Professional Documents
Culture Documents
in s a n
DAVRANIŞI
PS İKOLOJİNİN TEMEL K A V R A M L A R I
DOĞAN CÜCELOGLU
V
Büyük Fikir Kitapları Dizisi: 96
İn s a n v e d a v r a n iş i / Doğan Cüceloğlu
lSBN-13: 978-975-14-0250-9
lSBN-10: 975-14-0250-6
G İR İŞ
“Mson uö Dauranışu psikoloji biliminin temel kavrâmlanriı Türk toplumu
ve.kültürüne mal edebilmek İçin yazılmıştır," Madum görühûıiılû bu cümle
uzun yıllar devam etmiş olan karmaşık ve güçlü uğraşılan kapsaıhaktadır.
Türk toplumu din merkezli geleneksel kültürden, bilimsel düşünce mer
kezli çağdaş demokratik Batı uygarlığına geçişi yaşıyor. Devlet düzeni (idare,
yasalarm yapımı ve uygulanması, eğitim, ordu) çağdaş Batı uygarlığının anla
yış ve değerlerini temel aldığı halde, toplum yaşamı (çocuk terbiyesi, aile içi
ilişkiler, komşuluk ilişkileri, ahlak anlayışı] geleneksel kültürü temel alır.
1989 Aralık ayında MEF dercanesinin “Ana-Baba Okulu"na konuşucu
olarak davet edilmiştim. Toplantıya katılan birçok ana-baba. lise çağındaki
çocuklarının kendilerini önemsememelerinden, onlara boş vermelerinden ya
kındı. Başı örtülü bir anne, oğlunun kendisine. "Başmı böyle örttüğün sûre
ce senin sözünü kimse önemsemez: sana saygı duymamı nasıl isteyebilir
sin?!" dediğini ve bu duruma çok üzüldüğünü ifade etti. Gördüğüm
kadarıyla, eına-babalann evde öğretmek istediği yaşam düzeni ile. okullarda
öğretilen yaşam felsefesi birbirinden farklıydı; farklı dünya anlayışlannı ve
farklı değerleri ifade etmekteydi. Ana-babalann geleneksel kültür değerlerine
göre yaşamlarmı düzenlemeleri, çocuklan tarafından tepki ve alayia karşıla
nıyordu.
Modem Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'tür.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsız ve güçlü bir devlet olarak
yaşayabilmesi için. Batı uygarlığına geçişi zorunlu görmüştür. Onun önderli
ğinde Türk devletinin bütün kuruluşları yeniden düzenlenmiştir. Ne var kİ,
Türk insanını değiştirmek ve geleneksel kültürden çağdaş uygarlığın kültürü
ne yöneltmek, devletin yapısını yeniden düzenlemekten daha da zor ve kar
maşık bir işti.
Geleneksel kültürün anlayış ve değerleriyle, çağdaş uygarlığm anlayış ve
değerleri arasındaki çelişki ve çatışma, günümüz Türk insanınm en belirgin
ve baskın psikolojik özelliğini oluşturur. İnsanı değiştirebilmek için önce in
sanı anlamak gerekir. İnsanı anlamak psikoloji biliminin görevidir. Çok kar
maşık tarih ve kültür koşullan İçinde oluşmuş Türk toplumu ve onun insanı.
Batı kültürü içinde gelişmiş bir psikoloji bilimi İçinde kavranamaz. Ne var ki,
henüz elimizde tam anlamıyla gelişmiş bir «Türk psikoloji bilimi» de yoktur;
bir noktadan İşe başlamak gerekiyor; bu kitap böyle bir başlangıç noktası ol
mayı amaçlıyor.
8 İNSAN VE DAVRANIŞI
KİTABIN DİLİ
Dil konusunda toplumumuzdaki görüşler dört temel grupta toplanabilin
(1) dilde değişmeye taraftar olmayanlar; (2) dilin topluma getirilecek devrim-
lerin bir aracı olduğuna, bu nedenle Türkçe'nin temelden ve hızla değiştiril
mesi gerektiğine inananlar; (3) Türk toplumundaki sosyal, ekonomik, politik
ve kültürel değişmeleri dilin yansıtmasım İsteyenler ve (4) Türkiye'nin artık
Batılı bir toplum olduğunu, bu nedenle Türkçe'nin bol miktarda Batı dillerin
den kelimeler almasının sağlıkh olduğunu düşünenler.
Bu kitapta daha çok (3) no.lu anlayış baskm olmuştur. Ancak Türk dili
oluşum İçindedir; bir görüşün doğru, değerlerinin yanlış olduğunu söylemek
gerçeğe uymaz; her görüşün haklı olduğu yanlan vardır. Ne var ki, aynı say
fada hem «İmkân», hem de «olanak» kelimelerini kullanmamı büyük bir “suç"
olarak gören ve «tek başma bir görüşün» doğru olduğunu savunan kimseler
olacaktır. Elimden geldiğince tutarlı olmaya çalışmakla beraber, günlük ko
nuşma dilindeki özelliklere de yer vermeye çalıştım; bu nedenle «yaşam» keli
mesini tutarh olarak kullanırken “Ben buna hayat mı derim?" deyişini oldu
ğu gibi bıraktım. Oldukça teknik konularda ise bilimsel terimleri oıjinal
dilinden alarak kullandım.
«ihtiyaç» glbl bazı psikolojik terimler günlük konuşma dilinde kullanıl
maktadır. Bu tür kavramlann teknik ve bilimsel anlamını pekiştirmek ama
cıyla «gereksinme» glbl yeni Türkçe karşılıklarmı kullandım. Bu konuda Türk
psikologları arasında görüş farklılığı olduğunun bilincindeyim. Benim kişisel
tercihim, olanaklar elverdiği ve anlam bakımmdan bir kayıp olmadığı sûrece,
teknik kavramlan yeni Türkçe karşılıklarıyla karşılamaktır. Böylece, kavra
mın bilimsel anlamı, günlük dilden gelen çağnşımlardan arınmış olur ve tek
nik bir psikolojik kavram olarak kesinliğini korur. Bu nedenle «şartlama» ye
rine «koşullama», «hafıza» yerine «bellek» vb. terimleri tercih ettim.
TEŞEKKÜRLER
Bu kitabm elinizdeki biçimde size ulaşmasmda birçok kimsenin katkısı
oldu. Dr. Kurtuluş öztopçu kitabı baştan sona okudu, anlatım belirsizlikleri
nin temizlenmesine yardımcı oldu. Doç. Dr. Acar Baltaş ve Doç. Dr. Zuhal
Bal taş kitabın tümünü gözden geçirerek anlatım, terminoloji, eklemeler ve çı
karmalar konusunda değişik katkılarda bulundular. Bu meslektaşlarım,
özellikle Acar Baltaş, kitabın üslubunu temelden etkilemiştir. Prof. Dr. Sirel
Karakaş'm ikinci ve üçüncü bölümle İlgili eleştirileri, bu bölümlerin biçimlen
mesinde etkili oldu. Dr. Karakaş, üzerinde halen çalışmakta olduğu psikoloji
terminolojisi çalışmalanndan yararlanmama İzin verdi. Prof. Dr. Suna Tevrüz
onbeşinci bölümde eleştirileriyle. Prof. Dr. Necla ön er psikoloji terminolojisi
ve Türkçe yayınlar sağlayarak bana yardımcı oldular. Yücel Perinçek İçerik
ve üslupla İlgili değişik önerileriyle katkıda bulundu. Kitabm birinci baskı-
smdan sonra Doç. Dr. Nilbfer Voltan-Acar. Dr. Ergun Başer ve ProL Dr. Fa
ruk Erem önerilertyle yardımcı oldular. Dokuz Eylül Üniversitesi, İlahiyat Fa
10 İNSAN VE DAVRANIŞI
Bolam 1
PSİKOLOJİ BİLİMİldN DOĞASI
1. g ir iş . 21
2. DEĞİŞİK YAKLAŞIM TORLERİ, 26
Nörobiyolojik Yaklaşım. 26 • Davranışsal Yaklaşım. 28 • Bilişsel Yaklaşım.
29 • Psikoanalltik Yaklaşım, 30 • Fenomenolojlk Yaklaşım. 32
3. BİLİMSEL PSİKOLOJİNİN KAPSAMI. 34
Psikolojinin Tanımı, 34 • Psikolojinin Alanları, 35 • Deneysel PsÜcoloft, 35 •
Fizyolojik Psikoloji 36 • Gelişimsel Psikohfi, 36 • Kişilik PsiköU^isi 37 • Sos
yal PsiköloJU 38 • Bilişsel PsIkoloJU 38 • Klinik ve Danışmanlik Psikolojisi, 38
■• Okul ve Eğitim PsikölojisU 39 • Endüstri Psikolc^ist 39 • Yeni Gelişen Psi
koloji Alanlan. 39
4. ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ. 40
Giriş. 40 • Deneysel YOntem. 41 • Gözlem Yöntemi. 42 • Tarama Yöntemi,
43 • Test Yöntemi. 44 • Vaka Tarihçesi Yöntemi. 45
5. PSİKOLOJİ BiLİMiNiN TÛRKTOPLUMUNDAKi YERİ, 46
Giriş, 46 • Birey Düzeyinde Psikolojinin Yararlan. 46 • Psikolojinin Grup
ve Toplum Düzeyindeki Katkısı, 48
Bölüm 2
DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ
KARA KUTU ÖRNEĞİ, 51
Bilinci Deneme. 52 • İkinci Deneme. 52 • Oçûncû Deneme. 52
DAVRANIŞ ÖRNEĞİ. 53
İLK DÜZEY: SİNİR HÜCRESİ. 54
Temel Birim: Nöron (Sinir Hücresi), 54 • Sinir Hücresinin Yapısı. 54 • Sinir
Hücresinin İş l^ ş l: Üç Tûr Bilgi İşlem. 57 • l.Tûr: Akson boyunca iletim,
58 • Elektrokimyasal süreç: Aksiyon potansiyeli, 58 • 2. TYIn Sinapslarda
aktaran ve sinirsel aktartcüar, 6 1 *3 . Tör; Bütünleme, 62
4. İKİNCİ DÜZEY: HÜCRE GRUPLAŞMALARI. 63
Grup Türleri, 63 • Gctiricf, Götürücü ve Birleştirici Gruplar, 63
12
Bölüm 3
DUYUM VE ALGILAMA
1. ALGISAL EŞİKLER. 99
Özel Alıcılar, 99 • Mutlak Eşik, 99 • Fark Eşiği, 100
2. DUYUSAL UYUM. 101
Duyusal Uyumun Etkileri, 102
3. ik in c ilDUYULAR, 102
Birincil ve ikincil Duyular, 103 • Dokunma Duyusu, 104 • Pozisyon Duyu
su, 104 • Koklama Du3njsu. 105 • Tad Duyusu. 106
4. İŞİTME, 108
Ses Dalgalan, 108 « Kulak Yapısı, 109 • İşitme Kuramlan. 110 • Sesin Ye
rini ve Uzaklığını Anlamak, 111
5. GÖRME, 112
Işık, 112 • Gözün Yapısı. 113 • Retina: Çubukçuk ve Mızrakçıklar. 114 •
Karanlığa Uyum, 116 • Renk Duyusu, 117
6. ALGILAMA VE YAŞANTI, 118
7. ALGI YANILMALARI .119
Algı Yanılmalan ve Halüsinasyon. 121
8. ALGILAMA SÜREÇLERİ, 121
Seçici Dikkat. 121 • Örgütleme, 123
9. KARMAŞIK ALGILAMA SÜREÇLERİ, 125
Örüntü Algılaması. 125 • Hareket Algılaması, 126 • Derinlik Algılaması,
127 • Derinlik Algılaması Doğuştan mıdır. Yoksa öğrenUıniş midlı?, 130 •
Dil Algılaması, 130
10. ALGISAL DEĞİŞMEZLER, 131
13
Bölüm 4
ÖĞRENME
1. KLASİK KOŞULLAMA. 140
Pavlov'un Deneyleri, 141 • Kazanma ve Sönme, 141 • Klasik Koşullama
örnekleri, 142 • Genelleme ve Ayırt Etme, 142 ® Klasik Koşullamanın De
ğişik KuramScd Yorumlan, 143
2. EDİMSEL KOŞULLAMA, 144
Skinner’ın Deneyleri. 145 • Koşullanmış Pekiştirme. 148 • Pekiştirme Tari
feleri, 149 • Davranışı Biçimlendirme, 151 • İnsan Davranışının Edimsel
Koşullanması, 153 • Otonom Tepkilerin Edimsel Koşullanması ve Blyobil-
dirim, 155
3. PEKİŞTİRME KAVRAMI, 156
Premack Kurak, 157 • Pekiştirmenin Miktan ve Gecikme Süresi, 158 • ö ğ
renmede Cezanm Rolü, 159 • Beyin Uyaniması ve Pekiştinne, 161
4. BİLİŞSEL (ZİHİNSEL) ÖĞRENME, 162
Kavrama Deneyleri, 162 • Zihinsel (Bilişsel) Yapılar. 163
5. BİLGİSAYAR YARDIMIYLA ÖĞRENME. 165
Bireyselleştirilmiş Öğretim. 165 • öğretim Programı. 166
6. ÖZET. 167
Bölüm 5
BELLEK
1. BELLEĞİN BELİRGİN ÖZELLİKLERİ. 170
Belleğin Oç Aşaması. 170 • İki Tür Bellek. 171
2. KISA SÜRELİ BELLEK. 171
Kodlama. 171 • Fotografsı İmge. 172 • Depolama. 173 • Ara-bul-geriye ge
tir. 174 • Kısa Süreli Bellek ve Düşünme. 176 • Kümeleme. 177
3. UZUN SÜREU BELLEK. 179
Kodlama. 179 • Depolama ve Ara-bul-geriye gelir. 181 • örgütleme ve Bağ
lam. 183 • Bozucu Etkiler. 185 • Unutmada Heyecansal Etkenler. 186
4. BELLEĞİN GELİŞTİRİLMESİ. 187
Kümeleme ve Bellek Genişliği. 187 • Hayal Etme (İmgeleme) ve Kodlama.
188 • Aynntılama ve Kodlama. 189 • Bağlam. 189 • örgütleme. 190 • Ara-
bul-geriye getir İçin Alıştırma Yapma. 191 • Altı Aşamalı Bellek Geliştirme
Yöntemi. 191
5. KISA VE UZUN SÜRELİ BELLEKLER ARASINDAKİ İLİŞKİ. 192
iki Türlü Belleğin Varbgını Destekleyen Kanıtlar. 192 • İkili Bellek Kuramı,
194
14
Bölüm 6
BİLİŞİM: DİL. KAVRAMLAR VB
PROBLBM ÇÖZÜMÜNDE DÜŞÜNCE
1. GELİŞEN BİLİŞİM ALANI. 201
Beş Yaklaşım, 202
2. DIL, 204
Fonem ve Morfemler, 204 • Tümleç Yapısı Grameri, 205 • Derin ve Yüzey
sel Yapı, 206 • Dörtûştûrümlû Gramer, 206 • Anlama/Hatırlamada Yapı
landırma ve Yeniden Yapılandırma, 207 • Dilin öğrenilmesi, 209 • Dillri
Öğrenilmesiyle İlgili Kuramlar, 211« Şempanzeler ve Dil, 213 • Dil ve Dü
şünce, 214
3. KAVRAM OLUŞTURMA, 215
Kavram Tanımı, 215 • Kavramlar ve Dil, 216 • Kavram Oluşturma Kuram
ları, 217
4. PROBLEM ÇÖZME, 219
Problem Çözümündeki Dört Aşama. 219 • Alt-amaçlar ve Planlama. 219 •
Deneme ve Yanılma 3^a da Içgörü, 221 • Problem Çözmede Karşılaşılan
Güçlükler, 221 • Benzetme Modelleri, 222
5. BELLEK VE BiLiŞiMl ETKİNLEŞTİRMEK, 222
Dikkat Et, 222 • Tekrar Et, 223 • Organize Et, 223 • Uygun Bellek Teknik
leri Kullan, 223 • Yeni Deyişler Uydur, 224 • Birbirleriyle Etkileşen imgeler
Oluştur, 224 • Belleğin Yetersiz Olduğu Durumlar: Bağlamın önemi, 225 •
. Nerede ve Nasıl ÇalışmaÛ^ 225
6. ÖZET. 226
Bölüm 7
GÜDÜLENME
1. GİRİŞ, 229
Güdülenmenin Tanımı, 229
2. GÛDÜLENMEYE KURAMSAL YAKLAŞIMLAR, 230
Dürtü Kuramı, 230 • Özendirici Uyancı Kuramı, 231 • Optimal-Düzeyde-
Uyanlma Kuramı, 232 • içgüdü Kuramı, 232 • Basımlama, 234 • Bllinçdışı
Güdülenme Kaynağı, 235 • Maslow'un Gereksinme Derecelemesi, 235
3. AÇLIK, 238
HomeostaUs Kuramı. 238 • Aç Olduğumuzu Bize Bildiren Ipuçlan, 238 •
Hipotalamik Denetim. 241 • Dış Uyancüar ve Açlık, 241 • Aşın Şişmanlık,
242
4. SUSUZLUK, 243
Hücrelerde Su Kaybı. 243 • Kanın Hacminde Azalma, 244 • Ağız Kuruluğu
ve Susuzluk. 244 • Birincil ve İkincil İçme Davranışları, 244
15
5. CİNSİYET, 245
Cinsiyetin Diğer Güdülerden Farkı, 245 ♦ Cinsiyet Konusunda Araştırma
Yapma Zorluğu, 246 • Cinsel Davranışta öğrenmenin Etkisi. 247
6. BİR GÜDÜ OLARAK DUYUSAL UYARIM, 248
İçkaynakb ve Dışkaynaklı Ödül, 249
7. KARMAŞIK İNSAN GÜDÜLERİ, 250
İnsan Gereksinmelerinin Değişik Türleri. 250 • Başarma Gereksinmesi,
251 • İlişki Kurup Yalanlaşma Gereksinmesi. 255 • Bilişsel Tutarlılık Ge
reksinmesi, 256 • Denetim Altında Tutma Gereksinmesi. 256 • Gereksin
melerin Zaman İçinde Değişimi. 257
8. ÖZET. 258
Bölüm 8
HEYECAN
HEYECANLARIN İNCELENMESİ. 262
Hqrecanlann Sınıflandırılması ve Tanınması, 263 • Mantık ve Heyecan,
264 ®Heyecanın Değişik Tanımlan. 264
HEYECANLARIN FİZYOLOJİSİ. 265
HEYECAN KURAMLARI. 266
James-Lange Kuramı, 266 • Cannon-Bard Kuramı, 267 • Bilişsel Kuram,
268 • Sosyobiyolojlk Kuram, 269
DOĞUŞTAN GETİRDİĞİMİZ VE SONRADAN ÖĞRENDİĞİMİZ İFADELER,
269
5. HEYECANIN SÖZSÜZ İFADESİ, 272
DU Olarak Sözsüz İfade, 272 • Göz İlişkisi. 272 • Hareket. Beden Durumu
ve El-Kol Davramşlan. 273 • Kişisel Mekân. 274 • İki Anlamlı Mesajlar. 275
KAYGI, 276
Kaygı Nedir?. 276 ♦ Kaygının Nedenleri. 277 • Kaygı Yararlı Olabilir mi?.
278
7. ENGELLENME. 278
Engellenmenin Tanımı ve Bazı örnekler, 279 • Gecikme Engellenmesi. 270
• önleyici Engellenmesi. 280
ÇATIŞMA, 281
Çatışmanın Tammı ve Bazı örnekler, 282 • Çatışma Türleri, 282 • Çatış
ma İçindeki Davranış. 284
9. ÖZET. 287
Bölüm 9
GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ V£ HEYECANLAR
1. GİRİŞ. 289
Çok Fazla Güdülenebilir miyiz?, 290 • Kaygı ve öğrenme, 290
16
Dölüm 10
YAŞAM BOYUNCA GELİŞİM
1. GİRİŞ, 331
2. GELİŞİM SÜREÇLERİ VE GELİŞİME FARKLI BAKIŞ TARZLARI. 332
Biyolojik Süreçler, 332 • Çevreden Gelen Etkiler, 333 • Etkileşim Süreçle
ri. 335 • Farklı Görüşlerin Kaynaşımı ve Akla Gelen Bazı Sorular. 338
3. DOĞIDVI ÖNCESİ DEVRE, 339
Hamilelik Süresinde Dış Etkiler. 341
4. BİREYİN BEDENSEL VE HAREKETSEL GELİŞİMİ, 342
Doğumla Gelen özellikler, 342 • ilk İki Yılda Görülen Hareket Gelişimi.
342 • İki ile Beş Yaş Arasında Bedensel Gelişme. 344 ♦ Beş ile Oniki Yaş
Arasmda Bedensel Gelişme. 345 • Ergenlik Çağı; Onİki ile Onsekiz Yaş
Arasmda Bedensel Gelişme. 345
5. BİLİŞSEL g e l iş im , 346
İlk İki Yılda Görülen Bilişsel Gelişim, 346 • İki Uc Beş Yaş Arasında Biliş
sel Gelişim ve Dil. 347 • Beş İle OnlkJ Yaş Arasında Bilişsel Gelişim, 349 •
Oniki İle Onsekiz Yaş Arasında Bilişsel Gelişim, 352
17
Bölüm 11
GEIİŞME VE GÜNLÜK YAŞAM
GİRİŞ, 371
ÇOCUĞA KÖTÜ DAVRANMA. 372
Sorunun Kapsamı. 373 • Gelişim ve Toplum Yönünden Tartışılması. 374 •
Kötü Davranılan Çocuklann Gösterdikleri Davranış özellikleri, 375 • Kötü
Davramşm Altında Yatan Nedenler, 376 • Çocuğa Kötü Davranma önlene-
bUlrml?, 380
3. BOŞANMA, 380
Sorunun Kapsamı, 381 • Gelişim ve Toplum Yönünden Etkileri, 381 • Bo
şanmanın Çocuklar Ozerindeld Etkileri. 381 • Boşanmanm Eşler Üzerin
deki Etkileri. 384 • Boşanma ya da Boşanmama Karan. 384
GENÇ YAŞTA ANNE OLMAK. 385
CİNSEL FARKUUKLAR VE CİNSEL ROLLERİN KAUPLAŞMASI, 387
Cinsel Farklılıklar, 387 • Cinsel Farklılıklann Altında Yatan Nedenler, 388
• Cinsel Rollerin Kalıplaşması, 391
6. ORIA-YAŞ KRİZİ: GERÇEK Mİ YOKSA HAYAL Mİ?. 395
Gelişim ve Toplum Yönünden Orta Yaş Krizi. 396 • Orta-Yaş Krizinin Varlı
ğını Destekleyen Kanıtlar, 397 • Orta-Yaş Krizinin Varlığına Karşıt Kanıt
lar, 400 • Sonuç. 400
7. ÖZET. 401
Bölüm 12
KİŞİLİK V£ KİŞİLİK KURAMLARI
1. KİŞILIK PSİKOLOJİSİNİN ALT-ALANLARI. 403
2. k iş il iğ in TANIMI, 404
tn o
18
Bölüm 13
NORMALDIŞI DAVRANIŞLAR PSİKOLOJİSİ
1. NORMALDIŞILIĞIN TANIMI. 434
2. NORMALDIŞI DAVRANIŞA PSİKOLOJİK YAKLAŞIMLAR. 435
Psikodinamik Yaklaşımlar, 435 • Davranışçı Yaklaşımlar, 436 • Varoluş-
çu-Insancıl Yaklaşımlar, 437 • BiyoloJIk-Tıbbl Yaklaşımlar, 438 • Etkile
şimsel Yaklaşım, 438
3. NORMALDIŞI DAVRANIŞIN TEŞHİS KATEGORİLERİ. 439
4. KAYGIYLA İLGİLİ BOZUKLUKLAR. 440
Kaygı Halleri, 440 • Fobiler, 441 • Obsessif-Kompalsif Bozukluklar 443
5. BEDENDE GÖRÜLEN BOZUKLUKLAR, 444
Konversiyon Histerisi, 444 • Psikojenlk Ağn, 445 • Hipokondriyasis, 446 •
Hlperkondriyasis, 446
6. DISSOSİYATİF BOZUKLUKLAR, 446
Psikojenlk Amnezi, 446 • Psikojenlk Fûg, 447 • Birden Fazla Kişilik. 447
7. PSİKOZLAR, 447
Şizofreni, 448 • Şizofreni Türleri, 449 • Şizofrenin Nedenleri. 450 • Psikotik
Duygusal Bozukluklar, 453 • Psikotik Duygusal Bozukluklann Nedenleri,
457
8. ORGANİK ZİHIN BOZUKLUKLARI. 459
Beyin Zedelenmesinin Yol Açtığı Bazı Bozukluklar, 459
9. PSİKOFIZYOLOJİK BOZUKLUKLAR. 461
19
Bölüm 14
PSİKOTERAPİ YÖNTEMLERİ
1. PSİKOUMİK TERAPİ YÖNTEMLERİ, 475
Pslkodinamlk Yaklaşım: Pslkoanaliz, 476 • Varoluşçu-insancıl Terapi. 480
• Davramşçı Terapi. 489 • Davranışm Tedavi Türleri, 491 • Sistematik Da-
yarsızlaştırma; 491 • Kendine Güvenli Davranış Eğitimi 492 • Örnek Ceste-
rerek Tedavi Yöntemleri 493 • Edimsel Koşullama Yöntemleri, 494 • Mar
kayla Ödülleme, 494 • Kendini-Denetim, 495 • Biyobtidirim 495 • İtici
Uyarıcılara Koşullama Yöntemi, 496 • Bilişsel Davranış Terapisi, 497
2. ÜÇ TEMEL PSİKOLOJİK YAKLAŞIMIN KARŞILAŞTIRIUdASI. 499
Eldektik Yaklaşım, 500 • Grup Tedavisi, 501 • Toplumsal Akıl Sağlığı
Yaklaşunı, 503
3. BİYOLOJİK YAKIAŞIMLAR, 504
İlaçla Tedavi. 504 • Bedensel Tedavi. 506
4. TERAPİYE GENİŞ KAPSAMLI YAKLAŞIMLAR: İKİ ÖRNEK. 507
5. ÖZET. 510
Bölüm 15
SOSYAL PSİKOLOJİ
1. SOSYAL PSİKOLOJİNİN KONUSU. 514
2. İNSANLAR ARASINDAKİ İLİŞKİLERİ ETKİLEYEN BİREY-IÇl SÜREÇLER,
515
Diğer İnsanlarla Ügili İzlenimlerimizi Nasy Oluştururuz. 515 • Yükleme
Kuramı, 515 • Tutumlar ve Tutum Değişmesi. 521
3. KİŞİLER ARASI BİR SÜREÇ OLARAK ÇEKİCİLİK, 525
Çekiciliğin Psikolojik Denge Kavramıyla Açıklanması, 526 • Kişiler Arası
Çekiciliğin öğrenme Kavramlarıyla Açıklanması, 529 • Kişiler Arası ÇeVdcl-
Ük Araştırmalannm Temel Bulgulan, 530 • Çekiciliğin Temel Birimleri,
532 • Tutumlar, Yüklemeler ve Çekicilik, 532
4. GRUPLARIN ETKİLERİ. 532
Sosyal Etki Kuramı. 533 • Sosyal Etki Kuranıma Bazı örnekler. 533 •
Grup İçinde önderlik, 537 • Grubun Verimliliğini Etkileyen Faktörlere
Başka Bir Açıdan Bir Bakış. 539
20
1. GİRİŞ
yukandaki gazete haberini, politik bir İdeoloji doğrultusunda ele alıp açıkla-
ma3Ta çalışır. Dindar kişi, ölen ve öldürenin din kuralları ve geleneklerine
göre bir değerlendirmesini yaparak.- dln.l buyruklar çerçevesinde bir yoruma
ulaşır.
Psikolog olayı, bireyin içinde ve dışında yer alan iki grup faktörün etkile
şimi çerçevesinde açıklar. Mehmetşah Demlrtaş'm İçinde yer alan faktörler
onun sinir sistemi ve salgı bezlerinin İşleyişini, güdülenmesini, algılama ve
düşünme süreçlerini içerir. Mehmetşah Demlrtaş'm dışında yer alan faktör
ler fiziksel ve sosyal olmak üzere yine iki gruba bölünür. Fiziksel faktörlere
örnek olarak hapishanenin yapısı, olaym geçtiği yerin mekân boyutları verile
bilir. Sosyal faktörlere örnek olarak Mehmetşah Demlrtaş'm içinde bulundu
ğu toplumun gelenek ve görenekleri, sosyal değerleri, arkadaş grubunun on
dan beklentileri verilir. Psikologun kullandığı kavramlar bilimsel olarak de
nenmiş, değişik kişiler tarafından tartışıldıktan sonra geçerliği saptanmış
kavramlardır.
Psikoloji, insan davranışmın altmda yatan temel nedenleri bulmaya çalı
şan bilimsel çabaya verilen addır. Birinin önünde duran bir bardak suya
uzanıp alması gibi bize son derece basit görünen davranışlardan, yukardakl
gazete haberlndekine benzer, acı sonuçlar veren karmaşık davranışlara ka
dar uzanan geniş kapsamlı bir alanı vardır. Bu kitabın amacı, psikoloji bili
minin temel kavramlan ve yöntemlerini okuyucuya tanıtmaktır. Psikoloji bili
minin temel kavramlarım tanıyan okuyucu, kendi davranışlarma olduğu ka
dar başka İnsanların davranışlarına da. şündlye kadar alışagelmiş olduğu
bakış ve açıklayış biçimlerinin ötesinde, daha bilimsel olarak bakabilecektir.
Psikoloji, yukarda verller{)cinayet olayındaki gibi, bir tek kişi veya bir tek
davranışla İlgilenmez. Gazete ve dergilerde yer alan başlıklar İnsan davranış-
lannm değişik yönlerini gösterir ve daha karmaşık davranışları konu edinir.
Son yıllarda yayınlanan gazete ve dergilerden gelişigüzel bazı örnekler alalım:
/"Hasetle bilenmiş bir saldırganlık..." "Son yıllarda artan aydın düşmanlığı-
mn sebepleri nelerdir?" (JVoicia, 27 Aralık 1987, s. 66.) /"Cln-sellik-
Fantezller: Düşler Dünyasında Seks..." [Nokta, 10 Ocak 1988. s. 48-53.) /
“Ablama aşık olan İsviçreliyle evlendim" (Gurbetin Gelinleri dizisinden. Hürri
yet, 31 Ocak 1985, s. 2.) /"Bu çocuğu annesi de istemedi, babası da. Boşa
nan kan-kocanm adliyede bıraktığı 4 yaşındaki kızlarına komşular sahip çık
tı." [Hürriyet, 22 Mart 1985, s. 3.) /Aynı gazetede o gün şu başlığı da okuya
bilirsiniz: "TÜRKİYE'DE MUTLU KADIN ÇOK AZ... Prof Dr. Adnan Ziyalar,
hüzün dolu şarkı, film ve romanlann insanlara umutsuzluk aşıladığını, bu
nun da bunalımlara yol açtığını öne sürdü.” /Yine bir başka haben "İKİ KI
ZIYLA İLİŞKİ KURMUŞ...Cinsi sapık baba hakime: “Beni asm" diye yalvardı."
[Hürriyet, 6 Nisan 1985, s. 5.) /Bu ola^ann arkasında yatan davranışların
açıklanmasmı. aynı Mehmetşah Demlrtaş'm davranışmda olduğu gibi, deği
şik kimseler kendilerine göre farkh farklı yaparlar. Psikolog bu konulara, bu
kitapta göreceğiniz yöntem ve kavramlar çerçevesinde yaklaşır.
Bireyin içinde yaşadığı toplum karmaşıklaştıkça, bireyin davranışlarmı
İnceleyen psikoloji biliminin katkısı da o derece önem kazanır, örneğin, otuz
PSİKOLOJİ B İU M İN İN ^ Ğ A S I 23
yak. Şöyle evire çevire bir döversin, bak nasıl kuzu kuzu oturur" görüşünü
savundu. Hiç kimse, o anda gerçekten yardıma İhtiyacı olan öğrenciyi bir psl-.
kologa ya da pslkiyatrlste götürmeyi düşünmedi. Polis geldikten sonra, usul
olarak kızın psikiyatrik gözlemden geçirilmesi istendi. Ve o zaman bir şizoire-
nik tablonun varlığı ortaya çıktı. Bu öğrencinin ailesi ve sosyal çevresindeki
öğretmen, arkadaş gibi diğer kimseler psikoloji konusunda bilinçli olmadıkla-
n İçin hiç kimse ona sağlıklı bir yardım eli uzatamaınıştı.
(2) Demokratik sistemle idare edilen bir toplumun vatandaşı, kendi bilgi
ve görgüsü çerçevesinde doğru seçimlerde bulunabilir. Bilimsel bilgilerle do
natılmış bir seçmenin kolay yoldan oy kazanmak isteyen, şarlatan politikacıyı
engelleme gücü vardır. Bilinçli seçmen kitlesi demokratik rejimin en güçlü te
minatıdır, Bilinçli seçmen, insan konulannda daha gerçekçi, daha yapıcı ka
rarlar alınmasınm garantisidir.
Psikoloji konusunda yazılmış bu genel kitabın, okurun kendini olduğu
kadar toplumu da anlayabilmesi için yeırarlı olduğuna, umarım okuyucu
inanmıştır. Psikoloji genç bir bilim olduğu ve insan davranışı gibi biyoloji, fiz
yoloji. kimya ve diğer bilimlerin süreçlerini içine alan son derece karmaşık
bir konuyu incelediği için, fiziksel doğayı konu edinen uzun bir geçmişe sa
hip bilimlerin ulaştığı kesinliğe ulaşamamıştır. Bu nedenle. a3mı davranış ol
gusunu açıklayan birbirinden farklı psikolojik yaklaşımlar vardır. Psikoloji
nin gelişen bir bilim olmasından ka3maklanan bu özelliği ve birbirinden farklı
yaklaşımlann varbğı. okuyucuyu psikolojinin önemli bir bilim olduğu konu
sunda şüpheye düşürmemelidir. Türkiye gibi süratle değişen bir toplumun,
örgütlenmiş ve çağdaş bir toplum olarak yaşayabilmesi için, Türk ana-
babasının, öğretmeninin, yöneticisinin, politikacısının, eğiticisinin, askerinin
26 İNSAN VE DAVRANIŞI
Nöroblyolojlk Yaklaşım
Her davramşın temelinde son derece karmaşık sinirsel süreçler yer alır.
Beyinde oluşan sinirsel süreçler belirli bir düzen izleyerek kaslara geçer ve
gözlenebilen davranışlar halinde dışa yansır, insan beyni 13 milyan aşkın si
nir hücresi ve baglantılanndan oluşur. Bu karmaşık düzenin nasıl çabştığmı
a3omtılanyla bilebilmek yoğun araştırma gerektbir.
Normal İnsan beyni üzerine deneysel araştırma yapmak, okuyucunun
kolayca tahmin edebileceği nedenlerden dolayı, ahlaki ve yasal yönlerden
mümkün değildir. Bu yüzden beynin işleyişiyle ilgiU bilgilerimiz, hayvanlar
üzerinde yapılan deneysel araştırma bulgulanna olduğu kadar, tralîk kazala-
p s ik o l o j i BlUMiNiN DOĞASI 27
Davranışsal Yaldaşnn
İnsan zihninin işleyiş biçimini tncelemeie, İlk başlarda psikolojinin temel
konusu olarak kabul edilmişti. Başlangıçta felsefenin yoğun etkisi altında
olan psikoloji, bireyin düşünme ve anlama yetenekleri üzerinde çalışmayı ön
plana almıştı. îçebakış (introspection) yöntemini kullanan o devrin psikolog'
lan, düşüncenin yapısmı anlamaya çalışıyordu. Psikologların çoğunluğunun
felsefe eğitimi almış olması ve psikolojik araştırma becerilerinin olmayışı, içe-*
bakış yönteminin düzensiz bir biçimde kullamimasma yol açü.
Araştırmalardan elde edilen, güvenilir olmaktan uzak ve ne anlama geldi-
ğl belirsiz veriler, psikologlar arasında ciddiye alınmamaya başlandı. Bu yüz
den. Amerikalı psikolog James B. Watson 1920’lerde, zihinde olup biten dû'
şûnce ve duygularla hiç ilgilenmeden, bireyin gözlenebilen davranışlannı in
celemeyi a m a ç la }^ davranışsal yaklaşımı önerdi.
Davranışsal (behavioral) yaklaşım, bireyin gözlenebilen ve dolayısıyla, öl
çülebilen davranışlannı incelemeyi psikolojinin tek bilimsel yöntemi olarak
savunur. Bu görüşe göre Îçebakış, düşünce ve duygu gibi, deneğin kendisin
den başka kimsenin gözlemesine olanak vermeyen bir olguyu içerdiğinden,
özneldi. Davranışsal yöntem ise, herkesin gözleyebildiği bir olguyu içerdiğin
den. nesneldi. Bilimsel yöntemin nesnelliği Ûzik. kimya, biyoloji gibi diğer bi
lim dallarında oldukça yerleşmiş bir özellik olduğundan, davranışsal yönte
min nesnel olma özelliği, onun “bilimsel yöntem"le eş anlamlı imiş gibi algı
lanmasına yol açtı.
Davranışsal yaklaşım, uyancı-dav-
ranış (U-D) psikolojisi olarak da bilinir.
Uyancmın cinsi, şiddeti ve tekran ile
davranışın türü, kuvveti ve frekansı
arasmdaki ilişkiyi inceler. Ayrıca, dav
ranışı pekiştiren ödüllendirme koşulla-
nnı da ele alır. Harvard Oniversltesi
Profesörlerinden B.F. Skinner, bu ko
nudaki çalışmalarıyla ün yapmıştır.
Uyancı-davramş psikolojisi orga
nizmanın içinde olup biten biyolojik
veya bilişsel süreçlerle ilgilenmez. Ama
cı çevredeki uyarıcı koşullarla, ortaya
çıkan davranış arasındaki ilişkiyi ince
lemektir. Organizmanm içindeki süreç
lerle ilgilenmediği İçin bu yaklaşıma
“boş organizma" yöntemi admı verenler
de olmuştur, ögremne süreci, çevrede
ki ödüllendirme (reward) koşullânyia
açıklanır
U-D yaklaşımı, gazete haberi ola
Resim 1.4 B. F. Skinner geliştirdiğt kenefi
adıyla bilinen öğrenme kutusuyla psikolop rak verilen Mehmetşah Derrıirtaş'ın ka
laboratuvannda. rısını ve iki çocuğunu öldürmesini.
PSİKOLOJİ BİİİMINİN DOĞASI 29
Bilişsel Yaklaşım
Bilişsel (cognitive) psikologlar insanı, edilgen (pasif) bir yaratık olarak de
ğil, algılayan, uyancılan işleyen, anlamlandıran etken (aktif) bir sistem ola
rak görürler. Onlara göre, inşam diğer canlılardan ayıran en belirgin özellik,
insanın gelen uyancılan işleyebilme, anlamlandırabilme yeteneğidir.
Bilişsel oluşumlar (cognitive processes) deyince akla algılama, bellek ve
düşünme gibi zihinsel bilgi işlem süreçleri gelir. Bu süreçleri kullanarak bi
rey çevresi ve kendi hakkında yeni bilgiler edinir, eski olaylan hatırlar, orta
ya çıkan sorunları çözer ve gelecekle ilgili planlar yapar. Algılama, bellek ve
bilgi İşlem süreçlerini inceleyen dala bilişsel psikoloji (cognitive psychology)
adı verilir. Bilişsel psikoloji organizmanm içinde yer alan bilişsel süreçlerin
türü ve yapısıyla, gözlenebilen davranışlann türü ve Özellikleri arasındaki
ilişkiyi araştırır.
U-D psikolojisinin insan davramşma yaklaşımını mekanik ve basit bulan
psikologlar. 1960'laıdan beri bilişsel süreçlere ağırlık vermeye başladılar. Bi
lişsel psikologlar, Mehmetşah Demirtaş'ın hareketini onun bilişsel süreçlerty-
le açıklarlar. Mehmetşah'm davramşmm, onun toplumu ve kendini algılama
30 İNSAN VE DAVRANIŞI
Psikoanalitik TaMaşım
Slgmund Freud psikoanalitik yaklaşımın kurucusudur. Kendisi Avustur
ya'da tıp eğitimi görmüş, özellikle nöroloji alanında uzmanlık çalışması yap
mıştır. ABD'de davramşsal yaklaşım kuvvet kazanıp yaygınlaşırken, Avru
pa'da psikoanalitik yaklaşım gelişmekteydi. Daha önce incelediğimiz yakla
şımlar deneysel bir yöntem kuUandıklan halde, psikoanalitik yaklaşım her
PSİKOLOJİ BİLİMİNİN DOĞASI 31
Fenomenolojik Yaklaşım
Fenomen (phenomenon) kendini ve dış dünyayı kendine özgü bir biçimde
algılayan kişinin öznel yaşantısı’ na (subjective experience) verilen isimdir.
Fenomenolojik yaklaşım, bireyin davıanışlannı anlayabilmek için, onun ken
dine özgü algılayışını ve yaşantısını bilmemiz gerektiğini savunur. Bireyin
davranışını ne çevre koşullan ne de organizmadaki btyolojlk dürtüler, istek
ler. gereksinmeler belirlen Bireyin davranışını biçimlendiren en önemli et
ken. onun kendini ve ç e v r ^ o andaki anlamlandınş biçimi, başka bir deyişle
bireyin o andaki fenomenidir.
Her iki yaklaşım da bireyin içinde oluşan süreçlere ağırlık verdiğinden,
okuyucu, daha önce incelediğimiz bilişsel yaklaşımla şimdi incelemekte oldu
ğumuz fenomenolojik yaklaşıra arasmdaki farkın ne olduğunu açıklıkla göre-
meyebilir. Bilişsel yaklaşım, bireyin bilişsel süreçlerini deneysel yoldan ince
lemeyi amaçlar: duyum, algılama, bellekle ilgili süreçler, düşünme, problem
çözme vb. gibi alanlarda düzenli ve deneysel gözlemlerle insan zihninin İşlev
sel (fonksiyonel) bir modelini oluşturmaya uğraşır. Fenomenolojik }raklaşım
bireyin öznel yaşantısına önem verir, onun dışında başka hiçbir veri tanımaz.
Fenomenolojik yaklaşımı benimsemiş pslkologlarca deneysel yöntem, bi
reyin tümlügûnû görebilme yeteneğinden uzak, son derece sınırlı bir yöntem
dir. İnsanın davranışını etkileyen, ona yön veren en önemli etkeni (fenomeni)
deneysel yöntemle inceleme olanağı yoktur. Deneysel yöntemle elde edilen
bilgiler, bütünden kopuk parça parça bilgiler olup, bireyin tümünü anlamaya
götürmezler. İnsanı anlayabilmek için, onun yaşamında neyin anlamlı oldu-
PStKOUXJl BtÜMtNtN DOĞASI 33
Psikolojinin Tanımı
Psikoloji diğer bilimlere kıyasla kısa bir geçmişe sahiptir. Bu kısa süre
içinde psikoloji değişik biçimlerde tanımlanmıştır. İlk tanım *insan zihninin
yapısmın incelenmesf biçimindeydi, insan zihnini gözl^ebilmenin olanak-
sızbğı karşısında bunalan ilk psikologlar. John B. Watson*un önderliğinde
psikolojiyi, '‘gözlenebilen davıanışlarm bilimsel İncelenmesi* biçiminde ta
nımlamışlardır. Onlara göre psikoloji, ancak diğer doğa bilimlerinde kullanı
lan den^sel yöntemle bilimselliğe kavuşur.
Deneysel yöntem, organizmanm içinde bulunduğu çevrenin koşuUannı
etkin bir biçimde denetlemeyi gerektirdiğinden, yöntemin hayvanlar üzerinde
kullanılması daha kolay ve uygun oluyordu. Bu nedenle davranışçı psikoloji
araştırmalannm çoğunluğu hayvanlar üzerinde yapılmış, elde edilen bulgular
daha sonra insanlara genellenmiştlr.
Bu gelişimin etkisi altında psikoloji zamanla, “hayvan davranışının ince
lenmesi” anlamma gelmeye başlamıştır. Davranışsal deneysel yaklaşımı uy
gulayan psikologlar, insan ve hayvanlar arasında gözlenen farklann genellik
le bir nicelik ve karmaşıklık derecesinde oluştuğunu düşünmüşlerdir. Nite
kim. insana Özgü olarak bilinen dil davranışım bile, hayvan deneylerinden
elde edilen kavramlarla açıklamışlardır.
İnsan zihninin davranış üzerindeki etkisini kabul etmeyen bu yaklaşıma,
psikoloji İçinde tepki oluşmaya başlamış ve bilgi işlem (Information Proces
sing) mühendisliğinin geliştirdiği kavramların yardımıyla. 1960'lardan bu
PSİKOLOJİ BİLİMİNİN DOĞASI 35
yana insan algılaması, bellek süreçleri ve düşünme gibi zihinsel işlevleri İnce
leyen bilişsel (zlhinsel/cognitlve) psikoloji ortaya çıkmıştır. .
Bu gelişmeler günümüz psikolojisinin tanımım etkilemiştir. Modem psi
koloji günümüzde, davranışı ve davranışın altında yatan süreçleri büimsel
olarak inceleyen çalışma alanı olarak tanımlanır. Bilişsel (zihinsel) süreçleri
doğrudan gözleme olanağı yoktur; organizmanın davranışları gözlenerek ya
da nörolojik bulgular kullanılarak onlann varlığı saptanır. Bilişsel süreçlerin
doğrudan gözlenememiş olması, yapılan çalışmanm ya da psikolojinin bilim
sellik değerini yitirmez. Çünkü bilimsellik bir yöntem somnudur; incelenen
konudan çok, o konunun nasıl incelendiği çalışmanın bilimselliğini oluştu
rur. Yöntem konusuna girmeden önce (bu konuyu ilerde daha aynntılanyla
ele alacağız), psikolojinin ilgi alanlarını özet olarak gözden geçirelim.
Psikolojinin Alanlan
Bir insanm günlük yaşamı birbirinden farklı değişik yönler içerir. İnsan
yaşamının değişik yönleri psikolojinin değişik alanlar geliştirmesine yol aç
mıştır. Ali Gûleryüz'ûn günlük yaşamına bakarak, bu hayali vatandaşm gün
lük yaşamı süresince, ne gibi farklı durumlarla karşılaştığını görelim.
Deneysel Psikoloji
Psikolojinin her alanında deney yapıhr, ancak, psikolojinin tarihsel geliş
mesinden doğan nedenlerle, bazı çalışma türleri deneysel psikoloji (experi
mental psychology) olarak bilinir. Deneysel psikologlar, belirli bir davranışı
etkileyen çevre koşullarını ve uyancdan aynntılı bir biçimde tanımlayıp ölçe
rek. uyancmm hangi davranışı, nasıl ve ne derecede etkilediğini bulmayı
36 İNSAN VE DAVRANIŞI
amaçlar. Sigara İçme miktan ile öksürme davranışı arasında bir ilişki var
mı? Alınan nikotinin miktan ile, öksürük davranışının türü ve sıklı|ı arasın
da nasıl bir ilişki gözlenir? gibi sorular, deneysel psikolojinin alanı içindedir.
Ali Gûleıyûz üzerinde deneme yapılarak, sigaradaki nikotinin beden üze
rindeki etkisi incelenmeye kalkılsa, insan sağlığını korumayla ilgili Türk ya-
salanyla karşılaşılır. Yasal sorunlann yanı sıra ahlaksal sorunlar da vardır.
Bu önemli sorunlara göz kapatıp deney gizlice uygulcinmaya kalkışılsa, o za
man insan çevresinin karmaşıklığından doğan deneysel denetim zoıiugu or
taya çıkar. Deneyin bilimsel olabilmesi için, Ali Gûleryûz’ûn ne yediğinin, ne
içtiğinin, ne zaman ne tûr davranışlarda bulunduğunun denetim altına alın
ması gerekir. Böyle bir denetim, insan olarak sahip olduğu özgürlükleri Ali
Bey*in elinden alır, işte bu nedenlerle deneysel psikologlar, hayvanlar üzerin
de araştırma yapmayı daha kolay bulurlar.
Tarihsel gelişimi içinde ele ahndıgında yapabileceğimiz en belirgin gözlem
şudur: Deneyisel psikoloji, değişik çevre koşullarının davranışı nasıl etkiledi
ğini ha3Tvanlar üzerinde yaptığı araştırmalarla bulmaya çalışır. Deneysel psi
koloji deyince günümüz pslkologlannın aklına, hayvan davranışlan üzerinde
yapılan çahşmalar gelir.
Fizyolojik Psikoloji
Ali Güleıyûz'ün sabah kahvaltısmda yediği reçel, ekmeğine sürdüğü yağ,
onun sağlığını nasıl etkiliyor? Yenilen, içilen maddelerle, davranışın herhangi
bir lUşkişI var mı? Bu tip sorularla fizyolojik tphystologicafi psikoloji uğraşır.
Fizyolojik psikoloji, genel anlamda tanımlandığında, biyolojik süreçlerie dav
ranış arasmdaki İlişkiyi inceler. Duyu organlannın yapısı ve işleyişi, kana
karışan hormonların fizyolojik sisteme ve dolayısıyla davranışa olan etkisi de
inceleme konusu İçine girer. Nörologların üzerinde çalıştığı konular davranışı
ilgilendiriyorsa, fizyolojik psikolojinin ilgi alanı İçine girer.
örneğin, beynin hangi bölgesi konuşma davranışını denetler? Dışardan
gelen inancıların türü ile b ^ n ln uyanldıgı bölgenin, davranış yönünden
önemi nedir? Pstkofarmakolojl ad^la son yıllarda gelişen bir dal, alman degi-
*şik ilaç türleri ile bireyin duygu, düşünce ve davranışı arasındaki ilişkiyi in
celer. Pslkofarmakoloji, fizyolojik psikolojinin bir alt dalıdir.
Gelişimsel Psikoloji
Gelişimsel (developmental) psikoloji, blr^dn kronolojik yaşıyla onun dav-
ranışmın türü arasındaki ilişkiyi inceler. Ali Güleıyûz'ün çocuğu orta okulda-
dadır ve matematik dalında bazı sorunları vardır. Acaba matematik kavram
larım Öğrenmedeki kolaylıkla, bireyin yaşı arasmda bir ilişki var mı? Böyle
bir soru, gelişimsel psikolojinin inceleme konusu içine girer. Duyu organları
nın yaşm ilerlemesine paralel olaiak nasıl geliştiği, konuşma gibi oldukça
karmaşık Önemli bir davr^ışın. hangi yaş aşamalarında ne gibi gelişim ba
samakları gösterdiği gelişim psikologlanmn ûzerflıde çalıştığı sorunlara bir
kaç örnek oluşturur. Gelişimsel psikolojinin diğer bir konusu da çocuğun
PSİKOLOJİ BİLİMİNİN DOÖASI 37
Kişilik Psikolojisi
Kişilik (personality) psikolojisi, bireylerin kendilerine özgü davranış, dü
şünce ve duygu biçimleriyle ilgilenir. Ali Güleryüz, doktorun önemle belirtme
sine rağmen yine de, sabah kahvaltısmda yumurta, reçel ve yağ kullanmaya
devam eder. Sağlıkla ilgili bu tutum, Ali Bey'in sürekli özelliklerinden biri
mİ? Kızının matematik öğretmeniyle görüşmek için müdürden işten erken
çıkma izni istemeyi ihmal edişi, Ali Bey’in sağlığı konusunda takındığı tutu
mu hatırlatmıyor mu?
Günlük yaşamı içinde birey her an hem çevresiyle, hem de kendisiyle sü
rekli etkileşim halindedir. Birey bu tür etkileşimlerde bulunurken kendine
özgü duygu, düşünce ve davranış özellikleri gösterir. Davranış, düşünce ve
duygu özelliklerini İncelemeyi kişilik psikolojisi üstlenmiştir. ICişiliğin nasıl or
taya çıktığını araşbran kişilik psikolojisi, kişiliğin yapılaşmasını etkileyen de-
(•) Türkiye'yi son zlyarctlınde, büyük şehirlerde "huzurevi" sayısının artmakta oldu
ğunu gözledim. Huzurevleri, gittikçe endüstrileşen her toplumun kaçmılmaz bir
parçası oluyor.
38 İNSAN VE DAVRANIŞI
Sosyal Psikoloji
Bireyler birbirlerinden yalıtılmış olarak kendi başlanna yaşamazlar.
Günlük yaşamm akışı içinde diğer kimselerle yüzlerce, binlerce etkileşim içi
ne girerler, örneğin. Ali Güleıyüz*ün sabah kalkar kalkmaz sigara yakması,
onu karısıyla belirli bir etkileşim içine sokar. Otobüse binerken otobüs şofö
rüne selam vermesi, onun bir gün içinde yapacağı yüzlerce sosyal etkileşimin
başlangıcmı oluşturur. Bireylerin birbirleriyle etkileşimini inceleyen psikoloji
dalına sosyal (soclal) psikoloji adı verilir. Sosyal psikolojinin araştırma kap
samı içine, kişilerin birbirlerini algılamasında etkisini gösteren önemli değiş
kenler olarak tutumlar, kişisel çekicilik, uyma, itaat (boyun eğme/c»bedience),
sosyal normlar, İkna etme ve edilme ve benzeri gibi ilerde ayrıntılarıyla ele
alacağımız konular girer.
Bilişsel Psikoloji
Ali Güleıyüz'ün sabahlejin kalkmca sigarasını yakabilmesi, aynaya ba
kınca kendisini tanıyabilmesi, mutfaktaki eşyaların yerini bilebilmesi, onun
belleğiyle gerçekleşir. Bellek (hafıza/memöry) nedir? sorusunu bilişsel psiko
loji inceler. Algılama, düşünme, hatırlama ve unutma, problem çözme ve dil
davranışının altında yatan süreçler konusunda }rapılan araştırmalar bilişsel
psikolojinin kapsamı İçine girer. Ali Bey kızmın matematik ögretmen^le gö
rüşmesi gerektiğini hatırlamıştır, ne var kİ. müdürden bu konuda İzin almayı
unutmuştur, insanlar niçin bazı bilgileri hatırlar, diğer bazı bilgileri unutur
lar? Bu tür sorular bilişsel psikolojinin inceleme alanı içine girer.
EindûstTi PsİkdU^isl
Endüstriyel (İndustrlal) psikoloji belirli bir İşe en uygun kişiyi, veya belir
li bir kişiye en ı^gun İşi seçm ^le ilgilenir. Endüstriyel psikolog, hem aıaşbr-
mayla, hem de uygulamayla İlgilenir, örneğin, bir endüstri kuruluşunda yeni
bir makine geliştirilirken, değişik seçenekler arasından hangi makinenin dü
zeninin en düşük hata riskiyle çalışabileceğini endüstriyel psikolog araştırır.
Aynca, bu endüstri kuruluşunda çalışan bireylerin İşten doyum almalannı
sağlamayı ve üretimde verimlilik düzeylerini yüksek tutabilmeyi amaçlayan
çevresel, psikolojik ve sosyal düzenlemeler getirir, örneğin, AH Bey'in çalıştığı
yerin orada çalışanlan daha etkin ve verimH bir biçimde nasıl etkileyeceğini
endüstriyel psikolog araştırır ve bellrH çözüm yollan önerir.
Yeni Gelişen Psikoloji Alanları
Toplum yaşamı karmaşıklaşıp, bireyin davramşlannın kökenleri aydmH-
ğa kavuştukça, yeni psikoloji alanlan oluşur. Bunlardan bazılannı kısaca
şöyle tanımlayabiliriz;
Adalet psikolojisi (forensic psychology) yasalann hem yapımı, hem de uy
gulanması yönleriyle ilgilenir. İnfaz sistemlerinin verimliliği, hapishane ve ıs
lahhanelerdeki koşuUann bireyleri nasıl etkilediği, bu alanın ilgi konulan içi
ne girer (Bkz. Erem..F„ 19İ38).
Bilglsayarlann geUşmesl ve günlük jraşamm farklı yönlerini etkisi altına
alması, psikologlann konuyla ilgilenmesine yol açmıştır. Yapay zekâ (artlilci-
al intelligence) konusuyla İlgilenen psikologlar, bireyin düşünce süreçlerini
ve zihninin işleyişini taklit edebilen bilgisayar programlan geliştirme çabası
içindedirler. Örneğin, bir dilden başka bir dile bilgisayar aracıbğıyla çeviri ya
pabilme olanağını, bu tür psikologlar araştırır.
Çevre (ecologlcal) psikolojisi de yeni gelişen bir dal olarak, bireyin veya
grubun, davranışmı etkileyen çevresel değişkenleri inceler. Çevresel etkenler
renk, mekânın bpyutlan, ısı, ışık gibi fiziksel değişkenler olabileceği gibi, bi
reylerin belirli toplumsal olaylan ( cenaze, düğün, cinayet evlenme, kız ka
çırma vs.) yaşadığı boyutlan belirten değişkenler de olabilir.
Sağlüc (health) psikolojisi psikoloji ve tıp alanlarında ^ttikçe kabul edilen
yeni bir alandır. Günümüzde geleneksel tıbbm yerine, yeni bir bilimsel yakla
şımı temsil eden modem tıp anlayışı geçerlldir. Geleneksel tıp modeli içeri
sinde,geliştirilmiş olan medikal biyolojinin, insan sağlığ^la ilgili bütün konu-'
40 İNSAN VE DAVRANIŞI
4. ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ
Giriş
Bilimi diğer uğraşı dallanndan ayıran en belirgin özellik, kullandığı yön
temdir. Bilimsel yöntem, verileri toplayışı ve analiz edişi yönünden diğer bilgi
edinme yöntemlerinden ayrılır. Bilimsel yöntemi ayırt edici özellikleri şöyle sı
ralayabiliriz:
PSİKOLOJİ BlUMtNİN DOĞASI 41
(1) DûzenUdtr, ^ i r l l bir konuyu gelişigüzel değil, belirli bir düzen çerçe
vesinde adım adım İnceler.
(2) Veriye daycaıır. Bilimsel yöntem doğanm belirli bir yönüyle ilgili top
lanmış verilerle uğraşır. Olm ^an, gözlenemeyen. tutanağa geçirilem^en sü
reçlerle ilgilenmez.
(3) Nesneldtr. Bilimsel yöntemin, bir kişinin algılayışı ya da otoriterisini
aşan bir yönü vardır . Bilimsel araştırma yapmak İçin eğitilmiş herhangi bir
kimsenin tekrarlayabileceği biçimde sorunlar belirlenmeli, tanımlar yapılmalı
verilerin toplanması ve analizi ortaya konmalıdır.
(4) Analitiktir. Bilimsel yöntem olgulan parçalarma a}rırarak ve her bir ol
gunun altmda yatan temel değişkenleri birbirinden yalıtarak İncelen bu ince
leme sonucunda neden-sonuç Üişkilerine ulaşır.
(5) Tekrar edilebilir. İlgilenilen konu doğanm bir parçası olarak tekrar
tekrar gözlenebilen bir konu olmak zorundadır. Yalnız bir kere olan ve bir
daha ortaya çıkmayan olayları bilimsel yöntemlerle inceleyemeyiz.
Psikolojinin kullandığı değişik yöntemler vardır. Hangi psikolojik araştır
ma yönteminin kullanılacağım, incelenen konunun türü, psikologun araç ve
gereç olanaklanmn sının ve araştırmanm içinde yapıldığı ortamın koşullan
saptar. Aşağıda, günümüzde kullanılan psikoloji araştırma yöntemlerini özet
olarak gözden geçireceğiz. Daha aynntıh bilgi için okuyucu Karakaş (1988) ve
Tevrûz'den (1989) yararlanabilir.
Deneysel Yöntem
Deneysel yöntemin en belirgin özelliği, deney yoluyla değişkenler arasında
ki ilişkileri keşfetme çabasıdır. Değişkenler (varlable). “gözlenebilen ve farklı
değerler alabilen özelllk"ler olarak tanımlanır, örneğin, cinsiyet bir değişken
dir çünkü gözlenebilir bir özelliktir ve erkek - dişi olmak üzere iki farklı değer
gösterir. Gözlenebildiği ve haAilen ağıra doğru farkh değerler alabildiği İçin
ağuitk, başka bir değişken olarak tammlanabilir. “ Cinsiyetle ağırlık arasmda
bir ilişki var mı?" sorusu, iki değişken ara
smda olasılı bir İlişkiye yöneliktir. Aynı bi
çimde. bireyin yaşı ve öğrenme yeteneği ayn
ayn degişkenierdir ve "yaşla öğrenme yete
neği arasında ne tür bir İlişki var?" sorusu,
bir araştırma konusu olarak ele almabilir.
Deneysel yöntem konuya belirli bir yak
laşım tutumunu belirtir. Değişkenlerin de
ğerleri denetim altmda tutabildiği ortamlar
da deney yapılır. Bu ortamı gerçekleştirebil
mek üzere laboratuvarlar (deney odaları)
geliştirilir. Deney odaları, incelenen değiş
kenlerin değerlerini saptamaya olanak sağ
lar. Den^rsel yöntemde kullanılan değiş
kenler bagtmstz (independent) ve bağımlı
11,1 Resim 1.9 "Önemli bir benlik krizine
(dependent) değişken olarak İki grupta top- gjrçjim ^ n i sürekli kontrol grubuna
la n ır. koyuyorlar."
42 ^NSAN VE DAVRANIŞI
Gözlem Yöntem i
Deneysel yöntem her araştırma konusuna kolaylıkla uygulanamaz, çün
kü İncelenen olayın altında yatan değişkenler her zaman deney odasında de
netlenip ölçülemez. Bu nedenle, gözlem (observation) yöntemi psikolojide sık
sık kullanılır. Gözlem yöntemi, belirli bir davranış olayını etkilemeden olduğu
gibi gözleyerek daha iyi anlamak için kullanılır.
Elimizde olanaklar olsa ve hem yasal hem de ahlaki yönden sakıncası ol
masa, Ali Gûleıyûz'ûn evinde ve İş yerinde TV kameraları kullanarak onun
günlük davranışını (onun haberi olmadan) gözleyebiliriz. Böylece gözlem yön
temini kullanarak Ali Gûleıyûz'ûn çocukları ve eşiyle kurduğu ilişkinin nite
liği İle ilgili bazı bilgiler elde ederiz. Ali Bey'in günlük yaşamında yer alan de
ğişkenlerin tümünü deneysel koşullar altında İncelememiz olanağı bulunma
dığı için, onun yaşamıyla ilgili veri toplama amacımıza doğal gözlem yöntemi
daha uygun düşebilir.
Gözlem yöntemi bir bilimin İlk gelişim aşamalarında daha sık kullanılır.
Yapılan gözlemler değişkenler arasındaki ilişkiler olduğu sonucuna götürür
se, daha aynntüı yeni araşünnalar düzenlenir. Gözlem yönteminin verdiği
bilgi, bilimsel gelişimin ilk aşamasını oluşturur. Gözlem aşamasmdan sonra
deneysel yöntem kullanılır.
Daha önce gözlem yöntemiyle saptanan ilişkileri incelemek bilimin gelişi
minde ikinci aşamayı oluşturur, örneğin, Ali Bey'in gece yatağında rahat
p s ik o l o j i b il im in in DOĞASI 43
Resim 1.10 Kişiler doğal ortamları içinde gizlenerek, davranışlarını etkileyen önemli
faktörler incelenir.
uyuma derecesiyle, o gûn içtiği sigara miktan arasında bir ilişki gözlediğimizi
varsayalım. Bu gözlemsel aşamadan sonra, kaç sigaranın ne kadar rahatsız
lık getirdiğini daha deneysel bir yöntemle inceleyebilecek duruma geliriz..
Gözlem yöntemi son derece yoruma açık bir yöntemdir. Gözlenilen ola}an
ne olduğu yoruma açık olduğu gibi, niçin sorusuna cevap veren ve olayın altın
da yatan nedensel düzenin açıklanması da yoruma göre değişebilir. Görüldü
ğü gibi, farklı beklentileri, eğitimleri ve anlayış biçimleri olan bilim adamlan.
aym olayı gözledikleri halde, gözledikleri dayın ne olduğu ue niçin ortaya çıktığı
konusunda birbirleriyle anlaşamayabilirler. Görüldüğü gibi, gözlemsel dene
yin, öznel yorumlara pek açık kapı bırakmayacak biçimde yapılaştınlması
önemlidir. Böyle bir yapüaştırma gözlemlere nesnellik getirir, yukanda söyle
diğimiz türden öznel algılama ve yorum aynlıklannı ortadan kaldınr. Gittikçe
gelişen görsel ve işitsel kayıt aletleri, gözlem yönteminin daha nesnel bir biçim
de yapüaştınlaıak bilimsel araştırmalarda kullanılmasına yardımcı olmuştur.
Tarama Yöntem i
İncelenmek istenen olayı doğrudan gözleme olanağı olmadığı zamanlarda
soru listesi aracılığıyla ve mülakat yöntemiyle, dolaylı bir biçimde gözlemle
mede bulunulur. Örneğin. Ali Güleıyûz'e sorular sorarak, onunla değişik za-
manlaıda mülakatlar yaparak, evdeki ve İşteki günlük yaşamıyla İlgili temel
değişkenleri öğrenebiliriz.
Tarama yöntemi (survey method) pazar araştırmalarında, siyasal oyların
dağılımının belirlenmesinde, kamuoyu yoklamalarında sık sık kullanılır. So
rulan sorulann içeriği, soruluş biçimi, sıralanması, birbirleriyle İlişkisi, soru
lan soran kişinin sorma biçimi ve 8oni)ru cevaplayan kiş^le ilişkisi, göz önü-
44 İNSAN VE DAVRANIŞI
Test Yöntemi
Test yöntemi psikolojinin önemli araş
tırma yöntemlerinden biridir. Önceden ko
şullan belirlenmiş durumlar yaratarak, bi
reylerin bu koşuUar içinde nasıl davrandı
ğını gözlemek için kullanılan araç veya ay
gıta. test adı verilir. Bireylerin birbirlerine
göre nasıl bir sıralanma içinde olduklan,
testler yoluyla ortaya çıkanlır. Örneğin,
Müzik Yetenek Testi verilerek bir grup kişi
Reslm 1.11 *Bu soruya nasıl cevap
vermemi istersin? Bir aile reisi olarak nin, müzik yeteneği yönünden, nasıl bir sı
mı. orta gelirii bir vatandaş olarak mı, ralanma içinde olduklan ortaya konur.
yoksa bir parti üyesi olarak mı? Aynı biçimde, bireylere Zekâ Testi verile
rek. birbirlerine göre nasıl bir zekâ sıralan
masında olduklan gözlenebilir. Günümüz
de. davranışın hemen hemen her yönüyle ilgili geliştirilmiş testler vardın ö r
neğin tutum testleri, zekâ testleri, yetenek testleri, kişilik testleri, kaygı test
leri. benlik bilincinin türünü inceleyen testler, vb. gibi.
Test alanı son derece karmaşık konulan kapsayan önemli bir psikolojik
araştırma alanıdır. Testin içeriği, testin yapısı, testin uygulanması, testin yo-
rumlanışı bu alanın belli başlı yönlerini oluşturur. Her bir alt-başlık önemli
yöntemsel ve davranışsal sorunlan İçeı^. Psikologlar, test konusunun kap
samı içine giren değişik konularda birbirleriyle her zaman aynı fikirde değil-
Giriş
Psikoloji biliminin Türk^toplumundaki yerini tartışmak iki düzeyde yapı
labilir:
(1) Psikoloji biliminin bugünün Türkiye'sindeki yeri,
(2) Psikoloji biliminin Türk toplumunda alabileceği potansiyel yer.
Günümüzde Türkiye üniversiteleri Ortadoğu ve Balkan Ülkeleri İçinde,
İsrail dışında, en gelişmiş psikoloji bölümlerine sahiptir. Tanınmış Batı üni
versitelerinde, kendi konularında dünyaca bilinen bilim adamlarının rehber
liğinde yetişmiş birçok Türk psikologu, değişik Türk üniversitelerinde görev
yapmaktadır.
Bu bilim adamları, zaman ve gayretlerinin büyük bir kısmını, mezuniyet
öncesi (lisans düze}^!) eğitim ve öğretime ve üniversitede yöneticilik yapmaya
harcarlar. Üniversite yönetimini etkileyen ve hangi konulara ne kadar pará
aynlacagına karar veren yöneticiler, ders vermenin ötesinde araştırma çaba-
lanna pek zaman ve para ayırmazlar. Bu nedenle Türk psikologlan ancak kı
sıtlı bir biçimde araştırma yapabilir.
Bazı bilim adamlan kendi kişisel gayretleriyle, koşullan zorlayarak, araş
tırana ve ya3nn yapabilmekteyse de, Türk psikolojisini modem toplumdaki yef
rlne ulaştıracak güce sahip değildir . Bu nedenle, bilimsel yönden iyi yetişmiş
olmalanna rağmen, Türk bilim adamlannın büyük bir çoğunluğu, psikoloji
biliminin Türk toplumuna yapabileceği katkıları gerçekleştirmekten uzaktır.
Bu 3Tûzden bu bölümü, psikoloji biliminin topluma yapabileceği potansi
yel yararlara ayıracağım. Psikolojinin Türk toplumuna yapabileceği katkılar
birey, grup ve toplum düzeyinde ele alınabilir.
m bulur. Psikoloji biliminin temel kavramlannı anlamış bir Türk insanı, ken
di davranışlarını etkileyen İç ve dış etkenlerin daha bilimsel olarak farkmda
olur, örneğin. Ali Gûleryûz. girişte kısaca özetlediğimiz günlük hikâyesinde,
kendini tamyan biri olarak karşımıza çıkmıyor. Ali Bey psikolojinin temel
kavramlannı bilerek yaşamına bakabilseydl. kendi günlük davranışlannın te
melinde yatan sonınlannın farkına varabilirdi, örneğin, sigara Uıyaklsl olu
şunun temelinde yatan unsurun yaşam gerginliği olduğunu görebilinll. Bu
düzeyde kendini gözleyebilen Ali Bey, yaşam gerginliğini, yaşam kaygısını ni
çin bu şiddette duyduğunu soruşturabilir ve temelde kendisine güveni olma
yan bir benlik kavramı (self concept) geliştirmiş olduğunu gözleyebilirdi.
Psikoloji biliminin geliştirdiği anlayış. Ali Be/i daha da ileri bir kavrayış
düzeyine çıkarabilir ve kendi benlik kavramımn altında, büyük bir olasıliİda
ana-babasınm etkilerini görmeye başlardı. Ali Gûleryûz bu anlayışa ulaşabll-
seydi. davranışınm temelinde yatan nedenlerin farkmda olmayan bugünkü
Ali Be3T*den İarklı bir kişi olurdu. Büyük bir olasılıkla sigarayı bırakır, kendi
çocuklarını ve karısını daha mutlu eden bir yaşam sürdürebilirdi.*
Psikoloji biliminin kavram ve süreçlerini bilen kişiler, kendi davranışlan
üzerinde daha düzenli gözlemler yapabilirler. Psikolojinin yöntemleri ve İçeri
ği konusunda bilgisini geliştirmiş bir birey, kendi davranışına önyargılar, ka-
bplaşmış gelenekler ve görenekler çerçevesinde değil, bilimsel bir yaklaşım
içinde bakabilir, örneğin, “kızını dövmeyen dizini döver" sözünü yeniden ve
daha bilimsel biçimde gözden geçirir.
Psikoloji bilmeyen kişinin, toplumupıuzda sık sık rastladığımız kalıplaş
mış cevaplann arkasına sığınarak çözümler aramaktan öte başka bir seçene
ği yoktur. Bilimsel psikoloji açısından insan davranışına bakabilen kimse,
daha bilimsel, gerçekliği denenmiş kavramlar aracılığıyla insan sorunlarına
yaklaşım tavn geliştirir, örneğin, küçüklüğümden beri sık sık duyduğum bir
söz bireyin tatlı ve yağlı yemesiyle ilgilidir:
(•) Sigarayı bırakma konusu, kişinin bireysel ve aile mutluluğuyla İlgili olarak, sade
ce bir Örnek olarak yukarıda verilmiştir. Bu örnekte, kişinin kendi davranışlarının
altında yatan etkenlerle ilgili içgörû ve anlayışın onun davramşını etkileyeceği be
lirtilmektedir. Sigarayı İçmeyi bırakma konusunda etkili yöntemler geliştirmiş olan
bilişsel vc davranışçı yaldaşımlar, bu nedenle burada incelenmemiştir.
48 ÎNSAN VE DAVRANIŞI
yor. Türkiye’deki genç evlilerin mutluluğu, iki birey arasındaki ilişkiyi aşıp,
aileler arasmdaki ilişkiyi de kapsıyor. İki aile arasındaki ilişkiyi iyi yönde ge
liştirdiğimiz an, çiftler arasmdaki evlilik ilişkisi de iyi yönde gelişiyor.
Grup ilişkilerinin doğasını inceleyen psikologlar, önemli kavramlar ve
teknikler geliştirmişlerdir. Bu kavram ve teknikler, aile ilişkileri İle İlgili ola
bildiği gibi, bir şirket idare heyetinin veya smıftaki öğrencilerin davranışmı
da Ugilendlrebilir. Şirket yöneticisi, askeri birliğin komutanı, sınıfta ders ve
ren öğretmen, hastaneyi yöneten başhekim, mahalle veya köyü yöneten muh
tar ve benzeri kişiler, psikolojinin yöntem ve kavramlanndan faydalanarak,
gruplanndaki insan ilişkilerini düzenli, sağlıklı ve verimli yönde geliştirebilir
ler.
Bireyin ve grubun psikolojisini bilen kişi, iyi yönetici olmaya adaydır.
Türk toplumu geleneksel, dini bir toplum olmaktan çıkıp laik, modem, en
düstriyel bir toplum olma süreci içine girmiş bulunduğundan, gruplarm ça-
hşmasıyla ilgili bilgi ve teknikler, sosyal yaşamın her yönünde gerekli olmaya
başlamıştır.
Kağıtçıbaşı (1990) .Türk kalkınmasının altında bulunan insan modelinin.
Batı psikologlarının önerdiği insan modelinden farklı olabileceğine işaret
eder. Kalkınma çabasının altında yatan temel insan modeli açıklığa kavuş
madan gösterilen gayretler, Türk kültürünün temel yapısına uymayan un
surlara göre planlanacağından verimli olmaz. Üstelik bu tür gayretlerle elde
edilebilecek bir ekonomik kalkınma, önemli sosyal ve siyasal huzursuzlukla
ra yol açar.
Grup düzeyinde söylediklerimiz, genel toplum düzeyinde de geçerlidir.
Bir toplumu arkasına alabilen ve kendi görüşleri çerçevesinde toplumu dü-
zenleyebilen siyasal önderler, insan psikolojisiyle ilgili bazı temel kavram ve
süreçleri iyi bilen insanlardır.
İkinci BAlüm
1. Sinir hücresinin temel yapısı hangi bölümlerden oluşur? Sinirsel uyanm bir hüo
râden diğerine nasıl aktanhr?
2. Sinir hücrelerinin biraraya gelmesinden oluşan kaç tür grup vardır ve isimleri ne
lerdir?
3. Beyin kaç bölümden oluşur ve beyin araştırmalarında hangi yöntemler kullam-
lu? .
4. Beyin kabuğunun insan davranışı için önemi nedir? Beyin kabuğunun değişik
yöreleri ile değişik insan davranışlan arasında ne gibi bir ilişki vardır?
5. Aynk beyin nedir ve ayrık beyin üzerinde yapılan araştırmalar beyinin işleyişi
ile ilgili bize ne gibi bilgiler verir?
6. Kaçtûr İç salgı bezi vardır ve ne gibi işlevleri yerine getirirler?
7. Gen nedir ve insan davranışıyla ne gibi ilgisi vardır? Kaç tür gen vardır?
8. İkizler üzerine yapılan çalışmaların psikolojik önemi nedir?
Birinci Deneme
Kara kutunun giriş ucuna 1,2.3 gibi sa3a-
sal değerler verildiğinde, çıkış ucundan 2.4,6
gibi çıkış değerleri elde ediliyor. Sonuçlara ba
karak. kutunun işlevinin giren değeri ikiyle
çarpmak olduğu sonucuna varılıyor. Daha
Şekd 2.1 Kara kulunun giriş ucun
dan verilen değerier, çıkış ucundan sonra sonuç pek doyurucu bulunmuyor çün
verilen değerierie karşılaştırılır. kü kutunun düşünüldüğünden daha karma
şık olduğu ve çevredeki ışık ve ses miktarma
göre işleyişini değiştirdiği söyleniyor.
İkinci Deneme
Aym deney karanlık bir odada yapıldığında, yukanda verilen giriş değer
lerine karşılık olarak 1. 4 ve 9 çıkış değerleri elde ediliyor. Bu denemede kara
kutunun karanlıkta verilen giriş değerlerinin karesini alarak (1^, 2®. 3* gibi)
çıkış değerleri verdiği gözleniyor.
Üçüncü Deneme
Yukandaki değerler sessizlikte yapılan denemelerin sonuçlandır. Yüksek
düzeyde gürültü koşullan içinde yapılan deneyde, sessiz koşullar altmda el
de edilen değerlerin yansının elde edildiği görülüyor. Bu sonuçlar nasıl açık-
lanabiliı^ Başka bir deyişle, kara kutu ışıklı ya da karanlık, sessiz ya da gü
rültülü ortamlann farkına nasıl vanyoı?
Kara kutu açılarak gözlenmek istendiğinde, işlemez hale geliyor ye ku
tuyla deneme yapma olanağı ortadan kalkıyor. Bir süre sonra Imianlık ve
ışık hallerini ayırt edemeyen bozuk bir kara kutu bulunuyor. Normal İşleyen
kara kutu İle bozuk kara kutunun iç yapılan karşılaştırılıyor. Karşılaştırma
sonucunda, hangi iç yapının çevredeki ışığı ^'algılama*' işlevini yüklendiği an
laşılıyor. Karşılaştırma yöntemi kullanılarak, sesin şiddetini “algılayan" iç ya
pı da keşfediliyor. Karşılaştırmalar, kara kutunun iç yapısıyla onun işlevleri
arasmdaki İlişktyl ortaya çıkarıyor.
Psikologlann İnsan davranışıyla ilişkileri, yukarda anlatılan kara kutu
ilişkisine benzer. Psikologlar, insan davranışmm temelinde yatan temel fak
törleri anlayabilmek için, kara kutu denemesine benzer'durumlar yaratırlar.
İnsanm be3mini açarak psikolojik denemeler yapmak olanağı olamadığı İçin,
davranış bozukluklan gösteren kimseler öldükten sonra beyinleri incelenir,
böylece belirli beyin yapılan ile davranışın türleri arasmda İlişki kurmaya ça
lışılır. Kara kutu benzetmesini yaparken, insan sinir sistemi ve davranışmm
karmaşıkligmı da unutmamak gerekir. Kara kutu örneği, psikologlann İnsan
davranışıyla ilgili olarak karşılaştığı gerçek sorunun binlerce defa basitleşti
rilmiş bir modelini temsil eder.
DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ 53
2. DAVRANIŞ ÖRNEĞİ
Masa üzerinde duran bir bardak suyu alıp içmek İsteyen insanı düşü
nün. Suyu içebilmesi için kişinin, en azmdan aşağıdaki işlemleri yapabilmesi
gerekin
(1) Su gereksinmesi olduğunun farkma varması.
(2) su bardağım ve İçindeki suyu tanıması.
(3) o koşullar içinde suyu içmesinin İçinde bulunduğu sosyal ortam
İçinde normal bir davramş olduğuna karar vermesi.
(4) eli su bardağına uzanırken, bardakla eli arasında sürekli olarak kı
salan mesafeyi, geri-blldirim sürecinden 3rararlanarak« doğru algıla
ması ve bardağı yakalayabilmesi.
(5) bardağı yakalayan elin bardağı belirli bir kuvvet derecesinde kavra
ması (çok sıkarsa bardak kırılır, gevşek tutarsa bardak elinden dü
şer),
(6) elin kavradığı bardağm ağıza uygun hız ve mesafede getirilmesi (aynı
(4)*te olduğu gibi burada da sürekli geri-blldirim sürecinden fayda
lanmak gerekir),
(7) ağızın açıüş^rla bardağın dudaklara dokunuşu arasmda,
(8) 3Tutkunnıa davranışımn hızıyla ağıza giren suyun miktarı arasında,
(9) yutkunma davranışıyla nefes alma davranışı arasında,
(10) ağıza girmesi istenilen su miktarı ile bardağın ağızla oluşturduğu
açı arasında ve buna benzer yüzlerce davramşsal ve algısal süreç
arasında dengeleme ve işbirliği (koordinasyon) yapabilmesi gerekir.
Yukarıda saydıklarımız aklımıza geliveren ve kabaca göze çarpacağını
umduğumuz olaylardır. Her bir davranışm altında yatan binlerce sinirsel sü
reç. saniyenin binde ve hatta milyonda biri kadar ufak birimlerle ifade edile
bilen kısa bir zaman sûresi içinde sinir sisteminde gerçekleşir. Böylece, dış
dünyadaki ışınsal eneıji (bardak görüntüsü), gözün retinasına iletilir, oradan
da diğer görsel sinirler aracılığıyla insan be}nrıinin değişik bölgelerine gönderi
lerek anlamlandırılır. Bu anlamlandırmanın sonucunda, uzanıp bardağı al
ma ve suyu içme davranışı gerçekleşir.
Bir bardak suyu içmenin basitliğinin yanında, hastasına kalp ameliyatı
yapan bir doktorun davranışının altında yatan süreçleri tahmin edin. Doğanın
değişik yönlerini anlamaya çalışan bilim adamlarının zihinsel faaliyetlerinin
ve onları ifade etmede kullanılan dil davranışının altında yatan sinirsel süreç
lerin karmaşıklığını dûşûnûn. Bu örneklerde de gördüğünüz gibi insan sinir
sistemi, çok yönlü ve karmaşık davranışların ortaya çıkmasına olanak verir.
Bu bölümde ilk olarak, İnsan sinir sisteminin yapısını ve İşlevlerini göz
den geçireceğiz. Oku}rucunun hatırlaması gereken önemli nokta şudur. Sinir
sistemi ile ilgili çalışmalar henüz oluşum halindedir. İnsan beyni, insan bey
nini incelemektedir. Kendisini bilimsel çalışma konusu yapan insan beyni,
ne kadar büyük bir karmaşıklığa sahip olduğunu görmekte ve her yıl binler
ce araştırma ile bu bilinmeyen sim çözmeye çalışmaktadır. Burada verilen
54 in s a n v e DAVRANIŞI
İnsan sinir sistemi, bedenin her yerine yayılmış olan ve her birimi birbi-
riyle ilişki halinde bulunan bir elektriksel ve kimyasal iletişim ağıdır. Bu ileti
şim ağını anlayabilmemiz için, önce sinir düzenini oluşturan temel birimleri
çeşitli düzeylerde inceleyeceğiz. İlk düzeyde sinir hücrelerini göreceksiniz.
