You are on page 1of 32

ingilizce kelime ezberleme yolları

şükela modu
19 entry daha
 ingilizce sözlüğe bakmadan bol bol okumak.

konuşma ingilizcesine aşina olmak isteyenler için yeni bir edit: http://www.script-o-rama.com/

aslında başlığın kelime ezberleme değil de kelime öğrenme şeklinde açılmış olması daha isabetli olurdu.

oncelikle, ingilizce ogrenmenin neden onemli oldugunu su video cok iyi acikliyor:

http://www.ted.com/…_the_world_s_english_mania.html

lisan öğrenme süreci, daha doğrusu yeni kelime öğrenme süreci, bol bol yeni kelimelerle karşılaşmayı gerektirir. bunun için
de bol bol okumak gerekir. her bilmediğin kelime için sözlüğe bakacak olursan, okumanın sürekliliğini bozmuş olursun. yani
akıcı ve sürekli bir şekilde okuyamazsın, kesintilerle okumak verimli olmaz. o anda öğrendiğini sandığın kelimeler, 1 ay gibi
bir süre sonra unutulur gider. ya da çok azı hatırlanır.

okuduğunu %100 anlamak için sözlüğe bakmak istiyorsun. bu mükemmeliyetçilikten vazgeç. okumaya başlarken, şunu
baştan kabul et: okuduğunun hepsini anlamak derdinde değilsin; derdin sadece daha fazla kelime öğrenmek.

şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere, ya da işin püf noktasına: 'anlamını bilmediğim şeyi nasıl anlayacağım' diye
düşünebilirsin, işte işin püf noktası tam da o. anlamını bilmediğin şeyi tahmin etmeye çalışacaksın. bir örnek verelim:
okuduğun metinde 'confirm' kelimesi geçiyor ve sen bu kelimeyi bilmiyorsun. hiç oralı olmadan yani sözlüğe davranmadan,
o kelimenin içinde geçtiği bağlamdan yani 'context'ten, ne anlama geldiğini tahmin etmeye çalışacaksın. buna ister 'destekli
atış' de, ister 'educated guess'. bu söyleyeceğim şey başta sana hayal gibi gelebilir ama doğruluğu ve çok işine yarayacağı su
götürmez bir gerçek. bilmediğin kelimeyi birinci ve ikinci karşılaştığında anlamasan bile, üçüncü kere karşılaştığında,
anlamını doğru tahmin eder hale geliyorsun.

bu yöntemin sözlüğe bakarak okuma yöntemine üstünlüğü şurada:

sözlüğe bakarak okuma yönteminde,

1. okuma gayretin sürekli olarak kesintiye uğrar, şöyle ağız tadıyla blok halinde, kesintisiz okuyamazsın, okuduğunu anlama
yani 'reading comprehension' becerin gelişmez,
2. çok vakit harcarsın,
3. 'armut piş, ağzıma düş' kolaycılığı ile elde ettiğin bu kelimeler, senin için değerli olmadığından, bir ay gibi bir sürede
unutursun
4. bir daha hayatın boyunca karşılaşma ihtimalin çok düşük kelimeleri öğrenmek için de, vakit ve emek harcarsın,
5. gayretlerin sonunda bir arpa boyu yol gidiyormuşsun duygusuna neden olur (zaten sen de bu duygu nedeniyle duyuruya bu
soruyu soruyorsun)
6. sonunda hevesin kaçar

halbuki sözlüğe bakmadan okuma yönteminde,

1. blok halinde kesintisiz, saatler boyunca okuyabilirsin. burada amaç okuduğun her cümleyi anlamak değil, yeni kelimeler
öğrenmektir.
2. sözlükle okuma yöntemine kıyasla, belki de beş misli süratle okuyacağın için, bir çok sık rastlanan ama senin henüz
bilmediğin kelimelerle karşılaşma ihtimalin çok artar,
3. bu ihtimal artışına bağlı olarak, ilk kez karşılaştığında o kelimenin anlamını tahmin edemesen bile, aşağı yukarı nasıl bir
bağlamda, nasıl bir ortamda geçtiğini görürsün. bu tecrüben, o kelimeyle ikinci karşılaşman için çok kıymetli bir bilgi sağlar.
4. ikinci veya artık üçüncü karşılaşmanda o kelimenin anlamını artık tahmin eder hale gelirsin ve bu tahminin çok büyük bir
ihtimalle doğru çıkar,
5. kelimeleri bu şekilde, kafanı anlamaya zorlayarak ve 'armut piş, ağzıma düş' şeklinde değil, kendi zihin faaliyetinin bir
sonucu olarak öğrendiğin için, o kelimeler, "değerli arkadaşların" olur ve onları bir daha unutmazsın,
6. bağlam ya da ingilizce tabiriyle context işine çok kafa yoracağın için, kelimenin kullanımını yani usage'ını da doğru
öğrenmiş olursun ki, lisan öğrenme sürecinde usage çok önemlidir,
7. burada ne demek istenmiş olabilir diye sürekli kafa yoracağın için, reading comprehension yani okuduğunu anlama becerin
çok iyi gelişir

bonus: ben sana youtube'dan, sevdiğin filmleri tekrar tekrar seyrederek, kelimeler değil cümleler ezberlemeni tavsiye ederim.
ya da çok sevdiğin şarkıların sözlerini de ezberleyebilirsin, tekrar tekrar dinleyerek. sorduğun sorunun doğrudan cevabı
olmasa bile, ingilizce öğrenmene çok faydası olur.

eklere veya ön eklere bakarak kelimenin anlamını yakalamaya çalışma yöntemi çok işe yarar. zaten eklere ve ön eklere
bakarak kelimenin anlamını çıkarmaya çalışmak, bu işin uzmanlık aşamasıdır ki özellikle toefl için kazanılması şart olan bi
beceridir. sinekten yağ çıkarır ve kelimenin anlamını bilmediğin halde doğru şıkkı işaretlersin.

benim verdiğim örnekte 3. karşılaşmanda artık kelimenin anlamını kendiliğinden anlayacağını söylüyorum. 3. olmasın da 5.
olsun. sen bu yöntemin doğruluğuna ve üstünlüğüne inan ve fihristi kafanda yap. şu anlamları bi yere not etme işinden de
vazgeç. kafana not et ama sözlükten bakıp öğrendiğin anlamları değil, "karine" ile, hatta "kan, ter, gözyaşı" ile ya da daha
doğru bi tabirle, "%100 yerli sermayenle, beyninin gücüyle, tamamen kendi emeğinle" öğrendiğin anlamları... giderek ve
"tedricen" (yani gradually), mucizevi bi şekilde kelimelerin anlamını doğru tahmin etmeye başladığını göreceksin. ama
bunun için, dediğim gibi, sözlükle, fihristle filan uğraşmadan, kesintisiz okuyacaksın.

bi yedi sekiz sene önce volkswagen'in bi reklamı vardı: "biz bir milyon araba yaptığımız için araba yapmayı iyi biliyoruz"
mealinde. işte o reklamdaki gibi, senin context'ten anlam tahmin etme yeteneğin, yüzlerce, binlerce sayfa metni, sözlüğe
bakmadan, kesintisiz ve anlam tahmin etmeye çalışarak okumana dayalı olarak gelişecek.

tekrar ediyorum, daha fazla cümle okumana engel olacağı için, kaldır at şu defteri, sözlüğü, fihristi. karate kelimesinin anlamı
nedir? "boş el". sen de elindekileri bırak bi kenara. metinle baş başa kal. elinde hiç bi silah olmadan, sadece bileğine, yani
beynine güvenerek çık yola. okuduğun metni iyi seçeceksin. yani seviyene uygun olacak. tutup washington post'ta veya the
guardian'da makale okumakla başlarsan, şevkin kırılır. bi kere okuduğun metnin konusu, senin çok ilgini çeken ve hakkında
epeyce bi şey bildiğin bi konu olacak. hakkında en ufak bi fikrinin olmadığı bi konuyu kavramak için okumaya
kastırmayacan şu sıralarda. farz-ı muhal en sevdiğin ve en iyi bildiğin konu gitar olsun veya rock müzik olsun. onunla ilgili
yazılar okuyacan. hem ilgin besleyecek şevkini hem de beynin iş yapıyomuş gibi hissetmeyecek, çekirdek çitliyormuş gibi
hissedecek.

gelelim yeni sorulara:

1- eğer cümlede 2-3 tane bilmediğimiz kelime varsa ne yapacağız?

çok basit: içinde 2-3 tane bilmediğin kelime olduğu halde, o cümleyi anlamaya çalışacaksın. anlayamadığında da hiç
kasmadan ve küsmeden bi sonraki cümleye geçeceksin.
2- sen şimdi dedin ya, ikinci veya üçüncü seferde doğru tahmin eder hale geleceksin diye, doğru tahmin ettiğimizi nereden
anlayacağız?

o bir his. tarif etmesi zor. ama geliştirilebiliyor. mesela bir metinde silahlı kuvvetten bahsediliyor ve ikide bir deployment
kelimesi geçiyor böyle mekanlar tarif edilerek. "ulan sakın bu "konuşlandırma" demek olmasın?" hissiyle tekrar okuyacan o
cümleyi ve "evet evet, bu en çok "konuşlandırma"ya uyuyor" diyip geçecen. bak, hâlâ sözlükle filan uğraşmıyosun. ama %80
eminsin o kelimenin konuşlandırma demek olduğundan. beşinci defa karşılaştığında artık oran %100'e yaklaşır. önemli olan
hacim ve sezgi. okuduğun metnin hacmi ve buna bağlı olarak geliştireceğin sezgi.

burada işin püf noktası ne biliyo musun? hani biceps geliştirmek için, ağırlıktır, barfikstir her ne haltsa, ondan çalışılıyo ya,
işte aynen onun gibi, beyninin "kelime anlamı tahmin etmeye yarayan yeri" her neresiyse, onu geliştiriyosun bu yöntemle.
practice makes it perfect!

eğer ille de kalem defter bi şey çalışmak istiyosan, otur latince önek ve sonekleri yani az biraz etimoloji çalış. kelime anlamı
tahmin etmende çok işine yarar.

bonus: türkçe'deki düşman kelimesinin kökenini biliyo musun? dys + man kelimelerinden geliyomuş. dys (ya da dis) kötü,
man ise mantalite (ya da mentality)'deki man. yani kötü zihinli, kötü fikirli demek. bu bilgiden hareketle, dis ya da dys ile
başlayan kelimelerde bi olumsuzluktan şüphelenecen.

http://www.nisanyansozluk.com/?k=düşman

aha bu da benden sana doğumgünü hediyesi olsun:

http://en.wikipedia.org/…ots,_suffixes_and_prefixes

edit: bir sözlük yazarından bana şöyle bir mesaj geldi:

yok yahu olmuyor dediğiniz gibi. 1 aydan fazla olmuş dediklerinizi yapmaya başlayalı ama tık yok. benim beynimde kelime
tahmin edebilen kısım yok sanırım. irreverence kelimesi tek sayfada 3 defa geçti mesela. hiç bir tahminim olamadı ilk
cümlede. çıkmadı çıkmasına da imkan yoktu. sözlüğe baktım hiç de düşündüğüm gibi bir şey değil. hayal kırıklığı oldu biraz
açıkcası. şimdiye kadar da hiç bir kelimeyi doğru tahmin edemedim. sizin verdiğiniz örnekte yine zorlarsan çıkar ama... 1 ay
boyunca gelmedi bana öylesi.

ben de ona şu cevabı yazdım:

abi benim ingilizcem hiç fena değil ama irreverence kelimesinin mânâsını ben de bilmiyorum. ben "3 defa geçtiğinde anlarsın
muhtemelen" dediğimde, aynı metni kastetmemiştim. farklı bir zamanda geçtiğinde tahmin etmeye çalışmanı kastetmiştim.
ayrıca 1 ay çok kısa bir süre. çok sabırlı ve kararlı bir şekilde bu yöntemi uyguladığında, seneye görüşelim. azimle sıçan taşı
deler. doğru tahmin edemediğin kelimeler de senin için birer tecrübe. nasıl ki doktor, öldüre öldüre öldürmemeyi öğrenir,
nasıl ki bir şehrin acemisi, kaybola kaybola kaybolmamayı öğrenir, işte aynen bu örnekler gibi, sen de tahmin edemeye
edemeye, tahmin etmeyi öğreneceksin ama daha vakit çok erken. benim senden uygulamanı istediğim yöntem, inanılması ve
uygulanması zor bir yöntem. inanmak ve karar vermek, başarının yarısı zaten. benim şimdiye kadar gördüğüm en iyi ingilizce
bilen, yani en çok kelime bilen kişi de bu yöntemi uygulayarak öğrenmiş o en çok kelimeyi. misal, sen 1 ayda 600 sayfa
okuduysan, o herhalde, 1 ayda 2000 sayfa okuyordur. hadi süre koymayalım ve seni kasmayalım. ama işaret etmeye
çalıştığım şey, çok çok çok çok çok okuman. bir de okuduğun metin, senin ilgi ve merak alanlarından ve konusunu iyi
bildiğin bir şey olsun. misal, sen rock müziği iyi biliyorsan, ya da sinemayı iyi biliyorsan, onunla ilgili bir metin oku. ayrıca
her kelimeyi tahmin edeceğiz ve her kelimeyi öğreneceğiz diye bir şart veya görev tabii ki yok. ingilizce'de belki 60 bin
kelime vardır. (sayıya bakmaya üşendim ve kafadan salladım bi rakam). bunların %10'unu öğrensek yani 6000 kelime
öğrensek, neredeyse yazar seviyesine geliriz herhalde. dolayısıyla kelimeleri bilemeyince, karamsarlığa ve ümitsizliğe
kapılmamak lazım. okumaya aynen devam. öte yandan, okuduğumuz metni %100 anlayacağız diye de bir şart yok. sonunda
ne oluyo biliyo musun? sonunda derken, yeterince sabırlı, azimli ve kararlı bi şekilde çalışırsan, sonunda, bi de bakıyosun ki,
misal, time dergisinde bi yazıyı okuyorsun, bir sayfadır okuyosun ve hâlâ bilmediğin bir kelime çıkmamış oluyo. çok sık
olmuyo bu dediğim ama olduğu da oluyo. ama bunun olması için aradan 10-15 sene geçmesi gerekiyo. bu da meseleye
gerçekçi yaklaşım. diğer itiraz edeceğim mevzu da "benim beynimde kelime tahmin edebilen kısım yok sanırım" cümlesi. bu
ifadeyi kabul edebilmem mümkün değil. beyin, evrende bilgimiz dahilindeki organlar arasında en mucizevî olanı. sen
dediklerimi yaparsan, beyninde başka işle görevli bir bölüm bile, kendini geliştirerek duruma adapte olur ve kelime tahmin
edebilme görevini de üstlenir.

bir sözlükçüye yazdığım mesaj, başkalarının da işine yarayabilir düşüncesiyle buraya ekliyorum:

ben - sev abicim ingilizceyi. ingilizceyi konuşmayı da, yazmayı da, duymayı da, okumayı da sev. bol bol oku, bol bol seyret.
şarkı sözlerini ezberle, anlamaya çalış, şarkılar dinle. sevdiğin filmlerin ingilizce alt yazılı versiyonlarını bulup, sevdiğin
sahnelerdeki konuşmaları ezberleyene kadar seyret.

