Professional Documents
Culture Documents
Yukio Mişima - Dalgaların Sesi
Yukio Mişima - Dalgaların Sesi
•
'
DALGALARlN
SESI
•
HÜRRİYET YAYlNLARI
ÇAGDAŞ YAZARLAR : 2
DALGALARlN SESİ
Yayın Hakkı •
• (Copyright) YUKİO M!Ş!MA ve
HÜRRiYET YAYINLARI
Birinci Baskı : EKİM, 1972
Tiraj : 10.000
Kapak düzeni : FİRUZ AŞKIN
Dizgi - Baskı : DİZERKONCA MATBAASI
Cildiye : ·Aytaç Kırına ve Cilt Atölyesi
,
'
(Şinşoaha Ödülü)
'
Çeviren:
ZEYYAT SELİMOÖLU
6
tarafa doğru giden bir gemi, Irako Kanalından ge
çip, körfezle açık deniz arasındaki kanala serpilmiş
olan sürüyle balıkçı teknesinin arasından kendine
yol açınağa uğraştığı sırada, fener kulesindeki nö
betçi, dürbünle geminin adını kolaylıkla seçebilir.
Bir süre önce, Mitsui Şirketine ait bin dokuz yüz ton
luk «Tokachi-maru» şiiebi dürbünün görüş alanına
girmiş, fener kulesindeki nöbetçi , geminin güverte
sinde ayaklannı uzatıp çene çalmakta olan iki gemi
ciyi tanıyabilmişti. Bunun ardından da «Talisman»
adındaki bir İngil iz şiiebi kanala girmiş, yine fener
bekçisi güvertede halka atarak vakit geçiren gemici
lerin küçücük gölgelerini olduğu gibi seçmişti.
Fener bekçisi kuledeki masasına dönmüş, gemi
jurnalına «giden gelen gemiler» başlığıyla gemilerin
adlarını , flamalarını, seyir yönlerini, seyir zamanını
y,azmış, varma limanlarındaki yükleme boşaltma fir
maları hazırlıklarına başiasınlar diye de telsizle ha
beri kendilerine ulaştırmıştı.
Öğleden sonraydı, batmakta olan güneş Higashi
Dağının ardında kaldığı için fener kulesinin çevrP.si
hanidir gölgelikti. Denizin üstündeki aydınlık gök
yüzünde, bir şahin, daireler çizerek uçuyordu. Ka
natlarını denemek istiyormuş gibi, önce birini, son
r a öbürünü aşağı indirdi; düşüp yere çarpacakmış
gibi olunca yukar1ya doğru süzüldü ve kanatlannı
hareket ettirmeksizin ötelere doğru uzaklaştı .
Güneş tamamen batınca genç bir balıkçı, fener
kulesinin oradan geçen dağ patikasını çabuk çabuk
tırmanmağa başladı. Yaşına göre iri ve kuvvetliydi
ama yüzünden çok genç olduğu anlaşılıyordu. Cildi
güneşten adamakı llı esmerleşmişti. Bütün o adada
oturanlarda görüldüğü gibi, düzgün bir burnu, ka
lın dudakları vardı. Koyu gözlerinde pırıl pırıl bir
bakış vardı, ama bu bir zeka parıltısı değil, ekme
ğini denizden çıkaran bütün insanlara yine denizin
armağan ettiği parıltıydı; yoksa okuldaki çalışması
çok başarısız olmuştu. Genç balıkçı elinde büyükçe
bir dilbalığı tutuyordu. Üzerinde, bütün gün balık
tayken sırtında taşımış olduğu giysi vardı; ölmüş
babasından kalmış bir pantolonla bir de ucuz ka-
zak...
Delikanlı, şu sırada bomboş olan ilkokulun av-
lusundan geçip su değirmeninin yanındaki tepeye
tırmanmağa başladı. Taş merdivenleri tırmanınca,
Yashiro Tapınağının arkasına düştü. Kutsal yerin
bahçesinde ve alaca karanlık içinde, şeftali ağaçların
daki ilk tomurcuklar parıldamaktaydı. Buradan geç
tikten sonra, on dakika sürmüyor, fener kulesine
varılıyordu.
Patika dar olduğu için öylesine tehlikeli ve do
lambaçlıydı ki, şimdiye kadar iizerinden geçmemiş
bir kimse gündüz gözüyle bile dengesini kaybedebi
lirdi. Genç balıkçıya gelince, o gözü kapalı yürü
yebilirdi patikada; ayakları, taşlar ve öteden beri
fışkırmış çam kökleri arasındaki geçidi buluyordu.
Derin düşüncelere dalmış olduğu şu sırada da tek
bir defa olsun tökezlememişti.
Biraz önce gün ışığı sona ererken, genç balık
çının çalıştığı tekne, bağlama limanı olan Uta-Ji
ma'ya dönmüştü. «Taiheu-maru>>, küçük motorlu
bir tek neyd i ; delikanlı, teknenin salıibi ve diğer bir
çocukla birlikte çalışıyordu. Tuttukları balığı li
manda sendikanın teknesine boşaltmış, sonra ken
di teknelerini kıyıya çekmişlerdi. Sonra da genç
balıkçı evinin yolunu tutmuş, yan1na da fener ku
lesine götüreceği dilbalığım almıştı.
Alaca karanlıkta kumsal boyunca yürüdüğü
8
sırada, teknelerini kıyıya çeken balıkçıların sesleri
yükselmekteydi dört bir yandan.
Şimdiye kadar hiç görmediği bir kız gözüne
çarpmıştı orada. Kız, dinleniyormuş gibi, tahta
kızaklardan birinin kenarına yaslanmıştı. Balıkçı
tekneleri bir ırgat aracılığıyle kıyıya çekilirken,
bu tahta kızaklar omurganın .altına sürülüyor, böy
lece tekneler bir biri ardından kolaylıkla bu kızak ..
ların üzerinden kayıyordu. Görünüşe bakılırsa kız
tam o sırada kızakların taşınmasına yardım etmiş
ti ve şjmdi de nefes almak için dinleniyordu.
Alnı terden ıslanmıştı, yanakları al aldı. Batı..
dan kuvvetli, soğuk bir rüzgar esiyordu ama, kız
bu serin rüzgardan hoşlanıyar gibiydi; çalışmaktan
ısınmış yüzünü rüzgarın estiği yöne çevirmişti,
saçları arkaya doğru uıçuşmaktaydı. Sırtında kol ..
suz, vatkalı bir pamuklu ceket, hacaklarında da
bir kadın işçi pantolonu v.a.rdı. Ellerine kirli iş el..
divenleri geçirmişti. Cildinin sağlıklı rengi öbür
kızlarınkinden hiç farklı değildi, ama gözlerinde
garip bir soğukluk vardı, kaşları , neşeli ve içinin
rahat olduğunu gösteriyordu.
Kız gözlerini dikkatle denizin üzerindeki göğe,
kırmızı bir güneş parçasının üstüste yığılmış, ko
yu renkli bulut dağlarının arasından sarktığı Ba
tı 'ya dikmişti.
Delikanlı kızı daha önce görüp görmediğini ha..
tırlayamıyordu. Ne var ki aslında Uta-Jima'da ta..
nımadığı tek bir yüz bile yoktu. İlk bakışta kızı
yabancı sanınıştı ama, kızın üzerindeki giysi bunun
aksini ortaya koyuyordu. Ne var ki böyle tek ba
şına durup denize bakması onu adanın diğer hare
ketli kızlanndan ayıran bir şeydi.
Genç balıkçı, bilerek tam kızın yanından geç ..
9
ti. Ve tıpkı tanımadıkları bir şey karşısında apışıp
ltalan çocuklar gibi, olduğu yerde durup kızın yü
züne bakakaldı.
Genç kız kaşlannı hafiften çattı. Ama çocuğa
hiç bakmayı p gözlerini açık denize dikti durdu . . .
Balıkçı sessiz incelemesini bitirdikten sonra
çabuk çabuk yoluna devam etmişti. Merakını tat
min ettiği için önce belli belirsiz bir hoşnutluk
duymuştu. Ancak çok sonra, fener kulesine giden
dik patikayı tırmandığı sırada, ne kadar küstah ve
kaba davrandığı kafasına dank etti. Sadece bunu
düşünmek bile yanaklarını kızartmağa yetmişti.
Patikanın kenarındaki çam ağaçlannın ara
sından denize baktı. Aşağıdan dalgaların sesi geli
yor, denizin yüzeyi ay'ın henüz çıkmadığı şu sırada
kapkaranlık görünüyordu.
«Kadınlar Yamacı:t> denen vol dönemecine va-
•
lO
Fener bekçisinin karısı kocasıyle görüşmüş,
adam da çok iyi dostu olan okul müdürüne
gitmişti. Bu araya giriş sonunda delikanlı sınavı
başarabilmiş, okulu bitirir bitirmez de balıkçı ol
muştu. O günden beri avladığı balığın bir kısmını
fener kulesine götürmeyi kendine görev bilmişti.
Fener bekçisi ile karısının ufak tefek isteklerini
de yerine getirmeyi Ü7.erine almıştı. Karı koca
candan bir sevgi besliyorl ardı çocuğa ..
Fener bekçisinin evi, fener kulesine giden be
ton bir merdivenin yanındaydı. Evin arkasında kü
çük bir avlu vardı. Genç balıkçı yaklaşınca, mutfa
ğın camlı kapısı ardında kımıldanan kadının göl
gesini gördü. Görünüşe bakılırsa, kadın, akşam ye
meği hazırlıklarıyle meşguldü.
Çocuk dışarda kalıp seslendi. Kadın kapıyı
açtı.
«ÜO, sen misin Shinji-san . . », dedi.
Çocuk hiç konuşmaksızın elindeki dilbalığını
uzattı.
!{adın balığı alıp omuzunun üzerinden arka
sına doğru yüksek sesle bağırdı:
«Baba, Kubo-san bize balık getirmiş.»
E.aşka bir odadan fener bekç isinin neşeli, ıyı-
• •
ll
İKİNCİ BÖLÜM
12
cı kız üzerine bir şeyler söyler diye bekledi. Ne var
k i ağzından tek bir yakınma çıkmadığı gibi, dibi
boş gevezelikten başka bir konuşmaya yelteneceği
de beklenmezdi.
Akşam yemeğinden sonra Shinji ile kardeşi
sokak hamamına gitmişlerdi. Belki burada kız üze
rine bir şeyl�r duyarım diye düşünmüştü Shinji.
Oldukça gecikmiş oldukları için hamam hemen he
men boş, su d a .o ldukça kirliydi. Balıkçılar sendi
kası başkaııı ile posta müdürü bir politika konuş
masına dalmışlardı. Boğuk sesleri tavanda yankı
lanıyordu. İki kardeş, hiç bir şey söylemeksizin se
lam verip kurnadan sıcak su alabilecekleri uzak
bir köşeye çekilmişlerdi.
Shinji ne kadar bekleyip kulak kabartıyorsa
d a adamlar politika konuşmasından ayrılmaYJp kız
üzerine hiç bir şey söylemiyorlard1. Shinji'nin kar
deşi, bu arad:ı yıkanınayı olağanüstü bir hızla bi
tirmiş, dışarı çıkmıştı.
Shinji kendisini izleyip, neden acele ettiğini
sordu. Hiroshi, arkadaşlarıyle öğleden sonra savaş
çılık oynamış olduğunu, oyun sırasında sendika
başkanının oğlunun kafasına tahta kılıcıyle kuv
vetli bir darbe vurduğunu, çocuğun bu yüzden ağ
ladığını anlattı.
Shinji bu zamana kadar çok kolaylıkla uyuya
bilirdi, ama bu son gece hep uyanık kaldı. Bu onun
için garip ve yeni bir tecrübe olmuştu. Bütün ha
yatı boyunca bir defa bile hastalandığını anımsa
mıyordu; kendi kendine acaba öteki berikinin
«hastalık» dediği şey bu mudur diye sordu . . .
Bu sabah da içinde o garip huzursuzluk vardı .
Ama Shinji'nin şu sırada durduğu teknenin baş ta
rafından uzaklara doğru yayılan Okyanusun görü-
13
nüşü, yavaş yavaş bütün vücudunu, kendisine ema
net edilen işi görebileceği kuvvetle doldurup, ona
hiç farkına varılmaksızın iç huzurunu yeniden ver
di. Tekne, motorun ahengine uymuş yavaş yavaş
sallanıyor, soğuk sabah rüzgarı gencin yanakları
nı yalıyordu.
Kayalıkların Uzerindeki fener kulesinin ışığı
çoktan sönmüştü. Irako Kanalının su yüzeyi aitın
da bulunan sık kayalar silsilesi arasındaki daracık
geçitten geçmek, bir okyanus gemisi için oldukça
güç bir görevdi. Ama «Taiheu-maru», sahibinin be
cerikli yönetimi altında akıntılı sulardan kolaylık
la süzülüp gidiyordu. Kanaldaki suyun on sekiz ile
yüz kulaç arasında derinliği vardı. Sık kayalık sil
s i lesi üzerindeki derinlik ise en fazla on üç ve yiınıi
kulaç arasındaydı . Geçitin şamandıralarla işaret
lenmiş olan bu noktasından Pasifik Okyanusunun
ötelerine kadar, deniz polipinin, alıtapotun yaka
landığı sayısız çanak suya daldınlmıştı.
Ahtapot avı Uta-Jima balıkçılannın en önem·
li gel ir kaynağıydı, bütün yıllık avın yüzde sekse
nini bu karşılıyordu. Kasımda başlayan av mevsi
mi artık yavaş yavaş kapanmak üzereydi; bahar
gelip de gecelerle günler eşit olduğu zaman da mü
rekkep balığına çıkma saati gelip çatmış oluyor
du. Şimdi denizin dibinde yatıp kalmış olan çanak
lar, son kısmetlerini, Ise Körfezinin soğuk suların
dan kaçıp Pasifik Okyanusunun derinliklerine inen
«uçan ahtapot»u bekliyorlardı.
Adanın Pasifiğe bakan sığ sularında, deniz di
binin en küçük girinti ve çıkıntıları bile, gUn gör
müş ada balıkçılarının bahçeleri kadar yakından
•
15
Acı soğuk bir rüzgar vardı; ama Shinji ilk ha
latı makaraya sarıp da indigo mavisi denize doğru
bakınca, içindeki kuvvetin gerilmesiyle, birazdan
kendisini tere batıracak olan buram buram bir sı
cağın, içinden yükseldiğini duydu. �1akara dönrneğe
başlarrıış, ağ1r ıslak halat denizden çıkmağa koyul
muştu. Shinji ince eldivenlerinin arasında kalın, buz
gibi soğuk halatı hissediyordu, elleri yap1şmıştı ha
lata. Adamakıllı gerilmiş olan halat makaraya do
lanırken, tuzlu su, inci taneleri gibi sıçrıyorrlu üze-
rinden.
Biraz sonra kilden, kırmızı av çanakları da su
üstüne çıktı. Ryuji makaranın başında bekliyordu.
Çanaklardan biri boşsa içindeki suyu boşaltıyor,
makaraya değip çizmemesi için ·çanağı yukarıda
tutuyor, sonra yine halatla birlikte suya bırakıyor
du.
Shinji, hacakları biribirinden ayrılmış , ayakta
duruyor, bir ayağını küpeşteye dayayıp denizin ör
tüp gizlendiği her şeye k arşı sonsuz bir savaşa gi
rişmiş, halat çekiyordu. Halat, kulaç kulaç yük
selmekteydi suyun içinden. Shinji bu s avaşı kaza
nıyordu ama, deniz kolay kolay boyun eğeceğe ben
zemiyordu. Sanki Shinji ile alay etmek istiyormuş
gibi, çanakları birbiri ardından boş olarak yollu
yordu.
Yedi, sekiz metre aralıklarla yirnıiden fazla
çanak çekilmişti yukarı, halatla birlikte . . Shinji ha
lata asılıyor, Ryuji çanaklardaki suyu boşaltıyor
du. Jukichi bir eliyle dümeni tutup hiç sesini çı
karmaksızın işbaşındaki çocukları seyrediyordu.
Yüzünde kuruldayan tek bir çizgi bile yoktu.
Shinji'nin sırtı yavaş yavaş terlemeğe başla-
16
mış, sabah rüzgarına karşı duran alm parlamıştı.
Yanakları al al olmuştu. Sonunda güneş bulutların
ara�ından ışıyıp, hiç durmadan kımıldayan gençle
rin ayakları dibine soluk gölgeler attı.
Ryuji yüzünü denizden bu yana, teknenin içine
doğru döndürmüştü. Şu anda, denizden bir an önce
çıkmış çar.u:ığı yukarı kaldırmıştı ; Jukichi de ma
karayı durdurmak için manivelayı çekmişti. Şimdi
Shinji de ilk defa yana doğru dönüp makaraya bak
tı. Ryuji, elindeki tahta bir çubukla çanağın içini
karıştırıyordu. Hiç bir şey çıkmadı çanaktan. Da
ha da karıştırmağa devam edince, birden, uzun
sürmüş bir öğle uykusundan uyanan bir insanmış
gibi, bir ahtapot bütün vücudunu çanaktan yüksel
tip kendini teknenin güvertesine attı . Makine dai
resinin y.ınında duran bambu kamışından sepetin
kapağı hızla açıldı ve günün ilk avı, boğuk bir ses
çı kartarak içeri kaydı.
«Taiheu-marU>> hemen hemen bütün öğleden
önceyi ahtapot avıyla geçirdi. Verimsiz av, beş alı
tapotu aşmadı bile . . . Rüzgar kaldı, güneş gözleri
kamaştırarak ışıdı. «Taiheu-marU>> Irako Kana
lı 'ndan geçip yasaklanmış sularda , gizli gizli biraz
da teknenin arkasından salınan oltalarla alta balık
çılığı yapmak üzere, Ise Körfezi'ne döndü.
Bundan ötürü sürüyle büyük kanca ile ip bir
çapraz çubuğa bağlandı ve hepsi birden sağlam bir
halata tutturuldu. Sonra tekne hareket ettirilip ha
zırlanan gereç bir bahçe tırmığı gibi körfezin di
binde sürülmeğe başlandı. Bir süre sonra av gereci
tekrar yukarıya alındı. Dört yassı kafa ile ü� de
niz dilinin çırpınarak sudan yukan çıktığı görüldü.
Shinii çıplak elleriyle hepsini kancalardan çı
kardl. Yassı kafalar kana bulanmış güverteye düş-
17 F/2
tüler, balıkların beyaz karınları parlıyordu. Küçü
cük gözleri derin ç izgiler içinde kaybolmuş gibi du
ran deniz dillerinin kara, ıslak vücutları göğün ma..
visini yansıtıyordu.
Öğle yemeği yenecek saat gelip çatmıştı. Ju
kichi, yassı kafaları makine dairesinin üstüne ko
yup dilimiere ayırdı. Sonra üçü, bu çiğ dilimleri
alüminyum sefer taslarının kapağı üzerine koyup
küçük bir şişeden soya salç.ası döktüler. Bunu yap
tı k tan sonra da içlerinde haşlanmış pirinçle bul
gur karışımı bir lapa, bir köşesinde de bir kaç di
lim turp turşusu bulunan sefer taslarını önlerine
aldılar. Tekneyi hafif akıntıya kapıp koyverdiler.
«Yaşlı Teru Miy.ata arncanı n, kızını geri
çekmesine ne dersiniz ?» diye sordu birden Jukichi.
- �Benim böyle bir şeyden h aberim yok.»
- «Benim de .. »
Gençler başlarını saliayınca Jukichi aniatmağa
başladı : �Teru amcanın dört kızıyle bir de oğlu var..
dı. Gerektiğinden fazla kıza sahip olduğu kanısıy
le, kızlardan üçünü dışarıya gelin, dördüncüsünü
de evlatlık verdi. Bu sonuncunun adı Hatsue idi,
Sh ima kesimindeki Oizaki'de bir dalgıç ailesine ka
tıldı . Ama bir YJl önce, sizin de bildiğiniz gibi, Teru
amcanın oğlu Matsu bir göğüs hastalığı sonunda:
öldü. Dul bir adam olan Teru amca birden kendini
çok yalnız hissetti. Bundan ötürü H atsue'yi geri ça
ğırtıp tekrar kendi adına kaydettirdi. Şimdi d e kı
zı için b1r erkek edinip ailesine katmak istiyor.
Hatsue çok güzel kız. Onunla evlenmeğe can ata
cak sürüyle erkek çıkacaktır.. Siz ikinizden ne ha
ber, ha?>>
Shinji ile Ryuji biribirierine bakıp güldüler..
18
İkisinin de kızardığı muhakkaktı, ama güneş deri
lerınİ öylesıne kavurmuştu ki, kızarıklık göze gö
rünmezdi.
Kız üzerine yapılan konuşma ile geçen gün
kumsalda gördüğü kızın hay.ali, hemen aynı anda
Shinji'nin kafasında biribirine bağlandı. Aynı za
m anda da kız için çok fakir olduğunu, içi üzülerek
kabullenmek zorunda kaldı. Bu bilinç, onu bir gün
önce çok yakından gördüğü kızı, uzağa, uz aklara
götürdü. Çünkü artık kızın babasının, Yamagawa
Nakliyat Şirketi tarafından kiralanan iki kıyı ge
misinin varlıklı s. a hibi Terukichi Miyata olduğunu
öğrenmişti : Yüz seksen beş tonluk « Utajima-maru»
ile doksan bes tonluk <<Harukaze-maru>> .. Üstelik bu
�
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
20
rini birbirlerine bağlı hissediyorlar, aslında ancak
yetişkin erkeklerin işi olan ağır konuLarın tadını
çıkarıyorlardı.
Rüzgar denizden bu yana esiyor, kapalı pen
cere pancurlarını sarsıyor, lambaları bir ileri bir
geri saliayarak salonun kah aydınlık, kah loş olma
sına sebep oluyordu. Dışarıdan çağiayarak yakla
şan gece dalgaları ile yükselen denizin homurtusu,
doğ·anın kudret ve huzursuzluğunu açığa vururken,
içeride sallanan lambaların değişen ışığı, gençlerin
neşeli yüzlerine yansıyordu.
Shinji barakarlan içeri girdiği sırada, gençler
den biri, iki 'eliyle dizleri üzerinde emekleyerek bir
lambanın altına gelmiş, hafif paslı bir makasla bir
arkadaşın a saçlarını kestirtmeğe koyulmuştu.
Shinji gülümseyip, duvarın dibine, yere oturdu, iki
koluyla, yukarı diktiği dizlerini kavradı. Her za
manki gibi, sessiz sedasız oturup ötekilerin konuş
masına kulak kabarttı.
Gençler o gün y.aptıkları avla övünüyorlar,
yüksek sesle gülüp, yalandan küfür ediyorlardı.
Tutkulu bir okuyucu olan biri de , son derece ağır
başlı, yatakhanedeki eski resimli dergilerden biri
ni karıştınyordu. Bir başkası da, onunkinden aşa ..
21
Salonun başka bir tarafında ani bir hareket
baş gösterip, aynı zamanda, çevresindeki grup diş
lek çocuğun ileri sürdüğü fikri okkalı kahkahalarla
onaylarken, Shinji cümlenin sonunu duyamadı.
l{uruntu yapmak aslında Shinji'nin hiç de ade
ti değildi, ne var ki, bu biricik isim, çözümlenınemiş
bir bulmaca gibi, onu üzüp tedirgin etmekteydi. Sa
dece anılması bile, bütün kanının yanaklarına yü
rümcs ine, yüreğ· inin daha bir kuvvetli çarpmru;ın a
yetiyordu. Şu anda burada kıpırdamaksızın otur
masına rağmen, şimdiye kadar yalnız ağır bir iş
yaparken karşılaştığı vücut değişikliklerinin ye
niden başgöstermesine şaşıp kalıyordu. Etindeki
sıcaklık bir y.abancıya aitmiş duygusu içindeydi.
Sıcaklığı yoklamak için elini yanakların a göti.irü
yordu. İçinde kendisinin anlayarnadığı bir şeyin
bulunmasından ötürü gururu incinmiş gibiydi. Ar
tan öfkesi yanaklarını daha d a kızartıyordu.
Gençler, ba�kanları Yasuo Kawamoto'nun gö
rünmesini bekliyorlardı. Yasuo henüz on dokuz ya
şındaydı ama, oranın sayılı ailelerinden birin!n oğ
luydu ve insanları kendi iradesine göre yönetmek
yeteneğine sahipti. Genç olmakla beraber, kendini
•
22
Bu sözleri söyledikten sonra. masanın başına
geçip not defterini çıkardı. Nedense çok acelesi
vardı ..
« Son oturumda yaşlılara saygı konusunda
Birlik adına bir toplantı yapılması karara bağlan
mıştı Evet, tarl.a yollarını onarmak için de taş
çekilmesi konusu üzerinde durulmuştu. Ayrıca, fa
relerden kurtulmak için de kanalların temizlenmesi
gerekiyor. Şurada ihtiyar heyetinin bir teklifi
var. Bu işi her zamanki gibi, teknelerin denize çık
madığı fırtınalı bir günde ele alacağız. Fare avı na
ne zaman olsa girişilebilir, fareleri kanallar dışın
d a da yoketsek polis bizi tutuklamaz sanırım.>>
Genel bir gülüşme duyuldu.
•
23
- «Soluklarla mı dedin ? Ne anlayacağım ca
nım, (soluk1arla) işte . . . »
«Belki ( oluklarla) olacaktı da yanlış di-
zildi.»
- «Elbette, öyle olsa gerek.. . O zaman ne de
mek istendiği daha iyi an1aşılır.»
- «Bu Vcrlaine de kimmiş acaba ? �
- «Ünlü bir Fransız şair i.»
«Sen Fransız şairlerinden ne anlarsın be,
bu satırları garanti bir dans şarkısından almışsın
dır.»
Toplantı böyle, her zamanki alaylarla sona
€rdi.
Yasuo'nun toplantıdan çıkıp gitmek için ne
den bu kadar acele ettiğini merak eden Shinji, ar
kadaşlarından birini durdurup sordu.
«Bilmiyor muydu n ? » diye karşılık verdi
arkadaşı. «Terukichi Miyata amcanın, kızının eve
dönmesi şerefine verdiği küçük bir eğlenceye da
vetli de, ondan.>>
Aslında Shinji eve dönerken hep ötekilere ka
tılır, onların konuşmasına, gülüşmelerine kulak ve
rirdi. Ama şimdi, tabii kendisinin davetli olmadığı
bu eğlenceyi duyunca, usulca ayrılıp kumsal boyun
ca, Yashiro Tapınağına çıkan taş merdivenlere ka
dar, yürüdü. Dik yamaçta birbirinin üstüne yapış
mış gibi duran köyünün evlerine baktı ve Teru Mi
yata'nın aydınlanmış evini hemen gördü. Köyün
her yanında aynı yağ kandilleri yanıyordu, yalnız
Teru Miyata'nın evindekiler ona daha başka, daha
bir aydınlık, daha bir kıvılcımlı göründü.
Şimdi orada verilmekte olan �öleni görmese
de , lambaların sıcak ışığı kızların incecik kaşlarıy-
'
24
le· uzun kirpikierinden yanaklarına nasıl titreşen
gölgeler atıyor, tahmin ediyordu.
Taş merdivenin dibiJle varan Shinji, çam dal
larının gölgesi altındaki basarnaklara baktı. Y.a
vaş yavaş yukarı tırmanmağa başladı . Ayağındaki
tahta kunduralar kuru, takırtılı bir ses çıkarıyordu.
Tapınağın dört bir yanında c anlı namına bir şey
yoktu. R.iliibin evindeki ışık da çoktan sönmüştü.
Shinji iki yüz basamağı, sonlarına doğru ça..
buk çabuk çıkmıştı ama, geniş göğsünde birazcık
olsun fazladan çarpıntı yoktu Tapınağa vardığında.
Tapınağın önünde saygıyla eğildi . Yardım kutusu
n a on yenlik b i r sikke attı . Sonra bir an düşündü,
kutuya ikinci bir sikke attı. Tanrının dikkatini üze..
rine çekmek için ellerini birbirine vurdu , çıkan ses
kutsal tapınağın bah�esinde yankılandı. Sonra,
Shinji içten bir duaya başladı :
((Tanrım , bize durgun bir deniz, bol balık
bağışla, köyümüzü daha mutlu, daha neşeli kıl. na..
ha gencim ama, gözü pek bir balıkçı olmama yar ..
dım et. Denizle, balık avıyle, tekneler ve hava ile
ilişkili her şeyde zengin bilgi sahibi olmama yar..
dım et. Her şeyi becerebilen yetenekli bir erkek
olmayı benden esirgeme. Sevgili anamı, daha çocuk
sayılacak yaştaki kardeşim i koru. Anam yeniden
dalmak zorunda kalırsa, vücudunu denizin bütün
tehlikelerinden uzak tut. Sonra, senden dilediğim
bir şey daha var. Günii saati gelince. bana uygun
bir kız, iyi, güzel bir eş gönder. Terukichi Miyata'
nın eve dönen kızı gibi bir kız . �
. .
