İsrail'in Tanrısı başka ilahiara (Çıkış,
20:23) ve kendininkilerden başka gelenek ve adetlere ta­
hammül edemiyordu. Birçok kez 'bütün uluslar'ın Bir ve
Tek Tanrısı olduğunu açıkça belirtrnişti . Pagan tanrılarını
ve tanrıçalarını, su naklarını ve tapınaklarını aşağılıyor ve
görmezden geliyordu. Komşu ülkelerde soykırımlar ya­
pılmasını isteyip İsrailoğullarrnı bu kirli işi görmeye zor­
lardı. Pagan ilahlarını 'Tanrı-Olmayan Tanrılar' olarak ni­
teliyord u . Bu da İsrail Tanrısı'na göre bu tanrıların sadece
ilahlar olarak var olduğuna işaret etrnekteydi.6 Ve onların
lanetlenrnesi gerekiyordu : Pu tları ve sirngeleri 'sapkın
yolların' nişanlarıyd ı. İlahi olana değil, 'Kötülükler ülke­
si'ne a ittiler.
İsrailoğulları, kendi tanrıları tara fından seçilrnişlerdi.
Tanrı' nın Kendisi kutsal oldu ğu için onlar d a kutsaldılar
(Levililer, 20:7-8); Tanrı, İbranileri birçok kavim a rasından
seçrnişti (Levililer, 20 :26); kutsal bir kavim olmak için çok
küçü k ve güçsüz olmalarına karşın (Çıkış, 1 9 : 1 6) .. . İsrail' in
Tanrısı .tümüyle ayrıştırıcı -başlangıçta ışığı karanlıktan,
suyu karadan ve gündüzü geceden ayırrnıştı- ve farklılaş-
lK Üç isa

tırıcı bir Tanrı'dır. Ve Mircea Eliade'ın da belirttiği gibi,


Yahve, d iğer tanrılardan farklı olarak kendini kozmik za­
man çevrimi içinde değil, mutlak bir başlangıcı ve sonu
olan tarihsel zaman süreci içinde ifade etmiştir.7
Bu nedenle Ya hudi' nin gündelik yaşamı Tanrı tarafın­
dan kesin olarak iki alana ayrılmıştır : İlahi alan ve haram
alan. İsrail'in Tanrısı, Musevi yaşamının, tarihinin ve siya­
setinin tek yapımcısı ve tasarımcısıydı . Bunlara ilişkin her
türlü insan-yapısı karar ve hüküm, Tanrı' nın Yasası'yla
çelişmese dahi, bazen kaçınılmaz olarak O' na ters düşebi­
lird i . Bunlar dışsal ve Seküler görüşler sayılırlardı. Bu Se­
küler görüşler Kültür,8 Uygarlık, Felsefe ve Sanat gibi top­
lumsal-tarihsel kategorileri içeriyorlardı. Örneğin Kültür
Musevi'ye Bilgi Ağacı'nı anımsatmaktaydı. İsaiah Pey­
gamber' in de söylediği gibi. "Ve ondan artakala nı bir ilah,
kendine oyma bir put yapar; ve önünde yere kapanır ve
tapınır" (İsaiah, 44: 1 7). Musevi zorunlu olara k Tanrısı'na
Tapınma'ya değil, O' na sadık ka lmaya alışkındı. Öte yan­
dan Kültür, doğası itibariyle insanı 'güzel'e Tapınma'ya
çağırıyordu. İsrail Evi' nin ça tısı altında teolojik ve pra tik
anlamıyla Kültür' e ve başka ilişkin kavra rnlara yer yoktu .
İsrailoğulları kendi Ahit(ler)ince ku tsanmışlardı, Seküler,
insan yapısı fikir ve idealleştirmelere gereksinimleri yok­
tu. Çünkü Musevilerin Yasası'na göre, "Var olan eskiden­
d ir; ve olacak olan eskiden olmuştur; ve Allah geçmiş ola­
nı yine arıyor" (Vaiz, 3: 1 5) denmekteydi. Geleceği araştır­
maya ve şimdiki zamana boyu n eğmeye ya da geçmişe
hayıflanmaya gerek yoktu . Her şey gibi, bunlar da a nlam­
sızd ı! Çünkü Ta nrı'nın yaptıklarına herha ngi b ir şey ekle­
nemez ve ondan bir şey eksiltilemezdi (Vaiz, 3 : 1 4). Muse­
v ilerc göre insanın yeryüzündeki görevi Kudüslü Kral
Davud'un oğlu V a iz'in sözlerinde özetlenmişti. "İşin sonu
şudur; her şey işitildi: Allah' tan kork ve O' nun emirlerini
Aytwıç Alimdal 19

tu t; çünkü insa nın bütün vazifesi budur" (Vaiz, 1 2 : 1 3). İs­


railoğulları'ndan sadece "her şeyi yapan Allah'ın işini bil­
meleri" (Vaiz, 1 2: 1 3) isteniyordu, O'nun işlerini yorumla­
maları değil. Tanrı'nın işlerini yorumlamak, 'Tabir Al­
lah'a mahsus olduğundan" (Tekvin, 40:8) fesa t sayılmak­
taydı. Ve böylesi fesatlar Musevilerle Ta nrı arasına nifak
sokardı (İsaiah, 59 :2). Çünkü Tanrı, Peygamber Mika'ya
"Ya takları üzerinde fesat düzenierin (. .. ) vay başına!" (Mi­
ka, 2: 1 ) demişti . Yorumcu denenlerden çoğu Musevilerce
sa hte peygamber ya da kahin sayılıyorlardı, çünkü yo­
rumları mecazi olarak gerçekleşiyor ve Tanrı'nın İnaye­
ti'ni içermiyordu .9 Geleneğe göre, her 'yeni' Ta nrı'nın bir
sunusu olmalıyd ı, insanlığın kültürünün ya da putların
değil . Çünkü 'her şeyin bir zamanı vardı' ve bizza t Tanrı,
"Sana şimdiden yeni şeyler, bilmediğin, gizli şeyler işittir­
d im," (İsaiah, 48 :6) d iyordu.
Oysa Pagan ya şam tarzı aşikardır ki, sınırları kesin ola­
rak belirlenmiş bölü mlemeler, sonsuza dek bağlayıcı ke­
ha netler, buyrultular ve sözde göksel düzenlernelerin bo­
yunduruğu altında sürdürülmüyordu . Örneğin Anado­
lu' daki Helenistİk geleneğe göre, ilahilik insa nlara değil,
özel yerlere ve hakka niyet sembolü bir ilaha10 yakıştırılan
bir özellikti. Greko-Romenlerin Theios aner, Kutsal İnsa n11
kavramı, fikir, ideal ve düşüncelerinde 'karizmatik olgun­
luğa' erişmiş insana özgüyd ü. Böylesi bir kişi Evren­
sel / Tümel İnsa n, Bütün(sel), ( Kamil)-İnsa n olarak tanım­
lanıyord u . Ama böylesi bir kişi bir Kad ir-i Mutlak Tanrı
tarafından kutsa nmış değildi; kendi aşılmaz nitelikleri, er­
demleri ve zekasıyla kendi karizmasını 'insanlar arasında
ve insanlarla birlikte' yaratıyordu. Onların gözlerinde ya­
şayan bir ilah olarak kültürel statüsüne kend i erişmişti .
Theios aner Tanrı-yapısı ya da Tanrı-tarafından-gönderil­
miş-irtiba t-insanı değil, içgörü ve vargıları, resmen tanın-
20 Üç isa

mış filozoflarınkinden daha derin olan bilgileriyle kend ini


yetiştirmiş bir bilge kişiydi. Theios aner bir ba kıma Empe­
docles ya da "Ruhun ölümsüzlüğünün ölümsüzlere ben­
zerliğinden ka ynakla ndığını ve bu benzerliğin güneş, ay,
yıldızla r ve tüm gök-kubbe hiçbir zaman devinimsiz ola­
rak a lgılanmadığı için, tanrıla rla ortak olarak sergilendiği
kesintisiz hareketten oluştuğunu"12 öğreten Crotonlu Alk­
meon gibiydi. Ancak popüler kültür onlara kehanetler ve
mucizeli eylemler ya kıştırıyordu. Ola sılıkla 'kehanetleri'
gerçekte 'verili vahiylere' değil, bilgi ve bilgeliğe dayalı
teşhis ve öngörülerdi . Greko-Romen gelenekte Theios aner
Gizemler'e tabi değildi; a ksine Gizem denilen olgula r,
Theios an er' e tabiydi ve ancak Noolojik* birimler olarak ge­
çerliydi .
Paganların düşünce tarzına göre her yurttaşın yaşa mı
Musevilikte olduğu gibi göze görülmeyen ve adı anılma­
yan bir Deus Absconditus (gizli Tanrı) tarafından yönlendi­
riimiş değildi. Pagan, tanrıla rın ta m ortasında, onla rla iç
içe yaşıyordu, oysa Musevi sadece kendi tek Tanrısı' yla
birlikte yaşamak üzere seçilmişti. Devlet tarafından seçil­
miş ayrıca lıklı bir kişiliği ola n Paganın tersine, Musevi
kendi topraklarında sıradan bir insan olmaya mah kCımdu .
Yurttaşların manevi istemlerine hizmet eden Pagan ta nrı­
ların tersine, İsrail'in Tek Tanrısı dilediği an Musevilerin
yaşamının en mahrem a lanlarına bile, hükmedebilİyor ve
nüfuz edebiliyordu .
Pagan ta nrıları insan-ya pısı imge ve idoller, Musevile­
rin taktığı adla, 'kötülük simgeleri'ydiler. İsrailliler için
Ta nrı, insa n yapısı değil, kendini yaratmış Ya şayan Hü­
kümran Tanrı'yd ı . Musevi kendi ni (kişisel) yaşaya n Ta n­
rı'yla bağlantılandırırken, Pagan kendini sahip olduğu Se-

Noolojik: Sadece akıl yoluyla bulunmuş, akılda var olan bilgi. (y.n.)
Aytunç Altındal 21

küler güçle özdeşleştirmekteydi. Pagan, her şeyin üzerin­


de, Roma İmpa ra torluğu'nun sivil yu rttaşıydı. Kült inan­
cıyla değil, Devletine ve İmpa ratorluğa olan bağlılığıyla
tanımlanma ktaydı . Paga n, yalnızca İmparator'a tabiydi.
Musevi ise adını ve cemaat kimliğini Tanrı'yla bağlaşıklı­
ğı içinde edinebilmekteydi. Kimliği -yani atavistik ve do­
ğuş alanına göre biçimlendirilmiş tapına k- Devlet-ulusa l­
cılığı-İmparator'u Pontifex Maximus olarak hiyerarşinin
doruğuna yerleştirmiş olan insan-yapısı Seküler mekaniz­
ma tarafından değil, Ta nrı ta ra fından verilmişti.
Musevi her nasılsa Tanrı RAB tara fınd a n kıskıvrak ya­
kalanmıştı . Bu nedenle kendisinden O'na inanç ya da
iman değil, Ad'ına bağlılık ve Yasası'na sadaka t beklen­
mekteydi. Pagan, tanrılarla ilişkilerinde kendini özgür ve
serbest hissederdi; bir Tanrı ta rafından bağlanmış ya da
tutsak kılınmış değildi. Musevi RAB'binin hizmetkarıydı;
Pagan ise dünyanın efendisi olmak üzere doğmuştu . Pa­
ganlar uluslarını uyga rlık dünyasına iletmekle yüküm­
lüydüler; göklerin ötesinde bir yerlerde tahtında oturan
görünmez bir Tanrı'nın dizlerinin hizasına değil.
Paga nlar, büyük-toprak-sahipleriyd i. Oysa toprak, İs­
rail'in Yasası'na göre RAB'be aitti (Levililer, 25:23). Atala­
rının kabul ettiği Ahit nedeniyle Musevi, 'Vaadedilmiş'
Topra klar'da Raboin sözleşmeli işçisi gibiyd i. İsrail Tan­
rısı'nın Yasası'na göre Eski Ahit'in on iki kabilesi bizza t
Rab tarafından bir araya getirilmişti. 'Birlikte a ma ya lnız'
ilkesiyle bir araya getirilmiş olmalarına karşın, bu birlikte­
lik, paganla rın birliğinden fa rklıydı. Pagan birliğinin te­
melleri Ta nrı-ta ra fmda n-yapılmış yeryüzündeki değil, ik­
tisadi, siyasal, ta rihsel ve toplumsal bağıntılada kuru l ­
muştu. Paganlar yeryüzündeki servetleri ve buna denk
düşen seküler iktidarla rıyla birleşmişlerdi . Bu nedenl e dt•
önyargısızdılar ve tüm zenginlik ve kudret sah ipl l•riıw,
ı· iiç i:<a

ina nç ve geleneklerine bakmaksızın kuca k açıyariard ı (I.


Mac. 8:1-32).
Paganlar yabancı ülkeleri, ulusları ve tanrı la rını bazen
savaşarak, bazen de d iplomatik tavizler yoluyla egemen­
li kleri altına alıp sömürgeleştirirken, Museviler Tanrıla­
rı'ndan bir parça toprak edinebilmek için 'Doğru Yol'a,
yani Teşuva'ya dönüp O'nunla daha ağır hükümler içe­
ren yeni aki tler yapmak zorundaydılar. Ve Tanrı toprağı
elinden çıkarttığında, bu her zaman için daha ağır yaptı­
rımla rı ö ngörür -örneğin Tanrı bakire İsrail'in kocası ola­
rak tanınmayı şart koşmuştu- ve baskı altında gerçekle­
şird i.
ısrail'in Tanrısı'nın Yasası'nda Musevi'nin religio ile
değil, Tanrı'yla bağlantılı olması istenird i. Musevi'nin
Ruh'a ya d a genelde herh angi bir şeye inanması gerekmi­
yordu, çünkü o, 'kendisi inançtı'Y Musevi'nin RAB'la
bağlaşıklığı hiçbir zaman tapınmaya göre düzenlenmiş bir
özd eşleşme sorunu sayılmıyordu.14 Musevi'nin kendini
RAB'biyle özdeşleştirmesine izin yoktu . Bu da ona tüm
yeteneklerini ve zekasını kend ini RAB Tanrı'ya karşı sa­
vunmada harekete geçirme olanağını veriyord u . Gerçekte
sıradan Musevi'yle RAB arasındaki ilişki, keskin bir ni­
şancıyla hareket halindeki hedefi arasındaki ilişkiyi andır­
maktaydı . Musevi bir anadan doğmuş olmakla Musevi,
çok kolay öfkelenen ve a nında yıkıcı olabilen RAB'bin hu­
zurunda ve tapına ğınd a tüm insanlığın keskin zekalı avu­
katı rolünü oynamakla onurlandırılmıştı . Dolayısıyla sa­
dık Musevi, salt insan aklı ve standartlarının tasavvur
ederneyeceği kadar yüce bir güçle mücadele ettiği için,
-Yakub gibi- Paganların Hercules' inden daha güçlü bir
kahraman olmak zorundaydı . Görevi her insanınkinden
daha seçkin ve derinlikliyd i . RAB'be karşı önce d irenecek
VL' bund,1 başarılı olmadığı takdirde, d erhal uzlaşıp
Aytımç Altındal

O'nunla pazarlığa oturabilecek konumd a ola n, yalnızca


oyd u . Çünkü bu dünya da barışı sağlamak uğruna bu son­
suz tartışmayı sürdürebilsin diye olağanüstü ku rnazlık ve
bilgeli k ile donatılmış olan tek varlık oyd u ! Zaten İbrani­
ce İsrael adı, 'Tanrı' yla mücadele eden' anlamına gelmek­
teyd i. (Bu laka p, Kad ir-i Mutlak Tanrı'yla gece boyunca
tartışan Yakub Peygamber' e bizza t Tanrı tarafında n veril­
mişti.)
Musevi, ruhani önderlerince itaatiyle (teslimiyetiyle
değil) ve Hikmet' iyle, yani Logos'la RAB'bini hoşnut edip
O'ndan bağışlanma elde etmeye ikna ed ilmişti. İsrail'in
Yasası'na göre ancak Tanrı 'ha ksızlık, ihlal ve günahları'
bağışlayabilird i (Çıkış, 34 :7 / Yerema, 31 :34 / Da niel 9:9) .
İnsan bunu yapamazd ı . Bu nedenle RAB'bin kudret yeti­
sini ve potansiyel yüceliğini kavrayabilmesi için Muse­
vi'nin yüreğinin korkuyla dolu olması gerekiyord u . Onu
Tanrı'nın huzuru na yaklaştıracak olan bir tek BU KORKU
ve BU KAVRAYIŞ'tı. Musevi kitabını iba det etmek için
değil, kavrayabi lmek ve inceleyebilmek için okuyord u .
Oysa Paganlar için Zeitgeist'ı, yani zamanın ruhunu v e ze­
kasını kavrayabilmek, özel bir önem taşımaktaydı. Ne ki,
İsrailoğulları için RAB, her-yerde-mevcut' tu, her şey O'na
aitti ve kendileri yalnızca Hikmet anlamında Logos'la do­
natılmışlardı. Dolayısıyla Musevi'nin kültürel, felsefi, sa­
natsal ya da kültik bilgiye gereksinimi yoktu . Çünkü Tan­
rı' nın kud reti / gücü, insanlığın Sophia'sının (Bilgi) çok
ötesinde, onun u laşabilirliğinin çok uzağmd aydı.
Ne ki, İsrail'in Tanrısı aynı zamanda iyicildi ve seçtiği
cemaa tiyle ilgitenirdi de. Musevi a nlayışına göre, tüm
ulusların atası sayılan İbrahim Peygamber'den bu yana,
İnsa noğlu'yla Ta nrı RAB a rasında bir diyalog sürmektey­
di. İbra him zaman zaman RAB'bi kendi görüşlerine ikna
edebilmişti . Musa bundan da fazlasını yapmış ve Ta n rı'ya
21 Üç lsa

ra kiplerinin kendisi hakkında söylediklerini 'kabul etme­


mesini' telkine cesaret edebilmişti (Sayılar, 1 6: 1 5) . Fagan­
lar için böylesi bir d iyalog anlaşılmaz bir bağdı. Tannlara
talimat vermek, ya da Tek Tanrı tarafından dayatılmış bir
'Ahit işareti' (Sünnet) temelinde sürekli bir d iyaloğu sür­
d ürmek, kendi hayat tarzları içinde onlar için bildik bir
konu değildi.
Musevi, yeryüzünde hayatta kalabilmek için Modus
Ope ra ndi' sinin (çalışma tarzı) denetimini Tanrı'ya sunuyor
ve karşılığında O' ndan bir anlaşmanın kaza nçlarını, bir
toprak ve korunma vaadini alıyordu. O andan itibaren
Musevi'nin hayat ta rzı, Yüce Efendi'ye ait bir hanenin bir
hizmetkarı ya da mensubu gibi Tanrı'ya ait olmaktaydı.
Çünkü İsrail Evi'ndeki tarzlar Devlet ya da büyük mey­
danlı, her yurttaşın fikrini söyleyebildiği site ya da polis' le­
rin Seküler kültürlerince değil, Tann/ RAB'bin 'başlangıç­
ta' yarattığı 'aile ilişkileri' yle biçimlenmekteydi.
Pagan yaşam tarzı ve onlara bağlı Musevi yaşam tarzı­
nın ortak paydaları yoktu. Musevi'nin pagan yönetiminin
Zeitgeist'ı karşısındaki direnişi genelde Musevi tarikatları
ve özelde radikal reformcu Zealotlarla, pasifik-kaçkıncı
Esseneler* gibi kesimler arasında geleneksel (ancak mutla­
ka Kabbalistik olması gerekmeyen) Peygamber Yöneticili­
ğini canlandırmanın gerekliliğini bir kez daha vurgula­
maktaydı. Essenelere göre, Zeitgeist gerçekte Zeit- Ohne­
Geist, yani Adalet/Hakkaniyet Ruhu'ndan Yoksu n Za­
manla r'dan başka bir şeyi simgelemiyordu . Essenelerin
eleştirel hükümleri ya lnızca Faganları mahkum etmekle
kalmıyor, aynı zamanda Ferisiler, Katipler ve Sacld u kiler
gibi yerleşik Musevi tarikatları arasında egemen olan son


f.sst•rrda: Çölde yaşayan, a ralarına kadın almayan çok bağnaz bir Yahudi ta­
rika t ı (ç.n. ) .
Aytımç Altındal 25

derece yozlaşmış uygulamalara da yöneliyord u . Essene­


lerin Dini Bütünlük' e ve Hakkaniyet' e yönelişi Musevi ta­
rikatları a rasında iç ça tışma ları kışkırtarak siyasal rad ika l
Yahudilik'in (Judaism) Peygamberce Yönetimcilik'i (Hü­
kümet Etme) üzerinde belirli bir ağırlık kazandığı bir fela­
ketle sonuçlandı . Yenilen, Peygamberlere bağlı yöneticilik
oldu, bunun yerine Rabbilere (Öğretmen) bağlı yöneticilik
ortaya çıktı.
Pagan ve Musevi tartışmala rında, genelde ka rşıtlıklar
iki farklı kimliğin kesin d üsturla rı arasında sa flaşmıştı: in­
sancıl Olan Biziz; Çünkü Biz Romalıyız ve Seçkin ve Kut­
sa l Olan Biziz; Çünkü Biz Musevi'yiz. Bu çatışkı, düşman­
lık ve kıska nçlıklar sır olmamakla birlikte, her iki ta rafça
da d iploma tça bir anlayışla görmezden gelinip gizleniyor­
du. Ne ki, her iki 'ulus' da yeni ta ra fta rlar kazanmak için
var güçleriyle uğraşmaktaydılar. Ve Ortadoğu'da Pagan­
lar ve Gentileler* ile Museviler arasındaki bu diplomatlık­
la gizlenmiş d üşmanlık ve şiddet süregiderken, sonradan
Ba kire Doğumu olarak adlandırılacak olay gerçekleşti. Bu,
Büyük Kral Herod'un otuz üç yıllık yönetiminin 'sondan
ikinci' yılında oldu . Isaac Newton'un da gözlemlediği gi­
bi, ma tematikçiler, gelenekte hiçbir temele dayanmaksızın
'Bakire Doğumu'nu İ.Ö. 6 ya da 4 yılının 25 Aralık'ına15 ta­
rihlendirdiler. Ve ta rihçilerle Kilise Baba ları sonradan bu
olayı Noel ola rak belirlediler. A. Powell Davies'in belirtti­
ği gibi, " . . . Hıristiyanlık Pagan dünyaya Kurtarıcı Tanrı
olarak İsa'nın çıkageldiği fikrini yaydığında , bu fikir dahn
önceden var olanlara, özellikle de Mithra Dini'ne dayan­
maktaydı . Pagan Hıristiyanlar, İsa'nın doğum günü ola­
ra k Mithra'nm doğum günü olan 25 Aralık'ı (kış gündö­
nümü) devralmışlardı."16


Gentile: Romalı ve/veya Anadolu'da yaşayan Helen kökenli kişiler (ç.n . )
2 '> Üç isa

Oluşundan onlarca yıl sonra çeşitli kaynaklardan der­


lenerek anılaştırılan bu olay, gelecek kuşaklara şöyle a kta­
rılacaktı:

1.3. 'Ve Onun Adını Immanuel Koyacaklar'

Yoahim ve Hanna' nın 1 7 kızı Meryem, Nasıra Kasaba­


sı' nda18 bir marangoz olan Yakub'un oğlu Yusuf' la1• nişa n­
lıyd ı. Ancak birleşmelerinden önce 'gebe olduğu anlaşıldı'
(Ma tta, 1 : 1 8) . Yusuf "salih bir adam olup onu aleme rüsva
etmek istemeyerek, gizlice boşanmak niyetinde id i" (Mat­
ta, 1 : 1 9). RAB müdahale ederek meleklerinden birine dü­
şünde Yusuf'a görünmesini buyurd u . Melek dedi ki: "Sen
Davud oğlu Yusuf, Meryem' i kendine karı olarak almak­
tan korkma; çünkü kendisine doğmuş olan Ruhülku­
düs'dendir. Ve bir oğul doğuracaktır; ve onun ad ını İsa
koyacaksın; çünkü kavmini günahlarından kurtaracak
olan odur" (Matta, 1 : 20-2 1 ) . Yusuf itaatka r bir a da md ı,
kendine söyleneni yaptı: Meryem'i karı olarak evine ald ı
ama bir oğul doğurana dek onunla cinsel ilişkiden sakın­
dı. 'Ve çocuğun ad ını İsa koydu' (Matta, 1 :25) . Böylelikle
Isaiah Peygamber' in kehaneti yerine gelmiş oluyordu
(Matta, 1 :23) . Ve Meryem' in oğlu gelecek yüzyılla rda da
bu adla tanınacaktı .
Ancak, kehanetin yalnızca yarısının gerçekleştiği anla­
şılmaktadır, çünkü Isaiah Peyga mber' in Tanrısı, bakire­
den doğacak çocuğa başka bir ad vaat etmişti. Bu ad, Im­
manuel' di. Okuyalım: "Bunun için Rab kendisi size bir
alarnet verecek; işte kız gebe kalacak ve bir oğul doğura­
cak, ve onun adını Immanuel koyacak" (İsaiah, 7: 1 4) . Ta n­
rı' n ın başlangıçtaki tasarımını neden değiştirip bebeğe ye­
n i bir ad ı, İsa'yı20 vaat ettiği Yeni Ahit'te yazılı değildir.
( ;.ui p görüleb ilir ya da görülmeyebilir, ancak sonuçta
Aytunç Altındal 27

Meryem'den doğan çocuğun adı 'Tanrı-Bizimle' (ya n i ,


Immanuel) değil, 'YHVH Selamettir' (yani, İsa) old u .
Sekizinci gün, Anne Meryem' le üvey baba Yusuf, Şeri­
at' a göre bebeği sünnet ettirmek için Tapınağa götürdüler.
İsa Tapınak'ta sünnet edild i. Böylelikle Tanrı'nın Babil
Ta lmudu'na göre ilk muhted i olan İbrahim'le yaptığı 'a h­
din işa retini' (Tekvin, 1 7: 1 1 ) edinmiş oldu.21 Sekiz günlük
bebek İsa, böylelikle ad anmış da oluyord u: "Ve Rab Mu­
sa ' ya söyleyip ded i : Bütün ilk doğanla rı, İsra iloğulları ara­
sınd a, insanda ve hayvanda bütün rahmi aça nları benim
için takdis et, o benimdir" (Çıkış, 1 3: 1 ) . Böylelikle Mer­
yem'in oğlu, İsra iloğulları'nın RAB'bine ait olmuştu.
Meryem'in kız kardeşi ya da kız ka rdeşlerinin ve dola­
yısıyla da altı ya da yedi yeğeninin olup olmad ığı Yeni
Ahit'te yazılı d eğildir. (Klopas'm karısı Meryem'in -Yu­
hanna 1 9 :25- Meryem'in gerçek kardeşi olup olmadığı be­
lirlenememiştir. ) Yusuf' un daha önceki evliliğinden en az
altı ya da yedi evla t sa hibi olmuş yaşlı bir adam olup ol­
mad ığı da kayıtlı değild ir. Bu iki olasılık Yeni Ahit' te be­
lirtilmez, ama İsa'nın dört erkek kardeşinin adı verilir.
İsa'nın ayrıca en az iki ya da üç d e kız kardeşi bulunmak­
tayd ı. İncil-derleyicisi Markos'dan okuyalım: "Meryem'in
oğlu ve Yakub'un, Yosef'in, Yahuda'nın ve Simun'un kar­
d eşi, dülger, bu d eğil mi? Kız kardeşleri burada bizimle
değil mi?" (Markos, 6:3) Dört İncil yazarından ikincisi,
Markos'a göre bunlar, İsa'nın gerçek erkek ve kız kardeş­
leriydi, dördüncüsü Yuhanna ' ya göreyse İsa'nın kuzenle­
riyd iler (Yuhanna, 1 9 :25) . Eğer Yuhanna ' nın öne sürdüğü
gibi İsa'nın kuzenleriyseler, o zaman Meryem yaşamının
sonuna dek bakire ve Tanrı'nın bakire gelini ola ra k kalmış
demektir.
Muhtemeldir ki, Meryem'in kız ya da erkek ka rd t •ş i
yoktu, a m a Elisabeth adında bir kuzeni old uğu kt·s i ı ıd ı ı
Üç lsa

M eryem'in özellikle gebelik döneminde onunla çok ya kın


olduğu bize bildirilmektedir. Elisabeth'in bakire Mer­
yem'in gebelig ini kendi a ilesinden ilk öğrenen kişi olduğu
da yazılıdır.
Elisabeth kırk yaşlarında olmalıydı ve Zekeriya adlı bir
kahinle evliydi ( Luka, 1 :5). Elisabeth 'kısır idi' (Luka, 1 :7) .
Sa ra, Raşel, Rebeka ve Hanna'da n sonra Ku tsa l Kitap'ta
adı geçen beşinci, Yeni Ahit'teki ilk kısır kadın Elisa­
beth'dir. Daha önceki bü tün kısır kadınla r ve kocaları gibi
Elisabeth ve kocası da 'Allah indinde sa lih' idiler (Luka,
1 :6). Bu nedenle, Zekeriya bir gün Rab'bin tapınağınday­
ken Melek Cebra il ona göründü ve dedi ki: "Korkma Ze­
keriya; çünkü duan işitildi, karın Elisabeth sana bir oğu l
doğuracak, onun adını Yahya koyacaksın. ( . . . ) Çünkü
Rabbin gözünde büyük olacak, şarap ve içki içmeyecek ve
d a ha anasının karnından Ruhülkudüs'le dolu olacak. İsra­
iloğullarından birçoğunu onların Allah'ı Rabbe döndüre­
cek. Babala rın yüreklerini oğullara, asileri salihlerin hik­
metine çevirmek ve Rabbe arnade bir kavim hazırla mak
üzere İlya'nın ruhu ve kudretiyle onun önünde yürüye­
cektir ( Luka, 1 : 1 3- 1 7) . "
İsrail'in Ta nrısı da ima Meleği Cebrail aracılığıyla ko­
nuşurd u . Ta nrı her zaman önce kocalara 'korkmamaları­
nı' söyler, a rdından onlara her birinin ayrıcalıklı anlamı
olan bir 'a d' ve bir 'oğul' müjdelerdi. Buradaki tek ilginç
husus, Melek Cebra il'in Zekeriya'ya, düşünde değil, tapı­
nağın loş ışıkları arasında tütsü yaktığı sırada konuşmuş
olma sıdır. Yeni Ahit'te anlatılanlara göre altı ay sonra
Meryem'i de ziyaret eden işte yine bu Melek Cebra il' d i .
Bu Cebrail'in b i r bakireye yaptığı varsayılan kayıtlara geç­
miş ilk ve son ziyaretidir. İnsanlara Ta nrı'nın sözünü ilet­
mek Melek Cebrail için olağan bir olaydı . Ama Cebrail, ta­
bii RA B'bin talima tla rı üzerine, önce sıkıntılı kocalara gö-
Ayt uı . ç Alt mda /

rünmeye alışkındı. Ne ki, bakireye görünüp 'müjdeyi ver­


mek', Melek Cebrail için alışılmadık bir durumd u . Belki
Melek Cebrail bu nedenle 'müjdeyi' vermeden önce ' Baki­
re Meryem' e korkma masını söylemiştir!
Elisabeth'e dönelim! Zekeriya'ya bildirilen ta rih te, oğ­
lu doğdu. Ona Zekeriya'nın a kra bala rı a rasında bu adı ta­
şıyan kimse olmamasına karşın ( Luka, 1 :6 1 ) Ya hya ad ını
verdiler, çünkü Zekeriya Abiya ruhban soyu nun mensu­
buydu ve Elisabeth de, Meryem'in tersine, Harun'un so­
yundandı ( Luka, 1 :5) . Yahya büyüdü, ruhça ku vvetlendi;
ve İsrail' e görüneceği güne ka dar çöllerde ka ldı ( Luka,
1 :80). Doğru, Markos'a göre Yahya kehanet uyarınca hiç
mayalı içki içmedi. Ya lnızca bitki ve yaban balı yed i. Hiç
tıraş olma dı ve devetüyünden bir ha rmanİ giyip beline bir
deri kuşak ta ktı (Markos, 1 :6). Yahya a ta la rının geleneği
nedeniyle Peygamber ya da Mesih (Christ) olmaya layık
değild i, ama aynı gelenek uya rınca bir Rahip-Yönetici ola­
bilird i . . . Yahya bunları denemedi; onla rın yerine yaşamı­
nı bir başka seçeneğe adadı.
Gerçekte kendisinden altı ay küçük kuzeni ola n ve da­
ha sonra Tanrı'nın Oğlu diye anılan İsa'nın gelişini bildi­
ren ilk Va ftizci oldu. Yeni bir İstiğfa r a hd inin yeni işa reti
olara k suyla Va ftiz' i başlattı. Kendinden sonra Keha net' e
göre, insanla rı selametleri için suyla değil, Ruhülkudüs ve
a teşle va ftiz edecek olan İsa'nın gerçek va ftizci olaca ğını
bildirdi. Kilise, sonra ları 24 Ha zira n gününü Vaftizci Ya h­
ya Günü ilan etti . Vaftizci Ya hya Günü'nün a rifesinde
tüm dünya Hıristiyanlarının kentlerden çıkıp evlerindeki
kötü ruhları kava layaca k şifalı sarı kantaron otunu (St.
John's wort) toplamaları istendi . (Anlamlı bir Paga n uy­
gulamasıdır bu.)
Böylelikle, Yeni Ahit'in başlarında, bizlere iki oğu l su­
nulmuştur. Biri Ya hya (İbra nice biçimiyle Johan n a 'J A H-
:lO Üç İsa

VEH esirgeyicid ir' anlamına gelir), diğeri de İsa, 'JAH­


VEH selamet'dir. Jahveh Esirgeyicidir, Jahveh Selamet­
tir'in yolunu açmıştır. Her iki oğul da ilk doğa n Ya hudi
bebeklerd ir ve dolayısıyla, Yasa'ya göre her ikisi de ebe­
veynlerinin Tanrısı'na adanmışlardır.
İsa'nın annesi Meryem, imana göre ya ba kired ir, ya da
bir parthenos, ya ni yine bakire, ancak 'tertip edilmiş bir
evliliğe rıza göstermeyip kendi eşini seçen kadın' dır. (Ba­
kire) kötü ya da hafifmeşrep bir kadın olduğunda n değil,
'kend i hakkının bilincinde bir kişi' olduğu için 'evlenme­
den anne olmuştur' . 22 İsa' nın Platoncu Celsus' u n İ.S.
1 70' te ileri sürd üğü gibi,23 büyüsünü Mısır'da öğrenmiş
küstah bir şarlatan olup olmadığı çok önemli değildir. Di­
ğer bir anlatımla Meryem'in Bakire olup olmad ığı, ya da
İsa'nın göz boyayıcı olup olmad ığı konumuz itibariyle bu
incelemede üzerinde durutmayaca k hususlard ır. Çünkü;
en kestirme deyişle 'Bakire Annelik' yakıştırması Hıristi­
yanlık'tan çok önce, tüm Hind istan, Mezopotamya ve Or­
tadoğu' da bilinen bir olguydu. Örneğin; Buda, Sokrates,
Eflatun ve Büyük İskender de halk söylencesine göre 'Ba­
kire Anne'den doğmuşlardı!
Benzer şekilde, tarihsel İsa denilen de fa zla önemli de­
ğildir. Tarihsel İsa ilahiya tçı ve tarihçiler için bir çeşit 'in­
celenecek va k' a' iken mitolojik İsa, kendine inananlar
için nihai gerçeklik olarak kalmıştır. Nesnel bir inceleme
için, tanımlarımıza perspektif kazandırabilecek tek İsa
portresi, Yeni Ahit' teki Mesih'tir. Bu portrenin tarihi ger­
çekliğinin olup olmarnası bizi ilgilen d i rmemekted ir.
Çünkü, Hıristiyan d ünya sı sadece ve sadece Yeni Ahit'te
okuduğu Mesih'e bağlılık d uymaktadır. Tarihsel Me­
sih' e deği l .
Geleceğin Mesih v e Tanrısı' nın yeryüzündeki yaşamı
işte böyle başlad ı . Ve d iğer iki İncil yazarının, İncillerinde
Aytımç A ltındal

bu büyüleyici 'bakire d oğumu'24 olayına neden değinnw


gereksinimi duymadıkları da da ima bir sır olarak kaldı.

