You are on page 1of 5

KÜLTÜREL YAZILAR

Göstergebilim’e baktığımızda, kelimelerin tek başlarına ne anlama gelebileceği ve bu anlamların nasıl


o kelimeleri belirtebileceğine dikkat ederiz. yazı/tekst tek başına pek işe yaramamaktadır, sembolist,
dilbilimci veya komplo teorisyeni değilseniz size pek bir anlam ifade etmeyebilir, ancak tekstler
birbirleriyle örülüp daha geniş olgular yarattıkları zaman, genel toplumun bakış açısından anlam
kazanmaya başlarlar. bunlara kültürel tekst denir.

Tekst kavramı, akademide sık sık dile getirilen birşeydir ancak beşeri bilimler haricinde birileriyle
konuştuğunuz zaman, günlük hayatta tekst, bir grup harfin kelimelere, cümlelere, paragraflara, ya kağıt
ya da bir ekran göstergesi üzerinde toplanmış halidir. Ancak, biz bu kavramı kültürel çalışmalarda ve
beşeri bilimlerde, genel olarak akademik bağlamda kullandığımız zaman, kitaplardan filmlere,
reklamlardan eşyalara, hatta bazen toplumları ve insanları tanımlamak amacıyla kullanırız.

Tekstin bu kadar farklı şeyi nasıl açıklayabilmesine gelecek olursak, tekrar kağıt üzerindeki sözcük
gruplarının en temel açıklamasına dönmemiz gerekir. 20. yüzyılın ortalarının hemen sonrasına değin,
edebi üretimler, ‘işler veya çalışmalar’ veya ‘edebi eserler’ olarak tanımlanıyorlardı. Artık bu “eser”
tanımına o denli yüklenildi ki; edebiyatın hangi ürünlerine ‘eser’ denileceği, ve hangilerinin bu sıfatı
haketmediklerine karar verme konusunda çok fazla zaman harcanmaya başlandı. bu tartışmaların
ortasında Terry Eagleton’un Edebiyat Kuramı’nda ilginç bir yaklaşım vardı: bu yaklaşım kendisine
göre, bir edebi parçanın etrafını saran bağlamın, onu edebi bir eser olup olmadığına karar vermemiz
konusunda yardımcı olacağıydı. Dahası, akademisyenler, kritik yaparken, analiz ettikleri eserin belli,
sabit bir fikre bağlı olduğunu varsayıyorlardı. Edebi bir eser, yazarı ne amaçlıyorsa onu kastediyordu
ve bunun dışındaki düşünceler kesinlikle yanlıştı.

Sonuçta, 60larda ve 70lerde akademisyenler bu nüansı geride bırakmayı düşünürken, bu küflü


düşüncenin eskimiş önyargılarla ve düşüncelerle dolu olduğuna ve Edebi eserleri yeni bir yaklaşıma,
dolayısıyla yeni bir terminolojiye ihtiyacı olduğuna karar verdiler. ve böylece tekst dünyaya geldi.

Bu ismi ilk ortaya çıkaran kişi olmamasına karşın, iş ve tekst arasındaki farklılığı Roland Barthes
‘From Work to Text’ (Yapıttan Metne) çalışmasında en belirgin biçimde ortaya koymuştu. Çalışmasında
Barthes eser ve tekst arasındaki farkı 7 kesin maddeyle açıklıyor. Bu maddelere göre, tekst kitabın
kendisi değildi, o, taşıdığı fikirlerin bize iletildiği biçim değil, fikirlerin kendisiydi.

Ve artık böylece, bir teksti incelediğimiz zaman, eserin bize sunulduğu biçime ve onu çevreleyen
bağlama daha az ilgi duyuyorduk. Bunun ötesinde bir tekst belli bir anlam taşımıyordu, dahası onun
birden çok, hatta sonsuz sayıda anlamı içinde barındırması mümkündü. Barthes bir yapıtın, veya işin,
eserin, göstergeden gösterilene kadarki herşey olduğunu, tekst’in ise eserin üretiminin okuyucuyla ilk
teması kurduktan sonra yaşanılan herşey olduğunu öneriyor. ve böylece, aynı eseri okuyan farklı tipte
okuyucular, farklı tipte yorumlar edinebilirdi.

