You are on page 1of 178


'

DALGALARlN
SESI

HÜRRİYET YAYlNLARI
ÇAGDAŞ YAZARLAR : 2

DALGALARlN SESİ

Yayın Hakkı •
• (Copyright) YUKİO M!Ş!MA ve
HÜRRiYET YAYINLARI
Birinci Baskı : EKİM, 1972
Tiraj : 10.000
Kapak düzeni : FİRUZ AŞKIN
Dizgi - Baskı : DİZERKONCA MATBAASI
Cildiye : ·Aytaç Kırına ve Cilt Atölyesi
,

'

(Şinşoaha Ödülü)

'
Çeviren:
ZEYYAT SELİMOÖLU

Nuruosmaniye Caddesi, No. 3, Cağaloğlu- İSTANBUL


BİRİNCİ BÖLÜM

Şarkılar Adası Uta-Jima, . aşağı yukarı dört


yüz nüfuslu, beş kilometre kadar kıyısı olan bir
adadır.
Adada, görüntüsü özellikle güzel olan iki yer
vardır. Bunlardan biri, adanın en yüksek tepesinin
biraz altındaki ve Kuzey Batıya bakan Yashiro Ta­
pınağıdır. Buradan Ise Körfezi bütün genişliğiyle
görünür. Ada, körfezi Pasifik Okyanusu ile birleşti­
ren boğazın tam yanındadır. Kuzeyden Chita Ya­
rımadası , Doğudan Batıya doğru da Atsumi Yarıma­
dası uzanır. Batıya doğru bakıldı mı, Uji-Yamada ile
Tsu kesim indeki Yokkaichi limanları arasındaki kı­
yıların ışıltısı görünür.
Tapınağa giden iki yüz hasarnaklı taş merdiven
tırmanılıp da, taştan bir çift tapınak köpeği tara­
fından beklenilen «for-U,» nin bulunduğu yerden geri..
lere doğru bakıldı mı, bu uzak kıyıların yüzyıllardan
beri çevirmiş olduğu Ise Körfezi görünür. Eskiden
burada, dalları biribirine girmiş iki «torii» çamı bü­
yümüş ve tek bir «torii» bile görüntüyü garin ve
çok güzel bir şekilde çerçevelermiş; ama bu ağaçlar
yıllar öncesi kuruyup gitmişler.
Ş imdi, şu sıralarda, çarnların iğne yapraklan da..
ha kıştan bu yana çepeçevre mat bir yeşil içinde; ne
var ki kıyılarda, baharın sürüp getirdiği deniz yo­
sunları ile deniz kırmızı bir renge boyanmış. Kuzey
Batı mevsim rüzgarları Tsu kesiminden bu yana ara­
lıksız estiği için, hava, görüntüden tam yararlanıla­
mayacak kadar serin.
5
Yashiro Tapınağı, Deniz Tanrısı Watat.sumi-no­
Mikoto'ya adanmıştır. Bu Deniz Tanrısına duyulan
inanç kendiliğinden, balıkçıların gündelik hayatın­
dan doğmuştur. Balıkçılar hep durgun bir deniz için
dua ederler, işleri sırasında tehlikeli saatları atlatın­
ca, yaptıkları ilk şey de, bu tapınağa gidip şükran
borçlarını oraya bıraktıkları bir .sadakayla ödemek-
tir.
Tapınakta altmış altı bronz aynadan meydana
gelmiş bir hazine vardır. Bunlardan asma filizi ör­
nekleriyle bezenmiş olanı, sekizinci yüzyıldan kal­
nladır. Bir diğeri de altı hükümdarlar sülalesi zama­
nından kalma bir Çin aynasının kopyasıdır ; bütün
Japonya'da bundan on yedi kopya vardır. Bu ayna­
nın arkasına oyulmuş geyik ve sincap resimleri, yüz­
yıllar önce herhangi bir İran ormanından gelip, so­
nunda bur.aya, Uta..Jima'ya varıncaya dek yarı yer­
küreyi dolaşıp, uzak kıtalar, sonsuz denizler aşmış
olsa gerektir.
Özellikle güzel olan diğer bir görüntüyü de, Hi­
gashi Dağının Zlrvesi yakınındaki fener kulesi mey­
dana getirir. Fener kulesinin yükseldiği kayalıkların
dibinde, Irako-Kanal'dan akan suların hiç durmaksı­
zın çağladığı duyulur. Ise Körfezi ile Pasifik Okya­
nusu arasındaki bu dar boğaz, rüzgarlı günlerde sa­
yısız girdaba yataklık eder. Atsumi Yarımadasının
burnu bu kanala kadar uzanır. ve kayalık ıssız kum­
salında Trako Burnunun kimsesiz fener kulesi var­
dır. Uta-Jima fener kulesinden bakıldı mı, Güney
Doğuda Pasifik Okyanusu ; Kuzey Doğudaki Atsumi
Körfezinin öbür tarafındaki sıra sıra dağların ardın­
da da, yalnız gün doğarken ve sert batı rüzgarı esin­
ce görülebilen Fujiyama göze ç arpar.
Nagoya'dan ya da Yokkaichi'den gelen, yahut o

6
tarafa doğru giden bir gemi, Irako Kanalından ge­
çip, körfezle açık deniz arasındaki kanala serpilmiş
olan sürüyle balıkçı teknesinin arasından kendine
yol açınağa uğraştığı sırada, fener kulesindeki nö­
betçi, dürbünle geminin adını kolaylıkla seçebilir.
Bir süre önce, Mitsui Şirketine ait bin dokuz yüz ton­
luk «Tokachi-maru» şiiebi dürbünün görüş alanına
girmiş, fener kulesindeki nöbetçi , geminin güverte­
sinde ayaklannı uzatıp çene çalmakta olan iki gemi­
ciyi tanıyabilmişti. Bunun ardından da «Talisman»
adındaki bir İngil iz şiiebi kanala girmiş, yine fener
bekçisi güvertede halka atarak vakit geçiren gemici­
lerin küçücük gölgelerini olduğu gibi seçmişti.
Fener bekçisi kuledeki masasına dönmüş, gemi
jurnalına «giden gelen gemiler» başlığıyla gemilerin
adlarını , flamalarını, seyir yönlerini, seyir zamanını
y,azmış, varma limanlarındaki yükleme boşaltma fir­
maları hazırlıklarına başiasınlar diye de telsizle ha­
beri kendilerine ulaştırmıştı.
Öğleden sonraydı, batmakta olan güneş Higashi
Dağının ardında kaldığı için fener kulesinin çevrP.si
hanidir gölgelikti. Denizin üstündeki aydınlık gök­
yüzünde, bir şahin, daireler çizerek uçuyordu. Ka­
natlarını denemek istiyormuş gibi, önce birini, son­
r a öbürünü aşağı indirdi; düşüp yere çarpacakmış
gibi olunca yukar1ya doğru süzüldü ve kanatlannı
hareket ettirmeksizin ötelere doğru uzaklaştı .
Güneş tamamen batınca genç bir balıkçı, fener
kulesinin oradan geçen dağ patikasını çabuk çabuk
tırmanmağa başladı. Yaşına göre iri ve kuvvetliydi
ama yüzünden çok genç olduğu anlaşılıyordu. Cildi
güneşten adamakı llı esmerleşmişti. Bütün o adada
oturanlarda görüldüğü gibi, düzgün bir burnu, ka­
lın dudakları vardı. Koyu gözlerinde pırıl pırıl bir
bakış vardı, ama bu bir zeka parıltısı değil, ekme­
ğini denizden çıkaran bütün insanlara yine denizin
armağan ettiği parıltıydı; yoksa okuldaki çalışması
çok başarısız olmuştu. Genç balıkçı elinde büyükçe
bir dilbalığı tutuyordu. Üzerinde, bütün gün balık­
tayken sırtında taşımış olduğu giysi vardı; ölmüş
babasından kalmış bir pantolonla bir de ucuz ka-
zak...
Delikanlı, şu sırada bomboş olan ilkokulun av-
lusundan geçip su değirmeninin yanındaki tepeye
tırmanmağa başladı. Taş merdivenleri tırmanınca,
Yashiro Tapınağının arkasına düştü. Kutsal yerin
bahçesinde ve alaca karanlık içinde, şeftali ağaçların­
daki ilk tomurcuklar parıldamaktaydı. Buradan geç­
tikten sonra, on dakika sürmüyor, fener kulesine
varılıyordu.
Patika dar olduğu için öylesine tehlikeli ve do­
lambaçlıydı ki, şimdiye kadar iizerinden geçmemiş
bir kimse gündüz gözüyle bile dengesini kaybedebi­
lirdi. Genç balıkçıya gelince, o gözü kapalı yürü­
yebilirdi patikada; ayakları, taşlar ve öteden beri
fışkırmış çam kökleri arasındaki geçidi buluyordu.
Derin düşüncelere dalmış olduğu şu sırada da tek
bir defa olsun tökezlememişti.
Biraz önce gün ışığı sona ererken, genç balık­
çının çalıştığı tekne, bağlama limanı olan Uta-Ji­
ma'ya dönmüştü. «Taiheu-maru>>, küçük motorlu
bir tek neyd i ; delikanlı, teknenin salıibi ve diğer bir
çocukla birlikte çalışıyordu. Tuttukları balığı li­
manda sendikanın teknesine boşaltmış, sonra ken­
di teknelerini kıyıya çekmişlerdi. Sonra da genç
balıkçı evinin yolunu tutmuş, yan1na da fener ku­
lesine götüreceği dilbalığım almıştı.
Alaca karanlıkta kumsal boyunca yürüdüğü

8
sırada, teknelerini kıyıya çeken balıkçıların sesleri
yükselmekteydi dört bir yandan.
Şimdiye kadar hiç görmediği bir kız gözüne
çarpmıştı orada. Kız, dinleniyormuş gibi, tahta
kızaklardan birinin kenarına yaslanmıştı. Balıkçı
tekneleri bir ırgat aracılığıyle kıyıya çekilirken,
bu tahta kızaklar omurganın .altına sürülüyor, böy­
lece tekneler bir biri ardından kolaylıkla bu kızak ..
ların üzerinden kayıyordu. Görünüşe bakılırsa kız
tam o sırada kızakların taşınmasına yardım etmiş­
ti ve şjmdi de nefes almak için dinleniyordu.
Alnı terden ıslanmıştı, yanakları al aldı. Batı..
dan kuvvetli, soğuk bir rüzgar esiyordu ama, kız
bu serin rüzgardan hoşlanıyar gibiydi; çalışmaktan
ısınmış yüzünü rüzgarın estiği yöne çevirmişti,
saçları arkaya doğru uıçuşmaktaydı. Sırtında kol ..
suz, vatkalı bir pamuklu ceket, hacaklarında da
bir kadın işçi pantolonu v.a.rdı. Ellerine kirli iş el..
divenleri geçirmişti. Cildinin sağlıklı rengi öbür
kızlarınkinden hiç farklı değildi, ama gözlerinde
garip bir soğukluk vardı, kaşları , neşeli ve içinin
rahat olduğunu gösteriyordu.
Kız gözlerini dikkatle denizin üzerindeki göğe,
kırmızı bir güneş parçasının üstüste yığılmış, ko­
yu renkli bulut dağlarının arasından sarktığı Ba­
tı 'ya dikmişti.
Delikanlı kızı daha önce görüp görmediğini ha..
tırlayamıyordu. Ne var ki aslında Uta-Jima'da ta..
nımadığı tek bir yüz bile yoktu. İlk bakışta kızı
yabancı sanınıştı ama, kızın üzerindeki giysi bunun
aksini ortaya koyuyordu. Ne var ki böyle tek ba­
şına durup denize bakması onu adanın diğer hare­
ketli kızlanndan ayıran bir şeydi.
Genç balıkçı, bilerek tam kızın yanından geç ..

9
ti. Ve tıpkı tanımadıkları bir şey karşısında apışıp
ltalan çocuklar gibi, olduğu yerde durup kızın yü­
züne bakakaldı.
Genç kız kaşlannı hafiften çattı. Ama çocuğa
hiç bakmayı p gözlerini açık denize dikti durdu . . .
Balıkçı sessiz incelemesini bitirdikten sonra
çabuk çabuk yoluna devam etmişti. Merakını tat­
min ettiği için önce belli belirsiz bir hoşnutluk
duymuştu. Ancak çok sonra, fener kulesine giden
dik patikayı tırmandığı sırada, ne kadar küstah ve
kaba davrandığı kafasına dank etti. Sadece bunu
düşünmek bile yanaklarını kızartmağa yetmişti.
Patikanın kenarındaki çam ağaçlannın ara­
sından denize baktı. Aşağıdan dalgaların sesi geli­
yor, denizin yüzeyi ay'ın henüz çıkmadığı şu sırada
kapkaranlık görünüyordu.
«Kadınlar Yamacı:t> denen vol dönemecine va-

rınca burada zaman zaman uzun boylu bir kadı-


nın hayalinin göründüğü söylenirdi başının üze­
rinde fener kulesinin ışıklı pencerelerini ilk defa
göre bildi. Aydınlık bir süre gözlerini kamaştırdı ;
köyün jeneratörü uzun bir süredir çalışmadığı için
yağ lambalarının loş ışığına alışmıştı.
Genç balıkçı yukarıdaki bu fener kulesine sık
sık balık getirirdi ; bunu yapmakla fener bekçile­
rine şükran borcunu ödemek istiyordu. Geçen yıl
okuldaki bitirme sınavları kötü gitmiş, son sınıfı
yeniden okuması gerekecek gibi görünmüştü. Çam
kozalağı .toplamak için sık sık fener kulesinin ar­
kasındaki ormana giden annesi , fener bekçisinin
karısıyle tanışrnış, dostluk kurmuştu. O sıralarda
fener bekçisinin karısına gitmiş, oğlu diplomasını
alamazsa, ailenin geçimini tek başına imkanı yok
karşılayamayacağını kadına anlatmıştı.

lO
Fener bekçisinin karısı kocasıyle görüşmüş,
adam da çok iyi dostu olan okul müdürüne
gitmişti. Bu araya giriş sonunda delikanlı sınavı
başarabilmiş, okulu bitirir bitirmez de balıkçı ol­
muştu. O günden beri avladığı balığın bir kısmını
fener kulesine götürmeyi kendine görev bilmişti.
Fener bekçisi ile karısının ufak tefek isteklerini
de yerine getirmeyi Ü7.erine almıştı. Karı koca
candan bir sevgi besliyorl ardı çocuğa ..
Fener bekçisinin evi, fener kulesine giden be­
ton bir merdivenin yanındaydı. Evin arkasında kü­
çük bir avlu vardı. Genç balıkçı yaklaşınca, mutfa­
ğın camlı kapısı ardında kımıldanan kadının göl­
gesini gördü. Görünüşe bakılırsa, kadın, akşam ye­
meği hazırlıklarıyle meşguldü.
Çocuk dışarda kalıp seslendi. Kadın kapıyı
açtı.
«ÜO, sen misin Shinji-san . . », dedi.
Çocuk hiç konuşmaksızın elindeki dilbalığını
uzattı.
!{adın balığı alıp omuzunun üzerinden arka­
sına doğru yüksek sesle bağırdı:
«Baba, Kubo-san bize balık getirmiş.»
E.aşka bir odadan fener bekç isinin neşeli, ıyı-
• •

lik dolu sesi geldi :


«Teşekkür ederiz, çok teşekkür ederiz ..
Shinji oğlum, içeri gel..»
Genç balıkçı mutfağın kapısı önünde hala çe­
kingen duruyordu. Dilbalığı çoktan beyaz bir ta­
bak içindeydi. Solungaçlarından kan gelirken zayıf
bir hareketle hava alınağa çalışıyor, düz beyaz de...
risi geriliyordu.

ll
İKİNCİ BÖLÜM

Ertesi gün sabah erkenden, Shinji her zaman­


ki gibi iş verenin tekne3ine binip balığa çıktı. Yeni
doğan günün üzerine perde gibi inmiş olan gök,
durgun denize bembeyaz yansımaktaydı . Balık ya­
taklarına kadar aşağı yukarı bir saat gerekiyor­
du. Shinji'nin önünde, sırtındaki kazaktan lastik
çizmelerinin konçlarına kadar inen bir lastik ön­
lük, bir çift de lastik eldiven vardı. Teknenin ba­
şında durup kül rengi göğün altında uzayıp giden
Pasifik Okyanusuna bakarken, geçen akşamı, fe­
ner kulesine yaptığı ziyaret ile uykuya yattığı za­
man arasındaki saatleri düşünüyordu.
Shinji 'nin annesi ile kardeşi, ocağın yanındaki
soluk ışıklı bir lamba ile aydınlanmış, küçük oda­
da kendisini beklemişlerdi. Kardeşi ancak on iki ya­
şındaydı. Babalarının bir bombardımanda öldüğü
geçen savaş yılından Shinji'nin çalışmaya başladığı
zamana kadar, anneleri tek başına sünger dalgıç­
lığı yaparak aileyi geçindirmişti.
«Fener bekçisi sevindi mi ?»
- <<Evet . Bana <<içeri geh> dedi, sonra da ka-
kao diye bir şey ikram ettiler.»
- «Kakao mu ? O da neymiş ? »
- «Ne bileyim işte, bir tür yabancı çorba.»
Anneleri yemek pişirmekten pek anlamazd ı. Ba­
lığı ya çiğ çiğ dilinmiş olarak sofraya getirir, ba­
zı bazı biraz sirkeyle mayalanmış olarak, ya da
kafası, kuyruğu, yüzgeçleri ve bütün içindekilerle
birlikte, olduğu gibi pişirir yahut kızartırdı. Ba­
lığı hiç bir zaman temizleyip yıkamadığı için ba­
lıkla beraber az d a kum çiğnemezlerdi.
Yemek sırasında Shinji umutla, annesi yaban-

12
cı kız üzerine bir şeyler söyler diye bekledi. Ne var
k i ağzından tek bir yakınma çıkmadığı gibi, dibi
boş gevezelikten başka bir konuşmaya yelteneceği
de beklenmezdi.
Akşam yemeğinden sonra Shinji ile kardeşi
sokak hamamına gitmişlerdi. Belki burada kız üze­
rine bir şeyl�r duyarım diye düşünmüştü Shinji.
Oldukça gecikmiş oldukları için hamam hemen he­
men boş, su d a .o ldukça kirliydi. Balıkçılar sendi­
kası başkaııı ile posta müdürü bir politika konuş­
masına dalmışlardı. Boğuk sesleri tavanda yankı­
lanıyordu. İki kardeş, hiç bir şey söylemeksizin se­
lam verip kurnadan sıcak su alabilecekleri uzak
bir köşeye çekilmişlerdi.
Shinji ne kadar bekleyip kulak kabartıyorsa
d a adamlar politika konuşmasından ayrılmaYJp kız
üzerine hiç bir şey söylemiyorlard1. Shinji'nin kar­
deşi, bu arad:ı yıkanınayı olağanüstü bir hızla bi­
tirmiş, dışarı çıkmıştı.
Shinji kendisini izleyip, neden acele ettiğini
sordu. Hiroshi, arkadaşlarıyle öğleden sonra savaş­
çılık oynamış olduğunu, oyun sırasında sendika
başkanının oğlunun kafasına tahta kılıcıyle kuv­
vetli bir darbe vurduğunu, çocuğun bu yüzden ağ­
ladığını anlattı.
Shinji bu zamana kadar çok kolaylıkla uyuya­
bilirdi, ama bu son gece hep uyanık kaldı. Bu onun
için garip ve yeni bir tecrübe olmuştu. Bütün ha­
yatı boyunca bir defa bile hastalandığını anımsa­
mıyordu; kendi kendine acaba öteki berikinin
«hastalık» dediği şey bu mudur diye sordu . . .
Bu sabah da içinde o garip huzursuzluk vardı .
Ama Shinji'nin şu sırada durduğu teknenin baş ta­
rafından uzaklara doğru yayılan Okyanusun görü-

13
nüşü, yavaş yavaş bütün vücudunu, kendisine ema­
net edilen işi görebileceği kuvvetle doldurup, ona
hiç farkına varılmaksızın iç huzurunu yeniden ver­
di. Tekne, motorun ahengine uymuş yavaş yavaş
sallanıyor, soğuk sabah rüzgarı gencin yanakları­
nı yalıyordu.
Kayalıkların Uzerindeki fener kulesinin ışığı
çoktan sönmüştü. Irako Kanalının su yüzeyi aitın­
da bulunan sık kayalar silsilesi arasındaki daracık
geçitten geçmek, bir okyanus gemisi için oldukça
güç bir görevdi. Ama «Taiheu-maru», sahibinin be­
cerikli yönetimi altında akıntılı sulardan kolaylık­
la süzülüp gidiyordu. Kanaldaki suyun on sekiz ile
yüz kulaç arasında derinliği vardı. Sık kayalık sil­
s i lesi üzerindeki derinlik ise en fazla on üç ve yiınıi
kulaç arasındaydı . Geçitin şamandıralarla işaret­
lenmiş olan bu noktasından Pasifik Okyanusunun
ötelerine kadar, deniz polipinin, alıtapotun yaka­
landığı sayısız çanak suya daldınlmıştı.
Ahtapot avı Uta-Jima balıkçılannın en önem·
li gel ir kaynağıydı, bütün yıllık avın yüzde sekse­
nini bu karşılıyordu. Kasımda başlayan av mevsi­
mi artık yavaş yavaş kapanmak üzereydi; bahar
gelip de gecelerle günler eşit olduğu zaman da mü­
rekkep balığına çıkma saati gelip çatmış oluyor­
du. Şimdi denizin dibinde yatıp kalmış olan çanak­
lar, son kısmetlerini, Ise Körfezinin soğuk suların­
dan kaçıp Pasifik Okyanusunun derinliklerine inen
«uçan ahtapot»u bekliyorlardı.
Adanın Pasifiğe bakan sığ sularında, deniz di­
binin en küçük girinti ve çıkıntıları bile, gUn gör­
müş ada balıkçılarının bahçeleri kadar yakından

tanıdıkları bir şeydi. «Ancak gözleri kör olan göre-


mez deniz dibini» demek alışkanlığındaydı b u ba­
lıkçılar.
14
Rotalarım pusulaya göre ayarlayıp, sonra
uzaktaki sıra dağların değişen çizgilerinden, günün
her anında yerlerini olduğu gibi tespit ederlerdi .
. Kerterizi yapar yapmaz artık altlarındaki deniz di­
binin nasıl olduğunu tam bir kesinlikle bilirlerdi.
Bu deniz dibinin yukarılarına doğru, her birinde
yüzlerce çanağın asılı olduğu s ayısız ip uzanmış
olurdu. Bu ince haLatlan yoklamağa görevli yüzü­
cüler nöbetieşe dalıp çıkarlardı. Shinji'nin bağlan­
mış olduğu teknenin sahibi, ahtapot avını çok iyi
bilen bir adamdı. Shinj i ile Ryuji adındaki öbür
çocuğun, bağlı oldukları işe sağlam vücutLarını ada­
maktan başka yapacak bir işleri yoktu.
«Taiheu-maru» nun sahibi Jukichi Oyama'nın,
deniz rüzgarlarıyle kösele gibi sertleşmiş bir yüzü
vardı. Üzerindeki çizgilerin ta diplerine kadar gü­
neş yanığıydı bu yüz ; ellerindeki kir dolu çizgiler­
le eski yara izleri biribirinden ayırt edilemiyordu.
Çok seyrek gülen, ama hep sakin ve dostça davra­
nışları olan bir adamdı Oy ama ; emir verirken yük­
selen kuvvetl i sesi hiç bir zaman öfkeli çıkmazdı.
İş sırasında teknenin kıç tarafından hemen hemen
h iç aynlmaz, elini dümenden çok seyrek, o da mo­
torun çalışmasını ayarlamak için, ayırırdı.
Açık denize çıkınca, şimdiye kadar gözlerinden
saklı kalmış bir sürü başka tekneyle karşılaşıp, bi­
ribirlerine iyi gün dilediler. Ufuktaki bulutların
arkasında saklı olan güneş buram buramdı. Deni­
zin üzerinde yüzen iki, üç karabatak boyunlannı su­
yun üstüne çıkarıp uzatmışlardı. Uta-Jima'ya doğ­
ru dönüp de gerilere bakılınca, adanın giineyinde,
silrüler halinde yaşamakta olan karabatakların
gübresiyle kireç gibi bembeyaz boyanmış kayalık­
ların parladığı görülüyordu.

15
Acı soğuk bir rüzgar vardı; ama Shinji ilk ha­
latı makaraya sarıp da indigo mavisi denize doğru
bakınca, içindeki kuvvetin gerilmesiyle, birazdan
kendisini tere batıracak olan buram buram bir sı­
cağın, içinden yükseldiğini duydu. �1akara dönrneğe
başlarrıış, ağ1r ıslak halat denizden çıkmağa koyul­
muştu. Shinji ince eldivenlerinin arasında kalın, buz
gibi soğuk halatı hissediyordu, elleri yap1şmıştı ha­
lata. Adamakıllı gerilmiş olan halat makaraya do­
lanırken, tuzlu su, inci taneleri gibi sıçrıyorrlu üze-
rinden.
Biraz sonra kilden, kırmızı av çanakları da su
üstüne çıktı. Ryuji makaranın başında bekliyordu.
Çanaklardan biri boşsa içindeki suyu boşaltıyor,
makaraya değip çizmemesi için ·çanağı yukarıda
tutuyor, sonra yine halatla birlikte suya bırakıyor­
du.
Shinji, hacakları biribirinden ayrılmış , ayakta
duruyor, bir ayağını küpeşteye dayayıp denizin ör­
tüp gizlendiği her şeye k arşı sonsuz bir savaşa gi­
rişmiş, halat çekiyordu. Halat, kulaç kulaç yük­
selmekteydi suyun içinden. Shinji bu s avaşı kaza­
nıyordu ama, deniz kolay kolay boyun eğeceğe ben­
zemiyordu. Sanki Shinji ile alay etmek istiyormuş
gibi, çanakları birbiri ardından boş olarak yollu­
yordu.
Yedi, sekiz metre aralıklarla yirnıiden fazla
çanak çekilmişti yukarı, halatla birlikte . . Shinji ha­
lata asılıyor, Ryuji çanaklardaki suyu boşaltıyor­
du. Jukichi bir eliyle dümeni tutup hiç sesini çı­
karmaksızın işbaşındaki çocukları seyrediyordu.
Yüzünde kuruldayan tek bir çizgi bile yoktu.
Shinji'nin sırtı yavaş yavaş terlemeğe başla-

16
mış, sabah rüzgarına karşı duran alm parlamıştı.
Yanakları al al olmuştu. Sonunda güneş bulutların
ara�ından ışıyıp, hiç durmadan kımıldayan gençle­
rin ayakları dibine soluk gölgeler attı.
Ryuji yüzünü denizden bu yana, teknenin içine
doğru döndürmüştü. Şu anda, denizden bir an önce
çıkmış çar.u:ığı yukarı kaldırmıştı ; Jukichi de ma­
karayı durdurmak için manivelayı çekmişti. Şimdi
Shinji de ilk defa yana doğru dönüp makaraya bak­
tı. Ryuji, elindeki tahta bir çubukla çanağın içini
karıştırıyordu. Hiç bir şey çıkmadı çanaktan. Da­
ha da karıştırmağa devam edince, birden, uzun
sürmüş bir öğle uykusundan uyanan bir insanmış
gibi, bir ahtapot bütün vücudunu çanaktan yüksel­
tip kendini teknenin güvertesine attı . Makine dai­
resinin y.ınında duran bambu kamışından sepetin
kapağı hızla açıldı ve günün ilk avı, boğuk bir ses
çı kartarak içeri kaydı.
«Taiheu-marU>> hemen hemen bütün öğleden
önceyi ahtapot avıyla geçirdi. Verimsiz av, beş alı­
tapotu aşmadı bile . . . Rüzgar kaldı, güneş gözleri
kamaştırarak ışıdı. «Taiheu-marU>> Irako Kana­
lı 'ndan geçip yasaklanmış sularda , gizli gizli biraz
da teknenin arkasından salınan oltalarla alta balık­
çılığı yapmak üzere, Ise Körfezi'ne döndü.
Bundan ötürü sürüyle büyük kanca ile ip bir
çapraz çubuğa bağlandı ve hepsi birden sağlam bir
halata tutturuldu. Sonra tekne hareket ettirilip ha­
zırlanan gereç bir bahçe tırmığı gibi körfezin di­
binde sürülmeğe başlandı. Bir süre sonra av gereci
tekrar yukarıya alındı. Dört yassı kafa ile ü� de­
niz dilinin çırpınarak sudan yukan çıktığı görüldü.
Shinii çıplak elleriyle hepsini kancalardan çı­
kardl. Yassı kafalar kana bulanmış güverteye düş-

17 F/2
tüler, balıkların beyaz karınları parlıyordu. Küçü­
cük gözleri derin ç izgiler içinde kaybolmuş gibi du­
ran deniz dillerinin kara, ıslak vücutları göğün ma..
visini yansıtıyordu.
Öğle yemeği yenecek saat gelip çatmıştı. Ju­
kichi, yassı kafaları makine dairesinin üstüne ko­
yup dilimiere ayırdı. Sonra üçü, bu çiğ dilimleri
alüminyum sefer taslarının kapağı üzerine koyup
küçük bir şişeden soya salç.ası döktüler. Bunu yap­
tı k tan sonra da içlerinde haşlanmış pirinçle bul­
gur karışımı bir lapa, bir köşesinde de bir kaç di­
lim turp turşusu bulunan sefer taslarını önlerine
aldılar. Tekneyi hafif akıntıya kapıp koyverdiler.
«Yaşlı Teru Miy.ata arncanı n, kızını geri
çekmesine ne dersiniz ?» diye sordu birden Jukichi.
- �Benim böyle bir şeyden h aberim yok.»
- «Benim de .. »
Gençler başlarını saliayınca Jukichi aniatmağa
başladı : �Teru amcanın dört kızıyle bir de oğlu var..
dı. Gerektiğinden fazla kıza sahip olduğu kanısıy­
le, kızlardan üçünü dışarıya gelin, dördüncüsünü
de evlatlık verdi. Bu sonuncunun adı Hatsue idi,
Sh ima kesimindeki Oizaki'de bir dalgıç ailesine ka­
tıldı . Ama bir YJl önce, sizin de bildiğiniz gibi, Teru
amcanın oğlu Matsu bir göğüs hastalığı sonunda:
öldü. Dul bir adam olan Teru amca birden kendini
çok yalnız hissetti. Bundan ötürü H atsue'yi geri ça­
ğırtıp tekrar kendi adına kaydettirdi. Şimdi d e kı­
zı için b1r erkek edinip ailesine katmak istiyor.
Hatsue çok güzel kız. Onunla evlenmeğe can ata­
cak sürüyle erkek çıkacaktır.. Siz ikinizden ne ha­
ber, ha?>>
Shinji ile Ryuji biribirierine bakıp güldüler..

18
İkisinin de kızardığı muhakkaktı, ama güneş deri­
lerınİ öylesıne kavurmuştu ki, kızarıklık göze gö­
rünmezdi.
Kız üzerine yapılan konuşma ile geçen gün
kumsalda gördüğü kızın hay.ali, hemen aynı anda
Shinji'nin kafasında biribirine bağlandı. Aynı za­
m anda da kız için çok fakir olduğunu, içi üzülerek
kabullenmek zorunda kaldı. Bu bilinç, onu bir gün
önce çok yakından gördüğü kızı, uzağa, uz aklara
götürdü. Çünkü artık kızın babasının, Yamagawa
Nakliyat Şirketi tarafından kiralanan iki kıyı ge­
misinin varlıklı s. a hibi Terukichi Miyata olduğunu
öğrenmişti : Yüz seksen beş tonluk « Utajima-maru»
ile doksan bes tonluk <<Harukaze-maru>> .. Üstelik bu

yaşlı adam, kafası kızdı mı, kırçıl saçlarını arslan


yelesi g!bi sallamayı bilen tanınmış bir inatçıydı.
Shinii daima aklı başında bir insan olarak ya­
�amıştı. Henüz on sekiz yaşında idi ve bu yaşta ka­
dınlara k.:ıfa yarmaması gerektiğini biliyordu.
Kentlerde yaşamakta olan gençliğe her türden he­
yecan ve çekici şeyler hazırdı ama, Uta-Jima'da
kiy oynayacak tek bir salon, tek bir saki meyha­
nesi, tek bir meyhaneci kadın bile yoktu. Shinji
düş kurmak gerekliliğini duyduğu zaman, bu olsa
olsa, günün birinde motorlu bir tekneye sahip ol­
mak. kardesini de yanına alıp bu tekne ile kıyı ge­
miciliği yapmak oluyordu.
Koca Okyanus bütün çevresini daıduruyordu
ama, Shinji yerine getirilemeyecek isteklerle ken­
dini yiyip bitirmiyor, a�ırı serüvenli yolculukları
aklına koymuyordu. Kendin i tam, gerçek bir ba­
lıkçı gibi hissederdi; onun için deniz. bir çiftçi için
toprak neyse ondan başka bir şey değildi; üzerinde
ekmeğini çıkardığı bir yer, üzerinde pirinç ya da
başka tahıllar yerine uçsuz bucaksız bir mavi için­
deki dalgaların beyaz, şekilsiz ürününü veren sal­
lantılı bir tarla..
Böyle düşünüyordu ama günlük işin hemen
hemen sonu gelip de ufuktaki akşam bulutlarının
önünden beyaz bir şilebin geçtiği görülünce, bu gö­
rünü gencin yüreğini garip bir heyecanla doldur­
du. Daha ötelerdeki, ne olduğu hiç bilinmeyen, uzak­
taki evrenin baskısı altındaydı. Bu bilinmeyen ev­
ren bilinci, uzaklardan kopup gelen bir fırtına gibi
gelip kendisini buluyor, başının üzerinde gümbür­
deyip sonra yine diniyordu.
Baş taraftaki güverte üzerinde küçük bir deniz
yıldızı kuruyup kalmıştı. Başına beyaz bir bez sa­
rılmış olan delikanlı burada oturuyordu. Bakışla­
rını akşam bulutlanndan ayırıp başını hafif hafif
salladı.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

O akşam Shinji, Gençler Birliği'nin düzenli


toplantısına gitti. Bu toplantı, eski yurtta, adanın
genç, bekar erkeklerinin eskiden geceleri yatmak
için kullandıkları yurtta yapılıyordu. Şimdi bile,
gençlerden bir çoğu, ana baba evinde kalmak yeri­
ne, kumsaldaki bu barakada yatmayı uygun bulu­
yorlardı. Burada, öteden beri bura gençlerinin üze­
rinde durdukları konular olan eğitim ve temizlik,
batık ge,milerin çıkarılması, denizdeki kurtarma
olayları , arslan dansı ve fener alayı bayramı üze­
rine hararetli tartışmalara girişilird i . İçinde bu­
lundukları toplum hayatı ile ilgili olarak, kendile-

20
rini birbirlerine bağlı hissediyorlar, aslında ancak
yetişkin erkeklerin işi olan ağır konuLarın tadını
çıkarıyorlardı.
Rüzgar denizden bu yana esiyor, kapalı pen­
cere pancurlarını sarsıyor, lambaları bir ileri bir
geri saliayarak salonun kah aydınlık, kah loş olma­
sına sebep oluyordu. Dışarıdan çağiayarak yakla­
şan gece dalgaları ile yükselen denizin homurtusu,
doğ·anın kudret ve huzursuzluğunu açığa vururken,
içeride sallanan lambaların değişen ışığı, gençlerin
neşeli yüzlerine yansıyordu.
Shinji barakarlan içeri girdiği sırada, gençler­
den biri, iki 'eliyle dizleri üzerinde emekleyerek bir
lambanın altına gelmiş, hafif paslı bir makasla bir
arkadaşın a saçlarını kestirtmeğe koyulmuştu.
Shinji gülümseyip, duvarın dibine, yere oturdu, iki
koluyla, yukarı diktiği dizlerini kavradı. Her za­
manki gibi, sessiz sedasız oturup ötekilerin konuş­
masına kulak kabarttı.
Gençler o gün y.aptıkları avla övünüyorlar,
yüksek sesle gülüp, yalandan küfür ediyorlardı.
Tutkulu bir okuyucu olan biri de , son derece ağır­
başlı, yatakhanedeki eski resimli dergilerden biri­
ni karıştınyordu. Bir başkası da, onunkinden aşa ..

ğı kalmayan bir heyecanla, nükteli bir resimli tef­


rikaya dalmıştı. Sayfalan sert işçi parmaklarının
arasında tutup, bazı resimleri, nükteyi aniayıp da
gürültülü bir kahkaba savuruncaya kadar, iki üç
dakika süreyle, gözünden ayırmıyordu.
Shinji burada da o genç kızdan söz a�ıldığını
du:vdu. Dif?lek bir oğlan, ağzını alabildiğine açıp
gülümseyerek:
«Şu Hatsue yok mu», dedi, «O öylesine . . . '>

21
Salonun başka bir tarafında ani bir hareket
baş gösterip, aynı zamanda, çevresindeki grup diş­
lek çocuğun ileri sürdüğü fikri okkalı kahkahalarla
onaylarken, Shinji cümlenin sonunu duyamadı.
l{uruntu yapmak aslında Shinji'nin hiç de ade­
ti değildi, ne var ki, bu biricik isim, çözümlenınemiş
bir bulmaca gibi, onu üzüp tedirgin etmekteydi. Sa­
dece anılması bile, bütün kanının yanaklarına yü­
rümcs ine, yüreğ· inin daha bir kuvvetli çarpmru;ın a
yetiyordu. Şu anda burada kıpırdamaksızın otur­
masına rağmen, şimdiye kadar yalnız ağır bir iş
yaparken karşılaştığı vücut değişikliklerinin ye­
niden başgöstermesine şaşıp kalıyordu. Etindeki
sıcaklık bir y.abancıya aitmiş duygusu içindeydi.
Sıcaklığı yoklamak için elini yanakların a göti.irü­
yordu. İçinde kendisinin anlayarnadığı bir şeyin
bulunmasından ötürü gururu incinmiş gibiydi. Ar­
tan öfkesi yanaklarını daha d a kızartıyordu.
Gençler, ba�kanları Yasuo Kawamoto'nun gö­
rünmesini bekliyorlardı. Yasuo henüz on dokuz ya­
şındaydı ama, oranın sayılı ailelerinden birin!n oğ­
luydu ve insanları kendi iradesine göre yönetmek
yeteneğine sahipti. Genç olmakla beraber, kendini

sayrlırmasını biliyordu, toplantılara hep geç gelirdi.


1\:apı tumturaklı bir şekilde açıldı, Yasuo salo­
na girdi. Şişmanca ve tutkulu bir şarap meraklısı
olan bab:ısı gibi, kırmızı suratlıydı. İlk bakışta yü­
zündeki çizgiler saf etkisi yapıyorsa da, incecik kaş­
larının çevresinde kurnaz bir anlam okunuyordu.
Akıcı bir dille, şivesini hiç bozmaksızın konuşuyor­
du:
«Böyle geç geldiğim için üzgünüm . . . gele­
cek ay neler yapacağımizi hemen konuşmaya baş­
laya!ım.»

22
Bu sözleri söyledikten sonra. masanın başına
geçip not defterini çıkardı. Nedense çok acelesi
vardı ..
« Son oturumda yaşlılara saygı konusunda
Birlik adına bir toplantı yapılması karara bağlan­
mıştı Evet, tarl.a yollarını onarmak için de taş
çekilmesi konusu üzerinde durulmuştu. Ayrıca, fa­
relerden kurtulmak için de kanalların temizlenmesi
gerekiyor. Şurada ihtiyar heyetinin bir teklifi
var. Bu işi her zamanki gibi, teknelerin denize çık­
madığı fırtınalı bir günde ele alacağız. Fare avı na
ne zaman olsa girişilebilir, fareleri kanallar dışın­
d a da yoketsek polis bizi tutuklamaz sanırım.>>
Genel bir gülüşme duyuldu.

<<İyisi m i önce polise soralım» diye bağırdı


biri.
Sonra teklifler öne sürüldü : Okul hekiminin
sağlık korunması konusunda bir konferans verme­
si, bir güzel konuşma yarışması açılması konuları
üzerinde duruldu. Ama gençlerin eski takvime göre
yılbaşı bayramları vardı, arkalarında bir sıra da
toplantı bırakmışlardı. Bundan ötürü her iki tek­
Efi de sıcak karşılamadılar.
Bundan sonra, hep birlikte, kendilerinin çıkar­
dığı. dergi «lssız Ada>> üzerine bir tartışmaya giriş­
tiler. Konuşma sırası, tutkulu okuyuculardan bir
gencin, derginin son sayısını gözden geçirirken al­
tını ç1zdiği Verlaine'e ait dört şiir dizesine geldi.
<<Yaslı ruhum)
Bi.lmiuorum ben neden
...

Deniz kaçar soluklarla


Deli qibi dansederek� sallan1.p . . . »

«Ne anlıyorsunuz bu (soluklarl.a) deyimin-


den ? >>

23
- «Soluklarla mı dedin ? Ne anlayacağım ca­
nım, (soluk1arla) işte . . . »
«Belki ( oluklarla) olacaktı da yanlış di-
zildi.»
- «Elbette, öyle olsa gerek.. . O zaman ne de­
mek istendiği daha iyi an1aşılır.»
- «Bu Vcrlaine de kimmiş acaba ? �
- «Ünlü bir Fransız şair i.»
«Sen Fransız şairlerinden ne anlarsın be,
bu satırları garanti bir dans şarkısından almışsın­
dır.»
Toplantı böyle, her zamanki alaylarla sona
€rdi.
Yasuo'nun toplantıdan çıkıp gitmek için ne­
den bu kadar acele ettiğini merak eden Shinji, ar­
kadaşlarından birini durdurup sordu.
«Bilmiyor muydu n ? » diye karşılık verdi
arkadaşı. «Terukichi Miyata amcanın, kızının eve
dönmesi şerefine verdiği küçük bir eğlenceye da­
vetli de, ondan.>>
Aslında Shinji eve dönerken hep ötekilere ka­
tılır, onların konuşmasına, gülüşmelerine kulak ve­
rirdi. Ama şimdi, tabii kendisinin davetli olmadığı
bu eğlenceyi duyunca, usulca ayrılıp kumsal boyun­
ca, Yashiro Tapınağına çıkan taş merdivenlere ka­
dar, yürüdü. Dik yamaçta birbirinin üstüne yapış­
mış gibi duran köyünün evlerine baktı ve Teru Mi­
yata'nın aydınlanmış evini hemen gördü. Köyün
her yanında aynı yağ kandilleri yanıyordu, yalnız
Teru Miyata'nın evindekiler ona daha başka, daha
bir aydınlık, daha bir kıvılcımlı göründü.
Şimdi orada verilmekte olan �öleni görmese
de , lambaların sıcak ışığı kızların incecik kaşlarıy-
'

24
le· uzun kirpikierinden yanaklarına nasıl titreşen
gölgeler atıyor, tahmin ediyordu.
Taş merdivenin dibiJle varan Shinji, çam dal­
larının gölgesi altındaki basarnaklara baktı. Y.a­
vaş yavaş yukarı tırmanmağa başladı . Ayağındaki
tahta kunduralar kuru, takırtılı bir ses çıkarıyordu.
Tapınağın dört bir yanında c anlı namına bir şey
yoktu. R.iliibin evindeki ışık da çoktan sönmüştü.
Shinji iki yüz basamağı, sonlarına doğru ça..
buk çabuk çıkmıştı ama, geniş göğsünde birazcık
olsun fazladan çarpıntı yoktu Tapınağa vardığında.
Tapınağın önünde saygıyla eğildi . Yardım kutusu­
n a on yenlik b i r sikke attı . Sonra bir an düşündü,
kutuya ikinci bir sikke attı. Tanrının dikkatini üze..
rine çekmek için ellerini birbirine vurdu , çıkan ses
kutsal tapınağın bah�esinde yankılandı. Sonra,
Shinji içten bir duaya başladı :
((Tanrım , bize durgun bir deniz, bol balık
bağışla, köyümüzü daha mutlu, daha neşeli kıl. na..
ha gencim ama, gözü pek bir balıkçı olmama yar ..
dım et. Denizle, balık avıyle, tekneler ve hava ile
ilişkili her şeyde zengin bilgi sahibi olmama yar..
dım et. Her şeyi becerebilen yetenekli bir erkek
olmayı benden esirgeme. Sevgili anamı, daha çocuk
sayılacak yaştaki kardeşim i koru. Anam yeniden
dalmak zorunda kalırsa, vücudunu denizin bütün
tehlikelerinden uzak tut. Sonra, senden dilediğim
bir şey daha var. Günii saati gelince. bana uygun
bir kız, iyi, güzel bir eş gönder. Terukichi Miyata'­
nın eve dönen kızı gibi bir kız . �
. .

Çam ağaçlarının içine doğru, dalların arasın ..


d a iniltili sesler çıkaran bir rüzgar esti. Rüzgar,
Tapınağın karanlığa gömülmüş iç taraflannda da
haşmetli bir yankı doğurdu . Belki de bu, delikanlı­
nın duasını kabul eden Deniz Tanrı'sının sesiydi.
Shinji, yıldızlarla dolu göğe bakıp derin bir so­
luk aldı. Sonra, düşündü :
«Tanrılar beni bu bencil dualarımdan ötürü
cezalandırmaz mı acaba ?»

