You are on page 1of 5

LATİNCE’NİN TARİHSEL SÜRECİNİN ÖZETİ1

Giriş

Antik Latince ilk olarak, Antik dönemdeki İtalya’nın merkez bölümünü kaplayan Latium’da
bulunan Latinler ve Romalılar tarafından konuşulmaktaydı (Flores ve Rosaldo, 2007: 12).
Avrupa’da şu an konuşulan çoğu dilin kökenlerini etkileyen Latince, Proto-Hint Avrupa
Dillerinin bir uzantısı olan İtalik dillerine dâhildir. Bu özelliğiyle Latince, İran’da,
Hindistan’da ve Anadolu’da konuşulan Hint-Avrupa dilleriyle de genetik olarak ilişkilidir. Bu
benzerlikler, başta kullanılan kelimelerde, dilbilgisinde olmak üzere dilin birçok alanında
ortaya çıkmaktadır. Ancak Latince, özellikle yine Hint Avrupa grubuna dâhil olan Yunanca,
eski İrlanda dili ve Sanskritçe ile daha fazla benzerlikler göstermektedir (Clackson ve
Horrocks, 2007: 8).

Tarihsel gelişim itibarıyla, özellikle M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Etrüskçe’den etkilenen bu dil,
Grek alfabesiyle kullanılmaktaydı. Günümüzde konuşulan Portekizce, İspanyolca, Romanca,
Fransızca ise antik Latince’nin bir dalı olan Vulgar (Kaba) Latince’den gelmektedirler
(Gordon, 2005: 17).

Latince, İngilizce olmak üzere modern Hint-Avrupa dillerinin bazılarında hala yeni kelimeler
yaratmak için kullanılmaktadır. Latince’nin bu değişken ve bükümlü yapısına rağmen, dilin
aslı şu an sadece Roma’daki rahipler tarafından konuşulmaktadır. Ancak Latince’nin türevi
olan Roman Dilleri (Fransızca, İspanyolca, Portekizce, İtalyanca, Romence), İtalik diller
dâhilinde Avrupa’nın birçok bölgesinde konuşulan dillerdir. İtalikçenin tarihte konuşulan
diğer dillerine ise ancak, Antik Roma’nın M.Ö 4. yüzyılda İtalya’da güçlenmeden önceki
dönemine tarihlenen yazıtlarda rastlanmaktadır. Bu dillerin çoğu, Roma Hâkimiyeti
döneminde Latince’nin içinde erimiştir. Roma Cumhuriyeti Dönemi’ne tarihlenen yazıtlardan
ve Romalı yazarların eserlerden anlaşıldığına göre, bu dönemin Roma’sında konuşulan
Latince, argo ve günlük konuşma dili olan Halk Latincesi formundaydı. Halk Latincesinin
etkisini en fazla edebiyatın erken döneminde yazmış olan Plautus ve Terentius’un eserlerinde
görürüz, bununla birlikte imparatorluk döneminin sonlarında Petronius’un Satyrica‘sında ve
Hıristiyanlık dönemi metinlerinde bu halk dilinin yansımalarını sezebiliriz (Clark, 1900: 25-
32).

Halk Latincesi sonraki dönemde Vulgar (Kaba) Latince denen diyalekt türünün temelini
oluşturmaktadır. Cumhuriyet Dönemi’nin sonlarına doğru ise özellikle okuma-yazma bilen
aydın kesim arasında belirli kurallara dayalı ve edebi bir türde olan konuşma dili yayılmaya
başlamıştır. Bu diyalekte ise Klasik Latince denilmektedir. Ancak sonraki İmparatorluk
boyunca Klasik Latince’den ziyade Kaba Latince, imparatorluğun geri kalan tüm
topraklarında konuşulmaya devam etmiş, yerel dillerle etkileşime girerek değişime uğramış ve
çeşitliliğe kavuşmuştur (Clark, 1900: 36-40).