Eğer günümüzde yazılmış bir edebi esere, Shakespeare ile aynı eleştirel bakımdan yaklaşabiliyorsak,
bunu sadece edebiyatla sınırlandırmayıp, kültürün kelimeler dışında metodlarla iletişimi sağlanan
parçalarına da uygulayabiliriz. Çünkü iletişim kurarken uyguladığımız metodlar, aldıkları biçimlere
bakılmaksızın, ister kağıt üzerinde yazı olsun, ister görüntü olsun, isterse de fiziksel bir hareket olsun,
pek bir farklılık göstermezler.
Bugün ‘kültürel tekst’ diyebileceğimiz, bir film bir müzik klibi bir heykel gibi, artistik formlar yoluyla
kültürel düşünceleri aktarma amacı güden şeyler, popüler kültür öğeleri de Shakespeare ile aynı kritik
teknikler uygulanabilir haldedirler. Bunun yanısıra bu olgu ‘üreticinin’ güttüğü amaçları yoksayar, ve
bunun sonucunda ürünü oluşturanın, bize birşeyleri yoktan bahşetmiş olan adeta bir ilahi yaratıcı olma
niteliğini ortadan kaldırır, aynı zamanda da bize yazarın istekleri dışında düşünebilme şansı verir.

Sonuçta, tekst konsepti bir kültür parçasının, zamansal niteliğini sınırlar, o parçanın zaman içinde
toplum ile birlikte, ve değişik toplumlara sıçramasıyla anlam değişimine uğrayacağını önerir. Ve bir
tekst sadece okuyucularıyla bağlantı kurduğu andan itibaren varlığa dönüşür, ve bu okuyucunun ve
çevresindeki diğer kültürel olguların da etkisiyle belirli bir biçim alır. Öyleyse tekst konsepti, bize
biçimli formda bir kültür parçası yoluyla sağlanan fikirleri biçimsizleştirip özgürleştirme imkanı
verirken bu parçayı yaratan bireylerin de tanrısallaşmalarını bir kenara bırakıp, kendi etkisinden öte o
parçanın yaratımına kadarki olan tüm sürece odaklanmamızı sağlar.

-----------------------------------------------------
Radikal sol bir siyaseti, Leavisçi edebiyat eleştrisi ile bağdaştırma amacıyla yola çıkan Williams, 1947-
48 yıllarında Wolf Mankovitz ve Clifford Collins ile birlikte ‘Politics and Letters’ adlı dergiyi çıkarır.
49 yılında da ‘Reading and Criticism’(Okuma ve eleştri) adlı çalışmasını yayınlar.

Williams ile Scrutiny hareketinin öncüsü olan Leavis’in hitap etmek istedikleri insanlar nitelikçe farklı
idi. Leavis entellektüel elit’e seslenmek istiyordu, dolayısıyla da kurduğu sistem bu amaca yönelikti.
Williams bu sistemi olduğu gibi koruyarak farklı amaçlara yönelmenin imkansızlığını anlıyordu. İkinci
neden ise hareketin temelinde yer alan ‘organik toplum’ temasının sadece nostaljik bağlamda geçerli
olmasıydı. Oysa Williams ‘organik toplum’ kavramına paralel olan cemaat (Community) kavramının
edebiyatta önemli bir yeri olduğuna inanmaktaydı. Bu nedenle ‘Culture and Society 1780-1953(Kültür
ve Toplum) adlı, 58de yayınladığı kitap, hem Williams’ın kendi gelişim çizgisi hem de ingiliz eleştri
tarihi içinde çok önemli bir konuma sahiptir. Bu şu önsözüyle anlaşılabilir:

”Bu kitabın temelini oluşturan ana sav, kültür fikrinin ve zamanımızda kullanıldığı anlamıyla kültür
kelimesinin İngiliz düşüncesine, bizim genel olarak Endüstri Devrimi olarak tanımladığımız dönemde,
yerleşmiş olmasıdır. Bu çalışmanın amacı bunun nasıl ve neden böyle olduğunu göstermek ve kültür
fikrinin günümüze kadarki gelişimini incelemektir. Culture and Society, İngiliz toplumunda 18.
yüzyılın sonlarından itibaren yaşanmakta olan değişimin düşüncelerimizi ve hislerimizi nasıl
etkilediğinin anlatılması ve yorumlanmasıdır. Zira ‘kültür’ kelimesinin kullanılma biçimleri ve bu
kelime ile anlatılmak istenen konular ancak bu biçimde ele alındığında anlaşılır olabilir”

Önsözde kitabın amacını tanımlayan Williams, Culture and Society kitabuna şöyle devam eder:

“”18. yüzyılın sonu ile 19. yüzyılın ilk yarısında, günümüzde çok önem kazanmış bazı kelimeler ilk
defa gündelik İngilizcede kullanılmaya başlandı. Eskiden varolan bazı kelimeler de yeni anlamlar ifade
etmeye başladılar. Aslında bu kelimelerdeki değişimler ortak özellikler göstermekeydi. dolayısıyla, bu
ortak özelliklerden yola çıkılarak, dildeki bu değişmenin ifade ettiği, yaşam ve düşüncelerdeki daha
genel değişimi anlamamızı sağlayacak özel bir harita çıkarılabilir.
Bu haritanın çizilmesinde temel olarak anılacak beş önemli kelime vardır; Bunlar endüstri, demokrasi,
sınıf, sanat ve kültürdür. Bu kelimelerin günümüzde hislerin yapısı içindeki yerlerinin çok önemli
olduğu açıkça görülebilir. O kritik dönemde, bu kelimelerin kullanımlarında meydana gelen değişimler,
bizlerin ortak yaşam biçimimizde, yani, sosyal, siyasi ve iktisadi kurumların varoluş nedenini oluşturan
hedeflerde ve bizlerin öğrenme etkinliklerinde, eğitimde ve sanat dallarındaki çalışmalarımız ile bu
kurumlar ve hedefler arasındaki ilişkilerde, yaşanan değişim süreci üzerinde tipik düşünme
biçimimizde, kısaca toplumun her alanında meydana gelen genel değişmeyi yansıtırlar.”

Williams’ın kritik olarak nitelendirdiği bu dönemde, toplumsal dinamiği belirleyici iki ana etkenin
Endüstri Devrimi ve Fransız İhtilali olduğu hatırlanırsa, onun özellikle neden bu beş kelimeyi ön plana
çıkardığı anlaşılabilir.

Pre-kapitalizm üretim biçimlerinin tasfiyesiyle de birlikte, ‘organik toplum’ların yok olma süreci
hızlanmıştı. Williams 19. yüzyıl roman geleneği içinde yer alan yazarların, bu çözülmeye karşı
duydukları tepki ile yeni bir kültür tanımının ana hatlarını oluşturduklarını tespit eder: yani ‘ortak Bir
Yaşam biçimi olarak kültür’( bu tanımlamayı Şair Thomas Starns Eliot’tan alır.)

‘Ortak bir yaşam biçimi olarak kültür’ teması, feodal toplumun sosyal ilişkilerine duyulan nostaljiyi
yansıttığı gibi, Fransız devrimine karşı bir tepkiyi de içerdiğinden, ‘gerici’ olarak adlandırılıyordu.
Ancak bu Williams’ın bu temaya yakınlık duymasına engel değildir. Williams’ın kitabında incelediği
yazarlar, alışılagelen yaşam biçimlerinin tamamen altüst olduğu bir dönemde, yaşanılan süreçleri
anlamalarına ve bu süreçler karşısında ‘alışılageldik cemaatlerini’ savunmalarına yardımcı olacak yeni
kavramlar üretmişlerdir. Williams’a göre bunların büyük bir kısmının, yaşadıkları dönemdeki işçi
hareketlerine karşı mücadele etmiş insanlar olmaları gerçeği, çalışmalarında yansıtmaya çalıştıkları
hislere sahip çıkmamızı engellemektedir.