1 .4. Benzerlik Yasası Gereğince

Ma tta, kendi İncil'inde, İsa'nın soy kütüğünü İbrahim


Peygamber'le başlatıp 'Mesih deni len' İsa'yla bitirir (Mat­
ta, 1 : 1 6) . Matta İbrahim'den İsa'ya kırk iki kuşak saymak­
tadır. Onun soyağacında üvey baba Yusuf 'Meryem'in ko­
cası' ola rak verilip İsa babasının soy ha ttıyla değil, ana sı­
nın adıyla kayded ilmiştir. Bu, geleneksel İbrani soyağacı
kurgusunu bozd uğu için alışılmadık bir işlemd ir. Her iki
ebeveynin, Meryem ve Yusuf'un Matta yorumunda birer
kuşak işgal etmeleri de alışılagelmiş bir uygulama değil­
d ir. Matta bu kırk iki kuşağı, her biri on dörder kuşak içe­
ren üç başlık halinde toplamıştır. Matta, Meryem ve Yu­
suf'u dahil etmekle on dördüncü kuşağı İsa'ya yakıştır­
mıştı . Öte yandan, Luka İsa'nın soyağacını Adem'e ve
O'ndan da tabii Tanrı'ya iletmi şti. Lu ka ineili' nde
Tanrı'dan İsa'ya yetmiş yed i kuşak sayılınıştı (gerçekte bu
birkaç bin yıldan fazla tutmamaktad ır) .
Ma tta İbrahim Peyga mber'den Davut Peyga mber'e on
dört kuşak saymıştı . Ve Luka, Tanrı'dan İsa'ya yetmiş ye­
d i kuşak sayma ktaydı. Cemaatin başındaki yöneticilere
iletilen mesaj, Da vu t Peygamber'in adının sa yısa l değeri­
nin İsa'nın kuşak d eğeriyle özdeşleştirilmesiyd i . Matta ve
Luka , İsa'yı on dördüncü kuşağa yerleştirmekle, bilgelere
ve söz sa hibi d iğer cemaat yöneticilerine sıradan bilgi n i n
ötesinde ma lzeme sağla maktayd ılar. Yetmiş yed i, yed i il r­
tı yed iye bölünd üğünde, on dörde eşitlenir ve kırk iki ku ­
şak üç kez on dört başlık altında (3x14) topla ndığındil I Jil ­
vut Peyga mber'in adının sayısa l değerine gönd erme yilp-
12 Üç ISIJ

ma ktadır, böylelikle Mesih denen İsa'yı gizlice onun soyu­


na bağlar. Bu soya ğacı aktarımı, geleceğin tanrısını aynı
zamanda Ya hudi Peyga mberi İsaiah'nm kehanetine de
bağlama ktaydı . Her iki İncil yazarının attığı ilk adımlar,
bu kehanetin gerçekleştirilmesi bağla mında zorunluyd u .
Uvey baba Yusuf'un Luka yorumunda bağımsız b i r kuşak
sayılınayıp d ıştalanması da kayda değer. Ma tta yorumun­
da bu kuşak boşluğunu, inanca göre İsa üzerinde hiçbir
'emeği' olmayan Yusuf'u ayrı bir kuşak olarak sa pta rken,
elinde yeterli sayıda kuşak bu lunan Luka'nın ona hiç ge­
reksinimi olmamıştı.
Sayısa l değerlere ilişkin konula r, sonraki yüzyıllarda
Gnostik tarikatlar, gizli ya da Rafızi denen dernekler,
Okül tistler ve Ezoteristlerce Operasyonel ve Spekülatif
olarak kullanılagelecektir. Bu değerler karmaşık cin kov­
ma duala rının çeşitli biçimlerini ifa delendirmenin yanı sı­
ra, simgeeiliğin tılsım gizemlerine ve karmaşıklı ğına içkin
bir sayısal nitelik kazandırmada da temel kabul ed ilecek­
ti. Şu ünlü 'kutsal' on dört sayısı için bu kadar yeter sanı­
rı m !
Isa Mesih'in çocukluğuna d a ir ayrıntılı bilgi yoktur.
Ancak ilginç bir olay aktanımıştır (Luka, 2:4 1 -5 1 ) :
İsa o n iki yaşındayken, a ilesiyle birlikte her yıl Yeruşa­
lim' de (Kudüs) kutla nan Fısıh bayramından eve dönüşte
üç gün kaybolmuştu . Yusuf'la Meryem onu her yerde ara­
mışla r, ama bu lamamışlard ı. Üç gün sonra, Tapınağın a v­
lusunda, yaşlıtarla konuşurken gördü ler onu. Luka bu
yaşlı Yahudi muallimlerin (Hahamlar) on iki yaşındaki
çocuk Isa' nın sorduğu sorular ve verdiği yanıtlardan çok
etkilendiklerini belirtmekted ir. Bu muallimlerin gerçekten
etkilendikleri mi, yoksa tedirgin mi oldukları, İsa ile anne­
si M eryem a rasındaki şu konuşmadan izlenebilir. Luka
"i iyle yazıyor: "Onu gördükleri zaman, şaştılar ve a nası
Aytımç Altmdal

ona ded i : Ey oğul, neden bize böyle ettin? İşte baba nla bt•n
yüreğimiz çok sıkılarak seni aradık. Onla ra ded i: Neden
beni a radınız? Bilmiyor mu idiniz ki, benim için Babamın
evinde bulunmak gerekti? Onlar ise kendilerine söylediği
sözü anlamadılar." (Luka, 2:48-50)
Eğer, İsa bu öğretmenlerle annesiyle konuştuğu tarzda
konuştuysa, bu anlatım ta rzı hazır bulunanları etkilemek­
ten çok tedirgin etmiştir. Çünkü Tanrı' nın tekil olarak 'Ba­
ba m' biçiminde nitelend irilmesi Museviler arasında alışıl­
madık bir uygulama idi; Baba figürü olarak tanrı gelenek­
sel olarak 'Babam' biçiminde değil, 'Babamız' olarak ta­
nımlanırd ı. Yine geleneksel olarak Tapınak RAB'bin ika­
met ettiği yerdi. RAB, 'Babamın evinde' oturmuyord u .
Eğer b u olay Luka'nın uydurduğu bir ekleme değilse, o
zaman taşıd ığı anlam, önemlidir. Böylesi bir niteleme da­
ha on iki yaşındayken "Hepimizin babası bir değil mi? Bi­
zi bir Allah ya ratmadı mı?" (Ma l. 2 : 1 0) diyen gelenekten
açıkça kopmuş bir İsa 'ya işa ret etmektedir. Daha sonrala­
rı, b ilindiği gibi, İsa otuz yaşiarına geldiğinde de, Yahud i­
lerin 'Tanrımız' nitelemesi geleneğini yadsıya ra k Tanrı'yı
'Tanrım' olarak a dland ıracaktır. Kimi durumlarda bazı
peyga mberlerin Habakkuk'ta yapıldığı üzere (3: 1 8- 1 9 )
Tanrı'yı 'Kurta rıcım' y a da 'Yehova, Rab, benim kuvve­
timd ir' şeklinde nitelemelerine cevaz olsa da, 'Tanrımız' m
'Ta nrım' biçiminde tekilleştirilmesi, Tanrı' nın İnsan-Ben­
liği'nde özelleştirilmesi sayılmaktayd ı ve kesin olarak ya­
saklanmıştı . Çünkü Musevi peygamberi Mika'nın da be­
lirttiği gibi, "Çünkü bütün kavimler, her biri ken d i ilahı­
nın ismiyle yürüyor; biz de daima ve ebediyen Alla h ı m ız
RABBİN ismiyle yürürüz" (Mika, 4:5) denmişti. Ta n r ı k ı r
v e Ruhlar a rasında yaşayan ve bazen onlar ta rafında n ya r­
dıma çağrılan Paganın tersine, Yargıç Tanrı RAB, M usevi­
Ierin a ra sında yaşayan İlahi Güçtü . ( "Çünkü ben Alla h ı m
H Üç lsa

ve insan değilim; senin ortanda olan Kuddüsüm" ) (Hoşea,


1 1 :9). Yaşayan Yargıç-Tanrı, İsrail' in RAB'bi bütün Muse­
vilerin arasındayd ı, hiçbir Musevi'nin özel mülkiyeti al­
tında ya da evinde değildi.
Tanrı, Yeni Ahit boyunca, Eski Ahit' in tersine yalnızca
bir kez konuşur. Bu da İsa' nın kuzeni Yahya tarafından
vaftiz edilişi sırasında gerçekleşir. İncil yazarı Yuhan­
na'nın söylediği gibi Vaftizci Yahya' nın mı onu herkes gi­
bi vaftiz olmaya çağırd ığı, yoksa Ma tta, Luka ve Mar­
kos' ta gösterdiği üzere İsa' nın mı kendini Yahya tarafın­
dan vaftiz edilmeye davet ettiği açık değildir. Matta,
İsa' nın vaftizini şöyle betimler: "Ve İsa vaftiz olup hemen
sudan çıktı; ve işte, gökler açıldı, ve Allahın ruhunun gü­
vercin gibi inip üzerine geldiğini gördü; ve işte, göklerden
bir ses dedi: Sevgili Oğlum budur, ondan razıyım" (Mat­
ta, 3:1 6-1 7). Tanrı bundan sonra İsa dahil kimseyle konuş­
ınadı ve İsa ve havarileri ibadet etmek üzere dağa çıktık­
larında bir buluttan gelen 'ses' in aynı mesajı tekrar etme­
si dışında hiç emir ya da talimat vermedi. İsa bu nedenle
"Allah Ruhtur ve ona tapmanlarm ruhta ve hakika tte ta­
pınmala rı gerekir" demiştir (Yuhanna, 4:24).
Anlaşıldığı kadarıyla İsa sıradan bir Musevi gibi gelip
vaftiz olmuştur. Yahya : "Ben onu bilmezdim" der (Yu­
hanna, 1 :3 1 ) . Ve İsa, vaftiz edildiği sahilden, sonradan
Yahya'nın doğrulayacağı üzere mecazi anlamda tü m in­
sanlar ve özelde tüm Museviler için kullanılan bir unvan
olan Tanrı' nın Oğlu olmak sıfa tını alarak ayrılmıştır (Yu­
hanna, 1 :34) . Tekvin'de şöyle denilir: "Ve vaki old u ki,
toprağın yüzü üzerinde adamlar çoğalmaya başla dı ve
onların kızları doğduğu zaman Allah'ın oğulları insanın
kızlarının güzel olduklarını gördüler ve seçtiklerinden
kendilerine ka rılar aldılar" (Tekvin, 6:1-3). Dolayısıyla bir
Musevi erkeği olarak İsa da bir Tanrı Oğlu'ydu ama bu
Aytunç Altındal 35

onu Mesih yapmaya yetmiyordu . Bu nedenled ir ki sonra­


dan, başı kesilmek üzere Herod tarafından kapa tıldığı ha­
pishaneden Yahya kendini beklenen Mesih olarak görüp
görmed iğini anlama k üzere ona haberciler gönderecektir.
İsa bu haya ti soruyu son derece belirsizce yanıtlar. Ger­
çekte İsa, Musevi cemaatini yöneten ve yönlend iren söz
sahibi kişiler tarafından ça ğrılmış ve onaylanmış değildi
(ha tta-ç.) onlar tarafından yetersiz bulunmuştu !
İsa' nın nasıl doğduğu ya da Tanrı'nın beklenen Mesih'i
olarak nasıl onayla nd ığının üzerinde çok fazla durmaya
değmez . Kuşkusuz Nasıralı İsa, Musevilerin bekled iği bir
ve tek Mesih değildi. Çünkü Mesih ideali İsa' dan onlarca
yıl önce Essene Kümran tarikatının biçimlend irdiği esra­
rengiz bir Hak Belietkisi'ne (imgesi-ç.) daha fazla uyma k­
tadır.25
İsa ' nın yaptığı söylenen mucizeler de fazla önemli de­
ğildir. Yeni Ahit derleyicilerinin kendisine yakıştırd ığı
tüm o mucize ve işaretleri gerçekten yara ttığı konusunda
kesinleşmiş hiçbir kanıt yoktur. Doğru old uklarına inanıl­
salar bile, bu olaylar Eklesiastikus kitabında insana kalan
tek önemli şeyin 'Bü tünsel Görev'i olduğunu açıkça belir­
ten ruhani önderin terminolojisiyle söylersek, önemsiz ve
'anla msız' dır. İsa'nın 'Bü tünsel Görev' karşısındaki tefsiri
konumu İsa'nın misyonunun somut doğasını belirlemek­
tedir. İsa, cemaate açıkça ilan ettiği içindir ki, 'Bütünsel
Görevi'nin ne olduğu bilinmekted ir. İsa görevi itibariyle
Yasa ve peygamberleri ilga etmek için değil, tamamlamak
için geldiğini söylemiştir (Ma tta, 5 : 1 7) . Ama İsa'nın kon u ­
mu nedir? İsa'nın tefsiri konumu parametrik olarak i nd i
yazarla rının nihai gerçeklik kabul edip sonraki kuşa k l a ra
a ktardıklarından değil, tersine Musevilerin düşm a n ca sa ­
yıp ret ·ve inkar ettiklerinden çıkarsana bilir.
Bu yaklaşım İsa'nın çaba larmdaki entelektii cl kon u m u -
.1 . Üç İsa

nu aydınlatmaktadır. Başvurduğu yöntem, yetke· ve öğre­


tisi entelektüel konumunu saptamanın ilk üç parametresi­
ni veri rken kuşağının tutumundan da dördüncüyü sapta­
mak, olasıdır.
Kuşkusuz ki Musevi yaşlıları meclisi Sa nhedrin, yöne­
timini ve yetkesini reddetmiş ve sınama sonucunda öğre­
tisini zararlı bulmuştur. Ve kendi kuşağının ya ptığı çağrı
karşısındaki tutumu da olumsuzdur. Dolayısıyla, dört te­
mel değişmez üzerinde kend i halkı tarafından hemen tü­
müyle reddedilen bir İsa / Mesih, kendisini reddedenlerin
Yasası'nı icaplarını yerine getirmek iddiasıyla ortaya çık­
maktaydı. Ve İncil yazarlarının sözünü ettiği sözümona
binlerce izleyici, son anlarında yanında değillerd i. Ve
mahkumiyetinin arifesinde yalnızca Yahuda değil, kendi­
sinin Mesih olduğunu ilk söyleyen Şimun Petrus da onu
i nkar etmiştir. İsa'nın başına gelen, "Peygamberler ne ka­
dar onları çağırdılarsa onlardan o kadar uzağa gittiler"
(Hoşea, 1 1 :2) diyen Tanrı'nın da başına gelendir.
İsa'nın iddialarının ne olduğu da iyi bili nmektedir:

a ) İsa onaylanmış Mesih' tir.


b) İsa Tanrı'nın bir ve tek Oğludur ve bununla bağlan­
tılı olarak da, Tanrı'dır.
c) Tanrı Ruh' tur.

Bu alışılmadık iddialar bir araya getirild iklerinde, aynı


anda Mesih İsa, Tanrı ve Ruh'u vermekted ir. Bu d urum­
dan kaynaklanan sorun yalnızca onun gerçekten Tanrı
olup olmadığı değildir; sorun İsa' nın insanın suretinde
yaratılmış olmasıdır (Pavlus' un Filipinlere Mektubu, 2:2-
1 1 . ) Bu, Tanrı'nın Kendi'ni insanın suretinde yarattığı an­
la nuna gelir. Oysa Yasa ' ya göre 'İnsan Tanrı' nın suretinde
ya ra tılmıştır' . İsa'nın sürekli-kılınmış konumu bu ikilem­
de yatar. İnsan olarak İsa 'Tanrı'nın suretinde yara tılmış-
Aytımç Altındal 17

tır' (soyağacı ha tırlanma lıdır); ama Tanrı ve Ruh olara k


İsa Mesih 'İnsanın suretinde yaratılmıştır' . Her iki durum­
da da İsa'nın yaratılışı Benzerlik Yasası'na tabi kılınmıştır.
Bu, bir gizden çok, mantıksal yanılgıdır.
Ölümlü ve Musevilere göre sıradan bir insanın Yara tı­
cı'yla böylesine bağlan tılandırılması, Pagan-Helenistik
'İnsan-benzerliğinde yara tılmış Ruh' idea lizasyonu nu
tam bir biçimde yansıtmaktadır. Bu parad igma Pagan re­
ligio'suna ve tanrıla rın Mod us Operandi'sine (işleyiş tar­
zı) gayet iyi uymakla birlikte, Musevi Şeria tı' na yabancı,
seküler bir iddiadır. Konumu, İsa'yı doğal olarak Pagan­
lar ve Gentileler için (Koloselilere Mektup, 2:9' da betim­
lendiği üzere) çok kabul edilebilir bir 'insan bedeninde ya­
şayan ilah', yapmıştır. Ancak, konumsal idd iaları onu
Musevilerin gözünde bir Sebt-bozguncusu* ve bir kafir
haline getirmiştir.
'Tanrı suretinde yaratılmış' İnsan olarak İsa, (kendi da­
hil) birey olarak Musevi' yi İsrail Hanesi' nden farklılaştır­
makla, konumunu Sekülerleştirmiştir. Ve 'İnsan suretinde
yaratılmış' Tanrı olara k İsa, yetkeyi (otoriteyi) Yasa'dan
ayırarak Bütünsel Görev'ini (Misyon) kutsal kılmıştır.
İsa'nın tefsiri konumu Bütünsel Görevi' ni belirlemek­
ted ir. İncil'de anlatılan konumu (Position) Benzerlik Yasa­
sı uyarınca onu Sekülerleşmiş bir Musevi haline getirmiş­
tir. Bir Musevi olarak İsa, İncil' e göre ilahi ve kutsanmış­
tır. İlahiliği sonradaİt � amanı değiştirilere k görevine (mis­
yon) eklemlenmiş ve 'İnsan suretinde ya ratılmış'
Ruhülkudüs olarak onu idealize ettirmiştir.
İsa'nın görevi karş ısındaki konumu, Tanrı' nın kend i
görevi yara tıcılık karşısındaki konumuna fazlasıy la ben­
zer. Zaten insanlar Yara tıcılık (görevi) sayesinde Ta nrı'nın

Sebt: Yahudiler için kutsal gün. Yahudi Şeriatı'nın en önemli yasa klar gün u .
(y.n.)
38 Oç isa

farkına varmışla rd ır. Ve Tanrı dahi, insan tarafından red­


d edilmiştir. Adem' in Tanrı' nın ilk buyruğu na boyun eğ­
meyi reddettiği ve kendisini ku tsamasına karşın ona şük­
ran sunmadığı anımsanmalıdır. İsrail'in Tanrısı da, seçtiği
halk tarafından birkaç kez reddedilmiştir.
İsa 'Bab / Kapı' olduğunu söylemişti . Evet, bir 'birim'
olarak tekilleşmiş-Tanrı birimindeki ça ğdaş (Seküler) Pa­
gan ideoloji kavramı dine bu Kapı' dan girmiştir. Ve Mu­
sevi 'Tek Tanrı altında Tek sınıflı toplum' ütopyası da ay­
nı kapıdan dışarı çıkmış ve öbür çok-sınıflı devlet toplum­
larının tarihine karışarak, felsefi Hıristiya nlık Tanrısı kav­
ramının yapılanışınd a işte bu 'yeni gelen'le (ideoloji) bağ­
lantılanmıştır .26 Museviliğe böylece giren bu ideolojik un­
sur, sonradan Hahamların yöneticiliğini yaptığı Mu sevi­
lik ola rak adlandırılacaktır. 27 İdeolojinin sınıfla nd ırma te­
melinde ve Devletçe temsil edilerek içselleştirilmesi, ya­
bancı bir unsur olma kla birlikte peygamberlerin egemen­
liğini köktenci bir biçimd e sona erdirmiş ve politik şahsi­
yetlere ve Hahamlara yolu açmıştır. Adlarıyla belgelenen
ilk hahamların Ya hud ilerin gündelik haya tına girişlerinin
İsa' nın çarmıha gerilişini izleyen onyıllara denk d üşmesi,
bir rastlantı d eğild ir.28
İsa ne yazık ki Ya hveh tarafınd an ölümsüzleştirilmiş
d eğild ir; ama sonraki kuşa kların belleğinde 'İnsan benze­
rinde yaratılmış Ru h' olara k kendi kendini ölümsüzleş tir­
miştir. Özsaygısı ve özelleştiriciliği olan d ürüst ve ti tiz bir
genç adam olan İsa, kuşkusuz ta kdire d eğer bir bireycilik
öncüsü ve bir medeni cesaret simgesidir. Bir Musevi Sac­
ratesi' nden çok daha fazladır. Bütünsel Görevi'ni (mis­
yon) yerine getirmek için çarmıha gerilişi ve unutulmaz
ıstırapları insanları fazlasıyla etkilemiştir ve onu her za­
man var olan kurumsallaşmış Zeitgeist'ın örnek bir simge­
si mertebesine yükseltmiş tir. Daha sonra, Tanrı' dan kor-
Aytıınç Altındal \• •

kan Pagan ve Gentileler kend ilerini bu parad igma tik 'İn­


sa n benzerinde ya ratılmış Ruh'ta yeniden yara tabilmişler­
dir. Zamanla İsa 'nın a dı Acı-Çeken İnsa n 'la anlamdaş ha ­
le gelmiş ve giderek sınıfsal ve ulusal ayrım ve engelleri
aşarak nihai bağışlanma ve bireysel selametle özdeşleşme
zem inini oluşturmuştur.
Mu sevilik gibi, son d erece kend ine-yeterli ve kendine­
işleyen, içe-kapanık bir ulusa çağdaş ve evrensel unsurla­
rı, standartları ve değerleri kabul ettirme yolu ndaki a rt ni­
yetsiz, adanmış çabaları günübirlik yaşayan İnsa n'a karşı
İdeal İnsan tipi olara k ortaya çıkarmış ve bu simgeyi Za­
ma nın Ruhu ola ra k tescil ettirerek anısını o günden bugü­
ne ta şımıştır.
İsa ya ra tıcı düşünebilen bir insa nd ı, güncel siyasayı ve
ona ilişkin fikirleri biliyord u . 'Entelektüel yanıyla Seküler­
leşmiş' Musevi olarak Tek-Tanrıcılıkta libera l bakışın ön­
cüsü olmu ştu . Ve görevi sırasında ve sağlığınd a şakirtleri
tarafından kutsal kabul ed ilen ilk Musevi 'ydi . Seküler
kutsallık çağının onunla başlamasına şaşmamak gerek.
Haham Ignaz Maybaum'un işaret ettiği gibi: "Antiki te se­
küler bir yaşamı tanıma'zd ı. Onu ya ra ta n Hıristiya n inan­
cı old u . " 29 Evet, Seküler yaşa m Hıristiyanlık'la değil, biz­
za t İsa 'yla birlikte başla mıştır. İsa ilk Sekülerleşmiş Muse­
vi'dir. Spinoza'dan önce, İsa va rd ır. Batı uyga rlığını sekü­
lere açan kapının anahtarı bud ur. Hollandalı ilahiya tçı
Arend T. Van Leeuwen, seküler hayatı 'tebdil-kıya fet Hı­
ristiyanlık'30 olarak ni telend irmişti . Simgesel söylemde,
eğer İsa 'nın sa ğ elinde 'Ku tsal' va r idiyse, 'Seküler' de sol
elindeydi, denilebilir.
Rola nd ve Pury, Kierkegaard, Karl Barth, Emi! Brunncr
vd .31 ünlü ilahiyatçılarca eleştirilen Sekü lerleştirme s ü reci ­
nin kökleri, o n sekizinci yüzyılın Devlet-destekli v e K i l i s(•­
onaylı sekülerizminde ya tmaktadır. Yine de, tu h a ftır ki,
40 Üç isa

Hıristiyanlık alanındaki, dinsel ya da Kilise kutsallık


yaratıcılarının çoğu, gerçekte seküler dindarlard ı . Bu
uzun liste Havariler, Kilise Babaları ve öğretmenlerle baş­
laya ra k "Les rares points lumineux du Moyen Age ema­
nant de laics* (Pierre Wald o, Fra nçois d' Assisi . . . )"32 ile Or­
taçağ' a ulaşır. Cal vi n, Farel, Th. De Beze, Zinzendorf, Ge­
orge Fox, William Booth, George Williams, C. Finney, D . L .
Moody, Hudson Taylor, William Carey, A . Judson, Sad­
hou Sundar Sigh, Dr. P. De Benôit, Rees Havell33 ve Opus
Dei gibi 'Seküler/ Laik' örgütler bir yana, yüzlerce papaz,
papa ve azizle son bulur. Aziz Ignatius Loyola' nın (ö.
1 556) bir İspanyol askeri olduğunu ve Cizvit tarika tını
kurduğunu belirtelim. Laik-seküler 'kutsayıcılar' ve Evan­
jelistler hep vardır ve halen de vardırlar. Seküler unsurla­
rın kutsal'a (a lanına-ç . ) katkıla rı olmasaydı, Hıristiyanlı­
ğın Ekümenik** perspektifleri ve misyonları çökerdi.34 Gü­
nümüzde Ka tolik Kilisesi' nin çift yönlü Bütünsel Göre­
vi'nin (Misyon) Hıristiyan olmaya n halkla rın İncil' e kaza­
nılması ile bir zamanlar Hıristiya nlaştırılmış ama günü­
müzde yeniden Paganlaşmış olan Avrupa' nın bu, 'soy­
suzlaşmadan' kurtarılması için yeniden İncil'e döndürül­
mesi faaliyetleriyle özdeşleştirilmiş olması rastlan tı değil­
dir.


Ortaça ğ'ın laiklerden kaynaklanan ender aydınlık noktalan (ç n . ) .
.. Ekri meııik: Evrensel anlama gelen Katolik kavram ından fa rklı olarak, Hıris­
tiya n l a rın Evrenselli ğ i demektir. Hıri stiyanların yaşadıkları her yer anlamı­
na da gelir (y. n . ) .
İkinci Bölüm
. . . .

ISA: "T ANRI - B IZIMLE" MI?


İSA: "T ANRI B İZ İ MLE" M İ ?

"Sana söyleyen ben, oyıım".


İsa-Yuhanna, 4:26

2.1. İsa'nın Öne Sürdüğü D ışsal, Seküler İ ddialar

İyi ama, dışsa l, Seküler idd ia ne demektir? William A.


Christian, Doctrines of Religious Com m u n ities 'de ( A Ph ilosop­
h ical Study) 'Seküler idd ianın, başarının herhangi bir din­
sel cemaatin ayırt edici sta nda rtlarına göre ölçümlenmed i­
ği bir soruşturma sırasında gündeme gelen bir iddia 1 ol­
duğunu gözlemlemiştir. Dışsa l id d ia konusundaysa , 'her­
hangi bir dinsel cemaatin ayırt ed ici öğretilerine dayan­
mayan, yabancı bir iddia, bu durumda Seküler, dışsal bir
iddia sayılır'2 demekteyd i.
Bunun sonucu olara k, burada ve bu kitap boyunca 'se­
küler idd ia' deyimini şöyle yorumluyoru m: Seküler bir id­
dia, doğas ı itiba riyle dışsal olup, herhangi bir verili dine göre
kendini örgütlem iş bir Cemaatin 'Ruha n i Yönetim inin ' dogma­
tikleşm iş veçhelerini ortadan kaldırmak amacıyla kon ulm uş bi­
reysel şerh (-ler)dir.
Bu tanıma uygun olarak, İsa'nın sıra dışı tarzd a seçilip
yeniden düzenlenmiş (4x6) ba şlık halinde grupla nd ırıla n
yaba ncı Seküler iddiaları aşa ğıda sırala nmıştır. Bu örnek­
ler bir önceki kesimde ( 1 .4) betimlend iği şekliyle İsa'yı
kavra msallaştıran göstergeler olara k su nulmaktad ırl a r .
Sayıları çok daha fazla olmakla birlikte, b u seçme id d ia la r

43
.ı.: Üç İsa

Yahudi Cemaa ti' nin ayırt edici standartlarına göre kabul


edilmesi mümkün olmayan 'dışsal şerh' ve 'yollar' dan ba­
zılarıdır.

I. İsa'nın kullandığı yöntem'e dair

a) İsa dedi: Yol ve hakikat ve haya t benim; ben vasıta


olmadıkça Baba'ya kimse gelmez. (Yuhanna, 1 4:6)
b) Isa ded i : Siz beni seçmediniz, ben sizi seçtim . (Yu­
hanna, 1 5: 1 6)
c) Filipus dedi: Ya Rab, Baba'yı bize göster ve bize o
yeter. İsa ona dedi: Bu kadar zaman sizin ile berabe­
rim de beni tanımadın mı ey Filipus? Beni görmüş
olan Baba'yı görmüş olur; sen nasıl Baba'yı bize gös­
ter diyorsun? İma n etmiyor musun ki, ben Baba'da­
yım, Baba da bendedir? (Yuhanna, 1 4:8- 1 0)
d) Isa cevap verip ona dedi: Kim beni severse sözümü
tutar. (Yuhanna, 1 4:23)
e) İsa d ed i : Çünkü dünyaya hükmetıneye gelmedim,
a ma dünyayı kurtarmaya geldim. (Yuhanna, 1 2:47)
f) İsa dedi: Allah'tan olan, Allah' ın sözlerini dinler;
onun için siz dinlemiyorsunuz, çünkü Allah'tan de­
ğilsiniz.

Yahudiler ceva p verip ona dediler: Sen Samiriyelisin ve


sende cin var, dediğimiz doğru değil mi?
İsa cevap verd i: Bende cin yoktur; faka t Baba' ına hür­
met ederim ve siz beni tahkir ed iyorsunuz . Fakat ben ken­
di izzetimi aramıyorum; arayan ve hükmeden biri vardır.
Doğrusu ve doğrusu size derim: Eğer bir kimse benim sö­
zümü tutarsa ebediyen ölüm görmeyecektir.
Yahud iler ona dediler: Şimdi bildik ki send e cin vardır;
I h rahim öldü, peygamberler de ve sen : Eğer bir kimse be-
Aytıı ııç Altındal ·1 ' ·

nim sözü mü tutarsa, ebediyen ölümü ta tmayacaktır, d i ­


yorsun . Yoksa sen babamız İbrahim'den büyük müsü n? O
öldü; peygamberler de öldüler; sen kendini kim sayıyor­
sun?
İsa cevap verdi: Eğer ben kendimi taziz edersem, be­
nim izzetim hiçtir; beni taziz eden Babam' dır; siz O Al­
lah' ımızdır dersiniz ve onu bilmezsiniz; fa ka t ben onu. bi­
lirim ve sözünü tutarım. Baba nız İbrahim benim günümü
göreceği için mesrur oldP; gördü ve sevindi.
Bunun için Yahudiler ona dediler: Henüz elli yaşında
değilsin, İbrahim' i de görd ü n mü?
İsa onlara ded i: Doğrusu ve doğrusu size derim; İbra­
him olmadan önce ben varım .
O zaman üzerine a tmak için taşlar kaldırdıla r, faka t İsa
gizlendi ve mabetten çıktı. (Yuhanna, 8:47-59)

II. Uyguladığı yetkeye dair

a) İsa bu şeyleri söyledi ve gözlerini göğe kaldırıp de­


d i : Ey Baba, saa t geldi; Oğlunu taziz eyle ki, Oğul se­
ni taziz etsin; nitekim ona bütün beşer üzerine haki­
miyet verdin, ta ki, ona verdiğin kimselerin hepsine
ebedi hayat versin . Ebedi haya t da şu ki, seni, yalnız
gerçek Allah'ı ve gönderdiğin İsa Mesih'i bilsinler.
Yapmak üzere bana verdiğin işi başarıp seni yer
üzerinde taziz ettim. Ve ey Baba, dü nya olmadan
önce senin nezdinde bende olan izzetle beni nezd i n ­
d e taziz eyle (Yuhanna, 1 7: 1 -5) .
b) İsa dedi: Ey adil Baba, dünya seni bilmedi, bl�n isl'
seni bildim; bunlar da beni sen gönderd i ği n i bi l d i
ler. Bana olan sevgin onlarda olsun, ben de o n l a rd . ı n
olayım diye senin ismini onlara bildirdim ve bi l d i n•
ceğim (Yuhanna, 1 7:25-26) .
!h Üç İsa

c) Isa ona ded i : Kıyınet ve hayat benim; bana iman


eden ölmüş olsa da, yaşar; ve kim yaşar ve bana
iman ederse, ebediyen ölmez (Yu hanna, 1 1 :25-26).
d) İsa dedi: Bunun için Baba beni sever; çünkü ben ca­
nımı veririm, ta ki, onu tekrar alayım . Onu benden
kimse almaz; fakat onu kend iliğimden veririm. Onu
vermeye kudretim var; ve onu yine almaya kudre­
tim vardır (Yu hanna, 1 0 : 1 7-18).
e) Fakat İsa onlara cevap verdi : Babam şimdiye kadar
işlemektedir; ben de işliyorum, imdi bundan dolayı
Yahudiler onu öldürmeye daha ziyade çalışıyorlar­
dı, çünkü yalnız Sebt gününü bozmakla kalmadı, fa­
kat Allah kendi Babası idiğini söyleyerek kendisini
Allah'a müsavi kıldı (Yuhanna, 5 : 1 7- 1 8) .
f) Onların imanını görerek İsa : E y adam, günahların
sana bağışlandı, ded i . Yazıcılar ve Ferisiler: Küfür
söyleyen bu adam kimdir? Allah' tan başka kim gü­
nahları bağışlayabilir, diye düşünmeye başladılar
(İsa Ferisilere: ) Fakat İnsanoğlu ' nun yeryüzünde
günahları bağışlamaya yetkili olduğu nu bilesiniz
(Luka, 5:20-24).

l l l. Öğretilerine dair

a) İsa dedi: Ve size d iyoru m : Kim beni insanların


önünde ikrar ederse, İnsanoğlu da onu Allah'ın me­
lekleri önünde ikrar edecektir ( Luka, 1 2:8).
b) İsa ded i : Dünyaya selamet getirmeye m i geldim sa­
nıyorsunuz? Size derim ki: Hayır! Fakat daha doğ­
rusu ayrılık getirmeye geldim; çünkü bundan son­
ra bir evde beş kişi olacak, üçü ikiye, ikisi üçe kar­
şı ayrılacaklar. Baba oğula karşı, oğul babaya karşı;
ana kıza karşı, kız anasına karşı; kaynana geline
Aytunç Altındal ·1 7

karşı, gelin kaynanasına karşı olacaklar (Luka,


1 2 : 5 1 -53) .
c) Kıyamet yoktur d iyen Sadukiler o gün İsa'ya geli p
b i r soru sordular. Fakat İ s a cevap verip onlara de­
di: Siz kitapları ve Allah'ı n kudretini bilmediğiniz­
den saptırıyorsunuz; zira kıya mette onlar ne evle­
nirler ne de kocaya verilirler, a ncak gökte olan m e­
lekler gibid irler. Fakat ölülerden kıyam hakkında
Allah ta rafından size: 'Ben İbrahim'in Allah' ı, İs­
hak'ın Allah'ı ve Yakub' u n Allah' ıyım' diye söyle­
nen sözü okumadınız mı? Allah ölülerin Allah' ı d e­
ğil, ancak yaşayanların Allah' ıdır. Ve halk bunu işi­
tince, onun öğretişine çok şaştılar (Matta, 22:23-33 ) .
d ) İsa onlara dedi: Doğrusu size derim; Vergi mülte­
zimleri ve fahişeler Allah'ın melekutuna sizden ön­
ce giriyorlar (Ma tta, 21 :31 ) .
e ) İsa dedi: Bundan dolayı size d erim, Allah'ın mele­
kutu sizden alınacak ve onun meyvelerini yetiştire­
cek bir millete verilecektir (Matta, 21 :43) .
f) O zaman İsa halka ve şakirtlerine söyleyip dedi: Ya­
zıcılar ve Ferisiler Musa' nın kürsüsünde oturu rlar;
bundan dolayı size söyledikleri bütün şeyleri yapın
ve tutun; fakat onların işlerine göre yapmayın; çün­
kü söylerler ve yapmazlar . . . Bunun için işte, size
peygamberler, hikmetli adamlar ve yazıcılar gönde­
riyoru m (Matta 23: 1 -3, 34) .