sözlükçü -
kesinlikle.. öyle yapmadan öğrenilmez zaten sevmek gerekiyor. grammer in use kitabını tavsiye eder misiniz peki?

ben -

gramere çok dalma şimdilik. gramer insanın zevk almasını önlüyor, işi yavanlaştırıyor. zevk aldığın konu yani hobilerin her
ne ise, onlarla ilgili filmler seyret. mesela diyelim ki sen fotoğrafçılığı çok iyi biliyorsun. herifin ne anlattığını zaten
biliyorsun. o konuyla ilgili film seyredersen, anlaman daha kolay olur. veya "ulan burda ne diyor acaba?" diye sende merak
uyandıracak filmler seyret ki, algıların sürekli açık olsun. gramerde bunlar yok. sen benim gönderdiğim dosyalardaki grameri
bilsen, şimdilik sana yeter de artar bile. gramere daldıkça, gerçek hayattan uzaklaşıyosun. hani yüzme bilmeyen çocuğu
denize atarlar da can havliyle boğulmamak için yüzme öğrenir ya, gramer de bir tür can simidi ve yüzme öğrenmeni
geciktiriyor. en iyisi kendini denize atacan. yani doğrudan kitaplara, hikayelere, gazetelere, reklamlara, romanlara, filmlere,
dizilere, müziklere maruz bırakacan ki, yüzmeyi denizde pratik yaparak öğrenebilesin. hani bi adama yüzmeyi teorik olarak
anlatsan mı daha iyi öğrenir, yoksa, denizde pratik yaptırırsan mı? işte o hesap, gramer bu işin teorisi. sonradan günlük
hayatta ingilizceyle karşılaştığında kafanda o teoriyi pratiğe dönüştürmek kolay olmuyor. önce kafanda türkçe cümle kurup
onu ingilizceye çevirmeye kalkışıyorsun ya da ben şimdi özne'den sonra hangi yardımcı fiili koyacaktım filan gibi sorularla
kafanı meşgul ediyorsun. abd'de veya ingiltere'de doğan bebekleri düşün. ingilizceyi gramer çalışarak mı öğreniyorlar yoksa,
basit basit cümleler duya duya mı? sen de o bebekler gibi öğrenirsen, daha iyi aklında kalır ve daha çok eğlenerek, daha bir
hevesle öğrenirsin.

diger bir mevzu, radyo dinleyerek kelime ogrenmek.

ev isi yapiyorken, radyo dinlenerek yapilabilecek baska bir seyle mesgulken, radyo dinlemeyi ihmal etmeyin.

gecenlerde, radyoda soyle bir cumle duydum: "she was four eleven and slender as a sparrow." paranin parayi cektigi gibi,
kelime kelimeyi, bilgi bilgiyi nasil da cekiyor! burada bahsedilen four eleven, kadinin boyu. four feet, eleven inches. buradan
kadinin kisa boylu oldugunu cikariyorum. "slender as sparrow" deyiminde sparrow'un serce demek oldugunu bildigim icin,
"slender" kelimesinin, "citi piti, minyon tipli" gibi bir anlami oldugunu dusunuyorum. hooop! havadan bir kelime geldi, goz
yormadan, ustelik ben baska bir seyle mesgulken. isin guzel tarafi, boyle boyle gelen kelimeleri de hic unutmuyorsun. diger
bir guzel tarafi da, ne sekilde kullanilacagini da ogreniyorsun. "slender as sparrow" "serce gibi narin, citi piti" gibi bir deyim
de ogrenmis oluyorsun. "context"ten yani baglamdan kelime ogrenmek boyle bir sey iste. daha fazla kelime ogrendikce, daha
fazla kelimeyi cikarabilir hale geliyorsun.

"eee, hangi radyoyu dinleyecegiz peki?" diye soracak olursaniz,

http://www.kcrw.com/ radyosunun haberlerini tavsiye ederim. bbc ve abd'deki national public radio'nun haberlerini veriyor
galiba. her bir dinlediginiz yarim saatte filan en az bir kelime ogreneceginizi ya da bir kelimeye asina hale geleceginizi
garanti ederim.

radyodan bugun ogrendigim: chicken and egg thing. (tavuk yumurta hikayesi - tavuk mu yumurtadan, yumurta mi tavuktan
cikar hikayesi yani).

bi de, eger yukarida yazdim ve ikinci kere yaziyorsam, ozur dilerim ama cok onemli bir konu oldugu icin yazmak
zorundayim: konusunu, dilini, surukleyiciligini sevdiginiz kitaplari en az 3 kere okuyun. cok sey kazanirsiniz!!!

bazi sorular ve verdigim cevaplar:

daha once sorulmus bir soruya cevap:


senin bir senede ogrendigini ben 3 senede ogrenebilirim. bu benim moralimi bozmamali ve beni hedefime ulasmaktan
alikoymamali.

soru:

“tr>ing cümle kurmada türk kafasıyla düşünme huyumu atamadım üstümden ve grammer de çok fazla hatalar yapıyorum.”

cevap:

turk kafasiyla dusunme huyunu atabilmen icin, cok okuman ve cok video izlemen, oradaki minik cumle parcaciklarini ve
daha sonra kisa cumleleri oldugu gibi kafana yazman lazim. cocukken hic lego oynadin mi bilmiyorum. yani baslangicta,
lego parcalarini bir araya getirir gibi ve kafada formuller kurarak, "hmmm simdi subject, arkasindan verb, ama verb su tenste
olacak, sonra object, ama bi dakka onu oyle demiyolardi yaaa, su dusundugumun ingilizcesini nasil derim, bi deneyeyim
bakayim" metoduyla degil de, ezberledigin cumleciklerle konusmanda buyuk fayda var. bunu konusma ingilizceni
gelistirmen icin soyluyorum.

en zoru konusmayi ogrenmektir. abd'de yirmi sene yasayip, dogru durust konusamayan insanlarin konusamamasinin sebebi,
bu konuya kafa yormamis, bu konuda emek vermemis ve etraflarindaki insanlarla, kendi dillerinde konusmus olmalaridir.
dolayisiyla, "ben neden konusamiyorum hala?" gibi bir umutsuzluga ve karamsarliga asla dusme.
teknik tabirlerin ingilizcesine nereden bakacagini biliyorsun: tureng.com. gercekten cok iyi hazirlamis adamlar, emeklerine
saygi duydum valla.

anladigim kadariyla, ingilizce konusmak su an icin 1. onceligin degil. hani bir ise girersin, calistigin isyerine bir gavur gelir,
onunla konusmak zorunda kalirsin, ya da telefonda konusmak zorunda kalirsin ki telefon cok daha zordur, bunlar icin kendini
hazirla tabii. ama onunde kpds, uds'ye hazirlanma konusu daha oncelikli hedef olarak duruyorsa, bol bol okumani oneririm.
yukarida daha once bahsettigim gibi, turkcesini okumus oldugun kitaplari bulup okuyabilirsin. cocuk kitabi polyanna mesela.
konuyu zaten kabaca hatirliyorsundur. cocuk kitabi oldugu icin dili cok agir degildir. boyle boyle, bol bol okuyarak, kendini
gramere ve kelimelere maruz birakacaksin. cebir calisiyormus gibi sadece gramer calisarak bir yere varamazsin. cok okuman
lazim. bir de en cok zevk aldigin ve/veya en iyi bildigin konularda okumaya ozen goster.
tabii kpds gibi zor metinlerin soruldugu bir sinava hazirlik icin sadece cocuk hikaye kitaplari okumak yetmez.
ben senin yerinde olsaydim, en az 2-3 sene hic turkce metin okumaz, hic turkce film ve dizi izlemez, butun emek, zaman ve
parami ingilizce metin okumaya, ingilizce film izlemeye ayirirdim. okumak/seyretmek oranina sen karar ver. kpds, uds daha
oncelikli hedefse, film, dizi filan yerine, belgeseller seyredebilirsin. simdiye kadar youtube'dan yeterince yararlanmis
oldugunu sanmiyorum. youtube gercek bir hazine. youtube'daki belgeselleri tekrar tekrar seyredebilirsin. bu donemde
ingilizce ogrenmeye calisan insanlara imreniyorum. ne kadar cok imkan var elinizin altinda!

article okuma konusuna gelince: kpds'de cok cesitli dallardan makaleler soruyorlar. sen de cesitli dallardan oku, psikoloji
oku, genel tip oku, jeoloji oku, siyaset oku, felsefe oku.

onceligin konusma ingilizcesi yerine kpds, uds ise, muzik, film, dizi yerine youtube'dan belgesel izlemeni tavsiye ederim. ev
isi yapiyorken de www.kcrw.com'un haberlerini dinle bilgisayardan. radyo dinleyebilecegin her ani degerlendir. ne bileyim,
ayfonun varsa mesela, muzik dinleyecegine, www.kcrw.com'un haberlerini dinle. haber dinlemek de cok onemli kelimeler
ogrenmeni sagliyor.
sonra, time, newsweek, economist gibi dergilerin reklamlari ve okuyuculardan gelen mektuplariyla basla ise. okuyucu
mektuplari kisa oldugu icin tavsiye ediyorum.

soru:

su dusundugumun ingilizcesini nasil derim, bi deneyeyim bakayim" metoduyla degil de, ezberledigin cumleciklerle
konusma"
kısmını tüm fluently speakerlar yapıyormu?mesela simultane çevirmenler ya da tercümanlar vs.
yalniz tek birşeye kafam takılıyor; sadece okuyarak ve izleyerek yani kelimelerin anlamına bakmadan not almadan yapıları
analiz etmeden, türkçe karşılığı bilmeden küçük kelime yapılarını öğrenip kullanmak gerçekten çok etkili olacak mı?
yani biraz sıradışı bir yöntem ve uzun vadece etkili olacak gibime geliyor.bu konuyu da kendi içimde aşmam lazım. bunun
için de bu yolla gelişim gösterdiğimi gerçekten görmem gerekiyor.

cevap:

minik bi klavye surcmesi olmus orada, fluently speaker degil, fluent speaker olacak. "ezberledigin cumleciklerle konusmaya
calis"tan kastim su: konusmayi yeni ogrenen bir cocugu dusun. 3-5 cumlecik biliyordur en basta. sen de oyle baslayabilirsin.
dogrulugunu, google'dan, youtube'dan filan teyid ettigin cumleyi, ya da cumlecigi, gogsunu gere gere kullanirsin. hatta
bunlara cumlecik de demeyelim. tamlama diyelim. mesela "fluent speaker" tamlamasi, senin kulaginda, youtube'dan veya
radyodan kalmis olsaydi, bu yanlisi yapmazdin. mesela, "conflict of interest" diye bir tamlama duyuyorsun. benim soylemeye
calistigim sey su: conflict kelimesini ayri, interest kelimesini ayri ogrenecegine, conflict of interest yani "menfaat catismasi"
kavramini oldugu gibi ogren.
ben seni, konusmayi yeni ogrenmeye baslamis 3 yasinda cocuk gibi kabul ediyorum. tesbihte hata olmaz. simultane tercuman
ornegi, bu cocugu, o dildeki en yuksek seviyeli hatiple karsilastirmaya benzer. simultane tercume, bu isin varabilecegi en
zirve noktadir. oyle bir zirvedir ki, uzun vadede simultane tercumanlarin beyinlerinde hasarlar olustugu bile iddia ediliyor. o
bambaska bir dunya. bizim derdimiz, minik minik adimlarla, kelime kelime ezberleyerek degil de, tamlama-tamlama, kisa
cumle-kisa cumle ezberleyerek konusmaya calismak. boylece, kafadaki turkce cumleyi ingilizceye nasil cevirecegini
dusunmek yerine, tipki adini soyler gibi hic dusunmeden, "may i have an alarm call at six please?" diyorsun otelin
resepsiyonundaki gorevliye. cunku onceden bu cumleyi ezberlemissin. yanlis yapma ihtimalin sifir. oturup gramer
ineklemene gerek yok. 3 yasindaki cocuk anadilini gramer calisarak mi ogreniyor? hayir. minik minik cumleler duya duya,
onlari taklit ede ede ogreniyor.

soru:

sadece okuyarak ve izleyerek yani kelimelerin anlamına bakmadan not almadan yapıları analiz etmeden, türkçe karşılığı
bilmeden küçük kelime yapılarını öğrenip kullanmak gerçekten çok etkili olacak mı?
cevap:

benim tanidigim en iyi ingilizce ogrenmis kisiye, o kadar cok kelimeyi nereden bildigini sormustum. o da bana ortaokuldan
itibaren, sozluge bakmayi biraktigini soylemisti. ben sana sozluge bakmayi yasakliyor filan degilim. merak ettigin kelimenin
anlamina tabii ki ac bak! ama eline bir kitabi, bir de sozlugu alip bilmedigin her bir kelimenin anlamina bakmana gerek yok.
mumkun oldugunca, okuma fiilinin "temadiyetini" yani akiciligini bozmadan yap bu isi. ingilizcede altmis bin kelime veya
daha fazla kelime vardir. biz 3 bin kelime filan ogrendigimizde bayagi iyi bir seviyeye geliyoruz. 5 bin ogrendigimizde
insanlara "allah allah!" dedirtiyoruz. ama geride daha onbinlerce kelime var. "hayatinda bir daha karsilasma ihtimalin belki
de hic olmayan kelime icin durup sozluge bakarak, okuma islemini yavaslatma, aksatma!" diyorum.

diyelim complete kelimesini bilmiyorsun ve iki gun icerisinde 3 kere karsina cikti. demek ki cok nadir bir kelime degil. sen
de "context"ten o kelimenin anlamini tahmin edemedin ve cumlede oyle bir yerde geciyor ki, kilit kelime. onu bilmezsen,
cumleyi hic anlayamayacaksin. o zaman ac bak sozluge!

hem de haber dinleyerek, dunyada neler olup bittigi hakkinda, oldukca iyi bir birikimin oluyor. bugun ben radyo dinlerken,
"quite well known" diye bi laf duydum ve kafama kazidim mesela. bi de "absolutely furious" diye bi laf duydum, onu da
kafama kazidim. boyle boyle ogrenmekten bahsediyorum.

gramer, insani canindan bezdiren bir sey. zaten almanca, ispanyolca, italyanca, fransizca, rusca gibi dillerin ingilizce kadar
yayginlasamamasinin bir sebebi ingiltere ve abd'nin ezici rekabeti ise, diger sebebi de bu saydigim dillerin gramerlerinin,
ingilizceye kiyasla cok daha zor olmasi.

gozunu sevdigimin ingilizcesinde "gender" diye bir sacmalik yok. bu saydigim dillerin hepsinde var. turkce'de de yok
biliyosun.

onundeki 2-3 senelik zaman zarfinda ingilizceye yapacagin, para, zaman ve en onemlisi de emek yatirimi, sana yol su elektrik
olarak misliyle geri donecek.
para parayi, ingilizce ingilizceyi ceker benzetmemde oldugu gibi, sen ingilizce ogrendikce, ingilizce ogrenme hizin artacak.

dun bir konusmaya sahit oldum: adamin biri digerine, "i love you man" dedi. buna ne karsilik verilebilir? "i love you too,
man" diyebilirsin. "me too" diyebilirsin. yani bir turk olarak, bunlari demeyi akil edebilirsin. ama karsisindaki soyle cevap
verdi: "feelings are mutual!" eger bunu radyoda, youtube'da, televizyonda duyarak veya kitapta okuyarak ogrenmediysen,
kafani calistirarak, sentezleyerek filan hayatta akil edip soyleyemezsin. benim anlatmaya calistigim sey tam da bu iste!
gramer calistiginda, bunu ogrenemiyorsun. ama bol okudugunda, bol seyrettiginde, bol dinlediginde, bu minik cumleler,
kafana kaziliyor ve bir daha da cikmiyor.