Bir cemaate ait olma duygusunun ne anlama geldiğini iyi bilen Williams’organik kültür’e karşı
çıkardığı bu yeni kültür tanımını oluştururken, amacı ileriye yöneliktir.

MARKSİST EDEBİ ELEŞTRİ

Marksist Eleştrideki argüman şudur; uzay-zaman sınırı olmaksızın herhangi bir toplulukta mutlaka bir
güç dengesizliği mevcuttur. Genellikle daha küçük olan bir grup, daha büyük olan diğerinden daha
fazla gücü kendi elinde bulundurur. Marx’a göre endüstriyel bir toplumda, bu durum yöneten sınıf
burjuva ile, çalışan işçi sınıfı proletarya arasındaki ayrımı meydana getirir. İlkinin çok parası olması
güç ile direkt bağlantılı olmasına sebeptir.

Bu durumun edebiyat, veya kültürle olan ilgisine gelecek olursak, Marx bu güç ilişkilerine herhangi bir
toplumun belirleyici faktörü olarak bakmaktadır; kendisi bu öncelikli güç yapısına ekonomik temel
adını verir, ve geri kalan herşeye toplumun üst yapısı der.

Williams önce “kesinkes belirleme” ve “sınırlar koyma”(setting the limits) anlamında iki ayrı belirleme
kavramı olduğuna işaret etmekte, daha sonra da altyapıya özgü olarak kabul edilen üretici güçler
kavramının sadece iktisada özgü olarak görülmemesi gerektiğini, Lukacs’ın “bütünlük”(totality)
kavramının yararlı bir kavram olduğunu, ancak bunun şematik yorumlanmasının önlenmesi için
Gramsci’nin hegemonya kavramı ile birlikte kullanılması gerektiğini vurgulamaktadır. Diğer taraftan
Williams hegemonya kavramının karmaşık bir kavram olduğunu ve toplum içinde hakim konumda olan
kültürün yanında, alternatif ve muhalif kültürlere ait olan kalıntı(residual) ve yenidoğan(emergent)
kültürlerin de her zaman varolacağnı söylemektedir. Williams’ın bu kavramları sorgulayıp, yeni bir
çerçeve içinde yeniden tanımlamaktaki amacı, kültürü üstyapıya ite, sadece belirlenen bir öğe olarak
gören görüşü yıkmaktır.
O günlerde Williams’ın öne sürdüğü fikirlerin önemi fazla anlaşılamadı. Ancak Williams bu konuya
1973 yılında ‘New Left Review’da yayınladığı “base and Superculture in Marxist Cultural Theory”
(Marksist Kültür Teorisinde Altyapı ve Üstyapı) başlıklı makalesi ile yeniden döndü. Williams’a göre
Marksist kültür teorisi ile ilgilenen herhangi bir çağdaş yaklaşıma düşen ‘belirleyen altyapı-belirlenen
üstyapı’ sorunsalını doğrudan sorgulamak ve bu sorunsal içinde üstyapının, yani ikinci plana atılan
kültürün, toplumsal bütünlük içinde önemli yeri olduğunu göstermektir. Williams’ın bu çalışması çok
önemli metodolojik bir çalışmadır; zira kültürü altyapı üstyapı modelinin dışında düşünme sürecinde
Williams veri kabul edilen birçok kavramı yeniden tanımlamak zorunda kalmıştır.

