You are on page 1of 80

...

bir k a r a b ü y ü n ü n k u r b a n ı olduğunu a n l a y a n
kişi, içinde yaşadığı topluluğun en görkemli gelenek-
lerinin etkisiyle d u r u m u n u n umutsuzluğuna içtenlik-
le inanır. Akraba ve dostları da bu kesin kanıyı pay-
laşırlar. T o p l u m u n dışına itilir; herkes ondan uzak-
laşmaya, şimdiden ölmüş gibi d a v r a n m a k l a yetinme-
yip onu b ü t ü n çevresi için bir tehlike kaynağı ola-
r a k da görmeye başlar. Topluluk her f ı r s a t t a ve bü-
t ü n davranışıyla zavallı k u r b a n ı n ı adım adını ölüme
sürükler. O da kaçınılmaz saydığı bu yazgıdan kurtul-
m a y a çabalamaz. Zaten, kısa süre sonra, onu «Ruhlar
ülkesine» gönderecek törenler başlayacaktır...»

Ekler

M . G O D E L İ E R : Eleştirel Bir Y a k l a ş ı m

J . L A C A N : Claude Levi-Strauss'a
Bir Soru

R . B A R T H E S : T o p l u m b i l i m ve
Toplumsal - Mantık

derleyen ve çeviren: ahmet güngören

ö
Yol Yayınları : 11
CLAUDE
Çağdaş Arayışlar Dizisi : 4
LEVI-STRAUSS

Çağdaş Arayışlar Dizisi

Carlos Castaneda Don Juan'ın Öğretileri


Çev. Nevzat Erkmen, 1982
Carlos Castaneda Bir Başka Gerçeklik
Çev. Nevzat Erkmen, 1982
Tahsin Yücel Yazın ve Yaşam, 2. Basım: 1983

Doğu Bilgeliği Dizisi

İlhan Güngören Zen Budizm, Bir Yaşama Sanatı


2. Basım, 1982
İlhan Güngören Buda ve öğretisi, 1981
Erich Fromm Psikanaliz ve Zen Budizm
Çev. ilhan Güngören, 3. Basım, 1981
Jolan Chang Taocu Sevişme ve Seks
Çev. İlhan Güngören, 1983
Charles Humana ve Ying Yang, Çinde Sevişme,
Wang Wu Çev.: Kerem Lokman (basılacak)
D.T. Suzuki Zen Budizm, Seçme Yazılar,
Çev.: ilhan Güngören (tükendi)
T.D.K. 1980 Çeviri ödülü.
Eterleyen ve Çeviren:
Roman Dizisi Ahmet G Ü N G Ö R E N

Jack Kerouac Zen Kaçıkları


Çev. Nevzat Erkmen, 1982
Aldous Huxley Ada © yol yayınları
Çev. Seniha Akar, 1983
Yol Yayınları
PJC. 30 - Yeşilköy - İST.
Tel.: 573 08 19 - 573 85 10
Florya Otlukbeli Sok. 26

SUNUŞ

Claude Levi-Strauss'«n çeşitli yazılarını hiraraya getirip, bun-


Çevirinin Yayın Hakkı (g) Ahmet Güngören /
lara Godelier, Lacan ve Barthes'/n birer yazısını ekleyerek, söy-
Yol Yayınları 1983
lensel (mythique) düşüncenin yapılan ve günümüzdeki işleyişiy-
le ilgili birtakım ipuçlarını Türkiye'deki belirli bir okuyucu ke-
simine ulaştırmak istedim. Din ve büyüyü, ölü kültürlere ilişkin
olgular olarak değil de, günümüzde de farklı biçimlerde yaşam-
larım sürdüren etkinlikler olarak ele aldım. Bu konuların hem
günümüz toplumbilimi hem de genel özgürleşim sorunu açısın-
dan gittikçe artan bir önem taşıdığına inanıyorum.
Bu kitapta, LĞvi-Strauss'Hra Yapısal İnsanbilim (Anthropo-
logie Structurale-1958) adlı yapıtından, Din ve Eüyü (Magie et
Religon) bölümündeki üç yazısı ve daha sonraki bir döneminden,
1912'de yaptığı bir konuşma yer alıyor. Bunlara Godelier'/ıfrt
«Horizon, Trajets Marxistes en Anthropologies> adlı kitabından,
LĞvi-Strauss'a eleştirel bir bakış açısı getiren bir kesiti, Lacan 'm
Söylen (mythe)/kuttören (rite) ilişkisi üstüne bir sorusunu ve
Levi-Strauss'un yanıtını, ve Barthes'm, L6vi-Strauss'«/î buduııbi-
limsel yaklaşımının çağcıl toplumları kapsayacak biçimde geniş-
letilmesini öneren bir yazısını ekleyerek; yazdığım giriş yazısıy-
la da, bu farklı yaklaşımları nasıl bir bağlamda biraraya getirdi-
ğimi açıklamaya ve bu türden ideolojik oluşumlara belirli yakla-
Dizgi Baskı: Doğuş Matbaası
Çemberlitaş Piyerloti Cad. Peykhane Sok. Kamer Han. No. 19. şım biçimlerinin genel çizgilerini vermeye çalıştım.
Kapak Baskı: Tem Ofset Matbaası Özellikle değinmek istediğim bir nokta da dil konusundaki
Tel.: 576 54 69 - 577 15 98 tutumuma ilişkindir. Birçok kimse kullandığım kimi terimleri
Topkapı, Maltepe örnek Han 8/4. V
Baskı Tarihi: Eylül 1983.
5
«aşırı» bulabilir. Bu tür terimlerin çoğunun yabancı dildeki karşı-
lıklarını, ayraç (parantez) içinde ya da dizin bölümünde verdim.
Toplumbilim, budunbilim, ruhbilim vb. konularda Türkçe bir bi-
lim dili oluşturma çabasını, şimdi her zamankinden daha zorun-
lu saydığım için, gerçekten kimi alışılmamış Türkçe kullanımla-
ra başvurmuş olabilirim. Yine de belirli bir uzlaşmayı ve anlaşıla-
bilirliği sağlayabildiğime inanıyorum.
Budunbilim, dilbilim gibi konularda —az sayıda da olsa—
Türkçe yapıtların bulunmasının, yeni bir çeviriye başlamak için
yüreklendirici bir etken olduğu açıktır. Böyle bir girişimin altın-
dan kalkabilmişsem, bunu Tahsin Yücel, Berke Vardar, Mehmet İ Ç İ N D E K İ L E R
Rıfat vb. yazarlarca ve Türk Dil Kurumu bünyesinde gerçekleş-
tirilen değerli çalışmalara borçluyum. Sn. Tahsin Yiicel'e ayrıca GİRİŞ: Claude Levi-Strauss ve Söylensel
bu çeviriyle ilgili önerileri için en içten teşekkürlerimi sunmak
Düşüncenin Yapıları H
isterim.
Ahmet GÜNGÖREN CLAUDE LEVİ-STRAUSS:
îstanbul, Ağustos 1983
Birinci Bölüm: DİN V E BÜYÜ 31
Büyücü ve Büyüsü 33
Simgesel Etkinlik 58
Yapı ve Eytişim 81
İkinci Bölüm: İNSAN ve SÖYLENLERİ 95
Yapısalcılık ve Çevrebilim 97
EKLER:

M A U R İ C E GODELİER:
Claude Levi-Strauss, Eleştirel bir Yaklaşım 127
JACQUES LACAN:
Claude Levi-Strauss'a Söylen/Kuttören İlişkisi
Üstüıie bir Soru 136
R O L A N D BARTHES:
Toplumbilim ve Toplumsal-Mantık 143
KAYNAKÇA ve DİZİN 152

6
GİRİŞ
C L A U D E L E V İ - S T R A U S S
VE
S Ö Y L E N S E L D Ü Ş Ü N C E N İ N YAPILARI

Ahmet GÜNGÖREN

Henüz yokolmamış — y a da yokedilmemiş— ilkel toplu-


lukları inceleyip, bu incelemelerden çıkan bölük pörçük veri-
leri karşılaştırarak sınırlı birtakım genellemelere varmaya ça-
lışan bir bilimin, yani budunbilim'm genel bir iletişim kuramı
içinde yerini alması... 20. yy. ın bilimsel serüveninde Claude
Levi-Strauss'a düşen pay bu girişimiyle özetlenebilir. Bu giri-
şim kendini daha geniş bir bilimin, toplumsal yaşamdaki gös-
tergelerin biliminin ya da toplumsal göstergebilim'in oluşturul-
masına katkı olarak tanımlayıp somutluk kazanır ve kendi özgül
konumunu —bir süreç olarak— belirler.
Dilbilimin doğa bilimlerinin yetkinliğine ulaşmasına olanak
veren yolu açan Ferdinand de Saussure, daha yüzyılımızın ba-
şında Cenevre Üniversitesinde verdiği «Genel Dilbilim Dersleri»
nden birinde «demek ki göstergelerin toplum içindeki. yaşa-
mını inceleyecek bir bilim tasarlanabilir» diyerek, sözünü et-
tiğim girişimin kuramsal çerçevesini çizmişti; «henüz yok böyle
bir bilim. Onun için göstergebilim'in nasıl birşey olacağını söy-
leyemeyiz. Ama kurulması gerekli, yeri önceden belli »C1)
F. de Saussure'ün tartışılmaz öncüsü sayıldığı yapısal dil-
bilim, Claude Levi-Strauss'un yapısal bir insanbilimin temelle-
rini atmasında başlıca kaynaklardan birini oluşturur. Dildeki
«her öğeyi, bağlı bulunduğu dizge içinde öbür öğelerle kurduğu
karşıtlık ilişkilerine göre»( 2 ) değerlendiren Prag Dilbilim Çevresi
ve özellikle, sonradan kişisel dostluk kurduğu Roman Jakobson,
/
11
olumsuz biçimi olduğunu ortaya koyar. Bu aynı zamanda, doğa/
Levi-Strauss'un bu kaynakla ilişkiye geçmesinde aracı bir işlev ekin karşıtlığına denk düşmektedir. Aile doğal bir ilişki biçimi
yüklenir. Budunbilimde de ortaya atılmaya başlanan «yapı» değil ekinsel olarak belirlenen bir toplumsal bağıntıdır. Lacan,
kavramını dönüştürüp, kapsam ve içeriğini yeniden tanımlarken, Levi-Strauss'un bu saptamasını ruhçözümleyim açısından da
dilbilimsel «yapı» kavramı temel dayanak noktası olacaktır. temel bir olgu sayarak, «demek ki Temel Yasa, evlilik ilişkisini
Budunbilim büyük sömürgecilik döneminin parlak günle- kurala bağlayarak, ekinin egemenliğinin, çiftleşmeye dayalı do-
rinde doğmuştur ve kuşkusuz bu bir rastlantı değildir. İlk bu- ğanın egemenliğinin üstüne eklemlenmesidir» diye yorumlar.( 5 )
dunbetim yapıtlarını ortaya koyanlar, çeşitli nedenlerle sömür- Levi-Strauss'un bu çalışmasında, sonuçları açısından daha
gelerde bulunan batılı aydınlar ya da misyonerlerdi. Bilimsel da önemli sayılabilecek girişimi, evlilik ve akrabalıkla ilgili
alanda da ; ilkel toplumu o günkü batılı topluma dek uzanan bölük pörçük kuralları dizgeleştirerek, bir toplumdaki kadın alış-
düz bir çizginin başlangıç noktası olarak gören evrimci yakla- verişini sağlayan birkaç belli başlı tipe indirgemesidir. Daha
şımın, uzun süre budunbilime egemen olması bu doğuş evresinin sonra, «Yapısal İnsanbilim» adlı yapıtında, «nasıl ekonomi ku-
tarihsel konumuyla açıklanabilir. Malinowski ve Radcliff- ralları mal ve hizmet dolaşımını, dilbilimsel kurallar bildirim
Browrı'un öncülük ettikleri işlevselci yaklaşımı da (tarihin pa- dolaşımını sağlıyorsa, bu kurallar da bir toplumdaki kadın
rantez içine alınması diye nitelenebilecek) karşı-evrimci bir tepki dolaşımını sağlamaya yarar»( 6 ), diyerek, toplumsal yaşamın
olarak ele almak gerekir. Yapı kavramı da bu tepkinin bir ürünü çeşitli düzlemlerinde, yapısal dilbilimin dilyetisinde bulguladık-
olarak ortaya atılır. Başka deyişle, bir toplumun emminin de- larıyla türdeş kurallar bulunduğunu ortaya koyar.
ğil yapılarının incelenmesinin budunbilim açısından temel sorun
Totemci dizge de bu türdeş anlatıma bir örnek olarak
olduğu öne sürülür. Fakat bu toplumsal yapı kavramı «bir
ele alınmıştır( 7 ). Kabaca özetlersek, Levi-Strauss'a göre totem-
toplumdaki bağıntıların bütünü», «insanlar arasındaki gözlem-
cilik, ilkel toplulukların kendi aralarındaki (aile dizgeleri, evlen-
lenebilir bağıntılar düzeni» olarak tanımlanmakta, yani gö-
me kuralları, birbiriyle evlenen ya da evlenmeyen toplulukların
rüngünün yüzeyinde kalan bir çözümlemeyle sınırlandırılmak-
ilişkileri gibi) karşılıklılık ve bütünleyicilik bağıntılarını, hay-
tadır. İşlevselcilerin yapı kavramı görgül (ampirik) bir yakla-
van ve bitki türleriyle benzeştirerek düşünmelerinin bir işlevidir.
şımı içerir ve gerçeğin «insan zihninin dışında kalan somut
Burada benzeştirim kavramının altını çizmek gerekiyor. Bu an-
görünümüne» indirgenmiştir. Levi-Strauss, dilbilimden aldığı
lamda toteme dilbilimsel bir çıkarsamayla varıldığı düşünüle-
esinle, bu tür bir yapı kavramının gerçeğin yalnızca bir yanını
bilir. Söz konusu olan oldukça karmaşık bir benzeştirim süreci-
yansıttığını, önemli olanın yapının derin düzeyinin incelenmesi
dir: doğadaki hayvan ve bitki türleri toplumsal yapıya benzer
olduğunu vurgular. Bu arayış tüm yapıtının temel eksenini oluş-
biçimde, insanbiçimlileştirilerek düşünülmekte, böylece bir öl-
turacaktır.
çüde dönüştürülerek tasarlanan doğa yeniden toplumsal yapıya
«Akrabalığın Temel Ögeleri»(*) adlı yapıtında —bir ba- yansıtılmaktadır. Sonuç olarak totemci dizge de yansının yan-
kıma yapısal insanbilimin öncülerinden biri sayılabilecek— sısından oluşur. İlkel topluluğun amaçladığı şey, karmaşık ve
Marcel Maııss'un kuramını dizgeleştirmekle işe koyulur; «yakın dilegetirilmesi güç bağıntıların, somut ve duyumsanabilir nes-
akrabalarla cinsel ilişkinin yasaklanması kuralnm çözümleyerek neler aracılığıyla algılanabilir bir anlatıma ulaşmasıdır. Roland
bunun, bir toplumun varolabilmesi için anakoşul niteliğindeki Barthes'm deyişiyle, «Levi-Strauss, klan ve hayvanı değil, klan-
«dışardan evlenme kuralı» (exogamie) nın tersine çevrilmiş,
103
12
lar arası ve hayvanlar arası bağıntıları karşılaştırmayı önerir; lerinin ve öğeler arası bağıntıların budunbilimsel ve çevrebilimsel
klan ve hayvan silinir, onların yerini gösteren ve gösterilen alır: koşullarının kılı kırk yararak incelenmesi ve çözümlenmesiyle
(bu bağıntılardan) birinin örgenlenimi öbürünü anlamlar ve oluşturduğu söylenbilimsel bütıınceyi, kendine yeterli anlambi-
anlam bağıntısının kendisi de onu oluşturan somut topluluk- linısel bir evren (objet absolu) olarak tanımlar.
ta yansımasını bulur» ( 8 ). Tüm bu olaylarm incelenmesinde görüldüğü gibi, yapı veri
Amaç, evlenme kuralları, aile biçimleri, totem dizgeleri, olarak doğrudan gözlemlenebilen birşey değil, budunbilimciııin
söylenler gibi çeşitli görünümlerini aşarak, yabanıl düşünceye örnekçeler (modeles) biçiminde bir kurgusudur. Yapı niteliği
(derin yapı) ulaşmaktır( 9 ). Levi-Strauss çalışmalarını söylenle- kazanabilmek için örnekçeler şu dört koşulu yerine getirmek
rin, yabanıl (söylensel) düşüncenin bu dolaysız ürünlerinin in- zorundadırlar: ( ı s )
celenmesinde yoğunlaştıracaktır. Daha, «Yapısal İnsanbilim»de, 1) Yapı bir dizge niteliği sunar; bu nedenle herhangi bir
bu incelemenin kurallarını şöyle belirler: ögesindeki değişiklik geri kalan bütün öğelerinde de değişiklik-
1) Bir söylen hiçbir zaman tek bir düzeyde yorumlanmama- lere yol açar;
lıdır. Ayrıcalıklı açıklama diye birşey olamaz, çünkü her söylen 2) her örnekçe, herbiri aynı diziden bir örnekçede karşılık
birkaç açıklama düzeyinin bağıntıya getirilmesinden başka bir- bulan bir değişim kümesine bağlıdır, böylece bu dönüşümlerin
şey değildir. bütünü de bir örnekçe kümesi oluşturur;
2) Bir söylen tek başına değil, bütün olarak ele alındıkları 3) belirtilen bu özellikler, öğelerden birinde bir deği-
zaman bir dönüşüm kümesi oluşturan başka söylenlerle kurduğu şiklik olduğu zaman, örnekçenin nasıl bir durum alacağını ön-
bağıntı içinde yorumlanmalıdır. ceden kestirmemizi sağlar;
3) Bir söylen kümesi kendi başına değil, a) başka söylen 4) örnekçe gözlemlenen bütün olguları kapsayacak biçim-
kümeleri, b) geldikleri toplumun budunbilimi gözönüne alınarak de kurulmuş olmalıdır.
yorumlanmalıdır ( 10 ). Claude Levi-Strauss'a göre, toplum çeşitli düzeylerde bir
Bu incelemenin doruğunaysa «Mythologiques»( n ) adlı ya- yapılar bütününü içerir: «bireyleri çeşitli yasalara göre dü-
pıtıyla ulaşır. Andre Glucksmann'la birlikte, bu dört ciltlik zenleyen aile dizgeleri bu düzeylerden yalnızca biridir, toplum-
dev yapıtın içeriğini ve yöntemini birkaç sözcükle özetlemeye sal örgenlenim bir başkası, ekonomik katmanların farklılaşması
çalışalım: da üçüncü bir düzeydir. Bu düzenleyici yapıların kendileri de
Araştırma nesnesi: Güney Amerika'da yaşayan belirli sa- düzenlenebilir. Bunun koşulu aralarındaki bağıntıları, birbirleri
yıda yerli topluluğun söylenleri; üstündeki eşsürmeli etkileri ortaya koymaktır»( 14 ).
Yöntemi: yapısal dilbilime koşut bir uygulayımla, karşılaş- Levi-Strauss, yaşantı düzeyiyle, tasarım düzeyi arasında bir
tırmalı çözümleme( 12 ). ayrım yapar. Aile yapıları, toplumsal örgenlenim, vb. yaşantı
Fakat hem araştırma nesnesi bu önceden konmuş sınırla- düzeyinin; söylenler, din, düşiingü (ideoloji) tasarım düzeyinin
rın dışına taşar (başka toplulukların, örneğin Kuzey Amerika kapsamına girerler. Levi-Strauss'un giderek bu düzeyin ince-
yerlilerinin, Eskimoların vd. söylenlerinin işe karışması) hem lenmesinde yoğunlaşan araştırmaları, bir üst-yapılar kuramının
de yöntem müzik estetiğine gönderme yapacak biçimde gelişir. geliştirilmesine katkı niteliği taşır.
Levi-Strauss, derleyebildiği çok sayıda söylenin tüm öge- Yine de bir toplum, yapılarının tümüne indirgenemez. Bu,

14 15
toplumun yaşayan, devinen, değişen yanını gözardı etmek olur.
Olay/yapı karşıtlığının vurgulanması, Levi-Strauss'un böyle bir
yanılsamaya yer bırakmadığının bir göstergesidir. Bir toplum-
daki olayları özgünlüğü, tekilliği ve somutluğuyla, ayrıntılı ve
nesnel biçimde betimlemek budunbetimin (ethnographie) göre-
vidir. Budunbilimse (ethnologie) karşılaştırmalı olarak örnekçe-
leri ve yapıları kurmaya, nesnel olayların ardındaki anlamı araş-
tırmaya yönelecektir. Süremsel ve uzamsal boyutuyla insanın
bütüncül kavranışı insanbilimm (anthropologie) k o n u s u d u r ^ ) .
Böylece tanımlanan bir «Genel İnsanbilim» de insana ilişkin,
tümükapsayıcı bir bilimin oluşturulma sürecidir; tanımı gereği Maurice Godelier'ye göre, bu olağanüstü, kuramsal çaba-
sürekli tasarı durumunda kalır. nın sonunda, geriye yine de eksikliği duyulan, bir boşluk gibi
duraıı, canalıcı bir nokta kalmıştır: «toplumsal ilişkilerin fetiş-
leşnıesinin temellerinin ve biçimlerinin çözümlemesi» ( ı c ). Bu yo-
ğun formülü açmaya, öğelerine ayırmaya çalışalım.
Godelier'ye göre Levi-Strauss —bir bakıma işlevselciliğe
tepki olarak— biçim ve işlevi birbirinden ayırıp ağırlığı biçim-
selleştirme çabasına verir( 17 ). Örneğin aile yapılarının üretim-
deki —dolayısıyla ideoloji üretimindeki işlevi, ya da bir ideo-
lojik yapının toplumsal işlevi, oluşturulan dizgede yerini bula-
maz. İşlevlerin değişimleri ve bu değişimlerin koşulları gibi te-
mel noktalar da dizgesel biçimde ele alınmaz. Bu boşluklarsa
toplumsal düzeylerin eklemlenmesi, toplumsal farklılaşma gibi
konuların çözümlemesinde yeni gedikler yaratır.
Buna karşın Godelier, akrabalık yapıları ve ideoloji gibi
iki önemli alanda Levi-Strauss'un köklü bir değişim yarattığını,
onun bulgu ve yanılgılarını gözönüne almayan bir araştırmanın
başarıya ulaşamayacağını kabul eder( 18 ).
Bu kitapta çevirileri yer alan —birer ideolojik oluşum ni-
teliğindeki, büyü, din, kuttören (rite), söylen (mythe) vb. ko-
nuların incelendiği— yazıların ideoloji ekseninde toplandığını
gözönüne alarak tartışmayı bu alanda sürdürelim.
Levi-Strauss söylenlerin oluşum ve değişimlerinin incelen-

36 / 17/2
mesmde iki tür gerekirciliğin (determinisme) gözönünde bulun- c) toplumsal ilişkilerin yeniden üretilmesi için gerekli araç-
durulmasını zorunlu sayar ve bunları şöyle tanımlar: 2
lar^' ).
1) söylenleri ideolojinin birer anlatımı olarak oluşmaya ve İnsanın, doğaya sahip çıkmak (appropriation) için başvur-
düzenli çizgelere (scheme) göre dönüşmeye zorlayan fizîk çev- duğu tüm davranış biçimleri, maddi ve somut davranışlarla,
redekinden pek farklı olmayan—ussal yasalar; «simgesel» diye adlandırılan davranışların zorunlu bir bileşi-
2) çevre koşullarının, tekno-ekonomik etkinliğin, kabileler midir. İlkel insan, maddi davranışlarının (örneğin tarım teknik-
arası toplumsal-siyasal ilişkilerin, yani toplulukların toplumsal leri) sonuç vermediği ya da açıklamadığı durumlarda, doğayı
ve doğal çevresini oluşturan öğelerin bütünü. yönettiğine inandığı gizli güçlere yönelir. Onlaraysa ancak sim-
«Yapısalcılık ve Çevrebilim»(«>) başlıklı yazısında da iz- gesel edimlerle ulaşılabilir. Godelier, din ve büyünün kaynağını
lenebileceği gibi, Levi-Strauss bu iki noktayı kılı kırk yaran böyle bir yetersizlik durumunda araştırmaktadır: doğal olaylar
bir titizlikle inceler. Toplulukların çevre ve tekno-ekonomik «şeyleştirilip» (reification) dinsel varlıklarla açıklanmakta, somut
koşullarıyla, söylenlerinde anlatımını bulan ideolojik oluşumlar nesnelerse «kişileştirilmektedir» (personnification); örneğin or-
arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalışır. Kabileler arasındaki man insan gibi düşünen ve davranan bir dinsel kişiye, bir «Tanrı»
toplumsal-siyasal ilişkileri de ayrıntısıyla çözümlediği görülmek- ya dönüşür( 2;; ). .
tedir. Ancak Levi-Strauss, söylenin kabile içindeki toplumsal- Üretim ilişkilerinin «şeyleştirilmesi», nesnelerin, «kişileştiril-
siyasal işlevinin, özellikle de bu işlevin değişim biçimlerinin çö- mesi» diye özetlediğimiz dinsel düşüncenin kılgısal yanını da
zümlemesine girişmez. büyü edimi, yani bu gizli güçleri topluluk yararına etkileyebilme
Godelier'yse soruna daha değişik bir açıdan yaklaşır. Söy- teknikleri oluşturur. Bu teknik ve bilgilere sahip olabilme ko-
lensel, başka deyişle yabanıl düşünçeyi iki ayrı görünümüyle ele nusunda bir katmanlaşma (hierarchie) söz konusudur. Kadınlar
alır: Yabanıl (ilkel) toplulukların düşüncesi/yabanıl durumdaki için bu bilgilerin çoğu yasak ve tabudur. Onlar ancak, kendi
düşünce. Bunlardan ilki, belirli tekno-ekonomik koşullarda ya- doğurganlık büyüleriyle yetinirler. Bu ilk ve temel eşitsizliğin
şayan insanın düşünce biçimini kapsamaktadır, yani toplumsal dışmda, erkeklerin büyük bir bölümü de —üretim teknikleriyle
(ekinsel) bir olgudur. îkincisiyse, anlığın yapısının ve buna bağlı bütünleştiği ölçüde— ancak bazı ikincil büyüleri uygulayabilirler.
olarak beynin dolaysız bir anlatımıdır (yani birtakım ussal ya- En önemlileriyse, büyücü/şaman ve onun bağlı olduğu toplum-
salardan oluşmaktadır); insan düşüncesinin doğal işleyişidir, tü- sal birim tarafından tekelleştirilir. Bu durum belirli bir kesimi
müyle doğadan kaynaklanmaktadır( 20 ). gittikçe daha ayrıcalıklı kılmaya başlar. «Ortak gereksinimleri
Başka bir deyişle, «doğanın insana sunduğu, herşeyden ön- karşılamaya yönelik artık-emek, yavaş yavaş, herkes için be-
ce insanın doğasıdır»( 21 ); yani insanın «organik» yapısı... Do- reketi, yaşamı, tüzeyi sağlayan (törensel ve başka türlü) uygula-
ğanın bunu bütünleyen ikinci görünümü de, Godelier'nin «in- maları tekelleştirmiş bulunan bir azınlığın varlığını sürdürmeye
sanın inorganik bedeni» diye adlandırdığı dış çevredir. Bunu ve onları kutsamaya yönelik bir emek biçimini alır (...) Her-
da öğelerine ayırır: kesin herkes için artık-emeği, herkesin birkaç kişi için artık-
a) insanın varlığını sürdürebilmesi için gerekli maddeler emeği durumuna döııüşür.»( 24 ).
(ürünler vb.) Bu durum, topluluk içi egemenlik ilişkilerinin kökeni, yö-
b) üretim araçları (bunları üretmek için gerekli hammadde) neten/yönetilen ayrılığının başlangıç noktalarından biridir. Gizli

19
18
güçleri yönetenler, giderek topluluğun yönetiminde de daha fazla
söz sahibi olacaklardır. «Hizmet alışverişinin oluşturduğu den-
gede, egemenlerin payı gittikçe ağır basmaya başlar; çünkü
dünyanın gizli yanıyla iletişim kurmak gibi temel bir işlevi
yerine getirdiklerini öne sürmektedirler. Yönetilenlerin emeğiyse,
görünen, maddi, somut işlere ilişkin olduğu ölçüde sıradan,
önemsiz sayılmaktadır»( 25 ).
Sonuç olarak, toplumsal sınıfların gelişmesi de, peygamber-
liğin gelişmesi biçiminde ortaya çıkar, «Peygamberin bağlı bu-
lunduğu toplumsal birim doğaüstüyle gittikçe daha ayrıntılı bir
bağıntı kurmaya, dolayısıyla topluluğun yapısı üstünde kesin bir
denetim sağlamaya başlar»p). Böylece oluşan «gönüllü boyun-
eğme» düzeneği, giderek açık bir sömürü biçimini alan toplum- Bu kökleri, Lacan'ın deyişiyle, «insan adı altında varoluş
sal ilişkilerin büründüğü kutsallık görünümüyle bütünleşir. Sö- serüvenine atılan özel yaratığın bağıntılarının devinim içindeki
mürüye dayalı bir dizgenin kendini sürekli yeniden üretebilme- konumunda» ( 27 ) aramak gerekecek. «İnsan 'pathos'unun bütün
sini sağlayan döngü tamamlanmıştır. karmaşası ve kaygılarıyla anlamını bulduğu bu yer», bireyin
Godelier'ye göre Levi-Strauss'un yaklaşımında bir boşluk bilinç ve biliııçdışı katmanlarıyla topluluğun belirli istemlerinin
gibi duran şey, işte bu «fetişleşme» sürecidir. Buna karşılık, Le- kesiştiği nokta, gösteren dizsesidir. Büyü düzeneği, simgesel
vi-Strauss'un yapıtı, dinle büyünün birey ve topluluğun ortak edimlerle bilinçdışına ulaşmayı ve onu yönlendirmeyi başaran
bilinç ve bilinçaltındaki derin köklerinin ve düzeneklerinin araş- büyücüyle topluluğun özlemleri arasında bir onaşma (consen-
tırılması açısından eşsiz bir başvuru yapıtıdır. sus) ya dayanır.
Levi-Strauss, duruma açıklık getirilmesi açısından, bilinç-
dışı ve bilinçaltı terimlerinin yeniden tanımlanmasını önerir.
Bilinçaltı (subconscient) «herkesin kendi yaşamı boyunca derle-
diği anılar ve imgeler dağarcığı (...), belleğin bir görünümü»
olarak belirir. Bilinçdışıysa. (inconscient) bir işlevi belirtmek
için kullandığımız bir terime indirgenmektedir: simgesel işlev.
Biliııçdışı, belleğin derinliklerindeki anılar, imgeler, itkiler gibi
bölük pörçük öğeleri yapısal yasalara bağlayan, düzgülerle işle-
yen bir işlem aracı (un operateur dote de codes) görünümünde-
dir. Böylece, bilinçaltındaki koruyucu ruhlar, kötü cinler, doğa-
üstü canavarlar, büyülü hayvanlar, vb. imgeler «yerlilerin evren
görüşünü oluşturan tutarlı bir dizge» (28) içinde bütünleşir.
Bütün bu doğaüstü canavar ve cinlerin, baskı altındaki direnç
ve çatışkılara ilişkisi, gösteren/gösterilen ilişkisi biçimindedir.
143
Simgesel" işlev bir gösteren dizgesi biçiminde örgenlenmiştir.

21
Görünen (manifeste) imgeler aracılığıyla, hastalığın örtük (la- işlevin— herkes için aynı işleyiş biçimine sahip olduğu görü-
tent), gerçek nedenine ulaşılacaktır. Sorunun bu biçimde ortaya şüne dayanır. Eğer bu doğruysa şamanla ruhçözümleyicinin iş-
konması, Lacan'm deyişiyle «gösterenin işlevinin vurgulanma- levi aslında aynıdır. Ortak bir öyküyü simgesel edimlerle ser-
9
sı»^ ), Levi-Strauss'un yaklaşımının önemli bir niteliğidir. gileyerek, hastanın onu öznel sorununa göre algılamasını sağ-
lamaya çalışmakla, hastanın kendi öznel öyküsünü anımsaması
Levi-Strauss'un yaklaşımındaki başka bir önemli özellik
aynı noktada çakışır: ortak payda bilinçdışıdır.
de, ruhçözümleyim kuramının ortaya attığı tepki yinelemesi (ab-
Topluluğun bu ortak öyküsü söylenlerinde (mythes) dile
reaction) kavramına getirdiği açılımdır. Bu kavram, ruhçözümle-
getirilir. Söylenler, alabildiğine çeşitlilik göstermelerine karşın,
yim kuramınca, ruhsal sorunun kökeninde yatan o ilk olayı
birkaç temel sorunsalı ele alan bellibaşlı birkaç tipe indirge-
(scene primaire), hastanın yeniden yoğun bir biçimde yaşayıp,
nebilirler. Bireysel söylenler'ın, yani her bireyin özel öyküsünün
bilinç düzeyine çıkararak aştığı anı belirtmek için kullanılır;
altında da, «çok sayıda tekil durumun döküldüğü birtakım ka-
Lacan'm kendine özgü söyleyiş biçimiyle, «simgesel zincirin
lıplar» —Oidipus, hadım edilme korkusu gibi birkaç kompleks—
eksik halkasını tamamlamak için —Üst-Ben'in gerçek anlamını
yatar. İster toplumsal, ister bireysel olsun, her söylen «bir çe-
taşıyan— müstehcen ve yabansı görüntüyü, imgelemselin derin-
lişkiyi çözmek için mantıksal bir araç sağlamak» ( ; n ), «bir so-
liklerinden çıkaran( ;:a )» süreçle ilgili olduğu düşünülebilir. Bu
runsalı anlam taşıyan biçimde denklemleştirmek»( K2 ) amacında
müstehcen ve yabansı görüntü, en eski topluluklardan bu yana
birleşir. Söylen, böyle bir çelişkiyi çözmenin pratik açıdan ola-
eril yetkeye dayalı evlilik ilişkilerini düzenleyerek, bunun te-
naksızlaşması durumundan doğar, bu« olanaksızlığın göstereni»
mel öğesi olarak Oidipııs kompleksini belirleyen Yasa'nm, so-
dir.
mut biçimiyle Baba'nın simgesel görünümü —Fallus— dür.
Örneğin Levi-Strauss Oidipus söylenirim, anlamını, insanın
Lacan'a göre, simgesel zincirin eksik halkası, yani hastanın
topraktan oluştuğuna inanan bir toplumun, bir kadınla bir er-
hatırlayıp çözmesi gereken o ilk olay, bu öge eksenindeki çe-
keğin birleşmesinin doğuma yolaçtığım sezmesinden sonra bile,
lişkisine ilişkin, unutulmuş, sansür edilmiş kendi öyküsüdür.*
ilk inanışından vazgeçip, bu gerçeği kabullenmesindeki aşılması
Levi-Strauss'un konuya getirdiği açılım, şamansal sağalt- güç bir çelişkide, bir «olanaksızlıkta» araştırır. Böyle bir çözüm-
maya daha uygun düşen, tepki özümsemesi (adreaction) kavra- lemenin, Freud'un aynı söyleni yorumlayış biçiminden -farklı
mını oluşturmasıyla yeni bir boyut kazanır. Büyücü/şamanın olduğu açıktır. Buna karşın Freudcu yorum, doğumda ve ge-
edimlerinin ruhçözümleyimle karşılaştırılarak açıklanmasını nelde babanın işlevi sorunsalını araştırdığı ölçüde, söylenin baş-
amaçlayan bu kavram, hastanın —unutulmuş bireysel öyküsünü ka bir boyutunu vurgular ve bu çözümlemeyle çelişmez. Levi-
hatırlamasını değil de— aslında herkesin paylaştığı ortak bir Strauss'un, Freud'u Sofokles gibi, Oidipus söyleninin sayısız
öyküyü, şaman aracılığıyla dış çevreden edinerek sorununu aş- yorumcusundan biri, yeni bir değişkenin yaratıcısı olarak nite-
ması varsayımını içerir. Bu varsayım, bilinçdışmın —simgesel lemesi bu açıdan anlamlıdır. Amerikan yerlilerinin söylenleriyle
karşılaştırılması da, Oidipus söyleninin öğelerinin evrenselliği-
(*) Levi-Strauss'un bu kitapta yer alan yazılarındaki, zordo- nin ve söylenlerin evrensel yapısının araştırılabilmesi için önemli
ğum (s. 58, 64), «gebe oğlan» söyleni (s. 83, 90), «Hako» kut- ipuçları oluşturur.
töreni (s. 88, 90), vb. örneklerde de, bu öğenin dizgesel biçim-
de kullanıldığı görülüyor. Levi-Strauss, Oidipus söyleninin anlamının araştırılması ve

23
22
eşdeğerli başka söylenlerle karşılaştırılmasında, bilgisayar titiz-
liği gerektiren bir çözümleme yöntemi uygular. Bu yöntemi ve
evrelerini birkaç çizgiyle özetlemeye çalışalım: ( s3 )
1) her söylen önce kendi içinde çözümlenmelidir;
2) olayların gelişimi, olabilecek en kısa tümceler biçiminde
yazılmalıdır;
3) her tümce fişlenerek, anlatıdaki yerine göre numara-
landırılmalıdır;
4) her fiş bir özneyle bir yüklemin bağıntıya, gelmesiyle
oluşur (örneğin: Oidipus babası Laios'u öldürür/Oidipus an-
nesi Jocast'la evlenir...) —sesbirim ve anlambirimden bağımsız, Roland Barthes, «Toplumbilim ve Toplumsal-Mantık» baş-
onlardan daha geniş bir oluşturucu birim, söylenin indirgenebi- lıklı yazısında, Levi-Strauss'un önerdiği toplumsal-mantığı, (çağ-
leceği en küçük öge olarak tanımlanan söylenbirim de bu türden cıl), kitle toplumlarım kapsayacak biçimde genişletme olanak-
bir bağıntıdır—
larını araştırır. Böyle bir araştırmanın görevi de, «kitle toplumu-
5) böylece belirlenen bağıntılar da çıkınlar (paquets) biçi- nun düşünme biçimlerinin, daha doğrusu anlatılarının ardında,
minde bir araya getirilir; bu anlatıların ilettiği ve düşünme biçimlerinin maskelediği, top-
6) ancak bu çıkınlar arasındaki bağıntılar yardımıyla, oluş- lumsal mantığı açığa çıkarmak» (lî4) olarak belirlenir.
turucu öğeler gerçek anlamını bulur. Böylece söyleni eşsüremli
Çağcıl toplumların ideolojik oluşumları konusunda, başka
okuma, yapısını ortaya koyma olanağı doğar.
yazarların farklı yaklaşımları da, söylensel düşüncenin yeni bi-
Bu «dizileme yöntemini», sürem ve uzam içindeki çeşitli-
çimlerde süregittiği saptamasında birleşir. Godelier; «metanın ve
likleriyle eldeki bütün değişkeleri, komşu toplulukların kut
buna bağlı olarak para, sermaye, faiz, ücret türünden toplumsal
(sal)-törenlerini (rites), inanç ve davranışlarını, çevre koşullan
ulamların fetişleşmesi, söylensel bir evrenin odak noktasını oluş-
tekno-ekonomik etkinlikler ve toplumsal-siyasâl ilişkilerle ilgili
turur. Bu söylensel tasarımlar da bir yandan nesnelerin büyülü
öğeleri kapsayacak biçimde genişlettiğimizde —bu kez gerçek
gücüne akıldışı bir inanışı besler, öbür yandan kişilerin, bu
bilgisayar işlemleri gerektiren— anlam üretebilecek bir bağın-
gizli güçlerle uzlaşabilmek için büyüsel davranış biçimlerine yö-
tılar dizgesi, bir corpus oluşturabiliriz.
nelmelerine yol açar» (B5) diye yazar. İdeolojinin işleyişinin in-
celenmesi için, Althusser birbirini bütünleyen iki sav öne sürer:
1) ideoloji bireylerin yaşam koşullarına imgelemsel bir ba-
ğıntısıdır; her ideoloji, kaçınılmaz bir çarpıtmayla, varolan üre-
tim ilişkilerini değil, bireylerin üretim ilişkilerine ve bundan tü-
reyen diğer ilişkilere imgelemsel bağıntısını yansıtır;
2 ideolojinin maddi bir varlığı vardır; her bireyin düşünce-
leri, edimlerinde ve pratiklerinde somutlaşır, bu pratikler de,

24 25-
Tcuttörensel dizgeyi andıran kurallara bağlanarak, bir ideolojik yitirip yerini, topluluğa güvenlik duygusu vermekle» ya da
aygıtın maddi varlığı içinde bütünleşir.( ;:fi ) «bireyi toplumsal çevreye uyum sağlamaya yöneltmekle yeti-
Barthes'a göre de, (kentsoylu) ideoloji dünyanın gerçekli- nen» bir söylenbilime bırakma tehlikesiyle karşı karşıyadır^ 4 0 )*
ğini, dünyanın imgesel görünümüne; tarihsel olarak belirlenen Oysa batı düşüncesinin tarihi, bir bakıma akim yüceltilme-
olguları doğal, değişmez olgular biçimine dönüştürür.( 37 ) sinin tarihi değil midir? Belki de bu yüceltme, « A k ı h ı da bir
Bu savlarla, Levi-Strauss'un ilkel topluluklarda söylen/ söylen nesnesine dönüştürerek, karşıtını, tümüyle bastırılmış
kuttören ilişkilerini çözümleyerek vardığı sonuçların karşılaş- akıldışım, istenilmeden egemen kılacak sürecin başlangıcıydı.
tırılması, söylensel dizgeyi oluşturan düzeneğin, aslında günü- Pierre Clastres'ın Michel Foucault'dan esinlenerek belirttiği
müze dek uzanan bir süreklilik içinde olduğunu düşündürmek- gibi( 41 ), akıl/akıldışı ve uygar/yabanıl karşıtlıkları aynı sürecin
tedir. Levi-Strauss; «topluluk, çevre ve tekno-ekonomik koşullar birbirini bütünleyen görünümleridir. Bu karşıtlıkların oluşturduğu
tarafından yoksun bırakıldığı şeyin düşünü kurmaktadır» (K8) söylensel eksen, bir yandan toplumdışı sayılan «yoksulların tı-
diye yazar. Bu saptama, topluluğun kendi gerçeğiyle imgelem- marhanelere k a p a t ı l m a s ı n a , öbür yandan «ilkel» kültürlerin
sel ilişkisinin, çarpıtılmaya yatkın köklerini göstermesi açısın- yokedilmesine mantıksal dayanak sağlamaktadır. Bu olgulara,
dan ilginçtir. Doğaya yabancılaşmanın da ötesinde, kendi do- kadın/erkek karşıtlığının —ilk ve temel eşitsizliğin— farklı bi-
ğasına ve içinde yaşadığı topluma yabancılaştırman «çağdaş in- çimlerde sürdürülmesi eşlik eder. Eskileri yerine yeni tabularla
san», büyüye, söylene, vb. belki de her zamankinden daha faz- donatılan «Kadın», çağdaş söylenlerin «sexy» nesnesi olarak şey-
la gereksinme duymaktadır. Ya da böyle bir gereksinme, belirli leştirilmiştir. Doğa/Ekin karşıtlığını da «doğayla savaşarak uy-
kurumlar tarafından yaratılıp, şamanın işlevlerinin bir bölümü garlığı kuran insan» söylenine dayanarak, doğaya karşı ilan
de bu kurumlarca üstlenilir. Bir yanda «Bilinç Biçimlendirme edilen topyekün savaşla çözme eğilimi, doğanın somut ve dö-
Sanayhnin (TV, tecimsel sinema, büyük basın, vb.) de katkı- nüşsüz olarak yokedilmesi sürecini çoktan başlatmıştır.
sıyla biçimlenen gündelik söylenler, öbür yanda devletin ideo- Böylesine akıldışı bir dizgenin, ne tür bir söylenbilime da-
lojik aygıtları niteliğindeki kurumsal örgütlerin kitle gösterile-
rinden, futbol maçlarına dek, gerçek kuttörensel davranışlar (*) Çağdaş söylenlerle ilgili örnekleri çoğaltmak, sanırım tevi-
görünümüne bürünen toplumsal olaylar... Hepsi, toplumların Strauss çevirisine yazılan bir giriş bölümünün kapsamını aşar.
yapısının ve değişim kurallarının özünü çarpıtıp söylenselleşti- Çağcıl söylensel düşüncenin temellerini oluşturduğunu düşün-
rerek, belirli bir toplumsal dizgenin kendini sürekli yeniden düğüm birkaç ana karşıtlığı sıralamakla yetineceğim.
üretebilme koşullarını oluşturma işlevinde birleşirler. M. Belge'nin yukarda sözünü ettiğim kitabının 0-9) yanı-
sıra, Ş. Mardin'in «Volk Islamı» savı(«), i. Z. Eyüboğlu'nun,
Hiçbir olgu, bu söylenselleştirilme sürecinin dışında kala- Anadolu'da binlerce yıldır yaşayan büyü ve inançları derle-
mamaktadır. Murat Belge'nin çok doğru gözlemiyle, bilim ve me çalışmaları (43), ülkemizdeki ideolojik oluşumların ince-
teknoloji bile «yeni mitler (söylenler) yaratmak için en elve- lenmesi için, birbirini bütünleyen ilginç ipuçları taşımakta-
rişli araçlardan biri haline gelmiştir» P ) . Örneğin, bilgisayar dır. Çağdaş dünyadan alınma öğelerle, eskiden bu yana süre-
giden inançların ve ileriye yönelik özlemlerin eklemleniş bi-
teknolojisi çevresinde, bir Robot söyleni oluşmuştur. Ruhçözüm-
çimlerinin ayrıntılı bir çözümlemesi bu ipuçlarının yeniden
leyim gibi bilimsel bir yöntem de «bireylerin iyileştirilmesine değerlendirilmesini ve genel bir üst-yapılar kuramı içinde diz-
yönelik gerçek sağaltmalara dayalı bir kuram olma özelliğini / ge'ıeştirilmesini sağlayabilir.