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
26
Fener kulesinin arkasındaki çamlık koruyu
tırmanmağa koyulan Shinji, terlemeğe başladı.
Dağ, ölüm sessizliği içindeydi. Görünürde can
lı tek bir yar.atık yoktu. Başıboş bir köpek olsun
dolann1ıyordu ortalıkta. Ada tepelerle dolu ve an
cak daracık tarlalara sahip olduğundan ötürü, at
ya d a öküz gibi çekim hayvanları kullanılmazdı.
Biricik evcil hayvan , sıra sıra evlerin arasındaki
taşlı yollara düşen zikzaklı gölgeler içinde kuyruk
larını dikerek dolaşan kedilerdi.
Shinji, dağın tepesine kadar tırmandı . Uta-Ji
ma'nın en yüksek yeriydi burası. Ama böğürtlen
lerle yüksek yaban otları öylesine kaplaınıştı ki te
peyi, bakılsa d a hiç bir yer göriilmüyordu. Bütün
fundalarta ağaçların arasından geçip buraya kadar
ul2.3an, sadece denizin homurtusuydu. Öbür taraf
t a güneye doğru uzanan patika, boydan boya fun
dalar ve yaban otlarıyle kaplı olduğundan, gözetle
me kulesine ulaşmak için sapa bir yoldan dolaş
mak gerekiyordu.
Artık, çamlarla kaplı kumulun ardında, beton
duvarlarla sağlama alınmış iki katlı gözetierne ku
lesi görünmüştü. Bu ıssız, kendi başına bırakılmış
bölgedeki beyaz parıltılı kalıntılar, çok garip bir
etki yaratıyordu.
Geçmiş günlerde erler birinci kat galerisinde
durur, gözlerinde dürbünler, Irak-o-Cope'ın karşı
sındaki Mt. Konaka Dağında yapılan atış talimle
rinde atılan merrnilerin nereye düştüğünü denetler
lerd�. Kulenin iç bölümündeki subaylar, merrnilerin
nereye düştüğünü öğrenmek için bağırır]ar, erler
de yine bağırarak atış menzilini bildirirlerdi. Sava
şın ortalarına kadar bu böyle sürüp gitmişti. Er
ler, kumanyanın esrarlı bir şekilde yok olmasından
27
hep ortalarda görünmeyen bir porsuğu sorumlu
tutmuşlardı.
Shinji, kulenin alt katı na bir göz attı. Burada,
künıe künıe bağlanmış kuru çam filizleriyle dalla
rından bır dağ v.ardı. Görünüşe bakılırsa, bu oda
cephane odası olarak kullanılmış olacaktı. Pence
releri çok küçüktü, bundan ötürü şu ya da bu carnı
henüz sağlamdı. Shinji içeri girince, pencerelerden
sızan zayıf ışık altında, anasının toplamış olduğu
yakacak odunu gördü, birkaç odun kümesine
tutturulmuş kırmızı bez parçaları ile beceriksizce
kazınmış harflerden meydana gelmiş <ıTomi Kubo))
adından da anlaşılıyordu bu.
Shinji, omuzundaki tahta arkahğı indirip, ku
rumuş filizlerle dalları arkalığa bağladı. Kuleye
.çoktandır adın1 atmarnıştı, onun için ç.abuk ayrıl
mak da istemiyordu. Yükünü yere bırakıp beton
basamakları tırmandı.
Tam bu sırada yukarıdan h afif bir ses geldi.
Bir taş ile taht:ı b1rbiriyle çarpıştı sanki. Shinji
kulak kabarttı. Ses yok oldu. Aldanmış olsa gerekti.
Daha da yukarı çıktı. Buradan, birinci kattan,
camı ve tahta pervazları bulunmayan geniş bir pen
cere içinden, deniz olduğu gibi görünüyordu. Gale
rideki demir parmaklık bile yok olmuştu. Grileşmiş
duvarlarda, erierin çizmiş olduğu tebeşir çizgileri
nin izleri görülüyordu.
Shinji daha yukarı çıktı. İkinci kat pencerele
rinden birinin önündeki kırık bayrak direğini göz
den geçirmek için bir an durdu. Bu sefer iniltiye
benzer bir ses duyduğundan emindi . Son bir atılış
la ve ayağına çabuk, kulenin çatısın a koştu.
I-Iiç adım sesi rluymadığı halde karşısında ani-
28
den bitiveren delikanlıdan korkmuş bir kız vardı
damın çatısında. Ayağında tahta sandallar olan
kız ağlamaktaydı, ne var ki, şu anda, içini çekmesi
birdenbire kesilmişti. Korkudan inme inmiş gibi
görünen kız, Hatsue 'nin ta kendisiydi.
Shinji'ye gelince, böylesine mutlu bir karşılaş
mayı düşlerinde bile görmediği için, gözlerine ina
namıyordu.
Ormanın tam ortasında karşılaşmış iki hay
van gibi göz göze geldiler, duyguları ihtiyat ile
merak arasında bocalamaktaydı.
Neden sonra Shinji söze girişti :
- « Sen Hatsue'sin, değil m i ? »
Elinde olmayarak başını sall ayan Hatsue, de
likanlının aclını bilmesine şaştı kaldı. Ne var ki,
karşısındaki bu gururlu gencin kara, ciddi gözle
rinde, bir süre önce kumsalda hiç kıpırdamaksızın
kendisine çevrilmiş o genç yüzü hatırlatan bir şey
ler var gibiydi.
- «Biraz önce ağlıyordun, değil mi?»
- «Evet.»
- «Neden ağladın ?» Shinji'nin sesi bir polisin
sesiydi sanki.
Kızın cevabı umulmayacak kadar çabuk oldu.
Fener bekçisinin karısı, köyün ilgilenen kıziarına
görgü ve ev idaresi dersi vermekteydi. Hatsue de
bugün ilk kez, bu derslere katılmak istemişti. Ama
erken geldiği için fener kulesinin ardındaki dağa
tırmanmış, bu arada yolunu kaybetmişti.
Tam bu sırada, başlarının üzerinden bir kuşun
gölgesi geçti. Geçici bir şahin. Shinji bu olayda
uğurlu bir başlangıç sezdi. Ve bu dakik.:ıdan sonra
dili çözüldü. Alışkın olduğu erkekçe güveni yeni-
29
den kazanmıştı . Kıza, dönüşte fener kulesinin ya
nından geçeceğini, kendisini oraya kadar götüre
bileceğini söyledi. Hatsue gülümsedi. Yanakların
dan aşağı süzülen gözyaşl3.rını silmeyi bile dene
memiştİ daha. Sanki güneş birdenbire yağmur bu
lutlarının arasından ışımıştı.
Genç kızın sırtında kırmızı bir kazak vardı,
hacaklarında mavi keten bir pantolon, kalın, kır
mızı çoraplarından sonra da tahtadan k unduralar . . .
Hatsue, çatının dış kenarındaki beton parmak
lığa dayanıp aşağıdaki denize baktı. Shinji de kız
dan biraz uzakta durup parmaklıktan aşağı eğil
mişti.
- «Bu ne kulesi ?» diye sordu kız.
«Eskiden atış talimlerini izlemek için kul
lanılan bir kuleydi», diye karşılık verdi Shinji. «Bu
radan top merrnilerinin nereye düştüğü görülüyor
du.»
Burada, adanın d.ağ tarafından korunan güney
yamacında, rüzgar esmiyordu. Altlarında, Pasifik
Okyanusu güneş ışınlarının altında pırıl pırıl, ala
bildiğine uzanıyordu. Çamlarla k aplı kayalıklar de
nize doğru iniyordu. Kayala.rın ileri fırlamış köşe
leri , karabatak gübresinden bembeyaz olmuş, etek
lerindeki su, deniz dibinde yetişen yosunlardan
ötürü kara kahverengi bir renk almıştı.
Shinji, kıyıdan dimqik yükselip, hücum eden
dalgaların köpüklere boğduğu bir kayayı gösterdi.
« Bu, Kara Ada'dır», dedi, «Polisler orada, dalgala
rın alıp götürdüğü Suzuki'nin boğulmuş cesedini
bulmuşlardı . »
Shinji mutluydu. Ne var ki, Hatsue'nin fener
kulesinde bulunması gereken saat git gide yaklaş-
30
maktaydı. Genç kız beton parmaklıktan doğrulup
Shinji'ye döndü :
- <<Artık gitmeliyim>>, dedi.
Ses etmeyen Shinji'nin yüzünde bir şaşkınlık
belirdi. Hatsue'nin kırmızı kazağının tam önünde,
enlemesine kara bir çizgi görmüştü.
Genç kız, Shinji'nin bakışlarını izleyince, tam
beton parmaklığa dayanmış olduğu yerde, kara bir
kir lekesi gördü. Başı nı eğip elleriyle göğsüne ha
fif hafif vurmağa koyuldu. Kazağının altında, elle
rinin canlı darbeleriyle, iki zarif kabarı klık hafif
ten titrerneğe başlam1ştı.
Shinji, bir mucize görüyormuşcasına bakakal
dı. Genç kızın memeleri, ellerinin .altında sevinçle
aynaşan iki küçük hayvan gibiydiler. Shinji, kızın
lastik yumuşaklığındaki hareketlerinden derin bir
heyecana kapılmıştı.
N eden sonra kir lekesi silinip temizlendi.
İlk Shinji indi merdivenlerden aşağı , Hatsue
de onu izledi. Genç kızın tahta kunduraları , kabn
tının dört duvarı arasında yankılanan tok bir ses
�ıkarıyordu. İlk kata vardıkları sırada Shinji'nin
ardındaki adımlar birden kesiliverdi.
Shinji çevresine bakındı. Kız ötede durmuş,
gülümsüyordu.
- «Ne var ?» diye sordu Shinji.
- <<Ben esrnerim esmer olmasına ama, sen de
düpedüz kapkarasın. »
- «Ne gibi ?»
<< Güneşten çok fazla yanmışsın demek isti-
yorum.»
Delikanlı şöyle bir gülüp basamakları inmeğe
devam etti. Tam kuleden çıkıyorlardı ki, Shinji bir-
31
den durup yeniden içeri koştu. Anasının odun kü-
...
mesini az kalsın unutuyordu.
Fener kulesine dönerlerken, sırtına çam dalla
rından koca bir dağ yüklenmiş olan Shinji, önden
yürüyordu. Böyle aşağı indikleri sırada, kız Shinji'
nin adını sordu, o da kendini takdim etti. Ama he
men ardından da tclaşla, adını kimseye söyleme
mesin i, burada buluştuklarından da söz açmama
sını sıkı sıkı tenbih etti. Köydeki bütün insanların
dillerinin ne uzun olduklarını Shinji öteden beri bi
lirdi. Hatsue, hiç kimseye bir şey anlatmıyacağına
söz verdi. Böylece, köyde dedikodu yapılır düşün
cesinden ileri gelen korku , bu günahsız buluşmayı
aralarında bir sır haline soktu.
Shinji sesini çıkarmadan yürürneğe devam et
ti. Kızla yeniden buluşmayı nasıl yoluna koyabiii
rim diye düşündü durdu boşuna. Biraz sonra, fener
kulesin�n göründüğü yere kadar geldiler. Shinji
kıza, fener kulesinin ardındaki eve giden kestirme
patikayı gösterip ayrıldı. Sonra d a kendisi, döne
döne köye inen bir başka yola çıkıp, uzaklaştı .
BEŞİNCi BÖLÜM
32
sinde kendi yaşıtlarının hiç birinden aşağı kalmı
yacağ1ndan emindL Ne var ki, bu niteliklerden hiç_
birinin Hatsue'nin kalbini yerinden aynataeağına
aklı yatmıyordu.
Kıza rastlamak için yeni bir fırsat çıkmadı.
Balıktan döndüğü her akşam, kumsal boyunca göz-
leri onu arıyor, binde b�r onu görse de, kız öylesine
i�e dalmış oluyordu ki, konuşmaları mümkün ol-
muyordu.
l{ızın yalnız başına kızağa yaslanı p da denizi
seyrettiği gibi bir an gerçekleşmedi bir daha. Ne,
v.:ı.r ki Shinj i , artık dayanamayıp, Hatsue ile ilgili
bütün düşünceleri kafasından kovmağa karar ver-·
diğinin her seferinde, onu teknelerin dönüşünde kı
yıda işbaşı eden kalabalık arasında yeniden göre
ceğini u muyordu.
Kentlerdeki gençlik, sevdalanınca ne yapılma
sı gerektiğini rom3.nlar, filmler aracılı ğıyla çok er
ken öğrenir. Gelgelelim, Uta-Jima'da insanın ayak
uyduracağı örnekler yoktu. Shinji o kadar kafa
yorduğu halde, gözetierne kulesi ile fener bekçisi
nin evi arasında genç kızla başbaşa kaldığı o de
ğerli dl.kikalardan nasıl yararlanacağını bileme
mişti. Shinji sadece acılı bir üzüntü duyuyor, ye
rine getirilmesi i mkansız bir şeyi elinden kaçırmış
gibi geliyordu kendi kendisine.
Babasının ölümünün her ay anıldığı gündü ve
bütün ailesi, her ay olduğu gibi bugün de mezarlığı
yoklamak istiyordu. Shinji'nin işe gideceğini düşü
nerek, teknelerin henüz denize açı lmadığı ve karde
şinin okula gitmek zorunda olmadığı bir saati seç-
tiler.
Shinji ile kardeşi evden, ödağacı çubukları ve
33 F/3
: mezara konacak çiçekleri taşıyan anneleri ile çık
tılar. Evin kapısını açık bıraktılar, adada hırsız-
lık olm azf�l .
Mezarlık köyden biraz ötede, kumsalın ora
. daki alçak bir kayalığın üstündeydi. Deniz yüksel
diği zamanlar, dalgalar kayalığın eteklerine kadar
· dayanırdı. Küçük tepelerle dolu yamaç, yumuşak,
kumlu temelleri üzerinde iğri duran mezar taşla
rıyla örtülüydü.
Güneş henüz doğmamıştı . Fener kulesi yönün
. de gök ağarmağa başlamıştı, ne var ki kuzey batı
daki köyle, köyün limanı, henüz karanlık gece için
. deydi.
Shinji, elinde bir kağıt fener, önden yürüyor
du. Hiroshi hala uykulu gözlerini oğuşturmaktay
. dı. Derken annesini kolundan çekti :
«Bugün yemekte dört tane pirinç köftem
ı · olacak mı, ha ?»
- <<Saçmalama hadi . . . iki köften olur. Üç ta-
ne yiyecek bile olsan karnın s3.ncılanır zaten .>>
<<Ne olur, dört tane olsun . . . »
Adada, «Maymunlar GünÜ>> ile <<Ölrnüşleri Anma
' Günleri»nde yenmesi gelenek haline girmiş olan pi
rinç köfteleri, hemen hemen küçük bir yastık bü
. yüklüğündeydi.
Mezarlığın üzerinden serin bir sabah meltemi
· est i . Adanın rüzgara açık y.anında denizin üstü ka-
! raydı, açık denizde ise günün ilk ışıkları görünü.. :
35
'kanlann üzerine fışkırmağa başlamı ştı. Bu yiizden
çabuk davranamayıp, kendilerini yere atmağa ka
rar vererneyen bir kaç kişi kalçalarından yaralan
mışlardı. Pruvadaki karnaranın yanındaki soğuk
hava deposuna sığınan dört kişi kendilerini kurtar-
mışlardı.
Böylece, on bir kişiden üçü ölmüş, bir sürüsü
.de yaralanmıştı. Ne var ki, güvertede kaba bir dö
şeğin altında yatan yaşlı kadının cesedine tek bir
_mermi bile rastlamarnıştı.
«Yı lan balığı avında babamın üstüne yoktu
·doğrusu », dedi Shinji annesine dalgın dalgın. «Bu
güne bugün benden bile üstün olurdu. Gerçekten
· de, daha hayvanlar daimağa vakit bulamadan hak
·ıardı hepsini. »
l{umluk yerlere dadanan bu yılan balıkları,
Yohiro yakınlarındaki sığ sularda görülür, avian
maları özel bir beceriklilik isterdi. Bunun için bü
küleb ilir bir bambu kamışından yararlanı lır, ucu
na da su altındaki balığın ardına düşmüş bir kuşu
andırsın diye, tüyler takılırdı. Ondan sonrası artık
bir an meselesiydi.
«Evet, h aklısın» , dedi annesi. <<Yılan balığı
avı tecrübe ister.»
·
36
eve gidip, tekneler denize açılmadan, ona yemeğini
getirmesine karar verilmişti.
Kumsal boyunca « T.aihei-maru>> ya doğru koş
ınağa başlayan Shinj i'nin kulağına rüzgar bir grup
ins3.nın seslerini iletiyordu :
<< Haberiniz var mı ? Yasuo Kawamoto, Hatsue
ile ev lenecekmiş. >>
B!rden, Shinji'nin yüreğine gece indi sanki.
«Taihei-maru>> o gün de ahtapot avına çıktı.
Deniz üzerinde geçirdikleri on bir saat süresince,
Shinji canla başla çalıştı ve bir defa olsun ağzı nı
açmadı. Ne var ki, aslında hiç konuşkan olmadığı
için kimsenin de gözüne batmadı bu.
Yeniden limana girince, yine her zamanki gibi,
sendika teknesine hal:ıt atıp, tuttukları ahtapot
ları boşalttılar. Ardından da öbür balıklar bir road
rabaz aracılığıyla satılıp, büyük bir balık tüccarı
na .ait «satış teknesi» ne yüklendi. Altın pullu ba
lıklar, tartı için kullanılan metal sepetlerde çırpı
nıyor, pulları batan güneşin ışınları içinde parıldı
yordu.
Avın onuncu günü, demek balıkçılara parala
rının dağıtıldığı gün, Shin ji ile Ryuji, teknen!n sa
hibiyle birlik te send ika bürosuna gittil er. Bu üçü
son on gün içind e üç yüz kırk librenin üzerinde av
y.apmı şlar, send ikan ın satış kom !syonu ayrı ldık tan,
yüzde on da tasarruf hiss esi düşüldükten son ra,
27 997 ven almı şlar dı. Shin ii, reisinden pay olarak
L •
37
saydı. Sonra, parayı adının yazılı olduğu bir zarfa
koyup, zarfı kazağının iç cebine sakladı. Eğilip
reisini selamladıktan sonra, bürodan çıktı. Reis,
sendika başkanı ile odun sobasının başına çökmüş,
bir mercan dalından kendi elleriyle yontup yaptığı
sigara ağızlığını gururla gösteriyordu.
Shinji .aslında doğru eve gitmek niyetindeydi
ama, birden, hacakları sanki kendiliğinden onu ak
şam karanlığı içindeki kumsala doğru sürükleyi-
verdi.
Tam bu sırada son balıkçı teknesi de kıyıya
çek!lm işti. Irgatı döndürüp halatl:ıra asılacak sa
dece iki erkek bulunduğundan, aslında kızağı tek
nenin altına sürnıekle görevli iki kadın da tekneyi
arkadan iterek yardım ediyorlardı. Görünüşe bakı
lırsa, işin altından k:ılkamıyacaklardı. Ortalık lta
rardıkça kararıyor. çoğu zaman yardını etmek için
orada bulunan okul çocukları da ortalıkta görün
müyordu. Shinji işe katılmağa karar verdi.
Tam bu sırada, tekneyi iteleyen kadınlardan
biri başını kaldırıp Shinji'ye baktı. Hatsue'ydi bu.
Uğrunda bütün gün dalgın dolaşıp durmuş olan
Shinji'nin aklının köşesinden bile geçmiyorrlu kızı
görmek. Ne var ki, hacakları kendiliğinden onu tek
neye doğru sürüklemişti. Genç kızın yüzü, güneşin
battığı şu sırada ve alaca karanlık içinde, yanıp tu ..
tusmuş gibiydi. Shinji, kızın teriemiş alnını, kızar-
mış yanaklarını ve teknenin çekildiği yöne çevril
miş koyu renkli, parlak gözlerini görüyordu.
Shinii hiç konuşmaksızın halata yapı�tı. Irgat
başındaki erkekler, <<Sağoh> diye bağırdılar.
Shinji'nin kolları güçlüydü. Bir iki saniye geç
ti ge�medi , tekne kurnun üzerinde kaydı, kadınlar
kızaklarla ardından koşuştular.
38
Tekne sağlama alındıktan s.onra Shinji yola
koyuldu, arkasına bir defa olsun dönüp bakmaksı ..
zın, eve yollandı. Dönüp bakınağa can atıyordu as..
!ında ama, kendini tuttu.
Baba evinin çekme kapısını çekip açan Shinji,
•
39
«Şunu kurnsaıda buldum. Üzerinde Shinji'
nin adı olduğu için . . . >>
«Eksik olma kızım. Shinji de muhakkak
bunu aramak için çıkmış olacak. »
- «Gidip haber vereyim mi?»
.c O zahmete katlanır mısın ? Teşekkür ede
rim, çok teşekkür ederim.»
Kumsal artık tamamen karanlıktı. Toshi-Jima
ile Sugashi-Jima'nın zayıf ışıkları denizin üzerinde
titreşiyordu. Başları egemen bir tavırla açık de
nizi gösteren sıra sıra balıkçı tekneleri, yıldızların
ışıltısı altında derin uykulara dalmış gibiydiler.
Hatsue, Shinji'nin kumsaldaki gölgesine bak
tı. Tam bu sırada Shinji _bir teknenin arkası nda
yok oldu. Yere eğilip kumların iç inde bir şey ara
ınağa koyuldu, görünüşe bakılırsa Hatsue'yi gör
memişti. Neden sonra kız teknenin gölgesi için
de kar�ısına çıkınca� Shinji olduğu yere çakılmış
gibi kalakaldı kızın önünde.
Hatsue olan biteni anlatıp, paranın annesinde
olduğunu söyledi, üç kere Shinji'nin evinin nerede
olduğunu sormak zorunda kaldığını, ne var ki öte
kinin berikinin merakını uyandırınamak için, her
seferinde, Shinji 'nin adının yazılı olduğu zarfı gös-
termekten de geri kalmadığını anlattı.
Shinji rabatlayarak içini çekti. Gülümsedi,
beyaz dişleri karanlıkta parıldadı. Kız öyle hızlı
koşmuştu ki, göğsü şu sırada kuvvetle inip kalkı
yor, Shinji'ye denizdeki · büyük, koyu mavi dalga
ları hatırlatıyordu. Sabahtan beri içini ezmekte
olan huzursuzluk üzerinden kalkmış, keyfi yerine
gelmişti.
«Yasuo Kawamoto ile evleneceğini duydum ..
Doğru mu ?>>
40
Sözler kendiliğinden dökülüverdi sanki ağzın
dan.
Genç kız bir kahkabadır tutturdu. Boğulma..
ya yüz tutuncaya kadar, güldü de güldü.
Shinji, bu kahkahalara bir son vermek istiyor-.
du ama, nasıl son vereceğini bilemiyordu. Elini kı
zın omuzuna koydu.
Bu dokunuş çok hafifti aslında, ama, Hatsue
hala gülerek kendini kumiann üzerine bıraktı.
- «Nen var, ne oluyorsun ?» diye soran Shinji,
kızın yanına çömelip omuzlarını sarsmağa başladı.
l'Teden sonra gülmesi kesilen kız, ciddi bir ba
kışla delikanlının yüzüne bakakaldı. Derken, yeni
den gülrneğe koyuldu.
Shinji yüzünü kızın yüzüne yakla!)tırarak sor-
du : « Doğru mu bu ?»
- «Yok canım , sunturlu yalan.»
- «Herkes öyle söylüyor ama.»
- «Yalanın sunturlusu dedim ya. »
Ş imdi, ikisi teknenin gölgesine oturmuş, elle
rini d izlerinde kenetlemişlerdi.
- «Oh, ağrımayan yanım kalmadı gülmekten,
çok güldüm. her yerim ağrıdı, şurası da işte » . . .
41
Yanakları birbirine çok yaklaşmıştı. Her biri,
öbürünün vücudundan yükselen kokuyu duyuyordu,.
tuzlu sudan çıkan o kuvvetli kokuyu andıran bir
koku. Birbirlerinin sıcaklığını da duyuyorlardı.
Kurumuş, çatlak rludakları birbirini buldu. Ha
fif bir tuz tadı vardı dudaklarında.
«Tıpkı yosun», diye düşündü Shinji.
Sonra, o saniye geçti. Shinji geri çekilip ay.ağa
kalktı . Hayatının bu ilk denemesinde bir tür suç
luluk duygusu onu kızdan uzaklaştırmıştı.
- «Yarın balıktan dönünce fener bekçisine bir
kaç balık getireceğim. »
Açık denize bakınca, Shinji yeniden toparlan
mıştı. Ağzından çıkan ses sakin ve erkekçe bir ses
ti.
« Y.arın öğleden sonra ben de onlarda ola
cağım » , dedi kız denize bakarken.
Böylece, teknenin b3.ş tarafında birb!rlerinden
ayrılıp, her biri başka bir yönde, uzaklaştılar. Shin
ji doğru eve gitmek niyetindeydi ama, kızın balıkçı
teknelerinin arasından çıkmadığını gördü. Kendi
sinden saklanmak isteyen kızın en sondaki tekne
nin arkası na sindiğini de gözden kaçırmadı.
«Gölgen ele veriyor sen i . . . >> , diye bağırdı.
Kız bi rdenbire fırlayıp, arkasına hiç bakmak
sızın ve ürkiitülmüş bir av hayvanı gibi, kumsalda
ko�mağa koyuldu.
ALTINCI BÖLÜM
42
.za bağlı iki akrep balığı vardı. Yashiro Tapınağı
nın arkasına vardığı sır.ada, Tanrı ona böylesine
· çabuk bereket bağışladığı halde henüz şükran bor
cunu ödememiş olduğunu hatırladı. Çabucak Tapı
nağın önüne geçip duasını etti.
Du ayı bitiren Shinji, ayışığı altındaki Ise Kör
fezine baktı durdu, derin bir soluk aldı. Ufukta,
eski çağ Tanrılarını andıran bulutlar yüzüyordu.
Genç balıkçı, dört bir yanındaki bereketli do
ğa ile birleşmiş gibi hissediyordu kendisini. Yeni
den derin bir soluk aldı, doğanın derinliklerinden
yükselen bir şey, içine doluyar gibiydi. Kıyıya çar
pıp duran dalgaların sesini duydu, damarlarındaki
ateşli kan çağlıyorrlu sanki. Günlük yaşantısı bo
yunca Shinji'ye müzik sesi gerekmezdi hiç, bu özle
mini doğa yerine getiriyordu da, ondan.
Akrep balıklarını gözü hizasına kaldıran Shin
ji, dikenli suratlarından dillerini dışarı çıkarttı.
Balıkların haJa yaşadıkları kesindi ama, en ufak
bir kıpırtı bile yoktu vücutlarında. Shinji balıklar
dan birini solungacından yakalayıp salladı.
Yavaş yavaş, sallana sallana yürümeye devam
etti. O kadar özlediği karşıtaşmayı daha öneeye al
mak için çaba harcamıyordu.
Fener bekçisi ile karısı, yeni konukları Hat
sue'den çok hoşlanmışlardı. Genç kız öyle sus pus
olup oturdukç a, fener bekçisi ile karısı, böyle su
sup durmakla çekici bir kız alamıyacağını ileri sü
rüyorlar, kız o zaman çocuksu, sevinçli bir gülüşle
gülrneğe başlıyordu, - öbür kızlardan hiç birinin
dikkat etmediği bir şeydi bu o arada mutfakta
bulduğu bütün bulaşığı yıkamaktan da geri kalma
mıştı.
43
Fener kulesindeki karı kocanın tek bir çocuk
ları, Tokyo'da ünıversiteye devam eden bir kızları
vardı. Kızları ancak yaz tatilinde eve geleb�ldiği
için, iki ihtiyar, kendilerini yoklamağa gelen köy
deki kızlara kendi kızları gözüyle bakarlardı. Kız
ların geleceği için çok yakın ilgi duyar, içlerinden
biri özellikle mutlu olursa, kendi kızlarıymış gibi
sevinirlerdi.
