You are on page 1of 19

Dersim’de Nazi gazı

10/05/2019

Dersim’de zehirli gazlar kullanıldığını ilk kez Nuri Dersimi yazmıştı. Daha
sonra dönemin Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil ‘itiraf’ etmişti.
Dersim Gazetesi’nden Hüsnü Gürbey ve Mahsuni Gül ise soykırımda kullanılan
zehirli gazların Nazi Almanyasından alındığına dair Mustafa Kemal imzalı
belgelere ulaştı.

DERSİM SOYKIRIMI BELGELERİ – 1

HÜSNÜ GÜRBEY / MAHSUNİ GÜL

Dersim’de zehirli gaz kullanıldığını ilk Nuri Dersimi yazmıştı. Daha sonra Türk
Dışişleri Bakanlığı, Senato üyeliği ve 12 Eylül 1980 darbesinden önce
Cumhurbaşkanlığını vekâleten yürüten İhsan Sabri Çağlayangil ‘itiraf’ etmişti.
Anılarında, Seyit Rıza ve arkadaşlarının hukuk dışı yollarla nasıl
yargılandıklarını, Seyid Rıza’nın son anlarını ve son sözlerini anlatan
Çağlayangil, tarihe not düşmüştü. (Çağlayangil:1990)

Çağlayangil, şimdiki CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na verdiği


röportajında şunları anlatır: “Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının
içerisinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini
kestiler. Kanlı bir harekât oldu.”
19. 11. 2014 yılında Seyid Rıza’nın idam edilişinin 77’nci ölüm yıldönümünü
anarken, Dersim Araştırmaları Merkezi (DAM) tarafından Şişli Kent Kültür
Merkezi’nde yapılan anma töreninde Dersim katliamıyla ilgili önemli bir belge
açıklandı. Kalan Müzik’in de sahibi olan Hasan Saltık’ın arşivinden alınan
belge, 19.02.1942 tarihli olup, Başbakan İbrahim Refik Saydam tarafından
dönemin Genelkurmay Başbakanı Mareşal Fevzi Çakmak’a yazdığı telgraftır.
Telgrafta Saydam, “Kendi halkına kullanılan bu gazların toplu sivil ölümlere
yol açtığı görülmektedir. Düşmana karşı bile kullanılmasına karşıyım” diyor ve
utanç duyduğunu vurguluyor.

Telgrafın tamamında şunlar yazılı:

‘’Çok sayın komutanım Fevzi Çakmak, Tedip ve Tenkil harekâtının neticeleri


ve sonuçları hakkında rapor hazırladığımızı bir üst yazı ile size iletmiş idim.
Alpdoğan Paşa’ya kızmanıza gerek yok, bir hekim olarak, yakıcı ve boğucu
gazların, düşman askerlerine bile uygulanmasına karşı olduğunu
belirtmeliyim. Tunceli’de kullanılan bu gazların bir daha kullanılmaması için
yasa teklifi hazırlamaktayız. Ön hazırlıklar raporunda ifade edildiği üzere
kendi halkına kullanılan bu gazların toplu sivil ölümlere yol açtığı
görülmektedir. Bir hekim olarak da, bir insan olarak da bundan utanç
duyduğumu belirtmeliyim. Bir daha tekerrür etmemesi için gerekli yasal
çalışmaları başlattığımı belirtmek isterim.” (Dersim Gazetesi: 2014)

Harekâtın neye mal olursa olsun bir an evvel bitirilmesinden yana olan
dönemin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, “saldırıyı gerçekleştiren Kalan Aşireti
ve diğer aşiretlerden bunun bedelini çok ağır şekilde ödetileceğinden hiç
kuşku duymadığımı belirtmek isterim” diyecektir. Oysa bir saldırı söz konusu
değildi.

