You are on page 1of 56

Sayı 8

Nisan 2014

S İ YA S İ A N A L İ Z V E Y O RU M

TÜRKİYE

TÜRKİYE’DE SERMAYE VE SERMAYEDARLAR

Demokrasi: 36 Kültür: 48 İnsan Manzaraları 53


Burada her şey genel, Sanatın özelleştirilmesi ya da sermayenin Kürt işadamı Raif Türk,
Gülfer Akkaya meşruiyet alanı, Nurdan Durmaz İrfan Aktan
İçindekiler

3 Editörden

YEREL SEÇİMLER
4 Otoriterlik ve yönetim krizi, Yunus Sözen

DOSYA: TÜRKİYE’DE SERMAYE VE SERMAYEDARLAR


8 Gülen cemaati: Devlet niyet, sermaye kısmet, Ayşe Çavdar
13 Kamu-özel ortaklıkları: Yolsuzluğun faunası, Sermin Sarıca
18 Medya sermayesi ve ultra-çapraz bütünleşmeler, Gülseren Adaklı
24 Kürt sermayesinin siyasî yönelimi, Ayşe Seda Yüksel, Söyleşi: İrfan Aktan

EKOLOJİ
28 Bir kalkınma modeli olarak Kavar, Nurcan Baysal

DEMOKRASİ
32 İnternet sansürü: Katılımcı demokrasiyle mücadele, Serdar Paktin
36 Burada her şey genel, Gülfer Akkaya

DIŞ POLİTİKA
40 Türkiye ve insanî yardım, Sema Genel

KÜLTÜR
44 Sanatsal ifade ve yaratıcılık özgürlüğü, Turgut Tarhanlı
48 Sanatın özelleştirilmesi ya da sermayenin meşruiyet alanı, Nurdan Durmaz

İNSAN MANZARALARI
53 Kürt işadamı Raif Türk, İrfan Aktan

Heinrich Böll Stiftung Derneği - Türkiye Temsilciliği


“Müdahil olmak, gerçekçi olabilmenin tek yoludur.” (Heinrich Böll)

Heinrich Böll Stiftung Derneği, Alman Birlik 90/Yeşiller Partisi‘ne yakın, bağımsız ve açık görüşlü politik bir dernektir. Almanya
ve 30‘dan fazla ülkede, demokrasi konusunda farkındalığın, sosyopolitik duyarlılığın ve karşılıklı anlayışın yaygınlaşmasına katkı
sağlıyor. Heinrich Böll Stiftung Derneği sanatsal, kültürel alanların yanı sıra bilimsel projeleri ve kalkınma alanındaki işbirliklerini
de destekliyor. Ekoloji, demokrasi, cinsiyet demokrasisi, dayanışma, şiddetsizlik bizim temel değer ve referanslarımızdır. Heinrich
Böll’ün siyasete aktif yurttaş katılımına olan inancı ve desteği dernek çalışmalarımız için model oluşturuyor. Sahibi ve Sorumlu Yazı
İşleri Müdürü: Dr. Ulrike Dufner; Yayın ekibi: Özgür Gürbüz, Semahat Sevim, Umud Dalgıç, Yonca Verdioğlu, Çeviri: Barış Yıldırım,
Elif Kalaycıoğlu, Öner Ceylan Katkıda bulunanlar Banu Yayla, Saynur Gürçay Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği:
İnönü Cad. Hacı Hanım Sok. No.10/12 Gümüşsuyu İstanbul Telefon: +90-212-249 15 54 Faks: +90-212-245 04 30 e-posta: info@
tr.boell.org web: www.tr.boell.org Editör: Yücel Göktürk Yayına hazırlayan: Farika Tasarım Basıldığı yer: İstanbul
Tarih: Aralık 2013 Matbaa: Ezgi Matbaacılık, Sanayi Caddesi Altay Sok. No:10 Yenibosna / İstanbul Tel: 0.212.452 23 02
Perspectives ücretsizdir, her üç ayda bir Türkçe ve İngilizce dillerinde yayımlanmaktadır. Ücretsiz olan dergimizi edinmek ve/
veya abone olmak için info@tr.boell.org adresine yazabilirsiniz. Derginin tümüne veya dilediğiniz makaleye www.tr.boell.org
adresinden de ulaşabilirsiniz. Perspectives’de yayımlanan makalelerdeki görüşler yazarın kendisine aittir, HBSD’nin görüşlerini
yansıtmamaktadır.

Q Demokrasi
Q Dış Politika
 Q Ekoloji
 Q Kültür
Q HBSD’den haberler

KAPAK FOTOĞRAFI: İstanbul-Kadıköylü Kesmeşeker


grubunun şarkı sözlerinden alınan ve Gezi boyunca
popüler olan bir duvar yazısı.
Editörden
Siz Perspectives’in bu sayısını elinize alıp da mişin ve bugünün siyasî davaları açısından bu
okumaya koyulduğunuzda, Türkiye çekişmeli ne anlama geliyor? Giderek liyakat yerine siyasî
bir seçim kampanyasından henüz çıkmış sadakat tarafından şekillendirilen bir devlet
olacak. Yerel seçimler kamuoyuna Türkiye aygıtına insanlar nasıl güvenebilir? Sivil toplum
siyasetinde bir kilometre taşı olarak sunuldu; ve bireyler nasıl devlet yetkililerine güvenebilir
adeta her seçmen ülkenin kaderini belirle- – hele hele Cumhurbaşkanı dahi hem twitter’ın
yecekti. Seçimden çok önce başlayan gerilim kapatılmasını savunup hem de bunun yasalara
insanları verdikleri oyla Türkiye’nin tarihinde aykırı olduğunu iddia ederken?
yeni bir sayfa açacaklarına inandırdı. Seçim- Dürüst olmak gerekirse, bu ülkenin kaderi
lerin olağanüstü önemli olduğu şeklindeki bu seçimler tarafından belirlenmeyecek. Seçimler,
vurgu, gerilimi artırırken insanların gelecekten bu ülkenin içinden geçmek zorunda olduğu
korkmasına da yol açtı: Seçimlerden sonra ne uzun bir toplumsal çelişkiler sürecinde bir kilo-
olacaktı? metre taşı sadece. Söz konusu sancılı sürecin
Seçimler öncesinde ortaya atılan bunca ucu hâlâ açık. İnsanların umutlarını büsbü-
sorunun özünü süzersek, kilit mevzunun şu tün kaybedip kedere kapılmasını engelleyen
olduğunu söyleyebiliriz: Türkiye’de demokrasi- yegâne unsur da bu.
nin ne kadar şansı var?
Son aylarda, önceki senelerde elde edi- Perspectives ekibi adına
len demokratik kazanımların inanılmaz bir Ulrike Dufner
biçimde geriletildiğine tanık olduk. Artan otori-
tarizmin şimdiden özel hayatın pek çok alanına
girdiğini gözlemliyoruz. Siyasî tartışmanın
giderek kaba ve saldırgan dil ve biçimlere
büründüğünü, bunun da sürekli yeni düşman-
lar yaratıp toplumdaki çelişkileri derinleştirdi-
ğini görüyoruz. Yerel seçimlere sadece birkaç
gün kala, insanlar bitap düşmüş ve yönünü
kaybetmiş görünüyor: Depresif, umutsuz ve
geleceklerine dair korku içindeler. Bu kirli
seçim kampanyasının sonundaki halet-i ruhiye
şöyle: Geçsin artık şu seçimler—sonuç ne
olursa olsun, toplumsal barış geri gelsin.
Ancak, yerel seçimlerden kısa süre sonra
gerçekleşecek siyaseten çok daha önemli iki
seçim daha olduğu düşünülürse, bu toplum-
sal barış arzusu pek de gerçekçi olmayabilir.
Demokratik reformların gerçekleşme ihtimali
de yüksek görünmüyor. En gerçekçi olasılık
toplumdaki kutuplaşmanın daha da derinleş-
mesi.
Bazı seçmenler oy kullanırken, Kürt mese-
lesinin barışçı çözümüne dair adımları esas
alacak. Kimine göre, AKP hâlâ barış görüşme-
leri ve barış sürecinin ilerlemesinin yegâne
garantörü. Kimine göre ise barış sürecinin
ilerleme kaydetmesinin tek yolu demokratik-
leşmeden geçiyor ve AKP’nin bu yönde adımlar
atmasını beklemek gerçekçi değil. Bazıları da,
uzun soluklu barış görüşmeleri için hukuk dev-
leti ve hesap verilebilirlik ilkelerinin yeniden
tesisinin şart olduğunu savunuyor. Söz konusu
hesap verilebilirlik, sadece yolsuzluk vakalarını
değil, son yıllardaki davaları da kapsamalı. Eğer,
Başbakan’ın iddia ettiği gibi, yargının içinde bir
paralel devlet varsa veya eskiden vardıysa, geç-
4 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

YEREL SEÇİMLER
Otoriterlik ve yönetim krizi

Yunus Sözen

Otoriterlik esasen tümgüçlülüktür. Bir aktörün bütün dolayı, AKP iki defa üst üste seçim kazanıp
gücü elinde tutması, o gücün denetlenememesi, bir hem başbakanlığı hem cumhurbaşkanlığını
kontrolüne aldıktan ve askeri de siyaset
sistemde siyasal elitler arasında çatışma olmaması, alanından çıkardıktan sonra, önünde ne
gücü elinde tutan o ülkenin en popüler lideri, partisi demokratik ne de otoriter bir sınır kalmıştır,
de olsa, o rejimi otoriter yapar. Bu bakımdan, tam kalan tek kurumsal sınır olan yüksek yargı da
karşı kutupta yer alan modern demokrasilerse, gücün 12 Eylül 2010 referandumu sonrası bu vasfını
kaybetmiştir. Kısaca, AKP bir yandan sisteme
farklı gruplar arasında bölüşüldüğü, güçlülerin otoriter etki eden askerin bu etkisini ortadan
denetlendiği, siyasal elitlerin belli bir çerçevede kaldırırken diğer yandan da kendi otoriter
yarıştığı, çatışma içinde olduğu denge rejimleridir. yönetiminin altyapısını oluşturmuştur.
AKP’nin elinde gücün yoğunlaşmasının
En kısa ifadesiyle, bu rejim muhalefetin ifade,
önemli sebeplerinden biri de AKP’nin
örgütlenme gibi özgürlüklerle iktidarı sarsabildiği, ideolojisidir. Millî iradeyi seçimle gelen
ayrıca, iktidarın da muhalefeti yok etmesini yöneticilerin temsil ettiğine ve bu yöneticilerin
engellemek için kendi içinde bölündüğü ve erklerin kararlarının önündeki engellerin millî
iradenin de önünde engel olduğuna dayanan
birbirini denetlendiği bir sistemdir. bu ideolojiyi AKP sadece askere karşı değil,
anayasal denetime, muhalif basına, örgütlere
karşı da geniş bir şekilde kullanmıştır. Yasama
ve yürütme dışında yargı içindeki gücü de
Bu temel tanımlarla gidersek, Türkiye gittikçe artan AKP millî irade düşmanı olarak
siyasal rejimini şu şekilde sınıflandırmak tanımladığı muhalefetin de alanını daraltmıştır.
mümkündür. Öncelikle, 2007-2010 arasında Örneğin, anaakım medya hükümetin
AKP yönetiminde Türkiye’nin seçimli/rekabetçi kontrolüne girmiş veya susturulmuştur.
otoriter1 bir düzene geçişi tamamlanmıştır. 2013’te ülkenin en büyük merkezinde
Bu evrede Türkiye’deki siyasal tartışma tarihinin en büyük ayaklanmalarından biri
laiklik-İslamcı muhafazakârlık ve sivil-askerî gerçekleşirken anaakım medyanın bunu uzun
yöneticiler ekseninde olduğu halde, siyasal süre saklamasının sebebi tam da bu 2007-2010
kurumsal düzenleme bakımından Türkiye arasında gerçekleşen otoriterleşmedir.
hızla bir siyasal aktörün tümgücü elinde Seçimli otoriterlik tesis edildikten
bulundurması anlamında otoriterleşmiştir. sonraki 2010-13 arası dönem boyunca
Yunus Sözen Bunun kurumsal nedeni çok açıktır, 12 Eylül ise, Türkiye esasen otoriterleşmeyi
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset
Bilimi ve Uluslararası
1982 anayasal çerçevesi içinde yürütme değil, sınırlandırılamayan bir yönetimin
İlişkiler Bölümü mezunu. diğer erkelere göre çok güçlü ve kolayca sağ, muhafazakâr ve popülist ideolojisi
Yüksek lisansını 2002’de denetlemez bir yapı olarak tasarlanmıştır, doğrultusunda ürettiği politikaları tartışmıştır
Syracuse Üniversitesi’nde,
doktorasını 2010’da New iktidarı denetleyen muhalefetin özgürlükleriyse 4+4+4 eğitim yasası, içki kısıtlamaları,
York Üniversitesi’nden modern bir demokraside olması gerektiği neoliberal kent politikaları gibi. Gezi
tamamladı. Halen Özyeğin gibi güvence altına alınmamıştır; yürütmeye ayaklanması bu sağ ve muhafazakârlaştırmacı
Üniversitesi Uluslararası
İlişkiler Bölümü’nde öğretim karşı tek denge unsuru anti-demokratiktir: sosyal politikalara karşı çıkan, ancak
üyesi. askerin sivil siyasete müdahalesi. Bundan tümgüçlü iktidara karşı modern demokrasi
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 5

© NarPhotos / Tolga Sezgin

içi muhalefet kanallarına sahip olmayan sorununa (17 Aralık süreci) çözüm olarak millî
kitlenin başkaldırısı olarak okunabilir. Buna iradenin tecelli ettiğini iddia ettiği sandığı işaret
yanıt olarak AKP’nin Gezi’ye verdiği tepkiyse, etmiştir. Bundan dolayı mahallî seçimler yerel
siyasal krizi farklı bir boyuta taşımıştır. yöneticileri belirlemek işlevinden çıkmış, hatta
Sorunun otoriterlikten de, otoriter yönetimin hükümet için güvenoyu olmanın bile ötesine
sosyal politikaları boyutundan da çıkıp bir geçerek AKP’nin kurduğu siyasal rejimin
yönetim sorununa (ülkeyi genel çıkar için ve yolsuzluğun oylandığı bir arena haline
yönetmeme) dönüşmesine sebep olmuştur. dönüşmüştür.
Hükümet Gezi’ye yanıt olarak, kendi desteğini
sağlamlaştırmak adına karşısındaki kitleyi
popülist ideolojisi doğrultusunda millî irade AKP hem rejimden (otoriterlik) ve onun politikalarından
karşıtı (sandık sonucunu tanımak istemeyen) (muhafazakârlık ve neoliberalizm) oluşan rahatsızlığa (Gezi),
olarak sunmak istemiştir. Daha somut bir
hem de yolsuzluk ve hukuksuzluk sorununa (17 Aralık süreci)
ifadeyle, hükümet ayaklananları muhafazakâr
kesimlerin son on yılda elde ettiği kazanımları
çözüm olarak millî iradenin tecelli ettiğini iddia ettiği sandığı
yok etmek isteyen elitler olarak kurmaya işaret etmiştir. Mahallî seçimler yerel yöneticileri belirlemek
çalışmıştır. Böylece, bir yurttaşlar topluluğu işlevinden çıkmış, hatta hükümet için güvenoyu olmanın
olarak düşünebilecek “ülkeyi” yönetmek bile ötesine geçerek AKP’nin kurduğu siyasal rejimin ve
yerine, karşıtlıklar kurarak bir kesimi (tabanını)
yolsuzluğun oylandığı bir arena haline dönüşmüştür.
yönetmek tercihini yapmıştır.
Bunda başarılı olmuş gibi gözükse de,
genel meşruiyeti sarsılan AKP yönetimi 17
Aralık 2013’te, bu sefer 12 yıllık koalisyon Siyasal partilerin seçim stratejileri
ortağı, yargıda ve poliste örgütlenmiş Gülen
cemaati tarafından yürütüldüğü iddia edilen AKP’nin seçim stratejisi önce Gezi’deki
bir yolsuzluk skandalıyla sarsılmıştır. AKP toplumsal muhalefete karşı, ardından da 17
dört bakanını istifaya zorlayan bu sarsıntıya Aralık’taki yolsuzluk operasyonunun karşı
da aynı şekilde, yani, millî irade düşmanlarına potansiyel seçmenini, onların değerlerine
karşı (bu sefer Gülen cemaati) mücadele ve varoluşuna karşı olduğunu iddia ettiği bir
ekseninde yanıt vermiştir. Çok kısa sürede ötekiye karşı konumlandırarak konsolide
binlerce polis, savcı ve bürokrat görevden etme amacını taşımıştır. Erdoğan, bu strateji
alınmış, yerlerine atamalar yapılmış, böylece doğrultusunda, kendi siyasal kaderiyle, siyasal
hem yolsuzluk soruşturmasının önü kesilmeye sisteme entegre ettiği muhafazakâr mütedeyyin
çalışılmış, hem de devletin parti tarafından kitlelerin kaderinin aynı olduğuna vurgu
kontrolü sağlanmaya çalışılmıştır. Sonuç yapmıştır. Bu şekilde, yolsuzluklar veya derin
olarak, AKP hem rejimden (otoriterlik) ve siyasal istikrarsızlık dolayısıyla kitlesinde
onun politikalarından (muhafazakârlık ve oluşabilecek çözülmeleri engellemeye
neoliberalizm) oluşan rahatsızlığa (Gezi), çalışmıştır.
hem de keyfiyet, yolsuzluk ve hukuksuzluk CHP ise öncelikle Türkiye’de seçmenlerin
6 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

çoğunluğunun muhafazakârlar ve sağcılardan CHP oran olarak yerinde saymış, AKP seçmen
oluştuğu varsayımıyla, oyunu maksimize sayısında 2 milyon küsur ve oy oranında yüzde
edebilmek için ikili bir strateji izlemeye 6,5 üzerinde bir düşüş yaşamıştır, MHP’nin
çalışmıştır. Birincisi, bazı büyükşehirlerde seçmen sayısındaysa 2 milyonun üzerinde, oy
muhafazakâr ve sağ adaylara yönelerek; ikinci oranında da yüzde 4,6 bir artış olmuştur.
olarak da 20 yıldır birçok büyükşehiri yöneten Yerel adayların seçim sonuçlarında
ve özellikle yoksul mahallelerde klientalistik fark yaratması ve meclis sonuçlarına da
bağlar kurmuş olan AKP yönetimine yansımasını göz önünde bulundursak bile
karşı yumuşak bir muhalefet yürüterek bu seçimlerle ilgili bazı genel belirlemelerde
bu seçmenlere bir yönetim değişikliğinde bulunabilir. Örneğin, tek tek il meclis
düzenlerinin bozulmayacağı hissiyatını sonuçlarını incelediğimizde, belediye başkan
vermeye çalışmak. Ancak, CHP’nin bu adaylarının etkisinin ötesinde AKP’nin hemen
ikinci tercihli sürdürülememiş, CHP siyasal hemen bütün illerde oy kaybettiği görülüyor
kutuplaşmada kurulu düzeni bozacak parti (Diyarbakır ve Mardin gibi birkaç il hariç
durumuna düşmüştür. her ilde). MHP tam tersine, hemen her ilde
oylarını yükseltmiştir. CHP ise az sayıda ilde oy
arttırmış, çok daha fazla ilde oy kaybetmiştir.
AKP’nin seçim stratejisi potansiyel seçmenini, onların Oy oranını korumasının sebebi büyük ihtimalle
aday etkisiyle İstanbul (yüzde 5,5), İzmir (yüzde
değerlerine ve varoluşuna karşı olduğunu iddia ettiği bir
2) gibi büyükşehirlerde oylarını arttırabilmiş
ötekiye karşı konumlandırarak konsolide etme amacını olmasıdır. MHP oy oranları bakımından
taşımıştır. Erdoğan, kendi siyasal kaderiyle, siyasal sisteme seçimin net galibidir ve sanılanın aksine sadece
entegre ettiği muhafazakâr mütedeyyin kitlelerin kaderinin AKP’den değil, birçok ilde CHP’den de oy
aynı olduğuna vurgu yapmıştır. Bu şekilde, yolsuzluklar veya almış olabilir. Ayrıca, Ankara sonucu hâlâ (3
Nisan) belli olmamakla beraber, AKP bu oy
derin siyasal istikrarsızlık dolayısıyla kitlesinde oluşabilecek
düşüşlerine rağmen, özellikle değişen yeni
çözülmeleri engellemeye çalışmıştır. büyükşehir yasası, ikinci partiyle arasındaki
makasın çok geniş olması ve görevdeki belediye
başkanlarının sayısı (incumbency effect)
MHP’ye gelince; çözüm sürecine sayesinde il belediyeleri bakımından büyük
muhalefetine ek olarak, CHP gibi hem kayıplar yaşamamıştır.
yolsuzluk hem de hukuksuzluk karşıtı politika Seçim sonuçlarıyla ilgili belki de en önemli
izlemiş, ancak CHP’ye göre hem Gezi’de hem soru, siyasal krizin ve yolsuzluk iddialarının
de 17 Aralık sürecinde kutuplaşmanın dışında ortasında bile AKP’nin oyunun neden bu
kalmayı başarmıştır. Bu politikayı bilinçli bir kadar az düştüğü veya CHP’nin oyunun
şekilde benimsediği ve böylece AKP’den kopan artmadığıdır. Bu soruya yanıt vermek için
sağ seçmenler için kendisini bir seçenek olarak seçmen davranışını belirleyen uzun dönemli
sunmaya çalışması kuvvetle muhtemeldir. etkenlere bakmak gerekir: Türkiye’de
Ülkenin dördüncü büyük partisi BDP-HDP ise muhafazakâr ve/veya sağ seçmenin sayısı
seçim öncesinde kendini konumlandırmakta bunun karşısındaki seçmene göre çok daha
zorlanmıştır. Gezi, 17 Aralık gibi derin krizlerde fazladır.3 Oy verme örüntülerine bakarsak, sağ
BDP-HDP’nin AKP’ye muhalefet ederken partilerin oy oranı 1965 seçimlerinden beri
tereddütlü davranmasının çeşitli sebepleri hiçbir zaman yüzde 60’ın altına pek inmemiştir,
olabilir: 1. AKP ile yürüttüğü barış süreci; 2. 1995 seçimleri ve sonrasındaysa çoğunlukla
kendi seçmeninin temel kaygısının yolsuzluk, yüzde 70 ve üzerindedir. Ayrıca, şu anda bu
otoriterlik değil, sürekli bir sembolik ve fiziksel kesimin en önemli partisi olan AKP, etrafındaki
şiddete maruz kalmak olduğunu düşünmesi; 3. bütün öndegelen siyasal eliti bünyesine
muhafazakâr Kürt seçmenlere açılma isteğiyle katmış (Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu
AKP’ye olumlu bakan seçmenleri kendisinden gibi) ve milliyetçi-muhafazakâr MHP dışında
uzaklaştırmak istememesi. aynı tabana oynayan kuvvetli bir sağ parti
kalmamıştır. Üstelik, AKP otoriter yolla da
Seçimin sonuçları olsa, geniş mütedeyyin muhafazakâr kitleleri
siyasete dahil etmiş, onlara tanınırlık ve
Ülke genelinde henüz kesinleşmemiş yaklaşık saygınlık vermiştir; bu önemli bir ideolojik
sonuçlar şöyle oluşmuştur: AKP yüzde 43,3, bağdır.4 Daha kısa dönemli seçmen davranışını
CHP yüzde 25,6, MHP yüzde 17,6, BDP- etkileyen ekonomik faktörler bakımından
HDP yüzde 6,6.2 2011 genel seçimleriyle da AKP açısından büyük bir sorun yoktur,
karşılaştırırsak, BDP-HDP oylarında sınırlı ekonomik krizin ortasında girdiği 2009
da olsa bir artış yaşamış (yüzde 1’in altında), seçimlerinden beri (ki AKP oyları yüzde 38’e
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 7

AKP taraftarları Başbakanı


kefenleriyle karşılıyor.

© NarPhotos / Tolga Sezgin


kadar düşmüştür bu seçimde) Türkiye önce çok girmiştir. Bu koşullarda seçimler demokrasinin
yüksek, 2012’den beri de düşük de olsa pozitif bir aracı olmaktan çıkıp otoriter yönetimin ve
büyüme oranlarını yakalamıştır.5 Öyleyse, AKP keyfiyetin bir aracı haline gelmiştir. Oylardaki
eğer sadece siyasal kriz, kötü yönetim gibi düşüş veya yükselişin sebebi, seçmenlerin
nedenlerden yüzde 6,5 oy kaybettiyse, bu oran oy verme motivasyonları ne olursa olsun,
bu konumdaki bir parti için önemli bir kayıptır. seçimlerin bütün bunlardan bağımsız, bir de
AKP’nin bu önemli düşüşünün “AKP’nin siyaseten anlamı vardır. O da, seçmenler bunun
zaferi” algısını değiştirememesinin en önemli için oy vermemiş bile olsa, keyfiyetin ve otoriter
sebeplerinden biri Türkiye’nin hakim partili çerçevenin onaylanması olmuştur. Türkiye’de
çok-partili sistemidir. Özellikle birinci ve ikinci değişen, seçmen davranışı değil gücü elinde
parti arasıdaki oy makasının çok geniş olması bulunduran siyasal elitin davranışıdır. AKP’nin,
(2007’de yüzde 26, 2011’de yüzde 24, bugün ideolojik bağı yoluyla, kitlesinin en azından bir
yüzde 17 gibi) AKP’deki ciddi oy düşüşlerinin kısmını kendi suretinde imal etme kabiliyeti
bile merkezdeki aktörün değişebileceği önceki muhafazakâr yönetimlerden fazladır.
umudunu muhalefete vermemektedir. Seçim sonuçları bu yönetim biçiminin bir süre
CHP’nin oylarını arttıramaması da benzer daha devam edeceği anlamına gelmektedir.
sebeplerin tersine işlemesiyle açıklanabilir. Yine de, alttan hareketlere ek olarak,
Ayrıca, sağdan aday göstermek o adayı cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde tümgüçlü
gösterdiği başkanlık seçimlerinde partiyi rejimin içinde çatlaklar, güçlüler arası çatışma
rekabete soksa da ne genelde ve hatta ne de ihtimali vardır, bu da bugünkünden daha
o ilin belediye meclis seçimlerinde partinin dengeli bir sisteme geçiş için küçük bir adım
oyunu yukarı çekmiştir (İstanbul hariç). olabilir.
Örneğin, Mansur Yavaş Ankara’da yüzde 44
almışken, CHP’nin oyu yüzde 32’de kalmıştır
(2011’den 1 puan fazla). MHP’ninse şu
koşullarda AKP ile arasındaki oy geçişliliğinin
avantajından yararlandığı gözükmektedir. 1 Schendler, Andreas. 2006. The Logic of Electoral
Authoritarianism. Schendler der. Electoral
Authoritarainism içinde. Boulder, CO: Lynne Reiner,
1-23. Türkiye örneği için: Sözen, Yunus. 2008. Private
Seçim sonuçlarının siyasal anlamı View, “Turkey between Tutelary Democracy and
Electoral Authoritarianism”, Sonbahar, sayı:13, s.
78-84.
Tümgüçlülük önce, yönetici partinin kendi 2 http://www.hurriyet.com.tr/yerel-secim-2014/
3 Ali ve E. Kalaycıoğlu, 2009. The Rising Tide of
ideolojisi doğrultusunda dışlayıcı sosyal
Conservatism in Turkey. New York, Pelgrave.
politikalara yol açmış, daha sonra kendi 4 Sözen, Yunus. 2011. Yeniyol, “AKP ve bir
dışından (Gezi) ve içinden (17 Aralık) gelen otoriterleşme ideolojisi olarak neo-muhafazakâr
popülizm”, Ağustos, sayı: 43, 7-23
başkaldırıyla keyfî bir yönetim biçimine
5 Bu konuda, Çarkoğlu, Ali. 2014. Turkey Goes to the
savrulmasına neden olmuştur ve Türkiye Ballot Box. Brookings, s.1-8.
neoliberal, muhafazakâr politikaları denetimsiz
uygulayan bu yönetimin altında seçimlere
8 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

TÜRKİYE’DE SERMAYE VE SERMAYEDARLAR


Gülen cemaati: Devlet niyet, sermaye kısmet

Ayşe Çavdar

Türkiye’nin gelmiş geçmiş en güçlü siyasî partisine gayrıresmî olarak faaliyete geçen KMD’nin ilk
kafa tutuyor bir cemaat. Bu ürkütücü özgüvenin resmî şubesi 1956’da İstanbul’da kuruldu. An-
cak ömrü uzun olmadı, dernek 1960 darbesinin
elle tutulur bir kaynağı olmalı. Tarihten mi geliyor ardından kapatıldı. 1963’te, başına Türkiye ismi
bu güç, yani köklü bir geleneği mi var cemaatin? eklenerek ikinci kez kurulan TKMD, CIA des-
Pek sayılmaz! 1970’lerde şekillenmeye başlamış tekli kontrgerilla operasyonlarıyla anılacaktı.
bir hareketten söz ediyoruz en nihayetinde. Peki ya TKMD üyelerinin bir bölümü dernek kapatıl-
dıktan sonra Milliyetçi Hareket Partisi ve İlim
ekonomi? Eh işte, ama her işin devlete bağlı olduğu Yayma Cemiyeti’nin kuruluşunda görev aldılar.
bir ülkede ekonomiden gelen enerji ancak devlet izin Gülen’in biyografilerinde hayatının bu dö-
verdiği ölçüde işe dönüşür. neminde TKMD’nin kurucularından olmasının
yanı sıra Halkevleri toplantılarına da gittiği bil-
gisine yer verilmesi muhtemelen örgütün tarih-
Dolayısıyla, bu noktada olağanüstü bir güç te bıraktığı tatsız izi dengeleme amacı taşıyor.
biriktiğini söylemek çok zor. Uluslararası bağ- Gülen’in hayatının takip eden dönemi Trak-
lantılar mı? FBI’ın soruşturduğu, Almanya’nın ya ve Ege camilerinde vaizlik yaparak geçiyor;
“şüpheli” diye nitelediği, Rusya, Özbekistan, Edirne, Kırklareli ve İzmir başlıca durakları.
İran, Azerbaycan ve Türkmenistan’da okulları
yasaklanan, Nijerya, Sudan, Somali gibi üçüncü
dünyanın din temelli çatışmalarında istikbal Devletle devletlû macera
arayan bir cemaat söz konusu. Bu türden bir
uluslararası güç yüzde 50’lik oy oranıyla hü- İlerleyen zamanda Gülen’in adı, hakkında ya-
kümet eden bir siyasî partiye meydan okuya- kalama kararlarının çıktığı, davaların açıldığı
maz. Başbakan Erdoğan aksini iddia etse de ve beraat ettiği iki siyasî vakayla duyuldu. İlki
Haşhaşîler gibi ölümle imanı aynı kefede gören 12 Mart döneminde. 5 Mayıs 1971’de TCK’nın
bir mü’minler ordusu da değil Gülen’in takipçi- ünlü 163’üncü maddesine binaen, yani “devleti
leri… Peki, nedir mevzu? dinîleştirmeye girişmek” şeklinde özetleyebile-
ceğimiz suçtan dolayı tutuklandı. Tutukluluğu
Ayşe Çavdar yedi ay sürdü ve 1974’te beraat etti. Bu arada,
Lisans öğrenimini Ankara Tanıdık bir çıkış noktası: Edremit, Manisa ve Bornova’da vaizlik yapmayı
Üniversitesi İletişim Fakül-
tesi Gazetecilik Bölümü’nde, Komünizm ve evrim karşıtlığı sürdürdü. Gülen’in yıldızının bu tutukluluk ve
yüksek lisansını Boğaziçi Üni- beraat vakasından sonra parladığı söylenebilir.
versitesi Tarih Bölümü’nde Gülen’in siyasî hayatının başladığı yer, dönemin 1975-76 yıllarında, Gülen Anadolu’yu dolaşarak
yaptı. 1992 yılından itibaren
Yeni Şafak, Ülke, Yeni
koşulları göz önünde bulundurulduğunda hayli komünizm ve Darwinizm karşıtı vaazlar verdi.
Yüzyıl, Nokta, Atlas, Aktüel manidar. 1963’te İskenderun’da tamamladığı Aynı içerikle 1979’da Sızıntı dergisi yayınlanma-
gibi yayınlarda muhabir ve askerlik hizmetinin ardından Erzurum’a dönen ya başladı.
editör olarak çalıştı. Kadir
Has Üniversitesi’nde ders Gülen, burada Türkiye Komünizmle Mücadele Gülen’in devletle arası bir kez de 1980 darbe-
verdi. 2008’den beri Bir+Bir Derneği’nin (TKMD) kuruluşunda görev alıyor. si esnasında bozuldu. Darbe sonrasında aranır-
ve Express dergilerinde Komünizmle Mücadele Derneği (KMD) So- ken saklandı. Hakkındaki yakalama emri birkaç
yazıyor. Doktorasını Viadrina
Üniversitesi’nde kültürel ğuk Savaş döneminde Türkiye için geliştirilen yıl sonra Turgut Özal sayesinde kaldırılacaktı.
antropoloji dalında yapıyor. önemli projelerden biri. 1950’de Zonguldak’ta Cemaat ve Özal arasında bilgi akışı sağlayan
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 9

Mehmet Keçeciler Hayy Kitap’tan yayınlanan


nehir söyleşide öyküyü şöyle anlatıyor:
“Darbe öncesinde Fethullah Gülen kayıplara
karıştı. 1983 seçimlerinin ardından iktidara
geldik. ANAP Teşkilat Başkanı’yım o dönemde.
Fethullah Hoca arananlar arasında. Burdur Vali-
si İsmail Günindi -rahmetli oldu şimdi- benim
memurluk arkadaşım ve Konya Ereğlili… Bir
gün İsmail Günindi teşekkür etmek için ANAP
Genel Merkezi’ne geldi. O sırada da odamda
Alaattin Kaya ile Mevlüt Saygın var. Alaattin
Bey Zaman Gazetesi’nin imtiyaz sahibi, Mevlüt
Bey de Fethullah Hoca’nın eğitim kurumlarının