Nöron adı verilen sinir hücreleri sinir sistemini oluşturan temel birimlerden
dir. İkinci düzeyde sinir hücre gruplaşmalarını inceleyeceğiz. Bu gruplaşma
lar sinir hücrelerinin belirli bir işlevi yerine getirmek için biraraya gelmeleri
sonucu oluşur. Daha sonra, üçüncü düzey olarak, tüm sinir sisteminin nasıl
bir düzen içinde çalıştığım gözden geçireceğiz. En son aşamada da beynin kı
sımlarına. bu kısımlann işlevlerine ve birbirleriyle ilişkilerine bakacağız.
HO cragövtoi
Sloptazma
(höcro8iV0i) I*
Çe»röeH
DiğernOronundendrtti
SInapttkaralık
Şekli 2.2 Sinir hOcresi/nÖron ve hücreyi oluşturan kısımlar. Alt kısımdaki büyütülmüş şekil sinaps
yapısını göstermektedir.
Şekil 2.3 Sinir sisteminde bulunan değişik nöron tOrleri. A: dendrit B: hücre gövdesi C: akson, 0:
akson ucu (uç ftrça/çıplak akson)
56 ÎNSAN VE DAVRANIŞI
Uç (»çaya gider-
Sinir aktmınmydnO
Şekil 2.5 Elektro kimyasal enerjinin akson boyunca akışı, hücre zannın her iki yanında
bulunan elektrik yüklü potasyum ve sodyum iyonlarının vartığıyla gerçekleşir. Hücre
zarı uyarılınca sodyum (Na*^) lyonlan hücre zarının İç kısmına akarlar. Bu değişme
aksiyon potansiyelini ortaya çıkarır. Daha sonra içerde bulunan potasyum (IC) iyonlan
hücre dışına akarak dinlenme halindeki durumu yeniden yaratırtar.
rüen elektrik yûklû ufak zerreciklerle doludur. Sinir hücresinin dışında kalan
sıvıda da farklı elektrik yûklû İyonlar vardır.
Hücre zan sadece bazı İyonların bir yandan diğerine geçmesine izin verir.
Dinlenme durumunda hücre zan potasyum iyonlanm (K*) geçirir. Sodyum
lyonlan (Na^ İse hücre zanndan geçem^ecek kadar büyük olduklan için dı-
şanda kalır. Hücre içi ve hücre dışı sıvılardaki iyonlar farklı yoğunlukta ol-
duklanndan, sinir hücresi dinlenme halinde İken zann içinde ve dışında az
bir elektrik gerilimi vardır. Hücre zannın iç kısmı, hücre zannın dış kısmına
göre biraz daha negatif elektrik yüklüdür. Bu duruma hücrenin polarize hall
(polarized) denir.
Hücre gövdesi yakın nöronlann sinaptik aktancılan tarafından uyarıldı
ğında. İyon geçirgenlik derecesi birdenbire değişen hücre zan. sod3mm b^onla-
rmı geçirebilir bir duruma gelir. Geçirgenlik derecesinin değişmesi, aksiyon
potansiyel (action potential) adı verilen elektrokimyasal süreci akson boyunca
sürdürecek biçimde başlatır. Dışanda kalan s o c ^ m iyonlan İçeriye akmaya
başlar. Sodyum iyonlannm akışı sonucu, zann o kısmmın içi, dışarıya göre
daha pozitif yûklû duruma gelir. Bu duruma hücre zannın depolarize hall
(depolarized) denir.
Zann bir noktasındaki elektrik yük değişikliği (depolarizasyon) zann bu
noktaya bitişik diğer yerlerinde geçirgenlik derecesinin değişmesine yol açar
ve pozitif elektrik yûklû sodyum iyonlannm içeriye akışı sonucu, o noktada
da depolarizasyon olur. Depolarizasyon olan kısım, aynı yûklû İyonlar birbiri
ni ittiğinden. İçerde bulunan pozitif elektrik yûklû potasyum (KT İyonlannm
dışanya çıkmasma yol açar ve denge böylece yeniden kurularak dinlenme ha-
’ li oluşur. Bu zincirleme değişim, daha önce bahsettiğimiz fitilin yanması gibi.
60 in s a n v e DAVRANIŞI
{miBvon)
DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ 61
Şiddetli uyancı ile zayıf uyancı arasındaki fark şudun Uyancının şiddeti
arttıkça sinir hücresi daha sık ateşleme yapar; fakat ateşlediği her bir akımm
elektriksel potansiyeli aynı güçtedir. Şiddetli uyancı aynı zamanda daha fazla
sayıda nöronu da ateşleme devresine sokar. Daha çok sayıda nöron ve daha
sık ateşleme, daha yaygm bir sinirsel eneıji akımı oluşturur ve böylece uyan-
cmm şiddetini algılarız.
Sinir hücresi ateşleme yaptıktan sonra birkaç milisaniye (bir milisaniye
saniyenin binde-birini gösterir) yeniden uyanlamaz. Hücrenin dıştan gelen
uyancıya duyarsız olduğu bu aşamaya rejrakter devre (refractoıy period) adı
verilir. Refrakter devre kendini iki tûrlû gösterir. Sinir hücresinin uyarılma
sından hemen sonra gelen mutlak refrakter devre (absolute refractoıy period)
de hiçbir uyancı. hangi güçte olursa olsun, hücrede ateşlemeye yol açamaz.
Mutlak refrakter devreden hemen sonia sinir hücresi zayıf uyancıya tep
ki gösteremez, ancak uyancı şiddetli ise. ateşleme yapabilir. Bu aşamaya gö
reli refrakter devre (relative refractoıy period) adı verilir. Hücreler arasında
refrakter devrenin uzunluğu bakımından farklar vardır. Bazı hücreler saniye
de 1000 kere ateşleyebilen yapıdadırlar, fakat bazı hücreler saniyede ancak
birkaç defa ateşleyebilirler. Parmak uçlan ve avucumuzun içi gibi vücudu
muzun duyarlılık derecesi yüksek olan bölgelerindeki sinir hücreleri kısa ref
rakter devrelere, kalçadaki kaba etlerde bulunan sinir hücreleri ise uzun ref
rakter devrelere sahiptir.
S e d a ttf-H ip n û tik
Barbitûraticr Nöropinefrİn -
Benzodlazepinicr Nöropinefrln -
Alkol Nöropinefrİn •
U y a n c ıla r
Amfctaminler Nöropinefrİn +
Kökaln Nöropinefrİn +
Desipramin Nöropinefrİn +
Imipramin Scrotonln
A n lip s ik o tik m a d d e le r
Klorpromazin Dopamin -
Reserpin Dopamin, nöropinefrln -
Celaller
Esrar, morfin Endorfin ve enkefalinler +
Tablo 2.1 Değişik ilaçlarm davranış üzerindeki etkilerini gösteren sinirsel aklarla
sistemler yukandaki listede gösterilmiştir. Kimyasal madde sinirsel aktanmın
hızını sinapslarda ya arttırır (<(•) ya da azaltır (•). (Kolb ve Whishaw, 1980)
Grup Türleri
Bazı nöron gruplaşmaları yalnız nöronun hücre gövdesi düzeyinde olur.
Bir araya gelerek yumaklaşan hücre gövdeleri sinir sisteminin değişik bölge
lerinde yer alır. Hücre gövdesi gruplaşması beynin ya da omuriliğin içinde
yet almışsa nûkîeus (çekirdek/nucleus) adı verilir. Beyin yapılan (hipotala-
mus gibi) birçok nükleusun bir araya gelmesi sonucu oluşur. Nöron gövdesi
gruplaşması beynin ya da omuriliğin dışında oluşmuşsa, bu gruplaşmaya
gangliyon (ganglion) adı verilir, örneğin, İnsan omurgasının her iki yanında
ona paralel iki gangliyon dizisi vardır.
Gruplaşma, akson veya dendritler düzeyinde de olur. Be3mln veya omuri
liğin İçinde akson veya dendrit gruplaşması olmuşsa, buna akson grubu
(trakt/tract) adı verilir. Akson veya dendrit gruplaşması beynin ya da omuri
liğin dışında ise buna stnir (nerve) adı verilir, örneğin, görsel sinir retinada
gruplaşmış olan nöron gövde aksonlannın bir araya gelmesinden oluşmuş
tur. Aksonlar miyehnle kaplıdır ve miyelin kılıfının rengi beyazdır. Nöron göv
delerinin rengi ise gridir. En yoğun hücre gövde gruplaşması beyinde oldu
ğundan beynin rengi grimsidir ve bundan dolayı insan beyin kabuğundan sık
sık “gri madde“ olarak söz edilir.
defi
Şekil 2.8 Ouyumlamadan harekete giden yol. Bir uyancıya şekilde gösterilen beş
adımdan geçerek tepkide bulunuruz.
Serebrumve
beyin kabuğu
Önb^n — ümbik sistem
Mericezi Talamus
ayn incelemek, sinir sistemini anlamamız halamından daha uygun olur. Şe
kli 2.9'da sinir sisteminin kısımlannm şematik bir çizimini bulacaksınız. Çi
zimde de belirtildiği gibi, sinir sistemini çevresel ve merkezi sinir sistemi ol
mak üzere iki temel kısma ayırmak olanağı vardır.
Çevresel sinir sistemi (peripheral ncrvous system) du}ru organlarım, kas
ları. iç salgı bezlerini ve iç organları omurilik ve beyinle ilişki haline sokan
nöronlaıdan oluşur. Bu nöronlar merkezi sinir sistemine bilgi getirirler ve bu
rada verilen kararlan uygulamak üzere kaslara “sinirsel emirler* götürürler.
Merkezi sinir sistemi (central nervous system) beyin ve omurilikten oluşur ve
insan sinir sistemindeki nöronların çoğunluğuna sahiptir. Merkezi sinir siste
mi. insan bedeninin davranış ve işlevlerinin tümünü koordine eder ve bir bü
tün halinde işlemesini sağlar.
PARASEMPATİK SEMPATİK
Salgılamaya katvurur.
Salgılamayıarnrır terlemeyi arttırır
Kalbi yavaşlatır
Bronşiarıdaraftır
Mideninve pankreasın
özûrrtemeyikoiaylaşbrcı
MLdâmnvepaabeasKv (onkstyontanmazaltK
özümlemeyi Koiayleştıria
ior4(8İyonlafmıarttırır«'
Bafiırsadın. Baftırsadm
özûmtemeylkolayiaştınc«’: özümlemeyikolaylaştifıa
(onkslyontarınıanuır.
Sdklorbuınıdara/lır
daraliılmasınakelvuıu
Şekil 2.10 Parasempatik (sol) ve sempatik (sağ) sinir sistemi. Parasempatik sinirler
beyinden ve omuriliğin tepesinden, sempatik sinirler omuriliğin diğer yerlerinden
çıkarlar. Her iki sinir grubu da aynı organlara hizmet ederler.
Herhangi bir nedenle korkarak kaçmaya hazırlanan bir kişinin karaciğeri ka
na bol miktarda şeker akıtır, kan damarlan genişler, kalp atışı hızlanır. îç or
ganlardaki değişiklikler sempatik sistemin etkisi altında ortaya çıkar. Tehlike
geçip kişi rahatladığı zaman parasempatik sistem aynı organları ters yönde
etkiler ve kiştyi normşJ dinlenme haline getirir. Sindirim ve uyku sırasında
parasempatik sistem etkinliğini arttınr. Çevresel sinir sisteminin kısımlanhı
gördükten sonra şimdi özet olarak merkezi sinir sistemine bakalım.
6. BEYİN
bölgelerini tahrip ederek (lesions), tahrip edilen bölgeler ile davranış arasında
nasıl bir ilişki olduğunu araşürmışlaıdır. Bu tûr araştırmalarda önceleri hay
vanın beyninin bir kısmı kesilip çıkartılıyordu. Bu yöntemle beynin iç kısım
larının İşlevlerini bulmak zordu çOnkû, dış kısmı tahrip etmeden. İç kısma
ulaşmak hemen hemen olanaksızdL Aynca. ameliyatla kesilip çıkartılan be
yin kısmı, kullanılan tekniğin zorunlu sonucu olarak, oldukça bûyOk olmak
ta ve bu nedenle daha kûçûk alanlarda bulunan özelleşmiş beyin İşlevlerini
İncelemek zorlaşmaktaydL Bu sakmcalan yok etmek için elektrikle yakma
tekniği geliştirilmiştir.
Elektrikle yakma yönteminde, beynin daha önceden belirlenen bir nokta-
sma elektrik teli (elektrot) uzatılır ve akım verildiğinde, telin ucundaki ısı
beynin o kısmını tahrip eder. Bu teknik, ameliyat tekniğine göre, daha belir
gin bir noktanın işlevini inceleme olanağı verir.
Bilim adamlannın ilgilendiği sorular, aşağıda verilen sorulara benzer:
“Ameliyatla çıkartılan ya da elektrikle yakılıp tahrip edilen beyin kısmı hay
vanın davranışında ne gibi değişiklikler ortaya çıkarır?". “Ortaya çıkan yeni
davranışta zaman içinde ne gibi değişiklikler gözlenir?", "Davranışta gözlenen
ve beyindeki tahribata bağlı olan değişiklikler, bazı yeni öğrenmelerle ortadan
kaldırılabilir mİ?"
Teitelbaum adında bir psikolog, bu yöntemle fareler üzerinde yaptığı
araştırmada hipotalamusun belirli bir noktasmı tahrip edince farenin çok ye
meye başladığını ve aşın ağırlık kazandığını gözlemiştir. A3mı araştırmacı bir
başka farenin hipotalamusunun o noktaya yakın başka bir yerini tahrip etti
ğinde, farenin iştahınm tamamen ortadan kalktığını görmüştün fare açlıktan
ölecek duruma geldiği halde verilen yiyeceğe İlgi göstermemiştir CTeitelbaum.
1975). Teitelbaum'un araştırması, beynin değişik bölgelerinin, yemek yeme
ve iştah gibi belirli davranışların temelinde yattığını göstermiştir.
Türkiye'de sıçanlar üzerinde Karakaş ve Ungan'ın yaptığı bir dizi araştır
malar, hipotalamusun açlık ve tokluk merkezlerinden elde edilen beyin po
tansiyellerini incelemiş ve bu potansiyellerin açlık ve tokluk hallerine göre
değişimleri ortaya konmuştur (Karakaş ve Ungan 1982, 19&4. 1988; Ungan
ve Karakaş 1989). Bu gözlemleri hemen yaygmlaştınp. kesin bir genellemeye
gitmekte acele etmemeliyiz. Çûnkû başka araştırmacılar, beynin bazı bölgele
rine yapılan hasar sonucu ortaya çıkan davranış bozukluklanmn. yeni öğ
renme teknikleri ve ilaç tedavisi ile ortadan kaybolduğunu gözlemişlerdir.
Beyin araştırmalannda kullanılan diğer bir yöntem olan beyni elektriksel
uyarma (electrical stimulation) tekniği şöyle uygulanır: Hayvanm beyninin
önceden belirlenen bir noktasına elektrot sokulur ve elektrota dûşûk derece
lerde akım verilir. Beynin doğal U3^nlm a potansiyeli civannda akım verildi
ğinde, kendi doğal uyarılmasıyla elektrottan gelme uyarılmayı beyin ayırt
edemez. Bir anlamda “beyin aldatılmaktadıri" Elektrot uyanimasma beyin
normal tepkide bulunur ve hayvan belirli bir davramş gösterir.
Bu teknikle, hayvanın beynini pek zedelemeden, b^n in kısımlannın iş
levlerini İnceleme olanağı doğar. İnsanlarda, hayvanlar üzerinde yapıldığı
türden denemeler yapmak yasal ve ahlaki yönden olanaksızdır. Fakat bazı
DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ 69
» i
Oinleni(k«n(alte<lalgalan}
I
Uykulu
Uyurken
P^uyioi
Koma
l&anrye ) ^v.
Arka Beyin
Arka beyin medulla. serebellum (cerebellum) ve ponsdan oluşur. Medul-
la. Şekil 2.12*de görüldüğü gibi, omuriliğin beyinle bağlantı yaptığı yerdeki
şişkinliğe verilen addır. Bu şişkin kısım otonom sinir sisteminin kalbin atışı
nı. nefes almayı ve kan basmcını deneüeyen nöronlarım içerdiği gibi, omurili
ğin çevresinde öbeklenen sinir hücrelerinin uçlanmn beyine girdiği noktayı
da oluşturur. Omuriliğin içinden geçerek beyine giden, “götüren” nöronlarla,
beyinden omuriliğe giden, “getiren” nöronlar medulladan geçerek beyinle bağ
lantı kurarlar.
Serebellum (cerebellum) veya beyincik. be3mln evrimleşmesinde ilk adım
lardan birini oluşturur. Ömuriligln beyinle birleştiği yeıde. birbiri üzerine
katlanmış ve kırışmış ufak bir yapıdır ve beyin yan-kûreletinin her ikisinin
arka alt kısnuna sokularak saklanmıştır. Beyinle ilgili şimdiki bilgilerimizin
çerçevesinde, beyinciğin görevi, kas faaliyetlerimizi koordine ederek hareket
lerimizi düzgün ve akıcı bir hale getirmektir.
72 İNSAN VE DAVRANIŞI
SofBtKun (I>4Ubuk,l(DnatasdınııDr)
K a p s la llo M iı
Orta Beyin
ö n beyni ve arka be3ml birbirine orta beyin (midbrain) birleştirir. Orta be
yin nisbeten kûçûk bir yapıya sahiptir. Orta beyinde, işitme ve görme ile İlgili
önemli işlevler gören nöronlar vardır. Bu bölüm aydınlığa veya ışık ka3rnağına
yönelmemizi sağlar. Beynin bu kısmı, evrimsel gelişmede İlk gelişen yapılar
dan biridir.
Beyin sapı (brain stem) beynin her ûç kısmıyla —arka beyin, orta beyin
ve ön beyin— ilişki halinde olan bir yapıdır. Omurga kemiklerinden çıkan
omurilik beyine girerken beyin sapçığını oluşturur. E^^rlmsel açıdan bakıldı
ğında beyin sapçığı beynin en eski yapısmı oluşturur ve bûtûn omurgalı hay
vanlarda bulunur. Beyin sapmda olan nöron faaliyetlerinin bûyûk bir çoğun
luğu düşüncenin kontrolü altmda olmayan otomatik, refleks hareketlerdir.
Evrim basamağı yükseldikçe, beyin sapından beynin üst kısım]anna giden
nöronların sayısı artar, bu yeni bağlantılar sayesinde refleks hareketlerimizin
farkına varmaya başlarız.
Retiküler aktivasyon sistemi (Rcticular Activating System/RAS) yapısı
tam olarak anlaşılmamış bir kısımdır. Son derece karmaşık ilişkileri İçeren
DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ 73
ö n Beyin
ön beyin talamus (thalamus), hlpotalamus (hypothalamus), limbik sis
tem Oinıblc s)rstem), serebrum (cerebrum) ve beyin kabuğundan (cerebral
cortex) oluşur. Sinir sisteminin diğer kısımları gibi, ön beyin de simetrik bir
yapara sahiptir. Serebrum evrimleşmede son basamaklardan birini gösterir.
İlkel hayvanlarda bulunmaz. Hayvanın evrim basamağında bulunduğu yerle,
serebrumun karmaşıklık derecesi birbirine paralel gider. Sinir sistemindeki
ağırlığın artması serebrumun gelişmesinden dolayıdır. İnsanlar, gövde ağır-
lıklanna oranla en bûyûk beyine sahiptirler. İnssmlarda bulunan her dört nö
rondan ûçûnûn serebrumla İlişkisi vardır.
Talamus» duyu organlarından gelen nöronların be3dn kabuğuyla olan iliş
kisini sağlar. Talamusun belirli bir kısmı, gözden gelen uyancılan alır ve be
yin kabuğunun görmeyle ilgili bölgesine yansıtır. Başka bir kısmı, kulaktan
gelen sinirsel uyarıcıları işitmeyle ilgili beyin kabuğu bölgesine iletir. Tala-
mustaki ûçûncû diğer bir bölgenin işlevi, omurilikten gelen nöronlan, beyin
kabuğunun dokunma ve bedenin durumunu algılama ile İlgili kısımlarına
yansıtmaktır.
Hipotalamus» talamusla hipoliz salgı bezinin arasında yer alır; son yıllar
da en fsuzla araştırılan beyin kısımlanndan biridir. Büyüklüğü kûçûk bir kes
me şeker kadar olmasına rağmen, gördüğü İşlemler son derece önemli ve de
ğişiktir. Hlpotalamus heyecanlann ve arzulann denetlendiği merkezdir. Cin
sel davranış, yeme ve içme bu merkezce denetlenir. (Plipotalamusla ilgili Tel-
telbaum'un (1975) ve Karakaş'ın (1962, 1984, 1986) araştırmalannı habrlar-
sınız: Hlpotalamusu zedelenen bir farenin sürekli yiyerek şişmanlaşması, bir
başkasının İse yeme a rzu s u ^ kaybedip açlıktan ölse bile yiyeceğe İlgi göster
memesi).
Vücut sıcaklığındaki değişiklikleri fark eden ve beden sıcaklığım normal
tutabilmek için önlemler alan merkez hipotalamusta bulunur. Saldırganlık
duygusu ve saldırganlık İfadesi, uyanıklık ve uyku davranışı, iç salgı bezleri
nin çalışmalannı denetleyen süreçlerin işleyişi yine hipotalamusta yer alır.
Hipotalamusta yer alan hlpoilz salgı bezi, orkestra şefi gibi, bedende yer alan •
diğer iç salgı bezlerinin çalışmalarını denetler ve onların birbiriyle uyum için
de işlemesini sağlar.
Um bik sistem beyin sapının yukarı kısmıyla ön beyin arasında yer alan
nöron ağından oluşur heyecan yaşantısı, saldırma ve kaçma davranışlanyla
ilişkisi vardır. Limbik sistemin bir kısmınm heyecanlan yatıştıncı bir işlevi
vardır, başka kısımları ise tam aksine heyecanlan kamçılar. Limbik sistemin
elektrikle uyarılan bazı kısımlan kızgınlık ifade eden davranışlar ortaya çıka-
nrken, diğer kısınılan korku davranışını ortaya çıkanr. Limbik sistemlerinde
tahribat olan hastalar, eğer dikkatleri hatif dağılırsa, biraz sonra ne yapacak-
lannı hatırlayamazlar bu. limbik sistemin bellek fonksiyonlarıyla da ilgili ol
duğunu gösterir.
Serebrum insanda en gelişmiş beyin yapısıdır. Beyin sapınm üstünde
açılmış bûyûk bir çiçeği andınr ve beynin ûstûnû tümden örter. Serebrumu
örten girinUll çıkıntılı yüzeye serebral korteks. veya beyin kabuğu adı verilir.
Bu. derin girintileri ve katlanmalan olan, vadiler oluşturan bir kabuktur ve
DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ 75
M a tto zo lu k
Çepdilobu(p8nelallote)
Vai^amasırmoluk
(Roiandoyarığı)
Şâkiİ 2.15 Sol yarı-kürenin dış görünümü. Bu şekilde, serabral korteksin olukları, yarıklan ve
lobları görülmektedir.
(bkz Şekil 2.15) Buradaki hücreler işitmeyle İlgili işlevleri }rapabilecek biçim
de uzmanlaşmışlardır. Her nöronun yaptığı görev, diğer nöronlann yaptığı gö
revden farklıdır, örneğin, buradaki bazı nöronlar ancak alçak tondaki sesle
re. diğer başka nöronlar ise yalnızca yüksek tondaki seslere tepkide bulunur
lar.
Şekil 2.16 Bedendeki beiti başlı duyusal ve hareketsel alanların kortekse yansımaları. Beden
kısımlarının bOyOklûkieri. beyin kabuğunda yer aldıkları alanlarla doğru orantılıdır.
78 İNSAN VE DAVRANIŞI
Vücudun hassas olan yerleri duyusal kortekste daha geniş yer kaplsır.
örneğin, dokunmaya son derece duyarlı olduğunu bildiğimiz insan yûzû ve
elleri, bedenin diğer kısımlarma oranla daha bûyûk bir bölgede temsil edilir,
ön ayak tabanlannı temsil eden duyusal korteks bölgesi, köpeklerde kûçûlc,
çevreyi araştırma Ve avını bulmada ön ayaklarını kullanan rakunlarda İse
büyüktür.
Komışma ve Beyin K ^ u ğ u
Bağlantı kurucu korteksin dil davranışı ile sıkı ilişkisi olduğu gözlenmiş
tir. Şakak lobundaki belirli türden bir hasann afazi (aphasia) adı verilen ko
nuşma bozukluğuna yol açtığı gözlenmiştir.
Afazinin değişik türleri vardır, bir türünde hasta kendine söyleneni duyar
fakat ne anlama geldiğini anlayamaz. Diğer bir türünde nesneyi görür, tanır,
fakat İsmini söyleyemez, örneğin, değişik nesneler arasında “tarak" nesnesini
tanır ve istenirse verir, ancak “Elimde tuttuğum şeyin adını söyle“ dediğiniz
de ismini söyleyemez. Bu durum konuşma yeteneğiyle ilgili değildir çünkü
motor korteks sağlamdır ve kişinin diğer davranışlarında herhangi bir aksak
lık yoktur.
Afazide görülen aksaklıklar, motor korteksle konuşmanın değişik yönleri
ni (anlamlandırma, sesi tanıma. İsimlendirme, vb.) yöneten kısımlann birbir-
leriyle bağ kuramamalanndan kaynaklanır. Ondokuzuncu yü2yılm ortalarına
doğru konuşma bozukluğu gösteren bir hastanın beyni üzerinde yapılan
otopside, beynin sol yan-kûredekl alın lobunun merkezi yarığının hemen al
tında, hasar olduğu tesbit edilmiştir.
WtemAaaim
Resim 2. 3 Paul Broca Şekil 2.17 Dilin Konuşulması. Konuşma Wernicke alanın
da başlar. Burada kurulan cümleler, daha sonra Broca
alanına aktarılır. Broca alanında konuşmayla ilgili gırtlak
taki. ağızdaki ve yüzdeki kaslar kontrol edilir. Buradalü
programlama motor korteks alana gönctorilir ve korteks
kaslara "uygula* emrini verir.
80 İNSAN VE DAVRANIŞI
merkezinde bir noktaya gözOnû tesbit etmesi söylenir. Bir görsel uyancı. sani
yenin onda biri kadar bir zaman için, ekrandaki merkez noktanm sağına veya
soluna düşürülür.
Ekranda “kaşık” kelimesinin belirdiğini farzedelim. Görüntü ekranın sağ
taraûnda oluşmuşsa görsel bilgi yalnız sol yan-kûreye giden sol tarafında
oluşmuşsa görsel bilgi yalnız sağ yan-kûreye gider. (Gözdeki retinanm burun
tarafındaki kısmından çıkan sinirler gözün bulunduğu yan-kûreden öbürüne
atlar, şakak tarafındaki retinadan gelen görsel sinir uçlan İse aynı yan-
kûrede sonuçlanır.) Böylece ekranın sağ veya sol kısmına görüntü düşürerek,
beynin yalnızca sağ veya sol yan-kûresine mesaj gönderme olanağı yaratılır.
Korpus kallosum kesilmemiş olsaydı, beyin bir yan-kûrede elde ettiği bilgiyi
diğerine hemen aktarabilirdi, fakat deneysel durumda, bir yan-kûrenin bildi
ğini diğer yan-kûre öğrenemez.
Bazı aynk-be}in çalışmalan iki yan-kûrenin çalışmasıyla İlgili hayret ve
rici gözlemler yapma olanağı doğurmuştur. Bu gözlemler sonucunda, beynin
sol yan-kûresinin konuşma ve yazma gibi dil davranışlan üzerinde uzman
laştığı anlaşılmıştır. Ekranm sağ köşesine bir kelime düşürerek sol yan-
kûreye uyancı gönderilirse, denek bunu hem okuyabilir hem de söyleyebilir.
82 İNSAN VE DAVRANIŞI
Sdel 8 4 el
Aynı kelime ekranın sol taraûna düşürülürse (bu durumda beynin sag yan-
kûreslne giden uyarıcılar söz konjusu olur), denek ekranda yazılı olan kelime
yi söyleyemez. Denek ancak, bu kelimeyi söylemesi yerine sadece tanıması
İstendiğinde başardı olur.
Demek oluyor ki. sag yan>kûrenln dille hiç ilişkisi olmadığı söylenemez.
Konuşma ve yazma gibi dilin hareketle ilgili kısımlarının sol yan-kûreyle ilgili
olduğu açıktır, fakat bir kelimeyi tanıma ve anlama sag yan-kûrece de başa-
nlabilir. Deneyler, sol yan-kûrenin dille ilgili işlevleri üzerine 3rûkledigini ve
sag yan-kûreden. dil açısından daha yetenekli bir durumda olduğunu gös
termiştir.
Okuma, yazma ve matematiksel işlem yapma gibi becerileri sol yan-kûre
daha uzmanlaşmış bir biçimde işleyebilir. Sag yan-kûre mekânda kendimizi
yöneltmemizi, yapısal biçimleri ve yapısal örûntûlerl tanımamızı ve müzik
formlannı hatırlamamızı ve tanımamızı sağlar. İki beyin yan-kûresl normal
koşullar altında sürekli birbirleriyle iletişim halindedir ama. her birinin fark
lı işlevi vardır. ı
Bugün birçok psikolog, sol yan-kûrenin entelektüel, analitik, kritik dü
şünceden. sag yan-kûrenln İse mekânla ilgili, artistik ve sezgisel algılama
dan sorumlu olduğunu dûşûnûr. Ne var kİ. böyle bir genelleme, beyin gibi
son derece karmaşık İşlevleri olan bir yapı için oldukça yetersizdir. Shanon
DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ 83
“Adam
siyah kaşlar
veb/y/k“
Şekli 2.21 üstteki resim perdede görülen resimdir. "Ne görQ/or8unuz?*d{/6 sorul
duğunda ayrık beyinli denekler. "Siyah kaşlan ve bıyığı olan bir adam” dedikleri
halde, "İki resimden hangisini görüyorsun, gösteri" dendiğinde, kadın resmini gös
termişlerdir. Konuşmanın sol yarım kürenip, göstermenin sağ yarımkürenin etkisin
de olduğunu kanıtlayan bir deli) de budur.
84 İNSAN VE DAVRANIŞI
8. İÇ SALGI BEZLERİ
Vücudumuzda iki tûr salgı bezi vardır: Kanallı bezler ve kanalsız bezler.
Kanallı bezler (duet gland). ağızda salya oluşması, gözden yaş akması ve ter
leme durumlarında olduğu gibi belirli bir kanaldan salgılarını akıtan bezler
dir. İnsan davranışını önemli ölçüde etkilemediklerinden, bu bezlerin işleyiş
leri psikologlann pek ilgisini çekmez.
Kanalsız bezlere iç salgı bezleri (ductJess/endocrlne glands) adını veriyo
ruz. çünkü hiçbir kanal aracılığı olmadan salgılarım doğrudan kana boşaltır-
DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ 85
/^oAcMylbm tnmoflu,
ıfaotreftı(rSH);adM)al
kMitaMlıfACTHK
90fMdM)(FSKLH.M
fıomnı (ADH) «BolBtoaln
/Mbourinsainvi
aatraim
vBpraouttfMt
1ar. İç salgı bezlerinin salgılanna hormon (hormone) adı verilir. Honnonlar in
san davranışım önemli ölçüde etkilediklerinden, psikologlar iç salgı bezleri
nin yapısı ve işleyişiyle yakından ilgilenir.
Şekil 2.22'de iç salgı bezlerinin yerleri ve ürettikleri hormonlar gösteril
mektedir. Honnonlar kana doğrudan kanştıgından hormonlann etkisi, be
dende smırlı bir yeıi değil, daha yaygın bir alanı etkiler. Aynca, hormonlann
etkisi kendini zaman içinde gösterir. Buna karşılık, sinir sisteminde oluşan
bir uyanima bedenin belirli bir bölgesini etkiler ve ortaya çıkan etki kendini
hemen gösterir.
Hormonlar kan yoluyla İç organlara, diğer salgı bezlerine ve merkezi sinir
sisteminin belirli bölgelerine gider. Hormonun türü ve gittiği yere göre beden
değişik tepkiler gösterir. Aşağıda, üç temel iç salgı bezini ve onlarm ürettiği
hormonlan İnceleyerek, honnon ve davranış arasındaki ilişkiye bir göz ataca
ğız.
Hİpofiz Bezi
Hipofîz bezine (pltultary gland). iç salgı bezlerinin orkestra şefl adı verilir.
Hlpotalamus yakmında yer alan hipofiz bezi, hipotalamusun denetimi altın
dadır ve çok sayıda hormon üretir. Bu hormonların bazdan salgı bezleriyle İl
gili olmayan dokulan, bazdan İse diğer İç salgı bezlerini etkiler.
86 İNSAN VE DAVRANIŞI
TİTOİd Bezi
Boğazda nefes borusunun ön kısmında bulunan tiroid bezi tiroksin
(thyroxin) adı verilen bir hormon üretir. Tiroksin bedenin metabolizmasını et
kiler, oksijen kullanımını ve dola}nsıyla vücud ısısını arttırır. Fazla miktarda
tiroksin üretilirse hipertiroidizm (hyperthyroidism) adı verilen durum ortaya
çıkar. Hipertiroidizm gösteren bir kimse hemen heyecanlanabilir, sürekli ger
gindir ve uyumakta zorluk çeker. Bunlara İlaveten zayıflama başlar, sürekli
terler, sürekli susuzdur ve kalp atışında artma vardır.
Tiroksin üretiminde azalma olursa hipoiiroidizm (hypothyroidism) adı ve
rilen hastalık gözlenir. Hipotiroidlzm gösteren bir kişinin bedensel ve zihinsel
büyümesi durur. Hlpotiroid yetişkinler çabuk ağırlık kazanır, kendilerini
cansız hisseder ve çoğu zaman yorgundurlar.
A d r e n a l/ B o b r e k Ü s t ü B e z i ( a d r e n a l g la n d s )
Böbreklerin üst kısmında adrenal bezleri bulunur. Adrenal bezleri birden
fazla hormon üretirler. Bunlardan davranışı önemli ölçüde etkileyen birka
çından söz edeceğiz.
Kortizol (cortisol) hormonu karaciğerdeki depolanmış şekerin serbest bı-
rakılmasım sağlar, böylece vücut anında gerekil enerji kaynağına sahip olur.
Kortizolün sentetik olarak üretilmişine kortizon (cortisone) adı verilir ve deği
şik cilt hastalıkları, aleijik semptomlar ve artirit tedavisinde kullanılır. Korti
zon kullanan kimselerin bazen depresyona girdiği görülmüştür. Bu gözlem
den hareket edilerek, kortizol hormonunun akıl hastalıklannm gelişmesinde
bir rolü olabileceği üzerinde durulur.
DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ 87
9. DAVRANIŞ VE GENETİK
Sinir sistemi her insanda aynı şekilde mİ çalışır? İnsanlann çevreyi algı
layışları. algıladıkları dış dünyaya tepkileri aynı mıdır? Bu tür sorular, kişile
rin doğuştan getirdikleri özelliklerle, sonradan çevreden öğrenerek kazandık-
lan özelliklerin bir karşılaştırmasını yapmamızı zorunlu kılar.
Kalıtıma bağlı, kalıtsal özelliklerin ana-babadan çocuğa geçişini incele
yen bilime genetik (genetics) adı verilir. Yukarıda ifade edilen türden sorulara,
cevap vermek için son zamanlarda psikologlar genetik bilimine ilgi gösterme
ye başlamışlardır. Psikologlann bu il^si sonucu ortaya davranışsal genetik
(behavioral genetics) adında yeni bir çalışma alanı çıkmıştır. Davranışsal ge
netikle ilgilenen psikologlar zekâ, akıl hastalıkları, kişilik türleri gibi davramş
özelliklerinin kahtımla ne derece ilgisi olduğunu araştırırlar.
Kalıtımm davramşı etkileyip etkilemediği konusu psikoloji İçin yeni bir
konu değildir. Psikoloji kuruluşundan beri, kişinin doğuştan getirdiği kalı
tımla ilgili davranış özellikleri ile, öğrenme sonucu ortaya çıkan davramş
özelliklerini karşılaşümuş ve bazı genellemeler yapmıştır. Ne var ki, bunun
88 İNSAN VE DAVRANIŞI
Kromozomlar ve Genler
İnsan bedeninden alınan bir hücrenin çekirdeği incelendiğinde, kromo
zom (ehromosome) denüen ve çift çift dizilmiş bulunan ufak parçacıklar görü
lür. Her bir hücrede 23 çift halinde 46 kromozom bulunur. Kromozomlar gö
rünüşlerine göre X kromozomlar ya da Y kromozomlar adını alır. Büyükler X
harfine benzer, küçükler İse Y harfine.
İlk 22 kromozom çifti birbirine benzeyen X veya Y kromozomlarından olu
şur. Fakat 23. çift birbirine benzer olmayabilir, bu çift bireyin cinsiyetini be-
XA
13 14 16 16
K K
17
M
18
X X
19
X
20 21 22 V
A
?
23
Şekil 2.23 YirmiOç çift kromozomun görünümü. 23. çift hem erkekler hem de
kadınlar için verilmiştir.
DAVRANIŞIN BtYOWUtK TEMELLERİ 89
B C
Ana-babanın Ana-babanm Ana-babanın
ikisi de İkisi de biri kahverengi
mavi gözlü kahverengi gözlü biri de mavi gözlü
m m K K m m
m (mm) (mm) K (KK) (KK) K (Km) (Km)
m (mm) (mm) K (KK) (KK) K (Km) (Km)
m a v i gözlü . k a h ve re n g i g ö z lü
K
K
(KK)
m
(Km) K (Km)
ra
k a h v e re n g i g ö z lü
m
(Km)
K (KK) Ofai) m (mm) (mm)
k a h v e re n g i g ö z lü % 5 0 k a h ve ren g i
% 5 0 m a vi g ö d ü
K m
K (KK) (Km)
m (Km) (mm)
% 7 5 k a h ve re n g i
% 2 5 m a v ig o z lii
DAVRANIŞIN BÎYOLOJtK TEMELLERİ 91
İkiz Çalışmaları
Davranışın kalıtımla ilgisini inceleyebil
mek için izlenen yollardan biri ikizlerle ilgili
bilimsel gözlemler yapmaktır. İki tûr ikiz var
dır: İki ayn yumurtanın, iki farklı spermle
döllenmesinden oluşan ikizlere kardeş ikizler
(çlil yumurta İkizl/di^gotic twins) adı verllr.
Kardeş ikizler aynı zamanda doğmalanna rağ
men. genetik yapılan bakımından, ayn za
manlarda doğmuş iki kardeşi andınrlar.
Özdeş ikizler (tek yumurta ikizi/identical,
mono^gotic twins) bir yumurtanın döllendik
ten hemen sonra İkiye bölünmesiyle ortaya çı
kan iki hücre topluluğunun gelişmesi sonucu
iki bireyi oluştururlar. Bu nedenle, genetik
yapılan bakımından tam anlamıyla birbirleri
ne benzerler.
Araştırmacılar, kardeş ikizlerle özdeş İkiz
lerin kendi aralarındaki davranışsal benzer
likleri karşılaştırarak, çevrenin mi yoksa kalı
tımın mı belirli bir davramş üzerinde daha et
kin olduğunu gözleyebileceklerini düşünürler.
Rasim 2.4 Resimdeki bûyOktor Çevre her iki ikiz türünde de aynı kalmakta,
1(ardeş ikiz*^ küçükler ise ama genetik yapı kardeş ikizlerde farklı, öz
ikiz’dir. deş ikizlerde 33^01 bulunmaktadır. Gözlenen
davranış kardeş İkizlerde birbirinden farklı,
ancak özdeş İkizlerde benziyorsa, gözlenen davranışın temelinde, yukarıda
söylenen nedenlerden dolayı kalıbmın yattığı söylenir. Gözlenen davranış her
Udz türünde de benzerlik gösteriyorsa o zaman davranışın temelinde çevre
nin etkisinin yattığı rahatlıkla söylenebilir.
Zekâ bölümü üzerinde yapılan çalışmalar, özdeş ikizlerin kardeş ikizler
den daha çok benzerlik gösterdiklerini saptamıştır. Buna karşüık kardeş ikiz
ler. a3m zamanlarda doğmuş normal kardeşlerden daha fazla birbirlerine
benzerlik gösterirler. Bu bulgular, zekânm gelişmesinde hem kalıtımm hem
de çevrenin karşılıklı olarak birbirini etkilediğini gösterir. Ne var ki, araştır
malarla İlgili sorunlar ve tartışmalar sürmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri'nde bu araştırma konulan biraz çekinilen,
bir tür “sakmcalı araşürma alanlanm” oluşturur, çünkü araştırma bulgulan
DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ 93
10, ÖZET
me. düşünme ve dil gibi yüksek beyin işlevleriyle İlgilidir. Aynk beyin çalış*
malan, dille İlgili süreçlerin, genellikle sol yan-kûrede. mekânla ilgili sâzlû ol*
mayan süreçlerin ise genellikle sağ yan*kûrede yer aldığını göstermiştir. Bu
işlevsel uzmanlaşmanın yanı sıra, beynin bir bûtûn olarak çalıştığı ve her bir
işlemin beynin diğer kısımlanyla ilişki içinde olduğu gözlenmiştir.
Hipoiİz bezi, vücudun çalışmasını önemli biçimde etkileyen birbirinden
farklı sekiz hormon üretir. Tirold bezinin ürettiği hormonlar bedenin metabo*
lizmasını düzenler. Adrenal bezinin ürettiği hormonlar, diğer fonkstyonlannm
yanı sıra, ikincil türden cinsel belirtileri ve heyecansa! tepkileri denetler.
Kalıbmın davranışı etkile3rip etkilemediği konusundaki son bilimsel dü
şünce şu merkezdedir. Kalıtım davranışın alt ve üst smırlannı belirler, ya*
şantınm türü İse. kalıtınım belbiedigi bu smırlar İçinde davranışm gelişim
noktasun saptar, insan bedenindeki her hücrede 46 adet (23 çift) kromozom
vardır. Büyük kromozomlar X küçükler ise Y biçiminde bir görünüme sahip*
tirler. Her bir kromozom binlerce genlerden oluşur, bu genler karmaşık DNA
moleküllerinden meydana gelmiştir. Genetik bilgileri bu moleküller taşır.
Babanın spermi ve annenin yumurtası 46 kromozomun ancak yansma
sahiptir. Sperm ve yumurta birleşerek döllenme oluşunca, bireyin 46 kromo*
zomu ve böylece genetik yapısı tamamlanmış olur. Altkm genlerden ikisi bir
arada olursa, bu altkm genin Özelliği bireyde ortaya çıkar. Aksi halde baskın
genin özelli^ gelişir. Kromozomla ilgili anormallikler geri zekâlılığa, bedensel
deformasyona ve normaldışı cinsel gelişmelere yol açar. Genlerin yapısı zekâ
düzeyini ve şizofreni gibi bazı akıl hastalıklanna yatkınlığı belirler.
Seçerek çiftleştirme ve Inbred (çok yakın akrabalanyla çiftleştirerek üret*
me) davranışın temelinde yatan genetik etkenleri anlamak için yapılan araş*
tırmalarda kullanılan iki teknik türüdür. Soşyobtyolojl, tüm sosyal davranış-
lann temelinde genetik olarak saptanmış nedenler yatbgını iddia eden sosyo
lojik akımın adıdır.
üçüncü Bölüm
DUYUM VE ALGILAMA
1 Ekim 1987 sabahı saat 7:42’de, her zaman olduğu gibi yatağımın
üzerinde bağdaş kurmuş sabah medltasyonumu yapıyordum. Arkamı da
yadığım duvar titremeye başladı. Binada gürültüler olduğunu duyuyor
dum. Medltasyonumu yapmaya devam ettim, çünkü apartmanın üst ka
tında oturan kişilerin çevrelerine karşı pek saygılı insanlar olmadıklannı
bildiğimden, onlann yine kavga etmeye başladıklarını düşündüm. Belki
kavgaya o gün biraz erken başlamış olabilirlerdi.
İki katlı bir binanın alt katındaki orta dairede oturuyordum. Her kat
ta dört daire vardı. Ahşap bir bina olduğu için üst kattaki dairedeki hare
ketler, yürüyüş, zıplayış, veya düşüşler, benim oturduğum alt kattaki da
irede rahatlıkla duyulablllyordu. Sürekli yüksek sesle ve kavga edermiş
gibi İspanyolca konuşan Meksika kökenli ufak tefek bir kadınla, sıska,
uzun boylu, kollan dizlerine kadar uzayan, saçlan dökülmeye başlamış
otuz yaşlannda bir erkek üst katta oturuyordu.
1 Ekim sabahı patırtı ve gürültünün onlardan geldiğinden o kadar
emindim ki, durumumu hiç bozmadan, medltasyona devam ettim. Bir
yandan ne kadar kaba olduklannı düşünüyor ve İçimde kıpırdanmaya
başlayan kızgınlığı hissetmeye başlıyordum, diğer yandan da, dışarda
olup biten olaylara rağmen derin medltasyon yapabilmeyi öğrenmem İçin
bundan daha lyl fırsat olamayacağını düşünüyordum.
Altımdaki yatak sallanmaya başladı. Yalnız yatak değil, bütün oda
sallanmaya başladı. Binanın tümünün sarsıldığını ve uğultu halinde bir
gürültünün her tarafı sardığını duydum. İnsan çığlıkları, çocuk ağlayışı
ve gürültüler gelmeye başladı. Yukandakilerin bütün binayı bu kadar
sallayamayacaklannı düşünürken, bunun bir deprem olduğunu farket-
98 İNSAN VE DAVRANIŞI
geçici bir kuramdın daha sonradan gelen duyusal verilerle ya daha kuvvetle
nir ya da zayıflayarak yerini başka geçici bir kurama terkeder. Her birey ku-
rammı. kendi yaşantısı ve deneyimleri çerçevesinde kurar. Bu özelliğinden
dolayı temelde algı, son derece öznel bir süreçtir, insamn yarattığı her şey
kendi algısal süreçlerinden geçerek oluşur. Uygarlık ve kûltOrûn temelinde
de bu süreçler yatar.
Bu bölümde hem duyusal, hem de algısal süreçleri inceleyeceğiz. Önce
duyu organlanna ve duyusal süreçlere »bakacağız. Daha sonra, daha yüksek
düzeyde zihinsel (bilişsel) süreçlerin İşin içine girdiği algısal süreçleri gözden
geçireceğiz.
1. ALGISAL EŞİKLER
özel Alıcılar
Birisi size, **Ben kulağımla görür, gözümle işitir ve cildimle tad alınm” de
se herhalde ciddiye almazsınız, veya onun akıl hastası olduğunu düşünürsü
nüz. Biz. son derece değişik enerji türlerinin İçlçe girdiği karmaşık bir çevre
de yaşarız. Uzmanlaşmış alıcı organlar (rcccptors). çevredeki belirli eneıjl tür
lerine seçici tepki gösterirler ve böylece biz duyumsama ve algılama sürecine
başlarız. Örneğin, göz ışık dalga boylanna. .kulak ses dalg^ boylarına, dil
kimyasal enetjiye seçici tepki gösterir. Bu alıcı organların yapılan birbirlerin
den farklıdır.
Psikologlar şimdi altı veya yedi du3ru organından bahsediyorlan Göz. ku
lak, dil, cilt, burun, hareket algılamasını sağlayan kas eklem yerlerindeki ki
netik alıcılar ve denge duyumunu veren iç kulakta yanm-daire kanallannda
bulunan alıcılar. İleride alıcıların yapılarını ye fonksiyonlannı daha aynntılı
olarak inceleyeceğiz.
Muüak Eşik
Güney Kaliforniya'da günde ortalama 30 kadar deprem olduğu saptan
mıştır. Burada oturan insanlar, duyarlı aletler tarafından kaydedilen dep
remlerin ancak belirli bir derece üstünde olanlannı fark edebilir. Alıcı organ
lar çok düşük düzeydeki uyarıcı şiddetine tepkide bulunamazlar. Duyarlı
aletler tarafmdan ölçülebilen bazı ses dalgalarını biz duyamayız. Bazı ışık
uyancüan o kadar düşük şiddettedir ki. göz tarafından alınmaları olanaksız
dır. Bir alıcı organm uyanlabildiği en ufak uyancı şiddetine mutlak eşik (ab-
solute thresholdl’adı verilir.
Mutlak eşiği bulmak için yükselen ve alçalan uys^cı şiddetleri yöntemi
kuUanıbr. örneğin, görme duyusunu ele alarak bu yöntemi uygulayalım. Bi
reyin görebildiği ışık şiddetinde başlayarak, bu ışığı gittikçe azaltıp, sonunda
göremeyeceği bir ışık şiddeti düzeyine indiririz. Bu yolu izleyerek öyle bir ışık
şiddetine geliriz ki. birey bu noktada. ışığı görüp görememe arasında bocala
maya başlar. Tepkilerinin yüzde ellisi “Evet görüyorum." diğer yüzde ellisi de
“Ha3nr göremiyorum" biçiminde olur. Bu iş defalarca tekrarlanır ve hesapla
bir değer ortaya çıkarılır. Bu değer bireyin mutlak eşiğini gösterir.
100 İNSAN VE DAVRANIŞI
Fark Eşiği
Duyu organlanna ulaşan uyancılar sürekli olarak aynı düzeyde kalmayıp
değişim gösterirler. Uyancılarda meydana gelen sürekli değişikliklerin hangi
lerini fark ederiz? Birkaç Örnek vererek konuyu daha somutlaştıralım, örne
ğin. karanlık bir odada yakılan bir kibrit hemen farkedlllr. Ne var ki 200
wattlik bir lambayla aydınlatılmış bir odada yanan kibriti, kimse fark ede
mez. Bir uyancıda fark edilebilen en ufak şiddet değişimine fark eşiği (difie-
rence/dliTerential threshold) adı verilir. Mutlak eşikte olduğu gibi, alçalan ve
yükselen şiddet dereceleri kullanılarak, deneğin yüzde elli fark ettiği ve yüzde
elli fark edemediği miktarlar bulunur. Bulunan miktarlar o bireyin fark eşiği
ni belirtirler.
Fark eşiği, bireyin içinde bulunduğu fîzyolojlk koşullara, uyancının baş
langıç şiddetine, kişinin dikkat derecesine ve diğer bazı koşullara bağlı ola
rak değişir. Her şeye rağmen, genel olarak bir gözlem yapmak olanağı vardır.
Alman fizyologu E. H. Weber fark eşiği üzerinde 1834*te çalışmalar yapmış ve
şimdi Weber oranı tWeber's fraetion) olarak bilinen
formülü gelişUrmlşlir.
Bu oran:
-T“ « k
2. DUYUSAL UYUM
veya nesneyi hâlâ görmeye devam ediyorum?” Günlük hayatta gözle İlgili du
yusal uyum olmamasımn nedeni, göz sürekli kıpırtı İçinde olduğundan gö
rüntünün retinada hep aym yere düşmemesidir. Deneysel koşullar altında
görüntü retinada aynı yere düşürüldüğünde, kısa bir süre sonra retinanm
duyusal uyum yaptığı ve görüntü algılamasının da kaybolduğu gözlenmiştir.
3. İKİNCİL DUYULAR
Duyu hücreleri özel bir tip sinir hûcreleridir.dlğer sinir hücrelerinden ay
rılan yönleri vardır. Diğer hücreler uyanhnayı* sinaptik ortamdan abrken. du
yu sinir hücreleri İç veya dış çevredeki eneıji türlerine seçici tepkide bulu
nurlar. örneğin, göz dış çevredeki belirli ışm dalgalarma seçici tepkide bulu
nur ve böylece çevremizi görmemizi sağlar. Kaslardaki ve eklem yerlerindeki
hareket algılayıcı duyu hücreleri, iç çevredeki faaliyetler hakkında bize bilgi
verir. Her duyu hücresinin tepkide bulunduğu eneıji türü farklıdır; kimi ısı
ya, kimi mekanik basınç ve harekete, kimi kimyasal yapıya, kimi ses dalgala-
nna seçici tepkide bulunur. Beyin, bu duyu girdilerini alarak iç ve dış çevre
hakkmda bilgi sahibi olur.
(*) Bazı kimselerin duvarlara “su dökmeleri”, onların şehrin o bölgesini kendi sınırlan
olarak ilan etme arzusundan gelmemektedir. Halk tuvaletlerinin sık olmayışı ve
vatandaşın bir^sel geçmişinde duvara ”su dökme“ alışkanlığının oluşu, “ihtiyaç
halinde* bu davranışı hemen ortaya çıkarabilmektedir. Köpeklerin ve kurtların
yaptığı gibi evimizin sınırlannı idrarla tanımlamaya çalışırsak, o zaman kurtların-
kine benzer bir sistem kullanmış oluruz.
104 İNSAN VE DAVRANIŞI
Dokunma Duyusu
Cildimiz sıcaklık, soğukluk, basınç, acı ve
agn duyxımlannı alır. Birkaç yıl öncesine kadar
dört duyumun her biri İçin derimizde ayn sinir
hücreleri bulunduğu kabul edilirdi; bu yorumun
yetersiz olduğu anlaşılmıştır. Gerçi derimizde ba
zı sinir hücreleri sıcaklığa daha çok tepkide bu
lunur ama. sıcaklığa başka alıcı hücreler de tep
ki yaparlar. Bu durum soğukluk, basınç ve acı
duyumlan İçin de söz konusudur.
Deneylerin ayrmtılanna girmeden, elde edi
len bulgulan kısaca özetlemekle yetinelim; Deri
deki alıcı duyu hücreler birbiriyle sürekli etkile
şim içindedir: deri duyumlannın temelinde, tek
tek sinirsel hücreleri değil, karmaşık ve blrblle-
rlyle ilişki içinde olan “duyu hücre örûntüleıi"
yatar. Acı, sıcaklık, soğukluk ve basınç, basit
Şekil 3.1 Ilık ve soğuk uyarıl tek tip alıcı hücrelerin değil, birbirinden farklı
manın sonucu sıcaklık duyumu türden hücrelerin etkileşimleri sonucu ortaya çı
ortaya çıkar. Helezon borular kar.
dan ılık (40-44°C) ve soğuk (0-
5*’C) su geçirilince denek avu
cunun yandığını hisseder. Bu Pozisyon Duyusu
deney, sıcaklık duyumunun ılık
ve soğuk alıcılarının aynı anda Bedenin nasıl bir pozisyonda olduğunu bildi
ren alıcı hücreler iki türdür. Birinci türü oluştu
uyarılmasıyla ortaya çıktığını
gösterir. ran kinestetik alıcılar (kinesthetlc receptors) kas,
kiriş ve eklemlerde yer alırlar. Hareket ettiğimiz
zaman, bedenimizin neresinin ne gibi bir hareket
yaptığını bize bu duyu hücreleri bildirin hangi kaslann gergin, hangilerinin
gevşek olduğu, beden ağırlığımızın hangi ayak üzerinde ne kadar bulunduğu
ve bedenin geri kalan kısmmın hangi pozisyonda olduğu hakkında bize bilgi
verir. Bu alıcı hücreler olmasaydı, bedensel hareketimizi koordine etmek zor
olurdu. Değil yalnız dans etmek ye bazı akrobatik hareketler yapmak, yürü
mek bile olanaksız hale gelirdi.
Bedenimizin dengesi hakkında bilgi veren denge duyusu hücreleri (equl-
llbratory receptors). kulağın iç yapısına yakm olan yanm’daire kanalları (se-
mlcircular canals) ve vestibûler torbalar (vestibular sacs) içinde yer alırlar.
Kulağın yapısmı İncelerken bu kanallara da değineceğiz. Şekil 3.5*te inceleye
ceğimiz gibi, vesübüler torbalar, kulağın satyangozu ile yanm kanallar İçinde
bulunur. Denge duyusu hücreleri bedenin yer çekimine göre ne pozisyonda
bulunduğunu bildirir ve bedenin hangi kısımlarmın ne biçimde etkilendiğini
gösterir.
Birbirlerine düşey durumda üç yanm daire kanalı vardır. Kanaİlann içi sı
vı ile doludur. Başm hareketiyle bu sıvılar da hareket eder. Baş hareket edin
ce. kanallann iç kısımlannda yer alan kılcal sinir uçlanna bu sıvı basınç ya
par, basınç sinirsel enerjiye dönüşür ve beyine sinirsel mesaj olarak gider.
DUYUM VE ALGILAMA 105
Vestibûler torbacıklar İçinde biraz daha peltemsi bir sıvı vardır. Başın hareke
ti. sıvı dolu torbanın duvarlannda yer alan kılcal sinir uçlarının uyarmasma
yol açar. Bu sinirsel eneıji de beyine gider. Beyin yarım daire kanallarından ve
vestibûler kanaldan gelen duyusal bilgileri alır ve bedenin denge durumuyla
ilgili algılamayı oluşturur.
Koklama Duyusu
Koklama duyusu bazı hayvanlar için en önemli duyudur. Örneğin, köpek-
balıgmm gözü pek görmez ama koku alma duyusu çok gelişmiştir. Köpekbalı
ğı beyninin b0}rOk bir kısmı, insan beyninin ise ancak ufak bir kısmı koku al
ma işlevine ayrılmıştır. Koku duyusu, duygu ve heyecan yaşantımızla sıkı sı
kıya ilgilidir. Bu nedenle, yetişkin kadın ve erkekler güzel buldukları kokulan
sürünmek için önemU miktarlarda para harcamaktan çekinmezler.
Burnun üst kısımlarında koku epltali (olfactory epithelium) adı verilen
alıcı hücreler vardır. Buruna giren gazlar, burun içinden geçerken koku epl
tali hücrelerini uyanr, bu uyarılma sinirsel enerji olarak beyine gider ve ora
da algılanır. Koku alma hücreleri, herhangi bir sinaplik bağlantıdan geçme
den beyinle doğrudan ilişki kurar.
Burun
boşhj^u
Tad Duyusu
Tad tomurcukları (taste buds) adı verilen tad alma duyusunun alıcıları
dilin yanlarında, arkasında ve gırtlakta yer alırlar. Bu alıcılar sıvılaşmış mad
deleri duyumlayablllr. Aynada kendi dilinize baktığınızda, diliniz üzerinde
birçok çıkıntılar görürsünüz. Her bir çıkıntı çok sayıda tad alma tomurcuğu
nu içerir ve her tomurcukta da 20*den fazla tad alma hücresi vardır (Resim
3.3). Dilimizde, vücudumuzun diğer yerlerine yayılmış bulunan dokunma, acı
ve ısı (sıcak-soğuk) alıcı hücreleri de vardır. Bu alıcılar tüm tad ve lezzet alma
deneyimine katkıda bulunurlar.
Tad alma alıcılan, önceleri özelleşmiş işlevlere göre iş bölümü yapmış ola
rak bilinirdi. Son }allarda yapılan araştırmalar, hücrelerde bu kadar uzman
laşma olmadığını, her bir tad alma hücresinin dört temel tada tepkide bulu
nabildiğini göstermiştir. Fakat şunu da belirtelim ki. her bir alıcı hücrenin
daha kolaylıkla tepkide bulunduğu, bir anlamda tercih ettiği belirli bir temel
tad vardır. Dört temel tad tatlı, tuzlu, ekşi ve acıdır. Şekil 3.3 de gösterildiği
gibi, dilin uç kısmında bulunan hücreler daha çok tatlıya, dilin geriierine
doğru gittikçe hücreler sırayla tuzluya, ekşiye ve acıya daha duyarlı hale ge
lirler. Şeklide de görüldüğü gibi, tad alma alanları arasında bir çakışma söz
konusudur.
Yiyeceğin tadım ve lezzetini yalnız dilimizdeki tad alma hücreleriyle du
yumsamayız, burnumuzdaki koku alma hücreleri de yiyeceğin tadı ve lezzeti
hakkında bize önemli bilgiler verir. Soğuk algınlığıyla burnumuz tıkalı olduğu
zaman yemeğin pek tadını alamadığımızı hepimiz biliriz; burnumuz tıkalı
İken yiyecekler lezzetini kaybeder. Böyle bir deneyiminiz olmadıysa, burnu
nuzu ve gözünüzü kapayın ve yediğiniz yemeğin lezzetini duyumsamaya çalı
şın. Yiyeceğin sertliği ya da yumuşaklığı, sıcak veya soğuk oluşu yiyecek zev-
DUYUM VE ALGILAMA 107
4. İŞİTME
işitme birincil duyulanınızdan biridir. Konuştuğumuz dil. işitme duyumu
üzerine kurulmuştur. Hepimizin bildiği gibi dil. bugünkü insan uygarlıgınm
temelinde yatar. "Nasıl işitiriz?" sorusuna ses olayını inceleyerek başlayaca
ğız. Daha sonra kulağın yapısını ve işitmenin nasıl gerçekleştiğini açıklayan
kuramlan inceleyeceğiz.
Ses Dalgalan
Ses duyusu sıkışan ve gevş^en hava moleküllerinin yarattığı ses dalgala-
nnın kulaktaki alıcı hücreleri eücilemesiyle oluşur. Ses dalgalan su üzerinde
görebildiğimiz dalgalan andırır. Durgun bir havuza taş attığmızda taşın düş
tüğü yer merkez olmak üzere, merkezden uzaklaşan ve uzaklaştıkça büyüyen
halkalar görürsünüz. Halkalar merkezdan uzaklaşarak büyüdükçe, kuvvetle
rinden kaybederler ve belirli bir uzaklıktan sonra ortadan kaybolurlar. Su yü
zeyinde gördüğümüz bu dalgalan, su moleküllerinin biraraya gelerek sıkış
ması ve daha sonra gevşemesi meydana getirir.
Ses dalgalan da aynı biçimde oluşur. Belirli bir ses kaynağı, örneğin bir
davula vurulan tokmak, hava moleküllerinin biraraya sıkışıp daha sonra gev
şemesine yol açar. Davula vurulan tokmaktaki mekanik eneıjl, davulun deri
sini. tokmağın vuruş şiddetine orantılı olarak titreştirir. Titreşen deri, kendi
sine temas eden hava moleküllerini harekete geçirir. Hava moleküllerinin tit
reşimi demek, moleküllerin sıkışması (compression) ve sıkışmayı takiben gev
şemesi (rarefaction) demektir. Gevşeme ve sıkışma birbirini izleyerek hava tit
reşimini oluşturur. Hava titreşimlerinin hızı, deniz dûze}^nde saniyede 340
metre civarındadır.
Şekil 3-4'te davuldan yayılan ses dalgalan şematik olarak görülüyor. Bu
dalgalar birbini takip eden iniş çıkışlardan oluşur ve sinüs dalgası (sine wa
ve) adıyla bilinir. Sinüs dalgasmın tepeleri hava moleküllerinin sıkıştığı bölge
lere. vadileri de gevşediği bölgelere karşılıktır. Bir ses dalgasının önemli ûç
boyutu vardın frekans, genlik ve karmaşıklık.
Saniyedeki tekrar miktan. o ses dalgasının frekansım (frequency) oluştu
rur. Şekil 3-4'te yatay düz çizgi hava moleküllerinin ilk başlangıçtaki orijinal
EnyCks^
Endüşük
Ş«kil 3.4 Ses dalgasının ortaya çıkışı ve yapısı.
DUYUM VE ALGILAMA 109
Kulak Yapısı
Şekil 3-5 kulağın yapısını gösteriyor. Şekilde gördüğünüz gibi, kulak dış
kulak, orta kulak ve iç kulak olmak üzere üç değişik kısımdan oluşur.
Dış kulak kulak kepçestylc, işitme kanalından oluşur ve dış çevredeki
ses dalgalannı alıp, kulak zarına yöneltme İşlevini görür. Kulak zarı dış ku
lakla orta kulak arasında yer alan İnce bir zara verilen isimdir.
lio in s a n v e DAVRANIŞI
İşitme Kuramları
Korti organı bir bezelye büyüklügündedir ve sesi duyumlayan alıcı kir
piksi hücreler bu organ üzerindedir. Nasıl oluyor da birbirinden farklı binler
ce sesi bu kadar ufak bir organ ayırt edebiliyor? İki temel kuram bu olayı
Yarımddre Hanaltar
. (Hareket duyumu)
Çekiç Üzengi \ Oval pencere
i$ilme sinirt
Köklea
östeMboresu
-KolümnmoMÇBksaMI
Ba^üerzarvekılcai höoreler
K l a n ı n ı m ^ a s ı n A gflrOnCşû
BazJierzarvelotealhOcretof
Oûfaklrekaralı saate
ond pancara jraianınd^ b^arıajtnortateHKteE
İdeal h<knte(^aretotega^rir zstanh^atetagaıte.
W /
aD-Hılık bir 8 « Mt(«t baâar car boyunca eyt\ı hsitteü
ortayaçd(«v. 10004bSkblr>as.bai)nbu^arb6)runea
lOOHdk bk saknım otla^ çıkaracakitr.
açıklamaya çalışır, ilk kuramın adı yer kuramıdır (placc thcory) ve sesin per
desiyle. saİ3rangoz İçindeki baziler zann uyarıldığı yer arasında bir ilişki ol
duğunu varsayar. Bu kurama göre, yüksek frekanslı sesler, zann oval pence
re yalanındaki dar ucunu, düşük frekansb sesler de zann orta kısmını etki
ler.
İkinci kuram frekans kuramı (freqençy theory) olarak bilinir ve beyine gi
den sinirsel eneıji frekansının beyin tarafından perde olarak yorumlandığını
varsayar. Bu kurama göre, baziler zardaki tüm alıcılar bütün frekanslara du-
yarhdır. Frekansla ilgili bilgi, alıcı hücrelerin deşaıj frekansında, şiddet ile il
gili bilgi ise uyarılan sinir sayısında kodlanır. Araştırmalar, her iki kuramm
da doğru yönleri olduğunu gösteriyor. Bilim adamlan hem yer kuramının,
hem de frekans kuramının nasıl işittiğimizle ilgili gerçeğin bir kısmını açıkla
dığı görüşündedirler.
laklara hangi şiddette geldlgl de bir İpucu olarak kullanılır. Ses kaynağı yö
nündeki kulak ses dalgasını. Öbür yöndeki kulaktan daha şiddetli alır; şiddet
farkı sesin kaynağının hangi yönde olduğunu belirtir. Ses tam karşıdan, ya
da tam tepeden geliyorsa, İki kulağa gelen ses arasında zaman ve şiddet farkı
olmaz. Bu durumda sesin kaynağını saptamak zorlaşır. Bu durumlarda baş
sağa sola, aşağı yukarı çevrilerek, zaman ve şiddet İpuçlan yakalanır ve sesin
kaynağı anlaşılır.
Ses kaynagmm uzakUğmı algdamak : Sesin yansıyarak ilerleme özelliği,
sesin kaynağının uzaklığmı algılamamızda temel etkendir. Bir ses ne kadar
yankılı olarak kulağımıza ulaşıyorsa, o sesin kaynağı o denli bizden uzakta
demektir. Deneysel koşullar altında laboratuvarlarda yapılan denemelerde,
sesin yankı özelliği denetim altında tutulduğunda, deneklerin ses kaynağınm
uzaklığını algılamada hata yapma}ra başladıkları gözlenmiştir.
Bir sesin hangi yönde hareket ettiğini algılamak: Ses kaynaklan sabit ol
mayabilir. Yolda hareket eden bir arabayı düşünün; gözleriniz kapalı da olsa,
arabanın hangi yönde gittiğini anlayabilirsiniz. Dpppler etkisi (Doppler efiect)
denen olay, ses kaynagmm hareket yönünü algılamamıza yardım eder. Ara
banın hareket ettiği yönde yayılan ses dalgalan, arabanın hızmdan oluşan
bir basınç altmdadır ve bundan dolayı sıkıştırılmış bir durumdadır. Ters yön
deki ses dalgalan ise. yine arabanın hızından dolayı, gevşek durumdadır. Bu
olaya Doppler etkisi adı verilmiştir. Kulağımız ses dalgalanma sıkıştınimış
veya gevşek olduğunu hissedebilir. Bu duyular, ses kaynağının gidiş yönü
hakkında, beyinde bir algılama oluşturur.
Vücut İçinde kalp atışı, kanın dolaşımı, sindirim organlannın çalışması
gibi ses çıkaran sürekli hareketler vardır. Düşük frekanslı olduklarından bu
sesler duyulmaz. Kulağınızı parmaklannızla kapatın ve bir sûre kalbinizin
atışını dinleyin. Kalbinizin sesini sürekli duysaydınız. dış dünyadaki sesleri
algılamakta güçlük çekerdiniz. Çok alçak frekansların algılanmayışı, bu ba
kımdan işimize yarar.
5. GÖRME
Işık
Gözümüzün algılayabileceği ışık eneıjisi. geniş bir elektromanyetik dalga
dağılımının ufak bir bölümünü oluşturur. Örneğin, radyo, televizyon, radar
ve röntgen dalgalan, yukanda sözünü ettiğimiz elektromanyetik dalga dağılı
mı içinde yer almalanna rağmen, gözümüz bu dalgalan algılayacak yetenekte
değildir.
Elektromanyetik dalgalann hava molekülleriyle ilişkisi yoktur, onlann
yapılan elektromanyetik enerjinin yoğunlaşması ve zayıflaşmasından oluş
DUYUM VE ALGILAMA 113
G ö z ü n T a p ıs ı
Göz karmaşık fakat son derece mükemmel İşleyen bir mekanizmaya sa
hiptir. Bir mum ışığını 35-40 km uzaklıktan görebilen duyarlığa sahip olan
göz, son derece parlak güneş ışığında da görevini yapar. Gözümüze birkaç
santimetre yakmiıktaki nesneleri görebildiğimiz gibi, bizden milyarlarca ışık
yılı uzaklıkta bulunan yıldızlan da görebiliriz. Gözümüzün yapısını inceleye
rek görme işlevini nasıl yerine getirdiğini anlayalım.
Şekil 3-7'de görüldüğü gibi, gözde birbirinden farklı yapılar bulunur. Işık
göze öndeki saydam tabakadan (comea) girer, iris (iris), gözün renkli kısmı
dır ve kaslardan oluşur. İrisin ortasında yer alan gözbebeği (pupil), iris kasla-
Görmednlıl i
Şekil 3.7 (a) Sağ gözOn enlemesine kesit görüntüsü, (b) retinanın kesitinin büyütülmüş
görünüşü.
İD a
114 İNSAN VE DAVRANIŞI
Şekil 3-9 Kör noktanızı görebUtrsiniz. Kitabı önOnOzdo tutun. Sol gözOnûzO kapayın
ve noktaya gözünüzü dikin. Çevresel görüşünüz içinde X işaretini görmeye devam
edersiniz. Şimdi kitabı yavaş yavaş kendinize doğru getirin. Belirli bir noktada X işareti
kaybolur. Bu anda X'ln görünümü kör noktanız üzerine düşmektedir. Sağ gözünüzü
kapayıp aynı işlemleri yaparak, sağ gözünüzün kör noktasını da keşfedebilirsiniz.
116 İNSAN VE DAVRANIŞI
Karanlığa Uyum
Gözümüz, hem karanlığa hem de aydınlığa uyum yapabilecek yetenekte
dir. Gündüz hiç sinemaya gittiniz mi? Sinema salonuna ilk girdiğinizde per
denin dışında hiçbir şeyi göremezsiniz. Birkaç dakika sonra yavaş yavaş kol
tuklan ve oturan. İnsanlann siluetlerini görmeye başlarsınız. Karanlık or
tamlarda ışığa duyarlık kazanmaya karanlığa uyum (dark adaptation) adı ve
rilir.
Bunun tam tersi olan aydınlık ortamlarda ışık düzeyine duyarsızlık ka
zanma sürecine. ışığa uyum (llght adaptation) adı verilir. Işığa uyuma örnek
olarak, karanlık bir odadan birdenbire aydınlık bir yere çıkmayı verebiliriz.
Karanlık bir odadan aydınlığa birdenbire çıktığımızda, gözümüzü kırpıştıra
rak ışık miktannı azaltmaya çalışırız daha sonra gözümüz ışığa uyum sağla-
dıktap sonra normal gün ışığından rahatsız olmayız.
Şekil 3-10 çubukçuk ve mızrakçıklann karanlığa uyum eğrisini veriyor.
Şekilde gördüğünüz gibi çubukçuklar 10 dakika gibi kısa bir süre içinde
uyumlannı tamamlasalar da belirli bir ışık şiddetinin altındaki ışıklara hiçbir
zaman duyarlılık kazanamazlar, öte yandan çubukçuklar. uzun zaman
DUYUM VE ALGILAMA 117
Renk Duyusu
Renk duyusu İnsanlarda gelişmiş olduğundan birbirinden farklı değişik
renkleri görebiliriz. Renkleri üç temel boyutta toplamak gelenek olmuştur.
Bunlar kırmızı-yeşil, san>mavi ve styah-beyaz boyutlarıdır. Organizma her üç
boyuttaki renkleri görebiliyorsa ona trikromaiik (trichromatic), iki boyuttaki
renkleri görebiliyorsa dikromatik (dichromatlc). yalnız bir tek boyuttaki renk
leri görebiliyorsa monokromatik (monochromatic) adı verilir.
özellikle erkeklerde rastlanan ve renk körlüğü adı verilen bir görme bo
zukluğu vardır. Bu görme bozukluğuna sahip kimselerin bazıları kırmızı ile
yeşili, diğerleri ise mavi ile sarıyı ayırt edemez. İnsanların büyük çoğunluğu
trikromatik görüşlü iken, bu kimseler dikromatik görüşlüdürler. Dikromatik
görüşlü kimseler arasmda kırmızı-yeşU körlüğü en yaygm olanıdır.
Kırmızı, mavi ve yeşil temel ışık renkleridir. Diğer bütün ışık renkleri bu
üç temel rengin karışımından elde edilebilir. Temel renk kavramını kullana
rak renkleri nasıl algıladığımızı açıklayan çeşitli renk algılama kuramları var
dır. Bunlardan en tanınmışı Young-Helmholtz kuramıdır.
İlk olarak Thomas Young tarafından 1802'de ileri sürülen bu kuram da
ha sonra Hermann von Helmholtz tarafmdan 1852*de gözden geçirilerek daha
da geliştirilmiştir. Young-Helmholtz kuramına göre her temel renk (kırmızı,
mavi, yeşil) için ayn bir mızrakçık hücresi vardır ve bu* hücreler ancak kendi
118 İNSAN VE DAVRANIŞI
6. ALGILAMA VE YAŞANTI
I
(3 0
oOo
oo o a
.OOO
oo
X V 2
(e) Ortadaki yuvarlak her İki şekilde de aynı büyüklükte olduğu halde,
kûçûk daireler arasında yer alan soldaki yuvarlak, sağdaki şekildeki
orta yuvarlağa göre daha bûyûk görünür.
(0 Bir şeyin eksik olduğu hissediliyor ama. ne olduğunu anlaşılamı
yor.
(g) insan şekillerinden hangisi daha bûyûk görünüyor? ölçülürse,
hepsinin aynı boy olduğu bulunur.
(h) Hangi çizgi ^ n ln devamıdır? Bir cetvel alın ve deneyerek bulun.
(D Bourdon yandsaması: Şeklin sol kenan gerçekte dûz olmasına rağ
men. eğik gözükür.
8. ALGILAMA SÜREÇLERİ
Şimdi algılamanm Önemli iki sürecini ele almaya hazınz. Bunlardan ilki
seçici dikkat, diğeri de organizasyondur.
gınız yeni sesler var ım? Kalbinizin atışını hissedebiliyor musunuz? Ayagmız-
da çorap var mı, kitabı okurken çorabın olduğunun veya olmadığmın farkında
mıydınız? Oturduğunuz yer yumuşak mı, yoksa sert mi? Bedeninizin duru
mu nasıl; beliniz, omuzunuz, boynunuz rahat mı, yoksa gergin misiniz?
Dış uyancılann hepsinin farkında olarak okumaya devam etseydiniz,
okuduğunuzdan bir şey anlayamazdınız. Beynimizin giren duyu verilerini iş
leyerek anlamlı bir algı oluşturma kapasitesi son derece smırbdır. Bu neden
le beyin, belirli değişkenlerin etkisi altmda sürekli seçerek algılar. Seçme ola
yı, algılama olayının en belirgin özelliklerinden biridir.
Algısal seçimi etkileyen değişkenleri iki temel grupta toplayabiliriz. Bun
lardan ilkini algılanan uyancıyla ilgili özellikler. İkincisini de algılayan bireyle
ilgili özellikler oluşturur.
Algısal seçimi etkileyen uyarıcıyla Ügili değişkenler: Dış dünyadaki uya-
ncüar, belirli bazı özelliklerine göre dikkatimizi çeker ve hemen algılanırlar.
Bu özelliklerden en başta geleni uyancınuı değişkenliğidir (change in stimu
lus). Değişiklik gösteren uyancı hemen dikkati çeker.
Seçiciliğin temelinde hem duyusal uyum, hem de evrimsel yaşam kavgası
yer alabilir. Daha önce de sözünü etmiştik, bir duyu organı belirli tür bir
uyancıya uzun sûre maruz bırakılırsa, duyu organı o uyancıya uyum yapar.
Uyancıda bir değişiklik olduğu zaman, duyu organı hemen farkına vanr. Ev
rimsel yönden, uyarıcı değişkenliğinin hemen farkına varmanın önemini kav
ramak zor değildir. Doğada, hayvanlara gelen tehlike, hareket halinde olan
diğer yaratıklardan gelir. Bu nedenle hem avlayan, hem de avlanan hareket
lerine dikkat etmek zorundadır. Geçmişte biz insanlar bazı hayvanlar gibi av
cıydık. Kendi karnımızı doyurmak ve çocuklarımızı beslemek ancak İyi avcı
olmakla mümkündü.
Reklam şirketleri hareket eden reklamlarla, uyarıcının bu özelliğinden
yararlanmak İsterler. Aynı hareketin tekrarı (repetition) ilk başlarda dikkati
çeker, daha sonra tekrara uyum yapılır. Fakat algısal uyum ortaya çıkmadan
önce, tekrar edilen uyancı tümüyle algılanır.
Dikkatimizi çeken uyancı özelliklerinden bir diğeri de uyarıcının bûyûktû-
gûdür (size). Uyancı büyüdükçe dikkatimizi daha çok çeker. Aynı biçimde
uyananın şiddeti (intensity) de dikkati etkiler. Parlak renkler, yüksek sesler,
şiddetli acı, kuvvetli koku hemen dikkatimizi çeker. Renkli uyancılar. renksiz
uyancılandan daha kolaylıkla dikkatimizi çeker. Renkler arasında da. saf
renkler, kanşık renklerden dikkati daha çok çeker. Tüm saf renkler arasmda
da kırmızı ve mavi, san ve yeşile göre dikkati daha çok çeker.
Algısal seçimi etkileyen algılayıcıyla ûgüi değişkenler: İçinde bulunduğu
muz durumla ilgili beklentilerimiz (expectation) o durumda bulunan uyancı-
lardan hangisini seçeceğimizi önemli derecede etkiler. İşten dönüp eve gelir
ken çocuklann bizi karşıladıklan köşede “gözümüz onlan arar."
İlgiler (interests) ve o anda içinde bulunulan gereksinmeler (needs) algı
sal seçimi etkiler. İstanbul'da aynı sokakta yürüyen İki turistten biri mimar
sa evlerin yapı biçimlerine dikkat eder, diğeri kedileri seviyorsa sokak kedile
rini gözler. Aynı biçimde, aç olan birey lokantadan gelen kokulan hemen far-
keder. tok olan ise bunlann farkına bile varmaz.
DUYUM VE ALGILAMA 123
Örgütleme
Algılama ile İlgilenen psikologların öğrendikleri İlk şey. algının bir örgüt
leme olduğudur. Dûn3ra}a rasgele bir araya gelmiş, gelişigüzel nesnelerin di
zildiği bir çevre olarak görmeyiz. Bize gelen duyulan derler, toparlar, organize
ederek bir anlam veririz. Algı, kendisini oluşturan duyusal girdilerin topla-
mmdan daha fazla bir anlam İfade eder: Bu gerçeği, algısal psikoloji üzerinde*
çahşan ilk Alman psikologlan gestalt kelimesi İle ifade ettiler. Bazı organizas
yon kurallan -gestalt ilkeleri- algılamamızı etkilen bu kurallardan önemli blr-
kaçmı kısaca belirtelim:
Şekiî-Zemin (figure-ground) îlişktsi : Bûtûn
algılamalarda bir şekil ve bir zemin vardır. Şekil,
arka yüzeyi oluşturan zemin İçinde anlamını ka
zanır. Şekil-zemin İlişkisi bütün duyu organlan-
nı kapsar. Kuş sesini dinlerken, trafik sesi arka
da bir zemin oluşturur. Birisi sırtımıza dokundu
ğunda, elbisemizden sürekli gelen duyum zemi
ne. kişinin dokunmasıyla oluşan duyum şekle
örnektir. Otunna odasının alışageldiğimiz koku
su zemin, mutfaktan gelen soğan kokusu şekil
dir.
Görsel alanda şekil bize daha yakındır ve bir
nesne izlenimi verir, bir biçimi vardır: zemin İse
tanımlanması zor bir madde İzlenimi taşır. Şekil.
a}rnı aydmiık şiddetinde olsa dahi, zeminden da
ha aydmiık görünür. Şekil daha etkile3dci bir iz
lenim yapar ve daha iyi hatırlanır.
Şekil ve zeminin blrblrlyle yer değiştirdiği al
gılamalarımız vardır. Bir biçimi önce şekil olarak
görürken, biraz sonra zemin olarak görebiliriz.
Ancak, bir biçimi, aym anda hem şekil hem de
zemin olarak göremeyiz. Şekil 3.13 ve 3.14 bu
Şekil 3.13 (OsttB): Dönüşüm
nun güzel örnekleridir. Şekillerdeki çizimleri hem
gösteren şekil. Hem insan yü
şekil hem de zemin olarak a3mı anda görmeye ça zü hem de vazo şekil olarak
lışın. Şekil 3.13'tekl çizimi hem vazo hem de yüz görünebilir. Ama. aynı anda
olarak aynı zamanda göremezsiniz. Uzun zaman hem şekil hem de zemin olarak
kör kalmış kişiler ameliyat sonrası görmeye baş görülemez.
layınca. şekll-zemin ilişkisini hemen algılayabilir Şekil 3.14 (Altta): Çizgilerle
ler. Bu gözlemler,, şekil-zemin algılamasmm do belirtilmiş küp. Bu küpün hangi
köşesi size daha yakındır? Kü
ğuştan gelen bir özellik olduğunu, öğrenme sonu
pe sürekli bakarak algılamanız
cunda kazandığımız bir davranış olmadığını gös da ortaya çıkan değişimi izle
terir. yin.
124 İNSAN VE DAVRANIŞI
'. ‘ A
•^4
^ « 1
' r * 's
Şekil 3.15 Tamamlama. Görünen şekiller dağınık biçimde kağıt üzerinde duran
lekelerden oluştuğu halde, biz belirli bir yapıyı tamamlayarak görebilmekteyiz.
][][][]
Şekil 3.16 Devamlılık kuralına Örnek. Şekil 3.17 Yakınlık kuralından dolayı
birbirine yakın çizgileri gruplarız.