Anlaşılıyor ki, Ankara Hükümeti “çıbanbaşı” olarak gördüğü Dersim sorununu


kökünden halletmek için, zehirli gaz dâhil her türlü öldürücü ve boğucu silahı
kullanmaktan çekinmeyecekti. Fakat bugüne kadar Dersim’de ne tür boğucu
gaz veya gazlar kullanıldığı ve bu gazları hangi ülkeden temin edildiğine dair
elimizde bir belge yoktu.
Yazar Nesimi Aday ‘’Karga Bülbül Olmaz’’ (Dersim Gazetesi: 2015) ve ‘’Dünya
Kan Akan Munzur’un Sesini Duymadı (Pirha: 2018) başlıklı makalelerinde,
Dersim katliamında kullanılan zehirli gazların İngiltere’den mi, Almanya’dan
mı alındığına dikkat çekip ‘’Türkiye, Dersim Soykırımı’nda kullandığı gazları
Almanya’dan almış olabilir mi? Naziler bu zehirli gazları Türkiye aracılığıyla mı
test ettiler?’’ diye sormuştu.

İlk belge

Bizler de yaptığımız arşiv çalışmasında bu gaza ve ülkeye nihayet ulaşabildik.


İlk belge Dördüncü Umumi Müfettişliğine ait. Müfettişlik Tayyare Alay
Kumandanından yangın, Milli Müdafaa Vekâlet’inden de yakıcı ve boğucu gaz
bombaları istiyor.

Dördüncü Umumi Müfettişi General Alpdoğan, resmi yazışmaların dışına


çıkacak şekilde oldukça samimi ve duygusal bir telgrafı Başvekâlete
(Başbakana) çekiyor ve şunları yazıyor:

“C: 27/3/937 gün ve 263 sayılı yüksek buyruklarına:

1- Tayyare Bölüğü bu gün Elâzize (Elâzığ’a) geldi. Çanakkale’den tertibine


emir buyrulmuş olan jandarmaların Balıkesir’den bindikleri trenin dün hareket
ettiği haberi de alındı. Her sıkıntılı zamanlarda vazifelerimizi kolaylaştırıcı ve
bizleri kuvvetlendirici yüksek eli, yardımı yetiştirmekle minnetimizi artıran
Hükümetimizin kudretli başı siz büyüğümüzü arzı şükrana müsaraat ederim.

2- Tayyare Alay Kumandanından yangın ve Milli Müdafaa’dan yakıcı ve


boğucu gaz bombaları istedim.(*1)

Bu talep üzerine Milli Müdafaa Vekilliği (Milli Savunma Bakanlığı) Hükümet ve


Maliye Bakanlığı nezdinden harekete geçer ve aşağıdaki gizli kararname
çıkartılır.

KARARNAME

Hava Silahlanma Programının tahakkukunu temin maksadile muhtelif cins


Tayyare bombaları için muhtelif evsaftaki —Chloracetophenon, İperit ve saire
gibi— gazlardan yirmi tonunun ve bunları bombalara koymağa mahsus
Komple otomatik doldurma tesisatının Berlin Büyük Elçiliğimiz emrinde
Vekalet Gaz Mütahassısı ile Ateşemiliter veya hava ateşemiz tarafından
yapılacak inceleme üzerine verilecek kararla tayin edilecek. Almanyadaki
firmalarından, tahmini tutarları olan 150.000 lirayı geçmemek üzre Almanya
ile aramızda mevcut kliring mukavelesi hükmüne göre kliring yolile tediye
edilmek şartile ve mahremiyet ve hususiyetine binaen 2490 sayılı Artırma,
eksiltme ve ihale kanunun 46.ıncı maddesinin (K) fıkrası mucibince gizli
pazarlıkla satın alınmasına izin verilmesi; Milli Müdafaa Vekilliğinin 26/ 7/
1937 tarih ve 871 sayılı tezkeresile yapılan teklif ve Maliye Vekilliğinin 5/ 8/
1937 tarih ve 3930 sayılı mutalaanamesi üzerine İcra Vekilleri Heyetince 7/
8/ 1937 de onanmıştır.