© Kaynak / analizmerkezi.com
idarecisiydi. Konuklarımı tanıştırdım. İsmail
söze girdi ve ‘Ya Fethullah Gülen Hoca boşuna
kaçıyor. Bizim adliye (Burdur) arıyor kendisini,
aslında ifadesini alıp bırakacaklar. Cemaati
Fethullah Gülen’i kaçırmakla eziyet ediyor
kendisine’ dedi. Tabii, Alaattin Bey’le Mevlüt
Bey birden kulak kabarttılar. Neyse İsmail
Fethullah Gülen siyasete
bunları söyledi ve izin istedi, kendisini yolcu okunmaya devam ediyor. Ancak, hemen her
Erzurum'da, kurucularından
ettik. …Birkaç gün sonra tekrar Mevlüt Bey ve konuda aralarında fikir ayrılığı olan Nur cema- biri olduğu Komünizmle
Alaattin Bey yanıma gelerek ‘Hoca Efendi’ye atlerinin üzerinde anlaştığı tek nokta varsa, o da Mücadele Derneği'nde başladı.
Kontrgerilla operasyonlarıyla
durumu anlattık. Kendileri ‘Turgut Özal garanti Gülen’in Said Nursi’nin siyasî ve dinî felsefesini
birlikte anılan bu dernek
verirse teslim olurum, gider ifade veririm’ diyor. temsil etmekten uzak olduğu. birkaç yıl sonra MHP'nin
Sayın Başbakan’la görüşmek istiyoruz’ dediler. Gülen henüz yakalama emriyle aranırken, kuruluşunda da önemli bir rol
oynayacaktı.
Taleplerini Turgut Bey’e ilettim. Tabii içten 1981’de, devlet memurluğundan istifa etti. Der-
içe kaygılıyım. Kaygımı gidermek için İsmail’i gi yazıları yazarak ve gayrıresmî vaazlar vererek
(Burdur Valisi) aradım ve ‘Sen git iyice savcıya sürdürdü hayatını. Derken 1989’da, Üsküdar’da-
sor. Fethullah Hoca teslim olur ve içeri alınırsa ki Valide Sultan Camii’nde gönüllü vaizlik yaptı.
hoş olmaz. Çünkü araya biz giriyoruz’ dedim. Gülen külliyatının ilk kitapları da bu vaazların
İsmail, Burdur Savcısı ile konuşup beni aradı. yayınlanmasıyla vücut buldu. 1990’lara gelindi-
‘Sorun yok, tutuklamayacaklar, sadece ifadesini
alıp bırakacaklar’ dedi… Tutuklanmayacağı
iyice kesinleştikten sonra Mevlüt Bey ve Alaat- Gülen Hareketi sınıfsal ve kültürel ayrımları biliyor ve iyi
tin Bey’le Turgut Özal’ın yanına gittik. Özal da
değerlendiriyordu. Gülen Cemaati’nin amacı bir toplumsal
görüşmede onlara, ‘Mehmet’in söylediği benim
söylediğimdir’ dedi. Birkaç gün sonra da Fethul-
armoni yaratmak değildi; varolan sınıfsal ve kültürel
lah Hoca İzmir’de teslim oldu, ifadesini aldılar çatışmaları bir tür cemaat içi dinamiğe dönüştürüyor,
ve serbest kaldı.” sınıfsal geçişkenliği vaat ve motivasyon kaynağı olarak
Bu anekdottan da Gülen’in devletle yüksek sunuyordu.
iltimas ve imtiyaz derecesinde temas etme
alışkanlığı olduğunu anlıyoruz. Ne var ki, bu
nüfuzun kaynağını anlayabilmek o kadar da ğinde, siyasetin sıkça referans gösterilen sima-
kolay değil. Zira her ne kadar Gülen Türkiye’de larından biriydi. Okullarından, öğrencilerinden,
İslamcılık tarihi açısından önemli yeri olan dershanelerinden, hatta orduya ve polise kadro
Said Nursi’nin mirasını taşıyor gibi görünse yetiştirme girişimlerinden, şirketlerinden söz
de ne lafzı ve kelamı ne de siyasî pratikleriyle ediliyordu. 1994’te kurdurup onursal başkanı
Nursi’yi temsil ediyor. Nur Cemaati’nin Oku- olarak anıldığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı,
yucular koluyla bir dönem muhabbeti olsa da Gülen Cemaati’nin başat kurumsal aracı olarak
Gülen 1982 Anayasası’na “hayır” diyen Yeni işlev gördü. Vakıf 28 Şubat sonrası düzenlediği
Asır çevresi ve “evet” diyen Şuracılar arasındaki Abant Toplantılarıyla siyasî hayatın önemli bir
bölünme sonrasında kendi yolunu çizdi. Bu mecrası oldu. Toplantıların amacı Türkiye’deki
yol Said Nursi’nin birbirleriyle rekabet ve ciddi siyasî elitleri çeşitli meselelerde asgarî müşte-
ayrılık içinde olan takipçileri tarafından sürekli rekte buluşturmaktı. Aslına bakarsanız, AKP
eleştirildi. Eleştirinin kaynağında ise daima bu asgarî müştereklerden mütevellit bir siyasî
Gülen’in devletle ve ticaretle muhabbeti yer proje olarak şekillendi. Gülen Cemaati’nin bü-
aldı. Gülen’in öğrenci evlerinde, okullarında ve rokratik desteğine, Tayyip Erdoğan ve ekibinin
sohbet meclislerinde Said Nursi Külliyatı halen siyasî popülaritesi eklenecekti. Liberal aydınlar
10 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

bu ittifaka demokrasi referansıyla ürettikleri bir tanıyor. Millî Görüş’ün dönüşmüş temsilcisi
meşruiyet söylemiyle destek verdiler. 1990’ları AKP ile Cemaat arasındaki rekabet bu açıdan
siyasal çalkantılar, faili meçhuller, türlü çeşit bakıldığında hiç de şaşırtıcı değil.
yolsuzluklarla geçiren Türkiye çaresizdi. Tek al- Gülen Cemaati’nin 1990’larda ortaya koydu-
ternatifi Cem Uzan’ın Genç Partisi olan AKP’nin ğu yükseliş grafiğinin önemli dinamiklerinden
merkez sağın yeni adresi olması neredeyse biri de geniş anlamda siyasî yelpazedeki boşluk-
kaçınılmazdı. larda şekillendi. Gülen Hareketi sınıfsal ve kül-
türel ayrımları biliyor ve iyi değerlendiriyordu.
O yıllarda, bir üniversite öğrencisi olarak ODTÜ
Cemaat’in yükseliş dinamikleri sohbet grubuna katılmakla, Gazi Üniversitesi
sohbet grubuna katılmak arasında neden ciddi
Gülen Cemaati bunca büyümesini ve önem bir hiyerarşi farkı olduğunu anlamam hayli zor
kazanmasını dindarlığın, siyasetin ve devletin olmuştu. Daha da şaşırtıcı olan, sohbet içerikle-
dönüşüm süreçlerinde şekillenen çeşitli dina- rinin bu hiyerarşi doğrultusunda değişmesiydi.
miklere borçlu. İlkinden başlayalım: Gazi Üniversitesi’nde milliyetçi, ODTÜ’de ev-
Gülen Cemaati, benzer şekilde ortaya çı- renselci olmak mümkündü. Gülen Cemaati’nin
kan Süleymancılar ve siyasî bir proje olarak amacı bir toplumsal armoni yaratmak değildi;
ortaya çıkıp cemaatleşen Millî Görüş hareketi varolan sınıfsal ve kültürel çatışmaları bir tür
tarikatların aksine tarihsel bir geleneğe bağlı cemaat içi dinamiğe dönüştürüyor, sınıfsal
değiller. Her ne kadar Gülen felsefî köklerini geçişkenliği vaat ve motivasyon kaynağı olarak
Said Nursi’ye dayandırsa ve hatta kimi dindar- sunuyordu. Dersinizi çalışırsanız, bir üst sınıfa
geçebiliyordunuz. Çalışmazsanız, cemaate
bir şekilde dahil olarak edindiğiniz avantajları
Cemaat üyeleri dövizzede olduklarında borçlarını kaybetme ya da hayatınız boyunca olduğunuz
kolayca kapatabildiler dayanışma sayesinde. Araba, ev yerde sayma ihtimaliniz vardı. Böyle anlatınca
alırken ve iş kurarken birbirlerine yardımcı oluyorlardı. büyük bir holding yönetiminden, ödüllerin ve
cezaların performansın yanı sıra ailede edinilen
Ayrıca, iş adamlarından kurulu çok geniş bir ağ, piyasa
sosyal sermaye üzerinden paylaştırıldığı bir çı-
mekanizmasının sürekliliği için en çok gereken şeyi, güven kar ortaklığından söz ediliyor hissi veriyor öykü.
ortamını sağlıyordu. Birbirlerine güven duydukları için uzun Ve nihayet üçüncü dinamik, devletin boş
vadeli iş anlaşmalarına girebiliyorlardı. Yerel ticaret ve bıraktığı alanda şekillendi. Cemaat üyeleri
sanayi odalarında bu iş ağları siyasî güce dönüştü zamanla. dövizzede olduklarında borçlarını kolayca
kapatabildiler dayanışma sayesinde. Araba,
ev alırken ve iş kurarken birbirlerine yardımcı
oluyorlardı. Ayrıca, iş adamlarından kurulu çok
lar Gülen Cemaati’nin Kadiriliğin modern bir geniş bir ağ, piyasa mekanizmasının sürekliliği
kolu olduğunu iddia etseler de, Gülen siyaseten için en çok gereken şeyi, güven ortamını sağlı-
ve felsefî olarak bu kaynaklardan beslenmeyi yordu. Birbirlerine güven duydukları için uzun
çoktan bıraktı. Süleymancılığın yeterince fay- vadeli iş anlaşmalarına girebiliyorlardı. Yerel
dalanamadığı bu köksüzlük Millî Görüş’ün ve ticaret ve sanayi odalarında bu iş ağları siyasî
Gülen Cemaati’nin en önemli avantajlarından. güce dönüştü zamanla. Aynı durum okullar ve
Her ikisi de siyasî ve ekonomik pratiklerinin öğrenci evleri için de geçerliydi. Gencecik bir
sorgulanmasına neden olacak geleneksel ilke üniversite öğrencisi olarak Cemaat evine girip
ve pratiklerden bağımsız bir dindarlık öğretisini imtihanları yüz akıyla atlattıktan sonra, nerede
bu sayede geliştirebiliyor. Uzun yıllar boyunca çalışacağınızı, hatta eşinizi nasıl seçeceğinizi ve
ekonomik alandan ve paylaşım ağlarından dış- çocuğunuzun adını ne koyacağınızı bile dü-
lanan Anadolulu dindarlara kapitalizmin gün- şünmenize gerek kalmıyordu. Cemaat devletin
cel koşullarında varolabilecekleri olanakları da sağlayamadığı sermaye güvencesiyle birlikte
yine bu sayede sunabiliyorlar. Geleneksel, köklü sosyal güvencenin de teminatıydı. Devlet gü-
cemaatlerin tevazuyu ve kanaati önerdikleri, venilmezleştikçe cemaatler daha güvenilir ol-
otonomilerini devletten mümkün olduğunca maya başladı. Ancak, bu durum da son yıllarda
uzak durarak korumaya çalıştıkları bir dünyada ciddi anlamda değişti. Artık esnekliğini yitiren
köksüzlük Gülen Cemaati’ne ve Millî Görüş Gülen Cemaati –ve elbette diğerleri de– kendi-
hareketine “Allah rızası” –hizmet– için hırsı ve lerini dışarıya kapatmaya, inanma biçimlerini
örgütlenmeyi, imanın gücünü göstermek için ve cemaatin “tarihsel” kazanımlarını mevcut
gösterişi ve tüketimi, nihayet var kalma sava- daire içinde paylaşmaya başladılar. Cemaatler
şında düşmanın silahlarıyla silahlanmayı caiz daha fazla insana güvence sağlamak suretiyle
kılıyor, bir başka deyişle araçla mesaj, yöntemle genişleyerek değil, birlikte üretilen refahtan var
tebliğ arasındaki ilişkiyi ihmal etme serbestisi olan üyelere daha fazla pay vermeye, dolayısıyla
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 11

cemaatin ürettiği sosyal ve ekonomik ilişkileri nedenle hem dar hem d e alabildiğine riskli bir
bir tür “soyluluk” ve “ayrıcalık” alanı olarak görünüm arz ediyor. TUSKON ihracat alanın-
konumlamaya başladılar. da MÜSİAD’ın 2.5 katı kadar önde götürdüğü
yarışta ciddi bir mesafe kaydetmiş olsa da, AKP-
Cemaat kavgası sonrasında bu durumun değiş-
Sermayenin dönüşümü, mesi muhtemel görünüyor.
rekabetin alanı
ISO 500 MÜSİAD TUSKON
Gülenci olarak anılan sermaye, geleneksel
Şirket sayısı 500 31 45
İslam’dan ve köklü İslamî geleneklerden özgür-
Üretimden
leşmesi sayesinde büyüyüp serpildi. Başlangıçta satışlar 210.6 7.6 12.4
MÜSİAD içinde örgütlenen, ancak iş yapma (milyar TL)
biçimleriyle MÜSİAD sermayedarlarından ve Toplamdaki 100 3.6 5.9
KOBİ’lerinden farklılaşan Gülen’e bağlı işa- payı (%)
damları 2005’te TUSKON’u kurdular. Aslında, İhracat (mil- 46.224 1.004 2.522
Cemaat’le AKP arasında ittifak kurulduğu anda yon dolar)
başlayan rekabetin önemli bir işaretiydi bu Toplamdaki 100 2.1 5.5
payı (%)
ayrışma. Bürokraside genişleyen Cemaat yerel-
de, daha önemlisi dış ticarette, kendi üyelerine Kâr (milyon 15.555 671 986
TL)
öncelik tanıyordu. MÜSİAD 2007 sonrasında
Toplamdaki
AKP’ye “Benim desteğim boşuna mı, neden 100 4.3 6.3
payı (%)
Cemaat daha fazla kayırılıyor?” şeklinde gergin
Çalışan sayısı 516.305 19.981 33.469
mesajlar vermeye başladı. Bu rekabetin ayrıntı-
Toplamdaki
larını görmek için AKP döneminde kurulan kal- 1000 3.8 6.5
payı (%)
kınma ve yatırım ajansları aracılığıyla kime, ne
kadar kaynak dağıtıldığını; kaynak kullandırılan
şirketlerin siyasî bağlantılarını araştırmak gerek.
Bununla birlikte, AKP’deki Cemaat karşıtlığının Kavganın vitrini siyaset
MÜSİAD’ın gücü oranında görünürleştiği gözle-
mini de eklemekte yarar var. MÜSİAD-TUSKON Gelelim bu rekabetin siyaset sahnesine nasıl
rekabetinin en görünür olduğu İstanbul Tica- yansıdığı meselesine. Gülen 28 Şubat süreci
ret Odası 2012 seçimlerinden, MÜSİAD’ın ve sonrasında, işlerin Cemaat ve kendisi için bir
AKP’nin kurucu üyelerinden İbrahim Çağlar’ın, anda düzelmeyeceği düşüncesiyle ABD’ye gitti
TUSKON’un adayı ve Türkiye-Çin İşadamları ve oraya yerleşti. 2000’de hakkında Türkiye
Derneği Başkanı Murat Sungurlu’yu geride Cumhuriyeti’ni devirmek amacıyla yasadışı
bırakarak zaferle çıkması bu açıdan önemli bir terör örgütü kurmaktan açılan dava önce as-
gösterge. kıya alındı, sonra 2006’da Terörle Mücadele
Öte yandan, MÜSİAD ve TUSKON’un Kanunu’nda yapılan değişiklikle yeniden görü-
Türkiye’nin en büyük şirketleri arasındaki üye lüp beraatle sonuçlandı.
sayıları hem bu rekabetin ne kadar dar alanda Gülen’le AKP arasındaki gerginliğin ilk belir-
yaşandığını, hem de sermaye oluşumu süre- tileri ise 2007’de görülmeye başladı. Çatışmanın
cinin arzu edilen, siyasetten bağımsız kendi nedeni 2002’de yapılan ittifakın nedeniyle ay-
yaşam koşullarını sürdürebilecek düzeye ulaş- nıydı: Erdoğan ve çevresinin siyasal popülarite-
madığını gösteriyor. sine bir diyecek yoktu, ancak, ellerinde 28 Şubat
İstanbul Sanayi Odası’nın 2010 rakamlarına çemberinden geçmiş bürokrasiyi “adam ede-
göre, odaya üye en büyük 500 şirket içinde MÜ- cek” bir kadro da bulunmuyordu. İlk pazarlığa
SİAD ve TUSKON üyelerinin toplamı yüzü bile göre, Gülen Cemaati, okullarından mezun edip
bulmuyor. Bu iki rakip kuruluşun istihdamdaki dünyanın her yerinde eğittiği kadrolarla bu des-
payı sadece yüzde on civarında. Toplam kârdaki teği verecek, daha doğrusu AKP hükümetinden
payları da yine yaklaşık yüzde on seviyesinde. bu imtiyazı alacaktı. Böyle de oldu. Hükümet
MÜSİAD’ın söz konusu listedeki üye sayısının başkanı sıfatıyla Erdoğan’ın sık sık övünerek
1990’da yalnızca 8 olduğu düşünülürse, bir tekrarladığı “bürokrasiyi ortadan kaldırdık”
gelişme kaydedildiği su götürmez. Aşağıdaki cümlesi aslında bürokraside yaşanan bu kan
tabloya bakarak İslamî sermayenin İSO 500 değişimine işaret ediyordu. Bürokrasi partinin
içinde sayısal hakimiyete sahip olmadığı, AKP hizmetine girmişti. Parti ile kamu, meşhur yüz-
vasıtasıyla edindiği siyasî ve bürokratik avantaj de 50’lik oy oranı nedeniyle bir ve aynı sayılıyor-
dolayısıyla sayısal azlığının yarattığı dezavan- du bu denklemde.
tajları bertaraf ettiği söylenebilir. TUSKON ile Tayyip Erdoğan ve ekibi ile Gülen Cemaati
MÜSİAD arasındaki rekabetin alanı işte bu arasında ittifakın başından itibaren çeşitli ger-
12 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

© Kaynak / Tuskon

ginlikler yaşandığını tahmin etmek zor değil. Sadrettin Sarıkaya’nın MİT Müsteşarı Hakan
Ancak, kamuoyuna malum olan ilk vaka Mavi Fidan’ı ifade vermeye çağırmasıyla patlak ver-
Marmara kriziydi. Gazze’ye “yardım götürmek” di. Başbakan Erdoğan net bir tavırla Fidan’ın
isteyen Mavi Marmara gemisi ve inisiyatif sahibi ifade vermeye gitmeyeceğini söyledi. Hemen
İHH Erdoğan tarafından desteklenirken Gülen ardından yasal bir düzenlemeyle Fidan ve ekibi
bu yolculuk için İsrail’den izin alınması gerekti- bir çeşit dokunulmazlık zırhıyla koruma altına
ğini söyledi. Dokuz Türkiye Cumhuriyeti vatan- alındı. Aslında, yargı ve polis kadrolarındaki
daşının ölümüyle son bulan bu girişim Gülen- Gülen desteğini kullanarak, Ergenekon, Bal-
AKP ilişkilerindeki ilk dönüm noktasıydı. yoz gibi davalar aracılığıyla siyaset üzerindeki
İkinci kriz kamuoyunu çok ilgilendirse de askerî vesayeti sona erdiren AKP için rüyanın
fazlaca dillendirilmeksizin üstü kapatıldı, çünkü kâbusa döndüğü andı bu adım. Çünkü Erdo-
her iki tarafa da zarar verebilir nitelikteydi. Kri- ğan, kendisine destek olması için bürokrasiye
zin önemi ÖSYM etrafında yaşanıyor, dolayısıy- ektiği Gülen tohumlarının herhangi bir çıkar
la milyonlarca kişiyi ilgilendiriyor olmasından çatışmasında fena halde köstek olabileceğini ilk
MÜSİAD üyelerinin ölçek ve kaynaklanıyordu. Üniversiteye ve memuriyetle- kez net olarak anladı.
coğrafi dağılım anlamındaki
re girişte kilit önemdeki ÖSYM etrafındaki şai- Nihayet yaklaşık bir yıl sonra, dershane
darlığına karşılık, TUSKON
emperyal bir vizyona sahip. benin fazla büyümemesine hem hükümet hem krizi patlak verdiğinde artık işler çığırından
TUSKON şirketleri dünyanın de Cemaat büyük özen gösterdi. 2010’da KPSS çıkmıştı. Hükümet dershaneleri kaldırmak,
her yerinde küresel şirketlerle
sorularının çalındığı yolundaki iddialar üze- bunun yerine kolejlerin sayısını artırmak isti-
rekabet halinde. Küresel
rekabetin özellikle "üçüncü rine sınavın iptal edilmesi, işin içinde Gülenci yordu. Oysa dershaneler Cemaat’in temel top-
dünya"daki kimi taktiklerine dershanelerin olduğunun öne sürülmesi ve lumsallaşma alanlarıydı. Daha da önemlisi,
de uzak değiller. Söz
sonuçsuz kalsa da AKP’nin ÖSYM’yi doğrudan verdiği bürokratik destekle var ettiği AKP’nin,
gelimi, Afrika'da İslam ve
dindarlık üzerinden kurulan hükümete bağlama girişimiyle iddiaları doğru- kendisine ait bir alanı ortadan kaldırmak
ilişkiler, bu ülkelerdeki derin lar bir tavır takınması manidardı. Benzer iddi- üzere bu kadar açık bir hamleye girişmesi
çatışmalardan nemalanmayı
ve cemaatin emperyal
alar ÖSYM’nin yaptığı bütün sınavlarda ortaya Cemaat’i çileden çıkartmıştı. Dershanelerin
vizyonunu meşrulaştırmayı atılmaya başladı. Ancak mevzunun hassasiyeti kapatılmasını iki yıl erteleyen düzenleme,
sağlıyor. kadrolaşma rekabetinden doğan bu daimi kri- sonraki büyük krizi engelleyemedi.
zin su yüzüne çıkmasını engelledi. 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk operasyonları
Cemaat-AKP geriliminde üçüncü kırılma sonrasında yaşananlar Türkiye İslamcılığının iki
noktası Hakan Fidan kriziydi. Kriz 7 Şubat 2012 çağdaş-köksüz ekolü (Gülen ve AKP) arasında
tarihinde, KCK davasına bakan özel yetkili savcı bitmek bilmez bir düellonun safhaları. Bir taraf-
ta bürokrasi, yargı ve kolluk kuvvetleri içindeki
gücüyle Fethullah Gülen Cemaati ve sermayesi,
Cemaat devletin sağlayamadığı sermaye güvencesiyle
diğer yanda yasama ve yürütmedeki gücüyle
birlikte sosyal güvencenin de teminatıydı. Devlet AKP. Bütün bu olanların olumlu tarafı ise iki
güvenilmezleştikçe cemaatler daha güvenilir olmaya İslamcı grup arasındaki kavganın yolsuzluk,
başladı. Ancak, bu durum da son yıllarda ciddi anlamda nüfuz ticareti vb. dünyevî meseleler üzerinden
değişti. Artık esnekliğini yitiren Gülen Cemaati –ve yürümesi dolayısıyla Türkiye İslamcılığının
profanlaşma seviyesinin iyiden iyiye görünür-
elbette diğerleri de– kendilerini dışarıya kapatmaya,
leşmesi. Gülen ve AKP el birliğiyle, İslam’ın bir
inanma biçimlerini ve cemaatin “tarihsel” kazanımlarını din olarak taşıdığı tarihsel gücün İslamcılığa
mevcut daire içinde paylaşmaya başladılar. siyasî meşruiyet zemini olarak koşulduğu bir
çağı kapatmış oldular.
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 13

TÜRKİYE’DE SERMAYE VE SERMAYEDARLAR


Kamu-özel ortaklıkları: Yolsuzluğun faunası

Sermin Sarıca

Kamu-Özel Ortaklığı (KÖO), bir delini, bir özelleştirme modeli olarak değer-
yaklaşıma göre, hükümetler ve lendirmek mümkünse de, “özelleştirmeler,
kamusal mülkiyetteki üretim araçlarının (…)
AB gibi kurumlar tarafından özel sermayeye kısmen ya da bütünüyle dev-
“özelleştirme” kelimesine daha redilmesi şeklinde gerçekleşmekte ve bu an-
“yumuşak” bir alternatif olarak lamda özelleştirmelerin hem kamunun elin-
kullanılmaya başlamıştır. “Kamu- deki mülklerin miktarıyla hem de toplumsal
tepkilerle yani meşruiyetle belirlenen sınırları”
özel sektör ortaklığı” gibi ifadeler olduğundan, “KÖO modelinin yaygınlaşma-
daha fazla insanı ve işletmeyi sının nedenlerinden biri de geleneksel haliyle
tartışmaya katılmaya davet ediyor özelleştirmelerin ekonomik ve politik sınırla-
rına yaklaşılmasıdır”. KÖO da özel sermayeye
ve özel işletmelere kamu hizmeti
yeni bir kârlılık ve piyasa alanı açmaktadır,
sunumundan bir piyasa payı ancak “KÖO’nın farkı (…) kaynak transferi
edinme imkânı sunuyor.”1 işleminin daha tesisler ortada yokken sözleş-
meye bağlanması ve kamu ile özel arasındaki
ticarî ilişkinin tesislerin yapım aşamasından
başlayarak, işletilmesine ve nihayetinde ka-
muya devredilmesine kadar geçen son derece
uzun bir sürece yayılmasıdır. (…) Oysa klasik
Bu nedenle olsa gerek 2007’de, sağlıkta KÖO özelleştirme modelinde kamu ile özel sermaye
uygulamaları için yapılan hukukî düzenleme- arasındaki ticarî ilişki bir seferde gerçekleş-
ler sırasında özelleştirme iddialarını cevaplar- mektedir”.5
ken Sağlık Bakanı Recep Akdağ: “Yaptığımız Süreli bir ilişki olduğu ve bütünüyle serma-
iş özelleştirme değil. Vatandaşın daha kaliteli yeye devri söz konusu olmadığı için, yalnızca
sağlık hizmeti alabilmesi için özel sektörün bu kritere bakarak KÖO’nun özelleştirme ol-
gücünden yararlanmaktır”2 diyordu. Ancak, madığını söylemek, başta mülkiyet hakkının el
özel sektör bu konuda daha açık sözlü, ör- değiştirmesinin siyasî pozisyon alışlara fazla-
neğin YASED’in raporunda “KÖO gelecekte sıyla bağlı olduğu ülkelerde pek geçerli olma-
yapılacak kamu yatırımlarının bugünden yabilir. Özelleştirmeye mülkiyetin el değiştir-
özelleştirilmesidir”3 deniyor. mesi değil de daha geniş bir kapsamda bakar Sermin Sarıca
Kimilerine göre ise “KÖO projelerini ta- ve “iktisadî işleyişe sosyal ve iktisadî ihtiyaçlar Lisansını Boğaziçi Üniversi-
mamen özelleştirme mantığı içinde değerlen- kıstası yerine serbest piyasa mekanizmasının tesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi’nde, yüksek lisans
dirmek yanlış”, zira “özelleştirme sürecinde kıstaslarını farklı derecelerde de olsa hakim ve doktora eğitimini
devlet kısmen ya da tamamen kamu hizmeti kılacak her çeşit politika devlet hizmetlerinin İstanbul Üniversitesi İktisat
sunduğu alandan çekilip yerini özel sektöre özelleştirilmesi kapsamına girmektedir”6 der- Fakültesi Maliye Bölümü’nde
tamamladı. Halen İstanbul
bırakırken, KÖO projelerinde genellikle devlet sek, devlet hizmetlerinin finansmanı, üretimi, Üniversitesi’nde yardımcı
ve özel sektör aynı alanda yer almakta ve bu mülkiyet ve yönetimi, tekel ayrıcalığı benzeri doçent olarak görev yapan
alan içinde kamu ve özel sektörce üretilen hiz- çeşitli yönlerinin kısmen ya da tamamen özel- Sarıca, Radikal İktisat,
İktisadi ve Mali Doktrinlerin
metler üzerinden bir uygulama olmaktadır”.4 leştirilebileceğini kabul edebiliriz. Evrimi ve Devlet Teorileri
Yiğit Karahanoğulları’na göre, KÖO mo- Daha tarihsel bir yaklaşım, “üretim araçla- dersleri veriyor.
14 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

kaynak/www.zmo.org.tr kaynak/http://www.akparti.org.tr

rındaki gelişmeler, emek süreci örgütlenme-


sindeki yeni teknikler, emek gücünün nitelik
değiştirmesi, sermaye birikiminin derinleş-
mesi, piyasanın sermayenin gerçekleşme
(kârlılık) alanlarında yaratıcılığının zayıflama-
sı ve sınıf mücadelelerindeki yengi ve yenilgi-
ler, kamu hizmetleri alanı ile piyasa aktörleri
arasındaki ilişkilerde yeni eklenmeler veya bu
yeni eklenmelerin olanaklarını”7 yarattığını
öne sürer.
AB’nin Green Paper’da KÖO’nun tanımı
için çizdiği çerçeve oldukça geniştir. “KÖO
kavramı genel olarak, kamu otoriteleri ile iş
dünyası arasında bir hizmetin sunumu ya da
bir altyapının finansmanı, yapımı, yenilen-
mesi, işletilmesi ya da bakımını amaçlayan bir bir kamu otoritesi tarafından ödeme yapılır.
İmtiyazlar yalnızca son kullanıcılardan ödeme
alınıyorsa uygulanabilirken, PFI tipi KÖO her-
AB’nin KÖO’nun tanımı için çizdiği çerçeve oldukça hangi bir kamu hizmetinde uygulanabilir.
geniştir. “KÖO kavramı genel olarak, kamu otoriteleri Avrupa Komisyonu’nun “kurumsal KÖO”
ile iş dünyası arasında bir hizmetin sunumu ya da bir olarak adlandırdığı daha ileri bir KÖO mode-
linde, kamu hizmeti sunan ve kısmen kamusal
altyapının finansmanı, yapımı, yenilenmesi, işletilmesi
otoriteye ve kısmen özel bir firmaya ait olan
ya da bakımını amaçlayan bir işbirliği biçimine tekabül bir ortak teşebbüsün teşekkülü söz konusu-
eder”. Bu anlamda KÖO, özelleştirmenin özel ve yeni bir dur. Bu türden ortak teşebbüslerin belediyeyle
biçimi olarak adlandırabilir. de bir hizmet sunmak üzere sözleşmeleri
olabilir -örneğin, İtalya, Macaristan ve Çek
Cumhuriyeti gibi ülkelerde su hizmeti veren
işbirliği biçimine tekabül eder”.8 işletmeler kısmen belediyeye kısmen de özel
Bu anlamda KÖO, özelleştirmenin özel ve firmalara aittir.
yeni bir biçimi olarak adlandırabilir. Kamu Özetle KÖO, devlet-piyasa karşıtlığını ku-
borçlanmasındaki sınırlılıklarla başedebilme- ran araçsalcı bir bağlamdan ziyade, devletin
yi de kolaylaştırılan “yeni kamu işletmeciliği” fonksiyonlarının da değiştiği, şirketleştiği bir
anlayışıyla geliştirilen bir özelleştirme yöntemi tür ortaklık biçiminde kavranmalıdır.
olarak KÖO yeni bir hastane, okul, yol vb. inşa
etmek ve sonra yıllarca onu işletmek, yatırımı
telafi etmek ve tüm işletim boyunca ödemeler- Türkiye’de KÖO
den kâr elde etmek üzere “kullanmayı” içerir.
KÖO iki şekilde yürüyebilir. Birincisi, im- Türkiye’de KÖO’ya dönük hukukî düzenleme-
tiyaz anlaşmalarıdır ki, şirkete kullanıcı öde- ler Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’ndaki tek
melerinden ödeme yapılır -örneğin, su hiz- maddelik değişiklikle başladı: “Kiralama kar-
metlerinde ya da paralı yollarda. İkincisi, özel şılığı sağlık tesisi yaptırılması”. Temmuz 2006
finansman inisiyatifleri (PFI) anlaşmalarıdır. tarihli “Sağlık Tesislerinin, Kiralama Karşılığı
İngiltere’de sıkça başvurulan PFI’larda şirkete Yaptırılması ile Tesislerdeki Tıbbî Hizmet
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 15

