You are on page 1of 597

Stratejik Derinlik

Türkiye'nin Uluslararası Konumu

Ahmet Davutoğlu

î.... . İSTANBUL BiLUi


\ U N lV E R S n T U L ^ '
İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ
KÜTÜPHANESİ
STRATEJİK DERİNLİK
Türkiye’nin Uluslararası Konumu
Ahmet Davutoğlu, 1959 yılında Kon­
KÖRE YAYINLARI ya/Taşkent’te doğdu. Ortaöğrenimini İstan­
bul Erkek Lisesi’nde tamamladı. Boğaziçi
BSV Kitaplığı ı
Üniversitesi Ekonomi ve Siyaset Bilimi Bö­
Stratejik Araştırmalar ı lümlerinden mezun oldu. Aynı üniversite­
nin Kamu Yönetimi Bölümünde yüksek li­
Stratejik Derinlik sans, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Türkiye’nin Uluslararası Konumu Bölümünde doktorasını tamamladı. 1990-
Ahmet Davutoğlu 1995 yılları arasında yurtdışında görev yap­
tıktan sonra 1996-1999 yılları arasında Mar­
© Ahmet Davutoğlu (2001)
Her hakkı mahfuzdur
mara Üniversitesinde çalıştı. 1993’te do­
çent, 1999’da profesör oldu. Halen Beykent
ISBN 975-6614-00-5 Üniversitesi’nde Uluslararası ilişkiler Bö­
lümü başkanlığım yürütmektedir.
Birinci Basım Nisan 2001
Altemative Paradİgms (Lanham: University
Press of America, 1994) ve Civilİzatîona!
Tasarım/Kapak Salih Pulcu / HAYAT
Transformation and the Müslim Wor!d (K.L.:
Baskı Cilt Eramat
Quİll, 1994) başlıklı kitapları yayınlanmıştır.
KÜRE YAYINLARI Ayrıca, özellikle uluslararası ilişkiler, bölge­
sel analizler, mukayeseli siyaset felsefesi,
Millet Cad. Gülşen Ap. 19/10
mukayeseli medeniyet tarihi araştırmalarını
34300 Aksaray İstanbul
Tel 021a. 589 12 95 kapsayan değişik alanlarda disiplinlerarası
Faks 0212. 589 15 48 bir yöntemle kaleme alınmış çalışmaları
e-mail kure@kureyayinlarl.com farklı dillerde yayınlanmıştır.
I ÖNSÖZ

Türkiye'nin Soğuk Savaş sonrasındaki stratejik konumunu


belirlemeye ve yeniden değerlendirmeye çalışmanın en zor
yanıT kendisi de son derece dinamik olan bir yapının yine
son derece dinamik bir çevrenin içindeki konumunu anla­
ma çabası olmasıdır. Tarihinin belki de en önemli dönü­
şümlerini yaşayan Türkiye, yine tarihin belki de en yoğun
değişimine sahne olan bir uluslararası çevre İçinde yeni­
den şekillenmektedir. Bunun ortaya çıkardığı dinamik sü­
reç, kitabımızın giriş bölüm ünde tanımladığımız tasvir,
açıklama, anlama, anlamlandırma ve yönlendirme safhala­
rının her birini tek tek ve hepsini bir bütün halinde son de­
rece yoğun bir zihnî faaliyetin parçası kılmaktadır.

Bütün bu çetin m etodolojik zorluklara rağmen mantıkî açı­


dan tutarlı, zaman-mekan idraki içinde anlamlı ve konjonk-
türel açıdan geçerli bir stratejik analizi diğerlerinden farklı
krlacak olan Özellikler de bu zorlukların kendi iç bünyesin­
de yatmaktadır. İstikrarlı bir yapının statik bir çevre içinde­
ki konumunu tanımlamak yüzeysel bir zihnî faaliyet ile de
gerçekleştirilebilir." Böylesi analizler daha çok konjonktürel
istikrarın sürdüğü dönemlerle sınırlı geçerlilik alanı oluştu­
rurlar. Tarihî etld bakımından kalıcı olacak olan stratejik
anlam landırm alar ise dinamik dönüşümlerin yaşandığı bu­
nalımlı geçiş dönemlerinde Önem kazanırlar. Bugün her-
şeyden daha çok, ülkenin geleceğine alternatif bakış açıla­
rı getirecek stratejik analiz çerçevelerine ihtiyaç vardır. Eli­
nizdeki eser de temelde bu doğrultuda mütevazi bir katkı
olma iddiası taşımaktadır.

Toplumların yoğun dönüşüm geçirdikleri dönemlerde bu


m etodolojik zorlukları ciddi bir uğraş vererek aşmaya çalı­
şan stratejik yaklaşım lar, analizler ve teoriler toplumların
tarih sahnesine çıkışlarını da, tarih sahnesindeki m evcudi­
yetlerini koruyuşlarını da, bu mevcudiyetleri bir atılım gü­
cüne dönüştürebilme kabiliyetlerini de bir çarpan etkisiyle
hızlandırabilirler. Modern Alman gücünü ortaya çıkaran Al­
man stratejik yönetişinin esaslarının Alman birliğinin san ­
cılı oluşum döneminde belirginleşm esi; istikrarlı ve tutarlı
İngiliz stratejik zihniyetinin tohumlarının İngiliz İç Savaşı
sonrasında atılması ve bu zihniyetin yükselişini emperyal
yayılma döneminde yaşam ası; Rus stratejik zihniyetinin
bütün parametreleri ile 19. yüzyılın dinamik güç dengeleri
içinde şekillenm esi; Amerikan yüzyılını ortaya çıkaracak
stratejik birikimin !. ve II. Dünya Savaşları sonrasındaki be­
lirsizlik dönemlerinde temerküz etmesi kesinlikle bir tesa­
düf değildir.

Dinamik bir süreçten geçen bir toplumun bireyi olarak o


toplumla ilgili stratejik analizler yapmak, hızla akan ve de­
bisi yüksek bir nehrin içinde seyrederken o nehrin yatağı,
akış hızı, akış istikameti ve başka nehirlerle olan ilişkisi
konusunda fikir yürütmeye benzer. Hem incelediğiniz neh­
rin içinde siz de akmaktasmızdır; hem de bu akışın Özel­
liklerini anlamak ve bu özelliklere göre nehrin bütünü hak­
kında bir tasvir, açıklama, anlamlandırma ve yönlendirme
çerçevesi oluşturma sorum luluğu taşımaktasınızdır. Nehrin
dışına çıkarak baktığınızda sizinle birlikte akan zerrecikle­
rin ruhuna ve kaderine yabancılaşarak ahlakî kayıtsızlık
içindeki sıradan bir gözlemci durumuna düşersiniz; nehrin
akıntısına kendinizi bırakarak sürüklendiğinizde de hem
varolan gerçekliği hakkıyla anlayamaz hem de bu gerçek­
likle ilgili kendi iradenizi oluşturarak tarihe ağırlık koya­
mazsınız. Sosyal bilim metodolojisinde bu ikilem bir araş­
tırmacının "kendi test tüpü içinde yaşam ası" şeklinde tas­
vir edilir.

Bu İkilem içinde nehrin ruhuna ve kaderine yabancılaşm ak


ahlakî sorum luluk; nehrin akıntısına kapılmak bilim sel so ­
rumluluk alanını daraltır. Ahlakî sorum luluk ile bilimsel so ­
rumluluk alanı arasında anlamlı bir bütünlük kuramayan
bir araştırmacının, düşünürün ya da akademisyenin kendi
içinde kişisel tutarlılık sağlayabilm esi de, sosyal ve kültü­
rel bir aidiyet alanı oluşturabilm esi de, evrensel gerçeklik
alanına nüfuz edebilmesi de çok güçtür. Bir düşünür ve bi­
lim adamı da bir zamana ve mekana, yani bir tarihî ve coğ­
rafî anlam lılık dünyasına herkes gibi ve hatta herkesten
fazla aidiyet hisseder ve o aidiyet ile içinde akageldiği
nehrin ve diğer nehirlerin akışına yaklaşır.

Bir insan oiarak evrensel olana hissedilen aidiyet, bir va­


roluş bilincini ve derinliğini; bir medeniyet öznesi olarak
belli bir zaman akışına hissedilen aidiyet, tarih bilincini ve
derinliğini; bu bilinçlerin yansıdığı düşünülen bir mekana
hissedilen aidiyet de bir strateji bilincini ve derinliğini ge­
rektirir, Kişisel düzeydeki mikro bilinçten, toplumlar, me­
deniyetler ve tarih düzeyindeki makro bilince yükseliş ve
nüfuz, bir kemal arayışıdır ve her kültür havzası bu arayışı
kendi gerçeklik tanımlamaları ile ortaya koyar.

Elinizdeki eser bu bilinç düzlemlerinin en görüneni olan


stratejik derinliği ahlakî ve bilim sel sorum luluk dengesi
içinde incelemeye çalışmaktadır. Bir seri olarak düşündü­
ğümüz bu kemal serüveninin tarih derinliği ve varoluş bi­
linci İle ilgili olan cüzlerinPonümüzdeki dönemde aynı ne­
hirde aktığımızı düşündüğümüz okuyucularımıza sunmayı
planlıyoruz.

Bu eser muhtemel zaaflarının sorum luluğu açısından bir


şahsa ait olmakla birlikte, taşıdığı iddia ve eğer varsa sa­
hip olduğu değer açısından aynı nehirde akan bir neslin
serüvenini yansıtan anonim bir kültür atmosferinin ürünü­
dür. Bu nedenledir ki bu eserin yazarı her şeyden önce bu
kültür atmosferinin tarihî sürekliliğini sağlayan hocalarına,
ailesine ve bu kültür atmosferinin her yönünü paylaşagel-
diği dostlarına teşekkür ve vefa borçludur.

Bu eserin zaman İdraki.açısından tarihten geleceğe, mekan


idraki açısından da merkezden çevreye stratejik bir köprü
oluşturması dileğiyle...
I İÇİNDEKİLER

GİRİŞ ı

1. K I S I M

KAVRAMSAL VE TARİHÎ ÇERÇEVE

ı. Bölüm

Güç Parametreleri ve Stratejik Planlama 15


I. Güç Denklemi ve Unsurları 17
1. Sabit Veriler: Coğrafya, Tarih, Nüfus ve Kültür 17
2. Potansiyel Veriler: Ekonomik, Teknolojik ve Askerî Kapasite 24
3. Stratejik Zihniyet ve Kültürel Kimlik 29
4. Stratejik Planlama ve Siyasî irade 31
II. İnsan Unsuru ve Strateji Oluşumunda Çarpan Etkisi 34
ili. Örnek Bir Uygulama Alanı: Savunma Sanayii 37
1. Güç Parametreleri ve Savunma Sanayii 37
2. Türkiye’ nin Güç Parametreleri ve Savunma Yapılanması 41

2. Bölüm
Stratejik Teori Yetersizliği ve Sonuçlan 45
i. Türkiye’nin Güç Unsurlarının Yeniden Yorumlanması 45
II. Stratejik Teori Yetersizliği 47
1. Kurumsal ve Yapısal Arkaplan 48
2. Tarihî Arkaplan 52
3. Psikolojik Arkaplan: Bölünmüş Benlik ve Tarih Bilinci 59
3. Bölüm

Tarihî Miras ve Türkiye’nin Uluslararası Konumu 65


I. Tarihî Süreç İçinde Türkiye’nin Uluslararası Konumu 65
II. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve
Uluslararası Konumun Dış Parametreleri 74
III. Siyasî Kültür ve Uluslararası Konumun İç Parametreleri 79
1. Tarihî Miras ve Siyasî Kültür Altyapısı 79
2. Tarihî Süreklilik ve Siyasî Akımlar 83
3. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve Siyasî Akımlar 90

L I . K I S 1M
TEORİK ÇERÇEVE: KADEMELİ STRATEJİ VE HAVZA POLİTİKALARI

1. Bölüm
Jeopolitik Teoriler: Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve Türkiye 97
I. Mekan İdraki, Coğrafî Tanımlamalar ve Haritalar 97
M. Jeopolitik Teoriler ve Küresel Stratejiler 102
III. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve Jeopolitik Boşluk Alanları 109
IV. Türkiye’nin jeopolitik Yapısının Yeniden Yorumlanması 115

2. Bölüm
Yakın Kara Havzası
Balkanlar-Ortadoğu-Kafkaslar 119
i. Tarihî/Jeopolitik Zorunluluklar ve Balkanlar 120
II. Asya’ya Açılan Kapı ve Kafkaslar 124
III. Kaçınılmaz bir Hinterland: Ortadoğu 129
IV. Yakın Kara Havzasındaki Sınır Esneklikleri ve
Komşu Ülkelerle İlişkiler 143

3. Bölüm
Yakın Deniz Havzası
Karadeniz, Doğu Akdeniz, Körfez, Hazar 151
I. Tarihî Arkaplan 151
II. Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye’nin Deniz Politikaları 154
III. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve
Yeni Deniz Stratejisinin Unsurları 158
1. Karadeniz Havzası ve Bağlı Su Yolları 159
2. Avrasya’nın Stratejik Düğümü: Boğazlar 161
3. Doğu Akdeniz Havzası: Ege ve Kıbrıs 169
4. Basra Körfezi ve Hint Havzası 180
5. Hazar Havzası 181

4 . Bölüm

Yakın Kıta Havzası


Avrupa, Kuzey Afrika, Güney Asya, Orta ve Doğu Asya 183
I. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Kıta Ölçekli Politikalar
ve Tanımlamalar 184
il. Küresel ve Bölgesel Güçlerin Yakın Kıta Havzası Politikaları 189
111. Türkiye’nin Yakın Kıta Havzasının Ana Unsurları 193
1. “Avrupa” Kavramındaki Dönüşüm ve Türkiye 199
2. Asya Derinliği 202
3. Afrika Açiiimı 206
4. Kıtalararası Etkileşim Bölgeleri:
Atlantik, Stepler, Kuzey Afrika, Batı Asya 208

III. KISIM
UYGULAMA ALANLARI:
STRATEJİK ARAÇLAR VE BÖLGESEL POLİTİKALAR

1, Bölüm

Türkiye’nin Stratejik Bağlantıları ve Dış Politika Araçları 221


I. NATO’nun Yeni Stratejik Misyonu Çerçevesinde
Atlantik Ekseni ve Türkiye 223
1. Amerikan Stratejisi ve NATO 225
2. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve NATO’ nun Yeni Misyon Arayışı 229
3. Kosova Operasyonu ve NATO’nun Küresel Misyon Tanımlaması 231
4. NATO’nun Yeni Stratejik Misyonu ve Türkiye 232
II. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) 240
IH. İKÖ: Afro-Avrasya’mn Jeopolitik ve Jeokültürel Etkileşim Hattı 247
a. 20. Yüzyılda İslam Dünyası: Kavramsal ve Siyasa! Değişim 247
2. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve 21. Yüzyılda İslam Dünyası 250
3. Türkiye ve İslam Dünyası 256
4. İKÖ’nün Geleceği ve Reorganizasyonu 264
IV. ECO: Asya Derinliği 268
V. KEİ: Stepler ve Karadeniz 275
VI. D-8 ve Asya-Afrika Bağlantıları 281

VII. Uluslararası Ekonomi-politik ve G-20 282


2. Bölüm
Stratejik Dönüşüm ve Balkanlar 291
I. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Sistemik Çelişkiler ve Balkanlar 292
II. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Bölge-içi Dengeler 301
MI. Bosna BunaUmı ve Dayton Anlaşması 303
IV. NATO Müdahalesi ve Kosova’nm Geleceği 308
V. Türkiye’nin Balkanlar Politikasının Esasları 314
1. Tarihî Miras ve Balkanlar 316
2. BÖlgelerarası Bağımlılık 318
3. Bölge-içi Dengeler 319
4. Bötgeyi Kuşatıcı Politikalar 320
5. Balkan Politikasında Küresel Stratejik Araçlar 321

3. Bölüm

Ortadoğu: Ekonomi-Politik ve Stratejik Dengelerin Kilidi 323


I. Ortadoğu’nun Uluslararası Konumunu Etkileyen Faktörler 323
1. Coğrafi ve Jeopolitik Faktör 324
2. Tarihî ve Jeokültürel Faktör 327
3. Jeoekonomik Faktör 332

il. Küresel Güçler ve Ortadoğu 338


1. Amerikan Stratejisinin Temel Parametreleri ve Ortadoğu 341
2. Avrupa Güçleri ve Ortadoğu 347
3. Asya Güçleri ve Ortadoğu 352

III. Bölge-içi Dengeler ve Ortadoğu 353


1. Bölge Jeopolitiği ve Stratejik Üçgen Mekanizması 353
2. Arap Dünyasının İç Dengeleri: Arap Milliyetçiliğinin Bunalımı
ve Siyasî Meşruiyet Meselesi 360
3. İsrail’in Yeni Stratejisi ve Ortadoğu 372
4. Bölgese! Dengeler ve Ortadoğu Barış Süreci 390

IV. Ortadoğu Politikasının Temet Dinamikleri ve Türkiye 396


1. Uluslararası Konjonktür Açısından
Türkiye’nin Kuzey Ortadoğu Politikası 396
2. Ortadoğu Jeopolitiğindeki Değişim ve Türkiye’nin Kuzey Ortadoğu .
(Doğu Akdeniz-Mezopotamya) Politikası: Türkiye-Suriye-irak 397
3. Türk'Arap İlişkileri Açısından Türkiye’nin Politikası 406
4. Türkiye-israil ilişkilerinin Küresel ve Bölgesel Boyutları 417
5. Tarihî Derinlikten jeopolitik Etkileşime Türkiye-İran İlişkileri 426
6. Küresel ve Bölgesel Dengeler Açısından “ Kürt Meselesi” ,
Kuzey Irak ve Türkiye 437
4. Bölüm

Avrasya Güç Denkleminde Orta Asya Politikası 455


I. Orta Asya’nın Uluslararası Konumunu Etkileyen Faktörler 456
1. Coğrafî ve jeopolitik Faktör 456
2. Tarihî ve Jeokültürel Faktör 458
3. Demografik ve jeoekonomik Faktör 462
II. Sovyet Sonrası Dönem ve Orta Asya’daki Dönüşlim 465
fil. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde
Uluslararası Güçler Dengesi ve Orta Asya 468
1. Küresel Güçler ve Orta Asya 469
2. Asya-içi Dengeler, Bölgesel Güçler ve Orta Asya 479
3. Bölge-içi Dengeler 483
IV. Türk Dış Politikası ve Orta Asya Stratejisi 486
1. Söylemden Stratejiye Türkiye’nin Orta Asya Politikası 486
2. Türkiye’nin Orta Asya'ya Yönelik Stratejik Öncelikleri 492

s. Bölüm
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok Düzlemli Bir İlişkinin Tahlili
I. Diplomatik/Siyasî İlişkiler Düzlemi 503
II. Ekonomik/Sosyal Analiz Düzlemi 509
III. Hukukî Analiz DUzlemi 514
IV. Stratejik Analiz Düzlemi 517
1. Küresel Boyut 518
2. Kıtasal Boyut 521
3. Bölgesel Boyut 523
4. İkili Bir Stratejik Anaüz Örneği: Tarihî Derinlik ve
Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye-Almanya İlişkileri 527

V. Medeniyet/Kültür Dönüşümü Düzlemi 533


1. Yeni-Gelenekçi Bir Tepki Olarak AB’ nin Tarihî Arkaplanı 533
2. Cepheleşme/Bütünleşme Sarkacında Tarihî Arkaplan ve
AB-Türkiye İlişkileri 536
3. Medeniyetlerarası Etkileşim ve Türkiye^AB İlişkileri 539
VI. Tarihî Reflekslerin Kıskacında Türkiye-AB İlişkileri 547

SONUÇ 551
İNDEKS 565
Uluslararası ilişkiler alanını da bünyesinde barındıran sosyal
nitelikli çalışmalar temelde beş boyutludur: Tasvir (betimleme),
açıklama, anlama, anlamlandırma ve yönlendirme. Tasvir boyutu
İncelenen nesneyi görüldüğü şekliyle resmetmeye dayanırken,
açıklama boyutunun temel hedefi, yaşanan bir sürecin ya da göz­
lenen bir olgunun görünen dinamiklerini sebep-sonuç ilişkileri
çerçevesinde ortaya koymaktır. Tasvir ile açıklama arasındaki bağ­
lantı, tutarlı bir kavramsallaştırmayı gerekli kılar. İncelenen olgu­
nun sıradan bir tasviri günlük kullanımdaki kelimelerle basit bir
düzeyde yapılabilecekken, bu tasvirin açıklama düzeyine taşın­
ması mutlaka özgün bir kavramsal çerçevenin geliştirilmesine
bağlıdır. Temelde bilimsel bir tasvir ve açıklama çabasını sıradan
bir gözlemden ayıran fark da sağlam ve tutarlı bir kavramsallaştır­
ma çerçevesinin kullanılmış olmasıdır. Özellikle sebep-sonuç iliş­
kilerini açıklama çabasını bir sonraki sürece ya da diğer olgulara
bağlayacak olan temel şart da bütün bu olgular ve süreçler için ge­
çerli bir araç olarak kullanılabilecek bir kavram setinin oluşturul­
masıdır.
Açıklama boyutuna derinlik kazandıran anlama boyutu ise ol­
guların bir süreç mantığı içinde kavranabilmesini gerekli kılar.
Açıklama, incelenen olgular arasındaki sebep-sonuç ilişkisini tes-
bit, anlama ise zihinsel imgelerimizle incelenen olgunun gerçekli­
ğine nüfuz edebilme çabasıdır. Bu ise tutarlı ve sistematik bir so­
yutlama işlemini gerektirir. Soyutlama işleminin olmazsa olmaz
şartı olgudan zihinsel sürece, zihinsel süreçten olguya geçişi sağla­
yabilmesidir. Anlama boyutu, bu karşılıklı geçişlerin sağlıklı yapıl­
masını sağlayan bir soyutlama işlemi ile güç kazanır.
Bir kıyas ile ortaya koymak gerekirse görüneni açıklamak bir
S tr a te jik D e r in lik

leri içinde olayların ortaya konması kendi içinde doğru unsurlar


ihtiva edebilir. Ancak olguların gerçekliğine ve arkaplanma nüfuz
edebilmemiz için yeterli değildir. Anlamak ise nüfuz edebilmek ile
başlar ve mutlaka bir derinlik, dolayısıyla da perspektif gerektirir.
Bu ise düzlem geometrisine kıyasla uzay geometrisinin paramet­
releri ile zihinsel bir işlem yapabilmek anlamına gelir.
Anlama, incelenen nesneleri derinliğine kavrayan bir perspek­
tif; anlamlandırma ise perspektife yön kazandıran bir duruş sahi­
bi olmak demektir. Olguların tek tek resmedilmesi ya da bir ileri
boyutta açıklanabilmesi anlamak olmadığı gibi olguların tek tek
anlaşılması da bir bütün içinde anlamiandınlabilmesi demek de­
ğildir. Anlamlandırabilmek önce özgün bir duruş, sonra özgün bir
teorik çerçeve gerektirir. Bu da sadece nüfuz edebilmek değii, ay­
nı zamanda hissedebilmek, gelişmeleri sezebilmek ve bir bütün
içinde yerli yerine oturtabilmek demektir. Her anlamlandırma ça­
bası kendi içinde tutarlı bir teorik çerçeveye dayanmak zorunda­
dır. Gözlemden kavramsallaştırmaya, kavramsal!aştırmadan so­
yutlamaya, soyutlamadan teoriye geçiş, tasvirden açıklamaya,
açıklamadan anlamaya ve anlamadan anlamlandırmaya geçişin
metodolojik anahtarlarıdır. 1
Yönlendirme ise anlamlandırma çerçevesinden sonuç çıkara-j
bilmek ve bu sonuçlara dayalı olarak olguları ve süreçleri etkileye­
bilmektir. Bu etkileme çabası kaçınılmaz bir şekilde siyasî/sosyal
sorumluluk alanını, dolayısıyla da bilimsel çabanın etik boyutunu
devreye sokar. İlk dört boyut zihinsel bir zeminde kalabilirken b e­
şinci boyut bu zihinsel süreçlerle pratik arasında bir köprü oluştu­
rur. Bu durum özellikle uluslararası ilişkiler alanı için büyük ölçü­
de geçerlidir. Aslında kendi ülkelerinin stratejik yönelişlerinde et­
kide bulunmuş bir çok stratejisyen için önceki dört boyut bu son
boyuta ulaşmanın zihinsel ara kademelerini oluşturur. Değişik
varsayımlardan ve anlamlandırma zeminlerinden hareket eden
Mackinder, Mahan, Spykman, Paul Kennedy ve Huntington gibi
dönemsel etkilerde bulunmuş teorisyenlerin çoğu nihaî noktada
resmetmeden açıklamaya, açıklamadan anlamaya, anlamadan
anlamlandırmaya ve bütün bu zeminlerden hareketle de yönlen­
dirmeye dönük fikirler üretmişlerdir. İlk dört boyut ne ölçüde
mantıkî olarak tutarlı ve tarihî olarak geçerli bir zemine sahipse
son boyut da o ölçüde kalıcı etkiler yapmıştır.
Tasvir düzleminden yönlendirme düzlemine doğru gidildikçe
zihniyet parametreleri daha çok devreye girmeye başlar. Tasvir bo­
yutu bu boyutla sınırlı kalındığında nesnelliğin en üst düzeyde
sağlanabildiği boyuttur. Açıklama boyutunda tasvir çabasının nes­
nelliği içinde kalınması daha kolayken, anlama boyutunda algıla­
ma ve semboller devreye girmektedir. Anlamlandırma boyutu ise.
incelenen nesneden çok inceleyen özneyi Öne çıkarmakta ve bu
öznenin kavramsal dünyası (dolayısıyla da zihniyet parametreleri)
ile anlamlandırma zemini için geliştirdiği teorik çerçeve arasında­
ki bağımlılık ilişkisini pekiştirmektedir. Yönlendirme ise öznenin
ait olduğu toplum/devlet/medeniyet ile aynıleşerek baktığı ve ol­
guları ve süreçleri yorumladığı bir çaba haline dönüşmektedir. Bu­
nun son dönemdeki en çarpıcı misallerinden birisi, kariyerine
sosyal bilimci olarak başlayan Huntington’un, Medeniyetler Çatış­
m ası teziyle ortaya koymaya çalıştığı teorik çerçeve ile Amerikan
stratejik bakışı arasında kurduğu irtibatta gözlenebilir. Hunting­
ton’un tezindeki West/Rest (Batı/Diğerleri) kategorileri bir zihniyet
parametresi olarak onun anlamlandırma çerçevesini de, çalışma­
sının sonunda ABD yöneticilerine yaptığı stratejik tavsiyelerdeki
yönlendirme çerçevesini de doğrudan belirlemiştir.
Açıklayıcı tasvirin nesnelliği ile yönlendirici anlamlandırma­
nın öznelliği arasındaki ilişki aynı zamanda stratejik analizlerin en
kırılgan noktalarından birini oluşturmaktadır. Bu öznellik-nesnel-
lik sorununu aşamayan çalışmalar ya daha tasvir düzeyinde başla­
yan bir öznelliğe mahkum olmakta ve geçerliliğini kaybetmekte­
dir, ya da yönlendirme düzeyinde de nesnellik iddiasını sürdür­
mekte ve inandırıcılığını kaybetmektedir.
Aslında bütün bu süreci bir bütün içinde görmek gerekmekte­
dir. Tasvir yapmaksızın açıklayabilmek, açıklayabilmeksizin anla­
mak, anlamaksızm anlamlandırmak, anlam landırm aksam da
yönlendirebilmek mümkün değildir. Tersinden bir mantıkla söy­
lersek de, bir duruş sahibi olmaksızın bir yön sahibi olmak, bir yön
sahibi olmaksızın bir anlamlandırma çerçevesi oluşturabilmek,
bir anlamlandırma çerçevesi oluşturmaksızm olgulara nüfuz ede­
cek şekilde onları anlamak ve nihayet görüneni görünmeyen bo­
yutları ile açıklayabilmek mümkün değildir. Sağlam ve kalıcı bir
analiz bütün bunları kendi içinde barındırmak durumundadır. Bi-
7im derinlikte n metodik anlamda kasdettiğimiz de temelde bu iç
S tr a te jik D e rin lik

bütünlüğü sağlayan ve bu metodik derinlik boyutundan hareketle


olgusal ve jeopolitik/stratejik derinliği anlamlandırabilen bir yak­
laşım benimsemektir.
Bu anlamda derinliğe sahip stratejik bir analiz yapabilmenin
öncelikli şartı statik resimlerin aldatıcı görüntülerinin tesiri altın­
da kalm am aktır. Olguların anlık tasvirlerine dayalı statik resimler
çizmek ve bu resimlerin renklerini, çizgilerini ve perspektifini
mutlaklaştırmak, tasvirden yoruma, açıklamadan anlamaya, an­
lamadan anlamlandırmaya geçişin önünde aşılması son derece
güç anlam engelleri oluşturur. Belli aralıklarla çekilen statik re­
simlerin birbirlerinden bağımsız bir şekilde ele alınışları da stra­
tejik analizi zaman boyutunu ihmal eden yüzeysel ve yavan bir
tasvire dönüştürür.
Bu metodolojik zaaftan kurtulabilmek için tek boyutlu tasvir
kolaylığından kaçınarak çok boyutlu süreç analizini benimsemek
gerekmektedir. Fizik bilimi için hareket kanunu ne ise, strateji
analizleri için de süreç odur. Hareketin geçersiz olduğu*statik bir
dünya tasavvurunda fizik anlamını kaybeder. Böyle bir tasavvur
çerçevesinde mesela güç formüllerine işlerlik kazandırmak müm­
kün olamaz. Aynı şekilde tarihî akışı ve süreci ihmal eden stratejik
analizde de stratejik kaymaları gözleyebilmek ve anlamlaııdırabii-
mek imkansız hale gelir.
Mesela ellili, altmışlı ve yetmişli yıllardaki güç dağılımını gös­
teren bütün statik resimlerde SSCB çift kutuplu sistemin süper güç
odaklarından birisi olarak görülüyordu. Afganistan işgalinin ger­
çekleştiği seksenli yılların başlarında da, Yıldız Savaşları senaryo­
larının gündeme geldiği seksenli yılların ortalarında da çekilen tek
tek stratejik resimler aynı tabloyu ortaya koyuyordu. Buna karşılık
doksanlı yılların başlarında çekilen stratejik ve ekonomi-politik re­
simler, SSCB’yi ve onun varisi olan Rusya’yı bir çok açıdan bu güç
hiyerarşisinin çok daha alt sıralarına yerleştirmeye başladı. Çok
daha kısa aralıklarla da çekilmiş olsa statik tasvirlerin değişimin
dinamiklerini ortaya koyabilmesi imkansızdır. Günlük değişimleri
de yans-ıtabilen çok sayıda resimler oluşturulsa dahi bunları birbi­
rine bağlayan bir süreç mantığı devreye girmeksizin bir stratejik
analiz ve yorum yapılamaz.
Sosyal olguların parçalara ayrılarak analizi ve bu analizin u)us~
;ı;oViiûro MTicıvan vnnleı inin ortava konması baslıbasına
önemli olmakla birlikte özgün bir uluslararası ilişkiler yaklaşımı­
nın geliştirilebilmesi için yeterli değildir. Analiz edilen stratejik
parçaların sistematik bir bütün halinde yorumlanabilmesi ve bu
bütünden tekrar anlamlı parçalara dönülebilmesi gerekir. Analiz
sürecinde mikro parçalara indikçe sistematik bütünden kopan ya
da tersine sistematik bütüne doğru yöneldikçe reel mikro alanları
ihmal etmeye başlayan yaklaşımların teori-olgu ilişkisini sağlıklı
bir şekilde kurabilmesi çok güçtür.
Uluslararası ilişkiler alanında derinlemesine analiz ile sistema­
tik bütünlüğün birlikte sağlanabilmesi disiplinlerarası bir yaklaşı­
mı gerekli kılmaktadır. Daha çok siyasî ve diplomatik bir alaıı ola­
rak görülen uluslararası ilişkilerin gittikçe artan bir dozda belli bir
alanla smulandsrıiamayacak niteliklere bürünmesi bu gerekliliğin
bir sonucudur. Bir uluslararası ilişkiler olgusunun görünen siya­
sî/diplomatik yüzü aslında bir buzdağının su yüzeyinin üstünde
kalan parçası gibidir. Buzdağının su yüzeyindeki parçası ile bütü­
nü hakkında yargılara ulaşmak ne derece güçse uluslararası ilişki­
ler alanındaki olguların görünen yönleriyle kalıcı sonuçlara ulaş­
mak da o derece güçtür.
Bir misal ile ortaya koymak gerekirse, Ortadoğu Barış Sürecinin
diplomatik/siyasî boyutu ve bu boyuttaki gelişmeler bu uluslara­
rası İlişkiler olgusunun hemen iarked ilebilen ve sonuçları takribi
bir şekilde de gözlenebilen kısmını yansıtır. Ancak Ortadoğu Me­
selesinin bir bütün olarak kavranabilmesi buzdağının derinleme­
sine algılanabilmesini sağlayacak köklü bir altyapıyı gerekli kılar.
Buzdağının daha yüzeye yakın bölümlerini oluşturan petrol-mer­
kezli ekonomi-politiği, kıtalararası etkileşimi yoğunlaştıran jeo p o­
litik yapılanmayı ve nihayet tarihin derinliğinden gelen kültürel
unsurları gözönünde bulundurmaksızm ve bu unsurların Ortado­
ğu toplumlarımn sosyolojik ve psikolojik yapıları üzerindeki etki­
lerini anlamaksızm bir stratejik analiz yapmaya çalışmak görüne­
nin yüzeyselliğine mahkum olmak demektir. BirYahudinin ya da
Müslümanm Kudüs ile ilgili semboller dünyasını kavramadan, bu
semboller dünyasının renklerini dokuyan tarihî ve psikolojik un­
surları göremeden, her iki toplumu yönlendiren sosyolojik moti­
vasyonların dinamizmini anlamadan Ortadoğu Meselesi üzerinde
fikir yürütmeye kalkışmak, buzdağının görünen kısmıyla bütün
hacmini hesan etrneve kalkışmak gibidir. Görünen olgunun ar-
S tr a te jik D e rin lik

kaplanındaki görünmeyen köklü sebepleri kavramak için dinler


tarihi, siyasî tarih, ekonomi-politik, siyaset sosyolojisi, din psiko­
lojisi gibi birbirinden ayrı gibi görünen alanlardaki birikimleri
sentez edebilen bir yaklaşımı benimsemek zaruridir. Aksi takdirde
tek boyutlu statik resimlerden çok boyutlu süreç anlamlandırma­
larına geçebilmek mümkün olamaz.
Bir akışın ya da sürecin anlamlandırılması ise zaman idrakine
dayanan bir tarih derinliğini ve mekan idrakine dayanan bir coğ­
rafya derinliğini gerektirir. Tarih derinliği olayların ruhuna, coğraf­
ya derinliği de bu ruhun üzerinde tecessüm ettiği maddî alanın
kıvrımlarına nüfuz edebilmemizi sağlar. Hele hele gerek tarihî ge­
rekse fiilî etki alanı itibarıyla bulunduğu coğrafya ile sınırlandırıl­
ması güç toplumların uluslararası konumlarını tesbit etmeye ça­
lışmak bu çift yönlü derinliği analitik ve sistematik bir bakış açısı­
nın merkezine yerleştirir. Tarihî derinlikten yoksun bir analiz bir-
birleriyle irtibatiandırılması güç, kopuk kopuk olguları coğrafî de­
rinlikten yoksun bir analiz de mikro-makro bağlantısını kurama­
yan yüzeysel genellemeleri beraberinde getirir. Bu kopuk kopuk
mikro ünitelerden sistematik bir bütünlüğe ulaşabilmek de söz
konusu olamaz.
* * *

Türkiye’nin uluslararası konumunu ortaya koymayı hedef edi­


nen her çalışma bu metodolojik gereklilikleri gözönünde bulun­
durmak zorundadır. Herhangi bir ülke söz konusu olduğunda ge­
çerli olan bu zorunluluklar Türkiye söz konusu olduğunda daha da
kapsamlı bir şekilde gündeme gelmektedir. Biraz önce üzerinde
durduğumuz boyutlar açısından bakıldığında mesela “Türkiye 20.
yüzyılda tarih sahnesine çıkmış modern bir ulus-devlettir” tanım ­
laması bir tasvir olması açısından doğru unsurlar barındırmakta­
dır. Ancak bu tasvirin açıklayıcı bir çerçeveye zemin teşkil edebil­
mesi için Türkiye’nin niçin 20. yüzyılda tarih sahnesine çıkmış
olan diğer modern ulus-devi etlerden çok daha fazla ve kapsamlı
uluslararası ilişkiler problemleri ile yüzleşmek zorunda olduğu so­
rusunun cevaplandırılması gerekir. Türkiye’yi bu tasvire uygun ni­
telikler taşıyan ve dünyanın değişik bölgelerinde bulunan mesela
Romanya, Filipinler, Brezilya ve Fas gibi ülkelerden tefrik eden tas­
v i r l e r n r t a v a k n n m a H ık ra Tıirkivp'nin u lu s la r a ra s ı lenn um ıı vp hu
G iriş

konumun tek tek bunalım alanları üzerindeki etkisi ile ilgili açıkla­
yıcı sonuçlara ulaşmak güçtür.
Mesela bu tanıma yeni boyutlar ekleyerek "Türkiye bu asrın ba­
şında Avrasya üzerinde egemen olan sekiz çok-uluslu imparator­
luk yapısından (diğerleri Ingiltere, Rusya, Avusturya-Macaristan,
Fransa, Almanya, Çin ve Japonya’dır) birini oluşturan Osmanlı
Devleti’nin mirası üzerinde kurulmuş modern bir ulus-devlettir”
diye bir tasvir yapıldığında Türkiye’yi benzer bir çok ülkeden tefrik
etmeyi sağlayacak tarih! bir kriter barındıran ve bu yönüyle açık­
layıcı çerçevelere zemin teşkil edebilecek bir tasvir yapılmış olur.
Yine mesela "Türkiye dünya anakıtası üzerindeki ana jeopolitik
kuşakların etkileşim alanında bulunan modern bir ulus devlettir”
dediğimizde tefrik edici niteliğiyle açıklama boyutunun önünü
açan bir tasvir yapılmış olur. Bu tasvirlerden birincisi jeokültürel
ve tarihî, İkincisi ise jeopolitik bir kavramsallaştırmayı beraberin­
de getirir.
- Bu tasvirler, barındırdıkları kriterler ve kavram araçları ile tek
tek bunalım alanları ile ilgili açıklayıcı cevaplara zemin teşkil et­
meye başlarlar. Mesela Türkiye'nin niçin Bosna, Kafkasya ve Orta­
doğu'daki bunalım alanlarına bigâne kalamadığı ve kalamayacağı
sorusu bu tasvirlerden hareketle açıklayıcı cevap çabalarının önü­
nü açabilir. Denilebilir ki, tefrik edici ve özgün unsurlar barındır­
mayan tasvirler açıklama boyutuna geçebilmeyi sağlayacak m eto­
dolojik araçlar sağlayamaz.
Dikkat edilirse her iki tasvir biraraya getirildiğinde tekil olayla­
rın sebep-sonuç ilişkilerini göstermeye çalışan sıradan bir açıkla­
ma çabasının ötesinde Türkiye ile ilgili zaman ve mekan derinliği
barındıran kapsamlı bir anlama çerçevesi oluşmaya başlamakta­
dır. Zaman ve mekan derinliğine doğru başlayan bir süreç kaçınıl­
maz bir şekilde soyutlama işlemini devreye sokar. Kısa bir tanım
ile ortaya koymak gerekirse; anlamak zaman ve mekan derinliğine
nüfuz etmek ve bu derinlik ile zihinsel imajlar arasında bir tür irti­
bat kurmakla başlar.
Anlamlandırma çerçevesi ise bu mekan ve zaman derinliğine
nüfuz etmekle kalmaz; getirdiği teorik çerçeve ile bu derinliğe ye­
ni anlam boyutları katar. Mesela cari tarih ve coğrafya paradigma­
larını sorgulayarak Türkiye'nin özgün konumunu tanımlamaya
çalışmak böylesi bir anlamlandırma çabasının teorik çerçevesini
ortaya koymaya başlamak demektir.
| S tra te jik D erin lik

Türkiye ile ilgili bu örnekte tasvirler ve bu tasvirlerin açrklama,


anlama, anlamlandırma ve yönlendirme boyutları üzerindeki et­
kileri daha da çeşitlendirilebilir. Mesela "Türkiye ilk anti-sömürge­
ci mücadelenin neticesinde kurulmuş bir ulus-devlettir” denildi­
ğinde ya da "Türkiye kıtalar ve bölgelerarası geçiş alanlarında bu­
lunan bir ulus-devlettir” tasviri yapıldığında da benzer süreçler
devreye girer. Böylesi örnek tasvirlerin kapsamlılığı yapılacak ana­
lizin boyutlarını da zenginleştirir.
Bu metodolojik zorunlulukların Türkiye ile ilgili analizlerde di­
ğer ülkelerle ilgili analizlerden daha kapsamlı bir şekilde gündeme
gelmesi, Türkiye’nin dünya anakıtasmın etkileşim alanlarını b a­
rındıran merkezî bir coğrafyaya sahip olması kadar tarihin kırılma
ve dönüşme noktalarının tesirlerini yoğun bir şekilde yaşamış bir
insan unsurunu barındırması ile de ilgilidir. Türkiye’nin coğrafî
derinliğini kavramaya çalışmak bir çok kara ve deniz havzasını
doğrudan ilgilendiren kapsamlı bir stratejik alan üzerinde analiz
yapabilmeyi ve korelasyonları görebilmeyi gerektirmektedir.
Türkiye’nin barındırdığı insan unsurunun tarihî tecrübe derin­
liğine nüfuz edebilmek ve bu tecrübenin yol açtığı siyasî, sosyal.ve
kültürel özelliklerin nabzını tutabilmek ise medeniyet-eksenli ve
derinlikli bir tarih analizini kaçınılmaz kılmaktadır. Türkiye’nin in­
san unsurunun dayandığı tarihî derinliği bir başka eserimizde
kapsamlı bir şekilde ele almak üzere bu çalışmada temelde dış po­
litika yapımının üzerinde seyrettiği stratejik derinlik incelenmeye
çalışılacak ve tarihî derinlikle ilgili referanslar bu çerçeve ile sınır­
lı kalacaktır. Bu stratejik derinliğin jeokültürel, jeopolitik ve jeoe-
konomik yönleri bir bütünlük içinde ele alınmaya ve bu derinliğin
stratejik yönelişi etkilemesi gereken özellikleri ortaya konmaya
gayret edilecektir.
Türkiye ölçekli bir ülkenin stratejik derinliğini ortaya koymaya
çalışan tasvir etme, açıklama, anlama, anlamlandırma ve yönlen­
dirme boyutlarım bir bütün olarak görme çabası, söz konusu olan
metodolojik zorunlulukları gözöniinde bulundurmayı gerektir­
mektedir. Türkiye’nin uluslararası konumu ile ilgili bu zorunluluk­
lar uluslararası ilişkilerin son derece dinamik bir geçiş sürecim ya­
şadığı dönemlerde daha da çarpıcı bir şekilde kendini göstermek­
tedir. Soğuk Savaşın çift kutuplu statik yapılanmasında farkedil-
mesi güç olan bir çok özellik Soğuk Savaş sonrası dönemin dina­
G iriş

mik konjonktüründe bütün yönleriyle tebarüz etmiş bulunmakta­


dır. Daha istikrarlı ve durağan dış politika yapılanmasına imkan
tanıyan Soğuk Savaşın statik uluslararası konjonktürü tarih ve
coğrafya derinliklerinin stratejik alanı tümüyle belirlemesine en­
gel teşkil etmekteydi. Buna karşılık jeopolitik, jeoekonomık ve je ­
okültürel faktörleri her an harekete geçirebilen Soğuk Savaş sonra­
sı dönemin dinamik ulıjslararası konjonktürü tarih ve coğrafya de­
rinliklerinin stratejik alan üzerindeki etkilerini ani ve seri hamle­
lerle su yüzüne çıkarmaktadır. Soğuk Savaş süresince Balkanlarda
gözlenen istikrarın kısa bir sürede çatışma-yoğunluklu son derece
kaotik bir belirsizliğe dönüşmesi bu ilişkinin en çarpıcı misallerin­
den birisini oluşturmaktadır.
Bütün bu dinamik değişimlerin ya merkezinde ya da kıyısında;
ama mutlaka etki alanı içinde bulunan Türkiye ile ilgili olarak So­
ğuk Savaş sonrası dönemde yapılan stratejik öngörülerin uç nok-
talarda dolaşmasının temel sebebi de Türkiye'nin dinamik özellik­
lerinin dinamik bir uluslararası konjonktür ile ivme kazanarak ta­
rih sahnesine çıkmasının bir sonucudur. Eserin değişik bölümle­
rinde de üzerinde durulacağı gibi, Türkiye'nin bir taraftan küresel
ve bölgesel stratejilerin odağındaki pivot bir ülke, diğer taraftan da
kimlik düzleminde parçalanmış bir ülke (Huntington’un deyimiy­
le torn country) olarak görülmesi, daha küçük ölçekli bir dinamik
yapının daha büyük ölçekli bir dinamik yapı bünyesinde sürekli
kabuk değiştirmek zorunda kalmasının bir sonucudur. Bu durum
birbiriyle tamamıyla zıt iki farklı tasvir ve açıklama çerçevesini be­
raberinde getirmekte ve farklı noktalarda duran stratejisyenlerin
anlama ve anlamlandırma düzlemlerinin radikal bir şekilde farklı­
laşması sonucunu doğurmaktadır.
Türkiye'de gerek siyaset yapımcıları, gerekse aydınlar düzeyin­
de yaşanan zihin karışıklığında da temelde bu iki d in a m ik yapının
etkileşiminden kaynaklanan kaotik görünümün ortaya çıkardığı
resmi tasvir etme düzleminde'gerekli coğrafî ve tarihî derinlik bo­
yutlarına ulaşamamanın ve sistematik bir anlamlandırma bütünü
oluşturamamamn önemli bir payı vardır. Dinamik bir dönüşüm
yaşayan uluslararası sistemin içinden geçtiği her yeni süreç Türki­
ye'nin stratejik tanımlamalarını yeni bir intibak problemi ile karşı
karşıya bırakmaktadır. Her yeni intibak ihtiyacı Türkiye’nin tarihî
ve coğrafî derinliklerini yeniden anlamlandırma zorunluluğunu
S tra te jik D e rin lik

beraberinde getirmektedir. Statik tanımlamalara alışkın zihinler


bırakın bu yeni anlamlandırma ihtiyacını sistematik bir bütünlük
içinde karşılayabilmeyi, statik tasvirler arasında açıklayıcı bir bağ
dahi kuram amaktadırlar, Tasvir ve açıklamadan anlama ve anlam­
landırma boyutuna ulaşamayan statik yaklaşımların yapmaya ça­
lıştığı yönlendirme çabası ise sloganik bir statikliğin ya da statik
bir sloganizmin sınırlarını aş ama maktadır. Uluslararası sistemde­
ki hızlı dönüşümün anaforuna kapılan zihinler anlamlandırma
momentumunu kaybederek sürekli iniş çıkışlar yaşarken, bu ana­
fora kapılmamak için direnen zihinler içe kapanmaya yönelerek
oluşturdukları statik anlamlandırma çerçevelerinin uluslararası
konjonktür içindeki geçersizliklerini görememektedirler.
Dinamik bir uluslararası çevrede kendileri de dinamik bir deği­
şim süreci içinde bulunan toplumlarm önünde temelde üç farklı
psikolojiye dayanan üç farklı alternatif vardır: Birincisi, kendi di­
namizmini sınırlayan statik bir tavrı benimseyerek uluslararası ya­
pının dinamizminin geçmesini beklemek ve bütün tanımlama ih­
tiyaçlarım uluslararası sistemin istikrara kavuşmasına kadar erte­
lemektir. Eğer bir toplum kendi dinamizmini yönlendirme konu­
sunda özgüvene sahip değilse, kendi dinamizminden korkuyorsa
ve kendisini bu nedenle statik tanımlamalar içinde tutmaya çalışı­
yorsa bu yolu tercih edecektir.
İkincisi, kendi dinamizminin odaklandığı güç unsurlarını an­
lamlandırmaksam uluslararası dinamizmin akışına kendini kap­
tırmaktır. Bu da kendini tarih içinde bir özne olarak tanımlama
sıkıntısı çeken ve tarihi akan bir nehir, uluslararası güç merkez­
lerini bu nehri yönlendiren etken unsurlar, kendini de bu akışa
kapılmak zorunda olan sıradan bir nesne olarak gören bir bakış
açısının ürünüdür.
Üçüncüsü ise kendi dinamizminin potansiyelini uluslararası
dinamizmin potasında bir güç parametresi haline dönüştürebil­
me çabası içine girmektir. Bu tercih her iki dinamizmin kaynak­
larını da, mekanizmasını da, akış seyrini de resmedebilen, açık­
layabilen, anlayabilen ve anlamlandırabilen bir yaklaşımın ürünü
olabilir.
Birinciler bir özgüven, İkinciler bir kimlik tanımlaması prob­
lemi ile boğuşurken üçüncüler kendi tarih ve coğrafya derinlik-
^ lerinden kaynaklanan bir özgüvene sahip olmanın psikolojik gücü
G iriş

ile sadece diğer iki yaklaşımca risk unsuru gibi görünen kendi
dinamizmlerini bir güç oluşturma kanalına akıtmayı bilmekle kal­
mazlar, aynı zamanda uluslararası dinamizmin dengeye dönüş­
mesi sürecinde belirleyici olabilen bir strateji performansı da gös­
terebilirler. Bu çerçevede birinciler vakit kazanmaya ve dinamizmi
geçiştirmeye, İkinciler dinamizmin sarhoşluğunda vakti unut­
maya yönelirken, üçüncüler vaktin her anını geleceği şekillendir­
me potansiyeli taşıyan bir büyük değer olarak telakki ederler ve
hakkıyla değerlendirilmeden geçen her anı kaçırılan bir büyük fır­
sat olarak görürler. Birinciler kendi toplumsal potansiyellerini
kontrol altında tutmaya, İkinciler kendi toplumları ile yaban­
cılaşarak küresel trendlerin trenini kaçırmamaya çalışırken, üçün­
cüler kendi toplumları ile tarihî bir yürüyüşe çıkmış olmanın
kararlılığı içinde toplumun kendi bünyesinde barındırdığı her
dinamik unsuru gerektiği anda ve gerektiği şekilde kullanmaya
çalışırlar. Birinciler kendi yerel varoluş alanlarını korumaya, İkin­
ciler yerel varoluş alanlarından koparak mümkün olduğunca
çabuk bir zamanda küresel varoluş alanlarına ulaşmaya çalışırken,
üçüncüler kendi yerel varoluş alanları ile küresel varoluş alanları
arasında yeni bir anlamlılık ilişkisi kurarak gelecek nesillerini
tarihte onurlu birer özne kılacak zemini hazırlamaya çalışırlar.
Birinciler kaosun anaforundan korunmaya, İkinciler bu anafora
kapılmaya çalışırken, üçüncüler kaostan kozmosa geçişin aktör­
leri olmaya gayret ederler.
Bu çerçevede Türkiye de tarihin önemli yol ayrımlarından
birinin önünde durmaktadır. Türkiye'nin kendi tarih ve coğrafya
derinliğini rasyonel bir stratejik planlama ile bütünleştirebilmesi
bu çift yönlü dinamizmin bir atılım potansiyeli haline dönüşebil­
mesine imkan tanıyacaktır. Gerek Türkiye'nin kendi iç dinamiz­
minin, gerekse uluslararası ilişkilerdeki küresel, kıtasal ve bölgesel
ölçekli dinamik unsurların tasvir, açıklama, anlama, anlamlandır­
ma ve yönlendirme boyutları ile bir bütün olarak incelenmesi,
Türkiye'de hissedilen stratejik teori eksikliğinin giderilmesini ve
alternatif bakış açılarının ortaya konabilmesini sağlayacaktır.
* * *

Elinizdeki eser bu eksikliği giderme yönünde bir katkı olma id­


diası taşımaktadır. Eser temelde üç ana kısım üzerinde kurgulan­
S tra te jik D e rin lik

mıştır. Birinci kısım temel kavramların ve soruların ortaya kon­


duğu üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde ulusal güç
parametreleri ile ilgili tanımlar ve örneklendirmeler yapılmakta;
ikinci bölümde Türkiye'deki stratejik teori eksikliğinin arkaplanı,
üçüncü bölümde ise tarihî mirasın uluslararası ilişkileri yönlen­
diren iç ve dış siyasî parametreler üzerindeki etkisi incelenmeye
çalışılmaktadır.
S tratejik analizin teorik çerçevesinin ortaya konmaya çalışıl -
dığ) ikinci kısım da kendi içinde dört bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde stratejik analizin yöneldiği coğrafi derinliğin an­
laşılmasını ve anlamlandmlmasmı sağlayacak ana kavramsal ve
teorik araçlar, cari jeopolitik paradigmanın eleştirel bakış açısıyla
yapılmış bir özetine dayalı olarak sunulmaktadır. Bu çerçevede öz­
gün bir kavramsallaştırma çerçevesi olarak geliştirilen "yakın
kara”, "yakın deniz” ve “yakın kıta” havzaları tanımlamaları açık-
lanmaktadır. Daha sonraki üç bölümde sırasıyla Türkiye'nin yakın
kara, yakın deniz ve yakın kıta havzalarının özellikleri, Soğuk
Savaş sonrası konjonktürün bu havzalara kattığı yeni stratejik an­
lamlar ve Türk dış politikası üzerindeki etkileri tartışılmaktadır. Bu
analiz çerçevesinde bu havzalar arasında sistematik ve tutarlı bir
strateji geliştirilmesinin ana unsurları belirlenmeye çalışılmak­
tadır.
Bu teorik çerçevenin dış politika alanlarına uygulandığı üçün­
cü kısım da kendi içinde beş bölüm ihtiva etmektedir. Bu kısmın
birinci bölümünde Türkiye’nin dış politika oluşumunda kul­
lanabileceği temel stratejik araçlar olarak NATO, AGÎT, ECO, ÎKÖ,
K.Eİ, D-8, G-20 ele alınmaktadır. Müteakip bölümlerde de sırasıyla
Balkanlar, Ortadoğu, Orta Asya ve Avrupa Birliği politikaları değer­
lendirilmekte ve muhtemel gelişmeler çerçevesinde yürütülmesi
gerektiği düşünülen dış politika esasları, tarihî ve coğrafî analiz­
lere dayalı stratejik derinlik yaklaşımı ile ortaya konmaya çalışıl­
maktadır.
i, K is ım

Kavramsal ve Tarihî Çerçeve


ı. Bölüm

GUç Parametreleri ve
I Stratejik Planlama

Thucydides’ten İbn Haldun’a, Clausevvitz’den Morgenthau'ya


kadar siyasî tarihin seyri ve siyasî aktörlerin bu seyir içindeki ko­
numları konusunda çalışmalar yapan düşünürlerin odaklandıkla­
rı temel soru gücün tanımı, tezahürleri ve eksen değişimi ile ilgili
olmuştur. Antik dönemden bugüne kadar siyaset felsefesi güç-de-
ğer ilişkisini anlamlandırmaya ve yorumlamaya yönelirken, siyasî
gerçeklik ile ilgili tahliller gücün eksen değişimini anlamayı ve bu
değişimin dinamiklerini tanımlamayı amaçlamışlardır. Bu çerçe­
vede Eflatun ile Thyrasymakhos arasındaki adalet-güç ilişkisi tar­
tışması siyaset felsefesinin en temel tartışmalarından birini baş­
latmış, Thucydides’in Peloponez Savaşları ile ilgili tahlilleri ise gü­
cün bir siyaset gerçekliği olarak taşıdığı merkezî önemi gösterme­
ye yönelmiştir. Aynı şekilde Farabî el-M edinetü’l-Fadıla arayışı ile
ideal siyasetin değer boyutunu ortaya koyarken,\İbn Haldun a sa ­
biyet kavramı ile siyasî gücün eksen değişimini sağlayan dinamik
unsurları tesbit etmeye çalışmıştır.
Kadîm kültürlerin güç ile değer arasında bir tür uyum kurma
çabasına karşılık, Makyavel ile başladığı kabul edilen modern an­
layış reelpolitiği değer boyutundan bağımsız olarak ele alan bir
yaklaşımı öne çıkarmıştır. Kadîm kültürlerin kesişim alanında Pax
O ttom anica’yv kuran Osmanlı Devleti'nin önemli düşünürlerin­
den Kmalızade’nin Ahlâk-ı Alâtsi ile Batı'da feodal düzenden
ulus-devlet oluşumuna geçişin sembol ismi kabul edüen Makya-
verin Prens'i arasındaki anlayış farkı bu değişimin çarpıcı bir gös-
f û rrrû c i ı-lı r
S tra te jik D erin lik

Otuz Yıl Savaşları sonrasında 1648 VVestfalya (Westphalia) An­


laşması ile ortaya çıkan VVestfalya düzeni ulus-devlet oluşumunun
ve bu oluşuma dayalı güç tanımlamalarının hukukî bir çerçeve ka­
zanmasını sağlamıştır. Fransız Devrimi sonrasında 19. yüzyılda
geliştirilen büyük ölçekli teorik çerçevelerle felsefî altyapısına ka­
vuşan ulus-devlet yapılanması, yine bu yüzyılda yaşanan birlik
hareketleri ve sömürgeci rekabet ile en temel reelpolitik güç birimi
ve aktörü niteliği kazanmıştır.
Klasik emperyal hanedanlıklara son veren 1. Dünya Savaşı son­
rasında Avrupa'da, sömürge imparatorluklarının sonunu getiren
]I. Dünya Savaşı sonrasında da Avrupa-dışı alanda, değişik ölçekte
ve çok sayıda ıılus-devletin ortaya çıkması, bu birimin güç unsur-
lamım tahlili konusunu uluslararası ilişkiler teorisinin temel m e­
selesi haline getirmiştir. Güç tanımlamasını çıkar ve egemenlik
kavramları ile bütünleştiren realist ekol uluslararası düzenin ulus-
devletler arasındaki reel güç dengeleri'üzerinde kurulabileceğini
savunurken, uluslararası ilişkilere hukuk ve değer boyutu kazan­
dırmak isteyen idealist ekol ulus-devietleri bu hukukun muhatap­
ları olarak görmüştür. Klasik realist ekolün en önemli temsilcisi
olan Morgenthau'nuıı güç tanımlaması ulus-devlet biriminin mo­
dern dönemdeki en kapsamlı tahlillerinden birisi olmuştur.
20. Yüzyılın üçüncü çeyreğinde başlayan ve son çeyreğinde iv­
me kazanan ekonomi-politik faktörlerle birlikte artan karşılıklı ba­
ğımlılık, ülkelerin güç tanımlamalarını çok daha karmaşık bir nite­
liğe büründürmüştür. Ulus-devletlere meşruiyet zemini sağlayan
modern ideolojilerin etkilerini kaybetmesi ve geleneksel kültür
değerlerinin yeni unsurlarla birlikte uluslararası alana taşınmaları
da ülkelerin uluslararası konumlarım etkileyen bir yeniden tanım ­
lama süreci başlatmıştır.
Böylece küresel ekonomi-poJitik gelişmeler ülkeler arasındaki
karşılıklı egemenlik ilişkisinde ortaya çıkan gri etkileşim alanlarını
genişletirken, reelpolitik alana yansıyan tarih ve kültür parametre­
leri ülkelerin iç ve dış güç yapılanmalarını doğrudan etkilemekte­
dir. Bu durum daha önce yalın kavramlarla ifade edilen güç para­
metrelerini yetersiz kılmakta ve bir çok parametrenin etkileşimini
yansıtan kavramların öne çıkmasına yol açmaktadır. Ekonomi-po-
litik, jeopolitik, jeokiiltür, jeoekonomi, jeostrateji gibi kavramların
ülkelerin eiic tanımlamalarında daha sık bir şekilde kullanılmaya
G ü ç P a r a m e tre le r i ve S tr a te jik P la n la m a

başlanması Soğuk Savaş sonrası dönemin dinamik şartlarının ge­


tirdiği özel konjonktür ile birlikte daha da belirgin bir nitelik ka­
zanmıştır.
Bu nedenledir ki, ülkelerin güç parametreleri artık birbirinden
bağımsız yalın unsurlar değil, her biri yeni fonksiyonlarla birbirini
etkileyen dinamik unsurlar olarak görülmelidir. Bu dinamik un­
surlar da insan unsurunun devreye girdiği çarpanlarla birlikte ele
alınmalıdır.

I. Güç Denklemi ve Unsurları

Bir ülkenin uluslararası ilişkilerdeki göreceli ağırlığı ve gücü


konusunda bu kaygıları da gözonünde bulunduracak şekilde şe­
killerde değişik tanımlamalar geliştirilebilir. Sabit verileri (SV) ta­
rih (t), coğrafya (c), nüfus (n) ve kültür (k) olarak; potansiyel veri­
leri (PV) ekonomik kapasite (ek), teknolojik kapasite (tk) ve askerî
kapasite (ak) olarak tanımlarsak bir ülkenin gücünü şöyle bir for­
mülle gösterebiliriz:
G-(SV + PV] x (SZ x SP x Sİ)
Bu formülde SZ stratejik zihniyete, SP stratejik planlamaya, Sİ
siyasî iradeye tekabül etmektedir.
SV^t + c + n + k ve PV= e^+1^ + a^ olduğu için formülün açılımı;
G -{(t + c + n + k) + (ek + tk + a k)}x (S Z x S P x S İJ şeklindedir.

ı. Sabit Veriler: Coğrafya, Tarih, Nüfus ve Kültür


Bu formül içindeki unsurları tek tek ele alırsak, sabit veriler ül­
kelerin mevcut parametreler içinde kısa ve orta vadede kendi ira­
deleriyle değiştirmelerinin mümkün olmadığı unsurlardır. Ancak,
bu durum bahsi geçen unsurların ülkelerin güç denklemindeki
ağırlıklarının değişmez olduğu anlamına gelmez. Aksine, değişen
uluslararası konjonktür, bu sabit unsurların ülkelerin güç dengele­
ri içindeki özgül ağırlıklarının değişime uğramasına yol açar.
Bu değişimi doğru bir zamanlama ile tutarlı bir yeniden değer­
lendirmeye tâbi tutan ülkeler, bu sabit unsurları dinamik bir dış
politika yapımının destek zemini haline dönüştürürler. Mesela
Türkiye’nin sabit bir verisi olan ve Hatay’ın ilhakı dışında son 75
S tr a te jik D e rin lik

yıldır değişmemiş olan coğrafyasının Soğuk Savaş dönemindeki


stratejik ağırlığı ile Soğuk Savaş sonrası dönemdeki stratejik ağırlı­
ğı önemli farklılıklar göstermektedir.
Böylesi teorik bir çerçeve oluşturma çabası bazı temel jeopoli­
tik kavramların tanımlanmasını ve mukayeseli anlam çerçeveleri­
nin oluşturulmasını gerekli kılmaktadır. Ulus-devlet olgusunun
uluslararası sistemin ana unsuru haline gelmesi ile birlikte bir si­
y asî topluluk olan ulus, bu topluluğun egemenlik şeklindeki örgüt­
lenmesi olan devlet ve bu siyasî egemenliğin yayıldığı alanı kapsa­
yan ülke kavramları içiçe geçen bir iç anlam bütünlüğü ve bağım­
lılığı kazanmışlardır. Coğrafî alanların egemenlik nesnesi olarak
devletler arasında bölüşülmesi ve bu bölüşümün bir uluslararası
hukuk normu haline dönüşmesi modern sınır kavramının temeli­
ni oluşturmaktadır. Bu açıdan sınır kavramı, bir siyasî topluluğun
etkinlik alanı açısından biri içe dönük egemenliği tanımlayan po­
zitif, diğeri dışa dönük egemenlik sınırını tanımlayan negatif
olmak üzere iki anlam alanı oluşturmaktadır.
Uluslararası ve bölgesel nitelikli jeopolitik çatışma alanları, bu
sınır tanımlamalarının'öngördüğü egemenlik alanları ile fizikî,
ekonomik ve kültürel coğrafyanın oluşturduğu iç-bağımhlık alan­
ları arasındaki farklılaşmanın yansımalarıdır. Bu çerçevede sınır­
lar ile jeopolitik kuşaklar ve hatlar arasındaki ayrım Özel bir önem
kazanmaktadır. Fizikî ve ekonomik coğrafya açısından birbirini ta­
mamlayan alanların oluşturduğu jeopolitik kuşakların karşılıklı sı­
nır tanımlamaları ile birbirinden ayrılan birimler haline dönüş­
mesi bu kuşaklar boyunca her an tırmanabilecek egemenlik çatış­
ması potansiyelini beraberinde getirir. Özellikle sömürge impara­
torluklarının dağılması ile birlikte ortaya çıkan ulus-devletler ara­
sındaki sınır çatışmalarının çoğunda hukukî sınır ile jeopolitik ku­
şak uyumsuzluklarının önemli bir payı vardır.
Bir toplumun kültürel ve tarihî birikimi ile desteklenen jeopo­
litik öıı-hatlar ise bir toplumun uluslararası vizyonunun şekillen­
mesinde önemli rol oynarlar. Mesela Alman kimliği ve Kutsal Ro-
ma-Germen tarihi ile dokunan Alman stratejik zihniyetinin ön­
gördüğü jeopolitik ön-hat ile fiilî/hukukî Almanya sınırları arasın­
daki farklılaşma geçmişte iki dünya savaşma sebep olmuştur. Aynı
fnrUiıiıV- tt rv ini ra Savasın Han sonra ise barışçı Yöntemlerle AB'nin
G ü ç P a r a m e tre le r i ve S tr a te jik P la n la m a

ilk oluşturucu etkenleri arasında yer almıştır. ABD'yi bir süper güç
olarak tarih sahnesine çıkaran ana unsur da, 19. yüzyılda Atlan­
tik'ten Pasifik derinliğine doğru sürekli genişletilebilen bir sınır
üzerinden hukukî/siyasî bir egemenlik aianı haline dönüştürüle­
bilen jeopolitik ön-hat vizyonudur.
Bu kavramların İngilizce karşılıkları, semantik alan itibariyle
açıklayıcı nitelikler taşımaktadır. Sınırın karşılığı olan boun-
dary/territory1 kavramı, muhtevasından da anlaşılacağı gibi, ülke­
leri bağlayan bir anlam taşımakta iken; bizim, jeopolitik ön-hat
olarak tanımladığımız, ilerleyen bölümlerde de kısaca hat olarak
kullanacağımız/ron tier kavramı toplumlârm yöneldikleri ön alan­
ları ortaya koymaktadır. Stratejik belt kavramı ise hem sınırlayan
hem de egemenlik kaymalarına göre esneyebilen bir kuşak için
kullanılmaktadır.2 Bu çerçevede bir kıyas ile ortaya koymak gere­
kirse ABD'nin Amerikan kıtası boyunca engin bir frontier vizyonu
oluşturabilmesi, bu devlete, kıtayı doğu-batı ve kuzey-güney isti­
kametinde kesen jeopolitik kuşakları bir sınır bütünlüğü içinde
toplama imkanı vermişken3, Avrupa içindeki farklı ulusların stra­
tejik zihniyet oluşumunda öngördükleri/hmf/er algılaması ile cari
cepheleşmelerin doğurduğu fiilî sınırlar arasındaki gerilim kıta-içi
savaşların kaynağını oluşturmuştur. Hukukî sınır {boundary} ile
jeopolitik hat (frontier) arasındaki bu farklılaşma bugün de Avras­
ya jeopolitiğindeki dinamizmin ana sebebini teşkil etmektedir.
Iç egemenlik alanını tanımlarken aynı zamanda dış egemenlik
mücadelelerinin hukukî sınırlarını ortaya koyan sınırlar ile özellik­
le yeni alanlara açılan ya da bir güç merkezi oluşturmaya başlayan
toplumların stratejik yayılım alanları ile ilgili algılamalarım yatısı-
mmu
1 Bu kavram ın jeopolitik açıdan taşıdığı özci anlam alanları için bkz. David B.
Knight, “People Together, Yet Apart: Rethinlcing Tenitory, Sovereignty, and
Id eııtities”, R eord erin g th e W orld: G eopu! i rical P erspectiv es on the 21st Cen.tu.ry
içinde, G eoıge J. D eınko andVVilliaııı B. YVood (ed.), fOxlord: VVcsrvicvv, lî)94j,
s. 71-86.
2 Jeopolitik kırılma alanları için kullanılan sh a tlerb ell: kavram ının bir örnek
uyarlanm ası için bkz. Saul B. Cohen, "G copolitics in the New VVorld Eıa: A
New Perspective on aıı 03d Disripline", R eord erin g th e W orld: G eo p o litica l
P ersp ecliv es on ıh e 2 1 s t C en tu ıy içinde, s. 32-35.
3 F ro n tier kavramı ve bu kavramın Amerikan tarihi içindeki algılanış biçim i için
!>k/.. VVaiter Prescott Webb, The Grent F ron tier, (Lincoln and London: IJniver-
; S tra te jik D e rin lik

tan jeokültürel ve jeopolitik hatlar arasındaki farklılaşmanın, m er­


kezî alanından (core areas) hareketle stratejik kademelendirme
gerçekleştirmek isteyen güçleri karşı karşıya getirmesi durumun­
da jeopolitik çatışma kuşakları (shatterbell) ortaya çıkmaktadır.
D o la y ıs ıy la jeopolitik kuşakların kesiştiği alanlar ile hukukî sınırlar
arasındaki farklılaşmanın yoğunlaştığı bölgeler çok yönlü çatışma
potansiyelinin varolduğu bölgelerdir.
Yeni alanlara açılan güçler genellikle kendilerini bağlayan smır
kavramını aşarak bir ön hat ve ufuk oluşturma çabası içine girer­
ler. Mesela Tarık bin Ziyad'm Ispanya’ya çıkmasından sonra gemi-
ieri yakması, idaresindeki ordunun Kuzey Afrika’dan Cebelitarık’a
uzaıîan smır algılamasını yeniden kurmaya yönelik bir çabadır.
Böylece daha önce Cebelitarık'ın oluşturduğu su engeli ile zihin­
lerde yer eden sınır algılaması ön hat olarak Pirenelere uzatılmış­
tır. Benzer bir durum Pasifik’e doğru ön hattını sürekli genişletme­
ye çalışan ABD’nin kuruluş ve yayılma sürecinde yaşanmıştır. Bu
tür açılımlarda stratejik yayılma hatlarında ciddi bir direniş ile kar­
şılaşmayan güçler, merkezî alanları ile yeni kuşaklar arasında stra­
tejik tutarlılığı olan bir bütünlük kurarlar.
Bazı ülkelerin merkezî alanları, jeopolitik/jeokültürel hatları ve
hukukî sınırları arasında tabiî bir uyum ve dış dünya ile tabiî bir
ayrım çizgisi bulunmaktadır. Bu ülkelerin en tipik misalleri İngil­
tere ve Japonya gibi ada ülkeleridir. Bu ülkelerin ada konumu ken­
di merkezî alanlarım tanımlamalarım kolaylaştırırken, komşu kıta
içindeki stratejik dengelere ayarlı politikalar bu merkezî alan ile
komşu kıta arasındaki ilişkilerin belirlenmesini sağlamaktadır.
Komşu kıta içinde bir gücün sivrilmesi ya da ada ülkesinin strate­
jik bir açılım içine girdiği dönemlerde merkezî alandan kıtaya yö­
nelik ilgi ve müdahale artmakta; stratejik daralma dönemlerinde
ise bir tür merkezî alana çekilme yaşanmaktadır. İngiltere’nin Yüz
Yıl Savaşlarından başlayarak Otuz Yıl Savaşları, Veraset Savaşları,
Napolyon Savaşları ve I. ve II. Dünya savaşlarında Avrupa kıtasına
yönelik geliştirdiği stratejilerde bu tabiî ayrım hatlarının önemli
bir tesiri vardır. Büyük bir ada-kıta ülkesi konumundaki ABD'nin
Avrasya'ya yönelik politikalarında da daha büyük ölçekli olmakla
birlikte benzer özellikler söz konusudur.
G ü ç P a r a m e tre le r i ve S tr a te jik P la n la m a

nıml amal arı ile hukukî sınırlar arasında tabii bir ayrım yapmak
mümkün değildir. Bunun en tipik misali de Almanya'dır. Alman­
ya’nın, tarihî Brandenburg ve Prusya bölgesi eksen olmakla birlik­
te sürekli esneyebilen bir merkezî alan algılamasına sahip olması
ve bu algılamanın Germen akraba topluluklarının yaşadığı bölge­
lere uzanan değişken bir jeopolitik/jeokültürel hat ile bir bütün
içinde düşünülmesi Almanya’nın son iki yüzyıl içindeki hukukî sı­
nırlan ile bu stratejik algılama arasında onulmaz bir çelişki doğur­
muştur. Almanya'nın sahip olduğu ve bu ülke stratejisyenlerince
çok sık kullanılan Mittellage (merkez konum) ’den kaynaklanan bu
durum Avrupa-içi stratejik çatışmaların odağını oluşturmuştur.
jeopolitik ve jeokültürel ön-hatlarla uyumlu hukukî sınırların
belirlendiği bölgelerde ve dönemlerde genellikle istikrarlı siyasî
ilişkiler doğmaktadır. Mesela, asırlar boyu süren Osmanlı-İran sa­
vaşlarından sonra 1639‘da Kasr-ı Şirin Anlaşması ile oluşturulan
Osmanlı-İran sınırının bugüne kadar değişmeden ulaşabilmiş ol­
ması tabiî bir jeopolitik hattın hukukî sınır haline dönüşmesinin
sonucudur. Buna karşılık sınırlar ile ön-hatiann çatıştığı ve ulusla­
rarası sınırlar ile jeopolitik hatlar üzerinde farklılaşmaların doğdu­
ğu durumlarda iki ya da daha çok siyasî aktörün etki alanı müca­
delesine girdiği çatışma kuşakları oluşmaktadır. Bu durumun en
çarpıcı misali Türkiye ile Irak sınırı üzerinde son yıllarda yaşanan
bunalımlardır. Bu bunalımların kökeninde iki ülke arasındaki hu­
kukî sınırın bölgenin jeopolitik ve jeokültürel yapısı ile uyumlu ol­
maması yatmaktadır. Tarih boyunca bu hat üzerinde hiç bir kalıcı
sınırın görülmemiş olması da jeopolitik, jeokültürel ve jeoekono-
mik temelden yoksun sınırların bunalım kaynağı olmasına önem ­
li bir delil teşkil etmektedir. Hindistan ile Pakistan arasında Keşmir
üzerinde süregelen mücadele de bu çelişkinin doğurduğu çatış-
maların bir başka çarpıcı misalini teşkil etmektedir.
Bu çalışmada sık sık geçeceği için tanımlanması gereken diğer
önemli bir kavram ise havzadır. Bir çok jeopolitik, jeokültürel ve
jeoekonomik hattın kesişerek oluşturdukları, iç stratejik bütünlü­
ğe sahip bölgeleri havza olarak tanımlamaktayız. Alman jeopolitik
havzası, Rus step havzası gibi tanımlamalar bu ülkelerin coğrafî
konumlarının tabiî sonucu olarak ortaya çıkan geniş ölçekli Strate­
ji/- motımn-a alanını vansıtmflktaHir.
S tr a te jik D e rin lik

Bu çerçevede, ki lalar ve bölgelerarası etkileşim bölgeleri ta­


nımlamalarını büyük güçlerin havza algılamalarının kesişim alanı
için kullanmaktayız. Mesela Asya ve Avrupa’yı ayıran Doğu Avrupa
stepleri modern diplomasi tarihi içinde genelde Slav ve Germen,
özelde Kus ve Alman havza algılamalarının etkileşim alanını oluş­
turmuştur. Ortadoğu bölgesinin gerek bir kavram olarak ortaya çı­
kışı gerekse fiilen bir çatışma alanı olması da, Asya, Afrika ve Avru­
pa kıtalarını birleştiren bir çok havzanın kesiştiği bir etkileşim bat­
tı ol uşturmasmd andır.
Merkezî alan, smır, hat, kuşak, havza, etkileşim bölgesi gibi
kavramların bir iç bütünlük içinde anlamlandırıl maları her bir ül­
kenin strateji ve dış politika yapım sürecini anlamak bakımından
da büyük bir önem taşımaktadır. Reelpolitik açıdan bakıldığında;
havza algılaması stratejik manevra alanını, etkileşim bölgesi bu
manevra alanlarının çok yönlü stratejik mücadeleye dönüştüğü
coğrafî alanı, hat ve kuşak tanımlamaları stratejik hedeflerin taktik
kademelendirme ve uygulama alanını, hukuki sınırlar defan si f ve
ofansif stratejik pozisyonlara meşruiyet kazandırılmasını sağlayan
ayrım çizgilerini, merkezî ala'n ise stratejik varoluş temelini belir­
lemektedir. Bu çerçevede bahsi geçen tanımlar statik ayrım hatla­
rını değil, uluslararası ve bölgesel konjonktüre göre dinamik bir
şekilde tanımlanması gereken coğrafî mekan idraklerini yansıt­
maktadır.
Bu jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik tanımlamalar, top-
lumlarm zaman ve tarih idrakleri İle de bir bütünlük oluşturmak­
ladır. Bir toplumun medeniyet aidiyetinin, kültürel kimliğin, ku­
rumlan n ve dışa yansıyan biçimsel formların oluştuğu tarihi süreç
de sabit bir veridir. Mesela, üçüncü bölümde daha detaylı bir şe­
kilde ele alacağımız gibi Türkiye'nin sabit bir verisi olan Osrnanlı
tarih mirasının Soğuk Savaş dönemindeki ağırlığı Soğuk Savaş
sonrası dönemde önemli bir değişim geçirmiş ve Türkiye’nin ge­
rek Balkanlarda gerekse Kafkaslarda çok daha aktif bir dış politika
yapımına yönelmesine yol açmıştır. Son on yıl içinde Türkiye'nin
gerek Balkanlar gerekse Kafkaslarda müdahil olduğu bir çok böl­
gesel mesele temelde bu tarih mirasının izlerini taşımaktadır.
Bu bölgelerdeki Osmanlı bakiyesi unsurlar, ortaya çıkan jeopo-
ı:± .ı, A r \ r i t i tvl ı ı m ı h ' ı e l/ ı l n rl a 1 'irih î m u r e m l i İr a l a n ı n ln ra k '
Güı,: P a r a m e tr e le r i v e S tr a te jik P la n la m a

gördükleri Balkanlar/Anadolu eksenli Osmanlı merkez alanına


Uleartland) yönelmişlerdir. Asrın başında Osmanlı tarih mirasın­
dan yeni tanımlara dayalı bir ulus devlet olarak çıkan Türkiye
Cumhuriyeti, asrın sonunda bu mirasın jeokültürel ve jeopolitik
sorumlulukları ile tekrar yüzleşmek zorunda kalmıştır. Türk dış
politikasına Önemli yüklerle birlikte yeni ufuklar ve imkanlar ka­
zandıran bu sorumluluklar, önümüzdeki dönemde, Türk stratejik
zihniyet ve kimliğinin yeniden şekillenmesindeki en belirleyici
unsurlar olarak devreye gireceklerdir.
Türkiye'nin genç ve dinamik nüfus yapısı da önemli bir güç pa­
rametresi olduğu için özellikle Avrupa Birliği ile olan ilişkilerde sü­
rekli gözönünde tutulan bir unsur olagelmiştir. Soğuk Savaş süre­
since Rusların sıcak denizlere inmesinin önündeki en önemli as-
keri/demografik engel olarak görülen bu nüfus unsuru, Soğuk Sa­
vaş sonrası gelişmelerde Avrupa-iç.i insan hareketliliklerini etkile­
yebilecek en önemli ekonomik/demografik unsurlar arasında gö­
rülmeye başlanmıştır. Başta Almanya olmak üzere Türkiye kay­
naklı göç hareketlerine sahne olan Avrupa ülkelerinin Avrupa Bir­
liği ile entegrasyon sürecinin tabiî uzantısı olan serbest dolaşım
hakkı konusunda takındıkları tavır, bu nüfus unsurunun güç para­
metreleri İçindeki yerinin bir sonucudur.
Belli bir insan unsurunun (nüfus) belli bir mekan içinde (coğ­
rafya) ve belli bir zaman boyutunda (tarih) sahip olduğu kimlik ve
aidiyet hissi ile ürettiği değerler dünyasına dayalı psikolojik, sos­
yolojik, siyasî ve ekonomik yapı taşlarından oluşan kültür, bir ül­
kenin sabit güç verilerini potansiyel güç verilerine bağlayan en
önemli unsurdur. Bu unsur bir taraftan sabit verilerin yaşayan sü­
reç içinde tezahür etmesini sağlarken, diğer yandan potansiyel ve­
rileri harekete geçiren temel muharrik rolü oynamaktadır.
Ortak zaman-mekaıı idrakinden kaynaklanan güçiü bir kimlik
ve aidiyet hissine sahip olan ve bu his ile psikolojik, sosyolojik, si­
yasî ve ekonomik unsurları harekete geçirebilen kültürel yapısı
oturmuş toplumlar sürekli yenilenebilen stratejik açılımlar ger­
çekleştirme imkanına sahiptir. Buna karşılık kimlik bunalımı yaşa­
yan ve bu bunalımı bir kültür buhranı haline dönüştüren toplum­
lar psikolojik, sosyolojik, siyasî ve ek o n o m ik dalgalanmaların kıs­
kacında stratejik bir açmaz içine düşerler.
S tra te jik D erin lik

2. Potansiyel Veriler: Ekonomik, Teknolojik ve


Askerî Kapasite
Bir ülkenin potansiyel verileri ise kısa ve orta vadede değişebi­
lir nitelikte olan ve ülke potansiyelinin kullanım kapasitesinin
yansıması olan unsurlardır. Ekonomik kaynaklar, teknolojik altya­
pı ve askerî birikim ülkenin güç denkleminde değişken unsurlar
olarak yer alır. Bu değişken unsurların dış politika yapımında ko-
ordineli ve verimli bir şekilde devreye sokulması, ülkenin uluslara­
rası güç dengeleri .içindeki ağırlığının artmasını sağlar. Buna karşı­
lık bu unsurların iyi bir planlama ile yeterince etkin bir tarzda ye­
niden yapılan din İmadığı ülkelerin uluslararası ilişkilere yansıyan
gücünde ciddi zaaflar ortaya çıkm aya başlar.
Uluslararası ilişkilerin Soğuk Savaş sonrası dönemdeki en
önemli gerilim alanları jeopolitik ve uluslararası ekonomi-politik­
tir. Bu çerçevede dış ekonomik ilişkileri yönlendiren ekonomi-po-
litik tercihler genel stratejinin Önemli bir unsuru haline gelmişler­
dir. Bu durum küresel ekonomi-politik rekabetin tarafı olan büyük
güçler kadar, bu rekabetin hem aktörü hem de edilgen sahası ko­
numundaki bölgesel güçler açısından da geçerlidir. II. Dünya Sa­
vaşının hemen sonrasında bağımsızlıklarım kazanan ve Soğuk Sa­
vaş süresince genellikle ithal ikamesi politikalarıyla bağımsız bir
ulusal ekonomik aîan oluşturmaya çalışan bu bölgesel güçler, sek­
senli yıllardan itibaren başlayan ve Soğuk Savaş sonrası dönemde
gittikçe artan bir ivme kazanan ihracata dayalı kalkınma modelle­
ri ile küresel ekonomik dengelerde yer edinmeye çalışan politika­
lara yönelmişlerdir. Bu değişim süreci ekonomi-politik ile strateji
arasındaki bağımlılık ilişkisini artırmış ve ekonomik çıkar alanları­
nı diplomasinin ana unsurları haline getirmiştir.
İç ve dış ekonomik politikalar arasındaki uyum meselesi dış
politika yapımım ve bu politikaların uygulama sürecini klasik dip­
lomatik kulvarın dışına taşırmıştır. II. Dünya Savaşından sonra as­
kerî/diplomatik alanı daralmış olan Japonya’nın ekonomiyi bir
strateji parametresi olarak dış politikanın merkezine oturtması bu
gelişmenin en çarpıcı misallerinden birini oluşturmaktadır. De
Geaulle'ün Fransız Frangının gücünü dış politika oluşumunun
ana unsuru oiarak görmesinden bu yana fmansal alanda büyük
ekonomi-politik güçler arasında yaşanan rekabet, ekonomi-poli-
G ü ç P a r a m e tr e le r i ve S tr a te jik P la n la m a

tik rekabetin uzun dönemli stratejik rekabet içindeki konumunu


sürekli teyid eden bir seyir izlemiştir. Önümüzdeki dönemin ulus­
lararası ekonomi-politik dengelerini belirleyecek gibi görünen Eu-
ro-Dolar finansal rekabetinin AB ile ABD arasındaki stratejik ilişki­
lerin tabii bir parçası olarak devreye girmesi bu konumun son çar­
pıcı misalini oluşturmaktadır.
Soğuk Savaş sonrası dönemde ekonomik kapasitenin ulusal
güç parametreleri içindeki konumunda önemli bir mahiyet değişi­
mi yaşanmıştır. İletişim teknolojisindeki olağanüstü sıçrama ile
hızlı bir ivme kazanan küresel ölçekli karşılıklı bağımlılık ilişkisi
devlet-dışı aktörlerin ulusal strateji içindeki önemlerini artırmış­
tır. Bugün çokuluslu şirketler arasındaki ilişkiler devlet-ölçekli iliş­
kilerin de ötesinde etkiler yapabilmektedir. Bölgesel entegrasyon
faaliyetleri ile birlikte daha da karmaşık bir nitelik kazanan bu du­
rum ithal ikamesi politikalarına gerekçe oluşturan ulusal ekono­
mik bağımsızlık kavramım temelinden sarsmaktadır.
Bugün resmi ve gayriresmi aktörlerin birlikte oluşturdukları
ulusal total etkinlik sadece devlet kontrolüne dayanan ulusal b a­
ğımsızlığın önüne geçmiş bulunmaktadır. Çokuluslu şirketler, sivil
toplum kuruluşları, bölgesel ve uluslararası kuruluşlar gibi ulus-
devlet yapılanması dışındaki aktörlerin artan etkisi küresel ölçekli
makro stratejiler ile yerel ölçekli mikro stratejiler arasında önemli
bir uyum problemi doğurmuş bulunmaktadır. Böylesi çok aktörlü
dinamik bir konjonktürde ülkelerin göreceli güçleri bu uyum
problemini aşabilme kabiliyetlerine bağlıdır.
Bu çerçevede ülkenin bilim ve teknoloji atanındaki üretkenliği
ve etkinliği de güç parametrelerinin değişken unsurlarının başın­
da gelir. Bir örnek alan olarak üzerinde duracağımız gibi bir ülke­
nin savunma sanayiinin altyapısı da, ekonomik gelişme düzeyi de,
sabit kaynakların etkin bir şekilde değerlendirilebilmesi de bu
alanlarda yetişmiş insan unsuruna bağlıdır. ABD’nin hegemonik
güç olarak ortaya çıkışında bilim ve teknolojik kapasite konusun­
da yaptığı atılımiarm rolü büyüktür. Son zamanlarda gerçekleşen
ekonomik zirvelerde sürekli gündem maddeleri arasında yer alan
telif haklan ve lisans uygulamaları da aslında bilim ve teknoloji
konusundaki gelişmelerin denetim gücünü elinde tutma gayreti­
nin bir ürünüdür. Japonya’yı ekonomi-politik bir dev haline geti­
ren temel faktör de teknoloji uygulama alanında gerçekleştirilen
atılı mİ arın ticarî bir hüviyetle piyasa unsuru haline dönüştürüle-
bilmiş olmasıdır.
Bu nedenledir ki, bilim ve: teknolojik üstünlük konusunda sü­
ren rekabet Soğuk Savaş sonrası dönemin perde gerisinde süren
ana gerilim alanlarından birisi olmuştur. Bunun sebebi de tekno­
lojik savaşın sonuçlannın sıcak savaşın sonuçlarından daha belir­
leyici olmasıdır. Sıcak savaşı bugün kazanmış görünenler tekno­
lojik savaşın uzun dönemli galiplerine boyun eğmek zorunda ka­
lacaklardır. Bu açıdan dünya-sisteminin merkezini oluşturan
güçlerin en öncelikli hedefi teknolojik üstünlüğü elden bırakma­
maktır. Bu da sistemik güçler arasındaki mücadeleye acımasız bir
iç rekabet: niteliği kazandırmaktadır. Sıcak savaşlarda geçici ittifak
ve koalisyonlar oluşturan güçler teknolojik savaşta karşı karşıya
gelmekte ve en yoğun ittifak dönemlerinde bile karşılıklı markajı
sürdürmektedirler. Askeri ittifaklar geçici, teknolojik üstünlük ka­
lıcıdır.
Uluslararası ilişkilerdeki hegemonik güç konumunu sürdür­
mek isteyen ABD bu gücün temel dayanağı olan teknolojik üstün­
lük ve kontrol kabiliyetini kaybetmemek için bir taraftan uluslara­
rası hukuk düzenlemeleri yapmaya gayret ederken, diğer taraftan
başta Çin, Japonya ve AB olmak üzere rekabet gücü olan güçlerle
kıyasıya bir rekabeti göze almıştır. Japonya ile multimedya ve ile­
tişim teknolojisi, Çin ile telif hakları ve uluslararası patent anlaş­
malar], Fransa ile teknoloji casusluğu konusunda karşı karşıya ge­
len ABD’nin hedefi gelecekteki teknolojik oluşumun nabzını ve
kontrolünü elinde tutmaya devam etmektir.
Doksanlı yılların ortalarına doğru bir taraftan Japon pazarının
Amerikan mallarına açılması için baskılarını artıran ABD, diğer ta­
raftan da gelecekteki iletişim teknolojisinin öncülüğünü elinde
tutmak için ciddi bir atılım başlatmıştır. 1995 yılı başında başkan
yardımcısı Al Gore’un Amerikan hükümeti ile firmalarını küresel
ekonomik hakimiyeti sürdürmek üzere ulusal bilgi ve iletişim alt­
yapısı kurmak için işbirliğine davet etmesi ile başlayan bu atılım
temelde özellikle bilgi otobanları, bilgisayar iletişim ağı ve multi-
medya alanlarında tekel olmak hedefini gütmektedir. Bu konuda
geri kalmakta olduğunu farkeden Japonya karşı bir atakla 2010 yi-
G ü ç P a r a m e tre le r i ve S tr a te jik P la n la m a

iııi] hedefleyen ve ekonomiye 2.5 milyonluk iş kapasitesi ve yılda


1.23 trilyon dolarlık ek kaynak sağlayacak bir projeyi uygulamaya
koymuştur.
ABD ile Çin arasında son yılların en önemli bunalımına yol
açan telif hakları ve uluslararası patent anlaşmaları konusu da te­
ferruattaki bir uluslararası hukuk anlaşmazlığından çok daha de­
rin bir önem taşımaktadır. Mesele sadece bazı Amerikan firmala­
rının uluslararası piyasadaki hukukunu korumak değildir. Geçtiği­
miz yirmibeş sene içinde kendi oluşturdukları teknolojinin Japon-
lar tarafından büyük bir beceri ile piyasa değeri olan emtia haline
dönüştürülüp Amerikan ekonomisini kendi pazarında bile m ah­
kum etmesi ABD yönetimini Çin'e karşı büyük bir teyakkuza sev-
ketmiştir. Uluslararası ekonomik savaşta mesele sadece bir tekno­
lojiyi geliştirmek değil, o teknolojiyi pratik kullanım değeri yüksek
bir piyasa malzemesi haline getirebilmektir. Japonya mucizesi bu
becerinin üstünde yükselmiş ve Amerikan firmalarının bir çok
alanda uluslararası piyasalardaki etkisini kırmıştır.
ABD'nin Çin üzerindeki baskısının bir diğer önemli sebebi ise
özellikle Doğu Asyada yoğunlaşmakta olan yeni teknolojik geliş­
meleri kontrol altında tutabilmektir. Uluslararası telif hakları ve
patent anlaşmaları konusunda sahip olduğu etkin ve merkezî ko­
num ABD’ye diğer ülkelerdeki yeni teknolojik gelişmelerin ulusla­
rarası nitelik kazanmasında önemli bir ayrıcalık ve öncelik sağla­
maktadır. Son yıllarda özgün buluşlar konusunda Doğu Asya'nın
rolünün gittikçe artması teknolojik merkez kayması riskini bera­
berinde getirmiştir. Bugün ABD içindeki önemli teknolojik atılım-
larda da Amerika kökenli olmayan araştırmacıların payı artmakta­
dır. Atlantik-eksenlî diinya-sisteminin oluşturduğu uluslararası
hukuk bu teknolojik kaymanın kontrol altına alınmasının en
önemli aracı olarak devreye sokulmuştur. Bunun içindir ki ABD bu
patent hukukunun tanınmasına Çin’deki insan haklan ihlallerin­
den daha büyük önem vermiş ve Tlanenmen olayında uygulandı­
ğından daha büyük bir baskı oluşturmaktan çekinmemiştir.
Yine 1995 yılı başlarında tırmanan ABD ile Fransa arasındaki
teknolojik casusluk bunalımı da farklı bir alanda benzer bir haki­
miyet kavgasını aksettirmektedir. Uluslararası ekonomik ve politik
hakim n/ptin pn çlratpiik a l a n la r ın d a n birisi n bın ıırn k s a n a v i i n d e -
S tr a te jik D e rin lik

ki Boeing-Airbus rekabeti bir Amerikan-Avrupa rekabeti niteliğine


dönüşmüştür. Zamanla tam bir ticaret savaşına dönüşen bu reka­
bet Avrupa'nın Amerika'ya karşı gösterdiği en önemli başarılardan
biri olmuştur. İletişim teknolojisinde ABD ve Japonya'ya karşı ge­
rileme kaydeden Avrupa, Airbus ile uçak sanayiinde ciddi bir atı­
lım yapmıştır. Fransa’daki ABD diplomatlarının da adının karıştığı
teknolojik casusluk skandali büyük güçler arasında süren amansız
mücadelenin önemli bir göstergesidir.
Gittikçe yoğunlaşan bu teknolojik savaş gelecekteki ekonomik,
siyasî ve askerî savaşların da kaderini belirleyecek nitelikler taşı­
maktadır. ABD'nin bir çok cephede sürdürmekte olduğu bu savaş
aynı zamanda Amerikan hegemonyasının gelecek yüzyıldaki ka­
derini de ortaya koyacaktır.
Bu unsurların tümünü fiilî güç haline dönüştüren askerî kapa­
site de ülkelerin gerek barış dönemlerindeki potansiyel kapasitesi­
nin gerekse savaş dönemlerindeki reel güç yansımasının temel
göstergelerinden biridir. Askerî kapasite, değişen konjonktüre uy­
gun bir tarzda kendini yenileyebilen bir parametre olarak hem
ekonomik, diplomatik ve politik kararlardan etkilenmekte hem de
bu kararların yöneliş ve uygulanış biçimini belirleyebilmektedir.
Ülkenin güvenlik parametreleri ekonomik kaynakların kullanım
ve aktarım biçimini etkilerken, diplomatik ve siyasî üişkilerin sey­
rini de önemli Ölçüde belirlemektedir.
Yeni teknolojik gelişmelere ve konjonktürel değişimlere ayak
uyduramayan askerî yapılar zamanla içe dönük politik hesapların
ve kaynak israfının aracı haline dönüşme riski taşırken, yerinde ve
zamanında alman stratejik kararlarla kendini yenileyebilen ve
toplumsal doku ile bütünleşen askerî kapasite kullanımları ülkele­
rin uluslararası güç hiyerarşisinde daha üst basamaklara çıkabü-
melerinin ve politik/ekonomik etki alanı oluşturabilmelerinin
önünü açarlar. Mesela Bismark'ın demir yumruklu idaresinin güç
kaynağını oluşturan askerî kapasite aynı zamanda siyasî alanda
Alman birliğinin, ekonomik alanda ise Alman atılımınm hem so­
nucu hem de dışa yansıyan boyutudur. Aynı şekilde Deli Petro’nun
askerî yapıda gerçekleştirdiği reformlar steplerle sınırlı Moskova
Prensliğini, Avrasya'yı bir bütün olarak stratejik hakimiyet alanı
haline getirmeye vönelen Rus eniDerval vavılmaçılısına dönüştü­
G ü ç P a r a m e tre le r i v e S tr a te jik P la n la m a

ren siyasî, ekonomik ve diplomatik unsurların fiilî güç zeminini


oluşturmuştur. Bugün de Amerikan askerî yapılanması ile Ameri­
kan ekonomisi ve diplomasisi arasında doğrudan bir ilişki vardır
ve bu ilişki dünya anakstasından uzakta bir coğrafî konuma sahip
olan ABD'yi uluslararası ilişkilerin belirleyici hegemonik gücü ha­
line dönüştüren ana unsurlardan biridir,

3. Stratejik Zihniyet ve Kültürel Kimlik


Bir toplumun stratejik zihniyeti; içinde kültürel, psikolojik, di­
nî ve sosyal değer dünyasını da barındıran tarihî birikim ile bu b i­
rikimin oluştuğu ve yansıdığı coğrafî hayat alanının ortak ürünü
olan bir bilincin, o toplumun dünya üzerindeki yerine bakış tarzı­
nı belirlemesinin ürünüdür. Bu açıdan bakıldığında, zihniyet ile
strateji arasındaki ilişki, coğrafî verilere dayalı mekan algılaması
ile tarih bilincine dayalı zaman algılamasının kesişim alanında or­
taya çıkar. Farklı toplumların farklı stratejik bakış açılarına sahip
olmaları, aslında, bu mekan ve zaman boyutlarına dayanan farklı
dünya algılamalarının ürünüdür.
Toplumların kendi coğrafî konumlarını eksen edinen mekan
algılamaları ile kendi tarihî tecrübelerini eksen edinen zaman al­
gılamaları, yönelişleri ve dış politika yapımını etkileyen zihniyet
altyapısını oluşturur. Milleti ezelî bir siyasî birlik ya da hemen de­
ğişebilir bir insan topluluğu olmaktan çok, istikrarlı bir tarih süre­
cinin ürünü olan ve uzun tarih dilimleri içinde oluşan bir birlikte­
lik olarak kabul edersek stratejik zihniyet aynı zamanda bir kimlik
bilincinin tarihî süreç içinde biçimlenmesinin ve yeniden şekillen­
mesinin sonucunda ortaya çıkar ve geçici siyasî dalgalanmaların
ötesinde bir süreklilik arzeder.
Mesela Alman stratejik zihniyeti, Kutsal Roma-Germen İmpa-
ratorluğu'nun kökenleri 9. yüzyıla kadar giden tarihî serüveni ile
modern ulus devletin felsefî temellerinin tarihî gerçeklik alanı ile
buluşarak ideolojik bir altyapı kazandığı 19. yüzyıla kadar uzanan
bir tarihî bilincin eseridir. Bu bilinç Ortaçağ feodal-dinî birikimi
ile modern seküler-ideolojik birikimin unsurlarını birlikte barın­
dırır. Hegel'in Alman bilincinin tarihî kökenlerini ortaya koyduğu
tarih yorumu ile Hitler'in III. Reich kavramı arasındaki paralellik
böylesi bir stratejik zihniyet sürekliliğinin ürünüdür.
Aym şekilde Ortodoks Rus Çarlığı ile ateist Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği’nin stratejik öncelikleri arasındaki paralellik
ve süreklilik toplumların stratejik zihniyetlerinin tarih ve coğrafya
g3bi sabit veriler tarafından ne ölçüde belirlenmekte olduğunun
bir göstergesidir. Rus kimlik bilincinin evrensel ideolojik kimlik ta­
nımlamaları öngören sosyalist ideolojiye rağmen varlığını sürdü­
rebilmesi ve Soğuk Savaş sonrası dönemde eski Marksistlerin yön­
lendirdiği yeni milliyetçi akımlarda kendini tekrar siyasî bir kimlik
olarak üretebilmesi bu stratejik zihniyet sürekliliğinin sonucudur.
Siyasî kariyerini bir sosyalist olarak oluşturan Miloseviç’in Soğuk
Savaş sonrası dönemde radikal ırkçılığa dönüşen Sırp milliyetçili­
ğinin lideri konumuna gelmesi de bu açıdan ilginç bir misal oluş­
turmaktadır.
Kendi tarihimizden misal vermek gerekirse, Söğüt civarında
göçer Türkmenlerin oluşturduğu küçük bir beylikten başlayarak
zamanla antik yerel medeniyet havzalarının tümüne yayılan ve in­
sanlık tarihinin en renkli, sinkretik ve karmaşık siyasî yapılarından
biri haline dönüşen Osmanlı Devleti’ni kuran ana unsur da böyle -
si bir stratejik zihniyetin altyapısını dokuyan zaman ve mekan bi­
lincidir. Bu stratejik zihniyet hem Osmanlı Devleti'nm atılım gü­
cünü hem de bu atılım gücünün oluşturduğu Osmanlı düzeninin
[Pax Oıtomanica) istikrarını sağlamıştır. Geçmişi kuşatan kadîm
kavramı da, geleceği belirleyeceği iddiasını taşıyan Deulet-i Ebed
Müddet kavrarın da bu stratejik zihniyetin muhtevasını dokuyan
bir larih ve kimlik bilincini yansıtmaktadır.
Gerek Osmanlı Devleti’nin çözülme, sürecinde gerekse Türkiye
Cumhııriyeti'nin kuruluşundan bu yana karşı karşıya kalınan
uluslararası problemlerde ortaya çıkan en önemli gerilim alanı, bu
stratejik bilincin süreklilik unsurları ile cari uluslararası güç den­
gelerindeki konum arasındaki farkın doğurduğu psikolojik gerilim
ve bu gerilimin kimlik bilinci üzerindeki yıpratıcı etkisidir. Bu açı­
dan Osmanlı-Türk stratejik bilincinin ana unsurlarının süreklilik
ve değişim yönleriyle yeniden tartışılması yüzleşmemiz gereken
en önemli meselelerden birisidir.
Kimlik, mekan ve zaman bilincinin tarihî birikim ve carî ger­
çeklikler çerçevesinde yeniden kurulması tarih içinde varoluşun
ve insanlık birikimine katkıda bulunabilmenin olmazsa olmaz şar-
G ü ç P a r a m e tre le r i v c S tr a te jik P l a n l a m a

tidir. Stratejik zihniyet bir varoluş iddiasına dayanmadıkça edil­


genlikten kurtulabilmek mümkün değildir. Bunun içindir ki, stra­
tejik zihniyeti oturmuş olan ve bu zihniyeti değişen şartlara göre
yeni kavramlar, araçlar ve formlar ile yeniden üretebilen'toplum­
lar uluslararası güç parametrelerine de ağırlık koyabilme kabiliye­
ti kazanırlar. Bunun aksine, stratejik zihniyette radikal bir kırılma
yaşayarak kimlik bilincim yıpratan toplumlar tarihi varoluşlarını
tehlikeye atarken, bu zihniyeti diğer toplumları dışlayıcı bir araç
olarak görerek donuklaştıran toplumlar ise ortak insanlık bilincin­
den kopmakta ve kendileri dışlanmaktadırlar.

4. Stratejik Planlama ve Siyasî İrade


Stratejik zihniyet ile stratejik planlama arasında bir nıuhteva-
şekil ilişkisi vardır. Sabit verilerin belirlediği stratejik zihniyetin
muhtevası potansiyel verilerle rasyonel bir kurguya oturtulan
stratejik planlama aracılığıyla elle tutulur ve algılanabilir bir şekle
bürünür.
Meşhur stratejisyen Cari von Clausewitz taktik ile strateji ara­
sındaki ilişkiyi tanımlarken “taktik, askerî birlikleri m uharebeler
için, strateji ise m uharebeleri nihai savaş için kullanm a san an ­
d ı r”4 demektedir. Hangi askerî birliğin, hangi küçük muharebede
ve hangi ölçekte kullanılacağının tesbİti bu muharebelerin netice­
si olan nihaî savaş ile İlgili bir hedef belirlemesi ile yapılabilir. Bu
çift yönlü bir ilişkidir. Stratejik yönelişi belirlenmemiş bir ordunun
birbirinden bağımsız küçük muharebelerde tek tek başarılar ka­
zanması savaşın nihaî kaderini belirleyici olamaz. Aynı şekilde
stratejik yönelişi teorik olarak ortaya konmuş olmakla birlikte, bu
yönelişin küçük muharebeler şeklindeki taktik altyapısı kurulama­
mış olan bir ordunun da başarılı olması mümkün değildir.
Diplomaside de durum pek farklı değildir; sadece nihaî hedefe
ulaşmak için kullanılan araçlar farklıdır. Taktik nitelikli adımların
stratejik bir yöneliş içinde biraraya getirilememiş olması zamanla
stratejik yönelişin anlamını ve çapım önemli ölçüde değişikliğe
uğratır, çünkü bu taktik adımları atan diplomatlar kendi taktik
fltB
4 Cari von Cfavısovvitz, "Rerncrkuııgen iiber die reine un d angevvandete Strategic
• •. ---------- UoUnna 1 9/3, S. 271.
S tra te jik D erin lik

adımlarını stratejik hedefler olarak görmeye başlarlar. Kendi birli­


ğinin yürüttüğü muharebeyi savaşın tüm stratejisi olarak değer­
lendiren bir subay ordunun nihaî savaş ile ilgili stratejisi üzerinde
ne derece yanlış bir yönlendirmeye yol açarsa, kendi taktik tercihi­
ni ülkenin dış politika ekseninin merkezi haline getirmeye çalışan
bir diplomat da o derece ciddi yanılgılara sebep olabilir. Osmanlı
ordularının I. Dünya Savaşında değişik cephelerde sağladıkları üs­
tün başarılara rağmen nihaî savaşı kaybetmeleri bu gerçeğin en
güzel misalidir. Kendi stratejik yönelişini tesbit edememiş olmak
yüzünden Osmanlı ordularını Alman stratejisinin destek unsuru
haline getiren askerî/diplomatik liderler bu stratejik bağlantı üze­
rindeki etkinliğini yitirdikleri andan itibaren savaşın nihaî kaderi
Osmanlı Devleti’nin aleyhine seyretmeye başlamıştır.
Özellikle ittifakların geçici ve çskar temelli olduğu, kısa dönem­
li taktik adımların belirleyicilik kazandığı dinamik güç dengesi ya­
pılanmalarında başarılı olmanın en öncelikli şartı, uzun dönemli
stratejik tanımlama ile kısa dönemli taktikler arasındaki dengeyi
sağlayabilmektir. Her türlü dinamik değişime açık olan güç denge­
si yapılanmasında stratejik hedeflerini kısa ve anlık taktiklere dö­
nüştürebilme becerisi gösteren ülkeler büyük atıhmlar yaparlar.
Bu da diplomatik konumları mutlaklaştırmaksızın kararlı; değişik
stratejik hedefler arasında bocalamaksızm esnek olmayı gerekli kı­
lar. Bu yolla kendi hareket alanlarını genişietebilen ülkeler bu güç
dengesinin uzun dönemli hale dönüşmesi sürecine büyük avan­
tajlar sağlayarak başlarlar. Soğuk Savaş döneminin bitmesinden
sonra kısa süreli olarak Amerika eksenli tekelci bir yapılanmaya gi­
ren uluslararası ilişkiler bugün gittikçe hızlanan bir biçimde güç­
ler dengesi özellikleri göstermeye başlamış bulunmaktadır. Bunu
önceden farkeden bölgesel güçler çok alternatifli politikalara ve
esnek diplomasilere yönelmişlerdir.
Böyle durumlarda bütün bu taktik adımları denetimi altma
alabilecek ve askerî/diplomatik birlikleri bir maestro edası ile
aheııge sokacak bir stratejisyeıı siyasî irade yoksa, taktik nitelikli
tek tek başarılar nihaî savaşın kazanılmasına yetmez. Bir ülkenin
kendisine güveni ve gelecekle ilgili ufku; uluslararası ilişkilerdeki
zamanlaması, müzakere sürecindeki psikolojik üstünlüğü ve inişi-
G ö ç P a r a m e tr e le r i ve S t r a t e jik P la n la m a

rin siyasî öncüleri belirlenmiş gündemlerin esiri olmazlar. Aksine


gündem onların elinde şekillenir ve bu şekil alış o ülkeyi üçüncü
ülkelerin ilişkilerinde bile etkin bir unsur haline getirir.
Siyasî irade yetersizliği dolayısıyla dış siyasetini konjonktürel
dalgalanmaların akışına bırakan ve zamanlama kabiliyetini,kay­
beden ülkeler ise, başkaları tarafından belirlenmiş gündemlere
gösterilen anlık tepkilerin oluşturduğu karmaşık ve çelişik bir tab­
lonun esiri olurlar. Bu tür ülkelerin siyasî eiitinin, ne çıkış noktala­
rı ile ilgili bir birikimleri, ne de varış noktalan ile ilgili bir ufukları
vardır. Atak ve belirleyici değil, savunmacı ve tepkicidirler. "Çö­
züm için ben varım7' ataklığına değil, "bunalımlarda ben yoktum"
savunmasına ayarlı bir psikoloji içinde davranırlar.
Bu kimliksiz seçkinler, kritik dönemlerde ön plana çıkıp belir­
leyici olmaktan çok, farkedilmemeye ve inisiyatif kullanmamaya
şartlanmışlardır. Ülkelerini dünya gündeminde etkin bir konum­
da tutmak yeni mesuliyetler getireceği için edilgen olmayı daha
emin ve risksiz bir siyaset olarak görürler. Gündemler belirlendik­
ten sonra sahneye çıkarak müzakere masasının bir ucuna ilişme­
ye çalışırlar. Sürecin başında önde görünmekten kaçınırlar, ama
bir kere de trenin kaçmakta olduğu vehmine kapılırlarsa o telaşla
yerli yersiz her tür kontrolsüz ilişkiye girmeye çabalarlar. Ne olay­
ların merkezinde olmanın güven hissine, ne de seyirci olmanın ra­
hatlığına sahiptirler. Olaylarda merkez konumuna doğru kaydıkla­
rında mesuliyetten kaçma yollarım ararken, devre dışı kaldıklarını
hissettiklerinde merkeze bir nebze olsun yaklaşabilmek için bütün
değer ve önceliklerinden taviz vermeye hazır, kaypak bir psikoloji­
ye bürünürler. Davranışlarına, saygı görmenin getireceği mesuli­
yetlerden kaçınmak ile kaale alınmamaktan korkmak arasında gi­
dip gelen ürkek bir tavır hakimdir.
Satrancın taşlarını yönlendiren bir oyuncu mu, yoksa bir sat­
ranç taşı mı oldukları konusunda gizli bir kimlik çelişkisi yaşarlar.
Oyunu yönlendiren bir satranç oyuncusu olarak. atabilecekleri
adımların sonuçlarından tedirgin, başkalarının oyunlarında taş
olmaktan da rahatsızdırlar. Keşke ne taş, ne oyun, ne de oyuncu
olsaydı diye düşünmeye başladıklarında elleri ayaklarına dolaşır
ve en güçlü oyuncunun gölgesinde kalmanın en güvenilir yol ol­
duğuna kendilerini inandırırlar. Ondan sonra da oyunlarım en
S tr a te jik D erin lik

güçiii oyuncunun eksenindeki piyonlar savaşı kurgusuna oturtur­


lar. Piyonlar savaşındaki ufak başarıları bir zafer edasıyla kutlaya­
rak atların, vezirlerin, şahların arenasında olamamanın getirdiği
kimlik zaafını gizlemeye çalışırlar. Oyunun ölçeklerini değiştirebi­
lecek nitelikte olan kimlik ve güçlerini hatırlatan her olgudan ür­
kerler. Risk korkusuyla, kendi potansiyel güçlerinin dalgasını arka­
larına almaktansa, başkalarının reel güçlerinin akıntıları doğrultu­
sunda yüzmeyi daha emin görürler. Kendi tarih ve coğrafyalarının
engin ufkunda vakur, hesaplı ve kararlı bir yürüyüşe çıkmaktansa,
başkalarının strateji gölgelerinde yalpalamayı tercih ederler. Onlar
için tarihin birikimi değil "fatura"sı, coğrafyanın stratejik potansi­
yeli ve zenginliği değil, büyük oyunların oyuncularına sunulacak
kozları vardır.

II. İnsan Unsuru ve Strateji Oluşumunda Çarpan Etkisi !

Güç formülündeki sabit ve değişken unsurlar birbirlerini top­


lam olarak etkilerler. Yani tarihî, coğrafî, demografik ve kültürel
unsurların bir diğeri üzerindeki etkisi toplam güce yaptıkları etki
ölçüsündedir. Bunun için formülde toplama işareti ile gösterilmiş­
lerdir. Stratejik zihniyet, stratejik planlama ve siyasî irade ise bü­
tün bu unsurları çarpan etkisi ile etkiler. Yani sabit ve değişken un­
surları ne ölçüde büyük avantajlar sağlarsa sağlasın, stratejik zih­
niyeti oturmayan, stratejik planlaması ve siyasî iradesi yeterince
güçlü ve tutarlı şekilde devreye giremeyen ülkelerin güç oluştur­
maları imkansızdır. Hatta bazen menfi stratejik planlama ve siyasî
iradenin oluştuğu durumlarda eksi çarpan dolayısıyla sabit ve de­
ğişken unsurların toplam güç üzerindeki etkileri negatif olarak
gerçekleşir.
I. Dünya Savaşında özellikle Kafkasya ve Filistin cephelerinde­
ki stratejik planlama yetersizliğinin yol açtığı felaketlerin Osmanlı
Devleti'nin güç denklemini eksi çarpan etkisiyle büyük ölçüde du­
mura uğratmış olması bunun çarpıcı bir misalidir. Allahüekber
Dağlarında yetmiş bin askerin donarak ölmesi, kötü bir stratejik
planlamanın, değişken, bir unsur olan askerî birikimi çarpan etki­
siyle zaafa uğratmasının en acı misallerinden biridir. Avnı bölgede
G ü ç P a r a m e tre le r i ve S tr a te jik P la n la m a

bir kaç sene sonra Kâzım Karabekir tarafından gerçekleştirilen ve


Kars ve Ardahan bölgesinin kurtarılmasını sağlayan Doğu
Harekatı ise yenik düşmüş bir devletin son derece zayıflamış olan
askerî birikim unsurunun doğru ve tutarlı bir stratejik planlama ile
nasıl normal güç denkleminin üzerinde bir performans göstermiş
olduğunun güzei bir misalidir.
Aynı şekilde II. Abdülhamid dönemindeki siyasî irade oluşu­
munun sağladığı diplomatik araçların ülkenin tarihî ve coğrafî sa­
bit verilerini artı çarpan etkisiyle etkileyerek bölünmeyi engellemiş
olduğu da aşikardır. Buna mukabil siyasî irade bunalımının yaşan­
dığı II. Meşrutiyet dönemindeki dalgalanmaların aynı sabit ve po­
tansiyel verileri nasıl eksi çarpan etkisiyle etkileyerek tarihin en
uzun ömürlü devletinin sonunu getirmiş olduğu da bir gerçektir.
VVeimar Cumhuriyeti ile Hitler dönemi Almanya'sı arasındaki
güç farklılaşması da aynı sabit ve değişken unsurların stratejik
planlama ve siyasî irade ile nasıl farklı bir güç denklemine yol aça­
bileceklerinin diğer çarpıcı bir misalidir. Bu gerçeği bölgemizden
bir misalle de teyit edebiliriz. Suudi Arabistan'ın güç denklemin­
deki en Önemli unsuru olan petrol-merkezli ekonomik potansiyel
değişkenin Faysal dönemindeki siyasî irade oluşumu ile ııasü
önemli bir güç unsuru haline gelmişken, daha sonraki dönemler­
de siyasî irade yetersizliği dolayısıyla nasıl bir yıpranma yaşamış
olduğu gözler önündedir.
Özetle, bir ülkenin güç denklemindeki ağırlığı, sabit ve değiş­
ken verilerinin stratejik planlama ve siyasî irade çarpanları ile be­
lirlenmesi sonucu ortaya çıkar. İyi bir stratejik planlama ve siyasî
irade oluşumu sabit ve değişken unsurları zayıf bir ülkeye kendi
potansiyelinin üzerinde bir güç oluşumu sağlarken, tutarsız bir
stratejik planlama ve zayıf bir siyasî irade, potansiyeli güçlü bir ül­
kenin kendi ölçeğinden daha düşük seviyelerde bir güç denklemi­
ne sahip olmasına yol açabilir.
Bu durum bir ülkenin en temel stratejik gücünün insan unsu­
ru olduğunu ortaya koymaktadır. Sabit stratejik unsurlar olan coğ­
rafya ve tarihi değiştirmek mümkün değildir; ancak kaliteli insan
unsuru bu coğrafya ve tarihe yeni ve ufuk açıcı anlamlar kazandı­
rabilir. Kalitesiz insan unsuru ise aynı tarih ve coğrafya unsurları-
S tra te jik D e rin lik

A lm anların Kutsal Roma-Gemıen İmparatorluğu içindeki da­


ğınıklığı Şarlman'dan 18. yüzyıla kadar tarih ve coğrafya unsurla­
rından kaynaklanan büyük bir zaaf idi. Aynı tarih ve coğrafya veri­
leri Ii. Frederik'in elinde yoğrulmaya hazır bir hamur, Bismark’m
demir yum ruğunda sütunları yükselmiş bir bina, II. VVilhelm’in
elinde küresel bir güç haline dönüştü. Bu birikimden yenilmez bir
arm ada çıkaran Hitler aynı coğrafya ve tarih unsurlarım kötü kul­
landığı için büyük bir yıkımın önünü de açmış oldu. Benzer misal­
ler büyük stratejiler geliştirmiş her toplum için geçerlidir.
Tarih ve coğrafyanın aksine stratejinin değişken unsurları ara­
sında yer alan ekonomik kalkınma, teknolojik ve askerî kapasite
gibi unsurlar ise doğrudan insan unsurunun kalite ve gücüne ba­
ğımlıdır. Nitelikli, iyi yetiştirilmiş ve millî strateji ile meşruiyet iliş­
kisi kurabilmiş insan unsurları bir harabeden muazzam bir eko­
nomik güç çıkarabilir. Almanya ve Japonya'nın II. Dünya Savaşı
sonrası gerçekleştirdikleri ekonomik atılım, ABD'nin 1929 Ekono­
mik Bunalımını aşarken gösterdiği performans insan unsuru ile
millî stratejik bütünleşme arasındaki ilişkinin en çarpıcı misalleri­
dir. Büyük ekonomik hammadde potansiyeline sahip Ortadoğu
ülkelerinin bu potansiyeli bir stratejik güç haline dönüştüreme-
m esinin en temel sebebi de sahip olunan insan unsurunun dona-
mmsızlığı ya da donanımlı insan unsuru ile siyasî sistemin strate­
jik tercihleri arasında sağlıklı bir meşruiyet bağının kurulamamış
olmasıdır.
Türkiye'nin stratejik yönelişindeki en ciddi mesele insan unsu­
ru ile ilgilidir. Türkiye tarih ve coğrafya verileri ve bu verilerin te­
zahürünü sağlayan kültürel altyapı açısından küresel stratejiler
geliştiren bir çok ülkeyi bile kıskandıracak bir birikime sahiptir.
Ancak bu yeterli değildir. Bir stratejik gücü oluşturan bütün un­
surları dinamik bir şekilde yorumlayabilecek, değişen uluslarara­
sı konjonktüre uyumlu hale getirebilecek, değişik güç unsuıian
a ra s ın d a k i koordinasyonu sağlayabilecek, kademeli güç stratejile-
‘ ri geliştirebilecek donanımlı ve ufku açık bir insan unsuru olmak­
sızın bütün bu potansiyellerden kinetik bir enerji çıkarabilmek
mümkün olamaz. Bu donanımda yeterli insan unsuruna sahip
olunsa bile, bu insan unsuru ile siyasî sistemin stratejik tercihleri
*racınrin ram bir anlamlılık ve mesruivet üiskisi kurulamazsa, bu
G ü ç P a r a m e tre le r i ve S tr a te jik P la n la m a

yetişmiş insan unsuru verimsiz alanlarda düşük kapasite iie çalış­


tırılmış olur.
Bir ülkenin stratejik açılımındaki en hassas ve en önemli unsur
sistemin merkezindeki siyasî irade ile toplumun donanımlı s.ivi.1
insan, unsuru arasındaki meşruiyet ilişkisidir. İçinde bulunduğu­
muz dönemde sıkça kullanılan deyimlerle ifade edilirse, derin
devletin derin millet ile buluştuğu noktadır. Milletin derinliğine
ulaşamamış ve o derinlikte ortak değer sisteminden kaynaklanan
bir ruh bütünlüğü sağlayamamış bir devletin derinliği kaba güç
haline dönüşmekten başka bir sonuç doğurmaz.
İnsan unsuru ile siyasî sistem arasındaki meşruiyet ilişkisinin
en önemli boyutu ise güven unsurudur. Kendi insan unsuruna gü­
venmeyen bir devletin stratejik ufuklara açılması, toplumun po­
tansiyelini motive edecek taktik hedefler ortaya koyması, bu he­
deflere uygun-araçları doğru bir zamanlama ile devreye sokabil­
mesi miimkün değildir. Aynı şekilde, ülkenin karar verici siyasî
mekanizmalarına yabancılaşmış bir insan unsurunun stratejik bir
planlamanın yönlendiricisi ya da parçası olma imkanı yoktur.
Stratejik güç, o gücü uygulayacak millete güven iie gerçek hüviye­
tini kazanır.

İli. Örnek Bir Uygulama Atanı: Savunma Sanayii

ı. Güç Parametreleri ve Savunma Sanayii


Bir ülkenin savunma sanayii o ülkenin güç denkleminin hem
sonucu hem de önemli bir parametresidir. Bu çerçevede, bir ülke­
nin savunma sanayii temelde değişken verilerin ürünü olmakla
birlikte yukarıda geliştirmeye çalıştığımız güç formülünün bütün
unsurlarının etkileşim alanında ortaya çıkar. Sabit veriler açısın­
dan ele aldığımızda bir ülkenin tarihi, dış politikasındaki genel
ağırlığı nisbetinde savunma sanayiinin gelişme seyrini ve yönünü
de doğrudan belirler. Almanya'nın Şarlman’ın Kutsal Roma-Geı-
men împaratorluğu'ndan bu yana kıta Avrupa’s ının kuzeyden
merkeze doğru gelişen ekseni ile bu eksenin Doğu Avrupa steple­
rindeki hinterlandının gerektirdiği kara ağırlıklı savunma yapılan-
S tr a te jik D e rin lik

olduğunun güzel bir misalidir. Aynı şekilde kıtasal nitelikli Avrupa


ve küresel nitelikli dünya politikalarını Avrasya kıtasını çevreleyen
denizler üzerindeki denetim yoluyla kurma geleneğine sahip olan
İngiltere’nin deniz ağırlıklı bir savunma yapılanmasına gitmesi de
tarihî verinin strateji ve savunma üzerindeki ağırlığını ortaya koy­
maktadır.
Tarih, güç formülündeki sabit bir veri olarak ülkelerin savunma
yapılanmalarına doğrudan etkide bulunmaktadır. Bu açıdan Os­
m anlI bakiyesi olan Türkiye’nin ya da hâlâ imparatorluk yapısını
değişik formlar içinde sürdürme çabası gösteren Rusya’nın, böyle-
si bir mirasın yükümlülüklerini devralmayan bir Romanya’dan ya
da tarihî sınırları çok az oynamış olan Danimarka'dan çok daha
farklı bir savunm a stratejisine yönelme zorunluluğu vardır.
Sabit veriler içinde yer alan coğrafya da savunma yapılanması­
na ve sanayi oluşumuna doğrudan etkide bulunmaktadır. Mesela
hiç bir deniz bağlantısı olmayan ve kara nitelikleri ağır basan
Avusturya gibi bir ülkenin deniz stratejisi geliştirmesi de, bu stra­
tejinin gereği olan donanma gücüne sahip olması da söz konusu
değildir. Ancak ve ancak Tuna dolayısıyla su geçiş yolları üzerinde
işleyebilecek bir mekanizma geliştirebilir. Buna karşılık binlerce
adadan oluşan Endonezya’nın deniz filosunu ihmal ederek kara
ağırlıklı bir savunma stratejisi ile varlığını sürdürmesi imkansızdır.
Dünya üzerindeki hegemonik hakimiyetini Afroavrasya anakıtası
ile uzak deniz mesafesine sahip Amerika kıtasından yürütmek zo­
runluluğu da ABD’yi deniz, kara ve hava stratejilerinin ortak kulla­
nımına dayalı Özel askerî stratejiler oluşturmaya yöneltmiştir. Seri
nakliye ve lojistik destek imkanına sahip deniz filosunun oluştu­
rulması ve uçak gemilerinin taşıdığı öncelik ABD’nin bu özel coğ­
rafî konumunun zorunlu kıldığı bir husustur.
Kısa dönemde hemen değişmeyen sabit unsürlar arasında yer
alan nüfus da savunma yapılanmasını ve sanayi oluşumunu etki­
leyen faktörler arasındadır. Bu hem savunma sanayiinin üretim
safhası, hem de üretilen silahların kullanım alanları ile ilgili olarak
kendini göstermektedir. Yetmiş milyonluk bir Türkiye'nin savun­
ma ihtiyaçları ile üç milyonluk Arnavutluk’un savunma ihtiyaçla­
rının aynı olması söz konusu değildir. Savunma sanayii stratejisi,
i— w x r ı i n n n crpnpi p V n n a m i l r k n l l r m m a ctratp îic i ilp t u t a r .
G ü ç P a r a m e tr e le r i ve S tr a te jik J- i. j i ila m a

lı bir şekilde optimum bir tarzda kullanılması sonucunda ortaya


konabilir.
Bu sabit verilerin çok yönlü etkisine rağmen savunma sanayii
yapılanmasını doğrudan belirleyen ana unsurlar ekonomik, tek­
nolojik ve askerî kapasiteden oluşan değişken verilerdi?. Bir ülke­
nin tarihi, coğrafyası ve nüfus gücü ne ölçekli bir savunma sanayi­
si gerektirirse gerektirsin bunu gerçekleştirecek olan değişken ve­
riler ulaşılan ekonomik gelişme düzeyi ve teknolojik kapasitedir.
Ekonomik kalkınma stratejisini savunma ihtiyaçları ile uyumlu ve
bütüncül bir tarzda gerçekleştiremeyen bir ülkenin savunma sa­
nayiinde genel ekonomik dengelerden bağımsız bir şekilde önem ­
li atılımlar yapabilmesi mümkün değildir. Bu tür ülkeler ancak ve
ancak silah kaçakçılığının sağlayabildiği ölçekte silah üretimine ve
şevkine uygun ülkeler konumuna sahip olabilirler.
Ekonomik kalkınma ile güvenlik parametrelerinin öncelikleri
tartışmasının kıskacına saplanmış kalmış ülkelerin her iki alanda
da ciddi ve tutarlı adımlar atabilmesi çok güçtür. Bu konuda en ve­
rimsiz uygulamalar yapan ülkeler de güvenlik parametresinin ge­
rektirdiği harcamalar için ekonomik kalkınmayı ikinci plana ittik­
ten sonra, güvenlik için gerekli silah ve savunma sistemlerinde
tam anlamıyla ithalata bağlı bir yapılanmaya giden ülkelerdir. Bu
ülkeler bir taraftan kıt kaynaklarını ekonomik açıdan getirisi olma­
yan silah alımma yöneltirken, diğer taraftan kendi başına ekono­
mik bir sektör olan savunma sanayiini ihmal etmenin cezasını ge­
nellikle dış ödemeler dengesizlikleri ve silah üretiminde bağımlılık
gibi bir ülkenin ekonomik ve askerî geleceğini tehdit eden sonuç­
lar ile görmektedir. Bu konuda en verimli çalışan ülkeler savunma
sektörünü başlı başına bir ekonomik alan şeklinde değerlendire­
rek bu sektörü hem kendi savunma ihtiyacım karşılayacak hem de
ürettiği silahlar ve savunma sistemleri ile ekonomik getiri sağlaya­
cak şekilde planlama yapan ülkelerdir. Üçüncü dünya ülkeleri bu
tasnif içinde birinci kategoride yer alırken, gelişmiş ülkeler ikinci
kategoride bulunmakta ve bu yolla yeni-sömürgeci yapılanmayı
garanti altına almaktadırlar.
Savunma sanayii konusunda ekonomik kapasite ve kalkınma
düzeyine paralel ikinci önemli unsur ise teknolojik kapasitedir. As­
kerî ibtivaclar ile ekonomik kalkınma ve teknolojik sıçrama arasın­
j S tra te jik Derinlik

da sanıldığından daha yakın bir ilişki söz konusudur. Ekonomik


gelişmelere paralel olarak ortaya çıkan teknolojik sıçramalar aske­
rî stratejiyi önemli Ölçüde etkilemiş olmakla birlikte tersine bir sü ­
reç de söz konusudur. Bir çok önemli teknolojik buluş ve sıçrama
ilk Önce askerî ihtiyaçlar dolayısıyla geliştirilmiş ve bu anlamda sa­
vunma sanayii teknolojik gelişmenin motor gücünü oluşturmuş­
tur. Amerikan İç Savaşında kullanılan bir çok yeni teknolojik aygı­
tın daha sonra günlük ekonomik kullanım için üretimde kullanıl­
dığı ve bu sahada katedilen mesafelerle de 3. Dünya Savaşında sa­
vaş teknolojisi açısından çok önemli değişiklikler yaşanmış oldu­
ğu unutulmamalıdır. Aynı şekilde özellikle uçak üretiminde II.
Dünya Savaşı süresince sağlanan gelişmelerin daha sonra önemli
teknolojik unsurlar olarak günlük hayata girmiş olduğu da bir ger­
çektir. Savunma sanayiine teknolojik katkıda bulunmaksızın sade­
ce geçici güvenlik konjonktürlerinin zorlaması ile giren ülkeler
üretim safhasındaki bağımlılıkların] kısa dönemli olarak aşsalar
bile uzun dönemli teknolojik bağımlılıktan kurtulamamaktadırlar.
Bir ülkenin savunma stratejisi ve buna uygun sanayi yapılan­
ması sabit verilerin gerektirdiği maksimum ideal düzey iie ekono­
mik, teknolojik ve askerî kapasite arasında optimum bir uyum sağ­
lanması sayesinde belirlenebilir ki, bu uyumu zaman içinde derin­
lemesine gerçekleştirecek olan unsurlar da siyasî irade ve stratejik
planlama aktif faktörleridir. Dolayısıyla bu çok yönlü veriler arasın­
daki irtibatı sağlayan ana unsur stratejik planlama ve bu planlama­
yı hem geliştirip hem de uygulayacak olan siyasî iradedir.
Böyle bir siyasî irade ve stratejik planlama olmaksızın atılacak
adımlar kısa dönemli parlamalar olarak kaîır ve uzun dönemde bir
ülkenin genel dengelerini yönlendirebilen bir dinamo haline dö­
nüşmez. Uzun dönemli bir stratejik planlama içinde davranabilen
ülkeler kalıcı birikimler sağlarken, kısa dönemli konjonktüre! tep­
kilerle davranan ülkeler sürekli bir strateji sapması yaşamaya
mahkum olurlar. Bu strateji sapmaları zamanla ülkenin genel sa­
vunma yapılanmasını yok eder ve dış bağımlılığı beraberinde geti­
rir. Savunma konusunda dışa bağımlı olan bir ülkenin bağımsız ve
kalıcı bir siyasî irade oluşturması da mümkün değildir.
Uzun dönemli ve kalıcı unsurlara dayanan Amerikan, Alman
ve Rus stratejilerinin bu ülkelerin savunma sanayii yapılanmasını
G ü ç P a r a m e tr e le r i ve S tr a te jik P la n la m a

sabit ve değişken verilerle ne Ölçüde sıkı bir şekilde irtibatlandır-


mış oldukları aşikârdır. ABD'nin kıta-ötesi stratejilerinin dayandı­
ğı temel ilkeler hâlâ deniz jeopolitikçisi Mahan'ın bu asrın başın­
da formüle ettiği ana esaslara dayanmaktadır. Bu stratejik sürekli­
lik ve oturmuş siyasî otorite ABD'yi, güç denkleminin sabit ve de­
ğişken unsurlarının verimli kullanımıyla bir hegemonik dünya gü­
cü haline getiren temel unsurdur. Buna karşılık kendi aralarındaki
rekabet yüzünden büyük silah alımlarına girişen petrol zengini
Ortadoğu ülkelerinin stratejik planlama ve kalıcı siyasî iradeden
yoksun savunma politikaları, bu ülkeleri silah karşılığı petrol geli­
ri pompalanan bağımlı istasyonlar haline getirmiş bulunmaktadır.

2. Türkiye’nin Güç Parametreleri ve


Savunma Yapılanması
Yukarıda verdiğimiz güç formülü açısından ele aldığımız za­
man Türkiye'nin kendini diğer ülkelerden ayıran önemli unsurla­
rı gözönünde bulunduran bir savunma yapılanması göstermesi
gerektiği açıktır. Bu savunma yapılanmasındaki tarihî faktörler,
Türkiye'yi cari uluslararası' sınırların konjonktürel etkisinin öte­
sinde bir savunma stratejisi geliştirme zorunluluğu ile karşı karşı­
ya bırakmaktadır. Osmanlı Devleti’nin tarihî ve jeopolitik zemi­
ninde doğmuş bulunan ve o mirası devralan Türkiye’nin savun­
masını sadece sahip olduğu sınırlar içinde düşünmesi ve planla­
ması imkansızdır.
Bu tarihî miras, Türkiye’nin kendi sınırlan ötesinde de her an
müdahil olması gereken d e fa c to durumlar doğurabilir. Bosna ve
Kosova bunalımları bunun en canlı misalleridir. Balkanlar politi­
kasını Soğuk Savaş parametrelerinin getirdiği çift kutuplu yapı et­
rafında NATO çerçevesinde oluşturan Türkiye, doğrudan smır
komşusu olduğu Bulgaristan ile olan ilişkilerini bloklar-arası çeliş­
kiler açısından, Yunanistan ile olan ilişkilerini de blok-içi tehdit
açısından değerlendirmiş ve hava kuvvetlerinin yapılanmasını bu­
na göre geliştirmiştir. Bunun için de bir gün Yugoslavya’nın dağıl­
ması ile birlikte Drava-Sava jeopolitik eksenli Bosna bunalımına
ve Morava-Vardar jeopolitik eksenli Kosova-Makedonya bunalı­
mına müdahil olabileceği ihtimali üzerine bir savunma yapılan­
ması planlamamıştır. Bu nedenledir ki bu bunalım ortaya çıktığı
S tra te jik D e rin lik

zaman Türkiye’nin elinde bulunan uçakların Bosna semalarına


vardıktan sonra ancak bir kaç dakika o bölgede kalabilecek kapa­
sitede oldukları ortaya çıkmış ve havada nakliye yapabilecek uçak­
ların alımma yönelinmiştir. Buradan gerekli dersleri çıkarmamız
halinde Türkiye'nin savunma stratejisini de, savunma sanayiini de
sahip olduğu tarihî mirasın yüklediği sorumluluklar gözönünde
bulundurularak oluşturma zorunluluğunu görebiliriz.
Türkiye’nin coğrafyası savunma sanayii yapılanmasını doğru­
dan etkileyebilecek önemli unsurlar barındırmaktadır. Üç tarafı
denizlerle çevrili bir yarımada olmakla birlikte derinlemesine bir
kara unsuru üzerine oturan Türkiye coğrafyası, bir çok ülkenin ak­
sine kara, deniz ve hava savunma stratejilerinin ortak ve tutarlı bir
şekilde geliştirilmesi ile savunulabilir. Bu coğrafî konum da savun­
ma sanayii ihtiyaçlarını ortak kesişim alanında belirler. 1964 ve
1967 Kıbrıs bunalımlarında ortaya çıkan amfıbik harekat ihtiyacı
için gerekli donanma altyapısına sahip olunmamasının doğurdu­
ğu dış politika opsiyon daralması bunun en çarpıcı misalini oluş­
turmuştur. Bu askerî yetersizlik ve Johnson Mektubu, Türkiye'yi
1974 Çıkarmasını yapacak deniz gücünü oluşturmaya sevketmiş-
tir. Bu coğrafî faktörün en çarpıcı yansıması Türkiye’nin Ege poli­
tikasında kendini göstermektedir. Ege'deki irili ufaklı üç bin civa­
rındaki ada ve adacıklardan çok küçük bir kısmını elinde bulundu­
ran Türkiye böylesi bir coğrafyanın gerektirdiği deniz gücünü
oluşturma zarureti ile karşı karşıyadır.
Nüfusu hızla artarak asrın başlarındaki on beş milyondan asrın
sonunda yetmiş milyonluk bir nüfus potansiyeline ulaşan ve önü­
müzdeki otuz-kırk sene içinde bu nüfusu ikiye katlayabileceği tah­
min edilen Türkiye'nin bu önemli veriyi değerlendirebilmek için
ekonomik kapasite ile savunma ihtiyaçları, sistemleri ve yapılan­
ması arasında kalıcı ve tutarlı bir bağlantı kurması zorunludur. İyi
değerlendirildiğinde ve sağlam bir eğitimle teçhiz edildiğinde ül­
kenin motor gücü olabilecek olan nüfus faktörü, gerekli planlama­
nın ve hazırlığın yapılmadığı durumlarda ciddi bir istikrarsızlık
kaynağı da olabilir. Türkiye gibi büyük nüfus potansiyeli üe dünya­
nın en istikrarsız bölgesinin jeopolitik kavşak noktasında bulunan
bir ülkenin konjonktürel tedbirlerle ayakta kalabilmesi mümkün
değildir.
G ü ç P a r a m e tre le r i ve S tr a te jik P la n la m a

Türkiye'nin güç denklemindeki sabit verilerin sağladığı olağa­


nüstü imkanlar aynı zamanda savunma yapılanması açısından
Önemli riskler barındıran unsurlardır. Bu riski asgariye indirerek,
imkanların oluşturduğu potansiyeli harekete geçirebilmek, tarih,
coğrafya ve nüfustan oluşan sabit verileri, tarım, sanayi yapılan­
ması, ulaşım, doğal kaynaklar gibi ekonomik kapasite unsurları
ile teknolojik kapasiteyi buluşturan bir sü’atejik planlama ile
mümkündür.
Bu noktada ekonomik kalkınma stratejisi ile savunma strateji­
si arasındaki irtibat kalıcı üst stratejik unsurların ürünü olmak zo­
rundadır. Türkiye şu ana kadar bunu yapmamış olmanın sıkıntısı­
nı çekmektedir. Seksenli yıllara kadar ithal ikamesine dayalı kal­
kınma stratejisini benimseyen Türkiye bu strateji ile uyumlu bir
savunma sanayii stratejisi geliştirememiştir. Türkiye’nin, böyle bir
irtibat kurulamamış olması dolayısıyla 1974 Barış Harekatı önce­
sinde Kıbrıs konusunda büyük sıkıntılar yaşaması da, edilgen ve
tepkici stratejik yapılanmasının bir sonucudur. Yine de bu zorun­
luluklar, ekonomik ve teknolojik kapasite ile savunma yapılanma­
sı arasındaki yakın ilişkinin farkedilmiş olması açısından Önemli
katkılarda bulunmuştur.
Seksenli yıllardan sonra ihracata yönelik kalkınma stratejisinin
benimsendiği dönemlerde de savunma sektörünün ihracat po­
tansiyeli yeterince değerlendirilememiş ve sektördeki teknolojik
atılım istenilen ölçülerde gerçekleştirilememiştir. Son yıllarda de­
nizaltı gibi bazı ürünlerde Uzak Doğu pazarına girme çabaları bu
eksikliğin geç de olsa farkedilmiş olduğunu göstermektedir. F-
16'larm montaj bazında üretimine geçilmesi önemli bir adım ola­
rak değerlendirilebilirse de, gerçek ve kalıcı başarı yerli teknolojik
katkının artırılabildiği ölçüde gerçekleşecektir. Bu uçakların mo­
dernizasyonu için hâlâ dış desteğe ihtiyaç hisseden Türkiye'nin it­
halat yoluyla elde ettiği uçak stokunun modernizasyonu için de
sabit ve değişken güç kapasitesi açısından kendisinden çok geride
olan ülkelere kendini muhtaç hissetmesi, içinde bulunduğumuz
açmazın önemli bir göstergesidir.
Türkiye Soğuk Savaş sonrası dönemle ilgili hâlâ kendi içinde
tutarlı bir stratejik planlama geliştirememiştir. Savunma sanayiini
de kapsayacak şekilde yeni bir stratejik planlama yapılmaksızın
| S tra te jik Derinlik

gittikçe aıtan böigesel ve küresel nitelikli bunalımların getirdiği


meydan okumalara hazırlıklı olabilmek mümkün değildir. Bugün
güç unsurları ile stratejik planlama arasındaki koordinasyon ko­
nusunda yapılan en ciddi hata sabit güç unsurlarının dinamik yo­
rumlamasında atıl ve geç kalınmasıdır. Dış politika yapımında
önemli sapmalara yol açan statik yorumlamalar ve gecikme de as­
lında sabit ve değişken unsurların koordineli bir şekilde uzun dö­
nemli bir stratejik bütünlük içinde ele alınmamış olmasının bir so­
nucudur. Bu da bizi stratejik planlama ve siyasî irade yetersizliği
problemleriyle karşı karşıya bırakmaktadır. Toplumun siyasî, eko­
nomik ve zihinsel birikimini harmanlayan yeni bir stratejik plan­
lama yapılması ve savunma sanayiinin bu çerçeve içinde, sabit
güç unsurlarını dinamik bir yoruma tâbi tutacak ve değişken güç
potansiyellerini harekete geçirecek şekilde yeniden yorumlanma­
sı temel hareket noktası olmalıdır.
2. Bölüm
| Stratejik Teori Yetersizliği ve Sonuçları

i. Türkiye’nin Güç Unsurlarının Yeniden


Yorumlanması

Son yıllarda sık sık Türkiye’nin uluslararası ilişkilerdeki gerçek


güç potansiyelinin ne olduğu ve bu güç potansiyelinin diplomatik
açıdan, ne ölçüde kullanılabilir nitelikte olduğu ile ilgili tartışma­
lara şahit olmaktayız. Bu noktadaki tesbitler ve yaklaşımlar iki uç
arasında gidip gelmektedir. Kimi zaman statik ve konjonktüre! bir
değerlendirme ile Türkiye’nin ulaşabileceği güç potansiyeli olabi­
leceğinden daha düşük düzeyde gösterilerek Türkiye dışında oluş­
muş bulunan güç merkezlerine endeksli politikalar meşru kılın­
maya çalışılmakta, kimi zaman da Türkiye'nin sabit ve potansiyel
güç unsurları yeni uluslararası konjonktüre göre dinamik bir şe­
kilde yeniden yorumianmaksızm ani ve ciddî bir güç patlaması
yapabileceği konusunda çok fazla iyimser tahminlerde bulunul­
maktadır.
Doksanlı yıllara damgasını vuran istikrarsız koalisyon hükü­
metlerinin kısa dönemli değişken manevraları ile dış politika bü­
rokrasisinin risksiz dış politika anlayışı arasında gidip gelen taktik
adımların stratejik bir bütünlük oluşturamaması biraz da bu ko­
nudaki ortak bakış eksikliği nedeniyledir. “Uzun ince bir yol” ile
başlayan AB serüveni, "ya gireceğiz, ya gireceğiz” tavrıyla "girme­
sek de olur, bizim tek alternatifimiz AB değildir; onlar düşünsün”
resti arasında gidip gelmiş; hasret ve iddia yüklü bir söylemin yük­
selttiği “Adriyatik'ten Çin Şeddine Türk Dünyası’’ sloganı zaman­
la Orta Asya ülkelerini bile tedirgin eden bir belirsizliğe ve özür di­
S tr a te jik D e rin lik

lemeye dönüşmüş; İslam Dünyasına yönelik kardeşlik ve kültürel


bağlar nutku doğudan ve güneyden gelebilecek tehdit algılamala­
rına karışmış; sloganik batıcılık ile hissî üçüncü dünyacılık arasına
sıkışan dış politika söylemi dışişleri bakanlarının şahsına göre de­
ğişen bir seyir takip etmiştir.
Bu strateji eksikliğinin en Önemli sebebi, dış politika yapımının
ana unsurları olan sabit ve potansiyel verilere bakış açılarındaki
tutarsız farklılaşma ile bu verileri çarpan etkisiyle dış politika et­
kinliğine dönüştüren stratejik zihniyet, siyasî irade ve stratejik
planlama konusundaki eksikliklerimizdir. Kısa dönemde radikal
bir değişiklik göstermesi mümkün olmadığı için dış politika yapı­
m ındaki sabit verileri oluşturan tarih, coğrafya, kültür ve nüfus
unsurlarına bakış, gerek siyasî elit, gerek bürokratik yapılanma,
gerekse sıradan halk arasında ciddî bir farklılaşma göstermektedir.
Bir kesim tarafından dış politikadaki en önemli dayanak noktalan
arasında gösterilen tarihî ve kültürel unsurlar başka bir kesim ta­
rafından en büyük ayakbağları olarak telakki edilmektedir. Aynı
şekilde ortak bir bakış açısı ile yorumlanması gereken Türkiye'nin
coğrafyası da ciddî bir farklılaşmanın odak noktası olmaktadır.
Türkiye'nin kendi yakın havzası ile daha derin bir bütünleşmeye
gitmesi gerektiğini düşünenler ile bu havzanın etki alanından
mümkün olduğunca uzaklaşarak bölge-ötesi unsurlarla bütünleş­
mek gerektiğini söyleyenler arasındaki gerilim de bir başka ayırıcı
unsur haline gelmektedir. Daha objektif nitelikler taşıyan nüfus
konusunda bile tutarlı bir tavır sergilenmemektedir. Yeri geldiğin­
de Türkiye'nin en önemli kozu olarak gösterilen genç nüfus, kimi
zam anlar da en büyük engeli olarak değerlendirilmektedir.
Potansiyel veriler açısından da durum pek farklı değildir. Siya­
sî irade ve performansa bağlı olarak kısa dönemde bile değişim
gösterebildiği için potansiyel veriler olarak adlandırılan ekono­
mik, teknolojik ve askerî kapasite konusunda da ciddî farklılaş­
malar gözlenmektedir. Potansiyel kapasitenin en stratejik unsur­
ları arasında yer alan enerji konusunda sergilenen farklı tavırlar
bunun en güzel delilidir.
Bütün bu verileri çarpan etkisiyle etkileyen siyasî irade konu­
sunda ise son on yıl içinde yaşanan siyasî istikrarsızlığın getirdiği
*_•— KmW'ırnotior npHpnivle önemli iniş çıkışlar yaşanmış­
Stratejik Teovi Y etersizliği v e S o n u ç la rı

tır. H üküm etlere bağlı olarak gidip gelen siyasî irade oluşum u hü­
küm et-dışı faktörlerin devreye girmesi ile daha da girift bir hal al­
mıştır. Nasıl fizikte ayrı yönlerde uygulanan güçler hareket ettiril­
m ek istenen nesneyi ya hareketsiz bırakm akta ya da kararsız bir is­
tikam ete doğru yönlendirm ekteyse, Türk dış politika yapım ı da
doksanlı yıllarda ritm ik ve harm onik özellikten uzak bir görüntü
sergilem iştir. Dış politika tercihlerindeki ani değişim ler stratejik
sürekliliği önem li ölçüde zaafa uğratmaktadır. D oksanlı yıllarda
Türkiye'nin dış ilişkilerindeki tek süreklilik arzeden unsur, dışişle­
ri bakanlarının sürekli değişimidir. Bu da diğer unsur olan strate­
jik planlam ayı derinden etkilemektedir. Etkin bir planlam adan
çok edilgen bir dalgalanm anın tesiri altına giren dış politika yapı-
mı iç tutarlılığını ve dolayısıyla dış itibarını yitirmektedir.
Bugün bu güç unsurları konusunda yapılan en ciddî hata sabit
güç unsurlarının dinam ik yorum lam asında atıl ve geç kalınm ası­
dır. İdeolojik tercihler tarih ve kültür param etrelerini, Soğuk Savaş
dönem inde geçerli olan jeopolitik önkabuller coğrafya param etre­
sini statik bir çerçeveye m ahkum kılmıştır. Dış politika yapım ında
önem li sapm alara yol açan statik yorum lam alar ve gecikm e de as­
lında sabit ve potansiyel unsurların koordineli bir şekilde uzun dö­
nem li bir stratejik bütünlük içinde ele alınam am ış olm asının bir
sonucudur. B u da bizi stratejik planlam a ve siyasî İrade yetersizli­
ği problem leriyle karşı karşıya bırakmaktadır.
D oksanlı yıllara girerken kullandığımız iddialı dış politika söy­
lem inin doksanlı yılların sonuna doğru gizli bir sukût-ı hayale dö­
nü şm esinin tem el sebebi bu stratejik tutarlılık eksikliğidir. îkibinii
yıllarda ben zer sukût-ı hayallerin yaşanm am ası da dış politika ya­
pım ındaki tem el unsurlar konusunda ortak bir stratejik teori ze­
m ini geliştirilebilm esine bağlıdır.

II. Stratejik Teori Yetersizliği

Türk dış politikasının en önem li zaaflarından birisi stratejik ve


taktik adım ların tutarlı bir teorik çerçeve içinde terkip edilem em iş
olm asıdır. Böylece gerek değişik bölgelerdeki taktik adımları bir-
birleriyie uyum lu hale getiren bir üst strateji oluşturulm asında,
eerekse taktik kadem elendirm e yapılm asında ciddi zaaflar söz ko-
1“ " " ......
nusu olmuştur. Bunun neticesinde de taktik nitelikli adımlar, bu
adımlan atanlar nezdinde stratejik nitelikler kazanarak ülkenin
önünü tıkayan ve hareket alanını daraltan sonuçlar doğurmuştur.
Türkiye'nin, iç tutarlılık açısından süreklilik arzetmekle birlikte
değişen şartlara uyum gösterebilen stratejik teori geliştirme k onu­
sunda karşı karşıya kaldığı zaafın tarihî, psikolojik, kültürel ve ku­
rumsal sebepleri vardıı.

ı. Kurumsal ve Yapısal Arkaplan


Stratejik teori yetersizliğine yol açan zaafın en çabuk ve doğru­
dan farkedilebilen yönü kurumsal yapılanma ile ilgili olanıdır. Ku­
rumsal olarak bu tür çabalara zemin teşkil edebilecek güçte yapı­
lar Dışişleri Bakanlığı, TBMM, dış politika yapımı ile irtibatı olan
MGK, Genelkurmay ve ilgili bakanlıklar gibi diğer resmi kurumlar,
üniversite ve akademik kuruluşlar, siyasi partiler, resmî, yarı-resm î
ve bağımsız araştırma kurumlandır.
Dış politika yapımının siyasî ve bürokratik sorumluluğunu üst­
lenen Dışişleri Bakanlığı bu sorumluluğun doğal sonucu olarak
stratejik analiz, yorumlama ve alternatifler oluşturma konularında
merkezî bir konuma sahiptir. Ancak, stratejik araştırma ve geliştir­
me konularında iyi örgütlenmiş ve zengin kaynaklara sahip ülke­
lerde bile dışişleri bakanlıkların m siyasî ve bürokratik niteliği al­
ternatif bakış açılarını da ihtiva eden farklı teorik çerçevelerin o r­
taya konmasını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bunun seb e­
bi de, chş politika yapımının bürokratik niteliğinden kaynaklanan
günlük işleyişin rutin ritminin geniş kapsamlı ve derinlikli strate­
jik analiz çabasının önüne geçmesi sonucunu doğurabilmesidir.
Ayrıca, dış politika yapımının siyasî boyutu kısa dönemli siyasî
sonuçların uzun dönemli stratejik sonuçlardan daha etkin ve ö n ­
celikli olduğu biı süreci hakim kılabilmektedir. Bu durum diğer
resmî kurumlar için de geçerlidir. Öte yandan ortaya konan dış p o ­
litika tercihinin sosyo-politik meşruiyet zeminini oluşturma ça b a ­
sı resmî kurumlan strat ejik yaklaşımları bu tercihler doğrultusun­
da şekillendirme çabasına yönlendirebilir ki, bu durum zihinsel ve
rasyonel bir süreç olması gereken stratejik teori arayışının bürok­
ratik ve resmî bir nitelik arzetmesi sonucunu doğurabilir. Bu da
Ki,- tPİrrln/eiiee ve durağanlığa vol açabilir.
S tratejik Teori Y etersizliği v e S o n u ç la n

Stratejik teoriler ve bu teorilere dayalı analizler alternatif dış


politika gerekliliklerine cevap oluşturabildikleri ölçüde geçerlilik
taşırlar. Tekdüzeleşmiş ve resm îleşm iş strateji analizleri kendi
kendini sınırlayan bir kısır döngüye dönüşebilir. Bu resm î yaklaşı­
mın ideolojik bir çerçeve ile bütünleşm esi ise bu kısır döngüyü
statik bir açm az ile sonuçlandırabilir.
Soğuk Savaş dönem i boyunca Amerikan ve Sovyet stratejileri­
nin oluşum seyrindeki farklılaşma bu çerçevede son derece öğre­
tici bir m ukayese oluşturmaktadır. Katı ideolojik gerekçelere indir­
genm iş resm î stratejik analizlere dayanan Sovyet dış politika yapı­
m ının tekdüzeliği, değişik kaynaklardan beslendiği için farklı se­
naryolara açık Amerikan dış politika yapım ının esnekliği karşısın­
da tutunam am ıştır. Sovyet dış politika bürokrasisinin her bir statik
ham lesi, bağım sız araştırm a kurum larının ve strateji analistlerinin
farklı açılar barındıran yaklaşım larını da görebilen ve buna göre
oİgu-tem elii tavır alabilen Amerikan dış politika yapım ının çok al­
ternatifli dinam ik ham leleri ile karşılaşmıştır. Bu da zam anla Sov­
yet dış politika yapım cılarının manevra alanını daraltırken, Am e­
rikan dış politika yapım cılarının yeni m anevra alanları ve bu m a­
nevra alanlarına uygun aktörler bulm alarını kolaylaştırmıştır.
Türk dış politika yapım süreci açısından bakıldığında herşey-
den önce başta Dışişleri Bakanlığı olm ak üzere resmî kurumlarm
stratejik araştırm alar yapabilm ek İçin yeterli maddî ve kurumsal
altyapı ile donatılmadıkları bir gerçektir. Dışişleri Bakanlığı b ü n ­
yesinde mütevazı İmkanlarla bu ihtiyacı karşılam aya çalışan Stra­
tejik Araştırmalar Merkezi aynı anda bir çok bölgesel olgu ile, çoğu
zam an da beklenm edik bir şekilde karşı karşıya kalabilen Türkiye
ölçeğinde bir ülke için gerek insan unsuru gerekse altyapı açısın ­
dan son derece sınırlı kalmaktadır. Başta Dışişleri Bakanlığı olmak
üzere karar alma sürecinde stratejik analize ihtiyaç hisseden diğer
resm î kurumlarm bu ihtiyacı karşılayacak araçlarla donatılm ası ve
bunlar arasında bürokratik tekdüzeliği engelleyecek sağlıklı bir
koordinasyonun kurulması stratejik teori ve analiz yetersizliğini
aşabilm enin olmazsa olmaz kurumsal şartıdır.
Farklı siyasî tercihleri barındıran siyasî partilerin kendi tercih ­
leri doğrultusunda üretken ve uygulanabilir dış politika alternatif­
leri geliştirmesi ve bunu TBM M platform una tasım ası da Türki-
S t r a t e ji k D e r i n l i k J

1
■J
ye’ııin a ltern a tif strateji arayışlarını olumlu yönde çeşitlendirebi- i
îecek Önemli bir kaynak olacaktır. Bunun için de siyasi partilerin ^
kendi bünyelerini rutin güncel siyasetin ötesinde kalıcı ve uzun 1
d önem li çabalara zem in teşkil edecek şekilde yapılandırmaları ve -h
bir anlamda siyaset ve diplomasi okulu hüviyetine bürünmeleri 1
gerekmektedir. ^

Siyasî partilerin böylesi bir yapı içinde kendi kadrolarını uzun J


d ö n e m li bir perspektif ile ülke gündemine hazırlamaları muhte- |
mel iktidar değişikliklerinde bürokrasi ile siyasî irade arasındaki
söylem ve yaklaşım iletişim ini de kolaylaştıracaktır. Hiç bir hazır- 1
jık döneminden geçm em iş m uhalefet kadrolarının siyasî gücü 4
pullanma imkanına kavuşmaları bürokratik kadrolar ile siyasî İra- .|
d e a r a s ın d a k i iletişimi bozarak, son derece hassas bir söylem ve *
taktik kademelendirme süreci gerektiren dış politika yapım süreci- -i
ni olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Farklı dış politika anlayışla- .f
rina sahip siyasî partilerin iyi tanım lanm ış stratejik yaklaşımları f
parlamento çatısı altında dile getirebilmeleri ülkenin daha seviye- |
]i ve daha rasyonel dış politika tartışm alarına yönelm esini sağlaya- |
çaktır- Bazı ülkelerde görülen gölge kabine uygulamaları ancak ve |
a n c a k sü rek lilik arzeden stratejik ve politik araştırm a faaliyetleri |
İle başarılı olabilir. |:::

Üniversite ve bağımsız araştırma kum rularının strateji oluşu- |:


nıuna katkıda bulunması bu konularda yerleşik bir geleneğin vü- J ;
cut bulmasını ve bu katkıyı sürekli kılacak sağlıklı bir altyapı ile fi- \
nansal desteğin sağlanmasını gerektirir. Bu kurumlarm bilgi üreti- j;
minin ve analiz kapasitesinin artışı, küresel ölçekli stratejiler geliş- 1■
tiren ülkelerde dış politika yapım ının en önem li destek unsurla­
rından birisi olarak görülür. Uluslararası ilişkilerde yaşanan radi­
kal değişim ve dönüşüm dönem lerinde ülkenin stratejik ufkunu
açan küresel ölçekli ve kapsamlı teorik çerçevelerin oluşması ve
bu çerçeveleri tamamlayan bölgesel uzmanhk alanlarının doğuşu, ■j
hem dinamik şartlara daha hızlı bir şekilde intibak edilmesini hem
de ani gelişmelere sağlıklı dış politika reflekslerinin gösterilmesini
sağlar. Bu kurumlarm, oluşan dış politika tercihlerinin sosyo-poli- !
tik meşmiyet zeminlerinin oluşmasına yaptıkları katkı da gözardı j
e d ilm e m e lid ir . Üniversitelerin sadece birer eğitim kurumu değil f

avnı zamanda araştırma kurumlan olarak görüldükleri, bağımsız )


S tratejik Teori Y etersizliği ve S o n u çla rı

a ra ş tırm a m erkezlerinin de kalıcı fînansal destek bulabildikleri or­


ta m la rd a söz konusu olabilecek bu katkılar dış politikanın to p ­
lu m sal kurum sallaşm asının altyapısını oluştururlar.
Türkiye'de gerek ekonom ik darboğazlar gerekse artan dem og­
rafik baskının eğitim talepleri dolayısıyla üniversitelerin araştırma
kurumu olm a niteliğinden uzaklaşarak gittikçe vatandaşlık eğiti­
m inin ve m eslek edinm enin sağlandığı lise-üstü eğitim kurum lan
haline dönüşm esi, üniversitelerin stratejik teori ve analiz oluşu­
m una süreklilik arzeden katkılarda bulunm asını engellemektedir.
Ü niversiteler bünyesinde değişik alanlarda ihtisaslaşm ak üzere
kurulan en stitülerin yeterli m addî kaynağa ve bir enstitü için ge­
rekli olan fizikî altyapıya sahip olm am aları bu birim lerin kurum ­
sallaşm asını geciktirm ekte ve bu alanlardaki boşluğun sürm esine
yol açm aktadır. Bunun en çarpıcı m isallerinden birisi, AB’ye tam
üyelik m ü racaatının yapıldığı 1987 yılından bu yana çok sayıda
Avrupa Topluluğu Enstitüsünün kurulmuş olm asına rağmen, hâlâ
AB ile ilgili değişik alanlarda uzrnan sıkıntısı çekiliyor olmasıdır.
Türkiye’de gözlenen stratejik teori yetersizliği aynı zam anda si­
yaset teorisyenleri ile siyaset yapım cıları arasındaki kurumsal ko­
pukluğun da bir işareti sayılmalıdır. Üniversite ve akadem ik çevre­
ler ya bu tür teorik çalışm alarda yetersiz kalmış ya da siyaset ya­
pım cıları olan bürokrat ve diplom atlar ile sağlıklı bir ilişki kanalı
kuramamışlardır. Bu sebepledir ki, M ahan ve Spykm an'm 1 Am eri­
kan küresel stratejisi, H aushofer’in Alman2, M ackinder’in3 İngiliz
ve Rus stratejileri üzerindeki etkilerine benzer tarzda teori-pratik
ilişkisi kuran bir yaklaşım Türkiye’de ortaya çıkamamıştır. Son ola­
rak Fukuyam a4 ve H untington’m 5 yeni dünya düzeni fileri ve küre-
IIB
1 N.J. Spykman’m Rim land teorisi etrafında geliştirdiği stratejik çerçeve için bkz. The
Geogmphy o f the Peace, NevvYoık: I-Iarcourt Brace, 1944.
2 Kari H aushofer’in görüşleri için bkz. Baıısteine zur Geopolidk, Bertin 1928; Weltme-
ere und Weltmâchte, Berlin: Zeitgeschichte Veılag, 1941; ve Geopolitik des Pcızifısc-
heıı Ozeans, Heidelberg: Kurt Vovvinckel Verlag, 1938.
3 H.J. M ackinder'in özellikle Avrasya eksenli kara jeopolitiği tezi için bkz. "The Ge-
ographical Pivot of H istory”, Geographical Journal, i 9 0 4 /2 3 , s. 421-42.
4 Bkz. F. Fukuyam a, “The End of History?", The National Interest, 1 9 8 9 /1 6 (Summer):
3 -1 8 ve The End o f History and the LastMan, (NewYork: The Free Press, 1992). Fu­
kuyam a'm n Tarihin Sonu tezinin tenkidi ve stratejik sonuçları için bkz. 1991
yılında International Studies Association tarafından teıtib edilen Netti Diınensions
in International Relations konulu yıilık kongrede tarafım dan sunulm uş olan “Çivi-
S tratejik D erinlik

sel çatışm aların Amerikan strate jisi açısından kullanımı konusun-


da Amerikan siyaset yapımcılarına sundukları meşruiyet sağlayıcı
teorik destek ve gerek Kissinger6 gerekse Brzezinski7 gibi teori-
pratik uyumu konusunda özel tecrübe sahibi stratejisyenlerin çiz­
diği projeksiyonlar bu ilişkinin ne ölçüde önem taşıdığını bir kez
daha ortaya koymuştur.

2. Tarihî Arka plan


Bu küresel yaklaşım ve stratejik teori eksikliğinin kurumsal ya­
pılardaki zaafları da besleyen daha derinlikli sebeplerini tarihî tec­
rübe birikiminde aramak gerekmektedir. Bu tarihî tecrübenin en
ayırdedici özelliklerinden birisi olarak Osmanh-Türk dış politika
geleneğinin emperyal/sömürgeci bir strateji yürütmemiş olması
gösterilebilir.
Büyük devletlerin klasik ulusal stratejilerini geliştirdikleri 19.
yüzyıl bir sömürge yüzyılı idi ve bu yüzyıl içinde Osmanlı Devle­
ti'nin tek bir kaygısı vardı: İç bütünlüğü muhafaza edebilmek ve
daha fazla toprak kaybedilmesini önlemek. Bu da smır hatları bo­
yunca savunma stratejisine dayanan statik bir yaklaşımın zaman­
la bir dış politika geleneği niteliği kazanmasına yol açmıştır. Büyük
devletlerin teorik çerçevelere dayalı stratejilerinin sonuçlan orta­
ya çıkmaya başladıkça bu hatlar geriye çekilmiş ve yeni bir statik
konumu koruma gayreti içine girilmiştir.
Böylece kaybedilen her toprak parçasından sonra elde kalanın
korunm ası telaşı içine girilmiş ve sınır hatlarının ötesindeki alan­
larla ilgiler koparılmıştır. M ehter marşlarının "alalım düşmandan
eski yerleri" nakaratının nostaljik havası dışında stratejik planın
bh a

tebliğ çerçevesinde kaleme alınan Civilizational Transfonnation and the Müslim


Worid, (Kııala Lumpur: Quill, 1994) başlıklı esere başvurulabilir.
5 Bkz. S. Huııtington, “The Clash of Civiiizatioııs”, Foreign Affairs, 1993/72 (Suni­
nler): 2 2 -4 9 ve The Clash o f Civiiizatioııs and theRemaking of'World Order, (New
York: Simon & Schuster, 1996). Bu tezin stratejik arkaplam ve tenkidi için bkz. Ah­
m et Davutoğlu, “The Clash oflnterests: An Explanatioıı of the VVoıld (Dis)Order",
Perceptions, Dee. 1997 - Feb. 1998, s. 92-121.
6 Kissinger’in Soğuk Savaş sonrası dönemin Amerikan stratejisi açısından yorum­
lanm ası ile ilgili görüşleri için Diplorrıacy (NewYork Simon & Schuster, 1994) isim­
le eserinin “The New World Order Reconsidered” başlıklı bölümüne başvurulabilir.
7 Bkz. Zbignievv Brzezinski, The Grcınd Chessboard: American Primacy and !ts Geost-
S tratejik T eo ri Y etersizliği v e S o n u ç la n

iki aşırı ucu arasında tercih yapılm ıştır: Ya m utlak hakim iyet ya da
mutlak terk. Hakimiyetin kaybedildiği topraklar h em en terk edil­
miş ve yeni hatları savunm a telaşı içine girilmiştir. Bu da mutlak
hakimiyet ile m utlak terk arasında kalan etki alanları oluşturma,
sınır hatlarını sm ır-ötesi diplom atik m anevralar ile koruma, kendi
stratejisini m erkez edinen koalisyonlar kurma, terkedilm ek zorun ­
da kalınan topraklarda kendi stratejisine yakın siyasî elit bırakm a,
büyük güçler arasındaki çıkar çatışm alarım kullanarak taktik m a­
nevra alanı oluşturm a gibi ara taktik form üllerin geliştirilm esini
engellemiştir.
Bunun Osm anlı D evleti’nin son dönem indeki önem li istisn a­
larından birisi II. Abdülham id’in takip ettiği söm ürgeler politika­
sıdır. II. A bdülham id’in söm ürge M üslüm anları üzerinde etki kur­
m ak suretiyle oluşturduğu sım r-ötesi faktörün büyük güçlerin Os­
m anlI aleyhine yayılma politikalarını ne derece engelleyip gecik­
tirdiği açıktır. Bu nedenledir ki, Abdülham id'in 33 yıllık idaresinde
93 Harbi dışında ciddî toprak kayıpları yaşanm am ışken bu ara for­
m ülleri terkederek "ya m utlak hakim iyet ya da mutlak terk” politi­
kasını tekrar hayata geçiren İttihat ve Terakki dönem inde kısa bir
süre içinde O sm anlı’m n büyük ölçekli bir güç olm a hususundaki
son dayanağı olan Balkanlar-O rtadoğu ekseni de kaybedilmiştir.
Bu iki aşırı uç arasındaki gidiş-gelişin bir sonucu olarak Os-
m anlı-Türk dış siyaset geleneğinin küresel stratejik ufku daralmış,
taktik opsiyonları azalmış, yakın bölge üzerindeki etkinliği devre
dışı kalmış ve iç siyasî çekişm eler ile dış tehditlerin yönlendirdiği
kısır bir döngü yaşanır hale gelmiştir. D aha da önem lisi dış p oliti­
ka gereklilikleri İle iç siyasî kültür arasındaki uyum bir türlü sağla­
nam am ıştır. Bu nedenledir ki iç siyasî kültürde hakim olan ideolo­
jik söylem ve pragm atizm dış politika gerekliliklerini devre dışı b ı­
rakmıştır.
Bu konu O sm anlı-Türk dış politikasının son yüz yıllık uygula­
m alarından hareketle örneklen dirilebilir. Bu dönem deki Balkan­
lar, Kafkaslar ve Ortadoğu politikaları m utlak hakim iyet ile m utlak
terk arasına sıkışmış bu taktik donukluğun en canlı misalleridir.
M esela Balkanların terkinden sonra O sm anlı-Türk dış siyasî gele­
neğinin bu bölgeye yönelik ilgisi mutlak terkin tipik göstergesi sa­
yılabilecek göçlerle sınırlı kalmıştır. Zengin doğal kaynaklara sahip
Stratejik Derinlik

bulunan Ortadoğu ve Arap bölgelerinin terkinden sonra ideolojik


kurguyla de desteklenen D o ğ u y a sırtını dönm e politikası uygu­
lanmıştır. Şeylı Şamil'in ardından Kafkasların Ruslara bırakılm ası
ile Kars, Ardahan ve Erzurum yaylasının savunulm ası telaşına dü­
şülmüş; Musul ve Kerkük'ün uluslararası hukuk açısından bile tar­
tışmalı sayılan terkinden sonra bu bölge üzerinde ara form ülleri
hayata geçirmektense tamamen terkedilen bölgenin, m utlak haki­
miyetin korunmaya gayret edildiği Doğu Anadolu üzerindeki
menfî tesirleri önlenmeye çalışılmıştır. Nihayet söm ürgecilere
karşı verilen Trablusgarb direnişi ile Kuzey Afrika'nın kaybım m ü ­
teakip bu bölge ile yegâne ilgi, elli yıl sonra kom ünist blok karşı­
sında Batı’mn sadık üyesi olduğumuzun tescili için Cezayir Müs-
lümanlarma karşı Fransız söm ürgecilerini desteklem ek şeklinde
tezahür etmiştir.
Balkanların terkinden sonra O sm anlı bakiyesinin kültürel ve
siyasî anlamda varlıklarını sürdürmesi konusunda yeterli gayret
gösterilmediği gibi iç siyasî kültür değişim ini m enfî yönde etkiler
düşüncesi ile Osmanlı tarih m irasının ve İslam kültürünün özel­
likle Bulgaristan ve Yunanistan’daki etkisinin yok edilm esi karşı­
sında etkisiz kalınmıştır. Bulgaristan’da O sm anlı bakiyesi kültü­
rün dayanak noktaları olan dinî m üesseselerin yok edilm esi karşı­
sında sessiz kalınması Türkiye'deki dış siyaset yapım cılarının iç s i - 1
yasî kültür ile sınır ötesi etki alanları arasında kurduğu yanlış iliş­
ki tarzının bir sonucudur ve bunun ortaya çıkardığı m enfî n etice­
ler ancak Jivkov döneminin nihaî asim ilasyon hareketi sonucunda
farkedilebilmiştir.
Bu tavrın Soğuk Savaş sonrası dönemdeki uzantısı B osn a po li­
tikasında kendisini göstermiştir. Dış politika üzerinde etkili olan
bazı çevreler Bosna bunalımının ilk safhasında İzzetbegoviç’in İs ­
lâmî kimliğinden rahatsızlık duymuş ve Türkiye’nin Fikret Abdiç
benzeri seküler kimlikli liderleri desteklem esini önermiştir. D aha
sonra Abdiç’in Sırplar safında yer alm ası Balkanlardaki İslam kim ­
liği ve Osmanlı mirası ile Türkiye'nin bölge politikası arasındaki
kaçınılmaz bağımlılık ilişkisini ortaya koymuştur. Balkanlarda yı­
kılan her cami, eksilen her İslâmî m üessese, kültürel anlam da yok
olan her Osmanlı gelenek unsuru Türkiye’nin bu bölgedeki smır
ntesi etkinliğinden sökülen birer tem el taşıdır. Türkiye artık B al­
S tra te jik T eori Y etersizliğ i ve S o n u ç la rı

kanlarda m utlak terkin sem bolü haline gelmiş olan göçler politi­
kasının yerini alacak alternatif ara politikalar üretm ek zorundadır.
Bu ara politikaların tem elinde Balkanlardaki O sm anlı-tslam kül­
türünün canlı tutulm asının yer alm ası kaçınılm azdır. Özellikle
Balkanlardaki O sm anlı bakiyesi iki tem el unsurun, yani Boşnak ve
Arnavutların, bağım sız devletler olarak varlıklarını sürdürme ç a ­
baları, bu tabiî m üttefikler ile Türkiye arasındaki ortak tarihi kül­
tür bağı tem elinin desteklenm esini gerekli kılmaktadır.
Türkiye artık Balkanlar politikasını Balkan Savaşı faciasının acı
hatıralarının dokuduğu ve Soğuk Savaş param etrelerinin pekiştir­
diği Doğu Trakya ve İstan bu l’u korum a psikolojisinden de sıyrıla­
rak değerlendirm ek zorundadır. Yeni bölgesel şartlar içinde Doğu
Trakya ve İstan bu l’un savunm ası Doğu Trakya'ya konuşlandırıl­
mış konvansiyonel birliklerden değil, Balkanlarda sımrlar-Ötesi
oluşturulacak etki alanlarının diplom atik ve askerî anlam da aktif
bir şekilde kullanılm asından geçm ektedir. Bugün Balkanlarda b ö l­
gesel çapta dinam ik bir güçler dengesi yapılanm ası oluşmaktadır
ve bunun doğal sonucu olarak ara form ülleri esnek ve dinamik bir
tarzda kullanm a becerisi gösteren ülkeler etkinliklerini artıracak;
statik ve atıl kalan ülkeler ise bölge üzerindeki belirleyici nitelikle­
rini kaybederek gittikçe yalnızlaşacaklardır.
M utlak Hakim iyet-M utlak Terk açm azı Kafkaslar için de büyük
ölçüde geçerlidir. Erzurum yaylasının kuzey ve doğusu ile irtib atı­
m ızın fiilen kesildiği 93 H arbi’nden bu yana Kafkaslarda da b en z e­
ri bir kader yaşanagelm iştir. O zam andan bu yana Osm anlı-Türk
dış politikasının en önem li m eselesi Rus-Sovyet yayılm acı strateji­
sinin A nadolu’nun jeopolitik kilidi olan Erzurum yaylasının güney
ve b atısın a inişine engel olm ak şeklinde ortaya konm uştur. Bu ko­
num un biri başarısızlıkla, diğeri başarı ile neticelen en iki önem li
istisnası olmuştur. Enver Paşa’mn m aceracı tutum u Allahuekber
D ağlan faciasını doğurmuş; Kâzım Karabekir’in Rusya içindeki
kargaşayı değerlendirerek gerçekleştirdiği harekat sonucunda ise
son iki asır içinde Kafkaslar istikam etindeki yegâne ilerleyiş sağ­
lanm ış ve Kars-Ardahan hattı geri alındığı gibi Nahcıvan konusun­
da belli garantiler elde edilmiştir. Bu iki m isalin ortaya çıkardığı
sonuçlar m acera ile basiretli ataklık arasındaki farkı ortaya koym a­
sı bakım ından bugünkü dış politika yapım cılarına önem li bir tarih
dersi oluşturmaktadır.
Stratejik D erinlik

Kâzım Karabekir’in başarısı m utlak h akim iyet kurm aya çalışan


büyük çaplı askerî harekatlar ile m utlak terki tem sil eden geniş
çaplı göç hareketleri araşm a sıkışm ış dış politika geleneğinin te ­
mel eksildiğini de ortaya koym aktadır: K onjonktürü iyi değerlen­
diren, zam anlam ası ve kurgusu iyi oluşturulm uş, diplom atik ve
askeri koordinasyonu sağlanm ış, etkin ve basiretli bir tavır alış.
Türkiye’nin Kafkaslar politikasındaki u zu n d ö n em li ihm alinin
en önem li seb ebi Erzurum yaylasının kuzey ve doğusunda tekrar
etkin olunabileceğine dair in an cın k aybolm ası ve yeni bir 93 H ar­
bi faciası yaşam am a kaygısından kayn ak lan an psikolojik çek in ­
genliktir. Onun içindir ki Soğuk Savaş d ö n em i bo yu n ca NA-
TO 'nun belirlediği askerî strateji sa d ece Erzurum yaylasının gü­
ney ve batısını savunm a üzerine o tu rtu lm u ş; ilerleyen Rus birlik­
lerinin Konya ovasına kadar ne ölçüd e yıp ratılab ileceğin in h esa p ­
ları yapılmıştır.
Türkiye bu psikolojik savunm a hissi için d e Kafkas içlerindeki
doğal m üttefik unsurlarını güçlendirm e ve R usların iç çelişkilerini
kullanabilm e hayalini bile kuram am ıştır. Kafkaslar ve Orta Asya
konusunda görülen politika çelişkilerinin ve hazırlıksızlığın en
önemli sebebi bu psikoloji.kyetmezli.ktir.
Türk dış politika yapım cıları bu psikolojik yılgınlığı atarak Kaf­
kaslarda da dinamik ara form üllere dayalı atak bir politika izlem ek
zorundadırlar. Konya ovasına inebileceği düşünülen Ruslar Ç eçe-
nistan’da bile tutunm akta güçlük çekm işlerdir. Ama bu durum un
ilanihaye süreceği düşünülm em elidir. Uygun konjonktürel şart­
larda basiretli bir atak politika ile ele geçirilecek kazanım lar ihm al
edilirse gelecekte Doğu A nadolu’yu savunm ak için üstlenilecek
m asraflar daha ağır olacaktır. Balkanlar ile b ir kıyaslam a yapılırsa
artık Doğu Trakya ve İstanbu l’un m üdafaası Adriyatik ve Saraybos-
na’dan, Doğu Anadolu ve Erzurum 'un savunm ası Kuzey Kafkasya
ve Grozni’den başlamaktadır.
Türkiye’nin Ortadoğu politikası da M utlak H akim iyet-M utlak
Terk açm azının ve stratejik planlam a yetersizliğinin izlerini taşı­
maktadır. Birinci Dünya Savaşı sonund a O rtadoğu ile bütün p o li­
tik, kültürel ve stratejik köprüleri atarak sırtını d ön m e politikası
uygulayan Türkiye bu bölgenin bütün küresel ilişkileri belirleye­
cek güçteki tabiî kaynaklarının paylaşım süreci içinde orada beş
S tratejik T eori Y etersizliği v e S o n u çla rı

yüz sene süren hakim iyetinin getirdiği avantajları yeterince kulla-


nam am ıştır. Bunun tek istisnası Fransa’nın terki ile ortaya çıkan
boşluğu ve II. Dünya Savaşı öncesi belirsizlik konjonktürünü iyi
bir zam anlam a ile değerlendiren Atatürk’ün Hatay politikası ol­
muştur.
Türkiye Ortadoğu ile ilgili uygulanagelen sırtım dönm e politi­
kasının özellikle jeoekonom ik çerçevedeki kayıplarını farkettiğin-
de bu bölge ile ilgili kaynak ve güç paylaşım ının belirlenm iş statik
param etreleri ile karşı karşıya kalmış ve ne kültürel anlam da y a­
bancılaşm ış olduğu bölge halkı, ne de siyasî elit üzerinde yeterin ­
ce etkili olabilmiştir. Halbuki Türkiye bu bölgeyi terkettiğinde O s­
m anlI bakiyesi bir entellektüel-siyasî elit ve bu tarihî birikim in
ürünü toplum lar-arası bir jeokültürel bütünlük söz konusu idi ve
ara form üller ile bu avantajlar başlıbaşına bir Ortadoğu stratejisi­
nin tem el taşları olabilecek nitelikler taşıyordu. Şam ve Bağdat gi­
bi bir çok Arap başşehrinde yakın zam ana kadar Türkçe'yi rahat­
lıkla konuşabilen bir toplum sal kesim varlığını sürdüregelmiştir.
Türkiye bu kesim ler ile bağlarını iyi kurmuş etkin ve tarihî prestije
sahip bir bölge ülkesi im ajını yaratm aktansa küresel güç m erkez­
lerinin Ortadoğu'daki tem silcisi konum unu vurgulamaya özen
gösterm iş; bölgeye karşı gittikçe yoğunlaşan bir yabancılaşm a sü ­
recine girmiştir.
Bu yabancılaşm a süreci Türkiye'yi bölge üzerinde etkili olm ak
konum undan çıkardığı gibi Güneydoğu Anadolu’nun savunm ası
gerçeği ile de karşı karşıya bırakmıştır. Sınırlar-ötesi avantajlarını
etkin bir şekilde kullanam ayan Türkiye kendi iç bütünlüğü ve sı­
nırları konusunda Avrupa-merkezli baskılara m uhatap hale gel­
miştir. D aha da kötüsü, bölgeyi beş yüz yıl elinde tutan güçlü tari­
hî birikim ine rağmen, Türkiye, bugün bölge ile ilgili politikalarını,
bölgede sadece elli yıllık geçm işe sahip İsrail’in stratejilerine en-
deksleyen bir görüntü vererek bölge İle yeni bir yabancılaşm a sü ­
reci içine girmiştir. İsrail’in Suriye ile yürüttüğü barış görüşm ele­
rinde Türkiye’nin su kaynaklarının barışın unsurları arasında yer
alm ası bölgede dinamik çıkar ilişkilerinin ne derece esnek bir dış
politika pozisyonu gerektirdiğini bir kez daha ortaya koymuştur.
Bütün bu dış politika zaaflarının oluşturduğu buz dağının ar­
kasında psikolojik hazırlıksızlık, stratejik teori ve ufuk yetersizliği,
| S tratejik D erinlik

değişen dinamik şartlara intibak etm ekte engel oluşturan statik


diplomatik söylem ve iç siyasî kültür ile dış politika arasındaki
uyumsuzluk problem leri yatmaktadır. Dış politika yapım cıları her
şeyden ön ce sınırlar ötesi taktik oluşumlar ve iddialar konusunda
psikolojik bakım dan hazırlıklı olm ak zorundadır. Bu psikolojik h a ­
zırlık, iç kamuoyunu bu yönde etkileyebilecek bir sosyo-psikolojik
kültür meşruiyeti tem eli ile bütünleşm elidir.
Bu psikolojik tem el Türkiye'nin jeopolitik, jeokültürel ve jeoeko-
nomik gerçeklerinden hareket eden bir stratejik teori çerçevesinin
hareket noktası olmalıdır. Şu ana kadar eksikliği hissedilen strate­
jik teori yetersizliğini aşabilm ek için araştırm a kurum lan ile siya­
set yapım cıları arasında sağlıklı ilişki kanalları oluşturulmalıdır.
Bu stratejilerin uygulama sürecinde ise her türlü ideolojik söylem
bağnazlığından kurtulmak en öncelikli şarttır. Balkanlardaki M üs­
lüm an azınlık topluluklarım rejim m uhaliflerinin sığmak yerleri,
her Rusça Öğreneni kom ünist ajanı, her Arapça bileni rejim m u ha­
lifi ya da gerici olarak gören zihniyetin bizi olaylara intibakta ne
derece hazırlıksız bıraktığı aşikardır. Bu yüzdendir ki seksenli yıl­
larda Ortadoğu’ya yönelik ihracat seferberliğinde Arapça bilen
elem an yetersizliği çeken Türkiye, bugün de Kafkaslar ve Orta As­
ya ilişkilerinde Rusça bilen elem anların ve Rusya uzm anlarının
eksikliğini her düzeyde hissetmektedir. Rusya ile asırlar süren bir
m ücadele tarihi olan bir toplum da çekilen Rusça bilen uzm an kıt­
lığı Soğuk Savaş dönem i boyunca Türkiye'nin siyasî elitinin toplu-
m una duyduğu güvensizliğin tipik bir göstergesidir. Bu noktada
Türkiye herşeyden. önce iç güven problem ini aşarak tem as halin­
de olduğu bütün bölge ve toplum ları tahlil edebilecek yetişm iş bir
insan unsurunu çıkarm ak zorundadır.
Bu durum iç siyasî kültür ile dış politika yapım ı arasındaki uyu­
mun yeniden ayarlanm ası gerektiğinin en önem li delilidir. Halkı­
na güvenmeyen ve içinden çıktığı toplum un kültürü ile bütünleşe-
mediği için ondan güç alam ayan bir siyasî elit ne sım rlar-ötesi kü­
resel ufuklara açılabilir ne de toplum un sınırlar-içi güvenlik ve bir­
liğini sağlayabilir. Bunun içindir ki, tarihî sürekliliğin önem li gös­
tergelerinden birisi olan stratejik zihniyetin psikolojik unsurları
m eselesi strateji oluşum unun merkezinde yer almaktadır.
Stratejik T eo ri Y etersizliği ve S o n u ç la rı

3. Psikolojik Arkaplan: Bölünmüş Benlik ve Tarih Bilinci


Stratejik teori yetersizliğinin önem li unsurlarından birisi, psi­
kolojik hazırlık zaafının da tem elini dokuyan kimlik ve tarih b ilin ­
ci konusunda yaşanan çelişkiler ve bu çelişkilerin stratejik zihniyet
üzerindeki etkileridir. Laing’in psikolojide artık klasikleşmiş olan
The Diviâed SelfB {Bölünmüş Benlik) başlıklı eseri bu konuda ay­
dınlatıcı bir başlangıç noktası oluşturabilir. Bölünm üş benliklerin
yol açtığı psikolojik bunalım ları inceleyen bu eser, psikoloji dışın­
da ele alındığında da, değişik bunalım alanlarım tanım layabilecek
önem li kavramsal ve m etodolojik araçlar sağlamaktadır. Laing'in
özellikle ontolojik güvenlik ile benlik arasında kurduğu ilişki ve
mücessem /dışa yansıyan ( ernbodied) benlik ile m ücessem olm a­
yan ( unembodied) benlik farklılaşm ası konusunda tesbit ettiği kri­
tik alan, başta siyasî alan olm ak üzere birçok bunalım alanını da
anlam am ızı kolaylaştırıyor.
Laing psikolojik bunalım ların kökeninde, kişinin vücudu ile
benliği arasındaki bağın kopuşu olduğunu söylem ekte ve bu ko­
puşun kaçınılm az bir benlik bölünm esini beraberinde getirdiğini
ifade etmektedir. Kendi vücudu ile yabancılaşan kişi zam an içinde
kendi şahsî süreklilik unsurlarını da kaybetm ekte ve kendini sü­
rekli olarak kendi dışında tanım lanm ış bir sahte benlik [false-selfl
ile algılamaya çalışmaktadır. îç benlik ( innerselj) ile dışa yansıyan
benlik (ernbodied self) arasındaki uçurum açıldıkça bunalım lar art­
m akta ve kişi hem kendisiyle hem de çevresiyle yaşadığı bir bu n a­
lım labirentinin içine girmektedir.
Türkiye’de yaşanm akta olan çok yönlü bunalım da da iç benlik
ile dışa yansıyan benlik arasındaki farklılaşm anın izleri görülm ek­
tedir. K işinin vücudunun toplum lar düzeyindeki karşılığı ta ­
rih/mekan boyutudur. Toplumların kendi tarih/mekan boyutu ile
yabancılaşm ası, kişinin kendi vücudu ile yabancılaşarak sahte
benlik içine girm esi gibidir. İtiraf edelim ki, ilkokuldan itibaren ve­
rilen yoğun tarih ve coğrafya bilgisine rağm en bir tür tarihsizleşm e
sürecinin içinde yaşayageliyoruz. Kutladığımız yıldönüm leri ve
bayram lar bizdeki tarih bilincini güçlendirm ek yerine tarih -ötesi
alanlara yönelm em ize yol açıyor. 1998 yılında C um h u riyetin 75.
aa a

8 R.D. Laing, The Divided Self, H arm ondsw orth: Penguin, 1966.
S tra te jik D erinlik

kuruluş yıldönümü, 1999 yılında da Osm anlı'nm 700. kuruluş yıl­


dönüm ü kutlandı. Ancak, Cumhuriyet’in Onuncu Yıl m arşım da,
O sm anlı'nm m ehter marşını da m etahistorik bir düzlemde algıla­
m anın ötesinde, bugünkü benliğimizi de dokuyan hangi süreklilik
unsurlarını tutarlı bir benlik bilinci ve toplumsal bütünlük ile or­
taya koyabiliyoruz?
Süreklilik unsurları ile yüzleşemediğimiz için, kendi benliğim i­
zin dışa yansım asını, ancak karşı kutuplar oluşturdukça sağlayabi­
liyor ve iç benlikten kopmuş o sahte benliğin süregelmesi için sü­
rekli başkaları ile özdeşleştirdiğimiz "diğereler -hatta düşmanlar-
üretiyoruz. Kendi sem bollerim izin kutsiyetine sığınabilm ek için
başkalarının sem bollerine savaş açarak kendi bölünm üş benlikle­
rim izin arasındaki uçurumları kapatmaya çalışıyoruz. Ama, ta ­
rih/mekan boyutundaki her kopuşun yeni bir benlik bölünm esi
doğurduğunun farkına varamıyoruz.
İç benlik ile dışa yansıyan benlik arasındaki uçurumu örtbas
edebilm ek için ucuz zaferlerin sarhoşluğu ile ucuz yenilgilerin su-
kût-u hayaline aynı ölçüde kapılıp gidiyoruz. Bir futbol m açında
A lm anya’yı yenişimizi Onuncu Yıl M arşının cezbesine bağlarken,
Finlandiya hezim etini hakem in taraflı tutum una indirgiyoruz. B u ­
nun için de, ne başarılarım ızı disiplinli bir çalışm anın kaçınılm az
sürekliliği ile irtibatlandırabiliyor, ne de yenilgilerimizden dersler
çıkabiliyoruz. Gerçeklerden çok, gerçek-ötesi psikolojilere yönel­
dikçe, kişisel düzeyde yaşanan bunalım larda görüldüğü gibi, k en ­
di vücudumuza yani kendi tarihimize yabancılaşıyor, kendi çevre­
m izden yani kendi m ekan boyutumuzdan kopuyoruz.
Tarih hafızası ve bilinci zayıf olan bir toplum un tarihe kendi
varoluş çizgisini ve damgasını vurabilmesi çok güçtür. Tarihî akışı
belirlem e konusunda iddialı ve etken toplumlarla tarihî akış tara­
fından belirlenen iddiasız ve edilgen toplum lar arasındaki en
Önemli fark da tarihi algılayış biçimleridir.
Tarih bilinci ve hafızası derin toplum lar olağanüstü zafer söy­
lem lerine de sukût-ı hayal psikolojilerine de değer vermezler; tari­
hî tecrü ben in kendilerine sunduğu veriler ile reel güç konfigüras-
yonu arasında stratejik rasyonaîite ve planlam a ihtiva eden bir an ­
lam lılık ilişkisi kurarlar ve bir nakış hassasiyeti ile geleceği dokur­
lar. Tarih bilinci ve hafızası zayıf, edilgen ve iddiasız toplum lar ise
Stratejik T eori Y etersizliği ve S o n u ç la rı

geride kalmış ya da yaşanan küçük zaferlerin saf hoşluğu iie küçük


yenilgilerin ezikliği arasında gidip gelen psikolojik zaafın stratejik
kararlan belirlem esinin önüne geçem ezler; bu yüzden de hep bu
gelgiti yaşayan ve zaferleri de hezim etleri de başkalarının iradesi­
ne bağlı olan bi.r konum da kalırlar.
Bu açıdan bakıldığında sık sık gündem e gelen Sevr (Sevres) se­
naryosu tartışm alarının C um huriyet'in 75. yılı kutlamaları ile O s­
m anlI’nın 700. yıl kutlam aları arasına denk gelmiş olm ası çok m a ­
nidar bir tesadüftür. Sevr O sm an lI'd an Cum huriyet'e geçiş süreci­
nin bir dar boğazıdır. Bu dar boğaz yaşanm ış ve aşılmıştır. Artık ya­
şanm ış olm ası ne bizim sürekli bir şekilde bu darboğazın ürküntü­
sü içinde yaşam am ızı, ne de bu dar boğazın aşılm asını sağlayan
zaferin kazanım larını hatırlayarak rehavete düşm em izi gerektirir.
Fransızlar bugünkü varlıklarını sürdürürken ve stratejik planla­
m a yaparken ne Napolyon'un zaferlerini sürekli yad ederek kendi­
lerini bir zafer sarhoşluğuna kaptırırlar, ne de N apolyon’un hezi­
m etind en sonra Fransızlan zapt u rapt altına alan Viyana Kongre­
s in in ürküntüsünü nesilden nesile aktarılan bir psikolojik zaaf
olarak sürdürürler. Aynı şekilde Almanlar ne Bism ark ve II. Wil-
helm 'in Alman kimliği ve birliğini sağlayan em peryal zafer sem ­
bollerini Alman strateji söylem inin m erkezine oturturlar, ne de
onları Sevr’in bizi soktuğu dar boğaza benzer bir dar boğaza so ­
kan Versay (Versailles)’ı kendilerinin üzerinde sürekli sallanan bîr
D em okles kılıcı gibi görürler. D aha yakın dönem d en m isal verir­
sek, hem H itler’in olağanüstü askerî zaferlerini, h em de bu zafer­
lerden sonra gelen ve Alman m illetini tüm dünya önünde tahkir
ederek bö len ve lanetleyen hezim etini bizzat yaşayan Adenauer,
Brandt, Schm idt ve Kohl gibi Alman liderler bu zafer-hezİm et sar­
kacının onulm az gelgitini sürekli yaşasalardı acaba Almanya b u ­
gün tarih sahnesine ve tarihî akışa tekrar ağırlığını koyabilen bir
ülke olabilir miydi?
Stratejik bilinç tarihe, stratejik planlam a bugünkü realitelere
dayanm ak zorundadır. Sevr’i hatırlam am ız ve bilm em iz soğuk­
kanlı bir tahlille Sevr'e giden süreçteki zaaflarım ızı değerlendir­
m em izi sağlıyorsa bir anlam taşır; yoksa bizi pasifize eden ve de-
fan sif tavra sürükleyen psikolojik bir eziklik duygusu doğuruyorsa
atılım gücümüzü kırar ve veni Sevr’lerin önünü açar. Olayları tari­
S tratejik D erin lik

hî süreklilik çizgisi içinde görebildiğimiz ölçüde bu zaafları aşacak


direnç noktalarını da güçlendirebiliriz.
Küresel ya da bölgesel “iddia” taşıyan ülkeler çoğu zam an asır­
ların yoğurduğu tarihî, coğrafî ve kültürel bir zem in üzerinde, sa­
bit unsurlara dayalı olmakla birlikte dinam ik bir şekilde tekrar tek­
rar yorum lanan uzun dönem li vizyonlara dayalı bir stratejik zihni­
yet tem elinde geleceğe yönelik stratejik planlam a yaparlar. Dış
tehdit tanım lam aları ise bu uzun dönem li stratejinin kısa d önem ­
li taktik adım larının hukukileştirilm esini sağlar. 19. Yüzyılda üze­
rinde güneş batm ayan Britanya İm paratorluğu’mm uzun d önem ­
li iddia taşıyan bir stratejisi vardı; yükselen Alman gücü bu strate­
jiye meydan okuduğu ölçüde bir tehdit tanım lam ası içinde ele
alınm ıştı. II. Dünya Savaşından sonra küresel iddia taşıyan bir
Amerikan stratejisi oluşturulm uştu; kom ünist Sovyet tehditi bu
stratejinin önüne engel koyduğu ölçüde bir tehdit tanım lam ası
olarak taktik bir değerlendirilm eye tâbi tutulm uştu. Japonların bir
Pasifik stratejisi, Almanların 7B (Berlin-Budapeşte-Belgrat-Bük-
reş-Boğazlar-Bağdat-Bom bay) esasına dayanan bir Avrasya strate­
jisi vardır ve ne Almanlar ne de Japonlar kökü asırlara uzanan bu
iddialı stratejilerini geçici tehdit tanım lam aları ile güdükleştirmiş-
lerdir. Araçlar değişmiş ama stratejik esaslar ve öncelikler sabit
kalmıştır.
İddialı ülkeler kendi stratejilerine göre tehdit tanım lam aları
yaparken iddiasız ve edilgen ülkeler kendi tehdit tanım lam alarına
göre güdük stratejiler oluştururlar. Hele hele bir ülkenin hangi ge­
rekçe ile olursa olsun kendi iç çelişkilerini stratejisinin esası olarak
ilan etm esi kadar zaaf göstergesi olan ikinci bir durum olam az.
Diğer ülkelerin tecrübelerinden hareketle şu sorulan sorm ak
bu çelişkiyi daha açık bir şekilde ortaya koymamızı sağlayabilir:
IRA'nm varlığı en az üç asırlık İngiliz Milli ve Askerî Strateji Kon-
septinin bu tehdit ile tanım lanm asına yol açm ış mıdır? O klahom a
baskınım yapan aşırı Hristiyan beyaz ırkçısı milis unsurların varlı­
ğını gerekçe göstererek, küresel nitelikli Amerikan Millî ve Askerî
Stratejik Konseptinin bu milislere göre yeniden düzenlenm esi ge­
rektiğini söyleyen bir stratejisyen kendi ülkesinde acab a hangi
stratejik araştırm alar enstitüsünün kapısından içeri girebilir? So­
ğuk Savaş dönem inde Almanya'da aktif olan sol terör örgütleri bu
S tratejik T eori Yetersizliği v e S o n u çla rı

ülkenin doğu ve batı stratejilerinin oluşm asında herhangi bir ö n ­


celik konusu olmuşlar mıdır? Ya da bu ülkeler kendi iç çelişkilerini
tem el stratejik öncelik olarak alm ış ya da gösterm iş olsalardı, etkin
stratejiler uygulayan güçlü ve iddialı ülkeler araşm a girebilirler
miydi? D aha da çarpıcı olm ası için kendi tarihim izden bir misai
verelim. 16. Yüzyılı Osm anlı asrı yapan Osmanlı kara ve deniz stra­
tejisi b u yüzyılda yaygınlaşan Celali isyanlarım esas alan bir tem el­
de düzenlenm iş olsaydı, O sm anlI'nın bir dünya düzeni kurma id­
diası olan Nizam-ı Âlem fikri komik ve güdük bir retorik olm aktan
öteye gidebilir miydi?
Bir ülkenin stratejisini sadece tek-eksenli bir dış tehdite göre ta ­
nım lam ak ufuksuzluk, iç tehdite göre tanım lam ak ise stratejik dış
rakiplere koz ve kaynak sağlayan bir zaaftır. Soğuk Savaş sonrası
dönem de tarihî ve coğrafî derinliği haiz dinamik bir Türkiye strate­
jisi tanım lam a ve uygulama zorunluluğu ile karşı karşıya kaldığı­
mız bir dönemde, kurumsal, tarihî ya da psikolojik faktörlerle Tür­
kiye'nin kendi iç çelişkilerinin yıpratıcı süreçlerine m ahkum edil­
mesi, toplum un bütün gücünü harekete geçirebilecek ortak bir
stratejik zihniyetin geliştirilmesinin Önündeki en ciddi engeldir.
I l'"1,1:
* Mili
Pİl'1
:M
3. Bölüm

Tarihî Miras ve
I Türkiye’nin Uluslararası Konumu

Türkiye’nin gelecek yüzyıldaki uluslararası konum u ve bu ko­


num un getireceği stratejik ve taktik hedeflerin tesbiti konusu sa­
dece uluslararası ilişkilerin seyrini değil;, toplum un çok yönlü d ö ­
nüşüm ünü de incelem eyi gerekli kılan teorik bir çerçevede ele
alınm ak zorundadır. Bu açıdan tarih, coğrafya, kültür, siyaset, eko­
nomi ve güvenlik param etreleri geniş bir perspektif içinde tahlil
edilmelidir.
Tarihî birikim bir toplum un zam an boyutu içindeki konum unu
belirleyen tem el unsurdur. Bu nedenledir ki, tarihî birikim bir si­
yasî irade tarafından stratejik zihniyetin önem li bir unsuru olarak
yeniden yorum lanabilir ve stratejik planlam ada yeni bir eksene
oturtulabilir; ancak değiştirilem ez ve asla gözardı edilem ez. Bu
unsuru gözardı ederek konjonktürel kaygılar içinde davranan siya­
sî elitler ne cari m eselelerin küııhüne vâkıf olabilirler, ne de gele­
cekle ilgili sağlıklı tesbitlerde bulunabilirler. Tarihî birikim i siyasî
merkezin tercih ve talim atları doğrultusunda yeniden şekillendi-
rebileceklerini düşünenler tarihin öğütücü çarkları içinde kaybol­
muşlardır.

I. Tarihî Süreç İçinde Türkiye’nin Uluslararası Konumu

Tarihî birikim açısından bakıldığında, Türkiye gerek bölge-içi


gerekse bölge-dışı ülkelerden çok farklı ve kendine has özelliklere
sahiptir. Bu da Türkiye'nin uluslararası yapının hakim sistem ik
unsurları ile tarih boyu sürdüregeldiği ilişkilerin farklılığından
rıı 1, 1 ^ A »-*• T \ « A Vvı i w ı î ir ı m c ı ı r l o r ı r* ı V c i -
S tratejik D erinlik

ran tarihî sürecin bir parçasıdır, ne de bu sürecin söm ürgeleştirdi­


ği ülkeler grubuna dahildir. Türkiye konjonktürel gerekçelerle or­
taya çıkmış herhangi bir ulus-devlet de değildir. Aksine, uluslarara­
sı sistem i oluşturan halanı m edeniyet ile asırlar süren çok yoğun
bir hesaplaşm a sürecinin oluşturduğu bir tarih î m irasın eseridir.
Türkiye’nin günüm üzdeki uluslararası konum unu avantaj ve
dezavantajlarıyla ortaya koyabilm ek için bu tarihî m irasın d ön ü ­
şüm seyrini ortaya koym ak gerekmektedir. Herşeyden ö n ce b elirt­
m ek gerekir ki, bu tarihî m irasm kaynağı olan O sm anlı D evleti Av­
rupa karşısında doğrudan hakim iyet kurm uş yegâne m edeniyet
havzasının siyasî yapılanm ası idi. O sm anlı D evleti’n.in kurduğu
hakim iyet h em Avrupa'daki feodal yapının dağılm ası sü recini doğ­
rudan etkilemiş, hem de Avrupa'yı yeni ticaret yollarının keşfi için
dünyaya açılm ak zorunda bırakmıştır. K anunl’n in Fransa siyase­
tinde de görüldüğü gibi O sm anlı Devleti bu hakim iyetini bir y an ­
dan üstün askerî güce, diğer yandan Avrupa-içİ ihtilafların etkin
kullanım ına dayalı diplom atik stratejiye dayandırm ıştı.
Bugünkü uluslararası sistem in tem elini teşkil eden 1648 W est-
faîya A nlaşm asının ortaya koyduğu Avrupa-içi uluslararası sistem
Avrupa’nın doğusunu kontrol altında tutan çok-uluslu O sm anlı
sistem i ile farklı tem ellere istinat ediyordu. O sm anlı Devleti bu iki
farklı m edeniyet havzasının ilişkisinde cephe konum undaydı.
Farklı bir m edeniyet havzasının cephe konum unda bulunm ak,
O sm anlı-Türk siyaset geleneğinin Avrupa sistem i ile ilişkilerini
psikolojik ve siyasî açıdan doğrudan etkileyen ve stratejik zihniye­
ti belirleyen sonuçlar ortaya koymuştur.
1699 Karlofça Anlaşm ası bu cephe ilişkisine yeni nitelikler ka­
zandırmıştır. Bu anlaşm a ile Avrupa'da ilk defa toprak kaybeden
O sm anlı Devleti Avrupa içlerine ilerlem e stratejisinden kaybedi­
len toprakları geri alm a ve m üdafaa stratejisine yönelm iştir. Viya­
na Kuşatm ası Avrupa için de bir dönüm noktası olm uş ve O sm an-
lı karşısında oluşturulan koalisyon ilk Avrupalılık bilinci ve fikrinin
oluşm asında önem li bir rol oynamıştır.
Bu tarihten sonra Avrupa karşısında gerileyen O sm an lin m Av­
rupa-içi dengeleri bu sefer m üdafaa stratejisinin bir parçası olarak
kullanmaya gayret ettiği bir ilişki tarzı gelişmiştir. Osmanlı Devle-
' ti’nin uluslararası konum unu belirleyen bu dönüşüm ün diğer iki
T arihî M ira s ve T ü rk iy e ’n in U lu s la ra ra s ı K o n u m u

ön em li durağı 1774 Küçük Kaynarca Anlaşm ası ve 1853-1856 Kı­


rım Savaşıdır. Küçük Kaynarca Anlaşm asında Rusların Osm anlı h i­
m ayesindeki Ortodokslarla ilgili bir takım im tiyazlar elde etm esi
uluslararası konum iie iç bütünlük ve istikrar arasındaki belirleyi­
cilik ilişkisinin ilk önem li göstergesidir. Erm eni ve gayrimüslim
azınlıkların O sm anlid an kopuş sürecinin başlam ası bu anlaşm a­
da ortaya konan him aye şartının sonucudur. Böylece ilk defa ulus­
lararası konum ve güç ile ülkenin iç unsurları arasındaki ilişki bu
derece açık bir şekilde tebarüz etmiştir. Bu durum günümüzde de
geçerli olan iç bütünlüğün uluslararası konum un önem li bir para ­
m etresi olarak ortaya çıkışının ilk çarpıcı işaretidir.
Kırım Savaşı ise Osm anlı-Türk hariciye geleneğinde O sm an­
lI’n ın dış tehditlere karşı Avrupa-içi ihtilafları kullanarak denge
sağlam ak suretiyle saldırganı bertaraf etm e politikasının ilk m isa­
lidir. Bu politika Kırım Savaşından sonra Avrupa’da sistem -içı bir
unsur haline gelen O sm anlı Devleti’nin büyük güçlerin stratejik
çıkarlarım dengeleyerek taktik m anevra alanı kazanm asını hedef­
lem ekteydi. Bugün de etkisini gösteren bu politika özellikle y a ­
kın/etkin düşm anın uzak/potansiyel düşm anlarla dengelenm esi
şeklinde özetlenebilir. Avrupa-içi koalisyon ve ittifakların takibine
dayalı bu yaklaşım özellikle O sm anlı'nm son dönem inde ve Soğuk
Savaş yıllarında bir dış politika geleneği halinde devam etmiştir.
II. Abdülhamid bu denge politikasını hem ince ve esnek bir.
diplom asi İle rafine bir hale getirmiş, hem de bu denge politika­
sındaki kozlarını artırabilm ek için tarihî Osm anlı hudutları dışın­
da kalan söm ürge M üslüm anlarm a dayalı uluslararası bir hinter-
îand (arkabahçe) oluşturm a çabası içine girmiştir. Uluslararası sis­
tem in söm ürgecilik genel yapısına sahip olduğu ve uluslararası te ­
m el siyasî m eselelerin söm ürgeci güçlerin iç çelişkilerinden kay­
naklandığı bu dönem de İslam Dünyasında iki farklı siyasî oluşum
söz konusu idi: Bir yanda Hilafet kurumunu elinde bulunduran ve
söm ürgeci güçlerin paylaşım kavgasına karşı ayakta durmaya çalı­
şan O sm anlı Devleti, diğer yanda değişik söm ürgeci devletler tara­
fından söm ürgeleştirilm iş olan îslam ülkeleri. II. Abdülhamid bu
iki oluşum un birbiriyle olan yakın ilişkisinin son derece farkında
OÎarak O s m a n l ı -----------.
S tratejik D erinlik

nitı uluslararası sistem içinde etkili bir şekilde kullanılm asına bağ ­
lı olduğunu düşünüyordu.1 Bu iki olgu arasındaki ilişki İslam cılığa
dayalı iç siyasî kültür ile uyumlu bir hale getirilmiş ve başta Hila­
fet olm ak üzere siyasî kurum lar bu tem el politikaya ayak uydur­
mak üzere yeni bir stratejik çerçeve içine oturtulmuşlardı.
İttihat ve Terakki dönem inde Türkçülük çerçevesinde yeni bir
hintedand tanım ı yapılmakla birlikte İslam Birliği fikri, söm ürgeci­
liğe karşı taktik bir araç olarak kullanılmaya devam edilmiştir. İtti­
hat ve Terakki liderleri, Osm anlı D ev letin in uluslararası sistem
içindeki yerinin ve gücünün söm ürgeci güçler karşısında sömürge
M üslüm anlarının ham isi konum undan kaynaklandığının farkın­
daydı. Bunun için de bahsi geçen iki olgu arasındaki ilişkinin sü r­
dürülm esine büyük özen gösterilmiştir. İngiliz söm ürge sistem i­
nin iç bağlarının zayıflatılarak çökertilm esini tem el h ed ef olarak
benim seyen dönem in Alman stratejisinin bu politikanın sürdürül­
m esinde Önemli bir etkide bulunduğunu da belirtm ek gerekir.
İttihat ve Terakki dönem inin dış politika tecrü besinin günü­
m üze de ışık tutm ası gereken en önem li boyutu reel güç ile oran ­
tısız bir uluslararası konum arayışının taşıdığı risktir. İttihat ve Te­
rakki liderlerini Osm anlı Devleti'ni I. Dünya Savaşma sokmaya
sevkeden tem el saik, yenilm ezliğine inanılan Alman askerî gücü­
nün de desteğini alarak Pantürkizm eksenli milliyetçi ideallerle ani
bir stratejik sıçram a yaparak yepyeni bir uluslararası konum ka­
zanm a hedefiydi. Savaşlar ya da geçiş dönem lerinde ani stratejik
sıçram a yapm a hedefine yönelen güçler, böyle bir planın uygula­
m a safhasına konm asından önce m utlaka gerekli stratejik, psiko­
lojik, siyasî, ekonom ik ve kültürel ön hazırlığın yapılmış olduğun­
dan em in olm ak zorundadırlar. Sadece askerî güçle sağlanm ası
düşünülen sıçram alar karşı güçlerin doğurabileceği tehditlerden
kaynaklanan büyük riskler barındırır. Ani stratejik sıçram aların
barındırdığı riskleri dengeleyecek yegâne unsur taktik kadem elen-
dirme ile desteklenm iş stratejik rasyonalitedir. İttihat ve Terakki li­
derlerinin stratejik rasyonalite ve taktik kadem elendirm e zaafın-
D■ ■

1 Bu yaklaşımın detayları ve sonuçları için bkz. A hm et Davutoğlu, “Reıvriting Con-


tem porary Muslini Politics: A Tw entieth-C entuıy Peıiodization”, Border Crossings:
Toıvard a Compamtive Poliücal Theory, (ed.) Fred Daîlmayr, (Lanham : Lcxitıgton,
ıctcıcıı c O Q .net
T arihî M iras v e T ü rk iy e 'n in U iu s la ra ra s i K o n u m u

dan kaynaklanan hesap hatası D oğu'nun son direniş noktasının


da düşm esi sonucunu beraberinde getirmiştir.
Cum huriyet dönem i dış politikası O sm anlı D evleti’nin son
yüzyıllarına dam gasını vuran bu tarihî m irasın ortaya çıkardığı
reflekslerle uluslararası konjonktürün gerektirdiği zorunlulukların
kesişim alanı üzerinde gelişmiştir. Stratejik zihniyetin derin kıv­
rım larında bu tecrübe birikim inin izlerini barındıran dış politika
yapım cısı siyasî elit, refleksif savunm a dürtüsü ile reel güce oran ­
tılı bir dış politika pozisyonu arayışına yönelm iştir. Bu yıllarda İs-
lam Dünyası tarihinin en bunalım lı dönem inde bulunm akta ve
her alanda ciddî bir Ölçek küçülm esi sürecini yaşam akta idi. Türk
Dünyası ise Bolşevik Devriminden sonra tam am ıyla esaret altına
düşm üş bulunuyordu. Böylece Osm anlı D evleti’nin dayandığı İs­
tanbul merkezli ve Anadolu-Balkan eksenli siyasî güç havzasının
uluslararası hinterland oluşturm a iddiasının iki önem li zem ini
olarak görülen İslam cılık ve Türkçülük reel anlam da önem ini kay­
betm iş görünüyordu. Bu durum yeni yönetim i uluslararası sistem
açısın d an kabul edilebilir bir deklarasyona şevketti. Yeni devletin
bütün uluslararası m esuliyet ve iddialardan soyutlandığını ilan
eden bu deklarasyon iki tem el unsuru ihtiva ediyordu: (i.) Ulus­
lararası alanda iddialı bir konum yerine M isak-ı Milli sınırlarını ve
ulus-devleti m üdafaa stratejisi, (ii) yeni Türk devletinin yükselen
Batı eksenine alternatif ya da m uhalif değil, bu eksenin bir p arça­
sı olm ası.
Atatürk’ün "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesinde ifadesini bulan
bu yeni yaklaşım, banş-ekseııli idealist bir uluslararası ilişkiler çiz­
gisini gösterm e yanında sömürgeciliğin zirveye ulaştığı uluslarara­
sı konjonktürü gozönüne alan ve bu çerçevede söm ürgeci siste-
mik güçlerle çatışm aktan kaçm an realist bir dış politika tavrını
Öne çıkarm aktaydı. Böylece, yaklaşık iki yüz yıldır bir çok Batı ül­
kesi karşısında aynı anda sürdürülen anti-söm ürgeci direnişin Os­
m an lI D evleti'nin üzerindeki çözücü etkisinden kaçınılm aya ve
O sm anlı D evleti'nin bakiyesi topraklar üzerinde yeni bir uluslara­
rası konum belirlenm eye çalışılıyordu. Yine de özellikle Atatürk
d önem inde Rusya, İran ve Afganistan gibi Avrasya güçleri ile geliş­
tirilen ilişkiler doğuya doğru derinliğine uzanan kısm en bağım sız
S tra te jik D erinlik

bir alternatif hinteıiand oluşturm a çab ası olarak görülebilir. Bu


politika Batı ülkeleri ile asırlar boyu süren çatışm anın izlerini taşı­
m akla birlikte risk içeren iddialı bir söylem barındırm am aktadır.
Bu deklarasyona uyumlu olarak Osm anlı D evleti’nin siyasî ide­
alleri ve kurum lan konusunda redd-i m irasta bulunan Cum huri­
yet yönetim i bu uluslararası konum a uygun yeni bir siyasî kültür
oluşum una yöneldi. İç siyasî bütünlüğün ve sınırların m uhafaza­
sının yükselen hakim Batı eksenini rahatsız eden siyasî kimlik ve
kurum lan tasfiyeden geçtiğini düşünen siyasî elit geniş çaplı re­
form lara girişti. Böylece Türkiye uluslararası konum itibarıyla cid ­
di ve radikal bir karar alarak kendine özgü bir m edeniyet havzası­
nın zayıf bir m erkezi olm aktansa hakim B atı m edeniyet havzası­
nın güvenlik şem siyesi altına giren bir bölgesel güç olmayı tercih
etti. Bu durum toplum un siyasî ideallerini, tavrım, kültür ve ku-
rum lanm derinden etkiledi.
Türkiye C u m h u riyetin i Osm anlı bakiyesi toprakların bü tü nlü ­
ğü içinde tarih sahnesine çıkaran Lozan Anlaşm ası iç ve dış siya­
sette farklılaşan bir kimlik öngörüyordu. Dış siyasette Osm anlı
Devleti ile batılı söm ürge imparatorlukları arasındaki çelişkileri
artırarak devleti çözülüşe götürdüğü düşünülen İslam kimliği ve
politikaları terkedilirken, iç politikada yeni devlette azınlık statüsü
sadece gayrimüslimlere verilerek devletin çoğunluğa dayalı kuru­
cu unsurları din-eksenli İslam kimliği ile tanım lanıyordu. G öçm en
m übadeleleri ile netleşen bu tablo neticesinde hilafet kurum unu
barındırm akla birlikte çokdinli ve çokuluslu bir yapıya sahip olan
Osm anlı Devleti tarih sahnesinden çekilirken, hilafet kurum unun
ilgası ile uluslararası dinî sem bollerden ve sorum luluklardan arın ­
dırılmış olm akla birlikte ezici bir çoğunlukla tek dinli bir toplum a
dayanan Türkiye Cumhuriyeti tarih sahnesine çıkıyordu.
Bu çerçevede, O sm anlı D evleti’nin Anadolu’ya çekilm e süreci
içinde kendi kaderini devletin merkezî gücüne bağlayan değişik
etnik kökenli M üslüm an gruplar Balkanlar ve Kafkaslardan Ana­
dolu’ya girerken, I. Dünya Savaşındaki iç gerilimler ve Lozan d a
veriien azınlık statüsü ile devletle yabancılaşm a süreci tam am la­
nan gayrimüslim unsurlar Anadolu’yu terkediyordu. Bundan son ­
ra, Türkiye sınırları içinde kalan ortak-dinli farklı etnik gruplar
Tarih î M ira s v e T ü rk iy e ’n in U lu s la ra ra s ı K onum u

arasındaki sosyal entegrasyon ortak din bilinci ile, yurttaşlık kim­


liği ise ortak eğitim yoluyla sağlanm aya çalışıldı.
II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan
yeni dengeler ve bu dengelerin yönlendirdiği yeni sistem ik unsur­
lar Türkiye açısından Kırım Savaşı param etrelerinin geri dönüşü
anlam ına gelmekteydi. Yükselen eksen ile işbirliği yapılarak yakın
tehdidin dengelenm esi politikası Türkiye’yi Atlantik ekseninin gü­
venlik örgütü NATO ile bütünleşerek Sovyet tehdidini bertaraf et­
m eye şevketti. Yine uluslararası sistem içinde kendine özgü bir ko­
num elde etm ekten çok, sınırları korum a dürtüsü ile ortaya çıkan
bu politika Soğuk Savaş dönem i Türk dış politikasının tem el ilkesi
oldu. Türkiye Sovyet tehdidinden kaynaklanan jeopolitik zorunlu­
luklarla girdiği bu güvenlik şem siyesi altında bulunm anın bedeli­
ni kimi zam an kendi tabiî etkinlik alanını ve diğer alternatif güç
m erkezlerini ihm al etm ek suretiyle ödeyegeldi.
Türkiye bu dönem de stratejik tercihini yükselen eksenin böl­
gesel ölçekli çevre ülkesi olm ak doğrultusunda kullanmıştır. Soğuk
Savaş param etreleri içinde kaçınılm az görülen bu tercihin statik
bir veri olarak algılanm aya başlanm ası bu eksen dışında kalan ül­
kelere ve bölgelere yönelik dış politika oluşum unu olumsuz yönde
etkilemiştir. M illetlerin söm ürgecilik karşısındaki bağımsızlık m ü­
cad elelerine İstiklal Savaşı ile öncülük eden Türkiye, söm ürge dev­
rim ler! ile bir çok ülkenin bağım sızlıklarım kazandığı bu yeni kon­
jonktürd e statik jeopolitik saiklerle sürdürdüğü tek-eksenli p oliti­
ka yüzünden hem kendi etkinlik alanını oluşturm a şansım yitir­
miş, hem de o dönem de söm ürge devrimlerinin oluşturduğu ge­
nel evrensel tem ayüle aykırı davranmıştır. Bu durum Türkiye ile
Batı ittifakı dışında kalan ülkeler arasında daha sonraki dönem le­
ri de etkileyen psikolojik engeller oluşturmuştur. Türkiye'nin So­
ğuk Savaş sonrası dönem in dinam ik şartlarında Asya, Afrika ve La­
tin Amerika gibi bölgelere açılm a konusunda karşılaştığı güçlükler
b u dönem in olum suz etkileri olarak görülebilir.
Soğuk Savaş süresince çift kutuplu sistem in getirdiği stratejik
ve taktik param etrelere sıkı sıkıya bağlı kalınm ası alternatif strate­
jilerin ve buna bağlı taktik m anevra alanlarının geliştirilmesini
olum suz yönde etkilemiştir. Bu dönem de düşük profile dayalı po-
1 î t î l / ' S 1 o r ı r-ı a / * * ı ^ ^ - 1------^ --------- - 1 * 11
S tra te jik D erinlik

yen ikinci ölçek küçülm esi ise Tüık dış politikasının Yunanistan ile
olan problem lere endeksienm iş olm asından kaynaklanmıştır.
B öylece Türk dış politikası uzunca bir süre iki önem li p aram et­
reye bağım lı kalmıştır: Sovyet tehdidine karşı Batı güvenlik şem si­
yesi içinde yer alma ve bu güvenlik şem siyesi içindeki diplom atik
alanı yine aynı güvenlik şem siyesindeki Yunanistan ile olan p rob­
lem lere endekslem e. Son derece önem li bir stratejik karar olan Av­
rupa Topluluğuna m üracaat bile Yunanistan ile yaşanan blok-içi
m ücadelede geri kalm am a kaygısının ürünü olmuştur.
Bu iki boyutlu yaklaşım Önce Johnson Mektubu, sonra da Kıb­
rıs bunalım ı ile ciddi bir yara almıştır. Johnson M ektubu Yunanis­
tan ile yaşanan bunalım ların blok-içi bunalım lara dönüşebildiğim
ve bu konuda Türkiye’nin tek yönlü dış politika pozisyonunun kı­
rılganlığım ortaya koyarken, Kıbrıs bunalım ı Sovyet tehdidi dışın­
da kalan alanlardaki ulusal stratejik çıkarların tanım lanm ası ve
k orunm asınd aki Öncelikler p ro b lem in i günd em e getirm iştir.
Johnson M ektubu Türkiye’yi başta SSCB olmak üzere Doğu Bloku
ülkeleriyle ilişkilerini ekonom i ağırlıklı olm ak üzere tekrar gözden
geçirm eye sevketmiştir. Kıbrıs bunalım ında özellikle BM platfor­
m unda yaşanan yalnızlık ise söm ürge devrimleri ile ortaya çıkan
yeni aktörlerin ihm al edilm esinin faturasını gözler önüne serm iş­
tir. Böylece başta ÎKÖ olm ak üzere çift kutuplu yapının doğrudan
etki alanı dışında kalan bölgeler ve ülkelere açılm a gerekliliği gö­
rülmeye başlanm ıştır.
Türkiye’nin Soğuk Savaş süresince egem en olan statik p ara­
m etrelere ve düşük profile uyarlanm ış dış politika geleneği bugü­
nü de etkileyen önem li sonuçlar ortaya koymuştur. Herşeyden ö n ­
ce Türkiye bu kısa dönem li param etreler içinde ellili yıllarda yaşa­
nan söm ürge devrimlerinde olduğu gibi özellikle yetmişli yılların
ikinci yarısından itibaren ortaya çıkm aya başlayan güç merkezi
kaymalarını da geç farketm iş ve bu yeni güç m erkezleri ile olan
ilişkilerini sağlam bir zem in içinde oluşturm akta gecikmiştir. T ü r­
kiye hâlâ Asya-içi dengelerdeki değişimi ve Doğu Asya ve Pasifik
doğrultusundaki güç merkezi oluşum unu yeterince değerlendire-
bilm iş değildir.
Küresel anlam daki bu yeni oluşum ları vaktinde değerlendire­
m eyen Türkiye kendi bölgesinde de ciddî politika yanlışlan yap­
T arihî M iras ve T ü rk iy e 'n in U lu sla ra ra sı K o n u m u

mıştır. Uzun süre Ortadoğu ile ilgMi m eselelere kayıtsız kalan Tür­
kiye bir taraftan bölgenin jeokültürel zem inine yabancılaşm ış, di­
ğer taraftan bölgenin zengin jeoek onom ik yap ısı üzerinde yeterin­
ce etkili olam am ıştır. Türk ekonom isinin yetm işli yılların sonunda
yaşadığı ve hâlâ üzerinden atam adığı yüksek enflasyonlu ekono­
mik krizin yoğunlaşm asında bu kaynaklara kayıtsız kalm anın
önem li bir etkisi olmuştur. Batı Bloku nam ına ve tarihî birikim inin
aksine Ortadoğu ile yabancılaşan Türkiye petrol krizinden en faz­
la etkilenen ülkelerin başında gelmiştir. Batı ülkeleri Ortadoğu ile
olan ilişkilerini karşılıklı bağım lılık ilişkisi ile geliştirm ek suretiyle
petrol krizini aşarken, Türkiye bölge ülkesi olm anın risklerini ü st­
lenen, m enfaatlerini göz ardı eden bir statükoculuğa m ahkum ol­
m uştur. Seksenli yıllarda takip edilen politikalarla aşılm aya çalışı­
lan bu zaaf doksanlı yıllarda yeni ve daha kesif bir bölgesel yaban ­
cılaşm a problem ini beraberinde getirmiştir.
Türkiye Soğuk Savaş d önem i boyunca uluslararası konum dan
çok, sınırlar boyu bir güvenlik anlayışına dayalı dış politika ve as­
kerî stratejiler oluşturm uş ve uluslararası konum u bu güvenlik
anlayışının dar kapsam ı içinde yorum lam aya çalışm ıştır. M esela
B osna bunalım ı esnasında ortaya çıkan Türk uçak filosunun ik­
m al ve kapasite açısından Balkanlarda bile operasyon yapam aya­
cağı gerçeği küresel ve bölgesel konum u ihmal eden ve sad ece sı­
nırlar boyu güvenlik anlayışını b enim seyen yaklaşım ın bir ürünü­
dür. Tipik bir ölçek küçülm esinin sonucu o lan bu durum tarihî b i­
rikim in uluslararası konum u güçlendirici im kanlarını reddeden,
m aliyet ve risklerini ise ü stlenen bir dış politika anlayışı ile b ü tü n ­
lük arzetnıektedir.
Soğuk Savaş sonrası dönem dinamik çerçevede müthiş bir öl­
çek büyüm esini beraberinde getirmiştir. Türkiye psikolojik ve stra­
tejik açıdan hazırlıksız bir şekilde kendisini küresel ve bölgesel ö l­
çek büyüm esinin içinde buluvermiştir. Bir anda Bosna ve Azer­
b ay can gibi sınır-ötesi bölgelerde ciddi dış politika ve güvenlik
problem leriyle karşı karşıya kalan Türkiye'nin bu anlam da bırakın
lojistik ve taktik hazırlığı gerekli psikolojik altyapı ve bilgi birikimi
itibarıyla bile yetersiz olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalınmıştır.
Bu durum Türkiye’nin uluslararası konum unu yeniden belirlem ek
S tra te jik D erin lik

stratejik param etrelerini yeniden ayarlamak zorunda oiduğu ger­


çeğini ortaya koymaktadır.

II. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve


Uluslararası Konumun Dış Parametreleri

Soğuk Savaş dönem inde uluslararası sistem in tem el özelliği


olan iki'kutuplu yapının dağılması ile birlikte uluslararası konu­
mu belirleyen siyasî, ekonom ik ve güvenlikle ilgili dış param etre­
ler önem li değişiklikler geçirm iş bulunmaktadır. Uluslararası sis­
tem ve hukukta ortaya çıkan ve küresel güç m erkezleri arasındaki
kuvvet kaymalarım aksettiren yeni unsurlar Türkiye’nin konum u­
nu yeniden yorum lam ak zorunluluğu doğuran yeni bir uluslarara­
sı siyasî konjonktür ortaya çıkarmıştır.
Devletler uluslararası sistem içindeki konum lan İtibariyle stra­
tejik ve taktik manevra kabiliyetlerine göre dört farklı kategoriye
ayrılabilir: Süper devletler, büyük devletler, bölgesel güçler ve kü­
çük devletler. Uluslararası sistem içinde gerek çok yönlü gerekse
ikili ilişkilerdeki karşılıklı belirleyicilik bu şem a içindeki konum la
doğrudan ilgilidir. Süper güçlerin stratejik planlam aları ve bunun
taktik yansım aları ancak başka bir süper gücün param etreleri ile
sınırlanabilir. Buna mukabil büyük devletler stratejik planlam ala­
rında dahi süper güçlerin taktik adım larını gözetmek zorundadır­
lar. Bölgesel güçler ise stratejik ve taktik hesaplarında bir yandan
süper güçlerin, diğer yandan büyük devletlerin param etrelerini
gözönünde tutm aksızm politika oluşturamazlar. Dolayısıyla bu şe­
mada alt kadem elere doğru gittikçe stratejik planlamalardaki b e ­
lirleyicilik gücü ve taktik adımlardaki esneklik kabiliyeti azalm ak­
tadır. Küçük devletlerin ya da bölgesel güçlerin taktik esneklikleri
süper güçlerin ve büyük devletlerin stratejik planlam alarının çatış­
tığı dar alanlarda söz konusu olabilmektedir. Bu çatışm a alanlarını
dinamik bir diplomasi ile değerlendirebilen bölgesel güçler hem
taktik esneklik alanlarını genişletm e şansı elde edebilm ekte, hem
de uzun dönem de büyük devletler diplom asisinin bir unsuru olma
yollarını açabilmektedirler. Bu tür bir hedefe yönelen bölgesel güç­
lerin dinamik ve esnek bir diplomasi yanında sağlam ve zengin bir
| hinterlanda sahip olması kaçınılm az bir zorunluluktur. ^__
T arihî M iras ve T ü rk iye’n in U lu s la ra ra s ı K o n u m u

Bu şem a özellikle iki-kutuplu uluslararası ilişki m odelinin h a ­


kim olduğu II. Dünya Savaşı sonrasında belirgin bir şekilde ortaya
çıkmıştır. ABD ve SSCB iki süper güç olarak bir yandan taktik es­
neklik alanlarını karşı tarafın stratejik planlam asını bozm a yönün­
de ayarlarken, diğer yandan hinterlandlarm ı genişletm e çabası
için e girmişlerdir. Büyük güçler olarak addedilen İngiltere, Fransa,
Almanya, Çin, Japonya gibi ülkeler ise dış politikalarını üç tem el
param etre etrafında sınırlam ışlardır: (i) Kendilerince daha az te h ­
likeli süper gücün stratejik planlam asına uyumlu adım lar atarak
güvenliklerini sağlam a almak; (ii) İç ittifaklar yoluyla süper güçler
karşısındaki konum larını güçlendirm ek (Avrupa Topluluğu buna
bir örnektir); (iii) bölgesel güçlerle süper güçleri rahatsız etm eye­
cek taktik ittifaklar kurmak suretiyle etki alanlarını genişleterek
uluslararası sistem deki köklü bir değişiklik esnasında avantajlı bir
konum a sahip olmak.
Türkiye, Hindistan, Brezilya, Mısır, Arjantin, Irak gibi bölgesel
güçler ise bölgesel etki alanlarını dış politikalarını bir süper gücün
konjonktürel politikalarına bağım lı kılmak zorunda kalmışlardır.
Bu bölgesel etki alanının süper gücün politikalarına uyumlu o la­
m adığı dönem lerde ise sistem tarafından cezalandırılm a tehdidi
ile karşılaşılm ıştır ki Kıbrıs konusunda uygulanan ambargo, Falk-
land Savaşı ve Körfez Çıkarm ası bunun tipik örnekleridir.
Uluslararası hukuk ve bu hukukun öngördüğü organlar Soğuk
Savaş dönem i boyunca bu hiyerarşik şem adaki güç dağılımını ak­
settirm iş Ierdir. B M ’nİn yapısı ve kararlan bu durum un en çarpıcı
misalidir. Bu uluslararası çerçevede Türkiye gibi bölgesel güçler
belirlen en bir konjonktürün içinde ve kısa dönem de değişm eyen
faktörlerle konum belirlem e durumundaydılar. Uluslararası sis­
tem deki istikrarlı hiyerarşi ülkenin siyasî, ekonom ik ve güvenlik
param etrelerini çok daha statik bir tarzda kurgulandırm ayı yeterli
kılıyordu. NATO ve ikili anlaşm alar ile güvenlik ve diplom asi para­
m etreleri, AT ile dış ekonom ik ilişkilerin tem el yöneliş çizgisi o rta­
ya konm uş oluyordu. Bu kurgu Türk dış politika yapım cılarım
uzun dönem li bağım sız stratejiler oluşturm aktansa süper ve b ü ­
yük güçlerin oluşturm uş olduğu stratejik çerçevenin içinde genel­
likle kısa, nadiren orta dönem li taktik planlar uygulama tercihine
yöneltm iştir.
I stratejik P o rin lik

Sovyetler Birliği’nin dağılm ası ve Sosyalist Blokun çöküşü bu


şem ada radikal bir değişikliğe de yol açm ıştır. Cari sistem in dağıl­
m ası hem politik istikrarsızlığı hem de sistem in belirsizliğinden
kaynaklanan teorik ve pratik tutarsızlıkları beraberinde getirm iş­
tir. Bu belirsizlik dönem i yeni bir sistem in oluşturulm ası esn asın ­
da avantajlı bir konum kazanarak bir üst kademeye sıçram ak iste­
yen devletlere önem li bir hareket sahası kazandırmıştır.
Ö ncelikle uluslararası ekonom i-poiitikte ortaya çıkan yeni güç
m erkezleri uluslararası sistem in Soğuk Savaş dönem indeki işleyi­
şinin öngördüğü süper güç-büyük güç ayrımını tem elind en sars­
mıştır. Seksenli yılların sonunda ekonom ik olarak çöken SSCB'nin
uluslararası ekonom i-politiğin en önem li güç merkezleri halinde
yükselen Almanya ve Japonya ile mukayese edildiğinde süper güç
konum unu sürdürm esi zaten müm kün değildi. Sistem in öngör­
düğü hiyerarşi ile reel ekonom i-politik hiyerarşi arasındaki tu tar­
sızlık Soğuk Savaş dengelerini ortadan kaldıran tem el faktör ol­
muştur. Bu yeni dengesiz durum sistem ik güçler arasındaki reka­
beti hızlandırarak statik bir hiyerarşik şem adan dinam ik bir yeni
hiyerarşi oluşturm a çabasına geçiş dönem ini başlatm ıştır.
Bu geçiş dönem inin ilk safhasında tek süper güç olarak kalan
ABD’nin önderliğinde yeni b ir dünya düzeni kurulacağı fikri, Kör­
fez ve Som ali Çıkarm ası gibi uluslararası operasyonlara m eşruiyet
kazandıran bir retorik olm aktan öteye geçem em iş ve uluslararası
ekonom i-poiitikte ortaya çıkan güçler dengesi kendi kurallarım
dikte ettirm iştir. Berlin Duvarı'nin yıkılm asından bu yana yaşanan
tecrübeler, özellikle B osna bunalım ı, bir taraftan uluslararası siste­
min prensip ve m ekanizm a düzeyindeki tıkanıklığını, diğer taraf­
tan “evrensel dem okratik değerler” m efhum unun reelpolitik d en­
geler karşısındaki etkisizliğini ortaya koymuş bulunm aktadır.
Bu donem içinde özellikle stratejik önem i büyük jeop olitik ve
jeo ek o n o m ik kuşaklar üzerinde yaşanan yoğun sıcak çatışm alar
ve diplom atik gerginlikler, iki-kutuplu uluslararası sistem den
güçler dengesi yapılanm asına geçişin işaretleri olarak kabul ed i­
lebilir. Bu çerçevede Soğuk Savaş sonrası dönem de tek süper güç
olarak kalan ABD’nin, 19. yüzyıldaki güçler dengesinde Ingilte-
^ re ’nin oynadığı role benzer bir şekilde, gelişm ekte olan yeni güç­
T arih ; M i-a s ve T ü rk iy e 'n in U lu s la ra ra s ı K o n u m u

ler dengesi sistem inin dengeleyici garantör rolünü üstlenm esi


m uhtem eldir.
19. Yüzyıida tipik uygulamasını gördüğümüz güçler dengesinin
bugünkü farklılığı, bu yapının, kolektif güvenlik sistem i ile birlikte
ortaya çıkmış olmasıdır. B M 'nin kolektif güvenlik sistem inin ana
unsuru olarak bu geçiş sürecindeki rolü, uzun vadeli sistem arayış­
ları üzerinde önem li ölçüde etkili olacaktır. D em okratikleşm e slo­
ganlarının aksine gittikçe tekelleşm e tem ayülü gösteren uluslara­
rası ilişkilerdeki karar verm e m ekanizm asının ciddi bir yenilen­
m eye girem em esi halinde güçler dengesinin önem li unsurları ile
kolektif güvenlik sistem inin karar verici unsurları arasındaki çeliş­
kiler daha geniş boyutlu çatışm aları kaçınılm az olarak beraberin ­
de getirecektir.
Uluslararası sistem değişikliklerinin gündem e geldiği doksanlı
yılların başlarında bu tartışm anın odak noktasını BM Güvenlik
K onseyi'nin alacağı yeni şekil oluşturmuştur. B M ’nin yapısında
sözkonusu olacak değişikliklerin bütün ülkeleri ilgilendirecek kap­
sam lı bir tartışm aya yol açacak olm ası ve bunun ortaya çıkarabile­
ceği sıkıntılar daha ön ce BM Güvenlik Konseyi’nin ilgi alanına gi­
ren konuların reel ekonom i-politik dengeleri daha doğrudan yan­
sıtan G -8’e kaydırılması sonucunu doğurmuştur. Son yıllarda b ü ­
yük güçleri doğrudan ilgilendiren Kosova benzeri önem li uluslara­
rası m eselelerin G-8 platform una taşınm ası ve nihaî kararların bu
platform da alınm ış olm ası dikkat çekicidir. Bunda bu tür uluslara­
rası m eselelere doğrudan müdahil bulunan Alm anya’nın BM Gü­
venlik Konseyi’nde bulunm am ası ve G -8'in bu tür operasyonların
finansm anınd a daha etkin olabilecek ülkeleri bünyesinde b arın ­
dırm ası önem li rol oynamaktadır. Uluslararası ekonom i-politiğin
belirleyici üst kurumu olan G-8 sistem i ile uluslararası siyasî ilişki­
lerin teorik belirleyici üst kurumu olan BM Güvenlik Konseyi ara­
sındaki yapı çelişkisi sürdükçe uluslararası sistem in istikrara ka­
vuşm ası çok güçtür.
Kuzey Amerika, Avrupa ve Pasifik merkezli yeni ekonom i-poli-
tik güç alanlarının etkin bir tarzda ortaya çıkışı bu etki alanları et­
rafında yeni kıtasal stratejilerin geliştirilm esi sonucunu doğur­
muştur. Atlantik-merkezli statükonun hakim iyetinin ciddi bir sar-
cıntı crp/'>irmplrfp nlHııaııntı farkpHpn ARD hir taraftan NAFTA VI
S tratejik D erinlik

güçlendirmeye, diğer taraftan Asyamerika ideali ile Pasifik’te yo­


ğunlaşan ekonom ik potansiyeli kullanmaya gayret etm ektedir.2
Almanya ise Almanya Birliği-Avrupa Birliği-Avrasya küresel strate­
jisi arasındaki bağlan sağlam laştırm aya çab a sarfetm ektedir.3
Öte yandan Amerika ve Avrupa ekonom ileri içindeki etki gücü­
nü artırarak küreselleşen ekonom ik yapılardan en etkin bir tarzda
istifade etm eyi başaran Japonya ve dem ografik faktörü siyasî istik­
rar ve ekonom ik kalkınm a ile bütünleştirerek yeni yüzyıla bir sü­
per güç olarak girme hazırlığında olan Çin Batı-dışı unsurlar ola­
rak gittikçe artan bir ağırlık kazanm aktadırlar. Sovyet İm paratorlu-
ğu'nun süper güç olm asından kaynaklanan özel konum unu m u ­
hafaza etm eye gayret eden Rusya ise Avrasya’nın geçiş yolları ü ze­
rindeki geleneksel hakim iyetini sürdürm e ve orta dönem de küre­
sel bir stratejiye tem el olarak kullanm a çabası içindedir. Bütün bu
yeni unsurlar hem uluslararası ekonom i-politik etki alanları ara­
sındaki rekabeti hızlandırm ış, h em de bu etki alanlarının güç m er­
kezleri ile çevre unsurları arasındaki çelişkileri artırm ıştır.
Güçler dengesinin en dinam ik özelliği bu yapı içinde pren-
sip/ideoloji-bağım lı olm aktan çok m esele-bağım lı ve diplom atik
m anevralara açık kısa dönem li ittifakların oluşabüm esidir. Taktik
alanda geniş çaplı bir esnekliğe zem in hazırlayan bu durum kimi
zam an da bu esneklikten kaynaklanan belirsizliklerin kaynağı ol­
maktadır. Bu çelişkiler ve belirsizlikler de kendisini en çok Türki­
ye'nin de içinde bulunduğu stratejik kuşak üzerinde hissettirm ek­
tedir. Dış politika oluşum larını sadece uluslararası sistem içindeki
aktörlerin değişen konum larına bağlayan ve uzun-dönem li/çok-
alternatifli güç stratejileri yerine tanım lanm a ve uygulanm a alan ­
ları başka güçlerce belirlenen kavram lara göre yönlendiren devlet­
lerin yeni şartlara intibakı son d erece güç olmaktadır. Türkiye a n ­
cak ve ancak zengin tarihî birikim ini, jeopolitik ve jeoekon om ik
im kanlarım etkin ve tutarlı bir iç siyasî yenilenm e ile birleştirebil-
■■a
2 ABD’nin Pasifik ve Asyam erika politikaları için bkz. A hm et Davutoğlu, 'A siam eıi-
c a ”, İzlenim, 1994: 2 /1 3 , s. 14-16.
3 Alm anya'nın Soğuk Savaş sonrası dönem deki dış politika stratejisi ve bu bağlantı­
ların önem i için bkz. A hm et Davutoğlu, "Zihniyet-Strateji İlişkisi ve Tarihî Sürek­
lilik: Soğuk Savaş Sonrası D önem de Alman Stratejisi", Türk-Alman İlişkileri (der.
Erhan Yarar), Ankara, 1999, s. 141-201.
T arihî M ira s ve T ü rk iy e 'n in U lu s la ra ra s ı K o n u m u

diği takdirde gelecek yüzyılda uluslararası konum unu güçlendir­


me ve kendi etki alanım oluşturm a im kanına sahip olabilir.

III. Siyasî Kültür ve Uluslararası Konumun İç Parametreleri

Türkiye, Soğuk Savaş sonrası dönem de siyasî kimlik, kültür, ku­


rum sallaşm a ve m eşruiyet konularında yoğun bir tartışm a ve iç
m u hasebe süreci ile karşı karşıya kalmıştır. Kültürel/etnik kim lik­
lerden anayasal vatandaşlık kimliğine, parlam enter sistem den ya-
rı-başkanlık ve başkanlık sistem ine, üniteı* devlet yapısından fed e­
ralizm e kadar uzanan bu tartışm alar Türkiye ile ilgili son derece
kaotik bir görüntünün ortaya çıkm asına yol açmıştır.
Bu tür kaotik görüntüler uzun dönem li ciddi dönüşüm ler yaşa­
yan toplum ların kısa dönem li siyasî iniş çıkışlarında kendini gös­
terir. Türkiye'de gittikçe daha karm aşık özellikler taşıyan siyasî
kültürün kendine has Özellikleri de bu dönüşüm leri ortaya çıkaran
gerilim alanı içinde anlam kazanmaktadır. Bu kaotik görüntünün
aşılarak dış politika oluşum unu da olumlu yönde etkileyen sağlık­
lı bir siyasî kültürün oluşturulm ası herşeyden önce Türkiye’nin s i­
yasî kültür altyapısının kendine özgü niteliğinin anlaşılabilm esi ile
m üm kün olabilir. Bu niteliğin evrensel tem ayül ve değerlerle
uyumlu bir param etre haline dönüşm esi, İç siyasî yapılanm a İle
dış politika oluşum u arasındaki çelişkilerin de azaltılm ası açısın ­
dan özel bir önem taşımaktadır.

ı . Tarihî Miras ve Siyasî Kültür Altyapısı


Bu çerçevede sorulm ası gereken tem el soru “Türkiye'nin siyasî
kültürünü diğer toplum lardan farklılaştıran tem el unsur ve bu u n ­
surun uluslararası konumu etkileyen özelliği nedir?” sorusudur.
Bu soruya vereceğim iz cevap hem geçm iş birikim im izi daha a n ­
lam lı bir çerçeveye oturtm am ızı, hem cari siyasî kültür ve sistem
problem lerim izi daha sağlıklı bir zem inde tartışm am ızı, hem de
gelecekle ilgili projeksiyonları daha uzun dönem li perspektiflerde
değerlendirm em izi sağlayacaktır.
Bu kaotik tabloyu ortaya koyan siyasî kültür Türkiye’yi siyasî
sistem farklılaşm aları gösteren bütün ülke gam larınd an avı ran
özgün bir nitelik arzetınektedir. Türkiye'de siyasî kültür, taşıdığı
dinamik karakterle Batı Avrupa ve Amerika to plam ların ın siyasî
kültürlerinden Önemli ölçüde aynlmaktadrr. Hakim m edeniyetin
siyasî birim lerim oluşturan bu ülkeler daha az çeşitli ve daha is ­
tikrarlı siyasî kültürlere sahiptir. Kısa dönem de kesin bir avantaj
gibi görülen bu olgu uzun dönem de bu toplum ların karşılaşacak­
ları bunalım dönem lerindeki alternatif arayışlarını daraltabilir.
Batı ülkeleri ile Türkiye arasında siyasî kültür dinam izm i ve istik­
rar a çısın d a n ortaya çıkan bu fark 16. yüzyılda ü ç kıtada d aha is­
tikrarlı bir siyasî yapı kuran O sm anlı ile aynı yüzyıllarda iç savaş­
ların gerdiği dinam ik Avrupa toplum ları arasındaki farklılığa b e n ­
zemektedir.
Türkiyede Soğuk Savaş sonrası dönem de hızlı bir ivme kaza­
nan siyasî kültür dönüşüm ü ve dinam izm i kendi bölgemizdeki
Ortadoğu ülkelerinden de farklıdır. Kabile kültürünü yansıtan
kralbk rejim leri ile totaliter diktatörlükler arasında sıkışm ış bu lu ­
nan Ortadoğu siyasî kültürü gerek siyasî m eşruiyet anlayışı gerek­
se siyasî kurumlarm geliştirdikleri otoriter dikey iletişim türü d o ­
layısıyla ciddi farklılıklar arzetm ektedir. Bu ned enled ir ki bizatihi
seçim ler bile Türkiye'de Mısır ya da îrak'takiııden çok daha farklı
bir anlam taşımaktadır.
Türkiye’deki bu dinam ik durum, sistem değişikliğinin getirdiği
karmaşadan kaynaklanan başka tür bir dinam izm i yaşam akta
olan Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerinden de ayrılmaktadır. Bu
üikelerdekinin aksine Türkiye'deki dinamizm sadece elit-içi siyasî
mücadelelerden değil, toplum için e yaydan daha kesif bir dönü­
şümden kaynaklanmaktadır.
Batılilaşma tecrübesine Türkiye iîe hem en hem en aynı d ön em ­
de başlayan Japonya'da da siyasî kültür oluşum u böylesi bir dina­
mizm ve gerilim doğurmarmştır. D aha otoriter yapılar altında eko­
nomik kalkınma gerçekleştirm ek isteyen Çin ve diğer Doğu Asya
ülkelerinde de kendine has dengeler oluşmuş ve bu açıdan Türki-
„ ye’den daha kontrollü bir siyasî kültür yapılanm ası gerçekleşm iş­
tir. Türkiye, siyasî kültürün dayandığı birikim itibarıyla da h erhan ­
gi bir Latin Amerika veya Afrika ülkesi de değildir.
O zaman Türkiye'yi bu farklı eksene oturtan ve özgün bir siya­
sî kültür dinamizmi doğuran tem el fark nereden kaynaklanm akta­
T arihî M iras v e T ü rk iy e 'n in U lu sla ra ra sı K on u m u

dır? Bu tem el farkı Türkiye'nin zam an ve m ekanla ilgili iki sabit de­
ğişkeninde, yani tarihinde ve coğrafyasında aram ak gerekm ekte­
dir. Bu iki sabit değişkenin siyasî yapı üzerindeki etkileri ve ulusla­
rarası ilişkiler içinde kazandıkları yeni anlamlar, bu değişkenlerin
psikolojik ve sosyolojik faktörleri de devreye sokan bir dinam izm e
kaynaklık etm esini sağlamaktadır.
Türkiye'deki siyasî kültürü diğer toplum lardan farklı kılan en
önem li tarihî faktör, bu ülkenin geçm işte dünya anakıtasınm ana
kavşak noktalarım da içinde barındıran, özgün ve uzun öm ürlü si­
yasî düzen kuran bir m edeniyetin m erkezi olmasıdır. Bu siyasî
m erkezin karşı m edeniyet ile girdiği cephe ilişkisini zam anla kay­
betm esinin siyasî yapı üzerinde yaptığı çözücü etki, toplum um u-
zun siyasî kültürünü dokuyan sosyo-psikolojik altyapıyı etkilem iş­
tir. Tanzim at ile başlayan bir süreç içinde siyasî elitiıı karşı m ede­
niyetin norm ları doğrultusunda yeni bir siyasî yapı kurma çabası
O sm anlı coğrafyasındaki toplum ları tümüyle sarsan bir etki uyan­
dırmıştır. Bu sürecin ortaya koyduğu radikal m edeniyet dönüşü­
m üne yönelik söylem iki Önemli sonuç doğurmuştur.
Birincisi, hiyerarşik bir tarzda m erkezden çevreye yayılan yeni
siyasî kültür oluşturm a baskısının siyasî kimlik, siyasî kültür ve ku­
rululardaki tarihî süreklilik unsurlarını radikal bir kırılma ile karşı
karşıya bırakmasıdır. Siyasî sistem e ideolojik tem el sağlayan bu
radikal tarihî kırılma ile toplum da etkisini sürdüren ve geçm iş h a­
kimiyet dönem lerinden esinlenen tarihî süreklilik unsurları ara­
sındaki gerilim Türk siyasî kültürünü diğer toplum lardan ayıran
tem el unsurdur.
Başka hiç bir toplum da siyasî sistem in yönlendirdiği tarihî kı­
rılm a ile toplum içinde etkisini sürdüren ve kültür altyapısındaki
sürekliliği sağlayan kimlik ve kurum lar arasında böylesi bir gerilim
yaşanm am ıştır. Yaşanan benzer bazı gerilimler ise bir sonraki siya­
sî başarıların sağladığı yeni merkez konumu ile daha güçlü eksen­
lere oturdukları için toplum nezdinde yeni sistem e m eşruiyet sağ­
lam ışlardır. M esela Fransız Devrimi ile eski rejim terkedilm iş ve iç
savaşa giden bir çatışm a alanı doğmuştur; am a Napolyon’un yeni
Fransız değerlerini Avrupa'ya hakim kılan başarıları Fransız toplu-
m undaki gerilimi dinam izm e dönüştürmüştür. Aynı şekilde B o lşe­
vik Devrim i Rusva’da hiiviîV hîr j -
S traıejik D erinlik

sonrası SSC B’nin gösterdiği perform ans ve süper devlet konum u


bu tarihî kırılm anın siyasî sistem i çözücü etkisini yaklaşık seksen
sene ertelem iştir. Batı karşısında yenik düşen bir başka toplum
olan Japon toplum unda da yenik düşm enin getirdiği psikolojik ge­
rilim yaşanm ış, am a bu gerilim Osm anlı-Türk siyasî geleneğinde
olduğu gibi süreklilik unsurlarını yok eden bir tarihî kırılm a süre­
cini başlatm am ıştır.4
Türkiye bu açıdan Batı m edeniyeti ile girdiği cephe ilişkisini
kaybettikten sonra bu m edeniyete iltihak etm e iradesi gösteren, si­
yasî elitin elinde siyasî sistem in dayandığı kimlik, kültür ve ku­
rum lar açısından tam bir tarihî kırılma ve yeniden yüzleşm e süre­
ci yaşayan yegâne toplumdur. Bu tarihî kırılm anın gerekli kıldığı
fedakârlıklara rağm en devletler hiyerarşisinde tarihî birikim ine
uygun onurlu bir yer edinem em iş ve iltihak ettirilm ek istendiği
m edeniyet çevresi tarafından sürekli dışlanm ış olm ak -ki bunun
son örneği AB’nin 1997 Lüksemburg Zirvesinde gözlenm iş ve 1999
Helsinki Zirvesi ile telafi edilm eye çalışılm ıştır- tarihî süreklilik u n ­
surlarını ayakta tutan güçlü psikolojik altyapının devreye girmesi
sonucunu doğurmuştur. G eçm işte bir m edeniyetin siyasî m erkezi
olm uş olm anın getirdiği kendine güven duygusu iie bugünkü dev­
letler hiyerarşisinde bulunulan konum arasındaki farkın yarattığı
gerilim başka hiç bir toplum da bu denli çarpıcı bir psikolojik etki
uyandırmamıştır.
İkincisi, siyasî sistem in dayandığı tarihî kırılm a çizgisi, toplu­
m u Avrupa’ya entegre etm eye çalışırken, iç halka olarak Ortado-
ğu-Balkanlar-Kafkaslardan oluşan yakın jeokültürel çevresi ile ya­
bancılaşm aya itmiştir. Bu durum, Türkiye'nin jeokültürel çevresi
ile tekrar entegre olm asını engelleyen çift kutuplu dönem de ciddi
■■■
4 9. Cum hurbaşkanı Süleym an Dem irel'in, Türk Tarih Kurum u'nun O sm anh Dev-
leîi’nin 700. Kuruluş Yıldönümü m ünasebetiyle 4 -8 Ekim 1999 tarihinde tertip e t­
tiği Kuruluşunun 700. Yılında Osmanlı Devleti başlıklı uluslararası kongrenin açılış
töreninde yaptığı konuşm a bu süreklilik unsurlarının yeniden değerlendirilm esi
açısından ilginç unsurlar ihtiva etm ektedir. Cum huriyet’in ilk yıllarında O sm an­
l I ’y a yönelik olum suz tavrın, yeni rejimin yerleşebilmesi açısından bir zorunluluk­
ta n kaynaklandığını, an ca k böylesi bir zorunluluğun sözkonu su olm adığı
günlünüzde Osmanlı m irasının yeniden değerlendirilmesi gerektiği fikrinin vur­
gulandığı bu konuşm a, Soğuk Savaş sonrası dönem in şartlarının tarihî süreklilik
unsurlarının dış ilişkilerdeki ağırlığını artırmış olm ası bakım ından iç siyasî kül­
türün uluslararası konum ile ilgisini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
T arihî M iras ve T ü rk iy e ’n in U lu sla ra ra sı K o n u m u

bir iç bunalım yaratmamıştır. Ama Sosyalist Blokun çökm esi ile


birlikte uluslararası sistem in çift kutuplu yapısının çözülm esin­
den sonra bu jeokültürel çevre ile olan yakınlaşm anın artm ış ol­
ması, toplum a tarihî hakimiyet dönem lerinde siyasî merkez rolü
üstlenm iş olm anın verdiği psikolojiyi, kimliği ve siyasî kültür ve
kurum lan tekrar hatırlatm ıştır.
Böylece sabit tarihî ve coğrafi faktörler dinam ik unsurlar olarak
harekete geçm işler ve toplum sal kültürü dokuyan tarihî süreklilik
unsurları ile siyasî sistem in merkezindeki elitin sürdürmeye çalış­
tığı kırılm a çizgisi arasındaki gerilimi artırmışlardır. Bugün de Tür­
kiye’deki siyasî kültüre bir laboratuar zenginliği kazandıran tem el
unsur, bu zengin tarihî birikim ile Tanzim at'tan beri yaşanan cid ­
di m edeniyet hesaplaşm asının getirdiği çok yönlü bileşimdir.
Türkiye’de yaşanan en tem el çelişki bir medeniyet çevresine si­
yasî merkez olm uş bir toplum un tarihî ve jeokültürel özelliklerinin
oluşturduğu siyasî kültür birikimi ile siyasî elit tarafından başka
bir m edeniyet çevresine iltihak etm e iradesi esas alınarak şekillen­
m iş siyasî sistem arasındaki uyum problem idir ve bu durum h e ­
m en h em en sadece Türkiye’ye has bir olgudur. Bu bölüm ün giri­
şinde tarihî mirasın ana unsurlarını belirlerken vurguladığımız gi­
bi, Türkiye ne tarihî birikimi zayıf bir sömürge ülkesi, ne de dîin-
ya-sistem inin siyasî yapısı oturmuş bir merkez ülkesidir. Soğuk
Savaş sonrası dönem de yaşanan ve kimi zam an kaotik bir görün­
tü arzeden gelişmeler, bu açıdan bakıldığında, toplum un içinde
yaşayageldiği tarihî süreklilik çizgisi ile coğrafyasının ivme kazan­
dırdığı sosyo-kültürel dinam izm in siyasî sistem üzerindeki artan
etkisini gözler önüne sermiştir.

2. Tarihî Süreklilik ve Siyasî Akımlar


Sosyo-kültürel dinam izm in siyasî sistem ve yapılanm a üzerin­
de artan etkisi Soğuk Savaş sonrası dönem de son derece hızlı ve
ritm ik süreçlerle yükselen ve düşen siyasî akım ların dayandığı
kültürel zem inlerde kendini gösterm iştir. Soğuk Savaş sonrası d ö­
n em in dinam ik şartlarında Türkiye’nin iç ve dış siyasî yaklaşım la­
rında yükselen akımlar ve bu akımların oluşturduğu sosyo-kültü-
rel atm osfer bize tarihî m irasın ana dam arlarım yakalam a şansı
verm ektedir.
S tra te jik D erinlik

Son od yıl içinde uluslararası konum ve iç siyasî kültür ilişkisi


açısından yaşadıklarımız, Osm anlı D evleti’nin en uzun yüzyılı ka-^
bul edilen 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçiş sürecinde yaklaşık bir
asırda görülen akımların küçük bir özeti niteliğindedir. Bu çe rçe­
veden bakıldığında d önem in siyasî akımlarım ve bu akımların
uluslararası konum arayışlarını Üç Tarz-ı Siyaset ile tanım layan Yu­
suf Akçura’nın tasnifi yeni şartlara da uyum sağlamaya çalışan
kendine özgü nitelikleri ile tekrar gündem e gelmiştir.
Osm anlı D evleti’nin son yüzyılında devreye giren Osmanlıcılık,
İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük hareketleri doksanlı yıllarda, y e­
ni olmakla birlikte yakın tarih m irası içinde süreklilik arzeden söy­
lem ve tavırlarla tekrar gündeme gelmiştir. Ö zal’m dillendirmeye
çalıştığı yeni-O sm anlıcı çizgi, Refah Partisi ile siyasî platform a ta ­
şm an İslâm î söylem, 28 Şubat Süreci ile radikal bir program a dö­
nüşen Batıcılık ve PKK terörüne yönelik tepkilerle ivme kazanan
ve bu ivmeyi 18 Nisan 1999 seçim sonuçlarına da yansıtan Türkçü­
lük akımları yakın tarihim izin ana akım larının çizgilerini bünyele­
rinde barındırmaktadır. Son on yıl içinde seçim lerle ortaya çıkan
tablolar ve seçim m ekanizm ası dışında devreye giren fiilî güç u n ­
surları bu kısa zam an dilimi içinde hem ana düşünce ve siyaset
dam arlarının, hem de Türkiye’nin tem el bunalım alanlarının te b a ­
rüz etm esi sonucunu doğurmuş bulunm aktadır.
Osmanlı dönem indeki ilk örneklerine göre gerek taşıdıkları
özellikler gerekse yükseldikleri dönem ler itibarıyla ayrıştm labil-
m es i daha güç olan bu akımların Türkiye’nin uluslararası konumu
ile iç siyasî kültür arasında kurdukları bağlantılar aynı zam anda
Türkiye'nin uzun dönem li eksen arayışlarım da yansıtan bir tablo
oluşturmaktadır. Bu açıdan bakıldığında gerek seçim lerle ortaya
çıkan sosyo-politik tablo gerekse seçim ler dışında gelişen elit-içi
dalgalanm alar net bir çözüm tablosu oluşturm aktan çok, uzun
dönemli dam arların tepkilerini yansıtmaktadır. Zihinlerin karışık­
lığı biraz da Türkiye’nin stratejik kimlik ve zihniyet anlam ında ye­
ni bir eksen arayışı içinde olm asındandır. Türkiye belki de tarihi­
nin en ciddi yüzleşme ve yeniden yorum lam a sürecinden geçm ek­
tedir. Şim di kısaca bu siyasî akım ların geçen yüzyılda ortaya çıkış­
larını ve Soğuk Savaş dönem inde yeniden gündem e gelişlerini
m ukayeseli bir şekilde ele alm aya çalışalım .
T arihî M ira s v c T ü rk iy e ’n in U lu s la ra ra s ı K o n u m u

a. Yeni-Osmanlıcılık
Fransız D evrim i’nin oluşturduğu dinam ik şartlar içinde hem
Avrupa'yı sarsan m illiyetçilik dalgasının iç bütünlüğü etkilem esini
Önlemek, hem de 1815 Viyana Kongresi ile oluşan yeni düzen için ­
de yer alabilm ek isteyen Osm aniı idarecileri, yeni uluslararası
konjonktür ile iç siyasî kültür arasında bir denge oluşturabilm ek
am acıyla O sm anlıcılık akım ının yönlendirdiği reform hareketleri­
ne girişmişlerdir. O sm anlıcılık içerde yeni bir kimlik ve vatandaş­
lık tanım ı ile bölünm eyi engellem eye çalışırken, dışarda da yükse­
len değerlerle uyumlu bir politika geliştirmeye gayret etmiştir.
Bu açıdan bakıldığında Soğuk Savaş sonrası dönem in dinamik
şartlarında ortaya çıkan uluslararası konjonktüre uyumlu bir poli­
tika geliştirm eye çalışan Ö zal'ın yeııi-O sm anlıcılık etkisini b a rın ­
dıran iç ve dış siyasî söylem i bu yeni dönem in 1987-93 yılları ara­
sında öne çıkan ve yükselen akımı oldu. Tanzim at dönem i Os­
m anlıcılık akımı üe Ö zal'ın yaklaşımı arasındaki ortak unsurlar şu
şekilde özetlenebilir: (i) Devletin uluslararası konjonktüre uyum
sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılm ası, (ii) her iki dönem de
de devletin bütünlüğünü tehdit eder şekilde yükselen m illiyetçi
akım ların tesirini de gözetecek şekilde yeni bir siyasî kimlik ve
kültür oluşturm a çabası; (İİi) bu yeni siyasî kültür arayışında b a tı­
lı değerlerle geleneksel değerler arasında uyum kurmaya çalışan
eklektik bir tavrın benim senm esid ir ki, m esela Namık Kemal'in
B a tı’mn parlam enter sistem ini İslâm î kavramlarla yeniden a n ­
lam landırm a çabasına benzer bir tutum Ö zal'ın Yeni Dünya D ü ­
zeni söylem i ile geleneksel değerler arasında kurm aya çalıştığı ir­
tib atta gözlenebilir; (iv] Tanzim at dönem inde 1815'te Viyana K on­
gresi iie oluşan Avrupa sistem ine, Soğuk Savaş sonrası dönem de
de derinliğine bütünleşm e trendine giren AB sistem ine entegre o l­
m a çab ası; (v) Viyana Kongresinin getirdiği güçler dengesi siste­
m inde yükselen güç olan İngiltere ile Soğuk Savaş sonrası d ön em ­
de de tek süper güç konum u kazanan ABD ile uyumlu stratejik
arayışlar içinde olunm ası.
Bu çerçevede Özal bir taraftan içerde II. Cumhuriyet söylemi
ile Soğuk Savaş sonrası dönem in artırdığı m ikro-m illiyetçi atm os­
ferin etkisini dengelem eye çalışırken, diğer taraftan da yeni Avru-
r>3 « i î t p m i n p p n t p c r r a c ı/ n n n v ı i l r c o i o n A m o r i l r a r t o ı 'i m i n p ı ı v ı ı m ı ı
Stratejik D e rin lik

esas alan bir tavır geliştirmeye gayret etti. Osmanlı D evleti’nin iç


b ü tü n lü ğ ü n ü güçlü Batı ülkeleri iie geliştirilen dostluklarla koru­
maya çalışan Tanzimat paşalarına benzer bir dış politika üslubu
benimseyen Özal, iç ve dış konjonktür arasında sürekli bir uyoım
buimaya çalıştı.
Özal’ın eklektizm ve pragm atizm i öne çıkaran bu tavrı ve söy­
lemi, Türkiye'deki yerleşik kalıpları aşm aya çalışan aydınlar ve si­
yasî akımlar üzerinde de etkili oldu. Bu yüzdendir ki, birbirleriyle
çelişik programlara sahip bir çok siyasî parti 18 Nisan 1999 seçim ­
lerinde Özal mirasına sahip çıkm a yarışı içine girdi.
b. Yeni Sömürgecilik ve İslamcılık
19. Yüzyılın ikinci yarısında İngiltere ve Fransa öncülüğünde
tırmanış gösteren ve uluslararası ilişkilere dam gasını vuran ikinci
sömürgeci dalga Doğu toplum ları ve İslam Dünyası üzerinde bir
şok etkisi yapmıştı. Bu durum, Tanzimat dönem inde sürdürdüğü
Batı ile uyumlu politikalar geliştirme tavrına rağmen, kendini sa ­
hip olduğu kimlik ve kurum lar açısından Doğu'nun Batı karşısın­
daki son direnç noktası olarak gören Osm anlı idarecilerini ve ay­
dınlarını da derinden etkilemişti.
Bir taraftan dışarıda İngiltere’nin Hindistan, Fransa'nın Ceza­
yir ve Rusya'nın Kuzey Kafkasya ve Orta Asya'da sürdürdüğü sö ­
mürgeci yayılma, diğer taraftan içerde dış ülkelerce desteklenen
gayrimüslim azınlıkların ayaklanmaları Osm anlı idarecileri ve ay­
dınlarım yeni arayışlara yöneltti. 93 Harbinin yıkım ını yaşayan
Sultan Abdülham id çift yönlü bir politika geliştirdi: İç bütünlüğü
garanti altına almak için devlete sadık M üslüm an unsurların kim ­
lik duygularına dayalı siyasî m eşruiyetin pekiştirilm esi ve İslam
Dünyasında sürdürdüğü söm ürgeci politikalarla Osmanlı Devleti
için bir denge unsuru olm aktan çıkıp bir tehdit haline dönüşen İn ­
giltere karşısında Avrupa-içi dengelere ayarlı bir reel diplom asinin
devreye sokulması.
Sultan Abdüihamid'in İslam cılık politikası bu arayışın dayan­
dığı temel eksen oldu. Japonya'ya kadar uzanan kuşak içinde O s­
manlI'nın Doğuya açılm asına zem in hazırlayan ve İngiliz söm ür­
ge sistemi ile rekabeti uluslararası hatlara taşıyarak O sm anlı üze­
rindeki baskıların azaltılmasını sağlayan İslam cılık politikası, aynı
Temanda bu sömürgecilik dalgası içinde ver aim avan Almanva
T arihî M iras ve T ü rk iye’n in U lu s la ra ra s ı K o n u m u

desteği ile reel-diplom atik bir denge oluşturm aya yöneldi. Bu yeni
arayışın iç siyasî kültür üzerindeki etkisi de, bu politikaya uyumlu
bir şekilde, devletin M üslüm an unsurlara dayalı desteğinin artırıl-
ınası şeklinde tecelli etti. Böylece devlet içindeki M üslüm an un­
surlar özellikle bu dönem de hızlı bir yükseliş gösteren okullaşma
ile sosyo-kültürel ve sosyo-politik alanda daha etkin bir hale geti­
rilmeye çalışıldı. Böylece uluslararası güçlerin tahriki neticesinde
devlete yabancılaşan gayrimüslim unsurlar karşısında güçlendiril­
meye çalışılan M üslüm an unsurları esas alan yeni bir stratejik
kimlik ve zihniyet oluşturulmaya çalışıldı.
Soğuk Savaş sonrası dönem de Körfez Savaşı ve Bosna dramı ile
uluslararası sistem den dışlanan ve gerek Tarihin Sonu gerekse Me­
deniyetler Çatışması tezlerinde yeni bir tehdit olarak takdim edilen
İslam Dünyası, doksanlı yılların ilk yarısında 19. yüzyılın ikinci ya­
n sın a benzer bir psikoloji ile karşı karşıya kaldı.5 Yeni söm ürgeci
bir dalga ile tekrar hesaplaşm ak zorunda kaldığını hisseden İslam
Dünyası ve Doğu toplum ları özellikle Bosna'da sergilenen çifte
standart ile tam bir şok yaşadı. Bu dönem de kısa bir süre içinde
ortak bir kader ve kimlik bilinci ortaya çıktı. 19. Yüzyılda anti-sö-
m ürgeci m ücadele ile bayraklaşan Şeyh Şamil efsanesinin yerini
Dudayev ve Aliya efsaneleri aldı. Doğu’yu dışlayan Batı karşısında
onurlu bir direnç kimliği oluşmaya başladı.
Bu gelişm elerin merkezinde bulunan ve özellikle Balkanlar ve
Kafkaslarda yükselen tarihî bilinç ile doğrudan tem asa geçen T ü r­
kiye’de İslâm î kimliğin ve söylemin 1.993-1996 yılları arasında siya­
sî platform da hızlı bir yükselişe geçm esi bu uluslararası kon jon k­
türe uygun bir tarzda gelişti. Gorajde'deki Sırp katliam ı üzerine bir
gece içinde sokağa dökülen halk ortak bir kimlik ve kader bilinci
ile harekete geçm işti. İslâm î kimliğin yükselişi aym zam anda So ­
ğuk Savaş sonrası dönem de ivme kazanan ve dış kaynaklarca da
d esteklenen etnik milliyetçüik hareketlerine karşı ortak din bağı
ile millî bütünlük arasında bir bağ kurulmasını da sağlam ıştı. Re-

5 Bu gelişm enin objektif bir tahlili için bkz. Richard Faik, "False [Jniversalisnı and
th e G eopolitics of Exclusion’’, ’f hird World Quart.erly, 1997, c. 18, S. 1, s. 7 -23. Bu
m ak alen in T ürkçe versiyon u için bkz. R ichard Faik, "S ah te Evrensellik ve
Dışlamanın. Jeopolitiği: tslaırı Örneği”, Dîvân İlmî Araştırmalar, 1 9 9 8 /2 , S. 5, s. 99-
116.
| S lra te jik D erinlik

fahyol hükümetinin Asya ve Afrika'ya açılım politikaları ile PKK te ­


rörü ve Kürt m eselesine bakışı bu çerçevede özel bir anlam k azan ­
maktaydı. Batı ile doğrudan çatışm adan Batı-dışı alanlara açılm ak
ve Batı ülkelerinin stratejik çıkar hesapları ile körüklem eye çalıştı­
ğı düşünülen etnik ayrımlara karşı dinî bağları bir koruyucu kal­
kan olarak görmek 19. yüzyılın sonlarındaki İslam cılık politikaları­
nı sürdüren bir tutumu yansıtmaktaydı.
c. Aydınlanma Felsefesi ve Radikal Batıcılık
19. Yüzyılın son çeyreğinde ilk tem silcilerini bulan, II. M eşruti­
yet aydınlarınca benim senerek yükselişe geçen ve tek parti dön e­
mi uygulamaları ile hayatiyet kazanan radikal Batıcılık hareketi çı­
kış şartlarına uygun bir şekilde bir bürokrat-ayd.m öncülüğüne da­
yanıyordu. Tarih ve m etafizikten radikal bir kopuşu beraberinde
getiren .18. yüzyıl Aydınlanma felsefesinin bütün öncülleri ile bir­
likte aktarılmasına dayanan bu hareket, uluslararası ilişkilerde
Batı ile varolan tarihî çelişkileri ortadan kaldıracak ve bu n a uyum ­
lu bir iç siyasî kültür oluşturacak bir zihniyet ve m edeniyet d önü­
şümünü kaçınılmaz bir tarihî zorunluluk olarak görüyordu.
Bu yaklaşım aynı zam anda dinî, millî ve tarihî süreklilik unsur­
ları ile bir tür gerilim ve çatışm a alanının doğm asına da yol açıyor­
du. İlericilik-gericilik eksenine oturtulan bu gerilim Batı toplum -
larm ın tarihsel tecrübesini kaçınılm az bir evrensel süreç olarak
görm ekten kaynaklanıyordu. Geriyi tem sil eden din ve gelenek
unsurları Batı ile varolagelen tarihî çelişkileri gündeme getirdiği
için Türkiye’nin uluslararası konumu için de bir tür tehdit odağı
olarak algılanıyordu. Bu anlayışa göre Aydınlanma felsefesinin si­
yasî idealleri hem iç siyasî kültürdeki gerici unsurları tasfiye ed e­
cek, hem de Batı ile tam bir entegrasyonu sağlayacak yegâne esas­
ları oluşturuyordu.
Bu yaklaşımın Soğuk Savaş sonrası dönemdeki en radikal çıkı­
şı 28 Şubat Süreci ile sözkonusu oldu. Bu süreç, bir taraftan dekla-
ratif bir bürokrat-aydın tavrı ve “halka rağmen halkçı" bir y ön tem ­
le iç siyasî kültürü yeniden tanım lam a ve şekillendirm e iddiasına
yönelirken diğer taraftan “Batı'ya rağm en B atıcı" bir tavırla Türki­
ye'nin uluslararası konum unu yeniden belirlem eye çalışıyordu.
Dinî ve tarihî süreklilik unsurlarının Batı-eksenli dış politika olu­
T arihî M ira s ve T ü rk iy e ’n in U lu sla ra ra sı K o n u m u

şum unda bir tür engel oluşturduğunu düşünen bu yaklaşım, özel­


likle tarihî-dini süreklilik unsurlarının dış politikanın om urgasını
oluşturduğu Balkanlar konusunda kendi içinde ciddi çelişkiler b a ­
rındırıyordu. Uluslararası ve bölgesel ilişkilerdeki yeni unsurlar ile
iç siyasî kültüre yönelik politikalar arasındaki çelişkiler 28 Şubat
Sürecinin en tem el açm azları arasında yer aldı. 28 Şubat Sü recin­
de takip edilen dış politikanın İsrail ile olan ilişkilerle özdeşleştiril­
m esi iç siyasî gerilim alanları ile dış politika yapımı arasındaki
hassas ilişkiyi bir kez daha gözler önüne serdi.
d. Türkçülükten Yeni-Milliyetçiliğe
19. Yüzyılın sonlarında uyanan ve II. M eşrutiyet dönem inde it­
tihat ve Terakki ve Enver Paşa idealizmi ile fiilî siyaset alanına taşı­
nan Türkçülük akımı da bir taraftan Alman ve İtalyan birliği h are­
ketlerinin oluşturduğu uluslararası konjonktüre, diğer taraftan da
b aşta Arnavut ve Arap unsurlar olm ak üzere M üslüm an unsurların
da devletten kopuş sürecine bir tepki hareketi olarak uluslararası
konum ile iç siyasî kültür arasında tutarlı bir bütünlük oluşturm a­
ya çalışm ıştır. Rus D evrim inin ortaya çıkardığı konjonktür içinde
Bal kan-ekseni i m illiyetçilik hareketlerine Orta Asya eksenli Turan­
cılık boyutunun da katılm ası ile yakın tarihîm izin ana akım ların­
dan birinin tem el özellikleri ortaya çıkm aya başlam ıştır. Güçlü
devlet m otifi ile bezenm iş milliyetçilik tem elli iç bütünlük ve ulus­
lararası etkinlik anlayışı İttihat ve Terakki dönem inden bu yana
değişik renkler kazanm ış olmakla birlikte süregelmiş Türkçülük
akım ının ana özellikleri olmuştur.
Soğuk Savaş sonrası dönem bu akımın yükselişini sağlayacak
iki tem el etkiyi de beraberind e getirm iştir: Bu dönem de hız kaza­
n an m ikro-m illiyetçilik hareketlerinin iç bütünlük üzerindeki et­
kileri ve SSC B 'nin dağılm ası ile birlikte ortaya çıkan yen i uluslara­
rası konjonktür. PKK faktörü akım ın iç siyasî kültür ile ilgili boyut­
larını tepkisel bir ivme ile desteklerken, bağım sızlıklarım kazanan
Türkî Cum huriyetler uluslararası konum un yeni ufkunu oluştu­
ruyordu. Bu yüzyılın başında yükselen akım ın iki tem el sütunu
böylece yüzyılın sonunda tekrar ortaya çıkm ış oldu. Abdullah
Ö calan ’m yakalandığı günlerde PKK’ya verdiği destek dolayısıyla
I S tra te jik D erinlik

I
rulaıı irtibat bu akımın kitlesel tepkileri toplam asına zem in hazır­
ladı. 1999 seçim lerinde gerek tarihî-dinî süreklilik unsurları ile
zıtlaşm ayan bir milliyetçilik anlayışını benim seyen M HP’nin, ge­
rekse Batıcılık ekseni ile tutarlı bir ulusçuluk m odeli geliştirm eye
çalışan D SP’nin yükselişe geçm esi bu konjonktürün sonucunda
ortaya çıktı.

3. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve Siyasî Akımlar


Osm anlı D evleti'nde 19. yüzyıldan 20. yüzyıla aktarılan tem el
siyasî/kültürel akımlar Soğuk Savaş sonrası dönem in dinamik,
şartlarında kapsamlı bir tarihî yüzleşme üe karşı karşıya kalan
Türkiye Cum huriyeti’nin 20. yüzyıldaki son on yılında da, değişik
formlarda ama süreklilik içinde yeniden ortaya çıktı. Değişik dö­
nem lerde birbirleri ile yeni sentez alanları da kuran bu akım ların
uluslararası ilişkilerdeki radikal değişimle birlikte ani sıçram alarla
tekrar gündeme gelmesi iç siyasî kültür ile uluslararası konum ara­
sındaki tutarlılığı doğrudan etkileyen sonuçlar doğurmuştur.'
Türkiye bu yeni dinam ik konjonktürde yeni eksen arayışlarına
yöneldikçe tarihî tem ele sahip bu akım lar biraz da hazırlıksız bir
şekilde seri ham lelerle devreye girdiler. Bu durum iç siyasî kültür
ile uluslararası konum arasındaki ilişkiyi yeniden tanım lam a iddi­
asındaki bu akım ların ciddi tutarsızlıklara ve tavır değişikliklerine
yönelm esine de yol açtı. Ö zal'ın yeni-O sm anlıcı çizgisi teorik h a ­
zırlıksızlık ve pragmatik tavır ile jurnalistik bir düzeyde kalırken,
siyasî platform a tutarlı bir siyasî, sosyal ve ekonom ik program a
dönüşem eyen anti-Batı bir söylem ile giren Refah Partisi yaşanan
siyasî tecrü beler sonucunda Batı'nın bir versiyonunu esas alan bir
söylem i b enim sem e zorunluluğunu hissetti. Bir gerilim ortam ının
ürünü olan 28 Şubat Süreci ise, Batıcılığı tarih ve m etafizikten ko­
pan dogm atik 18. yüzyıl pozitivizm ine indirgeyince hem B atı’daki
yeni gelişm elerin dışında kalarak Batı'ya rağm en Batıcı bir nitelik
kazandı, hem de iç siyasî kültürde gerçekleştirm eye çalıştığı kopuş
çizgisi ile yaşanm akta olan dinam ik sürecin tırm an an bir gerilim
sürecine dönüşm esine zem in hazırladı.
Türkiye’de hem en hem en bütün partilere kaynaklık eden ve si-
^ yasî geçm iş bakım ından en köklü tecrübe birikim ine sahio olan
T arih î M iras v e T ü rk iy e ’n in U lu sla ra ra sı K o n u m u

CH P'nin son seçim lerde gitttikçe düşen toplum desteği biraz da


bu siyasî kültür gerilim inde tarihî süreklilik unsurlarına en uzak
görünen siyasî parti kimliğini barındırm ış olm asındandır. CHP’de
tekrar yönetim e gelen D eniz Baykal'ın Şeyh Edebali’ye referansla
geliştirmeye çalıştığı 'Anadolu Solu” kavramı bu zaafı gidermeye
yönelik bir teşebbüs olarak bu görüşümüzü teyid etmektedir.
D SP'nİn çizdiği daha esnek ve tarihî süreklilik unsurlarına daha
saygılı tavır arayışının bu partinin mezkur süreçten ayrı değerlen­
dirilm esi sonucunu doğurmuş olm ası bu partiye yönelik ilginin
artışına zem in hazırlamıştır.
18 Nisan 1999 seçim lerinde yükselen milliyetçi tem ayül de bu
ani sıçram anın doğurabileceği problem lerle yüzleşm ek zorunda
kalacaktır. Özellikle M HP'nin benim seyeceği tavır sadece yakın ta ­
rihim izin önem li akımlarından birinin tarihî seyrini etkilem ekle
kalm ayacak, Türkiye'nin gelecekteki konum u ile ilgili bazı tem el
unsurların tebarüz etm esi sonucunu da doğuracaktır. Osmanlı
D evleti’nin son dönem inde yaşanan tecrübeler bu açıdan dikkat­
le değerlendirilm ek zorundadır.
Türkiye'nin iç siyasî bütünlüğü de, uluslararası konumu da son
derece hassas bir denge üzerinde yem den belirlenm e süreci için ­
dedir. Son on yıl içinde değişik akımların yükseliş ve düşüş trendi
içine girmeleri Türkiye’nin içinden geçm ekte olduğu olağanüstü
değişim sürecinin izlerini taşımaktadır.
Türkiye'deki hakim siyasî elitin ülkeye biçtiği sistem -içi perife-
rik rol Türk toplum unun gerçeklerine, tarihî birikim ine ve gele­
cekle ilgili ideal ve beklentilerine uygun düşmemektedir. Türk to p ­
lumu bütünü ile kendini yeniden tanım lam a çabası içerisindedir.
Bu yeniden tanım lam a çabası yaşanan kimlik bunalım ının tabiî
uzantısıdır.
Tek yönlü ve tek eksenli bir iç siyasi kültür ve buna bağlı bir dış
politika yapım ının oluşm ası Türkiye’nin çok yönlü tarihî tecrübe
birikim ini yeterince değerlendirebilen ve farklı senaryolara uyum
gösterebilen bir siyasî ve diplomatik tavır geliştirebilm esini engel­
lem ektedir. Her türlü alternatife açık bir vizyondan, stratejik belir­
leyicilikten ve taktik esneklikten yoksun böyjesi tek-eksenli bir
yaklaşım ne uluslararası ilişkilerdeki eksen değişim lerini zam a­
nında farkedebilm ekte, ne de Türkiye’yi büyük güçlerin taktik be-
H p f l p r i n i n pHılcrAn ı ı n e n r ı ı / - ı l J 1— ı~ ~ 1
S tra te jik D erinlik

si konum undan bölgede etkin ve uluslararası politikada ağırlığı


hissedilen bir ülke konum una yükseltecek avantajları değerlendi­
rebilm ektedir.
Bu tek-eksenli yaklaşım aıtık ne toplum un talep ve b eklentile­
rine, ne de uluslararası yapı ve ilişkilerin gerçeklerine uyum göste­
rebilmektedir. Türkiye’de rasyonel düşünen h iç kim se artık bu
kimlik zorlam ası ve yön bağımlılığı içinde değildir. Türkiye’nin
Doğu ile Batı arasındaki köprü rolü her zam ankinden daha çok
vurgulanır hale gelmiştir. Gerçekten Türkiye hem Avrupa hem As­
ya, hem Balkanlar hem Kafkasya, hem Ortadoğu hem de Akdeniz
ülkesidir. Bu çok yönlü bileşke Türkiye'nin alternatiflerini artırm a­
sı gerekirken statik yaklaşım lar dolayısjyla Türkiye yakın bölgesiy­
le ilgili bir çok konuda bile edilgen bir tavır içine sürüklenmiştir.
Bu edilgenliğin ilk ve Öncelikli sebebi psikolojiktir. Tarih içinde
kendisine köprü olm a rolü b içen toplum ları bekleyen iki kader söz
konusu olmuştur. Bu köprü rolünü kuvvetli bir kimlik ve kendine
güven psikolojisi üstüne inşa edenler insanoğlunun ufkunu açan
m edeniyet canlanm alarını gerçekleştirmişlerdir. İslam m edeniye­
ti içinde Endülüs, O sm anlı ve Hindistan eksenleri m edeniyetlera-
rası köprü ilişkisinin bir m edeniyet paradigm ası içinde yoğrulm a­
sının en güzel misalleridir. Endülüs bu köprü rolü İçinde siyasî an ­
lam da erirken bile başka toplum lara hayat kaynağı olacak iksirler
sunmuştur. Osmanlı ise m edeniyet tarihinin en karm aşık ve h ete­
rojen bölgelerinde bu çeşitliliği çelişki değil zenginlik olarak gören
bir anlayışla, hakim İslam paradigm ası içinde yeni bir m edeniyet
açılım ını ve uluslararası ilişkiler anlam ında kendine has bir siyasî
düzen kurm a dinam izm ini gösterm iştir. Batı m edeniyeti içinde
R önesans canlanm asını sağlayan İtalya kültür çevresine de bu
misyonu dönem in hakim m edeniyeti olan İslam m edeniyeti ile
kurduğu köprü ilişkisi vermiştir.
Bu köprü rolünü kendine saygı ve güvenden yoksun bir psiko­
loji ile sadece pragmatik sathilik içinde gören toplum lar ise m ed e­
niyet tarihinde yoğun kimlik bunalım ları ve bu bunalım ların yol
açtığı iç siyasî çatışm alarla yer almıştır. Türk toplum u gerçekten
böyle bir köprü rolünü yeni bir m edeniyet açılım ına döndürebile-
cekse öncelikle kendi kimliğini, psikolojisini ve siyasî kültürünü ye­
niden inşa etm ek zorundadır. Bu psikolojik yenilenm enin dış poli­
Tarihî M iras ve T ü rk iy e ’n in U lu sla ra ra sı K o n u m u

tika oluşum undaki uzantısı kendi hinterlandını (etki alam -arka


bahçe) tanım lam ak olacaktır. Kendisini başkalarının etki alanı o la­
rak görmeye alışmış bir zihniyetin bağım sız bir etki alanı oluştur­
ması müm kün değildir.
Böyle bir alan tanım lam ası stratejik bir yönelişi ifade eder. Yok­
sa bu alan dışında kalanları m utlak düşm an olarak görm ek ve o n ­
ları stratejik ve taktik anlaşm a ve pazarlıkların dışında tutm ak d e­
m ek değildir. Kültürel çevre, ekonom ik ve siyasî etki alam bu stra­
tejik yöneliş tem eli üzerine kurulur. Türkiye artık içine kapalı bir
sistem oluşturarak dünya siyasî coğrafyasının sıradan bir birim i
şeklinde varlığım idam e ettirm e şansına sahip değildir. Ya bu stra­
tejik yönelişin getireceği çetin güçlükleri göze alarak dinam ik bir
m edeniyet ekseni oluşturm a çabasına girişecektir ya da başkaları
tarafından oluşturulm uş bir m edeniyet ekseninin edilgen-çevre
unsuru olarak bütün şahsiyet ve itibarım yitirecektir.
Türkiye gerek kadîm kültürlerin siyasî tecrübe birikim ini, ge­
rekse m odernleşm e sürecinin en tem el ve karm aşık unsurlarını
barındıran çok yönlü bir tarihî m irasa sahiptir. Bu mirasın ufuk
açıcı sentezlerle yeniden üretilebilm esi sadece yerel problem lerin
aşılabilm esi açısından değil, evrensel bunalım alanlarında etkin
olu nabilm esi açısından da büyük bir imkandır. Bu im kanın değer­
lendirilebilm esi ülke içindeki iç siyasî kimlik ve kültür gerilimieri-
ni azaltacak, iç m uhasebeyi kolaylaştıracak ve alternatifleri çeşit­
lendirecek çok yönlü bir yenilenm enin ve stratejik yönelişin sağla­
nabilm esi ile mümkündür. Toplumsal aidiyet hissinin güçlü bir ta ­
rihî ve sosyo-kültürel tem ele oturtulm ası ve bu aidiyetten b esle­
nen bir fikir özgürlüğü ortam ının oluşm ası böylesi zengin bir stra­
tejik düşünce atm osferinin oluşm asının asgarî şartıdır.
2. Kısım
Teorik Çerçeve:
Kademeli Strateji ve Havza Politikaları
ı. Bölüm

Jeopolitik Teoriler:
( Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve Türkiye

I. Mekan İdraki, Coğrafî Tanımlamalar ve Haritalar

Fernand Braudel Medeniyetler Tarihi başlıklı eserinde coğraf­


yanın m edeniyetlerin oluşum undaki aslî katkısını İslam m ed en i­
yeti örneğinde gösterebilm ek için "haritalar gerçek Öyküyü an la­
tır’' 1 diyor. G erçekten de gerek bireyler, gerek bu bireylerin oluş­
turduğu toplumlar, gerekse daha büyük ölçekli m edeniyet birlikte­
liklerinin dayandığı en aslî tem el, medeniyetlerin ben idrakim2
oluşturan varlık bilinci ile uyumlu olarak geliştirilen m ekan-za-
m aıı algılamasıdır.
Güçlü m edeniyet atılım larına öncülük eden ve bu m edeniyet
birikim i etrafında bir tür düzen oluşturan toplum lar tarih sa h n e­
sine çıktıkları an ile tarih sahnesini etken bir güç olarak belirle­
m eye başladıkları d önem arasında kendi aslî m ekanlarından h a ­
reketle bir dünya algılam ası oluştururlar. D aha yalın bir coğrafî
çevre idrakinden daha karm aşık bir dünya idrakine doğru gelişen
bu algılam a en m üşahhas şeklini haritalarda bulur. Daha önce de
stratejik zihniyet oluşum u ile ilgili olarak üzerinde durduğumuz
gibi, coğrafya o bjek tif bir gerçeklik olm akla birlikte haritalar bu
o b jek tif gerçekliğin bir m edeniyet idraki sürecinden geçm iş sü b ­
je k tif şeklidir. M edeniyetlerini astronom i ilm inin m erkezde yer
aaa

1 Feın an d Braudel, A History o f Civilizations, NevvYork: Penguin, 1993, s. 55.


2 Bu kavram ın tanım ı ve farklı medeniyetieı e mukayeseli bir uygulaması için bkz.
A hm et Davııtoğlu, "M edeniyetlerin Ben İdraki", Dîvân İlmî Araştırmalar, 1 9 9 7 /1,
S. 3. s. 1-53.
g Stratejik D e r in lik

aldığı bir varoluş idraki iie kuran Babilliler yeryüzündeki m ekan


algılamalarım gök cisim lerine bağlı olarak geliştirirken, k an lılar
dünyayı birbirine eşit yedi daireden oluşan yedi bölgeye ( kişver)
ayırıp kendi mekanlarını dördüncü ve m erkezî daireye oturttuk­
tan sonra diğer altı daireyi birbirine değecek şekilde bu m erkezî
dairenin etrafına yerleştirmişlerdi.
Coğrafya ile ilgili ilk sistem atik bilgileri bir yandan M ısır üze­
rinden, diğer yandan Babilli bilgin B erossus’un şimdiki Bodrum
Körfezinin ucundaki Cos (Stnako veya Stanchio/İstanköy) adasın­
da M.Ö. 640 yılında kurduğu okul aracılığıyla elde eden Yunanlıla­
rın coğrafi idraki de kendi m edeniyet havzaları genişledikçe daha
kapsamlı bir şekil alan Ege-m erkezli bir idraktir. Dünyayı etrafı
(kamuslarla çevrili düz bir disk gibi algılayan H om er'in dünyası
Yunan mekan idrakinin sınırlarını da çiziyordu. Dünyayı bir silin­
dirin yuvarlak uç kısmı olarak çizen Miletli A naxım ander de, bir
dikdörtgen şeklinde haritaya yansıtan A naxim enes de (M.Ö. 500}
aynı idraki Yunan şehir devletlerinin etki alanının yayıldığı bölge­
lere doğru genişleterek sürdürmüşlerdir. Bu idrak Sicilya’dan H a­
zar Denizine kadar uzanan bir dünya öngörüyordu.
Makedonya’dan çıkarak doğuya doğru antik m edeniyet havza­
larını etkileşim içine sokan sinkretik bir im paratorluk yapısı kuran
Büyük İskender'le birlikte m ekan idraki ve bu idrake dayalı harita­
lar da değişmiştir. M akedonya’dan M ezopotam ya, Hint ve M ısır'a
uzanan imparatorluğunu kendi ismiyle kurduğu şehirlerin oluş­
turduğu stratejik omurga üzerine oturtan Büyük İskender kendi
medeniyet sentezinin mekan idrakini ve bu idrakin m erkez an la­
yışım da şekillendiriyordu. Artık dünya ve coğrafya idraki İsken­
der'in son derece stratejik bir kararla kadîm Mısır, Akdeniz ve Yu­
nan havzaları üçgeninde kurduğu İskenderiye'den başlayarak İs­
kenderun üzerinden Mezopotam ya, İran ve H ind’e serpiştirilm iş
İskendeMürevii şehirlerle dokunmaya başlam ıştır. Bu idrakin İlmî
altyapısı ve haritacılık anlam ında pratik uygulaması da İskenderi­
ye’de şekillenmiştir. İnsanoğlunun o güne kadar olan zihinsel b iri­
kiminin harmanlandığı bu şehir, ilk coğrafî ölçüm leri yapan Era-
tosthenes, coğrafî algılama ve haritacılıkta önem li çığırlar açan
Strabo ve en önemlisi klasik dünya idrakinin oluşm asında m erke-
7îhir lennnma sahip olan Batiam yus'un çalışm alarına beşiklik e t­
Jeop olitik T eo riler: Soğuk S a v a ş S o n ra sı D ö n e m ve T ü rk iye

miştir. Bu çalışm alarla oluşturulan haritaların Büyük İskender’in


hakim iyet alanları ile örtüşm esi ve bunun neticesinde İran ve
H ind'in de coğrafî m ekan idraki içinde yer alm aları coğrafya idra­
ki, m edeniyet havzası ve siyasî hakimiyet arasındaki bağlantıyı
açık bir şekiîde ortaya koymaktadır.
İtalya'nın ortalarında bir şehir devleti idraki iie doğan Roma da
genişledikçe kendisini merkez alan bir m ekan idrakini hakimiyet
alanına yaymıştır. Kiasik haritalarda Mam Interum olarak isim len ­
dirilen Akdeniz Romalılar için Mare Nostrum (bizim deniz)’dur.
Batı Avrupa'dan M ezopotam ya'ya,.Karadeniz'den Akdeniz’e yayı­
lan ve im paratorluğun stratejik omurgasını oluşturan yollar ağın­
da bütün yolların R om a’ya çıkışı aslında bir m ekan idrakinin m er­
kez tanım lam asını m üşahhaslaştırm aktadır.3
Hristiyanlıkla birlikte değişen mekan idraki ve coğrafî algıla­
m anın en çarpıcı misali yine bir İskenderiyeli olan ve 6. yüzyılda
yaşayan Cosm as (Iııdicopleustes)’tır. Bilinen klasik havzaların ö te ­
sinde Habeşistan, Hint Okyanusu ve Seylan’a kadar seyahatlar y a­
pan ve Hristiyanlığı kabul ettikten sonra Topographia Christiana
isimli eseri yazan C osm as’m tem el hedefi kutsal m etinlere ve kili­
se otoritelerinin görüşlerine uygun bir m ekan idrakini coğrafî ka­
lıplar içinde ifade edebilmekti. Dünyanın şu anki ve Nuh Tufa-
ııı'n d an önceki olmak üzere iki bölüm den oluştuğunu ve Akdeniz,
İran, Arap ve Hazar denizleri ile körfezlerini barındırdığını söyle­
yen Cosm as yeryüzünün okyanuslarla çevrili olduğunu ve bu ok­
yanusların Ötesinde de ( Terra ultra Oceanum ) insanın Tufan'dan
ön ce yaşadığı bölgelerle Hz. Adem ’in cennetinin bulunduğunu id ­
dia etmekteydi.
Dünyanın dört uç noktasının doğusunda Hintlilerin, batısında
Keltlerin, kuzeyinde İskitlerin, güneyinde de H abeşlilerin yer aldı­
ğını söyleyen Cosmas bu tanım lam aları ile bir taraftan Hristiyan
varlık bilincine uygun bir m ekan idrakini, diğer taraftan da H risti­
yan Dünyasını merkez alan bir coğrafî tanım lam anın sınırlarını
ortaya koyuyordu.4 Bu merkez alış öylesine ileri götürülm üştü ki,
■■■
3 Antik dönem haritacılığın gelişmesi içn bkz. Lioyd A. Brown, The Story o f Mapa,
New York: Dover, 1977, s. 12-81.
S t r a t e ji k D er in li k

Asya’nın derinliklerinde M üsiüm anlara karşı başarı kazanarak


Hristiyan alem ini koruyan Prester John isminde bir rahip-kralın li­
derliğinde m itolojik bir krallık olduğu düşüncesi geliştirilmişti. Pa­
pa III. Alexander 1177 yılında bu m itolojik krala bir m ektup yaza­
rak doktoru ile gönderm işti. Elçi doktorun bir daha geri donem e-
m esinden sonra, böyie bir krallığın olmadığı ancak ve ancak Müs-
lüm anlara karşı Moğol hanı ile tem asa geçm ek isteyen Papa IV In-
n o ce n t’in gönderdiği D om ıniken ve Fransisken rahiplerin Asya
derinliğine yaptıkları seyahatlardan sonra anlaşıldı.5 Aynı d önem ­
lerde Yecüc ve M ecüc kavimleri ile ilgili geliştirilen tezler m itoloji,
tarih ve coğrafya alanlarının nasıl ıçiçe geçtiğini gösteren m isaller­
le yüklüdür. Ancak, bütün bu içiçe geçişlerde görülen en ciddi sü­
reklilik unsuru antik Yunandan, Rom a’ya ve Hristiyanlığa geçtik­
ten sonra m odern coğrafî algılam alara söm ürgeci kültür içinde
yansıyan ben ve öteki (barbar) ayrımının coğrafî algılam a biçim le­
ri ile desteklenmesidir.
İslam m edeniyetinin tarih sahnesine çıkışı da, Braudel'in de
vurguladığı gibi, özel coğrafî şartlarla doğrudan ilgilidir. Kadîm
m edeniyet havzalarının kenar kuşağında ortaya çıkan İslam in an ­
cı kısa bir süre içinde Büyük İskender dönem inde oluşan ve za­
m anla pekişen m edenıyetlerarası etkileşim alanlarının tüm üne
hakim olmuş ve Ispanya'dan Hind ve Çin m edeniyet havzalarına
kadar uzanan bir alanda yeni bir m ekan idrakinin doğuşuna ze­
m in hazırlamıştır.
İlk İslam haritacıları bir taraftan Batlamyus geleneği içinde Ha­
life M em un'a sunulan ilk dünya haritasında olduğu gibi Batlam ­
yus geleneğini daha ileri ölçülere taşırken diğer taraftan Belhî ekol
içinde İslam Dünyası eksenli yeni m ekan idrakini yansıtan, tam a­
mıyla Özgün bir açılım gerçekleştirmişlerdir. Akımın kurucusu
Belhî memleketü’l-İslâm'm bölgelerini kapsayan haritalar üretmiş
ve her bir bölgeye iklim adım vermiştir. Bu ekolun önem li tem sil­
cilerinden M akdisî Akdeniz-eksenli kadîm haritacılığı aşarak Hint
Okyanusuna yönelik önem li çalışm alarda bulunm uş ve daha önce
bilinm eyen bölgeler olarak geçen alanları geliştirdiği haritaların
kapsam ı içine almıştır. Belhî ekolün M ekke-merkezli olarak yuvar-
Je o p o litik T eo riler: S oğuk S a v a ş S o n ra sı D ö n e m vcT ü rk iyc-

!ak dünya haritaları geliştirmiş olmaları ve Kuzey-Güney ayrım la­


rını yeniden tanım lam aları m edeniyetlerin kendi hen-idmklerin-
den hareketle coğrafî algılam alar geliştirdiklerinin önem li m isalle­
rinden birisidir. Birunî'nin ilk defa Atlas Okyanusu ile Hint Okya­
nusu arasında bir bağlantı olduğunu gösterir haritalar geliştirmiş
olm ası, hem İslam m edeniyetinin yayılım bölgeleri ile m ekan id­
raki arasındaki ilişkiyi gösterm esi, hem de daha sonra Avrupalı
seyyahlarca geliştirilecek yeni coğrafya anlayışının ilk habercisi ol­
m ası açısından önem lidir.6
Toplum ların kendi eksenleri etrafında bir m ekan algılam ası
geliştirdiklerinin diğer çarpıcı bir m isali Türk haritacılığı ile ilgili­
dir. 1072-1074 yılları arasında kalem e alınan Divan-ü Lügati’t-
Türk’ün yazarı Kaşgarlı M ahm ud’un Türk boylarının dil ve lehçe
bakım ından tasnifini gösteren dünya haritası Balasagun şehri
m erkez alınarak yapılmış ve yedi nehir bölgesi Türk kabilelerinin
yerleşim alanı olarak ayrılmıştır. Avrasya derinliğindeki Balasa-
guıı’dan bütün kadîm m edeniyetlerin kesişim bölgesi üzerinde
b u lu nan İstanbu l’daki Osm anlı dönem i haritacılığına geçişte ya­
şanan uzun süreç m ekan idrakindeki değişim in, m edeniyet açılı­
m ı ve dünya düzeni kavramı ile olan ilişkisini açık bir şekilde o rta ­
ya koymaktadır.
1413 yılında Ahmed b. Süleym an et-Tancî tarafından yapılan
ve Karadeniz’i, Atlas Okyanusunun doğusundaki Avrupa ve Afrika
sahillerini, İngiltere adasını gösteren deniz haritası aynı zam anda
bir m ekan ufkunun erken dönem yansım ası olarak görülebilir. Os­
m an lI haritacılığının mucizevî zirvesi olan Piri R eis’in haritası ise
Büyük İskender'in m edeniyet sentezinin İskenderiye’de oluştur­
duğu çekim alanının kadîm birikim lerin tüm ünü kuşatan bir b en ­
zerinin O sm anlı Devleti’nin altın çağında İstanbul’da oluşm uş ol­
duğunu gösterm ektedir. 1567 tarihli M acar Ali Reis’İn Atlas’ı ile
h em en hem en aynı dönem de geliştirilen Atlas- 1 Humayun ’un ih ­
tiva ettiği dokuz haritanın kapsamı da Osmanlı düzeninin yayılım
alanları ile örtüş inekte ve kadîm harita geleneğine göre çok daha
kapsam lı bir özellik taşım aktadır: Karadeniz ve M armara; Doğu

6 İslam haritacılığı için bkz. S. Maqbi.il Ahmad, "Harita", DİA, İstanbul: TDV, 1Ö97, c.
l£ o onc oı a
S t r a t e jik D e r i n l i k

Akdeniz ve Ege; Orta Akdeniz ve Adriyatik; Batı Akdeniz ve İspan­


ya; Batı A v r u p a 'n ı n Atlantik kıyıları, Britanya adaları; Ege denizi;
Mora ve Güney İtalya; Dünya; Avrupa ve Kuzey Afrika.7
Yerkürenin bir bütün olarak algılanm asını sağlayan coğrafî k e­
şifler, kapitalizm in ön hazırlık aşam asını oluşturan m erkantilizm
ve belli sınırlar içinde örgütlenm iş ulus-devlet olgusunu Avrupa-
diizeninin temel taşı yapan Westfalya sistem inin birbirini takip
eden bir süreç içinde devreye girmeleri m odern Batı m edeniyeti­
nin mekan idraki ile ekonom ik ve siyasî düzen anlayışı arasındaki
yakın bağım lılık ilişkisini ortaya koymaktadır. Avrupa’yı yukarıda
ve merkezde gösteren Avrupa-eksenli dünya haritalarının doğuşu,
Avrupa -eksenli ticaret sistem inin ve Avrupa modeüi ulus-devlet
form asyonunun yayılması ile paralel gelişmiştir.

II. Jeopolitik Teoriler ve Küresel Stratejiler

Politik yapıların fizikî çevre şartlarıyla olan ilişkisi ve bu ilişki­


nin şekillendirdiği dinamik politik süreç ilkçağlardan bu yana sü­
rekli olarak incelenegelmiş konular arasındadır. Ancak küresel je ­
opolitik ve jeostratejik teorilerin gelişm esi dünya coğrafyasının
kesinlik kazanmasından sonra m üm kün olabilmiştir. 19. Yüzyıl y e­
ni sömürgeciliğiyle kızışan uluslararası hakim iyet kavgası, tarafla­
rı daha önce yerel taktik hedeflere yönelik m ücadeleleri küresel
stratejik hedefler doğrultusunda yönlendirm eye sevketmiştir. Bu
etki dünya coğrafyasının politik açıdan mukayeseli üstünlükleri
gösteren bir çerçeve içinde yeniden yorum lanm asına yol açm ıştır.
19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren dış politika karar m eka­
nizmalarındaki belirleyici unsurların en önem lilerinden biri kabul
edilerek geliştirilen küresel jeopolitik teoriler dünya hakim iyet
mücadelesinde iddialı ülkeler açısından birbirini tam am layıcı iki
gayeye yönelmişlerdi. Bu teoriler bir taraftan öncelikli hedefler

■■B
7 Osmanlı haritacılığı için bkz. Fikret Sarıcaoğlu, “Harita-O sm anh d ö n em i', DÎA, İs­
tanbul: TDV, 1997, c. 16, s. 210-216. Osmanlı m ekan idrakinin Osmanlı stratejisi
ile ilişkisi için bkz. Ahmet Davutoğlu, “Tarih idraki oluşum unda m etodolojinin
rolü: Medeniyetlerarası etkileşim açısından dünya tarihi ve O sm anlı”, Dîvân İlm î
A raştırm alar, 1999/2, S. 7, s. 1-63.
Je o p o litik T e o rile r: Soğ u k S a v a ş S o n ra sı D ö n e m ve T ü rk iye

doğrultusunda taraflara son derece önem li ipuçları sağlarken d i­


ğer taraftan bu hedeflere ulaşmak için izlenm esi plânlanan yayıl­
m acı siyasetin meşruiyet zem inini oluşturuyorlardı.
Darvvin’den etkilenerek geliştirdiği devlet evrim inin organik te ­
orisi adlı teziyle siyasî coğrafyanın kurucusu kabul edilen Ratzel
(1844-1904)'in ortaya koyduğu hayat sahası (Lebensraum ) teorisi
daha sonra batılı söm ürgeci devletler tarafından yayılm acı siyase­
tin bilim sel gerekçesi olarak kullanılmıştır.8 Devleti yaşayan bir or­
ganizm a olarak gören ve her yaşayan organizma gibi devletin de
beslenm eye ihtiyacı olduğunu söyleyen Ratzel, devletin beslen m e­
sinin ancak yeni sahaların ilhakıyla söz konusu olabileceğini iddia
ediyordu. Ona göre bu beslenm e kavgasında aciz kalan unsurlar
(devletler), Darvvin'in tezindeki yok olması mukadder olan unsur­
lar gibi yok olacaklardır. G elecekte Avrupa’nın politik önem inin sa ­
ha darlığı yüzünden azalacağını gören Ratzel yeni uluslararası
konjonktürde ancak Avrupa dışındaki geniş sahalarda etkisini ar­
tıracak devletlerin varlıklarını sürdürebileceğini iddia ederek ya­
yılm acı politik stratejilere yön göstermiştir. Böylece Ratzel ve
onun takipçisi olarak ilk defa jeopolitik terim ini kullanan Kjellen
(1864-1922) daha sonra geliştirilecek kara, deniz ve hava jeo p o liti­
ğinin teorik zem inini hazırlamışlardır. K je llen 'in 'Staten som Lifs-
form (Bir Organizma Olarak Devlet) başlıklı eserinde ortaya attığı
devletin oluşum u ve yapısı ile ilgili görüşler, bu eser 1917’de Al-
m a n ca y a çevrildikten sonra, daha sonra gelişecek olan Alman je ­
opolitiğinin önem li kaynaklarından birisi olm uştur.9
M adem ki devletlerin gücünü yeni sahalar üzerinde kuracakla­
rı hakim iyet belirliyecektir, "devletlere bu yarış içinde göreli üstün­
lük sağlayacak bölgeler nereleridir?”, "bu bölgelerde hakimiyet en
optim al bir biçim de nasıl kurulabilir?” ve "kurulan bir hakimiyet
nasıl korunabilir?” soruları kara, deniz ve hava jeopolitiğinin dev­
let politikalarını doğrudan etkileyen bir unsur olarak gelişm esine
yol açm ıştır.
Kara, deniz ve hava jeopolitiğinin in celenm esi küresel siyasî ve
askerî stratejilerin geliştirilme sürecini anlam ak ve bu stratejiler
M m m

8 M artin I. Glassner ve H arm J. de Bîij, Systemcıtic Political Geography, New York:


Wıley, 1967, s. 223.
j Stratejik Derinlik

içinde Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyanın önemini kavra­


mak bakımından son derece gereklidir. Asrın başında Mackinder
(1861-1947) tarafından geliştirilen kara jeopolitiği, II. Dünya Sava­
şı yıllarında Haushofer (1869-1946) tarafından Alman, Spykman
tarafından da Amerikan jeostratejisine uyarlanmıştır.
Mackinder 1904’te yayınladığı The Geographical Pivot of Mis-
îory10 adlı makalesinde siyasî tarihin gelişimini jeopolitik tem el­
lere indirgeyerek yorumlamış ve dünya coğrafyasını siyasî ve as­
kerî strateji bakımından mihver saha {pivot area-heartland), iç
kuşak ve dış kuşak alanlarına ayırmak suretiyle öncelikli hedefle­
ri tayin etmiştir. Böylece kara hakimiyetine dayalı bir strateji İçin
öncelikli şart denizden yönelecek saldırılardan korunmuş bulu­
nan mihver sahada hakimiyeti sağlamaktır ki, bu saha Doğu Avru­
pa’dan başlayarak Asya'nm Kutup Denizine sularını boşaltan n e­
hirlerin havzalarını içine alan kısım ile Orta Asya'nın andoreik
drenaj bölgesidir.
Mackinder’e göre kesin dünya hakimiyetim tesis etm ek için
Avrasya hakimiyeti, Avrasya hakimiyeti için Heartland hakimiyeti,
Heartland hakimiyeti için Doğu Avrupa hakimiyeti gerekmektedir.
Mackinder'in teorisine göre Anadolu Doğu Avrupa sahasının için­
de, genelde Ortadoğu ise Heartland dışında kalan Avrasya toprak­
larını ihtiva eden iç kuşağın merkezinde yer almaktadır.
Nazi jeopolitiğinin kurucusu ve ünlü Nazi liderlerinden Rudolf
Hess'in hocası olan Haushofer, jeopolitiği bütün tabiî ve İnsanî b i­
limleri kapsayan bir bilim dalı olarak tanımlamıştır. Böylece bir
yandan geliştirdiği Lebensmum teorisi ile Nazi yayılmacılığım b i­
limsel bir meşruiyet zeminine oturtmaya çalışm ış,11 diğer yandan
II. Dünya Savaşı öncesinde Alman jeostratejisinin taktik ve strate­
jik hedeflerini belirlemiştir. Haushofer de M ackinder gibi merkez

10 Halford J. Mackinder, “The Geographica] Pivot of History”, Geographical Journal,


vol. XXIII, (1904), s. 421-444. Mackinder daha sonra bu konudaki görüşlerinde ve
jeopolitik alan tanımlamalarında bazı değiştirme ve düzenlemelerde bulun­
muştur. Bu değişiklikler için bkz. Halford J. Mackinder, “The Round World and
theWinn.ingof the Peace", Foreign Affairs, (Temmuz 1943), 2 1 /4 , s. 595-605.
11 Kari Hnuslıofcı ’in görüşleri için bkz. Bausteine zur Geopolitik, Berlin 19 28; Welt-
meere und Weltıntichte, Beılin: Zeitgeschichte Verlag, 1941; ve Geopolitik d es
n„nir,erht>n Chmııs. Heidelbeıg: Kurt VovvinckelVerlae. 1938.
Je o p o litik T e o rile r: S oğuk S a v a ş S o n ra s ı D ö n e m ve T ü rk iy e

kara kütlesinin (Avrasya) önem ine değinerek Alm anya’nın İngilte­


re karşısında çift yönlü bir stratejiyi gerçekleştirm esi gerektiğini
söylem iştir: Öncelikle m erkez kara kütlesini kuşatm ak ve Ingilte­
re’nin deniz yollarını kesm ek üzere O rtadoğu'nun işgali, daha
sonra Çin ve Japonya ile birlikte kıtalararası bir paktın oluşturul­
m ası. Amiral Reader ve G eneral R om m el’in bütün ısrarlarına rağ­
m en H aushofer'in merkez kara kütlesini çevreleyen deniz yolla­
rında ve O rtadoğu’da hakim iyet kurm a stratejisini terkederek Rus­
y a'n ın engin steplerinde yıpratıcı kara harekatına girişen Hitler sa ­
vaşın sonucunu değiştiren jeo stratejik bir h ata işliyordu.
M ackinder'i, tezinde H eartland'a gereğinden fazla önem ver­
diği gerekçesiyle eleştiren Spykman gerçek potansiyel hakim iyet
gücünün Batı Avrupa-Türkiye-Irak-Pakistan-Afganistan-H indis-
tan -Ç in -K o re-D oğ u Sibirya’d an olu şan kenar kuşak h attın da
(.Rimîand) olduğunu iddia ederek bu hatta hakim olan gücün
dünyaya hakim olacağı tezini geliştirm iştir.12 Bu tezden hareketle
Am erikan yönetim ine bu kuşağa başka bir gücün hakim olm asını
engelleyecek bir politika izlem esini tavsiye eden Spykman, II.
D ünya Savaşından günüm üze kadar etkisini sürdüren merkez k a­
ra kütlesini paktlar (NATO-CENTO-SEATO) yoluyla kuşatm a p o ­
litikasına dayalı Am erikan jeo stratejisin in fikir babası sayılabilir.
B öylece, Rim land kuşağı üzerinde NATO ile N orveç'ten Türki­
ye’ye, CENTO ile Türkiye'den Pakistan’a ve SEATO ile Pakistan’dan
kuzeyde Filipinler ile güneyde Yeni Zelanda'ya u zanan ve stratejik
olarak birbirine eklem lenen bir stratejik kuşatm a hattı oluşturul­
m ak istenm iştir.
Spykman ayrıca potansiyel gücü yüksek bu kuşakta oluşacak
bağım sız kuşağa hakim bir güç birim inin aynı zam anda hem bir
kara devleti olan SSC B ’yi, hem de bir deniz devleti olan ABD'yi ku­
şatm a im kanına sahip olm ası sebebiyle her iki taraf için de büyük
bir tehdit oluşturacağını söylemiş; bu kuşakta ortaya çıkacak böy­
le bir oluşum a karşı ABD, İngiltere ve SSC B'nin işbirliği yapm asını
öğütlem iştir. II. Dünya Savaşı sonrasında süper devletler arasında
T ahıan-Y alta-P otsdam özel görüşm eleri so n u cu şek illen en dün-
■■■
12 N icholas John Spykman, The Geography of the Peace, New ¥ork: Haıcourt, Brace,
1944, s. 43. Ayrıca bkz. N.J. Spykman, Aınerica’s Sîrategy in WorldPolitics, (1942),
H am den: Shoe String Press, A nchor Books, 1970.
| S tratejik D erinlik

ya siyası coğrafyası üzerinde bu yaklaşım ın Önemli etkisi olm uş­


tur, Benzer jeostratejik görüşler Brzezinski tarafm dan, 1980’lere
doğru Car ter Doktrini şeklinde form üle edilmiştir.
Ünlü stratejisi M ahan tarafm dan geliştirilen deniz jeopolitiği
kuşaklardan m erkeze, denizlerden karalara doğru gelişen bir h a ­
kimiyet stratejisi esasına dayanmıştır. Mihver sahaya hakim gü­
cün yayılmacı potansiyeline karşı ancak çevre denizlerde gerçek­
leştirilecek bir kuşatm anın başarılı olabileceğini iddia ed en M a­
han, Rusya’nın kuşatılm ası ve Çin’in kontrol altında tu tu lm asın ­
da Amerika, İngiltere, Almanya ve Japonya'nın ortak m enfaatleri
olduğunu belirtm iştir. Theodor Roosevelt dönem inde Amerikan
jeostratejik politikasına danışm anlık yapan M ahan Am erikan y ö ­
neticilerine iki tem el stratejik h ed ef gösterm iştir: Savaşın sürekli
olarak Amerika'dan uzak denizlerde kabul edilm esi ve Avrasya
anakıtasm daki gelişm elerin nabzım tutacak ittifaklar zinciri olu ş­
turulm ası.13
Özellikle II. Dünya Savaşı ve akabindeki gelişm elerin deniz j e ­
opolitiğinin tem el görüşlerindeki haklılık payım pekiştirm esi bir
yandan ABD’yi uzak denizlerdeki hakim iyetini korumaya sevke-
derken öte yandan SSC B'nin geniş Asya bozkırlarından açık deniz­
lere inme stratejisinde süratli ilerlem eyi sağlayacak jeostratejik ve
taktik politikalar geliştirm esine yol açmıştır. Bu durum Avrasya'yı
çevreleyen yarım adalardan oluşan Rimland kuşağının O rtado­
ğu'dan Çin'e uzanan merkez hattını süper devletlerin taktik m a­
nevralara dayalı tem el rekabet sahası haline getirmiştir.
Bazı dış politika uygulayıcılarının politik bir m anevra olarak
ileri sürdükleri 1950’lerden sonra hava jeopolitiği ve nükleer tek­
nolojinin gelişmesi ile geleneksel kuramların geçerliliğini yitirdiği
iddiası Soğuk Savaş dönem inde her iki süper gücün Ortadoğu ve
Güney Asya'da uyguladığı taktik politikalar gözönüne alındığında
gerçekçi görülmemektedir. Dış politika ve askeri stratejiler bütün
B■■
13 Alired.Th.ayer M alıan’m görüşleri için bkz. The Inflıtence ofSea Poıver upon His-
toıy: 1660-1783, B oston: Little Brown, ] 890; The Influence o f Sea Poıver uponHis-
tary:1793-l8J2, Boston: Little Brown, 1892; The Jnterest of America in Sea Poıver:
Preseni and Fu.tu.re, Boston: Little Brown, 1898; The Problem ofAsia and ItsEffect
upon International Politics, Boston: Little Brown, 1900 ve Letters and Papers o f
Alfred Thayer Mahan, Aıınapolis, MD: Naval Institute Press, 1975.
Je o p o litik T e o rile r: S oğuk S a v a ş S o n ra sı D ö n e m vı; T ü rk iye

bu eski ve yeni unsurların karm aşık bir bileşkesinden oluşm akta­


dır. Şu veya bu şekilde yüksek soyutlama düzeyinde basite indir­
genm iş m odellerin anlaşılm ası jeopolitik ve jeostratejik gelişm ele­
rin bütüncül bir çerçevede kavranm ası açısınd an son derece
önem lidir.
Hava jeopolitiğinin öncüsü sayılan A.P. de Seversky kara ve de­
niz kuvvetlerinin hava kuvvetlerinin olağanüstü hakimiyet potan­
siyeli karşısında göreli olarak Önemlerini yitirdiklerini söyleyerek
ABD yönetim ine yeni unsurları gozönünde tutan bir strateji deği­
şikliği tavsiye etmiştir. Seversky, M ackinder ve Spykman’m kon-
vans.iyon.el dünya haritasına alternatif olarak azimutaî projeksiyo­
na dayalı dünya haritasında hava jeopolitiğini esas alan strateji ve
taktik öncelikli bölgeleri yeniden belirlem iştir. Çift kutuplu ulusla­
rarası sistem varsayımından hareketle dünya ABD ve SSCB'nin e t­
ki sahalarını gösteren iki hakimiyet bölgesine ayrılmıştır. Seversky,
nihaî hakimiyeti bu iki saha dışında kalan karar bölgesinde sağla­
nacak jeopolitik hava üstünlüğünün belirleyeceğini söylem iştir,14
leopolitik odak noktasında önem li yenilikler getirerek m ihver
sahayı hava yollarının kesiştiği Kuzey Kutbuna yaklaştıran bu h a­
rita, Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgenin jeopolitik önem i
açısından incelendiğinde M ahan ve Spykm an’ın tespitlerini teyit
ed ici m ahiyettedir. Seversky'nin karar bölgesinde son derece
önem li merkezî bir konum u işgal eden bu bölgenin gerçek jeo p o ­
litik önem i Spykman ve Seversky’nin teorileri birarada ele alındı­
ğında daha kolay anlaşılacaktır.
Nükleer teknolojik gelişm elerin klasik jeopolitik teorilerin b e ­
lirlediği jeo stratejik öncelikler fikrini çürüttüğü iddiası uluslarara­
sı gelişm elerin ışığında tekrar ele alınm ak zorundadır. ABD 'nin Vi­
etnam , SSC B’nin Afganistan m üdahaleleri ve her iki süper gücün
birlikte etkilem eye çalıştığı Ortadoğu’daki siyasî gelişm eler nükle­
er teknolojinin devreye girmesiyle askeri ve siyasî stratejilerin p a ­
radoksal bir özellik taşım aya başladığım gösterm iştir.15
mma
14 AIexander E de Seversky, Air Poıver: Key to Survival, New York: Simon & Schuster,
1950. Ayrıca ABD iie ilgili görüşleri için bkz. America: TooYoungtoDie, NewYork:
McGraw-Hi.ll, 1961.
1.5 O rtadoğu’nun uluslararası ilişkilerdeki önem inin jeopolitik teoriler açısından bir
değerlendirm esi için bJcz. Ahmet Davutoğlu, "jeopolitik Teoriler ve O rtadoğu’da
Güçler D engesi”, İlim ve Sanat, 1986, 1/6 , s. 9-14.
^ Stratejik Derin] ik

Nükleer savaş doktrininin geliştirilmesi, beklenenin aksine, sı-


nırlı-yerel konvansiyonel savaş doktrininin de önem ini artırmıştır.
Uzun dönemli stratejik mücadelede belirlenen nükleer hedefler te ­
mel unsur olarak önemini artırırken, kısa dönemli taktik hedefler
sınırlı konvansiyonel mücadele esasına oturmuştur. Böylece, terör
dengesinin olağanüstü tahrip edici seviyelere ulaşması, beklenenin
aksine, konvansiyonel taktik mücadeleyi hızlandırmıştır. SSCB'nin
Soğuk Savaşın son dönemindeki Afganistan ve Güney Yemen poli­
tikaları, özellikle Afganistan'da konvansiyonel olarak son derece
önemli VVakhan Koridorunu ilhak etmesi, ABD’nin NATO bünye­
sinde kolordular düzeyindeki birimlerin harekatları için geliştirdiği
Havcı-Kara Harbi Doktrini (ALB) ve Avrupa Müttefik Kuvvetler Yük­
sek Karargâhının Varşova Paktı derinliğindeki hareketler için geliş­
tirdiği Birbirini izleyen Kuvvetler Üzerindeki Taarruz Doktrini'ne
(FOFA) dayalı yeni konvansiyonel savunma sentezi fikri konvansi­
yonel taktik mücadelenin Soğuk Savaşın son yıllarında Öne çıkışı­
nın işaretleridir.
Küresel ölçekli nükleer güç dengesine rağm en taktik jeopolitik
alan mücadelelerini yansıtan Düşük Yoğunluklu Ç atışm aların
(UC-Loıv Intensity Conflict) sayısı, yaygınlığı, zam anlam ası ve
alanları, klasik jeopolitik dengelerin rolünün Soğuk Savaş süresin­
ce azalmadığını, hatta nükleer tehdit dengesinin gölgesinde daha
az riskli mücadele türü olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır. II.
Dünya Savaşından Soğuk Savaşın sonuna kadar olan dönem de
ABD’nin dolaylı ya da doğrudan müdahil olduğu 50 düşük yoğun­
luklu çatışmanın 30'u Rimland kuşağı üzerinde {14'ü Doğu As­
ya'da16, 12'si Ortadoğu’da17, 6'sı Doğu Avrupa ve Akdeniz’d e18),
16'sı Amerika kıtasında (6’sı Orta Amerika'da19, 6 'sı Karaiblerde20,
a ■v

16 Filipinler, 1942-5, 1946-55, 1984; 1985-86, Burm a 1945; Çin 1945-49, 1953-79;
Hind-i Çin 1946-54; Kuzüy Kore 1953; Vietnam 1955-65; Tayland 19G5-85; K am ­
boçya 1985.
17 Filistin 1948; tran 1951-53; Lübnan 1958; Ürdün 1970; Iıak 1972-75; OPEC 1974-
75; İran 1979; Suriye 1979; Afganistan 1980; Lübnan 1982-84; İran Körfezi 1987-
88.
18 Yunan İç Savaşı 1946-49; SSCB 1948, 1956 (M acaristan), 1961 (Berlin), 1968 (Ç e­
koslovakya) ve Kıbns 1974.
19 Guatemala 1953-54, 1965-74; Nikaragua 1975-79, 1981-90; El Salvador 1979 ve
Panam a 1987-90.
20 Küba 19P0, 1962; Dominik Cumhuriyeti 1960-62, 1965-66; Grenada 1983; Haiti
1985-86.
je o p o litik T e o rile r: S oğuk S avaş S o n ra sı D ö n e m ve T ü rk iye

4'ü Güney Am erika’da21) ve 4 ’ü de Afrika’da ortaya çıkm ıştır.22


Soğuk Savaş dönem indeki rakip kutupların çatışm a alanlarını
yansıtan bu liste aynı zam anda deniz-eksenli bir süper güç olan
A BD ’nin stratejik önceliklerinin jeopolitik arkapîanm ı ortaya koy­
maktadır. Bu jeopolitik arkaplanrn etkisi Soğuk Savaş sonrası dö­
nem deki gelişm eleri de belirleyen ana param etrelerden birisi o l­
muştur.

İli. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve


Jeopolitik Boşluk Alanları

Soğuk Savaş d önem in deki çift kutuplu stratejik yapı,


Spykm an’m Rim land kuşağım daha kapsam lı bir teorik çerçeveye
oturtan Saul C ohen'in tanım lam ası ile “ticarete dayalı deniz gücü"
ile “Avrasya kıta gücü”23 arasındaki çelişki ve dengenin ürünü olan
bir jeopolitik rasyonaliteye dayanıyordu. Bu jeopolitik dengenin
iki süper gücü de doğrudan ofansif bir tavır alm a konusunda cay­
dırıcı bir rol oynam ası, hassas stratejik hatlar üzerinde rasyonel bir
d enetim m ekanizm asının oluşm asına yol açıyordu. Yüksek geri­
lim li çatışm a riski ancak süper güçlerden birisi bu hassas jeo p o li­
tik hatlara yönelik kalıcı bir ham leye yöneldiği zam an ortaya çıkı­
yordu. M ahan ’m ABD deniz stratejisi için özel bir önem atfettiği
Karaib bölgesinde söz konusu olan Küba krizi ve Sypkm an'nı Rim­
land tanım lam ası içinde bulunan Kore, V ietnam ve Afganistan bu ­
nalım ları jeop olitik rasyonaliteye dayalı bu dengenin tehdit edildi­
ği dönem lerde ortaya çıkmıştır.
B■■
21 Brezilya 19 6 1 -6 4 ; «jili 1970-73; Bolivya 19f«)-86; Fakland 1982.
2 2 Bu düşük yoğunluklu çatışm aların detayları içiıı bkz. John M. Colliııs, Arnericu's
Sınall Wars, VVashington; Brasseys, 1991. Bu çatışm aların jeopolitik açıdan tahli­
li için bkz. Ahmet Davutoğlu, "The Claslı of Interests: An Explanation o f the
World (DLsjOi'dpv", Percepüons: Journal of International Ajfairs, Dec. 1997 - Feb.
1990 ,11/4, s. 92-121.
23 Cohen'in tanım lam asına göre “ticarete dayalı deniz gü cü ” hakim iyet alanı olarak
Kuzey ve Güney Amerika'yı, Batı Avrupa'yi. kuzeydoğu köşesi h ariç bütün Af­
rika'yı, Asya kıyılarının iç bölgelerini ve Okyanusya’yı; “Avrasya kıta gücü" ise
Doğu Avrupa, Doğu ve İç Asya’yı kapsıyordu. Bkz. Saul Cohen, Geography and
Polilics in a Wnrld Diııided. NevvYork: Oxford Universitv Press. 1973.
S tra te jik D erin lik

Soğuk Savaşın sona erm esinin en önem li jeopolitik sonuçların­


dan birisi kendi iç m ekanizm asıyla başlıbaşına bir denetim aracı
olarak fonksiyon gören bu stratejik dengenin ortadan kalkmasıdır.
Avrasya kıta gücünün çözülerek geri hatlara doğru çekilmesi, b o ­
şaltılan alanlara kom şu bölge güçleri ve bölge-içi küçük güç m er­
kezleri için ciddi bir m anevra alanı doğurmuştur. ABD’nin bu b o ş­
luk alanlarını doldurmaya yönelm esi stratejik bir m onopolün orta­
ya çıkm asına ve AB D ’nin eskiden olduğu gibi bir kutbun m erkezî
gücü olm aktan çıkarak, küresel bunalım alanlarına m üdahil olma
kapasitesine sahip yegâne denetleyici güç olarak tebarüz etm esine
yol açm ıştır. Körfez Savaşı esnasında m eşrulaştıncı bir söylemin
ana kavramı olarak kullanılan “Yeni Dünya D üzeni" bu çerçevede
özel bir kullanım alanı bulmuştur. Ancak, Körfez'de iddialı bir şe­
kilde gündem e gelen bu söylem in ana unsurlarının Bosna bunalı­
m ı esnasında tezatlar ve çifte standartlar ile ciddi bir sarsıntıya uğ­
raması, idealist uluslararası ilişkiler söylem inin yerini tekrar reel­
politik güç m ücadelelerine ve denge arayışlarına terketm esi sonu­
cunu doğurmuştur.
Bu çerçevede, klasik jeopolitik tanım lam alar ile Heartland'den
R im land ’e inen kuşak kuzey-güney geçiş hatları üzerinde ve Afro-
avrasya anakıtasm m çıkış ve bağlantı su yolları çevresinde küresel
ve bölgesel dengelerin devreye girdiği jeopolitik ve jeoekon om ik
boşluk alanları oluşmuştur. En yoğun bir şekilde Avrasya’nın B al­
kanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Orta Asya'dan oluşan stratejik geçiş
yolları üzerinde görülen bu jeopolitik boşluk alanları, hukuki smır,
stratejik Iıat, etkileşim alanları ve havzalarının girift şekilde birbir­
lerine geçtiği son derece dinam ik bir konjonktür ortaya çıkarm ış­
tır. Statik çift kutuplu bloklararası dengenin örttüğü stratejik h a t­
lar, kendi reel jeopolitik önem leri ile tekrar sahneye çıkarken, je o ­
kültürel, jeop olitik ve jeo ek o n o m ik ayrım çizgilerini barındıran bu
stratejik hatların uluslararası hukuk açısından geçerli sınırlar üze­
rinde yaptığı baskılar bölge-içi dengelerde fiili güç yapılanm aları­
nın, bölgelerarası etkileşim de ise küresel denge hesaplarının öne
çıktığı çatışm aları tırm andırm ıştır.
Kuzeyde Baltık D enizinden güneyde Adriyatik’e kadar inen ve
Soğuk Savaş süresince iki blokun yüzleşm e alanı ve sınırı olarak
görülen stratejik hat, Soğuk Savaş sonrası dönem de bir taraftan
klasik Kutsal R om a-G erm en dünya ile Slav Dünyası arasındaki jeo-
Je o p o litik T e o rile r: S oğuk S a v a ş S o n ra sı D ö n e m ve T ü rk iye

kültürel ayrım çizgisi, diğer taraftan Avrasya stepleri ile Avras­


ya'nın Atlantik ve Akdeniz istikam etindeki bir yarım adası şeklinde
uzanan Orta ve Batı Avrupa arasındaki jeopolitik ayrım çizgisi ol­
m a özelliği ile öne çıkm aya başlamıştır.
Bu tabiî seyir statik Soğuk Savaş dengelerinin ortaya çıkardığı
suni yapılanm aları tasfiye sürecine itmiştir. Evrensel muhtevalı
sosyalist ideolojinin birleştirici söylem ine rağm en Slav jeokültüıel-
1 hattı ile bütünleşem eyen Baltık cum huriyetlerinin SSC B’den ko­
puşları, iki ayrı ekonom ik sistem içinde kutuplaşan iki Alm an­
ya'nın çok da sancılı olmayan bir bütünleşm e sürecinden g eçm e­
leri, Çekoslovakya’daki Çek ve Slovak unsurların barışçı bir şekilde
ayrılmaları, Kutsal R om a-G erm en birikim ine ve Katolik inanç hat­
tına daha yakın bir tarihî birikim e sahip olan Polonya ve M acaris­
tan 'ın süratle Batı'ya doğru kayışlan ve en önem lisi Osm anlı Dev­
le ti’nin terk etm ek zorunda kaldığı alanlarda çokuluslu ve çok
inançlı bir yapıyı stratejik dengelerin elverdiği ölçüde ve bu hassas
sınırlar içinde yürütmeye çalışan Yugoslavya'nın son derece dra­
matik bir şekilde çözülm esi, küresel stratejik dengelerdeki radikal
değişim in yol açtığı jeopolitik boşluk alanlarının jeokültürel ve je o ­
ekonom ik faktörleri harekete geçirm esi ile söz konusu olmuştur.
Bu hareketlenm e ile cari uluslararası sınırların öngördüğü hukukî
alanlar anlam larını kaybetmiş ve reel jeopolitik, jeokültürel ve je o ­
ekonom ik unsurlar devreye girmiştir. Bu bölgesel jeopolitik boşluk
alanları en yoğun ve acı sonuçlarım Drava-Sava ekseni üzerinde
bulunan Bosna ve Morava-Vardar ekseni üzerinde bulunan Koso-
va’da göstermiştir.
Benzer bir durum Kuzey Kafkasya'dan başlayarak Doğu Ana­
dolu, Kuzey İran ve Irak üzerinden Basra Körfezi’ne inen kuşak
üzerinde görülmüştür. Tarih boyunca, M ezopotom ya havzasını bu­
yandan Kafkasya ve İran üzerinden Avrasya steplerine, diğer yan­
dan Akdeniz ve Körfez üzerinden sıcak denizlere bağlayan bu hat
Soğuk Savaş dönem inin statik stratejik dengesi ile birbirinden ko­
puk, parçalı küçük dilimlere bölünm üştü. Transkafkasya'mn SSCB
tarafm dan tümüyle ele geçirilm esine rağm en Doğu Anadolu’nun
ve İran D evrim ine kadar Kuzey İran’ın Batı Bloku içinde yer alm a­
sı, Avrasya kara gücünü Ortadoğu’nun jeoekonom ik kaynakların­
dan ve Rim land’in jeopolitik kuşağından ırakta tutmuştu. Öte yan­
S tra te jik D erin lik

dan, Irak ve Suriye'nin Soğuk Savaş süresince daha çok Doğu Blo-
kuna yakın bir tavır sergilem esi de, Batı Blokunun bu stratejik ku­
şağı tüm üyle denetim i altına alm asını engellem işti. Soğuk Savaş
dönem inde Kafkasya’yı Doğu Anadolu'dan ayıran SSCB-Türkiye
sınırının aynı zam anda bloklararası bir sınır olması, Kafkasya’yı
Doğu Anadolu ve M ezopotam ya havzalarından ayıran bir etki
yapmıştı.
İki önem li olay bu stratejik kuşağı suni şekilde birbirind en ko­
paran statik bölünm eyi derinden etkileyen sonuçlar doğurm uş­
tur. Bunlardan birincisi İran Devrimi'dir ki, bu devrim Batı Bloku­
nun bu stratejik hat üzerindeki bağlantılarım olum suz yönde et­
kilem iş ve yol açtığı İran-Irak Savaşıyla küresel statik yapıya aykı­
rı bir bölgesel güç m ücadelesini başlatm ıştır. Böylece stratejik ku­
şağın parçalanm ış hatları arasındaki çelişkiler kaçınılm az bir şe­
kilde ortaya çıkmaya başlam ıştır. İra n ’ın devrim ile tehdit ettiği
bölgesel statüyü sürdürm ek üzere o dönem e kadar düşm an ola­
rak gördüğü Batı Blokundan da destek bulan Irak’m Soğuk Sava­
şın sonuna doğru Kuveyt’i işgale yönelm esi de bu stratejik çelişki­
lerin bir sonucudur.
Kafkaslardan Körfez'e ve Akdeniz’e inen stratejik kuşak üzerin­
deki ikinci Önemli etki SSC B ’nin dağılması iîe birlikte oluşan je ­
opolitik güç boşluğu üzerindeki tabiî bağlantıların etkileşim süre­
cine girmeleri ile sözkonusu olmuştur. Bölgesel güçlerin bu jeo p o ­
litik boşluk alanım ani ham lelerle doldurarak güç temerküzüne
yönelm eleri Kuzey Kafkasya'dan Körfez'e inen hat üzerinde ulus­
lararası hukukça tanınm ış sınırlar ile defacto güç oluşumları ara­
sındaki farklılaşm anın artm asına ve füîî durumlarla belirlenen
statülerin doğm asına yol açmıştır.
Bu çerçevede Ç eçenistan'm kendi için d e bağım sız bir güç oluş­
turm asına rağm en uluslararası tanınm adan yoksun kalm ası sonu­
cunda tanım ı güç bir siyasî ünite haline dönüşm esi, D ağıstan'ın
bazı bölgelerinde oluşan fiilî otonom güç alanları, Gürcistan sınır­
ları içinde görülen Abhazya'mn bu ülke ile olan ilişkilerinin m ini­
mal bir düzeye inm esi, Azerbaycan’ın uluslararası hukukça tanı­
nan topraklarının yaklaşık yüzde yirm isinin fiilen Erm enistan iş­
gali altında bulunm ası, Türkiye-Irak sınırının anlam ım önem li öl­
çüde kaybetm eye başlam ası, Irak’ın fiilî denetim açısından üçe
Je o p o litik T e o ıile r: S oğ u k S a v a ş S o n ra s ı D ö n e m ve T ü rk iy e

bölünm esine rağm en h âlâ tek bir ünite olarak varlığını idam e e t­
tirm esi bu çelişkilerin kuzeyden güneye yayılan çarpıcı m isallerini
oluşturmaktadır. Kafkas petrolleri, Doğu A nadolu’nun su ve tarım
potansiyeli, Kerkük ve Kuveyt petrol havzalarından oluşan jeo ek o ­
nom ik hattın stratejik açıdan taşıdığı olağanüstü önem bu b elir­
sizliklerin ve sm ır-hat uyuşmazlıklarının sürm esine zem in hazır­
lamaktadır. Büyük güçlerin bu hassas bölgeye yönelik politikala­
rındaki dönem sel farklılaşm alar ve bölgesel güçlerin tarihî veriler­
le de desteklenen güç m ücadeleleri Soğuk Savaş sonrası ortaya çı­
kan bu jeopolitik boşluk alanım bölgesel ve küresel bir potansiyel
bunalım odağı yapmaktadır.
T icarete dayalı deniz gücü ile Avrasya kara gücü arasındaki re­
kabetin odaklandığı Rim land kuşağı üzerindeki üçüncü önem li
stratejik boşluk alanı Orta Asya ve Orta Asya’nın denizlere açıld ı­
ğı güney kanat bölgelerinde ortaya çıkmıştır. 19. Yüzyıl söm ürge
rekabetinin yol açtığı Büyük Oyun’un stratejik sah nesi olan bu
bölge, o günden bugüne, ticarete dayalı deniz gücü ile Avrasya ka­
ra gücü arasında, Afganistan’ın tam pon rolü oynadığı, etki alan la­
rım belirleyen bir ayrım hattı konum unu sürdürmüştür. 19. Yüz­
yıl İn g iliz-R u s rekabeti ile Soğuk Savaş dönem indeki Am erikan-
Sovyet rekabeti arasındaki en tem el süreklilik unsurlarından b iri­
si Orta Asya’nın güney bağlantı kanadının üstlendiği bu rol o l­
muştur.
Soğuk Savaşı bitiren nihaî ham leler de karşılıklı etki alanları­
nın geçiş bölgelerini ve düğüm noktalarını barındıran Afganistan
üzerinde yapılmıştır. Orta Asya’dan Hint havzasına ve açık deniz­
lere inen en önem li geçitlerin (Hayber, Khojak, Gomal) ve Orta As­
ya, Hint ve Çin arasındaki en stratejik koridor olan W akhan Kori­
dorunun bulunduğu Afganistan’ın Sovyetlerce işgali kaçınılm az
bir süreci başlatm ıştır. Büyük İskend er’in farklı m edeniyet havza­
larını birleştiren büyük yürüyüşünün, Orta Asya’n ın dinam ik b iri­
kimini H indistan’a taşıyarak Hint m edeniyet havzasında önem li
medeniyet dönüşüm lerine yol açan Gazneli Sultan M ahm ud’un
ve Tim ur’un seferlerinin, 19. yüzyılda iki büyük kara ve deniz im ­
paratorluğunun yüzleştiği Büyük Oyun'un kader akışını belirleyen
Afganistan çift kutuplu süper güç rekabetinin de sonucunu tesbit
S tratejik D erinlik

Bu stratejik kuşağın düğüm noktalarını barındıran Afganis­


ta n ’ın Sovyetlerce işgali bu kuşak üzerindeki hassas stratejik d en ­
geyi bozduğu için karşılıklı ham lelerle yürütülen stratejik m ü ca ­
deleyi tırm andırm ıştır. Yaklaşık on yıl süren bölgesel ölçekli stra­
tejik m ü cad elenin yürütüldüğü kuşağın kendine has Özellikleri
Kore, Küba ve V ietnam örneklerinde olduğu gibi iki tarafın da ta t­
m in olduğu yeni bir stratejik denge ile sonuçlanm am ası çift ku­
tuplu stratejik bilek güreşinin bir taraf aleyhine noktalanm asını
kaçınılm az kılmıştır.
Bu hassas kuşak üzerindeki stratejik m ücadele bölge sınırları­
nın ötesinde sonuçlar doğurmuştur, Orta Asya'nın güney kanadı
üzerindeki m ücadeleyi kaybeden SSCB sadece bu stratejik kuşak
ile ilgili mevziî bir gerileme ile değil, küresel ölçekli bir daralm a ve
küçülm e olgusu ile karşı karşıya kalmıştır. SSC B'nin küresel ölçek­
li daralması ve sonunda çözülerek Avrasya kara gücü olm a niteliği­
ni önem li ölçüde zaafa uğratması kuzey-güney hattında Avrasya iç
steplerini Hint Okyanusuna bağlayan, doğu-batı istikam etinde de
Çin'i Ortadoğu’ya irtibatlandıran stratejik kuşak üzerinde ikili stra­
tejik dengeyi bozmuştur. Bu çerçevede tarihî İpek Yolu'nun bölge­
sel güçleri karşılıklı etkileşim içine sokan havza dinam ikleri devre­
ye girmiş ve çift kutuplu statik dengenin baskısının kalktığı alan­
larda yeni bir stratejik boşluk alanının doğm asına yol açm ıştır.
Bölgesel stratejik boşluk alanlarının ortaya çıkışı bu bölgede
de uluslararası hukukça geçerli sınırlar ile küresel ve bölgesel güç­
lerin çıkar alanı tanım lam aları arasındaki farklılaşm ayı tırm and ır­
mıştır. Orta Asya ülkelerinin bağım sızlıklarını kazanm asıyla b ö l­
geden hukuken çekilm ek zorunda kalan Rusya’nın Afganistan-Ta-
cikistan sınırının hâlâ Rus çıkar sınırı olduğunu ilan ederek Taci­
k istan’daki iç savaşa m üdahele etm esi, bölgede m erkezî bir güç
olarak sivrilen Ö zbekistan'ın gerek Tacikistan gerekse Afganis­
ta n ’da süren iç m ücadelelere dönem sel etkilerde bulunm ası, çift
kutuplu küresel m ücadelenin üzerindeki baskısını atan Afganis­
ta n ’ın bu kez de süper güçlerin etkileri dışında başta Pakistan,
İran ve Hindistan olm ak üzere bölgesel güçlerin m ücadele alanı
haline gelm esi, bölgedeki önem li geçitlerden biri olan M intaka
Geçidini elinde tutan Çin'in gündem e getirdiği Karakurum otoyo­
lu ile bölgeye yönelik stratejik bir etki alanı kurm a çabası, bölge­
nin stratejik üçgeninin m erkezinde yer alan Keşmir üzerindeki
Je o p o litik T e o rile r: S oğuk S a v a ş S o n ra sı D ö n e m ve T ü rk iye

m ücadelenin artm ası, H indistan'ın Keşmir, Çin'in Doğu Türkistan


üzerindeki denetim lerini artırm ak için bu bölgelere yönelik baskı­
lan artırm aları, ortaya çıkan stratejik boşluğun yol açtığı sınır-hat
çelişkilerinin ürünüdür. Büyük ve bölgesel güçler arasında Orta
Asya’n ın zengin jeoekonom ik kaynakları ve bu kaynakların akta­
rım yolları üzerinde süren kıyasıya m ücadele stratejik boşluk
alanlarının doğurduğu kaotik durumu daha da karm aşıklaştırarak
iç savaşların, bölgesel gerginliklerin ve stratejik m ücadelenin tak ­
tik m anevralarla tırm an dirildiği çatışm a odaklarının yaygınlaş­
m asına yol açmaktadır.
Özetle görüldüğü gibi, çift kutuplu yapıya dayalı Soğuk Savaş
dengesinin ortadan kalkması doğu-batı istikam etindeki Rimland
kuşağının kuzey-güney geçiş ve bağlantı yollan üzerinde yayılan
geniş jeopolitik ve jeoekonom ik boşluk alanları doğurmuştur. S o ­
ğuk Savaş sonrası dönem de jeopolitiğin artan bir önem le tekrar
gündem e gelm esi ortaya çıkan bu stratejik boşluk alanları ile doğ­
rudan ilgilidir. Bu jeopolitik boşluk alanları bu kuşağın en Önemli
halkalarından birini oluşturan Anadolu yarım adasında bulunan
Türkiye'yi yakından ilgilendirmiş ve tem el küresel ve bölgesel stra­
tejik tercihlerinde kaçınılm az etkiler yapmıştır.
Konvansiyonel taktik m ücadele ve bu m ücadelenin öne çıkardı­
ğı jeopolitik dengeler Soğuk Savaş sonrası dönem in güçler denge­
sine dayalı dinamik şartlarında yeni unsurlarla birlikte tekrar gün­
deme gelmektedir. Bu da, nükleer teknolojinin getirdiği yenilikler­
le önem ini kaybettiği düşünülen jeopolitiğin yeniden ve daha güç­
lü bir şekilde uluslararası ilişkilere ve dengelere ağırlığını koym ası­
na yol açmaktadır. Jeopolitik, küresel dengelerle bölgesel etkileşim
alanları arasındaki bağımlılık ilişkisinin artm asına paralel olarak,
artan bir önem kazanmaktadır. Jeopolitik ile jeoekonom i ve jeokül-
tür arasındaki irtibatlar bu alanların etkileşimine dayalı yaklaşım ­
ların uluslararası ilişkileri etkileme gücünü pekiştirmektedir.

IV. Türkiye’nin Jeopolitik Yapısının


Yeniden Yorumlanması

Türkiye’n in uluslararası önem inin vurgulandığı resmî, gayri-


resm î her toplantı ya da konuşm ada Türkiye’nin jeop olitik konu-
m ı m o a t ı f ı/oı-Hır R n c i h î r l î V p l îm p T ı i r k i vp'nin en önem li m üzake-
S tratejik D erinlik

ıe kozu olarak sürekli ileri sürülegelmiştir. Ancak, Türkiye’nin je ­


opolitiği değişik dönem lerde farklı açılardan önem taşıdığı halde,
bu değişmeler yeterince dinam ik bir tarzda yeniden yorum lan­
madığı için statik bir jeopolitik görüşün dar kalıpları içinde kalın ­
maktadır.
Bir ülkenin coğrafyası sabit bir faktördür. Fakat bu coğrafyanın
belirlediği jeopolitiğin diplomatik boyutu uluslararası güç denge­
lerindeki değişikliklere göre yeniden yorum lanm ası ve ayarlanm a­
sı gereken dinamik bir değişkendir. Bu dinam izm e ayak uydura­
mayan yaklaşımlar jeopolitik avantajların önceliklerini ortaya
koyma becerisini gösterem edikleri için kimi zam an bu avantajla­
rın dezavantajlara dönüşm esine yol açarlar.
Türkiye jeopolitik açıdan kara ve deniz güç m erkezlerinin do-
ğu-batı ve kuzey-güney doğrultusundaki hakimiyet alanı m ücade­
lelerinin ve geçiş bölgelerinin merkezî konum unda bulunm akta­
dır. Kuzey-güney doğrultusunda Avrasya merkez kara kütlesini sı­
cak denizlere ve Afrika'ya bağlayan iki önem li kara geçiş bölgesi
(Balkanlar ve Kafkaslar) ve bir deniz geçiş bölgesi (Boğazlar) Tür­
kiye’de kesişm ekte ve bu bölgeleri jeoekonom ik kaynak m erkezle­
ri olan Ortadoğu ve Hazar bölgesine bağlamaktadır. D oğu-batı
doğrultusunda ise Anadolu yarımadası, Avrasya anakıtasım kuşa­
tan stratejik yarımadalar kuşağının en Önemli halkasıdır.
Kısaca özetlediğimiz bu jeopolitik Özellikler tarih boyunca
önem li olagelmiştir. Bunun içindir ki kavimler göçünün en Önem­
li düğüm bölgelerinden biri olan Anadolu yarım adası sürekli ola­
rak bir siyasî güç merkezi olmaya aday olmuştur. İstanbul m erkez­
li' Anadolu/Balkan ekseninin başka bir siyasî güç m erkezine edil­
gen/çevre unsur olduğu dönem ler istisnadır.
Bu coğrafî ve tarihî faktörlere rağm en jeopolitiğin uluslararası
önem i onu kullanan diplomatik geleneğin birikim ve dehasına b a ­
ğımlı olagelmiştir. Türkiye bu jeopolitik faktörü Soğuk Savaş b o ­
yunca son derece statik bir çerçevede çevre unsuru olmayı kabul­
lendiği bir ittifak bloku nezdinde itibarını ve pazarlık gücünü artı­
ran bir koz olarak kullanmaya çalışmıştır. II. Dünya Savaşından
sonra Sovyet tehdidine karşı Batı Blokunun güvenlik şem siyesine
ihtiyaç hisseden Türk hâriciyesi, jeopolitik avantajlarını, bu gü­
venlik sem sivesi m u k a h ilin d e önemli b ir H in ln m atik Hpöpr n larak
Je o p o litik T e o rile r: S oğuk S a v a ş S o n ra sı D ö n e m ve T ü rk iye

gündem de tutm aya gayret etmiştir. Özelde ABD'niıı, genelde de


NATO’nun bu güvenlik şem siyesi ile ilgili vecibelerini göz ardı e t­
tiği veya Türkiye’nin başka alanlardaki pazarlık gücünün zayıfladı­
ğı dönem lerde Türkiye'nin en önem li kozu olarak m üzakere m asa­
sına konan jeopolitik konum, dünyaya açılım stratejisinin bir pa­
ram etresi olm aktan çok statükoyu m üdafaa stratejisinin bir aracı
olarak görülmüştür.
Soğuk Savaş param etrelerinin yok olduğu yeni uluslararası
çevre içinde Türkiye jeopolitiğinin rolü de yeniden yorum lanm ak
zorundadır. Ö ncelikle bu rol geçm işin statükoyu m uhafaza strate­
jisi aşılarak değerlendirilmelidir. Küresel ve bölgesel dengelerin
dinam ik şekilde değiştiği bir dönem de jeopolitiği statükoyu koru­
m ak için kullanmak, zam anla jeopolitik avantajların kullanılam az
hale gelm esine yol açar. Jeopolitik konum başlıbaşına bir değer
değildir. Jeopolitik konum bu konum a uygun bir tarzda ortaya ko­
nan bir dış politika stratejisinin etkin aracı olm ası halinde değer
kazanır. Bu anlam da Türkiye jeopolitiğinin dış politika stratejisi
içindeki yerini yeniden yorum lam ak ve uluslararası çevre içinde
yeni bir anlam kazandırm ak zorundayız.
Bu konudaki en önem li değişim jeopolitik konum a yaklaşımda
söz konusu olmalıdır. Jeopolitik konum artık sınırları müdafaa
dürtüsünün yönlendirdiği bir statükoyu m uhafaza stratejisinin
aracı olarak görülmemelidir. Aksine, bu jeopolitik konum kade­
m eli bir şekilde dünyaya açılm anın ve bölgesel etkinliği küresel et­
kinliğe dönüştürm enin bir aracı olarak görülmelidir. Sınırlara da­
yalı yerel etkinlikten kıtasal ve küresel etkinliğe yönelm enin ö n ce ­
likli şartı jeopolitiğin uluslararası ekonomik, siyasî ve güvenlik iliş­
kilerinde dinamik bir çerçeve içinde kullanılm asına bağlıdır.
. Bu dinam izm in yoğun tem posu yerine statükoculuğun rahatı­
nı tercih eden bir dış politika geleneği bırakın jeopolitiği küresel
etkinliğe dönüştürm eyi cari sınırları bile m uhafaza edem eyecek­
tir. M esela Soğuk Savaş dönem inde Türkiye'nin bütünlüğünü
SSC B ’nin sıcak denizlere inm esinin önünde bir engel olarak gören
kimi m üttefikler için bu jeopolitik konum un m uhafazası önem li
iken, aynı m üttefikler değişen şartlar içinde bugün O rtadoğu’da
Türkiye’nin su-petrol dengesine dayalı jeoekon om ik etkinliğini
Stratejik D erinlik

uluslararası hukuk içinde görülmeyen fakat reel olarak kendini


hissettiren yeni etki alanlarının oluşm asını isteyebilirler.
jeopolitik ile ilgili bu yeni yaklaşım Türkiye'nin siyasî, ek o n o ­
mik ve güvenlik ile ilgili tem el uluslararası param etrelerini de
doğrudan etkileyecektir. Türkiye'nin gelecek yüzyıla yönelik dış
politika stratejisi güç m erkezleri ile ilişkilerin alternatifli tarzda
yeniden düzenlenm esi ve uzun dönem li kültürel, ekonom ik ve si­
yasî bağların sağlamlaştırıldı ğı bir hinterland oluşturulm ası şek­
linde özetlenebilir.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye bu dış politika stratejisini ileri­
de uluslararası çevreye kademeli bir tarzda açılabilm ek için kulla­
nabileceği üç önem li jeopolitik etki alanı içinde taktik önceliklere
dayandırmak zarureti ile karşı karşıyadır:
1. Yakın kara havzası: Balkanlar - Ortadoğu - Kafkaslar
2. Yakın deniz havzası: Karadeniz - Adriyatik - Doğu Akdeniz -
Kızıldeniz - Körfez - Hazar Denizi
3. Yakın kıta havzası: Avrupa - Kuzey Afrika - Güney Asya - Or­
ta ve Doğu Asya

İçiçe geçen dairevî kuşaklardan oluşan bu havzalar Türkiye'nin


bölgesel etki alanlarının ( hinterland) kademeli bir tarzda genişle­
tilerek uluslararası küresel konum unun güçlendirilm esi hedefine
yönelik dış politika stratejisinin jeopolitik temelidir. Türkiye ancak
bu jeopolitik kuşaklar arasındaki geçişkenliği ve karşılıklı bağım lı­
lığı iyi değerleııdirebilen ve bunu iç siyasî kültür İle bütünleştirebi­
len bir yenilenm e içine girerse uluslararası sistem in edilgen/çevre
unsuru olmak konum undan kurtulabilir. Aksi takdirde bugünkü
siyasî elit ülke jeopolitiğini başka siyasî güç m erkezlerinin stratejik
düzenlem elerinin taktik faktörü olarak görmeye devam ederse
hem bu jeopolitik kuşaklar üzerindeki itibarını kaybedecek, hem
de kendi iç bütünlüğünü bile koruyamayan bir statükoya bağım lı
olacaktır. Bu havzaların ekonomik, kültürel ve siyasî param etreler
açısından iç özelliklerini ve karşılıklı bağımlılık ilişkilerini yeni bir
jeopolitik teori çerçevesi içinde ele almak gerekmektedir.
2. Bölüm

Yakın Kara Havzası


I Balkanlar-Ortadoğu-Kafkaslar

Türkiye’nin yakın kara havzası, kara sınırlarının doğrudan irti­


bat halinde olduğu üç bölgeyi kapsamaktadır: Balkanlar, O rtado­
ğu ve Kafkaslar. Bu bölge tanım lam alarının objektif jeopolitik, je ­
oekonom ik ve jeokültürel nitelilderinin iç tutarlılığı ayrıca in ce­
len m esi gereken bir konu olmakla birlikte, bugün uluslararası iliş­
kiler literatüründeki kullanımları açısından ele alındığında, B al­
kanlar ve Kafkaslar Avrasya anakıtasım n kuzey-güney istikam etin­
deki iki Önemli geçiş bölgesini oluşturmakta; Ortadoğu ise Hint
Yarımadasının batısından başlayan Güney-Batı Asya’nın Kuzey
Afrika ile kesişim alanı için kullanılmaktadır.
Türkiye gerek tarihî birikim i, gerek coğrafi konum u itibariyle
bu yakın havzanın ayrılmaz bir parçasıdır. Türkiye’nin dış politi­
kasını doğrudan etkileyen tem el m eseleler de, bu politikayı şekil­
lendiren ana unsurlar da bu yakın kara havzasındaki oluşum ve
gelişm elerin tabiî neticeleridir. Türkiye daha önceki dönem lerde
olduğu gibi Batı Avrupa ile bütünleşm e ve bölge ötesi ittifak ilişki­
lerinin cazibesiyle bu yakın havza ile yabancılaşm a h atasın a düş-
m em elidir. Unutulm am alıdır ki, Türkiye’nin uluslararası konum
içindeki siyasî, ekonom ik ve kültürel ağırlığı bu havzada sahip ol­
duğu etkinliğe ve perform ansa bağlı olm aya devam edecektir.
Türkiye’n in iç bütünlüğü dahi bu havza içindeki faktörlerle doğ­
rudan ilgilidir. Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu'daki gelişm eler
üzerinde etkili olam ayan bir Anadolu ülkesi n e bu hassas jeo p o li­
tik alan üzerinde bütünlüğünü m uhafaza edebilir, n e de dünyaya
açılabilir.
I s tra te jik D erinlik

I. Tarihî/Jeopolitik Zorunluluklar ve Balkanlar

Avrasya anakıtasım n steplerden Akdeniz’e in en tem el kuşağını


oluşturm ak açısından jeopolitik, Doğu ile B a tıy ı ayıran bölge ola­
rak görülm esi açısından ise jeokültürel bir önem taşıyan B alkan ­
lar, 20. yüzyıl boyunca uluslararası ilişkilerin tem el bu nalım b ölge­
lerinden birisi olmuştur. Bu asrın başında, insanoğlunun o güne
kadar görmediği çapta bir cihan savaşı bu bölgede atılan bir kur­
şunla başlam ıştı. Asrın sonunda ise Soğuk Savaşın bitişiyle yaşa­
nan en yoğun çatışm alar da bu bölgede görüldü. Bölgenin h assas
jeokültürel ve jeopolitik ayrım hatları uluslararası ilişkilerde yaşa­
nan bunalım ların bölgeye doğrudan ve en sert şekilde yansım ası
sonucunu doğurmuştur.
Balkanlar, asrın başında uluslararası ilişkileri yönlendiren b ü ­
yük güçler için Batı söm ürgeciliği karşısında gittikçe güçsüzleşen
bir direnişin siyasî m erkezi konum unda olan O sm anlı D evleti’nin
Avrupa’dan tasfiyesi açısından özel bir ön em taşıyordu. Balkan S a ­
vaşı ile Osmanlı D evleti'nin Avrupa topraklarından -Doğu Trakya
hariç- tasfiyesi gerçekleştirilm iş, I. Dünya Savaşı sonrasında ulus­
lararası siyaset ve hukuk açısından da n ih aî tasfiyesi tam am lan ­
mıştır. Seksenli yıllarda Bulgaristan’da yaşanan baskılar esnasında
kalem e aldığımız bir m akalede de vurguladığımız gib i1, asrın so­
nuna geldiğimizde Balkan m eselesinin bütün karm aşıklığıyla te k ­
rar gündem e gelişi şu soruyu da son derece anlam lı kılm aktadır:
“O sm anlı D evleti'nin tasfiyesi daha tam am lanm ad ı m ı?”
Siyasî tabirlerin ortaya çıkışı bazen siyasî olayların gelişm esin ­
den daha önem li ipuçları verebilir. 19. Yüzyıla kadar O sm anlı’m n
Avrupa toprakları için Avrupalılar European Turkey, Turkey â ’Euro-
pe, Turkey in Europe (Avrupa Türkiyesi, Avrupa'daki Türkiye) vb. ta ­
birler kullanırken O sm anlı D evleti Aurupa-i Osmanî ve Rumelî-i
Şâhâne gibi isim leri tercih ediyordu. Bu dönem d en itibaren siyasî
gelişm elere paralel olarak Türk ve M üslüm an im ajlarını silecek y e­
ni bir isim lendirm e gerekiyordu ki, bundan sonra sürekli olarak
bunalım ve krizle özdeş hale gelecek iki tabir birden bu bölge için
kullanılm aya başlandı: Balkanlar ve Ortadoğu (veya Yakın Doğu).
a ran

I A h m et D avutoğlu , “B alkan lar ya d a T a m a m la n m a m ış Bir Tasfiye" İslâm, T em ­


m u z 1 9 8 9 , Yıl 6, Sayı 71, s. 3 2 -3 3 .
Yakın K ara H avzası

“Balkanlar” ve “Balkan Yarımadası” tabirleri siyasî literatürde


ilk olarak 1808’de Alman coğrafyacı A. Zeune tarafından kullanıl­
dı.2 19. Yüzyılın ortalarına doğru (1835) D. Omalins d’Halloy Hazar
Türklerinden alındığı rivayet edilen Balkan tabirini de yetersiz b u ­
larak İslav-Yunan (Slovogreece) tabirini kullanmayı tercih etmiş,
K. Ritter ise doğrudan CHalbinsel Griechenland) Yunan Yarım adası
demiştir. Fischer ve Wagner gibi bazı Alman araştırm acıların ilk
defa 1863’de AvusturyalI konsolos I.G. von Hahn tarafından kulla­
nılm ış olan Güney-doğu Avrupa yarım adası (Südosteuropaische
Halbinsel) tabirini geliştirerek yarımadayı Avrupa ismi ile doğru­
dan ilişkilendirm elerinin Avrupalı büyük devletlerin bölgeye yö­
nelik ilgilerinin yoğunlaşm aya başladığı bir dönem de ortaya çık ­
m ası kesinlikle bir tesadüf değildir,3 Yugoslavya coğrafyacısı Cvi-
ji c ’in bölgenin Avrupa'daki Türkiye gibi tabirlerle herhangi bir şe ­
kilde Türk adıyla özdeşleşm esini “çirkin bir şehad et”4 olarak d e­
ğerlendirip Balkan tabirinin kullanılm ası gerektiğini söylem esi de
bu konuda ilginç bir “şehadet’’tir.
19. Yüzyılın sonlarından itibaren birçok siyaset bilim ci ve sey­
yahın Ortadoğu tabirini özellikle Balkanları kastederek kullanm a­
ları5 bu kavramın coğrafî olm aktan çok kültürel bir zıtlığı ve ayrı­
m ı ifade etm esi açısından Önemlidir. D aha sonra Ortadoğu tab iri­
n in kullanım ı M üslüm anların hakim iyet sahalarının daralm asına
paralel bir değişiklik geçirecek ve D oğu-Batı, M üslüm an-H risti-
yan ayrım larım da yansıtan jeokültürel nitelikli bir kavram halini
alacaktır.
Ortadoğu ve Yakın Doğu kavramları, bu açıdan objektif bir co ğ ­
rafî kavram olm aktan çok Avrupa-merkezli sü bjektif unsurlar b a ­
rındıran jeokültürel bir ayrım kavramıdır. Bu sebepledir ki, gerek
Ortadoğu gerekse Yakın Doğu kavramlarının ihtiva ettiği alan de-
BRB

2 Z eune, A., Versuch einer Wissenschaftlicher Erdbeschreibung, B erlin 1808. Bu


isim d ah a ö n ce 1757 tarihli R obert ve V augondy’nin Grand Atlas'ında da yer al­
m ıştı. Bkz. C arter. E , “in tro d u ctio n to th e Balkan Scen e”, An Historical Geog-
rcıhpy o f the Balkans, L o n d ra 1977, s. 7.
3 Fischer, T., "Di e S ü d o ste u ro p a isch e H alb in sel”, a.g.e., s. 8.
4 Cvijic, I., Le Peninsu la Balkanique, Paris 1918, s. 2; C arter, a.g.e., s. 7.
5 D avison, H .,"W h e re is th e M iddle E a s t”, Foreign AJfairs, July 1960 ve bir örn ek
Stratejik D erinlik

gişen konjonktüre göre yeni nitelikler kazanm ıştır. Batı siyasetçile­


ri ve araştırm acıları bıı kavramın sınırlarını Osmanlı D evleti’nin
gerilem esine uygun bir tarzda yeniden tanım lam ışlardır.6
Balkan yarımadası kavramı ile bu bölge için Türk ve Müslüman
im ajlarından arındırılmış yeni bir kimlik tesbit edilirken, Ortado­
ğu kavramı ile Batı ile Doğu arasında oynak bir siyasî hattın sınır­
ları belirlenm iş oluyordu. Bulgaristan’da seksenli yıllarda tek tek
kişiler düzeyine kadar inmiş bulunan isim değiştirme operasyo­
nunun küresel düzlemdeki ilk habercileri, Balkan ve Ortadoğu ta­
birlerinin siyaset literatürüne girmiş olmalarıdır.
Türkiye açısından Balkanlarda son on beş yıl içinde yaşanan
gelişm elerin ortaya çıkardığı diğer önemli bir sonuç da ülke içinde
gittikçe artan bir önem kazanan sosyo-politik ve sosyo-kültürel
kimlik m eselesinin uluslararası bir eksende kendini göstermeye
başlam ış olmasıdır. I. Dünya Savaşı sonunda yakın kara havzası
üzerindeki haklarından feragat ederek Anadolu'ya çekilm ek zo­
runda kalan Osmanlı D evleti’nin yıkıntıları üzerinde kurulan Tür­
kiye Cumhuriyeti, asrın sonunda Osm anlı Devleti’nin tasfiyesi ile
ortaya çıkan “siyası m erkez" boşluğunu doldurma zorunluluğu ile
karşı karşıya kalmıştır.
Bu zorunluluk, "O sm anlı D evleti’nin tasfiyesi daha tam am lan­
madı mı?” şeklindeki soruyu daha da bir anlam lı kılmaktadır. Evet,
uluslararası hukuk açısından Osmanlı Devleti tasfiye edilmiştir,
am a bu tasfiyenin yol açtığı jeopolitik ve jeokültürel boşluklar Bal­
kanlarda yeni çatışm a noktalarını beraberinde getirmiştir. Bosna
ve Kosova’d a yaşanan etnik kıyımlardan sonra gerek Boşnak ge­
rekse Arnavut unsurların birinci derecede başvurdukları ülkenin
Türkiye olması, tarihî bir zorunluluğun ve m esuliyetin kendini
önem li bir dış politika param etresi olarak dikte etm esinden başka
bir şey değildir.
Türkiye'nin Balkanlardaki siyasî etki tem eli Osm anlı bakiyesi
M üslüm an topluluklardır. G eçm iş dönem de bu toplulukları Türk
BSH

6 Selçuklu ve O sm anlIlar için Rum eli kavram ı d a b en zer bir jeokültürel özellik t a ­
şım aktadır. Selçuklular için A nadolu Rum eli iken, A n ad o lu 'n u n İslam laşm a sı
ve Türkleşm esi sü recin in ta m a m la n m a sın d a n son ra O sm anlı için bugünkü
B alkan lar Rum eli olarak an ılm ava başlan m ıştır.
Yakın K a ra H avzası

dış politikasının yükleri gibi görerek göç yoluyla Balkanları b o şalt­


m a politikasının yanlışlığı bugün açık bir tarzda ortaya çıkmıştır.
Türkiye şu anda Balkanlarda Osm anlı m irasına dayalı tarihî biriki­
min sağladığı önem li im kanlara sahip görünmektedir. Öncelikle
Türkiye'nin tabiî m üttefikleri konum unda olan M üslüm anların
çoğunlukta olduğu iki ülkede (Bosna ve Arnavutluk) bu ortak tari­
hî birikim i tabiî bir ittifak haline döndürm e iradesi ortaya çıkm ış­
tır. Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Sancak, Kosova ve Ro­
manya'daki Türk ve M üslüm an azınlıklar ise Türkiye’nin Balkan
politikasının önem li unsurlarıdır.
Türkiye’nin Balkanlardaki kısa ve orta dönem dış politikasının
iki önem li hedefi Bosna ve Arnavutluk'un istikrarlı bir yapı içinde
güçlendirilm eleri ve bölgedeki etnik azınlıkları güvenlik şem siyesi
altına alacak bir uluslararası hukuk zem ininin oluşturulmasıdır.
Bu hukukî zem in içinde Türkiye Balkanlardaki M üslüm an azınlık­
lar ile ilgili m eselelerde m üdahale etm e hakkını kazanacak bir ga­
ranti elde etm e hedefini sürekli gözetmelidir. Modern dönem deki
çarpıcı bir misal olarak Kıbrıs M üdahalesi böyle bir hukukî çe rçe ­
ve içinde meşru kılınabilmiştir.
Türkiye’nin Balkanlarda bu tür bir hak elde etm esi ancak ve a n ­
cak Türkiye'nin kültürel ve tarihî faktörleri de sürekli gözönünde
tutan aktif bir Balkan politikası izlemesi ile mümkün olabilir. Aksi
takdirde Fener Patrikhanesi aracılığıyla Türkiye'nin içindeki ufak
Rum azınlığı ile eküm enık iddialara kalkışan Yunanistan ve Bal-
kanlar-Kafkaslar çem berinde O rtodoks-Slav etkinliği kurm aya
kalkışan Rusya karşısında Türkiye sadece Balkanlar üzerindeki et­
kinliğini kaybetm ekle kalmayacak, aynı zam anda Boğazlar üzerin­
deki Rus ve Yunan iddiaları karşısında da dayanaksız kalacaktır.
Lozan’ın sağladığı garantilerin reelpolitiğin zorlam aları karşısında
ne derece etkin olduğu Ege adalarının silahlandırılm ası ile ortaya
çıkm ış bulunm aktadır.
Türkiye asrın başm dakine benzer yeni bir Balkan faciası ile
karşılaşm am ak için hem bölgedeki O sm anlı bakiyesi M üslüm an
toplum ların geleceklerini ilgilendiren m eselelerde aktif bir politi­
ka takip etmek, hem de bölge içi dengeleri ve bölge dışı faktörleri
etkin bir tarzda kullanarak bir Balkan Bloku karşısında yalnız kal­
m am aya özen gösterm ek zorundadır. Bölge dışı faktörler içinde
S tratejik D erin lik

bir taraftan Rusya-Almanya arasındaki dengeler yakînen izlenm e­


li, diğer taraftan da bölge içindeki yakın hakim iyet m erkezleri olan
Avrupa ve Rusya karşısında uzak güç m erkezleri konum undaki
ABD, Japonya ve Çin ile dengeleyici politikalar takip edilmelidir.
Başka bir deyişle Balkanların güvenliği Türkiye’nin batı sınırla­
rı doğrultusundaki güvenlik param etreleri ile gittikçe özdeşleş­
m ektedir. Soğuk Savaş dönem inde Doğu Trakya'da oluşturulan
güvenlik hattı, Balkanlar düzeyinde çok taraflı ve ikili güvenlik a n ­
laşm aları ile daha batıd a bir düzlem de gerçekleştirilm eye çalışıl­
malıdır. Bu açıdan bölge üzerindeki Rusya faktörünü dengeleye­
cek bölge içi ve bölge dışı güvenlik şem siyeleri oluşturm ak ve
özellikle Arnavutluk, B o sn a ve M akedonya’nın iç güvenliği ve
toprak bütünlüğünü garanti edici bir çerçeve plan hazırlam ak ka­
çınılm azdır.
Bu siyasî boyut dışında Balkanlarda Türk dış politikasının ek o ­
nom ik tem eli ulaşımdır. Bu çerçevede Balkanların Ortadoğu ve
Asya ile gerek kara gerekse deniz ulaşım ında etkin bir koordinas­
yon tem in edilm eli ve bu ulaşım yolları gerektiğinde h em işbirliği
hem de bir dış politika unsuru olarak devreye sokulmalıdır. İstan-
bul-Adriyatik, Îstanbul-Tuna hatlarını birleştirecek ortak projelere
yönelm ek suretiyle bölge içi ekonom ik ve siyasî oluşum larda m er­
kezî bir konum da bulunulmalıdır.

II. Asya’ya Açılan Kapı ve Kafkaslar

Tarih boyunca Avrasya'nın değişik bölgelerine yayılan kavim


göçlerinin en önem li kavşak noktalarından birini oluşturan ve bu
nedenle de göreceli olarak küçük bir alanda son derece karm aşık
bir etnik ve linguistik yapı barındıran Kafkaslar, Anadolu-Akdeniz
ve Step-Karadeniz nitelikli siyasî güçler arasındaki en önem li reka­
bet alanlarından birini oluşturmuştur. O sm anlı D evleti’nin derin­
likli ve koordineli kara ve deniz stratejisi ile Karadeniz’i bir iç deniz
h aline getirerek kuzey steplerine sarktığı dönem lerde iç alanlarda­
ki dağınıklığa rağm en istikrarlı bir bütünlük arzeden bu bölge,
Rusların kuzey-güney istikam etinde Karadeniz'e ulaşan su yolları­
nı denetim altına alm asından sonra yaklaşık iki yüz yıl süren bir
h alcim ivp f m ü c a d e le s in e sa h n e nlrrm stnr.
Yakın K ara H a v z a sı

Şeyh Ş aın il’in direnişinin kırılm asından sonra Güney Kafkas­


y a’ya in en Rus hakim iyet alanı 93 H arbi’yle Erzurum yaylasına
kadar uzanarak Anadolu’yu tehdit eder hale gelmiştir. Kâzım Ka-
rabekir’in Doğu O perasyonu ile Güney Kafkasya'da kurulan kısm î
dengeye rağm en Kafkaslar, Soğuk Savaşın sona erm esin e kadaı
Rus /Sovyet yayılım stratejisin in ana eksenlerinden birisi olagel­
miştir,
Türkiye'nin NATO’ya katılm asında önem li bir etken olan Kars,
Ardahan ve Boğazlara yönelik Rus talepleri aslında yukarıda b a h ­
settiğim iz tarihî rekabetin tabiî bir uzantısı niteliğindeydi. Bu ta ­
leplerin sonucunda Türkiye'nin NATO’ya girerek Soğuk Savaşın
Batı cephesind e yer alm ası Türk-Sovyet sınırını NATO-Varşova
Paktı sınırı haline dönüştürerek Kafkaslar ile Doğu Anadolu’nun
suni bir perde ile bölünm esine yol açm ıştır. Son eüi yıl içinde b ö l­
gede gözlenen istikrar bu suni perdenin oluşturduğu katı bir stra­
tejik dengenin ürünüydü.
Türk-Sovyet sınırındaki Sarp köyünün m erkezinde yer alan c a ­
miyi bile ikiye bölen bu suni stratejik sınırın Soğuk Savaş sonrası
dönem de ortadan kalkması, Kafkaslardaki iç dengeleri de, Türki­
ye'nin Kafkaslara bakış tarzım da doğrudan etkilemiştir. Kafkaslar­
daki ideolojik m eşruiyetle desteklenm iş Sovyet gücünün oluştur­
duğu fiilî güce dayalı dengenin örttüğü etnik, dinî ve linguistik
farklılıkların su yüzüne çıkm ası bir taraftan bölge-içi çatışm aları
tırm andırm ış, diğer taraftan da Rusya’nın bölgeye yönelik h esap ­
larında yeni unsurların devreye girm esine yol açm ıştır.
Soğuk Savaş sonrası dönem de Kafkasya'nın değişen uluslarara­
sı konumu üç ayrı düzlemde ele alınabilir: (i) Uluslararası küresel
dengelerdeki değişim ve bu değişimin bölge üzerindeki etkileri: (ii)
bölgeye doğrudan m üdahil olan Rusya, Türkiye, İran gibi ülkelerle
Hazar D enizine komşulukları dolayısıyla bölge dengeleri içinde
önem li konum a sahip Özbekistan, Kazakistan ve Türkm enistan'ı
da kapsayan bölgesel düzlem; (iii) bölgenin etnik ve dinî farklılaş­
m asını da içinde barındıran bölge-içi dengeler ve çelişkiler.
B irinci düzlemle ilgili unsurlar Soğuk Savaş sonrası dönem de
ciddi bir değişim gösterm iş bulunm aktadır. Çift kutuplu uluslara­
rası ilişkiler dengesinin en belirgin bir şekilde yansıdığı bölgeler­
den birisi olan Kafkasya’da Soğuk Savaş sonrası dönem de araların­
| S tratejik D erinlik

da ABD, İngiltere, Almanya ve Japonya gibi ülkelerin de bulundu­


ğu küresel güçlerin doğrudan müdahil olduğu bir konjonktür or­
taya çıkmıştır. Özellikle küresel ekonom i-politik rekabetin yönlen­
dirdiği bu yeni konjonktür çokuluslu şirketlerin de devreye girdiği
stratejik nitelikli doğal kaynakların aktarım m eselesine odaklan­
mış durumdadır. Dolayısıyla bu düzlemin kritik alanı tem elde je ­
oekonom ik bir nitelik arzetmektedir.
ikinci düzlemdeki rekabet hem bu küresek nitelikli rekabetin
yansım alarını barındırm akta, hem de bölgeye doğrudan müdahil.
büyük ve orta ölçekli bölgesel güçlerin jeopolitik ve diplomatik
m anevralarını kapsamaktadır. Rusya-Erm enistan, Türkiye-Azer-
baycan yakınlaşm aları İran ve G ürcistan’ı da değişik denge politi­
kaları izlem eye sevketmektedir. Türkiye-Gürcistan ve İran-E rm e­
nistan ilişkilerinde gözlenen gelişm eler bu açıdan ilginç bölgesel
denkiem ler oluşturm akta ve dinamik bir diplom atik süreci bera­
berinde getirmektedir. Bu ülkelerin Hazar ve Karadeniz ile ilgili
politikaları Kafkasya denklem ini Orta Asya, Ortadoğu ve Balkanla­
ra yayan sonuçlar doğurm akta ve kendine has bölgelerarası etkile­
şim alanları ortaya çıkarmaktadır. M esela Türk-îran ilişkilerinin
Ortadoğu daki seyri ve Türk-Rus ilişkilerinin Karadeniz ve Balkan­
lardaki seyri bu etkileşim alanlarından doğrudan etkilenmektedir.
Ü çüncü düzlemde yer alan bölge-içi çelişkiler sıcak çatışm a
noktalarını tırm andırm akta ve ikinci düzlemdeki aktörleri içine
çekebilecek boyutta risk aianîan oluşturmaktadır. M esela Güney
Kafkasya’daki Karabağ odaklı Azeri-Ermeni çatışm ası ve Kuzey
Kafkasya'daki Rus-Ç eçen çatışm ası doğrudan Türk-Rus ilişkileri­
nin denklem i içinde bir yere otururken, Abhazya'da 1993 yılında
tırm anan Gürcü-Abaza çatışm ası Türkiye-Gürcistan, Rusya-Gür-
cistan ilişkilerini doğrudan etkilemiştir. Son olarak 1999 b ah arın ­
da Kabarday-Çerkez otonom bölgesinde yapılan seçim lerin h e ­
m en bir Rus ve Türk lobi çatışm ası şekline dönüştürülm üş olması,
bu içiçe geçen denklem lerin son çarpıcı misalidir. Kafkaslardaki
çatışm alar bu süre içinde iki ana bölgede yoğunlaşm ıştır: Güney
Kafkasya’da Karabağ bunalım ının yol açtığı Azeri-Erm eni çatışm a­
sı ve Kuzey Kafkasya’d a ön ce Gürcü-Abaza, daha sonra Rus-Çeçen
çatışm aları ile tırm anan gerilim bölgeleri.
Yak ın K ara H avzası

Özellikle 1993 yılının nisan ayında yoğunlaşan Erm eni saldırı­


ları sonunda 3 Nisanda Kelbecer bölgesini ele geçirerek Dağlık Ka­
rabağ ile E rm enistan arasındaki bölgeyi denetim leri altm a alan
Erm eniler daha sonra askerî harekatım kuzeye ve güneye doğru
genişleterek Gürcistan-A zerbaycan ve tran-Azerbaycan sınırları­
na doğru ilerlem e kaydetmişlerdir. Bu çatışm alar sonucund a
Azerbaycan’ın yaklaşık beşte birinin Erm eni işgali altm a girmiş o l­
ması Türkiye’n in Soğuk Savaş sonrası dönem de karşı karşıya kal­
dığı en önem li stratejik kayıptır. Erm eni birlikleri karşısındaki ye­
nilgi Azerbaycan içinde de geniş çaplı iç karışıklıklara sebep ol­
muş ve Rus birliklerinden de destek gördüğü iddia edilen Albay
Suret H üseyinoğlu’nun 1993 yılının haziran ayında G en ce’de b a ş­
latarak Bakü üzerine yürüttüğü isyan neticesinde A zerbaycan’ın
seçim le işbaşına gelmiş cum hurbaşkanı Elçibey 20 haziranda b aş­
kenti terketm ek zorunda kalmıştır. İç savaşı engellem ek am acıyla
m eclis başkanlığına getirilen eski Politbüro üyesi Haydar Aliyev
zam anla ülke üzerindeki kontrolünü pekiştirerek Azerbaycan'ın
yeni lideri konum una gelmiştir. Bu gelişm elerden sonra Azerbay­
can m eclisi eylül ayında B D T ’ye geri dönm e kararı alm ış ve kasım
ayında Rusya Azebaycan ile Bakü petrolleri konusunda görüşm e­
leri hızlandırmıştır.
Aliyev daha sonraki yıllarda dengeleyici tedbirler alarak Türki­
ye’yi devrede tutan politikalar geliştirmeye özen gösterm işse de,
bölgedeki Rus-Erm eni yakınlaşması her an yeni stratejik hassasi­
yetler doğuracak niteliktedir. İran'ın bölgeye yönelik politikaları
da Türk-Azeri, Rus-Erm eni ilişkilerinde belirleyici ve dengeleyici
bir unsur olmaktadır. Bu da Kafkaslar ite Ortadoğu politikaları ara­
sındaki bağım lılık ilişkisini artırm akta ve Batı Asya ilişkilerinin iki
önem li ayağını birbirine bağlamaktadır.
Görüldüğü gibi Ermeni-Azeri çatışm ası sıradan bir sm ır an laş­
m azlığının ötesinde sonuçlar doğurm akta ve A zerbaycan’ın iç b ü ­
tünlüğünü ve istikrarını da doğrudan belirlem ektedir. Azerbaycan
Türkiye için genel olarak Kafkaslarda, özel olarak da Güney Kaf­
kasya’da en önem li stratejik müttefiktir. Bölgesel bağlantılar a çı­
sından bir m ukayese yapm ak gerekirse Kafkaslarda Azerbaycan.,
Balkanlarda ise Arnavutluk istikrarlı ve güçlü bir bölgesel konum
kazanm adıkça, Türkiye’nin her iki bölgedeki ağırlığım artırabilm e-
S tra te jik D erinlik

lik alanları içinde kalan Adriyatik ve Hazar’a yönelik politikalar ge­


liştirebilm esi de m üm kün olam az.
Türkiye genel özellikleri itibariyle Balkanlara benzeyen Kafkas­
larda da Soğuk Savaş sonrası dönem e gerek psikolojik, gerekse
diplom atik açıdan yeterince hazırlıklı girememiştir. Bu hazırlıksız­
lık Soğuk Savaş şartlanm aları ile yeni ortaya çıkan konjonktürün
getirdiği im kan patlam ası arasında bir intibak dönem i geçm esini
zorunlu kılmıştır. Bu zorunluluğun yol açtığı gecikm eler dinam ik
bir nitelik kazanan bölgesel dengelere yönelik politikalarda za­
m anlam a problem i doğurmuştur.
Bu gecikm enin farkına varıldığında ise Kafkaslar bir bütün ola­
rak yeni bir çerçeve içinde ele alınam am ış ve Kafkasya politikası
sadece A zeri-Erm eni Savaşı sınırları içinde ele alınmıştır. Azeri-Er­
m eni Savaşı genel Kafkaslar m eselesinin önem li bir parçasıdır ve
ancak bölgesel stratejinin ana çerçeveleri İçinde süreklilik ve tu ­
tarlılık arzeden bir çerçevede sağlıklı bir zem ine oturtulabilir.
gu nedenledir ki, öncelikle çok yönlü bir Kafkaslar politikası ta­
yin edilmek ve bu politika ile yakın kara havzasının diğer bölgele­
ri arasındaki bağlantılar kurulmak zorundadır. Unutulm am alıdır
ki, Kafkaslar, Doğu Anadolu ve Körfez-Doğu Akdeniz hattını kap­
sayan Kuzey Ortadoğu jeopolitik olarak; Azeri petrolü, Doğu Ana­
dolu’n un su kaynaklan ve Kuzey Irak petrolleri de jeoekonom ik
olarak bir bütünlük arzetmektedirler.
Bu jeopolitik ve jeoekonom ik hat üzerindeki gelişm eler b irb ir­
lerinden soyutlanamazlar. Dolayısıyla bu hat üzerinde Kuzey Kaf­
kas cum huriyetlerinden Körfez'e kadar uzanan kuşağı kapsayıcı
bir Batı Asya politikası geliştirilmesi zaruridir. Bu Batı Asya politi­
kası Türkiye’nin Orta-Asya ile ilişkilerini de sıhhatli bir tarzda dü­
zenleyebilm esinin tem el şartıdır. Bu bağlantılar arasındaki ilişkiler
üzerinde etkili olam ayan bir Türkiye ne iç ve dış güvenlik para­
m etreleri arasındaki ilişkileri farkedebilir, ne de ekonom ik güç ala­
nı oluşturacak kaynaklan verimli bir tarzda kullanabilir.
Soğuk Savaş dönem inin küresel kutuplaşm alardan kaynakla­
nan bölgesel suni ayrım çizgileri etkisini kaybettikçe Kafkaslar,
Doğu Anadolu ve Kuzey Irak arasındaki stratejik bağım lılık giderek
artm ış ve bu bölgeler üzerindeki stratejik çatışm anın yoğunlaşm a­
sına vol açmıştır. Zengin o etıo l alanlarını b a rın d ıra n Ra İdî vp Tfn.
Y akın K ara H avzası

zey Irak/Körfez petrol alanları ve bu iki alan arasında kalan O rta­


doğu’nun can damarları olan su bölgelerinin oluşturduğu GAP
ekonom ik alanı ekonomi/politik stratejisinin birbirine kaçınılm az
olarak bağım lı kıldığı bölgelerdir. Yakın bir gelecekte bu bölgeleri
birbirinden herhangi bir şekilde ayrı düşünm ek m üm kün olam a­
yacaktır, Jeoekonom ik açıdan Irak petrol boru hattı, Bakü petrol
boru hattı ve GAP projesi, gelecekleri bir diğerinin başarısına bağ­
lı. projelerdir.
Kafkasya, öte yandan, Karadeniz ve Tuna su yolu çerçevesinde
hem Balkanlar, hem Boğazlar hem de genel Avrasya stratejisinin
en önem li sütunlarından birini oluşturm aktadır. Türkiye’nin Ba-
kü-Ceyhan projesini devreye sokm aya çalıştığı günlerde Rusya'nın
bir taraftan Boğazları bir petrol yolu gibi kullanm aya yönelik tek­
lifleri, diğer taraftan da Bulgaristan-Yunanistan hattını gündem e
getirm iş olması, Kafkaslar-Karadeniz-Balkanlar arasındaki strate­
jik geçişkenlikleri ve iç bağımlılık ilişkilerini ortaya koymaktadır.

III. Kaçınılmaz bir Hinterland: Ortadoğu

M ekân tanım lam ası bakım ından Orta Asya, Batı Avrupa ve D o­
ğu Afrika gibi o bjek tif nitelikler taşım ayan Ortadoğu kavramı fizi­
kî coğrafya olarak kendi içinde tutarlı ve kullanım itibariyle farklı
bakış açılan için geçerli bir kriterler bütününe sahip değildir. Bu
kavram, kültürel, siyasî, stratejik ve ekonom ik çerçevelere göre de­
ğişen dönem sel ve bağlam sal özellikler taşımaktadır. Bu n ed en le­
dir ki, O rtadoğu’yu anlam lı bir bütünlük içinde tanım layabilm ek
için öncelikle jeokültürel, jeopolitik, jeoekonom ik ve jeostratejik
yaklaşım biçim inin belirlenm esi gerekmektedir.
Bu yönüyle gerek Ortadoğu gerekse bu kavram ın öncülü olan
Yakm Doğu kavramları paradigm a-kurucu değil, paradigm a-ba-
ğımlı kavram lardır ve farklı bakış açılan için de, farklı k onjonktür­
ler için de değişen tanım lam alara m aruz kalmaktadır. Herşeyden
ön ce bu kavram ların tanım ladığı bölgenin doğu olm ası da ve bu
doğunun orta ve yakın boyutlarım ihtiva etm esi de bu tan ım la­
mayı yapan öznenin coğrafî duruşuna göre değişebilm ektedir.
Batı Asya gibi nesnel bir coğrafi tanım lam a dünyanın değişik co ğ ­
rafî m e k â n la rın d a hıılunan' farH ı --------
S tra te jik D erinlik
/

taşırken, Ortadoğu ve Yakın Doğu kavramları bu bölgeyi kendisi­


nin batısınd a gören bir Çinli ve Hındli için n esn el bir anlam ta şı­
m am aktadır.
Bu kavramların batılı teorisyenler ve siyaset yapım cıları tara­
fından türetilişi, kullanım biçim i ve süreci de bu sübjektifliği yan­
sıtmaktadır. Balkanlar kavram ının doğuşunda da incelediğim iz gi­
bi Yakın Doğu kavram ının siyasî ve coğrafî bir kavram olarak kul­
lanılm aya başlanm ası objektif fizikî coğrafya özelliklerinden çok,
kültürel sübjektivite barındıran jeokültürel hat ayrımına dayan­
maktadır. Ortadoğu kavramı ise ilk defa jeopolitikçi M ahan tara­
fından Arabistan ile Hind yarım adaları arasında kalan ve deniz
stratejisi için büyük önem taşıyan bölge için kullanılmıştır. Bugün­
kü İran körfezi merkezli olan bu bölge tanım lam ası da fizikî özel­
liklerden çok stratejik Özelliklere dayandırılmıştır. Bu kavram daha
sonra yine stratejik nitelikli olarak f. Dünya Savaşı esnasında O rta­
doğu Kumandanlığı (Middle East Command) şeklinde kullanılmış
ve bu çerçevede yaygınlık kazanm ıştır.7
Dolayısıyla bu kavramın tanım lanm ası kavramın muhtevasını
belirleyen jeokültürel, jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonom ik çer­
çevelerin ortaya konabilm esi ile m üm kündür ve Ortadoğu politi­
kası bu özelliklerin tüm ünü İhtiva eden bir çeşitlilik taşımaktadır.
O rtadoğu'nun jeokültürel açıdan tanım lanm ası ve bu çerçeve­
de bir yakın kara havzası olarak ele alınm ası bu bölgenin kültür ta ­
rihi ile doğrudan ilişkilidir. Bugün Ortadoğu olarak isim lendirilen
bölge, tarihin başlangıç noktası sayılan yazının bulunm asından
bu yana bir yandan insanoğlunun m eydana getirdiği m edeniyetle­
rin beşiği olmuş, diğer taraftan dünyanın diğer bölgelerinde geli­
şen m edeniyetlerin yayılm asında kavşak noktası teşkil etmiştir.
Bölgenin dünya ulaşım ındaki önem i Doğu ile Batı arasında sade­
ce ticari m alların değil, aynı zam anda kültürlerin, inançların ve
m edeniyetlerin transferlerinin de bu bölge içinde gerçekleşm esini
sağlamıştır.
Bu çok yönlü alışveriş Ortadoğu'yu -Sanayi Devrimi hariç tu tu ­
lacak olursa- dünya tarihini en çok etkileyen gelişme ve değişme-
■a ■

7 B ern ard Levvis, The Shaping o f the M odern M iddle East, (O xford: O xford Uni-
versitv Press, 1 994), s. 3 -2 3 .
Yakın K a ra H avzası

ierin görüldüğü bir bölge haline getirmiştir. Bu sebeple dünya h a ­


kimiyetine yönelm ek isteyen her devlet için Ortadoğu hakim iyeti
en önem li ve vazgeçilm ez bir adım olmuştur. Oıtadoğu, özellikle
de Anadolu, bu devletler için sem bolik şekliyle Frigya kördüğümü
gibidir. Afroavrasya anakıtasm a yönelik hakim iyet stratejisi geliş­
tiren h er güç, Büyük İskender gibi bu kördüğümü çözm ek zorun­
dadır. Bu zorunluluğun m eydana getirdiği göçler ve gerek sıcak
gerekse soğuk harpler ile yukarda belirttiğim iz çok yönlü gelişme
ve değişm eler sadece dünya tarihini ve uluslararası ilişkileri değil,
aynı zam anda bu bölgedeki toplum ların objektif şartlarım da etki­
lemiştir. Böylece Ortadoğu'da bütün tarih boyunca iç gelişm elerle
dış m üdahalelerin karşılıklı etkileşimleriyle oluşan çok yönlü, d i­
namik bir yapı varlığım sürdüregelmiştir.
Ortadoğu, bu son derece önem li stratejik konum u sebebiyle
insanlık tarihinin m addî ve ruhî planda ana çizgilerini üzerinde
taşımaktadır. İlk yerleşim merkezleri ve köylerin kurulmasıyla
maddî ve ekonom ik alandaki ilk yapısal değişiklikler bu bölgede
gerçekleşm iş; insanlık tarihinin en köklü dinî gelenekleri de bu
bölgeden dünya sathına yayılmıştır. Avrupa dam gasını taşıyan 19.
yüzyıl ile çokmerkezliliğin arttığı 20. yüzyıl hariç tutulacak olursa,
O rtadoğu'nun tarih boyunca sürekli merkez konum unda olduğu­
nu iddia etm ek mümkündür.
Bu bölge göçler, savaşlar ve ticarî ilişkilerin yoğunluğu seb ebiy­
le her devirde çeşitli kültürlerin kimi zam an çatışm asına, kimi za­
man İzdivacına tanık olmuştur. Bölge kimi zam an Haçlı Seferlerin­
de olduğu gibi iki ayrı in an ç sistem inin kıyasıya m ücadelesini ve
varoluş savaşını yaşam ış, kim i zam an da bütün Asya'yı kasıp ka­
vuran Moğol istilasında olduğu gibi dış tesirleri uzun vadede ken­
di bünyesinde eritmiş, m uzaffer ordulara bile kendi inanç ve kül­
türüyle birlikte kimliğini de vermiştir.
11. Yüzyılda Anadolu’nun Selçuklular tarafm dan fethi ve bu
fethe tepki olarak başlatılan Haçlı Seferleri bölgenin bugüne kadar
süren jeokültürel ayrım özelliğine kaynaklık etmiştir. Bugün O rta­
doğu olarak tanım lanan bölge Haçlı savaşlarından bu yana sadece
kıtalararası geçiş bölgesi ve jeopolitik etkinlik alanı olarak değil,
Doğu ile Batı arasındaki jeokültürel hat alanı olarak da kendine
S tra te jik D erinlik

Ortadoğu kavramını kullanış biçim lerini de etkilemiş ve bu kavra­


mın kapsam ının değişen uluslararası konjonktüre göre yeniden
belirlenm esine yol açmıştır.
Başka bir deyişle, İslam m edeniyetinin bugün Ortadoğu olarak
bilinen bölgenin tüm üne hakim olması, bu bölgenin coğrafî bü ­
tünlüğü aşan bir jeokültürel bütünlüğe kavuşmasına sebep ol­
muştur. O günden bu güne Ortadoğu İslam m edeniyetinin haki­
miyet sahası olarak kabul edilmiş; bu hakimiyet sahasının genişle­
mesi ve daralm asına göre Ortadoğu tanım ında değişiklikler söz
konusu olmuştur.
Bu kavramın kullanılış biçim i de, bu kullanış biçim inin tarihi
referansları da bölgenin jeokültürel yapısı ile jeopolitik yapısı ara­
sındaki yakın ilişkinin yansımalarıdır. Ortadoğu kavramı üzerine
geniş bir çalışm a yapan Davison8 bu kavramla ilgili olarak geçen
asrın sonundan günümüze kadar yapılan tanım ları inceledikten
sonra Ortadoğu'yu İslam dini etrafında oluşan jeopolitik bir birim
olarak tanım lam ıştır. Hogarth (1902) ve Churchill’in Ortadoğu’yu
asrın başında o zam an O sm anlı Devleti egemenliği altında bulu­
nan Arnavutluk ve Balkanlardan başlatm aları Ortadoğu kavram ın­
daki jeokültürel ve jeopolitik bileşim i ortaya koymaktadır. Davı-
so n ’a paralel olarak Pounds9 da Ortadoğu’nun İki tem el özelliği­
nin İslam dini etrafında oluşan bütünlük ve OsmanlI'dan kalan or­
tak tarihî miras olarak tesbit etmiştir.
O rtadoğu’nun jeopolitik yapı sı bölgenin Afroavrasya anakıtası
içindeki merkezî konum u ile doğrudan ilgilidir. Bölge, m odern je ­
opolitiğin tesbit ettiği kara devletlerinin açık denizlere in m e siya­
setinin tarihî bir delili olarak ilkçağlardan itibaren Avrasya step le­
rinden kopup gelen kuzey-güney ve doğu-batı istikam etindeki
kavim göçlerine ve kültürel etkileşim i hızlandıran insan h areket­
liliklerine şahit olmuştur. O rtadoğu’nun siyasî yapısı, bölgenin
m erkez konum unun doğal bir sonucu olarak, bölge dışından ge­
len tesirlerden sürekli olarak etkilenegelm iştir. Ünlü jeopolitikçi
Spykman daha tarihin ilkçağlarında Dicle ve Fırat vadisindeki
güçsüz devletlerin Babil İm paratorluğu kuruluncaya kadar, bölge

8 D avison, H ., "YVhere is th e M iddle E a s t’’. Foreign Affairs, luly 1960.


n n « , .«,-1 n m r a r /wvw..« . . i a m o
Y afan K ara H avzası

dışından gelen tesirlere karşı birleşik bir güç oluşturm a zaruretim


hissetm elerini jeopolitik yapının bir sonucu olarak değerlendir­
mektedir.
Selçuklu ve onu takiben Osmanlı D evleü'nin 17. yüzyıla kadar
Hristiyan Avrupa karşısında sürekli başarılar kazanarak Orta Avru­
pa’ya kadar ilerlem esi O rtadoğu'nun jeokültürel bütünlüğünü p e­
kiştirmiş, m edeniyetler arasındaki m ücadelenin bölgeden uzak
sahalarda cereyan etm esiyle bölge uzun süreli bir istikrar ve süku­
net dönem ini yaşamıştır. Bu yıllarda Akdeniz’in, dolayısıyla strate­
jik deniz yollarının, tümüyle O sm anlı hakim iyetine girmesi Porte­
kiz, İspanya, Hollanda, İngiltere gibi Batı Avrupa ülkelerini Doğu
ile ticaretlerini geliştirm ek am acıyla yeni yollar aram aya sevket-
miştir. Bu zorunluluk, bir yandan yeni keşiflere yol açarken diğer
taraftan üç asır devam edecek olan ve bugün de izlerini sürdüren
söm ürgecilik devrini başlatm ıştır. 18. Yüzyıldan itibaren O sm anlı
sistem inin yavaş yavaş çözülm eye başlam ası ile birlikte Osmanlı
ile söm ürgeciliğin palazlandırdığı Batı Avrupa arasındaki denge
Osmanlı aleyhine bozulm a dönem ine girmiştir. Bu dönüm nokta­
sı O rtadoğu’daki son dönem dış m üdahale tarihinin başlangıcı
olarak kabuî edilebilir.
Bölgenin jeop olitik ve jeo ek o n o m ik yapısı arasındaki yakın
bağım lılık ilişkisi söm ürgeciliğin yükselm esinin hızlandırdığı bu
denge değişim i ile belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. D eğişen bu
dünya kuvvet dengesi çeşitli ülkelerin, söm ürge im paratorlukları
iie söm ürgeler arasındaki ulaşım yollan üzerinde son derece
önem li bir konum a sahip bulunan bölgeye bakış açılarını değiş­
tirmiştir.
19. Yüzyılın ilk yarısında Ortadoğu bu bölgede hakim iyet kur-
rnak isteyen Avrupalı güçlerin kimi zam an diplomatik, kimi z a ­
man askerî saldırılarına m uhatap olmuştur. Bu yıllarda dünya h a ­
kimiyeti hırsıyla harekete geçen her lider gibi Napolyon da, Haus­
hofer'in Hitler’e yol gösterm ek için bir asır sonra ortaya koyduğu
jeopolitik tezi destekleyen tarihî bir hadise olarak, Hint yolunu
kontrol altına alm ak am acıyla Mısır üzerinden saldırıya geçm iş,
fakat güçlü bir direnişle karşılaşarak Akka kalesi önlerinden geri
dönm ek zorunda kalmıştır. Sanayi D evrim inin tam am lanm ası ile
KirHL-i-o K ö l r r o artıV c u l a c ı m v n l l n r t m n IfîivcaV n o k t a s ı d e p ii.
S tratejik D erinlik

aynı zam anda sanayi ham m addesi için vazgeçilmez bir kaynak ve
üretim fazlası için m uazzam bir tüketim potansiyeline sahip geniş
bir pazar olarak yeni bir jeoekonom ik anlam ifade etm eye başla­
mıştır. Bu yeni jeoekonom ik anlam, bölge üzerinde süren rekabe­
tin niteliğini, çapım ve yönünü değiştirmiştir.
Bu dönem de Ortadoğu, kendi içinde çıkar çelişkilerine sahip
İngiltere, Almanya, Fransa ve Rusya’nın Şark Meselesi adı altında
form üle edilmiş diplomatik, askerî, siyasî ve kültürel saldırılarının
tesiri altında kalmıştır. Bir yanda sıcak denizlere inm ek isteyen
Rusya, diğer tarafta sömürgeleriyle olan ekonom ik ilişkilerini ga­
ranti altm a alm ak isteyen İngiltere, öte yanda hakimiyet kavgası
içinde yeni mevziler elde etm ek isteyen Fransa ve gerçekleştirdiği
Berlin-Bağdat hattını siyasî bir niteliğe büründürerek söm ürgeci­
liğe geç katılmış olm anın açığını kapatmak isteyen Almanya, iç
politik kavgalarla yıpranmış olm akla birlikte çok yönlü diplomasi
ile ayakta durmaya çalışan Osmanlı Devleti üzerinden Ortado­
ğu'ya yönelik yoğun bir rekabet içine girmiştir.
Süper güçlerin yukarda belirttiğim iz gayesi I. Dünya Savaşı so­
nunda gerçekleşti. Gerçi bütün çabalara rağmen Şark M eselesinin
bir gereği olarak Türkler Orta Asya'ya kadar sürülem em işti, ama
Osmanlı Devletinin ham m adde açısından son derece zengin olan
toprakları söm ürgeci güçler arasında paylaştırılmıştı. Bu paylaşı­
mın Anadolu dışındaki bölüm ü Misak-ı M illî'nin ilanı ile zam anın
idarecileri tarafından da kabul edilm ek zorunda kalmıştır.
Bu söm ürgeci yapılanm a ve ona dayalı olarak ortaya çıkan si­
yasî coğrafya bölgede Soğuk Savaş ve Soğuk Savaş sonrası d önem ­
de görülen gelişm eleri de etkilemiştir. Soğuk Savaş dönem inin çift
kutuplu yapılanm asının küresel bölünm elerini yansıttığı için is­
tikrarlı bir dönem geçiren Balkanlar ve Kafkasya'nın aksine Orta­
doğu bu dönem in bunalım larının ve çelişkilerinin en yoğun ya­
şandığı alan olmuştur. Bu dönem de bölgenin jeokültürel, jeo ek o ­
nom ik ve jeopolitik yapısı çift kutuplu yapıya uygun özellikler ka­
panm ıştır. Çift kutuplu yapının m eşruiyet tem eli olan ideolojik ay­
rışm a bölgenin m edeniyet ve din tem elli jeokültürel yapısını d e­
ğiştirmiş ve bölge ideolojik kültürel ayrışm anın kutuplan çerçeve­
sinde yeni hatlar kazanm ıştır. Genelde sosyalist ideolojinin y ön ­
lendirdiği Baasçı ve Nasırcı diktatorval vaoılarla gelenekse! m e ş ru ­
Yakın K ara H avzası

iyet sem bolleri etrafında bütünleşen Batı yanlısı hanedan yapıları


arasındaki farklılaşma bölgenin yeni jeokültürel ayrım Ölçüsü ol­
muş ve bu ayrım ölçüsü küresel rekabetin izlerini yansıtmıştır. Bu
dönem de bölgenin jeoekonom ik önem inin büyük ölçüde petrol
ile özdeşleşm esi Ortadoğu bölgesi ile petrol arasında bir aynileş­
me doğurmuştur. Bu özdeşleşm e özellikle petrol am bargosundan
sonra tam bir netlik kazanmıştır.
Bölgenin Soğuk Savaş dönem indeki jeopolitik anlam ı ise Ame­
rikan çevrelem e (containment) doktrininin de tem elini oluşturan
Spykm an’ın Rimland (çevre kuşak) tanım lam ası çerçevesinde ele
alınmıştır. Step devi SSC B’nin sıcak denizlere inm e politikası ile
ABD'nın çevrelem e doktrininin en yoğun çatışm a oluşturduğu
alan Ortadoğu olmuştur. ABD yönetim i Türkiye’nin kuzeydoğu­
sundan başlayan İran ve Pakistan'ın kuzeyinden A fganistan’a uza­
nan bir hattı iki blokun en hassas jeopolitik kuşağı10 ve bir an lam ­
da ABD çıkarlarını koruyucu kalkanın stratejik mihveri olarak gö­
rürken, SSCB aynı yıllarda tarihî jeopolitik stratejisinin doğrultu­
sunda bir taraftan Basra Körfezini çevreleyen Afganistan-Suriye-
Gün ey Ye men-Etiyopya hattında sağlam bir jeopolitik zem in kur­
mayı planlam akta, diğer taraftan Türkiye, İran ve Irak'taki iç p o li­
tika dengelerini zorlayarak Kafkasya'dan B asra’ya kolay iniş yolla­
rını aramaktaydı. Küresel ölçekli bu jeopolitik kutuplaşma, İsra­
il’in kurulması ve hızlı bir yayılma stratejisi takip etm esiyle birlik­
te ortaya çıkan bölge-içi jeokültürel ve jeopolitik gerilim e paralel
bir seyir takip etmiştir.
Özetle, O rtadoğu’nun Soğuk Savaş süresince belirginleşen
özellikleri dört ana noktada tebarüz etm iştir: (i) İdeolojik nitelikli
jeokültürel kutuplaşma, (ii) petrol-eksenli jeoekonom ik yapılan­
ma, (iii) küresel stratejik rekabeti yansıtan jeopolitik hat ayrışması
ve (iv) İsrail’in kurulması ile doğan ve gittikçe tırm anan bölge-içi
kültürel/siyasî çatışm a alam.
O rtadoğu’nun Soğuk Savaşın kendine has şartlarınca belirle­
nen bu tem el özellikleri seksenli yıllardan başlayarak değişmeye
başlam ış ve Soğuk Savaş sonrası dönem de hem en h em en tüm üy­
le dönüşerek yeni nitelikler kazanmıştır. İdeolojik nitelikli jeokül-

10 A g . e., S. 4 4 3 - 4 5 4 .
S tra te jik D erin ü k

türel kutuplaşm a yerini bölge tanım lam asının doğuşuna da yol


açm ış olan din ve m edeniyet eksenli bir kutuplaşmaya terketm eye
başlamıştır. Batı teorisyenleri ve siyaset yapım cılarınca b en im se­
nen ve özellikle İran Devriminclen sonra başlayan, Körfez Savaşı­
na kadar ivme kazanarak devam ettikten sonra Medeniyetler Çatış­
ması tezi ile zirveye ulaşan yaklaşım biçim i bölgenin stratejik so ­
nuçlar da doğuran bir din ve kültür kutuplaşm asına zem in teşkil
ettiği varsayımım Öne çıkarmıştır.
Seksenli yılların başında Brzezinskî'nin İsîam î uyanışı Ameri­
kan çıkarlarını tehdit eden bir gelişme olarak değerlendirm esin­
den so n ra1 Fukuyam a'm n doksanlı yılların h em en başında Tari­
hin Sonu tezinde İslam Dünyasını Batı değerlerini tehdit eden ye­
ni karşı kutup olarak gösterm esi12 ve H untington’ın doksanlı yılla­
rın ortalarına doğru İslam D ünyasının m edeniyetler çatışm asının
merkezinde yer aldığını iddia etm esi13 bu yeni jeokültürel kutup­
laşm a im ajının süreklilik arzeden unsurları olarak görülebilir, R ic­
hard Falk’un son derece haklı tanım lam ası ile jeopolitik bir dışla­
maya yönelen bu yaklaşım b içim i14 Özellikle Bosna dram ından bu
yana İslam D ünyasının bu yeni jeokültürel kutuplaşm anın m ü ­
sebbibi değil mağduru olduğunun ortaya çıkmasıyla birlikte dok­
sanlı yılların sonlarına doğru ivmesini kaybetmiştir.
Ancak yine de Ortadoğu’nun, Soğuk Savaş dönem inin aksine,
bir ideolojik kutuplaşm a merkezi olm aktan çıkarak Batı-doğu, Is-
lam -H ristiyan dünyalarının sınır hattı olarak görülm e temayülü
tekrar gündem e gelmiştir. Bu durum, gerek bölge-dışı m üdahale­
leri gerekse özellikle totaliter idarelerin sürdüğü ülkelerde bölge-
içi ve ülke-içi denklem leri de etkileyen bir unsur haline dönüş­
müştür. Önümüzdeki dönem de Ortadoğu m erkezli m edeniyet ai­
diyeti m eselesinin özellikle kültür alanında daha da artan bir
İ Rİ

11 Z. Brzezinski, Poıver an d Principle, L an d o n 1983, s. 533.


12 F ran cis Fu ku yam a, The E n d o f History a n d the Lası Man, N ew York: T he Free
Press, 1 9 92, s. 4 5 -4 6 .
'13 Sam uel H u n tin gton , "T h e C lash o f Ç ivilizations”, Foreign Affairs, 72 (Yaz
1 9 9 3 ), s. 35.
14 R ich ard Faik, “False Univeısalism and the Geopolitics of Exclusion",77ıwr/ WorUl
Quarterly, 1997, e. 18, S. 1, s. 7*23. Bu makalenin Türkçe tercüm esi içiıı bkz. liic-
haıd Faik, “Sahte Evrensellik ve Dışlam anın Jeopolitiği: İslam Örneği’’, Dîvân
İlmî Araştırmalar, 1 9 9 8 /2 , S. 5, s. 99-116.
Y ak ın K ara H avzası

önem kazanm ası ve bunun bölgenin jeokültürel yapısını tümüyle


etkilem esi kaçınılmazdır.
Bölgede bu konuda en köklü tarihî birikim e sahip olan Türki­
ye’nin bu meseleyi iç çatışm aya dönüşm eden aşabilm esi ve yeni
bir m edeniyet açılım ına girebilmesi sadece ülke bütünlüğü açısın ­
dan değil, bölgenin geleceği açısından da büyük bir önem taşı­
maktadır. Son yıllarda ülkemizde yaşanan tartışm alar biraz da bu
köklü jeokültürel m eselenin bir sancı halinde tezahürüdür.
Bu çerçevede dışlayıcı ve çatışm acı bir üslup benim senm esi
m eselenin ülke bütünlüğünü zedeleyen ve dış politika ile iç politi­
ka arasında uyum problem i doğuran bir niteliğe dönüşm esine yol
açm a riski taşımaktadır. Aksine, fikir özgürlüğü ortam ında girişile­
cek yoğun bir m edeniyetle rar ası mukayese ve m uhasebe ortam ı,
Türkiye’yi belki de m odern dönem in en canlı ve çoğulcu kültür o r­
tam larından birine sahip kılabilir.
Medeniyetler Çatışması tezinde Türkiye’yi ait olduğu m ed en i­
yet çevresinden çıkm ak isteyen ancak girm ek istediği m edeniyet
çevresince de reddedilen bir torn countıy (parçalanm ış/yırtık ül­
ke) olarak tanım layan H u ntington'ın15 bu ülke için biçtiği konu­
mun aksine, ben im sen ecek kuşatıcı ve kapsayıcı bir m edeniyet
aidiyeti, Türkiye'yi hem kendi içinde farklılaşm akla birlikte b ü ­
tünlüğünü koruyabilen bir ülke, hem de bölgesindeki jeokültürel
kutuplaşm a tem ayülünü aşabilen önem li bir güç haline getire­
cektir. Türkiye'nin kendi m edeniyet tecrü besind en hareketle ev­
rensel kültüre yapabileceği en önem li katkılardan birisi de bu je o ­
kültürel dışlanm a tuzağını bozarak yeni bir m edeniyet açılım ın a
girm esi olacaktır.
Soğuk Savaş sonrası dönem de bölgenin jeoekon om ik özellikle­
ri ve çekim alanları açısından da önem li bir değişim yaşanmıştır.
Soğuk Savaş süresince petrol ile özdeşleşen bölge jeoekon om isi ve
petrole bağlı dengelerin yönlendirdiği bölge jeopolitiği özellikle
bölgenin su kaynakları, tarım havzaları ve enerji kaynaklarının ak­
tarım ı çevresinde yeni unsurların etkisi altm a girmiştir.
Seksenli yıllarda gerek teorik gerekse diplom atik alanda yapı­
lan çalışm alarda öne çıkm aya başlayan su m eselesi doksanlı yıl­
larda bölge açısından h em en h em en petrol ölçeğinde tartışılm aya

15 H u n tin gton , a .g.m ., s. 4 2 -4 4 .


S tratejik D erin lik

ve yeni bir bölge-içi problem kaynağı olarak takdim edilmeye baş­


lanmıştır. Bu dönem de Dicle ve Fırat'ın su potansiyelinin kullanı­
mı m eselesi Türkiye, Suriye ve Iıak arasındaki ikili ilişkilerin
önem li param etreleri arasında yer almıştır. Türkiye’nin GAP p ro je­
sini safha safha devreye sokmasıyla birlikte daha da artan bir
önem kazanan su kaynakları ve tarım havzaları m eselesi önüm üz­
deki dönem de de Önemim sürdürecektir.
Öte yandan İsrail’in su kaynaklan konusunda çektiği sıkıntı
Ortadoğu Barış Sürecini de doğrudan etkilemektedir. İsrail’in Su­
riye ile barış görüşm elerini çıkm aza solana pahasına Golan tepe- ~
lerindeki işgali sürdürmesinde, bu tepelerin stratejik önem i kadar,
buradaki su kaynaklarının İsrail açısından taşıdığı jeoekonom ik
Önem de etkili olmaktadır. İsrail'in Suriye ile sürdürdüğü barış gö­
rüşm eleri esnasında Golan tepelerindeki işgale son verm ekle bir­
likte bu tepelerdeki su kaynaklarını kullanmaya devam etm e tale­
binde bulunm ası bu durum un açık bir göstergesidir. İsrail'in bu
tepelerdeki su kaynaklarının kullanımı karşılığında Suriye'nin söz-
konusu olan su kaybının Türkiye’den telafi edilebileceğinin diplo­
matik müzakereler esnasında gündem e getirilmesi de bölgedeki
su kaynakları arasındaki jeoekonom ik ve jeopolitik bağımlılık iliş­
kisini ortaya koymaktadır.
Ortadoğu’nun en önem li su havzalarından birisi olan Nil'in su
kaynaklan üzerinde süren tartışm alar da gerek Ortadoğu gerekse
Afrika’nın önem li diplomatik m eseleleri arasındadır. Su kaynakla­
rı ve tarım havzaları üzerindeki bu rekabet önümüzdeki yüzyılda
etkisini gösterecek küresel ve bölgesel su jeoekonom isinin ve je ­
opolitiğinin habercileri olarak görülmelidir. Bu çerçevede, Türki­
ye’nin büyük malî kaynaklar aktararak sürdürdüğü GAP projesi sa­
dece ekonom ik kalkınm anın bir parçası olarak değil, uzun dö­
nem li jeostratejik m ücadelenin önem li bir unsuru olarak da özel
bir önem taşımaktadır.
Çift kutuplu uluslararası ilişkiler sistem inin dağılm asından
sonra, daha önce Sosyalist Blokun hakim iyet alanı içinde kalan
enerji kaynaklarının dünya ekonom isine entegre olm a süreci de
O rtadoğu’nun jeoekonom ik önem ine yeni unsurlar katmıştır. D a­
h a ön ce gerek Sovyet-içi sistem e gerekse dünyanın diğer bölgele­
rine Karadeniz'in kuzeyinden geçerek dağılan bu kaynakların da­
Yakın K ara H avzası

ğıtımı ile ilgili olarak Soğuk Savaş sonrası dönem de yeni ve daha
ekonom ik aktarım hatlarının gündem e gelm esi Ortadoğu bölgesi­
nin Kafkaslar ve Orta Asya ile olan bağlantılarını güçlendirm iş ve
bu bölgenin Batı Asya olm a özelliğinden kaynaklanan jeo ek o n o ­
mik önem ini artırmıştır.
Kara ve deniz bağlantıları açısından bölgenin en avantajlı coğ­
rafyalarından birine sahip olan Türkiye bu m eselede de artan bir
stratejik Önem kazanm ıştır. Bugün bölgenin önem li siyasî geliş­
m elerinde Kafkas petrol havzası, Güneydoğu su havzası ve M u­
sul/Körfez petrol havzası arasındaki iç bağımlılık ilişkisinin ö n em ­
li bir payı vardır. Gerek doğu-batı, gerekse kuzey-güney geçiş ve
aktarım yollarının m erkezinde yer alan Türkiye bu konum un ge­
tirdiği avantajları sağlam ve uzun vadeli bir stratejik planlam a ile
değerlendirm e m eselesi ile karşı karşıyadır.
Bu asrın ilk yansınd a başlayan ve Soğuk Savaş sü resince tır­
m anarak küresel ve bölgesel ilişkilerin m erkezine oturan petrol
jeoekon om ism e ve buna bağlı jeopolitiğe intibakta geç kalan Tür­
kiye, bölgenin su, tarım havzaları ve doğal enerji kaynaklarının ak­
tarım ı m eselelerini uzun dönem li stratejik planlam asının Önemli
unsurları olarak görmek ve gerekli hazırlıkları yapm ak zorundadır.
Bu, sadece jeoekonom ik kaynaklar üzerindeki etkinlik için değil,
aynı zam anda değişken bir nitelik kazanan bölgesel jeopolitiğe
uyum için de kaçınılmazdır.
O rtadoğu’nun bölgesel jeopolitiği ve bu jeopolitiğin küresel
ilişkiler ağı içindeki önem i de Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlik­
te ciddi bir değişim yaşamıştır. Soğuk Savaş sonrası d önem in ta ­
nım layıcı ve m eşrulaştırıcı kavramı olan Yeni Dünya Düzeni ilk uy­
gulam a alanım da bu bölgede bulmuştur. Küresel ölçekli çift ku­
tuplu yapının getirdiği statik jeopolitik hatların etkisini kaybetm e­
siyle birlikte gerek büyük güçlerin bölgeye bakış tarzları'gerekse
bölge-içi jeopolitik dengeler çok daha dinam ik bir karakter kazan­
mıştır. ABD liderliğinde gerçekleştirilen ve hem en h em en bütün
büyük batılı güçlerce fiilen desteklenen Körfez m üdahalesindeki
ortak tavra rağmen, bu güçlerin bölge m eselelerine bakışlarında
farklılaşm alar tebarüz etmiştir. ABD’nin dual containment (ikili
çevrelem e) doktrini ile hem İran hem de lıa k ’a yönelik dışlama
tavrım sürdürdüğü bir dönem de AB üyesi ülkelerin İran ile yoğun
S tratejik D erinlik

ekonom ik ilişkiler içine girm esi bu farklılaşm anın tipik bir m isali­
dir. Fransa-Suriye ilişkilerindeki yakınlaşm a, benzeri ikili ilişkiler
düzeyinde yaşanan gelişm eler de bölgede gittikçe artan bir çıkar-
tem elli ve kısa dönem li ittifaklar politikasının gelişm ekte olduğu­
nu gösterm ektedir. Ortadoğu Barış Süreci içinde gerçekleştirilen
ve bölgeyi tümüyle içine alan, bir çok uluslararası kongreye rağ­
m en bölgenin küresel dengelere bağlı olarak bu dinam ik jeopolitik
yapıyı sürdürmesi kaçınılmazdır.
Bölge-içi dengeleri etkileyen h assas jeop olitik yapılanm a da
bu dinam ik karakteri beslem ektedir. Söm ürgeci dönem den sonra
ortaya çıkan devlet yapılarının şekillendirdiği siyasî coğrafya ile
fizikî coğrafyanın belirlediği jeop olitik hatlar arasındaki uyum ­
suzluk Ortadoğu jeopolitiğinin en tem el çelişkilerinden birini
oluşturm aktadır. Bu uyumsuzluk aynı zam anda b ö lg e-içi bu n a­
lım ların en tem el sebeplerinden biridir. Bölgenin h em en h em en
bütün sm ır kom şusu ülkeleri arasında ciddi ölçekli anlaşm azlık­
lar söz konusudur.
Türkiye-Irak, Iran-Irak, Türkiye-Suriye, Irak-Kuveyt, Irak-Suudi,
Arabistan, Suudi Arabistan-Yem en, M ısır-Sudan ilişkilerinde sık
sık görülen bunalım ların büyük çoğunluğu özünde bu çelişkinin
izlerini taşımaktadır. Bunun en çarpıcı m isali Türkiye-Irak sm ııı-
nm son on beş yıl içinde, kimi zam an da ikili ilişkilerden bağımsız
olarak, sürekli bir hassasiyet oluşturmasıdır. İlk çağlardan bu yana
kuzey ve güney M ezopotam ya’da yer alan iki siyasî otoritenin bu
derece suni bir ayrışma çizgisi İle ayrılm am ış olması, dağlardan
geçen gayritabiî siyasî sınırın reel jeopolitik unsurlarca sürekli
baskı altında tutulm ası sonucunu doğurmuştur.
Cari siyasî sınırlar ile reel jeopolitik hatlar arasındaki uyumsuz­
luk Ortadoğu bölgesindeki sınır anlaşm azlıklarının, tarihî tezlerle
desteklenen karşılıklı iddiaların, de facto durum ile de jııre siyasî
tanım lam alar arasındaki farklılaşm aların, bölge-dışı müdahale
alanlarının ve değişik yoğunlukta süren çatışm aların tem el seb e­
bidir. Bölgeye yayılan jeopolitik boşluk alanlarının ortaya çıkm ası­
na sebep olan bu durum son derece hassas olan bölgesel dengele­
ri bir ham le ile değiştirm ek isteyen bölgesel güçlere hareket alanı
açm aktadır. Irak’ın Kuveyt’i işgal etm esi bu tür çabaların en tipik
misalidir.
Yakın K ara H avzası

Jeopolitik boşluk alanları aynı zam anda güvenlik param etrele­


rini belirleyen bir unsur haline dönüşebilm ektedir. De jııre statü ­
nün jeopolitik güvenliği garanti etm ediği iddiasıyla ortaya çıkarı­
lan de facto durum lar da sm ır boyu süren çatışm aların en tem el ar­
gümanları arasındadır. İsrail’in hem en hem en bütün sınır boyla­
r ın d a B M kararlarının oluşturduğu de jııre statüye aykırı bir şekil ­
de güç bulundurm ası ve sm ır ötesi fiilî güvenlik hattı oluşturm ası
bu duruma çarpıcı bir misal teşkil etmektedir.
Cari uluslararası sınırlar iie reel jeopolitik hatlar arasındaki
uyuşmazlık Türkiye’nin bölge politikalarını da doğrudan ilgilendi­
ren sonuçlar doğurmaktadır. İran-Irak Savaşı esnasında oluşan ve
Körfez Savaşı ile kronik bir hal kazanan Kuzey Irak’taki jeopolitik
boşluk alanı Türkiye için Soğuk Savaş dönem inden Soğuk Savaş
sonrası dönem e aktarılan en önem li dış politika m eselelerinden
birisi olm uştur ve olm aya devam edecektir. Bu jeopolitik boşluk
■alanının PKK tarafından kullanılm ası ve bölgeye yönelik bölge-dı-
şı stratejik hesapların bu jeopolitik boşluk alanında yoğunlaşm ası
bölgeyi Türkiye'nin yum uşak karnı haline getirmiştir. Uygulanan
politika alternatiflerin doğurabileceği m uhtem el m aliyetler bölge­
ye yönelik politikaların son derecc hassas bir zem inde seyretm esi­
ne yol açm ıştır.
Ortadoğu'da Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan gelişm elerin en
önem lilerinden birisi de Soğuk Savaş süresince Ortadoğu m esele­
sinin odak noktasını teşkil eden İsrail’in bölgedeki varlığı ve b u ­
nun doğurduğu çatışm a alanı ile İlgili olmuştur. I. Dünya Savaşı
sonrasında İngiliz söm ürge idaresi altında Filistin'e yönelik Yahu­
di göçü ile başlayan ve II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan İsrail
devletinin bölge ülkeleri ile yaşadığı çatışm alarla Soğuk Savaş dö­
nem inin en sıcak m eselesi haline gelen Îsrail-Arap çatışm ası So ­
ğuk Savaş sonrası dönem de önem li bir değişim geçirm iştir. Körfez
Savaşının oluşturduğu atm osfer içinde başlayan Ortadoğu Barış
Süreci bu açıdan Soğuk Savaşın sona erm esinin önem li bir göster­
gesi olarak görülmüştür. Ortadoğu Barış Süreci ile Soğuk Savaş dö­
nem inde sistem dışı bir terörist grup olarak görülen FKÖ ve Yaser
Arafat sistem in içine çekilerek m uhtem el bir barışın tarafı haline
getirilirken; İsrail’in varlığı da, bu varlığı ortadan kaldırm ayı tem el
stratejik hed ef olarak benim seyen bölge ülkeleri nezdin.de meşru
S tra te jik D erinlik

kılınmıştır. Ortadoğu Barış Süreci esnasında Sürece taraf ve destek


olan ülkelerin katılımıyla gerçekleştirilen terör ve ekonom i zirve­
leri Ortadoğu bölgesinin yeniden tanım lanm ası doğrultusunda
iddialar ortaya konm uş olmakla birlikte bölgeyi tümüyle kuşatan
m ekanizm alar oluşturulam am ıştır.
Ortadoğu Barış Sürecinden sonra gittikçe artan bir yoğunluk
gösteren Türkiye-İsrail ilişkileri Soğuk Savaş süresince dikkatli bir
denge politikası izleyen Türkiye'nin bölgeye bakışında ciddi bir
değişim olduğu kanaatini yaygınlaştırmıştır. Türkiye ile İsrail ara­
sındaki ilişkinin üçüncü taraflara yönelik olm ayan taktik nitelikli
bir ilişki olduğunun vurgulanm asına rağmen, bu ilişkinin gittikçe
yaygınlık ve derinlik kazanm ası Türkiye ile bölgedeki Arap ülkele­
ri arasında ciddi bir güven problem inin doğm asına yol açmıştır.
Ortadoğu bugün ne Soğuk Savaş şartlarının yönlendirdiği
uzun dönem li bir kutuplaşm a yapısı içindedir; ne de sömürgeci
bölüşüm ü yansıtan sm ır yapılanm ası istikrarlı bir gelecek vaad et­
m ektedir. Bu dengesiz ve istikrarsız yapılanm a h er aktörü kısa dö­
nem li politikalarını uzun dönem li ve kalıcı etki alanları kurm a he­
defi doğrultusunda yeniden oluşturm aya sevketmektedir. Bu da
İrak benzeri ani ve tek ham leli sıçram alara dayalı bölgesel etkinlik
politikalarının yerini, Mısır, İran ve Suriye'nin doksanlı yılların
ikinci yarısındaki politikalarına yansıyan şekliyle uzun diplomatik
süreçlerde etkinlik tem eline dayanan politikaların alm asına yol
açm ıştır.
Türkiye'nin Ortadoğu politikası bu yeni konjonktür çerçeve­
sinde ciddi bir revizyondan geçirilm ek zorundadır. Bu asrın ilk
çeyreğinde Ortadoğu bölgesinin en stratejik kuşaklarını kaybeden,
ikinci ve üçüncü çeyrekte bölge ile genelde bir yabancılaşm a süre­
ci yaşayan, dördüncü çeyrekte ise tekrar yöneldiği bölgede inişli
çıkışlı ilişkiler zinciri geliştiren Türkiye bölge ile olan ilişkilerini ye­
niden ve köklü bir şekilde değerlendirm ek zorundadır. Özellikle
AB ile yaşanan ve üyelik sürecini gittikçe im kansızlaştıran gerilim­
li ilişkiler ağı O rtadoğu’ya yönelik kapsam lı bir bölgesel stratejinin
geliştirilm esini kaçınılm az kılmaktadır. Aynı anda hem Avru­
p a ’dan hem de O rtadoğu’dan kopan bir Türkiye’nin bölge ve kıta
ölçekli oolitikaîarda başarılı olabilm esi m üm kün değildir.
Yakın K ara H avzası

IV. Yakm Kara Havzasındaki Sınır Esneklikleri ve


Komşu Ülkelerle İlişkiler

Soğuk Savaş sonrası dönem de Türkiye'nin yakm kara havza­


sında yaşanan bu köklü değişiklikler Soğuk Savaş süresince daha
statik ve istikrarlı bir görüntüye sahip olan sınırlarında in san h a­
reketliliklerinden kaynaklanan esneklikler doğurmuştur. Kıbrıs
Türklerinin A navatan’m güvenlik şem siyesi altında bulunm a ar­
zuları, Balkanlardan gelen kitlevı göç dalgaları, seksenli yıllarda
Irak-İıan Savaşından, doksanlı yıllarda ise Saddam 'ın baskıların­
dan kaçan m ağdur insanların güneydoğu sınırlarından girişleri,
Azeri-Ermeni Savaşında N ahcıvan’m Türkiye’den korunm a ta le ­
binde bulunm ası, h atta ve hatta sınırların çok ötesinde Ö zbekis­
tan'dan tahliye edilen Misid Türklerinin iltica talepleri gibi geliş­
meler Türkiye'nin sınırboylarında yoğun bir hareketlenm eyi de
beraberinde getirmiştir.
Bu durum önem li güç param etrelerinden olan tarih unsuru­
nun kendi ağırlığını hissettirm esinden başka birşey değildir. Os­
m anlI D evleti’nin yedi yüz yıllık birikim inin varisi olarak görülen
Türkiye, yakm kara havzasındaki insan unsuru için hâlâ bir siyasî
merkez olarak görülmektedir. Yakm kara havzasındaki Osm anlı
bakiyesi bu unsurların Türkiye’yi ya onları bulundukları yerde ko­
ruyacak bir güç, ya da m uhtem el bir tasfiye hareketi karşısında sı­
ğınılacak nihaî bir m elce olarak görmesi, Türkiye’yi tarih p aram et­
resinin yönlendirdiği yeni bölgesel misyonlarla karşı karşıya bırak­
maktadır. Bu, tarihin belli dönem lerle sınırlı iradeleri aşarak gün­
lük politikaya ağırlığını koym asından başka bir şey değildir.
Türkiye böyle bir gelişmeyle son derece hazırlıksız bir şekilde
karşı karşıya kalmıştır. Ö ncelikle bu tür dış unsurlarla etkili bir iliş­
ki kurulm asını tem in edecek siyasî kurum lar ve bu kurumlarm
özünü teşkil eden siyasî kültürün yetersizliği ciddi bir boşluk do­
ğurmuştur. Başka bir deyişle Türkiye Cumhuriyeti bir yandan tas­
fiyesini deklare ettiği O sm anlı D evleti’nin m esuliyetlerini ü stlen­
mek zorunda kalırken, öte yandan bu zorunluluğun altından kal-
kılması için asgarî şart olan siyasî kültür ve kurum lardan yoksun
bulunmaktadır.
Türkiye'nin bölgesel anlam da daha büyük ölçekli dış politika
u fu k la rın a a ç ılm a s ı öncelikle vakm kara havzası ile irtibatını sağla­
I S tra te jik D erinlik

yan sınır kom şuları ile olan ilişkilerini yeniden düzenlemesine


bağlıdır. Yakın sm ır kom şuları ile sürekli bunalım lar yaşayan bir
ülkenin bu sınırları aşan bölgesel ve küresel politikalar üretebil­
mesi imkansızdır. M esela, aynî anda hem Bulgaristan hem de Yu­
nanistan ile bunalım lar yaşayan Türkiye’nin etkin bir Balkanlar
politikası üretm esi çok zordur. Aynı şekilde, hem Gürcistan., hem
Erm enistan hem de İran ile gergin ilişkiler içinde olunm ası da de­
ğişik alternatiflere açık bir Kafkaslar politikası takip edilmesini
güçleştirir. Ortadoğu için de durum farklı değildir. îraıı, Suriye ve
Irak ile sürekli çatışan bir dış politika konjonktürünün getireceği
zararları dengeleyecek hiç bir alternatif ittifak politikası yoktur;
Türkiye’nin son yıllardaki en tem el dış politika açm azı, Gürcistan;
hariç (son yıllarda Bulgaristan da bu na eklenebilir) bütün komşu­
ları ile konjonktüre! gerginlikler yaşadığı bir süreç içinde bölgesel
politikalar üretm e çabası içine girilmiş olmasıdır.
Sm ır boylarının ötesinde kurulan ittifaklar bu sınırlar üzerinde
etkin bir faktör olarak devreye sokulabildiği ölçüde değerlidir. Tür­
kiye’nin Bosna ve Arnavutluk ile girdiği ittifak ilişkileri Bulgaristan
ile Yunanistan’ın bir karşı blok oluşturm asının önüne geçilebildi-
ği takdirde etkin bir tarzda yürüyebilir. Aynı şekilde Azerbaycan İie
girişilen ittifak ilişkisi Rusya, Erm enistan ve İran arasında bir karşı
denge ittifakının önüne geçebilecek dış politika opsiyonları devrem
ye sokulabildiği Ölçüde geniş kapsam lı bir petrol politikasının te­
melini dokuyabilir. Bunun gerçekleşm em esi sonucudur ki, bütün
iyiniyet dolu dem eçlere rağmen Azerbaycan’ın Türkiye ile Rusya
arasında sürekli bir denge politikası gözeten yaklaşım ının önüne
geçilem em iştir. İsrail İle girişilen sınır ötesi ittifakın gerekçesi ne
olursa olsun sonucu itibariyle Türkiye’yi güney ve doğudaki yakın
kom şularının tümüyle aynı anda bunalım lı ilişkilere itm iş olması
da, sm ır boyları ile sınır ötesi ittifak arayışları arasındaki denge
faktörünün tipik bir yansımasıdır.
Komşu ülkelerle ilişkilerde yaşanan bu gerilimleri aşabilmek
'için yapılm ası gereken şey bu ülkelerle ilişkileri rejim ler ve bürok­
ratlar arasındaki uzun ve çetin süreçten çıkararak toplum lararası
ilişkilerin yoğunlaştığı ekonom ik ve kültürel unsurların ağırlık ta­
şıdığı daha geniş bir zem ine yaymaktır. Son iki asır içinde birhirle-
f i n î L 'o r c ı h l 'l ı n lîira L- h i r f'n V Irp v olor P 7 m i e \ı& i c o a J o i - m i c n l a n Al-
Yak ın K ara H avzası

nıa^ya ve F ransa'nın II. Dünya Savaşı sonrasında karşılıklı ek o n o ­


mik ve kültürel ilişkilerinin sağladığı yoğunlukla siyasî ve askerî
bunalımları aşabilm iş olm ası bu konuda güzel bir örnektir.
Yakın kom şularım ızın asırlarca Osmanlı yönetim i altında kal­
m ış olması bu rejim leri sürekli müteyakkız halde tutm akta ve kar­
şı psikolojik tepkiler, m üzakerelerin öncelikli şartı olan güven or­
tam ının sağlanam am ası dolayısıyla, siyasî diyalogların etkisini
kaybetmesine yol açmaktadır. Özellikle Yunanistan bu psikolojik
faktörü ince bir diplom asi ile D em okles’in kılıcı gibi sürekli olarak
tepemizde tutmaktadır.
Bu engelin aşılm ası birbirine paralel iki politikanın birden dev­
reye sokulm ası ile mümkündür. Türkiye bir taraftan yakın kara
havzasında bölgesel güvenlik ve işbirliği alanındaki çalışm alara
Öncülük ederken diğer yandan özellikle kendisini güçlü hissettiği
.ekonom ik ve kültürel alanlarda karşılıklı bağımlılık ilişkisini güç­
lendirecek adım lar atmalıdır.
Aslında bu çift yönlü politika daha önce Almanlar tarafından
Avrupa’da denenm iş ve başarılı da olmuştur. Almanya İL Dünya
Savaşından sonra Orta ve Doğu Avrupa'da geçm iş savaşlar ve h a ­
kimiyetler dolayısıyla çok daha m enfi bir psikolojik altyapı üzerin­
de politika yapm ak zorunda kalmıştır. Almanya yetm işli yıllarda
Helsinki Güvenlik İşbirliği Anlaşm ası ile bölgede dolaylı etki sağla­
maya yönelik Ostpolitik diplom asisini aynı anda devreye sokm uş­
tur. Bu güvenlik ve ekonom ik etki alanına dayalı çift yönlü politika
Berlin D uvarı'nın yıkılmasını sağladığı gibi, karşılıklı bağım lılığın
artması ile II. Dünya Savaşında Alman tanklarının girdiği ülkelere
Alman M arkının yeni bir hakimiyet aracı olarak girm esi sonucunu
da doğurmuştur.
Türkiye de yakın komşuları ile yaşam akta olduğu güven b u n a­
lımını aşabilm ek için geniş kapsam lı bir barış planı ile ekonom ik
ve kültürel ağırlıklı ilişkileri geliştirm e paketini aynı anda devreye
sokmalıdır. Komşu ülkelerle ilişkilerin sürekli gergin tutulm ası,
hele hele PKK terörüne karşı bir dönem bazılarının teklif ettiği gi­
bi bütün güney hattım ızı kuşatan Suriye sınırının boydan boya
elektronik aygıtlarla bir duvar gibi örülm esi türünden tekliflerin
hir- l-*îr rac\ /nn pl t o m p l i V A İft lir
Stratejik D erinlik

Türkiye bölgede etkin olm ak istiyorsa kom şuları ile arasında


elektronik nitelikli Berlin Duvarı oluşturm aktansa var olan duvar­
ları da aşabilen politikalar üretmelidir. Türkiye’nin yakın kom şu­
ları ile olan ilişkilerinin sürekli gergin tutulm ası da, bu sınırların
kâh Kuzey Irak'ta olduğu gibi iç savaşla, kâh İra n ’la olan ilişkilerde
olduğu gibi ideolojik gerekçelerle, kâh Suriye örneğinde olduğu
gibi arızî bunalım ların kronikleştirilm esi suretiyle istikrarsızlaştı-
rılm ası da aslında dolaylı olarak Türkiye’yi sınırlarına hapsederek
kontrol altında tutm aya yöneliktir. Yapılması gereken bu korkuları
aşarak Türkiye'yi kendi kom şuları ile rasyonel ilişkiler kurabilen,
sınır ötesi ittifaklarla da bölgesel etkinliğini artırabilen bir konum a
getirmektir.
Kom şularım ızdan kaynaklanan dış politika riskinin azaltılm ası
için karşılıklı bağımlılık düzeyini yükseltecek adım lar atılm ası b el­
li bir hareket alanı sağlayacaktır. Karşılıklı bağım lılık İlişkisi, dış
politika projeksiyonu tutarlı olan ülkelerin lehine işleyen m eka­
nizm alar üretir.
Ekonom ik ve kültürel nitelikli bu m ekanizm alar siyasî m erkez­
lerden kaynaklanan gerginliklerin tansiyonunu düşürür ve Türki­
ye gibi bölgesel güçlere alternatif politikalar oluşturm a şansı sağ­
lar. Ulaşım im kanlarının genişletilm esi, sm ır ticaretinin yaygınlaş­
tırılması, karşılıklı kültürel m übadele program larının artırılması,
iş, em ek ve sermaye transferinin kolaylaştırılm ası gibi araçlar özel­
likle otoriter rejim lerin hakim olduğu bölgem izdeki m erkezî elit
kaynaklı problem lerin aşılm asında büyük kolaylıklar sağlar. M ese­
la ulaşım, sm ır ticareti gibi araçlarla Halep m erkezli Kuzey Suri­
y e’nin Gaziantep ve K ahram anm araş’ta patlam a gösteren sanayi
ile GAP’m tarım ına entegre olan bir yapıya kavuşturulm ası sınır
boyunun büyük m asraflarla elektronik d onanım la kontrol altında
tutulm asından daha etkin bîr yoldur. Türkiye ve Suriye arasındaki
düzlüklerden geçen smır, bölgesel entegrasyonların ve liberal eko­
nom ik politikaların ağırlık taşıdığı günümüz ekonom i-politiğinde
askeri yöntem lerden daha etkili bir şekilde terörü n ve ekonom ik
bunalım ın belini kırabilir.
Bu noktada jeopolitik-askerî gerçekler ekonom i-politik gerçek­
lerle uyumlu hale getirilmelidir. Aynı şekilde Oniki Adanın Anado­
lu anakarasına daha baeım h hale eelm esi. Kuzevlrak’m askerî ola­
Yakın Kara H avzası

rak değil, ekonom ik olarak GAP hattının güney kuşağını oluştur­


ması., Tebriz-Van-Adana, Tebriz-Trabzon hatlarının canlandırıla­
rak İran ve Orta Asya kara bağlantısının devreye sokulması, Ba-
tum -Trabzon-îstanbul ve ICöstence-Istanbul-Trabzon deniz bağ­
lan tıların ın kadın ticareti için değil, gerçek bir ekonom ik entegras­
yon için sektörel bazda desteklenm esi Türkiye'yi bir ekonom ik g e­
çiş merkezi haline getirecek ve gerginlikleri azaltacak dış politika
araçlarını oluşturacaktır.
Türkiye’nin belli aralıklarla Yunanistan ve Suriye ile gerginlik­
ler yaşamaya alıştırılması, ağır sıklet güreşçisinin hafif sıkletlerle
idman yapması gibidir ve Türkiye'nin gerçek potansiyelini kulla­
nam am ası sonucunu doğurmaktadır. Türkiye artık bu ölçeklerin
üzerine çıkm ak ve bu ülkelerle ilişkilerini daha büyük ölçekli poli­
tikalarının alt unsurları olarak değerlendirm ek zorundadır.
Bu çerçeve içinde Yunanistan ile ilişkiler Türk d ış politika olu ­
şum unda kendine has bir özelliğe sahiptir. Türk dış politikası İs­
tiklal Savaşından bu yana Önemli ölçüde Yunan faktörüne bağımlı
bir şekilde algılanagelmiştir. Bu durum hem Türk ve Yunan dış p o ­
litika yapım cıları açısından, hem de bu iki ülkeyle ilgili politikalar
oluşturan diğer ülkeler tarafından böyle yorumlanagelmiştir.
Yayıldığı coğrafya sebebiyle her zam an büyük ölçekli ve en az
üç bölgesel merkezli politikalar üzerine oturan bir dış politika ge­
leneği oluşturm uş bulunan Osmanlı D evleti’nin bakiyesi üzerinde
kurulmuş olan Türkiye’nin Yunanistan’a endeksli bir dış politika
stratejisine bağım lı hale gelmiş olması aslında çok ciddi bir ölçek
küçültmedir. Son yetm iş yıllık dönem de Türk diplom atlarının p si­
kolojilerini, planlam alarını ve her şeyden önce ufuldarını daraltan
bu olgu, bırakın küresel politikalar geliştirmeyi, bölgesel politika­
lar üzerine bile ciddi bir ipotek koymuştur. Sonuçta, hafif sıkletler­
le idm ana çıkan bir ağır sıklet güreşçisinin düştüğü idman yeter­
sizliğine benzer bir durum doğmuştur. Türk diplomasisi Yunanis­
tan ölçeğini aşan her uluslararası konjonktür değişim ine hazırlık­
sız ve donanım sız yakalanmıştır.
Yunanistan’a endeksli reaksiyoner dış politika arayışının k en ­
disi başlıbaşm a cılız bir gelenek oluşturmuştur. Bu ufuk darlığı se­
bebiyle yetm işli yıllardaki petro-dolarla yükselen Ortadoğu gerçe-
pi de. se k se n li vılların o rta la rın d a n itibaren önü alınm az bir şekil­
S tra te jik D erinlik

de yükselişe geçen Pasifik ekseni olgusu da çok geriden ve m esafe­


li bir şekilde takip edilmiş, bu bölgelerdeki gelişm elere müdahil
olabilecek bir dış politika ölçeği ve ufku geliştirilem em iştir. Sov­
yet-sonrası Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya olgularının yorum la­
narak Türk dış politikasına yeni çizgiler olarak yansım asındaki ge­
cikm enin en önem li sebeplerinden birisi de artık tepkisel bir alış­
kanlık haline gelm iş bulunan ve Ege-Kıbrıs hattına indirgenen kü­
çük ölçekli reaksiyoner dış politika psikolojisidir.
BM, NATO ve AB ile ilişkilerde sürekli olarak birbirlerini kolla­
yan Türkiye ve Yunanistan’ın bu karşılıklı zaafı diğer ülkeler tara­
fm dan gerektiği anda ciddi şekilde istism ar edilmiştir. Bu istism ar
Türk-Yunan ilişkilerini Türk-Batı ilişkilerinin b irin cil d erecede
önem li bir değişkeni haİine getirmiştir. Türkiye’ye yönelik Batı-
merkezli mesajlar, uyarılar, üstü kapalı tehditler hep Yunanistan
üzerinden gönderilmiş; Türkiye’nin dış politikada yeni arayışlara
girmeye çalıştığı dönem lerde Türk-Yunan bunalım ı Yunanistan le­
hine tırm andırılarakTürkiye tekrar Ölçek küçültm eye zorlanm ıştır.
Sürekli kendini tedirgin eden yakm bir tehditle boğuşm ak zorun­
da bırakılan Türkiye ufkunu aksiyoner nitelikli, büyük ölçekli ve
küresel nitelikli politikalara açam az hale gelmiştir.
Türkiye, son yıllarda yakm tehdit olarak yükselen Kuzey Irak ol­
gusu da devreye girince her iki ayağı da birer ağır yüke bağlanm ış
bir m ahkum durum una düşmüştür. Böylece seri m anevralarla h a ­
reket etm e potansiyeli zayıflatılan Türkiye'nin atılım gücü önem li
ölçüde zayıflatılmıştır. Altmışlı yılların başında SSCB ile yeni ve ge­
niş kapsamlı ilişkilere girildiği günlerde, yetm işli yılların başında
da Ortadoğu’ya tekrar açılm a sancılarının yaşandığı bir dönem de
ani tırm anışlar gösteren Kıbrıs'ta suların uzun ve statik bir bekle­
yişten sonra doksanlı yılların sonlarında yeniden ısınm aya başla­
m ası bu açıdan teenni ile karşılanmalıdır.
Yakın deniz havzası ile ilgili bölüm de daha detaylı bir şekilde
ele alacağım ız gibi, Türkiye Kıbrıs’ı hiç bir zam an ihm al edemez.
Ancak, bütün bir dış politika eksenini de belli aralıklarla gündemli,
güdümlü ve suni tırm anışlar gösteren tek bir dış politika olgusuna
bağlayamaz. Aksi takdirde Türkiye’nin Yunanistan ve Kıbrıs zaafım
bilen büyük güçlere kendi dış politika hesaplarına uygun düşen her
k n n în n k tiirrlf! hıı zaafı T iirk iv e ’vi te d irg in e d ecek şe k ild e kullanm a
Yakın K ara H avzayı

şansı verilmiş olur. Türkiye kendi stratejik hesaplarını tehdit eden


her olguya gereken sertlikte cevap verecek şekilde hazırlıklı olm ak­
la birlikte artık sıklet ve Ölçek küçültülmesi sonucunu doğuracak
hiç bir dış politika ipoteğini de kabul etmemelidir.
Toplum umuz bu son gelişm elerle birlikte özellikle yakın kara
havzası ile ilgili son derece dinam ik bir sürece girmiştir. Bu süre­
cin tem el çelişkisi coğrafya ve tarihin yüklediği m esuliyet ve zo­
runluluklarla bunları karşılayacak siyasî kurumlar ve kültür ara­
sındaki dengesizliktir. Bu dengenin rasyonel bir dış politika yapım
süreci ile bütünleşm esi ve uzun dönem li bir stratejik planlam a
çerçevesinde devreye sokulm ası Türkiye’yi önüm üzdeki yüzyılda
yükselen bir güç haline getirecektir.
3- Bölüm
Yakın Deniz Havzası
I Karadeniz, Doğu Akdeniz, Körfez, Hazar

l. Tarihî Arkapian

Türkiye'nin kendi coğrafyası ile çelişkili dış poiitika oluşum u­


nun en belirgin yönü uzun dönem li ve koordineli bir deniz ve su
yolları stratejisinin oluşturulam am ış olmasıdır. Hem bir yarım ada
olm a hem de su yollarının, iç denizlerin ve körfezlerin kesiştiği bir
coğrafi havzada bulunm ası dolayısıyla Türkiye'nin en hayatî dış
politika önceliklerinden birisi bu havza üzerinde etkinlik sağlaya­
bilecek bir deniz stratejisinin geliştirilmesidir.
Tarihî veriler açık bir şekilde gösterm ektedir ki, Anadolu-Bal-
kan eksenindeki bir ülkenin gerçek anlam da güçlü olm ası ancak
ve ancak bu ekseni çevreleyen deniz ve su yollarında hakim iyet
sağlam ası ile mümkündür. Bizans D evleti’nin, Roma İm paratorlu-
ğu’nun ihtişam ına sahip olm aya yöneldiği, altın çağı olan 6. yüz­
yıldaki lustinyen dönem i her şeyden önce ünlü stratejisyen Beiisa-
rius’un Doğu Akdeniz üzerinde sağladığı deniz hakim iyeti üzerin­
de yükselmiştir. Kuzeyden geîeıı Rus baskısı karşısında 10. yüzyıl­
da ortaya çıkan Bizans-H azar yakınlaşm ası ve bu çerçevede olu­
şan Bizans-Rus-H azar güç dengeleri de deniz ve su yollan havza­
larının Avrasya stepleri, Karadeniz ve Anadolu yarım adası arasın­
daki stratejik ilişki açısından taşıdığı önem i ortaya koymaktadır.
Osm anlı D evleti’ni Anadolu-Balkan eksenli bir bölge gücü o l­
maktan üç kıtaya hakim bir dünya devleti haline getiren faktörle­
rin başında da Ege, Akdeniz ve Karadeniz üzerinde kurduğu haki­
miyet ile Kızıl Deniz, Hint Okyanusu ve Hazar gibi çevre denizlere
anin hilf>rı=>L' hnvntta Hpnî? cnî nün e -ulaşma sı çelmektedir. Belisari- ı
Stratejik D erinlik

us'tan daha kapsam lı bir Akdeniz hakimiyeti kuran Barbaros Hay­


rettin Paşa’m n Osmanlı D evleti’nin bir dünya devleti haline dö­
nüşm esindeki rolü inkar edilemez. Bu denizler ile kara bağlantıla­
rım sağlayan Fırat, Dicle, Nil, Tuna, Dinyeper, Dinyester, Don ve
Volga gibi önem li su yolları üzerindeki Osm anlı denetim i, engin
kara hakimiyetini sağlayan can dam arları niteliğini taşımaktaydı.
Os manii-Avrupa rekabetinin en yoğun yaşandığı ve tarih sah­
nesine en belirgin şekilde ağırlık koyduğu alan da deniz ticaret
yolları olmuştur. O sm anlı D evleti’nin Avrasya anakıtasm m iç de­
nizlerini ve m erkez-kıyı iletişim ini sağlayan su yollarını denetim
altına alıp kara, deniz ve kıta havzalarım tümüyle kuşatan bir h a­
kim iyet alanı oluşturarak Avrupa'yı yeni deniz ticaret yollan bul­
m aya zorlam ası, Avrasya-eksenli stratejik ve ekonom i-politik re­
kabeti küresel rekabete dönüştürecek son derece önem li bir deği­
şimi beraberinde getirmiştir. Avrupa'nın bu çerçevede Avrasya
anakıtasım kuşatan açık denizlerde oluşturduğu ekonom i-politik
alan ve bu alandan beslen en dünya sistem i O sm anlı Devleti'nin
Avrasya bünyesinde oluşturduğu güç tem erküzünü sarsmıştır. Av-
rupah güçlerin açık denizlerde ve bu açık denizlerin bağlantı hav­
zalarında kurduğu stratejik hakim iyetin Avrasya’n ın iç denizleri
ve su havzaları üzerinde yaptığı baskılar, söm ürgeciliğin Osmanlı
D evleti’n in hayat alanım daralttığı sürecin dönüm noktasını oluş­
turmuştur.
Bu nedenledir ki, O sm anlı D evleti'nin gerilem esi de, öncelikle
çevre denizler üzerindeki etkisini yitirm esi ve buna bağlı olarak bu
su yolları üzerindeki denetim gücünü kaybetm esi ile ivme kazan­
mıştır. Osmanlı Devleti'nin merkez eksende çökm eye başlam ası­
nın dönüm noktası da 1827’cle Fransız, İngiliz ve Rus ortak gücü­
nün Osm anlı donanm asını Navarin’de tam am ıyla yok etmesidir.
Osmanlı D evleti'nin Yunanistan isyanı ile Balkanlarda başlayan
çözülm esi de Doğu Akdeniz'deki deniz gücünün yok olması ile
doğru orantılıdır.
Bu zaafı gören Abdülaziz’in kurduğu dünyanın üçüncü büyük
donanm ası da, bu donanm a ile koordineli bir kara stratejisi oluş-
turulam adığı için, etkin bir şekilde kullanılam am ış ve gerçek bir
deniz im paratorluğu olan İngiltere’yi tedirgin etm em ek için gizli
bir potansiyel olarak ülkenin iç denizlerinde tutulduktan sonra
rîirıimpvf» terkedilmiştir. Osmanlı D evleti’nin 19. yüzyıl­
Yakın D e n iz H avzası

daki kıt kaynaklarının atıl tutulan bir donanm a için kullanılmış ol­
ması, diplom asi ile askerî güç arasında stratejik bir ilişki kurula-
m am asım n yol açtığı bir durumdur.
Bu sabit coğrafî ve tarihî verilere rağm en Abdülaziz d ön em in ­
deki d onanm a potansiyelinden bu yana Türkiye’nin bir deniz ül­
kesi olduğu gerçeği hep gözardı edilegelmiştir. Bu ihmal Osmanlı
D evleti’nin son dönem inde devletin farklı coğrafi bölgelerine m ü ­
dahale im kanlarını daraltm ak suretiyle bu bölgelerin devletten
kopuş sürecini hızlandırmıştır. Bunun en çarpıcı misali, Kuzey Af­
rika'daki son direniş noktası olan Libya’nın, Trablusgarp Savaşı e s­
nasında gösterilen yerel ve taktik direniş kahram anlıklarına rağ­
m en deniz üzerinden lojistik destek sağlanam am ası yüzünden el­
den çıkmasıdır. Benzer durumlar Girit, Kıbrıs, Ege adaları, Yemen
gibi bölgelerde de söz konusu olmuştur.
R auf Orbay'm Balkan Savaşı esnasında Hamidiye kruvazörü­
nün sınırlı im kanlarıyla Ege-Adriyatik-Doğu Akdeııiz-Kızıldeniz
hattında vur-kaç taktiği ile elde ettiği olağanüstü başarılar ve Ça­
nakkale Savaşının kazanılm asında büyük rol oynayan m ayınlam a
faaliyetleri gerek kapasite gerekse alan olarak sınırlı küçük çaplı
deniz operasyonlarının taşıdığı önem i gösterm esi bakım ından ya­
kın tarihim izin istisnaî örnekleri arasında yer almaktadır. Ancak
bu başarılar ne Averof zırhlısı desteğindeki bir kaç m uhripten olu ­
şan Yunan donanm asının Balkan Savaşları esnasında yaklaşık bir
ay içinde Kuzey ve Doğu Ege adalarım işgal etm esini, ne de 1. D ü n ­
ya Savaşı sonunda Çanakkale Boğazı yanısıra İstan bul’un da düş­
m an istilasına uğram asını engelleyebilmiştir.
I. Dünya Savaşı Osmanlı D evleti’nin yeterli deniz desteğinden
mahrum kara-yoğunluklu askerî gücünün getirdiği zaaflarla dolu­
dur. D eniz im paratorlukları olan İngiltere ve Fransa karşısında yi­
ne kara-yoğunluklu bir askerî güç olan Almanya ile yapılan askerî
ittifak, bu tür ittifaklarda aranan en önem li şartlardan olan ta ­
m am layıcılık ilişkisinden yoksun olduğu için, bu blokta önem li
stratejik gedikler açmıştır. Küçük ölçekli m uharebelerde kazanılan
başarılara rağmen nihaî savaşın kaybedilm esinin en önem li n e ­
denlerinden birisi de budur. İstiklal Savaşı sonrasında yürütülen
m üzakerelerin Boğazlar ve Fırat-D icle havzasında bulunan Musul
etrafında yoğunlaşm ası da deniz ve su yolları bağlantılarının taşı-
S tratejik D erinlik

Cumhuriyet dönem inde im zalanan M ontrö (Montreux) Anlaş­


ması ile Boğazlar konusunda sağlanan ilerlem eye rağmen, Türki­
ye’nin deniz gücü konusunda sürdüregeldiği zaaf kendisin i en çar­
pıcı şekilde II. Dünya Savaşından sonraki düzenlem elerde göster­
miştir. 1944 yılında Oniki Ada'yı terk etm ek zorunda kalan A lm an­
ların, dönem in Türk hüküm etinin bu adaları alm asını teklif etm e­
leri karşısında bu talep için lngilizlerden onay alm a yolunu tercih
eden hüküm etin îngilizlerin reddi karşısında bu adalara karşı ka­
yıtsız kalması, Türkiye’yi Ege’ye çıkamaz hale getiren gaflet zin ci­
rinin en önem li halkasıdır. D aha sonra 1946 yılında Paris’te İta l­
yanlarla müttefikler arasında yapılan görüşmelere II. Dünya Sava­
şı dışında kaimmiş olunması ve savaşın ganim etlerinden pay alına
hakkımızın olm am ası gerekçesiyle katılma m üracaatında bulun­
m am a karan alan dönem in hükümeti bu adaların Yunanistan’a
verilm esine açık bir şekilde çanak tutmuştur. Böylece Oniki Ada ve
Rodos 10 Şubat 1947 tarihli İtalyan Barış Andlaşması ile silahtan
arındırılm ak şartıyla Yunanlılara verilmiştir. Daha sonra bu şart da
ciddi bir şekilde denetlenem em iş ve Türkiye sınırlarının güvenliği
sürekli bir tehdide m aruz kalmıştır.
II. Dünya Savaşından sonra terkedilen Ege adalarının denetim
altma alınm am ası konusundaki stratejik gafletin sonuçları bugün
gözler önündedir. Türkiye Boğazlar yoluyla Rusya'nın stratejik yu­
m uşak karnının nabzım elinde tutarken, Yunanistan da Ege adala­
rı yoluyla Türkiye’ye karşı aynı stratejik avantaja sahip olmuştur.
Türkiye'nin savaşa en yakm olduğu yer hayat alanını önem li ölçü ­
de daraltan Ege adalarıdır ve bunun nedeni de tutarlı bir deniz
stratejisinden yoksun olmak dolayısıyla yapılan affedilmez h ata­
lardır. Kıyılarımızın hem en dibindeki kayalıklarda bile Yunan h a­
kimiyetini gündem e getiren Kardak bunalım ı bu hataların birike­
rek gelmiş acı bir faturasıdır.

