You are on page 1of 11

AHMET HAMDİ TANPINAR’IN HUZUR VE BEŞ ŞEHİR ADLI

ESERLERİNDE İSTANBUL’UN İLÇE VE SEMTLERİ

Bigesu ÖZDENİZ1

ÖZET
Çok yönlü kişiliğiyle edebiyatımızda önemli bir yere sahip olan Ahmet Hamdi Tanpınar, eserlerini
kaleme alırken mekân olarak İstanbul’u seçmiştir. Doğduğu ve hayatının önemli bir kısmını geçirdiği
şehir olan İstanbul’un Tanpınar’daki yeri ayrıdır. Deneme olarak kaleme aldığı Beş Şehir adlı kitabında
en fazla yeri İstanbul bölümüne ayıran Tanpınar’ın, eski İstanbul dediği Türk İstanbul’a duyduğu özlem
eserin dikkat çeken unsurlarındandır. Huzur romanı boyunca ana karakterlerini İstanbul’un semtlerinde
dolaştıran Tanpınar, çok sevdiği bu şehre bambaşka bir gözle bakmıştır. Karakterlerin ruh halleriyle
İstanbul’un çehresindeki uyumun ön plana çıktığı bu romanda, semtlerin de adeta bir ruhu vardır.
Tanpınar, eserlerinde İstanbul’u da bir roman karakteri, canlı bir varlık gibi işlemiştir. Her semtine ayrı
anlamlar yüklemiş, her birini karakteristik özellikleriyle birlikte ele almıştır. Semtlerin bu kendilerine has
özellikleri insana da yansıyarak, kişinin bulunduğu semte göre hislerinin ve düşüncelerinin değişmesini
sağlamıştır. Bu nedenle Tanpınar, kişinin bulunduğu semtten başka bir semte özlem duyabileceğini
söylemiştir. Bu yazıda, Huzur romanında ve Beş Şehir’de, İstanbul’un ilçe ve semtlerinin ne şekilde ele
alındığı ve Tanpınar’daki yeri incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, Huzur, İstanbul, İstanbul’un semtleri

THE DISTRICTS AND THE NEIGHBORHOODS OF ISTANBUL IN


THE WORKS OF AHMET HAMDI TANPINAR

ABSTRACT
Ahmet Hamdi Tanpınar who has an important place in our literature with his multiple personality, had
chosen Istanbul as the place during he had been writing his works. Istanbul where Tanpınar was born and
lived for an important period of his life, has a different place in Tanpınar's heart. In the Beş Şehir (Five
Cities) book which was written by him as an essay, Tanpınar's yearning to Turkish Istanbul that he names
it as old Istanbul, is one of the components which attract attention, of the work. Along his Huzur (Peace)
novel, Tanpınar who made the main characters of the novel wander in the neighborhoods of İstanbul, had
looked at this city where he loved a lot, in a very different way. As if districts have souls in this novel
where the harmony with the moods of characters in the appearance of Istanbul was one of the most
important things. Tanpınar had processed also Istanbul as a novel character or a living being in his works.
He had given different meanings to each districts of İstanbul and he had studied each of them with their
distinctive speacilities. These personal specialities of the districts had made the feelings and thoughts of
the person change within reflecting also to the human, according to the neighborhood where the one
located. Because of this reason Tanpınar had told that someone could miss another district from the
district where the one was. By this text; the way of expression of the districts and the neighborhoods of
Istanbul in the Huzur(Peace) and Beş Şehir (Five Cities) novels, and their places at Tanpınar will be
studied carefully.
Key Words: Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, Huzur, Istanbul, The districts of Istanbul

GİRİŞ

1
Öğrenci, Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
“İstanbul, ya hiç sevilmez; yahut çok sevilmiş bir kadın gibi sevilir; yani her hâline, her
hususiyetine ayrı bir dikkatle çıldırarak.”2

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın gözünden İstanbul nasıldır? Edebiyatımızın çok yönlü