DUYUM VE ALGILAMA 125
Şekil 3.20 Bu fotoğrafta birçok ipuçlarını birlikte görmekteyiz: Araya girme, görüntü zayıf
laması. Örüntü gradyeni. çizgilerin uzakta kesişmeleri ve görsel büyüklük ipuçları, birlikte
uzaklık hakkında fikir verirler.
DUYUM VE ALGILAMA 129
1 rî
Şekil 3.23 Göreli bOyflklOk ve ipucunun tutaılıiığı. (a) Göreli bOyOklOk ken
di başına: Küçük şekil daha uzakta algılanmaktadır, (b) Her üç ipucu da
birbirleriyle tutarlıdır: Görel büyüklük, uzaklaşan çizgilerin kesişimi, yük
seklik. (c) Yükseklik ve göreli büyüklük birbiriyie tutarsızdır: Küçük şekil
cüce bir kimse olarak algılanmaktadır, (d) Yükseklik büyük şekille tutarlı
dır: Küçük şekil dev bir insan yapısında algılanmaktadır, (e) Yükseklik her
iki şekilde de tutarsızlık göstermektedir: Büyük şekil dev bir kimse olarak,
küçük insan ise küçük bir cüce olarak algılanmaktadır.
130 İNSAN VE DAVRANIŞI
nu ve her bir düzeyde son derece karmaşık süreçleri İçerdiğini aklımızda tu
tarak. burada kısaca dilin yazılı ve sözlü algılamasından bahsedeceğiz. Şu
anda sizin yaptığınız okuma İşlemine bir göz atalım. Biliyoruz kİ. yavaş oku
yanlar ve hızlı okuyanlar vardır. Mason (1980) adlı psikolog, yaptığı araştır
malar sonucunda, hızlı okuyan kimselerin okurken, bir satırda gözlerinin da
ha az sayıda atlama yaptığmı keşfetmiştir. Biz okurken gözümüz durma ve
sıçrama hareketleri yapar. Hızlı okuyanların bir satırdaki durma ve sıçrama
ları daha az sa3ndadır.
Demek oluyor ki, hızh okuyanlar satırın daha büyükçe bir kısmmı bir ba
kışta görürler ve her bir göz atlaması, daha büyük bir kelime grubunu içerir.
Yavaş okuyanlar, bunun tersine, ufak ufak kelime öbeklerine bakarlar. Diğer
bir dc3dşle, yavaş okuyanlar hece düzeyinde okuma birimlerini oluştururken,
hızlı okuyanlar kelime ya da tümce düzeyinde okuma birimlerini oluşturur.
Denemeler, bireyler okuma egserslzlerl yaparak okuma alışkanlıklarını geliş
tirdikçe, hece ve kelime gibi küçük okuma birimlerinden, tümce . cümlecik ve
tüm cümle gibi daha bü3rük okuma birimlerine yükseldiklerini göstermiştir.
Daha önce bildiğimiz kelimeleri okumak, bilmediğimiz kelimeleri oku
maktan daha az zaman alır. Çok iyi bildiğimiz bir kelimenin yazılışındaki ha
tayı görmemiz daha zordur, çünkü iyi bildiğimiz kellme3ri bir birim olarak al
gılama eğiliminde olduğumuzdan, her bir harfine ve hecesine bakaıak analiz
etmeyiz; bu nedenle o kelimenin yazılışındaki eksik veya yanlış harfi görme
miz zorlaşır. Bilmediğimiz kelimelerin harflerinin teker teker farkına varma
mız daha kolaydır.
Yukarıda verilen örnekler yazılı dille İlgilidir. Konuşma dili üzerinde yapı
lan araştırmalar da, yazılı dille ilgili denemelerin sonuçlarına benzer sonuç
lar vermiştir. Ganong (1980) gürültülü bir ortamda dinleyicilere verdiği keli
meleri tanımalannı söylemiştir ve günlük dilde kullanılan, bilinen kelimele
rin, daha önce bilinmeyen kelimelerden daha kolaylıkla duyulduğunu gör
müştür.
Araştırmanın ortaya çıkardığı diğer ilginç bir bulgu da şudur: Kelimeler
tek tek verilmek yerine, cümle İçinde verildiği zaman, kelimelerin tanınması
kolaylaşır, özellikle, içinde bulunulan ortam, belirli bir kelimenin duyulma
olasılığım arttınyorsa, başka bir İfadeyle kelimenin duyulması bekleniyorsa,
kelime daha kolaylıkla algılanır (Mills, 1980). örneğin, kebapçıda söylenen
“Bursa", “yoğurtlu", “acılı", “yağsız" gibi kelimeler daha kolaylıkla algılanır ve
anlaşılır. Bir doktor muayenehanesinde aynı kelimeleri anlamakta güçlük çe
kebiliriz.
A 13 C D lE
10 II 12 13 14
0 >)
Şekil 3.27 Belirsiz şekiller, (a) genç bir kadını mı. yoksa yaşlı bir kadını mı
gösteriyor? (b) deki 13 her iki satırda ayn ayn okunmaktadır.
Şekil 3.28 Algısal sihirbazlık: şimrS insan, şimcH fare. Bir arkadaşınızla şu deneyi
yapın. Her iki dizi çizimler! kapayın, önce yukardaki dizideki resimleri soldan sâğa
teker teker arkadaşınıza gösterin ve her gördüğü çizimi tanımasını isteyin. Son çi
zimi bir insan olarak görecektir. Daha sonra başka bir arkadaşınıza alttaki diziden
başlayın ve soldan sağa siz gösterdikçe isimlendirmesini söyleyin. Sondaki aynı
resmi o fare olarak görecektir.
nl ortaya çıkarmıştır. Fakir çocuklar, bozuk paraya, zengin aileden gelen ço
cuklardan daha fazla değer verir ve yüksek değer veriş, onların paranın bü
yüklüğünü abartmalanna yol açar.
İçinde yetişilen kültür, o anda İçinde bulunulan ortam, gereksinmeler ve
benzeri her şey, algısal beklentileri etkiler. Bu nedenle algılamalar "mutlak"
bir gerçek olamaz. Her blre3rin algılaması o bireyin "gerçeğini* oluşturur. Bu
bilimsel gerçeğin unutularak, kendi bildiği ve gördüğünün “Tek Doğru Yol"
olarak savunulması, diğerlerinin algılamasına saygı göstermeyen, bireyin öz
gürce algılama ve düşünmesine sürekli zincir vuran bir ortam yaratır. Bu or
tam, özgür düşünen kimselerin yetişmesini ve gelişmesini kısıtlar.
13. ÖZET
Buruna giren gazlar burunun ûst kısmında bulunan koku alma hücrele
rine çarparlar ve koku alıcılarını harekete geçirirler. Koku alıcıları birkaç
günde bir değişirler. Bazı araştırmacılar, temel 6 veya 7 koku olduğunu ve
her bir koku türü için özel bir koku alıcı hücre bulunduğunu söylerler.
Her tat alıcı hücre temel tatlardan birine (taüı. tuzlu, ekşi, acı) daha fazla
duyarlıdır. fakat diğer tatlara da tepkide bulunur. Bu hücreler dilin belirli
bölgelerine yerleşmişlerdir.
Hava dalgalan, moleküllerin basınçla sıkışması ve sonra hemen gevşeme
sinin birbiri ardından tekrar etmesiyle oluşur. İşlemin tekrar sayısı sesin fre
kansını oluşturur ve sesin perdesi olarak işitilir. Dalganın genliği sesin yük
sekliği olarak İşitilir ve titreşimin şiddeti 3rükseldlkçe artar. Karmaşık bir ses
temel bir dalga boyu ile dalganm armonilerinden oluşur. Sesin karmaşıklığı o
sesin tınısı olarak algılanır.
Kulağa gelen ses dalgalan kulak zannı titreştirir, titreşim kulak zanndan
çekiç, örs ve üzengi kemikleri aracılığıyla orta kulaktan geçer ve oval pencere
yoluyla salyangoz adı verilen içi sıvı dolu bir bölüme gelir. Salyangozun için
deki baziler zar bükülür ve Korü organındaki kirpiksi hücrelerin hareket et
mesine yol açar. Hareket eden kirpiksi hücreler beyine sinir akımının gitme
sine yol açar.
Bir ses kaynağının nerede ve ne kadar uzakta olduğuna zaman, şiddet ve
yansıma gibi ipuçlannı kullanarak karar veririz.
Görülebilen ışık dalga boylan 380 ile 760 nm (nanometre) arasında deği
şir ve renk ya da ton olarak algılanır. Işık dalgasının genliği parlaklık olarak
algılanır. Bir rengin tokluğu, o rengin ne kadar saf olduğunu gösterir.
İşık, sırayla saydam tabakadan, iristen ve mercekten, göz yuvarlağının
arka kısmından geçer ve ışığa duyarlı olan retina üzerine düşer. Yakını gör
me. uzağı görme ve astigmatizm, uygun mercekler kullanarak, görüntünün
retina üzerine düşmesi sağlanarak düzeltilebilir.
Mızrakçıklar renk görmemizi sağlayan hücrelerdir. Düşük şiddetteki ışık
dalgalarına duyarlı değildirler. Çubukçuklar ise renk görmemize yardımcı ol
mazlar, değişik dalga boylanna ve şiddet derecelerine duyarlıdırlar. Çubuk
çuklar ve mızrakçıklar retinada İki kutuplu hücrelerin ve gangllyon hücrele
rinin arkasında yer alır. Kör nokta gangUyon hücrelerinden gelen aksonlarm
beyine gitmek üzere gözden çıktığı yerde oluşur. Fovea mızrakçıkJann yoğun
olarak bulunduğu küçük bir çukurluğa verilen addır. Çubukçuklar. fovea
hariç, retinanın her yerine yayılmışlardır. Karanlığa uyum halinde, hem mız-
rakçıklar ve hem de çubukçuklar. uyarıcının düşük eneıji düzeyine duyarlı
duruma gelirler.
Renk görmeyle ilgili Young-Helmhotz kuramı üç tip mızrakçık olduğunu
öngörür. Bunların biri kırmızı, biri mavi biri de yeşil renk içindir. Zıt süreçler
kuramı ise kırmızı ve yeşil İçin bir tür süreç, sarı ve mavi için bir başka sü
reç ve değişik şiddet derecelerini duyumsamak için daha başka bir süreç ol
duğunu farzeder. Her süreç İki biçimde işler. Sürecin bir aşamasında bir
renk, diğer aşamasında da başka bir renk aigdanır.
Algı daha önceki deneyimleri ve öğrenme süreçlerini içerir. Algı yanılma
ları. algılama düzenimizin hataya açık olduğunun en güzel kanıtıdır. Uyancı-
138 İn s a n v e d a v r a n iş i
nın değişik olması, hareketli olması, tekran. bûjrûklûgû, şiddeti ve rengi dik
katimizi çekmede etkilidir. Bireyin gereksinmeleri ve değerleri onun algılayışı
nı bûyûk ölçüde etkiler. Algısal organizasyonu, şekil-zemin. tamamlayıcılık,
devamlılık, mekânda yakınlık ve benzerlik eğilimlerine göre yaparız. Örüntû
tanıma İse kalıba vurma v ^ a özelliklerin analizi yoluyla başarılır.
Hareket algılaması birbirine yakın abcılann birbiri ardı sıra uyarılmasıy
la ortaya çıkarılabilir. Bunun yanında, görünüşte hareket, stroboskobik ha
reket ve otokinetik etki de hareket algılaması 3raratan uyancılardır.
Derinlik algılaması birçok etkenin katkısıyla ortaya çıkar. Bu etkenler:
ÇÜl-gözle görüş, çlfl-göz açılarmın kesişmesi, araya girme, örûntû. }rûksek-
lik. doğrusal bakış, göreli büyüklük ve hareket paralaksıdrr. Derinlik algüa-
masmda kullandığımız yeteneklerin bû}rûk bir kısmı doğuştandır.
Yazılı ve sözlü dilin nasıl algılandığıyla İlgili araştırmalarda yazı ve sesle
rin birim olarak algılandığı, dil alışkanlığı geliştikçe algılanan birimlerin ge
nişlediği (bir heceden tûm bir cümleye kadar) görülmüştür.
Algısal değişmezlik, sürekli değişen duyusal girdilere rağmen nesnelerin
biçimlerini, büyüklüklerini, yerlerini ve renklerini değişmeden algılamamıza
verilen addır. Beklentilerimiz doğrultusunda algılanz. bu olaya algısal bek
lenti denir.
Uyancımn içinde yer aldığı bağlam, o uyancının algılanışını etkiler.
Bazı algılama yetenekleri doğuştandır, ne var kİ kişinin öğrendikleri ve
deneyimleri, doğuştan gelen bu yeteneklerin gelişmesinde önemli bir rol oy-
Dördüncü Bölüm
ÖĞRENME
Biyologlar, İnsanın biyolojik yapısında son on bin 3nldır anlamlı bir de|l-
şikllk olmadığım size hemen söyleyebilirler. Ne var kİ. on bin 3nl önceki İnsan
toplumunun yaşayış biçimiyle. bugOnkO İnsanın yaşayış biçimini karşılaştır
dığınızda. arada son derece önemli farklar olduğunu görürsünüz.
On bin yıl önceki ilkel insanı, zaman içerisinde yolculuğa çıkararak bu
günkü şehir yaşammm içine getirebllseydik. otobüse ya da trene binme, tra
fiğin yoğun olduğu bir sokakta karşıdan karşıya geçme gibi bizim her gün
yaptığımız davramşlan yapamaz ve büyük bir olasılıkla bir trafik kazasmda
hayatmı kaybederdi Unutmayalım, on bin yıl öncesinin insanı, bizim şu an
daki sinir sistemimizin, öğrenme yeteneğimizin a3mısına sahiptir.
İçinde bulunduğumuz uygarlığı yaratmamız, daha önceki İnsanlardan
daha zeki, veya daha yetenekli olduğumuzdan değil, daha çok şey öğrenmiş
olduğumuzdandır. İnsanın öğrenme yeteneği onun yaşayış tarzının sürekli
değişmesine olanak verir. Uygar toplumlar eğitim sistemlerini önemli bir ulu
sal sorun olarak algılar ve sürekli daha iyi öğretim yöntemleri geliştirmeye
çabalarlar.
Psikologlar, psikoloji biliminin ilk başmdan beri öğrenme konusuna ilgi
göstermiş ve öğrenmeyle ilgili değişik kuramlar ve açıklama biçimleri geliştir
mişlerdir. Bu bölümde, öğrenme konusunun temel kavramlan İncelenecek ve
yeri geldikçe kavramların nasıl uygulandıklan gösterilecektir.
öğrenmeyi çagnşmüı öğrenme ve bilişsel (zihinsel) öğrenme olarak iki te
mel gruba ayırabiliriz. Çagnşımh öğrenmenin iki türü, klasik koşullama ve
edimsel koşuUamadır.
140 İNSAN VE DAVRANIŞI
1. KIASİK KOŞULLAMA
Ivan Pavlov 1849 - 1936 yıllan arasında yaşamış bir Rus fizyologudur ve
Îl^ lo jlk araştırmalarının büyük bir kısmını köpeklerin koşullanmaları Üze
rine yapmıştır. Bir gün Pavlov, üzerinde araştırma yaptığı bir köpeğin, boş
yemek çanağını görünce, sanki kendisine yemek veriliyormuş gibi salgı üret-
ligini gözlemiştir. Olayı daha aynniıh olarak incelemek İsteyen Pavlov. köpek
ler üzerinde koşullama deneyleri yapmaya karar vermiştir.
Pavlov'un Deneyleri
Deneyden önce köpeğin ağzının yan tarafı ameliyatla alınarak ağzmdaki
salya miktarı kolaylıkla ölçülebilecek duruma getirilmiştir. Daha sonra ses
ten yalıtılmış bir laboratuvarda, kaçamayacak bir biçimde tespit edilmiş ve
bu duruma alıştıktan sonra deneye başlanmıştır. Köpeğin görebileceği yerde
bir ışık yanmış ve ışıktan birkaç saniye sonra köpeğe et verilmiştir. Işık yan
dığında köpek herhangi bir salgılamada bulunmamıştır. Fakat et verildiğinde
köpek normal salgılamasmı yapmıştır. Bu düzen defalarca tekrar edildikten
sonra, yalnız ışık yandığında, sanki kendisine et verilmiş gibi köpek salgıla
mada bulunmuştur.
Pavlov, köpeğin ışığa yaptığı salgılama
davranışına koşullu tepki (conditioned res KOŞULUMAOANÖNCE
ponse) adını vermiştir. Köpek. ışıkla yiye Koşullu
cek arasında bir ilişki kurmuş, diğer bir Uyarıcı------------------- -- Ya hiç tepki yokter,
yo da ilgisiz bir tapio vardır
deyişle ışığa koşullanmıştır. Et verildiği za
man köpek doğcd olarak salgılamada bulu Doğal
nur. Pavlov buna doğal (unconditioned) Uyarıcı ■■■ , Doğal tepki
(ylyocak) (saigıianıa)
tepki adını verir. A3mı düşünce çerçevesi
İçinde et, doğal uyanadır, çünkü et uyan-
cısına salgısal tepkide bulunmak için kö
peğin herhangi bir eğitimden geçmesine
gerek yoktur. Bir koşullanma süreci sonü-
cunda ışık, et gibi salgılama davranışını
Oltaya çıkardığından, ışığa da koşullu (con
ditioned) uyarjcı adı verilir. Şekil 4.2'de şe
matik olarak bu ilişkiler belirtilmiştir.
Kazanma ve Sönme
Doğal uyarıcı ile koşullu uyananın
beraber verildiği her bir tekrara deneme
(trial) ve organizmanın iki uyancı arasın
daki ilişkiyi öğrendiği devreye kazanma
(acquisition) adı verilmiştir. Doğal uyancı Şekil 4.2 Klasik koşuilamanın çizimle
gösterilmesi. Koşulsuz uyarıcı ile koşul
İle koşullu uyancı arasındaki zaman ilişki
suz tepki arasındaki ilişki, deneme baş
si birbirinden farklı üç durum gösterebilir. lamadan önce vardır ve öğrenilmesine
Pavlov'un deneyini göz önünde tutarak üç gerek yoktur. Koşuillu uyarıcı ite koşul
farklı durumu şöyle anlatabiliriz: lu tepki arasındaki ilişki ise öğrenilmiş
bir ilişkidir. Bü öğrenme, koşullu ve ko
(1) Işık ve et aynı zamanda verilir ve şulsuz uyarıcıların bir sûre çiftleştirilme
köpek salgılamaya başlayıncaya si ve daha sonra bunu koşulsuz tepki
kadar ışık devam eder. Buna eş nin izlemesiyle ortaya çıkar. Koşullu
zamanlı (simultaneous) koşullama tepki, koşulsuz tepkiye benzemekle be
raber. ikisi arasında bazı kûçOk farklar
adı verilir. vardır.
142 İNSAN VE DAVRANIŞI
(2) Işık yanar ve bir sûre sonra et verilir. Salgılama başlayınca ışık sön
dürülür« buna gecikmeli (delayed) koşuIİama adı verilir
(3) Işık yanar, fakat et verilmeden önce söner. Daha sonra et verilir. Bu
na iz (trace) koşıdlaması adı verilir.
Doğal uyarıcı (Pavlov’un deneyinde et) ile koşullu uyarıcının (ışık) tekrar
tekrar beraber verilmesi ikisi arasındaki bağı kuvvetlendirir, teknik terimiyle.
pekiştirir. Pekiştirme (reinforcement) denemeleri sonucu koşullu tepkinin
(salgılamanın) kuvveti artar. Doğal uyancı (et) verilmeden yalnız koşullu uya
rıcı (ışık) verilerek denemeler yapılırsa, koşullu tepki (salgılama) kuvvetinden
kaybetmeye başlar ve bir sûre sonra artık ortaya çıkmaz; bu olaya sönme (ex
tinction) adı verilir.
araştırmada çocuğa sevdiği bir yiyecek (doğal uyancı) verilirken, “iyi" anlamı
na gelen Rusça kelime (koşullu uyancı) yüksek sesle araştırmacı tarafından
söylenmiştir. Koşullanma İşlemi tamamlandıktan sonra, araştırmacı çocukla
ra Rusça cümleler söylemiştin cümlelerin bazılan "iyi" bir anlamsal içeriği,
bazılan ise "kötü* bir anlamsal İçeriği ifade eder. "Çiftçi arkadaşma yardım
etti." ve "Leningrad güzel bir şehirdir." gibi olumlu anlam taşıyan cümleler
verildiğinde çocuklann ağzı sulanmış, fakat "öğrenci öğretmenine kaba dav
randı." ya da "Arkadaşım hasta" gibi olumsuz anlam taşıyan cümlelere her
hangi bir salgılamada bulunmamışlardır. Bu araştırma, genelleme olayınm
son derece geniş bir alanı kapsadığını gösterir.
Ayırt etme (dlscrimination) genellemenin bir anlamda karşıtıdır ve aynı
zamanda onu tamamlayan bir süreçtir. Genelleme benzerliklere yapılan bir
tepkidir, ayırt etme ise farklılıklara yapılan bir tepki. Seçici pekiştirme ve
söndürme yöntemleriyle ayırt etme tepkisi ortaya çıkartılır.
Şöyle bir deney uyguladığımızı düşünelim; Bir köpeğe "Do" sesi verildik
ten hemen sonra hailf bir şok verilir. Köpeğin Galvanik Deri Tepkisinin
(GDT), şoktan sonra arttığı gözlenmiştir. (GDT. derinin elektriksel akıma ne
kadar dirençli olduğunun bir ölçüsüdür. Tehlikeli durumların yarattığı kor
ku, kaygı gibi duygusal tonlar GDTyi yükseltir, sakin durumlarda İse GDT
düşer.) "Do” sesi defalarca koşullandıktan sonra "Sol" sesi verilmiş, fakat bu
sesten sonra herhangi bir şok verilmemiştir. İlk başlarda köpek "Sol" sesine
de yüksek GDT göstermiş, genelleme yapmış, fakat bir sûre sonra, yalnız
“Do" sesine yüksek’ GDT göstermiş. “Sol" sesine ise hiçbir tepkide bulunma
mıştır, başka bir deyişle köpek iki sesi birbirinden ayırt etmesini öğrenmiştir.
Bir çocuk köpek tarafından ısınlırsa. önce bütün köpeklerden korkmaya
başlar, bu aşamada bir genelleme vardır. Bir sûre sonra çocuk yalnız kendi
sini ısıran türden sahipsiz köpeklerden korkar ve diğer ev köpeklerinden
korkmamaya başlar, bu aşamada ayırt etme ortaya çıkmıştır. Günlük hayat
ta bu tür örnekleri sık sık duyarız veya gözleriz. Genelleme ve ayırt etme öğ
renme sürecinin vazgeçilmez bir yönüdür. Yalnız klasik koşullama türünde
değil, edimsel koşullama ve sosyal öğrenme gibi diğer öğrenme türlerinde de
ortaya çıkar.
Klasik koşullamanın tek bir yorumu yoktur. Aşağıdaki iki temel kuram
sal yorum, aynı öğrenme olaymı açıklamada kullanılmaktadır.
Klasik KoşııUamanm
Değişik Kuramsal Tonımlan
2. EDİMSEL KOŞULLAMA
lir. "Operan!" kelimesiyle hayvanın çevresi üzerinde bir işlemde, edimde bu
lunduğu kasdedilir. Türkçe'de "operan!" karşılığı "edim" kelimesini, "operan!
behavior" karşıhgi "edimsel davranış" deyimini kullanıyoruz." Şimdi edimsel
koşullamayla ilgili ilk denerleri yapan Amerikalı psikolog Skinner'ın çalışma-
lannı anlatarak, edimsel öğrenmenin temel kavramlannı İnceleyelim.
Skinner'ın Deneyleri
Skinner Harvard Üniversitesi psikoloji profesörlerindendir. İlk deneylerini
bir kutu içine koyduğu fareler özerine yapmıştır. Zamanla bu kutuya bazı
aletler İlave etmiş ve l^ylece herkesin kolayhkla araştırma yapabileceği bir
alet durumuna getirmiştir. İlk kullanıcısının ve yapıcısınm adından dolayı
kutu. "Skinner kutusu" olarak bilinir.
Resim 4.3’te Skinner kutusunun bir resmi görülüyor. Resimde görüldüğü
gibi, farenin pisliğinin geçmesi için kutunun alt kısmı tel çubuklardan yapıl
mıştır. kutunun ön kısmında bir yiyecek kabı ve kabın üstünde bir delik var
dır. Bu delik bir hortumun ucudur ve hortum kutunun dışındaki bir yiyecek
kabma bağlanmıştır. Deliğin üstünde üzerine basılabilecek bir manevlla var
dır. Kutunun yine ön kısmında yukanda bir ufak ampul vardır ve deneyicinln
denetimi altmdadır.
Fareyi kutuya yalnız başına koyduğunuz zaman fare tipik olarak sağa so
la bakar, gezer, her şeyi koklar, bu arada manevilaya da basar. Kutuda belirli
bir sûre, örneğin yanm saat veya bir saat bırakılarak, farenin o sûre İçinde
manivelaya kendiliğinden ne kadar basacağı saptanır. Manivelaya kendiliğin
den basma sayısına "temel sayı" adı verilir. Bu süreden sonra deneyici. fare
nin manivelaya her basışında yiyecek kutusuna bir yiyecek tanesi dûşeçek
şekilde düzeni ayarlar. Manivelaya basınca yiyecek tanesi hortumdan otoma
tik olarak yiyecek kabına düşer, fare bunu yedikten sonra manivelaya 3dne
basar. Bir sûre yiyecek verilmeye devam edilir. Farenin manivelaya basma
sayısında bir artma gözlenir.
İD 10
146 İNSAN VE DAVRANIŞI
Koşullanmış Pekiştirme
Pavlov yaptığı deneylerde koşullu uyancı adını verdiğimiz ses tonunu bir
peklştlreç olarak kullanmanın mümkün olduğunu gözlemiştir. Kısaca söyle
nirse, köpeğe ses tonundan sonra yiyecek verilmiş ve köpek bir dizi tekrar
dan sonra ses tonunu duyunca, aynı ete yaptığı gibi, salya akıtmaya başla
mıştır. Daha sonra aynı köpeğe önce ışık ve hemen ardından ses tonu veril
miştir. Işık ve ses böyle bir sûre beraberce verildikten sonra köpek ışığa sal
gılama tepkisinde bulunmaya başlamıştır. Anlaşılıyor kİ ses tonu, peklştlreç
bir özellik kazanarak, et gibi işlev görmeye başlamıştır. Deneyde, et doğal pe
klştlreç, ses tonu koşullanmış pekiştireçtir.
Edimsel koşullanmada da koşullanmış pekiştirme kullanılabilir. Bu defa
Sklnner kutusundaki fare manivelaya bastığında, mekanizma öyle ayarlan
mıştır* ki, önce bir ses du5rulur ve sesten sonra yiyecek kabına yem düşen
Böylece hayvan bir sûre koşullandıktan sonra, bu kez davranışı söndürme
devresi başlar. Davranışın söndürülmesi sûresi içinde fare manivelaya bastı-f
ğında ne ses duyulur, ne de kaba yiyecek gelir. Sönme tam gerçekleştikten
sonra manivelaya basma davranışının tamamen ortadan kalktığı görünür.
Bu aşamada ses mekanizması yeniden çalıştırılır ve fare manivelaya bastığın
da yalnız ses duyulur. Sesin yeniden duyulmaya başladığı bu devrede, fare
nin manivelaya basma davranışında birdenbire bir artma görünür. Yiyecek
verilmediği halde, sesin duyulması fare İçin bir peklştlreç olarak işlev görme
ye başlamıştır ve ses, yiyeceğin peklştlreç özelliğini kazanmış bulunmaktadır.
Koşull^m ış pekiştireçler, doğal pekiştireçlerle kurduklan İlişkileri saye
sinde İşlev kazanırlar. Doğal pekiştireçler, yiyecek ya da su gibi bireyin biyo
lojik gereksinmelerini doğrudan karşılayabllen nesne veya süreçlerdir. Yu-
kardakl örnekte verilen ses gibi koşullu pekiştireçlerle, yiyecek ve İçecek gibi
doğal pekiştireçler arasındaki İlişki nasıl açıklanabilir?
Daha önceleri, koşullanmış pekiştireçle doğal peklştlreç arasındaki ilişki
nin mekanik bir tekrar İlişkisi olduğu düşünülürdü. Bir başka deyişle, İki tür
peklştlreç ne kadar çok sayıda birlikte verilirse, hayvanın o derecede koşulla
nacağı düşünülürdü. Klasik koşullamayla ilgili olarak daha önce de belirttiği
miz gibi, yapılan.deneyler, koşullu uyancmın etkisinin, doğal uyancıyı önc^
den kestIrebtIme derecesine bağlı olduğunu göstermiştir.
Aynı bulgu edimsel koşullama İçin de geçerlidir.. İki uyancı arasındaki
İlişki, zaman İçinde birbirlerini mekanik bir biçimde İzlemelerinin ötesinde
bir İlişkidir. Bir uyancı, doğal bir pekiştirecin verileceğini önceden belirttiği
ölçüde, belirtmekte olduğu o doğal pekiştireçin özelliklerini kazanır. Eğer
uyancı Üe peklştlreç arasında önceden kestirebllme İlişkisi gelişmemişse, za
man İçinde birbirlerini izlemeleri bir anlam taşımaz.
Koşullanmış pekiştireçler insan hayalında önemli rol oynarlar. Bunun en
güzel örneğini parayla ilgili olaylarda görürüz. Para dediğimiz kâğıt ya da me
tal nesnenin kendisi, bizim hiçbir doğal gereksinmemizi doğrudan karşılaya
maz. Ne var kİ,, doğal gereksinmelerin büyük bir çoğunluğunu elde etmemizi
sağladığından, para önemli bir koşullu peklştlreç olarak yaşamımızda önemli
rol oynar.
ÖĞRENME 149
Pekiştirme Tarifeleri
Aralıklı pekiştirme hayvanların öğrenme süreçlerini anlamlı bir şekilde
etkiler. Değişik deneyler bu gözlemi tekrar tekrar ortaya koymuştur. Aralıklı
pekiştirme temel İki boyut çerçevesinde değiştirilebilir: (1) Pekiştirmeler ara
sındaki aralık ya dauronım sayısı ya da geçen zamanla saptanır (2) aralıklar
ya düzenli ya da düzensiz bir biçimde olur. İki temel boyutun her biri kendi
içinde İki seçenek gösterdiğinden, ikisinin biıaraya gelmesinden dört tip ara
lıklı pekiştirme türü çıkar. Aralıklı pekiştirme türlerine pekiştirme tarifeleri
(reinforcement schedules) adı verilir. Dört tip pekiştirme tarifesini kısaca göz
den geçirelim:
Değişmez oranlı (ibced ratio) tarife (DzO) : Bu tarife uygulandığında belirli
bir sayı davranımdan sonra pekiştirme verilir ve pekiştirilmeyen davranımla
pekiştlıçilen davramm oranı değişmez. Örneğin her 20 davranımdan sonra Ük
davranım pekiştirilir bu durumda oran l/20*dir.
Değişmez aralıklı (Axed interval) tarife (DzA) : Bu tarife uygulandıgmda.
son pekiştirilen davranımdan belirli bir süre geçtikten sonra ortaya çıkan İlk
davranım pekiştirilir, örneğin, değişmeyen aralıklı tarife 60 saniye olsun; fa
reye son pekiştirilmiş davranışından sonra 60 saniye hiçbir pekiştireç veril
mez; bu sûre geçtikten sonra, yapılan ilk davranım peklştlriUr.
Değişen oranlı (variable ratio) tarife (DnO) : Her bir denemede belirli bir
sayı davranımdan sonra davranış pekiştirilir, fakat pekiştirilmeyen davranım
sa}nsı bir denemeden diğerine değişir. Bu tarifenin akılda tutulması gereken
bir özelliği, bir deney süresi için belirli bir ortalama pekiştirme oranı olması
ve bu oranın her deneyde aynı kalmasıdır. Birçok tekrardan oluşan bir deney
sûresinde kullanılan 1/20 ortalama oranı, 0 ile 40 arasında değişen oranla
rın her bir tekrarda değişik bir biçimde bir araya getirilmesiyle ortaya çıkar,
örneğin İlk tekrarda oran 1/36, ikinci tekrarda 1/4 ve benzeri biçimdedir,
ancak ortalama bir deney devresi içinde her zaman 1/20 olarak kalır.
Değişen aralıklı (variable Interval) tarife (DnA) : Her denemede belirli bir
zaman aralığından sonra davranış pekiştirilir, fakat zaman arabğı bir tekrar
dan diğerine değişir. Deney sonucunda ortalama bir zaman aralığına ulaşılır.
Örneğin, deneyde ortalama 60 saniyelik bir pekiştirme aralığı yaratılmak İs
teniyor. İlk tekrarda 4 saniye, ikinci tekrarda 116 santye aralık verilmiş ol
sun. iki tekrarm ortalaması 60 saniyedir. Deney 10 tekrarı kapsıyorsa. 10
tekrarın ortalaması 60 saniye olur, ancak her bir tekrarın süresi 0 saniye ile
120 saniye arasında değişebilir.
Her bir pekiştirme tarifesi kendine uygun davranış biçimleri geüştlrir.
Değişmez zaman aralıklı tarife uygulanan hayvanlann davranışı tipik küme
lenme gösterir; pekiştirilme verilmeyen sûrede hayvan pek aktif değildir. Pe
kiştirme zamanı yaklaşınca faaliyet artar, öğrencilerin çoğunun ders çalışma
biçimleri değişmez aralıklı tarifeyi hatırlatır; sınav günü gelinceye kadar ça
lışma yoktur, sınav gününden önceki gece bÖ ^n gece çalışılır ve öbür sınava
kadar yine kitap ve notlar bir yana bırakılır. ^
Değişen aralıklı tarifeler ise sürekli devam eden bir davranım gösterirler,
çünkü her an için, pekiştirme geleblAr. öğrencilerin sürekli çalışmalarını
150 İNSAN VE DAVRANIŞI
DEĞİşmiEZARALBaj O E Ö İŞ 0 1 A R A U K L I
Zaman Zbnan
Şekil 4.4 Dört pekiştirme tarifesinin birikid eğri olarak gösterilmiş tipik
sonuçlarını görüyorsunuz. Kesik çizgfler davranımın pekiştiriidiği nok>
talan gösterir. Değişmez oranlı pekiştirme tarifelerinde, her ödüllendir
meden sonra duraldama okiukça tipik bir sonuçtur. Değişmez aralıklı
pekiştirme tarifelerinde ise iki pekiştirme arasında düşük bir kavis ol
dukça tipik bir gözlemdir.
Davranışı Biçimlendirme
Sirklerde hayvanların insanı hayrete düşüren çeşitli davranışlarda bu
lunduğunu gönnûşsûnûzdûr. Köpekler, keçiler, güvercinler, vb. gibi hayvan
lar duruma uygun bir biçimde kurnazca davranışlar gösterirler, örneğin bir
köpek sahibi "Yat!" deyince yatar. “Elimi sık!“ deyince sag ön ayağını uzatır,
yemekten sonra masanın üzerindeki boş bira şişesini ağzında mutfağa götü
rür. Bu tûr davramşlar köpeğin yaşamında daha önceden olmayan yeni dav-
ramşlardır ve klasik koşuUama yöntemiyle ögretilemez.
Bu davramşlann öğretilebilmesi. bir başka de3rişle hayvanın davranışımn
biçimlendirilebilmesi için edimsel koşuUama yöntemi kullanılır. “Yat!" deyin
ce sırt ûstû yatan bir köpeğe bu davranışı nasıl öğreteceğimizi inceleyelim.
T a t” kelimesi burada koşullu uyarıcıdır. Kelime söylenirken köpek ilk başlar
da kuyruğunu sallamak, sağa sola bakmak, gelip dokunmak gibi değişik tür
den davranışlarda bulunur. Bu davranışlar amnda yere doğru eğilme davra
nışı gösterdiğinde köpeğe hemen et verilir. Köpek ikinci kere yere doğru daha
çok eğildiğinde et verilir. Nihayet yere dokunduğu zaman et verilir. Bu adım
dan sonra köpek sırt ûstû dönme yönünde bir hareket yaptığı zaman et veri
lir.
Deneyi yapan kişi, istediği davranışı seçip pekiştirerek ve istemediği dav
ranışı İse pekiştirmeden söndürerek, köpeği belli bir davranışa doğru yönlen
dirir. Yine hatırlatalım kİ, bu denemeler süresince köpeğe her keresinde
Şekil 4.5 Bir güvercine kafesindeki beyaz yuvarlağın ortasındaki siyah noktayı gagalama
sını nasıl öğretirsiniz? (A) Güvercin kafese konduğunda gelişigüzel sağına, soluna, aşağı
yukarı bakınır. (B) Beyaz yuvarlağa döner, (C) Yiyecek kabına yiyecek gelir (gOvercin pe-
kiştiriiir). (D) Güvercin önce yuvariağa baktığı için. (E) daha sonra yuvarlağa bakarak yak
laştığı için ve (F) en sonunda siyah noktayı gagaladığı için pekiştirilir. Bundan sonra, an
cak siyah noktayı gagaladığı zaman yiyecek verilir.
şiklik İlkesine dayanarak bir ilişki kurulmuştur. Işık U3^ncısı. }riyecek uyan-
cısma koşullanmıştır. Bu süreç klasik koşullamanın bir parçasıdır. Daha
sonra güvercin ışıkh düğmeye, yiyecek uyancısı gibi davranma}^ öğrenmiştir.
Bu süreç de edimsel koşullanmanın bir parçasıdır.
Demek oluyor ki, aynı hayvan davranışlannda olduğu gibi, İnsan davra
nışlarında da, belirli davranışlar ödüllendirilerek, pekiştirilerek, o davranışın
ortaya çıkma olasılığı arttırılır, ödüllendirmenin ve davranışın türü, gözönûn-
de tutulması gereken önemli bir konudur.
Lepper, Greene ve Orant (1973) admda üç Amerikalı psikolog, gereksiz
durumlarda pekiştirme yapmanın olumsuz sonuçlar verdiğini aşağıdaki araş-
tırmalanyla göstermişlerdir. Araştırmacılar, iki grup çocuğu denek olarak
kullanmışlardır. Birinci grupta, çocuklann zaten zevk alalrak oynadıklan bir
oyuna yeni bir pekiştirme düzeni gelirmişler ve her oyundan sonra çocuklara
"İyi 0}runcu Madalyası" adında bir ödül vermeye başlamışlardır. İkinci grup
taki çocuklara hiçbir ödül verilmemiş, çocuklann oyunlanna devam etmeleri
ne izin verilmiştir.
Birkaç haila sonra çocuklar serbest oyun saatlerinde sınıflarında gözlen
diklerinde, ödül verilen grubun bu oyundan artık zevk almadığı ve ödül veril
mediği takdirde oyuna devam etmek istemedikleri gözlenmiştir. Bu gruptaki
çocuklar, oyun oynadıktan sonra ödül verileceğini "beklem^e" başlamışlar
dır. Kendi hallerine bırakılan çocuklar ise, yine zevkle oyun oynama)ra devam
etmişlerdir. Oyunun kendisi bir süreç olarak onlara pekiştirme rolünü gör
meye devam etmiştir.
Yukandaki örnek, dış ve İç ödüllerin fjarklı etkilerde bulunduğunu göste
rir. Dış ödül verildiğinde, yeni öğrenilen davranış artar ve devaun eder. Ancak
bir davranış zaten öğrenilmişse ve İç ödüllendirme yoluyla devam ediyorsa, o
davranışa yeniden bir dış ödül getirmek, evvelden kurulmuş olan düzeni bo
zar.
Herhangi bir davranış öğrenimini dış ödülle başlatıp, öğrenildikten sonra,
davranışın sürdürülmesini zamanla iç ödüle çevirmek, daha anlamlı olur.
Böylece, birey dışandan bir şey beklemeden, o davranıştan zevk aldığı için,
davranışı devam ettirir.
Okula yeni gitmeye başlamış çocuğumuza ev ödevlerini zamanında yap
masını öğretmek istediğimizi varsayalım. İlk başlarda çocuğa her ev ödevini
bltlrişlnde, "Aferin." gibi bir sözlü, veya istediği bir oyuncağı almak gibi nes
nel bir dış ödül veririz. Bir süre sonra çocuk ev ödevini zamanında yapmaya
başlayınca, ev ödevini tamamlamış olmanın zevkini almaya başlar, "başarı
duygusu" onun iç ödülünü oluşturur. Bu noktada dış ödülü kesmek gerekir.
İnsan davranışının biçimlendİrilmesinde bireyin içinde büyüyüp yaşadığı
toplumun gelenek ve görenekleri, kültürü önemli bir rol oynar. Kültür belirli
türden davranışları istenen, uygun, beğenilen davranışlar olarak pekiştirir,
bazı tür davranışları ise yerer, aşağılar ve böylece zamanla söndürür. Böylece
kültür son derece kudretli ve yaygın bir sosyal pekiştirme düzeni getirir. 1.
Bölûm'de verdiğimiz gazete haberini şimdi bu bilginin ışığı altında yeniden
gözden geçirelim:
Sivas Yanaçık CezaevTnden kaçarak eşi Firdcvs ile 2 çocuğunu öldü
rüp birini de yaraladığı İdlasıyla yakalanan 42 yaşındaki Mehmctşah De-
mlrtaş, “Eşim kötü yola düşmüş. Namusumu temizledim. Çix:uklan da
ortada kalıp perişan kalmaması için öldürdüm" dedi.
ÖĞRENME 155
(•) Bu konularda daha ayrıntılı bilgi almak isteyen oku3rucu yazarın YenSden insan in-
sona (COceloglu, 1991Jvefj/iDû?ûnDo5ruKararVer(Cûceloğlu, 1993) kitapların
dan yararlanabilir.
156 İNSAN VE DAVRANIŞI
3. PEKİŞTİRME KAvRAMI
Fremack Kuralı
Premack (1959) pekiştireç olarak uyancı yerine faaliyeti kullanmayı öner
miştir. Ona göre. Skiımer kutusuna konan fare yiyecek verildiği için değil,
yeme faaliyeti olduğu için manivelaya basma sayısını artırır. Organizmanm
sık sık yapageldiği bir hareket, organizmanın daha seyrek olarak yaptığı baş
ka bir faaliyet için pekiştireç rolOnO oynar, örnek olarak, iki çocuk alalım;
bunlardan biri şekere dûşkOn olup sık sık şeker yesin, diğeri ise şekerden
pek hoşlanmasm fakat top oynamayı sevsin.
Bilinci çocuğa top oynama öğretilmek istendiğinde, acaba şeker yeme pe
kiştireç olarak kullanabilir mi? Evet kullanılabilir! Top oynaması öğretilmek
isteniyorsa, her top oynayışından sonra çocuğa şeker yeme olanağı verilmeli
dir. bir başka deyişle çocuk şekere ancak top oynamakla ulaşabilmelidir.
İkinci çocuğa İse şeker yeme öğretilmek İsteniyor. Bu durumda çocuk bir şe
ker yedikten sonra top o3mama olanağı verilmeli ve böylece top oynama, şe
ker yeme olayına bağımlı kılınmalıdır. Sonuçta birinci çocukta şeker yeme,
ikinci çocukta İse top oynama pekiştireç görevini görür.
Bu tür gözlemler sonucu Premack. kendi adıyla bilinen aşağıdaki iki ilke
yi ileri sürmüştün (1) Belirli bir anda, her bir organizmanın bir pekiştireçler
mertebesi (hiyerarşisi) vardır. Bu mertebe düzeninin tepesinde, bütün ola
naklar sağlandığında organizmanın doğal olarak yapacağı ilk faaliyet yer alır.
Diğer faaliyetlerin ortaya çıkma olasılığı mertebedeki yerine bağımlı bir bi
çimde göreli olarak azalır. (2) Bu mertebe İçinde yer alan her davranış, ken
dinden üst bir faaliyet tarafından pekiştirilebilir ve kendinden daha alt dü-
z^lerdeki faaliyetler için bir pekiştireç rolü oynar. Bu ikinci ifade Premack il
kesi olarak bilinir.
Premack ilkesi ana-babaların uzun zamandır uyguladığı bir yöntemi bi
limsel olarak ifade etmiştir: Oğluna “Ev ödevini bitir, sonra sinemaya gidebi-
llrslnP diyen baba Premack ilkesini kullanmaktadır. Çocuğa islediği olanak
lar sağlansa, o ders çalışma yerine sinemaya gitmeyi tercih eder. Demek ki
sinemaya gitme davranışı, ev ödevini yapma davranışına göre, çocuğun faali
yetler sıralamasında daha üst bir düzeyde yer alır. Ana-baba, “önce sinema
ya git. daha sonra gelince ev ödevini yap!" derse yanlış bir yöntem kullanmış
olur. Bu durumda ödev yapılmaz.
Bu kural eğitimde ve çocukların davranışlarını denetimde son derece et
kin bir biçimde kullanılabilir, önemli olan ilk adım, davranışını değiştirmek
istediğimiz bireyin faaliyetlerinin mertebe yapısını keşfetmektir. İkinci adım
da, üst düzeydeki bir faaliyeti, öğretmek istediğimiz davranış için pekiştireç
olarak k^ullanmaktır.
158 İNSAN VE DAVRANIŞI
Pekiştirmenin Miktarı ve
Gecikme Süresi
Psikologlar pekiştirme miktannın öğ
renmenin hızını etkileyeceğini düşünmüş
ler ve düşüncelerini denemek için aşağıda
ki deneye benzer deneyler yapmışlardır. Oç
grup fare alınmış ve bir labirent denemesi
ne tabi tutulmuştun Birinci gruptaki fare
lerin yaptığı her doğru davranış bir yiyecek
táñesele ödüllendirilmiştin ikinci gruptaki
farelere iki yiyecek tanesi verilmiş üçüncü
gruptaki fareler ise dört yiyecek táñesele
ödüllendirilmiştir. Farelerin öğrenme hızıy
la verilen pekiştirme miktarı arasında doğ
rusal bir İlişki gözlenmiştir dört yiyecek ta
nesi verilen fare en hızlı, tek yiyecek tanesi
verilen fare İse en yavaş öğrenmiştir.
Acaba pekiştirmenin ne zaman verildi
ği önemli bir etken midir? Yapılan deney
sel araştımıalar göstermiştir ki. pekiştir
menin davranıştan hemen sonra verilmesi
süratli öğrenmeye yol açmakta, pekiştir
menin verilmesi geciktikçe öğrenimin hızı
azalmaktadır. Yine bir labirent deneyinde
fareler üç gruba ajTilmış. ilk gruptaki fare
ler hiç gecikmeden ödüllendirilmiş, ikinci
gruptaki farelere 5 saniye, üçüncü grupta
ki; farelere ise 30 saniye gecikmeden sonra
ödülleri verilmiştir. Araştırma sonuçları, 6
saniye sonra ödüllendirilen ikinci gruptaki
farelerin on gün sonra ilk gruptaki farele
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
rin düze3dne gelebildiğini göstermiştir.
Günler
Ama 30 saniye gecikmeyle pekiştirilen
üçüncü gruptaki fareler hiçbir zaman ilk
Şekil 4.6 A. Pekiştirme miktarı. Fare iki gruptaki farelerin öğrenme düzeyine
ler T biçimindeki bir labirenti pekiştireç erişememiştir.
(yiyecek) miktarı arttıkça daha çabuk
Yukandaki bilgileri günlük yaşama
¿ğrenmişlerdir B. Pekiştirmenin gecikti
rilmesi. Bu Oç grup fareye, labirentin şöyle uygulayabiliriz: Çocuğun yeni bir
sonuna eriştiklerinde, farklı geciktirme davranış öğrenmesini İsteyen öğretmen ya
sürelerinde pekiştirme verilmiştir. da ana-baba, çocuğa, önemli göreceği bir
ÖĞRENME 159
miktarda ödül vermelidir, "ilk devrede karnende hiç zayıf getirmezsen seni si
nemaya götüreceğimi" diyen bir baba, bûyûk bir olasılıkla, çocuğuna İyi bir
ödül ortamı yaratmamaktadır . öte yandan "İlk devrede karnende hiç zayıf
getirmezsen sana bisiklet alacağım!" diyen bir diğeri, çocuğunu önemli bir
derecede ödüllendiriyor olabilir.
Bu örnekle, çocuklann iyi not alabilmeleri için ille de maddesel olarak
ödüllendirilmeleri gerektiğini söylemek istemiyoruz. Açıklığa kavuşmasını is
tediğimiz. çocuğun davranışını ödüllendirmeye karar verilmişse, önce çocu
ğun neyi ödül olarak algılayacağını bilmenin gerektiğidir. Ayrıca, "Baban ge
lince senin yaptıklannı babana söyleyeceğim!" diyen anne, gecikmeli bir ceza
sistemi kullandığından, çocuğun öğrenme süreci pek etkin olmaz. Kötü dav
ranıştan hemen sonra gelen ceza daha etkin olur.
İD 11
162 İn s a n v e d a v r a n iş i
Kavrama Deneyleri
Alman psikologu Köhler 1925 yılında yayınlamış olduğu araştırmalarında
şempanzeler üzerinde yaptığı öğrenme deneylerinden söz eder. Deneylerinde
kullanmış olduğu şempanzelerden birinin adı Sultan’dır. Sultan üzerine yapı
lan iki deney psikolojinin klasik deneyleri arasına girmiştir.
Bu deneylerden birinde Sultan'ın elinin ulaşamayacağı bir uzaklığa yiye
cek konmuştur. Sultan’ın yiyeceğe ulaşabilmesi İçin Önce elinin yetişebildiği
kısa sopayı alması, sopa aracılığıyla daha uzun sopaya ulaşıp kendine çek
mesi gerekir. Bu da yeterli değildir. Sopalar öyle yapılmıştır ki. biri diğerinin
ucuna takılabilir ve ancak iki sopa birleşiminden ortaya çıkan yeni uzunluk
İle yiyeceğe ulaşılabilir.
Sultan bu deneyde başarılı olmuş ve sopalan kendine çekip birbirine ek
leyerek. elde ettiği birleşik uzun sopayla yiyeceği kendine çekebilmiştir. Her
aşamada Sultan sağma soluna bakmış, durmuş, kaşınmış, yeniden sopalara
yönelmiş ve çözüme adım adım yaklaşmıştır.
Sultan’ın ikinci deneyi, ulaşamayacağı bir yükseklikte aşılı duran muza
erişmesidir. İçinde üç boş sandık bulunan odanın tavanından muz sarkmak
tadır. Sultan zıplar, kaşınır, odadâ" gezer, sonra bir köşeye oturur. Bir süre(•*)
sonra “Ha şimdi anladım!" dercesine kalkar, sandıklan üst üste kor, üstüne
çıkar ve muza ulaşır.
Yukandakl her iki deneyde de. hayvanın içinde bulunduğu ortamı algıla
ması. o ortamda bulunan nesnelerin birbiriyle nasıl İlişkisi olduğunu kaı;ra-
ması gerekir. Algılama ve kavramayı gerektiren araştırmalar, şempanze gibi
evrim merdiveninde yOksek basamaklarda bulunan hayvanlarda gözlendiği
gibi, fare ve güvercin gibi daha dûşûk düzeylerdeki ha3rvanlarda da gözlen
miştir.
eden Bu İki farklı öğrenme tûrû birbirlerini tamamlayıcı bir rol oynarlar.
Davranışımızın öyle yönleri vardır ki, hiçbir bilişsel süreci gerektirmeden oto
matik olarak koşuUama yoluyla öğrenme ortaya çıkar: diğer yandan, davranı
şımızın öyle yönleri de vardır kİ. bizim tam bilinçli olarak farkında olmamdı
ve dikkat etmemizi gerektirir. ,
Bu öğrenme türlerini bir ölçeğin İki ucu olarak düşünebiliriz, ölçeğin bir
ucunda, limon kesildiği veya hoşumuza giden bir yemeğin kokusu burnumu
za geldiği zaman ağzımızın sulanması gibi, koşullama yoluyla öğrenilen dav-
ramşlar yer alır. Orta noktada yabancı dil. ya da araba sürmeyi öğrenme gi
bi. hem zihinsel süreçleri hem de sürekli tekrarlamayı gerektiren, davranış
türleri bulunur, ölçeğin diğer ucunda ise belril bir felsefî düşünüş tarzını
anlama, açıklama gibi öğrenme durumlan vardır.
İnsan davranışınm büyük bir çoğunluğu, yalnız koşullama veya yalnız zi
hinsel süreçlere dayanma yerine, ölçeğin iki ucu arasında bir noktada yer
alır. Benim görüşüme göre teknolojik yapıya dayanan günümüzün modem
toplumlannda. büyük şehirlerde yaşayan İnsanların davranışlannın büyük
bir çoğunluğu zihinsel süreçleri gerektirir. Bu nedenle. okuUanmızdakl eği
tim programlarını yapılaştınrken. insanın bilişsel süreçlerinin önemi göz
önünde tutulmalıdır.
Öğretim Programı
Yukanda sözünü ettiğimiz iki grup uzman beraberce çalışarak, öğretilen
her konu İçin bir bilgisayar programı geliştirebilir, öğretim programının geliş
tirilmesi şu basamaklan içerir:
( 1 ) öğrencinin öğrenmeye başlamadan önceki bilgi tabanı ile öğrenme
sürecinin sonunda ulaşılması İstenen bilgi tavanının saptanması,
(2) Saptanan tabanın gerçekçi olup olmadığını anlamak için bazı örnek
öğrenci gruplan Üzerinde denemeler yapılması ve her öğrencinin bel
li başlı bireysel eksikliklerini giderebilmesi İçin bazı yardım olanak-
lânnm programın başına konması. .
(3) Taban ve tavan arasındaki uzaklığın anlamlı birimlere bölünmesi ve
her birimin en etkin bir biçimde öğrenciye verilmesi. Konu birimi ve
rildikten sonra test sorulan verilmesi ve cevaplann değerlendirilmesi,
(4) Verilen cevaplara dayanılarak öğrencinin yeni tabanınm değerlendi
rilmesi ve bu tabana uygun yeni konu birimine geçilmesi.
6. ÖZET
BELLEK
len şeylerin birikiminden söz edilemez. Bellek sayesinde insanoğlu dil ve kül
türü geliştirebilmiş ve böylece son derece karmaşık modem toplumlar oluştu-
rabilmlştir. Sinir sistemimiz 1 0 bin yıl Öncesine göre aynı potanstyele sahip
tir. ne var ki kültürümüz ve toplumsal hayatımız 1 0 bin yıl Öncesinkinden
binlerce defa daha karmaşıktır. Bellek yeteneğini hesaba katmadan insanm
bugünkü ulaştığı aşamayı anlamaya olanak yoktur.
Belleğin Üç Aşaması
İlkokul birinci sınıfta, alfabeyi öğrenmeye çalışan bir öğrenciyi düşüne
lim, öğretmen tahtaya “A** harilnl yazar ve hariln nasıl okunduğunu söyler.
Bir süre sonra öğretmen harfi tahtaya yazar ve, diyelim kİ Ali'den okumasını
ister. Ali "A" harfini doğru olarak söyler. Ali'nin “A" harfini söylemesi, onun
belleği sayesinde mümkün olmuştur. Bu olayda üç aşama yer alır.
Birinci aşama kodlama (coding) aşamasıdır. Ali, öğretmen harfi gösterdi
ği zaman belleğinde bu harfi, diğer harflerden farklı olabilecek biçimde kodla
mış tır. Kodlamadan sonra Ali geçen süre içinde kodladığı bilgiyi bir yerde de-
polamıştır. Bu aşama}ra depolama (storage) aşaması denir. Öğretmen yeni
den sorduğu zaman AU depolaomş olduğu bilgiyi bulmuş ve geri getirmiştir.
Bu aşamaya ara-bıd’geriye getir (retrleval) aşaması denir.
Alı, öğretmen harfi söylemesini istediği zaman cevap veremezse, onun
belleği üç aşamadan birinde aksamış olabilir: Ya açık seçik harfi görememiş
ve diğer harflerden ayırt ederek kodlayamamış. ya depolama aşamasmda bir
aksaklık olmuş ve kodlanan harf daha önce Ali'nin bildiği diğer bilgiler ara
sında kaybolup gitmiş ya da İyi depolanmış olduğu halde ara-bul-geıiye getir
aşamasında depolanmış bilgiyi bulup çıkarmak olanağı olmamıştır. Şekil 5.1
şematik olarak bu aşamalan gösterir. Bellek üzerine yapılan psikoloji araştır
maları her bellek aşamasının kendine özgü işleyiş kurallannı bulmaya yönel
miştir. İlerde bu araştırmaların bulgularından söz edeceğiz.
ik i Tûr BeUek
Birçok araştırmadan sonra bugün en azından iki tûr bellek olduğunu bi
liyoruz. En azından diyoruz, çûnkû bazı psikologlar ûç tûr bellek olduğunu
savunmaktalar. Biz bu kitapta kısa süreli (KS) ve uzun süreli fUS) olmak
üzere İki tûr bellekten söz edeceğiz. Bazı psikologların duyumsal bellek adını
verdikleri çok kısa süreli (short-term) bellek tûrûnû, kısa süreli belleğin bir
parçası olarak kabul edeceğiz.
Kısa süreli bellek birkaç dakikayı geçmeyen hatırlama durumlarında gö
rülür. uzun süreli (long-term) bellek ise saatler, günler, aylar ve yıllan kapsa
yan hatıralarla İlgilidir. Her belleğin kendine özgü kodlama, depolama ve Ara-
bul-geriye getir aşamalan vardır.
Daha önce sözü edilen ilkökul öğrencisi Ali örneğine dönelim, öğretmen
“A" harfini tanımladıktan hemen sonra Ali'ye “Bu hangi harf? Söyle!“ diye
sorduğunda. Ali kısa süreli belleğini kullanır, öğretmen birkaç saat sonra ay
nı soruyu sorduğunda. Ali bu defa uzun süreli belleğini kullanr. Kısa süreli
bellekle uzun süreli bellek arasındaki ayınm. farkında olarak, bilerek kullan
dığımız bilgi ile. farkında olmadan, bilmeden kullandığımız bilgiye benzer.
Bu konuda konuştuğumuz dille ilgili örnek verebiliriz: Bir kimseyle ko
nuşurken ne söylediğimizin ve niçin söylediğimizin farkındayızdır; ne var kİ.
o anda konuştuğumuz dilin dizim kurallarını düşünmeyiz. Dilin kurallan bi
linç düzeyine çıkarmadığımız bir bilgi hâzinesidir; konuştuğumuz konu ise. o
anda dikkatimizi verdiğimiz, bilinçli olarak yaptığımız bir iştir. Uzun süreli.
bellek bir okyanus gibi zengin ve derindir. Bilgi hazînemizin tûthû uzun sü
reli belleğimizdedir. Kısa süreli bellek İse son derece sınırlı bir havuzu andı-
nr. Biz ancak bu kûçûk havuz aracılığıyla o bilgi olıyanusuyla ilişki kurabili
riz.
Şimdi kısa ve uzun süreli belleklerde kodlama, depolama ve ara-bul-
gerlye getir aşamalanna bir göz atalım.
ögrentten bilginin ancak iki flç saniye gibi kısa bir sûre tutulduğu du-
rumlarda bile kodlama, depolama ve ara-bul-geriye getir aşamalan yer alır.
Kodlama
Algılama konusunu İncelerken söylediğimiz gibi dış çevredeki uyancüann
hepsi algılanamaz, belirli bir seçme süzgecinden geçirildikten sonra ancak
belirli bir kısmı algılanır. Seçilen uyancılar algılandıktan sonra kısa süreli
belleğe geçer. Bu demektir ki. dış çevrede bulunan uyancüann ve olaylann
bir çoğu kısa süreli belleğe hiçbir zaman ulaşamaz.
Belleğe girmemiş olaylann. deneyimlerin hatırlanması söz konusu değil
dir. Çoğu kimseler belleklerinden şikayet ederlen bOyûk çoğunlukla bu kim
172 İNSAN VE DAVRANIŞI
Potografsı İmge
Çoğumuz gördüğümüz bir resmi bir sûre belleğimizde tutabiliriz, ancak
belleğimizdeki imge (image) genellikle a3nrmtılannı kaybetmiş, sönük bir im
gedir. Bazı kimseler gördükleri bir resmi veya manzarayı bütün ayrıntılarorja
açık seçik bir biçimde belleklerinde tutabilirler, örneğin, üç çocuğun oyun
oynarlarken resmini çekelim ve çekilen resim, etrafiaki ağaçlan, çiçekleri,
kuşlan ve çocuklann oynamakta olduğu oyuncaktan göstersin.
Bu resim bize gösterildikten bir süre sonra “Ortada yer alan kız çocuğu
nun elbisesinde kaç benek var?“ diye sorulsa, çoğumuz bu soruya doğru ce
vap veremeyiz. Fakat bazı kimseler, birkaç saniye düşündükten sonra bu so
ruya doğru cevabı bulabilirler. Bunu nasıl başardıktan sorulduğunda. “Res
mi gözümün önüne getiriyorum ve kız çocuğunun elbisesinin beneklerini sa-
ytyoruml“ derler. Aynntılı İmge 5-10 dakika bellekte kalabilmektedir. Bu kişi
lere “fotoğraf bellekli" ya da daha teknik terimiyle fotoğraf imgeli (eidetic ima-
geıy) adı verilir.
Fotoğraf imgeli kimselerin sayısı oldukça azdır. Çocuklar üzerinde J^pı-
lan deneyler ancak yüzde beşinin yanm dakikadan biraz uzun sûre aynntılı
olarak resmi belleklerinde tutabildiklerini göstermiştir. Yetişkinler arasında
bu oran daha da azdır. Fotoğraf imgeli kimseler bir resme 3 - 5 saniye bak-
BELLEK 173
Depolama
Kısa süreli belleğin küçük bir kapasitesi vardır. Ortalama olarak bu ka
pasite yedi “birim’ llktir. Bazı kimseler beş birimden sonra, bazı kimselerse
dokuz birimden sonra kısa süreli belleklerinde hata yapmaya başlarlar. Kısa
süreli belleğin kapasitesinin 7 ± 2 olması sizi hayrete düşürebilir, çünkü
günlük yaşamınızda kişilerin belleklerinin değlşlk^tenekler gösterdiğini göz-
lemlşsinizdir. Günlük yaşamda bireyler arasında gözlemiş olduğunuz bellek
teki yetenek farklılığı, uzun süreli bellekten ileri gelir.
Kısa süreli belleğin kapasitesi yukarıdaki 7 + 2 formülüyle ifade edilebi
lir. Bu gözlemi ilk yapanlardan biri bellek üzerine çalışmalanyla ünlü Alman
psikologu Ebbinghaus'dur (1885). Amerikalı psikolog George MiIÎer kendi ça-
lışmalannda yedi rakamını tekrar tekrar görmüş ve kısa süreli belleğin kapa
sitesini “sihirli rakam yedi" adı altında belirtmiştir (1956).
Kısa süreli belleğin kapasitesini psikologlann nasıl belirlediğini herhalde
merak ediyorsunuzdur? Kullanılan araştırma yöntemi oldukça basittir. Bir-
birlyle İlişkisiz bir dizi kelime, rakam, ya da sembolden oluşan öğrenilmesi
gereken “birim" deneğe verilir ve deneğin birimleri doğru sırada hemen hatır
laması istenir. Birimler deneğe süratle verilerek, deneğin uzun süreli belleğiy
le bu birimler arasında ilişki kurmasına'olanak verilmemiştir. Hatırlanan bi
rim sayısı kısa süreli belleğin kapasitesini yansıtır.
Denemenin ilk başlarında deneğe üç, dört birim vererek başlanır. Denek
lerin hepsi birimleri kolaylıkla hatırlar. Daha sonra düzenli bir biçimde bi
rimlerin sayısı artar. Bazı denekler 5 birimden sonra, bazı denekler 9 birim
den sonra hata yapmaya başlarlar ve diğerleri, bu iki rakam arasında yer
alan bir yerde kendi kapasitelerine erişirler. Bu- kapasiteye bireyin bellek ge
nişliği (memory span) adı verilir. Siz kendi üzerinizde, veya bir arkadaşmız
üzerinde bu tip bir deneme yapabilirsiniz. Sizin ve arkadaşınızın bellek geniş
liğinin 5 ile 9 birim arasında yer aldığını görürsünüz.
Kısa süreli belleği. 5 ile 9 arasında rafdan oluşmuş bir kutu gibi düşün
mek olanağı vardır. Aşağıda vereceğimiz tartışmanın kolaylığı için 7 rafı olan
bir kutuyu örnek alalım. lİTet, Timur. Osman. Zuhal. Acar. Elif. Suna. Mahir
gibi bir isim dizisini vererek kısa süreli bellek genişliğini denemek istiyoruz.
174 İNSAN VE DAVRANIŞI
B
Kısa sûreB t^llek boş İffet girer Başka bircim girer
1 1 Tim ur |
Şekil 5.2 Yerini alma ilkesi. Kısa süreli belleğin sınırlı kapasitesinden dolayı, yeni eklenen bir bi
rim. eski birimlerden birinin kaybına yol açar.
Şekil 5.2‘de belirtildiği gibi railar altalta dizilmiştir ve Ük gelen birim. ''İf
fet," en üst rafa konur. İkinci birim, Tim ur" gelince, ly^ birim alttaki rafa ge
çer ve ikinci birim onun üstündeki rafta kalır. Bu süreç üçüncü, dördüncü ve
diğer gelen birimler için de söz konusudur. Bütün raflar dolunca yeni gelen
her birim, örneğin “Mahir", en alttaki raflakini, yani "Iflen atarak kutu için
deki yerini alır.
Kısa süreli belleğin kapasitesinin bu biçimde açıklanmasına yerini alma
ilkesi (principle of displacement) adı verilir. Bu ilke yalnız bellek genliğini
açıklamakla kalmaz, kısa süreli bellekte unutmanın mekanizmasını da açık
lar. En alt raftan ablan birim bellekten çıkar, artık hatırlanması olanaksızdır,
bir başka deyişle unutulmuştur.
Bazı psikologlar unutmayı yerini alma ilkesiyle açıklama yerine, renkli
resmin zamanla gittikçe rengini kaybetmesi gibi, sinirsel izin zayıfla3rıp orta
dan kaybolmasıyla açıklamayı tercih ederler (Reltman, 1974). Bu psikologla
ra göre, içten tekrar, kaybolmaya yüz tutmuş sinirsel izin yeniden kuvvet ka
zanmasına yol açtıgmdan, hatırlamaya yardımcı olur. Her iki görüş de bugün
modem psikolojide yerini korumakladır. Hangi görüşün doğru olduğu ile ilgili
henüz kesin bir sonuca ulaşılamamıştır.
bir izlenim ediniriz, ûmegin. yukarıdaki isim listesi verildikten sonra» size
“Üstede Necla ismi var mıydı?” diye sorsalar, sorunun sorulmasıyla, sizin
“Eîvet.” ya da “Hayır” diye cevap verişiniz arasında hiç zaman geçmiyormuş
gibi düşünebilirsiniz. Bu İzlenim yanlıştır. Sorulan belirli bir bilgiyi cevaplar
ken ne kadar zaman harcandığı konusunun denemelerle nasıl incelendiğini
şimdi kısaca gözden geçirelim.
Stemberg adlı Amerikalı psikolog aşağıdaki yöntemle kısa süreli belleğin
ara-bul-gerlye getir İçin ne kadar zaman istediğini araştırmıştır. Her deneme
de deneğe, bellek listesi adı verilen bir dizi rakam verilmlşllr. Bellek listesin
deki rakam sajnsı yediden azdır, bu nedenle deneğin rakam dizisini kısa sü
reli belleğinde tutması bir sorun olmaz.
Bellek listesi gösterilip kaldırıldıktan bir süre sonra deneğe bir test raka
mı verilir ve deneğin bu rakamın bellek listesinde olup olmadığına karar ver
mesi istenir. Denek cevabını “Evet" veya “Hayır" kelimeleriyle belirtir. Test ra
kamı verilmeden önce bellek dizisi kaldınl-
dıgından, deneğin cevap verebilmesi İçin,
kısa süreli bellekte depoladığı bellek liste
siyle test rakamını karşılaştırması gerekir.
Denekler bu tür denemelerde ender ola
rak hata yaparlar. Araştırmacının esas ilgi
lendiği deneğin karar verme sürecinin hızı
dır. Karar verme zamanı, test rakamının ve-
rüj[?ıesiyle deneğin “Evet" ya da “Hayır" diye
rek, verilen rakamın bellek listesinde yer
alıp almadığım belirttiği an arasında geçen
süredir. Karar verme zamanı kısadır ve sa
niyenin bindebirini belirten milisaniyeyle öl
çülmesi gerekir. Denek, uzunluğu değişen
yüzlerce listeyle denemeye tabi tul ulur. So
nuçta. araştırmacı bellek listesindeki rakam
sayısının artmasıyla, karar verme süresi
arasında bir ilişki olup olmadığını incele
miştir.
Şekil 5.3 araştırma sonuçlannı göster
mektedir. Şekilde de görüldüğü gibi, bellek
listesindeki rakam sayısının artışıyla, karar
için gerekli zaman süresinin artışı arasında
sıkı bir ilişki vardır. Bellek listesinde her ra KısasOrefibeüekıeHİ
birim sayısı
kam artışı, karar verme sûresinde 40 mili-
saniyelik bir artışı gerektirir. Denek bu ka
dar kısa bir zaman süresinin farkında değil Şekil 5.3 Bir araştırma süreci olarak
dir, ancak deney sonuçlan, bellek listesin ara-bul-geriye getir. Kısa süreli bel
deki rakam sayısı arttıkça, listede test raka lekteki birim sayısına doğrudan bağlı
mının bulunup bulunmadığına karar ver olarak karar verme zamanı artar.
"Evet" ve “Hayır" cevaplarının her ikisi
mek için gerekli zamanın arttığını göster
de düz bir çizginin doğrultusunda bu
mektedir. lunmaktadır.
176 in s a n v e DAVRANIŞI
) 400 + 40 n
formülüyle gösterilebilir. Bu formûide n kısa süreli bellekteki birim sayısım
ifade eder. Böyle bir formül Şekil 5.3*te verilen sonuçlan gayet güzel açıklar.
Sonuçlar kısa süreli beliekteki araştırma sürecinin seri bir süreç (serial Pro
cessing) olduğunu gösterir. Başka bir iiadeyle test rakamı, bellekteki her ra
kamla sıradan karşılaştırılır.
Bu tür araştırmalar değişik khltûrlerde. değişik sosyo-ekbnomik düzey
lerde. hatta akıl hastabğı belirtileri gösteren kimselerle yapılmış ve hep aynı
sonuçlar alınmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla, kısa süreli belleğin ara-bul-geriye
getir düzeni tüm insanlan kapsayan evrensel bir süreçtir (Stemberg. 1969).
Kümeleme
Günlük yaşamımızda öğreneceğimiz konular, bize ufak ufak birimler ha
linde verlhîiez. öyle anlar vardır kl, uzun birkaç c û m l^ hatırlamamız gere
kir. örneğin bir yere nasıl gidileceğini bize söyleyen kimsenin tekrar etmeye
zamanı yoktur ve verilen yol tariHnl hemen obanda bellememiz zorunludur.
Bu durumlar kısa süreli belleğimizin kapasitesmi aştığı halde bu tür görevleri
belleğimiz, çoğu kere rahatlıkla başarır. Nasıl oluyor da kısa süreli bellek
kendi kapasitesinin üstünde görülen bu görevleri kısa süreli bellek başarabi
liyor ve öğrenilen malzemeyi uzun süreli belleğe aktarabiliyor? Sorunun ce-
vabmın altmda kümeleme (elustering) süreci yalar.
Bir bellek deneyinde size şu harf dizisi verilsin ve belleyip hatırlamanız is
tensin:
1R E L Z Ö G N I R A L K U C O Ç .
Büyük, bir olasılıkla 17 harilik diziyi ezberlemeniz ilk başta olanaklı gö
rülmez. Şimdi dizeyi sondan başa okuyun: ÇOCUKLARIN GÖZLERİ. 17 harf
lik dizi, sizin bildiğiniz İki kelimeye indirgendi. Bu iki kelimeyi tanımakta ve
hatırlamakta hiç güçlük çekmezsiniz. Nasıl oldu da harf dizisi iki kelimeye in
dirgenebildi? Bu soruya verilen cevabın altında Türkçe dilbilgisi kuralları ya
tar. Türkçe dilbilgisi kuralları uzun süreli bellekte depolanmıştır, bu bilgi ara
cılığıyla 17 harflik bir diziyi, iki birimlik bir kelime dizisi haline dönûştûrebil-
dik.
İD 12
178 İNSAN VE DAVRANIŞI
olur. Oç biıimlik dizinin öğrenmesi ise çok kolaydır. Bu örnekte, daha önce
den bilinen tarihler, yeni verilen birimleri kümelemek için kullanıldı.
Kümeleme sayesinde son derece karmaşık ve uzun uyancı birimlerini,
önceden bilinen az sayıda birim gruplanna indirgeme olanağı vardır; bu ola
naktan yararlanarak, smırlı kapasitesi olan kısa süreli bellek, oldukça kar
maşık bilim, felsefe, sanat ve bilgi düzenlerini yaratabilmektedir. Bir telefon
numarasının kodlanması da buna örnektir. Sayılar ûçlû ve ikili gruplar hali
ne getirilerek (145 31 92 gibi) kolayca akılda tutulabilir.
Kodlama
Dış dünya olaylannın ve insan yaşantısının tüm boyuUannı kapsayan
bir kodlama (codlng) sistemi insan belleğinin bilgi kaydının temelini oluştu
rur. Ses. ışık, renk, tat, koku, dokunma, gibi insan duyu organlanna karşıhk
olan her uyancı türü bellekte kodlanabilir. Sözlü iletişimde anlam en önemli
kodlama aracıdır. Yapılan bazı araştırmalar bireylerin, dinledikleri cümlele
rin anlamını kavradıktan sonra kelimeleri unuttuklannı. fakat kelimelerin
oluşturduğu cümlenin temelinde yatan anlamı rahatlıkla hatırladıklarını gös
termiştir (Sachs. 1967).
İnsan zihni yazılı ya da sözlü dil yoluyla gelen uyancılann içerdikleri an
lamı bulup çıkararak, gelen uyancıları değil, fakat bu uyancılann içeriğini
oluşturan anlamı bellekte tutar. Bu nedenle, anlamsız bir biçimde bize veri
len, birbiri3de ilişkisiz kelime çiAleri gİbİ uyancı dizileri anlamh ilişkiler İçine
sokulursa, belleme kolaylaşır.
Şöyle bir örnekle açıklayalım: Size bir dizi kelime çilli verilsin ve dizideki
kelime çiftlerinden biri st^lenlnce sizin öbür kelimeyi hatırlamanız istensin
örneğin, torak - kitap kelime çiftinde, tarak dendiğinde (uyancı kelime) sizin
kitap kelimesini (tepki davranım) hatırlamanız isteniyor. Böyle bir belleme
durumunda, iki kelime arasında anlamlı bir ilişki kurulursa, hatırlama mlk-
tan arüu*.
Anlamlı ilişki iki türlü kurulabilin Ya (1) tarak ve kitap kelimeleri aynı
cümle içinde kullanılır ftarak kitabın içinde saklı”), veya (2 ) tarak ve kitap
hayalinizde birbiriyle ilişkili hale getirilir (kitap içinde duran bir tarağın res
mi düşünülür). Cümle içinde kullanılarak, ya da hayalde birbiriyle ilişki İçine
180 İNSAN VE DAVRANIŞI
sokulan kelimeler uzun zaman bellekte kalır. Bower adlı Amerikalı psikolog
1972*de bir dizi araştırma yapmış ve cümle içinde kullanılan veya hayalde
ilişki haline sokulan kelime çiftlerinin hatırlanma dülzeyinin %75, yalnız ez
berleme yoluyla hatırlama düzeyinin İse %35 düzeyinde olduğunu gözlemiştir
(Bower. 1972).
Bellenmesi istenen malzemenin ne kadar aynnbsma gidilirse, bellekte b
kadar İyi kahr. Birey, bellemek istediği malzemenin ayrmtılanna ulaşmak
için değişik yöntemler kullanabilir, iki örnek verelim; birinci örnek bir kelime
dizisini, ikinci örnek çalışıp öğrenme durumunda olduğunuz bir konuyu
oluştursun. Belleme durumunda olduğunuz her kelimenin değişik düzeylerde
aynntılarma gidebilirsiniz.
örneğin, öğreneceğiniz kelime dizisindeki kelimelerden biri kavalye ol
sun. Kelimeyi öğrenirken başka hangi kelimenin söylenişine benziyor diye
düşünebilir ve “sandalye” kelimesinin söylenişine benzediğini keşfedebilirsi
niz. Benzetmeyi yapbgmız eında. belirli bir düzeyde ayrmülara inmiş ölürsü
nüz. Kavalye ile “sandalye" kelimeleri arasmda bir İlişki kurarak (örneğin
sandalye üzerinde oturan kavalye ) daha da aynntıya girebilirsiniz. Yaşamı-
mzda hiç kavalye olup olmadığınızı düşünerek, belirli bir deneyiminizle keli
me arasında bir bağlanü kurabilirsiniz. Böyle bir bağlantı kurduğunuzda da
ha ayrıntılı bir kodlama yapmış olursunuz.
Anderson ve Reder adlı iki psikolog, aynntılara İnme derecesiyle hatırla
ma arasında doğrusal bir ilişki bulmuştur. Araşürmacılann elde ettiği sonuç-
Resim 5.3 Daha önceleri bilgi, soldaki resimde görülen manyetik teyp
lere kaydedilirdi. Sağdaki resimcte görülen mikroçiplerin keşfi, çok ufak
bir mekâna büyük miktarda bilgi depolama olanağı vermiştir.
BELLEK 181
lâra göre, en ufak ayrmtılanna inilerek kodlanan kelime en tyl. hiç aynntılan-
na inilmeden kodlanan kelime en kötü hatırlanır (Anderson ve Reden 1979).
Sonradan sınanacağınız bir konuyu kitaptan öğrenme durumu İkinci ör
neğimizi oluşturuyor. Anderson 1980*de şöyle bir deneme yapmıştır: iki grup
öğrenciye aynı ders metnini vermiş ve bir sûre sonra bu konudan sınava gire
ceklerini söjrlemiştlr. Birinci gruptaki öğrencilere (deneme g^bu), daha orüar
okumaya başlamadan belirli sorular verilmiş ve sorulara cevap aıarcasma
okumalan İstenmiştir.
İkinci gruptaki öğrenciler (kontrol grubu) kendilerine bir şey söylenmedi
ği için normal günlük alışkanlıklan İçinde metni okumuşlardır. Deneme gru
buna sorulan çalışma sorulan sınavda sorulan sorulardan farklı olduğu hal
de. bu gruptaki öğrenciler, kontrol grubundaki öğrencilerden daha İ3rl hatır
lamışlardır. Deneme grubundaki öğrenciler metni okurken aynntılanna gir
miş ve cevap arayarak okumuşlardır^ bu nedenle hatırlama düzeyleri, kontrol
grubunda bulunan ve günlük alışkanlıktan İçinde okuyan kişilerden daha
yüksek olmuştur (Anderson. 1980).
(elma, armut.vb.). hayvan (at. eşek), mutfak eşyası (tabak, çatal), renk (kırmı
zı. san), giyecek (celoet. gömlek) gibi kelimelerden oluşan bir liste olsun. On
kişi civannda bir arkadaş grubu alın. Liste}d onlara bir kere okuyun, okudu
ğunuz listedeki kelimeleri belleklerinde tutmalannı. biraz sonra onlara bu
kelimeleri soracağınızı söyleyin.
Arkadaş grubunu şimdi beşer kişilik iki kûçOk gruba ayınn. Birinci gru
ba kelimelerin kategori isimlerini verin: "Meyve isimlerini söyle", "şimdi de
hayvan İsimlerini sCyle'" gibi. İkinci gruba hiçbir ipucu vermeyin. "Listeden
hatırladığınız kelimeleri söyleyin" yönergesini verin. Birinci gruptakilerin.
İkinci gruptakilerden daha fazla sayıda kelime hatırladığını görürsünüz.
Bu aşamada, ikinci gruptakilere. aynı birinci gruptakilere yaptığınız gibi
kategori isimlerini verin: "Meyve isimlerini söyle", "şimdi, hayvan İsimlerini
söyle" gibi. Onların kelimeleri hatırlama oranının birinci gruptakilerin düze
yine geldiğini görürsünüz. Bu deney gösteriyor kİ. isim kategorileri ara-bul-
gerlye getir İpuçlan olarak verildiğinde hatırlamada bir artma olmaktadır.
elma erik
at deve
çatal bardak
san pembe
ceket kilot
gömlek çilek
armut ceylan
eşek bıçak
kaşık yeşil
mavi elbise
şeftali İnek
tabak pembe
çorap muz
"hatırlama'' olayına götürür. 0te yandan, yalnız bir tek ipucunun ("Geçen
gûnkû toplantı") bulunduğu durumda Ahmet Tarladeşen'i "hatırlama" olasılı
ğı düşüktür.
Acaba bellekteki bilgi, sürekli bellekte kalır mı. yoksa zamanla kaybolur
mu? Doğru ara-bul-gerfye getir İpucu kullanılırsa bellekteki bûtOn bilgüerl
hatırlamak olanağı var mı? Soruların cevaplanhı bugün kesin olarak yeremi
yoruz. Bazı psikologlar. beUektekf bilgilerin, manyetik banda kayıtlı ses veya
görüntü gibi sinir sisteminde kayıtlı olduğunu ve manyetik banttaki kayıtla
rın zamanla zayıüadıgı gibi, sinir sistemindeki bilgi kayıtlarının da zamanla
zayıflayacağım kabul ederler.
Bazı psikologlar ise, bellekteki bilgilerin hiçbir zaman kaybolmadığını, fa
kat o bilgilere ulaşmak için gerekli ara-bul-geriye getir ipuçlannın, "ipucu"
olmak özelliklerini zamanla yitirdiklerinden "unutma olayının" ortaya çıktığı
nı savunurlar. Diğer bazı psikologlar, her iki sürecin de geçerliği olduğunu
kabul ederler. Onlara göre, deneyimin türüne bağımlı olarak, unutma olayın
da bazı zamanlarda "İzlerin za3ailamasr kuramı, bazı zamanlarda da, "ipucu
nun özelliğini kaybetmesi" kuramı geçerli olur.
Hatırlamayla ilgili yapılan araştırmalar, ara-bul-geriye getir İpuçlan kay
bolmasının. hatırlayamama ola)nnm en belli başlı nedenlerinden biri olduğu
nu gösterir. Şimdi, ara-bul-geriye getir'i kolaylaştıran ya da zorlaştıran ne
denlere bir göz atarak bellekle ilgili konumuzu sürdürelim.