II. Soğuk Savaş Dönemi ve


Türkiye’nin Deniz Politikaları

Soğuk Savaş dönem inin küresel deniz stratejileri açısından ta ­


şıdığı özellikleri belirleyen tem el unsur, iki kutuplu yapının uçları­
nın denizlere bakışları ve sabit coğrafî faktörlerin bu bakışlar üze­
rindeki etkisidir. Tarihin gördüğü en tioik kara devleti olan SSCB
Y ak ın D en iz H avzası

Avrasya step derinliğindeki konumu dolayısıyla kendini defansif


olarak bakıldığında güvenlikli, oFansif bakıldığında sınırlanm ış ve
çevrelenm iş bir konumda hissetmiştir. Hitler'in yenilm ez kabul
edilen ordusunu, bu coğrafî konum un defansif pozisyonlardaki
avantajını kullanarak, Avrasya derinliğine çektikçe yıpratan SSCB,
Soğuk Savaş dönem inde aynı coğrafi konum un kendisini denizler­
den uzak tutan ve ofansif strateji alanını daraltan özelliğinin b a s­
kısını hissetmiştir.
Soğuk Savaşın diğer kutbunu oluşturan ABD ise tam aksi bir je ­
opolitik konum un sonuçlarını strateji yapım ının ana unsurları
olarak kullanm a zorunluluğu duymuştur. Doğu ve batı sahilleri ile
dünyanın iki büyük okyanusuna bakan ve Avrasya anakıtasınm
■deniz-aşırı alanında bulunan ABD defansif ve ofansif strateji ta­
nım lam alarını kendi hayat alanının çok ötelerinde deııiz-eksenli
olarak kurma tercihine yönelmiştir. ABD ile rekabet edecek m uh­
tem el güçlerin tüm ünün Avrasya anakıtasm da bulunm ası, ABD'yi
Amerikan kıtasında defansif anlam da güvenli alanlar oluşturm a­
ya, Avrasya kıtasını çevreleyen denizlerde de ofansif m üdahaleye
hazır sürekli bir deniz gücü bulundurmaya itmiştir. Avrasya derin­
liğindeki kara m üdahalelerinde dezavantajlı bir durum yaratan bu
coğrafî konum özellikle jeopolitik teorisyenlerce Rimland olarak
adlandırılan Avrasya kenar kuşağına yönelik operasyonlarda hem
defansif hem de ofansif strateji açısından maliyetli olm akla birlik­
te önem li avantajlar getirmiştir.
SSCB'yi Avrasya derinliğine m ahkum eden coğrafî konum b a s­
kısı, bu süper gücü, biri Soğuk Savaş dönem inin başında, diğeri
sonunda iki ciddi ofan sif atağa zorlam ıştır. Bunlardan birincisi, II.
Dünya Savaşının hem en sonrasında Boğazlar konusunda Türki­
ye’ye yönelik yapılan ve fiilî güç tehdidi barındıran baskı; diğeri ise
Soğuk Savaş dönem inin sonlarına doğru bu ülkeyi sıcak denizlere
en yakın noktaya getiren Afganistan işgalidir. Saldırgan nitelik ta ­
şıyan her iki stratejik atak da aslında bu coğrafî konum dan kay­
naklanan jeopolitik darboğazın yol açtığı ofansif görünüm lü d e­
fansif ham lelerdir ve SSCB tarihinin en ciddi stratejik hatalarını
oluşturmaktadır. Bu stratejik hatalar dolayısıyla Türkiye daha So ­
ğuk Savaş başlam adan Batı Blokuna itilerek Boğazlar karşı kutbun
eline terkedilirkeıı, Afganistan işgali bu süper gücün sonunu geti­
ren stratejik bir bataklık haline dönüşmüştür.
S tratejik D erin lik

SSCB deniz kuvvetlerinin yapılanm ası hem bu süper gücün ya­


şadığı stratejik darboğazı, hem de bu darboğazın Türkiye’nin So­
ğuk Savaş dönem indeki deniz stratejisinin oluşum u üzerindeki et­
kisini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. SSC B'nin Avrasya kara
derinliği ile sıcak denizler arasında stratejik irtibat kurm a konu­
sunda yaşadığı sıkıntılar bu ülke deniz stratejisyenlerini anavatan
toprağı ile doğrudan irtibatlı “donanma sahaları" ile uzak bölge­
lerdeki alanları kapsayan "saha dışı alanlar/out of area” ayrımı
yapm ak zorunda bırakmıştır. D onanm a sahaları aynı zamanda
Avrasya steplerinin deniz açılım alanlarındaki dört Sovyet ana do­
nanm asının faaliyet sahasını oluşturm aktadır; Kuzey; Baltık, Pasi­
fik ve Karadeniz donanm aları. Anavatan ile doğrudan irtibatlı bu
donanm a sahaları dışında kalan alanlardaki operasyonlardan so­
rumlu olmak üzere de Akdeniz, Norveç denizi, Hint Okyanusu ve
Batı Pasifik eskadraları oluşturulmuştur.
Bu donanm a yapılanm ası Türkiye'yi Varşova-NATO, SSCB-
ABD rekabetinin deniz düğüm noktalarının önem li bir halkası h a­
line getirmiştir. Üç donanm a sahası içinde doğrudan sıcak deniz-
lerie irtibatlı ve her mevsim kullanılabilir tek alan olan Karadeniz
sahası, Soğuk Savaş süresince güneyini NATO üyesi olan Türki- y
ye’nin, diğer bütün alanlarını da Varşova Paktı üyesi ülkelerin de- :
netim altında tuttuğu ikiye bölünm üş bir havza niteliğini sürdür­
müştür. Bu donanm a sahasının saha dışı eskadralarnı en önemli
iki unsuru olan Akdeniz ve Hint Okyanusu eskadraları ile bağlan­
tılarının da Türkiye ve Boğazlar üzerinden olması, Soğuk Savaş
dengelerinin Türkiye açısından oluşturduğu en hassas deniz stra­
tejisi param etrelerinden biri olmuştur.
Bloklararası dengelerin oluşturduğu bu konjonktürde Türki­
ye’n in blok-içi sorum luluk alanları ile blok-dışı ulusal çıkar alanla­
rı arasında ortaya çıkan çelişkiler bu alanlar arasında sağlıklı bir
koordinasyon kurm a problem ini beraberinde getirmiştir. Bunun
en çarpıcı m isali karşı kutbu tem sil eden SSCB karşısında geliştiri­
len Karadeniz ve Boğazlar stratejisi ile ortak ittifak üyesi Yunanis­
tan karşısında geliştirilmek zorunda kalman Ege ve Kıbrıs strateji­
leri arasındaki uyum meselesidir.
Soğuk Savaş dönem inin konjonktürel şartlarından kaynakla­
nan bu uyum problem i Türkiye’yi çevreleyen deniz ve su havza la-
Yakm D en iz H a v ra sı

rı ile ilgili m eselelerin deniz stratejisi açısından birbirlerinden ko­


puk taktik alanlar olarak görülm esine yol açm ıştır. Karadeniz ve
Boğazlar ile ilgili m eseleler SSCB ile NATO çerçevesinde yürütülen
bloklararası ilişkinin bir uzantısı olarak değerlendirilirken, Ege ve
K ıbrıs’ın ağırlık taşıdığı Doğu Akdeniz havzası Yunanistan ile sü re­
gelen gergin bfok-içi ilişkilerin çerçevesinde ele alınmıştır. Türkiye
açısından ikincil önem taşıdığına inanılan ve seksenli yıllara kadar
ilgi aianı dışmda kalan Basra Körfezi genel Ortadoğu politikasına,
Tuna su yolu da Balkanlar politikasına indirgenmiştir.
Bu alanlara olan ilgiler de konjonktürel boyutlarda kalmıştır.
Iran -Irak Savaşının gerektirdiği ekonom ik boyutlar da taşıyan dış
politika pozisyonu Basra Körfezine olan ilginin, Bulgaristan ile
seksenli yıllarda artan gerginlik de Tuna su yoluna duyulan ilginin
a rtm asına yol açm ıştır. Bu dönem de karşı blokun m utlak hakim i­
yeti altında görülen Hazar deniz havzası ve Karadeniz’in kuzeyin­
deki Dinyeper, Dinyester, D on ve Volga su yollan ile ilgili hiç bir
teşeb b ü ste bulunulm adığı gibi ciddi bir teorik plan da geliştiril­
m em iştir.
Böylece Türkiye’nin çevresindeki deniz havzaları ve su yolları
İle olan ilgisi Anadolu yarımadasını jeopolitik eksen olarak algıla­
yan bütüncül bir strateji çerçevesinde ele alınm am ış, bloklararası
ve blok-içi rekabetlerden etkilenen koordinesiz taktik adım lar ile
sınırlı kalmıştır. Bu çerçevede Soğuk Savaş süresince bir taraftan
dönem in süper gücü olan SSC B’nin Karadeniz ve Boğazlardaki
baskısı sürekli olarak hissedilmiş, diğer taraftan Ege’de ise basiret­
sizce Yunanistan’a terkedilen adaların oluşturduğu status quo T ü r­
kiye’nin denizlerdeki hareket alanını önem li ölçüde daraltmıştır.
O rtadoğu ve Süveyş üzerindeki çok önem li stratejik etkiye sa ­
hip olan Doğu Akdeniz bölgesi de sadece K ıbrıs'a endeksli olarak
ele alınm ıştır. Kıbrıs geniş ölçekli bir deniz stratejisin in önem li bir
sacayağı olarak algılanm ası gerekirken bütün deniz stratejisi Kıb­
rıs bu n alım ın a göre ayarlanır hale gelmiştir. Türkiye uzun d ö ­
n em li bir deniz stratejisinin taktik adım ları olarak değil, 1964 ve
1967 yıllarındaki Kıbrıs bu nalım larının dayatm ası olarak NA-
T O ’dan kısm en bağım sız alternatif deniz politikalarına ve askerî
güç oluşum una yönelm iştir. Stratejik yönelişin taktik adım ları b e-
S tra te jik D erinlik

mıştır. Bu açıdan Kıbrıs bunalım? göz ardı edilerek Türk dış politi­
kasının genel yönelişleri de, deniz stratejisindeki değişm eler de
anlam lı bir çerçeveye otuıtulam az.

ili. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve


Yeni Deniz Stratejisinin Unsurları

Soğuk Savaş sonrası dönem in en önem li özelliklerinden bilisi


cifi kutuplu statik yapının birbirinden ayırdığı bölgelerin yeni et­
kileşim alanları ile stratejik açıdan yeni bir eklem lenm e sürecine
girmeye başlamalarıdır. Yakm kara havzalarını incelerken de üze­
rinde durduğumuz ve örnek uygulama alanlarında tekrar ele ala­
cağım ız gibi, bölgelerarası etkileşim alan* ve stratejik eklem lenm e­
nin en çarpıcı misalleri Türkiye'nin yakm kara havzalarım oluştu­
ran Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar arasında görülmektedir.
Bu stratejik eklem lenm e bu bölgelerin kendi aralarındaki etki­
leşim alanlarında bulunan denizlere ve su yollarına yeni jeo p o li­
tik anlam lar katmaktadır. Deniz ve su havzalarının bağlantılı ol­
dukları kara şeritleri ve derinlikleri ile olan stratejik bağımlılık iliş­
kisi alışagelm iş bölge tasniflerinin ötesinde yeni stratejik alan ta ­
nım lam aları ortaya çıkarm aktadır. Karadeniz, kendi özel önem i
dışında Balkanlar ile Kafkaslar arasındaki stratejik bağlantılar a çı­
sından yeni jeopolitik anlam lar kazanırken, M ezopotam ya havza­
sındaki su yollarının ve bu su yollarının bitiş noktasındaki Basra
Körfezi’nin stratejik ön em i de Kafkaslar ve Ortadoğu arasındaki
bölgesel etkileşim alanının genişlem esine ve d erinleşm esine pa­
ralel olarak ciddi ölçekte artm ıştır. Aynı şekilde, Türkiye’n in Soğuk
Savaş süresince değişm eyen dış politika gündem leri arasında yer
alan Kıbrıs ve Ege konulan da Ortadoğu ve Balkanlar arasındaki
etkileşim alanının Doğu Akdeniz’de yoğunlaşm ası ile birlikte yeni
unsurlar kazanm ışür.
. Dolayısıyla, Soğuk Savaş sonrası dönem Türkiye’nin deniz ve
su y ollan politikasını yeni bir stratejik eksene oturtulm asını gerek­
tiren bir konjonktür doğurmuştur. Türkiye artık çevresindeki d e­
niz havzalarını ve su yollarım bloklararası rekabetin yönlendirdiği
birbirinden kopuk problem alanları olarak eöremez. T ü rk îv p 'n în
Yakın D en iz H avzası

bu alanları kendi stratejik tercihleri doğrultusunda koordineli bir


tarzda yeniden değerlendirm esi kaçınılm az bir zaruret halini al­
mıştır. M esela sadece Hazar petrollerinin nakli m eselesi bile Kara­
deniz, Boğazlar, Ege, Doğu Akdeniz ve Basra Körfezi politikaları­
nın kesiştiği bir alanda oluşmaktadır.
B unun içindir ki, bu bölgelerde yapılan ham lelerin tümü karşı
ham leleri beraberinde getirmektedir. M esela Türkiye’nin Boğaz­
lardaki geçişi düzenlem ek suretiyle yaptığı bir ham le Rusya-Bul-
garistan ve Yunanistan arasında bir işbirliği cephesi oluşturm akta
ve Ege'deki Yunan denetim i Bulgaristan üzerinden Ege'ye aktarıla­
cak boru hattı projesi ile devreye girmekte; İsrail faktörü ile Türki­
ye-İran ilişkilerinin gerginleşm esi H azar-Basra hattında yeni d en­
geler ortaya çıkarmaktadır.
Soğuk Savaş dönem inin bloklararası rekabete ve NATO yüküm ­
lülüklerine ayarlı konjonktürünün yerini anlık tepkilerin stratejik
sonuçlar doğurduğu dinam ik bir süreç alm ış bulunm aktadır. Bu
dinam ik konjonktürde anlık tepkilerdeki ufak hatalar bile uzun
dönem li stratejilerde büyük sapm alar m eydana getirebilir. Bunun
için de savunm a tepkili Soğuk Savaş şartlanm aları terkedılerek ak­
tif ve atak bir tavır sergilenmelidir. Deniz havzalarının stratejik d e­
ğerlendirm esi bu açıdan yeniden gözden geçirilm ek zorundadır.

ı. Karadeniz Havzası ve Bağlı Su Yolları


Soğuk Savaş dönem inin çift kutuplu yapılanm asında Türki­
ye’nin yakın deniz havzası olm aktan çok bloklararası kutuplaşm a­
nın en keskin şekilde yansıdığı bir iç deniz hüviyeti taşıyan Kara­
deniz, kıyı ülkeler için taşıdığı potansiyelin çok gerisinde bir Öne­
me sahip olmuştur. Karadeniz havzası etrafındaki jeopolitik ku­
tuplaşm a Avrasya’nın bu en büyük iç denizinin jeoekon om ik Öne­
m inin yeterince değerlendirilem em esi sonucunu doğurmuştur.
Özellikle Türkiye, kıyı ülkelerin tüm ünün (SSCB, Romanya,
Bulgaristan) karşı blok içinde yer alm aları dolayısıyla Karade­
niz’de bir nevî kuşatılmışlık psikolojisinin tesiri altında kalmıştır.
Bu nedenledir ki, Karadeniz ve Tuna su yolunun Türkiye’nin to p ­
lam ihracatındaki payı %6, toplam ithalatındaki paya ise %7 civa-
n n rio V n iım ch r iıfcırarîonî7 h a ö la n iıtı <511 v n lla rı in in d e t a rih î bir
S tra te jik D erinlik

önem e sahip olan Tuna su yolunun Türk deniz ulaşım ındaki payı­
nın % 1'in altında olm ası Türkiye'nin kuzey hattını ne derece ih­
m al ettiğinin önem li bir göstergesidir.
Bu durum Türkiye'nin kendi kıyı şeridini kullanm a konu sun­
da da geçerlidir, Türkiye’nin en uzun kıyı şeridi Karadeniz'de ol­
m asın a rağm en 120 m ilyon tonluk yükleme ve boşaltm a kapasite­
sinin % 25’i Akdeniz’de, % 21’i Ege’de, % 41'i M arm ara’da ve sadece
% 13’ü Karadeniz’dedir. Bu durum Türkiye'nin genel bir tablo ola­
rak güneyden kuzeye akan ve M arm ara Denizinde yoğunlaşan bir
deniz ulaşım yönüne sahip olduğunu gösterm ektedir. Bu yön Ka­
rad eniz’in Türk deniz ulaşım stratejisindeki konum unun m arji­
n alleşm esin e yol açm ıştır.
Soğuk Savaş dönem inin sona erm esi Türkiye'nin alışılagelmiş
deniz ulaşım ve strateji yapılanm asında ve Karadeniz’in bu yapı­
lanm a içindeki konum unda önem li değişiklikler yapmış bulun­
maktadır. Herşeyden önce Varşova Paktı'm n ve SSC B'nin dağılma­
sı ile Türkiye ilk defa Karadeniz'de kendi dışında kalan kıyıdaş un­
surların ortak bloku karşısında yalnızlaşma konum undan kurtul­
muştur. Bu iki kadem ede gerçekleşmiştir. Birinci kadem ede Varşo­
va Paktı’mn dağılması ile SSCB-.Romanya-Bulgari.stan arasındaki
ittifak bağı çözülm üş ve Türkiye’nin her üç ülke ile de ayrı düzlem ­
lerde ve ikili çıkarlar esasına dayalı olarak politika geliştirebilm esi­
nin önü açılmıştır. İkinci kadem ede SSC B'nin dağılması iie birlik­
te Ukrayna ve G ürcistan'ı n da bağım sızlıklarım kazanm aları Kara­
deniz’deki aktörlerin sayısını artırm ış ve Boğazlar üzerindeki blok
baskısını ortadan kaldırmıştır. Yeni aktörlerin Karadeniz’in kuze­
yindeki merkezî güç olan Rusya İle yaşadığı çelişkiler Türkiye-Uk-
rayna, Türkiye-Gürcistan ilişkilerinin gelişm esine ivme kazandır­
mış ve Türkiye’yi Karadeniz'in en geniş kıyıya sahip ülkesi konu­
m una getirerek önem li bir diplom atik avantaj sağlamıştır.
SSC B 'nin dağılm asından sonra Türkiye'nin Karadeniz’in bütün
güney hattını tutan ve bu denize en uzun kıyısı olan ülke konumu
kazanm ası önem li bir jeoekonom ik im kan patlam asına yol açm ış­
tır. Türkiye artık Karadeniz’i savunm a stratejisinin bir parçası ola­
rak sadece Boğazlarla dünyaya açılan, dolayısıyla da kuzey kom ­
şusuna karşı bir koz olarak kullanılabilen bir deniz sahası olarak
Yakın D en iz H avzası

Aksine, atak bir politika ile Karadeniz Türkiye’nin bir taraftan


Doğu ve Kuzey Avrupa’ya, diğer taraftan Kafkaslar ve Orta-Asya’ya
açılmasın] sağlayacak bir deniz yolu olarak görülm eli ve bu doğ­
rultuda bir altyapı çalışm asına gidilmelidir. Karadeniz İşbirliği Ör­
gütü doğrultusunda başlam ış olan çalışm aların rasyonel bir eko­
nom ik işbirliği ve siyasî güvenlik çerçevesi oluşturm aktan çok,
Türkiye'nin AB’ye karşı bir kozu olarak telakki edilm esi ve üye sa­
yısı ve faaliyet alanı itibariyle çok ihtiraslı bir kapsam ı öngörm esi
dolayısıyla istenilen neticelere ulaşılam am ıştır. Bunun yerine da­
ha dar kapsamlı fakat daha etkin projeler geliştirilm ek zorundadır.
Türkiye'nin Karadeniz ile ilgili stratejisi sadece askeri alanla sı­
nırlı kalamaz. Bu havza özellikle ekonom ik açılım için etkin bir
tarzda kullanılmalıdır. Bu sebeple bu havzayı iç steplere bağlayan
su yollarının ekonom ik açıdan değerlendirilm esi yapılarak sınır
ötesi deniz ulaşımı konusunda teşvik edici tedbirler alınm alı, bu
su yollarındaki ulaşım a elverişli projeler geliştirilmelidir. O sm anh
Devleti’nin son dönem inde bile büyük bir ulaşım ağına sahip olan
Köstence-Trabzon hattı m üm kün olduğu ölçüde Dinyeper, Din-
yester, Volga ve D on ırm aklarının çıkış noktalan İle irtibatlandırıl-
malı, böylelikle Doğu Karadeniz bölgesi, Doğu Avrupa ve Asya
steplerini Orta Doğu ve Hint Okyanusuna bağlayacak bir ulaşım
hattının pivot alanı haline getirilmelidir.
Bu hat üzerinde KEİ ve ECO ölçekli projeler koordineli bir şe ­
kilde devreye sokularak dinam ik Doğu Asya ekonom ik havzasını
Doğu ve Orta Avrupa’ya bağlayan en kısa ve ekonom ik ulaşım ağı
Türkiye üzerinden sağlanabilir. Bunun için de bir yandan Karade­
niz'in kuzeyindeki ülkelerle ikili ilişkiler geliştirilirken diğer y an ­
dan KEİ ve ECO m ekanizm aları daha etkin bir tarzda işletilerek
Doğu Avrupa-Batı ve Güney Asya bağlantısı güçlendirilme! idir.
Böyle bir yeni ulaşım ağının ortaya çıkışı GAP’taki üretim p atlam a­
sının alternatif dünya pazarlarına sunulm asını ve Doğu Anado­
lu’daki ekonom ik tıkanm anın aşılm asını da sağlayacaktır.

2. Avrasya’nın Stratejik Düğümü: Boğazlar


Uluslararası ilişkileri ve küresel dengeleri etkilem e kapasitesi­
ne sahip 16 önem li su yolu kesişim bölgeleri ve boğazlar ö n em le­
rine Pöre iki ana eruota toplanır. Birinci grupta küresel ulaşım da
S tr a t e jik D e r in lik

birinci derecede Önemli merkezî boğazlar, ikinci grupta ise daha


yerel ve kıtasal önem e sahip olanlar yer almaktadır.
Küresel stratejik dengeler açısından büyük önem e sahip birinci
grupta yer alan boğazlar küresel ticaret ve ham m ade akışı, jeo ek o ­
nom ik aktarım batları, kıtalararası etkileşim bölgeleri, küresel ve
bölgesel güvenlik stratejileri ve güç dengeleri açısından son dere­
ce belirleyici konum da bulunm aktadır: (i) Asya ile Avrupa'yı ayı­
ran ve Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan İstanbul ve Çanakkale B o­
ğazları; (ii) Asya ile Afrika'yı ayıran ve Akdeniz'i Kızıldeniz'e bağla­
yan Süveyş Kanalı; (iıi) yine Asya ile Afrika’yı ayıran ve Kızıideniz'i
Hint Okyanusuna bağlayan B ab ü ’l-M endeb Boğazı; (iv) Arap yarı­
m adası ile Asya kıtasının güney Hint kuşağım ayıran ve ham m ad­
de kaynaklan açısından son derece zengin Basra Körfezİ’ni Hint
Okyanusuna bağlayan Hürmüz Boğazı; (v) Avrupa ile Afrika’yı ayı­
ran ve Akdeniz'i Atlas Okyanusuna bağlayan Cebelitarık Boğazı;
(vi) Asya kıtasını Endonezya ve Avustralya takım adalarından ayı­
ran Malakka Boğazı; (vii) Güneydoğu Asya takım adalarını ayıran
ve Hint Okyanusunu Pasifik Okyanusuna bağlayan Sunda ve Lom-
bok geçitleri ve (viii) Güney ve Kuzey Am erika’yı ayıran ve Atlas
Okyanusunu Pasifik Okyanusuna bağlayan Panam a Kanalı.1
Afroavrasya dünya anakı tasın da gerek kuzey-güney gerekse
doğu-batı istikam etinde merkezî bir konumda bulunan, küresel
ve bölgesel dengeleri belirleyen tem el jeopolitik, jeoekon om ik ve
jeokültürel hatların kesişim alanı üzerinde yer alan İstanbul ve Ça­
nakkale boğazları bu tasnif içinde kendine has son derece önem li
bir yere sahiptir. Dünya üzerinde başka hiç bir geçiş bölgesi bu d e­
rece karm aşık dengelerin rol oynadığı bir coğrafi ve tarihî altyapı­
ya sahip değildir.
Bu özel konum Boğazlara sahip olan siyasî iradenin kader ibre­
sini de neredeyse Boğazlara bağlayan bir sonuç doğurmuştur. B i­
zans’ın kadem eli bir şekilde çöküşü Boğazlar üzerindeki denetim i-
- ni kaybetm esi ile kaçınılm az bir kader haline dönüşmüştür. Bu an ­
lam da İstanbul’un fethi Osm anlıların Çanakkale Boğazı’nı dene-
■■■
1 Bu boğaz ve geçitlerin Soğuk Savaş sonrası dönem deki küresel önem leri ve tasnifi
için bkz, Ahmet Davutoğlu, "The Clash ot Inteıests: An ExpIanation of the Woıid
(Dis)Order”, Perceptions: Journal o f International Affairs, 11/4, 199 7 /1 9 9 8 , s. .92-
] 22 .
Y a la n D en iz H avzası

tim altına alarak Avrupa'ya geçişleri ile başlayan bir sürecin son ve
kaçınılm az halkası olmuştur. Çanakkale Boğazı'nın denetim inin
Osmanlı D evleti’ne geçişi ile Akdeniz’den, Anadolu ve Rumeli h i­
sarlarının inşası ile Karadeniz’den kopan Bizans'ın bir im parator­
luktan bir şehir devleti haline dönüşm esi nihaî sonu getirmiştir.
O sm anlı D evleti'nin kader çizgileri ile Boğazlara yönelik dü­
zenlem eler arasında da son derece çarpıcı bir paralellik vardır. İs­
tanbul'un fethi ile Boğazların tam amıyla Osmanlı Devleti'nin ege­
m enlik alanına girmesi daha önce Anadolu-Balkan eksenli bölge­
sel bir güç olan O sm anlı D evleti'nin önce bir Avrasya, sonra da bir
Afroavrasya süper gücü haline dönüşm esinin düğüm noktasını
oluşturmuştur. 1453-1484 yıllan arasında süren fetihler n eticesin ­
de Karadeniz'in bir Osmanlı iç denizi haline gelm esi ile birlikte
Karadeniz ile Boğazlar arasındaki karşılıklı bağımlılığa dayalı tari­
hî çelişki belki de tarihte ilk defa tam bir hakimiyet ile çözüm len­
miş ve gerek Karadeniz gerekse Boğazlar Osmanlı Devleti'nin tek
taraflı tasarruflarına dayalı bir statü ile idare edilmiştir.
Bu çerçevede Boğazlar ve Karadeniz 1484-1535 yılları arasında
yabancı devletlerin ticaret ve savaş gemilerine kapalı tutulmuştur.
1535 yılında Fransa'ya, 1579 yılında Ingiltere’ye ve 1612 yılında
Hollanda’ya verilen ticaret im tiyazlarına dayanan kapitülasyon­
larla bu ülkelerin ticaret gem ilerine Boğazlardan serbestçe geçm e
hakkı tanınm ıştır. Ancak, ticaret yollarını O sm anlı Devleti’nin ha­
kimiyet alanlarına çekm e hedefi güdülen ve yabancı devletlere bir
lütuf olarak takdim edilen bu bak Osmanlı Devleti'nin 1484-1774
yılları arasındaki m utlak egem enliğini zedelem em iş; Karadeniz ve
Boğazlar üzerindeki m utlak denetim O sm anlı Devleti'nin klasik
dönem deki Afroavrasya hakim iyetinin en tem el unsurlarından b i­
risi olmuştur.
1774 yılında Küçük Kaynarca Anlaşm ası ile Rus ticaret gem ile­
rine Boğazlardan serbest geçiş hakkı tanınm ası bu anlam da gerek
O sm anlı D evleti’nin kader çizgisi, gerekse Boğazların bu kader
çizgisi içindeki yeri bakım ından yeni bir dönem in başlangıcı ol­
muştur. D aha önce tanınan ve O sm anlı Devleti açısından etken
irade yansıtan bir lü tu f niteliği taşıyan serbest geçiş haklarının ye­
rini edilgen taviz niteliği taşıyan ve yabancı güçlerin Osm anlı
Devleti üzerindeki dolaylı etkisini yansıtan ikili ve çok aktörlü dü­
S tratejik D erinlik

zenlem elerin alm ası, O sm anlı D evleti'nin uluslararası güç hiye­


rarşisindeki yerinin düşmesi ile Boğazlar üzerindeki d enetim ini
kadem eli bir şekilde kaybetm esi arasındaki paralelliği ortaya koy­
maktadır.
Bundan sonra Boğazların statüsü sadece Boğazları elinde bu­
lunduran Osmanlı D evleti’nin güç ibresi değil, uluslararası ilişki-
lerdeki güç dengesi kaym alarının da önem li bir göstergesi olmaya
başlam ıştır. 19. Yüzyılda Rusya ile İngiltere arasında süren ve yüz­
yıla dam gasını vuran Avrasya hakim iyet rekabetine dayalı Büyük
Oyun'un da, 20. yüzyılın ikinci yarısına dam gasını vuran Soğuk Sa­
vaşın da en doğrudan yansıdığı alan Boğazlar olmuştur. 1774 yılın­
da Küçük Kaynarca Anlaşm ası ile ticaret gem ilerine serbest geçiş
hakkı kazanan Rusya'nın Osm anlı D evleti’nin iç bunalım larını da
kullanarak 1798 yılında im zalanan İstanbul Anlaşm ası ile savaş
gem ilerine harp durum unda geçiş hakkım garanti altına alm asın­
dan sonra 1805 yılında im zalanan Osm anlı-Rus İttifak Anlaşması
ile Osmanlı D evleti’ni yabancı devletlerin savaş gem ilerine Kara­
deniz’e çıkm a izni verm em e yükümlülüğü ile bağlam ası, Avrasya
kara ekseninde yükselen Rus gücünün Osmanlı D evleti’ni Karade­
niz ve Boğazlar üzerinden kademeli bir şekilde denetim altm a al­
dığım gösteren önem li köşetaşları olmuştur.
Bu konjonktür aynı dönem de Avrasya kıyı şeridi üzerinden iç­
lere doğru stratejik bir açılım içine girmeye başlayan İngiltere'yi
harekete geçirm iş ve İngilizler 1809 yılında akdedilen Kale-i Sulta­
niye (Çanakkale) Anlaşması ile Osmanlı D evletı'nden barış zam a­
nında Boğazları hiç bir yabancı devletin savaş gem ilerine açm am a
taahhüdü almışlardır. 1829 Edirne Anlaşması ile Boğazların Os-
m anlı Devleti ile savaş durum unda olm ayan devletlerin ticaret ge­
milerine, Rus gemileri ile aynı şartlar altında olm ak üzere, açıklığı
yükümlülüğü kabul edilirken, Rusya 1833 Hünkar İskelesi Anlaş­
ması ile O sm anlı D evleti’nden Çanakkale Boğazı’m Rusya lehine
bütün devletlerin savaş gem ilerine kapam a taahhüdü almıştır.
1774-1840 yılları arasında Osmanlı D evleti’nin Rusya ve İngil­
tere arasındaki rekabetteki rolünü yansıtan ikili anlaşm alarla b e ­
lirlenen Boğazlar statüsü Osmanlı Devleti, İngiltere, Rusya, Fran­
sa, Avusturya ve Prusya arasında im zalanan 1840 Anlaşması ile
birlikte bir çok devletin müdahil olduğu çok taraflı anlaşm alarla
Yakın D e n iz I-iavzası

belirlenm eye başlam ış ve uluslararası düzenlem elerin önem li


gündem m addelerinden birisi olmuştur. Bu anlaşm a ile taraflarca
benim senen Boğazların barış zam anında yabancı devletlerin sa­
vaş gem ilerine kapalılığı ve ticaret gem ilerine açıklığı ilkesi 1841
Londra Sözleşm esi, 1856 Paris Sözleşm esi, 1871 Londra A nlaşm a­
sı ve 1878 Berlin Anlaşması ile teyid edilmiştir. Ayrıca, 1871 Londra
A nlaşm asında Osm anlı Devieti'ne, Jüzum görüldüğü takdirde, B o ­
ğazları barış zam anında ittifak halinde olduğu devletlerin savaş
gem ilerine açm a yetkisi tanınm ası bu dönem de tırm anm aya b a ş­
layan ittifaklar ve bloklar politikasının Boğazların statüsüne yansı­
yan bir yönü olarak değerlendirilebilir.
Boğazların kendine sahip olan devletlerin kaderi üzerinde sa­
hip olduğu rolün en Önemli göstergelerinden birisi Osmanlı Dev-
letî'n ce bir varolm a m ücadelesi olarak algılanan Çanakkale Sava­
şıdır. I. Dünya Savaşının kaybedilm esinden sonra im zalanan
M ondros M ütarekesi ile Boğazların kıyılarındaki askerî tesislerin
itilaf devletlerince işgal edilm esi ve uluslararası ulaşımın işgal
kuvvetlerince denetlenm eye başlanm ası ile Osm anlı Devleti fiilen
Boğazları surlarla denetim altına alan Fatih karşısında sur içinde
m ahsur kalan bir şehir devleti haline dönüşen B izans’ın kaderini
yaşam aya başlam ıştır. Sevr Anlaşm ası ile uluslararası Boğazlar ko­
m isyonunun kurulması ve Çanakkale Boğazı’m n Avrupa kıyıları ­
nın Yunanlılara verilm esi ile birlikte Boğazların statüsü ile Osrnan-
1j D evleti’nin kaderi arasındaki bağlantı tarihî tecrübe şeklinde bir
kez daha teyid edilmiştir.2
Lozan A nlaşm ası ile birlikte kabul edilen Boğazların Tâbi Ola­
cağı Usule Dair Mukavelename ile yapılan düzenlem ede savaş ve
barış durum u gözetilm eksizin ve deniz ve hava ayrımı yapılm ak­
sızın m utlak bir ulaşım serbestliği öngörülerek bir anlam da T ü r­
kiye’n in egem enlik alanı Boğazların uluslararası kullanım ı adına
ciddi şekilde daraltılmıştır. Öte yandan Karadeniz’e kıyısı bulu­
nan ülkelerin güvenlik kaygıları giderilirken, 15-20 kilom etreye
kadar olan Boğazlar kıyısına ve M arm ara adalarına gayriaskerî
statü tanınarak Türkiye’n in kendi sınırları içinde kalan iç deniz ve
BRI
2 Boğazların hukukî statüsünün tarihî seyri ve bugünkü durum u için bkz. Ali
Kurum ahım ıt ve Sinan Azmi Tosun, Uluslararası Boğazlardan Geçiş ve Türk
f in f i r ıv l r t i'i* * n u T f u l r u l 'î Ç f s ıt i/ c ü t c t a n h ııî* ÎT a m A V n H p m ilfsrt
S tra te jik D erinlik

su yoiu hükm ündeki bu bölgeler üzerindeki egem enlik hakkı


önem li ölçüde sınırlandırılm ıştır. Ayrıca âkit devletlerin tem silci­
lerinden oluşan Boğazlar Kom isyonu’nun Boğazlar konusunda
yetki sahibi olm ası Türkiye'nin iç bütünlüğünü ve sınırlarını ko­
rum a hakkm ı zedeleyen bir statü doğurmuştur.
1936 yılında im zalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi Türki­
ye'nin egem enlik alanını sınırlayan bu statüyü Türkiye lehine de­
ğiştirerek bir anlam da Lozan Anlaşm asının yol açtığı egem enlik
zaafları ile ilgili önem li bir boşluğu doldurmuştur. Bu sözleşm e ile
Boğazlar Komisyonu kaldırılarak yetkileri Türkiye’ye devredilmiş,
sadece Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerin değil, Türkiye’nin de güvenlik
kaygıları gözönünde bulundurularak Türkiye'nin Boğazlar ve M ar­
m ara’da askerî alan bulundurabilm esi sağlanmıştır. Türkiye'nin
kendini bir savaş tehlikesi altında hissetm esi durum unda Türkiye
lehine belli düzenlem eler getirilmesi, havadan geçiş serbestliği il­
kesinin özellikle savaş uçakları ile ilgili olarak Türkiye’nin yetkileri
çerçevesinde sınırlandırılması, Türkiye ile savaş halinde bulunan
ülkelerin ticaret gem ilerinin Boğazlardan geçem em esi ve Türki­
ye'nin bu durumda gerekli gördüğü düzenlem eleri yapm a ve geçiş
yapan gemileri denetlem e hakkının bulunm ası gibi unsurlar Tür­
kiye’nin Boğazlar üzerindeki egem enliğini güçlendirm esi bakı­
m ından, bir açıdan İstiklal Savaşı ile elde edilen zaferin n eticesi­
nin alınm ası ve Boğazlar üzerinde gecikmiş bir hak teslimi olarak
görülebilir.
M ontrö Sözleşm esi Boğazlar konusunda 1774’ten beri sürege­
len Rus baskısını önem li ölçüde azaltan ve Türkiye’nin egem enlik
alanım genişleten sonuçlar doğurmuştur. Bu statüden rahatsız
olan SSCB II. Dünya Savaşının galipleri arasında bulunm a ayrıca­
lığını da kullanarak Boğazlarla ilgili olarak 18. yüzyılın sonlarında
ve 19. yüzyılda sürdürdüğü baskı ve denetim politikasını savaşı
m üteakib tekrar devreye sokmuştur. SSC B'nin Boğazlar ile Kars ve
Ardahan bölgeierine yönelik talepleri M ontrö’de oluşturulan sta­
tüye yönelik ilk ciddi tehdidi oluşturmuştur. Bu tehdit bir taraftan
Soğuk Savaşın ilk habercilerinden birisi olurken, diğer taraftan
Türkiye’nin II. Dünya Savaşı süresince sürdürdüğü tarafsızlık poli­
tikasını terkederek Batı Bloku içinde yer alm a yönünde stratejik
Kî- e n i r m o c i n o v n l a r n u c t ır
Yakın D en iz H avzası

Bir anlam da 19. yüzyıl başlarındaki m ekanizm alar tarihî sürek-


lilik çizgisi içinde devreye girmiştir. Avrasya kara gücü olan Rus­
y a’nın Boğazlara yönelik baskısı karşısında Avrasya’yı kapsam lı bir
deniz stratejisi ile kuşatm a hedefine yönelen İngiltere ve bu ikil'
rekabeti bir denge unsuru olarak devreye sokan O sm anlı diplom a­
sisinden oluşan üçlü yapı yeni aktörlerle birlikte tekrar gündem e
gelmiştir. 11. Dünya Savaşını B erlin’den Pasifik’e uzanan bir Avras­
ya step im paratorluğu gücü olarak bitiren SSC B’nin Boğazlar üze­
rindeki baskısı ile Avrasya’yı Rim land stratejisi ile denizden ve kıyı
ülkelerden kuşatm aya yönelen Am erikan stratejisi arasındaki
onulm az jeopolitik çelişki Türkiye’yi klasik Osmanlı diplom asisi­
nin yolunu takip etm eye yönlendirmiştir.
SSCB ile Türkiye arasında yaşan an! Boğazlar ban alim i Soğuk
Savaş dönem inin hem ilk habercileri arasında yer almış, hem de
yaklaşık 50 yıl sürecek olan bu dönem in en kırılgan bunalım alan ­
larından birisi olmuştur. Dört Sovyet ana donanm asından biri
olan Karadeniz donanm asının açık denizlere çıkış noktasının, kar­
şı blok üyesi olan Türkiye tarafm dan M ontrö’nün verdiği yetkiler­
le tutulm uş olm ası SSC B’nin Soğuk Savaş süresince devam eden
kuşatılm ışlık psikolojisinin, en çarpıcı unsuru olmuştur.
Görüldüğü gibi uluslararası ve bölgesel dengelerin her önem li
değişim kavşağında Boğazlar gündem e gelm ekte ve sadece Boğaz­
lardaki statüden etkilenen tarafların değil, bir çok farklı aktörün de
aynı anda devreye girm esine yol açmaktadır. Boğazların Osmanlı
denetim ine geçişi O sm anlı hakim iyetinin Afroavrasya ölçekli ola­
rak derinleşerek genişlem esini sağlamış ve bu hakim iyetten b u n a­
lan Avrupa güçlerini yeni deniz yolları aramaya şevketmiş; Küçük
Kaynarca Anlaşm ası ile Boğazlar üzerinde artan Rus baskısı sad e­
ce Osm anlı-Rus dengelerinin değil, Avrasya’da Rusya lehine deği­
şen güç tem erküzünün habercisi olm uş ve Asya ölçekli İngiltere-
Rusya rekabetinin en hassas noktasını oluşturm uş; 1840 yılında
im zalanan çok taraflı Boğazlar Sözleşm esi Avrupa diplom asisin­
deki güçler dengesi için yeni bir gösterge teşkil etmiş; Çanakkale
Savaşı I. Dünya Savaşının kaderini etkileyen sonuçlar doğurmuş;
II. Dünya Savaşının hem en öncesinde im zalanan M ontrö Sözleş­
m esi Avrupa-içi güç dengelerinin Türkiye lehine işlem esinin so-
nnrımHn pIHp oHilmic- nîV>9Trot TT rVin\rc* Çouact cnnracın^o tartanı
S tratejik D erinlik

çıkan çift kutuplu yapının ilk çarpıcı sonuçlarından birisi yine B o ­


ğazlar üzerinde görülmüştür.
Soğuk Savaş sonrası dönem de yeniden şekillenen küresel ve
bölgesel dengeler sonucunda Boğazların Öneminin tekrar günde­
me gelm esi kaçınılmazdır. Türkiye hem bu değişim lerin Boğazlar
üzerindeki m uhtem el etkilerini, hem de Boğazlara sahip olmaktan
kaynaklanan konum unun Türkiye’nin strateji arayışlarına k ataca­
ğı unsurları yeniden tanım lam a zorunluluğu içindedir.
Soğuk Savaşın sona erm esi ve önce Varşova Paktı'm n, sonra da
SSC B ’nin dağılm ası Boğazları da yakından ilgilendiren son d ere­
ce Önemli sonuçlar doğurmuştur. Birincisi, Karadeniz havzası ile
ilgili tahlilim izde de vurguladığımız gibi, Varşova Paktı'nm ve
SSC B’nin dağılması ile Türkiye’nin Karadeniz'de kendi dışında
kalan kıyıdaş unsurların ortak bioku karşısında ilk defa yalnızlık­
tan kurtulm ası Boğazlar üzerindeki tek taraflı blok baskısını orta­
dan kaldırm ış ve Türkiye’yi Karadeniz'in en geniş kıyıya sahip ül­
kesi konu m una getirerek hem genel uluslararası ve bölgesel d en­
geler, hem de Boğazlar açısından önem li bir diplom atik avantaj
sağlamıştır.
Soğuk Savaşın sona erm esinin Boğazlarla ilgili doğurduğu ikin­
ci önem li değişim bu stratejik su yolunun jeopolitik ayrım hattı ol­
ma özelliği dışında özellikle jeoekonom ik ve jeokültürel ayrım ve
etkileşim hattı olarak görülmeye başlanm asıdır. Soğuk Savaş so n ­
rasında Boğazlarla ilgili yaşanan en yoğun tartışm aların Hazar
petrolünün aktarımı m eselesinde ortaya çıkm ası jeoekonom ik
önem in artışının çarpıcı bir göstergesi olarak görülebilir. Öte yan­
dan Boğazların doğu-batı ayrımlarının ve jeokültürel hatlarının
kesişim noktası olarak görülm esi de artan bir sıklıkta gündem e
gelmeye başlamıştır. Bu çerçevede Boğazlar artık güvenlik para­
m etresinin ağırlık taşıdığı jeopolitik önem in ötesinde küresel ve
bölgesel ölçekli jeoekonom ik ve jeokültürel yapılanm anın da odak
noktalarından birisi olmaktadır.
Türkiye M ontrö Sözleşm esi çerçevesinde Boğazlarla ilgili yap­
tığı tüzük düzenlem eleri ile yeni jeoekonom ik konjonktüre uyum
gösterm eye çalışmıştır. Rusya’nın Hazar petrollerinin taşınm ası
için önerilen Bakü-Ceyhan battım bloke edebilm ek için petrolün
P ııc -u a ’ n ı n M n v n m s K İs lf T .im a n ın a h n r ıı h a t la r ı i lo n W a r ılm a c ı vp
Y ak ın D en iz H avzası

buradan tankerlerle Boğazlar üzerinden taşınm ası fikrinin dünya­


nın en büyük m etropollerinden birisi olan İstanbul için doğuraca­
ğı telafisi güç risklere karşı yapılan bu tüzük düzenlem eleri yerin­
de ve zam anında bir tepki olmuştur.
Boğazlar gibi Afroavrasya anakıtasınm stratejik düğümünü
elinde tutm ak büyük avantajları ve riskleri beraberinde getirir.
Türkiye Soğuk Savaşın getirdiği dinamik uluslararası konjonktür­
de Boğazlarla ilgili olarak genel stratejik çerçeve içinde tutarlılık
arzeden ve riskleri m inim um a indirirken avantajları m aksim um a
çıkaran esnek bir diplom asi yöntem i geliştirmek zorundadır.
M ontrö'nün öngördüğü çerçeveden sapm adan, Türkiye'nin ti­
cari ve kültürel merkezi olan İstanbul'un güvenliği ile Boğazların
statüsü arasındaki bağımlılığı gözönünde bulunduracak şekilde
Türkiye'nin d enetim in in artırılm ası Öncelikli hedef olmalıdır,
Dünyanın başka hiçbir boğaz ve su yolu geçiş hattı üzerinde İstan ­
bul çapında bir şehir bulunm am aktadır ve bu durum iki açık deni­
zi bağlaması dolayısıyla uluslararası su yolu kabul edilen Boğazla­
ra kendine has bir özellik katmaktadır. Öte yandan Türkiye’nin en
önem li üretim ve ticaret merkezlerinin M arm ara Denizi etrafında
gelişmiş olm ası da Boğazların Türkiye'nin genel güvenlik param et­
releri içindeki önem ini ortaya koymaktadır. Türkiye Boğazlar üze­
rinde yaptığı tasarrufları uluslararası barışçıl geçişleri engellem ek
için değil, kendi iç hayat alanının güvenliğini sağlayabilm ek için
gerçekleştirm ekte olduğunu sağlam bir diplomatik m antık ve söy­
lem ile hukukileştirm e zorunluluğu ile karşı karşıyadır.
Özetle, Boğazlar Türkiye’nin en önem li stratejik avantaj kay­
naklarından birisidir. Bu stratejik avantaj kaynağının tutarlı bir
strateji, rasyonel bir diplomasi ve iyi bir zam anlam a ile kullanıla­
bilm esi sadece Türkiye'nin Soğuk Savaş sonrası dönem in şartları­
na intibakı açısından değil, uzun dönem li stratejik kaderi açısın ­
dan da büyük önem taşımaktadır.

3. Doğu Akdeniz Havzası: Ege ve Kıbrıs


Ege ve Kıbrıs, Soğuk Savaş süresince Türkiye’nin yakın deniz
havzasını doğrudan ilgilendiren ve önem leri h iç bir zam an azal­
m ayan iki önem li gündem m addesini oluşturmuştur. Soğuk Savaş
Stratejik D erin lik

önem li gündem m addesinin Türkiye açısından taşıdığı önem e


yeni unsurlar katm ıştır. Bu yeni unsurların başında yukarda b a h ­
settiğim iz yeni bölgesel etkileşim alanı ve stratejik eklem lenm e
gelmektedir.
Balkanlar ve Ortadoğu bölgelerinin etkileşim ve geçiş alanları
üzerinde bulunan Ege ve Kıbrıs m eseleleri, bu bölgeler arasındaki
etkileşim in artm ası ile stratejik açıdan hem birbirlerine hem de di­
ğer bölgesel m eselelere eklem lenm eye başlamışlardır. Bu da So­
ğuk Savaş sonrası dönem de ciddi iç değişiklikler yaşayan her iki
bölgenin uluslararası m eselelerinin gerek muhteva gerekse za­
m anlam a açısından etkileşim içine girm elerine yol açmaktadır.
Bu etkileşim özellikle Doğu Akdeniz bölgesinin yeni bir deniz
etkileşim havzası olarak önem ini artırmıştır. Ege ve Kıbrıs gibi Do­
ğu Akdeniz havzası içinde yer alan m eseleler artık bizatihi önem ­
leri dışında bölgelerarası etkileşim den kaynaklanan özel önemi
haizdirler. Bu nedenledir ki, gerek bölgelerarası etkileşim alanları
ile ilgili meselelerde, gerek Kıbrıs ve Ege gibi feri m eselelerde Tür­
kiye’nin sadece bir Ege ülkesi değiî, daha genel bir çerçevede Adri­
yatik'ten İskenderun Körfezine ve Süveyş Kanalına kadar uzanan
bölgede bir Doğu Akdeniz ülkesi olduğu gerçeği gözönünde bu­
lundurulm ak zorundadır. Genelde Akdeniz, özelde Doğu Akdeniz
stratejisi belirlenm eksizin ve bu strateji yakm kara ve kıta havzala­
rına yönelik politikalar ile koordine edilm eksizin ne Ege ne de Kıb-
rıs m eseleleri stratejik bir bütünlük içinde değerlendirilebilir.
Türkiye’nin Kıbrıs ve Ege politikası da Soğuk Savaş sonrası
konjonktür çerçevesinde yeniden gözden geçirilm elidir. Ege’den
soyutlanm ış ve Kıbrıs Rum Kesimi ile güneyden çevrilm iş bir Tür­
kiye’nin dünyaya açılm a kapıları önem li ölçüde sınırlanm ış de­
mektir.
a. Deniz Hayat Alanı ve Ege
Ege Denizi Afroavrasya dünya anakıtasm m kuzey-güney istika­
metindeki en önem li deniz bağlantısını oluşturmaktadır. Benzer
bir konum a sahip olan Kızıldeniz ve Basra Körfezi'nin aksine her
üç kıtaya da son derece optim um bir uzaklıkta bulunan ve her­
hangi bir kara engeli ile karşılaşm aksızm her üç kıtaya da açılabi-
len Ege denizi, bu yönüyle sadece bu denize kıyıdaş olan Türkiye
i m V n n < ı n i c M n c ı r ı c ı n H a n H o f ti l K a ç t a ifa r a d o n i & k'nrıHa.Ç n l a n İ İ İ -
Y ak m D etıiz H avzası

keler olm ak üzere her üç kıta ile ulaşım ve ticaret bağına ihtiyaç
hisseden bütün bölgesel ve küresel güçler için birin ci derecede
stratejik Öneme sahiptir.
Bu küresel ölçekli Önem bir çok bölgesel unsurla da desteklen ­
miştir. Balkan yarım adasının Anadolu yarım adası ve Ortadoğu ile
ilgili bütün jeopolitik, jeostratejik, jeo ek o n o m ik ve jeokültürel e t­
kileşim inde belirleyici bir konum a sahip olan bu geçiş denizi k en ­
di içinde de binlerce ada, adacık ve kayalıktan oluşan girift bir ya­
pı arzetmektedir. Kuzey Ege, Kuzey Sporat, Kiklat, Doğu Ege, Oni-
ki Ada ve Güney Ege adaları şeklinde altı ana grupta tasn if edilen
Ege adaları, aralarında oluşturdukları stratejik geçişlerle E ge’nin
bütüncül stratejik ön em ini artıran alt stratejik hatlar oluşturm ak­
tadırlar. Toplam yüzölçüm ü 23.000 kilom etrekare civarında olan
Ege adaları deniz alanının %.10 kadarına eşit bir yer işgal etm ek ­
tedirler.
Ege adalarının yoğunluklu bir şekilde Y unanistan’ın elinde
bulunm ası Türkiye’nin yakm deniz havzası politikalarının en
Önemli darboğazını oluşturm aktadır. E ge’deki tem el problem
kaynağı jeolojik ve jeopolitik gerçeklik ile cari statüko arasındaki
onulmaz çelişkidir. Ege Denizindeki adaların Anadolu yarım adası­
nın jeo lo jik yapısının tabiî bir uzantısı olm asına ve bunun ortaya
çıkardığı jeopolitik zorunluluklara zıt bir siyasî bölüşüm ün ulusla­
rarası antlaşm alarla Yunanistan lehine belirlenm iş olm ası kıta sa­
hanlığı, kara suları, hava sahası ve FIR hattı, kom uta ve kontrol
alanları ve adaların silahlandırılm ası gibi sorunlara beşiklik e t­
mektedir. Yunan adalarının önem li bir kısm ının Anadolu’ya y ön e­
lik askerî harekatlarda birer atlam a taşı olarak kullanılabilecek ka­
dar yakın olm ası ve Türkiye’nin M arm ara D enizinden Akdeniz’e
geçişini sağlayan su koridorlarının bu adalar tarafm dan sarılmış
bulunm ası Türkiye tarafından çok ciddi bir güvenlik açm azı olarak
değerlendirilirken, Yunanistan adalara sahip olm aktan kaynakla­
nan avantajını, Ege su havzasının tüm üne şamil etm eye yönelik
bir stratejik çab a içinde olagelmiştir. Ege'yi Akdeniz’e bağlayan
Skarpanto, Kasos, Kithara, Spathi, Karpatos ve M arm aris geçitleri­
nin bu adalar tarafından çevrilmiş olm ası Türkiye’nin Karadeniz-
Marmara-Akdeniz bağlantısını önem li ölçüde etkilemektedir.
S tratejik D erinlik

Türkiye’nin de desteklediği 6 millik karasuları esasına göre şe­


killenen cari statükoya göre bile Ege D enizinin sadece % 8.8'i Tür­
kiye’nin bakim iyetindedir. Yunanistan’ın beğenm ediği bu statü­
kodaki payı ise % 35’i bulurken, Ege’nin % 56.2’likkısm ı açık deniz­
lerdir. 12 millik uygulamaya geçilm esi halinde ise Türkiye fiilen
Yunanistan ’ın izni olm adan E ge’ye çıkam az hale gelecektir. Bu du­
rum da açık denizler Ege’nin % 26’sına gerilerken, Yunanistan’ın
hakim iyet alanı % 63.9’a çıkacak ve Ege Yunanistan’ın bir iç denizi
halini alacaktır. Türkiye’nin payı ise % İ0 civarında olacaktır.
Yunan tezinin geçerlilik kazanm ası Türkiye’yi sadece stratejik
bir kuşatılm ışlık ile karşı karşıya bırakm ayacak, ekonom ik faaliyet­
lerini de doğrudan etkileyeçektir. Bir m isal ile ortaya koymak gere­
kirse, Türkiye'nin dış ticaretinin yaklaşık % 88'i deniz ulaşım ı ile
sağlanm akta ve bu ulaşım ın Akdeniz kıyılarına doğrudan ulaşan
kısmı dışındakileri (yaklaşık %65) Ege D enizinden geçmektedir.
Bir başka açıdan bakıldığında, 49 milyon net tonilatoluk 15.200
adet gemi Ege geçişli olarak Ege, M arm ara ve Karadeniz lim anları­
na, yaklaşık 15 milyon tonilatoluk 4.687 adet gemi ise Akdeniz böl­
gesi lim anlarına giriş ve çıkış yapmaktadır. Son bir yıl içinde Tür­
kiye’de işlenen 20.500,000 to n ham petrolün yaklaşık % 85’i de Ak­
deniz ve E ge’yi geçerek Nemrut, Aliağa, Tüpraş, Ataş ve Botaş rafi­
nerilerine ulaşmaktadır. Türkiye lim anlarının yaklaşık 120 milyon
tonluk yükleme ve boşaltm a kapasitesinin bölgelere dağılımı da
E ge'nin Türkiye’n in ticarî yapısı içindeki vazgeçilm ez konum unu
ortaya koymaktadır. Bu kapasitenin yaklaşık % 25'i Akdeniz, % 21’i
Ege, % 41’i M arm ara ve % 13’ü Karadeniz bölgesinde bulunm akta­
dır. Ege'nin özellikle M arm ara ve Karadeniz kapasitesinin geçiş
havzası olduğu da gözönüne alınırsa bu geçiş denizinin taşıdığı
jeo ek o n o m ik önem daha da açık bir şekilde anlaşılabilir.
E ge’de, Türkiye'nin hayat alanını daraltan cari statükoyu bile
yeterli görm eyerek daha da yayılm a politikası izleyen Yunanistan
ile olan gerginlikler genel bir deniz stratejisi çerçevesinde yeniden
değerlendirilm ek zorundadır. Bunun da en önem li aracı Türki­
ye'nin Ege’deki uluslararası alanları daha etkin bir şekilde kulla­
nacak güçlü bir ticaret filosuna sahip olmasıdır. Y unanistan’ın bu
konudaki üstünlüğü sadece E ge’deki denetim alanının genişliğin­
den değil, sahip olduğu deniz taşım a kapasitesinden kaynaklan­
m aktadır.
Yakın D e n iz H avzası

Bir bağlantı denizi olan Ege D enizinin dalıa etkin bir tarzda
kullanılması ise ancak ve ancak bu denizin, diğer deniz havzaları
ile olan ilişkisinin kurulması ile söz konusu olabilir. Türkiye gerçek
anlam da bölgesel bir güç olm a iradesinde ise, Ege’den Adriyatik'e,
S ü v ey ş'ten Kızıldeniz üzerinden Körfez'e uzanan deniz yolları
üzerinde siyası ve ekonom ik etkisini artırm ak zorundadır. Karade­
niz ve Ege Denizini açık denizlere açan her noktada Türkiye’nin e t­
kin bir politika takip etm esi kaçınılmazdır.
Türkiye’nin Ege gibi hassas konularda uzun dönem li politika­
larını etkileyecek hatalar yapm am aya özen gösterm esi gerekir.
Kardakbunalım ı esnasındaTürkiye’nin Avrupa ülkeleri nezdinde-
ki teşebbüsleri esnasında dağıtılan haritalarda Kardak kayalıkları­
nın Yunanistan'ın iddia ettiği şekilde 12 mil sınırları içinde göste­
rilmiş olm ası Türkiye'nin egem enlik iddialarını zedeleyen affedile-
m e y e ce k bir hata olmuştur. Bu tür hassas konularda devletin deği­
şik birim leri arasında ortaya çıkan iletişim sizlik büyük diplom atik
.^sıkıntılara yol açmaktadır.
Y unanistan’ın 1953 yılındaki görüşm e talebind en bu yana d on ­
muş bulunan Ege'deki adalarla anakıta arasındaki kayalıkların h a­
kimiyeti sorununda bunalım sürecinde yapılan hatalar bununla
kalmamıştır. Türk tarafının 1995 yılının Aralık ayı başında Kardak
kayalığına çarpan Türk bandıralı gem inin kurtarılm ası çalışm ası­
na Yunan tarafının da ortak edilm esine göz yum m ası bu kayalıklar
üzerindeki egem enlik hakkı konusunda net bir tavra sahip olm a-
dığı sinyalini vermiştir. Bu sinyali alan Yunan tarafı da Türkiye'de­
ki o dönem deki siyasî belirsizliği de kullanan bir zam anlam a ile
uluslararası hukuk açısından açık bir hükm e bağlanm am ış olan
bu kayalıklarla ilgili bir oldu-bitti oluşturm a çabası içine girmiştir.
G elişm elere gecikm eli olarak müdahil olunm uş olm ası Yunan
tarafının taleplerinde katı bir tutum sergilem esine zem in hazırla­
mıştır. Olay belli bir tırm anm a süreci içine girdikten sonra da fark­
lı sinyaller gönderilmeye devam edilmiştir. Bir taraftan bu kayalık­
ların kesin olarak Türk tarafının egem enliğinde olduğu vurgula­
nırken, diğer taraftan m eselenin gerilim öncesi statükoya döndük­
ten sonra m üzakereler yoluyla çözülm esi gerektiği tezi savunul­
muştur. Böylece hem gerilim öncesindeki statükonun Türkiye a çı­
sın d an kesin bir esem enlik alanı oluşturm adığı zım nen kabul
Stratejik D erinlik

edilmiş, hem de gelecekteki çözüm arayışlarında egem enlik konu­


sunda kesin bir müzakere pozisyonuna sahip olunmadığı intibaı
verilmiştir. Kısa dönem de esnek bir tavırla bunalım ı aşm a açısın­
dan başarı gibi gözüken bu durum uzun dönem de egem enlik ko­
nusunda muğlak bir tavra yol açabilir. Bu da Ege’de zaten Türkiye
açısından son derece hassas olan dengeyi son derece m enfi bir şe­
kilde etkileyebilir.
M eseleyi sıradan bir kayalık olarak görm em ek gerekmektedir.
Türkiye daha önce yapılan ciddi diplom atik ihm allerle E ge’de ge-
rilenebilecek en son noktaya gelmiş bulunm aktadır. Bundan son­
ra verilecek her taviz Türkiye'nin Ege'deki, dolayısıyla Akdeniz-Ka­
radeniz bağlantısındaki hayat alanının yok olm ası neticesine ka­
dar gidecek vahim sonuçlar doğurabilir.
Kardak bu nalım ının ortaya koyduğu bir başka husus Ege ko­
nusunda Türkiye ile Yunanistan arasında ortaya çıkan anlaşm az­
lıkların kısa bir süre içinde uluslararası bir nitelik kazanm a potan­
siyeli gösterm esidir. ABD’nin Kardak bunalım ındaki tavrı bunun
son çarpıcı m isallerinden birini oluşturm uş ve ABD ’nin Avru­
p a ’nın hinterlandı ile ilgili stratejisini daha açık bir şekilde ortaya
koymuştur.
Kardak kayalıkları konusunda Türkiye ve Yunanistan arasında
yaşanan egem enlik tartışm ası ABD’nin Balkanlar, Ege ve Doğu Ak­
deniz üzerindeki stratejik üstünlüğü ile son bulmuştur. Bu buna­
lım dan ne kendi toprakları olduğunu iddia ettiği kayalıklar üzerin­
deki egem enliğini müzakere m asasına getirm eye dayalı çelişkili
tavrı ite Türkiye, ne de büyük İddialarla adaya çıkardığı askerlerini
geri çekm ek zorunda kalarak komik bir gerilim şovuna yol açan
Yunanistan kârlı çıkmıştır. Bu bunalım ın gerçek aktörü ve kazanç­
lı tarafı ABD’dir.
Son gelişm eler gösterm ektedir ki, ABD Doğu Avrupa ile Orta­
doğu politikaları arasında dinam ik bir ilişki kurarak hem Avru­
p a’nın hinterlandını kontrol altında tutm ak, hem de SSCB ’nin da­
ğılm asından sonra Balkanlar-Ortadoğu ekseninde ortaya çıkan je ­
opolitik alan boşluğunu doldurmak istemektedir. Ege ve Kıbrıs,
kara bağlantısı açısından Doğu Avrupa-Ortadoğu, deniz bağlantı­
sı açısından ise Adriyatik-Doğu Akdeniz-Körfez h attının iki ö n em ­
li ayağıdır. Temelde Ortadoğu için konuşlandırılm ış olan İncirlik
Y ak m D en iz H avzası

üssünden kalkan Amerikan uçaklarının Kardak kayalıklarının b o ­


şaltılm asına nezaret etm iş olm ası bu bölgeler arasındaki stratejik
bağımlılığı gösteren önem li bir işarettir.
Bundan sonra Kıbrıs sorunu bu stratejik planlam a içinde daha
etkin bir şekilde gündem e gelecektir. Kıbrıs ve M alta’nın -daha
sonra da m uhtem elen bazı Kuzey Afrika ülkelerinin- AB’ye kabulü
ile Akdeniz’e doğru kayacak olan Avrupa etki alanına karşı ABD
şimdiden askerî ve diplomatik denetim m ekanizm alarım kurmak
istemektedir. Bu noktada NATO ve AB reelpolitik çerçevesinde sür­
mekte olan uzun dönem li bir rekabetin kurumsal araçları olm ak­
tadır. AB’nin ekonom ik etki alanının yayıldığı her bölgede NATO
veya doğrudan ABD yeni bir barış misyonu üstlenmektedir. B al­
kanlarla ilgili uygulama bölüm ünde de ele alacağım ız gibi Kosova
M üdahalesi ile NATO’nun genişlem e planlan arasındaki zam anla­
ma ayarı bu stratejik yönelişi teyit eden bir gelişme olmuştur.
Bugün Doğu Avrupa-Balkanlar-Adriyatik-Ege-Doğu Akdenız-
O ıtadoğu ve Körfez arasında çok dinamik bir etkileşim alanı olu ş­
muş bulunm aktadır. Balkanlar ve Ortadoğu bunalım ları arasınd a­
ki eş-zam anlılık ile Ege ve Kıbrıs bunalım larının ayarlı sıklıklarla
tırm anm ası böylesi bir etkileşim hattının tebarüz etm ekte olduğu­
nu ortaya koymaktadır. Balkanlar ile O rtadoğu’yu birleştiren bu
etkileşim hattı üzerinde yeni ham lelerin geliştirilm esi kaçınılm az
olacaktır.
Türkiye’nin bu etkileşim den olum suz yönde etkilenm em esi
içiıı Balkanlar-Ortadoğu ve Adriyatik-Doğu Akdeniz-Körfez h atla­
rında ortaya çıkan yeni stratejik hesaplaşm aların ve ham lelerin o r­
ta ve uzun dönem de 11e tür sonuçlar doğurabileceği dikkatle takip
edilmelidir.
b. Türkiye’nin Stratejik Kördüğümü: Kıbrıs
Avrupa, Asya ve Afrika’ya h em en h em en eşit uzaklıkta olm ası
açısınd an dünya anakıtası içinde m erkezî bir konum a sahip bu lu ­
nan Kıbrıs, Girit ile birlikte su geçiş yollarının da kesiştiği bir hat
üzerindedir. Asya ve Avrupa’yı ayıran Boğazlar ile Asya ve Afri­
ka’yı ayıran Süveyş Kanalı arasında yer alan Kıbrıs aynı zam anda
Avrasya-Afrika bağlantısının en önem li su havzaları olan Körfez
ve Hazar havzaları ile Aden ve Hürmüz su yollarının da nabzını
S tratejik D erinlik

mürge devirlerini kapatan îngiiizierin Kıbrıs’ta h âlâ üs bulundur­


m alarının da, adanın Soğuk Savaş süresince en sıcak bunalım
alanlarından birisi olm asının da tem elinde bu ihm al edilemez
stratejik konum vardır.
Kıbrıs'ı ihm al eden bir ülkenin küresel ve bölgesel politikalar­
da etkin olabilm esi m üm kün değildir. Küresel politikalarda etkin
olam az; çünkü bu küçük ada Asya-Afrika, Avrupa-Afrika, Avrupa-
Asya arasındaki stratejik bağlantıları doğrudan etkileyecek bir ko­
num a sahiptir. Bölgesel politikalarda etkin olam az; çünkü doğu
ucuyla O rtadoğu’ya yönelm iş bir ok gibi duran Kıbrıs adası, batı
sırtıyla da Doğu Akdeniz, Balkanlar ve Kuzey Afrika’daki stratejik
dengelerin tem el taşı durumundadır.
D önem lerin niteliklerinden bağım sız olarak zaten son derece
önem li olan bu jeostratejik konum , Soğuk Savaş sonrası dönem ­
deki yeni dengelerle birlikte yeni unsurlar kazanm ıştır. SSC B’nin
dağılması Orta Asya’dan Avrupa'ya giden enerji ve ticaret hattının
Batı Asya, Doğu Akdeniz ve Güney Asya’nın alternatif yollar olarak
gündem e gelm esine yol açm ıştır. Bu yeni hatlar ister doğrudan İs­
kenderun Körfezi ve Doğu Akdeniz’e, isterse dolaylı olarak Güney
Asya'dan Aden ve Süveyş üzerinden, ya da Karadeniz ve Boğazlar
üzerinden, Doğu Akdeniz'e insin, Kıbrıs sabit bir param etre olarak
güzergâh üzerinde bulunmaktadır.
Orta Asya-Avrupa bağlantısının Karadeniz'in kuzeyinden sür­
m esinde Rusya iie birlikte m enfaati olan Almanya’nın, Kıbrıs Rum
Kesim î’ni AB’ye almak konusunda gösterdiği iştiyak, biraz da etki­
sinin ABD’ye göre zayıf olduğu güney hattı, üzerinde önem li bir
stratejik ayak elde etm e çabasının bir ürünüdür. Kıbrıs’ın AB’ye gi­
rişi ile birlikte İskenderun Körfezi ve Doğu Akdeniz çıkışı üzerinde­
ki kontrolünü artıracak olan Avrupa aynı zam anda Ortadoğu böl­
gesine de müdahil bir konum kazanacaktır. Musul ve Suudi Arabis­
tan petrollerinin de Doğu Akdeniz’e yöneldiği düşünülürse bu böl­
genin enerji hatları açısından taşıyacağı m erkezî konum un gele­
cekte küresel rekabetin en tem el param etrelerinden biri olacağı
açıktır. PKK faktörünün devredışı kalmasıyla Doğu Anadolu kara
geçiş yolu üzerindeki güvenlik problem i halledilm e süreci içine gi­
rerken Bakü-Ceyhan hattının ön plana çıktığı günlerde petrolün
akacağı İskenderun KÖrfezi'nin cıkıs beleresi nlan K ıb rıs 'a s - 3 on f ii-
Y ak ın D e n iz H avzası

zelerinin yerleştirilm esi planlanarak bunalım ın tırm andırılm ası


kesinlikle bir tesadüf değildir ve arkasında küresel rekabet unsur­
ları barındırmaktadır.
Küresel rekabetin bölgesel politikalar ile kesiştiği ikinci önem li
alan da Soğuk Savaş sonrası konjonktürde kaderleri birbirlerine
daha da bağlı bil* hale gelen Ortadoğu ile Balkanlar üzerindeki et­
ki kurm a m ücadelesidir. Soğuk Savaş dönem indeki çift kutuplu
yapı içinde birbirinden kopuk gibi görünen bu iki bölge arasınd a­
ki karşılıklı etkileşim ciddi bir artış gösterm ektedir. Ortadoğu'daki
bunalım lar Balkanlara yansırken, Balkanlardaki dengeler O rtado­
ğu’yu daha doğrudan etkilemektedir. -Körfez Savaşının h em en
sonrasında Yugoslavya’nın parçalanm a sürecine girmesi, O rtado­
ğu’daki ittifak arayışlarının Balkanlarda yeni dengeler doğurm ası
bu değişim in önem li işaretleri arasındadır. M esela Türkiye-İsrail,
Yunanıstan-Suriye ilişkilerindeki paralellik Balkanlardaki gergin
Türk-Yunan ilişkilerinin O rtadoğu’ya yansım asının bir sonucudur.
Doğu Akdeniz bu ilişkilerde kendi iç dengeleri olan yeni bir alan
olarak ortaya çıkarken, O rtadoğu’yu çevre bölgelerden koparan
klasik ayrım lar anlam larını kaybetmektedir.
Bölgelerin bu şekilde karşılıklı etkileşim içine girm eleri zaten
son d erece dinam ik şartlar İçinde seyreden Soğuk Savaş sonrası
dönem in dengelerini daha da hassas kılm akta ve tarafları kaygan
bir zem inde esnek bir diplomasi takip etm eye zorlamaktadır. Artık
gerek küresel gerekse bölgesel dengeler açısından birbirinden b a ­
ğım sız bir Balkanlar ve Ortadoğu politikası değil, m erkezinde D o­
ğu Akdeniz’in olduğu bir O rtadoğu-Balkanlar politikası vardır ve
bu politikada Kıbrıs en tem el araçlardan birisidir. AB Kıbrıs’ı bü n­
yesine katm aya hazırlanırken, ABD'nin dönem sel nitelikli yeni b a ­
rış inisiyatifleri başlatm ası da, Rusya’nın adaya S-300 füzelerini
gönderm eye çalıştığı dönem de bu tırm andırıcı girişime paralel
olarak yeni bir barış planı hazırlam ış olm ası da bu değişen strate­
jik konum un bir sonucudur.
Kıbrıs’a Rus füzelerinin yerleştirilm esi planı ile birlikte Türk-
Yunan ilişkilerinin kronik m eselesi olan Kıbrıs’ın bir anda Türk-
Rus ilişkilerinin önem li bir param etresi haline dönüşm esi adanın
bu çok yönlü stratejik konum u ile ilgilidir. Doğu Akdeniz bölgesi­
nin istikrarsizlastirilmasi ve h ıı hnloroHo trani -------- -------
^ S tratejik D erinlik

çıkartılm ası Rusya’ya Hazar petrol havzası ve nakil yolları konu­


sundaki politikalarında önem li bir diplom atik m anevra alanı ka­
zandıracaktı.
Türkiye Hazar petrollerinin Rusya’nın Novorossisk Limanı
üzerinden taşınm ası görüşünün karşısına tem elde iki argüm an ile
çıkmıştır. Bunlardan birisi Boğazlarda deniz trafiğindeki tehlikeli
yoğunluk, diğeri ise güzergâh üzerinde bulunan Kafkasya'daki si­
yasî gerginliklerdir. Ç eçenistan'daki bunalım ı dondurarak zaman
kazanan Rusya Kıbrıs Rum Kesimine füze satışına dayalı karşı bir
diplom atik atakla Türkiye'nin öne sürdüğü Bakü-Ceyhan hattında
da benzer bir güvenlik m eselesinin olduğu tezini güçlendirecek
bir adım atm ıştı. Doğu Anadolu’da yaşanan PKK teröründeki dü­
şüş Rusya’nın Bakü-Ceyhan güzergâhındaki karayolu güvenliği
m eselesine dayalı genel argüm anında bir zayıflık doğurmuştu. Fü­
ze satışı dolayısıyla Ceyhan Lim anı’nm açıldığı Doğu Akdeniz’de
Kıbrıs eksenli ortaya çıkm ası m uhtem el yeni bir gerginlik Rus­
ya'nın eline önem li bir koz daha sunmaktaydı. Rusya Hazar pet­
rolleri ile ilgili her yeni inisiyatifte Doğu Akdeniz’de istikrarsızlığa
yol açabilecek olan Kıbrıs kartını Türkiye karşısında tekrar devre­
ye sokmaya çalışacaktır. K ıbrıs’ta ortaya çıkabilecek her yeni ger­
ginlik ve savaş ihtim ali Türkiye’nin Bakü-Ceyhan hattı konusun­
daki stratejik konumunu olum suz yönde etkileyecektir. Bu denk­
lem bölgelerarası etkileşim in belki de en çarpıcı m isallerinden b i­
risini oluşturmaktadır.
Bu çerçeve içinde Kıbrıs ne sıradan bir Türk-Rum etnik proble­
mi, ne de sadece süregelen bir Türk-Yunan gerginliğidir. Bütün bu
dengelerden doğrudan etkilenen bir konum da bulunan Türkiye,
Kıbrıs politikasını, sınırlı bir Türk-Yunan denklem inden çıkararak
değerlendirm ek zorundadır. Kıbrıs a ıta n bir hızla bir Avrasya ve
O rtadoğu-Balkanlar (Batı Asya-Doğu Avrupa) m eselesi haline gel­
mektedir. Kıbrıs politikası bu yeni stratejik çerçeveye uygun bir
tarzda yeni bir stratejik çerçeveye oturtulmalıdır.
Kıbrıs m eselesinin Türkiye açısından önem i tem elde iki ana ek­
sende ele alınabilir. Birincisi Türkiye’nin tarihî sorumluluklarının
bir sonucu olarak oradaki M üslüm an Türk toplum unun güvenliği­
ni sağlamaya yönelik beşerî nitelikli eksendir. Osmanlı Devleti'nin
küçülm esi ile birlikte terkedilen topraklarda kalan M üslüm an un­
Yakın D en iz H avzası

surların güvenlik ve sürekliliği her zam an Osmanlı-Türk dış politi­


kasının tem el param etrelerinden birisi olagelmiştir. Bu konuda bir
bölgede gösterilen zaafın yol açacağı dalga etkisi sürekli bir teyak­
kuz halini gerekli kılmaktadır. Kıbrıs Türk toplum unun güvenliği
ve korunması konusunda gösterilecek bir zaaf dalga dalga Batı
Trakya ve Bulgaristan'a -hatta ve hatta Azerbaycan ve Bosna'ya-
yayılabilir. Bu nedenledir ki, Kıbrıs Türk toplum unun korunması
sadece bu topluluk açısından değil, diğer Osm anlı bakiyesi toplu­
lukların geleceği açısından da büyük önem taşımaktadır.
KıbriS m eselesinin ikinci önemli ekseni ise bu adanın coğrafî
konumunun jeostratejik açıdan taşıdığı önemdir. Bu eksen orada­
ki insan unsurundan bağımsız olarak bizatihî hayatî önem i h aiz­
dir. Orada tek bir M üslüm an Türk olm am ış olsa bile Türkiye’nin
bir Kıbrıs m eselesi olm ak zorundadır. Hiç bir ülke kendi hayat ala­
nının kalbinde yer alan böyle bir adaya kayıtsız kalamaz. Nasıl
üzerinde ciddi bir Türk nüfus kalmamış olan Oniki Ada Türkiye
açısından önem ini korumaya devam ediyorsa ve nasıl hiç bir b e ­
şerî uzantısı olmadığı halde ABD, Küba ve diğer Karaib adaları ile
doğrudan ilgileniyorsa, Türkiye de Kıbrıs ile iırsanî unsur dışında
stratejik olarak da ilgilenmek zorundadır.
Bu jeo stratejik önem in de iki önem li boyutu vardır. Birincisi
dar ölçekli stratejik önem dir ki, Doğu Akdeniz’deki Türkiye-Yuna-
■nistan, KKTC-Kıbrıs Rum Kesimi dengeleri ile ilgilidir. Bu durum
en çarpıcı bir şekilde son yıllarda yaşanan füzeler krizi ile ortaya
çıkmış bulunm aktadır. Kıbrıs’a yerleştirilm esi düşünülen füzeler
Yunan-Rum ittifakının askerî potansiyelinin E ge’deki adaların ula­
şım alanlarının ötesindeki Anadolu topraklarını da tehdit edecek
güce ulaşm ası ihtim ali bizatihî Kıbrıs’ın güvenliğinin ötesinde
stratejik boyutlar ihtiva etmekteydi. Güney ve İç Anadolu'yu m en ­
zili içine alacak böylesi bir tahdit Erm enistan, Rusya ve Suriye'den
herhangi birinin de bu ittifaka doğrudan ya da dolaylı destek sağ­
lam ası ile Türkiye’nin hiç bir güvenlikli alanının kalm am ası sonu ­
cunu doğurabilirdi. Böylesi bir tehdit ihtim ali yüzer bir üs n iteli­
ğindeki Kıbrıs'ın Anadolu yarım adasının total güvenliği açısından
taşıdığı önem i bir kez daha ortaya koymuştur.
Jeostratejik önem in ikinci boyutu ise geniş ölçekli stratejik
- J -- - J ------Uiı-acoi ctratdüipr irîndpkî veri ile
S tratejik D erinlik

ilgilidir. Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Ege, Süveyş Boğazı, Kızıldeniz


ve Körfez üzerinde stratejik hesaplar yapan h iç bir küresel ve b ö l­
gesel güç Kıbrıs adasını ihm al edem ez. Kıbrıs bütün bu bölgelerin
hepsine öylesine optim um bir uzaklıktadır ki, her birini doğrudan
etkileyecek bir param etre niteliği taşım aktadır. Türkiye bu para­
m etre üzerinde yetm işli yıllarda elde ettiği stratejik avantajı statü ­
yü korumaya yönelik defansif bir Kıbrıs politikasının unsuru ola­
rak değil, diplom atik nitelikli ofansif bir deniz stratejisinin tem el
dayanaklarından birisi olarak değerlendirmelidir. Bu çerçevede
Kıbrıs, Türkiye'nin H azar-Karadeniz-Boğazlar-Ege D enizi-Doğu
Akdeniz-Süveyş-Basra Körfezi hattından oluşan yakm deniz kuşa­
ğı ile ilgili genel bir deniz stratejisinin kilit unsuru olarak özel bir
önem taşımaktadır.

4. Basra Körfezi ve Hint Havzası


Türkiye’nin bölgesel ve küresel etkinliğini kıtasal etkinliğe dö­
nüştürebilecek diğer iki önem li deniz havzası ise Basra Körfezi ve
bu körfezin Kızıldeniz üzerinden Akdeniz, Hürmüz Boğazı üzerin­
den Hint Okyanusuna açılan bağlantı alanı ve havzasıdır. Türki­
ye'nin dünyanın en önem li enerji kaynaklarına sahip olan Körfez'e
bu kadar yakın olm akla birlikte bölge üzerinde bu d erece etkisiz
olması dış politika geçm işinin en önem li zaaflarından birisidir.
Ortadoğu ve Körfez politikalarının seksenli yıllara kadar genel
bir ihm ale uğraması bu bölgenin zengin kaynaklarından uzak kal­
m asına yol açmıştır. Türkiye hâlâ Köıfez'le ilgili m eselelerde ancak
ve ancak İncirlik hava üssünün m enzil sahası kadar ilgili olabil­
mektedir. Ne Körfez'e kıyı ülkeler Türkiye'yi önem li bir bölge gücü
olarak görmekte, ne de küresel güç odakları Türkiye'ye müzakere
tarafı olarak yaklaşmaktadırlar. Son Ortadoğu Barış Sürecinde
Türkiye’nin açık bir şekilde devre dışı bırakılm ası da aslında büyük
güçlerin Türkiye’yi O rtadoğu'nun zengin jeoekon om ik kaynakla­
rından uzakta, Avrupa kapılarında bekletilen ve gerektiğinde sığa­
ya çekilen edilgen bir ülke statüsünde tutm ak istediğini açık bir
tarzda ortaya koymuştur.
Türkiye seksenli yıllardaki ekonom ik patlam asını Ortadoğu ve
Körfez bölgesi ile kurduğu akılcı ilişki biçim i sayesinde sağlamıştır.
Rı 1 a n la m r lc ı H f o r l r ı i V -V ı ı m ı ı r t / î l ı l / — - U - 4-4----- - — - - — 1. a.
Yak uı D en iz H avzası

avantajlar unutulmam alıdır. Bunun için de Basra Körfezi ile Doğu


Akdeniz bağlantısının Türkiye üzerinden gerçekleşm esi vazgeçile­
m eyecek bir stratejik öncelik olarak devrede tutulmalıdır. Türki­
ye'nin Soğuk Savaş sonrası dönem de yaptığı en önem li stratejik
hatalardan birisi bu bağlantı hattının devre dışı tutulm uş olm ası­
dır. U nutulm am alıdır ki, Bağdat vilayeti Osmanlı D evleti'nin As­
ya'daki etkinliğinin anahtarı durumundaydı. Türkiye açısından da
durum pek farklı değildir. Fırat-D icle su yolları ile M ezopotam ya
havzasının kuzeyinde bulunan bir ülkenin bu havzanın denize
açıtım noktalarına ilgisiz kalm ası düşünülem ez.
Bu ilgi çevre ülkeleri tedirgin edebilecek askerî ittifak arayışla­
rından çok, ortak güvenlik sistem i anlayışına dayanan ekonom ik
bağlantılarla sağlanabilir. Helsinki Güvenlik İşbirliği çerçevesi ile
Avrupa’daki ekonom ik işbirliği arasında kurulan korelasyon bölge­
nin ortak güvenlik anlayışı ile jeoekonom ik kaynaklarının kullanıl­
m ası arasında kurulm ası ve bu uyumun öncülüğünü Türkiye'nin
yapm ası bölgesel etkinlik için önem li avantajlar sağlayabilir.

5. Hazar Havzası
Hazar Denizi ise Türkiye’nin Orta-Asya’ya açılm asındaki kilit
deniz havzasıdır. Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan ve Türkm e­
nistan arasında Hazar Denizi konusunda Rusya karşısında gerçek­
leştirilecek bir İşbirliği Türkiye’nin Orta Asya politikasının tem el
esaslarından biri olm ak zorundadır. Türkiye’nin Kafkaslar-Hazar-
Orta Asya bağlantı politikası üç tem el taktik prensipten hareket e t­
m ek durum undadır: (i) Kuzey Kafkas cum huriyetlerinin Rusya Fe­
derasyonu içindeki statülerinin kadem eli bir şekilde güçlendirile­
rek Hazar-Karadeniz bağlantısının bu cum huriyetler üzerinden
gerçekleşm esini tem in etmek, (ii) Iran ile ideolojik gerilimlerle
gölgelenen ilişkilerin dinamik ve rasyonel bir ekonom ik işbirliği
çerçevesinde sağlam laştırılarak Rusya’nın Orta-Asya ve Kafkaslar
üzerindeki etkisini dengelem ekve (iii) Orta Asya ülkeleri arasında­
ki her türlü işbirliğini teşvik etmek. Bu hedellerin kısa dönemli
problem lerle göz ardı edilmesi Sovyet İm paratorluğu’nun Rusya
İm paratorluğu şeklinde geri dönüşüne zem in hazırlayarak Türki-
Türkiye’nin Hazar D enizi havzasına doğrudan m üdahil olm a­
sı zordur. Ancak bu havza üzerindeki etkinlik bu havzayı diğer d e­
niz havzalarına bağlayacak ulaşım hatları üzerindeki etki ile sağ­
lanabilir. D eniz bağlantısından yoksun olan O lta Asya ülkelerinin
Soğuk Savaş sonrası dönem de dünyaya açılm ası için dört alterna­
tifleri bulunm aktadır. Birincisi Hazar D enizinin kuzeyinden Rus­
ya aracılığıyla Avrupa ve Atlantik'e, İkincisi doğudan Çin aracılı­
ğıyla Pasifik'e, üçüncüsü güneyde Afganistan üzerinden Hindis­
tan ve Pakistan aracılığıyla Hint Okyanusuna, dördüncüsü ise Ha­
zar D enizinin güneyinden İran ve Türkiye aracılığıyla Akdeniz’e.
Bu yollar açısından değerlendirildiğinde B atı’ya açılım konusun­
da Türkiye, İran ve Rusya arasında ciddi bir rekabet yaşanm akta­
dır. Ara yollar olarak gündem de tutulan Hazar D enizi üzerinden
Kafkas]ar-Karadeniz bağlantısı Türk-Rus ilişkilerinde, İran üze­
rinden Basra bağlantısı Tü ık-İran ilişkilerinde bir rekabet ortam ı
oluşturmaktadır.
Türkiye'nin böylesi bir konjonktürde sahip olduğu en Önemli
avantaj bu açılım ın güney ve kuzey kanadını tutan Iran ve Rusya
ile aynı anda ortak projeler geliştirebilecek bir konum da olm ası­
dır. Fakat bu potansiyel avantajın esnek ve dinam ik bir diplomasi
ile desteklenem em esi sonucunda son yıllarda bu konuda ciddi bir
zem in kayması yaşanmıştır. Türldye bölgeye sistem ik güçlerin
tem silcisi olarak giren ülke im ajı ile hem Rusya hem de İran ile iliş­
kilerinde dengesizlikler yaşamıştır. Bu durum aslında çıkarları ta­
m am en çatışan İran ve Rusya'nın konjonktürel alanlarda yakınlaş­
ması sonucunu doğurmuştur.
Türkiye'nin Bal kanlar-Kafkas ya-Kuzey Ortadoğu yakm kara
havzası ve Orta Asya-Doğu Avrupa-Kuzey Afrika yakm kıta havza­
ları ile sağlıklı ilişkiler kurabilm esinin en öncelikli şartı uzun dö­
nemli ve koordinelı bir deniz stratejisi oluşturmasıdır. Bu strateji­
nin siyasî, ekonom ik ve askerî boyutları birbirlerini destekleyici
unsurlar olarak devreye sokulmalı; bölgesel ittifak ve entegrasyon
faaliyetleri bu çerçevede değerlendirilmelidir.
a. Bölüm
Yakın Kıta Havzası

I Avrupa, Kuzey Afrika, Güney Asya, Orta ve Doğu Asya

Soğuk Savaş dönem indeki Türk dış politika oluşum unun en


çarpıcı Özelliklerinden birisi, kıtalararası bağlantıları da ihtiva
eden küresel ölçekli daha statik stratejik param etrelerle, göreceli
olarak küçük ölçekli bölgesel ve ikili bunalım alanlarının dinamik
seyri arasm da bir tür uyumluluk kurabilm e çabasıdır. Çift kutuplu
yapının kendi doğasının gereği olarak kutuplararası dengeleri ilgi­
lendiren kıta-ölçekli politikalar süper ve büyük güç ölçeğinde o l­
mayan bölgesel güçlerin dış politika karar m ekanizm alarının ve il­
gi alanlarının daha küçük ölçekli ve bölgesel nitelikli problem lere
yönelm esine yol açm ıştır.
Küresel ve kıtasal nitelikli bunalım larda kutuplararası ilişkile­
rin belirlediği param etrelere bağlı kalma zorunluluğu Türkiye gibi
bölgesel güçleri bu param etrelerle, kendilerini doğrudan ilgilendi­
ren bunalım alanları arasında denge ve uyum kurmaya yönelik
politikalara sevketmiştir. Türk dış politikasının, 1945-1990 yılları
arasındaki seyrine bakıldığında bu durum çok açık bir şekilde ken­
dini gösterm ektedir.
Yaklaşık yarım asrı bulan bu süre içinde Türkiye, blok-içi so ­
rum luluklarının gereği olarak katıldığı Kore Savaşı m üstesna, k en ­
di sınır boylan ve bölge alanları dışmda bir dış politika etkinliğine
yönelm em iştir. Doğrudan ilgilendiği problem alanları da Kıbrıs,
Ege, Batı Trakya, Kuzey Irak ve Bulgaristan’daki Türk azınlığı gibi
genellikle yakın kara ve yalan deniz havzasını ilgilendiren konular
olmuştur. Uygun küresel konjonktürlerin doğru ve etkin bir şekil­
de değerlendirildiği durumlarda bu bunalım alanlarında m esafe
Stratejik Derinlik:

alınırken, küresel dengelerin izin vermediği durum larda daha dik­


katli ve bunalım ı uzun dönem de çözücü yollar benim senm iştir.
Bu çerçevede küresel çift kutuplu dengenin son derece hassas
bir seyir takip ettiği ve dikkatlerin bu dengeler içinde O rtadoğu’da­
ki çatışm alara yöneldiği bir konjonktürde gerçekleştirilen Kıbrıs
Harekatı, Amerikan am bargosu gibi blok-içi sıkıntılar doğurmakla
birlikte, hedeflenen bir statükonun doğm asını sağlamıştır. Buna
mukabil, iki kutuplu ilişkilerde başlayan yum uşam a dönem inde
söz konusu olan Bulgaristan’daki Türk azınlıkları ile ilgili m esele­
ler zam ana yayılarak çözülm e cihetine gidilmiştir.
Küresel statik param etreler dolayısıyla Soğuk Savaş dönem i
Türk dış politikası genelde Yunanistan ile ilişkilere ayarlı bir seyir
takip etmiştir. Bu da Türkiye’nin dikkatlerinin bölge-ötesi ufuklara
yönelm esini engellemiştir. Kıta-öiçekli stratejik bir tercih olan AB
ile ilişkiler dahi bir yandan blok-içi dengelere, diğer yandan Yuna­
nistan ile yaşanan diplom atik rekabete ayarlanmıştır.
Türkiye’nin doğrudan tem asta bulunduğu yakın kara havzası
ile olan ilişkilerini belirleyen bölgesel politikalar ile küresel nitelik­
li eksen kaymaları arasındaki uyum m eselesi h er şeyden ön ce So­
ğuk Savaş sonrası dönem in getirdiği konjonktür açısından yeni­
den ele alınm ak zorundadır. Türkiye'nin Yakm Kıta Havzası tan ım ­
lam ası ile hedefimiz, bölgesel ve küresel ölçekli politikalar arasm ­
da geçişkenliği sağlayan kıta bağlantılarının tesb it edilebilmesidir.
Bu da Soğuk Savaş sonrası dönem de ortaya çıkan yeni kıta ve hav­
za tanım lam aları çerçevesinde ele alınabilir.

I. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Kıta ölçekli Politikalar


ve Tanımlamalar

Seksenli yıllarda iki kutuplu sistem in sarsılm aya başlam ası,


Amerika’nın uluslararası örgütler yoluyla kurduğu düzen ile Avru­
pa'nın çıkarları arasındaki çelişkilerin artışı ve Pasifik’te yeni bir
ekonom i-politik alanın ortaya çıkışı II. Dünya Savaşı sonrasında
kurulan uluslara rası ekonom ik ve politik sistem i ciddi bir değişim
süreci ile karşı karşıya bırakmıştır. Hâlâ etkisini sürdürm ekte olan
bu değişim sürecinin ortaya çıkardığı belirsizlikler sistem in ön em ­
li güçlerini yeni kıta ve havza tanım lam aları yapm aya yöneltmiştir.
Yak ın K ıta H avzası

Bu tanım lam alara uygun politika arayışları entegrasyon ve


bloklaşm a teşebbüslerinin hızla artm asına yol açmıştır. İçiçe geli­
şen ve kimi zaman ilginç çelişkiler barındıran bölgesel entegras­
yon faaliyetlerinde farklı dürtülerle hareket eden üç ülke grubu­
nun etkili olduğu söylenebilir:
(i) Yeni uluslararası ekonom ik ve politik konjonktür içinde elin ­
de alternatif kozlar bulundurm ak isteyen büyük güçler;
(ii) Çift kutuplu statik yapının dağılm asından sonra uluslarara­
sı ilişkiler içindeki konum unu yeniden tanım lam ak zorunda kalan
bölgesel güçler;
(iii) îç siyasî kültür içinde yaşadığı kimlik krizini ya da uluslara­
rası ilişkilerdeki yalnızlığını dünya-sistem ine entegrasyon ile aş­
maya çalışan ülkeler.
Böylece, Soğuk Savaş sonrası dönem de küresel ölçekli statik
dengenin dağılması ile birlikte çift kutuplu jeopolitik bölü nm enin
yerini kıta ölçekli ve kıtalararası bloklaşm alar almıştır. Bu çerçev e­
de jeopolitik, jeokültürel ve jeoekon om ik havzalar büyük güçlerin
stratejileri çerçevesinde yeniden anlamlandırılmıştır.
Soğuk Savaşın çift kutuplu bölü nm esini kendi bünyesindeki
d em ir perde ile yaşayan ve göreceli bir önem kaybına uğrayan Av­
rupa, seksenli yıllardan sonra derinleşm esini hızlandıran AB ile
yen i bir kimlik ve çekim alanı oluşturm aya başlam ıştır. 1992 yılın­
da im zalanan M aastricht Anlaşm ası ile bütünleşm e sürecinde
ön em li m esafeler alan AB, bu süreci doğuya doğru genişlem e
program ı ile kıtayı kuşatıcı bir niteliğe büründürm üştür. Avrupa
artık iki süper gücün m ü cad ele ve savunm a alanı olm aktan çıka­
rak kendi çekim alanını oluşturan klasik bir m erkez haline dönüş­
m ektedir.
1993 yılında kabul edilerek AB’n in önem li unsurlarından biri­
si haline gelen Ortak Dış Siyaset ve Güvenlik Politikası (CFSP) b ir­
liğin küresel dengelerdeki stratejik değişim lere yönelik politikala­
rında uyum sağlamayı h ed ef edinm işse de, AB’nin Bosna b u n alı­
m ın d a yeterince etkin bir ortak politika geliştirem em esi bu ça b a ­
ları olum suz yönde etkilem iştir. Bu ortak strateji arayışı doksanlı
yılların son u na doğru NATO'ya paralel bir güvenlik örgütlenm esi-
S tratejik D erinlik

ordinasyonuyla geliştirilen Avrupa Güvenlik ve Savunm a Kimliği


konusunda 1999 VVashington Zirvesinde özellikle karar m ekaniz­
ması ve operasyonel yetki konusunda atılan adım lar Avrupa k ıta­
sının uluslararası ilişkilerdeki konum unu önem li ölçüde g ü c e n ­
dirmektedir.
Ko s ova 'ya yönelik hava harekatından sonra bölgeye giren güç­
lerin ağırlıklı bir şekilde AB üyesi ülkelerden oluşm ası bu etki ala­
nının yayılmakta olduğunu göstermektedir. NATO ve AB’nin üye
tabanındaki farklılaşmalar önümüzdeki dönemin en hassas konu­
ları olmaya devam edecektir. Türkiye gerek Avrupa'nın yeni konu­
mu gerekse AB-NATO ilişkileri konusunda birinci derecede etkile­
nebilecek ülkeler arasındadır.
Soğuk Savaş süresince kendi kıtasının uzağındaki Afroavrasya
dünya anakıtasım Sovyet tehdidine karşı korunulacak stratejik
hatlar çerçevesinde değerlendiren ABD, bu yeni konjonktüre inti­
bak için bir yandan Atlantik eksenli yapılanmayı BM ’yı ayakta tu ­
tarak ve NATO’yu yaygınlaştırarak korumaya çalışırken, diğer yan ­
dan artan bölgesel kutuplaşm a tem ayülüne ayak uydurmaya gay­
ret etmiştir. ABD, Bretton VVoods ve GATT sistem ine ilk darbeyi vu­
ran Avrupa entegrasyonuna karşı kadem eli bir bölgesel bloklaşm a
tepkisi göstermiştir. Bu çerçevede önce Kanada ve Meksika ile b ir­
likte NAFTA (Nort America Free Trade Agreement l Kuzey Amerika
Serbest Ticaret Anlaşması) kurulmuş; daha sonra Kuzey ve Güney
Amerika arasındaki işbirliğini geliştirm eye çalışan organizasyon­
ların rolü artırılmış ve nihayet Pasifik eksenini kontrol altında tu t­
mak ve alternatif bir çekim alanı oluşturm ak için APEC’e {.Asian
Pasific Economic Council / Asya Pasifik Ekonom ik İşbirliği) for-
m ellik kazandırılmaya çalışılmıştır.
ABD kendi coğrafyasından da kaynaklanan bir zorunluluk ile
çift yönlü bir sentez ve denge politikası geliştirmeye özen göster­
mektedir. Bir Trans-Atlantik örgütü niteliğindeki NATO aracılığıy­
la ABD'nin Atlantik kimliği öne çıkarılarak Avrupa bağlantısı koru­
nurken, doksanlı yıllarda formel bir niteliğe dönüştürülm eye çalı­
şılan APEC aracılığıyla ABD'nin Pasifik kimliği ve Asya bağlantısı
geliştirilmeye çalışılmaktadır. NAFTA ile Kuzey Am erika’yı k on so ­
lide eden ve Güney Amerika’yı kendi etki alanında tutan ABD, NA­
TO ve APEC ile çift kanatlı bir kıta-ölcekli nofîtika p p lktırm o ^ \tx.
Yakın Kıta H avzası

Delmiştir. Bu kıta-ölçekli politikalar BM Güvenlik Konseyi yapılan­


m ası ile siyasî olarak, G-8 ile de ekonom i-politik olarak içiçe geçen
küresel nitelikler kazanmıştır.
ABD, Avrupa ülkelerinin, özellikle de A lm anya’nın, gündem e
getirebileceği Avrasya stratejisine karşı Asya'ya bakışını yeniden
tanım lam aya1 ve Asyamerika [Asinmerica) sentezini bayata g eçir­
meye çalışmaktadır. Bu uzun dönem li strateji Amerika’nın dünya
anakıtası olarak bilinen Afroavrasya tem el kara kütlesinden izole
edilmesi ihtimali karşısında geliştirilmektedir. Alm anya’nın As­
ya’nın değişik bölgelerinde yoğunlaşan ekonom ik etki alanları
Amerika’nın Asya’ya yönelik uzun dönem li bloklaşm a çabalarının
tem el sebebidir.
Uluslararası ekonom ik ilişkilerdeki ağırlığı doksanlı yılların ilk
yarısında hızlı bir tırm anış gösteren ve 1997 bunalım ına rağmen
önem ini koruyan Doğu Asya bölgesinin ekonom i-politik konumu
yeni stratejik tanım lam a arayışlarında hâlâ önem li bir param etre
durumundadır. Bu bölge için kullanılan term inolojiler bile ülkele­
rin uzun dönem li stratejilerini yansıtmaktadır. ABD ve Avustralya
bölge için özellikle Pasifik terim ini kullanarak bölgeyi bir kıta (Av­
rasya) ile değil, bir deniz ile (Pasifik) tanım lam aya özen göster­
mektedir. Bunun tem el sebebi böyle bir tanım lam anın Amerika ve
Avustralya'yı doğal olarak içine alması, Pasifik ile kıyısı bulunm a­
yan Almanya ve diğer Avrupa ülkelerini dışlamasıdır. Almanya ise
gittikçe artan bir dozda Avrasya term inolojisine ağırlık verm ekte­
dir, çünkü Avrasya tanım lam ası da yeni ekonom i-politik çekim
alanı olan Doğu Asya ile klasik çekim alanı olan Avrupa arasında
bir bağ kurmakta ve ABD'yi dışlamaktadır.
Bu iki güç m erkezini dengelem ek ve kendi bağım sız çekim ala­
nını oluşturm ak isteyen ülkeler ise Doğu Asya ve Asya kimliği ta ­
nım lam alarını yaygınlaştırm ak istem ektedirler. Avrasya ve Asya­
m erika tanım lam alarının baskısı altında kendilerine tutarlı ve ku­
şatıcı bir kimlik arayışı içine giren Doğu Asya ülkeleri doksanlı yıl­
ların başlarında bir taraftan Amerika ve Avrupa ile dengeli ilişkiler
mmn

VBu yeniden tanım lam a çabasının ilk ilginç örneklerinden birisi için bkz. M ilanH a-
uner, Whal is Asla tn Us? Russia's Asian Heartland Yesteulay and Today, (Roston:
lJ n w i n Hv rna n. 19901
| S tra te jik D erin lik

kurm aya özen gösterirken, diğer taraftan ekonom ik ivme kaynak­


larını dış yatırım lardan bölge-içi dinam iklere çekm eye çalışm ış­
lardır. Bu çerçevede Doğu Asya-ekseni i EAEC (Doğu Asya E kono­
mik Forum u) fikri benzeri teşebbü sler bölge-içi bir dayanışm a ça ­
bası olarak istenilen sonuçlan verm em işse de, yükselen Asya kim ­
liğinin ifade ediliş biçim i olarak başlıbaşm a önem taşımışlardır.
Bu arayış, kendi içinde birçok iç çelişki ve tarihî düşmanlıklar
barındıran Doğu Asya'da özellikle ekonom i ağırlıklı işbirliği ve
bloklaşm a tem ayülünü canlı tutmaktadır. Genelde Asya'nın, özel­
de Doğu A sya'nın kimlik ve ortak jeokültürel ve jeoekon om ik hat
oluşturm a çabasının başarısı kıtanın önüm üzdeki yüzyıl içindeki
konum unu belirleyecek önem li unsurlar arasındadır.
Tam bir kültürel m ozaik niteliği taşıyan Asya kıtası uzun dö­
nem de bu üç çekim alanının karşılıklı etkileşim leri ile yeni blok­
laşm a tecrü belerin e şahit olacaktır. Çin ve Hindistan gibi iki de­
mografik devi, Japonya gibi bir ekonom ik devi, Rusya gibi bir step
devini ve dünyanın en stratejik hattını oluşturan Rim land kuşağı
üzerinde İslam D ünyasının en büyük güçlerini barındıran bu kıta,
stratejik m ücadelenin önem li sahnelerinden birisi olm aya devam
edecektir.
Kıta ölçekli jeopolitik, jeoekonom ik ve jeokültürel havzaların
yeniden tan ım lanm ası süreci diğer büyük ve bölgesel güçleri de
yeni kıta ve havza ölçekli arayışlara itmiştir. Soğuk Savaş dönem i­
nin ikinci süpeı* gücünün m irasçısı olan Rusya bir taraftan BDT
(Bağımsız D evletler Topluluğu) çerçevesinde eski SSC B ’nin etki
alanı m irasını sürdürmeye çalışırken, diğer taraftan Türkiye’nin
girişim i ile başlayan KEl {Karadeniz Ekonom ik işbirliği)'ne katıl­
m a kararı almıştır. Sonra da 1993 yılında bu iki bölgesel işbirliği te­
şebbüsü ile çelişkili bir şekilde Slav ülkeleri arasında bir ortak pa­
zar kurm a teşebbüsünü başlatan Rusya karşı karşıya kaldığı iç si­
yasî ve ekonom ik bunalım lar dolayısıyla bu alternatif bloklaşma
çabalarını birbiıleriyle tutarlı bir stratejinin parçası olarak değil,
. konjonktürel kaygıların ağırlık taşıdığı çelişkili taktik arayışlar ola­
rak sürdü re gelmiştir.
D aha önem siz olm akla birlikte Kazakistan’ın teklif ettiği Avras­
ya Birliği projesi, Apartheid dönem inin bitm esind en sonra dünya­
ya açılan Güney Afrika C um huriyeti’nin Güney ve Doğu Afrika ile
Yakıtı K ıta H avzası

Güney ve Doğu Asya arasındaki ülkeleri kapsayan deniz-eksenli


bir Afro-Asya birliği olarak takdim ettiği Hint Okyanusu İşbirliği
Örgütü ve Ortadoğu Barış Süreci içinde bölgesel ekonom ik işbirli­
ği çerçevesinde gündem e gelen ve Kuzey Afrika ile Batı Asya'yı
bünyesine alan genişletilm iş yeni Ortadoğu kavramı kıta-ölçekli
değişik proje arayışları olarak zikredilebilir.

II. Küresel ve Bölgesel Güçlerin


Yakın Kıta Havzası Politikaları

Kıtaların ve kıta-eksenli havzaların stratejik açıdan yeni an lam ­


lar kazanm ası özellikle iki grup ülke için Özel bir önem ifade e t­
mektedir. Birinci grup, küresel strateji uygulama kabiliyeti olduğu
için bir çok kıta-eksenli havzalardaki dengeleri aynı anda gözet­
m ek zorunda olan ülkelerden oluşur. M esela başta ABD ve Alm an­
ya olm ak üzere Çin, Fransa, İngiltere, Japonya ve Rusya gibi ülke­
ler aynı anda birçok kıtadaki dengeyi gözeterek küresel ölçekli p o ­
litika geliştirirler.
Bunlardan kimisi ABD gibi büliin havzaları bütün yönleriyle
gözetm e zorunluluğu hissederken, kimileri özellikle bir alanı, ki­
m ileri İse bir havzayı öne alarak politika geliştirirler. M esela Japon­
ya’nın ekonom i-politik alanını Öne çıkarm ası ve bütün kıtalarda
bu yönde süreklilik arzeden bir stratejik p lanlam a gerçekleştirm e­
si öncelik verilen alanda derinleşerek bütün küresel satha yaygın
bir politika takip edilm esinin en çarpıcı m isalini oluşturur. Buna
mukabil Rusya’nın eski SSC B’nin jeopolitik hakim iyet havzalarına
yönelik politikalara ağırlık verm esi bir m ekanda derinleşerek bu
m ekanın bütün alanları ile ilgilenmeye dayalı kıta-eksenli politi­
kaya bir örnek teşkil eder.
Bu zorunluluklar onların diplom asi yapım ve uygulama alan la­
rını da belirler. ABD bütün kıta-eksenli havzalara dayalı politikala­
rı tutarlı bir stratejik planlam a bütünlüğü içinde yürütm eye çalı­
şırken, Japonya’nın ekonom i-politik ağırlıklı stratejik tercihi dış
politika yapım ında M ITI’nin (Dış Ticaret ve Sanayi Bakanlığı) öne
çıkm asına yol açm aktadır. Rusya’nın stratejik m anevra kabiliyeti
de hâlâ Kızıl O rdu’nun yakm kıta havzası üzerindeki etkinliği ile sı­
nırlıdır. Rı ı s v a ’ n m U M n-îîT7ö-«ui' ------• 1
küresel gücü bu etkinliğin artırılm ası için diplomatik bir altyapı
sağladığı ölçüde küresel politikalarla kıta-eksenli politikalar ara­
sında bir tür uyum ortaya çıkmaktadır.
îkinci grup ülkeler ise tarih ve coğrafya param etrelerinden kay­
naklanan özellikler dolayısıyla birçok kıta-eksenli havza ile aynı
oranda ilgilenm ek zorunda kalan bölgesel güçlerden oluşm akta­
dır. Bu gruba giren ülkelerin en belirgin tem silcileri arasında Tür­
kiye, Mısır, t ran, Ukrayna ve Hindistan zikredilebilir. Bu ülkelerin
yalcnı kıta havzaları ile ilgili tavırlarını kısaca tahlil etm ek yakın kı­
ta havzası tanım lam am ızı açıklığa kavuşturmamızı ve Türkiye’nin
stratejik konum unu bu açıdan ele alış biçim im izi ortaya koyma­
mızı kolaylaştırabilir.
Aynı zam anda hem bir Ortadoğu ve Batı Asya, hem bir Akdeniz
ve Kızıldeniz, hem de bir Kuzey ve Doğu Afrika ülkesi olm a özelli­
ği taşıyan M ısır stratejik konum u ve tarihî m irasının getirdiği je o ­
kültürel özellikler dolayısıyla Asya, Afrika ve Akdeniz dengelerini
gözeten bir politika takip etm ek zorundadır. Bu konum u Mısır'ı,
küresel ve kıta-eksenli havza politikalarını aynı anda takip etmek
zorunda olan Osm anlı D evleti'ne bağlı olduğu dönem de de Orta­
doğu, Kızıldeniz, Afrika ve Hint Okyanusu politikalarm m merkez
üssü haline getirmiştir. M ısır'ın 19. yüzyıldaki söm ürgeci rekabe­
tin en yoğun yaşandığı ülkelerden birisi oim ası da bu özelliği do­
layısıyladır. N apolyon’u M ısır'a çeken, bu ülkeyi İngiliz sömürge
sistem inin kilidi haline getiren, Süveyş'i Soğuk Savaşın en yoğun
çatışm a alanlarından birisi haline dönüştüren sebep de, temelde
bu ülkeye çok yönlü diplomatik, siyasî ve askerî hareket kabiliyeti
kazandıran bu yönüdür.
M odern M ısır’a dam gasını vuran N asır’ııı geliştirmeye çalıştığı
Mısır kimliğinin ana unsurları olarak zikredilen coğrafyaya dayalı
Afrikalılık, dile dayalı Araplık ve tarihe dayalı Mısırhlık nosyonla­
rı bu çok yönlü jeokültürel yapıtını bir yansımasıdır. M ısır'ı Orta­
doğu dengelerinde savaş zam anında da, barış dönem lerinde de
öne çıkaran; Afrika politikasının önde gelen ülkeleri arasında gel­
m esine zem in hazırlayan tem el özellik de bu çok yönlü kıta ilişki­
leridir. Bu ülkeyi 'Soğuk Savaşın en sert yıllarında Ü çüncü Dünya
ve Tarafsızlar Bloku hareketinin yürütücü ülkeleri arasında yer al­
m asının sebeplerini de, ideolojik yönelişten çok bu konum un ge­
tirdiği kendine has şartlar içinde ele alm ak gerekir.
Yakın Kıta H a v z a sı

İran da, tarihî ve coğrafî özellikler dolayısıyla, bir çok kıta-ek­


senli havza ile aynı anda ilgilenm e zorunluluğu ile karşı karşıyadır.
Büyük İskender’den bu yana genelde Asya ile Avrupa, özelde de
Orta Asya ile Batı Asya ve Doğu Avrupa arasındaki geçiş bölgele­
rinden birinin üzerinde bulunan İran, değişik yönleriyle farklı kı-
ta-eksenli havzalara bakan bir niteliğe sahiptir. Aynı zam anda
hem Orta, hem Batı, hem de Güney Asya ile irtibatlı olan İran, bir
taraftan Hazar Denizi ve hatta Karadeniz, diğer taraftan da Körfez
ve Hint Denizi dengelerinden etkilenmektedir.
Batıda M ezopotam ya doğuda da M averaünnehir’in oluşturdu­
ğu iki büyük kadîm medeniyet havzası arasında yer alan İran, jeo-
kültürel çeşitliliği de kendi içinde ban ad ır maktadır. Orta Asya’dan
kopup gelen hareketli ve dinamik Turanî unsurların yerleşik devlet
geleneğine İran coğrafyası üzerinden geçerek oturmaları bu je o ­
kültürel özelliğin bir sonucudur. Stratejik ilerlem esini Avrupa içle­
rine doğru yönlendiren Osmanlı Devleti’nin sürekli olarak İran’ı
gözeten bir doğu politikası geliştirmek zorunda kalması İran’ın bu
jeokültürel ve jeopolitik konum unun tesiri dolayısıyladır.
Söm ürgecilik dönem inde Büyük: Oyun’un iki aktörü olan Rus­
ya ve İngiltere tarafm dan etki sahalarına bölünen İran ’ın kuzey ve
güneyi de bu söm ürgeci güçlerin im paratorluk niteliklerini göster­
mekteydi. İran ’ın Orta ve Kuzey Asya’ya bakan yönünü temsil
eden Kuzey İran ’ı etki sahasına alan Rusya tipik bir step devleti
iken, Körfez ve Hint Okyanusuna bakan güneyini kontrol eden İn ­
giltere deniz nitelikli emperyal yapısını bu coğrafyaya yansıtmıştır.
Soğuk Savaş süresince en yoğun ideolojik m ücadele alanların­
dan biri olan İran ’ın İslam, devrim inden sonra kadem eli bir şekil­
de denge politikalarına yönelm esi de bu tarih ve coğrafya faktörü­
nün bir sonucudur. Hum eyni’nin devrim ci çizgisinden Rafsanca-
n i’nin pragmatik politikasına ve nihayet H atem i’nin reform ist tav­
rına kadar İran süreklilik arzeden bir dış politika rasyonalitesini
devrede tutm aya çalışmıştır. Bir taraftan Asya’ya açılan yönüyle
Çin, Hindistan ve Rusya ile son derece realist ilişkilere giren İran,
diğer taraftan devrimci retorik ve ABD’nin dışlam a politikası kar­
şısında Avrupa ülkeleri ile çıkar-tem elli ilişkilerini geliştirmiştir.
S tratejik D erinlik

param etrelerini aynı anda gözeten politikalar takip etm esi, Türki­
ye’yi de yakından ilgilendiren çok yönlü yakm-kıta havzası p oliti­
kaları geliştirm esine yol açm aktadır.
En önem li Asya güçlerinden biri olan H indistan da çok yönlü
bir kıta havzası politikası takip etm eye çalışan ülkeler arasında
yer almaktadır. Güney, Doğu ve Orta Asya politikalarını kıta-öl-
çekli dengeleri gözeten ikili diplom asilerle geliştirm e zorunlulu­
ğu, bu ülkeyi Pakistan, Çin ve Rusya başta olm ak üzere önem li As­
ya ülkeleri ile bölg e-ötesi kaygıları da kapsayacak şekilde ilişkiler
geliştirm eye zorlam aktadır. Öte yandan m erkezî bir H int Okyanu­
su ülkesi olm ası da H indistan’ı Pasifik’te n Doğu ve Güney Afri­
ka'ya kadar uzanan bir hatta geniş ölçekli bir strateji takip etm e­
ye zorlam aktadır.
H indistan’ın tarihî birikim i bu çok yönlü coğrafi özelliğin etki­
sinde gelişmiştir. 14. Yüzyıla kadar dünya ekonom isinin en yoğun
çekim alanlarından birini oluşturan Hint bölgesi, Babür hanedanı
dönem inde Asya’nın en önem li güçlerinden birisi olarak altın ça ­
ğını yaşamıştır. 16. Yüzyıla dam gasını vuran ve Avrasya'nın güney
hattını kuşatan batıda Osmanlı, ortada Safevî ve doğuda Babür
devletleri Orta Asya kökenli dinam ik Türk unsurunun yerleşik ka­
dım m edeniyet havzalarını İslam m edeniyet birikim i ile h arm an ­
lam alarının ürünüdür.
Batı ile doğu arasındaki kırılma noktası, bu üçlü havzanın ka­
pitalizm ve Sanayi D evrim i'nin getirdiği ekonom ik ivme ile hare­
kete geçen Avrupa-eksenli güçlerin İslam m edeniyetinin oıtak
paydası ile bütünleşen Asya-eksenli kadîm kültürlere yönelik bas­
kısı ile ortaya çıkmıştır. Hindistan da b u özellikleri dolayısıyla bu
kırılma noktasının odaklarından birisini oluşturmuştur. İngiliz-Al­
m an, İngiliz-Rus, İngiliz-Fransız söm ürge rekabetinin Hindistan
ile doğrudan ilgili bölgelerde cereyan etm esi bunun sonucudur.
H indistan’ın Soğuk Savaş süresince Üçüncü Dünya ve Tarafsız­
lar Blokunun öncüleri arasında yer alm ası da bu coğrafî ve tarihî
faktörlerin sağladığı çok yönlü bağlantı imkanlarıyla sö zkonusu ol­
muştur. Muazzam bir demografik faktörü de arkasına alan Hindis­
tan bugün bu çok yönlü stratejik konum un getirdiği kapsam lı y a­
kın kıta-havzası imkanlarıyla bölgesel güç konum unu nükleer ka-
Yakın K ıta H avzası

Avrasya steplerinin geçiş yolu üzerinde bulunan Ukrayna ise


bir yönüyle Avrupa'ya, diğer yönüyle step derinliğinde Asya’ya
bakınası dolayısıyla çok yönlü kıta havzası politikası takip etm ek
zorunda olan bölge güçlerinden birisidir. D oğu-batı istikam etinde
Asya-Avrupa kara bağlantısının, kuzey-güney istikam etinde de
Baltık-Kaıadeniz su yollan bağlantısının kesişim alanındaki coğra­
fî konum bu ülkenin son derece önem li bir denge unsuru o lm ası­
nı sağlamaktadır. U krayna’nın özellikle 17. yüzyıl Osm anlı-Rus-
Lehistan dengelerindeki Önemi bu coğrafi konum un tarihî bir te­
zahürüdür. O sm anlı D evleti'nin Avrasya dengelerini kontrol ed e­
bilm e kabiliyeti bu bölge üzerindeki d enetim i ile pekişmiştir. Öte
yandan Rusları ıssız Kuzey D enizinin m eçhul halkı olm aktan çıka­
rarak önce bir kıta devleti, sonra da bir dünya gücü haline getiren
en tem el am illerden birisi de Ukrayna üzerinden gerek Doğu Av­
rupa gerekse Karadeniz’e m üdahil olm a gücü kazanm alarıdır.
Soğuk Savaş sonrası dönem de Rusya için en ciddi zaaf Ukray­
n a'n ın , dolayısıyla da Volga dışında kalan ve özellikle Dinyeper ve
D inyester nehirleri ile bunların arasında kalan bölgelerin kaybı ile
ortaya çıkmıştır.2 Rusya’nın em peryal bir güç haline gelm esini
sağlayan bu bölgenin kaybı Sovyet-sonrası Rus gücünün zayıfla­
m asının da ana göstergelerinden birisi olmuştur. Ukrayna’nın bu
bölgedeki varlığını sürdürebilm esi ve gücünü artırabilm esi de çok
yönlü kıta ilişkilerini diplom atik bir ustalıkla yürütebilm esine b ağ ­
lıdır. Doğu Avrupa’da sözkonusu olabilecek Rus-Alman etkinlik re­
kabetinin dengeleyici gücü olm ası m ukadder olan Ukrayna’nın bu
konum u Türk-Ukrayna ilişkilerinin gelecekteki Önemini de açık
bir şekilde ortaya koymaktadır.

III. Türkiye'nin Yakın Kıta Havzasının Ana Unsurları

Türkiye, bu bölgesel güçlerle kıyas edildiğinde, belki de en kar­


m aşık kıta havzası politikaları gerektiren Özel bir konum da bu lu n­
maktadır. Bu bölgesel güçlerden bir kısmı tek bir anakıta bağlantı­
sına (Hindistan ve İran gibi), bir kısmı tek bir deniz ile doğrudan
mmm
2 Bıı zaafın Rus stratejisi üzerindeki etkiten için bkz. Alımet Davutoğlu, "Avrasya Ka-
S tratejik D erinlik

irtibata (Ukrayna gibi), bir kısmı ise tem elde tek bir su yolu etra­
fında şekillenen yeterince çeşitlenm em iş bir tabiî coğrafyaya sa­
hip iken (Mısır/Nii örneğinde olduğu gibi), Türkiye aynı anda bir
çok kıta bağlantısı kurabilen, bir çok deniz ve su yolu havzası ile
doğrudan tem as halinde olan ve son derece çeşitlenm iş tabiî coğ­
rafya özelliklerine sahip olan bir ülkedir.
Türkiye'nin yakın kıta havzası politikasının ana unsurları bu
çeşitlilik içinde ve yakm kara ve yakm deniz bağlantıları ile ortaya
konabilir. Özetlem ek gerekirse Türkiye, Trakya üzerinden bir Bal­
kanlar, kuzey kıyı şeridi ile bir Karadeniz, Erzurum yaylası üzerin­
den bir Kafkas, Harran üzerinden bir M ezopotam ya ve Ortadoğu,
güney deniz şeridi ve İskenderun Körfezi üzerinden bir Doğu Ak­
deniz ülkesidir.
Bu yakm kara ve deniz havzaları aynı zam anda Türkiye'nin ya­
kın kıta havzasının özelliklerini de belirlem ektedir. Balkanlar bağ­
lantısı Türkiye’yi doğrudan bir Doğu Avrupa ülkesi yaparken, Or­
tadoğu bağlantısı Batı Asya ülkesi özelliğini ortaya koymaktadır.
Karadeniz üzerinden Doğu Avrupa ve Avrasya steplerinin su yolla­
rına müdahil olabilen Türkiye, Kafkaslar üzerinden Hazar ve Orta
Asya, Doğu Akdeniz üzerinden Güney-batı Asya ve Kuzey Afrika
dengelerinde yer almaktadır.
Boğazların özel konum u bu çeşitliliğe kıtalararası geçişkeıılik
boyutunu da katmaktadır. Boğazlar, Avrasya anakıtasının kuzey-
güney ve doğu-batı istikam etindeki geçiş yollarının düğüm nokta­
sını oluşturmaktadır. Bu yüzdendir ki, kadîm Avrasya dengelerin-
den bu yana özel bir önem i haiz bulunan Boğazlar, m o d em jeo p o ­
litiğin de en yoğun stratejik ilgi alanlarından birisi olagelmiştir.
Boğazlar gibi günümüz Türkiye’sinin bulunduğu coğrafî alan
da Avrasya tarihinin kıta-öîçekli hakimiyet sağlayabilen güçlerinin
beşiği olmuştur. Anadolu, D arius’un Avrasya'ya bir bütün olarak
hakim olm a idealinin ürünü olan Pers İm paratorluğu, doğu-batı
istikam etindeki ilerleyişinin geçiş bölgesini oluşturm uştur. Büyük
İskender'in sınırlı M akedonya coğrafyasından engin Asya derinli­
ğine geçerek ilk büyük ölçekli Avrasya devletini oluşturm ası süre­
cinde de bu coğrafya bir güç tem erküz alanı olmuştur. Kadîm im ­
paratorluk yapılarının en gelişmişi kabul edilen Rom a İmparator-
hmn Ha hir cnînpv Akdeniz devleti olm aktan bir dünva gücü olm a­
Yakın K ıta H avzası

ya geçiş sürecinde özellikle Anadolu ve M ısır'ı iki tem el hakim iyet


alanı olarak kullanmıştır. B izans’ın 6. yüzyıldaki parlak dönem i de
bu çok yönlü kıta dengelerini gözeten bir politikanın sonucunda
doğmuştur.
Nihayet çok yönlü kıta ölçekli siyasî yapıların en yaygını ve en
uzun ömürlüsü olan Osmanlı D evleti'nin tem el om urgası da bu
coğrafyada oluşmuştur. Batı Anadolu'da Sakarya havzasının sın ır­
lı alanında tarihin engin derinliğine atılan tohum üç kıtanın en te ­
mel su yollarını oluşturan Tuna (Avrupa), Fırat (Asya) ve Nil (Afri­
ka) havzalarına uzandığı zam an güçlü bir devlet niteliği kazanm ış;
Karadeniz’in kuzeyinden engin steplere, Kafkasya'dan tabiî coğra­
fî ayrım hatlarına, Ege'den Batı Akdeniz’e, Kızıldeniz’den Hind'e,
Kuzey Afrika'dan Büyük Sahra’ya uzandığı zam an ise Deulet-i Ebed
Müddet iddiasını bir idealden reel bir politik güce dönüştüren je ­
opolitik altyapıya sahip olmuştur.
Tarihte Afroavrasya anakıtasınm en önem li havzalarını birleş­
tiren böylesi bir gücün oluşm ası siyasî ve askerî anlam ından Öte
anlam lar taşım aktadır. O sm anlı D evleti’nin kadîm m edeniyet
havzalarının tüm ünü harm anlam a gücü ve kapasitesi bu çok y ö n ­
lü jeostratejik hakim iyet alanının ortaya çıkışının da altyapısını
oluşturmuştur. Bu yönüyle Osmanlı Devleti, sadece bir askerî güç
olarak değil, insanlık birikim ini bünyesinde bütün renkleriyle ta şı­
yan son kadîm kültür haritasını oluşturm a özelliği ile de tarihî bir
önem e sahiptir.3
O sm anlı Devleti uzun yüzyıllar alan daralma sürecinde de bu
jeostratejik ve jeokültürel omurgayı m uhafaza etm eye çalışmıştır.
Terkedilen her Osmanlı şehri istilacı barbar güçlerce tahrip ed ile­
ne kadar hakim olduğu jeokültürel havzaların bütün yönlerini
yansıtan kadîm çizgileri bünyesinde barındırm aya devam etm iş­
tir. Bunun son çarpıcı m isali Saraybosna'dır. Bu anlam da Osm anlı
şehirlerinin Batı m edeniyet unsurlarınca çözülüşü veya bizzat
tahribi kadîm insanlık birikim inin de tarih sahnesinden çekilm e
süreci olarak tezahür etmiştir.
■■■
3 Bu kültürel kapsayıcıhk ve stratejik kuşatıcıİLgm tahlili için bkz. Ahm et Davutoğlu,
“Tarih idraki oluşum unda m etodolojinin rolil: M edeııiyetlerarası etkileşim açısın ­
dan dünya tarihi ve Osm anlı”, Dîvân İlmî Araştırmalar, 1 9 9 9 /2 , S. 7, s. 1-63.
| s tra te jik D erinlik

Osmanlı D evleti'nin bu çok yönlü jeokültürel özelliği Türki­


ye’nin kıtalararası jeokültürel rolünün de tarihî tem elini oluştur­
maktadır. H untington’ın Doğu île Batı arasında parçalanm ış bir
kim liğin en çarpıcı m isali olarak takdim ettiği Türkiye4 bu tarihî
birikim in derinliğini kavradığı ölçüde tekrar kıtalararası geçişken-
liğin ve harm an lam an ın zengin jeokültürel altyapısını oluşturabi­
lir. Bu da dogm atik bir zihniyetle değil, kadîmi bütüncül bir şekil­
de kuşatan ve bugünü hakkınca kavrayan bir bakış açısı ile m üm ­
kündür. Jeokültürel geçiş ve harm anlanm a havzaları bu kon u ­
m un hakkını verenleri gelecek m edeniyetlerin m erkezi, bu konu ­
m u ve kimliği hiçe sayanları ise tarihin edilgen ve tarihsizleşen
unsurları yapar.
Osmanlı Devleti sınır boylarından gerilem e dönem inde de çok
yönlü yakm kıta havzası politikalarından kopm ayacak bir coğraf­
yada tutunm aya çalışmıştır. Tuna boylarında uzun süre direnılme-
si, Erzurum yaylasının her ne pahasına olursa olsun savunulması,
Bağdat-M ısır hattında sürekli bir dayanak oluşturulmaya çalışıl­
ması hep bu politikanın ürünüdür.
Birinci Dünya Savaşından geriye kalan O sm anlı bakiyesinin
hayat alanını tanım layan ve bu yönüyle Türkiye Cum huriyeti'nin
ilerdeki coğrafî alanının m eşruiyetini de belirleyen M isak-ı Millî
sınırları da bu çabayı yansıtmaktadır. Doğu ve Batı Trakya ile Bal­
kanlarda, dolayısıyla da Avrupa’da tutunm aya, İhtilaflı doğu vila­
yetlerine yönelik politika ile Kafkaslarla irtibatı kaybetmem eye,
güney sınırları ile de artık devletten kopm ası m ukadder Arap coğ­
rafyası ile çizilecek hatta Ortadoğu'dan kopm am aya çalışan gizli
bir savunm acı irade bu belgenin ruhuna egem en olmuştur.
Osm anlı D evleti’nin söm ürgeci güçlerle olan ve sınır-ötesi ve
kıta-ölçekli boyutlar da içeren çelişkiler dolayısıyla yüzyüze kaldı­
ğı savaşlar ve bunalım lar bu mirası devralan Türkiye Cumhuriye-
ti'n in dış politikasının özellikle ilk dönem lerde değişik satıhlarda
ülkenin gücünü dağıtan kıtasal m ücadele alanlarına girm em eye
ve kendi varlığını millî sınırlar içinde güçlendirerek korum aya yö­
nelik politikalara sevketmiştir. Atatürk'ün “Yurtta Sulh Cihanda
■as

4 Sam uel Ilun tin gton, “The Ciash of Civilizations’, Foreign Affairs, Surnmeı 1993,
s. 42 -4 4 .
Yakın Kıta H avzası

Sulh” ilkesinin arkapianında konjonktüre! nitelikli bu realist dış


politika m u h asebesi bulunm aktadır. Milli bağım sızlığı korumakla
birlikte İngiliz ve Fransız söm ürge güçleri ile kstasal ölçekli çatış­
maya girm em eye çalışan bu politika, dönem in uluslararası kon­
jonktürünün realist bir çerçevede değerlendirilm esinin üründür.
Türkiye’nin II. Dünya Savaşı süresince her iki cephed en gelen bü ­
tün baskılara rağm en tarafsız kalmaya sevkeden tem el am il de
budur.
II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan konjonktür ve resm î
deklarasyonlara açık bir şekilde yansıyan Sovyet tehdidi Türkiye'yi
kıta-ötesi bağlantılar kurmaya tekrar zorladı. Türkiye'nin Soğuk
Savaş dönem indeki en tem el stratejik yönelişi NATO çerçevesinde
ve Atlantik-eksenli olarak gerçekleşti. Buna paralel olarak yürütü­
len AB girişimi hem ABD-Avrupa hem de Türk-Yunan dengelerin­
den etkilenen bir süreç ile inişli-çıkışh bir seyir takıp etti. Bu stra­
tejik tercihlerle uyumlu bir şekilde devreye giren Bağdat Patkı,
CENTO ve RCD ise Türkiye'nin Atlantik-eksenli tem el stratejik yö­
nelişinin gerektirdiği bölgesel sorumluluk alanlarının sonucunda
ortaya çıktı. Bu dönem de böylesi dolaylı sorum luluk alanları dı­
şında Asya ve Afrika, Türkiye'nin genelde ilgi alam dışında kaldı.
Türkiye, Soğuk Savaş dönem i Türk dış politikasını yönlendiren
kıta-ölçekli bu tem el tercihin bölgesel politikalar ile çatıştığı p rob­
lem alanlarında ve bunalım dönem lerinde İslam Konferansı Örgü­
tü b en zeri çabalarla Asya ve Afrika ülkeleri ile olan ilişkilerinde ye­
ni kanallar oluşturm aya çalıştı. Türk dış politikasının Soğuk Savaş
dönem indeki en tem el problem alanı olan Kıbrıs ile ilgili ABD ve
Avrupa’dan gelen olum suz tepkiler Türkiye’yi yeni dış politika ara­
yışlarına zorlayan tem el etken oldu.
Soğuk Savaş sonrası dönem in ortaya çıkardığı yeni konjonktür
Türkiye’nin kendi kıta bağlantılarını yeniden gözden geçirm esini
zorunlu kılmaktadır. Her şeyden ö n ce yeni teknolojik araçların
olağanüstü bir ivme kazandırdığı küreselleşm e olgusu ülkeler ara­
sındaki karşılıklı bağım lılığı ve bu karşılıklı bağım lılıktan doğan
dış politika alternatiflerindeki ve araçlarındaki çeşitliliği daha ö n ­
ceki dönem lerle kıyaslanm ayacak ölçekte artırmıştır.
Öte yandan uluslararası ekonom i-politik ve diplom atik güç
S tratejik D erin lik

merkezli bir güçler dengesi politikasına yönelm esi sonucunu do­


ğurmaktadır. Söm ürgeci dönem lerde ve Soğuk Savaş şartlarında
netlik ifade etm ek zorunda olan blok ve ittifak tercihleri gittikçe
esnem ekte ve bu tercihlerdeki kısa dönem li denge değişikliklerin­
den etkilenebilecek gri alanların yoğunluğu artmaktadır. İdeolojik
nitelikli ayrım çizgileri yerlerini çıkar alanları ve güç dengelerine
dayalı dinamik süreçlere bırakmaktadır. Bu değişim büyük güçler
arasındaki rekabetin kapsam ve yoğunluğunu belirlem ekte ve
farklı dış politika tercihlerinin daha kısa süreli değişim lerle ortaya
çıkm alarına yol açmaktadır.
Bugün ne asrın başında olduğu gibi herhangi bir sömürge to p ­
luluğunun üyesi olm a baskısı, ne de Soğuk Savaş dönem inin çift
kutuplu yapısının getirdiği ideolojik nitelikli kategorik ayrım çizgi­
leri tem el belirleyici olm a özelliğine sahiptirler. Karşılıklı bağım lı­
lık ilişkilerinin karmaşık bir çeşitlilik arzettiği bu dönem de m üm ­
kün olan en çeşitli ve yaygın ilişkiler ağını m üm kün olan en derin
ve uyumlu koordinasyon ile tutarlı bir dış politika bütünü haline
dönüştüren ülkeler uluslararası konjonktürün güç dağılımında
göreceli bir ağırlığa sahip olurken, geçmiş dönem lerin saplantıları
ile tek yönlü ve tek ölçekli politikalar geliştiren ülkeler göreceli bir
etkinlik ve güç kaybının sonucunda blok-içi ve kıta-içi dengelerin
edilgen ülkesi konum una düşmektedirler.
Jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonom ik güç m erkezlerinin ve
geçiş alanlarının üzerinde bulunm ayan ülkeler bu konuda riski de
avantajı da düşük bir konum a sahip oldukları için derinlikten ve
koordinasyon kaygısından yoksun daha tekdüze stratejiler gelişti­
rebilir. Ancak, Türkiye gibi h em en h em en her kıyı ve kara şeridi
d erinlem esine bir yakm kıta havzası politikasının om urgasını
oluşturacak özelliklere sahip bir ülke, kıta ölçekli politikalar a çı­
sından hem büyük avantajları, hem de büyük riskleri dengeli ve
uzun dönem li politikalarla sürekli bir şekilde değerlendiren bir dış
politika stratejisi geliştirm ek zorundadır. Sahip olunan jeopolitik,
jeokültürel ve jeoekonom ik özelliklerin getirdiği avantaj ve imkan
patlam asının yola açabileceği hesapsız bir dış politika hayalciliği
de, bu özelliklerin doğurabileceği risklerin yönlendirdiği çekingen
ve durağan tavırlar da aynı ölçüde zararlıdır.
Yakın K ıta t lavzası

Bu avantajlar ve riskler özellikle kıta-ölçekli stratejik yönelişler­


de kendini gösterm ektedir. Yakm kara ve deniz havzası ile ilgili
bölgesel politikalar tem elde bu stratejik yönelişin taktik kadem e-
lendirilm esi olduğu için bütüncül bir dış politika anlayışı herşey-
den önce ki ta-ölçekli tanım lam alarda tutarlılık ve vizyonun sağla­
nabilm esi ile mümkündür.
Türkiye yakm kıta havzaları açısından beş ana alan ile ilgili
stratejik tanım lam a ve planlam a ihtiyacı içindedir: (i) Avrupa, (ii)
Asya Derinliği, (iii) Atlantik Faktörü, (iv) Afrika Açılımı ve (v) Kıta­
lararası Etkileşim bölgeleri: Stepler, Kuzey Afrika, Batı Asya vb.

ı. “Avrupa” Kavramındaki Dönüşüm ve Türkiye


Avrupa, gerek coğrafî gerekse tarihî derinlik açısından, birinci
derecede Önem taşıyan yakın kara havzası niteliği taşımaktadır.
Coğrafî ve tarihî param etreler açısından bakıldığında, Türkiye Av­
rupa kıtasının ve tarihinin tabiî bir parçasıdır. Avrupa coğrafyası­
nın Avrasya bütünlüğü içindeki konum u da Türkiye coğrafyası gö-
zönüne alınm aksızın anlam lı ve tutarlı bir çerçevede tan ım lan a­
m az, Öte yandan Türkiye coğrafyasında odaklanan tarihî gelişm e­
ler an laşılm aksızm ve yorum lanm aksızm Avrupa tarihini yazabil­
m ek de çok güçtür.
Avrupa'nın Türkiye'nin yakm kıta havzası politikası içindeki ye­
rinin ortaya konabilm esi için Öncelikle bu kıtanın jeopolitik tan ım ­
lam a açısından yaşadığı dönüşümü anlam landırm ak gerekm ekte­
dir. Herşeyden önce, Türkıye-Avrupa ilişkileri genelde Türkiye-AB
ilişkilerine indirgenmektedir. Soğuk Savaş dönem inde Avrupa'nın
tarihî arkaplan ve siyasî yapılar açısından Batı Avrupa ile özdeşleş­
m esinden kaynaklanan bu yaklaşım biçim i yakm kıta havzası ta ­
nım lam ası açısından yetersiz kalmaktadır. Türkiye-AB ilişkileri
Türkiye’nin Avrupa kıtası içindeki konumu açısından en tem el p a ­
ram etrelerden birisi olmakla birlikte yegâne belirleyici unsur ola­
rak görülmemelidir. Türkiye’nin Avrupg. içindeki konumu AB nin
tarihî ve coğrafî çerçevesinin Ötesinde unsurlar barındırmaktadır.
Bu unsurlar Soğuk Savaşın bitişi ile birlikte tekrar Avrupa sah­
nesine gelen Orta ve Doğu Avrupa unsurları ile birlikte yeni boyut­
lar kazanm ıştır. Bu boyutların bir yakm kıta havzası içinde değer-
---- • * ■ -
S tratejik D erinlik

şım gerektirmektedir. Coğrafî olarak Urallardan Atlantik’e, İskan­


dinav yarım adasından Akdeniz'e kadar uzanan coğrafî alanı kap­
sayan Avrupa tem eld e Asya’nın kuzey-batı istikam etindeki bir
uzantısı niteliğindedir. Avrupa’n ın Asya’dan ayrı bir kıta olarak
değerlendirilm esi coğrafî olm aktan çok tarihî, siyasî ve kültürel
u n s u r la rla ilgilidir. M odern d önem in siyasî yapılanm ası olan
VVestfaiya ulus-devlet sistem inin de, bu dönem in ekonom ik yap ı­
lan m asın ın tem elini oluşturan serm aye teraküm üne dayalı kapi­
talizm in de Avrupa’da ortaya çıkmış olm ası, bu coğrafî alanın
kendine özgü bir kıta olarak değerlendirilm esinin arkaplanım
oluşturm aktadır.
Avrupa’nın etno-politîk yapılanm asının tem elleri O rtaçağlar­
daki kavim göçlerine kadar götürülebilir. Ö nce Germ en, Anglo­
sakson ve Frankların, arkasından da dalgalar halinde Slav ve Turan
kökenli kavimlerin Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa içlerine doğ­
ru sarkması neticesinde bu kavimlerin Rom a îm paratorîuğu’nun
tarihî kalıntısı üzerinde ortaya çıkan değişik sentezlerle yeni siya­
sı yapılara kavuşması m odern dönem in ulus-devlet oluşum larını
da etkileyen sonuçlar doğurmuştur. Kutsal R om a-G erm en İm pa-
ratorluğu'nun bütünleştirici çab alan ile feodalizm in parçalayıcı
etkileri arasında uzun bir süre bütünleşm e-parçalanm a sarkacı
içinde gidip gelen kıta nihayet Westfalya sistem i ve Fransız D evri­
mi ile gittikçe belirginlik kazanan ulus-devlet yapılanm asına sah ­
ne olmuştur.
Özellikle 16. yüzyıldan sonra ivme kazanan ve Avrupa dengele­
rini uluslararası sistem in m erkezine yerleştiren ekonomik, siyasî
ve kültürel gelişmeler, ulusal stratejilerin g eliştirilm e si^ ^ ö m ü r-
gecilik çabaları ile birlikte 19. yüzyılı bir Avrupa yüzyılı yapmıştır.
19. Yüzyılda yoğunlaşan ve 20. yüzyılın ilk yarısını da tam am ıyla
etkisine alan bu Avrupa-merkezli yapılanm a, bu dönem de iki
dünya savaşm a da yol açan Avrupa-içi çelişkilerin de su yüzüne
çıkm asına yol açmıştır.
II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan çift kutuplu yapılan­
m a ve Soğuk Savaş dönem i Avrupa’nın tarihinde gördüğü en ciddi
m arjinalleşm e sürecini de beraberinde getirmiştir. Uluslararası
güç dengesinin biri Kuzey Am erika’da (ABD) diğeri Avrasya d erin ­
liğinde (SSCB) egem enlik kuran iki süper güç tarafından belirlen­
Y ak ın Kıta H avzası

meye başlam ası Avrupa kavram ının kendisinin de dönüşm esine


yol açmıştır. Bu dönem de Avrupa önem li ölçüde Batı Avrupa ile
özdeşleşirken, Varşova Paktı bünyesinde kalan Orta ve Doğu Avru­
pa bölgeleri genel bir Doğu kavramı ile anılm aya başlamıştır. D a­
ha ö n ce genelde Asya ülkeleri için kullanılan Doğu kavramı Soğuk
Savaş süresince Avrupa-içi geçerliliği olan ve uluslararası ilişkiler­
de Sovyet Paktı’nı tanım layan bir m uhteva çerçevesinde kullanıl­
maya başlam ıştır. Böylece hem Avrupa hem de Doğu kavramı ye­
ni kavram m uhtevası kazanmıştır.
Uluslararası m arjinalleşm eye bir tepki olarak doğan ve Alman-
Fransız eksenli yeni bir güç tem erküzü oluşturm aya yönelen Avru­
pa Birliği fikri ve kavramı Avrupa’nın Batı Avrupa ile özdeşleşm e­
sine yol açan süreci daha da hızlandırmıştır. 1975 Helsinki Zirvesi
ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı bu kavramın sınırlarını
en azından söylem düzeyinde tekrar Urallara doğru yaymıştır. An­
cak yine de çift kutuplu yapılanm anın kategorik ayrımları eg e­
m enliğini sürdürmüştür.
Soğuk Savaşın sona erm esinin belki de en çarpıcı son u çların ­
dan birisi Avrupa kıtasının bütün boyutları ile tarih sahnesine ge­
ri dönüşüdür. Doğu ve Batı B erlin ’in şehir düzeyinde Doğu ve B a­
tı Alm anya’nın ülke düzeyinde bütünleşm esi Avrupa kıtasındaki
Batı ve doğu ayrım larının da yavaş yavaş yok olm asının önünü a ç ­
mıştır. AB ve NATO’nun genişlem e planları Avrupa sınırlarını Orta
ve Doğu Avrupa’ya doğru yayarken önem li bir nitelik dönüşüm ü
yaşayan AGİT'in sorumluluk alanları Avrupa kavram ının gelenek­
sel sınırların da ötesine geçerek Avrasya’ya doğru yayılması son u ­
cunu doğurmuştur.
Bu yeni siyasî coğrafya Avrupa kavram ının uluslararası algıla­
nışını önem li ölçüde genişleten sonuçlar doğurmuştur. Bu durum
Avrupa'nın kültürel, tarihî ve siyasî kurum sallaşm a ile İlgili kendi­
ne özgü tanım lam alarının yeniden gözden geçirilm esini gerekli
kılmıştır. Bugün Avrupa böylesi bir kıta tanım lam asının sancıları­
nı yaşamaktadır. Türkiye de bu sancıların merkezinde bulunan ül­
kelerin başında gelmektedir. Türkiye’de aynı zam anda bir tür Av­
rupalılaşm a olarak da görülen Batılılaşm a ve m odernleşm e ça b a ­
ları ile özdeşleşen Avrupa tanım lam ası kültürel ve ideolojik bir bo-
vnt ihtiva ederken, varolan Avrupa sınırları içinde bir yakın kıta
S tratejik D erinlik

havzası tanım lam ası daha çok jeopolitik boyutlar taşımaktadır. B i­


rinci tanım lam a daha çok Batı Avrupa ve özellikie de Almanya’m
doğu sınırları ile biterken, ikinci tanım lam a kendi m antığı içinde
Rusya'yı da içine alacak şekilde bir jeopolitik alanı öngörmektedir.
Avrupa’yı yakm kıta havzası çerçevesinde bir değerlendirmeye
tâbi tutm ak ikinci tanım lam ayı Öne çıkaran bir bakış açısını gerek­
li kılmaktadır; çünkü Türkiye’nin Batı Avrupa iie ilgili olan bütün
ilişkileri de Doğu ve Orta Avrupa bağlantısı ile anlam lı ve süreklilik
arzeden bir coğrafî boyut kazanabilir. Böylesi bir tanım lam a çer­
çevesinde Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrasında belirginlik kazanan
Avrupa kıta havzası içindeki konum u beş ayrı boyut ile ele alınabi­
lir: Birincisi, Türkiye Doğu Trakya bağlantısı ile hem Balkanlar
hem de Doğu Avrupa ülkesidir. İkincisi, Karadeniz bağlantısı ile
kuzey-doğu step Avrupa’sı param etreleri içindedir. Ü çüncüsü, Ege
ve Doğu Akdeniz kıyıları ile bir Güney Avrupa ülkesidir. Dördün­
cüsü, Soğuk Savaş dönem inde sürdürdüğü kurumsal bağlantılarla
Batı Avrupa sistem inin bir parçasıdır. Nihayet beşincisi ise Türki­
ye’nin Avrupa’nın doğu-batı istikam etinde Asya ile, kuzey-güney
istikam etinde de Afrika ile sahip olduğu kıta bağlantıları içindeki
özel ve vazgeçilmez bir konum a sahiptir.
Türkiye Avrupa’ya dönük yeni bir kıta havzası tanım lam asında
bütün bu unsurları gözeten bir bakış açısı geliştirm ek zorundadır.
Türkiye'nin önem li stratejik araçları arasında yer alan ve ilerleyen
bölüm lerde derinlem esine ele alacağım ız NATO, AB, AGİT ve KEÎ
gibi uluslararası örgütlerle olan ilişkiler de bu yeni değerlendirme
ile Soğuk Savaş sonrası dönem in dinam ik şartlarına intibak etm e­
yi sağlayacak özel stratejik anlam lar kazanacaklardır.

2. Asya Derinliği
Türkiye'nin yakın kıta havzası stratejisinin yeniden tanım lam a
ihtiyacı hissedilen en önem li ayağını Asya oluşturmaktadır. As­
ya’nın Türkiye’nin yeni strateji arayışları çerçevesinde artan ö n e­
m inin uluslararası konjonktür ve Türkiye'nin kıta üzerindeki özel
konumu ile ilgili çok tem el sebepleri vardır.
Asya, uluslararası konjonktür açısından, Soğuk Savaş sonrası
dönem in en yoğun değişim geçiren kıtası olmuştur. SSCB’nin da­
ğılması kıtanın ieopolitik, ieoekonom ik ve jeokültürel özelliklerini
Y ak ın K ıta H avzası

ve ayrım hatlarını etkilemiştir. Bu durum bir. yandan küresel Öl­


çekli stratejiler geliştirm e kapasitesine sahip büyük güçlerin kıta­
ya bakışlarım değiştirirken, diğer yandan bölgesel güçlerin bu de­
ğişim sürecinde ortaya çıkan jeopolitik boşluk alanlarım doldur­
ma çabalarında rekabet içine girm elerine yol açm ıştır. Ö nceki say­
falarda da vurguladığımız gibi AB ve bu birliğin üyesi ülkeler Av­
rasya kavramı ile Asya’da kıta-ölçekli bir derinlik kazanm aya çalı­
şırken; ABD, NAFTA ve APEC üzerinden hayata geçirm eye çalıştı­
ğı Asiamerica kavramı ile Asya ile olan okyanus-bağlantılı ilişkisi­
ni yeni bir stratejik havza tanım lam ası çerçevesine oturtmuştur.
ICıta-ötesi güçlerin bakış açılarındaki bu tem el stratejik değişim
Asya kıtasının uluslararası ilişkiler içindeki ağırlığını ve bu ağırlı­
ğın yönünü de önem li ölçüde etkilemiştir. Daha önce klasik je o p o ­
litik teoriler çerçevesinde kıtanın kuzeyindeki step derinliğini elin­
de tu tan SSCB ile kıtanın güneyindeki kenar kıyı kuşağını (Rirn-
land) kontrol etm eye çalışan ABD arasındaki çelişki Kore, Vietnam
ve Afganistan gibi Soğuk Savaş d önem injh en yoğun çatışm a alan ­
larının doğuşuna sebep olm uştu. B u g ü n c e kıta-ölçekli jeopolitik,
jeoekonom ik ve jeokültürel bunalım alanlarının yayılımı çok daha
çeşitli ve karm aşık unsurlar taşımaktadır.
Avrasya-Asyamerika denklem inde çelişkinin yönü 19. yüzyıl­
daki söm ürgeci rekabetin ürünü olan Büyük Oj/ım’dan Soğuk Sa­
vaşın sonuna kadar süren ve jeopolitik bir nitelik taşıyan klasik ku-
zey-güney istikam etinden daha çok jeoekonom ik ağırlıklı doğu-
batı istikam etine dönm üş görünmektedir. Doğu Asya’da ortaya çı­
kan finans-ağırlıklı ekonom ik alan ile Orta Asya’da yeni kaynak
paylaşımları doğuran jeoekon om ik alan, kıtanın Soğuk Savaş so n ­
rası dönem de uluslararası güç kaymalarını etkileyebilecek bir
önem kazanm asına yol açm ıştır.
Bu durum, küresel ölçekli güçler dışında kıtanın önem li güçle­
rini de yeni denge arayışlarına yöneltmiştir. Başta Rusya, Çin ve Ja­
ponya gibi kıtanın uluslararası ilişkiler hiyerarşisinde önem li ko­
numa sahip ülkeleri olmak üzere Hindistan, Pakistan, tran ve E n ­
donezya gibi önem li kıta güçleri kıta-içi dengelere yönelik tavırla­
rında yeni arayışlara yönelmişlerdir. Kazakistan ve Ö zbekistan gibi
yeni bölgesel güçlerin de devreye girmesi Asya diplom asisinin da­
ha da hassas ve karm aşık bir nitelik kazanm asına sebep olmuştur.
j S tra te jik D erinlik

Diğer küresel ve bölgesel güçlerin, değişen konjonktüre paralel


olarak, Asya’nın kendi stratejileri içindeki yerini tekrar yorumla­
maya çalıştığı bir dönem de Türkiye'nin Orta Asya, Batı Asya, Orta
Doğu ve Karadeniz havzaları ile ilgili kıta-ölçekli stratejik öncelik­
leri tanım lam ad an bölgesel politikalar oluşturm uş olm ası kon-
jonktürel değişikliklerden etkilenen bir dış politika yapım ına yol
açm ış bulunm aktadır.
Bugün, M ilan H auner 1990 yılında Rusya’n ın Asya Heart­
land’\n\ inceleyen ve bunun ABD açısınd an konum unu yeniden
değerlendiren What isAsia to Us? (Bizim tçin Asya Nedir?/Ne an­
lam ifade eder?) başlıklı eserine benzer bir çalışm an ın Türkiye
için de yapılm ası zarureti vardır. Türkiye açısınd an Avrupa’nın ta­
şıdığı önem bir çok açılardan ele alınm ıştır. Avrupa’yı Türkiye'nin
kaçınılm az durağı olarak görenler.de, bu kıtadaki büyük güçleri
Türkiye'nin h er m eselesin in baş m üsebbipleri olarak değerlendi­
renler de, düşüncelerini değişik biçim ve çerçevelerde ifade ede-
gelmişlerdir.
Ancak, Asya’nın Türkiye için özellikle jeopolitik ve jeokültürel
açıdan ne anlam ifade ettiği pek de açık bir şekilde ortaya kona­
m am ıştır. Gizemli Doğu Asya, nostaljik Orta Asya ve Batı araştırma
kurum larınca sık sık Türkiye'ye yönelik yakın tehdit tanım lam ası­
na giren Batı Asya (Orta Doğu) kalıplarının belirlediği bakış açısı,
gerek Asya kıtasında yaşanm akta olan ve dünya sistem inin ekono-
m i-politiğini etkilem e gücü kazanan hızlı değişimin, gerekse bu
değişim in de ivme kazandırdığı yeni konjonktürde Asya kıtasının,
Türkiye açısınd an değişen stratejik değerinin yeterince anlaşıla­
m am ası sonucunu doğurmuştur.
Asya kıtasının küresel ilişkiler çerçevesinde kazanm akta oldu­
ğu yeni konum , Türkiye'nin jeokültürel, jeopolitik ve jeoekonom ik
ö nem inin yönünü ve niteliğini değişime uğratan yeni stratejik u n ­
surlar katmıştır. Türkiye’nin, Soğuk Savaş süresince klasik jeo p o li­
tiğin Avrasya'da şekillendirdiği step-kenar kuşak çelişkisi çerçeve­
lin d e , step gücünün sıcak denizlere inm esini kıta-ötesi gücün, ya­
ni A BD ’nin, kenar kuşağı kontrol etm esine dayalı olarak engelle­
yen konum u, yerini Asya’nın doğu-batı derinliğinde taşıdığı stra­
tejik önem le desteklenm iştir. Bugün Türkiye’nin Asya derinliğin­
deki dengelerdeki konum u ve bu derinlikteki bölgesel bunalım
Y ak m Kıta H avzası

alan ların d ak i etkinlik k ap asitesi Avrasya'nın gelenekse! Kuzey-Gü­


ney jeopolitik diyalektiği-Njkad,arönem kazanm aktadır Türkiye'nin
Asya kıtasındaki jeopolitik konum u artık kıtanın doğu-batı istika­
m etin d ek i geçiş yollan ve kuzey-güney istikam etindeki jeopolitik
ayrım hatları ile birlikte değerlendirilm ek zorundadır.
Türkiye'nin jeokültürel yapısı ve bu yapının dış politika strate­
jisi üzerindeki etkisinde de Asya kıtasındaki değişm elere paralel
değişm eler gözlenm ektedir. Tanzim at'ın ilanından bu yana T ü r­
kiye'nin stratejik.kim lik ve yönelişinin odağını oluşturan Avrupa
jeokültürel alanı, belki de ilk defa ciddi bir Asya bağlantısı ile yeni
nitelikler kazanm aktadır. Gerek Soğuk Savaş sonrası dönem de
Asya'daki akraba unsurların bağım sızlıklarını kazanm ası, gerekse
bu süreç içinde Avrupa ile olan ilişkilerde yaşanan gerilimler, T ü r­
kiye’yi yeni bir jeokültürel kimlik ve havza tanım lam ası yapm aya
zorlam aktadır, içind e barındırdığı kültürel ve etnik unsurlarla b ir­
likte Asya kökenli Türk ana kimliği dışında Balkanlar, Kafkaslar ve
Ortadoğu kökenli Avrasya otantik kim liklerini de barındıran Tür­
kiye, Asya derinliği ile Avrupa bağlantısını kuşatıcı bir şekilde b ü ­
tü nleştirebilen yeni bir jeokültürel hinterland tanım ı yapm a sı­
kıntısını yaşam aktadır. Bunda içinde bulunulan Avrasya geçiş
coğrafyasının rolü kadar, bütün bu Avrasya unsurlarım 600 yüzyıl
bünyesinde barındıran Osm anlı tarih birikim inin de önem li bir
payı vardır.
Soğuk Savaş süresince ekonom ik yapısını AB ile bütünleşm e
alternatifi çerçevesinde yapılandırmaya çalışan Türkiye, Soğuk Sa ­
vaş sonrası dönem de dikkatlerini Asya'da ortaya çıkm aya başla­
yan yeni jeoekonom ik alanlara ve enerji havzalarına çevirmiştir.
Bavul ticareti ile tırm anan Rusya ve Doğu Avrupa pazarına olan il­
gi ve O rta Asya’daki ekonom ik kaynaklara yönelik stratejik bakış
açısı Türkiye’nin yeni bir jeoekonom ik tanım lam a çabası içinde
olduğunun tipik göstergeleridir.
Asya derinliğinin taşıdığı önem ve Avrupa ile yaşanan sıkıntılar
Türkiye’yi, bu jeoekonom ik konum u esas alacak şekilde, Asya’ya
yönelik dış politika araçlarım yeniden tanım lam aya ve yeni dış p o ­
litika araçları oluşturm aya yöneltm iştir. Soğuk Savaşın h em en
sonrasında Türkiye’nin girişimiyle ECO’nun (Ekonom ik İşbirliği
örm 'îtü i O rta Asva i ilkeleri ve Afganistan’ı kapsayacak şekilde ge­
S tra te jik D erinlik

nişletilm esi yeniden tanım lam a çabasına, yine Türkiye’nin girişi­


mi ile başlatılan KEİ (Karadeniz Ekonom ik İşbirliği) teşebbüsü ele
yeni araç oluşturm a gayretlerine misal teşkil etmektedir.

3. Afrika Açılımı
Türkiye’nin dış politikasında en ciddi ihm ale uğram ış kıta bağ­
lantısı Afrika'dır. Afrika kıtasına Yavuz Sultan Selim 'in Mercidabık
seferi ile tem asa geçen ve daha sonra Kuzey Afrika'daki hakimiyet
yanında Kızıldeniz üzerinden Doğu Afrika ve Hint Okyanusu poli­
tikası geliştirm eye çalışan O sm anlı Devleti daha yakm bir zama­
na, yani bu asrın başlarına kadar, Avrupa ve Asya ülkesi olma ya­
nında aynı zam and a bir Afrika ülkesi idi. Osmanlı D evleti için Mı­
sır Afrika, Ortadoğu, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu politikalarının
kilit ülkesidir.
Kırım Hanlığının kuzey stepleri ve Avrasya politikaları içindeler
rolünün bir benzeri M ısır için güney çöl ve deniz havzalarına yö­
nelik olarak biçilm iştir. Balkanlar-Anadolu omurgası üzerinde Bo-
ğaziar-îstanbul eksenli bir Avrasya devleti olarak yükselen Osman-
lı, Kırım Hanlığını kuzey, M ısır'ı da güney kıta derinliği için strate­
jik kanatlar olarak kullanmıştır. Her iki bölgenin de genel İdarî ya­
pı içinde özel statülere sahip olm asının tem el seb ebi de budur. Bu
konum , gerilem e dönem inde de geçerliliğini sürdürmüştür. 18.
Yüzyılda Vahhabi ayaklanm asına karşı M ısır’ın, Kus Kazaklarının
akınlarm a karşı Kırım 'ın oynadığı frenleyici rol bu iki bölgenin kı­
ta derinliği içindeki rollerinin bir sonucudur. Bu rollerin etkisini
kaybettiği ve iç dengelerin sarsıldığı 19. yüzyıl başlarında Rusların
merkezî eksenin Balkanlar ayağım, devlete isyan eden M ehm et Ali
Paşa ve oğlu İbrahim P aşa’nm Anadolu ayağını zaafa uğratması ve
her iki halde de doğrudan İstanbul ve Boğazların tehdite maruz
kalm ası da coğrafi param etrelerin bu iki bölgeye yüklediği özel ko­
num ile ilgilidir.
Osm anlı D evleti’nin Libya, Tunus ve Cezayir politikaları da
hem batı Akdeniz dengeleri hem de güneye yönelik sahra derinli­
ği kazanm a hedefi açısından ciddi bir Afrika boyutu kazanmıştır.
Kartacalıların Roma, M üslüman Arapların Katolik güney Avrupa
ülkelerine karşı kazandığı başarılardan sonra, ilk d efa Osmanlı
Devleti, Kuzey Afrika hakim iyeti üzerinden Akdeniz’de etkinlik ka­
zanm a ve bu etkinlik ile Avruüa’vi d e n iz d e n d e n e tim altın d a tu t-
Y ak m Kıta H a v z a sı

i .jna politikasını asırlarca başarıyla sürdürülen stratejik bir hed ef


olarak görmüştür. R om a’nm altın çağından sonra Akdeniz’in tü ­
müne yayılan ikinci büyük deniz hakim iyetini gerçekleştiren Os-
manii D evleti’nin bu politikasında Balkanlar ve Doğu Avrupa'daki
etkinliği kadar Kuzey Afrika’daki İdarî, diplom atik ve askerî beceri-
; si de rol oynamıştır.
Osm anlı D evleti’n in Kuzey Afrika’dan Büyük Sahra derinliğin­
de kurduğu dinî, kültürel ve ticarî bağlar Afrika’nın söm ürgeciler
ta ra fın d a n paylaşıldığı 19. yüzyılda anti-söm ü rgeci hareketlerin iç
dayanışm asına zem in hazırlam ıştır. Batı Afrika’da Senusi, Doğu
Afrika’da M ehdi hareketlerinin anti-söm ü rgeci karakteri O sm anlı
Devleti'nin söm ürgecilik karşısındaki direncine paralel bir seyir
takip etmiştir. Asker şevkini yaparken bile güçlük çekilen Trablus-
gaıp’m devletin en bunalım lı dönem inde son denizaşırı askerî
harekat olarak cansiperane b ir şekilde savunulm ası hâlâ sürm ek­
te olan cihan Ölçekli ve yakın kıta eksenli b ir stratejik bilincin so ­
nucudur.
İstiklal Savaşının anti-söm ürgeci karakteri Afrika’daki özellikle
Müslüman toplulukların ortak kader bilincini uyarmış ve daha
sonraki söm ürge devrim lerinin ilk habercisi olarak heyecan uyan­
dırmıştır. Ancak, Afrika’daki geniş sömürge topraklarının bağım sız
devletler haline dönüştüğü II. Dünya Savaşı sonrası dönem deki
dengeler ve çift kutuplu uluslararası ilişkiler yapılanm ası Türkiye-
Afrika ilişkilerini olum suz yönde etkilemiştir. SSC B'nin oluşturdu­
ğu yakın ve doğrudan tehdit Türkiye’yi daha uzak kıta havzaları ile
olan ilişkilerini bu tehdit ekseninde görmeye'zorlamıştır.
Türkiye'nin bu tehdit dolayısıyla klasik söm ürge im paratorluk­
larının da içinde bulunduğu Batı Bloku içinde yer alm ası tarihin il­
ginç bir ikilem i olarak Türkiye’nin söm ürgelerin bağım sızlık h are­
ketlerine m esafeli bir şekilde yaklaşm ası sonucunu doğurmuştur.
Bu bağım sızlık hareketlerindeki Marksist unsur ve etkiler Türki­
ye’nin iç ve dış stratejik tercihleri ile uyumsuz görülmüştür. Bu
stratejik tercihler bağım sızlık hareketlerinin liderlerinin daha kısa
bir süre Önce anti-söm ürgeci m ücadelenin öncüsü olarak görülen
Türkiye’nin doğu ve güney nezdindeki im ajını değiştirmiş ve
Batı’nın doğudaki ileri karakolu gibi görülm esine yol açmıştır. O
dönem de Tarafsızlar Blokunun öncüleri arasında yer alan H indis­
tan, M ısır, Yugoslavva ve Endonezva gibi ülkelerle olan ilişkilerin
S tratejik D erinlik

düşük bir profilde seyretm esi Türkiye'nin, çoğu Tarafsızlar Bioku


üyesi olan Afrika ülkeleri ile ilişkilerini de olum suz yönde etkile­
miştir. Siyasî kariyerini ve şöhretini hapiste bulunduğu Soğuk Sa­
vaş şartları içinde geliştiren M andela’nm Türkiye’ye yönelik tepki­
lerinde bu dönem de Afrika aydınları arasında oluşan Türkiye im a­
jın ın olumsuz izlerini görm ek mümkündür.
Soğuk Savaş şartlarının ortadan kalkması Türkiye'nin Afrika’ya
yönelik politikasını yeniden gözden geçirm esini kaçınılm az kıl­
maktadır. Afrika'daki gelişm elere tüm üyle ilgisiz kalm ak veya bü­
tün söm ürgeci birikim e rağm en hâlâ bakir kaynaklara sahip olan
bu kıtayı bir geri kalmış ülkeler topluluğu olarak görüp küçüm se­
mek Türkiye ölçeğinde tarihî ve coğrafî faktörlere sahip bîr bölge-
sel güç için mazur görülemez bir zaaf oluşturmaktadır. Türki­
ye'nin Afrika ülkelerinin ağırlıklarını hissettirdiği BM Genel Ruru-
lu'ndaki ilgili her kararda ciddi bir yalnızlık yaşam ası bu zaafın bir
sonucudur.
Karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin gittikçe artacağı önümüzdeki
yüzyıl içinde ülkelerin güçleri küresel ölçekli bütün etkinlik alanla­
rındaki özgül ağırlıklarının toplam ı ile ölçülecektir. Dolayısıyla bir
ülkenin gücü sadece kendi çevresindeki fiilî gücü ile değil, değişik
havzalardaki ekonomik, kültürel ve diplomatik etkinliği ile değer
bulacaktır. Türkiye bu çetin etkileşim yarışında geri kalmak istem i­
yorsa başta Afrika olmak üzere şu ana kadar yeterince ilgi kurama­
dığı bölgelere bakış açısını değiştirmek zorundadır. Nasıl ki Afrika
ile hiç bir doğrudan bağlantısı olm ayan Japonya’nın küresel eko­
nom ik etkinliğinde Afrika pazarının da ciddi bir payı olmuşsa, kü­
resel etkinliğini artırm a hedefini gözetecek bir Türkiye'nin de
uluslararası ekonom i-politik rekabetteki Önemli havzaları yakın­
dan takip etm esi gerekmektedir. İlk safhada özellikle kültürel ve
ekonom ik alanda yoğunlaşacak yeni bir Afrika açılım ı için herşey-
den önce dış politika yapım psikolojisinde bir yenilenm e yaşan­
m ak zorundadır.

4. Kıtalararası Etkileşim Bölgeleri: Atlantik, Stepler,


Kıızey Afrika, Batı Asya
Türkiye’nin yakın kıta havzası politikalarının en hassas alanla­
rı kıtalararası etkileşim bölgeleridir. İki ya da üç kıtanın iç denge­
lerini avm anda etkileyebilecek nitelikteki eecis kuşaklarından
Yak ın K ıta H avzası

oluşan bu etkileşim bölgeleri aynı zam anda yakm kara, yakın d e­


niz ve yakın kıta havzaları politikalarının stratejik uyumu açısın-
: dan büyük önem taşım aktadır. Yakm kıta havzaları ile ilgili daha
büyük ölçekli politikaların yakın kara ve deniz havzaları ile ilgili
daha küçük ölçekli ve daha güncel politikalarla tutarlı bir bütün
oluşturabilmesi bu geçiş bölgelerindeki stratejik kadem elendir-
menin başarılı bir şekilde gerçekleştirilebilm esine bağlıdır.
Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren kıtalararası etkileşim bölgele­
ri dört ana başlık altında ele alınabilir:
(a) Amerika ve Avrupa kıtaları arasındaki Atlantik havzası;
(b) Avrupa ve Asya kıtaları arasında yer alan engin Doğu Avru­
pa ve Ural stepleri;
(c) Avrupa ve Afrika kıtalarını ayıran Akdeniz'in güney kuşağı­
nı oluşturan Kuzey Afrika; ve
(d) bir yandan Asya ile Afrika'yı, diğer yandan Asya ile Avru­
p a ’yı birbirine bağlayan Batı Asya ya da daha yaygın kulla­
nım ıyla Ortadoğu.

a. Amerika ve Avrupa Kıtaları Arasındaki Atlantik Havzası


Kadîm tarihten bu yana m edeniyetlerarası coğrafî geçiş havza­
larını oluşturan bu kıtalararası etkileşim bölgeleri Soğuk Savaş ile
birlikte yeni anlam lar kazanmışlardır. Bu yeni anlam lar bir taraf­
tan küresel denge unsurlarım , diğer taraftan da bölgesel rekabet
alanlarını dönüşüm e uğratarak bu bölgelerle doğrudan irtibatlı
güçlerin bakış açılarını etkilemiştir. Türkiye her dört havzadaki d e­
ğişimlerden doğrudan etkilenebilecek ve aynı zam anda da onları
etkileyebilecek bir konum da bulunm aktadır. Türkiye’nin kendi
bölgesini aşarak kıta ölçekli etki alanları kurabilm esi biraz da bu
etkileşim bölgelerindeki ağırlığına bağlı olacaktır.
Kuzeyde Avrupa ile Kuzey Am erika’yı, güneyde ise Afrika ile
Güney Am erika’yı ayıran Atlantik havzası m odern dönem de Avru­
pa m erkezli güçlerin Avrupa kıtası dışındaki rekabetlerinin odak­
landığı alanlardan birisi olmuştur. Ö nce Papalığın devreye girm ek
zorunda kaldığı 16. yüzyılın ilk yarısındaki Portekiz-İspanya reka­
beti, sonra 17. yüzyılda Otuz Yıl Savaşlarını m üteakib iki büyük d e­
niz im paratorluğuna dayalı olarak yükselen İngiltere-H ollanda re ­
S tratejik D erin lik

kabeti, daha sonra da 18. yüzyıl başlarında Veraset Savaşları ile


başlayan ve Amerikan bağım sızlık hareketine kadar ivme kazana­
rak tırm anan Îngiltere-Fransa rekabeti ve nihayet 20. yüzyıl başın­
da ilk büyük dünya savaşma yol açan Ingiltere-Alm anya rekabeti
Öncelikle Atlantik havzasında odaklanmıştır.
Avrupa-içi güç dengeleri ile Atlantik ve Atlantik-ötesi güç den­
geleri arasındaki belirleyicilik ilişkisi m odern d önem in en temel
uluslararası sistem param etrelerinden birisi olagelmiştir. 20. Yüz­
yıla kadar genelde Avrupa-içi dengeler A tlantik-ötesi etkilerde bu­
lunurken, 20. yüzyılla birlikte ve özellikle de II. Dünya Savaşından
sonra belirleyicilik yönü Amerika lehine değişmeye başlamıştır.
Soğuk Savaş dönem inin en belirgin Özelliği Atlantik kavramının
Amerika-eksenli bir nitelik kazanm asıdır. Atlantik havzasındaki
güç dengesinin Amerika eksenli olarak değişim i Avrupa'yı modern
dönem de ilk defa edilgen bir konum a iterken çift kutuplu yapının
denge unsurlarının Avrasya stepleri (SSCB) ile Atlantik (ABD) ara­
sında şekillenm esine yol açm ıştır. Avrupa tarihi boyunca rekabet
halinde olan Almanya, Fransa ve Ingiltere gibi güçleri AB etrafında
biraraya getiren en tem el saik Avrupa’yı bu edilgen konum dan çı­
karm a gayretidir. Atlantik-eksenli güç yapılanm asının fiilî yansı­
m ası olan NATO (Kuzey Atlantik İttifakı)'nun Soğuk Savaş dönemi
ve sonrasında taşıdığı misyon bu etkileşim bölgesinin nşıdıv”
önem i ortaya koymaktadır.
Atlantik havzasının Soğuk Savaş dönem indeki stratejik anlam
ve Önemi Soğuk Savaş sonrası dönem de Önemli değişiklikler yaşa­
mıştır. Bu havza Soğuk Savaş süresince Avrasya steplerinin jeopo­
litiğinden ve alternatif bir ekonom i-politik yapılanm adan güç ala­
rak yükselen Sovyet tehdidine karşı ortak bir savunm a merkezini
oluşturmaktaydı. Soğuk Savaşın sona erm esi ve Sovyet tehdidinin
ortadan kalkması Atlantik havzasının bir ortak ittifak hattı olmak­
tan çıkarak uluslararası ekonom i-politik ve stratejik yapılanmanın
m erkez alanı haline getirmiş bulunm aktadır.
Uluslararası ekonom i-politik hiyerarşinin en üst kurumunu
oluşturan ve küresel ekonom inin denetim gücünü elinde bulun­
duran G -8’in Japonya, İtalya ve Rusya dışındaki beş ü y esi Atlantik
havzasına doğrudan kıyısı olan ülkelerdir. AB bağlantısı dolayısıy­
la İtalya’nın da bu havza ile olan ilişkisi düşünüldüğünde Sanayi
Y ak m Kıta H avzası

Devrimi ile dünya-sistem inin m erkezine yerleşen Atlantik havza­


sının ekonom i-politik dengelerde hâlâ merkezî bir konum sahip
olduğu söylenebilir. Soğuk Savaş sonrası dönem in fiilî m üdahale
gücü açısından küresel stratejik hiyerarşinin üst kurumu konum u­
na gelen ve bu konum u Kosova M üdahalesi ile gittikçe m eşruluk
kazanan NATO da ism i ile de açıkça tem sil edildiği gibi tem elde bir
Atlantik kurumsallaşmasıdır.
Ekonom i-politik ve stratejik hiyerarşide etkin güçlerin Atlan­
tik-eksenli kurum sallaşm ada yer almaları bu havzanın Soğuk Sa­
vaş sonrası dönem de gittikçe sistem ik güç unsurlarının rekabet
alanı haline gelebileceğini gösterm ektedir. AB-NAFTA ekonom i
politik rekabeti ile ABD-AB stratejik rekabeti diplom atik ittifak
söyleminin perde gerisindeki hegem onik m ücadelenin gittikçe ar­
tan bir dozda gündeme gelm esine yol açacaktır. Sovyet tehdidi
karşısında gerileyen ve Amerikan stratejik korum a şem siyesine sı-
ğmıldığı Soğuk Savaş yıllarında dahi De Gaulle’ün diplom asisine
yansıyan anti-Am erikan söylem ve tavırlarla desteklenen Avrupa
kimliğinin AB’nin etkinlik alanının derinlem esine ve genişlem esi­
ne artırılmaya çalışıldığı Soğuk Savaş sonrası dönem de tırm anışa
geçm esi tabiîdir. NATO'nun 1999 W ashington Zirvesinde Avrupa
ülkelerinin operasyonel gücünün artm ası yönünde kararlar alın ­
ması bunun bir işareti olarak görülmelidir.
Özetle söylem ek gerekirse, m odern dönem in en önem li kıtala­
rarası etkileşim bölgelerinden olan Atlantik havzasında Soğuk S a ­
vaş dönem inin ortak tehdit algılam asının yerini iç rekabete açık ve
dinam ik bir konjonktür almaktadır. Soğuk Savaş dönem inde stra­
tejik kaderini Atlantik havzası ile bütünleştiren Türkiye bu yeni
konjonktürden en fazla etkilenecek ülkeler arasındadır. AB-Türki-
ye ve NATO-Türkiye ilişkileri yanında Türkiye'nin İkili ilişkilerini
de etkileyebilecek sonuçlar doğuran bu yeni konjonktür karşısın­
da Türkiye'nin Atlantik-eksenli iç rekabet unsurları arasındaki
dengeleri kollayan ve doğabilecek rekabet m erkezlerinden h er­
hangi biri ile tümüyle cepheleşm eyi engelleyen bir diplom atik tav­
rı geliştirebilm esi riskleri azaltacaktır. A tlantik-eksenli ekonom i-
politik ve stratejik güçlerin Türkiye üzerinden bir rekabete giriş­
meleri Türkiye’nin sadece bu ülkeler ile olan ilişkilerini değil ken-
---- 1________________ J ___ İ — 1______________İ 1 _ - 1- - il i _1 - i l ---- İ— i j - - - 1 - i l ----- 1- «1 - 1
S tra te jik D erinlik

unsurlar ihtiva etmektedir. I. Dünya Savaşı öncesi ortaya çıkan Av­


rupa-içi ittifak bloklaşm alarında diplomatik ve stratejik esnekliği­
ni kaybeden Osm anlı D evleti’nin bu bloklaşm adan en fazla zarar­
lı çıkan ülke olm uş olduğu zihinlerden çıkmamalıdır. Türkiye At­
lantik’in iki yakasındaki kıta dengelerini de etkileyebilecek m uhte­
mel bir Avrupa-Amerika rekabetinin yol açabileceği küresel ve
bölgesel sonuçları yaktnen takip etm eye ve gözetm eye dayalı bir
diplom atik esnekliği sürekli m uhafaza etm ek zorundadır. AB ve
NATO’nun Doğu Avrupa ve Balkanlara doğru genişlem e planları
bu çerçevede özel bir Önem taşımaktadır.
Türkiye NATO bünyesinde Soğuk Savaş dönem inde kazandığı
prestij ve etkinliği bu ilişkilerin önem li bir unsuru olarak kullan­
malıdır. Soğuk Savaştan m uzaffer çıkan NATO cephesi olduğuna
ve Türkiye de NATO'nun üyesi olduğuna göre, Türkiye galipler sa­
fında olduğunun ve bu galibiyetin bedelini en fazla ödeyen üye ül­
kelerden biri olduğunun bilincinde olarak Atlantik-eksenli küresel
ve bölgesel düzenlem elerde aktif ve etkin bir rol alm aya yönelik
kendine güvenli bir diplom atik ataklık göstermelidir.
b. Doğu Avrupa Stepleri ve Karadeniz
Avrupa ve Asya kıtaları arasında hem geçiş hem de etkileşim
alanı oluşturan doğu-batı hattında Vistül Irm ağından Urallara ka­
dar uzanan step kuşağı da Soğuk Savaşın sona erm esiyle birlikte
ciddi bir değişime uğramıştır. Soğuk Savaş süresince genelde Do­
ğu ve Batı bloklarını ayıran dem ir perdenin doğu yakasında yer
alan bu kuşak klasik Avrupa jeokültürel ayrım hattındaki Germen-
Slav etki alanları farklılaşm asında Slav birikim inin ürünü olan
SSC B 'nin etki alanına terkedilm işti. Böylece klasik Slav-m odern
Sovyet etki alanı kıtalararası etkileşim alanı olan bu kuşağı aşarak
Orta Avrupa içlerine kadar ilerlem iş ve Doğu Alm anya’yı da etki
alanı içine alarak klasik dönem lerin Kutsal R om a-G erm en alanına
nüfuz etm işti.
Soğuk Savaşın sona erm esiyle ortaya çıkan jeopolitik boşluk
alanlarının en Önemlilerinden birisi Avrupa ve Asya dengelerini
ayrı ayrı, Avrasya dengelerini de bir bütün olarak etkileyebilecek
olan bu kıtalararası etkileşim kuşağı üzerinde ortaya çıktı. Doğu-
batı istikam etinde step kara geçişi ve kuzey-güney istikam etinde­
ki su voli arı üzerinde spvrpden tarihî Vn\nrr\ ererlerinin Vocicim al?ı-
Y ak ın Kıta H avzası

nı olan bu bölge Soğuk Savaş sonrası dönem de insan hareketlilik­


leri, etnik ve dinî yüzleşmeler, ekonom i-politik yapı değişim leri
açısından tam bir bunalım kuşağı konumundadır.
Bu bunalım Awasya dengelerindeki değişim i de bünyesinde
barındırm aktadır. Klasik Avrupa oluşum u olan ve Kutsal Rom a-
Germen tarihî birikim i üzerinde yükselen AB ile Asya steplerinin
derinliğinden gücünü alan Slav-Rus etki alanı arasındaki ayrım
hattı doğuya doğru kaymış bulunm aktadır. 19. Yüzyıl Avrupa d en ­
gelerine dam gasını vuran Rus-Alman ya da Çar-Kayzer rekabeti
ekonom i-politik yeni unsurlarla tekrar sahneye çıkm akta ve bu
kıtalararası etkileşim alanı üzerindeki stratejik oyunu etkilem eye
başlam aktadır. 19. Yüzyılda bu rekabeti dengeleyebilm ek için bu
kuşak üzerinde tam pon ülkeler oluşturm a ve varolan ülkeleri de
güçlendirm e politikası takip eden İngiliz stratejisinin yerini de S o ­
ğuk Savaş sonrası dönem de bu hat üzerindeki m uhtem el jeo p o li­
tik rekabeti denetim altm a alm ak üzere NATO güvenlik şem siye­
sini bölgeye sokm aya çalışan Am erikan stratejisi alm ış görün­
m ektedir.
Tuna’dan Volga’ya uzanan su yollarını (Tuna, Vistül, Dinyeper,
Dinyester, Don ve Volga) ve Urallardan Kuzey Alplere kadar u za­
nan step kara geçiş kuşağını bünyesinde barındıran bu kıtalarara­
sı etkileşim bölgesi sadece Avrupa ve Asya dengeleri açısından d e­
ğil bir bütün olarak Avrasya dengeleri ve küresel dengeler açısın ­
dan da büyük bir Önem taşımaktadır. Etnik çatışm alardan b esle­
nen B o sn a ve Kosova bunalım larının kısa bîr sürede bölgesel b u ­
nalım niteliğini aşarak küresel stratejik oyunun bir parçası haline
gelm esine daha kuzeydeki bu etkileşim bölgesi üzerinde denetim
kurma çabasın ın da önem li bir tesiri olmuştur.
Çift kutuplu D oğu-Batı dengesinin statik yapısından Avrasya
ölçekli stratejik oyunun dinam ik yapısına geçişte ciddi stratejik in ­
tibak sıkıntısı yaşayan Türkiye bu kıtalararası etkileşim b ölgesin­
deki h er adımı da yakînen takip eden bir diplom atik dinam izm
sergilem ek zorundadır. Klasik Alman ve Rus etki alanı politikaları
ile kendi yakm kara havzası olan Balkanlar ve Kafkaslarda yüzleş­
m ek zorunda olan Türkiye bu yakm kara havzaları üzerindeki p o ­
litikası ile kıtalararası etkileşim bölgesinin derinliğinde gerçekleş­
tirebileceği politikalar arasında uygulama ve zam anlam a açısın-
S tra te jik D erinlik

Kıtalararası geçiş bölgesindeki bölgesel güçlerin istikrarlı ve


güçlü bir yapıya kavuşmaları ve kıta-ölçekli m uhtem el stratejik re­
kabetler karşısında direnç gösterebilm eleri Türkiye'nin stratejik
çıkarları arasındadır. Bu bölge ile ilgili klasik dengeler tekrar orta­
ya çıkmaktadır. Bu çerçevede Kutsal R om a-G erm en ve Ortodoks
Slav-Rus etki alanlarının yayılma tehlikesi karşısında o dönem de
bu kıtalararası kuşak üzerinde etkinlik kurabilecek konum daki İs­
veç ve Lehistan ile denge politikaları oluşturan 16 ve 17. yüzyıl Os-
m anlı diplom asisinin tahlili bu konuda ilginç tarihî ipuçları sağla­
yabilir. Lehistan ve İsveç’in zayıflam ası O sm anlı D evleti’nin .17.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren ö n ce Rus, sonra da G erm en bas­
kısını Balkanlarda hissetm eye başlam asına yol açmıştır.
Türkiye’nin Baltık ülkelerinden başlayarak bir taraftan Ukray­
na ve Moldovya üzerinden Karadeniz’e, diğer taraftan Orta ve D o­
ğu Avrupa üzerinden de Adriyatik’e inen kuşaktaki ülkelerin güç­
lendirilm esine yönelik politikalarda ABD ile ortak bir çıkar alanı
mevcuttur. Bu çıkar alanı ile başka bir kıtalararası geçiş bölgesi
olan Atlantik havzası bünyesindeki Avrupa-Amerika ilişkilerindeki
çelişkiler arasındaki uyum da Avrasya ölçekli strateji arayışlarının
en problem atik alanlarından birini oluşturmaktadır. Türkiye bu
uyumu sağlayabilm ek için bir taraftan bu kuşak üzerindeki ülke­
lerle ikili ve çok yönlü ilişkilerini kalıcı diplom atik araçlarla güç­
lendirirken, diğer taraftan bölgeye m üdahil olabilecek büyük güç­
ler arasındaki ittifak ve denge kayışlarını daha yakından takip et­
m ek zorundadır. AB dışında kalm anın alternatif m aliyeti NATO
bünyesinde bu bölge için geliştirilecek politikalarda aktif bir m is­
yon üstlenm ekle ve bu misyonu KEİ ile uyumlu bîr taktik planla­
m a ile gerçekleştirm ekle aşılabilir.
Özellikle yakm kara havzasında Balkanlar ve yakın deniz hav­
zasında Karadeniz ile ilgili politika bu kıtalararası etkileşim bölge­
si ile doğrudan ilgilidir.
c. Akdeniz ve Kuzey Afrika
İnsanlık tarihinin en önem li m edeniyet havzalarına beşiklik
eden Akdeniz Afroavrasya dünya anakıtasım n her üç kıtayla da
bağlantılı yegâne iç denizi olm ası hasebiyle belki de kültürel, eko­
nom ik ve siyasî açıdan en yoğun kıtalararası etkileşim bölgelerin-
1 - -- t »------------------J m ‘î r t o t r V i i -
Yakın K ıta H avzası

ve Yu-
r kileşim
ju yana
P ö 'etler ya-
-A »n alanın-

den kuzeye
ıda m edeni-
erleri kuzey-
ık Akdeniz Öl-
a. Akdeniz 16.
iki bütün alan-
senteze dönüş-
dönüşürken, 19.
yuzyiıu,. ve güney Akde-
niz’den gelen bu etKı w ikdeniz sahillerin-
den gelen güçlerin Güney ve JL>u^ izerinde hakim iyet
kurm aları sonucunu doğurmuştur.
Söm ürge devrimleri ile Akdeniz'in Avrupa yakasındaki söm ür­
geci güçlerin Asya ve Afrika yakası üzerindeki hakim iyetlerinin kı­
rılm asına rağm en hâlâ bir tür bağımlılık ilişkisinden bahsetm ek
müm kündür. Kuzey Afrika’daki Fransız etkisi bugün Fransa'da vü­
cut bulan Kuzey Afrika demografik unsurunu doğurmuştur. İtalya-
Libya, Fransa-Suriye ilişkilerinde de söm ürge dönem lerinden ka­
lan ben zer izler yakalamak mümkündür. Kuzey Afrika ülkelerinin
A B’nin m uhtem el genişlem e senaryoları içinde yer alıyor olm ası
bu kıtalararası geçişkenlik alanının taşıdığı önem i ortaya koym ak­
tadır. Sovyet etkisinin Doğu Avrupa’da oluşturduğu blok karşısın­
da Akdeniz ve Kuzey Afrika'ya doğru yönlendirilen genişlem e ça ­
baların ın Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte Orta ve Doğu Av­
ru pa’ya yönelm iş olm ası AB’nin bir yakm çevre kuşağı olan Kuzey
Afrika’ya yönelik ilgilerini azaltm ış değildir.
Avrupa ve Asya ile Avrupa ve Afrika arasındaki kıtalararası geçiş
bölgelerini oluşturan Doğu Avrupa stepleri ile Kuzey Afrika AB’nin
m erkez güçleri tarafından çevre hinterlandı olarak algılanm akta­
dır. Batı ve Güney Avrupa’da Kutsal Rom a-G erm en tarihî birikim i
üzerine vükselen AB Orta ve Doeu Avrupa'daki Sovvet tehdidi dö­
S tra te jik D erinlik

nem inde güneye yani Akdeniz ve Kuzey Afrika'ya doğru genişleye­


rek İslam m edeniyet havzası ile tem asa geçm eyi tercih ederken,
Orta ve Doğu Avrupa üzerindeki Sovyet tehdidinin ortadan kalm a­
sından sonra doğuya doğru genişleyerek Ortodoks-Slav kuşağı ile
tem asa geçm eye yönelmiştir. Seksenli yılların ortalarında ihtim al
dahilinde görülen Türkiye’nin AB üyeliğinin doksanlı yılların b a ş­
larından itibaren genişlem e planlarının gittikçe dışına itilmesi, b i­
raz da bu stratejik değişim in bir sonucudur. AB bünyesindeki Ku­
zey ve Güney Avrupa ülkeleri ayrımı da bu kuşaklara bakışta
önem li farklılıklar ortaya çıkm asına yol açmaktadır.
Akdeniz eksenli kıtalararası etkileşim kuşağının doğrudan ilgi­
lendirdiği ülkelerin başında Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları ile doğ­
rudan irtibat im kanı olan Türkiye gelmektedir. Akdeniz'e en uzun
kıyısı bulunan ülkeler arasında yer alan Türkiye yakm deniz hav­
zası itibarıyla bir doğu Akdeniz ülkesi, yakm kıta bağlantıları itib a­
rıyla ise genelde bir Akdeniz ülkesidir. Türkiye'nin Kuzey Afrika ül­
keleri ile ilişkileri sadece tarihî ve nostaljik bağlar dolayısıyla değil,
yakm kıta bağlantıları dolayısıyla da büyük bîr önem i haizdir. AB
sürecinin dışına itilerek Doğu Avrupa'dan uzaklaştırılmaya çalışı­
lan Türkiye'nin yeni söm ürgeci bir dalga ile Kuzey Afrika'ya y ön e­
lecek bir AB etkinlik alanı karşısında bu bölgeden de kopm ası T ü r­
kiye’nin Akdeniz ülkesi kimliğinde ciddi zaafların doğm asına yol
açar. Türkiye gerek Afrika derinliğinde bir uluslararası etkinlik ala­
nı kazanabilm ek, gerekse Akdeniz sathındaki dengelerde söz sahi­
bi olabilm ek için yakın deniz havzası politikasının parçası olan
Doğu Akdeniz ve Ortadoğu politikası ile yakın kara havzası politi­
kalarının parçası olan Balkanlar ve Adriyatik politikaları arasında
stratejik bir köprü kurmak ve bu stratejik bakış açısını Orta Akde­
niz ve Kuzey Afrika politikaları ile desteklem ek zorundadır.
d. Batı Asya ve/veya Ortadoğu
Jeokültürel bir tanım lam a olarak ele aldığımız ve Türkiye’nin
yakın kara havza politikaları çerçevesinde incelediğim iz Ortadoğu
kendi iç dengeleri itibarıyla taşıdığı Önem dışında coğrafî konum
açısından son derece önem li bir başka kıtalararası etkileşim b ö l­
gesini oluşturmaktadır. Coğrafî olarak Batı Asya tanım lam asının
tekabül ettiği alan ile Ortadoğu kavramının kendisi için kullanıldı­
ğı bölge, Kuzey Afrika hattı istisna edilirse, h em en hem en bü tü ­
nüyle örtüşmektedir.
Yakın K ıta H avzası

Bu bölge Türkiye açısından üç ayrı perspektiften önem taşı­


maktadır. Bunlardan birincisi bölgenin bizatihi kendisinin Türki­
ye’nin yakın kara havzası içinde yer alm ası ve bölgesel politikala­
rının odak noktalarından birini oluşturmasıdır. İkincisi ise bölge­
n in Türkiye’nin doğrudan müdahil olduğu yakın deniz havzaları­
nın kıyı hatlarını ve hinterlandını bünyesinde barındırmasıdır.
Üçüncüsü ise bölge üzerinden yakın kıta bağlantılarının sağlana­
bilm esi ve bölgenin gerek Asya gerekse Afrika derinliğine yönelik
politikalarda önem li bir geçiş alanı oluşturmasıdır.
ilk iki perspektif Türkiye’nin yakın kara ve deniz bağlantıları
açısından ele alınm ış bulunmaktadır. Bu noktada vurgulamak iste­
diğimiz husus, bölgenin kıta derinliği politikalarında bir kıtalarara­
sı etkileşim ve geçiş havzası niteliği açısından taşıdığı önemdir.
Türkiye bir yandan Hazar, Karadeniz, Doğu Akdeniz, Kızıldeniz ve
Körfez bağlantıları dolayısıyla Afroavrasya iç denizlerinin hem en
hem en tüm üne kıyı teşkil eden, bir diğer yandan M averaünne-
hir’den başlayarak M ezopotam ya üzerinden Nil havzasına ulaşan
kadîm tarım havzalarını bünyesinde barındıran, dünyanın en
önem li jeoekonom ik aktarım hatlarına sahip olan bu bölge üze­
rinde bütün kıta bağlantılarını da gözeten gerek zam an gerekse
m ekan değerlendirm esi açısından derinlikli bir dış politika strate­
jisi geliştirm edikçe kendi sınırlarını aşabilen bir stratejik ufuk ya­
kalayamaz.
Özetle vurgulam ak gerekirse bütün önem li küresel ve bölgesel
güçlerin kendi yakm kıta havzalarını yeniden tanım lam akta oldu­
ğu, bu kıta havzası tanım lam alarına uygun bölgesel politikalar ge­
liştirdiği bir dönem de Türkiye Soğuk Savaş dönem inden kalan bir
alışkanlıkla ve statik küresel dengeler varsayımıyla kendi bölgesel
ilgi alanlarıyla sınırlı bir dış politika yapım ını sürdüremez. Türki­
ye’nin gerek kendi sınırları boyunca güvenliğinin sağlanm ası, ge­
rek bölgesel ilgi alanlarında etkinliğinin sürm esi ve gerekse deği­
şen şartlara daha çabuk intibak edebilm e kabiliyetini kazanm ası
kadem eli bir dış politika stratejisinin yönlendirdiği yakın kıta hav­
zası derinliği ile söz konusu olabilir.
Türkiye’nin jeopolitik ve uluslararası stratejik konum itibarıyla
yeni bir kıta havzası tanım lam ası yapm ası Avrupa sistem i içinde
periferik bir role soyunan dış politika yapılanm asının tem el alter-
TıirHıra'nin îornmiitiainp «ahin bir ülke, tek vönlü bir
Stratejik D erinlik

uluslararası konum arayışı içinde olam az. Kaldı ki hed ef güçlü bir
ekonom i-politik statü elde etm ekse ekonom ik kaynakların yoğun­
laştığı ve küresel ekonom ik dönüşüm lerin hızlandığı merkezlere
yönelm ekte fayda vardır.
Uluslararası ekonom i-poiitikte görülen yeni dönüşüm ler ve
jeoekonom ik kaynak paylaşımı bölgeler açısından ele alındığında
21. yüzyıl, başlarında bir Asya, sonlarında ise bir Afrika yüzyılı ol­
maya aday görünmektedir. Orta ve Batı Asya’daki ekonom ik kay­
naklar ve son yaşanan bunalım a rağmen Doğu Asya’da demogra­
fik unsurlarla da desteklenerek süren ekonom ik dinam izm ile git­
tikçe ağırlığını hissettiren Asya kıtasını ihm al eden bir dış politika
stratejisi Türkiye'nin 21. yüzyılın sonunda da Brüksel koridorların­
da üyelik tavizleri koparm aya çalışan bir ülke statüsünde kalm ası­
na yol açacaktır.
Türkiye bulunduğu coğrafî konum açısından Avrupa ile ilişki­
lerden uzak kalamaz ve bu ilişkilerin düzeyi Türkiye’nin uluslara­
rası konumunu etkilemeye devam edecektir. Ama Türkiye’yi sade­
ce Avrupa ve Atlantik param etrelerine bağım lı hale getirm ek ve al­
ternatif güç merkezlerinin oluşum çizgisinin dışında tutm ak her
şeyden önce uluslararası ekonom i-politiğin kendi iç yapısına Ve
gelişim seyrine uygun düşmemektedir. Türkiye Avrupa ile birlikte
kendi yakm kıta havzasını Kuzey Afrika - Güney Asya - Doğu Asya
- Orta ve Kuzey Asya şeklinde görmek durumundadır. Yakm kara
ve deniz havzasında etkin bir konum elde etm e stratejisinin ana
unsurlarından biri de bu havzaları kıtasal anlam da kuşatan bölge­
lerle ilgili m eseleleri yakînen takip etm ek ve alternatif politikalar
oluşturabilmektir.
j . K ıs ım

Uygulama Alanları:
Stratejik Araçlar ve Bölgesel Politikalar
ı. Bölüm
Türkiye’nin Stratejik Bağlantıları ve

I Dış Politika Araçları

Soğuk Savaşın sona erm esinin küresel ve bölgesel dengeler


üzerinde yaptığı etkiler Türkiye’nin yakın kara, deniz ve kıta hav­
zalarının stratejik karakterini büyük Ölçüde değiştirm iştir. Bu de­
rin değişim dalgası, bir çok benzer ölçekte ülkede görüldüğü gibi,
Türk dış politika yapım cılarını da ön ce şaşırtm ış, daha son ra b i­
raz da hayalciliğe varan ciddi bir ölçek büyültm e çab asın a y ön elt­
miş ve nihayet doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren ted ir­
ginlik doğuran bir bekleyişe ve yeni stratejik konum arayışına sü­
rüklemiştir.
SSC B 'nin dağılma süreci İçinde dönem in cum hurbaşkanının
Azerbaycan ile olan m ezhep farklılığına dayalı olarak yaptığı Kaf­
kas politikası tanım lam ası, Körfez Savaşı süresince bu savaşın n e­
ticesi ile ilgili olarak ortaya çıkan bir koyup beş alma yönünde bek­
lentiler ve bu na tezat teşkil edecek şekilde ülke bütünlüğü ile ilgili
yaşanan tedirginlikler, AB’nin genişlem e planlarında yer alm am ış
olm am ızın doğurduğu sükut-ı hayal ilk dönem de yaşanan şaşkın­
lığın yansım aları olarak değerlendirilebilir. 1992’den itibaren sık
sık kullanılm aya başlanan “Adriyatik’ten Çin Şeddine Türk Dünya­
s ı” tezi, ECO ’nun Orta Asya’yı da içine alacak şekilde genişletilm e­
si, KEl’nin kurulm asına öncülük edilm esi sınır-ötesi alanlarla ilgi­
li olarak ölçek büyültm e çabasına yönelik inisiyatif yüklü adım la­
rın habercisi olmuştur. Bu dönem Refahyol iktidarınca geliştirilen
D -8 projesine kadar uzatılabilir. Ü lke-içi tartışm aların ve kutup­
laşm aların kısm î bir artış gösterdiği, bölge politikalarında Suriye
ile ilgili yaşanan Abdullah Öcalan krizinde olduğu gibi ülke sınır-
S tra te jik D erinlik

rin gerilim -bütünleşm e sarkacı içinde seyrettiği, kom şu ülkelerle


konjonktürel nitelikli gerilimi erin yaşandığı, iç siyasî kültürde ve
dış politika yapım ında tek eksenli arayışların arttığı üçüncü dö­
nem de dinam ik uluslararası ve bölgesel konjonktürün getirdiği
refleksif tepkiler Öne çıkmıştır.
Dış politika oluşum psikolojisinde son on yıl içinde yaşanan
bu iniş çıkışların ciddi bir m uhasebesini yaparak Türk dış politika­
sının stratejik yönelişi ile bu yönelişin araçları arasında yeni bir
anlam lılık ilişkisi kurm ak önüm üzdeki yüzyıla yönelik teorik stra­
tejik hazırlığın tem el m eselesidir. Bu anlam lılık ilişkisini tan ım la­
yan stratejik teorin in değişen uluslararası konjonktür çerçevesin­
de rasyonel bir diplom atik retorik içinde ifade edilm esi ve pratik
uygulam a alanı bu labilm esi de dış politika yapım cılarının dina­
mik uluslararası konjonktüre uyum gösterecek şekilde kendini ye­
nileyebilm elerine bağlıdır. Bu anlam da Türkiye'nin Soğuk Savaş
dönem inin kendine has şartları içinde geliştirdiği ittifak ilişkileri­
ne dayalı dış politika araçları ile Soğuk Savaş sonrası dönemde
öne çıkan projelere yönelik dış politika araçlarının, bu araçların
dinam ik uluslararası konjonktürde yaşadığı dönüşüm leri de göz
önüne alan bir stratejik bütünlük içinde yeniden değerlendirilm e­
si gerekmektedir.
Türkiye'nin Soğuk Savaş dönem i ve sonrası geliştirdiği ittifak
ve işbirliği ilişkileri biraraya getirildiğinde aslında kendi içinde çe­
şitlilik ve bütünlük ihtiva eden bir görüntü vermektedir. Soğuk Sa­
vaş dönem inde ortaya çıkan ve Türkiye’nin bugüne kadar aktif
üyeliğini sürdürdüğü NATO, AB ve İKÖ; Soğuk Savaş sonrası dö­
nem d e gündem e getirilen veya yeniden yapılandırılan ECO, KEİ,
Türk Dünyası zirveleri ve D -8 gibi yapılar, küresel ve bölgesel bağ­
lantılar itibarıyla kimi zam an kendi içinde çelişkiler de barındıran
bir çeşitlilik arzetmektedir.
Soğuk Savaş dönem inin üç tem el aracı üç farklı gerekçeye da­
yalı üç tem el bağlantıyı özellikle yakın kıta havzası politikaları açı­
sından hâlâ sürdürülebilir niteliktedir. NATO Türkiye’nin ABD ile
ilişkilerini önceleyen Atlantik bağlantısı, AB yakın kıta havzası b ö ­
lüm ünde ele aldığımız tarihî bir diyalektiği bünyesinde taşıyan
Avrupa bağlantısı, İKÖ ise tarihî etki alanım da kapsayan Asya ve
Afrika derinliğindeki doğu ve güney bağlantısı açısından tem el
T ü rk iy e ’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P olitika A raçları

stratejik araçlar olarak Önemlerini korumaktadır. Ancak, h er üç


Örgüt de Soğuk Savaş sonrası dönem de yeni unsurlarla ciddi d ö­
nüşüm ler geçirmiştir. Bu örgütlerin geçirdiği dönüşüm lerin T ü r­
kiye’nin yakın kıta havzaları politikası ve bu politikanın gerektirdi­
ği bağlantılar açısından yeniden değerlendirilm esi kaçınılm az bir
zorunluluktur.
Soğuk Savaş dönem inin bu tem el stratejik araçları Soğuk Savaş
sonrası dönem in getirdiği dinamik konjonktüre uygun bir şekilde
yeni unsurlarla takviye edilmişlerdir. ECO’nun Orta Asya ülkeleri­
ni içine alacak şekilde genişlem esi, KEÎ'nin kurulması, Türk zirve­
lerinin m utad bir nitelik kazanm ası ve D -8 projesi yakın kara, kıta
ve deniz havzaları politikaları arasında önem li bağlantılar kuran
bir çerçeve oluşm asını sağlamış görünmektedir. ECO ve KEÎ Doğu
Avrupa ve Batı Asya'yı kapsayan Avrasya kıtalararası etkileşim h av ­
zaları açısından olduğu kadar Karadeniz ve Hazar deniz havzaları
açısından da büyük bir önem taşımaktadır. Mutad Türk zirveleri
Türkiye'nin O rta Asya derinliğine nüfuzu açısından, D-8 de Soğuk
Savaş dönem inde ihm al edilen Güney ve Doğu Asya ile Afrika bağ­
lantılarını devreye sokm ası açısından öne çıkmıştır.
Bütün bu stratejik araçlar ve bağlantılar kağıt üzerinde ele alın ­
dığında gerçekten etkileyici bir dış politika çeşitlendirilm esi ve b ü ­
tünlüğü ortaya çıkmaktadır. Ancak, hem en hem en bütün bu stra­
tejik araçların tek tek kulanımıyla ilgili önem li problem ler vardır.
NATO ve AB’nin genişlem e planlarının Türkiye açısından doğur­
duğu intibak problem leri, ECO ve KEİ’nin kurum sallaşm a p ro b ­
lemleri, Türk Dünyası zirvelerinin bir türlü serem onyal özellikler­
den sıyrılarak ortak bir dış politika platform u olm aya dönüşem e-
m esi ve h em en h em en hiç bir küresel ve bölgesel problem için ak­
tif bir sonuç doğuram am ası, D -8 ’in daha bir araç olarak devreye
girm eden önem ini kaybederek gündem den düşmesi, bu araçların
iç yapısı ile ilgili h em en zikredilebilecek problem ler arasındadır.
Bu stratejik araçların uyumlu bir bütün içinde kullanılabilm esi
ise çok daha geniş kapsam lı bir problem alanıdır. ABD ve Avrupa
arasındaki her türlü diplom atik çelişkinin doğrudan yansıdığı NA­
TO ve AB politikalarının sürekli ve dakik bir uyum içinde sürdürül­
mesi, Soğuk Savaş sonrası dönem in konjonktüründe h em en he-
Stratejik D erinlik

etkileşim alanları, özelde de Türkiye-Iran ve Türkiye-Rusya ilişki­


leri açısından ciddi iç çelişkiler barındıran ECO, KEİ ve Türk zirve­
lerinin bir diğerini engelleyen değil destekleyen bir hüviyete bü-
ründürülm eleri Türk dış politikasının esneklik ve uyum proble-
m atiklerini oluşturmaktadır.
Türkiye'nin diplom atik esneklik ve stratejik uyum bakımından
güçlük doğuran bu derece çeşitli dış politika arayışlarına yönelm e­
si Soğuk Savaş sonrası dönem in dinam ik şartlarının tahrik etliği
bloklaşm a tem ayülünün Türk dış politikasına doğal bir yansımnsı
olarak değerlendirilebilir. D aha önce de zikrettiğimiz gibi Soğuk
Savaşın statik şartlarından Soğuk Savaş sonrası dönem in dinamik
şartlarına geçiş süreci bir çok küresel ve bölgesel aktörü çok alter­
natifli dış politika arayışlarına yöneltmiştir.
Bu durum Türkiye’nin dış politika tercihlerini ve yapım meka­
nizm alarını da değiştirmiştir. Türkiye’nin son on yılda kendi, böl­
gesinin sınırlarını da aşan bir çok ekonom ik ve siyasî ittifak arayış­
larına yönelm esi ve kıta-ölçekli açılım çabalarına girm esi bu tabii
değişim in bir sonucudur. Ancak, böylesi dinamik bir dönem e ge­
rekli diplomatik, ekonom ik ve siyasî alt yapı hazırlığı yapmaksızın
giren Türkiye diğer bazı bölgesel güçler gibi uzun dönem li enteg­
rasyon faaliyetlerinden çok birbirleriyle çelişkili taktik adımlar al­
mayı tercih etm iş görünmektedir. Stratejik bir öngörü ve planının.']
çerçevesinde birbirleriyle taktik koordinasyonu sağlanabilecek
olan bu adımlar, çelişkili tavırlar yüzünden öncelikler konusunda
ciddi şüpheler uyandırm ış ve projelerin büyük ölçüde kağıt üze­
rinde kalm asına yol açmıştır.
Türkiye bütün bu bloklaşm a çabalan içinde taktik manevra ka­
biliyeti yüksek bir coğrafyada bulunm aktadır. Bu coğrafyanın sağ­
ladığı avantajlar bir çok blokl aşm a teşebbü sü için gerçek bir çekim
alanı oluşturabilir. Ancak bugün Türkiye’deki siyaset yapımcıları
öncelikle bu tür bir çekim alanı oluşturm ak ile mekanizmalarını
oluşturm uş bir blokun çevre unsuru olm ak arasında ciddi ve uzun
dönem li bir tercih yapm ak zorundadırlar. Böylesi bir tercih büıün
bu stratejik araçları bir bütün içinde yeniden değerlendirmeyi zo­
runlu kılmaktadır. Böylesi bir değerlendirm e NATO, AB, AGİT. ÎKO
ve ECO gibi Soğuk Savaş dönem inden Soğuk Savaş sonrası döne­
me. a k ta r d a n u lu s la r a r a s ı n rcriîtlpr v a n ın H a ITRÎ F4.fi ıra CZ.'M} crihı
T ü rk iy e 'n in S tra te jik B a ğ la n tıla rı v e D ış Politik a A raçları

■Soğuk Savaş sonrası dönem de geliştirilmiş yeni projeleri de kapsa­


mak zorundadır.1

I. NATO’nun Yeni Stratejik Misyonu Çerçevesinde


Atlantik Ekseni ve Türkiye

NATO’nun, 50. kuruluş yıldönüm ünde gerçekleştirilen Was-


hington Zirvesinde bir yandan yeni ülkeleri bünyesine katarak ge­
nişlemesi, diğer yandan yeni bir stratejik misyon tanım lam ası ile
derinlem esine bir sorum luluk alanı kazanm ası, ABD’nin kendi d e­
netimindeki uluslararası kurum lan ve ittifak yapılanm alarını S o ­
ğuk Savaş sonrası şartlara intibak ettirm e çab asın ın bir son u cu ­
dur. Uluslararası sistem içinde hegem onik bir güç olarak yüksel­
mesini bu kurum lara ve ittifak yapılanm alarına borçlu olan ABD,
aynı araçları Soğuk Savaş sonrası d önem in dinam ik şartlarına
uyumlu hale getirm eye çalışmaktadır.
Bu uyum çabası Türkiye’nin de içinde bulunduğu NATO üyesi
ülkelerin bu ittifak örgütüne bakışlarında daha değişken ve kon-
jonktürel bir tavra yönelm elerine yol açm aktadır. Her ülke kendi
stratejik çıkarları ile NATO'daki bu uyum çabası arasında yeni d en ­
geler oluşturm aya çalışm aktadır. Türkiye, ittifakla ilgili değişken
tavırların öne çıktığı bu dinam ik dönem den NATO'nun yeni stra­
tejik m isyonunun ve araçlarının daha açık bir şekilde tan ım lan d ı­
ğı istikrarlı dönem e geçiş sürecinde NATO ile ilgili olarak kendi
stratejik çıkarlarını önceleyen daha kalıcı bir politikanın teorik ve
pratik altyapısını oluşturm ak zorundadır.

ı. Amerikan Stratejisi ve NATO


ABD’yi II. Dünya Savaşı sonrası sistem in hegem onik gücü h a ­
line getiren tem el unsur, uluslararası hukukun ve bu hukuku haya­
ta geçiren uluslararası kurumlarm, bu ülkenin siyaset yapım cıları
tarafından son derece etkin bir şekilde kullanılm ış olmasıdır.
- BM’nin oluşum u Avrupa-merkezli söm ürgeci sistem in dağılm ası
süreci ile koşut bir şekilde gerçekleştirilirken, IMF ile uluslararası

J'v l Bu stratejik araçlard an AB ile olan ilişkilerin değerlendirilmesi başhbaşm a bir


hnînm nloı-ıl/ - r»'
S tra te jik D erinlik

finanstaki sterlin ve frank blokları dağıtılarak Amerikan doları


dünya Fmans sistem inin m erkezine oturtulmuş; dünya ticaret sis­
tem ini yeniden düzenleyen GATT ile ticarî akış, Dünya Bankası ile
de kalkınm a program ları A m erikan-eksenli bir sistem yapılanm a­
sının tem el araçları haline getirilmiştir. Dolayısıyla güç m erkezi­
nin Avrupa'dan Atlantik'e kaydırılması da, ABD’nin önceki döne­
m in Avrupa-eksenli söm ürgeci güçleri ikame -başka bir deyişle de
ekarte- ederek uluslararası sistem in en belirleyici aktörü haline
gelm esi de, uluslararası hukukun ve uluslararası kurumlar bütü­
nünün eseridir. Gerek siyasî gerekse ekonom ik güç m erkezlerinin
Atlantik’e doğru kaym ası bu n a paralel organizasyonların ve huku­
kun devreye sokulm ası ile gerçekleştirilm iştir.
NATO, bu çerçevede, Avrasya anakıtasınm uzağında büyük bir
ada-kıta devleti konum undaki ABD’nin, II. Dünya Savaşından Av­
rasya anakıtasınm m erkezî gücü olarak çıkm ış bulunan SSCB'yi
çevreleyerek denetim altına alm a politikasının Avrupa ayağı ola­
rak kurulmuştu. D aha sonra CENTO ve SEATO'nun da devreye so­
kulması ile SSCB Norveç’ten Uzak D oğu’ya kadar uzanan bir hat
üzerinde kuşatılarak denizlere ulaşm asının önüne geçilm eye çalı­
şılmıştır. Soğuk Savaş süresince denizlerden uzak engin bir step
devleti niteliğinden kurtulam ayan SSCB, askerî-nükleer gücünü
ekonom i-politik güç ile destekleyebilm e kabiliyetini kaybettikçe
çift kutuplu sistem in karşı gücü olm a özelliğini de yitirdi.
ABD ’nin bu yüzyıldaki Avrasya’ya yönelik kıta-ötesi çıkarma­
lar ve harekatlar tarihi aynı zam anda ABD önderliğindeki Atlan-
tik-m erkezli dünya-sistem inin tem el özelliklerini ve dönüşüm
safhalarım ortaya koym aktadır: 1942 N orm andiya Çıkarması,
1950 tem m uzundaki M ac Arthur y önetim ind e ve BM şemsiyesi
altındaki Kore Çıkarm ası, 1964 Ağustosunda başlayan Vietnam
Çıkarması ve Savaşı, 1990-91 Körfez Çıkarm ası ve Savaşı ve 1999
Kosova Harekatı.
Bu durum ABD jeopolitiğinin tabiî bir sonucudur. Tipik bir de­
niz devleti olan ABD dünya-sistem inde liderliği elde etm e ve sür­
dürme politikasını kıta-aşırı hava operasyonlarına ve hava destek­
li deniz çıkarm alarına dayalı konvansiyonel m üdahale ve caydırı­
cı nükleer üstünlük stratejileri ile desteklem iştir. Normandiya Çı­
karm ası A BD 'nin Avrupa-içi çelişkileri kullanarak dünva-sistemi-
T ü rk iye’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P olitika A ra çla rı

nin lid erliğini te scil ettirm esin i sağlam ıştır. Kore Ç ıkarm ası
ABD’nin Avrasya'yı kenar ülke ve yarım adalar ile kuşatm a strateji­
sinin askerî yansımasıdır. II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan
çiftkutuplu sistem in ilk ciddi çatışm a alanı olan Kore M üdahalesi
aynı zam anda ABD’nin kürese] hakim iyetini uluslararası organi­
zasyonlar ile m eşru kılma politikasının ilk uygulaması olmuştur.
En kapsam lı uluslararası organizasyon olan BM, bundan sonra
ABD’.nin kendi stratejisine m eşruiyet kazandırm ada en Önemli ay­
gıtı olmuştur.
Sovyet vetosunun etkin bir şekilde işlediği Soğuk Savaşın tır­
m anm a dönem lerinde Am erikan m üdahaleleri uluslararası m eş­
ruiyetten çok, reel politik araçlara dayanmıştır. D aha defansif n i­
telikli k ıta-içi Dom uzlar Körfezi Çıkarm ası ve ofansif Vietnam
M üdahalesi bu gerginliğin en üst tehlike sınırına çıktığı ve Am eri­
kalı m üdahalelerinin en m eşruiyetsiz ve sevimsiz göründüğü d ö­
nemlerdir. Savaşı sürekli uzak bölgelerde tutm a taktiği güden
ABD, Küba Füzeler Krizi ile ilk defa doğrudan tehdit altında kaldı­
ğını hissetm iş ve riskli D om uzlar Körfezi Çıkarm asını göze alm ış­
tır. D om uzlar Körfezi ve Vietnam'daki başarısızlıklar ABD ’yi doğ­
rudan lconvansiyonel m üdahalelerden çok, nükleer üstünlük stra ­
tejilerine ve diplom atik kuşatm a taktiklerine yöneltm iştir. Am eri­
kan kam uoyunda konvansiyonel m üdahalelere karşı büyük bir t e ­
dirginlik psikolojisi yaratan V ietnam M üdahalesindeki başarısız­
lık Çin ile kurulan diplom atik ilişkiler ve Ortadoğu ayağındaki
önem li bölge gücü olan M ısır'ın saf değiştirm esi ile d engelenm e­
ye çalışılm ıştır.
Vietnam m üdahalesinden çıkartılan en önem li ders Avrasya’ya
yönelik Amerikan m üdahalelerinin niteliği ile ilgili olmuştur. Ko­
re'de BM şem siyesi ile yürütülen m üdahale küresel ölçekli A m eri­
kan stratejisi için önem li bir köşetaşı olurken, ABD’n in tek başına
giriştiği V ietnam harekatı ciddi bir psikolojik ve stratejik zaafa dö­
nüşmüştür. ABD Vietnam tecrübesinden sonra Avrasya’ya yönelik
stratejik m üdahaleleri tek aktörlü olarak yürütm em eye özen gös­
termiştir. Devrim den sonra İran ’a, Sovyet işgalinden sonra Afga­
nistan'a yönelik politikalarda Vietnam benzeri bir tek-aktörlü mü-
d a h i-ı)p H o n i n ---------------------- --1 ■
S tratejik D erinlik
:Wm

ya’ya yönelik harekatların uluslararası bir m eşruiyet alanına ya da


geniş Ölçekli bir ittifak dengesine dayanm asını bir ön gereklilik
olarak görmüştür.
Küba, Panama, Haiti gibi Amerika kıtasına yönelik m üdahale­
leri tek başın a yürüterek bölgenin tümüyle kendi güvenlik inisiya­
tif alanı olduğunu gösteren ABD, diğer bütün büyük güçlerin stra­
tejik m anevra alanına giren Avrasya’ya yönelik harekatlarda kıtıı-
içi destek dengelerinin oluşm asına özen gösterm iştir. Bu politika,
aynı zam anda, harekat-öncesi m eşruiyet ve harekat-sonrası dü­
zenlem eler için uygun bir altyapı oluşturulm asını sağlamıştır.
Soğuk Savaş sonrası dönem de de bu ana çizgi sürmüştür. So­
ğuk Savaşın sona erm esi ve çift kutupluluğun dağılm asından son­
ra deniz-aşırı hava operasyonlarına ve çıkarm a harekatlarına da­
yanan konvansiyonel m üdahaleler tekrar etkin bir stratejik yön­
tem olarak gündem e gelmiştir, çift kutuplu sistem in dağılması \k
ortaya çıkan bölgesel dengesizlikler, küresel hakim iyetini tescil ıi -
m ek isteyen ABD'ye bu yönde uygun im kanlar ve konjonktürler
sağlamıştır. Sovyet vetosunun etkisini kaybettiği bu dönem de BM
yoluyla çıkarm alara m eşruiyet kazandırılm ası da Am erika’ya
önem li bir taktik esneklik kazandırmıştır.
B M 'nin küresel stratejileri m eşru kılmak için etkin bir şekikir
kullanıldığı bu dönem in sim gesi yine bir Amerikan çıkarm ası ile
sem bolleşm iştir: Körfez Çıkarması. Kore Çıkarması gibi Amerika
liderliğindeki çok-uluslu bir askerî m üdahale olan Körfez Çıkar­
m ası da Atlantik-merkezli küresel hakim iyeti tescil ve müdafaa ç i­
mek am acı ile m eşru kılınmıştır.
Kosova'ya yönelik NATO operasyonu ABD'nin Avrasya strateji­
sinin süreklilik unsurlarını ihtiva etm ektedir. Körfez Savaşını
B M ’nin ortak güvenlik ilkesi ile yürüten ABD, Kosova Operasyonu­
nu da Avrupa'daki stratejik dengenin m uhafazasını yeni misyon
tanım lam ası olarak benim seyen NATO’nun ittifaklar dengesi ile
sürdürmektedir.
Normandiya Çıkarm ası ile Avrupa-içi dengelere Batı Avrupa
üzerinden m üdahale ederek küresel hakimiyet m ücadelesinde
öne çıkan ABD, Soğuk Savaş sonrası dönem de de Doğu Avrupa’ya
yönelik NATO operasyonları ile bu hakimiyetini, Avrupa üzerinde­
ki etkinliğini teyid etm ek suretiyle, korum a çabası içindedir. Barış-
T ü rk iye’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P olitika A raçları

çil NATO operasyonları Polonya, M acaristan ve Çek Cumhuriyeti


üzerinden Doğu Avrupa’ya yayılma şeklinde tecelli ederken, aske­
rî ve fiilî operasyonlar Soğuk Savaş sonrası düzenlem elere diren­
meye devam eden ve bu direnci kapsam lı bir etnik kıyıma dönüş­
türen Sırbistan'a yönelik olarak gerçekleştirilmiştir.
II. Dünya Savaşından bu yana süren gelişm eler gösterm iştir ki,
ABD'nin küresel düzendeki m erkezî konum unun anahtarı Avrasya
stratejisidir. Bu stratejinin tem el unsuru da kıta-aşırı m üdahale
kapasitesi ve ittifaklar politikasıdır. Soğuk Savaş süresince çift ku­
tuplu bir uluslararası sahnede cereyan eden bu hegem onik düzen
jeopolitiği, Soğuk Savaş sonrası düzende de bir güçler dengesi
içinde etkisini sürdürmeye devam edecektir. ABD, Avrasya için d e­
ki diğer büyük güçlerin konum larını ve stratejik tercihlerini yeni
dengeler kurarak yönlendirm eye devam ettiği sürece küresel den­
geleyici konum unu koruyacaktır. BM böylesi bir dengeleyici ve
belirleyici konum un meşruiyet altyapısını sağlarken, NATO vuru­
cu gücünü ve askerî garantörlük kurumunu oluşturacaktır. NA-
TO’nun Kosova Operasyonu bu açıdan sadece bölgesel değil küre­
sel olarak da özel bir anlam ifade etmektedir.

2. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve


NATO’nun Yeni Misyon Arayışı
Soğuk Savaş sonrası dönem de Varşova Paktı’nın dağılması, va­
roluş gerekçesini bu paktın Avrupa’daki m uhtem el yayılm asını
durdurma üzerine oturtm uş olan NATO için de bir kimlik ve m is­
yon tanım lam ası problem ini doğurdu. Berlin Duvarının yıkılm ası­
nın getirdiği iyim ser hava ve o günlerde yaygınlaşan Yeni Dünya
Düzeni söylem i NATO benzeri askerî ittifak örgütlenm elerinin ro­
lünün azalacağı yönündeki iyimser projeksiyonlara yol açm ıştı. Bu
iyimser projeksiyonların sahipleri NATO’nun m isyonunun daraltı­
larak zam anla AB'nin kendi bağımsız savunm a yapılanm asını kur­
dukça devre dışına çıkacak bir geçiş dönem i örgütü niteliği kazan­
m asını öngörüyordu. Buna karşılık daha realist bir yaklaşım sergi­
leyenler NATO'nun misyonunu askerî nitelik taşım ayan tehditlere
de cevap verecek şekilde genişletilm esinin kaçınılm az olduğu ka­
naatini vurgulayarak bu örgütün Avrupa-eksenli caydırıcı n iteli­
ğinden küresel m isyonlara sahip aktif bir güç haline dönüşm esi­
n in n m in ti armava ralıcnmrlarHı
S tra te jik D erinlik

1991 Rom a Zirvesinden çıkan yeni stratejik konsept bu farklı


görüşlerin gölgesinde şekillendi ve NATO’nun yeni m isyonunu
dört ana noktaya indirgedi: (i) Avrupa’da dem okratik kurum ların
gelişmesi ve anlaşm azlıkların barışçıl yoldan çözüm lenm esine d a­
yanan istikrarlı bir güvenlik ortam ının sağlanm ası; (ii) üyelerin
güvenliği açısından risk oluşturm ası m uhtem el gelişm eler konu­
sunda gerekli koordinasyonu sağlayacak bir Atlantik-ötesi forum
niteliği kazanm ası; (iii) NATO üyesi devletlere yönelik bir saldırı
tehdidine karşı ortak savunm a ve caydırıcılık görevinin yerine ge­
tirilm esi; (iv) Avrupa içindeki stratejik dengenin m uhafazası.
Bu tem el hedefler arasında en önem lisi olan Avrupa içindeki
stratejik dengenin m uhafazası m eselesi aynı zam anda NATO’nun
önem li aktörlerinin bu Örgüte bakış tarzlarını da yansıtmaktaydı.
NATO’yu yeni uluslararası konjonktürde de Ati antik-Ötesi etkinli­
ğinin en tem el araçlarından biri olarak gören ABD, örgütü yeni bir
yapılanm a ile uluslararası düzenin fiilî garantörü konum una getir­
m ek isterken başta Almanya olm ak üzere AB’nin kıta ülkeleri siya­
sî yükümlülükler içerm eyen ve AB'nin hareket alanım daraltm a­
yan bir yapılanm a hedeflem ekteydi. İngiltere ise bu iki farklı bakış
açısının dengeleyicisi olarak A BD 'nın yanında yer alm aya devam
etti. Kıta içinde artan Alman etkisi, İngiltere gibi ülkeleri NA­
TO 'nun etki alanının genişlem esi alternatifini öne çıkarm alarına
yol açtı.
1991 Rom a Zirvesindeki "Avrupa içindeki stratejik denge”nin
m uhafaza edilm esi hedefinin tem el varsayımı böylesi bir statik
dengenin varlığı idi. Halbuki o zirveden 1999 W ashington Zirvesi­
ne kadar geçen sekiz yıllık süre Avrupa’daki stratejik dengenin di­
nam ik bir hüviyet kazandığını gösterdi. B osn a ve Kosova bu n alım ­
larının aldığı seyir ve bu seyir içinde NATO üyesi ülkeler arasında
çıkan görüş farklılıkları stratejik dengenin farklı yorum lanm akta
olduğunu ortaya çıkardı.
Avrupa-içi m ekanizm aların B osn a bunalım ında sergilediği za­
af ve irade yetersizliği ve Batı Avrupa B irliğ in in gelişm esinin ya­
vaşlığı Avrupa’daki dinam ik stratejik denge değişm elerinin ancak
ve ancak NATO tarafından geniş çaplı bir savaşa yol açm adan
kontrol akm a alınabileceği doğrultusundaki görüşleri güçlendir­
di. 1999 W ashington Zirvesinde NATO’nun m isyon derinliği ka­
T ü rk iy e ’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve D ış P olitik a A raçları

zanm ası konusunda ciddi bir m uhalefetin görülm em esi, son sekiz
yıl içinde yaşananların böylesi bir stratejik tanım lam ayı yeterince
m eşru kılmış olm asındandır. Ya da olayı denklem in diğer tarafın ­
dan değerlendirirsek, belki de bunalım lara yönelik m üdahalelerin
sürekli gecikerek gerçekleştirilm iş olm ası böylesi bir m eşruiyet ze­
m inin in oluşm ası arzusundandır. Son Kosova bunalım ındaki za­
m anlam a ve operasyon kapsam ı da bu konuda ilginç unsurlar ih ­
tiva etmektedir.

3. Kosova Operasyonu ve NATO’nun Küresel Misyon


Tanımlaması
Kosova O perasyonunun zam anlam ası, kapsam ı ve yöntem inin
ortaya koyduğu gerçek, bu operasyonun Kosova ve bölge dengele­
rinin ötesinde stratejik hesaplara dayandığım ortaya koymaktadır.
Bu operasyonun NATO'nun genişlem e planları çerçevesinde Po­
lonya, M acaristan ve Çek Cum huriyeti'ni resm en bünyesine kata­
cağı ve NATO’nun stratejik m isyonunun yeniden tanım lanacağı
zirve öncesinde gerçekleştirilm esi bir tesadüf değildir. Soğuk Sa­
vaş dengelerinin sarsılm asından sonra Orta ve Doğu Avrupa'da or­
taya çıkan jeopolitik boşluk alanını doldurmaya kararlı olan NATO
ve ABD, Polonya'dan Adriyatik’e inen kuşak üzerinde yeni bir den­
geleyici stratejik rol üstlenmektedir. Bu stratejik kuşak üzerinde en
ciddi askerî güce sahip olan ve bu gücü denetim siz bir saldırgan­
lık içinde kullanm a tem ayülünü Bosna'da gösterm iş olan Sırbis­
ta n ’ın askerî gücü bu operasyonla belli bir düzeyin altm a indiril­
m ek istenm ektedir. Operasyonun Özellikle hava savunm a sistem i­
ne yönelm esinin ana sebebi de budur. Kosova'da etnik kıyımı ya­
pan bu savunm a sistem i değildir; ancak bu hava savunm a sistem i,
ileriye yönelik olarak, NATO’nun caydırıcılık ve etkinlik gücünü
tehdit edebilecek yegâne unsurdur.
Bu çerçevede NATO için bugünkü Kosova problem i kadar NA­
TO üyeliği kesinleşen M acaristan ile Sırbistan arasında çıkabilecek
olan Voyvodina problem i de önem kazanmaktadır. M acar nüfu­
sun yoğunluklu olarak bulunduğu Voyvodina konusunda çıkm ası
m u htem el Sırp-M acar çatışm ası, M acaristan’ın NATO’ya girm e­
sinden sonra artık bölgesel bir problem olm aktan çıkarak bir NA-
T O -S ırn ra tıs m a s ın a H nn n çp rp lrtir R ıın ıın îrin rH r İn N A TO nnp-
| S tratejik D erinlik

rasyonlarında sadece Kosova'dakı etnik kıyımın durdurulm ası d e­


ğil, Sırp askeri gücünün tümüyle denetim altına alınabilecek dü­
zeye indirilm esi hedeflenm ektedir.
Bütün bu gelişm eler gösterm ektedir ki NATO, üyelerine y öne­
lik saldırılara ayarlı bir savunm a ittifakı olm aktan çıkarak yön len ­
dirici, belirleyici ve denetleyici bir üst stratejik örgüt konum una
gelmektedir. Başka bir deyişle, IMF aracılığıyla fınans hareketleri­
ni, Dünya Bankası aracılığıyla kredi akışlarını, Dünya Ticaret Ör­
gütü ile ticarî ilişkileri yönlendiren ve belirleyen Amerikan h eg e­
m onik düzeni, NATO ile de stratejik dengelerin seyrini doğrudan
yönlendirm eye ve denetlem eye çalışacaktır. Bu yeni konum Avru-
p a-içi dengeler kadar II. Dünya Savaşından sonra oluşm uş olan
BM sistem ini de etkileyebilecek ölçekte bir gelişmedir. BM 'nin
m eşruiyetini aldığı ulusal egem enlik alanı tanım lam aları İle ulus­
lararası norm ve hukuk alanı tanım lam aları arasında olan gri ve
muğlak alan bundan sonraki küresel düzen arayışlarını büyük ö l­
çüde etkileyecektir.

i\. NATO’nun Yeni Stratejik Misyonu ve Türkiye


NATO’nun Türkiye'nin strateji tanım lam aları içinde taşıdığı
önem dört ana başlık altında ele alınabilir: (a) NATO'nun küresel
stratejik misyonu, (b) ABD-Türkiye ilişkileri, (c) Avrupa-Türkiye
ilişkileri, (d) genişlem e planları çerçevesinde Doğu Avrupa ve B al­
kanlar bölgesinin NATO içindeki önem i, (e) Avrasya dengeleri çe r­
çevesinde Rusya ile ilişkiler.
a. NATO’nun Küresel Misyonu ve Türkiye
Uluslararası fiilî güç kullanım kapasitesi bakım ından Soğuk Sa­
vaş sonrası dönem in yegâne örgütlü gücü olan NATO’nun bu d ö­
nem de üstlenm eye yöneldiği düzen kurucu ve koruyucu rol, bu
örgütün özellikle Avrasya’yı doğu-batı doğrultusunda kuşatan ve
kuzey-güney derinliğinde kesen jeopolitik hatlar üzerindeki stra­
tejik derinliğini güçlendirm eyi zorunlu kılmaktadır. Soğuk Savaş
dönem indeki çift kutuplu statik dengenin dağılması ile ortaya ç ı­
kan jeo p o litk boşluk alanlarını denetim altına alm aksızın kalıcı bir
uluslararası düzen oluşturabilm ek m üm kün değildir.
Türkiye’nin yakın kara, deniz ve kıta havzaları ile ilgili konu­
m unu incelediğim iz bölüm lerde teferruatlı bir şekilde incelediği­
T ü rk iye’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve Dış P olitika A ra çla rı

miz gibi, Afroavrasya anakıtasm da sahip olduğu merkezi jeo p o li­


tik konum Türkiye’yi küresel dengeler içinde özel bir konum a sa­
hip kılmaktadır. Gerek Avrasya’yı doğu-batı istikam etinde kuşatan
Rimland hattına, gerekse kuzey-güney istikam etinde keserek en ­
gin steplerle sıcak denizler arasında kara bağlantıları kuran Bal­
kanlar, Kafkaslar ve Orta Asya stratejik hadarm a nıüdahil olabile­
cek denizlerarası ve kıtalararası etkileşim kuşaklarının üzerinde
b u lu nan Türkiye bu konum uyla NATO'nun yeni küresel stratejik
m isyon tanım lam ası için vazgeçilm ez bir önem e sahiptir.
Çift kutuplu yapının dağılması ile Türkiye’nin jeopolitik ö n e­
mini, dolayısıyla da NATO nezdindeki pazarlık gücünü kaybettiği­
ni iddia eden görüşlerin aksine uluslararası ilişkilerde tebarüz et­
m eye başlayan çok aktörlü güçler dengesi yapılanm ası Türkiye’nin
jeop olitik konum unu yeni unsurlarla daha da güçlendirmiştir. So­
ğuk Savaş sonrası dönem de ortaya çıkan sıcak çatışm a riski yük­
sek jeop olitik boşluk alanlarına yönelik bir düzen arayışı Türki­
ye’nin dolaylı ya da doğrudan ilgisi dışında değildir.
Türkiye’nin NATO'nun yeni m isyonu ile ilgili alanlarda sahip
olduğu jeopolitik önem ve etki kapasitesinin küllî bir dış politika
etkinliğine dönüşebilm esi Türkiye’nin kendi yakın kara ve deniz
havzasındaki stratejik ağırlığına bağlıdır. Önümüzdeki dönem in
en önem li dış politika problem lerinden birisi Türkiye’nin bölgesel
politikaları ve tercihleri ile NATO’nun küresel misyon tanım lam a­
sı ve uluslararası düzen arayışı arasındaki uyum m eselesi olacak­
tır. Bu uyumun h er iki taraf açısından da hassasiyetleri gözeten bir
rasyonellik içinde gerçekleştirilem em esi bir taraftan Türkiye’nin
kendi havzasına yabancılaşm ası, diğer taraftan NATO ile gerilimli
ilişkilere girilmesi riskini barındırm aktadır.
Türkiye'nin NATO adına bölgesel operasyonlarda aktif rol al­
m ası kimi zam an Türkiye’nin NATO ile ilişkili olm ayan bölgesel
hesaplarını etkileyerek kendi havzası ile bir tür yabancılaşm aya
yol açabilecekken, bölgesel hesaplan önceleyen bir politika Türki­
ye’nin NATO nezdindeki stratejik güvenilirliğinin tartışılm asına ve
bu doğrultuda yeni baskıların oluşturulm asına sebep olabilir. Kör­
fez Savaşı süresince ve sonrasında İncirlik üssünün kullanım ı m e­
selesi bu diplom atik açm azı sürekli gündem de tutm uştur. Diplo-
Stratejik D erinlik

m atik beceri biraz da böylesi açm az durum larında ortaya konan


zam anlam a ve esneklik perform ansı ile ölçülür. Türkiye’nin je o p o ­
litik konum una sahip olan bir ülkenin bu tür uyum problem leri ve
açm azlarla karşı karşıya kalm ası kaçınılmazdır. Stratejik öncelikle­
rin tesbiti, stratejik araçların uyumu ve taktik planlam anın esnek­
liği jeopolitik avantajların stratejik açm azları engelleyeceği gibi
stratejik m anevra alanlarının genişlem esini de sağlayacaktır.
b. NATO ve Türkiye-ABD İlişkileri
Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan bunalım lı "dönem ve sürekli
tırm anan gerilim ler NATO’yu Türkiye’nin Batı Dünyası ile olan
ilişkilerinin en önem li stratejik aracı haline getirmiştir. Türkiye-AB
ilişkilerindeki p roblem lerin NATO üyesi Avrupa ülkelerini de
önem li ölçüde etkilem esi, Türkiye-ABD ikili ilişkisinin Türkiye-
NATO ilişkilerinin ana eksenine oturm ası sonucunu doğurmuştur.
Bu zorunluluk Türkiye-NATO-ABD ilişkisinde son derece dra­
matik bir değişimin yaşanm asına yol açm ıştır. Soğuk Savaş d ön e­
minde Türkiye-ABD ilişkileri tem elde Türkiye-NATO ilişkilerinin
önem li bir parçası olarak görülür ve NATO-dışı ikili ilişkiler kendi
alanları ile sınırlı kalırken, Soğuk Savaş sonrası dönem de Türkiye-
NATO ilişkileri Türkiye-ABD ilişkilerinin tabiî bir uzantısı olarak
değerlendirilmeye başlanm ıştır.
Soğuk Savaş sonrası dönem de ABD ’nin artan stratejik ağırlığı
da bu değişimde önem li bir etkide bulunm uştur. Bu yeni konjonk­
tür, Türkiye-NATO ilişkilerinin Türkiye-ABD, Türkiye-AB ve ABD-
AB ilişkilerinin kesişim alanında seyretm esi sonucunu doğurm uş­
tur. Türkiye, Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan tıkanm aların alter­
natifi olarak Türkiye-ABD ilişkilerini öne çıkarm aya ve NATO ile
olan ilişidierini bu eksene dayandırm aya çalışırken, ABD özellikle
Balkanlar, Doğu Avrupa ve Ortadoğu bölgelerinde bazı Avrupa ül­
keleri ile olan çelişkilerini Türkiye faktörü ile aşm aya ve Türkiye-
ABD ilişkilerini bir taraftan NATO’nun küresel ve bölgesel m isyon­
larının bir aracı, diğer taraftan da NATO’nun ortak alanı dışında
kalan Amerikan stratejik çıkarlarının tam am layıcı bir unsuru ola­
rak görmeye yönelmiştir.
Son yıllarda Ortadoğu'daki dengeler için sık sık dile getirilen
ABD-îsrail-Türkiye ekseni ve Avrupa ülkelerinin bu eksen dışında
kalan ülkelerle olan ilişkilerini geliştirm e çab alan bu çapraz denge

234
T ü rk iy e 'n in Stratejik B a ğ la n tıla rı v e Dış P o litik a Araçları j

ilişkilerinin ilginç bir misalini oluşturmaktadır. Soğuk Savaş so n ­


rası dönem de Türkiye-ABD ilişkilerinin gündem m addeleri ara­
sında yer alm aya başlayan Hazar petrol havzası ve Orta Asya ile
ilişkiler iki ülke arasındaki ikili ve çok yönlü ilişkilerin etkileşim
alanına giren bir başka bölgesel unsurdur.
Bu çapraz denge ilişkilerinin belki de en çarpıcı m isali NATO
m üdahalesinden sonra Balkanlarda oluşan konjonktürde kendini
gösterm ektedir. Tarihî G erm en ve Slav jeokültürel etki alanını den­
gelem ek üzere Boşnak ve Arnavut unsurların geleceği ile ilgilenme
zorunluluğu hisseden ve bunu NATO’nun bölge politikalarına
yansıtan ABD ile bölgeye doğrudan müdahil olm a im kanı olm a­
yan Türkiye’nin çıkar alanları arasında bir tür yakınlaşm a doğ­
maktadır. AB üyesi ülkelerin Balkanlara yönelik politikalarındaki
tutarsızlıklar bölgedeki bunalım ların tırm anışında ABD-Türkiye
ilişkilerinin öne çıkm ası sonucunu doğurabilir.
Türkiye-AB ilişkilerinin NATO çerçevesinde özel önem e sahip
olduğu bir başka alan ise AB’nin ve NATO’nun Doğu Avrupa ve
B alkanlara yönelik genişlem e p lanlan ile ilgilidir. Türkiye’nin
A B’nin genişlem e planlarının dışında tutulm aya devam edilm esi
önüm üzdeki dönem in Avrupa coğrafyasının sınırları ile ilgili deği­
şik projeksiyonları gündem e getirmektedir. AB’nin doğuya doğru
genişlem esini sürdürm esi sonucunda AB'nin doğu sınırlarının ku ­
zeyden güneye Rusya, Ukrayna ve Türkiye hattına kadar u zanm a­
sı ihtim ali Türkiye-ABD, Türkiye-Rusya ve Rusya-ABD ilişkilerini
Avrasya dengelerinin önem li unsurları haline dönüştürecektir. Bu
çerçevede AB’nin doğu sınırlarında NATO üyesi olm akla birlikte
AB üyesi olm ayan tek ülkenin Türkiye olacak olm ası Türkiye’yi
ABD-Rusya-AB dengelerinin etkileşim alanına sokacaktır. AB ve
NATO üyelerinden oluşan Batı Blokunun önümüzdeki dönem deki
en ciddi iç çelişkilerinden birisi Türkiye’nin bu özel konum u o la­
caktır. Bu durum da NATO üyesi olm akla birlikte AB üyesi olm a­
yan Türkiye ve ABD’yi ittifakla ilgili politikalarda benzer tavırlar al­
m aya sevkedebilir.
c. NATO ve Tilrkiye-Avrupa İlişkileri
VVashington Zirvesi gerek NATO-Türkiye g e re k se Türkiye-Avru­
pa ilişkileri açısından da son derece önem li bir kavşak oluştur­
m uştur. D aha önce de bir çok kez vurgulamaya çalıştığım ız gibi,
Türkive-N A Tn
I S tra te jik D erin lik

f yeniden yapılanm asında alacağı rol ve bu rolün getireceği sorum ­


luluklar ile ilgilidir; çünkü birçok NATO üyesi ülke, Türkiye’yi hâlâ
bir stratejik ortak olarak değil, ucuz insan gücü icab ettiğinde kul­
lanılabilecek bir destek stratejik kaynak gibi görm ekte ve Türki­
ye’yi Avrupa içinde m üdahil bir konum da tutm aktansa Ortadoğu
operasyonlarında aktif hale gelecek belirsiz bir statüde b ekletm e­
yi uygun görmektedir.
W ashington Zirvesinde Türkiye’nin yerinde çabalarıyla engel­
lenen Avrupa m erkezli son teşebbü s bazı m üttefik ülkelerdeki bu
bakış açısının tipik bir göstergesiydi. Bu teşebbüs, Avrupa Savun­
ma ve Güvenlik Kimliği sürecinde Avrupa-içi ihtilaflarda Türkiye'yi
karar süreci dışında bırakırken uygulamada devreye girecek NATO
m ekanizm aları ile Türkiye’nin başkalarının aldığı stratejik kararla­
rın sorum luluklarına ortak edilm esini öngörüyordu. Böylesi bir
statü Türkiye’yi kararlarda etkili olm ayan ancak kararların getirdi­
ği bütün riskleri üstlenen bir konum a itmekteydi. Bu yönüyle de
tek taraflı bir Gümrük Birliği versiyonu iııtibası vermekteydi.
Türkiye’nin son derece haklı karşı teşebbü sü bu ham leyi şim ­
dilik durdurmuştur. Ancak, m üttefik ülkeler Türkiye'ye yönelik
ikinci sınıf ortak statüsü m antığım yürütmeye devam ederlerse
benzer problem lerle gelecekte de karşılaşılabilir. Bunun engellen­
mesi ve Türkiye’nin Avrupa içinde de m üdahil ülke olabilm esi Tür­
kiye’nin başlıbaşm a bir Doğu Avrupa ve Balkanlar stratejisi geliş­
tirmesine ve bu stratejiye uyumlu bir NATO politikası oluşturm a­
sına bağlıdır. Bu açıdan, Türkiye NATO'nun yeniden yapılanm a­
sında, kendisine, Doğu Avrupa içinde özel bir konum kazandıra­
cak öncelikler alm aya çalışm alıdır.
d. NATO'nun Genişleme Planlan ve Türkiye
NATO'nun yeniden yapılanm asındaki en hassas husus ise Orta
ve Doğu Avrupa’ya yönelik genişlem e planlarıdır. Türkiye bu ge­
nişleme planlarının geleceği konusunda ciddi bir hazırlık yapm ak
ve bu planlarının uygulanm asında merkezî bir konum da bulun­
mak zorundadır. Bu konuda Türkiye'nin ilkeli, kararlı ve tutarlı bir
politika geliştirmesi güvenilirlik açısından büyük bir ön em ta şı­
maktadır. Türkiye’nin geçtiğim iz yıllarda AB ile olan ilişkilerindeki
tıkanmayı NATO genişlem e planlarına yansıtm ası istenilen son u ­
cu vermemiş ve bir güven bu nalım ın ın doğm asına yol açmıştır.
T ü rk iy e ’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P olitika A raçları

Ö nce NATO'nun genişlem esi ile Türkiye'nin AB üyeliği arasın­


da paralellik kurulacağının ve AB üyeliğinin gerçekleşm em esi h a ­
linde NATO'nun genişlem e planlarının bloke edileceğinin deklare
edilm esinden yaklaşık bir sene sonra NATO’nun ABD’nin talep le­
rinin de ötesinde genişlem esi için AB üyesi ülkelerle birlikte hare­
kete geçilm esi bu açıdan ciddi bir çelişki oluşturmuştur. Dış poli­
tikada sürdürülen blöf tavrı o derece sakıncalıdır ki, gereği yapıl­
m ayan im alı tehditler zam anla o tehditi yönelten ülkelerin aleyhi­
ne işlem eye başlar. Böylesi blöfler zam anla bir güç gösterisinden
çıkar ve tam bir zaaf görüntüsü halini alır. Ondan sonra da bir gün
gerçekten güçlü olunan konuda bir karşı tavır geliştirilse bile, ge­
rekli etkinliği sağlamak m üm kün olamaz.
Bu tutarsız ve değişken tavır dışında NATO'nun genişlem e
planlan ile ilgili genel bir strateji geliştirilm em iş olm ası da ilerde
ciddi zaaflar doğurabilecek bir husustur. Türkiye'nin Balkanlar ve
Doğu Avrupa politikası ile NATO içindeki konum u arasında doğ­
rudan bir ilişki kurm aksızın kısa dönem li konjonktürel adım lar
atılm ası doğru değildir.
Genel olarak bakıldığında NATO'nun Doğu Avrupa’ya yayılm a­
sı Türkiye’nin ittifak içindeki ağırlığı konusunda, biri m üsbet diğe­
ri m enfi, iki ayrı yönde etkide bulunabilir. Birinci etki Türkiye'nin
Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile daha yoğun bir tem asa girmesidir
ki, bu durum ilerde Türkiye açısından kullanılm aya m üsait bir dış
politika atm osferi doğurabilir. D aha ön ce Güney Kanatta yalnızlık
hisseden ve bütün hesaplarını Yunanistan’ı ittifak içinde dengele­
meye yönelten Türkiye, bu ülkelerin katılım ı ile renk değiştirecek
olan ittifak içinde ortak tavır geliştirebileceği daha fazla ülke bu la­
bilir. ik inci ve m enfi etki ise, ittifak içindeki coğrafî yakınlığı olan
ülkelerin sayısının artışı Türkiye'nin jeopolitik değerini pazarlam a
gücünün azalm asına yol açar.
Bu iki etkinin optim um bir şekilde dengelenm esi Türkiye’nin
başlıbaşm a bir Doğu Avrupa ve Balkanlar stratejisi geliştirm esine
ve bu stratejiye uyumlu bir NATO politikası oluşturm asına bağlı­
dır. Bu açıdan, Türkiye, sürdürem eyeceği blöfler yapm aktansa,
NATO'nun yeniden yapılanm asında, kendisine, Doğu Avrupa iç in ­
de özel bir konum kazandıracak öncelikler almaya çalışmalıdır.
Bu çerçevede ittifakın M acaristan, Polonya ve Çek C um huri­
yeti gibi devletlerin O rta ve Doğu Avrupa’ya genişlem esi için d a­
S tra te jik D erin lik

h a esnek bir tavır geliştirilirken, Balkanlara doğru yayılması k on u ­


sunda çok daha dikkatli ve teen n i içeren bir politika geliştirm e zo­
runluluğu vardır. NATO içindeki Balkan ülkelerinin sayısının artı-
n lm ası Türkiye’n in Doğu Avrupa üzerindeki hesaplarda sahip
olacağı diplom atik ağırlığım azaltır ve Türkiye'nin yine risk ü stle­
n en bir Güney K anat ülkesi olarak O rtadoğu’da kullanılm ası so ­
nucunu doğurabilir.
Bunun için, NATO’nun genişlem e planlarında Rom anya ve
Slovenya ile birlikte Bulgaristan’ın da ittifaka girm esi için çok is­
tekli bir tavır sergilenm esini anlam ak biraz güç görünüyor. Türki­
ye’nin Balkanlarda bir Sırp-Yunan Bloku oluşm ası karşısında Ro­
m anya ve Bulgaristan'la iyi ilişkiler geliştirm esi zaruridir. Ancak
bu ülkelerin hepsinin birden NATO içinde yer alm ası Türkiye'nin
Balkanlarda NATO üyesi olm ak dolayısıyla sahip olduğu önem li
bazı avantajların kaybolm asına yol açabilir. Ayrıca değişen denge­
ler bu ülkelerin NATO içinde de bir blok şeklinde Türkiye karşıtı
bir tavra yönelm esine de yol açabüir. Bulgaristan’la seksenli yıllar­
da yaşanan gerginlikte Türkiye’nin NATO ittifakı içinde olm anın
getirdiği bazı avantajları kullanm ış olduğu unutulm am alıdır. Ayrı­
ca Bulgaristan ile Rusya arasındaki tarihi yakınlığın NATO için d e­
ki hesaplarda doğurabileceği sakıncalar da unutulm am alıdır.
NATO’nun girdiği bu genişlem e süreci, Türkiye’yi, kendi politi­
kasını yeniden tanım lam a zorunluluğu ile karşı karşıya bırakm ak­
tadır. Genel bir stratejik yenilenm e gerçekleştirilm eksizin NA­
T O ’nun genişlem esi için çok esnek bir tavır takım lm ası ilerde çok
önem li sakıncalar doğurabilir. Yunanistan’ın NATO'nun askerî ka­
nadına kabulünde yapılan hesap ve pazarlık hatasının yol açtığı
zaaflar ve problem ler unutulmam alıdır.
Türkiye NATO ve Avrupa içinde etkinlik kazanm ak istiyorsa,
NATO ile ilgili m isyonunu ve katkısını yeni yapılanm a için d e Or­
tadoğu'ya değil, Doğu Avrupa’ya yönelik olarak yapmalıdır. Türki­
ye’nin, NATO bünyesinde, bir Ortadoğu ülkesi olarak değil de, bir
Doğu Avrupa ve Balkan ülkesi olarak rol alm ası, Türkiye’n in h em
B alkanlara m üdahil olm asını sağlayacak, h em de AB üyesi o lm a­
m aktan d oğabilecek zaafları kısm en de olsa giderecektir. Aksi tak ­
dirde O rtadoğu'da ü stlenilm esi m u h tem el m isyonlar bölgesel
riskleri artıracağı gibi Türkiye'nin iç dengelerini de olum suz y ö n ­
de etkileyecektir.
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P o litik a A ra çla rı

Soğuk Savaş dönem inde NATO’nun en çok risk ve m aliyet ü st­


lenm iş ülkesi olan Türkiye'nin şimdi ittifaka yeni katılan ülkelerle
aynı düzeyde, hatta daha da alt düzeyde, bir konum a razı olm a­
m ası gerekir. Fransa nasıl ittifakın askerî kanadına girişini NA~
TO ’nun Akdeniz'deki kom utasının bir Avrupalıya verilm esine bağ­
lıyor ve genişlem e stratejisini de bu politika ile üişkilendiriyorsa,
Türkiye de NATO'nun Doğu Avrupa'daki kom uta oluşum unda bel­
li Öncelikler kazanm aya ağırlık vermelidir. Bunun için de ittifaka
yeni katılacak ülkelerle ikili tem aslar artırılm alı ve bu ülkelerin de
desteğini alacak bir yol izlenmelidir.
e. NATO ve Türkiye-Rusya İlişkileri
Türkiye'yi II. Dünya Savaşı sonrasında NATO'ya girerek kaderi­
ni Atlantik ekseni ile bütünleştirm eye sevkeden tem el saik Rus­
ya'n ın Boğazlar ve Kars-Ardahan üzerinde oluşturduğu tehd it ve
bu tehdidin Rus yetkililerce açık bir deklarasyon halinde ifade
edilmesiydi. Bugün de Türkiye-Rusya ilişkileri NATO-Türkiye iliş­
kilerinin önem li bir boyutudur.
Soğuk Savaşın galip bloku olan NATO ile Soğuk Savaş sonunda
hem kendi ittifak örgütü olan Varşova Paktı'm , hem de içinde m er­
kezî bir konum a sahip olduğu SSCB'yi kaybeden Rusya arasındaki
ilişkiler Soğuk Savaş sonrası dönem in en ilginç uluslararası ilişki­
ler m eselelerinden birisidir. Rusya'nın bir taraftan NATO üyesi
B atı ülkelerinin ekonom ik yardım ına ihtiyaç hissetm esi, diğer ta­
raftan da hâlâ doğrudan m üdahil olm aya çalıştığı bazı bunalım
alanlarında süper güç refleksi gösterm esi bu ilişkinin kalıcı ve ras­
yonel bir hüviyete bürünm esini engellem ektedir. Rus birliklerin
Kosova Operasyonu sonrasında bir oldu bitti ile Priştine havaala­
nını işgal ederek neredeyse NATO’nun karşı kutbu gibi davranm a­
sı bu çelişkili durum un son çarpıcı m isalini oluşturm uştur.
Bu çelişkili durum un arkaplanm da NATO'nun genişlem e ve et­
ki alanı kurm a hattının Rusya’nın Soğuk Savaş süresince hayat
alanı tanım lam ası içinde gördüğü jeopolitik kuşakların örtüşm esi
vardır. Rusya’nın bir taraftan ABD -eksenli olarak NATO'nun, diğer
taraftan A lm anya-eksenli olarak AB'nin genişlem esinin karşısında
steplerin içlerine doğru itildiğini hissetm esi bu ülkenin süper güç
d önem ini görm üş lider kadrosu için hazm edilebilir bir durum d e­
ğildir. En ifrat tem silcisini firinowski'nin sahsivetinde bulan bu
^ S tra te jik D erinlik

refleksif dış politika tavn NATO ile Rusya arasında zam an zam an
tırm anan gerilimin tem el sailderi arasındadır.
II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye açısından son derece katı
dengeler içinde ortaya çıkan NATO-SSCB denklem i bugün daha
esnek ve m anipüle edilebilir bir nitelikte sürmektedir. NATO’nun
doldurmaya çalıştığı jeopolitik boşluk alanlarının aynı zam anda
tarihî Osman!ı/Türk-Rus/Sovyet/Rus rekabet hatları olm ası seb e­
biyle NATO-Rusya ilişkilerinde doğabilecek bunalım ların Türk-
Rus ilişkilerine yansım a riski hâlâ yüksektir. Türkiye bu tarihî reka­
bette belki de Prut Savaşından bu yana en avantajlı konjonktürler­
den birini yakalam ış durumdadır. Kırım Savaşında daha kısa sü re­
li olarak elde edilen avantajlı konum a benzer bir durum daha ka­
lıcı unsurlar ihtiva edecek şekilde bugün mevcuttur. Bu avantajlı
konjonktürü "Adriyatik'ten Çin Seddi’ne” gibi hissî söylem lerle
Rusya’yı tedirgin edici bir şekilde gündeme getirm ek de, daha
sonra bunun için özür dileyerek eldeki kozları müzakere m asası
dışına itm ek de diplomatik rasyonaiitenin kabul edebileceği bir
durum değildir. Türkiye NATO üyeliğinden kaynaklanan ve Rus­
ya'nın boşalttığı jeopolitik boşluk alanlarına yönelm e im kanı ta n ı­
yan konjonktürü dengeli ve rasyonel bir tarzda değerlendirm ek
zorundadır.
Türk-Rus ilişkilerindeki bu tarihî rekabet boyutu dışında her iki
ülkeyi yakınlaştıran ve ilerde daha da yakın ilişkilere zorlam ası
m uhtem el olan faktör doğuya doğru genişlem eye devam eden
AB’nin her iki ülkeyi de dışlama tem ayülü içine girmesidir. Bu dış­
lanm ışlık ilişkisi Türk-Rus ilişkilerine yeni boyutlar getirebilir. Av­
rasya dengelerini önem li ölçüde etkileyebilecek olan böylesi bir
yakınlaşm a ve her iki ülkenin NATO ve ABD ilişkilerinin çekim ala­
nını da devreye sokabilecek olm ası küresel dengelerin ikili ilişkile­
ri belirlem e gücünü ortaya koymaktadır.

II. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT)

Soğuk Savaş dönem inden Soğuk Savaş sonrası dönem e kendi­


ni dönüştürerek giren, Türkiye'nin kuruluşundan beri üye olduğu
diğer önem li bir uluslararası örgüt de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
^ Teşkilatı (AGİT)'dır. A G İT in sürekliliği (25 yıl) ve kapsam lılığı (54
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış Politik a A ra çla rı

üye, 8 gözlem ci üye) bu örgütün uluslararası ilişkilerin realist ve


idealist boyutlarına cevap verebildiğini gösterm ektedir. Reel güç
yapılanm asına hitap etm eyen ve bu yapılanm alara göre kendini
yenileyem eyen bir örgütün süreklilik kazanabilm esi m üm kün de­
ğildir. Öte yandan, gerek üye yapısı gerekse misyonu açısından
kapsam lılık şartını yerine getirem eyen bir yapının da idealist kri­
terlere dayalı bir çerçeveye oturtulabilm esi çok güçtür.
Bu iki şart aynı zam anda uluslararası örgütlerin iki yarı düzle­
m ini ortaya koymaktadır. Soğuk Savaş süresince bir konferans ola­
rak çalışan ve AGİK olarak anılan, Soğuk Savaş sonrası dönem de
ise bir örgüt yapısına kavuşarak AGİT şeklini alan örgüt, kurulu­
şundan bu yana bu iki şart ve düzlem in gereğini yerine getirme ça ­
bası içinde olmuştur. AGİK’in kuruluş safhasındaki realist boyutu
o dönem in Soğuk Savaş şartlarının izlerini taşımaktadır. Yetmişli
yılların başında ilk defa SSCB tarafından gündem e getirilen, ancak
özellikle ABD ve NATO tarafından reddedilen Avrupa-ölçekli bir
güvenlik ve işbirliği konferansının toplanm ası fikrinin hayata geçi­
rilm esi SSCB ile Avrupa ülkelerinin o dönem deki stratejik konum ­
larının uzlaşm asının bir ürünü olmuştur.
SSC B 'nin böyle bir teklifi gündeme getirm esinin o dönem le il­
gili üç tem el gerekçesi vardı. Birincisi; küresel ölçekli bütün taraf­
ları biraraya getiren Avupa-ölçekli bir konferansın toplanm ası, II.
D ünya Savaşından sonra diğer Avrupalı güçlerce m eşru görülm e­
yen Avrupa'daki bölünm eye ve Doğu Avrupa’daki Sovyet egem en­
liğine m eşruiyet kazandıracaktı. İkincisi; Avrupa-içi çok taraflı bir
diplom asi kulvarının oluşm ası büyük güçler arasında dışlanm ış
b ir durum da olan SSC B’ye m anevra alanı sağlayacak ve ABD’nin
diğer Avrupalı güçler üzerindeki tek taraflı etkinliğini dengeleyen
bir sonuç doğuracaktı. Ü çüncüsü ise, özellikle 1968 Çekoslovakya
olayı ile saldırgan ve işgalci bir görüntü sergileyen SSCB, uluslara­
rası diyaloga ve barışa açık bir ülke im ajı oluşturabilecekti.
Bu realist gerekçelerin benzerleri Avrupa ülkeleri için de geçer-
liydi. 11. Dünya Savaşından büyük bir tahribatla çıkan Avrupa ülke­
leri, savaş sonrasında Avrupa dışında, biri Atlantik’te, diğeri Avras­
ya steplerinde oluşan iki süper gücün sürdürdüğü Soğuk Savaştan
da yorgun düşmüştü. Kendi merkez alanları güvenlik altında bu lu ­
nan süper güçlerin m ücadelelerinin Avrupa üzerinde yoğunlaş-
m a cı haçta Françfl vp A lm an va olm ak üzere Avrupalı güçlerin m a-
I stratejik Derinlik

f nevra alanını daraltan sonuçlar doğuruyordu. Altmışlı yılların so­


nunda De Gaulle liderliğindeki Fransa ile ABD arasında özellikle
m ali alanda yoğunlaşan tartışmalar, Almanya tarafından Brandt
dönem inde başlayan Ostpolitik açılım ları hep bu konjonktürün
ürünleridir. Avrupalı güçlerin A BD 'nin edilgen partnerleri gibi gö­
rülm ekten duydukları rahatsızlık da bu konferansın psikolo­
jik/diplomatik arkaplamnı oluşturan realist unsurlar arasındaydı.
ABD ve NATO’nun böylesi bir oluşum a ilk anda karşı çıkm ası
da realist bir tepld olarak değerlendirilmedir. Avrupalı güçler ile
SSCB arasında oluşacak platform Avrasya kıta sının çok uzağında,
bu kıta üzerindeki diplomatik/stratejik rekabete etkide bulunm ak
zorunda olan ABD için sakıncalı bir durum oluşturmaktaydı. Ayrı­
ca böylesi Avrupa-ölçekli bir yapılanma, Kuzey Atlantik güvenlik
sistem inin merkezinde olan ve Kuzey Amerika ile Avrupa’yı strate­
jik bir kuşakta bütünleştiren NATO’nun m isyonunu daraltan un­
surlar ortaya çıkarabilirdi. NATO ile AGÎK/AGİT arasındaki bu ç e ­
lişki Soğuk Savaş sonrası dönem de de etkisini sürdürmüştür.
AGİK süreci o dönemdeki Türk dış politikasının tem el yöneliş­
leri ile de uyumlu bir gelişme olmuştur. Johnson M ektubunun ge­
tirdiği şoktan sonra tek-eksenli dış politikayı terkederek çok b o ­
yutlu arayışlara yönelen ve bu arayışlar çerçevesinde SSCB ile iliş­
kilerini geliştirmeye başlayan Türkiye için de bu süreç uygun bir
dış politika konjonktürü oluşturuyordu.
ABD’nin direncinin de kırılmasıyla 1975 Helsinki Zirvesi ile h a ­
yata geçen AGÎK'in idealist boyutu ise bloklararası diyalog ve si­
lahsızlanma etrafında dokunmuştur. Aynı dönem de gerçekleştiri­
len SALT görüşmeleri ile Helsinki Zirvesi Soğuk Savaşın terör d en ­
gesinin yumuşatılmasında önem li roller üstlenmiştir. NATO ve
Varşova Paktı üyesi ülkeler dışında Avrupa’nın tarafsız ülkelerini
de kapsayan 34 katılımcı ülke ile dönem in en kapsam lı uluslarara­
sı platformlarından birini oluşturan bu konferansın sonunda im ­
zalanan Helsinki Nihai Senedi daha sonraki birçok uluslararası
hukuk kriterlerine ve uygulamalarına kaynaklık etmiştir.
Bu idealist çerçeve ile realist güç yapılanm asının kesiştiği alan­
da doğan AGİK gerek süreklilik gerekse kapsam lılık açısından S o ­
ğuk Savaş dönemini aşan etkide bu lu nan örgütlerin başınd a gel­
mektedir. AGÎK’in bu özelliği, örgütün Soğuk Savaşı bitiren süreç-
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P o litik a A ra çla rı

te de öne çıkm asını sağlamıştır. Gorbaçov, Prestroika ve Glasnost


uygulamalarını Ortak Avrupa Evi kavramı ile bütünleştirerek su n ­
muştur. Doğu ve Batı Alm anya'nın birleştirilmesi, Almanya-Rusya
ilişkilerinin yeni bir boyut kazanm ası, Doğu Bloku ülkelerinin Av­
rupa sistem ine entegre edilme süreçleri de AGİK iie başlayan Av-
rupa-m erkezli ve Avrupa-ölçekli diplom asi oluşum unun bir uzan­
tısı olarak görülebilir. Soğuk Savaş dönem inin bitişi üe yaşanan
geçiş sürecinde AB’nin de hem derinleşm e hem de genişlem e sü­
reçlerini birarada yaşam aya başlam ası AGİK’in AB nezdindeki
Önemini daha da artırmıştır.
Çift kutuplu yapılanm anın mantığı içinde başlarda AGİK’e te ­
enni ile yaklaşan ABD de bütün Avrasya’yı kuşatan bu örgütü So­
ğuk Savaşın bitişi ile yaşanan geçiş sürecinde işlevsel önem i artan
b ir stratejik araç olarak görmeye başlamıştır. ABD’nin uluslararası
güvenliğin patronajlığını üstlenen tek süper güç niteliği kazanm a­
sı bu ülkeyi Avrasya'nın bunalım alanlarındaki operasyonlar için
uygun diplomatik/stratejik araçlar bulmaya ve geliştirmeye yö­
neltmiştir. Hukukî yaptırım gücü olm am akla birlikte siyasî ağırlığı
olan AGİK ile stratejik anlam da operasyonel gücü olan NATO ara­
sındaki uyum m eselesi bu dönem de ABD'nin Avrasya Ölçekli poli­
tikaları açısından önem li bir dış politika m eselesi olm a niteliğini
sürdürmüştür.
1994 Budapeşte Zirvesi ile birlikte bir forum ve konferans olma
niteliğinden çıkarak sürekli sekreteryaya sahip bir uluslararası ör­
güt olm a niteliği kazanan, dolayısıyla AGİK’ten AGİT’e dönüşen,
Doğu B loku'nun dağılm asından sonra ortaya çıkan yeni devletler­
le birlikte K anada'm n batı ucundaki Vancouver’dan Rusya’nın do­
ğu ucundaki Vladİvostok'a kadar uzanan 55 üyeye ulaşan bu yapı
uluslararası ilişkilerin önem li kurum larm dan birisi halini almıştır.
AGİT, toplantılara gözlem ci işbirliği partneri statüsü ile katılan Ja­
ponya ve Güney Kore ile Pasifik'e; Cezayir, Tunus, Fas, Mısır, İsra­
il ve Ürdün ile de Akdeniz ve Kuzey Afrika’ya kadar uzanmaktadır.
AGİT’in bu önem i, küresel, Avrasya-ölçekli ve bölgesel nitelikli
üç ayrı düzlem de ele alınabilir. Bu üç düzlemin de idealist ve rea­
list unsurlar taşıyan nitelikleri vardır. Küresel düzlemde ele alındı­
ğında, örgüt ısrarla tem el misyon olarak vurgulayageldiği insan
S tratejik D erinlik

idealist hedeflerle, Soğuk Savaş sonrası pragm atik bir söylem ile
gündem e getirilen ancak bir türlü tutarlı bir felsefî ve stratejik ç e r­
çeveye oturtulam ayan Yeni Dünya D üzeni arayışının önem li bir
platform u hüviyetindedir. “Ulusal Azınlıklar Yüksek Kom iserliği”
ve “Dem okratik Kurumlar ve İnsan Haklan Ofisi" gibi araçlarla ve
özellikle bunalım lı ülkelerde yapılan seçim lerde üstlendiği göz­
lem ci statüsü ile üye ülkelerin insan haklan ve Özgürlükler konu­
sundaki tutum larım denetlem ekte ve bu konudaki ihlalleri engel­
lem eye dönük çabalarda bulunmaktadır.
Örgütün küresel düzlemde tanım ladığı m isyonun içinde realist
unsurlar da ihtiva eden bir başka boyutu ise doğrudan örgütün ya­
pısı ile ilgilidir. AGÎT'in Vancouvefdan Vladivostok'a kadar uza­
nan kuzey ülkelerinden oluşm ası örgüte küresel ekonom i-politik
yapılanm ada söz konusu olan Kuzey-Güney ayrım ının kuzey ka­
nadının forumu niteliği vermektedir. Bu da örgüte, özellikle küre­
sel ekonom ik dengesizliklerin giderilm esinde özel bir konum k a­
zandırmaktadır. G-8 ülkelerinin yedisini üye olarak, sekizincisini
(Japonya) de gözlem ci olarak bünyesinde barındırm ası örgütün
küresel ekonom i-politik sorumluluk alanını ortaya koymaktadır.
Öte yandan, BM Güvenlik Konseyi daim î üyelerinden de Çin dışın­
daki dördünün bu örgüt bünyesinde bulunm ası, örgütün küresel
siyasî sorumluluk alanını gösterm esi yanında son derece önem li
bir platform olm a niteliğini de ortaya koymaktadır.
İkinci düzlem örgütün yayıldığı coğrafî alanın bütünü ile ilgili­
dir. Örgüt Kuzey Amerika ve Avrasya'nın kuzey hattını tüm üyle ku­
şatmaktadır. Bu yönüyle de Avrasya, Avro-ati antik (Kuzey A tlan­
tik), Asyamerika bağlantılarının kesişim hattını oluşturmaktadır.
Bu coğrafî alanın küresel ve bölgesel güç dengelerinin önem li ö l­
çüde belirlendiği, bu dengelerde söz konusu olan kaym aların tren ­
dinin ortaya çıktığı ve m uhtem el bunalım odaklarının tebarüz e t­
tiği bir alan olması, silahsızlanm a, çatışm aların önlenm esi ve b u ­
nalım çözücü m ekanizm aların oluşturulm ası gibi hedefleri örgüt
faaliyet alanının m erkezine yerleştirmektedir. Özellikle Soğuk S a ­
vaş sonrası dönem de ortaya çıkan bunalım alanlarının çoğunun
örgütün yayıldığı coğrafî alan içinde ve kenarında yer alm ası bu
misyona daha da önem li bir nitelik katmıştır. Ç atışm aların ö n len ­
m esi ve kriz yönetim i çerçevesinde Karabağ, Bosna, Kosova, H ır­

244
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve D ış Politik a A raçları

vatistan, Tacikistan ve Ç eçenistan gibi bölgelerde üstlenilen so ­


rumluluklar AGİT'i Soğuk Savaş sonrası dönem in m erkezî Önemi
haiz uluslararası örgütlerinden birisi haline getirmiştir.
Ü çüncü düzlem ise örgütün doğuş gerekçesi olan Avrupa gü­
venliği ile ilgilidir. İlke bazında 1975 Helsinki Zirvesinden beri sü ­
ren, Soğuk Savaş sonrası dönem in en ciddi silahsızlanm a faaliyeti
olan AKKA (Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması.) ile ivme
kazanan ve en m üşahhas şeklini 1996 Lizbon Zirvesinde kabul
edilen Avrupa Güvenlik M odeli Bildirgesinde bulan bu düzlem de­
ki sorum luluklar ve faaliyetler sadece kıta-ıçi barış ve dengeler için
değil, dünya barışı için de büyük bir önem taşım aktadır. Bu asırda
yaşanan iki dünya savaşının da Avrupa-içi çelişkilerden kaynak­
landığı düşünülürse Avrupa-içi barışın dünya barışı için bir ön-
şart niteliği taşıdığı söylenebilir. Son iki düzlem örgütün NATO ile
olan ilişkilerinde de gri bir sorum luluk alanının ortaya çıkm asına
yol açm ıştır.
A G ÎT in bu üç düzlemdeki sorum luluk ve faaliyet alanları da
Türkiye için özel önem taşıyan unsurlar ihtiva etm ektedir, AGİT'in
insan haklan, dem okratikleşm e ve tem el özgürlükler gibi küresel
sorum luluk alanları bu konuda sıkıntılı bir geçiş süreci yaşayan
Türkiye’nin iç siyası param etreleri ile uluslararası bağlantıları ara­
sında karşılıklı bir etkileşim alanı oluşturmaktadır. Türkiye'nin bu
konularda kendine güvenen ve kendi iç dinam iklerinden kaynak­
lanan istikrarlı adım lar atm ası durum unda AGİT bünyesindeki ro­
lü pekişerek artacaktır. Böylesi bir durum da Türkiye’n in özellikle
Balkanlar ve Kafkaslardaki ihlaller konusunda kendi stratejik te r­
cihleri ile uyumlu adım lar atm ası da kolaylaşacaktır. Aksi takdirde
Türkiye’nin kendi iç siyasî çelişkilerini, kutuplaştırcı bir gerilime
ve insan hakları ve özgürlük alanlarını daraltıcı bir sürece d önüş­
türm esi durum unda ise, bu konulan tem el üyelik ilkeleri kabul
eden AGİT benzeri örgütlerdeki etkisi azalacağı gibi, bu örgütler­
den gelebilecek tepkilere de m uhatap olabilecektir.
Yine küresel m isyonun bir unsuru olarak, Kuzey-Güney kutup­
laşm asında bir bağlantı ülkesi olan Türkiye bu ekonom i-politik
gerilim le ilgili önem li roller üstlenebilir. Bu konuda Türkiye'ye ö n ­
celik kazandıracak bir diğer husus da, Türkiye’nin G-8 ülkeleri d ı­
şında kalan G -?o niı-oior; — — j -
S tratejik D erinlik

masıdır. Bu durum Türkiye’ye özellikle G -20'nin Güney ülkeleri­


nin AGİT nezdindeki temsilciliği konumunu kazandırabilir. Şu ana
kadar sürdüregeldiği Kuzey ve Batı ülkesi görünümündeld ısrarını
bırakarak güneye dönük projelere de ağırlık vermesi ve Kuzey-Gü­
ney gerilimini azaltıcı rollere soyunması, Türkiye’nin küresel ö n e­
m ini ve etkinliğini artıracaktır.
Avrasya-ölçekli ikinci düzlem ise Türkiye’nin stratejik çıkarları
açısından m erkezî bir önem taşımaktadır. Bu düzlemde AGİT fa­
aliyetlerinden en fazla etkilenebilecek ve bu faaliyetleri en fazla e t­
kileyebilecek ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye’nin yakın ka­
ra, yakın deniz ve yakın kıta havzaları içindeki konum u böylesi bir
etkinliğin jeopolitik tem elini, Balkanlardan Orta Asya’ya kadar
uzanan tarihî bağları da jeokültürel zem inini oluşturmaktadır.
AGİT’in Soğuk Savaş sonrası dönem de bu çerçevede m üdahil o l­
duğu Bosna, Arnavutluk, Kosova, Karabağ, Tacikistan ve Çeçenis-
tan gibi bunalım bölgelerinin Türkiye’nin doğrudan ilgi alanına gi­
ren bölgeler olması, bu örgütün Türkiye’nin uluslararası konum u
ve dış politika yapım ı açısından ne derece büyük bir önem taşıd ı­
ğını m üşahhas bir şekilde ortaya koymaktadır. Türkiye bu konular­
da örgüt içindeki atm osferi sürekli bir şekilde takip etm ek ve ge­
rekli görülen bütün girişimlerde aktif rol oynayacak bir pozisyon
belirlem ek durumundadır. Aksi takdirde ortaya çıkan defacto du­
rum lardan olumsuz bir şekilde etkilen ilmesi kaçınılm az olacaktır.
Benzer bir durum AGİT'iıı Avrupa bünyesinde üstlendiği m is­
yonla da İlgilidir. AKKA'nın birinci derecede ilgilendirdiği ülkele­
rin başında gelen Türkiye, Avrupa-içi her yeni düzenlem enin m u t­
laka içinde olm ak ve bu düzenlem elerin m uhtem el sonuçlarını
gözönüne alan politikalar geliştirm ek zorundadır. Türkiye'nin NA­
TO içindeki konvansiyone! güç ağırlığı, AGİT'in gerek Avrasya ge­
rekse Avrupa ölçekli faaliyetlerinde ülkemizi önem li aktörlerden
birisi haline getirmektedir.
Özetle Türkiye’nin AGİT içindeki etkinliği, Avrupa ile olan iliş­
kileri, Avrasya güç dengeleri içindeki konumu, NATO bünyesinde­
ki sorumlulukları, küresel ekonom i-politik ve diplom atik ağırlığı
açısından büyük bir önem taşımaktadır. İstanbul’daki son AGİT
Zirvesi bütün bu açılardan önem li bir gösterge nlrmiKitnr
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P olitika A ra çla rı

MI. İKÖ: Afroavrasya’mn Jeopolitik ve


Jeokültürel Etkileşim Hattı

İslam Konferansı Örgütü’nün bir stratejik araç olarak değerlen­


dirilm esi için öncelikle bu örgütün kapsadığı stratejik alanın tari­
hî ve coğrafî derinliğini tesbit etm ek gerekmektedir. îslam Konfe­
ransı Ö rgütü'nün ilgi alanı ism inden de açıkça anlaşıldığı gibi
M üslüm an toplum ları bünyesinde barındıran İslam Dünyasıdır.
İKÖ'nün stratejik değerini ortaya koyabilm ek için İslam Dünyası
tabirinin sınırlarını, özelliklerini ve değişim sürecini anlam landır­
ma zarureti vardır.
ı. 20. Yüzyılda İslam Dünyası;
Kavramsal ve Siyasal Değişim
Statik bir jeokültürel tanım lam a gibi kullanılan İslam Dünyası
kavram* aslında son derece dinamik bir anlam değişimi sürecini
yaşam ıştır.2 İslam Dünyası bu asrın başında büyük güçlerin stra­
tejik paylaşım planlarının odağında bulunan Osmaniı Devleti ile
bu güçlerin paylaşım ını tam am ladığı sömürge topraklarından
oluşmaktaydı. Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı ile Osm aniı
D evleti'nin Doğu Trakya dışındaki bütün Avrupa topraklarından
çekilm esiyle birlikte İslam Dünyası kavramı Avrupa boyutunu
kaybederek tam am ıyla bîr Afro-Asya olgusu olarak görülmeye
başlanm ıştır. Bolşevik D evnm inin Karadeniz’in kuzeyi, Kafkaslar
ve Orta Asya’da yürüttüğü acım asız kimliksizi eştirm e ve asim ilas­
yon politikası ile bu olgu birleşince Altınordu ve Osm aniı Devle-
ti’n ce sürdürülen İslam m edeniyetinin Avrasya cephesi tam anla­
mıyla çökm üş oldu.
Söm ürgeci devletler iki dünya savaşı arasında İslam Dünyası'nı
Afro-Asya nitelikli bir söm ürge coğrafyası olarak idrak etmişlerdir.
Bu dönem de Türkiye, İran ve Afganistan dışındaki bütün M üslü­
m an toplum ların şu ya da bu sömürge idaresi altında yaşıyor o l­
m ası coğrafî olarak Afro-Asya olgusu olarak görülen İslam Dünya-

»aa

2 Bu değişim in tahlili için bkz. Ahmet Davutoğlu, "Revvriting C on tem p orary Müslim
Politics: A R etrospective Periodization for 2 0 ^ Centuıy", Border Crossings:
Taıvards a Comparative Political Theory, (ed.) Fred Dalimayr, N.Y.: Lcxingtcm,
jj S tra te jik D erinlik

sı’nın ekonom ik gerilik, siyasî bağımlılık ve kültürel bunalım ile


Özdeşleşmesini beraberinde getirmiştir. Toynbee’nin İslam m ed e­
niyetini Batı m edeniyeti karşısında can çekişen m edeniyetler ka­
tegorisine koyduğu dönem bu dönem dir.3
İkinci Dünya Savaşım takip eden dönem de yaşanan sömürge
devrimler! İslam Dünyası kavram ının m uhtevasını da önem li öl­
çüde değişime uğratmıştır. Hint altkıtasmdaki diğer topluluklar­
dan İslam kimliği ile ayrılan Pakistan devletinin kurulması sadece
bu dönem için değil, İslam tarihi için de önem li bir dönüşüm nok­
tası olmuştur. İslam kimliğini esas alan bir ulus-devletin ortaya ç ı­
kışı m odern İslam siyasası için yeni bir olgu olm a ötesinde, İslam
kimliğinin söm ürge-karşıtı bir nitelikle tekrar uyanışa geçişinin
işareti olmuştur. Ardarda kurulan bağımsız ulus-devletlerle birlik­
te İslam Dünyası kavramı Asya ve Afrika’da yoğunlaşan söm ürge
topraklarını tanım lam ak için kullanılan bir kavram olm a niteliğini
kaybederek M üslüm an toplulukları barındıran ulu s-devletlerin sı­
nırlarının kapsadığı alanlardan oluşan coğrafî ve siyasî bir kavram
olarak kullanılmaya başlamıştır.
A nti-söm ürgeci m ücadele ile kurulan ulus-devletlerin oluşum
süreci İslam Dünyasındaki İslamcılık, m illiyetçilik ve sosyalizm
akımlarının değişik sentezler çerçevesinde batılı güçlerle gerilim
yaşadığı bir dönem i başlatmıştır. Asrın başında Balkanlarda dü­
ğüm lenm iş görünen Doğu m eselesinin II. Dünya Savaşını m ü te­
akiben İsrail'in kurulması ile birlikte Filistin’e taşınm ası ve O rta­
doğu’nun çift kutuplu Soğuk Savaş d önem inin tem el çatışm a a la ­
nı haline dönüşm esi bu gerilimi daha da tırm andırm ıştır. Böylece
İslam Dünyası genelde Afro-Asya merkezli totaliter rejim lerin
dünyası, özelde ise Ortadoğu m eselesinin tarafı olarak görülmeye
başlanm ıştır.
M escid-i Aksa'ya yönelik bir saldırı sonrasında 1969 yılında ku­
rulan İslam Konferansı Örgütü tem elde bu dönem in izlerini taşı­
maktadır. Osmaniı D evleti’nin tasfiyesi ile birlikte İslam Dünya-
sı'm anti-söm ürgeci b ir saikle m obilize etm e m eşruiyeti iddiası ta ­
şıyan merkezî gücün kaybolm asından sonra ilk defa tek bir örgüt
r b a

3 A ınoldJ. Toynbee, A Study o f History, (Nı:w York: New YorkUniversity Press, 1939),
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve D ış P olitik a A ra çla rı

bünyesinde biraraya gelerek ortak bir siyasî tavır geliştirm e çabası


içine giren İslam Dünyası İKÖ bünyesindeki ulus-devletlerin to p ­
lam coğrafî alanı olarak görülm eye başlanm ıştır.
Bu dönem de üye ülkelerin çoğunun batılı güçlerle bir şekilde
gerilimli ilişkiler yaşıyor olm ası sem bolik unsurlarla desteklenen
Örgütün reaktif bir nitelik ile gelişm esine yol açm ıştır. İKÖ'nün F i­
listin m eselesine bağlantılı bir saikle kurulm uş olm ası bu örgütün
Arap D ünyasınca Özel bir önem taşım ası sonucunu doğururken,
Pakistan H indistan ile yürüttüğü m ücadelede, Türkiye Kıbrıs b u ­
nalım ında, Endonezya Doğu Timor, Malezya M indanao m eselele­
rinde ÎKÖ'yü Önemli bir stratejik destek unsuru olarak görmüştür.
İslam Dünyası bünyesindeki gerginlikler, ihtilaflar ve iç savaşlarda
bu nalım -çözücü bir m ekanizm a olarak önem li bir başarı göstere­
m eyen örgüt Özellikle üye ülkelerin dış dünya ile olan m eselelerin­
de ortak bir tavır geliştirilebilen durumlarda etkin olabilmiştir.
İKÖ'nün bu reaktif niteliği zam anla özellikle örgüt bünyesinde
veya Örgütle bağlantılı olarak geliştirilen yan kuruluşlarla başlı b a ­
şına bir yapı olm aya başlam ıştır. Ticarî ve Ekonom ik İşbirliği Da-
îm î Kom itesi (COMCEC), Ekonomik, Sosyal ve Kültürel İşler Ko­
m isyonu (ICECSA), Ankara Ekonomik, Sosyal ve İstatistiksel Araş­
tırm a ve Eğitim Merkezi (SESRTCIC), Dakka Teknik Eğitim ve Araş­
tırm a Merkezi (ICVTTR), Kazablanka Ticaret G eliştirm e Merkezi
(ICDT), Cidde Bilim, Teknoloji ve G elişm e Merkezi (İFSTAD), İs­
lam Kalkınm a Bankası (IDB], İslam Ticaret ve Sanayi Odaları Birli-
ği-Karaçi (ICCICE), İslam Tarih, Kültür ve Sanat Araştırmaları M er­
kezi (IRCICA) gibi kuruluşların devreye girm esi İKÖ ve bağlantılı
yapıların İslam Dünyasındaki yatay iletişim i artırıcı bir rol oyna­
m asını sağlamıştır.
Yine de bu dönem de İslam Dünyası etkin bir m edeniyet ek se­
ni olm a niteliğinden çok uzaktadır ve iki kutuplu uluslararası iliş­
kiler sistem inin edilgen unsuru konum undadır. İKÖ de bu çift ku­
tuplu yapılanm anın etkilerini doğrudan hissetm iş ve çoğu zam an
ortak politikalar geliştirm e konusunda yetersiz kalmıştır. İKÖ ça tı­
sı altında biraraya gelen ülkeler yaptıkları blok tercihlerinin gerek­
tirdiği politikalarla İKÖ bağlantısı arasında stratejik bir uyum kur­
ma m hasınd a rnen zam an basarısız olmuşlardır.
|| S tratejik D erinlik

2. Soğuk Savaş Sonras* Dönem ve


21. Yüzyılda İslam Dünyası
Soğuk Savaş sonrası dönem de İsiam Dünyası jeopolitik ve je o ­
kültürel açıdan kökten bir değişim süreci içine girmiştir. Bu deği­
şim süreci aynı zam anda İslam Dünyasının 21. yüzyıldaki görünü­
m ünün de ilk ipuçlarını vermektedir.
Birinci değişim İslam Dünyası kavramının kapsamı ile ilgilidir.
İslam D ünyasının artık sadece bir Afro-Asya (Afrika-Asya) değil,
aynı zam anda bir Avrasya (Avrupa-Asya) olgusu olduğu gerçeği su
yüzüne çıkmaktadır. Arnavutluk’tan Kazan'a, B osn a’dan Çeçenis-
tan'a, Kırım ’dan Tacikistan'a kadar yayılan geniş bir coğrafyada İs­
lam kimliğini bir Avrasya kimliği haline dönüştüren jeokültürel bir
uyanış yaşanmaktadır. Seksenli yıllarda Avrupa Güvenlik ve İşbir­
liği Anlaşm asına taraf olan tek M üslüm an ülke Türkiye iken bugün
bu sayı dokuza çıkmış bulunm aktadır. Birçok uluslararası m esele­
nin arka planında da bu değişimin sancıları yatmaktadır. Seksenli
yıllarda bolşevizmin ateist nitelikli saldırıları karşısında Afganis­
ta n ’da ve Güney Asya’daki İslam kimliğini korum aya gayret eden
M üslüm anlar bugün Bosna'da, Ç eçen ista n ’da, K azan’da farklı
kimliklere sahip olm anın siyasî sonuçlarına katlanm aya ve yeni si-
yasî-kültürel çerçeveler oluşturm aya çalışmaktadırlar. O sm aniı ve
Altınordu devletlerinin yıkılması ile ortadan kalkan İslam m ed en i­
yetinin Avrasya kimliği ve boyutu son derece dinam ik unsurlarla
tekrar tarih sahnesine çıkmaktadır.
İslam D ünyası’m n Avrasya kimliği ve boyutunun önem kazan­
m ası küresel ve bölgesel dengeler açısından olduğu kadar Türki­
ye'nin uluslararası konum unun jeokültürel derinliği açısından da
son derece büyük bir önem taşımaktadır. İslam kim liğinin ve kül­
türünün Avrasya derinliğinde güç kazanm ası sanıldığının aksine
Türkiye açısından bir tehdit değil, önem li bir stratejik im kan olu ş­
turmaktadır. Bu bölgelerdeki Slav ve Rus etkisini kıracak en ö n em ­
li unsur İslam kimliğinin sağladığı karşı kültürel direniş gücüdür.
Avrasya derinliğindeki Türk unsurların Sovyet asim ilasyonu karşı­
sında kimliklerini m uhafaza edebilm elerinde dinî bilincin önem li
bir rolü olmuştur. Bu bilincin zayıflam ası bölgeyi tekrar Rus kültür
etkisine açık bir hale getirecektir. Öte yandan bu bölgedeki Türk
kökenli M üslüm an unsurların İslam Dünyası içinde etkin bir hale
T ü rk iye’nin S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P o litik a A ra çla rı

gelm esi Türkiye’nin bu dünya içinde de gerek kurum sal gerek si­
yasî etkinliğinin artm ası anlam ına gelecektir.
İslam Dünyası kavramı ile ilgili yaşanan ikinci büyük değişim
M üslüm an toplulukların demografik dağılımı ile ilgilidir. Söm ür­
geci idareler hariç tutulursa, M üslüm anlar tarih boyunca genelde
M üslüm an siyasî otoriteler altında yaşamışlardır. Diğer dinî ve
kültürel topluluklarla ilişkiler de hep D arü’i-İslâm dahilinde o l­
muştur. Genellikle ticarî nitelikli bireysel bulunuşlar dışında İslam
Dünyası ile dış dünya arasındaki ayrım çizgisi hep belirgin h atlar­
la çizilmiş ve genellilde İslam devletlerinin yayılm alarına ve gerile­
m elerine bağlı olarak değişmiştir. 20. Yüzyılın ikinci yarısından
sonra hızlanan ve 21. yüzyıla girerken artık yaygın bir demografik
olgu olarak gözlenen önem li olgulardan birisi de büyük Ölçekli ve
kitlesel nitelikli M üslüm an toplulukların kendi iradeleriyle özellik­
le Avrupa ve ABD'de yaşıyor olmalarıdır. Genelde Kuzey Afrikalıla­
rın özelde Cezayirlilerin Fransa'da; Hint, Pakistan ve Malay köken­
lilerden İngiltere’de; Türklerin başta Almanya olm ak üzere bütün
Avrupa’da; İslam Dünyasının bütün farklı köşelerinden gelen deği­
şik M üslüm an toplulukların ABD'de oluşturdukları topluluklar ge­
çici ve küçük ölçekli kültürel azınlıklar niteliğinden hızla uzaklaş­
m akta ve ikinci ve üçüncü nesillerin devreye girmesiyle kalıcı ve
etkin demografik/kültürel unsurlar haline dönüşmektedir.
İslam dininin başta ABD'de olm ak üzere bir çok Batı ülkesinde
ikinci büyük din olm ası İslam m edeniyetinin evrensel kültürel ve
siyasal alan içindeki rolünü, etkisini ve katkısını artırm a yanında,
bu çağa kadar çok daha hom ojen etnik-dinî-kültürel yapıya sahip
olan Batı ülkeleri için de ciddi bir meydan okum a niteliği taşım ak­
tadır. Bu toplulukların dışlanm ası Batı ülkelerinin sürdüregeldîk-
leri insan haklarına dayalı söylem ile çelişirken, siyasal ve kültürel
sistem in bir parçası haline gelm eleri B atı’nın din ve etnik tem elli
ayrım cı ve ırkçı unsurlarını harekete geçirmektedir.
Bu demografik değişim ile birlikte artık İslam Dünyası çoğun­
luğu M üslüm anlardan oluşan ulus-devlet sınırları ile sınırlı değil­
dir. B aşta ABD, Avrupa ülkeleri ve Rusya olm ak üzere diğer ülkeler­
deki M üslüm an toplulukların durumu ve bu konuda yaşanan ge­
rilim ler her an bütün İslam Dünyasını ilgilendiren bir m esele h a ­
lini alm akta ve bu coğrafyada ciddi dalgalanm alara sebep olm ak­
| S tra te jik D erinlik

tadır. Bu toplulukların bir kader birliği bilincine gelişleri ise İslam


kimliğini ortak bir azınlık bilincinin parçası haline getirmektedir.
Soğuk Savaş öncesi dönem de başlam akla birlikte Soğuk Savaş
sonrası dönem de daha da ivme kazanan diğer Önemli bir değişim
ise İslam m edeniyet havzasının ciddi bir kültürel uyanış süreci içi­
ne girmesidir. Bu durum sadece İslam Dünyası ile de smırlı değil­
dir ve çok daha evrensel bir arayışın izlerini taşımaktadır. Bu asrın
başlarında Toynbee benzeri m edeniyet tarihçileri tarafından dahi
söm ürgecilik rüzgarını arkasına alm ış Batı m edeniyetince tasfiye­
si kaçınılm az gibi görünen kadîm insanlık birikim inin ürünü olan
m edeniyet havzalarının hem en hem en tüm ü kendilerini yenile­
me, kültürel referanslarını tekrar keşfetm e, bu referansların sosyal
ve ahlakî yansım alarım yeniden kurma süreci içine girmişlerdir.
Özellikle Çin, Hint ve İslam m edeniyet havzalarında görülen bu
canlanm a Batı-m erkezli tarih ve kültür idraklerini sarsm aya b aşla­
mış ve alternatif arayışları hızlandırmıştır. Çin ve Hint havzasının
demografik gücü ile İslam m edeniyet havzasının jeopolitik ö n e­
m inin ivme kazandırdığı bu yönelişler insanlık birikim inin gittik­
çe çeşitlenm esinin önünü açan bir tarihî d önem eç oluşturm uştur.
Siyasî, ekonom ik ve kültürel alanda gözlenen bütün bunalım b e ­
lirtilerine rağm en İslam m edeniyet havzasındaki bu arayış da
M üslüm an toplulukların kadîm köklere sahip kendi kültür p ara­
m etrelerini harekete geçirmiştir.
Bu m edeniyet can lan m ası ile birlikte gözlenen dördüncü
önem li değişim ise bu canlanm anın Soğuk Savaşın bitişi ile birlik­
te bir küresel tehdit algılam ası haline dönüşmesidir. Bu süreç için ­
de İslam kavramının bir sıfat olarak terörizm , fundam entalizm ,
bom ba, radikalizm gibi takılarla birlikte anılm ası jeopolitik dışla­
maya yönelik psikolojik bir şartlandırm aya zem in hazırlamıştır.
Körfez Savaşında Saddam -karşıtı koalisyonda da bir çok M üslü­
m an ülke yer alm asına rağm en anti-Saddam kam panya anti-İslam
kam panyaya dönüştürülm üş, IRA’n ın terörist faaliyetleri bir Kato­
lik terörü olarak anılm azken İslam D ünyası’ndaki bireysel şiddet
eylem leri İslâm î terör olarak adlandırılmış, H indistan’ın elindeki
atom bom bası Hindu B om ba diye tanım lanm azken Pakistan’ın
sahip olduğu atom bom bası İslâm î b o m b a (Islamic Bomb ) olarak
isim lendirilm iş, yeryüzüne yayılmış bütün büyük dinlerde gözle-
T ü rk iy e ’n in Stratejik B a ğ la n tıla rı ve Dış Politik a A ra çla rı ]

tıen gelişm eler İslam dinî sözkonusu olduğunda özel bir funda­
m entalizm tanım lam ası ile anılmıştır. M iloseviç Ortodoks, M arcos
Katolik kim liklerinden arındırılmış diktatörler olarak görülürken,
İslam D ünyası’ndaki çoğu Batı ülkelerinin desteği ile ayakta duran
diktatöryal yapıların liderleri ile İslam özdeşleştirilerek gündeme
getirilmiştir.
Bu dışlayıcı yaklaşım ın en çarpıcı teorik tem elleri Fukuya-
m a’nm Tarihin Sonu4 ve H untington'm Medeniyetler Çatışması5
tezleriyle ortaya konmuştur. Fukuyam a İslam iyet'i Tarihin So-
nu'nu getiren Batı değerlerine karşı yegâne alternatif, İslam D ün­
yasını da karşı-kutup olarak görürken, İslam D ünyasınd aki m ede­
niyet canlanm ası gerçeğini stratejik hesaplara araç olamk kulla­
nan Huntington. İslam D ünyası’nm şuurlarının kanla çizildiğini,
İslam m edeniyetinin başta Batı olm ak üzere bütün diğer m ed en i­
yetlerle çatışm a içinde olduğunu öne sürmüştür. Bu tezden hare­
ketle katı bir kategorik ayrımla West-Rest (Batı-Diğerleri) şeklinde
bir kutuplaşm a öngören H untington'm batılı stratejisyenlere diğer
m edeniyetler arasındaki farklılıkların körüklenm esi yolunda tavsi­
yelerde bulunm ası bu tezin ulaşabileceği stratejik riski açık bir şe ­
kilde ortaya koymuştur.
D oksanlı yılların ortalarında gündemi işgal eden bu yaklaşım ın
aksine İslam Dünyası Soğuk Savaş sonrasındaki gelişm elerde cid ­
di bir stratejik m ağduriyet hissine kapılmıştır. Dünya nüfusunun
yaklaşık dörtte birini oluşturm akla birlikte başta BM olm ak üzere
h iç bir etkin uluslararası örgütte yeterince tem sil edilm eyen M üs­
lüm an toplulukların Bosna, Kosova, Filistin, Çeçenistan, Karabağ,
Keşmir, Burm a gibi bunalım bölgelerinde karşı karşıya kaldığı
■■■
4 Hu tezin ilk versiyonu için bkz. Francis 'Fukuyama, “AreVVe at the End of Ilistory”,
Fortune International, 1 9 9 0 /2 : s. 3 3 -3 6 ve kapsam lı bir şekilde ortaya konuşu için
bkz. The End ofHistory and the LasrMan, New York: The Freo Press, 1992. Bu y ak ­
laşım ın felsefî tem ellerin in ve siyasî son u çların ın tenkidi içiıı bkz. A hm et
D avutoğlu, Civilizational Transformatiotı and the Müslim World, Kuala Lum pur:
Qııill, 1994.
5 Bu tez için de bkz. Sanuıel Iluntington, "The Clash of Civ.ilizations", Foreign Affairs.
72 (Sum m er 1993), 2 2 -4 9 ve The Clash o f Cimlizations and the RerncıkingofiVorld
Order, Nevv Yorfc Simon & Schusler, 199fi. Bu tezin tahlil ve kritiği için bkz. Alnnet
Davutoğlu, “The Clash of Interests: An Explanation of theW orkl (Dis)Order, Intel-
lectual Discourse, 1994: 2 /2 , s. 107-131 ve Perceptions: Journal o f International Af-
problem ler İslam Dünyasında ciddi karşı tepkiler oluşturmuştur.
Özellikle Bosna bu anlam da bir şok etkisi yapm ış ve uluslararası
sistem in güç m erkezlerinin M üslüm an topluluklar söz konusu o l­
duğunda çifte standart uyguladığı konusundaki kanaatler İslam
D linyası’ndaki kaygıları artırmıştır.
Soğuk Savaş sonrası dönem de İslam Dünyasına yönelik tehdit
algılam ası ve bunun doğurduğu jeopolitik dışlam a6 çabası aslında
arkaplanm da jeopolitik, jeokültürel ve jeoekon om ik gerekçeler
olan bir tür stratejik pragm atizm in ürünüdür. Bu tehdit algılam a­
sı yönünde görüş beyan edenler de kendi içinde farklı yapılar ve
çelişkiler de barındıran İslam D ünyası'nm bir bütün olarak ne as­
kerî, ne siyasî, ne de ekonom ik bir karşı kutup oluşturm adığının
farkındadır. Bu açık reel durum a rağm en böylesi bir algılamanın
pom palanm ası ve Soğuk Savaş sonrası dönem de çatışm a odakla­
rının İslam Dünyasında yoğunlaşm asının bu n a delil gösterilm esi,
bir anlamda, bu coğrafyada sözkonusu olan uluslararası operas­
yonlara m eşruiyet sağlamaya yönelik çabalardır.
Soğuk Savaş sonrası dönem de bunalım ların ve çatışm a alanla­
rının İslam Dünyasında yoğunlaştığı doğrudur. Ancak bunun n e ­
deni İslam m edeniyetinin ve M üslüm anların bir karşı-kutup oluş­
turm ası değil, bu dünyanın sahip olduğu jeopolitik, jeokültürel ve
jeoekonom ik özelliklerdir. Soğuk Savaş sonrası dönem de Avrasya
boyutu da canlanan İslam Dünyası Afroavrasya anakıtasınm en
stratejik kuşağım oluşturmaktadır. Kuzey-güney doğrultusunda
Kafkasya'dan Doğu Afrika'da Tanzanya'ya, doğu-batı doğrultusun­
da Pasifik'teki Fiji’den Fas’a kadar uzanan bu coğrafya m ihver böl­
geyi ( Heartiand) çevreleyen kenar kuşağı (Rimîand) h em en h e ­
m en tam am ıyla kapsamaktadır. Avrasya boyutunda ortaya çıkan
yeni bağım sız devletlerin İKÖ’ye katılm asıyla birlikte m ihver b ö l­
geden kenar kuşağa inen bütün tem el kara ve deniz geçiş yolları
bu coğrafyaya dahil olmuştur.
sun

fj İslam Dünyasına yönelik gerilim artırıcı çifte standartlar için bkz. Ahm et D avutoğ­
lu,. Civilizational Transformaiion and the Müslim World, s. 101-113 ve bu tahlili
destekleyen ve jeopolitik dışlamayı teorik bir çerçevede d e alan bir çalışm a için
bkz. Richard Faik, "False universalism and the geopolitics of exclusion: the case of
İslam ”, ThirdVVorld Quarterly, 1 9 9 7 /1 8 :1 , s. 7-23. Bu m akalenin Türkçe versiyonu
için bkz. Richard Faik, "Sahte Evrensellik ve Dışlamanın Jeopolitiği: İslam Ö rneği”,
Divân İlmî Araştırmalar, 1 9 9 8 /2, S. 5, s. 99-116.
T ü rk iye’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı w. D ış Politika A ra çla rı

Bu jeopolitik özelliği ticaret yolları açısından jeoekon om ik h a t­


ları da kapsayan bir misalle pekiştirm ek gerekirse, dünyanın en
önem li dokuz deniz geçiş yolundan sekizi (Karadeniz’i Akdeniz’e
bağlayan İstanbul ve Çanakkale boğazları, Akdeniz’i Hint Okyanu­
suna bağlayan Süveyş Kanalı ve Aden Boğazı, Basra Körfezi’ııi Hint
O kyanusuna bağlayan Hürmüz Boğazı, Hint ve Pasifik okyanusla­
rındaki geçişlerin yapıldığı Malakka, Sunda, Lombok ve Mataram
boğazları) h em en hem en tam am ıyla ÎKÖ üyesi ülkelerin sınırları
içinde kalırken, Cebelitarık bir kıyısıyla bu coğrafya içindedir. Da­
ha tali bir konum da bulunan İngiliz Kanalı ve Danim arka g eçişle­
ri dışındaki bütün Afroavrasya geçiş yolları ÎKÖ bünyesinde kal­
maktadır. Öte yandan Ortadoğu ve Orta Asya gibi ilgili bölgelere
ayırdığımız bölüm lerde de incelediğim iz gibi başta petrol ve doğal
gaz olm ak üzere en stratejik ham m adde kaynakları, m inareller ya­
nında her türlü iklim şartlarım barındıran tarım havzaları da bu
coğrafyanın önem ini artırmaktadır.
Yeryüzünün jeokültürel yapısı incelendiğinde de bütün kadîm
m edeniyetlerin doğduğu ılım an kuşakta bulunan bu coğrafya son
derece çeşitli kültür birikim lerinin harm anlandığı kapsam lı bir
m edeniyet havzasını oluşturmaktadır. Önceki satırlarda da vurgu­
ladığımız gibi ciddi bir kültür hesaplaşm ası yaşayan bu havzanın
önem li gerilim lere sahne olm ası da tabiîdir.
D oksanlı yılların ortalarına egem en olan dışlayıcı tavır doksan­
lı yılların sonlarına doğru bir yum uşam a sürecine girmiştir. Mede­
niyetler Çatışması tezinin Batı-dışı dünyada yaptığı olum suz yan­
kılar batılı stratejisyenleri ve liderleri yeni diyalog arayışlarına sev-
ketmiştir. Bunun sem bolik ve kurum sal açılım ları da devreye s o ­
kulmuştur. ABD’nin resmi törenlerine M üslüm an din adam larının
da katılm ası, İngiliz Lordlar Kam arasına M üslüm an, Hindu ve Sih
üyelerin atanm ası. C linton’ın Türkiye ve H indistan örneklerinde
olduğu gibi diğer m edeniyet havzalarına beşiklik ve merkezlik e t­
miş olan ülkelere yaptığı gezilerde bu m edeniyet havzalarının in ­
sanlık birikim ine yaptığı katkıları özellikle vurgulaması bu yeni
yaklaşım ın izleri olarak görülebilir.
Bugün bir çok Batı lideri İslam, Çin ve Hind m edeniyet havza­
ları gibi insanlık nüfusunun ve birikim inin büyük bir kısm ını teş-
' 1 1--------1— c'nr'rlıHı id cıro n u lu s la ra ra s ı bir düzen
Stratejik D erin lik

kurabilm enin müm kün olm ayacağını görmektedir. Ayrıca yukarı­


da zikrettiğimiz Batı ülkelerinin iç demografik yapıları da Batı-dışı
kültürlerin topluluklarını artık Batı ülkelerinin kaçınılm az unsur­
ları haline getirmiş bulunm aktadır.

Bu yeni olgu m edeniyet tarihi ve etkileşim i açısından son dere­


ce dinam ik bir sürecin habercisi niteliğinde çelişkileri beraberinde
getirmektedir. Bu durum özellikle objektif bir coğrafî tanım lam a
olm aktan çok etnik-dini-kültürei bir kimlik tanım lam ası gibi algı­
lanan Avrupa için geçeriidir. Sahip oldukları m ekan idraki dolayı­
sıyla gittikleri coğrafyaya kendi kültürlerini de taşıyan M üslüman
topluluklar ile kendi m ekanlarım merkez ittihaz ederek bu merkez
etrafında bir kültürel kimlik oluşturan Avrupaîılar arasındaki ilişki
her iki taraf için de son derece önem li dönüşüm lere gebedir.
Özellikle söm ürgecilik dönem inde siyasî yayılm anın m ed en i­
yetin merkezi olan Avrupa'nın çevre coğrafyayı kontrol altma alm a
çabası olarak görülm esi Avrupalılığı coğrafî bir terim olm aktan çı­
karmış, bir m edeniyetin kimlik terim i haline dönüştürmüştür.
Kendisini coğrafî bir merkez ile tanım lam aya özen gösteren Avru­
p a lIla r başka kimlikleri de coğrafya ile sınırlam aya kalkmışlardır.
Onlar için İslam bir Doğu ya da Asya-Afrika olgusudur ve öylece de
kalmalıdır. AB-Türkiye ilişkilerinin gerilimli safhalarında çarpıcı
bir şekilde tebarüz eden bu tarihî/psikolojik yaklaşım bugün reel
zem inini kaybetm ek üzeredir. Tarık bin Zİyad'ın ordularının Pire-
nelerde, M erzifonlu Kara M ustafa Paşa’nın ordularının da Viya-
na'da durdurulmasından bu yana Avrupa’nın saf bir Hristiyan
kimlik ile özdeşleşm esi yaşanan son gelişm elerle birlikte artık sür­
dürülmesi güç bir varsayım haline dönüşmüştür. Yeni dönem de
artık çok daha fazla içiçe geçm iş jeokültürel haritalar ortaya çıka­
caktır. Türkiye gibi m edeniyetlerarası etkileşimin yoğun olduğu sı­
nır ve geçiş bölgelerinde bulunan ülkeler bu jeokültürel değişimi
önem li bir stratejik param etre olarak değerlendirm ek zorundadır.

3. Türkiye ve İslam Dünyası


Türkiye ile İslam Dünyası arasındaki ilişkiler bu asır içinde ge­
rek Türkiye’nin gerekse genelde İslam D ünyasının yaşadığı dönü­
şüm ler çerçevesinde ciddi dalgalanmalar göstermiştir. Asrın b a ­
şında İslam D ünyasının m anevî ve politik birliğini tem sil eden hi.
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve D ış Politik a A ra çla rı

lafet kurum unu bünyesinde barındırm ası açısından sadece kendi


sımrlarî içindeki toplulukların değil, bu sınırların ötesindeki Müs-
lüm an toplulukların sorumluluklar]m da ü stlenen Osm aniı D evle­
ti bu açıdan bakıldığında çift yönlü bir stratejik yöneliş baskısı h is­
sediyordu. Osm aniı D evletin in bu konumu, getirdiği im kanlarla
yüklediği sorum luluklar arasında bir uyum kurm a problem ini de
beraberinde getiriyordu.
O sm aniı D evleti’nin son dönem ine dam gasını vuran O sm anlı­
cılık, İslam cılık ve Türkçülük akım larında bu uyum arayışının izle­
ri açık bir şekilde görülmüştür. Bu konum OsmanİL idarecilerini
çok daha geniş ölçekli bir strateji/diplomasi uygulamaya s e v k e t-
mîştir. Bu geniş ölçekli strateji/diplom asi çabası bir taraftan Os­
m a n lI D evleti'nin m a n e v r a ve etk in lik alanlarını genişletirken, di­
ğer taraftan söm ürgeci büyük güçlerle O sm aniı Devleti arasındaki
çelişkileri ve hesaplaşm aları derinleştiriyordu. O sm aniı Devle­
ti’nin İslam D ünyası derinliğindeki uluslararası etkinlik alanı ile
söm ürgeci ülkelerin iç çelişkilerinin aynı anda arttığı dönem lerde
bu konum devlete küresel ölçekli bir güç niteliği kazandırırken, bu
etkinlik ile söm ürgeci güçler arasındaki çelişkilerin aynı anda azal­
m a gösterdiği dönem lerde uluslararası baskıların yoğunlaşm ası
sonucunu doğuruyordu.
I. Dünya Savaşı ile birlikte bu çift yönlü uyum kurma çabasının
sınırlarına gelindi. İslam Dünyası üzerinde yoğun söm ürgeci ege­
m enlik alanlarına sahip olan İngiltere, Fransa ve Rusya'nın aynı
cephed e O sm aniı Devleti ile karşı karşıya gelm esi yeni bir uyum
kurm a teşebbüsünü im kansız kılmıştır. Rusya’da yaşanan devrim
Osm aniı İçin kısa dönem li yeni bir m anevra alanı açarken, Os-
m anlı D evleti’nin İslam. Dünyasına yönelik sınır-ötesi etkinliğin­
den aynı ölçüde rahatsız olan İngiltere ile Fransa’nın savaş son ra­
sı düzen konusundaki ortak teşebbüsleri Osmaniı D evleti’nin h a­
yat alanım gittikçe daraltan sonuçlar doğurmuştur.
Bu tecrü belerin birikim i üzerinde kurulan Cum huriyet’in olu­
şum sürecinde İslam Dünyası ile ilişkiler gerek uluslararası ko­
num , gerekse iç siyaset açısından yeni bir çerçeveye oturtulm aya
çalışılm ıştır. Bu çerçevenin ana önerm eleri şu şekilde özetlenebi­
lir: (i) I. Dünya Savaşından sonraki sınır kayıpları üe Anadolu ölçe-
-• ı i----- 1— ----- rvm-aniı Hpvlpti’nirs aksine daha h o m o ­
Stısılejik D erinlik

je n ve millî bir nitelik arzetmektedir. fii) Asırlarca İslam Dünya-


sı’mn sorum luluğunu üstlenen Türkiye'nin yeni nitelikleri ile İs­
lam D ünyası’m tümüyle tem sil etm e özelliği de, bu tem silden do­
ğan yükümlülükleri yerine getirm e gücü de yoktur, ki bu görüş Hi­
lafetin kaldırılm asının tem el argüm anlarından biri olmuştur, (iii)
Yeni devletin uluslararası alanda tanınabilm esi M isak-ı Millî sınır­
ları içinde gücüyle orantılı makul ve rasyonel bir uluslararası k o ­
num elde etm esi ile m üm kün olabilir, (iv) Bu konum un bir hayat
alanı bulabilm esi için Osm aniı D ev letin in İslam Dünyası derinli­
ğine yönelik sım r-ötesi etkinliğinin büyük güçler nezdinde ortaya
çıkardığı çelişkilerin kıskacından kurtulm ak gerekmektedir.
Bu önerm elerin çerçevesini oluşturduğu uluslararası konum
arayışı ile laik ve ulusal nitelikli bir devlet kurma yönündeki iç si­
yasî dönüşüm çabasının birleşm esi Türkiye ile İslam D ünyası'nm
kader çizgisinin ayrıştığı bir tablo ortaya çıkarmıştır. Osmaniı D ev­
leti ile sem bolik bağları sürekli koruyan ve İstiklal H arbi’ni de Batı
sömürgeciliği karşısındaki son direniş olarak destekleyen sömürge
idaresi altındaki M üslüm an toplum larda ciddi dalgalanm alar
oluşturan bu tablo radikal bir değişim in İzlerini taşım ıştır.
Buna rağmen, Cum huriyet'in ilk dönem inde M üslüm an to p ­
lum iara dönük politikalar yeni bir diplomatik söylem ve uygulama
ile sürdürülmeye çalışılm ıştır. Bu dönem in yegâne bağım sız İslam
ülkeleri olan İran ve Afganistan ile geliştirilen ilişkiler bunun ilginç
örneklerini oluşturmaktadır. 1928 yılında Afganistan kralı Em a-
nullah H an’ın Ankara ziyareti esnasında im zalanan antlaşm anın
birinci m addesinde iki ülke arasında ebedî bir dostluk kurulacağı­
nın vurgulanması ve Türkiye'den Afganistan'a yoğun bir öğret­
m en, doktor ve eğitim ci subay gönderilm esi dikkat çekicidir.
Cum huriyet’in ilk yıllarında yaşanan sınır ihtilaflarından sonra
İran ile geliştirilen ilişkiler de aynı yoğunlukta sürdürülmüştür.
Türkiye'yi ziyaret eden diğer önem li bir devlet başkanım n da İran
şahı Rıza Pehlevi olm ası D oğu’ya dönük politikanın izlerini taşı­
maktadır. 1935 yılında İtalya’nın H abeşistan’a m üdahalesinin o r­
taya çıkardığı konjonktürde Türkiye, İran ve Irak arasında C enev­
re’de akdedilen antlaşm adan sonra bu üçlüye Afganistan’ın da ka­
tılm ası ile 1937’de oluşturulan Sadabad Paktı'nm yine bu d ö n em ­
de gerçekleştirilen Balkan Paktı ile birlikte T ü r k iw ’n în on
T ü rk iye'n in Stratejik B a ğ la n tıla rı v e Dış P olitika A raçları

iki dış inisiyatifinden birisi olması Türkiye'nin bu yeni dönemde


de Doğu derinliğini kaybetm em e politikasının bir devamı olarak
görülebilir. Bu dönem de ilişkilerin sömürge idaresi altındaki M üs­
lüm an topluluklardan çok uluslararası hukuk açısyıdan bağımsız
M üslüm an ülkelerle yürütülmesi ve Sadabad Paktı misalinde ol­
duğu gibi İngiltere denetim indeki Irak'ın İngiltere’nin onayı ile bu
pakta dahil olm ası Türkiye’nin batılı güçleri tedirgin etm eyecek
bir Doğu politikası sürdürmeye çalıştığını göstermektedir.
II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan çift kutuplu yapılan­
m a ile sömürge devrimlerinin aynı süreç içinde gerçekleşm esi
Türkiye'nin İslam Dünyası ile olan ilişkilerindeki pergelin biraz
daha açılm ası sonucunu doğurmuştur. Sovyet tehdidi karşısında
söm ürgeci ülkelerin de içinde bulunduğu Batı Bloku ile stratejik
bir birlikteliğe giren Türkiye ile bağımsızlıkların» bu blok içinde yer
alan İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika gibi ülkeler karşısında ka­
zanan İslam ülkeleri arasında ciddi bir psikolojik/stratejik duvar
örülm eye başlamıştır. Söm ürge-karşıtı ilk ulusal kurtuluş m ücade­
lesini yapan Türkiye’nin özellikle Cezayir ve Süveyş bunalım ında
takındığı tavır o dönem de milliyetçi ve anti-söm ürgeci dalgalan­
m alar ile çalkalanan İslam Dünyası nezdinde ciddi bir prestij kay­
bım beraberinde getirmiştir. Türkiye bu dönem de Batı Bloku için­
de yer alan tek M üslüm an ülke olm anın avantajını yapıcı ve aktif
bir diplom asi ile kullanamadığı gibi, bu konum da bulunm anın fa­
turasını başta BM olm ak üzere uluslararası forumlarda yalnızlaşa­
rak ödem ek zorunda kalmıştır. Aslında bu dönem de Türkiye’nin
aynı anda hem Batı Bloku içinde yer alm ası, hem de doğunun
önem li bir tem silcisi konum unu sürdürebilmesi ciddi bir diplo­
m atik m anevra ve uluslararası etkinlik alanı için kullanılabilirdi.
Kıbrıs konusunda yaşanan blok-içi gerilim ve yalnızlaşm a Tür­
kiye'yi bir taraftan SSCB ile yeni ilişkiler kurmaya, diğer taraftan
bu konuda yegâne uluslararası destek unsur olarak görülen İslam
D ünyası ile olan ilişkilerini yeniden gözden geçirm eye yöneltm iş­
tir. Bu arayışın İKÖ'nün kurulduğu dönem le paralellik arzetm esi
bu ilişkilerin yetm işli yıllarda ivme kazanm asına yol açm ıştır. Bu
politika seksenli yıllarda daha da yaygınlaştırılarak sürdürülm üş­
tür. Ancak, yetm işli yıllarda Kıbrıs bunalım ı ve onun bir sonucu
A »>~ı n n m K o ı - n n o ı ı n ı m r r r ^ lt f p s i altında eenelde Batı-kar-
S tratejik D e rin ü k

şıtı bir yöneliş olarak görülebilecek olan bu politika, seksenli yıl­


larda A fganistan’ın işgali ve İran Devrimi sonrasında ortaya çıkan
konjonktürde başta ABD olmak üzere B atı’nın da desteğini alan
bir şelde dönüşm üştür.
Soğuk Savaş sonrası dönem de Türkiye’nin İslam Dünyası ile
olan ilişkilerde bir çok faktörün tesiri altında farklı çekim alanları­
na yönelmiştir. SSC B'in dağılması ile birlikte Balkanlar, Kafkaslaı*
ve Orta Asya’da yaşanan gelişm eler İslam D ü n y asın d a II. Dünya
Savaşı sonrası dönem i andırır yeni bir söm ürge devrimi dalgası
y aşanm asına yol açm ıştır. Özellikle Bosna'da İslam kimliğine yö­
nelik etnik kıyım politikası bu dünyada ciddi bir tepki ve heyecan
uyandırmıştır. Doksanlı yılların ilk yarısına egem en olan bu at­
mosfer, Türkiye’nin İslam Dünyası nezdindeki önem inin tekrar
gündem e gelm esi sonucunu doğurmuştur. Özellikle B osn a kon u ­
sundaki gelişm eler İslam ülkeleri arasındaki diplom atik ve strate­
jik ilişkilerin yoğunlaşm asına ve Türkiye'nin de bu yoğunluk için ­
de önem li roller üstlenm esine yol açm ıştır. ÎKÖ bünyesinde oluş­
turulan Temas Grubu çerçevesinde İslam ülkeleri arasında yoğun­
laşan diplomatik ve askerî tem aslar Türkiye’yi önem li bir kavşak
ülke konum una getirmiştir. Orta Asya'ya açılm ayı düşünen bir çok
İslam ülkesi de Türkiye'yi bu alana yönelik ekonom ik ve siyasî a çı­
lım ın odak ülkesi olarak görmeye başlam ıştır.
Türkiye ile İslam ülkeleri arasındaki ilişkilerin Cumhuriyet dö­
nem indeki en yoğun ritmini yaşadığı bu atm osfer doksanlı yılların
ikinci yarısından itibaren radikal bir değişiklik yaşamıştır. Bunda
birisi dış, diğeri iç iki önem li faktör önem li bir rol oynamıştır. Dış
faktör Türkiye ile İsrail arasında diplom atik alanda nadir görülen
bir hızla seyreden ilişkilerin mahiyet ve yoğunluğudur. Ortadoğu
barış görüşm elerinin başlam asından sonra bir çok İslam ülkesi İs­
rail ile diplomatik ilişkiye girmiş ve özellikle ekonom ik alandaki
blokaj kaldırarak bu diplom atik ilişkileri rutin tem aslar haline dö­
nüştürmüştür. Ancak aralarında Fas ve Um m an gibi Arap ülkeleri­
nin de bulunduğu bu ülkeler ilişkilerin norm alleşm enin Ötesinde
bir ittifak haline dönüşm em esine ve Filistin başta olm ak üzere
merkezî Arap ülkeleri ile tem asın kaybedilm em esine özel bir özen
göstermişlerdir. Türkiye'nin İsrail ile olan ilişkilerinin çok kısa bir
süre içinde norm alleşm eden taktik işbirliğine, oradan da ppnic
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve D ış Politika Aı a ç la n f

çeldi stratejik ittifak görüntüsüne bürünm esi ve bu hızlı seyrin İs­


rail tarafından özellikle sürekli bir şekilde gündemde tutulm ası İs­
lam ülkelerinin Türkiye'ye bakışım olumsuz yönde etkilemiştir. İs­
rail ile yoğunlaşan ilişkilerin Türkiye ile zaten gergin ilişkiler içinde
bulunan Suriye tarafından da sürekli bir şekilde İKÖ platform una
taşınm ası bu görüntüye daha da kalıcı bir nitelik kazandırmıştır.
İç faktör ise özellikle 28 Şubat Süreci ile daha da tırm anan iç si­
yasî gerilim tablosudur. Bu gerilim içinde Türkiye'nin dışa yansı­
yan görüntülerinde özellikle din ve vicdan hürriyeti konusunda
yaşanan sıkıntıların sürekli yer alm ası Türkiye için ciddi bir dış
imaj problem i doğurmuştur. B o sn ad a İslam kimliği ve kurum lan­
ın korum ak üzere harekete geçen ülkelerin başında gelen Türki­
ye’nin kendi içinde dini sem bolleri yıpratan gerilimli bir tablo ser­
gilem esi ve bu tablonun İsrail ile ilişkilerin yoğunlaştığı bir k on ­
jonktürde seyretm esi çift yönlü bir etki ile Türkiye’nin İslam ülke­
leri nezdindeki itibarını önem li ölçüde zedelemiştir. Türkiye'nin
bu konjonktürde m üracaat ettiği İKÖ G enel Sekreterliği adayhğı
için Türkiye'ye en yakın olagelmiş ülkelerden bile destek sağlana­
m am ış olm asında doksanlı yılların ikinci yarısında yaşanan bu ge­
lişm elerin izlerini görm ek mümkündür.
Türkiye bütün bu tecrü be birikim ini ideolojik saplantıdan
uzaklaşan bir yöntem ile değerlendirerek İslam D ünyası’na y ön e­
lik bakış açısının ana unsurlarını yeniden belirlem ek zorundadır.
Türkiye artık ne Osm aniı D evleti’nin son dönem inde olduğu gibi
îslam D ünyası’mn sorumluluğunu taşım a gibi özel bir konum a
sahiptir, ne de İslam toplum ları ile giriştiği ilişkiler dolayısıyla b ü ­
tün büyük güçlerle hesaplaşm a riski ile karşı karşıyadır. Ortadoğu
ile ilgili bölüm üm üzde daha teferruatlı bir şekilde ele alındığı gibi,
psikolojik reflekslere dayalı tepkiler Türkiye’nin sadece İslam ülke­
leri ile olan ilişkilerini olumsuz yönde etkilem ekle kalm am akta,
aynı zam anda Asya ve Afrika derinliğindeki diplom atik manevra
alaıım ı önem li ölçüde daraltmaktadır.
Çift kutuplu statik bloklaşm a yapısının dağıldığı, küreselleşm e
ile birlikte yatay etkileşim in büyük bir ivme kazandığı Soğuk Savaş
sonrası dönem de ülkelerin diplom atik ağırlıkları sadece güç m er­
kezlerine yakınlıkları ve bu m erkezler nezdindeki önem leri ile öl-
1 S tratejik D erinlik

I
mik alandaki genel uluslararası prestij ile ölçülmektedir. Tehdit al­
gılam alarına dayalı uluslararası etkinlik yerini hızla aktif diplom a­
tik manevra kabiliyetine, kültürel özgüvene dayalı saygınlığa, je o ­
kültürel ve jeoekonom ik etki alanına dayalı uluslararası etkinliğe
terketm ektedir.
Türkiye şu. ana kadar uyguladığı politikalarda ECO ve İKÖ b a ş­
ta olm ak üzere İslam Dünyasındaki uluslararası örgütleri gerçek
bir işbirliği alanı olarak görm ektense diğer uluslararası aktörler ile
olan ilişkilerinde pazarlık gücünü yükselten bir destek unsur ola­
rak değerlendirdiği intibaını vermiştir. Bu nedenledir ki, Türki­
ye’nin İslam Dünyası ile olan ilişkileri Türkiye-AB ve Türkiye-ABD
ilişkilerinin reaktif bir türevi olarak görülmüştür. Bu tavır hem İs ­
lam Dünyası nezdindeki inandırıcılığın kaybolm asına sebep ol­
muş hem de AB ve ABD gibi aktörler üzerinde b ek len en etkiyi
yapm am ıştır.
Türkiye İslam Dünyası ile olan ilişkilerini yukarıda çerçevesini
çizdiğimiz uluslararası konjonktür içinde yeniden değerlendirm ek
zorundadır. Türkiye'nin her vesile ile zikredilegeldiği gibi doğu ile
Batı, Asya ile Avrupa arasında kültürel, siyasî ve ekonom ik bir köp­
rü rolünü oynayabilm esi için her iki taraf nezdinde de özgüvene
dayalı güçlü bir kültürel aidiyet hissi, istikrarlı bir tavır, psikolojik
reflekslerden uzak ağırbaşlı ve rasyonel bir duruş belirlem esi gere­
kir. İslam D ünyasına yönelik m u htem el tehd it senaryolarım
B atı’ya, B atı'm n stratejik argüm anlarım D oğu’ya taşıyan bir gö­
rüntü konjonktürel getiriler sağlasa da, kalıcı ve saygın bir ulusla­
rarası konum elde edilm esini imkansız kılar.
Türkiye'nin tarihî ve coğrafî derinliği, kültürel etkileşim in arttı­
ğı, otantik m edeniyetlerin canlanm a sürecine girdiği bir dönem de
olağanüstü stratejik/kültürel im kanlar sunmaktadır. Önümüzdeki
yüzyıl kendi yerel kültür param etrelerini evrensel değerler haline
dönüştürebilen toplum lara sadece itibar değil, önem li bir stratejik
açılım im kanı da verecektir. Kadîm insanlık birikim inin en ö n em ­
li unsurlarını bünyesinde barındıran, İslam m edeniyet birikim inin
en rafine kültürel m irasına sahip olan, Batılılaşm a sürecinde ciddi
bir m edeniyetlerarası etkileşim alanı oluşturan Türkiye bu konu­
m unu kalıcı bir m edeniyet açılım ına öncülük edecek şekilde kul-
^ lanmalıdır. Aksi takdirde birarada tutulduğunda estetik bir bütün-
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P olitik a A ra çla rı |

1
lük arzedecek unsurlar birbirini yok eden reaktif unsurlar haline
dönüşür. Türkiye’nin Doğu nezdindeki derinliği kültürel/stratejik
alanda büyük bir im kandır ve ÎKÖ ile ilişkiler bu im kanın rasyona-
lize edilm esi doğrultusunda kullanılmalıdır. Merkezi İstan b u l’da
bulunan ve İKÖ kurum lan arasında saygın bir yere sahip olan IR-
CICA’nın bu yönde etkin bir şekilde değerlendirilm esi önem li bir
katkı sağlayacaktır. Türkiye’nin kendi iç çelişkilerini aşarak m ede-
niyetlerarası etkileşim in ve kültürlerarası alışverişin merkezi hali­
ne dönüşm esi uluslararası stratejik köprü rolünün en öncelikli
şartlarından birisidir.
İslam D ünyası’nm jeopolitik derinliği de Türkiye için son dere­
ce önem li stratejik unsurlar taşımaktadır. İslam D ünyası’mn ulus­
lararası bunalım ların yoğunlaştığı alanlardan oluşm asının tem el
sebebi de budur. Türkiye’nin kendisinin de içinde bulunduğu bu
jeopolitik alan içinde siyasî bir etkinliğe sahip olm ası genel ulusla­
rarası stratejik etkinliğin önünü açacaktır. Bu alanı yok farzetm ek
de, bu dünyaya sırtını dönm ek de jeopolitik geçiş alanları üzerin­
de bulunan Türkiye için sürdürülebilir bir tavır olm a niteliğini
kaybetm ektedir.
Öte yandan, Batı ülkelerinde M üslüm an azınlıkların lehine
gözlenen demografik değişimden belki de en fazla etkilenecek ül­
kelerin başında Türkiye gelmektedir. Bu toplulukların Batı ülkele­
rinde artm ası kesin olan kültürel, siyasî ve ekonom ik etkilerinin
değerlendirilm esi bu ülkelerde önem li bir insan unsuru barındı­
ran Türkiye için iyi değerlendirilm esi halinde büyük bir imkan
iken, iyi değerlendirilem em esi durum unda her an karşı etki doğu­
rabilecek potansiyel bir güçtür. Türkiye bu dem ografik değişim
unsurları ile yabancılaşm ayan bir tavır geliştirerek hem kültürel
hem de siyasal alanda ciddi bir tem sil kabiliyeti kazanabilir.
İslam Dünyası ile olan ilişkiler uluslararası ekonom i-politik et­
kinlik açısınd an da büyük bir önem taşım aktadır. Bu dünyada yo­
ğunlaşan doğal kaynaklar, hızla artan pazar kapasitesi, ulaşım ve
ticaret im kanları uluslararası ekonom i-politik güç kaym aları için
önem li bir faktör teşkil etmektedir. ÎKÖ Türkiye'nin Asya ve Afrika
derinliğinde ekonom ik aktivitelere yönelebilm esi için önem li bir
araç konum undadır. Seksenli yılların başlarında İKÖ bünyesinde­
ki ekonom ik ilişkilerin artırılm ası için üstlenilen katalizör rolünün ^
S tratejik D erinlik

yeni bir ivme kazanarak sürdürülmesi Türkiye’nin AB b aşta olm ak


üzere diğer önem li ekonom i-politik güç m erkezleri nezdindeki k o ­
num unu da güçlendirecektir.
Genelde İslam D ünyası’na, özelde İKÖ'ye yönelik stratejik bir
bakış açısının geliştirilebilm esi ve bir tutarlılık içinde devreye so ­
kulabilmesi için her şeyden önce bu konulardaki yerleşik psikolo­
jik varsayımların aşılabilm esi gerekmektedir. İslam D ünyası'nı ge­
ri kalmış bir topluluklar bütünü, İslam kültürünü gerilik gerekçesi
olarak gören bir yaklaşım ile bu topluluklara yönelik rasyonel bir
diplomasi geliştirilebilm esi m üm kün değildir. İkinci önem li şart,
başta İKÖ olm ak üzere ilgili kurum ve kuruluşlar-nezdindeki te m ­
sil şartıdır. Şu ana kadar sürdüregelinen politikanın doğal bir so ­
nucu olarak Türkiye’nin bu tür örgütlerin sekreteryalarm daki katı­
lımı genellikle alt düzeyde kalmıştır. Türkiye'ye ait kontenjanlar
uzun süre açık kalmış, bölgesel nitelikli kontenjanlarda da aday
gösterilm em iştir. M esela ÎKÖ bünyesinde şu ana kadar gerek G e­
nel Sekreter gerekse Genel Sekreter yardım cılıkları düzeyinde
tem sil edilm em iş olunm ası bu konudaki tavrın tipik bir gösterge­
sidir. Bu konudaki psikolojik ve diplomatik hazırlıksızlık Türki­
ye’nin 2000 yılında yaptığı genel sekreterliğe aday gösterm e te şeb ­
büsü ile bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Türkiye Asya ve Afrika'ya yönelik işbirliği ve entegrasyon ça b a ­
larında öncü bir rol oynam ak istiyorsa her şeyden önce bu örgüt­
lerin sekreteryalarmdaki ağırlığını acilen artırm alı ve gerek ortak
işbirliği alanlarının projelendirilm esinde, gerekse bunalım çözücü
m ekanizm aların oluşturulm asında etkili olacak politikalar ve tek ­
lifler geliştirmelidir. Bu konuda atılacak adım ların geciktirilm esi
siyasî söylem ile gerçek dış politika pozisyonu arasındaki uçuru­
m un daha da açılm ası sonucunu doğuracaktır.

4. İKÖ’nün Geleceği ve Reorganizasyonu


Soğuk Savaş sonrası dönem de bütün uluslararası örgütler cid ­
di bir reorganizasyon süreci içine girmişlerdir. Her bir örgüt kendi
hedeflerini, kurum sal yapısını, işleyiş biçim ini yeni konjonktüre
uygun bir hale getirm e çabası içine girmiştir. Böylesi bir yeniden
yapılanm a ihtiyacı belki de en fazla ÎKÖ için geçerli iken, bu konu-
da en yetersiz adım lar bu örgüt bünyesinde atılmıştır. İKÖ’nün
T ü rk iye’n in Sin-Uejik B a ğ la n tıla rı v e Dış P olitik a A ra çla rı

yeni şartlara intibak edecek herhangi bir ciddi değişim öngörm e­


m iş olm ası bu örgütün uluslararası etkinliğini önem li ölçüde za­
afa uğratmıştır.
İKÖ herşeyden önce ciddi bir zihniyet değişimi geçirm ek zo­
rundadır. Soğuk Savaş şartlarında ve Filistin'deki gelişm elerin et­
kisi ile doğan ve yapılanan örgütün o günden bu yana belki de en
belirgin Özelliği olayları geriden takip etm esi ve reaksiyoner n ite­
likli tepkiler gösterm esidir. Üye ülkelerin ortak bir tavırda birleşe­
bildiği Bosna gibi bunalım larda nisb î bir etkide bulunan bu reak­
siyoner tepkiler genelde yetersiz kalmaktadır. Bu açıdan bakıldı­
ğında İKÖ gerek üye ülkeler arasındaki bunalım ların çözüm ünde,
gerek üye ülkelerin dış dünya ile ilgili çıkarlarının korunm asında,
gerekse İslam D ünyası'm n kültürel, ekonom ik ve siyasî etkinliği­
nin artırılm asında istenilen düzeyde bir perform ans gösterem e­
miştir.
İKÖ'nün uluslararası alanda saygın bir yer edinebilm esinin ö n ­
celikli şartı inisiyatif kullanabilen aktif bir yapıya kavuşturulm ası­
dır. Özellikle İslam D ünyasının iç bunalım larının aşılm asını, üye
ülkeler arasındaki çıkar çatışm alarının azaltılm asını sağlayacak
bunalım çözücü m ekanizm aların geliştirilmesi İKÖ’nün saygınlı­
ğını artıracaktır. Gerek îran -lrak Savaşı, gerekse Körfez bunalımı
esnasında işletilem eyen bu m ekanizm alar, örgüte dönük bek len ti­
lerin bir sukut-ı hayale dönüşm esine yol açmıştır.
İKÖ’nün reaksiyoner tavırdan aksiyoner inisiyatiflere yönel­
m esinin diğer önem li bir şartı da kurum yapılanm asının yeni şart­
lara uygun düşecek şekilde yeniden ele alınmasıdır. Bütün bu sü­
recin sağlıklı bir şekilde işlem esi ise örgüt sekreteryasım n bütün
üye ülkeleri kuşatacak şekilde ve örgütün tem el hedeflerini ger­
çekleştirebilecek bir profesyonellik tem elinde kurulabilm esi ile
müm kündür. Sürekli takip ve koordinasyon görevi üstlenecek Ör*
güt sekreteryasım n yapılanm ası üye ülkelerin bu örgüte yükledik­
leri m isyonu ve verdikleri önem i de yansıtan bir göstergedir.
Özellikle Ü çüncü Dünya ve İslam Dünyası ile ilgili uluslararası
örgütlerde sözkonusu olan bu genel zaaf ECO bünyesinde de söz
konusudur. M esela İslam Konferansı Örgütü’nün istenilen düzey­
de etkin olam am asının tem el sebebi örgütün sürekli bir işlev üst­
len en sekreteryasım n objektif ve rasyonel bir şekilde değil, ülkele-
J S tratejik D erinlik

rın iç pazarlıklarının oluşturduğu sübjektif bir alanda oluşturul­


m uş olmasıdır. Dolayısıyla da ağırlığı olan üye ülkelerin dış politi­
ka yapılanm asındaki tedirginlik ve kaygıları örgüt sekreteryasm a
doğrudan yansımaktadır. Bu da örgütün üye ülkeler arasındaki
bunalım ları aşm ada yeterince etkin olam am ası yanında diğer
uluslararası aktörlerle doğrudan taraf olacak şekilde devreye gire­
m em esi sonucunu doğurmaktadır. İKÖ’nün Körfez bunalım ında
arabulucu olarak devreye girem em esi ve Bosna bunalım ında ye­
terli ağırlığı koyam am ası bir yandan örgüt sekreteryasım n bu ko­
nularda etkili olabilecek bir iç yapıya, diğer yandan da yeterli siya­
sî irade desteğine sahip olam am asından kaynaklanmaktadır.
Örgütün kurumsal yapılanm ası ile ilgili zaafı gösteren en çar­
pıcı m isallerden birisi genel sekreterliğin seçim inde uygulanan
kriterlerdir. Üye ülkelerin Asya, Afrika ve Arap ülkelerinden oluşan
üç kategoride değerlendirilm esi ve bu kategorileri tem silen her
dönem bir genel sekreter atanm ası örgütün doğuş şartlan gözö-
nüne alındığında doğru görünse bile, bugünkü İslam Dünyası
gerçekliğine uygun düşmemektedir. Herşeyden önce Asya, Afrika
ve Arap ülkeleri kategorileştirm esi kendi içinde tutarlı değildir.
İKÖ'nün Filistin m eselesinin tırm andığı günlerde genelde Arap
ülkelerinin etkisi altında kurulmuş olm asının izlerini taşıyan bu
kategorilerden ikisi kıtayı, biri etnik bir tanım lam ayı esas alm ak­
tadır. Öte yandan böylesi bir tasnif tem sil adaleti açısından da çok
uygun değildir. SSC B 'nin dağılm asından sonra bağım sızlığım ka­
zanan cum huriyetlerle birlikte İslam D ünyası'm n nüfus açısından
yaklaşık üçte ikisini barındıran Asya ülkelerinin üçte birlik bir ro­
tasyona tâb i tutulm ası da ciddi bir çelişki oluşturmaktadır. Bu
tem sil zaafı İKÖ'nün personel yapısında daha da büyük ölçülere
ulaşmaktadır.
İslam D ünyası'm n bugünkü durumu resmedildiğinde ve bu re­
sim çerçevesinde gelecekle ilgili bir projeksiyon söz konusu oldu­
ğunda önem li genel bütün içinde birbirine biraz daha yakın olan
beş jeokültürel/dem ografik alanın ortaya çıkm akta olduğu söyle­
nebilir. H em en hem en her biri 200-250 milyonluk bir kitleyi barın­
dıran bu beş jeokültürel/demografık alan doğu-batı istikam etinde
şu şekilde tasnif edilebilir: (i) M alayca konuşan ve tem elde Endo­
nezya, Malezya ve bölgedeki ada topluluklarından oluşan Indo-
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış Politik a A ra çla rı

Malay bölgesi; (ii) Urduca ve Bengalce konuşan ve ortak bir tarihî


geçm işi paylaşan Pakistan, Bengaldeş ve Hint altkıtasmdan oluşan
Güney Asya topluluğu; (iii) SSC B'nin dağılm asından sonra daha
da belirgin bir nitelik kazanan ve genelde Türkçe konuşan Doğu
Avrupa, Batı ve Orta Asya grubu (tarihî/kültürel etkileşim ve co ğ ­
rafî konum açısından Iran da bu grup içinde m ütalaa edilebilir) ;
(iv) Arapça konuşan Ortadoğu ve Kuzey Afrika grubu; (v) genelde
Havsa ve Svahili dillerim konuşan Sahra-güneyi Afrika grubu.
Bu tasnife altıncı bir grup olarak demografik güçlerinin artışı
dışında uluslararası etkinlik açısından gelecekte son derece ö n em ­
li roller üstlenebilecek olan Batı ülkelerinde vatandaş statüsü ka­
zanan M üslüm an topluluklarla değişik Avrupa, Asya ve Afrika ül­
kelerinde önem li varlıklar oluşturan azınlık M üslüm anları da ek­
lenm elidir. Önüm üzdeki dönem de bu M üslüm an toplulukların
kaderini gözönünde bulundurm ayan bir politikanın başarılı ol­
m ası m üm kün değildir.
Kültürel kalıplara ve kategorik ayrıştırm alara dönüştürülm e-
m esi gereken böylesi bir tasnif İslam D ünyasının örgüt bü nyesin­
de adilane tem sili ve etkinliğin artırılm ası açısınd an büyük kolay­
lıklar getirebilir. Kapsam lı ve yaygın bir tem sil örgütün üye ülke­
ler nezdindeki m eşruiyetini artırm ası yanında, bunalım alanları­
nın doğru bir zam anlam a ile değerlendirilebilm esi ve kısa dö­
nem li acil politikalar geliştirilebilm esi açısınd an da büyük bir k at­
kı sağlayacaktır.
ÎKÖ’nün aşm ası gereken diğer önem li bir zaafı da politika olu ­
şum u ve uygulaması esnasında ortak siyasî iradeyi devreye soka­
b ilecek bir m ekanizm adan yoksun olmasıdır. Karar alm a aşam ası­
nı güçleştiren üye ülkeler arasındaki tavır farklılıkları bu kararların
uygulama safhasında daha da belirgin bir şekilde ortaya çıkm akta
ve örgütü atıl bir konum a m ahkum etmektedir. AB ve BM örnekle­
ri de etüd edilerek ortak karar alm a ve uygulama m ekanizm asını
etkin kılacak yeni araçlar ve kurum sal yapılar oluşturm a zorunlu­
luğu İKÖ’nün yeniden yapılandırılması sürecinin en tem el m ese­
lelerinden birisidir.
Son dönem de genel sekreterlik statüsüne de aday olarak IKÖ
nezdindeki etkinliğini artırm ak iradesi sergileyen Türkiye herşey-
den ö n ce kendisinin tem sil kabiliyetini de artıracak bu tür kap­
—— —

^ Stratejik D erinlik

sam lı bir yeniden yapılanma projesini geliştirm ek ve bu çerçevede


üye ülkeleri de motive edecek stratejik hedefler ve araçlar ortaya
koymak zorundadır. Bu da genelde İslam Dünyasına, özelde de
İKÖ'ye bakışı tümüyle gözden geçirmeyi gerekli kılan bir süreç ile
sözkonusu olabilir.

(V. ECO: Asya Derinliği

Türkiye’nin Asya derinliğine yönelik olarak Soğuk Savaş sonra­


sı dönem de giriştiği ilk teşebbüs Türkiye, İran ve Pakistan’ın üye
olduğu ECO’nun Orta Asya ülkelerini ve Afganistan'ı içine alacak
şekilde genişletilm esidir. CENTO ve RCD duraklarından geçerek
yaklaşık otuz yıllık bir süreç içinde bugünlere ulaşan ECO, yeni
şekliyle gerek jeopolitik gerekse ekonom i-politik kaynakların dağı­
lım ı açısından belki de dünyanın en önem li stratejik kuşağım
oluşturmaktadır. İran devriminden sonra CENTO'nun B atı-eksen-
!i stratejik tercihinden uzaklaşan ECO, özellikle Sovyetler'in dağıl­
m asından sonra Orta Asya ülkelerini de içine alarak Avrasya d en ­
gelerini tüm üyle etkileyebilecek bir görünüm kazanmıştır.
Orta, Batı ve Güney Asya'nın en stratejik kesişim alanlarını b i­
raraya getiren bu genişlem enin ortaya çıkardığı dinam izm ve yeni
ufuklar son sekiz yıl içindeki durağan politikalarla stratejik bir b e ­
lirsizliğe ve anlamsızlığa dönüşm e temayülü gösterm iştir. Ne bu
genişlem enin ortak zem ini ve alt yapısı ile ilgili tem el stratejik te r­
cihler ortaya konabilm iş, ne de ülkeler arasındaki ilişkileri derin­
leştirebilecek m ekanizm alar oluşturulabilmiştir.
Bu yetersizliklerin sebepleri aslında genel İktisadî işbirliği ve
entegrasyon faaliyetlerinin başarı şartlarını da ortaya koym akta­
dır. Bu ekonom ik İşbirliği çabasında genişlem e ile derinleşm e ara­
sında sağlıklı bir koordinasyon kurulam am asm ın tem el sebebi,
üye ülkelerin stratejik tercihleri arasında sağlıklı bir optim izasyo-
nun sağlanam am ış olmasıdır. AB gibi daha köklü ve ekonom ik t e ­
m eli daha güçlü olan işbirliği çabalarında bile derinleşm enin en
önem li faktörü olan bu optim izasyon ECO ülkeleri arasında h e ­
m en h em en hiç gerçekleştirilem em iştir.
Üye ülkelerin kendi ulusal ekonom ik stratejileri arasındaki çe-
^ lişkileri gidererek ortak stratejik çıkarın belirlediği alanın, tekil
T ü rk iy e ’nin Stı .Kejik B ağ lan tıları ve D ış Politika A ra ç ta n

stratejik çıkarları maksimize edeceğine dair olan inanç, ekonom ik


işbirliği örgütlerinin tem el dayanak noktasıdır. Bu da ancak ve an ­
cak tekil ve ortak stratejilerin uyum lulaştırılm ası ile mümkündür.
ECO, Soğuk Savaş sonrası dönem de kazandığı yeni yapı ve kimlik
içinde b u konuda ikna edici adım lan atam am ıştır. Aksine üye ül­
kelerin tekil stratejileri ile ortak çıkarlar arasındaki farklılaşm a git­
tikçe artm ış ve üye ülkeler diğer ekonom ik entegrasyon çabalarına
doğru yönelm e eğilimi içine girmişlerdir.
Bu da ECO ’yu kendi çıkarları için tehlikeli bulan Rusya ve Hin­
distan gibi ülkeleri harekete geçirm iş ve ECO üyesi ülkeler arasın­
daki çelişkilerin işbirliği konusundaki siyasî iradeleri etkileyebile­
cek boyutlara u laşm asın a yol açm ıştır. M esela Türkiye’nin
ECO’nun genişlem e kararı alm asından hem en sonra bir taraftan
da Karadeniz İşbirliği Örgütü çabası içine girerek İran'ı devre dışı
bırakacak şekilde Rusya'ya yakınlaşması, Orta Asya ülkelerinin
BDT bünyesine daha aktif bir şekilde dönm eleri, İran ’ın Rusya ile
olan ikili ilişkilerini özellikle Kafkasya ekseninde geliştirm eye yö­
nelm esi, Pakistan ile Afganistan arasındaki ilişkilerin H indistan’ın
etkin bölgesel politikaları ile bir bunalım dönem ine girmesi, ECO
ülkeleri arasındaki karşılıklı güven ve ortak çıkar ilişkisi anlayışı­
nın sarsıntı geçirm esi sonucunu doğurmuş ve ilişkilerin derinleş­
m esine engel olmuştur.
Büyük ölçekLİ diplom atik tercihler ile daha dar kapsam lı eko­
nom ik çıkar tercihleri arasında ortaya çıkan bu çelişkili durum,
ECO ülkeleri arasındaki kısa dönem li siyasî ihtilafların uzun dö­
nem li ekonom ik işbirliği alanları üzerine ipotek koyması ile n eti­
celenm iştir. BÖylece ekonom ik işbirliği alanlarını genişleterek si­
yasî yakınlaşm a sağlaması gereken ECO, ortak ekonom ik çıkarla­
rın kısa dönem li siyasî ihtilaflara kurban edildiği bir forum haline
dönüşm üştür.
ECO 'nun etkin bir örgüt olarak tekrar devreye girebilm esinin
öncelikli şartı tekil siyasî iradeler ile ortak ekonom ik çıkar arasın­
da rasyonel bir bağ kurulabilmesidir. Sürekli olarak birbirlerini
kollam a ihtiyacı üzerine diplom asi yapm aya çalışan ülkelerin ku­
racağı ekonom ik ilişkiler zam an ve sabır isteyen uzun dönem li bir
süreci gerektirir. AB’nin çekirdeğini oluşturan Almanya ve Fransa
. -.--T? .

S tratejik D erin lik

arasındaki güven ortam ının tekrar kurulm asının uzun ve çetin bir
süreç içinde gerçekleştiği unutulmamalıdır.
Bu çerçevede ECO’nun kurucu üyeleri olan Türkiye, İran ve Pa­
lastan arasındaki ilişkiler örgütün ileriye yönelik başarısı ve Türki­
ye’nin Asya derinliği kazanm asında üstlenebileceği rol açısından
büyük bir önem taşımaktadır. Türkiye-İran ve Türkiye-Pakistan
ilişkileri birbirine tam am ıyla zıt iki sebepten dolayı böylesi derin­
liğine bir işbirliği için gerekli rasyonel bir zem in kazanam am ıştır.
Türkiye-İran ilişkilerinin tarihî birikim inden de kaynaklanan ve
kendi içinde sürekli bir gizli şüphe içeren bir teen n i ve kollam a sü­
recinde seyretm esi, Türkiye-Pakistan ilişkilerinin de aksine son
derece nostaljik bir iyimserliğe dayanm ası her iki ilişki biçim inin
de kalıcı bir işbirliği çabasının asgarî şartı olan rasyonellik ve sü­
reklilik ilkesini zaafa uğratmaktadır. ECO'nun sağlıklı bir şekilde
işlem esini ve Türkiye'nin Asya derinliğine zem in hazırlayan bir
diplom atik araç haline dönüşebilm esini engelleyen bu zaaf ikili
ilişkilerin yeniden yorum lanm asını kaçınılm az kılmaktadır.
Türkiye-İran ilişkileri Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’dan
oluşan asgari üç kanatlı bir çerçeve içinde seyretmektedir. Soğuk
Savaş sonrası dönem in dinamik şartlan her üç bölgede de son d e­
rece karm aşık güç dengelerini beraberinde getirmiş bulunm akta­
dır. Küresel ve bölgesel dengeler arasındaki etkileşim ile daha da
karmaşık bir nitelik kazanan bu güç dengeleri tarihi derinliği haiz
Türk-İran ilişkilerinin konjonktürel nitelikli dalgalanm alar yaşa­
m asına yol açm ıştır. Batı Asya'nın bu iki önem li gücü h er üç b ö l­
gede de karşılıklı bağım lılık ve rekabet sarkacı içinde seyreden iliş­
kileri yeni bir dengeye oturtm akta güçlük çekmektedir. Türki­
ye'nin Soğuk Savaş sonrası dönem de Avrasya ölçekli stratejilerin­
de ABD ağırlıklı bir yönelişe girmesi, buna m ukabil A BD 'nin çifte
kuşatm a politikası ile İran'ı dışlayan bir strateji benim sem iş olm a­
sı Tü rk-lran ilişkilerindeki yeni denge arayışlarını olum suz yönde
etkilemiştir.
Bu durum ECO’nun oluşum seyri ile konjonktürel konum u
arasında da bir tür uyumsuzluk ortaya çıkarm ıştır. Tem elde ABD
öncülüğünde Sovyet tehdidi karşısında güneyde bir ittifak hattı
oluşturm ak üzere kurulan CENTO'nun devamı niteliğindeki ECO
Soğuk Savaş sonrası dönem de ABD’nin stratejik çıkarları ile Türki-
I
T ü rk iy e ’nin S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış Politika A raçları

ye'nin Avrasya derinlikli politika oluşturm a çabaları arasında ç e ­


lişkili bir konum da kalmıştır. Aynı dönem de ECO’nun diğer ö n em ­
li üyesi olan ve bu örgütün m erkezini kendi başkentinde barındı­
ran İran 'ın ABD 'nin kendisini dışlayan politikalar karşısında başta
Rusya, Hindistan ve Çin olm ak üzere Asya ülkeleri ile yoğun te ­
m aslara yönelm esi Türkiye ile İran ’ın küresel ve bölgesel tercih le'
ri arasındaki pergelin açılm ası sonucunu doğurmuştur, ikili ilişki­
lerdeki bu yeni unsurlar ECO’nun Orta Asya ülkelerini de kapsaya­
cak bir etkinliğe kavuşm asını engellemiştir.
Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya ile ilgili bölüm lerde daha de­
taylı bir şekilde üzerinde durduğumuz gibi, Türkiye her şeyden
ön ce İran ’la olan ilişkilerini tekil bir konum dan çıkararak genel
Asya -özellikle de Batı Asya- politikasının çerçevesi içinde yeniden
tanım lam ak zorundadır. İran’ın Türkiye'nin Asya politikasında sa­
hip olduğu ağırlık Türkiye’nin İran’ın Avrupa ve Batı politikasında
sahip olduğu ağırlık ile birbirini tam am layan bir bütünlük arzet-
mektedir. Her iki ülkenin Ortadoğu bölgesinin geneli üzerindeki
ağırlığı da bu bütünlüğü tam am layıcı unsurlar ihtiva etm ektedir.
Bu da Türkiye-İran ilişkilerinde ciddi bir ortak çıkar boyutunun ol­
duğunu göstermektedir.
Bu ortak çıkar alanı gözardı edilerek çatışm a noktalarını ve
ABD benzeri küresel güçlerin konjonktürel stratejik hesaplarım
esas alan bir politika takip etm ek Türkiye'nin bölgesel ağırlığını
zayıflatır. Bir an için Türkiye ile İran ’ın gerek ideolojik gerekse re-
elpolitik açıdan bölgesel gerilim kutuplan olduklarım kabul etsek
bile bu kutuplar arasında sürekli gerilim artırıcı politikalar takip
etm ek ABD’nin dış politika geçm işi ve anlayışı İle de uyumlu de­
ğildir. Soğuk Savaşın en yoğun olduğu dönem lerde karşı kutbu
tem sil eden SSCB ile detant politikasını başlatan ABD, bölgesel
gerginliklerin azaltılm ası am acıyla Türkiye-İran ilişkilerinde bir
detant dönem inin başlam asını rasyonel bir diplom atik gelişm e
olarak görmelidir. Nitekim, İran’da H atem î’nin iktidara gelişinden
sonra ABD'nin İran politikasında da ciddî bir yum uşam a gözlen­
m eye başlam ıştır. Aslında gerçek siyasî güç ve irade, detant dö­
nem lerinin eseri olmaktadır. ABD’nin detant politikası da Alman-
Ho Qnmıir Savaş üprcrinliklerirti azaltm anın da
S tra te jik D erinlik

Ötesinde etki alanını yaymaya dayanan uzun dönem li bir stratejik


hesabın ürünüdür.
Türkiye de yeni bir Doğu ya da Asya stratejisi dönem ini b aşlat­
ma ve İran ile ilişkilerini bu çerçevede yeniden değerlendirm e ih ­
tiyacı ile karşı karşıyadır. Türk-İran ilişkilerinin ortak çıkar alanla­
rını gözeten rasyonel bir zem inde seyretmeye başlam ası şu ana
kadar bir ekonom ik işbirliği örgütünden beklenen verimliliği ve
etkinliği gösterm em iş bulunan ECO'nun da yeniden yapılanm ası­
nı ve üzerinde bulunduğu jeostratejik kuşağın gerektirdiği dina­
m izme kavuşmasını sağlayabilir. ECO’nun bir bütün olarak daha
etkin bir stratejik araç haline dönüşebilm esi önem li ölçüde Türk-
İran ilişkilerindeki psikolojik unsurların yeniden kurulabilm esine
bağlıdır.
Türkiye-Pakistan ilişkileri ise aksi yönde bir psikolojinin gölge­
si altında kalmıştır. Dış politikada bazen ileri düzeydeki iyi ilişkiler
ülkeler arasındaki ilişkilere hakim olan verimsizliği örten bir etki­
de bulunur. Siyasî ilişkiler o derece iyi seyretm ektedir ki, bu ülke­
ler arasındaki dış politika ilişkisi dikensi?, gül b ah çesi olarak görü­
nür ve ilişkilerin olduğu gibi sürm esine yol açan statükocu bir ta ­
vır her iki ülkenin dış politika yapım cılarına egem en olur. Karşılık­
lı olarak gönderilen diplom atlar kendi ülkelerindeym işçesine ra­
hat hareket ettikleri için ilişkilerde aksayan yönlere vurguda b u ­
lunmazlar. Bu tür nostaljik dış politika ilişkileri aslında rasyonel ve
atılım cı bir dış politika yapılanm asının önündeki en Önemli engel­
lerden birdir. Dış politika yapım ında nostaljik dostluklar da n o s­
taljik düşm anlıklar gibi gerçek durumu görmeyi engelleyen bir
perde oluşturur.
Türkiye-Pakistan arasındaki ilişkiler bu tür nostaljik dostluk
ilişkisinin m üsbet ve m enfî yanlarım son derece çarpıcı bir şekilde
yansıtmaktadır. Türkiye ile Pakistan arasındaki ilişki sanıldığı gibi
sadece Hint m üslüm anlarınm İstiklal Savaşı'na, Türkiye'nin de Pa­
kistan'ın bağım sızlık m ücadelesine verdiği destek ile başlam ış d e­
ğildir. Aksine bu iki ülkenin kültürel yapılarını belirleyen ve ortak
ünsurlan pekiştiren çok köklü bir tarihî geçm işten bahsetm ek
mümkündür.
Bu iki toplum m edeniyetler tarihinin uzun dönem li seyrinde
birbirine benzeyen bir etkileşim alanının tesiri altında kalmışlar-
...... ’ ” !
dır. Pakistan ve Türkiye’yi benzeştiren tarihî faktör bu iki ülkenin
kültürel ham urunun da İslam m edeniyet havzasına giren iki d ina­
mik göçebe m edeniyet unsurunun köklü bir yerleşik m edeniyet ile
hesaplaşm ış olmasıdır. Gaznelileri Hindistan'da Hint m edeniyeti
ile, Selçukluları Anadolu’da Doğu Rom a m edeniyeti ile İslam m e­
deniyetinin öncüleri olarak karşılaştıran tarihî gerçeklik bugünkü
Pakistan ve Türkiye gerçekliklerinin oluşum tohum landır. D el­
hi’nin 1197'de M üslüm an Gurlular tarafından fethi ile 1176'da II.
Kılıç Arslan'm M yriokephaîon savaşında Bizans im paratoru II.
K om nenos’ü yenerek Anadolu’daki Selçuklu hakim iyetini pekiştir­
m esi bu iki coğrafyanın ortak kader çizgilerinin ürünüdür. Bu biri­
kimler üzerine yükselen O sm aniı ve Babür devletleri İslam m ede­
niyetinin Balkanlar-Anadolu ekseni ile Hindistan eksenlerindeki
zirve noktalandır. Bu İki m edeniyet ekseninin estetik zirveleri olan
olan Selimiye ve Tac M ahal de aynı dönem in eserleridir.
1856 Osm aniı Islahat Ferm am ile 1857 Ayaklanmasından sonra
H indistan’ın doğrudan İngiliz yönetim ine bağlanm ası arasındaki
paralellik de bu iki eksenin Batı m edeniyeti ile hesaplaşm a sü re­
cinde karşı karşıya kaldığı kavşaklardaki ortak çizgileri sergilem ek­
tedir. O sm aniı hilafetinin yıkılm asından sonra ilk defa bir devletin
İslam kimliği vurgulanarak ortaya çıkışının Pakistan'da gerçekleş­
m iş olm ası da uzak coğrafyalardaki benzer kader çizgilerini payla­
şan bu iki toplum arasındaki benzerlik ve tam am layıcılık ilişkisini
ortaya koymaktadır.
Bu tarihî yakınlığı tam bir siyasî dostluğa dönüştüren ilişki bi­
çim i ne yazık ki bugüne kadar bu toplum lar arasındaki geçişkenli-
ği artıran verim li bir seyir takip edem em iştir. Basit bir misal ile
gösterm ek gerekirse 1994 yılı esas alındığında Türkiye’nin Pakis­
ta n ’ın toplam ithalatındaki payı da (0.52%) ihracatındaki payı da
(0.54% ) yüzde 1 seviyesinde bile değildir. 1995 yılında ekonom ik
ilişkide bir canlanm a görülm üşse de toplam ticaret hacm i yine de
250 milyon dolar (244.4 milyon dolar) seviyesinin altındadır.
Bu düşük seviyeye gerekçe olarak iki ülkenin benzer üretim bi­
çim lerine ve ekonom ik yapılara sahip olm ası gösterilm ekte ise de
bu yeterince inandırıcı değildir. Bu tür benzer ekonom ik yapılara
sahip ülkeler ortak projelerle ü çüncü ülkelerde ciddî bir ekonom ik
etki alanı oluşturabilirler. Son olarak gündem e gelen Pamuk Birli-
a i n rn ip ci h u k n m ı r l a ivi h i r ha.slan cnp o lab ilir. Avnca Özellikle E C O
Stratejik D erinlik

m ekanizm ası daha etkin bir şekilde çalıştırılarak Orta Asya’ya yö­
nelik ortak politikalar ve projeler üretilmelidir. Ama bütün bu pro­
jelerin başarılı olması için her iki tarafı da rehavete sürükleyen
nostaljik iyi ilişki biçim inin daha etkin bir ortaklığa dönüştürül­
mesi gerekmektedir. Böyle bir konjonktürde gerek Orta Asya ü lke­
lerine gerekse Asya’nın ekonom ik ve politik dengelerinde gittikçe
ağırlığı artan Çin’e yönelik ortak bir açılım sergilenmelidir. Türki­
ye-Pakistan ilişkilerindeki tarihî derinlik ve sıcaklık Pakistan’ı T ü r­
kiye açısından kapsamlı ve dinam ik bir Asya stratejisinin güvenilir
kilit ülkesi yapmaktadır.
ECO benzeri ekonom ik işbirliği çabalarının başarısının ikili
ilişkilerle ilgili birinci şartı tam am layan ikinci önem li şartı ise
uzun dönem li stratejik hedefler ile kısa dönem li projeler arasında
derinlem esine bir uyumun gerçekleştirilmesidir. Liderler ve dışiş­
leri bakanlan düzeyindeki toplantılarda vurgulanan genel ve uzun
vadeli hedeflerin, projelerin oluşturduğu bir altyapı ile d esteklen­
m em esi, zam anla örgütün retoriği ile pratiği arasında ciddî bir
boşluk doğm asına yol açar. Bunun tam zıddı olarak sürekli tekn is­
yenler düzeyinde yürütülen ve detay düzeydeki projeler üzerinde
yoğunlaşan tem aslar da siyasî irade ve yönlendirm enin yeterince
vurgulanm am ası dolayısıyla rutin düzeyde kalm aya m ahkum
olur. ECO’nun çalışm alarında görülen önem li aksaklıklardan b iri­
si de, iç organizasyondan çok dışa yönelik m esajlar içeren zirveler
ile detaylarda sürekli uzayan teknik görüşm eler arasında sıkışıp
kalan bir gündem in sınırları dışına çıkılam am ası dır.
Bu ikilemin aşılabilm esi ancak ve ancak siyası irade ile teknik
çabalar arasındaki koordinasyonun sıhhatli bir şekilde yapılm ası
ile m üm kün olabilir. Bu da teknisyen bürokratlar düzeyindeki te ­
m asların siyasî irade içeren zirvelerin öncesind e ve sonrasında ve­
rimli bir şekilde yürütülm esine bağlıdır. Ön hazırlığı üye ülkelerin
ortak çıkar ve hedeflerini gözetecek şekilde yapılm ış olan zirve
toplantılarının ortaya çıkardığı siyasî irade bürokratların zirve
sonrasındaki uygulamaları için önem li bir ivme kazandırır. Bu uy­
gulamaların da belli aralıklarla yine siyasîler tarafından d en etlen ­
m esi uzun dönem li stratejik hedeflerin kadem eli bir şekilde kısa
dönem li projelere dönüştürülebilm esi açısından büyük bir önem
taşımaktadır.
T ü rk iye’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve Dış Politika A raçları

V. KEİ: Stepler ve Karadeniz

Yakın deniz havzası ile ilgili bölüm de de üzerinde durduğumuz


gibi Soğuk Savaş sonrası dönem de Türkiye’nin en köklü değişim
yaşadığı deniz havzası Karadeniz olmuştur. Soğuk Savaş d önem i­
nin çift kutuplu yapılanm asında Türkiye'nin yakın deniz havzası
olm aktan çok bloklararası kutuplaşm anın en keskin şekilde yansı­
dığı bir iç deniz hüviyeti taşıyan Karadeniz, kıyı ülkeler için taşıdı­
ğı potansiyelin çok gerisinde bir önem e sahip olmuştur. Karadeniz
havzası etrafındaki jeopolitik kutuplaşma Avrasya’nın bu en b ü ­
yük iç denizinin jeoekonom ik önem inin yeterince değerlendirile-
m em esi sonucunu doğurmuştur.
Soğuk Savaş dönem inde Türkiye dışındaki bütün Karadeniz ül­
kelerinin Doğu Bioku içinde yer alması, bu denize dönük politika­
ların tam am ıyla daha küresel ölçekli politikalar m uvacehesinde
belirm esine yol açm ıştı. Bu da Türkiye’nin Karadeniz havzasını
m illî stratejik planlam anın bir parçası olarak değerlendirebilm e
şansım önem li ölçüde azaltmıştı.
Soğuk Savaş dönem indeki çift kutuplu yapının Türkiye aleyhi­
ne tam bir kategorik blok ayrımına tâbi tuttuğu bu havzada yeni
dönem de hem bölgesel işbirliği, hem de Türkiye'nin yakın kara ve
deniz havzalarına dönük politikası açısından ciddi bir stratejik
açılım potansiyeli doğmuştur. Bu potansiyeli dinam ik bir stratejik
unsur haline dönüştürm ek üzere devreye sokulan KEİ, bu yönüy­
le önem li bir boşluğu doldurabilecek bir adım olarak görülmüş ve
kısa zam anda önem li bir ilgiye m azhar olmuştur. İlk olarak Aralık
1990’da Ankara’da düzenlenen bir konferansta gündem e gelen
proje, 1 9 9 l ’deki hazırlık safhasından sonra 25 Haziran 1992'de İs­
tan b u l’da yapılan zirvede im zalanan bildirge ile hayata geçirilm iş­
tir. Türkiye, Rusya, Ukrayna, Bulgaristan, Rom anya ve Gürcistan
gibi Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler dışında Karadeniz ile dolaylı ir­
tibatı olan Moldovya, Arnavutluk, Yunanistan, Azerbaycan ve Er­
m enistan 'ın üye olarak katıldıkları işbirliği örgütünde daha sonra
gelen talepler üzerine Tunus, Mısır, Slovakya, Polonya ve İsrail de
gözlem ci statüsü kazanmışlardır.
KEİ kuruluş bildirgesinde örgütün niteliklerini tanım larken
j . c ami l onmdmpc i np n7P>n crn.çfprilmİS
S tratejik D eriniik

ve özellikle bildirgenin V. m addesinde AGİK ilkelerine yapılan atıf


ve VII. maddede AB üyelik süreçlerinin olum suz etkilenm eyeceği­
ne dair teyit edilen vurgu örgütün uluslararası konum unun ta n ım ­
lanm asındaki dış çerçeve unsurları belirlem iştir.
Üye ülkelerin konjonktürel konum larının da verdiği ivme ile
hem en ilgi gören KEİ örgütlenm esini ve organlarım oluşturm a sü­
recini de benzeri yapılanmalarla kıyaslandığında kısa sayılabile­
cek bir sürede tam am lam ıştır. Olağan toplantılarını altı ayda bir
yapm a kararı alm an Dışişleri Bakanlan Toplantısının en yüksek
karar alm a organı olduğu örgüt bünyesinde zam anla İstatistik Ve­
ri ve Ekonom ik Bilgi Değişimi, Ticarî ve Sinaî İşbirliği, Tarım ve Ta­
rım Sanayii, Banka ve Finans, Ulaşım ve İletişim, Çevre K orunm a­
sı, Bilim ve Teknoloji başlıklı kalıcı, çalışm a gruplan oluşturulm uş­
tur. Kuruluş aşam asında sekreterya işlerinin dönem başkam olan
ülke tarafından yürütülmesi kararlaştırılm asına rağm en zam anla
doğan ihtiyaç dolayısıyla m erkezi İstanbul’da olan bir sekreterya
oluşturulmuştur.
Bu oluşumu takip eden süreç içinde Karadeniz Ekonom ik İş­
birliği Parlam enterler Birliği, Karadeniz Ekonom ik İşbirliği Konse­
yi (KEİK), KEİ İstatistik Veri ve Ekonom ik Bilgi Değişimi Eşgüdüm
Merkezi ve KEİ Ticaret ve Kalkınma B a n k a sın ın oluşm ası ile bir­
likte örgüt yaygın ve kapsam lı bir hüviyet kazanm ıştır.
Örgütün kısa zam anda ilgi görm esinin ve bu ilgiye paralel sü­
ratli bir yapılanm aya yönelm esinin bir kısm ı kalıcı faktörlerden
oluşan, bir kısm ı da üye ülkelerin içinde bulunduğu konjonktürel
şartlar içinde çok geçerli siyasî ve ekonom ik gerekçeleri vardı. Te-
m el kalıcı faktör Karadeniz’in Avrasya ekonom i-politiği içinde sa­
hip olageldiği merkezî konumdur. Aslında Soğuk Savaş dönem inin
getirdiği kategorik kutuplaşm a anzî bir parçalanm a dönem ini
tem sil ediyordu. Tarih boyunca Avrasya ölçekli en önem li deniz ve
kara bağlantıları bir şekilde Karadeniz hattından geçm ekteydi. Ka­
radeniz’i çevreleyen bölgeler Avrasya merkezli bu konum un deği­
şik yönlerdeki bağlantılarım sağlayan kilit konum una sahiptiler.
Karadeniz'in Kafkaslarla Hazar’a bağlanan doğu yakası, Asya d e­
rinliğine uzanan hattı; batı kıyıları ve bu kıyılardan Avrupa derin­
liğine uzanan Tuna havzası, Avrasya’nın Avrupa kanadına olan ir­
tibatlarım ; Anadölu yarım adası ve Boğazlar, Akdeniz ve Afroavras-

276 !
T ü rk iy e'n in Stratejik B a ğ la n tıla rı ve D ış P o litik a A ra çla rı

ya bağlantılarını; Dinyeper, Dinyester, Don ve Volga nehirleri ile


işlerlik kazanan kuzey kuşağı da geniş step bağlantılarını barınd ır­
maktaydı. Çift kutuplu yapılanm anın getirdiği kategorik kutuplaş­
ma bu bağlantıların Avrasya Ölçekli bir ekonom i-politik havza
oluşturm asını müm kün kılmıyordu. Çift kutuplu yapının oluştur­
duğu sunî örtü ortadan kalkınca Karadeniz'i çevreleyen bölgelerin
iç bağlantıları tabiî bir şekilde tekrar su yüzüne çıktı. Diğer ö n em ­
li bir kalıcı faktörde bu denizi çevreleyen bölgelerin ve ülkelerin ik­
lim ve coğrafi farklılıklardan doğan potansiyeli bir ekonom ik ta ­
m am layıcılık ilişkisine sahip olmalarıdır.
Konjonktürel siyasî faktörlerin başında Türkiye ve Yunanistan
dışında tümü Doğu Bloku üyesi olan ülkelerin bu blokun dağılm a­
sı ile birlikte ciddi bir siyasî boşluk ve uluslararası konum tan ım ­
lanm ası ihtiyacı içine girmiş olm aları gelmektedir. O dönem de AB
üyelik başvurusu sürekli askıda tutulan Türkiye’nin de alternatif
arayışlar içinde olm ası katalizör rolünü oynam asının önünü a ç ­
mıştır. KEİ'ye üyelik konusunda istekli davranan ülkelerin önem li
bir kısm ının aynı dönem de başka işbirliği ve entegrasyon çalışm a­
ları içine girmiş olm aları bu konjonktürel ihtiyacın çarpıcı bir gös­
tergesidir. Konjonktürel ekonom ik faktörün başında ise yine Tür­
kiye ve Yunanistan dışında hem en hem en hepsi sosyalist ekono­
mik yapılanm a geçm işine sahip olan ve süratle piyasa ekonom isi
şartlarına intibak etm eye çalışan ülkelerin bu bunalım ı aşarken
bölgesel piyasa im kanlarından istifade etm e çab alan gelmektedir.
Bu dönem de eski sosyalist ülkelerin tüm ünün ekonom ik dam la­
ma ve küçülm e yaşıyor olm aları bu tür teşebbüslere olan ilgilerini
artırıcı bir etki yapmıştır.
Böylesi hızlı bir ivme ile kurulan KEİ özellikle doksanlı yılların
ikinci yansınd an itibaren etkinliğini önem li ölçüde kaybetm eye
başlam ıştır. Bu ivme kaybının en tem el sebebi, üye ülkelerin ör­
gütü kalıcı faktörlere dayalı aksiyoner nitelikli bir yapı olarak d e­
ğil, konjonktürel ihtiyaçlara cevap verebilecek reaksiyoner bir ya­
pı olarak görmeleridir. Her ne kadar örgütün kuruluş bildirgesin­
de bu işbirliğinin herhangi bir başka işbirliği teşebbü sü ne alter­
n atif teşkil etm ediğinin vurgulanm ış olm ası dahi üye ülkelerin bu
yapıyı m erkeze alan bir siyasî irade gösterm ediklerini ortaya koy­
maktadır.
8 Stratejik D erinlik

r Ayrıca bu vurguya rağmen üye ülkelerin büyük çoğunluğu bu


yeni yapıyı diğer teşebbüsler için bir alternatif koz olarak görme
temayülü içine girmişlerdir. Diğer işbirliği ve entegrasyon çab ala­
rı ile olan ilişkiler KEİ'nin. derinlem esine gelişm esini yavaşlatan
etkiler yapmıştır. Üye ülkelerin AB ile olan ilişkileri bu açıdan dik­
kat çekici unsurlar ihtiva etmektedir. Zaten üye olan Yunanistan
dışında Bulgaristan ve Rom anya’nın da AB'nin genişlem e planları
içinde yer edinm esi, Türkiye'nin önce Gümrük Birliği anlaşm asını
imzalayarak AB’yi merkeze alan bir dış ekonom ik ilişkiler çerçev e­
sine yerleşmesi, sonra da Helsinki Süreci ile aday statüsü kazan­
ması, Rusya'nın G-8 çerçevesinde AB'nin lokom otif ülkeleri ile ay­
rı bir düzlemde ilişkiye girmesi üye ülkelerin dikkatlerinin değişik
alanlara yönelm esi sonucunu doğurmuştur. Yine benzer bir şekil­
de Türkiye’nin ECO ve KEİ arasında Rusya ve İran İle olan ilişkile­
rinde alternatif alanlara oynuyor gözükmesi, Rusya’nın Slav kö­
kenli esld SSCB ülkeleri ile daha yakın bir ekonom ik ortaklık arayı­
şı içine yönelm esi bu reaksiyoner tavrın değişik yansım aları olarak
görülebilir.
Konjonktürel faktörlerin etkisini yansıtan diğer önem li bir b a ­
şarısızlık nedeni de KEİ'nin AB'de yaşanan tecrübenin aksine kısa
bir süre içinde hem kontrolsüz bir genişlem e hem de çok ihtiraslı
bir derinleşm e tem ayülüne girmiş olmasıdır. KEİ’nin önce Kara­
deniz'e kıyısı olan ülkelerden başlayarak kadem eli bir genişlem e
stratejisi yerine Balkanlar ve Kafkaslardaki çevre ülkelerin de b ü n ­
yeye alınm ası hem ortak bir siyasî irade oluşm a sürecini baltala­
mış; hem de zaten kendi içlerinde bunalım lı bir dönem yaşayan
bu ülkelerin iç çelişkilerini Örgüt yapısına taşımıştır. Bu yapı için ­
de gerilimli ilişkiler içindeki üye ülkeler karşılıklı tem as im kanı
bulm uşsa da bu tem aslar diplom atik zem in yoklama safhasından
işbirliği safhasına geçecek boyuta ulaşmamıştır.
AB tecrübesi ile karşılaştırıldığında h em en göze çarpan ü çü n ­
cü bir başarısızlık nedeni de KEİ bünyesinde AB'deki Alm an-Fran­
sız eksenine benzer bir Türk-Rus ekseninin bir sürükleyici loko­
m otif olarak devreye sokulam am ış olmasıdır. Avrupa’daki Alman-
Fransız rekabetine benzer bir tarihî çelişkiyi Karanediz’i çevrele­
yen hatlar üzerinde yaşayan Türkiye ve Rusya'nın ortak siyasî ira-
^ desi olm aksızın böylesi bir teşebbü sü n ııihaî bir başarıya u laşm a­
T ü rk iy e 'n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P o litik a A ra çla rı

sı zordur. Karadeniz AB'de Alm an-Fransız rekabetini işbirliğine


dönüştüren Ruhr havzası gibi Türk-Rus rekabetinin ortak ekon o­
mik çıkar alanı olarak görülm edikçe KEİ'nin reel bir canlılık ka­
zanm ası m üm kün değildir.
Doğru bir zam anlam a ve yerinde bir inisiyatifle başlatılan KEİ
hâlâ Türkiye’nin önem li stratejik araçlarından biri konumunu sü r­
dürmektedir. Bu önem üç ayrı düzlemde ele alınabilir. Birinci düz­
lem KEİ’nin tem elde bir ekonom ik işbirliği örgütü olarak Türki­
ye’nin uluslararası ekonom i-politik yapılanm a içindeki etkisine
olumlu katkıda bulunm a potansiyelidir. 325 milyonluk bir pazarı
bulunduran bu örgüt sadece iç ekonom ik işbirliği açısından değil,
daha geniş ölçekli uluslararası ekonom i-politik etki açısından da
önem li bir konum a sahiptir. Bu önem in reel bir stratejik etkinliğe
dönüşebilm esi için bu örgütün Türkiye’nin diğer stratejik araçları
ile tutarlı bir çerçeveye oturtulm ası gerekmektedir. Türkiye'nin
AB, ECO ve KEİ ile ilgili stratejik planlam aları birarada ve tutarlı bir
çerçeve içinde ele alınm aksızın Türkiye’nin bu üç örgüt ile olan
ilişkilerini de birbirini destekleyecek bir etkinlikte kullanabilm esi
çok güç olacaktır. G-20 platform unun oluşm ası bu karşılıklı etkile­
şimi daha da artırm ış bulunmaktadır. Türkiye’nin Rusya dışında
G -20 platform unda bulunan tek KEİ üyesi ülke olması Türkiye’nin
doğu-batı, kuzey-güney bağlantılarını kullanabilm e potansiyelini
artırmıştır. Türkiye KEİ'yi bir fanusta gelişen esnek bir platform
olarak değil, uluslararası ekonom i-politik etkinliğini artıracak
önem li bir stratejik destek ayağı olarak görmelidir.
Bu bakış açısını destekleyecek ikinci düzlem ise KEİ üyesi ülke­
lerden oluşan havzanın çok-tarafh (multilateral) ilişkilerinin Tür­
kiye için taşıdığı önemdir. Bu çok-taraflı ilişkilerin gerçek bir çe­
kim alanı oluşturm ası bütün üye ülkelerin ortak etkinliğini artıran
sonuçlar doğuracaktır. Hele hele şu ana kadar genelde olum suz et­
ki yapm akla birlikte bundan sonra daha rasyonel bir zem inde ele
alınm ası m üm kün olan Kafkaslar ve Balkanlarla ilgili bölgesel b u ­
nalım larda KEİ'nin bunalım çözücü bir m ekanizm a olarak kulla­
nılabilm esi, başta bu örgütün kurulm asında inisiyatif gücünü kul­
lanan Türkiye olm ak üzere bütün taraflara önem li bir uluslararası
prestij kazandıracaktır. Böylesi bir etkinlik de KEİ ile AGİK arasın­
da bir oaralellik ve bu iki yapıya yönelik stratejide bir uyum gerek­
S tratejik D erinlik

tirmektedir. Bu çok-taraflı siyasî etkinliğin başarıya ulaşm ası da


ancak ve ancak üye ülkelerin karşılıklı bağım lılıklarının m aksim i­
ze edilebildiği ortak ekonom ik projelerle gerçekleştirilebilir.
Ü çüncü düzlem ise KEİ'ni.n ikili ilişkileri etkileyebilecek Önem­
li bir diplomatik tem as alanı oluşturm ası ile igilidir. Bu ilişkilerin
m erkezinde de, daha Önce de vurguladığımız gibi Türkiye-Rusya
ilişkileri vardır. Ne KEİ'nin başarısı Türkiye-Rusya ilişkilerinin sey­
rinden soyutlanabilir; ne de Türkiye-Rusya ilişkileri KEİ'nin oluş­
turduğu ortak diplom atik alandan bağım sız düşünülebilir. Os-
manlı-Rus, Türkiye-SSCB rekabetlerinin tem el sahnesi konum una
sahip olan Karadeniz belki de ilk defa karşılıklı çıkarların u zlaşm a­
sına zem in teşkil edebilecek bir yapıya sahip olmuştur. Türkiye-
Rusya ilişkilerinin Karadeniz'i m erkez alan başka aktörlerin de b u ­
lunduğu bir arenada seyretmesi olumsuz olduğu kadar olumlu et­
kiler de yapabilecek bir olgudur. Osmanİı-Rus denklem inde Kara­
deniz bu iki toplum arasında n et bir parçalanm aya şahit olm uştu.
G enelde 1774'e kadar Osmaniı ağırlığının hakim olduğu, bu ta rih ­
ten sonra da Rus etkinliğinin sürekli arttığı bu havzada, II. Dünya
Savaşı konjonktüründe her iki taraf da SSCB lehine bir güç dağılı­
m ında radikal bir şekilde karşı karşıya gelmiştir. Şim di bu havza­
nın Ukrayna, Bulgaristan, Romanya ve Gürcistan gibi başka aktör­
lerin de bulunduğu bir yapıya kavuşması ikili ilişkilerle çok-taraflı
ilişkiler arasında bir tür uyum gerekliliğini de beraberind e getir­
miştir. Özellikle Ukrayna’nın bir denge unsuru olarak devreye gir­
mesi bölge dengeleri açısından da, KEİ'nin başarısı açısından da
değerlendirilmesi gereken bir olgudur.
Özetle KEİ önemli bir stratejik araç olarak yeniden değerlendi­
rilmelidir. Bu inisiyatifin başlatıcısı olan Türkiye, şu ana kadar ya­
şanan tecrübelerin ışığında, örgütün reaksiyoner nitelikten sürat­
le sıyrılarak kalıcı aksiyoner bir niteliğe dönüşm esi çabalarım hız­
landırmalıdır. Bu çerçevede kısa dönem li sansasyonel girişim ler­
den çok uzun dönemde etki yapacak ve havza-içi iletişim i artıra­
cak altyapı çalışmalarına yoğunlaşmak, hüküm et-dışı aktörleri de
devrede tutamy'atay etkileşimi artırm ak gerekmektedir.
Yakın deniz havzası bölüm ünde de vurguladığımız gibi AB,
KEİ ve ECO’nun koordineli bir şekilde devreye sokulm ası Türki­
ye'yi Avrasya ölçekli ekonom i-politik iletişim h attın ın m erkez ü l­
T ü rk iy e'n in S tratejik B ağ lan tıları v e D ış Politik a A ra çla rı

kesi haline dönüştürebilir. Bunun için de bir yandan Karadeniz’in


kuzeyindeki ülkelerle ikili ilişkiler geliştirilirken, diğer yandan KEİ
ve ECO m ekanizm aları daha etkin bir tarzda işletilerek Doğu Av-
ru pa-B atı ve Güney Asya bağlantısı güçlendirilmelidir. Yoksa KEİ
ve ECO gibi Türkiye'nin m erkezinde bulunduğu örgütlerin AB’ye
takviye ya da alternatif unsur olarak görülm esi hem bu Örgütlerin
varoluşlarını anlam sızlaştıracak, hem de Türkiye'nin AB ile olan
ilişkilerindeki Asya derinliğinin zaafa uğratılm ası sonucunu do­
ğuracaktır.

VI. D~8 ve Asya-Afrika Bağlantıları

II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan yakın Sovyet tehdidi,


Türkiye'nin dış politikasının Soğuk Savaş dönem inde Batı’ya dö­
nük ve Atlantik-eksenli bir yörüngede seyretm esine yol açan bir
süreç başlattı. Diğer ikili ve bölgesel ilişkiler hep bu tem el eksenle
ilgili olduğu ölçüde geliştirildi. SSCB'den gelen tek yönlü tehdit ta ­
nım lam asının getirdiği bu Soğuk Savaş stratejisi taşıdığı statik n i­
telik dolayısıyla bir çok bölgenin ve alternatif dış politika açılım ı­
nın önünü kesti.
Soğuk Savaş dönem inin sona erm esi Türkiye’nin dış politika­
sında psikolojik hazırlığı dahi oturm am ış olan beklenm edik bir
hareketlilik doğurdu. AB'ye tam üyelik m üracaatı Batı Bloku için­
de yeni bir kapı aralam a çabası olurken, SSC B'nin dağılması ile
birlikte kaçınılm az bir şekilde ağırlığım hissettiren tarihî ve coğra­
fi faktörler Türkiye’nin batı dışında kuzey, doğu ve güney yönleri­
nin de farkına varm ası sonucunu beraberinde getirdi. ECO’nun
Orta Asya istikam etine doğru yayılarak üç üyelik bir Batı Asya iş­
birliği örgütünden Batı ve Orta Asya’yı kucaklayan ve dünyanın en
önem li stratejik kuşaklarından birini oluşturan on üyelik bir yapı­
ya bürünm esi Türkiye'deki anti-doğu önyargısının aşılm asında
önem li bir etki yaptı. D aha sonra oluşturulan Karadeniz İşbirliği
Örgütü de Türkiye’nin daha önce tehdit yönü olarak gördüğü ku­
zey istikam etine açılm asını sağladı. Bu işbirliği çabası ile Doğu Av­
rupa, Balkanlar, Urallar ve Kafkasya’ya uzanm aya çalışan Türk
diplom asisi tek yönlülüğün getirdiği felç halinden kurtulmaya
başladı.
j Stratejik D erinlik

Bu teşebbüslerle birlikte Türk dış politikası NATO, AB, ECO ve


KEİ çerçevesinde Atlantik’ten Urallara, Avrupa'dan O rta Asya’ya
yayılan alanlarda bölgese] politikalar geliştirm eye başladı.
Uluslararası ekonom i-politikte ağırlığı her geçen gün artan Doğu
Asya ve zengin kaynaklara sahip olan Afrika bu açılını teşeb b ü sle­
rinde hâlâ ihm al edilen bölgeler arasındaydı. D -8 teşebbüsü bu
zaafların aşılm ası yönünde anlamlı bir çerçeveye oturmaktaydı.
Her şeyden önce bu teşebbüs içinde yer alan Endonezya ve M alez­
ya’nın Doğu Asya’ya, M ısır ve Nijerya’nın da Afrika'ya yapılacak
bir açılım için önem li üs niteliği taşıyacak ülkeler olm ası Türki­
ye’nin yakın kıta havzası politikalar açısından önem li bir zaafı gi­
derecek unsurlar ihtiva ediyordu. Ayrıca, üye ülkelerin gerek in ­
sanlık nüfusunun beşte birine yakın bir nüfusa sahip olmaları, ge­
rekse Afroavrasya anakıtasm ı doğu-batı istikam etinde kuşatan
son derece önem li bir jeostratejik kuşağı elinde bulunduruyor ol­
m aları bu projenin ortaya çıkardığı potansiyel açısından önem li
bir altyapı oluşturmaktadır.
ECO, KEİ ve D-8 gibi Türkiye'yi Soğuk Savaş süresince alışıla­
gelmiş ufukların dışma taşımaya çalışan projelerin en tem el zaafı
bu politikaların rasyonel bir zem inde değerlendirilm em esi ve kısa
dönem li bunalım ların etkisi altında m otivasyonunu kaybetm esi­
dir. KEİ’nin Rusya ile, ECO'nun da İran ile yaşanan kısa dönem li
gerginliklerden etkilenm esi çok boyutlu bir dış politika açılım ını
engellemiştir. Son olarak da D-8 iç politikadaki çekişm elerin ekse­
nine oturtulmuş, stratejik bir araç olarak daha su yüzüne çıkm a­
dan afıl bir hale getirilmiştir.

VII. Uluslararası Ekonomi-politik ve G-20

Soğuk Savaş sonrası dönem de bir taraftan Soğuk Savaş d ö n e­


m inin uluslararası yapılanm a araçları yeni nitelikler kazanırken;
diğer taraftan yeni uluslararası örgütler ve araçlar devreye sokula­
rak uluslararası sistem in yen fd en gelere oturm ası sağlanm aya ç a ­
lışılm ıştır. Bu çerçevede m esela BM Güvenlik Konseyi göreceli bir
güç kaybına uğrarken, ekonom i-politik bir m isyonla kurulan G-8,
uluslararası sistem de ortaya çıkm ası m uhtem el boşluğu doldura­
cak şekilde yeni görev alanları belirlem eye ve büyük güçler ara-
T ü rk iye’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve D ış P olitika A raçları 1

1
sındaki en üst forum niteliği kazanm aya başlam ıştır. G -8’in Hazi­
ran 1999 Köln Zirvesinde alm an ilke kararından sonra 25 Eylül
1999’da kuruluşu deklare edilen G -20 bu çerçevede özel bir önem
taşım aktadır. Türkiye'nin de davet edildiği G -20 grubunun işlev­
sel rolünün anlaşılabilm esi ve Türkiye'nin bu çerçevedeki konu­
m unun değerlendirilebilm esi için G -8 grubunun Soğuk Savaş
sonrası dönem de geçirm ekte olduğu dönüşüm ün anlaşılm ası ge­
rekmektedir.
Soğuk Savaş sonrası d önem de önem i gittikçe artan ve ulusla­
rarası ilişkiler ağının m erkezine yerleşm eye başlayan G -8’in Önce
G-7 şeklinde doğuşu, aslında II. Dünya Savaşından sonra kurulan
ve Soğuk Savaşın sona erm esine kadar etkisini sürdüren uluslara-
rası m eşruiyet yapılanm ası ile reel güç yapılanm ası arasındaki
farkın giderilm esi çabasının bir sonucudur. II. Dünya Savaşının
suçlu m ağlupları olan Almanya ve Japonya’nın ulaştıkları ekon o­
m i-politik güç, başta ABD olm ak üzere sistem in m eşru m erkez
güçlerini bu ülkeleri de içine alacak ekonom i-politik nitelikli yeni
forum lar ve örgütler kurm aya itmiştir. Bu süreçte, m aliyetleri git­
tikçe artan uluslararası operasyonların finanse edilm esi ihtiyacı
da etkili olmuştur.
Uluslararası ekonom i-politik sistem in işleyişine katkıda bulu­
nan güçlerin zam anla kendi m eşruiyet alanlarını da oluşturm aya
başlam aları G~8fin ekonom i-politik ağırlığını diplom atik ağırlığa
da dönüştürm esine yol açm ıştır. Ekonom i-politik kapasitesi a çı­
sından bu yapıya katılm a im kanı olmayan Rusya’nın diplom atik
ve nükleer gücü dolayısıyla örgüte alınm asıyla bu dönüşüm hem
m eşruiyet hem de ivme kazanmıştır. Böylece gittikçe daha sık ara­
lıklarla toplanm aya başlayan G-8, faaliyet alanım ve m isyonunu
da kadem eli bir şekilde geliştirmiştir. G-8 zirvelerinde Kosova'dan
Keşmir ve Kıbrıs’a kadar uzanan m üzakereler bu örgütün, B M ’yi
bir tür m eşrulaştırm a aracı olarak kullanm a kapasitesine sahip re­
el bir güç yapılanm ası niteliğine dönüşm ekte olduğunu ortaya
koymaktadır.
Küresel strateji geliştirm e kapasitesine sahip her büyük gü­
cün, örgütün bu niteliğinden kendine özgü beklentileri vardır.
ABD, G-8 üzerinden bir taraftan uluslararası ekonom i-politik sis­
tem in işleyişindeki patronaj rolünü sürdürmeye, diğer taraftan da ^
^ S tra te jik D erinlik

uluslararası siyasî işleyişin reel yükünü diğer güçlere de yansıt­


m aya çalışm aktadır. Böylece ABD reel operasyonların ve diplo­
m atik m anevraların uygulam asında G -8 ’i devreye sokarken bu
öıgüt içinde çıkacak m u htem el problem alanlarında da BM G ü­
venlik K onseyi'nin m eşrulaştırıcı etkisini devrede tu tabilecek
araçlara sahip olmaktadır.
Bugün her iki yapıyı da en etkin bir şekilde kullanabilecek yegâ­
ne güç ABD’dir. G -8’in artan etkisi ile açılan yeni alan Almanya ve
Japonya'nın BM Güvenlik Konseyi'ne girme yönündeki dolaylı b a s ­
kılarını da gereksiz kılmıştır. ABD m alî destek de ihtiva eden acil
operasyonlar için G -8’i, süreç gerektiren diplomatik bunalım alan ­
ları için ise BM Güvenlik Konseyi' ni devrede tutm akta ve bütün bu
yapıların dengeleyici gücü olm a esnekliğinin getirdiği avantajları
kullanabilecek bir konum da bulunm aya özen göstermektedir.
Soğuk Savaş süresince II. Dünya Savaşının psikolojik yükünü
taşım ak zorunda kalan Almanya ve Japonya için G-8 malî faturalar
karşılığında m eşruiyet kazanılan bir örgüt konumundadır. D ok­
sanlı yılların başlarında tartışılan ve her iki gücü de BM Güvenlik
Konseyi'ne alm aya yönelik senaryoların devre dışında tutulm ası
bu iki ülke için de G -8'i uluslararası ilişkilerde etkinliğin en doğru­
dan aracı kılmıştır.
Özellikle NATO ve AB içindeki konum unu da etkin bir şekilde
devreye sokan Almanya bu üç yapı arasında kurduğu koordineli
diplom atik ilişki ile kendisine son derece önem li bir diplomatik
alan açm ış bulunm aktadır, Alm anya'nın 1999 yılındaki Kosova
Operasyonu süresince ve sonrasında yürüttüğü etkin politika te ­
m elde böylesi bir diplom atik m anevra alanının ürünüdür. G -8'in
batılı ya da Avrupalı olm ayan yegâne üyesi olan Japonya da ulus­
lararası ekonom i-politikte temerküz eden gücünü G-8 üzerinden
küresel ölçekli bir forum a yansıtmaktadır.
G -8’e sonradan dahil olan ve bir ölçüde de yaptığı sürpriz atak­
larla kendini örgüte em poze eden Rusya ise G-8'i. hem uluslarara­
sı alandaki etkinliğini korumak, hem de iç ekonom ik rehabilitas­
yonuna dış kaynak aktarabilm ek için son derece pragm atik bir
tarzda kullanmaktadır. Rusya’nın Kosova bunalım ı süresince takip
ettiği sürpriz ham lelere dayalı taktiği bu pragm atik politikanın en
^ çarpıcı m isallerinden birini oluşturmuştur. Örgütün diğer önem li
T ü rk iy e'n in Stratejik B a ğ la n tıla rı v e Dı.ş Politika Araçlan

güçleri olan İngiltere ve Fransa ise G -8’deki güçlerini BM Güvenlik


K onseyine, BM Güvenlik K onseyindeki güçlerini de G -8'e tran s­
fer ederek sistem in dengeleyici ve m eşrulaştırıcı güçleri konum u­
nu sürdürmeye çatışmaktadırlar.
Soğuk Savaş sonrası dönem de uluslararası ekonom i-politik
sistem açısından böylesi merkezî bir konum kazanan G -8'in daha
geniş bir platform niteliğinde olan G-20 grubunu oluşturm a kara­
rının arkasında ekonom i-politik ve siyasî nitelikli gerekçeler var­
dır. 1999 Köln Zirvesinde alman “sistem atik önem taşıyan ülkele­
rin Bretton VVoods’un kurum sal sistem i çerçevesinde diyalogları
için inform al bir m ekanizm a oluşturma" kararı ile biraraya getiri­
len ülkelerin seçim i bir anlam da bölgesel ve küresel ekonom i-po-
litik sistem in pivot ülkelerini de ortaya koyan ipuçları verm ekte­
dir. Uluslararası malî istikrarın sağlanm ası için sanayileşm iş ülke­
lerle yükselen pazar ülkelerinden oluşan daha geniş bir platform
niteliği taşıyan bu yeni oluşum da G-8 bünyesindeki sekiz ülke di-
şm da Arjantin, Avustralya, Brezilya, Çiıı, Endonezya, Hindistan,
M eksika, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Güney Kore ve Türkiye
yer almaktadır. AB, IMF ve Dünya Bankası tem silcilerinin de bu­
lunduğu bu platform için Tayland ve Malezya gibi bazı Asya ülke­
leri de üyelik İçin yoğun talep ve tem aslarını sürdürmektedir.
M alî konularla ilgili istişarî bir platform olarak düşünülen G-
2 0 'n in süreç içinde daha geniş kapsam lı roller ü stlenm esi bekle­
nebilir. Sanayi ülkeleri arasında benzer bir şekilde dar bir misyon
İle başlatılan G-7 tecrü besinin zam anla geçirdiği dönüşüm bu ko­
nuda önem li ipuçları ihtiva etmektedir. Ülkelerin seçim i bu görü­
şüm üzü teyid eder nitelik arzetmektedir. G -20'nin kom pozisyonu­
n a bakıldığında üç önem li kriterin gözönünde tutulduğu anlaşıl­
m aktadır: (i) Uluslararası ekonom i-politik ve siyasî sistem açısın ­
dan m utlaka sistem içinde bulunm ası gereken ve dışlanm ası du­
rum unda ciddi riskler barındıran büyük Ölçekli dem ografik güçler;
(ii) bölgesel tem sil kabiliyeti olan, dolayısıyla da uluslararası eko-
nom i-politik sistem in kuşatıcı bir nitelik arzetm esini sağlayan ül­
keler; (iii) değişik kültür ve m edeniyet havzalarını tem sil kabiliye­
ti olan ülkeler; (iv) ekonom ik çapı itibarıyla ya demografik kapasi­
tesi, ya pazar dinam izm i ya da doğal kaynak potansiyeli açısınd an
önem tasıvan ülkeler.
S tra te jik D erinlik

Birinci kriter Çin ve Hindistan gibi dünya nüfusunun Önemli


bir kısm ım barındıran ülkeleri kapsamaktadır. Bu ülkelerin ulusla­
rarası ekonom i-politik sistem in işleyişinin dışında tutulm ası yeni
küresel kutuplaşm alara yol açabilecek riskler barındırm aktadır.
BM Güvenlik K onseyinde küresel siyasal sistem içinde önem li bir
konum a sahip olan Çin’in uluslararası ekonom i-politik sistem i
yönlendiren G-8 bünyesinde yer alm am ası bizatihi önem li bir ç e ­
lişki oluşturmaktadır. Siyasî alanda sosyalist söylem i sürdüren
Çin’in kapitalist küresel ekonom i-politik sistem in çarkları içinde
tutulm ası sistem açısından özel bir önem taşımaktadır.
İkinci kriter küreselleşm e söylem ine uyumlu jair bölgesel dağı­
lımı gerçekleştirm eye yöneliktir. Bu dağılım da Çin, Japonya ve G ü­
ney Kore Doğu Asya’yı; Endonezya Güneydoğu Asya’yı; Hindistan
Güney Asya'yı; Rusya Doğu Avrupa ve step Avrasya'sını; Türkiye
Batı (kısmen de Orta) Asya’yı; Suudi Arabistan O rtadoğu’yu; G ü­
ney Afrika Cumhuriyeti Afrika'yı; Almanya, İngiltere, Fransa ve
İtalya Avrupa'yı; ABD ve Kanada Kuzey Amerika'yı; M eksika Orta
A m erika’yı; A rjantin ve Brezilya Güney Amerika'yı; Avustralya G ü­
ney Pasifik ve Avustralya'yı tem sil etmektedir. Soğuk Savaş sonra­
sında ortaya çıkan yoğun bölgesel entegrasyon çabalarının pivot
ülkelerini oluşturan bu ülkelerin sistem içine çekilm esi ve bu sis­
tem içi konum larına inform el nitelikli de olsa bir m uhteva kazan­
dırılması uluslararası ekonom i-politik düzenin kapsayıcı bİı* şekil­
de yaygınlaştırılabilm esi açısından büyük bir önem taşımaktadır.
Ü çüncü kriterle özellikle Medeniyetler Çatışması tezinin ortaya
çıkardığı gerilimli atm osferi aşarak değişik medeniyet, din ve kül­
tür havzalarına uluslararası ekonom i-politik işleyiş içinde tem sil
im kanı tanım ak ve kapitalizm in yerel kültürlerle olan ilişkisi yeni
bir zem ine oturtulm ak istenm ektedir. Bu işlev h em en h em en b ü ­
tün m edeniyet havzalarının canlanm a sürecine girdiği ve küresel­
leşm enin getirdiği araçlarla daha da küresel anlam da etkin ve gö­
rünür bir nitelik kazanacağı önüm üzdeki dönem de daha da özel
bir ö n em taşıyabilir. Bu açıd an bakıldığında Çin Konfüçya-
nişt/Budist; Japonya Şintoist/Budist; H indistan Hind; Endonezya,
Suudi Arabistan ve Türkiye değişik bölgesel kimlikleri de barınd ı­
ran İslam ; Güney Afrika, Afrika; Meksika, Brezilya ve Arjantin
Latin; İngiltere, ABD ve Kanada Protestan/Anglo Sakson; İtalya ve
Fransa Latin/Katolik; Almanya Germen/ICatolik/Protestan; Rusva
T ü rk iye n in S tratejik B a ğ la n tıla rı v e D ış P olitik a A ra çla rı

Slav/Ortodoks kimlikleri ile tebarüz etm ekte ve küreselleşm eye


uygun sinkretik bir tablo oluşturmaktadır.
Dördüncü kriter ise bu oluşum un deklaratif niteliği ile doğru­
dan ilişkilidir. Uluslararası finansal istikrarın sağlanm ası ve ekono­
m i-politik dengelerin yerine oturm ası üç ana ekonom ik alanın irti-
batlandırılm asına bağlıdır: Doğal kaynaklar, üretim ve tüketim
havzaları. Sadece sanayileşmiş ülkelerin oluşturduğu G-8 yoğun ve
teknolojik üretim havzalarını kapsamaktadır. Dolayısıyla bu ülke­
ler arasında aslında üretim için gerekli doğal kaynakların denetim i
ve üretim sonrası tüketim alanları açısından diğer ülkeler üzerinde
seyreden bir iç rekabet söz konusudur. Bu rekabetin doğurabilece­
ği çıkar çatışm alarının azaltılması, üretim bloku şeklindeki G-8 ile
pazar ve doğal kaynak bloku olan diğer ülkeler arasında cari Kuzey-
Güney şeklindeki kutuplaşm anın Önlenmesi de doğal kaynak ve
tüketim alanı itibarıyla büyük önem taşıyan ülkelerin sistem içinde
devrede tutulması yoluyla bu oluşumun önem li işlevlerinden biri­
si olacaktır. Grup için kullanılan “yükselen piyasalar” tanım lam ası
da bu kritere uygun bir tanımlamadır. Bu çerçevede Çin, Hindis­
tan, Endonezya, Brezilya, Arjantin, Meksika ve Türkiye gibi ülkeler
yoğun ve dinamik nüfusun ortaya çıkardığı geniş piyasa ve pazar
im kanları açısından önem taşırken, Suudi Arabistan, Endonezya ve
Meksika gibi ülkeler başta petrol olmak üzere sanayinin ihtiyaç his­
settiği doğal kaynaklar açısından öne çıkmaktadırlar.
Şu anda uluslararası m alî istikrarla sınırlı bir m isyon tan ım la­
m ası yapılan ve ilk resm i toplantısı maliye bakanlan düzeyinde ya­
pılan G -20'n in uluslararası sistem de zam anla nasıl bir rol üstlene­
ceği işleyiş süreci içinde belirm eye başlayacaktır. Ancak Kuzey-
Güney gerginliğinin arttığı, uluslararası örgütlerin işleyişinde cid­
di bir tem sil, dolayısıyla da meşruiyet bunalım ının söz konusu ol­
duğu, uluslararası sistem in daha yaygın bir tem sil ve katılım m e­
kanizm asından yoksun olduğu bir dönem de bu tür ara organların
önem li roller üstlenm esi beklenebilir.
Bu roller hem idealist hem de realist unsurlar açısından önem
taşım aktadır. İdealist yaklaşım açısından önemlidir, çünkü Soğuk
Savaş sonrası gittikçe yaygınlaşan ve tem el m eşruiyet zem ini hali­
ni alan dem okrasi söylem ine rağm en uluslararası örgütler hâlâ yo­
ğun tem sil ve katılım sıkıntısı çekilen oligarşik yapılara sahiptir.
Realist arıdan önemlidir, çünkü gerilimleri esnetici ve çatışm a
l Stratejik D erinlik

alanlarını daraltıcı bunalım çözücü m ekanizm alar ve geçiş rolü


üstlenecek ara organlar olmaksızın reel güç kutuplaşm alarının
doğrudan ya da dolaylı çatışm alara dönüşm esini önleyebilm ek
çok güçtür. Gelir dağılım ının aşın ölçülerde bozulduğu, açlık soru­
nunun kitlesel ve kıtasal bir nitelik kazandığı, Ü çüncü Dünya ül­
kelerinin borç stoklarının dayanılmaz ölçülere ulaştrgı, finansal
araçlar kullanarak yapılan m anipülasyonlarla çok büyük ölçekli
kaynak ve güç aktarım ının yapılabildiği bir ortam da uluslararası
düzeninin istikrara ve dengeye kavuşması çok güçtür. Hiyerarşik
gerilimleri yum uşatıcı etki yapm ası m uhtem el G -20 benzeri ör­
gütler böylesi bir konjonktürde özel bir konum kazanacaklardır.
Bu çerçevede Türkiye’nin G-20 üyesi olm ası sınırlı m alî alanın
ötesinde değerlendirilm esi gereken bir olgudur..Bu değerlendirm e
birisi Türkiye’nin dış politikasının tem el param etreleri ile ilgili ge­
nel, diğeri özellikle G-8 ve G-20 platform larının yapısı ile ilgili da­
ha özel iki ayrı düzlemde yapılmalıdır.
Genel düzlemde bu üyelik Türkiye’nin dış politika yapım ında­
ki temel yaklaşımının revizyonunu gerektirmektedir. Türkiye şu
ana kadar sürdüregeldiği, genelde yakın bölgeleri kuşatan ve teh ­
dit algılamalarına dayalı güvenlik param etrelerini Önceleyen dış
politika yaklaşım ının sınırlarını aşm ak zorundadır. Küresel ekoııo-
mi-politik ve kültürel problem lerde görüşü olm ayan ve sözü din­
lenmeyen bir ülkenin sadece güvenlik param etrelerine dayalı bir
uluslararası itibar kazanması artık çok güçtür. G-20 üyeliği iyi d e­
ğerlendirilebilirse, söm ürgeci güçlere karşı ilk bağım sızlık m ü ca­
delesini yapmakla birlikte Soğuk Savaş şartlarının getirdiği k on ­
jonktürde sürekli Batı-Kuzey ülkelerinin perıferisinde bir görü­
nüm sergileyen ve Doğu-Güney ülkeleri ile yabancılaşan dış poli­
tika tavrının olumsuz birikim i aşılabilir. Uluslararası ekonom i-po-
litikte görülen yeni dönüşüm ler ve jeoekon om ik kaynak paylaşımı
bölgeler açısından ele alındığında uluslararası rekabetin sürdüğü
alanlar itibarıyla 21. yüzyıl başlarında bir Asya, sonlarında ise bir
Afrika yüzyılı olmaya aday görünmektedir.
G -20’ııin üyelik kompozisyonu Türkiye’ye bu alanlarda önem li
bir açılım im kanı sağlamaktadır. Türkiye’nin ekonom ik alanda ku­
zey/güney, kültürel alanda Doğu/Batı denklem lerinde bir köprü
rolü üstlenm esi herşeyden önce bir periferi ülkesi görüntüsünden
| sıyrılmakla müm kün olabilir. Güney ve Doğu ülkeleri ne7rlinrlf> ;+i.
T ü rk iy e ’n in S tratejik B a ğ la n tıla rı ve D ış P o litik a A ra çla rı

bar sağlayacak böylesi bir yaklaşım Türkiye'nin genel uluslararası


itibarını olduğu kadar Kuzey ve Batı ülkeleri nezdindeki Önemini
de artıracaktır.
Özel düzlemde ise G -8'in biraz önce üzerinde durduğumuz
uluslararası ağırlığı gittikçe artan konum u ile ilgilidir. G -8 ’in son
yıllarda bunalım alanları olarak ele aldığı ve üzerinde operasyonel
planlam alar yaptığı konular Türkiye’nin doğrudan ilgi alanına gi­
ren konulardır. Kosova ve Kıbrıs konularının bu platformda, yani
G -8'in 1999 zirvesinde ele alm ış biçim i ve varılan sonuçlar bu ko­
nuda önem li bir sinyal olmuştur. 1999 zirvesinde Kıbrıs ile ilgili
alm an karar Türkiye’nin bu örgütün kazanm akta olduğu merkezî
konum u yeniden değerlendirm esini zorunlu kılmıştır. G-7 d ö n e­
m inde Örgütün ekoııom i-politikle sınırlı görünen yapısı dolayısıy­
la kısm en kayıtsız kalan Türkiye, özellikle Rusya'nın örgüt-içi iliş­
kilerde devreye girm esinden sonra bu yeni konum dan belki de en
olum suz yönde etkilenebilecek ülkeler arasında yer almaktadır.
Kıbrıs m eselesi dolayısıyla BM Güvenlik Konseyi ve BM G enel Sek­
reterliği ile hep hassas veya gerilimli dönem ler yaşayan Türkiye
şim di de G-8 baskısının oluşturacağı yeni bir diplom atik kıskaç ile
karşı karşıya kalm a riskinin yükünü taşımaktadır.
Aslında bu tür bunalım alanlarına m üdahale yetkisini nereden
aldığı uluslararası hukuk açısından her zam an tartışm alı olan G-
8 ’in Kıbrıs konusunda aldığı karar bu örgütün Türkiye'nin de doğ­
rudan m üdahil olduğu bölgesel bunalım alanları ile ilgili o p eras­
yonel roller ü stlenebileceğini bir kez daha ortaya koymuştur. T ü r­
kiye’nin G-20 üyeliği bu tür bunalım alanlarında ve geçiş d ö n em ­
lerinde m anevra alanı sağlayabilecek bir özellik taşımaktadır.
G -20 benzeri platformlardaki üyelik im kanları, bu platform la­
rın daha sınırlı misyon tanım lam alarının ötesinde, küresel ve böl­
gesel etkinlik potansiyeli olarak değerlendirilmelidir. Bu da bütün
bu platform larda etkin bir diplomasi takip etm ekle m üm kün ola­
bilir. Türkiye artık uluslararası itibarım sadece Kuzey ve Batı ülke­
lerinin periferisinde bulunm aktan değil, kendi yakın kara, deniz
ve kıta havzalarındaki etkinliğinden ve küresel gelişm elerdeki Öz­
gür ve özgün tavrından almak zorundadır.
2. Bölüm

| Stratejik Dönüşüm ve Balkanlar

Çift kutuplu yapının dağılması ile birlikte bu kutupların Avras­


ya sathındaki yüzleşme alanlarında bölgesel istikrar unsurlarım
zayıflatan ciddî stratejik ve jeopolitik boşluk alanları doğdu. Bu
durum özellikle II. Dünya Savaşından sonra, Soğuk Savaşın katı
dem irperdesinin getirdiği statik denge dolayısıyla, yaklaşık yarım
asır fiilî çatışm a görmemiş olan Avrupa kıtasını derinden etkiledi.
Soğuk Savaşın nükleer silahları da kapsayan terör dengesi etkisini
kaybedince uluslararası ve bölgesel çelişkilerden kaynaklanan sı­
nırlı konvansiyonel çatışma alanları için uygun bir zem in oluşmuş
oldu.
Doğu Avrupa'nın Baltık ülkelerinden M acaristan'a kadar inen
kuzey hattı bu bunalım lı geçiş dönem ini küçük çatışm alar ve rıza­
ya dayalı bölünm elerle daha az sıkıntı ile atlatırken, etnik ve dinî
farklılaşm anın karm aşık bir jeokültürel yapılanm a ürettiği güney
kanadı, yani Balkanlar, tarihî gerekçelerle m eşruiyet kazandırıl­
maya çalışılan konvansiyonel ve param iliter çatışm aların odağı
haline geldi.
Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren Bosna ve Kosova'nm bu ça tış­
m aların odağında yer alması, önem li ölçüde bu jeopolitik boşluk
alanı ile jeokültürel yüzleşme alanının kesişim hattında bulunm a-
larındandır. Balkanlar jeopolitiğinin dayandığı iki tem el.eksenden
Drava-Sava ekseninin merkezi Hırvatistan ve Sırbistan arasında
kalan Bosna-H ersek’te; Sırbistan, M akedonya, Bulgaristan ve kıs­
m en de Yunanistan arasında kalan Morava-Vardar ekseninin mer-
8 S t r a t e jik D e rin lik

f II Dünya Savaşı ve Soğuk Savaşın Balkan jeopolitiğinde tem el


dayanak unsurları olan bu iki eksenin aynı zam anda yoğun jeo k ü l­
türel yüzleşme ve ayırım hatları olm ası, küresel ve bölgesel aktör­
lerin Balkanlardaki stratejik düğüme olan ilgisini kamçılam ıştır.
Miloseviç Önderliğindeki Sırp yönetim inin barbar tavrı, bu jeo p o ­
litik ve jeokültürel ilgilerin çatıştığa ve uluslararası hukukun reel-
politiğe feda edildiği bir dönüm noktasında, kendine bir m anevra
im kanı bulmuştur.
B osna ve Kosova bunalım larını, birbirleriyle ilgili üç ayrı düzle­
min oluşturduğu çelişkilerin kesişim alanında değerlendirm ek ge­
rekmektedir. Bunlardan birincisi küresel aktörlerin m üdahil oldu­
ğu uluslararası ilişkiler sistem i düzeyindeki çelişkiler; İkincisi D o­
ğu Avrupa ve Doğu Akdeniz çevre hatlarını da içine alan Balkan-
eksenli bölgesel çelişkiler; üçüncüsü ise Bosna ve Kosova’nm b i­
rinci dereceden komşuları ile olan ilişkilerinde ortaya çıkan ve
bölgedeki jeokültürel bölünm üşlükten kaynaklanan daha küçük
ölçekli ama daha doğrudan çelişkiler düzlemidir. Bir yandan bu
düzlem lerin iç yapılarından kaynaklanan, diğer yandan bıi düz­
lem ler arasındaki ilişkilerde ortaya çıkan unsurları birlikte ele al­
mak, bunalım ın bütün veçhelerini ortaya koyabilm enin öncelikli
şartıdır.

f. Soğuk S a v a ş Sonrası Dönemde


Sistem ik Çelişkiler ve Balkanlar

Soğuk Savaş sonrası dönem de Yugoslavya'nın bölünm esi ile


başlayan, Bosna'da yaşanan etnik kıyım ile tırm anan ve Kosova
bunalım ı ile yeni nitelikler kazanan Balkanlar M eselesi gittikçe
bölgesel nitelikli bir çatışm a olm aktan çıkarak uluslararası siste­
m in ve bu sistem in merkezindeki güçlerin kader ibresi olm a süre­
cine girmiş bulunm aktadır. Bu çerçevede Balkanlar, hem II. D ü n ­
ya Savaşı som asında ortaya çıkm ış uluslararası örgütlerin, hem de
yeni dönem in güç m erkezlerinin sınanm a alanı olmaktadır. Ulus­
lararası sistem de değer ve m ekanizm a düzeyinde yaşanan belir­
sizlikler bu çatışm a alanına doğrudan yansım akta; gerek küresel
gerekse kıta-ölçekli güç dengelerindeki değişimler en çarpıcı etki-
^ lerini yine bu alanda gösterm ektedir.
Sirarejik D ö n ü şü m ve Balk;ınt;ır

Bu açıdan 1999 baharında gerçekleştirilen Kosova M üdahalesi­


nin küresel ölçekli strateji geliştirme potansiyeline sahip bütün
büyük güçlerin müdahil olduğu bir diplom atik ve askerî tablo o r­
taya çıkarm ış olm ası dikkat çekicidir. Bu nedenledir ki, Soğuk Sa­
vaş sonrası Balkanlarda yaşanan gelişm eleri tahlil etm ek sadece
bölgesel bir analizi değil, uluslararası sistem in ana unsurlarım da
kapsayan daha geniş Ölçekli analizi gerektirmektedir.
B osna ve Kosova bunalım larını tırm andıran sistem ik çelişkiler
üç ana başlık altında ele alınabilir: [i) ABD-Avrupa/Almanya ara­
sındaki küresel çıkar çelişkisi, (ii) Avrupa içinde İngiltere/Fransa,
Almanya ve Rusya arasındaki kıta-ölçekli çelişkiler ve (iii) güç-ek-
senlı b u çelişkilerin uluslararası hukuk ve örgütler düzeyinde yol
açtığı çelişkiler.
Uluslararası ilişkilerin sistem düzeyindeki çelişkileri açısından
bakıldığında, bu sistem ik çelişkilerin en sert ve doğrudan yansıdı­
ğı İki bölge olan Ortadoğu ve Balkanları edilgen kılan bunalım lar
arasındaki zam anlam a ayarı son derece ilginç bir ipucu oluştur­
maktadır. Soğuk Savaş dönem indeki çift kutuplu yapının en sert
ve en suni ikili bölünm eye tabi tuttuğu bu iki bölge, Soğuk Savaş
sonrası dönem de ortaya çıkan dinamik uluslararası konjonktürde
kendi etkinlik alanlarım genişletm ek isteyen büyük güçler arasın­
daki çelişkilerin de en doğrudan ve birbirine paralel bir şekilde
yansım asına şahit olmuştur.
Bu açıdan bakıldığında, Soğuk Savaş sonrası uluslararası siste­
mi Yeni Dünya Düzeni söylem i ile tekrar kurm a çabasının günde­
me getirilm esine zem in hazırlayan Körfez Savaşı ile bu söylemin
bütün tem el unsurlarının reelpolitiğin acım asız dengelerine kur­
ban edildiği Bosna bunalım ı arasındaki zam anlam a ve süreklilik
ilişkisi son derece dikkat çekicidir. Körfez Savaşının bitm esinden
ve O rtadoğu’daki Am erikan hakim iyetinin küresel bir güvenlik
söylem i ile pekişm esinden kısa bir süre sonra küresel güçler ara­
sındaki çatışm a alanı Balkanlara kaymıştır.
Bu paralellik bir satranç oyununun karşılıklı ham leleri şeklinde
bir seyir takip etmiştir. Irak'm silah teknolojisindeki Alman p aten ­
tini gören ABD, Körfez Savaşı ile gerek küresel gerekse bölgesel
dengelerin nihaî belirleyicisi olduğunu tescil etm eye yönelik bir
Yeni Dünya Düzeni kavramı geliştirerek uluslararası bü tü n aktör­
S tra te jik D erinlik

leri seferber etm e becerisi gösıerm iş ve bunun reel gücünü de


Körfez Savaşında ispat etmiştir.
Bu de facto üstünlüğü kabul etm ek zorunda kalan Almanya
öncülüğündeki Avrupalı güçler bir taraftan diplom atik bir karşı
ham le ile (Oslo Süreci ve M adrid Konferansı) Ortadoğu Barış Sü ­
recini Avrupa eksenine çekm iş; diğer taraftan da başka bir de fa c­
to dunum yaratan Yugoslavya’n ın bölünm esi sürecini başlatarak
Balkanlar ve Doğu Avrupa'nın da kendi etki alanına girdiğini tes­
cil etm ek istemiştir. Büyük güçler arasındaki bu parçalanm a sü re­
ci Körfez Savaşı süresince kullanılan uluslararası kamuoyu ve
Batı değerleri gibi n o rm atif kavram ların yıpranm asına yol açm ış
ve reelpolitik unsurların uluslararası sistem üzerindeki etkisini
artırmıştır.
Soğuk Savaş sonrası uluslararası düzen ve çatışm a alanları ile
ilgili üretilen tezler de bu iki bunalım alanındaki gelişm eleri m eş-
rulaştıncı ve yönlendirici öğeler barındırmaktadır. Francis Fuku-
y am a’mn Tarihin Sonu tezi Batı m edeniyetinin ve değerlerinin
m utlak zaferini yeni bir uluslararası düzenin ana unsuru olarak
ilan etm ek suretiyle Körfez Savaşı öncesi m eşrulaştırıcı bir rol üst­
lenirken, Sam uel H untington'm Medeniyetler Çatışması tezi B al­
kanlardaki bunalım ı Batı-dışı m edeniyetlerin de sorum luluk sah i­
bi olduğu yeni bir çatışm a alanı olarak takdim etm ek suretiyle
Sırpların işlediği insanlık suçlarım ve bu suçlara dolaylı katkıda
bulunan Batı ülkelerinin sergilediği çifte standardı örten bir tez or­
taya koymaya çalışm ıştır.1
Balkanlardaki bunalım ın ilk safhasında ABD Körfez bölgesinde
sağladığı kesin üstünlük karşılığı Doğu Avrupa'nın, NATO’yu ge­
nişletm e operasyonları dışında, genelde Avrupa'nın özelde Al­
m anya'nın etki alanına kaym asına smırlı bir şekilde göz yum m uş­
tur. Bu çerçevede Avrupa-içi çelişkilerin nabzını son derece soğuk-
kanlı bir diplom asi ile tutan ABD bu karşı ham lelerin Balkanlar
üzerindeki etkisini doksanlı yılların başlarından itibaren yakın ta ­
kibe almıştır.
BBB

1 B u tezlerin siyaset yap ım cıları ile siy aset te o ıisy en leri arasındaki ilişki a ç ıs ın ­
d a n d eğerlendirilm esi için bkz. A h m et Davutoğlu, "The Clash of Interests: An
Explanatıon of the Woı ld {DisîOrder", Perceptions, Dec. 1997 - Feb. 1998, s. 92-121;
ve Fu k u y a m a 'n m Tarihin Sonu tezin in tenkidi için bkz. A h m et D avutoğlu , Ci-
vüizational Tmns formaiion and the Müslim World, Kuala Lumpur: Qııill, 1994.
Stratejik D ö n ü ş ü m ve B alk an lar

Nitekim Alm anya'nın bu dolaylı etki alanı bölüşüm ünün sonu ­


c u n d a Yugoslavya’nın bölünm esi sürecim bir süper devlet adayı
psikolojisi ile yürütm esi ve etki alanını Slovenya ve Flırvatistan
üzerinden Adriyatik'e doğru genişletm esi Avrupa-içi dengeleri h a ­
rekete geçirmiştir. BM Güvenlik Konseyi kararı ile devreye giren
Ingiliz-Fransız bloku, klasik G erm en-Slav rekabetini dengeleyen
üçüncü bir unsur olarak Bosna'daki statünün Sırbistan lehine d e­
vamım sağlayan m üdahale-karşıtı bir politika takip etm eye başla­
mıştır. Avrupa’da artan Alm an etkisind en kaygı duyan İn g i­
liz/Fransız diplom atik ve askerî misyonu bir denge unsuru olm a­
nın tabiî psikolojisi içinde risk üstlenm eksizin bunalım ı uzun d ö­
nem e yayarak dondurm a taktiğini izlemiştir. Bosna'daki etnik kıyı­
m a dayanan statükonun hukukileşm esini isteyen Rusya’nın d es­
teğini kazanan bu politika Bosna'daki katliamın iki yıl süre ile sey­
redilmesi sonucunu doğurmuştur.
Büyük güçler arasındaki küresel ve kıta-ölçekli bu çelişkiler e t­
nik kıyınım zam ana yayılarak etkin bir şekilde sürdürülm esine ze­
min hazırlamıştır. Bu süreç Almanya ile ABD arasında gerçekleşen
çift yönlü bir optim um uzlaşmaya dayalı Dayton Anlaşm ası ile s o ­
nuçlanm ıştır. Bu anlaşm anın hem en öncesinde gerçekleşen aske­
rî harekatlar ve anlaşm anın bizatihi kendisi bir taraftan Hırvatis­
tan 'ın smır bütünlüğünü sağlayarak Alm anya’nın etki alanının
Adriyetik’e inm esini tem in etmiş, diğer taraftan da B o sn a’ya, d ola­
yısıyla Balkanlar ve Doğu Avrupa'ya Amerikan güçlerinin girm esi­
ni hukukileştirerek A BD ’yi bölgenin tem el belirleyici m eşru gücü
haline getirmiştir.
Bosna bunalım ım son derece etkin bir diplom asi için kullanan
ABD böylece hem Avrupa’nın bunalım çözm e ve güç kullanm a ko­
nusundaki iç zaaflarım ortaya koymuş, hem de ABD ve NATO o l­
maksızın Avrupa’nın iç güvenlik m eşelerinin çözülem eyeceğini
göstererek fiilî olarak bölgeye girme şansı elde etmiştir. Dayton sü­
recinden sonra da NATO, AB’nin ekonom ik olarak yayıldığı her
alana, bir güvenlik unsuru olarak girmeye başlam ıştır. Bunun dip­
lom atik anlam ı Avrupa’nın ekonom ik etki alanının güvenliğinin
NATO ve ABD'nin fiilî gücü ile sağlanm ası demektir.
Bu açıd an bakıldığında B osn a’yı tanım lanm ası güç bir politik
varlık haline pp.tiren D a v t n n A n l a s m a s ı n i h a î h i r r n 7 i i m H p ö î I i m-
r ‘“
resel rekabetin bölgesel bunalım alanlarına yayılm asını kontrol
eden geçici bir bunalım ertelem e operasyonu olarak görülebilir.
B o sn a’da hâlâ Bosna halkının egem enliğine dayalı nihaî bir çözü­
m e ulaşılam am ış, aksine bunalım ın dondurulm asına ve bu süre­
cin NATO ve ABD güçlerince yönlendirilm esine dayanan g eçici bir
statü belirlenmiştir.
1999'da Kosova M üdahalesinin sürdüğü günlerde tekrar tırm a­
nan Brcko bunalım] bu geçici statünün her an yeniden çatışm aya
dönüşebileceğinin açık bir göstergesi olmuştur. Bosna'da halen
geçici barışı sağlayan unsur, uluslararası hukuka dayalı bir ege­
menlik hakkının kullanımı değil, konjonktürel sistem ik güç d en­
gelerinin sağladığı geçici istikrardır. Bugün sakin gibi görünen
B o sn a’da uluslararası sistem ik güçlerin iç çelişkilerinden her an
etkilenebilecek bir hassasiyet sürmektedir.
Büyük güçlerin sistem ik düzeydeld çelişkileri ve bu çelişkilerin
yol açtığı dengeler açısından Bosna ile Kosova bunalım ları arasın-
da çok önem li süreklilik unsurları ile birlikte ciddi çıkar farklılaş­
maları da mevcuttur. Ortadoğu ve Balkanlar arasındaki bölgelera-
rası etkileşim çerçevesinde ilginç bir kıyas ile diyebiliriz ki, Kosova
bunalım ının 1998 başlarında O rtadoğu’da Körfez Savaşından so n ­
ra sıcak savaşa en çok yaklaşılan bir bunalım ın hem en akabinde,
tırm anm aya başlam ış olm ası bir tesadüf değildir. Ne 1991 ’de Bağ­
d at’ın bom balanm asından bir iki ay sonra eski Yugoslavya’da ça ­
tışm aların başlam ası bir tesadüftür, ne de 1998 başlarında böyle
bir bom balam anın eşiğinden dönülm esinden h em en sonra Koso­
va ’nm patlam ası. Bosna bunalım ında etkin rol üstlenen Fransa ve
Rusya'nın 1998 başlarında ABD’nin lrak’a m üdahalesine yeşil ışık
yakm am aları Balkanlardaki güç dengelerini de etkilemiştir. Al­
m anya bu kez usta bir diplom asi ile ABD yanında yer alır gözük­
müş ve Avrupa-içi parçalı diplomasiyi bu kez bir esneklik aracı
olarak değerlendirm iştir. ABD’nin Kosova'daki bunalım a 1998
başlarında son derece sert çıkışlarla tepki gösterm esi de, Sırbis­
tan'ın bölgesel etkinliğini kendi küresel etkinliğinin bir parçası
olarak gören Rusya ile bu etkinliğe lojistik destek sağlayan gele­
neksel Sırp dostu Fransa'ya yönelik bir m esaj içerm ektedir.
B osna ve Kosova bunalım ları arasındaki diğer önem li paralel-
^ lik, Bosna'da bunalım ı etnik kıyıma döndüren Sır d vanlısı tnenli7.
S tratejik D ö n ü ş ü m ve B a lk a n la r

Fransız (Anglo-Frank) blokunun Kosova sürecinde de öne çıkması


ve NATO m üdahalesi öncesinde yapılan görüşm eler esnasında
NATO kararlılığını olum suz yönde etkileyen bir tavır takınmasıdır.
Sırplara tekrar tekrar tanınan süreler caydırıcılığı zayıflatmış ve
Bosna'daki insanlık suçlarının ağır yükünü taşıyan Sırpların ulus­
lararası diplom aside tekrar m eşruiyet kazanm asına yol açmıştır.
İngiliz-Fransız blokunun m üdahale öncesi barış görüşmeleri es­
nasında Bosna’ya göre daha sert bir söylem benim sem eleri de
Bosna tecrü besinden ders alm ış olm aktan değil, Dayton İle birlik­
te bölgeye kaçınılm az olarak giren ABD'nin bölge politikasındaki
ağırlığını yitirm em e çabasından kaynaklanmıştır.
Kosova konusundaki etkisizliğin bölgeye yayılabileceğini ve ge­
rek B osna gerekse M akedonya’daki ABD ve NATO güçlerini zaafa
uğratabileceğini düşünen ABD bu kez zam anlam a konusunda da­
ha hassas davranm a zorunluluğu hissetmiştir, ö te yandan yakla­
şan NATO zirvesi ile ittifak bünyesine katılacak olan M acaristan,
Çek Cumhuriyeti ve Polonya ile birlikte ayııı zam anda bir Orta ve
Doğu Avrupa örgütü haline dönüşecek olan NATO'nun bölgedeki
ağırlığının Kosova'daki bunalım ın seyrinden önem li ölçüde etkile­
n ebilecek olm ası da NATO'nun m üdahale yönündeki kararlılığını
olumlu yönde etkilemiştir.
ABD artık NATO üzerinden Orta ve Doğu Avrupa'da doğrudan
müdahil bir konum dadır ve bu konum bölge problem lerini Am e­
rikan stratejisinin doğrudan unsurları haline dönüştürmektedir.
Bu nedenledir kİ, NATO m üdahalesi sürecinde ve sonrasında ken ­
di içinde çatlam a yaşayan İngiliz-Fransız-Rus blokunun hareket
alanı Bosna'ya göre daralırken, kıta-içi güçler arasındaki diplom a­
tik esneklik alanım etkin bir şekilde kullanan Almanya önem li bir
m anevra kabiliyeti kazanmıştır.
Bölgede ABD ve NATO'nun artan etkisinin Rusya'yı ciddi şekil­
de tedirgin etm esi yine tarihî bir refleks ile Fransa ve Rusya arasın­
da bir yakınlaşm a doğm asına yol açm ıştır. Doğrudan bir ABD et­
kisinden çok NATO'nun çok taraflı etki alanının devreye girm esini
tercih eden Almanya ise gelişm eleri tipik bir Alman soğukkanlılığı
ve disiplini ile takip etm iş ve II. Dünya Savaşından sonraki ilk Al­
m an askerî güç kullanım ına uluslararası ve ulusal m eşruiyet zem i­
ninin önünü açm ıştır. Avrupa-içi dengeler açısından Fransa'ya,
| S tratejik D erinlik

uluslararası dengeler açısından ABD’ne yakın duran İngiltere de


nihaî kertede denge kurucu bir rol üstlenm eye çalışmıştır.
Kosova’ya yönelik bu çıkar ve bakış farklılaşm aları bölgeye gi­
ren KFOR güçlerinin bölge halkı ile olan ilişkilerine de yansım ış­
tır. Rusların daha m üdahale sonrası kontrol alanları ile ilgili gö­
rüşm eler sürerken de facto bir adım la Kosova’ya girerek Priştine
havaalanında d enetim i ele geçirm eleri bu farklılaşm anın ilk ça r­
pıcı işareti olmuştur. II. Dünya Savaşından sonra ilk defa askerî
bir güç halinde bölgeye geri dönen Alm anya’nın denetim indeki
Prizren’de Sırp azınlık ile Alman askerleri arasında m üdahalenin
ilk çatışm aları yaşanırken, Sırplara tarihî yakınlık hissed en Rusya
ve F ran sa’nın denetim indeki bölgelerde Arnavutlarla barış gücü
askerleri arasında fiilî güç kullanım ına varan yoğun ihtilaflar söz­
konusu olmuştur. Nihaî statünün belirlenm esind e söz konusu
olacak gecikm e ve KFOR m isyonunun belirsiz bir süre ile u zam a­
sı bu tür çatışm aların tırm an m asın a ve farklı ülkelere m ensup b a ­
rış gücü askerlerinin sergilediği farklı tavırlarla iç çatışm alar ve
çelişkiler yaşanm asına yol açabilir. Bu da Balkanlar ve Kosova'nın
küresel ve kıta-ölçekli çıkar çatışm alarının küçük bir sahnesi o l­
m asına sebep olabilir.
Kosova M üdahalesi ile uluslararası alanda etkinlik kazanan
önem li sistem ik unsurlardan birisi de NATO’nun küresel dengeler
çerçevesinde kazanm akta olduğu yeni misyondur. Soğuk Savaş
sonrası dönem de çift kutuplu yapının dağılm ası küresel dengeler­
de Avrupa sahnesinin tekrar merkezî bir konum kazanm asını b e ­
raberinde getirmiştir. Çift kutuplu yapıda Afrika'dan Küba’ya, Ko­
re'den Latin Amerika'ya kadar uzanan ideolojik/stratejik m ü cad e­
le sathı bu bölgelerdeki tırm anm anın küresel ölçekli bir savaşa d ö­
nüşebileceği kaygısını artırıyordu. Kore ve Küba bunalım ları b u ­
nun tipik misalleridir.
Soğuk Savaş sonrası dönem de ise, bu dönem in belirleyici gücü
olan ABD, Avrupa dışındaki gerilim alanlarının bölgesel ölçekte
■ tutulabileceğinin farkındadır. Buna mukabil, Avrupa-içi b u n alım ­
lar daha önceki iki dünya savaşı örneğinde olduğu gibi küresel ö l­
çekli geriiim lere zem in teşkil edebilecek unsurlar barındırm akta­
dır. Onun içindir kı, Am erika küresel barışı korum a m isyonu b içti­
Stratejik D ö n ü ş ü m ve B a lk a n la r

ği NATO’ya özellikle Avrupa sathında daha yaygın ve derinlem esi­


ne bir görev alanı oluşturmaktadır.
Kosova M üdahalesinin, bu çerçevede, NATO'nun yeni m isyo­
nunun tekrar ve daha n et bir şekilde tanım landığı 25 Nisan’daki
50. kuruluş yıldönüm ünün hem en arefesinde ve Polonya, M aca­
ristan ve Çek Cum huriyeti'nin ittifaka katılm a süreci ile eşzam an­
lı olarak gerçekleşm iş olması dikkat çekicidir. 1991 Rom a Zirvesin­
de ilan edilen yeni stratejik konseptte “ittifakın Avrupa içindeki
stratejik dengeyi m uhafaza e d e c e ğ in in vurgulanm ası ve o gün­
den bugüne bu hedefte yapılan revizyonlar değerlendirilm edikçe
bu m üdahalenin küresel dengeler üzerindeki etkileri anlaşılam az.
Bu açıdan bakıldığında, Kosova’ya yönelik m üdahalenin h ed e­
fi sadece Kosova'daki insanlık trajedisini durdurmakla sınırlı değil­
dir. NATO’nun Orta ve Doğu Avrupa'da oluşm akta olan yeni stra­
tejik dengelerin merkezine oturmaya başladığı bu yeni dönem de
saldırgan politikalarını sürdüren M iloseviç’in sahip olduğu askerî
ve stratejik güç törpülenm ek ve denetim altına alınm ak istenm iş­
tir. Yugoslavya’nın Soğuk Savaş süresince Avrupa'nın ü çüncü b ü ­
yük askerî gücü olduğu da düşünülürse bu törpülem enin taşıdığı
anlam daha da netlik kazanmaktadır. Önümüzdeki dönem de stra­
tejik tırm anm anın tem elde Avrupa ve Ortadoğu eksenli olacağını
d üşünen ABD, NATO-eksenli olarak Avrupa'da, Amerikan asker?
gücü olarak da O rtadoğu’da bir stratejik güvenlik alanı oluştur­
maktadır.
Bu çerçevede Kosova M üdahalesinin NATO’nun genişlem e
planları çerçevesinde Polonya, M acaristan ve Çek C um h u riyetin i
resm en bünyesine katacağı ve NATO’nun stratejik m isyonunun
yeniden tanım lanacağı 1999 W ashington Zirvesi ön cesind e ger­
çekleştirilm esi bir tesadüf değildir. Soğuk Savaş dengelerinin sar­
sılm asından sonra Orta ve Doğu Avrupa’da ortaya çıkan jeopolitik
boşluk alanını doldurmaya kararlı olan NATO ve ABD, Polon­
y a ’dan Adriyatik'e inen kuşak üzerinde yeni bir dengeleyici strate­
jik rol üstlenm ektedir. Bu stratejik kuşak üzerinde en ciddi askeri
güce sahip olan ve bu gücü denetim siz bir saldırganlık içinde kul­
lan m a tem ayülünü Bosna'da gösterm iş olan Sırbistan ’ın askeri
gücü bu operasyonla belli bir düzeyin altına indirilm ek istenm iş
ve b u hedefe büyük ölçüde ulaşılmıştır. Operasyonun özellikle ha­
I Stratejik D erinlik

va savunma sistem ine yönelm iş olm asının ana seb ebi de budur.
K o s o v a 'da etnik kıyımı yapan bu savunm a sistem i değildir; ancak
b u h a v a savunm a sistem i, ileriye yönelik olarak, NATO'nun caydı­
rıcılık ve etkinlik gücünü tehdit edebilecek yegâne unsurdur. K ör­
fez Savaşı ile nasıl sadece Kuveyt’in bağım sızlığı değil O rtadoğu’da
sıradan b ir bölgesel gücün çok üstünde bir askerî kapasiteye sahip
olan Irak'ın bu kapasitesinin bölgedeki güçler dengesinin gerek­
tirdiği m akul bir sınırın altına indirilm esi hedeflenm işse, son Ko­
sova m üdahalesinde de sadece Kosova'daki etnik kıyımın durdu­
rulm ası değil, Soğuk Savaş dönem inde Doğu Avrupa'daki denge­
lerin üzerinde bir askerî güce sahip olan Yugoslavya’nın gücü
özellikle hava savunm a sistem leri açısından direnebilir ölçülerin
altına çekilm iştir.
Bu çerçevede NATO için Kosova problem i kadar NATO üyeliği
kesinleşen M acaristan ile Sırbistan arasında çıkabilecek olan Voy­
vodina problem i de Önem kazanm aktadır. M acar nüfusun yoğun­
luklu olarak bulunduğu Voyvodina konusunda çıkması m uhtem el
Sırp-M acar çatışm ası, M acaristan ’ın NATO’ya girm esinden sonra
artık bölgesel bir problem olm aktan çıkarak bir NATO-Sırp çatış­
m asına dönüşm e riski taşım aktadır. Bunun içindir ki, NATO op e­
rasyonlarında sadece Kosova’daki etnik kıyımın durdurulması de­
ğil, Sırp askerî gücünün tümüyle denetim altına alınabilecek dü­
zeye indirilm esi hedeflenm iştir.
Bütün bu gelişm eler gösterm ektedir ki, NATO, üyelerine y ön e­
lik saldırılara ayarlı bir savunm a ittifakı olm aktan çıkarak yön len ­
dirici, belirleyici ve denetleyici bir üst stratejik örgüt konum una
gelm ektedir. Başka bir deyişle, IMF aracılığıyla finans hareketleri­
ni, Dünya Bankası aracılığıyla kredi akışlarım, Dünya Ticaret Ör­
gütü ile ticari ilişkileri yönlendiren ve belirleyen Pax Americana
NATO ile de stratejik dengelerin seyrini doğrudan yönlendirm eye
ve d enetlem eye çalışacaktır. Bu yeni konum Avrupa-içi dengeler
kadar II. Dünya Savaşından sonra oluşm uş olan BM sistem ini de
etkileyebilecek ölçekte bir gelişmedir. B M ’nin m eşruiyetini aldığı
ulusal egem enlik alanı tanım lam aları ile uluslararası norm ve h u ­
kuk alanı tanım lam aları arasındaki gri ve muğlak alan bundan
sonraki küresel düzen arayışlarını büyük ölçüde etkileyecektir.
S tratejik D ö n ü ş ü m ve B a lk a n la r

H. Soğu k S a v a ş Sonrası Dönemde


Bölge-içi Dengeler

Balkanlar Soğuk Savaş süresince çift kutuplu yapılanm anın bir


yansım ası olarak bölgesel dengelerden çok küresel dengelerden
etkilenen bir konum da idi. Soğuk Savaş sonrası dönem in en
önem li sonuçlarından birisi bölgenin iç dinam iklerinin ve karm a­
şık etnik/dinî yapısının bölgesel politikaları doğrudan etkileyecek
şekilde devreye girmesidir. Bu durum, büyük güçlerin küresel stra­
tejileri ile bölgesel güçlerin bölge-ölçekli politikaları arasında yeni
bir etkileşim alanı doğurmuştur.
Böylece m esela Soğuk Savaş süresince özellikle Tito d ön em in ­
de SSC B ’nin etki alanı dışında kalmaya özen gösteren ve bu an ­
lam da kürese] ve bölgese) politikalar açısından özgün bir denge
unsuru haline gelen Yugoslavya'nın bölünm esi ile bu devletin
m erkezî kütlesini oluşturan Sırbistan, Rusya-eksenli bir politikaya
yönelirken, SSC B ’nin bölgedeki uyduları şeklinde hareket eden
Bulgaristan ve Romanya daha bağım sız bir politika oluşturm a ç a ­
bası içine girmişlerdir.
Soğuk Savaş süresince Batı Bloku içinde yer aldığı için Yugos­
lavya ile dengeli politikalar izlemeye çalışan Yunanistan, Soğuk
Savaş sonrasında Sırbistan ’a yaklaşmış ve bu ülke ile özellikle Ar­
navutluk ve M akedonya’yı ortak bir şekilde denetlem eye dayalı
politikalar geliştirmeye çalışmıştır. Yugoslavya’dan kopan Sloven-
ya ve Hırvatistan, Balkan ülkeleri olm aktan uzaklaşarak İtalya ve
Alm anya’ya yaklaşan Orta Avrupa ve Adriyatik ülkeleri olm a yolu­
n a girm işler ve bu anlam da Avusturya ve M acaristan’a benzer bir
konum a yönelmişlerdir. Romanya Tuna havzasının getirdiği avan­
tajla güneye yönelik bir Balkan politikasından çok, Orta Avrupa ile
Karadeniz arasındaki köprü rolünü Önceleyen bir politika geliştir­
meye başlam ıştır. Türkiye ise bir taraftan bölge-içi bunalım larla
hazırlıksız bir şekilde karşı karşıya kalırken aslında kendi tarihi ile
yüzleşm e zorunluluğu içine girmiş; diğer taraftan da bölge için d e­
ki dengelerin çekim alanından uzaklaşm am aya çalışm ıştır.
Bu şartlar bazı tabiî ittifaklarla birlikte değişen şartlara uyum
sağlayan geçici ve esnek uzlaşm a alanlarını da beraberind e getir-
• . • t-_i_ ötoİKHp M akpdnnva ve Arnavutluk
S tratejik D erinlik

politikalarında büyük ölçüde anlaşm a içinde olan Sırbistan ve Yu­


nanistan arasındaki ittifak ile kaderlerini tarihî bir insiyak ile T ü r­
kiye'nin bölgedeki ağırlığına bağlı gören ve hem Sırbistan hem de
Yunanistan ile ihtilaflı ilişkiler içinde olaıı Bosna, Arnavutluk ve
Türkiye arasındaki ittifak zikredilebilir. Sırbistan ile yaşadığı uzun
savaş ve Dayton A nlaşm asının Bosna’da Hırvatlar ve Boşnaklar
arasında öngördüğü federatif yapı dolayısıyla ikinci gruba yakın
bir politika içinde gözüken Hırvatistan yine de bölge-içi çelişkile­
rin Bosna’ya yansıdığı durumlarda bunalım ın seyrine göre deği­
şen esnek bir tarafsızlık içinde olmayı tercih etmektedir.
Kosova bu nalım ının yayılm asının en çok etkileyeceği ülkele­
rin başında gelen M akedonya aynı zam anda Balkan m eselesinin
düğüm noktasını oluşturm aktadır. Bağım sızlığına ve ülke b ü tü n ­
lüğüne karşı hem Sırbistan, hem Yunanistan h em de Bulgaris­
ta n ’dan kaynaklanan baskılar karşısında kalan M akedonya aynı
zam anda ülke nüfusunun takriben yarısını oluşturan Arnavutlar­
la ciddi problem ler yaşam aktadır. Bu da M akedonya’yı bölgesel
dengelerin ve gücün kayış istikam etine doğru tavır alm aya sev*
ketm ektedir.
M akedonya ve Batı Trakya konusunda Sırbistan ve Yunanistan
ile ciddi çelişkileri olan ve her iki bölgede de tarihî hak iddiası ta ­
şıyan Bulgaristan bu konularda Türkiye’ye yakın olmakla birlikte,
7 urk azınlığın varlığı dolayısıyla etnik haklar konusunda konjonk­
türel olarak Sırp-Yunan ittifakına yakın bir politika takip ed ebile­
cek olması, Bulgaristan’ın bölgesel rolüne kritik bir konum kazan­
dırmaktadır. Rom anya ise bunalım a doğrudan taraf durumunda
olm adığı için ekonom ik çıkarlarını önceleyen konjonktürel bir ta­
vır belirlem eye çalışmaktadır. Rom anya’nın Kosova m üdahalesi
sonrasında bölgeye geçm ek isteyen Rus birlikleri ile ilgili olarak ta ­
kındığı tavır bu konjonktürel bakış açısının izlerini taşım aktadır.
Ancak Kosova m üdahalesi sonrasında denetim altına alm an gü­
neydeki etnik çatışm a kuzeye doğru yayılır ve Transilvanya’daki
M acar azınlığı da hareketlendirirse ve bu hareketlenm e Sırbis­
ta n ’ın Voyvodina bölgesindeki M acar azınlıkla paralel bir şekilde
gelişirse m uhtem el bir Sırp-Rom en yakınlaşm ası sözkonusu ola­
bilir ki, bu durum özellikle Tuna’m n seyir güvenliğini doğrudan
etkileyeceği için Balkanlar D r o b l e m i n i n O rta A u n m a 'u o r u * ™ v™.
S tratejik D ö n ü ş ü m ve B a lk a n la r

m asına yol açabilir. Ancak M acaristan’ın AB’nin ilk beş, Bulgaris­


tan ve R om anya’nın ise ikinci beş aday ülkeleri arasında yer alm a­
sı böylesi etkin nitelikli bir çatışm anın bu ölçekte yayılmasını ve
bu ülkelerin sert bir tavır içine girm esini engelleyecektir.
Bölgeye yönelik NATO m üdahalesinden sonra fiilî güvenlik
tehdidinin ve etnik çatışm a riskinin önem li ölçüde denetim altına
alınm ası Balkanlardaki jeopolitik hatlar ile jeokültürel hatların k e­
sişim noktalarındaki hassasiyeti ortadan kaldırmamıştır. Gerek
D ayton Anlaşmasıyla B o sn a’da, gerekse NATO m üdahalesi ile Ko-
sova’da oluşturulm aya çalışılan düzen kalıcı bir barışı sağlama ko­
nusunda hâlâ yeterli bir garanti oluşturm am aktadır. Drava-Sava
jeo p o litik hattı üzerindeki Boşnak-H ırvat-Sırp jeokültürel çatışm a
alam ile Morava-Vardar jeopolitik hattı üzerindeki Arnavut-Sırp-
M akedon jeokültürel çatışm a alam etnik ayrım hatlarından bölge­
sel çevreye yayılma riski taşım aya devam etmektedir.