26 27
yanarak, ayakta kalmayı ve kendini çoğunluk tarafından kabul-
edilebilir kılmayı başardığını ortaya koymak; onu oluşturan
toplumsal göstergeleri açığa çıkarmak... İletişim kuramları ve
göstergebilimin tüm dalları için geçerli araştırma çerçevesi
—böyle bir süreç olarak— belirlenmiştir. Bu sorunsalı yok sa-
yan her kuramın, kendisinin de bir söylenbilime dönüşme teh-
likesiyle karşı karşıya olduğu açıktır. Oysa «Gerçek, ancak
bir çatışma sonucunda anlamını bulur. Önceden verilmiş, hiçbir NOTLAR*
gerçeklik olamaz. Başlangıçta yalnızca yanlışlar, yanılgılar var-
dır»^ 4 ).
(1) F. de Saussure, Genel Dilbilim Dersleri, s. 36-37
(2) M. Rıfat, Yazko Çeviri, 1982 (6), s. 138
(3) Bkz. s. 128
(4) Claude Levi-Strauss, Structures Elemeııtaires de la Pareııtö,
Paris 1949
(5) J. Lacan, Ecrits I, s. 156
(6) Cl. LĞvi-Strauss, Antlıoropologie Stmcturalc, Paris, 1949
(7) Cl. Levi-Strauss, Le Totemisme Aujourd'hui, Paris, 1962
(8) Bkz. s. 148
(9) Cl. Levi-Strauss, La Pensee Sauvage, Paris, 1962
(10) Anthropologie Structurale, s. 82-83; alıntının çevirisi. T. Yü-
cel'in Yapısalcılık adlı kitabından alınmıştır, s. 63
(11) Mythologiques: Le Cru et le Cuit (1964); Du Miel aux Cend-
res (1967); L'Origine des Manieres de Table (1968); L'Homme
Nu (1971)
(12) A. Glukcsmaıın, «La Deduction de la Cuisine et les Cuisines
de la Deduction», informations sur les Sciences Sociales, Ha-
ziran 1S65/4, n. 2
(13) T. Yücel, Yapısalcılık, s. 70
(14) Anthropoiogie Structurale, s. 347
(15) agy. s 386-388
(16) Bkz. s. 134
(17) Bkz. s. 131, 132
(18) Bkz. s. 131
(19) Bkz. s. 97

(*) Daha ayrıntılı kaynakça için bkz. s. 152

29

98
(20) Bkz. S. 134
(21) M. Godelier, «Appropriation de la Nature», 'Pensçe7 dergisi
sayı 198 (Mart-Nisan 1978), s. 16
%
(22) Aynı yer
(23) M. Godelier Horiznn, Trajets . cilt I, s. 117 (ve devamında),
Mbutilerde (Kongo) ormanın kutsallaştırılma sürecini ayrın-
tısıyla açıklar.
(24) M. Godelier, 'Pensöe', s. 44
(25) M. Godelier, «Infrastructures, Societes, Histoire,» 'Dialectiqu- Birinci Bölüm
es' dergisi, 1977 Sonbahar, n. 21, s. 52
(2G) M. Godelier, 'Pensle', s. 44
(27) Bkz. S. 138, 139
(28) Bkz. s. 72
DİN ve B Ü Y Ü
(29) Bkz. s. 136
(30) J. Lacan, Ecrits I, s. 245
(31) La Pensçe Sauvage, s. 72
(32) Bkz. s. 138
(33) Oidipus söyieninin çözümlemesinin ve «dizileme yönteminin»
özeti, Levi-Strauss'un «Structures des Mythes» başlıklı yazı-
sından alınmıştır, Anthropologie Structurale, s. 227-242. Bu
konuyla ve «eşsüremli okuma» kavramıyla ilglii daha a y r n -
tılı bilgi için, bkz. T. Yücel, Yapısalcılık, s. 56-66; Yazın ve
Yaşam, s. 61-63
(34) Bkz. s. 148
(35) M. Godelier, Hcrizons, Trajets..., cilt II, s. 221
(36) Bkz. L. Althusser, Pcsiticııs, s. 101-109
(37) R. Barthes, Mytholcgies, s. 229
(38) Bkz. s. 139, 140
(39) M. Belge, Tarihten Güncelliğe, s. 237
(40) Bkz. S. 55
(41) P. Clastres, «Entre Silence et Dialogue», L'Arc dergisi, sayı
26. 1968; M. Foucault, L'Histoire de ia Folie
(42) Ş. Mardin, Din ve ideoloji, s. 105-113
(43) I. Z. Eyüboğlu, Anadolu İnançları/Cinsel Büyüler, vd.
(44) G. Bachelard, «İdealisme Discursif», Recherches Philosophi-
qucs, 1934-35, s 22

30 /
BÜYÜCÜ VE B Ü Y Ü S Ü 0)

Dünyanın birçok bölgesinde rastlanan, büyü sonucu ölüm


olaylarının ne türden psiko-fizyolojik düzeneklere ilişkin ol-
duğu, Cannon'un çalışmalarından bu yana daha açık bir biçimde
göriilüyor(-): bir karabüyünün kurbanı olduğunu anlayan kişi,
içinde yaşadığı topluluğun en görkemli geleneklerinin etkisiyle
durumunun umutsuzluğuna içtenlikle inanır. Akraba ve dostları
da bu kesin kanıyı paylaşırlar. Toplumun dışına itilir; herkes
ondan uzaklaşmaya, şimdiden ölmüş gibi davranmakla yetinme-
yip, onu bütün çevresi için bir tehlike kaynağı olarak da gör-
meye başlar. Topluluk her fırsatta ve bütün davranışıyla za-
vallı kurbanını adım adım ölüme sürükler. O da kaçınılmaz
saydığı bu yazgıdan kurtulmaya çabalamaz. Zaten kısa bir süre
sonra, onu «ruhlar ülkesine» gönderecek kutsal törenler başlar.
Tüm aile ve toplum bağlarından koparılmış, bireylik bilincini
oluşturan tüm görev ve etkinliklerden yalıtılmış, yüce güçlerle
karşı karşıya kalmıştır. Ama bu kez onlar, karabüyünün ekse-
ninde birleşmiş olarak, onu canlılar dünyasından kovmak için
çıkmışlardır karşısına. Paylaştığı tüm değer dizgelerinin dışında
bırakılmıştır. Bir zamanlar hak ve ödevleriyle etkin bir birey
olmasını sağlayan bu dizgeler, kesin bir dönüşüme uğramış, bu
kez onu korku, yasak ve törenlerin edilgin bir nesnesi, dahası
bir ölü olarak nitelemeye başlamışlardır. Tüm bunların ve
duyduğu yoğun dehşetin ortak etkisine boyun eğecektir. Be-

26 33
densel bütünlüğü de toplumsal kişiliğinin bu çözülüşü karşısın- inanç ve beklentileri. Doğaldır ki, bunların hiçbiri, Cannon'un
da direnemez.* «homeostatique» adını verdiği bozuklukları ve sempatik diz-
Bu karmaşık görüngüler fizyolojik alana nasıl yansır? Can- genin etkilerini tek başına açıklamaya yetmez. Büyücü, rahatsız-
non, kızgınlık gibi korkunun da sempatik sinir dizgesinin etkinli- lığın nedeni olan şeyi hastanın gövdesinden emerek çıkardığım
ğinde bir yoğunlaşmaya yol açtığını ortaya koydu. Bu etkinlik ola- öne sürerek, ağzında sakladığı bir taşı gösterdiğinde, bu işlemin
ğan durumlarda yararlıdır, kişinin yeni bir duruma uyum sağ- doğruluğunu, en azından kendine nasıl kanıtlamaktadır? Büyü
lamasına yarayan örgensel değişimleri yönlendirir. Fakat kişi durumu bir «onaşma» (consensus) olduğuna göre, herkes tara-
olağanüstü ya da öyle sandığı bir duruma, içgüdüsel ya da öğ- fından büyücülükle suçlanan kişi kendini nasıl temize çıkara-
renilmiş hiçbir tepkide bulunamıyorsa sempatik dizge denetim- bilecektir? Topluluğun, doğaüstü gücüne inanarak ayrıcalıklar
siz ve aşırı bir etkinlik gösterir; hatta bazan birkaç saat için- tanıdığı, bedelini de beklediği bu kişilere karşı tutumu ne öl-
de, kan oylumunun ve kan basıncının düşmesine, giderek do- çüde safça, ne ölçüde de eleştireldir? Bu son noktayı ele ala-
laşım örgenlerinde onarılmaz bozukluklara yol açabilir. Şiddetli rak başlayalım.
yürek daralması çeken hastalarda da sık görülen, yeme-içme-
den kesilme durumu bu gelişimi hızlandırır. Sukaybı sempatik
dizgeye uyarıcı etki yapar ve kan oylumu, damarların artan
geçirgenliği sonucu, daha da düşer. Bombalanma, savaş, hatta
ameliyat sonrası ortaya çıkan, çok sayıda «sarsıntı» (trauma-
tisme) olayının incelenmesiyle yukardaki varsayımlar kanıtlan-
mıştır: kesin nedeni otopside de saptanamamıştır ama sonuç
ölümdür.

Bunlar da gösteriyor ki, kimi büyü uygulamalarının etkili-


liğinden kuşku duymak için bir neden yok. Ama aynı zamanda,
büyünün etkili olabilmesi ona inanılmasına bağlı, bunun da
birbirini bütünleyen üç ayrı görünümde ortaya çıktığı görülü-
yor: en önemlisi büyücünün kendi uygulayımlarına inancı, sonra
iyileştirmeye ya da cezalandırmaya çalıştığı kişinin büyücünün
gücüne inanması, son olarak da, büyücü-büyülenen ilişkisinin
içinde yer aldığı, bir çeşit çekim alanı oluşturan kamuoyunun

(*) Bu tür bir büyüye uğrayan bir Avustralya yerlisi, 1958 yılının
nisan ayında, ölüm döşeğinde Darwin Hastahanesine kaldırı-
lır. Oksijen tüpleri ve serumlar yardımıyla iyileşmeye başla-
yınca, «beyaz adamın büyüsünün daha etkili olduğu» inancına
kapılacaktır.

26 34
düşmandı. İki saatlik bir bekleyişten sonra, yoldaşlarının bir
pusuya düştüğü düşüncesi genel kanı durumuna gelmişti. İki
genç karısı kocalarının, oğlu da babasının ölümüne hıçkırık-
larla ağlarken, öteki yerliler bu ulu kişinin yitmesinin ölümcül
sonuçlarını ve neyin bildirgesi olabileceğini tartışıyorlardı.
Kaçınılmaz felaketin bu gerilimli bekleyişi, öteki kadınla-
rın da katılmaya başladığı sızlanmalar, erkeklerin koşuşmaları
dayanılmaz bir ortam yaratmaya başlamıştı ki, gecenin onuna
doğru, göreceli bir soğukkanlılığı koruyabilmiş birkaç yerliyle
birlikte keşfe çıkmaya karar verdik. Kamptan daha iki yüz
metre uzaklaşmadan, ayağımız hareketsiz bir karaltıya takıldı:
6u aradığımız kimseydi, sessizce çömelmiş gecenin ayazında tit-
1938 yılının eylül ayıydı. Birkaç haftadır Nambikvara riyordu. Saçları darmadağınıktı, kemer, kolye ve bilezikleri
yerlilerinden küçük bir toplulukla, orta Brezilya'nın kederli sa- yoktu (zaten Nambikvaralar başka giysi kullanmazlar). Kendi-
vanlarında, Tapajoz kaynaklarına yakın bir yerde konaklamak- sini kampa götürmemize karşı koymadı fakat onu konuştura-
taydık. Yılın büyük bir bölümünde, bu bölgede, yerliler yabanıl bilmek için binbir rica ve karılarının bitmez yakarışları gereke-
yemiş ve otların, küçük memelilerin, böcek ve sürüngenlerin, cekti. Sonunda yarım yamalak söylediklerinin yardımıyla öy-
kısacası açlıktan ölmelerini önleyecek herşeyin peşinde dolanır küsünün ayrıntılarını sökebildik: öğleden sonra mevsimin ilk
dururlar. İşte bunlardan otuz kadarı, aileler halinde sözünü fırtınası patlamıştı ve bir yıldırım onu kilometrelerce uzaklar-
ettiğim yerde toplanmışlar, göçebe yaşamın zoruyla, günün ya- da, belirttiği bir yere götürmüş sonra geri getirip onu bul-
kıcı güneşine,, gece serinliğine, yağmur ve rüzgara karşı, dal duğumuz yere çırılçıplak bırakmıştı. Gece geç saatlerde yat-
yığınlarından çatma, açması korunaklarda barınmaya çalışıyor- maya hazırlanüdığında olayın tartışmaları hâlâ sürüyordu. Er-
lardı. Yerli toplulukların çoğu gibi bunların da, bir başkanları tesi gün, «yıldırımın kurbanı» her zamanki neşesini bulmuştu,
ve av, balıkçılık, el sanatları gibi günlük etkinliklerde toplulu- üstelik bütün süs ve takıları da yerli yerindeydi; ama bu ay-
>(. ğun öteki erkeklerinden hiçbir ayrıcalığı olmayan bir büyücüleri rıntı kimseyi şaşırtmışa benzemiyordu ve günlük yaşam olağan
vardı. Bu, kırk beş yaşlarında, güçlü kuvvetli, neşeli bir akışına döndü.
adamdı. Buna karşın, birkaç gün sonra bazı yerliler bu olağanüstü
Fakat bir akşam, kampa her zamanki saatinde dönmedi. olayın değişik yorumlarını yaymaya başladılar. Ama bunu açık-
Karanlık bastırdı, ateşler yakıldı; yerliler tedirginliklerini gizle- lamadan önce önemli bir noktayı belirtmek gerekiyor: sözü
yemiyorlardı. Savan gerçekten de sayısız tehlikelerle doluydu: geçen toplumsal birim, değişik kökenli bireylerin tam olarak
çavlanlar, az da olsa yırtıcı bir hayvanla karşılaşma olasılığı, bilemediğimiz koşullarda biraraya gelmesinden oluşmuştu. Bir
jaguar ya da et yiyen karıncalar... Ama yerlilerin kafasında, bölümü, salgın hastalık sonucu nüfusunun büyük çoğunluğunu
zararsız bir hayvan kılığına girmiş su ya da orman cinleriyle yitirmiş bir topluluktan arta kalanlardı ve sayıları bağımsız bir
karşılaşma korkusu daha ağır basıyordu. Üstelik bir haftadır yaşantı sürdürmelerine olanak vermeyecek kadar azdı. Ötekiler
her gece, bize bir yaklaşıp bir uzaklaşan gizemli kamp ateşleri
görüyorduk. Yerlilere göre, her bilinmeyen topluluk olası bir / 37

36
soy kabilelerinden ayrılmak zorunda kalmışlardı ve aynı güçlük- ğiştirmezdi. Önemli olan nokta, bu iki olasılığın da birbirini
lerle karşı karşıyaydılar. Ne zaman ve hangi koşullarda karşı- dıştalamamasıydı. Bizim için, savaşın hem ulusal bağımsızlığın
laşıp, biri siyasal öteki dinsel önderini vererek, yeni bir güç şahlanışı hem de silah satıcılarının oyunlarının sonucu olabil-
oluşturmaya karar verdiklerini bilmiyorum; fakat benim bulun- mesi gibi. Bu iki açıklama görünüşte bağdaşmaz ama duruma
duğum sırada birleşme büyük olasılıkla yeni gerçekleşmişti çün- göre birinden birinin geçerli olduğunu düşünürüz; aynı oranda
kü bir tarafın çocuklarının ötekilere sözlü sayılmalarına karşın, akla yakın olduklarından, farklı zaman ve koşullarda, birini ya
henüz hiçbiri evlenmemişti. Üstelik, birarada yaşamakla birlik- da ötekini benimseriz. Sonuçta birçoklarının bilincinde gizlice
te, her ikisi de kendi lehçelerini koruyor, ancak iki dili de birlikte barınırlar. Bu farklı yorumlar, bilgiççe nedenleri ne
bilen birkaç kişinin aracılığıyla anlaşabiliyorlardı. olursa olsun, nesnel çözümleme sonucunda bilincine varılmış
Bu zorunlu açıklamalardan sonra, kulaktan kulağa dola- olgular değil, daha çok hepimiz için geçerli bir deneyim nite-
şan söylentilere dönebiliriz: savanda karşılaştığımız yabancı top- liğinde, özümlenmemiş, belli belirsiz tutumların gerektirdiği bir-
lulukların büyücünün eski soy-kabilesi olduğunu düşündürecek birini tamamlayan verilerdir. Bu deneyimler, topluluğun kültü-
sağlam kamtlar vardı ve büyücü, büyük olasılıkla, siyasal ön- rünce benimsenmiş davranış çizgelerinden birine katıştırılmadık-
derin yetki ve kurallarını çiğneyerek, eski kabilesiyle ilişki ça. anlıksal açıdan biçimlenmemiş, duygusal açıdan kabul edile-
kurmak istemişti: ya yuvaya dönüşü sağlamak, ya onları yeni mez olarak kalırlar. Ancak böylece özümlendiklerinde, öznel
bağlaşıklarına saldırmaya kışkırtmak ya da kendilerine bağlı- tutumlar nesnelleşebilecek, açıklanmamış izlenimler dile gele-
lığını bildirmek için; ama hangi nedenle olursa olsun, ortadan cek, eklemlenmemiş deneyimler bir dizge içinde bütünleşecektir.
kaybolmak için bir bahaneye gereksinimi vardı ve yıldırım ta-
rafından kaçırılma öyküsünü de, sonraki olayları da bu amaçla
uydurmuştu. Kuşkusuz bunu yayanlar öbür topluluğun üyele-
riydi, gizlice inandıkları bu yorumdan tedirginlik de duyuyor-
lardı. Yine de olayın resmi yorumu hiçbir zaman ortalıkta tar-
tışılmadı, ama kısa süre soma oradan ayrıldığımda genel kanı
durumuna gelmişti.( 3 )
Buna karşın, nedenlerini kendilerinin de büyük bir ruh-
bilimsel derinlik ve siyasal bilinçle çözümledikleri bu üçkağıt-
çılığı öne sürüp, büyücülerinin dürüstlüğü ve etkinliği tartışma
konusu edilse, içlerindeki en kuşkucular bile şaşardı. Kuşkusuz
yıldırımın kanatlarına binip Rio de Ananaz'a kadar uçmamıştı,
bu yalnızca bir oyundu. Ama böyle şeyler olabilirdi, başka
koşullarda gerçekten de olmuştu, deneyim alamna giren şey-
lerdi bunlar. Gücünü dindışı etkinliğini gizlemek için kullandığı
ileri sürülüp eleştirilebilirdi, bu özel bir durumdu, ama bir
büyücünün doğaüstü güçlerle yakın ilişki kurduğu gerçeğini de-

38 39
biçiminden çıkmasını sağlayan büyülü tüyler yardımıyla olmak-
tadır. Bu son ayrıntı taktik bir yanlıştı, çünkü şimdi de yargıçlar
bu yeni yorumun doğruluğunun kanıtı olarak tüylerin gösteril-
mesini istiyorlardı. Kabul edilmeyen çeşitli bahanelerden sonra
sanığın evine gidildi. Fakat o, bu kez de tüylerin bir bölmenin
Değerli araştırmacı M. C. Stevenson'un
Yeni Meksika'da Zuni'ler üstüne göz- sıvası altında gizli olduğunu ve bunu yıkamayacağını öne sür-
lemleri, sözünü ettiğimiz düzeneklere meye başladı. Yıkmak zorundaydı. Duvarın bir yanını yıkıp,
daha iyi ışık tutacaktır (4). her yıkıntıyı özenle inceledikten sonra, sıvanın içinde eski bir
tüy buldu. Buna dörtelle sarıldı ve yargıçlarına bunu, büyülü
suç aracı olarak sundu, nasıl kullanıldığını da ayrıntılı olarak,
12 yaşlarında bir kız, ergenlik çağında bir oğlanın elini açıkladı. Daha sonra köy alanına götürüldü. Öyküsünü yeni
tutmasından hemen sonra bir sinir bunalımı geçirir; oğlan bü- ayrıntılarla süsleyip bir kez de burada yineledi. Söylevini acıklı
yücülükle suçlanır ve A R C rahipleri mahkemesine götürülür. bir sonla noktalayarak, doğaüstü gücünü yitirdiğinden dolayı
Bir saat boyunca, gizli bilimlerle herhangi bir ilişkisi olduğunu gözyaşları döktü. Böylece tüm dinleyenler, içleri rahatlamış ola-
yadsır. Daha sonra, bu savunma biçiminin etkisiz olduğunu an- rak oııu özgür bırakmaya razı oldular.
layınca —üstelik bu dönemde Zunilerde, büyücülük ölümle Ne yazık ki, kısaltmak ve tüm ruhbilimsel ayrıntılarından
cezalandırıldığından— taktik değiştirmek zorunda kalır. Büyü- soyutlamak zorunda kaldığımız bu öykü birçok açıdan aydın-
cülüğü hangi koşullarda öğrendiğini ve ustalarından, biri kızları latıcıdır. İlk göze çarpan nokta şu: büyücülükle suçlanan, bu
çıldırtan, öbürü iyileştiren iki ilaç aldığını açıklayan uzun bir yüzden de ölüm cezasına çarptırılma durumunda kalan sanık,
öykü uydurmaya başlar. Bu nokta sonraki gelişmelere karşı akıl- suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışarak değil, tersine, uydurma su-
lı bir önlemdir. İlaçları göstermesi istenildiğinde, sıkı gözetim çuna sahip çıkarak bağışlanmayı başarıyor. Üstelik, herbiri ön-
altında evine gider ve kısa süre sonra geri gelerek, bunları cekinden daha zengin, daha ayrıntılı ve dolayısıyla daha da
kuttörensel bir karmaşıklıkla kullanmaya başlar. Birini yuttuk- suçlu yorumlar ileri sürerek durumu kurtarıyor. Tartışma, bizim
tan sonra düzmece bir kendinden geçme durumuna girer, öbü- davalarımızda olduğu gibi, suçlama ve yadsımalardan değil, sav
rünün yardımıyla da olağan haline döner. Daha sonra, ilacı ve savın ayrıntılı açıklamasından kaynaklanıyor. Yargıçlar sa-
hasta kıza verir ve iyileştiğini bildirir. Oturuma, ertesi gün nıktan bir sava karşı çıkmasını, hele olguları yadsımasını değil,
sürdürülmek üzere ara verilir fakat o gece sözde-büyücü kaçar. bir bölümünü çözebildikleri bir dizgenin eksik bölümlerini ken-
Kısa süre sonra yakalanır ve kızın ailesi davayı sürdürmek için dine özgü biçimde tamamlamasını ve onaylamasını bekliyorlar.
kendisi bir mahkeme oluşturur. Yeni yargıçlarının, öyküsüne M.C. Stevenson, yargılamanın bir aşamasıyla ilgili olarak şöyle
inanmamakta direnmeleri üzerine, delikanlı yeni bir öykü uy- yazıyor: «Savaşçılar çocuğun anlattıklarına o kadar kaptırmış-
durmak zorunda kalır: bütün ataları büyücüdür ve onlardan lardı ki onun niçin önlerinde bulunduğunu unutmuş görünüyor-
olağanüstü güçler edinmiştir —kedi kılığına girmek, ağzına dol- lardı». Ve büyülü tüy sonunda bulunduğunda, «savaşçılar ara-
durduğu kaktüs dikenlerini fırlatarak kurbanlarını öldürmek sında bir üzüntü dalgası yayılmaya başladı ve hep bir ağızdan
(iki bebek, üç kız, iki oğlan çocuğu)— ve bütün bunlar insan bağırdılar: ne bunun anlamı? Şimdi çocuğun doğruyu söyledi-

40 / 4î.
ğinden kesinlikle emindiler». Somut suç aracını bulmanın utkusu dişine yüklenen işlevi başarmaya çalışıyor, herkesin başına ge-
değil üzüntüsü... Çünkü yargıçlar suçu cezalandırmaktansa lebilecek bir durum... Serüveninin sonunda, başlangıçtaki kur-
(nesnel temelini kendine özgü bir duygusal anlatımla geçerli nazlıklardan ne kalıyor geriye? Girdiği kişiliğin oyuncağı ol-
kılarak) onu olası kılan dizgenin gerçekliğini sınamayı yeğler- maktan hangi noktaya kadar kurtulabiliyor? Daha da önemlisi,
ler, Katılımla pekiştirilmiş açıklama, hatta yargıçların suçor- gerçekten de bir büyücü olmadığı ne ölçüde öne sürülebilir ar-
taklığı sanığı suçlu durumundan çıkarıp, suçlayanların yandaşı tık? Son açıklamayla ilgili yerleri okurken görüyoruz ki, «çocuk
durumuna getirir. Onun yardımıyla, büyücülük ve onunla ilintili konuştukça, anlattığı şeye daha da derinden kaptırıyor. Zaman
düşünceler, törel bilinçteki biçimlenmemiş tasarım ve duyguların zaman, kendisini dinleyenler üzerinde kurduğu egemenliğin hoş-
dağınık bütünlüğü durumundaki dayanılmaz varoluş biçimle- nutluğuyla yüzü aydınlanıyor». Kızın, verdiği ilaçla iyileşmesi,
rinden sıyrılarak, deneyim nesnesi durumuna gelirler. Korunan bu olağanüstü olay sırasında yaşanan deneyimler: topluluğun
bir tanık durumuna gelen sanık, topluluğa, gerçeğe varmanın zaten inandığı doğaüstü gücünün açıkça ortaya konması için de
hoşnutluğunu getirir ki, bu da onu ölüme götürecek bir tüzeden pek başka kanıt gerekmiyor.
alınacak hoşnutluktan çok daha yoğun ve zengindir. Sonuç
olarak sanık, ustalıklı savunmasıyla, dinleyenleri sözkonusu diz-
genin yaşamsal niteliği konusunda gittikçe daha bilinçli kılarak,
topluluğun güvencesi karşısında bir engelken, onun ussal tutar-
lılığının güvencesine dönüşür (çünkü seçenekler bu dizge ya
da bir başkası değil, büyülü dizge ya da dizgesizlik, yani kar-
maşa ve düzensizliktir).
Ama, savunmanın ustalıklı olduğunu söylemek yeterli mi?
Bütün anlatılanlar gösteriyor ki sanık bir kurtuluş yolu bulmak
için çabaladıktan sonra, yargıçlarıyla kendisi arasında oluşmaya
başlayan gerilimli oyuna içtenlikle, hatta tutkuyla katılıyor.
Büyücü olduğu öne sürülüyor; büyücülük diye birşey var ol-
duğuna göre, niye o da öyle olmasın? Kendinde böyle bir eği-
lim olduğunu gösteren belirtileri önceden nasıl bilebilirdi ki?
İşte belki de bu olayda, mahkemeye getirilen kızın çırpınma-
larında ortaya çıkmışlardı. Dizgenin tutarlılığı ve bunu sağlamak
için ona yüklenen işlev, bu serüvende tehlikeye attığı kişisel
güvenliğinden daha az önemli değildir. Kendisinden beklenen
kişiliği biraz açıkgözlük, biraz da iyiniyetle yavaş yavaş oluş-
turduğunu görüyoruz: bilgi ve anılarından yararlanarak, doğaç-
layarak ve özellikle, rolüyle özdeşlcşerek giriştiği edimlerle,
bölük pörçük oluşturduğu kuttörensel (rituel) davranışlarla, ken-

43
42
Burada, büyük değer taşıyan bir baş-
ka belgeye daha uzun bir yer ayıraca- araştırmasını sürdürmek ister; fakat artık bağımsız değildir,
ğız. Şimdiye kadar yalnızca dilbilimsel şamanlar yanında çalıştığı çevrede bilinmeye başlamıştır. Ve
açıdan ilgi uyandırmış bir belge bu. Söz bir gün, kendisini düşünde kurtarıcı olarak gören bir hastanın
konusu olan, Frajız Boas'm K-.vakiut 1 ailesi tarafından çağrılır. Bu ilk sağaltma parlak bir başarıyla
dilinden (Vancouver adası, Kanada)
derleyip çevirdiği, bir yerlinin özyaşam sonuçlanır (kuralın gerekli kıldığı, dört yıllık uygulama sü-
öyküsünden bir bölüm (s). resini bitirmediğinden, bu iş için de bundan sonrakiler için de
ücret almayacaktır). Artık büyük bir şaman olarak tanınmaya
başlamasına karşın, Ouesalid eleştirel tutumunu bırakmaz, ba-
Büyücü olduktan sonraki adıyla— Quesalid, büyücülerin şarısını ruhbilimsel nedenlere bağlar: «çünkü hasta, benimle
gücüne inanmıyordu (daha doğru bir deyişle büyücü yerine, şa- ilgili gördüğü düşe sıkı sıkıya inanıyordu» diye düşünür. Kendi
man terimini kullanacağız, çünkü bu terim dünyanın bellibaşlı deyişiyle, «tedirgin ve düşünceli» olmasına yol açan şey daha
bölgelerinde bunların kendilerine özgü etkinliklerini vurgulamak karmaşık bir serüvendir. Bu serüven kendisini «yapay doğaüstü-
için daha uygun düşer). Şamanların düzenbazlıklarını ortaya nün» farklı biçimleriyle karşı karşıya getirir ve bir yandan
çıkarma kaygısının ve maskelerini düşürme isteğinin itkisiyle, kafasında gizlice bir dizge oluşturmaya başlarken, öte yandan
Ouesalid, onlarla ilişki kurmaya başlar. Sonunda, içlerinden biri da, bu biçimlerin bazılarının, özellikle kendi ilgi alanına giren-
onu çırak olarak kendi topluluğuna sokmayı önerir; kısa sürede lerin, ötekiler ölçüsünde yanlış olmayabileceği sonucuna varma- X
onlardan biri olabilecektir. Quesalid öneriyi, hemen benimser sına neden olur.
vc anlatısında ilk derslerinin neler olduğunu ayrıntısıyla açıkla- Komşu Koskimo kabilesinde konuk olduğu bir sırada, ün
yacaktır: görgül (ampirik) bilgilerin, hokkabazlığın, mim sana- salmış yabancı meslektaşlarının uyguladığı bir sağaltmaya ka-
tının garip bir karışımıdır bu; bayılmayı ve sinir bunalımını tılır ve büyük bir şaşkınlıkla, yöntemsel bir fark gözlemler:
öykünebilme sanatı, büyü şarkılarının ezberlenmesi, kendini Koskimolu şamanlar, hastalığı, ağızda gizlenen kuştüyü tuta-
kusturma yöntemi, nabza, yürekatışına, doğuma ilişkin kav- mının oluşturduğu kanlı bir kurtçuk biçiminde tükürmek yerine,
ramlar, «düşgören»lerin, yani özel konuşmaları dinleyip, şunun ellerine birazcık balgam çıkartmakla yetinmekte ve hastalığın
bunun ağrıları ya da hastalık belirtilerinin kökeni üstüne şa- bundan başka birşey olmadığını ileri sürmeye kalkışmaktadır-
mana gizlice bilgi ileten casusların kullanılması ve en önemlisi, lar. Nedir bu yöntemin değeri? Hangi kuramın karşılığıdır?
kuzeybatı Pasifik kıyılarından bir şaman topluluğunun «ars Bu şamanların gücünü ölçmek, bunların gerçek şaman mı, yoksa, y.
magnassı, yani, küçük bir kuştüyü tutamını ağzında gizleyip, kendi kabilesindekiler gibi, yalnızca şaman olduklarını öne sü-
gerekli anda dilini ısırıp ya da dişetlerini kanatıp, bunu kana ren kimseler mi olduklarını anlamak için, zaten uyguladıkları
bulanmış biçimde tükürerek, hasta ve izleyicilere, hastalığa ne- sağaltma da etkisiz kaldığından, kendi yöntemini denemek için
den olan nesneyi emerek çıkardığını törensel bir görkemle yut- izin ister: bu kez hasta iyileşmiştir.
turmayı becerebilme sanatı... Böylece kahramanımız ilk kez kararsızlığa düşmüştür. Ken-
Ouesalid en beter kuşkularının haklı çıktığını görünce.. di yöntemi üstüne hiçbir zaman iyimserliğe kapılmamış olmakla
birlikte, şimdi karşısına çıkan yöntem daha da yanlış, yuttur-
143 maca ve dürüstlükten uzaktır. O hiç olmazsa, hastasına birşeyler

45
verebiliyordu, hastalığı gözle görülüp elle tutulabilir biçimde duğunu ve hepsini birçok hastanın önünde boy ölçüşmeye çağır-
sunuyordu ona; oysa yabancı meslektaşları hiçbir şey göster- dığını öğrenir. Ouesalid toplantıya katılır ve kendinden yaşlı
memekte, yalnızca kötülüğü elegeçirdiklerini öne sürmektedirler. olan bu şamanın birçok sağaltmasında bulunur; fakat Koski-
Üstelik, kendi yöntemi sonuca ulaşırken, onlarınki başarısız nıolar gibi, bunun da hastalığı gösterdiği yoktur; hastalığın
kalmıştır. Böylece kahramanımız kendini, belki de çağcıl bili- görünmeyen bir nesne biçiminde, ya başlığına, ya da başlığın-
min gelişmesinde eşine rastlanmayan bir sorunla karşı karşıya daki kuş biçimindeki tören süsüne girdiğini öne sürmektedir.
bulur: her iki sağaltma dizgesi de, eşit oranda yetersiz olmaları Bunlar evin direklerini, ya da şamanın elini «ısıran hastalığın
bilinmesine karşın, hem mantıksal, hem de deneysel açıdan, gücüyle» havada asılı kalabilmektedirler. Bu alışılmış senaryo
farklı değerler ortaya koymaktadırlar. Onları hangi değer diz- bir kez daha yinelenir. Yaşlı şamanın umutsuz diye nitelediği
gesine göre sınaması gerekmektedir. Ortaklaşa paylaştıkları nes- hastalara bakması istenince, 'kanlı kurtçuk' yöntemiyle utkuya
nel olgulara göre mi, yoksa kuram ve uygulama açısından eşit- ulaşır.
siz değerler edindikleri kendi özelliklerine göre mi? Öykümüzün asıl acıklı bölümü burada başlar. Hem içine
Bu sırada, kendi yurttaşları önünde düştükleri durumun düştüğü durumun kendisini gözden düşürmesi, hem de sağalt-
utancı bir yana, Koskimo şamanları da kuşkuya gömülmüşlerdir: ma yönetminin çökmesi karşısında utanç ve umutsuzluğa ka-
her zaman ruhsal nitelikte saydıkları, bu yüzden de görünür pılan yaşlı şaman, kızını Ouesalid'e aracı olarak göndererek,
kılmayı hiç düşünmedikleri hastalığı, yabancı meslektaşları öz- kendisinden bir görüşme rica eder. Ouesalid onu bir ağacın di-
deksel bir nesne biçiminde ortaya koymuştur. Ona bir aracı bine oturmuş beklerken bulur. Yaşlı şaman şu sözlerle dile
yollayarak, bir mağarada yapacakları gizli toplantıya katılmaya gelir: «Birbirimize söyleyeceklerimiz kötü şeyler değil dostum.
çağırırlar. Ouesalid çağrıya uyar ve yabancı meslektaşları ona Yalnızca, utançtan ölmemem için bana yardım etmeni ve ha-
kendi dizgelerini açıklarlar: «Her hastalık bir insandır, çıban- yatımı kurtarmanı istiyorum. Çünkü geçen gece yaptıkların yü-
lar ve şişmeler, kaşınma ve kabuk bağlama, sivilceler ve ök- zünden, herkesin alay konusu oldum. Bana acımanı ve geçen
sürükler, verem ve sıraca; haya kasılması ve mide ağrıları da gece avucuna yapışan şeyin ne olduğunu söylemeni istiyorum.
öyle. Bir insan olan hastalığın ruhunu ele geçirmeyi başardı- Bu gerçek hastalık mıydı, yoksa yapma birşey miydi? Çünkü
ğımız an, bir insan olan hastalık ölür ve bedenin içinde yok bana acıman ve sana öykünebilmemi sağlaman ve nasıl yaptı-
olur». Eğer bu kuram doğruysa, gösterecek ne vardır? Ve ne- ğını söylemen için yalvarıyorum sana. Acı bana dostum!» Oue-
den dolayı Quesalid'in uyguladığı sağaltmanın sonunda, «has- salid bir süre suskun kalır, sonra, yaşlı şamandan, başlık ve
talık ellerine yapışmaktadır?» Ouesalid, dört yıllık uygulama süsüyle ilgili gösterisini açıklamasını ister. Yaşlı adam, başlık-
süresi bitmeden öğretmeyi yasaklayan meslek kurallarının ar- taki, direğe asılmasını sağlayan gizli çengeli ve kuş biçimindeki
dına sığınır ve konuşmaya yanaşmaz. Koskimo şamanları, sözde süsün elini ısırdığına inandırmak için onu parmaklarının ara-
eldeğmemiş kızlarını gönderip onu baştan çıkararak meslek sır- sına nasıl sıkıştırdığını gösterir. Anlaşılan, yalan ve dolandan
rını elegeçirmeye kalkıştıklarında bile bu tutumunda direnir. başka becerisi yoktur; yalnızca kazanç sağlamak için ve aç-
gözlülüğünden dolayı şamanlık taslamaktadır. Ruhların ele ge-
Bu olaydan sonra, Ouesalid kendi köyüne, Fort Rupert'e
çirilemeyeceğinin bilincindedir, «çünkü hepimiz kendi ruhumu-
döner ve komşu klanın en büyük şamanının, onun gittikçe ar-
zun efendisiyiz» der, yine de içyağı kullanıp bunun, «elinde
tan ününü çekemeyerek, bütün meslektaşlarına meydan oku-