7/8/1937 Reisicumhur Kemal Atatürk

Nazı Almanyası’ndan 20 ton zehirli gaz


Nazi Almanyası’ndan 20 ton Chloracetophenon ve İperit vs. gazları ve bu
gazları bombalara koymaya yarayacak otomatik tesisatları almak için Maliye
Bakanlığı’na 26/7/1937 tarihinde 871 sayılı tezkere ile başvurur. (*2)

Maliye Bakanlığı, o zamanlar ticari ilişkilerin oldukça iyi olduğu Almanya’dan,


150 bin Türk lirasını geçmemek ve takas (klering) usulü ile ve eksiltme ve
artırma yoluyla bu gazın alınmasına 5/8/937 tarihinde onay verir. Ayrıca Milli
Müdafaa Vekilliği hükümetçe bir karar alınması için 27/7/1937 tarihinde
Başbakanlığa’ da başvurur. (*3)

7/8/1937 tarihinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in başkanlığından toplanan


hükümet Nazi Almanyası’ndan 20 ton Chloracetophenon ve İperit vs. gazları
ve bu gazları bombalara koymaya yarayacak otomatik tesisatları almayı
hükme bağlar. (*4) Maliye Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı’nın istediği 150
bin Türk lirasının kullanmasını serbest bırakır. (*5, *6)

Tabii bu gazı kullanacak uçaklara da ihtiyaç duyulacaktı. İlk uçaklar Marten


cinsi olup ABD’den 1937 yılında 200.000 dolara satın alınacaktır. Bu konuda
Milli Savunma Vekilliği, Hava Müsteşarlığı 2.’ci Şube Müdürlüğü 20/10/1937
tarihinde Başvekalete yazdığı yazıda:

“Amerikadan satın alınan Marten Bombarduman Tayyareleri son partisi


müsteana diğerleri yurdumuza gelmiştir.

Bu Tayyarelerle yakında uçuşlara başlanacaktır. Bu Tayyareler için lazım olan


bir yıllık malzeme cetvelleri tanzim edilmiştir. Bu listeler tutarı 200.000
Amerikan dolarıdır.

Bu miktar paradan 90.000 Dolarının [1]937 takvim yılında, mütebaki 110.000


Dolarının da [1]938 takvim yılında serbest döviz olarak sarf edilmesi ve bu
malzemenin Vaşington Büyük Elçiliği tarafından alınması hususunda gereken
Vekiller Hey’eti kararının alınmasına müsaade ve yüksek buyruklarınızı arz
ederim.

M.M. V. /Kazım Özalp (*7)“


ABD’den Heinkel bombardıman uçakları

Belgede kaç uçağın satın alındığı belirtilmiyor. 12 Mayıs 1938 tarihli


Reisicumhur Atatürk’ün ve Vekiller Heyeti’nin imzasını taşıyan kararnamede,
Heinkel bombardıman uçakları için muhtelif cins ve ebatta ve bedeli 300.000
Lirayı geçmemek üzere, İstanbul Zeytinburnu’nda kâin Nuri Killioğlu demir
eşya fabrikasından pazarlıkla satın alınması için onay veriliyor. 12 Mayıs 1938
tarihli, Reisicumhur Atatürk ve Vekiller Heyeti’nin (Hükümet üyelerinin)
imzasını taşıyan kararnamede şunlar yazılı:

“Heinkel bombardıman tayyareleri için lüzum olan muhtelif cins ve ebad’da


Heinkel tayyare bombasının, bedeli 300.000 lirayı geçmemek kaydile 2490
sayılı arttırma, eksiltme ve ihale kanununun 46 ıncı maddesinin K fıkrasına
tevfikan İstanbulda Zeytin Burnunda kâin Nuri Killioğlu demir eşya
fabrikasından pazarlıkla satın alınması; Milli Müdafaa Vekilliğinin 20/4/938
tarih ve 151/470 sayılı teklifi ve Maliye Vekilliğinin 11/5/938 tarih
ve 13163/251/2595 sayılı mutaleanamesi üzerine İcra Vekilleri Heyetince
12/5/938 tarihinde onanmıştır.