III. Bosna Bunalımı ve Dayton Anlaşm ası

Dayton Anlaşm asının üzerinden beş yılı aşkın bir süre geçm iş
olm asına rağm en Bosna-H ersek devleti hâlâ kendi sınır egem enli­
ğini tümüyle sağlayabilir bir iç bütünlük kazanam am ıştır. Bu du­
rum un tem el sebebi büyük ölçüde Dayton Anlaşm asının taraflar
arasında yol açtığı, statü eşitsizliğidir. Etnik tem izlik suçlusu işgal­
ci Sırplar, 1992 Nisanından Dayton Anlaşm asına kadar geçen sü­
reç içind e önce Bosnalı Sırplar olarak meşrulaştırılm ışlar, daha
sonra da Bosna Sırp Cumhuriyeti tanım lam ası ile devlet kurucu
unsurlar olarak takdim edilmişlerdir. Bir tarafta Sırp tarafı Cum ­
huriyet tanım lam ası ile konsolide olurken diğer tarafta Müslii-
marı-Hırvat tarafı bir federasyon olm anın bütün çelişkilerini b a ­
rındıran bir nitelik arzetmektedir. Böylece Sırplar kendilerine ait
bölgede tam bir otonom statü tem in ederken, M üslüm anların dip­
lom atik ve askerî pozisyonu Hırvat faktörü ile denetim altına alın ­
mıştır. Dayton Anlaşm asını takip eden aylarda M üslüm anlar ile
Hırvatlar arasında özellikle M ostar’da yaşanan gerginlik, anlaşm a­
nın yum uşak karnım ortaya koymuştur.
D ayton Anlaşm ası öncesind e ve sonrasında yaşanan g elişm e­
lerle ülkenin önem li büyük şehirleri olan Saraybosna ve Tuzla’d a
M üslümanların, Banja Luka’da da Sırpların denetim lerinin pekiş­
tiğini gören Hırvatlar, M ostar'ı kendi merkez üsleri haline getirm ek
istemektedirler. Savaş süresince lojistik bağlantılardan koparılarak
Bosna içlerine hapsedilm ek istenen M üslüm anlar ise M ostar’m
d en iz bağlantısı ve lojistik destek için bir kilit durumda olduğunun
farkındadırlar. M ostar'ın mutlak anlam da Hırvat kontrolüne terk
edilmesi M üslüman-Hırvat federasyonunun can dam arının H ır­
vatların eline verilm esi demektir. Bu da statüsü tam bir belirginlik
kazanm am ış olan M ostar’ı M üslümanlar ile Hırvatlar arasındaki
en tem el çatışm a alanlarından birisi haline getirmektedir.
Dayton Anlaşm asının öngördüğü seyahat özgürlüğü, m ü lteci­
lerin geri dönmesi, seçim kayıtlarının herkesin savaş öncesindeki
ikam etine göre yapılması, savaş suçlularının cezalandırılm ası gibi
esaslarının öngörülen kapsam da uygulanamam ası, anlaşm anın
ülke siyasî yapısının yeniden kurulm asına dayalı bir istikrar o rta ­
mından daha çok uluslararası garantilerle yürürlükte kalm asını
sağlamaktadır. Bu şartlar sağlanm adan yapılan seçimler, Bosna'da
yapılan etnik kıyımın ortaya çıkardığı siyasî ve dem ografik statü ­
nün dolaylı da olsa tanınm ası anlam ına gelmiştir.
Savaş öncesinde hem en hem en tam am ıyla M üslüm an olan ve
BM tem silcilerinin önünde tarihin gördüğü en acım asız etnik kıyı-
m ın yapıldığı Srebrenica ve civarındaki bölgede hâlâ tek bir Boş-
nakm bulunm am ası Daytoıı A nlaşm asının sağladığı statünün
m eşruiyetini tartışm aya açmaktadır. Savaş süresince yoğun etnik
kıyımın yaşandığı Vişegrad, Srebrenica, Zvornik ve Foça gibi Doğu
Bosna şehirlerinin ve D riııa boyundaki M üslüm an hakim iyetinde­
ki bölgelerin otonom Sırp Cumhuriyeti topraklan olarak tescil
edilmesi, Dayton Anlaşmasındaki etik-reeipolitik dengesizliğin ti­
pik bir göstergesidir. Hele hele Srebrenica ve Zepa gibi B M ’nin gö­
zetim i altında kitlesel katliam ların yapıldığı güvenlik bölgelerinin,
eldeki açık savaş suçu delillerine rağm en Sırplara verilmiş olması
hiç bir uluslararası hukuk değeri ile bağdaştırılam az. Sırpları B o s­
na’dan sonra Kosova'da da yeni bir etnik kıyını politikası uygulama
konusunda cesaretlendiren tem el saik Dayton Anlaşm asındaki bu
etik-reelpolitik dengesizliktir.
Evrensel insanlık ve uluslararası hukuk değerlerinden çok reel-
politiğin diplomatik izlerini taşıyan Dayton Anlaşması bu yönüyle
S tratejik D ö n ü ş ü m ve B a lk a n la r

uluslararası sistem ik dengelerin ortaya çıkardığı konjonktürel bir


anlaşm adır. Konjonktürel kaygılar anlaşm ada herkesi m em n un e t­
meye çalışan muğlak ifadelerin bakim olm asına yol açm ış görüm
inektedir. Bu da tarafların anlaşm ayı kesin bir çözüm şekli olm ak­
tan çok nihaî hesaplaşm ayı erteleyen taktik bir adım olarak değer­
lendirm eleri sonucunu beraberinde getirmektedir. Uluslararası
kam uoyunda etnik kıyım suçunun yükünü taşıyan Sırplar bu a n ­
laşm a ile üzerlerindeki psikolojik baskıyı atarken, Hırvatlar Hırva­
tistan ’ın iç konsolidasyonunu sağlayan uygun konjonktürü B o s­
na'daki Hırvatların eşit statüsü ile daha da güçlendirm e imkanı ka­
zanmışlardır. Bir varoluş m ücadelesini bütün im kansızlıklara rağ­
men sürdüren Boşnaklar ise D ayton’u, etnik kıyımın bütün yükü­
nü taşıyan yorgun halkın kendini toparlam asına im kan tanıyan ve
ülkenin uluslararası hukuk açısından iç bütünlüğünü nom inal de
olsa tescil eden bir m etin olarak kabullenm işlerdir. Bunun içindir
ki, Dayton sonrası Bosna'daki stratejik hassasiyetler uluslararası
garantilerin getirdiği rehaveti değil, uzun dönem de kalıcı bir barı­
şı sağlayacak olan gerçek bir teyakkuz halini gerekli kılmaktadır.
D ayton A nlaşm asının ortaya çıkardığı siyasî bölünm e ile stra­
tejik güvenlik hatları arasındaki uyumsuzluk, Bosna'da sürm ekte
olan statünün diğer önem li bir zaaf noktasını oluşturmaktadır. Bu
durum özellikle Boşnaklar için büyük bir önem taşımaktadır. Hır-
vatlar ve Sırplar kendilerinin güvenliklerini Hırvatistan ve Sırbis­
tan ile bir bütünlük içinde değerlendirdikleri için stratejik güven­
lik hatları açısından ciddi bir derinliğe sahiptirler. Buna m ukabil
Orta B o sn a’da tem erküz eden M üslüm anlar deniz bağlantısı itiba­
rıyla Hırvatlar, kara derinliği ve D rina su yolu üzerindeki stratejik
kuşak itibarıyla Sırplar tarafından kuşatılm ış durumdadırlar.
B osna-H ersek’in, uluslararası garantilere dayalı Dayton Anlaş­
ması benzeri statülerin ötesinde, jeopolitik olarak yaşayabilir bir
stratejik derinlik kazanm ası dört önem li stratejik şartın sağlana­
bilm esine bağlıdır. Bunlardan birincisi Orta B o sn a’dan Mostar
üzerinden denize ulaşan stratejik hattın ülke bütünlüğünün tem el
om urgalarından biri olarak ekonom ik ve siyasî bü tü nleşm enin
önem li bir aracı haline gelmesidir. Bu hat üzerinde sağlanacak
ekonom ik geçişkenlik ve ortak çıkar alanı Boşnak-H ırvat federas­
yonunun da en ciddi dayanaklarından birini oluşturacaktır. Aksi-
| S tra te jik D erin lik

f ne, bu hat üzerinde yaşanacak bir çatışma, önce Boşrıak-Hırvat fe­


derasyonunun çatlamasına sonra da Bosna-H ersek devletinin tü ­
müyle çözülmesine yol açabilecek bir risk barındırmaktadır.
İkincisi, Sırplar tarafından en yoğun etnik temizlik hareketinin
yapıldığı Drina hattı üzerinden Orta ve Doğu Bosna bağlantısının
sürdürülmesidir. Dayton Anlaşmasında öngörülen serbest dolaşı­
mın en stratejik önem e sahip olduğu bölge bu hattır. Bu hat üze­
rindeki yegâne dayanak olan Saraybosna-Gorajde bağlantısı güç­
lendirilmeli ve bu bağlantının kademeli bir şekilde Zvornik ve Fo­
ç a ’ya doğru kaydırılması planlanmalıdır. Bu hat, gerek Bosna-H er­
sek devletinin Sırbistan tarafından yeniden tehdit edilm em esi, ge­
rekse Orta Bosna’daki Müslüman Boşnak nüfusun kader birliği e t­
tiği Sancak ve Kosova ile irtibatlarının sürm esi açısından büyük bir
önem taşımaktadır. Drina hattı ve Doğu Bosna Osmaniı bakiyesi
unsurların varoluş mücadelesi açısından Balkan jeopolitiğinin en
hassas kuşaklarından birini oluşturmaktadır. Sırpların etnik kıyım
projelerinde en büyük ağırlığı bu bölgeye verm elerinin tem el se ­
bebi de budur. Bosna-Fîersek yetkilileri Dayton Anlaşmasından
nihaî statüye geçiş sürecinde bu bölgenin tekrar ülkenin merkezî
ile bütünleşm esine yönelik projeleri kademeli bir şekilde devreye
sokmak zorundadırlar.
Doğu Bosna'nın tam am ıyla Strplara m utlak anlam da terki sa­
dece Bosna’daki değil, Balkanların tüm ündeki dengeler açısından
son derece tehlikelidir. Sancak ve Kosova ile Bosna arasındaki bağ­
ları koparm ak Boşnakları Hırvatların, Sancak ve Kosova'yı ise ta­
m am ıyla Sırpların etki alanına terk etm ek demektir. Dayton Anlaş­
m asından sonra Sırpların bunalım ı Kosova’ya yayma cesareti bu l­
ması biraz da bu stratejik kuşağın zayıflaması dolayısıyladır. Bu
açıdan Bosna’nın fiilen D rina hattı ile irtibatının kesilm em esi b ü ­
yük önem taşımaktadır. Bunun yolu da en azından Gorajde aracı­
lığıyla D rina üzerinde bir köprü başı tutmaktır.
Bosna-H ersek’in yaşayabilir bir devlet olarak güvenliğini tem in
edebilm esinin ü çüncü jeopolitik gerekliliği Saraybosna’dan b aşla­
yarak Prijedor ve D oboj üzerinden Brcko’ya uzanan ve Sırp d en e­
tim indeki bölgeleri fiilen ikiye ayıran kuzey-güney hattı üzerinde­
ki hakim iyetini pekiştirm esidir. Bu hat üzerinde doğabilecek bir
zaaf ülkenin tekrar bölü n m esin in önünü açab ileceği gibi, Drina-
Stratejik D ö n ü ş ü m ve B alk an lar

Sava hattı üzerinden Adriyatik'e yönelm eyi hedef edinen Büyük


Sırbistan idealinin tekrar gündem e gelm esine sebep olabilir.
Bosna-H ersek'teki Boşnak nüfusun iç bütünlüğü açısından
önem taşıyan dördüncü gereklilik ise Orta Bosna ile Bihaç arasın­
daki irtibatın sağlam tem eller üzerine oturtulmasıdır. Bu durum
Bosna Savaşı esnasında olduğu gibi Bihaç'm tam am ıyla ayrıştırıl­
mış bir getto haline gelm em esi açısından olduğu kadar Orta B o s ­
na’nın batı istikam etinde bir derinlik kazanm ası bakım ından d.a
büyük bir önem taşımaktadır. Boşnak-H ırvat federasyonunun
ikinci yumuşak karnı bu hat üzerinde bir iç denetim çelişkisinin
yaşanma ihtimalidir.
Bosna Savaşı süresince taraflar arasında en ciddi çatışm a alan­
larını oluşturan bu hatlar barış dönem inde de ülke bütünlüğünün
sağlanm asının asgari unsurlarını oluşturmaktadır. Kendi geleceği­
ni Bosna-H ersek devletinin yaşayabilm esine bağlı gören Boşnak
nüfus için bu hatlar üzerinde iç entegrasyonu sağlayacak ekon o­
mik bağlantıların ve ulaşım im kanlarının geliştirilm esi büyük bir
önem taşımaktadır.
B osna-H ersek devletinin kendi iç bütünlüğünü sağlayarak ya­
şayabilirliğinin jeopolitik şartlarını gerçekleştirm ekten uzak görü­
nen D ayton Anlaşması, gerek anayasal çerçeve gerekse reel askerî
ve stratejik durum açısından ciddi boşluklar barındırmaktadır.
Bosna devletinin sınır bütünlüğü zikredilmekte fakat ne bunu ko­
ruyacak olan Bosna ordusunun alacağı yapı ortaya konm akta, ne
de Cumhuriyet statüsü tanınan Sırpların tek taraflı bir kararının
uluslararası müeyyidesi belirtilmektedir. Bunun tek garantisi a n ­
laşm a sonrasında B o sn a’ya yerleştirilen NATO ülkeleri ağırlıklı
uluslararası güçtür.
Reeî durum açısından bakıldığında, bu anlaşm a ile eski Yugos­
lavya toprakları üzerinde Sırbistan ve Hırvatistan güçlerini kendi
bölgelerinde konsolide ederlerken, Bosna-H ersek eski Yugoslav­
ya’nın bütün iç çelişkilerini barındıran ve yeni bunalım lara açık
bir çatışm a alam haline getirilm iş bulunm aktadır. Bunalım ı Bos-
na-H ersek’de dondurm a diplom asisinin bu iki devletin Bosna-
Hersek üzerinden kendi güçlerini pekiştirm eleri sonucunu doğur*
m ası ihtim ali hâlâ yüksektir. Bosna'daki Sırplara Cumhuriyet sta-
r,------ , , Müs l ümanl ar ı n Sırbistan
S tratejik D erinlik

yönetim inin insafına terkedi]m eşinin acı sonuçları Dayton Anlaş­


m asından üç sene sonra Kosova’da kendini göstermiştir.
Dayton Anlaşm asının m üzakereleri sürecinde bunalım ı B o s­
n a’da dondurma taktiği karşısında başta Türkiye olm ak üzere İs­
lam Dünyası Eski Yugoslavya'nın tüm üne yönelik bir konferans
konusunda ısrarlı olmalıydı. Sırbistan’daki M üslüm an topluluklar
konusunda gerekli garantileri alm aksızın Bosna'daki Sırplara özel
cum huriyet statüsü verilmesi, bölgedeki M üslüm anların durum u­
nu önem li ölçüde zaafa uğratmıştır. Bosna’da gerçekleştirilen e t­
nik kıyımdan kısa bir süre sonra hem en h em en aynı yöntem lerin
Kosova’da uygulanmış olm ası bu zaafın açık bir göstergesidir.
Sırbistan ve Hırvatistan ün iter konum larım güçlendirirken
M üslüm anların çoğunlukta olduğu B osna-H ersek Cumhuriye-
ti'nin geleceği, muhtevası muğlak bir anlaşm anın getireceği barı­
şa bağlanm ıştır. Bu durum da genelde Balkanlardaki M üslüm an
topluluklar için özelde Boşnaklar için yeni tehdit unsurları b arın ­
dırmaktadır. Balkanlardaki Osmaniı bakiyesi unsurlar barış n u ­
tuklarının iyim ser havasına kapılm aktansa bu tehdit unsurlarına
karşı her zam ankinden daha fazla teyakkuz halinde bulunm ak ve
bu anlaşm anın muğlak m uhtevasını belirleyecek askerî güce, stra­
tejik etkinliğe ve diplom atik üstünlüğe ulaşm ak zorundadır.
Bosna Savaşı süresince yaşanan acı tecrübeler gösterm iştir ki,
bütün uluslararası çabaların ve barış görüşm elerinin ötesinde
Bosna'yı yaşatacak olan en önem li unsur Boşnakların siyasî b a ­
ğımsızlık iradesi ve bu iradenin fiilî güç olarak askerî alanda k en ­
disini gösterm esidir. Tarih boyunca h iç bir millet başka bir m ille­
tin lütfü ve vesayeti ile bağımsızlığım garanti altına alam amıştır.
Boşnakların bunca acılara rağm en gösterdikleri olağanüstü dire­
niş ve irade bu ülkenin nihaî statüsüne yansım alı ve başka bir çok
örnekte görüldüğü gibi bir m illetin acıları başka m illetlerin strate­
jik hesaplarına kurban edilmemelidir.

IV. NATO M üdahalesi ve K osova’ nın Geleceği

Balkanlardaki bölgesel dengeler içinde jeopolitik kritik hatlar


ile jeokültürel kuşaklar arasındaki çelişkilerin doğrudan yansıdığı
İk in r i hni üp M n r a ı r a . V a r H a r oV-cor-ıî ı m r ^t ^
S tr a te jik D ö n ü şü m ve Balk<ınl<ır 9

vut-M akedon unsurların yüzleştiği jeokültürel kuşağı oluşturan


1
bölgedir. Her iki stratejik kuşağı da Yugoslavya'nın merkezî etnik
gücü olarak Soğuk Savaş süresince elinde tutan Sırpların Miloseviç
önderliğinde tanım ladıkları Büyük Sırbistan ideali, tem elde bu
stratejik kuşaklar üzerindeki demografik yapıyı değiştirip etnik ve
dinî olarak m onolitik bir yapı kurm aya yönelik bir projeydi. Etnik
kıyım ve fiilî baskılardan kaynaklanan göçlerle gerçekleştirilm esi
düşünülen bu yapının kara jeopolitik alam ilgili kuşaklardan olu­
şurken Adriyatik deniz bağlantısının kopm am ası esas alınıyordu.
Böylece Tuna’dan Adriyatik’e uzanan Sırp jeopolitik hayat alanı ta ­
nım lam ası bu hayat alanının içindeki Boşnak ve Arnavut unsurla­
rı hem stratejik bir düşm an hem de dış destekten yoksun kolay bir
h ed ef haline getiriyordu,
Doğu B o sn a’daki etnik temizlik ile hedefine kısmen ulaşan bu
hayat alam tanım lam ası Krajina’nın Hırvatların eline düşmesiyle
Adriyatik ayağında ciddi bir zaafla karşı karşıya kalmıştır. Bosna Sa­
vaşından askerî anlam da ciddi bir kayıp görm eden çıkan ve Day­
to n Anlaşması ile Doğu B osna’daki etnik temizliğin doğurduğu sta­
tünün tescil edilm esini sağlayan Sırbistan bu tecrübenin ışığında
iç konsolidasyonunu pekiştirm ek için Kosova’ya yönelik sindirme
ve göçe zorlam aya dayalı etnik tem izlik harekatına girişti.
Sırplar açısından Kosova'yı Bosna’dan farklılaştıran dört temel
unsur vardır. Birincisi Kosova’nm demografik yapısı ile ilgilidir.
Nüfusun yaklaşık % 90'ı Arnavutlardan oluşan Kosova Bosna’nın
aksine demografik olarak çok daha yeknesak bir yapı arzetm ekte-
dir. Bu yapı Bosna’yı izole ederek etnik kıyımı sürdürmeyi tercih
eden Sırpların Kosova'ya yönelik etnik tem izlik harekatında Koso-
v a’daki Arnavutları kom şu ülkelere, özellikle Arnavutluk ve M ake­
donya'ya sürerek demografik bir yapı değişikliğini zorlam aya y ön ­
lendirmiştir.
Bu durum ikinci tem el farklılığın da tebarüz etm esini sağlayan
bir jeokültürel atm osfer oluşturmuştur. Kosova’da iç sosyo-kültü-
rel ve sosyo-politik entegrasyonu yüksek, dolayısıyla kültürel asi­
m ilasyona ve etkileşim e son derece dirençli bir toplum sal yapının
varlığı, Sırpların Kosova'yı kendilerinin anavatanı olarak gösteren
tarihî iddialarla birleştiğinde etnik/dinî yüzleşm enin h em en net
saflara dönüşm esine yol açan bir konjonktür doğurmuştur. Dinî
farklılaşmakla birlikte dil konusunda birbirine yaklaşan
| S tratejik D erinlik

ve Soğuk Savaş süresince daha yüksek bir entegrasyon düzeyi sağ­


lamış olan Sırplar ve Boşnakların aksine Sırplar ve Arnavutların
sosyal entegrasyonu en düşük düzeylerde kalmıştır. Bu nedenledir
ki, Sırpların etnik kıyımı başlatm aları Sırplarla beraber ve yanyana
yaşamaya alışmış Boşnaklar için beklenm edik bir şok etkisi yara­
tırken, asabiyet bağlan kuvvetli Arnavutlar için zaten varolan bir
farklılaşm anın tırm andırılm ası olarak algılanmıştır.
Balkanların jeokültürel yapısını yansıtan ü çüncü önem li farklı­
laşm a ise bölge-içi dengelerle doğrudan ilgilidir. Bosna'da etnik te ­
mizliğin m uhatabı olan Boşnaklar, Sırplarla Hırvatların doğu ve
batı istikam etindeki baskıları karşısında Orta B o sn a’da neredeyse
bir gettoya sıkıştırılmışken, Kosova’daki Arnavutlar gerek M ake­
donya gerekse Arnavutluk’taki Arnavut unsurlarla hiç bir zam an
tem ası kaybetmeyerek sürekli bir lojistik destek ve sığınm a im ka­
nı bulmuşlardır. Arnavutların direniş kapasitesini artıran bu du­
rum aynı zam anda Kosova bunalım ının B o sn a’nın aksine bütün
Balkanlara yayılma riskini artırmıştır. NATO’yu Kosova'ya m üde-
haleye sevkeden am illerden birisi de bu jeokültürel dağılımın or­
taya çıkardığı yayılma riskidir,
Sırpların Kosova’ya yönelik etnik tem izlik hareketini güçleşti­
ren bu üç unsurun aksine Kosova’nın statüsünden kaynaklanan
dördüncü unsur Sırplara Önemli bir m anevra alanı kazandırmıştır.
Bosna-H ersek’İn aksine Yugoslavya’nın Soğuk Savaş dönem indeki
siyasî yapısında kurucu cum huriyet statüsüne sahip olm ayan ve
özel bir statü İle idare edilen Kosova’nin bu statüsünün de 1989 yı­
lında Sırplar tarafından ortadan kaldırılması, Yugoslavya’nın da­
ğılma ve kurucu cum huriyetlerin tan ın m a sürecinde Kosova’mn
devre dışında kalm asına yol açm ıştır. Kosova’daki hassas duru­
m un farkında oian Sırplar bu statü değişikliği ile Kosova’yı Sırbis­
tan tarafından doğrudan idare edilen bir bölge haline getirm ek su­
retiyle Kosova m eselesini bir uluslararası hukuk ihlali olm aktan çı­
kararak bir ulusal m esele haline dönüştürm eye çalışmışlardır. Ni­
tekim NATO m üdahalesi esnasında Çin ve Rusya gibi BM Güven­
lik Konseyi ülkelerin en ciddi m uhalefeti, üye bir ulus-devletin
içişlerine m üdahale noktasında olmuştur.
Uluslararası statünün sağladığı bu avantajlı konum u istism ar
eden Sırbistan 1998 baharında tırmandırdıpı etnik hor».
— 1
... - -

S tratejik D ö n ü ş ü m ve B a lk a n la r

ketinde kadem eli bir strateji benim sem iştir. Bunalım ın ilk safha­
sında her türlü uluslararası tepkiyi içişlerine müdahale olarak gö­
rerek reddeden Sırbistan, Paris görüşm eleri esnasında İngiliz-
Fransız blokunun müzakere sürecini uzatan taktikler kullanarak
bunalım ı zam ana yayma politikası takip etmiştir. Bosna'daki te c­
rübeden hareketle Batı ülkeleri arasındaki yaklaşım farklarının
uluslararası müdahaleyi geciktireceği kanaati M iloseviç’i Kosovalı
Arnavutlarca kabul edilen anlaşm a m etnini reddetmeye sevket-
miştir.
M iloseviç’in değişen uluslararası konjonktürü ve ABD’nin Bal-
kanlarda sistem ik çelişkileri de barındıran tavır değişikliğini göre­
m em esi bu hesapların tutm am asına yol açmıştır. Bunun üzerine
M ilosevıç yönetim i m üdahalenin başlam asından sonra biraz da
m üdahalenin kara desteğinden yoksun oluşunun getirdiği k on ­
jonktürü istism ar ederek hava operasyonuyla sınırlı askerî harekat
konusundaki ısrarı zorlam aya başlamıştır. Bu dirençle bir taraftan
NATO ülkelerinin m üdahaleye bakış açılarında bir takım farklılaş­
m aların ortaya çıkarak m üdahale blokunun çatlam ası, diğer taraf­
tan da kara desteğinden yoksun hava operasyonunun tırm andır­
dığı gerilimle Kosova halkının Arnavutluk ve M akedonya'ya göçe
zorlanm ası h ed ef edinilmiştir.
G erçekten de kara harekatına yönelik gerekli lojistik hazırlığın
yapılm am ış olm ası hava operasyonlarının ilk safhasında karada
yürütülen etnik tem izlik harekatının ivme kazanm asına yol açm ış­
tır. M uhtem el bir kara harekatı için en azından 6 hafta gerekli o l­
duğunun NATO yetkililerince ifade edilm esi de Sırplara bir zam an
esnekliği tanım ak suretiyle etnik tem izlik harekatının hızlandırıl­
m asına zem in hazırlamıştır. M üdahale sonrasında ortaya çıkarı­
lan toplu m ezarlar hava operasyonuyla sınırlı harekatın bu zaafını
açık bir şeküde ortaya koymuştur.
“Arnavut M e s e le s in i bir Yugoslavya m eselesi olm aktan çık a­
rarak bölgeye yaymaya yönelik Sırp politikası bir taraftan NATO
güçlerinin teyakkuzunu artırırken, diğer taraftan Balkanlardaki
bölge-içi denge m ekanizm alarını harekete geçirmiştir. M akedon­
ya bünyesinde ortaya çıkacak en küçük bir hareketlenm e ve d e­
ğişme, Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk ve Türkiye’yi doğru-
~ ~ c nnı mi ür Hnonir e b i l e c e k olm ası bunalım ı doğ­
| S tra te jik D erinlik

rudan ya da dolaylı müdahil olm a ihtim ali taşıyan ülkeleri ted ir­
gin etmiştir.
Sırbistan da bu durumu görmüş ve “Arnavut M eselesi”ni bir
Yugoslavya ve Sırbistan meselesi olmaktan çıkararak genelde bir
Balkan, özelde de bir Makedonya m eselesi haline dönüştürebile­
cek bir göç dalgası oluşturmaya çalışm ıştır. Türkiye için de en kri­
tik hat bu çerçevede belirginlik kazanmıştır. Ancak, özellikle b ö l­
ge-içi dengelerin nabzım iyi tutan ABD'nin ısrarı ve A lm anya'nın
son derece akıllı manevralarla m üdahaleyi bitirm eye yönelik dip­
lom atik adımların çekim alanını Rusya'nın da m üdahil olduğu Av -
rupa-içi kurumlara yöneltm esi Sırbistan’ın bu senaryoya yönelik
direncini Önce zayıflatmış daha sonra da kırmıştır.
Bununla birlikte, Sırp askeri güçlerinin çekilm esi ve KFOR’un
Kosova’da denetim i ele geçirm esi bunalım ın nihaî çözüm ü için
yeterli değil gerekli bir adımdır. Kosova M eselesinin en hayatî b o ­
yutları hâlâ çözüm beklemektedir. Sistem ik ve bölge-içi çelişkile­
rin getirdiği açm azlar Kosova'nm geleceği İle ilgili diplom atik ve
siyasî süreci etkilemeye devam etmektedir.
Kosova m eselesinin geleceği ile ilgili problem leri üç kadem ede
ele almak mümkündür. Birinci kadem e bunalım ın ana odak nok- -
tası olan Kosova’nm statüsü ile ilgilidir. Kosovalı Arnavutlarca m ü­
dahale öncesinde im zalanan anlaşm a Sırpların saldırgan tutum u­
nun tescil edilm esi ve m üdahale yönündeki baskıları artırm ası b a ­
kım ından olumlu unsurlar ihtiva etm işse de nihaî çözüm ve o to ­
nom inin m ahiyeti konusunda muğlak ifadeler içerm ekteydi. Ko­
sova’da gelinen son nokta Sırp ve Arnavutların birlikte ortak bir si­
yasî hayat alanı oluşturm asını iyice güçleştirmiştir. Ortaya çıkan
yoğun güvensizlik ortamı, geçici çözüm leri ve garanti altına alın ­
m am ış sınırlı özerklik tanım lam alarını gittikçe devre dışına itm ek­
te ve nihaî çözüm alternatiflerini azaltmaktadır. Sırplar için de Ar­
navutlar için de “ya hep ya h iç” form ülü ön plana çıkm akta; bu du­
rum da fiilî güç destekli diplom asinin esneklik alanını daraltm ak­
tadır-. Sırpların Soğuk Savaş dönem inde çok daha yüksek bir sos-
yo-kültürel entegrasyon süreci yaşadıkları Boşnaklarla birarada
yaşam ayı dahi içlerine sindiremedikleri bir güvensizlik ortam ında
Arnavutlarla ortak bir devletin unsurları olmayı benim sem eleri
çok güçtür. Kosova’nm geleceği üzerinde n l a n l a r v a n a n mii-t-fûfîV
Stratejik D ö n ü şü m ve B a lk a n la r

güçler bu konuda artık m üdahale öncesinden daha sınırlı opsi-


yonlara sahiptir.
Prensipte Kosova'mn iç egem enliğe dayalı bir otonom iye sahip
olm ası hâlâ tem el çözüm alternatifi olarak sunulmaktadır. Ancak,
soyut bir otonom i alternatifinden çok otonom inin m uhtevası
önem taşımaktadır. Yugoslavya içinde Karadağ benzeri kurucu bir
statü ya da B osn a içindeki Sırp Cumhuriyeti gibi iç sınırları ege­
m enlik alanı şeklinde tanım lanm ış bir de facto otonom i benzeri
bir çözüm Kosova'mn geleceği için bir kıyas niteliği taşıyabilir.
Yoksa Sırbistan içinde tanınan kültürel/ekonomik ağırlıklı bir o to ­
nomi, Kosova için herhangi bir güvenlik ve istikrar garantisi oluş­
turm ayacaktır. D aha ö n ce çok daha kuvvetli bir otonom inin Sırp
yetkililerce m erkezî bir kararla kaldırıldığını bilen Kosovalılar için
oton om i ancak ve ancak iç egem enlik alanının net olarak tan ım ­
landığı bîr durumda kısm ı bir çözüm niteliği taşıyabilir.
İç egem enliğin en bunalım lı alanı da güvenliğin KFOR m isyo­
nundan sonra nasıl sağlanabileceği sorusu ile ilgilidir. KKO’nuıı si­
lahsızlandırılm ası uluslararası garantörlüğün söz konusu olduğu
m üdahale sonrası dönem için bir gereklilik olarak görülebilir. An­
cak, nihaî statüde iç egem enliğin fiilî güç boyutunun nasıl tem in
edileceği çözülm eden Kosova bölgesinde istikran sağlayabilmek
çok zordur.
Bunalım ın bölge-içi dengeleri ilgilendiren ikinci kademesinde
en ciddi m esele, parçalanm ış Arnavut demografik yapısından kay­
naklanan “Arnavut M e se le sin in geleceği ile ilgilidir. Kosova m e­
selesinin nihaî çözüm ü bu açıdan öncelikle Arnavutluk ve M ake­
donya'yı, daha sonra da hem en hem en bütün bölge ülkelerini ilgi­
lendirm ektedir. Kosova m eselesinin Balkanların m erkezî problem i
olan “Arnavut M eselesi”ni de harekete geçirm esi ihtim ali bölge
dengeleri açısından en kritik alanı oluşturmaktadır. Bunalım es­
nasında Kosova'dan Arnavutluk, M akedonya ve Bulgaristan'a ve
oradan da Türkiye’ye yönelen göç bölge-içi dengelerde ciddi risk
alanları oluşturmuştur. Özellikle kendi içinde son derece hassas
bir etnik/dinî denge barındıran M akedonya’nın konum u son de­
rece kritiktir. Şu anda Kosova'daki KFOR askerî gücü dolayısıyla
dondurulm uş görünen bu m esele gelecekte de özellikle Türkiye
açısından bölgenin en hassas gündem m addeleri arasında yer al-
d H p rp li'fir
Stratejik D erinlik

Daha önceki bolüm de de üzerinde durduğumuz gibi uluslara­


rası güçlerin sistem ik çelişkileri Kosova’nm geleceği ile ilgili ü çün ­
cü kademeyi oluşturmaktadır. Kosova'mn cari statüsünde değişen
en önemli unsur uluslararası bir gücün garantörlüğüdür. Ancak bu
gücün sınırları ve iç çelişkileri de bölgenin geleceğini belirleyecek
ve olumsuz yönde etkileyebilecek unsurlar ihtiva etm ektedir.
KFOR'un Kosova'ya konuşlanm ası sürecinde özellikle İngiliz,
Fransız ve Rus denetim bölgeleri ile ilgili ciddi kaygılar duyulmak­
taydı. Nitekim, Rusya’nın Priştine havaalanını işgal ederek d ene­
tim dışı de facto bir durum yaratm ası ve Mitroviça ve Priştiııe'de
Arnavut nüfus ile İngiliz ve Fransız güçleri arasında çatışm alar ya­
şanm ası bu kaygıları pekiştirmiştir. Kosova’da yeni statünün çe r­
çevesinin belirlenerek sivil yönetim in oluşturulm asına kadar ya­
şanacak süreç en kritik dönem i oluşturacaktır.

V. Türkiye’nin Balkanlar Politikasının Esasları

Kosova bunalım ının gerek uluslararası düzlemdeki yansım ala­


rından, gerekse bölge-içi dengelerdeki etldsinden Türkiye adına
çıkarılm ası gereken önem li dersler vardır:
(i) Soğuk Savaş sonrası dönem in değişken ve dinam ik şartları
küresel nitelikli uluslararası rekabetin hassas bölgesel kuşaklara
hem en ve doğrudan yansım ası sonucunu doğurmaktadır. Her
yansım a da küresel uluslararası tercihler ile bölgesel politikalar
arasında esnek am a süreklilik arzeden bir ilişkinin kurulm asını ve
bu ilişkinin belli periyotlarla yeniden ayarlanm asını gerekli kıl­
maktadır. M esela Türkiye'nin AB'den dışlanm ası ve ABD-îsrail ek­
senli bir genel stratejik tercihe yönelm esi hem O rtadoğu’daki hem.
de Balkanlardaki politikaları doğrudan etkilemektedir. Bu noktada
küresel strateji esnekliğini azaltan h er adım bölgesel politikalarda
da bir tıkanm a m eydana getirmektedir.
(ii) Böylesi bir konjonktür stratejik esnekliğini artıran ülkeler
için, önem li dış politika avantajları oluştururken, bu esnekliği kay­
bed en ülkelerin risklerini artırmaktadır. Bu anlam da Kosova’da
gerilim 1998 başlarında tırm anırken, dönem in başbakanı M esut
Yılmaz'sn Lebensmum kavramını, teorik olarak haklı bir çerçevede
olsa bile, m aksadını aşan bir şekilde kullanarak Almanya ile yersiz
S tratejik D ö n ü ş ü m ve B a lk a n la r

ken, Dışişleri Bakanı îsm ail C em ’in gerek Ortadoğu gerek Balkan­
larda yüzyüze tem aslarla inisiyatif oluşturm a çabaları ise dış poli­
tika rasyonalitesi açısından doğru unsurlar ihtiva etmiştir. D ina­
mik uluslararası şartlar her aktörle sürekli tem ası kaçınılmaz kıl­
maktadır. Bu aktörün karşı safta yer alması, tem ası aktörün niyet­
lerini görebilm ek açısından daha da anlam lı kılabilir.
(iii) Küresel rekabetin Balkanlara yansım ası tarihî etki alanları­
nı da beraberinde getirmektedir, 19, Yüzyıl Avrupa diplomasisi
içinde bu rekabet ikisi ilerleyen, bir diğeri gerileyen üç tarihî m ira­
sı karşı karşıya getirmiştir. Yükselen etki alanlardan birisi Alman
birliğinin gerçekleşm esinden aldığı hızla doğu ve güneye doğru
ilerleyen Kutsal Rom a-G erm en mirasıdır ki, kuzeyde Polonya'dan
güneye Avusturya ve M acaristan üzerinden Hırvatistan ve Adriya­
tik'e inm ektedir; İkincisi ise Rusların Ü çüncü Roma idealini yansı­
tan ve daha sonra sosyalist ideolojiye dönüşerek D em irperde'nin
doğuşuna yol açan Ortodoks-Slav etki alanıdır ki, kuzeyde Bese-
rabya'dan başlayarak Bulgaristan ve Sırbistan üzerinden Yunanis­
ta n ’ı da için e alarak Ege ve Adriyatik'e yönelmektedir. İlerleyen bu
iki eksen karşısında gerileyen Osmaniı ekseni kuzeyde tarihî Le­
histan politikasına, güneyde ise Balkanların otantik kavimleri olan
Boşnak ve Arnavutların O sm aniı kültürü ile özdeşleşen altyapısına
dayanmaktaydı. D engeci İngiliz politikası ise Germ en ve Slav un­
surlar arasında eski Yugoslavya benzeri tam pon siyasî oluşum lar
oluşturm ayı hedef edinm işti.
Bu dengeler bugün de üç aşağı beş yukarı sürmektedir. M aale­
sef kabul etm ek zorunda olduğumuz bir gerçek de, Türkiye'nin,
Almanya ve Rusya'nın kendi etki alanlarını korum a yönündeki e t­
kinliklerine orantılı bir etkinliği gösterecek güce sahip olm am ası­
dır. Bunun için de, Balkan bunalım ı neredeyse bölgedeki İslam ve
O sm aniı kimliğinin tasfiye hareketi haline dönüşmüştür. Son B o s­
na ve Kosova bunalım ları bunu açık bir şekilde göstermiştir.
Ancak, 19. yüzyıldan farklı olarak yeni konjonktürdeki en
önem li faktör A BD ’dir ki, ABD’nin bölgesel etkinliğini G erm en ve
Slav etkinlik alanları dışında kalan unsurlara dayandırm asını ge­
rekli kılmaktadır. M acar, Hırvat ve Sloven unsurların Almanya'ya;
Sırp unsurların Rusya’ya; Bulgar, Rum en ve Yunan unsurların
konjonktürel olarak h er iki tarafa da yakın olabilecek b ir politika
«--i,;-, o+mpve m eyilli olduğunu gören ABD, ister istem ez Arnavut
Stratejik D erinlik

ve Boşnak unsurları bölgenin dengeleyici aktörleri olarak devrede


tutmaya çalışacaktır. Türkiye bu noktada Almanya ve Rusya'yı
karşısına alm adan ve bu ülkelerle diplom atik tem ası kesm eden,
ABD ile kesişen bölgesel hesap larının realize edilm esine çalışm a­
lıdır.
(iv) Balkanlarda özellikle Sırplar ve Yunanlılar tarafından sık sık
depreştirilen anti-O sm anlı ve anti-Türk im ajı karşısında Türki­
ye'nin küresel rekabet unsurlarını bölgeye dikkatli bir şekilde yan­
sıtması zorunludur. Türkiye’nin bölgeye m üdahil olm asını sağla­
yacak diplomatik ve reel araçlar oluşturulmalıdır. O sm anlı’dan te ­
varüs edilen siyasî kültürün ve kurum lanıl reddi Balkanlar politi­
kası açısından Önemli bir açm az doğurmaktadır. Herkes Boşnak ve
Arnavut unsurlara olan tarihî ve kalbî yakınlığımızı bilm ektedir;
ancak bunun uluslararası legal araçları yoktur. İçerde İslâm î kültür
oluşumlarını bir tehdit gibi gören yaklaşım Kosova'da ve Bosna'da
bu kimliğin muhafazasını savunmakta güçlük çekm ektedir; çünkü
Sırplar her iki bölgede kendilerine karşı m ücadele eden unsurları
İslam fundam entalizm inin tem silcileri olarak gösterm ektedir. Ali-
ya İzzetbegoviç karşıtı propaganda bu konuda önem li bir misal
teşkil etmektedir. Türkiye Özellikle Balkanlarla ilgili olarak iç siyasî
kültür ile dış politika yapımı arasında yeni denge ve uyum ölçüle­
ri oluşturmak zorundadır.
Bu çerçevede Türkiye'nin Balkanlar politikasının ana unsurları
şu şekilde özetlenebilir:

ı. Tarihî Miras ve Balkanlar


Osmaniı D evleti'nin Balkanlarda egem en olm asından bu yana
Osmaniı-Türk geleneksel Balkan politikasının iki tem el dayanak
grubu vardır: Boşnaklar ve Arnavutlar. Balkanların bu iki yerleşik
kavmi İslam 'ı seçerek Katolik-Ortodoks-İslam ya da Roma/Ger-
m en-Rus-Osm anlı sacayağına dayalı Balkan jeokültüründe ağır­
lıkların? İslam ve Osmaniı ayaklarına koymuşlardır. Bu nedenledir
ki, O sm anh'nın güçlü olduğu dönem lerde Osmaniı adm a Balkan­
larda büyük etki kazanan bu kavimler, O sm anh'nın zayıflam asın­
dan ve çöküşünden sonra en büyük darbelere duçar olmuşlardır.
Soğuk Savaş sonrasında da Balkanlardaki dengede Türkiye h a ­
nesindeki en önem li kazançlar bu iki kavmın kendi devletlerinde
kültürel geçm işlerine daha vakm bir ri7airlp v*mî k î »-
------- -----

Stratejik D ö n ü ş ü m ve B alk an lar

{anmaya gitm eleri olmuştur. Arnavutların ve Boşnakların Balkan­


larda istikrarlı ve etkili olmadığı bir konjonktürde Türkiye'nin D o­
ğu Trakya ve Anadolu’da huzurlu olm ası m üm kün değildir. Bosna-
Hersek hâlâ Türkiye’nin Orta Avrupa içlerine uzanan siyasî, eko­
nomik ve kültürel bir ileri karakolu durumundadır. Arnavutluk ise
Türkiye’nin Balkanlar politikasının barom etresidir. Arnavutluk’un
Balkanlardaki istikrar ve güvenliğini sağlam ak için destek olam a­
yan bir Türkiye’nin bölgede kalıcı bir etkide bulunm ası m üm kün
değildir.
D aha önce de vurguladığımız gibi Türkiye’nin Balkan ve Kafkas
politikalarındaki rolleri açısından Arnavutluk ve Azerbaycan b e n ­
zer konum lara sahiptirler. Bu konum Türkiye’nin hem yakın kara
hem de yakın deniz havza politikalarının kaderini belirleyecek
Özellikler taşımaktadır. Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Adriyatik p o ­
litikasında Arnavutluk, Hazar D enizi politikasında da Azerbaycan
belirleyici bir ağırlık taşımaktadır.
B oşnakların ve Arnavutların geleceği jeokültürel açıdan da, j e ­
opolitik açıd an da Balkanların anahtarı durumundadır. B alk an ­
lardaki kaygan ve değişken bölgesel ilişkiler arasında Türkiye a ç ı­
sından değişm eyen en önem li stratejik öncelik ve unsur O sm aniı
bakiyesi olan ve kendi kaderlerini Türkiye’nin bölgesel gücüne ve
ağırlığına bağlayan toplum larm kendi bölgelerinde kalarak gü ­
venliklerini tem in etm e m eselesidir. Bu durum Türkiye için sad e­
ce yerine getirilm esi gereken bir m esuliyet ve yük değil, aynı z a ­
m and a Balkanlardaki etkinlik alanı oluşturm anın en ön em li a ra ­
cıdır. Kuzeybatı istikam etind en başlayarak B ihaç-O rta B osııa-
D oğu B osna-Sancak-K osova-A rnavu tlu k -M ak ed on ya-K ırcaali-
Batı Trakya hattı ile D oğu Trakya'ya ulaşan kuşak Türkiye a çısın ­
dan Balkan jeopolitiğinin ve jeokültürünü n hayat dam arı n iteli­
ğindedir.
Dikkat edilirse Sırplar Bosna Savaşında bu hat üzerindeki b ağ ­
lantıları kesme hedefine yönelm işler ve bir taraftan Doğu B o sn a’yı
işgal ederek Orta Bosna ile Sancak ve Kosova arasındaki irtibatı ko­
parmışlar, diğer taraftan Bihaç'ı kuşatm a altında tutulan bir ada
şeklinde izole etm eye çalışmışlardır. Savaşın daha sonraki d ö n em ­
lerinde Bihaç ile Orta Bosna arasındaki irtibat tekrar kurulurken
Doğu Bosna'daki etnik tem izlik harekatı Sancak ile Bosna arasııı-
daki irtibatı tam am ıyla yok etmiştir. Bugün çatışm aların Koso-
I Stratejik D erinlik

va’da, özellikle bölgenin kuzeyde Sancak ve batıda Arnavutluk irti­


bat noktalarında yoğunlaşması da bir tesadüf değildir. Kosova bu
kuşağın Boşnak nüfusun çoğunlukta olduğu Bosna-Sancak ekseni
ile Arnavut nüfusun çoğunlukta olduğu Makedonya-Arnavutluk
ekseni arasındaki irtibatın merkezî coğrafyasını oluşturmaktadır.
Kosova'mn tasfiyesi kuzeydeki Boşnak unsuru bir Orta Avrupa
azınlığı haline dönüştürürken, Arnavutları Balkanlara yayılan et­
nik bir grup olm aktan çıkarıp Adriyatik’e sıkışm ış bir topluluk h a­
line getirecektir. Bu fiilen kendini Türkiye ile kader birliği içinde
gören unsurların birbirinden koparılarak m arjinalleştirilm esi su­
retiyle Osmaniı bakiyesinin tüm üyle tasfiyesinin son halkası an la­
mına gelecektir.
Bu kuşakta yaşayan toplulukların iç güvenliklerinin sağlanm a­
sı, kültürel varlıklarının muhafazası, ekonom ik ve sosyal altyapıla­
rının güçlendirilmesi, kuşak üzerindeki topluluklar arasındaki ile­
tişimin artırılarak sürdürülmesi Türkiye'yi bölgede hem barış hem
de gerginlik konjonktüründe güçlü kılacaktır. Aksi takdirde bu ku­
şağın demografik olarak çözülm esi ve tasfiye edilm esi Türkiye’nin
Balkanlardaki etkinliğinin büyük ölçüde azalm asına yol açacaktır.

2. B ölgelerarası Bağımlılık
Türkiye'nin bu stratejik hedefe ulaşabilm esi küresel ve bölgesel
dengeleri gözetm esine bağlıdır. Türkiye'yi diğer Balkan ülkelerin­
den farklılaştıran ve önem li bir stratejik avantaj sağlayan en tem el
özellik Türkiye’n in aynı zam anda bir Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve
Kafkasya ülkesi olmasıdır. Başka h iç bir Balkan ülkesi bu denli çok
yönlü bir dış politika alanına sahip değildir.
D aha ön ce de vurguladığımız gibi, bugün bu bölgesel alanlar
arasında bir karşılıklı bağım lılık ilişkisi vardır ve bunu manevra
alanını sürekli genişletm eye dayanan esnek bir dış politika anlayı­
şı ile en iyi kullanabilecek olan ülke Türkiye’dir. İyi değerlendirildi­
ğinde büyük avantajlar sağlayacak olan bu bölgelerarası bağım lı­
lık ilişkisi, iki ucu keskin kılıç gibi, iyi kullanılamadığı zam an ciddi
riskler de üretebilir. Balkanlar ve O rtadoğu’nun kesiştiği bir alan
olan Doğu Akdeniz ve Kıbrıs m eselesi bu bölgelerdeki zaaflardan
en doğrudan etkilenebilecek dış politika alanlarıdır. Türkiye bu
bölgelerle ilgili politikalar arasındaki koordinasyonu sürekli takip
( edecek bir yakın havza stratejisi geliştirm ek zo ru n d a d ır.
Stratejik D ö n ü ş ü m v e B a lk a n la r

3. Bölge-içi Dengeler
Bölgelerarası bağım lılık ilişkisinde küresel güçleri ve dengeleri
gözetmesi gereken Türkiye, Balkanlara yönelik politikada da b ö l­
ge-içi dengeleri sürekli takip eden aktif ve etkin bir diplom asi ge­
liştirm ek zorundadır. Bölgede Kosova eksenli olarak içiçe geçen üç
halkadan bah setm ek mümkündür.
Birinci halka Kosova (dolayısıyla Sırbistan)-Arnavutluk ve M a­
kedonya'dan oluşan iç halkadır ki, burada Arnavut etnik kimliği­
nin bölünm esinden kaynaklanan çelişkiler ağırlık taşımaktadır.
İkinci halka Yunanistan, Yugoslavya (genişletilm iş Sırbistan) B ul­
garistan, Türkiye ve B osna-H ersek’ten oluşm akta ve bunalım ın ya­
yılm asındaki ilk doğrudan müdahil ülkeleri kapsamaktadır. Ü çün-
cüsü ise bu iç iki kuşaktaki dengeleri etkileyebilecek olan ülkeleri
kapsam aktadır ki bunlar B osna'ya m üdahil olabilecek Hırvatistan,
Voyvodina bölgesine müdahil olabilecek olan M acaristan ve sahip
olduğu coğrafî konum la bütün bu dengeleri etkileyebilecek olan
R om anya’dır. Bu üç halka ile ilgili olarak da koordineli bir diplo­
m asi uygulamak gerekmektedir.
Bu çerçevede birinci halka içindeki dengelerin Türkiye a çısın ­
dan en önem li önceliği Arnavutluk'un her açıdan güçlü bir yapıya
kavuşturulm ası ve bu ülke ile Balkanlara yönelik en kapsamlı iş­
birliği çab asının yürütülmesidir. Bu konuda ortaya çıkacak zaaflar
Yunanistan ve İtalya’nın Arnavutluk üzerindeki etkisinin Türkiye
aleyhine artm ası sonucunu doğuracaktır. Arnavutluk’u sarsan
banker krizinde Türkiye’nin yeterince süratli ve etkin bir destek
sağlayam am ası Y unanistan'a önem li bir alan açm ıştır. Kosova kri­
zinin ilk günlerinde Arnavutluk başbakanının Yunanistan'dan ara­
buluculuk talebinde bulunm ası bu konuda Türkiye açısından dik­
kat çekici ve uyarıcı bir gelişm e olmuştur.
Arnavutluk bunalım ı, etkileri ve sonuçları açısından, Bosna-
H ersek’ten çok daha derin bir bölgesel çatışm aya dönüşm e p o tan ­
siyeli taşım aktadır. Boşnakların -Sancak hariç- yoğun olarak B o s­
na-H ersek sınırları içinde yaşaması, bu bunalım ın, doğru olm a­
makla birlikte, Bosna-H ersek ile sınırlandırılm ası çabalarının b a ­
şarılı olm asını sağlamıştır. Hırvatistan ve Sırbistan'ın doğrudan
karşı karşıya geldiği kısa dönem li çatışm alar hariç, bunalım Bos-
na-H ersek sınırları içinde dondurulmuştur. Boşnakların aksine,
Arnavutların Arnavutluk dışında yoğun bir şekilde Kosova ve Ma-
8 S tra te jik D erin lik

f kedotıya’da yaşıyor olmaları, Sırbistan ve Yunanistan'ın bunalım a


doğrudan müdahil olmaları sonucunu doğurmaktadır. Balkanlar­
daki bunalım odağının Boşnaklardan Arnavutlara doğru kaydırıl-
ması daha yaygın bir bölgesel çatışm anın ilk sinyalleri olarak cid­
di kaygılar uyandırmaktadır.
Bu birinci halkanın en hassas noktası ise M akedonya-Arnavut­
luk ilişkileridir. Makedonya’da yaşayan Arnavutların karşı karşıya
kaldığı problemler dolayısıyla sürekli gerilen bu ilişkinin kopması
diğer ülkelerin bu iki ülke üzerindeki baskılarını artırm ası son u cu ­
nu doğuracaktır. Türkiye her iki ülke nezdindeki ilişkileri yoğun­
laştırarak bir taraftan ikili ilişkilerin iyileştirilm esine çalışırken di­
ğer taraftan M akedonya’daki Arnavutların en tabiî vatandaşlık
haklarını en etkin bir şekilde kullanabilm eleri için ikna edici bir rol
üstlenmelidir. Bu çerçevede Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan
tarafından baskı altında tutulan M akedonya Devletinin varlığının
ülkenin takriben yarısını oluşturan Arnavutlarla birlikte korunabi­
leceği anlatılmalıdır.
İkinci halkada yer alan ülkelerin iç ittifak arayışları sürekli karşı
ittifaklarla dengelenmek zorundadır. Burada en tem el husus B u l­
garistan’ın Sırp-Yunan ittifakına yönelmesiyle oluşacak Türkiye-
karşıtı bölgesel bir ittifakın önüne geçmektir. M uhtem el bir Sırp-
Yunan-Bulgar bloku Türkiye’nin bölgedeki hayat dam arı olan stra­
tejik kuşak üzerindeki baskıların artm asına, M akedonya'nın dağıl­
masına ve Türkiye’nin Bosna ve Arnavutluk ile ilişkilerinin fiilen
kopmasına yol açar. Bunun için de Bulgaristan'la ilişkiler h em ikili
hem de çok yönlü zem inde geliştirilmeli; hatta m üm künse Balkan­
larla ilgili problemleri izleyecek iki taraflı bir komisyon oluşturul­
ması sağlanarak Bulgaristan'ın nabzı sürekli olarak tutulmalıdır.
Ü çüncü halkada yer alan Romanya, M acaristan, Slovenya ve
Hırvatistan gibi ülkelerle tem aslar artırılmalıdır. Özellikle R om an­
ya ile zaten çok iyi durumda olan ekonom ik ilişkiler daha da yay­
gınlaştırılm alı ve m uhtem el bir Balkan krizinde Rom anya ve Tuna
üzerinden geçen ulaşım hattı açık tutulmalıdır.

4. B ölgeyi Kuşatıcı Politikalar


Türkiye bu iç çelişkilerin ve risklerin farkında olmakla birlikte
bölgeyi tüm üyle kuşatan nnlitîValam amr-iıU u arm o i^ ;- 12,.
Stratejik D ö n ü ş ü m v c B a lk a n la r

vede Balkan Zirvesi ve Güneydoğu Avrupa Platform unda aktif ve


sürükleyici roller üstlenilmelidir.
Balkanların tüm ünü kapsayan ortak projelere öncülük ed ilm e­
si Türkiye’nin bölgedeki ağırlığını artıracaktır. M esela Bosna'da ya­
şanan kültür katliam ından sonra küçük ölçekli bir Balkan UNES­
CO su oluşturularak bölgenin kültürel dokusunun ortak bir şekilde
korunm ası gündem e getirilmelidir; çünkü bu kültür tasfiyesinden
en büyük zararı Osm aniı-Türk kültür m irası görmektedir. Yine B al­
kan ülkeleri bünyesindeki farklı kültürlere sahip etnik toplulukla­
rın kültür ve eğitim haklarının sağlanm ası için ortak bir çalışm a
teklif edilebilir; böylesi bir m utabakat özellikle Kosova ve Batı
Trakya için uygun bir zem in oluşturabilir.
Bölge içindeki gerilimi düşürm ek ve ortak çıkar alanları oluş­
tu rm ak için ekonom i ağırlıklı projeler üretilmelidir. Bir ara günde­
me gelen Balkan otoyolu gibi projeler dışında KEİ’nin de devreye
girebileceği daha geniş ölçekli yatırımlara Öncülük yapılmalıdır.

5. Balkan Politikasında Küresel Stratejik Araçlar


Bu noktada Türkiye'nin kullanabileceği biri sistem ik diğeri al­
tern atif iki araç vardır. Sistem ik araç, içinde Türkiye’nin de bu lu n ­
duğu NATO'dur. NATO'nun bunalım la ilgili devrede tutulm ası ve
Türkiye’nin NATO içindeki rolünün O rtadoğu’dan çok Balkanlar
ve Doğu Avrupa ile ilintilendirilm esi Balkan politikamız açısından
büyük bir önem taşımaktadır. M eselenin AB ve BM forum larında
yoğunlaşm ası Türkiye'nin etki alanını azaltacaktır. D aha Önce de
sık sık vurguladığımız gibi, Türkiye'nin NATO içinde O rtadoğu’ya
yönelik bir rol ü stlenm esi Türkiye’yi risk üstlenen edilgen bir ülke
yaparken, Balkanlara ve Doğu Avrupa’ya yönelik bir rol, Türkiye’yi
daha etken ve kendisini dışlayan Avrupa karşısında daha güçlü kı­
lacaktır. Böyle bir tanım lam a gelecekte bölgede Türkiye'ye yakın
Boşnaklar ve Arnavutlara yakın politika geliştirm ek zorunda kala­
cak olan ABD’nin tercihlerine de yakın olacaktır.
NATO'daki sistem ik rol dışında ikinci önem li araç ise kısm en
sistem -dışı olarak görülebilecek olan ÎKÖ çerçevesindeki konum ­
dur. Türkiye Balkanlardaki bunalım ları İKÖ forum una etkin bir şe­
kilde taşıyarak bölgedeki İslam -O sm anlı kimliğinin korunm asını
doğrudan değil, anonim bir İslam Dünyası m eselesi olarak günde-
mp CTfvfirmek zorundadır. Papa’nin doğrudan m üdahil olduğu ve
Stratejik D erinlik

görüş beyan ettiği bir konjonktürde Arnavut ve Boşnakları Anado­


lu coğrafyası ile bütünleştiren dinî/kültürel kimliklerini koruyacak
bir teşebbüsün eksikliği hissedilmektedir. Sahipsiz kalan Boşnak
ve Arnavutlar kültürel kimliklerini kaybetm e tehlikesi için e gire­
ceklerdir ki, bu tasfiye planının başarısı anlam ına gelecektir. B o s­
na bunalım ı esnasında Batı Temas Grubundan dışlanan Türki­
ye’nin içinde bulunduğu İKÖ Tem as G rubunun varlığının dahi bir
faktör olarak önem li bir misyon ifa etm iş olm ası unutulm am alıdır.
Bosna'da tereddütle kaybedilen zam anın nelere m al olduğu
unutulmam alıdır. İKÖ’nün devrede tutulm ası sistem ik güçleri
diplomatik olarak baskı altında tutabilm ek açısından özel bir
Önem taşımaktadır. B osna bugün herşeye rağm en varlığım koru­
yorsa bunun iki sebebi vardır; sistem ik güçler arasındaki ihtilaflar
ve İslam D ünyasından sağlanan psikolojik ve diplom atik destek.
Bugün her iki unsur da devrede olmalı ve Kosova bir taraftan BM
ve NATO diğer taraftan İKÖ nezdinde çift yönlü bir küresel m esele
olarak gündem de tutulmalıdır. Kosova m eselesinin lokalize ed ile­
rek unutturulm ası bölgedeki Türkiye yanlısı Arnavut unsurların
tüm den tasfiyesi anlam ına gelecektir.
Türkiye, Kosova'daki Sırp katliamı ve onun sonucund a gerçek­
leşen NATO m üdahalesi ile tekrar gündem e gelen Balkanlar ile il­
gili stratejiyi, bunalım dan bunalım a hatırlanan ve revize edilen bir
dış politika m eselesi olm aktan çıkarm alı ve uzun dönem li projek­
siyonlara ayak uydurabilecek bir takım tem el önceliklere ve ilkele­
re göre yeniden belirlem elidir. Yeni Bosnaların ve Kosovalann ya­
şanm am ası herşeyden ön ce böylesi bir dış politika vizyonunun
eseri olabilir. U nutulm am alıdır ki, Osm aniı D evleti'nin kaderi B al­
kanlarda çizilmiştir. Balkanlarda sınır ötesi etki alanları kuram a­
yan bir Türkiye'nin genel uluslararası ilişkilerde de, bölgesel d en­
gelerde de etkin olabilm esi m üm kün değildir. Türkiye bir taraftan
Kosova ölçeğinde Balkanlardaki çıkarlarını korum aya yönelik stra­
tejik ve taktik adım lar geliştirm eye yönelirken, diğer taraftan da
yeni küresel düzen arayışının ana unsurlarını takip ederek geliş­
m elerin m uhtem el seyrinin doğurabileceği sonuçlar konusunda
getekli girişimlerde bulunm ak zorundadır.
Ortadoğu: Küresel Ekonomi-Politik ve
İ Stratejik Dengelerin Kilidi

I. O rtadoğu’ nun Uluslararası Konumunu


Etkileyen Faktörler

Uluslararası ilişkilerde tahlil kabiliyetini geliştirmek istediğimiz


öğrencilerim ize verdiğimiz ilk prensiplerden bir tanesi uluslararası
ilişkilerdeki reel durumu görebilm ek için sınırlan bir an için gözö-
nünde tutm aksızm haritayı alıp incelem eleridir. Bu temrin, özel­
likle uzun dönem li projeksiyonlarda ve küresel ve bölgesel denge­
leri etkileyebilecek güçteki ülkelerin stratejik tercihlerindeki kay­
m aları anlam landırm ada ufuk açıcı bir altyapı sağlar. ■■■¥'
Şuurlar uluslararası ilişkiler ve hukuk için sabit bir veridir; an ­
cak bu veri kimi zam an güç denklemindeki değişim lerin uzun dö­
nem li etki alanlarını görebilm em izi de engeller. Seksenli yıllarda
zihinlerindeki uluslararası ilişkiler dünyasının varolan sınırlarının
ilelebed süreceği varsayımı ile hareket eden stratejistler SSCB ve
Yugoslavya’nın dağılma sürecinin doğurabileceği yeni konjonktü­
rün belirleyici reel. unsurlarım anlam akta güçlük çekmişlerdi.
O rtadoğuda sınırlar son derece kötü örülm üş bir duvarı andır­
maktadır. Bu kötü örülmüş duvardan herhangi bir taşı oynatm a­
nın duvarı yıkmak anlam ına gelebileceğini bilen ve yıkılan bir du­
varın altında kalm ak istem eyen uluslararası aktörler değişik taşla­
rı eş-zam anlı bir şekilde oynatarak duvarı yıkmadan yeni bir şekil
verm eye çalışm aktadır. Bu da diplomasi oyunundaki ham leleri ç e ­
şitlendirm ekte; aktörlerin karşılıklı pozisyonlarını esnek bir ze-
tpkrar tekrar veniden değerlendirm elerini kaçınılm az kıl-
S tra te jik D erinlik

maktadır. Son dönem de ortaya atılan bir çok bölge-içi ittifak pro­
jesine rağm en kalıcı ittifakların oluşm ayışımn ve oluşanlarının da
son derece hassas bir yapı arzetm elerinin en tem el sebebi budur.
Yakın kara havzası ile ilgili bölüm de de ele aldığımız gibi Orta­
doğu tanım lam ası nesnel bir coğrafî tanım lam a olm aktan çok kül-
tür-bağım lı niteliği Öne çıkan bir jeokültürel tanım lam a olm a özel­
liği taşımaktadır. Bu nedenledir ki, 20. yüzyılın başında Balkanları
da kapsayacak şekilde kullanılan bu kavram yüzyıl süresince poli­
tika yapım cılarının ve araştırm acıların bakış açılarını yansıtan
farklı ve çoğu zam an çelişik tanım lam alarla kullanılagelmiştir.
En dar şekliyle M ısırdan İran ’a uzanan Nil ve M ezopotom ya
havzalarının arası için, en geniş şekliyle de Fas’tan Pakistan’a ka­
dar yayılan, başka bir deyişle Atlantik’ten Ganj havzasına kadar
uzanan bölge için kullanılan bu kavram tarihî/dinî çerçeve olarak
özellikle İbrahim î gelenekte odaklaşmakla birlikte kadîm insanlık
birikim ini, m edeniyet aidiyeti ve jeokültürel havza olarak İslam
kimliğini, jeoekonom ik kaynak alam olarak petrolü, fizikî coğrafya
olarak kurak bozkır ve çöl iklimini, stratejik olarak Avrasya'yı çev­
releyen Rimland kuşağının m erkezî hattını çağrıştıracak unsurlar­
la amlagelmiştir.

t. Coğrafî ve Jeopolitik Faktör


Ortadoğu kavram ının kültür-bağım h m uhtevası bir kenara b ı­
rakılarak kapsadığı alan gözöniinde bulundurulduğunda bu ala­
nın en bariz özelliği Afroavrasya dünya anakıtasınm kesişim ala­
nım oluşturuyor olmasıdır. Bu bölge kara havzası açısınd an As­
ya'nın batısını, Afrika’nın kuzeyini, Avrupa’nın doğu sınırlarını
barındırm aktadır. D eniz havzaları açısın d an ele alındığında da,
Akdeniz’in güneyi ve doğusu, Karadeniz ve Hazar’ın güney kıyıla­
rı bu bölgenin deniz hat sınırlarını oluşturm aktadır. Kızıldeniz ve
Basra gibi önem li iç deniz ve körfezler ise tüm üyle bu bölgede yer
almaktadır.
Jeopolitik kavramlarla ortaya koymak gerekirse, Ortadoğu kara
jeopolitiği açısından Avrasya'nın kalbinde bulunan Heardand 'i
m erkez alan bir stratejinin Afroavrasya dünya aııakıtasm a yönele­
cek açılım ının kilit bölgesini oluşturmaktadır. Böylesi bir açılım ın
Asya'nın doğusuna ve güneyine yönelik seyri Afroavrasya ana-kı-
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o iitik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi

tasının m erkezinden uzaklaşmayı beraberinde getirirken, batı isti­


kam etinde Avrupa’ya dönük açılım Atlantik okyanusu ile n okta­
lanmaktadır. Avrasya’nın m erkezinden Ortadoğu istikam etinde
bir stratejik yöneliş ise Afroavrasya anakıtasınm m erkezinden çev­
resine yönelik her türlü açılım ı mümkün kılmaktadır.
Rusya’nın stratejik tarihi bu Afroavrasya jeopolitiğin in önem li
bir m isalini oluşturm aktadır. Rusya/SSCB'nin mihver bölgeden
Doğu ve Orta Asya istikam etindeki yayılm ası bu ülkeyi bir Asya
gücü haline getirm ekle birlikte bu yayılma dünya anakıtasım ku­
şatacak sonuçlar doğurm am ıştır. Buna m ukabil Rusya/SSCB’nin
Ortadoğu istikam etinde Balkanlar ve Kafkasya üzerinden yürüt­
tüğü her stratejik ham le küresel dengeleri etkileyen sonuçlar do­
ğurmuştur.
Bu durum Alm an-îngiliz söm ürge rekabeti için de büyük ölçü ­
de geçerlidiı*. Alm anya'nın her iki dünya savaşında da İngiliz sö­
m ürge sistem inin kilidini açam am ası, Afroavrasya’nin bu merkez
kesişim alanında egem enliği sağlayam am ası ile doğrudan ilgilidir.
Almanya ve İngiltere’nin O sm aniı politikalarında bu jeopolitik zo­
runluluğun önenıli izleri vardır.
Kara jeopolitiğinin Rimland (kenar bölge) hattına dayalı güçle­
ri açısınd an bakıldığında da bu bölge Avrasya’yı kuşatan hattın
m erkezini oluşturm akta ve Avrasya’ya yönelik her türlü m üdaha­
lenin üs potansiyellerini kapsamaktadır. Avrasya’yı çevreleyen Ko­
re - Çin - Hind~i Çin - Hind - Arap - Anadolu - Balkanlar - İtalya -
îb er - İskandinav yarım adalarından oluşan kenar kuşağın m erke­
zinden iki önem li yarım adayı (Arap ve Anadolu) tümüyle, iki yarı­
madayı (Hind ve Balkanlar) doğrudan etkileşim, iki yarım adayı da
(İtalya ve İber) deniz kıyı komşuluğu ile etkilem e potansiyeli b a­
rındıran Ortadoğu, kara jeopolitiğinin Soğuk Savaş dengelerine de
yansıyan iç m antığında vazgeçilm ez bir önem e sahiptir.
Kenar kuşak hassasiyetini de gözeten deniz jeopolitiği a çısın ­
dan ele alındığında da bölge, deniz-eksenli güçlerin Afroavrasya
stratejilerinin m erkezinde bulunm aktadır. Gerek İngiltere gerek­
se A BD 'nin d eniz-ağırlıklı stratejileri için O rtadoğu hem karşı
stratejik gücün hakim iyetine kesinlikle terkedilm em esi gereken
bir savunm a hattı, hem de Avrasya içlerine ve kıyı denizlerine yö­
nelik strateiik egem enliğin o fan sif nitelikli üssü konum unda ola-
r ” ......
gelm iştir. Dünyada birinci derecede önem li dokuz stratejik deniz
geçiş yolundan beşinin doğrudan (İstanbul ve Çanakkale boğazla­
rı, Süveyş Kanalı, Aden ve Hürmüz geçişleri), birinin de dolaylı
(Cebelitarık) olarak bölgede bulunm ası bölgenin deniz jeopolitiği
açısından taşıdığı önem i ortaya koymaktadır.
19. Yüzyılda söm ürgeci rekabetin, 20. yüzyılın ikinci yarısında
da çift kutuplu ideolojik rekabetin jeopolitik hesaplaşm a bölgesi
niteliğini koruyan O rtadoğu'nun jeopolitik yapısı Soğuk Savaşın
bitişi ile birlikte yeni özellikler kazanmıştır. Soğuk Savaşın küresel
dengelere ayarlı konjonktürü ve bu konjonktür içinde ortaya çıkan
nükleer potansiyele dayalı “terör dengesi”, Ortadoğu benzeri je ­
opolitik önem i haiz bölgelerdeki stratejik çatzşma unsurlarını sı­
nır] iyordu. Küresel dengeler bölgesel jeopolitik etkinlik alanlarının
daha üst düzey stratejik ilişkilerde belirlenm esine yol açıyordu. Bu
durum da bölgesel jeopolitiğin önem inin göreceli bir şekilde azal-
dığı yönünde bir intiba doğuruyordu. Uzun m enzilli füzelerin, Yıl­
dız Savaşlarının stratejik senaryoları belirlediği çift kutuplu bir ya­
pılanm a sabit coğrafya param etrelerine dayalı jeopolitik yakla­
şım ların geçerliliğini tartışm a konusu yapıyordu.
Soğuk Savaşın bitişi ile birlikte küresel dengelere ayarlı b ö lg e­
sel stratejik param etrelerin değişm esi ve yerel unsurların ağırlığı­
nın artm ası bölgenin klasik jeopolitik teoriler içindeki yerinin tek ­
rar Önem kazanm asına yol açm ıştır. Süper güçler düzeyinde tes-
bit edilen üst güvenlik şem siyelerinden kaynaklanan etki alanla­
rının ortadan kalkm ası, bir taraftan uluslararası ilişkilerdeki ağır­
lığını artırm aya başlayan diğer küresel aktörlerin bölgeye dönük
bakışlarını etkilerken, diğer taraftan bölge-ölçekli stratejiler geliş­
tirm e kapasitesine sahip bölgesel güçlerin m anevra alanını geniş­
letm iştir. Bu durum stratejik çıkar çelişkilerinin yoğunlaşm asına
ve düşük düzeyli çatışm a ihtim allerin artm asına yönelik sonuçlar
doğurmuştur.
Bölgenin jeopolitik açıdan yeniden değerlendirilm esini gerekli
kılan diğer önem li bir faktör de çift kutuplu yapı içinde daha kes­
kin hatlarla bölünm üş olan Balkanlar ve Kafkaslardaki bu statik
ayrımın dağılması ile birlikte bölgelerarası jeopolitik etkileşim in
kısa bir sürede ve son derece etkin bir şekilde devreye girmesidir.
^ Türkiye’nin yakın kara havzasını oluşturan bu bölgeler arasındaki
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

jeo p o litik etkileşim in artışı, bu bölgeler arasındaki geçiş havzaları­


nın yeni jeopolitik anlam lar kazanm asını da beraberinde getir­
miştir. İlgili bölüm lerde daha detaylı bir şekilde incelendiği gibi,
Kafkaslardaki çift kutuplu dönem deki katı stratejik ayrım hattının
yok olm ası Kafkaslar-M ezopotam ya-Basra ve Hazar-Doğu Akde­
niz bağlantılarının yeni jeopolitik hatlar olarak öne çıkm asına yol
açarken, Balkanlardaki değişim Doğu Akdeniz’i Balkanlar ile O rta­
doğu’nun jeopolitik etkileşim alam haline dönüştürmüştür.
Stratejik param etrelerdeki bu değişim bölgede son derece di­
nam ik bir konjonktür ortaya çıkarmıştır. Bu dinam ik konjonktü­
rün getirdiği dalgalanm alardan istifade etm ek isteyen Irak gibi
bölge güçleri ofan sif ham lelere yönelirken, bu jeopolitik belirsizli­
ğin getirebileceği riskleri hesap eden ve bu riskleri m inim ize ed e­
rek bölgedeki etkinliğini sürdürmek isteyen ABD bölge üzerinden
küresel yapılanm ayı tekrar düzenlem e çabası içine girmiştir. Kör­
fez Savaşı bu dinam ik jeopolitik konjonktür içinde bütün tarafla­
rın bölgeye bakışındaki değişimi hem yansıtm ış, hem de bölgeye
dönük stratejik hesapların yeniden yapılm asını gerektirmiştir.

2, Tarihî ve jeokültürel Faktör


O rtadoğu’yu diğer bölgelerden farklılaştıran en tem el özellik­
lerden birisi de sahip olduğu tarih derinliğinin getirdiği jeokültü­
rel özelliklerdir. Yakın kara havzası tahlilinde de vurguladığımız gi­
bi, insanlığı etkileyen en köklü kültürel, dinî ve düşünsel açılım la­
rın bu bölgede gerçekleşm iş olm ası bu bölgenin tarih param etre­
lerini ve jeokültürel yapısını stratejik tahlilin en tem el unsurları
arasında görmeyi gerekli kılmaktadır.
Bölgenin Afroavrasya dünya anakıtası merkezindeki coğrafî
konum u kültürel etkileşim lere son derece uygun bir zem in hazır­
lam ıştır. Bu bölge m erkezli kültürel oluşum ların insanlık tarihini
derinden etkileyen evrensel nitelikli sonuçlar doğurm ası bölgeyi
evrensel ve yerel nitelikli kültürel yüzleşmelerin, karşılaşm aların
ve hesaplaşm aların alam haline getirmiştir. En dar anlam ıyla ka­
dîm M ezopotam ya ve M ısır havzaların a, en geniş anlam ıyla da do-
ğu-batı ekseninde H indistan’dan Atlantik’e, kuzey-güney eksen in ­
de de Karadeniz’den Büyük Sahra’ya kadar uzanan coğrafyada ta-
’-'Kt ^oriniiöî criirlü kültürlere beşiklik etm iş olan bölgede hem en
! Stratejik D erinlik

hemen hiç bir stratejik m esele tarih referansı olmaksızın sağlıklı


bir şekilde değerlendirilem ez.
Bunun en çarpıcı m isalini Ortadoğu Barış Sürecinin düğüm ­
lendiği Kudüs M eselesi oluşturmaktadır. Dünyanın üç önem li Or­
tadoğu kökenli evrensel dininin en önem li m erkezlerinden birisi
olan Kudüs M eselesi bu yönüyle sadece bölgesel nitelikli bir b u ­
nalım alanı değildir. M üzakere m asasındaki taraflar Kudüs sözko­
nusu olduğunda iki siyasî aktörün tem silcileri olm aktan çıkarak
dünya sathına yayılmış ü ç büyük dinin tem silcileri niteliği kazan ­
maktadırlar. Kudüs’te, bu şehrin tarihi içinde görülen en uzun dö­
nemli egem enliklerden birini kuran O sm aniı m irasının bu açıdan
değerlendirilmesi Türkiye’ye bölgesel barış çabalarınd a Önemli
bir konum kazandırm aktadır. Bu konum un diplom atik bir b aşarı­
ya dönüştürülebilm esi O rtadoğu’nun jeokültürel ve tarihî derinli­
ğine nüfuz edebilm ekle mümkündür. Bu çarpıcı örnekte olduğu
gibi birçok bölgesel görünüm lü m esele, bölge-dışı aktörleri de
doğrudan m üdahil kılacak nitelikte bir jeokültürel ve tarihî d erin ­
liğe sahiptir.
Antik dönem de Mısır, M ezopotam ya, Anadolu ve îran m erkez­
li otoriteler altında bulunan Ortadoğu, önce Büyük İskender daha
sonra da Roma im paratorluklarının eklektik im paratorluk yapıları
altında büyük ölçekli bir siyasî bütünlüğe kavuşmuştur. Bu eklek­
tik imparatorluk yapılan bölgede ortaya çıkan dinî ve kültürel
akımların çevre havzalara yayılmasını kolaylaştırmıştır. İslam m e ­
deniyetinin doğuşu ve yayılışı ile birlikte tekrar tek bir siyasî otori­
te altında toplanan Ortadoğu, o günden bugüne genelde İslam
medeniyet havzasının coğrafî bütünlük alam olarak görülmüştür.
Batı-merkezli tarih ve coğrafya tanım lam alarında bölgenin doğu
ve İslam ile özdeşleşm esi bu jeokültürel bütünlüğün bir y ansım a­
sıdır. Haçlı savaşları ile keskinleşen bu jeokültürel ayrım, Selçuklu-
Osmanlı egem enlik dönem leri ile Türklerin de bu karşı cephenin
öncüleri olarak görüldüğü bir yaklaşım biçim in e dönüşm üştür.
Ortadoğu’daki Osmaniı asırları, bölgenin İslam m edeniyet havza­
sı kimliği merkez alınmakla birlikte kültürel ve dini çeşitliliğin k o ­
runduğu bir tarih dilimini oluşturmuştur. Doğu-Batı, İslam -H ris-
tiyan yüzleşm esinin genelde Orta ve Doğu Avrupa'da cereyan etti­
ği bu asırlarda Ortadoğu İslam m edeniyet birikim i etrafındaki or­
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi

tak jeokültürel bütünlüğün korunduğu bir havza niteliğini m uha­


faza etmiştir.
Kendi içinde kültürel, dinî ve etnik çeşitlilik barındıran bu je o ­
kültürel havza bütünlüğü, sömürgeciliğin yayılması ve Osmaniı
sistem inin dağılması ile birlikte etnik ve dinî farklılıkların katı siya­
sî kim likler haline dönüştüğü bir jeokültürel parçalanm a alanı h a­
lini almıştır. Küçük Kaynarca Anlaşması ile Rusların, 19. yüzyılda­
ki söm ürgeci/m isyoner faaliyetler ile hem en hem en bütün Avru-
palı dinî ve siyasî aktörlerin kültürel olarak müdahil olm aya çalış­
tıkları bu bölge kısa sürede dış tesirlere açık, edilgen bir kültür
havzası niteliği kazanmıştır. Osmaniı D evleti’nin tasfiyesinden
sonra kurulan söm ürge yapılarının oluşturduğu eğitim sistem i ve
kültür politikası seçkinler düzeyinde ciddi bir kimlik bunalım ı or­
taya çıkarm ış ve halk-aydın çatışm asını körükleyici zihniyet para­
m etrelerinin tohum larını atmıştır.
O sm aniı D evleti'nin tasfiyesi ile bölgede yaşanan jeokültürel
farklılaşm a ve parçalanm aya yol açan biri dış diğeri iç iki Önemli
unsurdan bahsedilebilir. Dış unsurlar söm ürgeci yayılma ile dev­
reye giren Avrupa-merkezli etkiler ve II. Dünya Savaşı sonrasında
uluslararası bir siyasî irade ile kurulan İsrail devletidir. Bu iki olgu,
8. yüzyıldan bu yana genelde İslam medeniyet birikim i ile Özdeş­
leşen bölgenin jeokültürel karakterini değiştirmiştir. Böylece ken­
di tarihî referanslarını bölgeye yönelik olarak kuran Hristiyanlar ve
Yahudiler bölgede siyasî etkinlik alanı kazanmışlardır. D aha önce
Osm aniı D evleti’nin millet sistem i içinde korunaklı kültürel doku­
lar şeklinde varlığını sürdüren unsurlar, yeni bir siyasî bilinç ve
egem enlik alam oluşturm a çabası içine girmişlerdir. Söm ürge ida­
releri tarafından da desteklenen bu çabanın en çarpıcı iki sonucu
Yahudi kimliği ve dinî/tarihî referanslara dayalı olarak kendi iç
m eşruiyet alanım oluşturan İsrail devleti ile çokkültürlü Ortadoğu
m ozayiğinin küçük bir nüm unesi olmakla birlikte genelde Hıristi­
yanların egem enliğine dayalı olarak kurulan Lübnan devletidir. Bu
devletlerin ortaya çıkışı, bölgenin jeokültürel yapısı ile siyasî ege­
menlik alanları arasında ciddi bir doku uyuşmazlığı problem ini
beraberinde getirmiştir.
Jeokültürel parçalanm ayı beraberinde getiren ikinci önem li si-
vasî gelişme özellikle Arap Dünyasını tem elden sarsan ulus-devlet
^ Stratejik Derinlik

oluşumudur. Yeni ulus-devletlerin kurulması, oluşan her bir ulus-


devletin meşruiyet zem ininin dayanacağı yeni bir kültürel kimlik
ve tarihî referansı gerekli kılmıştır. Müslüman-Arap-Suriyeli birisi
ile Müslüman-Arap-Iraklı birisi arasındaki farkın, farklı ulus-dev-
letleri oluşturacak bir siyasî kültür farklılaşm asına zem in teşkil e t­
mesine dayanak olacak düşünceler ve yapılar, bölgenin yeni ta ­
nımlarla daha küçük ünitelere bölünm esinin önünü açm ıştır.
Mezhep ve kabile farklılıkları da bu jeokültürel parçalanm ayı daha
mikro bölünmelere ve kutuplaşm alara götürecek unsurları bera­
berinde getirmiştir. Arap milliyetçiliğinin bu süreç içinde karşı
karşıya kaldığı açm azlar ve yüzleşmek zorunda olduğu problem ­
ler, geleneksel yapılarla modern siyasî oluşumlar arasında ortaya
çıkan gerilimin çarpıcı izlerini taşımaktadır.
Bu jeokültürel parçalanm anın Ortadoğu'nun jeopolitik ve je o e ­
konomik özellikleri dolayısıyla uluslararası ilişkilerin m erkezinde
ve çekim alanında bulunduğu bir dönem de yaşanm ası, küçük
farklılıkların dahi büyük ölçekli stratejik çatışm aların aracı haline
gelmesi sonucuna yol açmıştır. Lübnan'da yaşanan uzun iç savaş
süresince gerek uluslararası gerek bölgesel gerekse mikro düzeyde
ortaya çıkan stratejik çelişkiler ve koalisyonların jeokültürel arkap-
lanı bu etkileşimin en çarpıcı sonuçlarını gözler önüne sermiştir.
Bir asır öncesine kadar kendi içinde farklı yerel kimlikleri b a ­
rındırmakla birlikte bütüncül bir jeokültürel havza niteliği taşıyan
Ortadoğu, bugün keskinleşm e temayülü gösteren bir jeokültürel
parçalanm a ve bu parçalanm anın getirdiği siyasî, dinî ve etnik ku­
tuplaşm a potansiyellerini bünyesinde barındırm aktadır. Bölgenin
ana otantik gruplarım oluşturan Türk, Arap, Acem ve Kürt u nsur­
ların farklılaşm alarının stratejik hesaplarla tırm andırılm a riskini
taşım ası, bölgeye bu asır içinde küresel güçlerin sağladığı güvenlik
şem siyesi altında yerleşerek siyasî egem enlik alanı oluşturan Ya-
hudilerin bölgenin diğer kültürel gruplan ile yaşayageldikleri kül­
türel/siyasî gerilim, ulus-devletlerin ortaya çıkarm aya çalıştıkları
değişik ölçeklerdeki ulusal kimlikler arasındaki çelişkiler, jeop oli­
tik/ siyasî ayrım hatları ile jeokültürel ayrım hatları arasındaki fark­
lılaşm alar norm al şartlarda m üsam aha ile karşılanabilecek kültü­
rel farklılaşm aların çok kısa sürede bir bunalım odağı haline dö-
^ nüşm esine ve gerek küresel gerekse bölgesel güçlerce hem en stra-
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik v e Stratejik D e n g e le r in Kilidi

tejik bir param etre olarak algılanm asına yol açmaktadır, Ortado­
ğu'da kalıcı bir barışın sağlanabilm esi herşeyden önce bu jeokül­
türel parçalanm anın doğurabileceği siyasî risklerin azaltılm asına
bağlıdır. Bölgenin zengin jeokültürel arkaplanı parçalayıcı değil
tam ştm cı ve bütünleştirici bir doğrultuda değerlendirilm edikçe,
geçici siyasî barış planlan kalıcı bir bölge düzeni oluşturacak bir
zem in sağlayamaz.
Bölgenin zengin jeokültürel haritasını beş asır kalıcı bir düzen
altında siyasî riski asgariye indirerek korumayı başaran Osmaniı
tarih m irasına sahip olan Türkiye’nin bu mirası stratejik bir daya­
nak olarak kullanabilm esi, sadece Türkiye'nin böige politikaları
açısınd an değil, bölgede adil ve kalıcı bir düzen kurabilm ek açısın ­
dan da büyük bir Önem taşımaktadır. Türkiye bu jeokültürel par­
çalanm anın bir tarafı, hatta bir mağduru gibi davrandıkça bu m i­
rası hakkınca değerlendiremez. Öte yandan Türkiye artık bölgeye
sırtım dönerek yahut bölgede küresel aktörlerin tavırlarına bağım ­
lı edilgen bir tavır takınarak derin perspektifli bir bölge stratejisi
geliştirem ez.
Şu çok açık bir gerçektir ki, bölgenin hiç bir siyasî problem i
Türkiye’nin m iras edindiği, am a hakkını da hiç bir zam an yeterin­
ce veremediği, Osmaniı arşivleri olm adan anlaşılam az ve hukukî
bir zem inde tartışılam az. Bölgedeki jeokültürel parçalanm anın ta ­
rihî tem elleri, dönüşüm seyri ve objektif bir haritası da ancak ve
ancak bu arşivlerin kullanılm ası ile mümkün olabilir. Bunun belki
de en çarpıcı m isalini Ortadoğu M eselesinin düğümlendiği Ku­
d ü s’ün geleceği ile ilgili tartışm alar oluşturmaktadır. Türkiye’nin
bütün bu tarihî m irasa rağm en Ortadoğu Barış Sürecinde etkin bir
aktör gibi görülm em esi ve görüşlerinin dikkate alınm am ası, biraz
da Türkiye’nin bölgenin jeokültürel dokusuna ve bu dokunun par­
çalanm asınd an kaynaklanan problem lerine yeterince Önem ver-
meyişindendir. 2000 yılının Tem m uz ayında başarısızlıkla so n u ç­
lanan Filistin-İsrail görüşm elerinden sonra Kudüs konusunda
devreye giren Türkiye'nin teorik hazırlıksızlığı bu süreç içinde da­
ha bariz bir şekilde ortaya çıkmıştır. Türkiye kendi iç bütünlüğü
açısından da, bölgede etkin bir strateji u y g u la m a kapasitesi açısın ­
dan da, bölgenin jeokültürel ve tarihî faktörlerini gözeten bir yak-
!'ı ''"vı fr^ctoı-mplf 7-nnındadır.
S tra te jik D eriniik

3. Jeoekonom ik Faktör

Uluslararası ekonom i-politik kaynak dağılımı açısından bakıl­


dığında Ortadoğu genelde petrol ile özdeşleşen bir coğrafya olarak
görülmektedir. M odern dönem için doğru olan bu yargı aslında
O rtadoğu'nun ekonom i-politik tarih içinde oynadığı rol açısından
değerlendirildiğinde eksik kalmaktadır. Bütün büyük m edeniyet
havzalarının doğduğu ılım an iklim kuşağının m erkezinde bulu­
nan bölge, antik dönem den bugüne tarım potansiyeli ve ticaret
aktarım hattı olm ak bakım ından başlı başına büyük bir önem ta ­
şımıştır. M ezopotam ya ve Nil havzalarının tarım toplum unun ge­
lişim inde oynadığı rol, O rtadoğu’yu çöl ve kuraklıkla özdeşleştiren
m odern dönem yaklaşım ım önem li Ölçüde tekzip etm ektedir. Su­
yun bir doğal kaynak olarak O rtadoğu’da taşıdığı önem in anlaşıl­
m ası büyük tarım m edeniyetlerinin doğduğu bu havzanın ekono­
mik tarihi çerçevesinde anlaşılabilir.
Bu tarım potansiyelini daha da önem li kılan ve Ortadoğu'yu
uluslararası ekonom i-politik tarihin m erkezine yerleştiren en te ­
m el olgu ise Afroavrasya analcıtası içindeki h em en h em en bütün
ulaşım ve ticaret yollarının m odern dönem de Ortadoğu olarak ad­
landırılan bölge ile doğrudan ve dolaylı ilişki içinde olmasıdır. Do-
ğu-batı istikam etinde Akdeniz havzası ile Çin arasında, kuzey-gü-
ney istikam etinde ise Karadeniz'in kuzeyindeki stepler ile Akdeniz
ve M ısır arasında yürütülen ticaret Ortadoğu'yu ekonom i-politik
bir eksen haline getirmiştir. Hint Okyanusu kıyılarında seyreden
ve Çin ve Hint ile M ısır ve Doğu Afrika’yı birbirine bağlayan ticaret
yolları da Ortadoğu bölgesinin güney sahilleri üzerinden seyret­
miştir. Ortadoğu bölgesinin Akdeniz, Anadolu, Karadeniz, Kızılde-
niz ve Basra sahillerinde gelişen lim an şehirleri ile kara ticaretinin
seyrettiği Avrasya boyunca kavşak noktalarını oluşturan ticaret şe­
hirleri Afroavrasya ölçekli bu ekonom ik yapılanm anın aktarım
hatlarını ve atardam arlarını oluşturmuştur.
Avrupa’da önce m erkantilist, daha sonra da endüstriyel söm ür­
geciliğe dayalı yeni bir ekonom i-politik m erkezin ortaya çıkışı ve
bu m erkezin Afroavrasya ölçekli ve genelde Asya-merkezli ekono­
m i-politik yapılanm anın tem el dinam iklerini dönüştürm eye b a ş­
lam ası O rtadoğu’nun jeoekonom ik özelliğine yeni boyutlar kat­
mıştır. Ortadoğu, bu dönüşüm süreci içinde üretim teknolojisini
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik ve Stratejik Dengelerin Kilidi

geliştirm ekle birlikte doğal kaynaklardan önem li ölçüde m ahrum


olan Batı Avrupa ile doğal kaynaklara sahip olm akla birlikte b u n ­
ları üretim teknolojisine Avrupa ölçeğinde dönüştürecek araçlara
sahip olm ayan doğu arasında bir tür doğal kaynak aktarım hattı
rolünü üstlenm eye başlam ıştır. İngiliz söm ürge sistem inin Mısır-
merkezli Ortadoğu projeksiyonu Hint yolunun açık tutulm ası ile
ilgilidir. Alm anya'nın Osm aniı politikasında da bunun alternatifi­
ni oluşturm a çabası gizlidir. O rtadoğu'nun bu jeoekonom ik özel­
liği bölgenin söm ürge rekabetinden en derin etkilenen bölgelerin
başında gelm esine yol açm ıştır.
Uluslararası ekonom i-politik dengenin Asya’dan Avrupa'ya
kayması sürecinde Sanayi D evrim ini de doğrudan ilgilendiren bir
olgu olarak enerji kaynaklarına duyulan ihtiyacın artması, petrolü
stratejik bir araç, Ortadoğu'yu da bu stratejik aracın jeoekon om ik
havzası olarak stratejik bir rekabet alanı haline dönüştürm üştür.
Böylece Ortadoğu sadece ticarî ve doğal kaynak aktarım hattı o la­
rak değil, doğal kaynak stoku olarak da başlıbaşm a önem li bir stra­
tejik konum kazanmıştır. O rtadoğu’nun dünya petrol rezervleri­
nin önem li bir bölüm üne sahip olm ası bölgenin stratejik yapılan­
m asında ve gerek küresel gerekse bölgesel güçlerin bu yapılanm a
içindeki pozisyon alışlarında önem li bir etki yapm ıştır ve yapm a­
ya devam edecektir.
Petrolün uluslararası ekonom i-politik güçler açısınd an taşıdığı
hayatî önem bu doğal kaynağa dayalı bir stratejik planlam anın ge­
liştirilm esini zorunlu kılmıştır. Öyle ki, petrol uluslararası politika­
n ın m odern dönem deki iki önem li çatışm a alanı olan jeopolitik ve
ekonom i-politiğin kesişim alanında son derece belirleyici bir rol
oynam aya başlam ıştır. D ah a önce çorak ve Önemsiz alanlar ola­
rak görülen coğrafî alanlar petrolün bu lu nm asınd an sonra klasik
jeo p o litik yaklaşım ları dönüştüren merkezî bir jeo stratejik Önem
kazanm ışlardır. Bu yeni jeostratejik önem , petrolün ek o n o m i-p o ­
litik güç rekabeti içindeki rolünün olağanüstü bir tırm anış g öster­
m esi ile birlikte uluslararası ilişkiler arenasının tem el param etrele­
rinden birisi olmuştur.
Bu param etre O rtadoğu'nun uluslararası konum u ile iç yapısal
dönüşüm ü arasında doğrudan bir bağım lılık ilişkisi oluşturm uş­
t u r [T. Dünva Savaşından sonra bölgede ortaya çıkan ulus-devlet-
j S tratejik D erin lik

Ierin yapılanm ası petrol unsuru ile ilişkili bir eksende gelişmiştir.
Çift kutuplu uluslararası ilişkilerde de bu param etrenin izlerini ya­
kalam ak mümkündür. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri gibi ge­
leneksel kabilevî yapılara dayalı devletler petrol kaynaklarının Batı
kapitalizm inin çarklarına akm asına aracı rolü oynayan bir işlev
üstlenirken, Arap milliyetçiliğine dayalı sosyalist idareler altında
Doğu Blokuna yakın bir tavır gösteren totaliter-ideolojik yapılı
devletler doğal kaynakların devletleştirilm esi suretiyle petrolü
devletin önem li bir stratejik kozu olarak görm e tem ayülü içine gir­
mişlerdir. Bu kutuplaşm a bölgenin doğal kaynaklarının etkin kul­
lanım ını engellediği gibi, süper güçler arasındaki çelişkilerin b ö l­
gesel problem ler haline dönüşm esinin de önünü açm ıştır. B ölge­
de bu dönem de yaşanan iç siyasî gelişm elerde de petrole dayalı
uluslararası stratejik rekabetin önem li bir rolü olm uştur ki, buna
en çarpıcı misal Irandaki Musaddık olayıdır.
Batılı güçlerin O rtadoğuda İsrail'e destek veren tavırlarını sür-
dürmesi ile tırm anan süreçte başta Suudi Arabistan kralı Faysal ol­
mak üzere geleneksel rejim lerin ortak bir tepkiye yönelm eleri p e t­
rolün bölgesel bir stratejik koz olarak kullanılm asını sağlayan bir
süreci başlatm ıştır. Bu dönem de uygulanan petrol ambargosu,
petrol üreticisi ülkelerden oluşan OPEC’in uluslararası bir güç ka­
zanm asına yol açm ıştır. Batı ülkeleri ise petrol am bargosu ile eko­
nom i-politik yapılarının doğal kaynaklara bağım lı kırılgan özelli­
ğini farketmişler ve Ortadoğu politikalarında daha da yönlendiri­
ci, m anipüle edici ve belirleyici bir tavrı benim sem eye başlam ış­
lardır. Özellikle uluslararası ekonom i-politik yapının patronajlığı
görevini yürüten ABD, Avrupalı güçlere kıyasen petrole daha az
bağım lı olm akla birlikte, petrolün bu gücünün kaynağını kontrol
etm edikçe uluslararası ekonom i-politik rekabetin ritm ini tu tam a­
yacağını farketmiştir.
Yetmişli yılların sonlarında yaşanan iki önem li gelişm e petro­
le dayalı stratejik rekabetin seyrini büyük ölçüde etkilem iştir.
A BD liderliğinde im zalanan Camp David Anlaşm ası O rtadoğu'da­
ki bölgesel blokajı kırarken, iki büyük petrol üreticisi ülke olan
İran ve Irak arasındaki savaş OPEC’in ortak tavır belirlem e g ü cü ­
nü ve petrolün bir stratejik koz olarak kullanılm a kapasitesini
önem li ölçüde daraltmıştır. Uzun süren sava.s çift vnnlıî Hır
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

bulunm uştur. Savaş giderlerinin bu ülkelerin petrol gelirlerine


bağım lılığını artırm ası petrol fiyatlarının düşm esine yol açm ıştır.
Öte yandan, bu ülkelerin silah alım m a yönelttikleri kaynaklar
petrolden elde edilen gelirlerin tekrar Batı finansal sistem ine
dönm esini tem in etmiştir. Sadece savaşan iki ülkeyi değil, çevre­
deki daha küçük ölçekli ülkeleri silahlanm aya sevkeden bu k o n ­
jonktür, Ortadoğu'da petrol üzerinden oluşan finansal birikim in
silah ticareti ü zerinden tekrar B atı’ya akm asını sağlamıştır. 1. K ör­
fez Savaşında İran tehdidi, I I Körfez Savaşında da Irak tehdidi al­
gılam ası petrol zengini Basra ülkelerini uluslararası güvenlik ga­
rantisi arayışına sevketmiştır.
Soğuk Savaşı bitiren sıcak savaşın O rtadoğuda yaşanm ası da
bu stratejik dengeleri ve yönelişleri belirleyen petrole dayalı bölge
jeoekonom isin in önem li bir rolü vardır. Yeni Dünya D üzeni kavra­
mı ile Körfez Savaşı arasındaki ilişki petrolün küresel ve bölgesel
düzeni etkilem e gücünü gösterm ektedir.
Bu asrın başında bütün bölge üzerinde egem en olan ve petrol
jeostratejisini yönlendirm e kapasitesine sahip olan O sm aniı Dev­
le ti’n in külleri üzerinde kurulan Türkiye’nin petrole dayalı bu
dengelerde h em en hem en tam am en edilgen bir konum da kalmış
olm ası bölgeye yönelik politika açısından üzerinde dikkatle durul­
m ası gereken bir olgudur. Yetmişli yıllardaki petrol krizinden en
büyük darbeyi yiyen ülkelerin başında gelen ve yetm işli yılların
sonunda petrol kuyruklarına m ahkum olan Türkiye, doksanlı yıl­
larda da Körfez Savaşından en ciddi ekonom ik kayıplarla çıkan ül­
keler arasında yer almıştır.
Türkiye açısından önem li bir diğer bölgesel jeoekon om ik u n ­
sur ise son yıllarda gittikçe artan bir önem kazanan bölgenin su
kaynaklan m eselesidir. Ortadoğu'daki su m eselesi bölge-içi ittifak
ve çatışm a ihtim allerini etkileyebilecek potansiyel bir çatışm a ala­
nı olm a niteliği kazanmaktadır. Bu potansiyel çatışm a alanını or­
taya çıkaran en önem li sebeplerden birisi O rtadoğu'nun jeo ek o ­
nom ik kaynakları ile ulus-devlet sınırlarının oluşturduğu cari siya­
sî yapılanm a arasındaki uyumsuzluktur. Söm ürgeci dönem in ay­
rım çizgilerini barındıran O rtadoğu'nun sunî sınırlara dayalı h ari­
tası su ve petrol kaynaklarının tek bir siyasî yapıda toplanm asının
pnorpiipnmesi esasına dayandırılmıştır.
S tra te jik D erinlik

Bölgedeki doğal kaynakların değişik siyasî aktörJer arasında


paylaşılm asından kaynaklanan jeoekonom ik parçalanm anın do­
ğal bir sonucu olarak aynı ülkeden doğan ve denize dökülen bü­
yük nehir hem en h em en yok gibidir. Fırat ve Dicle Türkiye, Suriye
ve Irak arasında; Asi Lübnan, Suriye ve Türkiye arasında; Yermuk
Ürdün ve Suriye arasında her an ihtilaf çıkarabilecek bir konum a
sahiptir. Buna dünyanın en uzun nehirleri arasında yer alan Nil'in
doğal bölünm esini de katarsanız bölgenin artan tarım ihtiyacını
besleyecek su kaynaklan ile ilgili sıkıntı daha açık bir şekilde te b a ­
rüz etmektedir.
Soğuk Savaş şartları ve çift kutuplu yapılanm a bu jeo ek o n o ­
m ik p arçalan m a param etrelerini daha üst stratejik m üzakerelerin
parçası halinde tutuyor ve bölgesel parçalanm ayı statik hatlarda
m uhafaza ediyordu. Soğuk Savaşın sona erm esi ile birlikte bu sta­
tik yapının çözülm esi, jeoekon om ik ve jeop olitik etkileşim in h ız­
landığı geçiş bölgelerini potansiyel stratejik çatışm a alanları h ali­
ne dönüştürm üştür. Bu çerçevede Kuzey Kafkasya'dan, güney
hattının doğusunda Körfez'in, batısında ise Doğu A kdeniz'in b u ­
lunduğu Kuzey Ortadoğu h attına kadar olan bölge jeo stratejik
açıdan tek bir bütün niteliği kazanm aya başlam ıştır. Bu açıd an
Kafkasya'daki petrol, Doğu Anadolu'daki su, Musul ve Körfez’deki
petrol kaynakları konusundaki gelişm eler jeoekon om ik ve je o p o ­
litik yapılanm a açısınd an karşılıklı etkileşim çerçevesinde birlikte
ele alınm ak zorundadır.
Bu yeni stratejik durum Türkiye’nin hayatî önem i haiz projele­
rinin başında gelen GAP ve GAP ile doğrudan ilgili su kaynaklarım
da yeniden değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır. Soğuk Savaşın
Doğu ve Batı blokları arasındaki sınırlara dayalı statik yapılanm a­
sı Türkiye-SSCB sınırını sunî olm asına rağm en istikrarlı bir ayrım
hattı haline getirmişti. SSCB-Suriye, SSCB-Irak, ABD-İsrail, ABD-
İran ilişkilerindeki ittifak yapılanm aları da Doğu-Batı blokları ara­
sındaki bu statik konumun Türkiye'nin güney ve doğu sınırlarında
da göreceli bir istikrar doğurm asına yol açm ıştı. GAP projesi bu
konjonktür içinde planlanm ıştı. Ama özellikle İran Devrimi ve
SSC B’nin çözülm esi ile Doğu-Batı blokları arasındaki dengelere
dayalı sunî istikrarın sona erm esi ve gerçek jeostratejik faktörlerin
devreye girmesi ile birlikte durum değişti. Bu da bu jeostratejik hat
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

üzerindeki bütün m eselelerin birbirleriyle daha dinam ik bir etki­


leşim alam oluşturm asına yol açtı. Bu çerçevede batılı ülkelerin su
m eselesine ve GAP'a bakışlarında hem değişm e hem birbirleriyle
farklılaşma yaşanm aya başladı. Bu sebeple Türkiye Doğu Anado­
lu, GAP ve su m eseleleri konusunda artık Soğuk Savaşın statik
dengelerinin verdiği rahatlık içinde değildir. Küresel ve bölgesel
güçlerin bu konulardaki politikası da Soğuk Savaş dönem ine göre
çok daha dinam ik ve her türlü ihtim ale açık çok opsiyonlu bir h a­
le gelm iş bulunm aktadır.
Türkiye Soğuk Savaş dönem inde su, petrol ve Ortadoğu m ese­
lelerini D oğu-Batı Bloku arasındaki genel ilişkilere dayandırm ak­
taydı. Batı ile yaşanan sıkıntılı dönem ler ve ekonom ik bunalım lar
esnasında Türkiye bölgeye ve petrole daha çok ilgi duymakta, Sov­
yet tehdidinin arttığı ve Batı ile daha sıcak ilişkiler yaşadığı d ö­
nem lerde ise politikasını başta ABD olmak üzere batılı güçlerin
önceliklerine endeksle mekteydi. Bugün artık bölge-dışı faktörlere
endeksli bu politikayı sürdürebilm e şansı zayıflamıştır. Aksine
Türkiye Kuzey Kafkasyadan Körfez’e kadar uzanan ve gerek su-
petrol kaynaklarının dağılımı, gerekse küresel jeopolitik yapılan­
m a içindeki yeri açısından bir bütünlük arzeden bu jeostratejik
kuşak ile ilgili uzun dönem li stratejisinin tem el esaslarını tekrar
belirlem ek ve bu stratejinin kısa ve orta vadeli taktik adım larını
bütün bu bölge ile olan ilişkilerini birbirleriyle bütünleştiren bir
çerçevede yeniden kurmak zorundadır.
Bölgedeki su potansiyeli ile ilgili jeoekonom ik bunalım boyutu
gozönünde tutulm akla birlikte bu problem in konjonktürel dalga­
lanm alar oluşturduğunu da unutm am ak gerekir. O rtadoğudaki su
kaynaklan ile ilgili potansiyel çatışm a konusu şu ana kadar hiç bir
zam an gerçek ve aktif bir çatışm a alanı haline dönüşm e ihtimali
taşım am ıştır. Bu m eselenin sık sık aktif çatışm a alanı halinde gös­
terilm esi gerçek bir durumu aksettirm ekten çok bölge-içi m anipü-
lasyon taktiklerini yansıtmaktadır. Su kaynaklarının kullanım ın­
dan çıkacak savaş senaryolarının genellikle O rtadoğuda önem li
savaş ve barış süreçlerinin yaşanm akta olduğu dönem lerde gün­
dem e getirilmesi, bu m eselenin aktif bir çatışm aya dönüşecek ni­
telikte olm aktan çok bölge-içi dengeleri etkilem ek için kullanılan,
gerek küresel gerekse bölgesel a k tö rle r
S tratejik D erinlik

nipülasyona uygun bir potansiyel çatışm a alam olduğunu ortaya


koymaktadır.
Su m eselesinin gündem e getirildiği dönem ler incelendiğinde
iki ana unsur göze çarpmaktadır. Bunlardan birincisi bölge-içi
dengelerin yeniden şekillendiriîdiği savaş ve barış süreci d ön em ­
leridir. Türkiye ile Irak arasında su m eselesi ile ilgili olan gerginli­
ğin özellikle Körfez Savaşı öncesinde tırm andırılm ış olm ası dikkat
çekicidir. Aynı şekilde Ortadoğu barış görüşmeleri süreci içinde de
kritik h er safhada su m eselesi tem el gündem m addesi haline geti­
rilmektedir. Bunun m antığı da gayet açıktır. Savaş ve barış süreci
içinde gerek İsrail’in gerekse büyük güçlerin geniş çaplı bölgesel
ittifakları engellem esi ve her etkin bölge gücü ile tek tek bir barış
ya da savaş süreci yaşam ası sağlanm ak istenm ektedir. Böylece bir
çok bölgesel aktörü doğrudan ilgilendiren su m eselesi taviz ve te h ­
dit unsuru olarak tutulm ak suretiyle bölge-içi ihtilafların genişlet­
tiği bir diplomatik m anevra alanı ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan
ele alındığında, gerek 1995 sonlarında gerekse 2000 yılı başlarında
yürütülen İsrail-Suriye barış görüşm elerinde su m eselesinin, T ü r­
kiye’nin su kaynaklarını da ilgilendirecek şekilde, tekrar tekrar
gündem e getirilmesi dikkat çekicidir.
Su m eselesi ile ilgili gerilimlerin tırm anm ası ile ilgili ikinci dik­
kat çekici unsur ise bölgelerarası etkileşim ve zam anlam a m esele­
sidir. Balkanlar ve Kafkaslarla ilgili gelişm elerin yoğunlaştığı ve
Türkiye'nin diplom atik ilgisinin bu bölgelere yöneldiği dönem ler­
de su m eselesinin ve bu m eseleye bağlı güney tehdit algılam asının
gündem e getirilm esi karşı diplom atik ham leler ile ilgili görülebilir.
Her iki halde de potansiyel bir çatışm a unsuru olan su. m eselesi
diplom atik m anevra alanı açacak şekilde tırm andırılm akta, daha
sonra bunalım kendi tabiî seyrine rücu etmektedir.

II. Küresel Güçler ve Ortadoğu

20. Yüzyılda uluslararası ilişkiler açısından üç ana dönüşüm


yaşanmıştır. Bunun birincisi I. Dünya Savaşının, İkincisi II. Dünya
Savaşının, üçüncüsü ise Soğuk Savaşın sona erm esini m üteakib
gerçekleşmiştir. I, Dünya Savaşının akabinde Avrupa’daki klasik
im paratorluklar yıkılmış, ulus-devlet olgusu ve ideolojik tem elli
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik vc: S tratejik D e n g e le rin Kilidi

çatışm alar imparatorluklararası hakimiyet çatışm alarının yerini


almaya başlamıştır. İL Dünya Savaşı sonrasında sömürge im para­
torluklarının yerini Avrupa dışındaki alanlarda ortaya çıkan çok
sayıda'ulus-devlet almış ve ideolojik temelli çift kutupluluk ulusla­
rarası sistem in tem el özelliği olmuştur. Soğuk Savaş sonrası d ö­
nemde ise bir yandan çift kutuplu sistem dağılırken, diğer yandan
uluslararası sistem in tem elim oluşturan prensip ve yapılarda cid ­
di bunalım lar ortaya çıkmış, ulus-devlet olgusu bir çok ülkede
m eşruiyet bunalım ına bağlı olarak sarsıntı geçirmeye başlamıştır.
Bu durum uluslararası sistem in unsurları olan uius-devletleri o r­
taya çıkaran faktörleri ve bu devletlerin varlık sebeplerini tartışm a
gündem ine getirmiştir.
Bu üç ana dönüşümü ortaya çıkaran savaşlar ve siyasî gelişm e­
ler Avrupa’da cereyan ederken bu dönüşüm ün en geniş çaplı so ­
nuçları Ortadoğu'yu etkilemiştir. I. Dünya Savaşı neticesinde böl­
gede gerçeldeşen söm ürgeci bölüşüm ile bölgenin asırlardır süren
ve son olarak da Osmaniı Devleti tarafından daha geniş kapsamlı
bir bütün içinde m uhafaza edilen İslam m edeniyeti kimliği etra­
fında şekillenm iş jeokültürel ve jeopolitik karakteri parçalanm ış­
tır. Bölgenin M üslüm an toplulukları arasındaki çatışm a unsurları
Uıhrik edilerek bölgenin ekonom ik kaynakları söm ürgeci güçlerin
operasyonlarına uygun hale getirilmiştir.
O sm aniı D evleti’nin dağılması sonrasında bölgede egem enlik
kuran İngiliz ve Fransız sömürge yapılarının kendi aralarında
oluşturdukları etki alanları hâlâ geçerliliğini sürdüren siyası sın ır­
ların oluşm asında önem li bir rol oynamıştır. Söm ürge yapılarının
gayritabiî bölüşüm ü II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan
ulus-devletlerin siyasî sınırları İle jeopolitik, jeoekon om ik ve je o ­
kültürel hatlar arasında uyumsuzluklar oluşturmuştur. II. Dünya
Savaşından sonra oluşan BM sistem i çerçevesinde garanti altına
alm an siyasî sınırlar ile jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonom ik ge­
çi şkenlikler arasındaki farklılaşma h em en h em en bölge ülkeleri­
nin tüm ünü ilgilendiren hat-sınır problem lerinin doğm asına yol
açm ıştır.
II. Dünya Savaşım m üteakiben İsrail'in kurulm ası ve 11. Dünya
Savaşının sebeplerinden biri olan anti-sem itik ırkçılığın gündem -
| stratejik Derinlik

ihraç edilmesi Soğuk Savaş dönem inin genel dengelerini de, bölge
üzerindeki yansımalarını da doğrudan ilgilendiren sonuçlar do­
ğurmuştur. Bu sonuçlar çoğu zam an son derece çelişik siyasî ta b ­
loların ortaya çıkmasına da yol açmıştır. İsrail’in kurulması bir ta­
raftan bölgedeki sömürge yapıları üzerinde doğan Arap ulus-dev­
letlerin hat ve sınır uzlaşmazlıklarından kaynaklanan iç m eselele­
rini ortak düşman karşısında dondurmaya sevkederken, diğer ta ­
raftan küresel ölçekli Soğuk Savaş kutuplaşm asının bölgedeki dev-
rimci-radikal-totaliter Arap devletleri ile geleneksel-ılım lı Arap
sultanlıkları arasındaki rejim farklılaşm asının küresel ve bölgesel
ittifaklara yansıyan bir kutuplaşmaya dönüşm esine sebep olm uş­
tur. Nasır ve Baas hareketlerinin estirdiği rüzgâr Arap m illiyetçili­
ğinin anti-Batı ve anti-İsrail psikolojileri ile de desteklenecek şekil­
de sosyalizmle buluştuğu bir eksen oluşturmuştur. Küresel çift ku­
tuplu yapılanmanın sonucu olarak sağlanan Sovyet desteği bu
sentezin ürettiği rejimlere hayat alanı açarken, Batı ülkeleri bir ta ­
raftan İsrail'in hayat alanım garanti altına almaya, diğer taraftan
geleneksel Arap rejimlerim korum aya ve devrimci-radikal Arap re­
jimlerini dönüştürmeye çalışm ıştır.
Ortadoğu'ya olan etkileri açısından bakıldığında I. ve II. Dünya
Savaşı ile ilgili sonuçların bir benzeri de Soğuk Savaşı bitiren süreç
için geçerli olmuştur. Aynen ilk iki sıcak dünya savaşı gibi Soğuk
Savaş da temelde Avrupa-içi çelişkilerden kaynaklanmış ve bu ç e ­
lişkilerin yol açtığı güç. dengesine dayalı kutuplaşm alarla kendi di­
namiklerini ortaya koymuştur. Bu asırda görülen küresel ölçekli
üçüncü kutuplaşma olan Soğuk Savaşın bitişine yönelen süreç Or­
ta ve Doğu Avrupa'da başlam ışken bu sürecin en doğrudan etkile­
ri aynen daha önceki dünya savaşlarında olduğu gibi Ortadoğu'da
görülmüştür. Orta ve Doğu Avrupa’d a yaşanan ve Soğuk Savaşın
sonunu getiren siyasî dönüşüm Yugoslavya hariç tutulursa genel­
de zam ana yayılan yeni dengeler oluştururken, aynı süreç O rtado­
ğu'da önce bütün büyük aktörlerin m üdahil olduğu bir savaşa,
sonra da belirsizlik alanlarının yoğunlaştığı yeni bunalım bölgele­
rinin doğmasına yol açmıştır.
Soğuk Savaşın Eski Düzeni Doğu Avrupa'da çözülürken Yeni
nünva Düzeni'nin m esruivet templipri ^ . ı -------
O rta d o ğ u : K ü rese) E k o n o m i-P o litik ve Stratejik D e n g e le rin Kilidi

şı im ıştır. Yeni Dünya D üzeni'nin dayandığı kabul edilen dem okra­


si ve insan haklan gibi kavramların Ortadoğu’da yol açabileceği
dalgalanmalar, sistem ik güçleri bölgedeki düzenin çok da fazla d e­
ğiştirilm eden yeni küresel sistem e entegre edilmesi tercihine yö­
neltmiştir. Saddam ’m saldırgan politikası hem küresel ölçekli Yeni
Dünya D üzeni’nin meşruiyet zem ini bulm asını, hem de cari böl­
gesel dengelerin değiştirilm eden sürdürülm esini kolaylaştıran bir
etki yapmıştır. Küresel ve bölgesel aktörlerin Ortadoğu'ya bakışın­
daki değişim in ana unsurlarını ortaya koymak O rtadoğu’daki bu
yapılanm anın ipuçlarını da görm em izi sağlayacaktır.
Uluslararası ilişkilerde küresel ölçekte strateji belirlem e gücü­
ne sahip ülkeler öncelikle kendi güç unsurlarını maksim ize edecek
çıkar alanlarını ve bu çıkar alanlarında söz konusu olabilecek p o ­
tansiyel gerilim ve çatışm a konularını belirlerler. Bu belirlem e kı­
sa, orta ve uzun dönem li ittifak alternatiflerini ve değişik kadem e­
ler içinde diplom atik gerginlikten sıcak savaşa kadar giden ça tış­
m a opsiyonlarını ortaya koyar. Dış politika stratejisinin taktik saf­
halara indirgenm esi bu opsiyonların uygun bir zam anlam a ile
devreye sokulm asını gerekli kılar. Böylesi bir küresel stratejik reka­
b etin belki de en dinam ik bir şekilde seyrettiği bölge Ortadoğu
olagelmiştir.

ı. Amerikan Stratejisinin Temel Param etreleri ve Ortadoğu


A BD 'nin önem li bir uluslararası güç olarak dünya politikasına
girdiği dönem den bu yana sürekliliğini m uhafaza eden tem el stra­
tejik İlkeler bu süper gücün küresel ve bölgesel önceliklerini de or­
taya koymaktadır; (i) Savaşların Amerika kıtasının uzağında tutul­
m ası ve zorunlu olduğu hallerde m üm kün olan en uzak hatta ka­
bullenilm esi; (ii) Afroavrasya politikasında etkin olacak stratejik ve
diplom atik araçların oluşturulması; (iii) Amerika kıtası dışındaki
güç dengelerine ve stratejik risk unsurlarına m üdahil olabilecek
bir deniz gücünün sürekli devrede tutulm ası.
İlk basit form ülasyonlarm ı deniz jeopolitiğinin öncü ismi Ami­
ral M ahan'm 20. yüzyılın başında ABD Başkanı Roosevelt'e yaptı­
ğı tavsiyelerde bulan bu yaklaşım ABD ’nin dünya politikasındaki
ağırlığının artm ası ile birlikte yaşanan tecrübelerle daha da sofis­
en,« k ;,- iioi oirvnotır tt rvinva davasından sonra ieoDolitikçi
Stratejik D erinlik

Spykman'm Rimland teorisi iie jeopolitik açıdan daha da tebellür


eden, BM gibi uluslararası örgütlerin devreye girmesiyle küresel
bir nitelik arzeden, yeni savaş teknolojisi ve füzeler ile daha kar­
maşık bir askerî boyut kazanan ve ABD'nin Ingiltere’den küresel
deniz gücünün mirasını devralmasıyla bölgesel stratejik kadem e­
lere indirgenen bu stratejik pozisyonun en kırılgan ve belirleyici
halkası Ortadoğu olmuştur.

Çift kutuplu Soğuk Savaş dönem inde Ortadoğu ABD açısından


bu kutuplaşm anın jeopolitik karşılaşm a hattını oluşturan kenar
kuşağın merkezî bölgesini tem sil etm e yanında, kapitalist Batı
Blokunun ekonomik varlığı ve üstünlüğü için hayatî önem i haiz
doğal kaynakların jeoekonom ik alanı konumundaydı. O rtado­
ğu’da kontrolü kaybetm ek hem jeopolitik hem de ekonom i-politik
açıdan küresel dengenin karşı kutup lehine değişmesi anlam ına
gelecekti. İki süper gücün bu dönem deki en çetin ve en sürekli
yüzleşmelerinin bu bölgede cereyan etm iş olm ası bu açıdan dik­
kat çekicidir.

ABD gerek Soğuk Savaş dönem inde, gerekse Soğuk Savaş so n ­


rası dönemde iki tem el param etre arasında diplomatik ve stratejik
bir uyum kurmaya çalıştı: Bölgenin küresel jeopolitik ve ekonom i-
politik dengeler içindeki rolü ve bölge-içi güç yapılanm ası.
Bu nedenledir ki ABD, Soğuk Savaş dönem inde bir taraftan
SSCB ile yürüttüğü küresel rekabette bölgedeki stratejik üstünlüğü
ele almaya çalışırken diğer taraftan bölge-içi dengeleri gözeten bir
politika geliştirmeye çalışmıştır. Küresel rekabetin karşı kutbu
o la n SSCB’nin bölgesel etkinliğini kırma m ücadelesi ile bölge-içi
denge taktikleri arasında sağlanm aya çalışılan ince ayar bölgeye
y ö n e lik Amerikan stratejisinin om urgasını teşkil etmiştir. ABD’nin
bölge-içi denge değişim lerini gözeten ittifaklar oluşturm a çabası,
O rtadoğu politikasının kaygan zem ininde sürekli değişken bir dip­
lomatik bloklaşm a sürecine sebebiyet vermiştir. O rtadoğu'nun
güçler dengesi param etrelerine yatkın yapısı bu tür diplom atik
manevraların hayat alanı bulm asına zem in hazırlamıştır.
ABD, ellili ve altmışlı yıllarda Arap milliyetçiliği ile sosyalizmi
sen tezley en Nasırcı ve Baasçı ekollerin yayılmasını, h em Sovyet
bölgesel etkinliğinin bir uzantısı olması, hem de özellikle İsrail'in
güvenliğini tehdit edebilecek bölge-içi güç temerküzü oluşturm a
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

ihtimali açısından engellem eye çalıştı. Süveyş ve Suıiye b u n alım ­


larına yönelik tavır iie CENTO’nun oluşturulm ası bu doğrultuda
karşı-denge oluşturm aya yönelik adımlardı. O rtadoğu'nun güne­
yinde M ısır merkezli Arap milliyetçiliğine karşı Ortadoğu’nun ku­
zeyinde Türkiye-îran-Pakistan eksenine dayalı CENTO yapılan­
m ası küresel rekabetin odağı olan SSCB ile bölgesel karşı-cepheyi
oluşturan Nasırcı güçler arasında bir direnç bloku oluşturm a h e ­
define yönelikti.
Soğuk Savaşın sonuna yaklaşıldığı seksenli yıllarda O rtado­
ğu’da yaşanan değişim bu diplom atik esneklik alanının izlerini ta­
şımaktadır. Seksenli yıllara girerken ABD’nin Ortadoğu politikası­
nı derinden etkileyen iki önem li olay yaşandı: Camp David ve İran
Devrimi. Camp David Anlaşması ile İsrail ilk defa m erkezî bir Arap
gücü olan Mısır ile m asaya otururken aslında M ısır’ın ABD’nin Or­
tadoğu güçler dengesindeki en önem li m üttefiklerinden biri olma
konumu pekişiyordu. Camp David ile M ısır sistem ik güçlerin m er­
kezine çekilirken Şalı’ın devrilmesi ve Devrim ile İran karşı kutba
geçiyordu. İran Devrimini ilk kutlayan lider de o zam an Amerika
ve İsrail karşıtlığını Filistin davasının en önem li dayanağı yapan
Yaser Arafat idi.
D aha sonra yaşanan İran-Irak Savaşı ve Lübnan bunalım ları
ABD açısından bu yeni dengenin izlerini taşıyordu. Camp David
sonrasında oluşan Red Cephesi ABD’nin Ortadoğu politikasındaki
m anevra alanını daraltırken İran karşısında oluşan M ısır-Irak ek­
senli Arap Bloku Devrimin ABD yanlısı Arap ülkelerine taşın m ası­
nı engelleyen diplom atik ve psikolojik bir duvar oluşturmaktaydı.
Bu perspektiften ele alındığında, gerek İran-Irak Savaşı gerekse
Lübnan bunalım ı ABD’nin bölge-içi m anevra alanı açısından iş­
levsel bir önem e sahipti. Nitekim İran-Irak Savaşı ile İran bloke
edilirken, Lübnan İç Savaşının getirdiği konjonktür FKÖ'nün Lüb­
n a n ’dan, dolayısıyla da İsrail’in güvenliğini ve ABD çıkarlarım teh ­
dit edebilecek merkezî Arap ekseninden kopuşuna yol açmıştır.
Ancak bu süreç Soğuk Savaş sonrası dönem de daha da tebarüz
edecek olan bir olguyu beraberinde getirdi. SSCB’nin bölgesel e t­
kinliği zayıfladıkça küresel rekabet unsurları ABD açısından ö n e­
m ini göreceli bir şekilde kaybederken, bu kez blok-içi farklılaşma-
ad n Ki. ^ Q,-,rra!aı-rlo m ü t t e f i k vp r l i i ç m a n 11 n -
^ S tratejik D erinlik

surları daha net tanım lam ak zorunda kalırken Avrupa ülkeleri ve


genelde AB bütün taraflarla dengeli ilişkiler geliştirm eye Özen gös-
terdi. Nitekim ABD ile İran arasındaki ilişkiler tam am en durduğu
dönem lerde Avrupa ülkelerinin İran ’la olan ticarî ve diplomatik
ilişkileri dengeli ve kadem eli bir gelişme gösterdi.
Gerek küresel gerekse bölgesel dengelerin yeniden kurulma
süreci içine girdiği ve bu süreçte ABD’nin b aşat rolünün öne çıktı­
ğı tarihî bir d önem eç noktasında yaşanan Körfez Savaşı başta ABD
olm ak üzere bütün küresel ve bölgesel güçlerin bölge ile ilgili stra­
tejik pozisyonlarını yeniden gözden geçirm elerine yol açtı. Bu an ­
lam da Körfez Savaşı sadece BM üyesi bir ülkenin başka bir ülkeyi
istila etm esi ile ilgili iki taraflı bir ihtilafın çözüm lenm esi ve saldır­
ganın bertaraf edilm esi ile sınırlı kalmamıştır. ABD, Saddam 'ın
saldırgan politikasının yol açtığı konjonktürü, uluslararası m edya­
yı da son derece etkin kullanan başarılı taktik bir planlam a ve uy­
gulama ile, daha büyük ölçekli stratejik hedefler için kullanmıştır.
Bir kıyas ile ortaya koymak gerekirse, Afroavrasya anakıtasm -
daki düzene ağırlığını Normandiya Çıkarm ası ile koyan, uluslara­
rası hukuka dayalı örgütlerin etkin kullanım ını ilk defa Kore Çıkar­
ması ile başaran ve çift kutuplu yapının bir kutbunun liderliğini
perçinleyen ABD, Körfez Çıkarması ile de yeni bir uluslararası dü­
zenin geçiş sürecini başlatm ıştır. Ancak, küresel dengeler ve ulus­
lararası ekonom i-politik güç yapılanm ası açısından Normandiya
Çıkarm ası ofansif nitelikli aktif bir m üdahale İken, Körfez Çıkar­
m ası ofansif görünümlü olmakla birlikte statükoyu korumaya yö­
nelik defansif unsurlar da ihtiva etmektedir. ABD Körfez Savaşı ile
sadece Saddam 'a değil, uluslararası ekonom i-politik rekabet gücü
kazanan Almanya ve Japonya gibi küresel aktörlere ve Soğuk Sava­
şın bitm esi ile birlikte ortaya çıkan dinam ik konjonktürü kullana­
rak güç denklem indeki ağırlığını artırm ak isteyen bölgesel güçlere
de m esaj vermiştir.
ABD’nin kurmaya çalıştığı yeni düzen açısından ele alındığm-
.da Körfez Savaşının üç ana hedefi gerçekleştirm eye yönelik oldu­
ğu söylenebilir: Birincisi, küresel düzenin bizatihî kendisi ile ilgili­
dir. Kurulması düşünülen Yeni Dünya D üzeninin kritik alanı, D o ­
ğu Blokunun dağılması ile birlikte tek süper güç olarak uluslarara-
| sı sistem in garantörlüğü m isyonunu üstlenen A BD 'nin bu saran-
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

törlüğün getireceği operasyonel maliyet ile uluslararası ekonom i-


politik güç dağılımı arasındaki denge meselesidir. ABD yetkilileri
ABD’nin, Soğuk Savaşın galibi olm asına rağmen, uluslararası eko­
nom i-politik güç dengesinde ciddi bir kan kaybı yaşam akta oldu­
ğunun farkındaydı. Soğuk Savaş dönem inde kendi stratejik koru­
ması altında bulunan Almanya ve Japonya gibi ülkelerin kaydetti­
ği ekonom ik kalkınma ile Soğuk Savaş süresince ABD’nin askerî
m aliyetler arasındaki dengesizlik, yeni dönem in çözülm esi gere­
ken ilk ciddi sistem ik problem i idi. Genişleyen imparatorlukların
bu genişlem e ile doğan m asrafların artışını karşılayacak kaynak
bulam adıkları andan itibaren düşüşe geçtiklerini bilen Amerikalı
stratejisyenler, ki Paul Kennedy gibi tarihçilerin analizleri bu kana­
atlerin yaygınlaşmasını kolaylaştırmıştır, uluslararası ekonom i-
politik güç ile askerî/jeopolitik yükümlülükler arasında yeni bir
denge kurm a çabası içine girmişlerdir.
Körfez Savaşı bu çabada önem li bir rol oynam ıştık ABD Körfez
Savaşı sürecinde ve sonucunda küresel dengelerle ilgili şu ciddi
m esajları verm iştir: (i) Uluslararası düzen ABD’nin hukukî ve reel-
polıtik patronajlığında yeniden yapılanm alıdır; (ii) bu düzenleyici
fonksiyonun gerektirdiği m aliyetler bu düzenin oluşturduğu gü­
venlik ile ekonom i-politik güç elde eden aktörlerce paylaşılm alı­
dır; (iii) uluslararası ekonom i-politik yapılanm anın stratejik doğal
kaynaklarını barındıran Ortadoğu ABD’nin tekelci güvenlik şem si­
yesi altındadır, ki bu m esaj tem elde Körfez Savaşı öncesinde Irak
ve İran gibi ABD karşıtlığı ile bilinen bölgesel güçlerle yoğun ilişki
geliştiren ve silah teknolojisi aktaran Avrupalı güçleredir ve niha­
yet (iv) yeni düzenin gerektirdiği uluslararası örgütlerin meşruiyet
sağlayıcı rolü ABD’nin siyasî iradesine bağlıdır, ki BM kararlarının
son on yıl içindeki seyri bu m esajı pekiştirmiştir.
Körfez Savaşının ABD açısından ikinci önem li hedefi çift ku­
tuplu yapıya göre şekillenm iş bölgesel dengelerin yeniden kurul­
masıdır. Soğuk Savaş süresince kaışı kutbun tehdidi karşısında
kendi m üttefiklerini korumaya ayarlı politika takip eden ABD So­
ğuk Savaş sonrasında bütün bölge aktörlerini yönlendirm eye da­
yalı bir taktik belirlem iştir. Seksenli yılların Red Cephesi dağılmış,
Irak ve Libya gibi tümüyle sistem dışına itilen aktörler dışındaki
bü tü n Arap ülkelerini içeren diplomatik/ekonomik nitelikli bölge­
sel planlar devreye sokulmuştur.
Stratejik D erinlik

Bu yeniden kurulma sürecinde FKÖ ve Suriye gibi Soğuk Savaş


süresince ABD karşıtı oîan aktörler sistem in içine çekilirken, Orta­
doğu'da Doğu Avrupa’d aki dönüşüm e benzer ciddi kitlesel dalga­
lanmalar getirebilecek siyasî yapı değişikliklerinin yaşan m am ası­
na özen gös terilmiştir. Böylece zaten varolan aktörler yeni konum ­
lar elde ederken, statükoyu bozucu unsurların gelişm esine engel
olunmuştur. Körfez Krizi ile birlikte geleneksel krallık rejimleri-
bürokratik diktatörlükler arasında sıkıştırılmış olan kitlelerin D o ­
ğu Avrupa benzeri yaygın siyasî katılıma dayalı yeni alternatif ara­
yışları öncelikle ertelenm iş, daha sonra d a y a sindirilmiş ya da ka~
nalİ2e edilmiştir. Körfez krizi öncesinde, Ürdün ve Tunus başta ol­
mak üzere birçok Ortadoğu ülkesinde kitlesel katılım a dayalı yeni
siyasal meşruiyet zem inleri arayışlarının yaygınlaşması yeni-sö-
mürgeci yapılanma için ciddi bir tehdit teşkil etmekteydi. Körfez
krizi ile birlikte bu taleplerin yerini tekrar bürokratik diktatörliik-
ler-krallıklar tahterevallisi almıştır.
Körfez Savaşının getirdiği olağanüstü konjonktür bürokratik ve
gelenekse] diktatörlüklerin yapısını korurken, bu yapıların ulusla­
rarası tercihlerinde değişiklikler meydana getirmiştir. Körfez Sava­
şı ile başlayan doksanlı yıllar Irak’m sistem dışına itilmesi ile
FKÖ’nün sistem içine çekilmesi sürecinin birlikte işlediği yeni bir
denge ortaya çıkarmıştır. Körfez Savaşında bir iki istisna dışında
bütün bölge ülkelerini Irak'a karşı harekete geçirmeyi başaran
ABD, SSCB’nin çöküşünün askerî zaferini Körfez’de yaşamıştır.
ABD’nin Körfez Savaşından sonra Irak'a karşı sürdürdüğü
kontrollü gerginlik politikası bu bölgesel dengeler çerçevesinde
özel bir Önem taşımaktadır. ABD Körfez Savaşından bu yana Irak
ile ilişkilerini “kontrollü gerginlik” esasına göre yürütmektedir. Bu
politika iki uç noktadan kaçan bir seyir içinde takip etmektedir. Ne
Saddam rejim ine nihaî darbe niteliği taşıyacak geniş kapsam lı bir
harekat yapılmakta; ne de Irak'm meşru bir üye olarak uluslarara­
sı sistem e geri dönüşüne izin verilmektedir.
Uluslararası m eşruiyetini 1991 yılındaki BM Güvenlik Konse-
yi'niıı Irak’m tüm kitle im ha silahlarını yok etm esini öngören 687
sayılı ateşkes kararından alan bu "kontrollü gerginlik" politikası
ABD'ye Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan belirsizlik d önem in­
de bölgedeki fiilî etkinliğini sürekli olarak hissettiren önem li bir
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o Iitik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi

m anevra alanı sağlamıştır. O dönem den bugüne belirli aralıklarla


yaşanan gerginlikler stratejik bir hedeften çok taktik m anevra
alanları ile sınırlı kalmıştır. Son oiarak 1999 yılı başlarında tırm a­
nan gerilim esnasında verilen im ajın aksine çok yaygın bir askerî
müdahale ihtim ali sınırlı görülmektedir. Bütün Irak’t kapsayacak
ve kara harekatını da gerektirecek çapta bir askerî m üdahalenin
A BD 'nin çıkarları açısından da, uluslararası destek açısından da
yeterli gerekçeleri yoktur. BM Güvenlik Konseyi üyelerinden sade­
ce İngiltere'nin desteklediği, Fransa, Rusya ve Çin’in teenni ile
yaklaştığı, Körfez Savaşma destek vermiş Arap ülkelerinin karşı
çıktığı bir harekatın bölgede kalıcı bir denge sağlaması müm kün
değildir. Ayrıca bir çok taraf ülkede aktif bir Irak tehdidinin olm a­
dığı bir konjonktürde gerginliğin böylesine tırm andırılm asının a r­
kasındaki gerçek saildn o dönem de M onica skandali ile sarsılan
C linton'm Amerikan kamuoyundaki itibarım güçlendirmeye y ö ­
nelik bir adım olduğu ile ilgili ciddi tereddütler oiuşmuştur. Yine
de Irak'a karşı sürdürülen kontrollü gerginlik politikası bölgedeki
olağanüstü durumun sürm esini sağlayarak bu süper gücün bölge
üzerindeki operasyonel kabiliyetini artırmıştır.
Olaya Irak açısından yaklaşıldığında da, ilginç bir şekilde,
Irak'm da ABD’nin kontrollü gerginlik politikasından çok fazla ra­
hatsız olmadığı, aksine konum unu m eşrulaştırıcı kısmî bir fayda
sağladığı söylenebilir. ABD'nin her tehdidi ve kısmî müdahalesi
Saddam 'ın ülke içindeki, Irak'm da Arap kamuoyu nezdindeki iti­
barını korum asını sağlamaktadır.
Körfez Savaşının üçüncü önem li hedefi ise İsrail’in uzun d ö­
nemli güvenliğinin bir daha tehdit edilem eyecek bir şekilde gü­
vence altına alınmasıdır. Körfez Savaşım m üteakiben başlayan O r­
tadoğu barış görüşm eleri ile birlikte İsrail'in yeni bir stratejik a ç ı­
lım ile uluslararası arenadaki yalnızlıktan kurtulm ası bu yeni b ö l­
gesel konjonktür ile sağlanabilmiştir.

2. Avrupa Güçleri ve Ortadoğu


Soğuk Savaş sonrası dönem de tek süper güç olarak uluslarara­
sı düzenin garantörlüğünü üstlenm esine ve bu konum unu O rta­
doğu ile ilgili küresel ve bölgesel dengelere çok etkin bir şekilde
yansıtm ış olm asına rağmen, ABD’nin doksanlı yıllar süresince O ı-
^ Stratejik Derinlik

tadoğu’da mutlak bir manevra alam kazanabildiğini iddia etm ek


güçtür. Bunda Soğuk Savaş süresince Batı Bloku içinde ABD ile
uyumlu politikalar geliştirme zorunluluğu hisseden Avrupalı güç­
lerin daha özerk politika arayışlarına yönelm esi yanında, Çin ve
Rusya gibi Ortadoğu politikalarını küresel etkinliğin önem li bir
göstergesi olarak gören Asyaiı güçlerin de rolü de vardır.
Soğuk Savaş süresince katı bir bloklaşm ayı gerekli kılan çift
kutuplu yapılanma ABD ile Avrupalı m üttefikler arasındaki b ölge­
sel politika farklılıklarını örten sonuçlar doğuruyordu. Ortadoğu
bölgesiyle ABD'ye göre çok daha köklü tarihî ilişkileri olan Avrupa
ülkeleri, Soğuk Savaş süresince bu tarihî bağların gerektirdiği u lu­
sal politikalarla küresel çift kutuplu yapılanm anın gerektirdiği
blok politikaları arasında ciddi çelişkiler yaşadı. A B’nin ortak dış
politika yapım süreci bu ilişkilere daha da girift bir özellik kazan ­
dırdı. Bu çerçevede her Avrupa ülkesi üç düzlemli bir politika ara­
yışına yönelmek zorunda kaldı: fi) için d e ABD h in de bulunduğu
Batı Bloku politikası; fii) farklı AB üyesi ülkelerin çıkarlarım
uyuralulaştırmaya çalışan AB ortak dış politikası ve nihayet (iü)
her ülkenin kendi tarihî, coğrafî ve ekonom ik tercihlerini yansıtan
ulusal dış politika.
Bu düzlemler arasında uyum sağlam a çabasındaki İngiltere,
Fransa ve Almanya gibi Avrupalı büyük güçler ve ABD arasında
Ortadoğu’ya bakış konusunda yaşanan farklılaşm alar ilginç çeliş-
IdJeri de beraberinde getirmiştir. Bu çelişkiler değişik dönem lerde
farklı şekillerde tecellî etmiştir. II Dünya Savaşından Ortadoğu'da
anti-sömürgeci ulus-devlet yapılarının oluştuğu söm ürge devrim-
lerinin tamamlanmasına kadar olan süreçte Ortadoğu'da söm ür­
geci bir geçmişe sahip olan Ingiltere ve Fransa birbirlerine daha
yakın bir tavır sergilerken, halkların kendi kaderlerini tayin ilkesi­
ni daha 1. Dünya Savaşında vaz’ etmiş olan ABD, blok çıkarları ile
bu temel ilke arasında ciddi bir gerilim yaşamıştır. Bu dönem de
Fransa Cezayir, İngiltere de Süveyş bunalım larında söm ürgeci bir
tepki ile hemen askerî müdahaleye yönelirken, ABD daha diplo­
matik ve esnek bir tavır benimsemiştir. Özellikle Süveyş bu nalı­
mında İngiliz-Fransız ortak tavrı ve ABD'nin bu tavrı yum uşatm a
çabalan dikkat çekicidir. İngiltere ve Fransa’nın ortak söm ürgeci
geçmişi bu ülkeleri Ortadoğu’ya dönük sertlik politikalarına sev-
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

kederken, söm ürgeci uluslararası yapının dağılarak bu yapının


ulus-devletlere dayalı BM sistem ince ikame edilm esini Pax Ame-
ricana ’nin Önemli bir ön şartı olarak gören ABD Sovyet-karşıtı kü~
resel blok çıkarları ile blok-içi bölgesel çıkar farklılaşması arasın­
da kalmıştır.
Bu dönem de özellikle ABD ile İngiltere arasında yaşanan fark­
lılaşm a paradigm a-içi dönüşüm ün tarihteki en ilginç örneklerin­
den birini oluşturmuştur. Deniz gücüne dayah em peryal yapılara
sahip olan her iki devlet için de Ortadoğu kaçınılm az bir geçişin
arenası olmuştur. İngiltere sömürge im paratorluğunun dağılma
süreci içinde Avrasya kenar kuşak hattından ve bu hat üzerindeki
ü slerinden çekilm ek zorunda kaldıkça doğan boşluğu kaçınılm az
bir şekilde ABD doldurmaya başlamıştır. Cari uluslararası k on ­
jonktür ve Sovyet tehdidi İngilizleri daha önce I. ve II. Dünya Sa­
vaşlarında Almanlara karşı koruduğu sömürge hatlarını kendi ira­
desiyle ABD'ye terketm e zorunluluğu ile karşı karşıya bırakmıştır.
ABD ise Alman tehdidi karşısında yardımlarına koştuğu İngiltere
ve F ransa'nın söm ürge im paratorluklarını dağıtan bir süreci b aş­
latm akla paradigm a-içi liderliği almıştır.
Ancak bu durum Soğuk Savaşın ilk dönem indeki bu ilginç çe ­
lişkiyi de beraberinde getirmiştir. İngiltere bu zorunluluğun yol
açtığı stratejik büzülmeyi daha sonraki dönem de kıta-Avrupası
güçleri ile ABD arasında bir tür dengeleyici fonksiyon ile aşm aya
çalışm ıştır. ABD de İngiltere'yi sürekli ittifak çizgisi içinde tutarak
onların Ortadoğu'daki söm ürge tecrübelerini ve birikim lerini kul­
lanm a im kanı yanında Avrupa-içi dengeleri manipüle etm e şansı
bulmuştur. ABD ve İngiltere’nin bu çerçevede daha sonra sürekli
ve uyumlu bir ittifak görüntüsü verm elerine rağm en II. Dünya Sa­
vaşı sonrasında İngiltere ve ABD arasında yaşanan paradigm a-içi
çelişki psikolojik ve taktik düzeydeki etkisini sürdürmüştür.
Söm ürge devrim lerinin tam am lanm ası ve İngiltere ve Fransa
gibi Avrupalı güçlerin kendi kıtalarına çekilm esinden sonra b aşla­
yan ikinci dönem de ise ABD özellikle Arap-İsrail gerginliğinin tır­
m andığı dönem lerde çok daha sertlik yanlısı bir tavır geliştirirken
Avrupa ülkeleri Ortadoğu'da Arap toplum larm hissiyatını gözetir
bir tavra yönelmişlerdir. Petrol krizi ile ivme kazan bu süreçte Av-
n m a ü lk e le ri bir vandan eski sömürgeleriyle olan ilişkilerini yeni-
I S tra te jik D erinlik

F den tanım lam a çabası içine girerken, diğer yandan ABD egem en­
liğini esneten bir Ortadoğu politikası benim sem eye başlam ışlar­
dır. De Gaulle sonrası Fransa bu konuda başı çekmiştir. Özellikle
Katolik Avrupa ülkeleri O rtadoğu’da artan İsrail etkinliğini denge­
leyecek bir tarzda Arap ülkelerine yakınlaşmıştır. Fransa-Suriye,
Fransa-Lübnan, Fransa-Cezayir, İtalya-Libya ilişkilerinin seyri bu
konuda çarpıcı örnekler oluşturmaktadır.
11. Dünya Savaşının m üsebbibi olarak savaş sonrasında bir içe
kapanm a dönem i yaşayan Almanya ise yetm işli yıllarda başlattığı
Ostpolitik ile paralel bir açılm a politikası benim sem iştir. Bu p oliti­
kanın O rtadoğu’ya dönük sonuçları da zam anla kendini göster­
miştir. Özellikle ekonom ik ilişkilerde yoğunlaşan ve Alm anya’nın
sömürge geçm işi olm am asından da beslenen bu açılım , zam anla
AB politikalarını da etkileyecek düzeye ulaşmıştır. Bunun netice-
sindedir ki, seksenli yıllarda ABD ile çelişkili politikalar yürüten
Ortadoğu ülkelerinin Avrupa ile olan ilişkilerinde ciddi bir yoğun­
laşma gözlenmiştir.
ABD ile Avrupalı ülkeler arasındaki bölgesel politika farklılaş­
m asında gözlenen bu temayül Körfez Savaşı öncesindeki Alman-
ya-İran, Fransa-İran, Almanya-Irak, Fransa-lrak ve Fransa-Suriye
ilişkileri ile bariz bir şekil almıştır, lrak'ın Kuveyt’i işgal ettiği 1990
Ağustosundan m üttefik m üdahalesinin başladığı 1991 başlarına
kadar süren diplom atik süreçte de bu ilişkilerin izleri kendini gös­
term iştir. Bu süreçte İngiltere ABD'ye yakın bir pozisyon belirler­
ken, Fransa son ana kadar İrak ile tem ası sürdürerek arabulucu k o ­
num unda kalmayı tercih etm iş, savaş kaçınılm az bir hale gelince
de galipler safında yer alabilm ek için saldırılarda önem li bir rol
üstlenm iştir. Almanya ise savaş süresince m üttefik safında görün­
m ekle birlikte, II. Dünya Savaşı sonrasında kendisine konan ya­
saklan gerekçe göstererek m üdahaleden uzak durmuştur.
O rtadoğu’daki ABD egem enliğini pekiştiren Körfez Savaşına
Avrupa’nın dolaylı olmakla birlikte sim gesel önem i büyük olan
karşı diplom atik atağı Ortadoğu Barış Sürecinin Oslo-M adrit ekse­
ninde başlatılm asıdır. Bu süreç Avrupa’nın Ortadoğu politikasında
tekrar etkinlik kurma çabasının bir göstergesi olmuştur. Körfez S a ­
vaşından sonra Almanya’nın Yugoslavya'daki taşları yerinden oy-
( natacak şekilde Hırvatistan ve Slovenya'yı tanım ası da son nn vria
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi

dam gasını vuracak olan bölgelerarası etkileşim in ilginç bir şekilde


tem ayüz etm esi sonucunu doğurmuştur. Bu etkileşim i gösteren
çarpıcı bir çapraz ilişki savaş ve baıış süreçleri ile ortaya konabilir.
Körfez Savaşı ABD'nin öncülüğünde başlatılm ış ve yürütülmüş
iken Ortadoğu Barış Süreci öncelikle Avrupalı güçlerin girişimi ile
Avrupa'da başlatılm ıştır. Buna karşılık Balkanlarda taşlar Almanya
tarafından oynatılm ış ve savaş Avrupalı güçlerce yürütülmüşken,
B osna barışı ABD öncülüğünde Dayton'da gerçekleştirilmiştir.
Soğuk Savaşın çift kutuplu statik dengesinin sarsılması Avru­
palI güçlere O rtadoğu’da önem li bir m anevra alanının açılm asını
sağlam ıştır. Blok baskısının azalm ası, AB genelinde ve her bir AB
üyesi ülke düzeyinde daha esnek bir politika geliştirm e çabasını
beraberinde getirmiştir. Bugün de Ortadoğu'da genelde bir Ameri­
kan etkinliği gözlenm ekle birlikte ABD ile gerginlik yaşayan önem -
li Ortadoğu ülkeleri ile Avrupa arasındaki ilişkiler her düzeyde ge­
lişmektedir. Körfez Savaşı ve ABD'nin çifte-kuşatm a politikasına
rağm en Almanya ve Fransa gibi AB’nin merkezini teşkil eden ülke­
lerle İran ve Suriye gibi genelde ABD-karşıtı kam pta yer alm ış ül­
keler arasındaki ilişkiler bunu teyid eder niteliktedir. ABD ile İsra­
il'i stratejik bir eksen olarak gören Arap ülkeleri de Avrupa’yı bu
stratejik ekseni dengeleyici bir faktör olarak görmektedir. ABD’nin
İsrail yanlısı görüntüsü değişmedikçe SSC B ’nin boşalttığı denge­
leyici faktör alanım genelde AB’nin, özelde de Almanya ve Fran­
sa'n ın doldurm ası beklenebilir.
2000 yazında Camp David'de Barak ile Arafat arasında Ku­
düs’ün geleceği ile ilgili görüşm elerde C linton'm İsrail yanlısı bir
görüntü verm esinin hem en akabinde Arafat'ın başta Avrupa ülke­
leri olm ak üzere önem li kürese] ve bölgesel güçleri ziyarete başla­
m ası bu dengenin işlem ekte olduğunu gösteren bir başka çarpıcı
örnektir. Ortadoğu Barış Sürecinin en kırılgan noktasını oluşturan
Kudüs'ün nihaî statüsü konusunda özellikle Vatikan ve Katolik Av­
rupa ülkelerinin müdahil olm a arzuları Arap-Avrupa yakınlaşm a­
sını artıracak sonuçlar doğurabilir. Çünkü içinde FIristiyan A rapla­
rı da barındıran Filistin idaresi altında bir Kudüs Avrupa için bir
bütün olarak Yahudilerin egem enliğine verilmiş bir Kudüs’ten d a ­
ha tp rrih r savandır.
Stratejik D erinlik

3. Asya Güçleri ve Ortadoğu


Rusya, Çin ve Japonya gibi önem li Asya güçleri de Ortado­
ğu'daki bölgesel dengelerle ve bu dengelerin kıtasal ve küresel so ­
nuçları ile doğrudan ilgilidir. Hem Asya hem de Avrupa stratejik
param etreleri içinde politika geliştirm ek zorunda olan Rusya’nın
bölgeye yönelik yaklaşım ı ciddi bir tarihî derinlik içerm ektedir.
Rus Çarlığı’nm Kudüs’e giden Rus hacılar ve Osm aniı D evleti’nin
Ortodoks nüfusu konusunda elde ettiği ayrıcalıklardan bu yana
Ortadoğu politikasını genel stratejisinin en tem el unsurlarından
birisi olarak gören Rus stratejik zihniyeti bu konuda ideolojik ka­
lıpları aşan bir süreklilik göstermiştir.
Çarlık Rusya’sının Ortodoks unsurları kullanarak O smaniı aley­
hine güneye yayılma stratejisi SSCB dönem inde yeni araçlarla sür­
dürülmüştür. İL Dünya Savaşından sonra oluşan çift kutuplu yapı­
da, ideolojik eksenli çok daha etkin bir ittifak zem ini bulan SSCB
ikili ve çok yönlü ittifaklarla bölgesel güçler dengesinin bir kutbu­
nu oluşturmuşlardır. Ellili yıllardaki devrimci dalgalanm a ile b es­
lenen, altmışlı yıllarda O rtadoğu’da kurulan bürokratik/askerî ya­
pılarla sağlam bir zem in bulan bu etki yetm işli yılların sonundan
itibaren çözülm eye başlam ış ve Soğuk Savaşın bitişi ile birlikte
ciddi bir düşüş yaşamıştır. Yetmişli yıllardaki çözülm enin arkapla-
nmda Sovyet desteğindeki Arap rejim lerinin İsrail karşısında aldı­
ğı yenilgiler kadar, SSC B'nin ideolojik niteliği dolayısıyla diplom a­
tik esnekliği olm ayan dış politika yapım ının da tesiri vardır.
SSC B'nin Afganistan işgalinin tırm andırdığı anti-Sovyet tepki, Or­
tadoğu'daki M üslüm an kitlelerin SSCB'den kopuşunun son ve en
önem li halkasını oluşturmuştur.
SSC B’nin dağılm asından sonra defansif bir tavırla Doğu Avru­
pa, Kafkaslar ve Orta Asya hattında egem enlik koruma telaşı için e
giren Rusya'nın Ortadoğu üzerindeki etkinliği önem li bir zaaf gös­
termiştir. Irak’a yönelik ABD m üdahalelerinin tırm anış gösterdiği
dönem lerde BM düzeyinde görülen Rus diplom atik etkinliği dışın­
da Rusya aktif diplom asi anlam ında Ortadoğu'da Önemli mevziler
kaybetm iş bulunm aktadır. Yine de başta Suriye ve Irak olm ak üze­
re Ortadoğu'daki m illiyetçi-sosyalist rejimler, anti-B atı tepkiler ge­
rektiği dönem lerde Rusya'yı bir dayanak noktası olarak görmeye
devam etmektedir. Bütün bu etkinlik kaybına rağm en Rusya'nın
BM Güvenlik Konseyi’ndeki statüsü ve Avrasya dengeleri icinrtpVi
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

ön em li konum u bu ülkeyi her an Ortadoğu param etreleri içinde


etkin kılacak araçlar sağlamaktadır.
Avrasya dengelerinin yükselen gücü Çin ise O rtadoğu'ya dö­
nük politikasında Soğuk Savaş dönem inde Tarafsızlar Bloku çe rçe ­
vesinde geliştirdiği çizgiyi yeni unsurlarla takviye ederek sürdür­
mektedir. Tarafsızlar Bloku oluşum unu küresel etkinlikte önem li
bir unsur olarak kullanan ve yetm işli yıllarda üçkutupluluk ( tripo-
lariiy) kavram ının doğuşuna yol açacak şekilde değerlendiren Çin,
ABD ve Sovyet etkisine karşı daha otonom bir Ortadoğu politikası
geliştirm e çabasm daydı. O dönem de Tarafsızlar Bloku’nun ö n em ­
li liderlerinin de O rtadoğu’da bulunm ası, Çin'in bu politikasını
destekleyici bir rol oynamıştır.
Soğuk Savaş sonrası dönem de O rtadoğu’daki Batı etkinliğine
karşı en ciddi tepkiler de Çin’den gelmiştir. H em en hem en her
Am erikan m üdahalesi BM'de doğrudan ya da dolaylı bir Çin tepki­
si ile karşılaşm ıştır. Ortadoğu politikasındaki etkinliğin sağladığı
küresel prestiji çok iyi bilen Çin'in önüm üzdeki dönem de bu böl­
gede süreklilik arzeden politikasını daha da güçlendirm esi bekle­
nebilir. Bu çerçevede ABD -îsrail eksenine karşı SSC B’nin doğur­
duğu boşluk pragm atik alanda Avrupa tarafından, daha ideolojik
alanda da Çin tarafından doldurulabilir. Bu çerçevede Avrupa ile
Çİn arasında olabilecek m uhtem el bir yakınlaşm a sadece bölge
için değil, küresel dengeler için de önem li sonuçlar doğurabilir.
Coğrafî konum olarak Asya’da bulunm akla birlikte ekonom i-
politik sınıflam a açısından Batı Bloku içinde değerlendirilen Ja­
ponya O rtadoğu'nun enerji kaynaklarına en çok bağım lı ülkelerin
başında gelmektedir. Japonya'nın O rtadoğu’ya dönük bu hayatî il­
gisi bu ülkeyi de Ortadoğu poİitikasım n.önem li aktörlerinden biri­
si haline getirmektedir. Japonya'nın bu yönünü çok iyi değerlendi­
ren ABD O rtadoğu’ya dönük operasyonlarda Japonya’nın fınans
gücünü kullanm a tem ayülü içinde olagelmiştir.

ili. Bölge-içi Dengeler ve Ortadoğu

ı. Bölge jeopolitiği ve Stratejik Üçgen Mekanizması


Ortadoğu jeop olitiğinin en tem el coğrafî ve tarihî denge m e-
ı— Tı î rUvû. t ran hascaç dpnppsinde aram ak eere-
S tra te jik D erinlik

kir. Tarihî kökleri Hitit-Asur-M ısır, Bizans-Selçuklu-Fatinıî, Os-


m anlı-Safevî-M em Juk ilişkilerine kadar götürülebilecek olan bu
bölgesel denge faktörü, Asya, Avrupa ve Afrika'dan oluşan ana
dünya kıtasının su yollan ile tem el deniz bağlantı yollarının kesiş ­
tiği m erkez ü çgenini oluşturmaktadır. M odern dönem de petrole
dayalı ilişkiler olgusunun daha da renklendirdiği bu stratejik ü ç ­
gen, uluslararası aktörlerin bölge ile ilgi planlarında göz önünde
bulundurm ak zorunda oldukları en tem el param etrelerden birisi­
ni oluşturm aktadır.
M ısır-Türkiye-îran bölgesel üçgenindeki ilişkiler sistem ik güç­
lerin hassas dengeler ile oynadığı bir alan oluşturur. Bu üçgen
içindeki ilişkiler takip edilirse bölge ile ilgili yeni düzenlem elerin
nabzı da tutulabilir. M esela ellili yıllarda Süveyş Bunalım ı so n ra­
sında Nasır'ın dışlanm ası ile Bağdat Paktı İçinde Türkiye ile İran'ın
birbirine yakınlaşm ası arasındaki ilişki ve bu ilişkinin son uçlan b i­
zim bugünkü bölgesel dengeler konusunda İlginç dersler çıkarm a­
mızı sağlayabilir. Yetmişli yıllara kadar sistem ik güçlerin çıkarları­
nı tehdit eden Nasır yönetim indeki M ısır'a karşı gerçekleştirilen
İran-Türkiye (Pakistan ve kısa süreli Irak destekli) yakınlaşm ası
bölgesel güçler dengesi ve bu dengenin uluslararası belirleyici ak­
törleri açısından büyük önem taşıyordu. İran D evrim inden sonra
ise, Ortadoğu diplomasi tarihi içinde sürekli olarak birbirlerini
kollayan ve soğuk bir ilişki sürdüren Türkiye ve M ısır birbirlerine
yaklaşmaya başlamışlardır. B ari’da altm ışlı yıllara egem en olan
Nasır im ajı İle seksenli yıllara egem en olan Humeyni im ajı arasın­
daki benzerlikler karşılaştırıldığında nasıl bir dengenin kurgulan-
dirildiğim anlam ak daha kolay olur.
Bu dengeler gösterm ektedir ki, bölge dışı aktörler açısından bu
üç ülkeden ikisinin aynı anda dışlanm ası bölge için kaldırılam aya­
cak bir yük oluşturmaktadır. Bu üç ülkeden herhangi ikisi arasın­
da sistem dışında oluşacak bir ittifak büyük bir tehdit kaynağı o la­
rak değerlendirilmektedir. Bunun için de aslında sürekli olarak
birbirlerini kollamaya ayarlanm ış bu üç ülkeden biri dışlanırken
diğer ikisi m utlaka sistem in içine çekilmektedir.
Şu ana kadar bu denge içindeki hakem rolünü Türkiye oynuyor
gözükmektedir. Türkiye her iki dışlam a sürecinde de bir taraftan
dışlanan faktörle dengeli ilişkiler kuran, diğer taraftan da sistem -
içi taraf ile ittifak oluşturan bir tavır izlemiştir. Şimdi de Bat? ü IV p -
O rta d o ğ u : K ü rese! E k o n o m i-p o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

leri İran ile dengeli ilişkiler sürdüren Türkiye’yi keskin bir sistem -
içi role soyunan M ısır’ın safına çekm eye çalışmaktadır. Bu ittifak­
ların en ayırıcı vasfı da sistem dışına itilen ülkenin -yetmişli yılla­
ra kadar Mısır, seksenli yıllardan sonra İran- İsrail'i tehdit eder bir
politika izlemesidir.
Sanki bir tahtarevalli ile karşı karşıyayız. Mısır dışlandıkça İran
sistem in m erkezine yerleşm ekte ve Türkiye ile desteklenmekte,
Mısır sistem içine kaydıkça İran sistem dışm a itilm ekte ve Türki­
ye’nin pozisyonu da bu yeni dengeye uyarlı hale getirilmektedir.
Bölgede uzun süreli bir barışın en tem el şartlarından birisi bu
üç ülkenin rasyonel bir zem inde işbirliği içine girmesidir, Böylesi
bir rasyonel zem inin bölge-içi m anipülasyonlara engel olacağını
bilen dış faktörler sürekli olarak ikili ittifaklarla denge politikası
sürdürmektedirler. Türkiye bu tür manipülasyonlara uyarlı bir po­
litika takip etm ektense dengeli bir bölgesel strateji ile bu kutuplar
arasındaki gerginliği azaltan bir yol izlemelidir. Bu hem Türki­
ye'nin çıkarlarına daha uygun, hem de bölge barışı için daha em in
bir yoldur. Bu diplomatik beceriyi gösterebilen bir Türkiye, bölge-
içi dengelere her an ağırlık koyabileceğini de gösterm iş olacaktır.
Bu dış ü çgenin dengeleri Irak-Suriye-Suudi Arabistan iç üçge­
ni ile girift bir ilişkiler ağı oluşturur. Aslında O rtadoğu’daki ittifak­
ları ve karşılıklı dengeleri tahlil ederken daha küçük ölçekli ve bu
dengelerde daha edilgen konum da bulunan Ü rdün-Filistin-Lüb­
nan üçgenini de gözönünde bulundurm ak gerekir. İsrail ile doğ­
rudan cephe ilişkisinde bulunan Ü rdün-Fİlistin-Lübnan üçgen in ­
deki dengeler büyük ölçüde dış üçgenlerdeki ilişkiler tarafından
belirlenir.
Bu üçlü dengeler diyalektiği Ortadoğu'da içiçe geçen çok renk­
li bir satranç oyununu ortaya çıkarır. İttifakların genellikle çıkar-
tem elli ve geçici olduğu bu satranç oyununda güçler dengesinin
her türlü ihtim ale açık acım asız oyunları sergilenir. Aktörler bir
diğerini kollayarak sergiledikleri diplom asi satrancınd a kendi çı­
karlarına en uygun ittifaklarla diğer rakip ülkeleri bertaraf etm eye
çalışırlar.
Bu dinam ik satranç oyununda sistem ve ideoloji benzerlikle­
rinden çok ayakta kalmak için gerekli güç potansiyelini elde etm e
mıîraripjpsi ptkili olmaktadır. Baas ideolojisi ve sistem i çerçevesin­
Stratejik D erinlik

de siyaset yapan Irak ve Suriye arasında sürekli değişiklik gösteren


ilişki biçim leri bunun en iyi isbatıdır. Bu girift ilişki biçim leri Arap
Dünyasının liderliği konusundaki rekabetle daha da değişken bir
nitelik kazanmıştır.
Üçgenler arasındaki dengelerde genelde dış üçgenin hiç bir ta ­
rafı iç üçgenin bütün unsurlarının karşı tarafla bütünleşm esine
imkan vermemektedir. Bu tür durumlarda hem en 2+1 koalisyonu
1+2 karşı-koalisyonu ile dengelenmektedir. M esela Bağdat Paktı
oluşumu esnasında iki dış bir iç üçgen unsurundan oluşan Türki-
ye-İran-Irak yakınlaşması hem en bir dış iki iç üçgen unsurundan
oluşan M ısır-Suriye-Suudi Arabistan yakınlaşmasını doğurmuştur.
Nasır liderliğindeki M ısır'ın Ortadoğu’daki güç eksenini kendi
doğrultusunda şekillendirm e çabasından bu yana Ortadoğu, sta­
tükoyu değiştirmek isteyen güç ile bu gücün karşıtı ittifaklar ara­
sındaki denge ilişkisinin belirlediği güç m ücadelelerine sahne ol­
muştur. Nasır'm Suriye ile birleşerek 1 Şubat 1958'de kurduğu B ir­
leşik Arap Cumhuriyeti’ne tepki olarak 14 Şu bat’ta Ürdün ve
Irak’m Arap Birliği kurduklarını ilan etm esi bu denge ilişkisinin ilk
ciddi tezahürüdür. Bu tepkiler içinde 14 Temmuz 1958'de Irak'ta
gerçekleşen darbe üzerine Irak’m da Nasır yönetim ine yakınlaş­
ması karşısında bu kez Suudi Arabistan, Türkiye-İran eksenine
yaklaşarak 2+1 ittifakım doldurmuştur. Suudi Arabistan kralının
Bağdat Paktı ülkelerine m üdahalede bulunm a çağrısı sonrasında
Özellikle Türkiye ve İran'ın bir ittifak ilişkisine girmesi dış ve iç ü ç­
gen arasındaki denge ilişkisinin tabiî bir tezahürüdür. Dış ü çgen­
de bulunan bir ülkenin iç üçgendeki iki ülke ile aynı anda yakınla­
şarak dengeyi bozm aları diğer ülkeleri bir karşı ittifak oluşturm a­
ya sevketmektedir. Yemen İç Savaşındaki. M ısır-Suriye-Irak ittifakı­
na karşı İran tarafından da desteklenerek oluşan Suudi Arabistan-
Ürdün ittifakı da bu denge ilişkisinin bir sonucudur.
M ısır’ın Camp David sonrasında devre dışı kalmasıyla Irak ek­
seninde ortaya çıkan gelişmeler de bu genel denge yaklaşım ına uy­
gundur. 26 M art 1979’da im zalanan Camp David Anlaşm asından
bir gün sonra Arap Ligi’nin 19 üyesinin Bağdat’ta biraraya gelmesi
bu yeni gelişm enin bir yansımasıdır. Bundun sonra Arap Birliği dü­
şüncesinin liderliğine soyunan Irak’m İran ile savaşa girm esi karşı
ittifakların oluşması sonucunu doğurmuştur. Arap Dünyasında
O rta d s ğ ıı: K üresel E k o n o m i-P o litik v e Stratejik D e n g e le rin Kilidi

Irak'm etkisinin artm ası karşısında İran'a yaklaşan Suriye, Ortado­


ğu’nun denge ülkesi haline gelmiştir. Bu gelişm eler seksenli yılla­
rın ortasında İran-Suriye yakınlaşm ası karşısında Suudi Arabistan
ve M ısır'ın Irak'a yakınlaşm ası ile neticelendi. BÖylece dış ve iç ü ç­
gen arasında yeni dengeler oluştu. Dış üçgenin diğer ülkesi Türki­
ye bu gelişmeleri aktif tarafsızlık ile takip ederek, dengenin, dola­
yısıyla statükonun sürm esine katkıda bulunm uş oldu. M ısır'ın
Türkiye tarafından da desteklenerek tekrar Arap Dünyasına girme
şansı elde etm esi bu denge ilişkilerinin sonucudur.
Irak’m Kuveyt Çıkarması bu dengelerin yeniden ayarlanm asını
gerekli kıldı. İran'a karşı Irak'a destek veren Mısır ve Suudi Arabis­
tan ile o dönem de İran'a yakın duran Suriye karşı bir ittifak oluş­
tururken bu dengelerin ortaya çıkardığı konjonktür İran'ı Irak'a
nefes aldıran bir tutum sergilem eye sevketmiştir. Bunalım ın ilk
günlerinde Suudi Arabistan-M ısır-Suriye ittifakı karşısında Irak-
İran-Ü rdün yakınlaşm ası doğmuş; dış üçgenin kilit ülkesi Türki­
ye'nin de birinci blok yanında yer alm ası ile sistem ik güçlerin O r­
tad oğu’daki dengeyi bozm ak isteyen Irak’ı devre dışı bırakmaları
kolaylaşmıştır. Bu dönem de Ürdün, Filistin ve Lübnan liderlerinin
gösterdikleri değişken tavır, dış ve iç üçgenlerde ortaya çıkan d en ­
ge değişikliklerine uyum çabasıdır.
Ortadoğu'da denge ve statükonun devamı dış ve iç üçgenlerde
birbirine denk kuvvetlerin ittifakına bağlıdır. Onun için bu üçgen ­
lerde sistem ik güçler açısından iki ülke birbirine yakınlaştırılırken
üçüncü ülkenin sistem -dışm a itilm esi oynanan oyunun bir gereği­
dir. D oksanlı yılların ortalarında İran karşısında gerçekleştirilm eye
çalışılan Türkiye-M ısır-İsrail yakınlaşm ası da, Türkiye karşısında
su m eselesi etrafında yönlendirilmeye çalışılan Irak-Suriye yakın­
laşm ası da hep bu denge hesap lan içinde anlam kazanmaktadır.
Ortadoğu’daki genel dengeler içinde M ısır-Türkiye-İran dış ü ç­
geni ile Suriye-Irak-Suudi Arabistan iç üçgeni arasındaki dengeler­
de daha edilgen konumda olan daha da küçük bir iç üçgen vardır.
Ü rdün-Lübnan-Filistin'den oluşan bu edilgen üçgene Körfez Sava­
şından sonra önem li ölçüde Kuzey İrak da katılmış bulunmaktadır.
Bu jeopolitik dengeler reel güç faktörleri açısından küçük bir
ülke olan Ü rdün'ü bölgesel politikaların kilit ülkesi konu m una
nroi-irmictir R n W n în ieonolitik vanılanm ası Ürdün'e tipik bir
S tra te jik D erinlik

ta m p o n ülke pozisyonu kazandırmıştır. Bir yandan Filistin ve B a ­


tı Şeria bağlantısı üzerinden İsrail, Suudi Arabistan, Irak ve Suriye
gibi ülkeler arasında tam pon ülke konum unda bulunan Ürdün,
diğer taraftan da Akabe Körfezindeki konum uyla M ısır-Irak, Mı-
sır-Suriye ve Suriye-Suudi Arabistan ilişkilerinde tam pon bir rol
üstlenm ektedir.
Bu tam pon konum, Ürdün'ü, gerek Arap ülkeleri ile İsrail ara­
sındaki gerekse Arap ülkelerinin kendi aralarındaki lojistik rekabe­
tin en önem li unsurlarından birisi kılmıştır. 1967 ve 1973 yılların­
da Irak’m Ortadoğu savaşma lojistik destek sağlam asında Önemli
bir misyon üstlenen Ürdün, İran-Irak Savaşında da İran karşısında
oluşan Arap blokunun Irak’a desteğinde bir tür köprü rolüne sahip
olmuştur. Ürdün'ün Körfez Savaşının ilk safhasında yürüttüğü ta­
rafsızlık politikası da aslında bu konum un zarurî bir sonucu idi.
Bölgedeki jeopolitik yapılanm aya dayalı denge hesap lan edil­
gen liderlerin tavırlarında da kendini gösterm ektedir. Dış ü çgen­
lerdeki dengeleri kollayan politikalar geliştirmek zorunda olan bu
ülke ve topluluk liderleri değişen dengeleri bir borsa takibi titizliği
ile takip eden çok seyyal bir ilişkiler ağı geliştirm ek zorundadırlar.
Bu liderler kısa süreli dalgalanmaları değerlendiren anlık tavırlar
sergileyerek ayakta kalm a m ücadelesi verirler. Kimi zam an kulla­
nılan iddialı söylem lerin ötesinde hep hesaplı ve pazarlıklı davra­
nırlar. Kurdukları ittifaklarda her an kaçabilecekleri bir açık kapı
bırakırken, kutuplaşm a ve zıtlaşm a durum larında karşı kutbun
sürekli dışlanm ayacağı intibaını verecek tavırlar sergilerler.
Ürdün kralı H üseyin’in Ortadoğu’nun Tilkisi lakabı ile anılm a­
sına yol açan İnce diplomasisi, Yaser Arafat’ın dönem sel dalgalan­
m aları atlatm asını sağlayan değişken eksen politikası, Barzani ai­
lesinin Irak, Türkiye, İran ve Suriye arasında geliştirdiği her türlü
ihtim ale açık kısa süreli ittifak geleneği, Lübnan’da Canbulad ve
Cemayel gibi etkili aileler arasında gidip gelen politik çekim m er­
kezleri hep bu dengelerin ürünüdür. Bu liderler güç m erkezlerinin
kayış seyri ile ilgili koku alabildikleri ölçüde ayakta kalabilecekle­
rinin farkındadırlar. Onun için de koku alm a m esafesini koruyan
bir ilişki biçim i sürdürürler. Alman kokuya göre her an dönüş y a­
pabilm e m arjını m uhafaza eden bir ittifak anlayışına sahiptirler.
Bölge ülkeleri de böylesi bir esnekliğin her an kendilerine de vara-
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-F o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi

yabileceğini düşünerek bu liderlerin varlıklarını sürdürm elerine


gizli bir destek verirler.
Ürdün'de Kral Hüseyin, Filistin’de ise Yaser Arafat bu liderlik
yapılanm asının tipik örneklerini teşkil etmektedir. Kral H üseyin’in
bölge dengeleri içinde ikili ve çok taraflı ilişkilerde geliştirdiği her
türlü opsiyona ve kısa dönem li koalisyon ihtim allerine açık diplo­
m asisi O rtadoğu’daki güç dengesi yapılanm asının küçük ölçekli
bir aktör tarafından nasıl en etkin bir şekilde kullanılabileceğinin
çarpıcı bir misalidir. Bir taraftan bölge-dışı faktörleri bölge-içi güç
oluşum u için etkin bir şekilde kullanan, diğer taraftan sürekli böl­
ge-içi satranç oyununun denge oyuncusu konum unu koruyan
Kral Hüseyin kritik bir bölgede yalnızlaşm adan güç oyununu oy­
nayabilen bir diplom atik esneklik geliştirmiştir.
Ü rdün'ün Kral Hüseyin tarafından etkin bir diplomasiye daya­
nak teşkil eden tam pon jeopolitik konum u Hüseyin sonrası dö­
n em de de O rtadoğu’nun önem li unsurlarından biri olm aya de­
vam edecektir. Kral’ın bu açıdan O rtadoğu’daki iki belirsizlik böl­
gesi (Irak ve Filistin) ile ilgili nihaî karar aşam asının dayattığı bir
dönem de vefat etm esi, Ürdün'ün bu stratejik konum unun daha
da önem kazanm asına yol açmıştır. ABD 'nin bu geçiş sürecinde
yeni Kral Abdullah lehine yönlendirm ede bulunm asının ve Kral’a
ve Ürdün’e yönelik iltifatkâr tavrın en yüksek düzeylerde dile geti­
rilm esinin Önemli sebeplerinden birisi de Ürdün'ün hem etkileye­
bileceği hem de etkilenebileceği bu iki belirsizlik bölgesinin kade­
ri ile ilgilidir. Gerek Irak'taki fiilî bölünm üşlüğün alacağı yeni şekil­
lenm e, gerekse Kudüs’ün ve Filistin’in nihaî siyasî statünün ber­
raklaşm asında uygulanacak politikaların kilit ülkelerinden birisi
Ürdün olacaktır.
Böylesi kritik bir safhada veliahtlık dönem inde sürdürdüğü
dengeli ve ağırbaşlı tavrı ile O rtadoğu’daki bölge-içi diplomasi
oyununda tecrü beli bir lider görünüm ü kazanm ış olan Haşan ye­
rine, gerek annesinin İngiliz olm ası, gerekse eğitim indeki Batı
ağırlığı dolayısıyla Ortadoğu ve Arap kimliğinden çok batılı bir gö­
rüntü sergileyen tecrübesiz Abdullah’ın Ürdün’ün başın a getiril­
m esinde bu konjonktürün de etkisi olmuştur. Bu açıdan Abdullah
dönem i m uhtem elen Ürdün'ün O rtadoğu-içi dengelerdeki konu­
m unda bir zayıflığa yol açacaktır. Buna m ukabil ABD ve İsrail ile
^ Stratejik D erinlik

olan ilişkilerde etkiye daha çok açık bir Ürdün politikası gündem e
gelebilir. Ürdün'ü O rtadoğu’da öne çıkaran unsur, jeopolitik konu­
mun Kral Hüseyin tarafından pragm atik ve dengeli bir diplom asi­
ye araç kılınm ış olmasıdır. Kral Abdullah’ın bu diplom atik b eceri­
yi ne derece göstereceği sadece Ürdün’ün değil, bölgenin kaderini
de etkileyecektir.
Yaser Arafat’ın ilginç bir seyir takip eden siyasî çizgisi iç üçgen
içindeki liderlik yapılanm asının diğer çarpıcı bir örneğini teşkil e t­
mektedir. Siyasî kariyerine, üslubundan siyasî söylem ine, kıyafe­
tinden sakalına kadar radikal devrimci bir çizgi ile başlayan Ara­
fat’ı salon diplom asisinin labirentlerine getiren tavır değişiklikle­
rinde denge hesaplarına dayalı bu liderlik türünün izleri vardır.
Altmışlı yıllarda Nasır ile birlikte Arap milliyetçisi ve sosyalist, İran
Devrim inin başlarında Humeyni ile birlikte İslam devrimcisi ve
anti-em peryalist olmayı bilen Arafat, Körfez bu nalım ının başında
uluslararası koalisyona karşı Saddam yanlısı bir Arap milliyetçisi
im ajından sonra Ortadoğu Barış Sürecinin gerektirdiği Amerikan-
îsrail ekseni ile uyumlu, uzlaşm acı bir söylem ve siyaseti de gerek
kendisi gerekse çevresi nezdinde meşru gösterebilm iştir. Ürdün
Kralı Hüseyin’in Körfez bunalım ında ve sonrasında Bağdat ile B a ­
tı arasında sürdüregeldiği politika ile Arafat'ın politikası arasında
bu açıdan önem li bir nitelik benzerliği vardır. Bulunduğu konum u
birinin babasından verasetle, diğerinin ise devrimci bir örgütlen­
me ile alm ış olm alarının bu nitelik benzerliğini ortadan kaldırm a­
sı da müm kün değildir. Benzer bir kıyas son yıllardaki politikaları
ile Barzani ve Talabani açısından da yapılabilir. Birinin aşiret te ­
melli liderliği ile diğerinin daha entellektüel ve devrimci söyleme
dayanan liderliği kıyas edildiğinde sürdürdükleri esnek ve değiş­
ken politikalar açısından büyük bir fark olmadığı görülecektir.

2. Arap Dünyası'mn İç Dengeleri: Arap MiHiyetçiliği’nin


Bunalımı ve Siyasî Meşruiyet Meselesi
Soğuk Savaş dönem ini sona erdiren Körfez Savaşının bölgede
cereyan etm iş olması bölge-içi dengeleri ve bu dengelerin ulusla­
rarası konjonktür içindeki önem ini ciddi bir değişikliğe uğratır­
ken, bu savaşın iki Arap ülkesi arasındaki bunalım dan kaynaklan-
( mış olm ası da Arap Dünyasında geniş kapsam lı bir bunalım ın oı -
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik v e Stratejik D e n g e le rin Kilidi

taya çıkışm a yol açm ıştır. Sanıldığının aksine, Körfez Savaşını ta ­


kip eden Ortadoğu Barış Süreci uzun dönem li bir barış stratejisin ­
den çok kısa dönem li taktik manevralara dayandığı için her iki b u ­
nalım ı da yoğunlaştıran bir etkide bulunm uştur.
Bölgedeki kaotik durum büyük ölçüde, Osm aniı egem enliğin­
den sonra dağılan, ancak Soğuk Savaş dönem inin çift kutuplu ya­
pısı içinde NATO-Varşova Paktı ve Arap-İsrail gerginliği zem inine
oturan bölge-içi güç yapılanm asının yeni bir dengeye oturam a-
m asm ın bir sonucudur. Bugün bölgenin bütün önem li güçleri S o ­
ğuk Savaş sonrası dönem de yeni bir bölgesel strateji geliştirm e ih­
tiyacı içindedir ve bu ihtiyaç uluslararası ve bölgesel konjonktür
içinde cevaplanam adığı için ikili ilişkilerde ve bölgesel dengelerde
karşılıklı gerilim alanlarının oluşm asına yol açmaktadır.
Soğuk Savaş sonrası dönem de genelde Arap Dünyasını, özelde
de Suriye ve Irak gibi Türkiye'nin kom şusu olan ülkeleri stratejik
tanım lam a açısından bir bunalım sürecine sokan en tem el olgu iç
siyasî m eşruiyetin ve bu m eşruiyete dayalı dış politika yapım ının
tem e] aracı durum unda olan Pan-Arap söylem ile ulus-devlet o l­
gusunun yerel ve bölgesel gerçeklikleri arasındaki çelişkidir. Bu
Arap ülkelerini tarih sahnesine çıkaran söm ürge geçm işi ile ulus-
devletin dış politika hedefleri arasındaki çelişkiler Arap D ünyası­
nın yum uşak karnı durumundadır. Hem en hem en her Arap ülke­
si, Özellikle Mısır, Suriye ve Irak, kendi ulus-devlet gerçekliğini te ­
mel alan bir Arap Birliği politikası geliştirm ekte ve bunu siyasî
m eşruiyetin ve dış politika yapım ının tem el direği haline getir­
mektedir. Farklı ulus-devlet olgularına dayanan bu Arap birliği
stratejileri kaçınılm az bir şekilde birbirleriyle çelişm ekte ve Arap
D ünyasını iç çatışm aların ve gerginliklerin rasyonel işbirliği alan ­
larını yok ettiği bir bunalım labirentine sokmaktadır.
Bu durum, Arap Birliği söylem i ile ulus-devlet olgularının sınır­
ları arasındaki farklılaşm anın bir sonucudur. Bu nedenlidir ki, her
Arap ülkesi kendisinin olm ası gerekenden daha dar sınırlara h ap ­
sedildiğini düşünm ekte ve bölgesel stratejilerini bu farklılaşmayı
yok edecek şekilde dizayn etmektedir. Mesela Suriye kendi sınırla­
rını aşan tarihî bir misyon sahibi olduğu görüşünü ısrarla bir ulu­
sal m utabakat vurgusu olarak dile getirmektedir. Kendisini Arapçı-
lık fikrînin ve Araö kimliğinin doğduğu merkez olarak gören Suri-
— _— ■

1” " “
ye, Pan-Suriye hedefini Pan-Arap hedefinin önşartı olarak gör­
m ekte ve Suriye-merkezli kadem eli bir Arap birliği tilerini ulusal
stratejinin eksenine oturtmaktadır. Bu kadem eli stratejiye göre Su­
riye kendisinden koparılan doğal uzantılar olarak gördüğü Lüb­
nan, Ürdün, Filistin ve Hatay’ı da kapsayan Şam -m erkezli ve D o ­
ğu Akdeniz eksenli Büyük Suriye'yi Pan-Arap idealinin kaçınılm az
önşartı olarak görmektedir. Doğu Akdeniz eksenli olm ası açısın ­
dan Levant Strateji olarak adlandırılabilecek bu strateji Suriye’yi
bir taraftan Arap olm ayan bölge ülkeleri ile (Türkiye ve İsrail) bir
karşılıklı gerilim alanına soktuğu gibi diğer taraftan-da bölgenin
diğer Arap unsurları ile karşı karşıya getirmektedir.
Benzer bir durum Irak için de geçerlidir. Arap birliğinin Bağ-
dat-m erkezli ve Basra-eksenli bir alanda gerçekleştirilebileceğini
düşünen Irak, Kuveyt, M ezopotam ya, Şattü ’l-Arap ve İran'ın Ku-
zistan bölgelerini de kapsayan Büyük Irak idealini Pan-Arap h ed e­
finin Önşartı olarak görmektedir. Bu da Irak’ı b ir taraftan bölgenin
Arap olm ayan ülkeleri ile (İran ve Türkiye), diğer taraftan da b ö l­
genin diğer Arap ülkeleri ile karşı karşıya getirmektedir. M ısır da
aynı hedefi Kahire-merkezli ve Kuzey-Afrika eksenli bir çerçevede
gerçekleştirm eye çalışmaktadır.
Pan-Arap ideali ile ulus-devlet stratejileri arasındaki bu farklı­
laşm anın en çelişik tarafı ise, bu Arap ülkelerinin Arap olm ayan ül­
kelerden çok diğer Arap ülkeleri aleyhine genişlem e stratejileri iz­
lemeleridir. Suriye’nin Lübnan, Irak’m Kuveyt politikaları bunun
en çarpıcı misalleridir. M ısır'ın Sudan'ın kuzeydoğusundaki ihti­
laflı bölgeyi işgal etm esi de bunun bir başka m isalini oluşturm ak­
tadır. Kendileri de söm ürge geçm işinin ürünü olan ulus-devletle­
rin kendi sınırları dışında etki alanı oluşturarak Arap birliği kurm a
çabalan, bu açıdan, Arap D ünyasının Soğuk Savaş sonrası d ö n em ­
de yaşam akta olduğu bunalım ın belki de en tem el sebebidir.
Soğuk Savaş dönem inde Pan-Arap idealine yönelik Nasırizm ve
Baas ideolojileri bu kadem eli stratejik çerçeve oturm akta idi. Bu
ideolojilerin iki tem el direği olan Pan-Arabizm ve sosyalizm biri
bölgesel, diğeri uluslararası konjonktürü ilgilendiren iki önem li
param etre olmuştur. Suriye’nin SSCB ile imzaladığı yirm i yıllık
stratejik ittifak anlaşm ası ve Irak’m Sovyet destekli silahlanm a po-
^ litikası bu iki p aram etren in kesiştiği alan lard a oluşm uştur.
O rta d o ğ u ; K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

SSC B'nin yıkılması ve çift kutuplu yapınıp dağılması ile birlikle


Suriye ve Irak rejim lerine meşruiyet tem eli sağlayan seküler, to ta ­
liter ve sosyalist Baas ideolojisinin dayandığı Arap birliği ve sosya­
lizm param etrelerinin sarsılm ası sonucunu doğurmuştur.
Irak'm Kuveyt’i işgali Pan-Arap idealine giden Büyük Irak h ed e­
fini gerçekleştirem ediği gibi, İran-Irak Savaşında ortaya çıkan
Arap dayanışm asını da yok etmiş ve bunun da ötesinde Irak'ın
parçalanm a sürecini başlatmıştır. Suriye’nin Lübnan, Filistin ve
Ürdün politikaları da beklenildiğinin aksine Suriye’nin etki alan ı­
nı genişletm em iş, aksine Güney Lübn an ’ın İsrail işgaline girm esi­
ne, Ürdün ve Filistin'in de Ortadoğu Barış Süreci çerçevesinde Su­
riye’den çok İsrail etki alanına yakınlaşm asına yol açmıştır.
Öte yandan aynı Baas ideolojisine dayanan Suriye ve Irak re­
jim leri birbirlerini dengelem e politikaları çerçevesinde Türkiye,
İran ve Suudi Arabistan ile denge diplom asileri geliştirm e ihtiyacı
içine girmişlerdir. Irak’ın yetm işli yıllarda Kerkük-Yumurtalık boru
hattını devreye sokarak Suriye üzerinden geçen hatta alternatif
oluşturm ası ve bu çerçevede Türkiye ile ekonom ik açıdan en ras­
yonel ilişkilere giren Arap ülkesi konum una girmesi de, Suriye'nin
İran-Irak Savaşı süresince İran ile yakın stratejik ve diplom atik iliş­
kiler içinde bulunm ası da Arap ülkelerinin bu stratejik açm azının
ürünleridir. Büyük Suriye ve Büyük Irak politikalarının çatıştığı
yerde Pan-Arap ideali değil, denge m anevraları devreye girm ekte-
dir. Bu durum M ısır-Irak ve M ısır-Suriye ilişkileri açısından da çok
farklı değildir.
Bu anlam da Soğuk Savaş dönem inin Nasırizm ve Baas-tem elli
ideolojik ve stratejik çerçeveleri bugün anlam larım büyük ölçüde
yitirmiş görünm ektedir ve Arap Dünyası yeni arayışlara yönel­
mektedir. Edvvard Said gibi bir çok Arap düşünür bu bunalım ı a n ­
lam landırm a çabası içine girmişlerdir. Ancak, uluslararası kon ­
jonktür ve bu konjonktürün destek verdiği yere! totaliter yapılar
bu arayışların önünü kesmektedir.
Soğuk Savaş sonrası dönem de O rtadoğu’da gözlenen dinam ik
güçler dengesi özellikleri bu bunalım ı gözler önüne seren ve kimi
zam an da konjonktürel dalgalanm alarla tırm andıran sonuçlar do­
ğurmuştur. Ortadoğu bugün ne Soğuk Savaş şartlarının yönlendir­
diği uzun dönem li bir kutuplaşm a yapısı içindedir; ne de söm ür­
| Stratejik D erinlik

geci bölüşüm ü yansıtan sınır yapılanm ası istikrarlı bir gelecek va-
ad etmektedir. Bu dengesiz ve istikrarsız yapılanm a her aktörü kı­
sa dönem li politikalarını uzun dönem li ve kalıcı etki alanları kur­
m a hedefi doğrultusunda yeniden oluşturm aya sevketmektedir.
Bu da Irak benzeri ani ve tek ham leli sıçram alara dayalı bölgesel
etkinlik politikalarının yerini, Mısır ve Suriye’nin son politikaları­
na yansıyan şekliyle uzun diplom atik süreçlerdeki etkinlik tem eli­
ne dayanan politikaların alm asına yol açmıştır.
Arap Dünyasındaki karşılıklı dış politika oluşumu, bir ring için ­
de karşı tarafı tam am en yıkıcı yumruk atm adan faullu darbelerle
birbirini ringden düşürmeye çalışan yirmi boksörün m ücad elesi­
ne benzem ektedir. Süregelen bu m ücadele aslında h er boksörün
ayakta kalması için kaçınılm az olduğundan, bu m ücadelenin d en­
geci ruhuna aykırı davranan aktörler kısa bir süre için ring dışına
atılmaktadırlar. Nedir bu m ücadelenin dokunulm az prensipleri?
Birincisi, hiç bir aktör tek başın a bütün diğer boksörlerin m ü cad e­
le alanını daraltan bir ham le yapamaz. Irak Kuveyt’in işgali yoluy­
la böylesi bir çabaya giriştiği için devre dışına itilmiştir. İkincisi, bu
m ücadele alanının iç dengelerini tümüyle sarsacak şekilde dış ak­
törlerle ittifaka girilemez. M ısır da Camp David Anlaşması sonra­
sında bu sebeple kısa bir süre Arap ringinin dışında tutulmuştur.
Bu tür ham lelerle devre dışına itilen aktörün eski yerini alab ilm e­
si ancak ve ancak dengeye tam bir uyum gösterm esine bağlıdır.
D aha önce M ısır'ın yaşadığı bu tecrübeyi yakın zam anda Irak'm
da yaşam ası pek şaşırtıcı olmayacaktır.
Bu m ücadele alanında sürekli birbirlerini kollayarak ayakta
durmaya çalışan aktörler belli aralıklarla bu alanın iç bütünlüğü­
nü m uhafaza etm ek üzere ortak düşm anlara ihtiyaç hissederler.
M illiyetçilik hareketlerinin psikolojik altyapısını dokuyan ortak
düşm an olgusunun gerçek bir m eşruiyet zem inine sahip olmayan
Arap rejim leri için en önem li dış politika gerekliliklerinden birisi
olm ası bu nedenledir. İsrail ile her dönem de gizli tem aslarını sür­
dürmüş olan Arap rejim lerinin bu tem aslara rağmen son yıllara
kadar sürekli anti-İsrail retoriğine dayalı bir dış politika takip et­
mesi, İran-Irak Savaşı esnasında Iran-karşıtı bir Arap cephesinin
oluşm ası ve Türkiye'nin İsrail ile giriştiği yakın işbirliği politikasın­
dan sonra Türkiye-karşıtı bir dalganın hızla yayılması, çıkış gerek-
^ çelerinin haklılığı ya da haksızlığı bir yana, tem elde bu ihtiyacın
O rta d o ğ u . K üresel E k o n o m i Politik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

bir tezahürüdür. İleride de üzerinde duracağımız gibi, Türkiye


Arap Dünyasındaki bu bunalım ı ve bu bunalım ın oluşturduğu psi­
koloji/politik atm osferi yeterince sağlıklı bir şekilde değerlendire­
mediği için İsrail’e yönelen tepkileri üzerine çeken bir konumda
kalmıştır. Bu nedenledir ki Türkiye doksanlı yılların sonlarına doğ­
ru O rtadoğu’daki diplom asi labirentinde ciddi bir alan daralması
ile karşı karşıya kalmıştır.
Bugün Arap Dünyası bu iç m ücadelenin izlerini yansıtan bir
kararsızlık ve güçsüziük dönem i yaşamaktadır. Edward Said’in de
teyit ettiği bu güçsüzlük dönem i iç enerjisini etkin ve verim li kul­
lanam ayan bu dünyanın dış tehditlerin sağladığı m eşruiyet tem e­
li ile ayakta kalm a çabasına yol açmaktadır, Arap milliyetçiliği bu
nedenle önem li bir nitelik değişimi yaşamaktadır. Bu anlam da el­
lili, altm ışlı yıllarda yükselen Arap milliyetçiliği aktif, ofan sif ve id­
dialı bir akımdı. D oksanlı yıllardaki Barış Süreci içinde yeniden di-
riltilm eye çalışılan Arap milliyetçiliği ise defansif, denetim altında
tutulan ve dış bölgesel aktörlere karşı her an kullanılabilecek bir
potansiyel olarak bekletilen bir milliyetçilik olacaktır. O rtado­
ğu’daki istikrarın sürm esi ve bu istikran tehdit edebilecek kitlesel
m u halefet hareketlerinin kontrol altında tutulm ası için başta ABD
olm ak üzere bölge-dışı sistem ik aktöılerce de desteklenen bu
kontrollü m illiyetçilik bölgede potansiyel gerginlik alanları oluş­
turm aktadır ki, bu durum Türkiye’nin de müteyakkız olm ası gere­
ken bir konjonktür ortaya çıkarmaktadır.
Altı yıllık aradan sonra 1996’da Kahire’de toplanan Arap Zirvesi
Arap D ünyasındaki bu politik tem ayüller açısından büyük önem
taşım aktadır. Görünüşte bu zirve Arap ülkeleri dışındaki bölgesel
güçlere -yani sırasıyla İsrail, Türkiye ve İran'a- tepkisel nitelikler
taşım ıştır. İsrail seçim lerinden sonra Netanyahu hüküm etinin
program ına yansıyan sert politika dolayısıyla İsrail'e, İsrail ile im ­
zaladığı stratejik anlaşm a dolayısıyla Türkiye’ye, Körfez bölgesin­
de etki alam kurm a politikası dolayısıyla İran'a yönelik tepkiler bu
zirvenin dış faktörlerin yönlendirdiği bir tepkisel zirve olduğu in ­
tibaını güçlendirmiştir.
Z am anlam a itibarıyla tepkisel nitelikli görünen bu zirve bir
başka açıdan bakıldığında Arap Dünyası içinde yaşanm akta olan
m eşruiyet bunalım ını ve Arap ülkelerinin siyasî yapılarının hisset-
+iffî iripninîiV hnslnan asma cabası olarak da özel bir önem taşı­
S tratejik D erinlik

maktadır. Kabile kültürünün sürdüğü krallıklar ile otokratik dikta­


törlüklerin hakim olduğu Arap D ünyasının siyasî eliti bu yapıları
sürdürebilm ek için dış faktörlere dayalı m eşruiyet araçlarını kulla-
nagelm iştir. İngilizlerin desteği ile yürütülen O sm anlı-karşıtı m il­
liyetçilik hareketleri asrın ilk yarısında, II. Dünya Savaşından bu
yana süregelen Israil-karşıtı cephe oluşturm a çab alan da asrın
ikinci yarısında Arap siyasî elitinin davranış kalıplarını belirleyen
önem li araçlar olmuştur. Bu açıdan Şerif ve Suud ailelerinin gele­
neksel referanslara dayalı sem bolik retoriği ile Baas ve Nasır hare­
ketlerinde kaynağını bulan milliyetçilik ve sosyalizm sentezli to ta ­
liter yapıların devrim retoriği aynı zem ini paylaşmışlardır.
Soğuk Savaş sonrası dönem bu iki yapılanm a biçim inde de cid­
di bir meşruiyet bunalım ının doğm asına sebep olmuştur. Petrol
kartının yetm işli ve seksenli yıllardaki stratejik değerini önem li öl­
çüde yitirm esi, Arap Dünyasındaki bölünm eler ve SSCB endeksli
radikal Arap ülkelerindeki çözülm eler bu meşruiyet bunalım ının
şiddetini önem li ölçüde artırmıştır. Dış faktörlere karşı yürütülen
m ücadelenin radikal söylem ine oturan Arap m illiyetçiliği Barış
Süreci ile ciddi bir uzlaşma ve esnem e görüntüsü verirken, Batı ve
İsrail-karşıtı söylem in ekseni İslâm î hareketlere kaymıştır.
Ellili yıllardan yetm işli yılların sonuna kadar radikal ve anti-
sistem ik unsurlar içeren Arap m illiyetçiliği seksenli yıllardan so n ­
ra gittikçe artan bir hızla sistem ik bir karakter taşım aya b aşlam ış­
tır. M ısır'ın ülke bazında, Yaser Arafat’ın kişi bazında yaşadığı
iniş-çıkışlı çelişik tavırlar, bu m eşruiyet bu nalım ının y ansım ala­
rından başka bir şey değildir. Bu bunalım M üslüm an Arap kitlele­
rinin bu siyasî elite hızla yaban cılaşm asın a ve an ti-sistem ik m u ­
h alefet hareketinin İslam -eksenli bir karakter kazanm asına yol
açm ıştır. Filistin ’de uzlaşm acı Arap m illiyetçisi Yaser Arafat ile İs­
lâm î m u halefet hareketi olan FIAMAS arasındaki farklılaşm a bu
değişim in tipik bir tezahürüdür. Arap ülkelerinde siyasî katılım ı
engelleyen totaliter ve baskıcı yapılanm anın tem elinde Arap siya­
sî eliti ile toplum sal taban arasında yaşanan bu m eşruiyet b u n alı­
mı vardır. H erhangi adil bir dem okratik süreç içinde ellerindeki
siyasî gücü kaybedeceklerinin farkında olan Arap rejim leri Batı
destekli diktatoryal yapılarını sürdürecek yeni bir radikal söylem
aravısı içindedirler.
O rta d o ğ u : K ü rese] E k o n o m i-P o litik ve Stratejik D e n g e le rin Kilidi

Bu yeni arayış açısınd an bakıldığında tepkisel nitelikli Arap


Zirvesinin yeni bir Arap milliyetçiliği dalgası yaratm aya yönelik
unsurlar taşım ıştır. Böylesi bir dalganın Arap siyasî elitinin m eş­
ruiyet bunalım ını aşm asına yardım cı olacağını, dolayısıyla da
Batı yanlısı rejim lerin İslam -eksenli m u halefet hareketleri tarafın­
dan yıpratılm asım n önüne geçileceğini farkeden ABD de anti-sis-
tem ik bir karakter kazanm adıkça bu yeni m illiyetçilik dalgasını
destekleyecektir.
Türkiye'nin İsrail ile im zalam ış olduğu anlaşm a bu açıdan za­
m anlam a itibarıyla büyük önem taşım aktadır. Sadece İsrail-karşı-
tı bir dalga Arap milliyetçiliği için yeterli değildir; çünkü bu anti-
sistem ik İslâm î m uhalefetin de sürdüregeldiği bir tavırdır. D olayı­
sıyla sadece İsrail-karşıtı bir tavır bu ülke ile süregelen Barış Sü re­
cin in m im arı olan Arap rejim lerinin politikasının iflasının ve İsra-
ii-karşıtı İslâm î m uhalefet hareketlerinin haklılığının tescili an la­
m ına gelirdi.
Bu açıdan bakıldığında, Türkiye-İsrail ilişkilerinin stratejik bir
düzlem de hızla gelişm esi Arap rejim leri için Arap milliyetçiliğine
dayalı m eşruiyet alanını güçlendiren bir gerekçe olarak kullanıl­
mıştır. Böylece bir İslam ülkesi olmakla birlikte İsrail safında olan
bir ülkenin de karşı cephede yer alması, Ortadoğu'daki tem el m e­
selenin bir İslam m eselesi değil, bir Arap m eselesi olduğu doğrul­
tusundaki Arap milliyetçiliği tezinin tekrar yükselm esi sürecini
doğurmuştur. Toplumsal m eşruiyet desteğini kaybetm iş olan Arap
siyasî eliti bu anlaşm ayı yeni Arap milliyetçiliği dalgasının tem el
dayanağı haline getirmektedir.
İşin ilginç yanı sistem -içi bir Arap milliyetçiliği dalgası da b u ­
gün en fazla ABD tarafından istenen bir olgu haline gelm iş bu lu n ­
maktadır. Ellili ve altm ışlı yıllarda Nasır önderliğindeki an ti-siste-
m ik Arap milliyetçiliği dalgasına karşı tavır koyan ve Canip David
A nlaşm ası ile bu dalgayı sistem içine çeken Amerika, bugün yük­
selen an ti-sistem ik İslam m uhaleti karşısında sistem -içi bir Arap
m illiyetçiliği dalgasını desteklem ektedir. ABD’nin en büyük eko­
n om ik yardım paketine m azhar olan M ısır'ın bu yeni dalganın li­
derliğine soyunm ası da bu sebeple manidardır. Türkiye ise teknik
n lH nm ı îHHîa prlilpn h î r a n l a s m a v ı strateiik h i r adım hali­
Stratejik D erinlik

ne dönüştürerek bölgesel politikalardaki hareket esnekliği a çısın ­


dan ciddi bir zaafa düşmüş bulunm aktadır; çünkü sistem in m er­
kez güçlerinin desteğine sahip bir Arap milliyetçiliği akım ının
yükselm esinin ortaya çıkaracağı konjonktür Türkiye’nin bölge
politikaları açısından çok önem li riskler barındırm aktadır. İngiliz
destekli Arap m illiyetçiliğinin yol açtığı sonuçlar ve Ittihad ve Te­
rakki’nin bu sonuçları hazırlayan sertlik politikalarının etkileri
unutulm am alıdır.
Arap D ünyası'ndaki siyasî m eşruiyet bunalım ı ve Arap m illi­
yetçiliğinde yaşanm akta olan dönüşüm , bu ülkelerin siyasî lid er­
lik yapılanm alarını da etkilem ektedir. Arap ülkelerinde sömürge
id arelerinden sonra kurulan ve Soğuk Savaş süresince bölge poli­
tikasında etkin olan siyasî yapılarda genelde iki tür liderlik yapı­
lanm ası Öne çıkm ıştır: M odern ideolojik çerçevelerle yeni bir si­
yasî m eşruiyet çerçevesi oluşturm aya çalışan totaliter/bürokratik
diktatörlükler ve geleneksel m eşruiyet kalıplarını kullanm aya ç a ­
lışan krallıklar.
Totaliter/bürokratik liderlik yapılanm alarının en çarpıcı m isal­
leri Arap toplum unu tepeden taban a doğru seküler, m illiyetçi ve
sosyalist ilkeler etrafında yeniden şekillendirm ek isteyen liderlerin
ve totaliter partilerin idare ettiği Mısır, Suriye, Irak, Cezayir, Libya,
Tunus gibi ülkelerde ortaya çıkm ıştır ve etküerini halen devam et­
tirm ektedir. İlk öncülerini Suudi Arabistan, Fas ve Ü rdün’de bulan
geleneksel m eşruiyet kalıplarına dayalı liderlik yapılanm ası ise da­
ha sonra Basra Körfezi'nde kum lan küçük devletlere ve petrol
şeyhliklerine yayılmıştır.
Ortadoğu’daki Arap rejim lerinde ortak bir nitelik olarak görü­
len ve kimi ülkelerde geleneksel, kimi ülkelerde de devrim ci reto­
rik ile m eşru kılınan otokratik/karizmatik liderlik yapılanm asının
kökenleri anlaşılm aksızm Ortadoğu politikasının ince kıvrımları­
na nüfuz etm ek çok güçtür. Bu otokratik/karizmatik liderlik yapı­
lanm asının biri bu ülkelerin iç bünyeleri, İkincisi bölge politikası,
üçüncüsü ise uluslararası sistem le ilgili olmak üzere üç önem li se­
bebi vardır. İç politik bünye ile ilgili sebep, bu ülkelerin söm ürge­
ci d önem kalıntısı siyasî yapılarıdır. Arap ülkelerinin çoğu, özellik­
le petrol şeyhlikleri, sağlam bir siyasî kültür oluşum u ve siyasî m ü ­
esseseleşm e olm aksızın devlet h a lîn p o -p tiriirm cW H ;r r»
......... ..........................................“
ması son derece güç bir siyasî meşruiyet bunalım ı doğurmuştur.
I
Söm ürgeci güçler bu ülkeleri harita üzerinde ortaya çıkarmış; fa­
kat siyasî oluşum larını bağımsız bir şekilde tam am lam alarına izin
vermemiştir.
Böylece dili, dini, etnik kökeni ve dili aynı olan bu toplulukla­
rın ayrı ayrı devletler oluşturm alarının yegâne gerekçesi olarak
güçlü liderliklerin ya da ailelerin oraya çıkarak ya da çıkartılarak
boşluğu oldurmaları kaçınılm az olmuştur. Başka bir deyişle., siya­
sî liderlik devleti ikame etmiştir. 1950'lerde Mısır halkı için M ı­
sır'dan Önce Nasır’a bağlılık Önemlidir; çünkü Nasır M ısır’ın ö te­
sinde bütün Arap ideallerinin sembolüdür. Bugün Irak halkı Sad-
dam ile devleti özdeşleştirm ektedir; çünkü Saddam ’ın şahsiyetin­
de Irak boyutlarını da aşan Arap ideallerini kavramak mümkün ol­
maktadır. Dolayısıyla karizmatik şahsiyetler siyasî oluşumdaki
boşlukları doldurmakta ve küçük Arap devletçiklerinin halklarını
daha üstün bir ideal için motive edebilmektedirler. Böylece m ese­
la Iraklı olmakla Arap olmak arasındaki ikilem ortadan kalkm akta­
dır. Bu üstün idealleri gerçekleştirm e şansı olmayan küçük şehy-
likler ise, olm ayan kahram anlar türeterek kendi küçük ülkelerinin
kültürel m eşruiyetlerini kuvvetlendirmek istemektedirler. Kuveyt
tarih kitapları bu konuda Kuveyt’in Osmaniı D evleti’ne karşı hiç
bir zam an olm am ış olan bağım sızlık savaşlarında üstün kahra­
manlıklar gösterm iş hayalî kahram anların ilginç örneklerini yan­
sıtır. Özetle, siyasî oluşumdaki eksiklikler karizmatik lider tipi için
uygun bir zem in oluşturmaktadır.
Bölge politikası ile ilgili ikinci sebebe gelince; bu, bölgede sü­
rekli tehdit unsuru olan ve bu ülkelere yönelik yayılmacı hedefler
taşıyan İsrail’in varlığrdır. İsrail’le şimdiye kadar yaptığı her savaşı
kaybetm iş olan Araplar bu tehdite karşı kuvvetli askerî ve siyasî li­
derliklerin gerekliliğine inandırılm alardır.
Uluslararası sistem le ilgili sebebe gelince; bu da sadece Arap
ülkeleri ve toplum lan için değil bütün İslam ülkeleri ve toplum la-
rı için geçerlidir. Bu toplum lar haklı ve acı örnekler sonucunda
uluslararası sistem in objektif ve adil bir m ekanizm aya sahip oldu­
ğuna dair güvenlerini büyük ölçüde yitirmişlerdir. Filistin'le ilgili
BM kararlarının uygulanmaması, İsrail’in Güney Lübnan’ı işgal
etm esine sessiz kalınması, Bosna’daki soylarım teşebbüsüne uzun |
Stratejik D e riııü k

süre seyirci kalınm ası gibi olgular bu ülkelerdeki güvensizliğin


otokratik liderlik yapılanm aların sürm esi doğrultusunda kullanıl­
m asını beraberinde getirmiştir. Soğuk Savaş süresince ve sonra­
sında yaşanan benzer örnekler sebebiyle M üslüm an topluluklarda
egem en olan güvensizlik psikolojisi karizm atik liderliklerin oluş­
turduğu istikrar görüntüsünde güvenlik sağlamaya yönelik bir psi­
kolojik/kültürel atm osferin doğuşuna zem in hazırlamaktadır,
Ortadoğu Arap ülkeleri liderlik yapılanm ası itibariyle ciddi bir
istikrar görüntüsü vermektedir. Bu bölgede siyasî gücü elinde b u ­
lunduranlar genellikle ölüm, şifasız bir hastalık, suikast gibi zaruri
haller zuhur etm edikçe siyasî gücü terketm em ektedirler. Bugün
Arap Dünyasının en önem li ülkelerinde siyasî gücü elinde bulun­
duranlar en az onbeş yıllık bir liderlik geçm işine sahipler. Ürdün
kralı Hüseyin, Irak lideri Saddam, Suriye lideri Hafız Esed, M ısır li­
deri Hüsnü M übarek, Fas kralı Haşan dünyanın çok büyük bir si­
yasî ve ekonom ik değişim yaşadığı Soğuk Savaş dönem inin ve
sonrasının değişm eyen liderleri konum unu sürdürmüşlerdir.
Arap Dünyasındaki bu tablo siyasî istikrar ile m eşruiyet arasın­
da her zam an doğrudan bir ilişki olm adığını gösteriyor. Siyasî is­
tikrar eğer siyasî m eşruiyetin en önem li göstergesi olmuş olsaydı
Arap toplum larm m siyasî m eşruiyet düzeyinin en yüksek olduğu
toplum lar olm ası gerekirdi. Halbuki Arap D ünyasında yaşanan si­
yasî lider istikran siyasî katılıma dayalı bir meşruiyetin değil siya­
sî katılım ın engellenm esine dayalı zoraki bir dayatm anın eseridir.
Bu nedenledir ki Arap Dünyasındaki istikrar toplum a ne siyasî ve
sosyal güvenlik ne de ekonom ik kalkınm a motivasyonu verebil­
mektedir. Aksine siyasî gücü 99.5% luk oy oranlarıyla ele geçirdiği
iddia edilen diktatörlüklerde siyasî liderlik süresi uzadıkça bireyle­
rin özgürlük alanları daralmaktadır.
Siyasî baskı korkusu içinde yaşayan bu insanların tem el m ese­
lesi siyasî liderlik ile çatışm aya girm eden asgarî hayat şartlarını te ­
min etm eye çalışm ak haline gelmektedir. Bu da toplum un kapasi­
te kullanım ını en asgarî düzeye indirmektedir. Arap toplum larm m
siyasî tecrü besi toplum sal meşruiyet tem eline dayanm ayan siyasî
istikrarın gerçekte bir değer taşım adığını ortaya koymuş bulunu­
yor. Aksi geçerli olm uş olsaydı Ürdün kralı Hüseyin'in ya da Irak
diktatörü Saddam 'm sağladığı istikrarın İtalya'da kısa süreli lider­
liklere dayalı koalisyonlardan daha başarılı olmuş olm ası gerekirdi.
O rtad o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o lilik ve Stratejik D en gelerin Kilidi

Toplumun devre dışı bırakıldığı siyasî değişim süreci Arap


D ünyasına zahirî bir siyasî istikrar görünümü veriyor. Bugün Arap
toplum larm m siyasetindeki en. önem li m esele siyasî yönetim de­
ğişikliğinin toplum nezdinde meşruiyeti olan bir süreç olarak gö­
rülmemesidir. Arap D ünyasının siyasî liderlik oluşum unun aile-içi
hesaplaşm aların belirlediği krallıklar ile ordu-içi hesaplaşm aların
belirlediği diktatörlükler arasında sıkışıp kalmış olm asının tem el
sebebi de budur. Cezayir, Tunus, Ürdün gibi ülkelerde siyasî katı­
lım denem elerinin başarısızlığı bir yandan iç siyasî kültür prob­
lem lerini, diğer yandan da dış unsurlarla iç siyasî yapı arasındaki
bağımlılık ilişkisini ortaya koymuş bulunmaktadır.
Ortadoğu'daki Arap ülkelerinde siyasî sistem in m eşru kanalla­
rı ile yaşanm ayan siyasî liderlik değişimi liderlerin biyolojik öm ür­
lerinin tam am lanm ası ile gerçekleşm eye başlam ıştır. O rtado­
ğu'daki iki ana liderlik yapılanm asını oluşturan totaliter/bürokra­
tik diktatörlüklerde de geleneksel kabilevî liderliklerde de bu an ­
lam da bîr değişimin ilk örnekleri görülmeye başlanmıştır.
İkinci türün yaşayan sem bol şahsiyeti olan ve Suudi Arabistan
kralı Faysal'm bir suikaste kurban olm asından sonra bu m odelin
en karizm atik lideri konum unu kazanan Kral H üseyin’in vefatı ve
Suudi Arabistan kralı Fahd’m sağlık durum unun kötüleşm esi ge­
rekçesi ile yönetim yetkilerini fiilen kardeşi Prens Abdullah’a dev­
retm esi görünüşte bu ülkelerde ciddi siyasî bunalım lar doğurm a-
mıştır. Ancak bu sem bol şahsiyetlerin devre dışı kalması klasik li­
derlik m odelleri ile ilgili m eşruiyet zem ini tartışm alarını b era b e­
rinde getirebilir. Bu ülkelerin çoğu B atı’da eğitim alm ış yeni nesli­
nin siyasî katılım talepleri, sağlıklı bir geçiş süreci ve kurum sallaş­
m a yaşanm am ası durumunda bu ülkelerde orta dönem de ciddi
gerilim ler doğurabilir.
Totaliter/bürokratik diktatörlükler türünün en uzun ömürlü li­
deri olan Hafız Esed'in vefatı da bu m odelle ilgili ilk ciddi geçiş
tecrü besi niteliği taşımıştır. Aynı türün diğer önem li bir şahsiyeti
olan Tunus lideri Burgiba’nm vefatından sonra Tunus'ta yaşanan
kısa dönem li dem okrasi tecrü besinin yarattığı kitlesel dalgalan­
m anın da m uhtem el tesiriyle bu geçiş için em in bir yol bulm aya
çalışan Suriye’deki Nusayri azınlığa dayalı siyasî elit çözüm ü, H a­
fi? PçpH'in oelu Beşşar'ı başa getirm ekte bulmuştur. Azınlık daya-
Stratejik D erinlik

m şm asınm da önem li rol oynadığı bu tercih, totaliter/bürokratik


yapıların cum huriyetçi ve devrim ci retoriğe rağm en aslında kabi-
levî bir yapıya dönüştüklerinin en çarpıcı misalini oluşturmuştur.
Kral H üseyin'in ve Hafız Esed'in vefatları yine de O rtadoğu’da­
ki statik siyasî liderlik yapılanm asında ortaya çıkm ası m uhtem el
değişim lerin ilk işaretleri olarak görülebilir. Soğuk Savaşın sona er­
m esine rağm en Soğuk Savaş şartlarında ortaya çıkan siyasî yapıla­
rı m uhafaza etm eye çalışan Arap ülkeleri bugün ço k ciddi bir siya­
sî m eşruiyet bunalım ı ile karşı karşıyadır. Eğitim lerini sömürge
dönem lerinde alan ve Soğuk Savaşın Ortadoğu param etrelerinin
sınırları içinde siyaset yapm aya alışmış Arap liderliğinin yaşayan
örnekleri Önümüzdeki dönem de liderlik konum larını doğal bir
sonla noktalayacaklardır. Hastalıkları ve siyasî yıpranm aları artık
gizlenem ez bir şekilde gözlenen ve yakın dönem de ölüm leri ya da
siyasetten çekilm eleri sürpriz olm ayacak olan Arafat, Saddam,
M übarek ve Kaddafi gibi sem bol şahsiyetlerin de devre dışı kalm a­
ları Arap D ünyası’ndaki siyasî kültür ve yapı bunalım ının yaygın
bir şekilde gündem e gelm esinin önünü açabilecektir.
Bu otokratik yapıların çözülm esi, Arap Dünyasında ellili ve alt­
mışlı yıllarda gözlenen siyasî hareketliliğe benzer bir dinam izm i ve
belirsizliği ortaya çıkarabilir. Bu açıdan, Ortadoğu'ya dönük stra­
tejik ve taktik analizler ve planlar yapan aktörler bu değişim in rit­
m ini ve sosyo-kültürel param etrelerini gözönünde bulundurm ak
zorundadır.