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Dört ya da beş gün sonrayclı, rüzgar fırtına


haline girmişti. Dalgalar, Uta-Jima limanındaki
dalgakıranı aşıyordu. Deniz, göz alabildiğine, kö­
pükten taçlarla kaplanmıştı.
Gök açıktı ama, fırtına yüzünden tek bir tek­
ne bile açılamamıştı denize. Shinji'nin anası, oğlun­
dan bir şey yapmasını istemişti. Köyün kadınları
öteden beri dağlarda yakacak odun toplar, odunu,
eskiden askeri gözetierne kulesi olarak kullanılan
bir kulede saklarlardı . Shinji'nin anası kendi odun
kümesini kırmızı bir bez parçasıyle işaretlemişti.
Oğlu öğleye kadar yol yapımı için taş toplar, Genç­
ler Birliği için görevini yerine getirirse, kendisinin
toplamış olduğu odunu d a aşağı indirecekti.
Shinji, yakacak odunun yükteneceği arkalığı
omuzuna vurup yola koyuldu. Patika fener kulesi­
nin yanından geçiyordu. «Kadınlar Yamacı» nı dö­
ner dönmez, rüzgar yüzüne bir tokat gibi çarptı.
Fener bekçisinin evi çepeçevre öylesine sessiz­
di ki, sanki ne var ne yok öğle uykusuna yatmıştı.
Shinji, nöbet odasındaki masanın başında oturan
vardiyacının sırtını görüyordu. Bir radyodan mü­
zik sesi geliyordu.

26
Fener kulesinin arkasındaki çamlık koruyu
tırmanmağa koyulan Shinji, terlemeğe başladı.
Dağ, ölüm sessizliği içindeydi. Görünürde can­
lı tek bir yar.atık yoktu. Başıboş bir köpek olsun
dolann1ıyordu ortalıkta. Ada tepelerle dolu ve an­
cak daracık tarlalara sahip olduğundan ötürü, at
ya d a öküz gibi çekim hayvanları kullanılmazdı.
Biricik evcil hayvan , sıra sıra evlerin arasındaki
taşlı yollara düşen zikzaklı gölgeler içinde kuyruk­
larını dikerek dolaşan kedilerdi.
Shinji, dağın tepesine kadar tırmandı . Uta-Ji­
ma'nın en yüksek yeriydi burası. Ama böğürtlen­
lerle yüksek yaban otları öylesine kaplaınıştı ki te­
peyi, bakılsa d a hiç bir yer göriilmüyordu. Bütün
fundalarta ağaçların arasından geçip buraya kadar
ul2.3an, sadece denizin homurtusuydu. Öbür taraf­
t a güneye doğru uzanan patika, boydan boya fun­
dalar ve yaban otlarıyle kaplı olduğundan, gözetle­
me kulesine ulaşmak için sapa bir yoldan dolaş­
mak gerekiyordu.
Artık, çamlarla kaplı kumulun ardında, beton
duvarlarla sağlama alınmış iki katlı gözetierne ku­
lesi görünmüştü. Bu ıssız, kendi başına bırakılmış
bölgedeki beyaz parıltılı kalıntılar, çok garip bir
etki yaratıyordu.
Geçmiş günlerde erler birinci kat galerisinde
durur, gözlerinde dürbünler, Irak-o-Cope'ın karşı­
sındaki Mt. Konaka Dağında yapılan atış talimle­
rinde atılan merrnilerin nereye düştüğünü denetler­
lerd�. Kulenin iç bölümündeki subaylar, merrnilerin
nereye düştüğünü öğrenmek için bağırır]ar, erler
de yine bağırarak atış menzilini bildirirlerdi. Sava­
şın ortalarına kadar bu böyle sürüp gitmişti. Er­
ler, kumanyanın esrarlı bir şekilde yok olmasından

27
hep ortalarda görünmeyen bir porsuğu sorumlu
tutmuşlardı.
Shinji, kulenin alt katı na bir göz attı. Burada,
künıe künıe bağlanmış kuru çam filizleriyle dalla­
rından bır dağ v.ardı. Görünüşe bakılırsa, bu oda
cephane odası olarak kullanılmış olacaktı. Pence­
releri çok küçüktü, bundan ötürü şu ya da bu carnı
henüz sağlamdı. Shinji içeri girince, pencerelerden
sızan zayıf ışık altında, anasının toplamış olduğu
yakacak odunu gördü, birkaç odun kümesine
tutturulmuş kırmızı bez parçaları ile beceriksizce
kazınmış harflerden meydana gelmiş <ıTomi Kubo))
adından da anlaşılıyordu bu.
Shinji, omuzundaki tahta arkahğı indirip, ku­
rumuş filizlerle dalları arkalığa bağladı. Kuleye
.çoktandır adın1 atmarnıştı, onun için ç.abuk ayrıl­
mak da istemiyordu. Yükünü yere bırakıp beton
basamakları tırmandı.
Tam bu sırada yukarıdan h afif bir ses geldi.
Bir taş ile taht:ı b1rbiriyle çarpıştı sanki. Shinji
kulak kabarttı. Ses yok oldu. Aldanmış olsa gerekti.
Daha da yukarı çıktı. Buradan, birinci kattan,
camı ve tahta pervazları bulunmayan geniş bir pen­
cere içinden, deniz olduğu gibi görünüyordu. Gale­
rideki demir parmaklık bile yok olmuştu. Grileşmiş
duvarlarda, erierin çizmiş olduğu tebeşir çizgileri­
nin izleri görülüyordu.
Shinji daha yukarı çıktı. İkinci kat pencerele­
rinden birinin önündeki kırık bayrak direğini göz­
den geçirmek için bir an durdu. Bu sefer iniltiye
benzer bir ses duyduğundan emindi . Son bir atılış­
la ve ayağına çabuk, kulenin çatısın a koştu.
I-Iiç adım sesi rluymadığı halde karşısında ani-

28
den bitiveren delikanlıdan korkmuş bir kız vardı
damın çatısında. Ayağında tahta sandallar olan
kız ağlamaktaydı, ne var ki, şu anda, içini çekmesi
birdenbire kesilmişti. Korkudan inme inmiş gibi
görünen kız, Hatsue 'nin ta kendisiydi.
Shinji'ye gelince, böylesine mutlu bir karşılaş­
mayı düşlerinde bile görmediği için, gözlerine ina­
namıyordu.
Ormanın tam ortasında karşılaşmış iki hay­
van gibi göz göze geldiler, duyguları ihtiyat ile
merak arasında bocalamaktaydı.
Neden sonra Shinji söze girişti :
- « Sen Hatsue'sin, değil m i ? »
Elinde olmayarak başını sall ayan Hatsue, de­
likanlının aclını bilmesine şaştı kaldı. Ne var ki,
karşısındaki bu gururlu gencin kara, ciddi gözle­
rinde, bir süre önce kumsalda hiç kıpırdamaksızın
kendisine çevrilmiş o genç yüzü hatırlatan bir şey­
ler var gibiydi.
- «Biraz önce ağlıyordun, değil mi?»
- «Evet.»
- «Neden ağladın ?» Shinji'nin sesi bir polisin
sesiydi sanki.
Kızın cevabı umulmayacak kadar çabuk oldu.
Fener bekçisinin karısı, köyün ilgilenen kıziarına
görgü ve ev idaresi dersi vermekteydi. Hatsue de
bugün ilk kez, bu derslere katılmak istemişti. Ama
erken geldiği için fener kulesinin ardındaki dağa
tırmanmış, bu arada yolunu kaybetmişti.
Tam bu sırada, başlarının üzerinden bir kuşun
gölgesi geçti. Geçici bir şahin. Shinji bu olayda
uğurlu bir başlangıç sezdi. Ve bu dakik.:ıdan sonra
dili çözüldü. Alışkın olduğu erkekçe güveni yeni-

29
den kazanmıştı . Kıza, dönüşte fener kulesinin ya­
nından geçeceğini, kendisini oraya kadar götüre­
bileceğini söyledi. Hatsue gülümsedi. Yanakların­
dan aşağı süzülen gözyaşl3.rını silmeyi bile dene­
memiştİ daha. Sanki güneş birdenbire yağmur bu­
lutlarının arasından ışımıştı.
Genç kızın sırtında kırmızı bir kazak vardı,
hacaklarında mavi keten bir pantolon, kalın, kır­
mızı çoraplarından sonra da tahtadan k unduralar . . .
Hatsue, çatının dış kenarındaki beton parmak­
lığa dayanıp aşağıdaki denize baktı. Shinji de kız­
dan biraz uzakta durup parmaklıktan aşağı eğil­
mişti.
- «Bu ne kulesi ?» diye sordu kız.
«Eskiden atış talimlerini izlemek için kul­
lanılan bir kuleydi», diye karşılık verdi Shinji. «Bu­
radan top merrnilerinin nereye düştüğü görülüyor­
du.»
Burada, adanın d.ağ tarafından korunan güney
yamacında, rüzgar esmiyordu. Altlarında, Pasifik
Okyanusu güneş ışınlarının altında pırıl pırıl, ala­
bildiğine uzanıyordu. Çamlarla k aplı kayalıklar de­
nize doğru iniyordu. Kayala.rın ileri fırlamış köşe­
leri , karabatak gübresinden bembeyaz olmuş, etek­
lerindeki su, deniz dibinde yetişen yosunlardan
ötürü kara kahverengi bir renk almıştı.
Shinji, kıyıdan dimqik yükselip, hücum eden
dalgaların köpüklere boğduğu bir kayayı gösterdi.
« Bu, Kara Ada'dır», dedi, «Polisler orada, dalgala­
rın alıp götürdüğü Suzuki'nin boğulmuş cesedini
bulmuşlardı . »
Shinji mutluydu. Ne var ki, Hatsue'nin fener
kulesinde bulunması gereken saat git gide yaklaş-

30
maktaydı. Genç kız beton parmaklıktan doğrulup
Shinji'ye döndü :
- <<Artık gitmeliyim>>, dedi.
Ses etmeyen Shinji'nin yüzünde bir şaşkınlık
belirdi. Hatsue'nin kırmızı kazağının tam önünde,
enlemesine kara bir çizgi görmüştü.
Genç kız, Shinji'nin bakışlarını izleyince, tam
beton parmaklığa dayanmış olduğu yerde, kara bir
kir lekesi gördü. Başı nı eğip elleriyle göğsüne ha­
fif hafif vurmağa koyuldu. Kazağının altında, elle­
rinin canlı darbeleriyle, iki zarif kabarı klık hafif­
ten titrerneğe başlam1ştı.
Shinji, bir mucize görüyormuşcasına bakakal­
dı. Genç kızın memeleri, ellerinin .altında sevinçle
aynaşan iki küçük hayvan gibiydiler. Shinji, kızın
lastik yumuşaklığındaki hareketlerinden derin bir
heyecana kapılmıştı.
N eden sonra kir lekesi silinip temizlendi.
İlk Shinji indi merdivenlerden aşağı , Hatsue
de onu izledi. Genç kızın tahta kunduraları , kabn­
tının dört duvarı arasında yankılanan tok bir ses
�ıkarıyordu. İlk kata vardıkları sırada Shinji'nin
ardındaki adımlar birden kesiliverdi.
Shinji çevresine bakındı. Kız ötede durmuş,
gülümsüyordu.
- «Ne var ?» diye sordu Shinji.
- <<Ben esrnerim esmer olmasına ama, sen de
düpedüz kapkarasın. »
- «Ne gibi ?»
<< Güneşten çok fazla yanmışsın demek isti-
yorum.»
Delikanlı şöyle bir gülüp basamakları inmeğe
devam etti. Tam kuleden çıkıyorlardı ki, Shinji bir-

31
den durup yeniden içeri koştu. Anasının odun kü-
...
mesini az kalsın unutuyordu.
Fener kulesine dönerlerken, sırtına çam dalla­
rından koca bir dağ yüklenmiş olan Shinji, önden
yürüyordu. Böyle aşağı indikleri sırada, kız Shinji'
nin adını sordu, o da kendini takdim etti. Ama he­
men ardından da tclaşla, adını kimseye söyleme­
mesin i, burada buluştuklarından da söz açmama­
sını sıkı sıkı tenbih etti. Köydeki bütün insanların
dillerinin ne uzun olduklarını Shinji öteden beri bi­
lirdi. Hatsue, hiç kimseye bir şey anlatmıyacağına
söz verdi. Böylece, köyde dedikodu yapılır düşün­
cesinden ileri gelen korku , bu günahsız buluşmayı
aralarında bir sır haline soktu.
Shinji sesini çıkarmadan yürürneğe devam et­
ti. Kızla yeniden buluşmayı nasıl yoluna koyabiii­
rim diye düşündü durdu boşuna. Biraz sonra, fener
kulesin�n göründüğü yere kadar geldiler. Shinji
kıza, fener kulesinin ardındaki eve giden kestirme
patikayı gösterip ayrıldı. Sonra d a kendisi, döne
döne köye inen bir başka yola çıkıp, uzaklaştı .

BEŞİNCi BÖLÜM

Bu güne kadar genç balıkçı, yoksul olmakla


beraber, sakin, rahat bir hayat yaşamıştı, ne var
ki bu rastlantıdan sonra huzursuz, kuruntulu oldu.
Hatsue'nin sevgisini kazanmak için ortaya koya­
cak hiç bir şeyi olmamasından ötürü acı duyuyor­
du. Kızamıktan başka yakalandığı hastalık olma­
mıştı, Uta-Jima'nın çevresini hiç durmaksızın yü­
zerek beş defa dolaşabiliyordu. Kuvvet deneme-

32
sinde kendi yaşıtlarının hiç birinden aşağı kalmı­
yacağ1ndan emindL Ne var ki, bu niteliklerden hiç_
birinin Hatsue'nin kalbini yerinden aynataeağına
aklı yatmıyordu.
Kıza rastlamak için yeni bir fırsat çıkmadı.
Balıktan döndüğü her akşam, kumsal boyunca göz-­
leri onu arıyor, binde b�r onu görse de, kız öylesine
i�e dalmış oluyordu ki, konuşmaları mümkün ol-­
muyordu.
l{ızın yalnız başına kızağa yaslanı p da denizi
seyrettiği gibi bir an gerçekleşmedi bir daha. Ne,
v.:ı.r ki Shinj i , artık dayanamayıp, Hatsue ile ilgili
bütün düşünceleri kafasından kovmağa karar ver-·
diğinin her seferinde, onu teknelerin dönüşünde kı­
yıda işbaşı eden kalabalık arasında yeniden göre­
ceğini u muyordu.
Kentlerdeki gençlik, sevdalanınca ne yapılma­
sı gerektiğini rom3.nlar, filmler aracılı ğıyla çok er­
ken öğrenir. Gelgelelim, Uta-Jima'da insanın ayak
uyduracağı örnekler yoktu. Shinji o kadar kafa
yorduğu halde, gözetierne kulesi ile fener bekçisi­
nin evi arasında genç kızla başbaşa kaldığı o de­
ğerli dl.kikalardan nasıl yararlanacağını bileme­
mişti. Shinji sadece acılı bir üzüntü duyuyor, ye­
rine getirilmesi i mkansız bir şeyi elinden kaçırmış
gibi geliyordu kendi kendisine.
Babasının ölümünün her ay anıldığı gündü ve
bütün ailesi, her ay olduğu gibi bugün de mezarlığı
yoklamak istiyordu. Shinji'nin işe gideceğini düşü­
nerek, teknelerin henüz denize açı lmadığı ve karde­
şinin okula gitmek zorunda olmadığı bir saati seç-­
tiler.
Shinji ile kardeşi evden, ödağacı çubukları ve

33 F/3
: mezara konacak çiçekleri taşıyan anneleri ile çık­
tılar. Evin kapısını açık bıraktılar, adada hırsız-
lık olm azf�l .
Mezarlık köyden biraz ötede, kumsalın ora­
. daki alçak bir kayalığın üstündeydi. Deniz yüksel­
diği zamanlar, dalgalar kayalığın eteklerine kadar
· dayanırdı. Küçük tepelerle dolu yamaç, yumuşak,
kumlu temelleri üzerinde iğri duran mezar taşla­
rıyla örtülüydü.
Güneş henüz doğmamıştı . Fener kulesi yönün­
. de gök ağarmağa başlamıştı, ne var ki kuzey batı­
daki köyle, köyün limanı, henüz karanlık gece için­
. deydi.
Shinji, elinde bir kağıt fener, önden yürüyor­
du. Hiroshi hala uykulu gözlerini oğuşturmaktay­
. dı. Derken annesini kolundan çekti :
«Bugün yemekte dört tane pirinç köftem
ı · olacak mı, ha ?»
- <<Saçmalama hadi . . . iki köften olur. Üç ta-­
ne yiyecek bile olsan karnın s3.ncılanır zaten .>>
<<Ne olur, dört tane olsun . . . »
Adada, «Maymunlar GünÜ>> ile <<Ölrnüşleri Anma
' Günleri»nde yenmesi gelenek haline girmiş olan pi­
rinç köfteleri, hemen hemen küçük bir yastık bü­
. yüklüğündeydi.
Mezarlığın üzerinden serin bir sabah meltemi
· est i . Adanın rüzgara açık y.anında denizin üstü ka-
! raydı, açık denizde ise günün ilk ışıkları görünü.. :

! ·yordu. Ise Körfezini kuşatan dağlar ortadayclı .


Doğan günün soluk ışığı altında, ağız ağıza
dolu limana demirlemiş teknelerin beyaz yelkenle­
ri mezar taşları gibi duruyordu. Öyle yelkenler ki,
--:uzun boylu boş durmaktan şimdi aşağı sarkmış da
taş kesilmiş ve bir daha rüzgarda şişmeyecekler-·
miş gibi. Teknelerin attığı demirler denizin k aran... .
lık dibine öyle dalmıştı ki, bir daha hiç alınamıya­
caklardı sanki.
Babalarının mezarına varınca, anne çiçekleri
vazoya koydu. Sonra, rüzgarın ardı ardına söndür- .
düğü bir sürü kibrit çaktı, neden sonr.a ödağacı çu ...
buklarını yakınayı başardı. Oğullarına, mezarın
önünde eğilmelerini söyleyip, kendisi de arkaların­
da durarak, gözleri yaşlı , eğildi.
Köyde eski bir kurala uyulurdu öteden beri :
<<Tekııene kadın ya da rahip alma sakın » Shinji'
. . .

nin babasının içinde öldüğü tekne bu kuraldan ay­


rılmıştı . Savaşın sonlarına doğru, adada yaşlı bir
kadın ölmüş, sendikaya ait bir tekne, otopsi için
ölüyü Toshi ...Jima'ya göt�ürmüştü. Tekne daha Uta...
Jima'dan üç mil kadar uzaklaşınıştı ki, bir uçak
gemisinden hava]anmış bir uçak tarafından görül­
dü. Uçak önce tekneye bir bomba atıp, sonra da
üzerinden geçerken makineli tüfekle güverteyi ta ...
radı. Teknenin asıl makinisti o sırada teknede de...
ğildi, yardımcısı da teknenin motorundan pek an ...
lamıyordu. Güçlükle çalışan motordan yükselen ka­
ra dumanlar uçağa hedef olmuştu. Teknenin hacası
yıkıldı, Shinji'nin babası, alnından kulaklarına ka...
dar yarık açan bir yara aldı. Adamlardan biri de,
gözüne rastlayan bir mermi yarası sonunda öldü.
Bir başkasının ciğeri delinmiş, bir dördüncü de ba...
cağından yaralanmıştı. Omuzu parçalanan bir di­
ğeri de . hemen az bir zaman sonra kan kaybından
ölmüstü.
Teknenin güvertesiyle arnbarı kısa zamanda
bir kan denizine dönüştü. Yağ tankı delinmiş. yağ,.

35
'kanlann üzerine fışkırmağa başlamı ştı. Bu yiizden
çabuk davranamayıp, kendilerini yere atmağa ka­
rar vererneyen bir kaç kişi kalçalarından yaralan­
mışlardı. Pruvadaki karnaranın yanındaki soğuk
hava deposuna sığınan dört kişi kendilerini kurtar-
mışlardı.
Böylece, on bir kişiden üçü ölmüş, bir sürüsü
.de yaralanmıştı. Ne var ki, güvertede kaba bir dö­
şeğin altında yatan yaşlı kadının cesedine tek bir
_mermi bile rastlamarnıştı.
«Yı lan balığı avında babamın üstüne yoktu
·doğrusu », dedi Shinji annesine dalgın dalgın. «Bu
güne bugün benden bile üstün olurdu. Gerçekten
· de, daha hayvanlar daimağa vakit bulamadan hak­
·ıardı hepsini. »
l{umluk yerlere dadanan bu yılan balıkları,
Yohiro yakınlarındaki sığ sularda görülür, avian­
maları özel bir beceriklilik isterdi. Bunun için bü­
küleb ilir bir bambu kamışından yararlanı lır, ucu­
na da su altındaki balığın ardına düşmüş bir kuşu
andırsın diye, tüyler takılırdı. Ondan sonrası artık
bir an meselesiydi.
«Evet, h aklısın» , dedi annesi. <<Yılan balığı
avı tecrübe ister.»
·

Hiroshi, annesi ile Shinji arasında geçen ko-


·nuşmayla ilgili değildi, on gün sonra yapılacak
ol{ul gezintisinin düşünü kuruyordu. Hiroshi'nin
·yaşındayken, Shinji okul gezintilerine katılamıya­
· cak kadar yoksuldu, onun için şimdi kendi gelirin­
-den bir kısmını HiroshPnin gezintisi için ayırmıştı.
Üçü, ölüyü anma törenini bitirdikten sonra,
'Shinji , günlük işlerin hazırlığına yardım etmek
·üzere tek başına, dosdoğru kumsala indi. Annesinin.

36
eve gidip, tekneler denize açılmadan, ona yemeğini
getirmesine karar verilmişti.
Kumsal boyunca « T.aihei-maru>> ya doğru koş­
ınağa başlayan Shinj i'nin kulağına rüzgar bir grup
ins3.nın seslerini iletiyordu :
<< Haberiniz var mı ? Yasuo Kawamoto, Hatsue
ile ev lenecekmiş. >>
B!rden, Shinji'nin yüreğine gece indi sanki.
«Taihei-maru>> o gün de ahtapot avına çıktı.
Deniz üzerinde geçirdikleri on bir saat süresince,
Shinji canla başla çalıştı ve bir defa olsun ağzı nı
açmadı. Ne var ki, aslında hiç konuşkan olmadığı
için kimsenin de gözüne batmadı bu.
Yeniden limana girince, yine her zamanki gibi,
sendika teknesine hal:ıt atıp, tuttukları ahtapot­
ları boşalttılar. Ardından da öbür balıklar bir road­
rabaz aracılığıyla satılıp, büyük bir balık tüccarı­
na .ait «satış teknesi» ne yüklendi. Altın pullu ba­
lıklar, tartı için kullanılan metal sepetlerde çırpı­
nıyor, pulları batan güneşin ışınları içinde parıldı­
yordu.
Avın onuncu günü, demek balıkçılara parala­
rının dağıtıldığı gün, Shin ji ile Ryuji, teknen!n sa­
hibiyle birlik te send ika bürosuna gittil er. Bu üçü
son on gün içind e üç yüz kırk librenin üzerinde av
y.apmı şlar, send ikan ın satış kom !syonu ayrı ldık tan,
yüzde on da tasarruf hiss esi düşüldükten son ra,
27 997 ven almı şlar dı. Shin ii, reisinden pay olarak
L •

4000 yen tutarında bir para almıştı. Verimli av


mevsiminin geçmiş olduğu göz önünde tutulursa,
iyi bir paraydı bu.
Shinji parmaklarını yalayıp, kağıt paraları
-büyük, kaba ellerinin arasında tutarak dikkatle

37
saydı. Sonra, parayı adının yazılı olduğu bir zarfa
koyup, zarfı kazağının iç cebine sakladı. Eğilip
reisini selamladıktan sonra, bürodan çıktı. Reis,
sendika başkanı ile odun sobasının başına çökmüş,
bir mercan dalından kendi elleriyle yontup yaptığı
sigara ağızlığını gururla gösteriyordu.
Shinji .aslında doğru eve gitmek niyetindeydi
ama, birden, hacakları sanki kendiliğinden onu ak­
şam karanlığı içindeki kumsala doğru sürükleyi-
verdi.
Tam bu sırada son balıkçı teknesi de kıyıya
çek!lm işti. Irgatı döndürüp halatl:ıra asılacak sa­
dece iki erkek bulunduğundan, aslında kızağı tek­
nenin altına sürnıekle görevli iki kadın da tekneyi
arkadan iterek yardım ediyorlardı. Görünüşe bakı­
lırsa, işin altından k:ılkamıyacaklardı. Ortalık lta­
rardıkça kararıyor. çoğu zaman yardını etmek için
orada bulunan okul çocukları da ortalıkta görün­
müyordu. Shinji işe katılmağa karar verdi.
Tam bu sırada, tekneyi iteleyen kadınlardan
biri başını kaldırıp Shinji'ye baktı. Hatsue'ydi bu.
Uğrunda bütün gün dalgın dolaşıp durmuş olan
Shinji'nin aklının köşesinden bile geçmiyorrlu kızı
görmek. Ne var ki, hacakları kendiliğinden onu tek­
neye doğru sürüklemişti. Genç kızın yüzü, güneşin
battığı şu sırada ve alaca karanlık içinde, yanıp tu ..
tusmuş gibiydi. Shinji, kızın teriemiş alnını, kızar-­
mış yanaklarını ve teknenin çekildiği yöne çevril­
miş koyu renkli, parlak gözlerini görüyordu.
Shinii hiç konuşmaksızın halata yapı�tı. Irgat
başındaki erkekler, <<Sağoh> diye bağırdılar.
Shinji'nin kolları güçlüydü. Bir iki saniye geç­
ti ge�medi , tekne kurnun üzerinde kaydı, kadınlar
kızaklarla ardından koşuştular.

38
Tekne sağlama alındıktan s.onra Shinji yola
koyuldu, arkasına bir defa olsun dönüp bakmaksı ..
zın, eve yollandı. Dönüp bakınağa can atıyordu as..
!ında ama, kendini tuttu.
Baba evinin çekme kapısını çekip açan Shinji,

lambanın loş ışığı altında, uzun süredir kullanıJ ..


maktan ötürü kızıl kahve bir renk almış serili ot
yatakları gördü. Kardeşi yüzükoyun yatmış, ışığa
tuttuğu ders kitabını okuyordu. Annesi ocak ba­
şında uğr.aşmaktaydı. Lastik çizmelerini çıkarmak­
sızın sırttistü uzandı Shinji. Ayakları kapıya uzan ..
mış, belden yukarısı ot yatağın üzerinde, dinleni­
yordu.
<<Şükür gelebildin» , dedi annesi.
Shinj i , içinde kazancının bulunduğu zarfı öte ..
den beri annesine vermek alışkanlığındaydı . Annesi
de tam bir an3. olduğu için, ödeme günü olan onun ..
cu günün gelip çatmış olduğunu unutmuş gibi dav­
ranırdı. Yüzünde beliren o şaşkınlığı, oğlunun çok
sevdiğini bilirdi.
Shinii eEni kazağının iç cebine attı. Para ce­
binde değildi. Öbür taraftaki cebi araştırdı . Panto­
lonun ceplerine baktı. Hatta donunun içini bile
ar.a.ştı rdı .
Zarfı kumsalda düşürmüş olacaktı. Hiç bir şey
söylemeksizin evden fırlayıp çıktı.
Shinji çıkıp gittikten biraz sonra, evin önün­
den bir ses yükseldi. Shinji'nin anası kapının önü­
ne çıkınca, karanlık sokakta genç bir kızın durdu-
ğunu gördü.
<<Shinj i-san evde mi ?'b
«Biraz önce gelmişti am3., çok geçmeden
yine çıktı . :J>

39
«Şunu kurnsaıda buldum. Üzerinde Shinji'­
nin adı olduğu için . . . >>
«Eksik olma kızım. Shinji de muhakkak
bunu aramak için çıkmış olacak. »
- «Gidip haber vereyim mi?»
.c O zahmete katlanır mısın ? Teşekkür ede­
rim, çok teşekkür ederim.»
Kumsal artık tamamen karanlıktı. Toshi-Jima
ile Sugashi-Jima'nın zayıf ışıkları denizin üzerinde
titreşiyordu. Başları egemen bir tavırla açık de­
nizi gösteren sıra sıra balıkçı tekneleri, yıldızların
ışıltısı altında derin uykulara dalmış gibiydiler.
Hatsue, Shinji'nin kumsaldaki gölgesine bak­
tı. Tam bu sırada Shinji _bir teknenin arkası nda
yok oldu. Yere eğilip kumların iç inde bir şey ara­
ınağa koyuldu, görünüşe bakılırsa Hatsue'yi gör­
memişti. Neden sonra kız teknenin gölgesi için­
de kar�ısına çıkınca� Shinji olduğu yere çakılmış
gibi kalakaldı kızın önünde.
Hatsue olan biteni anlatıp, paranın annesinde
olduğunu söyledi, üç kere Shinji'nin evinin nerede
olduğunu sormak zorunda kaldığını, ne var ki öte­
kinin berikinin merakını uyandırınamak için, her
seferinde, Shinji 'nin adının yazılı olduğu zarfı gös-­
termekten de geri kalmadığını anlattı.
Shinji rabatlayarak içini çekti. Gülümsedi,
beyaz dişleri karanlıkta parıldadı. Kız öyle hızlı
koşmuştu ki, göğsü şu sırada kuvvetle inip kalkı­
yor, Shinji'ye denizdeki · büyük, koyu mavi dalga­
ları hatırlatıyordu. Sabahtan beri içini ezmekte
olan huzursuzluk üzerinden kalkmış, keyfi yerine
gelmişti.
«Yasuo Kawamoto ile evleneceğini duydum ..
Doğru mu ?>>

40
Sözler kendiliğinden dökülüverdi sanki ağzın­
dan.
Genç kız bir kahkabadır tutturdu. Boğulma..
ya yüz tutuncaya kadar, güldü de güldü.
Shinji, bu kahkahalara bir son vermek istiyor-.
du ama, nasıl son vereceğini bilemiyordu. Elini kı­
zın omuzuna koydu.
Bu dokunuş çok hafifti aslında, ama, Hatsue
hala gülerek kendini kumiann üzerine bıraktı.
- «Nen var, ne oluyorsun ?» diye soran Shinji,
kızın yanına çömelip omuzlarını sarsmağa başladı.
l'Teden sonra gülmesi kesilen kız, ciddi bir ba­
kışla delikanlının yüzüne bakakaldı. Derken, yeni­
den gülrneğe koyuldu.
Shinji yüzünü kızın yüzüne yakla!)tırarak sor-
du : « Doğru mu bu ?»
- «Yok canım , sunturlu yalan.»
- «Herkes öyle söylüyor ama.»
- «Yalanın sunturlusu dedim ya. »
Ş imdi, ikisi teknenin gölgesine oturmuş, elle­
rini d izlerinde kenetlemişlerdi.
- «Oh, ağrımayan yanım kalmadı gülmekten,
çok güldüm. her yerim ağrıdı, şurası da işte » . . .

Kız elini göğsüne dayadı.


Solmuş işbaşı gömleğinin çizgileri k1mıldıyor,
memelerin in üzerinden geçtiği yerde, şişip kabarı­
yordu.
«Burası ağnyor işte», dedi Hatsue yeniden.
- «Şimdi de m i ? » diye soran Shinji, daha faz­
la düşünmeksizin, elini aynı yere dayadı.
« Sen elini hastınnca ağrısı azalıyor�, dedi
kız.
Artık Shinji de daha sık soluk alınağa başla­
mıştı.

41
Yanakları birbirine çok yaklaşmıştı. Her biri,
öbürünün vücudundan yükselen kokuyu duyuyordu,.
tuzlu sudan çıkan o kuvvetli kokuyu andıran bir
koku. Birbirlerinin sıcaklığını da duyuyorlardı.
Kurumuş, çatlak rludakları birbirini buldu. Ha­
fif bir tuz tadı vardı dudaklarında.
«Tıpkı yosun», diye düşündü Shinji.
Sonra, o saniye geçti. Shinji geri çekilip ay.ağa
kalktı . Hayatının bu ilk denemesinde bir tür suç­
luluk duygusu onu kızdan uzaklaştırmıştı.
- «Yarın balıktan dönünce fener bekçisine bir
kaç balık getireceğim. »
Açık denize bakınca, Shinji yeniden toparlan­
mıştı. Ağzından çıkan ses sakin ve erkekçe bir ses­
ti.
« Y.arın öğleden sonra ben de onlarda ola­
cağım » , dedi kız denize bakarken.
Böylece, teknenin b3.ş tarafında birb!rlerinden
ayrılıp, her biri başka bir yönde, uzaklaştılar. Shin­
ji doğru eve gitmek niyetindeydi ama, kızın balıkçı
teknelerinin arasından çıkmadığını gördü. Kendi­
sinden saklanmak isteyen kızın en sondaki tekne­
nin arkası na sindiğini de gözden kaçırmadı.
«Gölgen ele veriyor sen i . . . >> , diye bağırdı.
Kız bi rdenbire fırlayıp, arkasına hiç bakmak­
sızın ve ürkiitülmüş bir av hayvanı gibi, kumsalda
ko�mağa koyuldu.

ALTINCI BÖLÜM

Ertesi gün balıktan dönen Shinji, fener kulesi­


ne doğru yola çıktı. Elinde, her biri on beş santim
uzunluğunda ve solungaçlanndan geçen ince bir sa-

42
.za bağlı iki akrep balığı vardı. Yashiro Tapınağı­
nın arkasına vardığı sır.ada, Tanrı ona böylesine
· çabuk bereket bağışladığı halde henüz şükran bor­
cunu ödememiş olduğunu hatırladı. Çabucak Tapı­
nağın önüne geçip duasını etti.
Du ayı bitiren Shinji, ayışığı altındaki Ise Kör­
fezine baktı durdu, derin bir soluk aldı. Ufukta,
eski çağ Tanrılarını andıran bulutlar yüzüyordu.
Genç balıkçı, dört bir yanındaki bereketli do­
ğa ile birleşmiş gibi hissediyordu kendisini. Yeni­
den derin bir soluk aldı, doğanın derinliklerinden
yükselen bir şey, içine doluyar gibiydi. Kıyıya çar­
pıp duran dalgaların sesini duydu, damarlarındaki
ateşli kan çağlıyorrlu sanki. Günlük yaşantısı bo­
yunca Shinji'ye müzik sesi gerekmezdi hiç, bu özle­
mini doğa yerine getiriyordu da, ondan.
Akrep balıklarını gözü hizasına kaldıran Shin­
ji, dikenli suratlarından dillerini dışarı çıkarttı.
Balıkların haJa yaşadıkları kesindi ama, en ufak
bir kıpırtı bile yoktu vücutlarında. Shinji balıklar­
dan birini solungacından yakalayıp salladı.
Yavaş yavaş, sallana sallana yürümeye devam
etti. O kadar özlediği karşıtaşmayı daha öneeye al­
mak için çaba harcamıyordu.
Fener bekçisi ile karısı, yeni konukları Hat­
sue'den çok hoşlanmışlardı. Genç kız öyle sus pus
olup oturdukç a, fener bekçisi ile karısı, böyle su­
sup durmakla çekici bir kız alamıyacağını ileri sü­
rüyorlar, kız o zaman çocuksu, sevinçli bir gülüşle
gülrneğe başlıyordu, - öbür kızlardan hiç birinin
dikkat etmediği bir şeydi bu o arada mutfakta
bulduğu bütün bulaşığı yıkamaktan da geri kalma­
mıştı.

43
Fener kulesindeki karı kocanın tek bir çocuk­
ları, Tokyo'da ünıversiteye devam eden bir kızları
vardı. Kızları ancak yaz tatilinde eve geleb�ldiği
için, iki ihtiyar, kendilerini yoklamağa gelen köy­
deki kızlara kendi kızları gözüyle bakarlardı. Kız­
ların geleceği için çok yakın ilgi duyar, içlerinden
biri özellikle mutlu olursa, kendi kızlarıymış gibi
sevinirlerdi.
Otuz yıldır bu işte olan fener bekçisi, sert ba-
kışlarından ve kuleyi keşfetmek için gizli gizli yak­
laşan çocuklan kovarken çıkardığı öfkeli sesten
ötürü. köydeki çocukların korktuğu bir adamdı.
Oysa aslında içi dostlukla dolu bir insandı. Tek ba­
şına yaşaması sonucu, insanların aşağılık ve kötü
niyetli olabileceği konusunda beslenecek herhangi
bir duygu, artık ondan uzak kalmıştı . Bir fener ku­
lesinde oturanlar için, konukları olmaktan daha
fazla sevinç verecek bir şey olamazdı. Kötü niyet­
li bir kimsenin bunca yolu yürüyüp, tek başına ya­
şayan bir fener bekçisinin kapısını çalması bekle­
nemezdi ; hiç değilse böylesine sınırs�z bir konuk­
severlikle kabul edildiğinden ötürü, niyeti kötü bile
olsa vazgeçerdi o niyetinden. Fener bekçisi de sık
sık öyle söylemez miydi zaten : «Kötü niyetler iyi­
leri kadar uzun ömUrlü olamaz.))
Fener bekçisinin karısı da iyi insandı. Eskiden .
köydeki, kızlar okulunun öğretmeniydi. Evliliğin­
den sonra, fener kulelerinde geçirdiği yıllar boyun­
ca okuma hırsı körük1endikçe körüklenmiş, sonun­
da genel bilgi bakımından nerdeyse başa çıkılmaz
bir düzeye ulaşmıştı. Salt, La Scala Opera binasının
Milft.no'da olduğunu bilmekle kalmayıp, �u ya da
bu film yıldızının Tokyo'da kısa bir süre önce aya­
ğını incittiğinden bile haberi oluyordu. Bir tartış-

44
ma çıktı mı, kocasını konuştuğuna pişman ettiri­
yor, sonra yeniden aralarını bulmak istiyormuş gi-­
bi, kocasının çarapiarını canla başla yamamağa,
ya da yemeğini h azırlamağa koyuluyordu. Bir ko-­
nukları oldu mu, ağzı durmak bilmiyordu. Köyden
gelenler, bu diline çabuk kadını hararetle dinliyor,
kimileri fener bekçisi ile karısını gizliden gizliye
karşılaştırıp, bu kendi halindeki sessiz fener bek­
çisine acıyordu. Fener bekçisine gelince, karısının
bilgiçliği karşısında büyük saygı duyan bir adamdı.
Fener bekçisi ile karısının evi, üç adalı, alçak
tavanlı bir binaydı. Bu odalarda ne varsa, fener ku­
lcsinin kendisi gibi tertemiz, pırıl pırıldı. Duvarda
bir şilepçilik şirketinin takvimi asılıydı ; oturma
odasının sönmüş şöminesindeki küller, odun kömü­
rü yığınının dört bir yanına doldurulmuştu. Kızlan
evde olmasa da, küçük masası konuk odasının bir
köşesinde durur, kızın masası üzerinde de, cila.lı yü­
zeyi, boş bir mürekkep şişesinin mavi camını yan­
sıtan bir Fransız taş bebeği otururdu. Evin arka
tarafında, büyük sallanır lambaları yağlamak için
kullanılan y.ağ artıklan ile ısıtılan bir su kazanı
vardı. Oldukça kirli olan kimi balıkçı evlerindekine ­
karşılık, burada, ayakyolu kapısında asılı duran
yeni yıkanmış e l havlularının üzerindeki mavi de­
senler bile, hep temiz ve iç açıcı bir haldeydi.
Fener bekçisi günün büyük kısmını sönük şö-.
minenin yanında. tutumluluk olsun diye ikiye bö-­
lüp pirinç bir ağızlığa iliştirdiği ucuz «Yeni Hayat»
sigarasını tüttürerek geçirirdi. Bütün gün boyu,
fener kulesi ölüm sessizliği içinde kalırdı. Sadece
gençten bir yardımcı nöbetçi odasında oturur, ge­
len ge�en gemilerin kaydını dü�erdi deftere . . .
Bu akşam görgü dersi verilmeyecekti ama, .
..
Hatsue gazete kağıdına sarılmış .armağanlık bir
kaç deniz hıyarı ile yine de çıkageldi. Mavi keten
etekliğinin altında uzun, ten rengi pamuklu çarap­
lar, onların üzerinde de kırmızı kısa çoraplar var-
. dı. Hemen hemen bütün gün sırtından çıkarmadığı
kı rmızı kazağı da vücudunun belden yukarısını ör­
tüyordu.
Daha Hatsue evden içeri henüz adım atmıştı
ki, fenere inin karısı lafına bol eğitimine başladı :
- << Hatsue, mavi etek giyince kara çorapları
seçmel isin. O çorap1ardan sende var biliyorum, ge­
çenlerde bir çift almıştın.»
<<Evet » Hatsue hafiften kıza rara k şöm i­
. . .

nenin başına geçti.


Ev idaresi ve görgü konusundaki düzenli ders
saatlerinde kızlar d ikkat kesilip oturur, öğretme­
nin olgun bir sesle bilgiçlik etmesine kulak kesilir­
lerdi. Ama şu anda, Hatsue ile şömine başında tek
başına oturan kadın, olağan ve serbest bir tavırla
konuşuyordu. Karşısındaki genç bir kız olduğu
için, önce aşk üzerine genel görüşlerini açıkladı,
ardından da şöyle açık sorulara girişti : «Özellikle
başlandığın biri var mı ?» Kızın utandığını gören
fener bekçisi, zaman zaman şaka yollu bir soru atı­
yordu ortaya.
Vakit gecikince, akşam yemeğine kalması için
alıkoymak istediler Hatsue'yi , ne var ki Hatsue,
babasının beklediğini ileri sürüp, geri dönmesi ge­
rektiğini söyledi. Ama akşam yemeğinin hazırlan­
ması için yardı ma hazır olduğunu da sözüne ekle­
mekten geri kalmadı. Bu dakik.aya kadar, Hatsue,
yanakları kıpkırmızı, oturup kalmış, gözlerini yere
·dikmekten başka bir şey yapmamıştı. Ona ikram

46
edilen soğuk Şerhetiere elini bile sürmek isteme-..
m işti. Şimdi mutfağa girer girmez yeniden neşe--­
lenmiş, ürkeklikten kurtulmuştu. Deniz hıyarlarını
dilrneğe l{oyulurken, adada fener alayı bayramla­
rında söylenen eski Ise-halk şarkısını söylemeye
başladı. Bu şarkıyı bir süre önce teyzesinden öğ­
renmişti.

«Yüksek yüksek dolaplarJ koca sandık, ıa ..


vullar ··
l(ızım, kızım, çeyizin öylesine büyük ki,
Düşünme hiç artık geri dönmeyi . . .

A nacığım, öyle ama, büyük sözden korkmalı .. . _

Doğudaysa bulutlar" derler rüzgar çıkacak,


Batıdaysa bulutlar, derler yağmur yağacal,,
Patladı mı kötü hava bir anda
Yoi. . . Sora. . .
.

En sağlam gemi bile döner limana . .. >>

«Üo, demek o şarkıyı biliyorsun, Hatsue­


san ?» dedi kadın. «Biz üç yıldır buradayız ama, ben
daha bu şarkıyı doğru dürüst öğrenemedim.»
- «Hemen hemen Oizaki'de söylediğimiz şarkı­
nın e�i . . . » diye karşılık verdi Hatsue.
Tam bu sırada, dışarıda adım sesleri, ardından
da, birinin karanlıkta seslendiği işitildi :
- «İyi akşamlar. »
« Shinji-san olsa gerek» diyen kadın, dışarı
bakmak için mutfak kapısına yürüdü. Sonra ba­
ğırdı :
« Aman ne güzel . . . Yine mi balık ? Çok te­
şekkür ederim . . . Baksana baba, Kuba-san bize ba- ­
lı k getirmiş yine . . »
.

47
«Teşekkür ederiz, sağ olasın . . . » diye bağır­
.aı fener bekç is i şömineden bu yana doğru. «İçeri
gir Shinji, içeri girsene . . . »
Karı koca , genç bah kçıyı selamiayıp teşekkür
� ederlerken, Shinj i ile Hatsue birbir lerine kaçamak
bir bakış attıla r. Shin ji gülü msed i. H atsue de gü­
lümseyerek karş ılık verd i. Ama tam bu sırad a ka­
··dın dönm üş, ikisin in birbi rine gülümsed iğini gör-
müştü.
Yaa, demek tanı şıyo rsun uz öyle m i ? Eh�
«

--elbette, ne kadarcık köy ki zaten. Öyle olduğu d a


. d2.h:ı iyi. Hadi içeri girsene Shinj i-san. Ne diye­
. cek tim, öyle ya, geçen gün Tokyo' dan, Chiyok o'dan
ınektup aldım. Mektubunda özellikle Shinji-san'ı
· so rup duruyor. Bana kalırsa Chiyoko'nun burada
kimden hoşlandığı artık bulmaca değil, ne dersiniz ?
Yakında bahar tatili başlıyor. evine dönmesine az
kaldı . Bak ama, o zaman b�zi muhakkak ziyaret
edeceksin . . ».