yazarlarından biri olarak dikkat çeken Tanpınar romancı, şair, edebiyat tarihçisi ve bilim adamı
olarak tanınmış, Türk edebiyatına yeni bir soluk getirmiş, kaleme aldıklarıyla edebiyatımıza pek
çok katkıda bulunmuştur. Bu yazıda İstanbul’un Tanpınar’daki yeri bakımından ele alacağımız
Beş Şehir, Tanpınar’ın hayatının tesadüfleri olan ve onda önem arz eden şehirleri anlattığı, bir
deneme olarak kaleme aldığı eseridir. Her bölümün bir şehre ait olduğu bu kitapta sırasıyla
Ankara, Erzurum, Konya, Bursa, İstanbul şehirleri anlatılmıştır. Doğduğu, üniversiteyi
okuduğu, hocası Yahya Kemal ile tanıştığı ve öldüğü şehir olan İstanbul, bu kitabın en hacimli
kısmıdır. Bu yazıda Tanpınar’ın İstanbul’u eserlerinde ele alışı bakımından inceleyeceğimiz bir
diğer kitabı olan Huzur ise, mekân olarak İstanbul’un seçildiği bir romandır. Bu romanda ana
karakter olan Mümtaz’ın içsel yolculuğu ve aynı zamanda âşık olduğu kadın karakteri Nuran ile
olan maceraları anlatılır. Mekân daima İstanbul’dur ve karakterlerin ruh halleri gibi o da
çehresini değiştirir, adeta onlarla birlikte nefes alır. Huzur’da İstanbul da bir roman kişisi gibi
canlıdır.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın İstanbul’a bakışı şüphesiz çoğu yazardan farklıdır. O, İstanbul’u
ele alırken her cümlesinde onun bu şehre olan sevgisini duyarız. Beş Şehir’de İstanbul’u, eski
İstanbul ve Tanzimat’tan sonraki İstanbul diye ayırır. Eski İstanbul dediği İstanbul’a gönülden
bağlıdır ve ona olan özlemini eserinin her sayfasında hissettirir. Eski yani asıl İstanbul derken
kastettiği şimdilerde unutulmaya yüz tutmuş, mahalle kültürüyle işlenmiş, eski İstanbulluların
yaşadığı ve geleneklerini sürdürdüğü İstanbul’dur. “Meşrutiyet inkılâbı, üç büyük muharebe,
birbiri üstüne bir yığın küçük, büyük yangın, malî buhranlar, imparatorluğun tasfiyesi, yüzyıldır
eşiğinde başımızı kaşıyarak durduğumuz bir medeniyeti nihayet 1923'de olduğu gibi
kabullenmemiz onun eski hüviyetini tamamiyle gidermiştir.”3 Garbın hızla İstanbul’da etkisini
göstermesi, eski İstanbul’u büsbütün değiştirmeye başlamıştır. O, eski İstanbul’u “küçük büyük,
manalı mânâsız, eski yeni, yerli yabancı, güzel çirkin -hattâ bugün için bayağı-bir yığın unsurun
birbiriyle kaynaşmasından”4 doğan bir terkip olarak görmüştür ve bu terkibin arkasında
Müslümanlık ve imparatorluk müessesesini bulmuştur. Bu iki müessese artık eskiden olduğu
gibi işlemediği için, Tanzimat sonrasında bambaşka bir İstanbul ile karşılaşırız.

İstanbul, Tanpınar’da tek bir çehreyle karşımıza çıkmaz; pek çok çehre takınır. Her
semtinde farklı anlamlar, bambaşka anılar yüklüdür. Tanpınar, eserlerinde İstanbul’a yer

2
Ahmet Hamdi TANPINAR, Beş Şehir, s. 134.
3
TANPINAR, Beş Şehir, s. 122-123.
4
TANPINAR, Beş Şehir, s. 125.
verirken onun semlerini ayrı ayrı değerlendirir, semtlerin ondaki yeri, önemi farklıdır.
İstanbul’un semtlerini iki ayrı başlık altında incelemek mümkündür:

1. Geleneği Olan Semtler

2. Geleneği Olmayan Semtler

Bahsi geçen başlıklarda gelenekten kasıt, Tanpınar’ın semtlere biçtiği değer, semtlerin
tarihi ve mimari açıdan önemi, yaşanmışlıkları gibi kıstaslardır. Tanpınar için örneğin Boğaziçi
çok önemli ve yaşanmışlıklarla dolu bir yer iken; Beyoğlu, Tanzimat ile birlikte çehresini
değiştirerek popülerlik kazanmış, daha çok hafifmeşrep kadınların, alafranga züppe denilen
yanlış Batılılaşmanın doğurduğu adamların gezip tozduğu bir eğlence mekanıdır. Bu yazıda Beş
Şehir’de asıl İstanbul diye bahsedilen yerlerin (Beyoğlu, Boğaziçi, Üsküdar, Erenköy tarafları,
Çekmeceler, Bentler, Adalar, Çamlıca) Tanpınar tarafından ne şekilde ele alındığı göz önünde
bulundurularak bahsi geçen başlıklar altında incelenecektir.

1. Geleneği Olan Semtler

Bu başlık altında incelenecek geleneği olan semtler şunlardır: Boğaziçi, Üsküdar,


Çekmeceler, Saraçhane, Okçular, Sedefçiler, Çadırcılar. Uzun yıllar boyunca farklı kültürleri
içinde kaynaştırmış, büyük imparatorluklara başkentlik yapmış İstanbul, köklü bir tarihe
sahiptir. Pek çok imparator görmüş, sanatın farklı biçimlerine ev sahipliği yapmış bu şehirde
bazı ilçeler ve semtler bu köklü tarihin izlerini her köşesinde taşımaları bakımından
diğerlerinden ayrılırlar. Tanpınar için İstanbul’un bahsi geçen bu ilçe ve semtleri geçmişleriyle
birlikte vardır; o hissederek, duyarak herkesten farklı bir gözle bakar İstanbul’a. Bu semtlerin
her biri, eski İstanbul’un izlerini, unutulmaya yüz tutmuş seslerini taşırlar. Tanpınar’da semtler,
musikiden ayrı düşünülemez. Geçmişten günümüze kadar gelen, atalarımızdan yadigâr olan o
sesler, semtlerin mimarisiyle birleşerek onları adeta canlı bir varlığa dönüştürürler. Bu semlerin
hafızası vardır; onlar da insanlar gibi hiçbir şeyi unutmazlar.