IV. Kuşağa (Nesil) dair:

a) İsa dedi ki: Ki salih olan Habil'in kanından, mabetle


mezbah arasında öldürdüğünüz Barahiya oğlu Ze­
keriya'nın kanına kadar, yeryüzünde dökülen her
salih kan, üzerinize gelsin. Doğrusu size derim: Bü-
4H Uç lsa

tün bu şeyler bu neslin üzerine gelecektir (Matta,


23:35-36).
b) O vakit İsa onlara : Öyle ise Kayser' in şeylerini Kay­
ser' e ve Allah' ın şeylerini Allah'a ödeyin, dedi. Ve
bunu işittikleri zaman, şaştılar ve İsa'yı bırakıp gitti­
ler (Matta, 22: 2 1 ) .
c) İsa onlara dedi: Yüreklerinizin katılığından ötürü
karılarınızı boşamanıza Musa müsaade etti; fakat
başlangıçta böyle olmamıştır. Ve ben size derim: Ki­
mi zinadan ötürü olmayıp karısını boşar ve başkası
ile evlenirse zina eder (Matta, 1 9 :8-9).
d) İsa dedi: Doğrusu size derim; bütün bu şeyler yeri­
ne gelinceye kada r, bu nesil geçmeyecektir. Gök ve
yer geçecek; fakat benim sözlerim geçmeyecektir
(Luka, 21 :32-33) .
e) V e onlara d e d i : İnsa n Sebt günü için değil, Sebt gü­
nü insan için oldu . Böylece İnsanoğlu Sebt gününün
de rabbidir (Markos, 2:27-28) .
f) V e onlara ded i: Bütün dünyaya gidin İncil' i* bü tün
hilkate vazedin. İman edip va ftiz oluna n kurtula­
caktır; fakat iman etmeyen ma hkum olacaktır . . . Zi­
ra bize karşı olmayan bizim tarafımızdandır (Mar­
kos, 1 6 : 1 5, 9 :40) .

2.2. Günahın Organik Siyasası

Tabii Seküler iddialarda bulunmak kişiyi bir anda Se­


küler ya da Sekülerist yapmaz3• Tıpkı bazı insan grupla­
rınca mutlak ve tek öğreti ya da kutsal sayılan yazılardan
çıka rsanan İman' ı savunmanın kişiyi bir anda 'ilahi' ya da
kutlu kılamayacağı gibi. Bunun yetkin bir örneği, Aziz


'Ine il', iyi haber, müjde anlamına gelmektedir (ç.n.).
Aytunç Altındal

Arnbrose' dur. Latin Hıristiyanlığı'nın en önemli dört Din


Doktorundan biriyd i, Arnbrose. Hıristiyanlığı sara n ve
Heretik sayılan Arianİzın'i n zorlu günlerinde Arnbrose
Hıristiya n değil, Pagan bir vali olmasına karşın alelacele
piskopos yapılmıştı. Kend i iradesine karşın göreve çağrıl­
mıştı ve vaftiz olması için de kend isine yalvarrnışlard ı.
Arnbrose, Kilise'de piskoposluğa a tanan Sekülerlerin ne
ilki ne de sonuncusud u r. Bir başka temsilci, çağdaş kano­
nistleri tarafından geleneksel olarak İbra him Peygamber' e
eşdeğerde bulunan ve Milita n Kilise'nin Ta nrısı sayılan
A vignonlu Pa pa VI. Clernent' dır. Bu pa pa da ilahiyatçı ve
tarihçilerce 'savurgan bir Seküler prens gibi yaşayan'4 tüm
papaların en hürnanisti a ddedilird i . VI. Clernent, Kilise­
'deki yaptırırnla rını doğrudan Tanrı'yla dengelemiş ve 'in
media' (a raya ) İsa'yı yerleştirmiştir. Kiliseye ilişkin konu­
larda Tanrı kadar güçlü sayılmasına karşın adı Azizler Ki­
tabı'na alınmamıştır. Musevilerin kovuşturulrnası sırasın­
da işlenen suçlara ilişkin olarak kayırrnacılığı ve çifte stan­
dartlılığıyla tanınmıştır. Museviler 1 3481 49' da S trasburg
ve ba şka yerlerde tüm Hıristiya n dünyasını yok etmek
amacıyla Ka ra Veba salgını başlatmak ve Müslüma n Sul­
tanlara casusluk yapmakla suçlanrnışla rdı.5
Seküler iddialarda bulunmak kişinin fikir ve düşünce­
lerini bir anda Sekülerleştirebilir ya da Sekülerleştirrneye­
bilir, ne ki, gerçekleşrne sürecinde böylesi iddiaları ileri
sürenlere Seküler konum kazandırrnada yard ımcı olduğu,
açıktır.
İsa konumu itibariyle Seküler (dünyevi) id i; yani hiçbir
mezhep, tarikat ya da kültün üyesi değildi. Eğitim görmüş
bir insandı, ama 'ya rı-gizli' bir Musevi Ta rikatı'na men­
sup değildi. Musevilik'in içsel, gizli öğretisi kend isine öğ­
retilrniş değildi. Bu nedenle de Dışsa l'dı. Ka ranlık bir Es­
sene Cernaa ti'ne üye olduğu yolundaki idd iaların i se ka -
() üç İSli

nıtı yoktur. (Bu cernaatin mensubu olsa dahi, Esseneler


toplumdışı sayıld ığından, bu onun konumunda bir deği­
şiklik yara trnayacaktı.) İsa bu dünyada (saeculum) yaşa­
rnıştı (ya da inanca göre yaşamak için gönderilmişti ) . Tan­
rı -ya da Tanrı'nın oğlu- olarak İsa'nın yeryüzündeki im­
ge ve konumu tümüyle Seküler (dü nyevi) idi .
Seküler konumunda İsa dörtlü b i r değişim başlatrnış tı.
İlkin 'Tek Ulusun Tek Ta nrısı' nın yetkesini (otorites in i)
adern-i rnerkezileştirrniş ve ulusu, ırkı, statüsü ya da kö­
keni ne olursa olsun, her bireye ölürnden sonra dirilrne
vaat ederek, bu Yüce Güç'e katılma olanağı sağla rnıştı.
İkinci olarak, vaadin doğasını değişikliğe uğratmıştı. İbra­
him Peygarnber'e Özgür kadın Sara'dan bir oğul vaat
edilmişti. Ku tsal olan, akit(-ler) değil, bu va adin kend isiy­
d i . Gerçekte, Yahudiler bu vaa tten dolayı Tanrıla rı tarafın­
dan seçilip kutsanrnışla rdı. Havari Pavlus'un haklı olarak
belirttiği gibi, Ya hudiler köle kadın Hacer'in oğlu İsma ­
il'in değil, özgür ka dının oğlu ola n İshak'ın soyundan gel­
rn ekteydiler. (Haceriler muhtemelen İsla m'ın öncü leri ola­
rak 7. yüzyılda bir kez daha su yüzüne çıkrnışla rdır.)& Do­
layısıyla, Benzerlik Yasası'na göre İsrail'in Tanrısı gibi İsa
da misyonu sırasında kutsal bir vaatte bulunmuştu . Bir
u lusa bir Yurt yerine, İsa 'çağrılan' (-lar)a 'bireysel d i ri­
liş/ kıyarn' vaat etrnekteydi.
İsa'nın gündeme getirdiği üçü ncü d eğişiklik, İsrail
Tanrısı'nın Ruh olarak türnelleştirilrnesiyd i . Böylelikle
Ta nrı' nın Ruhu bizza t Tanrı'yla özdeşleştirilrniş oluyor­
d u . Ve bu özd eşliği (identifica tion) mantıksa l sonucuna
ka dar götürecek dördüncü değişikliği oluşturmuş ve bu
Ruh' daki (Tanrı) selarneti bireyde tekilleştirrnişti.
Sekülerlerle din görevlileri / papazlar (regulars: Niza­
rniler) arasındaki d in-içi ilişkiler Kilise tarihi boyunca sü­
rekli bir çelişki ve gerilim kayna ğı olagelmiştir. H ıristi-
Aytımç Altı ndal 51

yanlık' ta göreli yeni unsurlar sayılan nizarnHer ta rihsd


olara k Çöl Babala rı'ndan ve özellikle de Karanisli Aziz
Antony'den (Mısır) esinlenmişlerd i. Sekülerler ise Tarika t
mensubiyetine daha az ilgi göstermekle, Kilise' deki Ko­
n umcular (Positionist) sayılabilirler. Onlar için genelde
Kilise ve onun sürekliliğinin önceliği vardır. Niza miler
Misyon kavramını (Bütünsel Görev) savunmaya daha yat­
kındılar. Nizamiler arasında en bağlayıcı olan Cizvitlerdi
ve halen de öyledir; en ünlenmiş sekülerlerse Apellant­
lar' dı ( 1 7. yüzyıl İngiltere' si) . 7
1 990'larda Opus Dei, Roma Katolik Kilisesi' nde seküler
konumu temsil etmektedir. Sekülerler geleneksel olarak
p iskoposları (papaları) eleştirmede daha gönüllü da vra­
nırken, Nizarn Her sıkı Papacı ve her zaman mutlaka şahıs
olarak Papa'nm olmasa bile, Papalığın ateşli savunucu la­
rıdır.
Fleuryli Aziz Abbo'ya göre, 'Sekülerin konumu iyi, pa­
pazınki daha iyi, ama keşişinki en iyisidir' .8 Ama Oornini­
ken keşişi Hugo von Flavingny'ye (ö. 1 1 53) göre, liste bi­
raz daha uzundur: 'Petrus, Pavlus, Havariler, Münzeviler,
Keşişler, Piskoposla r, Sekülerler ve Kad ınlar'9• Aziz Abbo
(d. 945) Oorniniken Tarika tı' nın reformcusu ve Cluny pra­
tiği diye tanınan yeni bir uygulamayı gündeme getiren ki­
şiydi. Keşişlerin savunucusu olmasına karşın Kilise' dt•
birlikte reform yapmaya çalıştığı keşişler tarafından va h­
şice öldürülmüştü ( 1 004) . Aziz Abbo döneminin en büyü k
alimlerinden biriydi ve Sekü ler konularda Fransa K r. ı
lı'yla Papa ara sında aracılık yapardı. Genel anlamd.ı Sı ·
kü lerler, Kilise içinde kurumsa llaşmalarından bu y . ı n. ı ,
ina tçı doktrinerler olan Niza rnİlerden çok daha l i lwr.ı l w

hoşgörülüydüler. Seküler için esas olan Katol ik fo..: i l i � .ı ·


si'nin manevi bağımsızlığıydı; Pa palığın dünyt • v i ı ·� ·, ı ·
menliği ikincil, kimi zaman da üçüncü! önem ta � ı y c ı rd ı ı
Üç isa

Paganlar için ise merkezdeki fikir, kahramanlaşmaya


göre biçimlendirilmiş İnsanlık idi. Paganlar kahraman­
merkezcilik a nlamında hümanist idiler. İsrail Tanrısı' nın
d a belirttiği gibi Pagan tanrıları kadim kahramanlar, yani
insanlardı. Gentileler (Helenist kökenliler) için merkezde­
ki fikir, Ruhlarının koruduğu Kent'ti. Kent / Polis yaşarnı
Ruhlarca yönlendirilrnekteydi. Museviler içinse merkez­
deki tema, toprak vaadinde bulunan Tanrı'ydı; İnsan ve
Polis' i daha az önemliyd i. İsa' nın kehanetine göre her kö­
şesi ruhlarla dolu olan kentin Norninal insanı Tek Tan­
rı' nın Krallığı'na ulaşabilmek için ölürnden kurtarılacak
yeni doğmuş birey haline gelmişti. Vaat fikri Musevi­
lerden çıkarsanrnıştı, otoritenin adern-i merkezileştirilme­
si fikri pagan kökenliyd i ve Ruh' un Tanrı'yla özdeşleşti­
rilrnesi fikri de dışsal biçimiyle Helenistik, içsel / Batıni
olarak da Zerdüşt' çeydi.
Siyaset hiç kuşkusuz Seküler bir olgudur ve sivil kültür
alanına dahildir. Siyaset hiçbir zaman per se (tıpatıp) din
değild ir, olamaz da. Ancak Durham Piskoposu David Jen­
kins' in haklı olara k belirttiği gibi 'Siyaset dinden, Hıristi­
yanlık'tan ayrılarnaz' .10 Gerçekten de bu seküler u nsuru
dinden soyutlarnak mümkün değildir. Siyaset örgü tlü d i­
nin kurucularından biri ve sine qua non'udur. * Musa bir
Ulus-ve-Yasa-Yapıcı sayılan siyasal bir kişilikti, yalnızca
Tanrı'yla birlikte yürüyen bir İbra ni değildi . Hıristiyanlık
dışındaki her öğretiyi ve d ini Tanrı'nın İ nayeti' nden dışta­
layan öğreti İsa' nın Tanrı-bizimle' olduğunu vazeder. Bu
önermenin kendisi siyasetin bir görünümüdür; doktriner
'Tanrı-bizimle' önermesi Hıristiyan geleneğine değil, Ya­
hudi kehanetler veresesine, özellikle de İsaiah Peygam­
ber' e aittir. Kendisi de bu anlayışa karşı mücadele eden


(L:ı t . ) Olmazsa olmaz (ç n . ) .
Aytunç Altındal

bir Yahud i olmasına rağmen İsa hiçbir zaman Tanrı-bi­


zimle' dememiştir. Kuşkusuz İsa, kendi çerçevesinde bi­
reyciydi. Bireyci seçeneği savunuyordu. İsa' nın öğretisi­
nin erim ve kapsamı 'Tanrı 'nın Selametine Bana İman Aracı­
lığıyla Ulaşacaksınız' dı. 'Bize ve biz' ad ıilan İsa' nın sıkça
kullandığı nitelikler d eğild iler. Tanrı-bizimle' d emek ve
'biz'i 'ben' de tekilleştirmek birbirine taban tabana zıt iddi­
a lardır. Topadayacak olursak, Musevice kulla nımıyla
Tanrı-bizimle' (İbranice Immanuel, bakireden doğacak ço­
cuğa verilecek ad) 'İçimdeki / Bendeki Tanrı' özdeşleştir­
mesini dıştalar. Museviler için Tanrı-bizimle' önermesi
kuşkusuz 'Aramızda ki Tanrı' anlamına gelmektedir. Tek
İnsandaki Tanrı' değil. 'İçimdeki / Bendeki (İnsan) Ruh' İs­
rail' in kıskanç Tanrısı tarafından kabul ed ilebilir bir duy­
guydu ve kentlerde, 'ruhların a rasında' yaşayan Gentile­
lerin de bildikleri bir d eyişti. Bir ideoloji olarak Kataliklik
Tanrı-bizimle' kavramını Eski Ahit'ten devraldı ve onu
İsevi İncillerle karıştırara k kendi amaçlarına uygun bir
dogma haline getirdi. Böylesi bir eylem, gerçekte bir şa­
şırtma ve siyasal-kültürel aşınmadır ve ulvi amaçlara yö­
nelik kutsiyetle hiçbir ilişkisi yoktur.
David Jenkins bir d e şunla rı yazmıştır: 'İlkin Hıristi­
yanlık bu-dünyayla ilgili bir d in değildir. Öte-dünyayla il­
gili d i nler a rasında en bu-dünyaya-değgin olanıd ır/ 1
İsa' nın öğretileri daha yakından incelend iğinde, en bu­
dünyayla ilgililiğin karakteristik gerçekliği gerçekten de
ortaya çıkar. Alan W. Watts'ın bir yazısında belirttiği gibi,
Resmi Hıristiyan öğretisi şiddetle kınadığı Sekülerlik ol­
gusunun ve içi boş rölativizmin bizatihi nedenid ir. 12
Gerçekten d e birer 'izm' olarak siyasal partilerin siya­
sal kaldıracı sayılan Sekülerizm, Roma Kilisesi' nin örgüt­
led iği resmi Hıristiyanlık' tan kaynaklanır. Ancak hem Sc­
kü ler, yani dünyevi olma hali, hem de Sekülerlik, ya n i d i-
Üç İsa

ne açık olma hali, resmi Devlet-destekli Sekülerizmi önce­


ler. Resmi biçimlenişi içindeki Sekülerizm sivil değil, kon­
vansiyonel siyasal örgütlenmenin radikalleşmesinin bir
u nsurudur, o kadar.
Isa, Cemaatine yabancılaşmış bir Yahudi, bir aydın ve
bir önderdi. Siyaset alanında bilinçli ve kararlı bir özerklik­
çiydi (otonomist). Bu tabii onu hiçbir biçimde devrimci
yapmaz fa ka t bir radikal reformcu ola rak ortaya koya r. İsa
o yılla rdaki mevcut siyasal örgü tlerden hiçbirine mensup
değildi. Pragma tik ya da demokratik bir siyasete bağlılığı
olmayan kendi geliştirdiği bir çeşit organik siyaseti savun­
maktaydı. Ve kesin olarak ideolojik siyasanın uzağındaydı.
'Günah ve Sonsuz Hayat' gibi asli kavramla r İsa' nın or­
ganik siyasasında önemli bir rol oyna maktaydılar. İsa' nın
öğretisinde bu dünyadaki günahın kökeni, ikna edici bir
biçimde sadece kötü davranışlara bağlanmıştı. İsa'nın
esas olarak eleştirdiği yaygın ve günaha neden olan cema­
at-içi sorunla rdı. Hiçbir şekilde, rejimin Seküler kimliğini
değiştirmek niyetinde değildi. Tersine, sistemi birçok
alanda destekliyordu. Haram olanla Seküler ola nı birbi­
rinden ayırıyordu (örneğin bkz. Ma tta 5-6-7). İsa'nın yoru­
munda Sekülerlik, kendisine imanın başlıca rolü oynadığı
ve Yasa-kurbanı Musevi' nin kurtuluşa ulaşabileceği ilahi
bir sığınak olarak bir üçüncü olan haline gelmişti. İsa in­
sanlığın bu 'dünyalılığı'nı değil, 'ten'in günahlarını suçla­
maktaydı (Matta, 6:32) . Yoksa , kendisi gereksizleşecek, bir
non seq uitor* haline gelecekti. İsa'nın düşünce sisteminde,
insanlığın bu-dünyalılığı kend isi a racılığıyla Tanrı'nın
Sevgi ve İnayeti' ne erişebilmenin zorunlu bir evresiydi.
Şöyle ki, eğer bu-dünyalılığı suretiyle insan mevcut olma­
sa, günah da olmayacaktı; dolayısıyla Tanrı'nın onları se-


non seqııitor: Dışta kalması gereken, gerekliliği kabul edilmeyen.
Aytımç Altındal 55

lamete eriştirrnek için bir ve tek Oğlu'nu onla rın a rasına


göndermesine gerek de kalmayacaktı.
İsa seküler düzenin bu-dünyalılığını anla tma k h u su­
sunda hiçbir fırsa tı harca mamıştı. Tek örnek yeterl i ol u r
sanırım. İsa' nın öne sürdüğü tipik bir bu-dünya idd iası
İsa' nın şakirtlerini öğretisini yayma k üzere kentlere gön­
d ermeden önce verdiği, Luka 22:36'da aktarılan şu öğütte
ifadesini bulmaktad ır: "Fakat şimdi kesesi olan onu alsın
ve torbası olan da alsın; ve olmayan esvabını satsın, ve kı­
lıç sa tın alsın."
Bence organik siyaset pa rça ile bü tün a rasındaki cema­
at-içi ilişkilerle biçimlenen siyasetin tarzıd ır. Orga nik si­
yaset pa rti siyaseti değil, genelde kutsal otorite (bütün) ile
onun altındaki bireysel Ruh'un (pa rça ) işlevsel ve örgü tsel
özerkliğini öngören özerk ve entelektü el hareketlerin ta­
mamıdır. Bu entelektüel akımın içinde orga nik siyaset öy­
le görünse bile 'yıkıcı' değil, 'hoşgörülü' dür.
Konva nsiyonel (mevcu t, yerleşik) siyasal örgü tlenme­
nin a ksine, orga nik siyaset rasyonel açıklamalara gereksi­
nim d uymaz. Dina mikleri pragma tik olmaktan çok, d uy­
gusaldı. Çağdaş sorunların keskin çelişkilerini gözler önü­
ne serecek fikirler sunmayabilir. Orga nik siyaset mevcut
toplumsal ve bireysel sorunları ülküselleştirebilir ya da
bunla ra duygusal çözümler önerebilir. Aşağıda aktarıla n
önermeleriyle İsa orga nik siyasetinin insanlığın dünyevi
işleriyle ça lıştığını açıkça ortaya koymuştur.
İsa demişti ki: "Eğer elin sürçmene sebep oluyorsa onu
kes; senin için hayata çola k olarak girmek iki elin ola rak
cehenneme, sönmez ateşe atılmaktan iyidir . . . Eğer gözü n
sürçmene sebep oluyorsa onu çıkar." (Markos 9:43-47)
İsa kendisine 'İyi Muallim' d iyen genç zengi nle şöy l e
konuşmuştu : "Niçin bana iyi diyorsun? Birden ba şka k i m­
se iyi değildir, o da Allah' tır . . . Bir şeyin eksik; g i t nen var-
56 Oç /sn

sa satıp fakiriere ver, gökte hazinen olacaktır; ve gel be­


nim a rdırnca yürü ." (Markos, 1 0: 1 7-23) (Tabii bu zengin
genç adam kendisine söyleneni yapamadı. Markos onun
sahip olduğu her şeyi satamayacak kadar zengin olduğu­
nu söyler. )
"Adama karısını boşamak caiz mi?" sorusuyla kendini
sınamaya gelen Ferisilere şu yanıtı vermişti:
"Musa size ne emretti? Onlar da dediler: Musa boş bir
kağıdı yazmaya ve kadını boşamaya müsaade etmiştir.
Fakat İsa onlara dedi: Yüreklerinizin katılığından dolayı
size bu emri yazdı. Fakat hilkatin başlangıcından Allah
onları erkek ve dişi yarattı . . . Şöyle ki onlar a rtık iki değil,
fakat bir bedendirler. imdi, Allah'ın birleştirdiğini i nsan
ayırmasın." (Markos, 1 0: 2-9)
İsa'nın ha varilerini ataması da organik siyasanın bir ör­
neğidir, çünkü Yahudiler arasında daha önce böylesi bir
'görev' yoktu ve gerekli de değildi. Kendi cemaatini ör­
gütleyip kendi öğretisini yaygınlaştırabilmek için böylesi
bir kurumu öngörmüş değillerdi. Dolayısıyla Museviler
açısından Havarilik insan-yapısı bir kurumdu ve bu ne­
denle de geçiciydi. Havarilik Tanrı-yapısı değildi, çünkü
Tanrı Museviler a rasında n Harun soyunu rahipler, Levili­
leri de hizmetkarlar olarak tescil etmişti. Bunu uzun za­
man önce gerçekleştirmişti. Havariliğİn kendisi, İsa' nın
öğretilerinin Seküler siyasal yönünü temsil eder. İsa zo­
runlu olarak doğası itibariyle dışsal olan bir şerh ve bir yo­
rum yaratmış ve bunu Musevi cemaatindeki a lışılagelmiş
peygamberce yöneticiliğin dogma tize olmuş kalıplarını
kırmak üzere öne sürmüştü .
İsa'nın havari yaptığı on iki şakirdi şunlardı: '(Petrus
adını verdiği) Simun ve kardeşi Andreas, Yakub ve Yu­
hanna, Filipus ve Bartolomeus, Ma tta ve Tomas, Aife­
us'u n oğlu Yakub ve Gayur denilen Simun, Yakub' u n oğ-
Aytunç Altındal 57

l u Yahuda v e hain o l a n Yahuda İska ryot' (Luka, 6: 1 4- 1 6) .


Bunların çoğu eğitimsiz v e yoksul, bu dünyadan insanlar
idi. İsa HavaTilerini kutsadıktan sonra onla ra dedi ki: "Ne
mu tlu size, fakirler; çünkü Allah'ın melekutu sizindir . . .
Fakat vay size, ey zenginler! Çünkü siz tesellinizi almışsı­
nız . " (Luka, 7:20-24) İsa ' nın düşünceleri, kutsamaları ve
vaatleri çoğu zaman insanlığı bu dünyadaki koşu lları dik­
ka te alınarak başlayıp öte-dü nyadaki (Tanrı' nın Meleku­
tu / Krallığı) ödüle doğru uzanmaktaydı.
İsa' nın Pagan yüzba şıyla konuşması da organik siyase­
tinin bir başka yönünü vermektedir. İsa ' ya göre yüzbaşı,
Seküler otorite altında Yahudi-olmayan bir yönetici olma­
sına karşın, İsrailoğullarında n daha imanlıydı. Çünkü İsa
kendisini izleyen kalabalığa yüzbaşıyı göstererek şöyle
demişti : "Size diyorum; İsrail' den bile bu kadar büyük
iman bulmadım." (Luka, 7:9)
İsa ' nı n Ferisi Nikodimus'la karşılaşması da 'bildiği ko­
nuda konuşan' bir entelektüelin konumuna işaret etmek­
tedir. İsa, Nikodimus'a demişti ki : "Doğrusu ve doğrusu
sana derim: Bildiğimizi söylüyoruz, gördüğümüze şaha­
det ediyoruz; ve bizim şahadetimizi kabul etmiyorsunuz.
Eğer size dünya işleri söylediğim zaman iman etmezseniz,
gök işleri söylersem nasıl iman edeceksiniz?" (Yuhanna,
3 : 1 0- 1 2) Kuşkusuz İsa' nın yola çıktığı ve konakladığı du­
rak insanlığın en 'bu dünyadan' işleriydi . Samantyalı ka­
dınla da öyle olmuştu. İsa demişti ki : "Siz bilmediğinize
tapınıyorsunuz, biz bildiğimize tapınıyoruz; zira kurtuluş
Yahudilerdendir . . . " (Yuhanna, 4:21 -22)
Ten'e ilişkin 'günahka rlık' sorunu İsa' nın kuşağı iç i n
yeni bir olgu değildi. Bunlar Musa'nın O n Emri' nden b u
yana vardılar. Toplumsal yozlaşma d a öyle. Eski Ah i l ki­
tapla rı ve Apokrifa'nın (İncil-Dışı Ku tsal sayılmaya n k i ­
taplar) merkezi temasını 'yo� !aşmış İsrailoğulları', o n la rı n
Üç /sn

başlarına gelen kötülükler ve onların dünyada neden ol­


dukları kötülükler oluşturur. İsa tüm bunları biliyordu .
A ncak muallimler (haha mlar) gibi bunları tekrar etmekle
yetinmedi, daha ileri giderek bu kötü alışkanlıklan değiş­
tirmeye çalıştı. Yasa ve Peygamberler'in (buyruklarını) ye­
rine getirecek yerde değiştirmeye kalkıştığı için, ister iste­
mez (Şeriat' ta) Yasa'da bir boşlu k yarattı . İsa ne inançsız
(cansız) ne de ilahi (seçilmiş) olan yeni bir boyutu, ancak
orga nik siyasetin terim ve kavramlan çerçevesinde tanım­
la nabilecek bir yaşam a lanını vazediyordu. Bu nedenledir
ki İsa'yla birlikte ilk kez İnsa n Hakları Din ala nına da hil
oldu . Onunla birlikte Bireyselleşmiş insanın hakları, Ya­
sa'nın (şeriat) öngördüğü haklarla değil ama Ta nrı' nın
haklanyla dengelendi.
İsa kendi yarattığı boşluğu, eklektik biçimde kendi
elinde topladığı öz-otoriteyle yine kend i doldurdu. İsa bu
girişimiyle İnsan olarak Musevi' nin 'ha kları' nı güvenceye
ve selamete çağırıyordu . İsa' yla birlikte Musevi ya şamına
ilk kez Seküler, bu-dünyayla ilgili siyaset dahil oldu. Se­
küler iktisat, Seküler siyaset ve Seküler kültür İsa'nın or­
ganik s i ya seti arac ı l ı ğıy la kanallar bularak ve onun aracı­
lığıyla tek tanncılığa sızdılar. Nasıra lı İsa 'yla birlikte Mu­
sevi Tek-Ta nncılığı, Seküler cismaniyet üzerine temelle­
nen ve ma nevi olanla taçland ırıla n yeni bir dine dönüşme­
ye başladı. Siyaset böylelikle d inin ayrılmaz bir sabiti (de­
ğer-ç.) haline geldi. Bir başka deyişle, İsa'yla birlikte bu
dünyadaki organik günahın siyasası, 'öte-dünya'daki se­
lamet 'yolu ' nu belirleyen, onu oluşturan öğe haline geldi.

2.3. Siraç'ın Oğlu İsa'dan Nasıralı İsa'ya

Isa (Jahveh Selamettir) Museviler için bir bakıma Sama­


ri tyalılara benziyordu, ama Gentile ya da Pagan gibi d e-
Aytunç Altındal

ğildi. Öğretisinin kimi ilkeleri a nalitik felsefe ya da Roma


religio'sunun sta ndartla rına göre Paganca ya da Helenis­
tik-Stoacı olsalar dahi, onlarla bir tu tulma mıştı. Örneğin
Sebt gününe uymamak bir Gentile uygulamasıydı ve 1 37
yılında (İÖ 1 75) Paga n (va li) Antiochus ta ra fından konul­
muştu. Ve Tanrı' nınkilerin ya nı sıra Sezar'ın 'haklarını'
kabul etmek de kesinlikle Seküler ve özde Pagan bir iddi­
aydı ve Roma'daki Yasal ve Nizarnİ kavrayışa uygund u .
İsrael'in eski kita pla rından I. v e Il. Makabe'de Yahudi­
lerin kimi zaman kendi istekleri, kimi zaman da zorla akit­
lerinden ayrılıp Pagan ve Gentilelerin 'yollarına' döndük­
leri a nla tılır, I. Makabe'de şöyle yazar: "O zamanlar (İÖ
1 75) İsrail ülkesinde Yasa'ya hiç kulak asmayan ve kavmi­
mizin bir bölümünü kötü biçimde etkileyen bir grup hain
Yahudi ortaya çıktı . 'Gentilelerle uzlaşalım' dediler, 'şim­
diye kadarki uzlaşmazlıkla rımız bize dertten başka şey
getirmedi.' Bu teklif pek çok kişiye çekici geldi, ve ha tta
bazıla rı o kadar heyecanıandılar ki işi kralın huzuruna çı­
kıp ondan Gentile ad etlerini benimseme izni almaya ka­
dar vardırdılar. Yeruşa lim' de Grek sitelerindeki gibi bir
stadyum inşa ettiler. Sünnetlerini gizlemek için a meliya t
oldular, kutsa l ahitten ayrıld ılar, Gentilelerle iş yapmaya
başladılar ve daha birçok kötü iş yaptılar." (Mak. 1 : 1 1 - 1 5)
Bunlar 'ülkeye yabancı a detlerd i' (1. Mak. 1 :44), ama bazı
Yahudiler bunla rı uygulamaya başlamışla rdı bile. Dahası,
Il. Makabe' de Yahud ilerin nasıl 'Grek yaşam ta rzını be­
nimsemeye' zorlandıkla rı a nla tılır (Il. Mak. 6). Yahudi ler
için bunlar, Tanrı'nın kendilerini cezalandırrnasıydı . "Bu­
nun RAB'bin ha lkını imha etmek değil, cezalandırma k
için ya ptığını düşün . " (ll. Mak. 6: 1 2) Gerçekte bu tip dö­
neklikler Ta nrı'nın Ya hud ilere bir uyarısı ve lütfuyd u . ( I I .
Mak. 6: 1 3) Musevi bunlara bakıp asıl yolundan saprnaya­
caktı.
fı() Üç İsa

İsa'nın Centile ya da Pagan damgasını yerneyişinin ne­


deni muiltemeldir ki etik ve ahlaki şerhleriyle kend isin­
den önceki İsa'nın bilgeliği arasında oluşturduğu koşut­
luktur. Siraç'ın oğlu ve Ecclesiasticus kitabının yazarı önce­
ki İsa, selamet ve Tanrı'nın düşlenemez kud reti (Sir.
39 : 1 8); ikiyüzlülüğün kötü sonuçları (Sir. 28:22); tövbe
(Sir. 40 ve 40: 1 8) ve Ya hudi yaşamında anlamı ve yeri olan
hemen her şey hakkında fazla sıyla yazmıştı. Sonraki
İsa' nın öncekinin bilgeliğini kendi retoriğine başlarıyla
uydurduğu anlaşılma kta dır. İki İsa'nın bilgelikleri arasın­
daki benzerlikler ilk bakışta son derece senkronik gözük­
mektedir. Ne ki, İsa Mesih'in benzerliklerden kendine öz­
gü yeni bir sentaks (bileşke) kurduğu a nlaşılmaktadır. Ör­
neğin Yahud iliğin üç kutsa l direği (Vaat, Peyga mber, Ke­
hanet), İsa'nın 'Yol'unda Musevi Yasası' nın kurumsallaş­
mış yorumundan radika l olarak fa rklı çağdaş bir yorum
edinmiştir. Jahveh'nin tersine İsa yeryüzünde toprak vaat
etmeyip Tanrı' nın gökyüzündeki Krallığı'nda sonsuz ya­
şam ya da ölümden sonra yaşam vaat etmiştir. İsa, içine
doğduğu kehaneti tekrarlama mış ama, kendini kehanetle
özdeşleştirmiştir. (Bir bakımdan insa n bilimleri ve ilişkin
toplumbilimleri alanında belgelenmiş ilk kurban, ilk insan
demektir İsa .) İsa, peygamberleri izlememiş, ama onları,
kendini izleyecekleri düzeylere indirmiştir.
Ecclesiasticus Kitabı'nın yazarı İsa' nın, ibadet anlayışı
(mantic) esas olarak Helenistik diyalektiğin Eristik* biçim­
leriyle temellenmekteydi. Ve " . . . Her insan, tıpkı Adem gi­
bi topraktan yapılmıştır. Ancak Rab bilgeliği içinde onları
birbirinden fa rklı kılıp her birine farklı görevler yükledi . . .
İyi kötünün zıddı, hayat ölümün zıddı ve günah Rab'be
adanmışlığın zıddıd ır. Şunu düşün: Ey Yüce her şeyi çift

Eristik: Yüzeyset görüntüyü gerçekten ayırmadan yapılan tartışma tarzı
(y.n.l.
Aytımç Altındal hi

ola ra k yara ttı, her şey ötekinin tersidir" (Sir. 33: 1 0-1 1 ve

14-1 5) gibi önermeler İsa Mesih tarafından da kullanılmış­


lardır. Yeminler ve ka ra r verme konusunda iyi bilinen sa­
vında İsa; "Ancak sözümüz: Evet, Evet; Hayır, Hayır ol­
sun; bundan ziya desi şerirdend ir" , (Ma tta 5:37) d iyord u .
Aristocu kıyas- 'ka tegorileştirme' erken Musevi-Hıristiyan
yaşam ta rzına böylelikle da hil olmuştur. 'Evet' ve 'Hayır'
İsa için zıtlardı, ancak Baba'nın Lütuf ve İnayeti'yle birleş­
mişlerd i. Siraç' da yazıldığı ve mesel ve vaazlarında İsa ta­
rafında n da ortaya konulduğu gibi, "Kimse şeylerin ne­
den öyle olduklarını mera k etmemeli, ya ratılan her şeyin
bir amacı vardır." (Sir. 39:2 1 ) İsa da Siraç'ın oğlu İsa gibi
bu düsturla hareket etmişti .
Şeria t' ta (Yasa ) bu a nlayışla yapıla n metodolojik yakla­
şım Museviler için yeni değildi. Mısır Museviliği Helenis­
tİk ibadet anlayışını Yahudi Tevrat'ıyla (yol, öğreti, yön;
Yasa olarak da çevrilir) kaynaştırmak için bu yönde kimi
adımlar a tmıştı. İsa için Tekvin' deki temel amaç, imand ı.
Ve bunu kazanmanın tek ölçütü de vazettiği imana kesin
bir evet ya da hayır' la yanıt verebilmekti. Çünkü Evet ya
da Hayır diyen dil, Baba'nın yara ttığı aynı kişiye aitti .
Ancak İsa' nın entelektüel konumuyla I. Makabeler'de
sözü edilen 'hain Ya hudiler' inki arasında esa s benzerlik,
İsa' nın Kilisesi'ni Kaya * üzerine inşa etmeye karar verme­
siyle başlar. İsa' nın inşa etmeyi tasarladığı kilise, öncelik­
le konumu nedeniyle Yahudi Tapına ğı'nın inkarıydı. İlk
Hıristiya nların ev-kiliseleri kuşkusuz İsra il'in Tanrısı'nın
ikametten hoşlanabileceği kutsal yerler değildiler. Öte
ya ndan Musevi inanç sisteminde Tapınağın yara tıcısı biz­
zat Ta nrı'yd ı. Kilise' nin işareti (Kaya) Tanrı' nın-gönderdi­
ği-Mesih ve 'insan-suretinde-yara tılmış' Tanrı' nın bir ve

Kaya : Rock. Hıristiyanlıkta iman demektir. Pier/ Petro / Petru s / Peter, Kaya=
iman demektir (y.n.).
fı2 Üç lsa

tek Oğlu olan İsa'ya imand ı . İlk Hıristiyanların kurdukla­


rı bu ev-kiliseler Yahudilerin gözünde Gentile stadyumla­
rı ya da pagan gymnasiumları' ndan daha değerli değiller­
di.
İ s a sonunda hunhar b i r biçimde öldürüldü. Ancak Mu­
sevi Haggadah'sında (folklor) RAB Tanrı bile kendini bir
kez çok güçlü bir rakip karşısında güçsüz hissetmişti . Mu­
sevi kadın Peygamber Deborah'm şarkısında dediği gibi:
"RAB BİN meleği dedi: Meroz' a lanet ed in, Onun halkına
ağır lanetle lanet edin, çünkü RABBİN yardımına, yiğitle­
re karşı RABBİN yard ımına gelmediler" (Hakimler, 5:23) .
inanca göre Tanrı (Rab) kabul edilen İsa da güçlü Yaş­
lılar Meclisi Sanhedrin karşısında kend ini bir kez güçsüz
hissetti. Ve İsa' nın yard ımına da kimse gelmedi a ma Se­
küler Hane' nin en güçlü temsilcisi Pilatus onun yanında
sa f tuttu !
Incil yazarı Yuhanna'nın Musevilerin ağzına yerleştir­
diği sözlerden anlaşıldığı kadarıyla o güne dek hiç kimse
Isa kadar cesaretle ve duyulmadık sözlerle konuşmaınıştı
(Yuhanna, 7:46) .