Otuz yıldır bu işte olan fener bekçisi, sert ba-
kışlarından ve kuleyi keşfetmek için gizli gizli yak
laşan çocuklan kovarken çıkardığı öfkeli sesten
ötürü. köydeki çocukların korktuğu bir adamdı.
Oysa aslında içi dostlukla dolu bir insandı. Tek ba
şına yaşaması sonucu, insanların aşağılık ve kötü
niyetli olabileceği konusunda beslenecek herhangi
bir duygu, artık ondan uzak kalmıştı . Bir fener ku
lesinde oturanlar için, konukları olmaktan daha
fazla sevinç verecek bir şey olamazdı. Kötü niyet
li bir kimsenin bunca yolu yürüyüp, tek başına ya
şayan bir fener bekçisinin kapısını çalması bekle
nemezdi ; hiç değilse böylesine sınırs�z bir konuk
severlikle kabul edildiğinden ötürü, niyeti kötü bile
olsa vazgeçerdi o niyetinden. Fener bekçisi de sık
sık öyle söylemez miydi zaten : «Kötü niyetler iyi
leri kadar uzun ömUrlü olamaz.))
Fener bekçisinin karısı da iyi insandı. Eskiden .
köydeki, kızlar okulunun öğretmeniydi. Evliliğin
den sonra, fener kulelerinde geçirdiği yıllar boyun
ca okuma hırsı körük1endikçe körüklenmiş, sonun
da genel bilgi bakımından nerdeyse başa çıkılmaz
bir düzeye ulaşmıştı. Salt, La Scala Opera binasının
Milft.no'da olduğunu bilmekle kalmayıp, �u ya da
bu film yıldızının Tokyo'da kısa bir süre önce aya
ğını incittiğinden bile haberi oluyordu. Bir tartış-
44
ma çıktı mı, kocasını konuştuğuna pişman ettiri
yor, sonra yeniden aralarını bulmak istiyormuş gi-
bi, kocasının çarapiarını canla başla yamamağa,
ya da yemeğini h azırlamağa koyuluyordu. Bir ko-
nukları oldu mu, ağzı durmak bilmiyordu. Köyden
gelenler, bu diline çabuk kadını hararetle dinliyor,
kimileri fener bekçisi ile karısını gizliden gizliye
karşılaştırıp, bu kendi halindeki sessiz fener bek
çisine acıyordu. Fener bekçisine gelince, karısının
bilgiçliği karşısında büyük saygı duyan bir adamdı.
Fener bekçisi ile karısının evi, üç adalı, alçak
tavanlı bir binaydı. Bu odalarda ne varsa, fener ku
lcsinin kendisi gibi tertemiz, pırıl pırıldı. Duvarda
bir şilepçilik şirketinin takvimi asılıydı ; oturma
odasının sönmüş şöminesindeki küller, odun kömü
rü yığınının dört bir yanına doldurulmuştu. Kızlan
evde olmasa da, küçük masası konuk odasının bir
köşesinde durur, kızın masası üzerinde de, cila.lı yü
zeyi, boş bir mürekkep şişesinin mavi camını yan
sıtan bir Fransız taş bebeği otururdu. Evin arka
tarafında, büyük sallanır lambaları yağlamak için
kullanılan y.ağ artıklan ile ısıtılan bir su kazanı
vardı. Oldukça kirli olan kimi balıkçı evlerindekine
karşılık, burada, ayakyolu kapısında asılı duran
yeni yıkanmış e l havlularının üzerindeki mavi de
senler bile, hep temiz ve iç açıcı bir haldeydi.
Fener bekçisi günün büyük kısmını sönük şö-.
minenin yanında. tutumluluk olsun diye ikiye bö-
lüp pirinç bir ağızlığa iliştirdiği ucuz «Yeni Hayat»
sigarasını tüttürerek geçirirdi. Bütün gün boyu,
fener kulesi ölüm sessizliği içinde kalırdı. Sadece
gençten bir yardımcı nöbetçi odasında oturur, ge
len ge�en gemilerin kaydını dü�erdi deftere . . .
Bu akşam görgü dersi verilmeyecekti ama, .
..
Hatsue gazete kağıdına sarılmış .armağanlık bir
kaç deniz hıyarı ile yine de çıkageldi. Mavi keten
etekliğinin altında uzun, ten rengi pamuklu çarap
lar, onların üzerinde de kırmızı kısa çoraplar var-
. dı. Hemen hemen bütün gün sırtından çıkarmadığı
kı rmızı kazağı da vücudunun belden yukarısını ör
tüyordu.
Daha Hatsue evden içeri henüz adım atmıştı
ki, fenere inin karısı lafına bol eğitimine başladı :
- << Hatsue, mavi etek giyince kara çorapları
seçmel isin. O çorap1ardan sende var biliyorum, ge
çenlerde bir çift almıştın.»
<<Evet » Hatsue hafiften kıza rara k şöm i
. . .
46
edilen soğuk Şerhetiere elini bile sürmek isteme-..
m işti. Şimdi mutfağa girer girmez yeniden neşe--
lenmiş, ürkeklikten kurtulmuştu. Deniz hıyarlarını
dilrneğe l{oyulurken, adada fener alayı bayramla
rında söylenen eski Ise-halk şarkısını söylemeye
başladı. Bu şarkıyı bir süre önce teyzesinden öğ
renmişti.
47
«Teşekkür ederiz, sağ olasın . . . » diye bağır
.aı fener bekç is i şömineden bu yana doğru. «İçeri
gir Shinji, içeri girsene . . . »
Karı koca , genç bah kçıyı selamiayıp teşekkür
� ederlerken, Shinj i ile Hatsue birbir lerine kaçamak
bir bakış attıla r. Shin ji gülü msed i. H atsue de gü
lümseyerek karş ılık verd i. Ama tam bu sırad a ka
··dın dönm üş, ikisin in birbi rine gülümsed iğini gör-
müştü.
Yaa, demek tanı şıyo rsun uz öyle m i ? Eh�
«
48
Bu saatlarda, batan giineşin son zayıf ışınları,
karanlığa gömülmekte olan fener kulesi dalayları
n a henüz yansımaktaydı. Çam dallarının gölgesi
şimdi yeniden karanlık görünüyordu ama, denizin
üzeri gecenin parıltısı içindeydi. İlkbaharın do
ğudan esen ilk meltemi, bütün gün adanın üzerin
den geçm·i şti, ve şu anda, gece başlarken, hava he
nüz sof:rumamıştı.
Shinji «Kadınlar Yamacı» nı dönerken, melte
rnin bu son soluğu d a kesilmişti. Artık alacakaran
lık içinde, bulutlardan geçip sızan soluk ışınlardan
başka bir şey yoktu.
Shinji, denize doğru ilerleyip Uta-Jima Jima
nının dış kenarını meydana getiren aşağıdaki kü
-çük sıradağa baktı. Zaman zaman bu sıradağın te
pesi kayalık omuzlarını sallıyor da zarif bir hare
ketle dalgaların köpüğünü s1çratıyordu sanki. Ön
deki sı radağın çevresi özellikle aydınhktı. En yük
sek yerinde, batan güneşin ışığı altında tek başına
b!r çam ağacı duruyordu. Çarnın gövdesi , genç ba
lıkçının keskin gözleriyle çok iyi görülüyordu. Bir
denbire, son ışık parıltısı da ağacın gövdesinden
ayrıldı. Yukarıdaki bulutlar karardı , Higashi dağı
nın lizerinde yıldızlar parıldamağa başladı.
Shir"ji kulağını çıkıntılı bir kayaya dayadı, fe
ner kulesinin kap1sı önündeki taş basamaklardan
aşağı inen patikadan yaklaşmakta olan hızlı adım
seslerine kulak verdi. Aslında Shinji burada sak
lanıp, Hatsue geçerken kızı hafiften korkutmak is
tiyordu! ne var ki, adımlar daha da yaklaştıkça,
kızı korkutmaktan çekindi. İyisi mi, varlığını, bir
süre önce kızın söylediği şarkıyı ıslıkla çalarak or
taya koymayı düşündü.
49 F/4:
·
Doğudaysa bulutlar, derler rüzgar çıkacak,
Batıdaysa bulutlar, derler yağmur yağacak,
Patladı mı kötü hava bir anda...
1
50
Shinji elleriyle eteğini silkelerken, delikanlımn
kuvvetli omuzuna yaslanıyordu. Sonra, yitirdiği
cep lambasını aramağa koyuldu. Cep lambası arka
larında, toprak üzerindeydi, zayıf ışığını çam di
kenleri ile kaplı toprağın üzerinden hala yollamak
taydı. Adanın karanlığı, bu biricik aydınlık nokta
nln dört bir yanını doldurtiyordu.
«İşte işte, bak, şurada . . . Düşerken arkama
fırlattım her halde . »
Genç kız artık çok neşeliydi, nerdeyse gülrne
ğe başlıyacaktı.
«Ban a nede n öfkelendin öyle ?>> diye soran
Shin ji, bir şey anla mak iste rces ine, kızı n yüzüne .
baktı.
«Chiyoko-san ile il işkinden ötürü.»
«Çok s açma.»
- «Bi r şey yok mu aranızda ?»
- «Hiç bir şey yok.»
Omuz omuza yürürneğe devam ettiler. Shinji
cep lambasım tutup, gemileri limana sokan bir kı
lavuz römorkörü gibi, Hatsue'yi sarp patikadan
yürütüyordu. Ne söyleyeceğini bilemeyen ve aslın
da hiç de konuşkan olmayan Shinji, sessizliği boz
mak amacıyle üstün körü konuşmağa başladı .
- « Evet, vakti saati gelince bir kıyı gemisi
alacağım işte. Yani kazanıp biriktirdiğim parayla
demek istiyorum. Sonra kardeşirole birlikte Kis
hu'dan kereste, Kyushu'dan da kömür taşıyaca
ğlm. O zaman anam da biraz daha rahat eder, yaş
lanınca adaya dönüp burada dinleneceğim. Nereye
gidersem gideyim adamızı unutmıyacağ-ım. Bütün
Japonya'da. adaların en güzeli, Uta-Jima'da
oturan herkes buna inanırdı onun için adamız-
51
daki hayatın daha güzel, daha huzurlu olması uğ
runda elimden geleni yapmak niyetindeyim. . . gel
miş geçm iş en mutlu hayat . . . çünkü biz bunu yap
mıyacak olursak o zaman ada unutulmağa başla
nır, adayı özleyip geri dönen olmaz. Zaman ne ka
dar değişmiş olursa olsun, bütün kötülükler, ada
mıza ulaşmadan yokolacaktır. Deniz. . . o, ada
için gerekli olan iyi, güzel şeyleri getirir yalnız . . .
ve b.izim sahip olduğumuz iyi ve dürüstlükle ilgili
ne varsa, topunun burada kalmasının nedeni, de
nizdir. . . İşte bu yüzdendir ki, adamızda hır�ız
yok ; sadece namuslu, iş bilir erkekler var. İç
leri çalışmak isteğiyle dolu erkekler, başlarına ge
lecek her şeye dayanabilen erkekler, sevgilerinde
sahtelik olmayan, aşağılık yanları olmayan erkek
ler . . . »
Genç balıkçı, düzgün konuşabilen bir kimse de
ğildi kuşkusuz ; söylediği şeyler birbirini tutmu
yordu, üstelik adamakıllı da karışıktı, ne var ki,
konuşkan olmak isteğiyle, Hatsue'ye anlattığı şey
lerin özeti buydu.
Genç kız, Shinji'nin konuşmasını yarıda kes
meyip, ne anlatırsa, başını eğerek dinliyordu. Canı
sıkılıyormuş gibi de görünmüyor, yüzünden, Shin
ji'yi anlayı ş ve güvenle karşıladığı belli oluyordu.
Shinji, sevinç içinde, bunu görmekte gecikmiyordu.
Kızın gözünde küstah bir Irimse olmak niye
tinde değildi. Onun içindir k i , konuşmasının sonun
da bile bile şu son ve önemli umud.a, bir kaç gece
önce Deniz Tanrısına dua ederken dilediği şeye
geçti içinden mırıldanarak.
Yol, ağaçların koyu gölgesi içinde sürüp gidi
yordu. Kolunu Hatsue'nin beline dotamasına hiç
52
'
bir şey engel olamazdı, ne var ki, bu akşam kızın
elini bile tutmadı, onu yeniden öpmeyi de aklından
geçirmedi.
Dün karanlık kumsalda geçenler, kendi irade
leri dışında gerçekleşmiş gibi geliyordu ikisine de.
Kendilerinin dışında bir gücün esrarlı bir şekilde
doğurduğu bir olay . Az buçuk zorlanarak, buluş
. .
YEDiNCİ BÖLÜM
53
zecekler, beş gece ev lerinden uzak kalacaklardı.
Böylece, doğup büyüdükleri adadan hiç ayrılmamış
gençler, uzak yerleri kendi gözleriyle görüp tanıya
cak, içlerine sindireceklcrdi. Daha önceki bir ku
şaktan olan küçücük okul öğrencileri bile teknele
re binip karşıdaki büyük anavatan topraklarına
gcçmişlcr, hayretten yusyuvarlak açılmış gözleriy
le hayatların1n ilk atlı tramvayına bakıp bağırmış
l.ardı : «Şuna bak, şuna bak. . . Helayı çekip götüren
koca bir köpek »
. . .
54
tasının en dibine, çocuğun kolay kolay el atamıya
c!lğı bir yere de, bir kaç yemiş ile bir kaç da şe
kerleme saklamıştı.
O gün, adanın posta gemisi Kamikaze-maru,
hiç alışılmamış bir saatte, öğle vakti saat birde,.
Uta-jinıa'dan kalktı. Bugüne dek, ancak yirmi ton
luk bir tekne olan bu motorlu sandığın inatçı, eski
kafalı kaptanı, kullanılan tarife dışında en ufak bir
değişikliği, duyulmamış bir küstahlık diye adlan
dırıp, derhal geri çevirirdi . Ama kendi oğlunun da
katıldığı gezintinin yapılacağı saat gelip çatmıştı
şimdi. Gemi, Toba'dan kalkacak trenin hareketin
den çok önce Toba'ya varacak olursa, çocuklar pa
ralarını çarçur ederler diye yakıncıanın ne demek
olduğu da kafasına dank etmişti.
Kamikaze-maru'nun güvertesi ile kamaraların
da, sırtlarındaki çantaları, kayışi arı göğüslerinden
�aprazlamasına geçen mataraları ile bir sürü okul
çocuğu bir araya yığılmıştı. Görevli öğretmenler,
rıhtıma toplanmış anneler kalabalığına öfkeleni
yorlardı. Uta-jima'daki bir öğretmenin işinde ka
labilmesi, annelerin hoşgörüsü ile çok yakından il
gilidir. Bir seferinde bu öğretmenlerden biri, anne
ler taraf1 ndan komünist olmakla suçlandırılmış,.
adadan sürülmüştü.
Pırıl pırıl bir ilkbahar günüydü, gemi rıhtım
dan ayrı lırken, her ana kendi çocuğunun adını hay
kırıyordu. Okul kasketlerinin kayışiarını çeneleri
nin altından sımsıkı geçirmiş olan çocuklar, yüzle
rinin kıyıdakiler tarafından seçilmediğinden iyice
emin olduktan sonra, olanca sesleriyle bağırınağa
koyuldular : «Ho�a kal, ihtiyar bunak . . . Yuuuh ih
tiyar kaz. . . Yerin dibine gir . . . »
55
Güvertesi boydan boya okul çocuklarının üni
formalarından kapkara kesilmiş olan gemiden, kas-
. ketlerin maden arın al arı ndan yayılan parıltı titre
şiyor, elialı düğmeler in ışıltısı kumsala kadar yan
56
I-Iiç istemediğ-i halde, Chiyoko'nun iyi niyetli
babası da bu hoşnutsuzluğu körüklemekten geri
kalmamıştı. Chiyol{o. açıktan açığa, bu çirkinliğin
kendisine babadan kalma bir miras olduğundan ya
kındıkça, içtenlikli fener bekçisi, hemen bitişik oda
d a da olsa, konuklarına yakınınağa koyulurrlu :
- «Ah ah, evlenme çağınd3.ki kızım daha güzel
olmadığına çok üzülüyor. Bundan sorumlu olan d a
çirkin babası elbette, kendimi sorumlu tutuyoruro
bundan . . . Ama ne yaparsın, alın yazısı . . . »
Biri Chiyoko'nun omuzuna dokununca, kız dön
dü. Gençler Birliği'nin Ba.5kanı Y.asuo l{awamo
to'ydu omuzuna dokunan. Durduğu yerde gülümse
yen gencin deri ceketi güneşin altında parlıyordu.
<<Merhaba. hoş geldin. Bahar tatili, değil
mi?»
- «Evet. Sınavları dün bitirdik. »
-·-«Demek bir süre yine anneciğinin sofrası-
na döndün, öyle mi ?;.>
Yasuo bir gün önce, babasının sendika işi ile
ilgili bir bildirisini idare makamları önünde açık
lanıak üzere. Tsu'ya gitmişti. Geceyi, bir hısımının
Toba'daki pansiyonunda geçirmişti, şimdi de posta
gemisi ile Uta-jima'ya dönmek istiyordu. Tokyo'dan
yeni gelmiş bu üniversiteli k ı za ne kadar düzgün ve
güzel bir şiveyle konuşabildiğini göstermekten gu
rur duyuyordu.
Chiyoko, ya:ııtı olan bu delikanlıdan fışkıran
erkekçe neşeyi içinde duyuyordu. Delikanlının ken
dinden öylesine emin bir haJi vardı ki, «Bu kızın ho
şuna gittiğimden eminim>> der gibiydi. Bu duygu
Chiyoko'yu daha da kötümserliğe sürükledi.
«İşte yine olan oldu», diye söylendi içinden.
Tokyo'da gördüğü fi lmlerle okuduğu kitaplar, için
deki eğilim, artık gözlerinin içine bakıp «Seni sevi
yorum>> diyecek bir erkek bulmak isteğini uyandır
mıştı ruhunda, yoksa «Beni seviyorsun» diyen bir er
}{ek değil. Ne var ki, bunu asla yaşıyamıyacağına
inanıyordu.
Kamikaze-maru'dan kuvvetli, kaba bir ses yük-
seldi :
- «Heey, şilte hararı hangi cehennemin dibin
de kaldı be ? Bir baksanıza . · " Hemen bunun üze
.
60
andan sonra, kendilerini dalgaların salıantısına bı
rakmış sürüyle karabatak göründü, uzakta da, Oki
derinliklerinden yükselen kayalıklar görünüyordu.
Yasuo kaşlannı çattı , Uta-jima,nın bugüne dek
tatmış olduğu tek utanç konusu olan Oki derinlik
lerinden gözlerini ayırdı. Öteden beri Uta-jima genç
liğinin, uğrunda kan akıttığı bu dalaylardaki balık
yumurtası avianma hakkı, Toshi adasına geçmişti.
Şu anda Chiyoko ile Yasuo ayağa kalkmışlar,
oldukça alçak olan dümen dairesinin üzerinden ba
kıyor, adalarının bird·enbire karşılarında belirme
sini bekliyorlardı.
Gerçekten de, biraz sonra, Uta-jima esrarlı, ga
rip bir külalı gibi denizin üzerinde yükseliverdi.
Gemi yan tarafa doğru dönrneğe başladı, onun
la birlikte külalı da . . .
SEKİZİNCi BÖLÜM
61
vanları, canları d işlerine takılı, kıyıda korunacak
yerler arıyorlardı. Geceyarısı, yağmurla karışık bir
rüzgar esmeğe başladı, gök ve deniz, insanların ya
kınırken çıkardığı sesler ile ıslık seslerine benzer
gürültülerle doldu.
62
li zevkini berbat ediyordu. Ne var k i şimdi bu hava
renkli bir bayram gününün başlangıcı gibi görünü
yordu gözüne. Bu, mavi bir gök, bayraklar ve direk
lerdeki pırıl pırıl flamalarla güzelleşen bir bayram
değil, öfkeyle kabaran bir deniz, yerlere eğilmiş
ağaçların arasından ıslık çalarak geçen bir rüzgarın
güzelleştirdiği bir bayramdı.
Genç balıkçı artık daha fazla bekleyemedi, aya
ğa fırlayıp pantolonunu, kara, dik yakalı kazağını
giydi.
Biraz sonra uyanan anası, ağaran günün hafif..
ten aydınlattığı pencerenin önündeki erkek gölgesi ..
ni gördü.
- «Hey, kim var orada?» diye seslendi.
«Ben'im, ben.»
«Neden korkutuyarsun beni böyle ? Bu ha
vada balığa mı çıkacaksın yoksa ?»
« Tekneler bugün denize açılamaz, ama . . . »
«Öyleyse neden biraz daha uyumuyarsun ?
Pencerenin önünde yabancı biri var sandım.»
63
] aşıyor, karl ranı na göz atıyordu. Shin ji'ni n yüreg�
kusku nedi r bilmezdi, kızın böyle kötü bir hava da
-·
64
sandalların burunlarını ısıattığını görmedi. Gözle-
rini yere çevirince, ayaklarının hemen dibinde, heı
halde bu dalgaların getirmiş olduğu güzel, küçük.
şeftali rengi bir midye gördü.
Midyeyi yerden alıp inceledi. Midye sımsıkı ka
palıydı , tam formuna girmişti, soluk kadar ince ke-
narlarında en ufak bir aralık yoktu. Çok güzel bir
arnıa�·an olur, diye düşünerek, midyeyi cebine koydu .
65 F/5·
.zorunda olan zayıf kadını, hatırladı.
Kadın sünger çıkarmak için dalmış, tekrar çı
kıp da kurumak üzere ateşin başına geçerken, bir-
. denbire düşüp bayılmıştı. Gözleri aka kesmiş, mo
rarnıış dudaklarını ısırıp yere yığılmıştı. Kadının
cesedi akşamın alaca karanlığında çamlık koruda
yakılırken, öbür dalgıç kadınlar öylesine fenalaşmış
lardı ki, ayakta duramayıp, ağlayarak yerlere çö-
. melmişlerdi.
Bu olayla ilgili olarak ortalıkta garip bir söy
lenti dolaşmağa başlamış, kimi kadınlar da�maktan
korkar olmuşlardı. Ölen kadının, deniz d ibinde, in
. sanların görmemesi gereken çok korkunç şeyler
. gördüğü için cezalandırıldığı söyleniyordu.
Shinji'nin anası, bu söylentiyi alaya alıp, hep
daha derine, daha derine dalmış, mevsimin en zen
gin sünger avını yapmıştı. Kendince bilinmeyen şey-
..
66
Kimonosunu çabucak örtünüp, kocasının am�
levhası önünde eğildi.
68
pantolonunun ceplerinde kibrit aradı, denizde geçir
diği günler ona kibritini yanında taşımayı öğret
mişti.
Daha kibriti ele geçirmeden, parmakları o sa
bah kurnsaıda bulduğu midyeye dokundu. Midyeyi
çıkarıp pencerelerin birinden sızan ışığa tuttu. Şef
tali rengi kabuk, hala deniz suyundan ıslakmış gibi,
pırıl pırıldı. Sevinerek midyeyi yeniden cebine attı .
Biraz kurumuş çam filizi getirip, dağılmış bir
odun kümesinden biraz da çalı çırpı aldıktan sonra,
.çimento döşemenin üzerine yığdı, uzun boylu uğra
şarak, ıslanmış kibrjtlerden birini ateşleyip d:ıll arı
tutuşturdu. J:?.i r süre bütün oda dumana boğuldu, ne
den sonra, tütmekte olan duman küçük, titreşen bir
alev hal ine girdi.
Shinji , sırıl sıklam olmuş pantolonunu çıkarıp,
1rurusun diye ateşin yanına astı. Sonra, ateşin başı
n a oturup, elleriyle dizlerini kavradı. Şimdi sıra
beklerneğe gelmişti.
Shinji bekledL En ufak bir huzursuzluk çık
maksızın geçiyordu zaman. Shinji parmaklarını ka
r a h:az:ığı nın deliklerine geçiriyor, delikleri daha
fazla genişletiyordu.
Bulunduğu yer daha da ısınıp dışarıda fırtına
sesi ulurken, Shinji, vücudunun giderek daha ra
batlayıp gevşed1ğini duyuyordu. Kendini tamamen,
güven beslediği sevgisinden yükselen mutluluk duy
gusuna bıraktı . Yeterince hayal gücü olmadığı iGin,
kızların çıkaracağı engelleri düşünemiyor, ondan
ötürü de rabatı kaçmıyordu.
Bir süre sonra, başını dizlerine dayayıp uyku-
•
ya daldı.
Shinji gözlerini yeniden açtığında, önündeki
69
ateş yine eskisi gibi canlı yanmaktaydı. Gözlerini
bir an için kapatnuştı sanki. Ama ateşin öbür yanın
da garip, ne olduğu aniaşılmayan bir gölge duruyor
du. Acaba düş mü görüyorum diye sordu Shinji ken
di kendine.
Gölge, çıplak bir kızın gölges iydi. Orada, başı
önüne eğilmiş duruyor, beyaz gömleğini kurutmak
için ateşe tutuyordu. Böyle iki eliyle gömleğini ate
şe tutarken, vücudunun belden yukarısı olduğu gibi
görünüyordu.
Slıinji düş görmediğinden emin olunca� ufak
bir hileye başvurmak, uyuyormuş gibi yapmak iste
di. Böylece, yarı kapalı gözlerinin arasından kızı gö
zetleyebilirdi.
Sudan çıkan dalgıç kadınların, vücutlarını ateş
te kurutmak öteden beri baş vurdukları bir gelenek
tL Onun için Hatsue de, anlaşıldı ğın a göre, ateşin
karşısına geçmekte bir sakınca görmemişti. Buluş ..
mal{ için söz verdikleri yere gelmiş, ateşi bulmuş,
ateşin önünde de derin uykuya dalmış Shinji'yi gör
mü�tü. Çabucak ve küçük bir çocuk kadar bile üs
tünde durmayarak, kararını vermiş, ıslak giysileri
ile ıslak vücudunu kurutmak için zamandan yarar
lanmavı diişünmüştü. Burada, bir erkeğin önünde
soyundu �nu aklına bile getirmemisti. Sadece ate
sin önUnde savunuyordu, o kadar. Çünkü üstü başı
sırılsıklamdı, biricik ateş de buydu.
Shinji 'nin kadınlarla öteden beri ilişkisi olsay
dı, içinde fırtınanın uluduğu bu yıkık yapıdaki ate
şin karşısında duran çıplak Hatsue'nin, henüz erkek
eli değmemiş bir vücuda sahip olduğunu, daha ilk
bakışta anlardı. Kızın cildi hiç de beyaz değildi, ne
var ki, deniz suyu ile sürekli bir araya gelmekten
70
ötürü, pürüzsüz ve kaygandı. İçindeki ciğerlerinin
sağlamlığına dayanarak sık sık denizierin dibine
daldığı geniş göğsünde, utanıyorlarmış gibi, hafif
çe birbirinden ayrılmış ve her birinde pembe birer
tomurcuk bulunan iki küçük, diri meme vardı. Ya
kalanmak korkusuyla gözlerini ancak çok az arala
yabilen Shinji, tavana kadar yükselen alevlerden
ötürü, lnzın vücudundaki hemen hemen gözden si
linen bazı yerleri belli belirsiz bir şekilde ancak ayırt
edebiliyordu.
Derken, genç balıkçı gözlerini kırpıştırınca, ate
şin ışığı altında, kirpiklerinin gölgesi bir an için ya
naklarının üzerine düştü.
Genç kız, şimşek gibi bir hızla memelerini he
nüz tamamen kurumamış olan gömleğinin ardına
saklayıp bağırdı :
«Kapat gözlerini . . . »
71
duvarının dikilmesi, aslında çok doğal bir şey olan
karşılıklı güvenlerinin sarsılmaya yüz tutmasıydı .
Gençliğinin verdiği bütün mertliğiyle doğruldu.
Shinji ile genç kız karşılıklı durmuşlar, alevle
rin arasından birbirine bakıyorlardı.
Shinji sağa doğru kısa bir adım attı. Aynı an
da Hatsue de biraz sola geriye kaydı. Ve önceki gi
bi, yine ateş girdi aralarına.
- «Niye kaçıyorsun benden ?»
«Utanıyorum da ondan.»