12/5/1938

Reisicumhur/Atatürk ve Vekiller Heyeti ” (*8 )

Sabiha Gökçen: Keçileri dahi ateşe tutuyorduk


Savaştan yeni çıkmış ve oldukça yoksul olan bir ülke, kıt olan kaynaklarını,
kalkınmasına değil de, neden bu kadar para harcayıp, zehirli gaz, uçak ve
bombayı alıyor? Bu sorunun tek bir cevabı var; Dersim’i bombalayıp haritadan
silmek…

Satın alınan bu uçak ve bombalarla Dersim’i bombalayan Atatürk’ün manevi


kızı, Ermeni asıllı olduğu iddia edilen Sabiha (Sebilciyan) Gökçen, Oktay
Verel’in kaleme aldığı ve Atatürk’ün doğumunun 100. yılında, 1981’de Türk
Hava Kurumu’nca yayınlanan kitapta 1 Mayıs 1937’de katıldığı bombardıman
olayını şöyle anlatır:

“Dersim harekâtı bir ay kadar sürdü. Hava harekâtı bitmişti. Haziran


ortalarında da benim sınavlarım başlayacaktı. Orada yapılan bir törenden
sonra Ankara’ya döndüm. Meydana indiğim zaman Atatürk, hemşiresi ve
Ata’nın birçok yakın arkadaşı beni büyük bir heyecan ve coşku ile
karşılamışlardı. Ben uçaktan iner inmez doğruca Atatürk’ün yanına giderek
elini öptüm. O da beni alnımdan ve yanaklarımdan öperek şunları söyledi:
‘Seninle iftihar ediyorum Gökçen! Yalnız ben değil, bu olayı çok yakından
izleyen bütün bir Türk ulusu iftihar ediyor. Genç kızlarımızın neler
yapabileceklerini bir kez daha bütün dünyaya ispat ettiğin için övünsen
yeridir. Bilinmelidir ki, herhangi bir ayaklanma değil, en büyük ayaklanmalar,
en büyük istilâ plânları memleketimizi ve ulusumuzu bölemeyecektir. Türkiye
Cumhuriyetine, Türk ulusunun mutluluğuna kastedenler hüsrana
uğrayacaklar, hareketlerinin cezasını en ağır şekilde ödeyeceklerdir.” (Oktay
Verel, Atatürk izinden bir ömür böyle geçti)

Vazifesini başarıyla tamamlayarak 22 Mayıs’ta Ankara’ya gelen Gökçen’e 28


Mayıs 1937 tarihinde Türk Hava Kurumu’nun Murassa (değerli taşlarla
bezenmiş) Madalyası verilir. Törende başta Cumhurbaşkanı Atatürk, Başbakan
İnönü ve Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ta hazır bulunur.

Gökçen 1956 yılında Milliyet gazetesine verdiği bir demecinde; “canlı ne


görürseniz ateş edin emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe
tutuyorduk” diyecekti. (Milliyet 25/11/1956)

Dersim soykırımda Mustafa


Kemal
11/05/2019

Facebook'ta Paylaş

Twitter'da Paylaş
Mustafa Kemal Dersim’de görev yapan casusları dahi tanıyacak kadar işin
içindedir. Atatürk ve İnönü’nün yanında muhafazakâr Celal Bayar ile İslamcı
Mareşal Fevzi Çakmak’ta Dersim soykırımında birinci derecede suçludur.

HÜSNÜ GÜRBEY & MAHSUNİ GÜL

Türkiye’de birçok araştırmacı-yazar, tarihçi ve aydın Dersim’in, ‘Cumhuriyet’in


güzel nimetlerinden yaralanmak istemediklerini, sürekli baskı ve talanla
çevreye zarar verdikleri için vurulmak zorunda kalındığını yazdılar. Onlara
göre ‘Cumhuriyet hükümetleri bölgeye uygarlık nimetleri olan okul, yol,
güvenlik vs. hizmetleri götürmek istemiş, bundan çıkarları zedelenecek olan
feodal unsurlar olan seyit ve ağaların ise direndiklerini, savaşın halkla değil,
bu unsurlarla olduğunu savundular. Savaşın uygarlık ile karanlık, ilericilik ile
gericilik arasında cereyan ettiğini, arada ‘bir takım insanlar ölmüşse de bu
asilerin direnişin bir sonucu olduğunu, çok da abartmamak gerektiğini’
topluma dikte etmeye çalıştılar. Hatta bu görüşe göre ‘Dersimliler bir bedel
ödediler ama uygarlaştılar, aksi halde ortaçağ karanlığından yaşamaya devam
edeceklerdi’ de. Maalesef bu mantık bugün de işlemektedir…