2.4. Yasa İnsanlar İçindir

İsa kuşkusuz bireye Yasa ve kurumlardan daha fazla


üstünlük ve öncelik tanıyordu . Musevilerin öne sürdüğü
ve suçladığı üzere bir Sebt-bozucusu değildi. İsrail Tanrı­
sı' nın kutsal günü Sebt'i ilga etmiş değildi, yalnızca onu
bireyselleşmiş insana tabi kılmıştı. Onun yaptığı, son ta h­
lilde John Dewey' in Reconstructions in Philosophy'de açık­
ladığı sisteme benzemektedir. "Toplumsal düzenlemele­
rin, yasa ve kurumların insan için olduğu doğrudur, insan
bunla r için değildir; bunlar insanların refah ve ilerlemesi-
Aytımç Altındal hi

nin a raç ve gereçlerid irler. Ancak bireylee için bir şeyler


-hatta mutluluk- elde etmenin araçla rı d eğild irler. Bunlar
bireyleri yaratma n ı n a raçlarıdırlar." Ve bireysellik "inisi­
yatif, yaratıcılık, çeşitlilik, inanç ve d avranış tarzını seçme­
de sorumluluk alabilme" a nlamına gelmektedir. "Bunlar
yetenek d eğil, başarıdır. Ve birer başarı olarak mutlak d e­
ğil, kullanımlarına bağımlıd ırlar. Ve bu kullanım, çevrey­
le birlikte değişkenlik gösterir.13
Oysa Museviler 'ahit için' yaratıldıklarına inanıyorlar­
d ı; çünkü Yeremya'nın söyled iği gibi Rab Yasası'nı onla­
rın yüreklerine yazmıştı (Yeremya, 31 :33-34), d olayısıyla
ahdin kendileri için yapıldığını kabul etmiyorlard ı. Çün­
kü Tanrı ilkin Kendisi' yle Nuh arasında bir ahit yapmıştı.
A rd ından Kendisi'yle İbrahim Peygamber a rasında bir
ahit oluşturmuştu . Tanrı d emişti ki : "Ve sana ve senden
sonra zürriyetine Allah olmak için seninle ve senden son­
ra zürriyetin benim a ramda ahdimi, nesillerince ebedi ahit
olarak sabit kılacağım. " (Tekvin, 1 7:7- 1 0)
Besbelli ki ahdin yaratıcısı Tanrı'ydı, ama ahit İbrahim
tarafından tutulmak üzere yapılmıştı. Tanrı İbrahim'e 'tu­
tacağınız' ahit bu, d emişti. İbrahim ahit için 'yaratılmış'
değildi. Öyle olsaydı, Tanrı'nın bir ahit oluşturmasına ge­
rek kalmazd ı . Yoksa Tanrı neden sadece kendi tutacağı bir
ahit yapsın ki? Ahit Tanrı ile İbrahim a rasında bir tanıktan
ibaretti (ya da Tekvin 31 :44'te betimlendiği üzere Laban
ve Yakub arasındaki tanık gibi). İbrahim'in ahde gereksi­
nimi vardı, a ncak Tanrı' nın tanığa gereksinimi yoktu .
Tanrı Ahdi'yle insan için bir tanık oluşturmuştu -o ve ge­
lecek kuşaklar için Bir ve Tek Tanrı olduğuna dair ta n ı k­
lık bu ahitle mebde bağlanmıştı. Çünkü 'başla ngıçta ' a h i t
yoktu, ya lnızca Tanrı' nın Planı"' ve Tanrı'nın emirll•ri Vil r-

Tann 'nın Planı: Hıristiyan ilahiyatında 'plan' Tanrı'nın tasarıml.ırı dı·nwl.. l ı r
(y.n .).
Üç isa

d ı . i nsan Tanrı'nın planı uya rınca yara tılmıştı, tanık ola­


rak ahdin maddeleri uyarınca değil.
Dolayısıyla ahit kuruluşu itibariyle açıklayıcıydı ve
kapsayacağı anlamının alanı değişime açıktı. Girişimini
geliştirebilmek için İsa'nın bu kapsayıcı alanı değiştirmesi
gerekiyordu. Bu nu Yahudilerin gündelik yaşamına yeni
bir terminoloji sokara k gerçekleşird i . Eski Ahit' te pey­
gamber ve mua llimlerin yaptığı gibi onlara çoğul olarak
seslenecek yerde, bunu tekilleşmiş, bireyselleşmiş 'sen'
adıyla gerçekleştirdi. Alfred Ku en, ]e batira i mo n Eglise' de
bu sesieniş tarzının İncillerde 200, Yeni Ahit'in geri kalan
bölümlerindeyse SOO kez olmak üzere toplam 700 kez kul­
lanıldığını saptamıştır. 14 Bireyselleşmiş, tekil 'sen', 'O' ki,
ya da 'Ben . . . im' biçimleri pek çok ilahiyatçının doğru ola­
rak gözlemlediği gibi, Yeni Ahit' in Eski Ahit' ten farklı dü­
şünüş tarzını sergileyen en belirgin kelimelerd ir.
'Yasa insan içindir' ile 'insan yasa içind ir' önermeleri
karşısında takınılacak tu tum İsa Mesih'e İna nacaklar ara­
sında temel bir tercih sorunuyd u . Çünkü İsa, kişinin ken­
dini zorlayarak 'Yasa'ya göre hakkaniyetli' davranması
gerektiği fikrini açıkça redded iyordu. İsa'ya göre bu fikir,
Yahudiler arasında bir yozlaşma ve sapma kaynağıyd ı. Bi­
rey' in bu tür bir Doğruluğa zorlanması, İsa için Ferisi ya­
salcılığından başka bir şey değildi ve düpedüz ikiyüzlü­
lüktü.
İsa bir çift yeni 'alan' vazetmişti: Kutsa l ve cisma ni ara­
sındaki geleneksel (klasik değil) Yahudi ayrımı İsa'nın yo­
rumunda beklenmedik bir yansıma bulmuştu . Bireye ön­
celik vermekle İsa, Yahudi'yi Seçilmiş-İnsan-Olma k özel­
l iğinden kopartmış ve onu İsra il Hanesi'nden ayırmıştır.
Yahudi bu şekilde Nominalleşerek İsa'nın öğretisinde ye­
ni bir Varlık Alanı edinıniştir. Ve Tanrı Baba'ya birey kar­
şısında üstünlük tanıyarak -İsa Baba'nın Oğul'dan üstün
Aytımç Altındal

olduğunu söylüyordu- 'İman Alanı' nı kurmuş ve özel l i k­


lerinden soyutla nmış Ya hudi'yi yeni b i r kimlik kazanma k
üzere buraya çağırmıştır. Dolayısıyla İsa kutsa l ve cisma­
ni ala nlara o güne dek bilinmeyen iki mekansal boyu t da­
ha eklemişti: Nominal bireyin yaşadığı Varlık Alanı ve Ba­
ba'nın hüküm sürd üğü İman Alanı. Ve tüm varlıkla r için
iki alan arasında bir kapı olarak kendisini koymuştur.
Sonsuza dek bağlayıcı ola n bir Şeria t' ın boyunduruğu
(böylelikle-ç.) nihayet bireyin omuzla rında n kald ırılmış­
tır. Birey geleneksel ola rak belirlenmiş, ta nımlanmış ve sı­
nırlandırılmış olan konumu ndan kurtulmuş \ie iki alan
a rasında seçimini yapmakta özgü r kılınmıştır. Varlık Ala­
nı 'haya tın Sekülerliğini' temsil ederken, İman Alanı 'ha­
yatın manevi yanına' tekabül etmektedir. İki alan da insa­
nın seçimlerine tabi kılınmıştır. Ama İsa tercihinin ikinci­
si yönü nde yapılmasının yararlı olduğunu vu rgulamıştır.
Sonuç olarak İsa için Yasa insan, insansa Tanrı Baba için
ya ra tılmıştır denilebilir.
Museviler bir Cemaatin eşit hakla ra sa hip ınensupla­
rıyd ılar. Eşitlik fikri, atala rının Ta nrı'yla yaptıkları ahde
eşit ka tılımla rı üzerinde temellenmekteyd i. Bir başka de­
yişle, Pa triyarkla rın İsra il Tanrısı'yla ya ptıkla rı ahde göre
eşitlenmişlerd i. İsa'nın öğretisinde ise, herkes Ta nrı'nın
Krallığı' na girişte eşitlenmişti. Havari Pavlus ise birey(­
ler) i ilk güna hta eşitlemişti . Pavlus'a göre insanlar ilk gü­
nahtan doğma eşitlerdi. Pavlus'a göre insanlar hep o aynı
günahı işleyerek dü nyaya geliyorlardı. İsa' ya göre, özel­
liklerinden soyu tla nmış Yahudi kurulu bir ahdin eş i t b i r
üyesi y a d a katılımcısı d eğil, Tanrı'nın Kra llığı'na aday
eşit bir mümindir.
Gen tileler, özellikle de Atinalılar için teori (bi lme) ve
praksis (yapma) toplu msal rol paylaşımında kesi n ola rak
fa rklılaşmış alanlard ı. Tıpkı insan ve görevinin a yrı l d ığı
66 Oç iso

gibi. Eylemler (yapma) mülksüz sınıf ve grupların edimle­


riyken 'bilme' efendilere ait sayılmaktaydı. Paganlar için
bu ikisi bir aradaydılar ve respublica (kamu) ile Devlet'in
refahının hizmetindeydiler. İsa bu iki temel eğilimi tek sü­
reçte toplamıştır. İsa için Teori (öğreti)" tüm insanlar içindi
ve insanın faaliyetlerinin (praksis) tümü de Tanrı için ola­
caktı.
İsa Musevi seçkinciliğinden kaçınmış -ya da ondan
muhtemeldir ki vazgeçmiş- ama Bireyselliğe sarılmıştır.
Museviler için SeÇkinlik (ilahilik, seçilmişlik vd .) genel du­
rumlardan her zaman üstün değilseler de, öncelikliydiler.
İsa için birey 1 tekil özel karşısında öncelikliydi. Ve tümel
(evrensel) koşulsuz olarak Birey'in imanının içindeydi.
Tekil insan imanı aracılığıyla Sevgi'ye ve Tanrı'nın inaye­
tl'ne ulaşabilirdi. İsa tüm insanlığın günahları için acı çek­
miş ve gerçek İman'ın 'bedensel biçimi'ydi. Museviler için
tüm insanların günahları için bir kez aa çeken tek insan,
Tevrat'ın özpnün tümden inkarı anlamına gelmektedir.
Helenleşmiş Musevi ve bir zamanların koyu Ferisi sof­
tası, Hıristiyanların Celladı Pavlus* 'eğitim görmemiş, sı­
radan insanlar' olan Mesih - yapıcı Simun Petrus ve Ha­
vari Yuhanna'nın (Resullerin İşleri 4:13) tersine ayrıcalıklı
bir Yahudi ailesinin eğitim görmüş bir üyesiydi; Pavlus
(Saul) doğumu itibariyle Yahudi, yasal yurttaşlık statüsü
itibariyle de Roma yurttaşıydı.
Pavlus, İsa'nın tebliğ ettiği mesajdaki özgün yanı kav­
ramıştı. Apokaliptik** eğilimlerP5 ile, bu mesajı yalnızca
Yahudilere bir çağrı olarak değil, her şeyi kapsayan Yara­
tılış (Tekvin) olgusunun bir katalizörü olarak görüyordu.


Havari Pavlus: Gerçekte Anadalulu (Tarsuslu) bir Musevi'ydi. Asıl adı Saul
idi. Grekçe biliyordu ve Helenist kültür içinde yetişmişti. Havari olmadan
önce ilk Hıristiyanlara işkence etmişti (y.n.).
•• Apolaıliptik: Kıyamet' e inanmak; yakın Kıyamet belirtilerine inanmak (y.n.).
Aytunç Altındal 67

Çünkü Yuhanna'nın dediği gibi, İsa, Tanrı'ya imanı tam


temsil etmekteydi. Bu nedenle 'in principlo' ilkesel olarak
İsa, Logos olarak tam imandı (Yuhanna, 1:1). Pavlus kısa
bir tereddütten sonra kendi 'yol' unu kendini 'İsa' da' çar­
mıha gererek kurmaya karar verdi. Mademki İbrahim
Peygamber Tanrı'yla yola çıkmıştı, Tanrı'nın arkadaşı ol­
muştu, mademki İsa Mesih kendisini Baba Tanrı'nın 'için­
de' bulmuş ve Onun Oğlu olmuştu, öyleyse Pavlus da
İsa'yla birlikte yola çıkacaktı. Pavlus kehanetin Benzerliği
Yasası'nı izleyerek, hiç görmemiş, şakirtlik etmemiş, çar­
mıha gerilişine tanık olmamış olmasına rağmen kendini
İsa'nın 'içine' sokmakta tereddüt etmedi.
Pavlus, Kudüs'teki Musevilerin Tanrı tarafından daya­
tılmış 'alanlan'ndan hoşnut olduklarını gayet iyi biliyor­
du: Onların başka bir alana kesinlikle gereksinimleri yok­
tu. Ancak Tanrı' dan-korkan Paganlarla muhtedi Gentile- ·
.,

ler kendi bağlamlarında özelliklerinden soyutlanmış bi-


reylerdi. 'İman Alanı'nın İncil'ine yeryüzündeki bütün ce­
maatlerden daha fazla gereksinim duyacaklardı - ya da
Pavlus böyle düşünüyordu. Bu düşünceyle yola çıkan Ha­
vari Pavlus kendini 'İman Alanı'nın en yüksek yetkili elçi­
si olarak donatıp yeni yaşamında yeni bir dava edindi ve
tüm GenetHe günahkarlarını Kurtuluş' a çağırmak amacıy­
la onların yaşadıklan Polis' e doğru yola çıktı.
Pavlus, Tek - Tanrıcı bir dinin ilk otantik siyaseti olan
Pavlus Hıristiyanlığını Kudüs'ün kırsal kökenli köylerin­
de değil sivil kentli Gentilelerin kozmopolit vicdanlarında
oluşturmaya koyuldu.
W.H.C. Frend'in anıtsal yapıtı The Rise of Christianity' de
yazdığı gibi, Pavlus "enerjik, doğrudan, kendine güvenli,
kimi zaman da kibirli ve ben merkezci bir adamdı. Tarih­
te 'dinsel dahi' nitelemesini hak eden birkaç bireyden bi­
riydi. Yine de güvenilir bir insan değildi. Apansız ihtidası
hH Üç İsa

başlangıçta pek anlaşılamadı; sonra ları Centileleri kaza­


nabilmek için Musevi mirasından fazlasıyla taviz verdi­
ğinden kuşkulanıldı . " 16 Ve Frend'in belirttiği gibi Pav­
lus' un ellerinde "Rab Mesih, imanla tanınacak Tanrı-in­
san, şakirtlerinin tanıdığı ve anımsad ığı Nasıralı Peygam­
ber'in yerini aldı."17
Pa vlus gerçekten de İsa' nın mesajını kendi istediği
tarzda a niayıp yorumlamıştır. Pavlus'un Teori ve Pra ti­
ği' nde iman, günah, acı, kıya m, çarmıh ve selamet anahtar
terimler haline gelmişlerd ir. 'Bilme' (Teori) İsa 'yla a nlam­
da şlık kaza nan İma n Alanı' nı bilme anlamına gelmekte­
d ir. 'Yapma' (Pra tik) ise İsa' nın Bedeni' ni 'günahkarları'
kendilerini bekleyen Kıyamet' ten kurtaracak olan Kilise
biçiminde yeniden yaratma k olarak yorumlamıştı}8 Pa v­
lus a maçlarına erişebilmek için Ahit işareti Yahud i sünne­
tini, Hezekiel Peygamber' in 'Kanınızda yaşayın' buyru­
ğunu terk etmekte ya da Yasa'yı eskimiş ve yararsıziaşmış
olarak reddedip yeni Tekvin için yeni bir ahit öne sürmek­
te de tereddüt göstermemiştir. ineiki Yahya gibi Pavlus
da Çarmıh' taki İsa'yı Tanrı' nın Logos'una yerleştirmiş
ve19 sonradan O'nu her şeyin yaratılışındaki bir ve tek
Aracı ilan etmiştir.
Pa vlus' un 'günah' kavramından ne anladığı açıkla na­
bilirse onun kendi kavrayışı çerçevesinde oluşturduğu bir
siyaseti aracı yapa rak 'yeni' bir dünya d ini kurma yolun­
da sergilediği sonsuz hırsı daha iyi anlaşılabilir sa nıyo­
rum .
Üçüncü Bölüm
.

ISA: "BEN NE OLACAKSAM


O 'YUM"
İSA: BEN NE OLACAKSAM O'YUM

Ç ü n k ü ben resu l/erin en küçüğüyüm,


Ben ki resu l çağrılmaya layık değilim,
çünkü Allah ' ı n kilises ine eza ettim.

(Pavlus'tan Korintoslulara I, 1 5:9)

3.1. 'Günaha Giren Ruh, Ölecek Olan Ruhtur'

İsa d ü nyayı kurtarmaya geldiğini söylüyordu . Yuhan­


na, "Babanın oğlunu Dünya ' nın Kurtarıcısı olarak gön­
derdiğine" tanıklık ediyordu (Yuhanna 1 :29). Matta diyor­
du ki : "Ve onun adını İsa koyacaksın; çünkü kavmini gü­
nahlarından kurtaracak olan odur" (Matta, 1 :21 ) . Luka ise:
"Çünkü İnsanoğlu kaybolmuş olanı aramaya ve kurtar­
maya geldi" d emekteydi (Luka, 1 9 : 1 0) . Pavlus, I. Timete­
os' ta "Mesih İsa günahkarları kurtarmak için dünyaya
geldi, sözü sadıktır ve her veçhile kabule layıktır" (I. Ti­
moteos 1 : 1 5) diyord u .
İ s a Yuhanna'nın tanıklık ettiği gibi dünyayı kurtaracak
bir Kurtarıcı olarak mı gelmişti, Matta'nın yazdığı gibi
kavmini günahlardan kurtarmaya mı, Luka' nın öne sür­
düğü gibi kaybolanları arayıp kurtarmaya mı, yoksa Pav­
lus'un inandığı gibi 'tüm' günahkarları kurtarmaya mı?
Bu sorular Pavlus'un özelliklerinden soyutlanmış (mu tla­
ka yabancılaşmış sayılınasa d a ) Yahudice d ü ş ü n ü ş
tavrının nasıl işlediğini a nlamaya yardımcı olabilir.
Kuşkusuz 'başlangıçta' günah yoktu . Tanrı' nın yı.mı tı­
cılığının.. bir parçası olarak günah altı Kutsal K i t n p g ü -

71
72 Üç lsa

n ü nd e ortaya çıkmamıştı. ilahiya t açısınd a n bakıldığında


Ta nrı o günlerde günahı ya ratma mıştı, çünkü ilkin Tanrı
günah işleyemezdi; ikinci olarak Ta nrı dini yara tmamış­
tı. Dolayısıyla Tanrı yaratmamış olduğu bir işlevi devir
edemezdi. Adem (Zeker) ve Havva (Negebhah) 'iyi ile
kötü'yü bilip, bilgelik kazanarak 'Tanrı gibi olmak' (Tek­
vin, 3 : 4-8) amacıyla meyveyi yed iler. Tanrı hiçbir zaman
onlara günah işled iklerini söylemedi ya da onları günah­
kar olarak nitelend irmed i. Aksine RAB dedi ki: "İşte
adam iyiyi ve kötüyü bilmekle bizden biri gibi oldu"
(Tekvin, 3:22). Dolayısıyla Ta nrı' nın ilk buyru ğu na itaat
etmemek Adem'i günahkar değil, 'iyi ile kötü' nün bilici­
si' yapmıştır.
Kurumsallaşmış ve kabul edilmiş tefsirlerin tersine,
Eleştirel İlahiyatçılık açısından Adem ve Havva Ta nrı' nın
huzurundan işled ikleri bir günah nedeniyle d eğil, üreme­
yi öğrendikleri için kovulmuşlardır. Mecazi olara k yıla n,
hayva nlar alemini, meyve ise sevgiyi değil, üremeyi tem­
sil eder. Yaptıkları Tanrı sevgisi olmaksızın üremedir.
Çünkü Tanrı onları yarattıktan sonra kutsamış, ama hiçbir
zaman birbirlerini sevrnelerini emretmemiştir. E ski
Ahit'te tüm alemierin ku rulduğu o ilk altı günde Tanrı in­
sanlara birbirlerini sevll)ek zorunda olduklarını söyleme­
miştir. Şurası kesindir ki Havva fiziksel / cinsel içgüdüsel
olara k tüm yara tıkla r gibi bir çocuk doğurmaya yönelmiş­
tir. Kutsal Kita p'ta yer ald ığı şekliyle Ta nrı ' n ı n pla n ı bu de­
ğildi. Kuşkusuz Adem ve Havva çocuk sahibi olacaklardı,
ama hayvanlar gibi içgüdüsel d ürtülerle değil . Çünkü
Tanrı onlara verimli olma larını söylemişti. Belli ki, Tan­
rı'nın pla nına göre Adem ile Havva 'nın üremesinin doğa l
yolu (Tanrı'nın Oğlu İsa'da tezahür ettiği gibi), bakire do­
ğu muyd u . Fiziksel birleşme yoluyla değil, Havva ' nın
R u hsal-bakire gebeliği a racılığıyla üreme. Dolayısıyla
Aytunç Altıııdal

Adem ve Havva Kutsal Kitap'a göre Tanrı'nın pla n ın d a


olmaya n bir i ş yapmışla rdı . Havva d insel klişe y a d a dog­
ma yapıldığı şekliyle günahkar değil, bir kişilik-verici w
kimlik alıcısıydı. (Havva, Adem gibi topraktan deği l ,
Adem'den -insan- yaratılmıştır. Adem' in oluşmuş kiml i­
ğinden yaratılmıştır. Şa hsiyet -Persona- İnsan'ın aynaya­
cağı rolü simgeleyen ma ske demektir. )
Tekvin'de günahın temelde bir kimlik sorunu olarak de­
ğil, bir kişilik (persona) sorunu ola rak biçimlendiği vurgu­
lanmalıdır.
Tanrı'nın pla nına göre İnsa n 'cinslerine göre canlı mah­
lukla r' (Tekvin, 1 : 24) gibi ya ratılmış değildi. İnsa n 'tekil'
olarak ve "denizin balıklarına, ve göklerin kuşlarına, ve sı­
ğırlarına, bütün yeryüzüne, ve yerde sürünen her şeye ha­
kim olsun" (Tekvin, 1 :26) diye ya ratılmıştı . Ve Tanrı ona
"Semereli olun ve çoğa lın, ve yeryüzünü doldurun, ve
onu tabi kılın" (Tekvin, 1 :28) demişti. Ve yedinci gün,
Tanrı' nın "yaptığı işi bitirdiği" (Tekvin, 2:2) Sebt günü
gelmişti . Ve "toprağı işlernek için adam yoktu" (Tekvin,
2:6), "Ve RAB Allah yerin toprağından adamı ya ptı, ve
onun bumuna haya t nefesi üfledi; ve adam yaşaya n can
oldu" (Tekvin, 2:7). Adem kimliğini, yani bireyselliğini
'seçim' ya ptığı a n edinmişti. Yaptığı seçim ona bireyselli­
ğini kaza ndırmıştı. Adem ya lnızdı ve Ta nrı "kendisine
uygun bir ya rdımcı yapacağım" dedi. RAB Tanrı tıpkı
Adam gibi hayva nla rı da toprakta n ya ra ttı ve her birine
ad vermesi için onları adama getirdi ve "ve adam her biri­
nin adını ne koydu ise canlı mahlukun adı o old u " . Ve
adam bütün sığırlara ve göklerin kuşlarına ve her k ı r hay­
vanına ad koydu" . "Eski Ahit' ten a nlaşıldığı ka da r ı y l a
Havva ve Bilgi Meyvesi'nin ortaya çıkışından önce 1\ d ,ı m
(Adem) d iled iği, gibi ad verebiliyord u. Adl a r w n·n· k.
Adam kendi tekil -yapayalnızdı- kimliğini ya ra l m ı�l ı .
74 Üç isa

Adem'in kimliği kend isiyle hayvanlar arasındaki farklılık


üzerine temelleniyordu. Çünkü onların arasında 'kendisi­
ne uygun bir yardımcı' da yoktu. Ama Adam'ın bireysel
kimliğini kendine hayvanlardan (şahsiyeti) farklılaştıra­
rak oluşturmuştu . Bu fark onun kimliğiydi . RAB Tanrı
bundan sonra Adam'ı derin bir uykuya daldırıp ondan
kadını yarattı ve 'onu adama getirdi' .
Havva (Negebhah) ile birlikte Adem kişiliği (şahsiye­
ti) olara k 'rol eylemi' ni edind i . Adam'ın kişiliği ve oyna­
maya yazılı olduğu rol, hayatta kalabilmek için Hav­
va'yla giriştiği birbirini tamamlayıcı birliğe uygun olarak
biçimlenmişti. Dolayısıyla, adamın / insanın kişiliği kim­
liğin 'fark' ı üzerine d eğil, 'ayrışm a / çelişki' üzerine te­
mellenmişti. Çünkü Havva, Adam'ın kendini farkiılaştır­
d ığı hayva nlar gibi topraktan d eğil, ama Adam' d a n yara­
tılmıştı. Adam Kadm'ı gördüğünde dedi ki: "Şimdi bu
benim kemiklerimden kemik, etirnden ettir. " Bu nedenle­
dir ki "Adam anasını ve babasını bırakacak ve karısına
yapışacaktır ve bir beden olaca ktır." Bu asli 'çelişki'
Adam'ı bir alandan ayırıp sonra onu bir başkasıyla bir­
leştirmektedir. Kimlik Adam ' ı hayva nlardan farklılaştır­
mış ve Adem şahsiyetini kendi karşıtı olan Kadın' d a bul­
muştur. Diğer bir anlatımla, Eski Ahit yorumlanınca Er­
kek' in Kimliği' nin (ldentity) Tanrı' dan aldığı ve / fakat
şahsiyetini (Personality) Kad ı n sayesinde ed ind iği anla­
şılmaktadır.
Kişilik varoluşun içerik ve biçimi a rasındaki çelişkiyle
şekillenirken, kimlik, özü (toprak) görünüşten (Tanrı
Benzeri olarak yaratılmış İnsan) ayrıştıra n farkın tezahü­
rüdü r. İnsanın kimliği onun 'yoldan çıkmasına' izin verir,
yani kimliği sonsal fark olarak 'seçim'e gerçeklik kazan­
d ırır. İnsan yoldan çıkabilir, onun Tanrı indinde hatalı
a ddedilme hakkı vardır. 1 Ama insan günahı kişiliğinde
Aytımç A/tıııdal

işler. İnsan 'bir beden' olduğunda, 'bilrne' ye başlar. (Ya ­


hudi geleneğinde de 'bilrne' nin cinsel ilişki ve rollerle
ilintili oluşu rastlantı değild ir.) Kimlik algılar ve duyum­
sar, ama kişilik akıl yürütür ve algılananı b ilir. İnsan gü­
nah işlediğinde, ne yaptığını bilmektedir. Kutsal Kitap'ta­
ki İnsanlık tarihi, Yahu d i alirnlerce haklı olarak gözlern­
lend iği gibi, İnsan' ın utancı bilmesiyle başlar.2 Adam ve
karısı başlangıçta bir u ta nç hissetrnezken, iyiyle kötüyü
öğrendikten sonra onu 'bildiler'. İ nsan bilmeden günah
işleyemez, yalnızca yold a n çıkar. Yolunu şaşıran İnsan
her zaman Doğru Yol'a ve daha önceki günahsız duru­
muna yeniden d önebilir. (Buna İbranice' d e Teshuva d e­
nir. Doğru olana geri dönüş, rucu demektir. ) Ama günah­
tan kurtulma Tanrı'nın bağışlamasını gerektirmektedir.
Adern günah işlememiş, yalnızca yolda n çıkmıştır; oysa
Kabil günah işlemiştir. Öfkes i kimliğine değil, kişiliğine
ilişkindir, çünkü her iki ka rdeş de Havva ' nın söylediği
gibi, 'RAB'bin yardımıyla' doğmuşlardır (Tekvin, 4: 1 ) .
Kabil Tanrı' nın kardeşinin sunusunu seçtiğini gördüğün­
de sura tını asrnıştır. RAB Kabil'e sorrnuştu : "Niçin öfke­
lend in? Ve niçin çehreni astın? Eğer iyi davranırsan o
yükseltilmeyecek mi? Ve eğer iyi davranrnazsan, günah
kapıda pusuya yatrnıştır; ve onun istediği sensin; faka t
sen ona üstün ol" (Tekvin, 4 : 6-7) .
Kabil günaha üstün olamadı. Kardeşi Habil' i öldürdü.
Sinsi planını kurdu, kardeşini kandırdı ve onu soğukkan­
lıca katletti. Bu, yoldan çıkma d eğil, günahtı. Bu yoldan
çıkma hakkını kullanma değildi. Çünkü İnsan yoldan çık­
ma d urum ya da sürecinde ilkel rnasurniyetini yitirmeye­
bilir. Günah bilinçli olarak gerçekleştirilen bir eylemdir.
Masurniyetle bir ilgisi yoktur. Kişi Tanrı'nın Yasa s ı ünün­
de aynı a n d a hem masum hem günahkar olamaz !
Adern kendi-bilincindeliği, kimliğinin parçası o l a n Sl'-
Üç İsa
' ·'
h

çimden aldı; Havva'yla birleşmesinden sonra iyi ile kötü­


yü bildi, dolayısıyla kişiliğini kavrayarak bu noktadan iti­
baren kendini gerçekleştirebildi. Kimlik bir kendi-bilin­
cinde olma sürecidir, kişilikse kend ini-gerçekleştirme sü­
recinde gelişir. Kabil' in güna hından sonra "Adem karısını
tekra r bildi; ve bir oğul doğurdu ve onun ismini Şit koy­
d u . " Kabil sonsal günahkarı temsil ediyordu. Çünkü
"Şit' in de bir oğlu doğdu ve onun adını Enoş koydu. RAB­
Bİ N ismini o zaman çağırmaya başladılar" (Tekvin, 4:25-
26). İnsan aynı zamanda hem Tanrı' nın adını çağırıp hem
de günah işleyemez. Yoksa bu "Ya RAB'bim, bana sana
karşı günah işiemernde yardımcı ol !" demeye denktir.
Şit-Enoş'un ardından iyi ve iyilik ilahi ve kutsal olanın
kaynağı ve onlara giden yol olurken kötü ve kötü lük,
mutlaka d insizin değil ama, günahın kaynağı haline geldi.
Yahudilik' te İna nçsızlık ya da Ha ram kavrayışı Tapınağın
Kapısı önünde yatan/ 'Ruhsuz ve Cansız' ı temsil eder.
İnançsızlık mutlaka günahkarlık ya da kötü lük değildir.
Günah insan-yapısıyken inançsızlık insanda bağımsız,
RAB tara fından henüz kutsanmamış olandır.
İnsan hatası Musevilerin gündelik yaşamında genel
olara k inanılandan daha önemsiz bir rol oynamış ve daha
az etki li olmuştur. Amittay'm oğlu Yunus'un öyküsü bu­
nu sergiler. Yunus RAB'bin "Kalk Nineve'ye, o büyük
şehre git, ve ona karşı çağır; çünkü onların kötülüğü be­
nim önüme kadar çıktı" (Yunus, 1 : 1 -2) sözlerini işittiğinde
RAB' dan kaçmaya yeltenmiş ve Tarşiş'e yönelmiştir (Yu­
nus, 1 :4). RAB emre itaat etmeyen Yunus'u 'günahkar'
olarak nitelememiştir. Eyüp'le de aynı durum söz konusu­
dur. Bu 'en büyük adam' (Eyüp, 1 :3) Tanrı'yı hata işle­
mekle suçlamıştı, ama Kutsal Kitap'ta yazıldığı gibi, "bu
işi n hepsinde Eyüp suç işlemedi ve Allah' a uygunsuzluk
y ü kl emedi" (Eyüp, 1 :22).
Aytunç Altındal