http://www.kcrw.com/…er2.html?type=live&id=kcrwlive

baska bir sozlukcuden soru:

ekşide yazdığınızı dikkatli bir şekilde okudum. emeğinize sağlık. bir sorum daha olacak. bahsettiğiniz gibi bol bol okuyup ya
da dinleyip bağlamlar oluşturacağız. sevdiğim basit bir hikaye kitabından başladım diyelim. anlamaya çalışmak geniş bir şey.
okuduğum bir cümlenin üzerinde durdum, durdum, düşündüm diyelim ve böyle birkaç cümlenin daha... demek istediğim
cümlelerin üzerinde bağlam kurarken çok durmalı mıyım yoksa hızlıca okuyup aşina mı olmalıyım? ve son sorum. bu sizin
anlattığınızı uygulamaya koyacağım koymadan önce ingilizce ile ilgili basit bir çalışma yapayım mı? bu benim kafamı
karıştırır mı sizin dediğinizle çelişir mi? kusura bakmayın gerçekten gönülden bu işteyim ve yapacağım.
cevap:

dikkatli bir sekilde okudugun icin cok tesekkur ederim.

ukalalik ya da nezaketsizlik gibi algilamazsan, sana bir sey soyleyecegim: "bağlamlar oluşturacağız" veya "cümlelerin
üzerinde bağlam kurarken" gibi ifadeler kullanmandan, "bağlam" ya da ingilizce "context" kavramini bilmiyor olabilecegini,
bu nedenle, benim o yazida tam olarak ne kastettigimi anlamamis olabilecegini dusundum ve bu konuya aciklik getirmek
istedim.

sayet ben yanlis algiladiysam, pesinen ozur dilerim. ama "tam olarak anlasilma" kaygisi guttugum ve "baglam" konusu cok
onemli oldugu icin, sana pek hos gelmeyebilecek bu aciklamayi zorunlu gordum, lutfen kusuruma bakma.

baglam=context

peki ne demektir bu baglam?

o kelimeyi icinde bulunduran cumlenin anlatmaya calistigi fikri, iletmeye calistigi mesaji cevreleyen durum demektir. o olay,
her ne ise, o durum, o baglam icerisinde cereyan etmektedir.

***

sozlukte "baglam" basliginda yazanlari okudum acaba iyi bir ornek bulabilir miyim diye ve su ornege rastladim:

baglam; bir anlamın, üzerinde oluştuğu, üzerinde varolduğu zemindir. o zemin olmaksızın, ifade, anlam taşımaz.

anlattıklarını tecrübeleriyle zenginleştiren teoman duralı'nın bir örneğiyle devam edersek:


yol işçisi olarak almanya'da çalışmış gençliğinde. aynı, inşaat amelesi olarak afganistan'da, gemi tayfası olarak dünyanın pek
çok yerinde, resepsiyonist olarak sultanahmet'te bi otelde çalıştığı gibi. neyse. bu ölçüm yapılan aletlerin çivilerini çakıyomuş
hoca. hepsi ayrı ülkelerden işçilerden oluşan bi grup. başlarında da çok disiplinli, teoman hocanın tabiriyle 'tipik' bi alman,
her şeye bağırıp çağırıyo, hastalık derecesinde mükemmeliyetçi. en sonunda, çiviyi yanlış çaktığı için hocaya, "sen böyle bi
hatayı anca kendi ülkende yaparsın, burası almanya" şeklinde bi cümle kurunca hoca da dayanamayıp, tripodu adama
fırlatıyo. adamın yanından geçiyo alet, bi yerine saplanmıyo (hocanın tabiriyle: allahtan saplanmadı. hala hapisteydim). ama
hoca durur mu, yapıştırmış lafı: "ana avrat sövdüm adama. dayanamadım bi de almanca'ya tercüme ettim". sakinleştiriyolar
hocayı, kaldıkları pansiyona götürüyolar. bikaç saat sonra paydos eden işçilerle birlikte alman mühendis de pansiyona geliyo
yemek için. hocayla oturuyolar, konuşuyolar. "tam uzlaşı noktasına geldik, bi soru sordu bana: 'her şeyi anladım da, siz neden
annem hakkında öyle bi şey düşündünüz ki? annem çok yaşlıdır benim'. adam anasına küfrettiğimi* anlamamış. ben de, neyi
anlamadığını anlamadım(burda sınıf yarılır). işte arkadaşlar, burdaki bağlam, kültürdür".

***
ben de daha basit bir ornekle aciklamaya calisayim:

"yurek var mi?"

sorusunu dusun. bu soruyu, supermarketin kasap reyonundaki gorevliye sordugunu hayal et. (o hayal, yurek kelimesinin
icinde gectigi baglami, yani zemini, zamani ve iliskiler butununu olusturacak).

bir de ayni soruyu, sokakta ates altinda kalmis iki askerin, kosarak karsi binaya saklanmadan hemen once birbirlerine
sordugunu hayal et.
simdi de, bu iki farkli "baglam"daki "yurek" kelimelerinin, nasil da farkli seyleri kastettigini dusun.

iste baglam ya da context diye kastedilen sey budur. kelime hangi baglamda geciyorsa, anlami, o baglama gore farklilasabilir.
ya da sirf o baglami bildigimiz icin kelimenin anlamini tahmin etmemiz cok kolaylasabilir.

eger zaten biliyor idiysen, ukalaligimi lutfen mazur gor. ama yukarida da ifade ettigim gibi, baglam kelimesini kullanis
biciminden, bu konuya ilave bir aciklik getirmem gerektigini hissettim.

simdi baska bir ornek vereyim:

penetration kelimesini ele alalim.

bu kelime tipta, gastroenteroloji ile ilgili bir metinde geciyorsa, farkli bir anlam tasir, kadinla erkegin sevismelerini anlatan
bir metinde geciyorsa, bambaska bir anlam tasir. bu ornekte de gastroenteroloji ya da sevisme ortami, zemini, o kelimenin
baglamini olusturur.

dolayisiyla, bizim "baglamlar olusturmamiz" soz konusu degil. o kelime, zaten kendi baglamiyla birlikte senin karsina
cikacak.

hayatinda hic bilardo seyretmemis bir ev kadinina "pike cekmek yasaktir" desen, aklina tabii ki yatak ortusu gelir ve ne
kastettigini de anlamaz. pike kelimesinin baska bir baglamda, baska bir anlama geldiginden haberdar degildir.

iste bu yuzden, ben de diyorum ki, bol bol ingilizce oku ama, okumaya, en iyi bildigin ya da en cok ilgi duydugun konudan
basla. su hayatta en iyi bildigin konu seks ise seks metinleri okumaya basla, en iyi bildigin konu amator balikciliksa, oradan
basla. boylece, anlatilan seyi kafanda canlandirman, kastedilen seyi yanlis anlama ihtimalin azalir.

cümlelerin üzerinde bağlam kurarken çok durmalı mıyım yoksa hızlıca okuyup aşina mı olmalıyım?

sanirim bu soruna cevap vermis oldum. cumlelerin uzerinde senin baglam kurman soz konusu degil. zaten baglam kurmak
diye bir kavram yok. cumlenin, icinde bulundugu baglamdan, o bilmedigin kelimenin anlamini asagi yukari tahmin etmeye
calisacaksin. kelimeyi bilmiyorsan ve herhangi bir sekilde tahmin edemiyorsan, uzerinde cok durma ve gec git. sadece cok
guzel bir tabirle, asinalik kazanmis ol. hani herifin birini bir mekanda gorursun. aradan iki gun gecer, bu defa, bambaska bir
mekanda gorursun de yuzunu hatirlarsin ya, aynen onun gibi, o kelimeyi de, ileride gorup, "hmm ben bunu su baglamda
gorduydum" seklinde hatirlayabilecek sekilde asina ol gec.

bu sizin anlattığınızı uygulamaya koyacağım koymadan önce ingilizce ile ilgili basit bir çalışma yapayım mı? bu benim
kafamı karıştırır mı sizin dediğinizle çelişir mi?

bu sorunun cevabi, senin ingilizce seviyene bagli. ingilizcen su anda sifir seviyesindeyse, dogrudan ingilizce metinler
okumaya baslamak tabii ki cok anlamli olmaz.

ama "pre-intermediate" yani ortanin alti bir seviyedeyse, o seviyeye yonelik minik hikayelerle baslayabilirsin.

gerçekten gönülden bu işteyim ve yapacağım

iste bunu bu sekilde ifade ediyor olman harika! ben de aynen bu hisle yola cikmistim. dogru yolda oldugunu ve seni can-i
gonulden destekledigimi bilmeni isterim.
umarim kabalik edecek bir sey soylememisimdir. surc-i lisan ettiysem affola.

ayni sozlukcuden bir baska soru : bir gün ansiklopedi karıştırırken ünlü bir şahsın biyografisine denk geldim. adam evinde üç
dil öğrenmiş ingilizce, fransızca, almanca. bu beni ateşledi ve gerçekten de olacağına inanıyorum, inandım. çalışmalarıma
başlamadım daha.

bağlam konusunda soru işareti kalmadı bu konuyu türk dilinden bilirim az çok. bahsettiğimiz ingilizceye uyarlanması. diğer
konu ise benim ingilizcede sıfır olmam. bu konuda da yardımcı oldunuz orta kıvamı bulacağım. fakat şu konu biraz beni
yordu. sevdiğiniz konulardan kitap okuyun? ilgi alanlarım edebiyat, tarih, fotografçılık, moda vb...

cevap: ingilizcede sifir duzeyindeysen, sana e-mail ile yollamis oldugum excel dosyalarindan, adi "zaman" olani ac ve oradan
simple present tense ile present continuous tense'i calis.

sonra,

www.really-learn-english.com

ve benzeri sitelere takil. ben bu siteyi, google'a beginner level stories in english yazarak, simdi buldum mesela.

baslangicta bir kac ay boyle calis. bunlar sana cok basit gelmeye basladiginda, pre-intermediate level stories in english yaz
google'a ve bulduklarini calis.

gene youtube'a, beginner level english, pre-intermediate level english filan yazarak buldugun butun malzemeleri tekrar tekrar
seyret.

seviyeler, beginner (elementary), pre-intermediate, intermediate, post-intermediate, advanced, proficient diye siralaniyor.

istisnalar haric olmak uzere, proficient seviyesine ulasabilmen icin, yurtdisinda yasaman lazim. o seviyeye ulasmak sart da
degil su asamada. ama advanced seviyesine ulasmak cok iyi olur. cok cok iyi olur hatta...

dolayisiyla, ilgi alanlarindan okuma isine, intermediate seviyeye geldiginde baslarsin.

anladigim kadariyla, bu is icin ayiracak bir butcen yok. bu yuzden, hep internetten bulduklarindan faydalanacaksin. interneti
akillica kullanirsan, tek kurus para harcamadan halledersin bu isi.

firsat buldukca, turkce edebi metinler okumaya da devam et.

gunumuzde, ingilizcenin mevcut hakimiyeti varken, ingilizce disinda bir dil ogrenmenin gereksiz oldugunu dusunuyorum.
cunku kaynaklari tek bir noktaya "teksif" etmek lazim. kaynaklar neler? zaman, para, emek, goz nuru, calisma sevki, heves...

***

baska bir sozlukcuden bir soru: ben bu konuşma işini nasıl halledebilirim?

benim cevabim: istanbul'da olman buyuk sans! oncelikle bu konuda anlasalim: bu is emek vermeden, kendi kendine olmaz.
mutlaka emek vereceksin, hem de cok ciddi emek vereceksin. ayrica cok ciddi zaman ayiracaksin. bunu cok isteyeceksin,
bunu yapmaya cok kararli olacaksin.
babani ikna edip ingiltere'ye gitsen bile, kalacagin sureyi bilmiyorum, diyelim 6 ay kalsan, donup geldiginde, "ben artik
oldum" diyerek emek vermeyi birakirsan, tekrar eski haline donersin.

eger konusma isinde cok kararliysan,

1. turkce yazi (dergi, gazete, kitap, internet, sozluk) okumayi birakacaksin. turkce metin okuyor olmak, ingilizce konusmanin
onundeki en buyuk engellerden biridir. "ingilizce dusunur, ingilizce ruya gorur hale gelmen lazim" denir ya, iste bunun
olmasi icin, bir kere en basta, turkce metin okumayi birakacaksin.

2. internetten veya piyasadan, ingilizce film senaryolari, piyesler bulup onlari okuyacaksin. tabii filmden kastim, yarim saat
kimsenin konusmadigi sanat filmleri degil. icinde bol bol konusma gecen filmler, oyunlar. iste bunlarin metinlerini,
senaryolarini bulup okuyacaksin. neyi nasil diyorlar diye dikkat edeceksin. cunku "ingilizcede okudugunu anlama" ile
"ingilizce konusma", birbirinden cok farkli becerilerdir. okudugun metnin hangi konuda ve hangi duzeyde olduguna bagli
olarak, bilmen gereken kelimelerle, konusabilmen icin bilmen gereken kelimeler, kaliplar ve kullanim yani "usage" oldukca
farklidir. bunlari da en bol bulabilecegin yer, "konusma iceren metinler" yani film senaryolarinin, tiyatro oyunlarinin
metinleridir. google'da aramaya inan.