1
Eren KARAKOÇ, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Eskiçağ Bilim Dalı,
Dr., bigherakles@windowslive.com
İLK BULGULAR

Geleneksel antik literatüre dayanan eski tarih çalışmalarına göre Roma’da, şehrin kurulduğu
ilk dönemlerden beri Latince konuşulduğuna dair sarsılmaz bir inanç bulunmaktadır. Ancak,
Roma’daki yapılan kazılarda bulunan en eski yazıt, Forum Yazıtları denen ve en erken
tarihlemeye göre M.Ö. 6. Yüzyılın başına tarihlenen bir arkeolojik belgedir. Buna rağmen
Roma çevresindeki bölgelerde, Latince olan ilk yazıtlar M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren görülmeye
başlamıştır. Roma’nın 35 kilometre doğusunda olan antik Praeneste bölgesi, bu tarz
buluntuların ilk görüldüğü bölgedir. Bu bölgede ele geçen güzel işçilikli bir altın fibula (saç
tokası), özellikle Latince’nin tarihi seyrinin takibi için önemlidir. Fibulanın üzerine işlenmiş
Latince yazıtta şöyle yazmaktadır: “MANIOS MED FHE FHAKED NVMARIOS”, tercümesi
“Manius beni Numerius için yaptı.” Anlamına gelmektedir (Sacks, 2003: 77-79). Roma’da
bulunan Duenos Yazıtı (Bonus Yazıtı) ise M.Ö. 6. yüzyıla tarihlenir. Ancak metin 125
Latince harften oluşmasına rağmen, kelimelerin arasında boşluk bulunmaması, metnin
okunmasını zorlaştırmıştır. Yine M.Ö. 6. Yüzyılın ortalarına tarihlenen bir yazıt ise Roma
Forumu’nda bulunmuştur. Fakat bu bulguda sadece birkaç kelime yer alır. Lavinium’da
bulunan ve M.Ö. 500’lere tarihlenen bir tablet ise Castor ve Pollux’a atfedilmiştir. Bu tablette
iki satır halinde “CASTOREI PODLOVQVEIQVE QVROIS” yazılıdır. Metnin tercümesi
“Castor ve Pollux’a [Dios kouro]” anlamına gelmektedir. Bu yüzyıldaki bir diğer önemli
bulgu da, Roma’nın 45 km kadar doğusunda bulunan Satricum şehrinde yapılan heybetli bir
tapınak üzerindeki Latince yazıttır. Aynı yüzyılda bulunan Ardea kasabası yakınındaki sunak
yazıtları ile Corcolle Sunak Yazıtları, bu yüzyılın en önemli Latince yazıtlarıdır (Sacks, 2003:
80).

Bu kaynaklara göre yorum yapan antik tarihçiler, M.Ö. 6. yüzyılda Latince’nin her istikamette
en az 100 kilometrelik bir çapta konuşulduğunu belirtmişlerdir. M.Ö. 5. yüzyılda ise
kaynakların artmasıyla, Latince ve lehçeleri hakkında daha fazla bilgi edinilmeye başlar. Bu
dönemdeki ilk ve en önemli yazıt Tibur Sütun Yazıtı’dır. M.Ö. 3. yüzyıldaysa, başlıcalarını
Scipio’nun Mezar Yazıtı’nın oluşturduğu birçok kısa mezar yazıtı bulunmaktadır.

M.Ö. 6. yüzyılda Latince’nin bir önceki yüzyıla göre daha geniş bir alanda kullanılmasıyla
birlikte, doğu, güneydoğu, kuzeydeki Etrürya ve kuzeydoğuya doğru başta Safine (Sabin)
lehçeleri ile birlikte yayılmıştır. Bu lehçeleri yayanlar ise başta Sabinler olmak üzere, Marsi,
Paeligni, Samnit ve Picenum adlı Latin boylarıdır. Ancak kuzeye doğru yayılan Sabin
lehçesine dair herhangi bir doğrudan kaynak bulunmamaktadır. Buna rağmen kuzey bölgeleri
olan Umbria, İguvium ve Picenum’da herhangi bir Latince olmayan dile de rastlanmamıştır.
M.Ö. 5. Yüzyıldan elde edilen hem geleneksel literatür, hem de arkeolojik bulgulara göre
Sabinler, İtalya Yarımadası’nın güney bölgelerine doğru gençlerini yeni yerleşilecek bölgeler
bulmak için göndermeye başlamışlardır. Bu durumu bölgelerde konuşulan lehçelerin
yerlerinin değişmiş olması da açıklayabilir. Ancak İtalya’nın batı sahillerinde bulunan
Campania Bölgesi’nde lehçe değişikliğine dair açık kanıtlar bulunmasa da, tarihçiler yer
adlarından ve deyimlerden olumlu sonuçlara ulaşmışlardır. Buna göre özellikle Falisci Volsci
ve Roma’nın bulunduğu yerleri kaplayan Campania bölgesinde, Sabinlerin işgalinden önce
Faliskan lehçesi denen ve Latince’den çok da uzak olmayan bir dili konuşan Etrüsk ve Latin
kökenli insanlar yaşamaktaydı (Allen, 1989: 81-83).