Musevi Yasası ve Haggadah' da güna h özel b i r olgu­


dur. Da ima günah işleyen özel bir ülke ( Hezekiel, 1 4: 1 2-
1 3), günahkar bir krallık (Amos, 9:8), Sodom ve Gomore
gibi özel kentler (Tekvin, 1 8 :20), İsrail'de olduğu gibi gü­
nahkar bir ulus (Amos, 3:2) ya da 'güna ha giren' özel bir
ruh (Hezekiel, 1 8:3) vardır. Çünkü İsrail Tanrısı' nın emir­
leri özde İbraniler için olan özel düzenlemelerdir. RAB in­
san ruhu için düzenlemeler getirmemiştir. Dolayısıyla gü­
nah Yahudiler için özel, yapısal ve yasal bir konudur, ma­
nevi değil. Polis'te yaşayan Yahudi Hıristiyan gibi bir bi­
rey değil, özel konumu, ahit ve bir anayasayla (On Emir)
kesin olarak belirlenmiş özel bir insan tipidir. Ahde göre
Musevi'nin hatasını doğrudan RAB'le tartışma hakkı var­
dır. Tanrı'ya ulaşmak için aracıya ya da papaza gereksini­
mi yoktur. Ve kimse kendi yaşamını ba şkalarının günahı­
nın bedeli olarak teklif edemez. İbrahim Peygamber Tan­
rı'nın dostuydu (Tekvin, 1 8:22-23). Dolayısıyla Tanrı tara­
fından görüşlerini ifadelendirmesine izin verilmişti, bu
durum, İbrani için de geçerlidir. Adem'e seçme özgürlüğü
tanınmıştı; Musevi bunu kullanır. Kutsal Kitap'taki Tek­
vin'in tarihin başı ola rak kurulmasından bu yana, Yahudi
Tanrı önünde haklarını -ve olası hatalarını- bilmektedir.
Musevi tarihsel olarak 'hatalarının bilincinde', 'günahının
bilincinde' olmaya koşullanmıştır. Çünkü yuka rıda d a be­
lirtildiği gibi, Tanrı bu Yasa'yı onun yüreğine yazmıştır ve
"herkes(-in) kendi komşusuna ve herkes(-in) kendi karde­
şine RABBİ bilin diye öğretmesine" (Yeremya, 3 1 :34) artık
gerek ka lmamıştır. Musevi'nin gündelik hayatında gü­
na hta n çok Korku ve Anlayış rol oynar. Günah Musc­
vi'nin bireyselliğine ve kimliğine eklemlenmiş değ i l d i r.
Musevi'nin özel statüsü kendi Tanrısı tarafından seçi l m i �
olmasındadır, kimliğiyle aynı Tanrı tarafından i l a h i k ı l ı n ­
mıştır.
Oç /Sıı

Pavlus Hıristiyanlığı' nda durum böyle değildir. Tü­


mel / evrensel Kurtuluş her Hıristiyan'ın kendisinde Birey­
selleştirilmiştir. Günahın tümelliği de bireyselleştirilmiştir.
Bireyin günahı olmaksızın bireyin selameti de olamaz. Gü­
nahın tekil doğası ve anlamları Hıristiyanlık'ta (Yahudi
günlük ya şamında olduğu üzere) daha az cemaate ve din
ada mlarına ilişkin, ama daha kentsel ve sivildir. Yahudi
geleneğinde günah işleyen ruh, kendi cezasını kendi çeker,
tüm insanlığın adına ceza çekemez. Hıristiyan Dogması'na
göre İsa kendi Bireyselliğinde, günahsızdır. Tanrı olarak
İsa günahı yaratamazdı; tüm insanların işlediği günahları
toplayarak bu günahlar için acı çekmişti ve bedelini yaşa­
mıyla ödemişti. İsa için günah bir kimlik değil, bir kişilik
konusuydu. Ancak Pavlus bu noktayı gözden kaçırarak
gü nahı kimliğin bir alarnet-i fa rikası ilan etti. Pavlus' a gö­
re insa nlar başlangıçta Adem ile Havva'nın işledikleri var­
sayılan günahtan ötürü, doğuştan günahkar oldukları için
eşit ve özdeştiler. Bu ilk günah, ister Yahudi, ister Gentile,
ister Pagan olsun, fark etmiyordu . Dolayısıyla Pavlus, tüm
Gentileleri günahkar ilan etmekte duraksamamıştı. Pavlus
günahı insanlığın benliğinde, ha tta doğmamış kuşaklarda
başlatıyordu . Ancak orada kalmıyordu . Pavlus'a göre İsa
Meryem'in rahminde bedenselleşmiş olmakla kalma mıştı,
aynı zama nda Golgotha' daki çarmıhta günahlaştırılmıştı.4
Pavlus Korintoslula ra şöyle yazıyordu: "Günahı bilmeyeni
bizim için günah ya ptı, ta ki biz kendinde Alla h' ın salahı
olalım" (ll. Korintoslulara, 5 : 2 1 ) .
İ sa 'nın misyonu sırasında Gentile vicdan yasa sı kent­
lerdeki egemen ahlak yasasıydı. Nedir ki bu yasa Yahudi­
ler ?. rasında geçerli değildi . Kentsel-sivil d eğerlerce prag­
m a tik olara k şekillenmiş ola n Gentile vicdan ya sası kim­
seyi günahkar olara k damgalamamaktaydı. Hıristiyanlık
Pa vlus'la başlayarak tümel günahın Bireye indirgenmiş
Aytunç Altı ndal

şeklini sivil / kentli Centile'in vicdanına yerleştirdi. Dola­


yısıyla gunah insa nın tüm eylem, duygulanım ve düşü n­
cesini belirleyen orta k 'birim' haline geldi. Gentile Pav­
lus' un belirlediği standartla r uyarınca kendini 'doğuşta n
günahkar' görmeye başladı. Vicdanın temizliği Pavlus
için yeterli değildi: 'Bu insa nı masum kılmıyordu' (1. Kor,
4:4). Pavlus d iyordu ki: "Niçin benim hürriyetime başka
vicdanla hükmolunuyor?" (1. Kor, 1 0 :29) Dolayısıyla Pa­
gan ve Gentilelerin selamete ula şmak için günaha ihtiyaç­
ları vard ı. Bu nedenledir ki Pavlus' un öğretisinde Genti­
le' den yeni bir hayata va ftiz olması ve Çarmıh' taki İsa gi­
bi acı çekmesi isteniyordu.
Musevi için güna hın yalnızca iki sonucu vard ı. Ya RAB
tara fından cezalandırılıyor ya da bağışlanıyordu. Üçüncü
bir yol yoktu . Pavlus, Musevi geleneğinin dışında, üçüncü
bir seçeneği açıklayıp sistemleştirdi : Istırap çekmek. Mu­
sevi, yaşam ve geleneğinde haya tta kalma isteği ile varlı­
ğını sürdürebilme güdüsü, ıstırabı ve kişinin başkalarının
günahlarından ötürü suçlu olmasını dıştalamaktaydı. Baş­
kalarının günahları için acı çekme Museviler için bir lüks­
tü ve ha len de öyledir. Hezekiel bunu açıkça ortaya koy­
maktadır: "Suç işleyen can, ölecek ola n odur; babanın fe­
sadını oğul taşımaz ve oğlun fesadını baba taşımaz." (He­
zekiel, 1 8:20) Güna hkar bir baba nın oğlu, babasının gÖ ­
nahları yüzünden acı çekmez . Tabiidir ki öldürülemez de.
Musevilikteki günah ve kutsanmışlığın ya pısı, Gentilc
H ıristiyanlığı'nın yayılışıyla birlikte dramatik bir değişi­
me uğradı. Pavlus' un ihra nilere Mektubu'nda belirtildiği
gibi: "Çünkü keha net değişince, şeriatın da değişilmesi
icap eder" (İbranilere, 7: 1 2) . Artık Melkisedek* ta rika tını ı ı


Melkişedek: Eski Ahit'te söz edilen kral. İbrahim Peygamber'in yardımcı ı ı l
duğu kral. Melkisedek, İbrahim Peygamber'i l ·utsamıştır. Eski Ahit' tl' k ıı ı ı
olduğu aniaşılamayan esrarengiz bir lcraldır b u (y.n . ) .
HO Üç İsa

yeni Yüce Rabbi İsa Mesih idi ve bu yüzden, "Çünkü za­


yıflığı ve faidesizliği sebebi ile evvelce olan bu emrin ipta­
li (çünkü şeriat hiçbir şeyi kemale erdirmed i), ve onun ye­
rine vasıtası ile Alla h' a yaklaştığımız daha iyi bir ümidin
itha li oluyor"d u (İbranilere, 7-1 8, 1 9 ) . Ve İsa'nın "her gün
başkahinler gibi önce kendi güna hları için ve ondan sonra
kavminin günahları için kurbanlar takdim etmeye mecbu­
riyeti yoktur; çünkü kendi kendini takdim ettiği zaman
bunu bir kerede yaptı" deniliyordu (İbranilere, 7:27) . Do­
layısıyla İsa, Musa'dan daha büyüktü (İbranilere, 3) ve
"insan tarafından değil, Rab ta rafından kurulan hakiki ça­
dırın,. hizmetçisi (İbra nilere, 8:2) idi. "Ve bu sebepten ye­
ni ahdin yayancısıdır, ta ki, birinci a hdin altınd a olan suç­
ların fidyesi için ölüm vuku bulmuş olarak, davet edilen­
ler ebed i miras vaadini alsınlar" (İbranilere, 9:1 5). İsa
"ikinciyi sabit kılmak için birinciyi kald ırıyor. İsa Mesih'in
bedeninin bir kerede takdim olunması ile o irade de tak­
dis" (İbranilere, 1 0 :9-1 0) olunuyord u .
İsa, besbelli ki, Matta'nın haklı olarak gösterd iği gibi,
'kavmini günahla rından kurtarmak için' yeryüzüne gel­
mişti . İsa'nın yaşam-boyu yoldaşı ve kan kardeşi Yakub
şöyle yazıyordu: "Eğer günahlar işlemişse, kendisine ba­
ğışlanacaktır" (Yakub' un Mektubu, 5 : 1 5). İsa ancak birin­
ci ahitle bağlı olup 'günah' işleyenleri kurta raca ktı, Pav­
lus'un belirttiği gibi tüm kaybolmuş olanları ya da bütün
'günahka rları' değil . Çünkü günah işieyebilmek için, önce
Ahit' e taraf olmak gerekiyordu. Gentileler Ahit' e bağlı ol­
madığı için vaat edilen mirası alabilmek için günaha gir­
meye hakları yoktu . Çünkü Yakub'u n ded iği gibi günah
'Eğer' işlenmişse bağışlanacaktı.


Talıa rııakl: Çadır. Musevilik'te Tanrı'nın kurduğu ve bulunma ktan hoşlandı­
ğı yer ( y . n . ) .
Aytımç Altındal HI

Yani Ahit' te güna h 'Yasa'yı çiğnernek' (Yuha nna), 'oto­


riyete başkaldırrnak' (Yahuda) ve 'otoriteyi küçü msemek'
(Peter) olarak betirnlenrniştir. Paga n ve Gentilelerin yasa­
yı ve otoriteyi belirleyen kendi ahlaki ve ma nevi yönetme­
likleri vardı. 'Ahit işaretini' taşırnıyorlard ı ve yürekleri
sünnet* edilmemişti. 'Bu-dünyalı' bir vicdan yasasıyla yö­
netiliyorlardı .
Bu sorun Pavlus'u n aklını fazlasıyla meşgul etmiştir.
Bunu Muhtedilerle ve dostla rıyla birçok kez ta rtışrnıştır.
Kulland ığı tartışma yöntemi hiçbir şekilde Musevi gelene­
ğine uygun değildi, ama Helen d iyalektiğe uygundu. So­
nunda Siraç'rn kitabında olduğu gibi 'günah' ı Havva'ya
dek taşıyıp türnelleştirrneye kara r vermiştir. Bu rada da bir
çıkış yolu bulmuştur. Ancak küçük bir sorun çıkmıştı kar­
şısına: İyi d e, Tanrı kimlerin Tanrısı olacaktı? Pavlus
O' nun yalnızca Yahud ilerin değil, Gentilelerin de Tanrısı
olduğuna hükrnetti. Kaba bir senkretizrnle sorunu çözürn­
leyiverdi. Kimse ta m doğrucu değildi ve insanın bu ilk
günah karşısında rnazur görülebilir bir yanı yoktu. Bu gü­
nah geçmişte ve gelecekte tüm insanlığın tek ortak payda­
sı haline geliyordu . Günah'ı türnelleştirdikten (Pavlus'un
Gala tyalılara Mektubu, 3:22) sonraki adım bunu her Gen­
tHenin vicdanının derinliklerine yerleştirebilrnekti. Pavlus
çapında biri için bunun soru n olmarnası gerekiyordu a ma
sorun haline geld i.
Paganlar gibi Gentile de sınıf-bilinci olan insanlard ı .
Zenginlerin yoksul v e sıradan insanlarla a y n ı ilk günahı
paylaşrnaları, Yazgı (Fortuna) kavramına ters düştüğü
için ra ha tsızlık yara tıyord u. Aristoteles bile kirnilerinin
köle, kirnilerinin d e efendi olarak doğduklarına inanıyor­
d u . Gentileler ve Paganlar için tanrılar değil, mitolojik ho-

Yüreğin Sünnet Edilmesi, Mu sevilik'ten geçme bir deyiştir. Birey ' i n T,ın rı ' n ı n
Mutlak Tebliği'ne kesin inanç d uyması keyfiyetidir (y.n.).
H2 Üç lsa

yutları içindeki Yaratılış Efsanesi büyük önem taşıyordu.


Ve supertitio (Batıl) gibi iman da bilginin alt bir derecesi
sayılıp eğitimsiz sınıfıa ra terk edilmişti . Gentileler arasın­
da geçerli inanca göre tanrılar dahi Yazgı'ya tabiydiler.
Tüm varlıkların orta k paydası günah değil, Yazgı'ydı.
Pavlus Yazgı'nın gücünü kırabilmek ya da zayıfla tabil­
mek için, geçmişte edindiği bilgilerine dönd ü . Ta rtışmala­
rında araç olarak hileli mantık oyunlarını kulla nmaya baş­
lad ı. İsa ' nın Ferisilerin sa htekarlığını nasıl eleştirdiğinin
Pavlus için hiçbir önemi yoktu . Tıpkı İsa 'nın nasıl doğdu­
ğunun ya da nasıl vaftiz edildiğinin de bir önemi olma dı­
ğı gibi. (Pavlus 'bu iki mucizevi olaydan hiç söz etmemiş­
tir. Onları görmezden gelmiştir yalnızca . ) Pavlus hileli
ma ntık yard ımıyla Tek-Tanncılık tarihindeki ilk kayıtlı
çifte sta ndartçılığın yaratıcısı oldu.
Örneğin Pavlus için insanın masum sayılabilmesi için
vicdanen temiz olması yeterli değildi, ama gerektiğinde,
masumiyetini gösterebilmek için kendini vicdanen ger­
çekten temiz dindar bir adam olarak göstermekten uta nç
duymuyord u . Peter, Barabbas ya da Silas'ı suçlarken, ken­
dini hileli konuşmalardan tenzih etmekte de dura ksa mı­
yordu. Korintoslulara Mektubu onun çifte standartlarını
etkili bir biçimde sergiler. Pavlus şöyle yazıyord u : "Ve Ya­
hud ileri kaza nayım diye Ya hudilere Yahudi gibi davra n­
dım; kendim şeriat altında olmadığım halde, şeriat altında
olanları kazanayım d iye şeriat altında olanlara şeriat altın­
da gibi davra ndım. Alla h'a karşı şeriatı olmayanlardan
değil, ancak Mesih'in şeria tı altında olarak şeriat altında
olmayanları kaza nayım diye şeriat altında olanlara şeriat
altında gibi davra ndım . . . her suretle bazılarını kurtara­
yım diye herkese her şey oldum" (1. Korintoslulara, 9:20-
22) . Anakronik bir çağrışımla Pavlus günümüzün bukale­
ımınvari ilkesiz politikacılarına benzetilebilir. Makya-
Aytunç Altındal &.l

vel' den önce Pavlus va rdı! Tek ve Mutlak gerçeklik saydı­


ğı görüşlerini kabul ettirebilmek için bir Centile' nin kendi
yoluna ihtida etmesini kolaylaştırabilecek her sözcük, her
davranış ve her eylemi gayet dikkatlice kullanmıştı. Ü st
sınıfın hanımları ve hizmetçileri arasında, Ya zgı'ya inanan
Centile erkeklerinden daha fazla başarı kazanmış olması­
na şaşmamalı!
Pavlus kendi kuşağı karşısında muhtemeldir ki İsa' dan
daha yaratıcı ve daha hoşgörülüydü. Pavlus şunları yaz­
mıştı: "Şöyle ki biz bundan böyle bedene göre kimseyi ta­
nımayız; ve Mesih'i bedene göre tanıdıksa da, artık şimdi
öylece tanımıyoruz. Şöyle ki eğer bir kimse Mesih'te ise,
yeni hilka ttir; eski şeyler geçtiler; işte, yeni oldular'' (Il.
Korintoslulara, 5 : 1 6- 1 7) . Pavlus inanmak istediğine niçin
inandığını da şöyle açıklamıştı: "Yazılıdır ki: İman ettim,
bunun için söyleyeceğim" (Mezmurlar, 1 1 6:1 0) . Ve ekli­
yordu : "Çünkü göze görünen geçici, ama göze görünme­
yen ebedid.ir." Dolayısıyla gözleri görülenler üzerinde sa­
bitleşmiş değildi. Pavlus gizli ve utanç verici yollardan
vazgeçtiğini bildiriyord u . Şöyle diyordu: "Fa kat kumaz­
lık ile yürümeyerek, Allah'ın kelamını tağşiş etmeyerek,
ancak hakikatin izharı ile kendimizi Allah'ın huzurunda
her insa nın vicdanına tavsiye ederek, utancın gizli şeyleri­
ni red dettik" (Il. Korintoslulara, 4:2) .
Pavlus için İsa ' nın, sözünü ettiği Patriarkla rın Tanrısı
gibi sadece canlıların Tanrısı olması yeterli değild i; önce­
den d eğişimsiz olan Tanrı kela mını ça rpıtmamakla birlik­
te, gözden geçirmiş ve İsa'yı hem 'Dirilerin hem de tüm
Ölülerin Tanrısı' (Romalılara Mektup, 1 4 :7-9) yapıvermiş­
tL Ve Timoteos'u n kitabında da Pavlus İsa 'yı Ta nrı ile İn­
sa n arasındaki 'Bir ve Tek aracı' ilan etmekteyd i (Timote­
os, 1 :2-3).
İsa ' nın sözlerinin tersine 'insan-benzerinde yaratıl m ı ş'
�4 Oç lsa

Tanrı Oğlu imgesi, Pavlus' un ellerinde bir 'Aracı-Tanrı' ve


kozmopolit bir 'İnsan benzerinde yaratılmış Ruh'a dönüş­
müştü'.

3.2. İman Siyaseti

Pavlus, misyonunda pragmatik ve gerçekçiyd i. Hiçbir


şeyi rastlantıya bırakmamaya çalışıyord u . Usta bir örgüt­
çüydü. Tüm Roma yurttaşla n gibi o da kendisine intikal
etmiş olan Seküler kudretin gayet iyi bilincindeydi . Tehli­
keye düştüğünde, kendini koruyabilmek için miras aldığı
Seküler unvan ve standartları öne sürüyor ve esas ilgi ve
inançlarını dikkatlice gizliyordu . Yaşamındaki böylesi kri­
tik anlarda karşısındakileri Ruhsal beyin-yıkamalada hu­
zursuz etmemeye özen gösteriyordu .
Pavlus'un kend isini tutuklamaya gelen komutanın,
Roma yurttaşı olup olmadığını sorma sı üzerine, "Evet.
Ben Romalı doğdum" (Resullerin İşleri, 22: 22-29) deyişi,
ya da yolunu kesen askerlere "Ben Kilikya'dan Tarsuslu
bir Yahudi, ehemmiyetsiz olmayan bir şehrin ahalisinde­
nim" (Resullerin İşleri, 21 :37-39) deyişiyle olduğu gibi.
'Ehemmiyetsiz olmayan bir şehrin ahalisinden olmak'
Pavlus için çoğu zaman İsa'nın havarisi olmaktan daha
önemliydi .
Pavlus'un misyonunu anlamak, onun siyasete bakışını
anlamaktır. Diğer havarilerle karşılaştırıldığında Pavlus
bir havariden çok bir ideolog olarak ortaya çıkmaktadır.
Teleolojisi ve kendini gerçekleştirmesi (kendi-pratiği) ge­
nellikle imanını aşıyordu . Pavlus bir Fideist, bir görev ve
işievlerin adamıydı. Kuşkusuz kimi yazarların öne sür­
d ü kleri gibi, bir Roma ajanı ya da muhbir değildi.5


Sen kendi yolunda git, alem ne derse desi n (ç.n.).
Aytunç Altındal �s

Siyasal ka riyerindeki iki ilginç manevra, Pavlus'u ra­


hatlıkla döneminin en ünlü taktikçi ve stratejistlerinin sı­
ralandıkları sütunların üzerine yerleştirmektedir.
İlk ola rak Rab'bi Mesih İsa' nın peşi sıra, Pavlus da oto­
riteyi Musa Ya sa sı'nda kinden farklılaştırmıştır. Ancak
İsa'nın tersine, Pavlus bunu yapmasına rağmen canını
uzunca bir süre korumayı başa rabilmiştir.
Pavlus' un Musevilerle arasındaki tartışma Seküler de­
ğil, dinsel bir konuyd u . Bir Ya hudi ve bir Ferisiler Ferisi'si
olarak Sanhedrinlerin Yasa'ya uygun çözüm kararında ıs­
rarlı olması gerekirdi. Oysa, bunun kendisi için yara taca­
ğı sonuçları bildiğinden, bunu reddetmiştir. Roma yurt­
taşlığı kisvesine bürünerek ve tüm suçlayıcılarını şaşırta­
rak adil bir karar için Seküler merciye, bizzat Sezar'a baş­
vurmuştur (Resullerin İşleri, 25:8). Ve Seküler otorite tara­
fından masu miyetinin onaylanmış olması, şaşırtıcı değil­
dir. Seküler merci, kökeninde tam anla mıyla Yahudice
olan dinsel bir konu için Pavlus'u ölüme mahkum etmeyi
gerekli bulmamıştır.
İkinci olarak, otoriteyi, ilginçtir ki, yoldaşı havarilerin
savundukları Musevi Yasası'yla değil, Kilise'yle özdeşleş­
tirmiştir. Ve onları ikna etmeyi, ve dahası Gentilelere iliş­
kin tüm konularda ipleri ele geçirmeyi başarmıştır.
Pavlus, Musevi-Hıristiyanlarla* arasında sünnet ve he­
lal / murdar meselesiyle ilgili ça tışma patla k verd iğindc,
İsa'nın kan kardeşi ve Kudüs Kilisesi'nin saygıdeğer başı
Yakub'a başvurup onu kendi safına çekmeyi başarmışt ı .
Pavlus Gentilelerin sünnet olmasının zorunlu olmad ı ğ ını
ve bu nedenle de Musa Ya sası'nın kimi maddelerine uy­
maları gerekmed iğini öne sürüyordu. Kilise tam zı d d ı te-

*
Musevi Hıristiya n /ar: 1 . yüzyılda başlayan ve İsa'nın beklenen M ı ı scvi Me­
sih'(olduğuna iman eden Museviler. Bunla r halil Musevi gclcnl·ğinc bağlı
ancak Hıristiyanla şmış Yahudilerdir.
Üç İsa

zi savunmasına ra ğmen kendi başına yetkin bir gövde


ı;österisi düzenleyen Pavlus, Yakub'un onayını alıvermiş­
t i . Başlangıçta yanında hiç kimse yokken, sonunda kaza­
nan tek kişi o olmuştur.
Artık eline geçirdiği yetkiyle günah ve acı kavra mları­
nı tasariayıp Gentile adına karar verecek olan bir başına
oyd u. İsa'nın kendi canı pahasına ya ra ttığı orijinal girişi­
mi Pavlus'un ellerinde önemli bir siyasal araca dönüş­
müştü. Pavlus zorda kalınca, konumunu derhal Seküler­
leştiriyor, ancak 'bütünsel görevi' ni kutsallaştırıyord u .
Orneğin, Sacldukiler kıyama, meleklere v e ruhlara inan­
mamaktaydılar (Resullerin İşleri, 23) . Sadd ukiler, Musevi­
ler a rasında 'bu-dünyalılık' ilkesine bağlı bir kesimdi.
Pavlus Saddukilerin 'bu dünyalılığı'na karşı çıkan Ferisi
görüşü savunarak iki grup arasında, Seküler mahkemenin
huzurunda son bulacak şiddetli bir tartışmaya yol açtı.
Pavlus'un provokasyonu Musevileri gafil aviad ı ve so­
nunda kendilerini, kendi yasa ve geleneklerine ilişkin bir
sorun hakkında çok nefret ettikleri seküler merciiere baş­
vurmuş olarak buldular!
Pavlus mevcut Gentile siyasasına göre; oluşturduğu
hem Seküler hem de ruhani bileşenleri olan bir d inin ku­
rucusu ve temellendiricisi olmuştur denilebilir. Pavlus' un
misyonu şöylece özetlenebilir: "Bu dünyaya ait siyasi konu­
larda Seküler, öte-dünyaya ait iş ve çabaların ızda ruha n i olu n . "
Pavlus için b u dünyaya a i t konularda son otorite, ayrıntı­
larıyla açıklandığı üzere, Seküler iktidardı, Musa Yasası
ya da onun yorumları değil. Gerçekte Pavlus bu yasa ve
bağlayıcı yükümlülüklerini Musevileri Tanrı'ya yaklaş­
maktan alıkoyan engeller olarak görmekteydi. David

Pavlus ilk Kiliseleri, Musevi Sinagogla rı'nda başlatmış, sonra onl a rı evlere
ta�ıtnuştı ( y . n . ) .
•• Oç isa, 1 989- 1 990'da yazılmıştır (ç . n . ) .
Aytunç Altmdal H '/

Christie Murray'in beli rttiği gibi, "İsa' nın içine doğd u ğ u


Yahud ilik' te tüm yoru m ayrıntılarıyla Yasa, mürnin Ya hu­
di'yi tıpkı örümcek ağına yakalanmış sinek gibi hareketsiz
kılmaktayd ı. Pavlus'un tanıdığı haliyle Hıristiyan Ruh' u n
Ö zgürlüğü öğretisi, bunun antiteziyd i."6 Pavlus' un b u tu­
tumu özde Helenistik idi ve Kra lcı yönetim tarzlarını çağ­
rıştıran özellikleriyle bir bakıma Herod'un konumuna ya­
kınd ı. Yine de Pavlus'un bu tu tumuna dindarlık, seçkinci­
lik ve Tanrı buyruklarının yabancı, seküler iktidar üzerin­
de üstünlüğünü inatla savunan kendi cemaa ti, varlığı iti­
bariyle gerçekte 'Dünyevi' olan Ferisiler grubu itiraz et­
miştir en çok.
Pavlus Roma hia ra mektubunda nasıl bir Devlet anlayı­
şı taşıdığını çok açık bir biçimde ortaya koymuştur. "Her­
kes üzerinde ola n hükümetlere tabi olsun; çünkü Alla h ta­
ra fından olmayan hükümet yoktur. Bunun için yalnız ga­
zaptan ötürü değil, faka t vicda ndan ötürü de tabi olma k
lazımd ır. Çünkü hükümetler Allah'ın hizmetçisidirler.
Vergi hakkı olana vergiyi, gümrük hakkı olana gümrüğü,
korku hakkı olana korkuyu, hürmet ha kkı olana hürmeti,
cü mleye haklarını eda ed in." (Romalıla ra, 13) (Ayrıca bkz.
Petrus'un I. Mektubu, 1 3-1 7)
Pavlus'un siyaset alanında uygu la dığı ma nevralar son­
radan, özellikle ilk 200 yıl içinde kilise yöneticileri tarafın­
dan ta klit edilmiştir. Kilise yöneticileri Seküler iktidarla
çelişiyor olmalarına karşın dinsel anlaşmazlıklarını Sekii­
ler yöneticilerin ma hkemelerine götürmekten kaçınma ­
mışlardır. Hıristiyan adının ilk kullanıld ığı kent ola n A n ­
takya Piskoposu, bunlardan biridir. Muhtemelen o s ı r.l l.ı r
(İS 272) İtalya ve Roma'daki egemen Sekülerist akı m l. ı r ı n
etkisi altında olan Piskopos Pavlus, İsa' nın Ta nrı değ i l , i n
san old uğunu ilan etti . Muarızları onu derhal afo roz l'l l ı

ler, ancak boyu n eğmedi. Ardından da adil bir h ü k ü m iı,·i ı ı


HH Üç İsa

I mparator Aurelius'a başvurd u . Fox' un belirttiği gibi, Se­


küler imparator için ''bu talep kendisine ulaşan b irçok ta­
lepten sadece biriydi."7 Bu din-içi sorunu Antakya Pisko­
posu Pavlus lehine çözümleyen, Seküler iktidarın son ka­
rarı oldu.
Havari Pavlus, Mesih ve Rab olarak İsa'ya imanını ken­
dine sermaye yaparak onu bir Tanrı olarak Gentilelere
sund u . Frend'in söylediği gibi, "Davut Mesihçiliği ve Tan­
rı Kelamı ya da Bilgeliği' nde (Hikmet) kişiselleşen ilahi
yara tıcı kudret, bir yüzyılı aşkın bir süredir Musevilerde
koşut bir akım izlemişti . Musevi Tek-Tanrıcılığım ihlal et­
meden bir araya gelmeleri mümkün değildi, gelememiş­
lerd ir de. Pavlus'u n 'Tanrı'nın Oğlu' kavrayışı Musevi
Mesihçiliği'nin sınırlarını aşar . . . Anlaşmazlığın tohumları
a tılmıştı. Sonraki kuşaklarda Hıristiyanlar Mesih' e 'bir
Tanrı' olarak tapınacaklardı."8
Sıradan insanlar olan diğer havari ve şakirtlerin elinde
Isa'nın öğretileri tutarlı, kendine yeterli bir siyasetten yok­
sundu. Pavlus dahiyane bir biçimde bunu keşfedip yeni
dinin kirişlerini çattı. Bunu sadece bu hırslı politicon ve
Helenistik polemik sanatı ustası gerçekleştirebiiirdi ve ye­
ni dinin siyasal gövdesini (Eklesiyoloji) ifadelendirme yo­
lundaki bitmez tükenmez çabalarıyla, bunu başardı. Ga­
latyalılara seslenen ünlü mahkum-edici mektubu, Pav­
lus'un kendi İncil yorumunu ve Kilise-kurma siyasasını
tekelleştirme yolundaki kararlılığını açıkça sergilemekte­
dir. ihranilerin Yasa-Yapıcısı Musa gibi, Pavlus, polis'in
toplumsal-tarihsel, iktisadi ve kültür standartları uyarınca
Yahudilik'in Yasa-Bozucusu ve Gentilelerin İman-Yapıcı­
sı oldu.
Pavlus Yazgı'ya ilişkin mevcut fikirleri de değiştirdi.

I len üz 3. yüzyılda yaklaşık 4600 elyazması İncil vard ı . Bunlardan hiçbiri ke­
l i mesi kelimesine diğerinin aynı deği ldi (y.n.).
Aytunç Altındal !'l ' l

Pagan-Helenistik Yazgı kavrayışının yerine mutla k a rı n ­


ma a nlamında İsa'ya imanı yerleştirmeye çalıştı . Ta n­
rı' dan korkan, Muhted i kimi cemaatlerin dışında, Gentilc­
ler arasında Yazgı'nm kud ret ve hükmü öylesine kaçınıl­
mazd ı ki, verili anlayışa göre tanrılar dahi Yazgı'nın gücü­
ne tabiydiler. Gentilelerin Yazgısı'nm mutlak iman ve Rab
olarak İsa adlı yeni bir Tanrı'yı gösteren Pavlus tarafından
kurtarılmak olması, belki de tarihin garip bir cilvesidir!
Pavlus religiocrat, yani d in bürokratları diye adland ıra­
bileceğimiz sacerdotalistler'in, Centile Kilisesi' ndeki bu ta­
viz vermeyen bürokratik koruyucuların ve bekçilerinin
kurucusuyd u . Pavlus'un geleceğin kilisesi ve sacerdota­
lism (Kilise Bürokrasisi) konusunda formülasyonu, tek
gövde 1 çoğul parçalar ilkesi üzerinde temel lenmekteydi.
Bu, öncelikle ve özellikle İsa'nın organik siyasetinden
Pavlus'un cemaat için siyasal iktidar tezine geçişi belirler.
Pavlus demişti ki: "İmdi, siz Mesih'in bedeni, ve ayrı ayrı
azasısınız. Ve Allah kilisede bazıları, önce resuller; ikinci
peygamberler; üçüncü muallimler, sonra kudretli işler,
sonra şifa mevhibeleri, yardımlar, idareler, dillerin cinsle­
rini koydu" (I. Korintoslulara, 1 2 :27-28 ) .
İsa için Kilise kendine ina nanlar topluluğuyd u. Diyor­
du ki: "İki veya üç kişi nerede benim ismirole toplanmış
olurlarsa, ben orada, onların ortasındayım" (Matta, 1 8 :20).
Dolayısıyla iki ya da üç kişinin olduğu yerde, Kilise de
vardı. Pavlus' un yorumunda Kilise, mezhep ve otorite bö­
lüşümü gereğince Hıristiyanların yaşam koşullarını yön­
lendiren ve giderek taahhüt eden nihai otorite merciinc
dönüştü .
Yeni Ahit' te Mesih' ten sonra Pavlus, baş oyuncu d u r .
Yeni Ahit'te herkesten fazla yer tutar. Fikirleri v e işleri I n
cilcilerinkinden daha fazla sayfa kapsamaktadır. l 'a v l u s
hizmetlerini v e 'kentlerde kurduğu kiliseleri'ni a n l a l ı rkt·n
o üç isa

ne denli gayret sarf ettiğini övünerek anlatmıştır: "Onların


hepsinden ziyade çalıştım" (I. Korintoslulara, 1 5 : 1 0) .
Pavlus'un ektiği tohum, Normatif değerlere sahip bir
siyaset ve günahta ve ıstırapta tasarruf kuramıdır. Kentli
yazdığı gibi Pavlus altı-yedi kişiden fazlasını vaftiz etmiş
değildir. Yine de, Centile cemaa tlerde yeni dinin kural ve
düzenlemelerini kendi toplumsal-siyasal anlayış ve sta n­
dartları uyarınca kurmuştur. Dolayısıyla Centile Hıristi­
yanlarından Pavluslaş tırılmış Hıristiyanlar olarak söz et­
mek, yanıltıcı olmayacaktır.
Kurucu babaları Pavlus' tan ald ıkları derslerin yönlen­
d iriciliğinde rel igocrat' lar, tarih boyunca uzun, i nce, ihti­
yatlı bir yolda yürüyerek Musevilerin Muallim dedikleri
İsa'yı Gentile-tarzı kurulmuş Kilise' de Tanrı yaparak te­
kellerine almışlardır. Öğretmen İsa'yı kend i tekeline alan
Pavlus Kilisesi, bundan sonra onu inanılmaz tanımlar la­
birentine sokara k sonsuza dek sürecek bir sürgüne gön­
dermişlerd ir.
Religiocrat'ların eline d üşen İsa, iman ve günahtan kur­
tuluşun Bir ve Tek kaynağı ve güvencesi İsa olmaktan çık­
tı . Bu misyonu Kilise yüklendi. 'Yahveh Selamettir' başa­
rılı bir biçimde, 'Kilise Selamettir' e dönüştürüldü. 'Gerçek
lsa, zamanla yerini Din Bürokratlarının istediği İsa'ya bı­
raktı.
Şurası kesindir ki, Pavlus da bu kadarını herhalde bek­
lememiştir. Ama oldu ! Pavlus'un tartışmalarında izlediği
siyasal strateji, İsa'nın 'bize karşı olmayan, bizimledir' gi­
bi Seküler idd ialarının arrivistçe* ve bu nedenle de esnek­
çe uygulamaları üzerine zekice oturtulmuştu. Bu durum­
d a dahi, izleyicileri Kilise tarihi boyunca zaman zaman
isa' nın bir başka deyişini istismar hakkını kendilerinde


A rrivizm: ikbal avcılığı, fırsatcılık. (y.n.)
Aytunç Altındal 'l l

buldular: "Benimle beraber olmayan, b a n a karşıd ır, v e be­


nimle beraber d evşirmeyen, dağıtır. Bunun için size diyo­
rum: Her günah ve küfür insa nlara bağışla nacaktır; fa ka t
Ruh'a karşı küfür bağışlanmayacaktır" (Matta, 1 2 :30-3 1 ) .
Fox, K.T. Ware' e dayanarak şunları yazmaktan kendini
alamamıştı : "Zulüm Hıristiyan tarihinin kalıcı bir gerçeği
'
olagelmiştir; 1 9 1 8- 1 948 arasındaki otuz yılda, 'İsa' nın ÇaF­
mıha Gerilişi'nden sonraki ilk 300 yıldakinden fazla Hıris­
tiyan'ın ölmüş olması, rastlantı değildir. Hıristiyanlı'ğın
ilk dönemlerjnde, Konstantin devrinde de (zulmün) sonu
gelmedi: Hıristiyanlar hemen kendi dindaşlarını zulme
uğra tmaya koyuldular."9 Ve Bertra nd Russell' ın dikkati
çektiği gibi : "İspanyollar Meksika ve Peru' daki bebekleri
önce vaftiz edip, hemen ardından beyinlerini dağıtıyorlar­
dı: Böylelikle bu bebeklerin Ceİmet'e gitmesini güvenceye
almış oluyorla rdı . . . Konstantin çağından 1 7. yüzyıl sonu­
na kada r Hıristiyanlar her zaman Hıristiyanları Roma im­
para torlanndan daha şiddetli bir zulme uğrattılar. Hıristi­
ya nlığın doğuşundan önce, bu mezalim, Yahudiler dışın­
daki kadim dünya tarafından bilinmemekteydi . " 10 Pav­
lusçu religiocrat'ların yükselişiyle, Centile iyimserliği gi­
derek daha yoğun sald ırıla ra uğradı. Yerine Kültürel­
Dinsel Karamsarlık Çağı yerleşti .
Kendine i nananların varsayılan Tanrısı, imana göre
Tanrı'nın dünyayı ve 'kavmini' günahla rında n kurtarmak
üzere yeryüzüne gönderilmiş oğlu İsa Mesih, Pavlus'un
izleyicilerinin elinde Çarmıh üzerinde vahşice öldürül­
müş ya kışıklı bir genç adama indirgenmişti. Bundan son­
raysa mucizeli bir şekilde d iriltilip geride tazmin edilme­
miş acılar bırakara k Babası'nın ya nında yaşamak üzere
göklere çekilmişti.
Gifnahkarların selamete erdirilmesinin sorumlulu ğ u ­
nu, bundan böyle iman bekçileri devra lıyordu . Bu, b i r kt•-
Üç lsa

resinde İsa'ya da olmuştu; on iki yıldır kanama çeken bir


kadın kendisine yanaşıp iznini almadan harmanİsine do­
kunmuştu . Markos'un a ktardığına göre kanama o an ke­
silmiş, ancak İsa 'nefsinde olan kuvvetin kendisinden çık­
tığını bitmişti' (Markos, 5:25-30) . Belki de rastlantı eseri,
bu kadın geleceğin bir religiocrat' ının, geleceğin Kilise­
si'nin kud ret-tacirleri arasında ünlenmeyi ümit eden Pav­
lus' u n müstakbel bir şakirdinin anasıydı.
Şu sözler kime aitse, ortaçağda religiocra t'larm İsa adı­
na nasıl bir güç gösterisinde bulunduklarının daha iyi an­
laşılmasına katkısı olur sanırım.
'Timeo non Petrum, sed secretarium cius . '
(Petrus'tan korkmuyorum, beni korkuta n, sekreteri. ) 1 1
Diğer b i r deyişle, "Havari' d e n korkmuyorum, beni korku­
tan onun vekili ola n Papa'dır. "

3.3. İsa'ya Ne Oldu?