Alanları Dışındaki Hizmet ve Alanların İşletil- yeterlilik ihale ilanına çıkmış toplam 20 adet
mesi Karşılığında Yenilenmesine Dair Yönet- sağlık projesiyle uygulama devam ediyor.9
melik” ile kamu sağlık tesislerinin kiralama Bu modelde gerekli finansmanı özel sektör
karşılığı yaptırılması ve tıbbî hizmet hariç hiz- konsorsiyumları sağlayacak, hastane binaları-
met ve alanların işletilmesi karşılığında yeni- nı ve tesisleri inşa edecek, bunları idarî açıdan
lenmesi mümkün hale geldi. Ardından, Sağlık yönetecektir. Devlet proje için gereken araziyi
Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında girişimciye bedelsiz temin edecek (Sağlık
kanun hükmünde kararnamede değişiklik ya- Hizmeti Temel Kanunu’nun Ek madde 7’nin
pılarak Haziran 2007’de, seçimlerden önceki 1. fıkrasına göre sözleşmeci kendi sahip oldu-
son TBMM oturumunda Kamu Özel Ortaklığı ğu taşınmaz üzerine de tesisleri yapabilmekte.
Daire Başkanlığı ve İnşaat Onarım adı altında Ancak, O. Karahanoğulları’nın da belirttiği
müstakil daire başkanlıkları kuruldu. 2011 gibi girişimcilerin Hazine’ye ait taşınmazların
seçimlerinden önceki son meclis oturumun- bedelsiz devrini tercih edecekleri açıktır)10,
da ise bir “torba kanun”la KÖO yöntemiyle tıbbî personeli istihdam edecek, çekirdek
yapılacak hastanelere taşınacak mevcut hasta- sağlık hizmetini sağlayacaktır. Tesislerin inşa
nelerin bina ve taşınmazlarının TOKİ’ye devri edilmesi ve alınan hizmetler karşılığında, dev-
mümkün kılındı. Aynı yılın Nisan ayında Kay- let özel girişime 25 yıl süreyle kira ödeyecektir.
seri entegre sağlık tesisi için ihaleye girişildi. Devletin hem kira ödediği hem de bu bi-
Bu modelle ilk elden 29 ilde şehir hastaneleri/ nalarda verilen hizmetlerin bir kısmını şirket-
sağlık kampüsleri kurulması hedeflendi. Şubat lerden satın aldığı bu modelde, özel firma üç
2013’te Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis yıl gibi kısa bir sürede yatırım bedelini tahsil
Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınma- etmekte, geri kalan 22 yıl boyunca ise, kira,
sı Hakkında Kanun Tasarısı TBMM Plan ve hizmet bedeli, teşvik, indirim, muafiyet ve
Bütçe Komisyonu’nda kabul edildi. Kamu- garanti adı altında pek çok gelir kalemi elde
Özel Ortaklığı Daire Başkanlığı’nın internet edebilmektedir.
sitesinden edinilen bilgilere göre, Aralık 2013 Bu yatırım ve hizmet üretim modeline
itibariyle, dördü yapım, dokuzu sözleşme aşa- Türkiye’de öncelikle sağlık hizmetlerinde
masında, üçü nihai teklif, biri teklif sürecinde, başvurulmakta, ancak ilerleyen yıllarda başta
biri ön yeterlik ihalesi yapılmış, ikisi de ön eğitim olmak üzere diğer kamu hizmetlerine
16 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

de genişletilmesi beklenmektedir. Zira özelleş- kampüslerinin yapılacağı illerdeki tüm ikinci


tirilmesi zor alanlarda kullanılabilirliği yüksek ve üçüncü basamak kamu sağlık kuruluşları,
ve bütçe yükünü zamana yayarak “hafifleten”, okullar kapatılarak kent merkezindeki rantı
borçlanma sınırlarını aşma esnekliği sunan yüksek mekânlar özelleştirmeye açık hale
bir modeldir. Nitekim Yüksek Öğrenim Kredi getiriliyor.
ve Yurtlar Kurumu Kanunu’na sekiz fıkra ek-
lenerek “yurt binası ve tesislerinin kiralama Yolsuzluk ve KÖO
karşılığı yaptırılması” düzenlenmiştir. 2011
Eylül’ünde yürürlüğe giren kanun hükmünde KÖO pek çok açıdan kamu maliyesinde ahlakî
kararnameyle KÖO ile kurulacak okulların da sorunlar yaratmaya uygun bir ortam yaratı-
önü açılmış, eğitim kampüsleri oluşturulması yor. Öncelikle, büyük projeler olduklarından
mümkün kılınmıştır. genellikle bir-iki teklif veren firma olmakta,
Özü itibariyle uzun süredir kullanılmakta bu da rekabeti zayıflatmaktadır. Oysa, reka-
olan yap-işlet-devret özelleştirme modeline bet özel firmaları davet etmenin en önemli
benzemekle birlikte, bu yöntemle şirketlerin avantajı olarak sunulmaktadır. Pek çok ülke-
daha fazla kazanacağı öngörülebilir. Kamu de temel rekabet kurallarını çiğnedikleri ve
temel hizmeti girişimcinin binasında sürdür- hatta açıktan yolsuzluğa bulaştıkları için bir
düğünden özel işletmeye kira ödemeye devam dizi KÖO iptal edilmiştir. Danimarka-Farum,
ediyor. Devlet hazine arazisini öncelikle 25-35 Fransa-Villemandeur, Almanya-Frankfurt,
yıl arası süreler için şirketlere ücretsiz tahsis Belçika-Flanders, son olarak Siemens’in kamu
ediyor. Şirketler inşa ettikleri hastanenin her ihalelerine girmesinin yasaklandığı Brezilya
alanını işletiyor. Şirketlere bu süre boyunca örneklerini verebiliriz.11
hem bina kirası hem de bu “kamu hizmetleri” KÖO’larda ciddi şeffaflık problemleri var-
karşılığında hizmet bedeli ödeniyor. Şirketler dır. Ticarî gizlilik kaygısıyla özel ortağın önem-
hastanenin etrafında yapacakları kreşten kan- li bilgileri kamudan saklaması problemin ana
tine kadar tüm ticarî alanları da işleterek gelir kaynağıdır. Şeffaflığın azalması nedeniyle
elde ediyor. Temel hizmetin idarenin üretimi- KÖO’larda hesap verilebilirlik ciddi şekilde
ne bırakılması, özel girişimciye kâr güvenceli ortadan kalkabilir. Denetleme maliyetlerinin
kamu hizmeti mekânı ve yan hizmetleri yara- yüksekliği ve kamu ortağının özel sektör orta-
tabilme imkânı sunuyor. Kamu hizmetinden ğını kontrol etmek için yeterli enstrüman ve
kaynağa sahip olmaması durumu güçleştir-
mektedir. Çoğu durumda proje, işin kalitesi
Pek çok ülkede temel rekabet kurallarını çiğnedikleri ve ve üretim maliyetleri konusunda özel sektör
hatta açıktan yolsuzluğa bulaştıkları için bir dizi KÖO ortağı sürece daha fazla hakimdir.12
Price özel kesimin verimlilik artışı sağlaya-
iptal edilmiştir. Danimarka-Farum, Fransa-Villemandeur,
cağı varsayımının (ispat edilmemiş bir varsa-
Almanya-Frankfurt, Belçika-Flanders, son olarak Siemens’in yımdır) tam rekabetçi piyasa ekonomisinde,
kamu ihalelerine girmesinin yasaklandığı Brezilya örneklerini iflasın da bir olasılık olarak gündemde olduğu
verebiliriz. KÖO pek çok açıdan kamu maliyesinde ahlakî koşullarda geçerli olabileceğini belirtmekte-
sorunlar yaratmaya uygun bir ortam yaratıyor. dir. KÖO modelinde ise sözleşmelere konu
olan projelerin çapı ve önemi çok büyüktür,
bu yüzden başarısızlığa uğramasına hükü-
metlerin izin vermesi neredeyse imkânsızdır.13
yararlanırken mekâna bağlanmak zorunda Özel ortağın, finansal açıdan kötüye gittiğinde
olan kullanıcı kitlesinin büyüklüğü ile temel hükümetin kendisini destekleyeceğini bilmesi
hizmetin üretilebilmesi için kullanılması etik açıdan tehlike yaratır. Çünkü özel sektör
gereken mal ve hizmetlerin genişliği ve vaz- ortağı, KÖO anlaşmasının maddeleri neyi
geçilmezliği özel girişimci için kâr güvencesi içerirse içersin gerçekte riski üstlenmeyebile-
ve müşteri garantisi oluyor. Yanı sıra, hizmet ceğini bilmektedir.14
ve mal alımları dahil olmak üzere KDV’den, Yolsuzluk sürecin her aşamasında müm-
damga vergisinden ve harçlardan muaf tutulu- kündür. Şirketin seçiminde, ihale sürecinin
yor. Yatırım yapmak için aldıkları uluslararası objektif olup olmamasından başlayarak her
kredilere tam Hazine garantisi sağlanıyor. aşama risk içerir. Karar vericilerin seçim kam-
Şirketleri hastaneleri orman alanına da yapa- panyasına katkıda bulunan şirketler, rüşvet
biliyor. Devlet hastanelerin yüzde 70 doluluk ödeyen ya da yakın bağların olduğu şirketlerin
oranıyla çalışacağını yani “müşteriyi” garanti seçilmesi gibi durumlar yaygındır. Yapılan işin
ediyor. kalitesinin denetlenmesi de benzeri riskler
Modelin özel sektöre getirileri bununla da içerir. Şirket yetersiz malzeme ve alet kulla-
bitmiyor: Şehir hastanelerinin ya da eğitim narak hizmetin düzeyini düşürebilir. Kalite
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 17

kontrol sürecinin objektifliği pek çok durumda


tartışma konusudur. Yetkililere ödeme yap- 1 G. A. Hodge, C. Greve (2007), “Public-Private
Partnerships: An International Performance Review”,
mak sözleşmenin dayattığı kalite standartla- Public Administration Review 67 (3) , p. 545–558.
rını tutturmak üzere yatırım yapmaktan daha 2 (2007), http://www.saglikaktuel.com/haber/saglikta-
ucuza gelebilir. kamu-ozel-ortakligi-1557.htm
3 YASED (2012), “Türkiye sağlık sektö-
Özel yatırımcının temel hedefi kâr elde rü raporu”, http://www.deloitte.com/
etmektir. Özel şirketler hükümetin onlara da- assets/Dcom-Turkey/Local%20Content/
Articles/YASED_T%C3%BCrkiye%20
yattığı maliyetleri düşürmenin yollarını arar.
Sa%C4%9Fl%C4%B1k%20
Örneğin, zaman firmalar için önemlidir. Dola- Sekt%C3%B6r%C3%BC%20Raporu.pdf
yısıyla, özel girişimciler (inşaat izni gibi) çeşitli 4 F. Yusufi-Yılmaz, D. Gültekin-Karakaş (2011)
“Sağlıkta Kamu Özel Ortaklığı’nın Yapısal/Konjonk-
yetkiler elde etmekte gecikmelerden kaçınmak
türel ve Türkiye’ye Özgü Nedenleri” Sağlık Alanında
isterlerken, resmî yetkililer benzeri kararları Kamu-Özel Ortaklığı Sempozyumu 6-7 Mayıs 2011,
aylarca erteleyebilir. Bu durumda, “işleri hız- Türk Tabipleri Birliği Yayınları, s. 36.
5 Y. Karahanoğulları (2012), “Kamu Özel Ortaklığı
landırmak” için rüşvet talep/arz edilebilir.
Modelinin Mali Değerlendirmesi”, Ankara Üniversite-
KÖO’lar yoluyla geliştirilen yatırım proje- si SBF Dergisi, Cilt 67, No. 2, s. 95-125.
lerinde bir diğer önemli faktör topraktır. Bir a.g.e., s. 98
6 T. Arın (2013), “Devletin Hizmetlerinin Özelleştiril-
kalkınma projesinde toprağı kullanma ma- mesi ve Türkiye’de Yasal Çerçeve”, Kriz, Devlet, İkti-
liyetlerini düşürmekle ilgili çeşitli yolsuzluk sat ve Sosyal Güvenlik Politikaları: Seçilmiş Yazılar
biçimleri olabilir. Örneğin, özel bir firmanın içinde, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 381.
7 O. Karahanoğulları,(2011), “Kamu Hizmetleri Piyasa
belli bir parseli yeniden değerlendirmeye İlişkisinde Dördüncü Tip: Eksik İmtiyaz (Kamu-Özel
dönük bir ilgisi olabilir, ancak toprağı satış Ortaklığı”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 66,
fiyatından almaya ya da altyapıyı geliştirmek No.3, s. 177-215.
8 AB, Green Paper, (2004) http://eurlex.europa.eu/
üzere yatırım yapmaya isteksiz olabilir. Bunun LexUriServ/site/en/com/2004/com2004_0327en01.
yerine yerel yetkililere rüşvet vererek toprağın pdf
satış fiyatını düşürmelerini ya da dönüştürül- 9 http://www.kamuozel.gov.tr/koo/?q=tr/ana-sayfa
10 O. Karahanoğulları, (2011), s. 187.
mesi hedeflenen bölgede altyapı geliştirmeye 11 http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/25936732.asp
karar vermelerini sağlayabilir. Yine, bir arazi- 12 B. Raganelli ve G. Fidone (2007), “Public Private
nin kullanımıyla ilgili kararlar (imar kanunu Partnerships and Public Works: Reducing Moral
Hazard in a Competitive Market”, http://ssrn.com/
gibi) yolsuzluğa konu olabilir. Toprağın tarım abstract=996375
için mi yoksa ikamet ya da ticarî bölge olarak 13 D. Price (2009), “Kamu-Özel Ortaklığının Faydası
Net Değil”, http://www.euractiv.com.tr/6/interview/
mı kullanılacağına yerel yetkililer karar vere-
kamu-zel-sektre-ortaklnn-faydas-net-deil-007038
bilirler. 14 FCvN Fourie ve P. Burger (2000), “An economic
Bunların dışında, özel yatırımcılar hükü- analysis and assessment of public-private partnerships
(PPPs)” South African Journal of Economics, 68(4),
metçe kendilerine vergi, harç ya da düzenle-
pp. 693-725, 722.
meler biçiminde yüklenen maliyetleri azalt- 15 V. Tanzi (1998), “Corruption around the world:
mak ister. Hükümet yatırım yapmaya istekli Causes, consequences, scope, and cures” IMF Staff
Paper, http://www.imf.org/external/pubs/ft/wp/
firmalara sübvansiyon, vergi indirimi ya da
wp9863.pdf
kira almama gibi teşvikler uygulamakta karar 16 S. Rose-Ackerman (1999), Corruption and govern-
verme hakkına sahiptir. Örneğin, hükümet ment, Cambridge: Cambridge University.
özel bir firmaya bir yerin ya da bir hizmetin
kullanımını bedelsiz devredebilir. Aynı şekil-
de, hükümet piyasanın altında faiz oranlarıyla
krediye ulaşım sağlayabilir. Bütün bu durum-
larda, firmalar farklı yolsuzluk biçimleri kulla-
narak malî teşvikleri elde etmeye ya da yatırım
maliyetlerini düşürmeye çalışabilir.
Hükümetin “önemli kararlar üzerinde
takdir hakkını elinde tutan pozisyonlardaki”15
yetkileri, bu takdir güçlerinin düzeyi ile yol-
suzluğun maliyeti bağlantılıdır; “yetkililerin
takdir hakkı ne kadar büyük ve firmaların
seçenekleri ne kadar kısıtlı ise, yolsuzluğun
maliyeti o kadar büyüktür”.16
Özetle, bu türden projeler diğer ihale sü-
reçlerinde olduğu gibi pek çok yolsuzluk riski-
ni taşır, ancak KÖO’da işlemin karmaşıklığı ve
getirinin büyüklüğü nedeniyle risk artar. Zayıf
inşa edilmiş sözleşmeler, yetersiz denetim,
klientalizm bunların başlıca nedenidir.
18 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

TÜRKİYE’DE SERMAYE VE SERMAYEDARLAR


Medya sermayesi ve ultra-çapraz bütünleşmeler

Gülseren Adaklı

Bağımlı bir kapitalist formasyon olarak Türkiye’de dium) üzerindeki kontrolün, medyanın diğer
medya, dünyadaki sahiplik ve kontrol kalıplarından sektörlerine de el atarak güçlenmesidir. Örne-
ğin, müzik piyasasında söz sahibi bir holding
farklı özellikler gösterir. Dünyadaki güçlü medya kitap ya da kablolu televizyon piyasasına da
şirketleri her ne kadar diğer sektörlerle iç içe girebilir ve böylece bir sektördeki konjonktü-
geçmiş bir kâr mantığıyla hareket etse de, medya rel gerileme eğilimini, diğer sektördeki geliş-
üretimi büyüme stratejilerinin önemli bir parçasıdır. meyle giderebilir. Çapraz medya mülkiyeti,
Amerikan yasalarının 1970’lerden 90’lara
Türkiye’de ise medya şirketleri esasen kâr amaçlı, kadar “büyük günah” saydığı bir hevesti. Neo-
medya üretimine dayanan, görece bağımsız yapılar liberalizm dalgasıyla birlikte aşama aşama bu
değildir. Türkiye kapitalizminde medya yatırımları, günah mübah sayıldı.3
Ultra-çapraz bütünleşme: Türkiye’de ör-
başka sektörlerdeki yatırımları güvence altına
neğine sık rastlanan ve medya dışı yatırımları
alma, siyasal nüfuz elde etme, vb. gibi saiklerle ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Ge-
“araçsallaştırılmaktadır”. nelleşmiş bir eğilim olarak Türkiye’de medya
şirketleri, medya dışı yatırımların bir tür ga-
rantörü gibi çalışmaktadır. Kamu ihale, tahsis
Kapitalizmin 70’lerdeki küresel kriziyle birlik- ve teşvikleri, özelleştirmeler bu tip genişleme-
te medya yatırımları ivme kazandı ve 1980’li nin en önemli kaynaklarıdır.
ve 90’lı yıllarda artarak çoğaldı2. Giderek Dünyada ve Türkiye’de ‘80’li yıllar-
sayıları azalan medya şirketlerinin genişleme dan itibaren ivme kazanan “yeni medya
stratejileri temel olarak üç tip bütünleşmeyi mimarisi”nde tüm bu örüntüleri çeşitli biçim-
hızlandırdı. Bunları sırayla ve kısaca tanımla- lerde görmek mümkün.4 Sermaye cephesinde
yalım. yaşanan bu gelişmelerin toplumsal hayatın
Gülseren Adaklı
Yatay bütünleşme; Şirketler belirli bir alt tamamına nasıl yansıdığını tartışan geniş
1966 İskenderun doğumlu.
1988’de Gazi Üniversitesi sektörde birden fazla ürünle/kuruluşla o bir külliyat oluştu. Bu külliyatın önemli bir
BYYO’dan mezun oldu. TRT, sektördeki farklı hedef kitleleri ve dolayısıyla kısmında medyanın geleneksel işlevlerine
Hürriyet Production, THA,
piyasayı kontrol etmeye çalışır. Örneğin, genel vurgu yapılır: Medya iktidarın ya da şirketlerin
ATV gibi kuruluşlarının
program-haber kadrolarında izleyiciye seslenen bir televizyon kanalının çıkarlarını değil, kamu yararını gözetmelidir;
çalıştı. 1995’te Araştırma yanı sıra bir de haber kanalı kurmak ya da eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik bir top-
Görevlisi olarak Ankara Üni-
versitesi İletişim Fakültesi’ne
farklı okuyuculara seslenen gazeteler çıkar- lumsal düzene hizmet etmelidir. Lakin, yeni
girdi. “Türkiye’de Reality mak bu tip bütünleşme örnekleridir. medya mimarisinde tam da gözetilmeyen, en
Şovlar” başlıklı yüksek lisans Dikey bütünleşme; Hammadde kaynağının iyi haliyle ikinci plana atılan şey kamu hizmeti
tezini 1998’de, “Türk Medya
Sektöründe Mülkiyet ve
ya da temel üretim girdilerinin temininden, olmuştur. Medyanın medya dışı sektörlerle
Kontrol İlişkileri (1980- nihai malın tüketiciye ulaştırılmasına kadar ilişkisi, yani imalat, ticaret, enerji, perakende,
2003)” başlıklı doktora tezini süren üretim zincirinin bütün halkalarını savunma gibi alanlarla dolaylı ya da doğrudan
2003’de verdi. 2010’dan
bu yana Ankara Üniver- kontrol etmeye dönük bir yoğunlaşma biçimi- ilişkisi bütün bu alanlardaki çıkar ilişkilerini
sitesi İletişim Fakültesi’nde dir. Üretim sürecinin tamamı tek bir merkez- zedeleyebilecek her türlü içeriğe karşı şirket-
medya politikaları, iletişim den kontrol edilmeye başladığında tekelleşme leri “hassaslaştırır”. Dünyanın değişik bölge-
tarihi, medyanın ve kültürün
ekonomi politiği konularında eğilimi güç kazanmaktadır. lerinde medya gücünü kâr ya da siyasî nüfuz
ders veriyor. Çapraz bütünleşme; Belirli bir araç (me- için kullanan iktidar bileşenlerinin (hükümet-
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 19

31 Mayıs gecesi anaakım


medya Gezi protestolarını
vermektense “Penguen
Belgeseli” yayınlayarak
direnişi görmezden
geldi. Penguenler Gezi
eylemcilerinin simgesine
dönüştü.

AKP medyasının Gezi


ler, bürokrasi, şirketler, denetleyici organlar, edecektir.7
protestolarına karşı tutumu
vb.) bu işi nasıl gerçekleştirdikleri zaman AKP medyasının Gezi protestolarına karşı “pişti” tabir edilen bir örnek
zaman ortaya dökülse de hikâyenin küçük bir tutumu “pişti” tabir edilen birörnek manşet- manşetlerde sıkça görüldü.
Yukarıdaki manşetler
kısmının bize ulaştığını düşünmek için çokça lerde sıkça görüldü. Yukarıdaki manşetler 7
7 Haziran 2013 tarihli
nedenimiz var. Aşağıda, bütün hikâyeyi değil Haziran 2013 tarihli gazetelere ait. gazetelere ait.
elbette ama, genel manzarayı bazı güncel AKP dönemi, medya şirketleri üzerinde
örnekler üzerinden göstermeye çalışacağım. kamu ilanları gibi desteklerden mahrum
bırakma, ya da devasa vergi cezalarıyla uygu-
lanan ekonomik şiddetin ağırlığının arttığı bir
Kamusal iletişim kurumları hiçbir dönem olmuştur. 2010’da Doğan Grubu’na
zaman bu kadar araçsallaşmamıştı kesilen 3,7 milyar TL vergi cezası8 ve Taraf
gazetesinin eleştirel tutumuna karşılık yaşa-
12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonraki dığı ekonomik açmaz, iki önemli örnektir.9
uzun iktidar döneminde ANAP Hükümetleri, İktidar bloğu içerisinde başgösteren ve çoğu
hem medyanın büyük sermayeye açılmasına, kez üzeri örtülen bu tür çatışmalar olağandır,
hem de bankacılık-finans sektörüyle bütün- nihayetinde hiçbir çıkar ilişkisi “mezara ka-
leşmesine ortam hazırlamıştı. Adalet ve Kal- dar” sorunsuzca sürmemektedir…
kınma Partisi (AKP) döneminde ise medyanın 2007 yılından itibaren belirgin bir bünyeye
imalat ve hizmet sektörlerinin tamamıyla kavuşan AKP medyası, medya üretiminin
bütünleştiğini, siyasal iktidarın kendisine batılı örneklerinde gördüğümüz rasyonel kâr
organik olarak bağlı bir medya kompleksi mantığından oldukça uzak biçimde, kamu
yarattığını, medyanın tarihte belki de hiç ihalelerine yoğunlaşmış, yayın organlarını
olmadığı ölçüde araçsallaştırıldığını görüyo- tamamen iktidarın hizmetine sunmuştur.
ruz. Söz konusu medya kompleksinin temel Özellikle haber medyasında AKP karşıtı tek
özelliği, siyasî paralelliği de içeren,5 ama belki bir vurguya bile rastlanmayan aylar, yıllar
ondan da önemlisi, siyasî görüşü ya da yayın görmüştür Türkiye halkı. Türkiye’de halkın
politikası ne olursa olsun, AKP iktidarının televizyon ve köşe yazarı bağımlılığından bü-
hedeflerinden sapmamaktır.6 yük ölçüde yararlanan bu sistem, bir yandan
Belirli bir momentte siyasal iktidara haber bülteni ve “serbest kürsü” adı altında
yandaş olmanın tek bir biçimi olmadığını, tartışmanın terimlerini belirlerken, diğer
her sosyal ilişki gibi siyasî iktidarla kurulan yandan “kentsel dönüşüm” ya da “enerji
ilişkinin de çelişkiler barındırdığını düşün- darboğazı” adı altında ülkenin bütün maddî
düğüm için, yaygın olarak kullanılan “yandaş ve insan kaynaklarını kendi hesabına kul-
medya” yerine “AKP medyası” terimini tercih lanmıştır. Burada salt yandaş medyadan söz
edeceğim. Bu bağlamda, “AKP medyası”, son etmiyoruz. Örneğin, bir zamanlar Akşam
10 yıllık dönemde zaman zaman siyasî ikti- gazetesi, Show TV gibi medya kuruluşları-
darla uyumsuzluğa düşmüş olsa bile, AKP ile na sahip olan Çukurova Grubu, Kürdistan
birlikte varlık ve etkinlik kazanan bir “siyasal, bölgesinde petrol arama, çıkarma, dağı-
sosyal, ekonomik ilişkiler bütünü”nü ifade tım hakkı kazanan Genel Enerji ile sadece
20 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

bunun bir nedeni sermayenin ortak çıkarları


için yürüttüğü politik girişimlerdir. Çalık ya
da Kalyon’un medya gibi hassas bir sektöre
elini kolunu sallayarak girip çıkması, “işbir-
likçi kartel”12 yapıların gerekli hallerde bütün
ayrılıklarını bir yana bırakıp inşaat, taahhüt,
enerji gibi stratejik yatırımların önünü aça-
bilecek politik girişimlere destek vermesi
yüzündendir. Ama biz yine de kamu ihalele-
rinden beslenen bu zatı muhteremlerin kim-
ler olduğuna, hangi ilişkiler ağı içerisinde, ne
bir yılda Türk vergi sistemine yeni bir milyar- şekilde yer aldıklarına bakmak, bu ilişkilerde
der (Mehmet Sepil) armağan edebilmiştir.10 AKP iktidarına özgü olan ve olmayan yönleri
Böylesi bir faaliyetin içindeki bir medya pat- sergilemek niyetindeyiz.
ronu, Kürt sorunuyla ilgili olarak, hükümeti
cepheden eleştiren bir yayın politikasına nasıl
bakardı? Herhalde tıpkı Mehmet Emin Ka- Öne çıkan ultra-çapraz bağlantılar
ramehmet gibi… Ya da Gezi protestolarında
halkın gözüne iyice batan Doğuş Grubu yayın Sabah-ATV’nin el değiştirmesi: AKP döne-
organlarının sahibi Ferit Şahenk gibi… minde medyada en çok konuşulan el değiştir-
Show TV ve Akşam’ın eski sahibi Çukurova me operasyonu Sabah grubuyla ilişkili olmuş-
Holding’e bağlı Genel Enerji’nin Kürdistan tur. Dinç Bilgin tarafından kurulan Sabah-ATV
bölgesindeki petrol faaliyet alanı iktisadî bütünlüğü 2002’de Turgay Ciner’in
NTV’nin sahibi Ferit Şahenk 2011’de kontrolüne geçmiş, 2007’de TMSF tarafından
Forbes listesinin bir numaralı zengini oldu. el konmuş, 2008’de ise hayli şaibeli bir ödeme
Şahenk, 26 Nisan 2009 tarihli Zaman Gazete- metoduyla hükümete yakın Çalık Grubu’na
sinin manşetindeydi.11 adeta hediye edilmişti.13 Zaman içinde büyük
AKP hükümetine organik olarak bağlı zarara uğrayan Çalık Grubu’nu bu açmazdan
medya şirketlerinin davranış kodları çok daha kurtaran yine hükümet oldu. Aralık 2013’te,
farklı değil. Zira toplumsal özgürlük ve eşitlik AKP döneminin yükselen inşaat devi Kalyon
Show TV ve Akşam
gazetesinin eski sahibi
bakımından yıkıcı neoliberal politikalar AKP Grubu’na satıldı.14
eski sahibi Çukurova iktidarıyla başlamadı. Misal, 3684 sayılı RTÜK Bu da tıpkı Çalık’a yapılan satış gibi çokça
Holding’e bağlı Genel Kanunu’na göre medya şirketleri kamu iha- söylentiye neden oldu. 17 Aralık’ta başlayan
Enerji’nin Kürdistan
bölgesindeki petrol faaliyet
lesine katılamıyordu. 2001’de, dönemin en yolsuzluk operasyonları ile birlikte internet
alanı (üstte) büyük medya şirketi olan Doğan Grubu öncü- üzerinden yayılan dinleme kayıtlarında, Cen-
NTV’nin sahibi Ferit Şahenk lüğünde yürütülen yoğun lobi faaliyetlerinin giz-Limak-Kolin grubunun Çukurova grubu
2011’de Forbes listesinin
bir numaralı zengini oldu. hedefi, medya sermayesine yönelik hem ihale medya varlıkları yerine, Binali Yıldırım ve
Şahenk, 26 Nisan 2009 hem de hisse oranları sınırını kaldırmaktı. Başbakanın oğlu Bilal Erdoğan tarafından
tarihli Zaman Gazetesinin 3 Mart 2011’de yürürlüğe giren 6112 sayılı Sabah-ATV satışına yönlendirildiği bilgisi yer
manşetindeydi (altta)
yasaya kadar mevzuat belirsiz, dolayısıyla alıyordu.15 CHP İstanbul Milletvekili Umut
sermaye açısından –özellikle yabancı ortak- Oran’ın soru önergesine konu olan yönlendir-
lar- güvensizdi. Yasanın değişmesi için bütün me faaliyetiyle ilgili iddiaların ortaya çıkması
üzerine, Telekomünikasyon İletişim Baş-
kanlığı (TİB) milletvekilinin soru önergesini
AKP döneminde ise medyanın imalat ve hizmet paylaştığı web sitesinden önergenin kaldırıl-
sektörlerinin tamamıyla bütünleştiğini, siyasal iktidarın masını istedi!
kendisine organik olarak bağlı bir medya kompleksi Çukurova Grubu medya şirketlerinin el de-
yarattığını, medyanın tarihte belki de hiç olmadığı ğiştirmesi: 2002’de bankacılık faaliyetlerinden
el çektirilen Mehmet Emin Karamehmet’in
ölçüde araçsallaştırıldığını görüyoruz. Söz konusu
elindeki en büyük iştirak, Turkcell ve
medya kompleksinin temel özelliği, siyasî paralelliği de Digitürk’tü. Show TV, Skytürk, Akşam gazetesi
içeren1, ama belki ondan da önemlisi, AKP iktidarının gibi yayın organları ise kâr etmekten öte sü-
hedeflerinden sapmamaktır rekli zarar eden ve çalışanların aylarca ücret-
lerini alamadığı medya şirketleriydi. 24 Mayıs
2013’te, TMSF grubun medya şirketlerine el
büyük medya kuruluşları aktif bir çabaya koydu ve bu işlemin hemen ardından Show
girişti. Bugün gazetesi, televizyonu, radyosu, TV çok ucuz bir fiyata iktidarla yakın ilişkisi-
vesair medya şirketi olan her sermaye grubu ni koruyan Turgay Ciner’e adeta devredildi.
rahatlıkla kamu ihalelerine girebiliyorsa, İçinde Akşam Gazetesi ve Skytürk’ün yer aldı-
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 21