26 46
-oturan bu beyaz şeyin», bir ruh olduğunu öne sürmektedir.
Bu sırada, kızı da babası adına yalvarmaya başlar: «Acı ona!
Acı ki yaşamını sürdürebilsin.» Quesalid suskun durmaktadır.
Bu ölümcül söyleşinin gecesinde, yaşlı şaman, tüm yakınları
ve acılı yüreğiyle, ardında topluluğuna bıraktığı öc korkusu, or-
tadan kaybolacaktır. Bu korku boşa çıkacaktır, çünkü bir yıl
sonra geri gelir. Kızı gibi o da delirmiştir. Üç yıl sonra da
-ölür.
Ve Quesalid, gizlerine gömülü, mesleğine karşı horgörü
duygularıyla dolu, ikiyüzlülerin maskelerini düşürerek yolunda
ilerler: «Yalnızca bir kez, hastalarım emmeyle iyileştiren bir
Görüldüğü gibi, büyücünün ruhsal durumu hiç de basit
şaman gördüm, bunun gerçek bir şaman mı, yoksa bir düzen-
değil. Yaşlı şamanın, genç uğraşdaşına, gerçeği söylemesi için
baz mı olduğunu hiçbir zaman tam anlayamadım. Ama, yalnız-
yakarması, avucuna yapışan kırmızı kurtçuk biçimindeki has-
ca şundan dolayı bir şaman olduğuna inanıyorum: iyileştirdiği
talığın gerçek mi, yoksa yapay mı olduğu sorusuna yanıt ala-
kimselerin kendisine birşey ödemelerine izin vermiyordu. Ay-
mayınca da çıldırması olgusunu ele alarak bu konuyu çözüm-
rıca, bir kez bile güldüğünü görmedim». Görüldüğü gibi, baş-
lemeye çalışacağız. Yaşlı şamanın elinde, Quesalid'le karşılaş-
langıçtaki tutum, oldukça belirgin bir biçimde değişime uğra-
masından önce iki veri bulunuyordu: bir yandan, sayrıl durum-
mıştır: özgür düşüncenin ödünsüz olumsuzlayıcılığı yerini daha
ların anlaşılabilir bir nedene dayandığı kanısı; öte yandan,
karmaşık duygulara bırakmıştır. Gerçek şamanlar da vardır. Ya
kişisel yaratıcılığının da katkısıyla geliştirdiği bir dizge, has-
kendisi? Öykünün sonunda bunu öğrenemiyoruz. Açıkça görü-
talığın saptanıp iyileştirilmesine kadar olan aşamaların düzene
len birşey varsa o da uğraşını bilinçle sürdürdüğü ve başarı-
koyulmasına yarayan bir yorumlama dizgesi. Kendi başına bi-
larından gurur duyduğudur. Bir de, bir zamanlar, hileli niteli-
linmesi olanaksız bir gerçeğin, tasarım ve uygulamalarla oluşan
ğini onca alaya aldığı, «kanlı tüy tutamı» yöntemini karşıt okul-
bu öykiinceleştirilmesi (öğelerinin öykü gibi kuruluşu) üçlü bir
lara karşı savunmaktan hiç geri durmadığı...
deneyime dayanmaktadır: ruhsal kökenli bedensel (psikosoma-
tik) nitelikte, özgül durumlar yaratmayı başaran şamanın de-
neyimi (onun bir düzenbaz olması durumunda bile uygulamanın
kendisi bu işlevi yüklenebilir); iyileştiğine inansa da inanmasa
da hastanmki; iyileştirme sürecine katılan izleyicilerinki. İzle-
yicilerin coşkuları, olaydan aldıkları duygusal ve anlıksal do-
yum, toplumsal katılımı belirler. İşte yeni bir döngünün baş-
layabilmesine olanak veren de budur.
Şamansal bütünce diye adlandırabileceğimiz şeyin bu üç
öğesi birbirinden ayrılmaz. Ama bunların iki ayrı çekim alanının
ekseninde toplandığını görüyoruz: şamanın iç deneyimi ve top-

•48 49/4
lumsal onaşma (consensus). Büyücülerin, hiç değilse en içîenlikli rem ve uzam içinde böylesine yaygınlık kazanmış olmalarını
olanlarının, kendi işlevlerine inandıklarından ve bu inancın, anlamak güçleşirdi. Yine de sorunun temelini burada aramak
özgün durumların deneyiminden kaynaklandığından kuşku duy- yanlış olur, çünkü bu öge (hastanın deneyimi) öbür ikisiyle
mak için pek neden yok. İçten ve ciddi bir yönelmenin kanıtı (şamanın ve izleyicilerin deneyimleri) sıkı sıkıya bağlıdır: Que-
olarak yeterli görülmese bile, büyücülerin gönüllü olarak kat- salid hastalarını iyileştirdiği için büyük bir büyücü olmadı,
landıkları acılar ve oruçlar zaman zaman bu durumların yara- büyük büyücü olduğu için hastalarını iyileştirebiliyordu. Bu
tılmasına yolaçabilmektedir. Fakat, dolaylı olduklarından, daha saptama da bizi dizgenin öbür uçnoktasma (toplumsal çekim
da inandırıcı bulabileceğimiz, dilbilimsel kanıtlar da vardır: alanı) götürür.
Örneğin, Wintu (Kaliforniya) lehçesinde, görme, gövdesel iz- Ouesalid'in karşıtlarının bozguna uğramasının gerçek ne-
lenim, çıkarsama, akıl yürütme, ve işitmeyle edinilen beş bilgi denini de, başarı ve başarısızlıklarının oranından çok, toplulu-
kipi bulunur. Bunlar, 'sam' (conjecture) ulamına karşıt olarak, ğun tutumunda aramak gerekir. Herkesin alay konusu olmaktan
bilgi ulamını oluştururlar. Şaşılacak nokta, doğaüstüyle ilişki- yakınıp, açıkça toplumsal bir duygu olan utançlarını öne
lerin bilgi kipleriyle, özellikle, bunların arasında, bedensel iz- sürerken, onlar da bu noktayı vurgulamaktadırlar. Başarısızlık
lenim (yani içlerinde en sezgisel olanı), çıkarsama ve akıl yürüt- ikincildir ve bütün söylemlerinde, bunu başka bir görüngünün
me aracılığıyla gerçekleştiğinin öne sürülmesidir. Bir ruhsal işlevi olarak algıladıklarını dile getirmektedirler: toplumsal onaş-
bunalım sonucu şaman olan yerli, durumunu dilbilgisel bir ma'nın dağılması, ve onların zararına, başka bir büyücünün ve
çıkarsamayla kavrayacaktır: bu, ona göre, bir ruhun yönetimini başka bir dizgenin ekseninde yeniden oluşması. Demek ki, te-
elegeçirme olgusunun sonucudur; yani dolayısız bir deneyim mel sorun, bireyle topluluk arasındaki ilişkiye, daha açık bir
olarak belirlenir. Bu olguya da şu tümdengelimle varmıştır: deyişle, belirli tipte bireylerle topluluğun belirli istemleri ara-
öbür dünyaya bir yolculuk yapmış (dolaysız deneyim), ve dö- sındaki ilişkilere dayanmaktadır.
nüşte kendini yine insanlar arasında bulmuştur.( ö )
Şaman, hastasını iyileştirirken, izleyenlere bir gösteri sun-
Bir noktayı saymazsak, hastanın deneyimi dizgenin en maktadır. Ama nasıl bir gösteri? Bazı gözlemlerimizi zamanın-
önemsiz bölümünü oluşturur; bu da günümüzde ruhçözümleyim- dan önce genelleştirme pahasına da olsa, şöyle diyebiliriz: bu
de olduğu gibi, bir şaman tarafından iyileştirilen hastanın şa- gösteri, her seferinde şamanın «çağrı» yı yenilemesi, başka de-
man olmaya elverişli konuma geçmesidir. Ne olursa olsun, yişle, „ durumunu açığa vuran o ilk bunalımı yinelemesidir.
şamanın yapıcı bilgi ve deneysel yöntemlerden de yoksun ol- Ama, gösteri terimi bizi yanıltmasın: şaman bazı olayları yi-
madığını unutmamak gerekir ki, bu da başarısını bir ölçüde nelemekle ya da onlara öykünmekle yetinmez, onları gerçekten,
açıklar. Bunun dışında, günümüz ruhbiliminde «psikosomatik» . bütün canlılıkları, özgünlükleri ve olanca gücüyle yeniden ya-
adı verilen ve kişisel güvenliğin zayıf olduğu toplumlarda sık şar. Bu sürenin sonunda, olağan durumuna döndüğünde, ruh-
rastlanan hastalıkların büyük bölümünü oluşturan bozukluklar, çözümleyim kuramının bir terimini ödünç alarak, onun «tepki-
zaten ruhsal sağaltma yöntemleriyle iyileşebilmektedirler. İlkel sini yinelediğini» söyleyebiliriz. Hastanın, iyileşmesiyle sonuç-
hekimlerin de, çağdaş meslektaşları gibi, hastalarının en azın- lanacak kesin dönüşümden az önce, rahatsızlığının kökeninde
dan bir bölümünü iyileştirdiklerini düşünmek gerçeğe yakın yatan «ilksel durum»u yeniden, yoğun biçimde yaşadığı, sağalt-
olur; bu göreceli etkililik de olmasa, büyü uygulamalarının sü- ma sürecinin o can alıcı anına, ruhçözümleme kuramında «tepki

çn
de, hiç değilse belirli ölçüde, «tepki yinelemesi» olayına katıl-
maları, bu simgesel çağrışımlar evrenini kendi deneyim ve
yaşantılarıyla paylaşmalarıdır. Aslında yalnızca, —içinde bu-
yinelemesi» (abreaction) adı verildiği bilinmektedir. Şaman bu lunduğu durum nedeniyle— hasta ve —psikopat niteliğiyle—
anlamda, uzman bir «tepki yineleyicisi» olmaktadır. büyücünün konumları bu deneyimi tam olarak yaşamaya elve-
Her şamanın, hiç değilse her şaman okulunun, kendine rişlidir. İzleyicilereyse, ancak bunun yansımalarını uzaktan iz-
özgü «tepki yineleme» biçiminin, simgesel olarak, hastanın da lemek düşecektir. Yine de önemli olan, bu somut deneyimlerin
kendi rahatsızlığının bilinçdışı nedenini yinelemesine yolaça- kendisi, ve her olayın özgül niteliğine uyum sağlayabilen zen-
cağıııı ortaya koymak için gerekli kanıtları, şimdiye dek, özgül ginliğidir. —Deneysel bir denetime ne gerek, ne de istek du- *
alanının dışında aradık( 7 ). Eğer temel ilişki şaman ve topluluk yulmaktadır—. Birçok olası dizge arasmda seçim yapmaya, bir
arasındaysa, soruyu da başka bir açıdan, düzgülü (normal) büyücü ya da büyücülük okulunu ötekilere yeğlemeye olanak
ve sayrıl (patolojik) düşünceler arasındaki ilişkiler açısından ele veren de onun bu niteliğidir.
almak gerekir. Her çeşit bilimdışı bakış açısına göre (hiçbir
toplum da bunun dışında kaldığını öne süremez), düzgülü ve
sayrıl düşünce birbiriyle çatışmaz, tersine birbirini bütünler.
Anlayabilmek için yanıp tutuştuğu, fakat işleyişini kavrayama-
dığı evren karşısında, düzgülü düşünce varlıkların anlamını
araştırır, ama yanıt alamaz; sayrıl denen düşünceyse, duygusal
yorum ve çağrışımlarla dolar taşar, ve yetersiz bulduğu yalın
gerçeğe her an bu tür anlamlar yüklemeye hazırdır. Bunların
biri için deneysel olarak kanıtlanamayacak bir nesne, öbürü
için de, nesnesiz deneyimler söz konusudur. Dilbilimcilerin
terimlerini kullanarak söylersek, düzgülü düşünce herzaman bir
«gösterilen açığının acısını» çeker, sayrıl düşünceyse (hiç değil-
se kimi belirimlerinde) bir «gösteren fazlalığı» duyar. Şamansal
sağaltmaya topluluğun katılımıyla, bu birbirini tamamlayan iki
durum arasında denge sağlanır. Düzgülü düşüncenin tam olarak
kavrayamadığı hastalık durumunda, bu dengeyi kendi başına
sağlama olanağından yoksun olan «psikopat» (büyücü)( 8 ), toplu-
luk tarafından, duygusal zenginlik üretmeye yöneltilir. Ruhsal
düzlemde bir sunu-istem dengesi oluşacaktır, ama ancak iki ko-
şulla: önce, toplumsal gelenek ve kişisel yaratıcılığın ortaklaşma-
sıyla, bir yapı oluşmalıdır, başka bir deyişle, büyücü-hasta ve iz-
leyicilerin, tasarım ve uygulamaların herbirinin kendi yerini bul-
duğu bir genel durumun tüm öğelerini içeren bir bağıntılar ve
karşıtlıklar dizgesi oluşmak ve kendini sürekli yenilemek zo- 53
rundadır. İkinci koşul da, büyücü ve hasta gibi, izleyicilerin /
Ruhçözümleyimde, üç değil tek bir «tepki yinelemesi» (has-
tanınki) olduğu söylenir. Bu savın doğruluğu o kadar da kesin
değil. Şamansal sağaltmada, yalnızca büyücünün konuştuğu ve
suskun duran hasta için tepki yinelemesi gerçekleştirdiği; ruh-
çözümleyimdeyse, hastanın konuşup, kendisini dinleyen hekime
«tepki yinelediği» doğrudur. Fakat hekimin tepki yinelemesi
hastayla eşzamanlı olmasa bile zorunludur; çünkü ruhçözüm-
leyici olabilmesi için çözümlemeden geçmiş olması gerekir. Her
iki uygulayımın da toplumsal çevreye yükledikleri işlevi tanım-
lamak daha güç. Büyü, hastanın aracılığıyla, topluluğun önce-
Öyleyse, bilimsel açıklamadan farklı olarak, belirsiz ve den belirlenmiş sorunlara uyum sağlamasına yolaçar. Oysa
dağınık durumların, duygu ve tasarımların nesnel bir nedene ruhçözümleyimde amaç, kendisine sunulan çözümlerin yardı-
bağlanması değil, bunların bir bütünlük ya da dizge biçiminde mıyla hastanın topluluğa uyum sağlamasıdır. Fakat, ruhçözüm-
eklemlenmesi söz konusudur. Bu durumların birbirlerinden ko- leyim alanında bir süredir izlenen kaygı verici gelişmeler, aradaki
pukluğu yüzünden, çözümlenmeleri ve kaynaşıp bir bütün oluş- farkın ortadan kalkması tehlikesini de birlikte getirmektedir.
turmaları oldukça güçtür. Söz konusu dizge işte bunu başardığı Böyle giderse, ruhçözümleyim kuramı, belirgin ve sınırlı durum-
oranda amacına ulaşacaktır. Bu olgu da ancak bilincin dışar- larda deneyle kanıtlanabilen bilimsel varsayımlar bütünü ol-
dan kavranamayan bir iç-deneyimiyle doğrulanır. Birbirini bütün- maktan çıkıp topluluğun bilincine sızmış belirsiz bir söylenbili-
leyen karmaşalarıyla, büyücü-hasta ikilisi, topluluğun gözünde, me dönüşebilir. (Sözünü ettiğimiz nesnel olgunun altında, ruh-
somut ve canlı biçimde, uzlaşmaz bir çelişkiyi ortaya koyar. bilimcinin şu öznel eğilimi yatar: sayrıl düşünceye göre tasar-
Aslında her türlü düşüncede bulunmakla birlikte, olağan koşul- lanmış bir yorumlar dizgesini, sağlıklı düşünceye de uygula-
larda anlaşılması güç ve belirsiz bir çelişkidir bu: anlatıma mak: yalnızca bireysel durumlara uygun düşen bir yöntemi,
ulaşamama durumu nasıl düşüncenin hastalığıysa, hastalık da toplumsal ruhbilim olgularına da uygulamaya kalkışmak). İşte
edilginlik ve kendine yabancılaşmadır. Ve duyarlık nasıl sim- o zaman —hatta kimi ülkelerde şimdiden— ruhçözümleyim,
gelerin besin kaynağıysa, büyücü de etkinliğin, kendini aşkın- bireylerin iyileştirilmesine yönelik, gerçek sağaltmalara dayalı
lığın ta kendisidir. Sağaltma bu iki karşıt uç noktayı ilişkiye bir kuram olma özelliğini yitirir. Yerini, topluluğa güvenlik
geçirir, birinden öbürüne geçişe olanak sağlar ve bütüncül duygusu vermekle yetinen bir söylenbilim alır. Onun kalıntıları
bir deneyimle, toplumsal evrenin yansımasından başka birşey üstünde de, geleneksel sağaltma yöntemleri, biçim değiştirip, ye-
olmayan ruhsal evrenin tutarlılığını ortaya koyar. niden egemenliğini kurar.
Bütün bunlar «tepki yinelemesi» kavramının kapsamını ge- Ruhçözümleyimin, daha eski ve daha yaygın ruhsal sağalt-
nişletme gereğini gösteriyor. Gerçi ruhçözümleyim kuramı bu ma uygulayımlarıyla karşılaştırılması, kendi yöntem ve ilkeleri
kavramı ortaya atıp, önemini vurgulayarak büyük bir övgüye üstüne yeniden düşünülmesine yol açacak bir başlangıç olabilir:
hak kazanmıştır, ama onun dışında kalan ruhbilimsel sağaltma ruhçözümleyim ilgi alanını, belirli bir uyumsuzluk gösteren
yöntemlerinde de bunun ne anlama geldiğini araştırmak gerekir. kimselerden, topluluğun sıradan bireylerine genişleterek, kendi
113/8
54
sağaltma yöntemini de, toplumsal katılımı sağlamaya yönelik aygıt değeri taşıyabilir; fakat gerçeğin bütün yanlarını açıkla-
(conversion) bir işleme dönüştürmektedir; çünkü yalnızca hasta maya kalkışan bir kuramsal çözümlemeye, hastayla hekimi —iki-
olan bir kimse iyileştirilebilir, topluma uyum sağlayamayan bir si için de anlamı olmayan— gizemli bir kaynaşma içinde birleş-
kimseyse, olsa olsa «ikna» edilebilir. Böylece önemli bir tehlike tirmeye ne gerek var? Tüm bunlar, sağaltmanın bir söylene
belirir karşımızda: sağaltma, belirli bir bozukluğun çözümlen- dönüşmesiyle sonuçlanır. Ve en uç noktaya gelindiğinde, ona,
mesiyle sonuçlanmak yerine, kişinin özel evreninin, ruhçöziimle- olguların resmi yorumunu getirmekten başka iş kalmaz. Gerçek
yimin yorumuna uygun olarak, yeniden biçimlenmesiyle sınır- nedenleriyse, —hem topluluk, hem hasta, hem de büyücü için—
lanır. Bunun sonunda da büyücülüğün toplumsal dizgesine ku- yeniden ulaşılmaz olur.
ramsal olanak sağlayan bir temele geri dönülmüş olur.
Eğer yaptığımız çözümleme doğruysa, büyüsel davranışları
da —bilince yansıması duygusal görünümlerde ortaya çıkan,
fakat asıl niteliği anlıksal— bir duruma tepki olarak görmemiz
gerekir. Çünkü, yalnızca simgesel işlev in tarihi, insanın bu an-
lıksal konumunu anlamamıza olanak verir: evrenin sunduğuı_an-
ff y lam hep yetersiz kalmaktadır, düşünceyse, nesnelere taşıyabi-
leceklerinden daha fazla anlam yüklemeye yönelir. Gösteren ve
gösterilen arasında bocalayan insan, büyüsel düşünceden, elin-
deki bu çelişik verileri bağdaştırabileceği yeni bir göndergeler
dizgesi sunmasını bekler. Söz konusu iki dizgeden yalnızca bi-
rini alıkoyup derinleştirerek, öbürünü yutmasına olanak veren
bu büyüsel dizgenin egemen olmasının, bilgi alanındaki iler-
lemelerin sonu anlamına geleceği açıktır. İster sağlıklı olsun,
isterse ruh hastası, insanlığın bu kötü serüvenini bireyin ye-
niden yaşamasını istemeye hiç gerek yok. Gerçi, hastanın du-
rumunun incelenmesi, bize her bireyin çelişen dizgelere göre
davrandığını ve bu çelişkiden rahatsız olduğunu göstermiştir.
Yine de belirli bir bağdaştırma biçiminin olanaklı ve uygula-
mada etkin olması, doğruluğunu kanıtlamaya yetmez. Üstelik
bu biçimde sağlanan bir uyumun, çelişki durumuna göre bir geri
dönüş olmadığı hiç de kesin değildir.
Sapkın olarak nitelenen bireşimlerin kurallara uygun bire-
şimler tarafından yutulup genel fakat 'keyfi' bir bireşimde eri-
tilmesi —özel bazı durumlar dışında— her açıdan bir kayıp
olacaktır. Bir temel varsayımlar bütünü, hekim için yeterli bir

57
56
cak başarısızlık durumunda, ebenin istemi üzerine gerçekleşi-
yor. Duamız işte böyle bir durum karşısında şaşkınlığa düşmüş
bir ebenin portresiyle başlar: şamana gidişi, onun da doğum
yapmak üzere olan kadının kulübesine doğru yola çıkışı, varışı
ve ilk hazırlıkları —kakao çekirdeklerinin tütsülenmesi, yakar-
malar, kutsal imgelerin (nuchu) yapımı— betimlenir. Etkiyi art-
tırması açısından belirli bazı özel maddelere işlenen bu imge-
S İ M G E S E L E T K İ N L İ K(«) lerse koruyucu cinleri yansıtırlar. Şaman işte bu cinleri kendi
yardımcısı kılarak ve onların başına geçerek Muu' nun ülkesine
ulaşmalarını sağlayacaktır. Mııu, dölütün oluşmasından sorumlu
Güney Amerika kültürlerine ilişkin ilk önemli din-büyü gizligüçtür. Aslında zordoğum da Muu'nun kendi yetkilerini
betiği Wassen ve Holmer tarafından yayınlanmış bulunuyor. Bu aşması ve Purba'yı, yani ana adayının ruhunu ele geçirmesiyle
betik şaman sağaltma yöntemlerinin bazı yönlerine yepyeni bir açıklanmaktadır. Bir bakıma dua tümüyle bir arayışa ilişkindir:
bakış açısı getiriyor ve öylesine kuramsal sorunlar ortaya atıyor yitirilen, ve araya karışan birçok olaydan sonra yeniden kaza-
ki yayımcılarının başarılı yorumu bile bunların üstesinden tam nılacak olan Purba'nın aranışı; engellerin birer birer aşılması,
olarak gelmeye yetmiyor. Biz bu betiği, onların incelediği gibi yırtıcı hayvanlara karşı yengi, sonunda şaman ve koruyucu cin-
dilbilimci ve Amerikanbilimci gözüyle değil de, daha çok genel leriyle, Mııu ve kızları arasında büyük bir yarışma (turnuva).
sonuçlan açısından ele alacağız. ( 10 ) Bu yarışma, kızların ağırlığına dayanamayacakları büyülü baş-
Söz konusu betik uzun bir büyü-duası (incantation). Yerli lıklar yardımıyla kazanılacak ve yenik düşen Muu hastanın ru-
dilindeki aslı 18 sayfa ve 535 dize tutuyor. Kendisi de bir Cima hunu özgür bırakacaktır. İşte doğum bu sırada gerçekleşir ve
yerlisi olan Guillermo Haya, kendi kabilesinden bir yaşlı kişinin dua Muu'nun, iyi ruhların peşine düşmemesi için alınan ön-
ağzından derlemiş. Bildiğimiz kadarıyla, Cunalar Panama Cum- lemlerin anlatımıyla sona erer. Aslında savaş Muu'nun kendisine
huriyetinin bir bölgesinde yaşıyorlar. Şimdi aramızdan ayrılmış değil bazı yolsuzluklarına karşı verilmiştir ve bunlar bir kez yola
bulunan Erland Nordenskiöld onlara özel bir ilgi göstermiş, hat- getirilince, ilişkiler yeniden dostça olur. Hatta Muu'nun şama-
ta yerliler arasından kendine çalışma arkadaşları edinmişti. Bizi na son sözü neredeyse bir çağrı niteliğindedir: «Dost nele, kim-
ilgilendirense, Nordenskiöld'ün ölümünden sonra, onun çalış- bilir ıie zaman görüşürüz yine?»(412).
malarını sürdüren Dr. YVassen'e Haya'nm verdiği özgün yerli Şimdiye dek, «nele» terimini şaman sözcüğüyle karşılama-
betik ve — Dr. Holmer'in gözden geçirilmesinde katkılarını ya çalıştık. Bu sözcüğün uygun olmadığı, çünkü sağaltmayı yö-
esirgemediği — İspanyolca çevirisidir. neten kişinin kendinden geçmesine ya da başka bir ruh duru-
Bu duanın amacı bir zordoğuma yardımcı olmak. Orta ve muna girmesine gerek bulunmadığı ileri sürülebilir. Oysa kakao
Güney Amerika yerli kadınlarının Batılı kadınlara göre çok da- tütsüsünün asıl amacı, onun «giysilerini güçlendirmek», kendi-
ha kolay doğum yaptıkları göz önüne alınınca, bu duanın da sini «güçlendirmek», «Muu ile karşılaşabilmesi için onu yü-
ancak bazı özel durumlarda kullanıldığı düşünülebilir. Demek rekli kılmak»tır. Üstelik, Cunaların hekim çeşitleri arasında
ki, şamanın işe karışması sık rastlanan bir durum değil ve an- yaptıkları ayırım nele'nin gücünün doğaüstü kökenleri oldu-

59 113/8
ğunu açıkça göstermektedir. Yerli hekimler «nele», «inatuledi»,
«absogedi» diye üçe ayrılırlar. Son iki görev, öğrenimle kaza-
nılan ve sınavlarla denetlenebilen bir ilaç ve dua bilgisini ön-
görür. Oysa nele'nin yeteneğinin doğuştan olduğu varsayılır. den çalınıp kaçırılması olası birşey değildir. Ayrıca, yalnızca
Bu yetenek, hastalığın nedenini, yani öze! ve genel yaşamsal insanlar ve hayvanlar onu içlerinde barındırabilirler. Bir bitki-
güçlerin kötü ruhlar tarafından kaçırıldığı yeri aracısız bulgu- nin ya da bir taşın purba'sı vardır ama nigası olamaz; bu ceset-
layabilen bir uzgörüye dayanmaktadır. Çünkü nele bu ruhları ler için de böyledir ve çocukta niga ancak yaşla gelişebilir.
kendi yardımcı ve koruyucuları kılacak şekilde yönlendirebi- Niga'yı «yaşamsal güç», purba'yı da «ruh» kavramlarıyla kar-
lir. («) Doğum sırasındaki işlevi, kendine özgü geleneksel nite- şılamak yanlış olmayacaktır sanırım. Fakat belirtmek gerekir
liklerin tümünü kapsamasa da, söz konusu edilen kişinin bir ki, bu sözcükler canlı ve cansız varlıklar arasında bir ayırımı
şaman olduğu açıktır. Nuchu'lara, yani koruyucu cinlere gelince, içermemektedirler (Cunalara göre herşey canlıdır), daha çok,
bunlar şamanın çağrısıyla, onun işlediği küçük şekillerde cisim nesnelerde duyumsanılabilir somutlaşmasını bulan, Platoııcu
bulurlar; ondan görünmezlik ve uzgörüyle, «canlılık, direnç» (12> «idea» ya da «archetype» kavramlarına denk düşmektedirler.
gibi nitelikler edinirler. Bu nitelikler onları da birer nele (çoğul: Oysa duamızda sözü edilen hasta yalnızca purba'smı yitir-
nelegan) kılacaktır, yani «insanların hizmetinde, insan görünü- mekle kalmaz, ateşi olduğu da («hastalığın sıcak giysisi») be-
X münde» fakat olağanüstü yetilerle donanmış yaratıklar. lirtilir. Ayrıca görme yetisinde de bir zayıflama hatta yitme
Kısaca özetlediğimiz biçimiyle, dua oldukça beylik bir ör- söz konusudur: «Muu Puklip'e giden yolda yitmiş, uyuyakal-
nekçeye benziyor: hasta acı çekmektedir çünkü ruhunu yitir- mış» (97). Bununla da kalmaz, onu sorgulayan şamana şöyle
miştir; daha doğrusu, biraraya geldiklerinde onun yaşamgücünü .seslenir: «Muu Puklip geldi bana ve benim nigapurbalele'mi
oluşturan ruhlardan birini (bu noktaya yeniden döneceğiz); şa- sonsuza dek saklayacağım söyledi»(98). Holmer, niga sözcüğünü
man, koruyucu cinlerinin de yardımıyla doğaüstü evrende bir «fizik güç», purbalele'yi de ruh ya da öz sözcükleriyle karşıla-
yolculuğa çıkarak, hastanın ruhunu onu esir almış olan kötü mayı öneriyor. Buradan çıkarak, nigapurbalele'ye de «yaşamı-
ruhun elinden kurtarır ve sahibine geri verip iyileşmesini sağ- nın ruhu» Ç1") diyebiliriz. Canlı varlıklara özgü bir nitelik olan
lar. Betiğimizin sıradışı önemi bu biçimsel çerçeveden ileri gel- niga'nın bu varlıklardaki, tek değil de, işlevsel olarak biraraya
miyor. Konunun aydınlığa kavuşmasında Holmer ve Wassen'e gelmiş birçok purba'nın varlığı sonucunda ortaya çıktığım söy-
düşen onur payını unutmadan diyebiliriz ki, bu önem Mu-İgala' lemek belki de fazla ileri gitmek olacak. Ama gövdenin her
nın yani «Muu yolu»nun ve Muu ülkesinin yalnızca söylensel bölümünün kendi özel purba'sı olduğu da açıkça görülüyor.
(mythique) imgeler olmadıklarının bulgulanmasında yatmakta- Niga'nm da örgenlik (organizma) kavramının tinsel alandaki
dır. Şaman ve Nuchu'larınm açımsadıkları ve derinliklerinde karşılığı olduğu oldukça belirgin: nasıl yaşam örgenlerin uyu-
utkun bir kavga verdikleri bu yerler, doğrudan doğruya gebe munun bir sonucuysa, «yaşamsal güç» de, herbiri özel bir ör-
kadının dölyolu ve dölyatağıdır. genin çalışmasını yöneten purba'ların tümünün uyumlu işbirli-
Bu yorumlama, herşeyden önce «purba» kavramının çö- ğinden başka birşey olmamalı.
zümlenmesine dayalıdır. Purba, «niga»dan ayırdedilmesi gere- Gerçekten de, şamanın kurtardığı şey yalnızca ııigapurba-
ken bir tinsel öğedir. Niga, purba'dan farklı olarak, kişinin için- lele değildir. Bunu, aynı düzlemde ele alınan bir d;zi örgenin
purbası izler: yüreğin, kemiklerin, dişlerin, saçların, tırnakların,
60 ayakların... (401-408 ve 435-442) Konuyla en yakından ilintisi
olmasına karşın, üreme örgenlerini yöneten purbamn bu dizinin

61
arasında bulunmaması şaşırtıcı gelebilir. Bunun nedeni, betiği Muu'nun yolunu aydınlattıklarında, o da oluk oluk akar,.
derleyenlerin de vurguladığı gibi, dölyatağı purbasmın (Muu) kan gibi, kıpkızıl?
olavm kurbanı değil, tersine, sayrıl bozukluğun sorumlusu ola- içsel akdoku iner toprağın dibine dek;
rak görülmesidir. Nordenskiöld'ün deyişiyle, Muu ve kızları kadının akdokusunun ortasından bir insanoğlu iner. (84-90)
(muugan) dölütün gelişimini yöneten ve ona yeteneklerini Çevirenler son iki cümlenin anlamının kuşkulu olduğunu
(kurngin)(u) bağışlayan güçlerdir. Oysa betik onların bu olumlu belirtirler. Ayrıca, Nordenskiöld tarafından yayınlanan başka bir
niteliklerinden hiç söz etmez. Tersine, Muu'yu bir bozguncu yerli betiğe başvurmamızı öğütlerler. Bu betik de «içsel akdoku»
olarak gösterir. Diğer «özel ruhlar»ı tutsak edip devinimsiz nun, dişilik örgeniyle özdeşliğinin saptanmasında hiçbir kuşku
bırakmakta, böylece «asıl gövde» (cuerpo jefe)nin bütünlüğünü bırakmaz.( 15 )
sağlayan işbirliğini bozarak niga'sını da ele geçirmektedir. Bu- Nuchu'ların büyülü başlık ve giysilerinden yayılan ışıkla
nunla birlikte, Muu'nun, yerinde kalması sağlanmalıdır, yoksa iz bulabildikleri, zordoğum yüzünden kana bulanmış, karanlık
purba'ları kurtarmak için verilen savaş onu, geçici olarak açı- «Muu yolu» da tartışılmaya yer bırakmayacak kadar açık bir
lan yoldan kaçmaya itebilir. Duanın son bölümü de zaten bu biçimde, hastanın dölyoludur. «Muu'nun ülkesi», evinin bulun-
önlemlerin ayrıntılı anlatımıyla doludur: şaman yırtıcı hayvan- duğu «bulanık kaynak» sa dölyatağma denk düşer. Aslında,
ların tanrılarını yolu kesmeleri için yardımına çağırır, yol izleri bilgiyi veren yerli de buranın adını (Amukkapiryawila) şöyle
karıştırılır, altın ve gümüş ağlar gerilir ve neleganlar dört gün yorumlamış: «omegan purba amurrequedi», yani «kadınların
boyunca, sopalarını vurarak nöbet tutarlar. Muu, özünde kötü bulanık aybaşısı», başka deyişle «derin karanlık kaynak» ya
değil, yalnızca yoldan çıkmış bir güçtür. Zordoğum da, bedenin da «içrek karanlık yer»(32).
çeşitli bölgelerinde bulunan tüm diğer ruhların dölyatağı ru- İşte betiğimizin, alışılmış şaman sağaltma betimlemeleri
hu (Muu) tarafından tutsak edilmesiyle açıklanır. Bunlar bir arasında özel bir yer almasına yol açan özgün niteliği burada-
kez özgürlüğe kavuşturulunca, Muu da yeniden işbirliğini sür- dır. Bu betimlemeler, aslında birbirini dıştalamayan, üç tür sa-
dürmek zorunda kalacaktır: fizyolojik bozukluğun hastanın ğaltmadan söz ederler:
bilinçli olarak dile getiremediği duygusal içeriğinin, yerli ideo- 1. hastalığa neden olan nesneyi bulaştığı örgenden. dışarı
loji tarafından böylesine bir açıklıkla paylaşılıp yansıtılması atmak için, emerek ya da elle yapılan bir fiziksel eyletim (ma-
gözden kaçırılmaması gereken bir olgudur. nipulation) söz konusudur. Uygun bir anda ortaya çıkartılan bu
Muu'ya ulaşmak için, şaman ve yardımcılarının izlemek nesne de genellikle diken, kristal parçası ya da tüy türünden
zorunda oldukları bir yol vardır. Bu, betiğin birçok kez amş- birşeydir (Orta Amerika, Avustralya, Alaska);
tırdığı «Muu yolu» dur. Şaman, hastanın hamağının altına çö- 2. ya da Araucanlarda olduğu gibi, sağaltma, önce kulü-
melip, nuchu'ları yontmayı bitirdiğinde, onlar da «yolun girişi» bede sonra açıkhavada kötü ruhlara karşı yapılan düzmece bir
ne (72, 83) doğru yönelirler ve şaman onları şu sözlerle uğur- kavgadan oluşur;
lar: 3. başka bir örnek de, Navajolardaki gibi, sağaltmayı yö-
Hasta hamağında uzanmış yatıyor, önünüzde; netenin, dualar okuyarak, iyileştirmesi gereken hastalıkla ne
akdokusu açılmış, akdokusu tatlı tatlı kıpırdanıyor; ilgisi olduğu anlaşılamayan işlemler (operations) yapmasıdır
hastanın zayıf bedeni yayılmış; (örneğin, hastanın, yerde renkli çiçektozu ya da kumla çizil-
1/1A
miş bir resmin çeşitli bölümlerine yerleştirilmesi). Bunların tü-
münde de, kullanılan sağaltma yöntemi (genellikle etkili olduğu
bilinmekle birlikte) yorumlanması açısından bazı güçlükler taşır:
doğrudan hastalıklı örgene yöneldiğinde, gizli bir değeri olduğu
düşünülemeyecek kadar yüzeysel bir somutlukta, hatta düpedüz
üçkağıtçılık gibi görünmektedir. Oldukça soyut bir kuttörensel
(rituel) yinelenme biçimini aldığında da, hastalığa nasıl etki
yapabileceği anlaşılmaz olur. Ruhbilimsel bir sağaltmanın söz-
konusu olduğunu öne sürüp tüm bu zorlukların içinden böy-
lece çıkmaya çalışmak en uygun çözüme benziyor. Fakat, be- Bu eyletimin (manipulation) gerçekliğini ve niteliklerini sap-
lirli fizyolojik bozukluklara karşı, yine belirli ruhbilimsel tasa- tamakla işe başlayalım, amacının ve etkinliğinin neler olabile-
rımlara ne şekilde başvurulabileceği açıklığa kavuşturulmadan, ceğini daha sonra araştırırız. İlk aşamada, şu çarpıcı gözlemle
bu çözüm tümüyle anlamsız kalacaktır. Oysa, çözümlemeye ça- karşılaşıyoruz: konusu, gebe kadının ruhunun yeniden ele geçi-
lıştığımız betik, sorunun çözülmesine büyük bir katkıda bu- rilebilmesi uğrunda iyi ve kötü ruhlar arasında gerilimli bir
lunuyor. Betimlediği bütünüyle ruhbilimsel bir sağaltmadır. Çün- savaşım olmasına karşın, söz konusu eylemin kendisi betikte
kü şaman hastanın bedenine dokunmuyor bile, ne de ona ilaç son derece sınırlı bir yer tutmaktadır; 18 sayfalık betikte, Muu
veriyor; buna karşılık, açık ve dolaysız bir biçimde sayrıl du- Puklip'le karşılaşma tam iki sayfa sürerken, yarışma (turnuva)
rumun kendisini ve yerini hedef alıyor. Duanın da, hasta ör- bir sayfa bile tutmaz. Buna karşılık, giriş bölümü çok geliştiril-
gene yönelik ruhbilimsel bir eyletime (manipulation) ilişkin ol- miş, nuchu'ların hazırlanışının, yolculuğun ve geçilen yerlerin
duğu söylenebilir. İyileşme de işte bu eyletimden beklenmek- betimlenmesi büyük bir ayrıntı bolluğuyla işlenmiştir. Örneğin,
tedir. ebenin şamana gidişini anlatan bölüm; hastanın ebeyle konuş-
ması ve onun yanıtı ikişer kez yinelenmiş: her konuşan, bir
öncekinin cümlesini yanıtlamadan önce olduğu gibi yineliyor-
Hasta ebeye şöyle der: «aslında hastalığın sıcak giysisiyle gi-
yindim»;
ebe hastayı şöyle yanıtlar: «sen aslında hastalığın sıcak giysisiyle
giyindin, ben de böyle anladım seni»
(1-2)
Bu deyişbilimsel (stylistique) yöntemin Cunalarda yaygın
olduğu ve bunun sözel gelenekle sınırlı toplumlarda, anlatılan-
ları tam olarak anımsayabilme gereksinimiyle açıklanabileceği
ileri sürülebilir.(1G) Bununla birlikte, söz konusu yöntem, elimiz-
deki betikte, yalnızca sözcükleri değil, tutumları da kapsamak-
tadır:
65/5
•64
«Ebe kulübede bir kez dolanır;
artarak hızlanan bir gidip-gelmeye tanık oluyoruz; sanki, has-
ebe incileri arar;
tanın bu iki düzlem arasında ayrım yapabilmesini önlemek, bun-
ebe dolanır;
ların özgül niteliklerini ayırdedebilmesini olanaksız kılmak isten-
ebe bir adımını diğerinin önüne atar; mektedir. Kadını hamağına uzanmış, ya da yerlilere özgü doğur-
ebe ayağını basar; ma biçiminde —dizler ayrık, doğuya dönük, inleyerek, kan yi-
ebe öbür adımını atar; tirerek, dişilik örgeni açılmış ve devingen— betimleyen imge-
ebe kulübenin kapısını açar, kulübenin kapısı çatırdar; lerle, ruhlara yapılan çağrılar birbirini izler: esriklik verici iç-
ebe dışarı çıkar... (7-14)» kilerin, yelin, suların, ormanların ruhlarına, ve hatta —söylen-
deki imge zenginliğini göstermesi açısından, anmadan geçeme-
Bir dışarı çıkma ediminin bu kılı kırk yaran betimlemesi yeceğimiz— «beyaz adamın gümüş gemisinin» ruhuna yapılan
çeşitli durumlarda hep yinelenir: ebenin şamana gelişinde, has- çağrılar. Zaman zaman izlekler belirli noktalarda buluşurlar: has-
taya geri dönüşünde, şamanın yola çıkışında, şamanın gelişin- ta gibi, nuchu'lardan da kan sızmaya, giderek oluk oluk akmaya
de... Hatta bazan aynı betimleme, aynı terimlerle üst üste başlar, sonunda hastanın acıları evrensel boyutlara ulaşır: «İç-
iki kez yinelenir (37-39 ve 45-47, 33-35'in yinelenmeleridir). sel akdokusu toprağın bağrına dek yayılır/toprağın bağrına dek
Sonuç olarak sağaltma, onu önceleyen olayların zaman içinde yayılan kanları bir gölciik oluşturur, kan gibi, kıpkızıl»(187).
bir sıralanmasıyla başlar. İkincil gibi görünen bazı olgular öy- Aynı zamanda da her ruh, ortaya çıktığında özenle betimlenir
lesine bir ayrıntı bolluğuyla işlenmiştir ki, neredeyse ağır çe- ve şamandan aldığı büyülü donanım, ayrıntılarıyla uzun uzun
kimle filme alınmış gibidirler. Bu yöntem, betiğin tümü için anlatılır: kara inciler, ateş renkli inciler, koyu renk inciler,
geçerli olmakla birlikte, özellikle başlarda ve geçmiş olayları yuvarlak inciler, jaguar kemikleri, yuvarlak kemikler, boğaz
anıştıran bölümlerde dizgesel bir tutarlılıkla kullanılmıştır. kemikleri ve birçok başka kemik, gümüş kolyeler, tatu kemiği,
Şaman sanki, dış gerçekliğe karşı ilgisi azalmış ve çektiği kerkettoli kuşunun kemiği, ağaçkakan kemiği, kaval kemiği,
acılar sonucunda duyarlılığı artmış bir hastayı, bir «başlangıç gümüş renkli inciler... Daha sonra, tüm bu önlemler yetersiz-
durumu»nu, en küçük ayrıntılarının bile ayırdma vararak, be- mişçesine, hastanın bilinen ve bilinmeyen tüm güçlerinin sa-
lirgin ve yoğun biçimde yeniden yaşamaya itmektedir. Bu du- vaşa karşı toparlanmasını sağlamak için, bir çeşit genel seferber-
rum, hastanın bedeninin ve iç örgenlerinin oluşturduğu düşsel lik başlar.
bir sahnede geçen bir dizi olaya yol açar. Sonuçta, dışçevreden
bedenin içine, fiziksel bir evrenden fizyolojik bir evrene, en Bu söylensel evrene daha tam alışamadan, dölyoluna giri-
beylik gerçeklik düzleminden söylensel bir düzleme geçilecek- şin söylensel düzlemde de olsa, hastaya somut ve bilinen te-
tir. Hastanın bedeninin içinde geçtiği varsayılan bu söylen, şa- rimlerle önerildiğini gözlemleriz. Betiğin iki yerinde, Muu te-
manın hastalıkla savaşımda kendine özgü kararlı yöntemiyle rimi, dölyatağını yöneten tinsel ilkeyi değil, doğrudan doğruya
koşullarını belirlediği deneyimsel niteliği ve canlılığı göstermek dölyatağının kendisini belirtmek için kullanılır («hastanın Muu'
zorundadır. su». . 204, 453).(") Aşağıdaki bölümde, Neleganların Muu
Bunu izleyen on sayfa boyunca, soluk kesici bir dizemde yoluna girmek için, uyarılmış erkeklik örgeninin biçimine ve
(ritm), söylensel izleklerle (tema) fizyolojik izlekler arasında, devinimine öykündükleri görülmektedir:

67 113/8
neleganlar vd... ta uzun dağa kadar;
Neleganların başlıkları parlıyor, neleganların
başlıkları neleganlar vd... ta Yala Pokuna Yala'ya kadar;
beyazlıyor; neleganlar vd... ta Yala Akkwatellekun Yala'ya kadar;
neleganlar yassılaşıp basıklaşıyor(?), başlar gibi dimdik; neleganlar vd... ta Yala llamisuikun Yala'ya kadar;
neleganlar ürkütücü olmaya başlıyorf?), neleganların tümü neleganlar vd... yassı dağın merkezine kadar;
ürkütücü oluyorf?); neleganlar yola koyulurlar, Neleganlar Muu yolu boyunca sıra
hastanın nigapurbalelesinin kurtuluşu için... (230-233) sıra yürürler (241-248)

Birkaç dize ötedeyse: Düşsel canavarların ve yırtıcı hayvanların kaynaştığı döl-


Neleganlar salınarak hamağın tepesine çıkıyorlar, tepeye doğru yatağı dünyasının betimlenmesi de aynı biçimde yorumlanabilir.
Bilgiyi veren yerli de bu yorumu onaylar ve ekler: «kadının ağ-
çıkıyorlar, nusupane gibi (239)( 18 )
rılarını arttıran, bu hayvanlar», yani kişileştirilmiş acılardır. Bu
Anlatının tekniği gerçek bir deneyimi yeniden kurmayı durumda da hastaya, acılarının bir betimlemesini yapmak, on-
amaçlamaktadır: söylenin, gerçek kişilerin yerine kendi öğele- ları adlandırmak duanın temel amacı gibidir; başka deyişle, bu
rini geçirmekle yetindiği bir işlem. Bu söylensel kişiler dişilik acıları bilinci ya da bilinçdışıyla kavrayabileceği biçimde sunmak:
örgeninden içeri girerler ve tüm bu ruhsal hazırlıklardan sonra patlak gözleri, yılansı ve benekli gövdesiyle, büzülen ya da kuy-
hastanın, onların gerçekten girdiğini duyumsayacağı çıkarsana- ruğunu oynatan, şurda burda kıpırdanan Timsah Amca; parlak
bilir. Üstelik yalnızca duyumsamakla kalmaz, onların geçecek- gövdeli, parlak yüzgeçlerini oynatan, yüzgeçleriyle heryeri kap-
leri yolu aydınlattıklarını da görür. Bunu yalnızca kendileri layan, herşeyi itip sürükleyen, Timsah Tiikwalele Amca; yapış-
ya da yollarını bulmak için değil, onun iyiliği için de yapmak- kan dokunaçlarını sokup çıkartan, Ahtapot Nele Kikirpanele;
tadırlar: anlatılması güç acılı duyguların kaynağı olan yeri, ve daha birçokları: başlığı-yumuşak-olan, başlığı-kırmızı-olan,
bilinçli düşünce için ulaşılabilir ve «aydınlık» kılmaya çalış- başlığı-rengarenk-olan, vd.; ve koruyucu hayvanlar: kara-kaplan,
maktadırlar: kızıl-hayvan, ikirenkli-hayvan, bozrenkli-hayvan; bunların her-
biri demir zincirlerle bağlı, dışarı sarkan, salyalı, köpüren dil-
Neleganlar hastaya iyi bir görüş sağlarlar, neleganlar hastada leri, ateş saçan kuyrukları, korkutucu ve herşeyi yırtıp- parça-
ışıklı gözler açarlar... (238). layan dişleriyle, «tam kan gibi, kıpkızıldırlar.
Ve bu «aydınlatıcı görüş» onların karışık bir yolun ayrıntı- Jerome Bosch'un tablolarını anımsatan bu cehenneme gi-
ları içinden çıkabilmelerini sağlar. Bu tam anlamıyla söylensel rebilmek ve efendisine ulaşabilmek için, neleganların aşmaları ge-
bir örgenbilimdir (anatomi) ve cinsel örgenlerin gerçek yapı- reken daha somut engeller de vardır: lifler, yüzen halatlar; ger-
sından çok, sancı ve direnç noktalarını belirleyen bir duyumlar gin sicimler ve birbirini izleyen perdeler: ebemkuşağı renkli,
coğrafyasına denk düşer: altın ya da gümüş kaplı, kırmızı, kara, kahverengi, mavi, ak,
solucan biçimli, «kravata benzeyen», sarı, büzülmüş, kalın, çeşit
Neleganlar yola koyulurlar, neleganlar Muu yolu boyunca çeşit perdeler (305-330); ve şaman bunları aşabilmek için yar-
sıra sıra yürürler, ta basık dağa kadar; dım isteminde bulunur: Ormanlarda-tünel-açan-hayvanların-
neleganlar, vd... ta kısa dağa kadar
/ 69
68
Ruhları gelip, hepsini «kesip, toplayıp, kümeleyip, ortadan kal- anlatıya katılmasının da sonuç bölümüne ilişkin olduğu var-
dıracaktır». Tüm bu halat, ip ve liflerin, dölyatağının salgılarına sayılabilir.
ilişkin olduğu Holmer ve Wassen tarafından ortaya konmuştur. Belki de bu oluntu (episode), örgenlere yönelik eyletim ve
Bu son engellerin de yenilmesini, ulaşılan bölgelerin ele ilaç kullanımıyla, başka bir sağaltma yöntemine ilişkindir. Ya
geçirilme savaşımı izler. «Başlıklar yarışması» da işte bu sırada da tersine, eğretilemeli bir biçimde «ilk yolculuk» tan söz et-
olur (incelemenin asıl amacından bizi uzaklaştıracağı için, bu- mektedir. Sonuç olarak, hastaya yardım etmek için iki tür
nun ayrıntısına girmiyoruz). Nigapurbalele'nin kurtarılmasından girişim söz konusudur: biri psiko-fizyolojik bir söylenbilime da-
soma inişe geçilir. Bu da en az çıkış kadar tehlikeli bir yol- yanmaktadır, öbürüyse, köy halkına yapılan çağrıyla değinilen,
culuk olacaktır. Aslında, tüm girişimin amacı da bu güçlük- fakat taslak durumunda kalan ruhsal-toplumsal (psiko-sosyal)
lerle dolu inişi gerçekleştirmek, yani doğuma yol açmaktır. bir söylenbilime... Ne olursa olsun, dua sağaltmadan önce baş-
Şaman adamlarını sayar ve ordusunu yüreklendirir, ama yine ladığı gibi, doğumdan sonra da sona erer. Bu kapsama giren
yardımcı güçlere gereksinimi olacaktır: «yol-açıcıları», kazıcı- olgular özenle belirtilmiştir. Söz konusu olan dizgesel bir bütün
hayvanların-ruhlarmı çağırır. Niga da çıkış deliğine doğru, şu oluşturmaktır. Eğer sağaltma kılı kırk yaran yöntemlerle «kilit-
sözlerle uğurlanır: lenmiş»se, bu yalnızca Muu'nun kararsız yönelişlerine karşı de-
ğildir: etkisini koruyabilmek için, sonucu beklemeden hastaya
Bedenin, önünde uzanıyor, hamakta; bir çözüm sunmak gerekmektedir; başka bir deyişle, tüm söylen
akdokusu yayılmış; kişilerinin kendi yerini bulduğu, tüm dış çekincelerden arınmış
içsel akdokusu tatlı tatlı kıpırdanıyor; bir düzen...
hastan önünde yatıyor, görme yetisini yitirdiğini düşünüp;
bedeninde nigapıırbalele'sini yeniden yerine yerleştiriyorlar
(430-435)

Bunu izleyen bölümde bazı anlaşılma güçlükleri var; has-


tanın iyileştiği de pek kesin değil. Şaman, köy halkıyla birlikte,
şifalı bitkiler toplamak için dağa çıkıyor. Dönüşte, girişimini yeni
bir biçimde yineliyor: bu kez, erkeklik örgenine öykünüp, «Muu
girişi»nden giren ve «nusupane gibi... iç bölgeleri temizleyip
kurutarak» (453-454) devinen, şamanın kendisidir. Oysa, pe-
kiştiriri ilaçların kullanımı, doğumun gerçekleşmiş olduğunu
düşündürüyor. Son bölümde, Muu'nun kaçmasına karşı alınan
önlemlerin anlatımından önce, okçular topluluğuna bir çağrı
yer alıyor. Bunların görevi, bir tozbulutu kaldırarak «Muu'nun
yolunu karartmak» ve, ister dolambaçlı, isterse kestirme olsun,
Muu'nun geçebileceği tüm yollarda nöbet tutmaktır. Okçuların

70 113/8
dilegetiremeyeceği durumları belirtebilmesi için özel bir dilye-
tisi sunar. Böyle bir sözel belirtme düzeyine geçiş fizyolojik
sürecin de çözüme ulaşmasına, başka deyişle, hastanın kafa-
sındaki karmaşık kesitin yeniden düzene girmesine yol açar.
(Onsuz, bir kargaşadan başka birşey olamayacak bir deneyimin,
düzenli ve ussal biçimde yaşanabilmesine olanak verir.)
Bu açıdan bakıldığında şamansal sağaltma, çağdaş örgensel
hekimlikle ruhçözümleyim türünden ruhbilimsel sağaltmalar ara-
sında ortayolda yeralır. Örgensel bir bozukluğun iyileştirilmesin-
Aslında duyular düzeyinde beliren bir durumun, düşün- de, sözünü ettiğimiz ruhbilimsel sağaltmalara çok yakın bir
ceyle kavranabilmesini sağlamak, bedenin dayanamadığı acıları yöntem uygulaması onun özgünlüğünün göstergesidir. Bunu nasıl
ussal açıdan kabul edilebilir kılmak: özetlersek, sağaltmanın içe- olası kılabilmektedir? Şamanlık ve ruhçözümleyim arasında daha
riği işte bu. Şamansal söyleribilimin nesnel bir gerçekliği yan- ayrıntılı bir karşılaştırma bu noktayı somutlaştırmamıza yar-
sıtıp yansıtmamasının fazla önemi yok; önemli olan, hastanın dımcı olabilir. (Bu kıyaslamanın şamanlığa karşı hiçbir küçüm-
buna inanması ve buna inanan bir topluluğun üyesi olmasıdır. seyici eğilim taşımadığı açıktır.)
Koruyucu ruhlar, kötü cinler, doğaüstü canavarlar, büyülü hay- Her iki yöntemle de amaçlanan, o zamana dek bilinçdı-
vanlar, hepsi yerlilerin evren görüşünü oluşturan tutarlı bir diz- şında kalmış direnç ve çatışkıları bilinç düzeyine çıkarmaktır.
geye ilişkindirler. Hasta bunları benimser, daha doğrusu bun- Bunların bilinçdışı kalmalarının öbür ruhsal güçler tarafından
lardan kuşkulanmayı aklına bile getirmez. Benimseyemeyeceği bastırılmalarından kaynaklanması, ya da —doğumda olduğu
şey, kafasındaki dizgeye yabancı öğeler, tutarsız ve nedensiz gibi— ruhsal olmayan, daha çok örgensel hatta «mekanik» ni-
acılardır. Fakat şaman, söylene başvurarak tüm bunları, her- telikteki kendi öz-doğalarından kaynaklanması durumu değiş-
birinin kendi yerini bulduğu bir bütüne dönüştürecektir. tirmez. Her iki yöntemde de direnç ve çatışkıların çözülmesine
Hasta, durumu benimseyip ona uyum sağlamakla kalmaz, yolaçan, hastanın kendi durumu üstüne edindiği gerçek ya da
iyileşir de. Bizim toplumlarımızda, hastalara rahatsızlık neden- düzmece bilgiler değildir. Asıl önemli olan, bu bilgilerin özgül
leri olarak salgılar, mikrop ve virüsler öne sürülse benzer bir bir deneyimi olası kılmasıdır: çatışkıların özgürce gelişmelerine
sonuca ulaşılamayacağı açıktır. Buna neden olarak, mikropların ve çözüme ulaşmalarına olanak veren bir süreç... İşte yaşanan
gerçekten varolduğunu, canavarlarınsa gerçek olmadığını söyler- bu deneyim ruhçözümleyimde «tepki yinelemesi» (abreaction)
sek bir aykırı-sav (paradoks) ileri sürmekle suçlanabiliriz. Ama adını alır. Bunun başlıca koşulu da, ruhçözümleyicinin hastanın
aslında, hastalık ve mikrop arasındaki ilişki, hastanın düşünsel çatışkılarına, geçişim (transfert)in ikili düzeneğiyle katılımıdır:
yapısının dışında bir öge, bir neden-sonuç ilişkisidir. Oysa has- sağaltmada yeralan somut bir kişi; ya da hastanın, o zamana
talık-canavar ilişkisi, bilinçli ya da bilinçdışı olarak, bu yapı- dek bilinçaltında saklı kalmış bir başlangıç durumunu (hasta-
nın kendi ürünü, yani simgenin simgelenen şeye, ya da dilbi- lığına yolaçan o ilk olayı) yeniden kurarak dışavurduğunda, tep-
limcilerin terimleriyle söylersek, gösterenin gösterilene ilişkisi- kilerini yönelttiği bir hedef olarak.
dir. Şaman hastasına, dilegetiremediği ve başka hiçbir biçimde Tüm bu nitelikler şamansal sağaltmada da bulunmaktadır.

72 7Î
Onda da temel erek bir deneyime yolaçmaktır. Bu deneyimin Görme yetim kayboldu, Muu Puklip'in yolunda uyuyakalmış;
örgenlendiği ölçüde de, öznenin denetiminin dışında yeralan Bana gelen Muu Puklip'ti, nigapurbalele'mi almak istiyor; Muu
düzenekler kendilerini ayarlayarak düzenli bir işleyişe ulaşırlar. Naııryati bana geldi, nigapurbalele'mi sonsuza dek ele geçirmek
Ruhçözümleyicinin ikili işlevi şaman için de geçerlidir: ilk işlev istiyor... vd. (97-101)
—ruhçözümleyici için dinleme, şaman için konuşma işlevi—
hastanın bilinciyle dolaysız (ve bilinçdışıyla dolaylı) bir ilişki Bununla birlikte, şamansal yöntemle, ruhçözümleyim kura-
kurmaktır, işte duanın işlevi de budur. Fakat şaman duayı oku- mını benimseyen bazı yeni sağaltma yöntemleri karşılaştırıldı-
makla kalmaz, onun kahramanı da kendisidir. Esir ruhu kur- ğında, benzerlik daha da somut bir biçime bürünüyor. Zaten,
tarmak için doğaüstü cinler taburunun başına geçip, çekinceli M. Desoille'm de «uyanık düş» üstüne çalışmasında belirttiği
örgenlerden içeri giren o değil midir? İşte bu, anlamda, ruhçö- gibi, ruhsal-sayrıl (psiko-patolojik) bozukluklara ancak simgele-
zümleyici gibi, o da bir geçişim (transfert) nesnesi olur; hastanın, rin dili ulaşabilmektedir. M. Desoille, hastalarıyla simgeler ara-
kafasındaki tasarımlar sonucunda örgensel ve ruhsal evren ara- cılığıyla konuşmayı yeğlemektedir, ama yine de bunlar birer
sında bocalayarak yaşadığı bir çatışkının gerçek kişisi biçimine sözel eğretileme olmaktan öteye geçmez. Ben bıı araştırmaya
dönüşür. Nevrozlu hasta, gerçek bir ruhçözümleyiciyle çatışarak başladığım sıralarda, inceleme olanağı bulamamış olduğum da-
bireysel söylenini çözmeye çalışmakta, doğum yapan yerli ka- ha yeni bir çalışmada, Mme Seclıaye bu savı daha da öteye gö-
dın da, söylensel olarak biçim değiştirmiş bir şamanla özdeşle- türür^ 0 ). İyileştirilemez denen bir şizofrene uyguladığı sağalt-
şerek gerçek bir örgensel bozukluğun üstesinden gelmektedir. manın sonuçları da, ruhçözümleyim ve şamanlık ilişkisi üstüne
görüşlerimizi büyük ölçüde doğrular. Bu sava göre söylem, ne
Bu koşutluk iki durum arasında hiçbir ayrım kalmadığı
denli simgesel olursa olsun, bilincin sınırına takılır ve bilinç-
anlamına gelmez. İyileştirilmesi amaçlanan bozukluğun, birinde
dışının derinliklerine gömülü karmaşalara (komplekslere) ancak
örgensel öbüründe ruhsal nitelikte olması bizi şaşırtmamalıdır.
edimlerle ulaşılabilir. Böylece, bir memeden kesilme karma-
Aslında şamansal sağaltma, ruhçözümlemesiyle tam olarak eş-
şasını çözmek için, ruhçözümleyici, düzmece bir analık duru-
değerli gibi gözüküyor, fakat tüm öğelerin tersine çevrilmesi
munu benimsemek, yani bu tutuma açıkça öykünmek yerine,
koşuluyla. Her ikisinin de ereği bir deneyime yolaçmaktır; her
herbiri bu tutumun simgesel birer öğesi olan edimlere başvur-
ikisi de hastanın yaşaması ya da yeniden yaşaması gereken bir
mak durumundadır: örneğin hastanın yanağını ruhçözümleyi-
söyleni yeniden kurgulayarak başarıya ulaşırlar. Fakat, birinde
cinin göğsüne dayaması gibi. Bu türden edimlerin simgesel' yükü
hastanın geçmişinden aldığı bireysel bir söylen söz konusudur,
bir dilyetisi oluşturmalarına olanak verir: aslında hekim, has-
diğerindeyse hastanın dışçevreden aldığı toplumsal bir söylen.
tasıyla söz aracılığıyla değil somut işlemler (operations) yoluyla
Ruhçözümleyicinin dinlemeyle yetinerek, şamanmsa konuşmayı
iletişim kurar, yani bildirilerini bilinçdışma ulaştırabilmek için,
yeğleyerek hazırladıkları «tepki yinelemesi» de, bu durumda
bilinci hiçbir engelle karşılaşmadan aşan gerçek kuttörenlerle
bir «tepki özümsemesi» (adreaction)ne dönüşür. Bundan da
(rituels).
öte, hasta düzmece eğilim ve duygular yakıştırdığı ruhçözümle-
yiciyi konuşturur; duadaysa şaman hastası için konuşur. Ona Şamansal sağaltmanın anlaşılabilmesi için temel bir olgu
sorular sorar ve anlaması gereken durumunu yorumlayan hazır olarak gördüğümüz «eyletim» (manipulation) kavramı burda ye-
yanıtlar sunar: niden karşımıza çıkıyor. Fakat, geleneksel tanımının da geniş-
75 113/8
letilmesi gerekiyor: bu, ister düşüncelere isterse örgenlere yö-
nelik bir eyletim olsun, ana koşul simgeler aracılığıyla oluşması,
yani gösterenle eşdeğerli ama farklı bir gerçeklik düzlemine
ilişkin, anlamlı öğeler yardımıyla işlevini yerine getirmesidir.
Mme Sechaye'in edimleri, şizofren olan hastasının bilinçdışı dü-
şüncelerinde yankılanır, şamanın ortaya koyduğu tasarımlarsa
doğum yapan kadının örgensel işlevlerindeki değişimi belirler.
Duanın ilk bölümünde anlatıldığı gibi, bu süreç başlangıçta
tıkalıdır. Kurtuluş sonlarda gerçekleşir ve doğumdaki gelişme-
ler söylenin birbirini izleyen evrelerinde yansımalarını bulur.
Neleganların dölyolundan ilk girişleri tek sıra biçiminde olur ve
tırmanış da, geçiti aydınlatan görkemli başlıkların yardımıyla
gerçekleşir. Sıra dönüşe geldiğinde (bu, söylenin ikinci fakat Freud'un iki ayrı yazısında( 21 ) yinelediği öneri benimsen-
fizyolojik sürecin ilk evresine denk düşer, çünkü bebeğin dışarı diğinde, iki yöntem arasındaki benzerlik daha da eksiksiz ola-
çıkarılması söz konusudur), ilgi alanı başlıklardan ayaklara ka- caktır. Psikoz ve nevrozların yapısının ruhbilimsel terimlerle
yar: neleganların ayakkabıları olduğu belirtilir (494-496). Muu' tanımlanması, yerini yakın bir gelecekte fizyolojik hatta bio-
nun evini eleg'eçirdiklerinde, artık tek sıra biçiminde değil kimyasal bir kavrayışa bırakmalıdır. Rulıhastası ve sağlıklı in-
«dörder dörder» (388) yürümektedirler ve açık havaya çıkmak sanın sinir hücrelerindeki «poliniikleotid»ler arasında niceliksel
için hepsi «saf düzenine geçerler» (248). Kuşkusnz, söylenin bir farklılaşma olduğunu ortaya koyan İsveçli bilimadamlarmn
ayrıntılarındaki bu dönüşümlerin amacı eşdeğerli örgensel tep- araştırmaları gözönüne alınırsa( 22 ), Freud'un önerisinin sanıldı-
kilere yolaçmak, fakat bunları hastanın bir deneyim biçiminde ğından da yakın bir geleceğe ilişkin olduğu düşünülebilir. Bu
özümseyebilmesi için de dölyolunun genişlemesindeki gerçek türden varsayımlara göre, ruhbilimsel ve şamansal sağaltmalar
gelişmelere denk düşmeleri gerekmektedir. İşte, söylen ve işlem- çok daha kesin bir benzerlik kazanacaklardır. Her iki yöntemde
ler arasındaki bu uyumu sağlayan simgesel etkinlik tir. Ayrıca, de, hasta kendi yarattığı ya da dış çevreden edindiği bir söyleni
söylen ve işlemler, hekim ve hastanın buluştuğu bir çift oluştu- yoğun biçimde yaşamaya itilmekte ve yapısal bir yeniden-örgen-
rur. Şizofreniye yönelik sağaltmada, hekim gerekli işlemleri ye- lenime dayalı örgensel bir değişim süreci başlatılmak istenmek-
rine getirir, hasta kendi söylenini üretir; şamansal sağaltmadavsa tedir. Söz konusu söylenin bilinçaltı ruhsallık katmanındaki
söyleni sunan hekim, işlemleri uygulayan hastadır. yapısı, bedensel katmanda oluşturulmak istenen yapıya denk
düşmelidir. Örgensel süreçler, bilinçdışı ruhsallık ve bilinçli
düşünce gibi farklı katmanlarda, farklı gereçlerle oluşturulan
türdeş yapıların birbiri üstündeki bu «başlatım etkisi» simgesel
etkinlik dediğimiz olgudan başka birşey değildir. Şiirsel eğre-
tileme, bu başlatım yöntemine, daha iyi tanınan bir örnektir;
oysa onun alışılagelen kullanımı ruhsal alanın sınırlarını aş-
maz. Şiirin dünyayı değiştirmeye de yarayabileceğini söyleyen
76 103
Rimbcıud'nun sezgi gücünü bu açıdan bir kez daha değerlendir- ve ikincil bir konuma itilen öbür yapılar da ilkel ya da uygar
mek gerekiyor. her sağlıklı insanda bulunur. İşte bu yapıların bütünü bilinçdışı
Görüldüğü gibi, ruhçözümleyimle kıyaslanması, şamansal dediğimiz şeyi oluşturur. Böylece şamanlık ve ruhçözümleyim
sağaltmanın bazı yönlerinin daha iyi aydınlanmasına olanak ver- arasındaki son ayrılık noktasının da silindiğini görürüz. Bilinç-
di. Ruhçözümleyimin gölgede kalmış yanlarının aydınlatılması dışı. bireysel özelliklerin kargaşa içindeki sığınağı ya da her-
için de, şamanlığın incelenmesine başvurulmaması için bir ne- birimizi biricik kılan tekil bir öykünün dağarcığı olmaktan çıkar
den yok. Bunu söylerken, özellikle söylen ve bilinçdışı kavram- ve bir işlevi belirtmek için kullandığımız bir terime indirgenir:
larını gözönüne alıyoruz. kuşkusuz bütünüyle insana özgü, fakat tüm insanlar için geçerli
Kısacası iki yöntem arasında, nevrozların fizyolojik daya- aynı yasalarla işleyen ve aslında bu yasaların bütününden başka
nağının bulgulaıımasından sonra, hâlâ bir ayrım noktası kal- birşey olmayan simgesel işlev.
mışsa bu da söylenin kökenine, yani bireyin kendi dağarcı- Bu bakış açısı benimsendiğinde, bilinçdışıyla bilinçaltı ara-
ğında bulunması ya da toplumsal bir gelenekten alınması seçe- sında da çağdaş ruhbilimin bize öğrettiğinden daha belirgin bir
neğine ilişkindir. Aslında birçok ruhçözümleyici, hastanın bi- ayrım yapma gereği ortaya çıkar. Bilinçaltı herkesin kendi ya-
lincine yansıyan ruhsal dizilerin bir söylen oluşturduğunu onay- şamı boyunca derlediği anılar ve imgeler dağarcığı*, belleğin
lamayı yadsır. Bunların; söylensel değil gerçek olaylar olduğu- bir görünümü olarak belirir, ve onun sürekliliğini paylaştığı
nu, hastanın yaşamında ortaya çıktıkları anın saptanabilece- oranda sınırlamalarını da içerir, çünkü bilinçaltı terimi, anıların
ğini ve doğruluklarının hastanın yakınları ve bakıcılarına yöne- saklı kalmalarına karşın herzaman açığa çıkamamaları olgusunu
lik bir soruşturmayla sınanabileceğim ileri sürerler( 23 ). Bu olgu- kapsar. Oysa bilinçdışı herzaman boştur, daha doğrusu mideyle
ların doğruluğundan biz de kuşku duymuyoruz ama, yine de yiyecekler arasında ne tür bir ilişki varsa, o da imgelere o denli
kendimize sormamız gereken şudur: sağaltmanın iyileştirici de- yabancıdır. Özel bir işlevin örgeni olarak, itkiler (pulsions),
ğeri yalnızca anımsanan durumların gerçeklik niteliğine mi bağ- duygular, tasarımlar, anılar gibi eklemlenmemiş öğeleri yapısal
lıdır? Yoksa, bu durumların sarsıcı (traumatisant) gücü, ortaya yasalara bağlamakla yetinir. Bilinçaltını, herkesin kendi kişisel
çıktıklarında kişinin onları doğrudan doğruya söylen biçiminde geçmişinin sözcük dağarcığını biriktirdiği bir sözlüğe (lexique)
yaşayıp böyle algılamasından mı gelir? Bir durumun sarsıcı benzetebiliriz. Bu durumda bu sözcük dağarcığı, kendimiz için
gücünün yalnızca kendi özünde bulunan öziinlii (intrenseque) de başkaları için de ancak bilinçdışı onu kendi yasalarına göre
niteliklerinin sonucu olamayacağı anlaşılıyor. Asıl neden özüm- örgenlediği ve bir söyleme (discours) dönüştürdüğü oranda an-
lenmiş bir ruhsal, süremsel ve toplumsal bağlamda ortaya çıkan lam kazanır. Bu yasalar etkinlik gösterdikleri tüm koşullarda
bazı olguların, önceden varolan bir yapı kalıbı içinde, duyusal ve tüm bireyler için özdeş olduklarına göre de, önceki parag-
bir kristalleşme başlatma eğilimidir. Olaya ya da olguya oran- rafta ortaya koyduğumuz sorun kolayca çözülebilir. Sözcük
la, bu yapılar —daha doğru bir deyişle, yapı yasaları— ger- dağarcığı yapıya göre ikincildir. Söylen, ister kişinin kendisi
çekten süredışıdırlar. Ruh hastasında, tüm ruhsal yaşam ve
bunu izleyen tüm deneyimler, başlangıç söyleninin kaynaştırıcı (*) Birçok eleştiriye hedef olan bu tanım, bilinçaltı ve bilinçdışı
etkisi altında ve tekelci ya da egemen bir yapının işlevsel ek- terimleri arasında yaptığımız kesin ayrımla yeni bir anlam
seninde örgenlenir. Aslında bu yapı da, ruh hastasında bağımlı kazanır.

78 79
tarafından üretilsin, isterse topluluğun geleneğinden alınmış ol-
sun sonuç değişmez; kökenleri bireysel de olsa toplumsal da olsa
(zateıı her ikisi içiçe geçmiştir ve aralarında karşılıklı değişim
vardır), ona işleyeceği imgesel gereçlerden başka birşey suna-
maz. Oysa yapı değişmeden kalır, simgesel işlevi oluşturan da
odur.
Bu yapılar herkes için ve simgesel işlev in uygulandığı tüm
içerikler için aynı oldukları gibi, sayıca da sınırlıdırlar. Bu da YAPI ve E Y T İ Ş İ M( 24 )
simgesellik evreninin içerik açısından alabildiğine çeşitli, fakat
yasaları açısından sınırlı olmasının nedenini anlamamıza yardım
eder. Birçok dil vardır ama bütün diller için geçerli sesbilim Lang'dan Malinowski'ye kadar, —arada Durkheim, Levy-
yasaları çok az sayıdadır. Bilinen söylen ve masalların derlen- Bruhl ve Van der Leeuw'ü de sayarsak— söylen ve kuttörensel
mesi ciltlere sığmaz, oysa öykü kişilerinin çeşitliliği ardında, dizge (rituel) arasındaki ilişkilerle ilgilenen birçok toplumbilimci
herbiri birkaç temel işlevi yerine getiren az sayıda basit tipe ve budunbilimci bu ilişkileri artık-bilgi (redondance) olarak ta-
indirgenebilirler. Karmaşalara (komplekslere) gelince, bu birey- sarladılar. Bazıları, her söylende onun temelini oluşturan bir
sel söylenler de birkaç basit tipe, çok sayıda tekil durumun kuttörenin düşüngüsel (ideolojik) yansımasını gördüler. Daha
döküldüğü birtakım kalıplara indirgenmiştir. başkaları, ilişkiyi tersine çevirip, kuttöreni söylenin hareketli
Şamanın hastasına ruhçözümleyim uygulamadığı savından sahneler biçiminde görüntülenmesi olarak ele aldılar. Her iki
çıkılarak şöyle bir sonuca varılabilir: bazılarınca rııhçözümsel durumda da söylen ve kuttören arasında düzenli bir ilinti,
sağaltmanın anahtarı olarak nitelenen, yitik zamanın aranışı, başka deyişle bir türdeşlik varsayıldı: asıl ya da kopya niteliği
söylenin bireysel ya da toplumsal kökeninden bağımsızca tanım- içlerinden hangisine verilirse verilsin, söylen ve kuttören, biri
lanabilecek daha temel bir yöntemin (değeri ve sonuçları küçüm- eylem alanında, öbürü kavram alanında birbirlerini yeniden üre-
senmemesi gereken) bir kipliğinden başka birşey değildir. Çün- tirler. Yine de yanıt bekleyen bir sorun kalıyor: neden her söylen
kü söylensel biçim anlatının içeriğinden önce gelir. Hiç değilse bir kuttörene, her kuttören bir söylene denk düşmüyor? Neden
bir yerli betiğin çözümlenmesinin bize gösterdiği budur. Fakat bu türdeşlik ancak çok sınırlı birkaç durumda kanıtlanabiliyor?
başka bir anlamda, her söylenin bir yitik zaman arayışı ol- Sonuç olarak, bu garip, iki katlı niteliğin (duplication) anlamı
duğu da açıktır. Şamansal yöntemin bu çağdaş biçimi yani ruh- nedir?
çözümleyim de özel niteliklerini, makine uygarlığında söylensel Bu yazıda, söz konusu türdeşliğin herzaman bulunmadığını;
zamana bireyin dışında yer kalmamış olması olgusundan alır. bulunduğu zaman da, söylenle kuttören arasında ve kuttörenie-
Ruhçözümleyim bu saptamada hem kendi geçerliliğinin kanıtını, rin kendi aralarında daha genel bir bağıntının özel bir görü-
hem de kuramsal temellerinin derinleştirilmesi umudunu bula- nümü olarak nitelenebileceğini, somut bir örneğe dayanarak
bilir; ve de kendi etkinliğinin düzeneğini daha iyi anlamak için göstermeye çalışacağım. Bu bağıntı, görünüşte farklı kuttören-
yöntem ve amaçlarını karşılaştırabileceği büyük öncülerini: şa- ler, ya da belirli bir söylenle belirli bir kuttörenin öğeleri ara-
manlar, büyücüler... sında terim terime bir ilintiyi içerir; ama bu ilinti bir türdeşlik

.80 81/6
olarak ele alınamaz. Tartıştığımız örnekte, bu ilintiyi kurabil-
mek için bir dizi öncül işlem gerekli olacaktır: belki de, yukarda
değindiğimiz ikilemenin (duplication) nedeni sayılabilecek de-
ğişimler ya da değiştirimler (permutations)... Eğer bu varsa-
yım doğruysa, söylenle kuttören arasındaki ilişkiyi bir çeşit
'mekanik' nedensellikte aramayı bırakıp, bağıntıyı eytişim dü-
zeyinde kurmak gerekecektir. Bunun önkoşulu da herbirini ya-
pısal öğelerine indirgemektir.
Böyle bir kanıtlama tasarımının, Roman Jakobson'un yön-
temine ve yapıtlarına saygı niteliği taşıyacağına inanıyorum.
Kendisi de, birçok çalışmasında söylenbilim ve halkbilimle il- Toy bir oğlan( 26 ), hastaları iyileştirebilmesine olanak veren
gilenmiştir^ 3 ). Ayrıca, izlediğim yöntemin, başka bir alana, yine büyülü bir güce sahip olduğunu farkeder. Onun artan ününü
Jakobson'un adını çağrıştıran, yapısal dilbilim alanına bir açı- kıskanan yaşlı bir büyücü, karısıyla birlikte ona birçok kez
lımı içerdiği de açıktır. Üstelik, o da yapısal çözümlemeyle ey- konuk gider. Kendi öğrettiklerine karşılık hiçbir giz elde ede-
tişimsel yöntem arasındaki yakın ilişkiye özel bir önem verir. meyince, öfkelenerek oğlana büyülü otlarla doldurduğu piposu-
«Tarihsel Sesbilim İlkeleri» adlı tanınmış yapıtını şöyle so- nu armağan eder. Böylece büyülenen çocuk, gebe kaldığını
nuçlandırır: «Dural (statique) ve devingen (dynamique) arasın- anlar. Utanç içinde köyünü terkederek, yırtıcı hayvanlar ara-
daki bağ, dil düşüncesini belirleyen en temel eytişimsel karşıt- sında ölümü beklemeye koyulur. Ama bunlar, mutsuzluğuna
lıklardan biridir». Yapı ve eytişimsel düşünce arasındaki kar- acıyarak onu iyileştirmeye karar verirler; bedeninden dölütü
şılıklı bağlaşımı derinleştirmeye çalışarak, ben de onun çizmiş, çıkarırlar ve ona büyülü güçlerini aşılarlar. Bu gücün yardı-
olduğu yollardan birini izlemekten başka birşey yapmış olmu- mıyla, köyüne dönerek kötü büyücüyü öldürür ve kendisi de
yorum. ünlü ve saygın bir sağaltıcı olur.
Bu söylenin metnini özenle çözümlediğimizde, birçok kar-
şıtlıktan oluşan bir dizinin ekseninde kurulu olduğunu görü-
rüz:
1 erişkin finitie) şaman/erişkin olmayan şaman; ya da do-
ğuştan veya sonradan edinilmiş güç arasındaki karşıtlık;
2) çocuk/yaşlı; çünkü söylen, kişilerin yaşlı ya da genç
olmaları üstüne vurgulama yapmaktadır;
3) cinsiyetlerin karışımı/cinsiyetlerin ayırımı; Pawneelerin
fizikötesi düşüncesi tümüyle şu noktaya dayanmaktadır: evrenin
kökeninde karşıt öğeler birbirine karışmış olarak bulunuyordu
ve tanrıların başlıca işi bunları ayırmak oldu. Yukardaki söy-
lende anlatılan çocuk da cinsiyetsizdir, daha doğrusu dişilik