3. ozellikle amerikan aksanina merakin varsa veya ozellikle ingiliz aksanina merakin varsa, buna yonelik olarak, telaffuzunu
duzeltmek icin, youtube mukemmel, sonsuz ve bedava bir kaynak. butun omrunu harcasan, youtube'daki videolari
bitiremezsin. para da harcamamis olursun. (elektrik parasini ve internet parasini zaten harcayacagini varsayiyorum).
youtube'da video seyretmenin diger bir avantaji da, filmi kolayca durdurman, basa alman ve defalarca seyredebilmendir.
eminim, yuzlerce, binlerce, ingilizce alt yazili film ya da video vardir. "with english subtitles" diye arat youtube'da,
aralarindan begendiklerini defalarca seyret. komedi olursa, daha iyi olur. ama sart degil. senin begendigin ve ilgiyle
seyrettigin bir sey olsun. belgeselden ziyade, kisilerin birbirleriyle surekli dialog halinde olduklari, hareketli filmler, diziler,
sahislarin cekmis oldugu videolar olsun. bunlari seyrediyorken, her bir cumleden veya cumlecikten sonra videoyu durdur ve
orada soyleneni, o telaffuzu maksimum derecede taklit etmeye calis! genellikle biz turklerde, amerikali gibi "agzini ege ege,
yavsata yavsata" ingilizce konusmaya karsi bir isteksizlik var. bundan utaniyor muyuzdur nedir? eger sende de boyle bir
cekingenlik, utangaclik varsa, bunu uzerinden atman gerekir. cunku tecrubelerime gore, agzini oyle ege ege, yavsata yavsata,
yani amerikalilari taklit etmeye calismadan ingilizce konusmaya kalkarsan, karsindaki, ne dedigini anlamiyor. ya da "heavy
accent" "tick accent" sahibi damgasini yiyorsun. (bu arada zorunlu aciklama, 'amerikan aksani', 'ingiliz aksani' derken,
oradaki aksan kelimesinin ikinci 'a'sini uzatmayacaksin. yani "aksaaani" demeyeceksin. ilk 'a' hangi uzunluktaysa, ikinci 'a' da
o uzunlukta olacak. cok sik gordugum bir hata oldugu icin yaziyorum).

ingilizce konusmak da, yazmak da, okudugunu anlamak da, konusulani anlamak da, bu becerilerin dordunde de, yeterli
miktarda antrenman sart! buradaki en belirsiz ifade, "yeterli" kelimesi. yeterli nedir? bir kere gercekci olalim, bu isin sonu
yok! turkiye'de, turk anne babanin cocugu olarak dogmus, turkiye'de buyumus ve okula gitmis bir kisinin, ingilizce
konusmasindan bahsediyoruz. ne kadar caba sarfedersen et, bir miktar "turk aksani"n olacak. muzik kulagin varsa, eline
aldigin bir enstrumani notasiz olarak calabiliyorsan, duydugun bir sarkiyi, detone olmadan soyleyebiliyorsan, turkcedeki
siveleri taklit yetenegin varsa, ingilizcedeki aksanini azaltmak icin ve ingilizceyi daha kolay konusmak icin avantajlisin
demektir. cunku bu is, aynen bir bebegin, ana dilini ogrenmesi surecine benziyor. once iki sene dinliyorsun. (hani bebek de
iki sene sureyle sadece dinler ya! iste onun gibi). tabii burada bir fark var. sen bu iki sene zarfinda hem dinliyorsun, hem de
daha ilk duydugun kelimeleri, cumlecikleri hemen tekrar etmeye, taklit etmeye calisabiliyorsun. ama "maruz kalman
gereken" ingilizce konusmalari dinleme suresi gecirmen, yani beyninde bos durumda olan ses kayit alanlarina bol bol
ingilizce konusma kaydetmen sart!

hani anne-baba, bebekleriyle konusurlar ya, onun gibi. bebeklerine konusma ogretmek icin, surekli onunla konusurlar, bab-
ba!, annn-ne!, mamm-ma! dedirtmeye calisirlar. burada amac, bebegin beynindeki ses kayit bolumune, o sesleri kayit etmesi
icin, onu bu kelimelere, bu "fonem"lere maruz birakmaktir. senin de kendini, youtube'daki ingilizce alt yazili ingilizce
videolarla, veya ingilizce alt yazili ingilizce filmlerle, dizilerle, "surekli olarak" ingilizce konusma dinlemeye maruz
birakman, beynindeki ses kayit alanlarini, ingilizce konusmalarla doldurman gerekir. bu dedigimi o kadar cok yapacaksin ki,
mesela bir gun yolda yururken, farkinda olmadan, kendini ingilizce bir cumleyi icinden tekrar ediyorken bulacaksin veya
ingilizce ruya goreceksin. (bu arada ek bilgi: ogrenme, uykuda olur. ogrenme sureci uyurken gerceklesir. yani beynindeki
bilgisayarin ram'ine gecici olarak kaydedilmis bilginin, hard disk'e kalici olarak kaydedilmesi sureci uykuda gerceklesir.)

4. gelelim radyo meselesine. youtube'dan veya dvd'den ingilizce alt yazili ingilizce film, dizi veya kisisel olarak kaydedilip
youtube'a yuklenmis video seyredebilmen icin, butun vaktini ve dikkatini ona ayirman gerekir. ama gunluk hayatta, baska
seyler yapiyor olman da gerekmektedir. ama bu "baska seyler"i yapiyorken, radyo dinlemene bir engel yoktur. iste bu
firsatlari da, ingilizce radyo dinleyerek degerlendireceksin. radyo dinlemek, "kulak dolgunlugu" denen hadiseyi
gerceklestirmek icin, mukemmel firsattir. voice of america'nin "special english" yani ingilizce ogrenenler icin yavas yavas ve
tane tane konusularak kaydedilmis "podcast"leri mutlaka vardir. mesela onlari "akilli telefon"un varsa onda dinleyebilirsin
veya ne biliyim, evde baska bir sey yapman gerekiyorken, internetten bbc'nin haberlerini dinleyebilirsin. bu gibi bosluklari
da, gene kulagini, beynini, ingilizceye "maruz birakarak" degerlendireceksin.

***

baska bir yazisma:

film izleyerek kulak acemiliğimi azcık attım.

cevap: "azcik"la olmaz. azcik seyretmekle hic olmaz. bunu kendine is edineceksin. aktif olarak hergun 1-2 saat film
izleyeceksin ve bu yillarca surecek. oyle 3 ayla da olmaz.

ilk defa ingilizce alt yazılı izlediğim filmi hatırlıyorum da tam bir işkenceydi hiçbir şey anlamamıştım. şimdi birazcık daha
iyiym.

cevap: her sey basta cok zor gelir. sonra giderek alisirsin. aradan bir iki sene gectiginde, o iskence aklina geldiginde, sasar
kalirsin. "ne kolaymis, neden anlayamamisim?" dersin kendi kendine...

aksan konusunda ben amerikan aksanına daha çok yatkınım, ve filmlerde de amerikan aksanını daha iyi anladığımı farkettim.
ki onların telafuzunu da daha çok seviyorum.

cevap: katiliyorum. amerikan aksanini ama "mid-west" ve california aksanini daha anlasilir buluyorum. ingiliz aksaninda
zorlaniyorum. ama abd'deki guney aksanini anlamam cok zor.

geçen gün bir film izledim; the five years engagement başroldeki kız ve kardeşi inanılmaz aksan kullanıyor. tam da senin
söylediğini içimden geçirmiştim, bu kızların konuşmalarını taklit edersem aksan kapabilirim diye. bu dediğini de
uygulayacağım.

cevap: filme simdi baktim youtube'dan. kiz ingiliz sanirim. amerikan aksani degil bu.

fakat dün bir film izliyorum he's just not that into you. bir defa bu tr olarak erkekler ne düşünüz kızlar ne anlar diye çevrilimiş
ama ben bu cümleyi aynen çeviremiyorum anlamadım mesela.

cevap: he's just not that into you, "o herif sana o kadar da hasta degil" demek. iste bu cok guzel bir ornek! bu ve benzeri
cumleleri, kitap okuyarak pek ogrenemezsin ama film seyrede seyrede, "context"ten anlamlarini en azindan hissedebilirsin.
neyse bu filmde çok yeni kelimelerle ve daha uzun cümlelerle karşılaştım. kelimelerin çoğunu anlamıyorum anlayamadığım
için de cümleden de yorumlayamıyorum. çünkü bir cümlede çok bilmediğim kelime var. bu durumda ne yapmalıyım?
sözlüğe bakmalı mıyım yoksa aynı kelime birkaç kere tekrar ederse mi bakmalıyım yoksa hiç mi bakmamalıyım?

cevap: gercekci olalim. bu ingilizce seviyesiyle, filmi anlamaya calisma. amacin sadece, o filmden, cumleler, cumlecikler,
kelimeler duymak ve ogrenmek olsun. ogrendigin kisa cumlecikleri, tekrar tekrar seyret.

bunun yanında uzun cümle kurmalara çok özeniyorum. ben daha basic kelimelerle cümle kuruyorum. ama bakıyorum
filmlere ne güzel uzun uzun cümleler. mesela cümle birleştirmelerde ki who which bağlantısının mantığını bir türlü
kurslardan beri kavrayamıyorum.

cevap: gercekci olalim lutfen. uzun cumle kurmalara ozenmek, 3 tekerlekli bisiklete biniyoken, ferrari surenlere ozenmek
gibi bir sey. ama sunu unutma ki, hic kimse anasinin karninda ogrenmedi ve o ferrari suren herif de, bir zamanlar 3 tekerlekli
bisiklete biniyordu. the boss who is a cruel guy, "patron ki zalim bir adamdir," demek. yani bir kisi, olay hakkinda parantez
icinde bir bilgi verdikten sonra parantezi kapamaya benziyor. biking which is a nice activity, "bisiklete binmek ki hos bir
aktivitedir," demek mesela. mantigi bu. sen kendini, 4 yasinda bir amerikali cocuk gibi farzet. 4 yasindaki cocuk nasil uzun
cumleler kuramazsa, senin de kurman beklenmez. ama yillarca ve yilmadan calisirsan, profesyonel konusmaci bile
olabilirsin. bu is, azim, irade, kararlilik, sebat ve bu isi cok istiyor olmakla ilgili.

bir de perfect tense en nefret ettiğim tense ama filmler sayesinde birazcık çözülmeye başladı gibi.

perfect tense'i anlamak icin soyle bir ornek vereyim. odevini yaptin bitirdin ve odevimi bitirdim demek istiyosun. i have
finished my homework, diyosun. bu aslinda, tam olarak odevimi su an itibariyle bitirmis bulunuyorum demek. bunun gibi
gormus bulunuyorum, yapmis bulunuyorum, gitmis bulunuyorum diye ifade edebilecegin durumlar icin perfect tense
kullanmakta cekinme. yani o dedigin hadisenin yeni olup bitmis olmasi gerek. ama iki ay onceki bir hadiseden bahsediyorsan
o zaman simple past kullanirsin. biz turkler, bu konuya cok kafa takiyoruz. ama dil, anlasmak icin kullanilan bir arac ise, ben
perfect tense kullanmam gereken yerde, yanlislikla simple past kullandigim icin, hic bir amerikalinin beni anlamadigina
rastlamadim. bu konuyu bu kadar da abartmamak lazim. kafandan sil at bu takintiyi. zamanla daha iyi hissedersin nerede
kullanilacagini. film seyrede seyrede, film ya da tiyatro replikleri okuya okuya yerlesir. sen yeterki google'dan o replikleri bul
ve incele.

peki writing için neler yapmalıyım? günlük gibi bir şey mi tutmalıyım. ya da izlediğim filmleri kendimce kağıda mı
dökmeliyim. yani eminim bir çok yanlışım olacak ama bunu kontrol ettirecek kimsem yok sonuçta bunun için ne yapabilirim.
ya da writing için acele etmeyeyim mi?

cevap: aslina bakarsan, writing konusmaktan daha kolay. bir kere, konusma eylemi, insan beyninin gerceklestirebildigi en
karmasik, en zor hadise. soz o an agzindan cikiyor (ya da baslarda cikamiyor, gak guk edip duruyosun). halbuki yazi yazmak
oyle mi? bi kere karsinda kimse yok. gergin degilsin, yazdigin seyi tekrar donup kontrol etme, yanlislarini duzeltme imkanin
var. yazi yazmaya da, sosyal medya ile baslayabilirsin. haaa, bak cok onemli bir noktayi hatirlattin simdi bana: mesela
yahoo.com'a gir. yahoo.com.tr degil ama. ingilizce olsun girdigin site. oradaki haberlere bak. onlarin altindaki okuyucu
yorumlarina bak. neyi nasil yazdiklarini incele. son derece, kaba saba, kuralsiz, kufurlu, argo, gunluk konusmali yorumlar
goreceksin. ama bunlarin arasinda da, dogru durust ingilizceyle yaziilmis olanlar da olabilir. daha ileride, gazetelerin ve
dergilerin okuyucu yorumlarina da bakarsin ama su an, biraz erken gibi. sonra internetten ilginc bloglar ara. sohbet tadinda
yazilmis yazilari nasil yazmis olduklarini incele. oradan kisa cumlecikler, kullanimlar kapmaya calis.

baktığında aslında facebook'tan bir dolu yabancı insana mesaj atabilirim o kadar insan karşıma çıkıodu şimdi yabancı insan
bulamıyorum ters iş işte :)
cevap: zamanla cikar. facebook'ta gezinmeye devam et.

çok soru sordum başını ağrıtmıyorumdur inşallah...

cevap: dediklerimi yaparsan ve ingilizcen gelisirse, bana dua edersin. o zaman odesiriz. haa, bi de gene unuttugum bir sey
geldi simdi aklima: madem istanbul'daymissin, sultanahmet'teki turistlerle ahbaplik etmeye calis. dogrudan git yanlarina de
ki, "i have been trying to learn english, i need some practice, can we chat for a couple of minutes?". genellikle terslemezler.
tersleyen ve cevap vermeyen olursa da, yilma, baska bir turiste ayni seyi soyle. bunun cok faydasini gorursun. yanlislarini,
eksiklerini gorursun. onemli degil, baslarda kafasini gozunu yara yara konus. tense'i mense'i siktiret. benim bi arkadasim
vardi. hic bi tense bilmiyodu. i go in the past, i go in the future diyerek isi idare ediyodu. onemli olan anlasman, o kadar da
ustunde durma simdilik. onemli olan, onlardan ne duyacagin. onlardan duyacagin seyleri kafana yazman. bak simdi oradan
baska bir sey geldi aklima, bana e-mail adresini yaz, sana bi kitap yollayayim. business agirlikli ingilizce konusma kitabi ama
gene de cok isine yarar. oradaki cumleleri oldugu gibi ezberle. yani konusma soyle bir sey: kafanda turkce bir cumle dusunup
onu ingilizceye cevirmeye ugrasmayacaksin. onceden ezberlemis oldugun kaliplari, lego oynar gibi yanyana getirerek
cumleler kuracaksin. ya da onceden ezberlemis oldugun bir cumleyi pat diye dusunmeden soyleyeceksin. ornek: "that's
exactly what i'm gonna do." "ben de aynen oyle yapcam" gibi bi anlami var. bu cumle ezberinde ise, yeri geldiginde, cikarip
"tak" diye soyleyeceksin hic dusunmeden. aslihan pasajinda bulabilir misin bilmiyorum. uzerinde kocaman 900 yazan
ingilizce konusma kitaplari vardi. ama bunlar cok eskidir. onlardan bulur ve o cumlelerden ezberlersen onlar da isine yarar.
ama internetten bulacagin film ve tiyatro oyunu replikleri de cok isine yarar. kelime kelime ezberlemeyeceksin yani. cumle
cumle ezberleyeceksin.