Shinj i : «Pe l{ i neden giy inm iya rsu n öyleyse ? »
demedi. Kızı hiç değilse kıs a bir sür e dah a böyle
görmek istiyordu. Neden son ra, sess izlik day anıl
maz bir haJ alın ca, Shin ji çocu ksu bir soru ile içi
n i bosalttı :
�
72
nıklılt ettiği kanısına kapıldı. Hatsue bu soruya şa..
şırtıcı bir karşılık verd i :
«Utamyorum . . . »
«Neden ?>>
« Sen bütün üzerindekileri çıkarınadın da,
ondan.»
Şimdi Shinji'nin utanç duygusu geri gelmiş, bü
tün vücudu kızarınıştı sank i . Konuşmaya yeltendi
ama ses çıkmadı ağzından. Ateşe öylesine yaklaş..
ınıştı ki, nerdeyse parmaklarının uçları yanacaktı.
Gözlerini kızın gömleğine dikti, alevler gömleğin
üzerinde uçuşan gölgeler yaratıyordu. Neden sonra,
zar zor birkaç söz çıkabildi ağzından :
- «Eğer . . . eğer şunu çıkarırsan . . . o zaman ben
de soyunurum. »
Hatsue'nin yüzünde bir gülümseme belirdi bir
denbire. Ama ne kendisi, ne de Shinj i · farkın a vardı
·bunun.
Genç kızın elindeki gömlek, vücudunu, meme
lerinden kalçalarına kadar örtmüştü. Hatsue, göm..
leğini çektiği gibi arkaya savurdu.
Shinji kıza baktı. Sonra, gözleri kıza dikili, bir
kahraman heykeli gibi dimdik, kuşağını çözrneğe
başladı.
Tam bu sırada dışarıda, pencerelerin önünde,
fırtı na birdenbire şiddetini artırmıştı. Rüzgarla
yağmur hanidir bu yıkık kuleye çarpıp duruyordu
ama, genç balıkçı ile kız, fırtınanın varlığını tam
anlamıyla ancak şimdi farkediyorlardı. Yüksek
pencerelerin tam altında engin Okyanusun delirmiş
çesine sarsıldığını duyuyorlardı .
Genç kız birkaç adım geriledi. Dışan çıkacak
yol yoktu. Sırtı, isli çimento duvara yaslandı.
73
«Hatsue » , diye bağırdı Shinj i. .
. . .
74
.la. «Şu anda doğru değil. Günün birinde evleneceğirn
erkeğin sen olduğundan eminim. Ama o güne kadar
doğru değil.>>
Shinji bütün ahlak kuralları karşısında saygı
duyardı. Daha önce de hiç bir kadınla düşüp kalk.' ..
ınamış olduğundan, şu anda kadın denen varlığın en
derin ahlak anlayışıyla karşı karşıya bulunduğunJ
i r. c:: n ıyordu. Hatsen'yi daha fazla sıkıntıya .:. o�man ·
. .
75
«Ah, ne güzel . . . » Heyecanlanmış olan kız,
parıldayan kabuğu aleviere doğru uzattı. SGnra, sa
çının kenarında tutup :
- «1-iercan gibi değil m i ?», dedi. c Saçın1ı süsle
nıek için kullanılabilir.»
Shinji yere, kızın hemen yanıbaşına çöktü.
Şimdi, böyle giyinmişken, hiç ürkrneksizin öpü
şebilirIerdi.
76
kadının güzelliğini teslim etmeğe her zaman hazırdı ..
Yapacağı daha iyi bir şey olmadığı için Chiyo-.
ko, İngiliz Edebiyat Tarihini ele almıştı. Kraliçe
Viktorya zamanında yaşamış bir sıra kadın şairin..
adlarını belliyordu - Christina Georgina Rossetti,
Adelaide Anne Procter, Jean lngelow, Augusta
Webster - hiç birine ait tek eserin bile adını bilmek
sizin yapıyordu bu işi. Tıpkı Buda'cılıkla ilgili bir ·
metni belliyormuşçasına. Mekanik ezbereilik Chiyo
ko'nun kuvvetli yanıydı, profesörlerin ağzından çı
kan her sözü, aksıracak bile olsalar, not defterine ·
geçirirdi.
l{ızından yeni bilgiler edinmek bırsına kapılmış
•
77
Chiyoko, Tokyo'yu özlemeğe başlamıştı. Böyle
·fırtınalı bir günde bile otomobillerin caddelerden
her zamanki gibi geçtiği, apartmanlardaki asansör...
terin yukarı - aşağı çıkıp indiği, tramvayların takır
tılarla geçtiği rrokyo'yu . . . Orada, büyük . kentte, he
men henıcn bütün doğa boyunduruk altına ahnmış...
tı, serbest kalmış bir parçacık doğa kudreti varsa, o
da insanlara düşman görünürdü. Oysa bu adada in-
. sanlar heyecanlı bir tutkuyla doğa ile birleşiyor, üs
telik onu koruyarlardı da.
Okumaktan canı sıkılan Chiyoko, yüzünü pen
cereye dayayıp. kend�sini eve hapsetmiş olan fırtı
n�ya dikti gözlerini. Fırtına. tekdüze geliyordu Chi·
yoko'ya. Dalgaların gümbürdemesi kulaklarını öy..
Jesine rahatsız ediyordu ki, bir sarhoşun zevzekJi
ğinden farkı yoktu.
Nedendir bilinmez, birdenbire, sevdiği erkek ta
rafından baştan çıkarılan bir sınıf arkad::ı.şı üzeri
ne konuşulanları düşündü. Kız o erkeği candan dav
ranışları ve şefkatli duygularından ötürü sevmiş,
· bunu açıktan açığa da söylemişti. O geceden sonra
ise onu Irabalığı ve bencilliğinden ötürü sevdiği söy
len!yordu ... ama kız bunu kimseye açmamıştı.
Tam bu sırada Chiyoko, Shinji'nin, fırtınanın
·k ırbaçladığı taş rnerdivenlerden aşağı indiğini, Hat
· sue•nin de ona yaslanmış olduğunu gördü.
Chiyoko, kendi yüzü gibi çirkin bir yüzün de
bazı olumlu tarafları olduğuna inanırdı. Böyle bir
yüz bir kere tam formunu bulduktan sonra, onun
ardında her heyecan, güzel bir yüzün ardında sak
lanabildiğinden daha iyi saklanırdı. Chiyoko'nun
çirkinlik diye kabul ettiği şey, gerçekte durmadan
kendi kendisiyle · meşgul olan bir bakiren in alçıdan
maskesiydi.
78
'
DOKUZUNCU BÖLÜM
79
_ğinıiz için, Sochan, Katchan, bir de ben_, hemen ya
kındaki bir sinemaya gittik.. Sarayları andıran şık
bir sinemaydı. Yalnız koltuklar çok dar ve scrtti.
Ot u,rmayı dencdiğimizde, tavukların tünediği dcğ
neklcrin üzcrindcyiz sandık. Hiç rah.at değildik, ge
rilcrim iz sancımağa başlamıştı. Bir süre sonra, ar
l�cm'::zdan bir adam bağırdı : « Otural'llm, oturalım ... »
A?na oturmu�� t uk ya i.�te, herhalde §al�a ediyor diye
clll.rflndük. }le var ki bize çok iyi daı,ranan bu bay�
biraz sonra ne yapacağımızı gösterdi. Bunların
açı lır kapanır koltuklar olduğunu, oturmadan önce
a.�ağı itmemiz gerektiğini söyledi. Budalaca daı-ıra
nışım?,zdan ötürü utanmıştık. Koltukları �ağı itin
ce, ne kadar yumuşak oldu,klarını a-nladık, ha.ni Ten
no bile oturabilirdi bu koltu.klara. Günün birinde an
nem de böyle otursa ne gü.zel olurdu, di!!e düşün
düm . . »
.
so
dürünün karısına rastlayınca, kadının önünde çırıl
çıplak diz çöküp eğilerek, ekspres kartın eline çok
çabuk geçmesinden ötürü teşekkür etti.
81 F/6
Annesi hemen yakındaki sendika başkanını görrne
ğe gitmiş, kendisi de tek başın a Yasuo'nun evine uğ-
ramı ş tı.
Chiyoko'nun, Shinji ile Hatsue'nin yanyana ve
sıkıfıkı yürümeleriyle ilgHi salıneyi anlatması pek
de zararsız olmadı. Verd iği haber, Yasuo'nun guru
runa ağır bir darbe indirmiş oldu. Bütün gece bunu
kurup durdu kafasın\n içinde. Öbür gün, Shinji, Ya
suo'yu gördüğü sırada, Yasuo, köyün tam içinden
geçen sarp bir yol üzerindeki bir evin ç atısı altına
asılmış bir bildiriy i incelemekle meşguldü.
Uta-jima'da su çok kıttı. Eski takvime göre yı l
82
sorundu. Bu konuyla ilgili olarak her hafta bir bil
diri yayınlanıyordu.
Yağmur suyunu süzüp bir varilde toplayabilen,
ancak fener kulesinde oturanlardı. Köyün bütün
öbür evleri, salt bu kaynağJn suyu ile yetinmek zo
rundaydılar. Her aile, su almak için gece yarısı
sıra gelir diye korku geçiriyar, hoş karşılamıyaca
ğı bu sürprizi hesaba katıyordu. Hoş bir kaç hafta
sonra, listedeki bu gece yarısı saatları hep daha el
verişli erken sabah saatiarına kayacaktı ya. Su taşı
mak kadınları n işiydi.
83
gördü. Bu çocuğu gördükçe öylesine tedirgin olu
yordu ki. Her zamanki yapmacık nezaketini tama
men unutup arkasını dpndü, ç abucak evine yollandı.
Evden içeri giren Yasuo, babasıyla ağabeyinin
akşam sakisini içtikleri ve radyoda, sesi bütün evi
dolduran bir balad şarkıcısını dinledikleri oturma
odası na bir göz attı. Yasuo doğru birinci kattaki oda
sına çıkıp, öfkeli bir suratla bir sigara yaktı.
Yasuo olan biteni, kendi düşünüş tarzına uy
gun olarak, şöyle yorumluyordu : Shinji, Hatsue'yi
baştan çıkarmayı başardı ğına göre tecrübesiz olma
sa gerekti. Bu oğlan hanidir Gençler B irliği'nin top
lantılarında günahsız bir gülümsemeyle oturur, elle
rini dizlerine dolayıp çocuksu bir bakışla başkaları
nın konuşmalarına kulak kabartırdı, demek bütün
bu süre içinde kadınlarla gizliden gizliye yapmadı
ğını koymaını ştı. Vay tilki vay . . .
Ne var ki, Shinji'nin namuslu yüzü gözünün
önüne gelince, onun k1zı kurnazlıkla elde etmiş ola
bileceğine yine de inanamıyordu. Şu halde önüne ge
çilmez sonuç, aynı zamanda Yasuo içi n de dayanıl
maz olan şuydu : Shinji kızla, çok namuslu davrana
rak ve karşılıklı konuşarak anlaşmış, kız da ona
kendi isteğiyle teslim olmuştu.
.
84
dan çıkarmamış, ceketi pantolonu üzerinde, yatağa
girmişti. Zaman zaman saatı kulağına götürüyor,
ıkide birde, parıldayan rakamlarına bakıyordu. Ya
suo'nun görüşünce, salt böyle olağanüstü bir saata
s ıhip olması bile onu bütün kadınların gözdesi du
rumuna yükseltmeliydi.
Saat biri yirmi geçe Yasuo evden sıvıştı. Ay
gökte pırıl pırıldı, bütün köy derin bir sessizlik için
deydi. Gecenin sessizliği içinde dalgaların hışırtısı
olduğu gibi duyuluyordu.
Adada topu topu dört sokak feneri vardı ; biri
rıhtımda, ikisi köyün ortasından geçip dağlara çı
kan yokuş üzerinde, biri de yukarıda, dağdaki kay
nağın yanında. Limanda yolcu gemisinden başka bir
de balıkçı tekneleri vardı, evlerdeki son ışıklar da
çoktan sönmüştü. Ayrıca, bu balıkçı köyünde ev1e
rin damları ya kiremit, ya da demirli teneke ile
kaplıydı . Burada, çiftçi köylerindeki gibi geceleri
göze batan bir sıra kara dam yoktu.
Yasuo, uykuya dalmış caddenin sağından ça
buk çabuk yukarı çıkınağa başladı, spor ayakkabı
larının yumuşak tabanlan h iç gürültü etmiyordu.
İlkokulun tomurcuklanmış bir sıra kiraz ağ-acı ile
revrili ovun alanından geçti. Bu oyun alanı bir süre
önce yapılmıs, ağaçlar ormandan getirH ip buraya
di kil misti. Fidanlardan biri fırtınadan kırılm, �tı.
Gövdesi . ay ı�ığ'ının aydınlattığı kum yığınının üze
rinde kankara görünüyordu.
Sirndi Yasuo akar suyun yanıba �ındı.k i ta� ba
sam akları tırmanıp kaynak sesinin duyuJduğ·u yere
kad�r e-eldi. Tek basına duran fenerin ışığı altında
c�� nı� 'r; �öv le bö vle e-ördü.
. .
85
bir su taş yalağa dökülüyor, sonra, yalağın kenar
larından dışarı sızıyordu. Yalağın taş çevresi parlak
yosunlarla örtülüydü. Sanki su yosunun üzerinden
döki.ilmüyordu da, yosun kalın, şaşılacak kadar say
dam bir cam tabakasıyla kaplıydı.
Kaynağın ardındaki sık ormandan bir ak bay
kuşun sesi geliyordu.
Yasuo, fener direğinin ardına saklandı. Ya
kında bir yerden havalanıp kaçışan küçük kuşların
kanat sesleri geldi.. Yasuo, yüksek bir k ayınağacı
nın gövdesine yaslandı. Bir yandan da, kol saatının
ışıldayan rakamıanna heyecanla bakarak beklerne
ğe lcoyuldu.
Saat ikiyi ancak g�çmişti ki, Yasuo, kızın okul
avlusundan geçerek geldiğini gördü. Kızın omuzun
da, her iki ucunda birer kova asılı bir sırık vardı.
Ay ışığında vücudunun bütün çizgileri olduğu gibi
görünüyordu.
Kadın gücü, aslında gece yarılan yapılacak iş
lere uygun olmamakla beraber, Uta-jima'da kadın
erkek, varlıklı yoksul, kim olursa olsun, herkes üze
rine düşen görevi yerine getirmek zorundaydı. Üs
telik Hatsue, güçlü kuvvetli, sünger dalgıçlığından
ötürü da adamakıllı sertleşmiş bir kızdı. Taş ba
samakları hiç zorlanmaksızın tırmanıyor, bu arada,
boş kovaları ileri geri sallaması, sanki çocukmuş
da bu alışılmamış saatta yapılan işten olağanüstü
bir sevinç duyuyormuş etkisini yapıyordu.
Artık Hatsue kaynağa ulaşmış, kovalannı kay
nağın yanına indirmişti. Aslında bu an, Yasuo'nun,
kızın üzerine atılmayı tasarladığı andı ama, neden
se bir an �ekinip, kız kovaları dolduruncaya kadar
beklerneğe karar verdi. Tam zamanında ileri atıla-
86
bilmek için, sol kolunu yukarı kaldırıp bir dala tu
tundu. Sonra, taştan bir heykel gibi, olduğu yerde
kımıldamaksızın durdu.
Kızın kuvvetl i, kırmızı, soğuktan biraz şişmiş
ellerine bakıp, kovaları borudan fışkıran suyun al
tına tutuşunu seyretti. Bu görünüm, hayal gücünü
harekete geçirmişti : Şehvet içinde, kızın sağlıklı,
genç vücudünü gözünün önüne getirdi.
Yasuo böyle dururken, dala tutunduğu elinin
bileğindelri gurur duyduğu fosforlu saatı, fosforlu
ışı nı nı yayıyor, hafif tik takları da duyuluyordu.
Bu tik tak sesleri, dalda yuvalanmış bir eşek arısı
sürüsünil ayaklandırdı, anlaşıldığına göre de, arı
ların merakını uyandırdı.
Eşek arılarından biri dikkatle kol saatına doğ
ru uçunca, dört bir yanına pırıl pırıl bir ışık yayan
ve düzenli bir şekilde ınırıldanan bu garip böceğin,
dümdüz, soğuk, camdan bir zırha sahip olduğunu
gördü. Belki de düş kırıklığına uğradığı için olacak,
eşek arısı, iğnesini Yasuo'nun bileğine doğru çevi
rip, bütün kuvvetiyle batırdı.
Yasuo var gücüyle haykırdı.
Hatsue olduğu yerde irkilip, haykırmanın gel
diği yöne döndü, ama hiç sesini çıkarmadı. Ses çı
karmak şöyle dursun, koval2.rın asılı olduğu ipleri
sı rıktan çıkarıp, sırığı, kendini savunmak isterce
s ine, önünde eğrilemesine tuttu.
Hatsue'nin gözünde acınacak duruma girdiğini
Yasuo bile itiraf etmeliydi şu anda. Hatsue, bir iki
adım geriledi. Ne var ki, kendini savunma durumu
nu bozmaınıştı .
Şu anda Yasuo, bütün olan bitene şaka siisü
vermen�n daha yerinde olacağını düşünüyordu . Ken
dini gülrneğe zorladı.
87
«Hey» , dedi. <<Korkuttu� seni galiba. Beni
hortlak sanmışsınd1r garanti.»
«Ne dedin ? Yasuo . . . sensin demek.»
eBurada saklanıp seni korkutmak istedim. »
- «Ama . . bu saatta mı ?>>
.
89
miyordu artık. Kızı tekrar yakalamaktan geri kal
madı..
Hatsue'nin gencecik vücudunu yine yosunların
üzerine bastırmıştı ki, inatçı eşek arası pantolonu
nun üzerine konup iğnesini olanca gücüyle Yasuo'
nun gerisine bastırdı.
Hatsuc artık yavaş yavaş, savunma ve korun
ma konusunda belirli bir düzeye ulaşmıştı. Yasuo
yeniden ayağa fırlayınca, bu sefer de kaynağin
öbür yanına kaçtı. Ağaçların gölgesinde gözden yi
tip bir küme yüksekçe fundarun ardına saklanmak
istedi. Bu arada gözüne koca bir taş da ilişti. Taşı
yerden kaldırıp iki elinin arasında tuttu. Artık ye
n iden soluk alabilir, kaynaktan aşağı göz atabilirdi.
Bu ana kadar, Hatsue, hangi Tanrının yardıma
koştuğunu bilememişti. Ama şu anda. kaynağın öbür
yanında deliler gibi sıçrayıp duran Yasuo'ya nefret
le bakarken, her şeyin zeki bir eşek arasının eseri
olduğunu anhyordu. Yasuo ellerini havada döndürüp
duruyor, genç kız, Yasuo'nun parmaklarının dört bir
yanında altın parıltılı kanatların uçuştuğunu, fener
ışığı altında olduğu gibi görüyordu.
Yasuo neden sonra arıyı kovunca, olduğu yer..
de durup şaşkın şaşkın çevresine bakındı, ve bir men..
d ille suratındaki teri silrneğe koyuldu. Sonra, Hat
sue'yi araştırınağa başladı. Kızın izini bile göreme
yince, ellerini ağzına boru yapıp, hafif bir sesle ve
korkuyla, adını çağırdı.
Hatsue, ayağının ucuyla ve bile bile, fundayı
biraz hışırdattı.
-- «A�ağı insene, hadi in aşağı . . . sana hiç do..
kunmıyacağım, söz veriyorum.» .
-·«Hayır, istemiyorum.»
90
•
- «Ne olursun in aşağı . . lutfen ! »
Yasuo yukarı çıkınağa koyulunca, Hatsue kaya
parçasını başının üzerinde havaya kaldırıp salladı.
Yasuo gerilernek zorunda kaldı.
«Yaptığın şeye bak . . . kendine gel. . . tehlike
lidir . . . Aşağı inmen için ne yapayım istersin ?»
Yasuo'nun bu sırada bütün düşündüğü, oradan
sıvışmaktı ama, kızın, babasına her şeyi anlatacağın
dan korkuyordu. Onun için yeniden yalvarıp yakar
ınağa başladı :
«Ne olursun . . . a§ağı inersen istediğin her şe
yi yaprnağa hazırım. Babana muhakkak anlatırsın
bunları, değil m i '? >>
·
91
Damları ay ışığına bulanmış olan evler, önce de
rin bir uyku içindeydiler. Ama ikisi taş merdiveni
basamak bJ.samak aşağı inmeğe koyulduklannda, kö
yün dört bir yanından yükselen horoz sesleri günün
ağarmağa başladığını haber veriyordu.
ONUNCU BÖLÜM
92
Hiroshi'nin, bu gezi sırasında derin bir etki
altında kaldığı kesindi ama, sıra anıatmağa gelınce,
iki sözü bir araya getiremiyordu. Bir şey aniatmayı
deneyince de, her seferinde tutup başka bir şeyden
söz açıyordu. Gezi ile hiç ilgisi olmayan şu gülünç
olayı anlatıyordu. Örneğin : Bir yıl önce, okulda
koridorun bir yerine balmumu sürmüşler, bayan öğ
retmenlerden biri muma basıp yuvarlanınca, başlı
başına olay olmuştu bu. Şimşek hızıyla üzer�ne
doğru gelip yanından geçen gacırtılı tramvaylar,
otomobiller, kuleler gibi yükselen yapılarla neon
ışıkları, ş:ışkın şaşkın bakakaldığı bütün bu yeni
likler. . . bütün bunlar neredeydi şimdi ?
Evde ne varsa, geziye çıkmadan önceki gibi,
bıraktığı gibiydi. Eski mutfak dolabı, duvar saati,
Buda mihrabı , yemek masJ.sı, hepsi aynıydı .. yas
lı anası d3. olduğu gibi duruyordu. Mutfak ocağı
orada, eskimiş ot döşekler de buradaydı. Bütün bu
eşya, hiç konuşmasa da, onu anlamağa hazırdı.
Ama herkes, anası bile, yaptığı geziyi aniatsın diye
neredeyse üstüne yürüyeceklerdi.
Shinji'nin balıktan eve döndüğü sırada Hiroshi
bir dereceye kadar sakinleşmişti. Akşam yemeğin
den sonra yol günlüğünü açıp, anası ile kardeşine
başından geçenler üzerine kısa bir bilgi vermiş ol
du. Artık annesi de kardeşi de tatmin olmuşlardı ,
yeni sorularla üzerine varmağa kalkışmadılar.
Hiroshi'nin yaz tatili sona eriyordu. Bundan
ötürü de sabah yataktan kalkıp gece yatağa girin
eeye kadar, arkadaşlarıyla oynamak için her geçen
günden yararianınağa bakıyordu.
Hiroshi için artık her şey yeniden doğal duru
ma girmişti. Her şeyin anlaşılır olduğu, konuşmayı
93
gerektirmediği yaşantısına dönmüştü artık. �iut
fak dolabı , duvar satı , annes i, kardeş i ; eski, is
tutmuş ocak, dalgaların hışırtısı . . . aralarında de
rin ve deliksiz uyku çekilebilen güvenilir kollar gi
biydi bütün bunlar.
Adada güzelim oyun yerleri vardı. Hiroshi ile
arkadaşları, şimdiye dek yalnız adının edildiğini
duydukları şu batı dünyasının filmlerini görmüş
lerdi ya artık, bundan böyle en sevdikleri oyun
«kovboy ve kızılderili» oyunuydu. Karşıdaki Shima
Yarımadasının Motoura kesimindeki ormanlarında
yakılan ateşten çıkan dumanın görünmesiyle, kafa..
larının içinde hemen bir kızılderili bayramında yük
selen işaret dumanları yer ediyordu.
Karabataklar, Uta-jima'nın göçmen kuşlarıydı.
Bu mevs im gelip çattı mı, birbiri ardından yitip
giderlerdi. Buna karşılık, şimdi bütün adayı bülbül
sesleri dolduruyordu. Ortaokula inen ve bütün yön
lerden esen rüzgarlara açık dik patikaya, köyde Kır
mızı Burun Sokağı denirdi. Kışın, buradan inen
herkesin burnu kıpkırmızı kesBirdi de, ondan. Ama
şu sırada, en soğuk günlerde bile esse, hafif mel
temlerin kimsenin burnunu pembeleştirdiği bile gö
rülmezdi.
Ada,nın güney ucundaki Benten Burnu, çocuk
ların kızılderili oyunları için biçilmiş kaftandı. Bu
runun batı yanı tamamen kireç taşındandı. Bura
da, Uta-jima'nın en esrarlı yerlerinden biri sayılan
bir mağaranın girişi vardı.
Mağaranın girişi, küçük, aşağı yukarı bir bu
çuk metre genişliğinde, altmış santim yüksekliğin
deydi. Ama içerilere doğru uzanan koridor, giderek
genişleyip, sonunda üç bölümlü mağaraya ulaşıyor-
94
du. Giriş kapkaranlıktı, mağaranın içerisine gelin
ce, orada garip, donuk bir ışık hüküm sürüyor, bü
tün burunun altından geçip, doğu tarafında görün
mez bir kapıya ulaşan mağarayı oldukça aydınla
tıyordu. Burada dalgaların köpükleri içeri sıçrar,
kayaların içindeki bir çukura dökülürdü.
Çocuklar, ellerinde mumlarla, mağaradan içeri
. girmeyi göze alabiliyorlardı. Karanlık koridordan
sürüne s ürüne geçerken : «D ikkatli olun . . . » diye
sesleniyorlardı birbirlerine. Her biri, diğerinin titre
şe� mum ışığında ve karanlıkta dalgalanır gibi olan
yüzüne bakıyor, yine her biri, gençten bir belalının
koca bıyıklı yanaklarına sahip olsaydı bu ışık al-
�
.
·
95
sesti bu. Mağaranın, kireçli taşlardan oluşmuş dört
duvarına ç arpıp geri dönen ve çağlayan bir sesti
bu. Bır yankıyı, ardından gelen bir başkası izliyor,
sonunda bütün mağara bir tek gümbürtü ile sar
sılıp, saHanınağa başlamış gibi oluyordu. Çocuklar
korkuya kapılmışlardı. Altıncı ayın on altıncı ile on
sekizinci günleri arasında tam yedi, bembeyaz kö
pek balığının burada hiç yoktan varolup, çukurdan
geçerek denize açıldıkları üzerine anlatılanlar ka
falarına takılmıştı.
Çocuklar, aynadıkları bu oyun süresince rol
lerini değiştirmeyi uygun buluyorlar, sıra ile, kar
şılıklı hem dost, hem de düşman oluyorlardı. F
şındaki örümcek ağından ötürü, Sochan kabile re
isliğine getirilmişti. Öbür ikisi de bütün kızılderi
Iiierin amansız düşmanlan sayılan iki sınır nöbet
ç !si olmuştu. Ama şu anda şeflerine, dalgaların çı
kardığı yankının neden böylesine korkunç olduğu
nu sormak istediklerinden, öbür ikisi hemen şefin
sadık adamları rolüne girmişti.
Sochan, oyunun uğrad1ğı değişikliği çabucak
kavradı ğı. için, mum ışığı altındaki kayaların üze
rine haşmetle kuruldu.
«Ey şefimiz, kulaklarımıza gelen bu kor
kunç ses nedir ?»
«Bu . . . çocuklarım», diye karşılık verdi
Sochan heybetle, «Bu . . . bize öfkesini gösteren Tan
rıdır.>>
«Tanrının öfkesini yumuşatmak için ne ya...
pabiliriz ?» diye sordu Hiroshi.
- «Bırakın düşüneyim . . . evet, yapabileceğimiz
biricik şey, ona kurban verip dua etmektir.»
Böylece, annelerinden dilendikleri ya da aşır-
96
dıkları pirinç köfteleri ile fasulye ekmeklerini çı-.
kartıp bir gazete kağıdının üstüne koydular. Sonra
bunu tantanayla, çukurun yukarısındaki bir kaya
nın üzerine yerleştirdiler.