örgütleme ve Bağlam
Hatırlamada iki faktör önemli rol ojrnar: ( 1 ) örgütleme (organizing) ve (2)
bağlam (ilişkiler çerçevesi/context). Bilginin öğrenimi, başka bir deyişle kod
lanması sırasmda birey bilgiyi istediği şekilde örgütleyebilir. Bilgiyi öıgütle-
mede kullanılan düzen akla yatkın, evvelden bilinen bir düzense, hatırlama
sırasında ara-bul-geriye getir ipucu olarak kullanılır.
Size liste halinde verilmiş doğa bilimleriyle ilgili yüzü aşkın bir dizi kav
ramı öğrenme durumunda olduğunuzu varsayalım. Size anlamlı gelecek bi
çimde örgütleyerek kavram dizisini öğrenmek istiyorsunuz. Farzedelim kİ, en
dıştan içe doğru giden bir örgütleme düzeni kullanıyorsunuz: Evrenin yapı
sıyla ilgili kavranılan bir grup olarak topluyorsunuz, daha sonra güneş siste
miyle ilgili kavrsunlan alıyorsunuz ve bunu yer küresini ilgilendiren kavram
lar izliyor. Daha sonra, yer küresindeki, canlı ve cansız varlıklan ve cansız
varlıklann hareketiyle İlgili fizik kavramicirmı grupluyorsunuz, canlılann ya
pısıyla ilgili biyoloji kavramlannı ve en sonunda da insan davranışlanyla ilgili
psikoloji kavramlannı da bir kümeye koyuyorsunuz.
Habrlamayla ilgili deneyler tekrar tekrar göstermiştir ki. örgütlenerek öğ
renilen bil^, hiç örgütlenmeden bellenen bilgiden iki veya üç kat daha kolay
hatırlanır. Yukandaki örnekte görüldüğü gibi, verilen kavram dizisini, size
anlamlı gelecek bir biçimde örgütlediğinizde, kavramlan hatırlama oranmız
yüksek olur.
Kodlama sırasında örgütlenen bilgi, acaba niçin daha İyi hatırlanır? Bu
soruya psikologlar şu cevabı verin Kodlama sırasında kullanılan Örgütleme
düzeni, ara-bul-geriye getir anında İpucu olarak kullanılır. Kullanılan düzen
184 İNSAN VE DAVRANIŞI
Bozucu Etkiler
Bir ara-bul-gerlye getir ipucu birden fazla bilgiyle İlişki kurar ve her biri
İçin ara-bul-gerlye getir İpucu olarak İşlev görmeye başlarsa, o zaman bozucu
etkiler (interference) kendini gösterir ve hatırlamada aksaklıklar ortaya çıkar.
Şöyle bir örnek verelim; Okuldan eve dönerken kitap almayı unutmamak
İçin yüzüğünüzü sol elinizden çıkarıp sağ elinizin parmağına takıyorsunuz.
Elinize baktığınız zaman sağ elinizdeki yüzük size kitap almanızı hatırlatır,
başim bir deyişle bir ara-bul-gerlye getir ipucu olarak İşlev görür.
Bir süre sonra almanız gereken üç şey daha olduğunu düşünüyorsunuz:
Yazı makinenize şerit, kalem açacağı ve arkadaşınızın doğum günü için bîr
kart. Sağ elinizdeki yüzüğün almanız gerekenleri size hatırlatacağını zihniniz
den geçiriyorsunuz. Okuldan çıktıktan sonra sağ elinizdeki yüzüğün gerçek
ten farkına vanyorsunuz ve bunun size birşeyler hatırlatması gerektiği için
böyle yaptığınızı hatırlıyorsunuz, ancak almanız gereken şeylerin ne olduğu
nu hatırlayamıyorsunuz. Hatırlayamama olayını psikologlar. İpucu olarak
kullanılan uyarıcıda yer alan bozucu etkilerle açıklarlar. Aynı ara-bul-gerlye
getir ipijicu birden fazla bilgi birimiyle İlişki haline getirildiğinden, bilgiler bir
birlerine ket vururlar.
Hatırlamak istediğiniz şeyleri örgütleyerek ara-bul-geriye getir ipucunun
verimliliğini arttırabilirsiniz. Örneğin, almak istediğiniz şeyleri birbiriyle ilişki
haline getirerek bir örgütleme geliştirebilirsiniz. Yazmak ve okumak nülerinin
üzerine kurulmuş şöyle bir örgütleme kurabilirsiniz: Kalem açacağı kalemin,
şerit, yazı makinesinin yazması için; doğum kartı arkadaşınızın, kitap sizin
okumanız için gerekli.
186 İNSAN VE DAVRANIŞI
Böyle bir örgütleme yoluyla, sag parmaktaki yüzük, bfrbirlyle hiç İlişkisi
olamayan dört birim yerine, okuma ve yazma gibi birbiriyle ilişkili İki ara-
bul-gerlye getir ipucuyla İlişki haline sokulun örgütleyerek bellemenin hatır
lamada yararlı olduğunu kanıtlayan çok sayıda araştırma vardır.
4. BELLEĞİN GELİŞTİRİLMESİ
Aynntılania ve Kodlama
Ne kadar ayrıntılarına gidilerek öğrenilirse, bilginin o kadar daha rahat
hatırlanacağını daha önce görmüşlük. En iyi a3mntılama. öğrenilecek bilgi ya
da olayla ilgili sorular sorarak, sorularla ilişkili ayrıntılan bellemekle olur.
örneğin, İstanbul’daki “köprü altı çocuklan"yla İlgili bir konuyu İnceledi
ğinizi düşünün. Çocuklann köprü altında kalmasına yol açan nedenlere İliş
kin sorular sorabildiğiniz gibi, ayrıca, köprü altı çocuklarının İstanbul'u nasıl
etkilediğiyle İlgili sorular da sorabilirsiniz. Bu çocuklar Türkiye’nin neresin
den geliyor? Ana-babalann dindar olma dereceleriyle, çocuklannı sahipsiz
bırakmalan arasında bir ilişki var mı? Çocuklarla uğraşan ve onlara yardım
eli uzatan bir kuruluş var mı? İstanbul Belediyesi ve valilik, çocuklara göz
den çıkarmış bir biçimde mİ davranıyor, yoksa onlara sahip çıkıyor mu?
İncelediğiniz olayın sebep ve sonuçlarıyla ilgili sorular sordukça, aynniı-
lama (elaboratlon) yapmış olursunuz ve öğrendiğiniz her aynntu bir ara-bul-
gerlye ğetir İpucu olarak belleğe yerleşir. Ara-bul-geriye getir İpucu olarak
belleğe yerleşen ayrıntılar, hatırlama anında bilginin kolayca bellekten alınıp
ortaya çıkarılmasına yol açar.
Bağlam
İlişkiler çerçevesinin önemli bir ara-bul-geriye getir ipucu olabileceğini
daha önce tartışmıştık. Bir konu belirli bir yerde, belirli saatlerde, belirli bir
süre için öğreniliyorsa. o konu en iyi yine aynı koşullar altında hatırlanır. Bu
demektir kİ. her dersin sınavı o smıila. aynı saatle, aynı öğretmen tarafından
190 İNSAN VE DAVRANIŞI
verilirse en yüksek başan elde edilir. Ne var ki, değişik nedenlerle bu olanak
her zaman sağlanamaz. Örneğin, Üniversiteye Giriş Sınavı sizin daha önce
bulunmadığınız şehirlerde, hiç gitmediğiniz okuUarm dersane veya salonla-
rmda yapılmak zorundadır.
Dış çevreyi zihinde taşıyarak, kodlama ve hatırlama bağlamları arasmda
bir ilişki kurulabilir. Örneğin, Üniversiteye Giriş Sınavı’na hazırlanırken, ken
di odanızda, kendi masanızda çalıştımz. Smava başka bir şehirde, bilmediği
niz bir okulun smifinda girdiğinizde, zihninizde kendi çalışma odanızı canlan
dırabilir ve smava, sanki kendi çahşma odanızda cevap veriyormuş gibi dav
ranabilirsiniz. Böyle bir tavır takındığınız zaman, bilgiyi öğrenme (kodlama)
aşamasmdaki bağlamla, aynı bilgiyi sınavda kullanma (hatırlama) bağlamı
arasmda zihnen bir benzerlik kurmuş olursunuz. Zihnen yarattıgmız bağlam,
smav durumunda ara-bul-geriye getir İpucu olarak İş görür ve sizin haürla-
manıza yardımcı olur.
Şekil 5.4 Bellekle ilgili önemU kavramlann nasıl organize olabileceği konusunda bir örnek.
BELLEK 191
tûmûnûn özetini çıkararak" verebilirsiniz. Şekil 5.4, bellekle* ilgili önemli kav-
ramlann birbirleıiyle İlişkilerini benim nasıl algıladığımı göstermektedir. Siz,
daha başka bir organizasyon oluşturabilirsiniz; oluşturduğunuz örgütleme si
ze daha anlamh gelebilir. Yaptığınız organizasyon size anlamlı geldiği sûrece,
doğru yoldasınız demektir. Böyle bir örgütleme hatırlamanıza mutlaka yar
dımcı olur.-
Daha önceki sayfalarda, kısa ve uzun süreli olmak üzere iki tür bellek ol
duğunu gördük ve bunlann İşleyiş biçimlerini inceledik. Psikologlar iki türlü
bellek olduğunu nasıl anlıyorlar? Hangi kanıtlara bakarak birbirinden farkh
iki tür bellek olduğunu söyleyebiliriz? Aşağıda bu sorulann cevaplarını ara
yacağız.
dlgl halde, uzun süreli belleğin kapasitesi sınırsızdır. Oçûncû olarak, kısa sü
reli bellekten ara-bul-gerlye getir hemen heme^ hatasız olduğu halde, uzun
süreli bellekten ara-bul-geıiye getir işlemi hata yapmaya son derece eğilimli
dir. Yukarıdaki deneysel gözlemler, iki tür bellek arasında kodlama, depola
ma ve €u*a-bul-gerlye getir işlemi âşahıalanndâ, öhenill farklılıklar bldtığuıiü
gösterir;
Klinik gözlemler de, iki tür belleğin varlığını destekler sonu^İar Vermiştir.
Başlarına büyük bir darbe yiyen HiŞİlcrin ba7.ılaıı retrogipad anmezl
len tülden bir beUek semptpmu gösterirler, k etr^ ra d arm^ dönük
bellek boşlugu/retrögrade amnesia) darbe olayından hemen önce oIşm biten
hadiselerin hatırlanamamasına verilen addır. Bu kişiler, kazanın nasıl oldu
ğunu hatırlayamazlar ama, daha önce belleklerinde bulunan bilgi ve hatırala-
n yerli yerindedir. Bu durum şöyle açıklanır: Kaza bireyin kısa süreli belleği
ni etkilemiş ve hemen kazadan önce olan hadiseler, kazanm şokuyla silinmiş
tir.
Hayvanlar üzerinde yapılan denemeler bu yorumu destekleyici yöndedir.
Yeni bir davranışı öğrenen hayvana, öğrenmenin yer almasmdan sonraki de
ğişik sûrelerde elektrik şoku verilmiş, şokun verilme zamanıyla, hayvanili ye
ni öğrendiği davranışı hatırlaması arasındaki ilişki gözlenmiştir. Yeni öğreni
len davranış, veya bilgi, kısa süreli bellekte 30 saniye kadar kalır ve sonra
uzun süreli belleğe aktanlır. Şok. İlk 30 saniyesi İçinde verilirse, öğrenilen
davranışın uzun süreli belleğe geçme fırsatı olmaz ve hayvan yeni öğrendiği
davranışı uzun süreli belleğinde kodlayamaz. Şok öğrenmeden 30 saniye son
ra verilirse, hayvan öğrendiği davranışı uzun süreli belleğine kodlayabilir.
Resim 5.6 Retrograd amnezi başa gelen darbelerden ortaya çıkar. Darbenin şiddetine göre, am
nezi birf(âç dakikadan, birkaç güne, haftalara, hatta aylara kadar değişebilir. Resimdeki at binici
si. kazadan önce olanları hiç hatırlayamam ıştır.
İD 13
194 İNSAN VE DAVRANIŞI
Klinik gözlemlerden gelen diğer bir kanıt de. beyin amellyaUannı İlgilen
dirir. Epileptik (sara) nöbetleri sık ve kuvvetli tekrar eden bazı hastaların
temporal loplardaki hlpokampuslan beyin ameliyatıyla çıkartılır. Kasta ame
liyattan sonra eski bildiklerini hatırlamakta hiçbir zorluk çekmez, fakat yeni
bilgileri öğrenemez, ûmegln, ameliyat geçiren biri, eski evinin adresini ve eve
nasıl gidileceğini gayet iyi hatırlayabildiği halde, ameliyattan sonra taşındığı
ve bir senedir oturduğu yeni evinin adresini ve yolunu hâlâ bilemez. Besbelli
ki hipokampus kısa süreli bellekle ilgili bir beyin bölgesidir ve bu bölgenin çı
kartılması kısa süreli bellek işlevlerini ortadan kaldırmaktadır.
Deneysel ve kliniksel gözlemler, iki tür bellek olduğunu destekler. Şimdi
de iki tûr belleğin birbirleriyle nasıl bir ilişkisi olduğunu görelim.
psikologlann bûyûk bir çoğunluğu İkili bellek kuramını temel kabul ederek
kitap yazar ve araştırma yapar.
6. YAPILANDIRICI BELLEK
Şimdiye kadar basit kelime dizileriyle ve derse çalışma gibi daha karma
şık düzeyde bellekten söz ettik. Günlük yaşamda karşılaştığımız olaylar ve
bilgiler değişik karmaşıklıkta ve yapıdadır. Öğrenilecek bilginin ya da olayın
karmaşıklık derecesi arttıkça belleğin bir başka özelliği kendini belirtmeye
başlar. Bellek pasif bir depolama yeri olarak hareket etmez, aktif bir biçimde
gelen bilgileri yapılaşünr, eklemeler ve çıkarmalar yapar, boşlukları “uygun
bir biçimde“ doldurur. Belleğin bu yönüne yapılandınct (construclive) özellik
adı verilir.
Yapılandincilik, belirli bir kültürde yetişmiş olmamızdan ileri gelir. Belirli
bir kültürde yetişmiş olmak demek dünyaya, olaylara, bireylerin davranışla-
nna bakış tarzı ve anlam verme bakımından belli bir görüşü, belli bir düzeni,
toplumun diğer üyeleriyle paylaşmak demektir. Kültür, paylaşılan değerler ve
algılama tarzıyla canlılığını bulur ve toplumda yaşar. Kültür, hangi durumda
neyin nasıl yapıldığı takdirde “uygun" düşeceğini bize öğretir. Hangi durum
larda hangi davranışlann daha olasılı olduğunu bize söyler. Farkında olma-;
dan kültürün “uygunluk" ve “olasılık" düzenlemelerini günlük yaşamla ilgili
algılarımızda sürekli kullanınz. Kültürün bu özelliği belleğin yapdandıncıltğı
biçiminde kendini gösterir.
Aşağıdaki türden bir.^tkileşimi okuduğunuzu farzedin;
Mümtaz, elindeki şişeden bir yudum daha aldıktan sonra kansına.
"Bıktım arük! Bu evde yemek hiç zamanında hazır olmayacak mı!" diye
bağırdı.
Karısı, kızgın biçimde mu^ağa girdi, ağlamamak için kendini zor tuttuğu
belliydi.
Bir sûre sonra size "Mümtaz karısıyla konuşurken sarhoş muydu?" diye
sorulsa, bûyûk bir ihtimalle "E>et" cevabını verirsiniz. Niçin? Çünkü size ve
rilen hikayede Mûmtaz'ın elindeki şişeden bir yudum daha aldığı söyleniyor.
Evinde karısına kızgın bir İfadeyle konuşan Mûmtaz'ın elindeki şişenin İçki
şişesi olduğunu ve bıi nedenle duygularım kontrol etmekte zorluk çektiğini
düşünmeye başlamanız doğaldır.
İçinde yaşadığımız kültür “İçki - kötü duygular - ailede uyumsuzluk v<^
mutsuzluk" beklentiler zincirini bize öğrettiği için, bu zincirin ancak belirli
bir kısmı verilse dahi, biz verilmeyen kısımları zihnimizden tamamlarız. Böy^
lece Mûmtaz'ın sarhoş olduğu hiç söylenmediği halde, kültürün verdiği bek
lentiler ztnctrtntn etkisi altında, belleğimiz bu bilgiyi ekler ve hikâyeyi yeni
den yapılandınr.
Şöyle bir başka örnekle belle^n yapılandıncı özelliğini tekrar gösterelim.
Size şöyle bir cümle verildiğini düşünün:
BELLEK 197
Şekil 5.6 İlk çizim, ana hattanyta bir baykuştur. Değişik za
manlarda deneklerden bu şekli yeniden hatırladıkları biçimde
çizmeleri istendiğinde, çizimin gittikçe şekil değiştirerek, daha
iyi bilinen bir hayvan olan kediye benzediğini görüyorsunuz.
Bu örnek yapılandırıcı belleğin etkisini göstermektedir.
Aradan birkaç gOn geçtikten sonra size bir dizi cümle veriltyor ve dizi
içinde daha önce size gösterilen cümlenin olup olmadığı soruluyor. Dizide yer
alan cOmle şu;
7. ÖZET
ğer öğrenilen bilgilerden bozucu etkiler olduğu ve heyecansal faktörler İşin İçi
ne glrdlgl zaman görevlerini tam anlamıyla yapamazlar ve unutmaya yol açar
lar.
Belirli teknikler kullanarak belleğin kapasitesini artırmak mümkündür.
Kısa süreli bellekte kümeleme yoluyla öğrenilen birim sayısını arttırabiliriz.
Uzun süreli belleğin kapasitesi hem kodlama ve hem de ara-bul-geriye getir
aşamasında bazı yöntemler kullianılarak arttırılabilir. Kodlama aşamasmda.
yer çağrışımlı yöntem ve anahtar kelime yöntemi gibi belleğe yardımcı düzenle
me teknikleri kullanabiliriz, öğrenilen bilginin aynntılanna İnerek de kodla
ma aşamasında belleğin kapasitesini arttırabiliriz. Ara-bul-geriye getir aşa
masmda ise uzun süreli belleğin kapasitesini artırmak için örgütleme yararlı
olacağı gibi, öğrenme ve hatırlama zamanlanndaki bağlamın benzerliği de ya
rarlı olur.
İkili bellek kuramu bilginin, kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe akta
rıldığını kabul eder. Bu kuram belirli bir kazadan sonra, kazadan hemen ön
ceki olaylan hatırlayamama biçiminde kendini gösteren retrograd amnezi (ge
riye dönük bellek boşluğu) olayını açıkladığı gibi, beyinin hipokampus kısmı
nın ameliyatla çıkarılmasından sonra ortaya çıkan ve yeni hiçbir şey öğrene-
meme biçiminde kendini gösteren anterogreyd amnezi (İleri dönük bellek boş
luğu) yl de açıklayabilmektedir. Açıklamanın temelinde kısa süreli bellekten
uzun süreli belleğe bilginin aktarılamaması suilayışı yatar.
Serbest hatırlama deneylerinden elde edilen bulgulan da ikili bellek ku
ramıyla açıklamak mümkündür. Listenin sonundaki kelimeler henüz kısa
süreli bellekte olduğu İçin, listenin başındaki kelimeler ise ilk başlarda tek
rar edilme olanağı buldukları İçin hatırlanırlar. Ne var ki ikili bellek kuramı
anlamlı tekrarla mekanik tekrar arasında bir ayrım yapamaz. Aynca. anlamlı
aynntılar düzeyine inerek öğrenilen bilginin niçin daha iyi hatırlandığını da
açıklayamamaktadır. Bu olaylan açıklayabilmek için kodlama sürecinin de
rinliği kuramı ortaya atılmıştır. Adından da anlaşılacağı üzere kuram, bilgile
rin değişik derinliklerde işlendiğini ve en 3rüzeyde işlenen bilginin en çabuk,
en derin İşlenen bilginin ise en geç unutulacağını savunur.
öğrenilecek ve hatırlanacak bilgiler genellikle karmaşık olaylar ve ifade
lerden oluşur. Bu tür bilgilerle uğraşırken kültürün beklenti zinciri içinde öğ
renilen olayı belleğimiz yeniden yapılandırır. Yapılandırma akıl yürütme ve
kalıp yargılar kuUanma aracılığıyla etkinliğini gösterir.(•)
(•) İkinci resimdeki sayıların dizimindeki kural: İlk sayıya 3, elde edilen sayıya 4 ekle
ve bu İşlemi devam ettir.
Alüncı Bölüm
Beş Yaklaşım
(1) Bir Bilgiişlem Süreci Olarak Bilişim : Bu yaklaşımı kabul eden psiko
loglar sinir sistemini, kendine du30 j organlan aracılığıyla ulaşan verileri işle
yen bir mekanizma olarak görürler. Onlara göre bilişim bu mekanizmanm
nasıl çalıştığını inceler. Alanm kurulmasında önemli rol oynamış olan Ulric
Nasser bilişim alanını şu biçimde tanımlar: ‘‘Bilişim duyu organlarından ge
len bilginin biçim degiştiriş, azallılış, işleniş, depolanış ve yeniden kullanılı
şında yer alan süreçlerin tümünü İnceleyen alandır" (Neisser, 1967). Bilgi iş
lem dili psikologlar arasmda en İyi bilinen dillerden biridir. Bu anlayış içinde
bilişim tartışması, insan organizmasında bilginin akış yoilannı araştırma
(dikkat, algı, depolama, geri getirme ve yeniden bilgiyi kullanma) biçiminde
anlaşılır.
Bu anlayışın doğal sonucu olarak insan düşüncesini taklit eden başka
bir deyişle bir anlamda "zekâ gösteren" programlar yazılmıştır. Böylece in
sanlarla satranç oynayan (Zobrist ve Carlson. 1973) ve problem çözebilen
(Newell ve Simon. 1972) bilgisayar programlan geliştirilmiştir. Bazı araştır
macılar yazdıklan programı insan belleğine benzeterek onu laldit etmişlerdir
(Cofer, 1975).
Bir kısım araştırmacılar, sabırsızlık ve cesaretin kıniması gibi insanın
bazı duygusal özelliklerini yazdıkları programlara eklemişler, böylece insan
davranışına daha benzer sonuçlar elde etmişlerdir (Simon, 1967). Bu alan
yapay zekâ ve robot yapımı olarak bilinir ve şu anda hemen hemen gelişmiş
ülkelerin tümünde en faal araştırma alanlanndan birini oluşturur.
(2) Sembollerin Zihinde Kullanımı Olarak Bilişim : Bilişim'! tanımlayan ba
zı psikologlar bilişsel faaliyet olarak gösterdiğimiz her olayın, sembollerin zi
hinde kullanılması sonucu meydana geldiğini söylerler. Kendinden başka bir
şeyi temsil eden her şeye sembol adı verdir. Kelimeler sembollerden oluşur,
örneğin, "koyun" kelimesi hepimizin bildiği bir hayvanı belirten (yazılı ya da
sözlü] bir semboldür. Dil kelimelerden oluştuğuna göre, dilin semboller aracı
lığıyla iletişim kuran bir düzen olduğunu söyleyebiliriz.
Semboller yalnız dilde bulunmaz. Trafik düzenlemelerinde sembollerden
büyük ölçüde yararlanılır. Kara yollarında tehlike olduğunu belirtmek için
sönüp yanan kırmızı ışık kullanılır. Matematik, müzik ve diğer bilim dallan-
nın kendilerine özgü semboller kullandığını hepimiz biliyoruz. Bizim belleği
miz sembollerle çalışır. Bir arkadaşınızın yüzünü düşündüğünüzde, nasıl bir
yüzt^ olduğunu gözünüzün önüne getirebilirsiniz. Arkadaşınızın yüzü sizin
belleğinizde bir nesne olarak fiziksel bir biçimde bulunmadığına göre, bellek
te sinirsel eneıjilerin oluşturduğu semboller aracılığ^la temsil edilir.
Sembolün en önemli özelliği şudur: İçinde bulunduğumuz anın ve çevre
nin esiri olmaktan bizi kurtanr ve daha önceden görmüş olduğumuz dış çev
reyi ve o çevre içinde yer alan deneyimlerimizi istediğimiz zaman yeniden ya
ratma olanağını bize verir. Şu anda babanızı düşünün; o sizin yanınızda ol
masa bile, hayalinizde onu şu anda gözünüzün Önüne getirebilirsiniz. Sem
BİLİŞİM. DİL, KAVRAMLAR VE DÜŞÜNCE 203
boller bize yaratıcılık olanağı verirler, örneğin, hiç pembe kurbağa görmediği
niz halde, böyle bir kurbağa düşünme olanağınız vardır. Semboller yukanda
saydığımız özellikleriyle bizi geçmişe, geleceğe ve dışanda gözlenmesi olanak
sız olan yaratıcılığa götürür. Bu nedenle bazı psikologlar sembollerin akılda
kullanılışını bilişimin temel konusu olarak görür.
(3) Problem Çözümü Olarak Bilişim : Bazı psikologlar en önemli bilişim
süreci olarak problem çözmede kullanılan düşünceyi görürler ve bilişim ala-
nmı bu süreçle tanımlarlar. Bu görüşe göre, çevrede bulunan olanakları ve
bellekte bulunan bilgi ve becerileri belirli bir problemi çözmek için kullanma,
bilişimin en belirgin tanımlayıcı özelliğidir. Her insan düşüncesi, ya dolaylı
veya dolaysız şekilde belirli bir sorunu çözmeye yönelmiştir, örneğin, aç ol
duğunuzun farkına vardınız ve yemek yemek isliyorsunuz; eve giderek yemek
hazırlamak, ya da lokantaya giderek yemek ısmarlamak açlık sorununu çöz
me davranışına örnek oluşturur.
Hayal kurma, belirli bir çözüme yönelmiş değildir, fakat hepimizin bildiği
gibi bilişsel bir davranıştır. Hayal kurma gibi ilk başta belirli bir problemi
çözmeye yönelmeyen düşünce tarzlanyla ilgili olarak psikologlar ne derler?
Bu psikologlar, hayal kurmanın gerçekte belirli bir işlevi olduğunu ve bu an
lamda belirli bir sorunu dolaylı olarak çözmeye yardımcı olduğunu söylerler.
Hayal kurarak İçinde bulunduğu sıkıcı durumun bunaltıcı etkisinden uzakla-
şsm kimse, hayal kurmayı belirli bir işlev için kullanır. Daha sonra gözden ge
çireceğimiz savunma mekanizmaları da bu tür yaklaşıma bir örnek oluştu
rur.
Bilişim alanında araştırma yapan psikologların tümü, problem çözmeyle
ilgili düşüncenin bilişsel psikolojinin alanı içinde olduğunu kabul ederler.
Aradaki fark, bazı psikologlann bilişim olarak yalnız problem çözmenin teme
linde yatan düşünce süreçlerini ele almalan, bazı psikologların ise, problem
çözme davranışmm yanı sıra diğer değişik süreçleri de bilişim psikolojisinin
kapsamı içine kalmalarıdır.
(4) Genel Kapsamlı Düşünce Olarak Bilişim : Yalnız problem çözme duru
munda iken düşünmeyiz. Birinin ismini hatırlamaya çalışırken, duygu ve dü
şüncelerimizi okunaklı bir biçimde kâğıt üzerine yazarken, dûn akşam gör
düğümüz rüyanın ne anlama geldiğini bulmaya çalışırken de düşünürüz. Ba
zı hatıralanmız kelimeler halinde bize gelir, bazıları ise (geçen yaz Boğaz'da
yaptığımız vapur gezisini düşündüğümüz anda olduğu gibi) görsel imajlar ha
linde gelir. Bazı düşünceler mantıksal işlemlere dayanır, bazı düşüncelerin
ise mantıksal yapısı gizlidir. Düşünce süreçlerinin tümü bilişim alanını oluş
turur.
(5) BIrbUiyle tlişküi Süreçlerin Toplamı Olarak Bilişim : Bazı psikologlar ke
sin sınırlar koymak yerine birbirleriyle ilişkili çok sayıda psikolojik süreci bili
şim alanında toplarlar. Bu psikologlara göre bilişsel psikolojinin alanı şu sü
reçleri kapsan Bilme, algılama, hatırlama, karar verme, düşünme, akıl yürüt
me, problem çözme, öğrenme, hayal etme, kauramlaştırmave dil kullanunL
Bu bölümde bilişsel psikologlann anlamaya çedıştığı değişik süreçleri in
celeyeceğiz. Yukanda da belirttiğimiz gibi aslında bu süreçler birbirinden ba
ğımsız değildir, inceleme ve tartışma kolaylığından dolayı ayrı ayrı ele almıp
204 İNSAN VE DAVRANIŞI
İncelenirler, insan zihni bir bütün olarak ve son derce karmaşık bir şekilde
İşler. Bu karmaşık olayı bütünüyle anlamamız olanağı olmadığı için, anlaya
bileceğimiz ufak alanlara bölerek İncelemek yolunu seçiyoruz.
2. DİL
Dil, insanlara son derece karmaşık ve kudretli bir sembolik İletişim aracı
sağlamıştır. Hayvanlar, 3dyecegln nerede olduğu, tehlikeli bir durumun varlı
ğı. veya cinsel birleşme İsteği gibi belirli temel mesajları kendi hemcinslerine
iletebilir. Hayvanların İletişimi, ne kadar karmaşık ve ilgi çekici de olsa, dile
bağlı olarak geliştirilmiş İnsan İletişimiyle karşılaştırıldığında, son derece ba
sit kalır, insan dili son derece soyut ve karmaşık bir süreçtir. Psikologlar İn
san diliyle llgÜl değişik bilgiler elde etmişlerdir, ne var ki bilmediğimiz konu
lar çoktur ve bu konuda araştırmalar devam etmektedir. Aşağıda dilin yapısı
nı ve dile temel yaklaşımlan ana hatlanyla tartışacağız.
Fonem ve Morfemler
Dil İnsan seslerinin bir araya gelmesinden oluşmuş, belirli bir yapısı olan
bir sistemdir. Dilin bir anlam farkı meydana getiren ses birimine fonem (pho-
neme) adı verilir. Her dil fonem adı verilen temel ses birimlerinden oluşur
Türkiye Türkçe’sinde 8 sesli ve 23 sessiz olmak özere 31 fonem vardır (Uh-
derhlU, 1986). Bir genellen^ yaparak, Türk alfabesindeki her sesli ya da ses
siz harf Türkçe fonemlerinden birine karşılıktır, diyebiliriz. Aşağıda Türk
çe'deki fonemlere örnekler verilmiştir:
Burada verilen bilgiler dilbilim kurollanna tam teknik anlamıyla uymamakta an
cak günlük yaşamla ilgili İlişkiler kurmamıza yardım etmektedir. Dil konusu kendi
başma uzmanlık isteyen bir bilim konusudur. Biz burada bir genel psikoloji kitabı-
nm çerçevesi içinde oldukça genci anlamda bilgi vermeye yöneldik. Kıravat örne
ğiyle ilgili olarak şunu söyleyebiliriz: Türk köylüleri asırlar boyunca bu tür dil ku
ralarını uygulayarak. Türkçe'yi Arapça ve Farsça'nın etkisinden korumuşlardır.
206 İNSAN VE DAVRANIŞI
Dönûştürümlû Gramer
Derin yapı nasıl oluyor da kendisini yüzeysel yapıda İfade edebiliyor? Bu
soruya Chomsky dönûşlûrümlâ gramer (transformational grammar) kavra
mıyla cevap vermiştir. Birey konuşurken s^lem ek istediği temel niyete aşa
ma aşama değişik dönüştürüm kurallan uygular ve sonuçta yüzeysel yapıya
ulaşır.
örneğin, “Alt masayı kırdı “ cümlesinde temel anlam, “Ali*’ ve “masa" ara
sındaki "lllşkl"yi ifade eder. Konuşanm ağzından çıkan yüzeysel yapı, bu te
mel anlamı değişik biçimlerde İfade eder. Dinleyen yüzeysel yapıyı duyar ve
ters yönde aşama aşama dönüştürümlû kurallar uygulayarak konuşanın ne
demek İstediğine, temel anlama ulaşır. Bu kurallar bilişsel süreçler içinde o
kadar süratle uygulanır ki. ne konuşan ne de dinleyen herhangi bir zaman
sûresi geçtiğinin farkında değildir. Chomsl^'e göre, konuşma ve dinlemede
dönüştûrümlü kurallar mutlaka yer ahr.
Gramer kuralları değişir mi? Evet, bir dilin gramer kurallan yavaş da ol
sa sürekli değişim içindedir. Toplum gelişip karmaşıklaştıkça, toplum içinde
yaşayan bireylerin birbirlerine iletmek istediği mesajlarda değişir ve karma
şıklaşır. Dil bu değişmeyi izler. Yüzlerce yıllık bir zaman süresi içinde bir di
lin yapısı ve kelime hâzinesi değişik zaman noktalannda karşılaştırılırsa, her
dilin sürekli değişim İçinde olduğu gözlenir. Belirli bir zaman süresi içinde o
dili yazan ve konuşanlar bu değişimi kolaylıkla farkedcmezler, ancak o dilin
tarihini inceleyen bilim adamlarına değişmeler çok belirgin olarak görülür.
Türkçe hızlı bir değişim içinde olan bir dildir. Modem Türkiye Cumhuri
yeti kuruluşundan beri, hukuk, eğitim ve ekonomi konusunda toplumsal
BİLİŞİM, DİL, KAVRAMLAR VE DOş ONCE 207
devrimler yaparak Batı ülkelerinin uygarlık düzeyine ulaşmak İçin bûyûk ça
ba harcamıştır. Bu doğrultuda, dilde Arapça ve Farsça'nın etkisinden kurtul
muş yeni bir Türkçe oluşturma amacını güden “Tûrkçe'leştlrme*' akımına
Cumhurfyet Hükümetlerince büyük Önem verilmiştir.
Akım •anlaştırma'*, "dil devrimi* ve Tûrkçe'leştlrme" gibi değişik adlarla
bilinir. Bu akımın temelinde dilbilimsel nedenler yerine, yukarıda kısaca be
lirttiğimiz gibi, "toplumu Batı uygarlık düzeyine çıkarmak" gibi siyasal ve İde
olojik nedenler yatar. *0111 anlaştırma" akımı birçok yazarın "Yeni Türkçe" İle
yazmasına ve yayınlamasına olanak sağlamış ve Türkçe'deki değişimi hızlan
dırmıştır.*
Türkçe içinde yer alan bu akımlar ve bunların incelenmesi burada birkaç sayfaya
sıgamayacak kadar çok yönlüdür.
208 İNSAN VE DAVRANIŞI
Dilin Öğrenilmesi
Çocuk dil öğrenirken değişik
aşamalardan geçer. Bu aşamalan
aşağıda ana hatlarda tanıtacağız.
(1) Cıvıldama Devresi (babbllng):
Doğumundan sonraki Uk ûç-dörl ay
İçinde bebekler ağlamanın. *agu -
agu" sesi çıkarmanın, esneme ve ge
ğirme dışında sözlü faaliyetlerde bu
lunmazlar. Altı ay civarında durum
değişir, bu devrede çocuk kendili
ğinden avıldama davranışı göster
meye başlar. Bu sesler ilk başlarda
genel İnsan sesleri olarak kendileri
ni gösterirler, fakat kısa bir zaman Resim 6.2 Çocuk ve ana>baba etkileşimi dil
öğrenmenin temelini oluştumr.
içinde, bebek çevresindeki insanla
rın konuştuğu dUln fonemlerini an
dıran sesler çıkarmaya başlar. Ses
lerin herhangi bir yapısı ya da anlamı yoktur. Fakat çocuk ses çıkarma or
ganlarını kullanmaktan büyük bir zevk alır ve her ûrsatta tekrar tekrar bu
sesleri çıkarmaya devam eder.
Dünyanın her bölgesinde, hangi ırktan ve hangi dilden olursa olsun be
bekler hemen hemen altı ay civarında cıvıldamaya başlarlar. İlk başlarda be
bekler birbirlerine son derece benzeyen evrensel sesler çıkarırlar, öyle ki. ses
ler yöre, ırk ve dil ayızımma göre kaydedilip sonradan bir grup kişiye, bu ka
yıtlar dinletilerek gruplandıniması istendiğinde, bebeklerin ses kayıtlan ara-
smda bir ayınm yapılamamıştır (Atkinson. MacWhinney ve Stoel. 1970). Be
beklerin çıkardığı seslerin türü ve miktan bölge. ırk ve dil faktörlerinden etki
lenmez. Hatta sağır ana-babadan doğan ve onlann çevresinde büyüyen bir
sağır çocuk bile, diğer çocuklannkine benzer sesler çıkanr (Lenneberg.
1967).
“Genel ses durumu“ kısa sürer ve çocuklar birkaç ay içinde ana-
babalannın dilinin seslerini daha çok çıkanr. diğer sesleri İse arük çıkarmaz
lar. Demek oluyor ki. çocuk doğduğunda değişik insan dillerini konuşabile
cek bir ses hazînesiyle doğar, daha sonra hızla kendi toplumunun dilinde uz
manlaşmaya yönelir.
(2) Tek Kelime ve Tûmcel Söz (holophrastic ^ e c h ) : Bir yaş ctvannda be
bekler dilde bulunan gerçek kelimeleri öğrenme^ ve söylemeye başlarlar. Bu
kelimeler toplumsal dilin İlk başlangıcını gösterir ve ilk başlarda yetişkinlerin
diline pek benzemez, zamanla yetişkinin konuştuğu dille çocuğun konuştuğu
dil birbirine benzem^e başlar. Kelime sayısı en fazla iki ve beş yaşlan ara
sında arlar, daha sonra kelime hâzinesi büyümeye davam eder, ancak artış o
kadar hızlı değildir. İki yaşmdaki çocuk ortalama 50 kadar kelime bilir. Bir
sene sonra, üç yaşındayken çocuğun bildiği kelime sayısı 1 .0 0 0 civarındadır.
Beş yaşındaki bir çocuk 2.000 kadar kelime bilir.
İD 14
210 İNSAN VE DAVRANIŞI
Çocuk önceleri bir kelimeyi tûm bir anlamı ifade etmek için kullanır, ö r
neğin, çocuk "Baba!” dediği zaman, *Ben babamın omuzuna binip onunla
parka gezmeye gitmek Istiyoruml” düşüncesini belirtmek İsteyebilir. “Havhav'
kelimesi, “Ben sıkıldım, komşunun köpeğini buraya getirin, oynamak Istlyo-
rumr anlamma gelebilir. Tûmcel söz böyle tek kelim^le karmaşık düşünce
leri ifade etmeye verilen isimdir ve bu devrede, çocuğun dili anlama yeteneği
nin. konuşabilme becerisinden ileri olduğunu gösterir.
(3) tki Kelimeden Oluşan Cümleler : On sekiz ay civarmda çocuklar iki
kelimelik kısa cümleler kurmaya başlarlar. Bu cümleler ilk gramer yapısının
belirtileridir. **Anne gel!* *Baba al!* “Atta git!* gibi cümleler çocuğun dilin gra-
matik yapısına İlgili ilk çabalarmı gösterir. Çocuk iki kelimelik cümlelerden
üç kelimelik cümlelere geçmeden önce, İki kelimelik cümleleri sık sık kullan
maya başlar. Braine (1963) bir çocuğu uzun zaman boyutu içinde gözlediğin
de, 19 aylık bebeğin 5-10 civarındaki iki kelimelik cümle kullanımının. 20
aylıkken 25. 21 aylıkken 50. 22 aylıkken 75. 23 alıkken 150. 24 aylıkken
1425 ve 25 a^iıkken 2425 olduğunu bulmuştur. İlk başlarda yavaş yavaş ar
tan iki kelimelik cümle sayısı 24. ve 25. aylarda birdenbire fırlamıştır. Miller
ve Eıvin (1964) de buna benzer sonuçlar elde etmişlerdir.
(4) TelegraJUc Söz : Ikl-üç kelimelik cümleler telegraflk söz adı verilen bir
yapı gösteriden Çocuk “Baba seninle beraber parka gidelim* düşüncesini.
“Baba park git* telegraflk cümlesiyle ifade eder. Telegraflk cümlede genellikle
isim ve İlil yer ahr. diğer bütün aynntılar bırakılır. Bu nedenle çocuğun dilini
anlamak için, çocuğun hangi durumda ve hangi amaçla bu sözü s^lediğini
bilmek gerekir.
Bu tür konuşmaya bağlama bağımlı (context dependent) söz adı verilin
Çocuğun sürekli çevresinde bulunan anne, baba ve kardeşler, onun zihnin
deki bağlamı bildikleri için ne demek istediğini hemen anlar, ama bir yaban
cı. çocuğun ne demek İstediğini anlamakta büyük güçlük çeker. Tümcel söz
tek kelimeyle, telegraflk söz iki kelimeyle ifade edilen karmaşık düşünce ya
pılarını belirtin
(5) Uzun Cümleler: İki ve üç yaş arasında çocuklar daha uzun cümleler
kullanmaya başlarlar. Cümlelerde kullandıkları hece sayısı artmaya başlar.
Bu aşamadaki dil sürecinin, göz önüne alınması gereken üç yönü vardır:
(1) Çocuklar arasında bu aşamada bireysel farklar belirgin hale gelme
ye başlar. Her çocuk, göreli olarak, süratle karmaşık cümleler kur
maya başlar, ama bazı çocuklar, diğerlerine göre daha yavaş bir
tempoyla gelişirler.
(2) Çocuklar arasında görülen bireysel farklılık, öğrenmekte olduklan
gramer kurallarının birbirini izleyişindeki sırada kendini göstermez.
Başka bir deyişle, her çocuk a3mı tür gramatlk gelişimi benzer bir sı
ra içinde yapar.
(3) Çocuklann cümlelerinin altında yatan gramer kuralları değişik aşa
malardan geçerek yetişkininkine benzer hale gelir. Çocuk deneme
yanılma yoluyla değişik “gramer* yapılarını dener ve yavaş yavaş ye
tişkinin gramerini öğrenir.
BİLİŞİM, DİL, KAVRAMLAR VE DÜŞÜNCE 211
Resim 6.3 Psikolinguistik kuram, çevresinde konuşan olduğu sürece, çocuğun konuşmayı
mutlaka öğreneceğini savunur.
Şempanzel«r ▼« DU
*Hayvanlar insana özgü bir dil öğrenebilir mi?" sorusu uzun sûre psiko-
loglan düşündürmüştür. Şempanzeler üzerinde yapılan ilk denemeler ¿iayes
ve Hayes. 1952) olumsuz sonuç vermiş ve araştırmacılar. Şempanzelerin dili
öğrenemeyeceklerine karar vermişlerdir.
Daha sonraki araştırmacılar, dil 3reteneglyle. dilin ifade mekanizmalannı
birbirinden ayırt edince şu soru ortaya çıkmıştır: "Şempanze gırtlagmdaki ses
mekanizmalan. insan dilinde kullanılan sesleri çıkarmak için yetersizdir. Ses
mekanizmalannı kullanmadan "hayvan işaret dUi” kullanarak iletişim kura
bilir mİ?" Gardner ve Gardner (1978)’ln yaptığı araştırmalar bu soruya olum
lu cevap verir. Washoe adlı şempanze 200 den fazla işaret öğrenmiş ve işaret
ler aracılığıyla basit ifadeler kullanabilmiştir: “Sen ben hemen git!" "Hemen
ver dlşfırçasıl"gibl.
Premack ve Premack (1975) yaptıklan araştırmada işaret dili kullanacak
yerde, bazı şekilleri kelimelerin sembolleri olarak kullanmışlar ve sembol dizile
rini belirli gramer kurallarına göre yapılandırmışlardır. Sarah adlı şempanze
plastikten yapılmış sembolleri kullanarak bazı basit cümleler kurabilmiş ve
sembollerle verilen cümleleri anlayarak kendisinden isteneni yerine getirmiştir.
Araştırmalar göstermektedir ki. şempanzelerin sözlü ifade mekanizmalan
bizimkinden farklı olduğu İçin onlara sözlü dil Öğretmek olanağı yoktur, ne
var ki iletişim yetenekleri bizim önceden düşündüğümüz kadar dûşûk değil
dir. İnsan dilinin karmaşıklığı, akıcılığı, hızı ve yaratıcılık derecesi hiçbir hay
van araştırmasmda gözlenemeyecek kadar ûst düzeydedir. Zekâca en dûşûk
insan bile, Sarah ve Washoe gibi zekâ dûze3rl yüksek şempanzelerden kat kat
Ûstûn bir dil kullanma yeteneğine sahiptir. Bu tûr gözlemler, insanlann "dil
programıyla" doğduğu kurammı destekler.
Dil ve Düşünce
İnsan düşüncesinin sözlü olmayan semboller kullandığını bugün biliyo
ruz: İmgeler, şekiller, duygular, tat ve koku gibi diğer duyu organlannm kul
landığı semboller düşünce sürecinde önemli rol oynarlar. Dildeki sembol ve
kavramlar düşünceyi büyük ölçüde etkiler.
Dil ve düşünce arasmdakl ilişki değişik biçimlerde ifade edilmiştin (1)
Düşünce dilden bağımsızdır. Dil düşüncenin İfadesi için gereklidir, ama dü
şüncenin varlığı için dile gerek yoktur. (2 ) Bir kişinin konuştuğu dilin türü, o
kişinin düşüncesinin içeriğini ve biçimini belirler. Düşünce ancak belirli bir
dil ortamında oluşabilir, düşünceyi dilden ayn düşünemezsiniz (Whorf.
1956). (3) Dil ve düşünce birbirlerini etkiler, düşünce temelde algısal süreçle
re bağlıdır.
Dil hem algısal süreçleri etkiler, hem de belirli tür düşüncelerin daha ko
laylıkla ifade edilmesini sağlar. Fakat dil. düşüncenin içeriğini bütünüyle be
lirleyemez: önemli bir algısal olay varsa ve bu olayın mutlaka sözle ifadesi ge
rekiyorsa, düşünce kendisine yeni bir kelime, bir kavram yaratarak yeni kav-
ramm ifadesini bulur. Böylece dil ve düşünce birbirlerini karşılıklı sürekli
olarak etkiler.
Bu farklı görüşler birçok araştırmaya yol açmıştır. WhorPun (1956) verdi
ği örneklerden biri. Eskimo dilinde karla ilgili 40*dan fazla kelimenin olduğu
dur. Bu gözleme dayanarak Whorf, "Eskimo kara baktığı zaman bizim gördü
ğümüzden daha fazla ayrıntı görür, çünkü toz kar, sulu kar, iri kar için onun
dilinde a}nn ayn kelimeler vardır ve bu nedenle Eskimo'nun karla ilgili algısı
ve düşüncesi daha aynntılıdır" der.*
Buna benzer bir örnek Türkçe'deki akrabalık isimlerinden verilebilir: Ha
la. teyze, amca, dayı a3nnmı bizim için son derece doğal olduğu halde. Ameri
kan ingilizcesi'nde hala ve teyze aunt,
amca ve dayı ünde kelimesiyle İfade
edilir. Whorfa göre Türk'ler. Amerika' lı-
lara göre bu alanda daha aynntüı algıla
ma ve düşünme olanağına sahiptir.
Bu tür hipotezler değişik alanlarda
araştırmalara yol açmış ve araştırma
sonuçlan yukanda belirttiğimiz üçüncü
türden görüşü, başka bir deyişle dil ve
düşüncenin sürekli birbirini etkilediği
Resim 6.5 insanların ağızlanndan ses çı- görüşünü desteklemiştir. Whorfun hi-
Pote2 ‘ tamamıyla kabul gönncsc bile
gerçekten doönj, ne var kı, bırbırienyle ^ ^
seçikten iletişim kurduklanna dair somut gözlemleri bu alanda yeni
d&liller bulmak çok zor.* çalışmalar yapılmasma yol açmıştır.
(*) Eskimo dilinde kırktan fazla kar ismi olduğu yaygm kamsuun gerçeğe dayanmadı
ğım. gerçek bir araştınnaya dayanmadan kulaktan dolma bllgilerie bu kanıya ula
şıldığım savunan bilim adamları da vardır. Santa Cruz'daJd KaUfomiya Üniversite
si öğretim üyelerinden GcolTiey K. Pullum bu konuda bir kitap yazmış bulunmak
tadır. (Bkz. Pullum, G. K.. 1991.)
BİLİŞİM, DİL. KAVRAMLAR VE DÜŞÜNCE 215
Resim 6.6 Eskimolar bu resimde, belki de bir türden fazla kar görürler.
3. KAVRAM OLUŞTURMA
Kavram Tanımı
Kavram (concept), aralarında belirli özellikleri paylaşan bir grup nesne ve
ya olaya verilen semboldür, örneğin, ağaç bir kavramdır, çünkü çok sayıda
nesneyi temsil eder ve bu nesneler toprağa kök salma, dik durma, gövdesi,
dallan ve yapraklan olma gibi bir dizi özellikleri aralarında paylaşırlar. Bu
nun gibi, kız, kitap, ev birer kavramdır.
Kavramlann birbirleriyle İlişkileri vardır ve bu ilişkiler mertebell bir yapı
oluştururlar. Biyoloji biliminden örnek verelim. Biyolojide her canlının hangi
aile türüne alt olduğunu bulma önemli bir bilimsel faaliyettir. Bir hayvan ya
da bitkiyi sınıHamaya çalışan bilim adamı, gerçekte, İncelediği canlı yaratığın
mertebell yapı İçinde yerini bulmaya çalışmaktadır. Mertebell yapıdan neyi
anlatmak İstediğimize bir örnek şöyle verilebilir.
Evrendeki her ş ^ Enerji kavramı altında toplanabilir. Bazı tür enerji
nesneleşmiştir, bazıları İse manyetik dalga gibi titreşim halindedir. Böylece
Eneıjiyi Nesnel ve Nesnel Olmayan gruplara ayırabiliriz. Nesnel grup Canlı
ve Cansız olmak üzere Ikl gruba ayrılabilir. Canlılar, Bitkiler ve Hayvanlar
olmak üzere iki gruba aynlır. Hayvanlar da Tek Hücreliler ve Çok Hücreliler
olmak üzere yeniden iki gruba ayrılır.
216 in s a n v e DAVRANIŞI
Nesnel
/ \ Nesnel olmayan
olmasaydı, dış dünyadaki her olayı
teker teker öğrenmek ve hatırlamak
durumunda olurduk. Düşünün biı^
kere: A ra ç’la ilgili bilgiyi vermek
Cansız Canlı için şimdiye kadar gördüğünüz her
ağacı hatırlayıp teker teker onlann
Hayvanlar Bitkiler özelliğini söylemeniz gerekirdi. Kav
ramlar, bireyin son derece karmaşık
ve aynntılı algısal yaşantısını özet
Tek hücreliler Çok hücreliler ler, soyutlaştırır ve böylece insanoğ
lunun bilim, teknoloji, kültür, sanat
Şekil 6.1 Bir mertebeli yapı örneği. ve edebiyatı geliştirmesini sağlar.
Bir kavramın kapsamına giren
her nesne veya olaya o kavramın örneği (İncident) adı verilir. Böylece ağaç
kavramının örneği, bir kimse için meşe ağacı olabilir. Meşe ağacı bir kavram
olarak kullanıldığında, onun örneği o kimsenin evinin önündeki, çocuklu
ğundan beri bildiği bir meşe ağacı olabilir. Bizim algısal yaşantımız genellikle
örnekler düzeyindedir.
örnekler bizim kendimize özgü kişisel algılamamızı ve yaşantılanmızi
kapsarlar. Bu düzeyde başkalarıyla iletişim kuramayız, çünkü onlann örnek
leri kendilerine özgüdür ve her birey İçin farklıdır. Kavramsal soyut düzey bi
reyler arasında paylaşıldığından, dille iletişim kavramsal düzeyde olur. Kav
ram ve dil ilişkisi bu nedenle önemlidir. Şimdi bu ilişkiye kısaca bir göz ata
lım.
Kavramlar ve Dil
İstanbul, Ahmet, Leyla. Beşiktaş
gibi özel İsimler dışında kalan dilde
ki bütün kelimeler belirli bir kavra
mı temsil ederler. Kelimelerin he
men hemen hepsinin kavram olma
sı. kavramların tümünün kelimeler
den oluştuğu anlamına gelmez. İn
sanların kelimelerle ifade edemedik
leri kavramlar geliştirdikleri, kav
Şekil 6.2 Bu şekilde sözsüz kavram oluşumu- ram geliştikten sonra bu kavramm
QU belirten bir deney gösterilmektedir. Yiyecek İfadesinin kelimeyle yapıldığı gözlen
her zaman için bir üçgenin altına konmuş hiçbir
zaman dikdörtgenin altına konmamıştır. Bir tek miştir. Örneğin, çocuk anne, süt, kö
rardan diğerine üçgenin biçimi ve büyüklüğü pek kelimelerini söylemeden önce,
değiştirilmiş olduğu halde, ördek öğrenilmesi bunları tanıyıp uygun davranışlarda
isteneni becerebilmiş ve yalnız üçgene giderek bulunabilir. Ayrıca hayvanlarla ya^
yiyeceğe ulaşmıştır. Bu deney dil kullanılma pılan deneyler, değişik hayvanlanıi
dan kavram oluşturmanın mümkün olduğunu
göstermektedir. belirli kavramları oluşturarak, bıi
BiLiŞiM, DİL, KAVRAMLAR VE DÜŞÜNCE 217
fard ra lk m ank
©
rtik fard
A A
p ra n mül
A
A
A
ling
@
________________ i
»od
• A®
©
dllt
stud
DDDDG^
leth
o mul
11n
i
r .
O ıiJ \ o
0^0
o
ırank stud
tttttt " ^
♦ * *
4i * 4«
■ Ş g
Ş ddI 6.3 Burada beş seri verilmiştir. İlk üç seride gösterilen çizimlerin adları yanlarına yazılmış
tır. Yapılan deneyler bazı kavramların daha çabuk, bazı kavramların ise daha zor öğrenildiğini
göstermiştir. Örneğin, leth "somut nesne" kavramını göstermektedir ve oldukça kolay öğrenil
miştir. Sari 4 ve 5'teki kavramları tanıyın ve çizimleri isimlendirin.
2 18 İNSAN VE DAVRANIŞI
da faydalı olduğu sûrece kullanılmaya devam eder. B alece nesne ile kavram
arasında çağrışım kurulur. Kullanılan kavram iletişim kurmakta etkin değil
se. daha önceden kavramla nesne arasmda kurulan çagnşım söner.
Bu yaklaşıma göre, uzun bir zaman sûresi İçinde yapılan deneme ve ya
nılmalar kavramlarla, o kavramlann içine giren örneklerin birbirleıtyle bağ
kurmasına yol açar, öğrenen kişi kendine verilen kavramlarla örnekler ara
sında çağnşım İlişkileri kurar. Bu görüş modem psikologlar arasmda pek ta
raftar bulmaz, çûnkû psikologlar kişilerin faal olarak kavram oluşturmaya
girdiklerini. a}mı dil öğreniminde olduğu gibi, kavram öğreniminin de yaratıcı
bir süreç olduğunu bilirler.
(2) Hipotez Oluşturma : Bruner, Goodnow ve Austin, (1956) yaptıklan
araştırmaların sonuçlanna dayanarak, kavram geliştirirken bireylerin son
derece faal olduklarım ve değişik hipotezler geliştirerek bu hipotezleri sü
rekli test ettiklerini (hypothesis testlng) ileri sürmüşlerdir. Bir problem çö
zümü üzerinde çalışan bilim adamı gibi, kavram geliştiren kişi sürekli hipo
tezler geliştirir ve kurduğu bu hipotezleri sürekli deneyerek, deneyiminin so
nucuna göre ya kabul eder, veya reddederek yeni bir hipotez kurmaya yöne
lir.
(3) Kurallar Oluşturma : Gûnûmûz psikologlannın çoğu, kavramlann te
melinde bazı tanımlayıcı kurallann yattığını ve kavram öğreniminin gerçekte
bu kurallann geliştirilmesinden (rule construetion) başka birşey olmadığını
söylerler (Roseh, 1978). Araştırmacılar, özellikle İşlevsel kavramlann böyle
kurallarla tanımlandığına İşaret ederler. Kalem kavramı işlevi ve biçimiyle ta
nımlanın “Mürekkebi vardır, yazı yazmada kullanılır ve sivri uçludur.“ Bu
kuralı bildiğinizde, bûtûn kalemleri tanıyabilirsiniz. Bardak, kaşık gibi bazı
kavramlar basit, bilgi işlem merkezleri, üniversite gibi bazı kavramlarsa daha
karmaşık kuıallan gerektirebilir. Karmaşık kurallan olan kavramlann öğre
nilmesi. basit kurallan olan kavramlara göre daha zordur.
(4) Prototipler: Bazı psikologlar, kavram öğreniminin belirli bir soyutla
ma sürecini İçerdiğini İleri sürerler. Onlarca her kavramın soyutlanmış bir
model yapısı vardır ve bu yapıya prototip (prototype) adı verilir. Ağaç kavra-
mmı alalım. Hiçbir ağaç birbirinin tıpatıp aynısı değildir. Ancak bizim zihni
mizde tipik bir agacm nasıl olacağına dair bir model şema (model seheme)
vardır. Bu model şema sayesinde biz. dut ağacı gibi tipik bir ağaçla, böğürt
len ağacı gibi tipik olmayan bir ağacı hemen ayırt edebiliriz. Palmer (1978)
temelde kavram öğreniminin bu prototipleri geliştirme sürecine dayandığım
savunur.
Hipotez, kurallar ve prototip geliştirme yaklaşımlan birbirlerine ters dü
şen yaklaşımlar değildir. Kavram geliştirme alanmda araştırma yapan araş
tırmacıların bûyûk bir çoğunluğu, her ûç kuramm da kavram öğrenmede ge
çerli bir yeri olduğunu kabul ederler. Hipotez geliştirme hem kural, hem de
prototip İçin kullanılabilir. Başka bir deyişle, birey hipotezini kavram kuralı,
ya da prototipi için geliştirebilir. Prototip daha çok kuş. ağaç, sandalye gibi
nesnelerle ilgili alanlarda daha geçerli olur. Kural geliştirme ise bıçak, kalem
ve otomobil gibi işlevsel kavramlarla ilgilidir.
BİLİŞİM, DİL, KAVRAMLAR VE DÜŞÜNCE 2 19
4. PROBLEM ÇÖZME
Alt-amaçlar ve Planlama
Karmaşık problemleri bütün olarak ele almak zor olduğunda, çözüme yö
nelik belirli stratejiler geliştiririz. Stratejilerden biri, sorunu daha basit alt
yapılanna İndirgemek ve tüm sorunun çözümüne götürecek alt-amaçlar (sub-
goals) saptamaktır. Mezuniyet sınavına girecek bir öğrenci, sorumlu olduğu
konulana tümünü düşündüğünde, öğrenilecek malzemenin çokluğundan do
220 in s a n v e DAVRANIŞI
Benzetme Modelleri
Problem çözmeyi İnceleme yollarından biri, problemleri bilgisayar prog-
ramlanyla çözmektir. Robot ve Yapay Zekâ çahşmalan. insanoğlunun zihin
sel davranışını, bilgisayar programlan aracılığıyla taklit etmek anlayışına da
yanır. Böyle bir anlayışın kullanıldığı bilgisayar alanına benzetme (slmülas-
yon/simulation) alanı adı verilir.
Benzetme araştırmalanna ilgi duyan psikologların düşünce şekli şöyle-
dir: "Bilgisayar programı, zihnin nasıl işlediğiyle ilgili kuramlar üzerine, ben
zetme kullanılarak oturtulmuştur. Bllgisa3^ r programı belirli bir problemin
çözümünde başanlı olduğunda, kullanılan programın yapısı ve işleyişi, insa
nın o tür problemleri çözerken kullandığı zihinsel süreçlerin yapısı ve işleyişi
hakkında bilgi verir. Program başarısız olursa, o zaman, programın hata yap
tığı nokUlan bularak, bu tür hatcüarı zihinsel süreçleri açıklayan kuramımız
dan çıkarırız.*
Yapay zekâ ve robot yapımı, endüstrileşmiş ülkelerin bugün büyük ölçü
de para harcadıktan bir araştırma alanıdır. Başarı derecesi henüz oldukça sı
nırlıdır. Fakat robotlann endüstride kullanılması son derece yaygınlaşmıştır.
Konuşmayı yazı diline çeviren, veya yazıyı söze aktaran bilgisayarlar gittikçe
daha başanlı olma yolundadır ve insanlığın geleceği için büyük bir potansiye
le işaret etmektedirler.
İD 15
226 in s a n v e DAVRANIŞI
6. ÖZET
GÜDÜLENME
J. G ü d ü l e n m e T w d (f? N a s d t a n ı m k m v ?
2. Gûdûlenmeyi açıklayan kuramlar nelerdir ve amlannda ne gibifarklar vardır?
3. Aç ya da tok olduğumuzu nasıl anlarız?
4. Susuz olduğumuzu ue ne kadar su içmemiz perekttpini nasıl anlanz?
5. Cinsiyet ve diğer güdüler arasındaki benzerlik ve farklılıklar nelerdir^ Cinsel
davranışta öğrenmenin ne gibi etkileri vardır?
6. Karmaşık insan güdüleri sözünden ne anlıyorsunuz? Karmaşık insan güdülerin
den hangisi sosyal yaşamımızda kendini sık sık gösterir?
1. GİRİŞ
Akşam saat onu geçmiş durumda, yannki sınava hazırlanmak amacıyla
ders çalışıyorsunuz. Okuduğunuzu anlamamaya başlıyor ve acıktığınızı farke-
diyorsunuz. Canınız birşey çekiyor ama. ne olduğunu isimlendircmiyorsunuz.
Evet, buldunuzl Canınız işkembe çorbası istiyor. İşkembeci 10 dakikalık
uzaklıkta. Sizinle aynı yurtta kalan arkadaşınız Selimce gidiyorsunuz ve "Hay
di gel. köşedeki işkembecide birer işkembe çorbası içelim." diyorsunuz. İşkem
becide çorbayı zevkle içerken içinizden "İyi kİ aklıma çorba içmek geldi, tam
da yerini buldul" diye düşünüyorsunuz. Selimle beraber olmak da hoşunuza
gidiyor. Tekrar odanıza dönüp çalışmaya başladığınızda, okuduğunuzu, biraz
öncesine göre, daha iyi anlamaya başladığınızı görüyorsunuz.
Güdülenmenin Tanımı
Yukanda anlaülana benzer duygu ve düşünceleri herkes günlük hayatın
da yaşamıştır. Nasıl oluyor da aç olduğumuzun farkına varabiliyoruz? Yalnız
aç olduğumuzun farkına varmakla kalmıyor, yukanda verilen işkembe çorba
sı örneğinde olduğu gibi, belirli türden bir yiyeceği canımızın çektiğini de an
layabiliyoruz. Neden yalnız gitme yerine bir arkadaşımızla gitmeyi tercih edi
yoruz? Böyle sorulann cevabını bulmaya çalıştığımız zaman güdülenme psi
kolojisinin alanı içine girmiş oluruz. Bu bölümde güdülenme psikolojisinin
temel kavramlannı inceleyeceğiz. Bu kavramlardan ilki güdü (motivation)
kavramıdır.
Güdü (motivasyon) istekleri, arzulan, gereksinmeleri, dürtüleri ve ilgileri
kapsayan genel bir kavramdır. Açlık, susuzluk, cinsellik gibi fizyolojik köken
li güdülere dürtü (drlve) adı verilir. İnsanlara özgü başarma isteği gibi yüksek
230 in s a n v e DAVRANIŞI
Dürtü Kuramı
Organizma, yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan su gibi bir madde,
ya da uyku gibi bir koşuldan mahrum bırakılmışsa, organizmanın bu duru
muna gereksinme (gereksinim, Ihtiyaç/need) hail adı verilir. Gereksinme hail
organizmayı gergin bir duruma sokar, organizma harekete hazırdır; organiz
manın bu durumuna dürtü hali adı verilir. Bu gergin hal. organizmayı gerek
sinmesini giderme yönünde harekete iter. Gereksinme giderildikten sonra or
ganizmanın gerginliği azalır ve organizma normal hale geçer, örneğin, susa
mış bir kedi su gereksinmesini gidermek için dûrtûlenir ve davranışı su ara
ma ve içme yönünde olur. Suyu içtikten sonra kedinin su gereksinmesi kar
şılanmış olduğundan dürtü hali ortadan kalkar.
Dürtü (drtve) kavramı, güdülenme konusunda uzun bir süre en önemli
kavram olma niteliğini korumuştur. Belki de aklınıza şu anda "Gereksinme
ile'dürtü hali arasında niçin bir ayırım yapma gereği duyulur?" sorusu gelir.
"Ne zaman gereksinme varsa o Zaman dürtü hail olacağına göre, neden yalnız
GÜDÜLENME 231
birleştirdiğimizde daha kapsamlı bir açıklama biçimi elde etmiş oluruz; başka
bir deyişle organizmayı hem içten iten (push), hem de dıştan çeken (pull) fak
törleri hesaba katmış oluruz. Bu Ud faktörü de kapsayan kurama it - çek ku
ramı adı da verilir ve bugün psikolojide sık kullanılan bir yaklaşımdır.
Uyarıcılar belirli bir gereksinme karşılıyorsa özendlıiclllklerl artar. Örne
ğin. hiç aç olmayan birine döner kebap özendirici bir uyarıcı değildir, ancak
birey acıktıkça, döner kebabın özendiricillğl artar. Burada açlık duygusu ola
rak İfade edebileceğimiz dürtü halele, yiyecek U3rancısmın özendiricilik dere
cesi arasmda. belirli bir etkileşim söz konusudur.
İçgüdü Kuramı
Hayvanlar bazen belirli durumlarda ve belirli uyancüar karşısında türle
rine özgü son derece yapılaşmış davranışlar gösterirler. Bu tür davranışlara
(*) Canlılann, vûcutlanndaki bazı elemanlar arasındaki dengeyi sabit tutma eğilimi
(Bkz. S.238)
c Od Ol e n m e 233
Basunlama
Etologlann gözlemiş olduğu bir
olay önem kazanmış ve psikoloji ala
nında sık sık kuUanılan bir kavrama
yol açmıştır: Basmüama (imprinting).
BasımîamcL bazı kuşlann yumurtadan
İlk çıktığı anda çevresinde hareket
eden ilk nesneye bağlanıp sürekli o
nesneyi izlemelerine verilen İsimdir.
Konrad Lorenz İlk gözlemini kaz civciv
leri üzerine yapmıştır; civciv yumurta
dan İlk çıktığında Lorenz yürümüş ve
civciv onu izlemiştir. Daha sonra civci
vin annesi onun yanına geldiği halde
civ civ Lorenz'I izlemeyi bırakmamıştır.
Lorenz'in gözleminden sonra çok sayı
da araştırmacı değişik kuşlar üzerinde
Resim 7.2 Etolog Konrad Lorenz ve
basımlama yoluyla kendine bağlanan yüzlerce araştırma yapmış ve civcivleri,
kaz yavrulan. hareket eden renkli kutudan, kedi kö
peğe vanncıya kadar değişik hayvanla
ra basımlamışlardır (HoİTman ve Rat-
ner, 1973).
J\kla gelen sorulardan biri şudur: Acaba civciv ancak belirli dönemler
içinde mi basımlamayâ uygundur, yoksa her zaman basımlama olabilir mi?
Bu tür sorulan cevaplamak, için kaz civcivleri üzerinde deneysel olarak çalı
şan Psikolog Hess şu önemli deneysel bulgulara ulaşmıştır:
(1) Civciv doğumdan sonra 13 ile 16 saat arasındaki üç saatlik zaman
süresi içinde, hareket eden bir nesneye maruz bırakıiırsa basımlama en iyi
şekilde gerçekleşir. Bu devre geçtikten sonra basımlama geçen zamana oranlı
olarak gittikçe zorlaşır. Psikologlar bu devreye kritik dönem (critical period)
adını verirler..
(2) Civcivin hareket eden objeyi izlediği zamanla, basımlamanın kuvveti
arasında doğrudan bir ilişki vardır. Civciv hareket eden nesneyi uzun bir sü
re izlemişse, basımlama kuvvetU. kısa bir süre izlemişse, basımlama zayıf
olur (Hess. 1972).
Bazı psikologlar kritik dönemin bu kadar dar bir zaman süresi içinde ol
madığım, daha geniş bir dSnemi kapsadığım savunur. Diğer bazı psikologlar,
insan yavrulanmn da basımlama davranışı gösterdiğini savunmuş ve örnek
GÜDÜLENME 235
olduğunu savunmuş ve insan güdülerini bir piramid gibi birbiri üstüne mer
diven basamağı şeklinde çıkan mertebeli bir düzen içinde düşünmüştür. Bu
güdü piramidinin temelinde. Şekil 7.2’de görüldüğü gibi, blyolojljt güdûlcır,
üst katında İse psikolojik güdüler yer alır. Maslow’a göre, temeldeki bir güdü
nün gereksinmeleri karşılanmadan, birey üst düzeydeki güdülerden etkilen
mez. Alt düzeydeki güdüler doyuma ulaşınca birey, üst düzeydeki güdülere
hazır hale gelir.
Bir gemi kazası sonunda kendinizi bir adada buluyorsunuz. Açsınız, su
suzsunuz. elbiseleriniz yırtılmış ve hava soğuk. Bu durumda “elime kâğıt ka
lem alıp, şu ada}ra gelişimin ve ilk günlerimin romanını yazayım* diye düşün
mez. büyük bir ihtimalle açlıkla, susuzlukla, soğuktan korunmayla İlgili te
mel gereksinmelerinizi karşılamaya çalışırsınız. Bu gereksinmelerinizi karşı
ladıktan sonra, kendinize bir kulübe yapıp, adada olması muhtemel yırbcı
hayvanlardan kendinizi korumaya kalkışabilirsiniz. Daha sonra. “Acaba et
rafta başka kimse var mı?" diye düşünmeye başlar ve diğer İnsanlarla ilişki
kurmanın yollannı aramaya koyulursunuz. Ancak diğer İnsanlarla ilişki kur
duktan ve toplumun bir parçası olduktan sonra, bu toplumun en gözde bi
reylerinden biri olmayı amaçlar ve yaşamınızın deneyimlerini yaşantılarını
gerçekleştirmeye yönelirsiniz.
Piramidin en üst tepesinde yer alan kendini-gerçekleştirme (seİf-
actuallzatlon) aşamasına herkes ulaşamayabilir. Fakat büyük ressamlar, sâ-
natkârlar, yazarlar, şairler, fılozoftar ve mistikler bu aşamaya gelerek, yaşam-
larmın en önemli doruk deneyimlerini gerçekleştirmiş kimseler arasına girer
ler. Kendini gerçekleştirmiş kimseler her zaman şöhretli ve tanınmış kimseler
olmak zorunda değildir; yaşamını son derece anlamlı gören ve yaşamın her
dakikasmı doyarcasma yaşayabilen herkes, ister tanınmış İster tanınmamış
3. AÇLIK
Homeostatis Kuramı
Yaşamın sürdürülebilmesi, belirli maddelerin sürekli alınmasına bağlıdır.
Su. gıda, hava, belirli bir derecede ısı gibi gerekli koşullar sağlanamazsa ölü
rüz; Koşullardan birinin eksik olduğu, ya da bu koşuUar arasında bir denge
olup olmadığı nasıl anlaşılır? Sorunun cevabı homeostaUs kavramında yatar.
Bir binanın iç ısısını sürekli dengede tutan termostat gibi, homeostatis
de yaşamımız için gerekli koşulları gerekli denge düzeyinde tutar, örneğin
belirli türden maddeler kanda eksilip denge bozulursa, homeostatis düzeni
acıktığımızı veya susadığımızı kandaki eksilen maddeler araalıgıyla bize bil
dirir. Yukanda söylendiği gibi, homeostatis bir binanın iç ısısını düzenleyen
termostat aletine benzer; ısı düşünce termostat otomatik olarak kaloriferi ya
kar ve ısı yükseldiği zaman söndürür. Gerekli miktarda yiyecek alındığı za
man homeostatis “dojrulduğunu" bildirir ve daha fazla yenmez.
Homeostatis insan ve hayvanlarda aynı şekilde işler. Daha İlerde de gö
rüleceği gibi doğuşta, tıpkı diğer canlılarda olduğu gibi, bu düzen İnsanlarda
işler haldedir, ne var ki kötü yeme ve içme alışkanlıklan. olumsuz öğrenme
ler homeostatis! bozarak işlemez hale getirir. Şimdi açlık güdüsüyle ilgili ola
rak homeostatis düzeninin nasıl işlediğine bakalım.
dan, açlık hisseden bir kimsenin kanına doğrudan glikoz (kana doğrudan ve
rilebilen şeker tûrO) verildiğinde, açlık duygusu ortadan kalkar. Kan, bedenin
diğer yerlerine gittiği gibi beyine de gider, bu nedenle beyin, kandaki şeker
miktannı sürekli "bilir" ve şeker miktan belirli bir düzeyin altına düşünce,
beyin açlık güdüsünü oluşturur.
Bu yaklaşımı basit bulan ve kabul etm^^en çok sayıda araştırmacı var
dır. Onlara göre, açlık duygusuyla kandaki şeker miktan arasındaki İlişki gö
ründüğünden daha karmaşıktır. Elinizdeki giriş düzeyinde bir psikoloji kitabı
olduğu İçin burada tartışmaların aynntılarma girmeyeceğiz.
Yag Düzeyi ve Uzun Süreli Denetim : Hayvanlann çoğu, ağırhklanm uzun
zaman sûreleri içinde, büyük bir kesinlikle denetleyebilir. Bir mevsimden bir
mevsime, ya da bir yaş döneminden diğer bir yaş dönemine göre hayvanlar
büyük bir ağırlık değişimi göstermezler. Biz İnsanlar gibi dış sosyal baskılann
ve önceden öğrenilmiş kötü alışkanhklann etkisi altında olmadıkları İçin, be
denlerinden gelen uyarıcılara daha kolaylıkla uyabilirler. Burada sorulması
gereken soru şudur: Uzun zaman sûresi İçinde bedenin ağırlığını düzenleyen
mekanizma nasıl çalışır? Düzenleyici mekanizma besbelli ki hayvanın bede
ninde yer alır. Bizim bilmek İstediğimiz, bedende yer alan bu düzenin teme
linde ne gibi süreçlerin yattığıdır.
Bazı araştırmacılar, hayvanın bedenindeki yag miktarmın, beden agırbğı-
nı düzenleyen mekanizmanın temelinde yattığını varsayarlar. Onlara göre,
bedendeki yağın miktarını kanda bulunan özel bir biyokimyasal madde belir
tir. bir başka deyişle yağ arttıkça biyokimyasal maddenin miktan da artar.
Bu maddenin azlığı veya çokluğuna göre, hayvan yiyecek miktarını ayarlar.
Fakat bu hipotez henüz deneysel olarak ispat edilmiş değildir (Cotman ve
McOaugh, 1980).
MİdekâstImalarmın
kaydı
Dakika dnsinden
zaman kaydı
Açlık duygusunun Gasirik balon
kaydı
Nefes alışverişin
kaydı
Şekil 7.4 Bu deneyde, denek bir balon yutmuş vc balon mideye indikten
sonra, midenin cidarlarına dokunacak kadar şişirilmiştir. Mide kasılmala-
n. şekilde gösterildiği biçimde kaydedilmiştir. Açlık duygusunu önündeki
levyeye basarak denek kaydetmiştir. Elde edilen sonuçlar, açlık duygu
suyla mide kasılması arasında bir ilişki olduğunu göstermiştir.
GÜDÜLENME 241
Hîpotalamik Denetim
Homeostatis kavramını tartıştıktan son
ra açlıkla İlgili olarak şu İki soruyu sorduk:
(1) Açlık gûdûsû sonucu oluşan kimyasal
değişmeler hangi organlar ya da süreçler
aracıbğıyla beyine ulaşır? Soruya cevap ola
rak yukarıdaki bulgulan getirdik. İlgilendiği
miz ikinci soru şuydu: (2) Beyinin hangi böl
gesi gelen “açlık** mesajını alır ve bu mesaja
nasıl tepkide bulunur?
Beyinin tabanına yakın bir yerde bulu
nan hipotalamusun açlık duygusu ve yeme
davranışıyla ilgili olduğu uzun zamandır
gözlenmiştir. Bu gözlemler sistematik araş
tırmalarla daha da kesinleşmiştir. Hayvan
lar üzerinde yapılan beyin araştırmalannda.
hipotalamusu etkilenen hayvanın yeme dav
ranışında gayet belirgin değişiklikler gözlen Resim 7.4 Farenin alt İç (ventro
medial) hlpotalamusunda lez-
miştir. yonlar yapıldıktan sonra fare
Araştırmalarda hipotalamusu elektriksel oburlaşmış ve normal ağırlığının
uyarma veya belirli bölgelerini ameliyatla çı ûç kabnı kazanmışbr.
karma gibi iki tür yöntem kullanılmıştır, ö r
neğin. hipotalamusun belirli bölgelerini
elektrikle uyannca hayvan yemeye başlamış (iştahı açılmış), başka bölgeleri
ni uyannca yemeyi kesmiştir (iştahı kapanmıştır). Yine a)mı şekilde beyin
ameliyatıyla hipotalamusun belirli bölgeleri alt İç (ventromedial) hipotalamus
çıkartılınca hayvan sürekli yemiş ve aşın kilo almıştır. Ameliyatla çıkartılan
diğer bir bölge (lateral hipotalamus) ise hayvanın yeme davranışını tamamıy
la ortadan kaldırmıştır, öyle kİ. hayvan açlıktan ölse dahi yiyeceğe ilgi göster
memiştir.
öyle görülüyor ki. hipotalamusun bir bölgesi “yemeye başla." diğer bir
bölgesi de “yemeyi durdur" komutunu vermektedir. Beyindeki iki bölge, ara
badaki gaz pedalı ve fren gibi birbirinden farklı, fakat birbirini tamamlayıcı
görevler yapar. Bazı araştırmacılar, yukanda söylediğimizden daha karmaşık
olan sûreçlerin^açlık duygusunun ve yeme davranışının temelinde yattığını
varsayar. Onlara göre şimdiye kadar beynin çalışmas^rla ilgili öğrendikleri
miz. bflyûk bir ansiklopedinin içindeki tûm bilgiyle, giriş sayfalanndaki bilgi
miktanmn karşılaştınimasına benzer (Panksepp. 1971K
İ D 16
242 İNSAN VE DAVRANIŞI
vazgeçip yemeye başlıyorlar, örneğin, bir aç tavuğa artık hiç yiyemez duruma
geünccye kadar yem verin» doyurun. Sonra bu tavuğu, yemlenen başka
vuklann arasına koyduğunuzda, “doymuş" tavuk yeniden yemeye başlar.
Epstein ve Teltelbaum (1962) farelerin yemeleriyle UglÜ İlginç bir araştır
ma yapmışlardır. Araştırmacılar, fareyi daha önce öğrenme konusuyla İlgili
olarak incelediğimiz Sklnner kutusu gibi bir deneysel ortama yerleştirmişler
dir. Bu deneysel ortam İçinde, yiyecek maddesi farenin ağzmdan geçmeden
doğrudan farenin midesine gidecek şekilde bir düzen geliştirmişlerdir: öyle ki,
fare manevllaya bastıgmda. önceden belirlenmiş bir yiyecek miktan farenin
ağzına dokunmadan midesine gider. Fare bu denemede yiyeceği hiçbir zaman
görmemiştir, bir başka deyişle dış uyancı tEunamıyla ortadan kaldırılmıştır.
Elde edilen sonuçlar ilginçtir: Fare doğrudan midesine giden yiyeceğin
miktarını bilir ve gerektiği kadar gıda aldıktan sonra, manevllaya basmaz.
Her mşnevllaya basışta verilen gıda miktan değiştirildiğinde fare, ancak ken
disi için gerekli gıdayı alıncaya kadar manevila)ra basmıştır. Her basışta veri
len miktar azabnca farenin basma sayısı artmış, miktar çoğalınca farenin
basma sayısı azalmıştır; her iki durumda da gereksinme olan gıdayı almca
fare manevlla3ra basmayı bırakmıştır.
Bu deneme, açlık duygusunun bilinmesinde ve denetiminde iç uyancıla-
nn. bir başka deyişle homeostatis düzeninin ne kadar etkin bir biçimde çalış
tığım gösterir.
Aşın Şişmanlık
Aşın şişmanlık (obesity) önlenebilir mİ? Kalıtımsal mıdır, yoksa yeme
alışkanlığının bir sonucu olarak mı aşın şişmanlık ortaya çıkar? Richard
Nisbett (1972) bu alanda yapılan aıaşbrmala-
n gözden geçirerek şu sonuçlara ulaşmıştır:
Ağırlık insandaki yağ hücrelerinin büyüklüğü
ve saytsma bağlıdır. Insanlann günlük gıda-
lannın türü ve miktan hücrelerin büyüklüğü
nü belirlemektedir. Bu nedenle, günlük yiye
ceğine dikkat eden bir kişi, yağ hücrelerinin
bü3raklügûnû denetleyebilir. Ne var ki. yağ
hücrelerinin sayısının günlük gıda rejimiyle
ilgisi yoktur. Yağ hücresinin sayısı hem kalı
tımla hem de yaşamın İlk iki yılmdaki yiyecek
rejimiyle belirlenmektedir (Knittie, 1975). Bu
demektir ki, yediklerinizin türü ve miktan ya-
şamm İlk İki 3nlmda yağ hücrelerinin sayısını
etkilerken, erişkinlikte bir değişiklik yapma
maktadır.
BJomtop (1972) aşın ağır kimselerin vü
Rssim 7.5 İki yaşına kadar çok
miktarda zorla yedirilen çocuk- cutlarında. normal ağırlıktaki diğer insanlara
lann yağ hûcrelcrlntn sayısı ar oranla İki misli daha fazla yağ hücresi bulun
tar. duğunu gözlemiştir. Bu insanlar ne kadar gı-
g O d Ol e n m e 243
4. SUSUZLUK
Hücrelerde Su Kaybı
Bedendeki su miktan azalınca, hücreleri saran sıvının içindeki sodyum
miktan artar ve hücre dışında daha yoğun bir ortam oluşturur. Hücre içinde
ki su. dışandaki daha yoğun ortama sızma yoluyla geçer. Böylece hücre için
deki su miktan gittikçe azalmaya başlar. Hlpotalamusun belirli bölgelerinde
ki hücreler su kaybına duyarlıdırlar ve hücrelerde su kaybı olunca susuzluk
duygusu vererek bizi içme davranışına İterler.
Beyinde yer alan hipoflz bezi de hücrelerdeki su azalmasına tepkide bu
lunur: belirli bir hormon salgılayarak böbreklere kandaki suyu dışan atma
244 İNSAN VE DAVRANIŞI
5. CİNSİYET
alan herkes, normaldir ve varolan bûyûk bireysel farklılıklar bir kimsenin nor-
maldışı olduğunu göstermez.
Daha sonraki yıllarda Masters ve Johnson (1970) ekibi deneysel gözlem
ve ölçme yoluyla İnsanın cinsel davranışını incelemişlerdir. Onlarm bulgula
rının sonucu, bugün klinik psikolojide cinsel bozuklukların psikoterapislnde
başarıyla uygulanabilir. Araştırmalar, cinsiyetin nasıl işlediğiyle İlgili bilimsel
olmayan yanlış görüşlerin ortadan kalkmasına, daha bilimsel görüşlerin yay-
gmlaşmasma yol açmıştır.
