You are on page 1of 5

müteessir : üzülmüş, üzgün İftar pek de muvaffakiyetli olmadı.

Babam müteessir oldu, beni okşamaya gönlümü yeis : umutsuzluktan doğan karamsarlık, üzüntü
almaya çalıştı.
Deniz kenarına gidememiş olmam, içimde bir yeis
mefhum : kavram , mazi : geçmiş , akıbet : sonuç uyandırdı.

Onlar dahi kudret mefhumunu yanlış anladıkları itiyat : alışkanlık , tenkit : eleştiri
müddetçe şekil ve isimleri ne olursa olsun, çöküp
gitmeye mahkûmdur. Maziden ders almayanların O günlerde Haminne ile konuşurken borçlanma
akibeti budur… itiyatlarını tenkit ederdim.

zillet : aşağılanma Sabahattin Ali’nin meşhur sözlerinden birinde de


geçer bu kelime :
Eve girerken herhangi bir insanın küçük ve kötü bir
hareketten sonra duyabileceyi zilleti tattım. İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var…
Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların
insiyak : içgüdü hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri
görmekten kaçmak itiyadı var.
Garip olarak on beş yaşındaki bir kızda nadir olan
dinî insiyak bende çok kuvvetli idi. iptidai : ilkel , mübalağa : abartı

tasvip : onama , uygun bulma O kadar iptidaî ve mübalâğalı bir hassasiyetle dolu
idi ki.
Zavallı Ali Şamil Paşa bu kavgayı tasvip etmemişti.
saik : sebep
içtimai : toplumsal
Bunun saiki belki kendisinin yabancı kaldığı bir
Osmanlı devrinin sisteme bağlı içtimaî yardım âlem yaratmaktı.
hissine uyarak, o mahallenin birkaç fakir çocuğu da
mektebe verilir, masrafları görülürdü. tevarüs : Kalıtım yoluyla birinden diğerine geçme.

müstehzi : alaycı (istihza : gizli ve kinayeli biçimde İkisinden de birçok şeyler tevarüs etmişimdir.
alay)
tezahürat : “Hastalıklarda belirtiler” TDK’ya göre.
Gözleri büyük, mahzun, biraz müstehzi idi. (Burada belirti anlamında)

iltica : sığınma Hislerinin maddî tezahüratı yoktu, biz de dahil, hiç


kimseyi okşayıp, öptüğünü görmedim. Bunun tek
Soralım mı?” deyince koşarak babamın bürosuna istisnası oldu. O da ölüm döşeğinde.
iltica ettim
ihtiras : aşırı güçlü istek, tutku
muzdarip : ızdırap ve acı çeken
Her halde Haminne’yi büyük bir ihtirasla sevmiş ve
O günlerde her küçük kıza bir halayık şakası hâlâ sevdiğine şüphe yoktu.
yaparlar, her küçük kız da bundan mustarip olurdu.
şahika : doruk
garabet : gariplik, tuhaflık
O günlerde, hatta onun şiddetinin şahikasını ifade
Uçları âdeta karmakarışık renkli olan bu saçların eden “Yediği nane macununa bak,” sözünü bile
garabeti herkesi güldürüyor, ondan sonra da bu sarfetmiyordu.
sıkılık kafamı ağrıtıyordu.

muvaffakiyet : başarı
Eski Osmanlıca kelimelerden günümüzde daha Sabahları sırf Eleni’den cüda düşmemek için,
az kullanıklarımız eskisinden daha güzel de giydirilirken ayakta zorla duruyordu.
olabiliyor.
müphem : belirsiz , galebe : yengi ,
mütemadiyen : sürekli, ara vermeden muğlak : anlaşılması güç
Havva Hanım da mütemadiyen lâfa karışıyordu. En müphem, fakat bütün zaman için galebesi en
zor, en fazla mücadele edilen bir his vardır.
intikal : geçiş
meşakkat : güçlük (marka : iz anlamında İtalyanca
Galip’e sanatının tohumu belki de Kemal kökenli)
dayısından intikal etmiştir.
Derin çizgileri, bu kadının başkaları uğrunda,
itidal : ölçülülük , soğukkanlılık başkaları namına katlandığı meşakkat ve ıstırabın
markaları idi.
Bilhassa Türk kadını, kafa ve kalbindeki itidal ve
cemiyete karşı muhabbetle dolu olduğu bir zamanın tazip : sıkıntıya sokma, üzme
hasretini çekiyordu.
Onu tazip eden şey kendi yaşında ve kendi sınıfına
amil : etken, sebep mensup çocukların kıyafetlerinin bambaşka olması
idi.
Bu iradeli kadının kocasının evinden çekilmesi bu
yıkımın başlıca âmili olmuştu. tecessüs : görme, anlama merakı ,

muhayyel : hayal edilen (hayali) , tahayyül : mütalaa : ayrıntılı düşünme ile oluşan görüş ve
hayalde canlandırma yorum