a. Saraçhane, Okçular, Sedefçiler, Çadırcılar

Eski İstanbul’da bu semtler, işleyen birer çarşı mahiyetindedirler; iktisadi hayatta önemli
rol oynar, o dönemlerde yapılan kapitülasyonlara rağmen şehri canlı tutarlar. Özellikle Büyük
Çarşı ve Bedesten’in imparatorluğun iktisadi anlamda kalkınmasında önemi büyüktür. Tanpınar,
Beş Şehir’de bu semtlerden “bundan yetmiş seksen yıl önce bile arı kovanı gibi intizamla
işleyen, şehrin hayatında, refahında mühim bir yer tutan, titiz el işleriyle gündelik eşyaya bir
sanat çeşnisi veren bir yığın küçük sanatın hususî çarşı ve atelyeleri”5 diye bahseder. Buradan
bu semtlerin sanat açısından da ne kadar önemli olduğunu görürüz. El işlerinin yapıldığı, küçük

5
Tanpınar, Beş Şehir, s. 123.
esnaf dükkanlarına ev sahipliği yapan bu semtler şehri besler, şehrin kalkınmasında büyük rol
oynarlar. Tanpınar aynı zamanda bu semtlerin insan çeşitliliği üzerinde de durur. Doğu
kültürünün her halinin titiz el sanatlarıyla birleşerek karşımıza çıktığı bu çarşı nitelikli semtlerde
her ırktan, renkten, dinden insan kaynaşarak ona çeşitlilik ve renk katmıştır. Tüm bu kalabalık,
esasen birbirlerinden onca farklarına rağmen bu çarşılarda birleşip bir bütün olarak akarlar.
Tanpınar Huzur’da Bedesten ve Bitpazarı’ndan “Eski İstanbul, gizli Anadolu, hatta mirasının
son döküntüleriyle imparatorluk, bu dar, iç içe dükkanların birinde en umulmadık şekilde ve
birden parlardı.”6 diye bahseder. Buralarda imparatorluğun eski izleri, insanların hatıraları,
hayalleri, hüzünleri hep eşyaya sinmiştir. Huzur’un ana karakteri Mümtaz buralarda gezmekten,
bu eşyalar ve sahipleri hakkında düşünmekten zevk alır. Buralardaki insanlara da bu modası
geçmiş eşyaların zamansızlığı sinmiştir. Mümtaz burada satılan eşyalara bakarken ne eski ne de
yeni bir şey görür. Bu yerler tamamen yıkılmış bir imparatorluktan arta kalmış, fakirleşmiş
yerlerdir. O eski görkemi kalmamış, adeta imparatorluk gibi yaşlanarak çökmüşlerdir.

1. b. Çekmeceler

Adını Büyük ve Küçük Çekmece Göllerinden alan bu yer, Huzur’da Nuran’la Mümtaz’ın
aşklarına tanıklık etmiş yerlerdendir. Mümtaz Nuran’la birlikte buraya gelmiş, tüm günlerini
burada gölleri gezerek geçirmişlerdir. Çekmeceler, insanın içini aydınlıkla dolduran, aşıkları iyi
zamanlarında ağırlayabilecek nitelikte bir yerdir. Göller dolayısıyla burası su ile birlikte anılır.
Nuran ile Mümtaz Küçük Çekmece’de adeta gölün üzerinde yüzen ve bu sebeple Çinlilerin
kayık evlerini hatırlatan bir lokantada yemeklerini yemişlerdir. Bu sırada etraftan balıkçı sesleri
yükselmektedir. Tanpınar o anları canlı ve parlak bir tablo gibi betimler. Balıkçıların yakaladığı
balığın kefal olduğunu biliriz; üstleri çıplak bir şekilde bu balıkları sandallarına nasıl
çektiklerini, balıkların güneş altında nasıl parladıklarını bize verirken akılda canlanan tablo, hep
parlak renklerdedir. Beş Şehir’de bu gümüşi aydınlık direkt dile getirilerek, bu iki göl eski el
aynalarına; güneş ise sanatını bu göller üzerinde gerçekleştiren bir eski zaman ustasına
benzetilir. Güneşin çevreye yansıttığı parıltılarıyla her saz, her ot, bütün kanat çırpışları ve
renkler gümüşi bir parıltıya dönüşerek adeta erimişlerdir. Tanpınar’da Çekmeceler gümüşi
renklerde olması dolayısıyla aydınlık, suyla birlikte anılması dolayısıyla da ıslaktır. Göller Beş
Şehir’de aynı makamdan küçük bir şarkıya benzetilir. Burada sesler de suya ait seslerdir.
Etraftan duyulan balıkçıların dik sesleri, sudan henüz çıkartılan balıkların çırpınmalarının
sesleri, sandalın su üzerinde gidip gelirken yaptığı sesler hep suya aittir. Çekmeceler,
Tanpınar’ın bu iki eserinde de aydınlık ve parlak imajlarla verilmiştir. Su ve ışık ferahlıktır.
Mümtaz ile Nuran buradalarken mutludur çünkü Çekmeceler siluetini onlara yansıtır. Tanpınar,

6
Tanpınar, Huzur, s. 46.
kahramanlarının bulunduğu ruh haline göre onların bulunacağı semti belirlemiştir çünkü
İstanbul’un her semti, Tanpınar için ayrı bir ruh halini simgeler ve karakterlerin ruh halleriyle,
bulundukları semtlerin ruh halleri birbirleri ile bütünleşir.