Musevi görevliler tarafından tutu klandıkta n sonra (Yu­


hanna, 1 8:21 ), kısa bir sorgulamanın ardından İsa, Musevi
cemaa tinin otokra t ihtiyarla rından oluşan bir kurul, San­
hedrin tarafından ölüme mahkum edilip, ertesi gün Vali
Pilatus'a teslim ed ildi (Ma tta, 27:2) . İsa, Tanrı'nın adını le­
kelemekle Küfr'e Delalet'le suçlanıyordu . Böylesi temel ve
din-içi bir konuda, Sanhedrin' in İsa'yı Yasa'ya göre Sekü­
ler otoriteye teslim etmesi gerekmiyordu: Sonradan İste­
pan'a yaptıkları gibi taşlayarak yaşamına son verebilirler­
di. Bir Musevi'nin cezalandırılması için Seküler otoriteye
başvurma girişimi, dinselden çok siya sal nedenlere daya­
nıyordu. Kendisinin de belirttiği gibi İsa, Devlet' e ya da
Sezar' a karşı bir başkaldırının önderi değildi . Frend'in de
bl'lirttiği gibi, mevcut toplumsal düzeni ve dünyayı (sa-
Aytıınç Altı ndal '"

eculum) yıkıp değerlerini başta n aşağı d eğiştirmeyi a ç ı kça


hedefleyen ilk Hıristiyan grup, İS 340' ta aşırı bir Dona tis t
fraksiyonu olan Circumcellionlardı. Ve Circumcellionl a r,
İsa'dan değil, İS 66' daki Gayur ayaklanmasından esinlen­
mişlerdi.12 Ancak Ba rrabas bir ayaklanmaya ka tıla n ü n l ü
bir asiydi (Markos, 1 5: 7) . Sanhedrin, Vali Pilatus'un tutuk­
la ttığı Barrabas'm haya tını kurtarmaya kararlıydı. San­
hedrin' in Barraba s'ı İsa ' ya tercih edişi muhtemeldir ki, si­
yasa l kaygıla r nedeniyle onun kend ileri için, yanlış an­
lamlar temelinde kopuk bir d iyalog sürdürebildikleri ya­
bancıla şmış Musevi İsa' dan daha fazla önem taşıması ne­
deniyled ir. (Öz . Bkz . Yuhanna, 7 ve 8 : 1 2-47) Za ten Barra­
has 'Babalarının Oğlu'ydu. (Barrabas: Ararnice Bar-abba
[ Baba'nın oğlu] demektir. )
Sa nhedrin ta rafından Küfr' e Dela let'le suçlanmasına
karşın -özü itibariyle büyük bir dinsel suçtu- İsa, Vali Pi­
latus'un huzuruna bir cani gibi çıkartıldı: "Eğer bu adam
kötülük eden olmasaydı, onu sana vermezdik" (Yuhanna,
1 8:303). Ancak Pila tus kestirme bir tepkiden sakınara k Ya­
hudilere İsa'yı kendi yasala rına göre ya rgıla mala rını söy­
ledi: "Onu siz alın ve şeriatımza göre ona hükmedin. " Ya­
hudiler Pila tus'a dediler: " Bize kimseyi öldürmek caiz de­
ğildir" (Yu ha nna, 1 8: 3 1 ) . Pilatus kendi görüşünü açıkladı:
"Onu siz alıp haça gerin" (Yuhanna, 1 9:6). Böylelikle Mu­
sevilere İsa'yı çarmıha çektirme izni verilmiş ya da böyle
buyrulmuştu, ama Museviler infazı gerçekleştirmeyi red­
dettiler. Çünkü bunu yapacak olurlarsa Barrabas'ın yaşa­
mını Pila tus' u n elinden kurtaramayacaklard ı. Bunu n Yl�ri­
ne, dinsel bir sorunu siyasal bir gövde gösterisine dönü�­
türdüler. Böylelikle Pila tus kararını geri a lmak zonı n d . ı
kald ı. Pila tus v e Museviler arasında söyleşi, bu siya sa l m i
sillemenin doğasını a çıkça ortaya koymaktad ır:
"Yahudiler ona cevap verdiler: Bizim bir Şl' rii l l ı ı ı ı ı /.
94 Oç isa

vard ır, o ş�riata göre onun ölmesi gerektir; çünkü kendisi­


ni Alla h'ın oğlu ilan etti . imdi, Pilatus bu sözü işittiği za­
man, daha çok korktu; ve yine hükümet konağına girip
Isa'ya dedi: Sen neredensin? Faka t İsa ona ceva p vermedi.
Pilatus da ona dedi: Bana söylernez misin? Biliyor musun
ki seni salıvermeye kudretirn var, ve seni haça germeye de
kudretirn vard ır? İsa ona cevap verdi: Eğer sana yukarı­
dan verilmemiş olsaydı, benim üzerime senin hiç kud retin
olmazd ı. Bunun için beni eline verenin günahı d aha bü­
yüktür. Bunun için Pilatus onu salıvermeye çalışıyordu,
fakat· Yahudiler bağırıp dediler: Eğer bunu salıverirsen
Kayser' in dostu değilsin; kim kend ini kral ederse, Kay­
ser' e karşı kor . . . Ve (Pilatus) Yahudilere dedi: İşte Kralı­
nız ! Fakat onlar: Kaldır, kaldır, onu haça ger; diye bağırdı­
lar. Pilatus onlara dedi: Kralınızı haça gereyim mi? Başka­
hiı\ler cevap verdiler: Kayser'den başka kralımız yoktur"
(Yuhanna, 1 9:7- 1 5) .
İsa' nın Sek�ler yetki organı tarafından masum bulun­
masında şaşılacak bir şey yoktu . Pilatus 'başka hinlerin
kıskançlıktan dolayı (İsa'yı) ele vermiş olduklarını' (Mar­
kos, 1 5 : 1 0) biliyordu . Gerek Pilatus, gerekse karısı, İsa'nın
haya tını kurtarmak için ellerinden geleni ya ptılar.
Pilatus'un Musevilere yönelttiği ısrarlı sorular, ikilerni­
ni ve vicdani hesaplaşmalarını göstermektedir: "Pilatus
onlara : Öyleyse Mesih denilen İsa'yı ne yapayım, dedi.
Onların hepsi: Haça gerilsin, d ed iler. Ve Pilatus: Ya ne kö­
tülük yaptı, dedi. Fakat onlar: Haça gerilsin, d iye çok ba­
ğırdılar" (Ma tta, 27:22-23�
Bu sıra dışı ve alışılmadık davanın tuhaf doğası, sonra­
dan . tarihe son derece önemli bir katkı yapacaktır.
Seküler iktidarın temsilcisi Pilatus kuşkusuz İsa'nın
Tanrı ' nın Oğlu, ha tta ilahi olduğuna dahi inanrnıyordu.
Y i ne de misyonunun (bütünsel görev) kutsal olduğunu
· Aytunç Altındal . ,. ,

onayladığı ve kabul ettiği, belliydi. Sonunda İsa'yı, a r a l a ­


rında bir tartışma geçmiş olan Atanmış-Kral Herod'a tes­
lim etti. Herod, İsa'dan hoşnu ttu . O da İsa'yı suçlama k.
için bir neden görrnüyordu; kend inden menkul kra lı a l a ­
y a almak için renkli b i r tunik giyd irip Pilatus'a geri gön­
derd i : Dolayısıyla İsa ilkin Seküler otorite, a rdından da
Yahudilerin a tanmış kralı ta rafında n suçsuz bulunmuş
oluyordu. Tutuklama ve ölüme rnahkurniyet, Paganların
Seküler iktidarının ya da Musevilerin kararıyd ı. Pila tus
çaresizlik içınde son sözlerini söyleyip bir ça nak suyla ka­
labalığın önünde ellerini yıkadı: "Ben bu salih adarnın ka­
nından biriyirn, bunu siz d üşünün." Bütün kavim cevap
verd i: "Onun ka nı bizim üzerimize ve çocuklarımızın üze­
rine olsu n ! " (Matta , 27:24-25)
Ama sarsıcı sondan önce Pilatus beklenmedik bir harn­
leyle Musevilere bir oldubitti yaptı. Museviler dinsel suç­
la mayı siyasal bir sorun halinde ça rpıtrnışla rd ı. Sivil ve
d ünyevi fikirleri olan Pagan Vali Pilatus onu geriye, ait ol­
d uğu alana gönderdi. İsa' nın Musevilerin kralı olma iddi­
asını sözcüğün gerçek a nla mıyla onaylayarak askerlerine
bir d uyum yazıp ça rmıhın üzerine asmalarını söyledi .
'MUSEVİLERİN KRALI, NASIRALI İSA' denrnekteydi
duyuruda . İsa' nın Çarmıha gerildiği yer kentin yakınla­
rında olduğundan ve duyuru Ararnice, La tince ve G rekçe
olarak yazıld ığı için pek çok Musevi bunu okudu. Muse­
vilerin önde gelen ra hipleri Pilatus'a karşı çıktılar: "Yahu­
dilerin Kralı değil, fakat bu adam: Ben Yahud ilerin Kra l ı­
yım dedi, diye ya z. Pilatus cevap verd i: Ne yazd ırnsa yaz­
d ım" (Yuhanna , 1 9 : 1 9-22).
Pila tus'un bu dava boyunca sergilediği siya sa l d l ' h . ı
sonradan Musevilerin karşısına çok yönlü soru n l a r �,· ı k.. ı ı
d ı . ilkin, Musevilerin hükmü uyarınca ça rm ı ha � t · r i lı · ı ı
Nasıralı İsa, Pagan yöneticisi tarafından Muscvi h·ri ı ı l...: r.ı
Üç İsa

l ı ilan edilmekteydi. Pila tus'un old u bittisi, İsa'ya iman


edenler için prima facie* bir delil oluşturuyor ve Sanhedrin
üyelerini ilk elden Şeriat' ın (Musa' nın Yasası) ihlalcileri
durumuna düşürüyordu. Çünkü kafirlere uygulanacak
ceza, Musa Yasası'nda açıkça belirtilmişti : "Ona uymaya­
caksın, ve onu dinlemeyeceksin; ve gözün ona acımaya­
cak, ve esirgemeyeceksin, ve onu gizlemeyeceksin; faka t
onu mutlaka öldüreceksin; onu öldürmek için önce senin
elin, ve sonra bütün ka vmin eli onun üzerine olacak. Ve
ölsün diye onu taşla taşlayacaksın, çünkü seni Mısır diya­
rından, kölelik evinden çıkaran Alla h' ın RAB'den seni
çekmeye çalışmıştır. Ve bütün İsrail işitip korkaca klar, ve
bir daha aranızda bunun gibi kötü bir şey yapmayacaklar­
dır" (Tensiye, 1 3:8-1 1 ). İsa'yı Yasa uyarınca taşlayarak öl­
dürme yerine, Museviler Yasa'dan ayrılarak onu bir cani
gibi Çarmıh'a gerdiler. Eğer sanık İsa, yasaları çiğneyen
biriyse, o zaman -Pilatus'a göre- Museviler ve Sanhedrin
de öyle olmalıydı.
Pilatus İsa' nın Misyonu' nu meşrulaştırmıştı. Herod'un
yapacağı hamleyi gözledikten sonra, İsa'nın itirafını dik­
kate alarak onu tanımsal olarak Musevilerin Kra lı ve Me­
sih ilan etti. Böylelikle halka Seküler iktidarın İsa' nın ilahi
misyonuna (görev) karşı bir itirazı olmadığını gösterıneyi
hedefliyordu. Musevi-olmayan nüfusun gözünde, böyle­
likle Seküler iktidarın suçsuz, ya da ku tsal ya da hoş gör­
düğü bir davranış tarzı (Misyonerlik) seçkin Museviler ve
Sanhedrin tarafından canice, dehri ve kabul edilmez bu­
lunmaktaydı. Eğer bir ru hhan-olmayan Oayman) olarak
İsa Sekülerleşmiş Musevilerin ilkiyse, o zaman besbelli ki
Pilatus bu ku tsanmış görev modelinin kırsal (Musevi) ve
kentsel (Gentile) gündelik yaşamına yön veren dine-daya-

' f'rimtı Faciı: (Lat . ) : Karşıtı kanıtlanana dek geçerli olan delil ve iddia (ç.n.).
Aytwıç Alt mdal '1 7

lı-siya set sisteminde yan-yasal bir uygulama haline gel­


mesini sağlayan ilk Pagand ır.
Belli ki İsa, bölgede belli başlı siyasa l fraksiyonlar ara­
sındaki siyasal güç gösterilerinin ku rbanı olmuştur. Ken­
disini ortadan ka ldırma k için tasa rla nmış bir komploya
kurban gitmediği açıktır. Zaten tüm olaylar İsa 'nın kendi­
sini özdeşleştirdiği kehanete uygu n olarak gerçekleşmiş­
tir: "Ve günahkadarla sayıldı" (İsa iah, 53 : 1 2) . İsa Çar­
mıh' ta şöyle seslenmişti : "Eloi, Eloi lama sabachthan i ? " (Al­
lahım, Allahım niçin beni bıraktın?) (Ma rkos, 1 5 :34) Çar­
mıha gerilen İsa, kend i sözleriyle, bir zamanlar Peygam­
ber Yeşu a racılığıyla İsrailoğulla rı'na şu vaa tte bulunan
Tanrı tarafından terk edilmişti: "Nasıl Musa ile beraber ol­
du msa, seninle de öyle beraber olacağım; seni boşa çıkar­
marn ve seni bırakma m . Kuvvetli ol ve yürekli ol. Kulum
Musa'nın sana emrettiği bü tün şeriata göre ya pmaya dik­
ka t etmek için kuvvetli ol, ve çok yürekli ol; yü rüyeceğin
her yerde muvaffak olasın diye, ondan sağa yahu t sola
sapma" (Yeşu, 1 : 5-7) .
Eğer Tanrı'nın kela mına inanmak gerekiyorsa, İsa ne­
den terk edilmiştir? Düz ve Doğru 'Yol' dan sa pıp Sa ğa ve
Sola döndüğü için mi? İsa'ya göre tüm İsrail'den daha
imanlı ola n (soldaki) yüzbaşıyla (centu rion) sağdaki Sa ­
marityalılarla görüştüğü akılda tutulmalıdır.*
Musevi Kra lı Gideon bir keresinde Rab'be bir sunak in­
şa etmiş ve adına 'Yehova-Şalom' (Yehova Ba rıştır) de­
mişti (Hakimler, 6:24) . Oysa İsa barış değil ayrılık ve ça ­
tışma getirmek için geld iğini söylüyord u . İsa gerçek h· ı ı
de kendi getirdiği ayrılığın ku rbanı olmuştu, bir Must•vi
komplosunun değil. Çünkü komplo kura mı Hıri sti y.ı ı ı
yorumcuların 'kend ini-gerçekleştiren keha net' d iyt· l ur

Musevilerin kendilerinden olmayanlarla dini konulan görüşml'll•ri. ı.. c ıı ı ı ı �·
malan, yemek yemeleri vb. yasaklı.
1114 Üç İsa

müle ettikleri tezlerine de ters düşmekte ve onları çarpıt­


maktadır.
Yeni Ahi t' teki kurguya göre İsa her şeyi biliyordu ve
kendi sonunu öngörmüştü. Komplo kuramı dokuya ek­
lemlenmiş başka bir yabancı Seküler-kültürel unsurdur,
çünkü komplo kura rnları üzerine temellenmiş kehanetler­
de bulunmak, büyük Musevi peygamberlerinin adeti de­
ğildi. Sanhed rin başından beri İsa'yı d inliyor ve gözlüyor­
d u . Yahuda sadece bir muhbird i, o kadar. Musevilere
İ sa'nın bulunduğu yeri ihbar etmişti. Öte ya ndan Başra­
hip Kiyafas'ın Musevilerin bir kurban vermesi gerektiği
şeklindeki öğüdü, 'bir kişinin ölümü'ne ilişkin olup özel
olarak İsa'yı işaret etmemekteyciL
İsa ne yap tığını biliyordu. Sonuçlarını d a . Kehanetleri­
nin gerçekleşmesi için komploya gereksinimi yoktu . Ken­
di kaçınılmaz Sonu kehanete içkindi. Sonuç olarak İsa
kend i kendisinin karar-merciiydi. Gaipten haber veren şa­
hısların öngörü leri bir komployu önceden bild irebilir,
ama Büyük Musevi* peyga mberlerinin kutsal kehanetleri
komplo üzerine kurulmazla r . Yeni Ahit d erleyicileri
İsa' nın ne denli masum olduğunu göstermek için komplo
kuramını eklemişlerdir. Her durumda, Ta nrı'nın Bir ve
Tek Oğlu'na, dolayısıyla da bizza t Tanrı'nın kendisine
karşı insan-yapısı bir komplo hazırlaması düşünülemeye­
ceği için, bu kurarn kendilerinin İsa'yı kavrayış tarzla rıyla
da çelişmektedir.
Bunun tersi daha da olanaksızdır: Tanrı' nın Bir ve Tek
Oğlu'na karşı Tanrı-ya pısı bir ko mplo düzenlemesi, Pe­
tcr'in ikinci mektubunda belirttiği üzere, "Önce bunu bil­
melisiniz ki, kitabın hiçbir peygamberliği hususi tefsi rden
d eği ldir. Çü nkü peygamberlik asla insa nın irad esiyle gel-

n ü yük Musevi Peygamberler ayrımı Musevi lik' te önemli rol oynar. İ sa 'nın

Kı•ndi'ni özdeşleştirdiği kehanet Büyük Peygamber Kehaneti'dir (y.n.).


Aytunç Altmdal . .. ,

memiş tir, fa kat insanlar Ruhülkudüs tarafından sc..• v k o l ı ı


narak Allah'tan söyled iler" ( 1 . Petrus, 1 :20-2 1 ). Kend i ıw ya
da bizza t kendi oğluna karşı bir komploya ilişkin bir kt•­
haneti açıklayan Tanrı kelamını bir tez olarak kurgusalla�­
tırma k şizofrenik değilse eğer, kesinlikle Sciolastik* bir ya ­
kıştırmadır.
Eğer İsa Musevilerin dedikleri gibi beklenen Mesih de­
ğil de, sıradan bir İnsan'sa, o zaman 'sıradan bir insan'
misyonunda bölgenin en yüksek Paga n Sekü ler iktidarı
ta ra fından onaylanmış kral ve Musevilerin Mesih'i olarak
tanınmış ve kabul edilmiş oluyordu; ama eğer İncil yazar­
larının inandığı üzere, Tanrı' ysa, o zaman, insan yapısı bir
'Komploya' kurban olması olası değildi. Orta da bir Muse­
vi komplosunun bulunamayacağı açıktır. Çü nkü, İsa gö­
revine başladığı andan itiba ren insanlara ne vazettiğini
a çıkça söylemiştir. En iyi bildiği şeyi vazetmek İsa'nın
hakkıysa, öğreti lerini reddetmek de Musevilerin yasal
hakkıyd ı. Musevilerin İsa'yı söylemediği sözlerle iftiraya
kurban etmeye gereksinimleri yoktu . İsa kendisi ne hiçbir
yetki verilmed iği halde tam yetkili olduğunu, beklenen
Mesih olduğunu söylemişti, olanaksız olmasına karşın
Tanrı' nın Bir ve Tek Oğlu olduğunu iddia etmişti, yapma­
ması gerekirken İsrail'in Tanrısı'nı özelleştirmişti . . . Muse­
viler açısından, sıradan bir Musevi olara k İsa tıpkı tüm İs­
railoğu lları gibi Tanrı ta rafından ku tsa nmıştı, a ma 'bütün­
sel görevi' (Misyonu) ka firce ve dehrice bulunmuştu. Se­
küler açıdansa, İsa kutsal değildi, a ma 'bütünsel göre v i '
ku tsa l bulunmuştu.
Tanımsal anlamıyla, İsa yaşamındaki 'benzerl i k l t•r' i n
kurbanı olmuştu denilebilir. Kehanet' te sözü ed i lP n hpn
zerliğe uygun olarak doğduğu söylenmişti . İ s ra i l Y.ı s,ı


Sciolastic: Kelime ve kavramları kendi istemleri yönünde kııll,ı n nı,ınlılo.
102 Oç İsa

tan on ikisi, yaklaşık yirmi bin Hıristiyan' la birlikte şehit


edilmişlerdi.
Azizler Kitabı'nda on binden fazla ad vardır. Adları anı­
lanlar birkaç yüz aziz, şehit edilmiştir. Ve Azizler Kita­
bı'nda anılan azizierin büyük bölümü, aristokratik ya d a
varlıklı ailelerden gelmekted ir. Pek çok kral, birkaç krali­
çe ve a krabaları putperestlere, kafirlere, sapkınlara ve
Ateistlere karşı Katolik İmanı'nı savundukları gerekçesiy­
le aziz(e) ilan edilmişlerdir. Constantin' in sözde ihtida:.ı ,­

dan sonra -gerçekten ihtida ettiği tartışmalıdır- Ateizm


bu kez papalar ve sacerdotalistler tarafından kendilerinden
olmayanlara karşı kullanılır olmuştur. Ve bu azizlerden
bazıları, gerçekte kimi cinayetierin sorumlusudur. Bunun
canlı bir örneği, İspanya Kraliçesi Isabel'dir. 1 99 1 'de Papa
Il . Jean Paul, Kraliçe'yi müstakbel azize ilan etmiştir.
( 1 992'ye göre sırada yaklaşık iki bin azizlik adayı vardır.)
Katolik iman ve dogmasını savunmadaki adanmışlığı ne­
deniyle azizeliğe layık görülmüştür bu kraliçe. Oysa 1 5 .
yüzyılda ülkesindeki sayısız cinayet ve işkenceden v e ni­
hayet on binlerce Yahudi' nin sürgün edilmesinden kişisel
olarak sorumlu olan oyd u . Kend i Mutlak Tanrı fikrini da­
yatma uğruna kullanılan balta, tarih boyunca hiç körelme­
miştir; geçen her yüzyıl, yeni bir dramın tanığı olmuştur.
Isa' nın Misyonu döneminde tam olarak örgütlenmiş,
Sinagog' dan tam ayrılmış bir Kilise mevcu t değildi. Pav­
lus'un günlerindeyse gevşek biçimde örgütlenmiş* yed i
kilise bulunuyordu. Galup Kamuoyu Araştırması'na (AI­
PO) göre 1 980 yılında -yalnızca ABD' de- %55'i Protestan,
%30' u Katolik olmak üzere 225 milyon Hıristiyan yaşa­
ma ktaydı. Lamant' a göre, Protestan mezheplerinin en ge­
n işi, Güney Baptist Konferansı 1 4.6 milyon kişiyi, 36 bin
'
l 'avlus ilk K i liseleri, M usevi Sinagogları'nda başlatmış, sonra onları evlere
t.ı ş ı t m ıştı ( y . n . } .
Ayt u ııç Altmdal 10 1

kiliseyi, 3 bin misyonu ve l l bin Bağımsız Bap tist Cl� m a ­


ati temsil ediyord u . 18
21 . yüzyıla yaklaşırken* 81 0.464.000 Katolik, dü nya nü­
fusunun % 1 8.4'ünü olu şturmaktadır. Bu insanlar 359 bin
kilise ınıntıkası ve 2.456 d iyaseste toplanmışlardır ve yak­
laşık bir milyon rahibe ile 1 54 . 1 48 papazları vard ır. 1�
Christian Buckley, yeryüzündeki Ateist sayısını iki yüz
milyon olarak hesaplamıştır.20 Yeryüzünde Tek-Tanrıcılığı
kabu l etmeyen üç milyar insan vardır. Ve ellerindekinden
son derece hoşnu t görünmekted irler. Muhtemeldir ki
Tek-Tanrı'ya gereksinimleri yoktur. Örneğin Hint Klasik
kültürünün mistik boyu tunda her yerde milyonlarca -ge­
leneksel olarak 330 milyon- tanrı vardır.21
Peter Hebblethwaite, bir uzman, gazeteci ve sırdaş bir
gözlemci olarak Va tikan hakkında şunları yazmaktad ır:
"Kilise Kıyamet' i bekleyerek şurada yatan eski kemikler
üzerinde yükselmekted ir. Sonradan bu temel üzerinde
d evasa bir kurarn ve ilahiyat ve kurgu ve iman ve boş inan
ve d evlet siyasası üstyapısı yükseltilmiştir. "22
İsa vaa t ettiği üzere bu dünyaya dönecek olsa, bu gün­
lerde bir kez daha çileden çıkacak ve olasılıkla yeni 'ben­
zerlik' suçlamalarına muhatap olacaktır. E l çabukluğuyla
çağımızın delilerine ya da sapkınlarına benzerliği öne çı­
karılacak ve religiocra tlar kilisesi ya da TV Dindarları tara­
fından aşağılanacak, belki de aforoz edilecektir. Günü­
müzde kurumsallaşmış dinsel doğmayı yönlend irenlerin
artık kişi olarak İsa'ya gereksinimleri kalmamıştır.
Evet, doğumundan iki bin yıl sonra, İsa'ya ne old u ?
Bugün her mümin, b u soruya kendi imanını canlı t u t a h i
lecek b i r yanıtı taşımaktadır. İnancı-bütün Hıristiyan l.ır
dan bazıları İsa' nın (Tanrı) Kilise'den sürüldüğünü , k i m i


Üç İsa, 1 989-1 990'da yazılmıştır (ç.n .).
I l l-I Üç isa

leriyse günahkarlar tarafından suiistima l edildiğini söyle­


mektedirler. Durum ne olursa olsun, şurası açıktır: İsa
kendi adına dikilmiş kiliselerden hiçbirine kişi olarak gir­
miş değildir. Kimi kilise, tarika t, mezhep ve kültler onun
sadece adını ve yeryüzündeki yaşamını devra lıp tekelleş­
tirmişlerdir. İsa' nın yeryüzündeki adı ve imgesi gerçek
imanın kaleleri olduğunu öne süren partiler için d eğerli
bir sermaye olmuştur. Onlar da bu addan kendi a ma çları
için yararlanmazlık etmemişlerdir. Kiliseler gibi siyasa l
partiler de hamlelerini 'Tanrı adına' gerçekleştirip23 tıpkı
bir zamanlar İsrail'in Tanrısı' na yapıldığı gibi, İsa'yı sö­
mürüp kendilerini İsa' ya ilişkin kendinden-menkul haki­
katlerle yeniden vaftiz ederek suçlarını ve banka cüzdan­
larını şişirmişlerdir.
Gerçekte İsa'nın a leyhinde olduğu varsa yılan 'komplo'
halkın içinde yaşadığı dönemlerde değil, sonradan, kendi
adına hareket edenlerce tasarla nmıştır, denilebilir. Din
bürokra tları, İsa' yı, eğer evinde (Kilise) göza ltına almadı­
larsa, mutlaka sonsuz bir suskunluğa mahkum etmişler­
dir. Çileci Abelard gibi, gerçek İsa da terk edilmiş ve sade­
ce adıyla ve Kilise' nin kendisine yaptığı gündelik atıflarla
anıınsanmaya yazgılı kılınmıştır.
Kendisine iman edilen İsa eğer McDowell ve Larson'un
önerdiği üzere, geçmişte ve günümüzde İsrail'in yaşayan
Ta nrısı Yahveh ise/4 o zaman, halkının arasında yaşa ma­
sına izin verilmeyen bir Tanrı olduğu kesindir!
Isa bundan iki bin yıl önce doğd u . Dünya üzerindeki
misyonuna başlamasının üzerinden yaklaşık 1 970 yıl geç­
ti. Ka çınılmaz soru, hala orta dadır: "İsa 'ya ve öğretisine
n e oldu?" Herhangi bir mümin, sui generis İsa'yı şu yüz
bin Kilise'de ya da sayısız sahte kilisede, sahte İncil' lerde*

1-ll•n üz 3. yüzyılda yaklaşık 4600 el yazması İncil vardı. Bunlardan hiçbiri ke­
limesi kelimesine diğerinin aynı değildi (y.n.).
Aytunç Altındal ı ı ı:ı

veya pa palık tebliğlerinde vd .' den hangisinde bu labile­


cektir?
İsa örneğin :
Kendisini Mesih ilan edip öğretileri üzerinde tek yetki­
li olmak iddiasında bulunan Havarisi Petrus'u;
Kendisini siyasete tabi kılan Havari Pavlus'u;
"Ka dınların kiliseye girerken başla rını örtmelerini"25
huyuran ikinci Pa pa Linus'u;
'Dinsel görevlere ayrılan nesnelere ancak din görevlile­
rinin dokunabileceğini' huyuran sekizinci Papa Xystus' u;26
İmparator Consta ntine'i İsa adına vaftiz ettikten sonra
'din adamı olmayanların, din görevlil erini herha ngi bi r
suçlu suçlaya mayaca ğını'27 ilan eden otuz dördüncü Pa pa
Silvester'i;
'Geleneğe aykırı olarak Roma Kilisesi' nin a rcarius' u
olup hazinenin işleriyle bizza t ilgilenen, nomenclator' dan
kend i adıyla makbuz kesen'28 seksen birinci Papa Aga t­
ho'yu;
Sa da ka vermeyi bir çeşit tica ri işlem, 'bu güvenliksiz
dünyadan öbürünün güvenliğine sermaye aktarımı'29 ola­
ra k gören ve 'hoşgörü kenti'ni, 'Şeytan'ın kenti' olarak
mahkum eden Aziz Augustine' i (ö. 430);
Siyasal düşmanını (Malatesta) iman düşmanı ilan edip
ondan ku rtulmak için elindeki tüm olanakla rı seferber
eden,30 ve dinsel görevleri İsa adına sa tışa çıkartan geçmiş
papaların en seküleri Il. Pius'u;
1 302 ta rihli bull'u (Ferman) unam sanctum'da 'Sekii ler
kılıcın Petrus' un ihdasında olduğunu inkar edenler,
Rab' bin kelamını anla maya nlardır,'3' diye ilan eden Pa p.ı
VIII . Boniface'yi;
1 6 1 4' te kendisinin Tanrı Keta rnı'nın bedenleşmiş h i ç i
m i , Yijce Prens Mikael olduğunu ö n e sü re n Ezt• J... i d
Meth'i;32
1 () . Üç isa

Papaları, yapılan sahtekarlıkları ortaya çıkartanlara ve


d iğer sözümona yıkıcı unsurlara karşı koruyan Papaların
Yanılmazlığı ( 1 870) dogmasını;
Isa ' nın vazettiği Kurtuluş'a erişebilmek için eski Muse­
vi Yasası' nı kesinlikle izlemek gerektiğini öne süren Ye­
d inci Gün Kilisesi'ni, ya da iman adına serbest aşkı uygu­
layan Oneida Cemaati'ni ya da Yehova Şehitleri' ni veya
Ahir Zaman Azizleri'ni ya da Moony Cemiyeti' ni; onayla­
yabilir miydi?
Seza r' a a it olanın Sezar'a, Tanrı'ya ait olanınsa Tanrı' ya
verilmesini vazeden İsa, piskoposlarının Pontifex Maxi­
mus unvanıyla praeceptum imperetoris (impara torluk Yöne­
timi) üzerind e mandatum dei (Tanrı Yasası) uyguladıkları­
nı görseydi' kuşkusuz yine çileden çıkardı. Yine papalık el­
çisi (nuncio), d insel mahkeme �rota ), propaganda, araf,
·

Curia (Din Bürokra tları'nın topland ıkları meclis) gibi hiç


duymadığı ya da düşünemeyeceği sözcükler, a klını karış­
tırırd ı. Kendi saf Misyonu'nun çağlar boyunca birileri ta­
rafından Teokrasi ve Caesaro-papism gibi, ideolojik bi­
çimlere bürü ndürüldüğünü görse, kuşkusuz yine şaşkın­
lıktan şaşkınlığa sürüklenirdi.
Kendine sevebileceği bir baba arayan Nasıralı, düş kı­
rıklıklarıyla yoğrulmuş bu hüzünlü genç adam, Vati­
kan' daki yeryüzü tahtına dönecek olsa, şunları söyleyece­
ğini görür gibiyim: "Çünkü ben, RAB, ben değişmem . . .
Bana dönün, ben de size dönerim . . . Ve siz: Ne ile dönelim,
d iyorsunuz. İnsan Allah'ı soyar mı? Siz beni soymaktası­
nız. Ve: Neden seni soyduk, diyorsunuz." (Malaki, 3:6-7)
Eğer İsrail Tanrısı' nın adı gerçekten de BEN BEN OLA­
NIM ise, Nasıralı İsa için de benzeri bir ad düşlüyorum:
"BEN NE OLACAKSAM O' YUM . "
Nasıralı İsa b u dünyada, varlığına inandığı Öteki Dün­
ya' da olmak istediğini olabilmek için yaşadı ve ıstırap çekti.
Aytunç Altındal llL

3.4. Bireyin Kimliğini Olumlayan Onun


Farklılığıdır

Deu tzlu Rupert' e göre ( 1 2 . yüzyıl, geleneksel ma nastır


zühdünün temsilcisi), Ta nrı Baba'nın özel görevi 'nesnele­
rin doğasını' kurmaktı.33 Tanrı bunu altı Kutsal Kitap Gü­
nü' nde gerçekleştirip özel görevini tamamlamıştı. Dolayı­
sıyla Tanrı Yara tımı'yla (Tekvin) her şeyin Başlangıcı'nı
belirleyen doğaüstü unsur (Kişi) olarak görülmekted ir.
inanca göre bundan sonra Kutsal Ruh' un özel görevi baş­
lamıştır. Kutsal Ruh'un özel görevi, doğayı Tanrı' nın ön­
gördüğü mükemmelliğe ulaştırmaktır. Hıristiyanlığın Ki­
liseleri' nin bağlı olduğu doğmaya göre, Kutsal Ruh' un
özel görevi bitmemiştir ve ha.la işlemektedir. Eğer Tanrı
Baba ' nın Özel Görev'i, var olan her nesne için, kendi do­
ğasına uygun olan bir başlangıç oluşturmaksa, o zaman
Kutsal Ruh'un özel görevi de her nesne için, kendi doğa­
sına uygun olan Uygun bir Son oluşturmak idi ve halen de
öyled ir. Çünkü Başlangıcı olan hırr nesnenin kaçınılmaz
olarak bir de sonu vardır. Tanrı ile Kutsal Ruh a rasında
Aracı olarak İsa bulunmaktadır. Yalnızca İnsan ya da In­
sanlık değil, 'bütün yarad ılış' Başlangıç' tan Son'a, zorun­
lu olarak onunla birlikte yaşar. Dolayısıyla İ sa Göksel an­
lamıyla Başla ngıç'ı ya da Son' u değil, gökyüzünün altın­
daki Haya t'ı başla ngıçtan sona doğru yönlend iren ara­
cı / a radaki YENİ' yi (Va hiy, 21 :5-6) temsil etmektedir. İ sa
dü nya nın Alfa ve Omega'sıydı. İsa'nın kend isinin Ezel i Vl'

Ebedi oluşunun nedeni budur: Logos olarak Baba 'yla h i r­


likte Yara tılış' ın bizatihi içinde değil, Tanrı'ya ait ol.ın
Mutla k Mekan'da yer almaktadır. Dolayısıyla da, 'Bü t ü n
sel Görev' i Ta nrı'ya imanı sağlamak ve Uygun Son'a gi i
türen uygun yolu öğretmektir.
Başla ngıç ile Son a rasında yer alan zaman sürt•s i , Ta ri l ı
I OH Üç isa

sel zaman olan saeculum (çağ) d eğil, d inamik, her an mev­


cut Yeni' nin sürecidir. Dolayısıyla İsa' nın temsil ettiği yer­
yüzü Haya t' ı kavrayışında mutlak, saptanmış bir geçmiş
ya da mutlak, tespit edilmiş bir şimdiki zaman yoktur. Bu
nedenledir ki İsa'yı a legorik olarak değil, sözcüğün gerçek
anla mıyla 'BEN NE OLACAKSAM O' YUM' diye tanımla­
dım. Başlangıç'tan Son'a dek yaratılmış olan her nesne be­
lirli bir 'OLACAK' lık sürecindedir. Hiçbir nesne 'OLA­
CAK' halinden ku rtula maz. Hiçbir nesne bu 'OLA­
CAK'lık halinin dışında değildir. OLACAK'lık hali temsi­
li olarak dünyevi yaşamın rastlantılarını yönlend iren sü­
rekliliği ve değişimin her yerde mevcudiyetini belirlemek­
tedir. Tanrı -ya da Tanrı' nın oğlu- olara k İsa aşkın (tra ns­
cendental) değil, Yaradılış'tan ve Son' dan kaçmabilen tri­
ad quid ' d ir * .