Dersim’de olup bitenler gerçekten bu kadar basit midir? Elbette değil. Başta
Dersim’de bir direniş, bir isyan asla söz konusu değildir. Hatta Dersimliler,
Kemalistleri, Osmanlı yönetimine nazaran dine daha mesafeli yaklaştıkları için
ilk başta desteklemişlerdir bile. Fakat niyet başkadır. Kemalistler,
Ittihatçılardan devr aldıkları tek ülkede tek ulus yaratma ülküsüne dört ele
sarıldılar. Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri kendi içinde otonom bir yönetim
kuran Dersim, Kemalistlerin bu amaçlarına aykırı düşüyordu ve mutlaka
ortadan kaldırılmalıydı.

Cumhuriyet yönetimi, 1925 yılında çıkardığı Şark Islahat Kanunu ile ülkede
tek ulus yaratmayı, yani Müslüman olan herkesi Türkleştirmeyi hedeflemişti.
Bu hedefi engelleyecek herkes ve her şey düşman ilan edildi. Cumhuriyet
döneminde Dersim’i bitirme olayı ilk olarak 1926 yılında Dersim’in
güneybatısından yer alan Aliboğazı çevresinde yaşayan Koçuşağı (Kocan)
aşiretini tedip ve tenkil hareketi ile başlar. Dersimli Kürtlerin, Erzincan
ovasına doğru yayılmasından endişe duyan hükümet 1930 yılında Pülümür’de
bir baskın daha yaparak onları sınırlamaya çalıştı. Kesin darbe, 1926-1930
yılları arasındaki Ağrı Kürt isyanı bastırıldıktan sonra vurulacaktı. Dersim
hadisesi, Kürtlere vurulan son darbe olacaktı.

1930 Raporu

1926-1935 yılları arasında Dersim üzerinde çok çalışma yapıldı, çok rapor
hazırlandı. Bu raporların içinde en açık ve net olanı 1930 yılında Jandarma
Umum Komutanlığı tarafından hazırlanan ‘’Dersim Raporu’’dur. Bu raporda
sorunun halli şöyle özetleniyor: “Hulâsa Dersim evvelâ koloni gibi nazarı
itibara alınmalı, Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra ve tedricen
Öztürk hukukuna mahzar kılınmalıdır.” (Dersim, Jandarma Umum
Kumandanlığı Raporu 1932: 1990) Kürdistan ülkesinin bir sömürge olduğu ve
Kürtlere yönelik sistematik asimilasyon vurgulandığı daha net açıklanamazdı.

Dersim’e son darbe vurulmadan önce şu tedbirler alındı. 14 Haziran 1934’te


Türkiye’yi etnisite esasına göre üç bölgeye ayıran 2510 sayılı İskân Kanunu
çıkarıldı. 25 Aralık 1935’te bir nevi özel idare veya sömürge vali kanunu olan
2884 sayılı Tunceli İlinin İdaresi Hakkındaki Kanun çıkarıldı ve Dersim’in adı
Tunceli (Tunç-Eli) olarak değiştirildi. Ardından Birinci Umumi Müfettişlik
bölgesi kapsamında bulunan Elazığ, Tunceli, Erzincan ve Bingöl’ü içeren Elazığ
merkezli Dördüncü Genel Valilik kuruldu. Bu genel valiliğin başına olağanüstü
yetkilerle donatılan General Abdullah Alpdoğan atandı. Alpdoğan Paşa,
1921’deki Koçgiri direnişini gaddarca bastıran Sakallı Nurettin Paşa’nın
damadıydı ve aynen kayınpederi gibi çok sert bir asker ve acımasız bir
insandı.