Kiria Eleni devrinden hafızamda kalmış olan, her Bir zaman sonra evi dolduran üvey annenin
halde tamamen muhayyel Aleksi adlı bir arkadaşım akrabası, kardeşleri çocuğa tecessüs ile bakıyor,
daha vardı. mütalaa yürütüyorlardı.

fazilet : erdem menfur : iğrenç , mahluk : yaratık (mahlukat :


yaratıklar)
Şayeste’nin bence başka bir fazileti de fazla zeki
olmaması idi. Hepsi büyük erkekler gibi giyinirler, gürültücü ve
menfur mahlûklardır.
mukadderat : yazgı
müfrit : aşırı (ifrat : ölçüyü aşma)
Galiba mukadderatımıza hâkim olan kudretin, biz
zavallıların zaaflarına gülen bir tarafları vardır. Haminne’ nin ölçüsüz israfı, şahsî keyfin değil,
müfrit cömertliği yüzündendir.
zail : ortadan kalkan
peyda : belli, açık (Farsça) hasıl : ortaya çıkan
görünen
Herkesten başkalık ve ayrılık zail oluyor, ben de bu
kalabalığın parçası oluveriyordum.
Bu hastalık sona erip de küçük kız evde dolaşmaya
başladıktan sonra, hayat sahnesinde bir başka
umum : tüm, kamu iştirak : ortaklık (müşterek :
varlık peyda olmuştur. Bu defa evde bir de Saraylı
ortak)
Hanım hâsıl olmuştu.
Bu günlerde artık, hayatta umumun iştirak ettiği
mütenasip : orantılı
maddî hakikatleri de seziyorum.
Boyuyla hiç de mütenasip olmayan ince sesiyle,
cüda : çok sevilen bir şeyden ayrı kalmak (Farsça)
“Küçük niinee,” diye çağırır.
Türkçe Arapça ve Farsça kelimeleri birleştirerek levazım : gerekli olan şeyler, araç ve gereçler
yeni kelimeler türetmiş bir dildir.
Fakat ertesi sabah, hareketimizden evvel,
yeknesak : tekdüze (Burada Türkçe’nin bir hüneri levazımın başında olan Kaymakam Kemal Bey beni
olarak Farsça “yek” ve Arapça “nesak” kelimeleri görmeye geldi.
birleşmiştir. İki dilde de olmayan bu kelime Osmanlıca
kelimeler arasında sayılabilecek bir kelimedir.) muhtelif : çeşitli , müteşekkil : oluşmuş

Rüzgârın kendine mahsus yeknesak uğultusunu, Vaktiyle Cizvitler tarafından yapılmış olan, geniş bir
yaprakların garip havasını dinlerdi. bahçe içinde, muhtelif sağlam taş binalardan
müteşekkil bir kolej imiş.
istidat : yetenek
memba : kaynak
Tohum hâlindeki resim yapmak istidadı bu ailenin
ikinci neslinden olan tanınmış bir ressamda kendini Bütün varlığını membaı ve yaratıcısı olan Allah
göstermiştir. çölde insana ne yakın geliyor.

rikkat : naziklik müşahede : gözlem

Büyükbaba bir yandan kaskatı ellerinden Korku ve cesaret, adamına göre, daha doğrusu
umulmayacak bir yumuşaklık, bir rikkatle küçük mizaca göre çok değişken bir şey olduğunu bana
kızın saçlarını okşuyordu. yıllarca süren psikolojik müşahede öğretti.

reva : uygun, yakışır , tedhiş : yıldırı vakfetmek : adamak

Rasim Dadı’nın çocuğa reva gördüğü tedhiş ve Hayatını bütün hastalara vakfetmiş, bütün insaniyeti
işkenceler arasında bir tanesi vardır ki onu içine almış güzel bir kalbi vardı.
hatırlayamaz.
istinat : dayanma
sakil : çirkin
Cemal Paşa, tahsil meselesini, dinî olmaktan
Küçük kızın Rasim Dadı dediği, çiçek bozuğu, sakil ziyade liberal ve Garb esaslarına istinat ettirmek
ve ters bir kadın da vardır. istiyordu.

hülasa : özetle, kısaca Dilimizde bir konuda birden fazla kelime


olmasının nedeni çoğu zaman etkileşime girdiği
Hulâsa, bu kadın, bu renk ve güzel koku arasında diğer dillerdir. Osmanlıca Kelimeler bu
sadece bir notadan ibarettir. etkileşimin toplamından gelir.

muvazi : paralel ( Paralel sözcüğü Fransızca beyaban : çöl (Farsça) sahra : çöl (Arapça)
kökenlidir. Bilindiği gibi Osmanlıca kelimeler
arasında ve Türkçe’de Fransızca çok kelime Acaba gelip alacaklar mı? Yoksa, bu beyâbâna
vardır.) ölsün, gitsin diye mi bırakmışlardı?

