Professional Documents
Culture Documents
Babam müteessir oldu, beni okşamaya gönlümü yeis : umutsuzluktan doğan karamsarlık, üzüntü
almaya çalıştı.
Deniz kenarına gidememiş olmam, içimde bir yeis
mefhum : kavram , mazi : geçmiş , akıbet : sonuç uyandırdı.
Onlar dahi kudret mefhumunu yanlış anladıkları itiyat : alışkanlık , tenkit : eleştiri
müddetçe şekil ve isimleri ne olursa olsun, çöküp
gitmeye mahkûmdur. Maziden ders almayanların O günlerde Haminne ile konuşurken borçlanma
akibeti budur… itiyatlarını tenkit ederdim.
tasvip : onama , uygun bulma O kadar iptidaî ve mübalâğalı bir hassasiyetle dolu
idi ki.
Zavallı Ali Şamil Paşa bu kavgayı tasvip etmemişti.
saik : sebep
içtimai : toplumsal
Bunun saiki belki kendisinin yabancı kaldığı bir
Osmanlı devrinin sisteme bağlı içtimaî yardım âlem yaratmaktı.
hissine uyarak, o mahallenin birkaç fakir çocuğu da
mektebe verilir, masrafları görülürdü. tevarüs : Kalıtım yoluyla birinden diğerine geçme.
müstehzi : alaycı (istihza : gizli ve kinayeli biçimde İkisinden de birçok şeyler tevarüs etmişimdir.
alay)
tezahürat : “Hastalıklarda belirtiler” TDK’ya göre.
Gözleri büyük, mahzun, biraz müstehzi idi. (Burada belirti anlamında)
muvaffakiyet : başarı
Eski Osmanlıca kelimelerden günümüzde daha Sabahları sırf Eleni’den cüda düşmemek için,
az kullanıklarımız eskisinden daha güzel de giydirilirken ayakta zorla duruyordu.
olabiliyor.
müphem : belirsiz , galebe : yengi ,
mütemadiyen : sürekli, ara vermeden muğlak : anlaşılması güç
Havva Hanım da mütemadiyen lâfa karışıyordu. En müphem, fakat bütün zaman için galebesi en
zor, en fazla mücadele edilen bir his vardır.
intikal : geçiş
meşakkat : güçlük (marka : iz anlamında İtalyanca
Galip’e sanatının tohumu belki de Kemal kökenli)
dayısından intikal etmiştir.
Derin çizgileri, bu kadının başkaları uğrunda,
itidal : ölçülülük , soğukkanlılık başkaları namına katlandığı meşakkat ve ıstırabın
markaları idi.
Bilhassa Türk kadını, kafa ve kalbindeki itidal ve
cemiyete karşı muhabbetle dolu olduğu bir zamanın tazip : sıkıntıya sokma, üzme
hasretini çekiyordu.
Onu tazip eden şey kendi yaşında ve kendi sınıfına
amil : etken, sebep mensup çocukların kıyafetlerinin bambaşka olması
idi.
Bu iradeli kadının kocasının evinden çekilmesi bu
yıkımın başlıca âmili olmuştu. tecessüs : görme, anlama merakı ,
muhayyel : hayal edilen (hayali) , tahayyül : mütalaa : ayrıntılı düşünme ile oluşan görüş ve
hayalde canlandırma yorum
Kiria Eleni devrinden hafızamda kalmış olan, her Bir zaman sonra evi dolduran üvey annenin
halde tamamen muhayyel Aleksi adlı bir arkadaşım akrabası, kardeşleri çocuğa tecessüs ile bakıyor,
daha vardı. mütalaa yürütüyorlardı.
Rüzgârın kendine mahsus yeknesak uğultusunu, Vaktiyle Cizvitler tarafından yapılmış olan, geniş bir
yaprakların garip havasını dinlerdi. bahçe içinde, muhtelif sağlam taş binalardan
müteşekkil bir kolej imiş.
istidat : yetenek
memba : kaynak
Tohum hâlindeki resim yapmak istidadı bu ailenin
ikinci neslinden olan tanınmış bir ressamda kendini Bütün varlığını membaı ve yaratıcısı olan Allah
göstermiştir. çölde insana ne yakın geliyor.
Büyükbaba bir yandan kaskatı ellerinden Korku ve cesaret, adamına göre, daha doğrusu
umulmayacak bir yumuşaklık, bir rikkatle küçük mizaca göre çok değişken bir şey olduğunu bana
kızın saçlarını okşuyordu. yıllarca süren psikolojik müşahede öğretti.
Rasim Dadı’nın çocuğa reva gördüğü tedhiş ve Hayatını bütün hastalara vakfetmiş, bütün insaniyeti
işkenceler arasında bir tanesi vardır ki onu içine almış güzel bir kalbi vardı.
hatırlayamaz.
istinat : dayanma
sakil : çirkin
Cemal Paşa, tahsil meselesini, dinî olmaktan
Küçük kızın Rasim Dadı dediği, çiçek bozuğu, sakil ziyade liberal ve Garb esaslarına istinat ettirmek
ve ters bir kadın da vardır. istiyordu.
muvazi : paralel ( Paralel sözcüğü Fransızca beyaban : çöl (Farsça) sahra : çöl (Arapça)
kökenlidir. Bilindiği gibi Osmanlıca kelimeler
arasında ve Türkçe’de Fransızca çok kelime Acaba gelip alacaklar mı? Yoksa, bu beyâbâna
vardır.) ölsün, gitsin diye mi bırakmışlardı?
Bu ev, Ihlamur’a giden uzun caddeye inen, birbirine bariz : belirgin , tenevvü : farklılık)
muvazi dik yokuşlardan birinin hemen hemen
tepesindedir. Aralarında hayale sığmayacak derecede bariz bir
tenevvü vardır.
muntazam : düzenli , ahenk : uyum (Farsça) ,
mütekabil : karşılıklı , teshir : ele geçirme muvazene : denge
Udînin hareketi ile dinleyenlerin inleyişleri o kadar 1916’da aklî bir muvazenesizlik geçiriyordu.
muntazam bir âhenk içinde geçiyordu ki dinlediğim
şarkılardan fazla, bu mısra sonu mütekabil riyazet : nefsin isteklerini kırma
hayranlık beni teshir etti.
Sadeliği, riyazeti, biraz mistik ve içine dalmış gibi Hepimizin kafasını, ihtilâlleri takim eden tedhiş ve
görünen tavrı insanı biraz düşündürürdü. kıtal haberleri tazip ediyordu.
En küçük harekete karşı müteyakkız görünüyorlar, İzmir’den gönderilen askerî kuvvet dahi ihtilâf
elleri taş almak için yere uzanıyordu. saflarına geçince vaziyet çok ciddîleşmişti.
Onu bazan üzmüş olmamı düşünerek içimde acı bir İçimde kapalı kalmış olan fikrî temayüller önlerinde
nedamet hissi uyanmıştı. yeni ve geniş sahalar bulabildiler.
elzem : çok gerekli , telakki : kabul etme Diğer Osmanlıca Kelimeler ve Anlamları
müşfik : sevecen
teferruat : ayrıntı
salahiyet : yetki
mugayir : aykırı
riyaziye : matematik
zümre : topluluk
taltif : ödüllendirme
güzide : seçkin