Hoş, Shinji eve henüz ayak basmıştı ama, bu


sözleri duyunca yeniden dışan uğramasına az kal­
dı. Hatsue yine bulaşık masasına yönelip delikanlı
karanlığa doğru geri çekilirken, dönüp bakınadı bi­
J.e. Kad1n , kalması için dayattı durduysa da Shinji
içeri girmek istemedi. Uzaktan eğilerek selam ve­
rip, gitrneğe yeltendi.
- «Olur şey değil bu Shinji-san da, amma çe­
kingen çocuk, değil mi baba ?» dedi kadın gülerek.
Kahkahası evin içinde yankılandı. Ama ne fe­
ner bekçisi, ne de Hatsue katıldılar bu kahkahaya.
Ötede, patikanın «Kadınlar Yamacı� ne yönel­
ı di ği yerde, Shinji, Hatsue'yi bekledi.

48
Bu saatlarda, batan giineşin son zayıf ışınları,
karanlığa gömülmekte olan fener kulesi dalayları­
n a henüz yansımaktaydı. Çam dallarının gölgesi
şimdi yeniden karanlık görünüyordu ama, denizin
üzeri gecenin parıltısı içindeydi. İlkbaharın do­
ğudan esen ilk meltemi, bütün gün adanın üzerin­
den geçm·i şti, ve şu anda, gece başlarken, hava he­
nüz sof:rumamıştı.
Shinji «Kadınlar Yamacı» nı dönerken, melte­
rnin bu son soluğu d a kesilmişti. Artık alacakaran­
lık içinde, bulutlardan geçip sızan soluk ışınlardan
başka bir şey yoktu.
Shinji, denize doğru ilerleyip Uta-Jima Jima­
nının dış kenarını meydana getiren aşağıdaki kü­
-çük sıradağa baktı. Zaman zaman bu sıradağın te­
pesi kayalık omuzlarını sallıyor da zarif bir hare­
ketle dalgaların köpüğünü s1çratıyordu sanki. Ön­
deki sı radağın çevresi özellikle aydınhktı. En yük­
sek yerinde, batan güneşin ışığı altında tek başına
b!r çam ağacı duruyordu. Çarnın gövdesi , genç ba­
lıkçının keskin gözleriyle çok iyi görülüyordu. Bir­
denbire, son ışık parıltısı da ağacın gövdesinden
ayrıldı. Yukarıdaki bulutlar karardı , Higashi dağı­
nın lizerinde yıldızlar parıldamağa başladı.
Shir"ji kulağını çıkıntılı bir kayaya dayadı, fe­
ner kulesinin kap1sı önündeki taş basamaklardan
aşağı inen patikadan yaklaşmakta olan hızlı adım
seslerine kulak verdi. Aslında Shinji burada sak­
lanıp, Hatsue geçerken kızı hafiften korkutmak is­
tiyordu! ne var ki, adımlar daha da yaklaştıkça,
kızı korkutmaktan çekindi. İyisi mi, varlığını, bir
süre önce kızın söylediği şarkıyı ıslıkla çalarak or­
taya koymayı düşündü.

49 F/4:
·
Doğudaysa bulutlar, derler rüzgar çıkacak,
Batıdaysa bulutlar, derler yağmur yağacak,
Patladı mı kötü hava bir anda...
1

Hatsue yamacı döndü ama, Shinji'nin orada


olduğunu hiç görmemiş gibi, yanında durmayıp yü-
rümeğe devam etti.
«Heeey . . . :.
Kız yine dönüp bakmadı. Shinji için, kızın ar-
dına düşmekten başka yapılacak bir şey , kalmadı.
Çamlık koruya vardıklarında yol kararıp dik­
leşmişti. Hatsue, çevresini görebilmek için cep
lambasını yaktı. Adımları yavaşlamıştı, ne olup bit­
tiğinin farkına bile varmadan, Shinji önderliği ele
almıştı bile.
Kız birden, hafifçe haykırdı. Cep lambasının
ışığı, ürkmüş bir kuş gibi, çam ağaçlannın kökle­
rinden tepelerine doğru uçarcasına yükseldi.
Shinji şimşek hızıyla döndü. Sonra, yerde ya­
tan kızı iki koluyla kavrayıp ayağa kalkmasına
yardım etti.
Kıza yardım ederken, biraz önce onun yolunu
nasıl beklemiş olduğunu, nasıl ıslık çaldığını, son­
ra kızın nasıl ardına düştüğünü düşündü utanarak.
Hoş bütün bu olanlar, içinde bulundukları zor du­
rumdan doğmuştu ama, şimdi bir bakıma haksız­
lık gibi geliyordu kendisine. Bir gün önceki okşa­
malara hiç girişmeyip, kızın eteğindeki tozu dost-·
ça ve nezaketle silkti. Bunu yaparken ağabeyiydi
sanki. Buralarda yerler kuru ve kumluktu, kir �ok
kolay silkeleniyordu. Bereket kızın ötesinde beri­
sinde ineinme falan yoktu.
Hatsue, �ocuk gibi, kıpırdamaksızın duruyor,.
'

50
Shinji elleriyle eteğini silkelerken, delikanlımn
kuvvetli omuzuna yaslanıyordu. Sonra, yitirdiği
cep lambasını aramağa koyuldu. Cep lambası arka­
larında, toprak üzerindeydi, zayıf ışığını çam di­
kenleri ile kaplı toprağın üzerinden hala yollamak­
taydı. Adanın karanlığı, bu biricik aydınlık nokta­
nln dört bir yanını doldurtiyordu.
«İşte işte, bak, şurada . . . Düşerken arkama
fırlattım her halde . »
Genç kız artık çok neşeliydi, nerdeyse gülrne­
ğe başlıyacaktı.
«Ban a nede n öfkelendin öyle ?>> diye soran
Shin ji, bir şey anla mak iste rces ine, kızı n yüzüne .
baktı.
«Chiyoko-san ile il işkinden ötürü.»
«Çok s açma.»
- «Bi r şey yok mu aranızda ?»
- «Hiç bir şey yok.»
Omuz omuza yürürneğe devam ettiler. Shinji
cep lambasım tutup, gemileri limana sokan bir kı­
lavuz römorkörü gibi, Hatsue'yi sarp patikadan
yürütüyordu. Ne söyleyeceğini bilemeyen ve aslın­
da hiç de konuşkan olmayan Shinji, sessizliği boz­
mak amacıyle üstün körü konuşmağa başladı .
- « Evet, vakti saati gelince bir kıyı gemisi
alacağım işte. Yani kazanıp biriktirdiğim parayla
demek istiyorum. Sonra kardeşirole birlikte Kis­
hu'dan kereste, Kyushu'dan da kömür taşıyaca­
ğlm. O zaman anam da biraz daha rahat eder, yaş­
lanınca adaya dönüp burada dinleneceğim. Nereye
gidersem gideyim adamızı unutmıyacağ-ım. Bütün
Japonya'da. adaların en güzeli, Uta-Jima'da
oturan herkes buna inanırdı onun için adamız-

51
daki hayatın daha güzel, daha huzurlu olması uğ­
runda elimden geleni yapmak niyetindeyim. . . gel­
miş geçm iş en mutlu hayat . . . çünkü biz bunu yap­
mıyacak olursak o zaman ada unutulmağa başla­
nır, adayı özleyip geri dönen olmaz. Zaman ne ka­
dar değişmiş olursa olsun, bütün kötülükler, ada­
mıza ulaşmadan yokolacaktır. Deniz. . . o, ada
için gerekli olan iyi, güzel şeyleri getirir yalnız . . .
ve b.izim sahip olduğumuz iyi ve dürüstlükle ilgili
ne varsa, topunun burada kalmasının nedeni, de­
nizdir. . . İşte bu yüzdendir ki, adamızda hır�ız
yok ; sadece namuslu, iş bilir erkekler var. İç­
leri çalışmak isteğiyle dolu erkekler, başlarına ge­
lecek her şeye dayanabilen erkekler, sevgilerinde
sahtelik olmayan, aşağılık yanları olmayan erkek­
ler . . . »
Genç balıkçı, düzgün konuşabilen bir kimse de­
ğildi kuşkusuz ; söylediği şeyler birbirini tutmu­
yordu, üstelik adamakıllı da karışıktı, ne var ki,
konuşkan olmak isteğiyle, Hatsue'ye anlattığı şey­
lerin özeti buydu.
Genç kız, Shinji'nin konuşmasını yarıda kes­
meyip, ne anlatırsa, başını eğerek dinliyordu. Canı
sıkılıyormuş gibi de görünmüyor, yüzünden, Shin­
ji'yi anlayı ş ve güvenle karşıladığı belli oluyordu.
Shinji, sevinç içinde, bunu görmekte gecikmiyordu.
Kızın gözünde küstah bir Irimse olmak niye­
tinde değildi. Onun içindir k i , konuşmasının sonun­
da bile bile şu son ve önemli umud.a, bir kaç gece
önce Deniz Tanrısına dua ederken dilediği şeye
geçti içinden mırıldanarak.
Yol, ağaçların koyu gölgesi içinde sürüp gidi­
yordu. Kolunu Hatsue'nin beline dotamasına hiç

52
'
bir şey engel olamazdı, ne var ki, bu akşam kızın
elini bile tutmadı, onu yeniden öpmeyi de aklından
geçirmedi.
Dün karanlık kumsalda geçenler, kendi irade­
leri dışında gerçekleşmiş gibi geliyordu ikisine de.
Kendilerinin dışında bir gücün esrarlı bir şekilde
doğurduğu bir olay . Az buçuk zorlanarak, buluş­
. .

mayı kararlaştırdılar : Balıkçı tekneleri bir daha


scfere denize Çıkmayacak olursa, öğleden sonra yi­
ne gözetierne kulesinde buluşacaklardı.
Yaslıira Tapınağının arkasından geçip de yo­
lun yeniden ileri doğru dönemeç yaptığı yerde�
Hatsue hayretle bağırıp kalakaldı. Shinji de dura­
ladı hemen.
Bütün köy birdenbire pırıl pırıl ışıklar için­
de ortaya çıkmıştı. Sessiz, ihtişamlı bir sahne oyu­
nunda perde açılmış gibiydi. Bütün pencerelerden
pırıl pırıl, kuvvetli bir ışık yayılıyordu. Bu ışıkla­
rın yağ kandillerinin loş ışığıyla hiç bir benzerliği
yoktu artıö. Sanki bütün köy birdenbire canlanmış
da kara gecenin içinden yukan doğru yükselmişti.
Çalrtandır çalışmayan elektrik jeneratörü onarıl­
mıştı da, ondan.
Daha köyün kenarında, Hatsue ile Shinji baş­
ka başka yollara saptılar. Hatsue, uzun b'ir süre
sonra, fenerleri yeniden yanınağa başlayan sokak-
lara giden taş merdivenleri inmeğe koyuldu. �

YEDiNCİ BÖLÜM

Shinji'nin kardeşi Hiroshi'nin büyük okul gezin­


tisine katılacağı gün gelip çatmıştı. Çocuklar altı
gün içinde Kyoto ile Osaka arasındaki bölgeyi ge-

53
zecekler, beş gece ev lerinden uzak kalacaklardı.
Böylece, doğup büyüdükleri adadan hiç ayrılmamış
gençler, uzak yerleri kendi gözleriyle görüp tanıya­
cak, içlerine sindireceklcrdi. Daha önceki bir ku­
şaktan olan küçücük okul öğrencileri bile teknele­
re binip karşıdaki büyük anavatan topraklarına
gcçmişlcr, hayretten yusyuvarlak açılmış gözleriy­
le hayatların1n ilk atlı tramvayına bakıp bağırmış­
l.ardı : «Şuna bak, şuna bak. . . Helayı çekip götüren
koca bir köpek »
. . .

Adanın çocuk ları, kendil erince tanınm ayan bu


dünya üzerine ilk bilgileri doğrudan doğruya göre­
rek değil de, okul kitaplarındaki resimler ve yazı­
lar aracılığıyla öğren iyorlardı. Bir tramvay, bir
göktırmalayan, bir film ya da bir tünel gibi şeyle­
ri kafalarının içinde canlandırmaları elbette zor ge­
liyordu onlara. Ama bu mucizeyi gözleriyle bir gq­
rüp de ilk şaşkınlıkları geçti mi, bütün bunları ka­
falarının içinde canlandırmaya kalkmanın saçma­
lığını anlıyorlardı.
Her okul gezintisinden önce, Yashiro Tapınağı­
nın rahipleri, sattıkları muskalarla iyi bir iş yap­
mış oluyorlardı. Adanın k adınları , günlük yaşantı­
ları boyunca vücutlarını büyük bir doğallık içinde
ölüm tehlikesine atıyor, bu tehlike onları denizin
dibinde bekliyordu.
l{endilerinin hiç görmediği o uzak ve büyük
kentlere yapılacak gezintiye sıra geldi mi, analar
birdenbire, çocuklarının ölüm tehlikesi ile dolu bir
serüvene atıldığı kanısına kapılıyorlardı .
Hiroshi'nin anası, oralılar için çok değeri olan
iki yumurta ayırıp, oğluna yolluk 9lsun diye müt­
hiş tuzlu bir yumurta böreği yapmıştı. Ve okul çan-

54
tasının en dibine, çocuğun kolay kolay el atamıya­
c!lğı bir yere de, bir kaç yemiş ile bir kaç da şe­
kerleme saklamıştı.
O gün, adanın posta gemisi Kamikaze-maru,
hiç alışılmamış bir saatte, öğle vakti saat birde,.
Uta-jinıa'dan kalktı. Bugüne dek, ancak yirmi ton­
luk bir tekne olan bu motorlu sandığın inatçı, eski
kafalı kaptanı, kullanılan tarife dışında en ufak bir
değişikliği, duyulmamış bir küstahlık diye adlan­
dırıp, derhal geri çevirirdi . Ama kendi oğlunun da
katıldığı gezintinin yapılacağı saat gelip çatmıştı
şimdi. Gemi, Toba'dan kalkacak trenin hareketin­
den çok önce Toba'ya varacak olursa, çocuklar pa­
ralarını çarçur ederler diye yakıncıanın ne demek
olduğu da kafasına dank etmişti.
Kamikaze-maru'nun güvertesi ile kamaraların­
da, sırtlarındaki çantaları, kayışi arı göğüslerinden
�aprazlamasına geçen mataraları ile bir sürü okul
çocuğu bir araya yığılmıştı. Görevli öğretmenler,
rıhtıma toplanmış anneler kalabalığına öfkeleni­
yorlardı. Uta-jima'daki bir öğretmenin işinde ka­
labilmesi, annelerin hoşgörüsü ile çok yakından il­
gilidir. Bir seferinde bu öğretmenlerden biri, anne­
ler taraf1 ndan komünist olmakla suçlandırılmış,.
adadan sürülmüştü.
Pırıl pırıl bir ilkbahar günüydü, gemi rıhtım­
dan ayrı lırken, her ana kendi çocuğunun adını hay­
kırıyordu. Okul kasketlerinin kayışiarını çeneleri­
nin altından sımsıkı geçirmiş olan çocuklar, yüzle­
rinin kıyıdakiler tarafından seçilmediğinden iyice
emin olduktan sonra, olanca sesleriyle bağırınağa
koyuldular : «Ho�a kal, ihtiyar bunak . . . Yuuuh ih­
tiyar kaz. . . Yerin dibine gir . . . »

55
Güvertesi boydan boya okul çocuklarının üni­
formalarından kapkara kesilmiş olan gemiden, kas-
. ketlerin maden arın al arı ndan yayılan parıltı titre­
şiyor, elialı düğmeler in ışıltısı kumsala kadar yan ­

sıyordu. Sonunda, bütün bunlar uzaklarda yok


oldu . . .
Il iroshi'nin anası dönünce, öğle vakti bile ses­
siz ve Joş olan evdeki ot döşeğe oturup , ağlamağa
başladı . Oğu lları nı n her ikisinin de, h iç dönmernek
üzere denize açı lacakları günü düşünüyordu.
Kamikaze-maru, İnci Adasının karşısındaki
Toba rıhtımına okul çocuklanndan oluşmuş yükü­
nü boşalttı , yen�den günlük görünüşüne bürünüp,
Uta-jima'ya dönn1e hazırlıklarına başladı. Eski ha­
canın tepesinden aş ağı bir kova asılıydı, geminin
baş tarafındaki saçlarla rıhtımdan sarkan balık se­
pe tler ini n üzerinde dalgalann ışıltılarla yansıdığı
görülüyordu. Tam deniz kıyısınd� . gri bir dükkan
vardı. İki yanındaki duvarında büyük beyaz harf­
lerle «dondurma» yazısı okunuyordu:
Fener bekçi s in in kızı Chiyoko, nhtım iskelesi­
nin en sonunda duruyordu ; elinde bavulu vardı.
Uzun bir ayrılılttan sonra, şimdi adaya dönmüş olan
bu çekingen kız, adada oturanların kendisini selam­
l ayı p , konuşn1alarından hoşlanmazdı.
Chiyoko yüzünü, hafiften de olsa hiç boyamaz,
üzerindeki gös teri şs i z, koyu kahverengi giysi, vücut
çizgilerinin büsbütün göze batınamasına sebep olur­
du . Esmer yüzündeki mimikler birçoklanna çekici
gelebilirdi belki ama, kendisi hep hoşnutsuzluktan
dem vurur, kendi kendisini inatla ç i rkin olduğuna
inandırırdı. Ş imdiye dek Tokyo Üniversite'sinde
edindiği « ince öğrenim>> in göze_ batar sonucu buydu.

56
I-Iiç istemediğ-i halde, Chiyoko'nun iyi niyetli
babası da bu hoşnutsuzluğu körüklemekten geri
kalmamıştı. Chiyol{o. açıktan açığa, bu çirkinliğin
kendisine babadan kalma bir miras olduğundan ya­
kındıkça, içtenlikli fener bekçisi, hemen bitişik oda­
d a da olsa, konuklarına yakınınağa koyulurrlu :
- «Ah ah, evlenme çağınd3.ki kızım daha güzel
olmadığına çok üzülüyor. Bundan sorumlu olan d a
çirkin babası elbette, kendimi sorumlu tutuyoruro
bundan . . . Ama ne yaparsın, alın yazısı . . . »
Biri Chiyoko'nun omuzuna dokununca, kız dön­
dü. Gençler Birliği'nin Ba.5kanı Y.asuo l{awamo­
to'ydu omuzuna dokunan. Durduğu yerde gülümse­
yen gencin deri ceketi güneşin altında parlıyordu.
<<Merhaba. hoş geldin. Bahar tatili, değil
mi?»
- «Evet. Sınavları dün bitirdik. »
-·-«Demek bir süre yine anneciğinin sofrası-
na döndün, öyle mi ?;.>
Yasuo bir gün önce, babasının sendika işi ile
ilgili bir bildirisini idare makamları önünde açık­
lanıak üzere. Tsu'ya gitmişti. Geceyi, bir hısımının
Toba'daki pansiyonunda geçirmişti, şimdi de posta
gemisi ile Uta-jima'ya dönmek istiyordu. Tokyo'dan
yeni gelmiş bu üniversiteli k ı za ne kadar düzgün ve
güzel bir şiveyle konuşabildiğini göstermekten gu­
rur duyuyordu.
Chiyoko, ya:ııtı olan bu delikanlıdan fışkıran
erkekçe neşeyi içinde duyuyordu. Delikanlının ken­
dinden öylesine emin bir haJi vardı ki, «Bu kızın ho­
şuna gittiğimden eminim>> der gibiydi. Bu duygu
Chiyoko'yu daha da kötümserliğe sürükledi.
«İşte yine olan oldu», diye söylendi içinden.
Tokyo'da gördüğü fi lmlerle okuduğu kitaplar, için­
deki eğilim, artık gözlerinin içine bakıp «Seni sevi­
yorum>> diyecek bir erkek bulmak isteğini uyandır­
mıştı ruhunda, yoksa «Beni seviyorsun» diyen bir er­
}{ek değil. Ne var ki, bunu asla yaşıyamıyacağına
inanıyordu.
Kamikaze-maru'dan kuvvetli, kaba bir ses yük-
seldi :
- «Heey, şilte hararı hangi cehennemin dibin­
de kaldı be ? Bir baksanıza . · " Hemen bunun üze­
.

rine, sırtında renkli bir şilte ve yastık balyasıyla


bir adam göründü. Şilteler, kıyıdaki dükkanın göl­
gesinde, rıhtımda duruyordu.
- «Gemi birazdan kalkıyor», dedi Yasuo. Rıh­
tımdan güverteye atlarlarken, Yasuo, Chiyoko'yu
elinden tutup yardım etti. Chiyoko, bu demir gibi
elin Tokyo'daki erkeklerin ellerine göre ne kadar
başka b!r dokunuşu var, diye düşündü. Ama Chiyo­
ko'nun düşlerinde canlandırdığı el, aslında Shinji'
nin eliydi, bütün hayatı boyunca bir defa bile sıka­
m adığı el . . .
Yasuo ile Chiyoko, küçük lumboz deliğinden
yolcu kamarasına bir göz attılar. Kamara, güneşe
alışmış olan gözlerine olduğundan daha da karanlık
göründü. Bir kaç çift, beyaz boyun atkısıyla parıl­
dayan il{i gözlükten� kanapelere oturmuş insanları
zar zor seçebildiler..
- «Güvertede kalalım daha iyi. Biraz soğuk bi­
le olsa . »
. .

Dümen dairesinin ardında rüzgardan korunabi­


lecekleri bir yer arayıp, sırtlarını bir halat yığınına
d ayadı lar.
Kaptanın çok bilmiş yardımcısı çıkagelip :
«Heey, siz ikiniZ>> , diye bağırdı, «Gerilerini­
zi §Öyle biraz havalandırıo bakalı nı. »
Bunu söyleyip altlarındaki bölme tahtasını �ek­
ti. Yolcu kamarasına ışık veren bir lumboz deliği-
nin üzerine oturmuşlardı. ·

Çok hafif boyanmış olan duvarlarındaki boya­


nı n yaprak yaprak dökülüp altından tahta damar­
larının meydana çıktığı dümen dairesindeki kap­
tan, gemi çanını çaldı. Kamikaze-maru yol alınağa
basladı.

Vücutları eski motorun takırtısıyla sallanmağa


koyulan Yasuo ile Chiyoko, başlarını geriye döndü­
rüp, giderek küçülmekte olan Toba !imanına bak­
tılar. Yasuo, dün bir geceliğine bir sevgili satın al­
dığından söz açmak istedi önce ama sonra vazgeç­
tL llerhangi bir çiftçi ya da balıkçı köyündeki bir
genç, kadınlarla arasındaki ilişkilerden övünerek
söz açabilirdi ama, Uta-jima gibi geleneklerine sıkı
sıkı bağlanmış bir adada .ağzını açmaması gerekir­
d�. Ne kadar genç de olsa, Yasuo, olduğundan baş­
ka türlü görünmeyi çoktan öğrenmişti.
Çekingenliğinden ötürü Tokyo'da başından hiç
bir serüven geçmemiş olan kız, için için aday.a dön­
dükten sonra olağanüstü bir şey, bütün dünyasını
değiştirecek bir serüven yaşıyacağı umudunu besli­
yordu. Chiyoko, kırmızı bir kayışla bileğine sarıl­
mış olan kol saatinin saniye göstergesine gözlerini
dikti.
«Şu uçan martıl!lrdan biri otuz saniye için­
de yukarılara yükselirse, adada beni olağanüstü
şeyler bekliyor demektir. »
Beş saniye geçti. Geminin ardına düşmüş mar­
tılardan biri, birdenbire kanat vurup, hav.aya yük­
seldi.
Yanındaki genç daha gülümsediğini görmemiş­
ti ki, Chiyoko sessizliği bozdu :
- «Adada yeni bir şey var mı ?»
Geminin sancak tarafında Sakate ,adası görü­
'
nüyordu. Yasuo'nun sigarası öylesine küçülmüştü
ki, nerdeyse rludağını yakacaktı. İzmariti güverteye
bastırıp söndürerek karşılık verd i :
- «Önemli bir şey yok. Ha öyle ya, on gün ön­
cesine ltadar jeneratör çalışmıyordu, bütün köyde
yağ kandillerine başvuruldu. Ama şimdi her şey yo­
lunda yine.»
« Öyleymiş, annem de öyle yazmıştı bana.»
«Ya, demek öyle. Evet işte, böyle.»
Bahar ışığıyla parıldayan dalgaların ışıltısı
gözlerini kamaştırdığı için, Yasuo gözlerini kısmak
zorunda kalıyordu. On mil kadar uzaktan, kıyı po­
Iisinin yatı, kar beyazı «Hiyodori-maru» , Toba yö­
nünde ge�ti gitti.
- «Öyle ya, bir şey daha var. Teru amca kı­
zını eve getirtti yine. Kızın adı Hatsue, güzel m i gü-
-
zel üstelik. »
Yaa.>>
<<

Chiyoko'nun yüzü, «güzel» sözünü duyar duy­


maz asıldı. Kendi görünüşünün gizliden gizliye ye­
rilmesi gibi çalındı bu söz kulağına.
- «Teru amca benden hoşlanır. Hem ailemizin
adını sürdüren ağabeyim de var üstelik. Köydekile­
re bakılırsa, Teru amca beni Hatsue'nin kocası ola­
rak beni mseyecekmiş. »
Biraz sonra, iskelede Suga adası, sancakta da
Toshi göründü. En durgun denizde bile, bu iki ada­
nın koruyucu alanından çıkan her gemi, omurgaları
ç atırdatan koca dalgaların saldırısına uğrardı. Bu

60
andan sonra, kendilerini dalgaların salıantısına bı­
rakmış sürüyle karabatak göründü, uzakta da, Oki
derinliklerinden yükselen kayalıklar görünüyordu.
Yasuo kaşlannı çattı , Uta-jima,nın bugüne dek
tatmış olduğu tek utanç konusu olan Oki derinlik­
lerinden gözlerini ayırdı. Öteden beri Uta-jima genç­
liğinin, uğrunda kan akıttığı bu dalaylardaki balık
yumurtası avianma hakkı, Toshi adasına geçmişti.
Şu anda Chiyoko ile Yasuo ayağa kalkmışlar,
oldukça alçak olan dümen dairesinin üzerinden ba­
kıyor, adalarının bird·enbire karşılarında belirme­
sini bekliyorlardı.
Gerçekten de, biraz sonra, Uta-jima esrarlı, ga­
rip bir külalı gibi denizin üzerinde yükseliverdi.
Gemi yan tarafa doğru dönrneğe başladı, onun­
la birlikte külalı da . . .

SEKİZİNCi BÖLÜM

Balığa çıkmaya ara verilecek bir gün gelmeye­


cek gibiydi. Neden sonra, Hiroshi'nin okul gezisi­
ne katılması üzerinden iki gün geçmişti ki, adada,
teknelerin denize açılamıyacağı kadar kuvvetli bir
fırtına baş gösterdi. Görünüşe bakılırsa, henüz aç­
mağa başlamış olan incecik kiraz çiçekleri bile malı­
volmaktan kurtulamıyacaktı.
Bir gün önce, bir mevsim için olağanın dışın­
da sayılacak ıslak bir rüzgar yelkenleri şişirip dol­
durmuş, güneş batarken gökyüzünde garip bir ışık
belirmişti. Fırtınadan önceki saatiere özgü bir ka­
rışıklıktır başlamıştı denizde. Körfezde gümbürde­
yen dalgalar kuleler gibi yükseliyor, ufak deniz hay-

61
vanları, canları d işlerine takılı, kıyıda korunacak
yerler arıyorlardı. Geceyarısı, yağmurla karışık bir
rüzgar esmeğe başladı, gök ve deniz, insanların ya­
kınırken çıkardığı sesler ile ıslık seslerine benzer
gürültülerle doldu.

Shinji, ot döşeğine uzanmış, fırtınanın sesini


dinliyordu. Bu ses ona, teknelerin denize çıkarnıya­
cağı haberini vermekteyd�. Evet, halat örmek, ba­
lık ağlarını onarmak bile olacak iş değildi, belki de
fırtına, Gençler Birliği'nin karara bağladığı fare
avına bile engel olacaktı.
Shinji anasını uyandırmak istemediği için - bir
ötedeki döşekten gelen hafif soluklar anasımn hala
uyuduğunu belli ediyordu - hiç sesini çıkarmıyor,
pencereden girecek ilk sabah ışığını sabırsızlıkla
bekliyordu. Ev temellerinden sarsılıyor, pancurlar
vurup duruyordu. Herhangi bir yerde bir teneke par­
çasınJn toprağa düştüğü duyuldu. Büyük, zengin ev­
leri olsun, küçük alçakları olsun, Uta-jima'daki bü­
tün evler hep aynı plana göre yapılmıştı. Sokak ka­
pısından bir sofaya girilir, solda hela, s ağda mutfak
bulunurdu. Yeri göğü oynatan bu rüzgarda, günün
ağarmasına az kala ve karanlık içinde, bütün evi
tek bir koku sarmıştı ve odaların havasını bulandı­
rıyordu bütün ağırlığıyla : Heladan gelen ağır, so­
ğuk, itici k oku . . .
Komşu sundurmanın duvarına açılan pencere
çok yavaş aydınlanıyordu. Shinji, damın üzerinde
takırdayıp pencere camlarından sıçrayan yağınura
baktı. Çok yakın bir zamana kadar, balığa çıkama­
dığı böyle günlerden nefret ederdi. Çünkü böylesi
günler, çalışmaktan ve para kazanmaktan doğan iki-

62
li zevkini berbat ediyordu. Ne var k i şimdi bu hava
renkli bir bayram gününün başlangıcı gibi görünü­
yordu gözüne. Bu, mavi bir gök, bayraklar ve direk­
lerdeki pırıl pırıl flamalarla güzelleşen bir bayram
değil, öfkeyle kabaran bir deniz, yerlere eğilmiş
ağaçların arasından ıslık çalarak geçen bir rüzgarın
güzelleştirdiği bir bayramdı.
Genç balıkçı artık daha fazla bekleyemedi, aya­
ğa fırlayıp pantolonunu, kara, dik yakalı kazağını
giydi.
Biraz sonra uyanan anası, ağaran günün hafif..
ten aydınlattığı pencerenin önündeki erkek gölgesi ..
ni gördü.
- «Hey, kim var orada?» diye seslendi.
«Ben'im, ben.»
«Neden korkutuyarsun beni böyle ? Bu ha­
vada balığa mı çıkacaksın yoksa ?»
« Tekneler bugün denize açılamaz, ama . . . »
«Öyleyse neden biraz daha uyumuyarsun ?
Pencerenin önünde yabancı biri var sandım.»

Annesi pek haksız da sayılmazdı : Bu sabah oğ­


lu gerçekten de yabancı bir erkek gibiydi. Aslında
ağzını pek açmayan oğlu Shinji, karşısında durmuş,
pürüzsüz bir sesle şarkı söylüyor, kapının eşiğine
doğru atılırken, bir tür jimnastik gösterisi yapı­
yordu.
Anası, oğlu evi kırıp geçirecek diye korktu.
Ama homurdanmaktan başka bir şey de gelmiyorrlu
elinden.
<<Dışarıda fırtına var, görünüşe bakılırsa
evin i<; inde de öyle . . . »
Shinji sık sık , isten kararmış duvar saatine yak..

63
] aşıyor, karl ranı na göz atıyordu. Shin ji'ni n yüreg�
kusku nedi r bilmezdi, kızın böyle kötü bir hava da

verdiği sözü tutup tutmıyacağını bir an için olsun


aklına getirmiyordu. Shinji 'de düş kurmak diye bir
şey yoktu. Bundan ötürüdür ki, mutlu ya da keder­
li olsun, duyguların hayal gücü yardımıyla büyül­
tülüp, karışık bir hale sokulduğu şu melanl{olik an­
ların sürüp gitmesinden haberi yoktu.
Shinji artık uzun boylu bekliyemiyeceğini anla­
yınca, sırtına lastik bir palto geçirip kumsala indi.
Sessiz sorularına anlayışla karşılık verecek olan de­
nizdir gibi geliyordu ona.
Öfkeli dalgalar, dalgakıranın üzerine kadar
yükseliyor, yabancı bir gümbilrtüyle köpürüyor,
sonra yine geri çekiliyordu. Bir akşam önce verilen
fırtına haberi üzerine bütün tekneler, kumsılda her
zamankinden daha yukarılara çekilmişti. Dev gibi
dalgalar geri çekildikçe, deniz öyle alçalıyordu ki,
dibini limanın içinde gözler önüne serrnek istiyor­
du sanki.
Rüzgarın kırbaçladığı yağmurla dalgaların kö­
püğü, Shinji'nin yüzüne çarpıyordu. Kızarmış ya­
nalrlarından ve burnundan aşağı akan kesk in, taze,
tuzlu su, ona Hatsue'nin dudaklr,rını hatırlatıyordu ..
Bulutlar hızla geçip gidiyor, kararmış gökyü­
zünde aydınlıkla karanlık arasında sürekli bir de­
ğişme yer alıyordu. Zaman zaman, Shinji uzaklar­
da, alaca bir ışıkla aydıntanıyormuş gibi görünen
bulutlara bakıyor , göğün bulutlardan sıyrılıp hava­
nın açacağını muştular gibi görünen bu belirti, he­
men biraz sonra yokoluyordu ..
Shinji göğün bu görüntüsüne öyle dalmıştı ki,
bir dalganın doğru üzerine gelip, ayağındaki tahta

64
sandalların burunlarını ısıattığını görmedi. Gözle-­
rini yere çevirince, ayaklarının hemen dibinde, heı ­
halde bu dalgaların getirmiş olduğu güzel, küçük.
şeftali rengi bir midye gördü.
Midyeyi yerden alıp inceledi. Midye sımsıkı ka­
palıydı , tam formuna girmişti, soluk kadar ince ke-­
narlarında en ufak bir aralık yoktu. Çok güzel bir
arnıa�·an olur, diye düşünerek, midyeyi cebine koydu .

Hemen yemekten sonra, Shinji yine evden çık­


ınağa hazırlandı. Oğlunun ikinci defa fırtınalı hava­
ya rağmen çıkmak üzere olduğunu anlayan anası,
bulaşıkları yıkarken, durup Shinji'nin ardından bak­
tı. Ama nereye gittiğini sormaya cesaret edemedi.
Oğlunun halindelci herhangi bir şey, susması ge­
reJrtiğini gösteriyordu. Hiç değilse bir kızı olsaydı
da evde yanında kalıp işe yardım etseydi diye üzü- .
lüyordu.
Erkekler balığa çıkıyorlar. Kıyı gemilerine gi�
rip , limana sürüyle yük götürüyorlar. Denizaşın
yerlerle ilişkisi olmayan, uzaklara gidemeyen k!'i- ­
dnılar da pirinç başlayıp, su taşıyorlar, yosun top­
luyor ve yaz gelince, denizin derinliklerine dalıyor­
lar. Dalgıç kadınlar içinde en yaşlılarından ol:ın
Shinji'nin anası için bile deniz dibindeki dünya, ka­
dınların dünyasıydı.
Shinji'nin anası, bütün bunların yabancısı de­
ğildi. Öğle saatinde bile loş olan bir evin içi, acılı
doğum sancı ları, deniz dibindeki alaca ışık, bütün
bunların hepsi, içlerinde yaşantısını sürdürmüş oJ ...
duğu, birbiri ile yakın ilişkisi olan dünyalardı.
Shinji'nin anası geçen yazı , kendisi gibi dul kal­
mış kadınlardan birini, çocuğunu bakıp beslemek

65 F/5·
.zorunda olan zayıf kadını, hatırladı.
Kadın sünger çıkarmak için dalmış, tekrar çı­
kıp da kurumak üzere ateşin başına geçerken, bir-
. denbire düşüp bayılmıştı. Gözleri aka kesmiş, mo­
rarnıış dudaklarını ısırıp yere yığılmıştı. Kadının
cesedi akşamın alaca karanlığında çamlık koruda
yakılırken, öbür dalgıç kadınlar öylesine fenalaşmış­
lardı ki, ayakta duramayıp, ağlayarak yerlere çö-
. melmişlerdi.
Bu olayla ilgili olarak ortalıkta garip bir söy­
lenti dolaşmağa başlamış, kimi kadınlar da�maktan
korkar olmuşlardı. Ölen kadının, deniz d ibinde, in­
. sanların görmemesi gereken çok korkunç şeyler
. gördüğü için cezalandırıldığı söyleniyordu.
Shinji'nin anası, bu söylentiyi alaya alıp, hep
daha derine, daha derine dalmış, mevsimin en zen­
gin sünger avını yapmıştı. Kendince bilinmeyen şey-
..

lere kafasını yormazdı bile.


Böyle bir anı bile onun yaradılıştan sahip oldl._l­
. ğu neşeyi bozamıyordu. Sağlığının yerinde olmasın­
dan gurur duyuyor ve dışarıda uluyan fırtına, key­
. finin artmasına sebep oluyordu ancak . . . , tıpkı oğ­
luydu bu bakımdan.
Bulaşığı yıkadıktan sonra, kimonosunun etek­
lerini alabildiğine açıp yere oturdu, çıplak bacakla­
rını ileri uzatıp, pancurları takırdayan pencereden
· sızan zayıf ışık altında, bacaklarını ciddi bir yüzle
g-özden geçirdi. Güneş yanığı, biçimleri çok güzel
.

· baldırıarında tek bir kırışık bile yoktu, güzel, yu-


. varlak et, kehribar gibi parlıyordu.

«Daha üç, hatta beş çocuk doğurabilirdim» , di- .


ye dü�ündü. Ama bu henüz aklına gelmişti ki, er­
, den1li yüreğinde bir baskı duydu.

66
Kimonosunu çabucak örtünüp, kocasının am�
levhası önünde eğildi.

Shinji'nin, fener kulesine tırmandığı patika, .


yağmurdan ötürü bütün ayak izlerini silip yok eden
bir dağ seline dönüşmüştü. Ç�mların tepelerinden
inHtili sesler yükseliyordu. Shinji 'nin ayaklarındaki ·
lastik çizmeler tırmanmasını güçleştiriyor, kısa ke­
silmiş saçlarından aşağı, suyun ensesine doğru n a­
sıl sızdığlnı olduğu gibi duyuyordu .. Ama, yüzü fır- ·

tınaya dönük, durmadan tırınanmaktan da geri kal­


mıyordu. Fırtınaya karşıt bir duygu yoktu içinde,
doğanın sessizliği dört bir yanını sardığı zamanlar·
nasıl mutluluk duyuyorsa. su anda doğanın kükre-­
mesiyle de aynı ahenk içinde buluyordu kendini.
Çan1 ormanının arasından, üzerindeki sayısız
köpüklü dalganın kuvvetle ileri atılıp kumsala ka­
dar yürüdüğü denize ba"ktı. Zaman zaman, yakın te­
pelerin uçlarındaki yüksek kayalar bile dalgalarla
kaplanıyordu.
Kadınlar Yamacı'nı döndükten sonra, fener bek­
çisinin basık evini gördü Shinji. Ev, fırtınadan yer­
lere yıkılacakmış gibiydi. Bütün pencereleri kapa--·
tı lmış, perdeler sımsıkı çekilmişti. Shinji, fener ku­
lesine çıkan son basamakları da tırmandı.
Kapalı gözetierne odasında nöbetçi gözeünün izi·
bile yoktu. Yağmurun çarpıp durduğu, takırdayan
camlı kapıların ardında, kapalı pencereye doğru
dönmüş bir dürbün görünüyordu. Masadaki kağıtlar
rüzgardan karmakarışık olmuştu. Bir pipo, sahil mu­
hafaza memurlarının giydiği bir kasket, bir gemi­
cilik şirketinin takvimi, bir duvar saati, saatin ya-­
nına çakılmış bir çivide de iki büyük gönye görü­
nüyordu.
67
iliklerine kadar ısianmış olan Shinji, gözetle­
·:·me kulesine ulaştı. Kimsecikterin bulunmadığı bu
. yerde fırtına daha da korkunç bir öfke içindeydi.
Burada, adanın bu en yüksek yerinde, çıplak gökle
toprak arasında hiçbir şey bulunmayan bu yerde,
. fırtına egemenliğini sınırsız bir kudretle ortaya ko­
ya b il irdi.
Pencere delikleri üç yönde alabildiğine genişle­
yen bu yıkık yapının, fırtınaya karşı en ufak bir ko­
runması yoktu. Görünüşe bakılırsa, kule daha çok
fırtınaları odalarına buyur etmiş de, odalarını onun
·- emrine vermiş gibiydi. Birinci kattan bakıldı mı, bü­
tün Pasifik Okyanusu'nu içine alan görüntü, yürü­
yüp gitmekte olan yağmur bulutlarından ötürü da­
raJmıştı, ne var ki, öfkeli dalgaların köpükten taç­
ları ile karanlık yağmur bulutlarını bir araya geti
ren tablonun görünüşü, sınırsız, fırtınalı bir geniş-
· liğin etkisini uyandır1yordu.

Shinji yeniden dış merdivenden aşağı inip, bir


. süre önce anasının yakacak odununu aldığı toprak
katındaki odaya baktı. Anlaşıldığına göre, burası
eskiden depo olarak kullanılmış olacaktı , pencerele­
ri öylesine küçüktü ki, ancak bir tanesinin camı kı­
rılmı�tı. Fırtınaya karşı bulunmaz bir sığ'ınaktı bu­
rası. Bir süre önce oradaki çam dallarından oluşmuş
tepe. dallar yavaş yavaş taşındığı için, yokolmuş gi­
biydi, en dış köşede dört ya da beş odun kümesi kal-
. rnı�t� topu topu.

<<Zi!ldandan farkı yok», diye düşündü Shinji küf


kokusunu alınca.
Genç balıkçı, fırtınaya karşı henüz bir sığlnak
· bulmuştu ki, ne kadar ıslak ve üşümüş olduğunu an­
· 1adı. Yüksek sesle hapşırdı. Yağmurluğunu çıkarıp

68
pantolonunun ceplerinde kibrit aradı, denizde geçir­
diği günler ona kibritini yanında taşımayı öğret­
mişti.
Daha kibriti ele geçirmeden, parmakları o sa­
bah kurnsaıda bulduğu midyeye dokundu. Midyeyi
çıkarıp pencerelerin birinden sızan ışığa tuttu. Şef­
tali rengi kabuk, hala deniz suyundan ıslakmış gibi,
pırıl pırıldı. Sevinerek midyeyi yeniden cebine attı .
Biraz kurumuş çam filizi getirip, dağılmış bir
odun kümesinden biraz da çalı çırpı aldıktan sonra,
.çimento döşemenin üzerine yığdı, uzun boylu uğra­
şarak, ıslanmış kibrjtlerden birini ateşleyip d:ıll arı
tutuşturdu. J:?.i r süre bütün oda dumana boğuldu, ne­
den sonra, tütmekte olan duman küçük, titreşen bir
alev hal ine girdi.
Shinji , sırıl sıklam olmuş pantolonunu çıkarıp,
1rurusun diye ateşin yanına astı. Sonra, ateşin başı­
n a oturup, elleriyle dizlerini kavradı. Şimdi sıra
beklerneğe gelmişti.
Shinji bekledL En ufak bir huzursuzluk çık­
maksızın geçiyordu zaman. Shinji parmaklarını ka­
r a h:az:ığı nın deliklerine geçiriyor, delikleri daha
fazla genişletiyordu.
Bulunduğu yer daha da ısınıp dışarıda fırtına
sesi ulurken, Shinji, vücudunun giderek daha ra­
batlayıp gevşed1ğini duyuyordu. Kendini tamamen,
güven beslediği sevgisinden yükselen mutluluk duy­
gusuna bıraktı . Yeterince hayal gücü olmadığı iGin,
kızların çıkaracağı engelleri düşünemiyor, ondan
ötürü de rabatı kaçmıyordu.
Bir süre sonra, başını dizlerine dayayıp uyku-

ya daldı.
Shinji gözlerini yeniden açtığında, önündeki

69
ateş yine eskisi gibi canlı yanmaktaydı. Gözlerini
bir an için kapatnuştı sanki. Ama ateşin öbür yanın­
da garip, ne olduğu aniaşılmayan bir gölge duruyor­
du. Acaba düş mü görüyorum diye sordu Shinji ken­
di kendine.
Gölge, çıplak bir kızın gölges iydi. Orada, başı
önüne eğilmiş duruyor, beyaz gömleğini kurutmak
için ateşe tutuyordu. Böyle iki eliyle gömleğini ate­
şe tutarken, vücudunun belden yukarısı olduğu gibi
görünüyordu.
Slıinji düş görmediğinden emin olunca� ufak
bir hileye başvurmak, uyuyormuş gibi yapmak iste­
di. Böylece, yarı kapalı gözlerinin arasından kızı gö­
zetleyebilirdi.
Sudan çıkan dalgıç kadınların, vücutlarını ateş­
te kurutmak öteden beri baş vurdukları bir gelenek­
tL Onun için Hatsue de, anlaşıldı ğın a göre, ateşin
karşısına geçmekte bir sakınca görmemişti. Buluş ..
mal{ için söz verdikleri yere gelmiş, ateşi bulmuş,
ateşin önünde de derin uykuya dalmış Shinji'yi gör­
mü�tü. Çabucak ve küçük bir çocuk kadar bile üs­
tünde durmayarak, kararını vermiş, ıslak giysileri
ile ıslak vücudunu kurutmak için zamandan yarar­
lanmavı diişünmüştü. Burada, bir erkeğin önünde
soyundu �nu aklına bile getirmemisti. Sadece ate­
sin önUnde savunuyordu, o kadar. Çünkü üstü başı
sırılsıklamdı, biricik ateş de buydu.
Shinji 'nin kadınlarla öteden beri ilişkisi olsay­
dı, içinde fırtınanın uluduğu bu yıkık yapıdaki ate­
şin karşısında duran çıplak Hatsue'nin, henüz erkek
eli değmemiş bir vücuda sahip olduğunu, daha ilk
bakışta anlardı. Kızın cildi hiç de beyaz değildi, ne
var ki, deniz suyu ile sürekli bir araya gelmekten

70
ötürü, pürüzsüz ve kaygandı. İçindeki ciğerlerinin
sağlamlığına dayanarak sık sık denizierin dibine
daldığı geniş göğsünde, utanıyorlarmış gibi, hafif­
çe birbirinden ayrılmış ve her birinde pembe birer
tomurcuk bulunan iki küçük, diri meme vardı. Ya­
kalanmak korkusuyla gözlerini ancak çok az arala­
yabilen Shinji, tavana kadar yükselen alevlerden
ötürü, lnzın vücudundaki hemen hemen gözden si­
linen bazı yerleri belli belirsiz bir şekilde ancak ayırt
edebiliyordu.
Derken, genç balıkçı gözlerini kırpıştırınca, ate­
şin ışığı altında, kirpiklerinin gölgesi bir an için ya­
naklarının üzerine düştü.
Genç kız, şimşek gibi bir hızla memelerini he­
nüz tamamen kurumamış olan gömleğinin ardına
saklayıp bağırdı :
«Kapat gözlerini . . . »

Namuslu bir genç olan Shinji, gözlerini sımsıkı


kapattı. Şu anda, uyur gibi görünmekle doğru et­
mediğin i düşünüyordu. Ama uyanmasının da önüne
geçemezdi ya. Böyle düşünmek işine geldi, cesare­
tini artırdı , giizel kara gözlerini ikinci defa açtı.
Kız öylesine utanmıştı ki, gömleğini çabucak
sırtına geçirmeyi bile unutmuştu. Kuvvetli, çocuk­
c;u sesiyle yeniden bağırdı :

Kapatsana gözlerini . >>


<< . .