LATİNCE’NİN GENİŞLEMESİ

Latince, gayet bükümlü ve değişken bir dildir. Bu özelliği, onun Roma’nın fetihleri
döneminden sonraki ilk yüzyıllar içinde birçok dille kaynaşmasına ve etkisini yaymasına
neden olmuştur (Gordon, 2007: 10).

M.Ö. 5. yüzyılda Roma ve yakın çevresinde açıkça Latince konuşulmasına rağmen, aynı
tarihlerde Etrürya’nın güneyinde, Umbria’da, Picenum’da, Marsian ve Volscian tepelerinde
ise Latince olmayan deyimlere de rastlanmıştır. Ancak M.Ö. 4. yüzyıldan itibaren başlayan
Roma genişlemesi ve İlirya’nın güçlü kralı Piros’un M.Ö. 275’te ülkesine dönmesiyle, Roma
İtalya’nın her bölgesine kolonileri aracıyla Latince’yi yaymıştır. Bu sayede M.Ö. 3. Yüzyılda,
Latin Yazıtlarını İtalya’nın her bölgesinde görmeye başlarız (Sacks, 2003: 85-86).

Latince öncelikle ilk hâkimiyetini Latium’un dışındaki yerel lehçeler ve Sabin dili üzerinde
göstermiştir. Aequi, Volsci, Marsi’nin başlıcaları olduğu diğer lehçeler zamanla unutulmuştur.
Daha sonra Latince Umbria, Etrüsk ve Veneti dilleri üzerinde de egemen olmuş, İ.Ö.100’lere
gelindiğinde Italya Yarımadası, Osca dili ve Yunanca hariç, tümüyle Latince konuşulan bir
yer haline gelmiştir. Diğer yandan Roma yayılmacılığının neticesinde Hispania (İspanya),
Güney Gallia (Günümüzdeki güney Fransa) ve Illyria’ya (Yunanistan’ın kuzey batı bölgeleri)
da ulaşan Latince, zaman içinde buralardaki yerel dilleri de bastırmıştır. Magna Grecia’nın
(İtalya’nın güneyindeki Sicilya) doğu bölgelerinde ise, Yunan prestijine ve saygınlığına bağlı
olarak Yunanca konuşulmaya devam etmiştir (Sacks, 2003: 86-90).

M.Ö. 3. Yüzyıldan itibaren Akdeniz’de önemli bir güç olmaya başlayan Roma, sonraki üç yüz
yılda bu bölgenin çevresindeki bütün uygarlıklara hâkimiyetini kabul ettirmiştir. Bu sayede
genişleme fırsatı yakalayan (Vulgar) Kaba Latince, buradaki konuşulan yerli dillerin yanında
yerini almış, zamanla etkileşime girmiş ve özellikle Avrupa’da yer alan bölgelerde etkisini
fazlaca hissettirmiştir. İmparatorluk dönemi boyunca etkisini artıran Latince’nin kaba
diyalekti, zamanla bu bölgelerde Roman Dilerinin (İspanyolca, Portekizce, Romence,
Fransızca, İtalyanca) oluşmasını sağlamıştır. Kaba Latince’de bu değişiklikler ve çeşitlilikler
görülürken, Klasik Latince İmparatorluğun yıkılmasına kadar çok az değişiklik göstermiştir.
Ancak İmparatorluk yıkıldıktan sonra, değişim hızlanmıştır. Özellikle, İtalya’da Germen
halkların etkin olmaya başlamasıyla, Roman dillerinin ve Germen dillerinin etkisi Klasik
Latince’de çoğalmış, yerel dillerin ve argonun etkisiyle Latince’nin Klasik evresi son
bulmuştur (Clackson ve Horrocks, 2007: 34-78).