3. İsrail’in Yeni Stratejisi ve Ortadoğu1


M illetlerin siyasî tercihleri, uluslararası stratejileri ve ilişki tü r­
leri ile tarihî tecrübe birikim leri ve bu birikim i şekillendiren dün­
ya görüşleri arasında doğrudan bir belirleyicilik ilişkisi vardır. İsra­
il’in bir bölge gücü olarak Ortadoğu'da doğuşu da kitabım ızın ilk
bölüm ünde ele aldığımız stratejik zihniyeti oluşturan tarih ve coğ­
rafya param etreleri ile yakından ilgilidir. İsrail’in Soğuk Savaş so n ­
rası dönem de geliştirdiği yeni stratejinin ana unsurları ve bu stra-
BIB

1 İsrail'in yeni stratejisinin tarihî/kültüıe! arkaplam ve tem el özellikleri için bkz. Ah­
m et Davutoğlu, “Yahudi M eselesi'nin Tarihî D önüşüm ü ve İsrail’in Yeni Stratejisi”,
Avrasya Dosyası, 1 9 9 4 :1 /3 , s. 87-99.
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik v e S tra te jik D e n g e le rin Kilidi

tejiııin İsrail toplum undaki yansım aları da ancak ve ancak Yahudi


M eselesinin tarihî seyrinden kaynaklanan bu zihniyet arkaplanı
ile sağlıklı bir şekilde anlaşılabilir.
a. Tarihî Arkaplan
İsrail sadece Ortadoğu'da 20.700 kilom etrekarelik (işgal altın ­
daki topraklar hariç) bir alana ve yaklaşık beş m ilyonluk bir nüfu­
sa sahip herhangi bir ulus-devlet değildir. İsrail sem itızm , anti-se-
mitizm, siyonizm ve Yahudilik gibi tarihî derinliği olan faktörlerin
ortaya çıkardığı bir siyasî unsur olarak daha geniş boyutlu bir tarz­
da tahlil edilm ek zorundadır. Aksi takdirde siyasî olayların kısa dö­
nem li gelişim seyri ile tarihî olayların uzun dönem li dönüşüm sey­
ri arasındaki bağlantıları yakalayabilm ek müm kün olam az. İsrail
devletini ortaya çıkaran insan unsuru Yahudi toplum unun tarih
hafızasının oluşturduğu kimlik, dünya görüşü ve tecrübe birikim i­
nin ürünüdür. Bu toplum un siyasî davranış kalıpları, tepkileri,
planlan, başarıları ve zaafları bu uzun sürecin eseridir.
Yahudi kimliği bu kimliğin tem elini teşkil eden Tevrat'ın ö n ­
gördüğü seçilm iş Yahudi toplum u inancı ile tarih içinde dünyanın
dört bir köşesine yayılan Yahudi toplulukların serencam ı arasın­
daki ilginç bir bileşkeden oluşur. Bu bileşke kim i zam an uzlaşmaz
zıtlıkları ve tezatları, kimi zam an da son derece kaynaşm ış katı iç
oluşum ları beraberinde getirmiştir. Tevrat'ın öğretisi doğrultu­
sunda teorik olarak kendini seçilm iş ve dünyayı yönetm e ayrıcalı­
ğına sahip yegâne etnik grup olarak gören Yahudilerin son iki bin
beşyüz yıllık tarihî realite içinde sürekli tahkir edilen, sürülen, da­
ğınık bir toplum tecrü besi yaşam ış olm aları Arthur Koestler’in Ya­
hudi Nörozu2 olarak nitelediği toplum psikolojisini ortaya çıkaran
tem el unsurdur.
Yahudi toplum psikolojisinde Yahudi teolojisin in öngördüğü
seçilm iş m illet dogm ası ile sosyal realitedeki diğer toplum ların
hakim iyeti altında yaşam anın getirdiği azınlık psikolojisi arasın­
daki gidiş gelişin ortaya çıkardığı kimlik Koestler’in deyimiyle
kendine özgü bir “anorm allikler'' bileşkesi doğurmuştur. Sosyolo­
jik ve psikolojik anorm allikler ve çelişkileri en iyi tahlil eden düşü-
d■■
2 Arthur Koestler, Promise and Fulfıllment: Palestine 1917-1949 , (Londra: Macmil-
lan ,1949), s. 3.
jl S tratejik D erinlik

nürlerin Yahudil erden çıkm ış olm asında da tarih içinde yoğrula


yoğrula pekişm iş bu birikim in önem li bir payı olsa gerek. Spino-
za’m n felsefe-teoloji arasındaki çelişkiyi, Marks’ın ekonom ik sı­
nıflar arasındaki çelişkiyi, Freud’un psikolojik çelişkileri ve an or­
m allikleri izah etm ek üzere ortaya koydukları teorik çerçeve ve
çözüm ler bu tarihî toplum psikolojisinin değişik akisleri olarak
değerlendirilebilir.
Tarihî serencam ın oluşturduğu bu psikoloji, Yahudileri b irbir­
leriyle bağlantılı üç tem el gayenin etrafında bütünleştirm iştir:
Farklı toplum realiteleri ve siyasî konjonktür içinde varlığını id a­
me, m uhtem el tehlikeler karşısında her an taşınabilir bir güç oluş­
turm a ve bu gücü teorik seçilm iş toplum un m isyonu doğrultusun­
da kullanm a. Bu üç gaye de Tevrat’ın öngördüğü dünya görüşü
açısından tam bir sosya! m eşruiyet kazanm ıştır. Kendisini diğer
toplum lardan farklı m isyona sahip üstün bir topluluk olarak gören
diğer bazı m illetlerde de m üşahede edildiği gibi dünya görüşü ile
sosya] realite arasında kurulan bu m eşruiyet ilişkisi Yahudi toplu-
m una azınlık oldukları dönem lerde direnme, güç sahibi oldukları
dönem lerde m utlak anlam da hükm etm e becerisi kazandırmıştır.
Farklı toplum lar içinde varlığını idam e ettirm e ve tarihî m isyo­
nu gerçekleştirm e çabası Yahudi bireyin psikolojisinde yerellik ile
evrensellik arasında bir gerilim alanı doğurmuştur. Ortaçağ b o ­
yunca bu çağların getirdiği yerellik içinde gettolara sıkışmış ikinci
bir yerellik yaşayan Yahudiler aynı zam anda gelecekte seçilm iş
millet olarak kuracakları evrensel hakimiyet idealini yaşatm aya
çalışmışlardır. Yahudi toplum unun varlık seb ebi olan dinî öğreti
hem yerelliğin, hem de evrenselliğin Yahudi toplum psikolojisinde
çelişik am a vazgeçilm ez unsurlar olarak nesilden nesile aktarılm a­
sını sağlamıştır.
G eçen yüzyıl içinde Yahudi aydınlanm asına ve siyonizmin si­
yasî bir ideoloji olarak ortaya çıkışına öncülük eden şahsiyetlerin
siyasî ve entellektüel serüvenleri bu çelişik am a toplum un m isyo­
nu itibariyle birbirleriyle uzlaştırılm aya çalışılan özellikler a çısın ­
dan ilginç ipuçları vermektedir. M esela sosyalizmin insanları tek
tek eşit bireyler olarak ele alan evrensel ideolojisine önem li katkı­
larda bulunm uş Moses H ess’in aynı zam anda etnik tem elli siyo-
^ nist ideallerin öncüsü olm ası Yahudi bireyindeki evrensellik ile y e­
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o lirik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

rellik arasındaki çatışm anın yol açtığı şahsiyet bölünm esinin en


güzel misalidir. 1835 yılında günlüğüne "ne Yahudileri birarada
toplayabilen ne de dinî ihtiyaçları karşılayabilen Musevi şeriatı Öl­
müştür, gerçek anlam da evrensel din ancak Hristiyanlıktır”3 diye
yazan M oses Hess 1862 yılında yazdığı Roma ve Kudüs adlı eserin­
de Yahudi M eselesinin ancak kutsal toprakların yeniden düzenle­
nerek Yahudil erin burada yerleşm esi ile çözülebileceğini söyleye­
rek m odern siyonizmin kum cusu olmuştur. Evrensel sosyalist ide­
olojinin gelişm esi doğrultusunda Marks'ı da etkilem iş olan Hess
tam bir yerellik ürünü olan siyasî siyonizm in kurucusu olurken yi­
ne bir Yahudi olan Marks insanların tam eşitliğini savunan evren­
sel kom ünizm in kurucusu olmuştur.
Yahudi kişiliğinde enteliektüel düzeyde görülen bu çatışm a si­
yasî tavırda da kendini göstermiştir. Avrupa’daki anti-sem itik sal­
dırılar karşısında barışçıl ve evrensel m esajlar veren Yahudiler Or­
tadoğu coğrafyasında aynı saldırgan yöntem leri benim seyen bir
siyasî tavrı kendi içlerinde meşru kılabilmişlerdir. 1982 yılındaki
Lübnan işgalinde Hristiyan güçlerle birlikte Sabra ve Şatilla kam p­
larında Filistinli çocuk ve kadınları öldüren Yahudi askerler m uh­
tem eldir ki Nazi kam plarında soykırıma tabi tutulan insanların ço ­
cukları İdiler.
Etnik üstünlük ve seçilm işlik dogm asını nesilden nesile akta­
ran toplum larda bu ikili tavrın ortaya çıkm ası kaçınılmazdır. Bu
dogm a bu toplum ları zayıf oldukları dönem de başka toplum larm
baskıları karşısında mağdur ve barışsever, güçlü olduklarında ise
hakim ve baskıcı kılabilmektedir. Benzer bir çelişki Hint yarım ada­
sında tam bir etnik üstünlük dogması ile kast sistem ini kuran Ari
ırkının tecrübesinde de görülebilir. Bu dogm anın dinî bir tem el ile
m eşru kılınmış olm ası çelişkiyi daha da bariz kılmaktadır. İn sa­
noğlunun bir anne ve babad an (Adem ve Havva’dan) geldiği in an ­
cı ile Beni İsrail'in seçilm işiiği ve tarihî misyonu inancını aynı po­
tada m eczetm eye çalışan Yahudi öğretisi biyoloji ile tarihi karşı
karşıya getirmektedir. Nazizmin etnik ideolojisine karşı insanoğ­
lunun eşit olduğu fikrini m izah ile ortaya koymaya çalışan Şarlo ile
SHfl

3 B arn ett Litvinoff, To The House ofT heir Fathers:A Histoıy o/Zionism, New York:
Dranopı- 1 CKîS s lf-1.
| S tratejik D erinlik

F ilistin’de acım asız bir etnik arınm a gerçekleştiren Yahudi liderler


aynı geleneğin ürünüdürler. Bu geleneğin tarih içindeki dönü­
şüm lerini ortaya koymadan İsrail’in bugünkü Ortadoğu realitesi
içindeki yerini ve Barış Sürecinin bu çerçeve içindeki anlam ını
kavramak m üm kün değildir.
Yahudi tarihi Babil sürgününden İsrail’in kurulm asına kadar
bir sürgün ve azınlık tarihidir. Yahudi kimliği ve toplum psikoloji­
sinin oluşm asında bu tarihin önem li bir payı vardır. Özellikle 1179
yılındaki Ü çüncü Lateran Konsili'nin Yahudilerle birlikte yaşam a­
ya cüret eden Hristiyanlarm afaroz edileceğine karar verm esi get­
to sistem inin dinî tem elini oluşturdu. Yahudileri şehrin diğer ke­
sim lerinden duvarlarla ayrılmış bölgelerde yaşam aya zorlayan ve
bu bölgelerden çıkışı ancak belli zam anlarda özel izinlere bağla­
yan bu sistem hem anti-sem itizm i hem de siyonizm i besleyen sos­
yal bir tem el oluşturmuştur. Yaşadıkları bu tecrü be Yahudileri bir
taraftan kehillotadı verilen kuvvetli iç organizasyonlara, diğer ta ­
raftan m uhtem el tehlikelere karşı güvenli ve bankerlik gibi hareket
kabiliyeti yüksek ekonom ik alanlara yöneltti. 1694 yılında Frank­
furt'ta yaşayan Yalıudilerin ekonom ik faaliyetleri üzerinde yapılan
bir araştırm a cem aatin % 70’inin başta bankerler olm ak üzere tü c­
carlardan, % 10-15’inin Özellikle cem aat işleri ile görevli profesyo­
nellerden, % 10’unun ise zenaatkârlardan oluştuğunu ortaya koy­
m uştur.4 Getto sistem i kimi Yahudileri vaftiz olarak Hristiyaıı to p ­
lumla bütünleşm e çabasına yöneltm iş ise de Hristiyanlar tarafın ­
dan converso (dönme) ya da nueuos cristianos (yeni Hristiyanlar)
şeklinde isim lendirilerek getto dışında da özel m uam eleye tâbi tu ­
tulm aktan kurtulamamışlardır. Hristiyanlığa katılm akla bile H ris­
tiyanlar nezdinde Yahudi kanının kirinden kurtulam adıklarını
farkeden Yahudİler güvenlikleri için bir taraftan toplum a sirayet
çabalarını artırmışlar, diğer taraftan Yahudi aydınlanm asını teşvik
edecek iç dayanışmayı artırmaya çalışmışlardır.
Avrupa’daki bu tecrü benin ortaya çıkardığı Yahudi M eselesi
soiı üç asırda üç önem li dönüşüm geçirmiştir. Bu üç dönüşüm de
bu asırların son on yıllık dönem lerindeki önem li değişikliklerle şe-
BBS

4 Gerald Lyman Soliday, A Community in Conflict, Hanover. Brandeis University


O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

killenmiştir. Birinci dönüşüm 18. yüzyılın son on yılında Fransız


Devrimini m üteakiben ortaya çıkmıştır. Fransız Devriminin getir­
diği eşitlikçi ilkeler Yahudilerin gettolara sıkışmış bir cem aat olm a
statüsünden siyasal haklara sahip bireyler olm a statüsüne geçiş
sürecini başlatm ıştır. Yahudi tü ccar ve entellektüel elitin Fransız
D evrim ine sağladığı desteğin arkasında Hrİstiyanlığın özünde va­
rolan anti-sem itik öğenin kırılması gayesi_vardı.
Bu süreç içinde Yahudiler toplum un diğer kesim lerine sirayet
etm e im kanı kazanm ışlardır. Bu yeni statü Yahudilerin kendi kim ­
liklerini de yeniden tartışm aya başladıkları bir dönem i açm ıştır.
Napolyon’un Yahudi cem aati yeniden organize etm ek üzere ve
Sanhedrin adını verdiği Yahudileri tem sil eden liderlerden oluşan
kom isyona sorduğu sorular Yahudilerin ortaya çıkan ulus-devlet
oluşum unda karşılaştıkları tem el çelişkileri de ortaya koym akta­
dır: "Yahudiler Fransızları eşit kardeşler olarak mı, yoksa y ab an cı­
lar olarak mı görm ektedirler? Her iki halde de Yahudi hukuku
Fransızlara ne şekilde davranmayı öngörm ektedir? Fransa'da d o­
ğan ve Fransız hukukuna tâbi olan Yahudiler Fransa’yı vatanları
olarak ben im sem ekte m idirler? Yahudi hukuku onları kendi kar­
deşlerind en faiz alm aktan m en etm ekte midir? Aynı hukuk çe rçe ­
vesinde yabancılardan faiz alınm akta m ıdır?”5 M edeni hukuk ve
Yahudi cem aatin in iç organizasyonu ile ilgili diğer bir çok soru ­
n u n daha yer aldığı bu oturum larda Napolyon Yahudilerin Fran­
sız top lu m u n a ve ulus-devletine entegrasyonunun kritik alanları­
nı tesbit etm eye çalışm ıştır. Bu ilişki Napolyon açısınd an Fransa
içindeki düzenlem elerin ötesinde uluslararası stratejisinde de
önem li bir yer tutuyordu. Avrupa’daki yerleşik dini hanedanlıklar
sistem inin yıkılm ası konusunda Yahudilerle ortak bir çıkarda bir-
leşilebileceğini ve Avrupa'da yaygın bir şekilde bulunan Yahudi
toplulukların gücünden istifade edilm esinin önem ini kavrayan
Napolyon Yahudileri 1798 yılında başlattığı M ısır seferine katıla­
rak vaad edilen topraklan kurm aya davet etmiştir. Bazı Katolik ya-
fl B B

5 Diogene Tama, lYansactiorıs o f the Parisıan Sanhedrin, Londra: Charles Taylor,


1807, s. 133-4. zikr. Calvin Goldscheider ve .Man S. Zuckerm an, The Transformaci-
-.. . T.», ur Thf> Tlniversitv of Chicago Press, 1984, s. 38.
j Stratejik D erinlik

zarlar bu ilişki yüzünden N apolyon'un gizli bir Yahudi olduğunu


iddia etm işlerdir.6
Napolyon’un Avrupa hanedanlıkları karşısında elde ettiği b a­
şarı Katolik Alman ve Ortodoks Slav anti-sem itizm i karşısında Ya­
hudilerin durumunu güçlendirmiştir. Yahudi aydınlanm asının ve
reform asyonun bu dönem de hızlanm ış olması da bir tesadüf d e­
ğildir. Yine bu dönem de Yahudi asıllı B enjam in D israeli’nin İngil­
tere başbakanlığına kadar gelmiş olm ası bireysel entegrasyonun
önem li bir siyasal sonucu olarak değerlendirilebilir. Fakat Napol­
yon seferlerinin getirdiği dalga ikinci safhada Alman ve Slav m ili i -
yetçiliğinin gelişmesi ile birlikte yeni bir anti-sem itik akım ın da
güçlenm esine sebep teşkil etmiştir.
Bu karşılıklı milliyetçilik 19. yüzyılın sonunda m o d em Yahudi
tarihi açısından ikinci önem li dönüşüm ü beraberinde getirmiştir.
M oses H ess’in hayatının iki dönem inde farklı çizgiler ortaya koy­
m asına sebep olan bu dönüşüm 1896’da gerçekleşen Siyonist
Kongre ile kesin bir nitelik kazanmıştır, 18. Yüzyılın son on yılında
getto psikolojisinden sıyrılarak içinde bulundukları toplum lara si­
yasal bireyler olarak nüfuz eden Yahudiler 19. yüzyılın son on yı­
lında bu siyasal bireyleri milliyetçi bir siyasal ideoloji etrafında b i­
raraya getirmiştir. Bu yeni dönüşüm teorik tem elini Siyonizmin
babası olan Theodoı* Herzî’in judenstaat (YahudiDevleti) adlı ese­
rinde, pratik tem elini ise Birinci Siyonist Kongrede bulmuştur. Ya­
hudileri dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar aynı siyasal toplu ­
luğun şuurlu üyeleri olarak niteleyen Siyonist Kongre Fransız Dev-
rim ini m üteakib tek tek siyasal birey niteliği kazanan Yahudilerin
evrensel bir siyasî ve ekonom ik güç halinde ortaya çıkışım meşru
kılmıştır. Dinî cem aat niteliğini gittikçe etnik/siyasî niteliğe dö­
nüştüren bu oluşum un hedefi de Herzl’in kitabının adında som ut­
laşm ıştır: Yahudi Devleti. Böylece bu bölüm ün başlarında ortaya
konm uş olan üç tem el hedefin uyumlu bir tarzda gerçekleştirilm e­
si m üm kün hale gelmiştir.
, Bu dönüşüm ün uluslararası siyasî ve ekonom ik güç m erkezi­
nin Atlantik’e kaymakta olduğu bir dönem de gerçekleşm iş olması

6 Bernard Levvis, Seınites and Anti-Semites, Londra: VVeidenfeld and Nicolson, 1986,
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

da bir tesadüf değildir. Birinci dönüşüm ü Fransa’da gerçekleştiren


Yahudi toplum un un ikinci dönüşüm ü için uygun şartlar Atlantik
ekseninde ortaya çıkmıştır. Anti-sem itik akım ların en zayıf olduğu
İngiltere ve yeni ilkelerle birlikte yeni im kanlar da sunan Amerika,
kıta Avrupa’sında yaygınlaşan m illiyetçi akım lara karşı yeni bir gü­
venlik alanı oluşturmuşlardır. Bunu daha 19. yüzyıl başlarında far-
keden Yahudi liderler güç m erkezinin Amerika'ya doğru kayışına
hem destek olm uşlar hem de bu oluşum dan istifade etm eye çalış­
mışlardır. Rotshield ve kariyerine bu ailenin yanında başlayarak
yükselen Belm ont ailelerinin Amerika'daki büyük projelere sağla­
dıkları m addi kaynaklar bunun en güzel misalleridir.7 Yeni dünya­
da etkili olabilm ek için dinini de değiştiren August B elm o n t’un
ABD'de, D israeli'nin Ingiltere’de sahip oldukları güç Yahudilerin
kıta Avrupa'sından Atlantik'e yönelik bu eksen kaym asında ne d e­
rece etkili olduklarının iki ilginç misalidir.
H itler'in Ari ırkçılığından kaynaklanan yayılmacı stratejisinin
iki tem el özelliği olan anti-sem itik tavır ve güç merkezini tekrar Kı­
ta Avrupasına çekm e çabası bu açıdan birbirini tam am layan un­
surlardır. Ari ırkını üstün ırk olarak görm enin seküler/ideolojik for­
mu olan Nazizm ile Yahudi teolojisinden kaynaklanan seçilm iş
millet doğmasının teolojik/ideolojik formu olan Siyonizm arasın­
daki m ücadele böyle bir eksen kayması ile paralellik arzetmektedir.
Güç m erkezinin Atlantik eksenine kayışı Yahudi toplum una Si­
yonist Kongrenin belirlediği nihai hedefi gerçekleştirm ek için uy­
gun zem in sağlamıştır. Bu asır içinde iki dünya savaşını ve Soğuk
Savaşı müteakip ortaya çıkan üç önem li uluslararası değişim Avru­
pa'daki Yahudi M eselesinin kademeli bir şekilde O rtadoğu’daki İs­
rail M eselesine dönüşm esine zem in hazırlamıştır. I. Dünya Savaşı
neticesinde Osmaniı D evleti’nin dağılm asını müteakip O rtado­
ğu’da ortaya çıkan hakimiyet boşluğu İngiliz ve Fransız m anda yö­
netim leri ile doldurulmaya çalışılmıştır. Bölge dışından gelen bu
müdahale Şark Meselesi adı altında Ortadoğu’nun asırlardır İslam
kimliği etrafında şekillenen jeopolitik ve jeokültürel kimliğini d e­
ğiştirmeye yönelik bir sürecin uzantısıdır. Erm eni ve Rum etnik te ­
melli hareketlerin Anadolu’da İstiklal Harbi neticesinde başarısız
m ı

7 Derek Wiison, Rothschield: A Story oflVealîh and Poıver, Londra: M andarin, 1990,
| s t r a t e jik D e rin lik

kalmalarından sonra bu kimlik bütünlüğünü zedelem eye yönelik


ü çüncü atılım savaşı müteakib gittikçe artan ve Ingiliz m anda yö­
netim ince desteklenen Yahudi göç hareketidir. Bu açıdan bakıldı­
ğında İsrail Devleti’nin kuruluşunun tem el taşı olan 1917 yılında­
ki Balfour Bildirisi, 1920 San Remo Konferansı ve Filistin üzerinde­
ki İngiliz mandasının M illetler Cemiyeti tarafından 24 Temmuz
1922'de kabulü ile birlikte gerçekleşm eye başlayan Yahudi göçü
birbirlerini tam amlayan adımlardır. Bu adımlar Yahudileri nerede
olurlarsa olsunlar tek bir ulus olarak tanım layan Siyonist Kongre
ve Atlantik ekseninin Avrupa-merkezli uluslararası sistem e karşı
ortaya koyduğu WiIson Prensipleri ile m eşru kılınmışlardır. Bu
göçlerle Filistin'de 1905’te 80.000 civarında olan Yahudi nüfus
1925’te 110.000'e, 1939’da 500.000’e ulaştı. Böylece İngiliz m an d a­
sı denetim inde İsrail devletinin kuruluşu için gerekli altyapı ger­
çekleşm iş oldu.
b. Bir Ulus-devlet Olarak İsrail ve Küresel/Bölgesel Dengeler
Göçlerle ortaya çıkan bölgenin etnografik yapışm a yabancı bu
kitlesel eklem lenm enin II. Dünya Savaşından sonra İngiliz söm ür­
ge yönetim inin sona erm esi ve İsrail'in oluşm ası ile birlikte bir
ulus-devlete dönüşmesi O rtadoğu'nun İslam -m erkezli jeokültürel
ve jeopolitik bütünlüğü üzerinde sarsıcı bir etki yapmıştır.
İsrail devletinin bir ulus-devlet olarak ortaya çıkışı Yahudi M e­
selesinin yeni boyutlar kazanm asına yol açm ıştır. Her şeyden ö n ­
ce Batı bu yolla asırlardır Avrupa coğrafyasında Yahu di-Hristiy an
çatışm ası olarak algılanan Yahudi M eselesini M üslüm an-Yahu di
çatışm asına dönüştürerek O rtadoğu’ya ihraç etmiştir. Bu tarihe
kadar İslam coğrafyasında h iç bir zam an Avrupadakine benzer bir
Yahudi M eselesi söz konusu olm am ıştır. Aksine İslam Dünyası Av­
rupa’daki anti-sem itik Hristiyan zulm ünden kaçan Yahudilere sü­
rekli olarak bir güvenlik alam sağlam ıştır. Savaş sırasında söz ko­
nusu olan bir kaç ihanetin cezalandırılm ası dışında İslam tarihi
Yahudilere veya herhangi bir dinî/etnik gruba yönelik katliam ve­
ya getto uygulamalarına şahit olm am ıştır. Yahudilerin Abbasi, E n ­
dülüs ve Osmaniı dönem lerinde sahip oldukları haklar ve sosyal
mevkiler bunun en güzel misalleridir.
Avrupa ve İslam ülkelerinde söz konusu olan farklı uygulam a­
ların en önem li sebebi Yahudilere bakış tarzındaki fa rV lılıV tır
O rta d o ğ u : K ü rese] E k o n o m i-P o litik v e S tra te jik D e n g e le rin Kilidi

Hristiyan Avrupa, Yahudileri Hz. İsa’nın, dolayısıyla T an n ’nın k a­


tilleri ( Godkiller) olarak görmüş ve bu cürüm den -ilk günah in a n ­
cında olduğu gibi- bütün Yahudi neslim m esul tutm uştur. Bu a n ­
layış zam anla Ari kökenli bir anti-sem itizm e dönüşmüştür. M üs­
lüm anlar ise hiç bir etnik gruba ayrıcalık tanım ayan inançlarının
tabiî gereği olarak ne Yahudileri siyonizm in öngördüğü gibi seçil­
miş bir m illet, ne de anti-sem itizm in öngördüğü g ibiT an rı'n ın Öl­
dürülm esi günahından arınm ası m üm kün olm ayan kanı kirli
ikinci sınıf insanlardan oluşan bir güruh olarak görmüştür. Aksine
İslam toplum larında hakları İslam hukukunca garanti altına alı­
nan kitah ehli olarak Yahudiler Hz. Peygam ber'i kendi içinden ç ı­
karan Arap kabilelerinin m üşriklerinden daha üstün bir statüye
sahip olagelmiştir.
İsrail’in kurulm asından sonra da M üslüm anların bu konudaki
tavırları değişmemiştir. İsrail’in Filistin'de ve Lübnan’da sürdürdü­
ğü soykırım ve katliamlara tepki olarak hiç bir M üslüm an ülkede
Yahudi azınlıklara karşı toplu bir saldırı hareketi söz konusu olm a­
mıştır. Asırlar önce söz konusu olan olaylar yüzünden yaşayan Ya­
hudi nesilleri mesul tutan AvrupalIlar ilk günah telakkisi ile hare­
ket ederken hiç bir insanın cürm ü dolayısıyla diğer insanların c e ­
zalandırılm ayacağı inancı ile davranan M üslüm anlar aynı d önem ­
de yaşayan Yahudilerin davranışları yüzünden diğerlerini cezalan ­
dırmayı dahi düşünmemişlerdir.
Özetle söylem ek gerekirse, Avrupa'da asırlardır süren Yahudi
M eselesi H ristiyan teolojisin d en kaynaklanan anti-sem itik bir h a ­
reket iken II. Dünya Savaşından sonra Ortadoğu'ya em poze edil­
m iş olan İsrail m eselesine karşı bölgedeki M üslüm an toplum ların
gösterdiği tepki politik tem elli anti-siyonist bir tepkidir. Yahudile­
rin seçilm iş bir m illet olduğu ve vaad edilm iş topraklara ve ayrıca­
lıklara sahip olduğu tem elind en hareket eden Siyonist söyleme
dayalı bir hareket içinde olm ayan Yahudilerin M üslüm an toplum -
larda herhangi bir problem leri söz konusu olm am ıştır. Peygam ­
berleri ve ilk öncüleri de Sam î ırkından olan İslam dini geniş Sa­
m ı ve Ari kitleleri içinde barındıran yegâne din olarak içinde her
iki yöndeki ırkçı sapm aların da yer almadığı bir siyasî gelenek
r * “
İsrail’in kurulması İJe birlikte Atlantik-eksenli Batı hem Yahudi
M eselesini yabancı bir coğrafyaya ihraç etmiş, hem de şuuraltla'
n n d a yer etmiş olan günah çıkarm a psikolojisi ile asırlardır sür"
dürdükleri anti-sem itik ırkçılığın en son m isali olan Nazizm id n
gerekli diyeti ödemiştir. Bu psikoloji ile A BD ’nin stratejik h esap la­
rı ve Siyonist Kongrenin öngördüğü hedefler belli bir kesişim ala
nm da buluşmuştur. Nazizm ile özdeşleştirilen anti-sem itizm e du­
yulan tepki İsrail’in işlediği insan haklan suçlarını dile getirmeyi
bile engellemiştir. Anü-semitizm ile anti-siyonizm arasındaki fark
ortaya konamadığı için hiç bir zam an an ti-sem itik bir tavra sahip
olmadığı halde İslam Dünyası ve Filistin halkı Avrupa’nın anti-se-
m itizm günahının bedelini ödem ek zorunda bırakılmıştır.
Soğuk Savaş dönemi, İsrail D evleti’nin bu jeopolitiğe yabancı
bir unsur olarak kendisini tanım ak istem eyen bölge ülkeleri ile sü ­
rekli bir çatışması halinde geçmiştir. I. Dünya Savaşı sonrasında
bölgeye kitlesel olarak göç eden, II. Dünya Savaşından sonra bu
kitlesel birikimi devlet haline dönüştüren Yahudiler Soğuk Savaş’ı
sonrasında yeni ve belki de daha köklü bir dönüşüm ü hed efle­
mektedirler. I. Dünya Savaşından sonra bölgeye kitlesel bir şekilde
eklem lenen Yahudi toplulukları varlıklarım yerleşik Arap topluluk­
larına karşı Ingiliz sömürge idaresinin desteğinde verdikleri m ü ca­
dele ile pekiştirmeye çalışmışlardı. Avrupa'da toprak sahibi olm a­
ları asırlarca yasaklanan Yahudiler İngiliz söm ürge idaresinin poli­
tik, diğer ülkelerdeki Yahudilerin maddi destekleriyle elde ettikleri
topraklarda kök salmaya gayret etmişlerdir. II. Dünya Savaşından
sonra kurulan İsrail ise bölge ülkeleri ile ilişkileri açısından uyum
problem li politik bir yapı olarak ortaya çıkmıştı. Stratejik anlam da
ABD’nin, sportif ve kültürel anlam da Avrupa'nın parçası olarak
görülen İsrail bölge ile ilişkilerini Soğuk Savaş süresince sürekli ça ­
tışm a psikolojisi içinde yürütmüş, bölgenin kaçınılm az bir unsuru
olabilm ek için sürekli genişlem e stratejisi takip etm iştir
Başka bir açıdan bakıldığında İsrail Soğuk Savaş dönem inde
bir taraftan Ortadoğu'da bölge-içi ilişkiler anlam ında bir getto psi­
kolojisini yaşarken diğer taraftan Filistin’de işgal ettiği topraklar­
daki Arapları ikinci bir gettoya hapsetm iştir. Soğuk Savaş dönem i
sonrası küresel düzeyde ortaya çıkan ilişkiler İsrail’in Yahudi tari-
nlan en köklü dftnıisiiml#»rH/»n
O rta d o ğ u : K ü rese! E k o n o m i - P olitik ve Stratejik D e n g e le rin Kilidi ^

anlam da hayata geçirm eye karar vermiş olduğunu ortaya koy­


maktadır. Bu stratejik dönüşüm ün en önem li gerekçesi İsrail'in
küresel düzenlem elerin gündeme geldiği bir dönem de O rtado­
ğu'nun yerelliğine fazlaca hapsolm uş olduğunu farketmesidir. Bu
durum önceki sayfalarda ortaya koymaya çalıştığım ız Yahudi psi­
kolojisindeki yerellik ile evrensellik çelişkisinin en çarpıcı sonuçla­
rından birisidir. Atlantik hegem onyasının Ortadoğu coğrafyasında
sınırlı bir gettoya sıkışmış karakolu görünüm ü, asırlar boyu varlı­
ğını ekonom ik m obiliteye uyarlamış Yahudi toplum u için uygun
bir taktik pozisyon tem in etmiyordu. Ayrıca SSC B’nin dağılm asıy­
la ortaya çıkan jeoekonom ik ve jeopolitik güç boşluklarını doldur­
mak üzere söz konusu olacak küresel düzenlem eler için taktik m a ­
nevra alanlarını genişletm ek İsrail açısından hayatî bir önem ar-
zetmekteydı.
c. Soğuk Savaş Sonrası Dönem ve İsrail’in Yeni Stratejisi
Körfez M üdahalesi İsrail için bu dönüşüm ü sağlayacak uygun
bir zem in tem in etti. Bu m üdahale sonucunda İsrail ile çatışm acı
politikayı sürdüren Arap ülkeleri tedip edilm iş ve İsrail’in bölgeye
entegre edilm esinde yeni bir safha açılm ıştır. Soğuk Savaş d ön e­
m inde kendisi için gerekli güvenlik alanım tem in etm ek am acıyla
sürekli yayılm a politikası izleyen İsrail bu yeni dönem de barış y o ­
luyla bölgeye sirayet kabiliyeti kazanm a stratejisi izlem eye başla­
mıştır. Bu çerçevede önce FKÖ ile im zalanan barış'"anlaşm asını
Ürdün ile im zalanan barış anlaşm ası takip etmiş, daha sonra da
bir çok İslam ülkesi île doğrudan ve dolaylı görüşm eler süreci b a ş­
latılm ıştır. FKÖ ve Ürdün'ün, Körfez Savaşı esnasında Irak yanlısı
politika izledikleri düşünülürse bu operasyonun tedib edici rolü­
nü ne ölçüde gerçekleştirm iş olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Irak'm
yediği darbenin akisleri Filistin halkını tem sil kabiliyeti açısından
sıkıntı çekm ekte olan FKÖ ve pragmatik politikaları şiar edinm iş
olan Ü rdün’den gelmiştir.
Türkiye, M ısır ve Fas gibi ülkelerin bu sürece katılarak İsrail ile
ilişkileri daha da sıklaştırm ası Ortadoğu’da taşların yerinden oyna­
m akta olduğunu ortaya koymaktadır. İsrail bu gelişm elerden so n ­
ra verdiği sınırlı özerklik karşılığında bölge içi taktik m anevra kabi­
liyetini önem li ölçüde artırmıştır. Bu adım, kuruluşundan bu yana
bölgeye yabancı kalmış bu ülkeye bölgenin aslî ve etkin bir gücü
nitelim kazandırmıştır. Bu taktik alan genişlem esinden sonra ^
Stratejik D erinlik

İsrail’in bölge içi ihtilafları çok daha etkin bir şekilde kullanabil­
m esi mümkün olacaktır. İsrail böylece diplomatik etki alanı ile gü­
venlik alanı arasında dinam ik bir ilişki kurmuş bulunm aktadır.
Son barış süreci ile Fransız Devrim ınin Yahudi topluluklar üze­
rindeki etkisi arasında ilginç bir benzerlik vardır. Fransız Devrimi
Yahudileri toplum un diğer kesim i ile entegre olam ayan ve olm ası
müm kün görülm eyen bir topluluk olm aktan çıkarm ış, toplum a
hukukî ve politik olarak entegre olm a hakkı kazanm ış tek tek va­
tandaşlar haline getirmiştir. Böylece Fransız D evrim inin getirdiği
yeni prensipler etrafında Yahudiler bulundukları toplum ların her
kesim ine nüfuz etm e şansı kazanm ışlardır. Bunun gibi son barış
sürecine kadar Ortadoğu jeopolitiğine bir ur gibi yerleştirilmiş ola­
rak görülen İsrail devleti bu süreç sonunda bölgeyi oluşturan diğer
devletlere eşit bir ulus-devlet niteliği kazanm ış ve bu niteliğin
m eşruiyeti bu dönem e kadar İsrail'i dışlayan ülkeler tarafından da
tescil edilmiştir.
İsrail’i bölgeye nüfuz etm eye yönelten bu stratejik değişikliğin
en önem li sebebi uluslararası ekonom i-politik yapıda kendini gös­
term eye başlayan güç kaymasıdır. Uluslararası ekonom i-politikte
güç merkezinin Atlantik ekseninin tekelinden çıkarak çok kutuplu­
luğa doğru seyretm esi İsrail’i uluslararası m anevra kabiliyetini ge­
nişletecek daha geniş perspektifli bir strateji oluşturm aya yönelt­
miştir. İsrail Atlantik ile olan stratejik çıkar ilişkisini sürdürmekle
birlikte uluslararası yapıda daha çeşitlendirilm iş İlişki tarzlarına
girme çabası bölgesel blokajı kıran bir barış stratejisi takip etm eyi
gerekli kılmıştır. Bu yüzden bölgeye intibakını en kısa zam anda ta ­
mam layarak gerek küresel gerekse bölgesel alanda yeni açılım lara
yönelm eyi düşünen İsrail, bölgedeki varlığı sadece hakim ekseııe
dayayan bir ülke konum undan çıkmaya çalışmaktadır. İsrail lider-
lerinin FKÖ ile barış sürecini neredeyse ABD’den bağım sız olarak
Avrupa’da başlatm aları, daha sonraki dönem de de özellikle Asya
ve Afrika’ya yönelik girişimlerini artırm aları dikkat çekicidir.
İsrail devletinin kuruluşu Atlantik ekseninin ve bu eksendeki
kozm opolit yapının eseridir. Yeni eksen yönelişlerindeki iki ö n em ­
li güç olan Almanya ve Japonya'nın Yahudi kültürü gibi üstün et­
nik köken in ancın a dayalı olm ası Yahudiler için bu eksenlere n ü ­
fuzda önem li engeller oluşturacaktır. Özellikle AvruDa'da vnkspî-
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi

meye başlayan yeni-m illiyetçi hareketler İsrail’i m uhtem el bir an-


ti-sem itik dalgaya karşı hem kendi nüfuz bölgesini oluşturm aya
hem de B o sn a’da olduğu gibi bu milliyetçi hareketlerden m uzda-
rip olm aya başlayan M üslüm an kesim ile ittifak arayışlarına yö­
neltm iştir. İsrail'in Öncelikli hedefi uluslararası Yahudi finans gü­
cünün de desteğini alarak kendi nüfuz bölgesini oluşturmaktır.
Bölge içinde ve bu bölge ülkelerinin etkin olduğu, Soğuk Savaş dö­
nem inde Ü çüncü Dünya, Soğuk Savaş sonrasında Güney ülkeleri
olarak adlandırılan ülkeler nezdinde kötü bir sicile sahip olan İsra­
il O rtadoğu’daki statükoyu sürdürerek kendi nüfuz bölgesini oluş­
turam ayacağım farketmiştir.
İsrail ayrıca gerek ekonom ik kaynaklar gerekse ekonom ik d ina­
m izm açısınd an ekonom i-politik güç m erkezinin Asya'ya doğru
kaym akta olduğunun farkındadır. G erçekten de Avrupa ve Atlan­
tik ’teki serm aye ve tecrübe birikim ine rağm en ekonom ik kaynak
ve dinam izm açısından gelecek yüzyılda uluslararası ekonom i-po-
litikteki hegem onya savaşı Asya üzerinde olacaktır, İsrail Soğuk
Savaş süresince İngiltere söm ürge im paratorluğunun devam ı n ite­
liğindeki Singapur ve Hong Kong gibi ülkeler istisna edilirse Asya
ülkeleri ile problem li bir dönem geçirmiştir. İsrail bu ilişkileri y e­
niden düzenleyerek Asya’ya nüfuz etm enin ancak ve ancak bölge­
de m eşruiyet kazanm ak ve Barış Sürecini gerçekleştirm ekle m ü m ­
kün olacağını anlam ıştır. Bu nedenle İsrail Barış Sürecinin getirdi­
ği yeni im aj ile birlikte Çin, Hindistan ve Endonezya gibi nüfus a çı­
sından Asya’nın en büyük ülkelerine yönelik diplom atik bir atağa
geçm iştir. İsrail'in Orta Asya ülkeleri ile en geniş çaplı ekonom ik
ilişkilere giren ülkeler arasında bulunm ası iîe bu diplom atik atak
biraraya getirildiğinde İsrail’in değişen stratejisinde Asya’nın rolü
daha da iyi anlaşılabilir.
Soğuk Savaş süresince varlığını ve siyasî geleceğini uluslararası
güç m erkezini teşkil eden ülkeler ile geliştirdiği ilişkilere bağlayan
İsrail bu sınırlı ilişkilerin küreselleşm enin hız kazandığı yeni d ö­
nem de yeterli olam ayacağını bilmektedir. Bu hem küresel hem de
bölgesel strateji için geçerli bir tesbittir. Küresel düzlemde sınırlı
diplom atik ilişkilerin getirdiği engelleri aşm aya yönelen İsrail b ö l­
gesel olarak da daha etkin olabilm enin taktik araçlarım elde etm e­
ye çalışm aktadır. Bölgesel stratejideki bu değişikliğin en önem li
r * ”
sebebi de İsrail’in dar bir şeridi askerî yolla savunm aya yönelik So ­
ğuk Savaş dönem i stratejisinin kendisini aslında O rtadoğu’nun iki
önem li kaynağı olan su ve petrolden uzak tuttuğunu görmesidir.
Bu kaynakları askerî yollarla kontrol etm enin im kansızlığı İsrail’i
barışçı yollarla bu kaynaklarla buluşm a stratejisine yöneltmiştir.
İsrail’in Soğuk Savaş sonrası dönem deki stratejisi ve bu strate­
ji içinde uygulamaya konan Barış Süreci küresel arkaplanm dışın­
da önem li bölgesel unsurlar da ihtiva etmiştir. İsrail bir taraftan
yükselen İntifada hareketini durdurmak, diğer taraftan küresel e t­
ki alanını genişletebilm ek için yerel bir takım tavizler vermek zo­
runda olduğunun farkına varmıştır ki, son barış süreci bu strateji­
nin bir yansımasıdır. Pasif direnişin son dönemlerdeki en başarılı
uygulamalarından birisi olan ve Filistin davasının terörle aynıleş­
tirilm eye çalışılan im ajını tümüyle değiştiren İntifada hareketi İs­
rail'i bu yerel tavizleri kendi stratejisine uygun bir konjonktür ile
vermek zorunda bırakmıştır. Barış Süreci İle bu konjonktürü yaka­
layan İsrail bu süreci küresel etki alanım genişletm ek için uygun
bir zem in olarak kullanmıştır.
Bu yeni strateji İsrail içinde özellikle Batı Şeria'ya yerleştirilm iş
Yahudiler açısından ciddi bir ikilem doğurmuş bulunmaktadır.
Anlaşmazlıkların kutsal el-Halil (Hebroıı) şehri üzerinde yoğun­
laşm ış olması tarihî iddialarla yeni stratejik gereklilikler arasında­
ki uyumsuzluğun bir sonucudur. İsrail yayılmacılığı kutsal m etin ­
lerle de desteklenen belli bir psikolojinin ürünüdür ve bu bölgeye
yerleştirilen Yahudiler kutsal bir misyonun öncüsü olarak algılana-
gelmişlerdir.
Bu açıdan İsrail'in dış politikası son barış sürecine kadar kutsal
m etinlerin, tarihî iddiaların» jeopolitik gerekçelerin ve seçilm iş
m illet psikolojisinin kesiştiği bir alan içinde yayılm acı stratejiyi
hukukileştirm ek am acına yönelm işti. M esela Batı Şeria'daki en
büyük Yahudi yerleşim merkezi el-Halil şehri kenarında Kir’iath
A rba’da kurulurken bu gayri hukukî durum Tevrat’taki bir rivayete
.istinaden hukukileştirilmek istenmiştir. Bu rivayete göre (Tekvin,
23: 1-20) Hz. İbrahim 127 yaşında ölen hanım ı Hz. Sara’yı d efnet­
m ek için bölgedeki Hittites kavminden bir yer gösterm elerini iste­
miştir. Bu kavimden Ephron adlı şahıs kendi arazisine göm ebile-
( ceğini söylem işse de Hz. İbrahim arazinin bedelini mutlaka Öde-
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik ve Stratejik D en gelerin Kilidi jj

i
m ek istem iş ve 400 ŞekeJ karşılığında araziyi içindeki bir mağara
ve ağaçlarıyla birlikte satın almıştır. Yahudiler Batı Şeria'yı işgal e t­
tiklerinde Hz. İbrahim 'in satın aldığı bu arazinin miras yoluyla
onun torunları olan Yahudilere geçtiğini iddia ederek yerleşime
açm ışlardır. Arapların Hz. İbrahim ’in torunları oldukları iddiasına
karşı da, Arapların Hz. İbrahim 'in köle Hz. H acer’den doğan oğlu
Hz. İsm ail’in soyundan geldiklerini, dolayısıyla gayrimeşru olduk­
ları için mirasa hak kazanam ayacaklarını iddia etmişlerdir. Bugün
işgal altındaki topraklardaki en büyük yerleşim merkezlerinden
biri bu alan üzerindedir ve son anlaşm a sürecindeki en büyük ta r­
tışm alar da bu yerleşim merkezleri konusunda olmuştur. Buraya
yerleştirilen Yahudiler hem tarihî misyonları hem de büyük dede ­
lerinden kalan mirası savundukları iddiası ile bu toprakları terket-
m em ek hususunda direnmektedirler.
. Ulusal stratejisini dinî sem bol ve kutsal m etinlerdeki iddialara
dayandıran İsrailli aşırı kanat tem silcileri fundam entalizm in ve
milliyetçiliğin kesiştiği bir siyasal kültür oluşturmuştur. Bugün İs­
rail yönetim inin ortaya koyduğu sınırlı barış sürecine bile tah am ­
mül edem eyen aşırı sağcılar böyle bir siyasal kültürün ürünüdür.
Herhalde tarihte hiç bir millet asırlar boyu sürekliliği olan ve dini
m etinlerle takdis edilmiş böylesi bir siyasal kültür ve stratejiye sa ­
hip olmamıştır. Bu yaklaşıma göre asırlar önce ödenen 400 Şekel,
Filistinlilerin ellerindeki cari tapuları nasıl geçersiz kılmaktaysa
nesilden nesile aktarılan seçilm iş millet ve vaad edilen topraklar
iddiası da Yahudi-dışı toplum lar aleyhine bir yayılma stratejisini
m eşru kılmaktadır. Avrupa’daki gettolardan kurtul an Yahudiler bu
siyasal kültürün bir sonucu olarak Filistinliler için sadece bir getto
geleceği düşlemektedirler. İsrail’in bugünkü yöneticilerinin küre­
sel ve bölgesel m ekanizm alara nüfuz edebilm ek için yerel yönetim
düzeyinde bazı tavizler verm ek zorunda kalmış olm alarının İsrail
toplum unda ortaya çıkardığı sıkıntının kaynağı İsrail'in dinî sem ­
bol ve iddialarla dış politika stratejisi arasında doğrudan bağ kur­
m a geleneğinde aranmalıdır.
İsrailli stratejisyenler bugün İsrail'in kurulmasını sağlayan psi­
kolojik/kültürel/dinî sem bollerle cari küresel/bölgesel konjonktür
arasında yeni bir denge oluşturm a çabası içindedirler. İsrail’in kü­
resel ve bölgesel stratejisindeki bu yeni unsurların taktik safhaları
I Stratejik D erinlik

şu şekilde ortaya konabilir: (i) Barış Süreci neticesinde İsrail'in sı­


nırlarındaki ihtilaf konularını hallederek bir güvenlik şeridi oluş­
turmak; (ii) bu güvenlik şeridi içinde bölgede m eşru ve eşit hakla­
ra sahip bir ülke olarak entegrasyon sürecini tam am lam ak: (iii) İs ­
rail iîe çatışm a dönem inde kendi aralarındaki ihtilafları ertelem e
psikolojisindeki bölge ülkelerinin bu barış sonrasında ortaya çıka­
cak iç çelişkilerini aktif bir diplom asi ile kullanabilir bir diplom a­
tik esneklik kazanmak; (iv) bölgenin jeoekonom ik kaynaklarını
kullanabilm ek için gerekli meşru ilişkiler ağını kurm ak ve bu ko­
nuda uluslararası Yahudi finansm anın desteğinde çokuluslu pro­
jelere yönelmek; (v) bölgesel m eşruiyetin getirdiği yeni açılım la
öncelikle Asya’da olmak üzere Güney ülkeleri ile diplom atik ve
ekonomik ilişkilerini geliştirmek; (vi) bu ilişkiler ağının getirdiği
imkanlar ve değişik ülkelere yayılmış Yahudi grupların sağladığı
avantajlar ile O rtadoğu'nun yerelliğinden çıkarak küresel strateji
oluşumlarında etkin bir rol üstlenebilm ek.
Özetle belirtm ek gerekirse Barış Süreci İsrail’deki bu strateji d e­
ğişikliği arayışının öncelikli şartı olarak ortaya çıkm ış taktik bir
adımdır. İsrail, Yahudi tarihinin en önem li dönüşüm lerinden biri
olan bu strateji değişikliğini kendisi için en uygun zam anlam a ile
yapabilme becerisini gösterm iştir. Körfez Savaşı sonrasında Arap
ülkelerini çok zayıf ve uluslararası ilişkilerde yalnızlaşmış bir anda
yakalayan İsrail uygun gördüğü şartlarda bir barış yapm a şansı e l­
de etmiştir. Bu durum ayrıca Arap ülkelerindeki siyasî elitin yaşa­
dığı m eşruiyet bunalım ının yoğunlaştığı bir dönem e rastlam ış ol­
ması da İsrail’in bu barış yoluyla Arap ülkeleri arasındaki ve için ­
deki çelişkileri kullanm a ve tırm andırm a im kanı bulm asını da sağ­
lamıştır. FKÖ, seksenli yıllarda İsrail'i insan haklan açısından çok
zor duruma düşüren ve etkin bir m ücadale yöntem i olan İntifada
Barış Sürecine kadar İsrail’in tem el başağrısı iken özerk y ön etim i­
nin kurulm asından sonra Araplar arası bir m esele haline dönüş­
müştür. FKÖ ile İntifad a’nm m otor gücü olan HAMAS arasında
gittikçe gerginleşen ilişkiler İsrail'in taktik adım ının ne derece e t­
kili olduğunu ortaya koymaktadır.
İsrail'in bu stratejiyi ve onun gerektirdiği adım ları atabilmek,
için öncelikle bölgede İsrail'e yönelik güven bunalım ını çözm ek
zorundadır. Bu güven bunalım ım çözm ek için bu dönüşüm ile bir-
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n orn ı'-P o litik v e Stratejik D e n g e le rin Kilidi

jikte Yahudi teolojisinden kaynaklanan tarihî iddialarda da ciddi


bir reform asyona gitm esi kaçınılmazdır. Başka bir deyişle Fransız
Devrirfii sonrası Yahudi toplum unda yaşanan dönüşüm sürecinde
N apolyon'un yönelttiği türde sorular bugün için de geçerliliğini
sürdürmektedir: “İsrail, Yahudileri Filistin'e göçe motive eden va-
ad edilen toprakları kontrol altına alm a idealini nasıl değerlendir­
m ektedir? Vaad edilen topraklar bugünkü İsrail sınırlarının ö tesin ­
de Fırat'tan Nil’e kadar uzandığına göre bu coğrafyada yaşayan ül­
kelerin toprak bütünlüğü İsrail açısından ne kadar anlamlıdır? Ari
ırkmm üstünlük iddiasından büyük ızdırap görmüş Yahudiler k en ­
di seçilm iş m illet inançlarım nasıl telif edeceklerdir? Nerede olur­
larsa olsunlar Yahudileri tek bir ulus olarak tanım layan Siyonist
Kongre prensiplerini kuruluşunun esası kabul eden İsrail diğer ül­
kelerde yaşayan Yahudileri o ülkelerin vatandaşları olarak mı, yok­
sa İsrail stratejisinin önem li unsurları olarak mı görmektedir? G eç­
miş dönem de bölge içinde hayat alanı bulabilm ek için etnik ih ti­
lafları ve iç çelişkileri etkin bir şekilde değerlendiren İsrail bundan
sonra da bu politikasını sürdürmeye devam edecek midir? Filistin
m eselesini, özünde Eriha ve Gazze m eselesi olarak değil, Kudüs
m eselesi olarak değerlendiren M üslüm anların Doğu Kudüs üze­
rindeki hakları bu yeni çerçevede nasıl ele alınacaktır?”
Bu ve benzeri sorular çözülm edikçe Yahudi toplum lau etnik
dogm atizm e dayalı ilkel bir yerellik ile evrensellik arasındaki ger­
ginliği yaşam aya devam edecek ve sadece M üslüm anlarla değil
Yahudi olm ayan bütün diğer toplum larla birlikte yaşam a m e sele­
si varlığını sürdürecektir. Bu tarihî m eselenin çözülebilm esi için
öncelikli şart sadece İsrail stratejisinin revize edilm esi değil Yahu­
di zihniyetinin ciddi bir reform asyondan geçirilmesidir. Aksi tak­
dirde İsrail’in bölgesel ve küresel politikaya nüfuzu, tarihî Yahudi
M eselesini çözm eye yaram ayacağı gibi Avrupa’da gittikçe g üçle­
n en yeni-m illiyetçilik hareketleri ile vahim sonuçlar doğuracak
yeni bir an ti-sem itik dalgaya da yol açabilir. Ortadoğu Barış Sü re­
ci içinde İsrail’de liberaller ile Ortodoks Yahudiler arasında yaşa­
n an tartışm alar ve aşırı sağcı partilerin sürece yönelttiği tepkiler
İsrail’in kendisinin de çok ciddi bir dönüşüm yaşam akta olduğu­
nu gösterm ektedir.
jl S tra te jik D erinlik

4. Bölgesel Dengeler ve Ortadoğu Barış Sürecî


Ortadoğu Barış Süreci büyük ölçüde Soğuk Savaş sonrası d ö­
nem d e ortaya çıkan küresel ve bölgesel konjonktürün bir ürünü­
dür. Soğuk Savaşın sıcak bir savaş ile bitişinin sem bolü olan Kör­
fez Savaşı küresel ölçekli bir güç kullanım ına dayanıyordu. Körfez
Savaşım m üteakib gerçekleştirilen ve bir barış süreci olm ak a çı­
sından bu savaşı dengeleyen Ortadoğu Barış Süreci de küresel ö l­
çekli bir çaba ile desteklenm iştir. Oslo ve M adrit süreçleri ile Av­
rupa'da başlatılan ancak zam anla ABD’nin him ayesinde yürütü­
len bu süreç küresel barış dönem inin başlangıcı olarak özel bir
sem bolik/diplom atik anlam taşıyordu. Körfez Savaşı yeni dö­
nem de problem kaynağı olabileceklerin nasıl cezalandırılacağını
gösterirken, Soğuk Savaş dönem i ile özdeşleştirilen Ortadoğu b u ­
nalım ını çözm ek iddiası taşıyan Ortadoğu Barış Süreci küresel n i­
telikli bir barış m ekanizm asının nasıl işletilebileceğini ortaya koy­
maya çalışıyordu.
Bu idealist/iyimser barış söylem ine ve çerçevesine rağmen sü­
recin kendisi son derece realist unsurlara dayanıyordu, Küresel
dengeler açısından bakıldığında Körfez Savaşı Yeni Dünya Düzeni
çerçevesindeki bütün idealist gerekçelere rağm en ABD’nin realist
güç m anevralarım yansıtırken, Ortadoğu Barış Süreci gerek Avru-
palı büyük güçlerin gerekse ABD’nin realist diplom atik m anevra­
larına dayanıyordu.
Bölgesel güçler açısından da bakıldığında bu realist tablo daha
da belirgin bir nitelik kazanmaktaydı. Önem li bölgesel aktörlerin
Soğuk Savaşın bitişim m üteakib karşı karşıya kaldığı siyasal d önü­
şüm ler Ortadoğu Barış Sürecine yaklaşım tarzlarını da etkilem iş­
tir. Bu dönem de bu aktörlerin tem el iç ve dış siyasal bunalım alan ­
ları ve bunları çözüm çabaları şu şekilde özetlenebilir: (i) Sürecin
doğrudan tarafı olan İsrail için bu dönem deki en önem li m esele
Soğuk Savaş süresince karşı karşıya kaldığı uluslararası ve bölgesel
nitelikli dış m eşruiyet problem ini aşabilm ektir; ii) Sürecin diğer
tarafım oluşturan Arap ülkeleri bu dönem de Körfez Savaşının da­
ha da tırmandırdığı bir iç siyasal meşruiyet problem i ile karşı kar­
şıyadır; (iii) Sürece karşı tem el bölgesel direnç ve m uhalefet odağı­
nı oluşturm ası m uhtem el olan İran, Humeyni dönem indeki dev-
^ rimci. dış politika çizgisinden Rafsancani dönem inin pragma-
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi

tik/realist dış politika çizgisine geçiş dönem ini yaşamaktadır; (iv)


Sürecin doğrudan tarafı olm am akla birlikte bölgedeki ağırlığı b a ­
kım ından dengeleri etkileyebilecek konum da olan Türkiye yeni
uluslararası konjonktüre intibak ve Körfez Savaşının doğurduğu,
Özellikle Kuzey İrak merkezli bölgesel istikrarsızlıklara uyum ça b a ­
sı içindedir.
Bu dengeler içinde devreye giren Ortadoğu Barış Süreci tem el­
de İsrail'in dış m eşruiyet arayışı ile Arap ülkelerinin iç m eşruiyet
bunalım larının kesiştiği alanda ortaya çıkmıştır. Olaya İsrail a çı­
sından bakıldığında İsrail, son derece iyi bir zam anlam a ile, Arap
ülkelerinin gerek iç gerekse dış politikada en ciddi bunalım ların­
dan birini yaşadığı bir dönem de Sürecin başlatılm asına yeşil ışık
yakmıştır. Arap ülkeleri ise Körfez Savaşında yıpranan prestijlerini
Filistin'de ileri bir mevzi kazanarak aşm a çabasına yönelmişlerdir.
Barış Sürecine duyulan bu karşılıklı ihtiyaç "toprak karşılığı barış"
form ülüne hayat kazandırmıştır. Bu sürece en yoğun m uhalefeti
göstereceği beklenen İran ’ın dış politikada girdiği revizyon d ön e­
m i bu ülkenin tepkilerinin Lübnan odaklı çıkışlarla sınırlanm asına
yol açarken, Irak ve Libya gibi sürece karşı olan ülkelerin uluslara­
rası sistem den dışlanmışlıkları Arap-içi direnç unsurlarının törpü­
len m esini sağlamıştır. Türkiye ise Körfez Savaşının oluşturduğu
özellikle Kuzey Irak merkezli risk alanları ile Ortadoğu Barış Süre­
cin in getirdiği atm osfer arasındaki bağlantıyı Suriye-PKK işbirliği­
ne karşı İsrail ile ilişkilerin yoğunlaştırılm ası doğrultusunda kul­
lanmıştır. Bu tercih Türkiye'nin bölgede sürdüregeldiği denge po­
litikasında İsrail ağırlığının artm asına, dolayısıyla da Türkiye'nin
İsrail’in dış m eşruiyet oluşturm a çabalarında katalizör bir rol ü st­
lenm esine yol açm ıştır.
Ortadoğu Barış Süreci özellikle sürece doğrudan taraf olan ak­
törlerin sürece bakışlarını etkileyen üç ana safhadan geçm iştir. B i­
rinci safha Eriha’m n Filistin tarafına terki ile otonom bir Filistin
yönetim inin oluşturulm asıdır ki, bu safha nisbeten problem siz bir
şekilde geçmiştir. Böylesi bir problem siz geçiş, bu safhanın tem el-
de bir İsrail-Fılistin m eselesi düzlem inde ve bu sınırlar içinde m ü ­
zakereye taraf olan İsrailli ve Filistinli yetkililerce ele alınabilecek
nitelikte olm asındandır. Eriha’da Filistin otonom yönetim inin
i stratejik Derinlik

I
lar doğurmuştur. İsrail Eriba gibi Filistin ölçeğinde bile küçük sa­
yılabilecek bir toprak parçası karşılığında ihtiyaç hissettiği dış
meşruiyet alanım açarken, Filistinliler İsrail-Arap çatışm asının
başladığı kırklı yıllardan bu yana ilk defa ileri bir mevzi elde etm e­
nin ve 1967 Savaşından sonra ilk defa sürgünden anavatana d ön ­
menin tatm inini yaşamışlardır. Bu karşılıklı tatm in Süreçle ilgili
iyimser atm osferin yaygınlaşmasını kolaylaştırmış ve Sürece di­
rencin kırılmasını sağlamıştır.
İkinci safha olarak görülebilecek olan Batı Şeıia ve Gazze'de
bağımsız bir siyasal entite olarak Filistin D evleti’nin doğuşu ise
çok daha sancılı bir dönem olmuştur. Bu safhada m esele bir İsra-
il-Filistin m eselesi olmaktan çıkarak genelde bir İsrail-Arap m e se­
lesi olma niteliği kazanmıştır. D oğacak olan Filistin D evleti’nin,
bağımsız bir devletin yaşayabilir olm asının önşartı olan iç çoğrafî
bütünlük, iç ekonomik yeterlilik, kaynakiarııı dağılımı gibi m esele­
lerde karşı karşıya kaldığı zaaf unsurları Sürecin özellikle İsrail ta ­
rafından yavaşlatılmasına yol açmıştır.
İlk safhada elde etmeyi am açladığı dış m eşruiyet alanını elde
eden İsrail bir taraftan doğacak Filistin D evleti'nin kendi denetim i
altında yarı-bağımsız bîr statüde kalm asını sağlayacak şekilde
toprak devirlerini geciktirirken, diğer taraftan Suriye ve L übnan’ı
da içine alabilecek genel bir İsrail-Arap barışı hedefini de Filistin
ile yürüm ekte olan müzakerelerin bazen tam am layıcı bazen alter­
n atif bir unsuru olarak gündemde tutm aya çalışm ıştır. Filistin'in
bir devlet olarak sahip olm ası gereken toprakların statüsü ve dev­
letin egem enlik alanı belirsiz kaldıkça Filistinliler arasındaki ted ir­
ginlik ve Sürece olan güvensizlik yaygınlaşırken, İsrail elde ettiği
uluslararası ve bölgesel m eşruiyet alanının sağladığı m anevra ka­
biliyeti ile sürekli bir geciktirme politikası izlemeye başlam ıştır.
Sü recin tam am lanarak Kudüs’ün nihaî statüsünün tartışılm aya
açılacağı planlanan 1999 yılm a gelindiğinde bile Filistin y ön etim i­
nin hâlâ Batı Şeria ve Gazze'de birbirinden kopuk ve savunulm ası
■güç dar alanlarda sınırlı bir egem enliğe sahip olm ası sürecin İsra­
il tarafın d an nasıl ince bir zam anlam a ayarı ile yürütüldüğünü
gösterm ektedir.
Sü recin en riskli ve kırılgan safhası olan Kudüs'ün nihaî statü ­
sü t f ir t ıs m a la n n ır ı h ^ c la m a a îlo Kıv);v+^ -
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik ve Stratejik D e n g e le rin Kilidi |

sonra da gerilim ler ve tıkanm alar beraberinde gelmiştir. Herşey-


den ö n ce Kudüs’ün tartışılm aya başlanm ası ile birlikte rasvo-
nel/realist diplom atik seyir yerini kültürel/tarihî nitelikli psikolo­
jik etkenlerin devreye girdiği bir sinir harbine terketm eye başla­
mıştır.
Kudüs’ün tarihî ve sem bolik önem i gozönüne alındığında as­
lında bu beklenen bir gelişme olmuştur. Nihayetinde Eriha bir İs-
rail-Filistin m eselesi, Batı Şeria ve Gazze bir İsrail-Arap m eselesi
düzlem inde tutulabilirken Kudüs bütün İbrahim î dinler nezdin­
deki önem i dolayısıyla hem en küresel ölçekli bir bunalım haline
dönüşebilm ektedir. Aslında Ortadoğu ile ilgili m eselelerin bölge
ölçekli bir bunalım düzeyinde tutulam am asınm tem elinde de bu
özellik vardır. Ruanda, Somali, hatta Balkanlardaki bunalım lar
bölgeyle sınırlandırılabilirken, genelde Filistin’in özelde de Ku­
düs'ün taşıdığı tarihî önem bu bunalım alanının bölgeye hapsedil­
m esini güçleştirmektedir. Kudüs ile ilgili her m esele hem en dünya
nüfusunun yaklaşık yansım oluşturan M üslüm an, Hristiyan ve Ya­
hudi toplulukların ilgi odağı haline dönüşmektedir.
Bu durum tarafların müzakere pozisyonlarını da etkilem ekte­
dir. Barak görüşm elerde bir taraftan Kudüs’ün terkini tarihî Yahu­
di davasına ihanet olarak gören radikallerin baskısını hissederken,
diğer taraftan İsrail D evleti’nin kendi m eşruiyetini üzerine kurdu­
ğu sem bolik/tarihi/teolojik değerlerle çelişkiye düşm enin sıkıntı­
sını yaşamaktadır, Arafat için bu durum daha kapsam lı bir prob­
lem oluşturm aktadır; çünkü Batı Şeria ve Gazze konularında ait
olduğu Filistinlileri tem sil konum undan em in olan Arafat m esele
bütün İslam D ünyasının ilgisinin yöneldiği Kudüs noktasına gel­
diğinde tem sil gücünü kaybetmektedir. 2000 yazında Camp D a­
vid’de Barak ile Arafat arasında yürütülen m üzakerelerde Ku­
düs’ün statüsü ile ilgili olarak ortaya çıkan tıkanm adan Arafat’ın
sorum lu tutulm ası bu yetkisizlik psikolojisi anlaşılm adan gerçekçi
bir zem ine oturamaz. İsrail'in uluslararası hukukun bütün norm ­
larına aykırı olarak işgal altında tuttuğu Doğu Kudüs üzerindeki
egem enliğini terketm eye yanaşm am ası karşısında Arafat'ın h er­
hangi bir tavize zorlanm ası bu kutsal şehrin taşıdığı ve bütün İs ­
lam Dünyasını ilgilendiren önem dolayısıyla Arafat’ın tem sil kabi­
liyetinin üzerinde bir beklentidir. Arafat Doğu Kudüs’ün, özellikle
- ■" = "~ ^

| s tra te jik D erinlik

de M escid-i Aksa'nm egem enliğini İsrail’e terkeden bir anlaşm ayı


ne kendi halkı, ne Arap toplum lar!, ne de genel İslam Dünyası nez-
dinde anlatabilir. Böylesi bir taviz Arapların toplu olarak verebile­
ceği bir tavizin bile ötesindedir; çünkü böylesi bir tavizin oluştura­
bileceği dalgalanm a bu ülkelerin zaten hassas olan m eşruiyet ze­
m inlerinin daha da kaymasına yol açacaktır.
Camp David’de yaşanan bu tıkanm adan sonra Eylül ayında tır­
m anan gerilim ne gelişimi ne de arkaplanmda taşıdığı potansiyel
açısından tesadüfi ya da sürpriz bir gelişmedir. Herşeyden Önce
sem bolik bir ism in (Sabra ve Şatilla katliam larının sorum lusu gö­
rülen Ariel Sharon), sem bolik bir günde (Perşem be günü ki ertesi
günün Cuma olm ası dolayısıyla kitlesel bir tepkiyi hesap eden bir
zam anlam a yapılmıştır) ve sem bolik bir m ekana (M escid-i Aksa)
sem bolik olmayan bir askerî güçle (bini aşkın bir güvenlik gücü)
girmesi siyasal, toplum sal ve diplom atik sonuçları hesap ed ilm e­
miş olan bir gelişme olarak görülemez. Arafat’ın bütün uyarılarına
rağmen Barak’m bu girişimi engellem em esi bu tür adımlarda za­
m anlam a faktörünü çok iyi değerlendiren İsrail'in Barış Sürecini
durduracak böylesi bir gelişmeyi en azından öngördüğü intibaı
uyandırmaktadır. İsrail Ortadoğu Barış Süreci ile elde ettiği kaza-
nım iarı da elden çıkarm adan Kudüs üzerindeki egem enliğim sür­
dürecek bir form ül arayışmdadır. Dolayısıyla da m esele Kudüs'ün
nihaî statüsünün görüşüleceği bir safhada Barış Sürecini neredey­
se sona erdirecek bir provokasyona göz yummuştur. Kontrollü bir
gerginliğin Kudüs'ün nihaî statüsü ile ilgili kararı erteleyecek ol­
ması İsrail lehine olan statünün sürm esine zem in hazırlayacağı
için İsrail açısından tercih edilmektedir: Böylesi bir gerilim Orta­
doğu Barış Sürecinin her safhasında sürekli taviz verir konum u
dolayısıyla ciddi bir prestij ve m eşruiyet kaybına uğrayan Arafat'ın
da en azından kendi konum unu konsolide etm esini sağlayacak o l­
ması her iki tarafın da müzakere psikolojisinden uzaklaşması so­
nucunu doğurmuştur.
2000 sonbaharı itibarıyla üç farklı gelişm e senaryosu söz konu ­
sudur: (i) Barış Sürecine kaldığı yerden ve aynı psikolojik şartiarda
devam edilmesi; (ii) gerilimin tırm anarak kapsam lı bir savaşa dö­
nüşmesi; (iii) kontrollü gerginlik politikasının gölgesinde statünün
sürdürülmeye çalışılm ası. Yaşanan bu çap ta bir gerilim den sonra
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m ı-P o litik v e S tra te jik D e n g e le rin Kilidi

Barış Sürecinin ilk safhasındaki ritmi, psikolojik hazırlığı ve siyasî


iradeyi tekrar ve aynı ölçekte oluşturabilm ek zordur. Öte yandan
bu gerilim in kapsam lı bir bölgesel savaşa dönüşm esine yol açacak
uluslararası ve bölgesel faktörlerin oluşm ası da çok güçtür. U lus­
lararası sistem ik güçler de bölgesel güçler de böylesi bir riski üst­
lenm ekten uzak görünmektedir. Ancak m eselenin gittikçe kronik­
leşm esi Filistin ölçeğini aşan tepkilerin doğm asına da zem in h a ­
zırlayabilir. Gelişm elerin bu safhasında en gerçekçi beldenti bu
gerilim ortam ının Kudüs'ün nihaî statüsü ile ilgili belirsizliğin or­
tadan kalkm asına kadar sürmesidir. İsrail hükümeti, kendi lehine
olan statünün korunm ası anlam ına gelecek böylesi bir ertelem ede
fayda gördüğü için Ariel Sharon'u n bu gerilimin tırm anm asını
sağlayan provokasyonu karşısında sessiz kalmıştır.
G örünen odur ki, Soğuk Savaş sonrası bunalım alanlarında ta ­
kip edilen "aşılam ayan bunalım ı dondurm a” politikası büyük öl­
çüde Filistin için de geçerli olabilecektir. Irak, Bosna, Kosova ve
Karabağ örneklerinde olduğu gibi defacto durum ile de jure du­
rum arasındaki farklılaşma geçiçi bir dondurm a işlem ine d önüş­
m ektedir. G enelde Kudüs özelde de M escid-i Aksa m eselesi çözül­
m eden Filistin ve Ortadoğu m eselesinin de çözülebilm esi çok güç­
tür. Doğrudan bir formülle ortaya koymak gerekirse Ortadoğu m e­
selesi Filistin m eselesine, Filistin m eselesi Kudüs m eselesine, Ku­
düs m eselesi de M escid-i Aksa m eselesine indirgenebilir.
Kudüs m eselesinin gündeme gelm esi küresel ve bölgesel aktör­
lerin bunalım a ve sürece yaklaşım biçim ini de kaçınılm az bir şe­
kilde etkilem ektedir ve etkilem eye de devam edecektir. AB’n in son
gerilim de Filistin tarafının pozisyonuna ABD’d en daha yakın bir
tavır takınm ış olm ası Katolik D ünyasının Kudüs'ün statüsüne ver­
diği ö n em dolayısıyladır. Hristiyan Arapların m uhtem el bir Filistin
egem enliğinde daha fazla söz sahibi olacak olm ası Kudüs üzerin­
deki Hristiyan hassasiyetinin siyasî iradeye yansım asını sağlaya­
caktır. Böylesi bir belirsizlik konjonktürünün kuruluşu da M escid-
i Aksa'ya yönelik bir tecavüz üzerine kurulan İKÖ’ye üye, Arap ol­
m ayan M üslüm an ülkeleri de devreye sokacaktır.
O rtadoğu Barış Sürecinde yaşanan bu belirsizlik Türkiye'nin
sadece süreçle ilgili pozisyonunu değil, genel Ortadoğu politikası-
—- f/^T-ın/'ioı- rinmırahilir Rıı süreç içind e Tür-
S tratejik D erinlik

kive'nin gerek Arap olm ayan bir M üslüm an ülke, gerek AB adayı
bir bölge ülkesi, gerekse ABD ile yakın stratejik ilişkilerde bulunan
bir NATO ülkesi olm a konum u etkin bir diplom asi rolünü b era b e­
rinde getirebilir. Bu çerçevede İKÖ, AB, ABD nezdinde sürdürüle­
cek tem aslar Kudüs şehrinin tarihî m irasını ve arşiv belgelerin de
elinde bulunduran Türkiye’ye önem li bir diplom atik konum ka­
zandırabilir.

IV. Ortadoğu Politikasının Temel Dinamikleri ve Türkiye

ı. Uluslararası Konjonktür Açısından Türkiye’nin


Kuzey Ortadoğu Politikası
Soğuk Savaş sonrası dönem in getirdiği dinam ik stratejik reka­
bet ortam ı Türkiye’nin yeni bölgelerarası strateji arayışlarında ve
Ortadoğu politikasının şekillenm esinde en fazla dikkate alm ası
gereken hususlardan biridir. Bölge-dışı büyük güçlerle bölge-içi
dengeler arasındaki dinam ik ilişki, küresel faktörlerle bölgesel
konjonktür arasındaki ilişkinin kesişim alanını oluşturm aktadır.
Fran sa’nın Suriye'nin, İngiltere’nin de Irak'm söm ürge geçm işi
üzerindeki etkileri; Alm anya'nın Berlin-Bağdat dem iryolu p ro je­
sine kadar u zanan bölge politikası; Rusya’n ın tarihi Avrasya stra­
tejisin in Ortadoğu unsuru ve h ep sind en önem lisi uluslararası sis­
tem in hegem onik gücü olan ABD’nin Ortadoğu politikasını y ö n ­
lendiren yegâne güç olm a iradesi Türkiye’n in bölgesel politikala­
rındaki önem li param etrelerdir. AB-Türkiye ilişkilerindeki b u n a­
lım, Rusya ile Türkiye arasında süregelen Avrasya stratejisi çelişki­
si ve ABD’nin özellikle Irak ve Kürt politikasında yeni opsiyonlara
açık tavrı Türkiye’n in bölgesel ağırlığını etkileyebilecek önem li
unsurlardır.
Soğuk Savaş dönem inin çift kutuplu statik yapısı etkisini kay­
bettikçe Türkiye’nin Ortadoğu-Kafkaslar-Balkanlar üçgenine da-
yalı.yakın kara havzası politikasını da radikal değişikliğe uğratmış
bulunm aktadır. D aha önce NATO-Varşova Paktı dengesine dayalı
statik Balkanlar ve Kafkaslar politikaları daha küçük ölçekli iç den-
geleri stratejik ortam a dinam ik faktörler olarak sokarken, O rtado­
ğu bölgesi de yeni stratejik anlam lar kazan m a va haslam ıctif
O rta d o ğ u : K üresel E k o m ,m i-P o litik v e Stratejik D e n g e le rin Kilidi

1. Dünya Savaşından Soğuk Savaş sonuna kadar bölgeye doğru­


dan m üdahil olm am aya çalışan ve NATO ve AB gibi bölge-ötesi ya­
pılanm alara dayalı dış politika stratejileri geliştiren Türkiye bugün
kendini bu bölgelerin iç param etrelerinin labirentinde bulm akta­
dır. Bölgede İran-Irak Savaşı ile başlayan aktif tarafsızlık politikası,
Kuzey Irak m üdahaleleri, Suriye gerginliği ve İsrail ile yürütülen
stratejik işbirliği çerçevesinde aktif ve m üdahil taraf olm a politika­
sına dönüşm üş bulunmaktadır. Ancak, yeni bir uluslararası ve b ö l­
gesel stratejik planlam adan çok, PKK, su ve petrol boru hatları gi­
bi biraz da dış faktörlerce belirlenen param etrelerin etkisiyle orta­
ya çıkan bu arayış hâlâ sağlam bir stratejik tanım lam a ve tem ele
oturm am ış gözükmektedir. PKK faktörünün devre dışına itilm e­
sinden sonra Suriye politikasının nasıl geliştirileceği, Irak’m Kör­
fez Savaşı sonrasındaki bölünm üşlüğünün ne tür sonuçlar doğu­
racağı, hassas Türk-İran ilişkilerinin hangi eksende yürütüleceği
gibi sınır boylarını ilgilendiren sorular yanında bölge-içi ve bölge-
lerarası dengelerin ne tür etki alanları oluşturduğu ve bu etki alan ­
larının hangi güvenlik risklerini getirebileceği yönündeki sorular
da tutarlı bir stratejik tanım lam a ihtiyacım ortaya koymaktadır.

2. Ortadoğu Jeopolitiğindeki Değişim ve Türkiye’nin


Kuzey Ortadoğu (Doğu Akdeniz-Mezopotamya) Politikası:
Türkiye-Suriye-Irak
Soğuk Savaş sonrası dönem in belki de en önem li sonuçların­
dan birisi bölgelerarası etkileşim alanlarının yeniden tan ım lan ­
m asını gerektiren bir konjonktür doğurmuş olmasıdır. Çift kutup­
lu yapı dolayısıyla daha önceki dönem de birbirleriyle kopuk gibi
görünen bölgeler arasındaki ilişkiler radikal bir şekilde değişmiş ve
her türlü iç etkileşim e açık yeni bir dinam ik boyut kazanmıştır. S o ­
ğuk Savaş dönem inde küresel düzeydeki çift yönlü kutuplaşm anın
sıradan yansım alarına dayanan bölgesel politikaların karşılıklı e t­
kileşim alanları genişlem iş ve çok aktörlü bir nitelik kazanmıştır.
Türkiye’nin Kuzey Ortadoğu politikası ve bu politikanın gözetm ek
zorunda olduğu Türkiye-Suriye-Irak dengeleri, Balkanlar, Kafkas-
lar ve Ortadoğu'dan oluşan yakın kara havzasının stratejik etkile­
şim alanı çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Bölgelerarası stratejik etkileşim bir taraftan bölgesel güçlere
-u<ani m a n e v ra alanları acarken, diğer taraftan da yeni güvenlik
Stratejik D erinlik

riskleri ile yüzleşme zorunluluğu doğurmaktadır. M esela Türkiye


bu bölgelerde artık sadece NATO’nun bir üyesi olarak değil, kendi
ulusal stratejilerini de gözeten bir bölgesel aktör olarak davran­
m ak zorundadır. Diğer bölgesel aktörler için de durum farklı değil­
dir. M esela Suriye de artık SSC B’nin stratejik bir müttefiki olm anın
ötesinde unsurlar içeren politikalar geliştirm e ihtiyacı içindedir.
Bölgesel aktörlerin m anevra alanları genişlerken süper güçlerin
güvenlik şem siyelerinin daralm ası, bu yeni bölgelerarası etkileşim
alanlarının ön em ini daha da artırmaktadır.
Bundan sonra bölgelerarası etkileşim alanlarının ortaya çıkar­
dığı dinam ik konjonktürü doğru bir zam anlam a ve tutarlı bir stra­
tejik planlam a ile değerlendirebilen bölgesel güçler önem li m evzi­
ler kazanırken, bu dinam ik konjonktürün avantajlarım değerlen­
diremeyen güçler ciddi güvenlik riskleri ile karşı karşıya kalacak­
lardır. Artık, birbirinden bağım sız bölge politikaları dönem i değil,
birbirlerini etkileyen ve belirleyen bölgelerarası etkileşim strateji­
leri ön plana çıkacaktır. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye açısından
Kafkaslar-O rtadoğu-Balkanlar yakın kara havzasının geçiş bölge­
sinde bulunan Kuzey Ortadoğu bölgesi ya da daha spesifik bir ta ­
nım lam a ile Doğu Akdeniz-M ezopotam ya havzası, dolayısıyla da
Türkiye'nin güney sınırları, bu kuşak üzerindeki karşılıklı dengeler
ve etkileşim ler açısından önem li bir konum a sahiptir.
Kafkaslar ve Ortadoğu bölgelerinin etkileşim alanı M ezopo-
tam ya-B asra hattı, Balkanlar ve Ortadoğu bölgelerinin etkileşim
alanı Ege-Doğu Akdeniz hattı, Balkanlar ve Kafkaslar bölgelerinin
etkileşim alanı ise Karadeniz-Tuna-Boğazlar hattıdır. Dolayısıyla
Kafkaslar-O rtadoğu-Balkanlar yakın kara havzasının ortak etkile­
şim alanı Karadeniz-Ege-Doğu Akdeniz-M ezopotam ya-Basra ku­
şağım kapsam aktadır ki bu bölge O rtadoğu'nun m erkezini ve ku­
zeyini teşkil etmektedir. Bu bölgeleri ilgilendiren her politika, stra­
tejik bir bütünlük içinde değerlendirilm ek zorundadır. Bu durum
ikili ilişkileri de doğrudan yönlendiren, kimi zam an da belirleyen
etkiler yapmaktadır. Bunun içindir ki, bölgelerarası etkileşim a çı­
sından Türkiye-Suriye ve Türkiye-Jrak ilişkileri böylesi bir stratejik
ortam içinde ve biri M ezopotom ya-Basra, diğeri Doğu Akdeniz
hattından oluşan iki tem el hat üzerinde sp.vretmplctprur
O rta d o ğ u . K üresel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi

Soğuk Savaşın çift kutuplu dengelerinin çözülm esi Ue birlikte


karşılıklı bağım lılık ilişkisi artan Kafkasya ve Ortadoğu bölgeleri­
nin jeoek onom ik ve jeopolitik geçiş havzası Kuzey Kafkasya’dan
başlayan stratejik kuşağı M ezopotam ya üzerinden Basra körfezi­
ne, Toroslar ve Harran üzerinden Doğu Akdeniz’e indirmektedir.
Birinci hat Türkiye'nin Irak politikasının, ikinci hat ise Suriye p o li­
tikasının en tem el unsurlarıdır.
a. Mezopotomya-Basra Hattı:
Kafkaslar ve Ortadoğu, Soğuk Savaş süresince iki süper gücün
stratejik param etrelerine dayalı iki ayrı bölge politikasının etki sa­
hası içinde bulünagelm işti. Bu açıdan Türkiye-SSCB sınırı sadece
iki devletin sınırı değil, iki ayrı kutbun ve paktın sınırı niteliğindey­
di ve bu özelliği dolayısıyla süper güçler arasındaki nükleer terör
dengesine bağlı olarak çok istikrarlı ve statik bir görünüm arzedi-
yordu. Türkiye-Surıye ve Türkiye-Irak ilişkileri de SSC B’nin Suriye
ve Irak ile giriştiği stratejik işbirliği çerçevesinde, aynı ölçekte o l­
m asa bile belli bir istikrar düzeyini tutturm uştu.
İran-Irak Savaşı ve Soğuk Savaşın sona erm esiyle birlikte h er iki
bölgenin de bu istikrarlı niteliği ciddi bir sarsıntı geçirm eye başla­
dı. Bu durum sınırların yeni anlam lar kazanm ası sürecini de b era ­
berinde getirdi. Soğuk Savaş dönem inin çift kutuplu yapılanm a­
sında NATO stratejileri içinde Akdeniz ve O rtadoğu'ya (Basra’ya)
yönelen Sovyet yayılm acılığına karşı bir bariyer gibi görülen Doğu
Anadolu bölgesi de bu çerçevede Kafkaslar ve Ortadoğu arasında­
ki bölgelerarası etkileşim alanının yeni sınır hattı olarak görülm e­
ye başlandı. Bu dönem de bölgedeki su kaynakları ile ilgili bunalım
senaryolarının artm ası ve PKK terörünün yeni bir faktör olarak
uluslararası destek bulm ası kesinlikle bir tesad üf değildir. Türki­
ye'nin İran-Irak Savaşının doğurduğu otorite boşluğunu kapat­
m ak için Kuzey Irak’a yönelik sınır ötesi operasyonlarda bu lu nm a­
sının da bu dönem de başlam ası dikkat çekicidir.
Bugün Kafkaslar ile Ortadoğu arasındaki bölgelerarası etkile­
şim daha da tebarüz etm iş bulunm aktadır. Bu etkileşim alanının
eksenini de Doğu Anadolu'dan Körfez’e inerek Kafkasya'yı Hint
açık denizine bağlayan M ezopotam ya-Basra hattı oluşturm akta­
dır. Dolayısıyla Türkiye'nin kontrolündeki Kuzey M ezopotam ya ile
Irak’ın kontrolündeki Güney M ezopotam ya arasındaki ilişki yeni
boyutlar kazanm ış bulunmaktadır. Kuzey ve Güney M ezopotom ya
^ Strateıık D erinlik

arasın d a süregelen ve Akad-Sümer, Asur-Babil, Bizans-Sasani, Bi-


zans-Selçuklu, O sm anh-İran ilişkilerinde görülen tarihî çelişki ve
karşılıklı bağımlılık ilişkisi yeni bir nitelik ile tekrar tarih sahnesine
çıkmış bulunmaktadır.
Hazar petrolleri - M ezopotam ya su havzası ve GAP - Musul ve
Basra petrol bölgeleri, bu geçiş hattı üzerinde petrol-su-petrol
dengesinden oluşan yeni bir bağım lılık ilişkisi doğurmuştur. Kör­
fez krizinden sonra tırm anışa geçen PKK terörü biraz da bu je o e ­
konom ik bağım lılık ilişkisinin ürünüdür. Kafkaslar-Doğu Anado-
lu-M ezopotam ya havzalarının en kolay geçiş yolu Suriye üzerin-
dendir. Yüksek dağlarla kaplı Irak sınırı ve Kuzey Irak ise I. Dünya
Savaşının olağanüstü şartlarında ortaya çıkan ve bu havzayı suni
bir şekilde bölen arızi bir alternatif konumundadır. Kendisi petrol
kaynakları açısından fakir olan Suriye bu geçiş bölgesi niteliği ile
önem taşırken, Irak jeoekonom ik kaynak hattının en önem li m er­
kezi konumundadır. Türkiye, Suriye ve Irak ile olan ikili ilişkilerini
de kapsayan bir bölge stratejisi geliştirirken Kafkaslar ile Ortadoğu
arasındaki M ezopotom ya-Basra eksenli geçiş hattının geleceği ile
ilgili planlan da gözetm ek zorundadır.
b. Doğu Akdeniz Hattı ve Türkiye-Suriye İlişkileri
Kafkaslar-Ortadoğu-Balkanîar yakın kuşağının Türkiye açısın ­
dan ikinci önem li kesişim bölgesi Doğu Akdeniz’dir. Türkiye artık
birbirinden soyutlanmış Ege ve Kıbrıs gibi problem alanlarını da
içine alan bir Doğu Akdeniz politikası geliştirmek ve bu politikayı
Türk-Yunan ilişkilerinin kısır dengesinin Ötesinde düşünm ek zo­
rundadır. Doğu Akdeniz politikası Karadeniz-Boğazlar-Ege hattını
da, Adriyatik-Girit-Kıbrıs hattını da, Ortadoğu merkezini kuşatan
Süveyş-Kızıldeniz-Basra hattını da ve nihayet Bakü (Hazar)-Cey­
han hattını da kuşatan bir deniz stratejisine dayanmak zorunda­
dır. Artık Hazar-Karadeniz-Ege-Adriyatik-Doğu Akdeniz-Kızılde-
niz-Basra yakın deniz havzasındaki her gelişme bir diğeri ile k açı­
nılm az bir bağımlılık ilişkisine sahiptir ve Doğu Akdeniz bu ilişki­
lerin m erkezinde yer almaktadır.
Türkiye-Suriye ilişkisi de Doğu Akdeniz politikası ve dengeleri
açısından özel bir önem e sahiptir. Kendisi de Doğu-Akdeniz m er­
kezli bir tür Levant. Stratejisi geliştirmeye çalışan Suriye’ye yönelik
^ politika, doğu-batı ekseninde İskenderun Körfezinden Adriyatik’e,
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi

kuzey-güney ekseninde Boğazlardan Süveyş'e uzanan Doğu Akde­


niz ile ilgili stratejik planlam anın kaçınılm az bir parçasını oluştur­
m aktadır ve bu yönüyle ikili ilişkiler yanında bölgesel ilişkiler ze­
m ininin karşılıklı dengelerini de gözetm ek zorundadır.
Türkiye, Yunanistan, İsrail, Mısır, Suriye ve hatta Libya ve İtal­
ya arasındaki ilişkiler artık bu bölgesel konjonktürün bir parçası
olarak gelişecektir. Balkanlar ve Ortadoğu bölgesinin iç hatlarında
ortaya çıkan bunalım lar ve ikili ve çok taraflı denge ilişkileri de et­
kilerini Doğu Akdeniz kuşağına yansıtacaktır. Türkiye-İsrai! ilişki­
sinin Suriye-Yunanistan ilişkisi ile bir denklem e oturm ası da, D o­
ğu Akdeniz m erkezli bu yeni jeo stratejin iıı bir ürünüdür. İtalya’nın
PKK terörünün tırm andığı dönem lerde sözde Kürt parlam entosu­
na sağladığı destek de, Kaddafi’nin dengesiz gibi görünen çıkışları
da, bu denklem içinde bir yere oturmaktadır.
Bu yeni denklem de bundan sonra kalıcı ittifak ilişkilerinden
çok dinam ik denge ilişkileri devrede olacaktır. Aktörler de bu a n ­
lam da kendi çıkarlarını önceleyen değişken ve dinam ik bir politi­
ka takip edeceklerdir. Türkiye ile ittifak ilişkisine giren İsrail'in bir
taraftan da Suriye ile Ortadoğu Barış Süreci içindeki ilişkisinin ka­
pılarım açık tutm aya çalışm ası, Türkiye ile Suriye arasındaki su
problem ini Ortadoğu Barış Sürecindeki faktörler arasına yerleştir­
m esi ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile silah alışverişi içinde olması
dikkat çekicidir. İsrail'in Türkiye İle Suriye arasındaki Ö calan krizi
sürecinde takip ettiği bilinçli sessizlik politikası da bölgesel denge­
lerdeki hassas seyrin bir sonucudur.
Bundan sonra bölgede atılan her adım dinam ik bir karşı d en­
genin oluşm asına yol açacaktır. Türkiye de bu çerçevede kalıcı
gerginlik ve ittifak politikalarından çok denge denklem lerinin kısa
dönem li seyirlerinde dahi aktif olarak tavır sergileyen müdahil bir
aktör tavrına yönelmelidir. Ortadoğu Barış Süreci de bu çerçevede
sadece bir Arap-İsrail anlaşm azlığı olarak görülm em eli ve Türki­
ye'nin bölgesel politikasının içinde yeni bir anlam kazanmalıdır.
Bu sürecin daha önceki safhalarında gözlem ci olarak dahi bu lu n­
m ayan Türkiye'nin süreç içinde daha aktif bir rol benim sem esi sa­
dece bölgesel etkinlik açısından değil, Türkiye’nin güvenlik para­
m etreleri açısından da Önemlidir; çünkü bu yeni dinam ik kon­
jonktürde Kıbrıs, Filistin ve Kürt m eselelerinin birbirlerini etkile­
j Stratejik D erinlik

me biçim leri de değişecektir. Rusya’nın S-300 füzelerini Kıbrıs'a


yerleştirme planı Kıbrıs'ı artık ikili bir problem alanı olarak değil,
bölgesel bir bunalım alanı olarak gösterm e çabasına dayanıyordu.
Rusya bu adımla aslında kendi petrol stratejisine büyük darbe vu­
racak olan Bakü-Ceyhan hattının iniş noktasında kronik bir buna*
hm yaratarak Doğu Akdeniz’i petrol geçiş bölgelerinin dışına it­
meye çalışmaktaydı. SGn Türkiye-Suriye gerginliğinin petrol boru
hatlarının tartışılacağı konsorsiyum toplantısının h em en ö n cesi­
ne rastlam ası bu açıdan ciddi bir zam anlam a zaafı doğurmuştur.
Bütün bu dengeler gözetildiğinde Türkiye, Suriye ile olan ilişki­
lerini daha büyük ölçekli bir Doğu Akdeniz politikasının ve bu p o ­
litikanın dayandığı bir deniz stratejisinin parçası olarak değerlen^-
dirmeli ve bölge ile doğrudan ve dolaylı ilgili bunalım alanları ve
denge politikalarını birlikte ele almalıdır. Bu açıdan Türkiye’nin
m anevra alanını daraltacak kalıcı ikili kutuplardan kaçınarak olu­
şabilecek karşı denge gruplarını engellenm eli ve m üm kün olan en
geniş alanda bölgese] politikalar geliştirilm eye çalışılmalıdır.
Bu genel ilkeye karşılık Türkiye-Suriye ilişkilerinin gerek Soğuk
Savaş süresince gerekse Soğuk Savaş sonrası dönem de süregelen
ve Ö calan krizinde bir değişim gözlenm ekle birlikte tekrar eski ro­
tasına oturan seyri iki kom şu ülke arasında benzeri az görülecek
ve h iç bir rasyonel diplom asi anlayışına sığm ayacak bîr atalet ve
inisiyatifsizlik örneği oluşturmaktadır. Her iki ülke de bir diğerinin
en uzun kara sınırına sahiptir ve Türkiye Suriye'nin kuzeye ve
batıya, Suriye de Türkiye’nin güneye açılan kapısı niteliğindedir.
Şu anda bir çatışm a alanı olarak görülen ortak su havzaları kulla­
nım ı yanında tarım, ticaret ve ulaşım alanlarında olağanüstü bir
ilişki potansiyeli mevcuttur.
Açık coğrafî, ekonom ik ve jeopolitik zorunluluklara rağmen iki
ülke arasındaki ilişkiler sürekli birinci raundu oynanan ve boksör­
lerin karşılıklı olarak birbirlerini tarttıkları bir boks m açım andır­
maktadır. Bu karşılıklı tartm a psikolojisi iki ülke arasındaki diplo­
m asinin tem el ve değişmez niteliği halini alm ıştır; ne taraflar b ir­
birleri ile yakın bir çatışm a alanına girmekte, ne de raundu bitirip
d o stça yeni bir ilişki dönem i başlatmaktadır. Bu nedenledir ki, b ı­
rakın geniş ve kapsam lı bir savaşı hiç bir sıcak çatışm a dahi yaşa­
m am ış olan bu iki ülke arasındaki ilişkiler, her ikisinin ayrı ayrı ça ­
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi

tıştıkları ülkelerle olan ilişkilerden daha alt düzeyde kalmıştır B u ­


gün Türkiye-Yunanistan, İsrail-Suriye ilişkilerindeki tem as ve dip­
lom atik çeşitlilik Türkiye-Suriye ilişkilerinden daha fazladır.
Tarafların bu psikolojilerinin ve diplom atik ataletlerinin far­
kında olan diğer taraflar ise bu durumu sonuna kadar istism ar e t­
m ekte ve tarafları ikili, üçlü m açlarda zayıf ve edilgen bir m üttefik
olarak yanlarında tutm aya çalışm aktadırlar. İsrail’in Türkiye, Yu­
n an istan 'ın Suriye politikaları bitm ez tükenm ez Türkiye-Suriye
gerginliğinin her iki tarafı da yıprattığı durumlarda ivm e kazan­
maktadır.
Ortak tehd it algılaması ile girilen ittifak ilişkilerinde kârlı çıkan
taraf, bu ortak tehditin m anevra alanını daralttığı müttefiki m ah ­
kum durumda bırakan taraf olmaktadır. Türkiye-Suriye ilişkilerin-
deki gerginliğin Türkiye'yi sıkboğaz ettiği alanlarda İsrail, Suriye’yi
sıkboğaz ettiği alanlarda ise Yunanistan ortak tehdit tan ım lam a­
sından kaynaklanan ittifakı daha etkin bir şekilde kullanan taraf
olmaktadır. İsrail'in, Türkiye ile Suriye arasındaki su ihtilafını Orta
Doğu Barış Süreci içine katarak Golan tepelerindeki su kaynakla­
rının İsrail’in denetim ine bırakılm ası karşılığında Suriye'nin kay­
bedeceği su potansiyelinin Türkiye’den karşılanm ası fikrini İsrail-
Suriye görüşm elerinde ortaya atm ası da, Yunanistan’ın Türkiye-
Suriye gerginliğini kullanarak Kıbrıs konusunda Arap alem ini n ö t­
ralize etm e çab alan da, bu ittifakların etken tarafı olm a pozisyo­
nunun ürünüdür. Türkiye ile Suriye arasındaki diyalogsuzluk sür­
dükçe kazanan taraflar Yunanistan ve İsrail olacaktır.
Potansiyeli takriben denk olan dost kom şularla diplom asi yü­
rütm ek ve gücü yoklanabilen düşm an taraflarla savaş yapm ak k o­
laydır. Zor diplom asi, potansiyeli denk olm ayan dostlarla girişilen
ittifak ilişkilerinde ve m ayınlı alanda seyreden gergin kom şuluk­
larda; zor savaş da gücü tam bilinem eyen düşm anlarla ve aniden
saf değiştirerek düşm an haline gelm iş, d ost bilin en m üttefiklerle
yapılan savaşlarda söz konusu olur. Türkiye’nin diplom atik b a şa ­
rısı P akistan’la ya da Çin'le yürütülen ilişkilerde değil, Yunanis-
tan 'la, Suriye'yle, İran'la, ABD ve Alm anya ile yürütülen ilişkilerde
belli olur.
Sık sık gündem e getirilen ve özellikle bölgesel b u n alım dö-
........ doğurm a ihtim ali düşüktür, çünkü Su­
riye Türkiye ile savaşı göze alarak su m eselesinde m esafe alam a­
yacağının farkındadır. Her şeyden önce iki ülke arasındaki askerî
denge ve jeopolitik konum Suriye'nin aleyhindedir ve h iç bir sı­
cak çatışm a Fırat ile Dicle'yi Türkiye’nin denetim i dışm a çıkara­
cak sonuçlar doğurmaz.
Su m eselesi Suriye açısından ancak ve ancak bir diplomatik
baskı unsuru olarak belli aralıklarla gündeme gelebilir. Ama Suri­
ye-Türkiye arasındaki gerginlik başka sebeplerle ilgili olarak daha
fazla tırm anış gösterebilir, ki bu da doğrudan ne Türkiye ne de Su­
riye ile alakalıdır. Böylesi bir çatışm a su m eselesini belli aralıkla
ortaya çıkaran ikinci unsur ile ilgilidir. Su m eselesinde zam anla­
mayı belirleyen ikinci ana unsur Türkiye’nin Balkanlar ve Kafkas­
larla ilgili dikkatlerinin yoğunlaşmasıdır. Türkiye'de bu bölgelerle
ilgili yoğun bir ilgi uyandığı dönem lerde ya da bu bölgelerle ilgili
bazı diplomatik ham lelerin gerektiği dönem lerde güney tehlikesi
ve su meselesi gündeme getirilmektedir. Türkiye’nin diplomatik
ve askeri dikkatinin Balkanlar ve Kafkaslardan çekilmesi gerektiği
zamanlarda Suriye-Türkiye ilişkilerindeki gerginlik tekrar tırm anı­
şa geçmektedir.
Bir komşuyu yok saymak ya da sürekli bir gerginlik diplom asi­
si yürütmek aslında bir zaafın işaretidir. Gergin ilişkilerde inisiya­
tif kullanabilen taraf aynı zam anda kendine güvendiğini ve gü­
cünden şüphe etmediğini de gösterm iş olur. Türkiye-Suriye ilişki­
lerinin özellikle ekonomik alanda geliştirilmesi, kabına sığamayan
Anadolu potansiyelinin tabiî uzantısı şeklindeki güney alanlarına
daha etkin bir şekilde nüfuz etm esini sağlayacaktır. Ekonom ik
alışverişin önündeki engellerin kalkması Konya, Kayseri ve Ada-
na'dan Kahramanmaraş ve Gaziantep istikam etine doğru gelişen
ekonomik dinamizm alanının sınır ötesi bir nitelik kazanarak Ha­
lep ve Şam'a, hatta daha da güneye doğru genişlem esine yol aça­
caktır. Gergin siyasî ilişkilerin en etkili ilacı ortak ekonom ik çıkar
alanının oluşturulmasıdır.
Türkiye’nin güney komşularıyla ilişkileri Ortadoğu bölgesinin
iç dengeleri açısından da önem taşımaktadır. D aha önce de vurgu-
. Ediğimiz gibi, Ortadoğu’nun tarihî güç eksenleri Anadolu/Kuzey

1 404
M ezopotam ya havzası (Türkiye), Nil/Suveyş havzası (Mısır) ve
Güney M ezopotam ya-îran havzası (İran) dış üçgeninden oluş­
maktadır. Suriye-Irak-Suudi Arabistan iç üçgeni bu dış üçgenin
dengelerine göre şekillenmektedir.
İsrail’in bölgeye yabancı niteliğine rağm en Ortadoğu’da tu tu ­
nabilm esi de bu dengeleri etkin bir şekilde takip ve yönlendirm e
becerisinden kaynaklanmaktadır. İran-Irak Savaşı süresince olu­
şan İran-Suriye ve Irak-M ısıı-Suudi Arabistan ittifakları da bu
dengelerin ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Son Suriye bunalım ında
Mısır ve İran’ın hem en devreye girmesi de bu dengelerin b ir ürü­
nüdür. Dolayısıyla gerek Türkiye-Suriye, gerek Türkiye-İsrail, ge­
rekse Türkiye'nin diğer bölge ülkeleriyle olan ikili ilişkilerinde ta ­
kip edilecek politikada bu dengelerin m utlak surette gözönünde
bulundurulm ası gerekmektedir.
Bu üçlü yapılanm a içinde Irak ve Suriye politikaları kaçınılm az
bir şekilde M ısır ve İran politikalarını da devreye sokacaktır. Türki­
ye-İran-Irak üçgeni M ezopotam ya-Basra hattının, Türkiye-Suriye-
Mısır üçgeni Doğu Akdeniz hattının iç dinam iklerini belirleyen
dengeler oluşturmaktadır. Bu üçlü ilişkilerde Türkiye dışlanan ve
yalnızlaşan taraf olm am aya azam î özeni gösterm ek zorundadır.
Bu ülkelerin hem en hem en tam am ıyla bunalım lı ilişkiler sürdüren
ve doğrudan ya da dolaylı savaş yaşayan İsrail dahi bu üçlü denge­
leri son derece etkin bir diplom asi ile gözetmektedir.
Türkiye hangi gerekçe ile olursa olsun bu ü çlü dengelerde iki­
li kutuplarla karşı karşıya kalm ayacak bir esneklik içinde olm alı­
dır. Türkiye’nin Önemli ekonom ik avantajlar da elde ettiği İran-
Irak Savaşı süresince takip ettiği aktif tarafsızlık politikasının b a­
şarısı bu üçlü dengeyi son derece iyi takip etm iş olm asındandır.
Ne kadar güçlü olursa olsun h iç bir ülke Ortadoğu'daki bu hassas
üçlü dengelerde yalnız kalm anın yükünü kaldıram az. Irak'm ge­
rek İran gerekse Kuveyt savaşlarında h esap edem ediği tem el un­
sur budur ve askerî üstünlük bu unsurun doğurduğu diplom atik
esneklik zaafını ortadan kaldıram am ıştır. O rtadoğu’da diplom atik
esneklik altyapısından yoksun hiç bir askerî üstünlük kalıcı bir za­
fer getirem ez.
S t r a t e jik D e rin lik

3. Türk-Arap İlişkileri Açısından Türkiye’nin Politikası


a. Tarihi/Psikolojik Arkaplan
Türk-Arap ilişkileri gibi çok köklü tarihî derinliği haiz ilişkilerin
güncel stratejik dengeler içindeki seyrini tahlil etm ek için sadece
varolan siyasî param etreleri değil, bu siyasî p aram etrelerin ortaya
çıktığı zem ini de çok yönlü bir şekilde ele alm ak gerekir. Özellikle
stratejik zihniyeti belirleyen tarihî, psikolojik ve sosyo-kültürel un­
surları gözönünde bulundurm ayan bir tahlil m ekanik bir güç ta h ­
lili olm anın ötesine geçemez.
Bugünkü ilişkileri olumlu ve olumsuz yönde etkileyen tarihî ar-
kaplanı ile Türk-Arap ilişkileri kül tür- siyaset etkileşim leri a çısın ­
dan tarihte az görülen dinamik b ir seyir takip etmiştir. Benzer bir
etkileşim Avrupa'da G erm en-Rom a, Asya’da ise Japon-Ç m ilişkile­
rinde söz konusu olmuştur. Siyasî yapılanm a açısından daha d ina­
mik ve hareketli toplulukları oluşturan G erm enlerin R om a'm n
Hristiyanlığım, Japonların Çin’in Budizmini kültürü belirleyen bir
din ve dünya görüşü olarak alm aları gibi, Orta Asya'dan hareketli
ve dinam ik siyasî kitleler olarak o dönem Arap egem enliğinde olan
bölgelere giren Türkler de İslam iyet’i benim seyerek çok yönlü bir
m edeniyet dönüşüm süreci İçine girmişlerdir. Nasıl Hristiyanlık
G erm enlerin, Budizm Japonların tarihî kimliğini bir m edeniyet id­
rakine dönüştürm üşse İslam iyet de Türklerin daha sonra kuracak­
ları Selçuklu, Babür ve O sm aniı gibi büyük ölçekli siyasî yapıların
m edeniyet tem elini oluşturm uştur.
Arapların Emevî ve Abbasî dönem lerinde ortaya koydukları
kültürel birikim bu m edeniyet yapısına intikal ederken Türklerin
Asya-derinlikli siyasî/askerî dinam izm i ve örgütlenm e becerileri
bütün Arap coğrafyasını etkilem iştir. İran ’ın köklü birikim inin iz­
lerini de taşıyan bu etkileşim Osm aniı Devleti’nin kültür ve siyaset
dokusunu belirlem iştir. Bugün Arap coğrafyasının başkentleri ola­
rak görülen Kahire, Şam ve Bağdat gibi şehirler h âlâ O sm anh-Türk
izlerini barındırır. Buna karşılık İstan bu l’da zirveye ulaşan hat sa­
natı Arap yazısının sanat zerafetine bürünm üş şeklidir. Urfa, Kon­
ya ve Bursa gibi klasik Türk şehirleri de Arap coğrafyasında kalan
benzer şehirlerle şehir dokusu itibariyle bir kültür bütünlüğünü
sürdüregelmişlerdir.
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

Bu ortak etkileşim alanı Fransız Devrimi ile yaşanan ulusçuluk


akım larının Osm aniı kültür-siyaset coğrafyasında yol açtığı idrak
parçalanm ası ile zayıflamıştır. Ulus-devlet oluşum sürecinin getir­
diği ulusal kimlik ve siyaset yapılanm ası ihtiyacı, bu parçalanm a­
yı bir tür “öteki” algılam asının doğuşuna zem in teşkil edecek bir
psikolojik tepkiye dönüştürmüştür. Söm ürgeci güçlerin etkisi ve I.
Dünya Savaşında yaşanan gelişm eler bu algılamayı tahrik etmiştir.
Bu dönem den itibaren Türk milliyetçileri bağım sız bir Türk kültü­
rünün oluşabilm esi için Arap tesirinden kurtulmayı olm azsa o l­
maz şart olarak görmeye; Arap milliyetçileri ise Arapların tekrar si­
yaset sahnesine dönüşünün Türk siyasetinin etkisinden arınm ak­
la m üm kün olabileceği kanaatini bir önkabul olarak ben im sem e­
ye başlamışlardır. Bu çerçevede Türk entellektüelleri Arap etkisin­
de geliştiği varsayılan Selçuklu-O sm anlı birikim ini atlayarak İs-
lam -ö n cesi Türk kültürü ile m oderniteyi irtibatlandırm aya çalışır­
ken, Arap entellektüelleri Arap D ünyasının baskı altında tutuldu­
ğunu düşündükleri Selçuklu-Osm anlı dönem lerini atlayarak Eme-
vî-Abbasî dönem ine atfen yeni bir siyasal yapı ve kültür oluştur­
m aya çalışmışlardır.
Özellikle I. Dünya Savaşından sonra Arap-yoğunluklu toprak­
lardaki Türk idaresinin sona erm esi ve sömürge idarelerinin kur­
duğu eğitim sürecinde yetişen Arap eliti -ki bugün Arap siyasetinin
yaşlı tem silcileri bu nesle m ensuptur- Selçuklu-O sm anlı d önem ­
lerini Arapların tarih sahnesinden itildiği, dolayısıyla da yaşanan
gelişm eleri takip edem ediği bir tarih dilimi olarak görmeye başla­
mışlardır. Bu nesil Arap entellektüelleri için 1258’de Bağdat’ın dü­
şerek Abbasi D evleti’nin fiilen yok olduğu tarih ile m odern Arap
m illiyetçiliğinin ve Arap ulus-devletlerinin doğduğu tarih arasın­
daki dönem , özellikle de Osmaniı egem enliğindeki (1516-1918)
d önem tarih idrakinin dışına itilmiştir. Albert Hourani bu açm azın
Arap tarih bilinci üzerindeki tarihsizleşm e etkisini çarpıcı bir şe­
kilde ortaya koymaktadır: "Arap tarihi ile ilgili eski kitaplarda bu
dönem le (1516-1918) ilgili fazla bir şey bulamazsınız. Ben bir kere­
sinde bu Arap tarihlerinden birinin yazarına bu dönem i niçin ki-
j— i— hı ı asırlarda aslında bir
J j S tr a te jik D e r in lik

Arap tarihinin fiilen olmadığı gerekçesini ileri sürm üştü.”8 Bu b a ­


kış açısında, Osmaniı egem enliği olm asaydı Arap D ünyasının yıkı­
cı Batı söm ürgeciliği ile belki de bir kaç asır önce yüzleşm ek zo­
runda kalacağı ve m uhtem elen de aynı dönem de söm ürgeci id a­
reler altında kalan diğer bir çok bölge gibi yoğun bir tasfiyeden ge-
' çeği ihtim ali gözardı edilmektedir. Osmaniı egem enliğinin Arap
D ünyasının gelişm esini engelleyen söm ürgeci bir yapı değil, bu
asırlarda dünyanın değişik bölgelerinin bir kasırga gibi kültür ta s­
fiyesinden geçiren Batı söm ürgeciliği karşısında koruyucu bir kal­
kan olduğu anlaşılm aksızm söm ürge eğitim inden geçen Arap en ­
telektü ellerind eki anti-O sm anlı im ajını kırmak çok güçtür.
Yaklaşık dokuz asırlık Selçuklu-O sm anlı asırlarını tarih idraki­
n in dışına iten her iki tepki de bir t ü r " tarihsizle şm e" p roblem ati-
ğini beraberin de getirm iştir.9 Bu yaklaşım b içim leri B a tı’daki
ulus-devlet oluşum tecrü besini de yeterince jzley em em en in so­
nucunda tepki uçları haline dönüşm üşlerdir. Bu yaklaşım ın aksi­
ne Rom a ve Vatikan’ı bünyesinde barındıran İtalya’nın ulus-dev­
let oluşum u da, G erm en unsurları bünyesinde barındıran A lm an­
y a’nın ulus-devlet haline dönüşm esi de ortak Kutsal R om a-G er-
m en tarihî tecrü be birikim ini reddederek değil, gerek kültürel ge­
rekse kurumsa] düzlemde bu tarihî tecrü b e birikim ini kullanarak
gerçekleşebilm iştir.
Selçuklu-O sm anlı birikim lerinin m odernleşm e önünde bir en ­
gel teşkil ettiği konusunda ittifak eden her iki tepki de bir diğerinin
kendisi üzerindeki etkisini m od ernleşem em enin gerekçesi olarak
görmüşlerdir. Bu dönem Türk seçkinleri için m od ern leşem em e­
n in önündeki engel Arap etkisindeki kültür birikimidir, dolayısıyla
da bu birikim i tem sil eden coğrafyanın tesirinden kurtulm adan
m odernleşm ek m üm kün olamaz. Bu nedenledir ki, genelde Türk
seçkinlerindeki Ortadoğu im ajı kültürel yönüyle terkedilm esi ge-
R BB

8 Albeıt Houram , “The O ttom an Backgıound of the M odern Middle Kast”, (der.)
• Kemal fCarpat, The Ottoman State and Its Place in. World History, Leidesi: Brili, 1974,
s. 61.
9 Ulus-devlet oluşum undaki tarihî süreklilik problem atiği ve Osmaniı tarihinin an ­
laşılması üzerindeki etkileri için bkz. Ahm et Davutoğlu, "Tarih idraki oluşum unda
m etodolojinin rolü: M edeniyetlerarası etkileşim açısından dünya tarihi ve O sm an­
lI ”, Dîvân İlmî Araştırmalar, 1999: 2, S. 7. s. l-fi.'-î
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o iitik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi

reken geri kalmışlığı tem sil ederken, I. Dünya Savaşındaki tecrü ­


belerden beslenen siyasî yönüyle de müm kün oldukça uzak du­
rulm ası gereken bir askerî/siyasî risk alanıdır. Edebî form unu Fa-
lih Rıfkı’mn Zeytindağı rom anında, popüler form unu ne Arabın
yüzü ne Şam'ın şekeri deyişinde bulan bu algılama biçim i Türk
diplom atlarım , araştırm acılarını ve siyaset yapım cılarım öylesine
etkilem iştir ki, bölgeye dönük tahliller hem en hem en tümüyle dış
kaynaklardan beslenir olmuştur. Türkiye’nin bölgenin kültürüne,
siyasetine ve iç dengelerine yabancılaşm ası, hatta bir ölçüde ko­
puşu, bölgedeki değişm elerin ritm ini yakalam a im kanını yok et­
miş ve Arap im ajı ile ilgili oluşan genel önkabuller dış politika ya­
pım ının m erkezine yerleşmiştir.
Arap seçkinleri için ise Arapların m odernleşem em elerinin se­
b ebi Araplar ile Batı arasında bil- perde teşkil eden Türk bariyeri­
dir, dolayısıyla da Arapların rüştünü ispat etm esi Türk etkisinden
kopuşla m üm kün olabilir. Dört asırlık Osm aniı hakim iyeti O rtado­
ğu’nun Türk olm ayan unsurları arasında Doğu Avrupa uluslarının
Almanlara, Doğu Asya topluluklarının Japonlara duydukları tür­
den bir gizli hayranlıkla keskin red psikolojisini doğurmuştur.
Arapların tarih sahnesine dönüşünü Türk etkisinden kopuşa bağ­
layan bu yaklaşım biçim i gizli bir kendini ispat dürtüsü ile birle-
şince karşı bir kopuşu beraberinde getirmiştir. Türkiye ile Suri­
y e’nin coğrafî ve kültürel olarak bu kadar yakın olmakla birlikte
diplom atik ve siyasî olarak bu derece birbirinden uzak oluşları,
ancak ve ancak bu karşılıklı kopuş psikolojisi ile izah edilebilir.
Bölge insanın ın duygusal karakteri bu karşılıklı kopuş psikolojile­
rinin rasyonel diplomasiyi baskı altına alm asına yol açm akta ve
karşılıklı çıkarları maksim ize edebilecek ortak unsurlar dahi ras­
yonel bir müzakere süreci içinde görüşiılememektedir.
Özellikle seçkinlerin bilinçaltlarm ı etkileyen bu karşılıklı algıla­
m a biçim lerin in oluşturduğu psikolojik engeller Türk-Arap ilişki­
lerinin diplom atik düzeydeki seyrini de, küresel ve bölgesel düzey­
deki m uhtem el katkılarım da olumsuz yönde etkilemektedir. Bu
etkilerin farkında olm akla birlikte rasyonel bir ilişki geliştirmeksi-
zin Türk-Arap ilişkilerinin sağlıklı bir zem ine kavuşması güçtür.
Çok yakın bir dönem e kadar devlet tecrübesine sahip olmayan
ülkelerinin bu konuda psikolojik tepkilerle davranması mazur gö­
| S tratejik D erinlik

rülebilir; a n c a k Türkiye gibi bölgede yaklaşık dört asırlık m utlak ve


kesintisiz egem enlik kurmuş bir tarihî m irasa sahip bir devletin bu
psikolojik engelleri aşarak bölgeyi bütün unsurlarıyla anlayabilen,
tahlil edebilen, yönlendirebilen ve kuşatabilen bir stratejik yakla­
şım biçim i geliştirm esi gerekir.
b. Ortadoğu Dengeleri ve Türk-Arap İlişkileri
I. Dünya Savaşında İngiltere’nin etkisiyle de tırm anarak yaşa­
nan olumsuz tecrübeler ile bu tarih anlayışı birleşince Türkiye ile
O rtadoğu'nun Arap unsuru arasındaki ilişkilerde m eydana gelen
bu kopuş psikolojisi iki dünya savaşı arasındaki dönem de birike­
rek ve artarak derinleşmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya
çıkan çift kutuplu yapılanm a bölgesel politikalarda oluşm aya b aş­
layan bu karşıtlıkları besleyen sonuçlar doğurmuştur. Bu kopuş
psikolojisi hem Türkiye’nin hem de I.I. Dünya Savaşından sonra
sömürge devrimleri ile bağım sızlıklarını kazanan Arap ülkelerinin
çift kutuplu blok yapılanm asına bölgesel politikalar açısından h a ­
zırlıksız yakalanm asına yol açmıştır.
II. Dünya Savaşından h em en sonra kuzeyden gelen Sovyet te h ­
didi baskısını derinden hisseden ve bu nedenle Batı Blokuna ka­
yan Türkiye, O rtadoğu’da ortaya çıkan her yeni devletin m uhtem el
bir Sovyet müttefiki olm asının doğurabileceği kıskaca karşı psiko­
lojik, diplomatik ve taktik hazırlığı iyi yapılm am ış refleksler gös­
term iştir. Stratejik nitelikli bir bölgesel planlam adan çok bu blok-
eksenli reflekslerin sonucunda İsrail'i ilk tanıyan ülkeler arasında
yer alınm ası, Süveyş bunalım ı konusunda takınılan tavır, Bağdat
Paktı’nm kurulm ası ve Suriye ile savaşın eşiğine gelinen gerilim
zaten varolan psikolojik birikimi siyasî bir karşı kutup algılam ası­
na dönüştürmüştür. Bu dönem de Batı ülkelerine karşı antı-sö-
m ürgeci bir siyasî söylem ve m ücadele geliştirmeye başlayan Arap
kamuoyunda Türkiye bu kez sömürge ülkelerinin bölgedeki stra­
tejik ortağı olarak görülmeye başlanm ıştır. Türkiye’nin m ensubu
bulunduğu Batı Blokunun genel tercihleriyle uyumlu bir şekilde
geliştirdiği bölge politikası sadece bölgeyle ilgili sonuçlar doğur­
makla kalmamıştır. Anti-söm ürgeci söylemi alternatif bir uluslara­
rası siyasî bloklaşm anın m erkezine yerleştiren ve çoğu sömürge
devrimleri ile kurulmuş olan ülkelerden oluşan Tarafsızlar Bloku
nezdinde de ciddi bir itibar kaybına yol açan bu politika doğunun
O rta d o ğ u : K ü re se ! E k o tıo m i-P o lltik ve Stratejik D e n g e le rin Kilidi ^

ilk anti-söm ürgeci bağımsızlık savaşını yapmış Türkiye için ö n em ­


li bir uluslararası yalnızlaşm a sürecine de sebep olmuştur.
Altmışlı yıllarda Türkiye’nin Kıbrıs, Arap ülkelerinin de Filistin
ekseninde yaşadığı gelişm eler h er iki tarafın da bölge politikaları­
nı blok-eksenli küresel politikalardan ayrıştırm aları sonucunu d o­
ğurmuştur. 1964 Kıbrıs bunalım ı esnasında ABD ile yaşanan ger­
ginlik ve Johnson M ektubu Türkiye’nin tek-yönlü ve blok-eksenli
dış politika yapılanm asında ciddi bir değişim in önünü açarken,
1967 Savaşından alınan yenilgiden sonra Nasır liderliğindeki Arap
m illiyetçiliğinin düşüşe geçm esi de Mısır başta olm ak üzere radi­
kal Arap ülkelerinin tavırlarını gözden geçirm elerine yol açm ıştır.
Her iki tarafın iki ulusal m esele etrafında yaşadığı şoklar farklı
yönlerde dış politika revizyonuna sebep olmuştur. Türkiye Joh n ­
son M ektubundan sonra bir taraftan SSCB ile ilişkilerini geliştirir­
ken diğer taraftan ilerleyen yıllarda bu konuda B M ’deki yalnızlığı­
nı giderebilm ek için başta İKÖ üyesi ülkeler olm ak üzere Tarafsız­
lar Bloku ülkeler nezdindeki ilişki boşluğunu giderici çabalar içine
girmiştir. Arap ülkeleri de bir taraftan kendi aralarında farklı blok
tercihlerinden doğan çelişkileri giderici adım lar atmaya, diğer ta ­
raftan da Özellikle M ısır örneğinde olduğu gibi 1967 yenilgisinden
kısm en sorum lu tuttukları SSCB ile ilişkileri gözden geçirm eye
başlamışlardır.
Karşılıklı diplom atik destek ihtiyacının getirdiği pragm atik
konjonktür tarihî/psikolojik engellerin devre dışı kalm asına yol
açın ca Türk-Arap ilişkileri yetm işli yıllarda iyileşm e tem ayülüne
girmiş, seksenli yılların başlarında ise yoğun ekonom ik bağlantı­
larla ortak çıkar alanları oluşm aya başlam ıştır. Türkiye ile Irak’ı o r­
tak bir çıkarda biraraya getiren Kerkük-Yumurtalık boru hattı gibi
projeler bu dönem in eseridir. Seksenli yılların ilk yarısında Mısır,
Irak ve Suudi Arabistan gibi önem li Arap ülkeleri ile farklı ek sen ­
lerde ve farklı araçlarla geliştirdiği ilişkiler Türkiye'nin bölge ü ze­
rindeki etkinliğini artırmıştır. İran-Irak Savaşında takip ettiği aktif
tarafsızlık politikası ile Irak üzerindeki etkinin artırılm ası, Camp
David Anlaşm asından sonra diğer Arap ülkeleri tarafından dışla­
nan M ısır’ın tekrar İKÖ’ye dönüşünün sağlanm ası, İran-Irak Sava­
şı dolayısıyla güvenlik riski altında bulunan Suudi Arabistan ve di­
ğer Körfez ülkeleri ile güvenlik bağlantılarının kurulm ası Türki- |
^ Stratejik D erinlik

ye’nin belki de I. Dünya Savaşındaki geri çekilişinden sonraki en


etkin Ortadoğu politikasının doğuşunu sağlamıştır.
Ortadoğu'da yaşanan üç önemli gelişme bu trendin d eğişm esi­
ne yo] açmıştır. İran-Irak Savaşının sona ermesi, Körfez Savaşı ve
Barış Süreci. Bölge barışı için önemli bir adım olan ve Türkiye'nin
de desteklediği İran ile Irak arasmda yapılan ateşkes bölge-içi güç
dengelerinde Irak lehine bir tablonun ortaya çıkm asına yol açtı.
Irak, İran ’a karşı ciddi bir askerî başarı sağlayam am asm a rağm en
Arap ülkelerinden gelen malî destek ile îran-karşıtı küresel güçler­
den gelen silah desteği aracılığıyla savaş sonunda gerek Arap ülke­
leri arasındaki dengeyi, gerekse genel bölge dengelerini etkileyebi­
lecek bir silah stokuna sahip oldu. Irak'm lehine ortaya çıkan bu
güç dengesizliği bir taraftan İran'a karşı süren uzun savaşta Irak’ı
Arap Dünyasının koruyucu kalkanı gibi gören Suudi Arabistan,
M ısır ve Suriye gibi ülkeleri tedirgin ederken, bu ülkeyle doğrudan
sınırı bulunan ve savaş süresince bu sınır boyunda ortaya çıkan
boşluklardan mustarip olan Türkiye’yi de yeni bir denge arayışına
yöneltti. Bu dönemde tırmandırılan su m eselesi ve güney tehdidi
tanımlamaları Doğu Bloku ülkelerindeki değişim ile birleşince
Türkiye’nin dikkatleri kuzeyden güneye çevrilmiş oldu. Bu d ö­
nem de PKK teröründe de gözlenen artış ve PKK'nm Suriye'de b a ­
rınıyor olması güneyden gelen tehdit algılam alarını pekiştiren bir
etki yaptı.
Irak'm, elindeki silah stokunu Kuveyt üzerinden kalıcı bir j e ­
opolitik ve ekonomi-politik ranta çevirme teşebbü sü nü n tetikledi-
ği II. Körfez Savaşı Türkiye'nin bölge politikaları ve Arap ülkeleri ile
olan ilişkilerinde önemli etkiler yapmıştır. Herşeyden ön ce bu sa­
vaş küresel dengeler ile bölgesel dengeler arasındaki etkileşim i
maksimum düzeye çıkarmıştır. Bu da başta Türkiye olm ak üzere
küresel dengeleri gözetme zorunluluğu hisseden ülkelerin bölge­
sel manevra alanlarını daraltmıştır. Türkiye'nin uluslararası koa­
lisyonun liderliğini üstlenen ABD'den daha talep gelm eden boru
hattını kapatması ve İncirlik üssünü askerî operasyonlara açm ası
yanında üst düzeyde ofansif bir söylem benim sem esi Arap D ünya­
sında ellili yıllarda oluşan batılı güçlerin desteğiyle 'da operasyon­
lara girişen Türkiye imajını tekrar uyandırmıştır. Irak'm oluşturdu­
ğu tehditten tedirgin olan Arap ülkeleri bile bu durumdan rahat­
sızlık duymuşlardır.
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D en gelerin Kilidi

Bu savaş sonucunda Irak’m fiilen üçe bölü nm esinin kuzeyde


ciddi bir güç boşluğu doğurm ası ve Türkiye için Türk-Irak sınırını
sadece dış güvenlik için değil, iç güvenlik için de hassas bir hat
haline dönüştürm esi karşılıklı güvensizliği daha da pekiştirmiştir.
Bu h attın PKK sızm aları ile içe doğru, Türkiye’nin karşı m ü daha­
leleri ile de Irak derinliğine doğru esnem eye başlam ası Ttirkiye-
Irak sınırını sad ece iki ülke arasındaki sınır olarak değil, bir Türk-
Arap sınırı olarak gören Arap ülkelerinin karşı tepkilerini doğur­
m aya başlam ıştır. D aha sonraki dönem lerde Irak’m cezalandırıl­
m asın a yönelik İncirlik çıkışlı her askerî operasyon Türkiye ile
Arap ülkeleri arasındaki gerilimi artırıcı bir etki yapm ıştır. Özellik­
le Irak’ın kom şu Arap ülkelerine yönelik aktif tehdidinin b itm e­
sinden sonra bu operasyonlara yönelik ortak Arap tepkileri o p e­
rasyonu yapan ABD ve Ingiltere dışında Türkiye’ye de yönelm eye
başlam ış tır. Bu anlam da Türkiye uluslararası hukuk ile cari je o p o ­
litik konjonktür arasında ortaya çıkan belirsizliğin bölgesel fatu­
rasını üstlenm ek zorunda bırakılmıştır. Türkiye’n in bu yolla uğra­
dığı ekonom ik kayıplar, tırm anan iç güvenlik problem i ile ilgili
stratejik tablon un m erkezine yerleşm eye başlayan su m eselesi
Türkiye ile Arap D ünyası arasındaki çıkar çatışm alarını artırıcı bir
rol oynamıştır.
Böylesi bir konjonktürde başlayan O rtadoğu Barış Süreci
Türk-Arap ilişkilerini olum suz yönde etkilem iştir. Türkiye'nin bu
sü recin m erkezinde yer alm am ası ve bu sürecin özellikle ek o n o ­
mik alanla ilgili toplantılarına dahi aktif bir üye olarak çağrılm a­
m ası Türkiye’n in bölge üzerindeki etkinliğini zayıflatmıştır. Türki­
ye'nin bu zayıflığı giderecek şekilde bütün bölgeyi kuşatacak pro­
jelere yönelm ek yerine Barış Sürecinin sağladığı uygun kon jon k­
türde İsrail ile yoğunlaşan ilişkilere girmesi, Türk-Arap ilişkilerin­
deki deklare edilm em iş gerilimi su yüzüne çıkarm ıştır. Taktik ge­
rekçelerle başlatılan İsrail ile ilişkilerin zam anla özellikle ortak
güvenlik alanlarına yönelm esi, bu ilişkinin Arap ülkelerince stra­
tejik bir ittifak gibi algılanm ası sonucunu doğurmuştur. İsrail ile
üst düzeyde yürütülen tem aslar Ortadoğu'da ABD destekli bir
Türk-İsrail-Ü rdün ekseni doğm akta olduğu yolundaki sen aryo­
larla b iıieşin ce Türkiye ile zaten problem li ilişkileri olan Suriye gi-
ı-i - -1*—■ı— Aron Vamıınvımu harekete geçirm e şansı oluşmuştur.
^ Stratejik D erinlik

Ellili yıllarda Batı söm ürgecilerine, altm ışlı ve yetm işli yıllarda İs ­
rail'e, seksenli yıllarda İran ’a yönelik Arap m illiyetçiliğinin tehdit
algılaması doksanlı yılların ortalarında Türkiye’ye doğru yönelm e
riski taşımaya başlamıştır. 1996 yılındaki Arap Zirvesi bu yönelişin
izlerini yansıtmıştır.
Arap Dünyasındaki bunalım ın Türkiye'nin de Soğuk Savaş son ­
rası dönemde ortaya çıkan yeni stratejik ortam ı değerlendirm e sü­
reci içine girdiği bir dönem de yaşanm ış olması, Türkiye-Suriye ve
Türkiye-lrak ilişkilerinin hızlı bir ivme ile yeni bir dinamik ortam a
girmesi sonucunu doğurmuştur. Irak'ta ortaya çıkan boşluğun Ku­
zey Irak problem ine endekslenen Irak politikasını, PKK terörü ve
bu terörün sağladığı uluslararası desteğin bu faktöre indirgenen
Suriye politikalarını devreye sokmuş bulunm ası, karşılıklı ilişkile­
rin gerilmesini tırm andırm ıştır.
c. Ortadoğu ile İlgili Projeksiyonlar ve
Türk-Arap İlişkilerinin Geleceği
Küresel ve bölgesel param etrelerin yeniden belirlendiği bir
konjonktürde ve gerek Türkiye'nin gerekse bir bütün olarak ve tek
tek Arap ülkelerinin ciddi bir dönüşüm süreci içinde bulunduğu
bir dönem de Türk-Arap ilişkilerinin rasyonel bir zem inde tekrar
kurulabilm esi sadece tarafların karşılıklı çıkarları açısından değil,
bölgesel barış açısından da büyük bir önem taşımaktadır. Böylesi
rasyonel bir zem in herşeyden ön ce karşılıklı psikolojik rezervlerin
aşılması, ortak bir bölge kaderi bilincinin yerleşm esi ve karşılıklı
ilişkilerin kürese] denge kaym alarının yönlendirm esine bırakılm a­
m ası ile m üm kün olabilir.
Bu çerçevede Türkiye her şeyden ö n ce Arap D ünyası'm n n ab ­
zını sürekli tutabilen, Arap toplum lann bünyesindeki sosyal, kül­
türel ve siyasal değişim in ritm ini yakalayabilen bir bakış açısını
d iplom asinin ön hazırlık safhası olarak geliştirm ek zorundadır.
M esela Hafız Esed sonrası Suriye'nin alacağı yeni şekil ancak ve
ancak son yıllarda Suriye’de gözlenen sosyal değişm e süreci an la­
şılarak yorum lanabilir ve bu ülkeye yönelik diplom asi ancak böy­
le bir yorum üzerinde sağlıklı bir zem ine kavuşabilir.
Böylesi bir hazırlık safhasında Arap toplum lanm tek bir kate­
goriye indirgeyen genellem eci ve yüzeysel yaklaşım dan kaçınıl­
malıdır. Böyle bir yaklaşım Fas'tan U m m an’a rrair'tcn ı~
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o liü k v e Stratejik D e n g e le rin Kilidi

dar geniş bir coğrafyaya yayılan ve bu yaygın coğrafyada farklı küi-


türel/siyasî özellikler taşıyan toplum lar arasındaki önem li n üans­
ların görülm esini ve değerlendirilm esini güçleştirirken Arap D ün­
yasını bir blok olarak görm e tem ayülü de karşı-m illiyetçilik duy­
gularım pekiştirir.
Gelecekle ilgili projeksiyonlar açısından bakıldığında Türki­
ye'nin bölgesel politikaları açısından en tehlikeli konjonktür karşı-
m illiyetçilik akım larının yükselmesidir. Özellikle büyük güçlerce
desteklenen m illiyetçilik hareketleri Türkiye'nin Ortadoğu politi­
kası için en tehlikeli dış politika opsiyonu durumundadır. Milliyet­
çilik hareketlerinin yükseldiği bir Ortadoğu konjonktürü, Türki­
ye'nin bölgede doğrudan etki kurm a yollarını kapatacak ve Türki­
ye'yi diğer aktörlere bağımlı politika oluşum larına m ahkum bıra­
kacaktır. Türkiye’nin ellili ve altm ışlı yıllarda bölgede yaşadığı yal­
nızlaşm anın arkaplam nda yükselen Arap milliyetçiliğinin izleri
vardır. Türkiye’nin özellikle Arap m illiyetçiliğinin tırm andığı bir
Ortadoğu'da etkin olabilm esi demografik açıdan m üm kün değil­
dir. M illiyetçilik akım larının ve etnik-tem elli siyasî hareketlerin
tırm andırılm ası Osm aniı bakiyesi bütün unsurları barındıran T ü r­
kiye’nin iç bütünlüğü açısından da büyük sakıncalar doğuracaktır.
Bunun İçindir ki Türkiye’nin Arap ülkelerim Türkiye-karşıtı bir
m illiyetçilik potasında birleştirecek konjonktürlerden kaçınm ası
gerekir. Suriye İle yaşanan bunalım esnasında sık sık gündem e ge­
tirilen Arap D ünyasının bölünm üşlüğü ve etkisizliği görüşü doğru
gibi görünse de, kendi içinde bölünm üş olan Arap ülkelerinin
özellikle tepki hareketlerinde biraraya gelebildiği ve Tarafsızlar
Bloku başta olm ak üzere bir çok uluslararası forum u harekete ge­
çirebildikleri unutulm am alıdır. Uluslararası forum larda Rum ve
Erm eni lobisinden sonra Arap lobisini de karşısına alan bir Türki­
ye’nin etkin diplom asi takibinde önem li engellerle karşılaşacağı
bir gerçektir.
İsrail ile çok hızlı bir süreçte ve yayılarak gelişen, bu yönüyle de
iddia edildiği taktik ve sınırlı niteliğinden uzaklaşarak stratejik bir
görünüm kazanan ilişkiler dolaylı olarak Arap milliyetçiliği dalga­
sının yükselm esine yardım cı olmuş bulunmaktadır. Ortadoğu B a­
rış Süreci ile İsrail’in Arap ülkeleri ile olan ilişkileri kadem eli bir
A v;nr.^1 ^ c ^ r r in p on re rk e n Türkiye'nin ilişkileri kadem eli bir bozul­
S tra te jik D erin lik

m a trendi kazanmıştır. Türkiye-Suriye gerginliğinden sonra Suri-


ye-İsrail barış görüşm elerinin başlam ası bu hassas dengenin ııasıl
değişebileceğini gözler önüne sermiştir.
İsrail ile geliştirilen ilişkilerin gölgesinde Suriye ve Irak gibi
Arap ülkeleri ile yaşanan ikili geriHmlerin bu ikili niteliğinden
uzaklaşarak bütün Arap Dünyasını karşısına alacak bir politikanın
takibi, Türkiye’nin fiilen bölgeden dışlanm ası anlam ına gelecektir.
Ortadoğu politikasındaki en büyük risk geniş cepheli bir bloklaş­
ma hareketinin karşısında yalnız kalmaktır. Kendisi de bir Arap ül­
kesi olan M ısır’ın Camp David A nlaşm asından sonra diğer Arap
ülkeleri tarafından b ir blok şeklinde dışlanm asının M ısır'ın bölge­
sel etkinliğini ne derece olumsuz etkilemiş olduğu unutulm am alı­
dır, Körfez Savaşından sonra bölgede tam bir yalnızlaşm a yaşayan
Irak örneği ise bölgedeki güçler dengesi param etrelerini dikkate
alm ayan politikaların risk yönünü göstermektedir.
M uhtem el bir kutuplaşm a ihtim alinin en önem li engelleyici
tedbiri Arap ülkeleri ile teketek yürütülen ikili ilişkilerin çeşitlen d i­
rilerek ve karşılıklı çıkar alanlarını genişletecek şekilde derinleşti­
rilerek geliştirilmesidir. Böylesi bir politika odaklaşmış tepkilerin
getirebileceği riskleri azaltacaktır. Türkiye-Ürdün ilişkilerinin ge­
nel seyri ile Camp David sonrası Türkiye-M ısır ilişkileri diplom atik
açıdan, Kerkük-Yumurtalık boru hattının devreye girm esinden
İran-Irak Savaşının sonuna kadar olan dönem deki Türkiye-îrak
ilişkileri, Kıbrıs bunalım ı esnasında ve ortak m üteahhitlik p ro jele­
rinin yoğunlaştığı seksenli yıllardaki Türkiye-Libya ilişkileri ortak
çıkar alanları açısından ikili ilişkilerin rolünü gösteren önem li ör­
nekler oluşturmaktadır.
Zaruri olarak ortaya çıkan bir kutuplaşm a ihtim ali karşısında
da, bölgedeki Arap olm ayan diğer M üslüm an ülke olan İran ile iliş­
kilere özen gösterilmelidir. Türk-Arap ilişkilerinin tıkandığı nokta­
da devreye girebilecek Türk-İran ilişkileri bölgesel yalnızlaşm ayı
azaltacak yegâne faktör durumundadır. Türkiye’n in İsrail ile olan
ilişkilerinin Türk-Arap-İran dengesinde Türkiye’n in yalnızlaşm a­
sına yol açacak sonuçlar doğurm am asına dikkat etm esi, Suriye ve
Irak politikalarım da kapsayan bölge politikalarının önem li bir u n ­
suru konumundadır.
Türk-Arap ilişkilerinde dikkat edilm esi gereken diğer Önemli
bir busus küresel dengeler ile bölgesel konionktür arasın d an iliş.
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i - Politik ve Stratejik D e n g e le rin Kilidi

kinin karşılıklı kutuplaşmaya yol açacak şekilde istismar edilm esi­


nin önüne geçilmesidir. Türkiye’nin Arap kamuoyu tarafından kü­
resel dengelere dayalı başka ülkelerin hesaplarının pivot ülkesi gi­
bi görülm esi bu küresel aktörün kimliğinden bağım sız olarak T ü r­
kiye’nin bölgesel im ajım ve etkinliğini zaafa uğratmaktadır. Türki­
ye bölgeye sonradan entegre olm uş bir ülke olmadığı gibi, kon­
jonktürel davranm a lüksü de olm ayan bir ülkedir. Kısa-dönem li
taktik hesaplar kalıcı stratejik imaj bozukluklarına yol açm am alı­
dır. Türkiye’nin bölgedeki tarihî derinliği ve tecrü be birikimi T ü r­
kiye'nin herhangi küresel bir blokun ya da gücün bölgedeki uzan­
tısı im ajı ile ters düşmektedir. Arap kamuoyundaki Türkiye-karşıtı
lobilerin istism arına açık böylesi bir im aj sadece Türk-Arap ilişki­
leri açısından değil, bölgesel etkinlik açısından da sakıncalıdır.
Bu tür olum suz imaj oluşum larının önüne geçilebilm esi her-
şeyden önce yatay iletişim in ve kamuoyu oluşturm a m ekanizm a­
larının etkin bir şekilde kullanılm asına bağlıdır. Genelde O rtado­
ğu’da, özelde Türk-Arap ilişkilerinde etkin olunm ak isteniyorsa üst
düzey diplom atik tem aslardaki dikey etkinlik dışında yatay ileti­
şim etkinliği de kazanılm ak zorundadır.

4. Türkiye-İsrail İlişkilerinin Küresel ve


Bölgesel Boyutları
Soğuk Savaş sonrası dönem de gerek bölgedeki genel dengeleri
gerekse Türkiye'nin bölgedeki konum unu doğrudan ilgilendiren
en önem li gelişm elerden birisi Türkiye-İsrail ilişkilerinde yaşanan
hızlı ve kapsam lı gelişmelerdir. Türkiye-İsrail ilişkilerinin İsrail’in
kuruluşundan bu yana gelen süreçteki gelişm esine baktığımızda
bu ilişkinin biri küresel diğeri bölgesel param etrelerle ilgili iki düz­
lem de seyrettiğim görmekteyiz.
a. Küresel Boyut
Küresel param etrelerin tem elinde Tl. Dünya Savaşı sonrasında
ortaya çıkan uluslararası konjonktürde İsrail’in bir devlet olarak
ortaya çıkışını sağlayan uluslararası güç ekseni ile Türkiye'nin bu
dönem de Sovyet tehdidi dolayısıyla yapm ak zorunda olduğu blok
tercihi arasındaki uyum yatmaktadır. İsrail’in bir bölge gücü ola­
rak tarih sahnesine çıkışını incelediğim iz bölüm de de vurguladığı-
•’ •1- - *'i— ^ « * lıeıl tompiHp Atlantik fîngiltere-ABD) ekse­
Stratejik D erinlik

ninin desteği ile söz konusu olmuştur. Türkiye de II. D ünya Sava­
şında söz konusu olan Sovyet tehdidini aym eksen doğrultusunda
stratejik bir tercih yaparak aşmıştır. Bu küresel eksen paralelliği İs­
rail açısından Türkiye’yi kaçınılm az bir bölgesel partner konum u­
na getirirken, Türkiye bölgesel politika oluşum unda İsrail'in küre­
sel bağlantılarını ve özellikle ABD bünyesindeki ve üzerindeki et­
kisini sürekli gözönünde bulundurm uştur.
Bu küresel eksen paralelliğinde İsrail’in bölgesel nitelikli bir
ulus-devlet olm a niteliğinden çok, başta ABD olm ak üzere küresel
güçler üzerinde baskı gücüne sahip uluslararası Yahudi lobisinin
gücü etkili bir rol oynamıştır. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye-İs­
rail ilişkileri Türkiye-ABD ilişkileri ile karşılıklı bir geçişkenlik özel­
liği taşım ıştır. Özellikle Rum ve Erm eni lobilerinin Türkiye-karşıtı
etkinlikleri, Yahudi lobisinin desteğini bir karşı-denge unsuru ola­
rak gündem e getirmiştir. Yahudi lobisi de bu dengeleyici rolünü
Türkiye-İsrail ilişkilerinin önünü açıcı şekilde kullanm aya özen
göstermiştir.
İsrail’in ABD üzerindeki bu etkisinin küresel ve blok-içi faktör­
leri yan destek unsurları olarak harekete geçirm esi Türkiye’nin İs ­
rail ile olan bölgesel nitelikli ilişkilerinde ciddi bir baskı unsuru
oluşturmuştur. Bir taraftan bölgedeki Arap ülkelerinin talep lerin ­
den, diğer taraftan da blok-içi etkilerden gelen bu çift yönlü baskı,
Türkiye’nin bölgesel politikalarında denge arayışlarına ve dalga­
lanm alara yol açm ıştır. Özellikle Sovyet baskısı ve bölgede sosya­
list yayılma tehdidinin yüksek olduğu, dolayısıyla da blok-içi da­
yanışm anın önem kazandığı ellili yıllarda bu kıskaçtan kaynakla­
nan politika zigzagları dikkat çekici olmuştur.
1964 Kıbrıs bunalım ı ve Johnson M ektubu ile başlayan ve yet­
mişli yılların ortalarında Amerikan am bargosu ile tırm anan sü reç­
te Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan sıkıntılar Türkiye'nin İsra­
il İle olan ilişkilerini de bir küresel param etre olarak etkilemiştir.
Türkiye’nin bu dönem de SSCB ile özellikle ekonom ik ilişkilere gir­
m esi ve İsrail'in özellikle 1967 Savaşından sonra sad ece Arap ülke­
lerince değil, başta Tarafsızlar Bloku üyeleri olm ak üzere Batı dı­
şındaki bütün ülkelerce dışlanm ası Türkiye'nin İsrail ile olan ilişki­
lerinde teenni ile davranm asına yol açm ıştır. Petrol bunalım ı ile
daha da açıklık kazanan, İsrail'in Kurlnc'n
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi

m esi sonrasında ilişkilerin Türkiye tarafından ikinci katiplik düze­


yine indirilm esi ile en üst düzeye çıkan bu yaklaşım biçim i küresel
param etrelerin radikal bir değişikliğe uğradığı Soğuk Savaş son ra­
sı dönem de terkedilmiştir.
Soğuk Savaşın sona erm esi ile ABD'nin tek süper güç niteliği
kazanm ası ve bu niteliğini Körfez Savaşı İle Ortadoğu üzerinden
deklare ederek Yeni Dünya Düzeni kavramım öne sürmesi, bu Ye­
ni Dünya Düzeni ile birlikte Ortadoğu’da da yeni bir yapılanmaya
gidileceği kanaatini pekiştirmiştir. Bu kanaat Soğuk Savaş dön e­
m inde ABD ile olan blok ve İttifak ilişkileri konjonktürel nitelikli
düşük düzey sıkıntılara rağm en kesintisiz süren iki Ortadoğu ülke­
si olan Türkiye ve İsrail'in bu düzenlem elerde mihver ülke konu­
m unda olacakları ile ilgili beklentiler ve senaryoların yaygınlaş­
m asını sağlamıştır.
Ortadoğu Barış Sürecinin İsrail üzerindeki uluslararası blokaj­
ları kaldırm ası Soğuk Savaş dönem inde yaşadığı çift yönlü baskı
karşısında İsrail ile ilişkilerini genellikle deklare edilm em iş pozis­
yonlarda sürdüren Türkiye’nin daha rahat davranm asına yol aç­
mıştır. İsrail ise Türkiye gibi Soğuk Savaş dönem inde tem el küresel
blok tercihlerinde paralel davrandığı ülkelerle olan ilişkilerini de­
rinleştirerek daha önce ele aldığımız yeni stratejisi için diplomatik
ve ekonom i-politik açılım lar sağlamıştır. Öte yandan İsrail'in özel­
likle SSC B'nin boşalttığı alanlarda etkin bir politikaya yönelmesi,
aynı alanlara yönelik doğal bir stratejik ilgi duyan Türkiye ile bu ül­
kenin Ortadoğu-dışı alanlarda da ABD-eksenli politikalarda işbir­
liği yapabileceği kanaatini yaygınlaştırmıştı^
Çabuk ve esnek nitelikli taktik ham lelerin yönlendirdiği dina­
m ik güçler dengesinin seyrettiği uluslararası ilişkiler konjonktü­
ründe bu tarz sabit nitelikli ve stratejik görünüm ü statik bloklaş­
m a görünüm leri zam anla bu görünüm veren aktörlerin hareket
alanım daraltıcı bir etki yapar. Böylesi ittifak ilişkilerinde bu görü ­
nüm ü aşan esneklikte davranan aktörler kendi alanlarını açarken,
özellikle deklaratif ve serem onyaî nitelikli ham leler yapan aktör­
ler bir alan daralm ası ile karşılaşırlar. Türkiye-İsrail ilişkilerinde
de ben zer sonuçlar ortaya çıkm ış görünm ektedir. İlişkilerin de­
rinleştiği ilk dönem lerde her iki taraf için de küresel tercihler açı-
— ı — ---------^ , , ’inan Kıı t/örtpiic mamanla d iser küresel ve
S tratejik D erinlik

bölgesel aktörlerle ilişkiler açısm dan alternatif m aliyetler oluştur­


m aya başlamıştır.
Bu ilişkinin sağladığı im kanlar İsrail açısm dan yeni alanlar
açarken, ilişkilerin deklaratif, serem onyal, kimi zam an da ideolo­
jik görünüm lü boyutu Türkiye’nin diğer ilişkilerini olum suz yön ­
de etkilemiştir. ABD-İsrail-Türkiye üçgeni şeklinde form üle ed i­
len yakınlaşm a, Türkiye'nin b aşta AB olm ak üzere Çin ve Rusya
gibi diğer küresel aktörlerle olan ilişkilerinde belli rezervlerin
oluşm asını da beraberind e getirmiştir. Öte yandan başta İKÖ ol­
m ak üzere Asya-Afrika grubu ülkelerle olan ilişkilerde de bu statik
görünüm lü diplom atik angajm an belli bir yük oluşturm aya b a şla ­
mıştır.
b. İsrail’in Bölgesel Stratejisi, Ortadoğu Barış Süreci ve
Türkiye-İsrail İlişkileri
İsrail’in bölgedeki konum unu incelediğim iz bölüm de de vur­
guladığımız gibi, bölgede kendini dar bir şeride hapsolm uş hisse­
den ve ciddi bir güvenlik problem i ile karşı karşıya olduğu gerçe­
ğini stratejik param etrelerin m erkezine yerleştiren İsrail için bö l­
gedeki varlığın ve etkinliğin üç tem el şartı olagelm iştir: (i) U lusla­
rarası güvenlik desteğinin ve hukukî m eşruiyet tem elinin sağlan­
m ası; (ii) ilk planda bir Arap-İsrail problem i olarak algılanan O rta­
doğu problem atiğinde Arap-olm ayan Ortadoğu unsurlarının aktif
desteğinin ya da en azından pasif tarafsızlığının sağlanması; (üij
Arap ülkelerinin b ir blok haline gelm esini önleyecek m anevralarla
Araplar arası dengelerin ritm inin kontrol edilm esi.
Daha çok küresel boyut çerçevesinde ele aldığım ız birinci şart
özellikle ABD'nin aktif desteği ve uluslararası örgütü bu destek
çerçevesinde yönlendirm esi ile tem in edilmiştir. İsrail aleyhine
BM'de alm an bir çok kararm ABD tarafından veto edilm esi bu n u n
açık bir göstergesidir.
İkinci şart İsrail’in kuruluşundan b eri sürdüregeldiği politika­
nın önem li bir unsurudur. İsrail'in kuruluşundan hem en sonra g e­
liştirilen dış çevre {Periphery Pad) kavramı İsrail'in Arap ülkeleri­
ni çevreleyen İran, Türkiye ve Etiyopya gibi Arap olm ayan ülkeler­
le yakm işbirliği içine girm esini öngörüyordu. O dönem de Ben
G urion'un Türkiye’yi gayriresm î ziyaretinde de öngörülen bu iş­
birliği o günden bu güne İsrail’in sürekli gözönünde bulundurdu­
O r M o J U : K ü rese! G k o n o m i-P o u m v e sttal<,jik D e n g t t e l n ^

ğu biı param etre olmuştur. Şah döneminde İran ile yürütülen ya-
km ilişkide de aynı yaklaşım ın izleri vardır. Bu ülkelerin Arap ülke­
leriyle yaşadığı çelişkiler bölgesel m anevra alam açısından İsrail
için büyük bir önem taşımaktadır. Bu çerçevede İran'da Şah ’m
düşm esi ile birlikte yaşanan gelişm eler İsrail’in bölgesel denge
oluşturm a çabalarında bir zaaf oluşturm uşsa da, M ısır Camp D a­
vid Anlaşm ası ile diplom atik anlam da enterne edilmiş olduğu için
İsrail’in total bir bölgesel risk ile karşı karşıya gelmesi söz konusu
olmamıştır.
Arap olm ayan ülkelerle geliştirilen ilişkiler İsrail için özellikle
daha dinam ik konjonktürün hakim olduğu geçiş dönem lerinde
göreceli olarak istikrarlı bölgevsel politikalar oluşturabilm ek açısm ­
dan büyük bir önem taşımaktadır. Soğuk Savaşın sona erm esiyle
ortaya çıkan dinam ik konjonktürde İsrail'in Körfez Savaşı ve O rta­
doğu Barış Süreci ile oluşan son derece uygun konjonktürü de kul­
lanarak Türkiye ile kadem eli bir şekilde daha yakın işbirliğine yö­
nelen adımları kararlı bir şekilde yürütmesi bu açıdan genel bölge­
se! strateji içinde süreklilik arzeden bir unsur niteliğindedir.
Bölgesel stratejinin üçüncü şartı olan Arap ülkelerinin bir blok
haline gelm em esi ise gerek Arap politikasının iç dinamikleri, gerek
uluslararası bağlantıların etkin kullanımı, gerekse Arap ülkeleri
arasındaki ikili ihtilaflar yoluyla gerçekleştirilmiştir. Bu bölüm ün
başında ele aldığımız üçgen m ekanizm ası dinam ikleri İsrail tara­
fından son derece etkin bir diplomasi ve gerektiğinde reelpolitik
güç kullanım ı ile yönlendir ile bilmiştir. Tek tek Arap ülkelerinin İs­
rail ile yürüttüğü ilişkilerin seyri bunun ilginç örnekleri ile yüklü­
dür. İsrail'in Ürdün ve Suudi Arabistan politikalarındaki İngiltere
ve ABD bağlantılı süreklilik unsurları, bir dönem radikal Arap p o ­
litikasının öncüleri olan Mısır ve FKÖ’nün İsrail ile doğrudan iliş­
kiler sathına çekilm esi esnasında uygulanan çok opsiyonlu diplo­
masi, İran için tehdit odağı haline gelen ve Arap D ünyasında kitle­
sel hareketlenm eler doğurabilecek bir karizm a oluşturan ellili yıl­
lardaki Nasır M ısır’ının ve seksenli yılların sonlarındaki Saddam
Irak’ının diğer kimi Arap ülkelerini de içine alan karşı koalisyon­
larla etkisiz kılınm ası gibi politikalar bu açıdan dikkate şayan te c ­
rübeler ve unsurlar ihtiva etmektedir.
Stratejik D erinlik

Soğuk Savaş sonrası dönem de hızlı ve kapsam lı bir ivme göste­


ren Türkiye-İsrail ilişkileri İsrail açısm dan bu üç dayanağı da güç­
lendiren etkiler yapmıştır. Bölgenin en önem li güçlerinden biri
olan Türkiye'nin İsrail ile yakın ilişkilere girm esi İsrail’in uluslara­
rası m eşruiyet çabalarını güçlendirmiştir. Arap-olm ayan dış çevre
ülkelerinden birinin yakın stratejik işbirliği içine çekilm esi ve b u ­
nun Arap kamuoyunda doğurduğu Türkiye-karşıtı atm osfer, p ro b ­
lem ler yumağı olan O rtadoğu’daki tek çelişkili alanın İsrail-Arap
ilişkileri olmadığını, Türk-Arap ilişkilerinde de benzer gerilim lerin
olabileceğini gösterm esi bakım ından dikkatlerin bölge sathına y a­
yılmasını sağlamıştır. Ü çüncü şart açısm dan da bakıldığında, T ü r­
kiye'ye yönelik takınılacak tavır Arap ülkeleri arasında da yeni tak­
tik farklılaşm alara yol açm ıştır. Kahire Zirvesinde yürütülen m üza­
kereler bu farklılaşm aların izlerini yansıtmaktadır.
Buna karşılık Türkiye resm î deklarasyonlarda İsrail ile yürütü­
len ilişkilerin hiç bir üçüncü tarafa karşı olm adığını ısrarla vurgu­
layarak bu ilişkinin kendi alanını daraltm asını engellem eye çalış­
mıştır. Ancak ilişkilerin hızlı gelişm e gösteren seyri ve kapsam ı bu
konudaki bölgesel tedirginliklerin aşılm asını engellem iştir. Bu iliş­
kinin PKK’yı destekleyen ve Yunanistan ile Türkiye-karşıtı bir bağ­
lantı oluşturm a çabasında olan Suriye’ye karşı taktik nitelikli oldu­
ğu, anti-terör istihbaratını güçlendirm eye yönelik olduğu, Türki­
ye’nin askerî m odernizasyon projeleri için yeni im kanlar oluştur­
duğu gibi argüm anların da Türkiye’nin doksanlı yılların sonuna
doğru bölgedeki diplom atik manevra alanının daralm asını ö n le­
mediği aşikardır. Bugün Arap ülkelerinden gelm esi m uhtem el
baskılar bir çok Arap ülkesini Türkiye ile ilişkilerde m esafeli dav­
ranm aya yöneltm ektedir. Bu tavır kadem eli bir şekilde İslam Kon­
feransı Örgütü’nün diğer üyelerine de yayılmaktadır ki, son İKÖ
toplantısında Türkiye'nin genel sekreterlik için aday olm asına h e­
m en hem en hiç bir destek bulunam am asında bu ilişkinin oluştur­
duğu psikolojik atm osferin önem li bir payı olmuştur.
Ayrıca bu ilişki Türkiye gibi bölgenin tarihî ve coğrafî derinliği
haiz en güçlü ülkesinin Ortadoğu Barış Sürecinde etkin bir rol al­
m asını sağlayamadığı gibi bu süreçte edilgen bir faktör gibi görül­
m esine de yol açmıştır. Türkiye-İsrail ilişkilerinin ilk safhasında
bölgenin diğer aktörleri ile yaşanan gerilimi telafi edecek bir s o n u ç
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

da Türkiye’nin her iki taraf nezdinde de diplomatik ağırlık kazanan


bir konum elde etmesiydi. Ancak bu da gerçekleşemedi. Türkiye
Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi ile ilgili ekonomik ve siya­
sî muhtevalı toplantılarda merkezî bir rol almadığı gibi barış görüş­
meleri sürecinde de görüşü alm an bir konum da bile görülmedi. Bu
konuda 2000 yılının Temmuz ayında gerçekleşen Barak-Arafat gö­
rüşm elerinden sonra ortaya çıkan uygun konjonktürün de çok iyi
değerlendirilebildiğini söylemek güçtür.
Gerek O rtadoğu'nun yeniden yapılanm ası, gerekse Türkiye-İs­
rail ilişkilerinin bu yapılanm a içindeki yeri yeniden değerlendirme
gerektiren unsurlar barındırmaktadır. Birincisi, Körfez Savaşı so n ­
rası dönem de O rtadoğu’da ortaya çıkan Barış Süreci ve yeniden
yapılanm a çabalarında Türkiye'nin misyonu güvenlik ile ilgili ko­
nularla sınırlanm ış gibi bir görüntü ortaya çıkmış bulunm aktadır.
Bu yapılanm ada Türkiye, güvenlik m eselesi ile ilgili konularda ak­
tif olarak gündem de tutulurken ekonom ik konularda özellikle
devre dışında bırakılmıştır. Irak, Suriye ve İran gibi ülkeleri d en e­
tim altında tutabilm ek için, Çekiç Güç başta olmak üzere bölgede­
ki bir çok güvenlik yapılanm asının maliyetini paylaşan Türkiye,
O rtadoğu'nun ekonom ik kaynaklarının yeniden dağıtılm asını
planlayan ekonom ik zirvelerde aktif bir şekilde yer almadığı gibi,
Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı gibi daha önceki kazanımla-
rmı da kaybetmiştir.
Güvenlik maliyeti ile ekonom ik çıkar arasındaki bu dengesiz­
lik, Türkiye’nin Batı Bloku ile kurduğu ilişkilerin en tem el özelliği­
dir. G eçm işte NATO’nun güney kanadının güvenlik yükünü taşıdı­
ğı halde uzun yıllar AB'nin ekonom ik rantından uzakta tutulan
Türkiye, Soğuk Savaş sonrası dönem de de Ortadoğu’da İsrail ve
Batı ülkelerinin güvenlik yükünü paylaşan am a ekonom ik kaynak­
lardan uzak tutulan bir konum da tutulm ak istendiği kuşkusu
uyanmaktadır. O rtadoğu’nun ekonom ik kaynakları üzerinde şu
veya bu şekilde söz hakkına sahip olm adan bu bölgede güvenlik
jand arm ası rolüne soyunmak ve bu yolla kendi iç güvenliğini sağ­
lam aya çalışmak, çok kolay görünen am a çok riskli bir oyundur.
Türkiye, bu yeni Ortadoğu politikasında niçin ekonom ik forum ­
lardan çok güvenlik aranjm anları ile ilgili olarak devrede tutuldu-
^ S t r a t e j i k D erinlik

İkincisi, İsrail güvenlik m eselesi ile ilgili oiarak da kendi m a­


nevra alanım açık tutm a becerisini gösterm ektedir. İsrail, bir taraf­
tan Türkiye ile güvenlik işbirliği görüşm eleri yaparken diğer taraf­
tan aynı günlerde Kıbrıs Rum Kesim ı'ne uzaktan kum andalı casus
uçakları, zırhlı piyade taşıyıcıları ve elektronik m uhabere sistem ­
leri satm a teklifinde bulunm uştur, İsrail’in Rusya ve Fran sa’dan
sonra Kıbrıs Rum K esim i'ne siiah sağlam aya çalışan ü çün cü
önem li ülke olm ası dikkat çekicidir. Türkiye-Suriye gerginliği ya­
şandığı günlerde İsrail Cum hurbaşkanı Ezer VVeizmann'm Güney
Kıbrıs Rum Kesim i'ne yaptığı resm î ziyaret hem Doğu Akdeniz’d e­
ki dengeler, hem bölgelerarası etkileşim hem de İsrail'in sürdüre-
geldiği diplom atik esneklik alanı açısm dan dikkat çekici özellikler
taşımaktadır.
Bir İsrail cum hurbaşkanının Kıbrıs Rum K esim i'ne gerçekleş­
tirdiği ilk ziyaret olm ası bakım ından da özel bir önem i bulunan
bu tem as bölgedeki diplom asi oyununun ne derece karm aşık bir
labirent içinde seyretm ek olduğunu bir kez daha ortaya koym uş­
tur. VVeizmann bu gezide, Türkiye ile İsrail arasındaki askerî ve
stratejik işbirliği konusundaki kaygılarını ve Rum halkının hissiya­
tım ifade eden Kierides'e cevaben üç tem el vurguda bu lu nm uş­
tur: 1. Türkiye-İsrail stratejik işbirliği ilişkisi kesinlikle Rum Y ön e­
tim ine karşı bir nitelik taşım am akta ve bu çerçevede İsrail'e özel
bir yükümlülük getirmemektedir. 2. Türkiye-Suriye gerginliğinin
tırm anm ası durum unda da İsrail'den Suriye’ye yönelik herhangi
bir ikinci cephe durumu sözkonusu olmayacaktır. 3. Kendi sıkıntı­
ları ile uğraşan İsrail'in Türkiye ile Rum Kesimi arasında Kıbrıs'ta
çözüm e yönelik bir arabuluculuk girişiminde bulunm ası söz ko­
nusu değildir.
Bu ifadeler İsrail'in Türkiye ile yürütülen stratejik işbirliği ile İs-
rail-Rum/Yunanistan ve İsrail-Suriye/Arap ilişkileri konusunda
çizdiği in ce ayrım hatlarını ortaya koymaktadır. Bu ayrım, İsrail’in
in ce bir diplomasi ile her üç hatta da kendisi açısm dan riskleri as-
, gariye indiren bir politika gütm ekte olduğunu gösterm ektedir.
Dikkat çekici husus İsrail’in Türkiye ile yürüttüğü işbirliği süreci
içinde gerek Rum kesim i ile gerekse Yunanistan ile olan ilişkilerini
de sıcak tutm a konusunda gösterdiği hassasiyettir. İsrail ile yürü­
tülen işbirliği sürecinin m eşruiyetini Yunanistan-Kıbrıs Rum Kesi­
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

mi-Suriye arasındaki ittifakı dengelem e çabasına oturtan görüşle­


rin aksine bu süreç içinde İsrail-Rum Kesimi ilişkileri de sıcak bir
gelişme gösterm iş ve silah ticareti de dahil geniş bir alana yayıl­
mıştır. Bu süreç içinde Türkiye'nin Suriye ve Arap Dünyası ile iliş­
kileri gerilirken, İsrail’in Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan ile iliş­
kileri gelişme tem ayülü içine girmiştir.
İsrail yetkilileri kendileri açısm dan haldi bir tercihle Israil-Tür-
kiye ve İsrail-Rum -Yunan ilişkilerini birbirinden bağım sız işleyen
iki hat üzerinde yürütmeye çalışmışlardır. Bu da onlar açısm dan
anlaşılır bir tercihtir, çünkü İsrailli yetkililer Yunanistan ve Kıbrıs
Rum Kesim i’nin Avrupa Birliği'nin Doğu Akdeniz bölgesine sarkan
ucu olduğunun farkındadır ve bölgelerarası etkileşim i gözeten bir
esneklik payı bulundurmaktadır.
Ü çüncüsü, İsrail’in Suriye ile yürüttüğü barış görüşm elerinin
gerek 1995 ayağında gerekse 2000 ayağında G olan’ın terki ile D o­
ğu A nadolu'nun su kaynaklan konusunda kurduğu ilişki Türki­
ye'nin stratejik güvenliğini büyük ölçüde belirleyecek bir Önem ta ­
şımaktadır. Ortadoğu'da hızla değişen dengeler arasında değişm e­
yen yegâne unsur bölgenin su ve petrol kaynakları ile diplom atik
m ücadele arasındaki yakm ilişkidir. Ortadoğu’da doğrudan ya da
dolaylı olarak su veya petrole dayanm ayan savaş da olmaz; bu
kaynakların dağılım ının tartışılm adığı bir barış süreci de. İlk defa
1995 İsrail-Suriye görüşm eleri sürecinde dönem in İsrail başbaka­
nı Şim on Peres, Golan tepelerindeki su kaynakları konusunda ke­
sin bir m utabakat sağlanm adan Suriye ile bir anlaşm aya varılam a­
yacağını beyan ettikten sonra bu konudaki çözüm ün G olan’ın Su­
riye'ye terk edilm esi halinde bile su kaynaklan üzerindeki İsrail
egem enliğinin sürm esi ve Suriye’nin bu konudaki su kaybının
Türkiye'deki su kaynaklarından karşılanm ası olacağını ifade e t­
miştir. Yani bu yaklaşım a göre İsrail m uhtem el bir anlaşm adan
sonra da bölgenin en önem li su rezervini barındıran ve özellikle de
İsrail’in su ihtiyacının 30% ’unu karşıladığı Taberiye gölünü b esle­
yen G olan’daki su kaynaklan üzerindeki kontrolünü sürdürecektir.
Böylece İsrail anlaşm a dolayısıyla herhangi bir su rezervi kaybına
uğramayacaktır. Buna mukabil Golan tepelerinin toprağına sahip
olacak olan Suriye verdiği bu taviz dolayısıyla kaybettiği su kay­
naklarım Türkiye üzerinden sağlayacaktır.
j S tra te jik D erinlik

D aha sonra 2000 yılındaki görüşmelerde de dile getirilen bu gö­


rüş O rtad o ğ u ’d aki dengelerin ne kadar kaygan bir zem inde seyret­
tiğini bir kez d aha ortaya koymuştur. Türkiye artık İsrail ile yürüte-
geldiği ilişkilerin pasif ve edilgen tarafı görüntüsünden sıyrılarak
bu ilişkileri genel Ortadoğu politikası ve bu politikanın bölgelera-
rası etkileşim alanları ile ilgili sonuçları çerçevesinde yeni bir d e­
ğerlendirm eye tâbi tutm a ihtiyacı ile karşı karşıyadır. Bölgenin bü ­
tününe dönük kapsayıcı stratejiler geliştirilm eden ortaya konan
ikili taktik ilişkilerin stratejik mihver haline dönüşm esi dinam ik
uluslararası konjonktürde kısıtlayıcı sonuçlar doğurması kaçınıl­
mazdır. O rtadoğu’daki gelişm eler bugün Türkiye'ye her dönem de-
kinden daha fazla etkinlik kazandırabilecek özellikler taşımaktadır.

5. Tarihî Derinlikten jeopolitik Etkileşime


Türkiye-İran İlişkileri

Yakın kıta havzası ile ilgili bölüm de bir örnek ülke olarak kısa­
ca üzerinde durduğumuz gibi İran ’ın en Önemli özelliklerinden b i­
risi bu ülkeyi jeopolitik etkileşim alam haline getiren bölgeler ve
kıtalararası geçiş niteliğine sahip olmasıdır. İran ’ın tarihi seyrini
de etkileyen bu özellik bu ülke ile Türkiye arasındaki benzerlikle­
rin de tem elini oluşturmaktadır. İran da Türkiye gibi herhangi bir
bölgeyle sıııırlandırüabilecek veya tek bir jeopolitik havzaya indir­
genebilecek bir ülke değildir.
a. Tiirk-İran İlişkilerinin Jeopolitik ve Tarihi Arkaplani:
Türk ve İran jeopolitiği arasında yapılacak bir m ukayese hem
bu ülkenin jeopolitik özelliklerim hem de Türk-İran ilişkilerinin
coğrafi zorunluluk alanlarını ortaya koyacaktır: (i) İran da Türkiye
gibi Asya-Avrupa güney bağlantısının ana geçiş hattı üzerinde b u ­
lunm aktadır ve bu iki ülke kuzeyde Rusya’nın tek başın a sağladığı
step geçişinin alternatifini güneyde ılım an iklim kuşağındaki daha
girift bir tabiî coğrafya üzerinden birlikte sağlamaktadır; (ii) her iki
ülke de Avrasya anakıtasınm kuzey-güney m erkezi geçiş h attını
oluşturan Kafkaslarla doğrudan sınıra sahiptir ve Türkiye bu ku­
zey-güney geçiş hattının batı yakasını oluşturan Balkanlara, İran
da doğu yakasım oluşturan Orta Asya-Afgan-Hint hattına k om şu ­
dur; (iii) Avrasya kıtasının dört önem li iç denizi ve körfezinden iki­
G ria d o g u : K üresel E k o n m rıi-P o îiü k v e Stratejik D e n g e le rin Kilidi

sinin bağlantısı Türkiye (Karadeniz ve Akdeniz), diğer ikisinin bağ­


lantısı ise İran (Hazar ve Basra Körfezi) üzerinden sağlanm aktadır;
(iv) her ikisi de tem el özellikleri itibarıyla Batı Asya gücü olan bu
iki ülkeden Türkiye Güney Avrupa, İran ise Güney Asya ile doğru­
dan irtibatlıdır ki bu Avrasya anakıtasınm güney bağlantıları a çı­
sm dan büyük bir Önem taşım aktadır; (iv) bu çerçevede Türkiye Af-
roavrasya anakıtasınm kesişim alanında bulunan Ortadoğu bölge­
sinin Avrupa bağlantısını, İran ise Asya bağlantısını oluşturm akta­
dır; (v) Avrasya anakıtası için geliştirilen jeopolitik kavramlar kul­
lanılarak bir tanım lam a yapılırsa Rimland (kenar kuşak)'in m erke­
zi hattını oluşturan bu iki ülke Heartland (mihver alan)'a egem en
olan gücün (Rusya) baskısını sürekli olarak hissetm işlerdir ki bu
özellik iki ülkenin m odern dönem deki siyasî ve stratejik tercihleri­
ni etkilemiştir.
Bu jeopolitik özellikler Anadolu coğrafyası ile İran ’ı stratejik
açıdan birbirine bağımlı kılmıştır. Tarih bize bu karşılıklı bağım lı­
lığın ilginç örneklerini sunmaktadır. Anadolu’nun Balkanlarla
olan irtibatı da gözönüne alındığında Avrasya kıtasının güney ku­
şağını harm anlayan büyük ölçekli siyasî yapılar bu bağımlılığı
stratejik bütünlüğe dönüştürebildikleri ölçüde başarılı olm uşlar­
dır. Perslerden Büyük İskender’e, Bizans'tan Sasanîlere ve Selçuk­
lulara, O sm anlI’dan Safevîlere kadar uzanan bölge tarihi, Balkan-
lar-Anadolu-İran hattının karşılıklı etkileşim inin eseridir. İm para­
torluğunun çekirdeğini İran ’da kurduktan sonra Anadolu'da em -
peryal yapının tem erküzünü sağlayan ve em peryal açılım ım B al­
kanlara taşıyan D arius'un doğu-batı doğrultusundaki stratejik y a ­
yılm ası Büyük İskender'de bir ayna etkisiyle batı-doğu istikam e­
tinde kendini göstermiştir. İm paratorluğunun çekirdeğini Balkan­
larda oluşturduktan sonra Anadolu’da em peryal tem erküzü sağla­
yan Büyük İskender de stratejik açılım ını İran üzerinden Hind’e
doğru gerçekleştirm iştir. Rom a/Bizans-Sasanî dengesi Darius ve
Büyük İskender'in Avrasya’nın güneyini kuşatan stratejik sarkacı­
nın uzun asırlar süren bir stratejik denge haline dönüşm esini sağ­
lam ıştır. İran’ın İslam egem enliğine girmesi bu dengeyi aynı za­
m anda bir İslam -H ristiyan dengesine dönüştürmüştür.
Türklerin yoğun göçlerle ve dinamik bir askerî/siyasî güç ola­
rak İran ’a girm eleri Darius sarkacının biraz daha doğu-eksenli
1 Straıeıık D erinlik

olarak yeniden tarih sahnesine çıkm asını sağlamıştır. Orta As­


ya’daki dinamik ve hareketli göçebe geleneğinden yerleşik devlet
geleneğine geçiş sürecinde devletin çekirdeğini M averaünnehir'in
batısında (Dandanakan) oluşturan Selçuklular güç tem erküzünü
İran ’da sağladıktan sonra stratejik açılım larım Anadolu istikam e­
tinde gerçekleştirmişlerdir.
İran ve Turan gelenekleri arasındaki bu etkileşim uzun d önem ­
li siyaset sosyolojisi dönüşüm ü açısm dan da son derece önem li
ipuçları barındırm aktadır. Selçuklu Türklerini İran ’a taşıyan Al­
parslan hareketli Turan kültürünün sem bolik bir isim lendirm esi
olarak hem Alp hem de Arslan’dır; buna m ukabil bu hareketli kit­
leleri yerleşik İran kültürüne intibak ettirerek Büyük Selçuklu D ev­
le ti’ni kurum sallaştıran M elikşah ise hem Melik hem de Şah'tır. Al­
parslan'ın hareketli göçebe kültüründen gelen yardım cılarının ye­
rini de Melikşah dönem inin yerleşik düzenin kurulm asını da yan­
sıtan sem bol ismi olan Nizamülmülk almıştır.
16. Yüzyıldan sonra oluşan O sm aniı-Safevî dengesi hem bahsi
geçen jeopolitik bağımlüıktan kaynaklanan zorunlulukların hem
de bu siyasal dönüşüm ün izlerini taşımıştır. O sm anlıiar Selçuklu­
ların yaşadığı süreci batıya doğru yayarak ve daha da pekiştirerek
yaşamışlardır. Bu açıdan bakıldığında Orta Asya'dan gelen hare­
ketli ve dinam ik kültürü İran yerleşik kültür süzgecinden geçerek
Anadolu’ya taşıyan Selçuklu birikim i üzerinde kurulan Osm aniı
Devleti yeni siyasî yapının çekirdeğim Anadolu’da, tem erküzünü
Balkanlarda gerçekleştirmiş; stratejik açılımım da batı istikam etin­
de Orta Avrupa'ya, doğu istikam etinde İran'a, kuzey istikam etinde
steplere, güney istikam etinde de M ısır ve Hind Okyanusuna doğru
gerçekleştirmiştir. Osm aniı D evleti’ni uzun ömürlü kılan jeopolitik
unsurlardan bir tanesi de doğu-batı istikam etindeki Darius sarka­
cı ile, batı-doğu istikam etindeki Büyük İskender sarkacım bir bü ­
tün olarak gerçekleştirm iş olmasıdır. Bu başarının kuzey ve güney
istikam etindeki stratejik yayılmalar ile desteklenm iş olm ası Os-
rnanlı D evleti’ni Afro-Avrasya kıtasının iç stratejik bütünlük taşı­
yan en uzun ömürlü siyasî gücü haline dönüştürm üştür.10 Selçuk-
IB H

10 Osmaniı D evleti’nin stratejik ve kültürel kuşatıcıiıgı için. bkz. Ahm et Davutoğlu,


"Tarih idraki oluşum unda m etodolojinin rolü: M edeniyetlerarası etkileşim
açısından dünya tarihi ve O sm aniı’’, Dîvân İlmî Araştırmalar, 1999:2, S. 7, s. 1-63.
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o ü tik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi

lu-Osm anh birikim i ile kıyaslandığında daha sonra İran'a giren


Turanı unsurlara dayanan Safevîlerin M ezopotam ya’dan Mavera-
ü nn eh ir’e ve Hind’e kadar uzanan egem enlik alanları O sm anlı-Sa-
fevî dengesini, Bizans-Sasani dengesine benzer bir şekilde, Avras­
ya kıtasının güneyini kuşatan bu jeopolitik iç bütünlüğü parçala­
yan bir rekabete dönüştürmüştür. Bu iki devletin farklı mezhep
tercihleri jeopolitik rekabet ile dinî rekabetin kesiştiği, kalıcı bir re­
kabet dengesinin oluşm asına yol açmıştır.
B ütün bu tarihî ve coğrafî faktörler açısm dan bakıldığında Os-
m anlı/Türkiye-Safevî/İr an ilişkisi bir açıdan Almanya-Fransa iliş­
kisine benzem ektedir. Aynı jeokültürel ve jeopolitik hattın üzerin
de bulunan bu ülkelerin kaderleri, savaşsalar da ittifak etseler de,
b irbirlerin d en tam am en koparılam az. O sm an h 'n ın gövdesini
Anadolu'ya dayayarak Avrupa içlerine yönelik yaptığı olağanüstü
atılım biraz da Anadolu ve İran coğrafyasını bütünleştiren Selçuk­
lu m irası üzerine oturmuştur. Bu miras, Şarlm an im paratorluğu­
nun Almanya ve Fransa’nın Avrupa’yı te k b ir bünyede bütü nleştir­
me çabalarına yaptığı tarihî tesire benzem ektedir. Alm anya-Fran­
sa ilişkilerinde olduğu gibi, Türkiye ve İran kimi zam an anlaşm az­
lığa düşseler de, birbirlerini asla ihm al edemezler.
Bu iki Batı Asya gücünün karşılaşm a ve yüzleşm e hattı genelde
bugünkü Irak coğrafyasını oluşturan ve Doğu Anadolu’ya uzanan
Bağdat-D iyarbakır hattıdır. Alm anya-Fransa rekabetinin Alsace-
Lorraine hattına benzeyen bu hat üzerindeki kalıcı ve dengeli eg e­
m enlik iki tarafın kalıcı bir barışa yönelm esini sağlarken, bu hat
üzerindeki jeopolitik bölünm e iki gücün rekabetim kızıştırm akta­
dır. Osm aniı D evleti’nin bu hat üzerinde oluşturduğu kalıcı eg e­
m enlik O sm anlı-İran sınırım bölgenin en istikrarlı sınırı haline dö­
nüştürm üştür. I. Dünya Savaşı’ndan sonra bu hattın güneyinde
oluşan İngiliz egem enliği karşılıklı rekabet psikolojisini tırm and ı­
ran jeopolitik ve tarihî unsurları tekrar devreye sokmuştur. Irak’ta
halen yaşanan istikrarsızlıkta bu hassas dengelerin de önem li bir
payı bulunm aktadır.
Benzer tarihî ve coğrafi özellikler, bu iki ülkenin m odern d ö­
nem deki siyasal gelişim seyrini de hem dış hem de iç faktörler a çı­
sm dan etkilemiştir. Dış faktörler açısından ele alındığında h er iki
; ih acır irinde küresel ölçekli stratejiler geliştiren deniz
S tratejik D erinlik

ve kara güçlerinin rekabet alanı olarak görülmüştür. Osmanhlar


bu çerçevede 19. yüzyılda İngiliz-Rus dengesini devletin hayat ala­
nının önem li bir param etresi olarak görürken, İran da aynı dö­
nem de kuzeyindeki Rus etki alanı ile güneyindeki İngiliz etki alanı
arasında paylaşılmış olm anın sıkıntılarını yaşamıştır.
Bu rekabet 20. yüzyılın ikinci yarısında da önem li ölçüde varlı­
ğını hissettirm iştir. SSCB II. Dünya Savaşı’dan sonra Türkiye’den
Boğazlarda imtiyaz ile Kars ve Ardahan’ı talep ederken, İran'dan
da Kuzey İran ’ın petrol kaynakları üzerinde imtiyaz talep etmiştir.
Kuzey kara gücünden gelen bu tehdit her iki ülkeyi de deniz gücü
ağırlıklı Batı güvenlik şem siyesine yöneltmiştir. Türkiye bu güven­
lik şem siyesini demokrasiye geçiş ile sağlarken İran, Şah idaresin­
de Batı ile bağlantılı otoriter bir rejim e yönelm iştir.
Bütün bu etkiler iç siyasal rejim dönüşüm lerinde de önem li
paralellikler ortaya çıkarmıştır. Türkiye’nin II. M eşrutiyet'e yönel­
diği yıllarda İran ’da da özellikle 1905-1911 yılları arasında anaya­
sal m eşrutiyet tartışm aları yaşanm ıştır. Türkiye'de Cumhuriyet
ilan edilm esinin hem en arafesinde de İran'da 1921-1923 yılları
arasında Cumhuriyet tartışm aları gündem e gelmiştir. II. Dünya
Savaşından sonra her iki ülkede görülen dem okrasi-otoriterizm
dalgalanm aları Türkiye'de kesintilerle de olsa dem okrasinin uygu­
lanm asını beraberinde getirirken; İran, Şah'm katı otoriter idaresi­
ne m ahkum olmuştur. Yetmişli yıllarda her iki ülkede gözlenen
yaygın kitle hareketleri İran ’da bir devrime, Türkiye'de ise bir aske­
rî m üdahaleye yol açm ıştır. D oksanlı yılların özellikle ikinci yarısı
ise her iki ülkenin de ıdeoloji-devlet ilişkisini ve gerilim ini yoğun
bir şekilde yaşadığı bir dönem olmuştur. İç siyasi gündem i b elirle­
yen ideoloji-devlet ilişkisi dış politika yapım ım da doğrudan etki­
lem iş ve bu ülkelerin gerek bölgesel politikalarına gerekse ikili iliş­
kilerine yansımıştır. İkili ilişkilerde dönem sel iniş-çıkışlar yaşan­
m asına sebep olan bu yansım a yine de iki ülkenin karşılıklı ilişki­
sinde tarihî tecrübe birikim ine dayalı rasyonel/pragmatik boyu­
tun zam anla devreye girm esini önleyem em iştir. Bu nedenledir ki,
Türkiye-İran sınırı Soğuk Savaş sonrası dönem in geçiş sürecinde
bölgenin en istikrarlı sınırı olm a niteliğini sürdürmüştür.
Soğuk Savaş sonrası dönem in küresel ve bölgesel k on jon ktü ­
rü, T ü rkiye-İıan ilişkilerinin bütün bu coğrafî ve tarihî d e rin lik
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik v e s tra te jik D e n g e le ri,, Kilidi

unsurları da gözönünde bulundurularak yeniden değerlendiril­


m esin i gerektirmektedir. Bu yeniden değerlendirm e süreci coğra-
fî/taıihî zorunluluklar ile konjonktürel/sistem ik özellikler arasın­
da yeni bir uyum kurm a çabası olarak başlıbaşm a özel bir önem
taşım aktadır.
b. Türkiye-İran İlişkilerinin Küresel Boyutu:
İran D evrim İnin anti-A m erikan ve anti-sistem ik özelliği ve bu
devrim in özellikle Ortadoğu'da yolaçabileceği dalgalanm alarla il­
gili projeksiyonlar İran ’ın bölgesel etkisinin Ötesinde küresel ö l­
çekli bir önem kazanm asına yol açm ıştır. Bu nedenledir ki, dev­
rim ile başlayan ve Rehineler Krizi ile tırm anan ABD -İran gergin­
liği İran ’ı seksenli yıllarda küresel ölçekli bir gerilim in tarafı h a li­
ne getirm iştir. A BD 'nin İran ’ı uluslararası alanda dışlam a ça b ala­
rı bu ülkeyi Şah d önem inin A BD -eksenli klasik çizgisinin dışına
çıkarak SSCB, AB ve Asyalı güçlere yaklaşürm ıştır. İran ’ın Avrasya
ölçeğinde sürdürdüğü yeni dış politika alam oluşturm a çabaları
özellikle R afsan can i’nin pragmatik restorasyon dönem inde ağır­
lık kazanm ıştır.
Türkiye'nin aynı dönem de 12 Eylül askeri m üdahalesinin de
etkisiyle Avrupa’dan uzaklaşm ası ve hâlâ tem el küresel tehdit ola­
rak SSCB'yi görüyor olm ası ABD ’nin stratejik eksenine daha da d e­
rinlem esine yönelm esi sonucunu doğurmuştur. Bu dönem de T ü r­
kiye-İran ilişkileri küresel tercihlerle bölgesel denge zorunlulukla­
rı arasında uyum kurm a çabaları ile geçmiştir. Türkiye seksenli yıl­
larda küresel stratejik tercih olarak İran ’ın aksine ABD'ye yönel­
m esinin ortaya çıkardığı gerilim alanının Türk-İran ilişkilerine
yansım ası beklenirken ekonom i-politik ve bölgesel zorunluluklar
aksine bir yönelişi beraberinde getirmiştir. Türkiye’nin yetm işli
yılların sonunda yaşadığı yoğun ekonom ik krizden sonra b en im ­
sediği ihracata dönük ekonom ik politikalar Ortadoğu piyasalarım
Türkiye açısm dan stratejik önem i haiz alanlar haline dönüştürür­
ken, İran-Irak Savaşının yol açtığı bölgesel dengeler Türkiye’yi ak­
tif tarafsızlık politikasına yöneltm iştir. İran da Irak ile yürüttüğü
savaş şartlan içinde batıdaki ikinci büyük sınırını teşkil eden Tür­
kiye ile olan ilişkilerinin gerilm em esine özen göstermiştir.
Bu karşılıklı zorunluluklar her iki ülkenin siyasî ve bürokratik
ı^1itinde ikili ilişkilerde zaten varolagelen teen ni ve ihtiyat politika­
^ Stratejik D erinlik

sının sürm esini sağlamıştır. Bu dönem de özellikle ABD-merkezli


olarak geliştirilen İran Azebaycam ’nın parçalanm asına yönelik se ­
naryolara Türkiye’nin ihtiyatlı ve mesafeli bir tavır sergilem esi kü­
resel ve bölgesel tercihler arasında kurulmaya çalışılan dengenin
bir yansım ası olarak görülmelidir.
Soğuk Savaşın sona erm esi ve SSC B ’nin dağılması ile birlikte
küresel tercihlerle bölgesel dengeler arasındaki rasyonel uyumun
oluşturduğu istikrar yerini karşılıklı bağım lılık ile rekabetin doku­
duğu dinam ik bir konjunktüre bıraktı. SSCB’nin dağılm asının
özellikle Kafkaslar ve Orta Asya'da yol açtığı jeopolitik boşluk alan ­
ları Türkiye ile İran’ın hem birbirine olan ihtiyacım ve bağım lılığı­
nı artırdı, hem de küresel tercihlerle bölgesel dengeler arasındaki
çelişkilerin yol açtığı rekabet alanlarım genişletti, ABD’nin İran ve
Irak’a uygulamaya başladığı çifte-kuşatm a politikası ile Türki­
ye'nin yeni jeopolitik boşluk alanlarına ABD'nin stratejik ortağı
olarak girme tercihi arasındaki paralellik Türk-İran İlişkilerinin
rasyonel nitelikli bölgesel ve ikili ilişkiler boyutlarının küresel ter­
cihlerin gölgesinde kalm ası sonucunu doğurmuştur.
ECO m ekanizm alarının Türk-İran ilişkilerindeki Avrasya ö lçe­
ğindeki karşılıklı bağımlılığı ortak çıkar alanlarına d önüştürem e­
mesi küresel tercihlere dayalı rekabet ilişkisinin bölgesel dengele­
re dayalı rasyonel/pragmatik politikaların önüne geçm esine yol
açm ıştır. Bu durum doksanlı yılların ortalarından itibaren Türki­
ye’nin Ortadoğu politikalarında İsrail lehine ivme kazanan geliş­
m elerle daha da belirgin bir hal almıştır. Bu dönem de dış politika
yapımı ile iç siyasal/ideolojik tercihler arasındaki belirleyicilik iliş­
kisinin her iki taraf nezdinde de artış gösterm esi Türk-İran ilişkile­
rindeki periyodik gerilim leri tırm andırm ıştır.
D oksanlı yılların sonuna doğru Türk-İran ilişkilerini etkileyen
küresel dengelerde yeni unsurlar devreye girmeye başlamıştır. Bu
unsurlardan birincisi ABD-İran ilişkisi ile ilgilidir. İran seçim lerin ­
de H atem i’nin kazandığı başarı ve dış politikada vermeye başlad ı­
ğı m esajlar İran-ABD ilişkilerindeki sert söylem in yum uşam asını
beraberinde getirmiştir. İran ’ın dış politikadaki dışlanm ışlıktan
kaynaklanan rahatsızlıkları ile ABD’nin özellikle Ortadoğu ve Orta
Asya politikalarında İran faktörünü devre dışında tutm a çabasının
^ yol açtığı m anevra alam daralm aları ikili ilişkilerin karşılıklı ola ra V
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-F o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi

yeniden değerlendirilm esi sürecini hızlandıracaktır. Bu durum


doğal olarak Türk-İran ilişkilerindeki ABD faktörünün de yeni bir
çerçeveye oturtm asını gerektirecektir.
İkinci önem li unsur Türkiye’nin küresel tercih olarak Helsinki
Zirvesi sonrasında AB ile girdiği yeni süreç ile ilgilidir. Türkiye-AB
ilişkilerindeki yoğunlaşm a ister istem ez ortak dış politika yapım
alanım da etkisine alacaktır. ABD'nin aksine Ortadoğu politikasın­
da İran faktörünü sürekli bir şekilde devrede tutan AB ile Türki­
ye’nin dış politika tercihlerindeki m uhtem el yakınlaşm a Avrasya
anakıtasınm güney hattını batı-doğu istikam etinde kesen Türkiye-
İran hattının AB açısm dan önem ine yeni unsurlar katacaktır. T ü r­
kiye-AB-ABD ilişkilerindeki yeni unsurlarla İran-AB-ABD arasın­
daki yeni unsurlar Türkiye-İran ilişkisinin Avrasya dengelerinin
önem li param etrelerinden birisi haline getirmeye adaydır.
Ü çün cü unsur ise Putin dönem inde tekrar Avrasya ölçekli poli­
tikalara yönelen ve bu çerçevede İran, Hindistan, Çin ve Japonya
gibi Asya güçleri ile olan ilişkilerini geliştirmeye çalışan Rusya’nın
bu param etrelerde alacağı konum la ilgilidir. Doksanlı yıllarda söz
konusu olan İran-Rus yakınlaşm asının Türkiye'nin Avrasya ölçek ­
li politikaları üzerinde yaptığı etkiler gözönüne alındığında Asya
güçleri arasında artm ası m uhtem el ilişkiler Türkiye'nin İran poli­
tikasını da doğrudan etkileyebilecek unsurlar taşımaktadır.
Küresel dengelerde söz konusu olabilecek olan ve uluslararası
sistem deki dinam ik konjonktürden beslenen bütün bu gelişm eler
Türk-İran ilişkilerinin bölgesel nitelikli unsurlarını da doğrudan
ilgilendirm ektedir.
c. Türk-İran İlişkilerinin Bölgesel Kanatları
Türkiye ve İran'ın çok yönlü jeopolitik yapılanm ası bu iki ülke
arasındaki ilişkilerin, dolayısıyla da Türkiye'nin İran ’a dönük poli­
tikasının, en azından üç kanatlı olm asını gerektirm ektedir: O rta­
doğu, Kafkaslar ve Orta Asya. Her iki ülkenin de tem elde birer B a ­
tı Asya ülkesi konum unda bulunm aları gerek tek tek bu bölgelere
yönelik politikalarda gerekse bu bölgeler arasındaki etkileşim
alanlarında her iki ülkenin de bir diğerini gözeten politikalar geliş­
tirm esini kaçınılm az kılmaktadır.
Bu çerçevede İran'ın bu üç bölge arasında bir geçiş ülkesi ko-
I s tra te jik D erinlik

f nnda da İran faktörünü gözönünde bulundurm asını stratejik bir


zorunluluk haline getirmektedir. Herşeyden önce belirtm ek gere­
kir ki, dinam ik uluslararası konjonktürün bu üç bölge üzerindeki
etkileri ve iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihî derinliği, Türkiye-
İran ilişkilerinin sadece üçüncü taraflarla ilgili küresel tercihlerin
sıradan bir uzantısı olarak değerlendirilm esini güçleştirmektedir.
Bölge ötesi büyük güçlerin bu ilişkilerin belirleyici unsuru halinde
tutulm ası bu tarihî birikim e de, reelpoiitik gerçekliklere de aykırı­
dır. Çarpıcı bir kıyas iie ortaya koymak gerekirse, şu anda geçerli
olan Türkiye-İran sınırının tarihi (1639 Kasr-ı Şirin) bile ABD 'nin
tarihinden (1774) ve Alman birliğinin sağlanm asından (1871) da­
ha eskidir.
Özellikle SSCB'nin dağılm asından sonra ortaya çıkan yeni du­
rum Türkiye’nin Kafkaslar ve Orta Asya politikalarındaki İran ağır­
lığını önem li ölçüde artırmıştır. Daha önce NATO-Varşova Paktı ya
da Türkiye-SSCB ilişkilerinin doğal ve statik bir boyutu gibi görü­
len Kafkaslardaki stratejik yapılanm a yeni dönem de küresel güç
dengeleri ile Türk-Rus-İran bölgesel dengelerinin kesişim alan ın ­
da şekillenmeye başlamıştır. Bölgeyi kuşatan önem li güçler olarak
Türk-Rus-İran çapraz dengelerinin bölgede daha yerel güç niteli­
ğinde bulunan Gürcü-Azeri-Erm eni dengeleri ile olan karşılıklı
ilişkisi bölgeyi son derece dinamik çıkar ilişkilerinin seyrettiği bir
alan haline getirmiş bulunmaktadır.
Benzer bir durum Orta Asya için de geçerlidir. İlgili bölüm de
daha detaylı bir şekilde incelendiği gibi Orta Asya’da ortaya çıkan
jeopolitik boşluk alam ABD ve AB gibi küresel güçler yanında Rus­
ya, Çin, Hindistan, İran, Japonya ve Pakistan gibi Asya güçlerini de
devreye sokmuş bulunm aktadır. Türkiye'nin doksanlı yıllarda,
seksenli yıliardakinin aksine, küresel tercihlerin bölgesel politika­
lar üzerindeki baskısını dengeleyem em esinin bir sonucu olarak
İran faktörünü sadece rekabet odağı olm a niteliği ile değerlendire­
rek yürüttüğü politikalar Türkiye’nin bu bölgelerde ABD, Avrupa
ve Rusya karşısındaki dış politika esnekliğini zaafa uğratmıştır.
Türk-İran ilişkilerinin üçüncü kanadını oluşturan Ortadoğu
bölgesi daha da hassas ve kırılgan denge unsurları barındırm akta­
dır. İran ’ın Türkiye’nin Ortadoğu politikasındaki ö n p m i h ir h ir io .
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik ve Stratejik D e n g e le rin Kilidi ^

riyle ilişkili farklı düzlemlerde ele alınabilir. Birincisi, Ortadoğu


bölgesini kuşatan güç dengeleri içinde tarihi ve jeopolitik olarak
ağırlık m erkezlerini oluşturan Türkiye-Tran-Mısır üçgeni içinde
Türk-İran ilişkilerinin taşıdığı önem le ilgilidir. D aha önce de üze­
rinde durulduğu gibi bu ağırlık merkezlerindeki güç dengeleri Or­
tadoğu'nun genel stratejik yapılanm asını doğrudan belirlem ekte­
dir ve b u açıdan Türk-îr an ilişkileri özel bir önem taşımaktadır.
Bu jeopolitik güç m erkezlerine dayalı ikinci önem li boyut bu
üçgenin aynı zam anda O rtadoğu’nun Türk-Arap-Acem havzala­
rından oluşan ve bölgenin en tem el yerleşik etno-kültürel dağılı­
m ım yansıtan jeokültürel hat ile doğrudan ilgilidir. İran ve Türki­
ye’nin O rtadoğu’nun Arap olmayan iki büyük ülkesi olm aları bu
ülkelerin ikili ilişkilerim Arap ülkeleri ile olan ilişkilerine yansıtan
unsurlar taşımaktadır. Arap dünyasında İran-Irak savaşı süresince
yükselen İran-karşıtı ve Türkiye-İsrail ilişkilerinin yoğunlaştığı
doksanlı yılların ortalarında yükselen Türkiye-karşıtı milliyetçi
dalgalanm alarda M ısır'ın oynadığı rol bu açıdan dikkat çekicidir.
İran böylesi bir Arap milliyetçiliği dalgalanm asına karşılık Suriye
ile ilişkilerine ağırlık vererek kapsamlı bir blokaj ile karşılaşm am a­
ya özen gösterirken, Türkiye özellikle Ürdün’e dönük politikala­
rında benzer bir tavrı sürdürmeye çalışmıştır.
Türk-İran ilişkilerinin bölge-içi dengeleri etkileyen üçüncü b o ­
yutu Ortadoğu bölgesinin bereketli kuzey hilal hattını oluşturan
M ezopotam ya-Basra hattı ile ilgilidir. O sm anlı-lran dengelerinin
de şekillendiği bu hat üzerinde bulunan Irak'ın mezhep ve etnik
nitelikleri itibarıyla taşıdığı iç çelişkiler ve Soğuk Savaş sonrası d ö­
n em de Irak-eksenli yaşanan bunalım Türk-İran ilişkilerini gerek
bu hattın jeopolitik geleceği, gerekse Irak’m siyasi geleceği açısın ­
dan Önemli bir faktör haline getirmiş bulunmaktadır. D ünyanın
en zengin petrol rezervlerim de barındıran bu hat üzerindeki kü­
resel ve bölgesel rekabetin en hassas dengelerinden birini Türki­
ye-İran ilişkileri oluşturmaktadır.
İki ülke arasındaki ilişkilerin Soğuk Savaş sonrası dönem de ge­
rek karşılıklı bağım lılık gerekse rekabet özellikleri ile hassas bir n i­
telik kazanm asına sebep olan dördüncü boyut Kafkaslar ile Orta-
Hr>on hnlapleri arasındaki iç bağımlılık ilişkisinin artışıdır. Bu iç ^
Stratejik D erinlik

bağımlılık Hazar'ın güneyinden Doğu Karadeniz’e kadar uzanan


ve M ezopotam ya-Basra hattının kuzeyini oluşturan Türk-İran e t­
kileşim kuşağım önem li bir stratejik geçiş alam haline getirmiş b u ­
lunmaktadır. Bu durum bu kuşak ile M ezopotam ya-Basra hattının
kesişim alanına Batı Asya dengelerinin stratejik kilidi niteliği ka­
zandırmıştır. Bu da Türk-İran ilişkilerinin b elirleyici etkisini
önem li Ölçüde artırmıştır.
Bu boyutlara göre daha dolaylı bir nitelik taşıyan b ir diğer b o ­
yut ise İran’ın Basra Körfezi’nın bütün doğu yakasım oluşturan bir
ülke olarak aynı zam anda bir Güney Asya ülkesi niteliği taşım ası­
dır. İran'ın dünyanın en önem li enerji üretim ve aktarım m erkez­
lerinin başında gelen Basra Körfezi’nde sahip olduğu özel konum
gelecekte küresel ve bölgesel dengeler arasındaki etkileşim i artıra­
bilecek ve Türkiye'nin Ortadoğu politikasını etkileyebilecek özel­
likler taşımaktadır.
Bu çerçevede bir başka önem li husus da Basra Körfezi ile Doğu
Akdeniz’in Türkiye'nin ilgi alanına giren deniz havzaları olarak ta ­
şıdıkları karşılıklı etkileşim potansiyelidir. Basra Körfezi tem elde
bölgesel dengeler açısından bir Îran-Arap dengesini kendi içinde
barındırırken, Doğu Akdeniz havzası bir Türk-Arap-İsrail ilişki
havzası niteliği taşımaktadır. Türk-İran ilişkilerinin seyri bu iki
havza arasındaki etkileşim i de, bu havzalar arasındaki dengeleri
de doğrudan etkileyebilecek nitelikler taşımaktadır. Türkiye'nin
Körfez bölgesindeki küçük Arap şeyhlikleri üzerindeki etkisi ile,
İran’ın Lübnan üzerindeki etkisi de karşılıklı ilişkilerin çapraz yön ­
lerini ortaya çıkarabilecek unsurlar haizdir.
Bütün bu boyutlar ortaya koymaktadır ki, Türk-İran ilişkileri
Ortadoğu dengelerinin en tem el belirleyici faktörlerinden birisi­
dir. Türk-İran ilişkilerinin diğer iki önem li kanadı olan Kafkaslar ve
Orta Asya dengelerinin Ortadoğu ile oluşturduğu etkileşim havza­
ları bu belirleyiciliği daha da artırm ış bulunmaktadır. Ortadoğu,
Kafkaslar ve Orta Asya gibi bölgesel kanatlarla ilgili politikaların
genel Asya politikası çerçevesinde dengeli ve koord in elibir şekilde
yürütülm esi Türk-İran ilişkilerinin tem elini oluşturmaktadır. Böy­
lesi kapsam lı ve koordineli bir yaklaşım Türkiye'nin yakın kara, y a­
kın deniz ve yakın kıta havzası politikaları açısm dan da büyük bir
önem taşım aktadır.
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

6 . Küresel ve Bölgesel Dengeler Açısından ”Kürt Meselesi”,


Kuzey Irak ve Türkiye
D aha Önce çok kötü örülmüş bir duvara benzettiğim iz O rtado­
ğu'daki uluslararası sınırlar ile reel unsurlar arasındaki pergelin
bugün en fazla açılan ucu Irak ve Filistin’dedir. Belirsizlik içindeki
bu iki bölge arasındaki eş-zam anlı oluşum ların arkaplam nda da
bu gerçek yatmaktadır. Irak ve Irak’taki belirsizliğe bağlı olarak git­
tikçe uluslararası bir nitelik arzeden "Kürt M eselesi" de bu açıdan
soğukkanlı bir şekilde değerlendirilm ek zorundadır.
Uluslararası hukuk söylem inde cari sınırların korunm asını Öne
çıkarm akla birlikte reeİpolitikte de facto etkinlik alanları oluştur­
m aya çalışan büyük güçlerin sınır kavramım aşan çıkar tanım la­
m aları çerçevesinde "Kürt M eselesi”ne bakışlarının jeopolitik, je ­
oekonom ik ve jeoetnik/jeokültürel tem ellerini soğukkanlı bir şe­
kilde belirlem eden geleceğe yönelik sağlıklı projeksiyonlar yapa­
bilm ek çok güçtür. "Kürt M eselesi”nin Soğuk Savaşın son d ö n e­
m inde tırm anış gösterm esi de bu açıdan son derece ilginç bir b o ­
yut ihtiva etmektedir.
a. “Kürt Meselesi”nin Jeopolitik, Jeoekonomik ve
Jeoetnik/Jeokültürel Arkaplanı
Kürt nüfusun yayıldığı coğrafyayı gözönüne aldığımızda “Kürt
M eseiesi’’nin küresel ve bölgesel dengelerde taşıdığı önem i ve böl­
ge içinde bir belirsizlik unsuru haline dönüştürülm esinin arkapla-
mndaki tem ei sebebi anlam ak da kolaylaşır. Bu coğrafya, kendi
içinde jeop olitik bir bütünlük oluşturm ası güç bir geçiş alanını
oluşturmaktadır. Ortadoğu ve Avrasya’nın en Önemli geçiş alanla­
rından birini oluşturan bu coğrafya bu yönüyle küresel ve bölgesel
rekabetlerin çekim alam haline gelirken, jeopolitik bir iç bütünlük
oluşturam am ası dolayısıyla da istikrarsızlık kaynağı olmaktadır.
Bölgenin bir geçiş alanı niteliği taşım asını sağlayan ve “Kürt
M eselesi”nin jeopolitik arkaplanm ı oluşturan ikisi kıtasal, diğerle­
ri daha bölgesel dört ana nitelikten bahsedilebilir. Birincisi, bölge­
nin Avrasya anakıtasınm doğu-batı ekseninde Hazar Denizinin
güneyinden geçen kıtasal bağlantının en kritik geçiş hattı üzerin­
de bulunm asıdır. İkincisi ise kuzey-güney ekseninde Avrasya step­
lerini güney denizlerine bağlayan dört önem li geçiş kuşağının biri
olan Kafkasları (diğerleri Balkanlar, Afganistan/Hayber ve Ti­
S tratejik D erinlik

bet/Hind-i Çin) bir hat ile Basra Körfezi’ne, bir diğer hat ile Doğu
Akdeniz’e bağlayan jeopolitik bağlantı hattının da bu bölge üze­
rinde olmasıdır.
D aha bölgesel nitelikli bağlantılar açısm dan ele alındığında da,
üçüncü olarak bu bölge Iç Anadolu havzasını bir taraftan M ezopo­
tam ya havzasına, diğer taraftan İran üzerinden Asya derinliklerine
bağlam aktadır ki Türkiye açısından bu bağlantı son d erece büyük
bir önem arzetmektedir. Dördüncü olarak Karadeniz-Hazar-Bas-
ra-Doğu Akdeniz deniz bağlantısının karasal merkezi de “Kürt M e­
s e le s in in jeopolitik arkaplanının önemli özellikleri arasındadır.
Bu jeopolitik arkaplandır ki, başta ABD olm ak üzere önem li Avru­
pa güçlerini ve Rusya’yı meselenin içine doğru çekm ekte ve Avras­
ya üzerindeki jeopolitik rekabet kaçınılmaz bir şekilde bölgeye
yansımaktadır.
G eçiş bölgesi açısından bu derece önem li bir konum a sahip
olan bu coğrafyanın bir iç jeopolitik bütünlük oluşturam am asım n
en önem li sebebi doğrudan bir deniz bağlantısının olmayışıdır. Bu
da bu coğrafyanın deniz bağlantısı olan bir bölge ülkesi ile b ü tü n ­
leşm esini kaçınılm az kılmaktadır. Küresel ölçekli büyük bir gücün
güvenlik garantisi bile bu coğrafyanın bağımsız bir jeopolitik alan
oluşturm ası için yeterli olamaz. Bunun farkında olan büyük güçler
de bölgesel güçler ile olan ilişkilerinde bu olguyu önem li bir p ara­
m etre olarak gündemde tutmaktadır.
“Kürt M e s e le s in in jeoekonomik arkaplamnda ise bu je o p o li­
tik yapm m kaçınılm az olarak kurduğu petrol-su-petrol dengesi
yatmaktadır. Kafkasya ve Hazar petrollerini M ezopotam ya su
havzası üzerinden Körfez petrol kaynaklarına bağlayan jeo ek o n o ­
mik h at bölgeyi uluslararası rekabetin odak noktasına çeken diğer
ö nem li bir unsurdur. Türkiye'nin GAP projesi ile bu jeo ek o n o m ik
h attın m erkezinde yeni bir kaynak-güç ilişkisi kurm aya b aşlam a­
sı diğer güçlerin bu meseleye yönelik ilgilerim artırm ış ve belki de
PKK terörü nü tırm andıran bölge-dışı tahriklerin b ir tür gerekçesi
olmuştur.
’ D aha geniş ölçekli Ortadoğu Meselesini daha dar ölçekli Kürt
M eselesi haline dönüştürme çabalarının arkasında da bu jeo ek o ­
nom ik altyapı vardır. Orta Asya'dan Akdeniz, Avrupa ve Hint Okya­
nusuna uzanan enerji kaynaklarının aktarım hatlarının oluşturdu­
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik v e S tra te jik D e n g e le rin Kilidi

ğu yeni reel coğrafya da cari sınırları aşan bölgesel inisiyatif alan­


larının devreye sokulm asına yol açmaktadır.
“Kürt M eselesi”nin jeokültürel/jeoetnik tem elinde de Kürt nü­
fusun O rtadoğu'nun diğer üç önem li yerleşik unsuru olan Türk,
Arap ve Acem nüfusun etkinlik alanlarına yayılmış olm ası yatm ak­
tadır. Bu sebepled ir ki bu üç tem el unsur ile ilişkili politika gelişti­
ren h er büyük güç Kürtleri şu ya da bu şekilde stratejik denklem in
bir yerinde kullanm aya çalışmaktadır. Yetmişli yıllarda Sovyet yan­
lısı B aas rejim i karşısında baba Barzani liderliğinde bir Irak m ese­
lesi haline dönüşen Kürt Meselesi, İran Devrim inden sonra bir
İran m eselesi haline getirilmiştir. Soğuk Savaşın sona erm e süreci­
n in getirdiği dengelerde Türkiye’nin Asya derinliğini tehdit eden
PKK terörü ile bir Türkiye m eselesi haline getirilen Kürt Meselesi,
Körfez Savaşm a koşut bir tarzda da oğul Barzani öncülüğünde bir
Irak m eselesi olm a niteliğini sürdürmüştür.
Önüm üzdeki dönem de de bu jeo etn ik yapılanm a her türlü is­
tism ara açık bir görünüm arzetmektedir. Gerek Türk, Arap ve İran
devletleri içinde, gerekse bu devletler arasında vuku bulacak ihti­
lafların körüklenm esinde büyük güçlerce her an kullanılma tehli­
kesi içinde olan Kürt nüfus bu stratejik oyunun sürekli mağduru
haline gelmektedir.
Bölgedeki aşiret yapısının doğurduğu asabiyet bu jeo etn ik par­
çalanm ayı daha da mikro düzeylere indirgem ekte ve istism ara
açık yapışım tahrik etmektedir. Son on yıl içinde Kuzey Irak ve Af­
ganistan'da yaşananlar m ikro-etnik bölünm enin sonuçlarını orta­
ya koyması bakım ından dikkat çekicidir. Özellikle aşiret kültürü­
nün oluşturduğu siyasî birlikler arasında îbn H aldun'un asabiyet
teorisini teyid eder şekilde süren katı rekabet unsurları bütün ta ­
rafların gücünü uzun dönem de törpüleyen bir kısır döngü oluş­
turmaktadır. D ıştan bir gözlem cinin h em en farkedebildiği bu kısır
döngü olgusu, döngü içinde bulunan taraflar tarafından yeterince
kavranam adığı için kısa dönem li başarılar nihai zaferin habercisi
olarak yorum lanm akta ve bu psikoloji içinde gerçekleştirilen kar­
şılıklı ham leler her yeni döngüde daha yıkıcı tesirler yapmaktadır.
Bu tür asabiyet tem elli güç rekabetlerinde rasyonel bir b u n a­
lım çözü cü m ekanizm anın devreye girerek taraflarca m eşru ve
■ -—

I Stratejik D erinlik

laflar ile başlayan farklılaşm aları dahi büyük ölçekli silahlı çatış­
m alara dönüştürebilm ektedir. Grupların iç dinam iklerinin baskı­
sı her türlü rasyonel çözüm arayışlarım engellem ektedir. Başka
bir deyişle, grup prestiji ve onuru akla baskın çıkm aktadır..Böyle­
si bir psikolojik savaş atm osferinde yokolm ak uzlaşm aktan daha
uygun bir alternatif haline gelm ektedir. Kan davalarının aileler
arasında yol açtığı küçük ölçekli çatışm alar ile iç savaşın tarafları
arasındaki büyük ölçekli çatışm alar arasında gerek psikolojik alt­
yapı gerekse m antık silsilesi açısınd an hem en h em en h iç bir fark
yoktur. Karşı tarafa son darbeyi vuran yeni bir karşı darbe y em e­
nin tedirginliğini yaşam akta, darbe yiyen ise sözde onurunu k ur­
tarm ak uğruna m ukabil darbe için en uygun konjonktürü ve fırsa­
tı kollamaktadır. Böylece im kanları değerlendirm e sanatı olan
diplomasi yerine öldürücü darbe vurm aya yönelen askerî fırsatçı­
lık devreye girmektedir.
Tarafların bu psikolojisini yakından bilen ve takip eden dış ak-
terler, bu çatışm anın sürm esinin kendilerine sağladığı m üdahale
avantajının sürm esi için çoğu zam an bunalım çözü cü bir rol ü st­
lenm ekteyse nihai galibin olm adığı bir denge halinin sürm esini
tercih etm ektedirler. Bu da gerilem ekte olan tarafa sağlanan lo jis ­
tik destek ile gerçekleştirilin ektedir. Satranç oyununda taşların
kim liklerinden çok oyun içinde oynayabilecekleri rol önem ta şı­
maktadır. B ütün bu oyun içinde en çok kaybeden de kısır döngü­
de daha hızlı döndükçe zafere yaklaştığı vehm ine kapılan, am a
her dönüşte daha fazla enerji ve kaynak kaybeden bölge halkları
olmaktadır.
Bu jeo etn ik yapılanm a ile jeoekon om ik kaynak alanları arasın­
daki etkileşim O rtadoğu'nun geleceği ile ilgili projeksiyonlarda ye­
ni bunalım senaryolarının kaynağım teşkil etmektedir. Bu tesbit
üzerinde yoğunlaşan geleceğe yönelik projeksiyon 20. yüzyılın
ikinci yarısında Filistin-eksenli Arap-İsrail gerilimi ile özdeşleşen
Ortadoğu m eselesinin 21. yüzyılın İlk yarısında su ve Kürt MeseİĞ-
si üzerinde yoğunlaşan bir Türk-Arap-İran gerginliğine d önüşm e­
sidir. Soğuk Savaş sonrası tehdit senaryoları içinde ele alınan gü­
ney faktörü ve zam anla bölgesel bunalım analizlerinin m erkezine
oturtulan su m eselesi, Filistin ve petrol eksenli Ortadoğu proble-
m atiğinin kadem eli bir şekilde Hepismpcino
O rta d o ğ u : K ü resel B k o n o m i-P o litik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

ce Önemli Ölçüde Filistin-petrol denklem ine oturtulan Ortadoğu


m eselesi son on yıl içinde Kürt-su denklem ine dönüştürülm eye
çalışılm ış ve bunda da önem li bir m esafe alınmıştır.
Soğuk Savaş sonrası dönem de Filistin, Irak ve Kürt m eselele­
rindeki eş-zam anlılık (senkronizasyon) bu açıdan dikkat çekici
boyutlardadır. Körfez Savaşını takip eden doksanlı yıllarda O rta­
doğu'nun barış bölgesinin, daha önceki dönem lerin aksine, Pilis-
tin-Ü rdün eksenine, savaş ve bunalım bölgesinin ise Irak-Körfez
eksenine kaymış olması, bu yeni projeksiyonun taşıdığı anlam a çı­
sm dan özel bir Öneme sahiptir.
Yeni bunalım odağının Irak’a kaymış olm ası son derece Önem­
lidir, çünkü Irak Ortadoğu'daki otantik M üslüm an toplulukların,
bütün çelişkilerini barındıran bir özelliğe sahiptir, Bir taraftan
Türkm en-Kürt-Arap-Acem etnik unsurlarını, diğer taraftan da
Sünni-Şii m ezhep unsurlarım barındıran ve bu unsurları kendi iç
bölgesel dengelerine yansıtan Irak, O rtadoğu'nun jeopolitik, je o ­
kültürel ve jeoekonom ik kilidi konum una gelmiştir.
Seksenli yıllara damgasını vuran İran-Irak Savaşı süresince
İran ’la, doksanlı yılların başında giriştiği Kuveyt m acerası ile h e­
m en h em en bütün büyük Arap ülkeleriyle çatışan ve bu çatışm a­
lar esnasında tırm anan PKK terörü ve Kuzey Irak dengeleri dolayı­
sıyla Türkiye ile sürekli bölgesel gerilim ler yaşayan ve bu bölgesel
gerilim ler! uluslararası güçlere verdiği m anipülasyon im kanları ile
daha da derinleştiren Saddam yönetim i bu projeksiyonların Önü­
nü açan bir m anivela rolü oynamaktadır. D oksanlı yıllar boyunca
O rtadoğu’daki askerî hareketlilik ve risk İsrail ve Filistin sınır boy­
larında deği!, Irak sınır boylarında ve M ezapotom ya-Körfez derin­
liğinde olmuştur. Kuzey Irak’taki etnik-tem elli gerilim ile güney
Irak’taki m ezhep-tem elli gerilim in eş-zam anlı tırm anışlar göster­
m esi bunun önem li bir göstergesidir. 1999 yılında Kuzey Irak'ta ye­
ni oluşum lara yönelindiği bir dönem de Şii ulem adan Ayetullah
Sad r’m öldürülm esi de gözönüne alındığında Irak’m bu projeksi­
yonların öngördüğü gerilim alanları açısm dan taşıdığı önem bir
kez daha anlaşılır.
Ortadoğu’nun yakın geleceği ile ilgili bölgesel barışı tehdit ede­
b ilecek en geniş kapsamlı tehlike Türk, Acem, Arap ve Kürt unsur-
-------- ^ ^ î t û i î v ı ; u\r ratısm anın çıkartılm ası ve sürekli
| Stratejik D erinlik

problem kaynağı olan bir kangren haline dönüştürülmesidir. Sek­


senli yıllarda İran-Irak Savaş] esnasında sürdürdüğü dengeli poli­
tika ile böylesi bir kangrenleşm e tem ayülüne set çeken Türkiye,
PKK terörünün devre dışı kalm asından sonra da bölgeyi kuşatıcı
barış inisiyatiflerine öncülük etmelidir.
İran-Irak Savaşı ve Körfez Savaşı ile tırm anan PKK terörü açık­
ça göstermiştir ki, bölgesel barışı tem in etm eden iç barışı sağla­
mak da zordur. Türkiye’nin O sm anh'nın bölge politikası ile ilgili
tecrübelerinden çıkaracağı Önemli dersler vardır. Ortak tarihî te c ­
rübe dolayısıyla "Kürt M eselesi"ne yönelik en kalıcı, soğukkanlı ve
kuşatıcı politika da Türkiye’den beklenebilir.
Türkiye bu jeoekonom ik, jeopolitik ve jeo etn ik unsurları da gö-
zöııünde bulundurarak en azından bin yıllık bir tarihi ortak olarak
şekillendirdiği farklı kökenden gelen bütün unsurları barıştıran ve
kuşatan bir kültürel açılım sağlamalıdır. Abdullah Ö calan’m yaka­
lanm ası büyük güçler açısm dan yeni bir stratejik oyunun b aşla­
masından başka bir şey değildir. Türkiye, ne kendi bölgesel çıkar­
larının ne de bölge insanın bölge-dışı güçlerce istism ar edilm esi­
ne izin verecek bir stratejik basiret gösterm ek zorundadır,
b. Küresel Aktörler, Belirsizlik Alanları ve “Kürt Meselesi”
Artık kronikleşen iki belirsizlik alanı olan Filistin ve Irak'm siya­
sı egemenlik alam ıîe ilgili net düzenlem ler yapılmaksızın Ortado­
ğu’da cari uluslararası hukuk sınırları ile defacto durum arasındaki
gerilimin giderilmesi mümkün değildir. Kuzey Irak ve “Kürt M ese­
lesi” bu eksende gerek bölgesel gerekse Irak-merkezli olarak prob­
lemlerin odağında yer almaktadır. Bölgesel dengeler ve olayların
gelişimindeki zam anlam a açısından bakıldığında önümüzdeki d ö­
nem de Ortadoğu’da artık kronikleşen iki belirsizlik alanının n etleş­
mesi gündeme kaçınılmaz olarak gelecektir. Bunlardan birincisi
2000 yılının Eylül ayında nihaî statüye kavuşması planlanan Filis­
tin'in yeni niteliğinin ne olacağı meselesi, diğeri de egemenlik ala­
nı ile bölünm üşlük arasında hassas bir dengede gidip gelen Irak'm
statüsü ile birlikte güney ve kuzey Irak'ta bu belirsizlik dönem inde
ortaya çıkan statüsüz yapıların geleceğinin netleşm esi.
Körfez Savaşı sonrasında Saddam 'ı iktidardan indirerek Irak’m
uluslararası hukuk ile tanım lanm ış sınırları içinde yeni bir rejim
( oluşturam ayan ABD Önderliğindeki sistem ik oüripr Tv-ı,'^
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi

nü, sınırlarına dokunmaksızm budam a yolunu tercih etm işler ve


36. paralelin kuzeyi ile 32. paralelin güneyinde defacto bir durum
ortaya çıkarmışlardır. Böylece Irak'm hukukî gücü ile fiilî gücü ara­
sında bir fark doğmuş ve Saddam 'ın tam am ıyla kınlam ayan siyasî
ve askerî gücü BM kararlan ile bu iki paralel arasında sınıflandırıl­
maya çalışılmıştır.
Böylesi bir statüko ABD stratejisi açısm dan Saddam sız am a
uluslararası hukukun öngördüğü sınırlar içinde bütünlüğünü ko­
rumuş bir Irak alternatifinden daha uygun gelmiştir, çünkü BM
sistem in ce dışlanm ış ve gücü kırılmış Saddamlı bir Irak ABD ’nin
bölgedeki m anevra alanını genişletm ekte ve m eşruiyet kazanm ış
m üdahale im kanlarını artırmaktadır. Çekiç Güç ve diğer Amerikan
stratejik askerî birliklerinin bölgede konuşlandırılm asını meşru
kilan bu statüko, bölgede yeni bir otorite oluşturm ak isteyen Kürt
gruplara yakılan yeşil ışık ile desteklenm işse de son beş yıl içinde
Kuzey Irak'm uluslararası hukuk açjsm d an anlam kazanam ayan
durumu süregelmiştir. Türkiye, İran ve Suriye'nin bölgesel h esap ­
lan da devreye girdiğinde ittifakların anlık güç kaym alarına göre
şekillendiği tipik bir küçük ölçekli güç dengesi yapılanm ası ortaya
çıkm ış ve statükonun belirsiz bir şekilde sürm esini sağlamıştır.
A BD ’nin gerek Kuzey Irak’taki belirsizlik ve iç çekişm elerde, ge­
rekse Irak’ı fiilen üçe bölen statükodaki uzun dönem li stratejik h e ­
sabı ve prensibi açıktır: Bölgeyi m üm kün olduğunca daha küçük
ölçekli birim lere indirerek bölgesel güç tem erküzü gerçekleştirebi­
lecek ülkelerin sayısını azaltm ak ve bu küçük Ölçekli birim lerin iç
çekişm e ve İttifaklarım kullanarak müdahil pozisyonunu sürdüre­
bilmek. Bu stratejik hesabın arkasında da küresel güç m erkezleri
karşısındaki arbiter (arabulucu/denge sağlayıcı) konum unu m u ­
hafaza ederek küresel sistem in Atlantik eksenine dayalı özelliğinin
sarsılm asının önüne geçm e hesabı vardır. O rtadoğu’da etki gücü
azalm ış bir Am erika'nın Avrupa ve Doğu Asya karşısındaki güç p o ­
zisyonu büyük bir zaaf gösterir. Ortadoğu’nun daha küçük ölçekli
güç m erkezlerine ayrılması İsrail’in stratejik hesap lan ile de tam
bir uyum arzetmektedir.
Kuzey lrak'taki Kürt gruplar bu konjonktürün kendilerine bir
devlet kurm a şansı tanıyabileceği konusunda sürekli bir beklenti
* • ' ■ — ı — i_ ı— 1:„ T o lrıK a n i'n in h îrh irlp rin i kol­
I S tra te jik D erin lik

layan tutum larının bu beklentinin net bir şekilde masaya konul­


m asını sürekli geciktirmiş olması., gerek böylesi bir devlet oluşu­
m u konusunda özellikle Türkiye’yi ikna etm ekte güçlük çeken
ABD y önetim in i ve gerekse de böylesi bir devletin doğuracağı stra­
tejik sakıncaları hisseden Türkiye, İran ve Suriye’nin rahatsızlıkla­
rım donduran bir statü doğurmuştur. Bu hedef için bölge-ötesi
güçler olarak ABD ve İngiltere'ye, bölgesel güçler olarak da kimi
zam an Türkiye'ye, kimi zam an da İran ’a yakınlaşan, değişken ve
esnek bir politika takip eden Kürt gruplar, ABD ve Avrupa’nın kü­
resel h esap lan ile Türkiye, İran ve Suriye’nin bölgesel hesaplarının
kesişim alanlarında kendilerine bir hayat alam açm aya çalışm ış­
lardır. B arzani’nin tekrar Saddam ’a yakınlaşan son politika değişi­
mi, böylesi bir hayat alanının en iyim ser ihtim alle bile özerklik
ö tesin e geçem eyeceğini gördüğü anda gerçekleşmiştir.
İran destekli Talabani karşısındaki konum unun zayıflam akta
olduğunu gören Barzani, çok yönlü hesapların kesiştiği bir ortam ­
da doğan belirsiz bir statükonun sağlayabileceği garantisiz gelecek
hesapları yapm aktansa, daha önce denenm iş olduğu için uygula­
nabilir gördüğü realist bir hedefe doğru kaymıştır. Türkiye’nin ter­
cihinin de Irak’m bütünlüğünü korum ası yönünde değişm ekte o l­
duğunu gören Barzani, ulaşabileceği en iyi hedef olarak gördüğü
kapsam lı bir özerkliğin ancak ve ancak Irak bünyesinde gerçekle­
şebileceğini farkederek konjonktürel olarak kimi zam an satrancın
Irak ayağına kayma temayülü göstermiştir.
ABD ve İngiltere'nin Irak üzerindeki askerî baskılarım periyo­
dik bir ritim ile sürdürmesi, Irak’ta kontrollü gerginlik politikaları
ile bugüne kadar süregelen belirsizliğin genelde Ortadoğu, özelde
Filistin ile ilgili bağlantılı bir şekilde doğurabileceği sonuçlarla
doğrudan ilgilidir. Kürt M eselesini bu eksende tem elde Irak prob­
lem inin bir unsuru olarak gören ABD en azından m eselenin bu
safhasında Kürt M eselesini tem elde Türkiye ile ilişkilerdeki p rob­
lem alanlarından biri olarak gören Avrupa’dan farklılaşmaktadır.
ABD ile Avrupa’nın Kürt M eselesine bakıştaki farkı özetle vurgula­
m ak gerekirse, ABD Kürt M eselesini ilk safhada tem elde Irak p ro b ­
lem inin bir parçası olarak görürken, Avrupa aynı m eseleyi tem el­
de Türkiye m eselesi olarak görmektedir. Kürt M eselesinin Irak sı­
nırları içinde ele alınm ası Avrıma’mn TıîrVnm cimri on innHû
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o ü tik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi ^

alınm ası da ABD’nin bu meseledeki -çıkarlarını bütünüyle tan ım ­


layanı amaktadır.
Türkiye ise her iki tavırdan da ciddi bir tedirginlik hissetm eyi
sürdürmektedir. Avrupa'nın Kürt M eselesini Türkiye'nin AB m üra­
caatının bir unsuru yapma yanında başta Yunanistan ve Almanya
olm ak üzere Avrupa ülkeleri ile yürütülen ikili ilişkileri de etkile­
yen bir tem el problem alanı olarak görmesi Türkiye'de hem en ve
doğrudan tepkiler doğurmaktadır. A BD 'nin Kürt M eselesini Irak
ekseninde çözm eye yönelm esi ise ilk raundda doğrudan bir ça tış­
ma doğurmuyor görünse de, ikinci raundda Kuzey Irak'taki oluşu­
m u n Türkiye için d e yapacağı etkiler dolayısıyla Türkiye'nin
A BD 'nin tavrına da şüphe ile yaklaşm asına yol açm aktadır. Ö zel­
likle ABD ’nin Kuzey Iraklı liderleri Türkiye’yi bilgilendirm eksizin
VVashington'da biraraya getirm esi bu konuda kuşkuları daha da
artırmıştır.
G elişm elerin kesişim noktası da işte tam bu çerçevede ortaya
çıkıyor gözükmektedir. Türkiye'nin, gerek incirlik üssünün Irak’a
karşı yoğun şekilde kullanılm asının doğurduğu rahatsızlık, gerek­
se Kuzey Irak İle ilgili girişimlerin sonuçları konusunda duyduğu
kaygılarla, haklı olarak Irak politikasında bir denge arayışına yö­
nelm esi ve Tarık Aziz'i Ankara'da misafir etm esi Abdullah Öca-
lan'ın yakalanm asında etkili olmuştur. Abdullah Ö ca la n in Türki­
ye’ye getirilm esi süreci bilinm em ekteyse de gerek Y unanistan’ın
ikna edilm esinde gerekse Kenya O perasyonunun yürütülm esinde
ABD ’nin dolaylı ya da doğrudan bir etkide bulunm uş olm ası çok
yüksek bir İhtimaldir. ABD’nin bu konudaki desteğinin Irak ve Fi­
listin m eselelerindeki belirsizliklerin çözülm esine kadar sürmesi
de muhtem eldir.
ABD bu yolla Türkiye’ye şu m esajı verm iştir: Abdullah Öca-
la n ’m yakalanm ası ile artık Türkiye içindeki Kürt M eselesi kendi iç
alanına ve Türkiye’nin tam denetim ine çekilm iş bulunm aktadır;
dolayısıyla da Irak’m statüsünün ve Kuzey Irak'taki gelişm elerin
Türkiye'yi tedirgin eden yönleri asgariye inmiştir. ABD, böylece
Kuzey Irak’taki gelişm eleri kendi iç bütünlüğünün bir parçası ola­
rak gören Türkiye’nin kaygılarının bittiğini düşünm ekte; dolayısıy­
la da Türkiye’yi Irak ile işbirliğine sevketm esi m uhtem el saiklerin
■ < ı HnrrHrmfikteâir. ABD Irak’la ilgili bundan ^
^ S tra te jik D erin lik

sonraki ham lelerde Türkiye’nin daha esnek bir tavra yöneleceği


kanaatini beslem ektedir.
Avrupa ise Türkiye-AB ilişkileri ile Kürt M eselesi arasında kur­
duğu doğrudan bağlantının Kürt m eselesini aslında bir Avrupa
m eselesi haline getirdiğini görmekte ve Irak konusunda ulaşılacak
herhangi bir çözüm ün, bu m eselenin Avrupa ayağındaki sıkmtıla-
n giderm eyeceğini farketmektedir. Genelde Avrupa, özelde Yuna­
nistan Ö calan’m yakalanm a sürecinde diplomatik açıdan çok k ö ­
tü bir im tihan vermiştir. Özellikle Türkiye karşısında PKK kartını
kullanan Yunanistan’ın düştüğü açmaz, problemli alanlarda doğ­
rudan diplom atik araçlarla dolaylı operatıf araçlar arasında denge
kuram am anın ne tür sonuçlar doğurabileceğinin en çarpıcı m isal­
lerinden biri olmuştur.
Abdullah Ö calan'ın yakalanması ile ne Ortadoğu denklem i ç ö ­
zülmüş ne de Türkiye’nin bölge ile ilişkilerinden kaynaklanan sat­
ranç oyununun ham leleri sona ermiştir. Çok daha dikkatle yürü­
tülm esi gereken yeni ve belki de riski daha yüksek bir oyun başla­
maktadır. PKK konusunda Türkiye’ye destek verdiğim her fırsatta
deklare eden ABD bundan sonra Ortadoğu'ya yönelik h am lelerin­
de Türkiye'nin kendi tercihlerine yakın bir politika b en im sem esi­
ni talep edecektir. Bu taleplerin özellikle Irak ve Filistin'deki belir­
sizliklerin sona erdirilmesine doğru daha da yoğunlaşacağı unu­
tulmamalıdır. Öte yandan terörist bir örgütle aynı safa düşm em e
kaygısıyla Türkiye’ye yönelik baskılarda dikkatli davranmak zo­
runda kalan Avrupa ülkeleri de aslında Abdullah Ö calan'ın yaka­
lanm ası ile Önemli bir ayakbağından kurtulmanın verdiği rahatlık
içinde taleplerini artıracaktır. Helsinki Zirvesinden sonra bu bakış
açısı daha da perçinlenm iş ve özellikle Kopenhag Kriterleri çe rçe­
vesinde Ortadoğu kapsamlı Kürt Meselesinin Avrupa'da bir Türki­
ye m eselesi olarak görülme temayülü güçlenmiştir.
c. İç Siyasî Kültür ve Bölgesel Etkinlik
O rtadoğu’daki küresel ve bölgesel dengelerin odağında bulu­
nan ve her türlü istism ara açık bir nitelik arzeden "Kürt M eselesi”
Türkiye’yi gerek dış politika ve bölgesel stratejik planlam a, gerek­
se iç bütünlük ve s o syo-kültürel ve sosyo-politik entegrasyon açı­
sm dan doğrudan ilgilendirmektedir. Bu meselenin taşıdığı jeo p o -
O rta d o ğ u : K üresel Ek on om i--Poli tik v e Stratejik D e n g e le rin Kilidi

çok boyutlu bir karakter arzetmektedir. Ö calan'ın yakalanm ası bu


boyu tların daha soğukkanlı d eğ erlen d irilebilm esi açısm d an
önem li bir fırsat olarak görülmelidir.
Türkiye'de m esele ya PKK ve terör eksenli olarak bir siyasî gü­
venlik problem i ya da ekonom ik gerilik eksenli olarak bir “Doğu
M eselesi” olarak görülmüştür. Bu iki husus da m eselenin Önemli
boyutlarım ihtiva etm ekteyse de uzun dönem li ve kalıcı bir çözüm
için bizatihi yeterli değildir. Abdullah Ö calan’ın yakalanm ası ile
PKK’m n Türkiye sınırları içinde gerçekleştirdiği terör tehdidinin
tam am en yok edilm esi durum unda bile, Irak’taki belirsizlik ve Ku­
zey Irak’ta her an karakter değiştirebilecek siyasî statü varoldukça
“Kürt M e s e le s in in Türkiye'nin ve bölgenin gündem inden d üşm e­
sini beklem ek çok güçtür.
Aksine, belki de Abdullah Ö calan’ın yakalanm ası “Terör M ese­
l e s in i n devre dışı kalmasıyla “Kürt M e se le sin in daha açık ve
doğrudan bir şekilde ifade edilm esi sonucunu doğurabilir. Bu d u ­
rum özellikle Kuzey Irak’taki düzenlem eler konusunda Türki­
ye'nin terör rezervini sürekli bir Dem okles kılıcı gibi üzerinde h is­
sed en Amerikan diplom asisi için geçerlidir. Abdullah Ö calan ’ın
yakalanm asından sonra Incirlik’ten Kuzey Irak’a yönelik operas­
yonların neredeyse rutin bir nitelik kazanm ası ve bütün ikazlara
rağm en Kerkük-Yumurtalık boru hattına yönelm iş olm ası dikkat
çekicidir.
Öte yandan, bölgenin ekonom ik kalkınm asının m eseleyi uzun
dönem de çözebileceği kanaati de, doğru unsurlar ihtiva etm ekle
birlikte, sonucu belirsiz bir iyimserliği kendi içinde barındırm ak­
tadır. Ekonom ik kalkınm anın getirdiği ilişkiler ağının kim i zam an
bu tür gerilim alanlarım daha da tırm andırdığı yönünde önem li
alan çalışm aları mevcuttur. Yugoslavya’nın parçalanm asının ülke­
nin en gelişm iş ekonom ik altyapısına sahip olan Slovenya’dan
başlam ası, SSC B ’den kopan ilk devletlerin yine göreceli olarak çok
daha iyi bir ekonom ik altyapıya sahip olan Baltık ülkeleri olm ası
dikkat çekicidir.
Tarihî tecrübelerim izden de biliyoruz ki, 19. yüzyıldaki en kap­
sam lı bölgesel ekonom ik kalkınm a projelerini Tuna ve Bağdat vi­
layetlerinde uygulayan Osm aniı Devleti, her iki vilayetini de, iç ge­
rilim alanlarını istism ar edebilen dış konjonktür etkisiyle kaybet-
Stratejik D erinlik

iniştir. Ayrıca, ekonom ik olarak bugünle kıyaslanam ayacak şekilde


geri olan bölge halkının T. Dünya Savaşında Rus destekli Erm eni
hareketine karşı Osm aniı Devleti ile, Kurtuluş Savaşında, da batılı
güçlerce desteklenen Yunan istilacılarına karşı Anadolu hüküm eti
ile kader birliği yapmış olm aları da aidiyet hissi ile ekonom ik kal­
kınm a arasında m utlak bir bağım lılık ilişkisi olm ayabileceğini or­
taya koymaktadır. Bugün daha iyi durumda olan bölge halkının
problem lerini istism ar eden PKK’nm Yunanlılarla ve Erm enilerle
birlikte bir cephe oluşturmuş olması, üzerinde hassasiyetle durul­
ması gereken bir olgudur. Ekono mik kalkınm a iç ve dış kon jon ktü ­
rü birbirine bağlayan bu tür m eselelerde Önemli bir araç olm akla
birlikte, ana ekseni oluşturan yegâne araç niteliğinde değildir.
M eselenin uzun dönem li ve kalıcı çözümü kültürel, ekonomik,
siyasî ve diplomatik boyutların entegre bir şekilde yeniden değer-
lendirilebilm esine bağlıdır. Bu boyutların hiç biri tek başına yeter­
li değildir. Bütün bu boyutları ihtiva eden ve belirleyen tem el ç ö ­
züm unsuru ise kültürel, ekonom ik ve siyasî meşruiyetin tem elini
oluşturan aidiyet hissidir. Bir siyasî sistem , bir ekonom ik düzen ve
nihayet bir kültürel çevre toplum un bütün kesim lerini kuşatan bir
aidiyet hissi doğuramıyorsa, dış jeopolitik çıkar çatışm alarından
beslenen bu tür iç gerilim alanlarının yeni niteliklerle tekrar tekrar
gündem e gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Böylesi bir dönem de Türkiye bir taraftan kendi içinde ülke bü ­
tünlüğünü gerçek bir siyasî meşruiyet anlayışı ile pekiştiren bir
restorasyon sürecine girmek, diğer taraftan da Ortadoğu üzerinde­
ki küresel ve bölgesel dengeleri gözeten ve kapsam lı bir uygulama
planına oturtulan bir dış politika stratejisine yönelm ek zorunda­
dır. Yoksa içerde ve dışarıda yeni kutuplaşm alar ve düşm anlar
üretm eye dayalı bir söylem Abdullah Ö calan’dan daha yıkıcı ve
bölücü sonuçlar doğurabilir. Toplumun bütün kesim lerini ve ülke­
nin bütün bölgelerini aynı vatandaşlık bağı ile kuşatan bir siyasî
kültür geliştirm eksiziıı dış faktörlerin iç yapım ızı etkilem esinin
ününe geçebilm ek mümkün değildir.
Bugün parçalanm ış görünen ve bu parçalanm ışlık içinde b ö l­
ge üzerinde hesap kuran büyük güçlerce istism ara açık bir yum u­
şak karın oluşturan "Kürt Jeopolitiği" uzun dönem de aidiyet h is­
sini en yoğun bir şekilde yaşadığı bölgesel bir güç ile bütünleşm e
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik ve Stratejik D e n g e le rin Kilidi

süreci içine girecektir. Uzun dönem de m eselenin odak noktası


bölge halkının aidiyet hissim pekiştiren bir kader birliği m eşru­
iyeti ile çözüm lenecektir.
Bu ay m zam anda Ortadoğu bölgesinin genel m eşruiyet ve aidi­
yet problem inin de bir yansımasıdır. Türkiye teröre ciddi bir dar­
be vurulduğu bu dönem de toplum sal aidiyet hissini sarsm a riski
taşıyan bir söylem yerine, terörist grup ile Kürt halkını ayrıştıracak
ve m asum bölge halkını yeni bir aidiyet hissi ile kucaklayacak kül­
türel, siyasî ve ekonom ik politikalar geliştirm ek zorundadır.
Bu noktada Türkiye bölgeye müdahil olmak isteyen büyük güç­
lere ve Kürt nüfus barındıran diğer bölge ülkelerine göre önem li
avantajlara sahiptir. Herşeyden önce yaklaşık bin yıl birlikte yaşa­
mış olmakla birlikte etnik nitelikli hiç bir çatışm aya taraf olmayan
Türk ve Kürt nüfus Batı karşısında son direniş noktası olan O sm an­
lI Devleti’ni birlikte savunmuşlar ve bu savunmanın yetersiz kaldı­
ğı bir dönem eçte de istiklal Harbini birlikte yürütmüşlerdir.
Sabit veriler olan ortak tarih, coğrafya, din ve kültür unsurları
Anadolu'nun değişik bölgelerinde yaşayan bu insanların ortak bir
sosyal aidiyet hissi ile kaynaşm alarını sağlamıştır. PKK, bütün ç a ­
b alarına rağmen, Kürt nüfus içinde yeterli bir destek bu lam am ış­
sa bunun sebebi sadece alınan askerî tedbirler değil, bu aidiyet
hissinin getirdiği ortak hayat alam bilincidir. Tarihî birikim ile d es­
teklenen bu aidiyet hissinin zaafa uğratılm ası PKK'dan daha tehli­
keli sonuçlar doğurabilir.
G eleneksel unsurlardan kaynaklanan ve toplum u birarada tu ­
tan bu aidiyet h issinin m odern destekleyici aracı vatandaşlık b i­
lincidir. Toplum un bütününü hiç bir ayırım a tâbi tutm adan ku ­
caklayan bir vatandaşlık bilinci ve hukuku oluşturm aksızın to p ­
lum sal aidiyet h issin i siyasî m eşruiyet alan ın a taşıy abilm ek
m üm kün değildir.
Dolayısıyla, kültürel, ekonom ik ve siyasî çözüm tekliflerinin
dayanm ası gereken iki ana ilke olmalıdır: (i) Toplumun aidiyet his­
sini bir bütün olarak güçlendirm ek ve bu aidiyet hissini pekiştire­
cek tarihî, dinî, kültürel ve coğrafî unsurları desteklemek; (ii) siya­
sî m eşruiyetin tem eli olan eşit vatandaşlık bilincini hiç bir dış m ü ­
dahaleye ihtiyaç hissettirm eksizin garanti altına almak.
S tra te jik D erin lik

Türkiye gerek dış konjonktür gerekse iç siyasî kültür açısm dan


son derece kritik bir dönem den geçmektedir. Toplum a yeni bir atı­
lım gücü kazandıracak an a unsur toplum sal aidiyet hissinin sağ­
lam bir zem inde yeniden kurulmasıdır. Topiumsal gerilimi tır­
m andıran ve değişik toplum kesim lerim birarada tu tan kültürel
dokuyu zayıflatan bir söylem, bazı kulaklara hoş gelse bile, basiret
sahibi zihinlerde akis bulmamalıdır.
Ortadoğu politikasındaki belirsizliklerin, çatışm a alanlarının
ve tırm anm a tem ayülü gösteren stratejik risk unsurlarının aıkap-
lam nda jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonom ik parçalanm anın iz­
leri vardır. Jeopolitik parçalanm a kendi içinde bir bütünlük arze-
den jeopolitik havzaların ve hat uzantılarının farklı siyasî birim ler
arasında paylaştırılm asınm bir ürünüdür. Jeokültürel parçalanm a,
yine iç bütünlük arzeden kültür gruplarının katı politik çerçeveler­
le koparılm ası ya da içiçe geçen kültür grupları arasındaki ortak
zem in in zayıflatılm asm d an kaynaklanm aktadır. Jeoek on om ik
parçalanm a ise doğuşu, aktarım ı ve kullanım ı bir bütün arzeden
ekonom ik kaynakların farklı siyasî yapılar arasında dengesiz bir
şekilde dağıtılmış olm asının sonucudur.
Jeopolitik, jeokültürel ve jeoekon om ik parçalanm anın örtüştü-
ğü alanlar kronik ve her an tırm anm aya hazır çatışm a alanlarım,
bunlardan ikisinin örtüştüğü alanlar konjonktüre! dalgalanm alar
gösteren bunalım alanlarını, birinin olduğu alanlar ise potansiyel
gerilim alanlarım oluşturmaktadır. Ortadoğu, her üç parçalan m a­
nın da izlerinin görüldüğü bir bölgedir. Söm ürgeci dönem de belir­
lenen çıkar alanlarından ulus-devlet yapılanm alarına dönüşüm
sürecinde ortaya çıkan siyasî birim lerin belirlediği sınırlar ile bu
jeopolitik, jeokültürel ve jeoekon om ik parçalanm a arasındaki ç e ­
lişkiler bölgeyi uluslararası ilişkilerin bunalım potansiyeli yüksek
bölgelerinden birisi haline getirmiş bulunm aktadır.
Türkiye, bölgede sahip olduğu tarihi ve coğrafî derinlik ile bu
jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonom ik parçalanm anın yol açab ile­
ceği bunalım ları önceden görebilen ve soğukkanlı bir şekilde de-
ğerlendirebiien aktif bir bölge politikası geliştirm ek zorundadır.
Bu parçalanm a karşısında edilgen bir tutum takınm ak Türkiye’nin
bölgesel etkinliğini yok etm ek yanında iç ve dış güvenliği ile ilgili
O rta d o ğ u : K üresel E k o n o m i-P o liıik ve S tratejik D e n g e le rin Kilidi

ciddi riskler de doğurabilir. Böylesi bir parçalanm anın saiklerinin,


aktörlerinin ve sonuçlarının sıradan bîr seyircisi olarak kalm ak ise
m üm kün değildir. Soğuk Savaş sonrası dönem in dinamik kon­
jonktürü, statik ve edilgen tavır geliştiren ülkeleri kısa sürede dip­
lom atik sürecin devre dışına itmektedir.
Bölgenin son jeopolitik, jeokültürel ve jeo ek o n o m ik bütünlü­
ğünün tarihî m irasçısı olan Türkiye, bu jeopolitik, jeokültürel ve
jeo ek o n o m ik parçalanm ayı aşabilen ve bölgeyi bir bütün olarak
k uşatabilen bir stratejik yaklaşım geliştirm ek ve bu yaklaşım ı tak­
tik bir esneklik içinde kadem eli bir şekilde uygulamaya koymak
zorundadır. Böylesi bir stratejikyaklaşım , Türkiye’nin sadece böl­
ge üzerindeki etkinliğini artırm akla kalm ayacak, aynı zam anda,
küresel dengelerle bölgesel dengeler arasında hiç bir aktörün gö-
zardı etm esi m üm kün olm ayan bir işlev üstlenm esini de sağlaya­
caktır.
Soğuk Savaşa dam gasını vuran "Ortadoğu Meselesi", Soğuk Sa­
vaş sonrası dönem de çok boyutlu çelişkiler taşıyan daha da kar­
m aşık bir nitelik kazanmıştır. 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Ortadoğu -
Balkanlar eksenli bir cihan devletinin büyük güçlerin müdahil ol­
duğu etnik çatışm alarla kaybedildiği bir tarihi tevarüs eden Türki­
ye O rtadoğu'ya dönük politikasında jeopolitik parçalanm anın
risklerini m inim ize eden, jeoekonom ik parçalanm anın kaynak da­
ğılımı üzerindeki etkilerini denetim altında tutan ve jeokültürel
parçalanm anın çözücü etkilerini yok eden bölgesel politikalar ge­
liştirm ek zorundadır. Özellikle bu parçalanm anın kesişim alanları
üzerinde uzun dönem li projeksiyonlara dayalı, stratejik koordi­
nasyonu ve taktik kadem elendirm esi İyi yapılmış politikalar geliş­
tirm e ihtiyacı vardır.
Ortadoğu'ya 21. yüzyılın ilk yarısında dam gasını vuracağı dü­
şünülen jeopolitik, jeoekonom ik ve jeokültürel gerilimler konu­
sunda çok ciddi ve teen ni yüklü bir tavır geliştirilmelidir. Balkan­
ların jeokültürel yapısını yeterince değerlendirem eyen bir siyasî
elitin girdiği Balkan m acerası ile Balkanları kaybettikten sonra İn-
gifizlerin kışkırttığı Türk-Arap gerginliği ile Ortadoğu om urgasını
da yitirerek Anadolu'ya çekilm ek zorunda kalan ve Osm aniı m ira­
sından, im paratorluğun M üslüm an-etnik tablosunu tüm üyle ba-
' • ı -- .ı„+ TtirHıro 9i vü7vılîn ilk varisi
I Stratejik D erinlik

ile ilgili bu senaryoları kapsamlı bir bölgesel strateji çerçevesinde


değerlendirmek zorundadır.
Filistin ve petrol boyutlarıyla özdeşleşen Ortadoğu M eselesine
Soğuk Savaş şartlan içinde m esafeli ve dengeli bir şekilde yaklaşan
ve doğrudan müdahil olmayan bir politika geliştiren Türkiye, iste­
se de istem ese de, 21. yüzyıla yönelik Irak-Kürt ve su eksenli bu ye­
ni projeksiyonun merkezinde bulunm aktadır. Böylesi bir konjonk­
türde Türkiye'nin tutarlı bir Avrasya stratejisi içinde bir Asya d e­
rinliği kazanması kaçınılm az bir stratejik tercih olarak önem ini
korumaktadır. Bu Asya derinliğinin olm azsa olm az şartı da O rta­
doğu politikası üzerindeki etkinliktir. Bu etkinliğin en önem li ara­
cı olmakla birlikte en riskli alam da olan ve petrol ve su havzaları­
nı birleştiren Kuzey ve Güney M ezopotam ya politikalar}, aynı za­
manda, bu yeni stratejik projeksiyonda öne çıkarılm ası m uhtem el
olan Kürt ve İrak m eselelerim de kapsamaktadır.
Türkiye’nin Asya derinliğine dayalı Ortadoğu politikası, böîge-
lerarası etkileşimi gözönünde tutan ve bu etkileşim in ortaya çıkar­
dığı gerilim alanlarını esnek ve tutarlı bir strateji ile aşabilen bir
üst-politikamn. ayrılmaz parçası olarak görülmelidir. Bu açıdan
Türkiye, Ortadoğu'da çıkarılm ası m uhtem el etnik-tem elli gergin­
liklerin kısa dönem li ve taktik tarafı olm aktansa, kapsayıcı bir je o ­
kültürel tanım lam a ile bu gerginliklerin uzun dönem li çözüm
merkezi olma konum unu kazanm alıdır. Bu da gerekTürkiye'nin iç
siyasî kültürünün bölücü-kutuplaştırıcı tavırlardan uzaklaştırıla­
rak bütünleştirici bir niteliğe bürünm esi, gerekse Ortadoğu'da b ö l­
gesel barış kurucu rolünün ben im sen m esi ile sağlanabilir. Kendi
içinde kimlik bölünm esi yaşayan ve devlet-toplum ilişkisi zaafa
uğratılmış bir Türkiye'nin bu yeni projeksiyonlarda yeni risklerle
karşılaşması kaçınılm az olacaktır.
Ortadoğu politikasında başarılı olm anın asgari şartları Ortado­
ğu'yu jeokültürel ve jeoekon om ik olarak kuşatan sağlam bir stra­
teji, diplomatik ve askerî taktiklerin koordinasyonunu sağlayacak
esnek bir dış politika ve bu bölgenin küresel politikalardaki etkisi­
ni değerlendirebilen basiretli bir kadem elendirm e becerisidir. B u ­
nun için de gerekli stratejik yaklaşım ın ana unsurları şu şekilde
Özetlenebilir: (i) Bölgeye dönük diplom atik açılım ları olum suz
yönde etkileyen psikolojik engellerin asılmacv rm —ı —
O rta d o ğ u : K ü resel E k o n o m i-P o litik v e S tratejik D e n g e le rin Kilidi

m eleri yakından, takip eden ve derinlikli projeksiyonlarla değer-


lendirebilen araştırm a merkezi, üniversite enstitüleri gibi kurum ­
sal yapıların oluşturulm ası ve varolanların geliştirilmesi; (iii) küre-
sel dengeler ile bölgesel reelpolitik arasında sağlıklı bir irtibat ku­
rulması; (iv) bölgeyi bütünüyle kuşatıcı projeler üretilmesi; (v)
bölge barışını güçlendirecek ortak çıkar alanlarının oluşm asına
öncülük edilm esi; (vi) bölge barışında jeopolitik ve jeokültürel risk
alanları oluşturan karşı milliyetçi bloklaşm aların engellenm esi;
(vii) ikili ilişkiler çeşitlendirilerek odaklaşm ış tepkilerin azaltılm a­
sı; (vüi) Ortadoğu Barış Süreci başta olm ak üzere bütün bölgesel
problem alanlarında etkin, aktif ve inisiyatif gücü yüksek bir yak­
laşım ın benim senm esi; (ix) Türkiye’nin bölgedeki im ajını güçlen­
direcek yatay ilişkilere ve iletişim e ağırlık verilmesi.
Bütün bu unsurların devreye sokulması için herşeyden ön ce
O rtadoğu'yu Araplardan oluşan bir problem bölgesi olarak gören
basitleştirici yaklaşım terkedilmelıdir. Sağlıklı bir Ortadoğu politi­
kası geliştirm eksizin küresel strateji kadem elendirm esi yapabil­
m ek de; yakın kıta havzası politikalarını yönlendiren genel bir As­
ya politikası geliştirm ek de; Akdeniz, Kafkasya ve Basra gibi yakın
kara ve deniz havzalarını ilgilendiren bölgelere dönük diplom atik
açılım lar sağlam ak da m üm kün olamaz.
4. Bölüm

Avrasya Güç Denkleminde


I Orta Asya Politikası

Türkiye'nin Soğuk Savaş sonrasında hızlı ve nostaljik bir at­


m osfer ile başlayan, daha sonra kısmi bir rasyonelliğin ve teen n i­
nin devreye girdiği Orta Asya politikası, geçen yaklaşık on yıllık sü­
re içinde kazanılan tecrübeler ışığında soğukkanlı bir şekilde yeni­
den değerlendirilm ek zorundadır. Böylesi bir değerlendirm e Orta
Asya’nın uluslararası konum unu etkileyen faktörler, Türkiye’nin
genel dış politikası içinde Orta Asya’nin yeri, Orta Asya’da yaşanan
hızlı dönüşüm , bu dönüşüm ün Türkiye ile olan ilişkilerde oynadı­
ğı rol ve diğer küresel ve bölgesel güçlerin Orta Asya politikalarının
gelişim seyri konularında yoğunlaşm ak zorundadır.
Soğuk Savaş dönem inin bitm esinin doğrudan etkilediği bölge­
lerin başında Orta Asya gelmektedir. Çift kutuplu sistem in çözül­
m esi ve SSC B'nin dağılması Orta Asya'nın uluslararası güç yapı­
lanm ası ve Avrasya dengeleri içindeki yerini radikal bir şekilde de­
ğiştirmiştir. Çift kutuplu sistem in öngördüğü statik kutuplaşma
Orta Asya’nın kendine has coğrafî ve tarihî param etrelerinin dev­
reye girm esini engellemekteydi. Bu statik yapının dağılm ası böl­
genin siyasî sınırları ile jeopolitik, jeoekonom ik ve jeokültürel hat
ve havzalar arasındaki uyum problem ini beraberinde getirmiştir.
Bölgenin gerek kendi içinde gerekse Avrasya dengeleri içinde sa­
hip olduğu özellikler bu hat ve havzalar arasındaki geçişkenliği ve
karşılıklı etkileşim i artırmıştır. Bu yeni konum un ana param etrele­
rinin belirlenm esi Türkiye’nin bölgeye yönelik stratejisinin ana
unsurlarının tanım lanm asını da kolaylaştıracaktır.
| M raleıik D erinlik

I. Orta Asya’nın Uluslararası Konumunu


Etkileyen Faktörler

ı. Coğrafî ve Jeopolitik Faktör


Coğrafî anlam da Asya’nın kıtayı çevreleyen okyanus ve deniz
havzalarından en uzak bölgesi için kullanılan Orta Asya tabiri, ku­
zey-güney istikam etinde Sibirya’dan Hint altkıtasım steplerden
ayıran Himalayalara kadar olan bölgeyi, doğu-batı istikam etinde
de Ural-Hazar hattından M oğolistan ve geleneksel Çin bölgesine
kadar uzanan alam kapsamaktadır. Dünyada okyanuslardan en
uzak alanlardan birini oluşturan, bu yönüyle de kara özellikleri b e ­
lirgin olan bu bölgenin oluşturduğu jeopolitik havza büyük ölçek­
li Avrasya kara im paratorluklarının yayılma alanlarına m erkezlik
etmiştir. Cengiz ve Tim ur im paratorlukları bu jeopolitik Özelliğin
en çarpıcı tarihî misalleridir.
Bu tarihî m isalleri 16. yüzyıldan itibaren ivme kazanarak Av­
rasya’yı doğuya ve güneye doğru kateden Rus em peryal yayılm a­
sı ile de destekleyen M ackinder, bu havzayı Doğu Avrupa'ya ka­
dar uzanan steplerle birlikte değerlendirerek Mihver Bölge {He-
artlandjnin alanları içinde görmüştür. M odern kara jeopolitiğinin
tem el varsayım ları arasına giren bu yaklaşım biçim i Avrasya'ya
dönük m od ern stratejik rekabetin seyri ile daha da tebarüz etm iş­
tir, 19. Yüzyılda Rusya ve İngiltere arasında süren Büyük Oyun re ­
kabetinin ayrım hattın ın da, 20. yüzyılın ikinci yarısına egem en
olan A BD -SSCB Soğuk Savaş rekabetinin ayrım h attın ın da te m el­
de bu bölgenin güney kuşağı üzerinde oluşm uş olm ası bölgenin
coğrafî özelliklerinden kaynaklanan jeop olitik ön em ini sürekli
gündem de tutmuştur.
Coğrafî ve jeopolitik tanım lam alardaki ortak unsurlara rağ­
men, büyük güçlerin her biri bölgenin coğrafî sınırları ile ilgili
farklı bakış açıları geliştirmişlerdir. Bu bakış açıları, ilgili güçlerin
stratejisyenlerinin kendi coğrafî m ekanlarından ve tarihî te crü b e­
lerinden kaynaklanan stratejik zihniyetlerinin izlerini taşım akta­
dır. Bu arkaplan Asya’nın kıta-içi tasnifi ile ilgili kategoriler üzerin­
de de tesirli olmuştur. Asya’nın güney kuşağını doğu-batı istika­
m etinde kesen söm ürge kom uta alanlarına bölen İngiliz stratejisi­
A vrasya G ü ç D e n k le m in d e O rta A sy a Politikası

nin tanım ladığı Ortadoğu ve Hint kom uta alanları bir taraftan ay­
rı kom uta m erkezlerine bağlı komşu alanları birbirine y aban cılaş­
tırırken diğer taraftan içiçe geçen kesişim hatları oluşturmuştur.
M esela, Ortadoğu kom uta alam kuzey kuşağında Kuzey Afrika’dan
geçerek M ısır üzerinden İran’a kadar uzanırken, güney kuşağında
Sudan ve Doğu Afrika’yı da bünyesine almaktaydı. Öte yandan
Hint kom uta alam ise Hong Kong’dan M ısır’a kadar uzanan ve G ü­
ney ve Güneydoğu Asya ile Ortadoğu'yu birbirine bağlayan bir ala­
nı kapsam aktaydı. Orta Asya birinci kom uta alanının doğusunu,
ikinci kom uta alanının ise kuzeyini oluşturan bölgeyi kapsıyordu.
ABD’nin Soğuk Savaş dönem inde sürdürdüğü yaklaşım da
Spykm an’m Rimland kuşağı tanım lam ası çerçevesinde hem en h e­
m en aynı jeopolitik yaklaşım ı sergiliyordu. Avrasya’yı kuşatan ok­
yanuslarda deniz-ağırlıklı hakim iyet oluşturan küresel bir gücün
Avrasya’nın kara derinliğine bakışını yansıtan her iki jeopolitik
yaklaşım için de Orta Asya bir yönüyle step-m erkezli kara gücü­
nün tem erküz alam, diğer yönüyle de kara ve deniz güçlerinin re­
kabetlerinin yoğunlaştığı geçiş havzasıdır.
M odern dönem de Avrasya derinliğindeki kara gücünün tem sil­
cisi olan Rusya ve SSCB liderlerinin jeopolitik algılam asında ise
Orta Asya [Srednyaya Aziya) Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar uzanan
Yakın Doğu (BlizhniyVostok) ile Pasifik Okyanusu kıyılarına bakan
Uzak Doğu (Dal'niy Vostok) arasında kalan Orta Doğu’nun (Sred-
niy Vostok) bir parçasıdır. Rus yayılm asına paralel bir şekilde gü­
ney ve doğu istikam etine dönük olarak şekillenen bu tanım a göre
Ortadoğu ve Orta Asya sınırları batıda Kafkaslar ve Basra Körfe-
zi’nden başlam akta ve doğuda M oğolistan’a, güneyde Hint yarı­
m adasına kadar uzanmaktaydı. Bu ayrım sadece jeopolitik bir ay­
rım hattı değil, Osm aniı ile İran ve H int Dünyasını ayıran jeok ü l­
türel bir ayrım hattı olarak da kullanılmıştır.
tik defa 1829 yılında Alexander von H um boldt tarafından kul­
lanılan ve Alman ve Fransız literatüründe yaygınlık kazandıktan
sonra Rusça'ya TsentraVnya Aziya şeklinde geçen Merkezî Asya ta ­
biri denize irtibatı olm ayan bütün Asya toprakları için kullanıl­
m ıştır ki, bu nun jeopolitik karşılığı Rusya'nın Avrasya m ihveri
{Heartland)dir. Jeopolitik olm aktan çok, jeo etn ik bir tanım lam a
| S tr a te jik D e rin lik

olarak kullanılan îç Asya [Vnutrenyaya Aziya) tabiri ise Türkistan


ve M oğolistan'ı kapsayacak şekilde 40. ve 50. paraleller arası için
kullanılm ıştır.1
Bu coğrafî ve jeopolitik çerçeve içinde 19. yüzyılda Büyük Oyun
rekabetinde İngiltere karşısında, 20. yüzyılın ikinci yarısında da
Soğuk Savaş rekabetinde ABD karşısında Avrasya m ihverini elinde
tutan Rusya ve SSC B'nin güney ve doğuya yönelik en önem li stra­
tejik ayağım oluşturan Orta Asya her iki rekabette de küresel ölçek­
li statik dengelerin edilgen unsuru konum unda kalmıştır. Soğuk
Savaşın sona erm esi ile birlikte Orta Asya jeopolitiğindeki en
önem li değişim Avrasya ölçeğinde süren statik jeopolitik dengenin
çözülm esi ile birlikte başta Orta Asya olm ak üzere bu dengenin
oluşum hattm daki bölgelerde önem li bir jeopolitik boşluk alanı
doğmuş olmasıdır.
Bu jeopolitik boşluk alam Avrasya politikasındaki bölgesel ak­
törler ile Orta Asya bünyesindeki bölge-içi aktörlere Önemli bir
m anevra alanı açm ış ve son ikiyüzyıldır belki de ilk defa Orta As­
y a’nın kendi iç dinam iklerini devreye sokan yeni bir stratejik k on ­
jonktürün ortaya çıkm asına yol açmıştır. Bugün Orta Asya'da kü­
resel, kıtasal ve bölgesel dengelerin içiçe geçtiği ve karşılıklı olarak
birbirlerini etkilediği son derece dinam ik bir jeopolitik yeniden
yapılanm a süreci söz konusudur. Türkiye gibi aktörlerin bölge
üzerinde gelecekte sahip olacakları etki bu jeopolitik yeniden ya­
pılanm a sürecinde oynayacakları role bağlı olacaktır.