82 83
sına karşın, Pawneelerde yaş gruplarına dayalı şamansal der-
ve erillik onda birbirine karışmıştır. Yaşlı adamdaysa ayırım nekler bulunmaz. Bu derneklere girebilme koşulları da sınama
dönüşsüz biçimdedir; bu nokta, söylende şu karşıtlığın ortaya ve ödentilere bağlı değildir. Murie'nin tanıklığına göre, onlarda,
konmasıyla açıkça belirtilmiştir: büyücü ve karısının oluşturdu- «büyücü olmanın geleneksel yolu, büyücünün ölümünden sonra
ğu çift, ve buna karşıt olarak, dişiliği ve erilliği kendinde ba- yerini öğrencisine bırakmasıdır.»( 28 )* Fakat ele aldığımız söylen,
rındıran (gebe adam imgesi) genç oğlanın yalnızlığı; buna karşıt olarak, «doğuştan edinilmiş güç» kavramına da-
4) çocuğun doğurtkanlığı (erdenliğine karşın)/yaşlı adamın yanmaktadır: yaşlı büyücü, kendi yerini almasını istemediği bu
kısırlığı (evliliğinin sürekli olarak vurgulanmasına karşın); çocukta, kendi öğretisinden bağımsız olarak varolan bu «do-
5) oğulun baba tarafından döllenmesinin tersine çevrile- ğuştan» güce karşı koymaktadır.
mez ilintisi, aynı biçimdeki bir başka bağıntıya karşıt olarak
Pawnee söyleninin, aynı topluluğun kuttörensel dizgesine
verilmiştir: babanın, kendi öğretilerine karşılık hiçbir gizini açık-
bağıntılı ya da karşıt bir dizgeyi yansıttığını söyleyebilir miyiz?
lamayan (aslında açıklanacak bir gizi de yoktur) oğluna karşı
Böyle bir sav ancak bir ölçüde doğru^ olabilir, çünkü karşıtlık
öc alma isteği;
ayırıcı bir nitelik taşımamaktadır; daha açık olarak söylersek,
6) bitkisel büyü (gerçek büyü: bunun aracılığıyla yaşlı adam - burda karşıtlık kavramı bulgulamaya katkıda bulunmamakta-
çocuğu döller — f a k a t bu büyü iyileştirilebilir) / hayvansal kö- dır: ancak söylen ve kuttören arasındaki bazı farklılıkları or-
kenli büyü (simgesel: kafatasına yönelik işlemler; bunun aracılı- taya koyabilmekte, fakat öbür öğeleri açıklanmadan bırakmak-
ğıyla çocuk yaşlı büyücüyü öldürür —hiçbir dirilme olasılığı tadır; özellikle de, ele aldığımız söylenler kümesinde başat bir
yoktur) arasındaki üçlü karşıtlık. konumda olduğunu kabul ettiğimiz gebe oğlan söylenini gözardı
7) bu iki tür büyüden biri sokma diğeri çıkarmayla iş- etmektedir.
görür.
Karşıtlıklardan oluşan bu kurgu, söylenin ayrıntılarına Buna karşılık, Pawneelerinkiyle değil de, A.B.D. yaylala-
da yansır. Hayvanların, oğlana karşı acıma duygularına kapıl- rında yaşayan başka kabilelerin, bakışık ve karşıt kuttörensel
malarının metinde açıklanan iki nedeni vardır: çocuk, erkek dizgeleriyle karşılaştırdığımızda söylenin tüm öğeleri yerini bu-
ve kadın niteliklerini birarada barındırmaktadır; bu bileşim de lur. Bu kabileler, şamansal derneklerini ve bunlara katılma ku-
bedeninin zayıflığıyla (günlerdir birşey yememiştir) karnının, rallarını Pawneelere ters orantılı biçimde tasarlamaktadırlar.
şişkinliği (gebelik) arasındaki karşıtlıkta somutlaşır. Ona düşük Lowie'nin deyişiyle «Pawneeler, yaş dizileri dışındaki en ge-
yaptırabilmek için, otyiyenler kemikleri kusarlar, etyiyenler de lişkin dernekler dizgesini kurmuş olmalarıyla öbür kabilelerden
etleri çıkarırlar (üçlü karşıtlık). Sonuç olarak, oğlan karnındaki ayrılırlar» ( 29 )*. Bu açıdan, hem Blackjoot\ara, hem de öbür
şişlikten ölme tehlikesi geçirirse de (89 numaralı değişkede dö- tipin en aşırı örneklerini ortaya koyan Mandan ve Hidatsa ka-
lütüıı yerini kilden yapılma bir top alır, bu top şişerek, kar- bilelerine karşıt düşmektedirler. Mandan ve Hidatsalarm bu ku-
nına girdiği kimseyi çatlatıp öldürecektir), büyücü, karın kasıl- rallara bağlılığı yalnızca ekinsel değil, Arikaralar aracılığıyla,
ması sonucu gerçekten ölür.( 27 ) coğrafya ve tarih bağlarına da dayanmaktadır. Arikaralarmsa,
Asıl vurgulamak istediğim, sorunun başka bir yönü: gebe
oğlan söyleni hangi Pav/nee kuttörenine denk düşmektedir? İlk (*) Fransızca metinde, alıntı İngilizce olarak bırakılmıştır.
bakışta hiçbirine... Söylenin, nesiller arası karşıtlığı vurgulama-
85
84
(söz konusu söylenlerin derlendiği) Skidi Pawneelerden ayrıl- üstü ilginçlikteki Hidatsa kuttöreni de Pawnee söyleniyle uyuşum
ması XVIII. yy.m ilk yarısından daha eskiye gitmez. içindedir. Bu kuttörende, kadınlar, üstü kapak yerine kurutulmuş
Bu kabilelerde, dernekler yaş gruplarına göre oluşur. Bu etle kapatılmış bir fıçı içinde sunulur: et sunusu büyülü gücü elle-
grupların birinden öbürüne geçiş, bir «satınalma» işlemiyle ger- rinde bulunduran, «dölleyici» babalara yapılmaktadır, oysa Paw-
çekleşir. Satıcı ve alıcı arasındaki bağıntı, «baba-oğul» bağıntısı nee söyleninde, sunu, «baba»ya karşıt bir işlev gören (dölleme
gibi tasarlanmıştır. Ayrıca, aday başvurduğunda karısı da ona yerine «düşük» yaptırma) büyülü hayvanlara yapılır. Fakat ilk du-
eşlik eder ve sözleşmenin temel öğesi, «oğul»un «baba»ya kadın rumda et, bir «kap» olarak (üstü etle kapatılmış fıçı) sunulur-
sunmasıdır. Bu sunuyu da, herzaman bir «dölleme edimi» ola- ken, diğerinde, «kapsam» olarak (torbaya doldurulmuş et) su-
rak tasarlanan gerçek ya da simgesel bir cinsel birleşme izler. nulduğu belirtilir. Bu koşutlukları incelemeyi sürdürürsek, hep-
Görüldüğü gibi, söylen açısından daha önce, çözümlediğimiz sinin bizi aynı sonuca götürdüğünü görürüz: Pawnee söyleni,
karşıtlıkların tümünü burda da buluyoruz; fakat herbirine biçilen kendi kabilesinde geçerli olanla değil de, orada uygulanmayan,
değer tersyüz edilmiş olarak: erişkin/erişkin olmayan, gençlik/ kendininkine tümüyle karşıt bir kuttörensel örgenlenimi olan
yaşhlık, cinsiyetlerin karışımı/cinsiyetlerin ayırımı, vd... Ger- komşu kabilelerinkiyle ters orantılı bir kuttörensel dizge ortaya
çekten de, Mandan-Hidatsa ve Blackfoot kuttörenlerinde, koyar. Ayrıca, iki dizge arasındaki bağıntı iki ezginin çakış-
«oğul»a karısı eşlik eder, tıpkı Pawnee söyleninde «baba»ya masını andırır: birinin yükseldiği noktada diğeri alçalmaya baş-
karısının eşlik etmesi gibi. Fakat kadın, söyleııde sıradan bir lar.
oyuncuyken, bu kuttörenlerde başroldedir: «baba» tarafından
döllenip «oğul»u doğurarak, söylenin oğlana yüklediği çifte
cinsiyetlilik niteliğini kendinde özümler. Başka bir deyişle, an-
lambilimsel değerler aynı kalmakla birlikte, dayandıkları sim-
gelere oranla bir basamaklık bir değiştirime uğrarlar. Her iki
dizgede de, «dölleyici» işlevinin hangi terimleri yüklendiğini bu
açıdan karşılaştırmak ilginç olacaktır: Pawnee söyleninde, «ba-
ba ve karısı» tarafından «oğul» a verilen pipo, blackfoot kut-
törenindeyse, babanın «oğul»unun karısına verdiği, bunun da
«oğul»a aktardığı yaban şalgamı. Oysa, içi boş bir tüp biçi-
mindeki pipo gökle dünyanın orta katmanı arasında bir «aracı»
işlevi görür; yani Yaylaların söylenbiliminde yaban şalgamına
yüklenen işlevin tersyüz edilmiş ve bakışık biçimi. «Star hus-
band» adı verilen söylen demetinin birçok değişkesinde, şal-
gam her iki dünya arasında kilit işlevi gören içidolu bir yumak
biçiminde tasarlanır. Konumları tersyüz edildiğinde, öğelerin
göstergeleri de değişmektedir. (Bildiğim kadarıyla, eski Çin
söylenbilimindeki benzerlerine hiç değinilmemiş olan) olağan-

86 113/8
Yalnızca kuttörenin son evrelerini incelemekle yetinece-
31
ğime ). Bunlar kuttörenin en kutsal niteliğe bürünmüş evre-
leridir ve gebe oğlan söyleniyle ilgi çekici bir dizi benzeşim
ortaya koyarlar. Babanın topluluğu oğulun köyüne gelir; sim-
gesel olarak küçük bir çocuğu kaçırır (Bunun kız ya da oğlan
olması önemli değildir, yani cinsiyetsizdir, daha doğrusu cin-
siyeti belirtilmemiştir); onu, göksel evrenin en yüce tanrısı Ti-
rawa'yla özdeşleştirmek için yağla ovarak kutsar. Daha sonra
çocuk, bacakları önden dışarı çıkacak biçimde, bir örtüye sa-
rılıp kaldırılır ve bu durumda dünyayla simgesel bir cinsel
Bir Pawnee söylenini başka bir kabilenin kuttörensel diz- birleşme için erkeklik örgenini (fallus) andıracak biçimde kıpır-
gesiyle karşıtlık ve bağıntılarıyla ele aldık. Aynı tipte fakat datılır. Dünya, yere çizilen bir daireyle simgeleştirilmektedir ve
daha karmaşık düzeyde bir ilişkinin, aynı söylenle —yalnızca bu dairenin içine, bir yumurta gibi, sarıasma kuşunun düşeceği
Pavvneelere özgü olmasa bile onlar arasında ayrıntılı biçimde varsayılmaktadır. Bilgiyi veren yerli, «çocuğun ayaklarının dai-
araştırılmış— bir kuttören (hako) arasındaki ilişkinin ortaya renin içine sokulması, yeni bir canlıya hayat vermek anlamını
konması özellikle ilgi çekicidir( ;;0 ). taşır» diye yorumlar( 3 -).* Sonunda daire silinir, çocuk da yağ-
Hako iki topluluk arasında bir bağlaşma kuttörenidir. Top- larından temizlenir ve arkadaşlarıyla oynamaya gönderilir.
lumsal yapı içindeki konumu durağan olan Pawnee dernekle-
Bu işlemlerin, gebe oğlan söyleninin öğelerinin bir değiş-
rinden farklı olarak, söz konusu topluluklar birbirlerini özgürce
tirimi olarak ele alınabileceği açıktır. Her iki durumda da üç
seçebilmektedirler. Yine de böyle davranarak, köy kabilelerin-
öykü-kişisiyle karşı karşıyayız:
deki ardışık yaş sınıfları arasındaki bağıntıyı belirleyen baba/
oğul bağıntısına bağımlı kalmaktadırlar. Hocart'ın açıklıkla
gösterdiği gibi, Hako'nun dayandığı baba-oğul bağıntısı söylen dizisi: oğul baba (koca) babanın karısı
babasoyu ve anasoyu arasındaki evlilik bağıntısının bir değişti- kuttören dizisi: oğul baba çocuk
rimi olarak kabul edilebilir. Başka deyişle, gebe oğlan söyleni, (karının (kocanın (oğulun değiştirimi)
bir üst yaş sınıfına yükselmeyle ilgili Mandan ve Hidatsa kut- değiştirimi) değiştirimi)
törenseli ve Hako, ortak yasaları baba/oğul ve kadın/erkek Her iki dizide de cinsiyetleri açısından iki öykü-kişisi belirli,,
karşıtlıklarının eşdeğerliliği olan değiştirim kümelerini yansıtır- biri belirsizdir (oğul ya da çocuk)
lar. Ben de bu denklemin crow-omaha denen akrabalık dizge-
sini belirleyen niteliklere dayalı olduğunu benimsemeye hazırım. Söylen dizisinde, oğula ilişkin belirti yokluğu, onun yarı
Bu dizgede bağlaşık topluluklar arasındaki bağıntılar, yaşlı ve kadın yarı erkek olmasına olanak verir; kuttören dizisinde, bü-
genç kuşaklar arasındaki bağıntılar olarak biçimselleştirilmiştir. tünüyle erkek (simgesel cinsel birleşmenin öznesi) ve bütünüyle
Fakat sorunun bu yanını daha fazla geliştirmeye yazımızın kap-
samı elverişli değil. (*) Fransızca metinde, alıntı İngilizce olarak bırakılmıştır.

88 113/8
kadındır (—bir yuvayı simgeleyen— bir dairenin içinde —bir Söylen ve kuttörensel arasındaki eytişimsel bağıntı, bu ya-
yumurtayı simgeleyen— bir yuva doğurur). zıda girişmemize olanak bulunmayan yapısal incelemeleri ge-
Hako'nun tüm simgeselliği çocuk teriminin çifte görünüm- rekli kılar; bu konuda okuyucuya daha önce sözünü ettiğimiz
lü işlevi aracılığıyla babanın oğulu döllemesini içerir, söylende çalışmayı önermekle yetiniyoruz( 3;î ). Fakat, bu bağıntıyı an-
büyücü ve karısı çiftinin iki görünümlü işlevi çocuğu döller; layabilmek için, söylen ve kuttöreni, yalnızca aynı toplum içinde
köy kabilelerinin kuttörenselinde, baba oğulu, oğulun karısının değil komşu toplumların inanç ve davranışlarıyla karşılaştır-
iki görünümlü işlevi aracılığıyla döller. Öykü-kişisinin cinsiye- malı olarak ele almak gerektiğini gösterebilmiş olduğumuzu
tine ilişkin bu anlam belirsizliği, bağlamı içinde sürekli vur- umut ediyoruz. Eğer belirli bir Pawııee söylen kümesi, yalnızca
gulann-; bu açıdan, şu karşılaştırmalar yapılabilir: ayakları ör- aynı kabileye değil, diğer topluluklara ilişkin kuttörensel öğe-
tünün dışına çıkan çocuk (Hako), karnı şişen erkek çocuk (Paw- lerin de değiştirimi niteliğini taşıyorsa, bu biçimsel bir çözüm-
nee söyleni), ağzında köpüren bir şalgam tutan kadın (Black- lemeyle yetinilemeyeceğinin göstergesidir. Biçimsel çözümleme
foot söyleni). araştırmanın başlangıç evresini oluşturur; coğrafya özellikleriyle
Başka bir çalışmada*/'3), söylenin cinsel örnekçesinin (yani ilgili ya da tarihsel sorunların, alışılagelenden daha kesin terim-
ona yapısını vererek ortaya çıkmasına olanak veren örnekçe- lerle ortaya konmasına olanak verdiği ölçüde de verimli olabilir.
nin), üçer simgeli dört işlevin uygulanmasını kapsadığım gös- Yapısal eytişim tarihsel gerekircilikle çelişmez, tersine onu ge-
termeye çalışmıştım; burdaysa, yaşlı/genç, eril/dişi, çifte kar- rekli kılar ve ona yeni bir gereç sunar. Coğrafi konumları açı-
şıtlığı, söz konusu dört işlevi belirler: baba, ana, oğul, kız. Gebe sından komşu dilbilimsel alanlar arasındaki karşılıklı etkileşim
oğlan söyleninde, baba ve ana ayrı simgelerle belirlenmişlerdir olaylarının yapısal çözümleme kapsamının dışında bırakılama-
ve oğul/kız işlevleri üçüncü simgede (çocuk) birbirlerine karış- yacağı, Meillet ve Troubetskoy'la birlikte Jakobson tarafından
mıştır. Mandan-Hidatsa kuttörenselinde baba ve oğul ayrı sim- da birçok çalışmada kanıtlanmıştır: bu, ünlü «dilbilimsel ya-
gelerle belirlenmişlerdir, oğulun karısıysa, ana/kız işlevlerine kınlıklar» kuramıdır. Ben de bu kuramı başka bir alana uygu-
dayanak görevi görür. Hako'nun durumuysa daha da karma- layarak ona alçakgönüllü bir katkıda bulunmaya çalıştım; yakın-
şıktır; yine üç simgeyle sınırlı kalınmakla birlikte, yeni bir lığın yalnızca, yapısal özelliklerin kendi kök-alanlarının dışına
kişi devreye girer: oğulun çocuğu (oğlan ya da kız); fakat bu yayılmaları ya da bu yayılmaya karşı direnç olgusuyla sınırla-
işlevlerin simgelere uygulanması, simgelerin kusursuz biçimde nmayacağını vurguladım. Yakınlık, karşısav (antitez) yoluyla
iki öğeye bölünmesini zorunlu kılar. Daha önce gördüğümüz da ortaya çıkabilir ve tepki, çare, özür hatta pişmanlık nitelik-
gibi, baba aynı zamanda baba ve anadır, oğul aynı zamanda leri gösteren yapılar doğurabilir. Görülüyor ki dilbilimde ol-
oğul ve kızdır, ve çocuk diğer iki simge aracılığıyla, şu iki duğu gibi söylenbilimde de, biçimsel çözümleme kaçınılmaz ola-
işlevden birini alır: dölleyen özne (baba), döllenen nesne (kız). rak «anlam» sorununu gündeme getirir.
Simgeler arası işlevlerin bu karmaşık denklemi bir dizgeyi ni-
teler, bu da evliliğe ilişkin üç dizge içinde karşılıklılığı çağrış-
tıran tek dizgedir: her üç durumda da amaç evlenmedir, fakat
birincisinde bu yadsınır, ikincisinde istenmektedir, ancak üçün-
cü dizgede uzlaşma sağlanır.

91 113/8
the Cuna indians» (yayımlayan H. Wassen, Comparative
Ethnographical Studies, X, s. 80)
<12) Agy. s. 360; Hollmer-Wassen, s. 78-79
<13) Hollmer-Wassen, s. 38
(14) E. Nordenskiöld, S. 364
<15) Claude Levi-Strauss yerli dilindeki bu dizeleri metnin için-
de verir. Çeviride, bunları dipnot olarak vermeyi daha uy-
gun gördüm (Ç.N.)
sibigua molul arkaali
blanca tela abriendo
sibugua molul akinnali
NOTLAR*
blanca tela extendiendo

(1) «Le sorcier et sa Magie» başlığıyla, ilk kez <ıLes Temps Mo- sibugua molul abalese tuapurua. ekuanali
demes» dergisinin 41. sayısında (1949) yayınlanmıştır; Antîı- blanca tela centro feto cear haciendo
ropologie Structurale de s. 183-203 E. Nordenskiöld, s. 607-608; Hollmer-Wassen, s. 38).
(2) W. B. Cannon, «Voodoo Death», American Anthropologist, <16) Hollmer-Wassen, s. 65-66
cilt 44 <17) Agy. s. 45, n. 219; s. 57, n. 539
(3) C. LĞvi-Strauss, Tristes Tropiques, XXIX. kesit (18) Soru işaretleri betiği fransızcaya çeviren tarafından konmuş-
(4) M. C. Stevenson, «The Zuni indians» tur; nusııpane sözcüğü, genellikle erkeklik örgeni (penis) an-
(5) Franz Boas, «The Religion of Kvvakiutl,» Columbia Univer- lamında kullanılır (bkz. agy. s. 47, 57, 82)
sity Contributions to Anthropclogy, cilt X, bölüm II, s. 1-41 <19) Agy. s. 85
(6) D. Demetracopoulou, «Some indian Texts Dealing with the (20) M. A. Sechaye, «La Realisation Symboliaue.»
Supernatural» (21) S. Freud, Au-delâ du Principe de Plaisir, s. 79 ve Nouvelles
(7) «Simgesel Etkinlik,» bkz. bu kitapta, s. 58 Conferences, s. 198
(8) Büyücü ve psikopat arasında kurduğum yakınlığın, çok basite (22) De Casperson ve Hyden, Karolinska Enstitüsü, Stokholm
indirgenmiş bir olgu olduğunu vurgulayan Michel Leiris'in (23) Marie Bonaparte, «Notes on the Analytical Discovery of a
eleştirileri üstüne düşüncemi, Marcel Mauss'un yapıtına yaz- Primal Scene.» cilt I
dığım giriş yazısında somutlaştırdım: (Marcel Mauss, Socio- <24) «Structure et Dialecticıue» başlığıyla, ilk kez, For Roman Ja-
logie et Aııthropologie, s. XVIII. den XXIII'e kadar olan bö- kobson, Essays on the Occasion of his Sixtieth Brithday ad-
lüm.) lı kitapta yayımlanmıştır (Lahey, 1956), s. 289-294; Anthro-
(9) Raymond de Saussure'e ithaf edilen bu yazı, «L'Efficacite pologie Structurale, s. 257-266
Symbolique» başlığıyla, Revue de l'Historie dcs Religions adlı (25) Burada, Standard Dictionnary of Folklore, cilt I de yayınlanan
derginin 135. cilt, sayı l.'de (1949) yayınlanmıştır (s. 5-27) Slav Folkloru üstüne yazılarını ve Rus Peri Masalları üstüne
(10) M. Hollmer ve H. Wassen, Mu-igala or the Way of Muu, A değerli yorumlarını hatırlatmakla yetineceğim.
Medicine Song from the Cuııas of Panama. <26) G. A. Dorsey'in, Kuzey Amerika yaylalarında yaşıyan Paw-
(11) E. Nordenskiöld, «An Historical and Ethnological Survey of nee yerlilerinin söylenbilimiyle ilgili yapıtında, şamansal gü-
cün kökenini açıklayan, 77 den 116 ya kadar numaralanmış bin
(*) Daha ayrıntılı kaynakça için bkz. s. 152 dizi söylen bulunmaktadır. Bu söylenlerde, bir izleğin sık sık
yinelendiğini görüyoruz (77, 86, 89, vd. numaralar). Kolayca
92
93
ayırdedilebilmesi için, bu izleğe «gebe oğlan» adını vereceğim.
Bu yazıda temel aldığımız 77 numaralı değişkedir.
(27) ö b ü r değişkeleri ele alan bu paragrafı, yazının akıcılığını ko-
laylaştırmak amacıyla dipnot olarak veriyorum (ÇN.): «86
numaralı değişke, bu karşıtlıkların belli başlılarını koruyup
onlara yenilerini de ekler: katil, kurbanını -kartal ve ağaç-
kakan kemikleri toplatma gerekçesiyle- bir ipin ucunda, yeral-
tı dünyasına (büyülü memeli hayvanlar ülkesine) indirir.
Yani söz konusu olan, biri göksel evrene öbürü fırtınaya iliş- İkinci Bölüm
kin iki kuş türüdür. Dünyayı kavramaya yarayan dizgenin
böylesine tersine çevrilişini, etyiyen/otyiyen karşıtlığının ye-
niden düzenlenmesi izler (77 numaralı değişkenin düz dizge- İNSAN ve SÖYLENLERİ
si): bu kez etyiyenler döîütün kemikleriyle, otyiyenlerse ka-
nıyla ilgilenirler. Böylece, söylenin içeriğinin yapısal, çözüm-
lemesiyle ne elde edilebileceği görülmektedir: cebiri andıran
işlemlerle bir değişkeden öbürüne geçmeyi olası kılan değişim
kuralları...»
(28) J. R. Murie, «Pawnee Societies» Aiîthrcpology Papcrs of the
American Muştum of Natural History, cilt XI, bölüm VII,
1914, s. 603
(29) R. H. Lowie, «Plains-indian Age-Socicties» (a.y. cilt XI, bö-
lüm XIII, 1916, S. 890)
(30) A. C. Fletcher ve J. R. Murie, «The Hako: A Pawnee Ceremony»
(31) A. M. Hocart, Coveraants, The Life Giving Myth
(32) Fletcher'in kesitlemesine göre 16. ve 19. kesitler
(33) «Structure des Mythes», Anthropalojic Struciurale, s. 227-255
Bu yazının Fatma Akerson tarafından yapılan Türkçe çevi-
risi, Felsefe Arkivi, 1975 (19), s. 153-180 de yayınlanmıştır.

48
Y A P I S A L C I L I K ve Ç E V R E B İ L İ M *

Otuz yıllık bir ayrılıktan sonra Barnard College's dönmek


ve böylece eski dekan Virginia Gildersleeve'i de yeniden anma
olanağını bulmak gerçekten büyük bir mutluluk. Savaş sıra-
sında New York'a sığındığım sırada, bana yaz dersleri vermemi
önermesinden dolayı teşekkür etmek için onu görmeye gittiğim
zaman, beni nasıl dostça karşıladığını hâlâ anımsıyorum. Bu
beklenmedik öneriyi, yine saygıyla anmak istediğim Gladys A.
Riclıard'ın salık vermesiyle almıştım. Aynı zamanda büyük bir
budunbilimci olan bu üstün nitelikli hanım otuz yıldan fazla
bir süre boyunca Barnard'da ders vermişti. New York Dilbilim
çevresinin kuruluş toplantılarında karşılaşmıştık. Ayrıca dostla-
rını ve çalışma arkadaşlarını evinde de sık sık ağırlardı. Baş-
yapıtı sayılabilecek Novaho Religion'u sözünü ettiğim dönemde
yazmıştı. Bu kitaptaki yapısal yaklaşımda Roman Jakobson ve
benimle yaptığı dostça tartışmaların belki bir ölçüde katkısı
olmuştur; o da önsözünde bu tartışmalara değinir.
Barnard'a ilk dersimi vermeye geldiğimde duyduğum ür-
küntüyü hiç unutmayacağım. Aslında bir süredir Ne vs School
for Social Research'tc öğretim üyeliği yapıyordum ama bu hiç
de aynı şey değildi. New School'da dersler gece yapılıyordu,

(*) Claude Levi-Strauss'un 28 Mart 1872'de, Barnard College'de


yaptığı konuşma (Barnard Alumnae, Spring 1972, s. 6-14)
(Ç.N.)

97/7
ayrıca öğrenciler genellikle işgüç sahibi yetişkin kimselerdi ve-
bilgilerini tazelemek ya da uzmanlaşmak için geliyorlardı. Üs-
telik çoğunluğu, İngilizcesi benimkinden pek de parlak olmayan
yabancıların ya da sonradan olma Amerikalıların oluşturduğunu
da eklemem gerekiyor. Barnard'daysa kurumlaşmış bir Ameri-
kan üniversitesinin bünyesine ilk kez kabul edilmiş bulunuyor-
dum ve bunun ürkütücü önemi, Boas'm burda uzun süre ders
vermiş olmasıyla gözümde daha da artıyordu. Hatta Boas'm
verdiği bütün dersler içinde Barnard'da vermiş olduklarını yeğ-
lediği söylenir. Nambikwara yerlilerinden söz etmek için sınıfa
girdiğimde, duyduğum ürküntü tam bir panik biçimini almaya Çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir uygulayageldiğim yapısal
başladı: kız öğrencilerin çoğu, not tutmak yerine yün örmeye araştırmalar, özellikle Anglo-Sakson ülkelerde, «düşiincecilik»
koyuldular ve söylediklerime, daha doğrusu yarım yamalak İn- (idealisme) ya da «ussalcılık» (mentalisme) olarak damgalandı.
gilizcemle söylemeye çalıştığım şeylere bütünüyle ilgisiz gö- Hegelci olduğum bile söylendi; bana göre ussal yapıların ekini
zükerek dersin sonuna kadar örgülerini sürdürdüler. Anladığım belirlediği hatta onunla özdeş olduğu ileri sürüldü. Bazı eleş-
kadarıyla yine de dersi izlemiş olmalıydılar, çünkü içlerinden tirmenler insan düşüncesinin yapısını bulgulama savında oldu-
biri (hâlâ gözümün önünde, ince, zarif, meçli kıvırcık kısa ğumu yazdılar ve bunu biraz da alayla «Lâvi-Straussçu Tümeller»
saçlıydı ve mavi bir elbise giymişti) ders bitiminde yanıma gelip diye adlandırdılar. Bu varsayıma göre insan düşüncesinin or-
anlattıklarımın çok ilginç olabileceğini fakat herşeyden önce İn- taya çıkıp işlerlik kazandığı ekinsel bağlam ikinci planda bı-
gilizce desert ve dessert* sözcüklerinin aynı biçimde vurgulana- rakılmıştı.
mayacağını bilmem gerektiğini söyledi; ne söyleyeceğimi şaşır- Eğer bu yorum doğruysa, neden üniversite öğrenimim so-
mıştım. Bu anıyı anlatmamın tek nedeni Barnard'da geçmiş nucu bulunduğum felsefeci konumunda kalmadığım ve budun-
olması değil, başka bir olguyu da göstermesi: demek ki bu bilimci olmayı seçtiğim sorulabilir; ve çalışmalarımda en ince
dönemde de çevrebilimle ilgileniyordum, fakat bunu, dilbilimsel budunbetimsel ayrıntılara neden böyle önemle eğildiğim, aynı
açıdan da olsa —yıllar sonra düşüncenin işleyişinin yapısal ku- şekilde, her ekin tarafından bilinen hayvan ve bitkilerin ayrı
rallarını ortaya koymak için yararlanacağım— yemek pişirme ayrı saptanmasıyla, bunlarla ilgili teknik kullanımların sınıf-
sanatıyla karıştırıyordum. Bugünkü konum da «Yapısalcılık ve landırılmasıyla, eğer yenilebilir türdenseler —haşlama, ateşte
Çevrebilim» olduğuna göre, dilerseniz şöyle bağlayayım; bu kızartma, közde kızartma, yağda kızartma, kurutma, isle pişir-
eski öğrencimin unutamadığım uyarısı bizi konunun en canalıcı me— gibi pişirilme biçimleriyle neden bu kadar ilgilendiğim
yerine, götürüyor. merak edilebilir. Aslında bu son yıllarda, yerli betiklerin söz
ettiği yıldızları ve yıldız kümelerini saptayabilmek için, çeşitli
(*) Desert: çöl, dessert: yemek üstüne yenen yemiş, tatlı gibi şey- enlemleri ele alan birçok gök haritasıyla, yerbilim, coğrafya,
ler. (Ç.N.) meteoroloji, bitkibilim, memeli hayvanlar bilimi (mammaloji),
kuşbilim kitaplarıyla kuşatılmış olarak çalıştım.

99 113/8
Her araştırmanın başlangıcında, bu somut verilere egemen mayla, yani deney sonrasında ortaya çıkartılabilir.» Bir sınıf-
olma zorunluluğu, sürekli yinelediğim şu nedenlere dayanır: landırma dizgesinin tutarlılığını sınamak söz konusu olduğunda,
hiç bir genel ilke, hiç bir tümden-gelimsel akılyürütme bize başka türde bir açıklamaya başvurmak, yani insan düşüncesinin
herhangi bir insan topluluğunun olumsal (contingent) tarihini yasalarını saptamak gerekir. Bu yasalar simgelerin oluşum, bir-
önceden yargılama hakkını vermez; ne çevresinin kendine özgü birleriyle karşıtlık ve eklemlenme biçimlerini belirlerler. Dıştan
öğelerini, ne de bu topluluklardan herbirinin kendi tarihsel gelen çevrebilimsel etkileri edilgin biçimde yansıtmakla yetinen
özelliklerine, yerleşiminin sayısız öğesi arasından şu ya da bu esnek bir anlık, ya da her topluluğun kendine özgü tarihsel
öğeye verdiği anlam önceden kestirilemez. geçmiş ve oluşumuna, doğal ve toplumsal çevresinin somut
İnsanbilimin herşeyden önce görgül (ampirik) bir bilim özelliklerine kayıtsız, yalnızca doğuştan ve evrensel ussal ya-
olduğu açıktır; her ekin bizi ancak somut ve ayrıntılı gözlemler salarla yönetilen bir anlık... Budunbilimsel gözlem, hiçbir şe-
sonucunda betimleyebileceğimiz yepyeni bir durumla karşı kar- kilde bizi bu iki varsayım arasında seçim yapmaya zorlamaz.
şıya getirir. Yalnızca olayları değil, farklı ekinlerin hayvanları, Aslında, gözlemlemek ve betimlemeye çalışmak zorunda oldu-
bitkileri, göksel cisimleri ya da başka doğal görüngüleri hangi ğumuz şey, bir yandan, kendine özgü bir tarihsel geçmiş ve
ilkelere göre seçip anlamlandırdığını ve sınırlı bir öğeler bütü- belirli bir ortamın kendine özgü nitelikleri arasında bir uzlaş-
nünden nasıl bir dizge oluşturduğunu bize yalnızca gözlem mayı gerçekleştirebilmek için sürekli yenilenmesi gereken ça-
öğretebilir. Eğer aym öğeler birkaç yerde birden bulunuyorsa, balar; öte yandan da, ele alındıkları anda, geçmiş belirlenme-
onlara farklı anlamlar verilebileceği, aynı ya da farklı anlamlar lerin sonucu olan ussal yasalardır. Bu karşılıklı etkileşim so-
verilen daha başka özelliklerin de seçilebileceği açıktır. Orta- nucunda, bütünüyle insana özgü bir tarih doğal ortamla ek-
mın bazı özellikleri anlamlı kabul edilip ayırt edilebilir, fakat lemlenip anlamlı bir bütün oluşturur.
bunların hangileri olduğu ve amaçlan önceden belirlenemez. Olaylara böyle bir yaklaşım biçimi hiç de Hegelci değildir.
Dahası, her çevrebilimsel ortam öylesine zengin, karmaşık ve Sözünü ettiğimiz ussal yasalar bilinmeyen bir yerden gelmemek-
farklılaşmış bir görünüm ortaya koyar ki, yalnızca onu oluş- tedirler. Felsefi bir önkural sonucunda ya da birkaç yüzyıllık
turan sayısız öğeden birkaçı dizge içinde yerini alır ve bu bölgesel bir tarihi kuşbakışı geçiştirerek elde edilmiş değildir-
durum, hiçbiri bütün toplumlar ve bütün uygarlıklar için bir- ler. Yalnızca, birbirinden çok farklı ekinsel bağlamlarda, hangi
örnek olmayan çok sayıda başka dizgenin oluşmasını engelle- biçimlerde ve hangi ayrı yollarla işlerlik kazandıklarinın ay-
mez. rıntılı bir incelemesi, bu yasalara ulaşmayı olası kılar. Ruhçözüm-
Demek ki başlangıçta, yalnızca gözlemin çözebileceği say- leyicilerinki gibi her durum için geçerli ve her kapıyı açan bir
maca bir unsurla karşılaşırız. Oysa, ne denli saymaca görünürse anahtar olarak tasarlanamazlar. Daha çok, dilbilgilerinin sun-
görünsün, öğeleri ayrı ayrı incelendiğinde, bir bütün olarak duğu ortak özelliklerden, dilyetisinin tümellerini çıkarsamayı
ele alınan her dizge tutarlıdır. «Yabanıl Diişünce»âe yazmış uman dilbilimcileri örnek alarak çalışıyoruz. Dilbilimcilerse, bu
olduğum gibi*, «bir sınıflandırmanın ilkeleri hiçbir zaman pos- tümellerin mantıksal dizgesinin herhangi bir özel dibilgisinden
tula olarak ortaya konamaz, yalnızca budunbilimsel soruştur- daha sınırlı olduğunun ve hiçbirinin yerini alamayacağının bi-
lincindedirler. Genel olarak dilyetisinin, ayrıca, yaşayan ya da
(*) «Penste Sauvage» s. 79 (Ç.N.) eski özel dillerin incelenmesinin, sonu belirsiz bir girişim oldu-

100 101
ğunu ve ortak özelliklerinin hiçbir zaman, değişmez bir kural-
lar bütünüyle sınırlanamayacağını bilmektedirler. Bir gün tümel-
lere ulaşmak olasıysa bile, içinde yer aldıkları çerçeve, yeni be-
lirlenmelere ya da eskilerinin düzeltilip genişletilmelerine açık
kalacaktır.
Bunun sonucunda, toplumsal yaşamda iki tür gerekirciliğin
(determinisme) birbirleri tarafından koşullandırılmaksızın bir-
likte bulunmasına şaşmamak gerekir. Her düşüngünün (ideoloji)
ardında daha önceki düşüngülerin birikimi yatar ve zaman için-
de hepsi birbirinde yankılanır; kuşkusuz sonsuza dek değil ama
en azından yüzbinlerce yıl önce ya da daha eskiden, henüz ilk Bella-Bella (ya da Heiltsuk) yerlileri, kendileri gibi İngiliz
adımlarını atan insanlığın ilk söylenlerini düşünüp dile getir- Kolombiyası'nın kıyüarında yaşayan güney komşuları Kwakiutl-
diği o ulaşılması olanaksız ana dek uzanır bu yankılanma. Bu lara yakın akrabalık ilişkileriyle bağlıdırlar. Her iki topluluğun
karmaşık sürecin her aşamasında, her diişüngüsel (ideolojik) anlatılarında —değişkeye göre, bir kız ya da oğlan çocuğu—
oluşumun tekno-ekonomik koşullar tarafından yönlendirildiği, doğaüstü bir dev tarafından kaçırılır. Bu, genellikle, Bella-Bel-
hatta saptırıldığı da aynı oranda doğrudur. Belirli bir toplumun la'ların Kawaka, Kwakiutl'ların Dzonokwa adını verdikleri bir
tarihsel gelişiminin her aşaması için geçerli düşünüş biçimlerinin devanasıdır. KwakiutTların anlatısında olduğu gibi, Bella-Bella'
altında yatan ortak bir düzenek olsa bile, bu ussal çarklar bir- larm genç kahramanı da kurtulmayı başarır ve devanası ya
birlerinin içine geçerler ve gözlem tek başına, bunların etkin- ölür ya da kaçmak zorunda kalır. Bunun sonucunda, çocuğun
liklerini ortaya koyamaz: yalnızca sağladıkları karşılıklı uyu- babası devanasınm bütün varlığına el koyar ve çevresindeki-
mun genel sonuçlarını saptamakla yetinir. lere paylaştırır. Bunun Potlach'm kökeni olduğu da öne sürül-
mektedir.
Söz konusu olan, gözlemden esinlenen felsefi bir görüş de-
ğil, budunbetimsel araştırmanın somut sorunlara yaklaşımda uy- Bununla birlikte, Bella-Bella değişkesi, Kwakiutl değişke-
mamızı zorunlu kıldığı bir yöntem kuralıdır. Bu konuşmamda, sinden ve başka komşu topluluklarınkilerden —bunlarda rast-
son yirmi yıldaki söylenbilimsel incelemelerimden vereceğim ör- lanmayan bir öğeyle—farklılaşır.
neklerle açıklamak istediğim şey işte bu zorunluluktur. Bella-Bella'lara göre, doğaüstü bir koruyucu, çocuğa dev-
anasından kurtulması için yardım eder, ve Kawaka'nın birik-
tirdiği deniz taraklarının hortumlarını, yani devanasınm yeme-
yip attığı parçaları toplamasını öğütler. Genç kahraman bu hor-
tumları parmağına geçirip gözdağı verircesine salladığında, dev-
anası öylesine korkar ki, gerisin geriye kaçarken sarp bir dağın
tepesinden tepetaklak düşer ve ölür.
Sıradan bir insanoğluna göre iki kez daha büyük ve güçlü
bir devanası, deniz tarağı hortumu gibi anlamsız ve zararsız