1. c. Üsküdar

“Üsküdar bir hazine idi. Bir türlü bitmiyordu”7 .Tanpınar Huzur’da Üsküdar’dan böyle
bahseder. Nuran ile Mümtaz’ın beraberce gezdikleri bir başka ilçe olan Üsküdar, camiler ve
türbeleriyle birlikte anılır. Burada yapılmış olan dört büyük cami de aşka, güzelliğe ya da
annelik duygusuna ithaf edildiğinden, Nuran Üsküdar’da hakiki bir kadın saltanatı olduğunu
düşünür. Hakikaten de böyledir. II. Selim’in, çok sevdiği karısına hediye olarak Mimar Sinan’a
yaptırdığı Valide Sultan Camii buraya bina olunmuştur. Huzur’da ve Beş Şehir’de adı geçen ve
III. Ahmed’in annesi için yaptırdığı cami ise Tanpınar’a göre III. Ahmed devrinin en güzel
eseridir. Görüldüğü gibi Üsküdar, mimari eserleri ve bu eserlerin tarihi önemiyle birlikte
verilmiştir. Tanpınar Beş Şehir’de bazı eserlerin yapılış hikayelerini de bize verir.

Üsküdar’ın eserlerde en çok bahsi geçen, üzerinde durulması gereken semtlerinden biri de
Çamlıca’dır.8 Her semtin ayrı bir güzelliği olduğunu vurgulayan Tanpınar’a, akşam vakti
Çamlıca tepelerinden şehrin ışıklarının yanışını izlemek zevk verir. Bu tepelerden şehre
bakarken ondan önce onunla aynı yerden şehre bakan cetlerini hatırlar; onların bakışıyla kendi
bakışını kıyaslar. Eski İstanbul’a mal ettiği her semtte geçmişin derin izlerini bulur. Bu semt
aynı zamanda Tanpınar’ın çocukluğunda, herkesin zengin fakir demeden beraberce gezip
eğlendiği bir mesire mekanıdır. O devirlerde halkı birleştirici bir vazife görmektedir. Daha sonra
Tanzimat ile Türk hayatına yeni eğlenceler girmesiyle birlikte eskisi gibi rağbet görmemiş,
Araba Sevdası’nın Bihruz Bey’i gibi züppe tiplerin gezinti mekânı olmuştur.

Beş Şehir’de iç İstanbul’u bulabileceğimiz yerlerden birinin de Üsküdar olduğundan


bahseden Tanpınar, göze batan, şaşaalı eserlerin yanında daha küçük, mütevazı köşelerin bizim
asıl peyzajlarımız olduğunu söyler. İstanbul’un mahallelerini yapan da halkın yaşarken yaptığı
bu peyzajlardır.9 Bu bakımdan Üsküdar, uzaktan bakıldığında değil; yanına yaklaşıldığında
duyulabilecek hikâyeler anlatır. İlk bakışta kavranamayan bu yer, derinine inilerek
incelendiğinde bize büyülü yüzünü gösterir. Üsküdar’da unutulmaya yüz tutmuş, değeri
bilinmemiş bu küçük köşelerin her biri ayrı ayrı konuşur; önemli olan bu seslere kulak
vermektir.

7
Tanpınar, Huzur, s. 181.
8
Daha çok gezinti mekânı olan Çamlıca, Tanzimat’tan sonra da bu şekilde eserlerde yerini almıştır fakat
Tanzimat sonrası Çamlıca’sı eski İstanbul’un izlerinin silinmeye başladığı bir Çamlıca olduğu için bunun
üzerinde durulmayacaktır.
9
Burada, peyzaj mimarisinin Tanpınar’ın hocası Yahya Kemal’de de önemli olduğundan bahsedebiliriz.
Yahya Kemal için de Türk İstanbul’un oluşumunda, şehrin mimari eserlerin önemi büyüktür.
1. d. Boğaziçi

Tanpınar’ın Boğaziçi’ni ele alışı ayrı ve tek bir makale olarak değerlendirilebilecek kadar
geniş bir konudur. Boğaz ve Boğaziçi’nin Bebek, Sarıyer, Emirgan, Baltalimanı, Rumelihisarı,
Vaniköy, Kandilli, Kanlıca, Beykoz gibi semtleri onun romanlarında çok sık geçen yerlerdir.
Huzur’da Mümtaz ve Nuran’ın aşklarının geçtiği mekânlar buralardır. Romanın büyük
çoğunluğu Boğaz’ın bu semtlerinde geçer. Mümtaz’ın evi Emirgan’dadır. Mümtaz’la tanıştıktan
sonra buraya sık sık gelen Nuran da Emirgan’daki evi çok sever. Emirgan’ın her köşesi ve bu ev
ikisinin aşklarının en güzel olduğu zamanların izlerini taşır. Boğaz’ın roman kahramanları için
önemi, Mümtaz’ın kadın güzelliğinin iki şartı olarak İstanbullu olmak ve Boğaz’da yetişmek
düşüncesinde bulunur. Bu düşüncede Tanpınar’ın da Boğaz’a bakışını buluruz. O, Boğaz’ı
İstanbul’un diğer yerlerinden ayrı sever. Boğaz’a bir kadın gibi bakar ve eserlerinde de böyle
verir. Bir kadının güzelliğini anlatırken Boğaz’ı kullanır. Mümtaz Nuran’ın çehresine bakarken
onun Boğaz gibi perde perde değiştiğini fark eder. Boğaz’ın tüm halleri adeta Nuran’ın yüzünde
belirir. Nuran’ın tatlı sarhoşluğu Boğaz gecesi gibi derindir. Mümtaz günün yavaş yavaş
mavileşerek, koyulaşarak geceye döndüğü o saatlerdeki aydınlığı Nuran’ın yüzünde bulur.
Güzel demek Boğaz demektir. Nuran güzeldir çünkü Boğaz’da yetişmiştir. Boğaz ideal bir
kadın gibidir ve ona benzeyen, yakın olan kadınlar da ideale yakındır.