Ne var ki Shinji onun sözünü dinlemeyi düşiin­


nıüyordu bile. Şöyle bir kafasından geç irince, bu ba­
hkçı köyündeki bütün kadınların hemen hepsinin
vücutlarının çıplaklığına yabancı olmadığını di.işiin­
dü. Ama şu anda ilk defa bir genç kızı, sevdiği k�z1 ,
çıplak görüyordu. Anhyamadığı bir şey varsa, o da
kızın üzerinde bir şey yok diye aralarına bir ayrılık

71
duvarının dikilmesi, aslında çok doğal bir şey olan
karşılıklı güvenlerinin sarsılmaya yüz tutmasıydı .
Gençliğinin verdiği bütün mertliğiyle doğruldu.
Shinji ile genç kız karşılıklı durmuşlar, alevle­
rin arasından birbirine bakıyorlardı.
Shinji sağa doğru kısa bir adım attı. Aynı an­
da Hatsue de biraz sola geriye kaydı. Ve önceki gi­
bi, yine ateş girdi aralarına.
- «Niye kaçıyorsun benden ?»
«Utanıyorum da ondan.»
Shinj i : «Pe l{ i neden giy inm iya rsu n öyleyse ? »
demedi. Kızı hiç değilse kıs a bir sür e dah a böyle
görmek istiyordu. Neden son ra, sess izlik day anıl ­
maz bir haJ alın ca, Shin ji çocu ksu bir soru ile içi­
n i bosalttı :

« Artık utanmaman için ne yapabilirim ?»


Ve genç kız şu günahsız, aynı zamand2 da şaşır­
tıcı karşılığı verdi :
- «Sen de soyunursan utanmam artık.�
Şimdi utanma sırası Shinji'ye gelmişti. Bir sa­
niye çekimser durdu, sonra , hiçbir şey söylemeksi­
zin dik yakalı kazağını çıkarınağa koyuldu. Bu ara­
da, kızın kaçıp sıvışmasından korktuğu için, kazağı
yüzünü örttüğü sırada, ilmek deliklerinin arasından
bakmayı da unutmadı. Sonra, becerikli elleri kaza­
� �ekip çıkararak bir kenara attı, genç bir erke­
ğin çıplak vücudu ortaya çıktı . Giyimli olduğundan
�ok daha güzeldi böyle. Üzerinde kala kala dar bir
kuşak kalmıştı. Kafasıt karşısındaki kızla öylesine
mesguldü ki, bir an iç!n utanma duygusu falan kal­
madı içinde.
«Artık utanmıyorsun değil m i ?» Soru öyle­
sine çabuk sorulmuştu ki, kız bir soruşturmada ta-

72
nıklılt ettiği kanısına kapıldı. Hatsue bu soruya şa..
şırtıcı bir karşılık verd i :
«Utamyorum . . . »
«Neden ?>>
« Sen bütün üzerindekileri çıkarınadın da,
ondan.»
Şimdi Shinji'nin utanç duygusu geri gelmiş, bü­
tün vücudu kızarınıştı sank i . Konuşmaya yeltendi
ama ses çıkmadı ağzından. Ateşe öylesine yaklaş..
ınıştı ki, nerdeyse parmaklarının uçları yanacaktı.
Gözlerini kızın gömleğine dikti, alevler gömleğin
üzerinde uçuşan gölgeler yaratıyordu. Neden sonra,
zar zor birkaç söz çıkabildi ağzından :
- «Eğer . . . eğer şunu çıkarırsan . . . o zaman ben
de soyunurum. »
Hatsue'nin yüzünde bir gülümseme belirdi bir­
denbire. Ama ne kendisi, ne de Shinj i · farkın a vardı
·bunun.
Genç kızın elindeki gömlek, vücudunu, meme­
lerinden kalçalarına kadar örtmüştü. Hatsue, göm..
leğini çektiği gibi arkaya savurdu.
Shinji kıza baktı. Sonra, gözleri kıza dikili, bir
kahraman heykeli gibi dimdik, kuşağını çözrneğe
başladı.
Tam bu sırada dışarıda, pencerelerin önünde,
fırtı na birdenbire şiddetini artırmıştı. Rüzgarla
yağmur hanidir bu yıkık kuleye çarpıp duruyordu
ama, genç balıkçı ile kız, fırtınanın varlığını tam
anlamıyla ancak şimdi farkediyorlardı. Yüksek
pencerelerin tam altında engin Okyanusun delirmiş­
çesine sarsıldığını duyuyorlardı .
Genç kız birkaç adım geriledi. Dışan çıkacak
yol yoktu. Sırtı, isli çimento duvara yaslandı.

73
«Hatsue » , diye bağırdı Shinj i. .
. . .

«Ateşin içinden atlayıp bana gel. . . Ateşin


içinden atlarsan.»
Genç kız zorlanarak soluk alıyordu ama, sesi
pürüzsüz ve sertti.
Çıplak Shinji bir an çekingen durdu. Durduğu
yerden ileri atıldı, bütün vücudunu aydınlatan alev­
lerin arasından geçti. Hemen biraz sonra genç kı­
zın tam karşısındaydı. Göğsü kızın memelerine değ-
di hafiften.
«Hem yumuşak hem de sert ; tıpkı kırmızı ka­
zağının altında düşündüğüm gibiler, öylesine yumu­
şak, öylesine de sert ki», diye düşündü.
Birbirlerine sarıldılar. Kız yumuşak bir hare­
ketle kendini yere bıraktı.
«Çam dikenleri canımı acıtıyor», dedi kız.
Shinji beyaz gömleğe uzamp kızın altına yer­
leştirdi.
Ama kız aniden Shinji'ye engel olup, kolların­
dan kurtuldu. Dizlerini yukarı çekti, gömleğini tar­
top edip, ellerinin arasında böcek tutan bir çocuk
gibi kavrayarak, vücudunu bununla savunmaya gi­
rişti .
Hatsue'nin bundan sonra söylediği cümle, onun
ne kadar günahsız olduğunu ortaya koydu :
«Doğru değil . . . Bu doğru değil . . . Bir kızın
bunu evlenmeden yapması doğru olmaz.�
- «Gerçekten doğru olmaz mı sence ? » diye so­
ran Shinji, bir an duraksadı ama, pek de aklı yat­
maınıştı buna.
«Evet, doğru değil.» Kız göz lerin i kapatmış
olduğu için , hiç ara ver me den kon uşm ayı sürdürü­
yordu, hem suçlayan, hem de şefkatli bir ses tonuy-

74
.la. «Şu anda doğru değil. Günün birinde evleneceğirn
erkeğin sen olduğundan eminim. Ama o güne kadar
doğru değil.>>
Shinji bütün ahlak kuralları karşısında saygı
duyardı. Daha önce de hiç bir kadınla düşüp kalk.' ..
ınamış olduğundan, şu anda kadın denen varlığın en
derin ahlak anlayışıyla karşı karşıya bulunduğunJ
i r. c:: n ıyordu. Hatsen'yi daha fazla sıkıntıya .:. o�man ·
. .

Shinji 'nin kolları henüz genç kızın vücvduna do..


J a.nmış duruyordu. Birbirinin nabzı nas 1 1 .1ttyor, H� i ·
si de duyuyordu. Heyecanlanmış olan ge-:1ç balıkç, ,
uzun bir öpüşmeyi ancak bir işkence gib: u�e;erlen-­
direbilirdi şu sırada. Bu işkence, ancak belirli bir an..
dan sonra, garip bir mutluluk duygusuna dönüyordı:.
Sönmeğe yüz tutan ateş, zaman zg,nıan yeniden
canlanırcasına hı şırdıyordu. Bu sesler! , fı t-·�ınar.ın
If,lığını ve bütün bu seslerle birlikte je kal r;ll:lrinin
atışını dinliyorlardı. Bu sonsuz sarho�.!. u k duyg�­
su, dışarıdaki denizin boğuk boğuk gümbürdemesi ve
fırtınanın ağaçların tepesinde uluması, doğanın bi.
ricik büyük ve yabansı ritmini izleyen bir şey gibi
geliyordu Shinji'ye. Bu duyguda temiz, hiç son bul·
mak istemeyen bir mutluluk vardı.
Shinj i vücudunu Hatsue'nin vücudundan ayır-­
dı. Sonra erkekçe, sakin bir sesle konuştu :
«Bugün kumsalda güzel bir midye buldum.
Yanıma alıp sana getirdim.»
- «Oh, teşekkür ederim, göstersene bakayım.�
Shinji ayağa kalkıp eşyasının durduğu yere
gitti, giyinmeye koyuldu. Hatsue de gömleğini ça­
bucak sırtına geç irip giysilerinin içine kaydı .
Sonra, Shinji kıza doğru ilerleyip midyeyi
uzattı .

75
«Ah, ne güzel . . . » Heyecanlanmış olan kız,
parıldayan kabuğu aleviere doğru uzattı. SGnra, sa­
çının kenarında tutup :
- «1-iercan gibi değil m i ?», dedi. c Saçın1ı süsle­
nıek için kullanılabilir.»
Shinji yere, kızın hemen yanıbaşına çöktü.
Şimdi, böyle giyinmişken, hiç ürkrneksizin öpü­
şebilirIerdi.

Bir süre sonra, dönmek için yola koyuldukla­


rında, fırtına henüz dinrneğe yüz tutmamıştı. Bun­
dan ötürü, Shinji, Hatsue'den fener kulesinin yuka­
rısında ayrılmayıp, fener kulesindekilerin ne düşü­
\
neceklerine aldırmaksızın, onunla birlikte yürümeyi
sürdürdü. Hemen fener kulesinin yanından geçen
daha kolay yürünebilecek bir patika seçtiler. Sonra
beraber, rüzgarın hala k asıp kavurduğu taş merdi­
venlerden aşağı indiler.
Chiyoko evine gelmişti ama, daha ilk gününden
sılnlmağa başlamıştı .. Shinji bile yoklamağa gelme­
mi�ti kendisini. Önceden kararlaştırılmış gün gelip
çatınca, köyün kızları görgü dersi için Chiyoko'lar­
da toplandılar.

Aralarında şimdiye k ad ar tanımadığı bir yüz


vardı. Chiyoko bu kızın, Yasuo'nun . sözünü ettiği
H atsue'den başkası olam1yacağını hemen anladı. Ve
kızın pürüzsüz yüzü ona, adada oturanların anlattı­
ğından çok daha güzel göründü. Öteden beri Chiyo..
ko'nun erdemli yanıydı bu : Ne kadar iyi niyetli ol­
sa da, genellikle bir kadının başka bir kadına ait
herhangi bir kusuru görmemezlikten gelmiyeceği
kesin olmakla beraber, Chiyoko bu konuda bir er­
kekten daha açık sözlüydü ve kendinden başka her

76
kadının güzelliğini teslim etmeğe her zaman hazırdı ..
Yapacağı daha iyi bir şey olmadığı için Chiyo-.
ko, İngiliz Edebiyat Tarihini ele almıştı. Kraliçe
Viktorya zamanında yaşamış bir sıra kadın şairin..
adlarını belliyordu - Christina Georgina Rossetti,
Adelaide Anne Procter, Jean lngelow, Augusta
Webster - hiç birine ait tek eserin bile adını bilmek­
sizin yapıyordu bu işi. Tıpkı Buda'cılıkla ilgili bir ·
metni belliyormuşçasına. Mekanik ezbereilik Chiyo­
ko'nun kuvvetli yanıydı, profesörlerin ağzından çı­
kan her sözü, aksıracak bile olsalar, not defterine ·
geçirirdi.
l{ızından yeni bilgiler edinmek bırsına kapılmış

olan annesi, hep yanında dururdu. Hoş ün iversite eği-.


timi aslında Chiyoko'nun fikriydi ama, annesi bu
fikre heyecanla katılmarnış olsaydı, önceleri çekim-­
ser kalan baba kolay kolay evet demiyecekti.
Fener kulesinden fener kulesine, ıssız bir ada- .
dan ıssız bir adaya yapılan uzun göçlerle dolu ya­
şantısı süresince, kadının içindeki öğrenmek hırsı
hep daha da ateşlenmiş, sonunda kızının hayatını
kendi özleminin bir örneği gibi canlandırmağa baş.. .
lamıştı. Annesi Chiyoko'nun içindeki huzursuzluğun·
farkında bile değildi.
Bu fırtınalı sabah, anne ile kızı uzun bir süre ·
uyumuşlardı . Kötü hava bir akşRm önce başlamış,
bu yüzden, ana kız, gecenin büyük bir kısmında gö­
revini çok ciddiye alan fener bekçisiyle bir arada ·
kalmışlardı.
Aslında hiç alışkın olmadı k ları hAJde, öğle ye­
meği aynı zamanda kalıvaltı yerine geçmişti. Kötü
havadan ötürü dışarı adım atamadı kları için yemek­
ten sonra üçü bir arada, sessiz sedasız oturup kal...
mıslardı .
.....

77
Chiyoko, Tokyo'yu özlemeğe başlamıştı. Böyle
·fırtınalı bir günde bile otomobillerin caddelerden
her zamanki gibi geçtiği, apartmanlardaki asansör...
terin yukarı - aşağı çıkıp indiği, tramvayların takır­
tılarla geçtiği rrokyo'yu . . . Orada, büyük . kentte, he­
men henıcn bütün doğa boyunduruk altına ahnmış...
tı, serbest kalmış bir parçacık doğa kudreti varsa, o
da insanlara düşman görünürdü. Oysa bu adada in-
. sanlar heyecanlı bir tutkuyla doğa ile birleşiyor, üs­
telik onu koruyarlardı da.
Okumaktan canı sıkılan Chiyoko, yüzünü pen­
cereye dayayıp. kend�sini eve hapsetmiş olan fırtı­
n�ya dikti gözlerini. Fırtına. tekdüze geliyordu Chi·
yoko'ya. Dalgaların gümbürdemesi kulaklarını öy..
Jesine rahatsız ediyordu ki, bir sarhoşun zevzekJi­
ğinden farkı yoktu.
Nedendir bilinmez, birdenbire, sevdiği erkek ta­
rafından baştan çıkarılan bir sınıf arkad::ı.şı üzeri­
ne konuşulanları düşündü. Kız o erkeği candan dav­
ranışları ve şefkatli duygularından ötürü sevmiş,
· bunu açıktan açığa da söylemişti. O geceden sonra
ise onu Irabalığı ve bencilliğinden ötürü sevdiği söy­
len!yordu ... ama kız bunu kimseye açmamıştı.
Tam bu sırada Chiyoko, Shinji'nin, fırtınanın
·k ırbaçladığı taş rnerdivenlerden aşağı indiğini, Hat­
· sue•nin de ona yaslanmış olduğunu gördü.
Chiyoko, kendi yüzü gibi çirkin bir yüzün de
bazı olumlu tarafları olduğuna inanırdı. Böyle bir
yüz bir kere tam formunu bulduktan sonra, onun
ardında her heyecan, güzel bir yüzün ardında sak­
lanabildiğinden daha iyi saklanırdı. Chiyoko'nun
çirkinlik diye kabul ettiği şey, gerçekte durmadan
kendi kendisiyle · meşgul olan bir bakiren in alçıdan
maskesiydi.
78
'

Chiyoko pencerenin kenarından çekildi. Ana ba-­


bası, döşemeye oyulmuş mangalın başında oturuyor- ·
lardı. Annesi dikiş dikiyor, babası da «Yeni Hayat».
s igarasını tüttürüyordu. Dışarıda fırtına ortalığı
kasıp kavururken, içeride bir evin barış havası sü-­
rüp gidiyordu. Chiyoko'nun mutsuzluğunu gören tek
bir insan bile yoktu ortada.
Chiyoko yeniden masanın başına geçip, ingiliz-­
ce kitabı açtı. Kitaptaki sözlerin hiç bir anlamı yok­
tu onun için, harflerin yanına dizilm iş harfler, o ka- .
dar. Satırların arasında kanat çırparak yükselip al- ··
çalan kuşlar göründü gözüne. Martılar . . .
«Gemideyken» diye düşündü, «Bir martı gökle-­
re yükselecek mi diye bahse tutuşmuştum kendi ken­
dimle ; şimdi anlıyorum bunun ne demek olduğunu.1).

DOKUZUNCU BÖLÜM

Hiroshi okul gezisinden bir ekspres kart gön-­


dermişti. Kartı adi posta ile göndermiş olsaydı bel­
ki de kendisi döndükten sonra ele geçecekti. Posta
kartının üzerinde Kyoto'daki ünlü bir tapınağın res­
mi, bir de menekşe rengi, anı mühürü vardı. Annesi·
kartı alır almaz� posta parasını zamlı ödemiş ol-·
masından öti.irü Hiroshi'nin bir müsrif olduğunu,
günümüz çocuklannın para kıymeti bilmediklerinr
ileri sürdü.
Kartın arkasına zar zor sığmış olan yazı, Hi-·
roshi'nin hayatında gördüğü ilk filmle ilgiliydi.
Gördüğü yerlerin doğal güzelliklerinden, tarih köşe-­
lerinden hiç söz açmıyordu.
<�.Kyoto'da ilk gece dilediğimiz gibi gezebilece-

79
_ğinıiz için, Sochan, Katchan, bir de ben_, hemen ya­
kındaki bir sinemaya gittik.. Sarayları andıran şık
bir sinemaydı. Yalnız koltuklar çok dar ve scrtti.
Ot u,rmayı dencdiğimizde, tavukların tünediği dcğ­
neklcrin üzcrindcyiz sandık. Hiç rah.at değildik, ge­
rilcrim iz sancımağa başlamıştı. Bir süre sonra, ar­
l�cm'::zdan bir adam bağırdı : « Otural'llm, oturalım ... »
A?na oturmu�� t uk ya i.�te, herhalde §al�a ediyor diye
clll.rflndük. }le var ki bize çok iyi daı,ranan bu bay�
biraz sonra ne yapacağımızı gösterdi. Bunların
açı lır kapanır koltuklar olduğunu, oturmadan önce
a.�ağı itmemiz gerektiğini söyledi. Budalaca daı-ıra­
nışım?,zdan ötürü utanmıştık. Koltukları �ağı itin­
ce, ne kadar yumuşak oldu,klarını a-nladık, ha.ni Ten­
no bile oturabilirdi bu koltu.klara. Günün birinde an­
nem de böyle otursa ne gü.zel olurdu, di!!e düşün­
düm . . »
.

Shinji, kartı annesine okudu. Son cümleyi du­


yan kadının gözlerinden yaşlar boşandı. Kartı kü­
çük ev mihrabının üzerine koyup, Shinji'den kendi­
siyle birlikte önünde diz �ökmesini, Hiroshi'nin dö­
nü� günü olan öbür güne kadar fırtınanın bir zarar
·vermemesi için dua etmesini istedi.
Hemen bunun üzerine de, Shinji'yi tepeden tır­
nağa suçlamaya, okuyup yazmaktan hiç anlamadı­
t:1ını, Hiroshi'nin bu konularda çok daha becerikli
olduğunu sıralamağa koyuldu. Aslında, Hiroshi'nin
bilgeliği diye ileri sürdüğü şey, gözlerinden yaş ge­
tirmek konusundaki yeteneğiydi.
Bir süre sonra, posta kartını göstermek üzere,
Hiroshi'nin arkadaşları Sachan ile Katchan'ın ana
babasına gitti. Akşam üzeri Shinji ile birlikte so­
kak hamamına gidip de buharlar içinde posta mü-

so
dürünün karısına rastlayınca, kadının önünde çırıl­
çıplak diz çöküp eğilerek, ekspres kartın eline çok
çabuk geçmesinden ötürü teşekkür etti.

Shinji banyosunu yapmış, giriş kapısının önün­


de, anasının kadınlar bölümünden çıkmasını bekli­
yordu. H:ımam binasının çatısı altındaki oymalı ve
boyalı tahta kısım, buharın çıktığı yerde solmuş ve
şişmişti. Gece sıcak, deniz durgundu.
Shinji, birkaç metre kadar ötesindeki sırtı dö­
nük adamın, caddenin ortasında durmuş, bir evin ça­
tısına bakmakta olduğunu gördü. Adamın elleri cep­
lerindeydi, tahta sandallarıyla yoldaki taşiara vuru­
yordu. Akşamın alaca karanlığı içinde Shinji, ada­
mın sırtında tütün rengi bir deri ce..�et olduğunu
gördü. Uta-jima gibi bir yerde pahalı bir ceket giy­
rnek, her babayiğidin karı değildi. Shinji, adamın
Yasuo olduğundan emindi .
Shinji tam adını çağırıyordu ki, Yasuo arka·
sına döndü. Shinji ona bakıp şöyle bir gülümsedi.
Ama Yasuo, yüzünde hiçbir değişiklik olmaksızın,
şöyle bir baktı sadece, sonra, yine arkasını döndü.
Hoş Shinji bu davranışı doğrudan doğruya bir
aşağılama diye kabul etmedi ama, biraz da garip
karşılamadı değil. Tam bu sırada annesi hamamdan
çıkınca, Shinji her zamanki gibi konuşmaksızın, an­
nesiyle birlikte eve yollandı.

Bir gün önce, fırtınanın kesilmesinden hemen


sonraki olağanüstü aydı nlık gün, tekneler balık­
tan döndükten sonra, Chiyoko, Yasuo'yu yoklamı ş­
tı. Alıs-veris için annesiyle köye indii!ini, geçerken
�öyle b;r uğrayıp onu görmek istediğini söylemişti.

81 F/6
Annesi hemen yakındaki sendika başkanını görrne­
ğe gitmiş, kendisi de tek başın a Yasuo'nun evine uğ-
ramı ş tı.
Chiyoko'nun, Shinji ile Hatsue'nin yanyana ve
sıkıfıkı yürümeleriyle ilgHi salıneyi anlatması pek
de zararsız olmadı. Verd iği haber, Yasuo'nun guru­
runa ağır bir darbe indirmiş oldu. Bütün gece bunu
kurup durdu kafasın\n içinde. Öbür gün, Shinji, Ya­
suo'yu gördüğü sırada, Yasuo, köyün tam içinden
geçen sarp bir yol üzerindeki bir evin ç atısı altına
asılmış bir bildiriy i incelemekle meşguldü.
Uta-jima'da su çok kıttı. Eski takvime göre yı l
­

başına rastlayan günlerde bu kıtlık son haddine ula­


şırdı. Bu sorunla ilgili olarak, su üzerindeki haklar
konusunda sonu gelmez anlaşmazlıklar baş gösterir­
di. Topraktan çıkan biricik su, köyün tam ortasından
geçen taş döşeli caddenin basamaklarından aşağı
dökülen dar bir akar suydu. Sulak mevsim boyunca,
ya da kuvvetli bir yağmurdan sonra bu akar su, köy
kadınlarının, kenarında çene çalarak çamaşır yıka­
dıkl arı çamurlu bir dere halini alırdı. Çocuklar, et
yanması savaş gemilerini de törenle burada kızak­
tan in dirirlerdi Kurak mevsimde ise, akar su, en
.

ufak b�r pisliği bile sürükleyemiyen yarı kurumuş


bir batakl ı k haline girerdi .
Akar su bir kaynaktan besleniyordu. Bu kay­
nak. adanın dağlık tepelerine düşen yağmurların
toprağın içine sızması sonunda mı ortaya çıkmıstı,
yo k sa başka bir şekilde mi meydana gelmişti, bil in­
miyordu ; ne olursa olsun, adanın biricik kaynağı
oldu� kesindi. Köyde oturanların, sularını bu kay­
naktan çekmek i�in izleyecekleri sırayı s aptam ak,
köy muhtarlığının çoktandır üzerinde durduğu bir

82
sorundu. Bu konuyla ilgili olarak her hafta bir bil­
diri yayınlanıyordu.
Yağmur suyunu süzüp bir varilde toplayabilen,
ancak fener kulesinde oturanlardı. Köyün bütün
öbür evleri, salt bu kaynağJn suyu ile yetinmek zo­
rundaydılar. Her aile, su almak için gece yarısı
sıra gelir diye korku geçiriyar, hoş karşılamıyaca­
ğı bu sürprizi hesaba katıyordu. Hoş bir kaç hafta
sonra, listedeki bu gece yarısı saatları hep daha el­
verişli erken sabah saatiarına kayacaktı ya. Su taşı­
mak kadınları n işiydi.

İşte Yasuo, sürüyle insanın önünden geçtiği bir


yere asılmış olan bu bildiriyi gözd,�n geçiriyordu. Mi­
yata adının listede sabahın saat ikisine ayrıldığını
görmüştü. Demek bu saat, Hatsue'nin su taşıyacağı
s aattı.

Yasuo dilini şapırdattı. Teknelerin sabah erken­


den denize çıkmadığı ahtapot mevsiminde olsaydık,
diye düşündü. Şu sıralarda gelip çatmış olan mürek­
kep balığı mevsiminde, teknelerin daha gün ağarır­
ken Irako Kanalının balık yataklarında bulunmaları
gerekiyordu. Bundan ötürü, her evde en geç saba­
hın üçüne kadar kalıvaltı hazırlanmış oluyor, üste­
lik kim i evlerin bacalanndan, mutfak ateşinin du­
m3.nı göğe çok daha erken yükseliyordu.
Ne olursa olsun, Hatsue'nin sabahın üçünde
sıraya girmek zorunda olduğu bu hafta, gelecek haf­
tadan daha elverişliydi. Balıkçı tekneleri ertesi sa­
bah denize açılmadan Hatsue'yi ele geçireceğim diye
kendi kendisine söz verdi Yasuo.
İşte böyle, bildirinin önünde durmuş kararını ve­
rirken, Shinji'yi erkekler hamamının kapısı önünde

83
gördü. Bu çocuğu gördükçe öylesine tedirgin olu­
yordu ki. Her zamanki yapmacık nezaketini tama­
men unutup arkasını dpndü, ç abucak evine yollandı.
Evden içeri giren Yasuo, babasıyla ağabeyinin
akşam sakisini içtikleri ve radyoda, sesi bütün evi
dolduran bir balad şarkıcısını dinledikleri oturma
odası na bir göz attı. Yasuo doğru birinci kattaki oda­
sına çıkıp, öfkeli bir suratla bir sigara yaktı.
Yasuo olan biteni, kendi düşünüş tarzına uy­
gun olarak, şöyle yorumluyordu : Shinji, Hatsue'yi
baştan çıkarmayı başardı ğına göre tecrübesiz olma­
sa gerekti. Bu oğlan hanidir Gençler B irliği'nin top­
lantılarında günahsız bir gülümsemeyle oturur, elle­
rini dizlerine dolayıp çocuksu bir bakışla başkaları­
nın konuşmalarına kulak kabartırdı, demek bütün
bu süre içinde kadınlarla gizliden gizliye yapmadı­
ğını koymaını ştı. Vay tilki vay . . .
Ne var ki, Shinji'nin namuslu yüzü gözünün
önüne gelince, onun k1zı kurnazlıkla elde etmiş ola­
bileceğine yine de inanamıyordu. Şu halde önüne ge­
çilmez sonuç, aynı zamanda Yasuo içi n de dayanıl­
maz olan şuydu : Shinji kızla, çok namuslu davrana­
rak ve karşılıklı konuşarak anlaşmış, kız da ona
kendi isteğiyle teslim olmuştu.
.

Yasuo o gece yatakta, uyanık kalmak için sık


sık hacağını ç i mdiklemekten geri kalmadı. Aslında
bunu yapmasının gereği yoktu : Bu oğlan onu yaya
bıraktı.ğ'ı için , Shinji'ye duyduğu nefret ve kafasını
işkenceli bir acıyla dolduran kıskançlık, uykusunu
kaçırmak için yetecekti nasıl olsa. •

Yasuo'nun, ötede heride övünerek gösterdiği


fosforlu bir kol saatı vardı. Bu gece, saatı kolun-

84
dan çıkarmamış, ceketi pantolonu üzerinde, yatağa
girmişti. Zaman zaman saatı kulağına götürüyor,
ıkide birde, parıldayan rakamlarına bakıyordu. Ya­
suo'nun görüşünce, salt böyle olağanüstü bir saata
s ıhip olması bile onu bütün kadınların gözdesi du­
rumuna yükseltmeliydi.
Saat biri yirmi geçe Yasuo evden sıvıştı. Ay
gökte pırıl pırıldı, bütün köy derin bir sessizlik için­
deydi. Gecenin sessizliği içinde dalgaların hışırtısı
olduğu gibi duyuluyordu.
Adada topu topu dört sokak feneri vardı ; biri
rıhtımda, ikisi köyün ortasından geçip dağlara çı­
kan yokuş üzerinde, biri de yukarıda, dağdaki kay­
nağın yanında. Limanda yolcu gemisinden başka bir
de balıkçı tekneleri vardı, evlerdeki son ışıklar da
çoktan sönmüştü. Ayrıca, bu balıkçı köyünde ev1e­
rin damları ya kiremit, ya da demirli teneke ile
kaplıydı . Burada, çiftçi köylerindeki gibi geceleri
göze batan bir sıra kara dam yoktu.
Yasuo, uykuya dalmış caddenin sağından ça­
buk çabuk yukarı çıkınağa başladı, spor ayakkabı ­
larının yumuşak tabanlan h iç gürültü etmiyordu.
İlkokulun tomurcuklanmış bir sıra kiraz ağ-acı ile
revrili ovun alanından geçti. Bu oyun alanı bir süre
önce yapılmıs, ağaçlar ormandan getirH ip buraya
di kil misti. Fidanlardan biri fırtınadan kırılm, �tı.
Gövdesi . ay ı�ığ'ının aydınlattığı kum yığınının üze­
rinde kankara görünüyordu.
Sirndi Yasuo akar suyun yanıba �ındı.k i ta� ba­
sam akları tırmanıp kaynak sesinin duyuJduğ·u yere
kad�r e-eldi. Tek basına duran fenerin ışığı altında
c�� nı� 'r; �öv le bö vle e-ördü.
. .

Yosun tutmuş kayaların arasından pırıl pırıl

85
bir su taş yalağa dökülüyor, sonra, yalağın kenar­
larından dışarı sızıyordu. Yalağın taş çevresi parlak
yosunlarla örtülüydü. Sanki su yosunun üzerinden
döki.ilmüyordu da, yosun kalın, şaşılacak kadar say­
dam bir cam tabakasıyla kaplıydı.
Kaynağın ardındaki sık ormandan bir ak bay­
kuşun sesi geliyordu.
Yasuo, fener direğinin ardına saklandı. Ya­
kında bir yerden havalanıp kaçışan küçük kuşların
kanat sesleri geldi.. Yasuo, yüksek bir k ayınağacı­
nın gövdesine yaslandı. Bir yandan da, kol saatının
ışıldayan rakamıanna heyecanla bakarak beklerne­
ğe lcoyuldu.
Saat ikiyi ancak g�çmişti ki, Yasuo, kızın okul
avlusundan geçerek geldiğini gördü. Kızın omuzun­
da, her iki ucunda birer kova asılı bir sırık vardı.
Ay ışığında vücudunun bütün çizgileri olduğu gibi
görünüyordu.
Kadın gücü, aslında gece yarılan yapılacak iş­
lere uygun olmamakla beraber, Uta-jima'da kadın
erkek, varlıklı yoksul, kim olursa olsun, herkes üze­
rine düşen görevi yerine getirmek zorundaydı. Üs­
telik Hatsue, güçlü kuvvetli, sünger dalgıçlığından
ötürü da adamakıllı sertleşmiş bir kızdı. Taş ba­
samakları hiç zorlanmaksızın tırmanıyor, bu arada,
boş kovaları ileri geri sallaması, sanki çocukmuş
da bu alışılmamış saatta yapılan işten olağanüstü
bir sevinç duyuyormuş etkisini yapıyordu.
Artık Hatsue kaynağa ulaşmış, kovalannı kay­
nağın yanına indirmişti. Aslında bu an, Yasuo'nun,
kızın üzerine atılmayı tasarladığı andı ama, neden­
se bir an �ekinip, kız kovaları dolduruncaya kadar
beklerneğe karar verdi. Tam zamanında ileri atıla-

86
bilmek için, sol kolunu yukarı kaldırıp bir dala tu­
tundu. Sonra, taştan bir heykel gibi, olduğu yerde
kımıldamaksızın durdu.
Kızın kuvvetl i, kırmızı, soğuktan biraz şişmiş
ellerine bakıp, kovaları borudan fışkıran suyun al­
tına tutuşunu seyretti. Bu görünüm, hayal gücünü
harekete geçirmişti : Şehvet içinde, kızın sağlıklı,
genç vücudünü gözünün önüne getirdi.
Yasuo böyle dururken, dala tutunduğu elinin
bileğindelri gurur duyduğu fosforlu saatı, fosforlu
ışı nı nı yayıyor, hafif tik takları da duyuluyordu.
Bu tik tak sesleri, dalda yuvalanmış bir eşek arısı
sürüsünil ayaklandırdı, anlaşıldığına göre de, arı­
ların merakını uyandırdı.
Eşek arılarından biri dikkatle kol saatına doğ­
ru uçunca, dört bir yanına pırıl pırıl bir ışık yayan
ve düzenli bir şekilde ınırıldanan bu garip böceğin,
dümdüz, soğuk, camdan bir zırha sahip olduğunu
gördü. Belki de düş kırıklığına uğradığı için olacak,
eşek arısı, iğnesini Yasuo'nun bileğine doğru çevi­
rip, bütün kuvvetiyle batırdı.
Yasuo var gücüyle haykırdı.
Hatsue olduğu yerde irkilip, haykırmanın gel­
diği yöne döndü, ama hiç sesini çıkarmadı. Ses çı­
karmak şöyle dursun, koval2.rın asılı olduğu ipleri
sı rıktan çıkarıp, sırığı, kendini savunmak isterce­
s ine, önünde eğrilemesine tuttu.
Hatsue'nin gözünde acınacak duruma girdiğini
Yasuo bile itiraf etmeliydi şu anda. Hatsue, bir iki
adım geriledi. Ne var ki, kendini savunma durumu­
nu bozmaınıştı .
Şu anda Yasuo, bütün olan bitene şaka siisü
vermen�n daha yerinde olacağını düşünüyordu . Ken­
dini gülrneğe zorladı.
87
«Hey» , dedi. <<Korkuttu� seni galiba. Beni
hortlak sanmışsınd1r garanti.»
«Ne dedin ? Yasuo . . . sensin demek.»
eBurada saklanıp seni korkutmak istedim. »
- «Ama . . bu saatta mı ?>>
.

Gen� kız, erkeklerin gözünde ne kadar çekici


olduğunu bilm iyordu bile. Belki şu anda biraz dü­
şünecek olsaydı farkına varırdı bunun. Ama Yasuo'
nun, buraya onu korkutmak için gizlendiğine inan­
mıştı .
.. Yasuot durumun kendi yararına olduğunu o saat
anlaınıştı. Ş imşek gibi bir hızla sırığı elinden kaptı,
kızı sağ bileğinden yakaladı. Ceketinin derisi hışır­
dıyordu.
Yasuo şu anda iç dengesine yeniden kavuşrnuş­
tu. Hatsue'nin önünde dimdik durup gözlerini kıza
dikti. Bilinci yerine gelmişti. Kızı razı ederek elde
etmek amacını güdüyordu. Bundan ötürü, hiç far­
kına varmaksızın, ve kendi görüşünce, Shinji'nin
kullandığını sandığı yola başvurdu.
«Güzel» , dedi sakin bir sesle, «Şimdi sana
söyleyeceğim şeyi iyi dinle. Karşı koymağa kalkar­
san canının acıyacağını bil. İyisi mi bana kulak
ver . . . Shinji ile aranda ge�enleri millet duyup öğ..
renmesin istiyorsan . . . »
Hatsue'nin yüzü ateş gibi yanıyor, soluğu tı­
kanacak gibi oluyordu.
«Bırak kolumu . . . Ne demek istiyorsun? Shin..
ji ile aramda ne varmış ?»
«Bırak masum numarasını hadi. Sanki Shinji
ile aranda hiç bir şey geçmemiş gibi. . . Evet, biliyo­
rum o benden önce sıraya girdi.>>
«Saçmalayıp durma. . . ben öyle bir şey yap­
madım.>>
88
«Ben her şeyi biliyorum. Fırtına günü dağ
başında Shinji ile ne yaptın ? Gördün mü bak, yü­
zün bile kızarıyor. Aynı şeyi şimdi benimle de ya­
pacaksın. Hadi, gel bakalım.»
«Çekil git . . . çekil git yanımdan ! »
Yasuo bırakmıyordu genç kızı. Onu, bir şey
yapmadan gitrneğe bırakırsa, babasına koşup her
şeyi anlatırdı garanti. Ama istediğini elde ederse
kalkıp tek bir insana bile lafını edemezdi. Ya­
suo, büyük kentlerde yayınlanan ve «baştan çıka­
rılmış>> kızlar üzerine bilgi veren şu bayağı resimli
dergileri severek okurdu. Bir kıza böyle bir şey ya­
pıp da sonra hiç konuşmıyacağından emin olmak,
harika bir duygu olsa gerekti.
Neden sonra Yasuo, kaynağın yanıbaşında Hat­
sue'yi zorla yere indirmeyi başarabildL Kovalardan
biri devrilmişti. Su yosun tutmuş toprak üzerinden
akıp gidiyordu. Fenerin ışığı altında, Hatsue'nin
burun kanatlarının titrediğini , alabildiğine açılmış
gözlerinin kıvılcımlandığını gördü. Genç kııın saç­
ları, yerde akan sudan ıslanmıştı. · Hatsue birden
bire dudaklarını büzüp Yasuo'nun yüzüne tükürdü.
Yasuo'nun tutkusu bundan ötürü daha da alev­
lenmişti. Göğsünün altında, kızın dalgalanıp duran
memelerini duyuyor, yüzünü üzerlerine bastırıyordu .
Gelgelelim tam bu sırada yine haykırıp, aya­
ğa fırladı. Eşek arısı yeniden sokmuştu Yasuo'yu,
şimdi de ensesinden . . .
Duyduğu öfkeden deliye dönen Yasuo, hayvanı
yakalamak istedi. Bir yandan eşek arısı ile uğra ..
şıyordu ama, aynı zamanda, her ne pahasına olur­
sa olsun, kıza da sahip olmak istiyordu. Ne yaptı­
ğını, önce ne yana dönmesi gerektiğini pek kestire ..

89
miyordu artık. Kızı tekrar yakalamaktan geri kal­
madı..
Hatsue'nin gencecik vücudunu yine yosunların
üzerine bastırmıştı ki, inatçı eşek arası pantolonu­
nun üzerine konup iğnesini olanca gücüyle Yasuo'­
nun gerisine bastırdı.
Hatsuc artık yavaş yavaş, savunma ve korun­
ma konusunda belirli bir düzeye ulaşmıştı. Yasuo
yeniden ayağa fırlayınca, bu sefer de kaynağin
öbür yanına kaçtı. Ağaçların gölgesinde gözden yi­
tip bir küme yüksekçe fundarun ardına saklanmak
istedi. Bu arada gözüne koca bir taş da ilişti. Taşı
yerden kaldırıp iki elinin arasında tuttu. Artık ye­
n iden soluk alabilir, kaynaktan aşağı göz atabilirdi.
Bu ana kadar, Hatsue, hangi Tanrının yardıma
koştuğunu bilememişti. Ama şu anda. kaynağın öbür
yanında deliler gibi sıçrayıp duran Yasuo'ya nefret­
le bakarken, her şeyin zeki bir eşek arasının eseri
olduğunu anhyordu. Yasuo ellerini havada döndürüp
duruyor, genç kız, Yasuo'nun parmaklarının dört bir
yanında altın parıltılı kanatların uçuştuğunu, fener
ışığı altında olduğu gibi görüyordu.
Yasuo neden sonra arıyı kovunca, olduğu yer..
de durup şaşkın şaşkın çevresine bakındı, ve bir men..
d ille suratındaki teri silrneğe koyuldu. Sonra, Hat­
sue'yi araştırınağa başladı. Kızın izini bile göreme­
yince, ellerini ağzına boru yapıp, hafif bir sesle ve
korkuyla, adını çağırdı.
Hatsue, ayağının ucuyla ve bile bile, fundayı
biraz hışırdattı.
-- «A�ağı insene, hadi in aşağı . . . sana hiç do..
kunmıyacağım, söz veriyorum.» .
-·«Hayır, istemiyorum.»

90

- «Ne olursun in aşağı . . lutfen ! »
Yasuo yukarı çıkınağa koyulunca, Hatsue kaya
parçasını başının üzerinde havaya kaldırıp salladı.
Yasuo gerilernek zorunda kaldı.
«Yaptığın şeye bak . . . kendine gel. . . tehlike­
lidir . . . Aşağı inmen için ne yapayım istersin ?»
Yasuo'nun bu sırada bütün düşündüğü, oradan
sıvışmaktı ama, kızın, babasına her şeyi anlatacağın­
dan korkuyordu. Onun için yeniden yalvarıp yakar­
ınağa başladı :
«Ne olursun . . . a§ağı inersen istediğin her şe­
yi yaprnağa hazırım. Babana muhakkak anlatırsın
bunları, değil m i '? >>
·

Yasuo bir karşılık alamıyordu.


�Ne olursun, babana bir şey söyleme sakın . . .
Söylemezsen, istediğini yapınağa hazırım.>>
�Peki öyleyse, kovalarımı doldurup eve ka-
dar taşırsan . . >>
«Doğru mu söylüyorsun '? />
«Evet.>>
«Güzel, çok güzel, doldurdum gitti. . . Teru
amcadan korkarım ben. »
Başka tek bir söz bile etmeksizin, kendine ait
b�r görevi yerine getiriyormuş gibi, Yasuo işe sarıldı.
Gerçekten de gülünç bir hali vardı. Devriimiş kovayı
yeniden suyla doldurdu, ipleri sırığa geç irdi, omuzu­
na vurdu, yola koyuldu.
Yasuo daha ilk adımları atıp da dönüp ardına
bakınıştı ki, Hatsue'nin fundaların arasından çıkıp,
iki metre kadar arayla kendisini izlediğini gördü.
Kızın yüzünde en ufak bir gülümseme bile yoktu.
Yasuo durunca o da duruyor, Yasuo yürürneğe ko­
yulunca o da harekete geçiyordu.

91
Damları ay ışığına bulanmış olan evler, önce de­
rin bir uyku içindeydiler. Ama ikisi taş merdiveni
basamak bJ.samak aşağı inmeğe koyulduklannda, kö­
yün dört bir yanından yükselen horoz sesleri günün
ağarmağa başladığını haber veriyordu.

ONUNCU BÖLÜM

Shinji'nin kardeşi okul gezisinden dönmüştü.