ğı diğer medya varlıkları16 ise önce, 3. Köprü


ihalesini de alan Cengiz-Limak-Kolin inşaat
ortaklığına satıldı. Bu haberin yayılmasından
çok kısa bir süre sonra, Limak’ın sahibi Nihat
Özdemir söz konusu şirketleri almaktan vaz-
geçtiklerini açıkladı ve nihayet, 2007’de Star
Medya Grubu’nu kurarak sektöre girip bir süre
sonra ayrılan Ethem Sancak, kendisine ihti-
yaç duyulduğu anda medyaya dönüş yaptı.17
21 Kasım 2013 itibariyle tamamlanan satışla
birlikte, Sancak Show TV dışındaki Çukurova
Grubu’na ait medya şirketlerine 62 milyon
dolara sahip oldu.18
Medya sektörüne Başbakan Tayyip
Erdoğan’ı desteklemek için girdiğini açıkça
söyleyen Ethem Sancak19 2001’de İngiliz şirke-
ti Alliance Boots’la ortaklaşa Hedef Alliance’ı
kurmuş, 2013’te bu şirketteki hisselerinin
tamamını Alliance Boots’a satmıştır.20 1976-
1978 yıllarında Doğu Perinçek yönetimindeki
Aydınlık gazetesinde militan gazetecilik yapan
Sancak bugün Başbakan’a hayran bir işadamı
olarak tanınmaktadır.
Ciner Medya Grubu/Turgay Ciner21:
2007’de en büyük medya varlıklarına (Sabah-
ATV) el konulan Turgay Ciner aynı yıl, bu
operasyonu sineye çekerek, medya alanına
yeni şirketlerle girdi ve bugüne kadar AKP
hükümetiyle sürtüşme yaşamasına neden
olabilecek her şeyden kaçınan bir yayın po-
litikası izledi. Medya yöneticileri, medya dışı
yatırımları sekteye uğratabilecek her türlü
içeriğe müdahale etmekten kaçınmadı. Örne-
ğin, Ciner’e ait Bloomberg HT’de yayınlanan yani Ciner medya grubunun Cemaat’le olası Sabah-ATV’nin Hükümet
eliyle satışını gündeme
popüler yarışma programı, yapımcı ve sunucu ittifakına karşı tedbir olarak AKP Hükümeti getiren Umut Oran’a
İhsan Varol’un Gezi hareketine destek verir (Başbakan?), en güvendiği kişilerin grupta yö- Telekomünikasyon İletişim
nitelikte sorular nedeniyle yayından kaldırıl- netici olmasını sağladı. Ciner 2012’de Kasım- Başkanlığı’ndan “uyarı”.
Gözetim toplumunun
dı. İktidarın tahammülsüzlüğü öyle bir nok- paşa Spor Kulübü’nü satın aldı25 ve Başbakan şahikaları: “Tape”ler,
taya gelmiş olmalı ki, daha sonra Show TV’ye Erdoğan’a çok yakın olduğu bilinen Mehmet “kaset”ler…
geçen program burada da barınamadı ve 17 Fatih Saraç’ı önce kulübün, daha sonra hem
Aralık operasyonundan sonra yeniden ekrana medya grubunun (21.12.2012’de C Görsel Ya-
veda etti.22 yınlar A.Ş.’nin, 26.12.2012’de Ciner Holding’in
17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyo- yönetim kuruluna) hem de holdingin yöne-
nuyla birlikte hükümet ile Fethullah Gülen timine getirdi. Başbakanın eski danışmanı
Cemaati arasında başlayan “kaset savaşları” Cüneyt Zapsu’yla ucuz alışveriş zinciri BİM’i,
yoluyla, Ciner’in Gülen’le yakın ilişkisi olduğu Turgay Ciner’le de UCZ Mağazacılık Ticaret
iddia edildi. 13 Ocak 2014’te internette servis A.Ş.’yi kurmuş (Nisan 2012), Yasin El Kadı’nın
edilen bir görüşmede, Gülen’e şu bilgi verili- Türkiye’deki yatırımlarını yönetmiş olan
yordu: “Turgay Ciner (…) ‘Bu gazetede aley- Saraç’ın doğrudan Başbakanın isteğiyle bu
hinize hiçbir şey çıkamaz… Büyüğümüzün
(Fethullah Gülen) aleyhine de ben burada bir
şey çıkartmam’ dedi.”23 Gülen Cemaati’nin Haziran 2013’te patlak veren Gezi protestolarına karşı
ilişki ağı tam olarak bilinmese de Ciner’e ait polisiye önlemlerin yanı sıra medya bariyerlerini de
Park Holding’in 6-7 Haziran 1997 tarihlerinde kullanan AKP iktidarı, en banal kuşatma metotlarını
Fethullah Gülen’in Gazeteciler ve Yazarlar
medya ve ifade özgürlüğü üzerinden uygulamaktadır.
Vakfı tarafından düzenlenen Medeniyetle-
rarası Diyalog Kongresi’nin sponsorluğunu Siyasî iktidarı desteklemek üzere mevzilenen medya, Gezi
üstlenmiş olduğu bilgisi de bu kayıtlarla bir- protestolarını önlemeye yetmemiştir.
likte yeniden anımsandı.24 Belki de bu yüzden,
22 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

pozisyonlara getirildiği iddiaları peş peşe çı- leşen TOKİ, HES, AVM, TFF gibi kısaltmaların
kan “tapelerde” somutluk kazanmaya başladı. mütemmim cüzü… Bir de tabii bütün bunla-
Başbakanın Gezi protestolarının bütün ülkeye rın sosyal sonuçları var: Savaş, deprem, faili
yayıldığı bir günde (4 Haziran 2013), Mehmet “meçhul” cinayetler, ırkçılık, Kürt düşmanlığı,
Fatih Saraç’ı telefonla bizzat arayıp Haber- zorunlu göç/yerinden edilme, kadın ve trans
türk ekranında kayan yazıyı derhal kaldırma cinayetleri, yoksulluk, yoksunluk, kültürel
talimatı verdiğini bu dinleme kayıtlarının çölleşme, ona çok şey borçlu.
internete servis edilmesiyle öğrendik. Hemen
ardından 6.2.2014’te kabul edilen ve yasama
yetkisini yürütmeye (TİB) veren yeni internet
düzenlemesinin hedefi, bu tip “sızıntıları” 1 “Siyasal paralellik”; Hallin ve Mancini’nin, bir
ülkedeki medya kuruluşlarının belirli bir siyasi
tamamen önlemektir26… görüşle mesafesi için kullandığı bir terimdir.
3 Haziran 1997 tarihli Milliyet Gazetesi’nde Daniel Hallin ve Paolo Mancini (2004) Compa-
İstanbul’da yapılacak Medeniyetlerarası Di- ring media systems: Three models of media and
politics, Cambridge: CUP.
yalog Kongresini Park Holding, Kentbank ve 2 Ben Bagdikian “medyaya hücumu” 1960’lı yıllar-
THY’nin desteklediği belirtiliyor. da aile şirketlerinin vergi yüklerinden kurtulmak
üzere piyasadan çekilmesiyle ilişkilendiriyor.
Ben Bagdikian (2000) The Media Monopoly, 6.
Basım, Boston: Beacon Press, s. 11-13
AKP medyası, kamu ihalelerine yoğunlaşmış, yayın 3 1975’te Federal İletişim Komisyonu (FCC) tek
bir şirketin aynı yerel piyasada günlük gazete,
organlarını tamamen iktidarın hizmetine sunmuştur. ve tv ya da radyoya sahip olmasını yasaklamış,
2007’de ise bu kuralı revize ederek piyasalaşma
Özellikle haber medyasında AKP karşıtı tek bir vurguya sürecini hızlandırmıştır.
bile rastlanmayan aylar, yıllar görmüştür Türkiye halkı. 4 Bu mimariye ilişkin ayrıntılı bilgi için şu çalış-
malarıma bakabilirsiniz: Gülseren Adaklı (2009)
Bu sistem, bir yandan haber bülteni ve “serbest kürsü” “The Process of Neoliberalisation and the Trans-
adı altında tartışmanın terimlerini belirlerken, diğer formation of the Turkish Media Sector in the
Context of the New Media Architecture”, Jackie
yandan “kentsel dönüşüm” ya da “enerji darboğazı” adı Harrison and Bridgette Wessels (der.) Mediating
Europe: New Media, Mass Communications and
altında ülkenin bütün maddî ve insan kaynaklarını kendi the European Public Sphere, Berghahn Books,
hesabına kullanmıştır. 286-317; (2006) Türkiye’de Medya Endüstrisi.
Neoliberalizm Çağında Mülkiyet ve Kontrol İlişki-
leri, Ankara: Ütopya (Nisan).
5 “Siyasal paralellik”; Hallin ve Mancini’nin, bir
ülkedeki medya kuruluşlarının belirli bir siyasi
Neoliberal kapitalizmin Leviathan’ı görüşle mesafesi için kullandığı bir terimdir.
Daniel Hallin ve Paolo Mancini (2004) Compa-
Ultra-çapraz bütünleşme dediğimiz şey, ring media systems: Three models of media and
politics, Cambridge: CUP.
sermayenin büyüme taktiği olarak kullandı- 6 bkz. Gülseren Adaklı (2009) “2002-2008: Türk
ğı teknik bir operasyon değildir. Neoliberal medyasında AKP etkisi”, İ. Uzgel ve B. Duru
kapitalizmin Leviathan’a benzetilebilecek çok (der.) AKP Kitabı: Bir dönemin bilançosu, Anka-
ra: Phoenix.
kollu girift ilişki ağını özetlemek için kullan- 7 Ahmet Altan yönetiminde Taraf Gazetesi (2007-
dığımız bir terimdir ve 70’li yıllardan itibaren 2012), askeri vesayete karşı AKP Hükümetine
verdiği desteğe rağmen, Başbakanın Genelkurmay
medyanın bu ağa sıkı sıkıya bağlanması, başta
Başkanı ile yakınlaştığı bir anda oldukça radikal
ifade özgürlüğü olmak üzere toplumsal öz- başlıklar atabilmiş, Fethullah Gülen Hareketi ile
gürlük alanlarını nefessiz bırakan bir kuşatma uyuşmazlık anlarında bu hareketin yayın organla-
rı AKP’yi sert bir dille eleştirebilmiştir.
biçimidir. Haziran 2013’te patlak veren Gezi
8 CNNTürk (18.02.2009) “Doğan Holding’e rekor
protestolarına karşı polisiye önlemlerin yanı ceza”
sıra medya bariyerlerini de kullanan AKP http://www.cnnturk.com/2009/ekonomi/sirket-
ler/02/18/dogan.holdinge.rekor.ceza/514295.0/
iktidarı, en banal kuşatma metotlarını medya
index.html Doğan Grubu devasa vergi borçlarıyla
ve ifade özgürlüğü üzerinden uygulamaktadır. safdışı edilirken, AKP medyası mensupları tam
Siyasî iktidarı desteklemek üzere mevzilenen tersine bu yüklerden kurtarılmıştır. Bu konuda
örn. bkz. Taraf (24.06.2013) “Vergide abidik
medya, Gezi protestolarını önlemeye yetme- gubidik işler”, http://taraf.com.tr/haber/vergide-
miştir. Bu yüzden iktidar, fiilî zora başvurmak- abidik-gubidik-isler.htm
tan başka yol bulamamakta, dünyadan gelen 9 Gazeteci bir arkadaşım, yayın hayatına 2007’de
başlayan Taraf’ın kısa tarihinin, “Gülen Cemaati-
uyarı ve eleştirileri “komplo” olarak değer- AKP ilişkisinin gayet okunaklı bir izdüşümü” ola-
lendirmekte27, Türk ortak duyusunu kolayca rak okunabileceğini söylemişti. AKP çevrelerinde
harekete geçirebilecek yabancı düşmanlığı ve Cemaat darbesi olarak algılanan 17 Aralık 2013
emniyet operasyonundan geriye bakınca bu görüşü
Türk milliyetçiliği üzerinden prim yapmaya doğrulayan bir editoryal kadro ve yayın çizgisiyle
çalışmaktadır. karşılaşıyoruz.
Sonuç olarak –en azından şimdilik- 10 http://yenisafak.com.tr/
Gundem/?i=305755&t=28.02.2011 http://www.
Türkiye’de medya, kolektif sermaye sınıfının genelenergy.com/operations/kurdistan-region-of-
temel olarak yaslandığı ve gündelik dile yer- iraq.aspx
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 23

11 Ekrem Dumanlı ve Turhan Bozkurt (26.4.2009) habervesaire.com/news/kasimpasa-spor-un-basari-


“Türkiye, Batı’dan kopmuyor”, (Ferit Şahenk’le oykusu-2634.html
röportaj), http://www.zaman.com.tr/pazar_ayin- 26 Düzenlemeyle gelen yeni yasakçı uygulamalar
konugu-ferit-sahenk-turkiye-batidan-kopmu- üzerine ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. Ke-
yor_841538.html rem Altıparmak ve Yaman Akdeniz (2013) “5651
12 Ben Bagdikian (2000)… s. xv. sayılı Kanunun değişiklik tasarısının getirdiği
13 Bkz. Gülseren Adaklı (2009) “2002-2008: Türk değişiklikler üzerine bir değerlendirme”, http://
medyasında AKP… cyber-rights.org.tr/docs/5651_Tasari_Rapor.pdf
14 Hacer Boyacıoğlu (20.12.2013) “100 milyar 27 Başbakanın Gezi protestolarını ve Hükümetin
TL’lik ihale devi medyaya girdi”, Hürriyet, http:// medya politikasını haberleştiren yabancı basın ku-
www.hurriyet.com.tr/ekonomi/25409671.asp; ruluşlarını sert dille eleştirmiştir. Ör. Bkz. Hilmi
Hürriyet (20.12.2013) “Sabah ve ATV Kalyon’a Hacaloğlu (16.6.2013) “Başbakan Erdoğan’dan
satıldı”, http://www.hurriyet.com.tr/ekono- Batı Medyasına Eleştiri”, http://m.amerikanin-
mi/25407253.asp sesi.com/a/1682948.html Bu süreçte Başbakanın
15 Güvenilir bilgi kıtlığının hat safhaya vardığı doğrudan hedef gösterdiği kişiler arasında, Paul
Türkiye’de bu tip “sızıntılar”, ünlü sızıntıcı Mason ve Selin Giritli gibi BBC muhabirleri
(whistelblower) Julian Assange’ın “bilimsel vardır. Eleştiri oklarına neden olan iki tipik
gazetecilik” normlarına çok çok uzaklar ama yine haber için bkz. Paul Mason (3.6.2013) “Analysis:
de bunları başlangıç verisi olarak kullanmak ül- The hopes that blaze in Istanbul”, http://www.
kemizde bir mecburiyete dönüşmüştür. Assange’ın bbc.co.uk/news/world-europe-22752121 Selin
gazeteciliği için bkz. Gülseren Adaklı (2011) Giritli (13.8.2013) “Turkey media crackdown:
“Wikileaks versus Kapitalizm?”, Binark, M. ve Who to blame?” http://www.bbc.co.uk/news/
Fidaner, I. B. (der.) Cesur Yeni Medya. Wikileaks world-23628066
ve 2011 Arap isyanları üzerine tartısmalar,
İstanbul: Alternatif Bilişim Derneği, http://eki-
tap.alternatifbilisim.org/files/cesur-yeni-medya.
pdf Sabah-ATV satışına ilişkin kayıtlar için bkz.
http://haramzadeler.weebly.com/1/post/2014/02/
turkuaz-medya-fezlekesi.html (erişim tarihi:
3.2.2014)
16 16.01.2014 tarihli Rekabet Kurulu Kararı, Et-
hem Sancak’a ait ES Mali Yatırım ve Danışman-
lık A.Ş.’nin (TSN: 750749) Çukurova Grubuna
ait T Medya Yatırım ve Sanayi A.Ş., Atlas Yayın-
cılık ve Ticaret A.Ş., Alem Radyo ve Televizyon
Yayıncılık Ticaret A.Ş., Bilişim Radyo Televizyon
Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A.Ş., Sakarya Kent
Radyo ve Televizyon Sanayi ve Ticaret A.Ş.,T
Medya Magazin Yayıncılık Sanayi ve Ticaret
A.Ş., T Medya Televizyon Yayıncılık Sanayi ve Ti-
caret A.Ş., Karova Medya Sanayi ve Ticaret A.Ş.,
T Medya Pazarlama ve Dış Ticaret A.Ş., T Medya
Baskı Teknolojileri A.Ş., Ad Grup Basın Servisle-
ri ve Ticaret A.Ş.’nin tüm hisselerini devralınması
işleminin izne tabi olmadığına hükmediyor http://
www.rekabet.gov.tr/default.aspx?nsw=SdEReVra
hMmojT7mo8o9zg==-H7deC+LxBI8=
17 Gazetecileronline.com (4.10.2013) Akşam ve
Sky’ı AKP medyası mimarına sattılar” http://
www.gazetecileronline.com/newsdetails/11416-/
GazetecilerOnline/aksam-ve-sky39i-akp-medyasi-
mimarina-sattilar
18 Hürriyet (22.11.2013) “Sancak, Akşam ile
Skyturk’ü satın aldı”, http://www.hurriyet.com.
tr/ekonomi/25178294.asp http://www.turkmedya.
com.tr/
19 Patronlar Dünyası (2013) “Ethem Sancak:
Medyaya Erdoğan’ı desteklemek için girdim”,
http://www.patronlardunyasi.com/yhaber.
asp?haberid=121933
20 Songül Hatısaru (2013) “İlacı İngilizlere sattı,
Ruslarla Yandex’e giriyor”, Milliyet, 7 Eylül.
http://ekonomi.milliyet.com.tr/ilaci-ingilizlere-
satti-ruslarla/ekonomi/detay/1760124/default.
htm
21 http://www.cinermediagroup.com/index//en
22 Radikal (2013) “Kelime Oyunu yayından kalkı-
yor”, 23 Aralık, http://www.radikal.com.tr/
hayat/show_tv_uc_programi_yayindan_kaldir-
di-1167668
23 Takvim (13.1.2014) “Gülen’in skandal ses kaydı
ortaya çıktı”, http://www.takvim.com.tr/Gun-
cel/2014/01/13/gulenin-skandal-ses-kaydi-ortaya-
cikti
24 Perihan Çakıroğlu (1997) “Fethullah Hoca’dan
işadamı destekli din kongresi”, Milliyet, 3 Hazi-
ran.
25 Tolga Arslan ve Volkan Öner (17.12.2013) “Ka-
sımpaşa Spor’un ‘başarı’ öyküsü”, http://www.
24 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

TÜRKİYE’DE SERMAYE VE SERMAYEDARLAR


Kürt sermayesinin siyasî yönelimi

Söyleşi: İrfan Aktan

Bugünlerde gündemde olan Hevsel devletin artan bir şekilde kent mekânlarına
Bahçeleri’yle başlayalım. Diyarbakır’ın müdahale etmesi işleri değiştirdi. Bazı re-
tarihî yeşil alanı Hevsel’in imara açılacağı formlarla birlikte belediyeler merkeze karşı
iddiaları üzerine bölgede bir direniş yaşanı- göreli olarak özerkleşti. Bu, Kürt hareketine
yor. Hevsel meselesinin özü nedir? devlete karşı belediyeler üzerinden yeni bir
Ayşe Seda Yüksel: TOKİ’nin Diyarbakır’daki mücadele alanı açtı. Buna rağmen, beledi-
kentsel dönüşüm projelerinin en önemli yelerin de bu büyük dönüşümün aktörlerine
ayağını Suriçi oluşturuyor. Fakat, Kasım çok direnme şansı yok. Mesela Suriçi’ndeki
2013’te TOKİ Hevsel Bahçeleri’ni de konut dönüşümde Kürt hareketi mutabakat sağla-
rezerv alanı ilan etti. Konut rezerv alanı, kent mış değil. TOKİ kentsel dönüşümü öngör-
içindeki riskli alanlarda ya da riskli yapılarda dükten sonra belediyenin bu süreci durdu-
yaşayanların nakledileceği öngörülen yapı- rabilmesi pek mümkün değil. Mesela Kent
laşma alanı demek. TOKİ buraya konut yapım Konseyi’nden veya belediyeden insanlar şöyle
izninin verilmeyeceği, ama Hevsel’in yapılan- diyordu: “Dönüşüme karşı duramayınca,
dırılacağı yönünde açıklama yaptı. Valilikten bizzat dahil olup en azından evlerinden çı-
de benzer bir açıklama yapıldı. BDP millet- karılacaklar için sürecin daha yumuşak geç-
vekili Altan Tan keza benzer bir beyanatta mesini sağlamaya çalışıyoruz.” Ancak, şunu
bulundu. Açıkçası, Hevsel’le ilgili kimin ne da belirtmek lâzım, hem Sur belediyesindeki
dediği netleşmiş değil. Fakat Hevsel üzerin- hem de büyükşehir belediyesindeki birçok
den çıkan tartışma çok önemli. Kente devletin aktör için Suriçi’ndeki dönüşüm turizm üze-
müdahalesi kent mekânını metalaştırırken, rinden ekonomik gelişme demek. Sur Beledi-
siyasileştiriyor da; siyasî grupların kent hakkı ye Başkanı’nın dönüşümden sonra Suriçi’nin
üzerinden daha somut ve elle tutulur talepler- turizm cazibe merkezine dönüşmesini bekle-
le mücadele etmelerini sağlıyor. Ama dediğim diği açıklamalarını unutmamak gerek.
gibi, Hevsel’le ilgili tarafların tutumları henüz Belediye Kürt sermayesiyle ilişkisini neye
netleşmiş değil. göre yönlendiriyor?
Bunun nedenlerinden biri Diyarbakır Bü- 2007’de Diyarbakır’da, Kürt hareketinin siyasî
yükşehir Belediyesi’nin net olmayan pozis- elitleriyle şehirdeki işadamları arasında çok
yonu olabilir mi? gergin bir ilişki olduğunu gözlemlemiştim. Sa-
2000’lerin başından bu yana, Kürt hareketinin dece siyasî elit değil, Diyarbakırlılar genel ola-
kent yönetimi modelinde yeni bir ufuk açtığı- rak işadamlarını soyguncu, rantçı, güvenilmez
nı söyleyebiliriz. Kürt hareketinin siyasî geç- olarak tanımlıyordu. Birçok kişi bana neden
mişine baktığımızda, kapitalizme de eleştirel “bu insanlar” üzerine çalıştığımı soruyordu.
Ayşe Seda Yüksel
Orta Avrupa Üniver-
bir duruş sergilediğini görüyoruz. Bu eleştirel Hatta bu, birçok işadamının da içselleştirdiği
sitesi (Central European duruşun ve siyasî mücadelenin Türkiye’deki bir algıydı. Diyarbakır’da görüştüğüm birçok
University) Sosyoloji ve dünyadaki makro dönüşümlerle ilişkisini işadamı Diyarbakır’daki sermayedar sınıfı gü-
ve Sosyal Antropoloji
bölümünde Gaziantep ve de göz önünde tutmamız lâzım. 12 Eylül’den venilmez, ticaretten anlamayan, işadamı bile
Diyarbakır örneklerinden itibaren Türkiye ekonomisinin neoliberalleş- olamayan kişiler olarak görüyordu. Bu algının
hareketle neoliberalizmin mesine paralel olarak bölgelerarası eşitsizliğin önemli sebeplerinden biri Diyarbakır’daki
yerelleşme dinamiklerini konu
ettiği doktora çalışmasını giderek artması, kent girişimciliği söyleminin işadamlarının iş hayatına çok yeni atılmış
sürdürüyor. ortaya çıkması, 2000’lerin ortasından bu yana olmaları. 2007’de Diyarbakır Organize Sanayi
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 25

Bölgesi’nde bir araştırma yaptık ve yüze yakın

© NarPhotos / Lezgin Kani


firmayla görüştük. Diyarbakırlı işadamları
çoğunlukla 1970’lerde kente göç etmiş çiftçi
ailelerden gelen insanlar.
Mesela, Diyarbakır’ın önde gelen işadamla-
rından Raif Türk daha önce Özgür Gündem
muhabiriymiş…
Evet. Diyarbakır’da kurumsallaşmış aile şir-
ketlerinden, ikinci, üçüncü nesil bir ticarî
burjuvaziden veya imalat sanayiinde kendini
ispat etmiş bir sermaye sınıfından bahsede-
meyiz. Bölgedeki sermayedar sınıfın bu özel-
liği hak temelli siyasî mücadelelerle kuracağı var” demesinden sonra bir anda işleri tepe- Diyarbakırlı gençler bütün
ilişkiyi de belirliyor. Her yeni yükselen serma- taklak olanlar var. Ayakta kalabilenlerin çoğu polis engellerine karşın,
sekiz bin yıllık Hevsel
ye hukuk ve demokrasiden ziyade istikrardan o dönem OHAL valileriyle, Ankara’daki bürok- Bahçeleri'ndeki ağaçların
yanadır. Çok tecrübesiz, ama dinamik, öte ratlarla yakın ilişki kuranlar. kesimine dikkat çekmek için
yandan çok agresif stratejiler uygulayabilecek Kürt hareketinin eriştiği güce bakınca, ser- bir haftalık oturma eylemi
başlattı.
bir sınıf olduğunu söyleyebiliriz. mayedar kesimin devletle ilişkilerinin kıs-
Nedir o agresif stratejiler? men de olsa değiştiği söylenemez mi?
Hukukî boşlukları değerlendirmeye, ilişkiler 2002’den sonraki rahatlamayla işadamlarının
üzerinden ilerlemeye mecbur; kendini en- Kürt hareketi ve yerel siyasetle ilişkilerinde
gellenmiş ya da dışlanmış hissettiği için bu kendilerini yeniden konumlandırdıklarını
ilişkilere daha agresif bir şekilde tutunan bir görüyoruz. Bir yandan devletle ilişkilerini
sınıf. Bir Kürt işadamı bana “biz hep olması sürdürmek zorundalar, bir yandan da Kürt
gereken ama olmayan, oldurabileceğimiz hareketinin askerî ve siyasî kanadıyla sürtüş-
ama olduramadığımız şeylere özlem duyuyo- me yaşamamaları lâzım.
ruz” demişti. Kürt sermayedarlarının, Kürt hareketinin
AKP döneminde Kürt hareketine karşı yeni ideolojisine yaklaşımı nasıl?
bir orta-üst sınıfın sübvansiyonlarla da güç- Şunu teslim edelim, Türkiye’de devlet hakkın-
lendirilerek büyütüldüğü tespitine katılıyor da bu kadar eleştirel olan başka bir sermaye-
musunuz? dar kesim hayal edemezsiniz. Görüştüğüm
Ekonomik raporlar 2002’den beri bölgede işadamlarının çoğu konuşmaya 1915’ten
önemli bir canlanma olduğunu gösteriyor. söz ederek başlıyor. Şeyh Said İsyanı’ndan
Canlanma AKP dönemine denk geliyor, ama 1980’lere, köy boşaltmalara, işkencelere de-
aynı tarih aralığında başka gelişmeler de oldu. ğiniliyor. Diyarbakır Sanayici ve İşadamları
OHAL’in kaldırılması bölge ekonomisinin Derneği’nin kuruluşu bile bize çok şey anla-
canlanmasında önemli bir etken. Evet, AKP tıyor. 1995’te, derneği kurmak için yaptıkları
döneminde güçlenen bir Kürt sermayesi var,
ama bunun doğrudan AKP eliyle olduğunu
iddia edemeyiz. ABD’nin Irak müdahale- Evet, AKP döneminde güçlenen bir Kürt sermayesi var,
sinden sonra Irak Kürdistanı çok önemli bir
ama bunun doğrudan AKP eliyle olduğunu iddia edemeyiz.
ekonomik kapı açtı. Diyarbakır’da 2002’den
bu yana kurulan ihracatçı firma sayısı yaklaşık ABD’nin Irak müdahalesinden sonra Irak Kürdistanı çok
dört kat arttı. önemli bir ekonomik kapı açtı. Diyarbakır’da 2002’den bu
İhracat esas olarak Güney Kürdistan’a mı yana kurulan ihracatçı firma sayısı yaklaşık dört kat arttı.
yapılıyor?
Diyarbakır ihracatının yaklaşık yüzde 55’i
Irak’a yapılıyor; mermer, taş ve gıda... Orada toplantılarından biri basılıyor ve işadamları
inşaat ve hizmet sektörüne giren; kreş, resto- “izinsiz toplantı” yapmaktan gözaltına alını-
ran, otel açan çok sayıda Diyarbakırlı işadamı yor. 1993’te Çiller’in “Kürt işadamları listesi”
var. ‘90’larda, Kürt sermayedarlarının OHAL ortaya çıkınca çoğu takip ediliyor, tehditler
valileriyle, Ankara’daki bürokratlarla yakın alıyor. Devletin karanlık yüzünü öyle veya
ilişkiler kurduğunu görüyoruz. Devletle ilişki böyle deneyimlemiş insanlardan bahsediyo-
kurmazlarsa ayakta kalamazlardı. Kürtlerin ruz.
sermayedarlara dair negatif algısının altında Kürt sermayesinin Kürdistan’da kayda değer
bu da yatıyor. ‘90’larda Kürt hareketine yakın bir gücü var mı?
durduğu için dışlanan, iflas eden çok işada- Kürdistan’daki Kürt sermayesi gücün mer-
mıyla konuştum. Tansu Çiller’in “elimizde kezinde değil; dışarıda, periferide, itilmiş bir
PKK’ye yardım eden Kürt işadamları listesi sermayedar sınıf. Devletin hukuksuzluğunu
26 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

da bizzat yaşamış ve yaşıyorlar. O yüzden de kentsel ayrışma riski giderek artıyor. Mesela
Kürt hareketine karşı ancak istikrarı bozdu- kayıtlı işsizlik yüzde 13 civarında. Gerçek
ğunda reaksiyonları oluyor. Ama bu, ideolojik rakamların daha yüksek olduğunu söyleye-
olarak birçok konuda mutabık olmalarını biliriz. İşsizliğin en yaygın olduğu yaş grubu
engellemiyor. 25-34. Son dönemde inşaat alanındaki göre-
Demokratik Toplum Kongresi’nin ilan ettiği ce genişleme şehirde yüzde 25’lik istihdam
demokratik özerklik metninde, apitalizmin yarattı. Ama inşaata dayalı büyüme devamlı
minimize edilmesine dair bir başlık vardı. olamaz. İnşaattaki istihdam durduğunda
AKP milletvekili ve işadamı Galip Ensari- zengin-yoksul arasındaki uçurumun çok kes-
oğlu “hayatında bakkal işletmemiş insanlar kin olduğu bir şehre dönüşecek Diyarbakır, şu
Kürdistan’a ekonomi modeli sunuyor” di- anda bile bu uçurumun giderek büyüdüğünü
yerek bu metne tepki göstermişti. Kürt ha- söyleyebiliriz. Vurgulamamız gereken bir baş-
reketinin bu hedefi sermayedarların siyasî ka şey ise, bu uçurum artarken işadamlarıyla
konumlanışını nasıl etkiliyor? ilgili negatif algının da değişmeye başladığı.
Kapitalizmin minimize edilmesi, kurumsal- 2010’dan sonra, işadamlarıyla Kürt hareketi
laşmaya çalışan kapitalist sınıfın reddi demek. veya belediye arasında bir uzlaşma oldu. Re-
Dolayısıyla bu, Ensarioğlu’nun varlığıyla ferandum öncesinde, işadamı Raif Türk çok
çelişen bir ideolojik tutum. Kürt sermayesi sayıda işadamıyla birlikte “evet” diyeceğini
açıklamış ve bazı dozerleri PKK’liler tarafın-
dan yakılmıştı. Osman Baydemir çıkıp “benim
‘90’larda, Kürt sermayedarlarının OHAL valileriyle, dozerlerim yakılmıştır” gibi bir açıklama yap-
Ankara’daki bürokratlarla yakın ilişkiler kurduğunu tı. Bu önemli bir yakınlaşmaya işaret ediyor.
Baydemir’in açıklaması sonrasında, “2013
görüyoruz. Devletle ilişki kurmazlarsa ayakta
Diyarbakır surları yılı olsun” kampanyası
kalamazlardı. Kürtlerin sermayedarlara dair negatif var. DİSİAD’ın bu kampanya için belediyeyle
algısının altında bu da yatıyor. birlikte var gücüyle çalıştığını biliyoruz. Bu tür
gelişmeler sermayedarlara karşı Kürtlerdeki
negatif algıyı değiştiriyor, kent için gerekli
Kürt hareketiyle daha ziyade Kürt kimliğinin bir sınıf olarak algılanmaya başlıyorlar. Ama,
kültürel boyutunda; dile, kültüre sahip çıkma, inşaat sektöründeki istihdamın azalması bu
belli bir siyasî özerkliği savunma konusunda algıyı yeniden tersine çevirebilir.
ortaklaşıyor. Kürt hareketinin kapitalizmi İnşaat sektöründeki gelişme yoksulların
eleştiren damarıysa tabii ki sermayedar sınıfı yerlerinden edilmelerine sebep olan kentsel
korkutuyor. dönüşüm çalışmalarını da içeriyor ama…
Kürdistan’da orta sınıf yükselişi de var… Tabii, Suriçi’ndeki dönüşümün sonuçlarını
Evet, bu daha ziyade yerel siyasetçiler, avukat- hep beraber göreceğiz. Bir Kürt belediyesi ola-
lar, doktorlar, STK mensupları gibi Kürt ha- rak Suriçi’ni boşaltmanız, zorunlu göçle gel-
reketiyle olumlu ilişkileri bulunan kesimden miş insanları ikinci kez yerlerinden etmeniz
oluşuyor. Bu yükselişi mesela Kayapınar’da demek. Şimdiye kadar Suriçi’nde 250’ye yakın
gözlemliyoruz. ev yıkıldı. Burada oturanlar Çölgüzeli adında,
Kayapınar nasıl bir yer? şehrin dışındaki TOKİ konutlarına gönderildi.
Orta sınıfların oturduğu, modern, site Direniş olmadı mı?
tipi apartmanların olduğu bir mekân. Muhatap bulamadılar. Belediyeye gidince
Diyarbakır’ın modern yüzü, parklarla, bulvar- TOKİ’ye, TOKİ’ye gidince belediyeye yönlen-
la, alışveriş merkezleriyle donatılmış bir yer. diriliyorlar. Evleri yıkılanların büyük bir kısmı
Buna benzer, daha varlıklı kesimlerin yaşadığı zorunlu göçten önce, 1970’lerde gelenlerdi.
Hamravat Evleri gibi bir-iki katlı lüks evlerin Ama dönüşüm zorunlu göç mağdurlarının
olduğu, çoğunlukla üst-orta sınıf mensupları- yaşadığı mahallelere sıçradığında işler deği-
nın yaşadığı kent mekânları da var. şebilir.
Mart 2006 olayları sırasında bir grup gencin Belediye neden bu dönüşümü reddetmiyor?
bu evlere doğru yürüyüşe geçmek istediğini Belediye ekonomik sorunları turizmle gider-
biliyoruz. 2008’de Cizre’de Yahya Menekşe meyi düşünüyor. Osman Baydemir surların
isimli çocuğun panzer tarafından ezilerek restorasyonu tamamlandıktan sonra üç mil-
öldürülmesinden sonra kepenklerini kapat- yon turist çekebileceklerini söylüyor.
mayan esnafa karşı da birtakım saldırılar Abdullah Öcalan’ın öngördüğü “kapitalist
olmuştu. Bu tür olaylar Kürt siyaseti içinde moderniteye karşı demokratik modernite”
sınıf temelli bir çatışmanın belirtileri sayıla- tezinin Kürt hareketi tarafından hayata geçi-
bilir mi? rilmesinin güç olduğunu söyleyebilir miyiz?
Yine Diyarbakır üzerinden gidelim. Evet, “Kentlerimizi kendimiz yönetmek istiyoruz”
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 27

ifadesi sembolik alanda Kürt hareketine bir diyle mümkün oldu. Bugün, iş-aş vaadi AKP
mücadele alanı açıyor, ama ekonomik alanda lehine işliyor. İşçilerle ilişkinin aşiret reisi ve
devrimci bir belediyecilikten söz edemiyo- tebaasıyla ilişkisine benzeyip benzememesi,
ruz. Var olan ekonomik sistem içinde hareket hem Kürt sermayedarlarının ne kadar güç-
ediyorlar. Enteresan bir paradoks; bir taraftan lenebileceğine hem de işadamı algısına dair
kent yoksullarına istihdam alanı açmak isti- anlamsal haritalardaki kırılmalara bağlı.
yorsunuz, ama bunu yapabilmek için kentsel Kürt hareketi devletle mücadelesinde belli
dönüşüm projelerine dâhil oluyorsunuz. bir güce kavuştu. Şimdi de Kürtler arası
İşsizlik ve yoksulluk düşünüldüğünde, kente sınıfsal ayrışmanın Kürt sorununa yeni bir
sermaye çekmek zorundalar. Ancak, kent boyut kattığını söyleyebilir miyiz?
dönüştükçe, korumak istediğiniz insanları Ne yazık ki öyle, ancak bu durumun nüveleri
kentin dışlananları haline getirebilirsiniz. daha önce de ortaya çıkmıştı. Mesela 2006
1970’lerde, bambaşka mesleklerden gelen Mart isyanı; gerillaya karşı kimyasal silah
insanların şimdiki Kürt sermayedarları kullanımı sebebiyle başlasa da sınıfsal karak-
olduğunu söylediniz. Bu birikimi nasıl sağ-
ladılar?
Kırtasiyecilikten bir şekilde para biriktirip Kürt sermayesi Kürt hareketiyle daha ziyade Kürt
sonra örneğin madencilik sektörüne bu
kimliğinin kültürel boyutunda; dile, kültüre sahip çıkma,
birikimini yatıranlar var. Öte yandan, hem
Ankara’daki hem de yereldeki siyasetçiler-
belli bir siyasî özerkliği savunma konusunda ortaklaşıyor.
le ilişkilerini sağlam tutmuş zenginler var. Kürt hareketinin kapitalizmi eleştiren damarıysa tabii ki
Bunlar daha ziyade ‘90’larda zenginleşmiş sermayedar sınıfı korkutuyor.
kesimler. 2000’lerde ise Ankara’daki ilişki-
leri üzerinden teşviklerden faydalanarak
birikimini yatırıma dönüştürenler var. Ama teri çok belirgin bir isyandı. Yoksulların öfkesi
şunu da belirtmek lâzım, Diyarbakır’ın veya sadece kamu kurumlarına ve polise değil,
bölgenin zengini de bölgeye göre zengin. aynı zamanda üst sınıfların alışveriş yaptığı
Mesela ‘90’larda bir çimento fabrikası özelleş- dükkânlara, sembolik anlamı yüksek café’lere
tirilirken, Diyarbakır’dan on işadamı biraraya ve bankalara yönelmişti. 2006 Mart isyanını
gelip fabrikayı alacak parayı bulamıyor. Öte sınıfsal ayrışmanın ilk manifestosu olarak
yandan, Diyarbakır’dan göç etmiş ve batıda görebiliriz. Öte yandan, Güney Kürdistan’da
zenginleşmiş çok sayıda aile var: Tatlıcılar, çok vahşi bir kapitalist dönüşüm var. Prof.
Ceylanlar, Halis Toprak… Hepsi Diyarbakır’la Neşe Özgen oradaki tespitleri önemli: Kürtler,
bağı kalmamış Diyarbakırlı zenginler. Bu Kürdistan’da, kendi yurtlarında, mülteci gibi
tablo Kürt sermayesi kavramının muğlaklığı- yaşıyor. Çok ağır koşullarda çalıştırılıyorlar.
na da işaret ediyor. Kimdir Kürt burjuvazisi? Irak Kürdistan’ı bize kuzeydeki gelişmelerin
Halis Toprak mı, Pirinççizadeler mi yoksa Raif sonuçlarına dair ipuçları sunabilir. Vahşi ka-
Türk mü? pitalizm koşullarında ekonomik gelişme ve
2000’lere dek devlet aşiret reisleri aracılı- istihdam yaratmaya çalışırsanız, sömürünün
ğıyla Kürtleri yönlendirmeye çalışıyordu. katmerlendiği bir duruma kapı açarsınız. Kürt
Ama artık aşiret reisleri etkinliklerini büyük meselesiyle ilgili en dikkat edilmesi gereken
ölçüde yitirdi. Aşiret reislerinin tebaaları hususlardan biri bu sınıfsal ayrışma. Çok ra-
varken sermayedarların da işçileri var. Ser- dikal bir neoliberal dönüşüm yaşanıyor. Önü-
mayedarların aşiret reislerinin misyonunu müzdeki dönemde sınıfsal çatışmalar somut
devralması ihtimali var mı? bir problem olarak karşımıza çıkabilir.
AKP’nin birçok Kürt’ten oy alması iş-aş vaa-
28 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