***

baska bir yazisma:

ingilizce seviyem sebebiyle kabul edilmediğim pozisyonlar oldu. biraz kendimi kötü hissettiriyor. bir de çevremdeki
arkadaşlarımın çoğu ya özel üni okumuş, ya anadolu lisesi mezunu ya yurtdışına gidip gelmişler biraz konuşamadığım için
kendimi kötü hissediyorum ama halledicem buna inanıyorum. özellikle sayende nasıl yol almam gerektiğimi gördüm.

cevap: hic kotu hissetme! ben ne kolej mezunlari, ne anadolu lisesi mezunlari gordum. dogru durust bi bok bildikleri de
yoktu. onemli olan, senin bu isi basarmayi ne kadar istiyor oldugun...

sultanahmet çok mantıklı, aslında istanbul içinde bulunmaz nimet ama ben konuşmaya utanıyorum işte bir o başlangıcı
kıramıyorum.

cevap: hic utanacak bi sey yok! bak tekrar ediyorum. i go in the future, i go in the past diyerek anlasan arkadasim vardi. yeter
ki yabancilarin neyi nasil dedigini, o anda kafana yaz.

ayrıldığım şirkette bazen çok arada yurtdışından telefon geliyordu ve hattı aktarmam gerekiyordu, ilk başlarda ok diip hemen
başkasına atıyordum. çünkü bir anda aklıma just a min bile demek gelmiodu. sonra kendi kendime düşündüm cümleyi
belirledim. sonra bir gün hatta kalmasını ve ilgili kişiye aktaracığımı söyledim. güzel aktardım. sonra yine biri aradı ben yine
aynı kalıbı söyledim bu sefer karşımdaki başka bişey sordu ve anladım ve ona da cevap verebildim baktım zorlasam olacak.
herşeyin sonu pratik işte ve dediğin gibi cümlecikler.

cevap: sana gondermis oldugum kitap o sirada elinde olsaydi, mukemmel olurdu! ama olsun! bundan sonrasi icin ezberle o
kitaptaki cumleleri. "burada neden what diyolar? buradaki which ne ise yariyo?" gibi gereksiz sorular da sorma! ezberle
sadece. yani cumlelerin gramer yapisini incik cincik inceleme. cumle olarak ezberle. bebekler nasil ana dili ogreniyo? gramer
dersi gorerek mi?

bundan yine yıllar önce yani 2008 pratik olsun diye yabancı bir foruma uye oldum o zamanlar kursa gidiyordum ordan bir
kişi sağolsun anladı beni ve hep konuştuk. o zamnlar daha seri çat pat cümle kurabiliyordum. o arkadaşı face fln da ekledim
sonrasında. sonra ingilizcem gerilemeye başladı ve ben resmen konuşamaz oldum ve o bişey yazdığında panik olmaya
başladım.

cevap: panik olacak bi sey yok! beyin ameliyati yapmiyosun! sadece ingilizce anlasmaya calisiyosun ve dunyada senin gibi
milyarlarca insan var.

derken geçenlerde yazdım ona nerdeyse 1 saatten fazla konuşmuşuz ve ben arada translateten yardım aldım kendim cümle
kurdum aa baktım iletişim kurabiliyorum. biraz cesaret lazım sadece.

cevap: tabii ki iletisim kurabileceksin! hic kimse anasinin karninda ogrenmedi.

yukarıda yazdığın cümle var ya "that's exactly what i'm gonna do" "ben de aynen oyle yapcam" mesela burada what'ı hangi
anlamda kullanmış bağlaç mı?

cevap: iste bu tur sorulara kafayi takarsan, ingilizce konusamazsin. siktiret simdi baglacini maglacini. oylece ezberle! soyle
de diyebilirsin mesela: what i'm gonna do is... yani yapacagim sey sudur:... tabii burada i'm gonna do kalibinin aslinda i am
going to do'nun gunluk konusma haline cevrilmis hali oldugunu belirtmem gerek.
mesela sana baska bi cumle: i was gonna ask something. (bir sey soracaktim) demek. bunlari boyle boyle ezberleyecen.

soru: cümlenin ortasında kullanılan "who,which" in kullanım amacı ve cümledeki vurgusu nedir? neden bahsederken
kullanmak gerekir? who'nun kişiler which'in cansızlarda kullanıldığını biliyorum ama kattığı anlamı çözemiyorum bir türlü.

cevap: o sordugun who ve which'i kafanda tam olarak turkceye tercume etmeye ugrasma. soyle ornekler vereyim:

i am invited to the party which is nice. partiye davet edildim ki bu hos bir sey. oradaki which, turkce tercumesinde, "ki"ye
denk geliyor.

the cashier who is responsible for the theft has been arrested. kasiyer ki hirsizliktan sorumlu, tutuklanmis bulunuyor. tabii biz
turkcede boyle demiyoruz. hirsizliktan sorumlu olan kasiyer tutuklanmis bulunuyor diyoruz.

bilmem anlatabildim mi? yani cumle ortasinda gorecegin who, what, which, how, where, kendinden once gelen ozneyi biraz
daha fazla tanimlamak, onun hakkinda ilave bir bilgi vermek icin kullanilir.

mesela, yanlis anlamazsan, piclik olsun diye degil de, aklinda kalmasi bakimindan bi olay anlatayim sana:

radyo dinliyoduk bi amerikali arkadasimla. ama bu arada bu arkadas, turkce de biliyor. ingilizce sarkinin sozlerini ben
anlamiyorum tabii ki. birden bu arkadas, "nic nic nic, terbiyesiz!" dedi radyoya dogru. ben tabii cok meraklandim. turkce
terbiyesiz diyor, dusunsene! nooldu filan dedim, sorusturdum. megerse sarkida, soyle bir cumle geciyormus. "they were wet
where it counts." bunu simdi sana tercume etmeyeyim de sen de bana terbiyesiz deme. ama where'in, bahsettigin gibi
kullanilisina akilda kalacak bir ornek olarak anlattim bunu. yanlis anlama.

eger cok zorlanirsan, sana soyle bir ipucu vereyim:

....who.... (ki o) demek ama insanlar icin


....what... (ki o) demek ama cansizlar veya "seyler" icin
....where... (ki orada)
....which.... (ki o) ama "seyler" icin
....how.... (ki nasil)

demek... zamanla gore gore alisirsin bu kullanima. alisman icin de cok okuman lazim tabii...

***

bir sozlukcuden soyle bir katki geldi. ben de musaadesini istedim ve burada paylasiyorum:

ingilizce başlığından geliyorum ben de, sabır küpü gibi adamsın, allah razı olsun demek istedim. çok iyi okudum
yazdıklarınızı. teşekkürler. ben de toefl'a hazırlanma planları yapıyorum. şu halimle girsem 40-50 falan alırım heralde. çok da
bilmiyorum standartını ama daha çok sistem sınavı, çalışmak, hakim olmak gerekli diyorlar. 80 alsam yeter. elimde bulunsun.
dediğim gibi toefl'a hazırlanmıyorum sadece plan yapıyorum çünkü çok üşengeç ve tembel bir adamım. ingilizcem fena
olmamasına rağmen, okuduğum bir metni konusu ne olursa olsun, genel hatlarıyla anlayabilmeme rağmen, ne bileyim makale
falan okuyacakken direk kapatıyorum. "amaan banane" derim türkçesini aramaya koyulurum. eğer konu beni gerçekten
ilgilendirmiyorsa tabii ki. çünkü o bahsettiğiniz bilinmeyen kelimeleri görmek sürekli adamın canını sıkıyor. bende tureng'e
bakacak kadar bile enerji yok. tepeden iniversin, bi anda mükemmel bir şekilde kavrayayım, ne kelime eksiğim ne bir şey
olsun istiyorum. yabancı film meselesi de öyle. altyazılı izlesem %70'ini anlarım filmin. ama işte o aforizmatik sözleri
kavramak istiyorum. kaçarsa filmin ne anlamı kalır? hem türkçe altyazı diye de bir şey var... -diyordum yazınızı okuyuncaya
değin.

ama bundan sonra sıkılsam da yılmayıp sonuna kadar okuyacağım ve izleyeceğim ingilizce olarak o bakımdan benim için
çok gaz verici bir çalışma oldu yazdıklarınız. teşekkür etmek istedim. şu sıralar ilk işim de gidip en sevdiğim kitapların
ingilizcelerini almak olacak. zaten benim en büyük sorunum grammar. speakingim de fena değil, ama tam sokak ağzı
konuşuyorum. böyle ciddi bir metin yazacakken de araya you know, look maan gibilerinden şeyler sokup akıcılığı
sağlayamıyorsun, o biraz sıkıntı işte.

bu arada bir tespit de benden gelsin, yabancı müzik dinlemek kesinlikle işe yarıyor. lise hazırlıkta ingilizcem 2'ydi. sınıfı zor
geçmiştim. o dönemlerden beri yabanci müzik ile gönül bağım vardır, öküz gibi dinledim o sıralar. ve hala dinlerim. o
şarkıları ezberlerken vakit de geçiyordu ve ben 2-3 sene geçtiğinde giderek ingilizcemin geliştiğini fark ettim lise 3 e
geldiğimde her şeyin birçok şeyin kıçını başını değiştirip baya sağlam cümlelerle writing'ler yazmaya başlamıştım. bunları
içimden geldiği için söylemek istedim.

***

bi baska soru:

ingilizce tenseleri arasında bulunan geniş zamanda direkt özne++v1 kullanıyoruz, gayet basit bir kural. am/is/are yok. peki
mesela "where are you from" sorusuna niçin "i am from turkey" gibi bir cevap veririz? niçin burada am/is/are geliyor?
türkiye'li olduğunu belirten kişi bunu geniş zaman kurallarına uygun yapması gerekmez miydi? yere düşen bir kişiye, iyi olup
olmadığını sorduğumuzda niçin "i am good" cevabını alırız, şimdiki zaman olması gerekmez miydi?

benim cevabim:

bu cevabimi anlarsan, bu sorunu tamamen çözmüş olacaksin.


bu amina kodugumun ingilizce ogretme daha dogrusu ingilizce "ogretmeme" sisteminde, bize ogretilmeyen bi sey var:

o da, turkcede -imek diye bir fiilin var oldugu. evet, yatmak, yemek, gitmek, gelmek gibi bir fiil bu da. yatmak fiilini -di'li
gecmis zamanda nasil cekiyorsun? yattim (aslinda yatdim da, biz kibarlastiriyoruz). peki -imek fiilini -di'li gecmis zamanda
nasil cekiyorsun? "idim" diye. ogrenci idim diye. ogrenci idim demek zor geldiginden, ogrenciydim diye ulamisiz.

agizlarini sevdigim köylüler, bunu soylerken, "küçük idim" demezler mesela, "guccüğüdüm" deller. neyse, mevzumuz bu
deel şincik.

orijinali "idim" olan bu cekilmis fiil, "küçüktüm" seklinde cekildiginde, biz babayi yeriz ve zaten bilmedigimiz o -imek fiili
iyice gizlenmis olur.

-miş'li gecmis zamanda da, imiş deriz mesela. ogrenci imiş. sonra da onu ögrenciymiş haline getiririz konusurken. aslinda
ogrenci imiş desek de cok siritmaz.

ammaaaaa waa laqıyn,

genis zamana gelince: "ogrenci iyim" demeyiz. dogrudan ogrenciyim deriz. ama ogrenciyim kelimesi aslinda bir cumledir.
ıcinde oznesi vardir. sondaki "m" harfi bu cumlenin oznesidir. ıcinde de -imek fiilinin genis zamanda cekilmis hali vardir.

turkcede -imek diye bir fiilin var olduguna sizi ikna edebildim mi? pekala!

ahanda bu -imek fiilinin ıngilizcesi "to be" fiili.

bu fiil, genis zamanda "am, is, are", gecmis zamanda "was, were", "iycene gecmis" veya "daha yeni gecmis, dumani ustunde"
zamanda "been", gelecek zamanda ise "be" olarak cekiliyor. simdiki zamanda da "being" olarak cekiliyor.

genis zaman, simple present: to be oluyo sana, am, is, are


gecmis zaman, simple past: to be oluyo sana, was, were
iycene gecmis zaman, past perfect: to be oluyo sana, been
daha yeni gecmis, dumani ustunde zaman, present perfect: to be oluyo sana, been
gelecek zaman, future: to be'ye bi bok olmuyo, aynen be olarak kaliyo.
simdiki zaman, present continuous: to be oluyo sana being.

ogrenciyim, genis zaman, oluyo sana, ı am a student.


ogrenciydim, gecmis zaman, oluyo sana, ı was a student.
bir suredir ogrenciyim, kahretsin, hala daha ogrenciyim, oluyo sana, ı have been a student.
ogrenciymiştim. (turkcede bu "tense"i kullananlarla dalga geceriz ama, bu bir ihtiyac ve bu yuzden kullaniliyor), yani tiyee
vakt-i zamaninda ogrenciydim, past perfect, miş'li gecmiş zaman, oluyo sana, ı had been a student

yaaaniiii, ı am from turkey diyen kisi, o cumleyi genis zamana gore soyluyor. to be fiilini simple present'ta cekmis oluyor.

yere dusen kisinin ı am good demesi, -imek fiilinin simdiki zamanda cekilmesinin zorluguna benziyor. ı am good, evet genis
zaman, ama simdiyi kastediyor. tipki, iyi im yani iyiyim'deki gibi. cunku bizde de iyiyorum gibi bir cekimi yok -imek
fiilinin.

***
soru:

aşağıdaki kurmaya çalıştığım cümlede "olsada" da'sının ayrı mı bitişik mi yazıldığına emin olamadım. bana kalmışsa bitişik
olması gerekir, çünkü da'yı ayırınca anlamda garipleşme oluyor. ama bitişik yazınca da şuanda da yazdığım gibi altı kırmızı
çizili olarak yazım yanlışı hatası veriyor. size sorup emin olmak istedim;

"çok iyi olsada, çok güzel olsada tam bir karaktersiz!"

cevap:

ingilizcedeki

even though
even if
too
as well
also

gibi durum anlamlarini veren de'ler da'lar ayri yazilir.

ornek verelim: iki de pantalon dikerim, o kariyi ben de sikerim, bize de mi lololo? bitse de gitsek! emmeye de gelirim,
gommeye de. anan da oyle diyodu. onu ebem de yapar.

ingilizcedeki

at, in, on, within, there anlamindaki gibi konum bildiren de'ler da'lar bitisik yazilir.

bir ben var bende, benden iceri.


bunyedeki tahribat
onde mi arkada mi?

sizin sorunuzdaki "da", even though, anlamini verdigi icin, ayri yazilmalidir.

efenim efenim???

***

bi sozlukcuden habeller:

şu an brightondan'dan bildiriyorum :) st giles'a öğrenci olarak geldim.

burada pre intermediate'dan başladım ama derste işlenen tüm konulara hakimim aslında. problemim kullanamamak. bakalım
2 hafta daha bu sınıfta kalıp sora hocayla konuşucaz ya da bugun quiz var belki intermediate çıkarsam değiştircem.
bilmiyorum. bu hafta 2. haftam bitiyor. ve ben bu hafta durdum konuşamıyorum kafam allak bullak, kullanabildiğim basit
kuralları bile unutur kullanamaz oldum. öğretilenlerin hepsi burada çok farklı öğretiliyor. buraya sıfır ingilizceyle gelmek
lazımmış. henüz saçmalayarak konuşuyorum resmen. şu anki tek sıkıntım bu.

burada hala daha senin notlarından faydalanıyorum. telefonumun uyku modu ekranı tenslerin fotosuyla kaplı, keza
laptopumun ekranı da:)

sana ne kadar teşekkür etsem az.

benim cevabim:

cok sevindim, hem gelismelere, hem bana uzun uzun yazmis olduuna.

sifir ingilizce fikrine katilmiyorum. bizdeki sictigimin sisteminde, ingilizce ogrenemeyelim isteniyo, o yuzden orda
ogretilenler sana farkli gelmistir.

konusamaman tamaaaaaaaamen normal!!! bebekleri dusun. ilk 2 sene kaydederler. bi bok demezler. dellerse bile "agucuk
gugucuk" deller. onun gibi sen de bir iki gun susarsin.

kural mural dinleme. yanlisti dogruydu endisesini sil aklindan. gafayi gozu yara yara basla cumleye, sonunu nasil getiririm
diye dusunmeden! hani deller ya, "en iy ogrenme karatahta basinda olur" diye, iste o hesap, sen cumleye baslayinca, senin
sistemler "double-check" calismaya baslar. bi sure sonra, o cumlenin sonunu nasi toparlayabildigine gendin de sasar galirsin.
ama cumlenin grameriydi, boktu pusurdu diye, gendini frenlersen, kel gider fodul gelirsin ordan. bu soyledigim cok onemli.

cok sevgiler, iy habellerinin devamini beklerim...