Boğaz, Tanpınar için asıl İstanbul’un en güzel örneği olması bakımından da önemlidir.
Burası, İstanbul’un iyi zamanlarını da fakir zamanlarını da onunla birlikte yaşamış, bazı
semtlerde olduğu gibi yozlaşmamış, geçmiş modaları, kültürünü elinden geldiğince kendinde
saklamış ve korumuş bir yerdir. Huzur’da Mümtaz Boğaz hakkında düşünürken burada her
şeyin insanı kendisine çağırdığını söyler. Bu Tanpınar’ın düşüncelerinin Mümtaz’ın ağzından
dile getirilmiş şeklidir. Burada her şey insanı kendisine çağırır çünkü her şey bize aittir; yabancı
hiçbir şeye rastlanılmaz. Boğaz’daki her şey Türk İstanbul’unun kültürü, Türk İstanbul’unun
zevkidir; yerlidir. Üsküdar’da rastlanan o küçük ama esas İstanbul’u veren eserlere, köşelere
burada da rastlanır; İnsan buradaki her ayrıntında kendini bulur. Tanpınar, Boğaz’da her şeyin
bir akis olduğunu söyler. Işık, ses, hatta zaman zaman insan bile bir akistir. Boğaz’da her şey
geçmişin izlerinden payını almıştır. Burası geçmişi, hafızası olan yerdir. Mümtaz bir gün Boğaz
vapurunda küçüklük hatıralarına dalmışken vapur düdüğünün kendisine ulaşan akisleriyle
olduğu andan koparak hüzünlenir. Burası anılarının barındığı, farklı zamanlarda dolaşmasını
sağlayan yerdir.

Huzur’da Mümtaz ve Nuran’ın gezilerinin seyri boyunca müzik de onlarla birliktedir;


semtler müzikle birlikte anılır. Müziği en çok içinde barındıranlar Boğaziçi’nin semtleridir.
Buralarda Nuran ve Mümtaz ağaçların suda yaptığı gölgeye bile bir beste adı verirler. Mümtaz,
Nuran ile mehtaplı bir gecede çıktıkları Boğaz turlarının ancak musikide eşi bulunabilecek
güzellikte olduğunu düşünür. Gece ve ay o kadar güzeldir ki kendilerini büyülü bir dünyada
bulurlar. Yine burada devreye musiki girer; roman boyunca en çok adı geçen ve Tanpınar’ın
Beş Şehir’de de Boğaz’ı onun musikisinde bulduğunu söylediği Dede’nin Ferahfeza Peşrevi
sohbetlerine dahil olur. O an her şey ney namesi gibi yumuşaktır. İkisi de bunda hemfikirdir;
maddesi olmayan bir ney üfleniyor, gecenin sesini bu ney nameleri yapıyor gibidir. Tanpınar
burada bize adeta bir yağlı boya tablosu verir; her şey masalsıdır. Ayın suya yansıyan akisleri,
gecenin yavaş yavaş değişen rengi, Mümtaz ile Nuran’ın sandaldan etrafı seyredişleri bir
ressamın fırça darbeleri gibi itinayla çizilmiştir. Gecenin devamında, Kanlıca koyuna
çıktıklarında artık gece ilerlemiş, dışarıdan gelen sesler susmuş ve yalnızca o musiki ve
mehtabın güzelliği onlarla birlikte kalmıştır. Boğaz hem bir musiki hem bir mehtap seyridir.
Büyükdere’den başlayarak Kanlıca’ya uzanan bu Boğaz turu, okuyucuya adeta panoramik bir
manzara verir. Boğaz’ın güzelliği, sessizliği ruh hallerine yansır. İşte Boğaz, böyle bir yerdir.
Aşklarının en güzel anlarının buralarda yaptıkları sandal gezintilerinde verilmesi tesadüf
değildir.