EKOLOJİ
Bir kalkınma modeli olarak Kavar

Nurcan Baysal

“Kadınlar burada Haziran-Eylül arasında dağa, İzmir, Manisa ve Mersin gibi illere göç etmek
yaylaya süt sağmaya gider. Sabah 10’da yola zorunda kalan Kavarlılar 2000’lerin başından
itibaren kendi imkânlarıyla köylerine dönme-
çıkarız, bir saat sonra hayvanların yanına varırız. ye başladılar. Benim Kavar’la tanışmam da bu
Sütü sağarız yarım saat. Sonra sırtımızda 10 ila geri dönüş dönemine rastlıyor, Eylül 2008’e.
25 litre sütle bir saat eve yürürüz. Eve varmamız
12.30’u bulur. Tekrar işe koyuluruz, yemekti, çocuk
Yola çıkış
bakımıydı, süt kaynatmaktı derken saat 5’i bulur.
Tekrar işe koyuluruz, iki buçuk saat beriye1 gideriz; 2008’de, Hüsnü Özyeğin Vakfı yoksul kırsal
günde beş saat beri işi yaparız... Kırsal kalkınma alanlarda yaşam kalitesini arttırmaya yönelik
kırsal kalkınma programı geliştirmeye karar
diyorsunuz, pek anlamadım, nedir bu? Ama biz
verdiğinde, kırsal kalkınma program direktörü
kadınlar için beri yolunun düzeltilmesi iyi olur, çok olarak Vakıf ile çalışmaya başladım. İlk altı
taşlı yol, ayaklarımızı kesiyor, çok yoruyor bizi, bu ay, nasıl çalışacağımızı belirlemeye çalışırken
yolu yaparsanız daha az yoruluruz... Ah keşke köyde Türkiye’nin yoksul kırsal alanlarını geziyor-
dum. Kırsal kalkınma konusunda Türkiye ve
bir traktör olsa, bizi götürse beriye”.2 dünyada neler yapıldığını araştırırken, “nasıl
bir kalkınma?” sorusuna cevap arıyordum.
“Ne tür bir kalkınma olmalı? Kim ‘kalkındı-
racak’? Niye biz ‘kalkındıranız’? Kim demiş
Bu cümleler Tatvan-Kavar havzası, Düzcea- masada yemek yemenin daha iyi olduğu-
lan (Kürtçe adı Çorsin) köyünden bir kadına nu? Ya kalkınma adına yaşamın çeşitliliğini
ait. Kavar altı köy, beş mezradan oluşan Van yok edersek? Kim tanımlamış yoksulluğu?
gölü kenarında bir havza. Bu köylerden üçü Kim kime göre yoksul? Kalkınma adına mı
Nurcan Baysal
1975 Diyarbakır doğumlu. 1990’larda devlet tarafından boşaltılıyor, biri döşeniyor bu otobanlar? Kalkınmayı nasıl
Ankara Üniversitesi (Çorsin) yakılıyor, ikisi ise koruculuğu kabul insanîleştireceğiz? Adalet ve eşitlik olmadan
Siyasal Bilgiler Fakültesi
etmek zorunda kalıyor. Havzanın toplam kalkınma olur mu? Dili, kimliği ve kültürü
mezunu. Yüksek lisansını
Bilkent Üniversitesi’nde nüfusu 1800 civarında. Nüfusun yüzde 88’i görmeyen bir kalkınma olur mu? Onurlu ya-
tamamladı. 1997-2007 ilkokul veya altında eğitim almış, yüzde 30’u şam hakkı kalkınmanın neresinde? Eşitsizlik-
arasında Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programı’na
okur-yazar değil. Okur-yazar olmayanların leri gözardı eden bir kalkınma neye yarar…”4
bağlı olarak Diyarbakır yüzde 79’u kadın. 2008 rakamlarıyla, hav- Temel referans noktamız kalkınma ve in-
ve çevresinde kalkınma zada kişi başına aylık gelir ortalama 109 TL, san hakları ilişkisiydi. Kalkınmanın bir insan
ve yoksulluk konularında
projeler yürüttü. 2008-2013
medyan gelir ise 82 TL. Havza Türkiye açlık hakkı olduğuna (kalkınma hakkı) inanıyor-
arasında Hüsnü Özyeğin sınırının altında bir gelire sahip.3 Nüfusun duk. 2008 sonuna doğru, Kırsal Kalkınma
Vakfı’nda kırsal kalkınma yüzde 6’sının bedensel ve/veya zihinsel engeli Programı’nın temel ilkelerini belirlemiş (hak
program direktörü olarak
çalıştı. Çeşitli uluslararası bulunmakta. Havza nüfusunun yüzde 60’ı 25 temelli, insanı merkez alan, toplumsal cinsi-
fon kuruluşları ve vakıfların yaş altında. Havza tüm gelişmişlik göstergeleri yet eşitliğini gözeten, doğal kaynakların sür-
Ortadoğu danışmanlığını açısından Türkiye’nin en yoksul bölgesine dürülebilirliğini gözeten, entegre, katılımcı,
yapıyor. İlk kitabı “O Gün”
(2014) İletişim Yayınları denk gelmektedir. esnek bir program) ve ilk havza olarak Kavar’ı
tarafından yayımlanndı. 1993’te köy boşaltmaları sonucu İstanbul, seçmiştik.
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 29

Kavar Kırsal Kalkınma Projesi

Ekim 2008-Ocak 2009 arasında kadınlar, genç


kızlar, çocuklar gibi farklı gruplarla toplantılar
yaparak Kavarlılarla programın içeriğini ve
yapılacak aktiviteleri belirledik. Bazen günlerce
aynı konuyu tartıştığımız oluyordu. Bu toplan-
tılar üç-dört ay sürdü. Bu süreç ilk aylarda vakfa
şüpheyle bakan Kavarlıların güven duymaları-
nın yolunu açtı:
“Devlet bize planlar kurmuş, bizim aramıza
gönderiyor bunları. Ben önce sağlıklı bulma-
dım, dedim ki ‘bunlar yabancı, aramıza almaya-
lım’… Bilemiyorduk, nedir ne değildir. Güvenmi-
yorduk. Ama şimdi değişti”.5
Aralık 2008’de, programın etkilerini gelecek
yıllarda sağlıklı değerlendirmemizi sağlayacak
bir izleme-değerlendirme sistemi6 kurduktan
sonra, Ocak 2009’da Kavar Kırsal Kalkınma
Programı’nın faaliyetleri başladı. Faaliyetleri ka-
baca sekiz bileşen altında toparlayabiliriz: sos-
yal refah, ekonomik kapasitenin geliştirilmesi,
altyapı, kadınların güçlendirilmesi, örgütlenme
ve sürdürülebilirlik, doğal kaynaklar, ortaklık ve
işbirlikleri, kırsal politikaların etkilenmesi.
Havzada ekonomik kapasitenin gelişmesi
için bir yandan on binlerce ceviz ağacı dikilir- ağaçlandırma faaliyetleri, güneş enerjisinin
ken, yıllardır büyük şehirlere savrulduğu için en kullanımına yönelik çalışmalar yapılmıştır.
temel becerileri bile unutmuş Kavarlılara ağaç
budama gibi eğitimler verildi. Bir yandan hav-
zadaki ahırlar ıslah edilirken, kadınlarla hayvan “Kavar’a ilk defa sivil birileri geldi”
ve süt hijyenine yönelik eğitimler yapıldı. Silajlık
mısır ekimi yaygınlaştırılırken, sosyal yaşamı Kavar Kırsal Kalkınma Programı 2009-2013 ara-
canlandırmak için Japon Büyükelçiliği ile bir- sında uygulanmış, 2014 ise programın bitişinde
likte çeşitli kültürel faaliyetlerin düzenlediği bir geçiş yılı olarak tasarlanmıştır. Kavar Havzası
Yeniden Yaşam Merkezi kuruldu. Kadınlarla deneyimini farklı kılan temel unsurlardan biri
arıcılık çalışmaları yapılırken üretilen ballar program uygulama ekibiyle hedef grup arasın-
için pazar bulundu. Çocukların eğitim hiz- daki ilişkilerin güvene dayalı olması, programın
metine ulaşımını sağlamak için 90’lardan beri odağındaki sosyal ve kurumsal kapasitenin in-
kapalı bulunan okullar toparlanmaya başladı, şası doğrultusunda köylülerin kendi potansiyel-
anaokulları yapıldı, Kavar’ın YİBO’lara7 gitmek lerini keşfetmesidir. Bu keşif havzadaki köylerin
zorunda olan 6-7 yaşında çocukları için 8 yıllık bir kooperatif çatısı altında örgütlenerek birlikte
bir okul inşa edildi. Çocuk kütüphaneleri, film hareket etmesini sağlamıştır. Program süresince
gösterimleri, çocuk koroları, tiyatro kulüpleri kamu kuruluşları, sivil toplum, akademik ku-
gibi birçok sanatsal ve kültürel etkinlik devreye
sokuldu. Her yıl Kavar festivali düzenlenmeye
başladı, her köyde kurulan köy odaları eğitim
Kavar Kırsal Kalkınma Programı’nın çok önemli
ve diğer etkinlikler için toplanılabilecek sosyal
bir alan açtı. Tüm bu faaliyetler 2011’de Kavar
bir özelliği, Kavar köylerinin bir kısmının 90’larda
Kırsal Kalkınma Kooperatifi’nin kurulmasıyla boşaltılmış, bir kısmının da korucu köyü olması
taçlandı. Kooperatif bünyesinde kurulan süt nedeniyle,Türkiye’de çatışmalı bir bölgede uygulanan
toplama merkeziyle sütün pazarlanmasına baş- ilk kapsamlı kalkınma programı olmasıdır. Programın
lanmıştır. Yine kooperatif bünyesinde Kavar’ın
köyler arası ilişkilerin yeniden kurulması, köylerin
hububatları paketlenip satılmaya, kadınlar tara-
fından üretilen ballar tüketicilere ulaştırılmaya
kamuyla ilişkisinin güçlendirilmesi, bozulan toplumsal
başlamıştır. Doğal kaynakların geliştirilmesi ve yapının onarılması, kısacası toplumsal barışın güçlenmesi
sürdürülebilir kullanımı için mera iyileştirme ve üzerinde önemli bir etkisi vardır.
geliştirme faaliyetleri, meralara tohum ekimi,
30 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

rumlar ve özel sektör katılımı sağlanmıştır. Doğu’da insanların neler çektiğini. Proje kapsa-
Kavar Havzası deneyimini farklı kılan bir mında yüzlerce kişi gelip gitti, hepsi gördükle-
diğer unsur sosyal ve ekonomik güçlenme faali- rinden etkilendi, projenin barış çabalarına bir
yetlerinin elele gitmesi, çevre ve doğal kaynakla- etkisi olduğunu düşünüyorum.”11
rın da bu kalkınma sürecinde ihmal edilmeme- Tam da barış sürecinin konuşulduğu şu
sidir. Kavar’daki kalkınma deneyimi tek başına günlerde Kavar Kırsal Kalkınma Programı’ndaki
üretimi değil, insanın mutluluğunu odak alan deneyim çok daha kıymetli. Süreç ilerledikçe,
bir yaklaşıma sahiptir. Üretim ve gelir yanında bölge kırsalından büyük şehirlerin varoşlarına
kadınların toplumsal konumları, çocuklar, en- göç edenlerin bir kısmı geri dönecek, Mahmur
gelliler, yaşlılar, doğal kaynakların sürdürülebilir gibi kamplar boşalacak, dağdakiler inecek. Sayı-
kullanımı, biyolojik çeşitliliğin korunması, su ları milyonları bulan bu insanlar evlerine döne-
kaynaklarının etkin kullanımı, yerel mimarinin cek. En az 20 yıldır yuvadan, kırdan, tarladan,
korunması, örgütlenme ve dayanışma gibi bo- üretimden uzak olan bu insanların çoğu bir
yutlar kapsamlı ele alınmıştır. ağacın nasıl budandığını bile hatırlamayacak.
Kavar gibi kapsamlı, entegre, sosyal ve ekono-
mik çalışmaların elele gittiği, insanı odağına
Barış sürecinin konuşulduğu şu günlerde Kavar Kırsal alan hak temelli kalkınma programları barışın
Kalkınma Programı’ndaki deneyim çok daha kıymetli. kalıcılığına da olumlu etkide bulunacaktır.12
Süreç ilerledikçe, bölge kırsalından büyük şehirlerin
varoşlarına göç edenlerin bir kısmı geri dönecek, Mahmur
gibi kamplar boşalacak, dağdakiler inecek. Sayıları 1 Beriye gitmek: Küçükbaş hayvanın sütünü sağmak
için otlak/meraya gitmek.
milyonları bulan bu insanlar evlerine dönecek. 2 Düzcealan köyü, evli, iki çocuk annesi, 28 yaşında
kadın. Özyeğin Vakfı , Saha Araştırma Raporu,
Ayşe Gündüz-Hoşgör, Kavar, Bitlis, Ağustos
2008.
Aralık 2013’te, beş yılın sonunda Kavar Kırsal 3 2009 yılında, 4 kişilik hanenin aylık açlık
Kalkınma Programı’nın son değerlendirmesi sınırı 287 TL, aylık yoksulluk sınırı ise 825 TL
olarak tahmin edilmiştir. Kaynak: TÜİK Haber
yapıldı. Henüz değerlendirme raporu çıkmamış
Bülteni: 2009 Yılı Yoksulluk Çalışması Sonuç-
olsa da ilk bulgular proje köylerinde kontrol ları, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.
köylere nazaran birçok olumlu gelişmeye işaret do?id=10952.
4 Nurcan Baysal, O GÜN, İletişim Yayınları, 2014,
ediyor:8 istihdam oranlarının artışı, kişi başı or-
İstanbul, sf.14.
talama reel gelirin artışı, büyükbaş ve küçükbaş 5 Nurcan Baysal, O GÜN, İletişim Yayınları, 2014,
hayvan sayılarının artışı, okullaşma oranının İstanbul, sf.29.
6 Kavar izleme-değerlendirme sisteminde etki ana-
hem kız hem erkek çocuklarda artışı gibi.
lizi yöntemi kullanılmıştır. Program tarafından
yaratılan farkın bilimsel olarak ölçülmesi ve tek-
Kalkınma ve barış rarlanabilmesini kanıta dayalı ortaya koyabilmek
için Oxford Üniversitesi’nden Meltem Aran’ın
öncülüğünde geliştirilen sistemle, kontrol grubu
Kavar Kırsal Kalkınma Programı’nın çok önemli köylerle programın uygulandığı köylerdeki değişi-
bir diğer özelliği, Kavar köylerinin bir kısmının mi zaman içinde değerlendiren bir farkların farkı
(differences-in-differences) yöntemi benimsenmiş-
90’larda boşaltılmış, bir kısmının da korucu tir.
köyü olması nedeniyle, Türkiye’de çatışmalı bir 7 Yatılı Bölge Okulları
bölgede uygulanan ilk kapsamlı kalkınma prog- 8 Development Anlaytics’ten Meltem Aran tara-
fından yapılan değerlendirme çalışması henüz
ramı olmasıdır. Programın köyler arası ilişkilerin bitmemiştir, burada ilk bulgular paylaşılmaktadır
yeniden kurulması, köylerin kamuyla ilişkisinin 9 Erkek, Dibekli, Haziran 2013, röportajı yapan N.
güçlendirilmesi, bozulan toplumsal yapının Baysal.
10 Erkek, Yassıca, Aralık 2013, Özyeğin Vakfı
onarılması, kısacası toplumsal barışın güçlen- toplantısı.
mesi üzerinde önemli bir etkisi vardır. Kavarlı 11 Genç kadın, Temmuz 2012, röportajı yapan
bir köylü bunu şöyle dile getiriyordu: N.Baysal.
12 Nurcan Baysal, “ Çözüm Sürecinde Kalkın-
“Bu havzaya dışarıdan gelenler hep askerler- ma”, BİANET, http://www.bianet.org/bianet/
di. İlk defa sivil birileri (vakıf) geldi”.9 siyaset/151743-cozum-surecinde-kalkinma
Boşaltılmış köyden bir başka köylü:
“Bu proje sayesinde karşı köylerle (korucu
köyleri) ilişkimiz gelişti, artık beraber süt toplu-
yoruz, birbirimize düşman gibi bakmıyoruz.”10
Her yaz batıdaki üniversitelerden üç-dört
stajyer programın bir parçası olarak çalıştı. 2011
yazında programda çalışan bir stajyer şöyle
diyordu:
“Kavar’da iki ay staj yapınca anladım
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 31

GEZİ VE TÜRKİYE PROTESTOLARININ


YILDÖNÜMÜNDE YEREL VE
ULUSLARARASI HAREKETLER
24-25 Mayıs 2014
Yer: Cezayir Toplantı Salonu,Hayriye Caddesi 12, Galatasaray, Beyoğlu-İstanbul

Konferansla ilgili detaylı bilgiyi www.tr.boell.org sayfasından takip edebilirsiniz.


Konferansa katılım ücretsiz ve halka açıktır. Konferans sırasında Türkçe / İngilizce simultane tercüme olacaktır.
32 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

DEMOKRASİ: İNTERNET SANSÜRÜ


Katılımcı demokrasiyle mücadele

Serdar Paktin

Yeni İnternet Yasası olarak anılan 5651 ona inanan-inanmayan pek çok kişi balkon
sayılı kanunun içinde bulunduğu torba yasanın konuşmasında söylediklerinin umut
verici olduğunu düşünmüş, en azından
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından söylediklerine itibar etmişti. O konuşmada
onaylanmasından sonra, ulusal ve uluslararası daha fazla demokrasi ve özgürlük vadeden
ölçekte tepkiler büyüyor. Bu yasanın hemen Başbakan, halkın büyük tepkisine rağmen,
ardından hazırlanan Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Güvenli İnternet Düzenlemesi’ni hayata
geçirmekte ısrarlıydı. Bu düzenlemenin
Yasası ile devlet artık istediği herkesin ekonomik hayata geçirilmesinin zarureti hakkında o
ve özel faaliyetlerini izleyebilecek. Böylece, her zaman, gençlerin ve çocukların internetteki
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı resmen Orwelci bir zararlı içeriklerden korunması ve “çocuk
pornosunun” engellenmesi gerekçelerini
distopyanın parçası haline geliyor.
kullanıyordu.
Kamuoyunun bu düzenlemeye yönelik
çekincelerini 2011’in bahar aylarında
AKP tarafından yıllardır sürdürülen bir #internetimedokunma diyerek internet
toplum mühendisliği ve ana akım medya ortamında ifade etmesi ve 40 binden
kuruluşlarının dolaylı bir şekilde kontrol fazla kişinin katılımıyla İstanbul İstiklal
edilmesiyle oluşturulan bir algı yönetimi Caddesi’ndeki yürüyüşte göstermesinin
kampanyası yürütülüyordu. Bu süreç ardından, 22 Ağustos 2011’de devreye
Serdar Paktin geçtiğimiz bir yıl içinde büyük sekteye girmesi planlanan düzenleme, gözden
Askeri liseden mezun uğradı. Bunun en önemli nedenlerinden biri, geçirilmek üzere geri çekildi ve yeni haliyle
olup, Hava Harp
Akademisi’nden ayrıldı. nüfusunun büyük çoğunluğu gençlerden 22 Kasım 2011’de devreye girdi. Buna karşı
Kültürel İncelemeler dalında oluşan Türkiye vatandaşlarının yeni medya çıkan kişi ve gruplar “çocuk pornosunu
lisans derecesi var. Arena
araçlarını gitgide daha etkin ve daha cesur destekliyorlar” diyerek kamuoyu gözünde
Dergisi’nin editörlüğünü
yaptı. Disiplinlerarası kullanmaya başlamasıdır. Maruz kalınan itibarsızlaştırılmaya çalışıldı.
Beşeri Bilimler yüksek toplum mühendisliği çerçevesinde insanlar AKP hükümeti, gündeme getirdiği
lisansını New York’taki
yaşadıkları “alan daraltma harekâtı” nedeniyle kısıtlayıcı düzenlemelere karşı gösterilen
Yeni Sosyal Araştırmalar
Okulu’nda tamamladı. giderek köşeye sıkışmış, özgürlüğü kısıtlanmış endişe, eleştiri, protesto ve muhalefeti
Stratejik pazarlama iletişimi ve edilgen hale geldi. Gezi Parkı üzerinden anlamını saptırarak itibarsızlaştırarak, bu kişi
planlaması yaptı. 2011 genel
seçimlerinde CHP’nin sosyal
gelişen durumda, bu toplum mühendisliği ve grupları kamuoyu nezdinde ilerlemeye
medya kampanyasının strate- projesi tarafından kapana kısılan vatandaşlar karşıymış gibi konumlandırıyor. Dolayısıyla,
jik direktörlüğünü yürüttü. tepkilerini haykırma ortamı buldu. Dünya bu bu kişi ve gruplara karşı uygulanan orantısız
GriZine.com ve bugunbugece.
com sitelerinde içerik
haykırışı yeni medya araçları sayesinde duydu. güç ve polis şiddeti haklılaştırılmaya
stratejisi uzmanı olarak görev Bu da yürütülen uluslararası algı yönetimi çabalanıyor.
aldı. Change.org sitesinde kampanyasını sekteye uğrattı. Devlet bu
kampanya uzmanı olarak
çalıştı. Halen Kadir Has konuda radikal bir düzenlemeye gitme ihtiyacı
Üniversitesi’nde internette hissetti. Bu düzenlemelerden sonra, Türkiye Alan daraltma harekâtı
itibar yönetimi dersi veriyor. bildiğiniz gibi olmayacak!
Ayrıca Polonya’daki Adam
Mickiewicz Enstitüsü’nde 2011 genel seçimlerinden sonra, Başbakan Yeni İnternet Yasası ve hemen ardından
içerik stratejisi danışmanı. Recep Tayyip Erdoğan’ı seven-sevmeyen, gündeme gelen MİT Yasası’nın genel
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 33

© NarPhotos / Erhan Arık

değerlendirmesine geçmeden önce, terbiyesizliktir” gibi beyanlar kamusal alanda


Başbakan’ın 2011 genel seçimleri sonrasında dolaylı bir baskı oluşturmuş, bireylerin
yaptığı balkon konuşmasında söylediği şu özgürlüklerini kısıtlayıcı etkiler doğurmuştur.
cümleleri hatırlayalım: Başbakanın sözlerini emir telakki eden bir
“Milletimizden aldığımız güçle, yetkiyle toplumsal grubun varolduğunu ve bunların
demokrasi daha ileri standartlara kavuşacak, toplum polisi edasıyla onun sözlerini
özgürlükler çok daha ilerleyecek, herkes uygulatmaya çalıştıklarını da belirtmek gerek.
kendini daha rahat ifade edecektir. Bütün Bu yaklaşımı, yürütülen toplum
kardeşlerimin, 74 milyonun böyle bir gönül mühendisliği sürecinde, kamusal alanı
huzuru içinde olmasını yürekten temenni düzenlemek için kullanılan bir dolaylı baskı
ediyorum.” veya sansür olarak yorumluyorum. Bunun
Başbakan bu sözlerinin arkasında dışında, özellikle 2011’den sonra, Güvenli
duracak hemen hiçbir şey yapmadığı İnternet Düzenlemesi’nin de dahil olduğu
gibi, “askeri vesayet” tehdidinin ortadan pek çok yasa ve düzenlemeyle iletişim ve
kalkmasıyla, 2002’den bu yana yumuşak ifade özgürlüğü giderek kısıtlandı. Basın ve
ama emin adımlarla sürdürdükleri toplum medya kuruluşlarının çoğu ile kurulan tatlı-
mühendisliğini çok daha belirgin ve izansız sert ilişkiyle neredeyse tüm basın organlarının
biçimde uygulamaya devam etti. Bütün bu yayın politikalarını etkileyebiliyor ve —son
süreç boyunca kendilerine destek veren liberal çıkan telefon kayıtlarının ispatladığı üzere—
grupların ve Fethullah Gülen Cemaati’nin yönlendirmede bulunabiliyorlardı. Kontrol
desteğini kaybetmeleri ve onlarla çatışma altına alınamayan gazeteci ve araştırmacılar
haline gelmeleri de bu izansız toplum ise, çeşitli iddialarla yıllarca süren tutuklu
mühendisliğinin çehresinin değişmesinden yargılamalarla hapsedildi ve böylece sesleri
kaynaklanıyor.
Başta Başbakan olmak üzere, tüm hükümet
yetkilileri ve sözcüleri, hiçbir bilimsel Web 2.0 ile sosyal bilimcilerin öngörmüş oldukları
altyapısı olmayan, tamamıyla ideolojileriyle küreselleşme ve “küresel köy” mecazı hayata geçmeye
çerçevelenen düşüncelerini topluma kabul başladı. Artık bireyler tek yönlü iletişimin kendilerini
ettirmek için buyurgan ve otoriter bir dille her
mecbur bıraktığı pasif rolden çıkarak iletişimin parçası
konuda yönlendirici beyanlarda bulundular.
“Her kürtaj bir cinayettir”, “En az üç çocuk haline geldiler. Dolayısıyla bu, kişileri dünyada olup
doğurmalısınız”, “İçki içen herkes alkoliktir”, bitenlere aktif katılımcı haline getirdi.
“Hamile kadınların sokakta dolaşması
34 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

kısıldı. Hapsedilmeyenler ise doğrudan Gelelim İnternet Yasası’na, bu yasa


Başbakan’ın “ricasıyla” medya patronları hakkında konunun uzmanları, bilişim
tarafından kovuluyor. avukatları, gazeteciler, akademisyenler, hatta
AKP hükümeti toplumsal mühendislik AB ve ABD yetkilileri açıklamalarda bulunarak
projesi ve onun etrafında yürüttüğü “alan yasanın mutlak bir gözetim toplumu
daraltma harekâtı”yla herhangi bir toplumsal oluşturacağı konusunda çekincelerini dile
itiraz, eleştiri ve muhalefetin gelişmesini getirdiler. Türkiye’nin, bu yasa çerçevesinde
engellemek istiyor. Eğitim sisteminde İran, Çin ve Suudi Arabistan gibi kısıtlayıcı
değiştirilen müfredatla hemen her gün ülkelerin benimsediği yaklaşımı izlediği
ortaya çıkan skandallar, orantısız biçimde aşikâr.
çoğalan imam hatip okulları, bir bütün Kısıtlayıcı yaklaşım benimsemeyen ülkeler
olarak 4+4+4 eğitim sistemi, okul öncesi ise (çoğunlukla ulus-devletler) modern
eğitimi islamileştirmek üzere kurulan “Okul endüstriyel dönemin şartlarıyla şekillenip
Öncesi Din Eğitimi Projesi” ve daha pek çok yerleşmiş sistemlerdir. Tarım toplumundan
yapılanmayla başbakanın istediği gibi bir endüstri toplumuna değişirken ekonomi, din,
“dindar nesil” yetiştirilmeye başladı bile. sosyal yaşam, aile yapısı, üretim biçimleri,
Bu alan daraltma harekâtının bir diğer iletişim kanalları ve tabii ki yönetim biçimleri
yönü de yeni Büyükşehir Belediye Yasası ile değişti. Bu eksende kurulan sistemler,
gerçekleştirildi. 30 Mart 2014 seçimlerinden yapıları gereği temsili düzeyde çalışabilir ve
sonra bunun etkilerini çok daha net gözlemle- oluşumları gereği hantal yapılardır, “sistemin
yebileceğiz. bekâsı” için değişime direnirler.
Ayrıca, bu çerçevede modernitenin
getirdiği “bilimselcilik” anlayışı, kendisinden
AKP hükümeti ve Başbakan Erdoğan katılımcılığı bir önceki dönemin “dincilik” anlayışının yerini
“bela” ve devlet düşmanlığı olarak algılıyor. Bundan ötürü, aldı. Bilimselcilik ve bilimsel bilginin mutlak
toplumun internetteki faaliyetini (ayrıca MİT üzerinden ve tek doğru olduğuna olan inanç ekseninde
bilgi üretimi kendisinden önceki mutlakiyetçi
diğer ekonomik ve özel faaliyetleri) tam da Orwell’in
yapının yerine geçti. Yani, Ortaçağ’da Vatikan
distopyasındaki gibi engellemeye çalışıyor. ve din adamları nasıl Tanrı’nın mutlak
bilgisinin temsilcisi idiyseler, modernite
bünyesinde de akademiler mutlak bilginin
Orwell’in distopyası merkezleri, bilimadamları ise bu bilginin
temsilcileri oldu. Doğru bilginin tek ve
Çok uzun zamandır, televizyon, radyo ve ga- nihai olduğuna inanıldığı için bunun belirli
zete gibi “geleneksel” mecralardan haber ya merkezlerde, belirli metotlarla ve belirli
da bilgi edinmek durumunda kaldığınızda, bir formlarda öğrenilmesi ve başkalarına bu
nevi “zihinsel dekoder” kullanmanız gereki- şekilde aktarılması gerekiyordu.
yor. Bu mecraların hangi haberi, nasıl, hangi Aynı şekilde, modern çağdaki iletişim de
ses tonuyla ve ne uzunlukta verdiklerinin, kur- bu çerçevede şekillendi. Bilgi ansiklopedilerde
guladıkları görüntülerin neler içerdiğinin hep toplanırdı, bilimsel kutsal kitaplar olan
bir anlamı var. Geleneksel medya kanallarında ansiklopedilerden mutlak doğrular
verilen mesajları çözümlemek ve aslında neyin öğrenilebilirdi. Gazete, sonrasında radyo ve
ne olduğunu anlamak için haber kaynağının ondan sonra da televizyon da bu yaklaşım
duruşu ve yaklaşımını da bilmek elzem. Bu, çerçevesinde gelişen iletişim mecralarıydı.
internet ortamındaki içeriklerin bu çerçeveden Geleneksel iletişim mecraları dediğimiz
bağımsız ve tarafsız verildiği anlamına gel- bu gibi platformlarda tek yönlü bir iletişim
miyor elbette. Ancak, internetteki durum bu gerçekleşir: Mesajı veren ve mesajı alan.
kadar kısıtlayıcı değil. Mesajı veren bilgi kaynaklarına ve bilgi
Türkiye’deki kamu iletişimine gelecek üretim araçlarına sahip olan taraftır. Bilgi
olursak, çok daha öncesinden başlamış kaynağı tek ve nihai olduğu için verdiği mesaj
olmakla beraber, 2011’deki genel seçimlerden doğru ve kesin kabul edilir, ondan şüphe
bu yana iletişim, habercilik ve siyasî edilmezdi. Mesajı alan ise, mesajı verenin
propaganda iyice çehre değiştirmiş durumda. kurguladığı çerçeve, içerik ve bağlamda mesajı
Buna neden olarak, siyasî reklam yasağının algılayan ve —algı kapasitesine bağlı olarak—
kaldırılmış olmasını, siyasî arenaya pek çok yorumlayan taraftır. Bu iki taraf arasındaki
farklı aktör ve paydaşların katılmasını ve yeni ilişki hep tek yönlüydü. Mesajı alanın mesajı
medya araçlarının toplum tarafından daha verene geri bildirimde bulunmasına imkân
etkin ve gündem oluşturabilecek düzeyde yoktu. Geri bildirim imkânları çok kısıtlı ve
kullanılmaya başlamasını sayabiliriz. yine iletişim mecralarına sahip olanların
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 35

kontrolündeydi. Ayrıca, mesajı alanlar devlet


© NarPhotos / Adnan Onur Acar
kontrolündeki eğitim kurumlarında, devlet
ideolojisinin filtresinden geçmiş mutlak
doğru bilgiyi aynı biçimde öğrendikleri için
aldıkları mesajı da aynı şekilde algılamaları
bekleniyordu. Yani, bir nevi otomasyon
sistemi.
İnternetin kitlesel olarak kullanılmaya
başlamasının ardından, web 1.0 olarak bilinen
ilk dönemde iletişim aynı çerçevede devam
etti. Bizler mesaj alanlar olarak internete pasif
katılımcılar olarak erişim sağlıyorduk. Daha
sonra, iletişim araçları gelişmeye ve kişilerin
kendi katılımlarını da mümkün kılan bir
çehreye bürünmeye başladı.
Modern düzenin ilk büyük sarsıntılarından
biri, bireyler arası dosya alışverişini mümkün
kılan ve kişilerin birbirleriyle müzik paylaşımı Son on yılda, dünyada gerçekleşen
yapabilmesine olanak sağlayan bir platform sosyal ve politik hareketlenmeye
olan Napster’la yaşandı. Milyonlarca insan bakarsak, yeni iletişim araçları sayesinde
Napster’da müzik paylaşmaya başlayınca, insanların hızla örgütlenerek harekete
küresel müzik piyasasının kontrolü kırıldı. geçebildiklerini, ülkelerin gündemlerini
Bundan sonraki süreç, bireylerin iletişim ve etkilediklerini, uluslararası kamuoyuna
bilgi kaynaklarına doğrudan erişebildikleri, seslerini duyurduklarını ve hatta ülkelerinin
kendi bilgilerini üretebildikleri ve mesaj alan yönetimini değiştirebildiklerini görebiliriz.
konumundan çıkarak mesaj alan-mesaj veren Buna karşı yapılacak —ve tarihî olarak
konumuna geçtikleri web 2.0’a getirdi. İşte bu örnekleri görülmüş— iki şey var: Ya bunu
noktada, her şey çok hızlı değişmeye başladı. engelleyip durdurmaya çalışacaksınız ya da
Web 2.0 ile sosyal bilimcilerin öngörmüş bu gelişmeleri benimseyerek değişime kucak
oldukları küreselleşme ve “küresel köy” açacaksınız. Türkiye, son İnternet Yasası
mecazı gerçekten hayata geçmeye başladı. ile birinci seçenekten yana oy kullandığını
Artık bireyler tek yönlü iletişimin kendilerini gösteriyor.
mecbur bıraktığı pasif rolden çıkarak Yine son on yıldaki değişime baktığımızda,
iletişimin parçası haline geldiler. Dolayısıyla birçok ticarî marka ve şirketin bu değişime
bu, kişileri dünyada olup bitenlere aktif hızla uyum sağlamaya çalıştığını ve katılımcı
katılımcı haline getirdi. bir yönetim yapısına geçmeye gayret
Bu gelişmeler insanların çok daha hızlı ettiklerini görebiliriz. Fakat, Türkiye’de
ve etkin iletişim kurabilir, bilgi üretebilir AKP hükümeti ve Başbakan Recep Tayyip
ve örgütlenebilir hale gelmesini sağladı. Erdoğan bu katılımcılığı bir “bela” ve devlet
Dolayısıyla, modernitenin getirdiği mutlak düşmanlığı olarak algılıyor. Bundan ötürü,
doğru bilginin ve merkezî iletişim kanallarının toplumun internetteki faaliyetini (ayrıca MİT
hegemonyası geçerliliğini yitirmeye başladı. üzerinden diğer ekonomik ve özel faaliyetleri)
Ulus-devletler, akademi, gazeteler, televizyon tam da George Orwell’in distopyasındaki gibi
ve mevcut ekonomik düzen bu tek yönlü gözetleyerek, yeri geldiğinde sansürleyerek
iletişim üzerinden varlıklarını sürdürebilir, veya kişileri hapsederek engellemeye çalışıyor.
çünkü üzerine kurulu oldukları ideolojilerin Ama bilmedikleri bir şey var, değişim artık
devamlılığını bu sayede sağlayabiliyorlar. gerçekleşti. Bunu engellemeye çalışmak,
Diğer taraftan, insanlar karar verme sadece hükümetin sonunu hızlandıran bir
mekanizmalarına katılım gösterebilecekleri hareket olacaktır. Sonuç olarak, dünyadaki
bir araç elde ettiler. Bu araç sayesinde tüm yönetimlerin temsilî demokrasiden
yaşadıkları mahalle, şehir ve ülkede katılımcı demokrasiye geçmenin bir
yaşantılarını etkileyecek karar aşamalarına yöntemini bulmaları gerekiyor.
katılmak istiyorlar. Örneğin, tüm Türkiye’yi
saran Gezi olayları, birçok birey ve kurumun
Gezi Parkı projelendirme sürecine katılım
göstermek istemesi ve tüm taleplerinin
ısrarla gözardı edilerek parkın yerine alışveriş
merkezi yapılmak istenmesi nedeniyle
başladı.
36 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