Toplumun değişik kesimlerinin bu cins bilgilerin yaygınlaşmasma değişik
tepkileri olmuştur. İsveç’te böyle bilgiler, diğer bilimsel bilgiler gibi doganm
bir parçası olarak kabul edilip, büyük bir dikkat ve titizlikle okulda öğretildiği
halde, ABD okullannda İsveç’teki türden bir cinsel eğitime karşı gelen b C ^ k
bir grup vardır. Sanıyoruz Türkiye'de de bu tip programların okullara konup
konmaması tartışmaları yakında başlayacaktır.
Yukandaki örnekte Perihan İçkaynaklı ödül, Şeilka İse dış kaynaklı ödül
nedeniyle ders çalışmaktadır. Şeflka İçin mutfakta annesiyle yemek pişirmek
içkaynaklı ödüldür. Bu nedenle Şefıka'nın ana-babası, onun mutfakta an
neyle birlikte yemek pişirmesini derse çalışma davranışı için ödül olarak kul
lanırlar.
Şimdi şöyle bir durum yaratalım: Perihan kendi İsteğiyle, hiçbir zorlama
olmadan derse çalışırken onu dışka3maklı olarak ödûUemeye başlayalım.
Başka bir deyişle ana-babası “Perihan derse çalıştığın her saat İçin sana şu
kadar para vereceğiz” desinler. Perihan’m derse çalışma davranışında bir de
ğişiklik olur mu? Araştırmalar, bir değişiklik olacağını gösterir: Perihan ar
tık zevk aldığı İçin değil, fakat para verildiği İçin çalışmaya başlayacak ve pa
ra verilmediği zaman çalışmayacaktır.
Ana-babanın belki de İyi niyetle başladıkları dış kaynaklı ödûlleme, iç-
kaynaklı ödüllemeyi arka plana iter ve zamanla yok eder. Bu işleme aşınya
gitme (oveıjustificatlon) adı yerilir. Böyle araştırmalar hem insanlar hem de
hayvanlar üzerinde yapılmış Ve benzer sonuçlar alınmıştır (Roseniîeld, Folt-
ger, & Adelman. 1980). Zevk için yapılan bir davranışa ayrıca bir dış ödül ve
rilince, o davranışın kendisinden zevk almak yeterli gelmez, dışkaynaklı ödül,
içkaynaklı ödülün değerini ortadan kaldınr.
Yukarıda söylediklerimizden çıkarılacak önemli bir sonuç vardır: Çocuk
lar zevkle herhangi bir davranışta bulunuyorlarsa, onlara karışmayın. “Afe
rin. bak kendi başına ne güzel çalışıyor” gibi, sözlü bile olsa, aynca dış kay
naklı bir ödül vermeye kalkmayın. Çocuğun bu davranışını uzaktan gözleyin
ve çocuğa o konuda tam özgürlük tanıyın. Çocuk istediği zaman çalışsın, is
tediği zaman çalışmayı bıraksın, ona çalışma konusunda hiç kanşmayın.
insanlarla uyum İçinde olma biçiminde kendini gösterir ve yüksek bir değere
sahiptir, öte yandan Amerikan kültüründe, kimseye muhtaç olmadan, yalnız
kendi kaynaklarıyla kendi kendine yeterli olabilme biçiminde kendini gösete-
ren bağımsızlık (Independence) gereksinmesi, daha kuvvetlidir. Kültürden
kültüre değişen ağırlık farklılıklarını bir yana bırakarak, şimdi temel bazı İn
san gereksinmelerini gözden geçirelim.
Başanna Gereksinmesi
Başarma gereksinmesi (aehlevement need) bir görevi ya da davranışı mû-
kemmeUik stcindarllarına göre, hatta onun daha üstünde yapma isteğiyle
kendini gösterir. OzeUlkle, endüstrileşmiş ve özel girişimci ekonomiyi temel
kabul etmiş toplumlarda oldukça yüksektir. Bu gereksinme bağımsızlık ge
reksinmesiyle elele gider.
ABD toplumundan bir örnek vererek konuyu tartışalım: ABD’de, 18 yaşı
nı bitiren bireyin ana-babanın evinden ayrılıp, kendi başının çaresine bakma
252 İNSAN VE DAVRANIŞI
gu halde kız bOtûn parasını kendisi kazanmak zorunda kalıyor ve aynı za
manda okula devam ediyordu. Türk hanım sözünü “Ben buna insanlık de
memi" diyerek bitirdi.
Yukarıda anlattığımız olay, bir kültürün, kendi değerlerinden farklı diğer
bir kÛltûrO algılayışına güzel bir örnek oluşturur. Türk hanım, bizim aile gö
reneklerimize ve kültür değerlerimize göre yetişmiş “normal" bir bireyi temsil
etmektedir. Bu değerlerden çok farklı kültür değerlerinin bulunduğu ortama
"hazırlıksız" girince şaşırmış, bir anlamda "dün3^sı başma yıkılmıştır*. Daha
önce "uygar insanlar* olarak görüp saygıyla baktığı Ameıikalılar’ın, kendisi
için önem verdiği toplumsal değerlerinden bu kadar farklı olduğunu görünce,
kendini “yalnız" hissetmiştir.
Amerikan kültüründe başarma gereksinmesi ve bağımsızlık. Türk kültü
ründe ise aileye bağımlılık ve “namuslu olma" yaşamın en önemli amaçlann-
dan biri olarak zihinlere tam anlamıyla işlenir. Bu iki örnek de gösterir ki, in
sanlar içinde yetiştikleri toplumsal-kültürel ortamın büyük ölçüde etkisi al-
tmdadırlar.
Amerikan kültüründeki önemli yerinden dolayı başarma gereksinmesi
Amerikalı psikologlar tarafından farklı boyutlarıyla incelenmiş, bu gereksin
meyi ölçmek İçin teknikler geliştirilmişUr. Şimdi başarma gereksinmesini ilgi
lendiren diğer konulara kısaca bir göz atalım.
Başarma Gereksinmesini Ölçme : Başarma gereksinmesiyle ilgili araştır
malarıyla ün yapan psikolog McClelland (1953) bu güdünün TAT olarak bili
nen Thematic Apperception Test aracılığıyla ölçülebileceğini söylemiştir. TAT
bir dizi resimden oluşur. Bu resimler bazı durumları ve insan ilişkilerini gös
terirler, fakat resimlerde kesinlik yoktur, aksine, oldukça belirsiz bırakılan
yerler vardır.
Bu resimlere bakan kişi, resmin nasıl bir hikâyeyi dile getirdiğini anlatır.
Resimler bilerek belirsiz bırakıldığı için, birey belirsizliği kendi yaşamıyla,
kendi dünya anlayışıyla ilgili olarak “dolduruf" ve böylece İç dünyasını resim
lere yansıtır. Örneğin, resmin birinde okuldan eve dönen bir çocuğun annesi,
evin penceresinden çocuğunun gelişini seyretmektedir, fakat annenin 3^üz ifa
desi pek seçilememektedir.
McClelland’a göre, başarma gereksinmesi yüksek olan bir kimse resme
bakmca. çocuğuyla gurur duyan ba-
şanlı bir annenin sabırsızlıkla çocu
ğunun yolunu gözlediğini söyler.
Çocuk sınıftaki başansmdan ve ar-
kadaşlanyla ilişkisinden memnun
dur. Öte yandan, başan gereksin
mesi düşük bir kimse, aynı resme
baktığında, başarısız bir anne ve ba-
şansız bir çocuk görür. TATdan el
de edilen bu tür ifadelere dayana
rak. McCleUand başan gereksinme
sini ölçme ve puanlama düzeni ge Şekil 7.6 TAT kartlanndakine benzer bir
liştirmiştir. resim.
254 İNSAN VE DAVRANIŞI
gını Allah'tan başka kimse bllemezdL Ne var kİ. uzun yıllar çekingen bir İn
san olarak kalıp, girişken olmaktan kaçınan bir kişi olmamın altında, büyük
bir olasılıkla, babam ve diğer büyüklerimle yaptığım bu tür 3rûzlerce ufak et
kileşim yatmaktadır.
İD 17
25 8 İNSAN VE DAVRANIŞI
8. ÖZET
(*) çiğdem Kağıtçıbaşı (1990), yukarda İfade ettiğim beklentilerin Batılı psikologların
kafasındaki insan modelinin etkisi altında olduğunu, bu beklentilere ters düşen
gelişmelerin Türkiye için olası olduğunu, İstanbul'da bir gecekondu semtinde yap
tığı araştırma bulgularına dayanarak savunmaktadır.
GÜDÜLENME 259
ılımb olan psikologlar ise. güdülerimizin büyük bir kısmının farkında olduğu
muzu. ancak bir kısım güdülerin de bilinçdışmda bulunduğunu kabul ederler.
Maslow insan güdülerini mertebeli bir yapı içinde görür. Bu mertebeli ya
pıda biyolojik gereksinmeler en temelde, bireysel psikolojik güdüler en tepede
yer alır. Kendini gerçekleştirme mertebeli yapmm doruğunu oluşturur.
Bedenimizdeki homeostatik düzen açlık, susuzluk, hava ve ısıyla ilgili
davranışlarımızın temelinde yatar ve sürekli bir denge sağlamayı amaçlar.
Aç olduğumuzu beylnimize bildiren değişik iç ipuçlan vardır: Kandaki şe
ker miktan, bedendeki jrag miktarı ve midenin kasüma hareketleri gibi.
Beyinin hipotalamus kısmmm hem yemeye başlatma ve hem de durdur
ma görevleri olduğu kabul edilir. Dış uyancılar yeme davranışını etkileyebilir
ama. İç homeostatik faktörler belirleyici en önemli faktör rolünü oynar.
İçme davranışı hipotalamustaki bazı duyarlı hücrelerin su kaybıyla ve
kan hacminin azalmasıyla ortaya çıkar. Ağız kuruluğu susuzluk güdüsünün
temelinde yatmaz. İnsanlarda birincil ve ikincil içişler a3nnmını yapmak ola-
niağı vardır. Bedenin gereksinmesiyle ilgili içişlere birincil, öğrenme yoluyla
alışkanlık haline gelmiş içişlere ikincil içiş adı verilir.
Cinsel güdü açlık ve susuzluktan şu yönlerden farklıdır: Bireyin yaşamı
nın sürdürülmesi için gerekli değildir, cinsel gerilim birey taraûndan istenir,
birbirinden farklı uyarıcılar İşin içine girer, yoksunluk sûresinden daha az
etkilenir, eneıjiyi yerine koyma yerine enerjiyi harcar.
Cinsiyet davranışının normal ya da normaldışı oluşu toplumun değerleri
ne göre değişir. Bu konuda araştırma yapmak zor olmuştur, ne var ki Kin-
sey'in ve Master ve Johnson*ın yayınlan öncülük yaparak deneysel araştır
mayı getirmiştir. Hayvanlarla İnsanlar arasındaki cinsel güdü yönünden
önemli iarklılıklar vardır: Hayvanlar biyolojik fonksiyonlara sıkı sıkıya bağlı
olduklan halde. İnsanlar öğrenmenin daha çok etkisi altındadırlar.
OpUmal-uyanlma-dûzeyl kuramı, temelinde açık seçik bir biyolojik ge
reksinme bulunmayan duyusal uyanima güdüsünü en İyi açıklayabilen ku
ramdır. Uzun sûre duyusal uyarımdan mahrum kalan İnsanlar, sıkılır, açık-
seçlk düşünme yeteneklerini yitirir ve halûsinasyonlar görmeye başlar.
ödüller iç ve dışkaynaklı olarak a)rrılabilir. tçkaynaklı Ödûllenmeye ek
olarak dışkaynaklı ödül verilirse. İlk ödül değerini kaybeder, insana ait güdü
ler karmaşık süreçlerdir ve toplumsal ve kültürel bir ortam içinde gelişerek
ögrentne yaşantısının etkisi altında kalmışlardır. Bu karmaşık insan gerek
sinmelerinden başarma, insanlarla ilişki kurarak yakınlaşma, bilişsel tutar
sızlık ve denetlemeyi inceledik. Güdülerin içinde oluştukları kültürle ilişkile
rini ve kültür içinde zamanla değiştiklerini belirttik.
Sekizinci Bölüm
HEYECAN
1. HEYECANLARIN İNCELENMESİ
Mantık ve Heyecan
Günlük yaşamda mantığınızın ve heyecanlannızm sizi farklı davranışlar
da bulunmaya İttiğini gözlemişsinizdir. “Annemin söylediğini yapmamın akıl
lıca olacağını biliyorum, ama canım onun dediğini yapmak istemiyor. Kafam
blrşey söylüyor, kalbim İse başka birşey." Çok sayıda şarkının güllesi gönû-
lûn (duygunun, kalbin) bağımsızlığını ve akıl ile olan çelişkisini dile getirir.
Örneğin babam, aşağıdaki sözleri İçeren şarkıyı, sanki bu sözler evrensel bir
gerçeği İfade ediyormuş gibi büyük bir içtenlik ve anlayışla söylerdi:
Plutchlk (1980)*den
2. HEYECANLARIN FİZYOLOJİSİ
3. HEYECAN KURAMLARI
James-Lange Kuramı
William James ve Cari Lange ayn ayn yerlerde aynı yıl içinde (1884) aym
kuramı ortaya atmış olduğundan bu kurama James-Lange kuramı adı verilir.
Kuramm ana llkri şudun Bedenimiz, çevrenin belirli özelliklerine tepkide bu-
luraır ve bedenimizin bu tepkisinin farkm a uardtğunız zaman heyecan duyanz.
Örneğin, bir köpek hırlayarak karşınıza çıksa, köpeği gördükten sonra, bede
ninizde yukanda sözünü ettiğimiz bedensel değişiklikler yer almaya başlar,
nefes alışınız, kalp atışınız hızlanır, terlemeye başlarsınız. Kurama göre, be
deninizdeki değişikliklerin farkına vannca korku heyecanını algılarsınız.
Böyle düşünmek bize ilk bakışta tuhaf gelir; normal olarak, korktuğu
muz için nefes alışımızm değiştiğini ve terlediğimizi düşünürüz. Halbuki bu
kuram, terlediğimiz ve nefes alışımız değiştiği için korktuğumuzu: ağladığı
mız için hüzün duyduğumuzu söyler; halbuki biz kederli olduğumuz için ağ
ladığımızı söyleriz. James-Lange kuramı önce fizyolojik değişikliklerin, daha
sonra heyecan yaşantısmın oluştuğunu söyler.
Bu kurama destek olarak gösterilebilecek en iyi kanıt, hemen hemen he
pimizin başından geçen bazı tehlikeli durumlardan verilebilir. Bir araba ka
zası. ya da başka tehlikeli bir durum yaşadığımız sırada korku du3rmayız, fa
kat tehlike atlatıldıktan sonra soğuk terler dökmeye başlar ve gerçekten titre
yen elimize, sararan yüzümüze bakarak korktuğumuzu anlarız.
Laboratuvarda yapılan d en eler James-Lange kuramını desteklemez. He
yecanlan James-Lange kuramınm dediği gibi bedensel fizyolojik tepkiler be
lirliyorsa. her ayn heyecan için farklı bir dizi fizyolojik süreç bulmamız gere
kir. örneğin, neşe heyecanının temelinde yatan fizyolojik oluşumlar. ha3rret.
HEYECAN 267
Beyin \
j (heyeuntn \
Wosedilmesi)/ ""^\Hlpolalamuy^
Oı^ uyarıcılar
\ degi|iltiikler}
1 / Fizyotor* \
i^ i^ ilc rık le r j
Cannon-Bard Kuramı
Cannon-Bard kuramı James-Lange kuramının eksikliklerini giderici bir
girişimdir. Yine iki farklı p>sikolog tarafmdan ayn a}rrı yayınlarda ileri sürül
düğü için her ikisinin ismiyle bilinir. Kuramın merkezinde hipotalamusun
fonkslyonlan bulunur. Çevrede bulunan heyecan verici olay (uyancı) hipota
lamusu etkileyince hipotalamus iki görevi aynı anda yapar: (1) Fizyolojik de
ğişiklikleri ortaya çıkararak sinir sistemini uyanr ve (2 ) beyin kabuğuna si
nirsel akımlar göndererek heyecan yaşantısının farkına varmamızı sağlar.
268 in s a n v e DAVRANIŞI
Bilişsel Kuram
Stanley Schächter bedenimizde oluşan filo lo jik değişikliklerle, içinde
bulunduğumuz durumu algılama ve anlayışımız arasında sürekli bir etkile
şim olduğunu savunur. Ona göre, bilişsel süreçler heyecanlara anlam verip
isimlendirmemizde önemli rol oynar.
Schachter'in görüşü, yaptığı bir deneyin (Schächter ve Singer. 1963) bul-
gulanna dayanır. Denejrl kısaca anlatalım: Deney grubu ve kontrol grubu ol
mak üzere iki grup denek adınmış, “yeni bir ilacın görmeyi nasıl etkilediğini
İncelemek için deneyin }^pıldıgr söylenmiştir. Her İki gruptaki deneklere
“ilaç” enjekte edilmiş ve bekleme odasında bir soru listesini doldurmalan is
tenmiştir.
Deney grubuna adrenalin (epinefrin) enjekte edilmiş ve grup kendi içinde
gelişigüzel üç alt-gruba ayrılmıştır. İlk alt-gruba bu maddenin ne gibi etkileri
olacağı söylenm ^iştir. İkinci alt-gruba. doğru bilgi verilmiş ve enjekte edilen
bu maddenin kalp atışını arttıracağı ve onlan gergin bir duruma sokacağı
söylenmiştir. Üçüncü alt-gruba yanlış bilgi verilmiş ve ilacın kaşınma, uyu
şukluk ve başagnsı yapacağı söylenmiştir. Kontol grubuna adrenalin yerine
hiçbir fizyolojik etkisi olmayan bir sıvı verilmiştir.
Birbirinden farklı iki çevre yaratılmış ve her alt-grubun ve kontrol grubu
nun yansı bir çevresel koşula, diğer )ransı da öbür çevresel koşula konmuş
tur. "Kızgınlık** koşulunda denek kendisine verilen soru listesini odada doldu
rurken. aynı odada bulunan ve daha önce eğitilmiş ve araştırmacıyla işbirliği
yapan biri (araştırma asistanı), sanki kendisi de aıaştınnaya katılan denek
lerden biriymiş gibi sorulan cevaplarken, sinirli hareketlerde bulunmuş, so-
rularm çokluğundan şikayet etmiş ve nihayet bü3rük bir hışımla soru listesini
yırtıp parçalayarak yere atmıştır. *Mutlu" ortamda ise "araştırma asistanı" sü
rekli şakalar yapmış, gülmüş, kâğıttan uçak yaparak uçurmuştur.
Uacm etkisi hakkında hiç bilgi verilmeyen ve yanlış bilgi verilen alt-
gruplar. bedenlerinde oluşan fizyolojik değişiklikleri çevrelerinde olan hadise
lere atfetmişlerdir. Bir başka deyişle “kızgın* ortamda kızgınlık, “mutlu" or
tamda İse mutluluk duymuşlardır. Doğru bilgi verilen alt-grup üyeleri beden
lerinde oluşan değişikllgin*^nedeninl bildikleri için, herhangi bir heyecansal
yoruma gitmemişlerdir. Kontrol grubunda bulunan ve sahte sıvı verilen de
nekler ise. bedenlerinde herhangi bir değişiklik olmadığından, herhangi bir
heyecan hali yaşamamışlardır.
Bu bulgulara dayanarak Schächter bilişsel heyecan kuramını ileri sûf-
mûştûr. Kurama göre, bedenimizde olup biten fizyolojik değişikliklere, çevre
mizde bulunan uyancüar çerçevesinde anlamlı olan bir heyecan ismi veririz.
Çevreyi algılayışımız ve anlamlandırışımız. içimizde meydana gelen fizyolojik
HEYECAN 269
oluşumlara yol açan heyecanın admı vennemlise yol açar. Bu kurama göre,
Fatih otobOstorken herkes gölse ve bir bayram ve kutlama havasına girerek.
Fatih'in kasabadan aynlmasmı sevindirici bir olay olarak görseydi, Fatih
kendi bedeninde meydana gelen ihg^lojlk depşikiiklere bir isim verir ve
‘ Mutluyum, onun için gö25ömden yaş g^îyor* derdi.
Sosyoblyolojik Brtram
Sosyobj^k^l görüşü, İnsanın sosyal davranışının doğal bir seçim süre
cinden geçerek bugünkü biçimini kazandığını varsayar. He^canlarla İlgili
olarak da aynı düşünüş tarzını uygular. Bu yaklaşım, heyecanların nasıl
oluştuğunu ve fizyolojik temelinin ne olduğunu açıklamaz ama. heyecanların
niçin devam ettipid ve insan yaşamında heyecanların ne gibi işlevler ö r d ü
ğünü açıklar (Chance, 1980). Kuramı destekleyen kişilere göre heyecanlar,
insanın diğer davramşlan gibi, onun çevresine uyum yapınasım sağlar.
İnsanlık tarihi içinde belirli heyecanlar ortadan kalkmış, diğer yandan
türün devamını sa^ayan belirli heyecanlar varlıklannı korumuşlardır. Kendi
si İçin tehlikeli bir hayvanla karşılaştığı zaman korkmayan ve korkmadığı
için de kaçmayan bir hayvan türü, kolayca avlanacağı İçin zamanla ortadan
kalkar. Bu anlamda korku, çevreye uyum yapma ve türün devamı yönünden
önemli bir görev yerine getirir.
Sosyobiyologlar, her İnsan heyecanının uyumsa! bir görevi olduğunu var
sayarlar. Onlara göre Inı^nlık, başkaiannm saldııganiığma karşı bizl korur;
haz, neşe ve mutluluk İnsanları birbirine yaklaştırır ve eşleşme davranışını
kolaylaştırarak türün devamını sağlar; hüzün ve keder ağlama davranışına
yol açarak başkaiannm bize yardım eli uzatmasına yol açar.
Heyecanlar 3?almz insanlara özgü bir olgu delidir. Sosyoblyologlara göre,
insanlarda olan tüm heyecanlar, hayvanlarda da vardın ne var kl. hayvanlar
daki heyecanlar insanlardaki kadar gelişmiş olmadığından, onlan gözlemek
zordur. Korku ve kızgınlık gibi heyecanlan kolayca gözleyebildiğimiz halde,
kısk^çiık ve küsme gibi heyecanlan hayvanlarda açıkça gözlemek kolay de
lildir; Ama maymunlar üzerinde yapılan bazı gözlemler, ontann bu cins he-
ecanİan daha az bellrlgln olarak ifade ettiğini göstermiştir. Bu bulgular, İn
in heyecanlarmın bir evrimsel gelişmeden geçerek bugünkü biçimlerini aldı-
hlpotezint destekler (Weinrich. 1980).
4. DOĞUŞTAN GETİRDİĞİMİZ VE
SONRADAN ÖĞRENDİĞİMİZ İFADELER
)2İ9 2^0 (0 )
218
^ (0 ) (^ )
^38 ^^^^38
" J-1Î3
•33 •1-30
(^ .1 3 0 ■126
© • '”
İM ■1'2G 1-17
8.2A 8.2B
8.2C
Anı«rkan Japon m
(g )«e
mezsek onlann gerçek duygulanın anlamamız zor olur. Türk öğrenci hocaya
saygısını yere bakarak, Amerikalı öğrenci hocanm gözünün İçine bakarak ifa
de eder. Bu nedenle, benim de yakından gözlediğim gibi. Amerika'da ders ve
ren çoğu Türk İlk başlarda uyum zorluğu çekmişlerdir.
Oöz İlişkisi
Göz ilişkisinin süresi sosyal etkileşimde önemli bir mesaj taşır. Bu mesaj
kültürden kültüre ve her kültür İçinde bir sosyal ortamdan diğer bir sosyal
ortama göre değişir. Örneğin Amerikan kültürü içinde, bir erkek bir kadınla
göz ilişkisini biraz uzun tutarsa, o kadına yakınlık duyduğu ve bu yakınlığın
temelinde büyük bir olasıhkla cinsel bir çekim olduğu düşünülür. Aynı kül
tür içinde bir erkek diğer bir erkeğe bir süre bakınca aynı cinsel anlam anla-
şıhr. Eşcinseller, diğer eşcinsellerle bu yolla tanışırlar. Türkiye’de bir erkeğin
diğer bir erkeğe biraz daha uzun bakışı "merak", "acaba bu kim?" veya "daha
önceden tanıyor muyum?" biçiminde yorumlanır. Eşcinsellik Amerika'daki gi
bi toplumun her kurumuna yaygmlaşıp bir günlük olay haline gelmediği için,
başka bir erkeğin bakışını cinsel yönden değerlendirmek akla gelmez. I
Daha önce de söylediğimiz gibi, Amerikan toplumu içinde bir gencin baş
ka bir kimseye saygı ve ilgi göstermesi, o gencin doğrudan diğer kimsenin gö-
HEYECAN 273
zûnûn İçine bakmasını gerektirir. Tûrkiye*de İse gens^ saygı dtydugu kimse
nin yanmda yere bakarak saygı ve İlgisini bellrür. Benim görev yaptığım
Amerikan üniversitesinde. Amerikana göçmen olarak gelmiş çok sayıda Viet
namlI öğrenci, aynı Tûrkler gibi, profesörün yanında saygılarım yere bakarak
İfade ettiklerinde, Amerikalı profesör çoğu kere öğrencinin yalan söylediğini
ve utancından kendi yüzüne bakamadığmı düşünmüştür. Vietnam kültürün
de saygı l ^ e s i olan yere bakma davıamşı. Amerikan kültüründe sahtekârlık
İfâde eder.
İD 18
274 İn s a n v e d a v r a n iş i
Kişisel Mekân
Eklward T. Hail (1966) her kültürün insan ilişkilerini dûzenl^en sessiz
bir dü (silent language) olduğunu söyler. Bu diUn bir parçası olarak, insanlar
birbirleriyle etkileşirken aralarındaki uzaklığı, kişisel mekânı sürekli ayarlar
lar. Yakın hissettiğimiz kimseye bize daha yakına gelme fırsatı tanırız, ancak
yabancı birini uzakta tutanz. Hail, dört tür kişisel mekân tanımlar:
(1) içli-dışU uzaklık: Bu uzaklık birbirlerini yakın hisseden ve içll-dışlı
olan kimseler için kullanılabilir. HaU, Amerikan kültürü için bu uzaklığın 0
ile 45 santim arasında değişebileceğini ifade eder.
(2) Kişisel uzaklık : Günlük normal koşullar altmda diğer İnsanlarla iliş
ki içindeyken kullanılan uzaklık. Hail. Amerikan kültürü için bu uzakhğm 45
ile 1 2 0 santim arasında değişebileceğini söyler.
(3) Sosyal uzaklık : Bir toplum İçinde bulunulduğunu size hatırlatan ve
başkalannm farkında olmanızı gerektiren uzaklık. Bu uzaklık içinde bu kim-
Resim 8. 4 Bu kişilerin birbirlerini ne kadar Resim 8.5 BOyük için rahat olan kişisel uzaklık,
yakın hissettiklerini anlamakta zorluk çeki bebek için tehc£t edici olabilir.
yor musunuz?
HEYECAN 2 75
selere “merhaba" demek geregl duyulur. Bu uzaklık 120 İle 350 santim ara
sında değişir.
(4) Herkesin bulunabileceği uzaklık: 3.5 metre İle 9-10 metre arasında
değişen bir uzaklık içindeki kimselerin farkında olunur ama. onlarla herhan
gi bir ilişki kurmak gereği duyulmaz, ne onlar size, ne de siz onlara “merha
ba" demek gereğini duyarsmız.
Yukanda verilen uzaklıklar Amerikan kûltûrû için verilmiştir. Kültürden
kültüre bu uzakhklann değiştiği gözlenmiştir, iki örnek vererek kişisel mekâ-
m ilgilendiren uzaklıklann önemini belirtelim. İlk örnek aynı kültürden olan
kimseler arasında, ikinci örnek İse. farklı kültürlerden olan kimseler arasm-
da yer alır.
örnek 1. On kişilik kapasitesi olan bir asansöre biniyorsunuz ve gerçek
ten de on kişi asansöre giriyor. Bu sıkışık asansörde hiç tanımadığmız kimse
lerle yüzyüzesiniz. Birbirinizin soluk ahş verişini duyuyorsunuz ve normal
koşuUar altında bedeninizin başkalanna dokunması ayıp olan kısımlaıi. hiç
tanımadığınız karşıt cinsten kimselere dokunuyor. Bu ortam hangi kültür
içinde olursa olsun, son derece gerginlik yaratan bir durumdur. Böyle bir du
rumda kendimizi bulduğumuzda, gerginliği azaltmak için geneUikle göz İlişki
sinden kaçmınz ve elimizden geldiğince beden ilişkisini azaltarak sürekli ta
vana bakarız.
Örnek 2. A kültüründen olan kimse. Hall’ın yukanda verdiği uzaklıklara
göre mekân ilişkilerini ayarlamaya alışmış biri olsun. B kültüründen olan di
ğer kimse ise. daha 3rakın mesafelerde ilişkileri kurmaya alışmış biri. A ve B
belli bir ortamda birbirleriyle etkileşimde bulunmaya başlaymca, her İkisi de
büyük rahatsızlık duyar. A başka kültürden olan Byi saldırgan, adabmı ve
sınınnı pek bilmeyen bir kimse olarak algılar. B ise A'yı, soğuk, kendini be
ğenmiş ve umursamaz bulur. Kaynağının ne olduğunu bilemedikleri halde,
birbirleri hakkındaki olumsuz güçlü izlenimler geliştirirler.
Dil, insan gelişiminde sonradan ortaya çıkmış bir iletişim aracıdir. İnsan
lar. aynı hayvanlar gibi, uzun bir sûre yaşamlarmm devammı, sözsüz iletişi
me dayanarak gerçekleştirmişlerdir. Bu biyolojik alışkanlık halen etkisini
sürdürmektedir.
Mehrabiaiı ve Weiner (1967) yûz ifadeleri, ses tonu ve sözlü içerik olmak
üzere ûç tûr mesaj tanımlamışlar ve mesaj türlerinden hangisinin kişiler ara-
smdaki iletişimde daha etkin olduğunu bulmak istemişlerdir. Sözlü içerik
ancak yüzde on gibi kûçûk bir rol oynamış, buna karşıhk en çok yûz ifadesi
etkin bulunmuş ve onu iaes tonu izlemiştir. Daha sonra başka araştırmacılar
(Ekman, Friesen. O'Sullivan ve Scherer, 1980; Hall, 1980) bu genellemenin
basit olduğunu, içinde bulunulan ortama, konuşulan konuya ve birbirleriyle
etkileşimde bulunan bireylerin özelliklerine göre, yûz İfadesine, ses tonuna
ve sözlü içeriğe verilen önemin değişebileceğini savunmuşlardır.
İki anlamlı mesajlar bir aile ortamında sık sık kullanılırsa, çocuklann ye
tişmesinde bir etki yaratabilir mi? Konuyla ilgilenen araştırmacılar, çocuk
luk şizofrenisi gösteren hastaların ailelerini incelemişler ve bu ailelerde, diğer
ailelere göre daha fazla İki anlamlı mesajlar kullanıldığmı gözlemişlerdi
(Helm, Fromme, Murphy, & Scott. 1976). Çocuk sevildiğini ya da reddedildi
ğini anlayamaz, ağız bir mesaj verirken, beden ayn bir mesaj verir. Çocuğun
ailesiyle ilişkisinde nerede olduğunu anlayamadığı "ortada kalış” hali, çocuk-
lanna sürekli olarak kötü davranan ana-babalann etkisinden daha da kötd-
dûr. Çocuklarını döven ana-babalann çocuklannda. farklı uyum ve kişilik
bozukluklan gözlenmiş, fakat yüksek şizofreni oranına rastlahmamıştır.
Bu konuyu şu gözlemi tekrar ederek noktalayalım: Sözsüz iletişim, duy
gu ve heyecanlarm İfadesinde, sözden daha etkindir ve insanlar arasındaki
etkileşimde önemli bir rol oynar.
6. KAYGI
K ay^ Nedir?
Kendinizi Fatih'in yerine koyun! İlk defa evden ayrılıp kendi başınıza ya-
şayacaksmız. ilk defa büyük bir şehre gidiyorsunuz. İlk defa bir üniversite
ortammda olacaksmız. Bu durumda. Fatih'in duyduğu heyecanlardan biri,
doğal olarak, kaygıdır (anxiety).
Diğer heyecanlarm tanımmda olduğu gibi, kaygının da tanımım yapmak
zordur. Fakat, kaygmm ne olduğu konusunda hiçbirimizin şüphesi yoktur.
Kaygı* aşağıdaki şu heyecanların birini veya çoğunu İçerebilin ÖzûntU sıkın
tı. korku, başanstzbk duygusu, acizlik, somıcu bilememe ve yargdanma.
HEYECAN 277
7. ENGELLENME
Gece geç saatlere kadar derse çalışarak bugünkü sınava hazırlandınız.
Geç yattığmızdan dolayı sizinle aynı odada kalan arkadaşmızın sabah kalkı
şını ve evden çıkışını duymadınız. Çalar saati kurduğunuzu zannediyordu
nuz. fakat kurmayı unutmuşsunuz.
HEYECAN 279
bırakır, bazılarıysa “battı balık yan gider" anlayışıyla hiçbir şeye önem verme
yebilirler. Her davranışın kendine özgü sonuçlan vardır. Engellenmeyle nasıl
başaçıkılacagım sonraki bölümde daha aynnüh olarak inceleyeceğiz. Şimdi
engellenmeyi ortaya çıkaran ûç temel nedeni gözden geçirelim. Bunlar: (ij
Gecikme, (2) önleme ve (3) çatışma olarak ûç grup içinde toplanabilir.
Gecikme Engellenmesi
Engellenme duygusunun temelinde bulunduğumuz ortamda neyin ne za
man olacağına dair beklentilerimiz önemli bir rol oynar. Çoğu zaman bu bek
lentilerin farkmda değUlzdir. Öngörülen sûre içinde beklediğimiz olay olmaz
sa engellenme duygusuna kapılırız, örneğin, oğullarına kız İstemeye giden
ana-baba, “Allah'ın emri, peygamberin kavliyle, sizin kızı bizim oğlana istiyo
ruz“ dedikten sonra, kız ailesi. “Biz bir düşünelim, taşmalım. size cevabımızı
daha sonra bildiririz“ demiş olsun. Farzedelim ki. erkek ailesinin beklentisi
bir hafta, ya da en geç iki hq/ta içfnde cevabı almak, kız ailesinin beklentisi
ise. kızın bûtûn akraba ve büyüklerine danıştıktan sonra bir iki ay içinde er
kek tarafına cevap vermek. Bu gecikmeden dolayı erkek tarafı engellenme
hisseder ve büyük bir olasılıkla, istenmediklerini dûşûnûr.
Başka bir örnek, bir grup arkadaşın otobüsle bir gezi yapmasından veri
lebilir. Diyelim ki, gezide otobüsün sabah “erken” hareket etmesine, yolda ba
zı turistik yerlerde mola vermesine ve amaçlanan şehre akşam saat 6 ’da var
masına karar veriliyor. Gezi grubundaki kişilerden biri o sabah geç uyanmış
ve otobüse 45 dakika geç gelmiştir. Geç kalan beklendiği için yolda verilecek
bazı turistik molalar İptal etmek zorunda kalınıyor. Geç kalan kimseyi bekler
ken hissedilen duygu engellenmedir.
Önleyici* Engellenmesi
Bir amaca ulaşmayı önleyen, engel olan nedenler şu ûç grupta toplanabi
lir. (1) Nesnel önleyiciler (obstacles) veya olaylar. (2) sosyal ve yasal önleyici
ler (3) kişiden kaynaklanan önleyiciler. (4) çatışma.
(1) Nesnel önleyiciler ya da ola yla r: Evinize girmek istiyorsunuz, ne var
ki evin anahtarım dairede unuttuğunuzdan kapi3n açamıyorsunuz. Sevdiğiniz
kimse başka bir şehirde oturuyor, onu her görmek istediğinizde 8 saatlik oto
büs yolculuğu yapmak zorundasınız. Yeni aldığınız eve taşınmak için hazırla
nırken ev yanıyor ve yeni evinizde oturamıyorsunuz. Yukarıda anlatılan en
gellenme duygularının temelinde kapı, uzaklık ve yangın gibi fiziksel nesne ve
olaylar yer alır.
(*) Burada ’önleyici* kelimesini İngilizce ’obstacle’ kelimesinin karşılığı olarak kullanı
yorum. ‘Obstacle* kelimesinin Türkçe karşılığı ’engel’. Osmanlıca karşılığı ’mânl-
a’dır. ’Mânla* kelimesini eski olduğu için kullanmıyorum. Öbür yandan ‘engel’ keli
mesini kullanırsam ‘engel engellenmesi’ gibi tuhaf bir söylejriş ortaya çıkıyor. Bu
nedenle, b ir dcujraruşın y a p û m a sıru n ö n le n m e s i s o n u c u o rta y a ç ık a n e n g e lle n m e a n
la m ın d a, ’önleyici engellenmesi* deyimini kullanıyorum.
HEYECAN 281
Jc" ■
i ^
! ı :': '■* ■
Resim 8.7 Soldaki iki resimde görülen çocuk, psikoloji laboratuvarında kendisini oyuncaklar
dan ayıran engeli (önleyiciyi) aşmaya çalışmış, başaramayınca ağlamaya başlamıştır. Sağ iki
resimdeki çocuk ise. durumun imkansızlığını anlayarak, hiçbir denemeye girişmeden hemen
ağlamaya başlamıştır.
6. Ç A T IŞ M A
İnsanoğlu karmaşık bir yaratık olarak aynı anda birçok güdünün etkisi
altında bulunur. Bazen güdüler birbiriyle çelişkiye düşerler. Yann sınav ol
duğu için yoğun olarak derse çalışması gerektiğini bilen öğrenci, aynı zaman
da arkadaşlarıyla sinemaya gitmeyi de ister. Ne var kİ, hem sinemaya gitme
282 İNSAN VE DAVRANIŞI
yİ. hem de derse çalışmayı aynı anda gerçekleştirmesi olanaksızdır; İki istek
birblıiyle çatışır. Çatışma, yukarıdaki örnekte belirtildiği gibi, iki ya da daha
fazla güdünün aynı anda etkin olduğu durumlarda ortaya çıkar.
Çatışma Türleri
Psikologlar üç tür çaüşma tanımlarlar: (1) Yaklaşma-yaklaşma (appro
ach-approach) çatışması. (2 ) kaçınma-kaçınma (avoidance-avoidance) çaüş-
ması ve (3) yaklaşma-kaçınma (approach-avoidance) çatışması.
nlm yanımda çalışmaya başlarsın, veya terzi çırağı olarak seni amcanın yanı
na veririm." Remzi ne okula gitmek, ne de çıraklık yapmak İster. Ancak,
kendisine tanman iki seçenekten başka bir seçeneği olmadıgmı da bilir. Rem-
zi'nln içinde bulunduğu, kaçınma-kaçınma türünden çatışmadır.
Başka bir örnek, evlenme durumunda olan bir üvey kızın yaşammdan
verilebilir. Kendisi ûç yaşındayken annesi ölen Pembe'nin babası başka bir
kadmla evlenmiş ve Pembe analığıyla hiç uyuşamadıgı İçin acı yaşantılarla
dolu bir çocukluk geçirmiştir. Şimdi 17 yaşındadır ve kendisini mahallenin
dul kasab^la evlendirmek istemektedirler. Kasapla evlenmek İstemediği gibi,
anabğıyla aynı evde kalmak ta istemez. İki istenmeyen durum arasında kalan
Pembe de kaçınma-kaçınma çatışması içindedir.
(3) Yaklaşma-kaçmma çaüşmasv Bazen bir amaç aynı zamhnda hem iyi-
istenilen. hem de kötû-istenllmeyen özelliklere sahip olur. Bu durumda kişi o
amaca hem yaklaşmak hem de ondan kaçmak İster, örneğin, bir arkadaşın
doğum gûnû partisindesiniz ve İçki
İçmek istiyorsunuz. İçki içmenin sizi
biraz sarhoş edeceğini, ve böylece
daha hoş sohbet olacağınızı ve ger
ginliğinizi atarak diğerleriyle biraz
daha serbestçe ilişki kurabileceğini
zi umuyorsunuz, içki, bu yönleriyle
size çekici geliyor. Ancak, partiden
sonra uzun sûre araba kullanacak
sınız ve içki içerseniz, uykunuzun
geleceğini ve kaza yapma olasılığı
nın artacağını biliyorsunuz. Bir yan
dan içmek istiyorsunuz, bir yandan
içmekten çekiniyorsunuz.
Babamın anlattığı aşağıdaki hi
kâye de yaklaşma kaçınma çatışma
sına bir örnek olabilir.
"Kızın kısmetlisi çıkmış ve ailesi
kızın fikrini alarak kızı vermiş.
Düğün günü her şey yolunda git
miş ve nihayet oğlan evi. gelini al
mak için kız evine gelmişler. Aile
sine son derece bağlılığıyla tanı
nan kız. iki gözü İki çeşme ağlıyor-
muş. Babası kızını bir köşeye çek
miş ve, “Kızım, niye ağlıyorsun,
eğer o adama varmak istemiyor
san, bana şimdi söyle, düğünü şu
anda İptal edeylmt" demiş. Kız
gö^aşlan ve hıçkınklar arasında
"Babacığım sen benim ağlamama
bakma, ben hem aglanm. hem de
giderim!" diye cevap vermiş. Resim 8.8 Yaklaşma-kaçmma çatışması.
284 in s a n v e DAVRANIŞI
Yiyecek V M im y w
-7 ^
7. ÖZET
civli konuşma olumlu duygu ifade eden bir aûzlû mesajİn, olumsuz duygu
ifade eden bir sözsüz mesaj eşliğinde verilmesiyle gerçekleştirilir. İki insan
arasındaki etkileşimde, yüz ifadesi, söz ve sesin tonu ayn türden ve a}m mik
tarlarda iletişimde bulunurlar.
Nedeni kesin olarak bilinmeyen bir korku ya da tedirginlik olarak tanım
lanan kaygının değişik kaynaklan bulunabilin Kaynaklar arasmda alışılagel
miş olan desteğin ortadan kalkması, bir cezanın verilme olasılığına İnanma,
ortamdaki belirsizlik veya bunlann bir karışımı yer alır. Yapılacak bir görev
karmaşıklaştıkça kaygı başansızlığa götürür. Basit işlerin yapımında ise,
kaygı daha verimli olmaya götürür.
Engellenme, güdülerin amacına ulaşamamasıyla ortaya çıkar. Engellen
me nedenleri arasında, ödülün geciktirilmesi, ya da amaca götürücü davranı
şın önlenmesi yer alır. Amaca götürücü davranış, ya çevredeki engeller, ya
toplumun kural, görenek ve yasaları ya da bireyin yetersizliğinden dolayı en
gellenir.
Çatışma, aynı anda ulaşılması olanaksız olan birden fazla gOdûnûn işin
içine girdiği ortamlarda çıkar. Oç tûrû vardın Yaklaşma-yaklaşma, kaçınma-
kaçmma ve yaklaşma-kaçınma çatışmalan.
Yaklaşma-yaklaşma tûrû çatışmalarda, çatışmaya konu olan seçenekler
den birine yaklaştıkça o seçeneğin özendirici özelliği artar ve diğer seçenek
kuvvetini kaybeder. Aynı durum, ters yönde, kaçınma-kaçınma tûrû çatışma
lar için de geçerlidir: Olumsuz bir seçeneğe yaklaştıkça o seçeneğin iticiliği
artar ve o seçenekten uzaklaşmaya çalışırız. Kaçınma güdüsünün artması ya
da azalması, yaklaşma gûdûsûnûnkûnden daha hızlı olur.
Dokuzuncu Bölüm
1. G İR İŞ
Güdü ve heyecanlanmız uyum görevlerinin yanı sıra bazı sorunlan da be
raberlerinde getirirler. Çoğu kimsenin yaşamında yer alan olumsuz dı^gular.
bire3Tin mutsuz ve verimsiz bir hayat yaşamasına yol açar. Bu bölümde, birey
l e ^ mutsuzlu||^ ve başansızligma yol açan belli başlı heyecanlan ele alıp.
hİyccâÖanh ortaya çıkardığı sorunlarla fsaşaçıkma yoUannı tartışacağız.
önce güdü ve kaygı konusuyla İlgili bir soru)^! ele alalım: Güdü ve kay-
gmm derecesiyle, bireyin başansı arasında bir ilişki var mı? Bu soruyu ce
vaplamak için, güdünün derecesiyle ilgili çahşmalara bir göz atabm.
İD 19
290 İNSAN VE DAVRANIŞI
Koiaylş
Çok Fazla Güdülenebilir miyiz?
Yüksek ; Yerkes ve Dodson (1908) adlı İki Ame
rikalı psikolog, güdülenme derecesiyle dav-
zzl
ranışm verimi arasındaki İlişkiyi yirminci
iI • ^
Oıte- asnn başlannda yayınladıklan bir araştır
2
z: mayla incelemişlerdir. Onlanh bulgulan
3
bugün Yerkes-Dodson İlkesi olarak bilinir.
OûşOk:
Oûsûk Orta Yüksek Bu İlke onların araşümıalannda yap-
Güdülenme düzeyi tıklan gözlemleri özetler Güdülenme dere^
cesiyle yapılacak işin zorluk derecesi ora
sında ters bir ilişki vardır. Yapılacak iş.
Orta zorluktaki t}
mektubu zarfa koyup zarû kapatma gibi
Yüksek"
basit ve kolaysa, yüksek derecede güdü
lenme velimi arttınr. Yapılacak İş. soyut
Orta matematiksel formüllerin İrdelenmesi gibi,
bilişsel süreçleri İçeren karmaşık bir duru
mu gösteriyorsa, o zaman yüksek güdü
Dûşûk" lenme verimi azaltır, düşük derecelerdeki
Düşük Orta Yüksek
güdülenme daha başarılı olur. Şekil 9.1
Güdülenme düzeyi
kolay, orta zorlukta ve 3rüksek zorluktaki
görevlerde, güdülenme derecesinin başan-
Zor iş yı nasıl etkilediğini göstermektedir.
Yüksek ■
Bu bulgulann günlük yaşamımızla İlgi
li önemli sonuçları vardır. Örneğin, satranç
oyunu konusunda yüksek derece gûdülü
olmak sizin yararınıza olmaz. Arkadaşınız
la satranç oynayacagmız zaman bunu hatı
rınızda tutun. Kazanıp kaybetmenin o ka
dar önemli olmadığı durumlarda daha İyi
Gûdaeıune düzeyi satranç oynayacagmızı hatırlaym. Genel
olarak hatırlayacağmız ilke şu: Yapacağı
Şekil 9.1 Yerkes-Dodson ilkesi.
Kolay işlerde yüksek güdülenme, nız İş ne kadar bilgi ve akıl yürütmeyi ge
zor işlerde İse düşük güdülenme rektiriyorsa. sakin ve rahat bir zihinle o İşe
daha yüksek verime (başanya) gö girişmek o kadar sizin yarannıza olur.
türür. Bahçeyi veya evi temizlemek, yemek
pişirmek gibi pek dikkat gerektirmeyen
basit işlerde güdülenme derecesinin yüksek oluşu, işin daha çabuk ve daha
tyi yapılmasına yol açar, öğrenci olarak sizin bu bulgulardan çıkaracağınız
sonuç şu olabilir; Ders çalışırken, kendinizi sakin tutun, büyük bir heyecan
içerisinde dersi anlamaya çalışmaktan sakmın. Sakin bir tutum İçinde çalı-
şm ve sınavda ne not alacağınızı düşünmeyin . Başannız daha yüksek olur.
Kaygı ve Öğrenme
Kaygı ve öğrenme arasındaki İlişki, güdülenme ve başan arasındaki İliş-
kiye benzer, öğrenilen malzeme basit ve kolaysa, yüksek kaygı derecesi bu-
GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA CÖDÛ VE HEYECANLAR 291
2. KAYGI VE GERGİNLİKLE
BAŞAÇIKMA YOLLARI
Kaygı zannettiğimizden daha da yaygm olarak günlük yaşamımızı etkiler.
Çevrenizdeki bazı kimseleri “vesveseli", “sürekli endişe içinde" olan kimseler
olarak tanımlayabilirsiniz. Kendiniz de zaman zaman kaygıya kapılmış ve iş
OONLOK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR 293
(1) Rahat bir sandalyeye bedenin yukan kısmını dik tutacak biçimde
oturun. Sandalye boş bir duvardan 1.5 veya 3 metre uzaklıkta olsun. Duvara
g6 zûnûzûn hizasından 30 santim yüksekliğinde bir noktayı bir bant yapıştı
rarak ya da toplu iğneyle lşaretle3rin.
(2) Gözünüzü duvardaki noktaya dikin ve hiç acele etmeden sakin bir bi
çimde nefes alıp vermeye başlayın. Derin ve muntazam nefes alm ve yavaş
yavaş gayet sakin bir şekilde nefes verin. Her nefes alış verişte, ondan sıfıra
doğru birer birer sayın.
(3) Bir rakamına ulaştığınızda duvardaki noktaya bakmaya devam edin
ve bu arada eliniz ve kolunuzun ağırlaşmaya başladıgmı ve onlan kıpırdat
manızın mümkün olmadıgmı düşünmeye başlayın.
(4) Şimdi göz kapaklannızın gittikçe ağırlaştığını ve gözlerinizi açık tut
manın gittikçe zorlaştığını düşünmeye başlayın. Göz kapaklarınız sanki on
larda ağırlık asılıymış gibi aşağı doğru kapanıyor, gözünüzü açık tutmak ola
naksız hale geliyor. Şimdi gözlerinizi kapatın (belki bu anda göz kapaklannız
kendiliğinden kapanır).
(5) 2 . adım'da olduğu gibi yine ondan aşağı doğru saymaya başlaym ve
her sayışta derin, muntazam ve sakin nefes alıp verin. Sadece nefesinizi dü
şünün ve başka hiçbir şey düşünmeyin. Nefesinizi çaydanlıktan çıkan bir su
buharı gibi düşünün ve sanki görüyormuş gibi buharın burnunuzdan girişi
ni. ciğerlerinize gidişini ve sonra yine burnunuzdan çıkışmı hayal edin.
(6 ) Nefes ahş veriş sayımını yaparak bir sayısına geldiğiniz zaman kendi
nizi bir banyo küvetinde ılık su içine gömülmüş hissedin. Ilık suyun cildinizi
nasıl sardığını düşünün. Kendinizi tamamen gevşek bırakın, kendi kendinize
“gevşe, bütün vücudunu gevşek bırak" deyin. Vücudunuzu suyun içinde gö
mülmüş ve tamamıyla gevşemiş bir durumda bırakın bu durumu devam etti
rebildiğiniz kadar sürdürün. Aklınıza düşünceler gelmeye başlayıp, günün
sorunlanyla İlgili planlar yapmaya başladığınız andan itibaren gözünüzü ya
vaş yavaş açın ve bir sûre o durumda gözü açık kaldıktan sonra kalkıp, gün
lük faaliyetlerinize başlayın.
Bal taş ve Baltaş (1986) stresle başaçıkma yollannı anlatırken bedenle il
gili ve zihinle ilgili olmak üzere iki grup teknikten söz etmişlerdir. Bizim yu-
kanda verdiğimiz teknik esasında Baltaş’lann vermiş olduğu değişik zihinsel
tekniklere benzer. Bu tekniklere ileride sırası geldikçe değineceğiz.
şeme tekniğinden bu denli uzun söz etmeyeceğiz, okuyucuya bir Ûklr vermek
için HoUand ve Tarlow (1980)’dan esinlenerek 24 basamaktan oluşan bir
özetleme yapacağız. Daha fazla bilgi isteyen okuyucu Baltaşlann yaymmdan
yararlanabilir.
Kendinize rahat bir ortam seçin. Sakin, hiç olmazsa 30 dakika sizi kimse
nin rahatsız etmeyeceği bir odada bir hah veya minder üzerine uzanın.
(9) Kaslannızı yukan doğru kaldırarak abımızı kınştınn ve gerin. Bir sû
re öyle geıgin tuttuktan sonra gevşetin ve serbest bırakın.
(10) Alnınızda. kaşlannızın arasında kalan kısmı iyice gerin ve bir sûre
gergin tuttuktan sonra gevşetin, rahat bırakm.
(11) Gözkapaklannızı sıkı sıkıya kapatm; bir sûre iyice sıkın. Daha son
ra» gözünüzü açmadan gözkapaklannızı gevşetin. Gözkapaklannızın ve gözü
nüzün çevresindeki kaslann gergin ve gevşek olmalan arasmdaki derin farka
dikkat edin.
(12) Dişlerinizi sıkarak çene ve şakak kaslannızı İyice gerin. Bir sûre
sonra gevşeterek çeneniz gevşek bir şekilde, ağzınız yan açık kalacak bir bi
çimde bırakın.
(13) Boyun kaslarınızın farkına varmak İçin kafanızı arkaya doğru atın
ve boynunuzun arkasındaki kaslan iyice gerin, daha sonra kaslarmız gergin
durumdayken başınızı Önce sağa, sonra sola çevirin, daha sonra da öne doğ
ru eğin. Bir sûre gergin tuttuktan sonra gevşetin.
(14) Omuzlarınızı yukan kaldınp. omuzla boyun arasında kalan kaslan
gerin, bir sûre gergin tutun ve daha sonra bütünüyle gevşetin.
(15) Omuzlcuınızı. daha sonra kollarmızı. ensenizi, boynunuzu, çenenizi,
gözkapaklannızı ve alnmızı tamamıyla gevşetin. Yoıgunluğun ve geıginligin
yukandan aşağı doğru omuzlannızdan kollannıza. oradan da parmak ucu
nuzdan yere akıp döküldüğünü hayal edin. GerginÜğİnizin gittikçe hafifle
mekte olduğuna dikkat edin.
(16) Derin nefes alın ve göğsünüzde oluşan gerginliğe dikkat edin. Nefe
sinizi tutun ve göğüs kaşlannızın gerginliğini gözleyin. Şimdi nefes vererek
tümden gevşeyin.
(17) Şimdi yavaş yavaş ve düzenli bir şekilde nefes alıp vermeye başla-
ym. Her nefes verişte bedeninizin gevşediğini dûşûnûn. Nefes alıp vermeye
devam edin ve bedeninizin diğer kısımlanndaki yorgunluğun nefes alıp verir
ken gittikçe kaybolup gittiğini gözleyin.
(18) Şimdi kann kaslarınızı kasın ve bir sûre gergin tutun. Daha sonra
gevşetin ve kann kaşlannızın gergin ve gevşek olduklan zaman aralanndaki
büyük farka dikkat edin.
(19) Omuriliğinizin iki yanındaki kaslan gerin, bedenin diğer yerleri gev
şekken bu kaslann gergin olmasına dikkat edin. Bu kaslan biraz gergin tut
tuktan sonra gevşetin ve aradaki farka dikkat edin.
(20) Nefes abp vermeye devam edin ve bedeninizin ûst ya da alt kısmın
da. gergin hangi kas varsa gevşetin. Bedeninizde hiçbir gergin kas kalmayın-
caya kadar gevşemeye devam edin.
(21) Şimdi kalça ve bacaklarınızın kaslarını iyice gerin ve bir sûre sonra
gevşetin. Bu kaşlannızın gergin veya gevşek olmalan arasındaki bü3rûk farka
dikkat edin.
(2 2 ) Topuklarmızı kaldırmadan ayak uçlannızı yukan kaldırarak baldır
kaslannızdakl gerginliği arttınn. Kaslarınız gerginken ayak parmaklannızı
oynatarak kas gerginliğinizi^ iyice farkına vann. Daha sonra ayak ucunuzu
GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR 297
(6 ) Kısa sureli çözüm yollarını hemen uygulamaya koy ue uzun süreli çö
zümler için gerekli adımları atmaya hazırlan. 4. ve 5. adımlarda farkına var
mış olduğunuz nedenlere dayanarak önce kısa süreli çözümleri hemen uygu
lamaya koyun. Kısa süreli çözümlerde hatırlayacağınız en önemli nokta şu
olmahdın İlk adım, en zor adımdır. İlk adımı attıktan sonra, yavaş yavaş di
ğer adımlar onu izler.
İşe ufak ve basit adımlarla başlamakta yarar vardır. Diyelim ki. yemek
pişirme konusundaki kaygınıza çözüm yolu olarak, eşinizin ablasmdan ye
mek pişirmeyi öğrenmeye karar verdiniz.
İlk adım, eşinize ablasına mektup yazmak istediğinizi sÖ3İemek olur. İlk
adımı atmak gayet kolay olur ve kaygı derecenizi azaltarak size olumlu yönde
bir eneıjl verir.
İkinci adım, eşinizin ablasına mektup yazmaktır. Mektupta, onun hasta-
lığma üzüldüğünüzü, kendisine burada yardımcı olabilmeyi istediğinizi, fakat
yemek pişirmeyi pek bilmediğiniz için, ona iyi yemek pişirememekten kaygı
landığınızı yazarsmız. Mektubunuza devam ederek« kendisinin burada teda
visine devam ederken size bazı yemekleri öğretebilirse memnun kalacağınızı
söylersiniz. Ondan beklediğinizin size yemek tarifesini vermesi olduğunu, bü
tün işi sizin yapacağınızı söylersiniz.
Ûçûncû adım olarak, evin telefon olanağı varsa, eşinizin ablası gelmeden
önce onunla telefonda konuşmayı planlayabilirsiniz. Her adımda kaygı dere
ceniz azalacak ve daha yapıcı çözümler için adım atma isteğiniz artacaktır.
Ufak adımlardan elde edeceğiniz destek ve eneıji size, daha temel sorunkıra
uzun süreli çözümler İçin yaklaşma cesaretini verir.
(7) Kaygı için harcadığınız enerji ve zamanın size hiçbir yaran olmadığım
ımutmaym. Kaygıyı ortaya çıkaran nedenlerin Ikl temel grupta toplanabilebe-
ğlni söylemiştik:
a) Bireyin içinde bulunduğu ortamdan kaynaklanan nedenler, veya
b) Bireyin kendisiyle ilgili yetersizlik algılamasından kaynaklanan ne
denler.
Bu nedenleri ortadan kaldırıp, kaygıyı sıfıra indirmek zordur, ancak za
man içinde, sizin.yapacağınız çabalar sonucu kaygı ortadan kalkar. Bu çaba
yı gösterirken akılda tutulacak en önemli konu, kaygılanarak harcanan ener
ji ve zamanın size hiçbir yaran olmadığıdır. Kaygınm temelinde yatan neden
leri, kaygılanmaya devam ederek hiçbir şekilde çözemezsiniz. Aksine çözümü
zorlaştınrsınız. Kaygıya harcadığınız enerji ve kaygılanmanın ortaya çıkardığı
nöroflzyolojik koşullar, sizin dikkatinizi ve düşünme kapasitenizi olumsuz
yönde etkiler.
(8 ) Kaygmızı abartmaktan sakının. Olumsuz duygulan abartarak oldu
ğundan daha da kötü göstermek çoğumuzun alışkanlığıdır. Böyle bir eğilim
kısır döngü yaratın Kaygı abartılınca daha çok kaygıya, daha fazla kaygı da
ha çok abartmaya, abartma kaygının yeniden artmasına yol açar. Böylece.
enerji ve zaman kaygıyı çtfâme yerine, kaygıyı büyütüp, beslemeye harcanmış
olur. Bu kısır döngüye girmekten sakının.
GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR 301
inkâr (denial): Birey daha önce yapmış olduğu bir davranışı kabul etme
yip, inkâr ederek de bir savunma mekanizması gösterebilir. Çirkin bir davra
nışta bulunan kimse. “Hayır ben hiçbir zaman o kişiye kaba davranmadım,
sürekli saygılı davrandım.“ diyerek daha önceki davranışını inkâr eder. Birey
böylece, kötü davranışından doğacak kaygıyı önlemeye çabalar.
Farkında olmadan yaptığımız savunma mekanizmaları, kaygımızı azalt
ma yolunda bize yararlıdır. Her kimse, değişik zamanlarda şu veya bu savun
ma mekanizmasını kullanır. Bu bölümü okuduktan sonra kendinizin ya da
arkadaşlarınızın davranışlım ın bazılarını savunma mekanizması olarak gör
meye başlayabilirsiniz. Böyle bir gözlemde bulunduğunuz zaman doğal bir
süreç içinde olduğunuzu bilin ve ne kendinizi ne de başkalannı yargılayıp,
kmamayın. Bir kimse sürekli olarak savunma mekanizmalarını kullanarak
gerçekle ilişkisini kesiyor, çevresine ve yaşama uyumunda zorluk çekiyorsa,
ancak o zaman bu kimsenin psikolojik tedaviye gereksinmesi var demektir.
Giriş
Daha önce açıkladığımız gibi engellenme amacına ulaşamamış, önlenmiş
güdülerin ortaya çıkardığı heyecan halidir. Değişik şiddet derecelerinde her
GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR 3 05
İD 2 0
306 in s a n v e DAVRANIŞI
onlarla beraber olmaya ve bazen onlarla beraber yurda yürümeye karar ve
rir. Selim'le ilişkisini bir süre ikinci plana atmaya karar verir. Bir ilişki geli
şirse. bunun doğal, hiç zorlamadan gelişmesini ister. Fakat bu potans^^el
ilişkinin gelişmesi için gerekli ortamm koşullarını hazırlamada kendisinin bir
şeyler j^pablleceğlnl görür. Şule planım bu temel düşünceler çerçevesinde
düzenler.
Engellenme duygusuyla nasıl başaçıkabilecegimiz konusuyla ilgili olarak
yukandaki adımlan böylece gözden geçirdikten sonra, şimdi bazı genelleme
lerde bulunalım.
Genelleme İ. Engellenme duygusuyla başaçıkmak İçin sizin faal olmanız
gerekir, EngeUenme duygusunun etkisi altında son derece kızgın ve bozuk
bir ruh hali içinde hiçbirşey yapmamak, size bir çözüm getirmez.
Yukanda verilen örnekte Şule faal olarak engellenme duygusuyla ilgilen
miştir. Pasif olarak ele alsaydı, büyük bir olasılıkla daha fazla sigara içmeye
başlar, içki içerek ‘yaşamın acı ve haksızlıklarla dolu olduğundan" söz eder
ve karamsar bir dünya görüşünü dile getiren şarkı ve türküleri dinleyerek,
daha da duygusal çöküntüye girerdi. Bu aşamada, içindeki kızgınlık ve bo
zulma duygusunu, yer değiştirme savunma mekanizması aracılığıyla, ideolo
jik amaçlar için kullanırdı. Böyle bir savunma mekanizmasına giren Şule'nin
bir süre sonra belirli bir "solcu" ya da "sağcı" grubun parçası olma olasılığı
yükselir. Gördüğünüz gibi, yukandaki adımlan İzleyerek aküf bir tavır içinde
engellenme duygusuyla uğraşmak. Şule'nin kendisi, ailesi, arkadaşları ve ge
nel olarak toplumun psikolojik sağlığı bakımmdan daha yararbdır.
Genelleme 2. EngeUenme duygusuyla başaçıkmada. çevreden kaynakla
nan engelleri olduğu kadar kişinin kendisinden kaynaklanan engelleri de gö-
zönüne almak zorunda3nz. 3. Bölüm*de algılama konusunu incelerken söyle
diğimiz gibi birey, kendi algılaması yoluyla psikolojik çevresini belirler. Bir ki
şinin çevresindeki kişi ve olaylar, o kişinin belirli tür düşünce ve tutumlardan
dolayı engel durumuna gIrebiUr. Bu nedenle, kişinin kendisindeki özelliklerin
farkında olması, onun çevresindeki engellerle başaçıkmasmda yararlı olur.
Şule, Türk kültürünün değerleri ve normlan çerçevesi İçinde düşündüğü
ve çevresini "Türk kültürü gözlüğüyle" gördüğü için. İçinde bulunduğu or
tamda bazı engeller algılar. Şule’nin güdüsüne benzer bir güdüye sahip tipik
Amerikalı bir üniversite öğrencisi kız. Selim durumunda olan erkeğe telefon
etmekten hiç çekinmez ve oldukça belirgin bir şekilde, bir kadın olarak Se-
lim*e İlgi duyduğunu belirtir. Çevrede Selim'e ilgi duyan başka kadınlar var
sa, diğer kadınlan safdışı bırakarak Selim'in dikkatini kendi üzerinde topla
maya çalışır. Bunu yaparken de o kadar saklı ve gizli şekilde hareket etmez,
oldukça açık davranır.
Yukanda anlatılmaya çalışılan temel fikir şudun Farklı kültür ve sosyal,
ortamlardan gelen kişiler, farklı sosyal değer ve normlar içinde büyüdükle
rinden. aynı çevre içinde farklı engeller görürler. Çevredeki engellerin temeli,
bu anlamda, bizdeki algılama özelliklerine bağlıdır. Bu özelliklerin bilincinde
olmak, engellenme duygusuyla daha etkin ve başarılı bir biçimde uğraşma
mızı sağlar.
308 İNSAN VE DAVRANIŞI
(1) Birey kendi ileUşim biçimini gözden geçirip, kendine özgü iletişim
davranışlannm farkına vanr. Söylemek istediklerini içinde tutan, başkalan
İzin vermedikçe konuşmayan, farklı biçimde düşündüğü halde ayıp olmasm
diye çevresindekilerinln düşüncelerine itiraz etmeyen, içinde biriktirip birikti
rip bir süre sonra patlayan bir kimse misiniz? Bu aşamada böyle sorulann
cevabı araştırılır.
(2) Güvenli iletişimin yer almadığı sosyal durumlar gözden geçirilerek,
bireyin niçin güvenli ve girişken davranışı ortaya çıkaramadığı üzerinde dü
şünülür. Böyle bir çaba bireye İki yönde faydalıdır Her şeyden önce bireyin
kendisini anlamasma ve nasıl bir benlik kavramı geliştirdiğini görmesine yar
GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR 309
dımcı olur. Iklnd yaran da« b ir ^ n yeni öğreneceği güvenli girişken İletişim
davranışımn bu tür ortamlarda kendisine nasıl faydalı olacağını görmesinde
yatar.
(3) Birey İçin önemli bir iletişim örnek olarak ele alınır. Bireyin bütün
aynntılanyla İletişim olaymı hatırlamasına yardımcı olunun diğer kimseye ne
s^^ledlği. nasıl davrandığı ve iletişimde bulunurken neler hissettiğini hatırla
ması istenir. Aşağıdaki sorular olayı tüm aynntılanyla hatırlaması için bireye
verilin
a) Göz teması; Konuştuğunuz kimseyle göz teması kurdunuz mu?
b) El. kol ve beden hareketleriniz: Gergin bir durumda mıydmız? Eli
nizi kolunuzu istediğiniz gibi hareket ettiriyor muydunuz? Bedeni
niz dik ve o kimseye dönük müydü?
c) Yüz ifadeniz: Yüz İfadeniz çekingen ve güvensiz bir inşam mı. 3roksa
kendine güvenil bir kimseyi mi tanımlıyordu?
d) Ses tonu: Söylediğiniz şeyin önemine uygun bir ses tonu kullandmız
mı? Hafif ve çekingen bir ses. söylediğinizin önemini azaltabilir.
e) Konuşmanm akıcılığı: Kesik kesik konuşma, konuşanın kendine
güveni olmadığı izlenimini verir. Akıcı konuşma, kendine güvenil ve
bilgili bir kimse izlenimini yaratır.
i) Zamanlama: Konuşmak istediğiniz konuyu zamanında konuşabildi-
■nlz mi? Yoksa uzun zaman geçtikten sonra mı konuştunuz?
g) İçerik: Konuşmanızın İçeriği düşüncelerinizi tam yansıtıyor muydu?
Yoksa düşündüğünüzden daha az söylemek zorunluluğu altında mı
konuştunuz?
(4) Güvenli girişken bir kimsenin aynı durumda kurduğu iletişim davra
nışını gözleyin ve kendi iletişim davranışınızla onunkini karşılaştırın. Aradaki
farkları açık seçik görünceye kadar karşılaştıq$ıayı tekrar edin.
(5) Daha güvenli girişken iletişim kurmak için sizin başka hangi yollara
başvurabileceğinizi saptayın. Ne gibi İletişim seçenekleriniz var? Seçenekleri
nizin bir listesini yaparak hatınnızda tutun.
(6 ) Gözünüzü kapatın ve her iletişim biçimini hayalinizde canlandırarak
gözden geçirin. Ses tonu, yüz ifadesi, içerik gibi yukarıda sıralanan boyutları
düşünün. Yaklaşım biçimlerinden hangisinin en etkin olabileceğine karar ve
rin.
(7) Hayalinizde canlandırdığmız iletişim davranışınızı tanıdığınız blris^le
uygulamaya ko3run ve sahnede bir aktör gibi rolünüzü oynaym. Bu kimsenin
sizin iletişim davranışlarınızı dcğerlendirmesinL hatalarınızı düzeltmenize
yardımcı olmasını sOyleyin.
(8 ) Tam anlamıyla rahat ettiğiniz bir iletişim davranışı geliştirinceye ka
dar 6 . ve 7. adımlan tekrar edin. Otomatik olarak davranabilecek hale gelin.
(9) Şimdi gerçek yaşama hazır hale geldiniz demektir. Eğitiminizi gerçek
yaşamda kullanarak, kendine güvenli ve girişken bir İnsan olarak iletişimini
zi kurun. Hâlâ çekingen ve utangaç davranıyorsanız, bu konuda yardana ih-
310 İNSAN VE DAVRANIŞI
meyen ‘ gözünü hırs bûrûmûş” kimseler bulunun Her UcJ ucun da kendine
özgü sakıncaları vardır, önemli olan bireyin bu beklenti ölçeği üzerinde ken
disi için gerçekçi olan dengeyi bulabilmesidir.
Bugünkü Amerikan toplumunda. Amerikan gençliğinin kendisinden baş
ka hiç kimseyi düşünmeyen, paradan başka hiçbir değer tanımayan, sürekli
kazanç peşinde olup yaşamın güzelliklerinden zevk alamayan kişiler olduğu
nu söyleyen yazarlar çoğalmakladır (Chaféis. 1974: Houston. 1981). Bati uy
garlığının etkisi altındaki modem Türk toplumundaki değişim “bir hırka b^
lokma" anlayışından gittikçe uzaklaşma yönündedir. Sünes günlük yaşamımi-
zm bir parçası haline gelme yolundadır. Kazanç hırsına bürünmüş, kazancın
dışında yaşamda başka değer tanımayam kimselerden oluşan bir toplum yo
lunda süratle ilerlediğimiz kanısı oldukça yaygındır. Umarız her Türk, yuka[-
nda sözünü ettiğimiz ölçek üzerinde kendisi için en geçerli beklenti noktasını
bularak, mutluluğunun temelini kaybetme tehlikesinden kendisini koruması
nı bilir.
Şimdiye kadar engellenme duygusuna yapılan planlı tepkilerden söz et
tik. Engellenme duygusuna kendisini kaptıran kişi her zaman bilinçli ve
planlı hareket etmez. Aşağıca, engellenme duygusuna tepki olarak bilinçsiz
yapılan davranışlan gözden geçireceğiz.
Resim 9.3 Çocuk yetişkinden gördOgÛ saldırganlığı taklit eder. Resimde gÖrdOğûnOz
çocuklar fUmde gözlemiş oldukları yetişkin gibi dolma bebeğe vurmuş, tekmelemiş,
kaldırıp atmıştır.
gan davranışım gösteren bir film seyretmişlerdir. II. Grup’takl çocuklar, yetiş
kinlerin bebeğe }rapbklan saldırgan davranışlan se3rretmlşlerdlr. III. Grup’taki
çocuklar, ya saldırgan davranışın bulunmadığı bir ilim seyretmişler ya da sal
dırgan davranışta bulunmayan yetişkinleri gözlemişlerdir. Çocuklar daha
sonra bebekle başbaşa bırakılmış ve davranışlan gözlenmiştir. Şekil 9.3*te
gördüğünüz gibi saldırgan davranışı gözleyen gruptaki çocuklar, bebeğe tek
me ve tokat atarak saldırgan davranışta bulunmuşlardır. Çocuklann çevrele
rinde gördükleri davranışlan model olarak aldıktan ve model çerçevesinde ha
reket ettikleri bu tip deneylerde açık seçik gözlenmiştir.
Çocuğun çevresinde gördüğü davranışlan taklit etmesi sosyal öğrenme
nin temelinde yatar. Bu öğrenme mekanizması nedeniyle, saldırganlık davra-
nışmda, toplumlar ve kültürler arasında farklılıklar gözlenir, örneğin, ABD’de
kaldığım süre içinde trafik kazasmın sonucunda birbiriyle kavgaya tutuşan
iki sürücü görmedim. Birbirine bağıran çağıran kişiler yerine, birbirleriyle hiç
konuşmayan, kaza yerine polisin gelmesini bekleyen ve ancak polisin sorula-
nna cevap veren asık suratlı kişiler gözledim.
316 İNSAN VE DAVRANIŞI
Model lOrO
6. E N G E L L E N M E Y E Y A P IL A N
D İĞ E R B İL İN Ç S İZ T E P K İL E R
Gerileme (regression)
Birey engellendiği zaman çocukken yaptığı davranışlara dönerse buna
gerileme denir, örneğin, 12 yaşındaki kızınız sinemaya gitmek için sizden
izin istedi, siz de gitmesine izin vermediniz. Kızınız bebekken konuştuğu dile
döner ve ûç yaşındaymış gibi konuşmaya başlarsa, gerileme davranışı göste
riyor demektir. Bebek konuşması sizi etkilemiyorsa, o zaman yine bebeklikte
yaptığı gibi ağlamaya başlayabilir. Bu tip davranış ortadaki engeli kaldırmak
için yapılan bir girişimi belirler ve çoğu durumlarda etkili olabilir. Gerileme
nin sık sık kullanılışı kendi başına bir sorun olabilir.
7. S T R E S V E B A Ş A Ç IK M A Y O L L A R I
ÎD21
322 İNSAN VE DAVRANIŞI
* T. S. Holmes vcT. H. Holmcs’ın "Short-term intruslons Into life-style routinc" adlı maka
lesinden adapte edilmiştir. Jo u rn a l o f P s y c h o s o m a tic R esea rch , 14, sayfa 121-123» 1970.
GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR 323
agnsı bedenin İçinde olan bir stres kaynağıdır, öte yandan, sürekli yüksek
derecedeki gürültülü ortam, bedenin dışında yer alan bir stres ka3magma ör
nektir. 2) Bir başka gruplama daatreslerl bedensel ve psikolojik kökenli ola
rak ayınr. Yukarıdaki örneklerde verilen diş agnsı ve gürültünün her ikisi de
bedensel türden stres kaynağıdır. Bir yakımn ölmesi, boşanma, iki kişi ara
sındaki darılma ve küsmeden ileri gelen stresler İse, psikolojik türdendir.
Bazı Amerikalı psikologlar olayların belirli bir stres ağırlığı ve bir anlam
da “stres katsayısı" olduğunu ileri sürmüşler ve geniş çapta bir araştırmaya
girerek. Amerikan toplumu içinde stres veren olaylann bir listesini yapmış
lardır (Holmes & Holmes, 1970: Holmes ve Masuda, 1974). Listeyi Tablo
9.2*de ver^oruz. Bu psikologlara göre, bir kimse bir yü İçinde toplam olarak
300 ya da daha yukan stres puanı toplarsa, stresin ağırlığı altında değişik
bedensel ve psikolojik hastalıklao* geliştirme İhtimali artar.
Tablo 9.2*de verilen stres olaylannın agırlıklan Amerikan kültürü içinde
anlamlıdır. Salamon Sorios tarafından. 1982 yılında İzmir'de yapılan araştır
ma sonucunda Türkiye'ye özgü stres puanlan saptanmıştır. 116 maddelik öl
çekte yer alan hayat olayları arasında en yüksek stres değeri taşıyanlardan ör
nek olarak seçilenler Tablo 9.3'te verilmiştir. Bu tablodan da görüleceği gibi,
Türk kültürü içinde yapılan araştırmalarda listece yeni bazı olaylar eklenmiş
ve tabloda gösterilen olaylann agırlıklannda da bazı değişiklikler olmuştur.
Çocuğun ölümü 92
Eşin ölûmû 90
Eş tarafından aldatılma 87
Anne veya babamn ölOmû 87
Hapse mahkûm olma 86
Çocuğun ağır biçimde hastalanması veya sakatlanması 85
Evlilik dışı hamilelik 83
İstemediği cvliUgl yapma 83
Eşin ağır hastabgı. kaza veya yaralanması 79
Anne-baba geçimsizliği veya aynima 78
Eş İle ciddi anlaşmazlık 77
Ağır hastalık, kaza, yaralanma 75
Boşanma 73
Büyük ölçüde borçlanma 72
Hakkında kötü söylentiler çıkarılma 72
Evlilik dışı ilişkiye girme 68
Çocuk düşürme veya düşük yapma 68
Yakın bir dostun ölümü 66
istenmeyen gebelik 65
Anne-baba ile anlaşmazlık ve onlardan baskı görme 64
Çocuğun okul başansızlıgı 62
Nişanlıdan aynima 58
* Sorias, S.: Hasta ve normallerde yaşam olaylannm stres verici etkilerinin araştınlması.
Yaymlaxunamış doçentlik tezi. İzmir, 1982.
324 İNSAN VE DAVRANIŞI
Okuyucu İçin önemli olan, bazı olaylann stres agırlıklannm farklı oldu
ğunu ve toplam stres ağırlık puanlan çoğalınca, bireyin ciddi hastalıklara
maruz kalabileceğini, öğrenmesidir.
Frledman ve Rosenman (1974) standart risk faktörlerinin kroner kalp
hastalıklannın ancak %50'sini açıklayablldigini, hastaların diğer %50'slncİe
böyle bir risk faktörü söz konusu olmadığı halde kroner kalp hastalığının gö
rüldüğünü ortaya koymuştur. Kalp cerrahı olan iki bilim adamı. 35-59 yaşla-
n arasmdaki 3524 erkeği 15 yıl boyunca İzleyerek, belirli bir davranış biçimi
nin kroner kalp hastalığına sebep olduğunu son derece açık bir biçimde kö-
mtlamışlardır.
Kroner kalp hastalığı açısmdan 3rûksek risk taşıyan A Tipi Davranış Biçi
mine sahip bir kişinin özellikleri şunlardır: 1) Hareketlilik, 2) dürtü ve İhti
ras. 3) rekabet, saldırganlık ve düşmanlık duygulan. 4) zaman baskısı, ve 5)
tek açılı kişilik.
Bu özellikleri göstermeyen rahat, sakin ve güvenli kimselere B Tipi Dav
ranış Biçiml’ne sahip denir (Baltaş ve Baltaş. 1986: Goldband. 1980; Lovallo
ve Plshkln, 1980). Araştırma sonuçlan. B Tlpl'nde olan kimselerin. A T İp l’ne
sahip kimselerden daha uzun yaşadıklarını ve daha az hastalandıklannı gös
termiştir.
nmız. insanlık tarihinin yakın zamanda benzeri olmayan bir stresini yaşa
mak zorunda bırakılmışlardır. Göçeden soydaşlanmızm stres düzeyleri, dep
resyon ve kaygı düzeyleri Türk bilim adamlan tarafından araştırılmıştır (Bal-
taş ve Ballaş. 1990; Togrol. 1990).
Türkçe'de stres ölçekleri üzerine yapılan bir diğer çalışma da Leiğhton
Stres Düzeyleri Ölçegi'nİn standardizasyonu olmuştur (Ballaş, 1981).
9 . C İN S İY E T
Giriş
Cinsel davranış yetişkin İnsanın günlük yaşamının bir parçası olduğu
halde, bilimsel İncelenmesi ve açıkça konuşulup tartışılması, diğer güdülere
göre, daha zordur. Çoğu konularda olduğu gibi. Türk toplumu cinsellik konu
sunda da geleneksel görüş ve alışkanlığmı değiştirme süreci içindedir. Gaze
telerde, dergilerde bu konuya yer ayıniması, okuyuculardan mektuplar gel
mesi. bazı hastanelerde psikologların seks terapisti olarak görev yapmaları
Türk toplumundaki gelişmelerin bir göstergesidir.
Psikologlar, diğer insan davranışlarında olduğu gibi, cinsel davranışa
yaklaşımlarında da birbirlerinden farklılıklar gösterilirler. Bir grup psikolog
cinsel davranışı tamamıyla biyolojik bir güdü olarak ele alır ve açlık, susuz
luk nasıl inceleniyorsa, cinsel davranışın da aynı biçimde İncelenip, o biçim
de algılanmasını önerir (Sinclair, 1977; Timmers, 1977). Onlara göre cinsel
davranışın açlık ve susuzluk gibi diğer biyolojik güdülerden farklı biçimde al
gılanması. insan toplumlannın bilgisizliğinden ileri gelen tarihsel bir yanılgı
dır. Bu yanılgılardan ne kadar çabucak kurtulunulursa. o kadar “gerçek** o
kadar çabuk bulunmuş olur. Bu yaklaşımı kabul eden psikologlarca, gele
nekler, görenekler, dini görüşler bu “gerçeğe” ulaşmaya engel teşkil eder.
Bazı psikologlar, cinselliğin betimsel (tasviri/decripttve) olarak çalışılma
sının konunun anlaşılmasma bir derece yardımcı olacağına inanırlar ama,
cinselliğin doğasmm diğer güdülerden farklı bir yaşantıyı içerdiğini kabul
ederler. Susuzluk, açlık gibi biyolojik gereksinmelerin benlik algılayı^^la iliş
kisi daha yüzeyseldir ve bireyin insan İlişkilerindeki yeri, cinsellik kadar
önemli değildir. Cinsel davranış iki bireyi birbirleriyle son derece yakın bir
ilişki içine sokar ve yoğun duyguların gelişmesine zemin hazırlar. Bu duygu
ların oluşturduğu ortam içinde bireyler mutlu ya da mutsuzluk duygusunu
yaşarlar.
Cinsel davranışın bir yönü de bireylere getirdiği sorumlulukta yatar. Be
raber yemek 3riyen iki kişi birbirlerine karşı sorumlu bir ilişki geliştirmezken,
cinsel ilişkide bulunan bireyler, birbirlerine karşı özel bir sorumluluk geliştir
meye başlarlar. Bu psikologlara göre, cinsel ilişki, bir toplumun çekirdeğini
oluşturan ailenin temelinde yatar. Bu nedenle tarih boyunca her toplum cin
sel ilişkiyi düzenleyici tedbirler ve kurallar geliştirmiştir. Kurallar sayesinde
gençler, belirli bir aşamaya gelmek için çabalamışlar, kızlar kadınlık, erkek
çocuklar erkeklik olgunluğuna erişmek İçin uğraşmışlar ve bu olgunluğa eriş
tiklerini, her toplumun kendine özgü gelenek ve göreneklerine göre İspatla
dıktan sonra, evlenmelerine İzin verilmiştir. Bu psikologlara göre toplumlarm
cinsel davranışla ilgili, gösterdiği duyarhlık, tarihsel bir yanılgıya değil, insa
noğlunun sağduyusuna işaret eder. Bilimsel çalışma, son derece karmaşık
yönleri olan cinsel davranışı basite İndirgemeye değil, onun biyolojik, psikolo
jik ve sosyal yönlerini anlamaya yönelik olmalıdır.
GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR 327
Cinsiyet ve Pornografi
Psİkologlann yaptığı araştırmaların bazılan pornografik yayınların cinsel
davranışla İlgili etkisini inceler, önceleri pornografik yayınlann daha çok er
keklere yönelik olduğu ve böyle yayınlardan daha fazla erkeklerin hoşlandığı
düşünülürdü. ABD'de yapılan araştırmalar bunu dogrulamamıştır. Araştır
malara göre kadınlar pornografik yayınlara daha örtük fakat sürekli bir ilgi
gösterir ve bu yaymlara bakarak onlar da uyarılır (Kutschlnsky, 1971 Mann,
Sidman ve Starr, 1971).
Pornografi üzerine yapılan araştırmaların gösterdiği diğer bir bulgu da
şudur: Pornografi, hem erkeklerde hem de kadınlarda cinsel uyanmı artınr,
ancak bu artış ancak 24 saat kadar sürer. Bu sûreden sonra bireyler eski
normal uyarım düzeylerine döner.
Pornografik yajrmlann topluma yararlı veya zararlı olduğu konusunda
tartışma gûnceUlğlnİ korumaktadır. Bu konuda da görüşler değişiktir. Bazı
kimseler pornografinin serbest olmasını savunurlar. Oy kullanma yaşına ge
len kişi, kendisi için neyin yararlı ya da zararlı olacagmı bilir yaşa gelmiştir.
Pornografik bir dergi alıp evinde okumayı istiyorsa, bunu uygun yerlerden
alabilme özgürlüğüne sahip olmalıdır.
Bazı kimseler, toplumun bazı temel ahlak kurallan üzerinde anlaşıp bu
kurallan korumamız gerektiğini savunurlar. Bu kişilere göre pornografi, top
lum düzenini tehdit eden, lûıdınlann bir cinsel nesne imiş gibi kullanıldığı
55 vsyukansı
Bireysel Farklılıklar
Cinsel davramş bireysel farklılıkların en yaygın olduğu alandır. Hem er
kekler. hem de kadmlar arasında cinsel alanda büyük bireysel ayrılıklar var
dır. Cinsel yayınlar, belirli bir tür cinsel davranışı ve sevişme tekniğini model
davranış olarak gösterme çabasına girmişlerdir. Bunun sonucunda öyle bir
ortam yaratmışlardır ki. okuyucular, eşlerin mutluluğunun temel kaynagınm
sevişirken kullamdıklan cinsel teknikte yattığı izlenimini edinmeye başlamış
lardır.
Bu tür sonuçlar araştırmalarca desteklenmemiştir. Utangaç bir erkek,
hiçbir teknik kuUanmadan son derece mutlu bir evlilik yaşamı yaşayabildiği
gibi, serbest ve atılgan biri değişik cinsel tekniklere rağmen doyumsuz bir ev
lilik yaşamı sürdürebilir (VIncent, 1956). Okuyucuya bu konuda söylenecek
en bilimsel söz şudur: “Kendinizi olduğunuz gibi kabul edin, başkasını taklit
yerine size doğal gelen davranışı yapın. Kendi ilişkinizi başkalannm beklenti
lerine göre değil, kendi değerlerinize ve beklentilerinize göre gerçekleştirin.“
10. ÖZET
güdü sıkıcı işlerdeki verimin artmasına yol açar. Yüksek kaygıh üniversite
öğrencileri derslerinde daha az başanlı olur, kaygı düzeyi azaldıkça dersler
deki haşan yükselir.
Dereceli gevşeme ve otohipnoz teknikleri k ayg^ azaltır ve denetim altın
da tutmakta faydalı olur. Kaygıyı denetim altmda tutmakta yararlı diğer bir
yaklaşım biçimi de kaygınm ka3magma gitme tekniğidir. Kaygılı olduğumuzu
farkederek temelde nedeni araştırmaya başlamalıyız. Kaygınm temel nedeni
ni bulduktan sonra uygun davranışlarda bulunarak kaygıyı denetlemeye baş
larız.
Savunma mekanizmalan bireyin farkında olmadan yaptığı davranıştan
belirtir. Savunma mekanizmalan iki yönde işlev görür: İlk İşlev kaygı veren
durumun algılanmasını engelleme şeklinde kendisini İfade eder. Savunma
mekanizmalannm ikinci işlevi algılanan kaygının derecesini azaltmaktır. Sa
vunma mekanizmalan bir anlamda gerçekten kaçışı, veya gerçeği çarpıtmayı
içerir. Zor zamanlarda, kaygının ve gerginliğin derecesini azaltarak bize fay
dalı olur. Herkes değişik zamanlarda, değişik derecelerde savunma mekaniz
masını faydalı bir biçimde kullanır.
Belli başlı savunma mekanizmaları şunlardır: Mantığa bürüme, karşıt
tepki geliştirme, bastırma, yansıtma, özdeşleşme kurma, yer değiştirme, yü
celtme. soyut kavramlara bürüme, hayal dünyasına kaçma, telafi. İnkâr. Bu
mekanizmalann birçoğu birbirleriyle ilişkilidir ve bir salkım gibi birarada bu
lunurlar.
Engellenme duygusu bilinçli ve bilinçsiz olarak iki tür davranışa yol açar.
Bilinçli davranışta engellenme duygusunu ortaya çıkaran engeller tanımlanır
ve onları ortadan kaldırmak İçin adım adım ilerlenir. Engelleri ortadan kal
dırmak için bir atılımda bulunmak gereği vardır. Bireyleri atılım yapmaktan
alıkoyan en önemli etken onlarm çekingen ve utangaç olmalandır. Bu çekin
genliği ortadan kaldırmak için bireylere güvenil girişkenlik eğitimi verilir. Gü
venli girişkenlik eğitiminde kişinin kendini açık ve seçik olarak serbestçe ifa
de edebilmesi için rol oynama gibi değişik yöntemler kullanılır.
Çözümü olmayan sorunlardan kaynaklanan engellenme duygusunu şu
iki yaklaşımla hafifletebiliriz: 1) Daha çok hoşgörülü olmayı geliştirerek. 2)
beldenti düzeyimizi düşürerek.
EngeUenme-saldırganlık kuramma göre, engellenme duygusunun sonucu
ortaya çıkan dürtü, saldırganlık davranışının temelinde yalar. Bu davranış,
güdünün önüne geçen engellere saldırma şeklinde kendini gösterir. Yer de-
glştinniş saldırganlık, engellenme duygusunu ortaya çıkaran gerçek engellere
değil, gücümüzün yettiği daha zayıf kimselere yöneltilmiş saldırganlıktır.
Gerçek engeller bizden daha güçlü olduğu için onlara saldırmaktan kaçınırız.
Saldırganlık davranışı doğuştan kökenli olduğu gibi, sonradan öğrenilmiş
bir davramş da olabilir. Çoğu kez hem doğuştan gelen hem de öğrenilmiş fak
törler saldırganlık davranışının ortaya çıkmasında aynı zamanda elkül olurlar.
önüne geçilemeyen aşın engellenme duygusuna bazen umursamazlık,
acizlik, ya da duygusal çöküntüye bürünerek tepkide bulunuruz, öğrenilmiş
acizlik, bir hayvanı veya İnsanı kendi kontrolü dışında, istese de önüne geçe-
330 İNSAN VE DAVRANIŞI
medlgl bir cezaya fflâruz bırakarak ortaya çıkarılabilir. Denetimi alünda ol
mayan faktörlerin kendisine acı verdiği durumlarda bir sûre bırakılan insan,
daha sonra kendi denetimi altına alabileceği ceza durumlannda dahi aciz bir
tutum İçinde kalır. Duygusal çöküntü acizlik duygusuna benzer ve organiz
ma aynı biçimde davramr.
Sehgman adlı psikolog duygusal çöküntünün temelinde öğrenilmiş aciz
lik duygusunun yattığını savunur ve saldırganlık, güvenli girişkenlik ve ufak
adımlarla başarma eğitimleriyle tedavi edilebileceğini ileri sürer. Birçok duy
gusal çöküntüler bir sûre sonra kendiliklerinden ortadan kalkarlar.
Daha önceki çocuksu davranışlara dönüşe gerileme adı verilir ve bazı
kimseler belirli engellenme durumlannda bu davranışı gösterir. Hayal dünya
sına kaçış da engellenme duygusuna yapılan bir tepkidir.
Bazı kimseler aşın yiyip kilo alarak, alkolik ya da uyuşturucu ilaç alış-
kanlıgı geliştirmiş biri haline dönerek engellenme duygusuna tepkide bulu
nurlar. Aşın dindar veya ideolojik uçlardaki kimselerin davranışlanna. engel
lenme duygusuna yapılan tepki olarak bakılabilir.
Genel uyum belirtisi adı verilen kurama göre stres*in ûç dönemi vardır:
Alarm tepkisi, direnç dönemi ve tükenme dönemi. Stres hem akıl hem de be
den hastalıklanna yol açar. Değişik yaşam olaylarmın değişik stres agırlıklan
vardır.
A Tipi Davranış Biçimi gösteren bireyler sürekli zamanın farkındadırlar,
kendi kendilerini baskı altında tutarlar ve.ani atılımlar yaparlar. Stresi azalt
mak için bedensel, davranışsal ve zihinsel teknikler vardır.
Bireyin cinsel davranıştan bilimsel İncelenmeye kolayca almamayan bir
davranıştır ve toplum, diğer davranışlara tanıdığı özgürlüğü böyle davranışla
ra tanımaz. Türk toplumu da dahil, çoğu toplumlar, cinsel davı*anışa verdik
leri anlam ve algılayışı değiştirmektedirler.
Pornografik yayınlar erkeklere olduğu kadar kadınlara da çekici gelir.
Pornografik yayınlann cinsel uyarma etkisi ancak 24 saat sürer. Bu tür ya
yınlara karşı takınılan tavır değişiktir. Yasaklanan pornografinin çekiciliğinin
arttığı gözlenmiştir.
Toplum değiştikçe, cinsiyet anlayışı ve ona bağlı olarak cinsel davranış
da değişir. Herkesin kendine özgü bir cinsel davranışı vardır ve şimdiye ka
dar yapılan araşürmalann bulgulan, cinsel konuda herhangi bir tekniğin di
ğerinden daha ûstûn olmadığını göstermiştir.
Onuncu Bölüm
1. GİRiŞ
Biyolojik Süreçler
Yeni doğan bir bebeğin, doğduktan bir hafta sonra yürüyerek annesiyle
alışverişe çıkügını duysanız, inanmazsınız. Birinin şaka yapmak için böyle
bir hikâye uydurduğunu düşünürsünüz. Yirmi yaşındaki bir delikanlıyla,
seksen yaşındaki bir Ihtiyann güreştiğini söyleseler, bunu hayretle karşılarısı
nız. Bu güreşte, büyük bir olasılıkla gencin galip geleceğini düşünürsünüz. |
Davranışlarımızm temelinde belirli biyolojik aşamalar yer alır. Her aha
-baba, çocuğun belirli aylarda yürümeye başladığım size söyleyebilir. Belirli
bir aşamada çocuk diş çıkarmaya başlar. Dilin gelişimi de kendisini belirli
aşamalarda gösterir.
Tek hücreyle yaşama başlayan İnsan yavrusu, bu hücrenin içindeki gen
lerde kodlanmış bilgilerin yönergesine uyarak, belirli aşamalarda değişik geli
şim basamaklarına ulaşır. Dokuz ay önce bir tek hücreden İbaret olan orga
nizma, bebek doğduğunda, tam bir İnsan bedeninin yapısına ulaşmıştır.
Etkileşim Süreçleri
Bireyin biyolojik süreçleriyle bulunduğu çevrenin koşullan sürekli etkile
şim halindedir. Biyolojik oluşumlar belirli bir çevrenin verdiği olanaklara ba
ğımlı olarak biçimlenir. Çevreyle biyolojik yapının sürekli etkileşim içinde bu
lunduğunu kabul eden psikologlar, etkileşim süreçlerine önem verirler ve on-
lann gelişimin yönünü ve derecesini belirlediğini kabul ederler.
Son zamanlarda Amerikalı psikologlann çoğu çocuklann genetik yapıya
bağlı olarak farklı mizaç yapılanyla doğduklannı kabul etmektedir (Plomin &
Row, 1979; Goldsmith & Gottesman. 1981). Bu temel biyolojik bir süreçtir.
Çocuğun mizacının türü, çocuğun çevresiyle kurduğu ilişkinin türünü belir
ler (Carey, 1981). Sürekli ağlayan ve mızmızlanan “zor mizaçlı" çocuklann
uykulan ve yemeleri düzenli değildir, bunlar her şeye ağlarlar ve çevrelerinde
olup biten olaylarla ilgilenmezler. Böyle çocukların anneleri zamanla, çocuk-
lanna karşı umursamaz olur ve onlara olan düşkünlüklerini kaybederler (Ba
tes, 1980). Bu tip çocuklar daha sonra okulda problem çocuk olmaya yönelir
ler.
Sürekli ağlamayan “kolay mizaçlı" çocuklann. ana-babalarıyla ilişkileri
başlangıçtan iyidir ve zaman içinde çocuk, çevredekilerle dciha olumlu ilişki
ler geliştirmeye devam eder. "Kolay mizaçlı" çocukların okulda öğretmenlerle
ve diğer öğrencilerle daha iyi ilişki kurdukları ve daha başanlı olduklan göz
lenmiştir.
Çocuğun bilişsel gelişimi ve genel olgunluk düzeyi de. onun çevreden na
sıl ve ne kadar etkileneceğini belirler. Yaşlan farklı olan iki çocuğun bilişsel
336 İNSAN VE DAVRANIŞI
Fİ Orol aşama: Ağız uya> Temd güven ve bunun karşül temel güvensizlik: Duyusal-hareketsel aşama (0-2):
nlmanın odak nokta Bebek kendine bakan kişiye güven bağlan Bebek dış dûı^ayla duyu oıgan-
sını oluşturur; çocuğu kurmalıdır. lan ve nesnelerle yaptığı faaliyet
memeden kesmek çok lerle etkileşim kurar.
zordur.
Anal aşama: Anüs BagımsiziJc ve bunun karşül utanç ve şüphe: Operasyon (İşlemi öncesi devre (2-
uyanlmaıun odak nok- Çocuk bağımsızlık peşindedir. Tuvalet egiUml Çocuk zihinsel İmgeler veya ke
tasını oluşturur: tuva- ^ beccrllemczse utanma duygusu yerleşir. limeler yoluyla dış nesne ve olayla-
Icle gitmeyi öğretme n temsil eder: nesneleri gruplara
temel btr adımı oluş ayumaya başlar, fakat akıl yürüt
turur. me ncsneleıin görünüşlerine ve
hareketlerine bağlı kabr.
-12 Örtük aşama: Cinsel Üreticilik ya da aşağılık duygusu: Çocuk kultû- Somut işlemsel aşama' Düşünce
enerji basünlmışUr. rûn gerektirdiği bûlûn becerileri (okuma yaz- nin Boyullaşınası yönünde atılan
Savunma mckanlz- ma, bisiklete binme, vb.) kazanmak zorunda- bityûk bir adım bu aşamada ger
malanmn gelişimi en din aksi halde aşağılık duygusu gdiştirir. çekleşir. Deneyimlerine dayana
bnemh görevdir. rak çocuk toplama, çıkarma, sınıf-
bma ve sıraya dizme gibi bazı ye
ni zihinsel işlemleri yapabilir.
3-18 Genttol aşama* C lnsd Benlik özdeşleşmesi ue bunun karşılı rol bunalt- Fcrmel işlemsel aşama: Birey so
oıganlar uyanlmonın mc Genç kişi cinsel ve mesleksel benlik özdeşi- yut ve karmaşık zihinsd İşlemleri
ylne odak noktasıdın mini gerçekleştirmeli ve yeni değerler aramalı- kullanarak sorunlara sistematik
olgun clnsd İlişkiler ge- dır. olarak yaklaşabilir. Nesnelere da
lİşUrebllmek en önem yanmadan soyut kavranılan ve
li görevi oluşturur. sembolleri kullanabilir. Her yetiş
kin bu aşamaya ulaşamayabilir.
9-26 VakınÎık ve bunun karştı yalnızldc Yetişkin ger-
çekten yakın ve mahrem olan ilişkiler geliştir
me durumundadır; aksi halde kendini soyut
lanmış ve yalnız hisseder.
İD 22
338 in s a n v e DAVRANIŞI
Em briyo
3-7 Hafta
s S) ®
Fetos
8-38 Hafta
B 12 16
Annenin gıdasında yetersizlik (çok Beyin hücrelerinde azalma, düşük sayısında artma,
az protein ya da çok az kalori var) doğumdan sonraki İlk yıl içinde gözlenen bebek ölüm
leri.
Annenin kızamık hastalığına Sağıriilc. Bazen kalp arızalan vc diğer bedensel
yakalanması bozukluklar.
Annenin cüzam hastalığına Cüzamlı annenin çocuğu %25 ihdmalle ölü ya
yakalanması da normal altı bir bebek olarak doğar.
Annenin alkolik olması Alkolik annenin çocuğu alkol alışkanlığına yatkın ola
rak doğar ve birçok bedensel bozukluklan berabe
rinde getirir. Az miktarda alınan alkolün bile bebeğin
gelişmesini anlamlı ölçüde önlediği saptanmıştır.
Annenin sigara tiryakisi olması Sigara tiryakisi annelerin bebekleri daha zayıf doğar
ve çok daha sık hastalanır.
Annenin çay vc kahve tiryakisi Çay ve sigara tiryakisi annenin bebeğinin tam
olması ağırlığına kavuşmadan doğduğu gözlenmiştir.
Beden hücreleri tam gelişim kapasitesine ulaşama
maktadır.
4. BİREYİN BEDENSEL VE
HAREKETSEL GELİŞİMİ
14 aylık 15 aylık
mış. daha sonra yapılan araştırmalar, bu temel sıralamaya herhangi bir deği
şiklik getirmemiştir. Şekilde görmüş olduğunuz hareket aşamalarına bakar
ken akılda tutulması gereken önemli nokta şudur: Her çocuk ayn aylarda,
haftalarda ya da günlerde farklı aşamalara ulaşabilir: fakat her çocuk göste
rilen aşamalan sırasıyla takip eder, başka bir deyişle hiçbir çocuk oturmadan
emeklem^e ve emeklemeden yürümeye başlamaz.
Dünyanm değişik yörelerinde yapılan araşbrmalar. çocuğun hareket ge
lişmesinde izlediği sıranın evrensel olduğunu göstermiştir. Hangi ırktan veya
milliyetten olursa olsun ve hangi iklim kuşağında bû}rûrse büyüsün, her ço
cuk Şekil 10.3'te gösterilen gelişim sırasını izler. Bu gözlem, hareketsel gelişi
min ilk yıllarda olgunlaşmaya bağlı biyolojik bir süreç olduğunu gösterir.
)
İki İle Beş Taş Arasında Bedensel Gelişme
Bedensel gelişme sürekli bir olaydır, iki yaşmdaki çocuk, yetişkinin du
yusal yeteneklerinin hemen hemen tümüne sahiptir. Bu nedenle, beş yaşın
dan sonra duyusal yetenekte bir gelişmeden söz edilmez, ancak beyni geliş
mesi devam eder. Ikl 3^şmdaki çocuğun beyni, yetişkin İnsan beyni ağırlığı
nın %75’i kadardır. Bu oran beş yaşında %90*a ulaşır. Beyinde meydana ge
len değişikliğin büyük bir kısmı, var olan olan beyin hücrelerini birbirine
bağlayan bağlantıların çoğalmasıyla açıklanabilir. Aynca yaş ilerledikçe ak
sonları kapsayan miyelin tabakasında da bir gelişme gözlenir.
İki ile beş yaş arasında çocuğun hareketlerinin tür ve sayısında da bir
artma gözlenir. Çocuk ayak parmaklan üzerinde 3rürûyebilir. bir adım atarak
merdiven basamağına çıkabilir, üç tekerlekli bisiklete binebilir. Bu davranış
gelişmeleri esas itibariyle olgunlaşmaya bağlıdır, ancak hareket etme özgür
lüğü bol olan çevrede gelişim daha çabuk ve tam anlamıyla ortaya çıkar.
İki ile beş yaş arasında boy uzama hızı yavaşlar. Doğumda bebek ortala
ma olarak boyunun %30'unu kazanmış olarak dünyaya gelir. İki yaşında ye
tişkin bo3runun yaklaşık yansına ulaşan çocuk, iki yaşından sonra bedensel
yönden pek gelişmez. Yıllık gelişim %5 dolayına düşer, daha sonra ergenlik
.çağında! yeniden hızlanır.
5. BİLİŞSEL GELİŞİM
Çocuk içine doğduğu dünyayı anlama çabasmı sürekli bir biçimde sür
dürür ve basitten başlayıp gittikçe karmaşıklaşan bir zihinsel düzen geliştire
rek. çevresine uyum yapmayı becerir. Temel yaş gruplanna göre bilişsel geli
şimi şu aşamalardan geçen
Resim 10.7 Önündeki oyuncak kâğıtla kapatılan 4 aylık çocuk, sanki oyuncak hiç yokmuş gibi
davranır, arayıp bulmaya çabalamaz. Piaget bu davranışı, çocukta nesnelerin devamlılığı
kavramının oluşmayışıyla açıklar.
Tablo 10.3 Yaşamın İlk Beş Yılında Dil Gelişiminde Görülen Temel Aşamalar
Plaget tam aksini savunun ona göre sembollerin temelinde kelime yat
maz, kelimelerin temelinde sembol kullanma yeteneği yatar. Çocuk bir ağaç
dalma at gibi binmeye başladığında, ağaç dalı atın yerine geçer, sembolik bir
anlam kazanır. Çocuk zihninde yarattığı bir resmi de sembol olarak kullana
bilir. Demek oluyor kİ, kelimeler çocuğun kullandığı sembol türlerinden an
cak bir tanesidir, kelimelerin yanı sıra çocuk daha başka semboller de kulla-
•mr. Plaget*ye göre dil gelişimi, çocuğun bilişsel gelişiminin belirli bir aşamaya
ulaşmasının doğal bir sonucudur. Bilişsel gelişimin temelinde dil gelişimi de
ğil. aksine, dil gelişiminin temelinde bilişsel gelişim yatar.
1.ADIM
*BanlaklartfakI
sumiktan
eşlttn?*
Z A D IM
il 3 .A D M
sunriktarıefltmi.
fuhdR mı yoksa
İD 23
354 İNSAN VE DAVRANIŞI
3. Aşama. İyi çocuk yönelimi: Diğerlerini, özellikle kişinin aile üyeleri gibi
yakını olan kimseleri memnun etmek için yapılan hareketler doğrudur. Bire
yin kendisinden bekleneni yapması en doğru hareket biçimidir.
4. Aşama. Yasa ue düzen (law and order) yönelimi: Çocuğun algılaması
aile sınırlanm aşmış ve tüm toplumu kapsamaya yönelmiştir. Bireyin görevi
ni yapması, yasalara boyun eğmesi, yasayı temsil eden otoriteyi dinlemesi
ahlaksa] davranış olarak görülür.
5. Aşama. Toplumla sözleşme (social contracts) yönelimi :Yasalar Önemli
dir. ancak bu aşamada yasalar, istendiğinde değiştirilebilen sözleşmeler ola
rak görülür. Yasaların amacı toplumun büyük kesimine hizmet edebilmek ol
duğuna göre, sırası geldiğinde bu amacı gerçekleştiren diğer seçeneklerin dü
şünülmesinde de bir sakınca olmamalıdır. Sözleşme ve anlaşmalar bir kez
yapıldıktan sonra her iki tarah da bağlayıcı bir özellik taşır.
6. Aşama. Evrensel ahlak ilkeleri (universally ethical principles): Bu aşa
mada bireyin düşünüşünü temel ahlak İlkeleri belirler. Ahlak ilkeleriyle yasa
lar arasında çoğu kez bir çelişki olmadığı için, ahlak ilkelerine uyan birey
kendiliğinden yasaya uygun davranmış olur. Ne var kİ. yasa ve ahlak İlkeleri
arasında bir çelişki olduğunda, bireyin ahlak ilkelerine uyması beklenir.
7. Aşama. Kutsallıktan kaynaklanan ahlak anlayışı: Bu aşamada birey
kendini, içinde yaşadığı toplumu, insan ırkını aşan evrensel bir düzen kur
maya çabalar ve bu kutsal düzenin bir parçası olarak her ş ^ le uyum İçinde
yaşamaya yönelir. Bu tip düşünüşün temelinde Mevlana'nın. Yaratıcıya du
yulan sınırsız sevgi ve bağlılığın yattığı. “Gel ne olursan gel. evimiz gönül evi
dir. kapısı herkese açıktır" anlayışı yatar.
Kohlberg'e göre bu gelişim aşamalan evrenseldir ve her aşama kendinden
bir önceki aşama gerçekleştikten sonra kendini gösterir. Çocuk "diğer kimse
nin" görüşünün, olaya bakışının farkına varıp, onu kendi düşüncesiyle ilişki
haline getirebildiği oranda ahlaksal gelişme devam eder. Fakat, her bireyde
ahlaksal gelişme aşamalannm tümünün gelişmesi beklenemez. Sosyal ve kül
türel çevresine bağımlı olarak her birey kendi koşullan İçinde ahlak gelişmesi
ni sürdürür. Bu nedenle bireyler arasında aşama farklılıklan gözlenebilir.
"Ahlaksal düşüncenin gelişim düzeyi ile, bireyin ahlaksal davranışı ara
sında bir ilişki var mıdır?" sorusu psikologları sürekli ilgilendirmiştir. Bu ko
nuda yapılan araştırmalar kesin bir sonuca ulaşamamış ve psikologlar açık
seçik bir genellemeye gidememişlerdir. Varılan en belirgin sonuç sudur: Ah
laksal düşünce bireyin ahlaksal davranışını belirleyen değişkenlerden biridir.
Ahlaksal davranışı, yasaklanan davranışın çekicilik derecesi, bire}dn içinde
bulunduğu grubun baskısı, yakalanma ihtimalinin düşük veya yüksek olma
sı gibi başka faktörlerde etkiler. Her b ir^ e göre değişkenlerin değeri farklı
olabileceğinden, bu konuda herkes için geçerli bir genelleme yapmak zordur.
bireylerde arkadaşlar daha fazla etkin olur. Bilişsel gelişiminde formel op>e-
rasyonlara geçmiş, ahlaksal gelişiminde belirli ilkelere ulaşmış birey arka-
daşlannın etkisinden bağımsız karar verebilir. Yapılan araştırmalar, aileyle
olan ilişkinin kuvveti ve tûıtknûn en önemli etkenlerden biri olduğunu göste
riyor. Görülüyor ki duygusal gelişim, bilişsel gelişim, ahlaksal gelişim ve sos
yal gelişim elele gitmekte, birbirlerini etkileyerek bireyin gelişiminin tümünü
belirlemektedir.
Çevrenin Etkisi
Biyolojik süreçler gelişmenin temelini ve her aşamanm zamanmı belirler
ama, gelişmenin içeriğini etkileyen önemli faktör çocuğun içinde yetiştiği çev
renin özellikleridir. Aşağıda çevrenin üç ana boyutuna bakacağız: Ekonomik
düzey, okul yaşantısı ve aile içindeki etkileşimin türü.
Ekonomik Düzey : Amerika Birleşik Devletleri'nde fakir ortamdan gelen
çocukların zihinsel gelişmelerinin, zengin ortamdan gelen çocuklara göre da
362 İNSAN VE DAVRANIŞI
Etkileşim Faktörü
Biyolojik etkenler ve çevre özellikleri her bireyde sürekli etkileşim halin
dedir. Daha önce mizacı İtibarıyla mızmızcı ve huysuz olan bir çocukla, uysal
ve sakin mizaçlı bir çocuğun ana-babayla farklı türden ilişkiler geliştireceğini
söylemiştik. Bu. bireyin doğuştan getirdiği özelliklerin, onun kendi çevresele
etkileşerek nasıl psikolojik bir ortam yarattığına örnektir. Başka bir örnek
olarak da. bireyin erken ya da geç ergenliğe ulaşması verilebilir. Erken boy
atan, sesi kalınlaşan, sakalı çıkmaya başlayan erkek çocuğu, çevresindeki
364 İNSAN VE DAVRANIŞI
8. YETİŞKİNLİK VE YAŞLANMA
Zihnen daha çabuk çökerler. Bedensel bakımdan faal olan, okuyan, öğrenen
ve diğer İnsanlarla sürekli ilişki içinde olan bireylerin yaşlanması, onlann zl>
hinsel güçlerinde önemli bir değişikliğe yol açmaz.
men hiç konuşulmaz ve evinde rahat döşeğinde ölen kimseye ender rastlanı
lır. Hasta hemen hastaneye taşınır ve öleceği kesinleşen hasta« "ölmesi bekle
nen hastalar odası’ na konur. Birey öldükten sonra, cenazesi bu işlerde uz
manlaşmış bir şirket tarafından kaldırılır. Ancak kimsesizlerin cenazeleri bu
şirketlerin aracılığı olmadan kaldırılır.
Yaşlıların ailelerinden ayn olarak ölmesi ve gençlerin ölüm hadises^le ilgi
li hiçbir şey bilmemesi, bazı Amerikan psikologlannı ve düşünürlerini bu ko
nuda araştırma yapmaya ve yazmaya götürmüştür. Elizabeth Kupler-Ross
(1969) ve Schulz & Alderman (1974) araştırma ve yazılarıyla toplumu bu konu
da aydınlatmaya çahşmışlardır. Küpler-Ross'un araştırmaları, ölümden sonra
ruhun devam edeceğine İnanan kimselerin ölümün acısını yenebildiklerlhi
göstermiştir, ölümle birlikte varlıklannın tamamen ortadan kalkacağına ve bi
lincin ancak bedenle var olabileceğine inanan kimseler, büyük bir bunalım içi
ne düşerler. Aile içinde sevdikleri kimselerin arasında son nefesini vereceğini
bilen kimseler, daha huzurludurlar. Hastanede, aile üyelerini hailanın belirli
günlerinde yanm saat gören ve büyük bir olasılıkla yanında hiç kimse olma
dan bir hastane yatağında öleceğini bilen kimse, daha çok acı çeker. Bütün bu
gözlemler değişik yayın organlarıyla topluma ulaştırılmaktadır.
Türkiye’de endüstrileşme ve şehirleşme geliştikçe aile küçülmekte ve “çe
kirdek aile’ yapısına dönüşmektedir. Büyük şehirlerde açılan "Huzur Evleri"
Amerika'daki yaşlı evlerinin bir başlangıcıdır. Belki din ve kültür farkı bu ey
leri gerçekten ‘huzurevi* yapabilir. Ne var kİ. para ve mülk kazanma hırsı
gençlerin tek yaşama amacı haline gelen modern toplumumuzda. üretemeyen
ve sadece tüketici durumunda bulunan yaşlı ve hastaların pek ilgi göreceğini
sanmıyoruz. Türkiye'de yapılacak kapsamlı araştırmalar, bu konuda başla
yan değişikliğin yönünü bize gösterecektir.
10. ÖZET
Gelişim psikologlan yaşam boyunca ortaya çıkan davranış ve bilişsel de
ğişiklikleri incelerler. Gelişim olayını değişik yönlerden inceleyen farklı ku
ramsal yaklaşımlar vardır. Bu yaklaşımlardan biri, kişinin doğuştan getirdiği
biyolojik oluşumlara önem verir ve belirli değişikliklerin belirli bir zaman dü
zenlemesi içinde biyolojik olarak programlanması anlamına gelen olgunlaşma
kavramını, gelişim sürecinin en önemli yönlerinden biri olarak görür.
Bir diğer gelişimsel yaklaşım, gelişimin temelinde öğrenmeye yol açan
çevresel etkenlerin yattığını savunur. Bu tezi savunan psikologlar kendi ara
larında klasik koşullanma, operant koşullanma ve sosyal öğrenme modelleri
ne göre farklı gruplara ayrılırlar. Ortak yanları gelişmenin temelinde, çevre
koşullarından kaynaklanan öğrenme yaşantısının yattığını savunmalarıdır.
Üçüncü görüş hem biyolojik, hem de öğrenme yaşantılannın önemini ka
bul eder, fakat çocuğun etkileşiminin gelişimin temelini oluşturduğunu savu
nur. Freud'un psikoanalitik görüşü, psikoseksüel gelişimini bireyin kişilik
yapısınm temelinde kabul eder. Erikson'un pslkososyal gelişim kuramı İse.
bireyin bağımsızlık atılımıyla. toplumun bireyi denetim altında tutma eğilimi
arasında bir denge geliştirmenin, bireyin gelişiminin temelinde yattığmı savu
nur. öte yandan Piaget, çocuğun algılama ve düşünme biçimini oluşturan bi
lişsel gelişimi temel süreç olarak alır. Bilişsel gelişim bire)rin biyolojik geti-
rimleriyle çevrenin etkileşimi içinde oluşur ve biçimlenir.
Doğum öncesi devredeki gelişmenin hemen hemen tümü, olgunlaşma sü
recinin denetimi altındadır. Değişimin biçimi ve sırası her embriyo ve fetüs
için aynıdır ve dış faktörlerden kolay kolay etkilenmez, önemli olan dış et
kenlerin başında annenin aldığı gıda türü ve bazı aylarda geçirdiği hastalık
lardır.
Doğumda bebek oldukça iyi görür, işitir ve sesler arasında bilinen, aşina
olduğu seslerle yabancı olan sesleri aynt edebilir. Dokunma, koku alma, tat
alma duygulan oldukça iyi işler haldedir. Bu ilk aylarda bebekler hem ope
rant hem de klasik koşullanma yoluyla öğrenebilirler ve önemli reflekslerinin
tümüne sahiptirler.
İlk iki yılda çocuğun hareket becerileri süratle gelişir ve çocuk bir yaşın
da yürümeye başlar. Çocuğun hareket becerilerinin gelişmesinde çevrenin
uyancı olanaklan bakımmdan zengin bir çevre olması ancak sınırlı bir etki
yapar. Gelişme esas itibanyla olgunlaşma süreciyle oluşur. 2 ile 5 yaş ara
sında, çocuktaki hareket becerilerinin gelişmesi devam eder, fakat 5 ile 12
yaş arasındaki sürede yeni bir hareket gelişmesi görülmez. 1 2 ile 18 yaş ara
sındaki devrede en b^irgln gelişme, bireyin bedensel görünümünde olur ve
değişik salgı bezlerinin çıkardığı iç salgılar aracılığıyla ortaya çıkar. Kızlar er
keklerden daha çabuk gelişir ve cinsel görünümleri biçimlenir. Erkeklerin ge
lişmesi kızlannkinden biraz daha gecikmeyle ortaya çıkar, fakat daha uzun
sûre devam eder.
Doğumdan sonraki ilk iki yıldaki bilişsel gelişme nesnelerin sürekliliği ve
iç temsil süreçlerinden oluşur. 2 ile 5 yıl arasında çocuk daha önceki bilişsel
İD 24
370 İNSAN VE DAVRANIŞI
1. Çocuğa kötü davranma niçin önemli bir konudur? Kötü davranılan ve davranan^
tonn ne gibi özellikleri vardır?
2. Boşanmanm çocuklar ve boşanan eşler üzerinde ne gibi etkileri vardır?
3. Genç yaşta anne olmak ne gibi psikolojik ve sosyal sorunlar ortaya çıkartır?
4. Cinsel roller sözünden ne anlıyorsunuz? Cinsel rollerin kalıplaşması ne gibi dav-
raruş sorunlan yaratır?
5. Orta yaş krizinden ne anlıyorsunuz? Orta yaş krizinin varlığım destekleyen ya
da desteklemeyen ne gibi kanıtlar vardır?
1. GİRİŞ
(*) Bu konu Türkiye’de "Çocuk Istisman* başlığı altında tartışılıyor. Bu konuyla bilim
sel olarak ilgilenen demeğin adı "Çocuk Istismannı ve İhmalini Önleme Demeği"
Adresi, Meşrutiyet Cad., Hatay Sokak. No. 8/5, Kızılay - Ankara. / insan o e D a v r a
n ışı’ nm yazıldığı dönemde çocuğa kötü davranma konusunda Türkiye'de yapılan
'bilimsel faaliyetlere ulaşma imkânım bulamadım. Meslektaşlanm Acar ve Zuhal
Baltaş’m verdikleri özet bilgilerle yetinmek zorunda kaldım. Kitabın gözden geçiri
lerek genişletilmiş ileriki baskılarında. Türkiye’de bu konuda yapılmış araştırmala
ra da ayrıntılı olarak yer ayıracağım. / Duru ve öz bir Türkçe olduğu için a t ú s e
karşılığı "çocuğa kötü davranma", "ehdd n e g le c t karşılığı da "çocuğun ihmali* deyi
mini kullanıyorum. Meslektaşlardan gelecek tepkilerin ışığı altmda bu deyimleri,
kitabm İlerdeki basımlarında yeniden gözden geçirmeyi planlıyomm.
GELİŞME VE GÜNLÜK YAŞAM 373
istemedi,mbaa da
Reslm 1 1 .3 Hürriyet. 22 Mart 1985.
nrlar. Çocuk acı içinde kıvaıanarak
ortadan çekildiği ve onlann algısal or
tamında bulunmadığı sürece, ana-
baba için sorun yoktur.
Yukarıdaki Örnekleri kullanarak, kötü davranma İle terbiye amacıyla ço
cuğu cezalandırma davranışını birbirinden a3aran temel özelliği belirtebiliriz.
Terbiye amacıyla verilen cezada çocuğun “kötü" davranışı bırakıp, “iyi* davra
nışı kazanması beklenir. Amaç, çocuğun iyiliğidir. Çocuğa kötü davranmada
ise. çocuğun davranışını düzeltme, onu daha iyiye götürme amacı güdülmez.
Çocuk yaşadığı için, sanki bu dünyaya geldiği için suçludur ve çocuk var ol
duğu için cezalandınlır.
Amerika'da Çocuğa Kötü Davranma Ulusal Merkezi'nden elde edilen ra
kamlara göre ABD'de yılda bir milyona yakın çocuğa kötü davranılır. Bunlann
2 0 0 .0 0 0 'e yakın bir kısmı bedensel olarak aşın kötü davranışa maruzdur.
1 0 0 .0 0 0 kadanna cinsel olarak kötü davranılır ve geri kalan kısmı ise. ana-
babadan hiç ilgi görmez, bakımsız sokağa bırakılır (Besharov, 1977). Bu an
lamda Amerika'da 18 yaşınm altmdaki her 40 çocuktan birine kötü davranılır.
Araştırmalar kötü davranmanm azalmayıp, gittikçe artbğım göstermektedir
OVÜliams. 1980).
İşaret eder. Büyük bir olasılıkla iki yönlü bir etkileşim söz konusudur: Yavaş
öğrenen çocuk daha da cezalandırılıp, gelişimi kısıtlanır. Gelişimi kısıtlanan
çocuk daha da düşük başan gösterir ve düşük öğrenme dûze3ri onu kötü dav
ranışa daha çok maruz bırakır.
İlkokul ögrenclslyken öğretmenin, sürekli tokatlayarak öğrenciye mate
matik probleminin nasıl çözüleceğini öğretmeye kalkıştığını hatırlıyorum.
Problem nihayet çözüldüğünde, çocuğun her İki yanağı da tokat yemekten
kırmızüaşırdı; O öğretmen, “Tokadı yedikçe zihnin açıldı değil mi?’’ diye güle
rek bir tokat daha vurur ve onu yerine oturturdu. Tahtaya kalkan İkinci ço
cuk korkudan bildiğini unutur, tokat hakkını aldıktan sonra o da yerine otu
rurdu. Söz konusu öğretmenin ne kadar yanlış bir eğitim anlayışı İçinde ma
tematik öğrettiğini şimdi açık seçik görebiliyorum. Ancak, küçük bir çocuk
ken. öğretmeni her zaman haklı görürdük. Haksız olan biz ahmak öğrenciler
dik.
Böyle bir öğretmenin olumsuz etkisi altında yetişen öğrenciler matema
tikten soğur ve bilim dalında gelişme yeteneklerine büyük bir psikolojik engel
konur. O öğretmenin yaptığı açık seçik “kötü davranma“ idi ve umarım bugü
nün modem Türkiye Cumhuriyeti’nin okullannda böyle davranışlar yer alma
maktadır*.
Kötü davranılan çocuklar okul çağında arkadaşlık kurmakta zorluk çe
kerler. Yapılan araştırmalar bu çocukların diğerlerine göre daha saldırgan,
güven duygulan düşük, sebatsız, çoğu kez uygun olmayan biçimde davranan
kimseler olduğunu göstermiştir. Kötü davranılan çocuklann zihinsel, sosy^
ve duygusal bakımdan gelişmelerinde büyük aksaklıklar olduğu artık bugün
t^ ış m a götürmez bir biçimde ortaya konmuştur. Çocuğa bu kadar zararlı
olan kötü davranmanın altında yatan nedenler nelerdir? Aşağıda bu konuda
yapılan araştırmaların sonuçlannı göreceğiz.
(•) İstanbul'un Ycniköy semtinde 1986-88 arasında iki yıl çocuklannı ilkokula gönde
ren bir Türk üniversite profesörü, bir ilkokul öğretmeniyle bir öğrencinin annesi
arasında şu konuşmaya tanık olmuştun
" A n n e : öğretmen hanım, bu çocuk aritmetikten çok zayıf, verilen problemleri
çözemiyor. Biz evde sürekli dövüyoruz. lütfen siz de sınıfta dövün de zihni açılsın.
Ö ğ r e t m e n : Siz hiç merak etmeyin, benim tokadım onun zihnini açar."
g e l iş m e v e g On l Ok y a ş a m 377
3. B O Ş A N M A
Çocuğa kötü davranma çocuğun yaşamını sürekli biçimde etkileyen
olumsuz bir yaşantıdır. Acaba ana-babanın boşanması da çocuk üzerinde
böyle olumsuz bir etki )rapar mı? Aşağıdaki bölümde boşanmanın çocuk ve
ana-baba üzerindeki etkilerini inceleyeceğiz.
GELİŞME VE GONLÛK YAŞAM 381
Soninun Kapftanu
Boşanma Türkiye’de glUIkçe yaygınlaşan bir olaydır ve çok sayıda TQrk
çocuğu boşanmış ana-babanın yanında büyümektedir. Şu anda yayınlanmış
belirli bir kaynak gösterememekle beraber, sosyal baskının az olduğu bûyûk
şehirlerde boşanma sıklığının daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
M .
Boşanmanın Çocuklar Üzerindeki Etki
leri Resim 11.5 Çocuğunu birkaç saatliği
ne ancak hafta sonu gören boşanmış
Boşanmanın içinde olduğu İlk yıl. hem baba, çocuğun psikolojik gereksinme
çocuk hem de boşanan çiftler İçin en kan- lerini karşılayamaz.
38 2 İNSAN VE DAVRANIŞI
mışlardır. İki grup çocuğun okul başarılan arasında herhangi bir fark bulun
mamıştır. Başka araştırmacılar çocuğun okuldaki davranışı, arkadaş sayısı,
okula karşı tuUımu Üzerinde araştınnalar yapmışlar, fakat yine İki grup ara-
smda anlamlı bir fark bulamamışlardır.
Boşanmış aileden gelen çocuklar kendi evliliklerinde başanlı olabilirler
mi? Bu soruya açık seçik şu ya da bu yönde cevap vermek olanağı yoktun
araştırmalar birbirlyle çelişen sonuçlar vermektedir. Price-Bonham ve Bals-
wick (1980) bu konuda yapılan araştırmalan gözden geçirdikten sonra şu so
nuca varmışlardın Boşanmış aileden gelen bireyler kendi evliliklerinde bo
şanma eğilimini biraz daha belirgin olarak gösterirler, ancak aradaki fark o
kadar büyük değildir. Yukarıdaki araştırmacıların vardığı sonuçlan kabul et
meyen başka psikologlar kendi araştırmalannda, boşanmış ve boşanmamış
aileden gelen bireylerin boşanma sayısı arasında anlamlı herhangi bir fark
bulamamışlardır.
Araştırmalann birblıiertyle çelişen sonuçlar vermelerinin bir nedeni bo
şanma faktörünün dışmda başka hiçbir faktörü işin içine katmamış olmala-
ndır. Aileler birbirlerinden büyük farklılıklar gösterebilirler, örneğin, çocu
ğun boşanmadan etkilenip etkilenmemesinde, ana-babanm boşanma anında
birbirlerine davranma biçimleri önemli rol oynar. Birbirlerine saygı, ile davra
nabilmiş, çocuklar önünde kavga etmekten kaçınmış ana-babanın çocukları,
günlük yaşamlarına daha çabuk uyum gösterir.
Bir başka önemli faktör de, boşanmadan sonra çocuğun hem anne, hem
de babayla ilişkisini sürdürebilme olanağıdır. Boşandıktan sonra evden ayrı
lan ve çocuğunu aramayan babalar çoğunluktadır, böyle babalann erkek ço
cuktan en sorunlu kimseler olmuşlardır. Babanm yerine geçen, çocuğa sevgi
ve ilgiyle davranan bir üvey baba. da5rı. amca. dede, veya bir komşu erkek
varsa, çocuk bunalıma düşmez. Babanın yokluğu en çok erkek çocuklar üze
rinde etkili olur. Bu nedenle. Amerika'da •Ağabey" (Big Brother) adı altında
gönüllülerden oluşan bir kuruluş vardır. Erkek çocuğu olan boşanmış anne,
buraya başvurarak, oğluyla haftada üç-dört saat beraber olacak, onunla oy
nayacak gönüllü bir yetişkin erkek İster. Topluma hizmet amacıyla buraya
başvuran gönüllüler böylece, babasız erkek çocuklanna "abllik" ya da "baba
lık" yaparlar.
Boşanmanın çocuklar üzerindeki etkileri özetlenecek olunursa şunları
söyleyebiliriz: Boşanmanın çocuklar üzerindeki etkileri kısa ve uzun süre ol
mak üzere iki grupta toplanabilir. Boşanmanın kısa süre içindeki etkileri da
ha belirgindir, özellikle beş yaşındaki küçükler üzerinde olumsuz etki daha
da açıktır.
Zaman geçtikçe boşanmanm kısa süreli olumsuz etkileri kaybolur. Uzun
sûre boyunca gözden geçirildiğinde İse boşanmanın olumsuz bazı etkileri
açık seçik gözlenir. Ana-baba tek tek çocuklar^la ilgilerini kesmemek için
gayret gösterir ve çocuk onlara güvenini yitirmezse, çocuğun gelişmesinde
herhangi bir olumsuz etki gözlenmez. Babasız büyüyen erkek çocuklannın
babaya olan gereksinmeleri büyüktür bu nedenle çocukların babanın yerini
alacak bir yetişkin erkekle güvenli ve sevgi dolu bir ilişki kurmalan önem ka-
384 İNSAN VE DAVRANIŞI
(1) EkoTKmıfk koşullar: Para sorunu içinde bunalan anne veya baba geli
şimini yapamaz ve büyük bir olasılıkla mali sıkmtılar ve sorunların içinde
bunalıp tıkanır ve bu sorunların ötesine geçemez.
(2) Çocuk sayısı: Çocuk sayısı arttıkça anne ya da babanın kendi sorun
ları için ayıracağı zaman ve eneıji azalır ve birey çocuklanna bakmanın öte
sinde kendi sorunlarıyla olumlu bir biçimde ilgUenemez.
(3) Destekleyici çevre: Boşanan bireyin çevresinde onu seven, ona destek
ve yardımcı olan kimseler varsa, boşanmanın olumsuz etkisinden bire3rin
kurtulması daha kolay olur.
İlkli yetişir. Fakat bu anla}aş bilimsel olarak henüz kanıtlanmış değildir. Bo
şanma sonucu kendisini daha mutlu bir ortam İçinde bulan ana-babanın ya
madaki çocuğun da. anne ya da babası gibi, daha mutlu olduğu gözlenmek
tedir. Çocuğun hem anneyle, hem de babayla etkileşmeye gereksinmesi var
dır. Ancak bu etkileşim olumlu ve sağlıklı bir etkileşim olursa yararlıdır.
önemli olan nokta şudun Kendi sorunlarını çözmek durumunda olan
ana-babalar, çocuklannın da sorunları olduğunu düşünmeli ve boşanma ka
çınılmaz ise, bu süreci çocuklar İçin en acısız hale getirmeye dikkat göster
melidir. *Ne pahasma olursa olsun boşanmamak gerekir" anlayışı ne kadar
yanlışsa, "evlilikte mutsuz olduğun zaman hemen ilk fırsatta boşan" anlayışı
da o derecede sağlıksızdır. Acele verilmiş sağlıksız kararlann acısını hem ye
tişkinler hem de. belki daha büyük derecede, çocuklar çekerler.
4. G E N Ç Y A Ş T A A N N E O L M A K
İD 25
386 İNSAN VE DAVRANIŞI
zekâ bakımından genellikle daha dûşûk düzeydedir. Zekâ farkı doğuştan ol-
ınayıp» ğ^nç annenin kendi başına çocuğuna sağlayabildiği ortamın fakirliğin
den ka)maklanır (Broman, 1981).
Genç yaşta anne olan genç kadınların şu özellikleri taşıdıktan görülmüş
tür.
5. CİNSEL FARKLILIKLAR VE
CİNSEL ROLLERİN KAUPLAŞMASI
Cinsel Farklılıklar
•Erkekler kızlardan psikolojik yönden farklı mıdır?“ sorusuna psikologlar
hem “E v e f hem de “Hayır" cevabını verirler. Bu konuda ûç temel davranış
listesinden söz etmek mümkündür. Listelerden ilki fTablo 11.1) hemen he
men bütün psikologlann kız ve erkeklerin birbirlerinden farklılık gösterdikle
rini belirttikleri davranıştan kapsar, ikinci liste fTablo 1 1 .2 ) psikologlann
üzerinde anlaşamadıktan davranıştan gösterir. Üçüncü liste fTablo 11.3) ise
cinsel yönden farklıhk göstermeyen davrâmşlan kapsar.
Tablo 11.1'de verilen davranışlar oldukça geniş kapsamhdın Bedensel
görünüm farkından başlayarak kişiler arasındaki ilişkilerin türüne kadar ge
niş bir alanı kapsar. Göz önünde tutulması gereken önemli nokta şudur:
Her davranış ya da görünümle ilgili alanda kızlar ve erkekler arasında büyük
bir çakışma ve paralellik vardır. Kızlarm kendileri arasmdaki davranış özel
liklerinin dağılımı çok geniştir, örneğin saldırganlık gibi belirli bir davranış
konusunda kızlar arasmda büyük farklılıklar gözlenir:
388 İNSAN VE DAVRANIŞI
D A VR AN IŞ FA R K LILIĞ IN T O r O
D A V R A N IŞ v e y a K İ Ş iL İ K Ö Z E L L İ Ğ İ BULGULAR
R e sim 11.8 S osya lleşm en in bir parçası olarak çocuklar u ygu n cinsel rollerde
o yu n oynarlar.
Konuşkan Tertipli
Zarif- Sakin
Kibar Güvenecek birine gereksinmesi vardır
Başkalannm duygulannın farkındadır Sanat ve edebiyatla ilgilidir
Dindar Hassas duygulan kolaylıkla ifade edilebilir
Dış görünümlerine özen gösterirler
larıyla llgUl kalıplann daha belirgin olarak ortaya çıktığını, kızlarla İlgili ka
lıpların ise o kadar belirgin olmadığını gözlemişlerdir. Dört ve beşinci sımf öğ
rencileri erkeklerin kuvvetli, atılgan, acımasız, hırslı, baskın ve cesur olduk-
larmı açık seçik belirtmişlerdir. Kadınlarla ilgili kalıplar o kadar belirgin ol
mamakla beraber, bu yaştaki çocuklar kadınlann zayıf, duygusal, yumuşak
kalpli, sevecen olduklarını söylemişlerdir.
Çocuklar kalıplan bu kadar erken yaşta nereden öğrenirlen Bu kalıplarla
dogmadıklanna göre, çevrelerinden, özellikle ana-babalanndan ve evdeki di
ğer kişilerle olan ilişkilerinden. Bunun yanı sıra TV programlan da kalıplatın
öğrenilmesinde önemli bir kaynak oluşturur.
Cinsel algılama kalıplan Türkiye'de, özellikle küçük kasabalarda ve kır
sal kesimde belirgindir. Geleneksel Türk kültürü, eğitim, endüstrileşme ve
şehirleşme süreçleri sonucunda değişikliğe uğramıştır. Türkiye'de yapılacak
araştırmalar, bu etkenleri göz önünde tutmak zorundadır.
“Saçı uzun, akh kısa“, 'T:iinin hamuruyla erkek işine karışma“ gibi dili
mizde bulunan bir dizi deyiş, kadm ve erkekleıle İlgili kalıplatın bulunduğu
nu ve erkeksi özelliklerin daha beğenilir ve istenilir özellikler olduğunu göste
rir. Türkiye'de bu konuda yapılacak araştırmalar, toplumumuzun psikolojisi
yönünden ilginç ve ilerideki gelişmeler için yol gösterici olur.
Yetişkinler Arasında Kalıplama: Bilimsel bir makalenin ne derece iyi ya
zıldığını ve yazann konusunu ne kadar iyi bildiğini araştırmak İçin bir araş
tırma düzenlediğimizi varsayalım. Üniversite öğrencilerini denek olarak kulla
nalım ve bu deneklerden yansına makalenin bir kadm tarafından yazıldığını,
diğer yansına yazann erkek olduğunu söyliyelim. Bu makalenin değerlendir
mesinde iki grup arasında herhangi bir fark gözlenir mi? Mischell (1974) bu
araştırmayı ABO'de uygulamış ve erkek yazann daha yüksek değerlendirildi
ğini bulmuştur.
Cohdıy (1976) adlı psikolog 9 aylık bir bebeğin bir oyuncakla oynayışını
yüzlerce üniversite öğrencisine video aracılığıyla göstermiştir. Bu öğrencilerin
yansına bebeğin kız olduğu, diğer yansına da erkek olduğu söylenmiştir, iki
grubun bebeği algılayıştan ve bebeğe atfettikleri duygular birbirinden anlamlı
bir biçimde farklı olmuştur. Çocuğun davranışı aynı olduğu halde, denekler
kafalanndaki cinsel algılama kalıplannı kullanarak, “erkek“ ve “kız” bebeğe
“uygun“ algılamalarda bulunmuşlardır.
Kadının değeri konusunda Türkiye Cumhuriyeti önemli eğitim adımlan
atmıştır. CğiUm okulda yapılan ve iktidara bağlı olarak Milli Eğitim Bakanlı-
gı'nın programı içinde gerçekleştirilen bir süreçtir. Toplumun kültür yapısı
bu işleıhin dışmdadır. Erkek ve kadın eşitliğini bir ülkenin okulunda okutu
lan ders kitaplarının konularına bakarak değil, toplumda yaşayan kültür de
ğerlerine anlayabiliriz.
34TT241 plakalı otobüse bindiler. Herkes boş bulduğu yere yerleşti. Me
lih Etkin de İkinci sıradaki yaşlı hanımın yanına müsaade İsteyerek otur
du. Otobüs kalkar kalkmaz şoför muavini başına dikildi:
— Firmamızın bir usulü vardır, kadın yolcuların yanma erkek otura
maz. Aksi halde 250 lira ceza ödersiniz. Hemen kalkın, kalkmazsanız sizi
aşağı indiririm.
— Firmanızın usulünü tartışmak istemem. Ama başka yer bulun
oturayım. Otobüste yer yok.
— Olmaz kalkacaksınız.
Melih Etkin'in yanında oturduğu hanım müdahale etti...
— Ne mahzuru var beyin yanımda oturmasında, bırakın otursun.
Bu sefer tartışmaya şoför karıştı:
— Hayır oturamaz!
Otururum, oturamazsın tartışması sürerken şoför Karamürsehn 10
kilometre uzağında otobüsü yolun kenarına çekti:
— İn aşagıl
Bu sefer de inersin, inmezsin tartışması çıkU. işe, kendisini otobüs
firmasından olarak tanıtan biri de kanştı. Sonunda Etkin ailesi dagba-
şında kaldı. Çoluk çocuk. 9 kişi yol kenanna yığıldı. Sabahın ayazında
birbuçuk saat araç beklediler. Bir mlnübüs hallerine acıyarak onlan aldı,
İzmit'e götürdü. İzmit’ten başka bir otobüse bindiler ve altı saat sonra İs
tanbul'a vardılar.
(28 ^ lü l 1976, MUliıyet. Haşan Pulur'un Olaylar ve İnsanlar köşesinden)
6, ORTA-YAŞ KRİZİ:
GERÇEK Mt YOKSA HAYAL Mİ?
lirli aşamalara ayırmanın gerçeği yan sıtm adığı söylerler. Aşağıda orta yaş
krizi ile ilgili kanıtlan gözden geçirirken, bu iki tip yaklaşımın bulgulanm
karşılaştırma olanağı bulacağız.
Şimdiye kadar yapılan araştırma ve yaymlarda hep erkeklerin söz konu
su edildiğine okuyucunun dikkatini çekmek isteriz. Kadında orta yaş krizinin
olup olmadığı, varsa kriz devresinin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı, ne gibi
sorunlarla uğraştığı pek İnceleme konusu yapılmamıştır. ABD toplumunda
kadın sorunlan önem kazandıkça. Amerikan pslkologlan doğal olarak bu
yönde araştırmaya yönelirler.
"■I I I—
Evlilik Yeni Okul Okul Y e ti^ Çocuklar S o n c u k Yaşlanan
ana-baba öncesi çab çocuklar
çociAİv evden
e^ n evden
çocuklar çocuklar aynlıyor aynlı>or
Yukanda saydığımız bu etkenlerin hepsi kısa bir zaman sûresi içinde bir
biri ardmdan bireyin yaşamında yer alırsa, toplam stres blre3rin kaldırabile
ceğinden fazla olur. Daha önce Holmes-Rohe stres ölçeğiyle İlgili olarak söyle
diğimiz gibi, stres düzeyi yükselen kimseler bir kriz devresine girer. Bu kriz
depresyon, sebepsiz korkular, aşırı endişe gibi psikolojik rahatsızlıklara ve
ülser, uyku bozukluklan, başağrılan. hatta kanser gibi bedensel hastalıklara
yol açabilir.
400 İNSAN VE DAVRANIŞI
Sonuç
Yukarıda söylenenleri gözden geçirdikten sonra şöyle bir sonuca ulaşabi
liriz: Belirli yaş dönemleri "geçiş dönemi" olarak tanımlanabilir ve bu dönem
de olan olaylar bireye uyum zorluklan ve stres getirebilir. Strese dayanaklılık
ve direnç, bir diğer deyişle strese tolerans, bireyden bireye farklıdır.
Bireysel farklılık göz önünde tutulması gereken ilk faktördür. İkinci göz
önünde tutulması gereken)fsüctör. stres veren olaylann ne kadar bir zaman
süresi içinde, birbiri ardından kendini gösterdiğidir. Bir kimsenin oğlu esrar
içmekten hapse girdikten bir hafta sonra babası hastaneye kaldınlır ve kendi
evi de yanarsa stres düzeyi yüksek olur. Halbuki bu olaylar bir senelik bir
zaman süresi içinde olursa, daha az stres yaratır. Üçüncü önemli faktör, bi
GELİŞME VE GÜNLÜK YAŞAM 401
7. ÖZET
İD 26
4 02 İNSAN VE DAVRANIŞI
Erken yaşta çocuk sahibi olan annelerin durumu gözden geçirilmeye de
ğer. çünkü onlann topluma ve kendi ailelerine getirdikleri değişik sorunlar
vardır. Bu konuda ülkemizde araştırma yapılması gerekir. ABD'de yapılan
araştırmalarda düşük ekonomik ve eğitimsel düzey büyük aileden gelme gibi
etkenler, genç kızların erken anne olmasında önemli faktörler olarak ortaya
çıkmışlardır.
Genç annelerin çocuklarının bakmu annenin kısıtlı olanaklan çerçevesin
de olabildiğinden, bu çocuklar genellikle psikolojik gelişmelerinde normale
göre gerilik gösterirler. Bedensel gelişme yönünden ise İlk başlarda bir gerilik
görünmez, çocuk iyi gıda alamazsa bedensel gerileme başlar.
Bedensel gelişim, davranış ve zihinsel beceriler konusunda cinsiyetler
arasında Önemli farklılıklar gözlenmiştir: Erkekler daha atılgan, mekân algı
lamalarında ve matematiksel akıl yürütmelerinde daha iyi ve daha yanşkan-
dırlar. Dişiler daha sözlü ve bedensel gelişim bakımından daha öndedirler.
Kadın ve erkekler arasında başka davranış farklan gözlenmediği halde, bu
konuda psikologlar arasındaki tartışma halen devam etmektedir.
Gözlenebilen cinsel farklılıkların bazılannın temelinde hormonlann yattı
ğı kabul edilir. Saldırganlık, sözlü olma ve mekânsal algılama arasındaki
farklılıklan biyolojik etkenlerle açıklamak olanağı vardır. Doğumdan itibaren
kız ve erkek çocuğa çevre ayn davrandığından, iki cins arasında gözlenen
farklılıklann büyük bir kısmı da çevrenin etkisiyle oluşur.
Cinsel rolleri tanımlayan algılama kalıplan toplumda yaygındır. Algılama
kalıplan ve gerçek cinsel farklılıklar arasında sıkı bir benzerlik yoktur. Bu al
gısal kalıplar incelendiğinde, erkeklerle ilgili özelliklerin daha “İstenilen", da
ha “iyi" özellikler olarak algılandıklannı görürüz. Bu erkeksi özellikler daha
yaygındır, erken yaşta gelişir ve daha kuvvetle inanılır.
Çocuklar arasında 2-3 yaşında cinsel algılama kalıplanna rastlanmıştır.
Çocuklar arasındaki bu algılama kalıplan aileden, okuldan ve TV gibi kitle
iletişim ortamından kaynaklanır. Çocuk hikâye kitaplan ve çocuklar için ya
pılmış TV dizileri gözden geçirildiğinde cinsel algılama kalıplanna bol miktar
da rastlanır.
Gelişimsel psikologlann bir kısmı, yetişkinlerin 40-45 yaşlannda bir bu
nalım geçireceğini söylerler ve buna “orta yaş krizi" adını verirler. Bu kriz
hem İç bunalımla, hem de dış davranışta, bireylerin kendi yaşamlannda yap-
tıklan bazı değişikliklerle kendini gösterir. Böyle bir çağın varlığını destekle
yen kanıtlar o kadar kuvvetli değildir. Krizin varlığını üç temel faktörle açık
lamak olanağı vardır: (1) Strese dayanıklılık yönünden bireysel farklılıklar.
(2) stres veren olaylann ne kadar zaman içinde birbirini takip ettiği ve (3) ye
tişkin çevresinin destekleylcilik ve besleylclllk derecesi. Bu faktörler Türkiye
ve Amerika'da farklı biçimlerde kendilerini gösterebileceklerinden, Türkiye'de
araştırma yapılmadan. Amerika ile ilgili bulgulan Türkiye'ye genellemek doğ
ru olmaz.
OnIkIncI Bölüm
1. K İŞ İL İK P S İ K O L O J İ S İ N İ N A L T - A L A N L A R I
Bu bölümde dört temel kişilik alanından söz edeceğiz. Bunlardan ilki, ki-
şlligln gelişimini (personality development) açıklamayı amaçlar. Kişiliğimizi
nasıl kazanırız ve kişiliğimiz nasıl gelişir? Kişilik gelişmesinde belirli aşama
lardan geçiyor muyuz? Kişiliğin gelişiminde çevre mİ. yoksa biyolojik kalıtım
mı daha önemli rol oynar? Arkadaşça olma, insanlara yakmhk duyma, her
şeye sinirlenme, veya utangaç olma gibi özellikler doğuştan gelebilir mi? Şim
dilik. bir kısım araştırma bulgularının, temel kişilik eğilimlerinin bazılannm
doğuştan gelebileceğine işaret ettiğine dokunmakla yetinelim (Hemmlng,
1981).
Kişilikle ilgilenen psikologlar normaldışı kişilik (abnormal personality) adı
verilen alanla da ilgilenirler. Kişilik nasıl değişmektedir? Kişilik sorunlanmn
temelinde yatan temel nedenler nelerdir? Psikoterapi yoluyla İnsanların kişi
liklerini değiştirmek olanağı var mıdır? Bu konuların tartışmasını 13. ve 14.
404 İNSAN VE DAVRANIŞI
2. K İŞ İL İĞ İN T A N IM I
(*) Kişilik 'şahsiyet" kelimesinin karşılığı olarak dil kurallan bakımından yanlış üre
tilmiş bir kelimedir. "Bu araba kaç ktşUtkT' cümlesinde yer alan kişilik kelimesi bu
cümlede doğru olarak kullanılmaktadır, ancak, şahsiyet anlamında kullanılmâ-
nmkta. "arabamn içindeki mekânın büyüklüğü'nü belirtmektedir. Aşağıdaki liste,
incelediğiniz kavramla Ügill İngilizce, Geleneksel Türkçe, ve Yeni Türkçe üç kelime
nin karşılığım göstermektedir:
İngilizce G e le n e k s e l T ü rk çe Y e n i T ürkçe
Resim 12.2 Bir insanın dış görOnOmO yaşam boyunca bir devamlılık gösterir. Aynı devamlılık ki
şilik için de söz konusu mudur?
3. F R E U D ’U N K İŞ İ L İ K K U R A M I
“Psikoloji, tarih İnin en tanınan bilim adamı kimdir?" diye bir soru sorul
sa. Slgmund Freud (1856-1939) herhalde oldukça başlarda yer alır. Onun
yazdığı eserler insanın doğasını yeni bir gözle görmeye, bireyin davranışını
yeni bir açıdan algılamaya yol açmıştır. Freud. kırk senelik meslek 3raşamı
süresince çok sayıda eser ya3nnladı. Bugün modem psikoloji Freud’un ortaya
attığı görüşlerden farklı yerlere gelmiştir ve onu tam anlamıyla İzleyen psiko
log sayısı oldukça azalmıştır. Ancak buna rağmen, modem psikolojinin olu
şumunda Freud’un etkisinin son derece kuvvetli olduğunu hemen hemen bü
tün psikologlar kabul ederler. Freud’un etkisi yalnız psikoloji içinde kalma
mış felsefe, sanat v t günlük dili de etkilemiştir.
Freud'un düşüncesinin özünü tanımlamak zordur, çünkü onun düşünce
leri zaman içinde değişmeye uğramıştır. Burada öz olarak onun kişilik kura
mım vereceğiz. Konumuza, kişiliğin birimlerinL bu birimlerin işleulerini ve on-
lann gelişmelerini gözden geçirerek devam edeceğiz.
KİŞİLİK VE KİŞİLİK KURAMLARI 407
baskın olduğu zaman davranışı, blre3rin düşünme ve akıl yürütme yönü de
ğil. id'in istekleri ve eğilimleri biçimlendirir.
Id davranışımızı yönelten yegane kişilik birimi olsaydı, insanoğlunun
hayvanlardan pek farkı kalmazdı. Bugünkü insan toplumu içinde tümüyle
id’in etkisiyle hareket eden bireyler ya bir kavga sonucunda öldürülürler, ya
da ömürlerini hapishanelerde geçirirler. Id'in libido denen bu biyolojik, hay
vansal yaşam enerjisini dengeleyip, ortamın gereklerine uygun bir biçimde
ifade etmesini ego adı verilen kişilik birimi sağlar. Ego, libidoyu sosyal orta
ma uygun bir biçimde davranışta ifade eden birimdir. Id'den gelen bu dürtü
ve güdüler bilinç düzeyine ender olarak çıkar. Bir buzdağınm büyük bir kıs-
mınm su altında sakh kaldığı gibi, id'den gelen güdü ve dürtüler, başka bir
deyişle libido, bizim bilinçaltımızda kalır.
Ego : Id'i denetim altmda tutmaya çabalayan kişilik birimidir. Ego “ger
çek ilkesi"ne uyarak işler. Gerçek dünya ile id arasında bir aracı olarak İşlev
görür. Psikoanalistler ego'nun ikincil süreçlere (secondary processes) dayalı
düşünce içinde çalıştığım söylerler. Bu mantıklı ve gerçekçi düşünce türü
dür. Id, “Hemen, şimdi isUyoruml“ der. Ego. “Koşullar uygunsa sana İstediği
ni verebilirimi“ der. Ego. akılcı ve pratiktir. İd, tam aksine, mantığı hesaba
katmaz ve pratik değildir. Ego çoğu kez id'le çelişki halinde olsa da. esas gö
revinin id’in arzu ve dürtülerini mümkün olduğu kadar yerine getirmek oldu
ğunu bilir ve hep o yönde ç^ışır.
İd günlük yaşamımızda tamamıyla bize hakim olsa ve hep onun etkisi al
tında hareket etseydik, canımızın çektiği her şeye atılır, yürürken önümüze
çıkanlan iter, bizi engelleyen kim olursa olsun ona saldınrdık. Böyle davra
nan bir'kimsenin toplumda nasıl karşılanacağını söylememize gerek var mı?
Ego. böyle durumlarda aracı olarak işin içine girer ve id'e “Sen biraz bekle,
ben bu sorunu halleder, senin isteklerini yerine getiririm" der. Ego İSyle bir
çözüm yolu bulma çabasındadır ki. id kendi İstediğini elde etsiıi. fakat toplu
mun da düzeni bozulmasın.
Ego bir anlamda İd’in danışmanıdır, sürekli ona yol gösterir. Temel ama
cı ona hizmet etmektir, onu yüceltmek, eğitmek çabasında değildir, “iyi" veya
“kötü* kavramlanyla hiç ilgilenmez, durumu uygunsa vh yapabiliyorsa İd'e
“Haydi yapi" yeşil ışıgmı yakar. Herhangi bir ahlaksal tutumu yoktur.
Üst-ben: Freud. toplumun inandığı, “doğru" ve “yanlış“ kararlannın kay
nağını teşkil eden kısma üst-ben (super-ego) adını verir. Id ve ego gibi, üst-
ben'ln büyük bir kısmı da bllinçaltındadır. Bir toplumun “vicdanı“, 6 toplu
mun bireylerinin üst-ben'inde yer alır ve üst-ben bireyin davfanışlannı sü
rekli süzgeçten geçirerek bireye “bu yaptığın doğru, aferin sanal" ya da “bu
yaptığın yanlış, utan kendinden!" mesajlannı verir. Ego. id ile üst-ben arasın
da kalmış bir nevi cambazdır. Hem id'i memnun etmeye çalışır, hem de üst-
ben tarafından azarlanmaktan kurtulmak İster.
öldüğünde insan bedeni kesilerek İncelense acaba id, ego ve üst-ben, be
denin farkh yerlerinde bulanabilir mİ? Hayır, bulunamaz! Bu kavramları b¿-
denin belirli yerleriyle ilişki içinde düşünmek doğru değildir. İd arzu, tsteİc,
eskilerin tabiriyle neJİs, ego mantık veya entellekt ve üst-ben vicdan olarak
düşünülürse bu kavramlar daha anlaşılır duruma gelir.
KİŞİLiK VE KİŞİLİK KURAMLARI 409
Bilinçli
Bilinçaltı
Freud’un getirdiği en önemli kavramlardan biri bilinçaltı (unconscious)
kavramıdır. Bilinçaltı farkında olmadığımız arzu, istek, dürtü, duygu, düşün
celerin depolandığı büyük hazneyi temsil eder. Şekil 12.1'de görüldüğü gibi,
İd*İn tümü, ego'nun bir kısmı ve üst-ben'in büyük bir kısmı bilinçaltında ka
lır. Yakın bir arkadaşımıza duyduğumuz derin kin kendini bilinçaltında sak
lar. Bilinçalündaki bu arzu, istek, dürtü, duygu ve düşünceler sürekli davra
nışı etkiler, ne var ki biz bu etkinin farkında olamayız.
Şekli 12.rde verilen kavramlardan biri de bilinçöncesi (preconscious)
kavramıdır. Bilinçöncesi bir düşüncenin o anda farkında olmasak da istediği
410 İNSAN VE DAVRANIŞI
Kişiliğin Dinamiği
Kişiliğin ûç birimi doğal olarak birbiriyle çelişki İçindedir. Freud'a göre
bu çelişki değişik psikolojik faaliyetlerin temelini oluşturur. İd “Hemen şimdi
isterimi" emrini verir. Ost-ben "Asla, hiçbir zaman yapamazsınl" der. Ego İki
si arasında bir uzlaşma noktası bulmaya çalışır. Kaygı ve savunma mekaniz
maları bu çatışmadan doğar.
Kaygı: İd ve ûst-ben arasındaki çatışma bireyin psikolojisinde kaygı ola
rak ortaya çıkabilir. Hiç kimsenin görmediği ve sonradan keşfetmesinin müm
kün olmadığı bir ortamda Haşan babasının cüzdanından bir miktar para alır.
Bu davranışıyla Haşan id*ln etkisiyle hareket etmiştir. İd Hasan'a “Aferin iyi
ettin, git hemen çaldığın parayı harca, canının çektiğini al. yetmezse yine çali”
der. Fakat vicdanı temsil eden ûst-ben, “Yazıklar olsun sana. Sana bu kadar
emekler veren, seninle gurur duyan, sana güvenerek cüzdanını açıkta bıra
kan babana bunu mu yapacaktın?! Utanç duymalısın kendinden. Hemen git
o parayı geri ver!" biçiminde bir mesaj verir. Haşan Id'in ve ûst-ben’İn bu iki
farklı mesajının etkisi altında kaygı duygusuna yönelir. Kaygı duygusunun
şiddeti artarsa, gelecek bölümde inceleyeceğimiz nevroza dönüşür.
Şimdi okuyucuya şöyle bir soru yöneltelim. Sivas Yanaçık Cezaevl’nden
kaçarak kansmı ve iki çocuğunu öldüren. 1 . Bölûm'de tanıttığımız Mehmet-
şah Demirtaş’ın. yaptığı davranıştan dolayı kaygı duygusu geliştirmesini bek
ler misiniz?
Bu sorunun cevabı Mchmelşah*ın nasıl bir vicdan sahibi olduğunda ya
tar. Mehmetşah Demirtaş'ın İçinde yetiştiği sosyal çevre onun üst-benini
(vicdanını) cinayeti kınayacak biçimde oluşturmuşsa, bu kişide kaygı olur.
Ancak, “Namusunu temizlemek için adam öldürülebillr!" biçiminde bir vicdan
geliştirmişse, o zaman suçluluk duymaz.
Büyük bir olasılıkla, kendisini cinayete iten o toplumun değerlerini tem
sil eden ûst-ben olmuştur. Freud'a göre id saldırganlıktan, öldürmekten zevk
alan bir doğaya sahiptir. Mehmetşah'ın sosyal değerlerinin etkisi altında olu
şan ûst-ben “Haydi git öldür! Namusunu temizle! Sen ne biçim erkeksin?!"
mesajını vermiştir. Bu nedenle. Mehmetşah öldürmezse id İle ûst-ben arasm-
KİŞİLİK VE KİŞlUK KURAMLARI 411
Resim 12.4
KİşUiğin GeUşimi
Freud’a göre yeni doğan bir bebek değişik aşamalardan geçerek kişiliğini
geliştirir. Bu aşamalara psikoseksûel (psychosexual) aşamalar adı verilir.
Aşağıda bu aşamalan özet olarak gözden geçireceğiz.
Psikoseksûel Aşamalar : Bu aşamalar bedenin belirli bir organmın adıy
la tanımlanır. Doğumdan iki yaşına kadar çocuk oral (ağız) aşamasındadır.
Bu devrede emme ve yeme, çocuğun zevk aldığı en baskın davranışlardır.
Çocuk iki ile dört yaşı arasında, emmekten daha fazla dışkılamadan.
anal uyanimadan zevk almaya başlan bu nedenle o devreye anal aşaması adı
verilir. Dört yaşı civarındayken çocuk fallik (phallic) aşamaya girer. Bu devre
de çocuk cinsel organına dokunmaktan zevk almaya başlar.
Fallik devreden sonra örtük (latency) aşama gelir ve bu devre 5 İle 12-13
yaşlanna kadar sürer. Bu devrede çocuğun cinsel dürtüsü gizildir (latent),
çocuk cinsiyetle ilgili konulardan hoşlanmaz ve kendini daha çok oyuna verir.
Ergenlikle beraber geniial (genital) aşama kendisini göstermeye başlar.
Birey cinsel organlan ve duygulan arasında bir bağ olduğunu farketmeye
başlamıştır. Karşıt cinsler arasında romantik İlişkilerin doğmasına bu dö
nemde rastlanır.
Bu İlişkiler cinsel organlar çerçevesinde kısıtlanmış ilişkiler olabildiği'gi
bi, son derece geniş kapsamlı duygulan, sanatı, şiiri, yaratıcılığı içeren zen
gin ilişkileri de kapsayabilir. Bireyin ortamı ve birqrin id. ego ve ûst-benliğl
arasındaki kurduğu denge, o bireyin karşıt cinsle olan İlişkisinin türünü ta
nımlar.
Fiksasypn (saplanma/fbcation): Bireyler normal olarak her aşamayı yuka-
nda verilen sırada geçerler. Fakat kişiye özgü nedenlerden dolayı bazı birey
ler bu aşamalardan biline saplanırlar. Saplanmadan anlaşılan şudun Birey
belirli bir aşamadaki hoşlandığı beden faaliyetlerine bağlanır ve bu hoşlanma
KİŞİLİK VE KİŞİLİK KURAMLARI 413
tûrû diğerlerinden baskın olur. B ircin libidosu veya yaşam eneıjisi o aşama>
da saplanıp kalımş olur.
Birey belirli bir aşamadaki zevk gellıicl davranışa aşın düşkünse ya da o
davranışı yapmaktan aşın engellenmişse saplanma ortaya çıkar, örneğin, bir
çocuk memeden çok erken veya çok geç aynimışsa. ağızdan zevk alma türü
ne saplanma geliştirir. Bu bireyin yetişkin bir kimse olduğunda ağızdan zevk
almayı devam ettirmek için diğerlerinden daha fazla sigara içmesi, içki alma
sı. sakız çiğnemesi, yemek yemesi beklenir.
Çocuk anal devrede aşın düşkünlük ya da aşın engellenme durumlarma
sokulmuşsa, bu aşamada saplantısı olur. Örneğin, çocukken titiz bir tuvalet
eğitiminden geçen kimse anal tutucu, başka bir deyişle sıkı, cimri, sürekli
kendini' denetim altında tutan bir kimse olarak gelişir, öte yandan tuvalet
eğitimi son derece gevşek olan bir kimse ise anal itici bir kişilik özeUigl geliş
tirir. Bu kimse, aldırmaz, vurdum diiymaz ve dağınık bir kimsedir.
Yukandaki örneklerden de görüldüğü gibi, psikoseksûel gelişim aşamala-
rmdan birinde saplanıp kalan kimse normal yetişkin uyumu yapmakta zorluk
çeker. Saplanma, yetişkin aşamalarda ortaya çıkacak zevk alma biçimlerinin
gelişmesini engeller ve bireyin daha doyumlu bir yaşam sürdürmesini önler.
Ûst-Ben*in Gelişimi : Failik aşamada kız çocukları ve erkek çocukları
benlerlne özgü çatışmalardan geçerler. Bu çatışmanın çözümü üst-ben'in ge
lişiminin temelini oluşturur. Kız çocuklan. Freud'a göre, bu aşamada babala
rına cinsel ilgi du3rarlar ve annelerini
kıskanırlar. Fakat büyüyüp gelişebil
meleri İçin annelerine gereksinmeleri
vardır, annelerine karşı açıkça cephe
alamazlar.
Bu çelişkiyi çözebilmek için kız ço
cukları babalanna duydukian cinsel
arzuyu bastınp, annelerini model alır
ve kendilerini onunla özdeşleştirirler.
Bu çelişkiye Freud, Yunan mitolojisin
den esinlenerek. Elektra kompleksi
(Electra complex) admı vermiştir.
Aym aşamada erkek çocuk annesi
ne cinsel yönden yakmlık duyar ve ba- ^
bayı ortadan kaldırmak ister, ancak bu
arzu ona kaygı getirir, çünkü baba daha
büyük ve kuvvetlidir, belki de baba onu
ortadan kaldırabilir. Bu çelişkiyi çöze
bilmek için çocuk annesine karşı duy
duğu cinsel arzulan bastınr ve babasını
örnek alarak kendisini onunla özdeşleş
tirir. Freud bu sürece Odipüs (Oedipus)
kon^)leksi adım verir. Sonra erkek ço-
cuk büyüdükçe kendine uygun cinsel
eş bulmayı becerir. çocuk ödipOs kompleksini göstermektedir.
414 İNSAN VE DAVRANIŞI
(*) Freud. yaşamının önemli bir bölümünü, cinsel konuların sıkı bir baskı altında tu
tulduğu. admı İngiltere Kraliçesi Victoria'dan atan. Victorian dönemde geçirmiştir.
Birçok psikolog Freud'un kuramını bu devreye yapılan bir tepki olarak görür.
KİŞİLİK VE KİŞİLİK KURAMLARI 415
4. Her şeyi açıklayabilen» gücü sınırsız bir kuram olm ası: Freud’un kura
mı her insan davranışını nörotlk bir davranış olarak yorumlayabilir. Kura-
mm yanlış olduğunu gdstermek olanağı yoktur. Örneğin. İnsan İlişkilerinde
saldırgan ve terbiyesiz bir kimseyse. FYeud’un kuramı kişinin kuvvetli saldır
ganlık dürtülerinin etkisi altında böyle davrandığmı söyler. Kişi son derece
nazik ve terbiyeli bir İnsansa, Freud'un kuramı, onun son derece kuvvetli
saldırganlık duygulan olduğunu, ancak bu duygulan açıkça davranışlannda
göstermekten korktuğu için, savunma mekanizmalan kullanarak saldırganlı-
ğmı ‘ nezaket ve terbfyelilik maskesi” altında sakladığını söyler.
Her türlü sınamaya kapalı ve yanlışları ispat edilemeyen hipotez ve ku
ramlar bilimsel yöntem yönünden pek değer taşımazlar. Çünkü böyle hipotez
ve kuramlar gerçeği keşfetmek İçin bilimsel bir araç olmaktan çıkar, bir siya
sal İdeoloji ya da din gibi bir inanç konusu olurlar.
Daha önceleri de belirttiğimiz gibi, bütün bu eleştirilere rağmen. Fre-
ud'cu düşünce pslkoanalltik psikoloji dalının temelini oluşturur ve çok sayı
da klinik psikolog tarafından kullanılır.