2. Tarihî ve Jeokültürel Faktör


Coğrafî olarak Avrasya kara kütlesinin denizlerden en uzak
m erkezî eksenini oluşturan Orta Asya, yeryüzünün bu en büyük
kara kütlesinin denize açıldığı bölgelerdeki yerel m edeniyet hav­
zaları ile hem siyasî hem de kültürel açıdan son derece dinamik bir
ilişki içinde bulunagelmiştir. Hareketli Orta Asya kültürü yerleşik
Hint, İran ve Çin m edeniyet havzaları ve daha sonra Rus etkisinde
■91
1

1 Bu tan ım lam alar ve kullanışlarındaki değişim için bkz. Milan Hauner, “Soviet Eu-
rasiaıı Hm pire and Indo-Persian Corridor”, Problems o f Coımnunism, (January-
February 1987), s. 2 5 -2 7 ve Milan Hauner, Whnt is Asin to Us? Boston; Umvin
H ym an, 1990, s. 72-73.
A vrasya G ü ç D e n k le m in d e O rta A sya Politikası

kalacak olan engin step kültürü ile doğrudan ve çok yönlü bir etki­
leşim içinde olagelmiştir.
Orta Asya merkezli insan hareketliliklerinden kaynaklanan yo­
ğun göçler kimi zam an bu yerleşik m edeniyet havzalarını h arm an ­
layarak yeni sentezler oluşturmuş, kimi zam an da bu bölgelerden
gelen etkiler Orta Asya’nın kültürel, siyasî ve ekonom ik yapışım
köklü değişim lere uğratmıştır. Selçukluların İran'da, Gaznelilerin
ve Babürlülerin H indistan’da, Moğollar ve Kubilay’ın Çin’de, T i­
m u r’un Moskova Prensliğine kadar uzanan engin stepler üzerinde
ortaya çıkardıkları siyasî ve kültürel hakim iyet alanları Orta Asya
merkezli etkileşim in ürünleri olmuştur.
Bu etkileşim in tarihî ve jeokültürel ekseni klasik tanım lam aları
kullanırsak İran, Hind ve Turan havzalarının kesişim alam üzerin­
de oluşmuştur. Orta Asya’nın güneyi (özellikle M averaünnehir) ve
A fganistan'ı kapsayan bu alan İran, Turan ve Hind arasındaki ge-
çişkenliklerîn belirlendiği bir kırılma alam rolünü oynamıştır. B ü ­
yük İskender Karadeniz ve Hazar’ın güneyinden seyreden Avrasya
hakim iyetini bu alanda düğümlemiş; Gazneli M ahm ud Turaıı’dan
H ind'e yönelen akınlarım n tem erküz hattını bu alanda kurmuş;
Cengiz'in orduları bu alandaki hakim iyetten sonra İran ve H ind’e
yönelik akınlar m önünü açmıştır.
1197'd.e D elhi’nin fethinden sonra bu üç tarihî ve jeokültürel
hattın da İslam m edeniyetinin merkezi haline dönüşm üş olm ası
İran, Turan ve Hind arasındaki ilişkilerin İslam m edeniyeti içinde-
ki liderlik m ücadelesi halinde seyretm esi sonucunu doğurmuştur.
Söm ürgeciliğe kadar sürecek bu iç liderlik rekabetinin ilginç bir
yönü de bu rekabeti üç havzada da sürdüren unsurların hem en
h em en tam am ının Turan kökenli insan unsurundan kaynaklan­
mış olmasıdır. Tim ur’un kurduğu siyasî hakimiyet Orta Asya m er­
kezli en kapsam lı yayılmalardan birinin ürünüdür ve Turan, İran
ve Hind eksenlerindeki hakim iyetten sonra bu üç havzanın b a tı­
sında bulunan Osm aniı ile kuzeyinde bulunan Rusya’ya y önelm iş­
tir. Sem erkand’ı bir Avrasya m edeniyet merkezi haline dönüştüren
bu yayılm a Orta Asya merkezli ve Turan nitelikli son büyük ölçek­
li hakim iyet alanım oluşturmuştur. İslam m edeniyeti ve Turan kö­
kenli siyasî hakimiyet açısm dan bakıldığında bir iç rekabet olarak
görülebilecek olan Bayezid-Tim ur rekabeti bir anlam da Avrasya
S tratejik D erinlik

ölçeği içinde Akdeniz-Balkanlar-Anadolu havzası ile Turan-İran-


Hind rekabetinin en çarpıcı m isalini oluşturmuştur.
Orta Asya Tim ur’un kurduğu siyasî hakim iyetten sonra hanlık­
lar arasında bölüşülürken İslam medeniyeti bünyesindeki iç reka­
bette Balkanlar-Anadolu (Osmaniı), İran (Safevî), Orta Asya (Öz­
bek), Hind (Babür) hakimiyet alanları öne çıkmıştır. Bu hakim iyet
alanlarının yerleşik m edeniyet birikim leri ile Orta Asya kökenli
idareci insan unsuru arasındaki etkileşim ler İstanbul, Konya, İsfa ­
han, Şiraz, Sem erkaııd, Buhara, Delhi ve Lahor gibi m edeniyet ek­
seni şehirlerin doğm asına yol açmıştır. Bütün bu iç rekabete rağ­
m en sağlanan kültürel ve stratejik atılım 16. yüzyılda Viyana'dan
Çin’e kadar uzanan alanda ortak bir jeokültürel havzanın olu şm a­
sını sağlamıştır.
Bu rekabette m ezhep farklılıkları dolayısıyla O sm anlı-İran,
İran-Ö zbek, İran-H ind ilişkileri gergin geçerken İran ve Rus faktö­
rüne karşı Osm anlı-Özbek, Portekiz ve İngiltere faktörüne karşı da
O sm anlı-H ind ilişkileri genellikle ittifak ilişkisi içinde seyretmiştir.
Sokullu M ehm ed Paşa’nm Rusların A strahan’a inm esine yönelik
stratejik bir tepki olarak görülebilecek olan Don-Volga kanal pro­
jesi ve Astrahan seferi O sm anlı-O rta Asya ilişkilerindeki Rus faktö­
rünün, Yavuz Sultan Selim'den IV Murad dönem ine kadar süren
Osm anlı-Ö zbek tem aslarında Safevî faktörünün, Şeydi Ali Reis'in
Hind seferi ve Türkistan seyahatlerinde söm ürgecilik faktörünün
izlerini görm ek mümkündür.
18. Yüzyılın ortalarından itibaren Rusların Osmaniı üzerinde
Doğu Avrupa, Kırım ve Kafkasya'da; Orta Asya üzerinde de Kazak
bozkırlarında kurduğu baskı Osmaniı ile Orta Asya arasındaki k a ­
der ortaklığını pekiştirirken, Ingilizleriıı M ısır ve H ind’i eksen alan
söm ürgeci yapılanm ası Osm anlı-Hind yakınlaşm asını bir varoluş
ittifakı haline dönüştürm üştür. Bu kader ortaklıkları 15. ve 16. yüz­
yıllarda yükselen Avrasya İslam m edeniyeti havzalarım ve ortak
jeokültürel alam bu kez anti-söm ürgeci m ücadelenin dayanışm a
alanı haline dönüştürm üştür. Bu süreç içinde O sm aniı ve Orta As­
ya havzalarında canlanan Türkçülük akımları ile Osm aniı ve Hind
havzasında yükselen İslam cılık akımları hep bu Avrasya vizyonu­
nun izlerini taşımıştır. Batılı güçlerden gelen baskılar karşısında
bir Avrasya derinliği kazanm ak isteyen Osm aniı yöneticileri bu ka-
A vrasya G ü ç D e n k le m in d e O rta A sy a Politikası |

der ortaklığını stratejik bir param etre haline dönüştürmeye çalış­


mışlardır. Hem İL Abdülhamid’in İslam cılık siyasetinde, hem de
onu tahttan indirerek fşfolîşın^ğelen-.Jttihad T e ^ a l^ n in Türkçülük
ve İslam cılık siy a se tle ria ^ , bu izleri görm ek m üm kündüıHk^ar in
Balkan şehitleri ve Edirne savu n în asfiçİıı Lahor’d.a yazdıg?#şiirde
de, Enver Paşa’mn Orta Asya’daki dramatik sonunda da Anadolu-
H ind-Orta Asya arasındaki bu kader ortaklığı idrakinin yansım ala­
rı yakalanabilir.
Orta Asya'nın m odern siyasî tarihi Avrasya tarihinin bu genel
çerçevesi içinde özel bir anlam kazanm aktadır. 19. Yüzyılda, R us­
ların engin kuzey stepleri üzerinden güneye, İngilizlerin Hindistan
üzerinden kuzeye doğru ilerleyişleri ile birlikte O rta Asya söm ür-
geriliğin kıskacı altına girmiştir. Rusların Avrasya’yı doğrudan
kontrole dayalı kara, jeopolitiği ile İngilizlerin Avrasya’yı kuşatm a­
ya ve deniz kıyılarından merkeze yönelik yayılmaya dayalı deniz
jeopolitiği arasındaki rekabetin oluşturduğu Büyük Oyun’un kur­
banı olan Orta Asya kültürel, siyasî, ekonom ik ve demografik bir
dağılma ve çöküş dönem i yaşamıştır.
Böylece Orta Asya belki de tarihinde ilk defa çevre m edeniyet
havzalarının baskı altında tuttuğu edilgen bir bölge durum una
düşmüştür. Bu çöküşün ortaya çıkardığı bunalım lar hem iç bü tü n ­
lüğü çözm üş, hem de dış etkilere açık bir konjonktür doğurm uş­
tur. Bu çöküşün en kötü dönem i Rusya'nın ve Çin'in, kom ünist
idarelere geçerek, Orta Asya'yı doğudan ve batıdan tam anlamıyla
söm ürgeleştirm eleri olmuştur.
Soğuk Savaş sonrasında yaşanan başdöndürücü değişm elerle
beklenm edik bir şekilde tekrar hürriyetlerine kavuşan bölge ülke­
leri çelişkili ve karm aşık bir dönüşüm süreci içine girmişlerdir.
Türkiye bu dönüşüm sürecinin bu bölge halklarım ortak kader an ­
layışına yönelten tarihî ve jeokültürel tem elim güçlendiren bir p si­
kolojik dayanışm ayı cari güç dengelerini gözeten rasyonel bir stra­
teji ile bütünleştirm esi halinde Avrasya derinliğindeki jeokültürel
boyut ile stratejik rasyonaiiteyi birlikte değerlendirebileceği bir
m anevra alam oluşturabilecektir. Aksi takdirde jeokültürel derinli­
ği sürekli vurgulamak Avrasya stratejisi üzerinde etkin diğer aktör­
leri tedirgin ederken, jeokültürel derinliği gözardı eden bir yakla- ^
Stratejik Derinlik

şım bu bölge halklarını ortak bir stratejik paydaya yöneltebilirle


kabiliyetinde zaaflara yol açacaktır.

ılpem o^rafik ve leoekonomilf FaktöJL^


Demografik açıdan ele alındığında Orta Asya'yı stratejik açıdan
farklılaştıran en tem el özellik kendisini çevreleyen bölgelere göre
son derece az bir nüfus yoğunluğuna sahip olmasıdır. Kuzeydeki
Sibirya kıyısı bölgeler ele alındığında bu özellik daha da belirgin­
leşmektedir. Bir kaç çarpıcı kıyasla ortaya koymak gerekirse, tek
başına AB ülkelerinin toplam alanından daha fazla alana sahip
olan Kazakistan AB’nin yaklaşık onbeşte biri (17 milyon) bir nüfu­
sa sahip iken Çin’in yüzölçüm ünün yaklaşık altıda birini kapsayan
Doğu Türkistan nüfusun yaklaşık altm ışta birini oluşturmaktadır.
Bütün Afrika kıtasının yaklaşık yarısına tekabül eden bir alana sa­
hip olan Sibirya’nın nüfusu ise sadece 40 milyondur.
Bu nüfus yapılanm ası uzun dönem li stratejik seyir açısm d an
son derece önemli unsurlar ihtiva etm ektedir. Avrasya bîr bütün
olarak ele alındığında Çin ve Hindistan bir milyarı aşan nüfusları
ile güney ve doğuda son derece yoğun nüfus baskısı altında olan
ülkelerdir. Rusya’nın merkezinde ve batısında yoğunlaşan Slav
nüfus ile AB’nin doğuya doğru genişleyen haritası da gözönüne
alındığında Avrasya'nın doğu, güney ve batısında gittikçe yoğun­
laşması m uhtem el nüfus baskısı karşısında Orta Asya göreceli ola­
rak bu nüfus baskısının yönelebileceği potansiyel alanlardan b iri­
ni oluşturmaktadır. Tarih boyunca h em en h em en her istikam ette
dışarı doğru insan hareketliliklerine kaynaklık yapan Orta As­
ya'nın zorunluluklar karşısında kendisinin çekim alanı oluşturm a
ihtimali Önümüzdeki yüzyıl için gözönünde bulundurulm ası gere­
ken bir ihtimaldir.
Dünya nüfusunun ve enerji kaynaklarının dörtte üçünü, to p ­
lam üretim in yüzde altm ışım barındıran Avrasya'nın jeoekonom ik
özellikleri ve kaynakları ile bu anakıtam n merkezini teşkil eden
Orta Asya'nın demografik yapısı arasındaki dengesizlikler bölgeyi
m uhtem el stratejik rekabetin önem li alanlarından birisi haline g e­
tirebilecek özellikler taşımaktadır. M esela, hızlı ekonom ik gelişm e
trendinin yol açtığı enerji sıkıntısı ile karşı karşıya bulunan Çin'in
önüm üzdeki yıllarda enerji talebinin yaklaşık yüzde seksenini kö~
A vrasya G ü ç D e n k le m in d e O rta A sya P olitikası

mürden karşılayacağı, bu na m ukabil de dünya kömür rezervinin


yine yaklaşık yüzde sekseninin Rusya'nın Sibirya ve Uzak Doğu
bölgelerinde yer aldığı düşünülürse Avrasya'da tırm anm ası m uh­
tem el stratejik rekabetin jeoekon om ik tem elleri daha rahat anlaşı­
labilir. Çin'in insan kaynağı fazlası ile Orta Asya ve Sibirya’nın do­
ğal kaynak fazlalığı arasındaki denge problem i Avrasya dengeleri­
nin önem li jeoekonom ik gerilim alanlarından birini oluşturm aya
adaydır.
Orta Asya, doğal kaynaklar açısm dan, içinde barındırdığı insan
unsurunun değerlendirm e potansiyelini çok aşan bir kapasiteye
sahiptir. Asrın başında Avrasya mihver alanının Kuzey Am eri­
ka'nın toplam doğal kaynak ve m ineral potansiyeline eş bir p o tan ­
siyele sahip olduğunu söyleyen ve bu yargıyı jeopolitik teorilerine
önem li bir dayanak kılan M ackinder'in yaklaşımı son verilerle b ü ­
yük ölçüde teyid edilmiş görünmektedir. Orta Asya, gündem e ağır­
lığım koyması bakım ından daha yaygın bir şekilde bilinen ve tartı­
şılan doğal gaz ve petrol kaynakları dışında stratejik açıdan son
derece önem li m ineral kaynaklarına da sahiptir.
Ülkeler bazında genel bir değerlendirm e yaparsak, Tengiz p et­
rol kaynaklarından yılda elli milyon to n civarında bir üretim yap­
mayı planlayan Kazakistan ayrıca zengin doğal gaz, kömür, bakır,
çinko, talyum, cardam om , bizm ut ve akın kaynaklarına sahiptir.
Ü lkenin özellikle köm ür ve altın kaynakları dikkat çekicidir.
SSC B ’nin 1989 yılı itibarıyla kömür üretim inin yüzde yirmisi Kaza­
kistan’da üretilmekteydi. Tam am en Moskova tarafından d en etle­
nen yıllık altm üretim i ise 500 to n civarındaydı. Elektronik m ü h en ­
disliğinde, roket yapım ında ve nükleer güç istasyonlarında kulla­
nılan zengin talyum, bizm ut ve cardam om kaynakları stratejik m i­
neraller açısm dan Kazakistan'ı önem li bir konum a getirmektedir.
D oksanlı yılların başındaki 85 milyar m etreküp yıllık üretim le
BD T ülkeleri arasında ikinci, dünyada dördüncü büyük doğal gaz
üreticisi konum unda bulunan ve ispatlanm ış gaz rezervi 2.8 tril­
yon m etreküp, tahm ini toplam gaz rezervi ise 13 trilyon m etreküp
civarında olan Türkm enistan ise bu tem el kaynağı dışında petrol,
altın, kömür, platin, kalsiyum klorid, sülfür, potasyum , barit, iyot,
m agnezyum , bromür, sülfat, cıva, bentonit, celestine ve ozoserit
1-aırriîlH a ra vp m inerallere sahiotir. Türkm enis­
Stratejik D erinlik

ta n ’ııı iç tüketim inin çok düşük düzeylerde olduğu düşünülürse,


bu kaynakların dış dünyaya ih racatının ve bu ihracatın takip ed e­
ceği güzergahın nasıl bir stratejik ön em kazandığı daha rahat an ­
laşılabilir.
Orta Asya'da göreceli olarak daha yoğun bir nüfusa ve tarihî b i­
rikim ile de desteklenen merkezî bir siyasî önem e sahip olan Öz­
bekistan bu zengin jeoekonom ik kuşağın önem li bir halkasını
oluşturmaktadır. Güney Afrika’dan sonra dünyanın önem li altın
üreticileri arasında yer alan Özbekistan, aynı zam anda doğal gaz
ve petrol ihracatçısıdır. Uluslararası piyasa değeri 1 milyar doları
bulan gümüş üretim ine sahip olan Özbekistan yaygın olarak bili­
nen bu kaynaklarının dışında zengin kömür, bakır, uranyum ve
çinko kaynaklarım barındırmaktadır. Ö zbekistan'ın yoğun ve kali­
teli pamuk üretim i de ülkenin tarım potansiyeli açısm dan büyük
bir Önem taşımaktadır. Diğer iki Orta Asya cum huriyeti olan Kırgı­
zistan ve Tacikistan’da da başta m aden cevheri, altın, cıva ve bakır
olmak üzere zengin m ineraller bulunmaktadır.
Kafkaslar bölgesinde bulunm akla birlikte Hazar D enizine olan
kıyısı ve jeokültürel irtibatı dolayısıyla Orta Asya bölgesinin doğal
bir uzantısı gibi görülen A zerbaycan’daki zengin petrol, doğal gaz,
kobalt ve dem ir piriti kaynakları da gözönüne alındığında b ölge­
nin jeostratejik önem i daha da açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Yanlış sanayileşm e stratejisinin yol açtığı çevre felaketlerine rağ­
men dünyanın hâlâ en bakir alanlarını oluşturan bölge önem li p o ­
tansiyelleri bünyesinde barındırm aktadır. M esela, derinliği ile
m eşhur Baykal Gölü tek başına dünyanın toplam tatlı su kaynak­
larının beşte birine sahiptir.
Böylesi zengin doğal kaynaklara sahip olan Orta Asya’nın bu
kaynaklarının uluslararası ekonom i-politik sistem in üretim çe m ­
berinin içine sevkedilmesi m eselesi Avrasya ölçekli stratejik kay­
nak aktarım ı ve ticareti m eselesini beraberinde getirm ektedir. Bu
problem aslında tarihî bir arkaplana da sahiptir. İktisadî tarihin en
önem li ticaret yolu olan ve bütün Avrasya’yı doğu-batı istikam e­
tinde birleştiren İpek Yolu klasik dönem lerde böylesi dinam ik bir
aktarım hattını oluşturuyordu. Bu jeoekonom ik aktarım hattı aym
zam anda Hind, Çin, Ortadoğu, Akdeniz ve Avrupa arasındaki je o ­
kültürel etkileşim i de yönlen dirivor v p A v r a e v a 'm ru * ., ı~ .
A vrasya G ü ç D e n k le m in d e O rta A sya Politikası |

zey-güney istikam etlerinde birleştiren bir rol oynuyordu. Orta As­


ya’nın m erkezî bir role sahip olduğu bu jeoekonom ik hat önce
Hint Okyanusu üzerinden geçen yeni ticaret yollarının keşfi ile
Önem kaybetm eye başlam ış, daha sonra da Rusya'nın Kafkaslar ve
Batı Türkistan'ı, Çin’in Doğu Türkistan’ı ve İngiltere’nin Hint altla-
tasını istila etm esiyle ciddi bir parçalanm a yaşamıştır. 19. Yüzyılda
kuzeyde Rusya'dan, güneyde İngiltere’den ve doğuda Çin'den ge­
len em peryal/söm ürgeci baskılar İpek Yolu eksenli klasik Avrasya
ekonom isini tam am ıyla çökerterek Orta Asya'nın bağımlı bir eko­
nom ik alan haline dönüşm esine zem in hazırlam ıştır. İpek Yo-
lu'nun önem ini kaybetm esi ve devre dışı kalm ası aynı zam anda
Orta A sya'nın m odern dönem de Ortodoks/sosyalist Rus/Sovyet
İm paratorluğu, Konfuçyanist/sosyalist Çin imparatorluğu ve Pro­
testan/kapitalist İngiliz im paratorluklarının oluşturdukları yeni
m erkezlerin periferisi olm a sürecini hızlandırmıştır.
Sovyet İm paratorluğu'nun çöküşü ve zengin doğal kaynakla­
rıyla O rta A sya'nın tekrar bir çekim alam haline gelm esi klasik
İpek Yolu om urgasına dayalı Avrasya ekonom isinin tekrar ca n la n ­
m ası için bir üm it ışığı olmuştur. Ancak, uluslararası ekonom i-
politikte etkin olan büyük güçler Orta Asya’nın doğal kaynakları­
n ın stratejik transfer hatları üzerinde yeni kontrol m ekanizm aları
kurarak Orta Asya’yı edilgenleştiren yeni-söm ürgeci yapılanm ayı
sürdürm eye çalışm aktadırlar. O rta Asya’nın tekrar önem kazan­
m ası Sovyet sistem indeki periferileşm e sürecini ikam e edecek ye­
ni süreçler oluşturm akla değil, kaynakların en rasyonel bir şekilde
kullanım ını sağlayacak bir ekonom i-politik yapılanm a ve yön eliş­
le m üm kün olabilir.

II. Sovyet Sonrası Dönem ve Orta Asya’daki Dönüşüm

Sovyet sistem inin çöküşünün Orta Asya'da yol açtığı hızlı dö­
nüşüm kültürel, ekonom ik ve siyasî nitelikli üç ana başlık altında
değerlendirilebilir. Kültürel dönüşüm ün en çarpıcı yanı Orta As­
ya'daki kimlikler üzerinde yaptığı etkidir. Yetmiş yıllık Sovyet p o li­
tikasında kim lik m eselesi, yerel toplulukları, birisi, ideolojik üst
Sovyet kimliği ile sistem le bütünleştirm e; diğeri, alt yerel kültür
iio hfticrpcpi anlam da çözm e hedefine yönelik çift uçlu (
n ” ‘
bir denklem e oturtulm uştu. Böylece bir taraftan sistem in ortak
kimliği oluşturulm aya çalışılırken diğer taraftan sistem e y ön ele­
bilecek m uhalefet akım ları alt kimlikler teşkil edilerek birbirleriy­
le dengelenm işti. Bunun için de ideolojik nitelikli supranasyona-
list kimlik olan Sovyet kimliği güçlendirilirken, yine supranasyo-
nalist nitelikli dinî kimlik olan İslam tam anlam ıyla yok edilmeye
çalışılm ıştı. Dil tem elli bütünleştirici Türk kimliği de Özbek, Türk­
m en, Karakalpak, Kırgız, Kazak, Uygur gibi alt kültür kim likleri ile
parçalanm ıştı.
Soğuk Savaş som asın d a kimlik farklılaşm ası ve aidiyet hissi
yeni unsurlarla birlikte daha da kom pleks bir hal almıştır. D inî
kimiik, dil tem elli ulusal kimlik, smır tem elli ulus-devlet kimliği ve
etnik kimiik, değişik düzlem lerde etkili olabilm ekte ve birçok kül­
türel, siyasî ve ekonom ik iletişim e aracılık edebilm ektedir. M ese­
la bir Karakalpak hem M üslüm an, hem Türk, hem Özbekistan va­
tandaşı, hem de belli bir otonom iye sahip Karakalpak toplulu-
ğundandır. Bazılarının hâlâ eski sosyalist kimliği de sürdürm eye
çalıştıkları düşünülürse, kültürel ve toplum sal kim lik konusunda
ortaya çıkan farklılaşm a ve çeşitlenm e kendini açık bir şekilde
gösterm ektedir.
Ateist bir eğitim politikası ile İslam kimliğini, küçük ölçekli e t­
nik kimlikleri geliştirmeyi hedef edinen yerelleştirm e (nativizati-
on) politikası İle Orta Asya düzeyinde bütünleşm eyi sağlayabile­
cek Türk kimliğini yok etm eye çalışan Sovyet sistem inin çöküşü,
bütünleştirici reel kimliklerin etkisini artırm ası için uygun bir ze­
min tem in etmiştir. Ancak geçen süre içinde gerek eğitim sistem i
gerekse yeni Orta Asyalı aydın prototipi konusunda yeterli atılım -
larm yapılamamış olm ası ve altyapı yetersizlikleri dolayısıyla varo­
lan statükoyu sürdürme çabalarının ön plana çıkm ası bü tü nleşti­
rici kimliklerin etkisini engellem iş ve kimi siyasî provokasyonlarla
yerel kimlikler arasındaki çatışm alar körüklenmiştir.
Ekonom ik yapıda da geçiş dönem i problem leri etkisini sürdür­
mektedir. Orta Asya'nın Sovyet dönem inde oluşm uş periferal eko­
nom ik yapısı tem elde iki önem li sonuç doğurmuştur: Sosyo-eko-
nom ik ve sosyo-politik yapının m onolitik yapısı ve dış ekonom ik
ilişkilerdeki bağımlılık. Eski sistem in verimsiz ekonom ik yapıya,
bozulm uş iş ahlâkına, ekonom ik kıım m saliacm aH ^i
A vrasya G ü ç D e n k le m in d e O rta A sya Politikası

Rus ekonom isine irrasyonel bir bağımlılığa yol açan özellikleri ta s­


fiye edilmeye başlanm ışsa da, ekonom ik yapının, tam bir dönüşü­
m e uğradığım iddia edebilm ek güçtür. Ekonom ik sistem in ve ku~
rum larm yeniden yapılanm ası ve yeni bir kam u idaresi ile dinam ik
bir bürokrasi anlayışının yerleşmesi, köklü bir zihniyet ve sistem
değişikliği zaruretini beraberinde getirmektedir. Her geçiş d öne­
m inde ortaya çıkan bunalım lar Orta Asya ekonom ilerinde de k en ­
dini gösterm iş, geniş çaplı bir dönüşüm ün sağlıklı bir şekilde ger­
çekleşm esini engellemiştir.
İç ekonom ik yapıdaki bu bunalım dış ekonom ik ilişkilerde sü ­
regelen bağımlılık ilişkisi gerçeğinde de kendini gösterm ektedir.
D enetim altında tutulan entegre bir ekonom ik düzen kurmayı h e ­
d ef edinen Sovyet sistem i zam anla merkezî Slav cum huriyetleri ile
periferal Orta Asya cum huriyetleri arasında irrasyonel bir bağım ­
lılık ilişkisi doğurmuştur. Sovyet sistem ini tek bir birim olarak gö­
ren ve İç bölgesel otonom iler oluşm asını engelleyen devletçi yapı
gerek üretim özelliklerini gerekse tüketim kanallarını Moskova-
m erkezli bir çerçevede düzenlemişti. Bu ekonom ik planlam a an la­
yışı cum huriyetler ve bölge bazında dengeli ve kendi kendine ye­
ten ekonom ik iç üniteler doğm asını da, bu cum huriyetlerin doğ­
rudan dünya ekonom ilerine açılm alarını da engellemiştir.
Bağım sızlıklarım kazanan her cum huriyet öncelikle bu tekelci
ekonom ik yapının kendi ihtiyaçları île üretim yapıları arasında
m uazzam bir uçurum doğurmuş olduğunu farketmişlerdir. M ese­
la Sovyet pam uk üretim inin % 65’ini sağlayan Özbekistan'da ciddi
bir tekstil sanayinin geliştirilm em iş olm ası ve bütün bu üretim in
Slav cum huriyetlerindeki tekstil sanayiine ham m adde şeklinde
değerlendirilm iş olm asının getirdiği çarpıklık bağım sızlıkla birlik­
te bütün açıklığı ile ortaya çıkm ış bulunm aktadır. Bu tekelleşm e
sadece bölgesel üretim -tüketim ilişkilerinde değil, stratejik bakım ­
dan önem li görülen sanayiler üzerindeki etnik denetim de de k en ­
dini gösterm ektedir. M esela Tataristan’daki savunm a sanayii tesis­
lerinde çalışan uzm an ve işçilerin büyük çoğunluğu hâlâ Rustur.
Bağım sızlık sonrasında yaşanan geçiş dönem i sosyo-ekono-
mik ve sosyo-politik m eşru iyet ekonom ik zihniyet ve kurum sal­
laşm a açısından ciddi sancıları da beraberinde getirmiştir. Geniş
S tratejik D erinlik

gerektiren bu dönem e hazırlıksız girilmiş olm ası belli sektörlerde


ciddi üretim düşüşlerine yol açm ıştır. Eski yapı ve alışkanlıkların
yeni bir söylem çerçevesinde sürmesi iyiniyetli atılmalardan da is-
ten en neticelerin alınm asını engellemiştir.
İç ekonom ik sistem in verimli bir hale dönüştürülm esi, Orta
Asya ekonom ilerinin avantajlı olduğu sektörlerde ciddi bir dış a çı­
lım içine girilmesi, küçük ve orta ölçekli işletm elerle ekonom iye
dinam izm kazandırılması, özelleştirm e program lan ile verimsiz
bürokratik işleyişten rasyonel bir ekonom ik uygulamaya g eçilm e­
si, fm ans yapısının re-organizasyonu Orta Asya’d aki ekonom ik d ö­
nüşüm ün önem li problem alanları olm aya devam etmektedir.
Siyasî alanda da geçiş dönem i sancılarını yaşayan Orta Asya
cum huriyetleri sistem -içi süreklilik unsurları ile kaotik çatışm a
alanları arasındaki hassas dengeyi korum aya çalışm aktadır. Taci­
kistan’da yaşanan iç savaş, Karabağ ve Ç eçenistan m eselesi, bazı
bölgelerde bağımsızlığın ilk yallarında yaşanan etnik çatışmalar,
Sovyet dönem indeki etkin siyasî kadroların çok büyük bir değişik­
lik olm adan yapıyı sürdürm e çabalarını n isb eten kolaylaştırm ıştır
G eçen süre içinde özellikle Orta Asya cum huriyetlerinde hızlı bir
siyasî dönüşüm den çok, istikrarlı bir geçiş sağlam a yöntem i tercih
edilmiş görünmektedir.

III. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde


Uluslararası Güçler Dengesi ve Orta Asya

Soğuk Savaş süresince çift kutuplu yapılanm a içinde Doğu BIo-


ku ’nun Asya m ihverini oluşturan Orta Asya, Soğuk Savaş son rasın ­
da ortaya çıkan jeopolitik boşluk alanı çerçevesinde küresel, kıta­
sal ve bölgesel strateji geliştiren bütün aktörlerin ilgi alam içine
girmiştir. Bu ilgi Asya’nın genelinde oluşm aya başlayan güçler
dengesi param etrelerinin Orta Asya’daki stratejik yapılanm aya
yansım ası sonucunu doğurmaktadır. ABD, Almanya, Fransa, İngil­
tere, Rusya, Çin ve Japonya gibi küresel ölçekli strateji geliştirm e
gücüne sahip aktörler, Türkiye, Hindistan, Pakistan, Iran h atta Uk-
Avrasya G üç D enklem inde O rta Asya Politikası

Türkm enistan, Azerbaycan, Kırgızistan ve Tacikistan gibi bölge-içi


güçler arasındaki yatay ve dikey ilişki ve ittifak biçim leri bu güçler
dengesi param etrelerinin gittikçe karm aşık ve hassas bir nitelikta-
şjm asm a yol açmaktadır.
Bu çerçevede Orta Asya’nın uluslararası konumundaki değişi­
me büyük güçlerin ve bölgesel aktörlerin gösterdiği tepkiler üç ana
1 . Küresel dengeler içinde Orta As­
tahlil düzlem inde ele alınabilir:
ya ve büyük güçlerin stratejik bakışları; 2 . genelde Asya'daki, özel­
de de bölgedeki değişm elerden etkilenebilecek ve bu değişimleri
yönlendirebilecek ölçekteki bölgesel güçlerin stratejik bakışları ve
3. bölge-içi aktörlerin dengeler karşısında stratejik konum belirle­
me çabaları.

ı . Küresel Güçler ve Orta Asya


Yukarıda çerçevesini çizdiğim iz jeopolitik, jeoekonom ik, je o -
kültüreJ ve dem ografik faktörleri gözönünde bulunduran küresel
aktörler Soğuk Savaş dönem inde Orta Asya ile ilgili olarak geliştir­
dikleri stratejik projeksiyonları radikal bir şekilde gözden g eçir­
m işler ve yeni şartlara uygun bir stratejik bakış açısı geliştirm eye
çalışm ışlardır. B aşta ABD olm ak üzere AB ve bünyesindeki ö n em ­
li aktörler (Almanya, İngiltere ve Fransa), bölgede sahip olduğu
stratejik etkiyi sürdürm eye çalışan Rusya, aralarında Çin ve Ja­
ponya gibi ekonom ik ve dem ografik devlerin bulunduğu Asya k ö­
kenli güçler bölgeye dönük olarak uluslararası ekonom i-politik ve
jeo p o litik dengeleri gözönünde bulunduran yeni politikalar olu ş­
turmuşlardır.
Çift kutuplu yapının çözülm esi ile birlikte uluslararası sistem in
ve organizasyonların belirleyici gücü haline gelen ABD'nin bölge­
ye dönük politikaları radikal bir değişim geçirmiştir. ABD, Soğuk
Savaş süresince, mihver bölgeden ( Heartland) kenar kuşağa {Rim-
land) yönelebilecek stratejik tehditlere ayarlı bir Avrasya politikası
takip etm işti. A BD 'nin V ietnam 'a doğrudan, Afganistan’a ise do­
laylı olarak m üdahil olm ası Avrasya Ölçekli stratejik dengeyi koru­
m a çabasının bir sonucuydu.
Soğuk Savaşın sona erm esi ve bu stratejik dengenin Batı Bloku
lehine hem en h em en tümüyle değişm esi ve bu çerçevede Avrasya
’ ----- ııı^ir,, irinH p v p r a l m a v a baslam ası Batı
S tr a te jik D e rin lik

Bloku açısınd an bir zafer olm akla birlikte küresel stratejik denge­
nin patronajlığını üstlenen ABD açısından yeni stratejik riskleri
barındıran bir konjonktür doğurmuştur. ABD bu yeni konjonktür­
de stratejik nitelikli küresel ekonom i-politik kaynak dağılım ı ile
Avrasya güç dengeleri arasında bir uyum sağlam aya ve bu güç
dengeleri içindeki kıtasal ve bölgesel güç unsurlarının nabzını tu t­
maya dayalı bir stratejik çerçeve geliştirmeye gayret etmiştir.
Uluslararası ekonom i-politik dengeler açısından daha önce
Doğu Bloku ’nun oluşturduğu statik yapıda büyük ölçekli bir pay­
laşım. m ücadelesine sahne olm ayan bölgeler uluslararası ekon o­
m i-politik rekabete açıldıktan sonra yeni paylaşım hesaplarının
konusu olmaya başlamışlardır. Öte yandan çift kutuplu yapıda çok
dalıa belirgin olan jeopolitik unsurların parçalanarak çok farklı si­
yasî aktörlerin etki alanına girm esi uluslararası ekonom i-politik
rekabete paralel seyreden bir jeopolitik alan m ücadelesinin de
Önünü açmıştır.
Bu bölgelerin başında da Orta Asya gelm ektedir Soğuk Savaş
süresince Doğu Bloku ve SSCB bünyesinde bir paylaşım m ü cad e­
lesine sahne olmaksızın SSCB m erkez eliti tarafından Sovyet eko­
nom isinin kapasitesi ölçüsünde kaynaklan kullanılan Orta Asya, o
dönem de dinam ik bir seyir takip eden kapitalist ekonom i-politik
paylaşım alanının dışında bulunuyordu. Soğuk Savaşın bitm esi ile
birlikte uluslararası ekonom i-politik paylaşım da yer alm ak isteyen
ve bunun için de çetin bir çıkar çatışm asını göze alabilecek olan
devletlerin ve çokuluslu şirketlerin bu kaynakların kullanım ında
söz sahibi olm ak istem eleri son derece zengin stratejik kaynaklara
sahip olan bölgeyi hassas bir çıkar çatışm ası alanı haline dönüş­
türmüştür. Bu durum jeopolitik rekabet açısından da geçerlidir.
D aha önce Doğu Bloku’nun oluşturduğu jeopolitik kalkan içinde
gerek diğer küresel güçlerin gerekse bölgesel güçlerin jeopolitik il­
gisinin önem li ölçüde dışında kalan bölge daha küçük ölçekli dev­
letlerin etki alanına bölündükçe yeni jeopolitik hesaplara açık bir
nitelik kazanmıştır.
Bu durumun ortaya çıkardığı stratejik boşluk alanının bölgeyi
uluslararası stratejik denge ve barışın korunm ası açısm dan riskli
bir alan haline getirmiş olm ası ABD’nin bölgeye yönelik ilgisinin
odak noktasını oluşturmaktadır. ARD kpnHini k ^i ^ to
Avrasya G üç D enklem inde Orta Asya Politikası

rak çift yönlü bir hesap geliştirmek zorunda hissetmektedir- (i)


A BD 'nin uluslararası ekonom i-politik ve jeopolitik çıkarları m ak­
simize edilmesi; (ii) bu stratejik boşluğun uluslararası sistem in is­
tikrarı açısm dan yol açabileceği risklerin giderilmesi.
A BD ’n in bu iki hedefi birlikte gerçekleştirm esi tutarlı, derin­
likli ve çok alternatifli bir Avrasya politikası sürdürebilm esine
bağlıdır, A BD 'nin Avrasya’dan kopuk bir ada-kıta devleti olm ası
bu ülkenin “Avrasya'daki stratejik riskleri tek başına üstlenm eksi-
zin Avrasya’da etkin olm a"ya dayalı bir politika geliştirm esini ge­
rektirm ektedir. Bu politikada risk üreten iki uç nokta vardır: Av­
rasya’dan kopm ak ya da Avrasya'daki stratejik rekabetin her unsu­
runda m üdahil olmak. Avrasya’dan kopuk bir strateji ABD ’yi küre­
sel bir güç olm aktan uzaklaştırırken, her alanda m üdahil olm ak
son d erece m aliyetli ve riski yüksek bir jan d arm a rolünü b era b e­
rinde getirecektir.
Bu iki uç arasında, riski azaltan ve stratejik etkinliği artıran o p ­
tim um çözüm arayışı ABD yetkililerini Avrasya dengelerinin n ab ­
zım tutabilen bir diplom asi geliştirmeye ve jeopolitik geçiş alan la­
rında doğrudan ya da ittifaklar aracılığıyla sürdürülecek kontrol
m ekanizm ası kurmaya yöneltmektedir. Avrasya’da oluşan d ina­
mik güçler dengesinin dengeleyici ve yönlendirici dış aktörü ko­
num unu pekiştirm eye çalışan ABD bu rolün gerektirdiği diplom a­
tik m anevra alanını açık tutm aya özen göstermektedir.
Bu çerçevede ABD yetkilileri bir taraftan kısa dönem de Avras­
ya'da bir karşı koalisyon kutbu ile karşı karşıya kalmayı engelleye­
bilecek diplom atik m anevra alanını koruyabilmek İçin güçler d en ­
gesinin nabzını kontrol etm e gerekliliğini, diğer taraftan da orta
dönem de Avrasya’yı kuşatan bir güvenlik sistem inin kaçınılm azlı­
ğını görmektedir. ABD, AB ve Japonya’nın uluslararası ekonom i-
politik dengeler içindeki konumları ile Çin ve Rusya’nın Asya-içi
jeop olitik dengeler içindeki karşılıklı konum larını da gözeten bir
stratejik denge arayışını Orta Asya’yı doğrudan ilgilendiren bir p a ­
ram etre olarak görmektedir. Orta Asya’ya yönelik ekonom i-politik
ve jeopolitik etki alanı oluşturm a çabalarının küresel bir bunalım a
dönüşm em esi bu güçler arasındaki dengelerin korunm asına bağ­
lıdır. Bu dengeler de hem küresel ilişkilere hem de Avrasya denkle­
m i içindeki güc faktörlerine doğrudan bağlıdır. Bu açıdan AB-Rus-
I Stratejik Derinlik

I
va, Almanya-Rusya, AB-Japonya, Çin-Rusya, Çin-Japonya ve Rus-
ya-Japonya ikili ilişkilerinin seyri ve bu seyrin ortaya çıkarabilece­
ği kısa dönem li ve çıkar merkezli ittifakların yol açabileceği yeni
dengelerin ABD’nin küresel konum unu doğrudan etkileyebilecek
olm ası bütün bu aktörlerin doğrudan m üdahil olabileceği O rta As­
ya gibi bölgelerdeki ABD politikasının hassas bir ayar içinde oluş­
turulm asını gerekli kılmaktadır.
Öte yandan Avrasya ölçekli istikrarın korunm ası ve yüksek m a­
liyetli operasyon gerektirebilecek risklerin azaltılm ası için NA­
TO ’nun etkinlik alanının doğuya doğru kaydırılması, AGİT b en z e­
ri kıtayı kuşatan örgütlerin devrede tutulması, Avrupa içinde ve
Asya-Pasifik’te oluşan güvenlik m ekanizm aları ile Orta Asya'daki
irtibatların pekiştirilm esi gibi unsurlar ABD açısınd an büyük bir
önem taşımaktadır. Özetle ABD hem uluslararası örgütlerin aktif
kullanımı yoluyla, hem de güçler dengesinin sağladığı m anevra
imkanlarıyla coğrafî olarak çok uzak olduğu Avrasya’da stratejik
ritmi kontrol eden konum unu sürdürmeyi uzun dönem li küresel
etkinliğin olm azsa olm az şartı olarak değerlendirm ektedir. Bu ge­
reklilik Türkiye gibi jeopolitik, jeokültürel ve jeoekon om ik açıdan
güçlü ve derinlikli Avrasya bağlantısına sahip bölge güçlerine ABD
açısından önem li stratejik aktörler konum u kazandırm aktadır. Ba-
\
zı Amerikan stratejisyenlerinin Türkiye’ye yeni dönem in mihver
ülkeleri arasında özel bir konum verm elerinin arkasında bu strate­
jik gerekçe vardır .2
Soğuk Savaş süresince Doğu Bloku’n u n ve SSC B ’n in m erkezî
gücü olan ve SSC B'nin dağılm asından sonra da bu yapının ulus­
lararası varisi konum unu sürdüren Rusya Orta Asya’daki etkinliği­
ni sürdürebilmeyi küresel bir aktör konum unu m uhafaza ed ebil­
m enin öncelikli şartlan arasında görmektedir. Bunun tarihî, je ­
opolitik ve ekonom i-politik gerekçeleri de Rus-Sovyet stratejik zih ­
niyetinin önem li param etreleri arasında mevcuttur. Yakın kıta
havzası ile ilgili bölüm de Asya çerçevesinde de değerlendirdiğimiz
mmm

•2 Bu m ihver ülkeler arasında Türkiye dışuıda Endonezya, Hindistan, Pakistan, Mısır,


Cezayir, Güney Afrika, Meksika ve Brezilya da zikredilmektedir. Bu tanım lam a ve
gerekçelerine dair örnek bir çalışm a için bkz. Robert S. Chase, Emily B. Hill ve Paul
Kennedy, "Pivotal States and US Strategy”, Foreign Affairs, 1 996/75: 1, s. 33-51.
Benzer bir yaklaşım Zbigniew Brze 2 inski'nin çalışm alarında görülmektedir. Bir ör­
nek için bkz. ‘‘A Geostrategy for Eurasia", Foreign Affairs, 1997/76: 5, s. 51-64.
Avrasya G üç D en klem in de Orta Asya Politikası

gibi, Rusya'nın tarih sahnesine önem li bir güç olarak çıkışı, Rusla­
rın 16.-18. yüzyıllar arasında Baltık, Karadeniz, Hazar ve Pasifik'te
sağlam stratejik dayanaklar elde etm esi ile devreye giren jeopolitik
arkaplan ile müm kün olmuştur. Baltık ayağı Doğu Avrupa kıta
bağlantısının, Karadeniz ayağı Balkanlar ve Kafkaslar kıta bağlan­
tısının, Hazar ayağı Kafkaslar ve Orta Asya bağlantısının, Pasifik
ayağı da Sibirya-Orta ve Doğu Asya kıta bağlantılarının oluşm ası­
nı sağlamıştır. Bu bölgelerin stratejik olarak Rusya’nın etki alanı
altm a girmesi, demografik olarak Ruslaştırılm ası ve ekonom ik ola­
rak Rusya'ya bağım lı hale getirilm eleri Moskova Prensliğinin za­
m anla Rus İm paratorluğu’na dönüşebilm esinin güç param etrele­
rini oluşturmuştur. SSCB'yi çift kutuplu sistem in iki tem el gücün­
den biri haline getiren unsurlar arasında da bu jeopolitik zem inin
Önemli bir payı vardır.
Rus/Sovyet stratejik tarihi içinde bu bölgelerin herhangi birin ­
de sözkonusu olan kayıplar başka bölgelerdeki yayılmalarla telafi
edilmiştir. M esela 19. yüzyılın ortalarında yaşanan Kırım Savaşın­
daki yenilgi Orta Asya'ya yönelik Rus yayılması ile telafi edilmiştir.
Avrasya ölçekli bu tür ayarlamalar Rusiar açısından büyük bir
ö nem taşım aktadır. Soğuk Savaşı ideolojik ve ekonom ik açıdan
tam bir yenilgi ile kapatan Rusiar, kendilerim küresel güç haline
getiren jeop olitik zem inin ayaklarının altından kaymakta olduğu­
nu farketm ekte ve bu zem ini güçlendirecek yeni bir stratejik bakış
açısı geliştirm eye çalışmaktadırlar. Soğuk Savaş sonrası düzenle­
m elerle Doğu Avrupa'yı ekonom ik olarak AB'ye, stratejik olarak da
NATO’ya terkeden, Ukrayna'nın bağımsızlığını almasıyla Karade­
niz'de ciddi bir stratejik zaafla karşı karşıya kalan Rusya, Hazar-ek-
senli Kafkasya ve Orta Asya etkinliği ile bu zararları telafi edecek
psikolojik ve jeopolitik açılım lar gerçekleştirm eye hayatî bir önem
atfetmektedir.
Orta Asya'daki etkinliğini kaybetm esi durumunda küresel bir
güç olm a ötesinde bir Avrasya gücü olm a niteliğini de kaybedebi­
leceği kuşkusunu yaşayan Rusya, Avrasya ölçeğinde yaşanan güç­
ler dengesi sistem i içinde her bir aktörle kendi pozisyonunu karşı
taraf nezdinde anlam lı kılan diplomatik bir yol takip etm eye yö­
nelm ektedir. ABD'ye Avrasya’da ortaya çıkan jeopolitik boşluk ala­
nındaki istikrarın sağlanm asında en tem el güç olm a konum una
--- =- =—'

Stra tejik D erinlik

sahip olduğunu gösterm eye özen gösteren Rus yetkililer, Rus­


ya’n ın kendi içinde ve mücavir bölgede zayıflam asının Avrasya’da
yol açab ileceği güvenlik boşluklarının dünya barışını tehdit ed eb i­
leceği riskini sürekli gündemde tutmaktadır. NATO ile yürütülen
m üzakerelerde takınılan tavır, Ç eçen istan ’da yürütülen operas­
yonlara yönelik m eşruiyet arayışları, Çin’in yükselen ekonom ik ve
askerî gücünü dengeleyebilecek yegâne Asya aktörü olm a kon u ­
mu ile ilgili doğrudan ve dolaylı gönderm eler, Rusya’n ın Avras­
ya’daki istikrarın korunm asındaki en yetkin p artn er olduğu kon u ­
sunda ABD'yi ikna etm e çab alan olarak görülebilir.
ABD ile ilişkilerde Avrasya'daki istikran ö n e çıkaran Rusya, ge­
nelde AB, özelde Almanya ile olan işbirliği çabalarında Avrasya’da
ekonom i-politik partner olm a vurgusuna daha fazla ağırlık ver­
mektedir. AB’nin doğuya yayılması ve tab iî sınır olarak Rusya ile
tem asa geçm esi AB’nin Avrasya derinliği kazanm ası açısm dan
Rusya’yı Öne çıkaran unsurlar oluşturmaktadır. G orbaçev ile b a ş­
layan Ortak Avrupa Evi söylem i Soğuk Savaş sonrası dönem de de ;
Rusya’yı Avrupa’dan kopm ayan bir Asya gücü konum unda tutm a
çabası ile sürdürülmüştür.
Batı Bloku ile bu dengeleyici ilişkileri yürüten Rusya, Çin iîe
olan ilişkisinde ise Asyalılık ve Batı-dışı tepki ortaklığı vurgusunu
devrede tutm aya Özel bir önem vermektedir. Putin'in 2000 yılında
Japonya’da yapılan G -8 zirvesi öncesinde, uluslararası ekonom i-
politik sistem in ana unsurlarını oluşturan bu yapının dışında b u ­
lunan ve kapitalist sistem e geçiş çabasındaki başarısına rağm en
hâlâ sistem ik bir güç gibi görülm eyen Çin'i ve sistem in tam am en
dışında tutulan Kuzey Kore'yi ziyaret etm esi bu açıdan son derece
anlamlı bir m esaj olmuştur. Rusya bir taraftan da bu yaklaşım ı
besleyecek şekilde Orta Asya Cum huriyetleri ve Çin ile birlikte or­
tak güvenlik toplantıları düzenlemektedir. Rusya güçler dengesi­
nin getirdiği pragmatik alanı kullanarak Orta Asya üzerinde kendi­
siyle nihaî bir egem enlik m ücadelesine girmeyi kaçınılm az gördü­
ğü Çin'e karşı ABD kartını Avrasya istikrarı sloganı ile devrede tu ­
tarken, Çin ile girdiği ilişkilerin düzeyini ve tem posunu yükselte­
rek ABD karşısındaki konum unu güçlendirm eye çalışm aktadır.
Rusya’nın klasik em peryal araçlarıyla Avrasya’daki güçler dengesi­
nin yeniden oluşumu arasında bir uyum bulm aya çalışan Putin,
Avrasya G üç D en k lem in d e O rta Asya Politikası

bir taraftan Rus politikasındaki kaosu aşarak Kafkaslar ve Orta As­


ya başta oim ak üzere etkinlik alanlarını yeniden oluşturm a, diğer
taraftan da uluslararası düzeyde m eşruiyet ve saygınlık kazanm a
çabası içindedir.
Soğuk Savaş sonrası dönem de yeni stratejik açılım lar ve opsi-
yonlar arasında alternatif stratejiler oluşturm a konusunda farklı
perspektifler kazanan Almanya 3 da gerek AB bünyesinde gerekse
ulusal dış politika oluşum unda genel Avrasya stratejisi ve bu stra­
teji içinde Orta Asya’nın yeri konusunda yeni arayışlara yönelm iş­
tir. Alm anya'nın stratejik yönelişi açısından gittikçe daha fazla
önem kazanm aya başlayan Avrasya faktörü özellikle ekonom i-po-
litik alanda küresel Ölçekli rekabetin izlerini taşımaktadır. Özellik­
le NAFTA-AB rekabetinin tırm anm ası ya da Alm anya'nın Avrupa
içinde İngiliz-Fransız eksenli bir blokla karşı karşıya kalması duru­
m unda Almanya açısından daha da büyük bir Önem taşım ası
m uhtem el olan Avrasya opsiyonu Alm anya'nın Asya derinliğine
yönelik politikalarını yoğunlaştırm ası anlam ına gelecektir.
A lm anya'nın Asya derinliğine yönelik politikalarını geliştirm e­
si Almanya-Rusya ilişkilerine Avrupa-içi denge param etrelerinin
ötesinde küresel bir anlam da katacaktır. Almanya-Rusya ilişkisi­
nin Avrasya eksenli olarak gelişmesi, özellikle O lta Asya'nın doğal
kaynaklarının Rusya-Doğu Avrupa-Almanya hattı üzerinden Avru­
pa’ya aktarılm ası başta olm ak üzere jeoekonom ik faktörler açısın ­
dan Alm anya'nın doğu stratejisine uygun bir nitelik taşımaktadır.
A lm anya’nın Çin, Hindistan ve İran ile sürdüregeldiği yoğun eko­
nom ik ilişki ve dış yatırım lar Almanya’nın Asya projeksiyonu ve bu
üç ülke arasında bulunan Orta Asya'ya bakışı açısından son dere­
ce önem li ipuçları oluşturmaktadır.
Alman tarihî stratejik bilinci içinde de özel bir yeri olan Avras­
ya kavram ının özellikle uluslararası ekonom i-politik rekabetin bir
unsuru olarak devreye girmesi Orta Asya’yı doğrudan ilgilendiren
sonuçlar doğurmaktadır. AB’nin üretim kapasitesi ile bu birliğin
pazar ve doğal kaynak ihtiyacı arasındaki uçurum Almanya'yı ister
B 8 I

3 Almanya'nın Soğuk Savaş sonrası dönem deki stratejik yönelişi ve opsiyonları için
bkz. A hm et Davutoğlu, “Zihniyet-Strateji ilişkisi ve Tarihi Süreklilik: Soğuk Savaş
Sonrası D önem de Alm an Stratejisi", Tarihten Geleceğe Türk Alman İlişkileri., (Yay.
Haz.) Erhan Yarar, Ankara 1999, s. 141-201.
S tratejik D erinlik

istem ez AB şem siyesi altında ya da kendi ulusal stratejisinin bir


parçası olarak diğer ekonom ik havzalara ve ham m adde kaynakla­
rı açısından zengin bölgelere yöneltecektir .4 Orta Asya bu açıdan
hem bir doğal kaynak havzası hem de bir bağlantı ve geçiş bölgesi
olarak büyük bir önem taşımaktadır.
Bu çerçeve içinde genelde Asya, özelde Orta Asya, Alm anya’nın
öncelikli açılım alanlarından birisi olmaya adaydır. ABD 'nin NAF­
IA ile Amerika kıtasındaki ortak çıkar ve birlik bilincim , APEC ile
Asya-Pasifik’te bir Asiamerica kavramını uyandırm aya çalıştığı, Ja­
ponya'nın doğrudan dillendirm ese bile Doğu Asya ve Pasifik ekse­
ni etrafında bir ekonom ik arkabahçe oluşturduğu, Çin’in Doğu As­
ya'daki Çin diasporasına dayalı geniş bir ekonom ik etki alanı kur­
maya çalıştığı bir dönem de A lm anya’nın Avrasya eksenli bir stra­
tejik açılım a yönelm esi şaşırtıcı olmayacaktır. Alman jeopolitikçi
Kari H aushofer’in İkinci Dünya Savaşında geliştirdiği askerî ağır­
lıklı Tmnskontineniul Blok (Amerika, Avrasya, Asya-Pasifik) kavra­
mı bugün uluslararası ekonom i-politik hatlar olarak tekrar günde­
me gelmektedir.
Bu stratejik yönelişin Avrasya güç dengeleri açısından orta ve
uzun dönem de ciddi riskler barındırm ası Alm anya’yı teenniye ve
soğukkanlı bir yol izlem eye yöneltmektedir, çünkü A lm anya’nın
AB şem siyesi altında bir Avrasya stratejisine yönelm esi ABD'yi,
kendi ulusal stratejisinin bir parçası olarak böyle bir açılım a yö­
nelm esi de başta İngiltere ve Fransa olm ak üzere diğer Avrupa ül­
kelerini rahatsız ed ecek sonuçlar doğurabilir. Böylesi bir rekabet
ortam ının doğurabileceği riskler ekonom i-politik rekabet unsur­
larının ortak konsorsiyum larla aşılm asına dayalı politikaların
oluşturulm asına yol açm aktadır. Bir çok ulusal nitelikli aktörü ay­
nı anda bünyesinde barındıran çokuluslu şirketlerin Orta Asya’da
süren ekonom i-politik paylaşım m ücadelesinde öne çıkm ası bu
açıdan dikkate şayandır.
Böylesi bir güçler dengesi konjonktüründe Rusya stratejik kilit
ülke konumu kazanırken, Çin uluslararası ilişkilere daha fazla
ağırlık koyma şansı elde edecektir. M uhtem el bir Alm an-Rus işbiı-
saa

4 Alm an ekonom ik çıkarlarının, dış politika üzerindeki etkileri ve Alm anya'nın As­
ya'ya yönelik ilgisi için bkz. Norbert VValter, "O konom ische Inteıessen und Aussen-
politik”, Internationale Politik, 1 9 9 5 /8 , s. 53-58.
Avrasya G üç D enklem inde O rta Asya Politikası

ligine Çin'in de katılm ası Avrasya-eksenli kara devletleri ile Avras


y a ’yı çevreleyen okyanuslara dayalı deniz imparatorlukları arasın­
daki tarihî rekabetin tekrar uyanm asına yol açabilir ki, bu durum
tarihin görebileceği en çetin kutuplaşm alardan birinin toh u m u ­
n u n atılm ası anlam ına gelir. Bu tür bir kutuplaşm anın risklerini
rasyonel bir şekilde gören Almanya Soğuk Savaş sonrası d önem ­
de Avrasya-ABD dengeleri açısınd an son derece dikkatli bir poli­
tika takip etm iş ve dış politika kadem elendirm esinde Avrupa-içi
yapılanm alara ağırlık vermiştir. Yine de önüm üzdeki dönem de
uluslararası ve Avrupa-içi dengenin hassas rekabet alanlarının As­
ya üzerinde seyredeceği unutulm am alıdır. Fransa ve İngiltere gibi
AB'nin diğer önem li güçleri de A B'nin ortak Avrasya politikası ile
kendi ulusal stratejileri arasında uyum sağlam a problem atiği ya­
şam aktadırlar. Fransa’nın Almanya, İngiltere'nin de ABD’nin stra­
tejik çıkar tanım lam alarına daha yakın bir tavır içinde oldukları bu
denklem de Avrupa-içi ve Batı Bloku dengeleri de etkili olmaktadır.
Küresel ölçekli önem li Asya güçleri arasında yer alan Japonya
ve Çin de Soğuk Savaşın bitm esi ile birlikte genelde Asya’ya, özel­
de Orta Asya’ya yönelik stratejik bakış açılarını yeniden düzenle­
m e İhtiyacı hissetm işlerdir. SSC B 'nin aksine ekonom ik bayatta
gerçekleştirdiği kadem eli liberalleşm eyi siyasî alana yansıtm ayan
Çin, Soğuk Savaş sonrası dönem de, T iaııenm en olayı ve Doğu
Türkistan ile Tibet'te yoğunlaşan m uhalefet hareketleri istisna
edilirse, ciddi bir iç siyasî çalkantı yaşam aksızın Önemli bir ekon o­
m ik büyüm e gerçekleştirdi. BM Güvenlik Konseyi üyesi olarak
uluslararası düzenin belirleyici aktörleri arasında bulunan Çin’in
gösterdiği bu ekonom ik perform ans ve sahip olduğu olağanüstü
dem ografik güç Çin’i eksen alan Avrasya ölçekli stratejik analizle­
rin geliştirilm esine yol açtı. H untington benzeri kimi batılı strate-
jisyenler Çin’i m uhtem el bir Batı-karşıtı blokun başat gücü olarak
gösterirken, Brzezinski gibi diğer bazı stratejisyenler ise Çin’in ar­
tan jeopolitik etki alanının ABD’nin Avrasya ölçekli çıkarları ile ç a ­
tışm ayabileceği, aksine bu çıkarlar doğrultusunda yönlendirilebi­
leceği tezini ileri sürm ektedir .5
aa a

5 Zbignievv Brzezinski, "A G eostrategy for Em oasia", Foreign Affairs, 1 9 7 7 /7 6 -5 . s. 59-


j j S tr a te jik D e rin lik

Çin’in önem li bir uluslararası aktör olarak yükselişi Güneydoğu


Asya ekonom isinde önem li bir paya sahip olan Çin diasporasım n
gücü ile de desteklenm ek suretiyle kıta-ölçekli önem li bir çekim
alanı oluşturmaktadır. Güneydoğu Asya’da Çinlilerin sahip olduk­
ları 500 önem li şirketin toplam ekonom ik değerlerinin 500 milyar
doları aşm ası ve Çin’e akan ve bu diasporadan da b eslen en yıllık
yabancı serm ayenin 50 milyar doları geçm esi siyasal alanda sos­
yalist söylem i sürdüren Çin’in ekonom ik alanda kapitalist ulusla­
rarası ekonom i-politik yapılanm ayı etkileyebilecek bir potansiye­
le ulaştığını göstermektedir. Çin'in bu konum u gerek uluslararası
ilişkilerdeki gerekse Çin’i çevreleyen bölgelerdeki problem alanla­
rında bu ülkeyi etkin kılacak araçlar sağlamaktadır.
D ünyanın en yoğun nüfuslarından birine sahip olan Çin ile Or­
ta Asya arasındaki ham m adde ve demografik yapı dengesizlikleri
bu ülkenin oıta ve uzun dönem li stratejik projeksiyonlarında Orta
Asya’nın önem li bir yer tutm asını beraberinde getirmektedir. Bu
projeksiyonlar Çin’in ekonom ik ve siyasî bağlantılarım etkilem ek­
tedir. Çin uzun dönem de Doğu Asya'daki ekonomik/dem o grafik
genişlem e ile Orta Asya ve Ortadoğu’nun kaynak zenginliği arasın-
da stratejik bir irtibat kurulm asının kaçınılm azlığım görm ekte ve
bu çerçevede gerek iç kaynaklarını gerekse dış bağlantılarını hare­
kete geçirm eye çalışmaktadır. Çin’in küresel nitelikli stratejik d en­
gelerde alacağı tavır Asya-içi güç yapılanm ası kadar Ortadoğu ve
Pasifik dengelerini de etkileyecek unsurlar barındırmaktadır. Orta
Asya sahip olduğu konum dolayısıyla bu stratejik hesapların kesiş­
tiği bir alan oluşturmaktadır.
Çift kutuplu yapı içinde Doğu Bloku bünyesinde yer aldığı için
statik bir ayrıma tâbi olan Orta Asya’nın Çin'e yakın bölgeleri b u ­
gün bu statik korum a şem siyesini kaybetm iş olm ak dolayısıyla Çin
etkisine açık bir nitelik kazanmışlardır. M esela daha ön ce bir sü­
per güç olan SSC B’nin sınır boyu olarak statik bir güvenlik hattı
içinde bulunan Kırgızistan bugün küçük ölçekli bir ülke olarak
Çin'in doğrudan komşusu haline gelmiştir. Çin'in SSCB gibi bir sü­
per güç yerine çok daha küçük ölçekli aktörlerle karşı karşıya gel­
m esi Çin’in Orta Asya'ya yönelik stratejik iştihasını kabartacak bir
konjonktür doğurmuştur.
O rta Asya Çin’in iç siyasî yapısı açısm d an da özel bir önem ta-
^ şımaktadır. Çin’in uluslararası platform larda sıV «tir
Avrasya G üç D en k lem in d e Orta Asya Politikası

len iki önem li problem alam olan Doğu Türkistan doğrudan, Ti­
b et ise dolaylı olarak O rta Asya ile bağlantılıdır. Doğu Türkistan'da
yaşayan Uygur, Kazak ve Kırgız Türklerinin SSCB'den bağım sızlık­
larım kazanan Türk Cum huriyetleri ile yakın kültürel akrabalık
bağları olm ası Çin açısm dan iç ve dış ilişkileri birbirine bağlayan
bir sonu ç doğurmaktadır. Çin’in çok sayıda etnik ve linguistik u n ­
surlar barındırm ası ve insan hakları açısınd an başta ABD olm ak
üzere uluslararası sistem açısınd an eleştirilm esi Doğu Türkistan,
T ibet ve İç M oğolistan gibi Çin'in m erkezî karakterinden farklıla­
şan toplulukları barındıran bölgeleri Çin’in yum uşak karnı haline
getirm ektedir. Çin O rta Asya dengelerinde etkin bir konum kaza­
narak bu hassas alanlardaki m u htem el zaafları da örtm eye çalış­
maktadır.
Uluslararası ekonom i-politik güç yapılanm asının önem li belir­
leyicilerinden birisi olan Japonya, ABD ve AB ile olan ilişkilerinde­
ki dengeyi sürekli gözönünde tutm akta ve Asya politikalarını bu
çerçevede şekillendirm eye özen göstermektedir. Bu ekon om i-po­
litik dengenin bir benzeri de Japonya'nın Asya-içi jeopolitik d en­
gelerine bakışında kendini gösterm ektedir. Güneydoğu Asya'da
kurduğu ekonom ik etki alanı konusunda Çin ile, kuzeydoğuda da
tarihî ihtilaf alanları çerçevesinde Rusya ile rekabet içinde bulu­
n an Japonya Asya'daki Çin-Rus jeopolitik dengesinin kendisini
doğrudan etkileyebileceğinin farkındadır. Bu da Çin ile Rusya ara­
sındaki jeopolitik rekabetin en doğrudan karşılaşm a alam olan
Orta Asya’ya özel bir önem kazandırmaktadır. Orta Asya'daki re­
kabetin doğrudan tarafı görünm eyen Japonya bölge üzerinde sey­
reden ekonom i-politik ve jeopolitik rekabette önem li bir denge
unsuru olm a konum u kazanabilir. O ıta Asya’nın dış finansal d es­
teğe olan ihtiyacı ile Japonya'da yaşanan Doğu Asya krizine rağ­
m en hâlâ varolan finansal fazla arasındaki m uhtem el geçişkenlik
de bu rolü pekiştirecek sonuçlar doğurabilir.

2. Asya-içi Dengeler, Bölgesel Güçler ve Orta Asya


Küresel aktörlerin Soğuk Savaş sonrası dönem de genelde Asya,
özelde Orta Asya ile ilgili stratejik pozisyonlarında gözlenen radi­
kal değişm e Asya-içi dengelerde etkili kıtasal ve bölgesel güçleri
Mrofton inırpçpl mirlerin nozisvonla-
| Stratejik D erin lik

rındaki değişm elere ayak uydurmaya, diğer taraftan kendi b ölge­


sel konumlarını, kıta-ölçekli stratejik param etreleri etkileyebilecek
şekilde güçlendirm eye çalışm aktadırlar. Soğuk Savaş dengelerinin
çözülm esi ile birlikte ortaya çıkan stratejik boşluk ve bu boşluk
konusunda küresel güçlerin yeni denge oluşum larında sergiledik­
leri rekabet bölgesel güçlerin hareket alanım genişleten sonuçlar
doğurmuştur.
Asya-içi dengeler açısm dan bakıldığında nisb eten olarak daha
küresel ölçekli aktörler olarak kabul edilebilecek olan Rusya, Çin
ve Japonya dışında kalan Hindistan, Pakistan, İran ve Türkiye Or­
ta Asya dengelerini doğrudan etkileyebilecek araçlara sahiptir. Or­
ta Asya çevresinde yer alan bu aktörlerin dışında biraz daha geniş
bir halka içinde yine Asya güçleri olan Kore, Endonezya, M alezya
ve Singapur başta olmak üzere diğer güneydoğu Asya ülkeleri, İs­
rail ve hatta Avrasya ülkesi olmakla birlikte tarihî ve siyasî bağlarla
Orta Asya ile irtibatlı olan Ukrayna da Asya-içi dengelerde O rta As­
ya'daki güç yapılanm asını etkileyebilecek konum da ülkelerdir.
Orta Asya'yı m erkez alm ak üzere içiçe geçen hatlar ve dengeler
oluşturan bu Asya-ölçekli yapılanm ada Soğuk Savaş sonrası dö­
nem de özellikle Türkiye, Rusya, İran, Pakistan, Hindistan ve Çin
arasındaki ilişkiler kıta-içi stratejik dengeleri ve bu dengelerin kü­
resel ve bölge-içi dengelerle olan irtibat noktalarım etkileyen so ­
nuçlar doğurmuştur. Orta Asya mihver bölgesinden kenar kuşağa
inen stratejik nitelikli koridor ve geçiş yolları ile Avrasya’yı doğu-
batı istikam etinde kesen enerji, ulaşım ve ticaret hatları bu kıta ve
bölge güçlerini karşı karşıya getirmiş ve genellikle kısa-dönem li ve
çıkar-tem elli ittifak arayışlarına yöneltm iştir. Bünyesinde bu lu n­
durduğu Hayber, Khojak ve G om al geçiş yolları ve W akhan kori­
doru ile Orta Asya’dan Hint altkıtasm a geçişin atardam arlarını
kontrol eden Afganistan'da Soğuk Savaş dönem inde çift kutuplu
sistem in bir sonucu olarak başlayan, Soğuk Savaşın b itm esi ile b ir­
likte bütün bu kıta ve bölge güçlerinin değişik biçim ve ölçülerde
m üdahil oldukları bir iç savaşa dönüşen çatışm alar aslında kıta-
ölçekli stratejik dengelerin izlerini taşımaktadır. Büyük İsk en ­
der'in Asya seferinden bu yana stratejik tam pon bölge niteliği ta ­
şıyan bu hattın genelde Asya, özelde Orta Asya stratejik dengeleri
verine oturm adan istikrara kavusması oür onrimmplftorlir
Avrasya G üç D en klem in de Orta Asya Politikası

Soğuk Savaş dönem inde Avrasya mihver bölgesinin merkez gü­


cü olm a konum unu Orta Asya'daki egem enliğine dayalı olarak ko­
ruyan ve Afganistan'da hakimiyet kurarak tam pon bölge üzerin­
den güneye sarkmaya çalışan SSCB birikim ini devralan Rusya So ­
ğuk Savaş sonrası dönem de ilk tepki olarak bu kritik stratejik k esi­
şim alam üzerindeki etkisini kaybetm em eye çalışm ıştır. SSC B’nin
dağılması ile birlikte tırm anan Tacik iç savaşm a doğrudan m üda­
h alede bulunulm ası ve Afgan-Tacik sınırının Rusya’nın bîr ileri s ı­
n ın olarak deklare edilm esi Rus-Sovyet*Rus stratejik zihniyetinde­
ki sürekliliği ve bu süreklilik içinde aktan lan Orta Asya p aram etre­
lerini ortaya koymuştur.
Bu stratejik zihniyete göre Rusya’nın sınırları uluslararası h u ­
kuk açısm dan Kazakistan’ın kuzeyine ve Hazar’ın doğusuna çekil­
miş olsa da jeopolitik hat sınırlarının Avrasya’nın stratejik düğü­
m ünü oluşturan Afgan-Tacik-Keşmir üçgeninde olduğu iddiasını
taşımaktadır. Çin-H indistan ve H indistan-Pakistan arasındaki sı­
nır anlaşm azlıkları ve bu anlaşm azlıklara dayalı ittifaklar da Orta
Asya’nın hem en güneyindeki bu jeopolitik düğüm bölgesinin kıta
dengeleri açısından taşıdığı önem i ortaya koymaktadır. M intaka
geçişini kontrol eden Çin’in Karakurum geçişi ve bu geçişte strate­
jik bir önem e sahip olan yol bağlantıları üzerinde de denetim kur­
m aya çalışm ası, Hindistan ve Pakistan’ın Keşmir üzerinde sürdü-
regeldikleri m ücadelenin Soğuk Savaşın sona erm esinin yol açtığı
jeopolitik boşlukla daha da tırm anış gösterm esi kıta-ölçekli ve
bölgesel güçlerin stratejik hesaplarının çatışm asının sonuçlarıdır.
Bu açıd an Soğuk Savaş dönem inde oluşan Hindistan-Rusya ve
Çin-Pakistan ittifakları yeni şekillerle sürdürülmektedir. Afganis­
tan ve Kafkaslardaki dengelerin İran'ı da Hindistan-Rusya ittifakı­
na yakın bir çizgiye getirm esi bu güçlerin nasıl ince stratejik h e­
saplar içinde olduğunu ortaya koymaktadır.
Orta Asya'nın güneyinde süren bu stratejik rekabet Orta As­
y a'n ın batısınd a da çetin ve dinam ik bir nitelik kazanmıştır.
SSC B ’nin dağılm asından sonra Türkiye'nin inisiyatifi ile ECO’nun
Orta Asya ülkelerini ve Afganistan’ı kapsayacak şekilde genişletil­
m esi Türkiye-İran-Pakistan kuşağında bir stratejik tem erküz oluş­
turm uştur. İlk anda Orta Asya’nın Hazar’ın güneyinden geçen Av-
Knotantısmı ve tarihi İpek Yolu ekonom i-politiğini canland ı­
r " “
racağı düşünülen bu ham lenin hem Rusya’ya hem de ABD’yi ted ir­
gin etmiş oim ası bu önem li çıkar uzlaşm asını zam anla bu örgütün
üç tem el ülkesi arasında bir tür çıkar çatışm asına dönüştürm üş­
tür. ABD, İran'ın ECO üzerinden Avrasya sistem inde etkin bir ko­
num kazanm a ihtim alinden, Rusya da bu adım ın tarihî Türk-Rus
rekabetinde Türkiye'nin stratejik potansiyelini güçlendirm esi ih ti­
m alinden dolayı tedirgin olmuştur. Öyle ki bu adım üzerine H in­
distan'ı ziyaret eden ABD senatörü Pressler, Hindu yetkilileri ku­
zeyde oluşm akta olan İslam kuşağına karşı uyarma ihtiyacı h isset­
miş, Rusya da Türkiye'nin etkinliğini önlem eye yönelik ham leleri
arka arkaya yapmaya başlamıştır.
Türkiye’nin Rusya'nın tedirginliğini giderm ek ve AB'ye bir al­
ternatif m esaj ulaştırm ak için KEİ’yi devreye sokm ası bu kez İran'ı
ECO konusunda tedirginliğe sevketmiştir. Türkiye'nin bu süreç
içinde ABD ile ortak strateji arayışları içine girm esi ve birlikte bir
Orta Asya açılım ına yönelm esi Rusya ile İran'ı birbirine yaklaştır­
mıştır. Özellikle petrol ve doğal gaz boru hatları konusunda son
derece farklı alternatiflerin süreldi gündem e getirilm esi bu dina­
mik seyirdeki denge değişm elerine intibak edebilm e çabalarının
ürünüdür.
Özetle, doksanlı yılların ikinci yarısında Rusya, Çin, Hindistan
ve İran arasında ikili ve üçlü çerçevede yoğunlaşm a tem ayülü içi­
ne giren ilişkiler Türkiye’nin genel Asya stratejisi ve Orta Asya p o ­
litikası açısm dan ciddiyetle takıp edilm esi gereken bir süreci baş­
latm ış bulunm aktadır. Rusya bir taraftan NATO ile anlaşm a m asa­
sına otururken, diğer taraftan NATO'nun genişlem esi karşısında
Doğu Avrupa'da kaybettiği mevzileri Asya içinde yeni dengeler
oluşturarak aşm a çabası içindedir. Batı tarafından dışlanm a teh li­
kesi içinde bulunan İran ve ABD ile zam an zam an bunalım yaşa­
yan Çin de Asya içinde oluşacak bir güç konsoîidasyonunda fayda
m ülahaza etmektedir. İran ve Rusya ile zaten iyi ilişkiler içinde
bu lu nan Hindistan da, Pakistan'ın ABD desteği ve Taiiban aracılı­
ğıyla Afganistan'da kurduğu hakim iyeti dengeleyecek bir biçim de
bu iki ülke ile olan ilişkilerini daha da geliştirm e yolunu tercih e t­
m ektedir. Rusya’n ın dış kredi ve NATO politikası ile Çin kartı ara­
sınd a kurduğu korelasyon ve yaptığı zam anlam a, diplom asi oyu-
I n u n u n inceliklerini yansıtan özellikler tasıvm- Çr.« r>.
Avrasya G iiç D enklem inde O rta Asya Politikası

uluslararası ekonom i-poiitik sistem in merkezî gücünü oluşturan


G -8 zirvesinden hem en önce hâlâ sistem -dışı aktörler gibi gözü­
ken Çin ve Kuzey Kore’yi ziyaret etm esi dikkate şayandır. Soğuk
Savaş dönem inde ABD Çin kartını SSC B’ye karşı kullanıyordu.
Şimdi Rusya aynı kartı gerektiğinde kullanılmak üzeıe elinde tu t­
m aya çalışmaktadır.
Asya içinde ortaya çıkan bu dengeler Orta Asya ülkelerinin dış
politika pozisyonunu da etkilemektedir. Demografik, ekonom ik
ve siyasî açıdan Çin, Hindistan ve Rusya'dan gelebilecek tek y ön ­
lü ya da koordineli bir baskı karşısında direnm e gücü zayıf olan
Orta Asya ülkeleri bu devler arasında kendilerine hayat alanı a ç ­
m aya çalışm aktadır. 1997 yılında Rusya ve Çin’in öncülüğüyle
bölge ülkeleri arasında bir sınır güvenlik anlaşm ası im zalanm ası
ve belli bir istikrar politikası takip edilm esi bu açıdan son derece
ilgi çekicidir. O rta Asya’yı çevreleyen Rusya, Çin, İran ve H indis­
tan arasında geliştirilen ilişkiler NATO'nun genişlem e planlarına
karşı bir Asya cephesi oluşm akta olduğunun ilk işaretleri olarak
değerlendirilebilir.
Rusya’nın ekonom ik açıdan rehabilitasyon sürecine girmesi ile
Rus-Çin yakınlaşm asının eşzam anlı olarak gerçekleşm esi Türkiye
açısından çok sakıncalı bir dış politika konjonktürü ortaya çıkara­
bilir. Rus-Çin yakınlaşm asının Orta Asya üzerinde yapacağı baskı
bölge ülkelerini uluslararası ekonom i-poiitik güç merkezleri tara­
fından rehabilite edilmeye çalışılan Rusya İle ilişkilerini güçlendir­
m eye sevkedecektir. Kazakistan ve Kırgızistan’ın Rus-Çin yakın­
laşm asına uygun adım lar atm aya başlam ası bu konuda klasik Or­
ta Asya dengelerinin işlem eye başladığını göstermektedir.

3. Bölge-içi Dengeler
Bu küresel ve kıtasal faktörler siyasî, kültürel ve ekonom ik a çı­
dan çok çetin bir dönüşüm yaşayan Orta Asya’nın bölge içi denge­
lerini de etkilemektedir. Orta Asya’nın son on yıl içinde b ek len en ­
den çok daha az bir iç çatışm aya sahne olm asına rağm en gerek kü­
resel ve kıtasal aktörlerin bölgeye yönelik rekabetlerinin doğurdu­
ğu dinam ik konjonktür, gerekse bölge-içi çıkar çatışm alarına yol
açabilecek unsurlar bölgenin orta ve uzun vadede istikrara kavuş-
--------- „ 1., ^ ^ ,r, ,,nr,rlö otlrilpm plrtpHİr
jl Stratejik D erinlik

Dünya Ölçeğinde II. Dünya Savaşından sonra yaşanan söm ür­


ge devrimleri benzeri bir olguyu Soğuk Savaş sonrası dönem de ya­
şayan Orta Asya toplum ları em peryal bir yapıdan teritoryal ulus-
devlet yapılanm asına geçişin sancılarını yaşamaktadır. Orta As­
y a’daki dönüşüm ü incelerken de vurguladığımız gibi bu durum
İngiliz ve Fransız söm ürge im paratorluklarından koptuktan sonra
aynı jeokültürel yapıda farklı ulus-devletler oluşturm ak zorunda
kalan Arap D ünyasının karşılaştığı problem lere benzer problem ler
ortaya çıkarmıştır. Herşeyden önce ortak dil, din ve kültür unsur­
larına rağm en Sovyet dönem inden kalan etnik tanım lam alar ve bu
etnik tanım lam aların doğurduğu biz-öteki ayrımları bölge ölçekli
bir jeokültürel parçalanm ayı beraberinde getirmiştir. Özbek, Kır­
gız, Kazak, Türkm en ve Tacik unsurların içiçe yaşadığı alanların si­
yasî sınırlar ile ayrılmış olm ası ve bu siyasî sınırlar içinde kalan
ulus-devletlerin her birinin kendi territoryal ulusal kimlik ve ege­
m enlik alanlarını kurm a çabaları karşılıklı kaygıların ve tedirgin­
liklerin kaynağı olmaktadır.
Bu jeokültürel parçalanm ayı destekleyen jeoekon om ik kaynak
paylaşımı sorunları potansiyel bunalım odaklan olm aya adaydır.
Ülke sınırlarının tarihî ve jeopolitik geçerlilikleri ile ilgili tartışm a­
lar bu parçalanm aları jeopolitik risk alanlarına rahatlıkla dönüştü­
rebilecek unsurlar ihtiva etm ektedir: Çarpıcı bir m isal verm ek ge­
rekirse Özbekistan-Kırgızistan smırı Sovyet idaresince öylesine bir
yapıda çizilm iştir ki, Kırgızistan’ın kuzeybatısı ile güneybatısı ara­
sındaki seyahat ancak ve ancak Özbekistan sınırlan içinde kalan
Fergana vadisi üzerinden yapılabilmektedir. Kırgız tarihçilerinin
Fergaııa vadisinin Hokand egem enliği altında uzun bir dönem Kır­
gız idaresi altında kaldığına dayalı tarih argüm anları ile bu je o p o ­
litik parçalanm a biraraya getirildiğinde iki ülke arasında ciddi bir
çatışm a potansiyeli söz konusu olmaktadır.
jeokültürel, jeoekonom ik ve jeopolitik parçalanm adan kaynak­
lanan karşılıklı iddialar ve argüm anlar Orta Asya cum huriyetlerini
Arap ülkelerine benzer iç çatışm a potansiyelleri ile karşı karşıya
bırakm a riski taşımaktadır. Bütün bir Batı Türkistan'ın tarihî ola­
rak kendi egem enlikleri altında bulunduğu, bölgenin Sem erkand
ve Buhara gibi tarihî m erkezlerinin kendi sınırlarında olduğu ka-
^ naatini taşıyan Özbekistan sahip olduğu insan potansiyelinin aö-
Avrasya Güç D enklem inde Orta Asya Politikası |

reçeli üstünlüğünü de gözönünde bulundurarak bölgede daha et­


kin bir rol üstlenm eye çalışmaktadır. Buna m ukabil Avrasya step­
lerini birbirine bağlayan olağanüstü bir coğrafyaya sahip olan Ka­
zakistan bu coğrafyanın getirdiği avantajları kullanarak Asya’daki
küresel ve kıtasal dengelerin kilit unsuru konum unu öne çıkar­
maktadır. Zengin doğalgaz kaynaklarına sahip olan ve bu kaynak­
lara dayanarak kısa zam anda bölgenin finansal ve ekonom ik gücü
haline gelm e ümidi taşıyan Türkm enistan da bu gücü bölge etkin ­
liğine dönüştürm e yolları arayacaktır. Türkm enistan ile Ö zbekis­
tan arasındaki insan unsuru ve doğal kaynaklar açısından varolan
ciddi uçurum bu ülkeler arasındaki ilişkileri Irak-Kuveyt benzeri
çelişkilere gebe kılabilir. Kendi kültür m erkezlerinin Özbekistan sı­
nırları içinde kaldığını düşünen Tacikler ile kendi tarihî ve ekono­
mik alanlarının parçalandığım düşünen Kırgızlar karşısında Öz-
beklerin her iki ülkeyi de tabiî arkabahçe gibi algılaması da potan ­
siyel bir bunalım kaynağı olm aya adaydır.
Soğuk Savaş sonrası dönem de bölgede yaşanan jeokültürel,
jeo ek o n o m ik ve jeo p o litik parçalanm a ile bahsi geçen iç bunalım
unsurları, SSCB geçm işine dayanan siyasî kariyerleri açısından
zaten otokratik rejim lere temayüllü olan liderleri yine Arap tecrü ­
besine benzeyen siyasî yapılar kurmaya yöneltmektedir. Son on
sene içinde Azerbaycan'daki tartışm alı değişim hariç bölgedeki s i­
yasî aktörler hem en h em en hiç değişmemiştir. Türkm enistan’da
bu yapılanm anın daha da ötesine geçilerek Türkm enbaşı hayatı­
nın sonuna kadar doğal lider ilan edilmiştir.
Bütün bu bölge-içi faktörler bahsi geçen küresel ve kıtasal güç
dengeleri karşısında bölge-içi unsurları daha kırılgan yapm akta­
dır. Asya-içi dengelerdeki hassas seyir ve tarihî Rus-Çin rekabeti­
nin doğurduğu tedirginlik hem en hem en bütün Orta Asya ülkele­
rini m üm kün olduğunca ABD yanında görünm eye sevketm ekte-
dir. ABD'nin Soğuk Savaşın galibi konum u uluslararası saygınlık
ve ekonom ik kalkınm a arayışı içindeki bu ülkelerin ABD ’ye yakın
durm a çabalarının gerekçelerini oluşturmaktadır. Öte yandan b ö l­
gede insan unsurunun gücü ile öne çıkan Özbekistan doksanlı yıl­
ların sonlarına doğru Rusya’nın desteğini alarak bir ortak etkinlik
alanı kurmaya çabalarken, Kazakistan Rus-Çin dengesinin kendi
inîn kaçınılm az olduğu bilinci ile diplomatik esnekliği
r..
yüksek bir politika takip etmektedir. Bir taraftan kıta-Ölçekli dina­
mik rekabet konjonktürü içinde, diğer taraftan Özbekistan ve Ka­
zakistan gibi bölge-içi güçler arasında ayakta durmaya çalışan Kır­
gızistan ise bunu daha açık bir siyasî yapı ile sağlamaya çalışm ak­
tadır. Kırgızistan’ın bölgede dem okrasiye en yakın uygulamaya
yönelm esi bu açıdan dikkate şayandır.
Sahip olduğu doğal kaynakları m üm kün olan en m aksim um
getiri ile dünya piyasalarına ulaştırm a çabasını sürdüren Türkm e­
nistan ise bu doğal kaynakların tabiî m üşterisi olan veya bu kay­
naklar üzerindeki etki alam ile uluslararası ve bölgesel güç oluş­
turm aya çalışan kıta ölçekli aktörleri birbirleriyle dengeleyen ve
her birine yeşil ışık yakan bir politika sürdürmektedir. Bir taraftan
Türkiye ile en yakın ilişkiler geliştiren bölge ülkesi olan, diğer ta ­
raftan İran ile sahip olduğu ulaşım ve ticaret ilişkisini yoğunlaştı­
ran, öte yandan belli aralıklarla Rusya'ya yakın m esajlar gönderen
Türkm enistan Batı Asya’d aki rekabetin kendi üzerinden seyret­
m ekte olduğunun bilinci ile bir tür denge diplom asisi uygulamak­
tadır. Soğuk Savaşın sona erm esinden bu yana yıpratıcı bir iç savaş
yaşayan Tacikistan ise bütün bu dengelerin en edilgen ülkesi olm a
özelliğine sahiptir.
Öte yandan, Orta Asya'yı çevreleyen kıta-ölçekli güçler arasın­
daki bu dengeler bölge-içi aktörleri de kendi anaforu içine çekm ek­
tedir. Ö zbekistan’ın Afganistan iç savaşında Pakistan destekli Tali-
ban karşısında H int-Rus-lran ittifakınca desteklenen m uhalefet
cephesi içinde yer alması, Türkm enistan'ın 1997'de İran-Hİndis-
tan-Türkm enistan üçlü anlaşm asına katılması, Kazakistan ve Kırgı­
zistan’ın Çin-Rus-Hint dengelerini kollayan bir diplomatik seyyali-
yet sergilemeleri, Ö zbekistan'ın Tacik iç savaşma müdahil olması,
Türkm enistan ve Azerbaycan’ın Batı Asya’daki Türkiye, Rusya ve
İran arasında diplomatik bir labirent hassasiyeti içinde ilişkilerini
sürdüregelmeleri hep bu güç dengelerinin dolaylı sonuçlarıdır.

IV. Türk Dış Politikası ve Orta Asya Stratejisi

ı. Söylemden Stratejiye Türkiye’nin Orta Asya Politikası


Türk dış politika yapım ında Orta Asya ile ilgili son on yıl içinde
y aşan an gelişm eler sadece bu böleevle sınırianHınu»vs— — i-
Avrasytt G üç D en klem in de O rta Asya Politikası

önem li dersler ve tecrübeler edinilm esini sağlamıştır. Bu tecrü b e­


lerin sağlıklı bir şekilde değerlendirilm esi aynı anda bir çok yakın
kara, deniz ve kıta havzalarında strateji geliştirm ek ve uygulamak
zorunda olan Türkiye’nin bundan sonraki benzer ölçekte etkilerde
bulunacak dış politika açılım ları için büyük bir önem taşım akta­
dır. Bu unsurlar hazırlık safhası ve uygulama safhası ile ilgili iki ana
başlık altında toplanabilir.
a. Psikolojik, Teorik ve Kurumsal Hazırlıksızlık
Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dönem Orta Asya politikasının
değerlendirilm esinde öncelikle çok yönlü uluslararası konjonktür
değişim lerinin yaşandığı dönem ler için gerekli olan hazırlık safha­
sı ele alınm ak zorundadır. Türkiye m aalesef Soğuk Savaşın sona
erm esi ile ortaya çıkan uluslararası dinam ik konjonktüre intibak
noktasında da, bu konjonktürle birlikte çok kısa bir sürede Türki­
y e’nin en tem el dış politika alanlarından birisi haline gelen Orta
Asya'ya dönük stratejilerin geliştirilm esi konusunda da ciddi bir
ön hazırlık yetersizliği ile karşı karşıya kalmıştır.
Bu hazırlıksızlığın ilk görünen belirtisi psikolojik alanda yaşan­
mıştır. Türkiye Orta Asya ile ilgili gelişm elerin ilk safhasında gerek
seçkinler gerekse halk düzeyinde soğukkanlı bir diplom asinin ilk
şartı olan rasyonel değerlendirm e yapabilm ek için gereken psiko­
lojik teenniyi devreye sokam am ıştır. Orta Asya'nın bir strateji ve
siyasî kültür param etresi olarak hem en h em en hiç gündemde ol­
m adığı bir dönem den gündem in birden m erkezine yerleştiği bir
dönem e geçiş psikolojik bir hazırlık sürecinin yaşanm asını engel­
lemiştir. îlk dönem de gösterilen ani, nostaljik ve hıssî tepkiler ve
bu tepkilere dayalı olarak geliştirilen, psikolojik ön hazırlığı iyi ya­
pılm am ış deklarasyonlar, bu deklarasyonlara m uhatap olan taraf­
larla rasyonel bir dış politika ilişkisi geliştirilm esini güçleştiren
tepkiler doğurmuştur. Orta Asya ülkelerinde büyük ve çoğu da
karşılıksız kalm a riski taşıyan beklentiler oluşturan bu deklaras­
yonlar, bölge üzerinde tarihî ve coğrafî derinliğe dayanan hazırlık­
lı politikalar geliştirm e süreci yaşayan kıtasal ve bölgesel güçleri
tedirgin etmiştir. Bu tedirginliği dengelem eye yönelik olarak atılan
adım lar da bu sefer karşı etki uyandıran sonuçlar doğurmuştur.
Psikolojik hazırlıksızlığın daha çabuk su yüzüne çıkm asına yol
- t - . oi-an ian Ha s tra te jik analiz ve kurumsal
^ Stratejik D erinlik

yapılanm a ile ilgili alanlardır. Türkiye böylesi bir radikal değişim


sürecine stratejik analiz gücü ve yetkinliği olan kurum sal yapılar­
dan yoksun bir şekilde girmiştir. Değişim sürecinin başında genel­
de Asya, özelde ise Orta Asya ile ilgili teorik çalışm a yapan hiç bir
destek kurum unun olm am ası, üniversitelerin ve diğer araştırm a
kuram larının hâlâ Soğuk Savaş dönem inden kalan birikim lere dö­
nük yapılara sahip olması nedeniyle sağlıklı stratejik analizler y a­
pacak ve bu analizler çerçevesinde psikolojik tepkilerin dozunu
düşürerek rasyonel politikaların önünü açacak bir atm osfer oluşa-
mamıştır. Türk diplom asisinin Soğuk Savaş süresince özellikle
Türk-Yunan gerilim lerine ayarlı bir arkaplan içinde faaliyet gös­
term iş olm ası bu stratejik analiz boşluğunun diplom atik çevreler­
ce kapatılm asını da müm kün kılmamıştır.
Bu hazırlıksızlığın birisi tarihî, diğeri ise ideolojik iki tem el se­
bebi üzerinde durulabilir M odern Türk diplom asi tarihi, k ökenle­
rine gidilirse Karlofça'dan, biraz daha yakın dönem esas alınırsa
Tanzim at’tan bu yana, tem elde Avrupa param etrelerini kollayan
ve Ortadoğu/Balkanlar ekseninde savunm a hatlarına yoğunlaşan
bir arkaplana sahiptir. Bu dönem de stratejik zihniyet, kültürel ve
psikolojik faktörler, kurum sal yapılanm a, dış politika refleksleri
daha çok Avrupa-merkezli büyük güçlerin diplom asi kulvarlarına
ayarlı bir seyir takip etmiştir. D iplom atik gelenekle ilgili bu arkap­
lan Asya-ölçekli stratejik oluşum lar için yeterli bir tecrü b e biriki­
m inin oluşm asını engellemiştir.
İkinci önem li sebep genellikle stratejik bakış açısını yönlendi­
ren ideolojik tavır alışla ilgilidir. Bu da biri Batılılaşm a tecrübesi,
diğeri de Soğuk Savaş konjonktürü ile ilgili iki ana grupta to p lan a­
bilir. Batılılaşm a tecrübesi ve bu tecrü ben in öngördüğü Avrupa'ya
dönük politika oluşturm a çabası genelde Asya, özelde Orta As­
ya'ya dönük psikolojik, teorik ve kurumsal hazırlığı bir ölçüde an-
lam sızlaştırm ış, en azından ikincil bir konum a indirmiştir. İttihat
ve Terakki'nin rasyonel hiç bir stratejik h esaba dayanmayan O n a
Asya politikasının ve Enver Paşa m acerasının stratejik zihniyeti
oluşturan toplum sal hafızada edindiği yer Doğu’nun ve Asya'nın
geri kalm ışlığına dayanan Aydınlanma felsefesi varsayımları ile
birleşince Orta Asya uzun süre Türkiye'nin siyasî ve kültürel at­
m osferinde en azından kayıtsız kalman bir bölge olmuştur.

1 ARft
Avrasya Güç D en k lem in d e Orta Asya Politikası

Stratejik hazırlığı engelleyen ikinci ideolojik param etre Soğuk


Savaş şartlan ile ilgilidir. Soğuk Savaşın katı ideolojik kalıpları için ­
de Orta Asya'nın Doğu Bloku ve SSCB bünyesinde kalması, bölge­
ye yönelik herhangi bir hazırlık gerektirm eyen çok daha statik bir
yaklaşım biçim ini egem en kılmıştı. İki blolcun karşılaştığı alanlar­
la ilgili stratejik kararların süper güçlerce alındığı, dolayısıyla da
bu güçlerin doğrudan etki alanına girdiği bölgelerdeki stratejik p o ­
zisyonun hem en hem en hiç değişmediği bu konjonktür bölgeye
dönük hazırlıkların gereksiz görülm esine sebep oluyordu. Bu sta ­
tik konum un ideolojik kalıplarla kategorik kutuplara indirgenm e­
si bölgeye dönük çalışm aların önünde engeller oluşturuyordu. Bu
çalışm alar ya sınırlı alanlarda bizzat resm i kanallarca yürütülüyor­
du, ya da tam am en ihm al ediliyordu. O dönem de sivil kişi ve ku ­
ruluşların ilgileri h em en karşı kutbun ideolojik tem silcisi gibi algı-
lan m alarayol açıyordu. Daha önce de vurguladığımız gibi, bu du­
rum en stratejik kom şum uz olan Rusya'nın dilini kullanabilen
araştırm acıların bile yetişm esini im kansız kılıyordu.
Dış politika yapım ını olumsuz yönde etkileyen psikolojik, te o ­
rik ve kurumsal hazırlıksızlık böylesi radikal bir değişim in yaşan­
dığı Soğuk Savaş sonrası dönem in ilk yıllarında ciddi bir insan un­
suru sıkıntısını beraberinde getirmiştir. Psikolojik ağırlıklı iddialı
söylem in gerektirdiği adım lan atacak insan unsurunun devreye
sokulam am ası dış politika etkinliğini önem li ölçüde zaafa uğrat­
mıştır. G eçen on yıla rağm en hâlâ bölge politikalarında uzm anlaş­
mış ve Rusça başta olm ak üzere bölge dillerini ve lehçelerini etkin
bir şekilde kullanabilen elem an sıkıntısı yaşanmaktadır,
b. Stratejik Koordinasyon ve Kademelendirme
Soğuk Savaşın sona erm esini ve SSCB'nin dağılmasını takip
eden ilk dönem de planlı ve rasyonel bir dış politika açılım ından
çok, aııi tepkilere dayalı nostaljik ve hissî bir yaklaşım ın ben im sen ­
miş olm ası, özellikle bu hissî yaklaşımın prim topladığı ilk dönem
sonrasında ciddi tutarsızlıkların ve aksaklıkların oluşm asına yol
açmıştır. Sovyet sonrası dönem in hızlı ve dinam ik değişimine h a­
zırlıksız yakalanm am ız hem Orta Asya’da yaşanm akta olan bu n a­
lımlı geçiş sürecine rasyonel ve planlı tepkiler gösterilm esini engel­
lem iş, hem de Orta Asya politikası ile diğer bölgesel politikalar ara­
sında sağlıklı bir koordinasyon kurulmasını imkansız kılmıştır.
Stratejik Derinlik

Her şeyden önce Orta Asya’nın genel Türk dış politika strateji-
si içindeki yeri ve Önemi yeterince incelenm em iştir. Bu sadece Or­
ta Asya ile ilgili değil, genel Asya politikası ile ilgili önemli b il ek­
sikliktir. Bu eksildik, genel Asya stratejisi ile özel Orta Asya politi­
kası arasında tutarlı, kadem eli ve koordineli bir ilişki biçiminin

oluşmasını engellemiştir.
Diğer bir çok ülkenin, değişen konjonktüre paralel olarak, As­
ya’nın kendi stratejileri içindeki yerini tekrar yorumlamaya çalıştı­
ğı bir dönemde Orta Osya, Batı Asya, Orta Doğu ve Karadeniz hav­
zaları ile ilgili genel stratejik öncelikleri tanım lam adan bölgesel
politikalar oluşturmuş olmak, konjonktürel değişikliklerden etki­
lenen bir dış politika yapımına yol açmış bulunmaktadır. Bu açı­
dan bakıldığında, Türk dış politika yapımında her zam an hissedi­
len kademelendirme ve koordinasyon eksikliği en çarpıcı şekilde
Orta Asya ile ilgili gelişmelerde kendini hissettirmiştir.
Türk dış politika yapımının farklı bölgesel politikalar ile ilgili
koordinasyonda karşı karşıya kaldığı sıkıntı Türkiye nin kendine
has coğrafî özelliklerinden de önemli ölçüde etkilenmektedir. Av­
rasya’daki bir çok önemli aktörün aksine Türkiye, coğrafyasının
büyüklüğünün çok ötesinde bir jeopolitik çeşitlenme ile karşı kar­
şıyadır: Yakın kara, deniz ve kıta havzaları ile ilgili değerlendirme­
lerimizde teferruatlı bir şekilde ele aldığımız gibi, Türkiye aynı an ­
da ve aynı yoğunlukta bir çok bölge ile ilgilenmek zorundadır. Bir
kıyas ile ortaya koymak gerekirse Türkiye ile kıyaslanm ayacak d e­
recede büyük ölçekli coğrafî ve demografik yapıya sahip olan Çin,
teme] özellikleri itibarıyla bir Doğu Asya ve Pasifik ülkesi, Hindis­
tan bir Güney Asya ve Hint Okyanusu ülkesi iken, Türkiye bu ülke­
lere göre daha küçük ölçekli coğrafyasına ve insan unsuruna rağ--
men aynı anda bir Doğu Avrupa ve Batı Asya, bir Balkanlar, Kaf­
kaslar ve Ortadoğu ülkesi olmak yanında Afroavrasya anakıtasınm
en önemli deniz havzalarına ya doğrudan ya da dolaylı müdahil
olabilecek bir konuma sahiptir.
Bu konum bölgesel politikalar arasındaki koordinasyon ihtiya­
cını dış politika oluşumunun en temel meselesi haline getirmekte­
dir Türkiye’nin müdahil olduğu bölgeler arasındaki jeopolitik, je ­
oekonomik ve jeokültürel ayrım çizgilerinin Soğuk Savaş sonrası
dönemde gittikçe anlam sızlaşm aya başlaması ve.bölgelerarası et-
Avrasya G üç D en k lem in d e O rta Asya Politikası

kileşim in büyük bir hız kazanm ası bu koordinasyon ihtiyacını d a­


ha da artırmıştır. Türkiye’nin Orta Asya politikası kimi zam an bu
koordinasyon eksikliğinden olumsuz yönde etkilenm iştir. M esela
ECO ve KEİ’nin hed ef ve araçları konusunda yaşanan çelişkilerin
O ıla Asya’ya yansım ası genelde olumsuz seyretm iş ve kendi alan ­
larında önem li işlevler üstlenebilecek bu iki örgütün bu alanlarla
ilgili konularda bile atalete düşm esine yol açm ıştır.
Orta Asya’ya dönük politikalarla ilgili diğer Önemli bir koordi­
nasyon zaafı da dış politika etkinliğinin resm î aktörleri ile yatay
iletişim i hızlandıran sivil aktörleri arasında yaşanmıştır. Orta As­
y a’nın yeni bir alan olarak devreye girmesi özellikle ekonom ik ve
kültürel sahada büyük bir potansiyel işbirliği alanının doğm asına
ve karşılıklı insan akm ınm süratle artm asına sebep olmuştur. An­
cak önem li bir karşılıklı etkileşim alanı doğurabilecek olan bu ya­
tay iletişim hattı resm î aktörlerce yeterince teşvik edilmediği, yön-
lendirilmediği, kimi zam an da denetlenm ediği için özellikle ek o ­
nom ik alanda m aceraperest girişimlere ve sukut-ı hayallere zem in
hazırlamıştır.
Ülkenin m akrostratejik yaklaşım ını belirleyen ve yönlendiren
resm î aktörler arasındaki uyum ve koordinasyon problem i de di­
ğer önem li bir etkendir. Azerbaycan’da yaşanan iç siyasî b u n alım ­
larda Türkiye adına sergilenen tavırlarda ve tercih edilen politika­
larda resm î aktörler arasında ortaya çıkan farklılaşm alar bu koor­
dinasyon problem inin çarpıcı bir misali olarak zikredilebilir.
Özetle Türkiye’nin Orta Asya politikasında psikolojik» teorik ve
kurum sal hazırlıksızlık, m ikrostrateji ile m akrostrateji arasındaki
uyum, bölgelerarası etkileşim in öne çıktığı alanlardaki kadem e-
Iendirm e problem i, kurumlararası koordinasyon ve dinam ik şart­
lara uyum sağlam anın asgari şartı olan taktik-strateji bağlantısı
konularında önem li sayılabilecek zaaflar gözlenmiştir. Bu geçiş
dönem inde Türkiye’de yaşanan siyasî istikrarsızlığın da beslediği
dış politika önceliklerini tanım lam ada yaşanan gelgitler, bu zaaf­
ların kısa dönem de dış politika açm azlarına dönüşm esine yol a ç ­
mıştır. Türkiye’nin bu zaafları diğer aktörlerin m anevra alanını ge­
nişletm iştir. Rusya’nın Putin ile birlikte bölgeye yeni bir aktörm üş­
çesin e tekrar nüfuz edebilm esi biraz da Türkiye’nin zaaflarının yol
açtığı m anevra alanı dolayısıyladır.
| Stratejik Derinlik

2. Türkiye'nin Orta Asya’ya Yönelik Stratejik Öncelikleri


Soğuk Savaş sonrasında Avrasya ekseninde yaşanan gelişmeler
tem elde Doğu Avrupa ve Orta Asya’da odaklanmıştır. Balkanlar
Doğu Avrupa ile Akdeniz, Kafkaslar da Orta Asya ile Karadeniz; ara­
sındaki etkileşim açısından önemli gelişmelere şahit olmuştur. Or­
ta Asya’nın Türk dış politikasındaki yeri ve önem inin anlaşılm ası
için her şeyden önce Türkiye’nin yukarıda zikredilen küresel, kıta­
sal ve bölgesel aktörlerle olan ilişkilerinin genel Avrasya dengeleri
içindeki yerini tanımlamak gerekmektedir.
a. Küresel Aktörler ve Türkiye’nin Orta Asya Politikası
Küresel aktörlerin Soğuk Savaş sonrası dönem de Orta Asya'ya
dönük bakış açılarındaki değişmeler kıtasal ve bölgesel güç olarak
çok yönlü bir jeopolitik Önem taşıyan Türkiye'yi doğrudan etkile­
miştir. Soğuk Savaş döneminde Batı Bloku'nun güvenlik örgütü
olan NATO'nun Asya derinliğine sahip yegâne üyesi olan Türki­
ye’nin önem i Doğu Bloku'nun çökm esine rağm en azalm am ış, ak­
sine daha karmaşık denklemler içinde çok boyutlu bir nitelik k a­
zanmıştır. Soğuk Savaş döneminde Doğu Avrupa’da yoğunlaşan
uluslararası stratejik gerilim alanının Avrasya derinliğine ve B al­
kanlar ve Kafkaslar koridorlarına doğru yayılması bir güvenlik ör­
gütü olan NATO'nun misyon alanını ve tanım lam asını da daha
doğuya doğru kaydırmıştır.
NATO’yu yeni dönem de daha kapsamlı uluslararası m isyonlar­
la donatm aya çalışan ABD’nin Asya derinliğinde etkin konum a sa ­
hip olan bir müttefik olarak gördüğü Türkiye’ye bakışı da bu çe r­
çevede yeni unsurlar kazanmıştır. Karadeniz ve Hazar’ın kuzeyin­
den geçen hatta Almanya ve Rusya gibi diğer küresel ölçekli güç­
lerle aynı stratejik alanda bulunm ak zorunda olan ABD kendisi
için Soğuk Savaş dönem i boyunca da büyük stratejik önem taşıyan
kenar kuşak bölgesinin merkezini oluşturan Avrasya’nın güney
hattında çok daha fazla aktörle stratejik denge kurm ak zorunda oh
.duğunun farkındadır. Bu güney hattının ABD’nin bir dönem çifte-
■kuşatma politikası uyguladığı Irak ve İra n ’ı da kapsıyor olm ası, bu
bölgedeki stratejik dengeler açısından, Türkiye’ye kaçınılm az bir
stratejik ortak niteliği kazandırmaktadır. Asya dengeleri içinde de
kuzey ve kuzeybatıda Rusya, doğuda Çin, güneyde de H indistan’ın
baskin gücü karsısında Batı Asva'Hfi h i r criır’ t p m A r H i 7 i i n i i n n lm fl-
Avrasya G üç D en klem in de O rla Asya Politikası

yışı ABD’yi jeoekonom ik ve jeopolitik açıdan Önemli stratejik risk­


ler barındıran bu bölgede Türkiye’ye dayak politikalar geliştirm e-
ye sevketmektedir.
ABD ’nin Türkiye'yi Avrasya dengelerinde önem li bir bölgesel
stratejik partner olarak görm esi ve bu doğrultudaki senaryoların
yaygın bir şekilde kullanılm ası yeni konjonktürde Asya dengeleri-
ne küresel bir aktörün desteğini alarak girme tem ayülü içindeki
Türkiye'de de genellikle uygun bir stratejik seçenek olarak görül­
m üştür. Özellikle AB-Türkiye ilişkilerinde sıkıntıların yaşandığı ve
Türkiye-Rusya rekabetinin keskinleştiği dönem lerde bu stratejik
yakınlık Türkiye açısınd an daha da özel bir önem taşım aya başla­
mıştır.
Avrupa Birliği'nce aday ülkeler arasına alındığı Helsinki Zirve­
sinden sonra Türkiye diğer bölgesel politikalarda olduğu gibi Orta
Asya ile ilgili politikalarda da ABD-AB dengesini tekrar ayarlama
ihtiyacı ile karşı karşıyadır. Bu ihtiyaç, doksanlı yılların ortalarında
yoğunlaşan ve tem elde Türkiye’nin Ortadoğu politikasını şekillen­
dirm ekle birlikte Orta Asya politikasında da etkili olan ABD-îsrail
eksenine dayalı yaklaşım ın AB’nin Orta Asya tercihleri ile denge­
lenm esi zorunluluğunu beraberinde getirecektir.
Önümüzdeki dönem de ABD-AB-Rusya küresel dengelerinin
Orta Asya'ya yansıyış biçim i Türkiye’nin bu bölgeye dönük politi­
kalarında önem li bir rol oynayacaktır. Türkiye bu küresel denge­
lerdeki ritmi ve eksen değişm elerini iyi takip etm esi durum unda
Orta Asya denklem inde güç kaymalarını etkileyebilecek bir aktör
pozisyonu kazanabilir. Böyle bir durumda Türkiye ile küresel ko­
num itibarıyla daha dolaylı ilişkilere sahip olan japonya ve Çin ile
yürütülen ilişkilerin yoğunluğu ve etkinliği Türkiye’nin bu denge­
lerdeki m anevra alanını daha da genişletecektir.
Buna karşılık Türkiye’nin stratejik esneklik alanını iyi kullana­
m am ası, taktik-strateji uyumunu sağlayam am ası, diplom atik m a ­
nevra kabiliyetini daraltm ası gibi durumlarda bu küresel denge­
lerdeki m uhtem el ittifak ve güç kaymaları belki de en olum suz so ­
nuçlarım Türkiye üzerinde gösterecektir. Bunun içindir ki, Türkiye
küresel, kıtasal ve bölgesel güçler arasındaki çapraz ilişkileri ve bu
ilişkilerin küresel dengeleri etkilem e biçim ini en yakından izlem ek
-t m-11 n rl a d l r
I Stratejik D erinlik

r b. Asya Dengeleri ve Türkiye’nin Orta Asya Politikası


Asya kıtasının iç dengeleri açısından bakıldığında da benzer
bir tablo geçerlidir. Soğuk Savaş dönem inin sona erm esinin belki
de en önem li sonuçlarından birisi Avrupa'ya göre çok daha köklü
bir siyaset ve diplom asi geleneğine sahip olan Asya’nın bütün bu
renkli yapısıyla tarih sahnesine geri dönm e sürecine girmiş olm a­
sıdır. Son iki yüzyıldır ö n ce sömürge, sonra da ideolojik im para­
torlukların tesiri ile kendi stratejik iç dengesini ve bu dengenin ge­
rektirdiği diplom asi birikim ini yitiren ve genelde İngiltere, Fransa,
Rusya ve ABD gibi kıta-dışı aktörlerin etkisi altında kalan Asya bu
anlam da tarihî bir dönem eçtedir.
M odern Avrupalı aktörlere göre tarihin derinliğine doğru uza­
nan Çin, Hind, İran, Turan, Japon vb. geleneklere dayalı Asya te c­
rübesi yeni param etrelerle diplom asi sahnesindeki yerini alm ak­
tadır. D aha geleneksel unsurları bünyesinde barındıracak olan bu
yeni param etrelere intibak edem eyen aktörler Asya denklem inde
güç kaybedeceklerdir M esela Konfüçyanist değerlerin Çin siyasî
tarihi içindeki yeri ve Çin diplomatik davranışını etkileyiş biçim ini
gözönünde bulundurm ayan bir yaklaşım ın kültürel faktörlerin
diplom atik ilişkiler üzerindeki etkisini değerlendirm e şansı o lm a­
yacaktır. Benzer ölçüler Hind, Japon, Turan ve İran havzaları için
de geçerlidir.
Asya kültür haritasının diplom atik sahnesine ağırlığım koym a­
ya başlam ası aslında Türkiye gibi bu haritadan beslenen ve h em en
hem en bütün bu birikim lerle şu veya bu şekilde tem asta buluna-
gelm iş olan bir ülke için önem li avantajlar sağlayacak bir unsur­
dur. Ancak Türkiye’nin özellikle seçkinler düzeyinde bu kültür h a ­
ritasına yabancılaşm a zaafı yanında bu havzaların ruhuna nüfuz
ederek etkileyebilecek bilgi ve beceriye sahip insan unsuru konu­
sunda h em en hem en tam am ıyla yetersiz olm ası Asya dengelerini
an lam a ve yönlendirm e gücünü kırmaktadır.
Yine çarp ıcı bir m isal ile ortaya koymak gerekirse, Asya’nın do-
ğu -batı ve kuzey-güney uç eksenleri açısından Türkiye, Rusya, Ja ­
ponya ve Çin arasındaki karşılıklı dengeler gelecekte özel bir önem
kazanacaktır. Türkiye ile Rusya arasında sözkonusu olan ve Batı
Asya’yı kuzey-güney istikam etinde etkileyen tarihî rekabetin bir
( ben zeri Doğu Asya'da Japonya ile Çin arasında eecerlidir. Buna
Avrasya G üç D en k lem in d e Orta Asya Politikası

karşılık da Çin ile Rusya arasında Orta Asya.üzerinden, Rusya ile


Japonya arasında da Rusya’nın Pasifik kıyıları ve Sakhalin adaları
üzerinden bir rekabet söz konusudur. Bu ilişkilerdeki her çapraz
ittifak teşebbüsü Orta Asya'yı doğrudan etkileyecektir. Bu açıdan
ele alındığında O ıta Asya’daki uzun vadede etkili olm ak isteyen bir
Türkiye, bu dörtlü arasındaki ilişkilerin ritm ik seyrini sürekli takip
etm ek ve Türk-Rus, Türk-Japon ve Türk-Çin ilişkilerini bu seyre
göre ayarlam ak zorundadır. Bu kıta Ölçekli ilişkilerin küresel aktör­
lerle bağlantısı Avrasya dengelerinin genel uluslararası ilişkileri e t­
kilem e gücünü de ortaya koymaktadır. M esela ABD-Japonya işbir­
liği karşı bir çapraz ittifak tepkisi olarak Rus-Çin yakınlaşm asını
beraberind e getirirken ABD-Çin ilişkilerindeki iyileşme AB-Rıısya-
Japonya ilişkilerine yeni boyutlar katacaktır.
Bu çok yönlü denklem ler bütün bu aktörlerin stratejik zihniye­
tine nüfuz edebilen ve bu stratejik zihniyetin günümüz reelpoliti-
ğine yansım alarını görebilen bir stratejisyen prototipini gerekli
kılmaktadır. Bu gereklilik açık bir şekilde ortada iken, bu zorunlu­
luğun gereğini yerine getirecek insan unsuru ne stratejisyen, ne
diplom at ne de ara unsurlar olarak yeterli değildir. Bugün Çin kül­
tür haritası İçinde Çin siyaset ve diplom asi geleneği takip ed eb i­
len, bu tarihî tecrü be birikim ini cari reelpolitik içindeki m uhtem el
tepkilerini anlayabilen ve tabiî bütün bunlar için de Çince'yi kul­
lanabilen yetişm iş insan unsuru yoktur. Benzer bir durum Japon­
ya, Hindistan ve Güneydoğu Asya ülkeleri için de geçerlidir.
c. Orta Asya’nın Dünyaya Açılması ve Batı Asya Rekabeti
D eniz bağlantısından yoksun olan Orta Asya ülkelerinin Soğuk
Savaş sonrası dönem de dünyaya açılm ası için dört alternatifleri
bulunm aktaydı: Birincisi, Hazar D enizinin kuzeyinden Rusya ara­
cılığıyla Avrupa ve Atlantik'e; İkincisi, doğudan Çin aracılığıyla Pa­
sifik’e; üçüncüsü, güneyde Afganistan üzerinden Hindistan ve Pa­
kistan aracılığıyla Hint Okyanusuna; dördüncüsü ise Hazar D eni­
zinin güneyinden İran ve Türkiye aracılığıyla Akdeniz'e. Bu yollar
açısm dan değerlendirildiğinde Batı’ya açılım konusunda Türkiye,
İran ve Rusya arasında ciddi bir rekabet yaşandı. Ara yollar olarak
gündem de tutulan Hazar Denizi üzerinden Kafkaslar-Karadeniz
bağlantısı Türk-Rus ilişkilerinde, İran üzerinden Basra bağlantısı
;ı;o L -iio rin rio h ir rpkabet ortam ı oluşturdu.
Stratejik D erinlik

Rusya ve İran’ın bölgenin kendi üzerlerinden dünyaya açılm a­


sı yolunda yaptıkları ataklar, alternatif stratejiler takip eden bu üç
ülkenin elde ettilderi dış politika sonuçlarını mukayese etmemizi
gerekli kılmaktadır. Bu üç ülke Soğuk Savaş sonrası şartlara in ti­
bak edebilm ek için birbirinden farklı üç yol takip etti. Rusya bölge
ülkelerinin siyasî eliti ve kurum lan üzerindeki sosyalist d ön em ­
den gelen etkisini kullanm aya dayalı bir politika izlerken, İran
uluslararası sistem e rağm en reel politik yoluyla bölgesel etki kur­
maya, Türkiye ise özellikle başta ABD olm ak üzere uluslararası sis­
tem ik güçlerin desteğini alarak bölgeye nüfuz etm eye yönelen
stratejiler geliştirdiler.
Rusya iç siyasî yapısındaki çalkantılar ve ekonom ik bunalım a
rağm en bölgenin siyasî eliti üzerindeki etkisini kullanarak bölge
ülkelerinin iç siyasî m ekanizm aları üzerinde SSCB dönem inde
kurduğu doğrudan etkiyi dolaylı yönlendirm eye dönüştürm eye
çalıştı. Bunun için de bir taraftan bu m ekanizm aların sürm esine
çalışırken, diğer taraftan özellikle Kafkaslar ve Tacikistan politika­
ları ile askerî güce dayalı reelpolitik taktiklere yöneldi. Rusya, bu
stratejide, özellikle Amerika'nın bu ülkeyi tekrar ayaklan üzerinde
tutabilm e gayretlerini de etkin bir şekilde kullandı. Erm enistan ve
Gürcistan ile yapılan askerî anlaşm alarla Kafkaslar geçidini tutan
Rusya son olarak Putin dönem inde Orta Asya ülkeleri ile im zaladı­
ğı bir dizi anlaşm ayla da jeoekon om ik aktarım güzergâhı konu­
sunda önem li kazanım lar elde etti.
İran ise uluslararası sistem ik güçlerle olan çatışm a ve dışlanm a
ilişkisini gözönünde bulundurarak bir taraftan Rusya ile rasyonel
bir çıkar ilişkisine girerken, diğer taraftan bölgenin iç yapısını ve
dengelerini iyi etüd eden bir yaklaşım sergilem eye çalıştı. İran ’ın
bölge dengelerine dayalı politikası, bölge ülkelerindeki siyasî elitin
İslâm î gelişm elerden duydukları kaygılara rağm en İran karşıtı bir
politika izlem em eleri sonucunu doğurdu. İran bölgede istikrarsız­
lığa yol açacak bir devrim dalgası oluşturm aktan çok, cari yapıları
gözeten, dolayısıyla da bölgesel reelpolitiğe uyum sağlamaya ça lı­
şan daha rasyonel bir politika izleyeceği intibaını verdikçe hem
bölgenin siyasî elitindeki kaygıları dağıttı, hem de başta ABD ol­
m ak üzere sistem ik güçlerin dışlam a çab alarını etkisiz kıldı.
İran'ın karşı denge politikaları bu ülkenin bölgede dışlanm a te­
şebbüslerini sonuçsuz bıraktı.
A vrasya G ü ç D e n k le m in d e O rta A sya P o litikası

U luslararası sistem den dışlanm aya çalışılan İran, M eşhed-Se-


rahs-Tecen demiryolu projesi, Azerbaycan'ın Şahdeniz petrol ya­
taklarından elde ettiği pay ve Kazakistan İle petrol nakli konusun­
da imzaladığı anlaşm alar yoluyla kolayca devre dışına itilecek bir
ülke olm adığı m esajım göndermiştir. Bu politika bölgesel etkinlik
ile uluslararası sistem baskısı arasındaki hassas dengeyi göster­
m esi bakım ınd an büyük önem taşım aktadır. Aktif diplomasiye
dayalı bölgesel etkiniiği başarılı bir şekilde kullanan bir ülkenin
uluslararası sistem in baskılarına karşı taktik avantajlar sağlayabi­
leceğinin en önem li ve ilginç göstergelerinden birisi İran ’ın Orta
Asya d iplom asisidir
G eçm iş tecrübe birikim ine dayalı olarak bölge el itini kullanan
Rusya ve zorunlu olarak bölge reelpolitiğine uyum gösterm eye ç a ­
lışan İran’ın aksine Türkiye, Orta Asya'ya yönelik dış politikasını
b aşta ABD olm ak üzere uluslararası sistem ik güçlerin stratejik ter­
cihleri ile uyumlu bir eksene oturtm aya çalıştı. Küresel dengeler
açısından avantajlı görünen bu dış politika pozisyonu bölgesel
dengeler ve yapıların yeterince etkin bir şekilde değerlendirilm e­
diği durum larda karşı dengelerin oluşm asına yol açan bir tablo
oluşturdu. Sistem ik küresel güçlerin sağlayacağı düşünülen dış
desteğe duyulan güven dolayısıyla hem Rusya hem de İran ile ay­
nı anda yaşanan gerginlikler Türkiye'nin bölge politikalarındaki
taktik esnekliğini zayıflatmıştır. Son yıllarda Özbekistan örneğinde
olduğu gibi bölgenin siyasî liderlik kadrosu ile yaşanan gerilimler
bu taktik esnekliğin tümüyle devre dışına itildiği durum lar da d o­
ğurmuştur. Türkiye'de sık sık yaşanan hüküm et bunalım ları da e t­
kin ve koordineli bir politikanın kararlı bir şekilde sürdürülmesini
g üçleştirm iştir
Bölgesel politikalar arasındaki koordinasyon eksikliğinden en
çok etkilenen bölgelerden birisi Batı Asya olmuştur. Bu bölgenin
Ortadoğu ve Orta Asya arasında son derece önem li bir geçiş h av­
zası oluşturm ası Ortadoğu ve Orta Asya ile ilgili stratejik tercih ler­
de ciddi çelişkiler yaşanm asına yol açm ıştır. ECO ’nun Orta As­
ya'ya doğru genişletilm esi İran ile yakın bir işbirliğini zarurî olarak
gündem e getirmiştir. Ancak, İran ile İsrail arasındaki kronik geri­
lim Türkiye-İsrail ilişkilerinin stratejik bir niteliğe dönüşm eye baş-
îadıpı doksanlı vıllarm ortalarından sonra Batı Asya dengelerine
S tratejik D erinlik

de yansım aya başlam ış ve ECO’nun etkin bir işlev üstlenm esini


olum suz yönde etkilemiştir.
Batı Asya’nın kuzey hattında Rusya, güney hattında da İran ile
yaşanan periyodik gerginlikler Türkiye’nin m anevra alanını da-
raltmıştır. Rusya ile yaşanan gerginlikler büyük ümitlerle devreye
sokulan KEİ’nin etkinlik kazanm asını engelleyerek kuzey hattın-
daki m anevra kabiliyetini azaltırken, İran ile yaşanan periyodik
gerginlikler ECO 'nun güney kuşağında işlevsel bir rol üstlenm e
im kanım yok etmiştir. ECO ve KEİ gibi bölgesel nitelikli örgütlerin
etkili kullanım ı yerine, sadece bölge-dışı sistem ik faktörlere daya­
lı politikalar geliştirilmiş olm ası bu üç ülke arasındaki rekabete en
avantajlı başlayan ülke olan Türkiye'nin zam anla etkinliğinin azal­
m asına yol açm ıştır. Bu da uluslararası sistem ik güç m erkezleri ile
olan ilişkisini bölgesel etkinlik tem eline dayandırm ayan bölge
güçlerini bekleyen kaçınılm ası güç bir neticedir. Bu açıdan Türki­
ye'nin Ortadoğu ve Orta Asya politikalarında ortaya çıkan zaafla­
rın tem elinde aynı sebep vardır.
Coğrafya’nın ortaya koyduğu basit bir gerçek vardır. Orta Asya
ile kara bağlantısı kurmak isteyen bir Türkiye’nin Rusya ve İran ile
aynı anda bir çatışm aya girmesi de, bu ülkelerden herhangi biri ile
sürekli bir gerginlik yaşam ası da doğru değildir. Yapılması gereken
şey, bu tür dinam ik şartlarda hareket alanım daraltan değil geniş­
leten bir diplomasi uygulamaktır. Bu konuda Rusya’nın son yıllar­
da uygulamaya çalıştığı diplom asi örnek gösterilebilir. Rusya ile
Çin’in Orta. Asya üzerindeki çıkar çatışm ası, Türkiye ile İran ’ın çı­
kar çatışm asından çok daha büyük ölçeklidir. B una rağm en Rusya
ile Çin’in karşılıklı siyasî irade ile yakınlaşm a sürecine girm eleri
Batı karşısındaki konum unu güçlendirm ek isteyen Rusya’nın da,
Tayvan yüzünden ABD ile gergin ilişkiler yaşayan Çin'in de hareket
alanını genişletmiştir. Türkiye ise gerek Rusya gerekse İran ile iliş­
kilerinde periyodik gerginlikler yaşayarak m üzakere gücünü
önem li ölçüde zaafa uğratmıştır. Böylece bir taraftan ABD'yi Tür­
kiye güzergâhına zorlam a şansım yitirmiş, diğer taraftan da Hazar
D enizinin güneyinden geçen İran-Türkiye hattını m üzakere m a­
sasının dışında tutarak Rusya’nın Türkiye karşısındaki hareket ala­
nını genişleten vanlıs bir vol takin etmiştir.
Avrasya G üç D en k lem in d e Orta Asya Politikası

Türkiye’nin bölgesel politika uygulamalarında gözlenen en


ciddi zaaflardan birisi dış politika alanlan arasındaki taktik bağ­
lantıları da gözeten büyük ölçekli stratejiler geliştirilem em iş olm a­
sıdır. Bölgelerarası etkileşim ile ilgili sonuçlar görülm eden uygula­
nan politikalar orta dönem de ciddi m anevra alam daralm alarına
yol açmaktadır. Türkiye’nin jeopolitik konum u farklı aktörlerin
stratejik tercihlerine dayalı statik politikaları değil, her türlü alter­
natifi değerlendirebilen çok yönlü dinamik politikaları gerekli kıl­
maktadır. Nasıl akıllı bir tacir elindeki pazar alternatiflerini daralt­
m azsa, akıllı bir diplom at da elindeki dış politika opsiyonlarım
azaltmamalıdır.
Türkiye bundan sonra gerek küresel gerekse kıtasal dengeler
açısından Avrupa ile yoğun tem as halinde olmakla birlikte Asya
diplom atik havzası içinde strateji geliştirmek zorundadır. Bu zo ­
runluluk uzun dönem li bir perspektif ile değerlendirilm edikçe As­
ya dengelerinde etkin bütün büyük güçlerin yoğun bir faaliyet
içinde bulundukları Orta Asya üzerinde sağlıklı bir strateji gelişti­
rebilm ek ve uygulayabilmek çok güçtür.
Orta Asya Türkiye’nin derinlem esine bir Asya stratejisi oluştur­
m asının anahtarı konumundadır. Türkiye bir yandan ABD ve AB
gibi Asya dışı ülkelerle girdiği ilişkileri Asya içinde kullanabilm e
b ecerisini gösterm ek, diğer yandan Asya-içi dengelerdeki değiş­
meleri sürekli takip ederek bu bölgede bir blok karşısında yalnız
kalm ayacak aktif bir diplomasi takip etm ek zorundadır. Bu da Tür­
kiye'nin Asya-Avrupa denklem i içindeki stratejik önceliklerini tes-
bit ederek Orta Asya ile olan ilişkilerini bu zem inde geliştirm esini
gerekli kılmaktadır. Büyük ölçekli bir Avrasya stratejisi ile Orta As­
ya’ya yönelik dış politika arasında kurulacak tutarlı ve uzun d ö ­
nem li bir ilişki Türkiye’nin küresel etkinliği için Önemli bir alt yapı
oluşturacaktır.
Öte yandan Türkiye'nin bölgeye yönelik politikası açısm dan
bakıldığında, küresel, kıtasal ve bölgesel aktörlerle ilişkiler ne d ü ­
zeyde seyrederse seyretsin, bölgedeki uzun dönem li kalıcı tesiri
bölge-içi faktörleri anlayabilme, kullanabilm e ve yönlendirebilm e
kabiliyetine bağlı kalacaktır. Tarihindeki en yoğun ve kapsamlı d ö­
nüşüm lerinden birini yaşan Orta Asya toplum larm m psikolojileri­
Stratejik D erinlik

m ve çelişkilerini, liderlik ve elit form asyonlarım yeterince sağlıklı


bir şekiide değerlendirem eyen bir yaklaşım geçici parıltıların Öte­
sinde kalıcı bir etkinlik kuramaz. Sürecin başında yaşanan hissî
tepkiler, asırların biriktirdiği psikolojik bir patlam a olarak anlaşıla­
bilir ve m aruz görülebilir. Ancak artık bu kısa dönem li hissî tepki­
lerin yerini bu çok yönlü dönüşüm lerin nabzım tutabilen ciddi
analizlere dayalı rasyonel bir stratejik planlam a anlayışı almalıdır.
5. Bölüm

Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve


I Çok Düzlemli Bir İlişkinin Tahlili

Yaklaşık 40 yıllık bir süreçten geçerek bugüne gelen Türkiye-AB


ilişkileri, yakın kıta havzaları ile ilgili olarak ele aldığımız son d ere­
ce yoğun bir tarihî derinliğe sahip olan Türkiye-Avrupa ilişkileri­
nin m odern dönem e yansıyan ve süreklilik arzeden bir devamı
m ahiyetindedir. Bu ilişkinin tarihî ve psikolojik arkaplanı ile diplo­
m atik ve rasyonel görünüm ü arasındaki bağlantılar Türkiye’nin
diğer bölge ve ülkelerle olan ilişkisinden çok farklı boyutları b era ­
berinde getirmektedir. Türkiye'nin Avrupa kıtası içindeki konumu,
bir bütün olarak AB ile olan ilişkileri, AB üyesi ülkelerle yürüttüğü
tek tek İlişkilerin oluşturduğu girift kom pozisyon bir dış politika
analizinin sıradan unsurlarının çok ötesinde bir bakış açısını ge­
rekli kılmaktadır.
Her türlü hissîlikten ve son dönem lerde gittikçe tırm anan id e­
olojik ve sloganik söylem den bağım sız bir soğukkanlılıkla yapıl­
m ası gereken böyle bîr değerlendirme, AB'nin uzun dönem li stra­
tejik dönüşüm ü ve bu dönüşüm ün uluslararası ilişkiler tarihi için ­
deki yeri, Türkiye'nin m edeniyet kimliği çerçevesinde stratejik yö­
neliş açm azları ve nihayet AB-Türkiye ilişkilerinin bu stratejik te r­
cihlerin kesişim alam içindeki seyri başlıklarından oluşan ve b irb i­
rinin içine geçen çerçevelerde ele alınmalıdır. Böylesi kapsam lı bir
değerlendirm e Türkiye’nin üyeliği konusundaki engellerin anlaşıl­
m asını da kolaylaştıracaktır.
AB-Türkiye ilişkilerinin bütün yönleriyle, kapsam lı ve derinlik­
li bir şekilde anlaşılm asını engelleyen en tem el etken bu ilişkinin
tahlili ile ilgili çabalarda takip edilen yöntemdir. Bu ilişkinin talep
oriiion hiı- morkp 7İp falen pdpn bîr adav arasında görülm esi ve bu
jl Stratejik Derinlik

çerçevede yorumlanması üç tem el yöntem problem ini beraberin­


de getirmektedir. Birincisi, bu ilişki biçim i iki statik yapı varsayı­
mına dayanmaktadır. Tarihî akış dondurulup bir resim çekildiğin-
de doğru gibi görünen bu yaklaşım biçim i gerek AB ve Türkiye'nin
yaşamakta oldukları dinam ik süreci, gerekse bu iki yapı arasında­
ki ilişkinin kendisinden kaynaklanan dinamik unsurları gözardı
etmektedir. Ne AB iç çelişkilerini aşarak oturm uş statik bir yapıdır;
ne de Türkiye istenildiği an mekanik bir şekilde tekrar kurgulana­
bilecek bir hüviyet arzetmektedir.
Aksine, AB Avrupa tarihinin en dinam ik ve en yoğunluklu bir
değişim sürecinden geçm ekte ve yeni niteliklerle sürekli bir şekil­
de kendini dönüştürmektedir. Türkiye ise belki de tarihinin en ge­
niş kapsamlı hesaplaşm alarının, bunalım larının ve yüzleşm eleri­
nin yaşandığı ve genç nüfusun bu dinam izm in ivmesini katlayarak
artırdığı bir dönüşüm sürecinin etkisi altındadır. Yerleşik kültür
kalıpları, sosyal normlar ve ideolojik çerçeveler yeni unsurlarla sü ­
rekli bir evrilme içine girerken, AB ile bütünleşm e sürecinin ö n cü ­
leri olan seçkinler bu evrilm eniıı nabzını tutabilm e yeteneklerini
aynı hızda yenileyem em enin sıkıntılarım yaşam aktadırlar. D olayı­
sıyla, AB-Türkiye ilişkileri, talep eden ve edilen iki statik yapının
değil, sürekli kendini yenileyen iki dinamik yapının ilişkisidir.
Hem hedef tahtasının hem de bu tahtaya yöneldiği düşünülen
okun sürekli konum değiştirerek hareket ettiği bir ilişkinin anlaşıl­
ması ancak ve ancak dinam ik unsurları gözönünde bulunduran
çok boyutlu ve çok düzlemli bir yöntem in ben im sen m esi ile
mümkün olabilir.
Bu dinamik ilişki sürecinin statik bir şekilde yorum lanm asın­
dan kaynaklanan ikinci yöntem engeli, bu ilişkinin tek yönlü sey­
rettiği yanılsamasıdır. Ne AB ne de Türkiye, birbirleriyle olan ilişki­
lerini, sadece iki aktörün olduğu ve bu iki aktörün tek yönlü bir
ilişkinin şartlarını karşılıklı olarak kabul ettikleri bir boşlukta yü­
rütmektedirler. AB Türkiye ile olan ilişkilerini küresel, kıtasal ve
bölgesel faktörlerle birlikte ele alırken Türkiye de aynı faktörlerin
. etkilerini ilişkilere yansıtm aktadır. M esela AB’nin Türkiye’nin ya­
kın kara havzasını oluşturan Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlara yö­
nelik politikalarının seyri ile Türkiye ile olan ilişkilerinin seyri ara-
^ sındaki uyum m eselesi tek yönlü bir ilişkinin sınırlı n flram û t> «ı^
AvTupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili

nin çok ötesindedir. Ayrıca AB'nin bir bütün olarak ilişkisi ile üye
ülkelerin ikili ilişkileri arasındaki uyum m eselesi de ilişkilerin çok
yönlü çıkarlar bileşkesinin yansım alarını taşımaktadır. Türkiye ile
Almanya arasındaki ikili ilişkilerin AB-Türkiye ilişkilerinin akış
seyri üzerindeki etkisi son derece açıktır. Son Helsinki zirvesinde
Türk-Yunan ilişkilerinin AB-Türkiye ilişkilerine vurduğu damga da
çok yönlü ilişki biçim inin izlerini taşımaktadır.
Ü çüncü tem el yöntem problem i ise ilişkilerin tek düzlemde
seyreden bir nitelik taşıdığı varsayımından kaynaklanmaktadır. Bu
ilişkinin bir çok düzlemin karşılıklı etkileşim inden oluşan çok da­
ha karm aşık bir özellik arzetm esi, tek-düzlemli tahlillerin ulaştığı
aşırı genellem eci sonuçlan anlam sız kılmaktadır. Çok düzlemli bir
tahlil yöntem inin uygulanm asını gerekli kılan bu durum, iki dina­
mik aktör arasındaki -ki bu aktörlerden birisi kendi içinde de çok
sayıda aktörü barındırm aktadır- değişken ilişki sürecinin çok yön­
lü özelliklerinin tabiî bir sonucudur.
Bu yöntem problem lerini de gözönüne alarak, AB-Türkiye iliş­
kilerini diplomasi, ekonomik/sosyal yapı, hukuk, strateji ve m ede­
niyet/kültür düzlem lerinden oluşan beş ayrı çerçevede ve bu çer­
çevelerin gerektirdiği zam an ve yöntem boyutlarını da ihtiva ed e­
cek şekilde ele alm aya çalışacağız.

1. Diplomatik/Siyasî İlişkiler Düzlemi

Bu düzlemin en tem el özelliği siyasî rasyonalite, diplomatik es­


neklik ve pragm atizm gerektirmesidir. Günbegün işleyen diplo­
m atik seyir içinde kısa dönem li ve kimi zam an da ani kararlara da­
yalı bir nitelik taşıyan bu düzlem tarihî, psikolojik ve kültürel u n ­
surların izlerini taşım akla birlikte diplomatik ilişkilerin çıkar ilişki­
sine dayalı soğuk ve formel yönünü ön plana çıkarmaktadır. İlişki­
nin tek yönlü akışını mutlaklaştıran ideolojik söylemler ve kitle
düzeyinde m azur görülmekle birlikte diplom asi düzeyinde m azur
görülm eyecek psikolojik refleksler, bu düzlemin objektif bir şekil­
de tahlil edilebilm esini m üm kün kılmamaktadır.
Bu düzlemin gerektirdiği rasyonalitenin dışında seyreden dav-
■ • - i ...- 1— sı,; a o ;uci/ixro cnankkarılı bir şekilde vak-
^ Stratejik Derinlik

laşmasını engellemektedir. AB’yi bir Hristiyan Klubü olarak tak­


dim eden Avrupalı siyaset yapımcıları da, bu ilişkiyi iki uç refleks­
le ya asırlık bir rüyanın gerçekleşmesi ya da Sevr'in m im arı olan
Avrupa sömürgeciliğinin yeni bir versiyonu olarak gören Türkiye
kaynaklı tepkiler de, bu düzlemin gerektirdiği soğukkanlılıktan k o­
puşu beraberinde getirmektedir. Özellikle Türkiye'nin gerek siya­
set yapımcıları gerekse seçkinler düzeyinde iç siyasete dönük p si­
kolojik reflekslere dayalı tepkiler göstermesi AB ile yürütülen dip­
lomatik ilişkilerin yoğun bir bütünleşm e-cepheleşm e sarkacının
getirdiği gelgitlerden etkilenmesi sonucunu doğurmuştur.
1959 yılında kamuoyunda hem en hem en hiç tartışılm adan,
Yunanistan ile diplomatik rekabete dayanan son derece pragmatik
bir kararla başlatılan ilişkiler sürecinin altmışlı ve yetmişli yıllarda,
çağdaşlaşma ile sömürgecilik retorikleri arasında ve ithal ikam esi
politikaları ile çelişik konumu dolayısıyla sürüncem ede kaldıktan
sonra 1987’deki tam üyelik müracaatı ile birlikte ince uzun bir yo­
la dönüşmesi bu ince ve uzun yoldaki her dönem ecin diplom atik
rasyonaliteden çok psikolojik bir refleksle değerlendirilm esine yol
açmıştır. Bahsettiğimiz gerilim, ilişkilerin her safhasında ritm ik bir
hareketlilik ile kendini göstermiştir.
Türkiye’nin AB'ye ortaklık başvurusunu yaptığı 3 Temmuz
1959 tarihinde başlayan ilişkiler 1 Aralık 1964’te yürürlüğe giren
Ankara Anlaşması ile diplomatik süreç açısm dan bir çerçeveye
oturmuştur. Türkiye’nin ithal ikamesi politikası ile korum a altına
aldığı sanayisi, AB'nin de serbest dolaşım hakkının getireceği in ­
san akını konusunda sürdürdüğü rezervler, altmışlı ve yetm işli yıl­
lara egemen olan inişli çıkışlı diplomatik sürecin karşılıklı gerekçe­
lerini oluşturmuştur. 1980 yılma kadar bu çerçeve içinde tarafların
karşılıklı rezervleri ile inişli çıkışlı bir seyir takip eden süreç 12 Ey­
lül Müdahalesi ile durma noktasına gelmiştir. İlişkilerde seksenli
yılların ortalarından itibaren görülen canlanm ada hem AB’nin
hem de Türkiye’nin yeni ekonomik ve diplom atik araçlarla etkin­
liklerini artırma çabaları etkili olmuştur. Alman ekonom isinin
yükselen trendinin rüzgarı ile bütünleşm e ve genişlem e politikala­
rına hız veren AB uluslararası ekonom i-politik dengelerde yeni bir
çekim alam oluşturken, Türkiye de özellikle O rtadoğu’ya yönelik
ihracatın getirdiği açılım ile bölee eücü k o n u m u n u a ü rlp n d îrm îc.
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili

tir. Ö zal’ın yine kamuoyunda çok da fazla tartışılm adan kullandığı


insiyatif ile yapılan tam üyelik m üracaatı her iki taraf için de dip­
lom atik hazırlık süreci bakım ından sürpriz bir gelişme olmuş, a n ­
cak buna rağm en kısa bir süre içinde Türkiye'de tam üyelikle ilgili
gerek m uhteva gerekse zam anlam a açısm dan aşırı iyim ser bir
beklen tin in oluşm asına yol açmıştır.
Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte dikkatlerini güneye doğ­
ru genişlem e planlarından doğuya doğru genişlem e planlarına ç e ­
viren ve Alm anya'nın Orta ve Doğu Avrupa'da artan etkisine para­
lel bir seyir takip eden gelişm eler ilişkilere yeni boyutlar katmış ve
işlem ekte olan diplom atik süreçteki aktörlerin çeşitlenm esine yol
açm ıştır. Seksenli yılların sonlarındaki beklentilerin aksine dok-
sanlı yılların başlarında Türkiye’nin tam üyelik m üracaatında b ek ­
lem e odasındaki statüsündeki belirsizliğin yoğunlaşm ası ile birlik­
te iyimserliğin yerini tekrar sukut-ı hayal almıştır. PKK’nin Avru­
pa'da destek bulm asının bu sukut-ı hayali bir tür "Öteki” algılam a­
sına dönüştürm üş olm ası diplom atik süreci de etkileyen sonuçlar
doğurmuştur.
Güm rük Birliği süreci bu psikolojik gerilimin sarkacında işle­
m eye başlam ıştır. Tek yönlü bir iradeyi gösterm esi bakım ından
diplom atik esneklikten ve ekonom ik rasyonaliteden uzak bir tavrı
sim geleyen "ya gireceğiz, ya gireceğiz” sloganı ile yürütülen G üm ­
rük Birliği görüşm eleri sonucunda im zalanan anlaşm a, duygusal
bir söylemle, asırlık rüyanın gerçekleştiği bir olay olarak değerlen­
dirilmiştir. Aşırı iyim ser bir duygusallık taşıyan bu tepki, Türki­
ye'n in aday ülkeler arasına alınm asının reddedildiği ve özel bir
statü ile beklem eye alındığı 1997 Lüksem burg Zirvesinde tam aksi
bir duygusal tepkiye dönüşm üş ve Avrupa-karşı ti psikoloji diplo­
m atik rasyonaliteyi aşan bir m uhteva kazanm ıştır. Sevr söylem i ile
ivm esi artan bu karşıtlık psikolojisi Abdullah Ö calan'ın Avrupa'ya
sığındığı dönem lerde toplum sal bir yaygınlık kazanmıştır. 1999 yı­
lının ilk yarışma egem en olan ve AB'nin Türkiye’n in bütünlüğünü
tehdit eden bir karşı kutup olarak görülm esine yol açan bu atm os­
fer, 1999’un ikinci yarısında özellikle 17 Ağustos deprem i sonrası
gelişm elerle birlikte ani bir değişime uğramıştır. AGİK Zirvesinden
Helsinki Zirvesine geçiş sürecinde daha da belirginleşen bu psiko­
loji değişimi Helsinki Zirvesi ile tekrar Gümrük Birliği’n in im za­
landım donem deki duvgusal iyimserliğe dönüşmüştür.
r " .... .
Avrupa Birliği ile yürütülen ilişkilerde süregelen bu psikolojik
gelgit, aşın iyimser duygusallığın egem en olduğu dönem lerde te­
enninin, düşmanlık deklarasyonlarını da içeren aşırı kötüm ser
duygusallığın egem en olduğu dönem lerde de soğukkanlılığın dev­
reye girm esini engellemektedir. Siyasilerden seçkinlere ve toplum
kesim lerine son derece hızlı bir şekilde yansıyan bu gelgit psikolo­
jisi bu tür geçiş dönem lerinde çok daha soğukkanlı diplomasi uy­
gulaması gereken diplom atların m anevra alanını da daraltm akta
ve adım adım ilerlenecek müzakere süreçlerini ya hızlı ve kontrol­
suz adım larla yürüyen ya da tam am ıyla duran, hatta gerileyen,
diplom atik dalgalanm alara dönüştürmektedir. Psikolojik refleks­
ler kimi zaman diplom atik sürecin bir unsuru olarak da kullanıla­
bilir. Ancak, sık sık devreye giren ve süreci tümüyle egem enliği al­
tına alan psikolojik gelgitler, bir araç olm aktan çıkarak, diplom asi­
nin ayak bağları halini alırlar ki, bu durum AB-Türkiye ilişkilerinin
neredeyse değişmez niteliği halini almış bulunmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında, Helsinki Zirvesinde alınan sonuç da
sağlıklı ve soğukkanlı bir değerlendirm eye tâbi tutulm aksızın tek­
rar aşırı duygusal iyimserliğin oluşturduğu bir çerçeveye indirgen­
miştir. Konu ile ilgili iki bakanın, biri zirve kararlarının tarihî bir
fırsat olduğunu savunan, diğeri aynı kararların Türkiye'nin m en fa­
atlerine karşı olduğu tezini kabul eden iki farklı görüş beyan etm e­
si dahi zirve kararlarının aslında m utlak ifadeler ihtiva eden bir
söylemle değerlendirilm esinin doğru olm ayacağını ortaya koy­
muştur. Buna rağm en gerek Yunanistan ile ilişkilerde yaşanan ge­
lişmeler, gerekse iç siyasî konjonktür bu kararların diplom atik so­
nuçlarının objektif bir şekilde değerlendirilm esine im kan tan ım a­
m ış ve yine aşın iyim ser bir psikolojinin diplom atik sürece ege­
m en olm asına yol açmıştır.
Helsinki Zirvesinin en önem li sonuçlarından birisi 2004 gibi
çok da uzun olmayan bir tarih hedefi ortaya konarak diplomatik
sürece bir zam an boyutunun katılmış olmasıdır. Bu dönem de her-
şeyden Önce diplom atik süreç sık sık yaşanan iyim serlik-sukut-ı
hayal karşıtlık sarkacının labirentinden kurtarılmalı ve diplom atik
sürecin gerektirdiği rasyonalite ve esneklik genel stratejik tercihler
çerçevesinde devreye sokulmalıdır. Stratejik düzlem de daha tefer-
^ ruatlı bir şekilde ele alacağımız gibi Türkiye gerek küresel, gerek
Avrupa Birliği: Ç ok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir ilişkinin Tahlili

kıtasal, gerekse bölgesel stratejik tercihlerinde genel olarak Avru­


pa, özel olarak da AB faktörlerini tem el param etrelerden birisi ola­
rak sürekli gözönünde bulundurm ak zorundadır.
Helsinki Zirvesi ile ortaya konan çerçeve ve bu çerçevenin b e ­
lirlediği konjonktür çok daha dinam ik bir diplom atik sürecin izle­
rini taşım aktadır. Genel olarak ele alındığında Helsinki Zirvesi ile
bir kez daha kendisine atıfta bulunulan Kopenhag Kriterleri iç ve
dış politika arasındaki kategorik ayrımı esnetm ekte ve iç politika­
daki gelişm eleri dış politikayı doğrudan etkileyen unsurlar haline
getirmektedir. Artık diplomasi kulvarları ve koridorları ile sınırlı
dış politika yapımı anlam ım kaybetm ekte ve total bir diplom asi
uygulam ası kaçınılm az hale gelmektedir. Bu durum diplomasi ile
İç politikaya dönük bürokrasi arasındaki kesişim alanlarını artır­
m akta ve bu aktörler arasındaki koordinasyonu dış politika yapım
sürecinin odak m eselelerinden birisi yapmaktadır. M aastricht Kri­
terleri açısından bakıldığında benzer bir durum diplom asi ile ek o ­
nom i bürokrasisi arasında geçerli olmaktadır. Ulusal egem enliği
öne çıkaran ekonom i-politik araçlar ile Helsinki Sürecinin gerek­
tirdiği uluslararası etkileşim alanı arasındaki ilişki bundan sonra
psikolojik refleksleri kaldıram ayacak hassasiyetler taşıyacaktır.
Türkiye’nin ana dış politika gündem maddeleri için de son d e­
rece dinam ik bir diplom atik süreç başlamaktadır. Helsinki Süreci
daha Önce Türkiye ile Yunanistan arasında ikili ilişkiler düzlem in­
de ele alm an Kıbrıs ve Ege m eselelerini AB'nin de m üdahil o lab i­
leceği çok (en az üç) boyutlu bir diplom atik sürecin içine çekm iş
bulunm aktadır. HeJsinki Zirvesinde alm an kararların Türkiye tara­
fından onaylanm ası Türkiye'nin bu tem el m eselelerle ilgili sürdü-
regeldiği diplom atik pozisyonlarda ciddi bir değişim anlam ına
gelmektedir. Ege m eselesinin uluslararası hukuk organları aracılı­
ğıyla çözüm ü Türkiye’nin bu m eselenin Lahey Adalet Divam ’na gi­
dilm eksizin ikili görüşm elerle çözülm esi gereken bir m esele oldu­
ğu yönündeki görüşü ile ilgili pozisyonu Helsinki Zirvesinin ö n ­
gördüğü süreç ile terkedilmiş görünmektedir. Aynı şekilde, K ıb­
rıs'ın Türkiye'nin üye olmadığı uluslararası organizasyonlara üye
olm asını engelleyen anlaşm alara dayanarak Kıbrıs Rum Kesi-
m i’nin AB’ye üyeliğine blokaj uygulayan Türkiye’nin zirve kararla-
r-ı iiû Kn k-nnnHîiid tavrında da değişikliğe gitm esi bu dinamik kon­
I Stratejik D erinlik

f jonktürün yeni işaretleri olarak görülmelidir. Ayrıca 2004 gibi bir


tarihin ortaya konması kronikleşen problem leri uzayan m üzake­
relere bağlamaya yönelik statüko-m erkezli diplom asi yapım ının
sürdürülmesinin artık güç olduğunu ortaya koymaktadır. Zirve ka­
rarları ile Yunanistan her iki m eselede de ciddi bir m anevra alam
kazanırken AB bir bütün olarak ve birliğin önem li üye ülkeleri ola­
rak Ege ve Doğu Akdeniz’e yönelik politikalarda önem li m esafe al­
mış bulunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında AB’nin etkinlik alam
Doğu Avrupa'dan sonra Güney-doğu Avrupa ve Doğu Akdeniz’e
kaymış bulunmaktadır ki, bu durum AB’n in dış politika etkinliğini
artıran sonuçlar doğuracaktır.
Türkiye’nin gelecekte AB ile diplomatik/siyasî düzlemde yü­
rüttüğü ilişki sürecinde karşı karşıya kalacağı en ciddi problem
alanları AB’nin Ortak Dış Politika (CFP: Common Foreign Policy)
yapımındaki bölgesel tercihler ile Türkiye'nin sürdüregeldiği b ö l­
gesel politikalar arasındaki uyum m eselesi olacaktır. Şu anda gün­
demde olm am akla birlikte, yakın bir gelecekte Türkiye’nin özellik­
le Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar gibi yakın kara havzaları ile il­
gili tercihleri ile AB’nin son derece karm aşık bir süreçten geçerek
oluşturmakta olduğu dış politika tercihleri arasında yaşanm ası
m uhtem el gerilimlere şim diden ayak uydurabilecek ve bu gerüim-
leri Türkiye’nin bölgesel çıkarları doğrultusunda aşabilecek bir
diplomasi becerisi gösterebilm esi Türkiye'nin gerek bu bölgelere
gerekse AB'ye yönelik politikalarının en tem el m eselelerinden b i­
risi olacaktır. Şu ana kadar her üç bölgede de daha çok ABD ile
uyumlu politikalar sürdüren Türkiye’nin farklılaşan küresel, k ıta­
sal ve bölgesel tercihler karşısında alacağı tavır ve bu tavrın AB p o ­
litikaları ile uyumlu hale getirilm esi m eselesi ilişkilerin geleceği
konusundaki en kritik alanlardan birini oluşturmaktadır.
Bu konularda günbegün atılan diplom atik adım ların orta ve
uzun vadeli perspektifte birbirleriyle tutarlı bir bütün oluşturm ası
daha kapsamlı ve derinlikli bir stratejik planlam anın olm azsa ol­
maz şartıdır. Aksi takdirde birbirleriyle çelişik reflekslerden, biri
diğerinin etkisini yok eden anlık tepkilerden ve derinlem esine
stratejik bir perspektif içerm eyen günlük tavır alışlardan oluşan
bir diplomasi uzun dönem de daha oturm uş bir dış politika yapım
p^îene&ine s ahi D olan AB’nin Türk d in ln m a s is in i m a n i n ii lp p Hp -
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili

bilm e kapasitesinin artışına yol açabilir. Şu.ana kadar sürdürdüğü


politika ile, Türkiye’nin tam üyelik m üracaatını en uzun dönem e
yayarak ilişkilerin ritmini elinde tutm a becerisini gösteren AB,
bundan sonra da çelişik tepkileri de gerekçe göstererek Gümrük
Birliği ile elde ettiği tavizleri koruyan ve talep edilen konum undan
kaynaklanan etkin pozisyonunu kullanarak sürecin belirleyici un-
suru olm a özelliğini sürdürmeye çalışacaktır. Türkiye’nin kabulü
halinde ortaya çıkm ası m uhtem el m aliyetlerle Türkiye'nin AB’den
kopm ası ile doğabilecek riskler arasında bir optim izasyon sağla­
m aya dayanan AB politikası karşısında Türkiye artık psikolojik ref­
lekslerden kaçınarak kendi m anevra alanını genişletecek ve her
türlü gelişmeye alternatif politikalarla yaklaşabilecek bir diplom a­
tik dinam izm kazanm ak zorundadır.

H. Ekonomik/Sosyal Analiz Düzlemi

Ekonom ik ve sosyal yapı ile ilgili düzlem günbegün işleyen dip­


lom atik düzlemden daha uzun dönem li bir perspektifi gerekli kıl­
maktadır. Ülkenin seçtiği ekonom ik kalkınma modeli, dış ekon o­
m ik ilişkiler perspektifi, sektörel tercihler ve öncelikler gibi ekon o­
m ik yapı ile doğrudan ilişkili konular, girilen entegrasyon sürecine
bakışın da ana param etrelerini oluşturur.
Bu açıdan bakıldığında AB-Türkiye ilişkilerinin üç ana safha­
dan geçtiği söylenebilir. Ankara Anlaşm asının imzalandığı 1964 yı­
lından seksenli yıllara kadar süren birinci safhada ithal ikam esi
politikasını tem el kalkınm a yöntem i olarak benim seyen Türkiye
gümrük politikaları aracılığıyla İç sanayisini korum a ve geliştirm e
çab ası ile AB’ye entegrasyon çabası arasındaki çelişkiyi yaşarken,
AB serbest dolaşım ilkesi ile Türkiye'den Avrupa’ya dönük göç b a s­
kısının doğurduğu kaygılar arasındaki çelişki ile yüzleşm ek zorun­
da kalmıştır. Türkiye, gelişmiş bir sanayi altyapısına ve buna daya­
lı rekabet gücüne sahip Avrupa m allarının serbest dolaşım ına, Av­
rupa da son derece dinam ik bir özelliğe ve nüfuz edebilm e kabili­
yetine sahip Türk nüfusun serbest dolaşım ına rezerv koymaya ça ­
lışmıştır. Mal ve insan dolaşım ı ile ilgili bu karşılıklı tedirginlik bu
safhada ilişkilerin biraz da bilinçli bir şekilde yavaşlatılm asına ze-
r " .....
Bu karşılıklı rezervler Ankara Anlaşm asının uygulam asında en­
tegrasyon sürecinden çok karşılıklı çıkar ilişkilerinin öne çıktığı bir
yaklaşım tarzım egem en kılmıştır. AB gümrük tarifelerini ve tarife-
dışı engelleri 1973 yılı itibarıyla kaldırırken, Türkiye’nin en tem el
ihracat kalem leri olan tekstil ve tarım ürünleri ile ilgili rezervlerini
sürdürmüştür. 1973 yılında A lm anya'nın AB üyesi ülkeler dışından
gelen göçm en işçi alim im yasaklam ası ve takip edilen süreçte
Türklere vize uygulamasını başlatm ası ile birlikte insan dolaşım ı
ile ilgili ortaya çıkan Türk-Alman gerginliği AB-Türkiye ilişkilerini
doğrudan etkileyen ana konulardan biri haline gelmiştir.
Buna mukabil Türkiye de gümrük indirim leri konusunda an ­
laşm anın öngördüğü uygulamaları geciktirmiştir. 1973 ve 1976 yıl­
larında yapılan indirim ler dışında ortak dış gümrük tarifeleri uy­
gulam ası da, tarım politikalarındaki uyum da sürekli ertelenm iştir.
Ekonom ik ilişkilerin ticaretin liberalleşm esine dayalı boyutunu
tek-yönlü bir taviz olarak değerlendiren Türkiye, bu tavizin karşı­
lığım görmediğini düşündüğü dönem lerde liberalleşm e yönünde­
ki adım lar konusunda teenni ile davranmaya yönelm iştir. Bu d ö­
nem de AB'nin seksenli ve doksanlı yıllara göre çok daha mütevazı
bir seyir takip eden iç bütünleşm e süreci de Türkiye'nin bu ilişkiyi
zam ana yayarak sanayisinin yeterince olgunlaşm asını beklem eye
dayalı yaklaşım ını sürdürm esini kolaylaştırmıştır. Çıkarların uz-
laştırılm asında karşılaşılan güçlükler 1978 yılında beş yıllık m o ra­
toryum uygulam asını bile gündem e getirmiştir.
Seksenli yıllarla birlikte başlayan ikinci safhada birbiriyle çeli­
şik iki görüntü öne çıkmıştır. Türkiye’de gerçekleşen askerî m üda­
hale siyasî ilişkilerde çok ciddi sıkıntıları beraberinde getirirken,
24 Ocak kararlan ile birlikte tercih edilen yeni ekonom ik m odelin
öngördüğü kalkınma stratejisi AB-Türkiye ilişkilerinin ekonom ik
boyutunu canlandırabilecek gelişm elerin önünü açm ıştır. Avru­
p a ’da askerî bir idare altında bulunan Türkiye’ye yönelik tenkitler
ve kurum sal dışlam alar ilişkilerin geneline yansıyan bir gerginliği
beraberinde getirmiştir. Öte yandan, Türkiye’nin ithal ikam esi p o ­
litikasını terkederek tem el kalkınma stratejisi olarak ihracata da­
yalı kalkınm a m odeline yönelm esi ticaretin liberalleşm esi konu ­
sunda süregelen tedirginliklerin aşılm asını kolaylaştırmıştır. İlişki­
lerin ekonom ik olm aktan çok sivasî gelişm elerin ptKci aitmrio Voi
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili

m ası yeni kalkınma m odelinin getirdiği avantajların etkisini gös­


term esini engellemiştir.
Bu d önem in diğer önem li özelliği de, özellikle Alman ekon o­
m isindeki can lan m an ın rüzgarım da arkasına alan AB’nin bü tü n ­
leşm e sürecinin ivme kazanarak bu birliğin önem li uluslararası
çekim alanlarından biri haline gelm eye başlam ış olmasıdır. İthal
ikam esi politikasını terketm eye yönelen Türkiye’nin ekonom isini
dışarıya açm ası bir önceki safhada söz konusu olan korum acı ref­
leksi etkisiz kılınıştır. B una m ukabil AB’nin serbest dolaşım ile il­
gili rezervi güçlenerek sürdürülmüştür. Bu rezervin gerekçeleri de
gittikçe ekonom ik alandan siyasal ve kültürel alana kaymıştır.
Türkiye’deki askerî idare dönem inde artan iltica talepleri siyasî
gerekçelerin dozunu artırırken, Batıda yeniden yükselm eye b a ş­
layan ırkçı tem ayüller kültürel unsurları da devreye sokan so n u ç­
lar doğurmuştur.
Türkiye'nin 1987'deki tam üyelik m üracaatı bu yeni safhanın
bir ürünü olmuştur. Seksenli yılların ortalarında Türkiye’nin artan
ihracatla gösterdiği ekonom ik perform ans m üracaatın psikolojik
altyapısını hazırlamıştır. Bu yıllarda ekonom ik politikalardaki ö n ­
celikler ve tercihler değişmiş ve küresel ekonom iye entegrasyonla
uyumlu yapısal bir dönüşüm söz konusu olmuştur. AB'nin İsp an ­
ya, Portekiz ve Yunanistan’ı tam üyeliğe alarak Akdeniz’e doğru
genişlem esi de Türkiye’nin tam üyelik m üracaatının zam anlam a­
sını etkilemiştir.
Türkiye'nin tam üye olm adan Gümrük Birliği’ne girm esi ile
başlayan üçüncü safha entegrasyon süreçleri ve AB tecrübesi a çı­
sından da ilk olm a niteliği taşım aktadır. Türkiye böylesi bir m od e­
li b enim sem ekle ilişkilerin seyri ve tarafların talepleri açısm dan ilk
safhadan itibaren birbirlerini dengeleyen unsurlar olarak gözüken
serb est m al ve insan dolaşım ı arasındaki irtibatın tam am en kop­
m asını kabul ederek AB’nin yetm işli yıllardan beri sürdürdüğü p o ­
litikayı kabul etm iş ve klasik pozisyonunu terketm iştir. Serbest in­
san dolaşım ı ile ilgili bütün sınırlam alar artarak devam eder ve sa ­
dece göçm en işçilere değil, işveren ve profesyonel düzeydeki yö­
neticileri de kapsayan vize uygulamaları katı bir şekilde sürerken,
Türkiye'nin kendi pazarını tam am ıyla AB'ye açm ası Türkiye’nin
„,u 0,-Halri nnlitikaları ile tam am ıyla çelişkili, seksenli yıl-
j S tr a te jik D e rin lik

strateji daha önceki bölüm lerde incelediğim iz yakın kara, yakın


deniz ve yakın kıta havzaları politikalarını gözönünde tutan bir
coğrafî derinlik anlayışına dayanmak durumundadır. Türkiye'yi
kendi yakın havzalarının ekonom ik potansiyeline yabancılaştıra­
rak sadece AB’nin ekonom ik param etrelerine eklem leyecek politi­
kalar Türkiye’nin AB karşısındaki kırılgan özelliklerini daha da has-
saslaştıracaktır. Türkiye yeni ekonom ik etkinlik alanları oluştur­
dukça AB nezdindeki göreceli ekonom ik ağırlığını da artıracaktır.

ili. Hukukî Analiz Düzlemi

Hukukî analiz düzlemi tem elde Türkiye’nin içinde bulunduğu


siyasî, ekonom ik ve sosyal yapının gerektirdiği hukukî çerçeve ile
AB’nin derinleşm esine bütünleşm e süreci için öngördüğü tem el
hukuk ilkeleri arasındaki uyum problem i ile ilgilidir. Bu uyum
problem i sıradan formel m evzuat uyum sürecinden daha derin
unsurlar ihtiva etmektedir. Mevzuat uyumu ile ilgili problem ler te­
mel ilkelerle ilgili psikolojik arkaplanm izlerini taşım aktadır.
Bu analiz düzlem inin kritik eşiği doğrudan egem enlik kavramı
ile ilgilidir. AB benzeri entegrasyon çabaları herşeyden Önce birli­
ği oluşturan ulus-devletlerin ulusal egem enlik anlayışlarının bir
üst egem enlik alanını kabul edecek şekilde dönüşm esini öngör­
mektedir. Gerek birlik bünyesinde oluşturulan kurum ve organla­
rın yetki alanları ve bu alanların ulus-devlet düzeyinde benzer iş­
levler üstlenen kurum ve organlarla ilişkileri, gerekse ortak dış p o ­
litika, ortak tarım politikası, ortak para politikası gibi bir ulus-dev-
letin tem el egem enlik alanları içine giren konularda ulusal düzeyi
aşan siyasî kararların doğuracağı hukukî sonuçlar birlik üyeliği ile
ulusal egem enlik arasındaki gri alanları oluşturm aktadır. Kopen­
hag kriterleri bu gri alanlar konusunda birliğin olm azsa olm az il­
kelerini ortaya koymaktadır. G enel ilkeler olarak ele alındığında
fazla problem li görülm eyen dem okrasi, insan hakları, azınlık h ak ­
lan gibi kriterler, uygulama alanına yönelindiğinde AB-Türkiye
ilişkilerinin her iki taraf açısm dan da en kritik konularının başında
gelmektedir.
AB bu kriterlerin bütün üye ve aday ülkeler için geçerli olduğu-
( nu ve Türkiye’ye özel uygulamalar olam avacaeını v u rcm ia m a ^ -
Avrupa Birliği: Çc>k Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili

dır. Entegrasyon süreci açısından haklı görülebilecek bu husus,


Türkiye'deki yerleşik ulus-devlet merkezli egem enlik anlayışı ve
tarihî bilinçaltına dayalı siyaset psikolojisi ile ciddi çelişkiler ba-
rmdırmaktadsr. Herşeyden Önce üye ve diğer aday ülkelerin aksi­
ne, Türkiye Cum huriyeti’nin Avrupalı güçlerin Anadolu’yu paylaş­
m a planlarına karşı yürütülen bir İstiklal Savaşının sonucunda ku­
rulm uş olm ası, Türkiye’deki siyasî karar sürecini psikolojik açıdan
etkileyen tarihî bilinçaltına dayalı bir refleksi devreye sokm akta­
dır. Ulus-devletin egem enlik alanının daraltılm ası ile etnik-tem el-
li azınlık hakları kavramı biraraya getirildiğinde bu refleks, çoğu
zam an devletin en üst m akam larınca da dile getirilen Sevr psiko­
zuna dönüşmektedir.
Osm aniı D evleti’nin Avrupalı güçlerce Önce din-tem elli, daha
sonra da etnik-tem elli farklılaşmalarla bölünerek küçültülm esiııin
getirdiği tarihî tecrübe refleksi, başka ülkeler için çok daha o b jek ­
tif unsurlar taşıyan Kopenhag kriterlerinin Türk siyaset yapım cıla­
rı. tarafından kuşkuyla ve teenniyle karşılanm asının tem el seb eb i­
dir, O sm aniı Devleti'nin külleri üzerinde doğan Türkiye Cumhuri-
yeti'nin Lozan’da gerekli egemenlik ve güvenlik garantilerine ka­
vuştuğunu düşünen siyaset yapım cıları Lozan dengelerinin değiş­
m esinin doğurabileceği risklere karşı son derece hassas bir tavır
ben im sem ek ted irler. L ozan’da d in-tem elli olarak tan ım lan an
azınlık kavramının AB’ye entegrasyon süreci ile birlikte bu kriterler
çerçevesinde etnik-tem eili olarak yeniden tanım lanm ası ve AB’nin
bu çerçevede bir Kürt politikası benim sem iş olması Lozan denge­
leri iie AB ilişkilerinin en kırılgan unsurunu oluşturmaktadır.
Hukukî analiz düzlem ini bu çerçevede doğrudan etkileyen di­
ğer önem li bir siyaset psikolojisi param etresi de Türkiye’de yerle­
şik olan Türkiye’nin kendine özgü nitelikler taşıyan bir ülke oldu­
ğu varsayımıdır. Avrupalı m akam ve yetkililerce objektif gibi görü­
n en bir çok kriter, bu varsayım ışığında Türkiye açısından kendi,
şartlarına uydurulması gereken daha sübjektif unsurlar taşım ak­
tadır ve bu nedenle de belli bir esneklik içinde ele alınm ak zorun­
dadır. Bu varsayım ciddi şekilde tartışılm aya açılm aksızm h er aday
için uygulanacak kriterlerin objektif niteliklerinin ne anlam a gel­
diği ve uygulamada ortaya çıkabilecek sübjektif alanların aşılabil-
mpçi mpsRİRİeri veterince anlaş ilam ayacaktır.
^ Stratejik D erinlik

Bu nedenledir ki, mevzuata dair fornıel hukuk çerçevesi ile il­


gili düzenlem elerden önce bu düzenlem elerin Türk siyasetinin ve
devlet yapısı ve anlayışının tem el param etreleri içindeki yerinin
açıklığa kavuşması gerekmektedir. Varolan karşılıklı çelişkiler dü­
zeltilmedikçe m asaya getirilen her form el hukuk düzenlem esi y e­
ni kuşkuları beraberinde getirecektir, ilişkilerin eşit ve sağlıklı bir
düzlemde yürütülebilm esi için AB yetkililerine egem en olan ve
Türkiye'nin düzeltilmesi gereken hasta bir yapıya sahip olduğu ka­
naati ve bu kanaatin yol açtığı deklaratif ve buyurgan tavır, karşı
tarafın hassasiyetlerini ve psikolojilerini gözardı etm eyen onurlu
bir müzakere tarafı tavrına dönüşm ek zorundadır. Aksi takdirde
tarihî refleksler diplomatik rasyonalitenin hukuk form elliğinin çok
Ötesinde etkilerde bulunm aya devam edecektir. Türkiye İle ilişkile­
ri yürütürken takınılacak yeni-söm ürgeci bir tavır Türkiye’nin ege­
menlikle ilgili kaygılarını artıracak ve zaten iç siyaset yapısı gereği
yapılması gereken düzenlem elerin bile tepki ile karşılanm asına
yol açacaktır.
Buna karşılık Türkiye kendi iç siyasî, ekonom ik ve sosyal yapı­
sı ile ilgili zaten gerçekleştirm ek zorunda olduğu yapısal değişik­
likleri AB yönlendirm esi ve şem siyesi olm aksızın da yürütecek bir
siyasî irade ortaya koymak zorundadır. Bu siyasî irade bir taraftan
AB bünyesindeki dinamik seyri takip etm ek, diğer taraftan da şu
ana kadar sürdürülegelen önem li çelişik tutum ve tepkileri yeni bir
dengeye oturtm ak zorundadır. Kabul edilm ek istenm ese de, AB’ye
giriş süreci ulusal egem enlik alanlarının dönüşm esini beraberind e
getirmektedir. Tahkim yasası bu dönüşüm ün en çarpıcı m isalle­
rinden birisidir. Hem klasik egem enlik kavramım tüm üyle savun­
mak, hem de AB'ye girişi en stratejik h ed ef olarak gösterm ek ciddi
bir çelişki oluşturmaktadır. Kendisi bizatihi federal bir yapı oluştu­
ran AB bünyesine katılm ak üniter devletin egem enlik kavramını
esnetecek sonuçlar doğuracaktır. Bu sonuçlara hazırlıklı olm adan
AB’yi çağdaşlaşm a retoriğinin bir önşartı görerek m eşrulaştırm ak,
sonra da onun gereğini sürekli tehir etm eye çalışm ak zam an k a ­
zanm aya yönelik bir m aslahat olarak değerlendirilebilir. Ancak bu
tavır, Türkiye'nin uzun dönem li stratejik hedefleri konusunda net
( tercihlerde bulunm asını da sürekli olarak geciktirir.
Avrupa Birliği: Ç ok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir ilişkin in Tahlili

Öte yandan iç siyaset içindeki yerleşik etki alanlarını m uhafaza


ederek de Kopenhag Kriterlerinin iki tem el unsuru olan dem okra­
si ve insan haklan ilkelerini yerine getirebilm ek çok güçtür. Siyasal
alanı denetim altında tutm aya çalışan anayasal çerçeve ve bu çe r­
çevenin öngördüğü sistem ik kontrol m ekanizm aları ile bu kriter­
leri uzlaştırabilm ek de çok güçtür.
Bu noktada kendi toplum u üzerinde yeterli m eşruiyet araçla­
rına sahip olan devletlerin çekinm esini gerektirecek bir durum
yoktur. Burada tem el m esele siyasal m eşruiyet alanı ile yeni eg e­
m enlik alanı arasında anlam lı bir bütünlük oluşturup oluşturula-
m ayacağı m eselesidir. Hukukî düzenlem eler bu m eşruiyet alanı
ile bütünlük arzettiği ve toplum sal değişm elere uygun cevaplar
üretebildiği oranda bahsettiğim iz tem el çelişkileri ve korkuları
aşacak bir çerçeve oluşturabilir. Aksi takdirde AB’ye intibak sü re­
ci için teped en gelen d üzenlem eler bir m üddet sonra toplum sal
m eşruiyet alanını kaybedebilir ya da bu süreçteki olum suz geliş­
m elere bağlı olarak tam am ıyla iptal edilebilirler. Türkiye siyasal
kültürü, psikolojiyi, kurum lan ve sistem i yeniden inşa etm e ih ti­
yacı ile karşı karşıyadır. Bu inşa faaliyeti olm aksızın yapılacak h u ­
kukî düzenlem eler yeterli toplum sal m eşruiyetten ve m otivas­
yondan yoksun kalacaktır.

IV. Stratejik Analiz Düzlemi

Uluslararası ilişkilerde yeni bir düzen arayışının ortaya çıktığı


dönem lerde bütün toplum lar bu yeni düzen arayışının içinde ala­
cakları konum la ilgili dinam ik bir teorik ve pratik sürecin içine gi­
rerler. “Biz bu Yeni Dünya D üzeninin tarihî akışı içerisinde n ere­
deyiz ve bulunduğumuz coğrafya bu yeni düzende nasıl bir anlam
ifade ediyor” sorusu böylesi geçiş dönem lerinde hangi güç ö lç e ­
ğinde olursa olsun bütün toplum lann seçkinlerinin ciddi ve yo­
ğunluklu bir şekilde ilgilenm ek ve cevaplam ak zorunda oldukları
bir soru halini alır, tçinde diplomatik, ekonomik, sosyal, kültürel
ve siyasî alt soruların da bulunduğu bu tem el soruya verilen m u h ­
tem el cevaplar bu soruya cevap arayan toplum un dünyada kendi­
sini nerede gördüğü ile ilgili genel bîr stratejik tahlilin ana çerçev e­
sini de oluşturur. Burada stratejik tahlilin ana dayanak unsuru o
toDİumun kendi tarihî birikim ini ve coğrafî m ekânını yeniden an-
r ”
tamlı çerçeveye oturtm asıdır ki, bu durum bu tahlilin diplom a­
tik/siyasî, ekonomik/sosyal ve hukukî düzlemlerden çok daha
uzun dönem li bir boyut taşım asını gerekli kılar.
Uluslararası düzenle bir şekilde ilgili bütün aktörleri yeni bir
stratejik anlam lılık oluşturm aya sevkeden bu iür kapsamlı ve yay­
gın arayışlar genellikle büyük ölçekli savaşlar sonrasında ortaya çı­
kar. Otuz Yıl Savaşları sonrasında oluşan Westfalya sistem i, Napol­
yon savaşları sonrasında oluşan Viyana Kongresi sistem i, I. Dünya
Savaşından sonra oluşan Cem iyet-i Akvam ve II. Dünya Savaşın­
dan sonra oluşan BM sistem i ve çift kutuplu yapılar bu arayışlara
hem zem in olmuşlar hem de bu arayışları yönlendirmişlerdir. So ­
ğuk Savaş da, farklı nitelikler taşım akla birlikte, çift kutuplu sistem
içinde süren dolaylı bir savaştı. Dolayısıyla, bu savaşın bitişi de bu
savaşın süregeldiği uluslararası düzenin tem el param etrelerini d e­
ğiştirmiştir. Bu değişim, küresel, kıtasal ve bölgesel aktörlerin ko­
num larım yeniden belirlem e çabalarını kaçınılm az kılmıştır.
Bu zorunluluk Türkiye için de geçerlidir ve çalışm am ızın deği­
şik bölüm lerinde de üzerinde durduğumuz gibi çok kapsam lı bir
yeniden anlam landırm a m eselesini beraberinde getirmiştir. AB ile
yürütülen entegrasyon süreci olm asa da geçerli olacak olan bu zo­
runluluk bu entegrasyon süreci ile yeni boyutlar ve nitelikler ka­
zanmaktadır. Bu nitelikler aynı zam anda stratejik düzlem le ilgili
tahlillerde AB’nin nerede durduğu sorusuna tahlilin diğer unsur­
ları ile tutarlı bir tanım lam a yapm a ihtiyacını açık bir şekilde orta­
ya koymaktadır. D aha önce ele aldığımız düzlem ve yapılarla ilgili
yönelişleri de etkileyecek olan bu tanım lam alar daha uzun dö­
nem li tarih ve coğrafya derinliğine dayanan bir analiz düzlemini
gerekli kılmaktadır. Böylesi bir analiz küresel, kıtasal ve bölgesel
ölçeklerde sağlıklı bir zem ine oturabilir. AB ile yürütülen entegras­
yon sürecinin her bir ölçekteki etkisi farklı olacaktır.

ı. Küresel Boyut
Soğuk Savaşın sona erm esi AB’nin de, Türkiye’nin de küresel
dengeler içindeki konum unu büyük ölçüde etkilemiştir. Soğuk S a ­
vaş süresince siyası, ekonom ik ve askerî param etreler açısm dan
bir bütün olarak değerlendirilen Batı Blokunun Avrupa-merkezli
^ bölgesel bir ekonom ik entegrasyon ünitesi olarak çift kutuplu blok
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili

yapılanm asının bir ekonom ik alt birim i gibi görülen AB özellikle


Varşova Paktı'nın dağılması ve Alm anya'nın birleşm esi ile birlikte
gittikçe artan bir hızla önce Batı Bloku içinde özerk bir hüviyet k a­
zanmış, daha sonra da M aastricht Anlaşm asından sonra başlıbaşı-
na bir güç ve çekim alanı halini almıştır. NAFTA’nın Kuzey Am eri­
k a’da, APEC'in Pasifik’te yeni ekonom i-politik yapılanm alar olarak
devreye girm esi AB'yi kuzeyden güneye doğru inen üçlü ekono-
m ik-politik çekim alanlarının (Kuzey Amerika-Avrupa-Pasifik) Av­
rupa ayağı gibi görülm esine zem in hazırlamıştır. Böylece AB S o ­
ğuk Savaş dönem inde aynı zam anda ekonom i-politik bir bü tü n ­
lük arzeden Batı Blokunun bir alt ünitesi olm a vasfından çıkarak
kapitalist işleyişe sahip Batı Blokunun diğer m erkezlerine alterna­
tif teşkil eden yeni bir merkez niteliği kazanmıştır.
Bu durum siyasî ve askeri güvenlik alanlarını ilgilendiren stra­
tejik bakış açısı için de geçerlidir. Soğuk Savaş süresince Batı B lo ­
kunun güvenlik şem siyesini oluşturan NATO çerçevesinde kendi
güvenlik konseptlerini kuran Avrupa ülkeleri Soğuk Savaşın sona
erm esiyle birlikte sadece ekonom ik alanda değil, siyasal ve strate­
jik alanda da bütünleşm e sürecine hız vermişlerdir. AET’den
AT'ye, oradan da AB'ye geçiş, böylesi siyasal ve stratejik alanı da
kapsayan bir bütünleşm e iradesinin ürünüdür. Batı Bloku içind e­
ki Özerklik alanını gittikçe genişleten ve iç kurum sallaşm aya daya­
lı derinlem esine bütünleşm e sürecine hız veren AB, küresel d en ­
geler içinde artık kendi başına bir değer ifade etmektedir. 19. Yüz­
yılda ve 20. yüzyılın ilk yarısında uluslararası sistem in merkezinde
bulunan, II. Dünya Savaşından sonra ise biri Avrasya derinliğinde,
diğeri Atlantik ufkunda güç merkezi haline dönüşen iki kutuplu
yapıda Önemini kaybeden Avrupalı güçler bugün AB nezdinde
güçlerini birleştirerek küresel sistem içindeki m anevra alanlarını
genişletm eyi sürdürmektedirler.
Uluslararası sistem in belirleyici güç merkezi olm akla İki kutup
arasındaki m ü cad ele alam olm ak arasında büyük bir gerilim ya­
şayan Avrupalı güçler A B'nin uluslararası dengeler içindeki yeni
konu m u ile daha büyük ölçekli bir güçler dengesinin aktörlerin­
den birisi olm a süreci içindedirler. Bu süreç içinde AB’yi bekleyen
önem li im tihan, birlik üyesi ülkelerin ulusal çıkarları ile AB’nin
r * “.
içinde hem bir bütün olarak hem de üye ülkeler olarak etkin bir
konum kazanabilm e çabasıdır. AB'nin iç ve dış dinam ikler arasın­
da dengeli bir strateji oluşturmasına yönelik bu çaba, birliğin
önümüzdeki yüzyılda küresel dengeler içinde alacağı yeri de b e ­
lirleyecektir.
Türkiye de Soğuk Savaş sonrası süreç içinde benzer bir strateji
değişimi baskısını yaşamıştır. Soğuk Savaşın statik dengeleri için ­
de Batı Bloku üyesi olarak çok daha belirli param etreler içinde
strateji geliştirmeye alışmış olan Türkiye, Soğuk Savaşın sona er­
m esi ile birlikte kendi yakın havzası ile son derece yoğun bir stra­
tejik ilişki içine girmeye başlamıştır. Türkiye, bu yoğun stratejik
ilişkiyle bir taraftan kendi coğrafyasındaki m anevra alanım açar ve
bu manevra alanındaki tarihî referansları tekrar gündem e getirir­
ken, diğer taraftan bu manevra alanının getirdiği riskleri yeni stra­
tejik güvenlik tanım lam aları ile aşmaya çalışmıştır.
Bu durum dış uluslararası konjonktürden de doğrudan etkilen­
miştir. Daha önce aynı stratejik bütünlük içinde görülen ABD ve
AB arasındaki pergelin açılmaya başlaması, AB içindeki aktörlerin
özellikle Balkanlar gibi bölgesel politikalarda farklılaşan tercih ler­
de bulunm aya başlam ası, Rusya'nın ideolojik bir im paratorluktan
sıyrılmakla birlikte klasik Rus stratejisinin param etrelerine geri
dönm e süreci yaşaması, Çin'in büyük bir Asya gücü olarak bütün
küresel forumlarda etkinliğini artırm ası gibi unsurlar Türkiye’nin
küresel dengelerde çok yönlü tercihlerde bulunm a zorunluluğu
hissetm esine yol açmıştır.
Bu açıdan bakıldığında AB-Türkiye ilişkileri küresel konum u
ciddi bir değişim yaşayan ve bu dinamik değişim içinde yeni stra­
tejik bağlantılar kurarak etkinliğini artırm aya çalışan tarafların
ilişkisi olarak son derece hassas bir seyir takip etmiştir. Bu h assa­
siyet karşılıklı etkileşim lerin oluşturduğu stratejik alanın sürekli
kaygan bir nitelik taşım asın a yol açm ıştır. Türkiye-AB ilişkilerin­
deki her gerilim Türkiye'yi küresel ilişkilerde ABD eksenine m ah ­
kum kılarak stratejik esnekliğini azaltırken, bu ilişkilerde Avrupa-
m erkezli bir yoğunlaşm a başta ABD olmak üzere diğer küresel ak­
törlerle olan ilişkileri yeniden tan ım lam a zorunluluğu doğurm ak­
tadır. Türkiye bundan sonra da uluslararası ilişkilerdeki kaotik du-
| rum çözülene ve daha istikrarlı bir güç dengesi oluşana kadar. AB
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir ilişkinin Tahlili

ile olan ilişkilerini, özellikle ABD-AB-Rusya üçgeninde ortaya çıka­


cak küresel güç dengesi kaym alarının nabzını tutarak yönlendir­
m e çabası içinde olm ak zorundadır. AB-Türkiye ilişkileri küresel
dengeler açısından bir boşlukta seyretm em ektedir ve Türkiye'nin
stratejik çıkarları bu dengelerde tek bir aktörle yalnız kalm am akta
yatmaktadır. Aktörlerle ilişkilerdeki yalnızlaşm a Türkiye açısından
stratejik bir edilgenliği beraberinde getirecektir ki, bunun uzun
dönem li stratejik maliyeti Türkiye’nin kıtasal ve bölgesel etkinli­
ğinde kendisini gösterir.

2. Kıtasal Boyut
Bu küresel denge değişim leri kıta-içi stratejik dengeleri de
doğrudan etkilem iştir. Soğuk Savaş süresince Batı Avrupa’ya y o ­
ğunlaşan bir ekonom ik entegrasyon faaliyeti olarak görülen AB,
Soğuk Savaşın bitm esi ile birlikte seksenli yıllarda güneye, Akde­
niz'e doğru yönelen genişlem e stratejisini doğuya yönelterek Av­
rupa kıtasının tüm ünü ortak bir aidiyet altında toplayan bir birlik
haline dönüşm eye başlam ıştır. Böylece Avrupalılık kıta kimliği
A B’nin çekirdek ülkelerinin daha önce çok daha sınırlı olarak yo~
rum layageldikleri AB üyeliği kimliğini genişletm e yönünde bir
baskı oluşturm uştur.
Bu durum Avrupa-ölçekli kıta güvenlik konseptinin geliştiril­
m esini kaçınılm az kılmıştır. Önce Varşova Paktı’nin, daha sonra da
SSC B ’nin dağılması ile ortaya çıkan yeni aktörlerin AB'ye üyelik
talepleri sıradan bir entegrasyon faaliyetinin sınırlarını çoktan
aşarak bir kıta stratejisi halini almaya başlamıştır. Bu durum Avru­
pa güvenliğinin ana unsuru olan NATO ile AB arasındaki geçişken-
lik alanlarının m uğlaklaşm asına ve Avrupa'da ortaya çıkabilecek
güvenlik boşluklarının nasıl ve hangi m ekanizm a İle giderileceği
konusunda yeni tartışm aların ve görüşlerin ortaya çıkm asına yol
açm ıştır. NATO-AGİT-AB ilişkilerindeki geçişkenlikler ve bu geçiş-
kenlikler konusunda söz konusu olabilecek görüş farklılıkları hâlâ
Avrupa-ölçekli stratejik yaklaşım ların en kritik alanlarından birini
oluşturmaktadır.
A B'nin Batı Avrupa’da yoğunlaşan çekirdek üyeleri ile Doğu Av­
rupa’da yoğunlaşan çevresel üyeler arasındaki ilişkilerin ortaya çı­
kardığı kıta-ölçekli stratejik yönelişlerle ilgili m eseleler Avrasya-
r ......... ........
eksenli yeni bir kıta tanım lam ası iie daha da girift bir hal almıştır.
Avrasya kavramının yaygın kullanımı ile Avrupa ve Asya sınırlarını
da aşan daha büyük ölçekli bir kıta stratejisi tanım lam asının yapıl­
maya başlanm ası Avrupa’nın stratejik sınırları konusunda ciddi
bir esneldiğin doğmasına yo) açmıştır. Bu esnekliğin sürm esi h a­
linde AB’nin doğrudan ilgi alanına girecek coğrafî alanlarda da ve
bu alanların getirebileceği risk ve avantajlarda da ciddi bir ölçek
büyümesi beklenebilir.
Bu durumdan en doğrudan etkilenecek aktörlerin başında
Türkiye, Rusya ve Ukrayna gibi Avrasya ölçekli kıta stratejisi ta ­
nım lam alarının kaçınılm az olarak göze alm ak zorunda oldukları
kuzey ve güney geçiş hatlarının kavşak ülkeleri gelmektedir. Avras­
ya stratejik kıta tanım lam asının geçiş güçlerini oluşturan bu üç ül­
ke arasında Türkiye’yi farklılaştıran tem el özellik, Türkiye’nin So ­
ğuk Savaş dönem inde AB ile aynı blokta bulunm ası ve AB ile olan
anlaşm alara dayalı ilişkilerin hem en h em en Soğuk Savaşın bütün
dönem lerinde sürmüş olmasıdır. NATO içindeki yükümlülükleri
gereği Soğuk Savaş süresince son derece yoğun bir güvenlik politi­
kası oluşturan ve bu politikalar çerçevesinde SSC B’nin Avrupa
üzerindeki baskılarını azaltacak şekilde Kafkaslarda sürekli bir
cephe ülkesi konum unu sürdüren Türkiye’nin bir çok AB yetkilisi­
nin zihninde AB bünyesine alınm ası çok güç olan üç Avrasya ülke­
sinden birisi olarak görülm esi çarpıcı bir çelişki oluşturmaktadır.
Türkiye de Soğuk Savaşın bitm esi ile birlikte ortaya çıkan d i­
nam ik konjonktür içinde kıta bağlantılarının stratejik sonuçlarını
tekrar değerlendirm e ihtiyacı hissetm iştir. Türkiye’n in h em bir
Avrupa h em de bir Asya ülkesi olm ası, Avrupa ile Asya arasında
jeokültürel geçiş hattı üzerinde bulunm ası gibi unsurlar Avrupa
ile Asya arasındaki stratejik h attın esneklik kazanm ası ile birlikte
yeni unsurlar getirmiştir. Türkiye son on yıl içinde bir taraftan
kendisine Orta Asya’da açılan yeni stratejik alan içinde Asyalılığı
tekrar keşfederken diğer taraftan Avrupa’dan kopm adan ve AB ile
çelişkiye düşm eden bir Avrasya stratejisi geliştirm enin sıkıntıları­
nı yaşamıştır. Türkiye tarih ve coğrafyası ile Asya’ya, stratejik ve
ekonom ik tercihleri ile Avrupa'ya irtibatlı olm ak arasında anlam lı
bir ilişki kurm ak zorundadır. Avrasya kavram ının uluslararası
^ strateji literatüründe yaygın bir kullanım alam bulm ası bu acıdan
A vru p a Birliği: Ç ok B o y u tlu ve Ç o k D ü z le m li Bir İlişkinin Tahlili

Türkiye için bir avantaj olarak görülmelidir. Türkiye AB ile olan


ilişkilerinde Asya derinliğini ihm al etm eyen bir stratejik pozisyon
geliştirm ek zorundadır. Aksi takdirde ne Avrupa nezdinde kendi
tarih ve coğrafya derinliğinden kaynaklanan bir itibar sahibi o la­
bilir, ne de A sya'nın kadîm stratejik kulvarlarında sözü d inlenen
bir ülke olabilir.