102 103
bir şeyden niçin böylesine korkmaktadır? Deniz suyunu alıp rip, pençe gibi sallayarak onu korkutmayı başarır. O zaman*
yeniden dışarı atmaya yarayan ve deniz kabuklarının belirli dek yalnızca Baykuş'un elinde bulunan ve Dentalia adı verilen
türlerinde oldukça ilginç bir görünümü olan, bu boru biçi- (kiiçük lildişlerine benzer) deniz kabuklarının tümünü de ya-
mindeki yumuşak tüplerin korkulacak nesi vardır? Bella-Bella nında götürmüştür. İşte, en değerli varlıkları olarak benimse-
söylenleri bu noktayı açıklamıyor. Yanıt bulabilmek için, yapı- dikleri bu deniz kabukları, bu zamandan beri yerlilerin malı
sal çözümlemenin temel bir kuralından esinlenmek gerekiyor: olmuştur.
bir söylen değişkesinde, diğer değişkelerle «uyuşmayan» bir Chilcotin söylenini burada kesiyorum, çünkü anlatının ge-
ayrıntı ortaya çıktığında, bu «sapkın değişke»nm, çevredeki risi bizi konumuzdan uzaklaştıracak. Hem Bella-Bella'lara hem
başka bir toplulukta rasüanabilecek «düzgülü değişke» ye ters de Chilcotinlere komşu olan Bella- Coola\arın değişkelerini de
düşen birşeyi belirtmeye çalıştığı varsayılabilir. söz etmeden geçiyorum. Yalnızca bir noktayı belirtmek gere-
Bu konuda bir açıklama yapmam gerekiyor: «sapkın» ve kiyor. Bu değişkelerde, keçi boynuzlarıyla ilgili ayrıntı korun-
«diizgülü» terimlerine mutlak bir anlam vermiyorum. Ancak makla birlikte, değiştirim Sninik adını verdikleri insan yiyen
bir değişke kaynak olarak kabul ediliyorsa diğer bir değişkenin devin kişiliğine kaydırılmıştır. Bu devin nitelikleri Bella-Bella
buna oranla sapkın olduğundan söz edilebilir. Söylenbilimle ve Kwakiutl devanalarıyla hem benzerlik hem de karşıtlıklar
ilgili çalışmalarım arasında bu türden örnekler bulunmaktadır. taşımaktadır. Öyle ki, söylende yapılan değişiklik bu öğede
Ama, değişimin tek yönlü olarak ele alınabileceği bu ayrıksı yoğunlaşır ve bu açıdan çözümlenmesi gerekir.
durumun dışında kalan değişkeler arasındaki ilişki ters yöne Bella-Bella ve Chilcotin söylenleri karşılaştırıldığında,
çevrilebilir. Elimizdeki örnekteyse «düzgülü değişke» yi sapta- birbirlerine koşut biçimde örgenlendikleri açıklıkla görülür.
mak kolaydır. Kıyı boyunca uzanan sıradağların kara tarafın- Her ikisinin öyküsü de aynı akışı izler, fakat onları oluşturan
daki doğu yamaçlarında yaşayan Chilcotin\er'm anlatılarında birimler arasında karşıtlıklar vardır. Chilcotinlerde sulugözlü bir
rastlanmaktadır. Bella-Bella'ları, sık sık ilişkide bulundukları oğlan, en gelişmiş Bella-Bella değişkesinde sulugözlü bir kız
Chilcotinlerden, girdisini çıktısını bildikleri bu sıradağlar ayırır. çocuğu, doğaüstü bir yaratık tarafından kaçırılır: bu, birinde
Athapaskan dil ailesinden olan Chilcotinlerin, dilleri ayrı olma- insan görünümlü bir devanası, diğerinde kuş biçiminde iyi yü-
sına karşın, kıyı kabileleriyle ekinsel yakınlıkları vardır ve top- rekli bir büyücüdür. Kurtulmak için her iki kahraman da aynr
lumsal örgütlenmeleriyle ilgili birçok öğeyi bu kabilelerden al- hileye başvururlar: yapay pençeler kullanarak ellerine ürkütücü
mışlardır. bir görünüm verirler. Bu pençeler ya keçi boynuzlarından ya
Şimdi de Chilcotin söylenini özetleyelim. (Bella-Bella de- da deniztarağı hortumlarından oluşur, yani birinde karaya iliş-
ğişkesindeki küçük kız gibi) sulugözlü, küçük bir oğlan çocuğu kin sert ve tehlikeli birşey, diğerindeyse denize ilişkin yumuşak
güçlü büyücü Baykuş tarafından kaçırılır. Fakat kendisine iyi ve zararsız birşey söz konusudur. Bunun sonucunda, Chilcotin
davranan büyücünün yanında mutlu bir yaşam sürmeye başlar. söyleninde, Baykuş suya düşer fakat boğulmaz, oysa Bella-
Yıllar sonra akrabaları ve dostları gizlendiği yeri bulurlar. Bu Bella devanası kayaların üstüne düşer ve ölür. Demek ki boy-
sırada serpilip büyümüş olan çocuk onlarla gitmek istemez. nuzların ve hortumların belirli bir amaca ulaşmak için birer
Sonunda kaçmaya ikna ederler ve Baykuş da onların peşine araç oldukları söylenebilir. Bu amaç her iki söylende de tam
düşer. Genç kahraman, parmaklarına dağkeçisi boynuzları geçı- olarak neyi kapsamaktadır? Oğlan ya da kız, Dentalia deniz

105 113/8
kabuklarını ya da devanasımn definesini ele geçiren ilk insanlar koyarlar. Deniz kabuklarının tersine, tüm bu nesneler karada
olurlar. Tüm söylen ve kuttörenlerin Kawaka ya da Dzonokwa bulunur. Fakat başka bir açıdan birbirlerinden ayrılırlar. Keçi
adı verilen devanasına ilişkin belirttiği şey, definesinin karaya boynuzları yenmeye elverişli değilse de, işlenildiğinde müzelerde
ilişkin bir kökeni olduğu, yani bakır tabakalardan, kürklerden, hayranlıkla gördüğümüz tören kaşık ve kepçelerinin hammad-
derilerden ve kurutulmuş etten oluştuğudur. Aynı devanasmın desini oluştururlar; yani definenin bir parçası olabilirler, ve
yerlilerden somon balığı çalışım anlatan başka Bella-Bella ve yenilmemelerine karşın, deniz tarağının (yenilebilir bölümüniı
Kvvakiutl söylenleri de vardır: ormanlarda ve dağlarda dolaşan, tutup ağıza atmak için çok işe yarayan) hortumları gibi (fakat
yani karada yaşayan bir yaratık olan devanası deniz ürünlerin- doğal değil de ekinsel) kullanışlı bir araç olarak besinin tabak-
den yoksundur. tan tüketicinin ağzına taşınmasına yararlar.
Demek ki her söylen, bazı araçların belirli bir amaca.
İki komşu kabilenin söylenleri arasındaki eytişimsel (dia-
ulaşmaya nasıl olanak verdiğini açıklar. Ve biz de iki söylenle
lektik) ilişkinin bir taslağını çizerken, yalnızca en belirgin özel-
karşı karşıya olduğumuza göre, bunların seçtikleri araç ve
likleri ortaya koymakla yetindim. Vermiş olduğum bu sınırlı
amaçların niteliklerine göre birbirlerinden ayrıldığını görürüz.
bilgiler yararlı biçimde geliştirilebilir ve tamamlanabilir. Yine
İlginç olan nokta, araçlardan birinin suyla (deniztarağı hortum-
de bu kadarı bile, bir söyleni başka bir söylene dönüştürmeye
ları) diğerinin darayla (keçiboynuzları) ilintili olmasına karşın,
olanak veren bir kurallar bütününün bulunduğunu ve bu ku-
bunlardan birincisi karayla (devanasmın definesi) ikincisi suyla
ralların hassas ve tutarlı nitelikleri olduğunu göstermeye yeter.
(Dentalia deniz kabukları) ilintili birer amaca ulaşırlar. Sonuç
Peki bu kurallar nereden çıkmaktadır? Söylenleri çözümlerken
olarak, «suya ilişkin» bir araç «karaya ilişkim bir amaç içer-
onları biz mi uyduruyoruz? Çözümlemenin ortaya çıkardığı şey,
mekte, ve buna ters orantılı biçimde, «karaya ilişkin» bir araç
bunların, komşu kabilenin söylenini dinleyen yerlilerin algıla-
da «suya ilişkin» bir amaç taşımaktadır. Hepsi bu değil: bir
ma biçimini yönlendiren iç yasaların belirli görünümleri ol-
söylenin aracıyla başka bir söylenin amacı ya da sonucu ara-
duğudur. Yerliler, komşu kabilenin söylenini çeşitli yollarla, bi-
sında iki bağıntı daha belirir. Bella-Bella söyleninin aracı olan
linçli ya da bilinçsizce değiştirerek benimserler. Komşularından
deniztarağı hortumlarıyla, Chilcotin söyleninin amacı olan Den-
daha aşağı gözükmemek için onu özümserler ve aynı zamanda
talia kabukları arasında bir ortak nokta olduğu hemen göze
yeniden biçimlendirerek onu kendi malları durumuna geürirler.
batar: her ikisi de deniz ürünleridir, yani suya ilişkindirler.
Oysa ekinsel bağlamlarında ele alındıkları zaman karşıt nite- Amerikan söylenbiliminin dökümünü yapmak için yıllar-
likler ortaya koydukları görülür. Dentalia kabukları denizden dan beri kendimi adadığım sabırlı çalışmanın gösterdiği şudur:
elde edilen en değerli ürün olarak benimsenir, deniz tarağı yukarda açıkladığım türde değişimler aracılığıyla, söylenler bir-
hortumlarmmsa hiçbir değeri yoktur, beslenmeye bile yaramaz- birine dönüşebilir ve bu karşılıklı değişimler söylenlerin belirli
lar: söylende devanasmın da onları yemediği özenle belirti- bir eksene göre birbirlerini yansıtacakları biçimde, bakışık ve
lir. Şimdi de, Chilcotin söyleninde bir araç niteliğindeki keçi ters orantılı olarak birbirlerini üretirler. Bu da bizi, fizik çev-
boynuzlarıyla, ele geçirilmesi Bella-Bella söyleninin sonucunu redekinden pek de farklı olmayan birtakım ussal yasaların,
oluşturan, devanasmın «karaya ilişkin» definesini karşılaştıra- söylenleri diişüngünün (ideoloji) birer anlatımı olarak oluşma-
lım: bunlar da kendi aralarında aynı tipte bir bakışıklık ortaya ya, ve düzenli çizgelere (şema) göre dönüşmeye zorladığı so-

107 113/8
nucuna götürür. İşte az önce sözünü ettiğim birinci tür gerekir- laysızca elde edebiliyorlardı. Bu kıyı kabilelerinin Chilcotin-
ciliği örnekleyen bu yasalardır. lerle iyi ilişkiler içinde olduğu ve onlara hiç saldırmadıkları
Batılı araştırmacılar tarafından belirtilmektedir: «Deniz kıyısın-
Ama böylelikle sorunun ancak yarısını yanıtlamış oluyo-
da ya da ırmak ağızlarında kurulu köylerinden pek uzaklaş-
ruz ve geriye daha bir sürü soru kalıyor. Daha uygun olduğun-
mazlar, sanki, tanımadıkları ve bu nedenle de onlara yasak-
dan, Chilcotin söylenini kaynak olarak alalım. Neden yerliler
lanmış olduğunu düşündükleri dağlık bölgede tehlikeye atıl-
Dentalia kabuklarının kökenini böylesine saptırarak, denizle
maktan korku duyarlardı». İç bölgelerde yaşayan, Tlıompsonlar
değil de toprakla ilintili biçimde açıklamaktadırlar? Ve Bella-
ve Coeur d'Alenltr gibi Dentalia kabuklarının gerçek kökenini
Bellalar pençe olarak kullanılan keçi boynuzu imgesini herhan-
bilmeyen kabilelerin de Chilcotinlerinkiyle bakışık ve ters oran-
gi bir nedenle tersyüz etme gereğini duymuş olsalar bile, doğal
tılı bir dizi söyleni vardı: sözde, bir zamanlar onların toprak-
ortamlarının sunduğu aynı işlevi görebilecek birçok somut nesne
larında da bu deniz kabuklarından bol bol bulunuyordu, ve
arasında deniz tarağı hortumunu seçmeleri nasıl açıklanabilir?
söylenleri bu değerli şeylerin nasıl ve neden ortadan kaybol-
Ayrıca Bella-Bellaların, Dentalia kabuklarına değil de başka
duklarını, yerlilerin artık bunları yalnızca mal değişimi (troc)
definelere ilgi göstermelerinin nedeni nedir? Tüm bu sorulan
yoluyla elde edebildiklerini açıklamaktaydı.
yanıtlayabilmek için, bir yandan çevre koşullarının, diğer yan-
Kıyı kabilelerinin deniz ve toprak ürünleri karşısındaki
dan tekno-ekonomik etkinliğin ve kıyıda yaşayan kabilelerle iç
tutumuysa bunun tam karşıtıydı. Onlara göre deniz ürünleri
bölgelerde yaşayan kabileler arasındaki toplumsal - siyasal ilişki-
tekno-ekonomik etkinliğin kapsamına giriyordu. Gerçekten de,
lerin oluşturduğu ikinci tür gerekirciliğe başvurmak gerekecek;
bunları toplayarak ya da oltayla tutarak geçiniyorlar, besleni-
yani sözü edilen toplulukların toplumsal ve doğal çevrelerini
yorlar ve kabuklarını da Chilcotinlere satıyorlardı. Neo-Mark-
oluşturan öğelerin bütününe.
sist meslekdaşlarımın deyişiyle, bu ürünler praxisten kaynakla-
İç bölgelerde, Chilcotinlerin doğusunda yaşayan, Salish nıyordu. Dolaşmaktan kaçındıkları ürkütücü dağlık bölgelerden
dilini konuşan kabilelerin gözünde, Dentalia kabukları büyük gelen toprak ürünleri içinse durum bunun tam tersiydi. Bu ters
değer taşıyordu. Bunları Chilcotinlerden elde ediyorlardı ve orantılı bağıntı bu konuyla ilgili diğer söylenlerden ideoloji
bu olgu doğu komşularının neden Chilcotinlere —Dentalia'lı düzeyinde çıkardığımız benzer bağıntıları da anlamamıza yar-
adamlar anlamına gelen— bu adı verdiklerini açıklar. Deniz dımcı olabilir; önce toprakla ilgili bir araç denizle ilgili bir
kabukları tekelini korumak ve değerini yabancıların gözünde sonuç doğururken, sonra bağıntının nasıl ters yönde oluştuğunu
daha da arttırmak için Chilcotinlerin, tükenmez Dentalia kay- açıklar. Aynı zamanda, kıyı kabilelerinde, praxistsn kaynakla-
naklarının doğaüstü olaylar sonucu kendi topraklarında bulun- nan deniz kabuklarının —böyle bir sözcük uydurmam bağışla-
duğunu anlatan bir kurmacayı benimsemekte büyük yararları nırsa— «söylenselleştirilmesme» neden gerek bulunmadığını ve
olduğu da açıktır. söylensel dönüşümün neden bir çapraz-terim (clıiasme) niteliğine
Oysa kolayca anlaşılabileceği gibi, gizlenmek istenen ger- büründüğünü anlayabiliriz. Denize ilişkin öğenin sonuç ula-
çek tümüyle farklıdır: Chilcotinler Dentalia kabuklarını, dağın mından (kategori) araç ulamına kaydırılması, Dentalia kabuk-
öbür tarafında yaşayan kıyı kabilelerinden mal değişimi (troc) ları yerine deniz tarağı hortumlarının geçirilmesiyle doyurucu
yoluyla alıyorlardı. Yalnızca bu kabileler, deniz ürünlerini do- biçimde gerçekleşebilmektedir. Her ikisinin arasında da, sözünü

108 113/8
ettiğimiz doğal ortamlarınkiyle aynı çift-ters orantılı bağıntı
vardır. Önce keçi boynuzlarını ele alalım: sivri ve dışbükey uç-
ları sayesinde tehlikeli bir silah biçimini alabilmektedirler, bu-
na karşılık, oyuk ve içbükey tabanları sayesinde de kaşık ya-
pılabilmeye ve dolayısıyla bir defineye katılmaya elverişli ola-
bilmektedirler. Aynı şekilde, Dentalia kabuklarının da, sert ve
dışbükey olan, yenilmeye elverişsiz dışyüzeyleri bir define oluş-
turmakta, oysa deniz taraklarının yumuşak ve içioyuk hortum-
ları hayvanın, kıyıda yaşayan toplulukların başlıca gıdası olan
iç bölümünü çağrıştırmaktadır. Buna karşılık hortumların hiç-
bir besin değeri yoktur, gözalıcı fakat gereksiz, şaşırtıcı bir Fraser ırmağı deltasının kuzeyinde yaşayan, Salish dil aile-
uzantı olarak görünürler. Sonuç olarak bunlar da söylenselleş- sinden Seechelt yerlileri, Columbia ve Fraser havzaları arasın-
tirilmeye» yatkındırlar, fakat Dentalia kabuklarının iç bölge top- daki Kayalık dağların batısında yaygın olan bir söyleni ilginç
lulukları için taşıdığı anlambilimsel değere bütünüyle ters, yine bir biçimde değiştirmişlerdir. Söylenin aslı şöyledir: bir Yalancı-
de bağıntılı bir nedenden dolayı, deniz tarağı hortumları da kahraman, oğlunu —ya da torununu— orada yuva yapmış
«söylenselleştirilmeye» elverişlidir: iç bölge toplulukları Dentalia kuşların tüylerini yolmak için bir ağaca tırmanmaya razı eder,
kabuklarına değer verirler fakat sahip olamazlar, kıyıdaki top- sonra da büyüyle ağacı büyütür. Ağaca tırmanmış bulunan za-
luluklarsa deniz taraklarına sahiptirler fakat hortumlarına de- vallı adam da inemez ve sonunda göksel dünyaya ulaşır. Bir-
ğer vermezler. çok serüvenden sonra dünyaya geri dönmeyi başarır fakat ya-
Demek ki anlık (esprit), çevrebilimsel ve tekno-ekonomik lancı-kahraman, karılarını baştan çıkarabilmek için onun kılı-
bir durumla karşı karşıya geldiğinde etkisiz kalmamaktadır. Bu ğına girmiştir. Kahramanımız öcünü almak için, kötü ruhlu
durumu bir ayna gibi yansıtmak yerine, tepki gösterir ve du- babasını ırmağa iter, akıntı da onu doğaüstü ve bencil kadın-
rumu özümler. Üstelik anlık, yalnızca algıladığı somut bir çev- ların somon balıklarına çobanlık ettiği okyanusa sürükler. Ya-
reye tepki göstermekle yetinmez. Dolaysız bir ilişki kuramadığı lancı-kahraman, bunların bentlerini yıkıp balıkları kurtarır; işte
başka çevrelerin varlığından ve başka toplulukların bu çevrelere bu zamandan beri somon balıkları akıntının ters yönünde yü-
tepkime biçiminden de haberlidir. Dolaysız ilişki içinde bulu- züp şimdi bulundukları yere gelirler ve yerliler de böylece onları
nulan ve bulunulmayan tüm bu çevreler, sürekli olarak aynı avlayıp beslenme olanağı bulurlar.
ükelere göre işleyen birtakım ussal yasalar gereğince ve doğal Somon balığı avının, bu balıkların tatlı suda üreyebilmek
ortamları, yaşama biçimleri kullanılan teknikler arasında göz- için ırmaklara geri geldiği sırada yapıldığı, deneye dayanan bir
lemlenebilen farklılıklardan bağımsız olarak, düşüngüsel (ideo- olgudur. Bu açıdan bakılırsa, söylen, bazı görünümlerini açık-
lojik) bir dizge içinde bütünleşirler. Birini yine bu Pasifik kıyı- lamaya çalıştığı doğal çevreyle bir noktaya kadar uyuşmakta-
larından aldığım iki örnekle, şimdi açıklamaya çalışacağım dır. Fakat Seecheltler bu öyküyü bambaşka bir biçimde an-
işte bu varsayımdır. latırlar. Onların anlatısında baba, belli olmayan bir nedenden,
daha öykünün başında boğulur. Ama bir kadın onu kurtarır

110 113/8
ve geri yollar. O da olayın sorumlusu olarak gördüğü oğlundan ğal çevrenin zorunlu kıldığı kabul edilse bile, birtakım ussal
öc almak için onu, öbür değişkelerdekiyle aynı büyülü yöntemler- gerekliliklerin, başka bölümleri de eşanlı biçimde değişmeye zor-
le göksel dünyaya gönderir. Kahramanımız orada, iki yaşlı kadı- ladığı görülmektedir.
na rastlar ve onlara, bulundukları yerin yakınında somon balıkla- Örneğin, oğulun, öc almadan önceki durumu değişime
rının bol olduğu bir yer gördüğünü söyler. Daha önceden bil- uğradığında gerekçesini yitirmiştir. Baba açık denizde yaşayan
medikleri bu habere karşılık, kadınlar da onun dünyaya geri kadınların bulunduğu yere gitmesine karşın balıkları kurtarmaz.
dönmesine yardım ederler. Buna karşılık oğul da somonların bulunduğu yeri bulur fakat
Seechelt değişkesindeki ikinci kesit, —yalancı-kahramanın onları kurtarmaz, vb.
boğuluşunu ve akıntı aşağısında oturan bir kadının yardımıyla Bu örneğin bize gösterdiği birşey daha var: eğer tekno-
kurtuluşunu— anlatan ilk kesitin yerini alır ve bu nedenle de ekonomik koşullarla ideoloji arasında basit ve tek-anlamlı bir
gerekçesini yitirir. Buna bakışık olarak, öbür kesitin temel olun- bağıntı geçerli olsaydı ve bu bağıntı yalnızca nedenselliğe d ı-
tusu (episode) yani somonların kurtarılışı da, diğer değişkenin yansaydı, Seecheltlerin, bölgelerinde niçin somon bulunmadığı-
ilk kesitine —göksel dünyadaki serüvenler— denk düşer ve nı, ya da daha önceden bulunuyorsa bile niçin yitirdiklerini
burada ikinci sıraya geçer. Demek ki, somonlarla ilgili oluntu, açıklayan söylenleri olması; hiç olmazsa, somonla ilgili söylen-
denizle kara arasında değil de, bu kez gökte geçmektedir ve lerden yoksun kalmaları gerekirdi. Oysa durum oldukça fark-
balıkların kurtarılışı da yalnızca yerlerinin bulunmasına indir- lıdır: bulunmayan somon söylenle var kılınmıştır; fakat başka
genmiştir. yerde bulunan somonun, tam olması gerektiği yerde bulunma-
Budanıp güdükleştirildiği belli olan bu değişke iki biçimde dığını vurgulayan bir biçimde... Deneyimin yalanladığı bir söy-
açıklanabilir. İlk bakışta, Seecheltlerin yakın komşuları Thomp- lensel örnekçe, görüldüğü gibi, yine de silinip gitmez. Hatta
sonlardan işittikleri bir öyküyü anlamadan yinelemeye çalış- dış gerçekle daha iyi uyum sağlamak için dönüşüme de uğra-
tıkları sanılabilir. (Thompson değişkesi oldukça ayrıntılı ve maz: kendine özgü bir biçimde yaşamını sürdürür; değişirse
eksiksizdir). Oysa böyle bir yorum, Seecheltlerin doğal çevre- bile, görgül gerekliliklerden değil, bunlardan bağımsız ussal ge-
siyle, daha içerde yaşayan komşularmki arasında bulunan özlü rekliliklerden dolayı değişir. Bizi ilgilendiren örnekte, tekno-eko-
farklılığı görmezlikten gelmek olacaktır: anlaşıldığına göre, nomik ve çevrebilimsel açıdan doğru bulunabilecek tek eksen,
Seecheltlerin bölgesinde somon bulunmamasının nedeni, akın- uçları kara ve deniz olan eksendir. Fakat bu da yatay durumdan
tının yeterince güçlü olmamasından kaynaklanmaktadır. Seec- dikey bir duruma kaymakta, denizi gösteren uç, göğe yönel-
heltler ve kıyı komşuları somon avlayabilmek için, Harrison mekte, toprağı gösteren uç «yakın» yerine «aşağı»yı çağrış-
ırmağının orta yatağındaki, 5?see/wlerin bölgesini ele geçirmek tırmaktadır. Bu değişim, benzer başka değişimlere de yol açar.
zorunda kalıyorlar ve bu da kanlı çatışmalara neden oluyordu. Deneyimle açıklanmaya çalışılsa da, tüm bunlar, herşeyden
Seecheltlerde somon bulunmadığına göre, balıkların kurtarılışı önce kendi iç tutarlılıklarını sağlayan biçimsel zorunlulukların
öyküsünü de kendi kahramanlarından birine yakıştırmaları akıl- sonucudur.
cı bir çözüm olmayacaktı, ya da öyküyü dünyadan gökyüzüne,
yani deneyimin geçerliliğini yitirdiği imgelemsel bir evrene kay-
dırmak gerekecekti. Anlatının bir bölümünde, bu değişimi do-

112 113/8
kızı aldatarak kendisini izlemesini sağlar. Genç kız, yaptığı el
işlemeleri için kirpinin dikenlerini öylesine istemektedir ki,
kaçarmış gibi yapan hayvanın peşinden ağacın en tepesine doğru
farkına varmadan tırmanır. Sonunda göksel dünyaya ulaştığın-
da, ay yeniden eski insan görünümünü alır ve onunla evlenir.
Kirpiden başka hiçbir ortak noktası yokmuş gibi görünen
bu anlatılar arasındaki farklılıkları nasıl yorumlamak gerekiyor?
Kanada biolojik bölgesinde çok yaygın olan kirpi, Araphoların
birkaç yüzyıl önce yerleştikleri yaylalarda, hiç yok değilse de
oldukça az rastlanan bir hayvandır. İçinde bulundukları çevre
Seechelt örneğinde gördüğümüz bu iki etkileşim biçimim koşulları, Araphoları kirpi dikenlerini ya mal değişimi yoluyla
daha birçok söylenbilimsel dizgede bulmak olasıdır, fakat şim- kuzey komşularından alma ya da düşman kabilelerin bölgele-
dilik yalnızca bir örnek daha vermekle yetineceğim. Burada da rinde avlanma seçeneğiyle karşı karşıya bırakıyordu. Bu du-
önceki örneğimizdekiyle aynı çifte değişimin açıkça gözlem- rum, hem teknik etkinliklerini hem de söylenlerini etkileyen iki
lenebilmesi oldukça ilginçtir. Kanada çevrebilimsel kuşağı de- değişime yol açtı. Kirpi dikeniyle yaptıkları gergef işleri, Ame-
nen bölgede yaşayan Algonkinler için, kirpi yararlı ve somut rika kıtasında rastlananların en iyisi'sayılan Arapholar, bu sa-
bir hayvandı. Onu, pek düşkün oldukları eti için avlıyorlar ve natlarını çeşitli gizemci uygulamalara bağımlı kılıyorlardı. İş-
dikenlerini iğne olarak kullanıyorlardı. Bellibaşlı söylenlerinde leme sürecini başka hiçbir topluluğun boy ölçüşemeyeceği oran-
de kirpi önemli bir rol oynuyordu. Örneğin bunlardan birinde, da, kuttörenlerle kaynaştırıyorlardı. İşlemeci kızlar, yalnızca
iki genç kız uzak bir köye doğru yola çıkarlar, yolda devrilmiş teknik değil, aynı zamanda özel bir dinsel eğitim de görüyor-
bir ağacın içine gizlenmiş bir kirpi bulurlar. Kızlardan biri za- lardı. İşe koyulmadan önce, zorunlu sayılan doğaüstü yardımı
vallı hayvanın dikenlerini yolup atar. Acı içindeki kirpi gazaba alabilmek için, dua etmek ve oruç tutmak zorundaydılar. Söy-
gelip bir kar fırtınası koparır ve kızlar soğuktan ölürler. Başka lenbilim alanında da kirpiye yakıştırılan nitelikler köklü bir
bir anlatı da, dünyada bir başlarına kalmış iki kızkardeşten değişime uğrar. Büyülü güçlerle donanmış, karın ve soğuğun
söz eder. Birgün kulübelerinden uzakta dolaşırken devrilmiş bir efendisi sayılan bir kara hayvanıyken, komşu kabilelerdeki gibi,
ağaca yuvalanmış bir kirpi bulurlar ve kızlardan biri hayvanın gökte yaşayan insan biçimli doğaüstü bir yaratığın hayvan kı-
dikenli sırtına oturma aptallığında bulunur, bütün dikenler de lığına girmiş biçimine dönüşür. Meteorolojik bir süreselliğin so-
kaba etlerine saplanıp kalır ve bunlardan kurtulup iyileşmesi rumlusu sayılırken, biolojik bir süreselliğin sorumlusu olur. Söy-
uzun zaman alır. lenin açıkladığına göre, genç kız Ay'la evlendikten sonra, ay-
Buna karşılık, yine Algonkin dil ailesinden, Arapholar kir- başı gören ve belirli bir gebelik süresinden sonra doğuran ilk
piyi bambaşka bir öykünün kahramanı yaparlar. Bunların öy- kadın olur.
küsünde, gökteki iki kardeş (güneş ve ay) insanla mı yoksa bir Görüldüğü gibi, kuzey Algonkinlerden Arapholara geç-
kurbağayla mı evlenmenin daha doğru olacağını tartışmakta- tiğimizde, söylensel kirpi, uzakla yakın arasındaki görgiil ve
dırlar. Ay ilk çözümü seçer ve kirpi kılığına girip bir yerli yatay ekseni bırakıp, toprakla gökyüzü arasında imgelemsel ve

115 113/8
lanmaktadır. Eğer kirpi gibi teknik ve ekonomik açıdan bunca
dikey bir eksene geçer. Bu Salish söyleninde gözlemlediğimiz değer taşıyan bir hayvan, yeni bir çevrede bulunmuyorsa, bu
değişimin aynısıdır ve aynı koşullarda ortaya çıkar: yani, tekno- hayvanın taşıdığı işlevi koruyabilmesi için, başka bir dünyaya
ekonomik etkinlik için önem taşıyan bir hayvan, özel bazı çev- yansıtılması gerekmektedir. Bu yüzden alçak yükseğe, yatay di-
rebilimsel nedenlerden ötürü ortadan kaybolduğunda, Salish keye, iç dışa dönüşür ve dönüşümler birbirini izler. İnsanla,
söylenindeki gibi dış etkenlerce değil de, içten belirlenen deği- yaşadığı ortam arasındaki bağıntıların, daha önceki tasarlanış
şimler görülür. Fakat farklı kökenlerine karşın, tüm bu de- biçiminin tutarlılığının korunabilmesi için, bu koşullar yerine
ğişimlerin yapısal olarak birbirine bağlı bulunduğunu, ve bazı- getirilmelidir. Burada asıl önemli olan, tutarlılığın, bağıntının
ları çevrebilimsel koşulların, bazıları ussal gerekliliklerin so- tözünâtn daha gerekli olmasıdır. Aslında, bağıntının değil or-
nucu da olsa, tümünün aynı bütüne ilişkin olduğunu kabul tamın tasarlanış biçimi değişmektedir: bu imgelemsel bir tasa-
etmek gerekir. Çünkü ancak bu koşulla, her ikisinin de aslında rıma dönüşür; eskiden somut gerçekliğe dayanan çevrebilimsel
tek bir öykü oluşturduğu anlaşılabilir: İkinci öykü birincinin bir bağıntı, geçerliliğini yitirse bile bütünüyle bırakılmaz, yerini
değişiminden başka birşey değildir ve birinden diğerine, yalnız- böyle bir tasarını alır.
ca kendi iç tutarlılıklarını etkileyen kuralların uygulanmasıyla
geçilmektedir.
Bu değişkelerden birinde, sözü edilen iki kadın kardeştir,
diğerlerindeyse kurbağa ve insan gibi iki ayrı türdendirler. Kızkar-
deşler, yakından uzağa doğru, yatay bir eksende ilerler, oysa
diğer iki kadın alçaktan yükseğe doğru, dikey bir ekseni izler.
İlk söylendeki kız, kirpinin dikenlerini yolup yere atarken; ikin-
ci söylendelci kız, kirpinin dikenlerini elde edebilmek için kö-
yünden uzaklaşıp yükseklere çıkar. Kadınlardan biri dikenleri
küçümseyerek atarken, diğeri işleme yapmak için bu değerli
şeyleri elinde bulundurmak istemektedir. Birinci anlatı küme-
sinde, kirpi devrilmiş bir ağaçta yuvalanmıştır, ikincisindeyse,
aynı hayvan dikili bir ağacın tepesine doğru tırmanır; ve birin-
cisi kızkardeşlerin yatay eksendeki ilerleyişini yavaşlatırken,
diğeri kızın daha yükseklere ve daha hızlı biçimde tırmanma-
sına neden olur. Kadınlardan biri çömelerek kirpinin üstüne
oturur, diğeri oııu yakalamak için doğrulup yükselir. İlk kirpi
saldırgan, ikincisiyse baştan çıkarıcı biçimde davranır: biri ona
arkadan batar, diğeriysc kızlığını bozar, yani önden girer.
Çevrebilimsel açıdan herhangi bir anlam taşımasa da, tüm
bu değişimler belirli bazı değişimlerin muüaka başka değişim-
lere de yol açmasını zorunlu kılan içkin bir mantıktan kaynak-
/
117
116
vurmak gerekecek. Sesbilgisi (phonetique) ve sesbirimbilim (pho-
nemique) sözcüklerinden türetilmiş bu terimler, dilyetisinin ses-
lerini incelemek için birbirlerini bülünleyen iki yaklaşım biçimi
bulunduğunu gösterir: kulağımızla işittiğimiz biçimiyle, d a h i
doğrusu işittiğimizi sandığımız biçimiyle (algılama verilerini has-
saslaştırmak için ses-kayıt aygıtları da kullanılsa durum de-
ğişmez) ya da, dilbilimcinin işlenmemiş verileri doğrudan göz-
lemlenemeyen oluşturucu birimlerine ayırdığı açıklama ve çözüm-
leme evrelerinden geçmiş biçimiyle... Bu tür bir çalışma yön-
temi uygulayan dilbilimci, görgül düşüngülerin (ampirik ideolo-
Buna karşın, yukarda sözünü ettiğimiz (biri insanların çev- jilerin) ardında gizlenen ikicil (binaire) karşıtlıkları ve değişim
releriyle kurdukları tekno-ekonomik ilişkilerin sonucu olan, di- yasalarını bulgulamaya çalışan bııdunbilimciyle aynı düzlemi pay-
ğeri durağan ussal belirlenmeleri yansıtan) iki tür gerekirciliğin laşmaktadır.
nasıl uyum sağlayıp birbirleriyle nasıl eklemlendiklerini somut Bu ayrım, uygulama açısından ne kadar yararlı olursa ol-
örneklerle göstermek yeterli değildir. Çünkü, doğal çevre ve sun, ona varlıkbilimsel (ontologique) bir konum verecek kadar
anlık birbirlerini kesinlikle dıştalayan kendilikler (entites) ol- ileri gitmek tehlikeli olur. Beynin, gürültüleri ve müzik sesle-
saydılar, böyle bir uyumu varsaymak oldukça güç olurdu. Bu rini algılayış biçiminin, dilyetisinin sözde «s<?.s»lerini işitme bi-
sorun bizi ussal belirlenmelerin doğal kökenlerini araştırmaya çimimizden tümüyle farklı olduğunun; ve beynin sol şakak ta-
götürür. Bunları, dolaylı bir biçimde de olsa, örgenbilim (ana- rafındaki diliminin (lob) zedelenmesiyle, sesbirimlen (phoneme)
tomi) ve fizyolojiden kaynaklanan bir koşullar bütününe bağ- ayırdedebilme yeteneğinin yokolmasına karşın bunun müzik
layamadıkça, bir tür felsefi ikiciliğe düşme tehlikesiyle karşıla- dinlemeyi etkilemediğinin, Luria tarafından kanıtlanmasından
şırız. Aslında, bu biolojik görünümler de, insanlığın içinde ge- sonra, hâlâ dilyetisinin seslerden yapılı olduğuna inanmak olası
liştiği, çalışıp düşündüğü ve yalnızca örgensel yapısı aracılı- mıdır? Beynin dilyetisinde algıladığı şeyin, ses türünden birşey
ğıyla algılayabildiği doğal çevrenin bir parçasıdır. Dünyayı ve değil de ayırıcı nitelikler olduğu anlaşılmadıkça, aykırısav (pa-
anlığı ayrı kendilikler (entites) biçiminde tasarlamaya yönelik radox) gibi gözüken bu olgu nasıl açıklanabilir? Hem mantık-
her eğilim kaçınılmaz olarak metafiziğe dönüş anlamı taşıya- sal hem de görgül bir gerçekliği bulunan bu ayırıcı niteliklerin,
caktır. Oysa, doğal (ekolojik) ortamı da içeren dış dünyaya iliş- ussalcılık (mentalisme) ya da düşiincecilik (idealisme) diye yar-
kin verileri, ancak duyularımız aracılığıyla ve beynin oluştur- gılanamayacak biçimde, ses kayıt aygıtlarınca da saptanabildiği
duğu biçimiyle kavrayabiliriz. Aralarında belirli bir uyum sağ- artık bilinmektedir. Bu da gerçek «etiqııe» düzeyin «emique»
ladıklarına göre, tüm bu görüngülerin buluştuğu bir ortak nokta düzey olduğu anlamına gelir.
olmalı.
Görme düzenekleriyle ilgili yeni araştırmalar da benzer
Sorunu biraz daha açıklığa kavuşturabilmek için, Amerikalı sonuçlar ortaya koymaktadır. Göz dış dünyayı görüntülemekle
dilbilimcilerin «etiaue» ve «emi.qııe» adını verdikleri olgular ara- yetinmez: biçimsel özelliklerini de diizgüler (encoder). Bu özel-
sında yaptıkları, bize de oldukça uygun görünen ayrıma baş- likler nesnelerin sözde duyumsanabilir niteliklerinden çok ara-

118 113/8
larındaki birlik ya da karşıtlık bağıntılarını kapsamaktadır. Be- ler ussal işlemlerin basit bir yansıması değildir, duyu örgenleri :
yinzarınm (cortex) özel hücreleri bir tür yapısal çözümleme yap- de yapısal biçimde çalışırlar ve bizim dışımızda da atomsal,
maktadırlar. Birçok hayvan türünde de böyle bir çözümleme molekülsel, hücresel, örgensel yapılar bulunmaktadır. Bu iç ya
süreci sinir düğümlerinin ve ağtabakanın başka türde hücrele- da dış yapılar «etiqııe» düzeyde algılanılmadıklarına göre,
rince başlatılmakta ya da tümüyle bu aşamada çözüme ulaştı- nesnelerin doğası «etique» değil «emique»tir ve ancak bu açıdan
rılmaktadır. Her ağtabaka ya da beyin hücresi, yalnızca kendi ele alındıklarında daha iyi kavranılabilirler. Anlık, zaten duyu
yapısına uygun düşen belirli tipte uyarılara tepki gösterir (ör- örgenlerince işlendikten sonra ona ulaşan görgül verileri işler-
neğin, devinim ve devinimsizlik, renkli ve renksiz, dışbükey ve ken, aslında başlangıcından beri yapısal olan birşey i, yapısal
içbükey, dik ve eğik, soldan sağa ya da ters yönde, dikey ya da biçimde oluşturmayı sürdürmekten başka birşey yapmamaktadır.
yatay devinimler, vb karşıtlıklara). Anlık, nesneleri beynin diz- Anlığın, anlığı da içeren bedenin, ve bedenle anlığın algıladık-
gesel biçimde işlediği bu ön-bilgilere dayanarak, hiç de önce- ları nesnelerin aynı gerçeklikten kaynaklanması bunu olası kıl-
den algılamış olmadığı bir biçimde yeniden kurar. Ağtabakanın maktadır.
bu çözümleyici işlevi, kurbağa türünden, beyin zarından yoksun Amoore'un ortaya attığı, kokularla ilgili stereo-kimyasal
hayvanlarda ağır basmaktadır; ama sincap gibi hayvanlarda da kuram doğruysa, duyular düzeyinde çözümlenmesi hatta uygun
bulunur. Hatta gelişmiş memeli türlerinde de, çözümleme işlevini biçimde betimlenmesi bile olanaksız bir niteliksel çeşitlilik,
üstlenmiş beyinzarı hücreleri, eski merkezleri algılama örgen- koku hücrelerinin geometrisel özellikleri arasındaki farklılıklara
lerinde bulunan birtakım işlemleri yüklenmekten başka birşey indirgenmiş olacaktır. İzninizle son bir örnek daha vermek is-
yapmamaktadır. Dış çevrenin taşıdığı bilgileri, sinir dizgesinin tiyorum. Berlin ve Kay, Basic Color Terms adlı önemli yapıt-
özünde bulunan ikicil düzgiiler (codes binaires) aracılığıyla kav- larında, siyah/beyaz karşıtlığım ünlü ve ünsüz sesbirimlerin
rayan, diizgüleme ve düzgü çözme (decodage) düzeneklerinin karşıtlığıyla karşılaştırarak, kanımca hatalı bir yaklaşımda bu-
insanda da bulunduğuna inanmamak için bir neden yok. Dolayı- lunmuşlardır; çünkü koku alma ve görmeyle ilgili beyin çizel-
sıyla, bize algılamanın hammaddesi ve dolaysız bir veri gibi geleri hem ünlüler hem de ünsüzler dizgeleri için geçerli bir
görünen şey, «etique» nitelikte değildir. Bu sözde-gerçeklik as- türdeşlik ortaya koymaktadır. Köhler ve Stumpf'un çalışmala-
lında bulunmamaktadır; gerçeğin «emique» düzeyindeki soyut- rına dayanarak, Jakobson koyu ve açık renkler arasındaki gör-
lamalarından başka birşey değildir. sel karşıtlığın, ünsüzler dizgesindeki P ve T sesbirimlerihin pes
Eğer «etique» ve «emique» arasındaki ayrım kesin bir ve tiz seslerinkiyle kıyaslanabilecek karşıtlığına denk düştüğünü
değer olarak korunmak isteniyorsa, bu iki terimin yaygın kulla- göstermiştir. Ünlüler dizgesinde de aynı karşıtlığı dile getirmek
nım biçimlerini de tersine çevirmek gerekmektedir. Mekanik U ve / sesbirimlerine düşer. Berlin ve Kay'in kuramına göre,
maddecilik ve duyumculuk (sensualisme) tarafından oldukça uzun «kırmızı» sözcüğü, «siyah» ve «beyaz» sözcüklerince çağrıştı-
bir süredir doğal ve tartışılması gereksiz bir şeymiş gibi benim- rılarak, onların ardından gelen üçüncü terim olmaktadır. Ünlüler
senen «etique» düzey ikincil bir oluşum olarak ele alınmalıdır. dizgesi de bu üçüncü terime denk düşen bir öge içermektedir.
Tersine, «emique» düzey duyuların yaptığı işlemlerle, anlığın Oysa, «kırmızı» sözcüğü ünlüler dizgesindeki — u ve i ye karşıt
daha üst düzeydeki etkinliklerinin birleştiği ve birlikte gerçeğin durumdaki— a sesbiriminin karşılığıdır. Berlin ve Kay, renk
iç doğasına uyum sağladıkları bir düzeydir. Yapısal düzenleme- kavramında üç ayrı boyut saptar: ayırtı (nuance), doyma (sa-