Yeni Freud’cular
FYeud'u İzleyen tanınmış psikologlar, onun temel kavramlannı ve yakla
şım biçimini benimsedikleri halde, bazı önceliklerde ve vurgulayış biçimlerin
de ondan ayrılmışlardır. Bunlardan Cari Jung ve Alfred Adler’i aşağıda kısa
ca tanıtacağız.
Cari Jung: Cari Jung cinsel dürtülerin pslkoanalltik yaklaşımda fazla
abartıldığını düşünmüştür (Oelman, 1981). Kendisi, diğer dürtülerin de
önemli olduğunu savunmuştur. Jung. cinsel dürtülerden daha çok. insanm
amaçlarının olmasına ve bu amaçlara ulaşmak için bireyin yaşamında çaba
göstermesine önem vermiştir. Bu anlamda Freud*dan daha iyimser bir eğilim
İçindedir.
Jung içedönük (Introvert) ve dışadönûk (cxlravert)
kavramlarını ilk kullanan kişidir. İçedönük kimsenin
düşünceleri ve ilgileri iç dünyalanna doğru yönelmiş
tir; diğer kimselerle az birlikte olurlar. Diğer taraftan,
dışadönûk kimse sürekli başkalarıyla beraber olmak
İster ve hiç y^nız kalmak İstemez. Jung, bir kimsenin
etkin bir yaşam sürdürebilmesi için bu İki yönü denge
İçinde tutması gerektiğini savunmuştur. Ona göre ki
şilik sorunlan. İçedönüklük ve dışadönûklük arasın
daki var olan dengesizlikten doğar.
Jung, Freud’un bilinçaltı kavramını kabul etmiş,
fakat bilinçaltının iki tür olduğunu savunmuştur: ( 1 )
Bireye özgü bilinçaltı ve (2) bireyin daha önceki İnsan
lığın duygulannm, korkularmın ve çabalarının sak
landığı ortak (kolektif/collectlve) bilinçaltı Her İnsan
da bu İki bilinçaltı vardır ve onun davranışlannı etki- Resim 12.7
1er. Sanat eserlerinde ve rüyalanmızda ortak bilinçaltı Cari Jung.
416 İNSAN VE DAVRANIŞI
4. Ö Z E L L İ K Y A K L A Ş IM I
Temel Varsayımlar
Kişiliğin özelliklerini (personality traits) İnceleyerek kişiliğin yapısını
araştıran bu psikoloji kolu, Freud'un düşünceleri gibi bir kuramsal yapı gös
termez. Bu akımı İzleyen psikologlara göre, bireyin kişiliği temel özellikleri
nin bir sentezidir: bu özellikler bilinirse, bireyin kişiliği de öğrenilmiş olur.
KİŞİLIK VE KİŞİLİK KURAMLARI 4 17
Kişilik AzeUikleri biıbirine zıt sıfatlar halinde ifade edilebilir: îyi-kölH faal-
durgun, atılgan-çektngen, gûvenli-şûphecL gergin-rahat, htrslı kalender gibi.
Bu tûr yüzlerce sıfat çifti, ya da psikologların diliyle söylersek ölçek, gelişti-
rflebilir. Bu ölçekler üzerinde bir insanın aldığı puanlar, o bireyin kişiliğini
bize gösterir. Bu ölçekler aracılığıyla kişiliğin bir tür ‘‘resmini* çizme olanağı
doğar. Aşağıda bu alanda yapılan çabaların belirgin olanlannı gözden geçire
ceğiz.
Tipler
Sheldon (1954) bireylerin bedensel yapılanna göre kişilik tiplerinin belir
lendiğini savunmuş ve ûç tip kişilik Önermiştir:
( 1 ) Mezemorf (mesomorph) kuvvetli, kaslan gelişmiş beden yapısı olan,
kaba, gürültülü, ağır bedensel faaliyetlere ilgi duyan kişilik tipidir.
(2) Ektomorf (ectomorph) ince uzun beden yapısı içinde, sakin, utangaç
ve çekingen kişilik tipidir.
(3) Endomorf (endomorph) kısa ve tombulca beden yapısı içinde, neşeli,
yaşamından memnun, arkadaş canlısı kişilik tipidir.
Bu kuram oldukça basit ve kolayca denenebilecek bir yaklaşımdır. Nite
kim birçok çabşma beden tipi ile kişilik türü arasında varsayılan ilişkiyi araş
tırmış, ancak herhangi anlamlı bir bağlantı kuramamıştır. Araştırmalann
olumsuz sonuç vermesi nedeniyle tip kuramı geçerliğini yitirmiştir. Bu kura
mı izleyen psikolog bugün hemen hemen yok denecek kadar azdır.
İD 27
41 8 İNSAN VE DAVRANIŞI
(*) İngilizce'de yapılan araştırmalar 20.000‘in üzerinde kişilik özelliği bulmuştur. Aym
araştırmalar Türkçe için yapılsa bu rakama çok yaklaşık sonuçlar vereceğini tah
min ediyoruz. Aklınıza gelebilecek bir çok Türkçe fiil, uygun ekler getirilerek bir
kişilik özelliğine dönûştürülebilin Vurmak Dilinden VURUCU, atmak Dilinden
ATAR, ya da ATICI, anlamaktan ANLAYIŞLI, korumaktan KORUYUCU, vb. Bu tür
Üreticilik olanağı Türk diünin temel özelliklerinden biridir. Bu nedenle, diyebiliriz
kİ, Türkçe kelime türetme yönünden sımrsızdır. Yukanda söylediğimiz 10-15 bin
Türkçe lUşiUk özelliği, halen halk arasında kullanılan terimler düşünülerek veril
miş bir rakamdu-.
420 İn s a n v e d a v r a n iş i
Resim 12.10 İçten denetimli insanlar kendi yaşam lannı ilgilendiren konularda
biraraya gelirler ve sorunları çözerler. Resimde görülen kimseler “Belediyeden
yardım bekleme davranışı* yerine sorunlannı beraberce çözüme yönelm işlerdir.
422 İNSAN VE DAVRANIŞI
Eysenck'in İçedönük-Dışadönük ve
Oturmuş-Uçan Boyutları
İngiliz psikologu Hans Eysenck içedânûklûk-dtşculönûklûk (Introversion-
extraversion) ve oturmuş-uçan (stable-unstable) olmak üzere kişiliğin temel
iki boyutu olduğunu ileri sürmüş ve araştırmalannda bu iki bo3rutun önemli
değişkenler olduğunu hipotezlemiştir (Eysenck ve Eysenck. 1963). içedönük
(Introverted) kimseler İç dûnyalannda olup bitenlere daha çok önem verirler,
dışadönük (extraverted) kimseler İse dış dünyada olup biten olaylara dönük
tür. Oturmuş (stable) kimseler çevrelerine daha İyi uyum yapmış oldukları
halde, uçan (unstable) kimseler pek iyi uyum yapamazlar. Bu Ikl boyutu ke
siştirdiğimiz zaman dört grup kişilik yapısı ortaya çıkar.
İçedönük Dışadönük
1 2
Otıumuş Oturmuş-lçedönük Oturmuş-Dışadönûk
3 4
Uçan Uçan-lçed6nÛk Uçan-Dışadönûk
öğrenme yaklaşımına göre bir kimse belirli bir sosyal durumda birbirin
den farklı davranışlar gösterebilir. Sakin, hoş bir kişi, bir sûre sonra hareket
li ve saldırgan bir kimse haline gelebildiği gibi, bağımlı veya bağımsız bir kim
se görünümüne de bürünebilir. Bu değişik davranışlan aynı kimsede görmek
mümkündür. Kişinin hangi davranışı göstereceği, o bireyin içinde bulunduğu
sosyal durumu nasıl algıladığına bağlıdır.
Sosyal durum içinde davramşının nasıl ödüllendirileceğini tahmin eden
birey, ödüllendirilme olasıhgı en yüksek olan davranışı seçer. Sakin olmak
onun istediğini elde etmesine yardımcı olacaksa sakin olur, saldıı^an olmak
ödüllendirilecekse, o zaman saldırganlık davranışını gösterir.
Bu yaklaşım sosyal ortamın, durum’ un. bireyin davranışını belirleyen eh
önemli faktör olduğunu varsayar (Mlschel. 1973). Bu yaklaşım, daha önce
gözden geçirdiğimiz kişilik özellikleri yaklaşımına taban tabana ters düşer.
Kişilik özellikleri yaklaşımı, kişinin özelliğinin değişmez olduğunu ve değişik
durumlarda bireyin aynı davTcinacağını kabul eder.
Miller ve Donald
Miller ve Donald (1941) FYeud’un ortaya attığı kişilik kavramlarının öğ
renme süreçleriyle açıklanabileceğini ileri süren ilk Amerikalı psikologlardır.
Onlar. Freud'un kavramlarının içeriğine itiraz etmemişler, bu kavramlann in
san davranışında önemli rol oynadığını kabul etmişlerdir. Onlann itiraz ettik
leri. kavramlann tanımı ve deneysel temelidir. Miller ve Donald’ın yolunu iz
leyen psikolog Feshbach, Stiles ve Bitter (1967) aşağıda anlatılan denelerin
de. bilinçaltı saldırganlığı laboratuvarda göstermişlerdir.
Araştırmacılar iki denek almışlardır. Denek A ya deneyin gerçek amacı
söylenmemiş, denek Bye durum anlatılmış ve onun araştırmacılarla işbirliği
yapması sağlanmıştır. Deney iki aşamadan oluşmuştun İlk aşamada A ve B
birbiriyle etkileşim kurmuş ve işbirlikçinin (Fnin) öbür deneği (A*yı) kızdırıp,
sinirlendirecek türden hareket etmesi sağlanmıştır.
İkinci aşamada görünüşte bir öğrenme durumu yaratılmıştır. Bu aşama
da A zannetmektedir kİ. B karmaşık bir davranışı öğrenme çabası İçindedir
ve bu çaba içindeyken kendisine gelişigüzel, hiçbir düzeni izlemeyen sahte
ufak şoklar verilmektedir. Ne zaman A biz, ya da onlar kelimelerini kullanır
sa B. sanki kendisine şok veriliyormuş gibi davranmıştır. Aya, kendisinin
kullandığı bu kelimelerle şok verme arasında herhangi bir ilişki olduğu söy
lenmemiştir.
Zamanla. A'nm kullanmış olduğu biz ve onlar kelimesinin sayısında git
tikçe bir artma olduğu gözlenmiştir. Başka bir deyişle A, kızgın olduğu Byi
cezalandırıcı bir biçimde davranmıştır. Fakat bu araştırmada kullanılan de
neklerin hiçbiri ne yaptıklarının farkında olmamışlardır. Başka bir ifadeyle,
karşıdakini cezalandırıcı saldırgan güdü bilinçaltında olduğu halde davranış
ta etkisini göstermiştir. Araştırma bulgulan, bilinçaltı saldıganlık kavramının
ölçülebilir somut göstergesi olarak yorumlanmıştır.
KİŞİLİK VE KİŞİLİK KURAMLARI 4 25
Skinner’m Torumu
Sklnner'ın adını 4. Bölûm'den hatırlayacaksınız.
Edimsel koşullama kavramlarının insan davranışının
her yönüne uygulanabileceğini savunan Skinner
(1971), kişiliği belirten kavramların, gerçekte o kişinin
edimsel koşullanma tarihçesini davranışta belirttiğini
sâyler. Oç davranış alanında Skinner'm görüşünü ince
leyelim: Fobik davranışlar, saldırgan davranışlar ve son
olarak da kumar oynama davranışı.
Fobik tepkiler. Sklnner*e göre, klasik koşullama ku-
rallanna uygun olarak gelişir ve bireyin davranış reper-
tuannda yerleşir. Fobik tepki nevroUk, akla uygun ol
Resim 12.11
mayan bir korkudur ve genellikle bir nesne, yer, veya B. F. Skinner.
olayla bağlantı halindedir: Atlardan korkma, kediden
korkma, kapalı ya da yüksek yerlerden korkma gibi. Freud*a göre fobik tepki
ler bireyin uzlaştıramadığı bilinçaltındaki çelişkilerden kaynaklanır. Skinner'e
göre ise, fobik tepki klasik koşullanmadan başka bir şey değildir.
örneğin, köpek fobisi olan bir kimsenin geçmişi İncelendiğinde, küçük
ken kendisini bir köpeğin ısırdığını, hastaneye kaldırılarak kuduz aşısı yapıl
dığını öğreniriz. Hastanede kaldığı süre içinde bu kimseye acı veren çok sayı
da iğne yapılmış ve tadı pek hoş olmayan ilaçlar verilmiştir. Bütün bu olum
suz yaşantılar, köpek ısırmasıyla koşullanmış durumdadu*. Bu nedenle kişi
köpek gördüğü zaman, klasik koşullanmasının etkisi altmda, korkma ve çe
kinme davranışı (fobisi) gösterir.
Saldırganlık davranışıyla ilgili olarak, sık sık saldırganlık davranışında
bulunan bir çocuğu örnek alalım. Bu çocuğun İçinde yetiştiği ortam İncelen
diğinde. Sklnner’e göre şunları bulacağız. Bu çocuk, saldırgan davranmadığı
zaman kimse ona dikkat etmfyor ve kendisinden kuvvetli olan diğer abla ve
abller ona ne ytyecek. ne de c ^ n c a k bırakıyor. Bu ortam İçinde çocuk ancak
saldırganlık davramşıyla bit-şeyler elde edebileceğini öğrenmiş bulunuyor.
Kendi ailesi içinde öğrendiği bu davranışı, diğer ortamlara genelleyerek, ya
şam biçimi olarak sürekli saldırgan davranmaya başlıyor. Freud’un bireyin
doğuştan getirdiği ve Id'in bir parçası olarak gördüğü saldırganlığı. Skinner
diğer öğrenilmiş davranışlardan biri olarak görmüş ve saldırganlık davranı
şıyla. diğer tür davranışlar arasmda hiçbir fark olmadığını belirtmiştir.
Kumar oynayan kişinin, kumar 03 mamaktan kendini alakoyamamasını
Skinner, daha önce 4. Bölüm'de gördüğümüz değişen oranlı pekiştirme kav
ramıyla açıklar. Değişen oranlı pekiştirme ile öğrenen farelerin sürekli klav
y e bastıklarını ve bu davranışın sönmesinin zor olduğunu yapılan deney
lerden biliyoruz. Skinner. kumar oynamaktan kendini alamayan kişilerin, de
ğişen oranlı pekiştirmenin etkisi altında davrandığını ve onlann bu davranı
şıma. deneydeki farenin davranışı arasında esasında bir fark olmadığını sa
vunmuştur. Bu davranışı açıklamak İçin. Freud’un ileri sürdüğü türden göz-
lenemeyen iç süreçlere ve olgulara gitmeye gerek olmadığını söyleyen Skin
ner. bireyin dışında, onun çevresinde olan ve gözlenip ölçülebilen birimlerle
kumar oynama davranışının açıklanabileceğini savunur.
426 İNSAN VE DAVRANIŞI
Bandura'mn Görüşü
Albert Bandura (1977) Sklnner’in söylemiş olduğu klasik ve operan t ko-
şullama kavramlarına İtiraz etmez, ancak insan öğrenmesinin sosyal bir or
tamda oluştuğunu ve çocuklcuın en önemli öğrenme yaşanülanmn başkalan-
nın davranışlarım gözleyerek oluştuğunu savunur. Bandura bu tûr öğrenme
ye gözleme yoluyla öğrenme (observatlonal leaming) adım verir.
Ona göre çocuk öğrendiği davranışı sürekli yapmak zorunda değildir,
hatta davranışın ödüllendirilmesi de gerekmez. Bir kişinin öğrenmesi için ge
rekli yegane koşul, bir başkasını be
lirli bir davranışı yaparken gözleme
sidir. TSrnin çocuklar üzerindeki et
kisiyle ilgili deneyler, Bandura’mn
gözleme yoluyla öğrenme kuramını
destekler sonuçlar vermiştir, özet
olarak şunu söyleyelSliriz: Bandura
kendisinden Önce ileri sürülen öğ
renme kavramlarım sosyal bir or
tam içinde değerlendirir ve en
önemli insan öğrenmesinin başkala-
nnı gözleme yoluyla oluştuğunu sa
vunur. Bu görüşe göre kişilik, baş
kalarının davranışını taklit ve gözle-
R e.lm 12.12 Sosyal öğrenme gözlem , yoluyla ö g «n H n H ş d a v ra n ış la r
olur. örû n tû sû d û r.
Rotter'ın Yaklaşımı
öğrenme kavramlarını kullanarak kişilik kavramına yaklaşan psikolog
lardan biri de Julian Rotter’dır (1972). Rotter’ın kuramına beklenti-değer [esc-
pectancy-value) kuramı adı verüir. Birey belirli bir davranışı, o davranıştan
bir sonuç beklediği İçin yapar, b ir ^ için bu davranıştan elde edeceği sonu
cun bir değeri vardır. Belirli bir durumda beklenti ya da değerden biri çok
düşükse, davranış ortaya çıkmaz.
örneğin, çocuk odasını topladığı zaman kendisine şeker verileceğini bili
yorsa, şekeri elde etmek istediğinde odasını toplar. Çocuğun canı şeker İste
miyorsa, o zaman odayı toplamaz. Örneğin çocuk şekeri istiyor ancak, odayı
toplasa dahi kendisine şeker verilmeyeceğini biliyorsa (düşük beklentisi var
sa) o zaman da odayı toplamaz. Rot ter böylece, kişinin davranışını iki temel
faktöre indirger: (1) Beklenti ve (2) davranıştan elde edeceği sonucun değeri.
Görüldüğü gibi Rotter hem Bandura ile hem de Sklnner’le temel bazı
kavramları paylaşır. Bandura sosyal ortama ve gözlemlemeye önem verir ve
onun sistemi içinde insan algılaması (bilişsel süreçler) önemli yer tutar. Rot-
KİŞİLİK VE KİŞİLİK KURAMLARI 427
Benlik Taklaşımı
Benlik yaklaşım kavramlarının çoğu açık-seçik ve kesin değildir. Ajmca
bu kavramların deneysel olarak araştınimalan da zordur. Ne var ki. kişiliğe
yaklaşma bakımından yine de yararlı bir bakış biçimi oluştururlar. Aşağıda,
benlik yaklaşımmm genel özelliklerinden söz ettikten sonra İki örnek yaklaşı
mı inceleyeceğiz.
iyimser bir Voklaşım : Benlik kuramlannın en belirgin özelliklerinden bi
ri, insan doğasma iyimser bir bakıştır. FYeud insanı iç dürtülerinin elinde sü
rekli itilen bir varlık, öğrenme psikologları ise çevresel koşullann tutsağı ola
rak görür. Buna karşılık benlik kuramcıları, insan doğasının sürekli mutlu
luk aradığma, insanm kendisi ve doğasıyla uyum içinde yaşamak için bilinçli
olarak seçimler yaptığma İnanır. Yaşamdan doyum sağlamanın insanın için
de doğuştan var olduğuna inanırlar. Bu görüş, sürekli çatışma içinde olan
Freud’un insan görüşünden daha iyimser bir görüştür.
428 İNSAN VE DAVRANIŞI
Ma8İow*nn Kuıamı
Daha önce 7. Bölüm'de Maslow'un insan gûdûlenmestyle ilgili kuramını
görmüştük. Maslow’un kuramı çoğu kez kişilik kuramı olarak da algılanır.
Kuramda benlik bilinci önemli bir yer tutar ve bu nedenle yeniden kısaca ha
tırlamakta yarar vardu*.
Tablo 12.1. Maslow’un Kenefini Gerçekleştirmiş bir Kişide Gördüğü Bazı özellikler
Maslow (1971) güdüleri mertebell bir yapı içinde görür ve insanların alt
basamaktaki gereksinmeleri giderir gidermez, üst aşamadaki güdüleri doyur
maya yöneleceğini kabul eder. En sonunda bireyin ulaşacağı en yüksek yer
kendini gerçekleştirme (özgerçekleşürlm) noktasıdır.
Kendini gerçekleştirme, çoğu İnsan için ancak bir anlık bir yaşantıdır, ne
var kİ bazı kimseler daha uzun zaman bu anı yaşayabilirler. Kendini gerçek
leştirmiş bir kişinin bazı özelliklerini Tablo 12.1'de verdik. Maslow tarihte ba
zı önemli liderlerin (Eleanor Roosevelt Albert Einstein. Spinoza. Abraham
Lincoln gibi) kendini gerçekleştirmiş kişiler olduğunu ifade etmiş, üniversite
öğrencileri üzerine yaphğı araştırmalarda, kendini gerçekleştirmiş kişilerin
çok az sayıda olduğunu görmüştür.
8. ÖZET
Kişilik alanınm gelişim, normaldışı. ölçme ve kuramlar gibi değişik alt
bölümleri vardır. Kişiliği blrei^n iç ve dış çevresi ile kurduğu, diğer bireyler
den ayırt edici, tutarb ve yapılaşmış bir ilişki biçimi olarak tanımlayabiliriz.
KİŞİLİK VE KİŞİLİK KURAMLARI 431
FYeud’a göre kişlUğin ûç temel birimi vardır: id, ego ve ûst-ben. Id bireyin
kaba, ilkel ve biyolojik temeline bağlı dürtülerine dayalı, hemen tatmin olmak
isteyen yönünü ifade eder. Ego. Id’in isteklerini gerçeklerin koşullan çerçeve
sinde karşılamaya çabalar. İd akıl, mantık dinlemez, hemen tatmin arar.
Ego, akıl çerçevesinde, makul bir biçimde id'in doyumuna hizmet etmeye ça
balar. Ost-ben, ya da vicdan, bireyin içerikleştirmiş olduğu toplumun ahlâk
kurallannı temsil eder ve doğru ile yanlışm ayırt edicisidir. Freud davranışın
bOyÖk bir kısmmın bilinçaltmda güdülendiğini kabul eder. Bilinçöncesi teri
mi şu anda farkında olmadığımız, farkına varabileceğimiz düşünce ve duygu
lan belirtir. Kişiliğin ûç temel birimi arasmdaki çatışma bireyde kaygı uyan
dırır. Savunma mekanizmalan bu kaygıyı azaltmak İçin egonun kullandığı
tekniklerdir.
Freud çocuğun bazı psikoseksûel aşamalardan geçerek yetişkinlik çağma
ulaştığmı ileri sürmüştür. Bunlar sırcisıyla oral, anal, fallik ve genital aşama
lardır. Her aşama bireyin bedeninin hangi kısmından en çok zevk aldığını
gösterir. Aşamalardan birinde saplanıp kalma, fiksasyon olabilir. Saplanma
lar, belirli bir aşamada, bedenin o kısmma aşın düşkünlükten, veya engel
lenmeden ileri gelebilir.
Ost-ben, erkek çocuklar Ödlpûs kompleksini ve kız çocuklar Elektra
kompleksini hallettikleri zaman gelişmeye başlar. Her iki halde de karşıt
cinsteki ebeveyne duyulan cinsel çekim bastırılmak zorundadır; çocuk aynı
cinsten olan ebeveynle kendisini özdeşleştirmeyi öğrenir.
Freud*un kuramını eleştirenler, kuramın test edilmesinin olanaksız oldu
ğunu. cinsiyete aşın ağırlık verdiğini, nörotik hastalarda yapılan gözlemlere
dayandırılarak geliştirildiğini ve her tûrlû gözlemi kendi içinde yorumlama
potansiyeli olduğundan^ yanlışlarının ispat edilemeyeceğini ifade ederler. Pre-
ud’u takip eden Jung ve Adler onun fîkirleıinden bir derece a3mlmışlardır ve
cinsel güdüden başka güdüleri ön plana almışlardır.
Kişilik özellikleri yaklaşımı bireyin, kişilik boyutlannın üzerinde aldığı pu
anlarla, en iyi şekilde tanımlanabileceğini söyler. Temel kişilik boyutlan psi
kologdan psikologa değişir. Kişiliği beden tipleriyle ilişki halinde görme çabası
sonuç vermemiştir. Kişiliği özellik boyutlan üzerinde temsil etmeye kişilik gö
rünümü adı verilir. Kişilik görünümünü elde etmek için denekler ya kendileri
ni değerlendirirler ya da onlan tanıyan başkaları tarafından değerlendirilirler.
Faktör analizi kişilik özelliklerinin arasında nasıl bir ilişki olduğunu keşfet
mede kullanılan İstatistiksel tekniktir. Faktör analizi hangi özelliklerin birbi
rine ne kadau* benzer veya farklı olduğunu sajnsal olamk ifade eder.
Kişilik özeUiklerl yaklaşımını eleştirenler bireyin davranışının sosyal du
rumlar tarafından belirlendiğini, bireyin her türlü durumda aynı biçimde
davranmadığını ve a3nrıca. bu yaklaşımın bireyin bir bütün olarak görünümü
nü yakalayamadığını, ancak özellik dedikleri parçalara ayırarak yapma bir
görünümünü oluşturduklarını söylemiştir.
Rotter iç merkezli ve dış merkezli denetim olmak üzere iki temel boyut
ileri sürer. İç merkezli denetim özelliğini taşıyanlar kendi yaşamlannı kendi
lerinin denetlediğini, dış merkezli denetim özelliğini taşıyan kişiler ise, dış
güçlerin kendi yaşamlanna yön verdiğini düşünürler. Eysenck İse, içedönük
43 2 İNSAN VE DAVRANIŞI
NORMALDIŞI DAVRANIŞLAR
PSİKOLÖJÎSİ
İD 28
434 İNSAN VE DAVRANIŞI
1. N O R M A L D IŞ IL IĞ IN T A N IM I
2 . N O R M A L D IŞ I D A V R A N IŞ A
P S İK O L O JİK Y A K L A Ş IM L A R
Psikodinamik Taklaşunlor
Daha önceki bölümde de gördüğünüz gibi Freud, bilinçaltına itilmiş gü
dülerin bireyin davranışlannın temelinde yattığını ileri sürer. Bu güdülerden
cinsellik ve saldırganlık en kuvvetli iki faktördür, örneğin, ödipüs kompleksi
içinde buluneuı erkek çocuk babasını ortadan kaldınp annesine sahip olmadç
ister, ancak babasının kendinden kuvvetli olduğunu bilir ve onun kendisini
ortadan kaldıracağından korkar.
Korkunun etkisiyle çocuk annesi ve babasıyla ilgili duygulanm bilinçaltı
na iter. Bu çelişkili duygular çözüme ulaşmadan birey büyür ve yetişkinlik
'ağına ulaşırsa, bu kişinin davranışlannda anormallikler görülebilir. Psfkodi-
amik yaklaşımı kullanan psikologlara göre normaldışı davranışlar, çellşkl-
T ortaya çıkardığı kaygıyı bilinçaltında tutmak için yapılan savunma meka-
malandır.
Bazı düşünürler Freud’un temel yaklaşımını bir yapı olarak kabul etmiş-
ı id. ego ve üst-ben’i kişiliğin temel yapısı olarak görmüşlerdir: ancak,
et ve saldırganlığın en önemli İki güdü olduğu konusunda Freud’dan
ar. Örneğin Haıry Stack Sullivan (1953) ve Karen Homey (1936) cinsl-
laldırganlıktan çok, bireyin en önemli güdüsünün kendine sa3igı gibi
üdüler olduğunu ileri sürerler. Fakat onlar da Freud gibi, kaygınm
arasındaki çelişkiden kaynaklandığını ve savunma mekanizmalan-
' ortadan kaldırmak için bireyin yarattığını kabul ederler.
■nce bahsetmiş olduğumuz Murat. Belkıs ve İbrahim'in davranışla-
namik yaklaşım nasıl açıklar? Murat'la konuşan psikolog, onun
beri ana-babasına kızgın olduğu izlenimini alır, çünkü
îiun okulda hep yüksek not atmasını İstemişler ■>"
■r, yüksek not aldığında İse onu övmüşle—"
dereceler ahp. hiç pekiyi alama—
436 tNSAN VE DAVRANIŞI
Davranışçı Yaklaşımlar
Davramşçı psikologlar normaldışı davranışlann. a3men diğer davranışlar
gibi öğrenilmiş davranışlar olduğunu savunurlar. Normaldışı davranışlaıin
klasik koşullama. edimsel koşullama. sosyal öğrenme kavramlanyla açıkla
nabileceğini ifade ederler. Son zamanlarda bilişsel süreçleri de kullanmaya
başlayan davramşçı yaklaşımlara rastlıyoruz. Örneğin, bilişsel dauranışçı te
reci yaklaşanı (cognitive behavior theraphy approach) adı verilen bir düşü
nüş tarzım benimseyen psikologlar (jRImm ve Masters. 1979; Rimm ve Le-
febvre, 1981; Bandura. Adams. Hardy ve Howell. 1980) bilinçli düşüncenin
normaldışı davranışın gelişiminde ve bu davranışın sürdürülmesinde önemli
rol oynadıgmı ileri sürerler. Şimdi de Murat. Belkıs ve İbrahim'in durumlah-
nı davranışçı yaklaşımın nasıl açıklayacağını kısaca belirtelim:
Davranışçı pslkolo^ara göre Muıat'm lisedeyken en önemli ödülü dersle
rinden pekiyi notunu almaktı. Şimdi bu pekiştiriciden mahrumdur. Duygu
sal çöküntü açıklamalanndan biri, alışılagelmiş ödüllendirmenin bireyin ya
şananda artık bulunmaması şeklindedir (Sanchez ve Lewinsohn. 1980). Üni
versitede ancak orta ve iyi alabilen Murat bu notlan ödüllendirici bulmadı-
ğmdan duygusal çöküntüye düşmektedir.
NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİ 4 37
Varoluşçu-İnsancıl Yaklaşımlar
Varoluşçu-insancıl yaklaşımlar başlığı çok sayıda psikologu kapsar, an
cak. bu psikologlann birbirleriyle ilişkileri o kadar açık seçik, belirgin değil
dir. Bu yaklaşımın temel varsayımı şudun İnsanlar psikolojik gelişim, büyü
me ve sağlıklı denge yönünde davranmaya meyilli olarak doğarlar. Bu eğilime
kendini gerçekleştirme (selT-actualization) veya yalnız gerçekleştirme (actuali
zation) eğilimi adı verilir.
Cari Rogers’ın (Rogers, 1951, 1970, 1980) danışan-merkezli terapi (client
centered theraphy) yaklaşımı, bu insancıl okulun en yaygın olarak kullanıla
nıdır. Fıitz Peris'ın (Peris, 1970) Geştalt yaklaşımı da. insancıl okul yaklaşı-
mmı kabul eden kişilerce, sık sık kullanılır.
Varoluşçu-insancıl yaklaşıma göre birey, arzu ve gereksinmelerini tutark
bir biçimde, kendi psikolojik gelişim ve büyüme yönünde ifade etmek ister.
Bu ifadeler kendini bazen saldırganlık, bazen cinsellik, bazen de bağımsız ol
ma biçiminde gösterir. Ne var ki böyle ifadeler çoğu kez çocuğun çevresince
kabul edilmez ve çocuk değişik biçim ve derecelerde cezalandırılır. Bireyin
sağlıklı bir biçimde büyümesinin engellenmesi, onun temel bazı gereksinme
lerini ve arzulanm inkâr etmesine, onlann farkında olma yeteneğini kaybet
mesine yolaçar.
Murat gerçekte ne istediğinin farkında olmadığı için duygusal çöküntüye
uğrar. Gerçek arzu ve gereksinmelerini inkâr etmeye alıştığmdan, bir süre
sonra onlann farkmda olma yeteneğini kaybeder. Belki de Mutat üniversiteye
gitmek istemez, ama inkâr onun gerçek isteğinin farkına varmasım engeller.
438 İNSAN VE DAVRANIŞI
Biyolojik-Tıbbi Yaklaşımlar
Biyolojik yaklaşımı kabul eden psikologlar normaldışı davramşm teme
linde İki temel faktör ararlar: (1) Genler yoluyla ana-babadan çocuklara ge
çen kalıtımsal faktörler ve (2) beslenme türü, alınan ilaçlar, iklimde meydana
gelen değişiklikler gibi çevresel faktörlerin etkisi. altında bedende meydana
gelen biyokimyasal dengesizlikler.
örneğin, Murat'm duygusal çöküntüsü ya kalıtımsal yolla ana-
babasmdan bir eğilim olarak kendisine geçmiştir, ya da onun İçinde bulun
duğu çevresel koşullar onun bedeninde, özellikle beyninin btyokimyasında.
dengesizlikler yaratmıştır. Bu düşünce Belkıs'ın şizofreni türünden davranı
şını da aynı biçimde, başka bir deyişle ya kahtımsal ya da biyokinıyasal den
gesizlik olarak açıklar. İbrahim'in kaygı nöbetlerinin de biyolojik ve kimyasal
nedenlerle açıklandığım okuyucu kuşkusuz tahmin eder.
Biyolojik nedenlerle açıklamalar yapan psikologlar, belirli araştırmalara
dayanırlar. Duygusal çökûntû/depreşyon ile biyolojik nedenlerin İlişkisi üze
rinde yapılan araştırmaları Özetleyen yayınlar (Rosenthal. 1971; Bertel^n,
Harvald ve Hauge. 1977: Akıskal ve McKlnney, 1975) kalıtımın ve biyokimya
sal dengenin önemli etkenler olduğunu göstermektedir. Böyle araşürmalaTa
şizofreni (Carlson. 1971) ve kaygı konusunda da (Lader, 1967) rastlıyoruz.
Etkileşimsel Yaklaşım
Bütün bu yaklaşımları gördükten sonra modem psikologun etkileşimsel
(Interactive) bir tutum takınması gerekir. Etkileşimsel tutum, insan davranı-
şınm son derece karmaşık bir sistem olduğunu kabul ederek bireyin değişik
faktörlerin etkisi altında davrandığını düşünür. Bu nedenle tekçi görüşü de
ğil. her psikolojik okulun öne sürdüğü temel faktörlerin etkisi olduğunu dü
şünerek açıklamalarım yapar.
Bu görüş psikodinamik görüşün çelişki kavrammı, davranışçı görüşün
öğrenme yaşantılar^la ilglU titizliğini. İnsamn gelişme ve bütünleşme gücünü
vurgulayan varoluşçu görüşün gerçekleşme kavramını ve nihayet kalıtım ve
NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSlKOLCXJlSl 439
3. N O R M A L D IŞ I D A V R A N IŞ IN
T E Ş H İS K A T E G O R İL E R İ
4 . E C A Y G IY L A İL G İL İ B O Z U K L U K L A R
Kaygı Halleri
Kaygı nöbeti İçinde olan kişi sürekli kaygılandığı halde, kaygınm kaynağı-
m göstermekte zorluk çeker. İbrahim'in kaygı nöbeti, böyle kaynağı belirsiz
bir kaygı türüdür. Kaygısı yüksek olan kişiler, kaygı halinin etkisi altında çok
sayıda bedensel ve psikolojik belirtiler geliştirirler. Bu belirtilerden bazılan
aşağıda sıralanmıştın
Kaslann çok gergin olm ası: Kaşlar sürekli çatıktır, kaslar sürekli gergin
dir. KİŞİ gevşeyemez ve gerginlik kaslara bir titreme getirir.
Otonom sinir sisteminin yüksek düzeyde faal olması : Terleme, kalbin
çarpması, avuçlann soğuk olması, baş dönmesi, mide bulanması ve İshal bu
belirtilerden bazdandır. (Otonom sinir sisteminin İşleviyle İlgili olarak 2. Bö-
lüm’e bakınız.)
Tedirgin bekleyiş hali : JJzûlme. kendine ve başkalarına olabilecek kötü
şeyleri düşünmekten kendini alakoyamama hali görülür.
Dikkati toplamada zorluk : Bir iş üzerine dikkati toplamakta zorluk çek
me, çabucak sinirlenme ve uykusuzluk halleri görülür.
Şekil 13.1 Kaygı derecesiyle zor bir konuyu öğrenme arasındaki ilişki.
Kaygının çok düşük olduğu hallerde öğrenme verimli olmamaktadır.
Orta derecedeki kaygı en iyi öğrenme koşulunu oluşturmaktadır. Kaygı
orta derecenin üstüne çıkarak yükseldikçe, öğrenmenin verimi düş
mektedir.
NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSlKOUWlSl 441
Fobiler
Herkesin hem kaygısı, hem de korkusu vardır.
Bu doğaldır. Ne var kİ, korkunun derecesi kişinin
günlük yaşamını aksatacak düzeye erişip onun nor
mal işlevini engellediği zaman doğal olmayan bir du
rum söz konusudur. Bu durumda Jtrfjflerden (phobi-
as) s & ederiz.
Fobilerin en beliren özelliklerinden bir! onlann
kaynağınm bilinçsiz oluşudur. Fobilerin kaynağı,
Freud’un yaklaşımına göre bilinçaltında çözümlen
m e l i çelişkilerdir. Bu çelişkiler çözümlenmedikçe,
yalnız fobinin ortadan kkidınimasma çalışmak ye-
tersik ve anlamsız bir çabadır. Örneğin, zararsız yı-
’a n d ^ korkan bir yetişkin erkeJ n yılan fobisi, Fre-
ıd'cu\ yaklaşıma göre, onun ödipOs konq>leksi so-
ucuıida babasıyla ilişkisinin çözOmleyememiş ol
asından llert gelir. Bu kişi, bilinçaltmda. cinsel or-
nm kaybetmekten korkar. Davranışçı görüşe İna-
ı b ir ilk o lo g h a s t ^ tedavi etse ve yılan korku
dan kurtarsa bile, biünçalbndakl çelişki henüz
mlehmediğl için, kişi kendisine başka bir fob!
Akrofbbl Yükseklik
Agorafobi Açık alan
Ailurofobi Kimiler
Antofobl Çiçekler
Antrofobl İnsanlar
Akuvafobi Su
Astrafdbi Şimşek
Brontofobi Gökgarültüsû
Klostrofobi Kapalı yer
Kinofobl Köpek
Ekulnofobl Atlar
Herpetofobl Kertenkele
Mlzofobl Pislik, bulaşıcıhk
Nlkotofobl Karanlık, gece
Ofldofobİ Yılanlar
Payrofobl Ateş
korku vardır; böyle kimseler toplum İçinde, hatta telefonda bile başkalarıyla
konuşmaktan çekinirler.
Terapistlerin basit ve karmaşık fobiler arasında ayırım yapmasının teme
linde yatan en önemli neden şudun Basit fobiler b ir ^ n günlük yaşamım
pek aksatmaz, buna karşılık karmaşık fobiler b ir ^ n yaşama uyumunu zor
laştırır. Buna ek olarak, basit fobilerin tedavisi daha kolaylıkla gerçekleştiril
diği halde, karmaşık fobiler tedaviye direnç gösterirler. Aynca. bazı karmaşık
fobiler, kaygı nöbetlerde birlikte gelir, işte bu nedenlerle, psikologlar basit
ve karmaşık fobileri biıbirlerlnden ayırt ederler.
Fobilerin kola^ıkla ortadan kalkmayışını psikologlar genellikle şu iki te
mel faktörle açıklarlar:
(1) Belirli bir uyancıdan, örneğin köpekten korkan birey, bu uyancıdan
sürekli kaçmdığından. uyarıcıyla olumlu bir dene3rim geçirmeyi olanaksız kı
lan ilk korku ömür boyu sürer.
(2) Korkuyu devam ettirici diğer bir faktör de. korkulan nesne ya da du
rum yeniden ortaya çıktığında kişinin kendi kendine sürekli olumsuz mesajlar
vermesi ve böylece olumlu bir denorindn gelişmesini önlemesidir, örneğin,
uçaktan korkan kişi, uçağa bindiğinde sürekli kendi kendine "Şimdi uçak dü
şecek ve ben öleceğimi" derse, hiçbir zaman uçakta uçmanm zevkine varamaz.
Olumlu deneyim böyle önlenince, ilk korku kuvvetini koruyarak devam eder.
Yukarıda söylediklerimizden fobilerin tedavi edilemez olduğunu çıkarma-
}rın. Çoğu kimse tedavi sonucu bu davranışlardan kurtulur. Her kişinin özel
durumuna göre gerekli tedavi uygulandığından, genel bir sonuca varmak
yanlış olur.
Obsessif-Kompalsif Bozukluklar
Obsessif-kompalsif (obsessive-compulsive) bozukluklar düşünme ve dav
ranma saplantılarını ifade ederler. Obsesslfblr kişi kafasına takılan bir fikir
den kurtulamaz, fikir kafasında sürekli tekrar eder, bir nevi düşünce saplan
tısı oluşur. Belirli bir şarkıyı hiç istemediğiniz halde sürekli zihninizde tekrar
ettiğiniz anlar oldu mu? Bu durumun aşın derecesi obsessifllğl İfade eder.
Kişi belirli bir davramşı yapmaktan kendini alıkoyamıyorsa ve belirli bir dav-
ramşı yapmaya saplanıp kalmışsa, o kişfye kompalsif adı verilir. Bu ikisi, ya
ni bir d ü ş ü n e ^ veya bir davranışa saplanma çoğu kez birarada ortaya çıkar
ve böyle bozukluklara obsessif-kompalsif bozukluklar adı verilir. Obsessif-
kompalsif bozukluklar genellikle şu üç türde kendini gösterir:
Birinci türden obsessif düşünceye ilk defa anne olan kimselerin bazüa-
nnda rastlanır. Anne küçük bebeğini öldürüvereceğini düşünür ve bu dü
şüncesinden dola3n kendini suçlu hisseder. Bunu kimseye söyleyemez, ancak
444 İNSAN VE DAVRANIŞI
Konversiyon Histerisi
Histeri (hysterla) kelimesini duyduğunuzda büyük bir olasılıkla kendisini
duygulanna kaptırmış, aklın kontrolünden çıkmış bir kişi aklınıza gelir.
Günlük anlamda kelime değişik anlamlarda kullanıldığı halde, psikologlar ye
psikiyatristler bu kelimeyi son derece teknik bir anlamda kullanırlar. Terim
eski Yunanlılar tarafmdan hiç bedensel bozukluğu olmadığı halde bayılan,
sağır olup duymayan ve bedeninde felç durumları gösteren kişiler için kulla
nılmıştır.
Freud böyle kişilerin davranış bozukluklannı konversiyon (biçim değişi
mi/converslon) olarak adlandırmıştır. Ona göre bllinçaltındaki kaygı verici
çatışma biçim değiştirerek kendini bedende gösterir. Bugün çok sayıda psi
kolog Freud'un açıklamasını kabul etmediği halde, yaygın olarak kabul edil
miş olan biçim değlşimi/konverslyon de3rimlni kullanır.
Konversiyon histerisi olan bir kişi fizyolojik ve nörolojik hiçbir neden ol
madığı halde belirli işlevsel yetersizlikler gösterir. Şöyle bir vaka alarak kon
versiyon histerisini örnekleyelim:
PsİkoJenik Ağn
Pslkojenlk ağn konversiyon histerisine benzer, tek farkı duyu organlann-
da bir İşlev bozukluğu yerine, bedenin değişik yerlerinde sürekli bir ağnnın
veya acının olmasıdır. Bedensel ağrının fi2yolojik ve nörolojik olarak nedenini
bulmak olanağı yoktur. Konversiyon histerisinde olduğu gibi psIkoJenik ağn
bireyin yaşamında belirli bir U5rumu sağlar, başka bir deyişle bir işlevi vardır,
örneğin böyle ağn ve acılann tutsağı olan kişi, kendisine kaygı verecek daha
kötü durumlan düşünmekten kurtulun diğer bir başkası, başka türlü göre
mediği ilgi ve sevgiyi bu acılar sayesinde elde eder.
446 in s a n v e DAVRANIŞI
Hlpokondriyasis
Bazı kimseler sürekli sağlıklarından şikayet eder ve her fırsatta doktora
giderler. Her gün bir başka yerleri ağnr, çeşitli hastalıklara yakalanır, bede
nin değişik yerlerinden çeşitli şikayetleri vardır. Bütün Uaçlann İsimlerini bi
lir ve sürekli değişik haplar içerler. Bu kişiler hipökondriyasis (hypochondria
sis) hastalığının belirtilerini gösterirler ve bunlara hipokondriyak adı verilir.
Freud’cu psikologlar, hlpokondrlyaslsl yer değiştirme adı verilen savun
ma mekanizmasına bir örnek olarak alırlar. Onlara göre, blllnçalündakl çö
zülmemiş çelişkiden doğan kaygıyla doğrudan uğraşamayan kişi, bu kaygı
dan kurtulmak için bedensel hastalıklar icat eder. Davranışçı psikologlar İse,
bireyin küçüklükten İtibaren ancak hastalık bahanesiyle kendi üzerine dik
kati çekebildiğini ve bu nedenle hipokondriyak olduklannı ileri sürerler. Öte
yandan varoluşçu psikologlar, davranışçüann dediklerine benzer bir tarzda
düşünürler. Onlara göre, bu kişilerin düşük benlik değerleri vardır ve bun
dan kaçınmak için başkalannın dikkatini ararlar, ilgiyi ancak hastalık baha
nesiyle elde edebileceklerine inanırlar.
Hiperkondriyasis
Hiperkondriyasis (hyperchondrlasis) yukanda anlatılan hlpokondrlya-
sls’In tam tersidir. Çok ender görülen bu davranış bozukluğunu gösteren ki
şiler. hastalık belirtileri ortada olduğu halde doktora gitmezler. Bu kişilerin
çoğu kalp hastalığından, kanserden, böbrek ya da karaciğer iltihaplanmasın
dan ölürler, çünkü daha önceki belirtileri önemsemedikleri için, doktora git
tiklerinde - daha doğrusu doktora götürüldüklerinde - İş işten geçmiş, geç
kalınmıştır. Hipcrkondriyasisin de bireyin yaşamında bir İşlevi \ardin Bu bi
rey ya "bana bir şey olmaz, ben kuvvetliyim” gibi bir benlik bilincini korumak
ister ya da hastalık ihtimali ona kaygı verdiğinden bir kaçınma davranışı içi
ne girer. Hlpokondriak günlük yaşammı aksatan sürekli şikayetlerde bulu
nur, ne var kİ hiç olmazsa sık sık doktora gider ve bir hastalığı varsa tedavi
imkanı arar. Hiperkondriyak'm sonu ise çoğu kez ölümle biter.
6. DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLAR
Psikojenik Amnezi
Amnezi, bellek kaybının tıp dilindeki teknik ismidir. Bireydeki bellek ka
yıplan ya beyinde oluşan bazı organik bozukluklardan ya da psikolojik ne
denlerden oluşur. Psikojenik amnezi (psychogenic amnesia) organik hiçbir
nedeni bulunamayan bellek kaybına verilen isimdir. Psikojenik amnezi genel-
NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSiKOLCXJiSl 447
İlkle seçici bir biçimde oluşur; yani birey belli türden bazı olaylan hatırla
maz, başka türden olaylan hatırlar.
örneğin, Kore'deki Türk birliğinde savaşmış Hallt Çavuş kendi birliğin
den çok sayıda erin öldüğü süngü muharebesini savaştan hemen sonra
unutmuş, olayla ilgili hiçbir şeyi hatırlamaz olmuştur. Hipnoz altında bütün
olayı hatırlayabilmiş ve hatırlarken büyük acı çekmiştir. Sorulduğunda, ken
disinin iyi bir çavuş olmadığını, iyi bir çavuş olsaydı, kendi emrindeki hiç
kimsenin ölmemesi gerektiğini söylemiştir. Hipnoz altında yapılan tedavide,
süngü muharebesinde erlerin şehit olmasının doğal olduğu, kendisinin bun
dan sorumlu olmadığı söylenmiş ve buna inanması sağlanmışbr. Tedaviden
bir süre sonra Hallt Çavuş'un belleği yerine gelmiştir.
7. PSİKOZLAR
Şizofreni
Şizofreni bir grup belirtiye verilen isimdir. Bu hastalığın en belirgin özel
liği bireyin düşünme tarzında bozukluklar göstermesidir. Bu düşünce bozuk-
luklan kendilerini genellikle varsam, halüsinasyon, delûzyon ve tuhaf konuş
ma biçiminde gösterirler. Halüsinasyon gerçekte olmayan şeyleri görmek ve
ya işitmek gibi algı bozukluklarına verilen isimdir. Şizofrenide en sık rastla
nan halüsInasyonlar duyusaldır. Şizofren olan herkes mutlaka halüsinasyon
göstermez: öte yandan, LSD gibi ilaç alan kimseler, şizofren olmadıklan hal
de halüsinasyon deneyimi yaşarlar.
Halüsinasyon sügısal bir bozukluk olduğu halde, delûzyon (sanrı/
deluslon) düşünce ve İnançla ilgilidir. Delüzyonu olan kişiler gerçekte hiçbir
geçerliği olmayan düşüncelere sanki onlar doğruymuş gibi inanırlar.
Şizofrenlerde görülen sanrı kişiyi merkez alır ve kişinin baskı altına alın
dığı (persecution), kişinin mûhteşemliği (grandloslty) ya da bilerek kişinin hak
kının yendiği (reference), dûşûnçelerl şeklinde kendini gösterir. Birey kendisi
nin sürekli takip edildiğini, telefonunun dinlendiğini ve bir gün arabasına
bomba konarak havaya uçurulacağını. böyle kuşkuları uyandıracak hiçbir
neden yokken sürekli söylüyorsa, birey baskı altına alınma sannsı gösterir.
Kendisinin dünyayı kurtarmak için yeniden gelmiş Hazretl Isa olduğunu söy
leyen birisi ise muhteşemlik sannsını göstermektedir. Belediyenin yeni açıl
makta olan yol için evinin bahçesinin bir kısımını almasını, kendisi orada
oturduğu için belediyenin yolu bu güzergâhtan geçirdiği biçiminde yorumla
yan kişi, şizofreninin bir diğer özelliği olan bilerek kişinin haklonı yeme sari-
nsını gösterir.
Şizofrenlerin hepsi sanrı belirtisi göstermezler; aynca, “normal" insanla
rın çoğu bazı zamanlar, bazı konularda, sannya benzer düşünce biçimi gös
terirler.
Konuşma özellikleri şizofrenlerime bazen çok belirgindir, bazen de pek be
lirgin değildir. Şlzofrenlk konuşma mantıksal bir yapı göstermez ve sanki ge
lişigüzel kelimeler rasgele dizilmiş izlenimi verirler. İstanbul Çapa Hastaha-
nesi’nde bir hastanın konuşmasını hatırlıyorum: Hasta '‘Yüzbaşım Eyüp kal
dırımlardaki sineklerin fırıncılarda okuyup boyunlarından asılmasını it oğlu it"
gibi anlaşılmaz sözler söylediğinde, bu cümlenin gerçekten bir cümle olduğu
nu ve kendi bilgisizliğimden dolayı bu cümlenin anlamını çıkaramadığımı
zannetmiştim. Böyle ilişkisiz kelime dizileri şlzofrenlk konuşmanın tipik özel
liğidir.
Duygusal yalınlık (ilattening of aiTect) şlzofrenlk Idmselerln gösterdiği
davranış belirtilerinden biridir. Donuk yüz ifadesi, monoton bir konuşma,
monoton bir duygusallık ve hiçbir heyecan belirtisi olmadan yapılan davra-
NORMALDIŞl DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİ 449
Şizofreni Türleri
Şizofreni, daha önce de söylediğimiz gibi, birbirinden farkh davranış bo
zukluklarını içerir. £n sık gözlenen şizofreni türleri şunlardır:
Dağuuk/dezayanize tp : Dağınık şizofreni (disorganized schlzophrenia)
olan kişilere, günlük yaşamda halk. ‘ Bu adam delirmiş" der. Bu tûr şizofreni
gösteren kişiler tümden kendi İç dOnyalanna kapanmış, dış dünyayla hiçbir
İlişkileri kalmamış kişilerdir. Hastaneye kaldınlmazlarsa çok yaşamazlar.
Kendi kendilerini besleyemezler, giyinme ve yemelerine dikkat edemezler,
davranışlarının hangi ortamda ne arılama geleceğini bilemezler ve en önemli
si diğer kimselerle iletişim kuramazlar.
Katatonik Ccatatonic) tp : Bu tûr şi-
zofremi kendisini özel bir bedensel dav-
ramş türüyle ifade eder. Bu kişiler ya
çok faaldirler ya da heykel gibi donar
kalırlar. Heykel gibi donduklannda
kaslar son derece gergindir ve hiç kıpır
damadan belirli bir durumda saatlerce,
bazen günlerce kalırlar; Bazı hastalar
‘ mum esnekliği" adı verilen donukluk
türü gösterirler, el. kol. ya da bacaklan
belirli bir pozisyona getirildiğinde, geti
rildikleri o pozisyonda kalırlar, ancak,
yeniden başka bir pozisyona konmak
istendiklerinde esnektirler, pek direnç
göstermeden yeni duruma, sanki mum
dan yapılmış gibi, bedenlerini uydurur
lar. Kendilerine dokunulmazsa bırakıl
dıkları son durumda sürekli kalırlar.
Donuk haldeyken hastalar çevrele
rinde olup bitenlerin farkında mı. değil
mi kesin bilinmez. Bazı hastalar sanki Resim 13.3 Bu şizofrenik hasta bu
farkındaymış gibi bazı belirtiler verirler. duruluda saatlerce donar kalır.
İD 2 9
450 İNSAN VE DAVRANIŞI
bazılan ise. hiçbir belirti göstermezler. Hastalar çok faal durumda oldukları
zaman sürekli ve denetim altma alınmayan türden davranış gösterirler. Bu
davranışların çoğu saldırganbk türünden davranışlardır ve çoğu kez çevreye
ve kendilerine zarar verir.
Katatonik şizofreni eskiden daha sık rastlanan bir hastalık tOrûydû. Bu
günlerde sık sık gözlenmemesi son yıUarda gelişen antipsikotik İlaçlarla açık
lanır. Bu ilaçlar hastalığı tedavi etmekten çok. hastalığın belirtilerini ortadan
kaldırır.
Paranoid tip : Paranoid şizofreni}^ diğer türlerden ayıran en önemli özel
lik sanrûı (delusional) düşüncenin bireyin davranışında önemli bir rol oyna
masıdır. Sanniı düşünce bir dereceye kadar diğer şizofrenilerde de olabilir
ama. paranoid şizofrenideki sanrı iyi organize olmuş, düzenli ve tutarlıdır.
Paranoid şizofreni hastalığına sahip kimseler, her konuda normal konuşur ve
normal davranırlar, ancak sanrılarının olduğu konuya gelince, normaldışı
davranışlan kendini göstermeye başlar.
Şizofreninin Nedenleri
Şizofreninin nedenleri kesin olarak bilinmemektedir. Ne var ki, bilim
adamlan bazı faktörlerin şizofreninin oluşumunda önemli rol oynadığmı dû-
NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİ 451
şılaşınca, yaşamlarının İlk ^bek lik yılına, ilk gelişim aşamasına geri döner
ler. İlk bebeklik yılında ego henüz gelişmemiş olduğundan zayıftır.
Pslkoanalltlk yaklaşım böylece kendi içinde tutarlı bir açıklama getirmek
tedir. Ne var kİ, bu tutarlı açıklama, daha önce Pıeud'cu yaklaşımı tartışır
ken s^lediğimiz gibi, kendisini bilimsel araştırma ve gözleme açmaz. Bilim
sel olarak pslkoanalltlk yaklaşımı incelemek, deneysel sonuçlara ulaşmak
olanağı yoktur.
Öğrenmenin Etkisi: Şizofrenin tedavisinde bazı koşullama ilkeleri, hasta-
nm bazı davranışlannm değişmesine yol açmıştır. Örneğin, mantıklı ve tutar-
h konuşma ödûllendlrildlği zaman, hastanın bu tip konuşmasında bir artma
gözlenmiştir (Melchenbaum. 1969). Şizofreniklerin genelde yavaş olan tepki
zamanı ödüllendirme yoluyla artırılmıştır (Salzinger, 1981).
Hastaneye .yatınlan şizofrenlerin hastanedeki davranışlan. kendilerine
“İyi" davranışlarma karşıhk çikolata, sigara veya başka yiyecek ve içeceklerle
değiştirebilecekleri Jeton verilerek bir dereceye kadar denetim altına almmış
ve “fyi" davramşlarda bir artış gözlenmiştir (Paul ve Lentz, 1977), Bu tûr göz
lemler bazı psikologlann şizofreninin aile ortammda öğrenilmiş bir davranış
olduğunu ve yine öğrenme yoluyla tedavi edilebileceğini iddia etmelerine yol
açmıştır.
Bazı psikologlar ise bu görüşü kabul etmezler. Onlara göre, şlzofrenik
davranışlann koşullama yoluyla değiştirilebilmesi, şizofreninin öğrenilmiş bir
hastalık olduğunu kamtlamaz. örneğin, bir hastalık sonucu bacak kaslan
. zayıflayan ve normal yürüyüşünü kaybeden kişi, belirli bir öğrenme programı
sonucu yeniden yürümesini öğrenebilir. Böyle bir gözlem bu kişinin yürüyü
şünü. öğrenme sonucunda kaybettiği anlamına gelmez. Şizofrenide de durum
aynıdır; davranış değişimi, hastalığın temelinde öğrenme yattığını kanıtla
maz. Şlzoftenin gelişiminde öğrenmenin nasıl bir etkisi olduğu henüz doğru
dan gözlenememektedir.
Aile Yapısı ve Aile tlişkileri; Aile içindeki İlişkilerin türü ve çocuğun kü
çüklükten itibaren aile içinde kendini bulduğu etkileşim örüntüsü, onun
benlik bilincini, dünya görüşünü ve diğer insanlarla ilişkisini büyük ölçüde
etkiler. Belirli tür aile ilişkilerinin, o ailenin çocuklannda şizofreni gelişimini
kplaylaştıcdığım. hastalığa yol açtığını savunan psikologlar olmuştur, öm e-
ğta, Ailetl (1955) çocuğun kendini emin hissetmediği kaygı ve kızgınlık ortâ-
mmda şizofreni geliştirmeye yöneldiğini iddia etmiştir. Lidz (1973) şizofrenik
bir aile yapısı olduğunu, bu tip ailenin birbirine düşmanlık hisleriyle doliı
birçok bireyden oluştuğunu ve ana-babadan birinin diğerini tümüyle baskısı
altma aldığını söyler.
Varoluşçu psikologlardan bazılan, bizim şizofreni olarak adlandırdığımız
normaldışı davranışın, çocuğun bulunduğu aile ortamının içinde ele alındi-
ğmda hiç te normaldışı olmadığını, başka bir deyişle o aile ortamı içinde en
İyi uyumu sağlayan davranış olduğunu ifade etmişlerdir (Laing ve Bsterson.
1971). Jacob (1975) bu konu üzerinde yapılan araştırmalan gözden geçirmiş
tir. Onun dikkate aldığı değişkenler çatışma, duygularm ifadesi ve bir ana-
babanm diğerine baskınlığı olmuştur. Bu değişkenler çerçevesinde şizofreni-
NORMALDIŞ! DAVRANIŞ PSlKOLOJİSl 453
İClin geldiği ailelerle normal aileleri karşılaştırdığında. İki grup aile arasında
herhangi anlamlı bir fark bulamamıştır. Jacob’un dikkati çeken yegane bul
gusu şu olmuştur. Şizofrenik kişilerin geldiği ailede iletişim, diğer normal ai-
lelerinklyle karşüaştınldıgında. daha belirsiz ve gerçekle daha az ilişkilidir.
Bu konuda daha açık-seçik bir karara varmak ileride daha kapsamlı araştır
malarla mümkün olacaktır.
Kalttım ve Çevrenin EtkÛeşûni : Bugün şizofreninin nedenleriyle ilgili en
yaygın görüş kalıtım ve çevrenin etkileşimini kabul eden görüştür. Bu görüş,
şizofreninin temelinde kalıtım yoluyla gelen etkenlerin bulunduğunu, ancak
bu etkenlerin şizofreninin ortaya çıkmasma yeterli olmadığmı ifade eder (Me-
ehl. 1962 Zubin ve Spring, 1977). Başka bir deyişle, biyolojik etkenler, .“ge
rekli fakat yetersiz** bir koşulu oluşturur. Genler yoluyla gelen şizofreni po
tansiyelinin ortaya çıkabilmesi için, bireyin bu hastalığa yol açıcı bir çevrenin
olumsuz etkisine maruz kalması gerekir.
Çevrenin olumsuz etkisi stres olarak kendini gösterir, örneğin. A kişisi
şizofreniye yatkm genlerle doğmuştur, fakat son derece sağlıkh bir aile orta
mı içinde bûyûmûş ve yaşamım rahaU stressiz bir ortam içinde geçirmiş ol
duğu için ömrü boyunca şizofreniye yakalanmamıştır. öte yandan aynı gen
yapısına sahip B kişisi düzensiz, sağlıksız bir aile ortamı içinde bûyûmûş,
stresli bir yaşani geçirmiş ve şizofreni hastalığına yakalanmıştır. C kişisinin
genlerinde herhangi bir şizofreni özelliği yoktur ve ne kadar stresli bir du
rumda bulunursa bulunsun, şizofreni hastalığma yakalanmaz.
Şimdi okuyucunun aklına şu soru gelebilin Ne kadar stres bir kimseyi
şizofren yapar? Bu soruya henüz cevap verebilecek durumda değiliz. ÇOnkû
genler yoluyla gelen şizofrenik eğilimin derecesini ölçmek henüz mümkün de
ğildir. Genlerin “şizofren olmaya yatkınhk derecesi" farkh farklarsa, buna
bağh olarak, şizofreniye yol açan stres derecesi de farklı olur.
Şizofreniye İleri derecede yatkmiığı olan bir kişi, en ufak streste hastalığa
yakalanır, yatkınlığı az olan kişi ise birçok stres hallerinde hastalık belirtisi
göstermez. "Ne kadar stres bir kimse3ri şizofren yapar?** Sorusuna cevap vere
bilmek İçin hem genlerin getirdiği şizofrenik eğilimi, hem de çevrenin stres
derecesini ölçebilmemiz gerekir. Psikoloji bilimi bu ölçümleri yapacak olanak
lara hlsnüz ulaşmamıştır.
den nefret ederler, yetersiz kişi olmaktan kurtulup, yeterli bir kişi olacakları
na dair hiçbir ümitleri de yoktur.
örneğin, Veysel aynı sınıftaki Ayten'le duygusal bir İlişki kurmak İster
ama. bir türlü cesaretini toparlayıp onunla konuşamaz. Nihayet bir gün Ay-
ten’l sinemaya davet eder. A)4en o gün sinemaya gidemeyeceğini, teyzesine
gitmesi gerektiğini söyler. Veysel duygusal çöküntüye eğilimli bir kimseyse.
Ayten'in davranışını bir reddetme olarak yorumlar, kendisinin çekici bir kim
se olmadığını ve hiçbir kızın kendine ilgi duymayacağını düşünür ve kendi
kendine kızar. Kızgmbk duygusal çöküntüye dönüşür. Gerçekte Ayten. Vey
sel'e İlgi duyuyor olabilir ve hakikaten teyzesine gitmesi gerektiği için o gün
sinemaya gidememiş olabilir. Ne var kİ Veysel. Ayten'in gerçek duygularını
hiçbir zaman öğrenemeyecektir, çünkü o reddedildiğini düşünerek duygusal
çöküntüye girecek ve bir daha Ayten'le konuşmayacaktır.
Beck'in kuramına dayanılarak geliştirilen tedavi tekniği, hastalarda başa-
nyla kullanılmış ve iyi sonuçlar elde edilmiştir (LaPolnte ve Rimm. 1979:
Rush. Beck. Kovacs ve Hollon, 1977: Rush ve Watkins. 1981). Bu konuyu
kapatmadan son bir gözlemde bulunalım. Gördüğünüz gibi psikolojik açıkla
malardan birçoğu yalnız duygusal çöküntüyü açıklamakla İlgilenmiş, duygu
sal coşkuyu açıklamaya girişmemişlerdir.
his etmek olasıhğı çok kuvvetlidir. Hastalık ilerledikçe birey şizofrenide oldu
ğu gibi paranoid sanrılar göstermeye başlar.
Şizofrenlerden farkh olarak bu kişiler belleklerini bûyOk ölçüde kaybe
derler. Aynca zihinleri sürekli dağınıkbr. şizofrenlerde gözlenen açıklık ve
berraklık yoktur. Psikolojik bozulma artarak zaman içinde devam eder ve ge
nel felç halinin ortaya çıkışmdan ortalama beş sene sonra, hastalığa yakala
nan kişi genellikle ölür. Sifilis hastalığmm tedavisi antibtyotikler sayesinde
bugün bir sorun olmaktan çıkmıştır: erken teşhis konursa hastanın kurtanl-
ması kolaydır.
Korsakoü Psikozu: Sürekli alman bir ilaç veya başka bir kimyasal madde
beyinde zedelenmeye ve işlevsel bozukluğa yol açabilir. Devamlı alkol alan ve
yaşamlannm uzun bir sûresini alkolik olarak geçiren kimselerde Korsakov
psikozu (Korsakoff *s pşychosis) denen ve beynin bozulması nedeniyle ortaya
çıkan bir hastalık görülebilir. Bu hastalığın en göze çarpan belirtisi anterog-
rad bellek kaybı (anterograde amnesia) adı verilen durumdur.
Anterograd bellek kaybına yakalanan kişi yaşamında son zamanlarda yer
alan olayları hatırlayamaz. Örneğin, öğle ya da akşam yemeğinde ne yedi^ni
hatırlayamaz (Butters ve Cermak, 1980). Bu kişiler belleklerinin durumunun
farkında olduklanndan diğer kişilerden saklamaya çalışırlar ve çoğu kez ha-
tırlayamadıklan şeyleri bazı uydurma olaylarla örtbas ederler, öldükten son
ra yapılan otopsiler bu kişilerin beyinlerinde yâygm bozukluklar olduğunu
göstenniştir. Alkolik olmanın derecesi ve sûresiyle anterograd bellek kaybı
nın derecesi arasmda doğrusal bir ilişki bulunmuştur; erken yaştan İtibaren
çok İçen birinde görülen bellek kaybı, az içen birinde görülen bellek kaybın
dan daha fazladır (Butters ve Cermak. 1980).
Korsakov hastalığının ilginç yanlanndan biri; hastanın zekâsının hasta
lıktan etkllenmemesldir. Hastanede yıllarca kalan hasta, akşam yemeğinde
ne verildiğini, doktorunun adını ne olduğunu, hastanenin kantinine nasıl gi
dileceğini hatırlayamaz, fakat kendisine zekâ testi verildiğinde, zekâ bölümü
115 veya daha üstünde bulunabilir. Bu sonucun açıklaması, zekâ testlerinin
genellikle uzun sûre önce öğrenilen bilgileri test etmesinde }ratar. Bu hastala-
nn daha önceki öğrendikleri bilgilerinde bir bozulma veya aksama olmaz, an
cak son anlarda öğrenilen ve yaşanılan hadiseler unutulur.
Korsakov hastalığmm temelinde B vitamini eksikliğinin yattığını' söyleyen
bilim adamlan vardır (Levitt. 1977; Butters ve Cermak. 1980). Bu bilim
adamları, alkoliklerin genellikle gıdalarma ve özellikle vitaminlerine dikkat
etmediklerini, beynin normal çalışması için gerekli olan B vitaminlerini alma
dıklarım ve bunun neticesi olarak da bellek kaybma uğradıklarını savunmuş
lardır.
Bu hipotezi tetkik etmek için Haug (1978) çok sayıda Korsakov hastasım
teker teker incelemiş ve bu hastalann çoğunlukla gıdalanna dikkat etmedik
lerini saptamıştır. Ne var kİ aynı araştırmacı, önemli sayıda bazı Korsakov
hastalarının gıdalarına özen gösterdiklerini ve her gûn vitamin aldıklannı da
saptamıştır. Bu son gözlem kötü gıda almanın ve vitamin eksikliğinin Korsa
kov hastalığmm temelinde bulunduğunu savunan hipotezi çürütmektedir.
NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİ 461
9. PSIKOFIZVOLOJIK BOZUKLUKL\R
Uzun süre devam eden psikolojik durum bedenin işleyişini etkiler, stres
ya da kaygı gibi olumsuz bir duygu bedensel bozukluklara yol açar. Psikolo
jik nedenlerin yol açbğı hastalıklara psikojizyolojik (psychophysiological) veya
psÜcosomatik (psychosomatic) hastalıklar adı verilir. Bu hastahklan histeri
den ayjrt etmek gerekir, histeride bedensel bozukluk yoktur. Psikoflzyolojik
bozukluklarda ise bedensel bozukluk vardır ve tedaviyle hastalık önlenebilir.
Psikosomatik hastalıklardan biri hipertansiyon (hypertension) adı verilen
yüksek kan basıncıdır. Doktor hipertansiyon şikayeti ile gelen hastanm. önce
böbrek fonksiyonlanna bakar. Böbrek fonksiyonlarında hiçbir bozukluk göre
mezse. hastaya değişik sorular sorarak onun yaşamında yüksek stres olup
olmadığını bulmaya çalışır. Psikolojik stresin 3rüksek olduğunu görürse onu
bir psikoterapiste gönderebilir.
Doktorun kişisel eğilimine göre bu kişinin hastalığının teşhisi değişebilir;
kimi doktorlar psikosomatik hastalıkların psikoterapi yoluyla daha iyi tedavi
edileceğine inanırlar, bazılan ise, hastalığın sebebi stres de olsa, ilaç yoluyla
462 İNSAN VE DAVRANIŞI
Alkolizm
Alkolizmin üzerinde durulması gereken önemli değişik yönleri vardır. Her
şeyden önce alkolizm bir toplumun İşgücünü felce uğratarak, o toplumu baş
ka topiumlara el açan duruma düşürebilir. Bu toplumsal yönü ABO'de yapı
lan istatistiklere dayanarak daha iyi belirtebiliriz.
ABO*de yapılan araştırmalar Amerikan toplumunun %75‘inln alkol kul-
landığmı gösterir. Alkol kullanan herkes alkolik değildir, ne var ki bu kişiler
alkolik olmaya her zaman açık bir kapı tutarlar. Nitekim Amerikan toplu-
munda erkeklerin %10*u ve kadınlann %4'û alkoliktir. Son Callup araştırma
sı (1981) yetişkinlerin %22'sinin aile yaşamlarının alkolizmin etkisi altında
bulunduğunu ve alkolün yuvalarına mutsuzluk getirdiğini göstermiştir.
Bu ülkede alkolizm, bir direğe ya da duvara çarpma veya şeritten çıkıp
yuvarlanma gibi tek arabayı İçeren trafik kazalannın %66*sının temelinde ya
tar (Nlven. 1979). Coleman. Burcher ve Carson (1980) İntihar vakalannın
%50'sinln alkolizmle ilgili olduğunu bulmuşlardır. Bazı araştırmacılar (Berry.
Boland. Laxson, Hayler, Slllman, Fine ve Felnsteln) 1974 5alında ABD'de al
kolizmin etkisiyle yılda 24 milyar dolarlık parasal bir kayıp olduğunu hesap
lamışlardır. Araştırmacılar, toplam parasal kaybı şu alt bölümlerde incele
mişlerdir:
Üretim kaybından doğan kayıp 9.35 milyar dolar
Tedavi masraflan 8.29 milyar dolar
«
Trafik kazalarından doğan masraflar 6.4 milyar dolar
Unutmayın kİ bu rakamlar 1974 fiyat endekslerine göre hesaplanmıştın
yukarıda verilen masraflann bugünkü değerleri, bu rakamlann iki katından
yüksektir.
Yukanda ele aldığımız toplumsal yönden sonra, şimdi de davranışı ve
duygulan etkilemesi yönünden alkolü inceleyelim. Araştırmacılar bireyin
davramş ve duygulannm türüyle kandaki alkol düze}d arasında ilişkiyi araş
tırmışlar ve şu sonuçlan elde etmişlerdir. Kandaki alkol düzeyi kişinin kaç
bardak içtiğiyle kesin orantılı değildin çünkü bireyin ağırlığı, İçmeden önce
yediği yiyeceğin türü ve metabolizmasının çalışma tarzı bireyden bireye deği
şir ve kandaki alkol düzeyini etkiler.
Kandaki alkol düze}^ %.05 (binde 5) iken bireydeki etkisi bir rahatlama,
gevşeme ve **huzur duyma” biçiminde oluşur. Bu etkinin altında, alkolün İki
farklı işlevi yatar:
(1) Alkol sédatif bir İlaç olan Vallum ya da Librium almış gibi gevşet (cl,
rahatlatıcı bir etki yapar.
(2) Buna ilave olarak alkol karaciğer tarafından şeker yapısında bir mad
deye dönüştürülerek beden hücrelerinin gıdası olarak kullanabilir. Başka bir
deyişle, alkolden sonra duyduğumuz duygulardan bazıları çikolata, baklava
veya lokum yedikten sonra duyduğumuz duygulara benzer. Bu gıda özelliğin
den dolayı bazı alkolikler sırf alkol içip başka hiçbir şey yemeden günler,
hatta haftalarca güçlerini önemli ölçüde kaybetmeden yaşamlarını sürdürür
ler.
464 İNSAN VE DAVRANIŞI
Alkolizmin Nedenleri
Alkolizmin nedenlerini btyolojik ve psikolojik olarak İki grupta inceleyece
ğiz.
Biyolojik Faktörler: Alkolizmin kalıtımla ilişkisi olduğuna dair destekleyi
ci veriler vardır. Alkoliklerin yakın akrabalanmn %15-25'i alkoliktir. “Normal"
ailelerden gelen kişilerde bu rakam %3'tür (Cotton. 1979). Alkolizmin belirli
aile üyelerinde yaygm olduğu iki biçimde yorumlanabilir; Ya biyolojik faktör,
yani kalıtım alkolizmin nedenidir ya da çocuğun büyüdüğü ailesel çevrede al
kolik kişilerin bulunması yeni yetişenlere kötü örnek olur ve öğrenme yoluyla
alkolizm aile İçinde sürer. Bu İki faktörden hangisinin kuvVetlİ olduğunu bu
labilmek için özdeş ikizler üzerinde yapılan araştırmalara bakılır.
Özdeş ikizler üzerinde yapılan araştırmalar kalıtım faktörünün önemli ol
duğunu gösterir, özdeş ikizlerden biri alkolikse, diğerinin alkolik olma ihti
mali %54*tûr. halbuki özdeş olmayan farklı yiimurta ikizlerinde bu olasılık
İD 30
4 66 İNSAN VE DAVRANIŞI
hemen hemen yan yanya düşer, başka bir deyişle %28*dir (KaiJİ. 1960). Baş
ka bir araştırmacı (Gooc^win. 1979) evlat edinme yoluyla bebekken ev değiş
tiren çocuklar üzerinde inceleme yapmıştır. E^lat edinilen çocuk btyolpjik ba-
basmı görmediği ve onun etkisi altında yetişmediği halde, eğer biyolojik ba
bası alkolikse kendisinin alkolik olma ihtimali %18*dir. Babası alkolik olma
yan ve bebekken evlat edinilen diğer çocuklann ancak %5*i alkolik olmuştur.
Bu rakamlar erkek çocuklar için geçerlldir, kızlar için genetik faktör zayıf,
hatta hemen hemen hiç etkisizdir.
PsOcolofÜc Faktörler: İnsanlar niçin içki içerler? Bu sorunun cevabı ge
nellikle “içki insana rahathk verir, bir sûre günlük gerginlikleri ve dertlerini
unutturur, onun için içki içilir" biçimindedir. Bu görüş deneysel olarak teste
tabi tutulmuştur: Tucker. Vuchinich. Sobell ve Malsto (1980) adındaki dört
araştırmacı, sosyal yaşamlarında normal olarak içen iki grup deneği farklı
stres koşuUanna koymuşlardır.
Gruplardan biri düşük düzeyde stres getiren bir ortama, diğeri ise yük
sek stresli bir ortama konmuştur. Daha sonra her iki gruba İçki içme olanağı
verilmiş ve yüksek stres koşulu altında çalışan grubun, düşük stres koşulu
altında çalışan gruptan dört kat fazla içtiği gözlenmiştir. Fakat stres, elektrik
şokunun kuvvetini yükseltmek olarak tanımlandığı zaman içki içme davranı
şında bir artma gözlenmemiştir.
Bu konuyla İlgili araştırmalar gözden geçirildiğinde şu önemli nokta orta
ya çıkar: Gerçekte stresin derecesi ve stresin ortadan kalkması önemli değil
dir; deneklerin inancı en önemli etkendir. Birey alkolün stresi ortadan kaldı-
racağma inanıyorsa, stresli zamanlarda İçkiye sardır, gerçekte alkolün stresi
ortadan kaldırıp kaldırmaması önemli değildir.
Araştırmaların ortaya çıkardığı önemli bulgulardan biri de erkek ve ka-
dmlar arasındaki farklılıktır; Kadmlan alkolik olmaya iten nedenler, erkekle-
linkinden farklıdır, daha doğrusu kadınlar, erkeklerinkiyle kıyaslandığmda.
daha farklı türden streslere alkolün yardımcı olacağına inanırlar: Duygusal
yönden sıkıntılı anlar, duygusal yalnızlık ve çevrenin değişik beklentilerinden
oluşan sosyal baskı kadmı içki içmeye yöneltir. Ayrıca kadınlar çevredeki kö
tü davranış modellerinden daha fazla etkilenirler. Kız çocuğu, ailesinde ve
yakın çevresinde İçki içen varsa, bu kişiyi örnek alır ve taklit yoluyla İçkiye
başlar. Erkeklerde biyolojik faktörler önemli rol o3naarken, kadınlarda psiko
lojik faktörler daha ön plana geçerler. Araştırmalar şu gerçeği de ortaya koy
muştun Alkolizm üzerinde araştırma yapılan bütün toplumlarda, erkek alkp-
■İlklerin oranı kadın alkoliklerden birkaç defa daha yüksektir. Gelecek bölüm
de tedavi yollannı incelerken alkolizme yeniden döneceğiz.
Teşhir/Egzibisyonİzm
Teşhir (egzibtsyonizm) bözukluğu en sık 18-28 yaşlan arasındaki erkek
lerde gözlenir. Teşhir hastalığı olan erkek, sertleşmiş penisini yolda, tren is
tasyonu gibi kalabahk yerlerde karşıdan gelen bir kabına gösterirken ya bu
sırada, ya da hemen sonra mastürbasyon davranışında bulunur. Bu kişiler
hiçbir zaman kadınlara saldırmazlar ve karşıdaki kadm teşhir sonucunda ne
kadar şoke olur ve tepki gösterirse o kadar hoşlanna gider.
Hastalık hakkında bildiklerimiz polisçe yakalanan teşhlrcilerie yapılan
mülakatlardan gelmektedir (Janda ve Klenke-Hamel. 1980). *TeşhircUer daha
sonra uza tecavüz eden kişier haline gelirler ml7* sorusu psikologları düşün
dürmüştür ve bu konuda uzunlamasına yapılan araştırmalar bu soruya “Ha
yır” cevabını vermiştir. Bu kişiler hiçbir zaman saldırgan duruma geçmezler.
Değişik psikolojik yaklaşımlar bu hastalığın nedenini değişik etkenlerde
aramıştır. Psikoanallttk görüşe göre teşhircilik kastrasypn korkusuna yapılan
bir tepkidir. Bazı psikologlar teşhircllerin erkek olarak kendilerine güvenleri
olmadığmı ve teşhircilik yoluyla, dolaylı olarak kendi erkekliklerini kamtla-
dıklannı söylerler. Bazı öğrenme psikologları kişinin geçmişinde cinsel ödül
lendirilmenin ancak başkalarmı şoke ederek gerçekleştiğini, bu nedenle teş
hir yoluna giderek aynı türden pekiştirme aradıklannı ifade ederler. Hiçbir
yorum biçimi deneysel olarak kanıtlanmış değildir.
İUıtlsosyal KişiUk
Kişilik bozukluklardan üzerinde en sık durulan psikopat (psychopath) ya
da sosyopat (sociopath) adıyla bilinen antisosyal kişiliktir (antisocial persona-
lity). Araştırmalar bu kişilik bozukluğunun 5-6 yaşlarında kendini gösterme
ye başladığını gösterir. Sosyopat tamamıyla bencil, kendi çıkarlannı ve o an
daki zevkinden ve doyumundan başka hiçbir şeyi düşünmeyen bir kişidir,
lilç kimseye bir bağlılık ve sorumluluk göstermez.
Bu kişiler aklına geldiği gibi hareket eden (impulsive) kimselerdir ve en
gellenmeye tahammülleri yoktur, hiçbir kural ve yasa tanımadan hemen ben
cil davranışlannı ortaya koyarlar. Yaptıkları davranışın sonucunda başkala-
rmın ne büyük zararlara girdiği kendilerine gösterildiği zaman, katiyen suç
luluk ve pişmanlık duymazlar, verdikleri cevap “Dûnyanm düzeni bu, büyük
balık küçük balığı yutar; herkes gücünün yetebildiğini kazıklıyor, bende gü
cümün yettiğine vuruyoruml” olur. Bu kişiler çok çabuk sıkılırlar ve sürekli
heyecan ararlar.
Sürekli heyecan arayış onlan tehUkeli davranışlara iter. Gerçek yaşama
dayalı bir TV dizisinde izlediğim şu olayı unutamıyorum: ABD'nIn Florida
eyaletinde 10-14 yaşlan arasmda beş erkek çocuk her hafta bir kediyi yaka
lar, evlerinin ötesindeki ağaçlığa götürüp, beyzbol sopalanyla kediye vurarak
onu .kanlı bir et yığını haline getirirler. Her hafta bir çocuk kediye vurarak
onu öldürme görevini üstlenir.
Daha sonraki haftalann birinde kediyi sopa darbeleriyle parçalayarak öl
düren çocuk, diğerlerine “Ne zevkli değil mi?" derken, kendi aralarında anlaş
mış diğer dört erkek çocuk onun kafasına sopayla vurmaya başlarlar. Sopay
la vurulan çocuk haykırarak kaçmaya çalışır, ancak diğerleri yetişir ve sopa
darbeleriyle, aynı kediye yaptıklan gibi, ona da vurmaya devam ederler. Öl
mekte olan çocuk ancak duyulan bir sesle "Niçin?" sorusunu sorduğunda,
diğerleri yüzlerinde bir gülümseme ile "Çünkü çok zevkli" cevabım verir. Ve
çocuk bir et yigmı haline gelinceye kadar darbelerine devam ederler.
Daha sonra ceset bulunur ve yerel polis işin içinden çıkamadığı için FBI
görev alır. Birçok incelemelerden sonra bu dört erkek çocuk yakalanır ve
mahkemeye çıkarılır. Bütün toplum hayretler içinde kalmıştır, çünkü hiç
kimse bu çocuklardan böyle bir davranışı beklememektedir.
Normal zekâlı psikopatlann önemli özelliklerinden biri kendilerini kolay
lıkla sevdirebilmeleridir. Zekâ derecesi yüksek olan psikopat kolay kolay ya
kalanmaz ve yakalandığı zaman, herkes bu kimseden böyle bir davranışı
beklemediğini ifade eder. Zekâ derecesi düşük olan psikopatlar ise kolayca
bilinirler ve yakalandıkları zaman kimse hayret etmez.