Oğullarını karşılamak isteyen analar rıhtımdaydı­
lar. İnceden çiseleyen bir yağınur ortalığı sise boğ­
muş, görüşü güçleştirmişti. Yolcu gemisi rıhtıma yüz
metre kad:ır yaklaşmıştı ki, sisin içinde şöyle böyle
göründü. Analardan her biri, kendi oğlunun adını
haykırıyordu. Artık çocukların gemiden salladık­
ları kasketlerle n1endilleri de olduğu gibi görüyor­
lardı.
Gemi yanaştı . Ama çocuklar kıyıya çıkıp da
annelerinin karşısında durdukları sırada bile, bir­
birleriyle şakalaşmayı sürdürüyor, kaçamak bir
gülüşle annelerine bakıyorlardı. İçlerindeki duygu­
yu arkadaşlarının önünde açığa vurmak istemiyor­
lardı.
Hiroshi evde önceleri hiç bir şeyi sakin sakin
anlatarnıyacak kadar heyecanlı göründü. Önemsiz
şeyler anlatıyor ; örnekse, arkadaşlarından birinin
gece yalnız başına ayakyolun a gitmekten korktuğu
için, kendisini uyandırdı ğını , bu yüzden bütün gece
uyuyamayıp, ertesi sabah kendini çok yorgun his­
settiğini söylüyordu. Gelgelelim, gezip gördüğü ta­
rihi yerler üzerine tek bir söz bile çıkmıyordu ağ­
zından.

92
Hiroshi'nin, bu gezi sırasında derin bir etki
altında kaldığı kesindi ama, sıra anıatmağa gelınce,
iki sözü bir araya getiremiyordu. Bir şey aniatmayı
deneyince de, her seferinde tutup başka bir şeyden
söz açıyordu. Gezi ile hiç ilgisi olmayan şu gülünç
olayı anlatıyordu. Örneğin : Bir yıl önce, okulda
koridorun bir yerine balmumu sürmüşler, bayan öğ­
retmenlerden biri muma basıp yuvarlanınca, başlı
başına olay olmuştu bu. Şimşek hızıyla üzer�ne
doğru gelip yanından geçen gacırtılı tramvaylar,
otomobiller, kuleler gibi yükselen yapılarla neon
ışıkları, ş:ışkın şaşkın bakakaldığı bütün bu yeni­
likler. . . bütün bunlar neredeydi şimdi ?
Evde ne varsa, geziye çıkmadan önceki gibi,
bıraktığı gibiydi. Eski mutfak dolabı, duvar saati,
Buda mihrabı , yemek masJ.sı, hepsi aynıydı .. yas­
lı anası d3. olduğu gibi duruyordu. Mutfak ocağı
orada, eskimiş ot döşekler de buradaydı. Bütün bu
eşya, hiç konuşmasa da, onu anlamağa hazırdı.
Ama herkes, anası bile, yaptığı geziyi aniatsın diye
neredeyse üstüne yürüyeceklerdi.
Shinji'nin balıktan eve döndüğü sırada Hiroshi
bir dereceye kadar sakinleşmişti. Akşam yemeğin­
den sonra yol günlüğünü açıp, anası ile kardeşine
başından geçenler üzerine kısa bir bilgi vermiş ol­
du. Artık annesi de kardeşi de tatmin olmuşlardı ,
yeni sorularla üzerine varmağa kalkışmadılar.
Hiroshi'nin yaz tatili sona eriyordu. Bundan
ötürü de sabah yataktan kalkıp gece yatağa girin­
eeye kadar, arkadaşlarıyla oynamak için her geçen
günden yararianınağa bakıyordu.
Hiroshi için artık her şey yeniden doğal duru­
ma girmişti. Her şeyin anlaşılır olduğu, konuşmayı

93
gerektirmediği yaşantısına dönmüştü artık. �iut­
fak dolabı , duvar satı , annes i, kardeş i ; eski, is
tutmuş ocak, dalgaların hışırtısı . . . aralarında de­
rin ve deliksiz uyku çekilebilen güvenilir kollar gi­
biydi bütün bunlar.
Adada güzelim oyun yerleri vardı. Hiroshi ile
arkadaşları, şimdiye dek yalnız adının edildiğini
duydukları şu batı dünyasının filmlerini görmüş­
lerdi ya artık, bundan böyle en sevdikleri oyun
«kovboy ve kızılderili» oyunuydu. Karşıdaki Shima
Yarımadasının Motoura kesimindeki ormanlarında
yakılan ateşten çıkan dumanın görünmesiyle, kafa..
larının içinde hemen bir kızılderili bayramında yük­
selen işaret dumanları yer ediyordu.
Karabataklar, Uta-jima'nın göçmen kuşlarıydı.
Bu mevs im gelip çattı mı, birbiri ardından yitip
giderlerdi. Buna karşılık, şimdi bütün adayı bülbül
sesleri dolduruyordu. Ortaokula inen ve bütün yön­
lerden esen rüzgarlara açık dik patikaya, köyde Kır­
mızı Burun Sokağı denirdi. Kışın, buradan inen
herkesin burnu kıpkırmızı kesBirdi de, ondan. Ama
şu sırada, en soğuk günlerde bile esse, hafif mel­
temlerin kimsenin burnunu pembeleştirdiği bile gö­
rülmezdi.
Ada,nın güney ucundaki Benten Burnu, çocuk­
ların kızılderili oyunları için biçilmiş kaftandı. Bu­
runun batı yanı tamamen kireç taşındandı. Bura­
da, Uta-jima'nın en esrarlı yerlerinden biri sayılan
bir mağaranın girişi vardı.
Mağaranın girişi, küçük, aşağı yukarı bir bu­
çuk metre genişliğinde, altmış santim yüksekliğin­
deydi. Ama içerilere doğru uzanan koridor, giderek
genişleyip, sonunda üç bölümlü mağaraya ulaşıyor-

94
du. Giriş kapkaranlıktı, mağaranın içerisine gelin­
ce, orada garip, donuk bir ışık hüküm sürüyor, bü­
tün burunun altından geçip, doğu tarafında görün­
mez bir kapıya ulaşan mağarayı oldukça aydınla­
tıyordu. Burada dalgaların köpükleri içeri sıçrar,
kayaların içindeki bir çukura dökülürdü.
Çocuklar, ellerinde mumlarla, mağaradan içeri
. girmeyi göze alabiliyorlardı. Karanlık koridordan
sürüne s ürüne geçerken : «D ikkatli olun . . . » diye
sesleniyorlardı birbirlerine. Her biri, diğerinin titre­
şe� mum ışığında ve karanlıkta dalgalanır gibi olan
yüzüne bakıyor, yine her biri, gençten bir belalının
koca bıyıklı yanaklarına sahip olsaydı bu ışık al-

.
·

tında· ne korkunç görünürdü kimbilir, diye düşü ..


nüyordu.
Bu çocuk grubu. Hiroshi, Sochan ve Katchan' ­
dan oluşmuştu. Mağaranın en derin köşesinde saklı
bir kızılderili definesini aramayı akıllarına koymuş­
lardı. Seehan başa geçmişti. Neden sonra, mağara..
nın ayakta durulabilecek bir yerine vardıkları nda,
Seehan'ın başı kalın örümcek ağlarıyla örtülmüştü.
«Bana bak, neye benzediğinden haberin var
mı ?» diye bağırdı Hiroshi ile Katchan aynı anda.
«Saçların süslenmiş bile. Sen pek ala kabile reisi
olabilirsin.»
Ellerindeki üç mumu, çağlar önce, kim olduğu
bilinmeyen birinin yosun kaplı duvarlardan birine
oymuş olduğu sanskrit yazısının altına yerleştir­
diler.
Mağaranın doğu bitimindeki çukurda yükselip
alçalmakta olan deniz, kayalara çarptı kça, kükre­
meyi andıran yabansı bir gürültü çıkarıyordu. Dı·
şarıda alışkın oldukları sesten çok daha başka bir

95
sesti bu. Mağaranın, kireçli taşlardan oluşmuş dört
duvarına ç arpıp geri dönen ve çağlayan bir sesti
bu. Bır yankıyı, ardından gelen bir başkası izliyor,
sonunda bütün mağara bir tek gümbürtü ile sar­
sılıp, saHanınağa başlamış gibi oluyordu. Çocuklar
korkuya kapılmışlardı. Altıncı ayın on altıncı ile on
sekizinci günleri arasında tam yedi, bembeyaz kö­
pek balığının burada hiç yoktan varolup, çukurdan
geçerek denize açıldıkları üzerine anlatılanlar ka­
falarına takılmıştı.
Çocuklar, aynadıkları bu oyun süresince rol­
lerini değiştirmeyi uygun buluyorlar, sıra ile, kar­
şılıklı hem dost, hem de düşman oluyorlardı. F
şındaki örümcek ağından ötürü, Sochan kabile re­
isliğine getirilmişti. Öbür ikisi de bütün kızılderi­
Iiierin amansız düşmanlan sayılan iki sınır nöbet­
ç !si olmuştu. Ama şu anda şeflerine, dalgaların çı­
kardığı yankının neden böylesine korkunç olduğu­
nu sormak istediklerinden, öbür ikisi hemen şefin
sadık adamları rolüne girmişti.
Sochan, oyunun uğrad1ğı değişikliği çabucak
kavradı ğı. için, mum ışığı altındaki kayaların üze­
rine haşmetle kuruldu.
«Ey şefimiz, kulaklarımıza gelen bu kor­
kunç ses nedir ?»
«Bu . . . çocuklarım», diye karşılık verdi
Sochan heybetle, «Bu . . . bize öfkesini gösteren Tan­
rıdır.>>
«Tanrının öfkesini yumuşatmak için ne ya...
pabiliriz ?» diye sordu Hiroshi.
- «Bırakın düşüneyim . . . evet, yapabileceğimiz
biricik şey, ona kurban verip dua etmektir.»
Böylece, annelerinden dilendikleri ya da aşır-

96
dıkları pirinç köfteleri ile fasulye ekmeklerini çı-.
kartıp bir gazete kağıdının üstüne koydular. Sonra
bunu tantanayla, çukurun yukarısındaki bir kaya­
nın üzerine yerleştirdiler.
Şef, iki bendesinin . arasından geçip mihraba
doğru yürüdü, orada, kendini kireçli taşlardan mey-­
dana gelmiş bir yere atıp, kollarını havaya kaldıra­
rak garip, uydurma bir dinsel şarkı okumağa ko­
yuldu. Sonra, belden yukarısını ileri geri eğerek,
dua etmeğe başladı . Hiroshi ile Katchan da şefleri-
n in arkasında dize gelmişler, onun hareketlerine
ayak uyduruyorlardı. Taşlardan yayılan soğuk, pan-·
telonlarının arasından geçip dizlerine kadar yükse­
liyordu. Hiroshi ile arkadaşları, kendilerini tam btr
kızılderili filminin gerçek oyunculan gibi hissedi- ·
yorlardı. Bereket Tanrının öfkesi yumuşamış g!b�
görünüyordu. Dalgaların gümbürtüsü biraz hafif,
lemişti. Bir daire yapıp yere oturdular, pirinç köt·
tesi ile fasulye ekmeğinden oluşmuş adak yemeğin�
yemeğe koyuldular. Bu yemeği her zaman yedik
lerinden on kat daha lezzetli buluyorlardı. Ama tam·
bu sırada, daha korkunç bir gümbürtü koptu, çu­
kurdan yükselen bir su hortumu yukarılara kadar
"

sıçradı. Alaca karanlıkta köpükler beyaz bir hortla-


ğı andırmıştı. Bütün mağara suların bu gürültüsüy-.
le salianıyorrlu sanki. Daire şeklinde taşiann üzeri­
ne çömelmiş bu üç kızılderiliyi yaka1 ayıp derinlik­
Ierine sürüklemek için, deniz fırsat kolluyor gibiydi.
Hiroshi, Sochan ve Katchan, kendilerini cesur
olmağa zorluyariardı ama, aslında korku içindeydi­
ler. Birdenbire, hiç yoktan bir rüzgar çıktı, boş­
luktan geçip sanskrit yazısının altındaki mum alev­
lerini titretti, bir süre sonra da içlerinden birini

97
.söndürdü. O zanıan, çocukların korkusu daha da
arttı. Gelgelelim , hala korkmadıklarını gösterrneğe
. çalışıyorlardı birbirlerine. Bütün çocuklarda görülen
içgüdünün etkisiyle, oyunu sürdürüp, korkularını
. çarçabuk örtbas ettiler.
Hiroshi ile Katchan'dan, korkudan tir tir tit-
reyen iki kızılderili meydana gelmişti.
«Ah, ah, korkuyorum . . . Korkuyorum. Ey
büyük şef, Tanrı gazaba geldi. Onu böylesine kız­
dıran nedir acaba ?»
Sochan taştan tahtına kurulmuş, haşmetle tit­
riyordu. Bu soruya bir karş1 lık ararken, son gün­
lerde adada ağızdan ağıza dolaşan bir söylentiyi
hatırladı. Kötü bir niyet gütmeksizin, bu söylenti...
den yararlanmak istedi. Öksürüp konuşmağa baş­
ladı :
- <<Tanrı kötü bir olaydan ötürü böylesine öf­
keli. Yapılan bir haksızlıktan ötürü.»
«Haksızlık mı ?» diye sordu Hiroshi. «Ne
. demek istiyorsun ?»
«Senin haberin yok Hiroshi . Ağabeyin Shin­
ji'nin Miyata'nın kızı Hatsue ile yaptığı şeyden ötü­
rü öfkelendi demek istiyorum. Yani «Omeko» demek
istiyorum. İşte Tanrı ondan gazaba geldi.»
· Hiroshi, ağabeyinin adını duyup da ardından
· kötü konuşulduğunu anlayınca, öfkeden kıpkırmızı
· kesilerek şefe döndü :
- «Ağabeyim Hatsue ile n e yapmış kL. «ome­
ko» diye söylemek istediğin ne ?»
- «Daha onu bile bilm iyorsun demek ; «omeko»
· diye bir .delikanlı ile bir genç kızın beraber yatma­
?larına denir.»
Aslında Sochan da bu kavram üzerine söyle-

98
diğinden fazla bir şey bilmiyordu. Ne var ki, açık­
ladığı şeyi aşağılatıcı bir ses tonuyla söylemeyi ba­
ŞJ.rmıştı. Hiroshi öfkelenerek Sochan'ın üzerine
atıldı.
Sachan daha kendini toparlayamadan omuzlu­
rından yakalandığını, yanağına bir yumruk indiği­
n i duydu. Ne var ki, dalaşma şaşılacak bir hızla
son buldu : Sochan sırtından duvara çarptığında,
geri kalan iki mum da devrilip sönmüştü.
Şimdi mağaranın içinde, çocukların birbiri- ·
nin yüzünü zar zor seçebildiği loş bir ışık vardı.
Hiroshi ile Sachan hala tıknefes , karşı karşıya du­
ruyorlardı. Burada dalaşmakla kendilerini nasıl bir
tehlikeye atmış oldukları yavaş yavaş kafalarına
dank ediyordu.
«Yeter artık . . . » , diye bağırdı Katchan. «Bu-­
ranın tehlikeli bir yer olduğunu görmüyor mu su- .
n uz ?»
Üçü de kibritlerini yakıp mumları yeniden bul­
dular. Sonra. hiç ses etmeksizin dönüp, geçitten
sürünerek mağaradan çıktılar.
Gün ışığında kayalıklara tırmanıp da burunun
sırtına ulaştıklarında yine eskisi gibi candan dost
olmuşlar, biraz önceki kavgayı tamamen unutmuş­
lardı. Dapdaracı k sırt geçidinde yürüyüp şarkı söy- ·
lüyorlardı :

«Benten Hachijo'nun Beş-Mil Körfezi'nde,


Ba.lı�e Körfezi .boyunca . . »


.

Beş - Mil Körfezi, adanın en güzel kıyısıdır. .


Benten Burnu'nun batı kes imindeyd i. Yarı yola var­
madan kıyıda Hachijo Adası, koca bir kaya, tek
katlı bir ev gibi denizden yükseliyordu. Şu sırada .

99
·. üç çocuk, adanın tepesindeki üzüm bağları nın ara­
sındaki dört ya da beş neşeli çocuğun, onlara elle­
rini salladıklarını, bir şeyler bağı rdıklarını duyu ...
yorlardı. Üçü de, karşılık olsun diye ellerini salla­
yıp yürümeyi sürdürdüler. Şurada burada, yumuşa­
cık atların arasından, kırmızı çiçek açmış yaban .

bitk iler fışkırmıştı.


«Bakın bakı n, tekneler ağ döküyor.» Kat­
·chan, burunun doğu kenarındaki deniz parçasını
gösteriyordu.
Buradaki bahçeli kıyı , şu anda ağ döken üç
teknenin hiç kıpırdamaksızın suyun üzerinde kayıp,
suların yükselmesini beklediği sevimli, küçük b i r
körfez meydana getirmişti. Bu tekneler, daha bü­
yük araçların deniz dibinden çektiği tirolleri yöne-
· ten teknelerdi.
Hiroshi de bağırdı : «İşte işte, şurada . » Ar­
. .

kadaşları ile birlikte, kamaşan gözlerini kısarak,


sıcaktan tütüyormuş gibi görünen açık denize bak­
tı . Ne var ki, Sachan'ın biraz önce söyledikleri ha­
la kafJ.sındaydı ve zaman geçtikçe daha da ağırlık
· veriyordu içine.
Akşam üzeri Hiroshi, boş bir mideyle eve dön­
· dü. Shinji henüz gelmemişti. Annesi de mutfak
ocağına çalı çırpı doldurmakla meşguldü. Odunlar
· çıtır çıtır ediyordu, ocaktaki ateş dışarıdaki rüzgar
gibi uluyordu. Dumanın paha bi�ilmez kokusu, ayak­
yolundan gelen pis kokuları ancak bu sırada yok '

-ederdi..
Ot dö.şeğine rahatça ilişen Hiroshi : Anne . . . »
c

•diyerek söze başladı .


«Ne var?>>

100
.

. .
.
. .

«Biri bana Shinji'nin Hatsue ile «omeko»


yaptığını söyledi. . Ne demek o ?»
Daha Hiroshi ne olup bittiğini anlamadan, an- .
nesi oc:ığın başından dönmüş, yanıbaşında yere çö- .
melmişti bile. Gözleri, yüzüne dökülmüş saçlarının
arasından garip garip şimşekleniyordu. Korkulacak
bir hali vardı. .

«Hiroshi, sen nereden duydun bunu baka-


yım ? Sana bunu söyleyen kim ?>>
«Sochan.>>
- <<Böyle bir şeyi sakın bir daha ağz1 na alayım
deme. Ağabeyine bile söyleme. Söyleyecek olursan
bütün gün yemek yüzü göremezsin, tamam mı ?»
Anneleri, gençler arasındaki sevda ilişkileri ko­
nusunda geniş görüşlüydü. Daima mevsiminde bü­
tün kadınlar ateşin çevresine doluşup dedikodu ya­
p lrken , o ağzını tutmasını bUirdi. Ne var ki şim-

di, kendi öz oğlunun davranı şı kötü bir söylentiye


konu olunca, analık görevini yerine getirmek zorun­
da kalıyordu.
O akşam Hiroshi uykuya dalınca, annesi Shin·
ji'nin kulağına eğilip yavaşça sordu :
<<1\1illet!n seninle Hatsue için çok kötü ko­
nuştuğundan haberin var mı ?�
Shinji başını salladı ama, aynı zamanda da
kıpkırmızı kesildi . Annesi de utanıyordu ama, de­
·diği dedik bir kadın olduğundan, açıkça sordu :
- «Onunla yattı n mı yoks a ?»
Shinji yeniden başını salladı.
« Öyleyse ötekinin berikinin dedikodu ede­
ıeeği bir şey yapınadın demek. Doğru söylüyorsun
değil mi ?»
«Evet, doğru söylüyorum.»

101
« Peki öyleyse, artık söyleyeceğim bir şey
yok. Ama dikkatli ol.. insanın dile düşmesi �ok
kolaydır.))
Ne var ki durum yine de düzelmedL Ertesi ak­
şanl Shinji'nin anası, adadaki biricik kadınlar ku-

lübü olan Maymunlar Tanrısı Kurumu'nun toplan-


tısına gitti. Daha içeri adımını atar atmaz, herkes
sus pus olup garip bir surat takındı. Dedikodu ko­
nusu kendisiydi de, ondan.
Bir akşam sonra da Shinji, Gençler Birliği'ne
gidip, her zamanki delikanlı atılganlığıyle kapıyı
açınca, çıplak bir ampulün ışığı altında, bir masanın
başına doluşmuş, heyecanla tartışmakta olan bir
takım gençler gördü. Shinjı görünür görünmez, hep
birden sustular. Birdenbire, tek bir insan bile yok­
muş gibi görünen çıplak salonda duyulan biricik
ses, ancak dalgaların sesiydi.
Shinji her zamanki gibi, yere oturdu, duvara
yaslandı, kollarını dizlerine doladı ve ağzını bile
�çmadı . Ötekiler yeniden olağan ve gürültülü ko­
I!U�malarına başladılar, ne var ki şimdi başka ko­
nular üzerinde konuşuyorlardı. Bu gün her zaman­
kinden erken gelmiş olan başkanları Yasuo, masa­
riın üzerinden Shinji'yi göze batar bir teklifsizlikle
ve başıyle selamladı.
Shin_ji , Yasuo'nun selamına saf bir gülümse­
meyle karşılık verdi.
Birkaç gün sonra, «Taiheu-maru» nun üç ge­
m icisi öğle yemeğinde otururlarken, Ryuji artık da­
ha fazla duramıyacakmış gibi , birden konuşmağa
başladı :
«Shinji bilsen kan nasıl tepeme çıkıyor.. şu
Yasuo'nun her gezip tozduğu yerde seni kötüleme­
si yok mu ». . .

102
- «Öyle m i yapıyormuş ?» d iye gülümsedi Shin­
ji. Ama daha fazla bir şey sormadı.
Tekne ilkbahar salintısı içinde yavaş yavaş iler­
liyordu.
Şimdi, aslında hiç de konuşkan olmayan Jukichi
de söze karışınıştı :
«Bilirim, bilirim. Yasuo kıskancın biridir.
Babası zengin diye burnu Kaf dağında. Suratsız,
koca bir budaladan başka bir şey değildir bu oğlan.
Ne gülünç . . . Demek bizim Shinji koca bir kadın
avcısı oldu da Yasuo da kıskançlıktan kendini yi­
yip bitiriyor ha? Ne söylerse söylesin, hiç uruursa­
ma Shinji. Bir dalaşma çıkacak olursa ben senin
yanındayım.�
Böylece, Yasuo'nun yaydığı dedikodu yavaş ya­
vaş köyün bütün evlerine bulaştı. Ne var ki, henüz
Hatsue'nin babasının kulağına çalınmamıştı.
Derken bir akşam, bütün köyün bir ay süreyle
dedikodusunu yaptığı bir olay baş gösterdi sokak
hamam ında.
Köydeki zengin evlerinin bile özel banyoları ol­
madığı iç in, o akşam Terukichi Miyata da her za­
manki gibi sokak hamamına gitmişti. Başını gu­
rurla dik tutarak, girişteki perdeyi b ir kenara it­
miş, giysilerini tavuk yolarcasına sıyırıp b!r l{a­
mış sepetin içine fırlatmıştı . İç gömleği i!e kimo­
nosunun kuşağı, hedefi bulamayıp yere dü�ünce,
yüksek sesle dil şakırdatıp, yere düşen öte berisini
ayak parmağıyle kaldırdı, yeniden sepete attı. Mi­
yata'yı izleyenler için bu, korku salan bir görü­
nümdü. !lerlemiş yaşına karşılık hAJa güçlü kuv­
vetli olduğunu herkesin gözü önünde ispat etmek
bakımından , Hatsue'nin babası ele geçmez bir fır­
sat yakalamış oluyordu.
103
Gerçekten de, bu yaşlı adamın çıplak vücudü
görülecek şeydi. Bakır rengine çalan organları ha­
la gergin ve sinirliydi, gözleri keskin bakışlıydı, dik
kafalılığını ortaya koyan oyuk alnına düşen ak saç­
ları arslan yelesi gibi dalgalanıyordu. Vücudünün
belden yukarısı, çok içmekten ileri gelen kuvvetli,
kırmızımsı bir renge bürünmüştü. Ak saçlarıyle
l:uvvetli bir zıdlaşma içindeydi. Güçlü adaleleri, id­
man azlığından sertleşm işti. İnsan bu yaşlı adama
baktı mı, ister istemez, dalgaların saldırısı altında
daha da dik ve vakarla yükselen kayaları hatırlı­
yordu.
Terukichi, bütün Uta-Jima'nın kuvvet ve yük­
selme hırsıyle ilgili kararlılık ve kudret simgesiy­
di. Bir insan ömrü içinde bütün ailesini hiçten
var edip, varlıklı bir hale yükseltmiş bir adamın
bükülmez kudretine sahipti. Yeteri kadar da ken­
dini düşünen bir adam olduğundan, asla memur ol-
mayı aklına koymaınıştı . . . bu durum ona, köyün
yöneticileri arasında daha da saygı kazandırmıştı.
Havanın nasıl olacağını önceden kestirmekteki ga­
rip ve şaşmaz bilgisi, balıkçılık ve deniz ile ilgili
her şeydeki eşsiz tecrübesi, adanın tarih ve gele­
neği konusundaki geniş bilgisi, kırılmaz inatçılığı,
neredeyse gülünç denebilecek kendini beğenmişliği
ve yaşı başıyle hiç uygun olmayan kavgacılığı il�
garip bir karşıtlık meydana getiriyordu. Ama ne
olursa olsun, bütün yaşantısı boyunca, kendi dü­
şüncesine uygun dikilmiş b i r bronz heykeli andı­
ran ve bundan ötürü de gülünç denemiyecek bir
adam olarak görünmüştü.
Miyata, giyinme odasından banyo bölümüne
g�den cam kapıyı açtı.

104
Banyo bölümü oldukça kalabalıktı. Buhar bu­
lutları · arasında kımıldanmakta olan adamlar, şöy­
le böyle görünüyordu. Tavandan, şınldayan sula­
rın, takırdayan tahta tasların ve kahkaba sesleri­
nin yankısı geliyordu. Günlük çalışmadan sonraki
neşeli gevşeme havası, buhar içindeki odayı doldu­
ruyordu.
Terukichi Miyata, havuza girmeden önce vücu­
dunu çalkalamazdı. Her zamanki gibi, uzun, vakar­
lı adımlarla, kapıdan doğru havuza yürüdü ve hiç
kimseye aldırmaksızın ayaklarını suya soktu. Su­
yun sıc�klık derecesi umursadığı bir şey değildi.
Yıkanmakta olanlar, Terukichi'yi tanır tanı­
m az, başlarını eğerek sular damlayan yüzlerini on­
dan yana çevirdiler. Terukichi, mağrur çenesine ka­
dar suya. daldı.

Havuzun yanında duran iki genç balıkçı , bir­


birlerini yıkamaktaydılar. Terukichi 'nin gelişinden
haberleri olmamıştı. Hiç kimseyi umursamaksızın,
yüksek sesle konuşmayı sürdürdüler. Aralarındaki
konuşmanın konusu Terukichi'ydi.
«Teru Miyata amca artık yavaş yavaş ikin­
ci çocukluk çağına giriyor herhalde. Kızının başı­
na neler geldiğinden haberi bile yok. »
- « Öyle ya, şu Shinji Kubo yok mu, doğrusu
topumuzu şapa oturttu bu oğlan. Yahu, derdik,
daha çocuk bu Shinji, çocuktan başka bir şey de­
ğil, biz böyle derken sen git, Teru amcanın burnu­
nun dibinden, elde etmek istediğin şeyi ele geçir.»
Havuzdaki bütün adamların huzuru kaçmıştı,
bakışlarını Terukichi'den kaçırıyorlardı.
Terukichi, duyduğu öfkeden için için kaynı­
yordu ama, havuzdan çıktığı sırada yüzü sakin ve

105
rahattı . İki eline birer küçük fıçı alıp, soğuk su
dolu depoya gıtti, fıçıları soğuk suyla doıjurdu.
�onra, ıkı gence yaıuaşıp, buz gıbi suyu bırdenbi­
re başlarından aşağı boşalttı, sırtıarına da bırer
tekme savurdu.
Gözleri yarı yarıya sabun köpüğüne bulanmış
olan gençler, öfkeyle fırlayıp, arkalarındakine vur­
ınağa kalktılar. Ne var ki, karşılarındaki adamın
Terukichi olduğunu görünce, çekingenlikleri tuttu.
Yaşlı adam, iki genci enselerinden yakalayıp,
elinin altındaki sabunlu derilerinin parmaklarının
arasından kaymasına rağmen, havuzun kenarın a
kadar çekti. Sonra, iki kafaya da korkunç birer
darbe indirip, sıcak suya batırdı. Kuvvetli par­
maklan daha haJa enselerinde, iki kafayı suyun
içinde birbirine vurdu.
Bu işi bitiren Terukichi, yıkanmaksızın, uzun
adımlar atarak çıkıp gitti . Tam bu sırada ayağa
fırlayıp dehşetle arkasından bakakalanlara, şöyle
dönüp bir bakmadı bile.

ON BİRİNCİ BÖLÜM

«Taiheu-maru� nun balıkçıları ertesi gün öğle


yemeğinde bir arada otururlarken, reis Jukichi, tü­
tün kesesini açıp içinden katlanmış küçük bir ka­
ğıt çıkardı. Ağzın ı yayan bir gülüşle sırıtıp, kağıdı
Shinji 'ye uzattı. Shinji kağıda uzanırken Jukich i :
�Ş imdi beni dinle» dedi, «Bunu okuduktan
sonra görevini savsaklamıyacağına söz veriyor mu-
sun ?»
·

- «Ben öyle insan değilim» diye karşılık verdi


Sh inj i kısa ve kesin yoldan.

106
«Peki, buna adıyla sanıyla erkek sözü denir
işte. Bu sabah Teru amcanın evi yanından geçer­
ken, Hatsue kapıdan fırlayıp bunu elime tutuştur­
du. Ardından da, hiç bir şey söylemeksizin içeri gir­
di yine. Eh, bu yaşta bile sevda mektupları alıyo­
rum diye böbürlenecektim ama, bir de kağıdı açın­
ca ne göreyim, << Sevgili Shinji» diye başiarnıyar mu
mektup . . . Seni ihtiyar soytarı, dedim kend i kendi­
me, sonra da kağıdı yırtıp denize fırlatmak iste­
dim. Ama içim götürmediği için sana getirdim işte.»
Jukichi ile Ryuji gülerlerken, Shinji mektubu
aldı.
·

ince kağıdı dikkatle açarken, kalın, kemikli


parmaklarıyle yırtmamağa çalışıyordu. Kağıdın
içinden eline tütün tozu döküldü. Hatsue ilk satır­
ları bir dolma kalemle yazmıştı ama, sonra mürek­
kep tükenmiş olacak ki, yazıya ince bir kurşun ka­
lemle devam etmişti. Çocuksu, çaresiz harflerle ya­
zılmıştı mektup :
« . . . dün a�am hamamda babamın kulağına bi­
zimle ilg-il·i çok çirkin §eyler çalınmış, babam da
fena kdl.cle k,'"'lzm1ş. Seni bundan böyle hiç görmeye­
ceğimi söyledi. Ona her şeyi olduğu gibi anıatmağa
Çalışt-ım ama, babam b·ir kere bu, hale girdi mi ar­
tık hiç bir şey elvermez. Balıkçı tekneleri öğleden
sonra gelip, ertesi sabah denize açılıncaya kadar
evden dışarı adım atmayacağımı söyledi. Sıra bana
�eldikçe, su,yumuzu, da komru kad1nın taşıyacağ .. nı
bildirdi. Artık elimden hiç bir .,ey gelmez. Çok
ilzqünii.m.. ö11le üzaünüm ki. buna daJıanam" Jıaca-
-

iiım. o.�telik teknelerin denize açr. lmadıqı giln7erde


7ıev burada kalıp beni gözünden ayırmayacağını da
söyledi.

107
Sevg·il·i Shinji} §imdi seni yeniden görmeyi na­
sıl yoluna koyabilirim f Nasıl buluşabileceğimizi
bir düşünüver, ne olur. Yaş lı posta m_üdürünün her
şeyi öğreneceğinden korktuğum için} mektupları sa­
n a posta ile gönderemiyorum. Onun için sana her
·
gün bir mektup yazt.p} mutfak kapıs�nın önündek-i
sn j1ç1sının kapağı altına sık1ştıracağım. Karşılık
'l.'erdiğin zaman sen de mektuplarını hep oraya koy.
Yalnız, mektupları senin gelip alma.n tehlikeli olur.
Güvendiğin bir arkad�'!ından dile de senin yerine o
yapsın bu işi. Ben çoktandır adada değildimJ anun
için_, gerçekten güvenebileceğim birini tanımıyorum.
Shinj�, sabırlı olma1n.ız gerek. Annemle karde­
şimin anı levhaları önünde her gün_, Shin}i'nin ba­
şına bir felaket gelmesin diye dua edeceği.m. Ne du­
rumda olduğumu Buda muhakka.k a.nlayo.caktır.>>
Shinji mektubu okurken, Hatsue'den ayrılma­
nın verdiği keder h avası He kızın kendisine duydu­
ğu sevginin delilinden doğan sev�nç havası , yüzün­
de, bir tarla üzerindeki güneş ve gölge gibi yer de­
ğiştirmekteydi.
Daha Shinji mektubı: sonuna kadar okumaroJş­
tı ki, Jukichi, kağıdı elinden kapıp, h aberi getiren
kendisi olduğu için hakkı varmış gibi, okurnayı ta­
mamlamaya koyuldu. Hem Ryuji'nin de duyması
için, mektubu salt yüksek sesle okumakla kalma­
Yl P · bir balad şarkıcısının kendine özgü stiliyle oku­
yordu . Sh!nji, Jukichi'nin gazeteyi bile bu ses to­
nuvla, Rarkı söylercesine okudu�nu bildiği için,
kötü niyetli olmadığından emindi. Ne var ki, sev­
d i ö-i kızın ona yazdığı ciddi cilmlelerin böyle alay
konusu olmasından ötürü biraz kırgınlık da duyu­
vordu .
...

108
Mektupta yazılı şeyler Jukichi'ye gerçekten .
dokunmuştu. Okuma sırasında, bir an geliyor, de­
rin derin içini çekmekten kendini alamıyordu. Mek­
tubu bitirince, kendi fikrini, tıpkı balığın çevrilme-­
si sırasında emir verirken yükselttiği o kudretli
sesle, şu anda yüz metrelik bir çevreyi dolduran ve
durgun öğle denizinin üzerinde uzayıp giden bir ·
sesle, açıkladı :
- «Gerçekten de yaradılıştan zekidir şu kadın
millet i, değil m i ? >>
Şu teknedeki iki adamdan başka güvenebilece­
ğ·i kimse yoktu Shinji'nin, onun için, Jukichi'nin
dayatmasına karşı komayıp, olup biteni anlattı.
Olayları tekrarlarken, çaresiz bir hava iç�ndeydi.
Anlattığı şeyleri, yanlış bir sıra izleyerek de, önem­
li noJ{taları atlayarak da anlattığı oluyordu. Olup
biteni kaba taslak anlatması bile çok zamana patlı­
yordu. Neden sonra can alıcı noktaya sıra geldi,
�u fırtı na günü, birbirlerinin kollarında ç1plak ·
durdukları halde, sevdanın hakkını tam veremedik­
ler�ni anlattı.
Aslında güler yüzlü bir adam olmayan Jukichi, .
kendini tutamayıp, kahkahayla gülrnekten kendini
alamadı.
- «Ben olacaktım ki. . . Ah, ben olacaktım ki. . .
Öyle bir şey kaçırdın ki elinden. Ama belki şimdi­
ye dek hiç kadın görmedin de, ondan böyle oldu.
Kız da geleneğe fazla bağlı olacak ki, yaklaşınayı
göze alamadın. Ama yine de gülünç bir hikaye bu.
Neyse, sen bekle hele, hele bir karın olsun da gör
bak, günde on kere gösterirsin ona efendisi olduğu-·
nu . »
Shinji 'den olsa olsa bir yaş küçük of�n Ryuji�.

109
.bütün anlatılanları, nerdeyse yabancısı değilmiş gi­
bir bir suratla dinlemekteydi. Shinji'ye gelince, ha­
_yatında ilk defa sevdalanan kent çocukları gibi duy­
gulu ve kolay alınır takımından değildi şu sıra<ıa.
Yaşlı adamın alayları, daha çok, Shinji'nin sinirle­
rini yumuşatıyor, içini daha bir rahatlatıyordu.
Teknenin hafif dalgalar arasında sallanması da bu
havaya uyuyordu. Şimdi, bütün olan biteni anlat­
tl }:tan sonra, Shinji kendini yine rahat ve mutlu
hissediyordu. lş yeri onun için kavgasız gürültüsüz
bir rahatlama alanıydı.
I{umsala gelirken her gün Terukichi'nin evi
-önünden geçen Ryuji, Hatsue'nin mektuplarını her
·sabah fıçı kapağının altından almayı kendine gö-

rev edineceğini söyledi.


Jukichi, çok seyrek duyulan şakalarından bi­
rtni yaptı : <<Demek yarın sabahtan başlayarak yeni
bir nosta müdürüne sahibiz.»
-

Günlük mektuplar, teknede yenen öğle yemek­


lerinde başlıca konuşma konusu olmuştu artık. Üç
kafadar, bu mektupları n, içlerinde uyandırdığı üzün­
tü ve öfkeyi hep birlikte hissediyorlardı. Öncelikle
ikinci mektup, içlerinde büyük öfke doğurdu. Hat­
sue bu mektubunda, gece yarısı Yasuo'nun kaynağın
orada kendisine nasıl saldırdığını , nasıl tehditler
savurduğıınu , olduğu gibi anlatıyordu. Hatsue ver­
di�i sözü tutup kimseye bir şey açmam1ş, Yasuo ise,
Shinji ile Hatsue üzerine asılsız dedikoduyu bütün
köye yayarak, kızdan böyle öc almıştı. Babası Shin­
i i'vi görmes ini yasaklayınca, Hatsue her şeyi ol­
duğu gibi anlatıp. babasına Yasuo'nun utan� duyu­
lacak davranısını da açıklam1ş, ne var ki, babası bu
konuda hiç bir şey yapınağa kalkışmayıp, Yasuo'

110
nun ailesi ile ilişkisini · eskisi gibi dostluk havası·.
içinde sürdürmüştü. Onları evine buyur edip, ken- ·
dilerini de evlerinde yoklamaktan da geri kalma-·
mıştı . Kendisine gelince, artık Yasuo'nun yüzünü
bile görmek istemiyordu. Mektup, Yasuo'dan daima
ve sonuna kadar uzak duracağına Shinji'nin güven-·
mesini diliyor ve rahat olması dilekleriyle sona eri­
yordu.
Ryuji, bu mektubu dinlerken öfkeden çileden·
çıkacaktı, Shinji'nin bile, her zaman dostça bakan·
gözleri öfkeden alev alev kıvılcımlanmıştı.
<<Bütün bunların nedeni benim yoksul ol-­
mam» , dedi Shinji.
Böyle bir yakınma şimdiye dek ağzından çık­
mış değildi. Utanç yaşlarının gözlerini nasıl doldur- ·
duğunu ta iç!nde duydu . . . Yoksul olduğundan ötü­
rü değil de, bunun sözünü etmek durumunda kal­
dığı için . . . Bütün gücünü toplayıp, göz yaşlarını n·
akmasına engel oldu . Ötekiler bir de ağladığını gör-·
memel iydiler.

Jukichi bu sefer gülümsedi.


Jukichi tutkulu bir tütün tiryakisiydi, gün aşı­
rı pipo ile s igara içmek alışkanlığındaydı. Bugün
sıra sigarada idi. Pipo içtiği zamanlar, eski, mo­
dası geçmiş pirinç piposunu teknenin küpeştesine
vurarak boşaltırdı. Bundan ötürü teknenin belirif
bir yerinde zamanla küçük, kara bir çöküntii be..
lirmişti. Salt teknesine duyduğu . sevgiden ötürü,
ikinci gün pipo içmekten vazgeç ip, onun yerine
«Yeni Hayat� sigaralarından içmeğe karar vermiş­
ti. Bunun için de. bir mercan parçasından kendine
bir ağızlık yapmı�tı.
. -·

Jukichi, gözlerini iki gençten ayırıp·, ağızlığt

lll
-dişlerinin arasında, Ise Körfezi'nin puslu açıkları­
na doğru baktı. Chita Yarımadası'nın en dıştaki
ucunda, Cape Moro şöyle böyle görünüyordu.
Jukichi Oyama'nın suratı , cilaJanmış kösele
gibi parlıyordu. Gözleri keskin ve canlıydı ama,
_gençliğin verdiği aydınlıktan yoksundular artık.
Onun yerine, bütün derisine de yayılmış olan o ay­
nı kirli cam tabakasıyla kaplıydılar sanki,. Bundan
ötürü, gözlerini hiç kırpmaksızın en parlak ışığa
b ile bakabiliyordu.
Yıllar geçip gittikçe ve balık avındaki zengin
tecrübesinden sonra, sakin sakin durup beklemeyi
öğrenmişti. Konuşmağa koyuldu :
«Şimdi ikinizin ne düşündüğünü biliyorum.
Yasuo'ya şöyle esaslı bir sapa çekmeye can atıyor­
sunuz. Ama inanın ki, hiç yararı olmaz bunun. Soy ..
tarı ne de olsa yine soytarıdır, onu kendi haline bı ..
rakmalı ki ne hali varsa görsün. Shinii buna kolay
kolay razı olamaz biliyorum, ama şimdi en önemli
şey, sabır. Tıpkı balıktaki gibi. Her şeyin yoluna
gireceğinden emin olun. Haklı olan, hakkını sessiz
sedasız da kabul ettirir. Teru amca da budala değil
ya . . . balığın tazesiyle bayatını avırdedemez mi sa­
nırsınız? Onun için Yasuo'yu düşünüp de kafa yor­
mayın. Haklı olan eninde sonunda daha güçlüdür.>>
Gelen posta ile ve günlük öteberi gönderimi
ile birlikte, bir gün gecikmeyle de olsa, köydeki de�

dikodu vukarı fener kulesine kadar ulasmıstı . Te-


- .

rukichi'nin, kızına Shinji'yi bundan böyle görmeyi


yasak ettiği haberi, Chiyoko'nun içini üzüntülü bir
suçluluk duygusu ile doldurmuştu. Hoş kötü söylen­
tiyi c.ıkaranın kim olduğunu Shinji'nin bilmediğini
düşünüp, kendi kendisini yatıştırıyordu ama, günün

112
birinde Shinji balık getirip de üzgün bir tavır takı­
nınca, Chiyoko Shinji'nin yüzüne bakmayı göze
alamadı. Ve neler olup bittiğini sezemeyen iyi yü­
rekli ana baba, Chiyoko'nun ezilmiş h alinden tedir­
gin olmaktaydılar.
Chiyoko'nun bahar tatili sona eriyor, Tokyo'
daki üniversiteye döneceği gün yaklaşıyordu. Yap­
tığı haksızlığı itiraf etmeğe pek yanaşmıyordu ama,
öte yandan, Shinji'den özür dilemeden de Tokyo'ya
dönemeyecekmiş gibi bir duyguya kapılıyordu. Suç­
lu olduğunu itiraf etmezse, Shinji'nin, ona kızmak
için nedeni olamazdı, ama ne olursa olsun yine de
özür dilemek istiyordu Shinji'den.
Böylece, Tokyo'ya hareketinden önceki akşam,
geceyi evlerinde geçireceği posta müdürünün aile­
sine söyleyip, ertesi sabah gün doğmadan yalnız
başına kumsala indi.
Yıldızlar altındaki kumsalda çoktan hareketli
bir gün başlamıştı. Tekneler, haykırmalar arasın­
da kızaklardan indiriliyor, suya atılıyordu. Göze
görünen, sadece, adamların başianna sarmı§ olduk­
ları bezlerle atkılann parıltısıydı.
Chiyoko, ayağındaki tahta sandallarla attığı
her adımla, soğuk kurnlara biraz daha gömülüyor­
du. Topuklarının arkasındaki kum yumuşacık ka­
yı yordu .
Herkesin işi başından aşmıştı. Chiyoko'ya al­
dıran yoktu. Günlük ekmek savaşının tekdüze, ama
herşeye egemen havası na kapılmış olan bütün bura
insanlarının canlarını dişlerine tak arak uğraştıkla­
rını, içlerinden hiç birinin, onun gibi duygulanna
kapılmadı ğını, acılı bir utançla anladı.
Bununla birlikte, şu anda gözleriyle karanlığı

113 F/8
delrneğe çalışıyor, Shinji'yi . bulmağa çalışıyordu.
Bütün erkeklerin giyim kuşarnı aynıydı. Alaca ka­
ranlıkta suratları da zor seçiliyordu.
Teknelerden biri artık suya atılmıştı, dalgala­
rın üzerinde kendini kıskıvrak yakalayan kayalar­
dan kurtulmuşçasına neşeyle sall3.nıyordu. Chiyoko,
içgüdüsel bir hareketle bu tekneden yana dönüp,
başına beyaz bir bez bağlamış olan gence seslendi.
DeJjkanlı henüz tekneye atıarnıştı ki, olduğu
yerde durup geri döndü. Gülümseyen yüzü, pırıl pı­
rıl, bembeyaz dişlerini ortaya koyuyordu. Chiyoko,
gencin gerçekten de Shinji olduğunu gördü.
«Bugün Tokyo'ya dönüyorum. Sana hoşça
kal derneğe geldim. »
- «Ya, öyle m i ?» Bir an susan Shinji, biraz
sonra, konuşmaktan utanıyormuş gibi, zorlanarak
konuştu :
- «Gü1e gül e git »
. . .