Boğaziçi, her mevsiminin ayrı güzel oluşu bakımından da çok özeldir. Nuran’la Mümtaz’ın
gezileri yaz aylarında başlasa da Tanpınar, roman kahramanlarının sonbaharını ve kışını da
gördükleri bu yerin her anını ayrı ayrı güzellikleriyle okuyucuya verir. Nuran, karlı havalarda
Boğaz’ı sever ve aşığıyla burada geçirecekleri kışın hayalini kurar. Kışın soğukluğuna rağmen
Boğaz’da her şey iç ısıtacak şekilde güzeldir. Nuran ile Mümtaz’ın aşklarının son çıkmaza
girdiği dönemde Nuran’ın Emirgan’daki eve gitme isteği belki de bu yüzdendir. Aşklarının ilk
safhalarında yine Nuran’ın Boğaz’ın kışın ayrı bir güzelliği, garip bir yalnızlığı olduğunu
söyler. Kış geldiğinde bu iki sevgilinin birbirinden ayrılacaklarını müjdeler gibidir bu cümle;
kış, onları yalnızlıklarını da getirmiştir. Sonbahar ise onları yalnızlıklarına hazırlar. Bu
mevsimde bir gün Kanlıca’dalar iken Mümtaz, Yahya Kemal’in Eylül Sonu adlı şiirinden bir
beytini hatırlar:

“Günler kısaldı. Kanlıca’nın ihtiyarları

Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.”10

Tanpınar, Huzur, s.
10
.
Boğaziçi’nde değişen mevsimler aslında Mümtaz ile Nuran’ın da değişimini bize verir. Yaz
başlarında başlayan aşkları sonbaharda gerçekten son zamanlarını yaşamaktadır ve nihayet kışın
sona erer. Bu bitişi semtlere yansıtırken Tanpınar, hiç çirkin bir manzara tasviri çizmez. Kötü
manzaraları tasvirde Beyoğlu’nun semtlerini kullanır, Boğaz ise her zaman güzeldir,
hüzünlüdür.

Tanpınar, Beş Şehir’de Boğaz’dan müzikal ve sanatkarane diye bahseder. Burada zaman da
farklı akar; Boğaz’ın her iki kıyısı birbirine saatlerin aynasını tutar. Tanpınar bunu şu cümlelerle
verir: “Beylerlerbeyi'nde, Emirgân'da, Kandilli veya İstinye'de günün her saati birbirinden ayrı
şeylerdir. Beykoz, Çubuklu, ağaçlarının serin gölgesinde henüz son rüyalarını üstlerinden
atmaya çalışırken Yeniköy veya Büyükdere gözlerinin tâ içine batan güneşle erkenden
uyanırlar. Kuzguncuk'ta sular, sahil boyunca, arasına tek tük sümbül karışmış bir menekşe
tarlası gibi mahmur külçelenirken, ince bir sis tabakasının büyük zambaklar gibi kestiği
İstanbul minareleri kendi hayallerinden daha beyaz bir aydınlıkta erirler.”11

Tanpınar, Beş Şehir’de Boğaz’ın tarihi geçmişinden de çok bahseder. Osmanlı


İmparatorluğu’nun padişahlarının burada bulunduklarını, buralara yaptırdıkları eserlerini,
Boğaz’da gezmeyi sevdikleri yerleri anlatır. Bunlara bu kadar fazla değinmesinin nedeni,
Tanpınar’da Boğaz’ın tarihiyle birlikte yaşamasıdır. Burada her şey geçmişten izler taşır,
geçmişi fısıldayarak varlığını sürdürür. İmparatorluk devirlerinden her eserin Tanpınar’ın
zamanına ulaşamaması ona her daim hüzün verdiği gibi onu kendine de çeker çünkü Boğaz’da
bir arayış vardır. Her şeye rağmen, bu hüzün o devirlerde yaşama isteği uyandırmaz
Tanpınar’da. O, içinde bulunduğu anı sever; o devrin adamlarının, eserlerinin, geleneklerinin
yokluğunun verdiği o histen zevk alır. Onu çeken onların varlığı değil, aksine yokluğudur.
Boğaz, tüm bu hisleri canlı tutan en güzel örnek olduğu için de yeri çok başkadır.

2. Geleneği Olmayan Semtler

Bu başlık altında incelenecek semtler; şehrin hayatından kopuk duran, yerli hayattan ziyade
yabancı bir hayatı yaşayan, eski İstanbul’un izlerinden sıyrılmış, onları az çok kaybetmiş
semtlerdir. Tanpınar’ın eserlerine baktığımızda böyle semtlerin tarihi ve mimarisi yahut da
anılarıyla değil de daha çok eğlence hayatıyla anılan ve yerli hayatın değil de ecnebi kültürünün
hâkim olduğu, esnafının daha çok gayrimüslim kesimden olan semtler olduğu görülür. Bu
semtleri mesken edinmiş insanlar da genelde eğlence düşkünü tipler olarak ele alınmıştır.
Tanpınar, semtlerden bahsederken insanının vaziyetini semtlere, semtlerin vaziyetini de insana

Tanpınar, Beş Şehir, s.


11
.
yansıtmayı sever. Bu başlıkta yer verilecek semtler, Tanpınar’ın eserlerinde daha çok gezinti
mekânı olarak görülen Beyoğlu’nun semtleri ve Ada’dır.

2. a. Beyoğlu

Tanzimat döneminden itibaren Türk edebiyatında romanların en sık geçtiği mekanlardan


biri Beyoğlu’dur. Galata, Taksim, Kabataş, Tophane, Karaköy gibi semtleriyle bu dönemden
sonra yazılmış romanlarda sık karşılaşırız. Tanpınar, Beyoğlu’ndan “hamlesi yarı yolda kalmış
Paris taklidiyle yoksulluğumuzu hatırlatır”12 diye bahseder. Hakikaten de Beyoğlu,
Tanzimat’tan sonra hayatımıza girmiş, Batı’nın kötü bir taklidi gibidir. Tanzimat ile ortaya
çıkan alafranga züppelerin mekanıdır. Batılı olmak isterken olamamış ama aynı zamanda Türk
de kalamamıştır.