1936 tarihinde Dersim’in en stratejik noktaları olarak gösterilen Amutka,


Pulur, Karaoğlan, Sin, Heyderan, Danzik ve Burnak bölgelerine karakol
yapılmaya başlandı. Dersim yasak bölge ilan edilerek, giriş-çıkışlar özel izne
tabi tutuldu. Böylece tam bir ablukaya alındı, ardından silah toplatıldı. Devlet,
Dersimlilerin elinde aşağı-yukarı kaç silahın olduğunu tahmin ediyordu ve
bunun 9070 adet olduğu varsayılıyordu. Varsayılan bu adedin 7880’ni o yıl
toplatıldı. Umum Müfettiş tarafından Alpdoğan’a gönderilen bir yazıda
Dersimlilerin “silahtan tecrit edildikten sonra Ermenilerin akıbetine
uğrayacakları fikir ve kanaati taşıdıkları” bile tespit edilmişti (Şükrü Aslan,
Kürt Tarihi Dergisi, sayı:17)

Buna rağmen Dersimliler sükûnetlerini bozmadılar ama hükümet durmak


bilmiyordu. 4 Mayıs 1937 Bakanlar Kurulu kararıyla Dersime müdahale kararı
alındı. 1937 baharından başlayan süreç, 11 Haziran 1938’de tam bir katliama
ve soykırıma dönüştü. 1938’de “yasak bölge” olan Kalan, Kutudere,
Kırmızıdağ, Sin, Halvori, Aliboğazı, Laç bölgelerinde binlerce Dersimli, toplu
şekilde katledildi. Katliam sonucunda resmi rakamlara göre, 13.806 kişi
öldürülmüş, 11.163 kişide sürülmüştür. Bu rakamların gerçeği yansıtmadığı,
ölü sayısının bunun kat kat üstünde olduğu konusunda herkes hemfikirdir. Bu
süreç içerisinde yüzlerce köy de boşaltıldı. On binlerce Dersimli sürgüne
zorlarken, binlerce kız çocuğu ise asker ailelerine evlatlık verildi.
Atatürk’ün Dersim hadisesindeki rolü

Genelde Aleviler, özelde Dersimli Kızılbaş Kürtleri, Osmanlı’nın dinsel


baskısından çok yılmışlardı, Kemalistlerin Osmanlılara nazaran dine daha
mesafeli yaklaşımı bu kesimleri hoşnut etmişti. Bu hoşnutluk, çok partili
rejime geçildiğinde oya dönüştü. CHP kazandığı bu oy deposunu
kaybetmemek için, Dersim olayın da Atatürk’ün bir rolü olmadığını, tüm
suçun dönemin Başbakanı Celal Bayar’a ait olduğunun propagandasını yaptı.
CHP ile içli-dışlı olan bazı Ocak Pirleri, özellikle de Hacıbektaş Dergâhı bu
propagandaya öncülük ettiler, Kızılbaş Kürtleri kandırıldılar, kandırmaya
devam ediyorlar.

Olaylar gerçekten böyle mi gelişmişti? Atatürk’ün Dersim


hadisesindeki rolü neydi?

İlk başta böyle bir sorunun sorulması bile abesle iştigaldir. Nedeni ise, o
sıralar ülke tek parti rejimi ile yönetiliyordu, partinin ve rejimin başında ise
Atatürk bulunuyordu. Ülkenin hâkim-i mutlakı olan Atatürk’ten izinsiz ülkede
kuş bile uçmazdı. Dersim hadisesin de Atatürk sadece haberdar değildi, bu
katliam için bizzat emir veren, planlar yapan kişiydi. Trabzon’daki müzede,
Atatürk’ün üzerinde çalıştığı harekât planını rahatlıkla görülebilir. Atatürk
harita üstünde birliklerin gideceği yerleri belirlemişti. Bunun öncesi de var. En
net açıklaması 1 Kasım 1936 tarihinde TBMM açılışında yaptığı konuşmadır.
Atatürk 1 Kasım 1936’da Meclisin açılışında yaptığı konuşmasında şunları
diyecekti:

“Dâhili işlerimizden en mühim bir safha varsa oda, Dersim meselesidir.