Shinji'nin acelesi vardı. Bunu anlayan Chiyo­


ko, onun için büsbütün sıkı ldı . Ağzından tek bir söz
bile çıkmaz olmuştu. Gözlerini kapayıp içinden,
Shinji sadece bir dakika daha burada kalsın diye
dua etti. Ama aynı anda da, ondan özür dilemek is­
teğinin ardında, tatlı bir söz işitmek özleminin de
saklı oldu�nu anladı.
Çirkinliğine böylesine inanmış olan bir kızın
nesini affedecekti Shinji ? Chiyoko, elinde olmaya­
rak, kalbinin derinliklerinde saklamış olduğu soru­
yu ağzından kaçırdı. Öyle bir soru ki, belki de bu
soruyu şimdiye dek tek bir insana bile yöneltme­
mişti.
cShinji, gerçekten çirkin miyim ?»
- eNe dedin ?» diye soran delikanlı, şaşkın şaş­
kın baktı yüzüne.
114
- « Yüziim çirkin m i gerçekten ?»
Chiyoko, güni.in ağardığı şu sırada, alacaka­
ranlığın yüzünü örteceğini, yüzüne hafif bir güzel­
lik katacağını umuyordu. Ama ötelerde, doğuda,
denizin üzerinden yükselen, günün aydınlığı değil
miydi ?
Shinji'nin verdiği karşılık çabuk ve kesin oldu.
Acelesi olduğundan, elinde olmayarak uzayacak bir
karşı lık, kızı belki de inciteceğinden, durumu kur­
tarmış oldu.
- «Bu da nereden aklına geld i ? Güzelsin sen . . . »,
dedi. Shinji'nin bir eli teknenin başındaydı, ayağını
da içeri attı atacaktı. <<Güzelsin . »
. .

Shinji yok yere övecek adamlardan değildi,


bunu bilmeyen yoktu. Ve şu anda, vaktin darlığın­
dan ötürü, kızın sorusuna en mutlu karşılığı bul­
muştu.
Tekne kıyıd an ayrıl dı. Shinj i teknenin kena­
rınd a dur muş , sevinçle el sallıyordu haJa .
Ve böylece, kıyıda mutlu bir kız bırakmış oldu.
Bir kaç saat sonra. Chiyoko'nun ana babası,
kızlarını bineceği gemiye kadar geçirmek üzere, fe­
ner kulesinden inip geldiler. Bu son görüşme sıra­
sında, Chiyoko'nun yüzü sevinçten pırıl pırıldı.
Ana baba, kızlannın Tokyo'ya dönmekten böylesi­
ne sevinç duymasına şaştılar.
Kamikaze-maru yolcu gemisi, nhtımdan ay­
rıldı. Neden sonra Chiyoko sıcacık güvertede tek
başına kalabilmişti. Bütün sabah içinden geçirdiği
mutluluk duygusu, yapayalnız olduğu şu sırada ta­
mamlanmıştı.
·
· « Güzel ol duğumu söyl�di . . . Evet, güzel oldu-
ğumu söyledi » Chiyoko, o dakikadan beri yuz-
••

. . .

115
lerce kere ınırıldandığı bu cümleyi bir daha tekrar­
tadı.
«Gerçekten de söyledi bunu . . . Bu bana yeter.
Daha fazlasını beklemiyorum. Gerçekten söyledi
bunu bana. Bununla yetinmeli, beni seviyor diye
umutlanmamalıyım. Shinji . . . Shinji'nin bir kızı
var, sevdiği bir kızı var. . . ona neden yaptım bunu ?
Onu kıskançlığımdan ötürü üzmeli miydim ? Oysa
Shinji benim bu densizliğirne, güzel olduğumu söy·
leyerek karşılık verdi. İşied iğim bu hatayı düzelt­
meliy;m . . . ona bundan ötürü teşekkür edebilmek
için elimden geleni yapacağı m . »
Chiyoko, daldığı düşlerden irki lerek sıyrıldı.
Suyun üzerinden garip bir şarkı çalınınıştı kulağı­
na. Denize bakınca, Irako-Kanal yönünden gelmek­
te olan, kırmızı flamalarla donanmış bir sürü tekne
gördü. Şarkı bu teknelerden yükseliyordu.
Güvertede bir halat kangalını dürmekte olan
genç kaptan yardımcısına : eBu da nes i ?» diye sor­
du.
- «Ise Tapınağına g�den hacı tekneleri. Suru­
ga Körfezindeki Enshu ve Yaizu bölgesi balıkçıları,
ton balığına çıktıkları teknelerine ailelerini almış,
Toba'ya yelken açmışlar. Kırmızı flamalarda tek­
nelerin adları var. Bütün yolculuk boyunca içer,
şarkı söyler, kağıt oynarlar.»
Kırmızı fHtmalar giderek daha iyi seçilmektey­
di. Son posta gemile rinin, Kamik aze-maru'nun ya- •

nından geçip gittikleri sırada, şarkıcıların rüzgar


tarafından iletilen sesleri, daha sert ve güçlü yan­
kılanıyordu.
Chiyoko, cümleyi i�inden gizli gizli tekrartadı :
«Güzel olduğumu söyledi.»

116
ON İKİNCİ BÖLÜM

İlkbahar böyle sona erdi. Ağaçlar yavaş yavaş


ye§ermeğe durdu. Adanın doğu kıyısındaki kaya­
lıkları üzerinde, fundalar arasında yetişen kumsal
pamuklarının çiçek açması için henüz erkendi ama,
şurada burada, başka çayır çiçeklerinin çoktan
renk renk açınağa başladığı görülüyordu. Çocuklar
yeniden okula başladılar. Dalgıç kadınlardan bazı­
ları da, bir tür deniz yasunu çıkarmak üzere soğuk
sulara daimağa koyulmuşlardı. Bundan ötürü, şim­
di sürüyle ev bütün gün pencereleri açık, kapıları
açık kalıyordu. Boş evlere arılar dadanıyor, oda­
larda vızıldayarak dolaşıyor, zaman zaman ayna­
lara çarpıyorlardı .

Shinji plan kurmağa alışkın olmadığından,


Hatsue ile nasıl karşılaşabileceğini tasarlamamıştı.
Önceleri az da buluşmuş olsalar, bekleyiş, gelecek
buluşma için beslenen umuttan ötürü, çekilir ol­
muştu. Ne var ki şimdi, birbirlerini göremiyecekle­
rini bildiği için, duyduğu özlem hep daha acılı olu­
yordu . Yukichi'ye verdiği sözden ötürü de işten bir
gün bile uzak kalamıyordu. İşte böylece, balıktan
döndükten sonra sokaklar boşahneaya dek bekle­
mekten, sonra da Hatsue'nin evi çevresinde dolan­
maktan başka yapılacak bir şey kalmadı Shinji
ıçın.
• •

Zaman zaman yukarıda bir pencere açılıyor,


Hatsue dışarı bakıyordu. Ne var ki, ay ışı ğının pen­
cereve düştüğü ender ve mutlu rasiantılar dışında,
Hatsue'nin yüzü hep gölgedeydi. Ama ay ı sı masa
da, Sh inii keskin gözleriyle Hatsue'nin yanakların­
dan süzülen göz yaşlannı görebi liyordu. Komşular-

117
dan korktuğu için Hatsue 'nin sesi soluğu çıkmıyor­
du. Küçük sebze bahçesinin taş duvan ardında, evin
arka cephesinde duran Shinji de, sesi soluğu kesil­
miş, genç kızın yüzüne bakmakla yetiniyordu.
Ertesi gün Ryuji'nin getirdiği mektupta, Hat­
sue, böyle kaçamak bir buluşmanın içinde doğurdu­
ğu üzüntüyü iyiden iyiye anlatmaktaydı. Ve bu
cün1leleri okuyan Shinji, bir akşam önce gördüğü
sesi soluğu kesik Hatsue birden canlanmış gibi, kı-­
zın, eti kanıyla karşısında durduğunu görüyordu.
Bu türden karşılaşmalar Shinj i için de acı olu­
yor, zaman zaman, üzüntüden kurtulmak amacıyle,
geceleri adanın gezilmeyen ıssız bölgelerinde yürü­
yüşe çıkıyordu . Zaman oluyor, Prens Deki'nin eski
mezarının bulunduğu tepeye kadar yürüdüğü olu­
yordu. Bu mezarlıklı tepenin sınırını tam olarak
saptamak kolay değildi artık. E n yüksek yerinde,
yıllanmış yedi çam ağacı yükseliyor, onların orta­
sında da,. küçük bir «torii>> ile bir de m ihrap bulu­
nuyordu.
Prens Deki'nin efsanesi ancak ana hatlarıyle
bilinirdi. Daha, garibi adının bile n asıl, nereden
geldiği bilinmiyordu. Gökteki ay takvimine göre,
yeni yıl bayramında yapılan eski, s aygıdeğer bir
tören sırasında, rahip, milırabın içinde duran garip
bir kutuyu alır, açardı. Altmış yaşını aşmış evli
çiftlerin, kutunun içindekine şöyle kaçamak bir ba­
kış atmağa hakları vardı. Kutuda, törenlerde kul­
lanılan değnekleri andıran eski bir değnek göze
çarpardı. Bu esrarlı, değerli değnekle Prens Deki
arasında nasıl bir ilişki bulunduğunu hiç kimse bil­
mezdi. Otuz yıl öncesine kadar, adadaki çocuklar
annelerini «eya» diye çağırırlardı. Bu deyimin,

118
Prensin, karısım cheya», coda» diye çağırmasıyla
ilgili olarak, bir değişmeye uğrayıp bu günlere dek
geldiği söylenir ve bu değişikliğin de, Prens oğlu­
nun, babasının kullandığı bu deyimi taklide özene­
rek, çocuk ağzıyla «eya» diye seslenmesinden ileri
geldiği anlatılırdı.

Prens'e gelince, yine anlatıldığına göre, uzun


uzun zamanlar önce, altından bir gemi ile uzak bir
ülkeden gelip adaya yerleşmişti. Sonra, adadan bir
kızı kendine eş olarak seçmiş, ölümünden sonra da
böyle prensiere yakışacak bir mezara gömülmüştü.
Prensin adadaki yaşantısı üzerine hiç bir şey bilin­
miyordu. Öteden beri böyle efsane kahramanıarına
yakıştırılan olağan trajik öyküler de anlatılmıyor­
du Prens üzerine. Bütün efsanenin gerçeğe dayan­
dığı kabul edi lecek olursa, o zaman, ağızdan ağıza
gel miş bilgi göz önünde tutularak, Prens Deki'nin
Uta-Jima'da trajik bir öykünün gelişmesine sebep
olmayacak mutlu ve olaysız bir yaşantı sürdürdü­
ğüne inanılabilirdi.

Belki de Prens Deki, Tanrı'nın bir habercisi


olarak yeryüzüne inmiş, insanlar gerçek kimliğini
bilmeksizin, burada yıllarca yaşamıştı. Dilediğini
yapmak özgürlüğüne sahip olmuş. mutluluk ve
Tanrı 'nın takdisi, üzerinden hiç eksik olmayıp, ge­
çici kalıntısı . o güzelim Beş-Mil Körfezi iJe Hachijo
Adasının göründüğü bu tepeye gömülmüştü.

Shinji 'ye gelince, yorgunluktan dizlerinin bağı


kesilineeye dek Tapınağın çevresinde dolanıyor,
kendini, kalbinin en kuytu köşelerine kadar mutsuz
h issediyordu. Başının i�i bomboş , atların üzerine
oturup dizlerini kaldınyor, ötelere, ay u�ığı içinoeki
denize bakıp duruyordu. Ayın çevresinde bir halka-

..

119
nın belirdiğini görünce, ertesi sabah yağmur yağa­
cağını anladı. Bir işaretti bu .
Ertesi sabah, Ryuji, günlük mektubu almak
üzere Hatsue'nin evi önünde durdu. Mektup su fıçı­
sının üzerindeki tahta kapağın altındaydı. Hatsue,
mektup yağmurdan ıslanmasın diye, kapağın bu
kenarına bir de maden parçası koymuştu.
Yağmur bütün gün kesilmek bilmedi ama, Shin­
ji öğle yemeğinde, yağmurluğunun altında tuttuğu
mektubu okumaktan da geri kalmadı.
Hatsue'nin yazısı bu sefer çok zor sökülüyor­
du. Bunu, mektubu sabah erkenden yatakta yaz­
mış olmasına ve babasından korktuğu için, ışığı
yakınamasına yoruyordu. Mektuplarını genellikle
gündüzleri, göz altında olmadığı bir sırada yazıyor,
balıkçı tekneleri sabah denize açılmadan da, arala­
rında kararlaştırdıkları yere koyuyordu. Bu sefer
Shinji'ye özel bir şey anlatmak istediğinden, daha
önce yazdığı uzun mektubu yırtmış, onun yerine
yenisini yazmıştı .
Hatsue, mektubunda da belirttiği gibi, mutlu
bir düş görmüştü. Gördüğü bu düş sırasında, bir
Tanrı kendisine , Prens Deki'nin Shinji'nin kişiliğin­
de yeniden yaşamağa başladığını anlatrnıştı. Son­
ra, evlenmişler, nur topu gibi bir de çocukları ol­
muştu.
Shinji, Hatsue'nin, bir gece önce Prensin me­
zarını yoklarlığını bilemiyeceğinden emindi. Bu şa­
şılacak rasiantıdan öylesine etkilenmişti k i , hemen
bu akşam, eve döner dönmez, Hatsue'ye uzun bir
mektup yazıp, gördüğü düşün derin bir anlamı ol­
duğuna inandığını anlatacaktı.
Artık Shinji'nin işi ailesini geçindirıneğe yet-

120
tiğinden, sular soğuk kaldığı sürece, annesinin dal­
ması gerekmiyordu. Onun için annesi, ancak hazi­
ran'dan sonra daimağa karar vermişti. Ne var ki,
bütün hayatı boyunca ağır işe alışmış olduğundan,
havalar da artık ısındığı için, ev işinden tatmin ol·
muyordu. Böyle işsiz güçsüz otururken, yararsız,
kara düşüncelere kaptırıyordu kendin i.
Oğlunun mutsuz olduğu, kafasından hiç çık­
mıyordu. Shinji artık üç ay öncesine göre bambaş­
ka bir insan olup çıkmıştı. Hoş, oldum olası konuş­
kan değildi ama, eskiden hiç konuşmasa d a yüzün­
den fışkıran gençlik neşesi, şimdi enikonu bozul­
muş gibiydi.
Bir gün, sabah sabah dikişini bitiren anası, sı­
kıcı bir ikindi vaktini karşılamağa durmuştu. Oğ­
luna yardım edebilmek için ne yapabileceğini dü­
şündü. Kendi evine güneş ışığı vurmuyordu ama,
komşu sundurmanın damına doğru baktı mı, sevinç­
li bahar sonu göğünün bir parçasını görebiliyordu.
Kararını verip, evden çıktı. Aşağı dalgakırana gi­
dip, dalgakıranın dibinde çatiayan dalgaları seyre
koyuldu. Bir şey düşüneceği zamanlar, o da tıpkı
oğlu gibi, denizin yakınında olmak isterdi.
Yalı boyundaki ka?Jklar, ahtapot çanaklarına
ait ve burada kurutulan iplerle örtülüydü. Ancak
bir iki teknenin bulunduğu kumsalda da, kurusun­
lar diye güneşe serilmiş ağları gördü. Şu anda, se­
rili ağlardan kazıkiara doğru uçarak yaklaşan bir
kelebeğe dikmişti gözlerini. Büyük, güzel bir kır­
langıç kelebeği. Belki de burada, bu ipler, kum ve
beton arasında, yeni, başka türden bir ç i<;ek ara­
maktaydı bu kelebek. Balıkçı evlerinin bahçeleri
böylesine bir çabayı hiç de hakedecek gibi değildi-

21
ler. Kenarlarına taşlar diziimiş yollar boyunca uza­
yıp gıden daracık tarhlardan ba§ka bir şey değildi
bu oauçeıer. Bu tarhlardaki cılız çiçeklerden düş
kırıklığına uğrayan kelebek, her halde soluğu kum-
salda almıştı.
Dalgakıranın öbür yanında deniz, dibine kadar
bulanık olurdu. Ve burada su, kirli, sarı yeşil bir
renge bürünürdü. Şu sırada Shinji'nin anası, kele­
beğın, kazıkiarın birinden nasıl havalandığını, son­
ra da, kirli suyun üzerine kadar nasıl indiğini gör­
dü. Yeniden havalara yükselrnek üzere, orada biraz
· dinlenecekmiş gibiydi kelebek.
«N e de garip kelebek . . . ::. diye düşündü ShinjP­
nin anası. «Kendini martı mı s anıyor ne ?» Kelebek
şimdi ne yapacak diye merakla izliyordu.
Görünüşe bakılırsa, kelebek adadan ayrılıp de­
niz rüzgarına karışmak niyetindeydi. Hoş rüzgar
tatlı esiyar gibiydi ama, kelebeğin zarif uçuşunu
da kösteklemekteydi. Bununla beraber, kelebek ha­
valara yükselip ilerlemeyi başardı. Shinji'nin ana­
sı, hayvancık gözleri kamaştıran aydınlık gökte sa­
dece kara bir nokta haline girineeye dek , kelebeğin
ardından baktı durdu.
Kelebek bir süre, kadının görüş açısının dışın­
da, denemelerini yeniledi, sonra, yeniden aşağıya
doğru uçtu, deniz üzerinde hacalayarak vakit ge­
çirdi, daha sonra da, denizin pırıl pırıl enginliğin­
den ötürü, ya da bir ötedeki adaya uzanan çok kısa
sandığı, yolun çok uzun olmasından ötürü, umut­
suzluğa düşüp dalgakırana döndü. Kanatlarını ka­
patınca, halatların üzerindeki büyük düğümlerden
birinin gölgesiyrhiş gibi göründü.
Shinji'nin anası batıl inançlı değildi, kendini

122
bir takım görünümlerin etkisine k aptırmazdı. Ne
var kiJ kelebeğin boşuna çabaları ne de olsa keder
salınıştı içine.
« Seni budala hayvan seni . . . Çekip gitmek isti­
yorsan kapağı bir gemiye atsana . O seni rahat ra­
. .

hat götürür . . »
.

Bu . arada, ada dışında hiç bir ilişkisi olmayan


kendisi de, yıllardır posta gemisine adım atmamıştı.
Birden, yüreği durup dururken tasasız bir cesa­
retle doldu. Hızlı, sağlam adımlarla dalgakırandan
ayrıldı. Yolda karşısına çıkıp onu selamiayan bir
d algıç kadın, Shinji'nin anasının, selamına karşılık
vermeksizin düşüneeli düşüneeli geçip gitmesine
şaştı.

Terukichi Miyata, köyün en varlıklı erkeklerin­


dendi. Evine gelince, bütün öteki evierden olsa olsa
az bir şey daha yeniydi. Kiremitli damının komşu
yapıların damlarından daha yüksek olduğu pek de
ileri sürülemezdi. Evin ne dış kapısı, ne de taştan
duvarı vardı. Öbür evierden başkaca bir değişikliği
de yoktu. ...-\na giriş kapısının solunda ayakyolu,
sağda da mutfak penceresi. Ev bir yamaçta oldu­
ğundan, tepenin başladığı taraftaki sağlam, beton
temel, eve belirli bir dayanıklılık kazandırıyordu.
Bu temel katı , depo olarak kullanılırdı ve doğrudan
doğruya dar bir sokağa açılan pencereleri vardı.
Mutfak kapısının yanında, içinde yetişkin bir
insanın kolayca yıkanahileceği bir su batyası du­
ruyordu. Hatsue 'nin her sabah altına mektup sıkış­
tırdığı tahta kapak, suyu her türlü toz ve kirden
koruyacakmış gibi görünüyordu. Ne var ki, yazla­
rı , ka�la göz arası sivrisineklerle diğer küçük, ka­
natlı hayvaniann boğulmasına engel alamıyordu.

123
Shinji 'nin anası, evden içeri girıneden önce, bir
an duraladı . Aslında dostluğu olmayan Miyata ai­
lesini sadece yoklaması olayı bile, köydeki bütün
boşboğazları harekete geç irebilirdi. Dikkatle dört
bir yanına göz gezdirdi : Ortalıkta göze görünür
kimse yoktu. Sadece bir kaç tavuk, küçük yolun
üzerinde yem arıyor, komşu evin bahçesindeki cılız
açalya tomurcuklarının arasından, aşağıda kalan
denizin yukarı lara yansıyan ışıltısı görünüyordu.

Shinji'nin anası elini saçına götürünce, deniz


rüzgarının saçlarını karıştırmış olduğunu anladı,
bir kaç dişi eksiimiş kırmızı bir selüloid tarağı ce­
binden çıkarıp, çabuk çabuk tarandı. Sırtında gün­
delik iş entarisi vardı . Pudra ya da rastık izi olma­
yan yüzünden aşağıda, güneş yanığı vücudunun bir
parçası görünüyordu . Sonra, kirnonoya benzer bir
ceket, bir de örgü işi pantolon. Çıplak ayakları tah­
ta sandallar içindeydi.

Ayak parmakları, dalgıç kadınıann su yüzüne


çıkmak için ayaklarını dibe vurdukları sırada al­
dıkları kesiklerden, yara berelerden sertleşmiş, ya­
ra izleriyle dolmuştu. Tırnaklan kalın, kabaydı.
Hacakları için h iç de güzel denemezdi ama, o ba­
caklarla attığı adımlar sağlam ve dengeliydi.
K apıyı açıp sofaya girdi. Sıkı sıkı bastırılmış
toprak döşeme üzerinde, sanki ayaklardan çabuk
ç abuk çıkanlıp s avrulmuşçasına, birbirine karışmış
bir kaç çift tahta ayakkabı duruyordu. Kırmızı
bağlı bir çifti ile de, görünüşe bakılırsa, hemen kı­
sa bir süre önce kumsalda dolaşılmıştı. Ayakkabı­
lara ıslak bir kum tabakasının yapışmış olduğu gö-

rülüyordu.

Ev derin bir sessizlik içindeydi, ayakyolundan

124
gelen koku havada asılı kalmıştı sanki. Safaya açı­
lan odalar karanlıktı, ne var ki, evin arka cephesin­
deki pencerelerin birinden güneş ışığı geliyor, öte­
deki odalardan birinin döşemesine, safran rengi
havluyu andıran açık bir renk atıyordu.
- «Günaydın . . . », diye seslendi Shinji'nin anası.
Bir süre bekledi. Bir karşılık çıkmayınca, ye­
niden seslendi.
Derken, safanın bir kenarındaki , taşınabilir
merdivenleri andıran bir merdivenden, Hatsue'nin
indiği görüldil.
- «Üh, teyze . . . >>, diye bağırdı Hatsue. Bacak­
larında koyu renkli bir iş pantolonu vardı , saçları
sarı bir kurdele ile tutturulmuştu.
«Ne güzel kurdele bu . . . », dedi Shinji'nin
anası candan bir sesle. Bu arada, oğlunu sevda has­
tası eden bu kızı şöyle bir gözden geç irdi.
Belki de ona öyle geliyordu ama, Hatsue'nin
yüzü biraz bozulmuş, solmuş gibi görünüyordu.
Bundan ötürü de, koyu renkli, parlak gözleri daha
bir ortaya çıkmıştı şimdi.
Yaşlıca kadın tarafından tepeden tırnağa inee­
lendiğini gören Hatsue, kızardı.
Shinji'nin anası, işe girişrneğe kesin karar by­
dı. Teruk ichi ile görü�üp, oğlunun suçsuzluğunu sa­
vunacak, kendi görüşünil ortaya koyup, Terukichi'­
yi, gençlerin evlenmesine razı olması için harekete
geçirecekti. Şu sıradaki durum için tek bir çözüm
yolu vardı : İki gencin ana babası açıkça konuşma­
lıydılar.
- «Bg,ban evde m i ?»
- c:Evet.>>
«Kendisiyle konuşacağım bir şey var. Ha­
ber ver lutfen.»

1.25
- «Olur.»
'

Hatsue, yüzünde bir tedirginlik, merdivenden


yukarı çıktı.
Shinji'nin anası, sofadan asıl eve giden hasa­
mağa oturdu. Uzun süre bekleyeceğini düşündüğün­
den, keşke sigara alsaydım yanıma diye geçirdi
içinden. Burada, böyle oturmuş beklerken, cesareti
kırı lınağa yüz tuttu. Buraya gelmekle ne budalalık
ettiğini anhyordu şimdi.
Basamaklar hafiften çıtırdadı , Hatsue görün­
dü. Merdiveni sonuna dek inmeyip, yarı yolda dur­
du, biraz . öne eğildi. Merdiven gölgede olduğundan,
Shinji'nin anası kızın yüzünü iyi seçemiyordu .
- «Şey, babam seni görmek istemiyormuş.»
«Ben i görmek istemiyor muy muş ?»
«Evet . . . »
Haber kadının cesaretini büsbütün kırınıştı •

ama, aynı zamanda da, kalbi kırıldığı için, öfkeye


kapılmıştı. Birden, o uzun, didinmelerle dolu h aya­
tı ve dul bir kadın . olarak katlanmak zorunda kal­
dığı üzüntüler, gözlerinde canlandı. Ayağa kalkıp
<:Iışarı çıktı, ne var ki, tam kapının altında durup
arkasına dönerek, ötede suratına tükürmek iste­
diği biri varmış gibi, tiz bir sesle bağırdı :
.
..
- «Peki, öyle olsun . . . Yaşlı, dul bir kadını gör-
rnek istemiyorsun demek. Kapının eşiğinden bir da-
ha adım atmarnı istemiyorsun, öyle mi ? Güzel, şim.:.
di sana söyleyeceğim . şu sözü iyi . dinle, sen de
babana anlat. . Dinle, . işte söylüyorum, bir daha
hayatım boyunca bu eşikten içeri adım atmayaca-
gım.»
..,

Shinji'nin anası, bu boşa giden teşebbüsten


\"-
-.:
1

oğluna söz açmayı göze alamadı. Suçu yükteyecek

126
birini aradığından, · bütün öfkesi Hatsue'ye · yöneldi
ve kızı öylesine çirkin bir şekilde diline doladı ki,
sonunda oğlu ile kavgaya bile tutuştular. ·
Bütün öbür gün süresince konuşmayan ana
oğul, sonra yeniden barıştılar. Anası, oğlunun sev­
gisinden olmak istemiyordu, eninde sonunda oğlu­
na . Terukichi'nin evindeki boşa giden teşebbüsten
söz açmak zorunda kaldı. Shinji ise Hatsue'nin
mektubundan olayı çoktan öğrenmişti.
Anası günah çıkartırken, kırıcı şeyler söylediği
son salıneyi elbette anlatmadan geçmişti. Shinji'­
nin duygularını incitmek istemeyen Hatsue de mek­
tubunda bundan hiç söz açmamıştı. Böylece, Shin­
ji'nin içinde sadece, Terukichi'nin, anasını evinden
kovup, anasının da bu alçalmayı içine sindirrnek
zorunda kaldığından ötürü bir acı yer etti. Bu ana
kadar Shinji , Hatsue için beslediği duyguları ana­
::nndan gizlemeğe kalkışmamıştı. Ama bundan böy­
le, __Yukichi ile Ryuji 'den başkasına güvenmemeğe
karar verdi. Anasına duyduğu saygı onu böyle bir
karar alınağa zorlamıştı.
İyi bir şey yapınağa kalkışıp da bunu başara­
mayan anne, bundan böyle, eskisine göre daha bir
yalnızlaştı.
Bereket tekneler artık her gün balığa çıkıyor­
du. Bir gün bile boş kalacak o1sa, Hatsue'yi gör­
meksizin adada saatlerce boş oturmak zorunda ka­
lacağından ötürü, Shinji muhakkak dertlenirdi.
Böylece, Mayıs ayı geldi çattı, iki genG hala bu1u­
şamıyorlardı. Derken, günün birinde Ryuji'nin ge­
tirdiği bir mektup, Shinji'nin içini yeniden sevinçle
doldurdu :
« . . • yarın akşam babamın konukları var. Geceyi

127
bizde geçirmek üzere Tsu"dan gelen bir kaç yüksek
memur. Evde konuk oldu mu, babam öyle içiyor ki,
erkenden yatmak zorunda kalıyor. Onun için saat
on bire doğru evden sımşabileceğimi umuyorum.
Beni Yashiro Tapınağında bekle.. . »

O gün balıktan eve dönen Shinji, sırtına yeni


bir gömlek geçirdi. Hiç bir açıklamada bulunmadı­
ğı anası, Shinji'yi huzursuz bakışlarla gözden geçir­
mekteydi. Oğlu yine o geçen fırtınalı gündeki gibiy­
di.
Shinji, beklemek acısını şu son günlerde yete­
ri kadar tatmıştı. Onun için, bu sefer kızı bekletıne­
nin doğru ve kolay olacağı kanısındaydı. Ne var ki,
bunu yapmayı başaramadı. Annesi ile Hiroshi ya­
tar yatmaz, evden çıktı. Daha iki saat vardı on
bire ...
Bekleme süresini kısaltmak için, Gençler Bir­
liği'nin aşağıdaki barakasına yollandı. Barakanın
pencerelerinden kumsala ışık vuruyor, dışarıdan, ba-
rakada geeeleyen çocukların sesleri işitiliyordu.
Shinji birden, içerdekilerin ondan söz açtıkları duy­
gusuna kapılıp geri döndü, oradan uzaklaştı .
Dalgakırana ulaşınca, yüzünü denizden esen
rüzgara çevirdi. Derken, Yukichi'den Hatsue'nin
kim olduğunu öğrendiği akşam güneş batarken,
ufuktaki bulutların arasından geçip giden beyaz
posta gemisi takıldı aklına. O sırada gemiye ne ga­
rip bir duyguyla bakmış olduğunu düşündü. Beyaz
posta gemisi Shinji için «bilinmeyen şeyler» de-
mekti. Tanımadığı dünyaya ancak uzaktan baktığı
sürece içi rahat, yüreği huzur doluydu. Ne var ki,
pupa yelken bilinmeyene doğru yol alnıağa başla-

128
yınca, içini de huzursuzluk ile umutsuzluk, şaşkın­
lık ile üzüntü dolduruyordu.
Aslında şu sırada, sevinçten yerinden fırla­
ması gereken yüreğinin neden böyle baskı altında
ve üzüntülü olduğunu bilmiyor değildi. Bu gece bu­
luşmayı istediği kız, belki de içinde bulunduğu so­
run'un bir an önce çözümlenmesi için zorlayacaktı
onu. Kaçmak mı ? Ama denizin ortasında bir adada
yaşamaktaydılar . . . kaçmak için önce bir tekne ge­
rekliydi. Shinji'nin kendi teknesi olmadığı gibi, da­
ha önemlisi, parası da yoktu. Birlikte intihar mı
etmek ? Bu adada bile, bu son çözüm yoluna başvur­
muş sevdalı çiftler görülmüştü. Gelgelelim, genç
balıkçının sağlıklı ruhu, böyle bir düşünceyi geri­
ye itmekteydi. Bu yola baş vuran insanlar bencil,
yalnız kendilerini düşünen insanlardı . Şimdiye dek
kendi eliyle ölüme atılmak hiç aklından bile geç­
memişti. Anasına, kardeşine karşı sorumluluğu
vardı.
Böyle, burada düşünüp dururken, vakit şaşıla­
cak bir hızla geçti. Düşünmeye alışkın olmayan
Shinji, şaşılacak bir karara vardı : Düşünmek za­
manı geçirmeğe yarar. Böyle olmakla beraber, şim­
di kesin kararlı olarak, bütün ileriki düşünceleri bir
kenara itti. Bu yeni alışkanlığın çok iyi yanları ol­
sa bile, her şeyden önce kötü bir yanını da bul­
muştu.
ShinjPnin saatı yoktu, saata gereklilik duy­
mazdı. Saatın kaç olduğunu içgüdüsüyle anlardı. Bu
konuda olağanüstü bir yeteneğe sahipti.
Salt başını göğe kaldırıp şöyle bir bakması ye­
tiyordu. Yıldızların hareketini tamı tamına ölçebi­
lecek kadar bilgili olmamakla beraber, gün ile ge-

129 F/9
cenin nasıl çark ettiğini vücudunun içinde duyuyor­
du. Doğanın sırlarına öylesine yakındı ki, doğa sis..
temi içınde oluşan her şeyi kendiliğinden kavrayı-
veriyordu.
Yashiro Tapınağının yönetim bölümündeki gi­
rişinde, basamaklarda otururken, bir saatın bir ke­
re çaldığını duymuştu. Artık hiç kuşkusu kalma­
mıştı , saat on buçuktu. Rahip ile ailesi derin uy­
kudaydılar . Şu anda Shinji, kulağım pencere pan­
curlarına dayamış, içerdeki duvar saatinin, odada
yankılar yaparak, on bir kere vuruşuna kulak ka­
bartmaktaydı.
Ayağa kalkıp çam dallarının arasındaki koyu
gölgelikte yürüdü, köye inen en yukardaki taş basa­
makların üzerinde durdu. Ay ışığı yoktu. Sadece
şurada burada, göğü kaplamış incecik bulutların
arasında, bir kaç yıldız parıldıyordu. Kireçli taştan
basamaklar, zayıf gece ışığının son parıltısını bile
içlerine sindirmiş görünüyor, Shinji'nin durduğu
yerden aşağıdaki derinliğe doğru bembeyaz akıp
giden koca. haşmetli bir şelaJeyi andırıyorlardı.
Bütün Ise Körfezi karanlığa gömülmüştü, ne
var ki uzak kıyılarda ışıklar parıldamaktaydı. Chita
ve Atsumi Yarımadalarında tek tek aydınlık nokta­
lar, ama Uji-Yamada kentinin orada, büyük, apay­
dınlık ışıyan lekeler.
Shinji yeni gömleğinden gurur duymaktaydı.
İki yüz basamaklık merdivenin en alt basamağından
bile, gömleğinin göz kamaştıran beyazlığı göze çar­
pa bilirdi. Aşağı yukarı yarı yükseklikte, iki yandan
merdiven basarnaklarına sarkmış çam dallarının ka­
ra gölgesi yayılıyordu.
Tam bu sırada, çok aşağıda, küçücük görünen
.

1 130
bir insan gölgesi belirdi. Shinji'nin yüreği sevinçten
daha hızlı atmağa başladı. Basamaklardan yukarı
azimle tınnanan tahta s andallardan çıkan takırtı öy­
lesine kuvvetliydi ki, bu sesi çıkaran kişinin küçük­
lüğü ile hiç de orantılı değildi. Öyle bir takırtı ki,
sanki hiç dinmeyecek, yorulmak ne bilmeyecekti.
Shinji, basamaklardan aşağı koşmamak için zor
tuttu kendini. Artık çoktandır beklediği bu yerde
rahat rahat durmalıydı. Hatsue'ye, yüzünü görebi­
leceği kadar yaklaşıp da adını çağırmadan bunu ya­
pabilecek miydi ? Bunun tek bir çaresi vardı, ona
doğru koşmak . . . Ama yüzünü apaçık ne zaman gö­
rebilecekti acaba ? Yüzüncü basamaktan sonra mı ?
Peki o zaman ne olacaktı ?
Tam bu sırada, Shinji garip, öfkeli bir ses işit­
ti. Biri, Hatsue, diye bağırıyordu.
Bu arada Hatsue, öbür basamaklardan bir az
daha geniş olan yüzüncü hasarnağa ulaşmıştı . Bir­
den, olduğu yerde kaldı. Göğsünün nasıl inip kalktı­
ğını Shinji olduğu gibi görüyordu.
Derken, gölgenin içinden, hanidir oraya gizlen­
miş olan, Hatsue'nin babası çıkıverdi. Kızı bileğİn­
den yakaladı. Aralannda yüksek sesle bir şeyler ko­
nuştuklarını duyan Shinji, en yukarı basamakta,
bağlanmış gibi, kıpırdamaksızın duruyordu. Gelge­
lelim, Terukichi'nin yukarıdaki Shinji'ye bakıp al­
dırdığı falan yoktu. Dönüp, kızını ardından sürükle­
yerek, basamaklardan aşağı inmeğe koyuldu.
Genç balıkçı hala, bir nöbetçi gibi, merdivenin
başında kıpırdamaksızın dur uyordu. Ne yapacagını
...,

bilemiyordu, kafası yarı yarıya felce uğramıştı san­


ki.
Bu arada, baba ile kız merdivenin dibine var-
mışlar, sola dönüp, Shinji'nin görüş açısından çık­
ınışiardı bile.
1 �1
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Adanın genç kızları, daima mevsimi yaklaştık­


ça, kentteki gençliğin okuldaki bitirme sınavlan
yaklaşırken kapıldığı korkuya kapılırlardı. Öğreni...
min ilk yıllarında bu kızlar, kıyı yakınlarında deniz
dibinden çakıl taşı çıkarmayı denerlerdi. Böyle bir
oyunla işe koyulur, dalma sanatında ilk adımı atar­
lar, tu tkularının ölçüsü oranında da bu işin ustası
olurlardı . Geçim parası için dalmaya başlanıp d a ne­
den sonra gelişi güzel bir oyundan ciddi bir iş ya­
ratılınca, istisnasız bütün kızlar bu işi korkuyla yap·
mağa başlarlardı . Bundan böyle ilkbahar dernek
korkulu yazın yaklaşması demek olurdu.
Suyun dibindeki soğuğu, işkenceli nefes darlı­
ğını, suyun, koruyucu gözlüklerin kenarlarına baskı
yapmasından doğan anlatılamıyacak acıyı, bazı ba­
zı, parmakların bir süngere değmesiyle bütün vücu­
du kaplayan o ani korkuyu düşünürlerdi. Her tür­
den yaralanmaları, yeniden su yüzüne çıkmak üzere
ayaklarını deniz dibindeki keskin kenarlr midyelere
vurunca, ayak parmaklarının acıyla nasıl kanadığı­
nı , düşünürlerdi. Güçleri kesilineeye dek hep daha
derine, daha derine daimağa zorlanıp, uğradıklan
kurşun ağırlığındaki yorgunluğu , düşünürlerdi.
Bütün bunlar anılarında daha d a korkunçlaşır,
bütün bunlar hep yeniden ve sık sık akıllanna gel­
dikçe, duydukları korku d a hep daha büyük olurdu.
Hiç bir dü�ün katılmadığı en derin uykularda bile,
kızların birdenbire irkilip uyanmaları , olağandı. O
zaman terden sırılsıklam olmuş yumruklarını sıkar­
lar, huzur içindeki döşeklerini dört bir yanından s ar­
mış karanlığa, gözlerini dikerlerdi.

132
Daha yaşlı dalgıçlarda, evli kadınlarda, durum
başkaydı. Onlar sudan çıktıklarında şarkılar söyler,
güler, yüksek sesle şakalaşırlardı. Onlar için iş, ner­
deyse, yeniden bir oyun haline girmiş gibi görünürdü.
Genç kızlar, bu kadınlara kıskanç gözlerle bakar,
asla onlar gibi olamıyacaklarını ileri sürerlerdi. Ama
yıl yılın ardından geçip giderken, bir de günün bi­
rinde hayretle görürlerdi ki, kendileri de hiç farkına
varmaksızın o korkuyu atiatmışlar da şimdi neşeli
dalgıç öncülerinden sayılıyorlar.
Haziran ile temmuz, dalına mevsiminin en
önemli aylarıydı. Dalgıç kadınlar özellikle Benten
Burnunun doğusundaki Bahçe Körfezinde çalışırlar­
dı.
Yağmur mevsiminin başlamasından bir önceki
gün, körfez öylesine parlak bir öğle güneşi altın­
daydı ki, artık yazın başlangıcından söz edilemezdi.
Kadınlar, kurumak için ateş yakmışlardı , güneyden
esen hafif bir meltem, dumanları Prens Deki'nin te­
pedeki mezarına doğru sürüyordu. Bahçe Körfezin­
de küçük bir sarkıt mağarası vardı. Bu mağaranın
ardında da Pasifik Okyanusu, bütün enginliği ile
yayıhyordu. Açık denizin yukarılarında yaz bulut­
ları kümelenmekteydi.
Niwa-hama, Bahçe Körfezi, adını gerçekten de
yadsımıyordu, küçük bir kır parkından farkı yoktu
da, ondan. Körfezi çevirmiş kireçli kayalar, çocuk­
lar aralarında saklanıp kovboy-kı zılderili oyunu oy­
narken tabancalarıyle ateş etsinler diye, bile bile böy­
le sıralanmışl ardı sanki. Kayalann üzerieri dümdüz­
dü. Parmak büyüklüğündeki deliklerde yengeçlerle
diğer küçük deniz hayvanları saklanıyordu. Kaya•
lıklar arasındaki kum, göz kamaştıran bir beyazlık-

133
.

taydı. E4ı tepelerinde, ç içek açmış kumsal pamukla-


rı göze çarpıyordu. Mevsim sonuna doğru bu çiçek­
ler, uykudan saçları karmakarışık uyanmış insanla­
rı andınrdı. Şu sırada ise, şehvet içindeki yaprakla­
rını, lekesiz ve bembeyaz, kobalt mavisi göğe doğru
uzatmış1ardı.
Kadınlar öğle paydosundaydı. Ateşin başına çe­
peçevre oturmuş, gevezelik ediyor, birbirleriyle şa­
kalaşırken attıkları kahkahalar, suyun üzerinde
uzaklara kadar çınlıyordu. Kum henüz, tabanlarını
ateş gibi saracak kadar kızgın değildi, su da henüz
soğuktu ama, dalgıç kadınların sudan çıkar çıkmaz
hemen pamuklu giysilerin içine girip ateşin önüne
çömelecekleri kadar da soğuk değildi.
Kahkahayla gülen dalgıç kadınlar, vücutlarının
belden yukarısını öne doğru geriyor, memelerini gu­
rurla gözler önüne seriyorlardı. Hatta içlerinden bi­
ri memelerini eliyle k�ldırmaktaydı.
- «Yok yok, o sayılmaz. Ellerini yardıma çağı­
rırsan hile yapıp yapmadığın anlaşılmaz ki.»
<< Sana mı k aldıydı bunu söylemek ? Eller ini
yard ıma da çağırsan senin mem eleri nin art1k hile
kaldıracak hali yok . »
Çepeçevre neşeli kahkahalar ortalığı çınlatıyor­
du. Kadınlar, en güzel memeye kimin sahip olduğıı­
nu bulmağa çalışıyorlardı.
Bütün memeler güneş yanığı esmerdi. Ş u esrar
dolu beyaz renge sahip 9lmadıkları gibi, damarları
ortaya koyan saydam cilde de sahip değildiler. Yal­
nız cilde göre karar verilecek olursa, şehvet duygu­
su ile ilişkisi olan bir görünüm yok gibiydi. Ne var
ki, sağlıklı yüzey altında, güneş, parlak, yarı say­
dam, bal sarısı bir renk meydana getirmişti. Meme

134
tepelerinin çevresindeki koyu renk l i halkalar, parça
parça esrarlı kara bir leke gibi değil de, bal sarısı
çevrenin daha koyulaşmış bir gölgesi gibi görünü­
yordu.
Buradaki ateşin dört bir yanında gözler önüne
serilen bütün memeler içinde, bir kaç tane pörsümüş,
sarkınışı bulunduğu gibi, tepeleri kuru, kütür kütür
üzümleri andıranlar da vardı. Hoş çoğu kadınların,
memelerini sağlam, geniş bedenlerinde oldukça dik
t�tup, kendi ağırlıkları altında sarkmalarına engel
olan iyi gelişmiş adaleteri vardı. Görünüşlerine ba­
kılırsa, tıpkı olgunlaşan yemi§ler gibi, her Tanrının
günü korkusuz ve güneş altında, kendi kendilerini
geliştirmekteydil er.
Genç kızlardan biri, memelerinden birinin öte­
kinden daha küçük olduğundan yakınıyor, yaşlıca
bir kadın d a onu candan sözlerle teselli ediyordu.
- «Onun için üzülme sakın. Günün birinde ya­
kışıklı, gençten bir sevdalı çıkıp da onları elleyince
bak nasıl biçime girerler.»
ötekiler yeniden güldüler, ama kız hala üzün­
tülüydü.
« Gerçekten öyle midir, Oma Ohara ?» diye
sordu kız.
- «H�ç kuşku yok. Tıpkı senin durumunda bir
kız tanırdım. Bir sevdalı bulur bulmaz göğüsleri bir­
birine eşit olmuştu.»
Shinji'nin anası, memelerinin haJa dikkati çe­
kecek kadar diri olmasından gurur duyuyordu. Ya..
şıtı bütün evlenmiş kadınlar içinde en taze memeıe..
re o sahipti. Hiç sevda açhğı çekmemiş ya da ya�a­
dığı sürece hiç üzüntü çekmemiş gibi, memeleri bü-

135
tün yaz boyunca, yorulmak bilmez kudretini cömert­
çe gönderen güneşe çevrilmiş dururdu.
Genç kız memeleri ruhunda asla kıskançlık
uyandırmazdı. Ama bir çift meme vardı ki, yalnız
Shinji'nin anasının değil, bütün oradakilerin hayran­
hğını uyandırıyordu : Hatsue'nin memeleri. . .
Shinji'nin anası dalmaya ilk bu gün gelmişti.
Hatsue'yi rahat rahat gözden geçirmek için ilk fır­
sat çıkmış oluyordu demek. Bir süre önce evlerin­
den ayrı lırken Hatsue'ye hakaret etmişti ama, kar§ı­
laştıklarında yine biribirlerini selamlamaktan geri
kalmamışlardı. Hatsue yaradılıştan konuşkan değil­
di. Üstelik bu gün yapılacak çok işleri de olduğun..
dan görüşecek vakitleri olmamıştı. Memeler arasın­
da bir yarışma yapıldığı şu sırada, söz sahibi olan­
lar çoğunlukla yaşlı kadınlardı. Hatsue'ye karşı ha­
la bir az çekingenlik duyan Shinji'nin anası, Hatsue
ile konuşmaya bilerek meydan verınemişti.
Şimdi Hatsue'nin memelerine bakarken, Shinji
ile Hatsue üzerine yapılan dedikodulann bir süredir
neden kesilmiş olduğunu anlıyordu. Bu memeleri gö­
ren hiç bir kadın şüphelenmeğe kalkamazdı. Bunlar,
henüz hiç bir erkeğin yaklaşmadığı bir kızın rneme­
leriydi, daha ilk gelişme çağındaydılar ve günü gelip
de gelişmeleri tamamlanınca, ne kadar güzelleşecek­
leri şimdiden anlaşılıyordu.
Pembe tomurcuklu iki küçük tepe arasında, gü­
neşten adamakıllı esmerleşmiş olmakla beraber, he­
nüz duyarlıklannı, pürüzsüzlüklerini ve cildin da­
mar damar serinliğini yitirmemiş bir vadi, insana
baharın ilk günlerini hatırlatan bir vadi, vardı. H at­
sue'nin vücuduna göre memeleri az gelişmiş sayıl­
mazdı . Ne var ki, çocuksu bir hava içindeki yuvar-

136
!aklar daha yeni uyanmış gibiydiler. Onları uyandır­
mak için gereken, sadece bir kuş tüyünün dokunuşu,
sadece hafifçecik okşayacak bir meltemin soluğuy­
du sanki.
Yaşlı kadın bir deneme yapmaktan kendini ala·
madı. Ancak bir bakirede rastlanacak derecede sağ­
lıklı, aynı zamanda da böylesine büyüleyici görünen
bu memelerin tepelerinden elini geçirdi. Sert elin
dokunuşunu memesinin üzerinde hisseden Hatsue,
birden , ürkerek irkildi.
Kadınlar gülüştüler.
- «Ee, Oma Ohara, bir erkeğin ne hissedebile­
ceğini aniadın mı şimdi ?» diye sordu içlerinden biri.
Yaşlı kadın, iki elini kendi sarkık memelerinin
üzerinden geçirip tiz bir sesle karşılık verdi :
- «Ne demek istiyorsun ? Bunlar henüz olma- ,
mış şeftaliler, ama bunlar.. benimkiler, eski, sala­
muraya yatın lnuş yemişler. Onların da, içlerinde
paha b içilmez usare taşıdıkları zaman oldu, inan
bana »
. . .