Williams’ın altyapı-üstyapı modelindeki ikiliğin ve bundan kaynaklanan, örneğin, ‘yararlı’ olan


ekonomi ile edebiyat arasındaki ikiliğe benzer ikiliklerin de aşılması için önerdiği kavram, ‘kültürel
materyalizm'dir. Williams’a göre Marksizm fazlasıyla maddeci olduğundan değil, yeterli derecede
maddeci olmadığından ötürü eksikliklerle doludur. Her türlü kültürel üretimin ve iletişim sürecinin
teknik, fiziksel ve maddi üretim koşulları ile birlikte bir bütün içinde ele alınması gerekmektedir.
Çalışmalarının burada inceleme dışındaki en önemli katkılarından biri de dil’e verdiği merkezi
önemdir.

kültürel materyal, üretilen bir cep telefonu, bir kettle bir koltuk gibi; bir film, kitap, görsel sanat vb.
diğer biçimlerin, adeta çevresiyle hiçbir bağlantısı olmayan, tanrılaşmış bir yapıcı yerine yapıcı ve
çevresinin yarattığı etkilerin tesiri altında üretilmiş olmalarının teorik açıdan eleştrisini içeren bir
kavramdır.

Örneğin ben bir roman yazacak olursam, bu romandaki anlamlar 2019da 27 yaşında İstanbul
Üniversitesinde okuyan bir genc olmamın bilgisiyle beslenir, daha ötesine gidecek olursak para tabanlı
bir düzende kağıt üstü demokrasiyle yönetilen bir sistemde yaşıyor olmam da bu bilgiyi etkiler.
Sonuçta bunların üstüne kitabın edisyonu, düzenlemesi, baskıya geçmesi gibi süreçler, en nihayetinde
kitabın dünyaya sunulmasına kadarki olan sürecin, kitabın anlamına olan, genelde ekonomik tesirlerin
nasıl oluştuğunu açıklar.

Raymond Williams Cambridge Üniversitesinde iki zıt edebi yaklaşıma çekilip itilmekteydi, bunlardan
birisi Marksist Edebi Eleştri idi ve bu eleştride, toplumun yasalarını, politikasını, dinini ve elbette
kültürünü oluşturan toplumsal üstyapının direkt olarak ekonomik tabandan etkilendiğini, ve buna
binaen bu toplumda oluşturulan herhangi kültürel tekstin o toplumun üzerine kurulmuş olduğu
ekonomik tabanı yansıttığı düşüncesi hakimdir.

Williams, belirli kültürel tekstin üretildiği ekonomik bağlamın önemini anlamasına karşın, bu alt ve
üstyapı modellerini oldukça basite indirgenmiş bulmaktadır. Kendisine göre bu durum insan etkenini
hem kültürel üretim hem de kültürel tüketim sürecinden koparmaktadır. Bir kişinin tamamen adanmış
kişisel ve sosyal tecrübesinin ürünü, kültür bir ortaklık bahşettiğinden dolayı, reçete edilemez, önceden
belirtilemezdi. Williams bu nüansı ufalayıp, kültürün hem üreticisi hem de tüketicisinin eninde sonunda
kapitalist ideolojinin beslendiği bedenlerden ibaret cahil birer birim olduklarını belirtir.

Williams’ı zorlayan ikinci bir karşıt yaklaşım ise, liberal hümanizm’di. Liberal hümanizm bu kültür
tekstlerinin üretildikleri zamanın belirli materyal ve ekonomik bağlamlarının ötesinde, hatta üstünde
görülerek anlaşılmasını destekleyen idealistik bir bakış açısıydı. Ve böylece hem yaratım hem de
tüketimdeki insan faktörünün tekrar dikkate alınması fırsatını doğurur.

Ancak Roland Dix’e göre liberal idealizmin bir tekste, o tekstin oluşturduğu dünyanın sınırları içinde
bulunan bilgiden öteye gidemeyerek yaklaşılmasını öngördüğünü, ve bunun da okuyucunun teksti tarih,
politika, dünya hakkında bildiklerini bilmiyormuş gibi okumaya zorladığını söyler.

Bu dengesizliğin ve kritik kavram kargaşasının önüne geçilebilmesi için Williams, hem Marksist
Eleştriden, hem de Liberal Humanizmden, yardımı olsun olmasın birçok fikri toplayıp, bu fikirlerle
yeni bir bakış açısı işlemek ister ve meydana getirdiği bu bakımın adını da Kültürel Marksizm koyar.
Kültürel marksizm liberal hümanizm’e nazaran Marksist Eleştriden daha çok etkilenmiştir, ancak
Williams kendisi de yazdığı üzere, anlamların çoğaltılmasından, piyasa yapmasından ziyade, direkt
üretimiyle ve bir kültürel tekstin Marksist kavramı yerine, oluşturduğu değerleriyle ilgilenmektedir.