DEMOKRASİ
Burada her şey genel

Gülfer Akkaya

Cep telefonunuz çalıyor. Açıyorsunuz. Aynı anda okey oynamak, buluşup içki içmek ve akıl
mekanik sesler duymaya başlıyorsunuz. Çat-çut açılıp almaz daha onlarca kelime ve günlük yaşama
dair pratik yasadışı silahlı örgüt üyeliğinin
kapanan düğme sesleri... Alo der demez sesinizin delileri olarak mahkemelere sunuluyordu.
yankıyla geri dönmesi, sesin karşıya gitmemesi, size Bu akıl ve hukuk dışı iddianameler toplumda
gelmemesi… Dinlendiğinizi alenen hissettiren daha yeni bir baskıya neden oldu. Artık telefon
birçok şey... Diyeceksiniz ki, bunlar normal teknik konuşmalarına azamî dikkat ediliyordu.
Günlük dilde kullanılan onlarca kelimeyi
arızalar olamaz mı? Bu soru, “acaba dinleniyor insanlar lûgatlerinden çıkartmaya başladı.
muyum?” sorusunun çok gerisinde kalmışsa, olamaz. Artık otokontrol tek “dostumuz”du.
Şaka gibi ama, o akıllara zarar
iddianamelerden dolayı daha şimdiden
Çok değil, daha beş-altı yıl evvel, binlerce kişi örgüt üyeliği cezaları aldı. Çok
dinlendiğimize pek de ihtimal vermezdik. sayıda dosya Yargıtay’da beklemekte. Bu
Hatta aramızda telefonu dinlenecekler davalar çok gecikmeden AİHM’e gelecek ve
listeleri yapar, kendi kendimizin “polisi” orada Türkiye aleyhine kararlar çıkacak.
olur, gülerdik eş dostla. Böyle başladı. İlk Şu soru önemli: AKP ve Gülen neden
olarak “en politik” arkadaşlar dinlendi. Bu bu operasyonları yaptılar, binlerce insana
bir giz değildi. Herkes biliyordu! “O zaten hukuksuz cezalar vermekten geri durmadılar?
çok politik” denerek AKP-Gülen iktidarının Cevap basit: Siyasî yol temizliği. Böylece
devrimcilere, Kürt hareketine yönelik kendilerine muhalefet edenleri ayak
karalama kampanyalarına, ardından gelecek altından temizleyip herhangi bir engele
ev baskınları ve tutuklamalara, hak gasplarına takılmadan ülkeyi siyasî hırsları çerçevesinde
göz yumularak saldırılar normalleştirildi. yönetecek, hırsızlık, yolsuzlukla ülkeyi
Artık sırada, “daha az politikler” vardı. “Acaba soyup zenginleşecek, adaletten yoksunlukla
dinleniyor muyum?” diyenlere ikinci bir halka iktidarlarının ömrünü uzatacaklardı. Pasta
eklendi. Şüphe toplumun ruhunu kemirmeye iştah kabartıcıydı. AKP ve Gülen ekibi
başladı. Kürtlere, sosyalistlere, demokrasi ve özgürlük
2009-2010 arasında, Kürt özgürlük isteyen cepheye karşı ortak davranmış,
hareketine ve sosyalistlere yönelik AKP ile ancak sıra devleti ve iktidarı paylaşmaya
Gülfer Akkaya
Sivas, Kürkçü köyü
Gülen cemaatinin ortak planlayıp yönettiği gelince “ortaklığı” yürütemeyip, “hep bana,
doğumlu. Anadili Kürtçe. dalga dalga tutuklama operasyonları başladı. hep bana” diyerek birbirlerine karşı savaş
İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Gülenci polislerin yazıp savcıların önüne başlattılar.
Sosyal Antropoloji Bölümü
mezunu. Mimar Sinan
koyduğu iddianamelerle, mahkemelerde eşi AKP ve Gülenciler savaşı 12 yıllık AKP
Güzel Sanatlar Üniversitesi benzeri görülmemiş hukuk dışılıklarla herkes iktidarının toplumda ve devlet kurumlarında
Sosyoloji bölümünde yüksek Özel Yetkili Mahkemeler’de (ÖYM) “örgüt yarattığı tahribatı gözler önüne seriyor:
lisans yapıyor. “Unutulmasın
diye... Demokratik Kadın üyesi olmamakla beraber örgüt üyesi gibi Yandaş basın, siyasî rant üzerine kurulu
Derneği” (2008) ve “Sanki davranmaktan” yargılandı. partili ilişkileri, iş çevreleri ile iktidarın rantçı
Eşittik, 1960-1970’li Yıllarda İddianamelerden gördük ki, malzeme, derin ilişkisi, ülke ekonomisinde önemli yeri
Devrimci Mücadelenin
Feminist Sorgusu” (2011) devrim, devrimci, örgüt, paket, ekmek, olan kaynağı belirsiz sıcak kara para, AKP
adlı kitapları yayınlandı. maydanoz, arkadaş, hediye, puşi bağlamak, destekli uluslararası kara para aklama ağı,
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 37

© NarPhotos / Gülşin Ketenci

siyasal İslam’ın toplum üzerindeki cinsiyetçi hakkını kendisinde görebiliyordu. Bir yandan Kadıköy'deki 8 Mart
yürüyüşüne binlerce kadın
muhafazakâr baskısı, artan kadın cinayetleri, dalga geçip, diğer yandan ahlak zabıtalığına
katıldı.
yükselen homofobi… soyunmuştu. O kadar kurnazca davranıyordu
ki, görüntülerde hayatı ifşa edilen kadından
bahsetmiyormuş gibi yaparak, kadını hedefe
Seks kasetlerinden rant kasetlerine koymaktan geri durmuyordu. Ne de olsa, baş-
bakanın ve ortağı Gülen’in ellerinin altında, her
2009’da Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel türlü kirli işlerini yapacak yandaş medyaları
Başkanı Deniz Baykal –ki kendisi Recep Tayyip vardı.2
Erdoğan ile 2003’te Beylerbeyi’nde buluşmuş,
Erdoğan’ın milletvekili olabilmesi için anlaşmış
kişidir1- hakkında bir “kaset” yayımlandı. Kim- Ülkenin başbakanı ana muhalefet partisi başkanının
ler tarafından kaydedilip yayıldığı “belli olma- özel hayatına, aşkına, cinsel ilişkilerine karışma hakkını
yan” bu kasette Baykal eşi olmayan bir kadınla
kendinde görürse, o ülkenin erkeklerinin “namus”
yatak odasında görüntülenmişti. Bu kaset De-
niz Baykal’ın siyasî hayatının sonu oldu. “Has- gerekçesiyle işlediği kadın cinayetleri artmaz mı? Nitekim,
mına karşı her yol mubahtır” diye özetlenebi- AKP döneminde kadın cinayetleri yüzde 1400 kat arttı.
lecek bu hamleyle siyasî seviye yerlere düştü. Resmî rakam bu!
Kişilerin mahremi, özel hayatın gizlilik hakkı
başbakan ve siyasî ortakları tarafından açıkça
ihlâl edildi. Şimdilerde siyasî rant ve partile- Ülkenin başbakanı ana muhalefet partisi
rin oy oranlarıyla ilgili anket araştırmalarına başkanının özel hayatına, aşkına, cinsel iliş-
yönelik müdahaleleri ortaya koyan ses kayıtla- kilerine karışma hakkını kendinde görürse,
rıyla gündemden inmeyen Başbakan Erdoğan o ülkenin erkeklerinin “namus” gerekçesiyle
Baykal’la ilgili kaset için “Yanındaki eşi değil ki, işlediği kadın cinayetleri artmaz mı? Nitekim,
bunlar özel değil, genel” demişti. AKP döneminde kadın cinayetleri yüzde 1400
Buradaki “genel” kelimesi “genelev”e gön- kat arttı. Resmî rakam bu!
derme yapıyordu. Bilindiği gibi, genelev devlet
denetiminde seks işçisi kadınların erkeklere Mahremi yitirmek
bedenlerini sattıkları, devletin bundan vergi
alarak kadın bedenini metalaştırdığı işletmeler. Mahrem alan her toplumda hep ilgi görmüştür.
Başbakan iki yetişkinin rızalarıyla girdiği ilişki- Hatta mahrem, ne kadar mahrem kalabilmiş-
ye “genel” kavramını kullanarak müdahil olma se ona duyulan ilgi o kadar artmıştır. Gizliliği
38 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

delmek, onu yaymak, yayarak kişileri hedef dekoltesini aşırı bularak işten atılmasına ne-
tahtasına oturtmak. Başkalarını gözetleme den oldu. Bir yandan iktidara yakın televizyon
programları tüm dünyada nasıl da ilgi gördü! kanallarında başörtülü kadın sunucular çoğa-
Türkiye’de son yıllarda patlayan dizi furyası lırken, öte yandan dekolte bahanesiyle başını
sadece milliyetçiliği, cinsiyetçiliği üretmekle kapatmayan kadınların kıyafetlerine müdahale
kalmayıp aynı zamanda muhbir, tektip toplum ediliyor, hatta işlerini kaybetmek istemeyen
oluşturma çabasında. Dizilerdeki karakterler kadınlar otokontrolle iktidarın uygun göreceği
durmadan birbirlerini kapı aralarından dinli- tarzda giyinmeye başlıyordu.
yor, birbirlerinin cep telefonlarını, çantalarını Söz konusu kadın politikaları olunca AKP
gizlice karıştırıyor. Kapıların dinlenmediği bir iktidarı kadınları kutuplaştırarak bölme ve karşı
dizi henüz çekilemedi. Bu tesadüf olabilir mi? karşıya getirme yöntemini tercih etti. Doğur-
Siyasî alanda sürdürülen kaset savaşları, mak, doğurmamak; başı kapalı, başı açık; ina-
mahremiyete duyulan toplumsal merakın poli- nan, inanmayan; AKP’li olan, olmayan; evlilik
tikasıdır. Bir toplum başkalarının özel hayatları- ve aile kurumunu yüceltenler, evliliğe ve aile
nı merak edip didik didik kurcalamayı sevmese, kurumuna karşı olanlar; kadın erkek eşit değil
ahlakçı olmasa, kötü niyetle ortaya sürülen seks diyenler, kadınların eşitliğini savunanlar… Bu
kasetleri üzerinden siyaset yapanlara karşı dik zıtlaşmadan başbakana hep bol ekmek çıkıyor-
durup cezalandırılmalarını istemez mi? Bu tarz du. Onun çıkarı kutuplaştırılmış toplumdaydı.
siyaseti reddetmez mi? Elinde ahlak sopası ha- Alevi-Sünni, Kürt-Türk, makul vatandaş-terö-
yatlarımızın koridorlarında dolaşan bu “kasetçi rist, polisini sevenler-çapulcu Gezi isyancıları…
ahlakçıları” siyasî arenadan süpürüp atmaz mı? AKP-Gülen iktidarında, dinin kadın bedeni
üzerinde politikleştirilmesiyle kadın bedeni
AKP iktidarı lehine gizlemeden, dolandırma-
İktidar ve kadın bedeninin denetimi dan doğrudan kullanıma sokuldu. Başı kapalı
ve Müslüman kadın olmak avantajlıydı. Ama
“Kızlı erkekli” tartışmasından, muhbir topluma, salt başı kapalı ve Müslüman olmak da yetme-
kadın erkek ilişkilerinden siyasî iktidarın kadın di. Makbul olan, AKP’yi destekleyen başı kapalı
bedenine müdahalesine dek her şey toplumsal ve Müslüman olmaktı.
bilincin çepeçevre sarmaladığı alanlardır ve İnancı ve kültürü gereği başı kapalı Müslü-
bu alanlarda politika eğer toplumun “rızası” ile man Kürt kadınları için Başbakan bizzat polisi-
uygulanamıyorsa, devlet zoru devreye girer. ne: “Güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa, kadın
Başbakan şimdilerde başı siyasî ve eko- da olsa, kim olursa olsun, eğer terörün maşası
nomik yolsuzluklarla meşgul olduğundan bu haline gelmişse gerekli müdahale ne ise bunu
konularda susmuş görünse de kadınlara her yapacak”3 emri verdi. Gereği yapıldı ve polisler
fırsatta en az üç çocuk doğurmalarını “tembih- Kürt kadınlarına amansızca şiddet uyguladı.
liyordu.” Tembihlemekle de kalmayıp kürtaj ka- Başbakan bu görüntüleri yayınladıkları için
2006’da medyaya şöyle seslendi: “Görsel, yazılı
medyadan da istirham ediyorum. Aynı görün-
AKP-Gülen iktidarı kadınlar kadar gençlik alanına yönelik tüler televizyonlarda döndürülüyor, siz kimin
de özel çalıştı; dinci ve itaatkâr, muhafazakâr gençliğin propagandasını yapıyorsunuz? TV’lerde bun-
ları göstermek ne kazandırır? Ancak bu ülkeye
oluşması en önemli hedefler arasındaydı. AKP iktidara
kaybettirir. Medyayı sağduyuya davet ediyo-
geldiğinde 10 yaşında olanlar şu anda 22 yaşında. 12 rum. Terörün amacı propaganda yapmak, bunu
yıl boyunca başbakanın inşa etmeye çalıştığı cinsiyetçi, bedava yaptırıyor.”4
şovenist, militarist, homofobik, dinci, muhafazakâr ortamda
şekillendiler.
İnanan, itaatkâr gençlik projesi

AKP-Gülen iktidarı kadınlar kadar gençlik ala-


nunundan, ev ev dolaşan memurlarıyla hamile nına yönelik de özel çalıştı; dinci ve itaatkâr,
kadın fişlenmesine, bekâr hamile kadınların muhafazakâr gençliğin oluşması en önemli
babalarının cep telefonlarına “Tebrikler kızınız hedefler arasındaydı. Bu hafifsenecek bir
hamile” tarzı mesajlar atmaya dek her türlü durum değil. Zira AKP iktidara geldiğinde 10
yöntemi kullanmaktan geri durmuyordu. yaşında olanlar şu anda 22 yaşında; oy kulla-
Dolmabahçe’de çalışma ofisinden vapurdan nan, yeni işgücü, taze kan siyasî aktörler. 12 yıl
inen kadınların kıyafetlerini gözleyip kınayan boyunca başbakanın inşa etmeye çalıştığı cin-
başbakanın ardından, ne tesadüf ki AKP’nin siyetçi, şovenist, militarist, homofobik, dinci,
sözcülerinden Hüseyin Çelik de bir televizyon muhafazakâr ortamda şekillendiler.
kanalında program yapan kadın sunucunun Eğitim sisteminde bilimsel eğitimden dinî
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 39

eğitim programına doğru, cinsiyetçiliğe ve fark- rüntüleri böyle bir olayın yaşanmadığını, Zehra
lı inançlara yönelik fobiyi daha da yükselten Develioğolu’nun Kabataş’ta kocasıyla buluşa-
değişiklikler, normal mahalle okullarının zorla rak oradan ayrıldığını gösteriyordu.
İslamî eğitim veren imam hatip okullarına dö- Başbakanın başörtülü bir Müslüman kadı-
nüştürülmesi bu çerçevede ele alındı. Başbaka- nın erkeklerin saldırısına uğradığını iddia ettiği
nın kızlı erkekli öğrenci evlerine yönelik açıkla- Kabataş olayının da tıpkı Gezi isyancılarının
ması da bu toplumsal kurgu içinde anlaşılabilir. camide bira içtikleri iddiası ve daha nicesi gibi
Üniversite gençliğine “Kitap yüklü merkepler… yalan çıkması akıllara şu soruyu getiriyordu.
Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür”5
diyebilen başbakan tüm çabalarına rağmen
oluşturmak istediği dinci, itaatkâr gençliğe ula- Kadın erkek birlikte kalınan evlere polisin baskın yapması
şamadığı için hayal kırıklığına uğramış olmalı için başbakan valilerine bizzat talimat verdi. Valilere
ki, “kızlı erkekli” açıklamasını yaptı.
verilen talimatla yetinmeyip komşuları, mahalleliyi de
“Kız ve erkek öğrenciler aynı evde kalıyor,
valiye talimat verdim, bir şekilde denetleye- namus bekçiliği yapmaya çağırdı, kızlı erkekli evleri ihbar
ceğiz.”6 AKP-Gülen iktidarının en gözü kara etmelerini istedi.
hamlelerinden olan üniversite öğrencisi kadın
ve erkeklerin aynı evlerde kalmasına yönelik
müdahalenin arka planında dinci, cinsiyetçi, Başbakan halkı kin ve nefrete sürükleyerek top-
muhafazakâr, itaatkâr toplum oluşturma niyeti lumun bir kısmını diğer kısmına karşı kışkırta-
yatıyordu. Ebeveynlere çocuklarınız o evlerde rak toplumsal olayların oluşması için zemin mi
fuhuş yapıyor, silah eğitimi alıyor demekte beis hazırlıyordu? Kin ve nefret söylemi anayasal bir
görmediler.7 Kadınlarla erkeklerin ancak evlilik suç ve bu suçu bizzat başbakan işliyordu.
ve aile zemininde aynı çatı altında kalabilece- Bu, Gezi direnişine karşı tezgâhlanmış, hal-
ğini düşünen AKP-Gülen kadroları umduğunu kın sağduyusu sayesinde tutmamış bir komplo
bulamadı. Bulamadı ama, zora başvurma alış- denemesidir. Başbakan Gezi isyanında bir
kanlığından da geri durmadılar. Kadın erkek komploya yeltenmiş ve bunu kadın bedenini
birlikte kalınan evlere polisin baskın yapması kullanarak yapmaya çalışmıştır. Kabataş olayı,
için başbakan valilerine bizzat talimat verdi. AKP-Gülen iktidarında İslamî değerler, mahre-
Valilere verilen talimatla yetinmeyip komşuları, miyet, özel hayat, gazetecilerin haysiyeti vb tüm
mahalleliyi de namus bekçiliği yapmaya çağır- değerlerin iktidar tarafından alınıp satılabile-
dı, kızlı erkekli evleri ihbar etmelerini istedi. ceğini göstermiştir. “Özel hayata müdahale ne
Ama bu kez iktidarın zoru halka takıldı. Gezi boyutta?” sorusuyla sık sık karşılaşıyoruz. Bu
direnişi ruhu topluma “Susma, itiraz et” diyor- soruya başbakanın cümlesiyle cevap vereyim.
du. Başbakanın Gezi direnişinde ön saflarda Burada her şey “genel.” Yeter ki AKP iktidarı
bulunan gençliğe ve kadınlara ilişkin kini gem- sürsün!
lenemez boyutlara ulaşmıştı. “Kabataş Olayı”
diye adlandırılabilecek komplo AKP’nin kadın
bedeni sömürüsündeki sınırsızlığı açıklaması
açısından ilginç bir örnek olacaktı.
1 http://haber.gazetevatan.com/0/129416/1/gündem
http://www.odatv.com/n.php?n=baykal-kasetini-
yayinlayan-isim-de-ortaya-cikti-1612131200
AKP-Gülen’in Gezi komplosu 3 http://www.radikal.com.tr/haber.
php?haberno=183107
4 http://www.radikal.com.tr/haber.
Başbakan Gezi direnişine katılanları hedef php?haberno=183107
aldığı bir mitingde “Benim başörtülü kızlarıma, 5 http://gencder.net/haber/562/basbakan--bu-kadar-
cehalet-ancak-tahsille-mumkun
benim başörtülü bacılarıma saldırdılar” demiş,
6 http://t24.com.tr/haber/basbakan-kizli-
sonrasında AKP grup toplantısında bu iddiasını erkekli-kalinan-evlerde-karmakarisik-her-sey-
“Kabataş’ta bir kızımız, yanında bebeğiyle çok olabiliyor/243338
7 http://birgun.net/haber/uctu-uctu-guler-uctu-o-
çirkin bir saldırıya maruz kalıyor”8 diye devam
evlerde-silah-egitimi-veriliyor-fuhus-yapiliyor-6451.
ettirmişti. html
AKP’li bir belediye başkanının gelini olan 8 http://www.nationalturk.com/kabatasta-benim-
basortulu-bacima-saldirdilar-fos-cikti-159201#.
Zehra Develioğlu İstanbul Kabataş’ta yarı çıp-
Uv-t-vl_tjY
lak, kafaları bandanalı, deri eldivenli 70-100 9 http://www.internethaber.com/balcicek-ilterden-
erkek tarafından cinsel saldırıya uğradığını, kabatas-icin-cok-sert-yazi-642172h.htm#
kendisin ve bebeğinin vücudunda morluklar
oluştuğunu, saldırganların üzerine işediğini
söylemişti.9 Bir de doktor raporu vardı. Ancak,
14 Şubat 2014 günü ortaya çıkan kamera gö-
40 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

DIŞ POLİTİKA
Türkiye ve insanî yardım

Sema Genel

Türkiye doğal ve insan yapımı felaketlerden Türkiye ile ABD ve AB gibi diğer büyük
etkilenenlere verilen insanî yardımı da içeren resmî donörler arasındaki üçüncü büyük fark ise
Türkiye’nin evrensel değerler üzerine kurulu
kalkınma yardımının önemli bağışçılarından biri insanî prensipler ve insanî yardımın aktarılma
haline geldi. 2011’de 1,3 milyar ABD dolarıyla şekline vurgu yapmaması.3 Konuyla ilgili dev-
Türkiye dünya genelinde yedinci en büyük bağışçı let dairelerinde kilit konumlara sahip bireyler
olurken, 2012’de ise esas olarak Türkiye›ye kaçan dahi insanî yardım prensipleri ve uluslararası
sistemin işleyişi konusunda çok az bilgiye
Suriyeli mültecilere verilen yardımla dördüncü en sahip. Bu nedenle, sivil toplum kuruluşları
büyük bağışçıydı.1 (STK) gibi diğer aktörlere açık alan çok kısıtlı.

Türkiye’nin 2011 resmî kalkınma yardımının Türkiye’de sivil toplum


yaklaşık beşte biri insanî yardım olarak kul-
lanıldı. Bu kalemin çoğu Türkiye’nin tarihî ya Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı
da dinî bağları olan bölge ülkelerine gidiyor. İmparatorluğu’nun güçlü devlet geleneğini
Bunlar arasında Pakistan, Irak ve Lübnan’ın miras aldı.4 Yeni cumhuriyetin genç bü-
yanı sıra Orta Asya ve Balkan ülkeleri de var. rokratları “devletin sivil toplum üzerindeki
Türkiye’nin insanî yardım ve kalkınma des- hükümranlığını varsayan ve meşruiyet tekeli
teği Somali örneğinde özellikle belirgindi. ile otoriteyi sosyal ve ekonomik elitlerin paha-
Türkiye’nin bu ülkeye sağladığı destek tüm sına devlet elitine teslim eden eski babaerkil
diğer destekçilerin bağışlarının toplamından geleneğin varisi” oldular.5 Devlet inşasının
yüksekti. Bölgesel aktör olmaya yönelik ham- köklü bir siyasî kültür teşkil ettiği ülkelerde
leleri de Türkiye’ye insanî yardım ve teknik STKlar devlet otoritesi ve toprak bütünlüğünü
destek konusunda küresel aktör olma özgüve- zayıflatan kaynaklar olarak algılandı.6 Türkiye
ni aşılıyor.2 devleti de toprakları içerisindeki devlet dışı
Mevcut büyük bağışçılarla karşılaştırıldı- aktivitelerin varlığı ve işleyişini kontrol ede-
ğında, Türkiye’nin kalkınma yardımlarının geldi.
Sema Genel iki ülke arasında gerçekleştiği göze çarpıyor. Türkiye’nin siyasî tarihi boyunca ordu
Hindistan, Afganistan, Türkiye kalkınma ve destek yardımlarının çok ve bürokrasi güçlü devletin ana taşıyıcıları
İran ve Pakistan’da yapılan
insanî yardım ve uluslararası
küçük bir kısmını Birleşmiş Milletler ve ben- oldu, ekonomik ve sosyal kalkınma girişim-
kalkınma projelerinde yer zeri çokuluslu kurumlara yönlendiriyor. Ülke lerini kontrol ettiler. Devletin ulus inşa etme
aldı. 2005’te Hayata Destek tarafından verilen çokuluslu yardım 2010’da 1 stratejileri geleneksel olarak aşağıdan gelen
adlı İstanbul merkezli
tarafsız insanî yardım
milyar doların yüzde 5’i iken, 2011’de bu mik- sosyal ve siyasî katılımın meşru derecelerini
örgütünün kurucu üyesi ve tar 1.3 milyar doların yüzde 3,5’ine indi. belirledi. Aşağıdan gelen hareketlilikler 1995’e
direktörü oldu. Doktorasını Bu konuyla bağlantılı önemli bir nokta ise kadar devletin sıkı kontrolü altında kaldı,
siyaset bilimi ve kamu idaresi
dalında yapan Genel, çeşitli fonların alıcı tarafından ne şeffaflıkta kulla- 1995’te sivil toplum kuruluşlarının işleyişini
üniversitelerde kültürel nıldığı. Türkiye hem aldığı hem de bağışladığı düzenleyen yasa değiştirildi. Bu tarihten iti-
antropoloji ve “İnsanî fonlar söz konusu olduğunda, diğer büyük baren, ülkedeki demokratikleşme dalgalarıyla
Sistemde Sivil Toplum
Örgütlerinin Rolü” konusunda donörlerin hesap verme mekanizmaları ve paralel olarak devlet ve askerî elit sivil toplum
dersler verdi. kültüründen yoksun. üzerindeki kontrollerini gevşetmeye başladı.7
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 41