İsa, Iman' a göre, Tanrı' nın Logos' u ve mutlak zaman


içinde Yaradılış' ın aktif-başlangıcıdır. 'Ölümlü Olan Her
Musevi' nin Kendi İçinde Ezeli ve Ebedi Olduğu'nu doğ­
rulayan substance premiere** olmak üzere gönderilmiştir.
(Va hiy, 22: 1 2 "İşte tez geliyorum; ve herkese kendi işinin
olduğuna göre mükafa tım elimdedir . " )
Hıristiyanlık inancına göre İsa, Tanrı' nın uygun gördü­
ğü Son' a açılan Bir ve Tek Doğru, Adil, Yasal, Tanrı tara­
fından görevtendirilmiş Geçit, Yapı' dır (Çıkış) . Birey bu
ka pıdan yalnız başına geçer. Birey bu uygun ka pıyı seç­
mesi halinde uygun Son'a ulaşır. Kutsal Ruh'un temsil et­
tiği bu uygun son bireyi Ta nrı' ya ulaştırır; çünkü Kutsal
Ruh bireyin selamete erişmesi için vardır. Ku tsa l Ruh, bi­
reyi yakıp tüketen Hades değildir. A ksine, Tanrı' nın ödü­
lünü, Sonsuz Hayat' ı elde eder. Ve böylelikle birey (İnsan)
Eski Ahit' te izi bulunamadan ortadan kaybolup Tanrı ta-

·rriad qııid : B ir mebde bağlı kalmak zorunluluğu olmayan üçüncü terim.
•• Sııbstımce premiere (Fr.) : İlk töz (ç.n.).
Aytımç Altındal 109

rafından yanına a lınan Enoş gibi geldiği yere dönmüş


olur.
Tanrı' nın Hıristiyan Gnosis' indeki teslis işlevselliği te­
melde Helenistik diyalektiğin bir ya nsımasıdır. Mutla k te­
kil olan Tanrı ve Tümel olan Ku tsal Ruh vardır. İkisinin
arasında ikili doğasıyla İsa yer alır. İsa hem özeli hem de
geneli simgeler. İçerik ve Biçim'dir (genel). Mekan ve Za­
man içinde Başla ngıç ve Son'un özel İçeriği'yle genel Bi­
çim'in temsil eder; Kutsa l Ruh ise Tekil Tanrı'nın tümel te­
zahürü' dür (görünüşü ) . Hıristiyanlığın TekTanncı ilahi­
ya tında Tanrı tekil, onun tezahürü olan Kutsal Ruh ise tü­
meldir.
İsa Tanrı'nın 'insan benzerinde ya ra tılmış' Bir ve Tek
Oğlu ola ra k kavramldığı takdirde özel içeriği, 'Tanrı ben­
zerinde yara tılmış' İnsan olarak ise genel biçimi vermek­
ted ir. Hıristiyan dogmasında meka n ve zaman birliği ale­
gorik olarak ikili doğasıyla İsa ta ra fından temsil edilir.
Mekanın (içerik) ve zamanın (biçim) kişileştirilmesi olarak
kavramldığında İsa çelişkiyi bir anlamsızlık ya da düşü­
nülmez (bir olgu --ç.) olarak dıştalar. Hem Tanrı hem İn­
san olma çelişkisi İsa mekan ve zaman içinde Tekil Tan­
rı' nın içerik ve biçimi, 'BEN' ve 'İM' (olmak) olarak algı­
landığında, silinmektedir. (İnsanın Tanrısallaştırılması ve­
ya Tanrı'nın İnsanlaş tırılması Antik Mısır'da, Greklerde
ve Roma' da bilinen bir uygulamaydı . )
Mekan ve Za man kişileştirilmesinde İsa, Tanrı ta rafın­
dan diğer bütün insanlar gibi yaratılmış değildir. Tanrı
kendini Kend i Benzerinde -ya ni İnsa n (İsa) olarak- ya ra t­
mıştır. Dolayısıyla, Ta nrı tara fından Ka der'i çizilmiş değil
ama, Logos'un kend isi olan İsa, İnsan'ın 'içinde' olmak
üzere gönderilmiştir. Çünkü İsa 'Tanrı' içindeki Tanrı'dır.
Ve Tek bir insa n kavminin değil, tüm saecu lum'a göre ya ­
şayan herkesin içinde olmak üzere gönderilmiştir.
1 10 Üç İsa

Kutsal Kitap metinlerindeki ka iros (genellikle Zaman


olarak a nlaşılan Grekçe sözcük) kavramı, kutsal yazılar­
daki khronos' dan (genelde zaman için kullanılan G rekçe
sözcük) ayırt edilmelidir.34 John Austin Baker, ka iros'u
'Doğru Zaman' olarak okumaktadır. Bence ka iros'u Tanrı
planına göre 'Olacak Zaman'ında olduğu şekliyle, yani
'gerçekleşmesi umulan zaman' olara k a nlamak daha doğ­
ru olacaktır. Vahiy, 1 : 1 7-1 9'daki "Korkma, birinci ve son,
ve Diri olan benim; ve ölü idim, ve işte, ebetler ebed ince
diriyim, ve ölümün ve ölüler d iyarının a nahtarları bende­
dir. İmdi gördüğüm şeyleri, ve olan şeyleri ve bundan
sonra va ki olacak şeyleri . . . yaz," bölümü, önerime güçlü
bir örnek sağlamaktadır. Kairos 'şimdi olan'ı gösterirken,
kendi içinde 'sonra olacak olan'ı da taşır. Kairos salt Doğ­
ru Zama n'a değil, belirsiz bir sürece işaret etmektedir. Va­
hiy'in üç buçuk günü Danyal'in anlattığı 'zaman, zaman­
lar ve yarı-zamanı'dır (7:25). Ve ilk Musevi-Hıristiyan bel­
gelerinden biri olan Tibertine Sibyl'inde de sözü edilmek­
ted ir.35 'Za man, zamanlar ve yarı-zaman' Olaca k-Za­
man'dır ve ölçülebilir Zaman (vakit) khronos'dan ayırt
edilmelidir. Ölüm ve Hactes'in anahtarını elinde tu tan,
Olacak-Zaman'la (birlikte) oradadır ve Olacak-Zaman'ı
temsil eden bu şahıs tüm Yarad ılış' m ortak sorumlusudur.
'Diğer Kral' 'zaman ve yasaların kuruluşunu değiştirme­
ye kalkışacak olan' tek kişidir. 'Zamanın ve yasaların ku­
ruluşu' Tanrı aleyhine söz söyleyen ve azizlerine acı çek­
tiren Kral'ın elinde değişime tabi olacaktır. Değiştirilebile­
cek olan, 'zaman kuruluşu' ölçülebilir zama n / va kit'tir
(khronos), ama 'Diğer Kral' kairos'u tezahür ettiren Tan­
rı' nın katalizörü ya da aracı olara k bulunmaktadır. Tan­
rı'nın planı uyarınca Kral'da kişileşmiş kairos (Olacak Za­
nıan), klı ronos' da var ola n 'zaman ve yasaların kuruluşu­
mı ' değiştirir. İngilizce Church ( Kilise) ve Almanca eşa n-
Aytımç Altındal 111

larnlısı Kirche sözcüklerinin khronos'un türevleri olması


rastlantı değildir. Churc h / Kirche, değişime tabi dünyevi
kurum olan khronos' u 'zaman ve yasaların kuruluşu'nu
temsil ed er. Fransızca Eglise sözcüğü ise Eccles ia'den36 gel­
mektedir ve Papa VI. Clernent'a göre Kilise, (Ecclesia)
iman konusunda değiştirilrnez ve yanılrnazd ı.37
Öte ya ndan saeculum hem kairos hem de khronos'u ba­
rındırmaktadır. Yani eğer kairos Alfa ise, o zaman khronos
Omega' dır - ama her ikisi de saeculum' a göre tanımlanmış
olmak kaydıyla . Kairos açıkça, 'Benzerliğe' koşu ttur. İN­
SAN'a değil. Khronos Yarad ılış' taki İNSAN'dan yola çıkar,
İnsan'ın Tanrısal benzerliğinden değil. İNSAN' ın Tanrısal
Benzerliği değil bizza t kendisi ölürnlülüğe, bir başka de­
yişle ölüm ve Had es' e tabi kılınmıştır. 'Doğru Zaman' ola­
rak kavranan kairos' dan kayna klanan fikir pırıltıları ka­
nımca geçersizdir; kairos insanlar için belirli d eğil, belirsiz
bir dat u m ' d ur. ilahiya t açısından kendi kairos' unu yalnızca
Tanrı bilir. İnsanlar ta rihleri ancak khronos' un alanında
tespit edebilirler, kairos'un ala nında değil. Bunun sonucu
olarak da, hiçbir ölürnlü kairos'un tarih ya da doğasını
doğru olarak öne sürernez. Tanımsal anlamıyla , khro­
nos'un bilgisi Bilgi Ağacı ala nına aittir, ama kairos'un bil­
gisi, Tanrı'nın kairos'un bulunduğu Hayat Ağacı'nın önü­
ne sapladığı kılıçla korunrnaktadır.
Kanımca Kutsal Kitap bağlamında kairos zamanın içeri­
ğine, kh ronos ise biçimine denk düşmektedir. İsa, Tann-ya­
pısı-İnsan'ın khronos'a göre biçimlendirilmiş kairos'unu
yansıtmaktadır.
Ezeli-Ebedi Haya t'ın temsilcisi olarak İsa, Tanrı'nın Bi­
çim' i ne (Zaman), eze1i-ebedi hayatın bir ve tek Çıkış'ı
(Bab) olarak kavranılan İsa ise İçerik'ine (Mekan) tekabül
eder. Aru:a k ezeli-ebedi haya ta sa hip insa n fikri, Yahudi­
lik arasında yabancı ve dışsal bir iddiadır. Oysa Greko-
ı 12 Üç İsa

Romen kurarn anlayışı açısından bu, tümüyle olasıdır. Bu


Greko-Romen kuram, daha sonra Hıristiyanlık' ta dogma
halini almıştır.
Bağlamsal olarak İsa, 'Değişim daimid ir'38 ilkesine tabi
olan saecu lum' u temsil eder. İsa'nın Musevi gündelik yaşa­
mına getirdiği yenilik budur. Ferisiler, Musevi fraksiyon­
ları arasında yasacı olanlard ı . Yasalara göre eksiksiz ve le­
kesiz olduklarını öne sürmekteydiler. Oysa kend i içinde
her bakımdan yasal ve eksiksiz olan sadece Tekil Tanrı Ba­
ba'ydı . İsa'nın Ferisilerle tartışmaları bu karmaşık sorun
çevresinde dönmektedir. İsa için tek doğru, eksiksiz, bü­
tün olan yasa, Tanrı Yasası'ydı; Ferisilerin dokunulmaz
olduğunu öne sürdükleri kendi anlayışıarına göre biçim­
lenmiş olan yasa değil. Dolayısıyla Ferisilerin meşruiyetçi
iddia ve düzenlemelerine göre yeryüzünde Nizarnilik id­
diasında bulunmak, olası değildi. Bu yasa, insan-yapısıy­
dı. Musa tarafından vazedilmişti ve tıpkı Büyük Tapı­
nak'ın insanlar tarafında n yapıldığı gibi, Tanrı Yasası uya­
rınca değişime tabiydi. İsa gözü pekçe bu büyük Tapınağı
bozup birkaç gün içinde yeniden inşa edebileceğini söyle­
mişti.
İsa d üzenleyici değil, kurucuydu. Ebed i hayatı yapan
esaslardan söz ediyordu. Bu dünyada her şeyin geçici ol­
duğunu, ama kendi sözlerinin sonsuza dek yaşayaca ğını
söylemişti. Saeculum'un esas ilkesi de her şeyin değişimin
her yerde mevcudiyetine tabi olduğudur - yaratılmış şey­
ler kendi içlerinde eksiksiz değildirler. Bu d ünyada (saecu­
lum ) hiçbir şey d üzenli (tam) olamaz. İsa Tanrı' dan başka,
kendisi dahil hiç kimsenin iyi olmadığım söylüyordu .
Dogmaya göre İsa bu nedenle yeryüzüne gönderilmiş­
ti. B ireylere Doğru Yol'u göstermek için. Onlara eksiklik­
lerini gidererek, Tanrı indinde uygun kılma olanağını ver­
mek için. Bu nasıl olacaktı? E ğer her şey saeculu m ' da deği-
Aytımç Altındal 1 13

şimin kalıcılığı ve sürekliliği ilkesine tabiyse, o zaman bi­


reyler 'yeniden doğmuşluk' a kavuşabilmek için vaftiz ol­
mak durumundaydılar. İsa gözü pekçe çağdaş dinsel oto­
ritenin kurduğu düzenleri, standartlaş tırmaları (Musa Ya­
sası) Sekülerleştirdi. (Özellikle temiz / murdar yiyecekler
ve el yıkama konularında; İsa tüm yiyecekleri helal ilan et­
ti. ) Gündelik yaşama , seküler yaşamda olagelen toplu m­
sal ve siyasal değişimlere uygun değişimler dahil etti.
İsa kendini aşkmlaştırmış değildir, onu aşkınlaştıran
kehanetti. Saeculum'da Eskatolojik bir konumu yok, ama
etten, kemikten bir varoluşu (mekan) vardı. Vazettiği sela­
met, Musevi kralın boyunduruğundan kurtuluşa sınırlan­
d ıran selamete benzemiyordu. İsa'ya göre selamet, Tanrı
indinde nizami, tam ve eksiksiz olabilmek için saecu­
lum'un yozlaştıncı bağlarından kurtuluştu . Musevi saecu­
lum'undan kurtulmayı değil, saeculum'da Tanrı tarafından
ayrıcalıklı kılınıp korun mayı istiyordu. Musevi gerçekçiliği
ve varlığını sürdürebilme mücadelesi saeculum' dan kur­
tulma fikrini dışlamaktaydı. Böylesi bir fikir Musevi' ye
verilmiş olan bilgelikle çelişmekteydi. Musevi yeryüzün­
de yaşa maya yazgılı olduğunun bilincinde olmak zorun­
daydı. Onun esas kaygısı, saeculum'un dışında değil, tam
tersine yeryüzünün neresinde ve nasıl yaşayacağıdır. Mu­
sevi'nin bu dünyada 'öbür dünyadaki' gibi yaşamak diye
bir kaygısı ve boş hayali yoktur.
İsa Babası tarafından saeculum'un niha i ve ideal temsil­
cisi olmak üzere ete kemiğe bürünmüş olarak gönderildi­
ği için saeculu m ' dan selameti vazetmekteydi. Dolayısıyla
Nihai ve Doğru Çıkış 'Yol'unu bir tek o biliyordu. Değişi­
min her yerde mevcud iyetine tabi yaratıklara, Uygun' a
'Çıkış' yolunu bir tek o gösterebilird i.
Kutsal Ruh'un temsil ettiği Uygun Son, ruhun ölüp da­
ğılması değil, Diriliş'tir (Kıyam) . Doğru Kapı'dan (İsa) iç-
1 14 Oç lsa

tenlikle ve içinde hiçbir ukde olmaksızın geçen birey, öl­


düğü an, bir çocuk masumiyetiyle yenid en doğacaktır. İsa
olmaksızın Diriliş olamaz, ve d iriliş olma ksızın ezeli ebe­
di yaşam olmaz . Diriliş Tanrı ta rafından belirlenmiş Ka­
pı' dan (İsa) geçenler için . konulmuştur. Bu nedenledir ki,
Hıristiyan dogmasına göre bireyin seçme özgürlüğü İsa'y­
la sınırlandırılmıştır. Dogma açısından ölüm, mutlak son
değildir; önünde Diriliş uzanmaktadır. Ve İsa'ya iman
eden herkes için'dir (geçerli -ç .). Za ten, Tanrı kendini yal­
nızca İbrahim' e bildirmiştir, ama köle-kadın (cari ye) Ha­
cer, onu gören ilk insa n olmuştur: "Ve Hacer kendisine
söyleyen RABBİN ismini, Sen, ya Allah, beni görüyorsun
diye çağırdı; çünkü dedi: Burada da mı beni göreni gör­
dün?" (Tekvin, 1 6 : 1 3) Ve Ta nrıları Yakub ta rafından çalı­
nan İbra ni-olmayan Laban (Tekvin, 31 :30), ibadet aracılı­
ğıyla eğitilen ilk şahıstır (Tekvin, 31 :29) .
Isa'nın Tanrısı (Elohim) tüm insa nların sevecen ve mer­
hametli Babası'ydı. Tümelliği içinde BİR' dir. Ama İsrail'in
Tanrısı (Yahveh) 'Bizim Tanrımız' dı. Tikelliği (özel) içinde
BİR' di. "Dinle, ey İsrail: Allahımız olan RAB bir ola n RAB­
DİR." (Tesniye, 6:4) İsa kuşkusuz Tanrı olara k Elohim'i
(Theos) kastediyordu; İsrail'in kıskanç yönetici ve ya rgıcı
Yahveh'i (kyrios) değiP9 Hakkaniyet kavramı da, İsa'nın
Tanrısı'yla Musevilerin RAB'bi arasınd aki kavramsanaş­
tırma fa rklılıklarını anla ma d a önemli bir rol oyna r.
RAB'bin başka ulusların topra klarına el koyup Yahudile­
re vermesinin nedeni İsrail'in hakka niyeti d eğildir. Dola­
yısıyla RAB topra kları İsrail' d eki hakkaniyetten ötürü bir
ödül ola rak vermemiştir. RAB İsrailoğullarına topra ğı İb­
rahim, İsha k ve Ya kub' a verdiği sözü yerine getirmek
a macıyla vermiştir. Ve RAB karşılığında kuşkusuz İsra­
il' den hakkaniyet beklemiyord u . İsrail'in RAB'bi seçtiği
h a l kını gayet iyi tanımaktaydı. Çünkü yazılıdır ki: "Adam
Aytımç Altmdal 1 15

kendini yarata ndan daha tahir olur mu?" (Eyüp, 4: 1 7)


Oysa hakka niyet İsa için anahtar kavramd ı . Gerçekte
mevcut yasalar uyarınca Tanrı'nın ödü lüne mazhar olmak
için bir zorunluluk olarak ha kkaniyete bağlı kalmala rı is­
tenmemiş olan Musevileri İsa, selamete ulaşabilmeleri için
ha kkaniyetli olmaya ça ğırmıştı. Muhtemeldir ki ça ğrısına
olumlu yanıt vermek istemed iklerinden d eğil, ama
gelenekleri çiğnenemeyecek kad a r güçlü old uğu için
olumlu yanıt verememişlerd ir. Çünkü İsa ' nın vaa t ettiği
sela mete erişmek için hakkaniyetli olmanın onlar için bir
anlamı yoktu . İsa'nın vazettiği selamet onla rın tasarımia­
rına uyan ya d a beklentileri olan selamet değildi. Ikinci
olarak ise, selamete erişmek için mutlaka İsa'nın öngördü­
ğü hakkaniyete d ayalı bir yasaya tabi değillerd i .40 Musevi­
ler za ten kend i Ta nrıları ta ra fında n özgürleştirilmişlerd i.
Museviler Romalıların özgür tebasıyd ı, köle değillerd i.
Musevilerin hakkaniyet sorunu ka rşısınd aki tutumları iki
farklı sela met kavra yışının varlığını doğrulamaktadır.
Maddileşmiş selamet, kurtuluş kavrayışı ve idealleştiril­
miş sela met kavrayışı. Museviler yalnızca Tamila rı tara­
fından seçilip ilahileştirilmiş değillerd i, ayrıca O'nun tara­
fında n kurtarılıp özgü rleştirilmişlerd i de. Museviler için
selamet dünyevi koşullara ilişkin madd i bir konuydu . İsa
içinse sela met idealize bir formdu ve gökseld i ve gelecek­
te bekliyord u . İsa haya tını bu selamet tanımı için bir bedel
olarak öded i . Titus'un kitabında belirtild iği gibi, "Hepimi­
z i tüm kötülüklerden kurtarmak ve kendisi için kendisi­
nin ola n, iyiyi yapmaya istekli bir ha lkı a rınd ırmak için
kendini verdi" (Titus, 2 : 14).
Bu nedenled ir ki, Museviler ve İsa için selamet kavra­
mı iki zıt anlama işaret etmektedir. Museviler selametten
özgürlj.iğü -herhangi yabancı bir gücün kölesi olmama­
yı-, İsa ise kend isinin olaca k bir halkı günahlarınd an a rın-
1 16 Üç /$11

dırmayı anlıyordu. Kutsa l Kitap' ta yazıldığı gibi RAB'bin


yaptığını İsa da yapmıştı . RAB bir ulusu seçmiş, onu arın­
dırıp yalnızca kendisi için kutsamıştı. İsa ise, bir halkı kur­
tarıp selamete erdirmek, 'kendisinin kılmak' için kendi
haya tını ortaya koymuştu. Böylesi bir iddia kuşkusuz Mu­
sa'nın Şeriatı' na ve Musevi a nlayış tarzına Seküler, d ışsal
bir iddiaydı. Gerçekte iddianın da ötesinde, RAB'bin Kud­
ret ve Hakimiyet' ine doğrudan bir meydan okumaydı.
Musevilerin gözünde sıradan bir insan olan İsa, Tan­
rı'nın kudretinden korkmuyor ve O'na özenerek, O'na,
RAB'be meydan okuyordu. İsa, Musevi yaşam tarzına
'Fa rk' ı getirmişti. Ve yarattığı bu 'Fark' onun Kimliği' nin
olumlanması oldu.
S O N S ÖZ,

NOTLAR,
. .

DIZIN
SONSOZ

İsa kend isini yeryüzüne gönderen (Yuhanna, 1 7: 1 8) ve


ad ını açıkladığı (Yuhanna, 1 7:6) Tanrı' nın selarnete erişti­
ren tek yol old uğunu ka nıtlamak için öld ü . Mesih İsa'ya
olanlar d insel yorumlara konu lmuş 'Öbür Dünya'da de­
ğil, bu ma ddi dünyada, İsra il'in hala sorunlu toprakların­
da gerçekleşti.
Seküler iddialarıyla İsa, kend isini red d edenlerce kıs­
kançlıkla korunan Yasa'ya ters düşrnüştü . Ancak Cemaat
Yöneticileri'nin bild iklerini altüst ettiği ve Ta nrı gibi, dün­
yadaki buda laca şeylerle bilgileri rnahcup ettiği, güçlüie­
rin ka rşısına za yıfları koyd uğu (1. Kor. 1 : 1 9-27) kesind ir.
Alirne, bilgeye ya da filozofa a ptalca ya da kabu l edilmez
gelen şeyler, Pavlus'a göre rnürninle mürnin-olmayanı
a yırt etmeyi sağlayan, Uhrevi Aklın tezahürleriyd i.
Günümüzde, yirmi birinci yüzyılın eşiğinde, İsa Sekii ­
ler Zeitgeist'in vazgeçilmez bir temsilcisi olarak bizim l e

1 1 11
1 20 Uç lsa

bidikte varlığını sürdürmektedir. Kilise-dışı(lay) mürnin


hala Kutsal Yazılar'daki talimatıara inanrnaktadır. Ve rnü­
rni'p olmayan hala Kutsal Kitap'ta peri masalı ya d a kıssa
olarak gördüğüyle eğlenrnektedir. Ancak doğa-üstü varo­
luşunu inkar etmek için İsa'ya (Tanrı) en fazla gereksinim
duyan, Ateisttir. Ateistlerin İsa'yı inkar etmek için İsa'yı
inkarı, merkezin nerede olduğunu bilmeyen ama merkez­
ci olduğunu savlayanlara benzetilebilir. İsa elinden a lındı­
ğında 1\.teist, çözülür. Tıpkı Şeytan'ın Kilise'nin elinden
a lındığında dogrnanın buharlaşıp yok olacağı gibi. Ate­
ist'in Tanrı' nın varlığını reddedebileceğini kend ine kanıt­
lamak için İsa'ya gereksinimi vardır. Ve Kilise de dogrna­
sını sürdürebilmek için Şeytan'a d iğer tüm toplumsal ku­
rumlardan daha fazla gereksinim duyrnakta dır. Günü­
müzde Kilise' nin deccal, Şeytan rolünü oynamak üzere
Ateiste her zamankinden fazla ihtiyacı vardır; Ateist de
inkarını koruyabilmek üzere Kilise' nin varlığına gereksi­
nim duyar.
Kilise ile Ateistin arasında gerçekte ne Tanrı ne de Şey­
tan'a değil sadece 'Belgelere ve Kayıtlara' gereksinim du­
yan bilim adamları yer almaktadır. Bilim adamı günü­
müzde neredeyse bir metinler jandarması rolünü üstlen­
miştir ve kutsal yazmalar ve rulolar konusundaki otorite­
sini sürdürebilmek için parşörnenler dolusu kanıtı gerek­
sinir. İncelemelerinde İsa, Ta nrı olarak ya da İnsan olarak
ya da her ikisi olarak bilim a damının dışında kimsenin
erişemeyeceği, zor seçilebilir bir Ka ra Delik' e dönüşmüş­
tür. Bu nedenledir ki Göklere çıkartılan bol satışlı kitapla­
rında Aziz Pavlus'un Roma istihbarat servislerinin Kim
Philby'si ve ilk Hıristiyan cemaatlerinin de bir çeşit LSD
Çılgınları Çetesi oluşturmak üzere bir araya gelmiş kend i
kendisinin gözünü boyayan uyuşturucu satıcıları olara k
su n ulrnalarına şaşılrnarnalıdır.
Aytıınç Altındal 121

Günümüz Seküleristi, Ateist ya da şöhret kazanmak


için her an rezalet ve sansasyon peşinde koşa n başarısız
bilgiçlerden d eğildir. Bilinçli Sekülerist, kuşkusuz religi­
oacrat' ların icat ettikleri sahte dini verileri sacerdotalismi
ve bağnazlığı sürekli sorgular ve insan yaşamını etkileyen
seküler değişimleri dogmatize etmeye, doktrinleştirmeye,
yasakçılığa ya da standartlaştırmaya kalkışanların önün­
de bir engel oluşturur. Sekülarist Değişim'in her yerde­
mevcut, 'Fark' ını her nesne üzerinde etkin olduğunu ga­
yet iyi bilmektedir. Dolayısıyla değişimin her yerde var
olan mevcudiyetinden kaçabilecek herhangi bir dogma,
farklılıkların her nesneye içkinliğini dışta layabilecek bir
öğreti yoktur. Seküleristin 'bütünsel görevi'ni yönlendi­
ren, korku değil, bilinçtir. Ve çağımız Seküleristini bireyin
seçim özgürlüğü hakkının uzlaşmaz savunucusu kılan da
bu a nlayıştır.
Nasıralı İsa kuşkusuz İsrail Tanrısı' nın Onaylanmış el­
çisi değild i. İsa Havari ve Şakirtleri tara fından onaylanmış
olan Mesih' ti . Bu, geleceğin Tanrısı için daha farklı bir
kavram'sallaştırma gerektirdiğinden, ilginçtir. Yani: A pri­
o ri İsa, kurulu bir TekTanrılı dinin Tanrısı (ya da peygam­
beri) d eğil, saeculum'un görevlendirilmiş/ atanmış (insa n­
yapısı) Mesih'iyd i . İsa' nın öğretisinde 'yeni' olan 'Otorite­
Yetki'ydi. Musevi geleneğinde Tanrı Mutlak Egemenliğin
sahibiydi ve dünyevi otorite Tanrı tarafından Musevilere
verilmişti. Ve İsa'nın zamanında Sanhedrin tara fından
temsil edilmekteydi . Tanrı'nın Egemenliği mutlak, ama
Sanhedrin'in yetkisi göreliydi . Yetki, kolektif bir sorumlu­
luk ve edinimdir, ve İsra il'in Yargıç Tanrısı' nın koyd uğu
kural ve standartlar uyarınca kullanılmaktayd ı. İsa tüm
lbrani-Musevi tarih içinde kendi yaşamı ve faaliyetleri
o '

üzerinde bireysel otorite iddiasında bulunmuş ilk insan­


dır. İsa'yla birlikte birey yaşamına ilişkin konularda -tıp-
1 22 Oç lsa

kı Isa gibi- kendi otoritesini ele geçirrniştir. Birey, Musevi


geleneğinde ilk kez kendini yönetebileceği yasal bir temel
bulmuştur. Bu anlarnda 'Birey', 'yeni d oğmuş' kuşaktır.
Bu dünyevi bir Diriliş, kendini-yöneten bir otoriteyi elin­
de tutabilen bireyin uyanışıd ır.
Isa aradaki Sanhedrin'in temsil ettiği örgütlenmiş oto­
riteyi ustaca devre d ışı bırakarak Tanrı'nın Egemenliği'yle
uyumlu İnsan'ın kişisel otoritesini gündeme getirmiştir.
Bu İnsan' la kişisel Tanrısı arasında yapılmış 'yeni' bir
Ahit'ti. İnsana verilen otorite, Tanrı'nın Egemenliği'nin
üzerinde olamazdı, ama Yaşlılar Heyeti'nin temsil ettiği,
kimi zaman da saptırdığı Yerleşik Şeriat uya rınca düzen­
lenmiş de değildi.
Tabii insanın (sivil) özgürlükler(in)den yoksun bir oto­
rite tam bir otorite sayılrnazdı. İsa, bunu bildiğinden, be­
şeri özgürlüklerin önünü açabilrnek için hara rn / helal yi­
yecekler ve vergilendirme sorunlarına ilişkin yerleşik ya­
sal kural ve düzenlerneleri geçersiz saymakta duraksarna­
rnıştır. İsa'nın halkı için va'zettiği Kurtuluş' a, Ferisi, Sad­
duki ve Katibi fraksiyonlarının dayattığı tüm dünyevi sı­
nır, kurumsalla.ştırılrnış adet, alışkanlık ve kuralların bo­
yunduruğundan da selameti içeriyordu. Bu yeni selarnet
kavramı, tekil insanın, hemcinsleriyle birlikte ya da yalnız
başına, bulunduğu yerde özgür ve özerk olabilmesinin
rasyonellerinin temellerini a tmış oluyordu.
Bunun sonucunda, organik siyaseti uyarınca İsa bir ye­
nileştiriciydi . Tek-Tanncılığa üç yeni kavram getirmişti:
Birey özgürdü, kendi iman ve inancına ilişkin konularda
kendi otoritesini kullanma hakkına sahipti; birey kendi
toplumunda özerkti; ve bireyin kendi seçimini yapma
h a kkı vardı.
Bu 'yeni' unsurlar (ve özellikle birey lehine hoşgörü so­
ru nu) i sa'nın öğretileri arasında görünüşte en zayıf, ve
Aytımç Altındal 1 23

kuşkusuz en kabul edilmez önerilerd i. Kilise Babaları'nın,


özellikle d e Aziz Augustinus'un kurumsallaştırdığı Kato­
lik Doktrini zamanla bu zayıf hususla rı silerek İsa' nın öğ­
retilerini Evrensel Kilise'nin iradesine uydurdu . Kilise' nin
Otoritesini kurumsallaştırabilmek için Aziz A ugusti­
nus'un ifadesi kullanılmıştı: "Deus homo factus es, et homo
deus fieret" (Tanrı insanı ilahileştirmek için kend ini in­
sa n(i)leştirdi) . Geleceğin religwcrat'Iarı ordusu ellerindeki
bu yorumla ilahi konularda En Yüce Otorite maka mı kis­
vesine bürü nerek ve yeryüzünde Kendini-Kutsamış
Kent' te (ya da Kentler) Egemen Tanrı'nın Bir ve Tek Kut­
sal (yan-tanrı) Vekilieri olarak hareket etmemek için bir
neden görmemişlerdi. İsa' nın oluşturmaya çalıştığı hoşgö­
rüye-mazhar bireyinin Kilise içinde yeni özgürlükleriyle
çok kısa bir ömrü oldu; ve kısa zamanda unutuluverd i .
Bunun yerine, religiocrat'lar İsa'yı esas a l a n bilim üzerine
değil, kendi tasa rladıkları Mesih'i esas alan bilim üzerine
temellenen, efsane ve sırlada dolu yeni bir İsa imgesi oluş­
turd ular. Sekülerleşmiş Musevi, hoşgörüye-mazhar bire­
yin Seküler ve d oğal haklarını a rayıp savunan Nasıralı İn­
san İsa'yı gözlerden saklayan, Kilise-Yapısı-İsa'nın bu ha­
yalet imgesi oldu . . .
Eski A hit' te Tanrı, insanlar arasında kayırmacılığı ya­
saklamaktaydı . Korumacılığı ve Kayırmacılığı sadece ken­
d isine saklamıştı . Örneğin Nuh (ve ondan sonra başkala­
rı) dürüstlüklerinden ötürü Tanrı tarafından kayrılmışla r­
d ı . Eski Ahit'in Tanrı tarafından gözetilen Musevi'si, özde
İsa' nın hoşgörüye mazhar bireyini önceler. Yine de çağdaş
Hıristiyanlaşmış sınıflı ulus-devletleri ve toplumlarına
yön veren Sekülerleşmiş yurttaşın öncüsü, İsa' nın hoşgö­
rüye-mazhar bireyi olmuştur. Burada önerildiği üzere,
eğer İsa kendi za manında özgürleşmiş bireyin haklarının
peşinde idiyse o zaman günümüzdeki mürnin Hıristiyan
1 24 Oç lsa

da İsa'nın hoşgörüye-mazharşahi yönetici kültün kurum­


saHaştırdığı yasa ve düzenlernelerin boyunduruğundan
ve köleliğinden özgürleşmiş özerk 'BEN' İM' dir.
Kilise-Yapısı-Tanrı yorumuyla Nasıralı İsa, kurumsal­
laştırılmış bir Tanrı' dır ve gerçek anlamıyla, bir zamanla­
rın güçlü Kent-Devleti, Papalık Devleti' nin Tanrısı olarak
Bir ve Tek 'Sözel imge'yi temsil eder. Ve yirminci yüzyılın
başından beri bu 'sözel imge' on dokuzuncu yüzyıl pa­
paz-aleyhtarlığınm şu Tann-karşıtı vaazını izleyen çağdaş
kiniklerin* ve Ateistlerin şu meş'um reddiyesiyle karşı
karşıya kalmıştır: Homo hamini deus est (İnsan insanın Tan­
rısı' dır).
İşte bu bakış açısıyla Ateistlerin eleştirdikleri İsa ger­
çekte religiocrat' ların d enetimindeki Kilise' nin onların
önüne koyduğu, Kilise'nin kendi çıkarlarına uygun olarak
kurgusal planda yeniden inşa ettiği, bir gölge-oyununun
baş aktörü yapılmış olan İsa' dan başkası değildir.