Tanpınar, Beş Şehir’de eski İstanbul’u yapan unsurlardan biri olarak kahvelerden bahseder.
Bu eski usul kahveler artık kalmamış, yerini Viyana ve Paris usulü, duvarlarında aynalar olan,
İstanbul beylerinin mesken edindiği kıraathaneler almıştır. Bu kıraathaneler Beyoğlu’nda
Galata’dan Divanyolu’na kadar uzanarak buradaki hayatı değiştiren unsurlardan olmuştur.
Kıraathaneleri hayatımıza sokan Beyoğlu, İtalyanca’dan dilimize “piyasa” olarak geçen akşam
gezintilerinin de başladığı ilk mekân olmuştur. Şehri canlandıran bu gezilerde, ecnebiler at
arabalarıyla, yabancı kadınlar kimi zaman yayan kimi zaman bu at arabalarına binerek
dolaşmaktadırlar. Bu gezinti yerlerinden biri de Taksim’den Şişli’ye uzanan büyük yoldur.
Tanpınar, Abdülmecid’in ilk senelerinde Müslüman halkın da Beyoğlu’nun bu semtlerine
gezinmeye çıktığından bahsetmiştir.

Beyoğlu’nun Türk ve Müslüman hayatında çehresini değiştirerek aldığı yeri göstermesi


bakımından şu satırları vermek yararlı olacaktır: “Bu Rus muhacirleri Beyoğlu'nu iyice zapt
ettikten sonra yavaş yavaş İstanbul semtine ve bizim çıktığımız kahvelere kadar yayıldı. Kürklü,
çizmeli, saçları çok düz taranmış, hafif tombul yanaklı, beyaz yüzleri bol düzgünlü, bol
mücevherli, bir yığın kontes ve prenses, parasını güçlükle ödediğimiz kahve ve çaylarımızı,
lokantalarda rakı ve yemeklerimizi getirmeye, vestiyerlerde yırtık ve eski pardesü ve
paltolarımızı göğsüne kadar sakallı sabık generaller veya miralaylar tutmaya başladılar. Çar
yaveri, eski miralay veya asilzade delikanlılar karşımızda çevik Kafkas oyunları oynadılar.
Hiçbir zaman İstanbul bu kadar bahtsız sınıflar muvazenesini alt üst edecek derecede paralı ve
eğlenceli olmamıştı.”13 Bu satırlarda da görüldüğü gibi Tanzimat Beyoğlu’su yozlaşmış,
pahalılaşmış, Batı kültürünün Türk kültürüne üstün geldiği bir eğlence mekanı olmuştur. Esnafı
bile yerli olmaktan çıkarak, Beyoğlu’nu bize iyice uzak bir yer haline çevirmiştir.

Tanpınar, Beş Şehir, s.


12
.
Tanpınar, Beş Şehir, s. 5.
13
“Beyoğlu'ndaki gece hayatı, Abdülmecid devrinde bir iki ürkek hareket ve teşebbüsle başlar
ve yavaş yavaş tiyatrodan kafeşantana, otele ve Avrupalı lokantaya, birahanelere doğru
genişler.” 14 der Tanpınar Beş Şehir’de. Beyoğlu, başlarda gayrimüslimlerin ve yerli
azınlıkların mekanıyken sonraları tahsilini, stajını ya da memuriyetini Avrupa’da yaparak
oradaki hayata uyum sağlamış nesiller tarafından giderek benimsenir. Böylece Beyoğlu,
Tanpınar’ın da dediği gibi, şehrin hayatına yapıcı ve yıkıcı çehreleriyle girmiş olur. Tiyatro
burada parlamaya başlar, yabancı dükkanlar çoğalır, Avrupai eğlenceler benimsenir, zengin
kesimler şehrin bu bölgesine akmaya başlarlar. Tam bir Türk yapıtı örneği olan Galata
Mevlevihanesi, Nişantaşı ve Kasımpaşa semtleri arasında hızla akmaya başlayan bu yeni hayat,
yerli halk tarafından da benimsenme evresine girer fakat tüm bunlar olurken yerli hayat da bir
köşede sessizce devam etmektedir. Hala Osmanlı’ya has mekanlarda münakaşalar edilmekte,
çubuk ve kahveler içilmekte, mısralar okunmakta, saz çalınıp söylenmektedir. Buradan
hareketle Beyoğlu’nun ikili bir hayat yaşadığı söylenebilir. Bir tarafta sessizce kendi
geleneklerini devam ettiren Osmanlı hayatı, bir tarafta Avrupai yaşamı benimsemiş kişilerce
sürdürülen eğlence hayatı bu semtlerin çehresini çizmiştir. Kumar, kadın ve içki düşkünü,
mirasyedi tiplerin düşüp kalktığı kadınlar, bu Türk kültüründen uzak hayat tarzları yeni
dedikodular arasına girmiştir. Beyoğlu’nun çizdiği portreye uzaktan bakıldığında parlak
ışıklarla bezeli, şaşaalı eğlenceleriyle yerli kültüre uzak bir ilçe görürüz. Sanki İstanbul’a
uymayan, onun dışında kalmış, çıkıntılık yapmış bir yapboz parçası gibidir. Tanpınar’ın ondan
her bahsedişinde bu sezilir. Bu ilçe, her ne kadar Galata Mevlevihanesi gibi Türk unsurları
kendinde barındırsa da yıkıcı tarafları daha fazladır ve bunu Tanpınar’ın ona üzülerek
bakışından anlayabiliriz. İstikrarını yitirmiş, Paris’i taklide çalışan bu ilçe, imparatorluğun
sonunun da göstergesi niteliğindedir. Tüm bu özelliklerine bakılarak denilebilir ki Beyoğlu’nun
Tanpınar’da uyandırdığı duygular hüzün ve biraz da öfkedir çünkü bu yerde canlanan anılar iyi
şeyleri çağrıştırmaz; aksine Tanpınar’a, yıkılan bir imparatorluğu ve kaybolan bir kültürü
hatırlatır.