Hıristiyanlığın erken dönemindeki Tertullianus gibi Kilise babalarının yazıları, Eski-Yeni


Ahit’in Latinceleri (Itala olarak da anılırlar), Mulomedicina Chironis ve Peregrinatio ad Loca
Sancta adlı metinler, Tourslu Gregorius’un Historia Francorum’u ve Fransa’da Merovingia
dönemine ait çeşitli kronikler ve dökümanlar Ortaçağ’a kadar uzanan Latince metin örnekleri
arasında sayılabilir. Bu ve benzer metinler klasik dönem Latincesini aratmayacak titizlikte
yazılmıştır, hatta kimileyin yazarlar kendi Latincelerini eleştirerek, okurdan “kötü” Latinceleri
için özür bile dilemiştir. Bu yeni dönem Latince’nin Ortaçağ evresi olarak bilinmektedir.
Böylelikle 5. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar Ortaçağ Latincesi, özellikle Avrupalı kavimler
arasında uluslararası bir iletişim dili olarak, bunun yanında bilim dili ve din dili olarak da
kullanılmıştır.

Rönesans akımının etkisiyle Avrupalı bilginler, 1700’lerden sonra Latince’nin üzerinde


çalışarak bu dili tekrar saf haline getirmeye çalışmışlardır. Bu dönemin bilginleri Ad
Fontes yani “Köklere…” diyerek insancıllık kaynağının adresini göstermişlerdir. Bu sayede
yazarlar sadece dinî, siyasî, sosyal ve felsefî-bilimsel açıdan değil, aynı zamanda dilin kendisi
açısından da Eskiçağ’a yönelmişlerdir. Latin edebiyatının altın çağını, yani Klasik Latince’nin
hâkim olduğu dönemi örnek alan hümanistler, çoğu zaman düzyazıda Cicero’yu, şiirde
Vergilius’u ortak dil Latincenin en seçkin örnekleri saymışlardır. Onlara göre Ortaçağ’da
egemen olan Hıristiyanlığın etkisindeki gotik Latince değil, Roma’nın klasik dönemindeki
Latince “gerçek Latince”ydi. Zamanla dinî ve sosyo-kültürel açıdan değişimden yana olan
hümanistler arasındaki yazışmalardan, Avrupa’daki tüm akademik metinlere, farklı uluslara
mensup olmakla birlikte evrensel entelektüel camianın bir parçası olmak isteyen eğitimli
yazarların ortak dili bu Klasik Latince olmuştur. Ancak daha sonra, Latince eğitimi sürmüş
olsa da, ulusal kültürlerin baskın çıkmasıyla birlikte daha çok ulusal dillerde yayınlar yapılmış
ve Latince bilmek, evrensel akademinin ve entelektüelliğin bir şartı olmaktan çıkmıştır
(Çevik, 2013).
KAYNAKLAR

1. Clackson, J. and Horrocks, G., (2007). The Blackwell History of Latin Language.
Singapore: Utopia Press Ltd.
2. Flores, J. and Rosaldo, R, (2007). A Companion to Latina Studies. New Jersey:
Blackwell Publishing.
3. Gordon, R. G., (2005). Ethnologue: Languages of the World: 15th Edition. Texas: Sil
İnternational.
4. Clark, V. S., (1900). Studies in the Latin of the Middle Ages and the Renaissance.
Lancaster: The New Era Printing Company.
5. Sacks, D., (2003). Language Visible: Unraveling the Mystery of the Alphabet from A
to Z. London: Broadway Books.
6. Allen, W. S., (1989). Vox Latina. Cambridge University Press. pp. 83–84.
7. Çevik, C. C. (2013). Bir Çırpıda Latincenin Tarihi. Cipec.URL:
http://jimithekewl.com/2013/01/29/bir-cirpida-latincenin-tarihi/=date2014-11-29, Son
Erişim Tarihi: 29.11.2014.

You might also like