Şef, iki bendesinin . arasından geçip mihraba
doğru yürüdü, orada, kendini kireçli taşlardan mey-
dana gelmiş bir yere atıp, kollarını havaya kaldıra
rak garip, uydurma bir dinsel şarkı okumağa ko
yuldu. Sonra, belden yukarısını ileri geri eğerek,
dua etmeğe başladı . Hiroshi ile Katchan da şefleri-
n in arkasında dize gelmişler, onun hareketlerine
ayak uyduruyorlardı. Taşlardan yayılan soğuk, pan-·
telonlarının arasından geçip dizlerine kadar yükse
liyordu. Hiroshi ile arkadaşları, kendilerini tam btr
kızılderili filminin gerçek oyunculan gibi hissedi- ·
yorlardı. Bereket Tanrının öfkesi yumuşamış g!b�
görünüyordu. Dalgaların gümbürtüsü biraz hafif,
lemişti. Bir daire yapıp yere oturdular, pirinç köt·
tesi ile fasulye ekmeğinden oluşmuş adak yemeğin�
yemeğe koyuldular. Bu yemeği her zaman yedik
lerinden on kat daha lezzetli buluyorlardı. Ama tam·
bu sırada, daha korkunç bir gümbürtü koptu, çu
kurdan yükselen bir su hortumu yukarılara kadar
"
97
.söndürdü. O zanıan, çocukların korkusu daha da
arttı. Gelgelelim , hala korkmadıklarını gösterrneğe
. çalışıyorlardı birbirlerine. Bütün çocuklarda görülen
içgüdünün etkisiyle, oyunu sürdürüp, korkularını
. çarçabuk örtbas ettiler.
Hiroshi ile Katchan'dan, korkudan tir tir tit-
reyen iki kızılderili meydana gelmişti.
«Ah, ah, korkuyorum . . . Korkuyorum. Ey
büyük şef, Tanrı gazaba geldi. Onu böylesine kız
dıran nedir acaba ?»
Sochan taştan tahtına kurulmuş, haşmetle tit
riyordu. Bu soruya bir karş1 lık ararken, son gün
lerde adada ağızdan ağıza dolaşan bir söylentiyi
hatırladı. Kötü bir niyet gütmeksizin, bu söylenti...
den yararlanmak istedi. Öksürüp konuşmağa baş
ladı :
- <<Tanrı kötü bir olaydan ötürü böylesine öf
keli. Yapılan bir haksızlıktan ötürü.»
«Haksızlık mı ?» diye sordu Hiroshi. «Ne
. demek istiyorsun ?»
«Senin haberin yok Hiroshi . Ağabeyin Shin
ji'nin Miyata'nın kızı Hatsue ile yaptığı şeyden ötü
rü öfkelendi demek istiyorum. Yani «Omeko» demek
istiyorum. İşte Tanrı ondan gazaba geldi.»
· Hiroshi, ağabeyinin adını duyup da ardından
· kötü konuşulduğunu anlayınca, öfkeden kıpkırmızı
· kesilerek şefe döndü :
- «Ağabeyim Hatsue ile n e yapmış kL. «ome
ko» diye söylemek istediğin ne ?»
- «Daha onu bile bilm iyorsun demek ; «omeko»
· diye bir .delikanlı ile bir genç kızın beraber yatma
?larına denir.»
Aslında Sochan da bu kavram üzerine söyle-
98
diğinden fazla bir şey bilmiyordu. Ne var ki, açık
ladığı şeyi aşağılatıcı bir ses tonuyla söylemeyi ba
ŞJ.rmıştı. Hiroshi öfkelenerek Sochan'ın üzerine
atıldı.
Sachan daha kendini toparlayamadan omuzlu
rından yakalandığını, yanağına bir yumruk indiği
n i duydu. Ne var ki, dalaşma şaşılacak bir hızla
son buldu : Sochan sırtından duvara çarptığında,
geri kalan iki mum da devrilip sönmüştü.
Şimdi mağaranın içinde, çocukların birbiri- ·
nin yüzünü zar zor seçebildiği loş bir ışık vardı.
Hiroshi ile Sachan hala tıknefes , karşı karşıya du
ruyorlardı. Burada dalaşmakla kendilerini nasıl bir
tehlikeye atmış oldukları yavaş yavaş kafalarına
dank ediyordu.
«Yeter artık . . . » , diye bağırdı Katchan. «Bu-
ranın tehlikeli bir yer olduğunu görmüyor mu su- .
n uz ?»
Üçü de kibritlerini yakıp mumları yeniden bul
dular. Sonra. hiç ses etmeksizin dönüp, geçitten
sürünerek mağaradan çıktılar.
Gün ışığında kayalıklara tırmanıp da burunun
sırtına ulaştıklarında yine eskisi gibi candan dost
olmuşlar, biraz önceki kavgayı tamamen unutmuş
lardı. Dapdaracı k sırt geçidinde yürüyüp şarkı söy- ·
lüyorlardı :
99
·. üç çocuk, adanın tepesindeki üzüm bağları nın ara
sındaki dört ya da beş neşeli çocuğun, onlara elle
rini salladıklarını, bir şeyler bağı rdıklarını duyu ...
yorlardı. Üçü de, karşılık olsun diye ellerini salla
yıp yürümeyi sürdürdüler. Şurada burada, yumuşa
cık atların arasından, kırmızı çiçek açmış yaban .
-ederdi..
Ot dö.şeğine rahatça ilişen Hiroshi : Anne . . . »
c
100
.
. .
.
. .
101
« Peki öyleyse, artık söyleyeceğim bir şey
yok. Ama dikkatli ol.. insanın dile düşmesi �ok
kolaydır.))
Ne var ki durum yine de düzelmedL Ertesi ak
şanl Shinji'nin anası, adadaki biricik kadınlar ku-
•
102
- «Öyle m i yapıyormuş ?» d iye gülümsedi Shin
ji. Ama daha fazla bir şey sormadı.
Tekne ilkbahar salintısı içinde yavaş yavaş iler
liyordu.
Şimdi, aslında hiç de konuşkan olmayan Jukichi
de söze karışınıştı :
«Bilirim, bilirim. Yasuo kıskancın biridir.
Babası zengin diye burnu Kaf dağında. Suratsız,
koca bir budaladan başka bir şey değildir bu oğlan.
Ne gülünç . . . Demek bizim Shinji koca bir kadın
avcısı oldu da Yasuo da kıskançlıktan kendini yi
yip bitiriyor ha? Ne söylerse söylesin, hiç uruursa
ma Shinji. Bir dalaşma çıkacak olursa ben senin
yanındayım.�
Böylece, Yasuo'nun yaydığı dedikodu yavaş ya
vaş köyün bütün evlerine bulaştı. Ne var ki, henüz
Hatsue'nin babasının kulağına çalınmamıştı.
Derken bir akşam, bütün köyün bir ay süreyle
dedikodusunu yaptığı bir olay baş gösterdi sokak
hamam ında.
Köydeki zengin evlerinin bile özel banyoları ol
madığı iç in, o akşam Terukichi Miyata da her za
manki gibi sokak hamamına gitmişti. Başını gu
rurla dik tutarak, girişteki perdeyi b ir kenara it
miş, giysilerini tavuk yolarcasına sıyırıp b!r l{a
mış sepetin içine fırlatmıştı . İç gömleği i!e kimo
nosunun kuşağı, hedefi bulamayıp yere dü�ünce,
yüksek sesle dil şakırdatıp, yere düşen öte berisini
ayak parmağıyle kaldırdı, yeniden sepete attı. Mi
yata'yı izleyenler için bu, korku salan bir görü
nümdü. !lerlemiş yaşına karşılık hAJa güçlü kuv
vetli olduğunu herkesin gözü önünde ispat etmek
bakımından , Hatsue'nin babası ele geçmez bir fır
sat yakalamış oluyordu.
103
Gerçekten de, bu yaşlı adamın çıplak vücudü
görülecek şeydi. Bakır rengine çalan organları ha
la gergin ve sinirliydi, gözleri keskin bakışlıydı, dik
kafalılığını ortaya koyan oyuk alnına düşen ak saç
ları arslan yelesi gibi dalgalanıyordu. Vücudünün
belden yukarısı, çok içmekten ileri gelen kuvvetli,
kırmızımsı bir renge bürünmüştü. Ak saçlarıyle
l:uvvetli bir zıdlaşma içindeydi. Güçlü adaleleri, id
man azlığından sertleşm işti. İnsan bu yaşlı adama
baktı mı, ister istemez, dalgaların saldırısı altında
daha da dik ve vakarla yükselen kayaları hatırlı
yordu.
Terukichi, bütün Uta-Jima'nın kuvvet ve yük
selme hırsıyle ilgili kararlılık ve kudret simgesiy
di. Bir insan ömrü içinde bütün ailesini hiçten
var edip, varlıklı bir hale yükseltmiş bir adamın
bükülmez kudretine sahipti. Yeteri kadar da ken
dini düşünen bir adam olduğundan, asla memur ol-
mayı aklına koymaınıştı . . . bu durum ona, köyün
yöneticileri arasında daha da saygı kazandırmıştı.
Havanın nasıl olacağını önceden kestirmekteki ga
rip ve şaşmaz bilgisi, balıkçılık ve deniz ile ilgili
her şeydeki eşsiz tecrübesi, adanın tarih ve gele
neği konusundaki geniş bilgisi, kırılmaz inatçılığı,
neredeyse gülünç denebilecek kendini beğenmişliği
ve yaşı başıyle hiç uygun olmayan kavgacılığı il�
garip bir karşıtlık meydana getiriyordu. Ama ne
olursa olsun, bütün yaşantısı boyunca, kendi dü
şüncesine uygun dikilmiş b i r bronz heykeli andı
ran ve bundan ötürü de gülünç denemiyecek bir
adam olarak görünmüştü.
Miyata, giyinme odasından banyo bölümüne
g�den cam kapıyı açtı.
104
Banyo bölümü oldukça kalabalıktı. Buhar bu
lutları · arasında kımıldanmakta olan adamlar, şöy
le böyle görünüyordu. Tavandan, şınldayan sula
rın, takırdayan tahta tasların ve kahkaba sesleri
nin yankısı geliyordu. Günlük çalışmadan sonraki
neşeli gevşeme havası, buhar içindeki odayı doldu
ruyordu.
Terukichi Miyata, havuza girmeden önce vücu
dunu çalkalamazdı. Her zamanki gibi, uzun, vakar
lı adımlarla, kapıdan doğru havuza yürüdü ve hiç
kimseye aldırmaksızın ayaklarını suya soktu. Su
yun sıc�klık derecesi umursadığı bir şey değildi.
Yıkanmakta olanlar, Terukichi'yi tanır tanı
m az, başlarını eğerek sular damlayan yüzlerini on
dan yana çevirdiler. Terukichi, mağrur çenesine ka
dar suya. daldı.
•
105
rahattı . İki eline birer küçük fıçı alıp, soğuk su
dolu depoya gıtti, fıçıları soğuk suyla doıjurdu.
�onra, ıkı gence yaıuaşıp, buz gıbi suyu bırdenbi
re başlarından aşağı boşalttı, sırtıarına da bırer
tekme savurdu.
Gözleri yarı yarıya sabun köpüğüne bulanmış
olan gençler, öfkeyle fırlayıp, arkalarındakine vur
ınağa kalktılar. Ne var ki, karşılarındaki adamın
Terukichi olduğunu görünce, çekingenlikleri tuttu.
Yaşlı adam, iki genci enselerinden yakalayıp,
elinin altındaki sabunlu derilerinin parmaklarının
arasından kaymasına rağmen, havuzun kenarın a
kadar çekti. Sonra, iki kafaya da korkunç birer
darbe indirip, sıcak suya batırdı. Kuvvetli par
maklan daha haJa enselerinde, iki kafayı suyun
içinde birbirine vurdu.
Bu işi bitiren Terukichi, yıkanmaksızın, uzun
adımlar atarak çıkıp gitti . Tam bu sırada ayağa
fırlayıp dehşetle arkasından bakakalanlara, şöyle
dönüp bir bakmadı bile.
ON BİRİNCİ BÖLÜM
106
«Peki, buna adıyla sanıyla erkek sözü denir
işte. Bu sabah Teru amcanın evi yanından geçer
ken, Hatsue kapıdan fırlayıp bunu elime tutuştur
du. Ardından da, hiç bir şey söylemeksizin içeri gir
di yine. Eh, bu yaşta bile sevda mektupları alıyo
rum diye böbürlenecektim ama, bir de kağıdı açın
ca ne göreyim, << Sevgili Shinji» diye başiarnıyar mu
mektup . . . Seni ihtiyar soytarı, dedim kend i kendi
me, sonra da kağıdı yırtıp denize fırlatmak iste
dim. Ama içim götürmediği için sana getirdim işte.»
Jukichi ile Ryuji gülerlerken, Shinji mektubu
aldı.
·
107
Sevg·il·i Shinji} §imdi seni yeniden görmeyi na
sıl yoluna koyabilirim f Nasıl buluşabileceğimizi
bir düşünüver, ne olur. Yaş lı posta m_üdürünün her
şeyi öğreneceğinden korktuğum için} mektupları sa
n a posta ile gönderemiyorum. Onun için sana her
·
gün bir mektup yazt.p} mutfak kapıs�nın önündek-i
sn j1ç1sının kapağı altına sık1ştıracağım. Karşılık
'l.'erdiğin zaman sen de mektuplarını hep oraya koy.
Yalnız, mektupları senin gelip alma.n tehlikeli olur.
Güvendiğin bir arkad�'!ından dile de senin yerine o
yapsın bu işi. Ben çoktandır adada değildimJ anun
için_, gerçekten güvenebileceğim birini tanımıyorum.
Shinj�, sabırlı olma1n.ız gerek. Annemle karde
şimin anı levhaları önünde her gün_, Shin}i'nin ba
şına bir felaket gelmesin diye dua edeceği.m. Ne du
rumda olduğumu Buda muhakka.k a.nlayo.caktır.>>
Shinji mektubu okurken, Hatsue'den ayrılma
nın verdiği keder h avası He kızın kendisine duydu
ğu sevginin delilinden doğan sev�nç havası , yüzün
de, bir tarla üzerindeki güneş ve gölge gibi yer de
ğiştirmekteydi.
Daha Shinji mektubı: sonuna kadar okumaroJş
tı ki, Jukichi, kağıdı elinden kapıp, h aberi getiren
kendisi olduğu için hakkı varmış gibi, okurnayı ta
mamlamaya koyuldu. Hem Ryuji'nin de duyması
için, mektubu salt yüksek sesle okumakla kalma
Yl P · bir balad şarkıcısının kendine özgü stiliyle oku
yordu . Sh!nji, Jukichi'nin gazeteyi bile bu ses to
nuvla, Rarkı söylercesine okudu�nu bildiği için,
kötü niyetli olmadığından emindi. Ne var ki, sev
d i ö-i kızın ona yazdığı ciddi cilmlelerin böyle alay
konusu olmasından ötürü biraz kırgınlık da duyu
vordu .
...
108
Mektupta yazılı şeyler Jukichi'ye gerçekten .
dokunmuştu. Okuma sırasında, bir an geliyor, de
rin derin içini çekmekten kendini alamıyordu. Mek
tubu bitirince, kendi fikrini, tıpkı balığın çevrilme-
si sırasında emir verirken yükselttiği o kudretli
sesle, şu anda yüz metrelik bir çevreyi dolduran ve
durgun öğle denizinin üzerinde uzayıp giden bir ·
sesle, açıkladı :
- «Gerçekten de yaradılıştan zekidir şu kadın
millet i, değil m i ? >>
Şu teknedeki iki adamdan başka güvenebilece
ğ·i kimse yoktu Shinji'nin, onun için, Jukichi'nin
dayatmasına karşı komayıp, olup biteni anlattı.
Olayları tekrarlarken, çaresiz bir hava iç�ndeydi.
Anlattığı şeyleri, yanlış bir sıra izleyerek de, önem
li noJ{taları atlayarak da anlattığı oluyordu. Olup
biteni kaba taslak anlatması bile çok zamana patlı
yordu. Neden sonra can alıcı noktaya sıra geldi,
�u fırtı na günü, birbirlerinin kollarında ç1plak ·
durdukları halde, sevdanın hakkını tam veremedik
ler�ni anlattı.
Aslında güler yüzlü bir adam olmayan Jukichi, .
kendini tutamayıp, kahkahayla gülrnekten kendini
alamadı.
- «Ben olacaktım ki. . . Ah, ben olacaktım ki. . .
Öyle bir şey kaçırdın ki elinden. Ama belki şimdi
ye dek hiç kadın görmedin de, ondan böyle oldu.
Kız da geleneğe fazla bağlı olacak ki, yaklaşınayı
göze alamadın. Ama yine de gülünç bir hikaye bu.
Neyse, sen bekle hele, hele bir karın olsun da gör
bak, günde on kere gösterirsin ona efendisi olduğu-·
nu . »
Shinji 'den olsa olsa bir yaş küçük of�n Ryuji�.
109
.bütün anlatılanları, nerdeyse yabancısı değilmiş gi
bir bir suratla dinlemekteydi. Shinji'ye gelince, ha
_yatında ilk defa sevdalanan kent çocukları gibi duy
gulu ve kolay alınır takımından değildi şu sıra<ıa.
Yaşlı adamın alayları, daha çok, Shinji'nin sinirle
rini yumuşatıyor, içini daha bir rahatlatıyordu.
Teknenin hafif dalgalar arasında sallanması da bu
havaya uyuyordu. Şimdi, bütün olan biteni anlat
tl }:tan sonra, Shinji kendini yine rahat ve mutlu
hissediyordu. lş yeri onun için kavgasız gürültüsüz
bir rahatlama alanıydı.
I{umsala gelirken her gün Terukichi'nin evi
-önünden geçen Ryuji, Hatsue'nin mektuplarını her
·sabah fıçı kapağının altından almayı kendine gö-
•
110
nun ailesi ile ilişkisini · eskisi gibi dostluk havası·.
içinde sürdürmüştü. Onları evine buyur edip, ken- ·
dilerini de evlerinde yoklamaktan da geri kalma-·
mıştı . Kendisine gelince, artık Yasuo'nun yüzünü
bile görmek istemiyordu. Mektup, Yasuo'dan daima
ve sonuna kadar uzak duracağına Shinji'nin güven-·
mesini diliyor ve rahat olması dilekleriyle sona eri
yordu.
Ryuji, bu mektubu dinlerken öfkeden çileden·
çıkacaktı, Shinji'nin bile, her zaman dostça bakan·
gözleri öfkeden alev alev kıvılcımlanmıştı.
<<Bütün bunların nedeni benim yoksul ol-
mam» , dedi Shinji.
Böyle bir yakınma şimdiye dek ağzından çık
mış değildi. Utanç yaşlarının gözlerini nasıl doldur- ·
duğunu ta iç!nde duydu . . . Yoksul olduğundan ötü
rü değil de, bunun sözünü etmek durumunda kal
dığı için . . . Bütün gücünü toplayıp, göz yaşlarını n·
akmasına engel oldu . Ötekiler bir de ağladığını gör-·
memel iydiler.
lll
-dişlerinin arasında, Ise Körfezi'nin puslu açıkları
na doğru baktı. Chita Yarımadası'nın en dıştaki
ucunda, Cape Moro şöyle böyle görünüyordu.
Jukichi Oyama'nın suratı , cilaJanmış kösele
gibi parlıyordu. Gözleri keskin ve canlıydı ama,
_gençliğin verdiği aydınlıktan yoksundular artık.
Onun yerine, bütün derisine de yayılmış olan o ay
nı kirli cam tabakasıyla kaplıydılar sanki,. Bundan
ötürü, gözlerini hiç kırpmaksızın en parlak ışığa
b ile bakabiliyordu.
Yıllar geçip gittikçe ve balık avındaki zengin
tecrübesinden sonra, sakin sakin durup beklemeyi
öğrenmişti. Konuşmağa koyuldu :
«Şimdi ikinizin ne düşündüğünü biliyorum.
Yasuo'ya şöyle esaslı bir sapa çekmeye can atıyor
sunuz. Ama inanın ki, hiç yararı olmaz bunun. Soy ..
tarı ne de olsa yine soytarıdır, onu kendi haline bı ..
rakmalı ki ne hali varsa görsün. Shinii buna kolay
kolay razı olamaz biliyorum, ama şimdi en önemli
şey, sabır. Tıpkı balıktaki gibi. Her şeyin yoluna
gireceğinden emin olun. Haklı olan, hakkını sessiz
sedasız da kabul ettirir. Teru amca da budala değil
ya . . . balığın tazesiyle bayatını avırdedemez mi sa
nırsınız? Onun için Yasuo'yu düşünüp de kafa yor
mayın. Haklı olan eninde sonunda daha güçlüdür.>>
Gelen posta ile ve günlük öteberi gönderimi
ile birlikte, bir gün gecikmeyle de olsa, köydeki de�
•
112
birinde Shinji balık getirip de üzgün bir tavır takı
nınca, Chiyoko Shinji'nin yüzüne bakmayı göze
alamadı. Ve neler olup bittiğini sezemeyen iyi yü
rekli ana baba, Chiyoko'nun ezilmiş h alinden tedir
gin olmaktaydılar.
Chiyoko'nun bahar tatili sona eriyor, Tokyo'
daki üniversiteye döneceği gün yaklaşıyordu. Yap
tığı haksızlığı itiraf etmeğe pek yanaşmıyordu ama,
öte yandan, Shinji'den özür dilemeden de Tokyo'ya
dönemeyecekmiş gibi bir duyguya kapılıyordu. Suç
lu olduğunu itiraf etmezse, Shinji'nin, ona kızmak
için nedeni olamazdı, ama ne olursa olsun yine de
özür dilemek istiyordu Shinji'den.
Böylece, Tokyo'ya hareketinden önceki akşam,
geceyi evlerinde geçireceği posta müdürünün aile
sine söyleyip, ertesi sabah gün doğmadan yalnız
başına kumsala indi.
Yıldızlar altındaki kumsalda çoktan hareketli
bir gün başlamıştı. Tekneler, haykırmalar arasın
da kızaklardan indiriliyor, suya atılıyordu. Göze
görünen, sadece, adamların başianna sarmı§ olduk
ları bezlerle atkılann parıltısıydı.
Chiyoko, ayağındaki tahta sandallarla attığı
her adımla, soğuk kurnlara biraz daha gömülüyor
du. Topuklarının arkasındaki kum yumuşacık ka
yı yordu .
Herkesin işi başından aşmıştı. Chiyoko'ya al
dıran yoktu. Günlük ekmek savaşının tekdüze, ama
herşeye egemen havası na kapılmış olan bütün bura
insanlarının canlarını dişlerine tak arak uğraştıkla
rını, içlerinden hiç birinin, onun gibi duygulanna
kapılmadı ğını, acılı bir utançla anladı.
Bununla birlikte, şu anda gözleriyle karanlığı
113 F/8
delrneğe çalışıyor, Shinji'yi . bulmağa çalışıyordu.
Bütün erkeklerin giyim kuşarnı aynıydı. Alaca ka
ranlıkta suratları da zor seçiliyordu.
Teknelerden biri artık suya atılmıştı, dalgala
rın üzerinde kendini kıskıvrak yakalayan kayalar
dan kurtulmuşçasına neşeyle sall3.nıyordu. Chiyoko,
içgüdüsel bir hareketle bu tekneden yana dönüp,
başına beyaz bir bez bağlamış olan gence seslendi.
DeJjkanlı henüz tekneye atıarnıştı ki, olduğu
yerde durup geri döndü. Gülümseyen yüzü, pırıl pı
rıl, bembeyaz dişlerini ortaya koyuyordu. Chiyoko,
gencin gerçekten de Shinji olduğunu gördü.
«Bugün Tokyo'ya dönüyorum. Sana hoşça
kal derneğe geldim. »
- «Ya, öyle m i ?» Bir an susan Shinji, biraz
sonra, konuşmaktan utanıyormuş gibi, zorlanarak
konuştu :
- «Gü1e gül e git »
. . .
. . .
115
lerce kere ınırıldandığı bu cümleyi bir daha tekrar
tadı.
«Gerçekten de söyledi bunu . . . Bu bana yeter.
Daha fazlasını beklemiyorum. Gerçekten söyledi
bunu bana. Bununla yetinmeli, beni seviyor diye
umutlanmamalıyım. Shinji . . . Shinji'nin bir kızı
var, sevdiği bir kızı var. . . ona neden yaptım bunu ?
Onu kıskançlığımdan ötürü üzmeli miydim ? Oysa
Shinji benim bu densizliğirne, güzel olduğumu söy·
leyerek karşılık verdi. İşied iğim bu hatayı düzelt
meliy;m . . . ona bundan ötürü teşekkür edebilmek
için elimden geleni yapacağı m . »
Chiyoko, daldığı düşlerden irki lerek sıyrıldı.
Suyun üzerinden garip bir şarkı çalınınıştı kulağı
na. Denize bakınca, Irako-Kanal yönünden gelmek
te olan, kırmızı flamalarla donanmış bir sürü tekne
gördü. Şarkı bu teknelerden yükseliyordu.
Güvertede bir halat kangalını dürmekte olan
genç kaptan yardımcısına : eBu da nes i ?» diye sor
du.
- «Ise Tapınağına g�den hacı tekneleri. Suru
ga Körfezindeki Enshu ve Yaizu bölgesi balıkçıları,
ton balığına çıktıkları teknelerine ailelerini almış,
Toba'ya yelken açmışlar. Kırmızı flamalarda tek
nelerin adları var. Bütün yolculuk boyunca içer,
şarkı söyler, kağıt oynarlar.»
Kırmızı fHtmalar giderek daha iyi seçilmektey
di. Son posta gemile rinin, Kamik aze-maru'nun ya- •
116
ON İKİNCİ BÖLÜM
117
dan korktuğu için Hatsue 'nin sesi soluğu çıkmıyor
du. Küçük sebze bahçesinin taş duvan ardında, evin
arka cephesinde duran Shinji de, sesi soluğu kesil
miş, genç kızın yüzüne bakmakla yetiniyordu.
Ertesi gün Ryuji'nin getirdiği mektupta, Hat
sue, böyle kaçamak bir buluşmanın içinde doğurdu
ğu üzüntüyü iyiden iyiye anlatmaktaydı. Ve bu
cün1leleri okuyan Shinji, bir akşam önce gördüğü
sesi soluğu kesik Hatsue birden canlanmış gibi, kı-
zın, eti kanıyla karşısında durduğunu görüyordu.
Bu türden karşılaşmalar Shinj i için de acı olu
yor, zaman zaman, üzüntüden kurtulmak amacıyle,
geceleri adanın gezilmeyen ıssız bölgelerinde yürü
yüşe çıkıyordu . Zaman oluyor, Prens Deki'nin eski
mezarının bulunduğu tepeye kadar yürüdüğü olu
yordu. Bu mezarlıklı tepenin sınırını tam olarak
saptamak kolay değildi artık. E n yüksek yerinde,
yıllanmış yedi çam ağacı yükseliyor, onların orta
sında da,. küçük bir «torii>> ile bir de m ihrap bulu
nuyordu.
Prens Deki'nin efsanesi ancak ana hatlarıyle
bilinirdi. Daha, garibi adının bile n asıl, nereden
geldiği bilinmiyordu. Gökteki ay takvimine göre,
yeni yıl bayramında yapılan eski, s aygıdeğer bir
tören sırasında, rahip, milırabın içinde duran garip
bir kutuyu alır, açardı. Altmış yaşını aşmış evli
çiftlerin, kutunun içindekine şöyle kaçamak bir ba
kış atmağa hakları vardı. Kutuda, törenlerde kul
lanılan değnekleri andıran eski bir değnek göze
çarpardı. Bu esrarlı, değerli değnekle Prens Deki
arasında nasıl bir ilişki bulunduğunu hiç kimse bil
mezdi. Otuz yıl öncesine kadar, adadaki çocuklar
annelerini «eya» diye çağırırlardı. Bu deyimin,
•
118
Prensin, karısım cheya», coda» diye çağırmasıyla
ilgili olarak, bir değişmeye uğrayıp bu günlere dek
geldiği söylenir ve bu değişikliğin de, Prens oğlu
nun, babasının kullandığı bu deyimi taklide özene
rek, çocuk ağzıyla «eya» diye seslenmesinden ileri
geldiği anlatılırdı.
..
119
nın belirdiğini görünce, ertesi sabah yağmur yağa
cağını anladı. Bir işaretti bu .
Ertesi sabah, Ryuji, günlük mektubu almak
üzere Hatsue'nin evi önünde durdu. Mektup su fıçı
sının üzerindeki tahta kapağın altındaydı. Hatsue,
mektup yağmurdan ıslanmasın diye, kapağın bu
kenarına bir de maden parçası koymuştu.
Yağmur bütün gün kesilmek bilmedi ama, Shin
ji öğle yemeğinde, yağmurluğunun altında tuttuğu
mektubu okumaktan da geri kalmadı.