Dâhilde bulunan işbu yarayı, bu korkunç çıbanı, ortadan temizleyip koparmak
ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta
en acil kararların alınması için hükümete tam geniş salahiyetler verilmelidir.”
Arşivde bulunan 4 Mayıs 1937 tarihli bir ek (ek 4) belge aynen şöyle:

1937 YILINDA YAPILAN TUNCELİ TENKİL HAREKÂTINA DAİR BAKANLAR


KURULU KARARI/GAYET GİZLİDİR.

KARAR

Başvekâlet Kararlar Müdürlüğü/Sayı: 4 Mayıs 1937

Son günlerde Tunceli’de vukua gelen hadiselere dair raporlar 4.5.1937


tarihinde Atatürk’ün ve Mareşal’in huzurları ile tetkik ve mütalaa edilerek
aşağıdaki sonuca varılmıştır:

1.Toplanan kuvvetlerle Nazimiye, (okunmadı), Aşağı (okunmadı), Sin,


Karaoğlan hattına kadar, şedit ve müessir bir taarruz hareketi ile varılabilir.

2. Bu defa isyan etmiş olan mıntıkadaki halk toplanıp başka yere nakil
olunacaktır. Ve bu toplanma ameliyesi de köylere baskın edilerek hem silah
toplanacak, hem bu suretle elde edilenler nakledilecektir. Şimdilik
(2000)kişinin nakli tertibatı hükümetçe ek alınmıştır.

Mülâhaza:

Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimi


olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve
kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek,
köyleri kâmilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.

Not:

Malatya’dan ve Ankara’dan gönderilen kuvvetlerin cepheye vasıl olmaları ve


cephedeki kuvvetlerin ufak tefek talimleri ve istirahatleri ve bundan başka
Diyarbakır’dan gelecek taburun tavzifi, bütün bunlar düşünülerek bir hafta
sonra yani 12 Mayısta ileri harekete başlanabileceği anlaşılmaktadır.

Not:
Paraya acımaksızın içlerinden çok adam kazanıp kullanmaya çalışmak
lazımdır.

Aslı gibidir/imza (*9)

Atatürk’ün son başbakanı ve Dersim hadisesinin önemli mimarlarından Celal


Bayar şunları anlatır: “Şimdi, Mareşal Erkan-ı Harbiye Reisi (Genelkurmay
Başkanı), ben başbakanım, Atatürk malum….Üçümüz Dersim’de yapılan
büyük ordu manevralarındayız. Manevranın da sonuna gelmek üzereyiz.
Üçümüz bir arada ‘ordunun emniyeti bakımından strateji ne olmalıdır?’ onu
görüşüyoruz. Oradaki her şeyi biliyorlar. Hatta şahsen casusları bile biliyorlar.
Dersim’in o halde kalırsa her zaman ordunun emniyeti bakımından tehlikeli
olacağını görüyorlardı. O sırada biz konuşurken, Dersimlilerin jandarma
karakollarımızdan üç-dört tanesini bastıkları haberi geldi. Atatürk’le göz göze
geldik. Birbirimizi anlıyorduk. Atatürk benim yüzüme baktı ‘ne olacak?’ dedi.
Anlıyorum, orada emniyet tesis edilecek. Ne olursa olsun bana hitap
edecekler. Hükümet reisi benim. ‘Anlıyorum bana hitap edişinizin manasını’
dedim. Atatürk; ‘sorumluluğu üzerime alıyorum, vuracağız Dersim’i dedi ve
vurduk” (Tercüman 17 Eylül 1986)

Belgelerin kanıtladığı ve Celal Bayar’ın da açıkladığı gibi, Atatürk, bölgede


görev yapan casusları dahi tanıyacak kadar işin içindedir. Kutsal devlet
refleksidir; Türkiye’de Kürt ve azınlık hakları söz konusu olduğunda sağıyla,
soluyla, demokratı, muhafazakârıyla, ırkçısı ve İslamcıyla bir olup aynı tepkiyi
gösterirler. Dersim hadisesinde de, Atatürk ve İnönü’nün yanında
muhafazakâr Celal Bayar ile İslamcı Mareşal Fevzi Çakmak’ta vardı.