2. b. Büyükada

Büyükada, Tanpınar tarafından bahsi pek geçmeyen, fazlaca sevilmeyen bir mekandır. Beş
Şehir’de buranın Tanzimat sonrası Çamlıca’nın yerini aldığından bahsettiği satırlarda bundan
hoşlanmadığı görülebilir. Huzur romanında “Ada” olarak geçen Büyükada, roman kahramanı
Mümtaz tarafından da sevilmez. Burası, esas İstanbul’un çöküş devrinde hızlıca ünlenmiş,
parayla yapılmış, geniş asfalt yollarında eskinin hiçbir izine rastlanılmayan öylesine bir yerdir.
Mümtaz, Ada’yı sıradan insanlara göre bulur. Orada özlenen şeyler insanı kendisinden

Tanpınar, Beş Şehir, s. 5-176.


14
uzaklaştırır; hiçbir yere vardırmaz. Ada’yı Boğaz’la kıyaslayan Mümtaz, bu iki yer arasında
tamamen bir zıtlık bulur; Boğaz’da ne varsa insanı kendisine çağırır, ondan uzaklaştırmaz.
Boğaz ve Ada’nın karşılaştırıldığı bu satırlarda aslında biraz da sitem vardır fakat bu sitem
Mümtaz’dan ziyade Tanpınar’a ait bir sitemdir. Huzur romanında Mümtaz karakteri düşünüş ve
duyuş şekliyle Tanpınar’a yakın bir karakterdir. Mümtaz’ın fikirleri şeklinde verilen bu
düşünceler esasen yazarın kendi düşünceleridir.

SONUÇ

Huzur ve Beş Şehir’de yer alan ve Tanpınar’da iz bırakan şehir ve semtlerin incelenmeye
çalışıldığı bu yazıda, her semtte ayrı manalar bulunduğu görülür. Bahsi geçen yerlerin hem
Tanpınar’da hem de kurguladığı karakterlerde uyandırdığı hisler birbirinden farklıdır. Her biri
farklı özlemleri, anıları çağrıştırır. Tüm bu ayrılıklarına rağmen Tanpınar’da özel yer etmiş semt
ve ilçelerin bir noktada birleştiği görülür ki bu da eski İstanbul’u hala az da olsa yaşatmalarıdır.
Ne kadar farklı hisleri uyandırsalar da tüm bu ilçe ve semtlerin hepsinde asıl İstanbul bulunur.
Yazı boyunca Tanpınar’ın gözünden ele alınan ilçe ve semtlerde en çok hislerin, tarihin, anıların
öne çıktığı görülmüştür. Aynı zamanda semtler de roman kişisi gibi işlenmiştir. Beş Şehir’de
Tanpınar’ın İstanbul’u yaprak yaprak açılan bir güle benzetmesi, aslında yapraklar gibi ayrı ayrı
varlığını sürdüren ama birleşerek bir bütünü, İstanbul’u oluşturan semtlere de bir vurgudur.
İstanbul, çok güzeldir; bu güzellik ancak yıllardır güzelliğin sembolü haline gelmiş gül ile
anlatılabilir.

KAYNAKÇA

I. TANPINAR Ahmet Hamdi, Beş Şehir, Dergâh Yayınları, İstanbul 2016


II. TANPINAR Ahmet Hamdi, Huzur, Dergâh Yayınlar, İstanbul 2014
III. https://tr.wikipedia.org/wiki/Boğaziçi
IV. UZUN E. (2007), Tanzimat Dönemi Türk romanlarında Beyoğlu, 217292, 163,
http://sarkdiscisi.tr.gg/Tanzimat-D.oe.neminde-Beyo%26%23287%3Blu.htm
V. Asos Journal, BAYCANLAR Sema Çetin, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur
Romanının Düşünsel Arka Planı: Edebiyat Üzerine Makaleler,
http://www.asosjournal.com/Makaleler/1520874442_259%20SEMA%20ÇETİN%20B
AYYCANLAR.pdf
VI. http://www.academia.edu/28210774/YAZARLAR_VE_KENTLER_BAĞLAMINDA_
AHMET_HAMDİ_TANPINARIN_HUZUR_ROMANINA_BİR_BAKIŞ
VII. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c23/c230115.pdf

You might also like