Hatsue'nin yazısı bu sefer çok zor sökülüyor
du. Bunu, mektubu sabah erkenden yatakta yaz
mış olmasına ve babasından korktuğu için, ışığı
yakınamasına yoruyordu. Mektuplarını genellikle
gündüzleri, göz altında olmadığı bir sırada yazıyor,
balıkçı tekneleri sabah denize açılmadan da, arala
rında kararlaştırdıkları yere koyuyordu. Bu sefer
Shinji'ye özel bir şey anlatmak istediğinden, daha
önce yazdığı uzun mektubu yırtmış, onun yerine
yenisini yazmıştı .
Hatsue, mektubunda da belirttiği gibi, mutlu
bir düş görmüştü. Gördüğü bu düş sırasında, bir
Tanrı kendisine , Prens Deki'nin Shinji'nin kişiliğin
de yeniden yaşamağa başladığını anlatrnıştı. Son
ra, evlenmişler, nur topu gibi bir de çocukları ol
muştu.
Shinji, Hatsue'nin, bir gece önce Prensin me
zarını yoklarlığını bilemiyeceğinden emindi. Bu şa
şılacak rasiantıdan öylesine etkilenmişti k i , hemen
bu akşam, eve döner dönmez, Hatsue'ye uzun bir
mektup yazıp, gördüğü düşün derin bir anlamı ol
duğuna inandığını anlatacaktı.
Artık Shinji'nin işi ailesini geçindirıneğe yet-
120
tiğinden, sular soğuk kaldığı sürece, annesinin dal
ması gerekmiyordu. Onun için annesi, ancak hazi
ran'dan sonra daimağa karar vermişti. Ne var ki,
bütün hayatı boyunca ağır işe alışmış olduğundan,
havalar da artık ısındığı için, ev işinden tatmin ol·
muyordu. Böyle işsiz güçsüz otururken, yararsız,
kara düşüncelere kaptırıyordu kendin i.
Oğlunun mutsuz olduğu, kafasından hiç çık
mıyordu. Shinji artık üç ay öncesine göre bambaş
ka bir insan olup çıkmıştı. Hoş, oldum olası konuş
kan değildi ama, eskiden hiç konuşmasa d a yüzün
den fışkıran gençlik neşesi, şimdi enikonu bozul
muş gibiydi.
Bir gün, sabah sabah dikişini bitiren anası, sı
kıcı bir ikindi vaktini karşılamağa durmuştu. Oğ
luna yardım edebilmek için ne yapabileceğini dü
şündü. Kendi evine güneş ışığı vurmuyordu ama,
komşu sundurmanın damına doğru baktı mı, sevinç
li bahar sonu göğünün bir parçasını görebiliyordu.
Kararını verip, evden çıktı. Aşağı dalgakırana gi
dip, dalgakıranın dibinde çatiayan dalgaları seyre
koyuldu. Bir şey düşüneceği zamanlar, o da tıpkı
oğlu gibi, denizin yakınında olmak isterdi.
Yalı boyundaki ka?Jklar, ahtapot çanaklarına
ait ve burada kurutulan iplerle örtülüydü. Ancak
bir iki teknenin bulunduğu kumsalda da, kurusun
lar diye güneşe serilmiş ağları gördü. Şu anda, se
rili ağlardan kazıkiara doğru uçarak yaklaşan bir
kelebeğe dikmişti gözlerini. Büyük, güzel bir kır
langıç kelebeği. Belki de burada, bu ipler, kum ve
beton arasında, yeni, başka türden bir ç i<;ek ara
maktaydı bu kelebek. Balıkçı evlerinin bahçeleri
böylesine bir çabayı hiç de hakedecek gibi değildi-
21
ler. Kenarlarına taşlar diziimiş yollar boyunca uza
yıp gıden daracık tarhlardan ba§ka bir şey değildi
bu oauçeıer. Bu tarhlardaki cılız çiçeklerden düş
kırıklığına uğrayan kelebek, her halde soluğu kum-
salda almıştı.
Dalgakıranın öbür yanında deniz, dibine kadar
bulanık olurdu. Ve burada su, kirli, sarı yeşil bir
renge bürünürdü. Şu sırada Shinji'nin anası, kele
beğın, kazıkiarın birinden nasıl havalandığını, son
ra da, kirli suyun üzerine kadar nasıl indiğini gör
dü. Yeniden havalara yükselrnek üzere, orada biraz
· dinlenecekmiş gibiydi kelebek.
«N e de garip kelebek . . . ::. diye düşündü ShinjP
nin anası. «Kendini martı mı s anıyor ne ?» Kelebek
şimdi ne yapacak diye merakla izliyordu.
Görünüşe bakılırsa, kelebek adadan ayrılıp de
niz rüzgarına karışmak niyetindeydi. Hoş rüzgar
tatlı esiyar gibiydi ama, kelebeğin zarif uçuşunu
da kösteklemekteydi. Bununla beraber, kelebek ha
valara yükselip ilerlemeyi başardı. Shinji'nin ana
sı, hayvancık gözleri kamaştıran aydınlık gökte sa
dece kara bir nokta haline girineeye dek , kelebeğin
ardından baktı durdu.
Kelebek bir süre, kadının görüş açısının dışın
da, denemelerini yeniledi, sonra, yeniden aşağıya
doğru uçtu, deniz üzerinde hacalayarak vakit ge
çirdi, daha sonra da, denizin pırıl pırıl enginliğin
den ötürü, ya da bir ötedeki adaya uzanan çok kısa
sandığı, yolun çok uzun olmasından ötürü, umut
suzluğa düşüp dalgakırana döndü. Kanatlarını ka
patınca, halatların üzerindeki büyük düğümlerden
birinin gölgesiyrhiş gibi göründü.
Shinji'nin anası batıl inançlı değildi, kendini
122
bir takım görünümlerin etkisine k aptırmazdı. Ne
var kiJ kelebeğin boşuna çabaları ne de olsa keder
salınıştı içine.
« Seni budala hayvan seni . . . Çekip gitmek isti
yorsan kapağı bir gemiye atsana . O seni rahat ra
. .
hat götürür . . »
.
123
Shinji 'nin anası, evden içeri girıneden önce, bir
an duraladı . Aslında dostluğu olmayan Miyata ai
lesini sadece yoklaması olayı bile, köydeki bütün
boşboğazları harekete geç irebilirdi. Dikkatle dört
bir yanına göz gezdirdi : Ortalıkta göze görünür
kimse yoktu. Sadece bir kaç tavuk, küçük yolun
üzerinde yem arıyor, komşu evin bahçesindeki cılız
açalya tomurcuklarının arasından, aşağıda kalan
denizin yukarı lara yansıyan ışıltısı görünüyordu.
rülüyordu.
124
gelen koku havada asılı kalmıştı sanki. Safaya açı
lan odalar karanlıktı, ne var ki, evin arka cephesin
deki pencerelerin birinden güneş ışığı geliyor, öte
deki odalardan birinin döşemesine, safran rengi
havluyu andıran açık bir renk atıyordu.
- «Günaydın . . . », diye seslendi Shinji'nin anası.
Bir süre bekledi. Bir karşılık çıkmayınca, ye
niden seslendi.
Derken, safanın bir kenarındaki , taşınabilir
merdivenleri andıran bir merdivenden, Hatsue'nin
indiği görüldil.
- «Üh, teyze . . . >>, diye bağırdı Hatsue. Bacak
larında koyu renkli bir iş pantolonu vardı , saçları
sarı bir kurdele ile tutturulmuştu.
«Ne güzel kurdele bu . . . », dedi Shinji'nin
anası candan bir sesle. Bu arada, oğlunu sevda has
tası eden bu kızı şöyle bir gözden geç irdi.
Belki de ona öyle geliyordu ama, Hatsue'nin
yüzü biraz bozulmuş, solmuş gibi görünüyordu.
Bundan ötürü de, koyu renkli, parlak gözleri daha
bir ortaya çıkmıştı şimdi.
Yaşlıca kadın tarafından tepeden tırnağa inee
lendiğini gören Hatsue, kızardı.
Shinji'nin anası, işe girişrneğe kesin karar by
dı. Teruk ichi ile görü�üp, oğlunun suçsuzluğunu sa
vunacak, kendi görüşünil ortaya koyup, Terukichi'
yi, gençlerin evlenmesine razı olması için harekete
geçirecekti. Şu sıradaki durum için tek bir çözüm
yolu vardı : İki gencin ana babası açıkça konuşma
lıydılar.
- «Bg,ban evde m i ?»
- c:Evet.>>
«Kendisiyle konuşacağım bir şey var. Ha
ber ver lutfen.»
1.25
- «Olur.»
'
126
birini aradığından, · bütün öfkesi Hatsue'ye · yöneldi
ve kızı öylesine çirkin bir şekilde diline doladı ki,
sonunda oğlu ile kavgaya bile tutuştular. ·
Bütün öbür gün süresince konuşmayan ana
oğul, sonra yeniden barıştılar. Anası, oğlunun sev
gisinden olmak istemiyordu, eninde sonunda oğlu
na . Terukichi'nin evindeki boşa giden teşebbüsten
söz açmak zorunda kaldı. Shinji ise Hatsue'nin
mektubundan olayı çoktan öğrenmişti.
Anası günah çıkartırken, kırıcı şeyler söylediği
son salıneyi elbette anlatmadan geçmişti. Shinji'
nin duygularını incitmek istemeyen Hatsue de mek
tubunda bundan hiç söz açmamıştı. Böylece, Shin
ji'nin içinde sadece, Terukichi'nin, anasını evinden
kovup, anasının da bu alçalmayı içine sindirrnek
zorunda kaldığından ötürü bir acı yer etti. Bu ana
kadar Shinji , Hatsue için beslediği duyguları ana
::nndan gizlemeğe kalkışmamıştı. Ama bundan böy
le, __Yukichi ile Ryuji 'den başkasına güvenmemeğe
karar verdi. Anasına duyduğu saygı onu böyle bir
karar alınağa zorlamıştı.
İyi bir şey yapınağa kalkışıp da bunu başara
mayan anne, bundan böyle, eskisine göre daha bir
yalnızlaştı.
Bereket tekneler artık her gün balığa çıkıyor
du. Bir gün bile boş kalacak o1sa, Hatsue'yi gör
meksizin adada saatlerce boş oturmak zorunda ka
lacağından ötürü, Shinji muhakkak dertlenirdi.
Böylece, Mayıs ayı geldi çattı, iki genG hala bu1u
şamıyorlardı. Derken, günün birinde Ryuji'nin ge
tirdiği bir mektup, Shinji'nin içini yeniden sevinçle
doldurdu :
« . . • yarın akşam babamın konukları var. Geceyi
127
bizde geçirmek üzere Tsu"dan gelen bir kaç yüksek
memur. Evde konuk oldu mu, babam öyle içiyor ki,
erkenden yatmak zorunda kalıyor. Onun için saat
on bire doğru evden sımşabileceğimi umuyorum.
Beni Yashiro Tapınağında bekle.. . »
128
yınca, içini de huzursuzluk ile umutsuzluk, şaşkın
lık ile üzüntü dolduruyordu.
Aslında şu sırada, sevinçten yerinden fırla
ması gereken yüreğinin neden böyle baskı altında
ve üzüntülü olduğunu bilmiyor değildi. Bu gece bu
luşmayı istediği kız, belki de içinde bulunduğu so
run'un bir an önce çözümlenmesi için zorlayacaktı
onu. Kaçmak mı ? Ama denizin ortasında bir adada
yaşamaktaydılar . . . kaçmak için önce bir tekne ge
rekliydi. Shinji'nin kendi teknesi olmadığı gibi, da
ha önemlisi, parası da yoktu. Birlikte intihar mı
etmek ? Bu adada bile, bu son çözüm yoluna başvur
muş sevdalı çiftler görülmüştü. Gelgelelim, genç
balıkçının sağlıklı ruhu, böyle bir düşünceyi geri
ye itmekteydi. Bu yola baş vuran insanlar bencil,
yalnız kendilerini düşünen insanlardı . Şimdiye dek
kendi eliyle ölüme atılmak hiç aklından bile geç
memişti. Anasına, kardeşine karşı sorumluluğu
vardı.
Böyle, burada düşünüp dururken, vakit şaşıla
cak bir hızla geçti. Düşünmeye alışkın olmayan
Shinji, şaşılacak bir karara vardı : Düşünmek za
manı geçirmeğe yarar. Böyle olmakla beraber, şim
di kesin kararlı olarak, bütün ileriki düşünceleri bir
kenara itti. Bu yeni alışkanlığın çok iyi yanları ol
sa bile, her şeyden önce kötü bir yanını da bul
muştu.
ShinjPnin saatı yoktu, saata gereklilik duy
mazdı. Saatın kaç olduğunu içgüdüsüyle anlardı. Bu
konuda olağanüstü bir yeteneğe sahipti.
Salt başını göğe kaldırıp şöyle bir bakması ye
tiyordu. Yıldızların hareketini tamı tamına ölçebi
lecek kadar bilgili olmamakla beraber, gün ile ge-
129 F/9
cenin nasıl çark ettiğini vücudunun içinde duyuyor
du. Doğanın sırlarına öylesine yakındı ki, doğa sis..
temi içınde oluşan her şeyi kendiliğinden kavrayı-
veriyordu.
Yashiro Tapınağının yönetim bölümündeki gi
rişinde, basamaklarda otururken, bir saatın bir ke
re çaldığını duymuştu. Artık hiç kuşkusu kalma
mıştı , saat on buçuktu. Rahip ile ailesi derin uy
kudaydılar . Şu anda Shinji, kulağım pencere pan
curlarına dayamış, içerdeki duvar saatinin, odada
yankılar yaparak, on bir kere vuruşuna kulak ka
bartmaktaydı.
Ayağa kalkıp çam dallarının arasındaki koyu
gölgelikte yürüdü, köye inen en yukardaki taş basa
makların üzerinde durdu. Ay ışığı yoktu. Sadece
şurada burada, göğü kaplamış incecik bulutların
arasında, bir kaç yıldız parıldıyordu. Kireçli taştan
basamaklar, zayıf gece ışığının son parıltısını bile
içlerine sindirmiş görünüyor, Shinji'nin durduğu
yerden aşağıdaki derinliğe doğru bembeyaz akıp
giden koca. haşmetli bir şelaJeyi andırıyorlardı.
Bütün Ise Körfezi karanlığa gömülmüştü, ne
var ki uzak kıyılarda ışıklar parıldamaktaydı. Chita
ve Atsumi Yarımadalarında tek tek aydınlık nokta
lar, ama Uji-Yamada kentinin orada, büyük, apay
dınlık ışıyan lekeler.
Shinji yeni gömleğinden gurur duymaktaydı.
İki yüz basamaklık merdivenin en alt basamağından
bile, gömleğinin göz kamaştıran beyazlığı göze çar
pa bilirdi. Aşağı yukarı yarı yükseklikte, iki yandan
merdiven basarnaklarına sarkmış çam dallarının ka
ra gölgesi yayılıyordu.
Tam bu sırada, çok aşağıda, küçücük görünen
.
1 130
bir insan gölgesi belirdi. Shinji'nin yüreği sevinçten
daha hızlı atmağa başladı. Basamaklardan yukarı
azimle tınnanan tahta s andallardan çıkan takırtı öy
lesine kuvvetliydi ki, bu sesi çıkaran kişinin küçük
lüğü ile hiç de orantılı değildi. Öyle bir takırtı ki,
sanki hiç dinmeyecek, yorulmak ne bilmeyecekti.
Shinji, basamaklardan aşağı koşmamak için zor
tuttu kendini. Artık çoktandır beklediği bu yerde
rahat rahat durmalıydı. Hatsue'ye, yüzünü görebi
leceği kadar yaklaşıp da adını çağırmadan bunu ya
pabilecek miydi ? Bunun tek bir çaresi vardı, ona
doğru koşmak . . . Ama yüzünü apaçık ne zaman gö
rebilecekti acaba ? Yüzüncü basamaktan sonra mı ?
Peki o zaman ne olacaktı ?
Tam bu sırada, Shinji garip, öfkeli bir ses işit
ti. Biri, Hatsue, diye bağırıyordu.
Bu arada Hatsue, öbür basamaklardan bir az
daha geniş olan yüzüncü hasarnağa ulaşmıştı . Bir
den, olduğu yerde kaldı. Göğsünün nasıl inip kalktı
ğını Shinji olduğu gibi görüyordu.
Derken, gölgenin içinden, hanidir oraya gizlen
miş olan, Hatsue'nin babası çıkıverdi. Kızı bileğİn
den yakaladı. Aralannda yüksek sesle bir şeyler ko
nuştuklarını duyan Shinji, en yukarı basamakta,
bağlanmış gibi, kıpırdamaksızın duruyordu. Gelge
lelim, Terukichi'nin yukarıdaki Shinji'ye bakıp al
dırdığı falan yoktu. Dönüp, kızını ardından sürükle
yerek, basamaklardan aşağı inmeğe koyuldu.
Genç balıkçı hala, bir nöbetçi gibi, merdivenin
başında kıpırdamaksızın dur uyordu. Ne yapacagını
...,
132
Daha yaşlı dalgıçlarda, evli kadınlarda, durum
başkaydı. Onlar sudan çıktıklarında şarkılar söyler,
güler, yüksek sesle şakalaşırlardı. Onlar için iş, ner
deyse, yeniden bir oyun haline girmiş gibi görünürdü.
Genç kızlar, bu kadınlara kıskanç gözlerle bakar,
asla onlar gibi olamıyacaklarını ileri sürerlerdi. Ama
yıl yılın ardından geçip giderken, bir de günün bi
rinde hayretle görürlerdi ki, kendileri de hiç farkına
varmaksızın o korkuyu atiatmışlar da şimdi neşeli
dalgıç öncülerinden sayılıyorlar.
Haziran ile temmuz, dalına mevsiminin en
önemli aylarıydı. Dalgıç kadınlar özellikle Benten
Burnunun doğusundaki Bahçe Körfezinde çalışırlar
dı.
Yağmur mevsiminin başlamasından bir önceki
gün, körfez öylesine parlak bir öğle güneşi altın
daydı ki, artık yazın başlangıcından söz edilemezdi.
Kadınlar, kurumak için ateş yakmışlardı , güneyden
esen hafif bir meltem, dumanları Prens Deki'nin te
pedeki mezarına doğru sürüyordu. Bahçe Körfezin
de küçük bir sarkıt mağarası vardı. Bu mağaranın
ardında da Pasifik Okyanusu, bütün enginliği ile
yayıhyordu. Açık denizin yukarılarında yaz bulut
ları kümelenmekteydi.
Niwa-hama, Bahçe Körfezi, adını gerçekten de
yadsımıyordu, küçük bir kır parkından farkı yoktu
da, ondan. Körfezi çevirmiş kireçli kayalar, çocuk
lar aralarında saklanıp kovboy-kı zılderili oyunu oy
narken tabancalarıyle ateş etsinler diye, bile bile böy
le sıralanmışl ardı sanki. Kayalann üzerieri dümdüz
dü. Parmak büyüklüğündeki deliklerde yengeçlerle
diğer küçük deniz hayvanları saklanıyordu. Kaya•
lıklar arasındaki kum, göz kamaştıran bir beyazlık-
133
.
134
tepelerinin çevresindeki koyu renk l i halkalar, parça
parça esrarlı kara bir leke gibi değil de, bal sarısı
çevrenin daha koyulaşmış bir gölgesi gibi görünü
yordu.
Buradaki ateşin dört bir yanında gözler önüne
serilen bütün memeler içinde, bir kaç tane pörsümüş,
sarkınışı bulunduğu gibi, tepeleri kuru, kütür kütür
üzümleri andıranlar da vardı. Hoş çoğu kadınların,
memelerini sağlam, geniş bedenlerinde oldukça dik
t�tup, kendi ağırlıkları altında sarkmalarına engel
olan iyi gelişmiş adaleteri vardı. Görünüşlerine ba
kılırsa, tıpkı olgunlaşan yemi§ler gibi, her Tanrının
günü korkusuz ve güneş altında, kendi kendilerini
geliştirmekteydil er.
Genç kızlardan biri, memelerinden birinin öte
kinden daha küçük olduğundan yakınıyor, yaşlıca
bir kadın d a onu candan sözlerle teselli ediyordu.
- «Onun için üzülme sakın. Günün birinde ya
kışıklı, gençten bir sevdalı çıkıp da onları elleyince
bak nasıl biçime girerler.»
ötekiler yeniden güldüler, ama kız hala üzün
tülüydü.
« Gerçekten öyle midir, Oma Ohara ?» diye
sordu kız.
- «H�ç kuşku yok. Tıpkı senin durumunda bir
kız tanırdım. Bir sevdalı bulur bulmaz göğüsleri bir
birine eşit olmuştu.»
Shinji'nin anası, memelerinin haJa dikkati çe
kecek kadar diri olmasından gurur duyuyordu. Ya..
şıtı bütün evlenmiş kadınlar içinde en taze memeıe..
re o sahipti. Hiç sevda açhğı çekmemiş ya da ya�a
dığı sürece hiç üzüntü çekmemiş gibi, memeleri bü-
135
tün yaz boyunca, yorulmak bilmez kudretini cömert
çe gönderen güneşe çevrilmiş dururdu.
Genç kız memeleri ruhunda asla kıskançlık
uyandırmazdı. Ama bir çift meme vardı ki, yalnız
Shinji'nin anasının değil, bütün oradakilerin hayran
hğını uyandırıyordu : Hatsue'nin memeleri. . .
Shinji'nin anası dalmaya ilk bu gün gelmişti.
Hatsue'yi rahat rahat gözden geçirmek için ilk fır
sat çıkmış oluyordu demek. Bir süre önce evlerin
den ayrı lırken Hatsue'ye hakaret etmişti ama, kar§ı
laştıklarında yine biribirlerini selamlamaktan geri
kalmamışlardı. Hatsue yaradılıştan konuşkan değil
di. Üstelik bu gün yapılacak çok işleri de olduğun..
dan görüşecek vakitleri olmamıştı. Memeler arasın
da bir yarışma yapıldığı şu sırada, söz sahibi olan
lar çoğunlukla yaşlı kadınlardı. Hatsue'ye karşı ha
la bir az çekingenlik duyan Shinji'nin anası, Hatsue
ile konuşmaya bilerek meydan verınemişti.
Şimdi Hatsue'nin memelerine bakarken, Shinji
ile Hatsue üzerine yapılan dedikodulann bir süredir
neden kesilmiş olduğunu anlıyordu. Bu memeleri gö
ren hiç bir kadın şüphelenmeğe kalkamazdı. Bunlar,
henüz hiç bir erkeğin yaklaşmadığı bir kızın rneme
leriydi, daha ilk gelişme çağındaydılar ve günü gelip
de gelişmeleri tamamlanınca, ne kadar güzelleşecek
leri şimdiden anlaşılıyordu.
Pembe tomurcuklu iki küçük tepe arasında, gü
neşten adamakıllı esmerleşmiş olmakla beraber, he
nüz duyarlıklannı, pürüzsüzlüklerini ve cildin da
mar damar serinliğini yitirmemiş bir vadi, insana
baharın ilk günlerini hatırlatan bir vadi, vardı. H at
sue'nin vücuduna göre memeleri az gelişmiş sayıl
mazdı . Ne var ki, çocuksu bir hava içindeki yuvar-
136
!aklar daha yeni uyanmış gibiydiler. Onları uyandır
mak için gereken, sadece bir kuş tüyünün dokunuşu,
sadece hafifçecik okşayacak bir meltemin soluğuy
du sanki.
Yaşlı kadın bir deneme yapmaktan kendini ala·
madı. Ancak bir bakirede rastlanacak derecede sağ
lıklı, aynı zamanda da böylesine büyüleyici görünen
bu memelerin tepelerinden elini geçirdi. Sert elin
dokunuşunu memesinin üzerinde hisseden Hatsue,
birden , ürkerek irkildi.
Kadınlar gülüştüler.
- «Ee, Oma Ohara, bir erkeğin ne hissedebile
ceğini aniadın mı şimdi ?» diye sordu içlerinden biri.
Yaşlı kadın, iki elini kendi sarkık memelerinin
üzerinden geçirip tiz bir sesle karşılık verdi :
- «Ne demek istiyorsun ? Bunlar henüz olma- ,
mış şeftaliler, ama bunlar.. benimkiler, eski, sala
muraya yatın lnuş yemişler. Onların da, içlerinde
paha b içilmez usare taşıdıkları zaman oldu, inan
bana »
. . .
1 37
gibi yaparak, geçkin yaşından ötürü adamla alay
etmek ıstiyorlardı.
Yaşlı adamın hacağında eski püskü bir panto
lon, sırtında da yakası açık beyaz bir gömlek vardı.
Omuzunda taşıyarak getirdiği bir beze sarılmış den
gi, bir kayanın üzerine koydu, sonra, yüzündeki teri
sildi.
«Fena halde korkuttum sizleri değil m i ?
Belki de böyle paldır küldür gelmem doğru olmadı.
Gideyim mi ha?»
Ama gezgin satıcı, kadınların kendisini gönder
meyeceğinden öylesine emindi ki. . . Dalgıç kadınla
rın alışveriş hırsiarını kamçılamak için, satılık mal
larını burada kumsala yaymaktan daha çekici bir
şey yapamazdı. Bu kadınlar deniz kenarında hep da
ha hovarda oluyorlardı. Yaşlı adam, istedikleri mal
ları seçmelerini bekliyor, sonra akşam olunca, evle
rine gid1p malı teslim- ederek parasını alıyordu. Alış
verişin böylesi kadınların da işine geliyordu . Çünkü
güneş u�ığında kumaşların rengini daha iyi gözden
geçirebiliyorlardı.
Yaşlı satıcı, mallarını kayanın gölgesine yaydı,
denk bu kayanın üzerindeydi. Artık son lokmalarını
da ağızlarına atmakta olan kadınlar, satıcının çev
resine doluştular.
Yazlık kimonolar için renk renk, desenli pamuk
lular, hafif urbalar, çocuk giysileri. Astarsız atkı
lar, külotlar, eteklikler, atkı kurdeleleri. Bütün bun
lar ortalığa saçılmıştı.
Satıcı yassı, tahta bir kutunun kapağını kaldı
rınca, bütün kadınlar heyecanla haykırdılar. Kutu
baştan aşağı güzelim şeylerle doluydu : Para. cüzdan
ları. sandal bağlan, plastik çantalar, kurdeleler,
138
broşlar ve renkli bir kargaşalık içinde daha bir sü
rü çekici eşya.
«Vay vay», dedi gençten bir dalgıç kadın,
<<Bunların içinde istemediğim şey yok doğrusU.>>
Sürüyle güneş yanığı kadın parmakları, şimşek
hızıyla ileri atıldı. Mallar dikkatle incelenip, denen
di. Eğlenceli bir pazarlıktır başladı. Belirli bir ku
maşın alıcıya yakışıp yakışmıyacağı üzerine ciddi
konuşmalara girişildL Sonunda gezgin satıcı, her bi
ri aşağı yukarı bin yen tutarında iki kimonoluk
·
139
rum>> diye atıldı Oma Ohara. Bütün kadınlar yeni�
den gülüşünce, satıcı titrek sesini yükseltmek zo-
runda kaldı.
«Son moda plastik el çantaları, pazarlıksız
sekiz yüz yen . . . »
- «Yo, bu kadarı da pahalı artık . . . »
- «Elbette, fiyatı yükseltti işte.»
«Hayır, hayır, zamsız sekiz yüz yen . . . Ba
yanlar, bu güzel çantalardan birini de, sizlere şük
ran borcumu ödemek üzere, iç inizden birine takdim
edeceğim. Armağan olarak, parasız . . . »
Avuçları açılmış düzinelerle el, satıcıya doğru
uzandı . Ne var ki yaşlı adam, kurumlu bir hareketle
bır kenara itti bu elleri.
- «Bir kişiye vereceğim dedim. Sadece bir ki
şi . . . Om iya ödülüdür bu, firmaının çiçek li Uta-jima
adası şerefine verdiği b!r tür saygı ölüdü . . . Bir ya
rışma açacağız, yarışınayı kazanan bayan bu çanta
lardan birini alacak. Yarışma birincisi bir genç kızsa,
mavi çantayı, orta yaşlı bir bayansa, kahverengi çan...
,
tayı . . »
.
140
cılığı bırakıp bir spor kulübüne b�şkan olurum, di
ye umuda _kapılmıştı.
- «Dinleyin öyleyse . . . Şimdi bir yarışma aça
cağımıza göre, bu, Uta-jima'yı yücelten bir şey ol
malı. Bir sünger çıkarma yarışmasına ne dersiniz ?
Önümüzdeki bir saat içinde en iyi avı yapan, ödülü
alsın.»