120 12t
turation) ve değer (valeur). Oysa ünlüler ve ünsüzler üçgenleri farklılık yoktur ve anlığın oluşturduğu yapısal özellikler, onun
gibi, siyah beyaz ve kırmızıyı içeren renkler üçgeninin de, içle- gerçekliğin kendine özgü yapılarını kavramasını sağlar. Anlığın
rinde en «etique» boyut olan «ayırtı»ya gereksinimi yoktur. dış dünyayı kavrayabilmesini, onun da bu dünyanın bir par-
Bu boyut, ışık dalgalarının değişken uzunluğuyla, yani yalnızca çası, bir ürünü olmasının olanaklı kıldığını kabul etmenin, dü-
fizik terimlerle tanımlanabilir. Renkler üçgenini kurmak için şüncecilikle ya da ussalcılıkla bir ilgisi yoktur. Anlığın dünyayı
diğer iki boyut —doyma ve değer— yeterlidir. Çünkü bunlar anlayabilmek için yaptığı işlemler, dünyada kendiliğinden olu-
fiziksel olmaktan çok mantıksal özellikleri bulunan boyutlardır, şan işlemlerden niteliksel olarak farklı değildir.
varlık ya da yokluklarıyla, yani ikicil (binaire) bir karşıtlıklar Genellikle, yapısalcılık karmaşık beğenileri olan entellek-
dizgesiyle tanımlanabilirler. Bu durumda da, algılamanın daha /üe/lerin uyguladığı, gerçekle ilintisi olmayan soyut ve boş bir
karmaşık yanlarının altında yatan ve zaman içinde bunlardan oyun olarak görülür. Oysa, göstermeye çalıştığım şey, yapısal
önce gelen yalın bir mantıksal yapının bulunduğu düşünülebilir. çözümlemenin anlıkta oluşabilmesini, örnekçesinin bedende za-
İnsanbilimleri, aşılmış bir felsefi ikiciliğe (dualisme) karşı ten bulunmasına borçlu olduğudur. Görsel algılama, ikicil (bi-
çıkına konusunda fizik ve doğa bilimleriyle tam bir uyum için- naire) karşıtlıklarla gerçekleşir ve sinir hastalıkları uzmanları
dedir. Düşünsel (ideel) ve gerçek, soyut ve somut, «emique» ve bunun, beynin işleyiş biçimi için de geçerli olduğunu kabul
«etic/ue» gibi kavramları karşı karşıya getirmenin artık hiçbir edeceklerdir. Yapısalcı yaklaşım —izlediği yollar aşırı entel-
anlamı yok. Dolaysız bir veri olduğunu düşündüğümüz şey, bu lektüel olmakla suçlanmasına karşın— bedende örtiik biçimde
düzeylerden ne birinde ne de diğerinde değil, ikisinin arasında bulunan derin gerçekleri bulgulamayı ve bilinç düzeyine çıkar-
aranmalıdır: duyu örgenleri ve beyin tarafından düzgiilenmiş mayı başarır. Yapısalcılık, ruh ve bedeni, anlık ve çevreyi, dü-
(encoder) bir betiği başka betiklerin diline çevirebilmek için, şünce ve dünyayı barıştırarak, bilimsel düşüncenin işleyişine
herşeyden önce düzgüsiinün çözülmesi (decoder) gerekmektedir. uygun düşen tek yol olan maddecilik yönünde ilerlemektedir.
Ayrıca, daha başlangıçta bu özgün betiği düzgülemeye olanak Hiçbir düşünce, Hegel'den de, hatta, usçu (rationaliste) tutumuna
veren fizik ve kimyasal işlemler, anlığın bu düzgüyü çözmek bağlı kalarak ikiciliğini (dualisme) aşmaya çalıştığımız Des-
için aştığı çözümleme evrelerinden özünde farklı değildir. Gö- cartes'dan da böylesine ıızaklaşmamıştır.
rüldüğü gibi us (entendement)un yolları ve araçları, soyutlanmış Çözmeye çalıştığım anlaşmazlığın nedenleri, belki de yal-
bir anlıksal etkinliğin işlevsel sınırları içinde bölünmüş durumda nızca yapısal çözümleme uygulayanların ne yaptıklarının tam
değildirler. Usun, kendi işleyiş biçimlerini geliştirmek için, duyu olarak bilincinde olabilmesinden kaynaklanmaktadır: son birkaç
örgenlerinde zaten işlerlik kazanmış anlıksal süreçleri kendisi- yüzyılda bazı dar görüşlü bilimsel bakış açılarmca birbirlerini
nin yüklendiğini söylemek en doğrusu olacaktır. Kaba madde- dıştaladıkları sanılan boyutları— duyarlılık ve anlığı, nitelikle
ciliğin ve görgiicü duyumculuğun (sensualisme ampiriste) yap- niceliği, somutla geometriseli, ya da bugünkü bilimsel deyişle
tığı gibi, insanın doğayla dolaysız bir ilişki içinde olduğu söy- «etique» ve «emigue»i— barıştırmak. Teknik ve çevre koşul-
lenemez. Çünkü gittikçe daha açık bir biçimde görünen gerçek, larından, toplumsal yaşamın öbür görünümlerine oranla daha
doğayı oluşturan yapısal özelliklerin, sinir dizgesinin onları bağımsız ve deneyim düzleminden çok uzakmış gibi görünen,
kavramak için kullandığı yapısal düzgülerden tartışılmayacak düşüngüsel (ideolojik) oluşumlar bile (örneğin, «söylenbilim»
kadar daha zengin olduğudur. Fakat aralarında niteliksel bir teriminin kapsamına girenler), çevreyle ilgili veriler ve her ekin'

123 113/8
in kendi doğal ortamına tepkime biçimleri titizlikle ele alınma-
dıkça, doyurucu biçimde incelenemez. Ancak en küçük ayrın-
tının, kılı kırk yaran bir dikkatle göz önünde bulundurulmasıyla,
anlık ve beden çok önceden yitirilmiş bir birlikteliğe yeniden
ulaşırlar.
Eğer yapısalcılık belirli bir ilgiyi hak ediyorsa, bunun tek
nedeni kuramsal değil, bir ölçüde de kılgısaldır. İncelediğimiz
ilkel denen toplulukların bize öğrettiklerinden çıkarttığımız
ders, bu gerçeğin yalnızca bilimsel bilginin soyut düzleminde
değil, duyarlılık açısından da anlam taşıdığıdır. Bu topluluklar
bizi, modası geçmiş görgücülükle (empirısme), mekanizm'in zo-
runlu saydığı anlıksal ve duyusalın uzun ayrılığına bir son ver-
meye; ve sürekli bir anlam arayışı içindeki insanla, yaşadığı
dünya— biçimlerden, renklerden, dokulardan, kokulardan, tatlar-
dan oluşan bir dünya — arasındaki uyumu yeniden sağlamaya
yüreklendirir. Sonuç olarak yapısalcılık, bize doğal çevreyi sev-
meyi ve ona karşı saygı göstermeyi öğretir; çünkü bitkilerden
ve hayvanlardan, canlı varlıklardan oluşan doğal çevre, insan-
lığın yaşamını sürdürebilmesi için gerekli herşeyin maddi kay-
nağı olması dışında, en derin estetik coşkuların, anlıksal ve
törel düzlemde de, en yüksek soyut düşüncelerinin esin kaynağı
olmuştur.

124
CLAUDE L E V İ - S T R A U S S
ELEŞTİREL bir YAKLAŞIM(-)

Maurice Godelier

Hem işlevselcilik, hem yapısalcılık, hem de Marksçılık


tarafından toplumsal olguların bilimsel incelemesinin zorunlu
koşulu sayılan iki yöntem ilkesi vardır. Birinci ilke, toplumsal
ilişkilerin ayrı ayrı değil karşılıklı bağıntıları içinde, «dizge»
oluşturan bütünlükler olarak ele alınmasını önkoşul olarak ileri
sürer. İkincisiyse, bu dizgelerin doğuş ve evriminin incelenme-
sinden önce iç-mantıklarının çözümlenmesi gerektiğini vurgu-
lar. Belirli bir açıdan, bu iki ilke çağdaş bilimsel düşünceyi
ondokuzuncu yüzyılın evn/ndliğinden, tarihselciYığmden (his-
toricisme) ve dağıtımcılığından ayırır. Bu öğretiler, toplumların
evrimi konusundaki birbirine karşıt görüşlerine karşın; toplum-
sal kurum ve geleneklerin gerçek işleyişinin yüzeysel bir çö-
zümlemesiyle yetinerek, asıl çabalarını insanlığın kökenini araş-
tırmak ve evriminin tümüyle varsayımlara dayanan tarihini bir-
birini izleyen evreler biçiminde yeniden kurmak konusunda yo-
ğunlaştırdıkları ölçüde de aynı konumu paylaşırlar. Fakat, iş-
levselcilik, yapısalcılık ve Marksçılık arasındaki uyum da, bu
öğretilere karşı paylaştıkları yöntem ilkelerinin soyut çerçevesini
aşmaz ve bu ilkelerin somut uygulamaları konusunda uyuşmaz-
lık baş gösterir. Bir yanda işlevselcilik, öbür yanda yapısalcılık
ve Marksçılık arasında «toplumsal yapı» kavramından ne anla-
şılması gerektiği konusunda tam bir karşıtlık vardır. Radcliff-
Brown ve Nadel'c göre toplumsal yapı insanlar arasındaki gö-
rünür bağıntıların «düzeni», bu görünür bağıntıların karşılıklı

127
-birbirlerini bütünlemelerinin yol açtığı bir «düzenleme»dir( 2 ).
Demek ki işlevselcilere göre bir «yapı» gerçeğin bir «görünü- bölümünde, yapısalcılığın bu konudaki tutumunu kesin bi-
m ü d ü r , yani insan düşüncesinin dışında da bir gerçekliği var- çimde belirler. «Yapısalcılık, idealizm ve biçimcilik arasında
dır. Oysa Leactia göre, yapı, düşüncenin nesnelere getirdiği, bir kavram kargaşası yaratılıyor, oysa yapısalcılığın gerekirci ve
gerçeğin sayısız görünümlerinde yansıyan karmaşasını, yalm- gerçekçi bir esin taşıdığının açıkça anlaşılması için, karşısına
laştırılmış tasarımlara dönüştüren ideal bir düzendir. Bu tasa- gerçek bir idealizmin ve gerçek bir biçimciliğin çıkması yeter.»
rımların gerçeklik üstünde belirli bir etkisi, uygulamaya yöne- Levi-Strauss, insan düşüncesinin dışında ve görünebilen top-
lik bir değeri vardır ve toplumsal davranışları yönlendirebilir- lumsal bağıntıların ötesinde bir gerçeklikleri olduğunu öne sür-
lere3). düğü yapıların çözümlenmesi için üç yöntem ilkesi önerir:
Levi-Strauss'a göreyse yapılar gerçekliğin bir parçasıdırlar, a) her yapı, birbirlerine değişim yasalarıyla bağlı, belirli
gerçektirler ve bu konuda Radcliffe-Brown'un görüşünü payla- bir bağıntılar bütünüdür.
şır, Leach'in idealist görgücülüğiineyse (ampirizm) karşı çıkar. b) her yapı kendi oluşturucu birimleri olan özgül öğe-
Levi-Strauss'a göre, Marx'ta da olduğu gibi, yapılar dolay- lerin bir bileşimidir ve bu nedenle bir yapıyı öbürüne «indir-
sızca görünen ve gözlemlcnebilen gerçeklikler değil, insanlar gemek», ya da bir yapıyı başka bir yapı aracılığıyla «ortadan
arasındaki görünür bağıntıların ötesinde varolan gerçeklik dü- kaldırmak» olanaksızdır.
zeyleridirler ve işleyişleri toplumsal dizgenin derin mantığını c) aynı dizgenin içinde yer alan farklı yapılar arasında
oluşturur; toplumun görünür düzeni ancak bu derin düzeye da- —yasalarının araştırılması gereken— bir bağdaşım ilişkisi var-
yanılarak açıklanabilir. Levi-Strauss'un ünlü tanımının anla- dır, fakat bunun doğal çevreye uyum sağlama sürecinin ba-
mını burada aramak gerekir. Leach gibi yapısalcılar ilk tümceyi şarıya ulaşması için zorunlu bir ayıklanma düzeneğinin sonucu
vurgulayıp gerisini önemsemeyerek, bu tanımı biçimci ve ide- olduğunu sanmak yanlıştır.
alist bir biçimde yorumlamaya çalışmışlardır:
«Temel ilke, toplumsal yapı kavramının görgül gerçekliğe Levi-Strauss'a göre «her toplumun tarih içinde yer aldığını
değil, bu gerçekliğe dayanarak oluşturulan örnekçelere ilişkin ve değişime uğradığını göstermek için bir sürü kanıt aramaya
olmasıdır. Toplumsal bağıntılar, toplumsal yapıyı açığa vuran kalkışmak hem gereksiz hem de bıktırıcı bir iştir, çünkü bu
örnekçelerin oluşturulması için yararlanılan hammaddelerdir.» apaçık bir gerçektir»( 4 ). Tarih yalnızca, «yok denecek kadar
Levi-Strauss, Maybury-Levis'e yanıtında bu olguyu yeni- az değişime yol açan ve bulunduğu evrede süresiz olarak kalma
den vurgular: «molekül yapısının en açık kanıtı gerçek mole- eğilimi gösteren toplumların», «soğuk» tarihi değildir( 5 ). Aynı
küller görmemize olanak veren elektronik mikroskop tarafından zamanda, «etkileri birbirine eklendiğinde ekonomik ve toplum-
sağlanmıştır. Yine de bu buluş, molekülün hiçbir zaman çıplak sal bunalımlara yolaçan geri dönüşsüz bir olaylar zincirinden»(°)
gözle görülemeyeceği gerçeğini değiştirmez. Ayııı biçimde, ya- oluşur. Claude Levi-Strauss, bu değişimleri açıklamak için «alt-
pısal çözümlemenin somut toplumsal bağıntıları algılayış biçi- yapıların tartışılmaz öncüllüğünü» «bir düzen yasası» olarak
mimizi değiştirmesini beklemek umutsuz bir bekleyiştir. Yapı- benimser( 7 ).
sal çözümleme onları ancak biraz daha iyi açıklayabilir, o ka- «Hiçbir biçimde, ideolojik değişimlerin toplumsal değişim-
dar.» Mythologiques adlı yapıtının birinci cildine yazdığı giriş lere yolaçtığını ileri sürmeye kalkışmıyoruz. Yalnızca bunun
tersi doğriıdur. İnsanların doğa ve ekin arasındaki ilişkileri
128
129/9
kavrayış biçimleri kendi toplumsal ilişkilerindeki değişimler ta- özgü yaşayış biçimi» (1B) olduğu savı da, Levi-Strauss'un Marx'
rafından belirlenir. İncelediğimiz şey, mağaranın dibinde gö- tan aldığı, toplumsal yapıların ve değişimlerinin düzen yasası
züken gölgelerden başka birşey değil.»( 8 ) savıyla kesin bir karşıtlık içindedir.
Ve Levi-Strauss, söylenler ve yabanıl düşünceyle ilgili ça- Bu noktaya nasıl gelmiştir? Açık bir biçimde başvurduğu
lışmalarıyla, Marx'ın tasan durumunda bıraktığı üstyapılar ku- kuramsal ilkeler neden işlerlik kazanamamış ve pratik düzle-
ramına «katkıda» bulunmak istediğini belirtir( 9 ). Bununla bir- minde silinmiş, yokolmuşlardır? Bu yazıda Levi-Strauss'un ya-
likte, bu kuramsal ilkelerin, Mythologiques adlı yapıtının sonuç pıtını çözümlemeye ya da bilimsel bilançosunu çıkarmaya kal-
bölümünde yazdıklarıyla ters düştüğünü görüyoruz: antik yu- kışmayacağız. Yine de, yapıtının iki alanda köklü bir dönü-
nan toplumunda, mitologya'nın yerini, bilimsel düşüncenin ön şüme yol açtığını belirtelim: akrabalık kuramı ve ideolojiler
koşulu olarak doğan felsefeye bırakmasına yol açan köklü ta- kuramı. Bu iki alandaki ilerlemeler ancak onun vardığı sonuç-
rihsel dönüşümü, yalnızca, «orda ve o anda ortaya çıkmasından ların ve düştüğü yanılgıların yardımıyla sağlanabilir. Yakın ak-
başka bir anlam taşımayan bir tarihsel rastlantı» ( t a ) olarak yo- rabaların kendi aralarında evlenme yasağı (inceste), topluluk
rumlar. Her toplumu örgenleyen düzen yasasına boyun eğdiği dışından ya da içinden evlenme kuralı (exogamie/endogamie),
söylenen tarih, yine de gerekirlilikten soyutlanmış, Batı düşün- amca çocuklarının kendi arasında evlenmesi ve ikici (dualiste)
cesinin ve bilimin doğuşu basit bir kaza durumuna indirgen- toplumsal örgütlenme gibi teker teker ele alınıp bir türlü çözüme
miştir. «Bu geçiş orada başka yerde olduğundan daha zorunlu ulaştırılamamış temel sorunların arasındaki .bağıntıyı kurarak
değildi ve tarih ön plandaki yerini koruyorsa bunu indirgene- tek bir olguya, evliliğin bir değişim, bir kadın değişimi olduğu
mez olumsallığa borçludur»^ 1 ). Structures elementaires de la saptamasına dayandırarak açıklamış ve akrabalık ilişkilerinin bi-
Parente adlı yapıtının başına Taylor'dan yaptığı alıntıyı koyarak, reyler arasındaki bir ilişkiden önce topluluklar arasında bir iliş-
«Çağcıl bilimin giderek daha kesin olarak vardığı sonuç şudur: ki olduğunu ortaya koymuştur. Değişimin olanaklı iki düzene-
bir yerde yasalar varsa, her yerde yasalar var demektir» diye ği —sınırlı değişim, ve genelleşmiş değişim— bulunduğunu sap-
yazan Levi-Strauss, buna karşın, tarihi rastlantısal olayların tayarak, aralarında genellikle hiçbir tarihsel ilişki bulunmayan
birbirini izlemesi olarak gören görgücülükle (ampirizm) aynı toplumların görünürde pek az ortak noktası olan akrabalık
konuma düşmektedir. dizgelerinin geniş bütünlüğü içinde ortak bir düzen olduğunu
«Budunbilime dönersek, 'evrimcilerin, ayrıntılı bir araş- bulgular. Bu bir değişimler düzenidir. Akrabalık dizgelerinin
tırmaya ve gerçek bir gözleme dayanmadan, A evresindeki bir «biçimleri» nden yavaş yavaş oluşturduğu bu geniş Mendeleiev
toplum B evresindeki bir topluma dönüşüyorsa, B evresindeki çizelgesi, akraba çevresini tanımlamakla yetinen akrabalığın
tüm toplumların A evresindeki toplumların evrimleşmesiyle oluş- «karmaşık» yapılarının eşiğinde durur. Eş seçiminin belirlen-
tuğunu belirtmekle yetindiklerini' yazan içimizden biri, — E . R. mesini ekonomik ya da ruhbilimsel türden başka düzeneklere
Leach— dir.»( 12 ) bırakır( 14 ).
Böylece tam görgücü işlevselciliğin konumuna dönmüş olu- Buna karşılık, yapısal çözümleme —tarihi yadsımamakla
yoruz: «değişimler tarihçiye, yapılar budunbilimciye» sav-sözü birlikte— ona ulaşamaz, çünkü başından beri akrabalık dizge-
de, bunun nedeni olarak öne sürülen, değişimlerin, «süreçlerin lerinin «biçim»inin çözümlemesini «işlevlerinin» çözümlemesin-
çözümleme nesnesi değil, bir öznenin belirli bir süremi kendine d e n ayırır. Kuşkusuz bu işlevleri yadsıdığı ya da bilmezlikten

130 131
bir ulamdır. Tarihsel maddecilik yeni bir tarih örnekçesi (mo-
deli) ya da başka bir tarih «felsefesi» değildir. O herşeyden
önce bir toplum kuramı, toplumun içdüzeyleriniıı eklemlenişi,
geldiği söylenemez, fakat onları kendi gerçeklikleri içinde açım-
bu düzeyler arasındaki aşamalı ve özgiil nedensellik üstüne bir
lamaya yanaşmaz. Bu yüzden, akrabalık ilişkileriyle, tarihsel
varsayımdır. Bu nedenselliğin ve eklemlenmenin düzenek ve
olarak belirlenmiş somut toplumları niteleyen toplumsal yapı-
biçimlerinin bulgulanmasma olanak sağladığı ölçüde, marksçılık
ların gerçek eklemleniş sorunu hiçbir zaman çözümlenmemiştir:
gerçek bir tarih biliminin araştırma yöntemi olma niteliğini ka-
Levi-Strauss bu somut verilerin içinden akrabalık ilişkilerinin
nıtlamış olacaktır( 10 ).
«biçimsel dizge»sini ortaya çıkarmakla yetinir; onu iç mantığı
İncelememizi buna olanak verebilecek kadar derinleştire-
açısından inceler ve benzer ya da karşıt —fakat farklılıklarıyla
bilmek için, akrabalık biçimlerinin yapısal çözürnlemesiyle ya
birlikte aynı değişimler kümesine ilişkin— başka «biçimler» le
da Amerika yerlilerinin söylenleriniıı biçimsel düzgüsünün dil-
karşılaştırır.
bilgisel araştırmasıyla yetinmemek gerekir. Bu yapısal çözüm-
Bu anlamda, Levi-Strauss'un, işlevselcilere karşıt olarak,
lemeler gereksiz değildir ama yetersizdir. Zaten Levi-Strauss da,
hiçbir zaman somut toplumları incelemediği ve onları farklı-
bir akrabalık dizgesinin varlık nedenini, yalnızca yabancı kö-
lıkları ve içkarmaşıklıklarıyla ele almadığı söylenebilir. Kuşku-
kenli bir etkenin dağılımında ya da tarihsel rastlantılarda arayan
suz bu sorunları bilmezlikten gelmez, ama yine de onları diz-
tutumu haklı olarak eleştirirken bu yetersizliği kabul etmek-
gesel bir biçimde incelemez. Örneğin, Murdock'un incelediği
tedir:
babaerkil kurumlarla «en yüksek ekinsel düzeyler» arasındaki
«Akrabalık dizgesi gibi işlevsel bir dizge hiçbir zaman da-
bağıntı konusunda şöyle yazar: «Siyasal erkin öne çıktığı top-
ğılıma varsayımlarla açıklanamaz. Onu uygulayan toplumunun
lumlarda, siyasal yetkenin eril niteliğiyle soy zincirinin anaerkil
yapısının bütününe bağlıdır ve dolayısıyla özelliklerini göçler-
niteliğinin yarattığı ikili durumun süremeyeceği doğrudur. Si-
den ya da dış etkilerden değil bu toplumun içkin niteliklerinden
yasal örgütlenme evresine ulaşmış toplumlar babaerkil hukuku
alır.» ( " )
genelleştirme eğilimi gösterirler.»( 15 )
Toplumsal ilişki biçimlerinin ve düşünce kiplerinin yapısal
«Siyasal örgütlenme evresi» kavramındaki belirsizliğe kar-
çözümlemesinin ötesine geçmek demek, insanbilimci ya da ta-
şın, Levi-Strauss'un, akrabalık ilişkilerinin artık belirleyici işlevi
rihçinin incelediği somut toplumlarda, toplumsal ilişkilerin ve
bulunmayan, bu işlevin siyasal ve ideolojik ilişkiler tarafından
düşünce kiplerinin ortaya çıkış ve değişim koşulları ve. 'eklem-
yüklenildiği toplumların tarih sahnesine çıkışı sorunuyla karşı-
lenme kipleriyle işlev ve biçimleri arasındaki iç bağların bulgu-
laştığını görüyoruz. Bu durum neden ve hangi koşullarda ortaya
lanmasma olanak verecek biçimde morfolojik bir çözümleme
çıkar? Babaerkil hukuk neden bu yeni toplumsal yapıya daha
uygulanması anlamına gelir. Ancak bu yolda kararlı bir tu-
«uygun»dur? Levi-Strauss bu soruları yanıtsız bırakır. Akra-
tumla ilerleyerek, maddeci araştırmacıların yetersiz ya da ba-
balık dizgelerinin ve evlenme kurallarının eş seçimini hiç et-
şarısız yaklaşımları yüzünden boş bırakılmış bu yüzden de iş-
kilememeye ya da çok az etkilemeye başladığı toplumların hangi
levselcilikten ya da yapısalcılıktan yana olduğunu söyleyen ide-
koşullarda oluştuğunu da açıklamaz. Bu toplumlarda zengin-
alist düşüncenin ayrıcalıklı bir biçimde yerleştiği bir alanın
liğin, paranın, çeyizin, toplumsal katmanlaşmanın (hiyerarşi)
bilimsel çözümlemesinin geliştirilebileceği umulabilir. Bu alan
eş seçiminde belirleyici bir işlevi olduğunu belirtmekle yetinir;
ama nasıl böyle olmuştur? Niçin tarih? Tarih bir Marksçı için
133
açıklayıcı bir ulam (kategori) değil, tersine açıklanması gereken

132
ideolojiyi, buna bağlı olarak, toplumsal ilişkilerin simgesel bi- ve toplumsal kurumların bilimsel açıklaması değil, herşeyden
çimini ve simgesel pratiği kapsamaktadır. önce toplumsal tabaka, kast ve sınıfların ortaya çıkış biçim-
Levi-Strauss'un Marx'ın ardından geliştirmek istediği ide- leri ve koşullarının, hatta eski sınıfsız toplumların tarihten si-
olojiler kuramında nasıl bir ilerleme sağladığını başka bir yı- linişinin açıklanması bu çözümlemeye bağlıdır.
zımızda göstermiştik( 18 ). Amerikan yerlilerinin söylenleriyle ilgili
olarak, toplumsal, ekonomik ve doğal çevre gerçeğinin bu söy-
lenlerde yansıyan ve bu söylenleri, toplumsal ve maddi ilişkiler
içinde yaşayan insanların düşüncesi durumuna getiren tüm öğe-
lerini titiz bir kesinlikle ortaya koymuştur. Öte yandan, bu
toplumsal düşünce biçiminin, özünde bir biçimsel benzetişim
mantığının varlığını ve işleyişini, yani insan düşüncesinin dünya
üstüne akıl yürüterek, toplum ve doğayla ilgili deneyimini eğ-
retileme ve düzdeğişmece'nin simgesel biçimlerinde örgenleştir-
diğini açıklıkla göstermiştir. Levi-Strauss —kendisi bu yoruma
katılmasa da— «Yabanıl düşünce» adını verdiği tek bir terimle
iki ayrı içeriği birleştirmiştir. Bunlardan ilki doğaya ilişkindir,
yani düşüncenin benzeştirim ya da daha genel bir deyişle eşde-
ğerlilik ilkesine dayalı biçimsel olanaklarını kapsayan «yabanıl
durumdaki düşünce», «anlığın yapısının ve buna bağlı olarak
beynin dolaysız anlatımı»dır( 19 ). İkiııcisiyse, «yabanıl insanların
düşünceshm yani, avcılık, balıkçılık, bal toplayıcılığı, mısır ya
da maniok ekimi gibi etkinliklerle uğraşan, sürüler ya da ka-
bileler biçiminde örgütlenmiş toplumlarda yaşayan insanların
düşüncesini kapsamaktadır. Biçim ve içeriğin, yabanıl durum-
daki düşünceyle yabanıl insanların düşüncesinin eklemlenmesi,
bu tasarımların ve onlara eşlik eden simgesel pratiklerin top-
lumsal işlevleri, bu işlevlerin ve içeriğin değişimleri, ve bu de-
ğişimlerin koşulları gibi can alıcı konular, Levi-Strauss'un ola-
ğanüstü kuramsal çabasının sonunda yine de eksik kalmış, in-
celenmemiştir. Sonuç olarak, düşüncesinde bir boşluk gibi duran,
düşüncenin dışında tutulmuş bir düşünce nesnesini andıran şey,
toplumsal ilişkilerin «fetişleşmesi»nin temellerinin ve biçimle-
rinin çözümlenmesidir. Aslında böyle bir çözümlemeye kalkışan
marksçıların da sayısı pek fazla değildir. Oysa, yalnızca dinsel

134 113/8
toire) olasılıklarında bulan bir diziye göre düzenlendiğini or-
taya koydu. Bileşim çizgesinin aşağı yukarı tüm olanakları,
yeryüzünde rastlanan yapıların somut bütünlüğü içinde gerçek-
lik kazanırlar. Bunların bazılarını, kullanımlarının yol açtığı bir
S Ö Y L EN / K U T T Ö R E N İLİŞKİSİ tıkanma yüzünden artık bulamayabiliriz. Ayrıca, Fourier'nin
konusunda çok cüretli kurgusal doğa dizgesi nasıl önceden sezme yetisine
dayanıyorsa, Claude Levi-Strauss da —dilerim bu yaptığım
- CLAUDE LEVİ-STRAUSS'A BİR S O R U P ) karşılaştırmadan alınmaz— bir sınıflama dizgesinde boşluklar
varsa, bunların birgün bulunup doldurulmasını beklemek gere-
Dr. Jacques LACAN keceğini kabul edecektir.
M. Jean Wahl'in konuşmamı istemekle gösterdiği incelik Sonuç olarak, bir yapıyı olanaklı kılan gösterene özgü ne-
karşısında söz almamak elimde değil. denlerse, bir değişim biçimini olanaklı ya da olanaksız kılan da
Öncelikle belirtmek isterim ki, Claude Levi-Strauss'un her tümüyle aritmetik nedenlerdir. Aritmetik terimini yadırgama-
konuşmasını izleyişimde, birşeyler öğrenmeye çalışırım. Şimdi yacağınızı umuyorum.
bir soru sormaya kalkışıyorsam, bu kendi ilgi alanımca belir- Bugünkü konuşmadan önce atmış olduğum ikinci adımı da
lenmiş bir sorunla ilgilidir. Levi-Strauss'un geliştirdiği Söylenbirim (mythâme)( 21 ) kavramına
Böyle bir soru sorma yürekliliğini, Claude Levi-Strauss'tan borçluyum. Bu terimi, gösterenin vurgulanmasıyla söylen kavra-
öğrendiğim bir sürü şeyle ilgi alanımın beslenmiş ve genişlemiş mının bir açılımı olarak ele alıyorum. Söylenlerin çözümlen-
olmasına borçluyum. Bugün de buraya yeni şeyler öğrenme mesi (nasıl dil düzeyinde sesbirimleri ele alıyorsak), bu anlam
beklentisiyle geldim: bu, söylenlerle ilgili bulgularından sonra taşıyan birimlerin araştırılmasına dayanmaktadır. Böylece ge-
yeni bir adımın beklentisiydi ve şimdi anlattıklarına karşın, nelleştirilmiş bir dilbilime ulaşırız.
geriye yine de açıklanmasını beklediğim bir nokta kalıyor. Beni en çok etkileyen, Levi-Strauss'un söylenbirim teri-
Budunbilim ve toplumbilim alanındaki araştırmalarını yal- mine daha ilk yaklaşımlarında son derece gelişmiş çözümler
nızca böyle bir yaklaşıma indirgemek istemediğimin anlaşılaca- getirmesi oldu. Herşeyden önce, koşut söylenlerdeki türdeş bi-
ğını umarak, konuşmasında asıl ilgimi çeken noktayı özetlemeye rimleri saptamamıza olanak sağlayan dizileme (seriation)( 21 )
çalışacağım. Bu —dilbilimdeki anlamıyla— gösterenin işlevinin yöntemini geliştirdi. Bu yöntem, Yunan Mitologyasmdsn arta-
vurgulanmasıâvc. Bu anlamda, gösteren yalnızca kendi yasala- kalan bilgilerin düzenlenmesinde, örneğin kahraman soyları
rıyla belirlenen bir terim olmakla kalmayıp, yasalarım kabul arasındaki ilişkilerin artsüremli bir incelemeyle ortaya konma-
ettirdiği gösterilene oranla da belirli bir üstünlük kazanmaktadır. sında geçerli olmaktadır: Oidipus'un kuşağındaki olaylarla, Ete-
Claude Levi-Strauss, simgesel yapının, görünür bağıntıları okles ya da Polinikeus'unkiler arasında, araştırmacının kesin-
egemenliği altına aldığı alanı birçok örnekle göstermektedir. likle denetleyebileceği değişim kiplerine dayanan bir türdeşlik
Kolayca ve herkes tarafından anlaşılabilmek için bunu yaklaşık saptanabilmekte, yani ilk kuşakta ortaya çıkan öğelerin küme-
biçimde açıklamaya çalışacağım. Levi-Strauss, akrabalık yapıla- lenmesinin ikinci kuşakta da değişime uğramış bir düzenlemeyle
rının, açıklamasını son çözümlemede bileşim çizgesinin (combina- yinelendiği ortaya konabilmektedir. Demek ki söylen, saymaca

136 113/8
•olmaktan uzaktır ve her iki düzeyde de, birbirine terim terime venine atılan bu özel yaratığın bağıntılarının devinim içindeki
denk düşen eşit bir tutarlılıkla karşılaşırız. konumundan başka birşey değil. Bütün olası kaygılar bu ko-
Bu yaklaşımın gösterdikleri benim için büyük bir değer numa ilişkindir. Gösterenlerin, bu olasılıkları dizilemeye, ör-
taşımaktadır. Levi-Strauss'un da bildiği gibi, onun bulgularının genlemeye ve aralarında seçim yapabilmeye yaradıklarını söy-
oluşturduğu çerçeveyi saplantı nevrozunun belirtilerine, ve özel- leyebilirim. Ruhçözümleyimin de budunbilimin de dayandıkları
likle de «Nevrozlunun Bireysel Söyleni» adını verdiğim bir ko- temel budur. M. Metraux burada rastlayabileceği bir duruma
nuşmamda, Freud'un «Fareli Adam»{örneğinde yaptığı çö- Güney Amerika'da rastlamıştır; demek ki böyle bir durumla
zümlemeye uyguladım. Bu örneği, Levi-Strauss'un şu çözümle- karşılaşmak için o kadar uzağa gitmeye gerek yoktu. Bir erkek
mesine dayanarak biçimselleştirdim: a. b.yle; c. d.yle bağdaştı- çocuk için gebe kalma kaygısı, bir gösteren dizgesinde gebelik
rıl ırsa ikinci kuşakta bu terimlerin herblri eşleriyle birlikte işlevinin kullanılmasından apayrı birşeydir. O, bu dizgede bir
değişime uğrar, fakat dört terimden birinin hiçlenmesi biçiminde rol almak, bir bağı gerçekleştirmek için bulunur ve başka bir-
bir kalıntı varlığını sürdürür ve bu terim kümesinin değişiminin şeye dönüştürülebilir. Bu başka nitelikteki şey, insan 'pathos'u-
zorunlu bir bağıntısını oluşturur. Bu denklemin çözümü aslında nun bütün karmaşası ve kaygılarıyla anlamını bulduğu yerdir.
-söylen sorununun tam olarak çözülmesinde bir olanaksızlığın
Burada bizi ilgilendiren, gösteren dizgesinin bir örgütleyici
göstergesidir. Görüldüğü gibi, söylen bir sorunsalın anlam ta-
ve bütün bunların iskeleti olarak eğilimleri, temel noktaları,
şıyan biçimde denklemleştirilmesini gösterir. Bu sorunsal ka-
geri dönüşleri, katılımları ve borç oyununu belirlemesidir.
çınılmaz olarak bazı olguları yanıtsız bırakır; çözümsüz kalan
-şeyi. çözümsüzlüğü göstererek yanıtlar, olanaksızın gösterenini
üretir (zaten söylenin işlevi de budur). Bugün, Levi-Strauss'un konuşmasından sonra, şaşırtıcı bir
olguyla karşılaşıyoruz. Sorumun asıl anlamı da burada yatıyor.
Bugünkü konuşmadan sonra, yine eskisi gibi bir ilerleme
Journal of American Folklore dergisindeki, söylenin yapısı(- ;: )
göstermiş olduğum umudunu koruyabilecek miyim?
üstüne yazısında öne sürdüğü yapılanma ilkesine oranla bir geri
Bugün de, bütünüyle aynı düzeyde bir gösteren değişim
dönüş gözlemlediğimi sanıyorum. Bu konuşmada örneğin, az
dizgesine tanık oluyoruz. Fakat, Claude Levi-Strauss'un göster-
önce söz ettiğim değişim formüllerini göremiyorum. Burada,
diğiyle birçok meslekdaşımın çözümleme biçimleri arasındaki
döngüsel bir biçimde ikişer ikişer kümelendiği görülen üçlü bir
karşıtlığı vurgulamadan geçemeyeceğim. Bu meslekdaşlanmm
bileşim söz konusu. Söylenin oluşturucu işlevinde, dış gerçekten
da, M. Metraux'nun Güney Amerika'da rastladığı birtakım in-
geldiği anlaşılan yeni bir öğenin ağırlık kazandığını söyleyece-
sanların kompleksleriyle ilgili olarak anlattığı şeylere kıskançlık
ğim. Bana yeni olarak görünen bu öge —beni şaşkınlığa düşürü-
duymaları için bir neden yok. Yine de M. Metraux'nun bu
yor demeyeceğim ama— en azından bu soruyu sormama neden
olaylara nerede rastladığını bilmek isterim ama yalnızca mera-
oluyor.
kımdan dolayı; çünkü bütün hastalarımda bu belirtileri göz-
lemleyebilirsiniz. Bazı durumlarda erkeklerin de gebe kalmak- Başka terimlerle söylersek, bir topluluğun söylensel yapıla-
tan kaygı duydukları çok doğrudur, bunun için eşcinsel olmaya rım belirleyen etkenlerin, komşularının toplumsal yapısıyla ken-
da gerek yok. Böyle bir kaygı duymak için pek çok neden bu- disininkiler arasındaki bir tür yansıma bağıntısında araştırılması
lunmaktadn. Söz konusu olan, insan adı altında varoluş serü- görüşünü; topluluğun —ekonomik ilişkiler tarım, göçebelik gibi

138 139
>• •
olgular yüzünden— toplumsal yapılanışında eksik kalan öğenin
düşiinü kurduğu varsayımına dayandırdığınızı sanıyorum.
Burada bir tür simgesel bütünleyicilik işlevinden söz edile- lışmalarımdakinden biraz daha farklı olduğu konusunda sizinle
bilir. Aslında düş terimini, gerçek düşsellik (onirisme) anlamın- aynı kanıyı paylaştığımı söyleyebilirim. Sözünü ettiğiniz yazıda,
da kullandığınızı sanmıyorum. Bu terim daha çok, söylende dile aynı söylenin değişkeleri arasındaki bağıntılar sorununu ortaya
gelen bir tür toplumsal Bovarysme niteliğinde. Bir topluluğun koymuş ve her değişkenin komşu değişkelerde bulunan öğelerin
söyleninin sapkın niteliğini oluşturan şeyi, komşu topluluktakinin bir değiştirim kümesince özümsenebileceğini göstermeye çalış-
bir yansısı, imgesi ya da bir ılgın (serap) biçiminde tasarlıyorsu- mıştım. Öyle ki, her söylen öğelerin bileşim olanaklarını tüke-
nuz. Sizce, yapılabilecek en son açıklama bu mudur? Bütün, tinceye kadar ilerler, gelişir ve yeni değişkeler doğurur.
bunların nasıl genelleştirilebileceğini merak ediyorum. Yoksa, Bugünkü sorun biraz farklı. Konumuz, söylenbilim ve kut-
yayla yerlilerinin oluşturduğu bu dağrnık, irili ufaklı uygarlıklar törensel arasındaki ilişkilerle ilgili; yani söylenin tasarım, kut-
bütününün —her şeyin aynı tutarlı evrenin bir parçası olduğu törenin edim düzeyinde gerçekleştiği gerekçesiyle şimdiye dek
ve herbirinin bir eksiği gidermeye çalışırcasma bir tür uzman- yan çizilmiş bir sorunla... Oysa insan hem düşünen hem devinen
laşmaya yöneldiği— geniş bir kümeden başka bir şey olmadığını bir varlıktır. Dolayısıyla bu her iki biçimde kendini dışa vur-
mı düşünüyorsunuz? Kısacası, size bu soruyu sormama neden masından daha doğal bir şey olamayacağı söylenmektedir. Fakat
olan, ilkel toplumların son derece sınırlı somut yapısıyla, açık- bu savın doğru olabilmesi için, kuttörensel edimlerin gerçek
lamış olduğunuz, gösterenin işlevi arasındaki bağıntı üstüne dü- edimler olması yani bir sonuca ulaşması gerekir.
şüncenizi anlama çabasıdır. Simgesel ve imgelemsel diye adlan- Az önce gösterenden ve olanaksızdan söz ettiniz: eğer kut-
dırdığım şeyler arasındaki uyumu sizin nasıl sağladığınızı da tören bir sonuç doğurmuyorsa bu, onun yapay edimlerden oluş-
öğrenmek istiyorum. İmgelemsel nedenlere yönelmeden önce,, tuğu biçiminde yorumlanabilir. Yani somut bir sonuç doğur-
simgeselin düzleminde de ayrıntılı duracağınızı umuyordum. Bil- mayı değil de, bir anlam dayanağı oluşturmayı amaçlayan edim-
mem sorumun anlamını iletebildim mi? ler.. Bu açıdan bakıldığında, hem söylen hem kuttören düzle-
minde iki ayrı gösterge dizgesi, iki ayrı düzgü söz konusu gibiy-
se de, aslında tek bir düzgüyle karşılaşıyoruz: söyleni bir üst-dil,
M. LEVİ - STRAUSS kuttöreni de koşut-dil olarak niteledim, ama her iki durumda
da söz konusu olan dildir. O zaman neden iki dilden söz ediyo-
Temel bir sorunu dile getirdiğiniz için size teşekkür ederim. ruz? Ortaya koymaya çalıştığım sorun bu. Söylen ve kuttörenin
Konuşmamın söz ettiğiniz bölümünü kısaltarak sizi düş kırıklı- birbirlerince özümlenmelerinin; bir toplumun söylen biçiminde
ğına uğrattığım için de özür dilerim. Fakat, sayın başkana konuş- gerçekleştirdiği bileşim türü nü, komşu topluluğun kuttören biçi-
mamı yarım saatla sınırlayacağıma söz vermiştim. Yine de bana minde gerçekleştirmeyi seçmesine dayandığını kanıtlayarak bu
ayrılan süreyi beş on dakika geçtiğimi sanıyorum. Sorunu bütü- sorunun çözümüne yaklaşabileceğimize inanıyorum. Bu farklı
nüyle biçimsel olarak işlemeye kalkışsaydım, tahtaya simgeleri seçimlerin ortaya çıkma nedenleri, simgesel yorumlamanın özüne
yazmak, anlamlarını tanımlamak, vb. için zaman yetişmeyecekti. dokunmayan artık-nedenlerdh ve bu toplulukların kendine özgü
Bu noktayı belirttikten sonra, bugünkü sorunun başka ç a - tarihsel geçmişlerine ilişkindir. Tüm bunların, daha önceki var-
sayımlarla çeliştiğini ya da bir gerilemenin söz konusu olduğunu
140 sanmıyorum. Tersine, onları daha da yaygınlaştırmak ve geliş-

141
tirmek olanağını da bu noktada görüyorum. Çünkü yapmaya
çalıştığım şey, simgeselin kırallığına kuttören ülkesini de kat-
maktan başka birşey değil.