Bu ev, Ihlamur’a giden uzun caddeye inen, birbirine bariz : belirgin , tenevvü : farklılık)
muvazi dik yokuşlardan birinin hemen hemen
tepesindedir. Aralarında hayale sığmayacak derecede bariz bir
tenevvü vardır.
muntazam : düzenli , ahenk : uyum (Farsça) ,
mütekabil : karşılıklı , teshir : ele geçirme muvazene : denge

Udînin hareketi ile dinleyenlerin inleyişleri o kadar 1916’da aklî bir muvazenesizlik geçiriyordu.
muntazam bir âhenk içinde geçiyordu ki dinlediğim
şarkılardan fazla, bu mısra sonu mütekabil riyazet : nefsin isteklerini kırma
hayranlık beni teshir etti.
Sadeliği, riyazeti, biraz mistik ve içine dalmış gibi Hepimizin kafasını, ihtilâlleri takim eden tedhiş ve
görünen tavrı insanı biraz düşündürürdü. kıtal haberleri tazip ediyordu.

müteyakkız : uyanık, tetikte ihtilaf : ayrılık , uyuşmazlık

En küçük harekete karşı müteyakkız görünüyorlar, İzmir’den gönderilen askerî kuvvet dahi ihtilâf
elleri taş almak için yere uzanıyordu. saflarına geçince vaziyet çok ciddîleşmişti.

nedamet : pişmanlık temayül : bir tarafa eğilme, meyletme

Onu bazan üzmüş olmamı düşünerek içimde acı bir İçimde kapalı kalmış olan fikrî temayüller önlerinde
nedamet hissi uyanmıştı. yeni ve geniş sahalar bulabildiler.

elzem : çok gerekli , telakki : kabul etme Diğer Osmanlıca Kelimeler ve Anlamları

Vatanı için elzem telâkki ettiği herhangi meselede bilhassa : özellikle


en büyük eziyet ve fedakârlığa katlanırdı.
sergüzeşt : macera
tahakkuk : gerçekleşme
tekerrür : tekrarlanma
Yeni Turan hiç şüphesiz bir ütopya idi ve ütopyalar
gibi tahakkuk ettirilmesi mümkün olmayan gayeleri inkişaf : gelişme , gelişim
vardı.
serzeniş : yakınma
tevekkeli : boşuna
içtima : toplantı
Tevekkeli iki bin yıl evvel dünyaya örnek olan
yüksek felsefe, fikir ve sanat mahsullerini intibak : uyum
vermemişti.
veçhe : yön
ilhak : katma, bağlama
mihnet : sıkıntı
Esasen Avusturya, Bosna ve Hersek’i ilhak ederek
mirasa konmak salgınına başlamış bulunuyordu. vakar : ağırbaşlılık

mahiyet : öz, esas metanet : dayanıklılık

Eserin mevzuunu da unutmuş ve elimde bir kopyası müsamaha : hoşgörü


olmadığı için onun üstünde dönen kavganın
mahiyetini de pek hatırlayamıyorum. tefsir : yorumlama
müsavat : eşitlik, denklik mütefekkir : düşünür
Kendisi de bütün gün kadın erkek müsavatını âdeta taassup : bağnazlık
bir papaz gibi büyük mitinglerde vaaz eder dururdu.
mukavemet : dayanma, karşı koyma
intiba : izlenim
vecize : özdeyiş
Parlamentoyu ziyaretim de bende derin bir intiba
bıraktı.
ihsan : iyilik etme
takim : verimsizleştirme , kıtal : vuruşma , birbirini
icabet : bir çağrıya gitme
öldürme
istitrat : sırası gelmişken söylenen söz
mülaki : kavuşan

müşfik : sevecen

teferruat : ayrıntı

efkar : düşünce, fikir

mamafih : bununla birlikte

teşci etmek : cesaretlendirmek , yüreklendirmek

vasıl olmak : ulaşmak, varmak

salahiyet : yetki

mugayir : aykırı

tumturaklı : Anlama bir şey katmayan, bir anlam


bildirmeyen ancak kulağa hoş gelen

vuzuh : açıklık , aydınlık

inkisârı hayâl : hayal kırıklığı

riyaziye : matematik

zümre : topluluk

taltif : ödüllendirme

güzide : seçkin

hilkat : yaradılış , fıtrat

mahir : becerikli , yetenekli

feragat : hakkından kendi isteğiyle vazgeçme

tetkik : inceleme , araştırma

You might also like