***

baska bi sozlukcu:

linkini verdiğiniz yazıyı (bu entariyi kastediyo) baştan sona kadar okudum. hatta şu anda da kcrw radyoyu dinliyorum. müzik
çalıyor ama olsun. bir ödülü hakkettim heralde :)

eğer hala elinizde varsa bahsettiğiniz "business agirlikli ingilizce konusma kitabi"nı bana da mail atarsanız sevinirim.

benim durumum maalesef şu, 2-3 ay gibi kısa bir süre içerisinde ingilizceyi sular seller kıvamına getirmem lazım. şu an
seviyem intermediate ile post-intermediate arası bir şey sanırım. kpds'den nasıl olduğunu ben de anlamadığım bir şekilde 84
aldım. okuduğum hemen herşeyi anlarım (sizin dediğiniz gibi bilmediğim kelimelere fazla takılmadan)adam gibi ingilizce
konuşulan videoları da anlarım. ama gel gör ki bana yaz veya konuş denmesin. ama asıl sorun da burada, çünkü ingilizce
doktora programına kayıtlıyım ve ingilizce olarak yazmam gereken bir tez var. önümüzdeki sene abd'ye gitme planlarım var,
eğer olursa ki inşallah olur, bir yıl kalacağım ve sorunu çözmüş olacağım ama gitmeden önce tezimin yarısını yazmış olmam
gerekiyor.

yani şu an benim hem grameri hem de kelime işini çözmem gerek. bana vereceğiniz tavsiyeler, taktikler, kaynak önerileri vs
varsa müteşekkir olurum.

benim cevabim:

linkini verdigim yaziyi (bu entariyi) ben yazdim. o yazidakileri harfiyen uygularsaniz, ingilizceniz cok gelisir. abd'den
donene kadar, bakin gidene kadar demiyorum, donene kadar, mecburen okumaniz gerekenler disinda, turkce bi sey
okumamaya, dinlememeye ve seyretmemeye gayret edin.

elinizin altinda google gibi bir silah var. isterseniz degil tez, kitap bile yazarsiniz. yeter ki kullanmayi bilin.
konusmak bu isin en son asamasi. karamsarliga kapilmayin. ben sekiz senedir amerika'dayim ve hala gak guk ediyorum.

yazabildiginiz kadar yazin, konusabildiginiz kadar konusun.

google'i tezde nasil kullanacaginizi sormak isterseniz de sorun.

onun ikinci sorusu:

benim sıkıntım aslında yazdıklarımı kontrol ettirecek birinin olmaması. ben kafa göz yara yara yazıyorum da, doğru mudur
yanlış mıdır, ya da neden yanlıştır onları birinin göstermesi lazım. sizden istemiyorum tabi ki böyle bir şeyi yanlış anlamayın,
koca doktora tezi, oku oku bitmez. ama chat yapılan ortamlarda da hadi benim tezimi kontrol edelim mi denmez.

google'i tezde kullanmak derken googgle scholar kısmını falan kastediyorsunuz sanırım. kaynak taraması dışında yazım veya
kontrolle ilgili birşey varsa bilmek isterim tabi ki.

benim ikinci cevabim:

hatta şu anda da kcrw radyoyu dinliyorum. müzik çalıyor ama olsun.

***radyoda news bolumunu tiklayin. size o lazim!

ben kafa göz yara yara yazıyorum da, doğru mudur yanlış mıdır, ya da neden yanlıştır onları birinin göstermesi lazım.

***hah!!! o "biri" google işte!

(bkz: google'da ileri arama teknikleri)

yazdiginiz cumlenin bi bolumu gozunuze ve kulaginiza hos gelmedi mesela: hemmmenn o bolumu, tirnak icinde
gugillayacaksiniz. cift tirnak icinde. misal: ...above said numbers diye bi kalip uydurdunuz gotunuzden. gugila, "above said
numbers" yazacaksiniz. cift tirnak icinde!!! sifir sonuc cikarsa, bombok bisey uydurmussunuz demektir. 2-5 sonuc cikarsa,
boktan bi sey uydurmussunuz demektir. 5-10 sonuc cikarsa, kabul edilebilir, idare eder bi sey olmustur o. daha fazla sonuc,
hele hele yuzlerce sonuc ciktiysa, aynen yardirin!

gugili tezde kullanmak dedigim bu! dikkat edeceginiz nokta, arayacaginiz cumlecik, uzun olmasin, kisa olsun mumkun
oldugunca...

"turkce bi sey okumamaya, dinlememeye ve seyretmemeye gayret edin" demisim de, "paso ingilizce okuyun, haber dinneyin,
dizi/film/belgesel seyredin" demeyi unutmusum.

heh heh!

***

soru:

merhaba, girinizi okuduktan sonra aklımda şekillenen birçok şey oldu, fakat ne yapacağımı bilemedim; çünkü şu an hazırlıkta
upper-int seviyesinde eğitim görüyorum, bildiğim kelime sayısı 100'ü cidden geçmediği için başarısızım. çok basit kitapları
okumam gerekiyor bahsettiğiniz yöntemi uygulayabilmem için. basit kitap okuyunca da upper-int seviyesinin gramerine
rastlayamıyorum. film izlerken ciddi anlamda anlayamıyorum, uzun cümlelerle karşılaştığım yazılarda da kelimeleri
anlayamadığım gibi cümleyi de çözümleyemiyorum. bana bu konuda yardımcı olabilir misiniz?

cevap:

basit kitaptan kelime, "hazırlık"tan da gramer öğrenseniz nası olur? kelime şart! bu konuda mutabık mıyız? güzel! kelime
öğrenmek için bol okumak da şart! bu konuda? peki. o halde, kelimeyi basit kitaptan, grameri hazırlıktan öğrenin.

film izlerken ciddi anlamda anlayamıyorum.

cevap: hiç üzülmeyin ve dertlenmeyin. ben hâlâ anlayamıyorum. yani yarısını anlamıyorumdur heralde. sizin de hedefiniz,
mümkün olduğu kadar minik cümleleri yakalayabilmek olmalı. mesela: "ı am sure" kadar minik bir cümleyi yakaladığınızda
sevinmelisiniz. filmin tamamını, neler olup bittiğini anlamak için değil, böyle minik cümleler yakalayıp ezberlemek için film
seyretmelisiniz. zamanla gelişir, daha uzun cümleleri anlar hâle gelirsiniz.

***

soru: yurtduşına gitmeden ingilizce öğrenmek- nasıl öğreneceğiz şu ingilizceyi arkadaş ne yapsak olmuyor. (ayrıca)
compaditro senin bu başlığını taa ne zaman bilgisayarıma kopyalamıştım zaten. asıl sorun şu ki, beyin ingilizceye adapte
olamıyor. fizik, matematik öğrenir gibi öğreniyor. bunun sebebi de sürekli türkçe konuşulan ortamda bulunmak. yani
ingilizce anlayabiliyorum ama, bir kitabı alıp keyifle okuyamıyorum, o kitabı okumak fizik çalışmak gibi oluyor.

cevap: ingilizce bir kitabı, özellikle bir romanı alıp keyifle okumak, senelerce, yoğun bir emek vermiş olmayı gerektirir. bize
"bu seneden gelecek seneye ingilizce romanları anlayıp okuyacakmışız" gibi bir masal yutturulduğu içün, okuyup da
anlayamayınca, moralimiz bozuluyor. halbuki deseler bize baştan, "kardeşim, türkçedeki gibi roman okuyup keyifle
anlamanız için senelerce çalışmak, okumak gerekir", o zaman biz de beklentimizi bu kadar yüksek tutmayız. ama interneti ve
youtube'u iyi araştırırsanız, okuyup, anlayıp, keyif de alabileceğiniz metinler bulabilirsiniz. "sebat" edin. bu işin peşini
bırakmayın, "olmuyor, olmuyor, olmuyor!" demeyin. şimdilik aza kanaat edin. yani azar azar anlayın. %100 anlamayın da,
%30 anlayın. gelecek sene %40 anlamayı hedefleyin filan gibi gidin. merak etmeyin, o keyifle kitap okuyacağınız ve
anlayacağınız günler de gelecek.

yeter ki siz, üşenmeyin, ertelemeyin ve vazgeçmeyin.

okuyun, okuyun, okuyun, okuyun.

seyredin, seyredin, seyredin, seyredin.

dinleyin, dinleyin, dinleyin, dinleyin...

***

bir ingilizce ogretmeninden, elestirel bir karsi gorus geldi yazima. ingilizce ogrenmek isteyen insanlara yol gostermesi
bakimindan ve bu isin egitimini almis birisinin kaleminden ciktigi icin, bu uyariyi buraya tasimayi uygun buldum:

"slm, ingilizce öğretmeni olarak, bütün dil edinimi yöntemlerinin üzerinden geçip gitmişsiniz bu entrynizde, sözlüğe bakmak
önemlidir ki üniversitede bir hocam vardı noam chomsky onun makalelerine olumlu atıfta bulunmuştu bu sebeple 32 yasında
doçent olan hocama bile bilmedği kelime ile karşılaştıgında hep sözlüğe bakardı ki sözlüğe bakmak o kelimenin
pronunciationını öğrenmek içinde yararlıdır, grammar önemli değil diyorsunuz da grammar bilmeden cümleler nasıl
kurulacak bence insanları yanlış yönlerdirmeyin. türkiyedeki ingilizce eğitiminin başarısız olmasındaki en büyük sebeplerden
bir tanesi her ingilizce bildiğini idda edenin, ingilizce öğretmeye kalkmasındandır. ingilizce öğretiminin pek çok methotdu
var ve bu yöntemler ingilizce öğretmenliği bölümlerinde öğretiliyor bu eğitimi almamışsanız lütfen ben ve meslektaşlarımın
emeğini baltalamayın bırakın bu tavsiyeleri ingilizce eğitimi uzmanları versin iyi günler."

benim cevabim:

compadritoekşi sözlük yazarı 4 dk. önce:

siz bu türkçe ile yazıyorken, ingilizce mi öğretiyorsunuz?

dil edinimi yöntemleri allah emri değil. benim önerdiğim de bir yöntem ve yazımı okuyan kişilerin aklına, mantığına hitap
ediyor.

mantıksız bulanlar uygulamaz zaten. uygulayıp da herhangi bir şey öğrenemediğini görenler de vazgeçer.

ben ingilizceyi genel kabul görmüş yöntemler yerine, benim önerdiğim yöntemle öğrenmiş olsaydım, amerika'da yaşamakta
olduğum hayatım çok daha kolay ve verimli olurdu.

saygılar...

***

baska bi soru: merhabalar. duyuruda ve sözlükte gördüğüm kadarıyla ingilizceye gerçekten hakimsiniz. ben de ingilizcemin
gelişmesini istiyorum. halihazırda %100 ingilizce olan bir bölümde okuyorum ama ingilizcem çok çok iyi değil. bunda
ingilizce öğrenmeye üniversite hazırlıkta başlamamın büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum, ilkokulda ve lisede aldığım
basit ingilizceyi saymazsak tabii. şu an yurtdışındaki bir üniversitenin uluslararası alanda eğitim veren bir programına da
başlamış bulunmaktayım ve sene sonunda onun sınavlarına da gireceğim. kısacası ingilizcede gerçekten iyi olmak
zorundayım. bu noktada bana verebileceğiniz herhangi bir tavsiye var mı? cevaplamak zorunda olmadığınız belirtip
teşekkürlerimi sunarım.

benim cevabim:

ingilizceyle ilgili bi soru soracaksiniz da, ben cevaplamayacagim?

mumkin mi hic boyle bisey?

ingilizceye gercekten hakim oldugumu soyleyemem. daha 40 firin ekmek yemem lazim. ama bir turk gencinin nasil ingilizce
ogrenmemesi gerektigi konusuna cidden hakimim.

siz hic tosun terzioglu ismini duydunuz mu? duymadiysaniz gugillayin.

o da sizin gibi sifir ingilizceyle gelmis hazirliga.

sonra 2 sene icinde, butun kolejlileri filan sikip atmis.

sinif arkadasindan dinledim ben bu hikayeyi.


turkce okumayi, turkce dinleyemeyi, turkce seyretmeyi, turkce muzik dinlemeyi birakacaksiniz.

bunnarin hepsini ingilizce yapacaksiniz.

sozlugunuz ingilizceden ingilizceye olacak.

ogrenenlere yonelik sozlukler var.

benim sozlukteki entry'mde yazanlari ders calisir gibi okuyup, annayip, icsellestirip uygulayacaksiniz.

sinava hazirlanmak icin de, toefl kitaplarina kasacaksiniz. eger bu sinav ingilizce bilgi seviyenizi olcuyosa.

okudugunuz bolum her ne ise, onun disinda da ingilizce okuyacaksiniz.

en iyisi gazete ve dergi. cunku cok cesit var ve cok kisa yazilar var.

muzige ilginiz varsa, sarki sozleri ezberleyeceksiniz. ama bu uzun vade icin gecerli. okul icin gecerli degil.

gazete, dergilerdeki minicik yazilardan, resim altlarindan baslayip, reklamlara, oradan kisa okuyucu mektuplarina
gececeksiniz.

surekli olarak radyo dinneyeceksiniz, radyodan haberleri dinneyeceksiniz ingilizce olarak.

o sizde belli bir kulak dolgunnugu yaratacak.

hadi goreyim sizi, turkiye'nin yuz aki olun!

***
eksi duyuru'da soyle bisey gordum, cok faydali bi esere benziyo:

ingilizce örnek cümle


selam

bir iki yıl önce bir site kullanıyordum.

compensate sözcüğünü yazıyorsun, o sözcüğün günlük kullanımı ile ilgili ansiklopedilerden, romanlara, gazetelere kadar
örnek ingilizce cümleleri önüne koyuyordu.

sayfayı bulamıyorum.

benzer bir sayfa bildiğiniz var mı ?

teşekkürler.

kulustureksiduyuru.com kullanıcısı #709787


yenile
www.linguee.com

***

eksi duyuru'da bir soru:

ingilizceyi gelistirmek

ingilizcem suan intermediate seviyesinde(sayılır)


gelistirmek istiyorum. kurslara gidemem cok yogunum. kendi kendime gelistirmem gerek
kitap oku diyenlere, denedim ama kelime bilgim cok iyi olmadigi icin sıkılıyorum kitap okurken sozluk karistirmaya, bu
yuzdende akıcı olmuyor.
ingilizcemi gelistirebilecegim partner nerden bulabilirim internetten?
fikirleri alayim, kendi kendime nasil gelistiririm?

eksiduyuru.com kullanıcısı #709856


yenile

bir cevap:

interpals.net

sag eliyle dusunen adamekşi sözlük yazarı (26.12.13 16:21:11)

eksisozluk.com

baska bir cevap:

ehm... zamanında compadrito'nun benim için kaleme aldığı sonrasında sorulan sorularla gelişerek adeta bir sanat eserine
dönüşen entry.

bunun dışında istanbul'da yaşıyorsanız sultahahmet ve civarı turistik bölgelerde takılarak pratik yapabilir, arkadaş bile
edinebilirsiniz. benim halen günlük temasta olduğum iki kişi var.

bu arada şahsi fikrim: sözlük karıştıracaksınız hocam. akıcı olmuyor, sıkıcı oluyor... yapacak bir şey yok. eskilerin bir tabiri
vardır, "lügat parçalamak" diye. hiç kusura bakmayın, bu işler maalesef kolay olmuyor.
sensible soccerekşi sözlük yazarı (26.12.13 16:31:19 ~ 16:31:42)

benim cevabim:

@sensible soccer

oyle mi olmustu sensible abi ya? tesekkur ederim hafizami tazeledigin ve guzel sozlerin icin. demek o yazismamiz, eylul
2011'de olmus. bu iki sene zarfinda, dediklerimden neler yaptin ve ne faydasini gordun? belki birine daha faydamiz tokanir.