Başka b!r kayanın gölgesine tantanalı bir ta
vırla bir bez yayıp, üç el çantasını bezin üzerine yer
leştirdi. Aslında çantaların hiç biri beş yüz yenden
fazla etmezdi. Ama öyle çekiciydiler ki, gerçekten se
k�z yüz yen eder gibi görünüyorlardı. Genç kızlar
için ayrılmış olanı gök mavisiydi ve sepet biçimin
deydi. Yeni boyanmış bir kayığın rengini andıran
parlak kobalt mavisi, altın suyuna batmış pırıl pırıl
fermuarla zevkli bir tezad içindeydi. Orta yaşlı ka
dınlara ayrılan kahverengi çanta da bavul biçimin
deydi. Ve deseni öylesine ustalıkla hasılınıştı ki, ilk
bakışta çantanın gerçek deriden olup olmadığı an
laşılmıyordu. Salt yaşlı kadınlara aynlmış olan ka
ra çanta başka bir biçimdeydi. Ne var ki, uzun, ince,
altın suyuna batmış tokası ile tokanın altındaki dar,
kayık biçimindeki torbası, çantaya sec;kin, can atı
lacak bir eşya havası veriyor, göz alıyordu.
Kahverengi çantayı kazanmak isteyen Shinji'
nin anası. yarışmaya katılmaya hazır olduğunu söy
leyen ilk kadın oldu. .
Adını söyleyen ikinci kadın da, Hatsue'ydi.
Yarışmaya katılacak sekiz dalgıç kadını alan bir
tekne, kıyıdan ayrıldı . Kırk yaşlarında görünen ve
dalmak istemeyen şişmanca bir kadın küreklere geç
ti. Hatsue teknede biricik genç kızdı. Öbür genç kız
lar, kendilerinden yaşlı kadınlarla boy ölçUşemiye-
141
ceklerini bildiklerinden, yarışmaya katılmamışlardı .
Şimdi Hatsue'nin ardından bağırıp, onu kızıştırıyor
lardı. Kıyıda kalan öbür kadınlar da cesaret vermek
için kendi tuttukları yarışmacının adını çağırıyor
lardı .
Tekne körfez boyunca güneye doğru yol alıp,
adanın doğu tarafında gözden yitti.
Kıyıda kalan kadınlar, yaşlı satıcının çevresine
doluşup bir şarkıdır tutturdular.
Körfezdeki su aydınlık ve maviydi, deniz dur
gunken, kırmızı yosunlarla kaplı ve deniz yüzüne
doğru yüzrnek istiyormuş gibi görünen yuvarlak ka
yalar, dipte olduğu gibi görünüyordu. Aslında çok
derindeydi bu kayalar. Bütün genişlikleri ile yükle
nen dalgalar buraya ulaşınca, deniz dibindeki kaya
ların üzerinde gölgeleri ve kırılarak köpüren kıvrım
ları görünürdü. Dalgalar en yükseğe çıktıktan son
ra kırılır, kumsalda çatlayıp durulurlardı. O zaman
bütün körfezi derin, iniltiyi andıran bir ses doldu
rur, kadınların şarkısını bastırırdı.
Bir saat sonra, tekne adanın doğu kesiminden
döndü. Sekiz dalgıç kadın, bu yarışmadan ötürü her
zamankinden daha da yorgundular. Sus pus olmuş
oturuyorlardı teknede, çıplak vücutları birbirine yas
lanmış, içlerinden her biri başka bir yöne dikmişti
gözlerini. Dü�ünceliydiler. Islak, karmakarışık saç ..
ları, bir yanında oturan komşusunun saçiarına ka
rışmış olduğundan, kimin saçı kime ait, anlaşılamı
yordu. Kadınlardan ikisi ısınmak için birbirine sa
rıJmışlardı. Memelerinin derisi diken diken olmuştu,
parlak, aşırı aydınlık güneşin altında esmer vücut
ları birden sararmış gibi görünüyor, kadınlar, grup
halinde boğulmuş insanlan andırıyorlardı.
142
Kıyıdaki gürültülü patırtılı karşılama, hemen
hemen hiç gürültü etmeksizin ilerleyen teknedeki ses
sizlik ile garip bir tezat içindeydi. Sekiz kadın kı
yıya çıkar çıkmaz, ateşin dört bir yanına doluşup
kurnun üzerine çöktüler, tek bir söz ederniyecek ka
dar yorgundular.
Satıcı, dalgıç kadınlardan topladığı sepetleri
yokladı. Ardından sonucu açıkladı :
- «Yirmi parça süngerle Hatsue·san birinci. . .
Bayan Kubo da ikinci oldu, on sekiz parça sünger
le . . . »
Yarışmanın birincisi ile ikincisi, Hatsue ile
Shinji'nin anası, yorgun, kan oturmuş gözlerle bir
birine baktılar. Adanın en tecrübeli dalgıcı, sanatını
başka bir adanın dalgıçlarından öğrenmiş bu genç
kız tarafından yenilgiye uğratılmıştı.
Hatsue bir şey söylemeksizin ayağa kalkıp, ödü
lünü almak üzere kayaların arkasına gitti. Geri dön
düğünde, beraberinde getirdiği ödül, orta yaşlı ka
dınlar için ayrılmış olan kahverengi çantaydı. Hat
sue, çantayı Shinji'nin anasının eline tutuşturdu.
Shinji'nin anası ossaat sevinçten kıpkırmızı ke
sildi.
. .,
- . . . . B enım mı . »
« N ası ı ?
143
Shinji'nin temiz yürekli anası, kızın bu davra
nışında nasıl bir alçak gönüllülük ve saygı duygusu
nun saklı olduğunu hemen anlamıştı. Hatsue gülüm
sedi. Shinji 'nin anası, nişanlısını seçerken, oğlunun
bilge bir insan gibi hareket ettiğini kabul etmek zo
runda kaldı. Böyle olrr,alıydı işte, eskiden beri ada
da gözetilen bir şeydi bu.
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
144
kaptan gemi adamlanndan gençlerini yanına katıp,
karısının evine kafa çekrneğe götürürdü. «Teyze»
lerin hepsi de çok kapalı giyinirler, genç gemiciler
le son derece dostça konuşurlardı.
Kaptamn dazlak kafasını aşırı yaramazlıkları
na yoran ve bunun söylentisini yayan çok insan var
dı. Bundan ötürü, kendini saydırsın diye, sırma şe
ritli bir kasket giyerdi hep.
. Kaptan evden içeri girer girmez, Shinji'nin ana
sı ile Shinji'nin önünde, dilediği şeyi hemen açıkla
mağa girişti.
Ada gençleri on yedi, on sekiz yaşiarına basın
ca, genellikle gemicilik mesleğine atıbyorlardı.
Shinji de artık bu yaşlardaydı, kaptan kendisine,
Utajima-maru'da gemietlik isteyip istemediğini
sordu.
Anası bu işe karışmadığı i�in, Shinji, buna an
cak reisi Jukichi ile görüştükten sonra karşılık ve
rebileceğini söyledi. Bunun üzerine kaptan, Jukichi'
nin rızasını aldığını açıkladı.
İşin içinde bir iş olduğu kesindi. Utajima-maru'
nun sahibi Terukichi idi. Hoşlanmadığı Shinji'nin
kendi gemisinde göre almasını hoş karşılamayacağı
muhakkaktı.
- «Yok canım, Teru amca senin iyi bir gemici
alacağın kanısında. Daha senin adını anar anmaz
kabul etti. Hadi gel de göster neler yapabileceğini . . . »
Yiizde yüz emin olmak isteyen Shinji, kaptanı
Jukichi'nin evine götürdü. Jukichi, işi hemen kabul
etmesini söyledi. Shinji gidince, Taiheu-maru'nun
yönetilmesi elbette güçleşecekti, ne var ki �ocuğun
geleceğine de engel olmak istemiyordu. Böylece,
Shinji de işe girmeyi kabul etti.
145 F/10
Ertesi gün, Shinji, Yasuo'nun d a Utajima-maru"
da çalışacağını hayretler içinde kalarak öğrendi.
Yasuo, bir gemide muço olarak işe başlamayı pek
de gururuna yedirememişti ama, Teru amca, Hatsue
ile nişanlanmayı düşünüyorsa önce bir gemide ça
lışması gerektiğini söyleyince, içi rahatlamıştı.
Shinji bunu duyunca, içi aynı zamanda hem kor
ku, hem üzüntü, ama hem de umutla doldu.
Shinji anası ile birlikte, kazasız belasız bir se
fer için dua edeceği Yashiro Tapınağına gitti. Dua
ett ikten sonra bir de rnuska aldı.
Sefere çıkılacak gün gelip çatmıştı. Kaptan,
Shinji ve Yasuo, kendilerini Toba'ya götürecek olan
Kamikaze-maru yolcu gemisine yolland1 lar. Bir ta
kım insanlar Yasuo'yu iskeleye kadar geçirdiler.
Hatsue de gelmişti ama, Terukichi görünürde yok
tu. Shinji'yi de sadece anası ile Hiroshi geçirdi.
Hatsue, Shinji'ye h iç bakmadı. Ama gemi tam
kalkarken, Shinji'nin anasına bir şey fısıldayan H at
sue, kadının eline küçücük bir paket tutuşturdu ..
Anası da paketi Shinji'nin cebine koydu.
Kaptan ile Yasuo yanında olduğundan, Shinji
paketi gemide açınağa fırsat bulamadı.
Yavaş yavaş gerilerde kalan Uta-jima dolayıa
rını gözden geçiriyordu.
Adada doğup büyümüştü. Adasını dünyadaki
her şeyden daha fazla seviyordu ama, şu anda bura
dan ayrıldığı için de sevinmekteydi. Kaptanın tek
lifini kabul etmesinin başlıca nedeni, adadan ayrıl
mak isteğiydi.
Ada gözden yiter yitmez, Shinji, bütün içini na
sıl bir huzur duygusunun k aplarlığını hissetti. Yep
yeni bir duygu vardı içinde, öyle bi r duygu ki, gün-
146
lük balık avında hiç tatmaınıştı böylesi bir duyguyu.
özgürdü, bu akşam adaya dönmeyecekti artık.
« Ö zgürüm>>, diye bağırdı kendi kendine. Çok
garip bir özgürlük duygusuydu bu, böyle bir şeyi ilk
defa hissediyordu.
İnceden ineeye çiseleyen yağmur altında, Kami
kaze-maru ilerliyordu. Yasuo ile kaptan, uyumak
için yolcu karnarasındaki döşeklere uzanmışlardı.
Gemiye ayak basalı, Yasuo, Shinji ile tek kelime bi
le konuşmamıştı.
Shinji yüzünü yağmur damlalarının akıp gitti
ği yuvarlak bir lumboza dayayıp, lumbozdan giren
ışık altında, Hatsue'nin, annesine verdiği küçük pa
keti açtı. Bir Yashiro muskası, Hatsue'nin bir res
mi, bir de mektup vardı paketin içinde.
Mektup şöyle başlıyordu :
147
çirdi. Kız resimde Daio Burnundaki ulu çam ağaçla
rından birine yaslanmıştı. Denizden esen rüzgar
eteklerine üfürüp, geçen yıl · giydiği yazlık entarisini
şişirmişti, çıplak derisini okşamaktaydı. Rüzgarın bu
resimde yaptığını kendisinin de bir kere yapmış ol
duğ·u düşünces iyle cesareti daha da arttı.
Shinji, lumbozun bir kenarına iliştirdiği resim
den gözlerini ayıramıyordu. · Geminin sancak tara
fındaki lumbozun arkasında, Toshi adası yağmur al
tında yavaş yavaş ortaya çık arken, Shinji hep resi-
me bakmaktaydı.
Shinji'ye bir süre önce mutluluk veren huzur
duygusu yeniden yok olmuştu içinden. Sevda bir in
sanın göğsünü acılı bir özlemle doldurduğunda ne
duyulur, Shinji çoktandır farkındaydı bunun.
Toba'ya vardıklarında yağmur dinmişti. Bulut
ların arasındaki yarıklardan koyu gümüş parıltıh
ışınlar düşüyordu yeryüzüne.
Toba limanındaki sürüyle küçük balıkçı tekne
sinin arasında, Utajima-maru, ilk bakışta göze çar- ·
pıyordu. Üç erkek, yağmurdan sonraki güneş ışın
ları altında parıldayan güverteye fırladılar. Beyaza
boyanmış direklerden pırıl pırıl yağmur damlaları
damlamaktaydı. Koca bumbalar, lombar deliklerinin
üzerine uzanmıştı.
Gemiciler henüz izinden dönmemişlerdi. Kap
tan, iki genci, kaptan kamarasının yanında ve hemen
kuzine ile yemekhanenin üzerindeki sekiz kişilik ge
mici kamarasına götürdü. İnce ot dö�eklerle kaplı
ortadaki ufak bir yer dışında, sağ tarafta iki katlı
ranzalar, sol tarafta d a yine iki k atlı bir sıra ranza
vardı. Birinci makinist i�in de tek bir kamara görü
nüyordu. Tavana sürUyle film yıldızının resimleri
muska gibi yapıştırılmıştı.
· 14:8
..
Shinji ile Yasuo'ya sağ taraftaki ranzalar gös
terildi. Başçarkçı, birinci ve ikinci serdümen, los
tromo, gemiciler ve ateşçiler, hepsi, bu küçük karna
rada yatıyordu. Durmadan vardiya değiştirdiklerin
den, yatacak yerler yetiyordu.
Kaptan iki gence kaptan köprüsünü, kaptan ka
marasını , ambarları , yemekhaneyi gösterdikten son
ra, ikisini tekrar gemiciler kamarasına gönderdi.
Şimdi yalnız kalmış olan iki genç, karşılıklı bir
birini süzüyordu. Yasuo biraz yılgın hissediyordu
kendini, söze başlamağa karar verdi.
- «Eh işte, ikimiz beraberiz artık. Şu son gün
lerde adada bir sürü şey oldu ama, şimdi olan biteni
unutup dost olalım.>>
Shinji, kabul anlamında hamurdanarak gülüm
sedi.
Akşama doğru gemi adamları gemiye döndüler.
Gemicilerin çoğu Uta-jima'lıydı. Shinji ile Yasuo'yu
tanıyorlardı. Hala alkol kokan bu adamlar, candan
şakalar yaparak yeni arkadaşlarını selamladılar.
Sonra, iki gence görev leri gösterildi.
Gemi sabahın dokuzunda kalkacaktı. Shinji'ye
ertesi sabah gün doğarken direkteki feneri söndür
mek görevi verildi. Direkteki fener, evlerdeki pan
curları andıran bir şeydi, söndürülmesi geminin
uyandığına işaretti.
Shinji bütün gece gözünü yummadı ve ertesi sa
bah, daha güneş doğmadan, feneri söndürmek üzere
ayağa dikildi. Ufukta ilk gri aydınlık görünür gö
rünmez kalkmıştı . Sabah, sisli bir yağınura bürün
müş gibiydi. Toba'nın sokak fenerleri iki düz sıra
halinde limandan istasyona doğru uzanıyordu. Is
tasyondan bir marşandiz'in kısık sesi duyuldu.
149
Shinji, çıplak direğin yanında dürülmüş duran
yelkenin üzerinden direğe tırmanmağa koyuldu. Is
lak odun soğuktu, geminin iki yanını yalayan dalga
ların doğurduğu sanantıdan ötürü direk de sallanı
yordu. Sabah güneşinin ıslak sis arasından sızan ilk
u�ın ları içinde, fenerin ışığı süt beyazı bir panltı
yaymaktaydı. Shinji bir elini çengele uzattı. Fene
rin ışığı söndürülmek istem iyorınuş gibi, fener öte
yana kaydı. Yağmurdan ısıanmış calnın içindeki alev
yalazlandı , bir kaç su damlası, yüzünü yukarı çevir
miş olan gencin alnına damlayıverdi.
Shinji, acaba bir daha sefere fener ışığını sön
dürdüğümde hangi limanda olacağız, diye düşündü.
Yamagawa Nakliyat Şirketi'nce kiralanmış olan
Utajima-maru, Okinawa'ya kereste götürecek, altı
hafta sonra da yeniden Kobe'ye dönecekti. Gem i Ko
be'de kısa bir süre kaldıktan sonra. rotasını batıya
çevirmiş, iç denizden geçip ?\Ioji'de karantina mua
yenesini yaptırmıştı. Sonra, doğu kıyısı boyunca
Kyushu'dan güneye doğru yol alıp, gümrük kontrolu
yapılan Nichinan limanından sefer kağıtlarını al
mıştı.
Utajima-maru, ondan sonra da Fukushima !i
manına uğrayıp bin dört yüz küp kereste yükü al
mıştı. Fukushima'dan ayrıldıktan sonra, tam bir
açık deniz gemisine benzemişti. İki ya da iki buçuk
gün içinde artık Okinawa'ya varması gerekiyordu.
Gemiciler, yükleme boşaltma ile ilişkileri olma
dığı zamanlar, olağan dinlenme saatlarında, kamara ..
larının ortasındaki ince ot döşeklere uzanıp, bir gra
molondan yükselen sesiere kulak kabartıyorlardı .
Fazla plakları yoktu, çoğu da çalına çalına öyle es
kimişti ki, paslı iğnenin gıcırtısını bastırsa bastırsa
150
tek tük melodi kırıntıları bastırabiliyordu. !stisna
sız hepsi de duygulu baladiardı bunlar. Limanlardan�
gemicilerden, sisten, kadınlarla ilgili anılardan, al
kolden ya da kara sevda çekenlerden söz açıyorlar
dı. Başçarkçı müzikten· öylesine habersizdi ki, bü
tün çabasını ortaya koyup da bir sefer boyunca öğ
renebildiği biricik melodinin büyük bölümünü, bir
dahaki sefere çıkıncaya kadar unutuyordu bile. Ge
minin her sallanışında iğne plağın üzerinden kayı
yor, ardında bir çizik bırakıyordu.
Bütün gemiciler gece geç vakitlere kadar bir
arada oturuyor, en ipe sapa gelmez şeyler üzerine
bile tartışmaya girişiyorlardı. Aşk ve arkadaşlık,.
aşk ve evlilik gibi sorunlar, ya da insan vücuduna ye-
meklik tuz şırınga edilecek olsa, acaba buna, şekerli
su şırınga edilmiş gibi dayanabilir mi sorusu saat
larca meşgul edebiliyordu onları. Çoğu zaman, kendi
görÜ$Ünii inatla savunabilen, tartırşmadan şampiyon
. olarak çıkıyordu. Ne var ki, adada Gençler Birliği,..
nin ba�kanlığını yapmış olan Yasuo, öyle mantıklı
delilleri ileri sürüyordu ki, yaşlı gemi adamlarının·
bile dikkatini çekiyordu. Buna karşılık Shinji, diz
leri yukarı dikilmiş, sus pus olmuş oturuyor, gülüm-
seyerek başkalarının anlattıklannı dinliyordu.
- «Kesin olan bir şey varsa, o da bu gencin ap-
tal olduğudur», dedi günün birinde başmakinist
kaptana.
Gemideki yaşantı, beraberinde enikonu da iş
getirmişti. Yeni gelenler sabah karanlığı ayağa
dikilir dikilmez, güverteyi yıkamaya ya da yapılma
sı gereken sürüyle işten birini yapmaya memur edi
liyorlardı.
Yavaş yavaş bütün gemiciler Yasuo'nun tembet
151
olduğunu anlamışlardı. Yasuo'nun görüşünce, göre
vini yerine getiriyormuş gibi görünmek, yeterliydi.
Shinji'ye gelince, çoğu zaman Yasuo'nun yerine de
işe koşuyor, onun görevinin bir bölümünü yerine ge
tirmekten geri kalmıyordu. Bundan ötürüdür ki, Ya
suo'nun tembelliği önceleri üstlerinin gözüne batına ...
mıstı.
�
152
Bunun yalan olduğunu bilen Shinji sevindi.
Bir kaç saniye sonra, Yasuo hiç üzerinde dur-
muyarmuş gibi sordu :
- �Peki sende var mı ?»
- <<Ne var mı ?»
- «Hatsue'nin resm i ? »
- <<Hayır, bende yok.»
Belki de bu, Shinji'nin hayatında bile bile söy
lediği ilk yalandı.
Utajima-maru, Naha'ya yaklaşmıştı. Karantina
muayenesini yaptırdıktan sonra limana girip yükü
nü boşalttı. Sonra bir kaç gün, Unten adlı kapalı li
mana girmek üzere izin alıncaya kadar, demirleyip
beklernesi gerekiyordu. Unten'den Japonya için bur
da demir yükleyecekti. Unten, Okina\va'nın kuzey
ucunda, Amerikan Silahlı Kuvvetlerinn ilk çıkarma
yaptıkları yerdeydi .
Gemicilere izin verilmediği için , hepsi de güver
teden kurak, verimsiz tepelere bakınakla vakit geçi
riyorlard ı . Mayından korktukları için, Amerikalılar,
çıkarma yaptıkları sırada tepelerdeki bütün ağaçla
rı yakmışlarclı.
Kore Savaşı bir süredir son bulmuştu ama, ge
micilerin gözünde bu ada hala tatsız bir görünüm
içindeydi. Gökyüzü, burada eğitim gören savaş uçak
larının bombalarından ötürü, sabahtan akşama ka
dar gümbürdeyip duruyordu. Bir tropikal yazının
güneşi altında parıldayan sayısız araç, liman boyun
ca ilerleyen geniş beton cadde üzerinde aralıksız gi
dip gelmekteydi. Caddenin hemen yanında, Ameri
kan erieri ile subayları için kurulmuş taze �imento
rengindeki evler parıldıyordu. Bu arada, teneke
damlı yıkık yerli evleri de çirkin lekeler gibiydiler
ortalıkta.
153
Bir acente göndermesi için, Yamawaga Nakliyat
Şirketine haber vermek üzere karaya çıkan, sadece
süvari oldu.
Neden sonra, Unten limanına girme izni çıktı.
Utaj!ma-maru, rıhtıma yanaşıp burda demir yükü
nü aldı. Yüklemeyi ancak bitirmiştilerdi ki, Okina
wa'ya yaklaşmakta olan bir tayfunun yol üzerin
de bulunduğu haberi alındı. Bir an önce hareket
edip, tayfunun etki alanından kurtulmak umuduyla,
ertesi gün sabah erkenden limandan çıktılar. Artı k
gemi Japonya'ya kadar düz bir rota izleyecekti.
O sabah hafif bir yağmur yağdı. Dalgalar yük
seliyor, rüzgar güney batıdan esiyordu.
Unten'in tepeleri arkalarında çabucak yok oldu,
ve Utajima-maru zayıf bir görüşle, altı saat süre
since pusulaya göre seyretti. Barometre durmadan
düşüyor, deniz gittikçe daha huzursuz oluyordu. Ha
va basıncı anormal bir şekilde alçaldı.
Kaptan bu durum karşısında Unten'e geri dön
rneğe karar vermişti. Yağmur, kırbaç etkisi yapan
rüzgardan ötürü, sisten farksızdı. Onun içindir ki,
hiç bir şey görünmüyor, limana kadar gidecekleri
altı saatlik yol, çok tehlikeli bir hal almış oluyordu.
Neden sonra, Unten'in tepeleri yeniden görün
dü. Bu sulara alışkın olan lostromo, geminin başüs
tünde durmuş, çevresini gözlüyordu. Liman, iki mil
lik bir çevre içinde mercan kayalıklanyla çevriliydi,
ve daracık girişi de şamandıralarla işaretlenmişti.
- «Stop . . . tornavit . . . stop . . . tornavit . . »
.
154
mercan kayalıklarının arasında . sı ğinacak yer ara
mıştı. İki gemi bir kaç halatla birbirine bağlanıp,
yan yana Unten limamna girdiler.
Liman içinde dalgalar henüz fazla yükselmiyar
du ama, rüzgar giderek sertleşmekteydi. Hala yan
yana duran Utajima-maru ile balıkçı gemisinin her
biri, saldıkları dörder halatı büyük bir şamandıraya
bağladılar. Artık fırtınaya göğüs gerrneğe hazırdı
far.
Utajima-maru'da telsiz gereci yoktu , pusulaya
göre yol alırdı. Onun için şimdi balıkçı gemisinin tel
sizi, tayfunun gelişmesiyle ilgili haberleri onlara da
ulaştırıyordu.
Gece inince, balıkçı gemisi güverteye dört kişi
lik bir vardiya koydu. Utajima-maru'nun süvarisi
de, güverte vardiyası için üç kişi seçti. Bu adamla
rın görevi, halatları aralıksız göz altında bulundur
maktı, içlerinden biri kopahilirdi de, ondan .
•
155
Önlerinde bir duvar gibi yükselen güvertede
ayak üstü durmak başarılacak şey değildi. Gemideki
bütün tahta kaplamalar gacırdayıp ç atırdıyordu. Li
n1 andaki dalgalar henüz güverteyi basacak yüksek
likte değildiler, ne var ki, rüzgarın s avurduğu kö
pükler ince sis haline girip görüşlerini daraltıyordu.
Güvertede dikkatli dikkatli sürünüp, sonunda üçü
birden geminin burnuna vardı lar. Gemiyi şamandı
raya bağlayan iki halatın geçirilmiş olduğu babaya
sarıldılar.
Aşağı yukarı yirmi beş metre kadar ötede, be
yaz boyası karanlıkta şöyle böyle parıldayan şaman
dı rayı belli belirsiz gördüler. Halatlar gacırdıyor,
haykırıyorlarmiş gibi sesler çıkarıyorlardı. Kuvvetli
bir bora yüklenip de gemiyi havalara kaldırınca, şa
mandıra dalgalann karanlığı içine gömülüyor, gide
rek küçülüyormuş gibi oluyordu.
156
yor, ne var ki, böyle anlar üç gencin içine daha fazla
korku salıyordu. Hemen bunun üzerine, fırtına bü-
•
bir sesle.
Babaya sarılı halatların birinde felaket doğura·
-cak bir gacırtı baş göstermişti. Halat biraz yana ka
yıyormuş gibi görünüyordu. Baba, üçünün tam göz
lerinin önündeydi. Halatların babaya sarılışında
önemsiz gibi görünen, ama korkulacak bir değişik
lik meydana gelmişti.
Tam bu sırada, karanlıktan bir halat h1z1a fır
layıp bir kırbaç gibi vınlayarak üzerlerinden geçti,
şakırdayarak babaya çarptı. Bereket tam zamanın·
da kaçınmışlardı , yoksa etlerini kemiklerinden ayı
racak kadar güçlü olan kopuk halat, az kalsın çar
pacaktı. Bir ölüm dirim savaşına girmiş canlı bir
yaratıkmış gibi, şakırtılı sesler çıkaran halat, gece
nin karanlığında güvertede eğriJip bükülüyordu. Ne
den sonra b ir yarım çember şekline girip, sakinleşti.
Artık durumu kavramış o1an üç genç sapsarı
kesildiler. Demek gemiyi şamandı raya bağlayan dört
halattan biri çözülmüştü. Bir az sonra öbür üç ha
latın da kopmayacağını kim garanti ed ebilirdi ?
«Kaptana haber verelim», diyen Yasuo, ba·
bayı bıraktı. İki büklüm, eğilip kalkarak, saHana
rak, öteye beriye tutuna tutuna ilerleyerek, kaptan
köprüsüne kadar gitti, durumu kaptana bildirdi.
157
lriyarı bir adam olan kaptan, kılı kıpırdamak
sızın durdu, ya da hiç değilse korktuğunu göster
medi.
« Öyleyse bir cankurtaran halatı atmamız
şart. Tayfun gece saat birde en yüksek noktasına
ulaştı, onun için artık tehlike yok, bir cankurtaran
halatı atabiliriz. Içinizden biri şamandıraya kadar
yüzüp halatı bağlasın. ; . »
Kaptan, kumandayı kaptan köprüsündeki ikinci
serdümene bırakıp, birinci serdümenle Yasuo'yu iz
ledi� geminin burnuna kadar gitti. Bir pirinç köfte
sini sürükleyen fareler gibi, cankurtaran halatı ile
yeni bir bağ ipini arkalarından çekiyor, aynı zaman
da da adım adım, kaptan köprüsünden geminin bur
nundaki babaya giden yol u, canları dişlerine takılı,
alınağa çalışıyorlardı.
Shinji ile öteki genç gemici, soran gözlerle
adamlara bakıyorlardı . Kaptan onlara doğru eğilip
yüksek sesle bağırdı :
<<De lika nlıla r, bu cankurtaran hal atıy le şa
mandıraya kadar yüzmeyi han gini z göze alıy or ?»
Ses sizl ik. Güverte üze rind en geçen, sad ece rüz
garın ıslığı . . .