Üstünde oturduğu ekonomik temele dayalı ideolojilerin basitçe çoğaltılmasıyla, Williams bir kültürel
tekstin asla sınırlandırılamayacağını, çünkü tekstin anlamlarının Marksistlerin ima edebileceğinden
daha karmaşık bir biçimde bu çevresindeki ekonomik ve sosyal bağlamdan etkilendiğini ortaya koyar.

tekst ve bağlamın bu analizi artık reddedilemeyecek derecede yaygındır, ancak zamanında böyle bir
analiz kültürel maddeciliğin ilk çıkış noktalarından birinde zaten saklıdır. Bu nokta Williams’ın
ötesinde, Alan Sinfield’ın Politik Shakespeare,Kültürel materyalizmde yeni notlar adlı eleştri yazısında
gizlidir. Bu kitapta Shakespeare’in oyunlarına süresiz bir zamansal pencereden bakılabileceği
düşüncesiyle savaşan yazarlar, oyunların yanlızca o dönemin şart ve koşullarının, toplumsal yapısının
bilmesiyle anlaşılabilir olduğu iddiasını ortaya atar.
Shakespeare’in yazmasına ve ilk ürünlerini vermesine elverişli olan kraliyet himayesinin sistemini
örnek vererek, veya kitabın sonlarına doğru oyunların günümüz film ve tiyatro uyarlamalarına bakarak
yine, Orada bulunan kavramların yalnızca onları oluşturan o döneme ait özel bağlamların bilgisiyle
anlaşılabileceğini ileri sürmektedir. Asıl önerilen şey aslında, Shakespeare’in oyunlarının komple Tudor
propagandası olması değildir. Tempest hakkında yazan Paul Braun’a göre, bu oyunların sömürgecilik
üzerine yıkıcı söylemler taşıdıklarını, bu anlamda ürünün kültürel materyalist bir eleştrisinin, ürünü
sömürgeci yanlısı veya karşıtı bir açıya indirgemeyeceğini, aksine oyunun sömürgeciliğe dikkat
çektiğini, bundan dolayı da sömürgecilik hakkında yankı uyandırdığını söyler, yani o günkü siyasi
koşulların reklamını yapmaktadır.

Williams’a göre böyle bir sömürgecilik ilgisi, bir hissiyat yapısıdır. Bu terimi Buchanan’da ideoloji
betimlemenin Marksist Eleştri’nin bir nevi amacı olduğuna, ve tarihin de böyle düşünceleri
desteklediği varsayılırsa, Hissiyat yapılarını betimlemek de kültürel Materyalist Eleştrinin amacı
sayılabilir.

Williams hissiyat yapılarının üç farklı fikirden meydana geldiğini söyler, bunlar Dominant(baskın)
ideoloji, kalıntısal(residual) ideoloji ve bir emergent(yenidoğan) ideolojidir. Hissiyat yapısı (structure
of feeling) na göre kültür, sadece ekonomik tabanından beslenmez, aynı zamanda kendi kendine
evrilen, bir nevi toplumdaki ortak düşüncelerin de gelişim sürecidir.

Yüzeysel olarak insanoğlunun içten gelen yaratıcılık hevesi hiçbir zaman alt-üst yapı ilişkisiyle, veya
kapitalizm yönetiminde, veya her ne kadar reform yapılırsa yapılsın sınırlandırılamamaktadır.
Raymond Williams ve belirli his yapılarını inceleyen diğerleri, ve baskın, kalıtsal, yenidoğan idolojiler
ile birlikte meydana gelen Kültürel Materyalizm, bugünkü her alanda yürütülen kültürel araştırmaların
bütünüyle temelini oluşturmakta ve daha yeni disiplinlerin anlaşılmasında, pratiğe dökülmesinde büyük
rol oynamaktadır.

You might also like