@hain abi,

o yazida yazannari okur, annar, ozumser ve uygularsaniz, cok iyi bi baslangic yapmis olursunuz.
compadritoekşi sözlük yazarı (26.12.13 16:51:18)

bir cevap daha:

ufak metin ve hikâyeler ile baslyabilirsin.sonra zamanla gelişir.


bbc türkçe sitesinde var böyle şeyler.

murtiiieksiduyuru.com kullanıcısı (26.12.13 17:04:03)

sensible soccer'in bana cevabi:

@compadrito:
valla tam 2 sene geçmiş üstat. rica ederim, ben de teşekkür ederim.

ben ne yaptım, 2012 ve 2013'te bol bol sultanahmet'te vakit geçirdim. efsane olmasa da akıcı seviyeye geldim, turistlerden
çok övgü almışlığım var. bir hintli bir de tayvanlı vatandaşla hemen her gün watzap'tan şuradan buradan konuşur bulduk
kendimizi. daha seyrek konuştuğum birçok insan var. yani arkadaş bulunuyor sultanahmet'te.

ben en çok ne yaptım? listening için bbc'nin efsane yarışması weakest link izledim. başlangıçta o uyuz kadının(ki kendisini
çok severim) söylediklerinin yüzde 5'ini bile anlamazken artık sorulara cevap verir hale geldim. bir f1 bağımlısı olduğum için
bbc ve sky'dan yarışları ve tekrarlarını izledim. birçok film izledim, filmleri tekrar tekrar izledim, altyazılı/altyazısız izledim,
full hd izledim, indirmeden izledim...

sonracığıma kitap, dergi ve mesleki makaleler okudum. bunlar klasik zaten. ama sözlüğe bakmadan okuma sistemini çok
uygulamadım. eğer çok fazla bilmediğim kelime ihtiva eden yazılarla karşılaşırsam onları ilk olarak sözlüğe bakmadan, sonra
sözlüğe bakarak tekrar tekrar okudum. hem ingilizce hem türkçe sözlüğü kullandım. burada şuna açıklık getirmek istiyorum,
bence sözlük kesin gerekiyor. mesela bir yerde "opposisition" kelimesi geçiyor. sen opposite'i biliyorsun. anlamın ne yönde
olduğu belli ama bu kelime ne demek? ingilizce sözlüğü açsan kırk saat ingilizce açıklama var. ama tureng'den bi' bakıyosun,
muhalefet demekmiş. beyin bedava. ama bazen de birbirine çok yakın anlamdaki kelimeler arasındaki ince ayrımı yakalamak
için ingilizce sözlüğe bakmak gerekiyor. (edıt: yani ikisi arasında bir denge yakalamak gerekiyor). bir de çok fazla anlama
gelen bazı kelimeler var, orada da compadrito'nun dediği gibi kalıpları ezberleme yöntemine gidiyor insan. mesela commit
diye bir kelime var, bu kadar fazla anlama gelen bir kelime yoktur herhalde. ama "committing suicide/murder" diye hep
kullanılan kalıplaşmış bir tabir var, compadrito'nun dediği gibi aylar hatta yıllar süren okumalar boyunca o kelimeleri
yanyana görünce commit'in ne demek olduğu senin umurun olmuyor.

ben bir ara kendimi advanced falan sanıyordum bi' havalara girmiştim sorma. 2012 yazında staja gittim, bir makine gördüm
üzerinde bir talimat var, cümlede elsewhere diye bir kelime geçiyor. hayatımda ilk kez görüyorum. ama belli ki banko
bilinmesi gereken bir kelime. o an düşündüm ingilizce biliyorum sıfatıyla burada işe başlasam ne bok yermişim diye. sonra
compadrito dedi ki elsewhere bilmeyen advanced olmaz, o zaman aklımı başıma aldım. şimdi napıyorum? gazete okuyorum.
vocabulary geliştirmenin bence şu ana kadarki en iyi yolu. financial times'ın haftasonu eki var. her sayfası ayrı bir konu
hakkında. bir sayfası gündemden haberler, bir sayfası sanat, bir sayfası röportaj, bir sayfası yemek tarifi, bir sayfası giyim
kuşam diye gidiyor. the guardian weekly var onu okuyorum bir de o da güzel. en son the wall street journal aldım, o ekonomi
gazetesi. bak o biraz kasıyor ama. gazetenin en güzel yanı şu. bir süre sonra oxford 3000'in(oxford sözlüklerinin belirlediği,
ingilizce metinleri okumak için gerekli olan iskeleti oluşturan kelimeler) dışında kalan ama (iyi bir ingilizce için) kesinlikle
bilinmesi gereken kelimelerle sürekli karşılaşmaya başlıyorsun ve gazete sana onları öyle ya da böyle öğretiyor. gazetelerden
günlük kullanmamız gereken kelimeleri çok rahat öğrenebileceğimizi düşünüyorum. ki bu da yaklaşık tahmin edilen 5000
kelime. compadrito da bahsetmişti geçen, 5000 kelimeyle roman okursunuz, 15 bin ile yazar olursunuz diye. ben işte o beş
bine vurma çabasındayım.
compadrito ile ihtilaf ettiğimiz tek nokta, sözlüğe bakma meselesi sanırım :)) ben türkçe yazı bile okurken sözlük ve
ansiklopedi karıştıramadan duramayan birisiyim. öyle ya da böyle, ingilizce konusunda compadrito'nun hepimize büyük
katkıları olduğundan ona teşekkür ediyorum.

sensible soccerekşi sözlük yazarı (26.12.13 17:35:41 ~ 17:43:33)

başka bi sözlükçüden bi soru:

peki bu article ler nasıl daha kolay öğreniliyor?

cevabım:

harf-i tarif diye bi laf var. article'in bizdeki karsiligi...

bi adama kitap aldin mi diye sorarsan, belli bi kitaptan bahsetmiyosun demektir.

ama

kitabi aldin mi diye sorarsan, o sondaki -i eki, spesifik bi kitaptan, ikinizin de bildiginiz, daha onceden uzerinde bi
konusmanizin gectigi bi kitaptan bahsettigin anlasilir.

iste boyle, belirli, spesifik, bilinen, daha onceden lafi gecmis bi seyden bahsediyoken the diyceksin.

have you bought the book? did you buy the book? gibi...

ama daha onceden uzerinde konusulmamis, ilk defa gundeme gelen, belli bir nesneden diil de, genel olarak nesneden
bahseden, spesifik olmayan durumlarda, ya article kullanmadan cogul yapacan,

did you buy books? did you buy any books? diycen

bi lafin basinda the gorursen, mesela the book diye geciyosa yazida, filmde, konusmada

o lafi "the" book" gibi gor, "the" book gibi algila. yani cift tirnak arasinda yazmamin sebebi, belli, tarif edilmis, spesifik bi
nesneden bahsediliyor olusu...

harf-i tarif denmesinin sebebi de bu. tarif eden harf manasinda yani.

tek basina "kitap aldin mi?" sorusunda, kitabin ne oldugunu bize anlatan bi durum soz konusu diil.

ama "kitabi aldin mi?" sorusunda, o sondaki tek bi tanecik -i harfi, anlami tamamen degistiriyo. "hani gecen gun su
bahsettigimiz kitabi aldin mi?" sorusunun kisaltilmis hali. sadece tek bir harfle, durumu tarif etmis oluyon. o yuzden, eskiler,
harf-i tarif demisler.

///

bir sözlükçüden katkı:


merhaba compadrito

konuşmasını geliştirmek isteyen arkadaşlar için, couchsurfing ve benzeri sitelerin düzenlediği etkinlikler, buluşmalar faydalı
olabilir. orada, "acaba yanına gidip, ingilizce konuşmak istediğimi belirtsem ne der?" sorusu ile baş etmeniz gerekmiyor,
üstelik, konuşmaya başladığınız kişi ile sohbet hoşunuza gitmezse, önünüzde -özellikle, kalabalık bir "meeting" ise- onlarca
insan ile diyalog kurma şansı doğuyor.

aslında bu mesajı atarken biraz utanıyorum çünkü yukarıda tavsiye ettiğim şeyi ben yapıyor muyum? hayır.
yaptım mı? evet.
en azından sorunun, bu geçmiş zamanlı haline verdiğim cevap içimi bir nebze rahatlatıyor çünkü deneyimleyip de olumlu
sonuç aldığım bir şeyin, elbet başka birilerine de yararı dokunur diye tahmin ediyorum.

umarım ben de en kısa zamanda hevesli bir insan haline gelip, bu emeğinizi baş rehberim olarak hayatıma geçiririm.

(alkışlar, ıslıklar)

///

adam olamayan asker kacagi üstâdımız sağolsun, 'ile de sözlük isterim' diye tutturanlar için aşağıdaki sözlüğü öneriyor:

http://wordweb.info/free/

///

şu videoyu gördüm dün:

http://www.youtube.com/watch?v=1hlceiuatzg

kızın sesi heyecandan titriyor olmakla birlikte, aksanını çok beğendim. ingilizce aksan geliştirmek, kulak dolgunluğu
geliştirmek isteyenler için paylaşıyorum.

///

ekşi duyuru'dan bir soru:

yabancı dil bilen kimdir? kime denir?


kime sorsam yabancı dil biliyor çevremde. bilmiyorum diyen yok. kimisi diyor ki playstation'dan öğrendim, kimi mmporg
mudur nedir o oyunlardan öğrenmiş. kimi dizilerden öğrenmiş. bi insan playstation'dan ne kadar dil öğrenebilir ki? bu iş bu
kadar basit mi ya allah aşkına. yetenek önemli elbette ama bana çok basite indirgeniyormuş gibi geliyor.

tamam iyi güzel öğrendin diyelim. peki reading, speaking, writing, listening yeteneklerinin hangisine bakarak bunu
söylüyorsun. adama seviyesini soruyorsun upper-intermediate diyor. belki upper seviyesindeki makaleleri çok iyi
anlayabiliyor, çeviriyor ama writing'i çok kötü. 2 cümle essay ya da herhangi bir yazı yazamıyor. speaking'te yok. eee şimdi
bu adam nasıl upper-intermediate oluyor?

ya da ingilizce kurslarının yaptığı seviye sınavları. sadece reading'e bakarak senin seviyen şu diyorlar. başlıkta da sorduğum
gibi yabancı dil bilmek tam olarak nedir?
soruya benim cevâbım:

sordugunuz bu mukemmel soru icin tesekkur ederim. ayrica, verilen cevaplardan bazilarini tatminkar bulmadiginiz icin de
tebrik ederim.

gec'in cevabini cok begendim cunku, telefonda anlasmak, hele havaalanindaki anonslara ve diger gurultulere ragmen
telefonda anlasmak cok guzel bir kriter.

ben size bisey diyim mi? ak got kara got yurtdisinda yasamaya ve calismaya basladiginizda belli oluyor.

belki su size bir fikir verir: bana yurtdisinda yasayan bir arkadasim bir kizdan bahsetti. kiz ona demis ki, "buraya geldikten 14
sene sonra, ingilizce ile artik bir problemim kalmadigina karar verdim".

ote yandan, abd'de 20 sene yasamis ama hala abuk sabuk konusan insanlar gormuslugum de var.

benim katildigim kriterler sunlar:

- bir filmi altyazisiz izleyip, ozellikle espriler dahil olmak uzere, filmin en az %70-80'ini anlayabilmek. ama burada da
diyeceksiniz ki, "nasil olculuyor o %70-80"? ben de orada sicacam tabii. o zaman soyle duzeltelim: filmi ve filmdeki esprileri
rahat anlayabilmek.

- telefonda, ozellikle; zenci, teksasli, british, hintli, cinli, latino gibi degisik aksanla konusan kisilerle sorunsuz ve takilmadan,
tekrar ettirmeden, tekrar etmeden anlasabilmek. tabii ingilizce icin gecerli bu soyledigim.

- tıme gibi bir derginin rastgele ama fotografsiz yani tam sayfa yazi olan bir sayfasinda, 3-5'ten fazla bilinmeyen kelime ile
karsilasmamak ve yaziyi ozetleyebilecek kadar iyi anlamak.

- bir tiyatro oyununu, bir romani, bir muzikali anlamak

- telefonda, felsefi, politik bir alanda gorus bildirebilmek. psikoloji, sosyoloji gibi sosyal bilimlerle ilgili bir alanda bir
tartismaya katilabilmek.

- radyodaki reklamlari anlayabilmek

- sarki sozlerini anlayabilmek ve duyulan sarkinin sozlerini yaziya dokebilmek

- uluslararasi bir toplantida dinleyiciler arasindayken, ayaga kalkip, konusmaciya kompleks bir soru sorabilmek, orada,
yuzlerce kisinin onunde o konusmaciyla fikir alisverisinde bulunabilmek, bir tartismaya girebilmek

- ders anlatabilmek, sunum yapabilmek

- karmasik bir konuyu, yalin ve anlasilir bir sekilde email ya da mektupla anlatabilmek

- sohbet ederken, akla gelen espriyi, hic ikinmadan, cekinmeden pat diye orada yapabilmek

- o dilde ruya gorebilmek

- o dilde dusunebilmek, kendinizi, farkinda olmadan o dilde dusunurken bulmaniz


simdilik aklima gelenler bunlar. bu soruyu silmezseniz sevinirim...

bu soylediklerimi yapamayanlar, "ehh iste, idare eder, ac kalmaz" seviyesinde yabanci dil biliyordur.

isin hazin tarafi ne biliyo musunuz? bu soylediklerimin birini bile yapamayan birisi, kalkip burada soru soruyor. diyor ki
"ingilizceyi hallettim, bundan sonra hangi dili ogreneyim?"

cok uzucu bir durum...

bir kadin ya hamiledir ya da degildir. ama lisan bilen sifir ve bir gibi kodlanamaz. yabanci lisan, bir omur boyu suren bir
yolculuk, bir seruvendir. sifir gibi kodlanir aslinda, 1 gibi de kodlanir ama yes ile no arasinda uzuuuuuun bir gri bolge var.

ilk cevabimda cok onemli bir olcutu unutmusum. o olmazsa, yabanci dil bilen kime denir? sorusunun cevabi cok eksik kalir.

usage!

turkcede bi laf vardir hani "onu oyle demezler, peynir ekmek yemezler" diye...