- << İçinizde yürekli biri yok mu ?» diye bağırdı
Kaptan yeniden.
Yasuo'nun dudakları titriyordu. Kafasını omuz
larının arasına çekmişti.
«Be n yüzerim » , diye bağ ıran Shin ji'ni n ne
şeli sesi duyuldu bird en. Bu cüm leyi söyl ediğ i sıra
da, beyaz, güzel dişl eri kar anlı kta par ılda mış , gü
lümsediği görülmüştü.
- «Peki öyleyse, hadi bakalım.»
Shinji ayağa kalktı. Hanidir yerlerde çömelip
158
kalmış olmaktan ötürü utanç duyuyordu. Gecenin
karanlık derinliklerinden üzerine yüklenen rüzgar
bütün ağırlığıyle vücuduna abanıyordu. Ne var ki,
Shinji küçük balıkçı teknesinde de kötü havalarla
karşılaşmıştı zaman zaman. Ayaklarının üzerinde
�sapasağlam duruyordu. Altında yükselip alçalmakta
ülan güverte, Shinji'ye, dengesini az buçuk yitirmiş
.b ir kara parçası gibi geliyordu.
Kulak kabarttı.
Tepesinde tayfun kıyameti koparıyordu. Yağ
murluğunun altında ter, küçük dereler halinde üze...
·rinden akıp gidiyordu. Göğsüyle sırtı sırılsıklamdı.
Yağmurluğunu çıkartıp bir kenara fırlattı. Şimdi
beyaz gömleğinin içindeki vücudu, çıplak ayakları
karanlıkta parlamaktaydı.
Kaptanın emri üzerine dört kişi cankurtaran ha
latının bir ucunu babaya bağladılar, öbür ucuna da
bağ ipini düğümlediler. Fırtına altında iş çok yavaş
yürüyordu.
Halatlar sağlama alındıktan sonra, Kaptan
Shinji 'ye bağ ipinin serbest ucunu verip, kulağına
seslendi :
- <<Bunu beline bağlayıp beraber yüz . . . Şaman
· dıraya varınca, cankurtaran halatını çekip bağlar
sın.»
Shinji bağ ipini kemerinin üzerinden iki kere
vücuduna doladı. Sonra, geminin burnuna iyice yak
laşıp aşağıdaki denize baktı. Aşağıda, geminin bur
nuna çarpıp çatıayan dalgalarla köpüklerin altında,
d ansediyormuş gibi dönüp durmakta olan kapkara,
göze görünmeyen bir deniz vardı. Bu denizin, ne ol
duğu anlaşı lmaz, salt tehlikeli b1r tutkuya boyun
-eğiyormuş gibi görünen hareketleri tamamen dü-
159
zensizdi. Yuvarlanarak yaklaşan her dalganın, yük
selmesiyle gerilemesi bir oluyor, sonra, döne döne
dibe doğru inen bir girdap haline giriyordu.
Shinji, gemicilerin karnarasında asılı ceketinin
cebindeki Hatane 'nin resmini düşündü. Ama hemen
ardından, rüzgar bu düşünceyi kafasından silip gö
türdü. Shinji, geminin burnundan aşağı atladı.
Şamandıra aşağı yukarı gemiden yirmi beş met
re kadar uzaktaydı. Shinji'nin kolları, kendi yaşıt
larıyla baş edebilecek kadar güçlü, kendisi de Utaji
ma'nın çevresini beş kere dolaşabilecek kadar iyi
bir yüzücü olmakla beraber, gücü bu yirmi beş met
reyi yüzrneğe yetecek gibi görünmüyordu.
Genç balıkçının kollarında uğursuz bir baskı
vardı. Kolları göze görünmez bir sopayla dövülü
yormuş gibiydi. Kendisine dalgalar arasından yol
açınağa uğraşırken bu durumdaydı. Vücudü dalgalar
tarafından öteye beriye atılıyor, suyun gücüne karşı
koymaya, onunla güreşmeye uğraşırken, bütün ça
bası boşa gidiyordu.
Sık sık, şamandırayı yakalayacak kadar yak
laştığını sanıyor, ama bir dalga vadisinin ortasında
ortaya çıktığının her seferinde, ve yeniden bakınca,
şamandıra kendisine yine eskisi gibi uzakta görü
nüyordu.
Genç balıkçı, bütün gücünü kullanarak yüzüyor,
suyun direncini santim be santim ancak zorlayabili
yordu. Bir matkap sert bir kayada kendine yol aç
mağa uğraşıyorrlu sanki.
Eli şamandıraya ilk değdiği sırada, şamandıra
hemen kaydı elinden, sular onu yeniden geri çekti.
Ama bir süre sonra, elverişli bir dalga onu yeniden
ileri fırlattı. Göğsünden şamandıraya çarpacakmış
160
gibi olduğu sırada, dalga Shinji'yi h afif bir s alian
tıyle yukarı kaldırıp şamandıranın üzerine oturttu.
Shinji, derin bir soluk aldı. Rüzgarın, ağzına
burnuna doldurduğu havadan neredeyse boğulacaktı�
Bir an için soluk alamayacakmiş gibi olunca, üzeri
ne aldığı görevi bile unuttu.
Şamandıra, kapkara deniz tarafından yukarı
aşağı itilip duruyor, dalgalar hiç ara vermeksizin
çarpıp çarpıp köpüğe boğuyorlardı.
Fırtınaya kapılıp sürüklenmesin diye, Shinji
yüzünü şamandıranın altına dayadı, vücuduna sa
rılmış olan halatı çözrneğe koyuldu. Düğüm ısianmış
olduğu için çok zor çözülüyordu.
Bu işi başardıktan sonra, bağ ipini çekrneğe
başladı. Bu arada dönüp, gemiye bir baktı. Burun
daki babaya sarılmış dört adamın gölgelerini görü
yordu. Balıkçı gemisinin başüstünde, vardiyada olan
adamlar da gözlerini ona dikmişlerdi. Bütün bunlar
olsa olsa yirmi beş metre uzakta olmakla beraber,
gözüne çok uzak göründü. Birbirine bağlı duran ge
milerin gölgeleri yan yana havalara yükseliyor, son
ra yeniden, dalgalara gömülüyordu.
İnce bağ ipinin rüzgara karşı çok zayıf bir di
renci vardı. Bundan ötürü oldukça kolay geliyordu,
ne var ki sonuna doğru Shinji bir ağırlıktır duydu.
Şimdi asılıp çektiği, on iki santimetrelik cankurta
ran halatıydı .
Rüzgar bütün gücüyle cankurtaran halatına
karşı koyuyordu ama, sonunda Shinji bir ucunu ya..
kalarn ayı başardı. HaJat öylesine kalındı ki, kocaman
elleriyle bile tamıtamına saramıyordu.
Shinji umutsuzluk içinde uğraşıp duruyordu.
Halatı daha kolay çekmek için en iyisi ayaklarını
da kullanmaktı, ama fırtına göz açtırmıyordu. Bü-
161 F/11
· tüıı gücünü halata harcayınca, denizin dibine çekil
memek içın dikkat etmesi gerekiyordu. Suya batmış
vücudu ateş nöbetiyle yanıyar gibiydi, yanakları ya
nıyordu, kan şakaklarında zonklayıp durmaktaydı.
Neden sonra cankurtaran halatını şamandıraya
bir kere dalarnayı başardı, ondan sonra da iş kolay
laştı artı k. Halat bir tür dayanak olmuştu ona, şim
di vücudunun bütün ağırlığıyle halata abanabiliyor-
du.
Halatı şamandıraya bir daha dolayıp dikkatle
sağlama aldı . Sonra, çabasının başarılı olduğunu
göstermek için, gemiye el salladı.
Gemideki dört adamın, selamına nasıl karşılık
verdiklerini iyice gördü. Bir an içinde, ne kadar yor
gun olduğunu unutuverdi. Yaradılışındaki yaşama
sevinci yeniden dirildi, il ikierinde taze güç dolaştı.
Yüzünü fırtınadan ters dönüp derin bir soluk aldı
ve geriye yüzrnek üzere yeniden dalgalara atıldı.
Adamlar güverteden bir halat atıp Shinji'yi yu
karı çektiler. Genç balıkçı, güverteye çıkar çıkmaz,
kaptan kocaman eliyle omuzuna bir şaplak indirdi.
Shinji öyle halsizdi ki, neredeyse bayılacaktı, ne var
k i , erkekçe gücü yine ayakta tuttu onu.
Kaptanın emri üzerine Yasuo, vardiyası olma
yan iki gemicinin kurutuncaya kadar ovdukları
Shinji'yi gemiciler kamarasına götürdü. Ranzasına
uzanır uzanmaz, derin bir uykuya daldı Shinji. Fır
tına kükrese de, kudursa da, Shinji'yi derin uyku
sundan uyandıramazdı.
Ertesi sabah gözlerini açtığında, güneş ışınları
yastığına düşmekteydi. Yuvarlak lumbozdan dışarı
bakınca, çoğu zaman tayfunun ardından izleyen kris
tal aydınlığında mavi bir gök, tropikal güneşinin
altında çıplak tepeler ve dümdüz bir deniz üzerinde
de ışıltılı suyu gördü.
162
ON BEŞİNCi BÖLÜM
Umulduğundan ancak bir kaç gün sonra, Uta
jima-maru Kobe'ye dönebildL Ağustos'un ortaların
dan önce, Fener Alayı Bayramı'nda orada bulunmak.
isteyen kaptan, Yasuo ve Shinji'nin adaya vardıkları
sırada bayram eğlenceleri çoktan sona ermiştL Ka
mikaze-maru yolcu gemisinde, adada en son olup
bitenleri öğrendiler. Fener Alayı Bayramı'ndan bir
,
kaç gün önce, Beş-Mil-Körfezi nde koca bir deniz·
kaplumbağası karaya vurmuş, hemen öldürülmüştü.
İçinden çıkan bir sepet dolusu yumurta, tanesi iki
yen'e satılmıştı.
Shinji, önce Tanrılara şükran borcunu ödemek
üzere, Yashiro Tapınağına gitti. Hemen ardından da
Jukichi tarafından öğle yemeğine buyur edildi. As
lında içki ile başı pek hoş olmayan Shinji, birbirinin
ardından, saki çanaklarını boşaltınağa koyuldu.
İki gün sonra, Jukichi ile yeniden balığa çıktı.
Shinji yaptığı seferle ilgili iyi kötü hiç bir şey an
latmamıştı am � Jukichi bütün ayrıntıları kaptandan
öğrenmişti.
- cİşinin ehli olduğunu ortaya koymuşsun. »
- «Yok canım . » Biraz kızaran Shinji, ne söy-
. .
163
::ıın en sıcak günlerinde sert denizde bocalarken,
.Shinji her zamanki işinin başına geçti. Eli, üzerine
tıpatıp uyan bir giysi kadar yatkındı işine. Kafa
.sının içinde üzüntüye yer yoktu.
Bu kendine özgü kendi kendisine yeterlik duy-
gusu, bütün gün boyu sürdü. Karanlık basarken,
açık denizde süzülüp gitmekte olan bir gemi gözüne
ilişti. Geminin bu seferki geç işi, Shinji'nin içinde,
'€ Ski günlerdekinden çok farklı bir duygu uyandırdı,
yepyeni bir d uyguydu bu . . .
«Bu geminin nereye gitmek üzere yola çıktığı
nı bil iyorum ben» diye düşündü. cO gemideki haya
tın ne mene bir şey olduğunu, beraberinde nasıl güç
lük ve dert getirdiğini de biliyorum. Bu gemi üzeri
ne bilmediğim yok.»
Bu beyaz gemi, artık Shinji için bil inmez bir
dünyanın çağrısı değildi. Ne var ki, ileri yazın ka
raran bir gününde uzun dumanını savurarak ilerle
yen bu beyaz gemi, eskiden görüp de tanımadığı ge
minin uyandırdığından daha büyük bir heyecan
uyandırıyordu içinde. Son bir kuvvet denemesiyle
·çekmiş olduğu cankurtaran halatının ağırlığını elle
rinde yeniden duydu. Bir kereliğine de olsa, eskiden
sadece uzaktan gözlediği o ne olduğu bilinmez dün
yaya, bu kuvvetli ellerle gerçekten dokunmuştu.
Şimdi ona öyle geliyordu ki, ellerini şöyle bir uzata
cak olsa, uzaktaki şu beyaz gemiye dokunmuş ola
cak.
Çocuksu bir içtepiye uyarak, kaba eklemli beş
parmağını, doğaya, üzerinde daha şimdiden akşam
bulutlarının toplanmaya durduğu açık denize uzat
tı . . .
164
sı, her Tanrının günü kızlarının gelmesini bekliyor
lardı. Anne dokunaklı bir de mektup yazmıştı ama,
karşılık gelmemi§ti mektuba. Yeniden yazdı . On gün
sonra soğuk bir haber aldı. Chiyoko, bir neden gös
termek3izin, bu tatil adaya gelmeyeceği haberini ve
riyordu.
Annesi , kızının kalbini yumuşatmak amacıyle
.son bir çareye başvurup, Chiyoko'ya on sayfalık ace
le bir mektup gönderdi , özlem içinde olduğundan söz
.açıp, Chiyoko'dan eve gelmesini diledi.
Tatilin bitmesine birkaç gün kalmış, Shinji'nin ·
seferden dönüşü üzerinden bir hafta geçmişti ki,
karşılık geldi. B u mektuptaki hiç beklenmedik ha
ber, anneyi şaşkına döndürdü.
Chiyoko mektubunda, fırtına günü Shinji ile
Hatsue'nin taş merdivenden indiklerini nasıl gördü
ğünü, sonra, Yasuo'ya haber verip onları nasıl güç
bir duruma soktuğunu, anlatıyordu. Chiyoko, o gün
den beri suçluluk duygusuyle kıvrandığını, bundan
ötürü, Shinji i le Hatsue birleşip mutluluğa kavuşma
dıkça, adaya dönemiyeceğini yazıyordu. Annesi ara
bulucu rolünü oynamalı, Terukichi 'yi bu evliliğe razı
etmeliydi. Adaya dönmesinin koşulu işte buydu.
Bu umutsuz, üzüntülü dileği içeren mektup, an
nenin iyilik dolu yüreğini korkudan dondurmuştu.
Ş imdi gereken adımı atmayacak olursa> kızının, çek ..
tiği vicdan azabına dayapamayıp kendini öldürmesi
tehlikesi baş gösterebilirdi. Okumuş olduğu bir sürü
kitapta, genç, evlenme çağındaki kızların, tıpkl böy
le önemsiz nedenlerden ötürü, canlarına kıydıklan
trajik olaylara rastlarlığını hatırlıyordu.
Mektubu kocasına göstermek istemed i. Kızının
eve dönebileceği kadar çabuk dönmesi iGin bir şey
ler yapmasının artık bir giin meselesi olduğunu dü-
165
şünüyordu.
En iyi kıyafetini, beyaz basma entarisini sırtı-
na geçirince, bir yüksek derecel i kız okulunda öğret
menmiş de, güç bir sorunu görüşmek üzere, bir kız
öğrencinin ana babasını aramaya gidiyormuş gibi
geldi kendi kendisine.
Köye inen yoldaki evlerin önlerine, üzerlerinde
susam, barbunya, fasulye, soya fasulyesi kurutulan
ot yaygı lar serilmişti. Son yaz güneşiyle olgunlaşma
ya durmuş yeşil susam tohumları , yeni boyanmış
yaygıların üzerine gölgeler atıyordu.
Buradan deniz tabak gibi görünürdü. Bu gün
dalgalar yükselmiyordu.
Chiyoko'nun annesi, köyün anayolunu meydana
getiren beton basamaklan inerken, beyaz sandalla
rının topukları taşların üzerinde hafiften takırda
rn aktaydı. Şu sırada, neşeli kahkahalar arasında dö
vülen ıslak çamaşırlardan çıkan gürültüyü de duyu
yordu.
Daha da yaklaşınca, yol kenarından geçen dere
kıyısında altı yedi kadının çamaşır yıkadığını gör
dü. Shinji'nin anası da aralarındaydı.
Fener Alayı Bayramı geçtikten sonra, bundan
böyle ara sıra, o d a ancak yemeklik yosun için dal
dıklarından, dalgıç kadınların vakti oluyordu. Onun
içindir ki şimdi hepsi , toplayabildikleri bütün kirli
çamaşırları önlerine koymuşlar, esaslı bir temizliğe·
girişmişlerdi. Bu arada hemen hiç sabun kullanmı
yor, kirli çamaşırları dümdüz taşların üzerine yayıp,
ayaklarıyle üzerlerinde tepiniyorlardı.
- «Hayrola hanım kadın, ne tarafa böyle ? »
Kadınlar onu böyle selamlayıp, önünde saygıyle·
eğiliyorlardı. Yukarı sıyrılmış entarilerinin altında,
sudan çıkan ışığın yansıdığı esmer baldırları görü--
166
nüyordu.
- «Şöyle Terukichi Miyata'ya bir ugrayayım
....
.dedim de . . . »
Bu karşılığı henüz vermişti k i , burada Shinji'nin
.anasına rastlamasına rağmen ona hiç bir şey açmak
sızın oğlunun nişanı için uğraşmanın çok garip ola ...
-cağı aklına geldi. Onun için, geri döndü, dik, kay
gan, yosunlu basamakları inmeğe koyuldu. Ayağın
daki sandallar aşağı inmesini daha da güçleştiriyor
·du. Onun için sırtını dereye çevirip, ara sıra arkası
na bir göz atarak, taş basamaklarda kendini ikide
bir sağlama almayı da ihmal etmeyerek, yavaş ya
vaş iıımeyi sürdürdü. Derenin ortasındaki kadınlar
dan biri, yardım için elini uzattı.
Fener bekçisinin karısı kıyıya ulaşınca sandal ..
larını ayaklarından çıkardı, derenin içinde yürüme ..
ğe başladı.
Karşı yakadaki kadınlar durmuş, kadının bu gö
zü pek davranışını hayretle izliyorlardı.
Shinji'nin anasını kolundan tutup, oradakilerin
duyabilecekleri bir sesle fısıldayarak, özel bir görüş
me denemesine girişti beceriksizce.
«Belki de burası uygun bir yer değil ama,
Shinji-san ile Hatsue-san arasındaki ilişkinin ne ol
duğunu soracaktım sana . >>
Bu şaşırtıcı soru karşısında gözlerini yusyuvar-
lak açan Shinj! 'nin anası, karşılık vermedi.
- «Shinji-san, Hatsue-san'ı seviyor değil m i ?»
- «Evet, ama . . . »
- « Evet ama, Terukichi-san karşı koyuyor, de-
ğil m i ?»
- «Evet, isi n kötü tarafı da bu, ama
•
. . . »
167
kadınlar da işe karışmakta gecikmediler. Gezgin sa
tıcı yarışınayı yapalı beri, o günden bu yana, Hat
sue'nin adı geçtikçe, bütün kadınlar kızı tutuyorlar
dı. Bundan başka, Hatsue'nin ağzından btitlin olan
biteni de duymuşlardı , Terukichi 'ye karşı cephe atı-
yorlardı.
- «Hatsue m i ? O da adamakıllı abayı yakmış
Shinji'ye. Gerçek bu işte. Ama bir göz önüne getir
hele, Teru amcanın niyeti kızı, şu işe yaramaz Yasuo
ile evermek. Böyle saçma şey duydun mu hiç ?»
- « İşin hoş yanı da bu ya aslında . . . )) diyen fe
ner bekçisinin karısı , bütün kadınlara, bir sınıf do
lusu öğrenciye bakıyormuş gibi baktı . «Tokyo'daki
kızımdan mektup aldım bugün. N e pahasına olursa
olsun iki gence yardım etmeliymişim diye yazıyor.
Onun için, Terukichi-san'a gidip bir görüşeyim de
dim. Ama önce Shinji-san'ın anası ne düşünüyor bu
konuda bakayım, onu öğrenmek istiyoru m . »
Shinji'nin anası eğildi, çiğneyerek yıkadığı oğ
luna ait kirnonoyu kaldırdı. Düşlinecek vakit kazan
sın diye, kirnonoyu yavaş yavaş sıkmağa başladL
Sonra, fener bekçisinin karısına dönüp, önünde eğil
di.
- «Teşekkür ederim, sen nasıl istersen öyle ol
sun.» dedi.
Aynı anda d a diğer kadınlar arasında, yardıma
�
168
dı. Shinji'nin anası onlara katılmadı.
169
ları hiç görmüyormuş gibi yapıp, açık pencereden
dışarı baktı. Elleri, Toba'daki bir şekerleme dükka
nının reklam armağanı olan güzel bir kadın resrrdy
le oynamaktaydı. ·
170
Şimdi, Terukichi yüzünü ilk defadır ki, kadın
dan yana döndürüyordu. Konu§mağa koyulduğu sı
rada yüzünde en ufak bir gülümseme bile yoktu.
- <<Benimle görüşmek istediğin sadece buysa . . .
171
duğu kudrettir. Bu kudrete sahipse, o zaman tam bir
erkek sayılır. Bizlere, bu Uta-jima'da böyle erkekler
gerek. Soysop, servet ikinci derecede şeylerdir. Sen
ce de öyle değil mi Bayan Fener Bekçisi ? Shinji'ye
gelince, başarılı bir adam olduğunu göstermiştir.»
ON ALTINCI BÖLÜM
172
ğa varınca, içierini sevinçle dolduran bu yürüyüşü
bitirmek istemiyorlarmış gibi, çekingen, durdular-.
Shinji, Hatsue'nin elinden tutmağa can atıyordu
ama, yanına aldığı tuzlu su sazanları engeldi buna.
Doğa bile yüzlerine gülümsüyordu sanki. Sen
hasarnağa varınca, arkalarına dönüp Ise Körfezine
baktılar. Gökte sürüyle yıldız ışıldıyordu. Yalnız
Chita Yarımadası yönünde, ufukta alçak bir bulut
kümesi görülüyor, bu bulut kümesinin ardında, za
man zaman çakan bir şimşeğin ışığı parıldıyordu.
Dalgaların sesi yukardan çok hafif işitiliyordu. De
niz, uykuya dalmış gibi, rahat ve sakin soluk alı
yordu.
Çamlık korudan geçip tapınağa gittiler, dua
etmek için bir süre orada kaldılar. Delikanlı, d ine·
bağlılığını gösteren ve kuvvetle yansıyan el çırp-··
masından gurur duydu. Ellerini bir daha vurdu bir
birine.
Hatsue de başını eğip, dua etmeğe koyuldu. Ki-
mono yakasının arkasındaki kumaşın beyazhğından
ötürü, güneş yanığı ensesi daha da esmer görünü
yordu. Ama bu görünüş öylesine büyülüyordu ki
Shinji 'yi, bütün kız enseleri jçinde en beyaz1nı da
görmüş olsa, böylesine etkilenmezdi.
Şu sırada haklı olarak, kendisine en büyük mut-
luluğun tanındığını hissediyordu. Ne için dua ettiy-
se, hepsini vermişti ona Tannlar.
Uzun süre dua ettiler. Tannlann her şeyi önce
den gördüğünd�n asla şüphe etmemişlerdi. En ufak
olaylarda bile, tannsal iyiliğin bağışlayan kudretini .
görüyorlardı .
Rahibin evi aydınlıktı. Shinji seslenince, rahiP"
pencereyi a�ıp baktı.
Shinji konuşmağa koyuldu ama, söylenmesi ge--
173
reken sözleri kolay kolay bulamadığı için, rahip iki...
s inin ne istediğini önce anlayamadı.
Ama sonra, durumu kavrayınca, Shinji, Tann
lar için adak olarak, tuzlu su sazanlarından büyüğü..
nü rabibe uzattı. Rahip, denizden gelen bu değerli
armağanı aldı, çok geçmeden, evlenme törenini yö
neteceğini de anlayıp, ikisine içten gelen sözlerle
mutluluh: diledi.
İ ki genç, m ilırabın ardındaki çamlık korudan
geçip yukarı çıkarken, serin akşam h avasını zevkle
içlerine çekiyorlardı. Güneş artık çoktan batmıştı.
Dört bir yandan cırcır böceklerinin sesleri geliyor
du. Shinj i 'nin bir eli artık boştu, dikkatle tuttuğu
Hatsue'yi, son, sarp geçitten fener kulesine doğru
geçirdi.
- «Biliyor musun», dedi, cYirmi yaşım a basar
basmaz birinci serdüınen ehliyetini alıyoru m . »
- «Oh, ne güzel olur.»
«Ehliyeti aldım mı, artık evlenebiliriz diye
düşünüyorum.>>
Hatsue karşılık vermeyip, çekingen, gülümsedi.
Kadınlar Yamacı'nı dönüp fener bekçisinin evi
n jn ışığına yaklaştılar. Shinji, her zamanki gibi
camlı kapının önünde durup içerdekileri selamla1ı .
İçerde, akşam yemeğinin hazırlığıyle uğraşan kadı
nın gölgesi görünüyordu.
Kadın kapıyı açınca, karanlıkta bekleşen Shinji
ile genç nişanlısının gölgelerini seçti.
- «Üo , dem ek beraber geld iniz . . . >> diye bağırdı
yüksek sesl e. Sh in ii 'nin uza ttııb koc a s azam iki e� iv-·
u -
�
1 74
tembel oturan Fener Bekçisi, ayağa kalkmadan sc�-
lend i :
- «Her zamanki gibi desene. Çok teşekkür ede- .
riz. Mutluluk dilekler im de beraber. İçeri girin. İ�·�r:i
gırın.»
• •
deydi.
Kuleden çıkan, ve parlak bir sis sütununu an- ·
175
sue, kimonosuyla adeseleri silip yeniden baktı. Sonra
birden, heyecanla haykırdı :
- «Aman ne güzel. . »
.
176
olduğu gibi görüyorlardı. HenUz hiç kimsenin otuı·
madığı bomboş bir yemek salonu olsa gerekti. Kar
gibi beyaz duvarlara şaşkın şaşkın bakadururlarke�.
birden sağ taraftan beyaz giyimli bir kamarot çıktı,
pencerelerin ardında yok oldu.
Gemi artık baş tarafı ile kıç tarafındaki yeşil
ışıklarla dürbünün görüş alanından çıkmış, lrako
· Kanalından geçip Pasifik Okyanusu yönünde uz�.k
laşmıştı .
Bu sefer de, yaşlı adam onları fener kulesine gö
türdü . ...�lt kattaki elektrik jeneratöründen takırtıh
bir gürültü geliyordu. Havada yağ kokusu vardı . . .
yağ lambaları, yağ bidonları, yağ fıçıları burada du
rurdu. Daracık bir döner merdiveni tırmanınca, kü ..
çük, yalnız başına bırakılmış daire şeklindeki bir
odada, fener kulesinin tek başına bir hayat yaşayaL
ışık kaynağını fark ettiler.
Pencereden bakınca, sağdan sola doğru=- Irak�
Kanalının karanlık, uğultulu dalgalarını tarayarak
geçen geniş ışık kuşağını gördüler.
Fener kulesinin bekçisi, döner merdivenden yu
muşak bir hareketle aşağı inip, iki genci yalnız bı
raktı.
Fener kulesinin tepesindeki küçük, yuvarlak
oda, cilaJı tahta ile döşenmişti. Pirinç mobilya pırıl
pırıldı, kalın cam adeseler beş yüz vatlık bir ampu
lün çevresinde haşmetle dönüyor, bu ışıit kaynağını,
altmış beş bin mum gücünde bir aydınlığa yükselte
rek güçlendiriyordu.
Adeselerin, hafif gıcırtılı bir sesle dönmesi, ge
çen yüzyılda yapılmış bütün fener kulelerinin ayırı
cı niteliğiydi ve yuvarlak, tahta kaplı duvarlarda bir
sıra sonu gelmeyen, parıldayan ışık şeritleri meyda-
177 F/12
na getiriyordu. Aynı yansımalar, yüzlerini pencere
camına yapıştırmış olan delikanlı ile genç kızı n sırt
larında da oynaşmaktaydı.
Shinji ile Hatsue öylesine yakın duruyarl ardı
ki, yüzleri nerdeyse birbirine değiyor, her biri, bir
ötekinin yanağındaki alev alev sıcağı duyuyordu.
Dışarıda, tam önlerinde, fenerden çıkan ışık kuşa!�l
mn hep aynı, geniş, çevresel hareketle taradığı ka-
ranlık vardı.
Aslında düşünrneğe alışkın olmayan Shinji, şu
anda bir kere daha , düsüncelere dalmıştı. Bütün eli-
...
178
'