Özür dilemek bir basirettir, Türkiye bu basiretti gösteremediği içindir ki


demokrasi yolunda ilerleyemiyor ve kendi iç sorunlarını demokratik bir
ortamda çözüp halkıyla barışamıyor. Hep bölünme korkusuyla yaşıyor…

Dersimde, on binlerce masum insan katledildi. Toplu katliamlara girişildi. “Bir


insanı bir mermiyle öldürmek pahalıya mal olacağı için daha az maliyetle daha
çok insanı nasıl öldürebiliriz” diye toplu katliamlara yöneldiler. Nazilerden
alınan Chloracetophenon ve İperit vs. gazları kendi yurttaşına karşı
acımasızca kullanarak toplu katliamlar gerçekleştirdiler.
Dersim’de yaşananlar soykırım mı değil mi?

Dersim’de işlenenlerin bir insanlık suçu olup olmadığını, Birleşmiş Milletler


(BM) sözleşmesinin 2.maddesine bakarak karar vermek en isabetli olanıdır.

Soykırım Sözleşmesi’nin 2. Maddesi, “bu sözleşme bakımından ulusal, etnik,


ırksal veya dinsel bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak
amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri soykırım suçunu oluşturur”
ifadesiyle başlar ve suç teşkil eden fiilleri şöyle sıralar: “a)Grup üyelerini
öldürmek, b)Grup üyelerine ciddi bedensel ve zihinsel zarar vermek, c)Grubu,
fiziksel varlığını kısmen veya tamamen yok olmasına yol açacak hayat
şartlarına tabi tutmak, d) Grup içinde doğumları önlemek amacıyla önlemler
almak, e)Grubun çocuklarını bir başka gruba zorla
nakletmek”(Desmond:2013)

BM, Sözleşmesi soykırımı böyle tarif eder. Sözleşmenin 2. Maddesinin a, b, c,


e şıklarına bakıldığında ve Dersim’de yapılanlarla karşılaştırıldığında, ehli
vicdan sahibi ne görürse gerçek odur. Türkiye Cumhuriyeti Dersim’de
soykırım suçu işlemiştir, yapması gereken birilerini koruyup inkâr etmek
değil, işlenen suçu kabul etmek, Kürt ve Dersim halkından özür dilemektir.

12 Eylül Askeri darbesinden sonra, Kızılbaş Dersimlileri İslamlaştırmaya


girişildi ve askerlerin denetiminde “İrşad” toplantıları başlatıldı. Başta kız
çocukları olmak üzere çocuklara İmam Hatip okullarına zorunlu kayıtları
yaptırıldı. 1984 yılında Kürt Özgürlük Hareketinin ivme kazanmasıyla
Dersim’in kırsal kesimi tamamen boşatıldı. Dersimde ana dilde eğitim ve
öğretim yasağıyla birlikte halen sürdürülen kültürel vb. yasaklarla soykırım
suçu işlenmeye devam ediyor…

Kaynakça:

1-Dersimi Nuri; Kürdistan Tarihinde Dersim, DAM Yayınları, 2014

2-1- Aslan Şükrü; Sahi, Devlet Dersim’e Giremiyor muydu? Kürt Tarihi,
sayı:17, Mart-Nisan 2015
3-Çağlayangil, İ. Sabri; Anılarım, Yılmaz Yayınları, 1990, İstanbul

4-Fernandes, Desmond; Çev. Attila Tuygan; Kürt ve Ermeni Soykırımları:


Sansür ve İnkârdan İkrara? Pêri Yayınları, 2013, İstanbul

5-Jandarma Umum Kumandanlığı Raporu (1932), Kaynak Yayınları, 2010,


İstanbul

BELGELER..

Belge, 1, BCA BMGMK [katalog numarası okunmadı]

Belge,*2,*3,*4,*5,*6, için, BCA BMGMK [ katalog numarası,030 18 01 02 77


70 19]

Belge, *7, BCA BMGMK [Katalog numarası,30 18 01 02 80 92 16

Belge, *8, BCA BMGMK [katalog numarası 033 83/83 41 7]

Belge, *9, BCA BMGMK [katalog numarası yok]

Kaynak: http://yeniozgurpolitika.net/dersimde-nazi-gazi/

You might also like