© NarPhotos / Serpil Polat

BDP'nin çağrısıyla binlerce


Devlet dışı faaliyetlerin ilk türü olan ca Türkiye’nin değil, dünyanın partisi;
insan Suriye ve Türkiye
vakıf faaliyetleri tarihî olarak camiler etra- Mogadişu’dan Saraybosna’ya, Şam’dan arasında çekilen duvarı
fında şekilleniyor ve “inananların ruhanî ve Skopye’ye, Sena’dan Bişkek’e, Abu Dabi’den protesto etmek için
Nusaybin'de toplandı.
maddî refahı”na hizmet ediyordu.8 Osmanlı İslamabad’a, Gazze’den Bingazi’ye, (…) dün-
İmparatorluğu’nun reformlarıyla vakıfların yanın neresinde biri mağdur ise, AKP onun
dinî temeli çözülmeye başladı. Laikleşme yanındadır.”13
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla üst
noktasına ulaştı. Ancak, din ve akrabalık
değerleri Türkiye toplumu için önemli bağ Suriye mülteci krizine tepki
kaynakları teşkil etmeye ve resmî derneklerin
yanı sıra gayri-resmî ağların kurulmasında AKP’nin dünyanın çeşitli yerlerindeki Müs-
kilit rol oynamaya devam ediyor. Türkiye›deki lüman mağdurlara yardım etme eğiliminin,
sivil toplum kuruluşlarının çoğu hâlâ bu tür hükümet fonlarının cömertçe ve tek elden
bağlar ve ağlar üzerine kurulu.9 Esad rejiminin mağduru olan Sünni çoğun-
Muhafazakâr Adalet ve Kalkınma luğa verilmesinde etkili olduğu anlaşılıyor.
Partisi’nin (AKP) demokratikleşme paketleri Suriye’deki çatışmanın başlamasından bu
çerçevesinde vakıfların dinî temelli faaliyetleri yana, Türkiye çok sayıda Suriyeli mülteciye ev
de toplumsal alana geri dönüş yaptı. Buna sahipliği yapıyor. Türkiye’deki Suriyeli mülte-
insanî yardım faaliyetleriyle meşgul hayır cilerin sayısı resmî tahminlere göre 700 bin.
kurumları ve dinî temelli kurumlar da dahil. 612 bin 826 mülteci Başbakanlığa bağlı Afet
Özellikle son on yılda Türkiye›deki dinî temel- ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’na (AFAD)
li vakıflar felaket ve yoksulluktan etkilenenlere kayıtlı. Kayıtlı mültecilerden 218 bin 530’u
yardım götüren bölgesel ve küresel aktörler güneydeki on ilde 22 kampta ikamet ediyor.14
haline geldi.10
Bu gelişmenin kaynağı son yıllarda
Türkiye’de dinî temelli ekonomik faaliyetlerin
İslamî elitin ekonomik refahının artmasıyla birlikte, bu
yükselişte olması.11 İslamî elitin ekonomik
refahının artmasıyla birlikte, bu gelirin bir
gelirin bir kısmının hayır işlerine harcanması, özellikle de
kısmının hayır işlerine harcanması, özellikle sıkıntı içindeki Müslüman toplumların acılarını azaltmak
de sıkıntı içindeki Müslüman toplumların acı- sadaka vermenin yollarından biri haline geldi. Müslüman
larını azaltmak sadaka vermenin yollarından iş dünyası elitleri yerel, bölgesel ve küresel ölçekteki çoğu
biri haline geldi. Müslüman iş dünyası elitleri
inanç kaynaklı insanî faaliyetin motorunu teşkil ediyor
yerel, bölgesel ve küresel ölçekteki çoğu inanç
kaynaklı insanî faaliyetin motorunu teşkil
ediyor.12
Bir diğer gelişme ise AKP’nin dünyanın Gayrı resmî rakamlar ise Türkiye’de yakla-
çeşitli yerlerindeki Müslüman toplumlara şık bir milyon Suriyeli mültecinin yaşadığına
erişme isteği oldu. Başbakan Erdoğan’ın işaret ediyor. Mültecilerin ikamet alanları ar-
kelimeleriyle söyleyecek olursak “yalnız- tık yalnızca güney illeriyle sınırlı değil; İstan-
42 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

destek ve Türkiye Kızılayı ve AFAD görevlile-


rine kapasite eğitimi verilmesi gibi faaliyetler
gerçekleştirebiliyor.
Kamu yetkilileri açısından ideal durum
Türkiye’ye sığınan tüm Suriyeli mültecile-
rin tamamen hükümetin kontrolü altındaki
kamplara yerleşmesi olurdu. Ancak, kamplar-
daki yüksek standartlara rağmen, mülteciler
– özellikle de Suriye›de barış ve evlerine geri
dönme umudu gittikçe uzaklaşırken – hareket
edebilme özgürlüğüne ve yeni hayatlar kurma
fırsatına sahip olmayı tercih ediyor.
Türkiye Nisan 2012’de açık kapı politikası
ve mültecilerin istekleri dışında geri gönderil-
memesi prensipleri çerçevesinde Suriyeliler
için “geçici koruma” mekanizması oluşturdu.
© NarPhotos / Saygın Serdaroğlu Mekanizma kamplarda yaşayanlara tüm hiz-
metlerin verilmesi anlamına geliyor. Ancak,
Birleşmiş Milletler İyi bul, İzmir, Ankara ve Mersin gibi büyük şehir- kampların dışında yaşayan nüfusun haklarına
Niyet Elçisi Angelina Jolie,
Van'daki Altınözü sığınma
lerde gittikçe artan sayıda Suriyeli görülüyor. ilişkin belirsizlikler mevcut. Kampların dı-
kampından çıkarken. Jolie bu Ancak, ülkedeki Suriyelilerin büyük ölçüde şında yardım talebinde bulunan Suriyelilere
ziyaretinde binlerce Suriyeli sabit olmaması kesin rakamlara ulaşmayı “kamplara gitmeleri” söyleniyor. Bu duruma
mültecinin yaşam koşullarını
inceledi.
zorlaştırıyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler rağmen, Suriyeliler enformel işlere erişimin
Yüksek Komisyonu (BMMYK) AFAD’a Suriyeli yollarını buluyor, mevsimsel tarım işi ve fab-
mültecilerin kayıt işlemlerinde destek olmak rikalarda gündelik iş gibi düşük ücretli işler
üzere 23 mobil kayıt birimi oluşturdu. yapıyorlar.
Türkiye’deki mülteci kamplarına yerleştiri- Mülteci kampları kurulurken Suriyelilerin
len Suriyelilerin kalacak yer, yemek, su, hijyen kısa bir sürede ülkelerine döneceği varsayı-
ve tıbbî ihtiyaçları ile psiko-sosyal faaliyetler lıyordu. Suriye’deki çatışmanın uzamasıyla
devlet yetkilileri tarafından temin ediliyor. birlikte Türkiye mülteci krizine parça parça
Kampların dışında yaşayan ya da sınır böl- çözüm üretiyor. Kamplar dışında yaşayan Su-
gelerinde bekleyenlerle karşılaştırılınca, bu riyeli mültecilerin kaydedilmesi de bu yakla-
grubun ihtiyaçları iyi koşullarda sağlanıyor. şımın bir parçasıydı. Kayıt süreci ücretsiz tıbbî
Devlet dışındaki aktörlerin kamplara erişi- hizmet hakkı olanların tanımlanması için
mi kısıtlı. Kampları ziyaret etmek ve koşulları başlatıldı. Hükümet bu hakkı Ocak 2013’te
görmek isteyenlere bazen özel izin veriliyor, sınır illerindeki valilere ilettiği bir genelgeyle
duyurdu.
Benzer bir genelge Eylül 2013’te yayınlan-
AKP’nin dünyanın çeşitli yerlerindeki Müslüman dı. Bu genelgeyle mültecilerin yoğun olduğu
mağdurlara yardım etme eğiliminin, hükümet fonlarının bölgelerde Suriye yurttaşları için okulların
kurulması ve faaliyet göstermesine izin
cömertçe ve tek elden Esad rejiminin mağduru olan Sünni
verildi. Ancak, Suriyeli mülteci nüfusunun
çoğunluğa verilmesinde etkili olduğu anlaşılıyor. Suriye’deki ihtiyaçlarının korunmasına yönelik siyasa ve
çatışmanın başlamasından bu yana, Türkiye çok sayıda mekanizmalarda eksikler halen mevcut. Milli
Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor. Türkiye’deki Suriyeli Eğitim Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Politikalar
mültecilerin sayısı resmî tahminlere göre 700 bin. Bakanlığı Suriyeli mültecilere insanî yardım
sağlanmasında bütüncül bir plan oluşturul-
masına dahil değil. Nisan 2013’te Yabancılar
ancak bu durumda mültecilerle iletişim sınırlı ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun kabul
kalıyor. Dolayısıyla, kampları denetlemek zor. edilmesiyle bu eksik kısmen giderildi. Kanun
Hükümetlere teknik destek sağlamakla gö- İçişleri Bakanlığı bünyesinde Göç İdaresi
revli Birleşmiş Milletler birimleri için de aynı Genel Müdürlüğü’nün kurulmasını öngörü-
durum geçerli. BMMYK kayıt ve gönüllü geri yor. Genel müdürlüğün ana görevi kamplarda
dönüşleri konusunda teknik destek veriyor yaşamayan göçmenlerin ihtiyaçlarının kar-
ve asıl olarak non-refoulement (geri gön- şılanması olacak, kamplardaki hizmetlerden
dermeme) ilkesinin ihlal edilip edilmediğini AFAD sorumlu olmaya devam edecek.
denetliyor. Birimin kamplara erişimi ve bura- Kendisini insanî yardımın asıl ve tek sağ-
daki koşullar ve faaliyetleri denetleme imkânı layıcısı olarak gören hükümet Suriye mülteci
kontrol altında. UNICEF de yalnızca dolaylı kriziyle ilişkili olarak yerel, ulusal ve uluslara-
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 43

rası yardım örgütleri ve diğer aktörlerin var- yetlerinin önünde engel teşkil ediyor. Türkiye
lığını kabul etmek zorunda kaldı. Hükümetin ayrımcılık karşıtlığı, tarafsızlık ve hesap vere-
felaket yardımı alanındaki STK’ları “akredite” bilirlik gibi insancıl prensipleri benimsemeli;
etme konusunda gösterdiği sınırlı ilerleye rağ- uluslararası insanî sistemi ve bu sistemin
men, Suriyeli mültecilerin sayısındaki sürekli işleyişini, sorumluklarını ve bu sorumlulukla-
artış diğer aktörleri meşru kabul etme ve tanı- rın diğer büyük aktörlere ilişkin ima ettiklerini
ma konusunda esnekliğe yol açıyor. kabul etmeli. Bu gereklilik, Türkiye›nin bilgi
Sınır alanlarında (çoğu sınır ötesi yardım paylaşımı ve resmî kalkınma yardımının ko-
sağlayan) uluslararası yardım örgütlerinin ordinasyonunda, özellikle de yardım alıcılarla
çoğalmasıyla birlikte, 2013’ün yaz aylarında ikili ilişkilendiği için, daha etkin olması gerek-
hükümet etkin bir rol aldı ve tüm örgütlerin tiğini bir kez daha hatırlatıyor.
kayıt sürecini tamamlamasını talep etti. Hangi
örgütlerin kaydedildiğine dair tutarsızlıklara
rağmen, Türkiye hükümeti Türkiye’de ve Tür-
kiye üzerinden Suriyeli mültecilere yardım Suriyeli mülteci nüfusunun ihtiyaçlarının korunmasına
sağlayan bir düzineyi aşkın uluslararası STK’yı yönelik siyasa ve mekanizmalarda eksikler halen mevcut.
resmî olarak tanıyor. AFAD ulusal ve uluslara-
Milli Eğitim Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Politikalar
rası kayıtlı STK’lar tarafından sağlanan yardı-
mı takip etmek için uluslararası bir veri tabanı
Bakanlığı Suriyeli mültecilere insanî yardım sağlanmasında
oluşturdu, ancak sistemin başarısız olması bütüncül bir plan oluşturulmasına dahil değil.
nedeniyle hükümet bu aktörlerin faaliyetlerini
tam olarak kontrol edemiyor.
Hükümetin diğer aktörleri kabulüne dair
bir diğer önemli gelişme Gaziantep’te gerçek-
leşen BM koordinasyon toplantıları. Aralık 1 Directorate of Turkish Cooperation and Coordina-
tion Agency (2011): Report on Turkey’s Official
2013’ten bu yana BM birimleri çeşitli bölge- Development Aid
lerde yaptıkları toplantılarda Suriyeli mülte- 2 Binder, Andrea, Meier, Claudia, and Steets, Julia
cilere Türkiye ve Suriye’nin kuzeyinde yapılan (Aug 2010): Humanitarian Assistance:
Truly Universal? A Mapping Study of Non-
yardıma dair bilgi paylaşımında bulundu. Bu Western Donors, GPPi Research Paper No. 12
gelişme Türkiye’deki Suriyeli mülteci krizine 3 http://www.goodhumanitariandonorship.org
4 Mardin, Şerif (1991): Türk Modernleşmesi [Tur-
dair çok-aktörlü bir yaklaşımın yolunu açma
kish Modernization], Istanbul: İletişim Yayınları,
imkânına sahip. p. 65-66.
5 Kazancigil, Ali (1997): The Ottoman-Turkish Sta-
te and Kemalism in Kazancigil A. and Ozbudun
E. (ed.): Ataturk, Founder of a Modern State,
İlerlemeler ve eksikler London: Hurst, p. 48.
6 Wapner, Paul (1995): Politics Beyond the State:
Environmental Activism and World Civic Politics.
Suriye krizinin başlamasından üç sene sonra
World Politics. 47, p. 335.
bugünlerde, Türkiye hükümeti Suriyeli mül- 7 Hazama, Yasushi (1999): Civil Society in Turkey
tecilerin ihtiyaçları ve hakları konusundaki in Aspects of Democratization in Turkey, Tokyo:
Institute of Developing Economies, p. 70.
sorumluluğunu paylaşmanın yollarını arıyor. 8 Van Leeuwen, Richard (1999): Waqfs and Urban
İnsanî yardım alanını yavaş ve dikkatli bir Structures: The Case of Ottoman Damascus, Lei-
biçimde diğer aktörlere, özellikle de insanî den: Brill, p. 67.
9 White, Jenny B. (1996): Civic Culture and Islam
yardım kuruluşları ve BM birimlerine açarak in Urban Turkey in Civil Society: Challenging
Türkiye iyi yönetişim konusunda ilerleme kay- Western Models, eds. Chris Hann and Elizabeth
detti. Bunun yanı sıra, hükümet böyle bir krize Dunn, London: Routledge.
10 Atalay, Zeynep (2013): Civil Society as Soft
hazırlıklı olmadığı için kriz sırasında gerekli Power. Islamic NGOs and Turkish foreign policy.
yapı ve siyasaları üretmeye çalışıyor. İdeal Turkey between Nationalism and Globalization.
olmamakla birlikte, bu durum Türkiye›nin R. Kastoryano, Routledge.
11 Demir, Ömer, Acar, Mustafa and Toprak, Metin
bir yandan göçmenlerin ihtiyaç ve haklarına (Nov. 2004): Middle Eastern Studies, Vol. 40,
yaklaşımını düzeltmeye çalıştığını, bir yandan No. 6, p. 166-188.
da diğer aktörlerin önemini fark ettiğini ima 12 Binder, Andrea and Erten, Ceyda (Oct. 2013):
From dwarf to giant – Turkey’s contemporary
ediyor. humanitarian assistance, GPPi Research Paper,
Bu olumlu gelişmelere rağmen, Türkiye p. 1.
13 http://www.thenational.ae/news/world/europe/
hükümeti insanî yardım ve resmî kalkınma
turkey-moves-ahead-with-new-constitution
yardımı konusunda attığı adımlara dair bilgi- 14 http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.
ye erişimi mümkün kılma ve hesap verilebilir- php?id=224
lik kültürünü benimseme konusunda ilerleme
kat etmeli. Bilgiye erişimin açık olmaması
ulusal ve uluslararası aktörlerin insanî faali-
44 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

KÜLTÜR
Sanatsal ifade ve yaratıcılık özgürlüğü

Turgut Tarhanlı

Sanatsal eylem bireysel bir ifade biçimi olarak kabul edilen Anayasa’da, sanat bir ifade biçimi
sunulabilir ve elbette öyledir. Ancak, sadece bir ve araştırma alanı olarak yer bulmuştur. Bu-
nunla ilgili 27. madde hükmü “Bilim ve sanat
ifade biçiminden ibaret de değildir, bunun ötesine hürriyeti” başlığını taşır. Madde 27 - (paragraf
uzanır. Bu nedenle, hukukta genel ifade özgürlüğüne I): “Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme
paralel olarak, “sanatsal” ifade biçimlerinin ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda
ayrıca korunması hedeflenir. Bir “ifade” eyleminin her türlü araştırma hakkına sahiptir.”
Bu hükmün Anayasa’da sanat özgür-
korunmasıyla ilgili temel parametreler bu alanda da lüğünün tanınması sonucunu doğurduğu
söz konusudur. Asıl fark, sanatsal ifade biçimleriyle söylenebilir. Ancak, bu paragrafın hemen
kendini gösteren bir ufkun yol açtığı tanımsız ardından yer verilen ikinci paragrafta ise şu
hükme yer verilmiştir: “(Sanatı) yayma hakkı,
düşünsel ve toplumsal olanaktır.
Anayasa’nın 1inci, 2nci ve 3üncü maddeleri
hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak ama-
cıyla kullanılamaz.”
Anayasa’nın bu hükümde zikredilen ve
İfade özgürlüğü ya da bir toplumda farklı bu şekilde, “korunmasının” hedeflendiği
seslerin duyulması demokrasilerin varlık ne- kuvvetle vurgulanan maddeler, şu konulara
deni olan çoğulluğun ifadesidir. Öte yandan, ilişkindir: “devletin şekli”1, “cumhuriyetin
hukukî açıdan, ifade özgürlüğü mutlak bir nitelikleri”2 ve “devletin bütünlüğü, resmî dili,
özgürlük de değildir; yani, sınırlandırılabilir. bayrağı, millî marşı, başkenti”3.
Turgut Tarhanlı Sınırlandırmanın meşruiyet ölçütü ise yasalar Anayasa’nın 27. maddesine böyle bir hük-
Turgut Tarhanlı
Uluslararası hukuk öğretim sayesinde berraklık kazandırılmış sınırlandır- mün eklenmesi, askerî rejim döneminde, iki
üyesidir. İstanbul Bilgi Üni- ma nedenlerinin açık ve erişilebilir olmasıyla yapıdan oluşan4 Kurucu Meclis’in, üyeleri
versitesi Hukuk Fakültesi’nde,
başlar; sınırlandırmayı haklı kılacak, özgür- Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları
“Uluslararası Hukuk” ve “İnsan
Hakları Hukuku” alanlarında lüğe karşı özenli, fakat hukukla tanımlanmış olan Milli Güvenlik Konseyi kanadı tarafın-
çalışmakta, dersler vermekte- tehdidi de önemseyerek, ölçülü bir müdaha- dan gerekli görülmüştür ve 31 yıldır Türkiye
dir. ABD’de, Harvard ve Prince-
leyle açıklanabilir. hukuk âleminde olduğu kadar sanat ve bilim
ton üniversitelerinde, evrensel
yargı yetkisi, insan hakları Bu hukukî denklem, çoğulluk paradigması- âlemindeki etkisini korumaktadır.
hukuku ve çatışma yönetimi ve nın zedelenmediği ilişkiler ortamı korunduğu Anayasa değişikliği tartışmasının sürdü-
çatışma çözümü konularındaki
araştırma projelerinde yer
sürece, makul kabul edilir. İfade özgürlüğü- ğü bir dönemde, Türkiye sanatçılarının da
almıştır. Yayımlanmış altı nün hangi gerekçeyle olursa olsun, ezici ya buna katkı sunmaları bir özgürlük ve katılım
kitabı ve Türkçe ve İngilizce da ölçüsüz bir müdahaleyle sınırlandırılması dili olarak mümkünken, böyle bir sanatsal
makaleleri bulunmaktadır.
1996-2007 yılları arasında
özgürlük alanı bakımından olduğu kadar, po- özgürlük eylemi “yayma hakkı” kapsamında
Radikal gazetesinde dış litika alanının da bunu gerçekleştiren iktidar mütalaa edilmediği için politika alanının da
ilişkiler ve dünya sorunları ve tarafından tahribi anlamına gelir. dışında kalmış, yalıtılmış bir “sanatsal özgür-
insan hakları alanında köşe
yazarlığı yapmıştır. 2007 Ancak, sanat özgürlüğü konusunda, Türki- lük nesnesi”ne dönüşmüştür. Böyle bir sa-
yılında İstanbul Film Festivali ye politika ve hukuk ortamında, mikro ilişkiler natsal ifade ürünü, sanatçının kendi mahfuz
bünyesinde ilk kez düzenlenen, denklemine dair analizi de kuşatan, makro bir alanında tutulacak bir nesne haline gelecektir.
Sinemada İnsan Hakları
Yarışmasında (FACE ) jüri sınırlandırma (aslında kısıtlama) denklemi Sanatsal ifade özgürlüğü üzerindeki bu Ana-
üyeliği yapmıştır. kurulmuştur. 1982’de, askerî rejim döneminde yasal sınırlamanın çoğulluk olanağı ve çoğul-
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 45

© Tolga Sezgin / NarPhotos

luk fırsatlarının da tehdidi anlamına geldiğini söz konusu olmadı. Demek ki, Anayasa’yı de-
düşünüyorum. ğiştirebilecek çoğunluğa erişmiş farklı siyasî
koalisyonlar bakımından böyle bir değişikliği
gerektirecek bir hukukî ihtiyaç doğmadı. Belki
Sanat ve bilime özgü kısıtlama dolaylı olarak, bu hükmün korunmasında fay-
da olduğu bile düşünülmüş olabilir. Bu tespit
Anayasa’da, düşünceyi ifade ve yayma öz- Türkiye’de sanat özgürlüğünün hareket sahası
gürlüğü için de, uluslararası insan hakları ve ufku bakımından tedirginlik uyandırması
standartlarına kıyasen daha geniş bir sınırlan- gereken bir gerçeği ortaya koyar.
dırma çerçevesi çizilmiş olsa da, Anayasa’nın
“yayma hakkı”nın uygulanması konusunda
yukarıda belirttiğim derecede bir sınırlandır- Koruma mı gemleme mi?
ma gerekçesi sadece sanat (ve bilim) özgürlü-
ğü için söz konusudur. Buna karşı denilebilir ki, Anayasa’da sanat ve
Sanat özgürlüğüyle ilgili bu hüküm, 1982 sanatçıyla ilgili açıkça başka bir hükme daha
tarihli özgün Anayasa metninde yer alan bir yer verilmiştir. Üstelik bu maddenin başlığı
hükümdür, daha sonra hiç değiştirilmemiş- “Sanatın ve sanatçının korunması”dır5. Buna
tir. “Sanat özgürlüğü”ne özel bir sınırlamayı göre: “Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı
gerektiren bu kaygı nasıl açıklanabilir? Kaldı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korun-
ki, bu hükümle korunmaya çalışılan temel ması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve
kamusal menfaatler olarak tanımlanabilecek sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbir-
konular, diğer bir ifadeyle, “devletin şekli”, leri alır.”
“cumhuriyetin nitelikleri” ve “devletin bütün- Aynı metinde yer verilen “sanat
lüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı, başkenti” özgürlüğü”ne ilişkin hüküm ile “sanat ve sa-
ile ilgili hükümler Anayasa’nın Madde 4 hük- natçının korunması” başlıklı bu hüküm bir çe-
müyle katı bir hukukî güvenceyle korunmuş, lişki oluşturmaz mı? Devlet “sanat faaliyetle-
“değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edile- rini ve sanatçıyı” koruyacaksa, neden sanatçı-
mez” hükümler olarak nitelenmiştir. nın eserlerini yayma hakkını sınırlandırmayı,
1987 yılından başlayarak, Anayasa’nın üstelik bu konuya ilişkin hak standartlarının
farklı maddeleri 17 kez değiştirildi veya bunla- ötesine geçerek sınırlandırmayı hedefler? “Sa-
ra ekler yapıldı. Fakat, sanat özgürlüğü ile ilgili nat eserlerinin korunması, değerlendirilmesi,
bu madde hükmünde herhangi bir değişiklik desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması
46 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

için gereken tedbirlerin alınması” hedefi de biçimi bakımından (yayma hakkı) getirdiği ve
aynı soruyu gerektirir. insan hakları hukuku bakımından ölçüsüz ve
Sanatın ve sanatçının korunmasıyla ilgili atipik sayılması gereken bir sınırlandırma kri-
bu hüküm bir “hak koruması”na vurgu yap- teri, bu sınırlandırmanın kapsamı dikkate alı-
mamakta, daha çok devletin sosyal ve ekono- nacak olursa, en azından sanatçı davranışının
mik güvence sağlama yükümlülüğünü hatıra Anayasa’da tanzim edilen belli siyasî hatların
getirmektedir. Bu bağlamda, Anayasa’da, özel- gerisinde kalmasının istendiği ortaya koyar.
likle ekonomik güvenceye sahip kılınmaları Dolayısıyla, Anayasa’nın “Sanatın ve sanatçı-
önemsendiği mesajı verilmeye çalışılan diğer nın korunması” başlıklı hükmünde öngörülen
gruplar (gençlik, orman köylüsü, tüketiciler, “koruma” yaklaşımı, sosyal ve ekonomik bir
esnaf ve sanatkârlar) ile birlikte sanatçının karaktere sahip görünse bile, ideolojik hatları
korunması da taahhüt edilmektedir. tasarlanmış bir sanatsal davranışın sahipleri
O halde, bir başka soru daha sormak gere- bakımından elde edilmesi beklenecek bir
kir? Anayasa’da, “Sanatın ve sanatçının ko- koruma anlayışı olmalıdır.
runması” başlığı altındaki bu hüküm, aslında
“sanat özgürlüğü” ruhu ve biçimi taşımaktan
çok, devletin kendilerine bu imtiyazı bahşe- Endişe verici Türkiye resmi
deceği bir “sanatçılar zümresi”ni mi çağrıştır-
malıdır? Birleşmiş Milletler insan hakları rejimi için-
Anayasa’nın bu hükmü de yürürlüğe girdiği de, insan hakları idealinin gerçekleştirilmesi
tarihten itibaren hiç değiştirilmemiş madde- hedefiyle, “özel koruma usulleri” adı altında
ler arasındadır. Yukardaki soruya ışık tutaca- belli hak alanlarının dünya genelinde korun-
ğını düşünerek, Danışma Meclisi tarafından masıyla ilgili birimler oluşturulmuştur. Çer-
kaleme alınan bu maddenin gerekçesini ay- çevesi çizilmiş, tanımlanmış bir hakka ilişkin
nen aktarmak istiyorum: korumayı sağlamak, izlemek ve geliştirmek
için benimsenen bu yöntemlerden biri de,
evrensel bir yetkiye sahip Özel Raportör tayin
1987 yılından başlayarak, Anayasa’nın farklı maddeleri edilmesi yoludur ve bugün, bu ad altında ko-
ruma ve izleme yetkisine sahip 37 hak koruma
17 kez değiştirildi veya bunlara ekler yapıldı. Fakat,
alanı ve mekanizması kurulmuştur. Birleşmiş
sanat özgürlüğü ile ilgili bu madde hükmünde herhangi Milletler İnsan Hakları Konseyi tarafından ilk
bir değişiklik söz konusu olmadı. Demek ki, Anayasa’yı defa 2009’da kurulan böyle bir koruma meka-
değiştirebilecek çoğunluğa erişmiş farklı siyasî koalisyonlar nizması, sanat alanını da kapsayacak şekilde,
bakımından böyle bir değişikliği gerektirecek bir hukukî “Kültürel Haklar Alanında Özel Raportörlük”
adını almıştır. Bugün bu görevi sürdüren Özel
ihtiyaç doğmadı. Belki dolaylı olarak, bu hükmün
Raportör Farida Shaheed Pakistanlı bir sosyo-
korunmasında fayda olduğu bile düşünülmüş olabilir.
logdur.
Özel Raportör Shaheed’in hazırladığı ve
14 Mart 2013’te yayımlanan “Sanatsal ifade
“Devletin sanat faaliyetlerini himaye ve yaratıcılık özgürlüğü hakkı” (The right to
etmesi, sanat eserlerini koruması, değerlen- freedom of artistic expression and creativity)
dirmeye çalışması, desteklemesi; sanatçıları başlıklı raporun başlangıcında, sanatın ta-
koruması, Cumhuriyetin ilk yıllarından itiba- nımlanması için bir teklifte bulunulmasının
ren Türk Devlet hayatının geleneklerine dahil istenmediği veya sadece sanatçılara özgü
olmuştur. Anayasada yukarıda belirlenen birtakım ilâve haklar tavsiye edilmesine gerek
konularda Devlete ödev yüklenmesi, özellikle olmadığı belirtilerek sanatsal olsun ya da ol-
bu geleneğin teyidi mahiyetindedir. Sanatçıla- masın her tür ifade biçiminin ifade özgürlüğü
ra ve sanata verilen önemin geliştirilmesi ise altında korunması gerektiği vurgulanır.
bu maddenin ana hedefidir. ‘Devlet sanatçıyı Ancak, bu hukukî ve fiilî korumanın kendi-
korur’ ifadesi Türk Devletinin gelecek yıllar- sine karşı gerçekleşeceği kişi, kurum ve çev-
daki bu alandaki ödevlerinden en önemlisine reler farklılık gösterebilir. Bu durum sadece
işaret etmek üzere maddeye alınmıştır.”6 sanat özgürlüğü ile ilgili bir durum değil, tüm
Gerekçe metninden de anlaşıldığı gibi, haklar için geçerlidir. Sanat özgürlüğü, düşün-
bu hükme konu olan “koruma” bir hakkın ceyi ifade etme özgürlüğü bağlamında özel
korunması anlamında değil, “Cumhuriyetin bir ifade biçimi olarak tanımlanan bir hakkın
ilk yıllarından itibaren Türk Devlet hayatının konusudur. Dolayısıyla, genel olarak ifade
geleneklerine dahil” bir politikanın teyidi an- özgürlüğüyle ilgili sınırlayıcı bir düzen ve
lamındadır. “Sanat özgürlüğü”ne ilişkin Ana- politikalar bu özgürlüğün kullanılmasına da
yasa hükmünün bu özgürlüğün kullanılma etki edecektir. Bu özgürlüğe yönelik tehditler
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 47

yürürlükteki hukuk kurallarından veya bunla-


rın devlet aygıtlarınca uygulanma biçiminden
doğabileceği gibi, tamamen devlet dışındaki
kişi ve kurumların görüş, davranış ve faaliyet-
lerinden de doğabilir. İnsan hakları hukuku
terminolojisiyle, ilk kategori tehdit veya mü-
dahaleler dikey ihlâllere, ikinci kategori ise
yatay ihlâllere yol açabilir.
Özel Raportör Farida Shaheed, “Sanatsal
ifade ve yaratıcılık özgürlüğü hakkı” (The
right to freedom of artistic expression and
creativity) başlıklı raporunda, sanatsal ifade
özgürlüğü hakkının kullanılmasına olumsuz
etki edecek uygulamalar ve genel sınırlama-
lara ilişkin görüşünü iki temel başlık altında
© Saner Şen / NarPhotos
sunmuştur: 1. Yasalar ve düzenlemeler; 2.
Ekonomik ve malî sorunlar.
“Yasalar ve düzenlemeler” başlığı altında ideolojinin çıkmazında şekillendirmeye ça-
bir etkiye neden olabilecek temel konular lışmak; bunu yaparken de kendini hakları da
şöyle belirtilir: 1. Muğlak düzenlemeler; 2. Ön telaffuz etmek zorunda hissettiği anlaşılan bir
sansür; 3. Sınıflandırma ve derecelendirme; 4. dilden uzak kalamamak.
Kamuya açık alanların kullanımına ilişkin dü- Bir hak alanı ve onu “dengeleyecek”, “sı-
zenlemeler; 5. Seyahat sınırlamaları. “Ekono- nırlayacak”, ona “gem vuracak” karşı söylem
mik ve malî sorunlar” başlığında ise şu husus- ilişkisinde, son tahlilde hakkın etki kazanma-
lara dikkat çekilir: 1. Devlet desteğine erişimin sını bastıracak ölçütlerin etkili olduğu hukukî
sınırlandırılması ve malî destek kesintileri; tasarım ya da politik öncelikler, demokratik ve
2. Piyasa sansürü; 3. Sanatçılar ve yazarların açık bir toplumun değerleriyle bağdaşmadığı
manevî ve maddî çıkarlarının korunması. kadar hukuka, özellikle insan hakları huku-
Raporda altı çizilen ve Türkiye bakımından kunun uluslararası standartlarına aykırıdır ve
da önem taşıdığını düşündüğüm bir tespit Türkiye’nin bu konuya ilişkin asıl resmi budur.
sanat alanının ve sanatsal ifade biçimlerinin
sadece bir hoş duygu yaratma veya keyif alma
vesilesi olarak görülmesine karşı çıkılmasının
demokratik, açık bir toplumda taşıdığı değer-
dir. Farida Shaheed bu bağlamda şu görüşü
savunur: “Sanatçılar insanlara keyif verebilir, 1 Anayasa Madde 1- Devletin şekli
Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
fakat aynı zamanda toplumsal tartışmalara 2 Anayasa, Madde 2- Cumhuriyetin nitelikleri
katkıda bulunur, bazen karşı bir söylemi dil- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî da-
lendirir ve mevcut güç odakları karşısında yanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına
saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta
bir denge oluştururlar. Sanatsal yaratıcılığın belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik,
hayatiyet kazanması kültürlerin gelişimi ve lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
3 Anayasa Madde 3- Devletin bütünlüğü, resmî dili,
demokratik toplumların işleyişi için zaruridir.
bayrağı, millî marşı ve başkenti
(…) Evrensel insan hakları normlarının hayata Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir
geçirilmesinde asıl önem arz eden, geleneksel bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay
nüfuz, kurumsal ya da ekonomik iktidar veya
yıldızlı al bayraktır.
toplumdaki demografik üstünlüğe dayanan Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.
bir bakışla keyfî ayrıcalıkların yaratılmasının Başkenti Ankara’dır.
4 Danışma Meclisi ve Milli Güvenlik Konseyi.
önlenmesidir. Bu ilke, sanatsal ifade ve yaratı-
5 Madde 64.
cılık özgürlüğü hakkı ve bu hakka dair muhte- 6 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Türkiye Büyük
mel sınırlamalar konusunda ortaya çıkan her Millet Meclisi, https://yenianayasa.tbmm.gov.
tr/docs/gerekceli_1982_anayasasi.pdf (erişim:
meselenin kalbinde yatar.”7 18.11.2013).
Bu ilkesel görüş Türkiye örneğinde, 7 A/HRC/23/34, 14 March 2013, paragraf 3.
Anayasa’dan hareketle yaptığım analizin or-
taya koyduğu yeterince özgür olmaktan uzak
olan bu resme bir cevap olarak da okunabilir.
Bu şöyle bir resimdir: Kamusal bir men-
faatin tanımını insanda, onun haklarıyla var
olmasında aramak ve bulmaya gayret etmek-
ten çok, o menfaati devletle özdeşleştiren bir
48 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

KÜLTÜR
Sanatın özelleştirilmesi ya da sermayenin
meşruiyet alanı

Nurdan Durmaz

Küresel düzeyde neoliberal ekonominin sanat geçti. 70’lerden sonra sanat yatırımlarının
üzerindeki güçlü etkisi Türkiye sanat ortamında artışında devlet desteği ve özelleştirme politi-
kalarının önemli rol oynadığı gibi, 2000’lerdeki
özellikle ‘90’lardan sonra görülmeye başladı. Devletin yükseliş de 2004’te çıkan 5225, 5226 ve 5228
millî kültür oluşturma çabasıyla kültürsanata yatırım sayılı kültürel sponsorluk harcamalarında vergi
yaptığı tek partili dönemden sonra, devlet gücünün teşvik kanunlarının kabul edilmesiyle ilişkilidir.
zaten azaldığı kültür-sanat alanı küreselleşmenin de Bunlara göre, “Kütüphane, müze, sanat galerisi,
kültür merkezi ile sinema, tiyatro, opera, bale ve
etkisiyle serbest piyasa ekonomisinin parçası haline konser gibi kültür ve sanat faaliyetlerinin sergi-
gelmeye başladı. lendiği tesislerin yapımı, onarımı veya moderni-
zasyon çalışmalarına ilişkin harcamalar, makbuz
karşılığı yapılan bağış ve yardımların yüzde
Küresel düzeyde neoliberal ekonominin sanat 100’ü kurumlar vergisi matrahının tespitinde
üzerindeki güçlü etkisi Türkiye sanat ortamında indirilebilecektir. Bakanlar kurulu, bölgeler ve
özellikle ‘90’lardan sonra görülmeye başladı. faaliyet türleri itibarıyla bu oranı yarısına kadar
Devletin millî kültür oluşturma çabasıyla kül- indirmeye veya kanunî seviyesine kadar ge-
tür-sanata yatırım yaptığı tek partili dönemden tirmeye yetkilidir.”3 Yani, bahsi geçen projenin
sonra, devlet gücünün zaten azaldığı kültür-sa- Kültür Bakanlığı’nca desteklenmesi önemlidir.
nat alanı küreselleşmenin de etkisiyle serbest Bu durum zaten büyük sermaye gruplarının
piyasa ekonomisinin parçası haline gelmeye sosyo-ekonomik çıkarlarına emanet edilen
başladı. ‘80 sonrası serbest piyasa ekonomisinin kültür-sanat üretimini vergi teşvikleri sayesinde
işlerliğinin artışıyla, “devletin küçültülmesi” bir de siyasî iktidarın politik menfaatlerinin
ve özelleştirmeler etkisini sanat alanında da bir parçası haline getiriyordu. Bu ekonomik ve
gösterdi. Devlet müzelerinin özellikle plastik politik bir yatırım ortaklığıdır; artık aydınlan-
sanatlar ve çağdaş sanat alanında güçlü olmadı- macı devlet pratiklerinden ve kültürel kalkınma
ğı bu dönemde, sanat şirketlerin müdahalesine planlarından bahsedemeyiz. Kültür-sanat üre-
açıktır. Öte yandan, büyük sermayenin kültür- timi, üzerinde hem sermayenin hem de siyasî
sanat alanına yönelmesinin nedenleri arasında iktidarın elinin her an hissedildiği ticarî bir alan
devletin özel sektöre desteği de önemli bir etken olmaya başlar.
sayılabilir. Nitekim, 1971’de Kültür Bakanlığı’nın
MEB’den ayrılmasından sonra, 1973’te kültür ve
sanat yatırımlarının bakanlık tarafından destek- Sermaye neden kültür ve sanata
leneceği açıklandı.1 Aynı yıl, kültür-sanat alanı- yatırım yapar?
Nurdan Durmaz
nın kontrolünün devletten büyük özel sermaye
Mimar Sinan Güzel Sanatlar grupları ve vakıflara geçişinin başlangıcı sayılan 20. yüzyılın sonlarına doğru ABD ve Britanya’da
Üniversitesi Sosyoloji İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) kuruldu sana- olduğu gibi, Türkiye de köklü ailelerin koleksi-
Bölümü mezunu. Galatasaray
Üniversitesi’nde sosyoloji yici Nejat Eczacıbaşı önderliğinde on yedi işada- yonlarından doğan müzelere, onların kültür-sa-
yüksek lisans programında mı ve sanatsever tarafından kurdu.2 nat yatırımlarına şahit oldu. Çoğu zaman bunun
sanat sosyolojisi, beden Türkiye’de kültür-sanat alanına yapılan ya- nedeninin vergi teşvikleri, özelleştirmeler, dev-
sosyolojisi ve feminist teori
alanlarında çalışmalarını tırımlar sonucunda özel müzecilik öncelikle letin küçültülmesi politikaları olduğu düşünülse
sürdürüyor. 1970’lerde, daha sonra 2000’lerde yükselişe de, çoğu sanayici olan bu sermaye gruplarının
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 49