bildiginizi zannettiginiz dilde oyle bi laf yumurtlarsiniz ki, anadili o dil olan adamin hissettigi tam da bu olur. "o oyle
denmez, dogrusu su" diye duzeltesi gelir. abd'de, %50'si sahte ama %50'si de samimi kibarliklarindan dolayi pek
duzeltmiyolar. bi de abd gocmenler tarafindan kurulmus ya, yeni jenerasyon gocmenin veya turistin, 4. kusak gocmene, "ne
yani? senin buyuk deden cok mu guzel ingilizce konusuyodu? sen benim kadar falanca dil biliyon mu bakalim?" deme hakki
var. bunu cok iyi bildikleri icin, ne zaman ingilizcenizden sikayet edecek, yetersizliginizden dem vuracak olsaniz, hemen "it's
better than my ..." lafini yapistirirlar. o bosluga, bazen turkish gelir, bazen spanish, french, portugese, arabic filan. her kime
hitab ediyolarsa, o anda, onun anadili gelir o bosluga yani.

lafin basina geri donecek olursak, usage cok onemli sevgili hocalarim. kullanilis yani. kelimenin hangi baglamda nasil
kullanilacagi ve nasil anlam degistirdigi. bu cok uzmanlik isteyen bir beceri iste! ornek, tomer'de turkce ogrenmis sevimli bir
yabanci kiz dusunelim. bu kiza, "yanagini sikmak" ve "topuguna sikmak" kavramlarindaki sikmak kelimelerinin farklarini
nasil izah edersiniz? yasar nuri ozturk'ten araklamak istedigim mukemmel bir usage ornegi var: kalp ve yurek kelimeleri
esanlamli di mi? ya kalpsiz ve yureksiz kelimeleri???

buna benzer cok guzel ornekler gelir arada sirada aklima... simdilik bunnarnan yetinelim.

usage'in bir adim otesinde, idiomatic usage and slang var.

yani deyimlerle konusma ve argo. simdi argo, neredeyse aylarla olculebilecek bir suratte degisen, ve seksen cesit "alt
kultur"un kendine ozgu olusturdugu bir konfor alani, bir iletisim kanali. tamamini kapsamak mumkun degil. anadili ingilizce
olanlar icin bile mumkun degil. ama gunluk hayatta kullanilan oyle kelimeler ve deyimler var ki, onlar artik argoluktan
cikmis, yavastan yavastan dilin "asli" unsurlari haline gelmeye baslamis. onlari bilmek ve "cuk oturacak" sekilde kullanmak,
deyimleri de tasi gedigine oturtacak sekilde kullanabilmek, yabanci dil ogrenmedeki en ileri asamalardan biri. tomer'de
turkce ogrenen sevimli kizimiza, "tasi gedigine oturtma" lafini kolay annatabilir misiniz? o hissi yakalayabilir mi? anlatsaniz
bile, yakin bir gelecekte, bu deyimi kendiliginden ve tam yerinde kullanabilir mi?

toefl konusuna da deginecektim.

toefl'in bir kriter oldugunu soylemis bazi dostlar. ben o fikirde diilim. eski puanlama usulune gore, toefl esdegerinden 550
puan almistim. texas tech 590, harvard 600 puan istiyordu. harvard'dan daha yuksek isteyen bir yer de yoktu. keza tus'un
ingilizcesinden ve ceviri sinavlarindan bi kac defa full cekmisligim, kpds'den de 92 almisligim vardi. ama ne oldu? abd'ye
gelince yerlerde surundum, 10 seneden sonra hala da surunmeye ve kendimi amele gibi hissetmeye devam ediyorum.

birazdan, manhattan'a gidip, toefl'dan bu sene 110 cekmis bi abimizle bulusacam ve ıngilizce konusunda nasil sictigini
gozlerimle gorecem ve kulaklarimla duyacam. cunku abd'ye ilk gelisi. ılk cevabimda dedigim gibi: ak got, kara got, tam
manasiyla, abd'deki isyerinde ve gunluk hayatta belli oluyor.

benim su anda calistigim isyerinde, 4 abd'li is arkadasim var. bir de abd'ye 4 yasinda gelmis bir arkadasim var. bunlardan,
dogma buyume brooklynli ve universite mezunu olan arkadasi bi gorseniz, kendinizi robert de niro filmi seyrediyomus
zannedersiniz. mukemmel bir brooklyn aksaniyla konusuyor. ıste bu arkadas, gecenlerde beni "the king of emails" ilan etti.
birine bir sey yazmak istediginde, bana soruyor. baska bi tanesi gelip, sunu nasil yazarim, nasil derim diye bana soruyor.
durun, hemen atarlanmayin, birazdan annatacam durumu...

ben hic bi tanesinin yazdigi emaili begenmiyorum. anlatmak istenen seyi tam olarak ifade edemiyolar. simdi ben ıngilizce
biliyo mu oluyorum? ehh, ekmek parami kazanacak kadar! vaziyeti idare edecek kadar. is konusmaya gelince, kendimi
onlarin yaninda bayaa bi ezik hissediyorum. tabii ki, bende akicilik, kelime haznesi, gramer, telaffuz filan onlara gore
yerlerde surunuyor ama asil yerlerde surunen, idiomatic usage ve slang. bi de tabii, kodlar!

deyeceksiniz ki, nedir bu kod konusu?

tomer'de turkce ogrenmis sevimli kizimiz sokakta birinin, baska birine, "seni tokat manyagi yaparim!" dedigini duysa, bu
sozun kaynagini ve aslinda hangi soze gondermede bulundugunu annayabilir mi? yani lisan ogrenmek, sadece gramer,
telaffuz, kelime haznesi, hatta deyimler, usage ve argo ile bitmiyor. o kodlari da ogrenmek ve anlamak zorunda kaliyosunuz.
zaten cogunu da annayamadiginiz icin, bel bel bakiyosunuz. siz aralarina girmediginiz zaman, o 3 amerikali, ya da 4
amerikali, firsattan istifade, mukemmel geyik ceviriyolar. konusmaya siz de dalmaya kalkarsaniz, o geyigin sahiciligi
bozuluyor, gazi kaciyor. sirf o geyigin tadi kacmasin diye, siz de uzaktan onlari dinliyor, kulak kabartiyosunuz neler
kacirdiginiza...

dun bunnardan biri, dun bana "it's gonna be a breeze to me" dedi. assaa yukari tahmin ettim konusmanin baglamindan ama
ogrenmek icin ne demek istedigini sordum.

kutsal bilgi kaynagimizdaki

(bkz: #35339831)

anlamini kastediyormus. buradan suser phanaxa selam olsun. daha da dumani ustunde bi entry!

mesela,home run guzel bi ornek sevgili hocalarim. bilmiyodum abi, naapiyim? cahilim iste! herif home run, home run diyo,
meger futboldaki golun beyzboldaki karsiligiymis. ucuz ayakkabi bulmus ona home run diyo herif. ben de mal mal
bakiyorum suratina, o kadar ucuza ayakkabi buldum ki, eve kadar kosacam mi demek istiyo acaba? gibi dusunceler geciyo
kafamdan. home run'in ne oldugunu sordum. ne kastettigini anlayinca, vaziyeti idare edebilmek icun, haaa, slam dunk gibi
bisey, desene! dedim, "slam dunk"i o anlamda kullanmama cok sevindi.

gunluk hayatta buna benzer onlarca durumla yani kulturel kodla karsilasiyosunuz. kuvvetle tahmin ediyorum ki, toefl'dan
baba puan cekmis olan abimiz, iste bu yuzden cuvallayacak. toefl tek kriter degil.

usage dedik, idiomatic usage dedik, slang dedik, kulturel kodlar dedik, gelelim article ve preposition konusuna.
saint joseph'te fransizca ogrenmis sevgili bir dostum, bir gun bana soyle demisti: "lisani unutmaya ilk olarak
prepositionlardan basliyosun."

su on, in, at, beneath, under, underneath, behind, front gibi yer tarif eden kelimelerin gramerdeki adi her neyse, onlari hatasiz
kullanmak bayaa bi zaman aliyo. bi de article'lari hatasiz kullanmak.

psikolojide ve psikiyatrideki frustration kavramini ele alalim. eger uluslararasi bir toplantida, ahalinin gozu onunde, is
ortaminizda, sokakta, ise dair veya gunluk hayata dair telefon konusmalarinizda, gazete okur, televizyon seyreder, sarki
dinler, muzikal dinlerken, frustration hissine kapilmiyosaniz, o dili artik ogreniyorsunuz demektir. bi seyleri ifade etmek
istiyor, birinle cata cat fikir munakasasina girmek istiyor ve cok iyi bildiginiz veya cok hakli oldugunuz bir konuda eline
vermek istiyosaniz, ama konusmanin sonunda iciniz hala sis olarak kaliyosaniz, daha gitmeniz gereken cok yol, yemeniz
gereken cok firin ekmek var demektir.

ulan ne ezikmisim be!

***

soru:

senelerdir vocabulary çalışırım. orta büyüklükte spiral ciltli defterler alıp kaç tanesini doldurdum. bir ton kelime yazdım.
organize ederek hem de. adverb'ler ayrı. adjective'şer ayrı. verb'ler ayrı bir sayfada yazdım ki akılda kalıcı olsun. ama belki
de o yazdıklarımın yuzde onunu bile hatirlamiyorum. o yuzden yazıda belirttiginiz yöntem inanılmaz hoşuma gitti. şu anda
eskiden kalma alışkanlığımla ( günde iki sayfa da olsa ingilizce kitap okumaya çalışıyorum ) elim ıphone daki sozluge
gidiyor ama artık çok daha az sozluge bakmaya çalışıyorum.

cevabım:

ben bu entry'yi tam da sizin gibi yapanları, o yaptıklarından vazgeçirmek için yazmıştım. çünkü o yollardan ben de geçtim.
ben de minik not defterlerine kelime listerleri yapıp, kuyrukta beklerken filan onları açar okurdum. o kadar çabamdan geriye
sadece 2-3 kelime kalmıştır. onları da, herhalde bir 20 sene sonra filan gördüm metin içerisinde.
kelime listeleri yapmayın. kendinizi yazılanı okumaya ve konuşulanı dinlemeye maruz bırakın.
günde 3.5 saatlik yolun bir kısmı dur-kalklarla geçiyor olsa da, direksiyon başındayken, telefonla haşır neşir olmayı doğru
bulmuyorum. tampon tampona vuruşacağınız bir kaza olsa bile, bissürü dert. onun yerine, podcast ve audiobook dinlemeniz
daha akıllıca. hatta radyo da dinleyebilirsiniz. çok ilginizi çeken bir konuda podcastler ve audiobooklar bulun. aynı kitabı en
az 20 kere dinleyin. herbir seferinde başka bir cümlesinin ne dediğini anlıyor ve 'ulan ben bunu daha önce nasıl kaçırmışım
da, anlamamışım?' diyorsunuz.
gerçekçi olmak gerekirse, ben new york times'taki bir köşe yazısının %90'ını anlayabileceğimi pek garanti edemem. ama
bunu ortalama bir amerikalı da garanti edemez. muhtemelen daha önce yazmışımdır. brooklyn'de doğma büyüme bir
arkadaşım vardı ve benim yazdığım emaillere imrenirdi. şimdi bizde çalışmıyor. you are the king of emails derdi bana.
gene daha önce yazmış olabileceğim bir örneği söyleyeyim size: televizyonda bir dede görmüştüm 80 yaşında. 15-20 cm
çapında bir silindir gibi olan bir ağaç parçası ve bir keserle tahta kaşık yapmıştı. başından sonuna kadar kaydetmişler ve
gösterdiler televizyonda. adam keserden başka hiçbir alet kullanmadı ve o ağacı, çorba içilebilir bir kaşık hâline getirdi. bu
beceri, bizim insan beynini ne kadar küçümsediğimizin bir göstergesi. practice makes it perfect sözü çok doğru. eğer
sonuçtan memnun değilseniz, bilin ki yeterince pratik, yeterince egzersiz yapmamışsınızdır. o işe yeterince, zaman, emek ve
para harcamamışsınızdır.

evet, direksiyonda mecburi olarak geçirilen o 3.5 saat bir nimet. o süreyi bu şekilde değerlendirmek de, sonnnnnn derece
akıllıca bir hareket.

siz benim dediğimi yapın. en çok ilginizi çeken konuda podcastler ve audiobooklar bulun ve gerekiyorsa onları cd'ye
kaydedip arabada tekrar tekrar dinleyin. artık iyice ezberler gibi olduğunuzda, başka bir tanesine geçersiniz.

listening comprehension, reading comprehensiondan daha zor gelişiyor.


ben amerika'ya geleli 11 sene oldu. geçenlerde bir toplantıda farkettim ki, patronumun söylediklerini, sanki türkçe
dinliyormuşçasına rahat anlıyorum. ne bilmediğim bir kelime söylüyor, ne de herhangi bir kelimeyi duyduğumda 'o kelimeyi
mi dedi, bu kelimeyi mi acaba?' gibi bir teredddüdüm oluyor. buna rağmen, ingilizceyi iyi konuşan, doğma büyüme amerikalı
arkadaşımla günlük sohbetlerimizde, ki bu sohbetler 45 dakika sürüyor, mutlaka bilmediğim bir veya birkaç kelime veya
deyim geçiyor. o da sağolsun sabırla ve örneklerle açıklıyor o kelimeyi.

ama şarkıları dinlerken durum öyle değil. ya da edebi bir metni okurken, gazete dergi okurken. yani patronumu anladığım
kadar rahat anlayamıyorum onları. bunun sebebi şu: artık uğraştığım konuyu yani şirkette yapmakta olduğum işi iyi
öğrenmişim. işi bildiğim için, neden bahsettiğini anlamam çok daha rahat oluyor. tereddütte kalmıyorum. bu nedenle, siz de,
en iyi bildiğiniz konulardan başlayın dinlemeye ve okumaya. ama bu konular aynı zamanda, size yeni bilgiler öğretecek ve
ilginizi canlı tutacak şeyler olsun.

ne gibi bir işle uğraştığınızı bilmediğimden, vereceğim örnek hatalı olursa affedin beni: misal, tutar da, 'tek tip muhasebe
düzeni' gibi bir konunun podcast'ini, audiobook'unu dinlemeye kalkarsanız, kısa bir süre sonra beyniniz o metni dinlemeyi
bırakır ve başka şeyler düşünmeye başlar. kısacası, size ilginç gelen şeyler dinleyin. günde 3.5 saat ingilizce dinleseniz var
ya, dağları delersiniz öğrendiğiniz yeni kelimelerle. konuşmanıza da çok büyük faydası olur. hani akademik organize
konuşma demiştiniz ya, o konuşmaya çok büyük faydası olur. ara ara, çok dinlemekten dolayı artık ezberlemiş olduğunuz
kelime gruplarını, audiobook'taki anlatıcı ile birlikte siz de yüksek sesle tekrar edin ve telaffuzunuzu ona benzetmeye çalışın.

biz türkler, amerikalılar gibi ağzımızı eğerek konuşmuyoruz ingilizceyi. o yüzden çok kötü bir aksanımız var. onları taklit
ederek konuşmaya çalışın. şöyle bir örnek vereyim, onları öyle bir taklit edin ki, arkadaşlarınız o şekilde ingilizce konuşmaya
çalıştığınızı duysalar, 'ne kasıyon olm? amerikalı mısın sen?' filan gibi alay edecek olsunlar sizinle. ben öyle aksanımı
amerikalıların aksanına, elimden geldiği kadar benzetmeye çalıştığımda, beni tanımayan birisi, cümleyi ilk söylediğimde, ne
dediğimi tekrar ettirmeden anlıyor beni. ama aksanımı düzeltmeye kasmazsam, katiyyen anlamıyorlar.

You might also like