Hatsue gülüp saçlarını salladı. Göz kamaştı ran


beyaz kurnun Uzerine bir parçacık saydam, yeşil yo­
sun düştü.
Kadınlar, beraberlerinde getirdikleri öğle ye­
rneklerini yerken, hepsinin tanıdığı ve ortaya çık­
mak için en uygun z amanı beklem iş olan yaşlı bir
adam, kayaların arasından çıkageldi.
Kadınlar bilerek kızmış gibi tiz sesler çıkara­
rak, yemeklerini bambu kabuklannın üzerine koy..
dular, memelerini sakladılar. Aslında hiç de korkmuş
değildiler. Yeni gelen, adadan her yı l bir kaç kere
geçen yaşlı bir gezgin satıcıydı. Kadınlar utanmış

1 37
gibi yaparak, geçkin yaşından ötürü adamla alay
etmek ıstiyorlardı.
Yaşlı adamın hacağında eski püskü bir panto­
lon, sırtında da yakası açık beyaz bir gömlek vardı.
Omuzunda taşıyarak getirdiği bir beze sarılmış den­
gi, bir kayanın üzerine koydu, sonra, yüzündeki teri
sildi.
«Fena halde korkuttum sizleri değil m i ?
Belki de böyle paldır küldür gelmem doğru olmadı.
Gideyim mi ha?»
Ama gezgin satıcı, kadınların kendisini gönder­
meyeceğinden öylesine emindi ki. . . Dalgıç kadınla­
rın alışveriş hırsiarını kamçılamak için, satılık mal­
larını burada kumsala yaymaktan daha çekici bir
şey yapamazdı. Bu kadınlar deniz kenarında hep da­
ha hovarda oluyorlardı. Yaşlı adam, istedikleri mal­
ları seçmelerini bekliyor, sonra akşam olunca, evle­
rine gid1p malı teslim- ederek parasını alıyordu. Alış­
verişin böylesi kadınların da işine geliyordu . Çünkü
güneş u�ığında kumaşların rengini daha iyi gözden
geçirebiliyorlardı.
Yaşlı satıcı, mallarını kayanın gölgesine yaydı,
denk bu kayanın üzerindeydi. Artık son lokmalarını
da ağızlarına atmakta olan kadınlar, satıcının çev­
resine doluştular.
Yazlık kimonolar için renk renk, desenli pamuk­
lular, hafif urbalar, çocuk giysileri. Astarsız atkı­
lar, külotlar, eteklikler, atkı kurdeleleri. Bütün bun­
lar ortalığa saçılmıştı.
Satıcı yassı, tahta bir kutunun kapağını kaldı­
rınca, bütün kadınlar heyecanla haykırdılar. Kutu
baştan aşağı güzelim şeylerle doluydu : Para. cüzdan­
ları. sandal bağlan, plastik çantalar, kurdeleler,

138
broşlar ve renkli bir kargaşalık içinde daha bir sü­
rü çekici eşya.
«Vay vay», dedi gençten bir dalgıç kadın,
<<Bunların içinde istemediğim şey yok doğrusU.>>
Sürüyle güneş yanığı kadın parmakları, şimşek
hızıyla ileri atıldı. Mallar dikkatle incelenip, denen­
di. Eğlenceli bir pazarlıktır başladı. Belirli bir ku­
maşın alıcıya yakışıp yakışmıyacağı üzerine ciddi
konuşmalara girişildL Sonunda gezgin satıcı, her bi­
ri aşağı yukarı bin yen tutarında iki kimonoluk
·

renkli kumaş, karışık desenl i astarsız bir atkı, bir


kaç da ufak tefek eşya sattı. Shinji'nin anası, iki yüz
yene plastik ·bir alışveriş çantası, Hatsue de, beya�
fon üzerine Asaga çiçeği desenli, genç işi kimono-
.

luk bir pamuklu aldı.


Y aşh satıcı, bu beklenmedik ve yolunda giden
işten sevinçliydi. Sıska bir adam olan satıcının gü­
neş yanığı göğsünde, bütün kaburgası görülüyordu.
Akçıl saçları · kısa kesilmişti, geçen yıllar, yanağıyle
şakaklarında koyu renkli lekeler bırakmıştı. Ağzın­
da topu topu bir kaç seyrek, o da nikotinden karar­
mış, diş vardı. Ne dediği, özellikle sesini yükselttiği
zaman, · kolay kolay anlaşılmıyordu. Yanaklarını tit­
reten gülüşünden , aşın hareketlerinden, kadınlar
satıcının 'kar hırsıyla ilişkisi olmayan' her hangi
büyük, şaşırtıcı bir şey yapacağını anlamışlardı.
.

Kibar bir tavırla iki elinin serçe parmağındaki


tırnakları uzatınıştı tahta kutuya uzanan satıcı,
kutudan üç plastik çanta çıkardı.
- <ıBuyurunuz . . . Mavisi genç bayanlar, kahve­
rengi olanı orta yaşlılar, karası da yaşını başını al­
mışlar için. »

- ·«Ben genç bayanlara ayrılmış olanını alıyo-

139
rum>> diye atıldı Oma Ohara. Bütün kadınlar yeni�
den gülüşünce, satıcı titrek sesini yükseltmek zo-
runda kaldı.
«Son moda plastik el çantaları, pazarlıksız
sekiz yüz yen . . . »
- «Yo, bu kadarı da pahalı artık . . . »
- «Elbette, fiyatı yükseltti işte.»
«Hayır, hayır, zamsız sekiz yüz yen . . . Ba­
yanlar, bu güzel çantalardan birini de, sizlere şük­
ran borcumu ödemek üzere, iç inizden birine takdim
edeceğim. Armağan olarak, parasız . . . »
Avuçları açılmış düzinelerle el, satıcıya doğru
uzandı . Ne var ki yaşlı adam, kurumlu bir hareketle
bır kenara itti bu elleri.
- «Bir kişiye vereceğim dedim. Sadece bir ki­
şi . . . Om iya ödülüdür bu, firmaının çiçek li Uta-jima
adası şerefine verdiği b!r tür saygı ölüdü . . . Bir ya­
rışma açacağız, yarışınayı kazanan bayan bu çanta­
lardan birini alacak. Yarışma birincisi bir genç kızsa,
mavi çantayı, orta yaşlı bir bayansa, kahverengi çan...
,
tayı . . »
.

Dalgıç kadınlar, soluklarını kesmiş, gözlerini . '

adama dikmişlerdi. İçlerinden her biri, sekiz yüz


yenlik bir çantayı kazanmak konusunda kendini ol ...
dukça şanslı buluyordu .
. Satıcı eskiden ilkokul müdürlüğü yapmış, bir
sevda ilişkisinden ötürü işinden olmuştu. O zaman­
dan beri, şimdiki bir az düşük işinden üzüntüye ka­
pıldığı anlar olmuştu. Ama bu gün, dalgıç kadınla­
rın hayretler içinde sessiz durmalarından ötürii, in­
sanların kalbini kazanmak konusunda becerikli ol­
duğunda inanıyordu yine. Birdenbire, belki de satı-

140
cılığı bırakıp bir spor kulübüne b�şkan olurum, di­
ye umuda _kapılmıştı.
- «Dinleyin öyleyse . . . Şimdi bir yarışma aça­
cağımıza göre, bu, Uta-jima'yı yücelten bir şey ol­
malı. Bir sünger çıkarma yarışmasına ne dersiniz ?
Önümüzdeki bir saat içinde en iyi avı yapan, ödülü
alsın.»
Başka b!r kayanın gölgesine tantanalı bir ta­
vırla bir bez yayıp, üç el çantasını bezin üzerine yer­
leştirdi. Aslında çantaların hiç biri beş yüz yenden
fazla etmezdi. Ama öyle çekiciydiler ki, gerçekten se ­
k�z yüz yen eder gibi görünüyorlardı. Genç kızlar
için ayrılmış olanı gök mavisiydi ve sepet biçimin­
deydi. Yeni boyanmış bir kayığın rengini andıran
parlak kobalt mavisi, altın suyuna batmış pırıl pırıl
fermuarla zevkli bir tezad içindeydi. Orta yaşlı ka­
dınlara ayrılan kahverengi çanta da bavul biçimin­
deydi. Ve deseni öylesine ustalıkla hasılınıştı ki, ilk
bakışta çantanın gerçek deriden olup olmadığı an­
laşılmıyordu. Salt yaşlı kadınlara aynlmış olan ka­
ra çanta başka bir biçimdeydi. Ne var ki, uzun, ince,
altın suyuna batmış tokası ile tokanın altındaki dar,
kayık biçimindeki torbası, çantaya sec;kin, can atı­
lacak bir eşya havası veriyor, göz alıyordu.
Kahverengi çantayı kazanmak isteyen Shinji'­
nin anası. yarışmaya katılmaya hazır olduğunu söy­
leyen ilk kadın oldu. .
Adını söyleyen ikinci kadın da, Hatsue'ydi.
Yarışmaya katılacak sekiz dalgıç kadını alan bir
tekne, kıyıdan ayrıldı . Kırk yaşlarında görünen ve
dalmak istemeyen şişmanca bir kadın küreklere geç­
ti. Hatsue teknede biricik genç kızdı. Öbür genç kız­
lar, kendilerinden yaşlı kadınlarla boy ölçUşemiye-

141
ceklerini bildiklerinden, yarışmaya katılmamışlardı .
Şimdi Hatsue'nin ardından bağırıp, onu kızıştırıyor­
lardı. Kıyıda kalan öbür kadınlar da cesaret vermek
için kendi tuttukları yarışmacının adını çağırıyor­
lardı .
Tekne körfez boyunca güneye doğru yol alıp,
adanın doğu tarafında gözden yitti.
Kıyıda kalan kadınlar, yaşlı satıcının çevresine
doluşup bir şarkıdır tutturdular.
Körfezdeki su aydınlık ve maviydi, deniz dur­
gunken, kırmızı yosunlarla kaplı ve deniz yüzüne
doğru yüzrnek istiyormuş gibi görünen yuvarlak ka­
yalar, dipte olduğu gibi görünüyordu. Aslında çok
derindeydi bu kayalar. Bütün genişlikleri ile yükle­
nen dalgalar buraya ulaşınca, deniz dibindeki kaya­
ların üzerinde gölgeleri ve kırılarak köpüren kıvrım­
ları görünürdü. Dalgalar en yükseğe çıktıktan son­
ra kırılır, kumsalda çatlayıp durulurlardı. O zaman
bütün körfezi derin, iniltiyi andıran bir ses doldu­
rur, kadınların şarkısını bastırırdı.
Bir saat sonra, tekne adanın doğu kesiminden
döndü. Sekiz dalgıç kadın, bu yarışmadan ötürü her
zamankinden daha da yorgundular. Sus pus olmuş
oturuyorlardı teknede, çıplak vücutları birbirine yas­
lanmış, içlerinden her biri başka bir yöne dikmişti
gözlerini. Dü�ünceliydiler. Islak, karmakarışık saç ..
ları, bir yanında oturan komşusunun saçiarına ka­
rışmış olduğundan, kimin saçı kime ait, anlaşılamı­
yordu. Kadınlardan ikisi ısınmak için birbirine sa­
rıJmışlardı. Memelerinin derisi diken diken olmuştu,
parlak, aşırı aydınlık güneşin altında esmer vücut­
ları birden sararmış gibi görünüyor, kadınlar, grup
halinde boğulmuş insanlan andırıyorlardı.

142
Kıyıdaki gürültülü patırtılı karşılama, hemen
hemen hiç gürültü etmeksizin ilerleyen teknedeki ses­
sizlik ile garip bir tezat içindeydi. Sekiz kadın kı­
yıya çıkar çıkmaz, ateşin dört bir yanına doluşup
kurnun üzerine çöktüler, tek bir söz ederniyecek ka­
dar yorgundular.
Satıcı, dalgıç kadınlardan topladığı sepetleri
yokladı. Ardından sonucu açıkladı :
- «Yirmi parça süngerle Hatsue·san birinci. . .
Bayan Kubo da ikinci oldu, on sekiz parça sünger­
le . . . »
Yarışmanın birincisi ile ikincisi, Hatsue ile
Shinji'nin anası, yorgun, kan oturmuş gözlerle bir­
birine baktılar. Adanın en tecrübeli dalgıcı, sanatını
başka bir adanın dalgıçlarından öğrenmiş bu genç
kız tarafından yenilgiye uğratılmıştı.
Hatsue bir şey söylemeksizin ayağa kalkıp, ödü­
lünü almak üzere kayaların arkasına gitti. Geri dön­
düğünde, beraberinde getirdiği ödül, orta yaşlı ka­
dınlar için ayrılmış olan kahverengi çantaydı. Hat­
sue, çantayı Shinji'nin anasının eline tutuşturdu.
Shinji'nin anası ossaat sevinçten kıpkırmızı ke­
sildi.
. .,
- . . . . B enım mı . »
« N ası ı ?

«Babam çok kötü davrandığı için hanidir


özür dilemek istiyordum senden. »
«İşte efendi bir kız . . . », diye bağırdı satıcı.
Bütün oradakiler hep bir ağızdan Hatsue'yi övüp,
Shinji 'nin anasını ödülü kabul etrneğe zorlayı nca,
bayan Kubo kahverengi çantayı alıp dikkatle bir ka­
ğıda sardı. çıplak kolunun altına iliştirip sakin bir
sesle, önemsiz bir şeyrn iş gibi, konuştu :
- «Peki öyleyse, teşekkür derim.:.

143
Shinji'nin temiz yürekli anası, kızın bu davra­
nışında nasıl bir alçak gönüllülük ve saygı duygusu­
nun saklı olduğunu hemen anlamıştı. Hatsue gülüm­
sedi. Shinji 'nin anası, nişanlısını seçerken, oğlunun
bilge bir insan gibi hareket ettiğini kabul etmek zo­
runda kaldı. Böyle olrr,alıydı işte, eskiden beri ada­
da gözetilen bir şeydi bu.

ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Yağmur mevsimi Shinji'ye acılı günler getirdi.


Artık Hatsue'nin mektupları bile kesilmişti. Yashi­
ro mihrabında buluştukları sırada üzerlerine gelen
babası, kızın mektup yazmasını yasaklamış olacaktı,
bu buluşmayı da Hatsue'nin mektubundan öğrenmiş
· olsa gerekti.
Yağmur mevsiminin sonuna doğru bir gün,
Utajima-maru' nun kaptanı adaya geldi. Utajima­
maru, Terukichi Miyata'ya ait iki kıyı şiiebinin bü­
yüğüydü. Şu sırada Toba�da demirli duruyordu.
Kaptan önce Terukichi'ye, sonra da Yasuo'ya
gitti. Aynı akşam, Shinji'nin reisi Jukichi'yi de yok­
lay.Jp, en sonunda da Shinji'nin evine uğradı..
Kaptan kırkının üstünde, üç çocuk sahibiydi.
Uzun boylu, güçlü kuvvetli olmasından ötürü içten­
likle gurur duyan bir adamdı. Nichiren mezhebinin
tutkulu taraftarlarındandı. Fener alayı bayramında
bir raslantıyla adadaysa, meslekten olmayan bir ra­
hip gibi, ölmüşlerin ruhu için 'sutra' okurdu. Çoğu
limanlarda karıları vardı. Emrindeki gemiciler bu
kadınlardan 'Yokahama Teyze', 'Moji Teyze' diye söz
açarlardı. Gemi bu limanlardan birine uğradıkça,

144
kaptan gemi adamlanndan gençlerini yanına katıp,
karısının evine kafa çekrneğe götürürdü. «Teyze»
lerin hepsi de çok kapalı giyinirler, genç gemiciler­
le son derece dostça konuşurlardı.
Kaptamn dazlak kafasını aşırı yaramazlıkları­
na yoran ve bunun söylentisini yayan çok insan var­
dı. Bundan ötürü, kendini saydırsın diye, sırma şe­
ritli bir kasket giyerdi hep.
. Kaptan evden içeri girer girmez, Shinji'nin ana­
sı ile Shinji'nin önünde, dilediği şeyi hemen açıkla­
mağa girişti.
Ada gençleri on yedi, on sekiz yaşiarına basın­
ca, genellikle gemicilik mesleğine atıbyorlardı.
Shinji de artık bu yaşlardaydı, kaptan kendisine,
Utajima-maru'da gemietlik isteyip istemediğini
sordu.
Anası bu işe karışmadığı i�in, Shinji, buna an­
cak reisi Jukichi ile görüştükten sonra karşılık ve­
rebileceğini söyledi. Bunun üzerine kaptan, Jukichi'
nin rızasını aldığını açıkladı.
İşin içinde bir iş olduğu kesindi. Utajima-maru'
nun sahibi Terukichi idi. Hoşlanmadığı Shinji'nin
kendi gemisinde göre almasını hoş karşılamayacağı
muhakkaktı.
- «Yok canım, Teru amca senin iyi bir gemici
alacağın kanısında. Daha senin adını anar anmaz
kabul etti. Hadi gel de göster neler yapabileceğini . . . »
Yiizde yüz emin olmak isteyen Shinji, kaptanı
Jukichi'nin evine götürdü. Jukichi, işi hemen kabul
etmesini söyledi. Shinji gidince, Taiheu-maru'nun
yönetilmesi elbette güçleşecekti, ne var ki �ocuğun
geleceğine de engel olmak istemiyordu. Böylece,
Shinji de işe girmeyi kabul etti.

145 F/10
Ertesi gün, Shinji, Yasuo'nun d a Utajima-maru"
da çalışacağını hayretler içinde kalarak öğrendi.
Yasuo, bir gemide muço olarak işe başlamayı pek
de gururuna yedirememişti ama, Teru amca, Hatsue
ile nişanlanmayı düşünüyorsa önce bir gemide ça­
lışması gerektiğini söyleyince, içi rahatlamıştı.
Shinji bunu duyunca, içi aynı zamanda hem kor­
ku, hem üzüntü, ama hem de umutla doldu.
Shinji anası ile birlikte, kazasız belasız bir se­
fer için dua edeceği Yashiro Tapınağına gitti. Dua
ett ikten sonra bir de rnuska aldı.
Sefere çıkılacak gün gelip çatmıştı. Kaptan,
Shinji ve Yasuo, kendilerini Toba'ya götürecek olan
Kamikaze-maru yolcu gemisine yolland1 lar. Bir ta­
kım insanlar Yasuo'yu iskeleye kadar geçirdiler.
Hatsue de gelmişti ama, Terukichi görünürde yok­
tu. Shinji'yi de sadece anası ile Hiroshi geçirdi.
Hatsue, Shinji'ye h iç bakmadı. Ama gemi tam
kalkarken, Shinji'nin anasına bir şey fısıldayan H at­
sue, kadının eline küçücük bir paket tutuşturdu ..
Anası da paketi Shinji'nin cebine koydu.
Kaptan ile Yasuo yanında olduğundan, Shinji
paketi gemide açınağa fırsat bulamadı.
Yavaş yavaş gerilerde kalan Uta-jima dolayıa­
rını gözden geçiriyordu.
Adada doğup büyümüştü. Adasını dünyadaki
her şeyden daha fazla seviyordu ama, şu anda bura­
dan ayrıldığı için de sevinmekteydi. Kaptanın tek­
lifini kabul etmesinin başlıca nedeni, adadan ayrıl­
mak isteğiydi.
Ada gözden yiter yitmez, Shinji, bütün içini na­
sıl bir huzur duygusunun k aplarlığını hissetti. Yep­
yeni bir duygu vardı içinde, öyle bi r duygu ki, gün-

146
lük balık avında hiç tatmaınıştı böylesi bir duyguyu.
özgürdü, bu akşam adaya dönmeyecekti artık.
« Ö zgürüm>>, diye bağırdı kendi kendine. Çok
garip bir özgürlük duygusuydu bu, böyle bir şeyi ilk
defa hissediyordu.
İnceden ineeye çiseleyen yağmur altında, Kami­
kaze-maru ilerliyordu. Yasuo ile kaptan, uyumak
için yolcu karnarasındaki döşeklere uzanmışlardı.
Gemiye ayak basalı, Yasuo, Shinji ile tek kelime bi­
le konuşmamıştı.
Shinji yüzünü yağmur damlalarının akıp gitti­
ği yuvarlak bir lumboza dayayıp, lumbozdan giren
ışık altında, Hatsue'nin, annesine verdiği küçük pa­
keti açtı. Bir Yashiro muskası, Hatsue'nin bir res­
mi, bir de mektup vardı paketin içinde.
Mektup şöyle başlıyordu :

<< Bu gürıden sonra her gün Yashi ro Tapınağına


gidip} senin için dua edeceğim. Kalbim senindir. Sağ­
lam ve sağlıklı dönmeni diliyorum. Seninle birlikte
bu sefere katılmış olayım diye bir de resmimi koyu­
yorum. Daio Burnunda çekilmi§ bir resimdir. Sizin
çıktığınız sefere gelince ... babam bana bundan hiç
söz açmadı ama, seni Y asu.o ile birlikte aynı zaman­
da gemiye ald·ığına göre) özel bir neden güdüyordur
san ırım. Ikimiz için bir umut ışığı görebiliriz gibi
geliyor bana. Ne olursitn} sakın umudunu kesme ve
metin ol.»

Mektup Shinji 'ye yeniden cesaret vermişti. Kol­


larını alabildiğine uzattı, hayatın yaşanınaya değer
olduğu duygusu bütün vücudunu kaplamıştı.
Yasuo hala uyuyordu. Lumbozdan giren soluk
ışık altında, Shinji, Hatsue'nin resmini gözden ge-

147
çirdi. Kız resimde Daio Burnundaki ulu çam ağaçla­
rından birine yaslanmıştı. Denizden esen rüzgar
eteklerine üfürüp, geçen yıl · giydiği yazlık entarisini
şişirmişti, çıplak derisini okşamaktaydı. Rüzgarın bu
resimde yaptığını kendisinin de bir kere yapmış ol­
duğ·u düşünces iyle cesareti daha da arttı.
Shinji, lumbozun bir kenarına iliştirdiği resim­
den gözlerini ayıramıyordu. · Geminin sancak tara­
fındaki lumbozun arkasında, Toshi adası yağmur al­
tında yavaş yavaş ortaya çık arken, Shinji hep resi-
me bakmaktaydı.
Shinji'ye bir süre önce mutluluk veren huzur
duygusu yeniden yok olmuştu içinden. Sevda bir in­
sanın göğsünü acılı bir özlemle doldurduğunda ne
duyulur, Shinji çoktandır farkındaydı bunun.
Toba'ya vardıklarında yağmur dinmişti. Bulut­
ların arasındaki yarıklardan koyu gümüş parıltıh
ışınlar düşüyordu yeryüzüne.
Toba limanındaki sürüyle küçük balıkçı tekne­
sinin arasında, Utajima-maru, ilk bakışta göze çar- ·
pıyordu. Üç erkek, yağmurdan sonraki güneş ışın­
ları altında parıldayan güverteye fırladılar. Beyaza
boyanmış direklerden pırıl pırıl yağmur damlaları
damlamaktaydı. Koca bumbalar, lombar deliklerinin
üzerine uzanmıştı.
Gemiciler henüz izinden dönmemişlerdi. Kap­
tan, iki genci, kaptan kamarasının yanında ve hemen
kuzine ile yemekhanenin üzerindeki sekiz kişilik ge­
mici kamarasına götürdü. İnce ot dö�eklerle kaplı
ortadaki ufak bir yer dışında, sağ tarafta iki katlı
ranzalar, sol tarafta d a yine iki k atlı bir sıra ranza
vardı. Birinci makinist i�in de tek bir kamara görü­
nüyordu. Tavana sürUyle film yıldızının resimleri
muska gibi yapıştırılmıştı.

· 14:8
..
Shinji ile Yasuo'ya sağ taraftaki ranzalar gös­
terildi. Başçarkçı, birinci ve ikinci serdümen, los­
tromo, gemiciler ve ateşçiler, hepsi, bu küçük karna­
rada yatıyordu. Durmadan vardiya değiştirdiklerin­
den, yatacak yerler yetiyordu.
Kaptan iki gence kaptan köprüsünü, kaptan ka­
marasını , ambarları , yemekhaneyi gösterdikten son­
ra, ikisini tekrar gemiciler kamarasına gönderdi.
Şimdi yalnız kalmış olan iki genç, karşılıklı bir­
birini süzüyordu. Yasuo biraz yılgın hissediyordu
kendini, söze başlamağa karar verdi.
- «Eh işte, ikimiz beraberiz artık. Şu son gün­
lerde adada bir sürü şey oldu ama, şimdi olan biteni
unutup dost olalım.>>
Shinji, kabul anlamında hamurdanarak gülüm­
sedi.
Akşama doğru gemi adamları gemiye döndüler.
Gemicilerin çoğu Uta-jima'lıydı. Shinji ile Yasuo'yu
tanıyorlardı. Hala alkol kokan bu adamlar, candan
şakalar yaparak yeni arkadaşlarını selamladılar.
Sonra, iki gence görev leri gösterildi.
Gemi sabahın dokuzunda kalkacaktı. Shinji'ye
ertesi sabah gün doğarken direkteki feneri söndür­
mek görevi verildi. Direkteki fener, evlerdeki pan­
curları andıran bir şeydi, söndürülmesi geminin
uyandığına işaretti.
Shinji bütün gece gözünü yummadı ve ertesi sa­
bah, daha güneş doğmadan, feneri söndürmek üzere
ayağa dikildi. Ufukta ilk gri aydınlık görünür gö­
rünmez kalkmıştı . Sabah, sisli bir yağınura bürün­
müş gibiydi. Toba'nın sokak fenerleri iki düz sıra
halinde limandan istasyona doğru uzanıyordu. Is­
tasyondan bir marşandiz'in kısık sesi duyuldu.

149
Shinji, çıplak direğin yanında dürülmüş duran
yelkenin üzerinden direğe tırmanmağa koyuldu. Is­
lak odun soğuktu, geminin iki yanını yalayan dalga­
ların doğurduğu sanantıdan ötürü direk de sallanı­
yordu. Sabah güneşinin ıslak sis arasından sızan ilk
u�ın ları içinde, fenerin ışığı süt beyazı bir panltı
yaymaktaydı. Shinji bir elini çengele uzattı. Fene­
rin ışığı söndürülmek istem iyorınuş gibi, fener öte
yana kaydı. Yağmurdan ısıanmış calnın içindeki alev
yalazlandı , bir kaç su damlası, yüzünü yukarı çevir­
miş olan gencin alnına damlayıverdi.
Shinji, acaba bir daha sefere fener ışığını sön­
dürdüğümde hangi limanda olacağız, diye düşündü.
Yamagawa Nakliyat Şirketi'nce kiralanmış olan
Utajima-maru, Okinawa'ya kereste götürecek, altı
hafta sonra da yeniden Kobe'ye dönecekti. Gem i Ko­
be'de kısa bir süre kaldıktan sonra. rotasını batıya
çevirmiş, iç denizden geçip ?\Ioji'de karantina mua­
yenesini yaptırmıştı. Sonra, doğu kıyısı boyunca
Kyushu'dan güneye doğru yol alıp, gümrük kontrolu
yapılan Nichinan limanından sefer kağıtlarını al­
mıştı.
Utajima-maru, ondan sonra da Fukushima !i­
manına uğrayıp bin dört yüz küp kereste yükü al­
mıştı. Fukushima'dan ayrıldıktan sonra, tam bir
açık deniz gemisine benzemişti. İki ya da iki buçuk
gün içinde artık Okinawa'ya varması gerekiyordu.
Gemiciler, yükleme boşaltma ile ilişkileri olma­
dığı zamanlar, olağan dinlenme saatlarında, kamara ..
larının ortasındaki ince ot döşeklere uzanıp, bir gra­
molondan yükselen sesiere kulak kabartıyorlardı .
Fazla plakları yoktu, çoğu da çalına çalına öyle es­
kimişti ki, paslı iğnenin gıcırtısını bastırsa bastırsa

150
tek tük melodi kırıntıları bastırabiliyordu. !stisna­
sız hepsi de duygulu baladiardı bunlar. Limanlardan�
gemicilerden, sisten, kadınlarla ilgili anılardan, al­
kolden ya da kara sevda çekenlerden söz açıyorlar­
dı. Başçarkçı müzikten· öylesine habersizdi ki, bü­
tün çabasını ortaya koyup da bir sefer boyunca öğ­
renebildiği biricik melodinin büyük bölümünü, bir
dahaki sefere çıkıncaya kadar unutuyordu bile. Ge­
minin her sallanışında iğne plağın üzerinden kayı­
yor, ardında bir çizik bırakıyordu.
Bütün gemiciler gece geç vakitlere kadar bir
arada oturuyor, en ipe sapa gelmez şeyler üzerine
bile tartışmaya girişiyorlardı. Aşk ve arkadaşlık,.
aşk ve evlilik gibi sorunlar, ya da insan vücuduna ye-­
meklik tuz şırınga edilecek olsa, acaba buna, şekerli
su şırınga edilmiş gibi dayanabilir mi sorusu saat­
larca meşgul edebiliyordu onları. Çoğu zaman, kendi
görÜ$Ünii inatla savunabilen, tartırşmadan şampiyon
. olarak çıkıyordu. Ne var ki, adada Gençler Birliği,..
nin ba�kanlığını yapmış olan Yasuo, öyle mantıklı
delilleri ileri sürüyordu ki, yaşlı gemi adamlarının·
bile dikkatini çekiyordu. Buna karşılık Shinji, diz­
leri yukarı dikilmiş, sus pus olmuş oturuyor, gülüm-­
seyerek başkalarının anlattıklannı dinliyordu.
- «Kesin olan bir şey varsa, o da bu gencin ap-­
tal olduğudur», dedi günün birinde başmakinist
kaptana.
Gemideki yaşantı, beraberinde enikonu da iş
getirmişti. Yeni gelenler sabah karanlığı ayağa
dikilir dikilmez, güverteyi yıkamaya ya da yapılma­
sı gereken sürüyle işten birini yapmaya memur edi­
liyorlardı.
Yavaş yavaş bütün gemiciler Yasuo'nun tembet

151
olduğunu anlamışlardı. Yasuo'nun görüşünce, göre­
vini yerine getiriyormuş gibi görünmek, yeterliydi.
Shinji'ye gelince, çoğu zaman Yasuo'nun yerine de
işe koşuyor, onun görevinin bir bölümünü yerine ge­
tirmekten geri kalmıyordu. Bundan ötürüdür ki, Ya­
suo'nun tembelliği önceleri üstlerinin gözüne batına ...
mıstı.

Derken bir sabah lostromo, helA.ya gitmek ba-


hanesiyle güverteyi yıkamaktan kaçınan Yasuo'yu
gemicilere ait karnarada tembel tembel otururken
buldu, sabrı tükenip bağırınağa başladı.
Yasuo, lostromoya çok yersiz ve düşüncesiz bir
karşılık verdi :
- «Ne oluyor yahu ?» dedi, «Hele seferin sonu
bir gelsin de bak, Teru amcanın damadıyım . . . O za­
man bu gemi de benim olacak . »
Lostromo çok öfkelenmişti ama, belki Yasuo'
nun iddiası doğru çıkar diye dilini tutmak akıllılığı­
nı gösterdi. Bundan böyle Yasuo'yu azarlamağa kal­
kışmadı. Ne var ki ötekiler, kafasının dikine giden
genç gemicinin ne söylediğini, çok geçmeden lostro­
modan duydular, sonuç da Yasuo'nun yararına ol­
madı pek.
Shinji öylesine çalışkandı ki, ancak yatmağa

gitn1eden önce, ya d a vardiyadayken, Hatsue'nin res ...


mine şöyle kaçamak bir göz atabiliyordu. Ne var k i ,
resmi başka hiç kimseye de göstermiyordu. Günün
birinde Yasuo, Hatsue ile evlenmek, Tenıkichi'nin
damadı olmakla övünürken, Shinji umulmadık bir
şey yaptı : Bir bakıma öç almış oldu Yasuo'dan. Ya­
suo'ya, Hatsue'nin bir resmine sahip olup olmadığı­
nı sordu.
- «Elbette », diye karşılık verdi Yasuo.

152
Bunun yalan olduğunu bilen Shinji sevindi.
Bir kaç saniye sonra, Yasuo hiç üzerinde dur-
muyarmuş gibi sordu :
- �Peki sende var mı ?»
- <<Ne var mı ?»
- «Hatsue'nin resm i ? »
- <<Hayır, bende yok.»
Belki de bu, Shinji'nin hayatında bile bile söy­
lediği ilk yalandı.
Utajima-maru, Naha'ya yaklaşmıştı. Karantina
muayenesini yaptırdıktan sonra limana girip yükü­
nü boşalttı. Sonra bir kaç gün, Unten adlı kapalı li­
mana girmek üzere izin alıncaya kadar, demirleyip
beklernesi gerekiyordu. Unten'den Japonya için bur­
da demir yükleyecekti. Unten, Okina\va'nın kuzey
ucunda, Amerikan Silahlı Kuvvetlerinn ilk çıkarma
yaptıkları yerdeydi .
Gemicilere izin verilmediği için , hepsi de güver­
teden kurak, verimsiz tepelere bakınakla vakit geçi­
riyorlard ı . Mayından korktukları için, Amerikalılar,
çıkarma yaptıkları sırada tepelerdeki bütün ağaçla­
rı yakmışlarclı.
Kore Savaşı bir süredir son bulmuştu ama, ge­
micilerin gözünde bu ada hala tatsız bir görünüm
içindeydi. Gökyüzü, burada eğitim gören savaş uçak­
larının bombalarından ötürü, sabahtan akşama ka­
dar gümbürdeyip duruyordu. Bir tropikal yazının
güneşi altında parıldayan sayısız araç, liman boyun­
ca ilerleyen geniş beton cadde üzerinde aralıksız gi­
dip gelmekteydi. Caddenin hemen yanında, Ameri­
kan erieri ile subayları için kurulmuş taze �imento
rengindeki evler parıldıyordu. Bu arada, teneke
damlı yıkık yerli evleri de çirkin lekeler gibiydiler
ortalıkta.

153
Bir acente göndermesi için, Yamawaga Nakliyat
Şirketine haber vermek üzere karaya çıkan, sadece
süvari oldu.
Neden sonra, Unten limanına girme izni çıktı.
Utaj!ma-maru, rıhtıma yanaşıp burda demir yükü­
nü aldı. Yüklemeyi ancak bitirmiştilerdi ki, Okina­
wa'ya yaklaşmakta olan bir tayfunun yol üzerin­
de bulunduğu haberi alındı. Bir an önce hareket
edip, tayfunun etki alanından kurtulmak umuduyla,
ertesi gün sabah erkenden limandan çıktılar. Artı k
gemi Japonya'ya kadar düz bir rota izleyecekti.
O sabah hafif bir yağmur yağdı. Dalgalar yük­
seliyor, rüzgar güney batıdan esiyordu.
Unten'in tepeleri arkalarında çabucak yok oldu,
ve Utajima-maru zayıf bir görüşle, altı saat süre­
since pusulaya göre seyretti. Barometre durmadan
düşüyor, deniz gittikçe daha huzursuz oluyordu. Ha­
va basıncı anormal bir şekilde alçaldı.
Kaptan bu durum karşısında Unten'e geri dön­
rneğe karar vermişti. Yağmur, kırbaç etkisi yapan
rüzgardan ötürü, sisten farksızdı. Onun içindir ki,
hiç bir şey görünmüyor, limana kadar gidecekleri
altı saatlik yol, çok tehlikeli bir hal almış oluyordu.
Neden sonra, Unten'in tepeleri yeniden görün­
dü. Bu sulara alışkın olan lostromo, geminin başüs­
tünde durmuş, çevresini gözlüyordu. Liman, iki mil­
lik bir çevre içinde mercan kayalıklanyla çevriliydi,
ve daracık girişi de şamandıralarla işaretlenmişti.
- «Stop . . . tornavit . . . stop . . . tornavit . . »
.

İ kide birde duran, çok yavaş ve dikkatli m anev..


ra yapan gemi, mercan kayalıkları arasındaki dar
geçitten geçti . Saat bu arada akşamın altısı olmuştu.
Ton balığına çıkmış küçük bir balıkçı gemisi,

154
mercan kayalıklarının arasında . sı ğinacak yer ara­
mıştı. İki gemi bir kaç halatla birbirine bağlanıp,
yan yana Unten limamna girdiler.
Liman içinde dalgalar henüz fazla yükselmiyar­
du ama, rüzgar giderek sertleşmekteydi. Hala yan
yana duran Utajima-maru ile balıkçı gemisinin her
biri, saldıkları dörder halatı büyük bir şamandıraya
bağladılar. Artık fırtınaya göğüs gerrneğe hazırdı­
far.
Utajima-maru'da telsiz gereci yoktu , pusulaya
göre yol alırdı. Onun için şimdi balıkçı gemisinin tel­
sizi, tayfunun gelişmesiyle ilgili haberleri onlara da
ulaştırıyordu.
Gece inince, balıkçı gemisi güverteye dört kişi­
lik bir vardiya koydu. Utajima-maru'nun süvarisi
de, güverte vardiyası için üç kişi seçti. Bu adamla­
rın görevi, halatları aralıksız göz altında bulundur­
maktı, içlerinden biri kopahilirdi de, ondan .

Bütün gemidekiler, şamandıra belki de deniz


dibine sağlam demirlenmemiştir korkusu içindeydi-
.

ler, ama halatlardan birinin kopması ihtimali daha


d a büyüktü.
Vardiyadakiler, rüzgar ve dalgalarla savaşıp ha­
l atları tuzlu suyla ıslatırken, kendilerini büyük teh ..
likeye atmış oluyorlardı. Rüzgarın halatları fazla
kurutınası halinde halatların birbirine sürtünerek
kapacağından korkuyorlardı.
Akşam saat dokuza doğru, iki gemi saatte dok­
san kilometre hızla esen bir fırtınaya yakalandı.
Geceyarısından bir saat önce, Shinji, Yasuo, bir
de gençten bir gemici, vardiyaya geçtiler. Daha gü­
verteye çıkar çıkmaz, geminin küpeşte parmaklıkla­
rına savruldular. Fırtına yanaklarını iğneler gibi
kamçılıyordu.

155
Önlerinde bir duvar gibi yükselen güvertede
ayak üstü durmak başarılacak şey değildi. Gemideki
bütün tahta kaplamalar gacırdayıp ç atırdıyordu. Li­
n1 andaki dalgalar henüz güverteyi basacak yüksek­
likte değildiler, ne var ki, rüzgarın s avurduğu kö­
pükler ince sis haline girip görüşlerini daraltıyordu.
Güvertede dikkatli dikkatli sürünüp, sonunda üçü
birden geminin burnuna vardı lar. Gemiyi şamandı­
raya bağlayan iki halatın geçirilmiş olduğu babaya
sarıldılar.
Aşağı yukarı yirmi beş metre kadar ötede, be­
yaz boyası karanlıkta şöyle böyle parıldayan şaman­
dı rayı belli belirsiz gördüler. Halatlar gacırdıyor,
haykırıyorlarmiş gibi sesler çıkarıyorlardı. Kuvvetli
bir bora yüklenip de gemiyi havalara kaldırınca, şa­
mandıra dalgalann karanlığı içine gömülüyor, gide­
rek küçülüyormuş gibi oluyordu.

Babaya sıkı sıkı sarılmış olan üç kişi birbirinin


yüzüne bakıyor, ama hiç konuşmuyorlardı. Kafalan­
nı aralıksız kırbaçlayan tuzlu sular, üçünü de göz­
lerini açık tutmaktan hemen hemen yoksun bırakı­
yordu. İşin garibi, rüzgarın uğultulu saldırıları ile
denizin kükremesi , çevrelerindeki gecenin enginliği­
ne şaşılacak bir sükunet h avası veriyordu .
Üçünün görevi, Utajima-maru'yu şamandıraya
bağlayan halatları gözetmekti. Adamakıllı gerilen
halatlar, fırtınanın kudurmuşluğu içinde ne var ne
yok her şey bir o yana bir bu yana salianıp durur­
ken, bu tablonun biricik değişmez ve düz hattı ola­
rak kalıyordu. Bütün bunlara gözlerini diktikleri sı­
rada, içlerinde güvene benzer bir duygu kökleşmek­
teydi.
Ara sıra rüzgar birden kesilecekmiş gibi olu-

156
yor, ne var ki, böyle anlar üç gencin içine daha fazla
korku salıyordu. Hemen bunun üzerine, fırtına bü-

tün ağırlığıyla çatırdayarak üzerlerine çöküyor, ha-


vayı korkunç bir gürültüyle baskısı altına alıyordu.
Üç genç, seslerini çıkarmaksızın halatların başında
nöbet tutuyorlardı. Halatların hiç durmadan kulak
yırtan gacırtıları nerdeyse fırtınanın kükremesini
bastıracaktı .
<<Şuraya bakın . >> diye bağırdı Shinji hafif
. .

bir sesle.
Babaya sarılı halatların birinde felaket doğura·
-cak bir gacırtı baş göstermişti. Halat biraz yana ka­
yıyormuş gibi görünüyordu. Baba, üçünün tam göz­
lerinin önündeydi. Halatların babaya sarılışında
önemsiz gibi görünen, ama korkulacak bir değişik­
lik meydana gelmişti.
Tam bu sırada, karanlıktan bir halat h1z1a fır­
layıp bir kırbaç gibi vınlayarak üzerlerinden geçti,
şakırdayarak babaya çarptı. Bereket tam zamanın·
da kaçınmışlardı , yoksa etlerini kemiklerinden ayı­
racak kadar güçlü olan kopuk halat, az kalsın çar­
pacaktı. Bir ölüm dirim savaşına girmiş canlı bir
yaratıkmış gibi, şakırtılı sesler çıkaran halat, gece­
nin karanlığında güvertede eğriJip bükülüyordu. Ne­
den sonra b ir yarım çember şekline girip, sakinleşti.
Artık durumu kavramış o1an üç genç sapsarı
kesildiler. Demek gemiyi şamandı raya bağlayan dört
halattan biri çözülmüştü. Bir az sonra öbür üç ha­
latın da kopmayacağını kim garanti ed ebilirdi ?
«Kaptana haber verelim», diyen Yasuo, ba·
bayı bıraktı. İki büklüm, eğilip kalkarak, saHana­
rak, öteye beriye tutuna tutuna ilerleyerek, kaptan
köprüsüne kadar gitti, durumu kaptana bildirdi.