‘80’lerden sonra kültür-sanat alanına yönelme- sermaye edinme çabası, en saydam, bazen de
leri daha karmaşık sermaye ilişkileriyle açıkla- siyasî olarak en zararlı biçimini, işte bu yerleşik
nabilir. Burada, sosyolog Pierre Bourdieu’nün çıkarlar düzleminden alır: Yani, kültürel serma-
kültürel ve sembolik sermaye kavramlarını yenin ekonomik sermayeye dönüştürüldüğü
işe koşarak “kâr amacı gütmeyen sivil toplum düzlemde.”6 Şirketlerin sosyal itibarlarını sağ-
kuruluşları”nın neden sanata yatırım yaptıkla- lamlaştırdıkları, sanatın maddî ya da simgesel
rını anlayabiliriz. “Bourdieu ekonomik çıkar- bir değere dönüştüğü bu noktada artık sanattan
ları önemsemez veya onlara kayıtsız görünen değil, neoliberal ilişkiler içinde serbestçe kayan
alanların (örneğin, sanat, edebiyat ve bilimin) bir sanat pazarından bahsedebiliriz.
bile sermaye birikimi ve sermayenin yeniden-
üretimi mantığına göre islediğini gösterir.”4 Ona
göre, sermayenin yeniden üretimi aslında kültü- 20. yüzyılın sonlarına doğru ABD ve Britanya’da olduğu
rel, sosyal ve ekonomik sermayelerin birbirine
gibi, Türkiye de köklü ailelerin koleksiyonlarından doğan
dönüşme sürecidir. Bourdieu kültürel sermaye
kavramını iki şekilde kullanır: “Bazen çeşitli müzelere, onların kültür-sanat yatırımlarına şahit oldu.
sanat stilleri ve ürünleri hakkındaki bilgi ve aşi- Bunun nedeninin vergi teşvikleri, özelleştirmeler, devletin
nalığı, bazen de genellikle böyle niteliklere sahip küçültülmesi politikaları olduğu düşünülse de, çoğu
olanlara atfedilen prestiji ve sosyal değeri kaste- sanayici olan bu sermaye gruplarının ‘80’lerden sonra
der.”5 Fakat ikinci anlamıyla kültürel sermayenin
kültür-sanat alanına yönelmeleri daha karmaşık sermaye
büyük sermaye grupları için nasıl bir ekonomik
kazanca dönüştüğü ancak neoliberal ekonomik
ilişkileriyle açıklanabilir.
sistem içinde anlaşılabilir. Öte yandan, sermaye
gruplarının kültür ve sanat girişimlerinin sanat-
sal üretim alanına yapılan samimi bir katkı oldu- Türkiye’de ise bu olguyu İKSV örneği üze-
ğunu düşünmek en hafif tabirle safdilliktir. rinden izlemek mümkün. İKSV bu alanda hem
Sanat tarihçisi Chin-tao Wu Britanya ve öncü olmuştur hem de bütün diğer sanat ku-
ABD’deki örnekleri incelediği çalışmasında, 20. rumlarının sponsor olduğu faaliyetleri düzen-
yüzyılın sonlarından itibaren sanatın şirketler leyen ortak bir mecradır. Eczacıbaşı grubu hem
için nasıl hem maddî hem de simgesel bir mü- devletin kültür politikalarıyla hem de özel sanat
badele aracına dönüştüğünü ortaya koyuyor. kurumlarıyla güçlü ilişkiler içinde faaliyet gös-
Sanatı bir reklam ya da halkla ilişkiler stratejisi termiştir ve kültür politikaları üzerinde yaptırımı
olarak gören şirketler, onu hedef kitlelerini ele vardır. İKSV öteki şirketlerin kültür-sanat alanın-
geçirmek için kullanırlar. “İncelmiş bir sosyal da var olmalarının da garantisidir, bu şirketler
gruba özgü beğenileri benimsediklerinin işare- büyük bütçeler ayırdıkları etkinlik sponsorluğu
2012'de gerçekleştirilen
tini göndererek bu gruba hitap etmek isterler. için bu alandaki çoğu etkinliği düzenleyen İKSV OccupyDocumenta
Ekonomik hedeflere ulaşma yolu olarak kültürel ile işbirliği yapmak zorundadır.7 Diğer yandan, eyleminden.
50 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

sermaye grupları ikinci en büyük yatırım payını ni tazelerler, bir yandan da elde ettikleri kül-
koleksiyon oluşturmaya ayırmıştır, İstanbul Mo- türel/sembolik sermayeyi misliyle ekonomik
dern, Koç Müzesi, Sakıp Sabancı Müzesi, Pera sermayeye dönüştürebilirler.11
Müzesi gibi birçok müzenin 2000’lerde açılması
koleksiyonerliğin artışının bir sonucudur. Ko-
leksiyonerlik iki anlamda da kültürel sermaye Kültürel sermaye birikiminden şirket-
kazandıran bir faaliyettir, koleksiyonerin hem lerin dokunulmazlığına
sosyal itibarını arttırır, hem de açılan müzeyle
kurumsal prestij sağlanmış olur. Özellikle yağlı- Kültür ve sanat alanı bugün, kurumsal ve birey-
boya resim koleksiyonu sosyal prestiji yükselten sel imaj kaygısıyla hareket eden büyük sermaye
önemli bir özel mülkiyettir; çünkü ince bir beğe- gruplarının yanı sıra politikacıların da halkla
ni sahibi olmanın sembolüdür ve sanat piyasa- ilişkiler ihtiyaçlarını giderdikleri bir pazara
sında en kolay pazarlanabilen sanat formudur. dönüştürülmüş durumda. İstanbul Modern’in
Etkinlik sponsorluğu ve koleksiyonerliğin dışın- Aralık 2004’te daha koleksiyonunu tamamlaya-
da, müzelere bağış yapmak vergi muafiyetinin madan açılmasının sebebi Avrupa Birliği mü-
yanı sıra önemli bir kültürel sermaye kaynağı zakerelerinden önce Başbakanın katılacağı bir
sayılabilir. müze açılışının AB nezdinde Türkiye ile ilgili iyi
bir intiba bırakacağı düşüncesiydi. Tek başına ne
özelleştirmelerin ne de devletin sanat yatırımını
Bourdieu ekonomik çıkarları önemsemez veya onlara arttırmasının kamu yararı için olduğunu söyle-
kayıtsız görünen alanların (örneğin, sanat, edebiyat ve yebiliriz. Bunlar aynı zamanda bir iktidar müca-
bilimin) bile sermaye birikimi ve sermayenin yeniden- delesinin alanıdır. Devletin neoliberal politikala-
rının yansımasıdır kültür politikaları ve şüphesiz
üretimi mantığına göre islediğini gösterir. Ona göre,
katkıda bulunduğu her faaliyet bir itibar ve
sermayenin yeniden üretimi aslında kültürel, sosyal ve meşruiyet aracına dönüşebilir. Büyük sermaye
ekonomik sermayelerin birbirine dönüşme sürecidir. grupları içinse sanat yatırımları, Wu’nun da de-
diği gibi, kültürel ve ekonomik sermayenin ya-
nında politik güç de sağlar: “İş dünyasının sanat
İKSV’nin kamusal desteği arttırmak ama- alanına müdahalesi, modern devlette siyasî güç
cıyla, 2011 boyunca düzenlediği kültür-sanat sahibi olma bağlamında görülmeli ve böyle kav-
faaliyetlerinin ekonomik etkisini ortaya koy- ranmalıdır. Siyasî güç sahibi olmanın ve bu gücü
duğu rapora bakacak olursak, burada yer alan kullanmanın çeşitli yolları var; kültürel nüfuz
medya değeri rakamları, kültürel sermayenin sahibi olmak, bu güce ulaşmanın kolay ve hızlı
ekonomik sermayeye dönüşümünü anlamak yollarından biri. Şirketlerin kültürel etkinliklere
için önemli veriler sunuyor: Sponsorların gösterdikleri ilgi, özel ekonomik güçleri ile ka-
ödediği toplam miktarın 15 milyon TL olduğu musal kültür otoritesinin gücünü birleştirmeyi
2011’de, İKSV etkinlikleriyle ilgili ulusal yazılı amaçlayan genel bir stratejinin parçası olarak
ve görsel basında yer alan haberlerin reklam görülmelidir –hele de bu etkinlikler devlet tara-
eşdeğeri 180 milyon dolar olarak bildiriliyor.8 fından açıkça teşvik ediliyorsa. Şirketlerin kültü-
Uluslararası medya değeri de hesaba katıldı- rel etkinliklere ilgisinin altında yatan saik şudur:
ğında, bu reklamların hem sponsor firmalar ve Bu yolla yarattıkları kültürel sermayeyi uygun
kamu hem de İKSV için yüklü bir kültürel ve bir konjonktürde siyasî güce dönüştürebilir, bu
ekonomik sermaye kazanımına denk geldiğini gücü de açık ya da örtük yollardan kendi çıkarı
görürüz. Fakat metinde, kültür faaliyetlerinin için kullanabilirler.”12
küresel ekonomi içinde yerel ve merkezî yö- Siyasî güç sermaye gruplarının istikrarının
netimler için “imajları ile birlikte sosyo-eko- garantisidir. Görünürde kültür-sanat faaliyet-
nomik performanslarını da güçlendirmenin lerinde buluşan devlet ve sermayedarlar çoğu
temel araçlarından biri”9 olduğu vurgulanır- zaman ekonomik işbirliği içinde hareket eder.
ken şirketlerin sosyo-ekonomik kazancı es Dolayısıyla, şirketlerin ekonomik faaliyetlerini
geçiliyor. 2011’de İKSV kaynaklarının büyük yürütebilmeleri için sanat yatırımlarından dev-
bölümünü (yüzde 52) sponsorlardan sağlar- şirdikleri meşruiyet ve politik güce ihtiyaçları
ken sadece yüzde 5’lik bölümünü kamu des- vardır; ticarî sınırların kalktığı bir dünya paza-
teğinden almış.10 Buna vergi indirimleri dahil rında politik sınırlamalara takılmak istemezler.
değil. Devlet fonları diğer Avrupa ülkelerine Aynı zamanda, politik ve ekonomik alandaki
kıyasla düşük olmakla birlikte, sponsor şir- olumsuz intibalarını düzeltebilmek için de sanat
ketlerin yatırım payı üzerinde durmak gerek. alanını kullanırlar. Fakat kurumların yükselen
Sonuçta, söz konusu şirketler bu faaliyetlere sosyal prestiji ve politik gücü onları eleştiriye
sponsor olmaktan memnundurlar; çünkü bir kapalı hale getirir. “Kâr amacı gütmeyen” bu
yandan sosyal prestij sağlar ve kurum kimliği- kurumlar kültür-sanat faaliyetlerini toplumsal
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 51

gelişim için bir “sosyal sorumluluk projesi” doğan enstalasyon, video-art, performans gibi
olarak yürütüyorlardır. Dolayısıyla, “sivil top- sanat formlarının ‘90’lar hatta 2000’lerden sonra
lum kuruluşu” olarak faaliyet gösteren ya da Türkiye sanat mecrasında keşfedilmesi ancak bu
ulusal kültürümüzü ve sanatımızı uluslararsı olgu etrafında düşünülebilir. Teknolojik geliş-
arenaya taşıma görevini üstlenen bu kurumlar meyle doruklarına ulaşan kitle kültürüne karşı
eleştirilmeyi değil, desteklenmeyi hak ediyordur. içeriği ele alma biçimiyle ondan ayrılan sanat,
Yaratılan bu algı ve edinilen sembolik/kültürel ancak mekâna özgü sanat formlarıyla izleyici-
sermaye kuşkusuz hem bu kurumlara hem de lerine temayüz imkânı verebilirdi.14 Dolayısıyla,
kurum yöneticilerine sosyo-ekonomik dokunul- sanat alıcısına sadece o mekânda deneyimleye-
mazlık kazandırır. bileceği eşsiz bir sanat yapıtı sergilemek ya da
bu estetik deneyimi yaşatmak, galeri ve müzele-
re hem kurumun ve yöneticilerin hem de sanat
Sermaye tarafından kuşatılan sanat- alıcılarının sosyal/kültürel sermayesini arttırma
sal üretim alanı imkânı veren bir yenilikti.

Peki, modern/çağdaş sanat kurumlarının


üzerine kurulduğu bu zorunlu ekonomik ve Sanat tarihçisi Chin-tao Wu’nun da dediği gibi,
politik işbirliği (çünkü neoliberal ekonomi
şirketlerin kültürel etkinliklere gösterdikleri ilgi, özel
soğurabileceği her şeyi kapsar) kültür-sanat
pratikleri içinde nasıl örgütlenir? Çağdaş sanat ekonomik güçleri ile kamusal kültür otoritesinin gücünü
tartışmaları ve yeni sanat pratikleri bu kurumları birleştirmeyi amaçlayan genel bir stratejinin parçası
nasıl besler? Bu iki soru ancak birlikte sorulursa olarak görülmelidir. Şirketlerin kültürel etkinliklere
cevabı verilebilir. Mevcut sosyo-ekonomik işle- ilgisinin altında yatan saik şudur: Bu yolla yarattıkları
yiş Bourdieu’nün de dediği gibi kendine en uzak
kültürel sermayeyi uygun bir konjonktürde siyasî güce
alanlarda bile örgütlenebilir. Modern sanatın
yüksek sanat anlayışına alternatif olarak doğan
dönüştürebilir, bu gücü de açık ya da örtük yollardan
çağdaş sanatın, ‘60’lardan itibaren ilk çağdaş kendi çıkarı için kullanabilirler
sanat yapıtlarının (Duchamp’ın Çeşme isimli
yapıtının röprodüksiyonları belli zamanlarda
üretilip satılır) ekonomik değer kazanmasıyla Ekonomik kriz dönemlerinde ise sanat
birlikte kendi “büyük sanatçılar”ının doğuşuna alanında görülen iki olgu dikkat çekicidir. Bun-
sahne olması bundandır. lardan ilki, en kolay pazarlanan form olan yağlı
Bu olgu, Türkiye’de ‘90’lardan itibaren küre- boya resme olan ilginin tekrar yükselmesi. Ama
selleşmenin etkisiyle görülmeye başlar. Öncü bu daha çok hem dünyanın hem de kentlerin
çağdaş sanat yapıtlarını veren sanatçılar bu sanat merkezlerinde görülür ve kemik sanat
yıllarda sanat piyasasının dikkatini çeker. Çünkü alıcısına hitap eder. İkincisi ise (süreklileşmiş
hem çağdaş sanat yeni yeni kurumsallaşıyor, kriz yönetimi diyebileceğimiz) neoliberal eko-
hem de küreselleşme mefhumunun merkez dı- nominin sanat piyasasına etkisini daha kolay
şında ve yerel olana biçtiği değer, çok daha önce ölçmemizi sağlar: Bunlar, (kavramsal veya eyle-
doğan çağdaş sanatı ilgi çekici kılıyordur. Fakat me dayalı) karşı-kültürün sanat alanı tarafından
buradaki sorun, neoliberal ekonominin kavram- içerilmesi ya da sanat kurumlarının dışarıya
sal eleştirilere açılan çağdaş sanat yapıtlarını yayılması olarak izlenebilir. Bu, bazen piyasalaş-
indirgeyip sanat piyasasının nesnesi olarak ma karşıtı kültür-sanat pratiklerinin büyük ser-
biraraya getirmesinde ve sanat alanını ekono- maye gruplarının elindeki kurumlarca içerilmesi
mik alanın mikrokozmosuna dönüştürmesinde ve uysallaştırılması yoluyla sanat alanına dahil
yatıyor. Tarihçi ve küratör Julian Stallabrass’ın da edilmesi; bazense kurumlarca “başka yerlerden
söylediği gibi, “En çok rağbet gören çağdaş sa- alınan imgelerle, malzemelerle ve mecralarla
nat, neoliberal ekonominin çıkarlarına hizmet oynanan oyun”15 olarak vuku bulur. İkinci olgu,
eden sanattır –ticaretin önündeki engelleri, yerel sermaye-sanat arasındaki son derece girift ilişki-
dayanışmaları ve kültürel bağlılıkları kesintisiz nin mahiyetini güncel olarak anlamanın yolları-
bir melezleme süreci içinde yıkarak neoliberal nı bize sunabilir.
ekonomiyi güçlendiren sanat.”13 Artık çağdaş sa- Kendine yeni pazarlar arayan neoliberal
nat izleyicisi zümrenin dikkatini çeken şey, yerel ekonominin çevre coğrafya ve kültürlere olan
farklılıklar ve uyumsuzluklardır. Nasıl neoliberal ilgisiyle; modernizmin enternasyonalist tarih-
kapitalist ekonomi krizlerle besleniyor ve büyü- selciliğine karşı yerel unsurları, farklılıkları ve
yorsa, neoliberalleşmenin etkisiyle piyasalaşan eşzamanlılığı vurgulayan, yani zamansal olana
sanat alanı da bu uyumsuzluklardan ve sanatın karşı mekânsalı örgütleyen postmodernizm ara-
kriz anlarından beslenir. 60’larda mevcut sanat sındaki güçlü ilişki çağdaş sanatın temelini oluş-
anlayışlarına ve piyasasına alternatif olarak turur. Çağdaş sanat böylece mekâna ve kültürün
52 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

içinde yeşerdiği hayata açılır. Bugün kullandı- düşünmüşlerdir.


ğımız şekliyle “çağdaş sanat” yeni tür sanat ku- Bugün, neoliberal sanat kurumları kendi
rumlarını, müze departmanlarını adlandırmak alanına giren her unsuru soğurabilecek kül-
veya belli başlı müzayede evlerinde yeni bir satış türel/sembolik sermaye birikimini arttırmaya
bölümünü tarif etmek için sanat yöneticilerinin devam ediyor. Fakat zorunlu yayılmacı mantığı
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kullandığı nedeniyle kamusal alana ve yoksullaştırılmış
bir sıfat haline gelmiştir.16 Bu yüzden neoliberal kent mekânına sözde demokratik bir tavırla
sanat kurumlarının yerele, farklılığa ve ötekine açıldığı her anda, toplumsal hakikate çarpmaya
açılımı “demokratik” sayılmaz. Tam tersine, mahkûm. Çünkü bizzat sanat kurumları kent
sanat alanında, fakat neoliberalizmin spekülatif yoksulluğunun ve kamusallığın zayıflatılmasının
mantığına içkindir. sorumlusu olan neoliberal ekonomi-politiğin
“meşru” ve “naif” bir parçasıdır. Dolayısıyla,
çağdaş sanat ve ona maddî bir evren kuran yatı-
Bugün, neoliberal sanat kurumları kendi alanına giren her rımcı şirketleri her an hayatı tehdit eden bu ağın
unsuru soğurabilecek kültürel/sembolik sermaye birikimini içinde düşünmek gerek.
arttırmaya devam ediyor. Fakat zorunlu yayılmacı
mantığı nedeniyle kamusal alana ve yoksullaştırılmış kent
mekânına sözde demokratik bir tavırla açıldığı her anda,
toplumsal hakikate çarpmaya mahkûm.
1 Bkz. DPT, Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1973-
1977).
2 Bkz. http://www.iksv.org/tr 22.02.2014
Yerel ve egzotik kültürel materyallerin büyük 3 http://www.gib.gov.tr/ => 10. Diğer indirimler.
müzelerde sergilenmesi, kamusal alandan ku- 4 Calhoun, C. (2007): “Bourdieu Sosyolojisinin Ana
Hatları”, çev. Güney Çeğin, Ocak ve Zanaat:
rumlar adına devşirilen kültürel materyallerin Pierre Bourdieu Derlemesi içinde, İstanbul: İletişim
sanat merkezlerine taşınması, kent mekânının Yayınları, s. 107.
5 Wu, Chin-Tao (2005): Kültürün Özelleştirilmesi:
festivaller veya bienaller için seyirlik mekânlar
1980 Sonrasında Şirketlerin Sanata Müdahalesi,
olarak düzenlenmesi neoliberal sanat kurum- İstanbul: İletişim Yayınları, s. 23.
larının dışarıya (ve ötekine) dönük yayılmacı 6 A.g.e., s.25.
7 Kösemen, İ. Begüm(2012): “Türkiye’de Özel Sektö-
mantığının ürünleri olarak görülebilir. Bu işleyiş
rün Kültür ve Sanat Alanında Artan Görünürlüğü”,
öyle yaygındır ki, kendisine içkin olmayan ve Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
hatta karşı olan oluşumları ve eylemleri bile ka- Fakültesi Dergisi, Sayı:2(145-172), s. 159.
8 “İstanbul Kültür Sanat Vakfı Ekonomik Etki
pıp içerebilir. Nitekim, 2012’de Documenta’nın
Araştırması”(Aralık 2012), s.37: http://cdn.iksv.
gerçekleştiği binanın bahçesini işgal eden org/media/content/files/IKSV_Ekonomik_Etki_Aras-
OccupyDocumenta grubunun işgal eyleminin tirmasi.pdf
9 A.g.e., s. 12.
Documenta yöneticileri tarafından kabul edil- 10 A.g.e. ,s. 15.
mesi ve eylemcilerin etkinlik süresince orada 11 Şirketlerin(vakıf ya da holding) kültür-sanat faali-
kalmalarına izin verilmesi bu olguya iyi bir yetlerini yürüten yöneticilerle yapılan görüşmelere
göre; “Kültür ve sanat yatırımlarıyla birlikte, yö-
örnektir. Ziyaretçiler, neoliberal ekonominin neticilerin %91,6’sı itibarlarının arttığını, %81.1’i
mikrokozmosu olan ve sponsor şirketlerin kirli ise hem itibarlarının arttığını, hem de marka/kurum
ekonomik-politik geçmişlerini prestije çeviren kimliğinin olumlu etkilendiğini ifade etmiştir.”
Kösemen, İ. Begüm(2012), s. 165.
bu uluslararası sanat etkinliğini protesto eden 12 Wu, Chin-Tao (2005), s. 36.
grubu etkinliğin parçası sanır. Neoliberalizm 13 Stallabrass, J. (2009), s. 165.
tam da burada, ötekini (karşıtını) işlevsizleştirip 14 A.g.e., s. 32.
15 A.g.e.,. s. 139.
kendi mekanizmasına kattığı anda işleyişini 16 Octavian Esanu (19.09.2013) “Neoliberal Dönemde
sürdürür. Çağdaş Sanatın Örgütlenmesi I/IV: ‘Postmodern’e
İKSV tarafından düzenlenen 12. İstanbul Karşı ‘Çağdaş’”, Çev. Nursu Örge, E-skop: http://
www.e-skop.com
Bienali’nin açılışında da Kamusal Sanat Labo- 17 Kamusal Sanat Laboratuvarı: http://kamusalsanatla-
ratuvarı bir performans gerçekleştirir. Bienal boratuvari.blogspot.com.tr/p/isimsiz-mektup-bienal.
html
sponsoru Koç Holding’in kurucusu Vehbi
Koç’un Kenan Evren’e yazdığı sermaye ve politi-
ka arasındaki kirli ortaklığın temsili niteliğindeki
mektubu17 açılışta konuklara dağıtılır. Fakat
sermaye grupları ve politikacıların yıllardır
sanata yaptığı yatırım sonucunu vermiş, zaten
bilinen bu ilişkinin KSL tarafından bienal açılın-
da “estetik-politik” bir müdahaleyle ifşa edilmesi
istenen etkiyi yaratmamış, hatta seçkin konuklar
bunun bienale içkin “politik bir iş” olduğunu
Heinrich Böll Stiftung / Türkiye 53

İNSAN MANZARALARI
Kürt işadamı Raif Türk

İrfan Aktan

Türkiye’nin önde gelen mermer üreticilerinden Kürt işadamı Raif


Türk, eski bir gazeteci. Soyadından başlayarak hayat hikâyesinde
buralara has pek çok çelişkiyi barındıran Türk’ün gazeteciliği de
hiç sıradan değil. 1980’lerde Anadolu Ajansı Güneydoğu Bölge
Müdürlüğü yaparken cunta tarafından sakıncalı bulunarak Bursa’ya
sürülüyor.

Bunun üzerine, istifa edip ‘87’de Diyarbakır’a bayraklı bir ülkede yaşamak istemiyorum. Eşitlik
dönerek Kulp’ta şehrin ilk mermer ocağını açı- olduktan sonra tek bayrak hepimize yeter! Hal-
yor. Mermercilik o yıllarda para getirmediğinden kın ayrılmak gibi bir talebi yok, ikinci bayrak da
Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başlıyor. istemiyor kimse. Bu talepler Kürt siyasetçileri
‘89’da Diyarbakır Ticaret Odası basın danışman- tarafından yaratılıyor… ‘Evet’in de, ‘hayır’ın da
lığını üstleniyor ve “GAP’ta Diyarbakır” isimli bir anlamı var, ama boykotun anlamı yok. Bence
dergi çıkarıyor. 1992’de, Özgür Gündem’in Di- boykot barışa da hizmet etmez. Bugün burada
yarbakır temsilciliğine başlıyor. 1995’te gazeteci- bir ekonomik faaliyet sürdürebiliyoruz, ama
liği Evrensel’de sürdürürken Diyarbakır Mermer yarın sürdüremez hale gelebiliriz. Yarın burada
İnşaat Sanayi ve Ticaret şirketini (DİMER) tekrar bir sanayi kuruluşumuz olamayabilir. Çatışmalar
canlandırıyor. O tarihten itibaren de bölgedeki büyürse, tabii ki herkes bir yere kaçar.”
mermer yatağı potansiyelini iyi değerlendirerek Referandumdan bir gün önce, Türk’e ait
iş dünyasında hızla ilerliyor. Özgür Gündem yıl- Diyarbakır’ın Hani ve Kocaköy ilçeleri arasındaki
larında, pek çok mesai arkadaşı devlet tarafından mermer ocağı iddialara göre üç PKK militanı
öldürülüyor. Raif Türk’ün hikâyesi Kürt hareke- tarafından basıldı ve bazı iş makinaları yakıldı.
tiyle Kürt sermayedarları arasındaki paradoksal Bunun üzerine, Bingöl’deki maden ocağını ka-
ilişkiye iyi bir örnek. patan Türk olayı basına şöyle anlattı: “Anayasa
paketindeki kimi maddeleri demokratikleşme
sürecinde önemli gördüğüm için ‘evet’ oyu vere-
Türk’ün referandumla imtihanı ceğimi açıklamıştım. İnsanlar ölmesin, barış için
güvenli bir ortam oluşsun diye ne gerekiyorsa
“Bir lokma, bir hırka” gazetecilikten Türkiye’nin yapalım diyen biriyim. Olay sonrası BDP’nin
önde gelen mermer üreticilerinden biri haline de aralarında bulunduğu pek çok siyasî parti ve
gelen Türk, 12 Eylül 2010’daki anayasa referan- şahsiyetten geçmiş olsun telefonları aldım.”
dumu sürecinde başına gelen bir olayla geniş Türk’ün en hararetli savunucularından biri
kesimler tarafından da tanınır oldu. Onun da Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman
dahil olduğu bir grup Diyarbakırlı işadamı ve Baydemir’di. Saldırıyı şöyle değerlendirmişti
sivil toplum örgütü mensubu Kürt hareketinin Baydemir: “Ha Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi
boykot kararına karşı referandumda “evet” di- şantiyesindeki makinelerimiz yakılmış, ha bir
yeceğini açıkladı. Türk bu kararı 5 Eylül 2010’da işadamımızın mermer ocağı basılmış, iş maki-
Vatan gazetesine şu sözlerle izah ediyordu: “Çift neleri yakılmış. Benim açımdan zerre kadar fark
54 Heinrich Böll Stiftung / Türkiye

© kaynak / http://www.dimer.com.tr nat Festivali çakışmıştı. Mevsimlik işçilerle karşı-


laşma niyetiyle gittiğimiz garda, Bayram adında
bir genç “Festivale mi geldiniz, Erdoğan’a mı?”
diye sordu. Yanıtımızı beklemeyen Musa isimli
delikanlı söze girdi: “Ne festivali, Erdoğan’a
gelmişlerdir. Şimdi de fakirleri dinliyorlar.” Bay-
ram gülümseyerek devam etti: “Burada fakir çok,
siz asıl zenginleri dinleyin. Sorun hele, Rabbena
hep bana diyen zenginler günde kaç öğün yemek
yiyormuş?”
Bayram’ın sorusu üzerine Raif Türk’ün ka-
pısını çaldık. Şehrin yeni zengin semtlerinden
Dicle Kent’te inşaat halindeki villasının bahçe-
sinde konuştuğumuz Türk Bayram’ın sorusunu
gülümseyerek yanıtladı: “Biz de üç öğün yemek
Ön sıra soldan altıncı sıradaki yiyoruz. Biz de sıkıntı çekiyoruz. Dileğimiz, her-
Türk Dimer Yaytaş İlköğretim
kesin yoksulluktan kurtulması. Ama bu, bir-iki
Okulu Açılışında.
Dimer Yaytaş İlköğretim işadamının isteğiyle gerçekleşemez ki. Devlet
Okulu Açılışı artık bu soruna el atmalı. Bu sadece Erdoğan’ın
açıkladığı GAP’ın canlandırılması projesiyle
gerçekleşemez.” Türk’le görüşmemiz sırasın-
da ilginç bir bilgi daha edindik. 1994’te henüz
gazeteciyken, GAP’ın açılışını izleyip haber
yapanlardan biri de kendisiymiş: “Erdoğan’ın
GAP paketini açıkladığı toplantıdan şahsen hayal
kırıklığıyla ayrıldım. 1994’te Aktüel’e yazdığım,
yoktur. Nedeni ne olursa olsun kabul edilemez. fakat yayınlanmayan haberimde de bu soruna
Derhal bunun son bulması gerekiyor.” dikkat çekmiştim. Süleyman Demirel o zaman,
Baydemir’in açıklamasından sonra Türk’e tıpkı Erdoğan gibi, bu sorunu halledeceklerini
yönelik başka bir tepki ortaya konmadı, ama bu söylemişti…”
olay Kürt sermayedarlarının hassas pozisyonunu
gözler önüne sermiş oldu. Bir taraftan devletle,
diğer taraftan da ona karşı mücadele yürüten Bush, Gorbaçov, Özal
Kürt hareketiyle ilişkilerini belli bir noktada
Raif Türk karamsarlığında haklı çıktı. Erdoğan’ın
GAP Eylem Planı’nın bölgedeki yoksulluğa ne
1992’de, Özgür Gündem’in Diyarbakır temsilciliğine kadar çare olduğu malûm. Kürt sorununun
başlıyor. 1995’te şirketini (DİMER) tekrar canlandırıyor. halihazırdaki boyutları da ortada. Oysa eylem
planını açıklarken Erdoğan şöyle demişti: “Refah
Bölgedeki mermer yatağı potansiyelini iyi değerlendirerek
ve özgürlük yayıldıkça kaybeden terör olacaktır.”
iş dünyasında hızla ilerliyor. Özgür Gündem yıllarında, pek Refah da özgürlük de bizzat AKP eliyle engellen-
çok mesai arkadaşı devlet tarafından öldürülüyor. Raif di, terör ise devlet tarafından istikrarlı biçimde
Türk’ün hikâyesi Kürt hareketiyle Kürt sermayedarları devam ettirildi.
arasındaki paradoksal ilişkiye iyi bir örnek. O tarihte Türk’le buluşmamızdan sonra,
Diyarbakır köylerinde dolaşırken bir ihtiyar şu
hikâyeyi anlatmıştı: “Özal, Bush ve Gorbaçov
tutmaya çalışıp hem siyaset hem de iş yapmanın aynen bizimki gibi bir kahvede otururken Şeytan
hiç de kolay olmadığı açıktı. Ama şu da açıktı; da önlerinden geçmiş. Bush çevirmiş Şeytan’ı,
çatışmaların, ölümlerin yaşandığı bir bölgede ‘Amerika ne zaman dünyanın hâkimi olacak?’
siyaset dışında durmak da imkânsızdı. Raif Türk diye sormuş. Şeytan ‘100 yıl kaldı’ deyince ağ-
bu imkânsızlıkta kendince bir denge tutturarak lamaya başlamış Bush. ‘Benim ömrüm yetme-
yol almaya devam edenlerden sadece biri. yecek ki buna’ demiş. Gorbaçov da aynı soruyu
Rusya için sormuş ve aynı cevabı almış. O da
Üç öğün yemek ağlamaya başlamış. Sıra Özal’a gelmiş: ‘Türkiye
ne zaman bu kargaşadan kurtulacak?’ Bu sefer
27 Mayıs 2008’de, Başbakan Erdoğan’ın açıkla- Şeytan başlamış ağlamaya: ‘Benim ömrüm bunu
dığı “GAP Eylem Planı”nın bölgede nasıl yankı- görmeye yetmeyecek!’”
landığını gözlemlemek için Diyarbakır’daydık. Hal böyleyse, bölgeyi müreffeh görmeye Raif
Erdoğan’ın ziyaretiyle 8. Diyarbakır Kültür ve Sa- Türk’ün ömrü yeter mi?
Perspectives dergisinin daha önceki
sayılarına ve diğer yayınlarımıza
www.tr.boell.org adresinden
ulaşabilirsiniz.
Heinrich Böll Stiftung Derneği
Türkiye Temsilciliği
İnönü Cad. Hacı Hanım Sok.
No.10/12 Gümüşsuyu İstanbul

T + 90-212-2491554
F +90-212-2450430
W www.tr.boell.org
E info@tr.boell.org

You might also like