Cy11ics: Tüm değerlerin önemsiz ve geçersiz olduğunu, bunları uroursama­
mak gerektığini öne süren doktrin. (y.n.)
NOTLAR

G iriş

1 ) Kenneth N . Medhurst ve George H . Moyse,


Chu rch and Politics in a Seeu /a r Age
(Oxford: Ciarendon Pres, 1 988), s. 1 8.
2) Karel Dobbelaere,
Secularization: A Multi-Dimensional Concept,
Current Sociology, Cilt 29, Sayı: 2, Yaz 81 .
Sage Yay. 'Kavram (Sekülerleşme/ dünyevileşme) ilk olarak
1 648'de Westphalia Barışı'na yol açan görüşmeler sırasında
Fransız Longueville tarafından kullanılmıştır. (s. 8)
3) David Martin,
A General Theory of Secula rization,
Explorations in interpretative Sociology,
(Oxford: Basil Blackwell, 1 978).
4) Alıntılar Dobbelaere'den, a.g.y., s. 9,
Marty'nin, Varieties of Unbellef inden,
(New York, Holt Rinehart, 1 964), s. 1 45
5) Martin, a .g.y. s. 9.
6) Dobbelaere, aynı cilt, s. 9.
7) William A. Christian, Sr.,
Doctrines of Religious Com m u n ities
(A Philosophical Study,
New Haven: Yale University Press, 1 987), s. 21 1 .
8) Christian Sr., a .g.y., s. 2 1 2.
9) Christian Sr., a.g.y., s. 21 0.
1 0) Paolo Prodi,
The Papal Prince,
(Cambridge: Cambridge University Pres, 1 987
Çeviren: Susan Haskins), s. 1 62.
1 1 ) Dobbelaere, a.g.y., s . 25.
1 2) Harvey Cox,
Religion in the Seeu /a r City

1 25
1 2tı Üç lsa

(New York: Simon and Schuster, ı 984) .


1 3) David L. Miller
The New Polytheism
([:\.ı ras, Texas: Spring Publications, ı 98 1 ) .
Ayrıca bkz. Henry Cörbin'in önsöz mektubu ve James Hill­
man'ın eki.
ı4) Alasdair Mac: Ntyre ve Paul Ricoeur,
The Religious Significa nce of A theism,
(Colombia University Pres, ı 969)
1 5) Andrew M. Greeley,
Religion/A . Seeu /ar Theory,
(New York: Free Pres, ı 982)
Greeley Seküler'i Kutsal'ın değil, Dinsel'in karşısına koymakta­
dır. "Teorim, 'Seküler' bir teoridir. Bundan bir 'Sekülerleştirme'
kuramını - dinin geçmişte genellikle belirsiz bırakılan bir za­
manda olduğundan daha önemsiz olduğunu öne süren bir ku­
ramı-kast etmiyorum. Teorim, ayrıca ilahi ve dünyevi birbirin­
den kesin hatlarla ayrılmış iki ala nmış gibi , 'Seküler' i 'Kutsal' ın
karşısına da koymamaktadır. Tersine, Seküler ile Kutsal'ın bir
biçimde ayrı olmakla birlikte, ikisi arasındaki sınırın belirsiz ve
geçirgen olduğu kanısındayım. Sekü ler her gün Kutsal'a müda­
hale ederken, Kutsal da Seküler'e müdahale eder. Ben, Seküler' i
Eklesiyastik'in karşısına koymayı yeğliyorum" ( s . 1 ) .
ı 6) Bkz. Eugen Biser'in A rgu nıen te Für G ott' daki Tanrı tanımı. (Al­
manya, Herderbücherel, ı 987) : 'Go tt ist nicht nur grosser als je­
der Begriff von ihm, er ist auch grosser als jeder Beweis'. (Tanrı
yalnızca onunla ilgili her düşünceden değil, her kanıttan da da­
ha büyüktür.)
(G . Kraus' un makalesi, s. 7ı ) .
ı 7) Bunu göstermek için iki örnek yetecektir. Papa XII. Pius, 'Provi­
da Mater Ecclesia'yı 2 Şubat ı 947 tarihinde yayınladı. Kilise ka­
nonisti Bernhard Puschmann' a göre bu Anayasa Seküler bir bel­
geydi . Alm anya ı 948' de kendi 'erstes deu tsches Sekülarinsti­
tut'u, Marien Kardeşler Birliği / Enstitüsü'nü kurdu. Aynı yıl, 20
Mayıs günü Trier Piskoposu kanonik Marienschwestern kuru­
mundan resmen Seküler Enstitü olarak söz etti. Bkz. Hubert
Mohr'un Das Katho/ische ApostolatfZu r St rategle u nd Taktik des po­
/it isehen Katholizismus,
(Berlin: Rutten und Loening, ı 962), s. 1 38-1 39.
Aytıınç Altındal 1 27

1 8) İ ngiltere'deki 'Hıristiyan Sosyalizmi' için bkz. Fabia n Bildirileri,


özellikle no. 42. Christian Socialism, Rev. Stewart D. Headlam'in
bir konuşması, bir Fabian Derneği yayını (Lond ra, 1 894).
Rev. Headlam'a göre Mesih. 'O sekü le r sosyalist görevleri küçük
,

ölçekte Filistin' de gerçekleştirmiştir' (s. 6-7).


ABD'de The Christian Socialist, Chicago'da ayda iki kez yayınla­
nan sekiz sayfalık gazete.
Özellikle bkz. The Socialism of fesus,
Rufus W. Weeks, grubu n yayınladığı bir kitapçık. Almanya için
özellikle bkz. Der rote Pfarrer Georg Fritze (1 874- 1 939), Hans
Prolingheuer (Köln: Pahl-Rugenstein 1 989), 'Religiöser Sozialis­
mus und Ka tholizismus' konusunda ilginç belgeler sunmakta­
dır (s. 204-2 1 0). İ sviçre için örneğin bkz. Rev. Hermann Kut­
ter' in kitabı They m ust or God and Social Democracy, Chicago 1 908.
Kilise'nin İ kinci Dünya Savaşı sıra sında ABD'deki anti-sosyalist
faaliyetleri için Bkz. Paul Blanshard'ın A merican Freedam and
Catholic Power (Boston: The Beacon Pres, 1 949) .
19) Yves Congar, La C rise dans I'Eglise e t Mgr Levelrore (Paris: Oerf;
1 976).
20) Çekişme, buhran ve gerilimden ari bir Kilise, Pavlus'suz bir Ye­
ni Ahit'e benzer! Roma ve Bizans Kiliseleri içindeki ve bunlar
ara sındaki çekişmeler halen sürmekted ir. Özellikle bkz. L. Duc­
hesne' in L'Eglise au VI erne Siecle (Paris: Ancienne Librairie
Fontemoijlg, 1 925) ve Les Premiers temps de I'Etat Pon tifical (Pa­
ris: Fontemoing, 1 9 1 1 ).
21 ) Judith Herrion, The Formatian of Christendom'da
(Londra : Fontana Pres, 1 989),
'Hıristiyanlık alemi' terimini inceler. Herrion'un işaret ettiği gi­
bi, bu terim ilkin Angio-Sakson İ ngiltere'de kayıtlara geçmiştir
ve önceleri Hıristiyan bağlılığını belirlemede kullanılan Latince
Grekçe Christian i/as ya da oikumene sözcükleriyle arasında tam
bir koşutluk yoktur (s. 8).
22) 'Sürgün kiliseleri' eski-sosyalist ülkelerde bir zamanlar yasaklı
olan kiliseleri tanımlamak için kullanılır. Hildesheim Piskoposu
Josef Homeyer'e göre pek çok kilise, kendi topraklarında tutsak
durumdaydı. Bkz. 24-27 Ekim 1991 tarihlerinde Hannover"tle
toplanan ' Avrupa'yı Düşlemek-Birleşik Avrupa'da Hıristiyanlı­
ğın Geleceği' başlıklı Uluslararası Konferans'ın yayınlanmamış
zabıtlan. Ö zellikle bkz: Janusz Nagorny'nin (Lyubliyana) ko-
1 28 ilç İsa

nuşması. (Bu metinler Forschunginstitut für Philosophie, Han­


nover'den sağlanabilir.) Tüm Avrupa'dan 1 37 Katalik rahip,
Avrupa'nın Yeniden İncil'e Dönmesi çağrısını yinelemek için
Roma'da toplandı (25 Kasım - 1 4 Aralık 1 991 ). Bir İsviçre gaze­
tesinin bildirdiğine göre, Avrupa'nın yeniden İncil' e Döndürü l­
mesi yalnızca eski-komünist ülkelerle sınırlı olmayıp, '(sondern
auch) Sakularisierte Westeuropa'yı (özellikle) dünyevi/Seküler
Batı Avrupa'yı da kapsıyordu.
(Tages Anzeiger/Michael Meier, 18.12.1 99 1 ), s. 8.
23) Kilise'nin İnsan Hakları' na ilişkin tutumu için bkz. Die Kirche
und die Menshenrechte (Dokumente 5, herausgegeben von der
Papstlichen Kommission (Justitia e Pax, 1 976) Papa XXIII. Jean
Paul'un konuya ilişkin, Pacem in terris, s. 7'deki yorumu.
24) R.H. Tawney,
Religion and the R ise of Capitalism,
(Pelican Book, 1975), s. 274.

B irinci Bölüm

1) Robin La ne Fox,
Pagans and Christians,
(Penguin Books, 1 988), s . 30.
'Adlarını ilkin Hıristiyanlar vermiştir, Pagani.'
Sapkınlık, Ortodoksluk ve homodoxy için bkz. s. 31 .
Religio ve supertitio için, bkz. s. 32.
2) W.H.C. Frend,
The R ise of Christian ity,
(Darton, Longman and Todd, 1 984), s. 21 .
3) Benzeri bir önerme için bkz. Thomas Merton,
No Man is an lsland,
(New York: Dell Pub. Co., 1 957), s. 39.
'Her şey aynı anda hem iyi hem de kusurludur.'
4) Adin Steinsaltz,
The Essen tial Talmud,
(Bantam Books, 1 977, ss. 21 4-215; İbranice'den çeviren: Chaya
Galai).
5) Bertrand Russell,
Why I am not a Christian,
(Londra: Unwin Human Ltd., 1 989), s. 26.
Aytımç Altında l 1 29

6) Rolf Rendtorff,
Israels Glaube in der Geschichte,
(Die Juden, Güter Sternberger Hrsg. )
(Münih: Verlag C. H. Beck, 1 990), s. 28.
7) Mircea Eliade,
Das Heilige u nd das Profane,
(Suhrkarnp, 1 990), s. 97.
(Bu sonraki bir gelişmedir. Norninal olarak Hint ve Grek mistik
felsefe unsurlarının Musevi öğretisine dahil olmasıyla başlamış­
tır.)
8) Ignaz Maybaurn,
Trialogue Between ]ew, Christian and Muslim,
(Londra : Routledge and Kegan Paul, 1 973), s. 1 43.
"Kutsal Kitap İbranice'sinde böyle bir sözcük (kültür) yoktur.
İsrail Ihranice'sinde kültür'ü karşılayan sözcük ise elektrik'i
karşılayan sözcük kadar yenidir."
9) Peygamberlerin rnecazi dili ve bunların yorumu Sir Isaac New­
ton'un Observations Upon the Prophecies of Dan iel, and Apocalypse
of St. John'unda tartışılmıştır. (Londra: J. Darby and T. Browne,
1 733. Tıpkı basım, Zürih, A. Altındal & Co., 'Modus Vivendi',
1 985) . Peygamber (-si) dil (-i) için bkz. Ikinci Bölüm.
Sir Isaac Newton, a.g.y., s. 1 45 (diğer tartışmalar için bkz. bölü­
rnün bütünü) .
1 0) Fox, a .g.y., s. 33.
'Anadolu'da halk Kutsal ve Adil bir İlah'a şeref sunardı. . .' Kut­
sal ateş için bkz. Lewis Murnford,
The City in History,
(Penguin, 1 979), ss. 1 50, 1 82; Kutsal Yollar için bkz . s. 1 61 .
1 1 ) Theios aner kavramının farklı bir yorumu için bkz. Morton
Smith'in makalesi: On the History of the 'Divine Man ', (Paganis­
rne, Judaisrne, Christianisrne /lnfluences et Affronternents dans
le Monde Antique / Melanges offerts a Marces Simon.
Paris: Editions E. De Boccard, 1 978), ss. 335-345.
1 2) Theodor Gornperz,
The Greek Thinkers,
(Londra: John Murray, 8. basım, 1 969) .
Cilt I, s. 1 50.
1 3) Franz Rosenzweig,
The Star of Redemption,
1 30 Üç isa

Aktaran Maybaum, a.g.y., s. 59.


'Musevi herhangi bir şeye inanmaz, o, inancın kendisidir.' (s.
342)
1 4) Franz Rosenzweig,
"Tanrı'yla birlikte, ama 'din'siz yürüyoruz."
Aktaran Maybaum, a.g.y., ss. 81 ve 1 68.
15) Sir Isaac Newton, a .g.y., s. 1 45.
(Diğer tartışmalar için bkz. Bölümün bütünü).
1 6) A Powell Davies,
The Mean ing of the Dead Sea Scrolls,
(Signet Key Book, 1 956), s. 90
1 7) Onları Yoa him ve Hannah olarak tanımlaya n İnciller değil, 'ge­
lenek'tir (Hannah lütuf anlamına gelir). Aziz Hannah cultus'u
1 4. yüzyılda kabul edilmiştir. Bkz. Book of Saints.
1 8) Böylesi bir kentin var olup olmadığı çağdaş tarihçiler ve ilahi­
yatçılarca tartışılmaktadır. Alan Watts'a göre, 'Nasıra' dal anla­
mına gelirken Aziz Bemard bunu 'çiçek' olarak yorumlamakta­
dır. Alan Watts.
Myth and R itual in Christianity,
(Londra : Thames and Hudson, 1 983), s. 1 1 6.
1 9) Papa I X . Pius Yusuf'u resmen evrensel kilisenin koruyucu azizi
ilan etmiştir. Ayrıca çalışanların koruyucu azizi sayılır ve 1 Ma­
yıs günü ona hasredilmiştir. Bkz. Book of Saints, a .g .y., s. 320.
Matta'ya göre Yusuf Yakub'un oğlu, (Matta, 1 :1 6) Luka'ya
göreyse (Luka 3:23).
20) "Bu, İbranice Jehoshuah, Joshus ya da Jeshua'nın Grekçe biçimi­
dir. Orijinal Grekçe IHCOYC olarak yazılır ve Hıristiyan simge­
ciliğinde IC.IHC. ya da IHS ola ra k kısa ltılır."
21 ) Sukka 49 b.
Der Babylonische Talmud,
(Münih: Wilhelm Goldmann Verlag. Ausgewahit, übersetzt
und erklart von reinhold Mayer, 1 965), s. 1 01 .
22) Alan Watts,
Na ture, Man and Woman,
(New York: Vintage Books, 1 970), s. 1 68.
23) Frend, a.g.y., s. 1 77.
24) 'Bakire Doğumu' genellikle Meryem'in El Değmemiş Gebeli­
ği'yle karıştırılır. Bu ikincisi, 1 9 . yüzyılda bir İman İlkesi haline
getirilmişti. Bu fikir, Katolik dogmanın savunucularından Aziz
Aytunç Altmdal 131

Jerome'a (yakl. 341 -420) dayanmaktadır. Aziz Jerome'a göre,


Meryem'in annesi Hanna h kısırdı ve kocasıyla gebe kalmadan
yirmi yıl yaşa mıştı .
2S) Esseneler ve Hakkaniyet Selleticisi iç in bkz. İskenderiyeli Phi­
lo.
Quod Omn is Probus Liber,
Yaşlı Plinius,
Historica Natııralis,
V. Kitap, Bölüm 1 7 ve
foseph ııs, Wa rs of the fews
Kitap XVIII, i. 5 ve Kitap XV, x, S. çeviriler Davies'den, a .g.y., Ek.
26) "Hıristiyan felsefi tarihi bir Hıristiyan'la değil, ama bir Muse­
vi'yle, İskenderiyeli Philo'yla başlamaktadır" , 'Philo', s. 1 37, H.
Chadwick'den aktara n Frend, a .g.y., s. SO.
27) Haham Maybaum'un da belirttiği gibi, 'Kutsal Kitap peygam­
berlerine her zaman yakın olan Museviliğin kuramsallaşmış bir
din haline gelmesine gerek yoktu . . . Musevilik kurumsallaşmış
bir dinden çok, peygambersi bir harekettir.' a .g.y., s. 1 68.
28) Bkz. Steinsaltz, a.g.y., ss. 24-2S-26.
29) Maybaum, a.g.y., s. 1 67.
30) Maybaum, a .g.y., a.y.
31 ) Alfred Kuen
fe Batirai Mon Eglise,
(Vevey: Editions Emmaüs, 1 967), ss. 296-297.
32) Kuen, a.g.y., s. 273.
33) Kuen, a.g.y., s. 274.
34) Çeşitli yazarlar Hıristiyan Maneviyatçılığı'ndaki huzursuzluk
ve belirsizlikleri irdeleyip belgelendirmişlerdir. Bunlardan üçü­
nü anacağım:
Hubertus Mynarek,
Religiös ohne Gott,
(Goldman Verlag, 1 987);
Les Sects et l'Eglise Catholique,
Le Document Romain/Introduction de Jean Vernette delegue
de l'Episcopat/ Presentation de 200 groupes religieux (Paris,
Cerf, 1 986);
Max Bouderlique,
Seetes
Les manipulations mentales,
(Lyon: Chronique, 1 990).
132 Üç JSQ

İkinci Bölüm
1) William A. Christian Sr., a.g.y. , s. 73.
2) Christian Sr., a.g.y., s. 80.
3) Sekiilerist deyimi George Jacob Holyoake tarafından icat edil­
miştir. Holyoake kendini ateist denen kişilerden ayırt edebil­
mek için, 1 892'de Avam Kamarası'na kabul edildiğinde Kutsal
Kitap üzerine yemin etmiştir. Holyoake İngiltere' de Ateizm ve
küfür suçlamasıyla hapse mahkum edilen son kişiydi. Bkz. Mic­
hael J. Buckley.
At the Origins df Modern Atheism,
{Yale University Pres, 1987), ss. 10-1 1 .
4) Bkz. Diana Wood,
C/ement Vl/Pon tificate and Ideas of an Avignon Pope,
{Cambridge: Cambridge University Press, 1 989), s. 1 ve 204.
5) Christoph Güntert, Ludwig Schmugge, Aytunç Altındal {Hrsg)
Strassbu rg und die Judenverfolgung 1 348/49,
{Zürih: A. Altındal & Co., 'Modus Vivendi', 1 991). İlk kez bu ki­
tabın yazarı tarafından Avrupa'nın gündemine getirilen bu
" Unutturulmuş" katliam, ABD' li Yahudi eğitimci Sonia Levitin
tarafından romanlaştırılmıştır. Bkz: The Cure, NY. 1999.
6) Patricia Crone-Michael Cook,
Hagarism/The Making of the Islamic World,
{Cambridge: Cambridge University Press, 1 977).
7) 'Appelantlar' 1 600 yılında Roma'da ortaya çıkan bir grup sekü­
ler din görevlisidir. Bkz. Edward Norman,
Roman Catholicism in England from the Elizabethan Settlement to the
Second Vatican Cou ncil,
{Oxford: Oxford University Press, 1 985), s. 43 ve s. 55.
8) August M. Knoll,
Kathalische Kirche u nd scholastisches Nat u rrecht,
{Neuwied: Luchterhand, 1 968), s. 34.
9) Knoll, a.g.y., aynı yerde.
1 0) David E. Jenkins, Durham Piskoposu,
God, Politics and Fu ture,
{Londra: SCM Pres Ltd., 1 988), XII-XIII.
1 1 ) Jenkins, a .g.y., s. 46.
1 2) Watts,
Natu re, Man and Woma n
a .g.y., ss. 161-162.
Aytunç Altındal 1 33

13) John Dewey,


Reconstruction in Philosophy,
(New York: Mentor, 1950), ss. 1 52-1 53.
14) Kuen, a .g.y., s. 57.
1 5) Frend, a.g.y., ss. 97-98.
16) Fnmd, a.g.y., ss. 91 -97.
1 7)Frend a .g.y., s. 93.
1 8)Lewis Mumford The City in Histo ry de şöyle yazar:
'

"Ne ki haya t bir kez, tanrıların benzeri olarak, böylesine kutsal­


ca kavranıldığında, kadim kentin kendisi bir cennet-benzeri ha­
line gelip Roma dönemine dek böyle kaldı.", a .g.y., s. 86 .
Pavlus olasılıkla bu benzerlikten (simulacrum) kendi Gentile
Kilisesi'ni biçimlendirmede yararlanmıştır.
19) Kadim Grek Logos kavramı, gerçekte dışsal, Seküler bir 'Keli­
me' ve/veya 'İlke'ydi ve Musevi 'Yol' ve diline kesin bir ihtiyat
kaydıyla, sonraları dahledilmişti. Olasılıkla Philo'nun Logos'u
kavrayış tarzı nedeniyle ilkin (Aracı olarak) İ sa'da kişileştiril­
miş, sonra Kutsal Ruh' la özdeşleştirilmiş ve en sonunda Tes­
lis'in ikinci kişisi kılınmıştı. Ve usul uyarınca, Logos sonunda
(İsa olarak) Kilise'ye hasredilmişti. Gizemli ve/veya sapkın
(Heretical) biçimlerinde Logos 'var olan' (insanların gözlemle­
yebileceği) ile 'var olan-üstü' (Tanrı) arasında nihai düzenleyici
kuvvetin nişanesine indirgenebilir. Logos-İsa-Kilise ve 'var o­
lan-üstü' için bkz. Rudolf Steiner,
Le Christianisme et /es Mysteres Antiques,
(Cenevre: Editions Anthroposophiques Romandes, 1 985), ss.
149-1 51 ve 1 54.

Üçüncü Bölüm
1) Viktor Frank!,
The Will to Mean ing, aktaran, Moshe Kohn, 'Man: Partner in C re­
tion' başlıklı makalesinde.
2) Bkz. Moshe Kohn'un makalesi
'Shame proves us h u ma n , keeps us humble',
(The Jerusalem Post, 14 Eylül 1991).
3) Maybaum, a.g.y., s. 1 67.
4) John R. W. Scott,
Basic Christianity,
(İngiltere: Inter-Varsity Pres, 1983), s. 92.
1 4 Üç İsa

5) Michael Baigent, Richard Leigh,


Verschluss-Sache fesus,
(Münih: Droemer Knaur, 1 991 ),
Paulus, römescher Agent oder lnformant?,
ss. 275-279. Ölü Deniz Yazmalan'na ilişkin daha eski bir tartış­
ma için bkz . Philip E. Ross'un makalesi.
Overview: Dead Sea Scrolls,
(Scientific American, Kasım 1 990) .
Polemikler için bkz.
Edmun Wilson'un
The Dead Sea Seraals 1 947-1 969,
(New York: Oxford University Press, 1 989), ss. 1 6.
6) David-Christie Murray,
A Hıstory of Heresy, (Oxford: Oxford University Press, 1 989), s.
1 6.
7) Fox, a .g.y., s. 5 1 3.
8) Frend, a .g.y., s. 1 02 .
9) Fox, a .g.y., s. 41 9.
1 0) Russell, a .g.y., ss. 34-35. Luther dahi, 'Kimse dünyanın kansız
yönetilebileceğini sanmasın. Sivil kılıç kızıl ve kanlı olmalıdır,'
demekten kendini alamamıştı.
Bkz. Tawney, a.g.y., s. 1 1 0.
1 1) Peter Hebblethwaite,
Iıı the Vatican,
(Londra: Sidgwick and Jackson, 1 986), s. 53.
1 2) Frend, a .g.y., ss. 573-574.
1 3) Buckley, a .g.y., ss. 38-39.
1 4) Buckley, a .g.y., s. 363.
15) Buckley, a .g.y., s. 2.
1 6) Buckley, a .g.y., aynı yerde.
1 7) The Book of Pontiffs,
(Liber Pontificalis) Çeviren ve önsöz: Raymond Davis (Transla­
ted Texts for Historian / Latin Series V. Liverpool University
Press, 1 989), ss. 1 -3.
1 8) Stewart Lamont,
Ch urch and State/Uneasy Alliances,
(Londra: The Bodley Head, 1 989), s. 71 .
1 9) Osservatore Romano, İngilizce, 29 Ekim 1 984, aktarın Hebbletth­
waite, a .g.y., s. 54
Aytımç Altındal 1:5

20) Buckley, a.g .y., s . 27.


21) Ninian Smart,
The World Religions,
(Cambridge: University Press, 1 989), s. 47.
22) Hebblethwaite, a.g.y., s. 1 0.
23) Bkz. Özellikle David Yallop'un,
In God's Name/An lnvestigation in to the murder of Pope John Pa ul !,
(Corgi Books, 1 989) .
24) Joseph McDowell-Bart Larson,
fesus, A Biblical Defense of h is Delty,
(California: Campus Crusade for Christ, 1 983), ss. 2 1 -24.
25) Liber Pontificalis, a .g.y., s. 2
26) Liber Pontificalis, a .g.y., s. 4 .
27) Liber Pontificalis, a .g.y., s. 1 4 .
28) Liber Pontificalis, a .g.y., s. 74.
29) Frend, a.g.y., s. 596.
30) Paolo Prodi,
The Papal Prince, a .g.y., s. 1 21 .
31) Lamont, a.g.y., s . 1 8.
32) H.C. Erik Midelfort,
lnsan ity a nd Culture/Understanding Popu/ar Culture,
Steven L. Kaplan (Yay.)
(Mouton Publishers, 1 984), s. 1 38.
33) Giles Constable,
Renewal and Reform in Religious Life.
Renaissance and Renewal in the Twelfth Century' de,
Benson L. Robert-Constable Giles (Yay.),
(Oxford: Ciarendon Press, 1 985), s. 47.
Deutzlu Rupert için ayrıca bkz. Jean Leclercq'in The Renewal of
Theology başlıklı makalesi, a .g.y., ss. 69, 77.
34) Bkz. John Austin Baker' in makalesi
The Right Time, Feminine in the Church' de,
Yayınlayan: Monica Furlong,
(Londra: SPCK; 1 984), ss. 1 63- 1 77.
35) David Flusser,
An Early Jewish-Christian Document in the Tiburtine Sybil,
Paganisme, Judaisme, Christianisme'de,
a .g .y., ss. 1 53-1 83 ve ayrıca
Flusser'in fesus'u (Hamburg, Rowohlt, 1 968) .
136 üç i�

36) Kuen, a .g.y., s. 42.


37) Wood, a.g.y., s. 35.
38) Dewey, a .g.y., s. 67.
39) Yahveh (Kyrios) ve Elohim (Theos) için bkz. Frend, a.g.y. , s. 2 1 4 .
40) "İbraniler arasında her yeni tarihsel felaket, seçilmiş halkın ken­
dini kaptınp koyverdiği günah alemlerinden öfkeye kapılan
Yahveh'in bir cezası olarak görülürd ü . . . Onların gözlerini haki­
ki 'Tanrı'ya çevirerek doğru yola döndüren tek etken, tarihsel
felaketlerdi." Bkz. M. Eliade' nin The My th of Eternal Return'ü,
(Büyük Britanya: ARKANA, 1 989), ss. 1 02-1 03.
Ayrıca bkz.,
I . Samuel 1 2 : 1 0, 1 5.
DİZİ N

A ç
Adcılar, 4 çifte standartçılık, 49, 82
Apellantlar, 51
arcarius, 1 05
D

Deus-Absconditus, 20,
B
dışsal iddia, 43
Birleşik Avrupa, 5 Doğu despotluğu, 1 7
Bütünsel Görev, 35, 37, 38, 40, 51
E
c
eklesioloji, 88
Cebrail, 28 El, 1 6
Circumcellionlar, 93 esirgeyici, 30
Cizvitler, 5 1

1 37
1 38 Üç İsa

F M

federatif birlik, 5 mandatum dei, 1 06


fideist, 84 militan kilise, 49

G N

gerçekçiler, 4 nomenclator, 1 05
non sequitor, 54
H
o
Haggadah, 62, 77
Hıristiyanlık, 2, 5, 25, 30, 32, 40, otorite (adem-i merkezi), 52
50, 52, 53, 78, 1 08, 1 1 2, 1 27

p
i
Papalık Devleti, 1 24
ideal insan tipi, 39 pa paz aleyhtarlığı, 1 24
in principo, 67 Praeceptum imperetoris, 1 06
insan hakları, 6, 58
iyimserlik, 91
R

religiocra t, 89-92, 1 03, 1 23- 1 24


K
kairos, 1 1 0-1 1 1
s
karşıtlık, 25
kategorileştirme, 61 sacerdotalist, 89, 1 02
Kathenoteistler, 1 2 seküler iddia, 43, 48-49, 90, 1 1 9
kayırmacılık, 49, 1 23 soyağacı, 31 -32, 37
kehanet, 1 3, 19-20, 26, 29, 32, 52, soyutlanma, 65, 67, 71
60, 79, 97-1 00, 1 1 3 sözel i�ge, 1 24
khronos, 1 1 0, l l l substance premiere, 1 08
köktencilik, 6 , 38 sürgün kiliseleri, 5
kyrios, 1 1 4
T
L Tanrı' nın inayeti, 1 9
laikleştirme, 1 tapınma, 1 8, 22, 34, 1 01
Liber Pontificalis, lll tefsir-i konum, 35, 37
Tek-Tanrıcılık, 1 3
Aytımç Altı ndr.l 1 39

teleoloji, 84 y
teşuva, 22
Yahudi-Hıristiyan geleneği, 3
Tevrat, 61
yazgı, 82
theios aner, 1 20
yeniden Katolikleştirme, 6
theos, 1 1 4
triad quid, 1 08
z
u Zeitgeist, 23-24
zeit-onhe-geistk, 24
unam sanctum, 1 05
14J Üç lsa

BOSTO N CO LLEGE
CHESTNUT HILL, MASSACHUSETTS 02 1 67-3006

D EPARTMENT OF TH EOLOGY
(6 1 7) 552-3880

October 9, 1 992

Dr. Aytunç Altındal


Modus Vivendi
Limmatquai 80
CH-8001 Zurich
Switzerland

Dear Aytun,

Thanks so much for the book, which I have found quite


stimulating. I have enclosed a copy of the M LA style sheet for
you, but your paper is already in that form. If you want
expand your paper at all or make any other changes, please
have everything to me by November 1 5, 1 992. The paper can
be 10 pages, including footnotes, double-spaced.

Looking forward to meeting you again, perhaps in Graz.

Sincerely,

Dona ld J. Dietrich
Chair, Departmen t of Theology
Aytımç Altındal 141

USA
September 24, 1 992

Dear Aytun,

Thank you immensely for your book, which delights me, as


well as instructing me, as I know it will go on doing. You have
a great gift for clarity, for presenting without reducing, and in
this are give me many formulations to ponder, in a strange
way, your canception of Jesus as secular Jew reminds me of
John Michael Cuddihy's writing about nineteenth century
Europe, in his chapter on Freud (The Ordeal of Civility).

Yours is a book I will be pleased to read over and over.

(I' m going to enclose, as further evidence of my devation to


certain kinds of cultural mixing, a poem called "Ginza Samba",
which comes partly out of my experiences as a saxophone
player.)

I am very pleased to know you, and hope we can meet


again.

Best wishes,

Robert Pinsky
1 42 Üç lsa

March 4, 1 993

O. Aytun Altindal
MODUS VIVENDI
8000, Zu rich, Limmatquai 80

Dear A ytun Altinda!,

This is to convey my belated thanks for your THREE


FACES OF JESUS which I read while recupera ting from a her­
nia operation . I am pleased to report that I have survived both
without ill effect. Seriously, I was intrigued by the thesis and
often found myself smiling at same of the jabs. Scholarly, but
not the conventional style.
With best wishes, sincerely,

Bemard S. Morris

You might also like