157
lriyarı bir adam olan kaptan, kılı kıpırdamak­
sızın durdu, ya da hiç değilse korktuğunu göster­
medi.
« Öyleyse bir cankurtaran halatı atmamız
şart. Tayfun gece saat birde en yüksek noktasına
ulaştı, onun için artık tehlike yok, bir cankurtaran
halatı atabiliriz. Içinizden biri şamandıraya kadar
yüzüp halatı bağlasın. ; . »
Kaptan, kumandayı kaptan köprüsündeki ikinci
serdümene bırakıp, birinci serdümenle Yasuo'yu iz­
ledi� geminin burnuna kadar gitti. Bir pirinç köfte­
sini sürükleyen fareler gibi, cankurtaran halatı ile
yeni bir bağ ipini arkalarından çekiyor, aynı zaman­
da da adım adım, kaptan köprüsünden geminin bur­
nundaki babaya giden yol u, canları dişlerine takılı,
alınağa çalışıyorlardı.
Shinji ile öteki genç gemici, soran gözlerle
adamlara bakıyorlardı . Kaptan onlara doğru eğilip
yüksek sesle bağırdı :
<<De lika nlıla r, bu cankurtaran hal atıy le şa­
mandıraya kadar yüzmeyi han gini z göze alıy or ?»
Ses sizl ik. Güverte üze rind en geçen, sad ece rüz­
garın ıslığı . . .
- << İçinizde yürekli biri yok mu ?» diye bağırdı
Kaptan yeniden.
Yasuo'nun dudakları titriyordu. Kafasını omuz­
larının arasına çekmişti.
«Be n yüzerim » , diye bağ ıran Shin ji'ni n ne­
şeli sesi duyuldu bird en. Bu cüm leyi söyl ediğ i sıra ­
da, beyaz, güzel dişl eri kar anlı kta par ılda mış , gü­
lümsediği görülmüştü.
- «Peki öyleyse, hadi bakalım.»
Shinji ayağa kalktı. Hanidir yerlerde çömelip

158
kalmış olmaktan ötürü utanç duyuyordu. Gecenin
karanlık derinliklerinden üzerine yüklenen rüzgar
bütün ağırlığıyle vücuduna abanıyordu. Ne var ki,
Shinji küçük balıkçı teknesinde de kötü havalarla
karşılaşmıştı zaman zaman. Ayaklarının üzerinde
�sapasağlam duruyordu. Altında yükselip alçalmakta
ülan güverte, Shinji'ye, dengesini az buçuk yitirmiş
.b ir kara parçası gibi geliyordu.
Kulak kabarttı.
Tepesinde tayfun kıyameti koparıyordu. Yağ­
murluğunun altında ter, küçük dereler halinde üze...
·rinden akıp gidiyordu. Göğsüyle sırtı sırılsıklamdı.
Yağmurluğunu çıkartıp bir kenara fırlattı. Şimdi
beyaz gömleğinin içindeki vücudu, çıplak ayakları
karanlıkta parlamaktaydı.
Kaptanın emri üzerine dört kişi cankurtaran ha­
latının bir ucunu babaya bağladılar, öbür ucuna da
bağ ipini düğümlediler. Fırtına altında iş çok yavaş
yürüyordu.
Halatlar sağlama alındıktan sonra, Kaptan
Shinji 'ye bağ ipinin serbest ucunu verip, kulağına
seslendi :
- <<Bunu beline bağlayıp beraber yüz . . . Şaman­
· dıraya varınca, cankurtaran halatını çekip bağlar­
sın.»
Shinji bağ ipini kemerinin üzerinden iki kere
vücuduna doladı. Sonra, geminin burnuna iyice yak­
laşıp aşağıdaki denize baktı. Aşağıda, geminin bur­
nuna çarpıp çatıayan dalgalarla köpüklerin altında,
d ansediyormuş gibi dönüp durmakta olan kapkara,
göze görünmeyen bir deniz vardı. Bu denizin, ne ol­
duğu anlaşı lmaz, salt tehlikeli b1r tutkuya boyun
-eğiyormuş gibi görünen hareketleri tamamen dü-

159
zensizdi. Yuvarlanarak yaklaşan her dalganın, yük­
selmesiyle gerilemesi bir oluyor, sonra, döne döne
dibe doğru inen bir girdap haline giriyordu.
Shinji, gemicilerin karnarasında asılı ceketinin
cebindeki Hatane 'nin resmini düşündü. Ama hemen
ardından, rüzgar bu düşünceyi kafasından silip gö­
türdü. Shinji, geminin burnundan aşağı atladı.
Şamandıra aşağı yukarı gemiden yirmi beş met­
re kadar uzaktaydı. Shinji'nin kolları, kendi yaşıt­
larıyla baş edebilecek kadar güçlü, kendisi de Utaji­
ma'nın çevresini beş kere dolaşabilecek kadar iyi
bir yüzücü olmakla beraber, gücü bu yirmi beş met­
reyi yüzrneğe yetecek gibi görünmüyordu.
Genç balıkçının kollarında uğursuz bir baskı
vardı. Kolları göze görünmez bir sopayla dövülü­
yormuş gibiydi. Kendisine dalgalar arasından yol
açınağa uğraşırken bu durumdaydı. Vücudü dalgalar
tarafından öteye beriye atılıyor, suyun gücüne karşı
koymaya, onunla güreşmeye uğraşırken, bütün ça­
bası boşa gidiyordu.
Sık sık, şamandırayı yakalayacak kadar yak­
laştığını sanıyor, ama bir dalga vadisinin ortasında
ortaya çıktığının her seferinde, ve yeniden bakınca,
şamandıra kendisine yine eskisi gibi uzakta görü­
nüyordu.
Genç balıkçı, bütün gücünü kullanarak yüzüyor,
suyun direncini santim be santim ancak zorlayabili­
yordu. Bir matkap sert bir kayada kendine yol aç­
mağa uğraşıyorrlu sanki.
Eli şamandıraya ilk değdiği sırada, şamandıra
hemen kaydı elinden, sular onu yeniden geri çekti.
Ama bir süre sonra, elverişli bir dalga onu yeniden
ileri fırlattı. Göğsünden şamandıraya çarpacakmış

160
gibi olduğu sırada, dalga Shinji'yi h afif bir s alian­
tıyle yukarı kaldırıp şamandıranın üzerine oturttu.
Shinji, derin bir soluk aldı. Rüzgarın, ağzına
burnuna doldurduğu havadan neredeyse boğulacaktı�
Bir an için soluk alamayacakmiş gibi olunca, üzeri­
ne aldığı görevi bile unuttu.
Şamandıra, kapkara deniz tarafından yukarı
aşağı itilip duruyor, dalgalar hiç ara vermeksizin
çarpıp çarpıp köpüğe boğuyorlardı.
Fırtınaya kapılıp sürüklenmesin diye, Shinji
yüzünü şamandıranın altına dayadı, vücuduna sa­
rılmış olan halatı çözrneğe koyuldu. Düğüm ısianmış
olduğu için çok zor çözülüyordu.
Bu işi başardıktan sonra, bağ ipini çekrneğe
başladı. Bu arada dönüp, gemiye bir baktı. Burun­
daki babaya sarılmış dört adamın gölgelerini görü­
yordu. Balıkçı gemisinin başüstünde, vardiyada olan
adamlar da gözlerini ona dikmişlerdi. Bütün bunlar
olsa olsa yirmi beş metre uzakta olmakla beraber,
gözüne çok uzak göründü. Birbirine bağlı duran ge­
milerin gölgeleri yan yana havalara yükseliyor, son­
ra yeniden, dalgalara gömülüyordu.
İnce bağ ipinin rüzgara karşı çok zayıf bir di­
renci vardı. Bundan ötürü oldukça kolay geliyordu,
ne var ki sonuna doğru Shinji bir ağırlıktır duydu.
Şimdi asılıp çektiği, on iki santimetrelik cankurta­
ran halatıydı .
Rüzgar bütün gücüyle cankurtaran halatına
karşı koyuyordu ama, sonunda Shinji bir ucunu ya..
kalarn ayı başardı. HaJat öylesine kalındı ki, kocaman
elleriyle bile tamıtamına saramıyordu.
Shinji umutsuzluk içinde uğraşıp duruyordu.
Halatı daha kolay çekmek için en iyisi ayaklarını
da kullanmaktı, ama fırtına göz açtırmıyordu. Bü-

161 F/11
· tüıı gücünü halata harcayınca, denizin dibine çekil­
memek içın dikkat etmesi gerekiyordu. Suya batmış
vücudu ateş nöbetiyle yanıyar gibiydi, yanakları ya­
nıyordu, kan şakaklarında zonklayıp durmaktaydı.
Neden sonra cankurtaran halatını şamandıraya
bir kere dalarnayı başardı, ondan sonra da iş kolay­
laştı artı k. Halat bir tür dayanak olmuştu ona, şim­
di vücudunun bütün ağırlığıyle halata abanabiliyor-
du.
Halatı şamandıraya bir daha dolayıp dikkatle
sağlama aldı . Sonra, çabasının başarılı olduğunu
göstermek için, gemiye el salladı.
Gemideki dört adamın, selamına nasıl karşılık
verdiklerini iyice gördü. Bir an içinde, ne kadar yor­
gun olduğunu unutuverdi. Yaradılışındaki yaşama
sevinci yeniden dirildi, il ikierinde taze güç dolaştı.
Yüzünü fırtınadan ters dönüp derin bir soluk aldı
ve geriye yüzrnek üzere yeniden dalgalara atıldı.
Adamlar güverteden bir halat atıp Shinji'yi yu­
karı çektiler. Genç balıkçı, güverteye çıkar çıkmaz,
kaptan kocaman eliyle omuzuna bir şaplak indirdi.
Shinji öyle halsizdi ki, neredeyse bayılacaktı, ne var
k i , erkekçe gücü yine ayakta tuttu onu.
Kaptanın emri üzerine Yasuo, vardiyası olma­
yan iki gemicinin kurutuncaya kadar ovdukları
Shinji'yi gemiciler kamarasına götürdü. Ranzasına
uzanır uzanmaz, derin bir uykuya daldı Shinji. Fır­
tına kükrese de, kudursa da, Shinji'yi derin uyku­
sundan uyandıramazdı.
Ertesi sabah gözlerini açtığında, güneş ışınları
yastığına düşmekteydi. Yuvarlak lumbozdan dışarı
bakınca, çoğu zaman tayfunun ardından izleyen kris­
tal aydınlığında mavi bir gök, tropikal güneşinin
altında çıplak tepeler ve dümdüz bir deniz üzerinde
de ışıltılı suyu gördü.
162
ON BEŞİNCi BÖLÜM
Umulduğundan ancak bir kaç gün sonra, Uta­
jima-maru Kobe'ye dönebildL Ağustos'un ortaların­
dan önce, Fener Alayı Bayramı'nda orada bulunmak.
isteyen kaptan, Yasuo ve Shinji'nin adaya vardıkları
sırada bayram eğlenceleri çoktan sona ermiştL Ka­
mikaze-maru yolcu gemisinde, adada en son olup
bitenleri öğrendiler. Fener Alayı Bayramı'ndan bir
,
kaç gün önce, Beş-Mil-Körfezi nde koca bir deniz·
kaplumbağası karaya vurmuş, hemen öldürülmüştü.
İçinden çıkan bir sepet dolusu yumurta, tanesi iki
yen'e satılmıştı.
Shinji, önce Tanrılara şükran borcunu ödemek
üzere, Yashiro Tapınağına gitti. Hemen ardından da
Jukichi tarafından öğle yemeğine buyur edildi. As­
lında içki ile başı pek hoş olmayan Shinji, birbirinin
ardından, saki çanaklarını boşaltınağa koyuldu.
İki gün sonra, Jukichi ile yeniden balığa çıktı.
Shinji yaptığı seferle ilgili iyi kötü hiç bir şey an ­
latmamıştı am � Jukichi bütün ayrıntıları kaptandan
öğrenmişti.
- cİşinin ehli olduğunu ortaya koymuşsun. »
- «Yok canım . » Biraz kızaran Shinji, ne söy-
. .

leyeceğini bilemedi. Onu tanımayanlar, şu sıradaki


davranışına bakarak, son bir iki ay içinde hiç bir
şey yapmayıp, pineklediğini sanırlardı.
Jukichi bir süre sustu. Sonra, hiç bir şeyden
haberi yokmuşçasına sordu :
- «Teru amcadan bir haber aldın mı ?»
- «Hayır.»
- eYaa . . . »
Hiç biri kalkıp da Hatsue'nin adını anmadı, ama
Shinji bundan ötürü üzülmüş de değildi. Tekne, ya-

163
::ıın en sıcak günlerinde sert denizde bocalarken,
.Shinji her zamanki işinin başına geçti. Eli, üzerine
tıpatıp uyan bir giysi kadar yatkındı işine. Kafa­
.sının içinde üzüntüye yer yoktu.
Bu kendine özgü kendi kendisine yeterlik duy-
gusu, bütün gün boyu sürdü. Karanlık basarken,
açık denizde süzülüp gitmekte olan bir gemi gözüne
ilişti. Geminin bu seferki geç işi, Shinji'nin içinde,
'€ Ski günlerdekinden çok farklı bir duygu uyandırdı,
yepyeni bir d uyguydu bu . . .
«Bu geminin nereye gitmek üzere yola çıktığı­
nı bil iyorum ben» diye düşündü. cO gemideki haya­
tın ne mene bir şey olduğunu, beraberinde nasıl güç­
lük ve dert getirdiğini de biliyorum. Bu gemi üzeri­
ne bilmediğim yok.»
Bu beyaz gemi, artık Shinji için bil inmez bir
dünyanın çağrısı değildi. Ne var ki, ileri yazın ka­
raran bir gününde uzun dumanını savurarak ilerle­
yen bu beyaz gemi, eskiden görüp de tanımadığı ge­
minin uyandırdığından daha büyük bir heyecan
uyandırıyordu içinde. Son bir kuvvet denemesiyle
·çekmiş olduğu cankurtaran halatının ağırlığını elle­
rinde yeniden duydu. Bir kereliğine de olsa, eskiden
sadece uzaktan gözlediği o ne olduğu bilinmez dün­
yaya, bu kuvvetli ellerle gerçekten dokunmuştu.
Şimdi ona öyle geliyordu ki, ellerini şöyle bir uzata­
cak olsa, uzaktaki şu beyaz gemiye dokunmuş ola­
cak.
Çocuksu bir içtepiye uyarak, kaba eklemli beş
parmağını, doğaya, üzerinde daha şimdiden akşam
bulutlarının toplanmaya durduğu açık denize uzat­
tı . . .

Yaz tatili çoktan yarıyı bulmuştu, ama Chiyo­


ko henüz evine dönmemişti. Fener bekçisi ile kan-

164
sı, her Tanrının günü kızlarının gelmesini bekliyor­
lardı. Anne dokunaklı bir de mektup yazmıştı ama,
karşılık gelmemi§ti mektuba. Yeniden yazdı . On gün
sonra soğuk bir haber aldı. Chiyoko, bir neden gös­
termek3izin, bu tatil adaya gelmeyeceği haberini ve­
riyordu.
Annesi , kızının kalbini yumuşatmak amacıyle
.son bir çareye başvurup, Chiyoko'ya on sayfalık ace­
le bir mektup gönderdi , özlem içinde olduğundan söz
.açıp, Chiyoko'dan eve gelmesini diledi.
Tatilin bitmesine birkaç gün kalmış, Shinji'nin ·
seferden dönüşü üzerinden bir hafta geçmişti ki,
karşılık geldi. B u mektuptaki hiç beklenmedik ha­
ber, anneyi şaşkına döndürdü.
Chiyoko mektubunda, fırtına günü Shinji ile
Hatsue'nin taş merdivenden indiklerini nasıl gördü­
ğünü, sonra, Yasuo'ya haber verip onları nasıl güç
bir duruma soktuğunu, anlatıyordu. Chiyoko, o gün­
den beri suçluluk duygusuyle kıvrandığını, bundan
ötürü, Shinji i le Hatsue birleşip mutluluğa kavuşma­
dıkça, adaya dönemiyeceğini yazıyordu. Annesi ara­
bulucu rolünü oynamalı, Terukichi 'yi bu evliliğe razı
etmeliydi. Adaya dönmesinin koşulu işte buydu.
Bu umutsuz, üzüntülü dileği içeren mektup, an­
nenin iyilik dolu yüreğini korkudan dondurmuştu.
Ş imdi gereken adımı atmayacak olursa> kızının, çek ..
tiği vicdan azabına dayapamayıp kendini öldürmesi
tehlikesi baş gösterebilirdi. Okumuş olduğu bir sürü
kitapta, genç, evlenme çağındaki kızların, tıpkl böy­
le önemsiz nedenlerden ötürü, canlarına kıydıklan
trajik olaylara rastlarlığını hatırlıyordu.
Mektubu kocasına göstermek istemed i. Kızının
eve dönebileceği kadar çabuk dönmesi iGin bir şey­
ler yapmasının artık bir giin meselesi olduğunu dü-

165
şünüyordu.
En iyi kıyafetini, beyaz basma entarisini sırtı-
na geçirince, bir yüksek derecel i kız okulunda öğret­
menmiş de, güç bir sorunu görüşmek üzere, bir kız
öğrencinin ana babasını aramaya gidiyormuş gibi
geldi kendi kendisine.
Köye inen yoldaki evlerin önlerine, üzerlerinde
susam, barbunya, fasulye, soya fasulyesi kurutulan
ot yaygı lar serilmişti. Son yaz güneşiyle olgunlaşma­
ya durmuş yeşil susam tohumları , yeni boyanmış
yaygıların üzerine gölgeler atıyordu.
Buradan deniz tabak gibi görünürdü. Bu gün
dalgalar yükselmiyordu.
Chiyoko'nun annesi, köyün anayolunu meydana
getiren beton basamaklan inerken, beyaz sandalla­
rının topukları taşların üzerinde hafiften takırda­
rn aktaydı. Şu sırada, neşeli kahkahalar arasında dö­
vülen ıslak çamaşırlardan çıkan gürültüyü de duyu­
yordu.
Daha da yaklaşınca, yol kenarından geçen dere
kıyısında altı yedi kadının çamaşır yıkadığını gör­
dü. Shinji'nin anası da aralarındaydı.
Fener Alayı Bayramı geçtikten sonra, bundan
böyle ara sıra, o d a ancak yemeklik yosun için dal­
dıklarından, dalgıç kadınların vakti oluyordu. Onun
içindir ki şimdi hepsi , toplayabildikleri bütün kirli
çamaşırları önlerine koymuşlar, esaslı bir temizliğe·
girişmişlerdi. Bu arada hemen hiç sabun kullanmı­
yor, kirli çamaşırları dümdüz taşların üzerine yayıp,
ayaklarıyle üzerlerinde tepiniyorlardı.
- «Hayrola hanım kadın, ne tarafa böyle ? »
Kadınlar onu böyle selamlayıp, önünde saygıyle·
eğiliyorlardı. Yukarı sıyrılmış entarilerinin altında,
sudan çıkan ışığın yansıdığı esmer baldırları görü--

166
nüyordu.
- «Şöyle Terukichi Miyata'ya bir ugrayayım
....

.dedim de . . . »
Bu karşılığı henüz vermişti k i , burada Shinji'nin
.anasına rastlamasına rağmen ona hiç bir şey açmak­
sızın oğlunun nişanı için uğraşmanın çok garip ola ...
-cağı aklına geldi. Onun için, geri döndü, dik, kay­
gan, yosunlu basamakları inmeğe koyuldu. Ayağın­
daki sandallar aşağı inmesini daha da güçleştiriyor­
·du. Onun için sırtını dereye çevirip, ara sıra arkası­
na bir göz atarak, taş basamaklarda kendini ikide
bir sağlama almayı da ihmal etmeyerek, yavaş ya­
vaş iıımeyi sürdürdü. Derenin ortasındaki kadınlar­
dan biri, yardım için elini uzattı.
Fener bekçisinin karısı kıyıya ulaşınca sandal ..
larını ayaklarından çıkardı, derenin içinde yürüme ..
ğe başladı.
Karşı yakadaki kadınlar durmuş, kadının bu gö­
zü pek davranışını hayretle izliyorlardı.
Shinji'nin anasını kolundan tutup, oradakilerin
duyabilecekleri bir sesle fısıldayarak, özel bir görüş­
me denemesine girişti beceriksizce.
«Belki de burası uygun bir yer değil ama,
Shinji-san ile Hatsue-san arasındaki ilişkinin ne ol­
duğunu soracaktım sana . >>
Bu şaşırtıcı soru karşısında gözlerini yusyuvar-
lak açan Shinj! 'nin anası, karşılık vermedi.
- «Shinji-san, Hatsue-san'ı seviyor değil m i ?»
- «Evet, ama . . . »
- « Evet ama, Terukichi-san karşı koyuyor, de-
ğil m i ?»
- «Evet, isi n kötü tarafı da bu, ama

. . . »

- «Peki Hatsue-san ne düşünüyor bu konuda ?>>


Artık bütün konuşulanları duyan öbür dalgı�

167
kadınlar da işe karışmakta gecikmediler. Gezgin sa­
tıcı yarışınayı yapalı beri, o günden bu yana, Hat­
sue'nin adı geçtikçe, bütün kadınlar kızı tutuyorlar­
dı. Bundan başka, Hatsue'nin ağzından btitlin olan
biteni de duymuşlardı , Terukichi 'ye karşı cephe atı-
yorlardı.
- «Hatsue m i ? O da adamakıllı abayı yakmış
Shinji'ye. Gerçek bu işte. Ama bir göz önüne getir
hele, Teru amcanın niyeti kızı, şu işe yaramaz Yasuo
ile evermek. Böyle saçma şey duydun mu hiç ?»
- « İşin hoş yanı da bu ya aslında . . . )) diyen fe­
ner bekçisinin karısı , bütün kadınlara, bir sınıf do­
lusu öğrenciye bakıyormuş gibi baktı . «Tokyo'daki
kızımdan mektup aldım bugün. N e pahasına olursa
olsun iki gence yardım etmeliymişim diye yazıyor.
Onun için, Terukichi-san'a gidip bir görüşeyim de­
dim. Ama önce Shinji-san'ın anası ne düşünüyor bu
konuda bakayım, onu öğrenmek istiyoru m . »
Shinji'nin anası eğildi, çiğneyerek yıkadığı oğ­
luna ait kirnonoyu kaldırdı. Düşlinecek vakit kazan­
sın diye, kirnonoyu yavaş yavaş sıkmağa başladL
Sonra, fener bekçisinin karısına dönüp, önünde eğil­
di.
- «Teşekkür ederim, sen nasıl istersen öyle ol­
sun.» dedi.
Aynı anda d a diğer kadınlar arasında, yardıma

hazır olduklarını belirten bir dalgalanma oldu. Bir


ırmak kıyısındaki su kuşları gibi bir araya toplanıp,
gürültülü bir konuşmaya daldılar. Köyün bütün ka­
dınları adına elçi olarak Terukichi'ye giderlerse iyi
bir etki yapacaklan kanısına vardılar. Fener bekçi­
sinin karısı bunu kabul ettiğini açıklayınca, kadın­
l ardan beşi çamaşırlarını b i r acele topladılar. Teru­
kichi'nin evine giden sokağın başında buluşacaklar-

168
dı. Shinji'nin anası onlara katılmadı.

Fener bekçisinin karısı, evin loş girişinde duru­


yordu.
�Günaydın . . . » , diye seslendi henüz gençlik ta­
şan güçlü sesiyle.
Bir karşılık çıkmadı.
Ö bür beş kadın k�pımn önünde kalmışlardı. Gü­
neş yanığı yüzlerini, kaktüs yaprakları gibi ileri
uzatmışlar, heyecandan parıldayan gözlerini içerde­
k ı karanlığa dikmişlerdi.
Fener bekçisinin karısı bir daha bağırdı. Sesi
P.\'"in i çinde yankılandı.
Biraz sonra, gıcırdayan merdivende Terukichi
göründü. Sırtında ev kimonosu vardı. Görünüşe ba­
kılırsa Hatsue evde değildi.
- «Hayrola Bayan Fener Bekçis i . . . » , diye ınırıl ­
clandı Terukichi. Koca vücuduyle kapının eşiğinde
durup kalmıştı.
Bu eve gelen çoğu ziyaretçiler, birdenbire kar­
şılarında yaşlı adamın pek de davetkar olmayan
bakışlarım, k abarık beyaz yelesini görünce, kaçma­
nın yolunu ararlarclı. Eski bayan öğretmen de ürktü
biraz ama, cesaretini hemen toplayıp konuşmayı
sürdürdü :
- «Bir şey görüşmek istiyordum.»
- <l Öyle mi ? İçeri gel öyleyse.:.
Terukichi dönüp yeniden çıktı merdiveni. Kadın
onu izleyince, öbür beş kadın da parmaklarının ucu­
na basarak ardından içeri süzüldüler.
Terukichi, fener bekçisinin karısını birinci kat­
taki oturma odasına götürdü, kendi de öyle pek üze­
rinde durmıyarak odanın saygı köşesindeki yerine
kuruldu. Bu arada ziyaretçilerin sayısının altıya
yükselmesinden pek şaşırmışa benzemiyordu. Konuk-

169
ları hiç görmüyormuş gibi yapıp, açık pencereden
dışarı baktı. Elleri, Toba'daki bir şekerleme dükka­
nının reklam armağanı olan güzel bir kadın resrrdy­
le oynamaktaydı. ·

Pencerelerden bakıldı mı, adanın limanı görü­


nürdü. Rıhtımda tek bir gemi, sendikanın teknesi, .
duruyordu. Uzaklarda, Ise Körfezinin üzerinden yaz
bulutları geçmekteydi.
Güneş ışığı dışarıda öylesine aydınlıktı ki, oda.
karJ.nlık görünüyordu. Oturma köşesinin duvarında,
özellikle iyi bir hattat olan Mie- İli'nin, bir önceki i l
başkanının yazmış olduğu bir yazma asılıydı. Onun
altında da, bir horoz ile tavuklarını gösteren süslü
bır tahta işi oyma görünüyordu. Hayvanların vücu­
du bir ağacın hudaklı kökünden, kuyruklan ve ibik­
leri ise ince dallardan· oyulmuştu.
Fener bekçisinin karısı, çıplak tahta masanın
ta�ına geçip oturdu. Cesaretleri çoktan kırılmış oLan
öbür beş dalgıç kadın da, kimono defilesine çıkmış­
lar gibi, girişteki bambu perdenin önünde, korkulu
ve çekingen, oturuyorlardı.
Terukichi hala susup pencereden bakmaktaydı.
Hepsinin üzerine bir yaz ikindisinin ezici sessiz­
l iği sinmişti. Duyulan sadece , odada dolaşıp duran
büyük sinekierin vızıltısıydı.
Fener bekçisinin karısı, alnındaki teri bir kaç
kerP sildi. Ama sonunda ağzını açıp konuşmağa ko­
yuldu :
- «Evet, seninle görüşmek istediğim şey, senin
I-Iatsue-san ve Kubo ailesinden Shinji-san ile ilgili.»
Terukichi hala pencereden dışarı bakmaktaydt.
Uzun süren bir aradan sonra, sert bir sesle sordu :
- �Hatsue ile Shinji m i ?»
- «Evet.»

170
Şimdi, Terukichi yüzünü ilk defadır ki, kadın­
dan yana döndürüyordu. Konu§mağa koyulduğu sı­
rada yüzünde en ufak bir gülümseme bile yoktu.
- <<Benimle görüşmek istediğin sadece buysa . . .

ou sorun çoktan çözümlendi. Shinji'yi Hatsue , ye eş


·oia·rak kabul edeceğim.»
Kadınlar heyecanla yerlerinden sıçradılar. Bir
su bendi parçalanmıştı sanki. Ne var ki Terukichi,
sözlerinin kadınları nasıl etkilediğine hiç aldırmak­
sızın, sakin sakin konuşmayı sürdürdü.
- «Ama çocuk daha çok genç, onun için önce,
bir süre nişanlı kalmalarına karar verd im. Shinji
uygun yaşa basınca düğün yapılacak. Duyduğuma
göre, anasının hali vakti pek yerinde değilmiş. Onun
için, Shinji'nin anası ile kardeşini yanıma almağ,.
ııJ yetliyim, ya d a daha işlerine geliyorsa, her ay bir
miktar para yardımına hazırım. Ne var ki şu ana ka
dar bu konuda hiç kimse ile konuşmuş değilim. Ön­
ce çok kızmıştım bu işe. Ama Hatsue'ye Shinji'yi
görmeyi yasaklayınca. bit: de baktım ki kız çok üzül­
dü. Böyle sürüp gitmeyeceğini anladım. O zaman bir
plan tasarladım. Shinji ile Yasuo'yu gemime aldım.
Kaptana da, her ikisini deneyip hangisinin daha ye­
tenekli olduğunu anlamasını söyledim. Kaptan gizli
gizli Jukichi'ye aniatacaktı kurduğum plan1 . Juki­
chi'nin şu ana kadar çocuğa bundan söz açtığını san­
mam. Kısacası, kaptan Shinji'yi öyle beğenmi� ki,
Hatsue için daha iyi bir eş bulamıyacağımı söyledi
bana. Shinji de Okinawa'da işinin ehli olduğunu or­
taya koyunca, fikir değiştirip, kızımla P;Vlenmesine
karar verdim. Ö nemli olan biricik şey . . . »
Terukichi bu sırada sesini yükseltti . Sözleri
odada yüce, haşmetli bir ses çıkarıyordu :
« Önemli olan biricik şey, bir erkeğin sahip ol-

171
duğu kudrettir. Bu kudrete sahipse, o zaman tam bir
erkek sayılır. Bizlere, bu Uta-jima'da böyle erkekler
gerek. Soysop, servet ikinci derecede şeylerdir. Sen­
ce de öyle değil mi Bayan Fener Bekçisi ? Shinji'ye
gelince, başarılı bir adam olduğunu göstermiştir.»

ON ALTINCI BÖLÜM

Shinji artık açıktan açığa ve bir engelle karşı­


laşmaksızın, Miyata'ların evine gelebilirdi. Balıktan
döndüğü bir akşam, kapının önünde durup Hatsue'ye
seslendi. Ayağında yeni yıkanmış bir pantolon, sır­
tında da, yeni, beyaz bir spor gömlek vardı. Her ik �
elinde birer tuzlu su sazanı tutuyordu.
Hatsue çoktan beklemekteydi Shinji'yi. Birlikte
Yashiro Tapınağına çıkacaklar, sonra d a fener ku­
lesine kadar uzanıp nişan haberini verecekler, dua
edeceklerdi.
Hatsue'nin loş sofada birdenbire görünen vücu­
du ışık gibiydi. Beyaz fon üzerinde büyük Asagao
çiçekli, açık renk, yazlık bir kimono vardı sırtında.
Gezgin satıcıdan aldığı kumaştan yapmıştı bunu.
Karanlıkta bembeyaz, taze bir ışıltı içindeydi.
Shinji kapıya yaslanmış duruyordu ama. Hat­
sue çıkagelince birden yere baktı, ezmek istediği bir
böcek varını� gibi, ayağım bir ileri bir geri sürttü,
sonra, mı rıldandı :
- «Şu sivrisinekler berbat . . . :.
- «Evet, öyle.»
Yashiro Tapınağına giden taş merdivenl tırman ..
mağa ba�1adılar. tkisi i�in de bir ko�uda yukan tır­
manmak 1Rten değildi ama, öylesine mutlu, öylesine
sevinGliydiler k i , her adımın tadmı cıkarınak ister­
cesine, yavaş yavaş yürüyorlardı. Yüzüncü basam&·

172
ğa varınca, içierini sevinçle dolduran bu yürüyüşü­
bitirmek istemiyorlarmış gibi, çekingen, durdular-.
Shinji, Hatsue'nin elinden tutmağa can atıyordu
ama, yanına aldığı tuzlu su sazanları engeldi buna.
Doğa bile yüzlerine gülümsüyordu sanki. Sen
hasarnağa varınca, arkalarına dönüp Ise Körfezine
baktılar. Gökte sürüyle yıldız ışıldıyordu. Yalnız
Chita Yarımadası yönünde, ufukta alçak bir bulut
kümesi görülüyor, bu bulut kümesinin ardında, za­
man zaman çakan bir şimşeğin ışığı parıldıyordu.
Dalgaların sesi yukardan çok hafif işitiliyordu. De­
niz, uykuya dalmış gibi, rahat ve sakin soluk alı­
yordu.
Çamlık korudan geçip tapınağa gittiler, dua
etmek için bir süre orada kaldılar. Delikanlı, d ine·
bağlılığını gösteren ve kuvvetle yansıyan el çırp-··
masından gurur duydu. Ellerini bir daha vurdu bir­
birine.
Hatsue de başını eğip, dua etmeğe koyuldu. Ki-­
mono yakasının arkasındaki kumaşın beyazhğından­
ötürü, güneş yanığı ensesi daha da esmer görünü­
yordu. Ama bu görünüş öylesine büyülüyordu ki
Shinji 'yi, bütün kız enseleri jçinde en beyaz1nı da
görmüş olsa, böylesine etkilenmezdi.
Şu sırada haklı olarak, kendisine en büyük mut-­
luluğun tanındığını hissediyordu. Ne için dua ettiy-­
se, hepsini vermişti ona Tannlar.
Uzun süre dua ettiler. Tannlann her şeyi önce­
den gördüğünd�n asla şüphe etmemişlerdi. En ufak
olaylarda bile, tannsal iyiliğin bağışlayan kudretini .
görüyorlardı .
Rahibin evi aydınlıktı. Shinji seslenince, rahiP"
pencereyi a�ıp baktı.
Shinji konuşmağa koyuldu ama, söylenmesi ge--

173
reken sözleri kolay kolay bulamadığı için, rahip iki...
s inin ne istediğini önce anlayamadı.
Ama sonra, durumu kavrayınca, Shinji, Tann­
lar için adak olarak, tuzlu su sazanlarından büyüğü..
nü rabibe uzattı. Rahip, denizden gelen bu değerli
armağanı aldı, çok geçmeden, evlenme törenini yö­
neteceğini de anlayıp, ikisine içten gelen sözlerle
mutluluh: diledi.
İ ki genç, m ilırabın ardındaki çamlık korudan
geçip yukarı çıkarken, serin akşam h avasını zevkle
içlerine çekiyorlardı. Güneş artık çoktan batmıştı.
Dört bir yandan cırcır böceklerinin sesleri geliyor­
du. Shinj i 'nin bir eli artık boştu, dikkatle tuttuğu
Hatsue'yi, son, sarp geçitten fener kulesine doğru
geçirdi.
- «Biliyor musun», dedi, cYirmi yaşım a basar
basmaz birinci serdüınen ehliyetini alıyoru m . »
- «Oh, ne güzel olur.»
«Ehliyeti aldım mı, artık evlenebiliriz diye
düşünüyorum.>>
Hatsue karşılık vermeyip, çekingen, gülümsedi.
Kadınlar Yamacı'nı dönüp fener bekçisinin evi­
n jn ışığına yaklaştılar. Shinji, her zamanki gibi
camlı kapının önünde durup içerdekileri selamla1ı .
İçerde, akşam yemeğinin hazırlığıyle uğraşan kadı­
nın gölgesi görünüyordu.
Kadın kapıyı açınca, karanlıkta bekleşen Shinji
ile genç nişanlısının gölgelerini seçti.
- «Üo , dem ek beraber geld iniz . . . >> diye bağırdı
yüksek sesl e. Sh in ii 'nin uza ttııb koc a s azam iki e� iv-·
u -

le yakaladı, sonra eve doğru döndü.


«Baba, Shinji-san geldi, bir d e güzel balık
· getirmiş bize.»
Oturma odasındaki dinlenme köşesinde temb�l

1 74
tembel oturan Fener Bekçisi, ayağa kalkmadan sc�- ­

lend i :
- «Her zamanki gibi desene. Çok teşekkür ede- .
riz. Mutluluk dilekler im de beraber. İçeri girin. İ�·�r:i
gırın.»
• •

- « Ö yle ya, ne olur içeri girin artık», diye ek·


ledi karısı da. <<Hem yarın Chiyoko da geliyor.»
Delikanlı, Chiyoko'nun içinde ne cins duygtJrtr ·

uyandırmış olduğunu bilm iyordu bile, kızın, kend �si


yüzünden uğradığı üzüntüden de haberi yoktu. Onun
için, anasının sözlerine kulak asmadı.
İ k i genç, akşam yemeğini birlikte yemek kor •ı·
sunda, Fener Bekçisi ile karısına uzun süre ısrar et- .

tirip durdular, ama yemekten sonra bir saat daha


kaldılar. Eve dönmeden önce, yaşlı adam fener k u ­
les!ni onlara bir kere daha göstermek teklifinde bu­
lundu.
Fener bekçisi, önce ikisini nöbet odasına götiir·
dü. Kadının, sabah turp diktiği sebze bahçesinin Y�··
nından geçtiler, üzerinde fener kulesinin yükseldiğ!
beton merdivene vardılar. Nöbet odası, denize dirr�·
dik inen kayaların en dışında, kule de az daha geri- ·

deydi.
Kuleden çıkan, ve parlak bir sis sütununu an- ·

dıran ışık, nöbet odasının çatısından geçip sağdan .


sola doğru kayıyordu. Fener bekçisi kapıyı açıp içeri
girdi, elektrik düğmesini çevirdi. Duvarda as1lı gön­
yeleri, üzerinde gemilerin seyir jumalı duran son;
derece düzenli çalışma masasını, pencerelerin önün­
deki üç ayaklı bir sehpanın üzerinde de dürbünü g;ir­
düler.
Fener bekçisi bir pencere açıp dürbünü �evirdi,
Hatsue'nin bakış düzeyine inineeye kadar alc:;altt•
DürbiiDün içinden bir bakıp geri çekilen Hat--

175
sue, kimonosuyla adeseleri silip yeniden baktı. Sonra
birden, heyecanla haykırdı :
- «Aman ne güzel. . »
.

Hatsue, çeşitli yönlerde gördüğü ışık noktaları-


nı belirtti. Shinji de, olağanüstü keskin gözleriyle
bu noktaları dürbünsüz tanımağa çalışıp, hepsini bi..
rer birer Hatsue'ye anlatıyordu.
I-Iatsue, güney doğuda denize serpilmiş sürüylf?
küçük noktayı gösterdi.
«Onlar mı ? Onlar tirolle balık aviayan tek-
nelerin ışıkları. ötelerdeki Aichi yöresinden geliyor--
lar. >>
Açık denizdeki sürüyle ışıktan her birinin, bs.ş-
tan başa yıldızlarla dolu göğün herhangi bir yerin­
de karşıtlan var gibiydi. Tam karşıda, Irako Bur ..
nunun üzerindeki deniz fenerinin ışığı, onun ardı nii·-ı
-da kent ışıkları görünüyordu.
Soldaki Shino Adasının ışıkları ise şöyle böyle
ayırdediliyordu.
Tam solda, en dışta, Chita Yarımadasındaki No­
ma Burnu fener kulesini görebiliyorlardı. Onun sa­
ğında da, Toyohama limanındaki ışıklar parıldıyor­
du. Ve ortadaki kırmızı ışık d a rıhtımdaki fenerdı.
Daha sağda, Oyama'nın tepesinde, uçaklara yol gös·­
termek için konmuş işaret feneri ışıldarnaktaydı.
Hatsue yeniden heyecanla haykırdı. Dürbiinün
görüş alanına koca bir transatiantik girmişti. Gemi
çıplak gözle zor tanınırdı. Ama teleskopla bakılınca.
yolunda gösterişle ilerleyen geminin hali öyle çeki ..
ciydi ki, sıra ile bakan Shinji ile Hatsue, dürbünün
başından ayrılamıyorlardı.
Gemi hem yük, hem de yolcu taşıyan bir genıi
olsa gerekti, Gezinti güvertesinin ardındaki bir sa..
landa, beyaz örtülü masalar ve sürüyle sandalyeyi

176
olduğu gibi görüyorlardı. HenUz hiç kimsenin otuı·­
madığı bomboş bir yemek salonu olsa gerekti. Kar
gibi beyaz duvarlara şaşkın şaşkın bakadururlarke�.
birden sağ taraftan beyaz giyimli bir kamarot çıktı,
pencerelerin ardında yok oldu.
Gemi artık baş tarafı ile kıç tarafındaki yeşil
ışıklarla dürbünün görüş alanından çıkmış, lrako
· Kanalından geçip Pasifik Okyanusu yönünde uz�.k­
laşmıştı .
Bu sefer de, yaşlı adam onları fener kulesine gö­
türdü . ...�lt kattaki elektrik jeneratöründen takırtıh
bir gürültü geliyordu. Havada yağ kokusu vardı . . .
yağ lambaları, yağ bidonları, yağ fıçıları burada du­
rurdu. Daracık bir döner merdiveni tırmanınca, kü ..
çük, yalnız başına bırakılmış daire şeklindeki bir
odada, fener kulesinin tek başına bir hayat yaşayaL
ışık kaynağını fark ettiler.
Pencereden bakınca, sağdan sola doğru=- Irak�
Kanalının karanlık, uğultulu dalgalarını tarayarak
geçen geniş ışık kuşağını gördüler.
Fener kulesinin bekçisi, döner merdivenden yu­
muşak bir hareketle aşağı inip, iki genci yalnız bı­
raktı.
Fener kulesinin tepesindeki küçük, yuvarlak
oda, cilaJı tahta ile döşenmişti. Pirinç mobilya pırıl
pırıldı, kalın cam adeseler beş yüz vatlık bir ampu­
lün çevresinde haşmetle dönüyor, bu ışıit kaynağını,
altmış beş bin mum gücünde bir aydınlığa yükselte­
rek güçlendiriyordu.
Adeselerin, hafif gıcırtılı bir sesle dönmesi, ge­
çen yüzyılda yapılmış bütün fener kulelerinin ayırı­
cı niteliğiydi ve yuvarlak, tahta kaplı duvarlarda bir
sıra sonu gelmeyen, parıldayan ışık şeritleri meyda-

177 F/12
na getiriyordu. Aynı yansımalar, yüzlerini pencere
camına yapıştırmış olan delikanlı ile genç kızı n sırt­
larında da oynaşmaktaydı.
Shinji ile Hatsue öylesine yakın duruyarl ardı
ki, yüzleri nerdeyse birbirine değiyor, her biri, bir
ötekinin yanağındaki alev alev sıcağı duyuyordu.
Dışarıda, tam önlerinde, fenerden çıkan ışık kuşa!�l­
mn hep aynı, geniş, çevresel hareketle taradığı ka-
ranlık vardı.
Aslında düşünrneğe alışkın olmayan Shinji, şu
anda bir kere daha , düsüncelere dalmıştı. Bütün eli-
...

renmelere karşılık bu işi başarmış olmaları ne güzel,


diye düşündü. Burada geçerli olan ahlak kura.i ları
içinde, özgür ve güven dolu bir durumları vardı.
Tanrı da onları kayırmaktan hiç kaçınmamıştı. Evet,
aslında ikisinin mutluluğunu koruyan ve sevgilerini
gerçekleştiren, şu anda karanlığa gömülmüş bu kü..
çlik adaydı.
Hatsue birden Shinji'ye dönüp gülümsedi. K i­
monosunun yeninden küçük, şeftali renginde bir mid­
ye çıkarıp Shinji'ye gösterdi .
- «Bunu h atırlıyor musun?»
- «llatırlıyorum.�
Shinji, güzel, beyaz dişlerini ışıldatar3.k gülüm­
sedi. Sonra, gön1leğinin göğüs cebinden Hatsue'nin
küçük resmini çıkarıp nişanlısına gösterdi.
Hatsue, elini hafifçe üzerinden geçirdiği resmi
Shinji'ye geri verdi. Gözleri gururla parlıyordu.
Shinji'yi koruyan kuvvetin kendi resmi olduğunu
dil'iündU.
Aynı anda genç balıkçı da dÜf1Ünceye daldı.
Onun dü!)ünd,iğü şey ba�kaydı : O gecenin tehlikele­
rini altetmeyi ltendi gücüyle başarmıştı.

178
'

You might also like