Dr. Jacques LACAN:

Bu da, bu simgesel dizgelerin bütünüyle göreceli oldu-


T O P L U M B İ L İ M VE
ğunu bir kez daha vurguluyor.
T O P L U M S A L — M A N T I K( 24 )

Roland BARTHES

Geriye yöntem sorunu kalıyor. Nedir söz konusu olan?


Bir toplumun sınıflandırma dizgesini ya da dizgelerini bul-
mak( 25 ); her toplum, nesneleri kendine özgü bir biçimde sınıf-
landırır ve bu biçim de, o toplumda anlıksal olarak kavranabi-
lirliğin (intelligible) sınırlarını çizer. Eğer toplumbilimsel çö-
zümleme yapısal olmak zorundaysa, bu, nesnelerin «kendilikle-
rinden» yapılanmış olmalarından değil, toplumların onları dur-
maksızın yapılaştınnalarmdan dolayıdır( 2C ). Sınıflandırma bilimi
(taxinomie) bir üstyapılar toplumbiliminin bulgu üreten örnek-
çesi olarak nitelenebilir. Oysa sınıflandırma biliminden genel
bir bilim olarak sözedilemez. Kuşkusuz belirli alanlara özgü
sınıflandırma bilimleri vardır (botanik, zoolojik, mineralojik).
Fakat bu sınıflamalar süre içinde sınırlı olmalarından başka
(bu da sınıflandırma biçimlerinin tarihsel ve ideolojik niteliğini
açıkça gösterir, hatta oluşturulması gereken bir biçimler tarihi,
bunca önemsenen, içeriğin tarihinden daha öğretici olabilir),
bizim kitle toplumumuz düzeyinde gözlemlenebilmiş de değil-
dirler: bir toplumun ürettiği sayısız nesneyi nasıl sınıflandırdı-
ğını, birleştirdiğini, bölüştürdüğünü ya da karşılaştırdığını bil-
miyoruz, ama bu nesnelerin üretimi de dolaysız bir sınıflandır-
ma edimidir: demek ki önemli sayıda özel alanın sınıflandırma

142 143
bilimini oluşturmak gerekiyor, fakat daha önemlisi, bu sınıf-
yahtan söz edebilir; anlam taşıyan da bu karşıtlıktır (örneğin
landırma bilimlerini sınıflandıracak bir bilimin kurulması: eğer
siyalı/beyaz karşıtlığı değil).
gerçekten bir kitle toplumundan söz edilebilirse, ya sayısız nesne-
Görüldüğü gibi, anlığın kavrama yetisi bu kendine özgü
ye bulaşabilecek bir örnek sınıflandırma biçiminin, ya da birçok
ulamlara bağlı. Dolayısıyla, bu ulamların bulgulanması büyük
sınıflandırma biçimi arasında türdeşlik iletişiminin bulunduğunu
önem taşıyor. Böyle bir açıdan bakıldığında, Cl. Levi-Strauss'un
varsaymak gerekecektir.
yöntembilim alanındaki büyük katkısı —biçimcilik tabusu'yla
Sınıflandırmabilimi araştırmasının gün ışığına çıkarabi- çatıştığı ölçüde de en büyük direnişle karşılaşan— «içerik»lerin
leceği sınıflandırmalar hangileri olabilir? Bunların, sağduyunun biçimini ortaya çıkarma çabasıdır. Yalnızca budunbilimin değil,
önerdiği sınıflandırmalarla özdeş olmaları için hiçbir zorunluluk toplumbilimin geniş bir kesimi de —bu sorunla ilgilendiği öl-
yok. (Ayrıca, sağduyunun sınıflandırmaları da kendine özgü çüde— algılanabilen somut nesnelerle, bunların dışında kalan-
bir anlam taşır). Günümüzdeki yiyecekleri ele aldığımızda, bu lar (düşünceler, duygular, inançlar vb.) arasındaki ilişkileri simge
ürünleri akılcı bir tiplemeye göre sınıflandırıyoruz: bir yanda biçiminde tanımlar (bu, toplumbilimcilerin benimsediği bir te-
yemişler, öbür yanda içkiler, vb.(- 7 ): bu sözel ve tembel bir rimdir); oysa simge, gösteren ve gösterilenin tek başlarına oluş-
sınıflandırmadır (kök-terimin bulunduğu heryerde kümeler be- turdukları bir bileşimdir, aralarındaki eşdeğerlilik ancak de-
lirleyen dilbilimsel bir tipleme); fakat Cl. Levi-Strauss'un gös- rinliğine (dikey biçimde) kavranılabilir: her biçim özgül bir
terdiği gibi başka kümelenmeler de ortaya konabilir: belirli bir içeriğin (örneğin bilinçdışı bir archetype) az çok benzeştirime
«algılama mantığı» da, bir yanda yaban kirazının, kanelin, dayalı bir somutlaşmasıdır. Levi-Strauss'un çözümlemesi, üst-
vanilyanın, xeresin, öbür yanda Kanada çayının, lavantanın, yapı/altyapı arasındaki ilişkinin bu dikey görünümünün yerine,
muzun oluşturduğu kümeler kuracak, böylece —her kümede biçimlerin kendi aralarındaki ilişkisinin yatay görünümünü ge-
ortak bir öge (birinde aldehitler, öbüründe esterler)( 28 ) sapta- çirir. Levi-Strauss'u izleyerek, belirli bir toplumun biçimlerinin
yan— kimyasal çözümlemeyle aynı sonuçlara ulaşacaktır. Top- «ayırıcı özelliklerini» ve bu özelliklerin belirli türdeşlik evrele-
lumsal bir sınıflandırma biliminin somut görevi de, bir toplu- rine göre nasıl bir ilişki içinde olduklarını incelemek gerekir( !!1 ).
mun tükettiği nesnelerin oluşturduğu dizgeleri —dildeki yansıma- Ancak böylece, toplumun bölük pörçük —hem benzeştirime
larıyla, dilin ötesinde, hatta bazan dile karşıt biçimde oluştur- dayalı hem de yeri ve zamanı belirsiz— görünümleri yerine,
dukları dizgeleri— bulgulamaktır. Şimdilik, yiyecekleri tasar- biçimsel işlevlerin yapılanmış bütününe ulaşılabilir ve simgeler
lama düzenimiz konusunda birşey bilmiyorsak da( 29 ), renkler toplumbilimi yerini göstergeler toplumbilimine bırakır. Simgeye
bazı gözlem olanakları sunar. Levi-Strauss bu konuyla budun- karşıt olarak, gösterge —bir içerikle benzerliğe dayalı, hatta
bilimsel açıdan ilgilenmiştir(;'°) ve görüşleri moda metinlerinin bir bakıma doğal ilişkisiyle değil de— bir farklılıklar dizge-
anlambilimsel çözümlemesiyle tam bir uyum gösterir. Günü- sindeki yeriyle tanımlanır (dizisel düzlemde karşıtlıklar, dizim-
müz modası, çok sayıda renk kullanıyormuş görünümü yarat- sel düzlemde bağlaşımlar). Bir toplumun, gerçeğe, kendi gerçek-
masına karşın, aslında anlamlı iki renk kümesine dayanmak- liğine vurduğu damga bu göstergeler dizgesidir. Başka deyişle,
tadır: belirgin renkler (bunlar günlük dilde renkli diye nitele- algılanabilen somut nesnelerin dolayımı (mediation) da, tekil
nenlerdir) ve çekimser renkler. Bu karşıtlığa dayanarak, anlık imge (simge) düzeyinde değil, genel bir biçimler dizgesi (göster-
aynı rengi de ayrıştırabilir; örneğin parlak ya da soluk bir si- geler) düzeyinde gerçekleşir. Levi-Strauss'un budunbilimi, bir

144 l A ^ / m
toplumsal-mantık bilimine, daha açık bir deyişle göstergebilime çimde genişletilebilir. Geriye bu mantığın biçimsel doğasını in-
(simgeler bilimine değil) ulaşarak, üst-yapılar toplumbilimim celemek kalıyor. Claude L6vi-Strauss bu konuda dilbilimsel
herzaman tedirgin edegelmiş bir soruna cepheden saldırıya ge- örnekçeyi izleyerek, özünde ikicil (binaire) bir mantığın geçerli
çer: bu da, bir toplumun, gerçeklik ve kendi gerçeklik imgesi olduğunu düşünmektedir( ;î3 ). Bu varsayıma göre anlık, karşıt
arasındaki dolayımı sorunudur. Şimdiye kadar, bu dolayım ol- terim çiftlerini oluşturur (belirgin/belirsiz türünden); fakat bu
dukça sığ bir biçimde ele alınmıştı; dialektiğe başvurmaları da, karşıtlıkların tözü durağan değildir ve insanbilimsel açıdan bir
tarihsel yaklaşımlı toplumbilimlerin, toplumun kollektif imge- değer taşımaz: bir toplum siyah ve beyazı, başka bir toplum
sini gerçeğin benzeştirimine dayalı bir ürün olarak tasarlama- parlak siyahla soluk siyahı karşı karşıya getirebilir. İkicillik
larını engellemedi. Bunun arkasında yatan düşünce, her içe- (binarisme) çekici bir mantıksal varsayımdır; sesbilimdeki, si-
riğin kendi biçimini dolaysızca belirlediği savıydı. Cl. Levi- bernetikteki, hatta fizyolojideki başarısını biliyoruz( ;;4 ). Buna
Strauss, buna karşıt olarak, toplumun oluşturduğu dolayımsal karşılık, belirli açılardan da sınırlı kalmakta, bazı düzenlemelere
biçimleri bütünlüğü içinde tanımlamayı ve benzeştirime dayalı gereksinim duyulmaktadır. Örneğin, Andre Martinet sesbilim-
nedensellik dizilerinin yerine, türdeşliğe dayalı anlamlayan diz- sel karşıtlıkların ikicilliğinin evrenselliğini kabul etmez. Roman
geler geçirmeyi önerir. Herhangi bir klanın şu ya da bu hayvanı Jakobson da, (a/b) ikicil karşıtlığı çizgesini iki tür ev-terimin
totem olarak benimsemesinin nedenlerinin (simgesel dolayısıyla eklenmesiyle bütünler: bir yansız terim (ne a ne b) ve bir karma
benzeştirim sorunu) uzun süredir bir sonuç elde edilemeden terim (hem a hem b). Cl. Levi-Strauss bile, yansız ya da sıfır
araştırılmasına karşılık, Levi-Strauss, klan ve hayvanı değil, dereceÇ"5) adı verilen terimin önemini kabul eder. Şöyle bir
klanlar arası ve hayvanlar arası bağlantıları karşılaştırmayı öne- soru sorulabilir (bu yalnızca bir düşüncedir, bir varsayım bile
rir; klan ve hayvan silinir, onların yerini gösteren ve gösterilen değil): ikicil bir mantığın egemen olduğu söylenen, budunbilimin
alır: bu bağıntılardan birinin örgenlenimi öbürünü anlamlar ve nesnesi ilkel topluluklara karşılık, toplumbilimin nesnesi, çağcıl
anlam bağıntısının kendisi de onu oluşturan somut toplulukta toplumlar —ya ana-karşıtlıktan türetilmiş terimlere başvura-
yansımasını bulur. Buna benzer biçimde (yalnızca böyle bir rak, ya da terim dizileri yani yoğun paradigmalar imgeleme ye-
yöntemin çağdaş verilere uygulanabilirliğini göstermek için) tenekleriyle— daha karmaşık bir mantıksal işleyiş geliştirmiş
Krallıkla ilgili güncel imgeler türünden bir tasarımlar dizgesi olamazlar mı? Çağcıl toplumlara uygulanacak bir toplumsal-
örnek olarak alınabilir. Böyle bir dizgede, her «rol» doğrudan mantığın temel görevi, bu toplumların kendi gerçeklerini düşün-
doğruya ruhsal ya da toplumsal bir «archetype» (Kral-Şef-Baba) mek için başvurdukları, ikicil, karmaşık, dizisel ya da başka
e gönderme yapmaz, ancak krallık «sosyetesi» düzeyinde (ge- bir mantık türünü en biçimsel genelliğiyle ortaya koymaktır.
niş aile ya da «gens») biçimsel bir roller dizgesi olarak ele Eğer ikicil mantık karmaşıklaşıyor ya da tümüyle terkediliyorsa,
alındığında anlamını bulur(" 2 ) bunun birbirine karşıt iki nedeni olabilir: ya çağdaş toplumlar
En az iki alanda (anlambilimsel alanların özgüllüğü ve daha özgün bir mantığın arayışı içindedir, ya da bu, gerçek
ayırıcı özelliklerin biçimsel çözümlemesi konularında), Levi- (fakat örtük) bir ikicilliği, söylemsel (discursive) aklın görünümü
Strauss'un budunbilimsel araştırmalar için önerdiği toplumsal- ardında bir gizleme biçiminden başka birşey değildir; bu du-
mantık —gerekli değişiklikler yapılarak (mutatis mutandis)— rumda çağcıllığın mantıksal karmaşasının bütünüyle tarihsel bir
toplumbilimin alanına giren kitle toplumlarını kapsayacak bi- şeyleşme (reification) süreci oluşturduğu düşünülebilir. İlkel

1/1A
düzlemdeki anlam belirsizliğini çözebilir. LĞvi-Strauss'un öner-
diği toplumbilim, ekinsel düzlemde de —anlığın edimlerine uy-
gulanabildiği ölçüde— «tümüyle insana özgü» bir toplumbilim
niteliğine kavuşur: insanlara, nesneleri anlamlandırma yetkesini
toplumların kendi mantıklarını doğadan ekine geçmek için sunar.
kurmaları gibi, çağcıl toplumlar da, mantıklarını «bulandırarak»,
günümüzde birçok ideolojiyi belirleyen, ekinselden doğala doğru
söylensel bir dönüşün ardında gizlenmiş olurlar. Eğer durum
böyleyse, biçimsel çözümlemenin de, toplumbilimsel araştır-
manın eleştirel işlevini yerine getirememesi için bir neden yok;
zaten o da kendi görevini, kitle toplumunun düşünme biçimleri-
nin, daha doğrusu anlatılarının ardında, bu anlatıların ilettiği
ve bu düşünme biçimlerinin maskelediği toplıımsal-mantığı or-
taya çıkarmak olarak belirlemiştir.
Biçimcilik tabusunun, aydın çevrenin geniş bir kesimine
egemen olduğu göz önüne alınırsa, Levi-Strauss'un düşüncesinin
(ve dolayısıyla anlıksallığın toplumbilimine katkısının), yüklen-
diği sorumluluğun önemi daha iyi anlaşılacaktır. Biçimsel çö-
zümlemeyi tarihten ve toplumdan kaçış olarak niteleyen bir
suçlama, biçimin sorumsuz olduğu önyargısını içerir. Oysa Levi-
Strauss'un bütün uğraşı, insan özgürlüğünün alanını, şimdiye
dek araştırılması gereksiz, anlamsız ve kaçınılmaz olduğu düşü-
nülen bir işlevler bütününü de kapsayacak biçimde genişletme
çabasında anlamını bulur. Yalnızca sözünü ettiğimiz iki yapıtını
göz önünde bulundursak bile( 36 ), düşüncesinin devingenliğini ve
—ethikden yoksun bir bilim düşünülemeyeceği için— yüksek
niteliklerinin, birçok düzlemde kendini gösterdiğini söyleyebi-
liriz. Tarihsel düzlemde: Levi-Strauss'un, totemcilik düşünce-
sinin tarihsel bağlamını tanımlayış biçimi, bir tarihsel toplum-
bilim örnekçesi oluşturur( :î7 ). Toplumsal törebilim (ethik) düz-
leminde: Levi-Strauss'un gündeme getirdiği toplumsal mantık,
anlığın, bu mantığı oluşturan insanların amaçlarına kayıtsız bir
oyunu değil, insanların nesneler arasındaki kopukluğu aşma
çabasıdır ve «karşıtlıkları, mantıksal bütünlüğü —engellemek
yerine— üreten etkenler durumuna dönüştürme amacını ta-
şır.»(" 8 ). Bu açıdan, toplumsal-mantık (doğaya yabancılaşmanın
149
da ötesinde) toplumsallığa yabancılaşmış ve dünyayı ancak bu
yabancılaşma aracılığıyla kavrayabildi kitle toplumunun törel
NOTLAR* (21) Söylenbirim teriminin ve dizileme yönteminin açıklamaları
için bkz. s. 24 / Ç.N.
(1) Bu yazı, M. Godelier'nin <;Horizcn, Trajets Marxistes en Aııth- (22) S. Freud, «L'Homme aux Rats», Cinq Psychanalyses, s. 199-
324.
ropologie» adlı kitabının Levi-Strauss'la ilgili bölümlerinden
derlenmiştir, s. 104-106 ve 108-115/Ç.N. (23) C. Levi-Strauss, «The Ştructural Study of Myth», Journal of
(2) Radcliff-Brown, African systems of Kinship and Marriage; American Foîklore, Ekim-Aralık, 1955, cilt 68, sayı 270,
F. Nadel The Theory cf social Structure. s. 428-444 (bu yazı Anthropologie Structurale'de yazarın ken-
(3) E. Leach, Political Systems of Highland Burma, s. 26-27 (say- disi tarafından, ufak eklemelerle Fransızcaya çevirilerek ya-
f a numaraları fransızca baskıya ilişkindir, Maspero, 1972) yınlanmıştır, s. 227-255/ÇN.)
(4) C. Levi-Strauss, La Pensee Sauvage, s. 310 (24) R. Barthes, «Sociologie et Socio-Logique», Informations sur
(5) C. Levi-Strauss, Entretiens avec Georges Charbonnier, s. 38. les Sciences Sociales, Aralık, 1962, I. 4.
(6) C. Levi-Strauss, La Pensee Sauvage, s. 311. (25) «Durkheim'ın öngörmüş olduğu gibi, toplumbilimin temeli
(7) agy. s. 173 bir toplumsal-mantığa dayanır». C. L6vi-Strauss, La Pensee
(8) agy. s. 155. Sauvage, s. 101.
(9) agy. s. 178. (26) agy. s. 19.
(10) C. Levi-Strauss, Du Miel aux Cendres, s. 407. (27) Bu, bakkal dükkanının özelliklerine uygun, «tecimsel» bir
(11) agy. s. 408. sınıflandırmadır. Fakat, süper-market türü mağazaların or-
(12) C. Levi-Strauss, «Les Limites de la Notion de Structure en taya çıkışıyla, yeni bir sınıflandırma biçiminin geliştiği açık-
Ethnologie», Sens et Usage du Terme Structure, s. 45. tır.
(13) agy. s. 44. (28) La Pensee Sauvage, s. 20.
(14) C. Levi-Strauss, Les Structures Elementaires de la parente, (29) R. Barthes, «Pour une Psycho Sociologie de l'Alimentation
Contemporaine», Annales, Eylül-Ekim, 1961, s. 977-986.
s. IX.
(30) La Pensece Sauvage, s. 75.
(15) agy. s. 36 da, Levi-Strauss, Murdock'un «Correlations of
(31) Le Tot&nisme Au'jourd'hui, s. 111.
Matrilineal and Patrilineal Institutions» başlıklı yazısına (32) Kral ailesinin «biçimselleştirilmesi», karizmatik rolün —rol-
gönderme yapar. lerin biçimsel dağılımına saygı gösterilmesi koşuluyla— krala
(16) K. Marx, Otetchestvenniye Zapisky'nin yayıncısına mektup olduğu gibi kraliçeye de yüklenebileceğini gösterir: Eliza-
(1877) (Narodnik yöneticilerden Mikhailovski'ye yanıt ola- beth-Philip çifti, İran Şahı-Farah Diba çiftiyle türdeştir.
rak, Choukovski'ye gönderilmiştir.) (33) C. L6vi-Strauss, Pensee Sauvage'da «ikicil karşıtlıklarla işle-
(17) C. Levi-Strauss, Structures Elementaires de la Parente, s. 144. yen ve simgeselliğin ilk görünümlerine denk düşen bir man-
(18) M. Godelier, «Mythe et Histoire, Reflexions sur les Fonde- tığın ortaya çıkışından» söz eder. (s. 145).
ments de la Peıısee Sauvage», Les Anııalcs, «Tarih ve Yapı» (34) bkz. V. Belevitch, Langage des Machines et Langage Hu-
özel sayısı, Ağustos 1971, s. 541-568; (bu yazı ayrıca Horizon. maine, s. 74-75.
Trajets... cilt II de yer almaktadır, s. 271-302/çn.) (35) <(Mana»nm sıfır derece olarak nitelenen simgesel değeri
(19) C. Levi-Strauss, Le Totemisme Aujourd'lıui, s. 130. konusunda, bkz. C. LĞvi-Strauss, «Marcel Mauss'un yapıtına
(20) Bu yazı, Societe Française de Psychanalyse'in, 26 Mayıs giriş», s. XLIX ve devamı.
1956 tarihli toplantısında, J. Lacan'm C. Levi-Strauss'a yö- (36) La Penste Sauvage ve Le Totemisme Aujourd'hui.
nelttiği bir sorunun bazı önemli bölümlerinden ve Levi- (37) Le Totemisme Aujourd'hui, Giriş bölümü.
Strauss'un yanıtından oluşmaktadır / Ç.N. (38) agy. s. 128.
(*) Daha ayrıntılı kaynakça için bkz. s. 152

150 113/8
K A Y N A K Ç A ve Ö İ Z t N FREUD, S:
KAYNAKÇA* «Au-Delâ du Principe du Plaisir», Essais de Psychanalyse, Paris,.
Pay ot (1963).
ALTHUSSER, L. Nouvelles Confercnces sur la Psychanalyse, Paris, Gallimard, 1936.
«Ideologie et Appareils Ideologiques d'Etat», Positions, Paris, Ed. «Remaraues sur un cas de Nevrose Obsessionelle (L'Homme aux
Sociales, 1976. Rats)», Cinq Psychanalyses, Paris, PUF. 1954.
BACHELARD, G: FOUCAULT, M:
«Idealismc Discursif», Recherches Philosophiques, 1934-35. L'Histoire de la Folie, Paris, Plon, 1961.
BARTHES, R: GODELİER, M:
«Le Mythe Aujourd'hui», Mythologies, Paris, Seuil, 1957. Horizoıı, Tajets Marxistes en Anthropologie, cilt I, II. Paris, Mas-
«Sociologie et Socio-Logique», Informations sur les Sciences So- pero, 1973.
ciales, Aralık 1962, I, 4. «L'Appropriation de la Nature», Pensle, Nisan 1978 (198).
BELEVITCH, V: «Infrastructures, Societes, Histoire», Dialectiques, sonbahar, 1977
Langage des Machines et Langage Humaine, Paris, Hermann, 1956. (21)
BELGE, M: GLUCKSMANN, A:
Tarihten Güncelliğe, istanbul, Alan Yayıncılık, 1983. «La Deduction de la Cuisine et les Cuisines de la Deduction»,.
BOAS, F: Informations sur les Sciences Sociales, Haziran 1965, 4(2).
«The Religion of Kwakiutl», Columbia University Contributions to HOCART, A. M:
Anthropology, cilt X, New York, 1930. Covenants, The Life Giving Myth, Londra, 1952.
BONAPARTE, M: HOLLMER, M; WASSEN, H:
«Notes on the Analytical Discovery of a Primal Scene», The Psycho- Mu-Igala or the Way of Muu, a Medicine Song from the Cunas
analytic Study of the Child, cilt I, New York, 1945. of Panama, Göteborg, 1947.
CANNON, W. B: JAKOBSON, R:
«Woodoo Death», American Anthropologist, cilt 44, 1942. Standard Dictionary ef Folklore, New York, 1950.
CLASTRES, P: Russian Folk Tales, New York, 1945.
«Entre Silence et Dialogue», L'Arc, 1968. (26). LACAN, J:
CHARBONNIER, G: Ecrits, I, II, Paris, Seuil, 1966, 1971.
Entreticns avec Claude Levi-Strauss, Paris, Plon, 1961. «intervention dans la Discussion sur l'ExposĞ de C. L£vi-Strauss
DEMETRACOPOULOU, D: sur les rapports entre la Mythologie et le Rituel» (Societe Française
«Some Indian Texts Dealing with the Supernatural», The Re- de Psychanalyse, 26 Mayıs 19-56), Travaux et Interventions, Alen-
view of Religion, Mayıs 1941. çon, Arep Editions, 1977.
DORSEY, G. A: LEACH, E:
The Pawnee: Mythology, Washington, 1906. Political Systems of Highland Burma, Harvard University Press,
EYÜBOĞLU, I. Z: 1954.
Anadolu inançları, İstanbul, Koza Yayınları, 1974, LEVİ-STRAUSS, C:
Cinsel Büyüler, İstanbul, Seçme Kitaplar, 1979. «Le Sorcier et sa Magie», «L'Efficacite Symbol ique», «Structure
FLETCHER, A. C; MURIE, J. R: et Dialectique», Anthropologie Structurale, Paris, Plon, 1958, 1974.
«Hako: A Pawnee Ceremony», 22. Annual Report, Bureau of Ame- Les Structures Elementaires de la Parente, Paris, PUF, 1949; Pa-
rican Ethnology, Washington, 1900-1901 (1904). ris-Lahey, Mouton, 1967.
(*) Yalnızca kitapta adı geçen yapıtları kapsamaktadır. Tristes Tropiques, Paris, Plon, 1955, 1973.

152 113/8
La Pensle Sauvage, Paris-Plon, 1962. SAUSSURE, F de:
Mythologiques I: Le Cru et le Cuit, Paris, Plon, 1964. Cours de Linguistique Generale, Paris, Payot, 1916-1972. Türkçe
II: Du Miel aux Cendres, Paris, Plon, 1967. çevirisi: Genel Dilbilim Dersleri, B. Vardar, Ankara, TDK, 1976.
III: L'Origine des Manieres de Table, Paris, Plon, 1968. SECHAYE, M. A:
IV: L'Homme Nu, Paris, Plon, 1973. «La Realisation Symbolique», La Revue Suisse de Psychaııalyse et
«Structuralism and Ecology», Barnard Alumnae, New York, İlk- de Psychologie Appliquee, Berne, 1947(12)
bahar, 1972. STEVENSON, M. C:
«Les Limites de la Notion de Structure en Ethnologie», Sens «The Zuni Indians», 23. Aımual Rcport of the Bureau of American
et Usages du terine Structure, Lahey, Mouton, 1962. Ethnoîogy, Smithsonian Iııstitution, Washington, 1905.
Entretiens avec Claude L6vi-Strauss, Charbonnicr, G. WASSEN, H:
«Introduction â l'Oeuvre de Mauss, Mauss, M. Comparative Ethnographical Studies, Göteborg, 1938.
LOWIE, R. H: YÜCEL, T:
«Plains-Indian Age-Societies: Historical and Coraparative Sum- Yapısalcılık, İstanbul, Ada Yayınları, 1982.
mary,» Anthropclojy Papers of the American Muştum cf Natural Yazın ve Yaşam, istanbul, Yol Yayınları, 1983.
Histcry, cilt XI, 1916.
MARDİN, Ş:
Din ve ideoloji, Ankara, SBF Yayınları, 1969; İstanbul İletişim
Yayınları, 1983.
DİZİN
MARX, K:
Lettre â l'Editeur de Otötchesvenniyö Zapisky, 1877, Godelier, Ho-
rizon...
akıl/akıldışı (raison/deraison) Antik Yunan, 130
MAUSS, M: Arapho söyleni, 114, 115
karşıtlığı, 27
Scciologie ct Anthropologie, Paris, 1950. artık-bilgi (redondance), 81
Algonkin söyleni, 114, 115
MURDOCK, G. P. artık-emek (surtravail), 19
ALTHUSSER (Louis), 25
Social Structure, New York, Mcmillan, 1949. amca çocuklarının kendi arala- artsüremli (diachronique), 137
MURIE, J. R: rında evlenmesi (mariage des Athapaskan dil ailesi, 104
«Pawnee Societies», Anthropology Papers of the American Mu- cousins eroises), 131 ayırıcı nitelikler (ecarts diffö-
seuın of Natural History, cilt XI, 1916. anaerkil (matriarcal), 132 rentiels), 119, 145, 146
NADEL, F: anasoyu (matrilineaire), 88
The Thcory of Social Structure, Londra, Cohen and West, 1957. anlambilim (s6mantique), 15, babaerkil (partriarcal), 132
NORDENSKİÖLD, E: 86, 110, 144, 146 babasoyu (partrilineaire), 88
«An Historical and Ethnographical Survey of the Cuna Indians, anlambirim (semanteme), 24 BARTHES (Rolar.d), 13, 25, 26,
bkz. Wasscn, H. cilt X. anlam dayanağı (support de 143-149
RADCLIFF-BROWN, A. R.; FORDE, D: sıgnification), 141 başlatım etkisi (propriete in-
African Systems of Kinship and Marriage, Oxford University anlamlayan dizge (systâme sig- ductrice), 77
Press, 1950. ııifiant), 146 BELGE (Murat), 26, 27
RIFAT, M: anlık (esprit, intellect)/anlıksal Bella-Bella söyleni, 103-108
(intelligible), 56, 101, 110, 118- benzeştirim (ana'ıogie), 13, 134,
Genel Göstergebilim Sorunları, İstanbul, Alaz Yayınları, 1982.
124, 143, 145, 147-149 145, 146
«Prag Dilbilim Çevresi», Yazko Çeviri, 1982(6).

155
154
biçim (forme)/biçimsel çözüm- çağdaş söylenler, 26-28
leme (analyse formelle), 17, çapraz-terim (chiasme), 109
80, 91, 113, 119, 131, 132, 140, çevrebilim, doğal çevre (ecolo-
143, 145, 148, 148 gie), 14, 100, 101, 108, 110, 113,
biçimcilik (formalisme), 128, 116-118, 123, 124 DZONOKWA (Kawaka, Sninik göndergeler dizgesi (systeme de
129, 145, 148 adları da verilen devanası), referents), 56
biçimselleştirme (formalisati- kapak resmi, 103-106 görgül (empirique), 12, 44, 99,
on), 17, 88, 138 dağılımcılık (diffusionisme),
100, 113, 119, 121
bileşim çizgesi (combinatoire), 127, 133
eğretileme (metaphore), 75, 77, görgücülük (empirisme), 122,
138, 137 değiştirim (permutation) 82", 86,
134 124, 128, 130
bilinçaltı (subconscient), 21, 77, 88, 89, 91
sözel eğretileme (metaphore gösteren/gösterilen (signifiant/
79 DESCARTES (Rene), 123
verbale), 75 signife), 14, 21, 22, 52, 56, 72,
bilinç biçimlendirme sanayi, 26 deyişbilim (stylistique), 65
şiirsel eğretileme (metapho- 76, 136-141, 145, 146
bilinçdışı (inconscient), 21, 22, dışardan evlenme kuralı, dışev-
re poetique), 77 gösteren dizgesi (systeme signi-
69, 72, 76-79 lilik (exogaınie) 12, 131 fiant), 21, 138, 139
eşsüremli (synchronique), 15
bireysel söylen (mythe individu- dışardan evlenme yasağı, içev- gösterge (sigrıe), 145
«şsüremli okuma, 24
el), 23, 74, 76, 78, 80, 138 lilik (endogamie), 131 göstergebilim (semiotique, se-
etique/emique, 118-123
Blackfoot kuttöreni, 86, 90 dilbilimsel yakınlıklar (affini-
evrimcilik (evolutionnisme), 12, miologie), 11, 28, 146
BOAS (Franz), 44, 98 tes linguistiques), kuramı, 91
127, 130 göstergeler dizgesi (systeme de
BOSCH (Jerome), 69 dizileme yöntemi (methode de
eyletim (manipulation), 63-65, signes), 141, 145
Bovarysme, 140 seriation), 24, 137
71, 75
budunbetim (ethnographie), 12, dizimsel (syntagmatique), 145
eytişim, eytişimsel (dialectique), hadım edilme kompleksi (comp-
dizisel (paradigmatique), 145,
16, 99, 102 81, 82, 91, 107, 146 lexe de castration), 23
147
budunbilim (ethnologie), 11, 16, Hako kuttöreni, 88-SO
119, 136, 139, 144, 145 doğa/ekin (nature/culture) kar-
fallüs (phallus, simgesel erkek- halkbilim (folklore), 82
budunbilimsel gözlem (obser- şıtlığı, 13, 27, 148
lik örgeni), 22, 89 HEGEL (G. W. Friedrich), 99,
vation ethnologique) 100, 101 dolayım (mediation), 145, 146
fetişleşme (fetichisation), 17, 20, 101, 123
budunbilimsel soruşturma (en- dölüt (phoetus), 62, 83, 84
134 Hidatsa kuttöreni, 86-88
quete ethnologique) 100-101, dölyatağı (uterus), 60, 62, 63, 67,
70 FOUCAULT (Michel), 27
146 FOURÎER (Charles), 137
büyü-duası (incantation), 58 dölyolu (vagin), 60, 63, 67 ideoloji (düşüngü), 15, 17-20, 25,
FREUD (Sigmund), 23, 77, 138
DURKHEtM (Emile), 81 26, 62, 81, 107, 109, 110, 113,
duyumculuk (sensualisme), 120, 119, 129, 131, 132, 134, 143, 148
CANNON (W.B.), 33-35 122 «gebe oğlan» söyleni, 83-84, 86, ideolojik aygıt (appareil ideolo-
Chilcotin söyleni, 104-109 düşsellik (onirisme), 140 89, 90 gique), 26
cinsil örnekçe (modele ge- düşüncecilik (idealisme), 99,119, geçişim (transfert), 73, 74 ideolojik oluşumlar (formations
nörique), 90 123, 128, 129, 133 genel insanbilim (anthropologie ideologiques), 25-28, 102, 123
CLASTRES (Pierre), 27 düzdeğişmece (metonymie), 134 generale), 20 ikicilik (dualisme), 118, 122, 123,
Crow-Omaha akrabalık dizgesi, düzgü (code) / düzgüleme (en- genelleşmiş değişim (echange 131
88 coder) / düzgüçözme (deco- generalise), 131 ikicillik (binarisme), 119, 120,
Cuna yerlileri, 58 der), 21, 119, 120, 122, 133, 141 gerekircilik (determinisme), 18, 122, 123, 147
İP, 102, 108, 113, 118, 129 ikileme (duplication), 81, 82
156 GLUCKSMANN (Andre), 14 iletişim kuramı (th6orie des
GODELÎER (Maurice), 17-20, commünications), 11, 28
25 imgelemsel (imaginaire), 25,
tepki özümsemesi (abreaction), 134, 143, 146
21, 22, 74
tepki yinelemesi (adreaction), varlıkbilim (ontologie), 119
21, 51-55, 73, 74 WASSEN (H), 58
toplumsal-mantık (socio-logi- Wintu lehçesi, 50
que), 25, 146-148
totemcilik (totemisme), 13, 14,
146 yabanıl düşünce (pensâe sauva-
törel, törebilim, ethik (ethique), ge), 14, 18, 134
124 yakın akrabalarla cinsel ilişki-
TROUBETSKOY, 91 nin yasaklanması (prohibiti-
türdeşlik (homologie), 13, 81, on de l'inceste), 12, 131
121, 137, 144, 145 yalancı kahraman (decepteur),
türev-terim (terme devrive), 111
147 yansız-terim (terme neutre), 147
yapı, yapısal çözümleme (analy-
usçuluk (rationalisme), 123 se structurale), 11, 15, 52, 78-
ussalcılık (mentalisme), 99, 119, 80, 120-123, 127, 128, 129, 131,
133, 137, 138
123
yapı/olay karşıtlığı, 16
ussal yasalar (contraintes men-
yapısalcılık (structuralisme), 12,
tales), 18, 99, 101, 107, 110, 113,
116, 118
123, 124, 127, 129, 133
uygar/yabanıl karşıtlığı, 27 yapısal dilbilim (linguistique
structurale), 11, 13, 86
ünlü/ünsüz sesbirim dizgeleri yapısal eytişim (dialectique st-
(systfemes vocalique/conso- ructurale), 91
nantique), 121 yaşantı düzeyi/tasarım düzeyi
üst ben (sur-moi), 22 (ordre vecu/ordre conçu), 15
üst-dil (metalangage), 141 yemek pişirme sanatı (art culi-
iist-yapılar kuramı (theorie des naire), 98
superstructures), üst- yapılar Yunan Mitologyası, 130, 137
toplumbilimi (sociologie des
superstructures), 15, 27, 130, Zuni yerlileri, 40

You might also like