3 . Bölgesel Boyut
Türkiye'nin yakın kara havzasını oluşturan bölgelerin Soğuk
Savaş sonrası dönem de kazandığı yeni stratejik anlam lar A B-Tür­
kiye ilişkilerini de etkileyebilecek boyutlar taşımaktadır. Herşey-
den ön ce Balkanlar, Ortadoğu ve Karkaslardan oluşan bu bölg ele­
rin hem AB hem de Türkiye nezdindeki önem inde ciddi değişim ­
ler yaşanm ıştır.
Soğuk Savaş süresince Doğu Avrupa'nın güneye uzantısı şek­
linde algılanan Balkanlar bu yönüyle hem AB hem de Türkiye ta ­
rafından içinde bulunulan çift kutuplu yapıda karşı-kutupla te m a ­
sa geçilen bölge olarak hem büyük ölçüde statik hem de hassas bir
bölge olarak görülüyordu. Bu ilişkilerde denge ve geçiş ülkesi gö­
rünüm ü kazanan Yugoslavya kutuplararası tem asın gerilimi azal­
tan bir role sahipti. AB’nin bu bölge ile doğrudan tem asa geçen
önem li ülkelerinden Almanya Ostpolitik ile doğuya dönük politika
arayışlarında Balkanlara ilgisini sürdürürken, Fransa ve İngiltere
ikili İlişkilerle bölgesel alanda etkili olm aya çalışıyorlardı. Fran­
sa’nın Romanya üzerindeki tarihî etkisi bu ikili ilişkilere açıklayıcı
bir m isal teşkil etmektedir. Aynı dönem de Türkiye bölgeye yönelik
ilgisini iki tem el unsura yöneltm işti: (İ) Çift kutuplu yapının getir­
diği gerilim alanları ki, Bulgaristan’la ilişkilerde yaşanan sıkıntılar
bunun çarpıcı bir m isalini oluşturm aktadır; (ii) Yunanistan'la ikili
ilişkilerde yaşanan blok-içi gerilim ler ve bunun yol açtığı bölge-içi
denge arayışları.
Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde yaşanan dalgalanm alar ve bu
dalgalanm aların Balkanlar üzerindeki etkileri dışarda tutulacak
olursa Soğuk Savaş süresince Türkiye ve bir bütün olarak AB ve
A B’nin önem li üyelerinin ulusal politikaları arasında bölgeye b a ­
kış konusunda ciddi çelişkiler olmamıştır. NATO bünyesindeki or­
i Stratejik Derinlik

tak stratejik planlamalar bu aktörlerin bölgeye bakışm ı büyük ö l­


çüde birbirine yaklaştırmıştır.
Ancak Soğuk Savaş sonrası dönem de bu aktörler arasında Bal'
kanlara yönelik stratejik bakışta ciddi bir değişim gözlendiği gibi,
ortaya çıkan bölgesel problem alanlarına bakışlarda, uzlaşılmasL
güçleşen farklılaşmalar söz konusu olmuştur. Bu değişimin en
gözle görülür testi Bosna'da yaşanm ıştır. AB’nin Almanya, Fransa
ve İngiltere gibi önem li üyelerinin Bosna m eselesine bakışındaki
farklılaşmalar AB'nin bir bütün olarak ortak bir strateji geliştirm e­
sini güçleştirmiştir. Öte yandan bölgedeki gelişm elerden birinci
derecede etkilenebilecek ülkeler arasında yer alan Türkiye’nin
yaklaşımı da hem AB'nin ortak politika arayışları, hem de üye ül­
kelerin yaklaşımları ile önem li çelişkiler barındırm aya başlam ıştır.
Tarihî faktörl'erin devreye girm esi ile Alm anya’nın Doğu Avru­
pa ve Balkanlara yönelik etki alanım statükoyu zorlayıcı bir şekil-
de genişletmesi, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin de statükoyu ko­
ruyucu bir tavır sergilemesi Yugoslavya’nın parçalanm ası ve B o s­
na bunalımları sürecinde Türkiye'yi tedirgin eden bir tablonun or­
taya çıkmasına yol açm ıştır. Türkiye bir taraftan Almanya öncülü­
ğünde bölgenin tümüyle AB’ye entegre olm ası sonucunda bölge­
de yalnızlaşma riski karşısında rahatsızlık duyarken, diğer taraftan
özellikle Bosna bunalım ı esnasında Fransa ve İngiltere’nin sürdür­
düğü karşı-denge politikalarının bölgede Türkiye'nin en ciddi risk
faktörü olarak gördüğü Sırp-Yunan hattını güçlendirm esinden te ­
dirgin olmuştur. Bu durum Türkiye’yi haklı olarak bölgede AB'ye
karşı NATO etkinliğini ön celem esin e ve bu konuda da ABD ile da­
ha yakın bir stratejik pozisyon belirlem esine yol açm ıştır. ABD 'nin
Bosna ve Kosova bunalım larından sonra bölgedeki Osm aniı b aki­
yesi Boşnak ve Arnavut unsurların güvenliği iie Balkanlardaki is ­
tikrar arasında kurduğu bağlantılar, ABD ile Türkiye arasındaki
bölgeye dönük yakm stratejik pozisyonu daha da güçlendirmiştir.
Balkanlar, önüm ü zd eki d ön em d e AB-Türkiye ilişkilerin in
önem li bölgesel anahtarlarından birisi olm aya devam edecektir.
Tarafların bölgeye yönelik politikalarındaki farklılaşm aların derin­
leşm esi sadece böigeye yönelik çelişkileri artırm akla kalm ayacak
aynı zam anda AB-Türkiye ilişkilerini ve entegrasyon sürecini de
olum suz yönde ekileyeçektir.
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem ii Bir ilişkinin Tahlili

Diğer önem li bir yakın kara havzası olan Kafkaslarla ilgili genel
stratejik tablo da benzer özellikler taşımaktadır. Çift kutuplu yapı­
nın statik bir hat oluşturduğu Kafkaslarda Türkiye ve bir bütün
olarak AB ve AB'nin önem li üyeleri arasında stratejik açıdan ciddi
bir paralellik vardı. Türkiye'nin Soğuk Savaş süresince Kafkaslarda
SSCB ve Varşova Paktı’na açtığı cephe Avrupa üzerindeki baskılan
nisbî bir şekilde azalttığı için başta Almanya olm ak üzere AB üye­
leri Türkiye’yi kaçınılm az bir stratejik ortak olarak görürken, T ü r­
kiye de SSC B ’nin II. Dünya Savaşı sonrasında dikte ettiği talepler
karşısında NATO bünyesinde Avrupa ile kurduğu kader ortaklığım
bölgesel tehditleri dengeleyen stratejik bir güvenlik garantisi ola­
rak değerlendiriyordu.
Çift kutuplu yapıya dayanan Soğuk Savaş param etrelerinin
belki de en radikal değişikliklere yol açtığı bölgelerin başında ge­
len Kafkaslardaki bölgesel ölçekli stratejik değişim ler AB ile Türki­
ye arasında süregelen stratejik kader ortaklığının yerini ciddi çıkar
çelişkilerinin alm asına yol açmıştır. Özellikle Hazar petrol havza­
sının doğal kaynaklarının aktarılm ası ile ilgili politikalardaki fark­
lılaşm alar ve bölgeye yönelik politikalarda özellikle Rusya ve Al­
manya arasında sözkonusu olan m üzakereler ve ortak tavır arayış­
ları bölgedeki ABD-AB-Rusya-Türkiye denklem indeki dengelerin
dinam ik bir nitelik kazanm asına yol açmıştır. Türkiye’nin KEÎ’yi
oluşturm ada öncülük etm esinin Soğuk Savaş sonrası dönem in ilk
yıllarında AB ile yaşadığı bunalım larla iiişkilendirilm esi ve AB'ye
bir alternatif gibi sunulm ası bu denklem lerdeki hassasiyetin ilk
önem li göstergelerinden birisi olmuştur.
Bu denklem deki ikili yakınlaşm alar karşı dengeler oluşturur­
ken hiç bir aktör diğer üçlü karşısında yalnız kalm am aya özel bir
çab a sarfetm ektedir. Kimi zam an İran'ın da denklem içinde yer al­
m ası AB-Rusya İkilisinin yakınlaştığı dönem lerde bu denklemdeki
alternatif oluşum ların çeşitlenm esi sonucunu doğurm akta ve O r­
tadoğu bölgesine de sarkma potansiyeli gösteren yeni dengelerin
ortaya çıkm asına yol açmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Kafkas-
iardaki konjonktüre! etkiye açık dinam ik yapılanm a ve dengeler
AB-Türkiye ilişkilerinin seyrini etkileme potansiyeli taşıyan ö n em ­
li bir bölgesel param etre olm aya devam edecektir.
AB-Türkiye ilişkileri Ortadoğu bölgesi sözkonusu olduğunda
riflh3 da girift stratejik ilişki ağlarını bünyesinde barındırm aktadır.
^ Stratejik Derinlik

AB ile Türkiye arasındaki çelişki potansiyeli taşıyan bölgesel ölçek­


li stratejik farklılaşmalar Ortadoğu bölgesi söz konusu olduğunda,
Balkanlar ve Kafkasların aksine, Soğuk Savaş dönem ine kadar uza-
tılab ilecek unsurlar barındırmaktadır. Ortadoğu’da söm ürge g eç­
mişi olan Fransa ve İngiltere gibi ülkeleri de bünyesinde barındı­
ran AB bir bütün olarak ve birliğin üyesi ülkeler olarak Soğuk Sa­
vaş süresince Ortadoğu’da çift kutuplu yapının barındırdığı statik
dengelerin dışında daha Özerk politikalar geliştirm eye özen gös­
termiştir. Bu nedenledir ki, NATO bünyesinde stratejik ortaklık
içinde bulundukları ABD ile AB ülkeleri arasında bölgeye dönük
politikalarda farklılaşmalar yaşanmıştır. ABD’nin bölgesel strateji
açısm dan tehdit unsuru ülkeler olarak gördüğü İran, Suriye ve Irak
benzeri ülkelerin özellikle Almanya ve Fransa ile yakın siyasî ve
ekonom ik ilişkileri sürdürmesi bunun açık bir göstergesidir. B en ­
zer bir zorunluluk karşısında kalan ve özellikle seksenli yılların
başlarında Ortadoğu'da daha etkin bir politika oluşturm a çabası
içine giren Türkiye de Ortadoğu’da dönem sel dalgalanm alar gös­
teren politikalar takip etmiştir.
Soğuk Savaşın bitişinde önem li dönem eç noktalarından birini
oluşturan Körfez Savaşı bütün bu aktörleri Irak karşısında birleş­
tirm iş görünm esine rağmen gerek savaş öncesi diplom aside ge­
rekse savaş sonrası düzenlemelerde ABD ile AB arasındaki strate­
jik yaklaşım farklılıkları dikkat çekici olmuştur. Almanya’n ın sek­
senli yılların ortasından itibaren artan bir şekilde Irak ile tekn olo­
jik ve ekonom ik ilişki içinde bulunm ası, Fransa'nın Körfez b u n alı­
m ının savaşa doğru seyrettiği günlerde Irak’a yönelik yoğun bir
diplom asi atağı sürdürmüş olması, Ortadoğu Barış Sürecinin Av­
rupa'da başlatılm ası gibi faktörler bu açıdan değerlendirildiğinde
A B’nin Ortadoğu’da ABD'den farklılaşan bir strateji arayışını sür­
dürdüğü söylenebilir. Soğuk Savaş sonrası dönem de O rtadoğu’da
etkisini artıran ABD-İsrail eksenine rağm en Fran sa’nın Suriye,
Fransa ve Alm anya'nın İran ile olan ilişkilerini özellikle ekonom ik
alanda artırarak sürdürm eleri bu farklılaşm anın önem li bir göster­
gesi sayılmalıdır.
Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dönem de seksenli yıllarda ta ­
kip ettiği politikadan uzaklaşarak İsrail ile iyi ilişkileri de aşan stra­
tejik yakınlaşm aya dayalı bir politika ben im sem esi ile gündem e
gelen ABD-İsrail~Türkiye ekseni gibi senarvnlnr ar iiorr.rVı\rQ
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili

sm da O rtadoğu'ya dönük politikalarda sözkonusu olan stratejik


farklılaşmayı açık bir şekilde ortaya koymaktadır. AB, bugün O rta­
doğu’da ABD ve Türkiye’nin en problem li ilişkilere sahip olduğu
îran ve Suriye gibi ülkelerle yakın ilişkilerini sürdürmektedir. Tür­
kiye’nin Ortadoğu politikasında yeni açılım lara girm em esi ve
A BD -İsrail eksenine katı bir şekilde sadık kalması durum unda AB
ile Türkiye'nin ortak bölgesel strateji geliştirm esi çok güç olacaktır
ve bölgede çıkabilecek her bunalım da farklılaşması m uhtem el p o ­
litikalar tarafların ilişkilere ve entegrasyon sürecine bakış açısını
etkileyecektir. Bu konuda da ilişkileri gerebilecek en riskli alan
ABD-İsrail eksenine yakm duran Türkiye ve AB ile ilişkilerini yo­
ğun bir şekilde sürdüren Suriye ve İran yanında yalnızlıktan kur­
tulm aya çalışan Irak’ı doğrudan ilgilendiren Kürt m eselesi ve Ku­
zey Irak’m statüsü konusu olacaktır.
Özetle söylem ek gerekirse, stratejik düzlemde etkili olan bölge­
sel politikalar konusunda AB ile Türkiye’nin sürdüregeldiği pozis­
yonların uzlaştm labilm esi, entegrasyon sürecinin en çetin alan la­
rından birini oluşturmaktadır. Soğuk Savaş sonrası dönem de Bal­
kanlar, Kafkaslar ve O rtadoğu’da sürdürülegelen politikalarda söz­
konusu olan farklılaşmalar bundan sonrası için de ortak bir strate­
jik planlam a yapılm asını güçleştirebilecek unsurlar taşımaktadır.
Türkiye bir taraftan kendi jeopolitik konum unu merkez alan, diğer
taraftan da bu unsurları tutarlı bir çerçeve içinde uzlaştırabilen ye­
ni bir stratejik bakış açısı geliştirm ek zorundadır. Aksi takdirde AB
ile girişilen entegrasyon süreci bölgesel çıkarları karşı karşıya geti­
ren bir çatışm a alanı haline dönüşebilir.

4. İkili Bir Stratejik Analiz Örneği: Tarihî Derinlik ve


Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye-Almanya İlişkileri2
Türkiye-Alm anya ilişkileri Soğuk Savaşın sona erm esiyle bir­
likte tarihin in en kritik geçiş dönem lerinden birini yaşam aya b aş­
lam ıştır. M odern dönem de Prusya’nın Avrupa içinde yeni bir güç
m erkezi olarak doğuşundan bu yana genellikle doğal m üttefik ko-
aaa

2 Alm an stratejik zihniyetindeki süreklilik unsurları ve Türk-Almaıı ilişkileri için bkz.


A hm et Davutoğlu, “ Zihniyet-Strateji İSişkisi ve Taılhs Süreklilik: Soğuk Savaş Son­
rası D önem de Alm an Stratejisi", Tarihten Geleceğe TürkAlman ilişkileri, (Yay. haz.)
Pı htın Yarar. Ankara: 1999, s. 141-201.
I Stratejik D erinlik

num unu sürdüren bu iki ülke arasında belki de ilk defa karşılıklı
bir güvensizlik ve ihtiyat payı taşıyan bir diplom atik atm osfer
oluşmuş bulunm aktadır. Kimi zam an diplom atik söylem lere de
yansıyan bu durumun arkaplam açık bir şekilde ortaya k on m a­
dıkça ilişkilerin uzun dönem de sağlıklı bir şekilde seyretm esi güç
olacaktır.
Prusya/Almanya ve Osmaniı/Türkiye devletlerinin m odern si­
yasî tarih içindeki yakınlaşm aları 18. yüzyıl Avrupa dengelerine
kadar götürülebilir. 18. yüzyılda tem elde Avrupa'nın kuzeyindeki
üç ülke ile güneyindeki üç ülke arasında bir rekabet sürmekteydi.
Batı Avrupa’da İngiliz-Fransız, Orta Avrupa’da Prusya-Avusturya,
Doğu Avrupa’da da Rusya-O sm aniı arasında süren kıyasıya reka­
bet bu ülkeleri çapraz denge politikalarına yöneltm işti. Kuzey ül­
keleri lehine gelişen bu rekabet zam anla Ingiltere-Avusturya (Na­
polyon karşıtı koalisyonda olduğu gibi), Prusya-Osm anlı (II. Fre-
derik ve II. VVilhelm/Sultan Abdülham id'in politikalarında olduğu
gibi) ve Rusya-Fransa (I. ve II. Dünya Savaşı politikalarında oldu­
ğu gibi) yakınlaşm alarını beraberinde getirmiştir.
Bu denge arayışları içinde kim i zam an N apolyon’un Rusya se ­
ferinde olduğu gibi istisnaî iniş-çıkışlar yaşanm ışsa da, bu denge­
lerin ana çizgileri ile bugüne kadar sürdüğü söylenebilir. 18. Yüz­
yıldan bu yana İngiltere Avrupa-içi dengeleri kontrol edebüm ek
için Prusya/Almanya ile Rusya arasında Avusturya benzeri ta m ­
pon ülkeleri korum a politikasını sürdürürken, Avrupa-içi her
denge değişim inde bir tür Fransız-Rus yakınlaşm ası kendini gös­
termiştir.
Bu çerçevede tarihî süreklilik çizgisi içinde bakıldığında Prus­
ya/Almanya ve Osm anlı/Türkiye’nin son iki yüzyıllık dış politika
tercihlerinde birbirine yaklaşm asında iki tem el stratejik unsur
özel bir ağırlığa sahip olmuştur. Bunlardan birincisi, gerek Orta ve
Doğu Avrupa'da yükselen güç olan Prusya/Almanya’nın, gerekse
Balkanlar-Ortadoğu ve Kafkaslarda hakim iyetini sürdürmeye çalı­
şan Osmaniı/Türkiye’nin son iki yüzyıllık siyasî tarih içinde Rus­
ya/SSCB’nin batı ve güney istikam etindeki ilerleyişi karşısında or-
tak bir tehd it algılam asına sahip oluşlarıdır. Prusya Orta ve Doğu
Avrupa’da tabiî bir hinterland etkisi ile m odern bir devlet olarak
doğarken ister istem ez Asya steplerini arkasına alarak A v rım a 'v a
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir ilişkin in Tahlili

sarkmaya çalışan Rusya gibi bir step devi ile hesaplaşm ak zorunda
kalmıştır. Osmaniı Devleti de aynı step devinin baskısını hem B al­
kanlar hem de Kafkaslar üzerinden hissedegelm iştir. D aha Önce
İsveç-O sm aniı ilişkilerinde görülen Rusya'nın batı ve güney istika­
m etindeki yayılm acı politikalarını dengelem e çabası İsveç’in gö­
receli olarak zayıflaması ve Prusya’nın yükselm esi ile yeni bir n ite­
lik kazanmıştır. II. Frederik’in O sm anlı'ya ittifak teklifi ile başlayan
Prusya-Osm anlı ilişkileri böylesi ortak jeopolitik zorunluluğun so ­
nucu idi.
Bu durum Soğuk Savaş dengelerine kadar da bir süreklilik iç in ­
de devam etmiştir. SSC B 'nin bir taraftan Doğu Avrupa, diğer taraf­
tan Kafkaslar, Balkanlar ve Boğazlar üzerinde II. Dünya Savaşın­
dan hem en sonra başlayan Soğuk Savaş süresince yoğunlaşarak
artan baskısı bu tarihî denge m ekanizm ası çerçevesinde Türkiye
ve A lm anya’yı stratejik bir hat üzerinde tekrar buluşturm uştu.
Bu ilişkilerin tarihî süreklilik içindeki ikinci önem li unsuru Al­
m anya’nın O sm aniı D evleti’ni doğrudan etkileyebilecek bir sö­
mürge geçm işine sahip olmamasıdır. Bu nedenledir ki, İngilte­
re'nin söm ürge politikalarının bir taraftan Osm aniı üzerinde pay­
laşım hesaplarına yöneldiği, diğer taraftan da Almanya ile küresel
bir ekonom i-politik rekabete girdiği dönem lerde Osm anh-Alm an-
ya ilişkileri hızlı bir ivme ile gelişme temayülü gösterm iştir. Hele
hele İngiliz-Rus yakınlaşm asının olduğu dönem ler tabiî bir şekil­
de ortaya çıkan O sm aniı-Alm an birlikteliğini kaçınılm az kılmıştır.
I. Dünya Savaşında ortaya çıkan ittifak böylesi bir sürecin so n u cu ­
dur. Kırım Savaşında Rusya karşısında İngiltere'yi yanında bulan
O sm aniı Devleti Almanya’nın ittifak arayışlarına teen n i ile yakla­
şırken, söm ürgeci İngiltere ile yayılm acı Rusya'nın yakınlaştığı dö­
nem lerde Alm anya’ya yakınlaşan politikalara ağırlık vermiştir.
Alman stratejik zihniyeti de iki ülke arasındaki bu yakınlaşm a­
yı özellikle Avrasya stratejik safhasına geçişin olm azsa olmaz şartı
olarak görmüştür. Berlin-Bağdat demiryolu projesinin devreye gi­
rişi böylesi bir stratejik bakış açısının tipik bir göstergesidir.
Alm anya-O sm aniı ilişkilerinin kısa bir özetini verm ek gerekir­
se, bu ilişki Alm anya’nın Avrupa içindeki Mittellage konum u ile
Osm aniı D evleti’nin Avrasya geçiş yollarındaki Mittellage k on u ­
m unun jeopolitik kesişim alanının bir ürünüdür. Her iki ülke de
I S tr a te jik D e rin lik

bu jeopolitik kesişim alanım Rusya ve İngiltere karşısında stratejik


bir optim izasyona yöneltm ek istemiştir. İngiliz-Rus yakınlaşm ası­
nın olduğu dönem lerde bu optim izasyon çabası azam î ölçüye ula­
şırken, Ingiliz-Türk ya da Alman-Rus yakınlaşm asının olduğu d ö­
nem lerde ittifak arayışlarına olan ilgi ve ihtiyaç azalmıştır.
İL Dünya Savaşı süresince Türkiye'nin gerek Alm anya’dan ge­
rekse İngiltere’den gelen baskılara direnm esi, dönem in idarecileri­
nin tarihî bir refleks ile İngiliz-Rus ittifak denklem inin karşısında
yer alm amaya, am a denklem i güçlendirici bir konum da da bulun­
m am aya özen gösterm elerindendir. Savaşın ilk yıllarında A lm an­
ya'nın başarılarına rağm en onun safında savaşa girm eyen Türkiye,
savaşın sonunda da İngiliz-Rus ittifakına en son katılanlar arasın­
da yer almıştır.
Bu çapraz dengeler ve tarihî reflekslerin II. Dünya Savaşından
sonra da yeni söylem ve tavırlarla sürdüğü söylenebilir. D eğişen en
önem li olgu İngiltere’nin rolünü ABD’nin üstlenm iş olmasıdır. 19.
Yüzyılın step devi Rusya'nın evrensel sosyalist ideolojinin kazan­
dırdığı m otivasyon ile bir dünya devi haline dönüşm esi gerek Or­
ta ve Doğu Avrupa, gerek Balkanlar ve Boğazlar, gerekse Kafkaslar
ve Ortadoğu üzerindeki baskıların artışı sonucunu doğurmuştur.
Bu da Alman-Türk stratejik ortaklığına sadece askerî açıdan değil,
ekonom ik açıdan da önem li bir boyut kazandırmıştır. Bölünm üş
Alm anya'nın batı kanadı kendi ekonom ik sistem inin işleyişinin
adale gücünü II. Dünya Savaşında b u d an m am ıştaze ve genç Türk
nüfusundan alırken, Türkiye de Sovyet tehditleri karşısında tercih
ettiği Batı Bloku jçindeki ekonom ik potansiyelinin kaynağını yük­
selen Alman ekonom isinin döviz ve ihracat kapasitesinden tem in
etm eye çalışmıştır.
Türkiye bu dönemde ABD ile artan güvenlik işbirliğini Almanya
ile yoğunlaşan ekonomik işbirliği ile birbirini tam am layan dış p o li­
tika unsurları olarak görmüştür. Bu da Soğuk Savaş süresince geli­
şen Türkiye, Almanya ve ABD arasındaki çapraz ikili ilişkilerin çeli­
şik değil, birbirlerini destekleyen nitelikte seyretm esini sağlamıştır.
Soğuk Savaşın sona erm esi ile birlikte ortaya çıkan uluslararası
konjonktür Türk-Alman ilişkilerinin bu tem el param etrelerini cid ­
di şekilde etkilemiştir. Herşeyden önce küresel dengelerde ikili ya-
( pııım dağılm ası ve klasik güçler dengesinin ağırlığını hissettirm esi
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili

fi arasındaki çelişki, Almanya’nın AB’ye bakışım da, Türkiye'nin


AB'ye m üracaatını değerlendiriş biçim ini de etkilemiştir. Türki­
ye’nin stratejik önemindeki değişim ve Orta ve Doğu Avrupa’da Al­
m anya lehine doğan boşluk bu bölgedeki ülkelerin AB’ye üyelik m ü ­
racaatlarına öncelik verilmesine yol açmıştır.
Stratejik önceliklerdeki bu değişim Soğuk Savaş süresince Türk-
Alman dostluğunun köprüsü olarak görülen göçm en işçilere bakışı
da etkilemiştir. İki Almanya'nın birleşm esinin doğurduğu ekonomik
ve sosyal sıkıntılar Almanya’nın ülkedeki Türklerin konumunun bir
tür nüfus baskısı olarak görülmesine sebep olmuştur. Bu yeni kon ­
jonktürde, Türkiye'nin AB’ye üye olm asının getireceği serbest dola­
şım hakkı Almanları ciddi şekilde tedirgin eden bir unsur haline dö­
nüşmüştür.
Böylece, Soğuk Savaş süresince Sovyet tehdidinin önündeki en
önem li engeller arasında görülen Anadolu’daki genç ve dinamik
Türk nüfusu, bu tehdidin kalkışı ve AB içindeki dengeler dolayısıyla
Avrupa’ya yönelik bir nüfus tehdidi olarak algılanmaya başlanm ış­
tır. İdeolojik nitelikli Soğuk Savaşın bitm esinden sonra medeniyet
tem elli yeni bir Soğuk Savaş deklarasyonu olarak algılanan Medeni­
yetler Çatışması tezi bu yaklaşımı m aalesef bir tür dışlamaya dönüş­
türmüş bulunmaktadır.
Türkiye’de uyanan Avrupa’dan dışlanma ve yalnızlaşma psikolo­
jisi kamuoyunda ve siyasî elitte Avrupa’ya yönelik kuşkulu bakışı yo­
ğunlaştırmıştır. PKK’nın Avrupa’daki faaliyetleri ve Kürt ve Kıbrıs
m eselelerinin Türkiye-AB müzakerelerinde Avrupa’nın önşartları
şeklinde algılanış biçim i bu kuşkuyu millî bütünlüğe yönelik bir tür
tehdit algılamasına dönüştürmüştür.
Öte yandan Soğuk Savaşın sona ermesi ile birlikte ortaya çıkan
yeni bölgesel etkinlik alanlarına bakışta da ciddi farklılaşmalar göz­
lenmiştir. Orta Asya’nın doğal kaynaklarının Avrupa'ya aktarılması
ile ilgili seçeneklerde Karadeniz’in güneyinden ve Anadolu üzerin­
den geçen yolu temel stratejik çıkar olarak gören Türkiye ile ana hat-
lanyla Karadeniz’in kuzeyinden veya Tuna üzerinden geçen yola sı­
cak bakarak Rus tezine yalanlaşan Almanya arasındaki bakış tarzı
farklılığı buna bir misal olarak zikredilebilir.
Bu noktada öne çıkan diğer önemli bir boyut da Avrasya-içi en-
fpprasvon faaliyetlerinin Alman ve Türk stratejik tercihleri ile olan
i Stratejik D erinlik

uyum-çelişki ilişkisidir. Baltık ülkeleri arasındaki Baltık Denizi işbir­


liği çabası, Türkiye'nin öncülüğü ile başlatılan Karadeniz Ekonomik
İşbirliği, Rusya-merkezli Slav ülkelerini biraraya getirmeye çalışan
projeler ve Balkan ülkelerini kapsayan değişik eksenli teşebbüsler,
son yıllarda devreye girmeye başlayan Güneydoğu Avrupa Forumu
benzeri çalışmalar ve bütün bu diplomatik adımların AB ile olan iliş­
kileri AB'nin merkez gücü olan Almanya ile bu birliğin dışına itilerek
yalnızlaştırılmak istendiğini düşünen Türkiye arasındaki çelişkileri
artırmaktadır.
Her iki ülkenin gerek NATO bünyesinde gerekse bölgesel bağlan­
tılar dolayısıyla müdahil olduğu Balkanlar ile ilgili m eselelerde de
ortak bir tavır arayışından çok, kuşkulu bir yaklaşım sezilmektedir.
Balkanlardaki meselelere NATO müdahalesini m illî çıkarları için da­
ha uygun gören Türkiye ile bu bölge ile ilgili nihaî çözümün AB’den
geçtiğini düşünen Almanya arasındaki görüş farklılıkları Türk-Al-
m an ilişkilerini etkilemeye devam edecektir. Son olarak Alm an­
ya'nın bölgede Türkiye'nin tabiî müttefikleri arasında yer alan Bos-
na-Hersek, Arnavutluk, Hırvatistan ve M akedonya’yı AB'ye davet et­
m esi kısa ve orta vadede birliğe katılması güç görünen Türkiye'de
ciddi kaygılar uyandırmaktadır. Bu ülkelerin AB içinde Yunanistan
ile birlikte bulunması ve zamanla Türkiye dışındaki bütün Balkan
ülkelerinin birlik bünyesine alınması ihtimali Türkiye’nin Balkanla­
ra yönelik politikalarını Türkiye-Avrupa ilişkilerinin bir param etresi
haline getirebilir ki, bu durum Türkiye için önemli sakıncalar ihtiva
etmektedir. Bu tür projeksiyonların oluşturduğu kuşkular Türk-Al-
m aıı ilişkilerinin Türkiye-AB ilişkilerindeki problem alanlarının tü­
m ünden birden etkilenmesini beraberinde getirmektedir.
AB-Türkiye ilişkilerinde ortaya çıkan tıkanm aların fiilî problem
alanlarına taşınması Türkiye’nin AB ve Almanya'dan çok, NATO ve
ABD eksenlerine dayalı dış politika seçeneklerine ağırlık verm esine
yol açmaktadır. Bu yöneliş NATO-AB ye ABD-Almanya ilişkilerinde­
ki problem alanlarının Türkiye-Almanya arasındaki ikili ilişkilere de
yansım asına sebep olmaktadır. Son NATO zirvesinde NATO’nun Av­
rupa içindeki müdahalelerde karar verm e sürecinin Türkiye’nin üye
olmadığı AB mekanizmalarına bağlanm asının doğurduğu bunalım
bunun son çarpıcı misalini teşkil etmektedir. Türkiye bu konuda
haklı olarak kendisinin karar verm e sürecinde bulunm adığı bir or­
ganın alacası kararların yükümlülüklerini tasım asm ın mümkün nl-
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili

madiğini beyan ederek bu düzenlemeye karşı çıkmış ve kararın tas­


hihini sağlamıştır.
Özetle, Türkiye-Almanya ilişkileri, Soğuk Savaş sonrası dönemde
ortaya çıkan bu konjonktürde, dinamik güçler dengesinin olduğu
tarihî örneklerin aksine bir bunalım sürecine girmiş görünmektedir.
İkili ilişkilerde karşılıklı güven ve işbirliği ortamının istenilen düzey­
de oluşturulamaması, Balkanlar ve Ortadoğu başta olmak üzere böl­
gesel bunalım alanlarına bakıştaki farklılıklar, Türkiye-AB ilişkilerin­
deki tıkanmalar, ABD, Almanya ve Rusya arasındaki ilişkilerin yeni
unsurlarla Soğuk Savaş dönem inin statik dengelerinin dışına çıkmış
olması gibi olgular ikili ilişkileri doğrudan etkilemektedir.
Ancak, gerek siyasî tarih içindeki tecrübeler, gerekse reel jeo p o ­
litik ve ekonom i-politik dengeler Türkiye ile Almanya arasındaki
ilişkilere bu tür konjonktürel etkilerin ötesinde boyutlar katm akta­
dır. Bu çerçevede kalıcı ortak çıkar alanları Türkiye ve Almanya'nın
ilişkilerdeki konjonktürel sıkıntıları rasyonel bir bakış açısı ile aşm a­
sını zorunlu kılmaktadır. Ne Almanya ele aldığımız stratejik tercih ­
lerden herhangi birinde Türkiye’yi ihmal edebilir; ne de Türkiye kü­
resel ve bölgesel dengelerde Almanya ile olan ilişkilerini gözardı
eden bir dış politika yapım ına yönelebilir. İkili ilişkilerde rasyonel,
iki ülkenin müdahil olduğu bunalım alanlarında esnek bir politika
takip edilmesi bu geçiş sürecinin sağlıklı bir şekilde aşılm asına yar­
dımcı olacaktır.

V. Medeniyet/Kültür Dönüşümü Düzlemi

ı. Yeni-Gelenekçi Bir Tepki Olarak AB’nin Tarihî Arkaplanı


Uzun dönemli medeniyetler tarihi perspektifinden bakılarak ta ­
rihî derinlik içinde değerlendirildiğinde, AB Batı medeniyetinin ye­
ni-gelenekçi tepkisi niteliğindedir. M edeniyetler hegem onik dö­
nem lerinin sonlarına yaklaştıklarında ve değer-mekanizma uyumu­
na bağlı iç dengelerinde sarsıntı geçirmeye başladıklarında, evren­
sel ve kuşatıcı bir açılım dan çok kendi içlerine ve merkezî coğrafya­
larına kapanm a temayülü içine girerler. Bugün Doğu Avrupa içleri­
ne doğru genişlemeye çalışan AB aslında Türkiye’nin üyeliği konu­
sunda takmageldiği tavırla bir tür içe kapanm a temayülü içine gir­
miş bulunmaktadır. Seksenli yılların sonunda Türkiye ve Kuzey Afri­
i Stratejik D erinlik

f ka ülkeleri gibi farklı medeniyet aidiyetlerine sahip toplum lara açıl­


mayı tartışan AB Soğuk Savaş dönemde Avrupa'nın Kutsal Roma-
Germen birikimim öne eleyen bir genişleme stratejisini benim sem iş
görünmektedir.
Kültürel ve. tarihî faktörler açısmdan farklı bir m edeniyet havza­
sına ait olduğu düşünülen Türkiye'ye yönelik politika böylesi bir ye-
ni-gelenekçi tepkinin ürünüdür. Kendi kıtası içinde genişlediğini
düşünen Avrupa aslında bu zihniyetle kendi içine kapanmakta ve
Kutsal Roma-Germen İmparatorluğunun tepkilerini gösterir bir ta­
vır sergilemektedir.
Avrupa tarihi incelendiğinde, Roma İmparatorluğu'nun mirası
ile ilgili gizli bir diyalektiğin işlediğini ve Avrupa'daki diplomasi-sa-
vaş ikileminin bu diyalektik içinde gerçekleştiği görülebilir. Şarl-
m an’ın Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'nu, üç varis arasında
paylaştıran 843 tarihli Verdun Anlaşması ile ortaya çıkan sınırlar b u ­
günkü Fransa ve Almanya’nın tabiî alanları ve problem bölgeleri ile
hem en hem en birebir uyuşmaktadır. Kutsal Rom a-G erm en İm para­
torluğu, bu bölünm eden sonra ilk defa Habsburg hanedanının h a ­
nedanlar arası evliliklere dayanan diplomasisi ile birleştirilm iş; bu
birleşme karşısında oluşan Protestan koalisyonunun ortaya çıkardı­
ğı hesaplaşma, 1648 VVestfalya sistem i ile noktalanan OtuzYıJ Savaş­
larına yol açm ış ve Kutsal Rom a-Germ en m irası tekrar bölünm üş­
tür. Daha sonra Napolyon aynı mirası bütünleştirmiş; ona karşı olu­
şan koalisyon sonucunda da Avrupa-içi bölünmüşlüğü yansıtan Vi­
yana Kongresi sistemi ve güçler dengesi doğmuştur. Aynı mirası Al­
manya etrafında toparlamaya çalışan Bismark ve II. W ilhelm’in
stratejileri I. Dünya Savaşma, Hitler'in çabası II. Dünya Savaşma yol
açmıştır.
Avrupa Birliği, bu mirasın askerî araçlar yerine ekonomik ve siya­
sî araçlarla tekrar toparlanma çabasından başka bir şey değildir.
Bundan sonraki süreçte Birliğe katılması düşünülen ülkeler arasın­
daki ayrım bile bu mantığı yansıtmaktadır. İlk altıyı oluşturan ülke­
lerin dördü (Macaristan, Polonya, Sloveııya, Çek Cumhuriyeti) bu
m irasın tabiî yayılım alanı içindedir ve bu katılımlara birlikte Kutsal
Rom a-G erm en mirası tekrar toparlanmış olacaktır. İkinci altı ülke
içine girenler ise genellikle ya Bizans-Slav, ya da Osmaniı etki alanı
içinde kalmış bulunan Doğu’yu kapsayan ülkelerdir ve belki de bir-
( leşm e süreçleri bu açıdan biraz daha sancılı olmava »Havdır
A vru p a Birliği: Çok B o y u tlu v e Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili

Ancak bu genişlemenin Avrupa-içi diplomasi oyununu tümüyle


devre dışı bırakarak kalıcı bir bütünleşme ve barışı sağlayacağım dü­
şünmek yanıltıcı olacaktır. Yine tarihin bize öğrettiği bir ders vardır
ki, Avrupa-içi her bütünleşm e çabası kendi içinden karşı güçlerini çı­
karmakta ve iç hegemonik çatışma zamanla son derece yıkıcı savaş­
lara dönüşebilmektedir. Birliğin derinlemesine gelişmesi yani varo­
lan üyelerle daha sıkı bir birliğe doğru yönelmesi ile üye sayısı artırı­
larak yaygınlaştırılması tercihleri aslında biri diğerini geciktiren iki
yönlü bir çekim alanı oluşturmaktadır. Birliğin derinleşme tercihi ile
sıkı bir birlik haline dönüşmesi yeni üyelerin intibakım güçleştirerek
yaygınlaşmayı geciktirmektedir. Buna mukabil yaygınlaştırma terci­
hi, yeni üyelerin cari yapıya intibakları için gereken geçiş süreci do­
layısıyla, derinleşmeyi engellemektedir.
Görünen o ki, AB'nin önemli güç merkezleri olan Almanya, İngil­
tere ve Fransa gibi sürükleyici ülkeler arasında bu konuda bir m uta­
bakat hâlâ sağlanmamıştır. Bu konudaki görüş farklılıkları çekim
alanlarının güç oranlarına göre işleyen ve çelişkili bir seyir takib
eden bir sürecin devreye girmesine yol açmaktadır. İngiltere'nin -
özellikle muhafazakar iktidarlar dönem inde- ulusal egemenlik ala­
nından fedakârlık gerektirecek derinlemesine gelişme formüllerini
süreldi olarak engellemeye çalışması karşısında başta para politika­
sı olmak üzere bir çok alanda daha sıkı bir birlikten yana tavır koyan
Almanya ve Fransa'nın süreci hızlandırma çabaları iki ayrı bütün­
leşm e düzleminin eşzamanlı bir şekilde varlığım öngören iki vitesli
Avrupa fikrinin ortaya atılmasına yol açmıştır. Birlik içinde yeni den­
gelerin oluşmasına yol açacak olan bu görüş derinleştirme ve yay­
gınlaştırma çabalan arasında bir orta yol bulm a arayışıdır. Net bir
stratejik tercih barındırmayan bu çelişkili tutumlar, AB'nin gerek iç
işleyiş gerekse dış ilişkiler konusundaki karar sürecinin çok yavaş iş­
lem esine yol açmaktadır.
İngiltere’nin Avrupa-içi derinleşme çabalarına gösterdiği direnç,
Fransa'nın dil milliyetçiliği ve uluslararası ilişkilerde bağımsız güç
alanı oluşturma çabalan, Almanya'nın stratejik opsiyon farklılaşma­
sı, m uhtem el bir iç hesaplaşm anın nüvesi olabilecek ölçekte etken­
lerdir. Ayrıca Slovenya dışında kalan esk? Yugoslavya bakiyesi alan
hâlâ ortak bir çözüme ulaşılamamış problem konularından biridir.
Avrupa diplomasisinin iç zaafımn Bosna konusunda nasıl bir anda
K.itıin hasmfitivle tecessüm ettiği de gözlerden ırak tutulmamaladır.
jj S tra te jik D erinlik

Özetle karşımızda tek bir Batı olmadığı gibi, her zam an tek bir
Avrupa da olmayacaktır. Bütün bütünleşm e çabalarına rağmen, kar­
şımızda her zam an iç çelişkilere ve çıkar çatışm alarına yol açabile­
cek güçlü ulusal stratejilerin de yer aldığı bir Avrupa diplomasi gele­
neği vardır. Bu durum AB ile bir bütün olarak yürütülen ilişkiler ile
birlik üyesi ülkeler ile yürütülen ikili ilişkiler arasında ince bir diplo­
masi ayarım gerekli kılmaktadır.

2. Cepheleşme/Bütünleşme Sarkacında Tarihî Arkaplan


ve AB-Türkiye İlişkileri
Türkiye-Avrupa ilişkileri tarihte çok az Örneği görülen bir ikilemi
kendi içinde barındırmaktadır. Coğrafî ve tarihî param etreler açısm ­
dan bakıldığında Türkiye Avrupa kıtasının ve tarihinin tabiî bir par­
çasıdır. Avrupa coğrafyasının Avrasya bütünlüğü içindeki tabiî ayrım
hatları gerek kara gerekse deniz bağlantıları açısından, Türkiye coğ­
rafyası gözönüne alınmaksızın anlam lı ve tutarlı bir çerçevede ta ­
nımlanamaz.
Öte yandan Türkiye coğrafyasından kaynaklanan tarihî gelişm e­
ler anlaşümaksızm ve yorum lanmaksızın Avrupa tarihini yazabil­
mek de çok güçtür. Türkiye coğrafyası içinde vücud bulmuş kadîm
m edeniyetlerin Avrupa kültürüne ve kimliğine yaptıkları katkı ol­
maksızın ilk m odernitenin başlangıcı sayılan 11. ve 12. yüzyıla kadar
insanlığın medeniyet birikimine ciddi bir katkıda bulunm am ış ve
medeniyetlerarası etkileşim hatlarının dışında kalm ış olan Batı Av-
rupa merkezli m odern Batı m edeniyetinin tarihî bir eksene oturtu­
labilm esi mümkün değildir.
Yaklaşık altı asır kıtanın önem li bir bölüm ünü bizzat hakimiyeti
altında tutan, diğer bölümündeki gelişm eleri de kurduğu ittifak iliş­
kileri ve diplomatik müdahale araçları ile etkileyen Osmaniı Devie-
ti'nin tarihi anlaşılmaksızm Avrupa tarihini yazabilm ek ve bu tari­
hin iç dengelerindeki değişmeleri yorum layabilm ek de çok güçtür.
Osmaniı Devleti Avrupa içlerine ilerlerken de, kıtanın m erkezinden
doğusuna doğru çekilirken de, Avrupa siyasî tarihini doğrudan etki­
leyen en önem li güçlerden birisi olmuştur. Orta Avrupa ve Akdeniz’e
yönelik ilerleme dönem inde Batı Avrupa'da tem erküz eden Avrupa­
lI güçleri yeni ticaret yollan aram aya zorlayan Osm aniı Devleti Avru­
pa-içi dengeleri doğrudan belirleyebilecek ve yönlendirecek bir gü-
( ce ulaşmıştır.
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili

Osmaniı Devleti’nin oluşturduğu Millet sistemi ile Batı Avru­


p a ’da VVestfalya düzeni ile şekillenmeye başlayan ulus-devlet yapı­
lanm ası arasındaki çelişkiler Orta ve Doğu Avrupa tarihinin hâlâ sü ­
ren en tem el çelişkilerinin altyapısını oluşturmuştur. Fransız Devri -
m i’nin ivme kazandırdığı milliyetçi akımlar Osmaniı siyasî düzeni­
nin kendine has şartları içinde yeni nitelikler ve unsurlar kazanarak
tarih sahnesine çıkmışlardır. Osmaniı Devleti gerileyerek Doğu
Trakya hatüna çekilirken de bu kıtanın geleceğini belirleyecek dina­
mikleri arkasında bırakmıştır.
Bu derece içiçe geçmiş ilişkiler iki farklı medeniyet havzasının
yüzleşmesinin ürünü olan Avrupa-Osmanlı ilişkilerinin günümüze
kadar yansıyan yönlerini ve her iki medeniyetin varislerinin tarihî
tecrübe birikiminden kaynaklanan zihniyet parametrelerini anla-
maksızm ilişkileri sağlıklı bir zeminde değerlendirebilmek çok güç­
tür. Malazgirt Savaşı ile Avrupa’nın ön kapısı niteliğindeki Anado­
lu’ya giren Selçuk Türklerine tepki olarak başlatılan Haçlı Savaşları
bu yüzleşme ve cepheleşm e ilişkisinin başlangıç noktasını oluşturur.
Bu yüzleşme ilişkisinin yaklaşık dokuz yüz yıllık seyri açısmdan
kendi içinde bütünlük arzeden üç ana dönemden oluştuğu söylene­
bilir. İlk üç yüz yıllık dönemde (1071-1355) yüzleşme Ön Asya'da, ya­
ni Avrupa’nın eşiğinde seyretmiştir. Bu dönemde Selçuklu-Bizans,
Haçlı-Selçuklu, Osmanlı-Bizans ilişkileri Avrupa'daki Türk im ajının
ilk tohum larını atmış ve karşılıklı tarihî bilinç şekillenmeye başla­
mıştır. Selçuklu ve Osmaniı Türklerinin, dönemin Hristiyan Avrupa
bilincinin karşı medeniyet olarak telakki ettiği İslam medeniyetinin
ve Doğu’nun önüne geçilmesi güç bir dinamik unsuru olarak görül­
mesi, gittikçe güçlenen bir Türk im ajı olarak Avrupa zihniyetinin
"öteki” tanım lam asının merkez unsuru haline dönüşmüştür. Haçlı
seferleri esnasında yaşananlar benzer bir “öteki" bilincini henüz
Anadolu’ya girmiş bulunanTürk unsurların bilinçlerine de yerleştir­
miştir. Bu "öteki” bilincine rağmen her iki güç de kendi arkabahçe-
lerinden ve tarihî birikimlerinden gelen çelişkilerle iç zaaflar yaşa­
mıştır. Selçuklu-Moğol ve Latin-Bizans çatışmaları, bu yüzleşmenin
iç çelişkiler de taşıyan dinamik bir süreci kendi içinde barındırdığı­
nı ortaya koymaktadır.
Osmaniı Türklerinin Avrupa kıtasına geçişleri ile başlayan ve II.
Viyana kuşatm asına kadar sürdüğü söylenebilecek olan ikinci üç
^\rr rr,\uv Hnnpmrip n 355-1803} Osmaniı Devleti, kadîm medeniyet
S tratejik D erinlik

havzalarının tümünü kendi bünyesinde barındırarak yükselen ve üç


lataya yayılan hakimiyet alanının en yoğun bir şekilde tecessüm
eden unsurlarım Doğu Avrupa’da yeniden şekillendiren bir güç h a­
line dönüşmüştür. Osmanlı’m n Roma'dan sonraki en istikrarlı düze­
ni (Pax Ottomanica) kurduğu bu dönemde Batı Avrupa iç savaşlar,
salgın hastalıklar ve din çatışmalarının yönlendirdiği dinamik ve
son derece bunalımlı bir tarihî süreç yaşamaktaydı.
Bu dönemde Osmaniı bu yüzleşmenin yükselen ve etkin gücü,
Avrupa (özellikle Batı Avrupa) ise bu ilerleme karşısında direnmeye
çalışan, edilgen gücü konumundadır. Avrupa’da m odern merkezî
devlet oluşumunun siyasî teorisyeni olarak görülen Bodin Osmaniı
düzenini Fransa için örnek alınması gereken bir model olarak görür­
ken; Kutsal Rom a-Germ en İmparatorluğu’ndaAventinus gibi aydın­
lar Osmaniı sistem ini överek bu sistem in kendi imparatorluk yapıla­
rına aktarılması gerektiğini vurgulamış, Fronsperger ve Schwendi
gibi İmparatorluğun önde gelen stratejisyenleri ve komutanları m o­
dern ordu sistem ine geçerken Osmaniı askerî düzeninden istifade
edilmesi gerektiğini vurgulamışlardır.3 Bu dönem in sonunu getiren
IL Viyana kuşatması Osmaniı karşısında ortak bir Avrupa bilincinin
de doğuşuna yol açmıştır.
Son üç yüz yıllık dönemde ise yüzleşmenin dengesi Avrupa lehi­
ne değişmiştir. Endüstri Devrimi ile ekonomik, Fransız Devrimi ile
kültürel ve siyasî bir atılım gerçekleştiren Avrupa bu dönem de ken­
di iç çelişkilerinin ve rekabet unsurlarının da etkili olduğu süreç ile
Avrupa dışındaki bütün medeniyet havzalarını sömürgeleştirerek
Avrupa düzenini evrensel kılmaya çalışırken Osmaniı için yeni bir
“öteki” kavramsaliaştirması geliştirmiştir. Bu kez Osmaniı ilerleyen
Avrupalı için Doğu'nun kadîmin ve İslam ’ın Avrupa hakimiyeti kar­
şısında direnen son gücünü ve Avrupa ile diğer medeniyet havzala­
rı arasındaki ayrım çizgisini temsil etmiştir.
hum
3 Bu konudaki bazı çalışm alar için bkz. Gunther E. Rotenbeıg, "Aventinus and the
D efense of the Em pire against the Turks’’, Studies in the Renaissance, 1 9 6 1 /1 0 , s.
6 0 -67; Hans Schnitter, "Johann lacobi von W allhausen: Ein fortschrittlicher
deutscher M üitartheoretiker des 17. lah ıhu nd erts”, Militargeschichte, 198 0 /6 , s.
7 0 9 -7 1 2 ; Hans Helfritz, Geschichte der preussischen Heeresveru/altung, Berlin:
1938, s. 4 1 -4 2 ; zikr. yer G unther E. Rotenberg, "M aurice of Nassau, Gustavus
Adolphus, Raim ondo M on tecuccoli and the ‘M ilitaıy Revolution’ of the Seven-
teenth C entury”, Mcıkers o f Modern Slrategy, (ed.) Peter Paret, Princeton: Prin-
ceton University Press, 1986, s. 36.
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişk in in Tahlili

Osmaniı Devleti ise Avrupalı güçlerin bu ilerleyişi karşısında bu


dönem in ilk yarısında (1683-1839) kendi sistem ini muhafaza ederek
direnmeye çalışmış, ikinci yarısında ise (1839-1987) Avrupa sistem i­
ne intibak ederek bu sistem in kurucu unsuru olan medeniyet hav­
zası ile bütünleşm eye yönelmiştir. Tanzimat ile başlayan intibak d ö­
nem i Kırım Savaşı sonrasında diplomatik olarak Avrupa sistem inin
bir parçası olm a çabasına dönüşmüştür.
Bu intibak dönem i Cumhuriyet’in muasır medeniyet düzeyine
ulaşm a ideali ile mutlak bir yöneliş haline gelirken, AB’ye tam üye­
lik m üracaatı ile nihaî safhasına girmiştir. İntibak ve bütünleşm e ç a ­
basının bütün idealist söylemine rağmen, Osmanlı-Türk bilincinde
de Avrupa yeni bir "öteki” tanım lam ası içinde her an ülkeyi küçülte­
cek ve parçalayacak senaryolar üreten bir karşı kutup olarak görül­
meye devam edilmiştir. AB'ye nihaî üyelik sürecinin yaşandığı son
on yıllık dönemde aym zamanda Avrupa karşıtlığına dayalı bir karşı
milliyetçilik oluşumunun yaşanmaya başlanm ası bu güvensizliğin
bir ürünüdür.
Bugün Avrupa-Türkiye ilişkilerinde cepheleşm e/bütünleşm e
sarkacının oluşturduğu bu ikilemin izleri görülmektedir. Bu izler
rasyonel bir diplomatik süreç olarak işlemesi gereken AB-Türkiye
ilişkilerini de etkisi altına almakta ve karşılıklı güvensizlik ortam ının
doğurduğu atmosfer, ilişkileri inişli çıkışlı bir seyre dönüştürm ekte­
dir. Türkiye, Avrupa kıtası içindeki konumunu tarihi ve coğrafi u n ­
surları da gözeten rasyonel bir yeniden tanımlamaya tâbi tutmaksı-
zm AB Üe olan ilişkilerini de, genel dış politika parametrelerini de
sağlıklı bir zem ine oturtamaz.

3. Medeniyetle ra rası Etkileşim ve Türkiye-AB İlişkileri


Türkiye-AB ilişkileri medeniyetler tarihi ve medeniyetlerarası e t­
kileşim açısından bakıldığında her parametresi ile incelenm esi ge­
reken son derece özgün bir nitelik taşımaktadır. Üçer asırlık üç dö­
nem içinde ele aldığımız tarihî derinlik boyutu yeni niteliklerle yeni
bir dönem in başlangıcının işaretlerini vermektedir. Bu durum sade­
ce diplomatik, ekonomik, sosyal ve hukukî düzlemlerde değil, kültür
ve medeniyet etkileşimi çerçevesinde de son derece canlı, çok-bo-
vutlu ve dinamik bir sürecin izlerini taşımaktadır.
Stratejik D erinlik

Herşeyden önce özellikle son iki asrın zihin dünyasına damgası­


nı vuran Avrupa-merkezli tarih idraki ve medeniyet akışı şem aları,4
hem bu anlayışın doğduğu Batı medeniyeti havzasında, hem de git­
tikçe kendi idraklerini yeniden kurma çabası içine giren Batı-dışı ye­
rel medeniyet havzalarında ciddi bir meydan okumayla karşı karşı­
ya kalmış bulunmaktadır. Aydınlanma felsefesi ve bu felsefeye daya­
lı sömürgeci/oryantalist bakış açısının dayandığı tem el varsayımlar
bugün geçerliliklerini yitirmeye başlamışlardır. İnsanlık tecrübe b i­
rikiminin tümüyle tek bir nehre akarak Batı medeniyetinde son bul­
duğu ve diğer medeniyet havzalarının zamanla yok olacağına yöne­
lik beklentilerin aksine özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinden itiba­
ren hızlı bir ivme ile canlanm a ve alternatif oluşturma temayülüne
giren Batı-dışı medeniyet idrakleri ve havzaları önümüzdeki yüzyıl
içinde çok ciddi medeniyet hesaplaşmalarının, sentezlerinin, yüz­
leşmelerinin ve etkileşimlerinin habercisi sayılmalıdır.
Önümüzdeki dönem bütün m edeniyetlerin tek yönlü ve m ono-
litik bir Batılılaşma ve Avrupalılaşma tecrübesine yöneldikleri 19.
yüzyılın tüm üne ve 20. yüzyılın ilkyansma egemen olan m oderni­
zasyon anlayışlarının değil, insanlık birikimine kendi tarihî tecrü b e­
lerine dayalı katkıda bulunm a çabalarının yoğunlaştığı ve karşılıklı
kültürel etkileşimin hız kazandığı bir dönem olacaktır. Yerel m ede­
niyet değerlerinin antik kalıntılar gibi görüldüğü ideolojik ve dog­
m atik m odernleşm e söylem ve uygulamalarının yerini, kendi za­
m an ve m ekan idraklerini yeniden keşfetmekle birlikte bütün in san ­
lığın arayışına çözüm üretebilecek evrensel açılımlara yönelen fark­
lı medeniyet tecrübeleri alacaktır. Bu anlamda, Batı-dışı medeniyet
havzaları sömürge-sonrası m odernleşm e tecrübesini yeni bir ekse­
ne oturturken, Baü da doğu erdemini tekrar keşfetm e çabası içine
girecektir.
Böylesi bir dönemde farklı medeniyet birikimlerine beşiklik et­
miş, Batı-dışı son büyük medeniyet tecrübesinin merkezi olmuş ve
canlanm akta olan medeniyet havzaları arasında da tam bir jeokül­
türel geçiş niteliği taşıyan Türkiye için olağanüstü imkanlar sözko-
amm
4 B u tarih idraki ve m edeniyet akış şem alarının dayandığı m etodolojik varsayım lar
ve problem ler için bkz. Ahm et Davutoğlu, "Tarih idraki oluşum unda m etod olo­
jinin rolii: M edeniyetlererası etkileşim açısından dünya tarihi ve Osmaniı, Dîvân
İlmî Araştırmalar, 19 9 9 /2 , S. 7, s. i-6 3 .
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D ü zlem li Bir İlişkinin Tahlili

nusudur. Türkiye medeniyetlerarası etkileşimi doğrudan etkileyebi­


lecek kendi özgün tecrübe birikimini ve niteliklerini hayata geçire­
bilirse sadece AB ile olan ilişküerde değil, küreselleşme sürecinin ge­
tirdiği bütün bunalım alanlarında son derece itibarlı ve onurlu bir
yere sahip olur. Bunun aksine, AB ile girilen entegrasyon sürecinin
her olumlu safhasında total bir tarih reddi ve Avrupa yönünde radi­
kal bh medeniyet kırılması söylemi benim senirse, karşı karşıya kalı­
nan her olumsuz tavırda da psikolojik bir refleksle vulgarize Avrupa-
karşıtlığı yapılırsa ne sağlam ve süreklilik arzeden bir kültürel aidi­
yet kimliği oluşturulabilir, ne de temasa geçilen toplumlar nezdinde
bir saygı kazanılabilir. Tarihte hiç bir zaman etken olma becerisi
gösterm em iş tarihsiz toplumlara has bir onursuzluk da, hiç bir kül­
türel etkileşime giremeyen tepkisel bir içe kapanma da, yeni dö­
nem de toplumsal atılım gücümüzü kıracak yanlış tavırlardır.
Son iki asırlık tecrübe göstermiştir ki, bir toplumun kültür ve
medeniyet aidiyetinin radikal bir şekilde dönüştürülebilmesi sadece
uluslararası konjonktürün, radikal bir entellektüel tercihin ya da si­
yasî bir deklarasyonun sonucu olarak gerçekleştirilemez. M ao'nun
Kültür Devriminden sonra Çin’de Konfüçyanist değerlerin yeni bir
ivme kazanması, bütün klasik Ortokos/Slav değerleri feodal kalıntı­
lar olarak gören Sovyet Devriminden yetmiş yıl sonra bu değerlerin
devlet başkanlığı serem onilerine kadar tekrar keşfedilmesi, uzun sö ­
mürge tecrübelerinden sonra İslam ve Hint medeniyet havzalarının
kendini tekrar keşfetme ve yeniden kurma çabalan içine girmesi b u ­
nun değişik misallerini oluşturmaktadır. M edeniyetlerin kendi sü­
rekliliğini koruyabilmesi, kendini yeniden üretebilmesi ya da yeni
bir yapıya bürünmesi çok daha uzun dönemli zihinsel, felsefî, yapı­
sal ve kurumsal süreçlerin ürünüdür.
Türkiye örneğinde bu süreçler belki de en özgün nitelikleri taşı­
maktadır ve bu toplum un gelecek perspektifini oluşturabilecek seç­
kinleri her şeyden önce bu süreçlerin zihinsel arkaplamnı, sosyo-
psikolojik temellerini, değişim ve akış ritmini anlamak, değerlendir­
m ek ve yorumlamak zorundadır. Toplumu istediği anda, istediği ka­
rarla değişecek bir yığın olarak görmek, bu sürecin dışında ve üstün­
de bir tavırla tek-boyutlu ve tek-yönlü bir dogmatizme yönelmek
neo-oryantalist bir tavırdan başka bir şey değildir. Bu anlamda AB
ile yaşanan dinamik ilişkinin uzun dönemli medeniyetlerarası etki-
ipeim süreci içinde değerlendirilmesi yepyeni bir yaklaşımın benim ­
Stratejik D erinlik

senin esi ile mümkün olabilir. Bu yaklaşım kısa dönemli psikolojiler­


den ve siyasî hesaplardan uzak tutulmalıdır.
Bu çerçevede sorulması gereken temel sorulardan birisi Türki­
ye’yi AB'nin merkez ülkelerinden ve aday ülkelerinden ayıran nite­
liklerin iıe olduğu sorusudur. Mesela niçin Avrupalı seçkinler ve si­
yaset yapım cıları nezdinde Slovakya’nm, Estonya'nın, R om an­
ya’nın, Bulgaristan’ın üyelik süreci bir medeniyet tartışm ası başlat­
mıyor da Soğuk Savaş süresince AB'nin merkez ülkeleri ile stratejik
anlam da kader birliği yapmış olan Türkiye’nin üyeliği bir m edeniyet
problematiğini beraberinde getiriyor? Hatta ve hatta niçin AB-Ja-
ponya ya da AB-Çin ilişkilerinde çok daha rasyonel bir süreç ege­
m en olabiliyor da doğrudan temas içinde olan ve üyelik süreci için ­
de bulunan Türkiye üe olan ilişkilerde medeniyet ve kültür farklılığı
olumlu bir etkileşimden çok olumsuz bir dışlama konusu olarak
gündeme getiriliyor?
Bunda yukarıda incelediğimiz tarihî tecrübenin önemli bir rolü
vardır. Türkiye diğer aday ülkelerin aksine Avrupa’nın yarısına yakın
bir bölümünde bugünkü AB’nin merkez ülkelerinden farklı bir m e­
deniyet aidiyeti ile egemen olmuş ve Avrupa tarihinin akışını belir­
lem iş bir tarihî geçm işin varisidir. Farklı bir medeniyet aidiyetine sa­
hip olan Çin ve Japonya’nın Avrupa üzerinde böylesine bir egem en­
liği olmamıştır. Öte yandan Avrupa-merkezli sömürgecilik döne­
minde de Türkiye böylesi bir sömürgeci dalgaya karşı direnebilm iş
nadir ülkelerden birisidir. Bu durum Avrupa seçkinlerinde ve siyaset
yapımcılarında öteki algılamasının Türkiye ile özdeşleşmesi sonu­
cunu doğurmuştur.
AB’nin yetmişli yıllarda ekonomik ve sosyal gerekçelerle karşı
çıktığı serbest dolaşım hakkının seksenli yılların sonlarından itiba­
ren gittikçe kültür ve medeniyet aidiyeti ile ilgili bir problem şeklin­
de kendini göstermiş olmasının arkasında da bu psikolojik arkaplan
vardır. Artan ırkçı temayüller ve İslam-karşıtı psikoloji AB’nin çoğul­
culuk idealini tümüyle gözardı eden bir tavra yönelmiştir. Bosna bu­
nalım ı İslam medeniyetinin Avrupa kimliği konusunu bir kez daha
gündeme getirmiş olmasına rağmen bu kriz esnasında takınılan ta ­
vır AB’nin tem el ilkeleri konusundaki samimiyetinde ciddi tered­
dütler doğurmuştur.
Huntington'm Medeniyetler Çatışması tezi ve bu tez içinde Tür­
kiye’nin iki medeniyet arasında parçalanm ış ülke olarak takdiırı
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir İlişkinin Tahlili

edilmesi uzun dönemli medeniyet etkileşimi sürecinin stratejik bir


hedef için nasıl bir manivela gibi kullanılabileceğinin çarpıcı ve teh ­
likeli yüzünü göstermiştir. Batı-dışı medeniyet havzalarındaki kül­
türel canlanmayı stratejik bir tehdit gibi gösteren ve batılı stratejis-
yenlere bu medeniyet havzaları arasındaki çelişkileri manipüle et­
meyi öneren Huntington'm yaklaşımı sadece Batı-dışı medeniyetle­
rin, özellikle de İslam ve Çin medeniyetlerinin, ciddi tepkilerine m a ­
ruz kalmamış, aynı zamanda West-Rest (Batı-Diğerleri) gibi katego­
rik bir ayrımın doğuracağı riskleri sezen batılı seçkinler ve siyaset
yapımcıları nezdinde de ciddi kuşkular uyandırmıştır. Clinton’ın
1999 sonlarındaki Türkiye ve 2000 başlarındaki Hindistan ziyaretle­
rinde bu ülkelerin medeniyet geçm işlerinin insanlık birikimine ya­
pabilecekleri katkılara Özel atıflarda bulunması Medeniyetler Çatış­
ması tezinin doğurduğu güvensizlik ortamım gidermeye yönelik
m esajlar olarak görülmelidir. Gerçekten dünya nüfusunun dörtte
birini oluşturan Çin’i ve dünya nüfusunun yaklaşık diğer dörtte biri­
ni barındıran ve dünya jeopolitiğinin en hassas kuşağını ve geçiş
yollarını elinde tutan İslam Dünyasını karşı-medeniyet kutupları
olarak gören bir yaklaşımın dünya düzeni oluşturmada ne derece
riskli sonuçlar doğuracağı açıktır.
Bu tez en çok Türkiye gibi medeniyetlerarası geçiş bölgeleri üze­
rinde bulunan ve tarihteki etkin konumu dolayısıyla rahatlıkla öteki
kategorilerine sokulabilecek olan ülkeleri yakından ilgilendirmekte­
dir. Bu açıdan bakıldığında, Huntington’m parçalanmış ülke tanım ­
lamasına sebep olan farklı ve kimi zaman da değişik medeniyet te c­
rübelerini yaşamış olmak uzun dönemli perspektifte bir risk değil,
önemli bir zenginliktir. Yeter ki, ülkenin kültür hayatım yönlendiren
seçkinler ve siyasî geleceğini şekillendiren siyaset yapımcıları bu
farklı tecrübeleri sosyo-kültürel ayrışma haline dönüştürmesinler ve
bu tecrübelerden özgün bir açılımın ufkunu yakalayacak beceriyi
gösterebilsinler. M aalesef son on yıl içinde yaşananlar Türkiye’nin
seçkinlerinin bu konuda yeterli psikolojik özgüvene, kültürel aidiyet
hissine, tarih bilincine, zihinsel donanıma sahip olmadığım göster­
miştir. Bugün yapılması gereken, AB sürecini de etkileyecek olan kül­
tür parametreleri ile ilgili önyargıdan uzak, ufuk açıcı ve derinlikli bir
açılımın önündeki engelleri kaldırmaktır.
AB-Türkiye ilişkileri hem insanlık birikiminin genelini ilgilendi­
ren medenivetlerarası etkileşim, hem AB’nin çoğulcu niteliği hem de
I Stratejik Derinlik

Türkiye’nin engin medeniyet tecrübe birikimini harekete geçirebil­


me kabiliyeti açısından önemli bir test olacakür. Bu konuda AB’yi
bekleyen temel test Avrupa-merkezli Kutsal Roma-Germen kimliği
ve sömürgeci tecrübe ile post-kolonyal dönemin çoğulcu Avrupa
kimliği arasındaki gerilim ile ilgilidir. AB’nin klasik Avrupa paramet­
releri içinde Kutsal Roma-Germen birikimine, yani inanç olarak
Hristiyanlığa, tarihî tecrübe olarak Roma birikimine, dinamik insan
unsuru olarak Germen kavimlere dayalı bir çerçevede tanımlanm ası
inanç olarak Hristiyan olmayanların, Roma siyaset geleneğini bir şe­
kilde tevarüs etmemiş olanların ve etnik orijin olarak Ari unsurdan
gelmemiş olanların dışlandığı bir yapı demektir.
Gizli bir sömürgeci bilinci ve bu bilincin dayandığı ırk ve din fa­
natizmini barındıran böylesi bir yaklaşım sadece bütün bu unsurla­
rın dışında görülen (belki Doğu Roma tarih tecrübesi hariç) Türki­
ye'nin dışlanmasını değil, AB’nin çoğulculuk konusunda da ciddi
bir zaaf göstermesi sonucunu beraberinde getirecektir. Bu durum
sadece AB'nin evrensel bir ilke olarak benim sediği çoğulculuk Üke-
sinin zamanla dumura uğraması sonucunu doğurmakla kalm aya­
cak, aynı zamanda AB’nin büyük aktörlerinin iç siyasî ve sosyal ya­
pısında da Önemli etkilerde bulunacaktır, çünkü bu ülkeler artık ge­
çen yüzyıldaki monolitik ve hom ojen yapılara sahip değillerdir. Baş­
ta İngilitere, Fransa ve Almanya olmak üzere, özellikle şu veya bu şe ­
kilde sömürgeci bir geçm işe sahip olan Avrupa ülkeleri gittikçe çok
daha fazla kozmopolit bir sosyo-kültürel yapıya dönüşmektedirler.
Bu ülkelerin tümü sömürgeci dönemde mallarını sömürdükleri ül­
kelerin bu kez insanlarının akmlarma uğramakta ve yeni bir çehre
kazanmaktadırlar. Hint kökenlilerin İngiltere'de, Cezayir kökenlile­
rin Fransa'da artan dinamik nüfus baskısı bu olgunun bir yansım a­
sıdır. Bu ülkelerin futbol takımlarına kadar yansıyan bu çeşitlenm e
zam anla bu ülkelerin Avrupa kimliğini çok daha esnek bir tanım la­
maya tâbi tutm a zorunluluğu ile karşı karşıya bırakacaktır. Bu yüz­
leşm e bütün Avrupa için aslında bir demokrasi ve çoğulculuk testi
anlam ına gelecektir, çünkü şu anda Avrupa-kökenli olmayan Avru­
palI nüfus gerek siyasî katılımda, gerek kamu idaresinde, gerekse
hukuk alanında nüfusları ölçüsünde temsil edilmemektedirler.
Bu noktada gelecekle ilgili iki senaryodan bahsedilebüir. Birinci
senaryoda bu tem sil problem inin aşılarak Avrupa-kökenli olmayan
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li B ir İlişkinin Tahlifi

yeni AvrupalIların sistem in içine adil bir şekilde çekilmesi Avrupa


kimliğinin uzun dönemde dönüşmesine yol açacak ve Kutsal-Ro-
m a-G erm en prototipine dayalı kimlik tanım lam asının aşınması so­
nucunu doğuracakür. Bu medeniyet tarihi açısından bakıldığında,
İbn Haldun’un Asabiyet tezinin yeni bir misalini teşkil edecektir.
Başta AB olmak üzere batılı sistemik güçlerin güneyden gelen nüfus
baskısı konusundaki tedirginlikleri ve nüfus zirveleri ile dünya nüfu­
sunu denetim altına alma çabaları böylesi bir senaryonun oluştur­
duğu psikolojinin ürünüdür.
İkinci senaryo olarak eğer bu yeni AvrupalIların Avrupa sistemi
içine çekilm esinin engellenm esi sözkonusu olursa Kutsal-Roma-
Germen prototipine dayalı klasik Avrupa kimliği korunabilir, ancak
AB'nin kendisini küresel bir güç haline getirecek çoğulculuk ilkesi
tümüyle devre dışı kalmış olur. Bu tavır, ayrıca bir yandan Avrupa-
kökenli olmayan AvrupalIların Batıdan tasfiyesini öngören ırkçı te ­
mayülleri hortlatırken, diğer yandan ciddi sosyo-etnik çatışm aların
ortaya çıkm asına yol açabilir. Bu çerçevede AB’nin Türkiye’nin üye­
liğine yönelik tavrı aynı zam anda çok daha derinden seyreden bir
Avrupa bunalım ının geleceği ile ilgili ciddi ipuçları verecektir. Avru­
pa bu testi er ya da geç yaşamak ve kendi tarihi ile bir kez daha yüz­
leşm ek zorunda kalacaktır.
Türkiye’nin yaşamakta olduğu ve gelecekte daha da doğrudan
yüzleşeceği temel problem ise uzun dönemli perspektif içinde ken­
di özgün medeniyet birikim ve kimliğini bütün insanlığa açık yeni
formlarla üretebilme ve uluslararası ilişkilerde saygın bir yer edine­
bilm e çabası ile bu kimlik arasında bir uyum kurabilme meselesidir.
Bu m esele aynı zam anda Türkiye'yi kimlik açısından parçalanmış
bir ülke olarak gören Huntington benzeri yaklaşımların öngörüsü­
nün de test edilmesi olacaktır. Önümüzdeki yüzyılda uzun dönemli
m edeniyet dönüşümü itibarı ile sahip olduğu tarihî birikimi değer-
lendirebilen, kendine güvenden kaynaklanan güçlü bir psikolojik
altyapıya sahip olan ve bulunduğu coğrafyayı kendine merkez edi­
nebilen ve bu zam an-m ekan idrakinde kendi içinde tutarlı bir stra­
tejik zihniyet geliştirmekle birlikte son derece rasyonel ve esnek bir
diplomasi uygulayabilen ülkeler öne çıkacaktır.
Bu çerçevede gelecekte ülkeler sahip oldukları jeo p o litik,
jeostratejik ve jeokültürel derinlik ile uluslararası ilişkiler hiyerarşi­
| Stratejik D eriniik

sinde sağlam bir yer edinebileceklerdir. Bu açıdan Türkiye için riskli


gibi görülen alanlar aynı zamanda en büyük imkanları ve avantajları
oluşturmaktadır. Türkiye'nin tarihî derinliğe dayanan bir medeniyet
aidiyetine sahip olmakla birlikte en yoğun Batılılaşma tecrübesini
de yaşamış olması, iyi değerlendirildiğinde, yeni dönem in tem el
özelliği olan medeniyetlerarası etkileşimin en sağlıklı örneklerinden
biri oluşturulabilir ki, böylesi bir örnek stratejik yönelişin de önünü
açabilir. Aksi bir tutum Türkiye’yi sürekli karşılıklı iç tehdit algılama­
ları ile uğraşan ve total toplumsal enerjisini içe dönük olarak h arca­
yan kısır bir döngüye sokar.
Bu açıdan Batılılaşma/çağdaşlaşma söylemi ile m edeniyet aidi­
yeti ve milli/yerel kimlik arasındaki gerilimin aşılması Türkiye'yi
bekleyen en ciddi medeniyet hesaplaşm alarından birini oluştur­
maktadır ki, girilen AB süreci bu hesaplaşmayı derinlem esine ve
yaygınlığına etkileyen yan sonuçlar doğuracaktır. Türkiye’de çoğu
zaman varsayılan görüşün aksine Türkiye AB ile onurlu bir ilişkiyi
kendi jeokültürel aidiyet derinliğini reddederek sağlayamaz. Aksine,
bu derinlik tahkim edildikçe ve yeni açılımlar için uygun bir zem in
haline dönüştükçe hem AB ile ilişkilerde hem de genel uluslararası
zeminde saygın bir konum elde edilebilir. Türkiye hakkında AB'ye
giriş doğrultusunda olumlu görünen bir karar alınan her zirve son ­
rasında medeniyet ve kültür kırılm asının nihayet tümüyle gerçek­
leştiği rüyası ile sloganik bir tavır içine giren bir toplumun uluslara­
rası alanda kendisine saygı duyulan bir zemin kazanabilm esi çok
güçtür. Kendi tarihî varoluşunun jeokültürel derinliğini reddeden
bir toplumun çetin bir müzakerenin tarafı olarak görülm esi de
mümkün olamaz. Jeokültürel anlamda ne ölçüde derinliğe sahip
olursak AB üzerinde de o Ölçüde etkin olabiliriz.
Özetle önümüzdeki dönemde stratejik ya da demografik güce
sahip olmakla birlikte kendi yerelliğinden evrensel m esajlar ü retebi­
len m edeniyet havzaları öne çıkacaktır. Bu çerçevede AB befki de Av­
rupa tarihinde ilk defa gerçekten kuşatıcı ve çoğulcu bir kültür hav­
zası pluşturabilme im tihanı ile karşı karşıya kalırken, Türkiye sahip
olduğu jeokültürel ve tarihî derinliği kapsamlı bir medeniyet açılı­
m ına dönüştürebilme im tihanını yaşayacaktır.
AB’nin bu süreçte yaşamakta olduğu im tihan en az bizim yaşa­
dığımız im tihan kadar çetindir. AB, Türkiye ile olan ilişkilerini ger-
Avrupa Birliği; Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li B ir İlişkinin Tahlili

m esi ve kendi etnik/dinî kabuğuna çekilip Türkiye’yi dışlaması du­


rum unda sadece Türkiye'yi kaybetmiş olmayacak, yeni sömürgeci
bir dalgayı ve görüntüyü ortaya çıkaracaktır. Böylesi Avrupa-mer-
kezli yeni sömürgeci bir anlayış AB'yi Avrupa kıtasına hapsedecek
sonuçlar doğurabilir. Türkiye ile yürütülen süreçte sık sık görüldüğü
gibi ekonomik, siyasî ve diplomatik problemlerin kültür farklılığına
gerekçe teşkil etm esi için kullanılması uzun süre devam ettirilebile­
cek bir politika değildir. Türkiye AB’yi artık kendi jeokültürel derin­
liğini terkederek her ne suretle olursa olsun eklemlenebileceği ve bu
yolla kendi iç çelişkilerini aşabileceği bir medeniyet merkezi olarak
görme temayülünü de, sık sık depreşen Türkiye'yi bölmeye çalışan
Avrupa im ajını körükleyen savunmacı refleksi de terketm ek zorun­
dadır. Önce tarihî, felsefî derinliği ihtiva eden zihniyet boyutunu
esas alan bir perspektif benimsemek, sonra da diğer bütün alanları
bununla birlikte değerlendiren ve her birini kendi mantığı içinde ele
alan bir yaklaşım geliştirmek zorundayız. Türk toplumu günün b i­
rinde ileriye yönelik olarak insanlık tarihine ciddi bir katkıda bulu­
nacaksa, bu kendisini tarihte özgün kılan jeokültürel derinliğinden
hareketle mümkün olabüir.

VI. Tarihî Reflekslerin Kıskacında Türkiye-AB İlişkileri

Türkiye-AB ilişkileri bu tarihî miras ile diplomatik rasyonalite


arasında gidip gelen bir seyir takip etmektedir. Rasyonel ve teknik
düzeyde yürümesi gereken diplomatik süreçlerde dahi hiç um ulm a­
dık tarihî/psikolojik zihniyet parametrelerinden kaynaklanan ref­
leksler devreye girmektedir. Her fırsatta evrenselliği ve çoğulculuğu
tem el Avrupa ilkeleri olarak vurgulayan Avrupalı liderler ve entellek-
tüeiler Türkiye ile ilişkiler sözkonusu olduğunda sık sık Avrupa kim ­
lik ve kültürünün Hristiyan tem elini gündeme getirirken; Türkiye,
bütünleşm ek üzere kendi iradesiyle m üracaat ettiği AB'yi, kimi za­
m an bütünüyle, kimi zam an da bazı üyelerini öne çıkararak, Türki­
ye’yi bölm e senaryolarının merkezinde görmekte ve bunu diplom a­
tik deklarasyonlara yansıtmaktadır.
Bu tarihî/psikolojik arkaplan ile reel coğrafî ve diplomatik konu­
mun çelişkileri arasında inişli çıkışlı bir seyir takıp eden bu ilişki b i­
çimi. AB'nin eenislem e planları çerçevesinde Türkiye açısından cid­
| Stratejik D erinlik

di riskler barındırmaktadır. Daha önceki bir çok çalışmamızda da


belirttiğimiz gibi5, AB Türkiye’nin üyelik m üracaatından bu yana
son derece soğukkanlı bir tercih ile Türkiye’yi bünyesine almaksızın
ve tam olarak reddetmeksizin bir bekleme sürecinde tutma tavrını
sürdürmüştür. Bu bekleme sürecini mümkün olan en uzun zamana
yayarak ilişkileri askıda tutan özel bir statü oluşturmaya yönelen AB,
rasyonel bir diplomasi aktörü olarak, Türkiye’nin tam üyeliğinin do­
ğuracağı riskleri üstlenmeksizin, Türkiye'nin dışlanmasının doğura­
bileceği riskleri bertaraf etmeye çalışmaktadır. Yani, kendisi açısın­
dan öylesi bir optimum çözüm arayışı içindedir ki, bu optimum çö ­
zümün getirdiği konjonktürde Türkiye’den en büyük tavizleri alıp en
az ödemeyi yapmak mümkün olabilsin. Bunun da en pratik form ü­
lü, Türkiye’yi bağlamakla birlikte AB’yi serbest ve esnek bırakan bir
özel statü oluşturulması ya da beklem e sürecinin mümkün oldu­
ğunca uzatılmasıdır. Özel statü için uygun bir araç olan GB devreye
sokularak Türkiye kısa bir süre için tatm in edilmiştir.
Eğer diğer bekleyen ülkeler için bir karar alma zorunluluğu ol-
marmş olsaydı, GB ile istenen diplomatik sonuç AB açısından elde
edilmiş olacaktı. Ancak, diğer beldeyen ülkelerden gelen baskılar,
AB’yi Türkiye ile ilgili istenenden daha önce bir karar almaya zorla­
dı. Yine de bu karar GB sürecinin belirsizliğini sürdürecek bir karar
olmuştur. Lüksemburg Zirvesinden sonra gündeme gelen 11+1 for­
mülü böylesi bir belirsizliğin matematiksel simgesidir.
AB’ce dile getirilen insan haklan, Kıbrıs, Ege, ekonomik param et­
reler gibi unsurlar Türkiye’yi sürekli bir belirsizlik içinde tutm a poli­
tikasının gerekçeleri değil, bahaneleridir. Yani bu unsurlar olduğu
için böylesi bir karar alınmamakta, belirsizlik stratejisi uygulandığı
için bu unsurlar öne çıkarılmaktadır. Bu unsurların oluşması AB’nin
zaten uygulamayı düşündüğü ve uygulayageldiği stratejinin uygu­
lanm asını kolaylaştırmaktadır. Türkiye bir gün insan hakları husu­
sundaki eksikliklerini AB istediği için değil, kendi insanına ve toplu-
m una saygı duyduğu için düzeltme iradesi gösterdiği zaman ulusla­
rarası ilişkilerde saygın bir konum kazanacaktır.
BH|

5 Bu konuda faiklı yıllara ait iki örnek için bkz. A hm et Davutoğlu, "İki M edeniyet, İki
Farklı Çoğulculuk Anlayışı1', Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Sempozyumu, t SAV, İs­
tanbul, Aralık 1 989 ve “Tarihi A çıdan Türkiye-AB İlişkileri”, İzlenim, O cak 1996, S.
29, s. 2 5 -3 2 .
Avrupa Birliği: Çok Boyutlu ve Çok D üzlem li Bir ilişkin in Tahlili

Bu rasyonel diplomasi oyununun psikolojik arkaplanı yakın kara


havzası ile ilgili bölümde ele aldığımız Türkiye-Avrupa ilişkilerinin
tarihî seyri ile ilgilidir. Başka bir kültür çevresine ait olan, nüfusu ka­
labalık ve dinamik bir Türkiye’nin AB'ye girişi, tarihi çok iyi okuyan
AB yetkililerim kaygılandırmaktadır. Roma İmparatorluğunu çözen
dinamik Germen ve Hun akmlarının benzeri bir baskı ile karşı karşı­
ya olduklarını düşünen AB yetkilileri, güney ülkelerinden gelen bu
baskının Avrupa'ya en yakın ucu olarak Türkiye'yi görmektedirler.
Avrupalı lider ve aydınların büyük çoğunluğu, Türkiye'yi, kültürel
olarak İslam-merkezli doğunun, ekonomik ve siyasî olarak da güne­
yin bir uzantısı olarak görmektedir. Bu nedenle, Türkiye'yi hazmı
güç bir unsur olarak gören Avrupalılar, tam üyeliğe evet dem em ek­
te, am a hayır dem enin getireceği maliyetleri de hesap ederek ilişki­
leri askıda tutmaktadırlar.
Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra Orta ve Doğu Avrupa'da
yaşanan gelişmelerle birlikte AB'ye üyelik için yeni adayların devre­
ye girmesiyle daha da kronik bir nitelik kazanan bu politika, daha b a ­
şından “uzun ince bir yol” olarak deklare eden Türkiye'nin şüphele­
rinin artmasına ve ilişkilerin gerilmesine yol açmıştır. Birliğin üye sa­
yısının 2 7 ’ye çıkartılması planlanan önümüzdeki 15-20 yıllık genişle­
me döneminde Türkiye’nin adı yer almamaktadır. Bu da Birliğin Tür­
kiye ile ilgili tercihinin, "GB ile denetim altında tutulmakla birlikte
tam üyeliğe alınmaması" şeklinde belirlendiğini ortaya koymaktadır.
Avrupa Türkiye Üe olan ilişkilerini Türkiye’nin başka eksenlere ve
arayışlara kayışını engelleyen ama tam üyelik ile ilgili hiç bir garanti­
yi içinde barındırmayan bir düzeyde kalmasını istemektedir.
Gümrük Birliği sürecinin en tehlikeli yanı da budur. Türkiye ken­
di iç ve dış ekonomik parametrelerini Avrupa'ya uyarlarken, Avrupa
Türkiye'nin birlik ile ilişkilerinde tam anlamıyla karar bağımsızlığı­
na sahip olmaktadır. AB'nin her önemli karar öncesinde Yunan ve­
tosu yoluyla Türkiye’den taviz koparma şansı mevcutken, Türki­
ye’nin AB’ye ya da bu birlik üyesi ülkelere karşı herhangi bir yaptırı­
mı devreye sokma hakkı bulunmamaktadır. Bu ilişki biçimindeki
belirsizliğin sürmesi, Türkiye’nin uluslararası ekonomik tercihlerini
ciddi bir şekilde sınırlayacak ve gittikçe Avrupa'ya ortak değil bağım ­
lı bir ekonomik yapılanma oluşacaktır.
Çok açık bir şekilde görülmektedir ki, Gümrük Birliği politikası
îiû TıirVitro’-ıH Pİrnnnm iV h in te r la n d ı içinde tutan AB, Türkiye’nin d e­
| Stratejik D erinlik

mografik gücünün serbest dolaşım hakkı ile Avrupa üzerinde baskı


yapmasım engellemeye çalışmakta ve ekonomik rasyonaliteye ve
kendi ilan ettiği evrensel değerlere aykırı jeokültürel bir dışlama p o ­
litikası takip etmektedir. Ekonomik olarak Avrupa'ya tek taraflı ola­
rak eklemlenmiş, ancak jeokültürel olarak dışlanmış bir Türkiye,
cepheleşme/bütünleşme sarkacının kıskacı içine alınmaya çalışıl­
maktadır.
Bu kıskacın stratejik bir çıkmaza dönüşmemesi Türkiye'nin çe­
şitlendirilmiş bir yakm kıta havzası politikasını uzun dönem li bir
stratejik planlam a çerçevesinde devreye sokabilme kabiliyetine
bağlıdır. Önümüzdeki yirmi yıllık dönemde Doğu Avrupa ile tümüy­
le bütünleşmiş bir AB karşısında Türkiye’nin yalnızlaşmasını engel­
leyecek alternatif kıta havzası politikaları oluşturularak her türlü al­
ternatife açık bir manevra alanı geliştirilmesi zorunluluğu Türki­
ye'nin yakm gelecekteki en temel stratejik parametrelerinden birisi
olacaktır.
Türkiye ne coğrafî ne de tarihî olarak Avrupa'dan kopabilir. An­
cak, Avrupa ile ilişkilerde yeni bir dönemin başlayabilmesi, tari­
hî/psikolojik zihniyet parametrelerinin rasyonel diplomatik süreç­
leri etkisi altına alm amasına bağlıdır. Askıda tutulan bu ilişki biçim i­
nin yol açtığı kısır döngüden çıkmanın öncelikli şartı Türkiye’nin dış
ilişkiler stratejisini, AB'yi de içine alan, ama kesinlikle tek bir faktör
olarak ona indirgemeyen, bir bakış açısı ile yeni bir değerlendirme­
ye tâbi tutmaktır. Rasyonel bir zeminde yapılacak böylesi bir yeni­
den değerlendirme, iç siyasî yapılanma açısından da büyük bir
önem, taşımaktadır. Türkiye'de seçkinleri de, siyaset yapımcılarım da
bu noktada bekleyen en ciddi sorumluluk diplomatik sürecin getir­
diği rasyonalite ve esneklik ile medeniyetlerarası etkileşim sürecinin
gerektirdiği derinlik ve uzun dönemli perspektifi tutarlı bir bütün
içinde geliştirebilmek ve bunu siyasî, ekonomik, sosyal ve hukukî
pratiğe aksettirecek bir özgüven oluşturabilmektir.
■ Sonuç

Stratejik teorileri kalıcı kılan tem el unsur tasvir, açıklam a ve


anlam a düzlem lerindeki nesnellik ile anlam landırm a ve y önlen­
dirm e düzlem lerindeki Öznellik arasında sağlıklı bir irtibat kura­
bilm e kabiliyetleridir. İçinde yaşanan stratejik realitenin uluslara­
rası konjonktür çerçevesinde ortaya konabilm esi, anlam landırm a
ve yönlendirm e düzlemlerindeki öznel perspektifi hem sağlam bir
zem ine dayandırır, hem de uygulanabilir politikalara dönüştürü-
lebilm esini sağlar.
Bu stratejik teorileri kalıcı kılan diğer önem li unsur ise bu yak­
laşım ların incelem e n esnesi olarak merkeze aldığı ülkenin/toplu­
m un sabit verileri olan tarihini ve coğrafyasını, daha soyut bir ifa­
delendirm e ile, zam an ve m ekan boyutlarını kapsayan çift yönlü
bir derinlik ile İncelenm esidir. G eçm iş-konjonktür-gelecek bağ­
lantısını kuracak olan tarihî derinlik bir yandan yaşanan realitenin
zam an boyutu içinde kavranabilm esini sağlarken diğer yandan
her bir uygulama alanındaki aktörlerin algılamalarının, davranış
b içim lerinin ve stratejik zihniyetlerinin bu boyut içindeki etkisini
ortaya koyar. Tarihi derinliğine nüfuz edilem em iş bir uluslararası
ilişkiler alanının konjonktürel yönünü tasvir etm eye çalışm ak in ­
celen en kişinin hafıza kayıtlarını yok sayarak bir psikoloji tahlili
yapm aya benzer. Böylesi bir tahlilin konjonktürel bunalım ları an ­
layabilm esi de, stratejik bir süreklilik içinde gelecek perspektifi ç i­
zebilm esi de m üm kün değildir.
Coğrafî derinlik ise incelenen ülkenin/toplumun m ekan sürek­
liliğini gösterir ve karşılıklı etkileşim içinde olduğu stratejik alanı
tanım lar. Bir toplum un iç param etreleri, etkileşim de bulunduğu
bölgesel alanlar ve genel uluslararası konjonktür arasında da içiçe
geçen daireler şeklinde doğrudan bir bağımlılık ilişkisi vardır. Bu
daireler arasındaki hukukî ayrımlara işaret eden sınırlar, statik dö-
' ’ 1 1 1 . ----M ------------ J * -------— : i , A l i -----
| Stratejik D erinlik

Jerce belirlenm eye başlar ve yeni bir anlamlılık çerçevesi oluşana


kadar kaçınılm az bir esnem e yaşarlar. Dinam ik dönem lerde yapı­
lan kapsamlı coğrafi derinlik analizlerinin iç tutarlılığı, kalıcı stra­
tejik yönlendirm e kriterlerinin başında gelir.
Kalıcı ve kapsamlı bir stratejik yaklaşım geçm iş-konjonktür-ge­
lecek bağlantısını kurabilen bir tarihî derinlik analizi ile iç-bölge-
sel-uluslararası param etreler arasında sağlıklı bir geçişkenlik ku­
rabilen coğrafî derinlik analizinin kesişim alanında ortaya çıkar.
Bir ülkenin stratejik derinliğinin zem inini oluşturan jeokültürel,
jeopolitik ve jeoekonom ik unsurlar bu kesişim alam içinde an lam ­
lılık kazanır.
Türkiye'nin stratejik derinliğini ortaya koymaya çalıştığım ız bu
eserde bu stratejik zem inin teorik boyutu ile pratik uygulama
alanları arasındaki ilişkileri ve etkileşim i gösterm eye çalıştık. B i­
rinci kısımda bu stratejik analize zem in teşkil eden kavramsal ve
tarihî çerçeve tanım landı. Bu kavramsal ve tarihî çerçeveden h are­
ketle, ikinci kısımda, Türkiye'nin Öznel şartlarının oluşturduğu
stratejik derinliğin ana esasları teorik bir çerçevede incelendi. Son
kısımda ise bu ana esasların hayata geçirilm esini sağlayacak stra­
tejik araçlar ve bölgesel politikaların tarihî ve coğrafî derinliğe da­
yalı uygulama alanları gösterilmeye çalışıldı.
Genel bir tasvir çerçevesinde ele alındığında Türkiye tarih, coğ­
rafya, nüfus ve kültür gibi sabit veriler açısından total güç kapasite­
sini reel güce dönüştürebilecek köklü bir altyapıya sahiptir. Ancak
stratejik anlamda büyük avantajları beraberinde getiren bu durum
aynı zam anda ciddi riskleri de bünyesinde barındırmaktadır.
Türkiye'nin coğrafî derinlik anlam ında oturduğu zem ini tahlil
ederken yakm kara, yakm deniz ve yakm kıta havzaları gibi tan ım ­
lam alar geliştirdik ve ilgili bölümlerde bu havzaların iç yapılarını ve
uluslararası sistem içindeki konum larını Türkiye'nin stratejik yapı­
lanmasındaki önem leri açısından ele aldık. Böylesi bir analiz Tür­
kiye'nin cari sınırları gözönüne alınarak yapılacak bir tasvirin ö te­
sinde yeni açıklama, anlam a ve anlam landırm a zem inleri oluştur­
maktadır. Türkiye'yi çevreleyen Balkanlar-Kafkaslar-Ortadoğu ku­
şağından oluşan yakm kara havzası, Karadeniz-Boğazlar-M arma-
ra-Ege-Doğu Akdeniz-Kızıldeniz-Basra-Hazar iç denizleri ve su ge­
çiş yollarından oluşan yakm deniz havzası ve nihayet Avrupa-Ku-
zey Afrika-Batı ve Orta Asya'dan oluşan yakm kıta havzası ayrı ayrı
p İp a lın d ık la r ın Ha Ha h ir h iit iin n la ra k in re İp n H ik le rin H e He. ro p ra -
Son u ç

fî olarak dünya anakıtasınm merkezini, tarihî olarak da insanlık ta ­


rihinin ana damarının şekillendiği alanları kapsamaktadır.
Bu nedenledir ki, Türkiye'nin bu alanlar içinde karşı karşıya ka­
labileceği ya da bir şekilde müdahil olabileceği hiç bir uluslararası
ilişkiler olgusu tek boyutlu bir tasvir ile anlaşılam az. Bunun son
derece doğal bir sonucu olarak, Türkiye'nin bu uluslararası ilişki­
ler olgularına ve çerçevelerine yönelik dış politika oluşum u da tek
yönlü ve tek eksenli nitelik taşıyamaz. Aksine, her bir havza ile il­
gili uluslararası ilişkiler olgularının bu havza bütünlüğü içindeki
çok boyutlu tahlilinin ötesinde bu havzalar arasındaki etkileşim in
de anlaşılabilm esi gerekmektedir. Bu etkileşim alanlarındaki dış
politika ritm inin sürekli takip edilm esi ve Türkiye'nin stratejik ter­
cihleri açısm dan yönlendirilebilm esi stratejik bir analizin ve dış
politika yapım ının olm azsa olmaz gereklilikleri arasındadır.
Türkiye’nin birbirinden farklı özelliklere sahip olm akla birlikte
birbirleriyle etkileşim içinde bulunan yakın kara, yakm deniz ve
yakın kıta havzalarının oluşturduğu zem inde strateji geliştirm e
zorunluluğu ile karşı karşıya kalması avantaj ve riskleri en üst dü­
zeye çıkarabilecek bir çeşitliliğe sahiptir. Türkiye'nin kendi bünye­
sinde barındırdığı farklı tarihî tecrü beler de bu zem inlerle ilişkisi
bakım ından dinam ik bir etkide bulunm aktadır. Teknolojik, eko­
nom ik ve askerî kapasiteden oluşan potansiyel verilerin bu dina­
m ik çerçeveden doğrudan etkilenm esi dönem sel sıçram alar ya da
tıkanm alara yol açmaktadır.
Sabit ve potansiyel verilerdeki bu dinam ik çeşitlilik ve diyalek­
tik etkileşim, stratejik oluşumda çarpan etkisine sahip faktörlerin
ağırlığım artırmaktadır. Türkiye için de bugün tem el m esele tarih
ve coğrafya sabit verilerini etkin bir şekilde kullanabilecek, kültür
faktörünün birleştirici ve kuşatıcı niteliğini öne çıkarabilecek, di­
nam ik nüfus unsurunu harekete geçirebilecek ve bu sabit veriler­
den hareketle ekonomik, askerî ve teknolojik kapasiteyi m aksi­
m um düzeyde artırabilecek bir stratejik zihniyeti uygun bir strate­
jik planlam a ve tutarlı bir siyasî irade ile devreye sokabilmektir.
Stratejik zihniyet, stratejik planlam a ve siyasî irade düzeyinde ya­
şanan bunalım lar sabit ve potansiyel verilerin sağlayabileceği
avantajları azalttıkça stratejik risk unsurlarını artırmaktadır.
Soğuk Savaş sonrası konjonktürde Türkiye ile ilgili yapılan ta s­
virlerin mihver ülke (pivotal State) ile parçalanm ış ülke (torn co-
untry) u çlan arasında gidip gelm esi aslında bu çok yönlü dinamiz-
ırrı Kî*- olz-ır\\v T3»r -nllrprıîn farkîl r\/\VC.n\t\Y tCİn-
| Sttate jik D erinlik

de gerilim yaşıyor gibi görülm esi bile kendi içinde barındırdığı güç
potansiyelinin bir işareti sayılmalıdır. Farklı parçalan bünyesinde
asırlarca barındırm ış olan ve dinam ik bir konjonktürde bu farklı
parçaların çekim alanlarında diyalektik bir gerilim yaşayan bir
toplum, bu parçalardan yeni ve iddialı bir bütün oluşturabilm e
potansiyelini de kendi özünde taşır. Bir ülkeyi parçalanm ış olm ak­
la birlikte aynı zam anda m ihver kılan ana dam ar da budur.
Bu stratejik çerçeve, kendi ana bünyesine farklı aşılar alm ış bir
ağacın birbirinden çok farklı toprak türlerinin bulunduğu zem in­
lerde aynı anda kök salmaya, büyümeye ya da tutunm aya çalışm a­
sı gibi dinamik ve diyalektik bir çeşitlilik barındırm aktadır. Bu ağa­
cın beslendiği her bir farklı toprak türünden kendi bünyesinde b a ­
rındırdığı farklı aşılara uygun besleyici kaynaklar sağlam ası ağacın
külli zenginliğini ve kuşatıcılığım artırırken, bu zem inler ve aşılar
arasındaki farklılaşm anın doğurduğu uyumsuzluklar ağacın kendi
kaynaklarım tüketm esi ve karşılıklı çelişkilerle İçten içe çökm esi
sonucunu doğuracaktır.
Kişiler gibi toplum larm da güçleri aynı zam and a zaaflarıdır; ya
da tersinden bir söyleyişle zaaf görüntüleri aynı zam anda kendile­
rini bir iç m uhasebe ile dönüştürebilecekleri güç potansiyelleridir.
Güç kaynaklarını iyi kullanam ayan ve harekete geçirem eyen to p ­
luluklara bu güç kaynakları zaaf odakları şeklinde geri dönerken,
bunalım kaynaklarını bir hayatiyet belirtisi olarak güce d önüştü­
rebilen topluluklar için bu zaaf unsurları dahi yeni güç kaynaklan
oluştururlar.
M edeniyet tarihi ve bu tarihin şekillendirdiği siyasî tarihte b u ­
nun sayısız misalleri mevcuttur. Stratejik teoriler gibi stratejik a çı­
lımlar da bunalım dönem lerinde yaşanan parçalanm ışlıklara üre­
tilen cevapların eseri olmuştur. Alm an stratejisinin tem elin i doku­
yan disiplin ve dakik kararlılığın tem elinde Kutsal R om a-G erm en
İm paratorluğu’nun asırlar süren parçalanm ışlığından Alman b ir­
liğine geçişin sancılan vardır. Pax Britannica 'yı tarih sahnesine çı­
karan kurumlarm ilk nüveleri İngiliz İç Savaşı1nin parçalanm ış
tablosunun içinde oluşmuştur. Fransız kim liğinin ve stratejisinin
tem el unsuru olarak görülen dil ve kültür m illiyetçiliği m ezhep sa ­
vaşları ile parçalanm ış Fransa'yı bütünleştirm e çab ası veren Kar­
dinal R icheliue'nun eseri olduğu gibi, Napolyon dönem i Fransız
egem enliğinin sütunları Devrim Fransa’sının parçalanm ışlığı için ­
de yükselmiştir. SSCB'yi Soğuk Savaş dönem inin ikinci süper gücü
konum una setiren siirer. de T Diinva davacı ^ n racm rin
S o ııu ç

devrim ve parçalanm a sancılarının eseri olmuştur. 20. Yüzyılı


Amerikan yüzyılı yapacak olan tem el değerler, kurumlar ve m eka­
nizm alar 19. yüzyılın ortalarında yaşanan İç Savaşın külleri arasın­
da tarih sahnesine çıkmıştır. Amerikan İç Savaşını ortaya çıkaran
toplum sal parçalanm ışlıklardan kaynaklanan tem el bunalım u n ­
surları aynı zam anda Amerikan çokkültürlülüğünün de hazırlayı­
cısı olmuştur. Bu özelliği tarihî tecrübem izden bir m isalle destek­
lem ek gerekirse, Osm aniı Devleti'ni, daha önce bir çok benzeri gö­
rülmüş bir devlet niteliğinden çıkararak, Fatih dönem inde gerçek
bir dünya gücü haline dönüştüren tem el yapı ve kurum lar da en
son acı misali Anadolu beyliklerinin parçalanm a sürecinde gözle­
n en siyasal parçalanm a tecrü besind en alınan derslerin so n u cu n ­
da şekillenm iştir.
Özetle, kendi bunalım ından ve parçalanm ışlığından dahi güç
üretebüen toplum lar tarihe ağırlık koyma hakkını ve im tiyazını da
elde ederler. Aksine, kendi güç unsurlarını bile bunalım kaynağı
olarak gören ve bu şekilde takdim eden toplum larm m evcudiyet­
lerini sürdürebilm e şansları dahi olamaz.
D inam ik bir süreç içinde bu dinam izm in kaçınılm az parçası
olarak farklı nitelikte ve düzeyde bunalım larla yüzleşm ek zorunda
kalan toplum larm kimileri bu bunalım ları içine kapanarak, kim i­
leri ise alabildiğine bir stratejik açılm a ile bu bunalım lara meydan
okuyarak aşm aya çalışırlar. Bir kıta devleti olan ABD 'nin iç savaş
sonrası yaşadığı izolasyon politikası, bir ada devleti olan Japon­
ya'n ın söm ürgecilikle karşılaştıktan sonra kapılarını dış dünyaya
kapatarak bir iç temerküz alam oluşturm a çabası içe kapanarak
bunalım ı aşm a çabasının başarılı m isalleri arasında yer alır.
Bazı toplum larm tarihî tecrübeleri ve coğrafî konum ları ise b u ­
na kesinlikle el vermez. Dünya anakıtasınm merkezinde ya da je ­
ostratejik havzaların kesişim bölgelerinde bulunan veya çok kül­
türlü bir yapıyı kendi paradigması içinde sürdüregelmiş olan to p ­
lum larm dış faktörlere tepki olarak içe kapanm aları ise ya m ü m ­
kün değildir; ya da kısa dönem li olarak müm kün olsa dahi çözüm
ü retici değildir. Bu şartlarda içe kapanan toplum lar ya dış faktör­
lerle ya da iç parçalanm aya yol açan bunalım çelişkileri ile içten
içe çözülm eye girerler.
Türkiye ikinci grup ülkeler arasındadır ve içe kapanarak değil,
yeni bir özgüven ve iddia ile dışa açılarak bunalım unsurlarını güç
unsurları haline dönüştürebilir. D ünyanın kuzey-güney ve doğu-
batı istikam etindeki en stratejik kuşağının merkez hattı üzerinde
Stratejik D erinlik

bulunan Türkiye'nin içe kapanm ası coğrafî açıdan müm kün değil­
dir. Türkiye'yi 20. yüzyılın konjonktürel şartları içinde ortaya çıkan
sıradan ulus-devletlerden ayıran tarihî m iras farkı da içe kapan­
mayı im kansız hale getirmektedir.
Bu tarihî miras farkının ayırdedici özelliği tesbit edilmeksizin
Türkiye’nin neden bu denli kapsam lı bir dinam ik stratejik ortam -
da bulunduğu sorusunun açıklama, anlam a ve anlam landırm a
çerçevesi geliştirilem ez. Türkiye’yi aynı yakın kara ve deniz havza­
larında yer alan ülkelerden ayıran tem el Özellik vurgulanmaksızm
açıklayıcı bir cevap oluşturm ak da çok güçtür. M esela Suriye'nin
Ortadoğu'daki, Bulgaristan'ın Balkanlardaki, G ürcistan’ın Kafkas-
iardaki konum undan Türkiye’yi ayıran ve bu yakın kara havzaları­
nı birbirine irtibatlandıran ana özellik aynı zam anda Türkiye'nin
böylesi dinam ik bir stratejik ortam da bulunm asının da gerekçesi­
ni oluşturmaktadır.
Bu ana özellik yakm kara ve deniz havzası politikalarını doğru­
dan ilgilendiren tarihî merkez konumu ile irtibatlı bir şekilde o rta -.
ya konabilir. Tarihî merkez konum unun ana unsurlarından birisi,
Türkiye'nin, 20. yüzyıla bir çok jeopolitik, jeoekon om ik ve jeo k ü l­
türel parçayı bir bütün halinde bünyesinde barındıran büyük öl­
çekli siyasal yapı (imparatorluk) olarak giren sekiz ülkeden biri
olan O sm aniı birikim i üzerinde kurulmuş olmasıdır. Bu büyük
ü niteden küçük ünitelere bölünm e esnasında yaşanan her je o p o ­
litik, jeoekon om ik ve jeokültürel parçalanm a böylesi büyük siyasal
yapıların merkezi konum unda bulunan ülkeleri tarihî bir sorum ­
luk ve yüzleşme aîanı ile karşı karşıya bırakmıştır.
Asrın başında im paratorluk yapılarına sahip olan ve bu yapıla­
rın I. ya da II. Dünya Savaşı neticesinde çözülm esine şahit olan İn ­
giltere, Rusya, Almanya, Fransa, Avusturya-M acaristan, Çin ve Ja­
ponya da benzer bunalım ları yaşam ış ve kendi özgün sentezleri ile
bu bunalım dan konjonktürel uluslararası şartlara uyum gösterebi­
len yeni siyasal üniteler çıkarm a çabası içine girmişlerdir.
Bütün bu ülkeler de Osmaniı gibi yoğun bir jeopolitik, jeo ek o ­
nom ik ve jeokültürel parçalanm a yaşam ışlar ve bu parçalanm anın
yol açabileceği zaafları yeni stratejik araçlarla aşm aya çalışm ışlar­
dır. Ingiltere, Commonwealth sistem i, İngiliz dilinin egem enliği ve
kendisini stratejik açıdan ikame eden ABD ile sahip olduğu para-
digm atik yakınlığı kullanarak stratejik ağırlığını sürdürmeye çalı­
şırken, Rusya önce ideolojik bir dönüşüm ün sağladığı m otivas­
yonla bir süper güç haline gelmiş sonra aynı ideolojik çerçevenin
Sonuç;

çöküşü ile yeni kapasitesine uyumlu bir küçülm e süreci ile h esap ­
laşm ak zorunda kalmıştır. Almanya kaybettiği em peryal birikimi
tekrar toparlayarak bir dünya gücü haline gelebilm ek için iki dün­
ya savaşı çıkarm ayı göze alırken, Fransa Avrupa-içi diplomatik
dengelerle söm ürge birikimi arasında rasyonel bir optim izasyon
yapm aya çalışmıştır, iki em peryal Asya ülkesinden biri olan Ja ­
ponya, Almanya örneğine benzer şekilde Pasifik'teki etki alanını
askerî güçten ekonom ik etki alanına kadar değişik stratejik a ra ç­
larla tekrar kurm aya çalışm ış, Çin ise Rusya örneğine benzer şekil­
de bir ideolojik dönüşüm ile yeni bir merkez konum u kazanm aya
gayret etmiştir. Bu ülkelerden yalnızca Avusturya-M acaristan tabii
sınırları içinde küçülerek sınırlı bir etki alanına doğru gerilemeyi
kabullenm iştir. Bunun da tem el sebebi aynı havza içindeki em p er­
yal sorum lulukların Almanya tarafından üstlenilm iş olmasıdır.
Büyük ölçekli siyasal yapılardan küçük ölçekli siyasal yapılara
yönelik bu daralmayı kendi A nadolu-eksenli mihver alanına çek i­
lerek burada yeni bir siyasal rejim kurarak durduran Türkiye'nin
zam anla kendi coğrafyasının ve tarihinin tabii zorunlulukları ile
yüzleşm esi ve bu yüzleşm eden kaynaklanan bunalım larla h esap ­
laşm ası kaçınılmazdır. Türkiye'nin dünya anakıtasınm m erkezin­
deki coğrafi konum u bu yüzleşm eye daha da çetin bir boyut kat­
maktadır. M esela hakimiyeti altında tuttuğu bölgelerle kendi a n a ­
vatanı arasında doğrudan irtibat olmayan Ingiltere'nin bu bölge­
lerdeki jeopolitik, jeoekonom ik ve jeokültürel parçalanm anın etki­
sini hissetm esi çok daha dolaylı olmuştur. Hatta, kimi zam an İn ­
giltere kendisi bu tür parçalanm aları hızlandıracak sınır oluşum ­
larına yol açarak dolaylı etki alanını korumaya çalışm ıştır. Benzer
bir durum Fransa ve Japonya için de geçerlidir.
Buna m ukabil Osm aniı D evleti'nin bugünkü Türkiye Cumhuri-
yeti'nin yakm kara havzaları olan Balkanlar, Kafkaslar ve O rtado­
ğu'dan çekilm esi ve yakm deniz havzaları üzerindeki etki alanını
kaybetm esinin doğurduğu jeopolitik, jeoekonom ik ve jeokültürel
parçalanm adan kaynaklanan, her türlü bölgesel bunalım alanı
Türkiye'yi doğrudan etkilemektedir. Bu etki çift yönlü olarak sü r­
mektedir. Kimi zam an Türkiye'nin kendi içinde yaşadığı siyasal,
ekonom ik ve kültürel dalgalanmalar bu havzalardaki gelişm eleri
doğrudan etkilem ekte, kimi zam an da Türkiye bu havzalardaki ge­
lişm elerden etkilenmektedir. Bu etkilenm enin eşzam anlı olarak
seyrettiği dinam ik dönem lerde yoğun iç hesaplaşm alar ve dış b u ­
n a l ı m l a r ır a e a n m alrtaHır
| Stratejik D erinlik

Soğuk Savaş sonrası dönemde kısa bir süre içinde yaşanan iniş
çıkışlar bunun son örnelderini oluşturmaktadır. Soğuk Savaş b en ­
zeri statik uluslararası konjonktürlerde kontrol altında tutulan bu
etkileşim, küresel ve bölgesel belirsizlik alanlarının arttığı dinam ik
uluslararası konjonktürlerde çok yönlü ve derinlikli bir yüzleşm e
ve hesaplaşm a sorumluluğunu beraberinde getirmektedir.
Bu yüzleşme ve hesaplaşm a, hakkı ile yapıldığında bir zaaf d e­
ğil, bir güç kaynağıdır. Soğuk Savaş sonrası dönem de çift kutuplu
statik yapılanm anın örttüğü jeopolitik, jeoekonom ik ve jeokültü ­
rel faktörlerin devreye girmesiyle birlikte Türkiye'nin kendisini
Balkanlar-Ortadoğu-Kafkaslardan oluşan en yakın kara havzasın­
dan, yalcın deniz havzasına ve yakm kıta havzasına doğru genişle­
yen bir hâle içinde bir çok bunalım la karşı karşıya bulm ası, bir risk
alam oluşturduğu gibi önem li bir potansiyel etki alanı da oluştur­
maktadır. Türkiye'nin kendi içinde yaşadığı çelişkiler, tedirginlik­
ler ve gerginlikler de aslında bu yeni coğrafî/tarihî çevreye uyum
gösterme çabasının sonuçlarıdır.
Böylesi bir konjonktürde Türkiye'nin kendi içine kapanarak bu
yüzleşme ve hesaplaşm anın ortaya çıkardığı m eydan okumayı
aşabilmesi çok güçtür. Bu tür dinam ik konjonktürlerde ve dış etki­
lere açık bir coğrafyada içe kapanan ve sürekli iç tehdit ve risk u n ­
surlarını tartışan bir ülkenin derinliğine bir çözülm e ile karşılaşm a
riski artar. Aksine, kendi tarihî tecrübe birikim inden özgün bir
stratejik zihniyet kurabilen, bunun araçlarını oluşturabilen ve bu
stratejik zihniyeti doğru bir yöntem le uygulayabilen ülkeler, sade­
ce kendi iç çelişkilerim aşmakla kalmaz, önem li stratejik ve kültü­
rel açılımlar da gerçekleştirirler.
Türkiye'nin en yakm havzasından başlayarak dışa açılm ası ka­
çınılmaz ise, m esele bu açılım ın ne tür b ir psikoloji ile, hangi y ön ­
tem ve kurumlarla gerçekleştirilebileceği meselesidir. D aha ö n ce­
ki bölümlerde teferruatlı bir şekilde incelendiği gibi, Türkiye'nin
stratejik derinliğinin yakın kara, yakm deniz ve yakm kıta bağlan­
tıları ile yeniden tanım lanm ası; bu derinliğin jeokültürel, jeo p o li­
tik ve jeoekonom ik boyutlarının dış politika param etreleri olarak
kapsamlı bir değerlendirmeye tâbi tutulm ası; bu değerlendirm e­
nin gerektirdiği stratejik araçların dengeli ve koordineli bir bütün­
lük içinde devreye sokulabilm esi ve nihayet uygulama alanlarında
ön hazırlıkları iyi yapılmış, rasyonel ve uzun dönem perspektifine
Sonuç

cağı daha istikrarlı uluslararası konjonktürlere daha uygun şartlar­


da girilm esini sağlayacaktır.
Unutulm am alıdır ki, Soğuk Savaş fiilen bitm iş olmakla birlikte
Soğuk Savaş sonrası dönem in uluslararası dengelerini ve hukuku­
nu belirleyecek olan nihaî düzenlem eler ve anlaşm alar halen ya­
pılm amıştır. Bu açıdan ele alındığında Soğuk Savaşı bitiren a teş­
kesler yapılmış, ancak yeni güç dengelerini yansıtan nihaî düzen­
lem eleri de kapsayan geniş ölçekli bir yeni dünya düzeni oluşturu­
lam am ıştır. Bosna, Karabağ, Filistin, Kosova ve Kuzey Irak gibi bir
çok bunalım alanında bunalım ın nihaî çözüm ünden çok dondu­
rulm ası yolunun tercih edilm esi de aslında yeni düzenin ana para­
m etrelerinin belirlenm em iş olm asından kaynaklanmaktadır.
Belirsizliklerle dolu bu dinam ik geçiş dönem ini stratejik tu tar­
lılık ve esneklik içinde değerlendirebilen ülkeler oluşacak yeni dü­
z en e çok daha avantajlı bir pozisyonla gireceklerdir. Soğuk Sava­
şın galipleri safında bu lu nan ve bunun için Soğuk Savaş süresin­
ce çok ciddi bir bedel ödeyen Türkiye'nin Soğuk Savaş sonrası dö­
nem d e bu bed elin karşılığını aldığını söyleyebilm ek çok güçtür.
Soğuk Savaşın bitişind en sonraki on yıl içinde hissî dış politika
söylem i dışında reel param etrelerde sürekli sınır boyu ve sınır
ötesi stratejik risklerle karşı karşıya kalan, Soğuk Savaşın m ağlubu
olan ülkeler AB adayı statüsü kazanırken AB ile ilişkilerinde iniş-
çıkışlar yaşayan, Avrupa ordusunun kurulm ası sürecinde dışlan­
m a tehlikesi karşısında NATO üyeliğinin için in boşalm ası riski ile
karşılaşan ve nihayet son olarak da bir soykırım m ü sebbibi olarak
takdim edilm ek suretiyle psikolojik/diplom atik bir dışlanm a b a s­
kısını üzerinde hisseden Türkiye çok yönlü bir stratejik yenilenm e
ihtiyacı içindedir.
Bu stratejik yenilenm e herşeyden Önce yeni bir stratejik a n ­
lam landırm a çerçevesini ve bu çerçevenin dayandığı yeni bir du­
ruşu gerekli kılmaktadır. Bu anlam landırm a sürecinde tem el çıkış
noktası toplum sal psikolojinin bir özgüven ile yeniden inşa edil­
mesidir. Bütün bir dünyanın karşılıklı etkileşim süreci için e girdi­
ği bir dönem de özgüvenini ayakta tutabilen toplum lar yeni güç
m erkezlerinin nüvelerini oluşturacaklardır. Bunun aksine, özgü­
venini kaybederek başka toplum larm çevre unsurları olm ayı ka­
bullenenler ise psikolojik bir yıkımdan sonra stratejik bir çözülüşü
de yaşam a tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklardır.
Bu psikolojik özgüven yenilenm esinin olm azsa olm az şartı da
strateiik zibnîvptîr» ıroT-n- oor+ı—- ..... -
S tratejik D erinlik

oluşturulmasıdır. D aha önce bir çok kez de vurgulamış olduğu­


muz gibi toplum larm uluslararası ilişkilerdeki konum u zam an ve
m ekan sabiteleri olan tarih ve coğrafya sütunları üzerinde yükse­
lir. Kendi tarih ve coğrafyalarım yeniden anlam landırm a gücü gös­
terem eyen toplum larm atılım yapm a güçleri olmadığı gibi yeni
şartlara intibak etm e kabiliyetleri de olamaz. Hiç bir resm î ya da
gayriresmî ideoloji ve dış politika söylemi, toplum ları tarih-ötesi
(zam an-ötesi) bir konum a sıçratam az, coğrafya-ötesi (m ekan-öte-
si) bir boşluğa da yerleştirem ez.
Tarihte edilgen değil etken olmak, tarihi okumak değil yazm ak
ideal ve iddiasındaki her toplum , önce içinde bulunduğu sabit ve­
riler olan zam anı ve m ekanı yeniden yorum lam ak zorundadır.
M ekan açısm dan bakıldığında kimi toplum lar sadece belli bir coğ­
rafyaya aittir. Bu toplum larm o coğrafyadan diğer m ekanlara açılı­
mı sadece istila ve söm ürgeleştirm e hedefine yöneliktir. Yayıldık­
ları m ekandaki toplum larla kaynaşm a ve birlikte bir coğrafyayı
paylaşm a idealleri yoktur. Kendi coğrafyaları m utlak merkez, diğer
bütün coğrafyalar ise mutlak periferidiı*. Belli bir dünya görüşünü
de yansıtan bu m ekan anlayışının en son ve tipik misali b aşta İn ­
giliz ve Fransız söm ürgeciliği olm ak üzere batı yayılmacılığıdır. İn-
gilizler H indistan’a bu dünya görüşü ve m ekan anlayışı ile gitm iş­
ler ve m üm kün olan en büyük çaplı kaynak aktarım ını gerçekleş­
tirdikten sonra asıl coğrafyalarına geri dönmüşlerdir.
Bazı toplum lar ise dünya görüşleri itibarıyla kuşatıcı, ait olduk­
ları coğrafya itibarıyla köprü durumundadırlar. Bu toplum lar tari­
hî geçiş yolları üzerinde seyyal haldedirler ve gerek yükseliş gerek­
se düşüş dönem lerinde kendi m erkez vatan tanım larını sürekli de­
ğiştirerek o coğrafyada yaşayan diğer unsurlar ile kaynaşm a yolu­
nu seçerler. M edeniyet tarihindeki sim gesel bir m isalle gösterm ek
gerekirse, Tarık bin Ziyad'm gem ilerini yakması sadece başarılı bir
askerî taktiğin değil, aynı zam anda m ekan anlam ında kuşatıcı bir
dünya görüşünün yansımasıdır. Tarık bin Ziyad için evrensel bir
dünya görüşünün merkez coğrafyası değil, her türlü kavimle bira-
rada yaşanabilecek bir ufuk coğrafyası vardır. Onun için Endülüs,
bu ülkedeki çokkültürlü yapıyı tümüyle yok eden Katolik İspanyol-
lar gelene kadar, bir çok farklı kavim ve kültürün asırlar boyu bir
potada kaynaştığı kuşatıcı bir köprü coğrafyası olmuştur. Aynı şe­
kilde Orta ve Batı Asya'dan H indistan'a akan M üslüm an Türk to p ­
luluklar da, İngiliz söm ürgeciliğinin aksine, o bölgelere yerleşm ek
ıro «oriociV tnnlnİnklarla avm coerafvavı Davlasmak üzere bir siya­
S on u ç

sî otorite oluşturmuşlardır. Bunun içindir ki, Hindistan, Babür


egem enliğinde çok yönlü ve çok kültürlü bir m edeniyet etkileşim i­
ne sahne olmuştur.
O sm anlılarm Balkanlara yönelişi de farklı değildir ve benzer bir
kültürel çeşitliliğin istikrar içinde yaklaşık beş asır sürm esini sağ­
lam ıştır. tik öncüler M ostar'm da ötesinde Balagay Küliiyesini ku­
rarken yeni bir coğrafyanın ufuklarını da göstermişlerdir. Aynı ta ­
vır gerilerken de sürmüştür. 19. Yüzyıl ortalarında Namık Kemal
için Vatan Silistre'dir; 20. yüzyıl başlarında M ehm et Akif için Ça­
nakkale'dir. Etnik köken itibarıyla Anadolu'yu merkez görm esi ge­
reken Namık Kem al'in Türk, Balkanları merkez vatan görm esi ge­
reken M ehm et Akif'in Arnavut oluşu da bu tanım lam ada hiç mi
hiç etkili değildir. Avrupa istikam etine doğru ilerlerken Viyana ö n ­
lerinde düşenler ile Avrasya hakim iyeti için Rusiar tarafından Ka­
radeniz'in kuzeyindeki Özi kalesinde kılıçtan geçirilenler, Asya
ideali için Allahüekber Dağlarında donanlar ve Anadolu'nun kal­
bini savunm ak için Sakarya'nın suyunu kanlarının rengine dönüş­
türenler hangi kökenden olurlarsa olsunlar aynı tarih/mekan an ­
layışının ve aynı m illetin unsuruydular.
Dolayısıyla bu stratejik zihniyet yenilenm esini destekleyecek
tem el stratejik yöneliş de kategorik ayrışm aların yerini jeokültürel
ve jeo stratejik nitelikli bütünleşm elerin almasıdır. Bu bütünleşm e
zorunluluğunu yakın dönem tarihim izde sürekli tartışılagelen As­
yalılık-Avrupalılık ya da doğu-batı diyalektiği çerçevesinde örnek-
lendirebiliriz. Avrasya ana kıtasının doğu-batı ve kuzey-güney isti­
kam etindeki hatlarının kesişim bölgelerinde bulunan köprü ülke­
lerinden birisi olan Türkiye sıradan Avrupalılık ve Asyalılık arasın­
da süregelen anlam sız kategorileştirm elerin tesirinden kurtularak
uzun dönem li strateji ve bu stratejinin gerektirdiği jeokültürel alt­
yap ının tem el unsuru olan kim lik m eselesin d e kapsam lı bir
yenilenm e süreci içine girm ek zorundadır.
U luslararası ek o n o m i-p o litik y ap ılanm a açısm d an kuzey-
güney arasında, uluslararası jeokültürel yapılanm a açısınd an
doğu-batı arasında bir geçiş hattı üzerinde bulunan Türkiye, bu
konum unun yeni bir jeoekonom ik, jeopolitik ve jeokültürel par­
çalanm aya yol açm asını önleyen bir strateji geliştirm ek zorun­
dadır. Aksine, bu konum Türkiye'nin bölgesel ve küresel rolünü ar­
tıran bir jeopolitik, jeoekonom ik ve jeokültürel bütünleşm e aracı
olarak a n r i i l m p l i r l i r
Stratejik D ericilik

Yine tarihî bir tecrü be ve m isal ile ortaya koym ak gerekirse, do-
ğu-batı istikam etinde ilerleyen Selçuklu-O sm anlı tarihî birikim i
için Asya-Avrupa ilişkisi yay ile ok ilişkisi gibidir. Yay geriye doğru
ne kadar gerilirse ok ileriye doğru o denli hızla gider. Bu n ed en le­
dir ki İran'daki hakim iyetini pekiştiren Selçuklu Devleti bir ok h ı­
zıyla A nadolu'da ilerlem iş; Anadolu birliğini kurarak Asya yayını
geren O sm aniı’nin Avrupa yönündeki ilerlem esi önlenem ez bir
ivme kazanm ıştır. Coğrafî kavram lar bile bu ilişki biçim in i yansı­
tacak şekilde m uhteva değiştirm iştir. Her iki halde de Rumeli Av­
rupa ya da batı istikam etindeki ilerleyişin yeni merkezi olarak gö­
rülmüştür. Selçuklu için Rumeli şimdiki Anadolu'dur -bunu n için
M evlana’nm ismi Celaleddin-i Rumi'dir-, Osm aniı için ise Balkan­
lardır. Ne yay n e de ok bu ilişki biçim in d e ikincil konum da değer­
lendirilebilir. M esele yayı ve oku yerli yerince ve birbirini destek­
ler tarzda kullanacak strateji iradesinin oluşturulm uş olmasıdır.
Toplumlarm uzun dönem li kimlikleri ve bu kim liklerin yönlen­
dirdiği stratejileri, araçlardan bağım sız bir şekilde etkide bulunur­
lar. Bu stratejilerin araçları kimi zam an askerî, kimi zam an kül­
türel, kimi zam an ekonomik, kim i zam an ise bütün bu unsurları
içeren kapsam lı bir m edeniyet oluşum u ve hakim iyeti olabilir. Ön­
celikli m esele, hangi araçların hangi zam anlam a ile kullanılm ası
olduğu kadar, hangi stratejik kimlik ve zihniyetin hangi hedefler
doğru ltusu nd a h arekete g eçirileceğ i m eselesid ir. A raçlar ve
zam anlam a b u m eseleden sonra kaçınılm az olarak devreye girer­
ler. M esela Selçuklu-O sm anlı birikim indeki askerî ilerlem e, bugün
uluslararası ekonom ik ilişkiler açısm dan yeni bir tanım lam aya
oturtulabilir. Türkiye'nin ekonom isini ve uluslararası ekonom ik
ilişkilerini AB çerçevesine indirgeyen ve sadece bu boyut ile sınır­
layan bir yaklaşım yaysız bir oku eli ile bilinm eyen bir istikam ete
atm a tavrı sergilemektir. Onun için de ok ile h ed ef arasında hiç bir
m antıklı ilişki kurulamadığı gibi yayın gerilim gücünü oluşturan
toplum sal m otivasyon da gerçekleştirilem em iştir. Asya'ya ayak­
larını sağlam basam ayan bir Türkiye'nin gözlerini ve ufkunu Av­
ru pa’ya dikebilm esi de güçtür. O sm anlı’nm Asya derinliğinde
bunalım yaşadığı dönem lerde Avrupa'daki ilerleyişinin yavaş­
lam ası gibi, Asya'daki ekonom ik ve siyasî potansiyelini harekete
geçirem eyen bir Türkiye'nin, AB içinde, Avrupa'ya pazar ve tu ris­
tik m ekan olm aktan başka şansı ve seçeneği de olamaz.
Askerî/siyasî ve ekonom ik stratejüer arasında zam anlam a farkı
ile birlikte ortava çıkan uvumun en canlı misalleri Japonya ve Al­
Sonu ç

m anya'nin II. D ünya Savaşı esnasındaki askerî yayılım stratejileri


ile II. Dünya Savaşı sonrası uyguladığı uluslararası ekonom ik
stratejiler arasındaki uyumdur. II. Dünya Savaşında Alman tank­
larının girdiği her bölgede bugün Alman markı ve ekonom ik etkisi,
Japon donanm alarının ulaştığı her noktada Japon ekonom ik m od ­
eli hakimdir.
Yayı hakkınca gerebilen toplum lar oku da istediği uzaklığa is­
tediği zam anlam a ile gönderebilen toplumlardır. Ne yayı unutarak
oku rastgele sağa sola gönderenler, ne de oku unutarak yayı sürek­
li sloganik tarzda germekle uğraşanlar uzun dönem li kimlik ve
strateji oluşturabilirler. Yapılması gereken şey, yayı Türkiye'nin
sınırlarının ötesindeki potansiyelini de kapsayacak çapta ve ölçek­
te gerebilmek, oku da rasyonel bir stratejik planlam a ile iddialı bir
ufuk perspektifi arasında uyum sağlayan bir hedefe, aynı anda
yöneltebilm ektir.
Yoğun bir m edeniyet bu nalım ının yaşandığı, insanoğlunun
bü tü n doğrularım yeniden kurma çabası içine girdiği, bu çe r­
çevede de bütün tarihî kültür birikim lerini yeniden keşfetm eye
çalıştığı bir dönem de Türkiye gibi köprü ülkelerin farklı m edeniyet
birikim lerini bünyesinde barındırıyor olm aları yeni bir m edeniyet
açılım ı için ciddi bir kaynak oluşturmaktadır. Bizi diğer toplum lar-
dan farklılaştırarak tarih sahnesine özel bir konum la çıkartacak
olan da tem elde bu Özgün niteliklerimizdir.
M odernite Avrupa-merkezli bir tarihî sürecin eseriydi; küresel­
leşm e ise kaçınılm az bir şekilde başta Asya olmak üzere bütün in ­
sanlık birikimini tarihin akış seyrinde tekrar devreye sokacak un­
surlar taşımaktadır. M esnevi'nin ABD'de en çok satan kitaplar
arasında yer alması, İslam iyet'in bir çok batı ülkesinde ikinci
büyük din haline gelişi, Hind ve Çin medeniyetlerinin klasik değer­
lerinin hızlı bir yükseliş trendine girişi, Huntington'm öngördüğü
gibi sadece bir medeniyet çatışm asını değil, yeni bir m edeniyet
sentezi ve açılım ını gerekli kılacaktır. Tarihî birikimi böylesi bir
açılım a tem el sağlayacak toplum larm öne çıkacağı bu süreçte Tür­
kiye, tarihî derinliği ile stratejik derinliği arasında yeni ve anlamlı
bir bütün oluşturm a ve bu bütünü coğrafî derinlik içinde hayata
geçirm e sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Mihver bir ülke olan T ü r­
kiye bunu yapabilm esi durum unda jeopolitik, jeokültürel ve
jeoekonom ik bütünleşm eyi gerçekleştiren merkez bir ülke konu­
mu kazanacaktır.
I İndeks

1974 Barış Harekâtı 42 -43, 123, 184 ' Abhazya 112, 126
7B 62 Acem 330, 4 3 5 ,4 3 9 ,4 4 1
93 Harbi 53, 55, 5 6 ,1 2 5 açıklama 1, 2, 3, 7, 8, 10, 11, 553, 554
AB 12, 18, 23, 25, 2 6 ,4 5 , 51, 82, 139, 142, ada konumu 20
148, 161, 175-177, 184-186, 197, ada-kıta devleti 226, 471
199, 201-203, 205, 210-216, 221-224, ada-kıta ülkesi 20
229, 230, 234-240, 243, 256, 262, Adana 1 4 7 ,4 0 4
264, 267-269, 276-282, 284, 285, Adem, Hz. 99; - ve I-Iavva 375
295, 303, 314, 321, 344, 348, 350, Aden 175, 176, 255, 326
351, 395-397, 420, 423, 4 2 5 ,4 3 1 , Adenauer, Konrad 61
4 3 3 ,4 3 4 , 445, 446, 462, 469, 471- Adriyatik 45, 56, 102, 110, 118, 124, 128,
477, 479, 482, 493, 495, 499, 501, 153, 170, 173, 174, 175, 2 1 4 ,2 1 6 ,
502-527, 531-536, 539-551, 561, 564, 221, 231, 240, 295, 299, 301, 307,
565; ~ mekanizmaları 512, 533; - 3 0 9 ,3 1 5 ,3 1 7 ,3 1 8 ,4 0 0
ortak dış politikası 348; - sistemi AET (bkz. AB, AT) 519
85; - süreci 547; ~ üyeiiği 237, 521 Afganistan 69, 105, 107-109, 113, 114,
Abbasi dönem i 380 135, 182, 203, 205, 227, 247, 250,
ABD 3, 19, 20, 2 5 -29, 36, 3 8 ,4 1 , 75-77, 258, 260, 268, 269, 437, 439, 459,
85, 105-110, 1 1 7 ,1 2 4 ,1 2 6 , 1 3 5 ,1 3 9 , 469, 480-482, 436, 495; - işgali 4,
155, 156, 174-177, 179, 1 8 6 ,1 8 7 , .1 5 5 ,3 5 2
1 8 9 ,1 9 1 ,1 9 7 , 200, 203, 204, 210, Afrika 22, 71, 80, 88, 101, 109, 116, 138,
214, 222, 223, 225-232, 234, 235, 162, 175, 176, 190, 195, 197, 202,
237, 239-243, 251, 255, 260, 262, 206-209, 215, 216, 218, 222, 223,
270, 271, 283, 284, 286, 293-299, 248, 250, 256, 261, 263, 264, 266,
311, 312, 314-316, 321, 325, 327, 267, 281, 282, 286, 288, 298, 324,
334, 336, 337, 341-353, 359, 365, 354, 384, 420, 462; - açılımı 199,
367, 379, 382, 384, 390, 395, 396, 206, 208; - aydınları 208; - derinliği
403, 411-413, 417-421, 431-434, 438, 217; -lılık 190; Doğu - 129, 188,
442 -4 4 6 , 456-458, 468-474, 476, 477, 190, 206, 207, 254, 332, 457; Güney
479, 482, 483, 4 8 5 ,4 9 2 -4 9 9 , 508, - 192, 285, 286, 464; Kuzey - 20, 54,
520, 521, 524-527, 530, 533, 557, 102, 118, 119, 153, 175, 176, 182,
559; - jeopolitiği 226; - 'nin dua! 183, 189, 194, 195, 199, 206, 207,
containment (ikili çevreleme) dok­ 208, 209, 214- 216, 218, 243, 251,
trini 139; - ’nin küresel hakimiyeti 267, 457, 534, 554; Sahra-güneyi -
227; - ’nin stratejisi 40, 41, 51, 227; 267
—AB stratejik rekabeti 211; —İran Afro-Asya 247, 248, 250; - birliği 189
gerginliği 431; --İsrail ekseni 353, Afroavrasya; - anakıtası 38, 1 1 0 ,1 3 1 ,
493, 526, 527; --Jap onya işbirliği 1 3 2 ,1 6 2 , 1 6 3 ,1 6 9 ,1 7 0 , 186, 195,
495 214, 233, 254, 282, 324, 325, 327,
Abdiç, Fikret 54 332, 344, 427, 490
Abdullah (Ürdün kralı) 359, 360 AGİT 201, 2 0 2 ,2 2 4 ,2 4 0 , 241, 242, 243,
Abdullah (Suudi Arabistan prensi) 371 244, 245, 246, 472, 521; - Zirvesi 246
Ç„lf,n K9 mı Ahlâk-ıAlâî 15
Stratejik D erinlik

Ahmed b. Süleyman et-Tancî 101 124, 125, 131, 134, 151, 163, 171,
Akabe Körfezi 358 179, 194, 195, 206, 273, 317, 325,
Akdeniz; Batı - 102, 195, 206; Doğu - 328, 332, 379, 404, 427-429, 438,
101, 118, 128, 151, 152, 153, 15-159, 449, 451, 460, 461, 515, 531, 532,
169, 170, 174-181, 194, 202, 215, 538, 559, 563, 564; - anakarası 146;
216, 217, 292, 317, 318, 327, 336, - beylikleri 557; - coğrafyası 322,
362, 397-402, 405, 424, 425, 436, 427; - hükümeti 448; - ölçeği 257; -
438, 508, 554; Giiney ~ 194, 215; ülkesi 119; - yarım adası 1 1 5 ,1 1 6 ,
Orta - 102, 216 151,1 5 7 , 171, 179, 276; Batı - 195;
AKKA (Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Doğu - 54, 56, 111-113, 125,128,
Anlaşması) 245, 246 161, 176, 178, 336, 337, 399, 400,
Akka kalesi 133 425, 429; Güney ve İç - 179;
Güneydoğu - 57; Güneydoğu su
aktif tarafsızlık politikası 405, 411, 431
havzası 139; İç - havzası 438
ALB {Hava-Kara Harbi Doktrini) 108
Anadolu ve Rumeli hisarları 163
Aliya İzzetbegoviç 316
Anavatan 143, 156, 309, 392
Aliyev Haydar 127
Anaximander 98
Allahüekber Dağlan 34, 563
Anaximenes 98
Alman; - askerî gücü 68; - atılımı 28; -
anayasal m eşrutiyet 430
bilinci 29; - birliği 28, 315, 434; -
anayasal vatandaşlık kimliği 79
etkisi 230; - jeopolitiği 103; -
jeopolitik havzası 21; ~ kimliği 18, andoreik drenaj bölgesi 104
61 ; - stratejisi 18, 29, 32, 40, 51, 68, Anglo-Saksonlar 200
529, 556; - tehdidi 349; - -Türk Ankara 249, 258, 2 7 5 ,4 4 5 ; - Anlaşması
stratejik ortaklığı 530 5 0 4 ,5 0 9 ,5 1 0
Almanya 18, 21, 23, 35-37, 60-62, 75-78, anlama 1, 2, 3, 8 ,1 1 , 553, 554
86, 105, 106, 111, 124, 126, 134, 144, anlamlandırma 1, 2, 3, 7, 8 ,1 0 , 11, 553,
145, 153, 176, 187, 1 8 9 ,2 0 2 ,2 1 0 , 554
230, 239-243, 251, 269, 271, 283, anti-Semitizm 339, 373, 375, 376, 377,
284, 286, 293-298, 301, 312, 314- 378, 379, 380, 381, 382, 385, 389
316, 325, 333, 344, 345, 348, 350, anti-Siyonizm 382
351, 384, 396, 403, 408, 429, 445, anti-sömürgecilik 8, 69, 87, 207, 248,
468, 469, 4 7 2 ,4 7 4 -4 7 7 , 492, 503, 259, 3 4 8 ,4 1 0 ,4 1 1 ,4 6 0
505, 510, 512, 519, 523-536, 545, anti-Türk imajı 316
558, 559, 565; Batı - 201, 243; Doğu Antik dönem 15, 328, 332
- 212 Antik m edeniyet havzaları 30, 98
Alparslan 428 Antik Yunan 100
A lsace-Lom ıine hattı 429 Apartheid 188
Amerika; Kuzey - 77, 109, 162, 186, 200, APEC 186, 203, 476, 519
209, 242, 244, 2 8 6 ,4 6 3 , 519; Orta - Arabistan yarımadası 130
108, 286; ~n am bargosu 184, 259, Arafat, Yaser 141, 343, 351, 358-360, 366,
418; ~n askerî yapılanması 29; -n 372, 393, 394, 423
bağımsızlık hareketi 210; ~n Arap; - Birliği 356, 361, 362, 363; -
çevrelem e (containment) doktrini Bloku 343, 358; ~ coğrafyası 196,
135; ~n dış politika yapımı 49; ~n 406; - Dünyası 249, 329, 356, 357,
diplomasisi 447; -n hegemonik 360-366, 370-372, 407, 408, 412-416,
düzeni 232; ~n hegemonyası 28; ~n 421, 425, 435, 484; - Ligi 356; -
İç Savaşı 557; - n jeostratejısi 104, lobisi 415; - milliyetçiliği 330, 334,
105; - n Millî ve Askerî Stratejik 340, 342, 343, 360, 365, 366, 367,
Konsepti 62; ~n stratejisi 52, 62, 3 6 8 ,4 0 7 ,4 1 1 ,4 1 4 ,4 1 5 ,4 3 5 ;-
167, 213, 225, 227, 297, 341, 342; siyaseti 407; - tarih bilinci 407; -
-ıı-Avrupa rekabeti 28; ~n-Sovyet Zirvesi 365, 367, 414; ~ -İsrail
rekabeti 113 gerginliği 349, 361; -çılık 361; ~Iık
İndeks

araştırm a kurumlan 48, 49, 50, 58, 204, 438, 455-499, 522, 532, 554, 563;
488 Orta - jeopolitiği 458; Ön - 538
Ardahan 35, 54, 55, 125, 166, 239, 430 A syam erika78, 187, 203, 244
Ari ırk 375, 379, 381, 389, 545 aşırı sağ 387, 389
Arjantin 75, 285-287 AT (Avrupa Topluluğu) (bkz. AB, AET)
Arnavut; - etnik kimliği 319; - Meselesi 7 2 ,7 5
3 1 1 ,3 1 2 ,3 1 3 Atatürk 69, 196
Arnavutluk 38, 123, 124, 127, 132, 144, Atay, Falih Rıfkı 409
246, 250, 275, 301, 302, 309, 310, Atlantik 19, 27, 77, 102, 111, 182, 186,
311, 313, 317-320, 532; - bunalımı 197, 199, 200, 208, 210-212, 218,
319 222, 225, 226, 228, 230, 241, 242,
asabiyet 15, 3.10, 439, 546 244, 281, 282, 324, 325, 327, 378,
Asi nehri 336 379, 381, 384, 385, 417, 495, 519; -
askerî; - harekat 56, 127, 171, 207, 295, ekseni 71, 239, 379, 380, 384, 443; -
311; - ittifak 26, 153, 181, 229; - havzası 209, 210, 211, 214; - hege­
m odernizasyon projeleri 422; ~ monyası 383; - kimliği İ86; -
strateji 38, 40, 56, 62, 7 3 ,1 0 4 , 106 kurumsallaşması 21]
Astrahan 460 Atlas Okyanusu 162
Asur 353, 400 Atlas 101
Asya 22, 71, 88, 92, 100, 104, 106, 109, Atlas-ı Hümayun 101
124, .131, 161, 1 6 2 ,1 6 7 , 175, 176, Aventinus 539
181, 1 8 6 -1 8 8 ,1 9 0 -1 9 5 , 197, 199-206, Averof zırhlısı 153
209, 212, 213, 215-218, 222, 248, Avrasya 19, 20, 28, 38, 62, 69, 78, 101,
250, 256, 2 6 1 -2 6 4 ,2 6 6 -2 6 8 , 270-272, 104-106, 109-111, 113, 114, 116,
274, 276, 281, 285, 286, 288, 324, 119, 120, 124, 129, 132, 151, 152,
325, 332, 333, 3 4 8 ,3 5 2 -3 5 4 , 384, 155, 156, 159, 16.1, 163, 164, 167,
385, 3 88, 406, 426, 427, 431, 433, 175, 178, 187, 188, 192-199, 200-
434, 4 3 6 ,4 3 8 ,4 3 9 ,4 5 2 ,4 5 3 ,4 5 6 - 206, 210, 212-214, 223, 226-229,
458, 468, 469, 471, 472, 474-480, 232, 233, 235, 240-244, 246, 247,
482, 483, 485, 488, 490, 492, 493, 250, 254, 268, 270, 271, 275-277,
494, 499, 520, 522, 523, 528, 559, 280, 286, 291, 324, 325, 332, 352,
564, 565; --Afrika grubu ülkeler 396, 426, 427, 429, 431-433, 437,
420; —içi dengeler 72, 4 7 9 ,4 8 0 , 485, 438, 452, 455-465, 469-477, 480-482,
499; - -Pasifik 4 7 2 ,4 7 6 ; Batı -1 1 9 , 485, 490, 492, 493, 495, 499, 519,
127, 128, 129, 139, 176, 178, 189- 521, 522, 529, 532, 537; - kara
191, 194, 199, 204, 208, 209, 216, imparatorlukları 456; - kenar kuşak
218, 223, 270, 271, 281, 427, 429, hattı 349
4 3 3 ,4 3 6 , 486, 490, 4 9 2 ,4 9 4 , 495, A vro-atlanük244
497, 498, 554, 563; Doğu - 27, 72, Avrupa 16,1.9-23, 28, 37, 38, 57, 66, 67,
80, 1 0 8 ,1 0 9 ,1 1 8 , 161, 183, 187-189, 77, 78, 80-82, 85, 86, 92, 101-103,
203, 204, 218, 223, 282, 286, 409, 108, 118, 120, 121, 124, 131, 133,
443, 473, 476, 478, 479, 490, 494; 142, 1.45, 1 5 2 ,1 6 2 , 163, 165, 167,
G ü n e y - 106, 118, 161, 1 7 6 ,1 8 3 , 173-176, 180-182, 184-187, 191-193,
191, 218, 250, 267, 268, 281, 286, 196, 197, 199-202, 204, 205, 206,
427, 436, 490; Güneydoğu - 162, 209-218, 223, 225, 226, 228-230,
286, 457, 478-480, 495; İç - 109, 458; 232, 234-236, 238-243, 245-247, 251,
Merkezî - 457; Orta ~ 12, 45, 56, 58, 256, 262, 267, 276, 278, 282, 284,
80, 86, 8 9 ,1 0 4 , 110, 113-115, 126, 2 8 6 ,2 9 1 , 293-300, 312, 315, 321,
129, 134, 139, 147, 1 4 8 ,1 7 6 , 181, 324, 325, 329, 333, 334, 338-340,
182, 191, 1 9 2 ,1 9 4 , 203-205, 221, 344-354, 375, 377-382, 384, 385,
223, 233, 235, 246, 247, 255, 260, 387, 389, 390, 406, 409, 427, 429,
267-269, 2 7 1 ,2 8 1 ,2 8 2 ,3 2 5 ,3 5 2 , 431, 434, 438, 443, 444, 446, 464,
n n r a yiOC /10Q AVA Aia A 7 0 A 7 A - A 7 7 dftR A.Qd dUn 4 3 9
S tratejik D erinlik

501, 502, 504, 505, 507, 509, 510, Bağdat 57, 62, 1 9 6 ,1 9 7 , 296, 356, 360,
515, 518-523, 525-529, 531, 532, 362, 3 9 6 ,4 0 6 , 407, 410, 429, 447,
534-548, 550, 551, 554, 559, 563- 529; -Paktı 354, 356; -vilayeti 181
565; ~ entegrasyonu 186; - ordusu bağımsızlık savaşları 369
561; --i Osmanî 120; - lılık bilinci Bakü 1 2 7,128, 1 6 8 ,1 7 6 ,1 7 8 ,4 0 0 ,4 0 2 ;
66; - lılık kıta kimliği 521; Batı - 80, -p etrol boru hattı 129; -petrolleri
99, 102, 105, 109, 111, 119, 129, 133, 127; --C ey h an projesi 129
199, 201, 202, 228, 333, 521, 528, Balagay Külliyesı 563
531, 537, 538; Doğu - 22, 37, 80, Balasagun 101
104, 108, 109, 145, 1 6 1 ,1 7 4 , 175,
Balfour Bildirisi 380
191, 193, 194, 199, 201, 2 0 2 ,2 0 5 ,
Balkan; - Bloku 123; - jeokültürü 316; -
207, 209, 212, 214-216, 223, 228,
Meselesi 120, 302
229, 231, 232, 234-239, 241, 267,
Balkanlar 9 ,1 2 , 554, 558-560, 563, 564
281, 286, 2 9 2 ,2 9 4 , 295, 297, 299,
Baitık 110,111, 156, 193, 214, 291, 447,
300, 321, 328, 340, 346, 352, 409,
4 7 3 ,5 3 2
456, 460, 473, 482, 490, 492, 505,
Banja Luka 304
508, 521, 523, 524, 528-531, 534,
537, 538, 550, 551; Güney - 202, Barak, Ehud 351, 393, 394, 423
206, 215, 216, 427; Güneydoğu - barbar 100, 195, 292
yarımadası .121; kıta ~'sı 37, 379; Barbaros Hayrettin Paşa 152
Orta - 145, 199, 201, 21-216, 231, Barzani, Mesut 358, 360, 439, 443, 444
236, 237, 297, 299, 328, 340, 528, Basra 135, 159, 182, 324, 327, 332, 335,
530, 5 3 1 ,5 3 7 , 550 362, 398- 400, 405, 435, 436, 438,
Avrupa Güvenlik Modeli 245 4 5 3 ,4 9 5 ,5 5 4
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Anlaşması Basra Körfezi (bkz. Körfez) 111, 135,
250 157-159, 1 6 2,170, 180, 181^ 255,
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı 368, 3 9 9 ,4 2 7 ,4 3 6 , 4 3 8 ,4 5 7
(AGİK) 201 Batı Avrupa Birliği (BAB) 185, 230
Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği Batı; - Bloku 73, 111, 112,1 1 6 , 155, 166,
186, 236 207, 235, 259, 281, 301, 337, 342,
Avrupa Topluluğu 72 348, 353, 410, 423, 469, 474, 477,
Avrupa Topluluğu Enstitüsü 51 492, 518, 519, 520, 530; - değerleri
Avustralya 162, 187, 286 136, 253, 294; - finansal sistemi
Avusturya 38, 121, 164, 301, 315, 528 335; - m edeniyeti 82, 92, 102, 248,
Avusturya-M acaristan 7, 558, 559 273, 294, 534, 537, 540; ~ söm ürge­
ciliği 120, 408; -cılık 4 6 , 84, 88, 90;
Aydınlanma Felsefesi 88, 488, 540
-lılaşm a 80, 201, 262, 488, 541, 546,
ayrım hattı 113, 168, 212, 213, 3 3 6 ,4 5 6 ,
547
457
Batı Şeria 358, 386, 387, 392, 393
Azerbaycan 73, 112, 126, 1 2 7 ,1 4 4 , 179,
Batı Trakya 1 7 9 ,1 8 3 , 196, 302, 317, 321
181, 221, 275, 317, 4 6 4 ,4 6 9 , 485,
486, 491, 497 Batı Türkistan 465, 484

Azeri-Erm eni Savaşı 126, 1 2 8 ,1 4 3 , 434 Ballamyus 98; - geleneği 100

azınlık; -la r 58, 67, 86, 123, 184, 244, Batum 147
251, 263, 267, 298, 302, 372, 374, Bayezid, Sultan 459
376, 381, 514, 515; -bilinci 252; Baykal, Deniz 91
-psikolojisi 373; -statüsü 70 Baykal Gölü 464
azimutal projeksiyon 107 BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu)
Baas Partisi 134, 340, 342, 355, 362, 363, 188,4 6 3
3 6 6 ,4 3 9 Belçika 259
B abil98, 1 3 2 ,3 7 6 , 400 Belhı 100; ~ 100
B abü’l-Mendeb Boğazı 162 Belisarius 151
Babür Devleti 1 9 2 ,2 7 3 , 406, 459, 460, Belmont, August 379
İndeks

ben-idrakid7, 101 Doğu - 304, 306, 309, 317; Orta -


Bengalce 267 305, 306, 307, 310, 317
Bengaldeş 267 Boşnak-Hırvat Federasyonu 305-307
Beni İsrail 375 boundary/territory 19
Berlin 62, 7 6 ,1 0 8 , 145, 167, 201; - Bölünmüş Benlik [Divided. Self) 59, 60
Anlaşması 165; - Duvarı 146, 229; Brandenburg 21
--B a ğ d a t demiryolu projesi 396, Brandt, Willy 61, 242
529; --B ağ d at hattı 134; Doğu ve Braudel, Fernand 97
Batı - 201 Brcko 296, 306
Berossus 98 BrettonW oods 186, 285
Beserabya 315 Brezilya 6, 75, 109, 285, 286, 287, 472
Bihaç 3 0 7 ,3 1 7 Britanya; - adaları 102; -İm paratorluğu
Bir Organizma Olarak Devlet (Sîaten 62
som Lifsform) 103 Brüksel 218
Birinci Siyonist Kongre 378 Brzezinski, Zbigniew 52, 106, 136, 477
Birleşik Arap Cumhuriyeti 356 Budizm 286, 406
Birunî 101 Buhara 460, 484
Bisrnark, Ütto von 535 Bulgaristan 41, 54, 120, 122, 123, 129,
Bizans Devleti 151, 162, 163, 165, 195, 144, 157, 159, 160, 179, 183, 184,
273, 353, 400, 427, 535, 538; — 238, 275, 278, 280, 291, 301-303,
S as anı dengesi 429 311, 313, 315, 319, 320, 523, 542,
BM 72, 75, 77, 186, 208, 225-229, 232, 558
253, 259, 267, 283, 300, 304, 321, bunalım 21, 41, 59, 80, 83, 84, 93, 110,
322, 342, 344, 352, 3 5 3 ,4 1 1 , 420; - 113, 120, 157, 167, 173, 176, 183,
Genel Sekreterliği 289; - Güvenlik 197, 203, 204, 213, 239, 243, 244,
Konseyi 7 7 ,1 8 7 ,1 8 9 , 244, 282, 284- 246, 248, 252, 253, 267, 269, 279,
286, 289, 295, 310, 346, 347, 352, 284, 289, 294-296, 313, 319, 320,
477; - kararları 141, 345, 369, 443; - 328, 330, 337, 338, 340, 361, 366,
sistemi 232, 300, 339, 3 4 9 ,4 4 3 , 518 390, 393, 395, 399, 402, 403, 415,
Bodin, Jean 539 435, 440, 441, 450, 467, 482, 484,
Bodrum Körfezi 98 485, 513, 533, 534, 541; - çöziicü
Boeing-Airbus rekabeti 28 m ekanizma 244, 264, 265, 288, 439;
Boğazlar 123, 125, 1 2 9 ,1 5 3 -1 5 7 , 159- -ı ertelem e 296; ~ı zam ana yayma
169, 175, 176, 178, 194r 206, 239, 311; -in dondurulması 296, 561
276, 326, 401, 430, 529, 530, 554; - Burgiba, Habib 371
Komisyonu 165, 166 Burm a 108, 253
Boğazların Tâbi. Olacağı Usule Dair Bursa 406
Mukavelename 165 Büyük İskender 98, 99, 100, 101, 113,
Bolivya 109 131, 191, 194, 328, 427, 428, 459,
Bolşevik Devrimi 69, 81, 247 480

bolşevizm 250 Büyük Oyun (Great Game) 34, 113, 164,


191, 203, 456, 458, 461
Bosna 7, 41, 42, 54, 56, 73, 76, 8 7 ,1 1 0 ,
111, 122-124, 136, 144, 179, 185, Büyük Sahra 1 9 5 ,2 0 7 ,3 2 7
195, 213, 230, 231, 244, 246, 250, Büyük Sırbistan ideali 307, 309
253, 254, 260, 261, 265, 266, 291- Camp David 343, 351, 356, 393, 394,
293, 295-297, 299, 302-311, 313, 416; ~ Anlaşması 334, 343, 356, 364,
3 1 5 -3 1 7 ,3 1 9 -3 2 2 , 351, 369, 385, 3 6 7 ,4 1 1 ,4 1 6 , 421
395, 524, 536, 543, 561; - meselesi Canbulad.Velid 358
524; ~ ordusu 307; - Sırp Carter Doktrini 106
Cumhuriyeti 303; --H ersek 291, Cebelitarık 2 0 ,1 6 2 , 255, 326
303, 305, 306, 307, 308, 310, 317, Ceialeddin-i Rumi 564
S tratejik D erinlik

Cem, İsmail 315 326, 327, 334, 336, 339, 340, 342,
Cemayel, Emin 358 344, 345, 348, 351, 352, 361, 362,
Cemiye t-i Akvam 518 396, 397, 399, 410, 455, 468, 469,
Cenevre 258 470, 473, 478, 480, 518, 523, 525,
Cengiz 4 5 6 ,4 5 9 526; - statik yapılanm a 560
CENTO 1 0 5 ,1 9 7 , 2 2 6 ,2 6 8 , 270, 343 çifte-kuşatma (double containment)
Ceyhan nehri 129, 168, 176, 178, 400, politikası 3 5 1 ,4 3 2 , 492
402 Çin 26, 27, 78, 80, 100, 105, 113, 124,
Cezayir 54, 86, 206, 243, 251, 259, 348, 182, 188, 192, 203, 227, 244, 271,
3 5 0 ,3 6 8 ,3 7 1 ,4 7 2 ,5 4 5 286, 310, 325, 332, 353, 420, 456,
CHP 91 458, 462, 465, 469, 471, 474, 477-
Churchill, W inston 132 480, 482, 483, 493-495, 543, 544,
Claıısevvilz, Cari von 15, 31 558, 559, 565; - diasporası 476, 478;
Clinton, Bili 255, 347, 351, 544 - diplomatik davranışı 494; - kültür
Coğrafi ; ~ algılama 98-101; ~ çevre idra­ haritası 495; - Şeddi 45, 221, 240
ki 97; ~ derinlik 8 ,1 2 , 553, 554, 566; çoğulculuk 543, 545, 546
- hayat alanı 29; - keşifler 102 çok-uluslu şirkteler 66, 228
coğrafya 17, 18, 23, 30, 34-36, 38, 39, 42, çokdinlilik 70
43, 46, 47, 59, 65, 81, 83, 93, 97, 98, çokkültürlüiük 329, 563
100-104, 106, 116, 121, 129, 130, d'I-îalloy, D. Omalins 121
134, 139, 140, 147, 149, 151, 186, D-8 12, 221-224, 2 8 1 ,2 8 2
190, 191, 194-196, 199, 201, 205, Dağıstan 112
224, 235, 247, 250, 251, 254-256, Dağlık Karabağ 127
273, 318, 322, 324, 326-328, 332, Dandanakan 428
372, 375, 380, 382, 383, 389, 406- Danimarka 38; - geçişleri 255
408, 415, 426, 427, 429, 437-439,
Darius 194, 427, 428
449, 485, 490, 498, 513, 517, 520,
Darü'l-lslam 251
522, 534, 537, 546; - derinliği 6, 518,
Darvrin, Charles 103
523; - idraki 98, 99
Davison, H. 132
Cohen,Saul 109
Dayton Anlaşması 295, 297, 302-309,
COMCEC 249
351
Com monwealth 559
De Gaulle, Charles 211, 242, 350
converso 376
değer 6 0 ,1 1 6 , 117, 208, 292, 370, 519
core areas 20
değer-mekanizm a uyum u 534
Cos (İstanköy) 98, 253
Delhi 273, 459
Cosmas Indicopieustes 99
Deli Petro 28
Cvijic, J. 121
Dem ire 1, Süleyman 82
Çanakkale 1 5 3 ,1 6 2 , 163, 1 6 4 ,1 6 5 , 167,
2 5 5 ,3 2 6 , 563 Demirperde 291, 315

çapraz; - denge 234, 235, 434, 528, 530; demokrasi 76, 77, 230, 243, 245, 287,
-ittifa k 495 341, 366, 371, 430, 486, 5 )4 , 517,
545
Çeçenisfan 5 6 ,1 1 2 , 1 2 6 ,1 7 8 , 245, 246,
250, 2 5 3 ,4 6 8 ,4 7 4 Demokratik Kurumlar ve İnsan Haklan
Çek Cumhuriyeti 229, 2 3 1 ,2 3 7 , 297, Ofisi 244
2 9 9 ,5 3 5 deniz jeopolitiği 106, 325, 326, 341, 461
Çekiç Güç 423, 443 detant, - dönemi 271; - politikası 271
Çekoslovakya 1 0 8 ,1 1 1 , 241 Devlel-i Ebed Müddet 30, 195
çift kutuplu; - sistem 4, 8, 41, 71, 72, 82, dış kuşak 104
83, 107, 109, 110, 113-115, 134, 138, dış çevre (Periphery Pact) 420
139, 158, 159, 168, 177, 184, 185, Dicle 132, 138, 152,1 5 3 , 181, 336, 404
198, 200, 201, 207, 210, 213, 226- D inyep er1 5 2 ,1 5 7 ,1 6 1 , 193, 213, 277
229, 232, 233, 243, 248, 249, 259, Diııyester 152, 157, 161,1 9 3 , 213, 277
İndeks

Divanii Lugati't-Tiirk 101 Endonezya 38, 162, 203, 207, 249, 266,
Doboj 306 2 8 2 ,2 8 5 -2 8 7 , 385, 4 7 2 ,4 8 0
doğal gaz 255, 463, 464; - boru hatları Endülüs 92, 380, 563
482 Endüstri; - Devrimi 539; -yel söm ürge­
Doğu Bloku 72, 112, 243, 275, 277, 334, cilik 332
344, 412, 468, 470, 472, 478, 489, Enver Paşa 55, 461, 488; ~ idealizmi 89
492 Ephron 386
Doğu Harekâtı 35 Eratosthenes 98
Doğu Rom a 273, 545 Eriha 389, 391, 392, 393
D oğuTim or 249 Ermeni; ~ler 67, 126, 127, 379, 415, 418,
Doğu Ihıkya 55, 56, 120, 124, 2 0 2 ,2 4 7 , 448; A zeri-- Savaşı 126, 128, 143,
3 1 7 ,5 3 7 434

Doğu Türkistan 114, 462, 465, 477, 479 Erm enistan 126, 127, 144, 179, 275, 496;
Dominik Cumhuriyeti 108 - işgali 112
Erzurum yaylası 54, 55, 56, 125, 194, 196
Dominiken Tarikatı 100
Esed, Beşşar 372
Domuzlar Körfezi 227
Fsed, Hafız 3 7 0 -3 7 2 ,4 1 4
Don nehri 152, 157, 161, 213, 277
Estonya 542
Don-Volga kanal projesi 460
Etiyopya 135, 420
Drava-Sava ekseni 41, 111, 291, 303
etkileşim alanı 7, 8, 22, 37, 158, 170, 175,
Drina 304, 305, 306
212, 235, 245, 272, 301, 337, 397,
DSP 90, 91
398, 399, 407, 4 9 1 ,5 0 7
Dudayev, Cevher 87
etnik; - ayrım 88, 303; - çatışm a 213,
dünya; ~ algılaması 97; - anakıtası 29, 302, 303, 451, 468, 546; - grup 70,
81, 175, 187, 325; - Bankası 226, 373; - ideoloji 375; - kıyım 122, 229,
232, 285, 300; - ekonomileri 467; ~ 231, 232, 260, 292, 295, 300, 304,
görüşü 373, 3 7 4 ,4 0 6 ; - İdraki 97, 98; 305, 306, 308-310; - köken 563; -
- Ticaret Örgütü (WTO) 232, 300 temizlik 303, 306, 309-311, 317
ECO 12, 161, 223, 224, 262, 265, 269, evrensellik 374, 3 8 3 ,3 8 9
270, 271, 272, 273, 274, 278, 279, Fahd (Suudi Arab.istan kralı) 371
280, 281, 282, 4 3 2 ,4 8 1 ,4 8 2 , 491, Fakland 109
497, 498; - ülkeleri 268, 269 Faik, Richard 136
Edirne Anlaşması 164; - savunması 461 Farabi 15
Eflatun 15 Fas 6 ,2 4 3 , 254, 260, 324, 368, 383, 414
Ege 42, 98, 102, 1 4 8 ,1 5 1 , 153, 154, 156, Fatih (Sultan Mehmet) 165, 557
157, 158, 159, 160, 169, 170, 171, Faysal (Suudi Arabistan kralı) 35
172, 173, 174, 175, 1 7 9 ,1 8 0 , 183, federalizm 79
195, 202, 315, 398, 400, 507, 508, Fener Patrikhanesi 123
549, 554; - adaları 1 2 3 ,1 5 4 ,1 7 1 ; ~
feodal yapı 66
meselesi 507; - su havzası 171; -
feodalizm 200
ülkesi 170; Doğu - 153, 171; Güney
Fergarıa Vadisi 484
- adaları 171; Kuzey - 171 Kuzey ve
Fırat 132, 1 3 8 ,1 5 2 , 153, 181, 195, 336,
Doğu - adaları 153 (Bkz. Kuzey
3 8 9 ,4 0 4
SporaÜ
Fiji 254
eklektik im paratorluk yapılan 328
Filipinlerfi, 105, 108
eklektizm 86
Filistin 3 4 ,1 0 8 ,1 4 1 , 248, 249, 253, 260,
ekümenik iddia 123 265, 266, 331, 343, 351, 355, 357-
El Salvador 108 359, 362, 363, 366, 369, 375, 376,
el-Medinetü'l-Faclıla 15 380-383, 386, 387, 389, 391-393,
Elçibey, Ebulfeyz 127 395, 401, 411, 437, 440, 441, 442,
EmanuSlah Han 258 44 4 -4 4 6 , 452, 561
Stratejik D erinlik

Fischer, T. 121 Gurion, Ben 420


FKÖ 141, 343, 346, 383, 384, 388, 421 Gümrük; - Birliği 236, 278, 505, 509,
Foça 304, 306 511, 512, 549, 550; ~ politikaları 509
POFA (Birbirini İzleyen Kuvvetler Güney Afrika Cumhuriyeti 188, 286, 472
Üzerindeki Taarruz Doktrini) 108 Güney Amerika 109, 162, 186, 209, 286
Franklar 200, 297 Güneydoğu Avrupa Forum u 532
Frankfurt 376 güney; - bağlantı kanadı 1I3;; ~ faktörü
Fransa 2 6-28, 57, 66, 75, 86, 134, 140, 440; - kanat 1 1 3 ,2 3 7 ,2 3 8
145, 153, 163, 164, 1 8 9 ,2 1 0 ,2 1 5 , Gürcistan 112, 1 2 6 ,1 2 7 ,1 4 4 , 160, 275,
239, 241, 242, 251, 257, 259, 269, 280, 496, 558
285, 2 8 6 ,2 9 3 , 2 9 6-298, 347-351, Gürcü-Abaza çatışm ası 126
377, 379, 396, 424, 429, 468, 469, Habeşistan 99, 258
476, 477, 494, 523, 524, 526, 528,
Habsburg hanedanı 535
534-536, 539, 545, 556-559
Hacer, Hz. 387
Fransız; ~ Devrimi 16, 81, 85, 200, 377,
Haçlı Seferleri 131, 215, 328, 538
378, 384, 389, 407, 537, 539; -
Hahn, İ.G. von 121
kimliği 556
Haiti 108, 228
Fransisken Tarikatı 100
Halbinsel Griechenland 121
Freud, Sigmund 374
Halep 146, 404
Frigya kördüğümü 131
Haliç 152
Fron sp erg er539
Halife M emun 100
frontier 19; - algılaması 19; - vizyonu 19
Halil kenti 386
Fukuyama, Francis 136, 253, 294
I-IAMAS 366, 388
fundamentalizm 252, 253
Hiımidiye kruvazörü 153
füzeler krizi 179, 227
Harita 97, 98, 99, 100, 101, 102, 107, 173,
G-20 12, 224, 245, 246, 279, 282, 283,
195, 256, 323, 331, 335, 3 6 9 ,4 6 2 ,
2 8 5 ,2 8 7 -2 8 9
494, 495; -cıhk 98
G-8 77, 187, 210, 244, 245, 278, 282-289,
Haşan (Fas kralı) 370
474, 483
hat; ~ uzantıları 450; - -sınır problemleri
Ganj havzası 324
339
GAP 129, 138, 146, 14 7 ,1 6 1 , 336, 337,
Hatay 17, 57, 362
400, 438
Hatemi, M uhanımed 191, 432
GATT 186, 226
Hauner, Milaıı 204
Gaziantep 146, 404
Haushofer, Kari 51, 104, 105, 133, 476
Gazneli Sultan Mahmud 113, 459
Gazneliîer 273, 459 hava;- jeopolitiği 103,1 0 6 , 107; - sahası
171; - savunm a sistemi 231, 299,
Gazze 389, 392, 393
300; --K ara Harbi Doktrini 108
geçiş alanları 8, 170, 1 9 8 ,2 6 3 ,4 3 7 , 471
Havsa dili 267
Gence 127
hayat; - alanı ( Lebensraum) 103, 152,
Germenler 200
154, 155,1 6 9 , 170, 1 7 2 ,1 7 4 , 179,
getto 307, 310, 374, 376- 3 7 8 ,3 8 0 , 382,
1 9 6 ,2 3 9 , 257, 258, 309, 312, 340,
383, 387
342, 3 8 9 ,4 3 0 , 444, 4 4 9 ,4 8 3 ;
Girit 153, 17 5 ,4 0 0
Hayber Geçidi 1 1 3 ,4 3 7 ,4 8 0
Glasnost 243
Hazar 99, 126, 128, 151,1 5 9 , 168, 175,
Godkuler 381
17 8 ,1 8 0 , 1 8 1 ,1 9 i, 1 9 4 ,2 1 7 ,2 7 6 ,
Golan tepeleri 1 3 8 ,4 0 3 ,4 2 5
324, 327, 400, 427, 436, 438, 456,
Gomal Geçidi 113, 480
459, 473, 481, 492, 554; ~ bölgesi
Gorajde 87, 306 116; ~ deniz havzası 157, 1 8 1 ,2 2 3 ; ~
Gorbaçev, Mikhail 474 Denizi 98, 1 1 8 ,1 2 5 ,1 8 1 , 182, 191,
Grenada 108 317, 437, 464, 495, 498; - petrol
Grozni 56 havzası 178,2 3 5 , 525
İndeks

H eartland2i, 104, 105, 110, 204, 254, hristiyan; alemi 100; - Dünyası 99; -
3 2 4 ,4 2 7 , 456, 457, 469; - hakimiyeti kimlik 256; ~ teolojisi 381; ~!ık 62,
104 99, 100, 121, 133, 136, 328, 329, 351,
Hebron 386 3 7 5-377, 381, 393, 395, 4 0 6 ,4 2 7 ,
HegeJ, G. W. Friedrich 29 5 0 4 ,5 3 8 , 5 4 5 ,5 4 8
Helsinki; - Güvenlik İşbirliği Anlaşması Humboldt, Alexander von 457
145, 181; - Nihai Senedi 242; - Humeyni 191, 360, 390; - imajı 354
Süreci 278, 507; - Zirvesi 82, 201, Huntington, Sam uel2, 3, 9, 51, 136, 137,
242, 245, 433, 446, 493, 503, 505, 196, 253, 294, 477, 543, 544, 546,
506, 507, 513 565
Herzl, Theodor 378 Hünkar İskelesi Anlaşması 164
Hess, Moses 374, 375, 378 Hürmüz Roğazı 162, 175, 180, 255, 326
Hess, Rudolf 104 Hüseyin (Ürdün kralı) 359, 360, 370-
3 7 2 ,3 8 0
Hırvat faktörü 303
Hüseyiııoğlu, Albay Suret 127
Hırvatistan 244, 291, 295, 301, 302, 305,
307, 308, 315, 319, 320, 351, 532 ırkçılık 30, 339, 379, 382 (bkz. milliyetçi­
lik)
Hilafet 67, 68, 70, 256
I. Dünya Savaşı 16, 20, 32, 34, 40, 56, 68,
Himalayalar 456
70, 120, 122, 130, 134, 141, 153, 165,
Hind 98-100, 1 1 3 ,1 3 0 , 162, 192, 195,
167, 196, 212, 247, 257, 338-340,
251, 252, 255, 272, 286, 325, 332,
348, 349, 379, 382, 397, 400, 407,
426, 427, 429, 457-459, 460, 461,
409, 4 )0 , 412, 448, 518, 528, 529,
464, 486, 494, 542, 545, 565; --i Çin
535, 557, 558
1 0 8 ,3 2 5 , 438
I. Körfez Savaşı 335
Hindistan 21, 75, 86, 92, 105, 113, 114,
İber yanm adası 325
182, 188, 1 9 0 -1 9 3 ,2 0 3 , 2 0 7 ,2 4 9 ,
İbn Haldun 15, 439, 546
252, 255, 269, 271, 273, 285-287,
İbrahim, Hz. 386, 387; -i dinler 393; -î
3 2 7 ,3 8 5 ,4 3 3 ,4 3 4 ,4 5 9 ,4 6 1 ,4 6 2 ,
gelenek 324
468, 472, 475, 480-483, 486, 490,
İbrahim Paşa 206
492, 495, 544, 562, 563
iç kuşak 104
Hindu; ~!ar 255, 482; - Bom ba 252
ideoloji 16, 29, 30, 49, 53, 355, 374, 378
Hint; - açık denizi 399; - altkıtası 248,
II. Abdülhamid, Sultan 35, 53, 67, 86,
267, 456, 465, 480; - Denizi 191; -
461, 528
havzası 113, 180, 252; ~ komuta
II. Dünya Savaşı 16, 18, 20, 24, 36, 40,
alanı 457; ~ m edeniyeti 273; -
57, 6 2 ,7 1 ,7 5 , 104-106, 108, 116,
Okyanusu 9 9-101, 114, 151, 156,
141, 145, 154, 155, 166, 167, 184,
161, 162, 180, 182, 190-192, 206,
197, 200, 207, 210, 225-227, 229,
255, 332, 438, 465, 490, 495; -
232, 239, 240, 241, 248, 259, 260,
Okyanusu İşbirliği Örgütü 189; ~
280, 281, 283, 284, 291, 292, 297,
yarım adası 119, 130, 375, 457; - 298, 300, 329, 333, 338-340, 342,
yolu 133, 333 348-350, 352, 366, 380-382, 410,
hinlerlandl.7, 67, 68, 69, 70, 75, 93, 118, 417, 418, 4 3 0 ,4 7 6 ,4 8 4 , 518, 519,
174, 205, 215, 217, 528, 531, 550 525, 528-530, 535, 558, 565
Hitit 353 II. Frederik36, 528, 529
Hitîer, Adolf 29, 36, 61, 105, 13 3 ,1 5 5 , II. Kılıç Arslan 273
379, 535; - dönem i Almanya'sı 35 Iî. Körfez Savaşı 335, 412
Hittites 386 II. Meşrutiyet 35, 89, 430; - aydınları 88
Hogarth 132 II. Viyana kuşatması 538, 539
Hollanda 133, 1 6 3 ,2 0 9 , 259 II. VViIhelm 3 6 ,6 1 ,5 2 8 , 535
H om er 98 IIL Reich 29
H ongK ong 3 8 5 ,4 5 7 İKÖ (İslam Konferansı Örgütü) 12, 72,
S tratejik D erinlik

259, 260, 261, 262, 263, 264, 265, 431; - Körfezi 130; - ve Turan
266, 267, 268, 321, 322, 395, 3.96, gelenekleri 428; —Irak Savaşı 112,
4 1 1 ,4 2 0 , 422; 141, 157, 343, 358, 363, 364, 397,
IMF 225, 232, 2 8 5 ,3 0 0 3 9 9 ,4 0 5 ,4 1 1 , 412, 416, 4 3 1 ,4 3 5 ,
İncillik hava üssü 174, 180, 233, 412, 441, 442
413, 445, 447 İRCICA 2 4 9 ,2 6 3
İngiliz; - İç Savaşı 556; - Lordlar İsa, Hz. 381
Kamarası 255; ~ Milli ve Askerî İsfahan 460
Strateji Konsepti 62; - sömürge sis­ İskandinav yarım adası 200, 325
temi 68, 86, 190, 325, 333, 563; -
İskender-türevli şehirler 98
Fransız bloku 295, 297, 311, 348; —
İskenderiye 98, 9 9 ,1 0 1
Rus dengesi 430; --R u s rekabeti
İskenderun Körfezi 170, 1 7 6 ,1 9 4 , 400
113; - Rus stratejisi 51
İngiltere 7, 20, 38, 75, 76, 85, 86, 105, İşkiller 99
106, 1 2 6 ,1 3 3 , 134, 1 5 2 ,1 5 3 , 163, Islahat Fermanı 273
164, 167, 189, 191, 210, 230, 251, İslam 54, 55, 68-70, 84, 86, 88, 92, 100,
257, 259, 285, 286, 293, 298, 325, 132, 136,1 9 1 , 192, 216, 248-253,
342, 347-350, 378, 379, 385, 396, 255-257, 260-262, 264, 273, 286,
410, 413, 421, 444, 456, 458, 460, 315, 316, 321, 324, 328, 329, 360,
465, 468, 469, 476, 477, 494, 523, 366, 367, 379, 380, 381, 3 8 3 ,4 0 7 ,
524, 526, 528-530, 535, 536, 545, 4 2 7 ,4 6 0 ,4 6 1 ,4 6 6 ,4 8 2 ,5 3 9 ,5 4 2 -
558, 559; -ad ası 101; --F ra n sa reka­ 544, 550; ~ Birliği fikri 68; - Dünyası
beti 210; --H ollanda rekabeti 209 46, 67, 69, 86, 87, 100, 136, 188, 247-
İnsan; -Hakları 244; - hakları ihlalleri 254, 256-268, 308, 321, 322, 380,
27; - hareketlilikleri 23, 132, 143, 382, 393, 394, 544; - haritacıları
2 )3 , 2 1 5 ,4 5 9 ,4 6 2 100; ~ m edeniyeti 92, 97, 100, 101,
İntifada 386, 388 1 3 2 ,1 9 2 ,2 1 5 , 247, 248, 250, 251,
İpek Yolu 114, 464, 465; - ekonomi-poli- 253, 254, 273, 328, 339, 459, 460,
tiği 48.1 538, 543; ~ ülkeleri 67, 258-261, 369,
IRA 62 380; -cılık 68, 69, 84, 86, 88, 248,
İrak 21, 8 0 ,1 0 8 ,1 1 1 , 112, 129, 135, 138, 2 5 7 ,4 6 0 ,4 6 1 ; ~ cılık politikası 86;
139, 142-144, 258, 259, 296, 300, -rcıiyet 2 5 3 ,4 0 6 , 565
327, 334-336, 338, 345-347, 350, Islamic Bomb 252
352, 354-359, 361- 364, 369, 370, İsmail, Hz. 387
383, 396, 399, 40ü, 405, 411-414,
İspanya 20, 100, 102, 133, 215, 511, 512
416, 421, 429, 431, 432, 435, 437,
İsrail 57, 89, 135, 138, 141, 1 4 2 ,1 4 4 , 159,
439, 441-446, 452, 485, 526, 527;
243, 248, 260, 261, 275, 329, 334,
Büyük - ideali 362; Güney - 442;
338-340, 3 4 2 ,3 4 3 , 347, 350-352,
Kuzey - 1 2 8 ,1 4 1 ,1 4 6 ,1 4 8 , 183, 357,
355, 358, 359, 362-367, 369, 372,
391, 397, 399, 4 0 0 ,4 1 4 , 4 3 7 ,4 3 9 ,
441-443, 445, 447, 527, 561 373, 376, 379-395, 397, 401, 403,
405, 410, 413-426, 432, 441, 443,
İran 69, 98, 99, 108, 111, 112, 114, 125,
480, 497, 526
126, 327, 135, 139, 140, 142, 144,
146, 1 4 7 ,1 8 1 ,1 8 2 ,1 9 0 , 191, 193, İstanbul 55, 56, 69,101., 116, 124, 153,
203, 227, 247, 258, 265, 267-272, 162, 163, 169, 206, 246, 263, 275,
278, 282, 324, 328, 334, 335, 344- 2 7 6 ,4 0 6 , 460; - Anlaşması 164
345, 351, 354-358, 362-365, 390, İstiklal Savaşı 71, 147, .153, 166, 207, 258,
391, 405, 406, 412, 4 1 4 ,4 1 6 , 420, 3 7 9 ,4 4 9 ,5 1 5
421, 423, 426-444, 457-460, 468, İsveç 214, 529; —Osmaniı ilişkileri 529
475, 480-483, 486, 492, 494-498, İtalya 92, 99, 2 1 0 ,2 1 5 , 258, 286, 301,
525-527, 564; - Azebaycanı 432; 319, 3 2 5 ,3 5 0 , 370, 401, 408; Güney
Kıi7f>v - 111, 191, 430; - Devrimi - 1 0 2 ,2 1 5 ; ~n Barış Andlaşması 154
indeks

İttihat ve Terakki 53, 68, 8.9, 368, 488 495, 496, 502, 508, 522, 523, 525,
IV Murad 460 526-531, 554, 558-560; Güney -
İzzetbegoviç, Aliya 54, 87, 316 125-127; Kuzey - 56, 86, 111, 112,
Japonya 557-559, 565 126, 336, 337, 399; Kuzey -
jeoekonornı 16, 115; -k ayrını çizgisi cumhuriyetleri 128, 181
110; -k b o şlu k llO , 115; ~ kb ütü n­ Kahire 362, 365, 406, 422
leşme 566; -k h at 21, 1 1 3 ,1 2 8 , 188, Kahram anm araş 146, 404
2 5 5 ,4 3 8 , 465; ~lcparçalanma33Q, Kale-i Sultaniye (Çanakkale) Anlaşması
4 5 0 ,4 5 1 , 558, 559, 5 6 4 ;-k 164
yapılanm a 135 Kamboçya 108
jeoetnik 437, 439, 442, 457; - parçalan­ Kanada 186, 243, 286
ma 439; - yapılanm a 439, 440 kapitalizm 102, 192, 200, 286, 334, 342,
jeoküKür 16, 115, 317; -e l ayrım çizgisi 4 6 5 ,4 7 0 , 474, 4 7 8 ,5 1 9
110; -eld erin lik 546; ~el etkileşim kapitülasyon 163
1 7 1 ,4 6 4 ; -e l geçiş 196, 522, 541; - kara; - jeopolitiği 324, 325, 4 5 6 ,4 6 1 ; -
harita 256, 331; - el hat 20, 21, 111, jeopolitik alanı 309; - ve deniz
130, 131, 162, 168, 303, 339, 435, havzası 199, 211, 218, 233; ~, deniz
455, 459; -el parçalanma 329, 330, ve hava jeopolitiği 103; --yoğunluk­
331, 450, 451, 484, 558, 559, 564; -e l lu askeri gücü 153
yapı 21, 132, 134, 137, 168, 190, 205, Karabağ 561
255, 291, 310, 327, 329, 451, 484
Karabekir, Kazım 35, 55, 56
jeopolitik; - algılam a 457; - ayrım
Karadağ 313
çizgisi 110, 111; - bağımlılık 138,
Karadeniz 99, 101, 118, 124, 126, 129,
428; - güç boşluğu 109-113, ]I 5 ,
138, 151, 156-168, 170-174, 176,
140, 141, 203, 212, 231, 233, 240,
180-182, 188, 191, 193-195, 200,
291, 299, 432, 434, 458, 468, 473,
202, 204, 206, 212, 214, 217, 223,
481; - etkileşim 326, 327, 336, 426;
247, 255, 275-281, 301, 324, 327,
- hakimiyet havzaları 189; hat 19-
332, 398, 4 0 0 ,4 2 7 , 436, 438, 459,
21, 109, 135, 139-141, 232, 303, 327,
473, 490, 492, 495, 532, 554, 563; -
429, 481; - kırılma alanları 19; -
İşbirliği Örgütü (KEİ) 12, 161, 188,
kuşak 18, 19, 20, 1.18, 239; - ön-hat
206, 269, 281
18, 19; - parçalanma 4 5 0 , 451, 484,
Karaibler 108
485, 558, 559, 564; ~ teori 97, 102,
Karakalpak 466
107, 118, 155, 203, 326, 463; -
yapılanm a 5, 140, 336, 3 3 7 ,3 5 8 , 433 Karakurum 114; - geçişi 481

jeostrateji 16, 104, 335, 401; -k hat 336; karar bölgesi 107
-k havza 557; ~k teori 102 karar verici unsur 77
Jirinovvski, Vladimır 239 Kardak kayalıkları 154, 173-175
Jivkov, Todor 54 Karîofça 66, 488
Johnson Mektubu 42, 72, 242, 411, 418 Kars 35, 54, 5 5 ,1 2 5 , 166, 239, 430
Judenstaal (Yahudi Devleti) 378 Kartacalılar 206
Justinyen dönemi 151 Kasr-ı Şirin 21, 434
Kabarday-Çerkez otonom bölgesi 126 Kaşgarlı M ahm ud 101
Kaddafi, M uam m er 372, 401 Katolik; -1er 111, 206, 252, 253, 286, 316,
Kafkasya 7, 22, 34, 53-56, 70, 82, 87, 92, 350, 351, 377, 378, 563; - Dünyası
110-113, 116, 118, 11.9, 123-129, 395
134, 135, 139, 144, 148, 158, 161, kavim göçleri 124, 132, 200, 212
178, 182, 194-196, 205, 213, 221, kavram laştırm a 2
233, 245, 247, 254, 260, 269-271, Kayseri 404
276, 278, 279, 281, 317, 318, 325, K ayzer213
326, 327, 336, 3 3 8 ,3 5 2 , 396-400, Kazak bozkırları 460
404, 426, 432-438, 453, 457, 460, Kazakistan 125, .181, 188, 203, 4 6 2 ,4 6 3 ,
AG A AR C . /i Q 1 A C \f\ jnl
Stratejik D erin lik

Kazan 250 komünist; - idareler 461; - Sovyet


Kehillot 376 tehditi 62
Kelbecer 127 Konfüçyanist değerler 286, 494, 542
Keltler 99 kontrollü gerginlik politikası 346, 347,
kenar kuşak hattı 105 394
Kennedy, Paul 2, 345 konvansiyonel; - dünya haritası 107; -
Kenya Operasyonu 445 güç 246; - m üdahale 226-228; -
Kerkük 54, 113; --Yum urtalık boru hattı savunm a sentezi 108; ~ ve
paramiliter çatışm a 291
1 8 0 ,3 6 3 ,4 1 1 ,4 1 6 , 4 2 3 ,4 4 7
Konya 404, 406, 460; - 56
Keşmir 21, 1 1 4 ,2 5 3 , 2 8 3 ,4 8 1
Kopenhag Kriterleri 446, 507, 514, 515,
KFOR 298, 312, 3 1 3 ,3 1 4
517
Kıbrıs 42, 43, 72, 75, 108, 1 4 3 ,1 4 8 , 153,
156-170, 174-180, 183, 1 9 7 ,2 4 9 , Kore 1 0 5 ,1 0 9 , 114, 203, 227, 298, 325,
4 6 8 ,4 8 0 ; - Çıkarması 226-228, 344;
259, 283, 289, 400-403, 411, 416,
Güney - 243, 285, 286; - Kore 108,
418, 424, 507, 512, 532, 549; - m ese­
4 7 4 ,4 8 3
lesi 178, 179, 2 8 9 ,3 1 8 ; - Rum
Kesimi 170, 176, 178, 1 7 9 ,4 0 1 , 424, Kosova 41, 77, 111, 122, 123, 175,186,
211, 213, 226, 228- 232, 239, 244,
425, 507
246, 253, 283, 284, 289, 291-293,
Kınalızade Ali 15
296-300, 302-304, 306-319, 321, 322,
Kırcaali 317
395, 5 2 4 ,5 6 1
Kırgızistan 464, 4 6 9 ,4 7 8 , 483, 484, 486
Köln Zirvesi 283, 285
Kırım 206, 250, 460; ~ Hanlığı 206; -
Köıfez (bkz, Basra Körfezi, İran Körfezi)
Savaşı 67, 71, 240, 473, 529, 539
128, 1 7 3 ,1 8 0 , 336, 337, 346, 399; -
kıta; - havzası tanım lam ası 184, 199,
bunalımı 265, 266, 346, 360, 400,
201, 202, 217; ~ sahanlığı 171; —
526; - Müdahalesi 75, 7 6 ,1 3 9 , 226,
aşın hava operasyonları 226; --aşırı
228, 344, 383; - Savaşı (bkz. I.
m üdahale kapasitesi 229; - - eksenli
Körfez Savaşı, II. Körfez Savaşı) 87,
havza politikalanl89, 19 0 ,1 9 1 ;
1 1 0 ,1 3 6 , 141, 177, 221, 228, 233,
-lararası etkileşim 1 6 2 ,1 9 9 , 208,
252, 293, 294, 296, 300, 327, 335,
209, 2.11-217, 223, 233; -lararası
338, 344-347, 350, 351, 357, 358,
geçiş 1.31, 214, 2 1 5 ,4 2 6
360, 383, 388, 390, 391, 397, 412,
Kızıl Ordu 189 4 1 6 ,4 1 9 , 421, 423, 4 3 9 ,4 4 1 , 442,
Kızıldeniz 1 1 8 ,1 5 3 , 162, 170, 173, 180, 526; ~ ülkeleri 3 3 4 ,4 1 1
190, 395, 206, 217, 324, 332, 400, Köstence 147, 161
554 Krajina 309
Kiklat 171
Kubilay 459
kimlik; - bilinci 31; - bölünmesi 452; - Kudüs 5, 328, 331, 351, 352, 359, 375,
bunalımı 23, 91, 329; ~ çelişkisi 33; 392, 393, 394, 395, 3 9 6 ,4 1 8 ; -
- meselesi 122, 465; - tanımlaması Meselesi 328, 389, 395; Doğu - 389,
2 5 6 ,5 4 5 393
Kir’iath Arba 386 kuşatma politikası 105, 270
Kissınger, Henry 52 Kutsal R om a-Germ en 18, 29, 36, 37,
kişver 98 110, 111, 200, 212, 2 1 3 ,2 1 4 , 215,
kitle im ha silahlan 346 3 1 5 ,4 0 8 , 534, 535, 539, 544, 545,
kitlesel katliam 304 556
Kjellen, Rudolf 103 Kutup Denizi 104
KK0 313 Kuveyt 1 1 2 ,1 1 3 ,1 4 0 , 300, 350, 3 5 7 ,3 6 2 ,
KKTC 179 363, 364, 369, 405, 412, 441, 485
Klerides, Glafkos 424 Kuzey Alpler 213
Koestler, Arthur 373 Kuzey Denizi .193
Kohl, Helmut 61 Kuzey Kutbu 107
Kır/ev Snorat 171
İndeks

kuzey-güney; ~ ayrımı 244; - geçiş hat- Makyavel 15


ları 110; ~ gerginliği 287 Malaylar 251, 266, 267
Kuzistan 362 Malazgirt Savaşı 538
Küba 108, 109, 114, 179, 227, 228, 298; - Malezya 249, 266, 282, 285, 480
bunalımları 298 Malta 175
Küçük Kaynarca Anlatm ası 6 7 ,1 6 3 , 164, Mandela, Nelson 208
1 6 7 ,3 2 9
Mare İtilenim 99
Kültür Devrimi 542 Mare Nostrum 99
küresel strateji 36, 51, 53, 78, 102, 111,
Marksizm 30, 207
135, 162, 179, 1 8 9 ,2 1 1 ,2 1 3 , 228,
M armara .101, 160, 166, 169, 171, 172,
232, 233, 283, 301, 314, 321, 341,
554; - adaları 165
388, 4 3 1 ,4 5 3 ,4 7 0
M armaris geçitleri 171
küreselleşme 1 9 7 ,2 6 1 , 286, 287, 385,
M ataram Boğazı 255
541
M averaünnehir 191, 217, 429, 459
Kürt Meselesi 88, 437, 438, 439, 440,
m edeniyet; - aidiyeti22, 136, 137, 324,
4 4 2 ,4 4 4 -4 4 7 ,5 2 7
542, 543, 546, 547; - çatışm ası 566;
Lahey Adalet Divanı 507
- ekseni 93, 249, 273, 460; - havzası
Lahor 460, 461
66, 70, 99, 113, 191, 216, 252, 255,
Latin 286, 538; - Amerika 71, 80, 298;
273, 328, 534, 537, 539; - idraki
-/K atolik 286
süreci 97; - kırılması 541; - para­
Lebensraum (bkz. hayat alanı) 1 0 3 ,1 0 4 ,
digması 92; - tarihi 92, 256, 545,
314
556, 562; ~lerarası etkileşim 100,
Lehistan 193, 214, 315
215, 256, 262, 263, 537, 540, 541,
Levant Strateji 362, 400
542, 544, 547, 551
Libya 153, 206, 215, 345, 350, 368, 391,
Medeniyetler Çatışması 3, 87, 136, 137,
4 0 1 ,4 1 6
253, 255, 286, 294, 531, 543, 544
LIC (Düşük Yoğunluklu Çatışma) 108
medeniyetlerin ben idraki 97
Lizbon Zirvesi 245
Mehdi hareketi 207
Lombok Boğazı 162, 255
M ehmet Akif 563
Londra Anlaşması 165
M ehmet Ali Paşa 206
Lozan Anlaşması 7 0 ,1 2 3 ,3 6 5 , 166, 515
mekan; ~ algılaması 29, 97, 98; - idraki
Lübnan 108, 329, 330, 336, 343, 350,
23, 98, 99, 100, 101, 102, 256, 546
355, 357, 358, 362, 363, 375, 381,
Mekke-merkezli haritacılık 100
391, 392, 436; ~ îç Savaşı 343;
Güney - 363, 369 Meksika ? 86, 285, 286, 287, 472
Lüksemburg Zirvesi 82, 505, 549 Melikşah 428
M aastricht; - Anlaşması 185, 519; ~ nıemleketü’l-İslam 100
Kriterleri 507, 53 3 M emun, Halife 100
Mac Arthur, Douglas 226 Mercidabık seferi 206
M acar Ali Reis 101 merkantilizm 102, 332
M acaristan 108, 1 1 1 ,2 2 9 ,2 3 1 , 237, 291, merkez-kıyı 152
297, 299, 300, 301, 303, 315, 319, Merzıfonlu Kara Mustafa Paşa 256
3 2 0 ,5 3 5 M escid-i Aksa 248, 394, 395
Mackinder, Halford I. 2, 51, 104, 105, Mesnevi 565
107, 456, 463 M eşhed-Serahs-Tecen demiryolu proje­
Madrid Konferansı 294; ~ süreci 390 si 497
M aîıan, Alfred Tayer 2, 41, 51, 106, 107, m eşruiyet 16, 22, 36, 37, 48, 50, 52, 58,
1 0 9 ,1 3 0 , 341 76, 79, 80, 81, 86, 103, 104, 125, 134,
Makdisî 100 196, 2 2 7 -2 2 9 ,2 3 1 , 232, 241, 248,
M akedonya 41, 98, 1 2 3 ,1 2 4 , 194, 291, 254, 267, 283, 284, 287, 291, 297,
297, 301, 302, 309, 3 1 0 ,3 1 1 , 312, 300, 304, 329, 330, 339-341, 345,
313, 317, 318, 319, 320, 532; - 346, 360, 361, 363-372, 374, 384,
Arnavutluk filesini 31 ft 3Aî; 3flft /i9fi A o n a o /i
S tratejik D erinlik

443, 448, 449, 467, 474, 475, 517; M ostar 303, 304, 305, 563
sosyo-politik - 48, 50, 467; toplum ­ M uhamm ed (s.a.v.) 381
sal ~ 367, 370, 517 Musaddık olayı 334
metafizik 88, 90 Musevi şeriatı 375
m etahistorik düzlem 60 Musul 5 4 ,1 3 9 ,1 5 3 . 176, 336, 400;
m etodoloji 2, 4, 6-8 -/K örfez petrol havzası 139
M evlana Celaieddin-i Rumi 564 Mübarek, Hüsnü 370
M ezopotam ya 98, 112, 158, 181, 191,
Myriokephalon 273
134, 217, 327, 328, 332, 362, 397-
NAFTA (North America Free Trade
400, 405, 429, 435, 4 3 6 ,4 3 8 ; -
Agreement) 77, 186, 203, 211, 475,
havzası 158, 3 81, 398, 438; ~ -Basra
476, 519
hattı 398, 399, 405, 435, 436; Güney
Nahcıvan 5 5 ,1 4 3
- 140, 399, 405, 452; Kuzey - 399,
404 Namık Kemal 85, 563

MGK 48 Napolyon 20, 61, 8 1 ,1 3 3 , 190, 377, 378,


MHP 90, 91 3 8 9 ,5 1 8 ,5 2 8 , 5 3 5 ,5 5 6

Mısır 140, 194-196, 206, 207, 215, 227, Nasır, Cemal Abdü'n- 1 3 4 ,1 9 0 , 340, 342,
243, 275, 282, 324, 327, 328, 332, 3 4 3 ,3 5 4 ,3 5 6 , 360, 362, 363, 366,
333, 343, 353-358, 361-364, 366, 3 6 7 ,3 6 9 ,4 1 1 ,4 2 1
3 6 8 -3 7 0 ,3 7 7 ,3 8 3 ,4 0 1 ,4 0 5 ,4 1 1 , NATO 12, 41, 56, 71, 7 5 ,1 0 5 , 108, 117,
412, 416, 421, 428, 435, 457, 460, 1 2 5 ,1 4 8 ,1 5 6 , 157, 159, 175, 185,
472 . 186, 197, 201, 202, 210,-214, 222-
m ihver; - bölge 254, 325, 456, 469, 480, 226, 228-243, 245, 246, 282, 284,
481; - ülke [pivoial staie) 472, 555, 294-300, 303, 307, 308, 310, 311,
566 321, 322, 361, 396-399, 423, 434,
millet sistemi 329, 537 472-474, 482, 483, 492, 519, 521,-
Milletler Cemiyeti 380 5 2 6 ,5 3 1 , 532, 533, 561
milliyetçilik 30, 68, 85, 87, 89-91, 248, Navarin 152
259, 330, 352, 360, 364-368, 378, Nazizm 375, 379, 382
379, 385, 387, 415, 435, 453, 536, neo-oryantalizm 542
537, 540, 556; yeni - 367 Netanyahu hükümeti 365
Miloseviç, Slobodan 30, 253, 2 9 2 ,2 9 9 , Nijerya 282
3 0 9 ,3 1 1
Nikaragua 108
M indanao 249
Nil 138, 1 9 5 ,2 1 7 ,3 2 4 , 332, 336, 389
Mintaka Geçidi 114, 481
Nizam-ı Alem 63
Misak-ı Milli 69, 134
N izam ülm ülk428
MisidTürkleri 143
Normandiya Çıkarması 226, 228, 344
M itroviça 314
Norveç 1 0 5 ,1 5 6 , 226
Mittellage {m erkez konum) 21, 29
Novorossisk 168, 178
m odernite 407, 537, 565
m odernizasyon 4 3 ,4 2 2 , 541
nuevos cristianos 376
Nuh Tufanı 99
m odernleşem em e 408, 409
m odernleşm e süreci 93 Nusayrî azınlık 371

M oğollar 459, 538 nükleer; - hedef 108; - savaş doktrini


Moğolistan 4 5 6 -4 5 8 ,4 7 9 108; - tehdit dengesi 108; -

M ondros Mütarekesi 165 teknoloji 107; - terör dengesi 399; -


üstünlük 226, 227
'Montrö (Montreux) Boğazlar
Sözleşmesi 166, 167, 168 Oceanus 98
Mora 102 O klahomabaskmı 62
Morava-Vardar ekseni 41, 291, 303, 308 Okyanusya 109
M orgenthau, Hans J. 15, 16 Oniki Ada 146,1 5 4 , 171, 179
Moskova 28, 4 6 3 ,4 6 7 ; - prensliği 28, OPEC 108, 334
Orbav. Rauf 153
indeks

Ortadoğu 7, 12, 22, 36, 41, 53, 54, 56-58, masisi 167, 214; - düzeni 30, 101,
73, 80, 82, 92, 1 0 4 -1 0 8 ,1 1 0 , I I I , 539; - haritacılığı 101; ~ kara ve
114, 1 1 6 -1 1 9 ,1 2 1 ,1 2 2 , 1 2 4 ,1 2 6 - deniz stratejisi 63; - m ekan idraki
129, 1 3 0 -1 3 6 ,1 3 8 -1 4 2 , 1 4 4 ,1 4 7 , 102; ~ sistemi 66, 133, 329, 539; -
1 4 8 ,1 5 7 ,1 5 8 ,1 7 0 ,1 7 1 , 174,-178, stratejisi 102; ~ şehri 195; - -Türk
180, 182, 184, 190, 191, 194, 196, dış politika geleneği 52, 53, 67; - -
205, 206, 209, 216, 227, 234, 236, Türk dış politikasının 53, 55, 179
238, 248, 255, 2 6 1 ,2 6 7 , 270, 271, Osmanlıcılık 84, 85, 257
286, 293, 294, 296, 299, 300, 314, Ostpoiitik 145, 242, 271, 350, 523
315, 318, 321, 323-343, 345-363, Otuz Yıl Savaşları 15, 2 0 .2 0 9 , 518, 535
365, 367, 368, 370-373, 375, 376, Öcalan, Abdullah 8 9 ,2 2 1 , 442, 445, 446,
37 9 -3 8 6 , 388-391, 393-401, 4 0 4 ,4 0 5 , 447, 448, 505
40 8 -4 1 0 , 412-417, 419-423, 425-427, '‘öteki" 60, 407, 505, 538, 539, 540, 544
4 3 1 -4 4 4 ,4 4 6 , 4 4 8 -4 5 3 ,4 5 7 , 464, Özal, Turgut 84, 85, 86, 90, 505
478, 488, 490, 493, 497, 498, 502, Özbekler 460, 466, 4 8 4 ,4 8 5
504, 508, 523, 525-528, 530, 531,
Özbekistan 114, 125, 143, 181, 203, 464,
533, 554, 5 5 8 -5 6 0 ;-b a rış
466-468, 484-486, 497
görüşm eleri 57, 138, 260, 297, 308,
Özi kalesi 563
338, 347, 416, 4 2 3 ,4 2 5 ; - Barış
Pakistan 21, 105, 114, 135, 182, 192, 203,
Süreci 5, 138, 140, 1 4 1 ,1 4 2 , 180,
248, 249, 251, 252, 267,-270, 272-
189, 294, 328, 331, 338, 350, 351,
274, 324, 343, 354, 403, 434, 468,
360, 361, 363, 365, 366, 367, 376,
472, 480-482, 486, 495; -'ın
384, 385, 386, 387, 388, 389, 390,
bağımsızlık mücadelesi 272
391, 394, 395, 4 0 1 ,4 0 3 , 412, 413,
Pamuk Birliği 273
4 ] 5, 419, 420, 421, 4 2 2 ,4 2 3 , 425,
Pan-Arabizm 361-363
453, 526; ~ kavramı 1 2 2 ,1 2 9 , 130,
Pan-Suriye 361
131, 132, 1 8 9 ,2 1 6 , 3 2 4 ; -
Panam a 108, 228; - Kanalı 162
Kumandanlığı (Middle East
Pantürkizm 68
Command) 130, 457; ~ Meselesi 5,
141, 248, 331, 395, 438, 440, 441, Papa 209, 321; - III. AIexander 100; - IV
4 5 1 ,4 5 2 I n n o ce n t100
parçalanm ış ülke (torn country) 9 ,1 3 7 ,
Ortak Avrupa Evi 243, 474
543, 544, 555, 566
Ortak Dış Politika (CFP; Common
Foreign Policy) 508 Paris 154, 311; - Sözleşmesi 165

Ortak Dış Siyaset ve Güvenlik Politikası Pasifik; - derinliği 19; - ekseni 148, 186,
476; ~ kimliği 186; - Okyanusu 162,
(CFSP) 185
457; - stratejisi 62; Batı ~ 156;
ortak; - dış politika yapım alanı 433; -
Güney - 286
güvenlik sistem i 181
Pax Americana 300, 349
Ortodoks; ~lar 67, 214, 253, 287, 316,
Pcıx Britannica 556
352, 378, 465; - Rus Çarlığı 30: ~
Pehlevİ, Rıza 258
Yahudiler 389; --S lav etk i 315;
Peloponez Savaşları 15
Slav kuşağı 216
Oslo Süreci 294, 390; --M ad rit ekseni 35 Pers İmparatorluğu 194
Persler 427
Osmaniı; ~ coğrafyası 81; ~ Devleti 7,
15, 30, 32, 34, 41, 52, 53, 66, 67, 68, petrol; - alanlan 128, 129; -am bargosu
69, 70, 82, 84, 86, 90, 91, 101, 111, 334; - jeoekonomisi 139; ~
120, 122, 124, 132, 133, 134, 143, jeostratejisi 335; - krizi 73, 349; -
1 4 7 ,1 5 1 , 152, 153, 1 6 1 ,1 6 3 , 164, rafinerileri 172
165, 178, 181, 190, 191, 19 3 ,1 9 5 , P iren eler256
196, 206, 207, 212, 214, 215, 247, Piri Reis 101
248, 257, 258, 261, 316, 322, 329, pivot area 104
335, 339, 352, 369, 3 7 9 ,4 0 6 , 428, PKK 84, 88, 89, 1 4 1 ,1 4 5 , 176, 178, 391,
429, 447, 448, 449, 515, 529, 537, 397, 399, 400, 401, 412-414, 422,
538. 539. 5 5 7 - ^ 9
Stratejik D erinlik

Politbüro 127 Ruanda 393


Polonya 111, 229, 231, 237, 275,297, Ruhr havzası 279
299, 315, 535 Rum; ~iar 379, 418, 424; ~ azınlığı 123; -
Portekiz 133, 209, 460, 511, 532 ve Ermeni lobisi 415
Pounds, N.J.G. 132 Rumeli 564; -- i Şâhâne 120
pozitivizm 90 Rumenler 315
pragm atizm 53, 86, 90, 1 9 1 ,244, 284, Rus; - baskısı 1 6 6 ,1 6 7 ; - birlikleri 56,
360, 383, 390, 43 0 -4 3 2 , 474, 503, 504 239, 302; ~ Çarlığı 352; ~ Devrimi
Pressler 482 89; - etki alanı 213, 430; -
Prester John 100 hakimiyet alanı 125; - Kazaklan
Prestroika 243 206; - kimlik bilinci 30; - step
Prijedor 306 havzası 21; - stratejisi 40, 51, 55,
Priştine havaalanı 239, 298, 314 125
Prizren 298 Rusya 4, 7, 38, 55, 58, 69, 78, 81, 86, 105,
Protestan 286, 465; ~ koalisyonu 535; 1 0 6 ,1 1 4 ,1 2 3 -1 2 7 , 129, 134, 144,
-/A ngJo Saksoıı 286 154, 159,1 6 0 , 164, 1 6 7 ,1 6 8 ,1 7 6 -
179, 1 8 1 ,1 8 2 ,1 8 8 , 189, 191-193,
Prusya 2 1 ,1 6 4 , 527, 528, 529; -O sm a n iı
202-205, 210, 224, 232, 235, 238-
ilişkileri 529
240, 2 4 3 ,2 5 1 , 257, 269, 271, 275,
Prut Savaşı 240
278-280, 282-284, 286, 289, 293,
Putin, Vladimir 433, 474, 4 8 2 ,4 9 1 , 496
295-298, 301, 310, 312, 314-316,
radikalizm 252
325, 347, 348, 352, 396, 402, 420,
Rafsancani, Haşimi 191, 390, 431
424, 426, 427, 433, 434, 438, 456-
Ratzel, Friedrich 103
4 5 9 ,4 6 1 -4 6 3 , 465, 4 6 8 ,4 6 9 ,4 7 1 -
RCD 197, 268
476, 479-483, 4 8 5 ,4 8 6 , 489, 491-
reaksiyoner dış politika 147, 148 498, 520-522, 525, 528-530, 532,
Red Cephesi 343, 345 533, 558, 559; Çarlık ~’sı 352
reelpolitik 16, 22, 76, 110, 175, 271, 294, S-300 füzeleri 176, 177, 402
304, 345, 421, 434, 437, 4 5 3 ,4 9 5 , Sabra ve Şatilİa katliamları 394
4 96
Sadabad Paktı 258, 259
Refah Partisi 84, 90
Saddam H üseyınl43, 252, 341, 344, 346,
Rei'ahyol hükümeti 87
347, 360, 369, 370, 372, 421, 441,-
reformasyon 389 444
Rehineler Krizi 431 Sadr, Ayetullah 441
Richeliue, Kardinal A.J, du Plessis 556 Safevî Devleti 192, 354, 427, 428, 429,
Rimland 105, 109,-111, 135, 15 5 ,1 6 7 , 460
203, 233, 254, 325, 427, 469; - Said, Edward 363, 365
kuşağı 105, 106, 1 0 8 ,1 0 9 , 113, 115,
Sakarya 563; - havzası 195
188, 324, 457; - teorisi 342
SALT görüşmeleri 242
Ritter, K. 121
Samî ırkı 381
Rom a 375; ~ birikimi 545; ~ im parator­
San Remo Konferansı 380
luğu 99, 100, 151, 194, 2 0 0 ,2 0 6 , 207,
Sanayi Devrimi 130, 133, 192, 210, 333
315, 316, 328, 4 0 6 ,4 0 8 , 427, 534,
Sancak 123, 306, 3 0 7 ,3 1 7 , 318, 319
538, 545, 546, 549; - m edeniyet
havzası 215; - siyaset geleneği 545; Sanhedrin 377
~ Zirvesi 230, 299; —K artaca Sara, Hz. 386
■ savaşları 2 1 5 ;-lılar 99 Saraybosna 56, 195, 303, 306
Romanya 6, 38, 1 2 3 ,1 5 9 , 160, 238, 275, Sarp köyü 125
278, 280, 301, 302, 303, 319, 320, Sasanîler 427
523, 542 savunm a sanayi 25, 37, 38, 3 9 ,4 0 , 42,
RooseveltTheodor 106, 341 43, 4 4 ,4 6 7
Rotshieid ailesi 379 Schmidt, Helmut 61
Çrhwendi 539
İndeks

SEATO 105, 226 Slovakunsur 111


seküler 29, 363, 368; ~ kimlikli 54; - /id e­ Slovakya 275, 542
olojik form 379 Slovenya 238, 295, 301, 315, 320, 351,
Selçuklu; - Devleti 1 3 1 ,1 3 3 ,2 7 3 , 328, 447, 535, 536
3 5 3 ,4 0 0 , 4 0 6 -408, 427, 4 2 8 ,4 2 9 , Slovogreece 121
459, 538, 564; - hakimiyeti 273 Soğuk Savaş 8, 18, 22-24, 32, 41, 47, 49,
Selimiye camii 273 55, 56, 58, 62, 67, 71-76, 84, 106,
Sem erkand 4 5 9 ,4 6 0 , 484 1 0 8 ,1 0 9 -1 1 3 ,1 1 5 -1 1 7 ,1 2 0 ,1 2 4 ,
semitizm 373 1 2 5 ,1 2 8 , 134-137, 139, 141-143,
Senusi hareketi 207 154-160, 164, 166-170, 176, 177,
serbest dolaşım 23, 306, 504, 509, 511, 183-186, 188, 190,-192, 197-205,
5 1 2 ,5 3 1 ,5 4 3 ,5 5 0 208-212, 215, 217, 221-229, 231,
Seversky, A.P. de 107 232, 234, 239-244, 248, 252, 253,
Sevr Anlaşması 61, 165 504, 505 265, 271, 275, 276, 281-284, 286-
Sevr psikozu 515 288, 291-294, 299-301, 309, 310,
312, 316, 325, 326, 335-338, 340,
Şeydi Ali Reis 460
342-349, 351-353, 360-363, 368, 370,
Seylan 99
372, 379, 382, 383, 385, 386, 390,
Sharon, Ariel 3 9 4 ,3 9 5
395-397, 399, 402, 419, 421, 432,
shatterbelt 20
437, 439, 440, 451, 452, 455-458,
sınır ( boundary ) 19
461, 466, 468-470, 472, 473, 477,
Sırbistan 229, 231, 2 9 1 ,2 9 5 , 296, 299- 480, 481, 483, 485-489, 492, 494,
3 0 2 ,3 0 5 -3 1 3 ,3 1 5 ,3 1 9 ,3 2 0
496, 505, 518, 519, 520-523, 525-
Sırp; ~iar 30, 54, 231, 232, 238, 292, 294, 527, 529,-534, 543, 550, 557, 560,
296-298, 3 0 0 ,3 0 2 -3 1 3 , 315-317, 320, 561; - sonrası dönem 12, 17, 18, 22,
524; - Cumhuriyeti 304, 313; - 24, 25, 26, 30, 43, 54, 63, 71, 73, 74,
katliamı 87, 322 76, 79, 80, 82, 83, 85, 87-90, 97, 109,
Sibirya 456, 462, 463, 473; Doğu - 1 0 5 110, 115, 125, 127, 128, 134, 135,
Sicilya 98, 215 137, 139, 141, 143, 158, 168-170,
Sihler255 176, 177, 181, 182, 184, 185, 193,
Silis tre 563 1 9 7 ,2 0 2 ,2 0 3 , 2 0 5 ,2 1 0 ,2 1 1 ,2 1 3 ,
Singapur 385, 480 222-225, 228, 229, 232-235, 239-242,
siyasal; - birey 378; - entite 392; - felse­ 244-246, 250, 252, 254, 260, 261,
fesi 15; - sosyolojisi 428 264, 268-270, 275, 282, 283, 285,
siyaset yapımcıları 51, 52, 54, 58, 130, 292, 293, 298, 301, 314, 339, 342,
136, 224, 225, 409, 504, 515, 542- 343, 347, 353, 361-363, 366, 372,
544, 551 383, 386, 390, 396, 397, 402, 414,
siyasî; ~ coğrafya 9 3 ,1 0 3 , 106, 134, 140, 4 1 7 ,4 1 9 , 422, 423, 430, 435, 441,
201; - irade 17, 32, 3 3 -35, 3 7 ,4 0 , 41, 4 5 1 ,4 6 8 , 474, 475, 477, 479-481,
44, 46, 47, 50, 65, 162, 266, 267, 269, 484, 485, 487, 489, 490, 492, 495,
2 7 4 ,2 7 7 , 278, 329, 345, 395, 498, 5 2 3-527, 533, 561
516, 528; ~ katılım 346, 366, 370, Sokullu M ehmed Paşa 460
371, 545; - kültür 53, 54, 58, 68, 70, Somali 393; - Çıkarması 76
79-81, 83-85, 87-92, 118, 143, 185, sosyal m eşruiyet 374
222, 316, 330, 368, 371, 372, 446, sosyalist 30, 76, 83, 111, 134, 138, 277,
448, 450, 452, 487; - m eşruiyet 80, 286, 315, 334, 352, 360, 363, 368,
86, 360, 361, 368-370, 372, 448, 449; 375,41.8, 4 6 5 ,4 6 6 ,4 7 8 , 496, 530
- m üesseseleşm e 368; - tarih 15, sosyalizm 248, 340, 342, 362, 363, 366,
104, 4 6 1 ,4 9 4 , 528, 533, 537 374
Siyonist Kongre (bkz. Birinci Siyonust Sovyet 49, 71, 7 2 ,1 1 3 ,1 1 4 , 116, 125, 138,
Kongre) 378-380, 382, 389 1 5 6 ,1 6 7 , 1 8 6 ,1 9 7 , 210-212, 215,
Siyonizm 373-376, 378, 379, 381 216, 227, 228, 240, 241, 250, 259,
Slav; merkezî - cumhuriyetleri 467 270. 281. 337. 340. 342. 349. 352.
Stratejik D erin lik

353, 362, 399, 410, 417, 418, 439, 508, 524, 527, 551, 555; - pragm a­
465-468, 470, 472, 473, 481, 484, tizm 254; - Üçgen Mekanizması
489, 530, 531, 542; - İmparatorluğu 353; - zihniyet 17-19, 23, 29-31, 34,
78, 181, 465; - Paktı 201; - sistemi 46, 58, 59, 62, 63, 65, 66, 69, 97, 352,
4 6 5 ,4 6 6 , 467; - sonrası dönem 148, 372, 406, 456, 472, 481, 488, 495,
193, 4 6 5 ,4 8 9 ; - Sosyalist 529, 546, 555, 560, 563
Cumhuriyetler Birliği bkz. SSCB su; - meselesi 137, 335, 337, 338, 357,
soyutlam a 2 4 0 3 ,4 0 4 , 4 1 2 ,4 1 3 , 440; - yolları
söm ürge 1 6 ,1 8 , 39, 52-54, 66-70, 83, 86, 110, 1 2 4 ,1 5 1 -1 5 3 ,1 5 7 -1 5 9 ,1 6 1 ,
87, 100, 102, 1 0 3 ,1 1 3 ,1 3 3 , 1 3 4 ,1 4 0 - 175, 1 8 1 ,193-195, 212, 213, 354
142, 152, 175, 190-192, 196-198, Sudan 140, 362, 4 1 4 ,4 5 7
203, 207, 208, 215, 216, 225, 226, Sunda Boğazı 162, 255
247, 248, 251, 2 5 7 -2 6 0 ,2 8 8 , 325, Suriye 57, 1 0 8 ,1 1 2 ,1 3 5 , 1 3 8,140, 142,
326, 329, 333, 335, 339, 340, 346, 144-14 7, 177, 179, 215, 221, 261,
348-350, 3 6 1 -363, 368, 3 6 9 ,3 7 2 , 330, 336, 338, 343, 346, 350-352,
380, 382, 385, 396, 407,.408, 410, 3 5 5 -3 5 8 ,3 6 1 -3 6 4 ,3 6 8 ,3 7 0 ,3 7 1 , .
414, 450, 4 5 6 ,4 5 9 -4 6 1 , 465, 484, 3 9 1 ,3 9 2 , 396-405, 409, 410, 412-
494, 504, 513, 516, 526, 529, 539, 416, 422,-425, 435, 443, 444, 526,
541-545, 547; - devrimleri 71, 72, 527, 558
207, 215, 248, 259, 348, 3 4 9 ,4 1 0 , Suudi Arabistan 3 5 ,1 4 0 ,1 7 6 , 285-287,
484; -cilik 67, 71, 86, 133, 191, 200, 334, 355, 356-358, 363, 368, 371,
207, 215, 252, 256, 460, 504, 543, 405, 4 1 1 ,4 1 2 , 421; - petrolleri 176
562 Südosteuropaische Halbinsel 121
sözde Kürt parlam entosu 401 Süveyş 157, 162,1 7 0 , 1 7 3 ,1 7 5 , 176, 180,
Spinoza, Baruch 374 190, 255, 326, 343, 4 0 0 ,4 0 1 ; ~
Spykman, N.J. 2, 51, 104, 1 0 5 ,1 0 7 ,1 0 9 , bunalımı 259, 348, 354, 410
132, 135, 342, 457 Svahili 267
Srebrenica 304 Şah 343, 421, 428, 4 3 0 ,4 3 1
SSCB 4, 30, 72, 75, 76, 82, 89, 105-108, Şahdeniz petrol yatakları 497
111, 1 1 2 ,1 1 4 , 117, 135, 148, 154- Şam 5 7 ,3 6 2 ,4 0 4 ,4 0 6 , 409
157, 159, 160, 166 -1 6 8 ,1 7 4 , 176, Şark Meselesi 134, 379
188-200, 202, 2 0 3 ,2 0 7 , 210, 212, Şarlman 36, 3 7 , 429, 534
221, 226, 239-242, 259, 260, 266-
Şarlo 375
268, 271, 278, 280, 281, 301, 323,
Şattü’l-Arap 362
325, 336, 342, 343, 346, 351-353,
Şerif ve Suud aileleri 366
362, 366, 3 8 3 ,3 9 8 , 399, 411, 418,
Şeyh Edebali 91
419, 430-432, 434, 4 4 7 ,4 5 5 -4 5 8 ,
Şeyh Şamil 54, 8 7 ,1 2 5
463, 470, 472, 473, 477-479, 481,
Şili 109
483, 485, 4 8 9 ,4 9 6 , 521, 522, 525,
Şintoist 286
528, 529, 557
Şiraz 460
stepler 1 9 9 ,2 0 8 , 233, 239, 275, 3 3 2 ,4 5 9
Taberiye gölü 425
Strabo 98
Tac Mahal 273
stratejik; ~ derinlik 8, 305, 554, 566; -
eklemlenme 1 5 8 ,1 7 0 ; - eksen 158, Tacik; ~ler 481, 4 8 4 ,4 8 5 ; ~ iç savaşı 481,
486
351, 4 3 1 ; - h a t 109, 1 1 0 ,1 1 2 , 171,
186, 188, 233, 305, 522; - kademe- Tacikistan 114, 245, 246, 250, 464, 468,
lendirme 20, 209; ~ kimlik ve zih­ 4 6 9 ,4 8 6 , 496
niyet M, 87; - kuşak 78, 11 2 ,1 14, Tahkim yasası 516
142, 231, 281, 299, 3 0 5 ,3 0 9 , 320, Tahran-Yalta-Potsdam özel görüşmeleri
337; - planlama 11, 15, 17, 31, 34, 105
35, 4 0 ,4 1 , 43, 4 4 ,4 6 ,4 7 , 56, 61, 62, taktik; - kademelendirme 2 2 ,4 7 , 50, 68,
c c ->A -7K 1 ^ 0 175. 189. 275, 451; - m anevra alam 53, 67
indeks

Taliban hareketi 4 8 2 ,4 8 6 Tunus 206, 243, 275, 346, 368, 371


tam pon ülke 213, 358 Turan 200, 428, 459, 460, 494; -cilık 8 9
Tanzanya 254 Tuzla 303
Tanzim at 81, 83, 85, 86, 205, 488, 539 Türk dış politikası 12, 23, 47, 53, 55, 71,
Tarafsızlar Bloku 1 9 0 ,1 9 2 , 207, 208, 353, 72, 122, 124, 147, 148, 158, 179, 183,
4 1 0 ,4 1 1 ,4 1 5 ,4 1 8 184, 197, 222, 224, 242, 282, 486,
tarafsızlık politikası 166, 358, 397 492 (bk2 . Osmaniı); - diplomasisi
Tarık Aziz 445 1 1 7 ,1 4 7 , 281, 488, 508; - Dünyası
Tarık bin Ziyad 2 0 ,2 5 6 , 562 45, 69, 221, 222, 223; - kimliği 466;
tarım havzaları 137-139, 217, 255 --A Jm an ilişkileri 530, 532, 533;
tarih; - analizi 8; ~ bilinci 29, 59, 60, -çü lü k 68, 69, 84, 89, 257, 460, 461
544; - derinliği 6, 327; - hafızası 60, Türk Tarih Kurumu 82
373; - î derinlik 6, 8 ,1 9 9 , 274, 352, Türkistan 458, 460
426, 430, 527, 534, 540, 553, 554, Türkiye; - Cumhuriyeti 23, 30, 70, 90,
566; ~\ m iras 41, 42, 65, 66, 69, 79, 122, 143, 196, 515, 559; - jeopolitiği
83, 93, 132, 190, 315, 316, 331, 396, 117
410, 451, 548; -sizleşm e 5.9, 407, Türkmenbaşı 485
408
Türkmenistan 125, 181, 463, 469, 485,
Tarihin Sonu 87, 136, 253, 294 486
tasvir 1-3, 6-8, 10, 11, 553, 554 Ukrayna 160, 190, 193, 194, 214, 235,
Tataristan 467 275, 280, 468, 473, 480, 522
Tayland 108, 285 ulus-devlet 6, 7, 15, 16, 18, 25, 66, 69,
TBMM 48, 49 102, 200, 248, 249, 251, 310, 329,
Tebriz 147 330, 333, 335, 338, 339, 340, 349,
teknoloji casusluğu 26-28 361, 362, 373, 377, 380, 384, 407,
Temas Grubu 260, 322 408, 418, 450, 451, 466, 484, 514,
Tengiz petrol kaynaklan 463 5 1 5 ,5 3 7 , 558
terör 62, 84, 88, 108, 142, 1 4 5 ,1 4 6 , 178, Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiserliği 244
242, 252, 291, 326, 386, 399-401, ulusçuluk 90, 407
412, 414, 422, 438, 439, 441, 442, uluslararası; ~ düzen 16, 165, 230, 232,
447, 449 233, 288, 294, 344, 345, 347, 477,
Terra ultra Oceanum 99 518; ~ ekonomi-politik 24, 25, 76,
Tevrat373, 374, 386 78, 197, 208, 2 1 0 ,2 1 8 , 263, 279, 282-
The Geographical Pivot ofHistory 104 286, 288, 332-334, 344, 345, 384,
Thucydıdes 15 385, 464, 4 6 5 ,4 6 9 , 470, 471, 474,-
Thyrasymakhos 15 476, 478, 479, 482, 483, 504; ~
Tianenm en 27, 477 hukuk 18, 26, 27, 54, 75, 1 10, 112,
Tibet 4 3 7 ,4 7 7 ,4 7 9 114, 118, 122, 123, 173, 225, 226,
Timur 113, 456, 459, 460 242, 259, 289, 292, 293, 296, 304,
Tito, losip Broz 301 305, 310, 344, 393, 437, 442, 443,
Topographia Christiana 99 481, 507; - ilişkiler teorisi 16; ~
totaliter; - rejim 248; ~ ve baskıcı kamuoyu 294, 305; - sistem 18, 66-
yapılanma 366 69, 71, 74-78, 83, 87, 107, 118, 200,
Trablusgarp Savaşı 54, 153 210, 225, 226, 254, 282, 287, 292-
Trabzon 147, 161 294, 339, 344, 346, 368, 369, 380,
Trans-Atlantik örgütü 186 391, 396, 4 3 3 ,4 6 9 , 471, 479, 496,
Transilvanya 302 497, 519; - strateji 372, 377, 522
Transkafkasya 111 Um m an 260, 414
Transkontinental Blok 476 Uraî-Hazar hattı 456
Tuna 38, 1 2 9 ,1 5 2 ,1 5 7 , 159, 160, 195, Urallar 2 0 0 ,2 0 1 , 212, 213, 281, 282
196, 276, 301, 302, 309, 320, 447, Urfa 406
S tratejik D erinlik

Uzak Doğu 43, 226, 457, 463 379, 389; -1er 329, 330, 351, 374;
Üç Tarz-ı Siyaset 84 —ilk 373
üçkutupluluk ( tripolarity) 353 Yahudi Nörozu 373
üçlü dengeler diyalektiği 355 yakın çevre kuşağı 215
üçüncü dünya 46, 385 yakm deniz 12, 555; - havzası 554, 558,
Ü çün cü Lateran Konsili 376 560; ~ kuşağı 180
Ü çün cü Rom a ideali 315 Yakın Doğu 121
Ürdün 108, 243, 336, 346, 355,-360, 362, yakın havza stratejisi 318
363, 368, 371, 383, 413, 416, 421, yakın kara 12, 555; - havzası 554, 558,
4 3 5 ,4 4 1 560
Ürdün-Fiiistin-Lübnan üçgeni 355 yakın kıta; ~ bağlantıları 560; - havzası
Vahhabi ayaklanması 206 5 5 4 ,5 5 5 , 560
Van 147 Yavuz Sultan Selim 206, 460
Vancouver 243, 244 Yemen 1 4 0 ,1 5 3 , 356; Güney - 1 0 8 ,1 3 5
Varşova Paktı 108, 1 2 5 ,1 5 6 ,1 6 0 , 168, Yeni Dünya Düzeni 51, 85, 110, 139, 229,
201, 229, 2 3 9 ,2 4 2 , 361, 3 9 6 ,4 3 4 , 244, 293, 335, 340, 341, 344, 390,
519, 521, 525, 531 4 1 9 ,5 1 7
vatandaşlık 51, 79, 85, 3 2 0 ,4 4 8 ,4 4 9 yeni düzen 85, 344, 345, 517
Vatikan 351, 408
Yeni Zelanda 105
Veraset Savaşları 210 yeni-gelenekçi tepki 534
Verdun Anlaşması 534
Yeni-Osmanlıcılık 84, 85, 90
Versay 61
yerellik 71, 374, 375, 383, 389
Vietnam 107, 108, 1 0 9 ,1 1 4 , 203, 227,
Yermuk 336
469; - Çıkarması 226
Yıldız Savaşları 4, 326
Vistül Irmağı 212, 213
Yılmaz, Mesut 314
Vişegrad 304
yönlendirm e 1-3, 8, 10, 11, 553
Viyana 256, 460, 563; - Kongresi 61, 85,
Yugoslavya 41, 1 1 1 ,1 2 1 , 177, 207, 292,
518, 535; - Kuşatması 66
294-296, 299-301, 307-313, 315, 319,
Vladivostok 243, 244
323, 340, 350, 447, 523, 524, 536
Volga 1 5 2 ,1 5 7 , 1 6 1 ,1 9 3 , 213, 277, 460
Yunan; - adaları 171; - donanm ası 153;
Voyvodina problem i 231, 300
- İç Savaşı 108; - m edeniyet
W agner 121
havzası 215; ~ m ekan idraki 98; -
W akhan Koridoru 1 0 8 ,1 1 3 , 480
unsur 315
W ashington 445; - Zirvesi 186, 211, 225,
Yunanistan 41, 54, 7 2 ,1 2 3 ,1 2 9 , 144,
230, 235, 236, 299
1 4 5 ,1 4 7 ,1 4 8 , 152, 154, 156, 157,
W eim ar Cumhuriyeti 35
1 5 9 ,1 7 0 -1 7 4 , 177, 179, 184, 237,
W eizmann, Ezer 424
238, 275, 277, 278, 291, 301, 302,
West-jRest(Batı-DiğerIeri) 3, 253, 544
311, 315, 319, 320, 4 0 1 ,4 0 3 , 422,
Westfalya (Westphalia) Anlaşması 15,
424, 425, 445, 446, 504, 506-508,
66, 200; ~ düzeni 16, 537; - sistemi
5 1 1 ,5 1 2 ,5 2 3 , 532
1 0 2 ,2 0 0 ,5 1 8 ,5 3 5
Yusuf Akçura 84
W!ıaî isAsia îo Us? 204
Yüz Yıl Savaşları 20
W ilson Prensipleri 380
zam an ~ algılaması 2 9 ,9 7 ; ~ idraki 6; ~
Yahudi; - aydınlanması 374, 376, 378; -
ve m ekan derinliği 7;
cem aati 377; - finansm anı 388; ~
göç hareketi 380; - göçü 141; ~ Zedung, Mao 542
hukuku 377; ~ kimliği 329, 373, 376; Zepa 304
- kültürü 384; - Meselesi 339, 373, Z e u n e A 121
375, 376, 379, 380, 381, 389; - tarihi Zeytindağı 409
376, 378, 382, 388; - teolojisi 373, Zvornik 30
DATE DUE
Please return the b<sok before or on the
date oelovv
^ o nçr

0 7 0CT 2010

"10 ÖC3K ZİİTİ .. £ o ll. o

2 B J AM 2011

You might also like