NORMALDIŞÎ DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİ 471
13. Ö Z E T
h ^kel gibi donar kalır. Paranoid şizofrenide gayet iyi organize olmuş bir san
rı dOzenİ vardır. Bu kişiler son derecede zekidirler ve tehlikeli olabilirler. Şi
zofreninin nedenlerini hem aileden gelen kalıtımsal biyolojik faktörlere, hem
de çevredeki stres derecesine bağlamak gerekiyor.
Psikozun ikinci kategorisi şiddetli duygusal bozukluklardır. Duygusal çö-
kûntû/depresyon. duygusal coşku/mani ve bipolar bozukluk/manik-
depresyon bü kategorinin belli başlı tipleridir. Duygusal çöküntü içinde olan
kişiler genellikle durgundurlar ve kendilerinden ve yaşamlannm anlamsızh-
ğmdan sürekli şikayet ederler. Duygusal coşku içinde olan kişiler hiç yerle
rinde duramazlar; hep kendilerini överler ve sürekli neşeli, coşku halindedir
ler. Bazı kişiler önce duygusal coşku, bir süre sonra da çöküntü gösterirler,
bu tür psikozu olan kişilere manik-depressif adı verilir. Duygusal çöküntü
olan kişilerin hepsi intihara teşebbüs etmezler, ne var ki intihar edenlerin
büyük bir yüzdesi duygusal çöküntü içindeyken intihar ederler. Psikozlann
nedenlerine gelince, şizofrenide olduğu gibi, kalıtımın ve öğrenmenin birbirini
■etkileyerek psikozu oluşturduğu kabul edilmektedir. Duygusal çöküntüyü
psikologlar farklı şekillerde açıklamaya çalışırlar; bunlar arasmda ana-
babamn erken yaşta ölmesinin depresyonun ortaya çıkmasında önemli rol
oynadığını söyleyen psikologlar olduğu gibi, öğrenilmiş acizlik, yetersiz pekiş
tirme, düzensiz ve mantıksız düşünme gibi değişkenleri duygusal çöküntü
nün temelinde gören psikologlar da vardır.
Psikolojik bozukluğun temelinde beyindeki bir yara veya İşlev bozukluğu
yer alıyorsa, bu tür bozukluklara organik bozukluklar adı verilir. Organik be
yin bozukluklan İçine beyin zedelenmesi, genel felç hali ve Korsakof psikozu
girer. ^
Zekâ geriliği bireyin değişik sosyal ve eğitimsel ortamlarda yeterince işlev
görememesine verilen addır. Down sendromu (mongollzm) en sık gözlenen ze
kâ geriliğidir.
Psikolojik bir stres durumu bireyin bedeninde bozukluklar orta}ra çıkar
dığında bu tür bozukluklara psikoflzyolojik/psikosomatik hastalıklar adı ve
rilir. Yüksek kan basmcı ve değişik ülser türleri bu hastalıkların en sık gözle
nenleridir.
Alkolizm en sık gözlenen kötü tutkunluktur. Alkolizmin toplumsal ve psi
kolojik yönleri vardır. Alkolik olan kişi ailesini, işini ve nihayet yaşamını kay
beder. Hamile kadın alkol almaya devam ederse, çocuk ya ölü. ya da değişik
sağlık sorunlarıyla doğar. Erkeklerde alkolik olma yönünde kalıtımın önemli
bir rol oynadığı saptanmıştır, kadmlarda ise sosyal çevre ve diğer psikolojik
stresler alkolizmin gelişmesinde önemli bir rol oynar.
Teşhircilik genellikle erkeklerde ortaya çıkar ve en sık 18-28 yaşlan ara
sında gözlenir. Kırk yaşından sonra teşhircilik davranışında bir azalma var
dır. Teşhirciler ırza tecavüz etmezler, saldırgan değildirler.
Irza tecavüz edenler dört kategori içinde toplanır: Saldırgan, amoral, çift
standartlı ve kendi erkekliğinden kuşkulu.
Psikoseksüel tutukluklar cinsel davranışın bazı aşamalarda aksamasın
dan, ket vurulmasından kaynaklanır. Kadınlarda tutukluk, her üç aşamada
da kendini gösterebilir: (1) Cinsel İlişkiye hazırlık, (2) cinsel ilişki süresinde
47 4 İNSAN VE DAVRANIŞI
PSİKOTERAPİ YÖNTEMLERİ
1. Kaç tûr psikoterapi vardır ve bunların birbirlerine benzer ve farklı yönleri neler
dir?
2. Eklektik yaklaşım grup tedavisi ve toplumsal akıl sağlığı yaklaşırrdan karşdastı-
nldıklannda ortaya çıkan benzerlik vefarklılıklar nelerdir?
3. ilaçla davranış tedavisi yapılabilir mi? Nasıl?
4. Geniş kapsamlı iki terapi örneği veriniz.
1. P S İ K O L O J İ K T E R A P İ Y Ö N T E M L E R İ
(•) Bu ifadeyi atom fiziğinde her olay için kullanamayız. “Maddenin yapısı nedir?" so
rusuna modem fizikçiler farklı cevaplar vermektedir ve araştırmalar yapıldıkça, bi
lim adamları arasındaki farklar azalacağı yerde büyümektedir. Fakat çok yüksek
düzeyden kuramsal tartışmalann İşin içine girmediği fizik sorunlarında tartışılan
kavramlar açık-seçik tanımlanmıştır, ölçülebilir ve bu kavramların anlamı bir bi
lim adamından diğerine değişmez.
476 İNSAN VE DAVRANIŞI
çimde anlayan hasta, Freud’cu yaklaşıma göre, artık kontrolü bilinçaltına bı
rakmaz, davranışlarmı bilinç düzeyinde etkiler.
Klasik psikoanaliz yöntemi, hastanm birkaç yılı bulan uzun bir sûre, haf
tada üç veya altı defa terapisti ziyaret etmesini gerektirir. Her ziyaretin uzun
luğu 50-60 dakika arasında değişir. Hasta terapistin odasmda bir divan üze
rine yatar, terapist hastanm göremeyeceği bir şekilde onun başucuna oturur
ve hastânm aklına geldiği şekilde hiç engellenmeden ve ket vurmadan konuş
ması istenir. “Akhna gelenler sana tuhaf, saçma, çocuksu, anlamsız gelebilir.
Bazıları seni üzer, bazıları güldürür. Türü ne olursa olsun, aklına gelenleri
hiç ket vurmadan olduğu gibi bana söylemen gerekir." diye terapist hastasını
uyanr.
Bu sürece serbest çagnşun (free association) adı verilir. Serbest çağrışım
da bir düşünce başka bir düşünceyi U3randırırsa. başka bir de>dşle çağrışım
yaparsa, akla gelen o düşüncenin söylenmesi gerekir. Psikoanalist. serbest
çagnşımın bireyin bllinçaltındaki çelişkilerine ulaşmanın en etkin yolu oldu
ğuna inanır. Terapinin başlarmda hastanın davranışlan tuhaftır ve hasta ko
lay kolay kendini açmaz. Fakat zamanla terapiste güvenmeye başlayan ve
onu inanabileceği biri olarak kabul eden hasta, daha rahat olarak serbest
çağnşımda bulunmaya başlar.
Konuşmanın çoğunluğunu hasta yapar ama. terapist hastanın söyledik
lerini sürekli yorumlar. Bu yorumlar (interpretatlons), serbest çağrışım gibi,
psikoanalitik terapinin en önemli araçlanndan biridir. Terapist yorumunu,
hastanm söylediklerini Frcud’un kişilik anlayışı çerçevesinde inceleyerek ya
par. Bu anlayış içinde cinsellik ve saldırganlık önemli yer tuttuğundan, has
tanm söylediklerini bu yönde yorumlama egUiml vardır.
T: Dûn gece kötü bir rüya gördüğünü söyledin. Bu rüyanı bana anlat.
H: Aynı rüyayı birçok kere gördüm. Yine askerlik yapıyordum ve takıma katıhp
tekmile yetişmek istiyordum, ama bir türlü elbiselerimi giyemiyordum. Neti
cede üzerimde hiç elbise olmadan takıma katılıp, tekmile çıktım.
T: Çıplakken sana kötülük yapmaları daha kolay değil ml?
H: Bilmem. Daha önce de söylediğim gibi, ben askerliği severim. Askerlik be
nim yaşamımın en rahat devrelerinden biriydi.
T; Fakat kendini sana kolayca zarar gelebilecek bir durumda buldun.
H: Zarar gelebilecek bir durum demeyeceğim. Kendimi biraz tuhaf, ya da yeter
siz hissettim.
T: rTeraplst hastanm davranışını direnme olarak yorumlar.) Kendini kolayca
zarar gelebilecek bir durumda görmek seni korkutuyor mu?
H: Söylediğim hiçbir şeyi olduğu gibi kabul edemez misin? Hep beni eleştirir
sin. Söylediğim her şeyin altında neden başka bir anlam ararsın bilmem?
T; Söylediklerini, eleştirmem babanın davranışını mı hatırlatıyor? IBu noktada
terapist hastanm transferans/aktanm İçinde bulunduğunu düşünür. Başka
bir deyişle hasta terapisti babasının yerine koymuştur.)
H: Vallahi bilemiyorum.... Belki de öyle. Bu rüyayı sık sık görürdüm. Fakat
sana gelmeye başladıktan sonra Ük defa gördüm. Bu ne anlama geliyor?
T: '‘Ordu* kelimesine serbest çağnşımda bulun. . . . aklına geleni söylel
H: (Uzun süre hasta sessiz kalır. Terapist bunu hastanın direnci, savunması
olarak yorumlar.) Zihnim bomboş.. . . Peki. Kudret. Aklıma gelen bu. Kud
ret.
T: Devam et.
H: Kudret . . . . bilmediğim bir nedenden dolayı bu benim aklıma cezalandır
mayı getiriyor.
T: Kudret cezalandırma anlamına mı geliyor? Devam et.
H: Herhalde bu iki kelimeyi eş anlamda görüyorum. Ama. herkes bu Ikl keli
meyi a3mı anlamda görmez ml?
T: önemli olan kelimelerin sana ne anlama geldiğidir.
H: Bunu ben de biliyorum. Kudret........ceza.. . . Yine tıkandım kaldım.
T: (Uzun bir sessizlikten sonra) Beni ilk ziyaretinde babanı nasıl tanımladığım
hatırlıyor musun? Küçük bir çocukken babanı nasıl görürdün?
H: Biraz düşüneyim. — Onu kuvvetli ve çok çalışkan biri olarak görürdüm.
T: Başka?
H: Daha başka........kudretli. Şu İşe bak. gerçekten o kelimeyi kullandıml
T: Ve?
PSİKOTERAPİ YÖNTEMLERİ 479
Vaıolıışça-İnsancıl Terapi
Daha önceki bölümde de sö^ediğimiz gibi ^varoluşçu-lnsancıl” (existenti
al-humanistic) psikoloji tek bir psikologun görüşünü temsil etmez: birbirle-
riyle pek sıkı ilişkisi olmayan, bazı yönlerden birbirlerinden oldukça farklı gö
rüşleri içerir. Bu görüşü temsil eden psikologların aralanndaki ortak yönler
şunlardın Kendini gerçekleştirmeyi, psikolojik gelişmenin temelinde görürler.
Bireyin şu andaki öznel yaşantısına ve bu yaşantının ne kadar farkında oldu
ğuna önem verirler. Bireyin her zaman bir seçim 3raparak belirli bir duygu,
düşünce, konuşma ve davranış gösterdiğine, bu nedenle, insanların duygu,
düşünce, konuşma ve davranışlanndan yalnız kendilerinin sorumlu oldukla-
nna İnanırlar.
Burada kullandığımız ‘‘insancıl*' kelimesi özel bir anlam taşır. Bu psiko
loglar, insanı, hayvanın daha gelişmiş, daha karmaşık bir uzantısı olarâk
görmezler. Onlara göre, insanlarla hayvanlar arasında büyük fark vardır ve
psikoterapistler, bu farkı bilerek insana yaldaşmalıdır. Terapistler, kendileri
ne davranışsal sorunlarından dolayı baş vuran kişiye yaklaşımlanıjda, bir İh
sanla ilişki kurduklannm ve kendilerinin de bir insan olduklarının farkında
olmalıdır. Her şeyi bilen bir “yan-tanrı" veya bir teknisyen olarak hareket et
memelidir. Aşağıda, bu okulu temsil eden iki yaklaşımı ele alacağız: Cari Ro-
gers’ın danışan-merkezli terapisi ve Fritz Peris'in Gestalt terapisi
Danışan-MerkezU (client-centered) Terapi: Carl Rogers 1942‘de bastırdığı
Danışmanlık ve Psikoterapi adlı kitabıyla görüşlerini ortaya koymuştur. Bu
görüşler ^m an İçinde büyük kabul görmüş ve ABD'deki psikoterapistler ara
sında geniş bir biçimde yayılmıştır. Bu geniş kabul ve yayılmanın nedenlerin
den biri Garl Rogers’ın insanların temelde “iyi" olduklanna ve "sürekli gelişe
rek, kendilerini gerçekleştirmek" istemelerine inanmasıdır. Rogers "hasta"
tabirini kullanmaz, "danışan" ve “danışman" kavramlarını kullamr.
Bu tür düşünce, pslkoanalitik yaklaşımdan farklıdır. Freud'cu yaklaşım,
kişinin psikopatoloji gösterdiğini baştan kabul eder ve onu "hastalıktan kur-
PSİKOTERAPİ YÖNTEMLERİ 481
Resim 14.2, Cari Rogers (gözlüklü) bir terapi grubunda etkileşime oianaK
sağlıyor.
cuk kendi duygu ve isteklerinin farkına varmadığı sûrece çevresiyle kendi İs
tekleri arasmdaki çelişkinin de farkına varamaz.
Bu nedenle çoğu kişi kendi istek ve duygularının ^farkına varmamayı öğ
renir.” Kendi istek ve duygularından gittikçe kopan birey, kendi kendisiyle
iletişimden uzaklaşır ve iç dûnyasmı. kendine özgü istek ve dürtülerini ken
dine kapatır. ”Farkına varmamayı öğrenen” kişinin yaptıklarıyla, başka bir
deyişle davranışlarıyla iç dünyasındaki İstek ve dürtüleri arasında tutarsız
lık. ahenksizlik oluşur. Rogers'ın psikoterapisi iç dünya ile davranış arasın
daki bu tutarsızbg] ortadan kaldırmaya yönelik bir psikolojik yaklaşımdır.
Ş ^ le bir temel soru sorarak Rogera'm ve Freud'un verecekleri cevaplan
karşılaştıralım: "Çocuk ne yaparsa yapsm çevreden sürekli destek ve anlayış
görürse, bu çocuğun gelişbnl ne yönde olur?" Bu soruya Freud'cu psikolog,
çocuğun psikopatolojik bili olarak gelişeceği yönünde cevap verir. Çûnkû, ço
cuğun id’I, onun yapmak istediği şeyleri belirler ve çocuk id’inin her istediği
ni yapabileceği bir ortamda, toplumun ahlaksal kurallanm temsil eden bir
vicdan, başka bir deyişle sağlıklı bir ûst-ben geliştiremez. Böyle yetişen bir
kişi hiç sorumluluk duymadan, sürekli bencilce davranır. Daha önceki tartış
malarımızdan hatırlayacağınız gibi böyle biri, psikopat veya sosyopat tanımı
na uyar.
Rogers. yukandaki somya çocuğun davranışı ve çocuğun *beni” arasında
bir ayrım yaparak cevap verir. Çocuğun davranışı blçimlendirilmeli. gerekirse
cezalandınlmalıdır. fakat çocuğun "beni.” her tûrlû koşulda sevilmeli ve sa
yılmalıdır. "Yaptığın bu davranış kötû, bu davranışını onaylamyorum. Ama.
seni seviyorum ve senin içinde getirdiğin gelişim potansiyeline büyük saygım
varl” mesajı verilmelidir çocuğa.
Bu tür bir ortamda büyüyen kişi kendine güveni olan, kendi iç dünyası
nın bilincinde, dengeli, iyi iletişim kurabilen biri olarak yetişecektir. Rogers.
her insanm içinde bulunan kendini gerçekleştirme eğilimini, yapıcı ve olumlu
bir kudret olarak kabul eder. Bu eğilimin serbestçe gelişmesine izin Yerildi-
ğlnde. birey daha sevecen, daha yardımcı, daha hoşgörülü ve başkalannm
içinde bulunduğu duruma duyarlı bir kişi olarak gelişir.
Varöluşçu‘insancd Terapi: Rogers (1957) terapistin üç temel özelliğe sa
hip olmasını gerekli görür. Bu özelliklerin başında danışana koşulsuz saygı
(unconditlonal positive regard) göstermek gelir. Terapist kendisine yardım al
mak için gelen kişiyi sorunu, cinsiyeti. ırkı, dili, dini ne olursa olsun sevmeli,
saymabdır. Koşulsuz saygı iki temel sonuca götürür;
(1) Terapistin kendini koşulsuz olarak sayıp, sevdiğini zamanla anlayan
kişi, yani danışan, terapistin yanında kendini tamamıyla özgür hisser ve İçin
den geçenleri hiç saklama gereksinmesi duymadan olduğu gibi paylaşır.
(2) Danışan, terapistin bu tutumunun neticesinde kendine olan saygısını
kazanarak, kendisinin normal, sevgi ve saygıya değer bir kimse olduğunu dü
şünmeye başlar.
Terapistte olması gereken ikinci özellik, onun danışana empatOc anlayış
Cempathic understanding) göstermesidir. Empatik anlayış, terapistin kendini
danışanm yerine koyup, onun yaşamını, bütün aynalılarıyla sanki danışan-
pslKOTER?«’! Yöntemler! 48 3
D: Evet, öyle. Şu anda geldiğimden daha İyi hissediyorum. Çok daha İyiyim.
T: Sanki üzerinden bir dag kalktı, sıkıntından kurtulmuş gibi hissediyorsun.
D; Evet, zannediyorum öyle oldu. Biliyor musun, sen hiç benim patronuma
benzemiyorsun.
T: Bunu kompliman olanak mı kabul edeyim, bilemiyorum, (ikisi de güler.) Fa
kat, nasıl farklQom? Daha doğrusu, senin patronun benden nasıl farklı?
Resim 14.3 Fritz Peris (sağdaki) Esalen'deki bir seansta sorununu anlatan bir
Kişiyi dikkatle dinliyor.
kiendi sorumluluğu altmda hareket eden blıl değildir. Bir robot gibi bildikleri
ni aynen tekrar etmenin ötesine geçemez. Şöyle bir örnek vererek, farkında
olmanın bireyin yaşamında oynadığı rolü belirtelim:
kendi İşlerinin sahibi olmalannı istiyorum. Ama beni dinleyen yok. Beni din
lemedikleri için de sinirleniyorumP der.
Bu cümlenin sonunda terapist, onu karşıdaki boş sandalyeye oturtur ve
.“Şimdi sen oğullanndan birisin. Karşında baban oturuyor. Onun ne dediğini
işittin, şimdi ona cevap ver“ talimatını verir. Abdûlkadlr Sûren bu sandalyeye
oturarak, oğlunun ağzından konuşmaya başlar. “S^^lemesi kolay. O kadar
kolay olsaydı, sen niye işadamı olmadın. İşadamı olacak kişinin girişken ol
ması gerekir. Biz girişken değiliz. Girişken yetiştirilmedik. Her şe}r{mLz baba
korkusuyla yapıldı. Şimdi birden bire emirle değişebileceğimizi mi zannedi
yorsun?“
Bu anda terapist onu daha önceki ilk “baba“ sandalyesine oturtur ve
“Oğlunun söylediğini işittin, şimdi ona cevap ver“ der. Bu sandalye değişimi
defalarca tekrar edilerek sürer. Böylece danışan, ilişki içinde bulunduğu kişi
nin nasıl bir görüş içinde olabileceğini anlamaya başlar.
Geştalt psikologlanmn uyguladıkları tekniklerden bir başkası da şiddeti-
ni arttırma tekniğidir. Terapist bir duygunun, bir davranışın, bir düşüncenin,
şiddetinin arttırılarak, abartılarak tekrar ifadesini ister danışandan, örneğin,
Peris’ın uygulamalarmdan birinde danışan karısından her zaman övgüyle
bahsetmiştir; ancak ne zaman karısından bahsetse parmaklarım avucunun
içine doğru büker. Danışana bu davranış açıklanıp “parmaklarını İyice kapa,
yumruk yap ve içinden gelen duygu3oı abartarak söyle“ talimatı verildiğinde,
danışan “Allah kahretsin, karımın herkesin içinde beni sürekli aşağılamasın
da bıktım" demiştir.
Geştalt terapi, danışanın belirli bir sorununu çözmeye yönelmez. Kişinin,
içinde ve dışında kendini etkileyen düşünce, duygu, olay, nesne ve kişilerin
farkına varmayı öğrenmesi Geştalt terapinin amacıdır. Bu öğrenme tam an
lamıyla yer alınca terapi son bulur. Çünkü, bu aşamaya ulaşmış bir kişinin
kendi sorunlannın farkına varıp, çözüm yollarını kendisinin bulabileceği ka
bul edilir.
Davraıuşçi Terapi
Davranışçı terapi birbirinden farklı teknikleri kapsar. Bu tekniklerin al
tında yatan temel anla}nş öğrenme ilke ve süreçlerinin davranış bozukluğunu
ortadan kaldırmaya yeteceğidir. Öğrenme kavramlannı kullanarak kişinin şi
kayetçi olduğu davranış bozukluğunu gidermeyi amaçlayan bu teknikler de
ğişik adlar alırlar. Bu bölümde en bilinen ve kullanılan sistematik duyarsız
laştırma. kendine güvenli davranım eğitimi, edimsel koşullama ve itici
uyancılara koşullama tekniklerini gözden geçireceğiz.
Daha önce gözden geçirdiğimiz psikoanalistçi, danışan-merkezli ve Ges
talt yaklaşımlar kişinin davranış bozukluklannın temelinde yatan psikolojik
nedenlere yönelmişler, bu düzeyde bir tedavİ3rl amaçlamışlardır. Onlara göre,
kişinin temeldeki süreçleri sağlıklı duruma gelince davranış sorunu kendili
ğinden ortadan kalkar.
Davranışçı terapi davranışa yönelir, temeldeki sorunların ne olduğuyla il
gilenmez. Davranıştaki bozuklukları öğrenme, kavram ve süreçleriyle ortadan
490 İNSAN VE DAVRANIŞI
davranışı, örneğin aşın alkol içmeyi, ortadan kaldınp, istenen bir başka dav
ranışı. örneğin spor yapmayı, bireye öğretmeyi amaçlar. İstenmeyen davranı
şın temelinde yatan psikolojik tarihçe ve kişilik bozukluklan üzerinde durul
maz. İlgilenilen, davranış bozukluğunun kendisidir.
Davranışçı terapinin bir tek kurucusu yoktur. Birçok psikolog bu terapi
nin ortaya çıkmasma katkıda bulunmuştur. Bunlardan psikolog B.F.Skinner
(1953) ve pslkiyatrlst Joseph Wolpe (1958, 1973, 1979) en önde gelenlerden
dir. Skinner edimsel koşullama kavram ve İlkelerini,
Wolpe kendine güvenli davranma eğitim tekniğini geliş
tirmiştir. Albert Bandura ve meslektaşları (1969, 1975)
sosyal öğrenme, taklit yoluyla öğrenme ilkelerini geliş
tirmişler ve bunu davranış terapisine uygulamışlardır.
Albert Ellis ve meslektaşları (1962; 1963; ve 1977)
bilişsel psikoloji kavramlarıyla davranışçı psikoloji kav
ramlannı kaynaştırarak bilişsel davranış terapisi (cog-
nltive behavlor theraphy) adı altında bir yaklaşım geliş
tirmişlerdir. Bu son yandaşım davranışçı psikologleirca
sürekli eleştiriye uğradığı halde, bir terapi tekniği ola- Resim 14.6
rak yaygın bir biçimde uygulanır. Albert Ellis.
Sistematik Duyarsızlaştırma
Sistematik duyarsızlaştırma (systematic desensitizatlon) tekniği eri sık fo
bilerin etkisini azaltma ya da ortadan kaldırmada kullanılır. İki önemli aşa
ması vardır: önce bireye vücudunu bilinçli olarak nasıl gevşetip, rahat edebi
leceği öğretilir. İkinci aşamada, b ir^de korku uyandıran durumlann bir
listesi yapılır ve en fazla korkulandan en az korkulan duruma göre bu liste
bir sıralamaya konur. Tedavi, bireyin en az korktuğu, kaygılandığı durumu
hayalinde Ccinlandınp, bu hayal kafasında canhyken, kendini gevşetip, rahat
lamayı başarmasıyla başlar ve listedeki daha korkutucu durumlar sırayla ele
alınarak devam eder.
Listedeki bütün bu durumlarda birey gevşemesini becerebilince tedavi
amacına ulaşmış sayılır. Bu tekniğin kurucusu olan Wolpe (1958) ölüm kor
kusu olan bir hastasından, korku uyandıran durumlar olarak şu listeyi elde
etmiştin
İlk kocasının tabuta konması
Bir ölünün mezara konması
Mezann kazılmasını görmek
Genç bilinin kalp hastalığından öldüğü haberini okumak
Mezarlık yakınından geçmek
492 İNSAN VE DAVRANIŞI
iv:---.
Kendİıü^^metim
Bireyin dkvranışinm başkalah tar^ıhdan ödûllehdiHlmesİ yeHne, blre^^
kendisinin vereceği ödûlleiıielerle denetim altına alınabileceği düşüncesi, bazı
davranışçı psikoto-apistler arasında gittikçe yaygınlaşan bir kanaattir. Bu
akıma kendtnl-denettm (self-control) pslkblbjlsl adı verilir (Mahoney ve Thbre-
sen, 1974: Rimm ve Masters. 1979). Bireylerin kendi kendilerine verdiklcii
ödüllerle, istenilen davranışlar artar, İstenmeyen davranışlar oltadan kalkar.
Kendini denetim yöntemi sigara içme, oburluk, kekeleme, fazla içki içme
ve kötü çalışma alışkanlıklarını ortadan kaldırmada kullanılmıştır, örneğin
siz çalışma tarzınızdan memnun değilsiniz ve bu davranışınızı geliştirmek İsti
yorsunuz. Terapist sizinle oturup çalışma alışkanlıklarınızın hangilerinden
memnun olmadığmızı tespit eder, gerçekçi ve makul bir plan içinde yeni çalış
ma tarzınızda gerekil davranışları size açıklar, örneğin, önceleri çalışma orta-
mmızı hiç hazırlamadan hemen çalışmaya başladığınızı ve bu nedenle ctrah-
nızdaki gûrûltÛ ve konuşmalardan sOrekli rahatsız olduğunuzu düşünelim.
Terapist sizin olanaklannız çerçevesinde nasıl sakin bir yer bulabileceği
nizi ve adım adım bir düzeni izleyerek, istediğiniz amaca nasıl varabileceğini
zi size gösterir, istediğiniz amaç, anlayarak ve özet çıkararak her ay bir bilim
sel kitap okumak olsun. Bu amaç gerçekleşince, terapist sizin kendi
kendinizi ödüllendirmenizi ister, örneğin. Bursa döner kebabını seviyorsu
nuz, ne var ki öğrenci olduğunuz için paranız yeterli değil, sık sık kebapçıya
gidemiyorsunuz. Terapist, paranızı biriktirmenizi ve amacınızı gerçekleştirin
ce, kebapçıya giderek kendinizi ödûllemenizi ister.
Bu tekniğin daha önceki edimsel koşullama tekniklerinden yegane farkı,
hangi tûr ödülü kullanacağınızı ve hangi davranışlann ödüllendirileceğini,
başkalarının yerine, sizin belirlemenizdir.
İD 3 2
4 98 İNSAN VE DAVRANIŞI
Bu son nokta, başka bir deyişle insan davranışlannı sıkı denetim altma
alınmış çevresel koşullarda terapiye sokma, davranışçılan rahatsız etmez.
Onlar, bireyin istese de. istemese de sürekli çevrenin denetimi altında oldu
ğunu varsaydıklanndan. kendilerinin yeni birşey yapmadıklarına inamrlar.
Yapılan, çevresel uyancılara tepki olarak kişinin daha önce öğrendiği uyum
suz davranışlann yerine, yeniden öğrenme yoliıyla. uyumlu yeni davranışla-
nn konmasıdır. Gördüğün öz gibi, yukarıda tartıştığımız "insan nediı?” soru-
suna verilen farklı cevaplar, son tartışmanm altmda kendini gösterir.
Davranışçı terapist, "Biz nasıl olsa sürekli çevre tarafından kontrol ediliyo
ruz. terapist bunu daha bilinçli yapıyor, arada hiç fark yokl" derken, kritik
ler. ‘ İnsan fare değildir, kullandığın terapi onun duygu, düşünce ve seçim öz
gürlüğünü hesaba katmalıdır!” der.
2. ÜÇ TEMEL PSİKOLOJİK
YAKLAŞIMIN KARŞILAŞTIRILMASI
Btyolqfticfaktörlerin
(anatomi, koktun,
hormonlarf önemi Kuvvetli Zayıf, orta kuvvette Zayıf, orta küvette
Seçrrte özgürlüğü/
D etem tnU m * Çok determlnlslik Özgür seçtpı Çok determlnlsUk
Çocukbik yaşanttstrun
önemi Çok Anemll Zayıf, orta kuvvette Zayıf
"IŞtmdt v e bıırada'nın
önemi Zayıf, orta kuvvette Çok önemli Orta kuvvetli
H aatab^ tyt e tm e /
K işiyi geUştirme Hastayı İyi etme Kişiyi geliştirme öğrenme anlamın
da gelişme
(*) Detcmıinizm (dcternılnlsm) doğadaki her olayın bir nedeni olduğunu, bütün olaylann mekanik
bir biçimde nedensel diziler içinde açıklanabileceğini kabul eden düşünüş biçimine verilen ad
dır. Determlnisük tabiri, determinizm gfirüşünü kabul eden kişi ya da kuramlar İçin kullanılır.
50 0 İNSAN VE DAVRANIŞI
Eklektik Yaklaşım
Şimdiye kadarki tartışmalarımızda psikoterapinln pslkoanallUk, varoluş-
çu-lnsancıl ve davranışçı olmak üzere üç temel yaklaşımını gözden geçirdik.
Terapistlerle konuşma olanağınız olsa ve onlara "Hangi psikoterapi yaklaşı-
mmı uyguluyorsunuz?" sorusunu yöneltseniz, büyük bir çoğunluğu “Ben be-
pslKOTEKAPt Yö n t e m l e r i 501
llrll bir yönteme bagh değilim, her yaklaşımdan faydalanırım." biçiminde ce
vaplar. Bu cevap, eklektik bir yaklaşımı gösterir. Eklektik yaklaşum uygula
yan psikologlar, her yaklaşımdan, tedavi olan kişinin davranış sorununun
tflrüne göre, gerektiğince yararlanmak isterler. Onlar terapi yöntemini değil,
tedavi olan kişinin gereksinmesini ön planda tutarlar.
Eklektik tutumu benimsemeyen, belirli bir terapi yöntemini uygulayan
psikoterapistler kendilerini şu biçimde savunurlar: “Belirli bir terapi yönte
mini gereğince öğrenme büyük bir r^man yatırımı ister. Bir terapist ancak
bir yöntemde yeterii derecede beceri kazanabilir, değişik terapi yöntemlerinde
aynı derecede uzmanlaşmak olanaksızdır. Eklektik yolu seçen terapistler, iyi
ce bilmedikleri, anlamadıklan yöntemleri hastaîanna uygulamak durumun
da kalırlar ve bu hasta İçin yararlı sonuç vermeyebilir." Böyle tartışmalar ol-
masma rağmen çoğu terapist eklektik yolu izlemektedir.
Crup Tedavisi
Pslkoteraplde son otuz yılda görülen en önemli gelişme grup tedavisi ala
nında olmuştur. 1950Terden önce psikoanalitiK yaklaşımın grup yapısına uy
durulmuş bir türü, sık olmasa da, kullanılırdı. Moreno'nun (1934) ortaya
koyduğu psikodrama (psychodrama) yöntemi grup için de kullanıldı. Psikod-
rama. bireylerin kendileri için önemli duygusal tonu olan 3Faşantılan, grup
İçinde sahnelemesine denir. Böylece. bireyin bu duygusal olayın altında ya
tan nedenler hakkında bîr içgörü kazanabileceği varsayılır. Bugün grup tera
pisi denildiğinde, grup içinde yer alan her tür terapi anlaşılır. Grup terapisi
nin değişik türleri vardır, en yaygın olarak bilinenleri şunlardır: Pslkoanalitik
terapi, danışan merkezli terapi. Geştalt terapi. T-grupları, etkileşim gruplan
(encounter groups), davranış terapisi.
Yalom (1970) grup terapisinin temelinde yatan ve bu tür terapiyi yaygın-
laşüran nedenleri şu şekilde sıralar:
(1) Grup terapisine katılan bireyler, yalnız kendilerinin değil birçok kim
senin somnlan olduğunu anlayarak, kendi sorunlamıa doğal bir olay olarak
bakma olanağına ulaşırlar.
(2) Grup üyeleri birbirlerine yardımcı olarak, kendi aiie ve günlük toplum
ortammda bulamadıldan desteği ve yakınlığı sağlarlar.
(3) Bireyler birbirlerine güvenmeyi başarırlar ve bu güven duygusuna da
yak açık iletişim kurarak, birbirlerini nasıl etkilediklerini öğrenirier ve yeni
so^ al davranış becerileri kazanırlar.
1(4) Günlük yaşam sorunlannm getirdiği gerginlik ve stresi paylaşabile
cekleri bir destek ortamı oluştururlar.
örüp terapisine yön veren psikoterapik yaklaşım türüne bağlı olarak 3tu-
tandaki nedenlerden biri diğerlerine kıyasla daha büyük bir ağırlık taşıyabl-
k. Örneğin, pslkoanalitik yaklaşım, grubu “aile" olarak tanımlayıp, blllnç-
Itma itilmiş duygulan ve kaygılan bilinç düzeyine çıkarmaya öncelik verir,
aroluşçu-insancıl yaklaşım, ^aıp içinde yaşantıların paylaşılması, blreyle-
n birbirine destek olarak onların benllk-değerlerini yüceltmelerine önem ve-
502 İNSAN VE, DAVRANIŞI
Grup yöneticisi iyi eğitilmişse, bu kişilerin grup İçinde fazla baskı altına alın-
masını önleyebilir.
Okuyucuya burada yapılan uyan şudur: Herhangi bir grup etkileşimine
kişisel gelişim ya da psikoterapi amac^rla girmeden önce, sizin grubunuzu
yönetecek kişinin eğitim ve mesleksel yetişimiyle ilgili bilgiler edinin ve daha
soma gruba katılıp katılmamaya karar verin.
Davranışçılann en sık kullandığı grup kendine gûuenU davranış eğitim
gruplandır (group asserttve traininğ). Kendine güvenli davranışı öğrenmek ve
kendi günlük yaşammda kullanmak isteyen birey bu tûr gruplardan, tek ba<
şına terapiye girmekten daha fazla yararlanır. Grup üyeleri birbirlerine hem
destekleyici, hem de yapıcı eleştiriler sunar.
3. BİYOLOJİK YAKLAŞIMLAR
İlaçla Tedavi
İlaçlan üç grupta toplayarak kısaca gözden geçireceğiz: (1) Antipsikotik
ilaçlar. (2) duygusal çöküntü ve mani hallerinin tedavisinde kullanılan lla çl^
ve (3) kaygı ilaçlan, gevşeticiler ve hipnoz ilaçlan. Antipsikotik ilaçlarla ince
lememize başlayalım.
PSİKOTERAPİ Yö n t e m l e r i 505
Bedensel Tedavi
Bedene uygulanan biyolojik tedavileri iki grupta toplayabiliriz: (1) Elekt-
rokonvulslf terapi ve (2) psikolojik ameliyat (pslkocerrahl). İlkinin hemen he
men hiçbir bilimsel temeli yoktur, İkincisi beyin anatomisindeki bilgilerin
ilerlemesine dayanılarak ortaya atılmıştır.
(1) Elektrokonuuls\f Terapi: Beyinde, saralı kimselerin nöbet hallerindeki
durum yaratılırsa, şizofrenik hastaların iyileşeceği kanaati psikiyatrisüer
arasında bir ara yaygındı. Bu kanaatin temelinde şöyle }ranlış bir gözlem bu
lunur: Sara nöbeti gösteren kişilerde şi
zofreni hastalığı gözlenmez. Demek ki. sa
ra nöbeti anında beyinde oluşan sinirsel
süreçler şizofreninin ortaya çıkmasını en
gellemektedir. Bu gözlem ve bu gözleme
dayanılarak yapılan akıl yürütme gerçeğe
uymadığı ve bilimsel hiçbir temeli olmadı
ğı halde, şok tedavisinin altında yatan te
mel nedendir.
önceleri insülin şokuyla nöbet halleri
yaratılmış, daha sonra uygulaması daha
tabili
Resim 14.11 Elektrik şoku için hazıria-
nan bir hasta.
kolay ve az zaman alan elektrik şoku yay
gın hale gelmiştir. InsûUn şoku bol mik
tarda insülin enjekte edilerek kandaki şe
kerin birdenbire düşmesi sonucu kişinin
komaya girmesi ve daha sonra şeker veri
lerek komadan çıkması biçiminde yapılır.
PSİKOTERAPİ YÖNTEMLERİ 507
Elektrik şoku İse dûşûk amperli yüksek voltajlı bir akımı birkaç saniye bire
yin' her iki alın şakağına uygulayarak gerçekleştirilir.
Bireye önce kaslannı gevşetici bir ilaç verilir, daha sonra bir masa üzerine
yatırılır, her iki şakağına elektrotlar konur ve birkaç saniye İçin düşük amper-
11 akım geçirilir. Hastanm kendisi herhangi bir acı hissetmez, fakat dışarıdan
bakıldığında, hastanm vücudunun gerildlğl ve nöbet sarsıntılan geçirdiği gö
rülür. Hoş bir görünüm değildir. Fakat bu tür şok, özellikle derin duygusal
çöküntü içinde bulunan kişilerde kısa süreli iyi neticeler vermektedir.
Derin çöküntü içinde hastaneye gelen kişi, birkaç hatla sûreyle elektrik
şok tedavisi gördükten sonra depresyondan kurtulup psikolojik terapiye ha
zır hale gelebilir. Şok tedavisi, kalp hastahgı geçiren kişilere genellikle uygu
lanmaz. Şok uygulandıktan sonra hastanın belleği tam anlamıyla yerinde de
ğildir, ancak İki saat sonra hasta normal zihin faaliyetlerine başlayabilir.
Ender de olsa bazı kimseler, elektrik şoku uygulandıktan sonra belleklerini
tümüyle kaybetmişlerdir.
Birçok psikiyatrist şok yerine ilaç kullanmayı tercih eder. Fakat İlacın et
kisi kendini geç gösterdiğinden, hemen etkinlik gerektiren bazı vakalarda,
elektrik şoku kullanıbr. Elektrik şokunun ne gibi bir nörokimyasal süreç so
nucu etkinlik gösterdiği bilimsel olarak henüz bilinmemektedir.
(2) Psikolojik Ameliyat (Psychosurgery): Herhangi bir beyin ameliyatı psi
kolojik rahatsızlığı gidermek için yapılıyorsa buna, psikolojik ameliyat adı ve
rilir. Bu ameliyatlardan en eski ikisi ön beyinde uygulanan lokotoml (leuco-
tomy) ve lobotomi Oobotomy) olup İlk olarak Portekizli beyin operatörü
Antonio Egas Moniz tarafından 1930*larda kullanılmıştır (Chorover. 1974).
Daha sonraki ameliyatlar hastalarm daha sakinleşip, eskisi kadar saldırgan
ve tedirgin olmadıklarını ortaya koymuştur. Fakat bu ameliyatın yan etkileri
vardır.
Hastaların çoğıi^ duygulannı tümüyle kaybetmişler ve hiçbir şeye aldır
maz hale gelmişlerdir. Bazı hastaların karar verme yeteneği ortadan kalkmış
ve yaratıcı hiçbir düşünce gösterememişlerdir. Daha sonra saldırgan ve tedir
gin hastalara yardımcı olacak ilaçlann gelişmesi ve böyle be3dn ameliyatlan-
nın yan etkilerinin gittikçe yaygm biçimde gözlenmesi sonucu, ameltyatlar-
dan vazgeçilmiştir.
Bugün a3mntılı olarak ve daha duyarh aletlerle yapılan başka psikolojik
ameliyatlar vardır. Manik-depressif ve aşın kaygılı kimselere singülotomi (cin-
gulotomy) uygulanır. Aşın faal ve saldırgan çocuklara amlgdalatoml (amygda-
latomy) başarıyla uygulanır. Psikolojik ameliyatlar oldukça tartışmalı bir ko
nudur. Bu ameliyatlara karşı tavır genellikle olumsuzdur.
toplumunda yer alan iki vaka aşağıda örnek olarak verilmiştir (Houston. Bee
ve Rimm. 1983. p. 665-667).
i. Ö m ek: Mary S.. Orgazma Ulaşamayan Kadın:
Maıy aile doktoru tarafından psikoterapiye yönlendirilmiştir. En be
lirgin şikayeti cinsel İlişki anında hiç orgazma ulaşamamaktır. Ancak yal
nızken mastürbasyon sırasında orgazma ulaşabilmektedir. Bedensel her
hangi bir bozukluk bulunamamıştır.
Maıy S. yedi yıldır evlidir ve İki çocuğu vardır. Kocasının ara sıra
baskın ve bencil olduğunu söylemekle beraber, evliliğinin genellikle iyi ol
duğunu belirtir. Çocukları uyumlu çocuklar olarak yetişmektedir, ancak
Maıy "mükemmel bir anne" olmadığı için bazen suçluluk duyduğunu İfa
de etmiştir.
Maıy’nln esas terapisti Dr. C İlk ûç seansı onu tanımaya a3armıştır. Tera
pinin İlk başlarında kendisine cinsel İlişkiden bir sûre uzak durması söylen
miştir. Maıy ûç temel konuca gerginlik duyduğunu ifade eden Cinsel yakınlık
veya ilişki anmda, çocuklannı kötü davranışlarından dolayı cezalandınrken
ve kocasının baskın ve bencil olduğu zamanlarda. Dördüncü ve beşinci se
anslar, gerginlik anında nasıl gevşeyip rahatlayacağını öğretmeye ayrılmıştır.
Hatırlıyacagınız gibi bu davranışsal terapi tekniğidir. Diğer yandan sos3ral hiz
met uzmanı ve psikiyatrist. Mary'nin kocasıyla konuşmuş ve ona da bir sûre
cinsel ilişkiden uzak kalması söylenmiştir.
Altıncı, yedinci ve sekizinci seanslar Maı^nln benlik bilincini güçlendire
cek tekniklere aynlıhıştır. Böylece Maıy kendi kendini aşağılatıcı değil, değer
lendirici bir biçimde konuşmasını ve davranmasını öğrenmeye başlamıştır,
ûmegin, "Hiç orgazma ulaşmasam da. ben değerli bir İnsanım. Orgazm ol
mak güzel bir şey. ama benim değerime bir katkısı olmadığı gibi, bir eksiklik
de getirmez." Bu tûr yaklaşım Albert Ellis'in bilişsel terapi anlayışından kay
naklanır. önceleri geıgin durumlarda gevşemek ve kendiyle ilgili olumlu dü
şünmek zor gelmiştir, ancak zamanla Mary bu becerileri kazanmış ve hemen
kolaylıkla uygulamaya başlamıştır.
Dokuzuncu, onuncu ve onbirinci seanslar kendine güvenli davramş eğiti
mine ayrılmıştır. Bildiğiniz gibi bu davranışçı bir yaklaşımdır. Maıy kendine
güvenli davranışı hem kocasının baskın ve bencil olduğu zamanlarda, heıiı
de çocuklannı eğitirken kullanır. Dr. C.. Maıy'nln kendi duygulannı anla
makta zorluk çektiğini görünce. Geştalt terapisi * nln boş sandalye egzersizini
önermiş ve Maiy'nin gerçek duygulannı anlamasına yardımcı olmuştur. Kö-
casıyla etkileşim kurarken saldırgan değil, anlayış ve empati ile İletişim kur
ması istenir. Bu tûr iletişimin gelişmesinde danışman merkezli terapi en ya
rarlıdır. Daha sonraki beş seansta Mary ve kocası beraberce terapiye alınmış
ve Masters ve Johnson'm (1970) geliştirmiş olduğu cinsel terapiye konmuş
tur. Temelde davranışsal bir yaklaşım olan bu terapi adım adım İlerleyen cin
sel yakınlaşma programı geliştirir.
Terapi altı seans daha devam etmiştir. Bu serinin sonunda Mary cinsel
ilişkilerinin %75*inde orgazma ulaşır ve orgazma ulaşamadığı anlarda da pek
gergin değildir. Ekliliğinin kendi beklentilerinin üstünde bir İyileşme gösterdi
ğini söyler. Çocuklarıyla uğraşırken daha etkin olduğunu hisseder. Bir sene
PSİKOTERAPİ YÖNTEMLERİ 509
sonra yapılan soruşturmada Mary ve kocası terapiden elde edilen iyi sonuçla-
rm halen devam ettiğini söylemişlerdir.
kûn değildir. Bu konuda yapılan araştıımalar. daha açık seçik olarak hangi
terapi öğesinin nasıl ve ne derecede etkin olduğunu, bûyûk bir olasılıkla bize
gösterecektir.
5. ÖZET
SOSTAL PSİKOLOJİ
İD 33
51 4 İNSAN VE DAVRANIŞI
1, S O S Y A L P S İ K O L O J İ N İ N K O N U S U
Yükleme Kuramı
Fritz Helder (1958) yükleme kurammın kavramlarını ortaya atan İlk psi
kologlardan bilidir. İnsanın kendisini ve çevresini anlama İsteği, onu yükle
me süreçlerini kullanmaya yöneltir. Yabancı iki kişi karşılaştığında, her biri
diğerinin davranış ve sözlerinin arkasında }ratan temel nedenleri anlamak is
ter; bu İstek karşıdaklyle ilgili algısal süreçlerde önemli rol oynar.
Yukanda sözünü ettiğimiz öğrenci toplantısmda “kimin gerçekten çalış
maya istekli, kimin kaytancı türden olduğunu" nasıl anlayabildiniz? Sizin
bu tür kararlara varmanıza yükleme süreçleri neden olmuştur. "Belirli bir
amacı geliştirmek için ben. böyle bir durumda şu şekilde hareket ederim"
varsayımından hareketle, o tür davranışa yakın bir davranışı gösteren kimse
ye belirli bir "amaç" atfedersiniz. Yine bu tür yükleme süreçlerini kullanarak,
“bazı erkek öğrencilerin, gruptaki kız öğrencileri etkilemek İçin belirli bir özel
çaba içine girdiklerini... kiminin arkadaş canlısı, kiminin kendini beğenmiş
olduğunu tahmin ediyorsunuz,“"
Temel Yükleme Süreci: Kişisel Özelliğe ya da Duruma Dayalı Açıklamalar:
Fritz Helder (1958), )rükleme süreçlerinin temelinde, insanlann davranışları
nın altında )ratan nedenleri anlama İsteğinin yattığmı söyler. Bir İnsanm dav
ranışı, ya o kişiye ait özelliklerden ya da o kişinin içinde bulunduğu koşullar
5 1 6. İNSAN VE DAVRANIŞI
dan kaynaklanır. Sizden alnnş olduğu borç parayı zamanında ödemeyen kişi
ya sözünde durmayan, borcuna sadık olmayan biri olduğu için (kişiye ait
özeUik) ya da bir trafik kazası sonucu başına gelen önemli olayların etkisi al-
tmda (çevre koşulu) size borcunu ödeyememiştir. Kişisel özellikler sonucu
oluşan davramşlar. kişisel özelliğe dayalı yükleme (dlspositlonal attribution)
süreçlerini, çevre koşullan sonucu oluşan davranışlar durumdaki koşullara
dayalı }rükleme (situational attribuüon) süreçlerini ort^ra çıkarır. Başkalan-
nm davranışlarmın nedenleri hakkmda kararlar verirken davranışm hangi
yönlerine bakılır? Bu konuda değişik araştırmalar yapılmıştır. Kelley bu ko
nuda araştırma yapan psikologlann başmda gelir (Kelley 1967; 1980; Kelley
ve Mlchela. 1980). Tablo 15.1’de Kelley*nln bulgulan özetlenmiştir.
Bir kimsenin davranışıyla ilgili karar verirken İlk baktığımız şey. bu dav
ramşm her gün rastlanan olağan davranış mı. yoksa ender görülen davranış
lardan biri mİ olduğudur. Jones ve Davis (1965) araştırmalarında, ender
rastlanan davranışlarm, o davranışlar kişi tarafından İstenerek, seçilerek ya
pılıyorsa. o kişi hakkmda daha fazla bilgi verdiğini göstermiştir. Kişi bu dav
ranışı yapmaya zorlanmışsa, ya da kişiyi bu ender davranışma sürükleyen
bazı durumsal koşullar varsa, o zaman davranışı yapan kişi hakkmda daha
az bilgi ediniriz.
SOSYAL p s ik o l o j i 517
ömete olarak şöyle bir durumu ele alalım: Daha önce birblrlertyle hiç ta-
mşmamış olan Hulki ve Zerrin okul bahçesinde göz göze geldiklerinde. Hulki
Zerrin'e göz kırptı. Zerrin de bu davranışından dolayı Hulkl*yi kızlarla arası
iyi olan, haiif çapkın biri olarak yorumladı. Yukanida geçen olayda Hulki iste
yerek göz kııpmışsa. Zenln’in yorumu dogm olacak^. Fakat. Hulki sadece
tiki olduğu için o anda göz kırpmışsa, bu davranışı Zéirin'i onun kişiliği hak-
kmda karar verirken yanıltmış olacaktır.
Bir kimsenin davramşı hakkmda karar verirken baktığımız ikinci yön. o
kişinin ne kadar tutarlı (consistent) davrandığidır. tutarlı davranışlar benzer
durumlarda tekrar tekrar ortaya çıkar, örneğin. Müjdat müzik dinlerken hep
sesi sonuna kadar açar. Vahit ise bazı günler 3rûksek bazı günlerse alçak ses
le müzik dinler. Müjdat'ın davranışı tutarlı, Vahit'inki İse tutarsızdır. Bir
kimsenin davranışıyla ilgili karar verirken baktığımız ûçûncû yön davramşm
ayırt-edld (discriminating) olup olmadığıdır. Yalnız belirli bir durumda çıkan
davramş (duruma özgû/situation specUlc) ayırt-edicidir. Değişik birçok du
rumda çıkan davranışın ise ayırt-ediciligi düşüktür, örneğin. Celal herkese
güler yüz ve nezaketle davrandığı halde, psikoloji öğretmeniyle etkileşiminde
son derece sinirli, küstah ve kaba bir tavır ortaya koyar. Celal'in psikoloji öğ
retmeniyle ilişkisi duruma-özgû olduğundan, ortaya çıkan davranış ayırt-
edlcidir.
Kelley şu öneride bulunmuştur: Bir kimsenin davranışı olağan bir davra
mş değilse (başka bir de3rişle seyrekse), tutarlıysa ve değişik durumlarda
kendini gösteriyorsa, bu davranışm temelinde kişiye ait bir özellik yatügma
karar verilir. Diğer 3randan. davranış tutarsızsa ve duruma-özgû biçimde or
taya çıkıyorsa, davranışın temelinde durumsal koşullann bulunduğu düşü
nülür.
örneğin, bir kız öğrenci okula sürekli son derece pahalı giysilerle gelir.
Bu öğrenci okul dışmda da pahalı elbiseler giyer. Bu durumda, kişinin zen
gin ve pahalı elbiseler giymekten hoşlanan bir kimse olduğu düşünülür, öte
yandañ. bu kimse ancak Çarşamba gûnkû derslere şık giyinerek gelir ve di
ğer zamanlarda, diğer öğrenciler gibi rahat bir okul kıyafeti giyerse, o zaman,
Çarşamba gûnkû dersle ilgili'bir nedenle giyinişi açıklanır. Belki de o sınıfa
gelen bir kişi, ya da o smıftan çıktıktan sonra buluştuğu bir kişi, öğrencinin
giyiminin nedenidir, öğrenci. Çarşamba günleri okuldan sonra çalışıyor ola
bilir ve iş için böyle giyinmek ihtiyacım du3rmuş olabilir.
Kelley. yukarıda verilen davranış boyutlanndan tutariılıgm (consistençy),
diğer iki boyuta göre daha bûyûk bir ağırbk taşıdığını ileri sürer. Kelle/in bu
hipotezi araştırma bulgulannca desteklenmiştir. Davranışın ender veya ola
ğan olması o kişi hakkmda bildiğimiz bilgilerin çerçevesi içinde değerlendiri
lir. Bir öğrenci psikoloji sınavlannda smıfta sürekli en yüksek not alan ûç ki
şiden biridir. Bu öğrencinin psikoloji derslerinde yüksek not alma davranışı,
bûtûn bir smıf göz önüne almdığmda ender bir davranıştır. Ne var ki. siz bu
öğrencinin ana-babasının psikoloji alanmda doktora yaptıklarını ve bu öğ
r e n c i küçüklükten beri sürekli olarak çalışmaya teşvik ettiklerini biliyorsu
nuz. Bu bilginin çerçevesi içinde, öğrencinin yüksek notunu, onun içinde bu
lunduğu aile ortamıyla açıklayabilirsiniz. Bu aile ortamı hakkında hiçbir
518 İNSAN V E DAVRANIŞI
FAFCrÖR A Ç IK L A M A / Ö R N E K
rlne göre İnanılır olan kaynak, başka birine göre inanılır olmayabilir. Başka
bir deyişle, konuyu seçerken dinleyicinin kimi inanılır kaynak olarak kabul
edeceğini düşünmek gerekir.
İnanırbga İlave olarak, tartışılan konunun her İki yönünü, yani hem leh
te hem de aleyhte savunularını vermek de önemlidir. Konuşucunun tutumu
na yakm bir tutum içinde iseler, dinleyicilere tartışmanm 3ralnız bir yönünü
vermek daha etkin olur. Dinleyiciler, konuşucunun temel tutumundan farklı
bir tutum İçinde iseler, o zaman tartışmanın her iki yönünü vermekte fayda
vardır. Tartışmanın her iki yönünü veren kişiyi dinleyiciler daha dürüst bir
kişi olarak algılar; böylece konuşanın inanılırlıgı artar. Fakat hangi strateji
nin kullanılacağına. dinle3dcinin başlangıç tutumu bilinmeden karar verile
mez. Baştan karar vermede konuşacak kişi zorluk çeker.
Gözönüne alınması gereken üçüncü bir husus şudur: Dinleyicinin ilgi
lendiği konularda etkin olabilmek için iyi hazırlanarak, tutarlı ve ayrıntılı bir
konuşma yapmak gerekir. Konuşan iyi hazırlanmaz ve konuştuğu konuyu tyi
takdim edemezse, dinleyicinin tutumunda istenilenin aksi yönünde bir değiş
me olur.
Şöyle bir örnekle açıklayalım: Türkiye’de doktorlar uzak köylere sağlık
hizmeti götürmeye dönük bir program öneriliyor ve staja başlayan tıp öğren
cilerinin gönüllü olarak bu programa katılmaları isteniyor. Bu amaçla Türki
ye çapında bir çağrı yapılarak tıp öğrencileri Ankara'da bir toplantıya çagnlı-
yor. İlgilendikleri için toplantıya 400'ün üstünde tıp stajyeri katılıyor. Bu
toplantıda iyi hazırlanmış, bütün aynntıları düşünülmüş bir konuşma yapı
lırsa. stajyerlerin büyük çoğunluğu programa katılır. Pek düşünsel içeriği ol
mayan. birçok sorulan cevaplamayan, hazırlıksız bir konuşma yapılırsa, staj
yerlerin programa olan İlgileri olumsuz yönde etkilenir ve bu programa ilerde
ilgi göstermezler.
CönûUû. (voluntarji Tutum Değişmesi: Tutumun davranışsal yönü değiş
tirilirse. bilişsel yönün zaman içinde davranışa uyacak biçimde değiştiğini,
araştırmalar göstermiştir, örneğin. "A" ideolojisini benimsemiş bir öğrenci
grubu, kasaba lisesinden üniversiteye yeni gelmiş Hasan'ı aralanna almak is
terler. Hasan dindar bir aile ortammdan gelmektedir ve “A" ideolojisini be-
nimsememektedlr. Ne var kİ yeni üniversite ortamında yalnızdır ve aynca pa
ra bakımından sıkıntı içindedir. İlk başta “A" grubuna katılması doğrudan
istenirse Hasan hemen reddeder, ö le yandan onun “A" grubunun çay ve pik
nik gibi ideolojik olmayan sosyal toplantılarına katılması sağlanabilirse, za
man İçinde “A" grubuna karşı olan duygu ve düşüncesi olumlu yönde değişir.
Bu tür tutum değişmesi ilk olarak tanınmış psikolog Festinger (1957) ta-
rafmdan önerilmiştir. Onun kuramına bilişsel çelişki (bilişsel tutarsızlık/
cognitive dissonance) adı verilir. Fesünger, temel varsajrım olarak her insanm
duygu, düşünce ve davranışı arasında bir denge aradığını, bu denge olmadığı
zaman ortaya çıkan çelişkinin kişiyi rahatsız ettiğini düşünür. Bu bilişsel çe
lişki. Festinger'e göre, insanın sürekli düşünme, araştırma ve değişmesinin
temelinde yatan ana güdüdür. Çelişki giderildikten sonra bilişsel uyum olu
şur ve bireyin o konudaki gerginliği ortadan kalkarak, huzura kavuşur.
524 İNSAN VE DAVRANIŞI
(*) Türkiye'de sigara tutkunluğuna karşı bilimsel bir çaba gösteren kişilerden biri Fı
rat Üniversitesi Halk Sağlığı Anabillm Dab Başkanı Prof. Dr. Erol Sezer'dir. Dr. Se-
zer'in aıaşbrmalan Türk doktorlannın yüzde 47'sinin sigara İçtiğini göstermekte
dir. Hasta muayene ederken sigara İçen hekimlerin oranı yüzde 56'dır. Bir
hekimin sigara içmesi ve bu .davramşı hastalannm yamnda sürdürmesi, bilgi ve
davramş arasında îutarlüık bekleyen psikolojik kurama ters düşmektedir. Bu göz
lemin hem bilimsel hem de kültürel açıdan ilginç dogurgulan olduğu kamsındayız.
Ne var ki. bu konudaki tartışmalara genel ders kitabı niteliğindeki bu kitapta yer
verem^eceğlz." (Bkz. Sezer, E.. 1992)
SOSYAL PSİKOLOJİ 525
ylci bir yeri olmalıdır. Bu İki özellik biraraya geldiğinde önemli tutum değiş
meleri ortaya çıkar.
Ttiiumlar ve Davranış : Tutumlann bilişsel yönü İle davranışsal yönü
arasmda gerçekten bir tutarlılık var mı? Yalan söylemenin kötü olduğunu
söyleyen ana-baba, çocuklanna ara sıra yalan söylemez mİ? Fakire, acize
yardım et diyen dindar tüccar, gerçekten fakire ve öksüze jrardım ediyor
mu? Kadm ve erkeğin yasalar ve sosyal yönden eşit olduğunu sö3deyen ba
ba. yüksek eğitim İçin hem oğlunu hem de kızını aynı derecede teşvik ediyor
mu?
Sosyal psikologlar yakın zamanlara kadar tutumlann bilişsel yönü İle
davranışsal yönü arasmda pek sıkı bir bağ gözleyemediler. Son zamanlarda
yapılan araştırmalar daha ince aynntılan göz önüne almaya başlayınca, tu
tumun bilişsel yönü ile davranışsal yönü arasmda daha sıkı bir bağ gözlen
miştir. Tablo 15.4'te bu konuda yapılan araştırmalann bulgulan özetlenmiş
tir. Bu araştırmalara göre tutumun bilişsel yönü İle davranış arasında İlişki
şu dört koşul yerine geldiği zaman ortaya çıkar. Tutum (1) kuvvetliyse, (2)
bireyin kişisel yaşantısma dayalıysa, (3) birey İçin önemli olan diğer kişilerce
destekleniyorsa ve (4) sık sık kendini ortaya koyma şansı varsa.
Bu faktörlerden biri ya da birkaçı eksik olduğu zaman tutumun bilişsel
yönü İle davranışsal yönü arasındaki ilişki aksar. Yalan s^^lemenin kötü ol
duğunu s^leyen baba, herkesin birbirine yalan söylediği bir toplum içinde
3raşıyorsa, kendi babası ve annesi sürekli kendine yalan söylemişse, kendi ar
kadaş grubu içinde bu konuda herhangi bir duyarblık yoksa ve yalan söylen
diği zaman çevresinde kimse aldırış etmiyor ve bunu önemli bir konu yapmı
yorsa, yalan konusundaki düşüncesiyle davıamşı arasmda sıkı bir ilişki
olmaz.
r Döner Kebap
Dengeli
sisteme
iki örnek
hohlanır
r Kojma
boklanmaz - ^ \ + boyanır
' \
Sami ^-------------------------- ^ Zehra
Dengesiz
sisteme — hohlanır hojianır
üç örnek
Sami Zehra
hohlanmaz
Bamya yemeği
hohlanmaz
metriktir. Hoşlandığınız bir kim s^le bir konuda aynı fikirde olduğunuz za*
man İlişkide simetri var demektir.
Yeni başlayan bir ilişkiyi örnek olarak ele alalım; Hasan'la bir arkadaş
toplantısmda karşılaştınız ve onunla biraz konuştuktan sonra onun Reşat
Nuri Gûntekin'in romanJannı okuduğunu öğrendiniz. Gûntekin'in Idtaplanhı
SİZ de severek okuyorsunuz ve şimdiye kadar sizden başka bu kitaplan oku
yan başka klm s^le tanışmadmız. İkiniz de aynı konuya önem verdiğiniz ve
hoşlandığınız için Hasan'la ilişkinizi geliştirmek istiyorsunuz. Bu noktada He-
ider, sizin Hasan'la simetrik bir ilişki geliştireceğinizi bekler, başka bir deyiş
le Hasan'ı olumlu bir gözle görüp, ondan hoşlanmanız, onu çekici bulmanız
bûyûk bir olasılık içindedir.
Yalnız mantık kuralları içinde bu durum ele almdığında Hasan'dan hoş
lanmanız ya da hoşlanmamanızın eşit ağırlıkta olması gerekir. Ancak durum
mantıksal (lojik) değil, psikolojik bir yapıya sahiptir ve bu nedenle Heider si
zin Hasan'ı çekici bulacağmızı bekler. Heider ve Newcomb’a göre simetrik iliş
kiler rahat, hoş ve daha uzun süreli olurlar.
Dengesiz ilişkiler bireyleri rahatsız eder ve bu nedenle kendimizi dengesiz
bir ilişki içinde bulduğumuz zaman bu ilişkiyi değiştirmek isteriz. Örneğin
kadınlarm. a3nıı erkekler gibi askere zorunlu olarak almması konusunda ar
kadaşınızla anlaşamıyorsunuz. Siz. bir Türk vatandaşı olarak kadınlarm da
erkeklerin sahip olduğu özgürlük ve sorumluluklara sahip olması gerektiğini
ve erkekle kadın arasmda bir aynm yapılmamasını savunuyorsunuz. Arkada
şınız. kadınlan askerlik eğitim ve yaşantısına zorlamanm insancıl olmayaca-
ğrnı. hem ordunun savaş gücünün düşeceğini, hem de kadınlann ev ekono
misindeki önemli rollerinin aksayacağım savunuyor. Bu fikir farklılığı sizin
ilişkinizde bir dengesizlik yaratacaktır. Bu dengesizliği ortadan
Kadınlann askere
alınmasıyla ilgili tutum
Arkada;
Şekil 15.2
kaldırmak için şu yollar açıktır:
(1) Arkadaşınızı sizin gibi düşünmeye ikna edersiniz, ikiniz de aynı şekil
de düşüneceğizden ilişkideki dengesizlik ortadan kalkmış olur.
(2) Arkadaşınız sizi kendi görüşüne ikna edip dengesizliği ortadan kaldınr.
(3) Kadınların askere alınması konusunda düşünce değişikliği sağlana
mazsa, arkadaşmıza karşı tutumunuzda değişiklik yaparak, başka bir deyişle
ona karşı olumsuz bir tavır takmarak dengesizliği ortadan kaldırabilirsiniz, i
Siz ve arkadaşınız arasında hemfikir olmadığmız konuların sayısı fazlay
sa. zamanla arkadaşınıza karşı duyduğunuz olumlu duygu, ilgisizliğe ve bir
sûre sonra belki ondan hoşlanmamaya dönüşür.
SOSYAL PSİKOLOJİ 529
İD 34
530 İNSAN VE DAVRANIŞI
Tablo 15.5. Kişiler arası çekicilik Özerine yapılan araştımia bulgularının özeti
4 ^ G R U P L A R IN E T K İL E R İ
Bireyin İçinde ve iki birey arasmda gözlenen değişkenleri İnceledikten
sonra, şimdi bireyin grupla ilişkisini gözden geçirelim. Grup, sosyal yaşamın
vazgeçilmez bir parçasıdır. Toplum içinde yaşa}ran her kişi, en küçük gnip
olan aile biliminden başlayarak, değişik sosyal, ekonomik, dinsel ve meslek
sel gruplara üyedir, örneğin siz, “Ben üniversite öğrencisiyim" diye kendinizi
tanımladığınız zaman, kendinizi “üniversite öğrencileri" grubunun bir üyeisi
olarak görürsünüz. “Ben erkeğim" diyen kişi, aynı biçimde, kendini “erkek
ler" grubunun üyesi olarak algılar. Bu kısımda, grup ve kalabalığm bireyi na
sıl etkilediğini inceleyeceğiz.
SOSYAL PSİKOLOJİ 533
nun 30 düzeyi vardır ve şiddeti 15 volt’tan 450 volta kadar değişir. Şok dü
zeylerinin üzerinde “hafif şok", “orta derecede şok* ve “tehlike, çok şiddetli
şok“ gibi levhalar vardır. Her hatadan sonra deneğin şokun düzeyini artırma
sı istenir. D en ^ boyunca araştırmacı odada deneğin yanında bulunur ve de
neğe sürekli talimatlar verir. Deneğe şokun düzeyini her hatadan sonra art
tırmasını söyledikçe, denek tereddüt edip araştırmaya devam etmek
istemediğinde araştırmacı, “devam etmeniz çok önemli ve gereklidir" şeklinde
konuşur. Ayrıca, listeyi öğrenme durumunda bulunan işbirlikçi kişiye döne
rek “olacak her şeyden ben sorumluyum" der.
Bu koşullar altında deneklerin %65'i, 450 voltluk şok da dahil bütün dü
zeylerdeki şoklan uygulamışlardır. Gerçekte “öğrenci - işblrllkçi"ye hiçbir şok
verilmez, fakat işbirlikçi, volt 300’e yaklaştıkça “çok acı veriyor", “artık daya
namıyorum" gibi ifadeler kullanır ve elini ayagmı titreterek çırpmır. Oçyûz
volttan sonra kişi donup kalır ve hiçbir davranışta bulunmaz. (Bu deneyden
sonra Amerikan Psikoloji Derneği, Mesleksel Ahlak Kurallan Komitesi kur
muş ve psikologların bu tür deney yapmalarını ahlak kurallanna karşı bul
muştur, Bu nedenle artık deneklere büyük kaygı veren bu tür deneyler yapı
lamamaktadır.)
Yukandaki bulgulan Latan6*nin ilkeleri içinde açıklamak olanağı vardır.
Denek üzerinde araştırmacının etkisi kuvvetlidir, çünkü araştırmaanm önem
li bir üniversitede profesör olduğunu denekler bilirler. Profesör o anda durum-
Resİm 15.3 Sol ûst köşede “şok veren“ alet görülüyor. Sağ üst köşede sahte de
nek (araştirma asistanı) “elektrikn sandalyeye" bağlanıyor. Sol alt köşede, gerçek
deneğe örnek bir şok veriliyor. Sağ ait köşede, bir denek “deneye daha fazla de
vam edemeyeceğini“ söyleyerek ayağa kalkıyor.
536 İNSAN VE DAVRANIŞI
5. HOŞLANMA VE SEVME
lerl (bağlanma, önem verme ve mahrem^et gibi) içerdiğini ifade eder. Ru*
bin'in yanı sıra Hany Stack SulUvan (1953) sevginin özel bir ilişki olduğunu
söyler. Ona göre seven kimse, sevdiğinin mutluluğunu ve onun em n ^ tte ol>
masmı, en az kendisininki kadar ister ve onu korur. Fromm (1956) bu görü-
şe katılır ve insan sevgisinin bağlayıcı ve zenginleştirici içeriğini dile getirir.
Psikologlar yalnız deneysel yolla insan davranışlarına baktıklânhda« ç < ^
kez "özel bir mesleksel körlüğe" girerler. Bu nedenle sevgi ve aşk gibi zengin
insan duygulannı açıklamakta son derece yüzeysel ve yetersiz kalırlar. Bu
tûr körlükten kurtulmak için psikologlarm edebiyata, düşünürlere, şairlere
kendilerini açmalannda fayda vardır.
ger birçok aday arasından seçerek biriyle İlişki İçine girer. İlişkiye girildikten
sonra zamanla, kişiler birbirlerinin tamamlayıcı yönlerini arar, bir anlamda
birbirlerinin eksiğini giderme yoluna girerler.
Burada iki noktayı belirtmekle fayda vardır. Bunlardan ilki, toplumsal/
kültürel bakış açısıdır. Başka bir deyişle, ilişkiler, bireylerin İçinde yetiştikle
ri toplumun kültürüne ve dünya anlayışına göre farklılık gösterebilir. Bu
yönden Türkiye'de erkek kadın ilişkilerinin nasıl başladığını ve aile içinde na
sıl gelişip, olgunlaştığını araştırmak gerekir. İkinci olarak, tamamlayıcılık ve
benzerliğin kişilerin ilgilendikleri ve benimsedikleri konuların hangi düzeyin
de olduğuna bakmak gerekir. İki kimsenin aynı dinden, ya da siyasal ideolo
jiden olması oldukça yüksek düzeyde so3rut bir benzerliktir. Ne var kİ bu
kimselerin birinin ıspanak, diğerinin marul sevmesi oldukça somut düz^de
bir farklılıktır. Yüksek düzeyde benzerliği olan kimseler, somut düzeydeki
farklılıklara daha hoşgörülü olabilirler. Son derece dindar bir adam, kansı-
nın başka erkeklerle dans etmesini veya yazın plaja gitmesini hoş karşıla
maz. Burada karısıyla kendisi arasında mutlak benzerlik arar, öte yandan
karısının kadın günlerine gitmesini hoş karşılar, çünkü kendisinin de erkek
arkadaşlarıyla buluşup "erkek erkeğe" konuşacaklan vardır. Bu noktada bir
tamamla}acılık söz konusudur.
Olumlu Etkileşimler : Uzun süreli ilişkilerin diğer bir özelliği de bu tür
İlişkilerdeki olumlu yönlerin olumsuzlardan daha baskın oluşudur. Robinson
ve Price (1980) evli çiftler üzerinde yaptıkları araştırmada mutlu çiftlerin bir-
blrleıiyle ilişkilerinde hep olumlu yönleri gördüklerini, mutsuz çiftlerin İse
ilişkideki olumlu yönleri görmeyip olumsuz yönler üzerinde dikkatlerini yo
ğunlaştırdıklarını bulmuşlardır. Eklerin birbirlerini destekleyici hoş davranış
larda bulunmalan, onların evlilikten doyumlu olmalarmın temel nedenlerin
den biridir. Sosyologların evlilik ilişkileri üzerine yaptıkları araştırmalar,
evlilikte doyumun beş temel faktörle ilgili olduğunu ortaya koymuştur: (1)
Eşlerin birbirlerini sevgi ve saygıyla algılamalan. (2) duygusal doyum, (3) et
kin iletişim, (4) benimsenen roHerln blrbirleriyle uyum ve uzlaşma İçinde ol
ması ve (5) etkileşimin miktarı. Bu faktörler olumlu yönde kendilerini göster
diklerinde evlilik her iki çift için de d c^ m lu olur ve evliliğin uzun süreli
olması ihtimali artar.
Toplumun temeUni aile oluşturur. Ailenin de temelinde, biri kadın biri er
kek olmak üzere iki yetişkin insanın uzun süreli doyumlu bir ilişki İçinde bu
lunması yatar. Uzun süreli doyumlu ilişkiler kurmakta bazı insanlar daha
başarılıdır. Uzun süreli ilişkide doyumluluğa götürücü başarılı ilişkinin altın
da yatan temel faktörler tam anlamıyla anlaşılmış değildir. Bazı kişiler özel
becerilere mİ sahiptir? Bu becerilerin altında kişilik özellikleri mi yatar?
Olumlu olarak başlayan ilişki hangi noktada ve niçin olumsuz bir ilişki hali
ne dönüşür? Bu ilişki yeniden olumlu yapılabilir mi? Bu soruların cevapla-
nnı ayrıntılarıyla bilmiyoruz. Bu tür soruların cevaplan araştırmalar yoluyla
ortaya çıkınca, kişiler arası ilişkilerle ilgili konularda özellikle evlilik terapi
sinde. büyük aşamalar kaydedilecektir. Daha önce yukanda söylediğimiz gi
bi, Amerikalı psikologların Amerikan toplumunda yaptıklan araştırma bulgu-
SOSYAL PSİKOLOJİ 543
6. ÖNYARGILAR
Sl^ Dante gibi ömrünün ortasında olan erişkinler, siz gelecekte bizim
blacak dünyanın şimdiki sahipleri. Ondokuz yaşındaki üniversiteli bir
genç olarak soruyorum size gözünüz arkada kalmadan yannınızı böylesi-
ne "güvendiğiniz" biz gençlere nasıl emanet edeceksiniz?
Üniversite öğrencisi diye evinizi kiraya vermek istemediğiniz, rastgele
evinizin önünden bir günde 4-5 kez geçti diye namus duygulannız kaba
rarak yolunu kestiğiniz, hakkını aramak için sesini yükseltince "80 önce
sine mi dönüyoruz" diye galeyana gelip "bu anarşistlerin başını ezmeli*
diye ahkâm kestiğiniz, iki genç insanı samimi havada görünce Cuma va-
azlannda "din elden gidiyor" diye camileri inlettiğiniz, sizin gençken sa
hip olduğunuzdan birazcık daha tegür diye çekemediğiniz gençliğe nasıl
olur da geleceğinizi emanet edersiniz?
Siz ana-babalar. siz olgun, görmüş geçirmiş insanlar. Ne olur: kendi
niz gençken ana-babalannızın size yaptığı yanlışlık ve hataların intikamı
nı bizden almaya çalışm an. Sîzler, zamanı ve biz gençleri anlamamakta
direnirseniz Türkiye'nin geleceği baskılarınızla eksik kalmış, dengesiz ve
ölke küpü psikopatlara kalacak.
İD 35
546 in s a n v e DAVRANIŞI
7. SOSYAL NORMLAR
Toplum İçinde yaşamlannı sürdürürken bireyler beürli kurallara ve top
lumsal beklentilere uymak zorundadır. Bu kural ve beklentilere sosyal norm
(social norm) adı verilir ve toplum üyeleri davranışlannı bu kurallara ve bek
lentilere uydurmaya özen gösterirler. Bir toplumun sosyal normlan. diğer İn
sanlarla etkileşimde kullanılacak davranışın sınırlarını önceden belirlediği
için, davramşı önceden kestirme olanağı verir. Böylece karşıdaki kimsenin
davranışının ne olacağını her an “tahmin etme” zorunda kalmayız.
SOSYAL PSİKOLOJİ 547
Glbbs (1965) sosyal normların tanımında ûç özellik görür: (1) Belirli sos
yal bir durumda davramşm ne olması gerekUgi konusunda görüş birliği (2)
davranışm ne olacağı hakkmda grubun üzerinde anlaştığı bir beklenti (3)
beklenilen davranış yapılmadığı zaman herkesin “ceza vericiligi“ Üzerinde an
laştığı bir tepki. Sosyal normlar böylece. belirli durumlarda nasıl davranılma-
sı gerektiği hakkmda yol göstericiliği olan ve beklenilen davranış yapılmadığı
zaman ceza verici bir tepki doğurarak yaptırım gücü yaratan kurallar olarak
tanımlanabilir. Yaptınm gücü, en haili! tasvip etmemeyi gösteren dudak bük
meden başlar, gruptan atılma veya öldürmeye kadar gider. Kitabm birinci bö
lümünde verdiğimiz gazete haberini şimdi yeniden okuyalım.
rlne diz çCkmûş bir kadın var. Resmin alimda "KERAMET TÜRK ERKEKLE
RİNDE* başlığı var ve başlığın altında şu yazı yer alıyon
Kitle İletişiminin
Siyasal Tutumlara Etkisi
Tutumlann değişimi ve kişiler arası çekicilik konusunda yapılan araştır
malara baktığımızda, aşandaki üç faktörün siyasal adaylara oy verilmesinde
etkin rol oynayacağım bekleriz: (1) Bizim tutum ve kanaatlerimize benzer gö
rüşleri olan siyasal adaylan daha çekici bulacağız ve büyük bir olasılıkla on
lara oy vereceğiz; (2) iki aday arasında yukandaki faktör eşit olduğunda, gö-
rûnûşünû 'daha beğendiğimiz kişiye oy vereceğiz ve (3) yukandaki iki faktör
bakımmdan da eşit olan iki aday arasından, daha önceden bildiğimiz, aşina
olduğumuz kiştye ay vereceğiz.
Yukandaki her üç beklenti de siyasal oy veriliş üzerine yapılan araştır
malarda kendini göstermiştir. Byme. Bond ve Diamond (1969) araştırmala-
nnda benzerlik, görünüş ve aşinalık faktörlerinin hem Amerikan başkanhk
hem de senatörlük seçiminde geçerli olduğunu göstermişlerdir, örneğin,
uzun boylu erkeklerin daha hoş görünüşlü olduğu düşünülen Amerikan top-
lumunda sürekli olarak başkanlık seçimlerini uzun boylu aday kazanır.
Amerikan toplumu değişik ırklardan, dinlerden ve kültür yapılarından
oluşmuş karmaşık bir toplumdur. Ortalama olarak Amerikan ailesi her beş
yılda yeni bir bölgeye taşınır. Bu derece,hareketli bir toplumda, birbirini tanı
yan ve birbiriyle kaynaşmış bölgesel bir toplum oluşamaz. Bu nedenle kitle
iletişim araçlan kişilerin tek bilgi kaynağıdır. Ne var ki Türkiye'nin toplumsal
yapısı değişiktir. Örneğin, yıllar sonra benim doğduğum, çocukluğumu geçir
diğim ve ortaokulu bitirdiğim kasabaya gittiğimde babamı, amca ve ağabeyle
rimi tanıyan, benim kim olduğumu bilen sayılamayacak kadar çok kişiye
rastladım. Kasabaya geldiğimi herkes o gün öğrenmişti. Fakat İstanbul, İz
mir, Ankara gibi büyük şehirlerde klşüer birbirlerine böylesine baglantıh de
ğildir. Bu nedenle ağızdan agıza haber küçük kasabalarda büyük etkinlik
gösterdiği halde TV. radyo ve gazete bü3rûk şehirlerde daha çok etkinlik gös
terir. Bu demektir ki, Türkiye'de büyük şehir sayısı arttıkça, toplum karma
şıklaşıp endüstrileştikçe, siyiasal görüşlerin oluşumunda kitle iletişim araçla
rı daha etkin olmaya başlar.
SOSYAL psikoloji 551
S o n ım lu lu ğ ım D a ğ ılım ı
Latane ve Nida (1981) yaptıklan araştırmacla yardımı gerektiren durum
da bulunan kişilerin sayısının, yardımcı davranışın ortaya çıkıp çıkmamasm-
da önemli rol oynadığını gözlemişlerdir, örneğin, orta yaşlı bir erkek sokakta
Retim 15.7 Farkında oldukları halde hiç kimse yerde yatan ada
mın yanına gelip, yardıma gereksinimi olup olmadığını sormamıştır.
Eğer çevrede sadece bir kişi olsaydı, yerde yatana ilgi gösterirdi.
552 İNSAN VE DAVRANIŞI
3rûrûrkcn birden göğsünü tutup, sendeleyip, yere yıkılırsa ortada yardım edil
mesi gereken bir durum var demektir. Bu durumda o adamın çevresinde }ral-
nız siz varsanız, yardım etme olasılığmız yüksek olur. Sokaktaki kişilerin sa-
3nsı arttıkça yardım etme eğiliminiz de azalır. Büyük bir şehirde kalabalık bir
caddede göğsünü tutarak yere yığılan bir adama çok sayıda kişi merakla ba
kar ve büyük bir olasılıkla 3rürümelerine devam ederler. Bu Örneklerde gözle
nen faktöre "sorumluluğun dağılımı* admı veriyoruz. Yardımı gerektiren du
rumda kişi sa}ası ne kadar azsa, sorumluluk o kadar odaklaşır* kişi sayısı
arttıkça sorumluluk dağılır.
Kişisel Mekân
Amerikalı antropolog Hail (1966) bireylerin birbirlerinden farklı dört me
kânı olduğunu ileri sürer. Bunlardan ilki mahrem mekândır ve 0 İle 50 santi
metre arasında değişir. İkincisi kişisel mekândır ve 50 santimetre ile 125
santimetre arasında değişir. Ûçüncûsü sosyal mekândır ve 125 santimetre
ile 4 metre arasında değişir. Dördüncü mekâna Hail genel topluma açık me
kân admı verir ve bu mekânın 4 İle 10'metre arasında değiştiğini söyler. Ki
şilerin mahrem mekânı kalabalık dolayısıyla yabancılar tarafından sürekli ih
lal edilirse, bu durum kişide stres yaratır (Sommer 1959, 1969).
55 4 tNSAN VE DAVRANIŞI
Resim 1S.8 Rahat ve geniş bir ortamdan çok kalabalık bir ortama
geçmek insanları birçok yönlerden etkiler.
11. Ö Z E T
başarı testi (achievement test) Toplamı ve çıkarma bilişsel çeUşkl/tutarsızlık (cognitive dissonance)
gibi belirli becerileri ölçmeyi amaçlayan test, İnançlar, duygular ve davranışlar arasında tutarlı
başarma gcrckdomesl (need to achieve) MOkem* lık ve uyuşumun olmaması. Bilişsel çelişki/
melliyet standartlarına ulaşmak ve a^mak gerek tutarsızlık kuramı bu tür çelişkilerin bireyleri
sinmesi. ^ kuvvetli olarak güdOlediğini ve gerginliğe götür
bellek genişliği/bcUek depolama kapasitesi (me düğünü söyler. Bu gerginlikten bırtulınak için bi
mory span) Bir tek takdimden sonra bireyin tek rey ya davranışını, ya inananı, ya da duygusunu
rar edebildiği maddelerin (harf, sayı, kelime) sa değiştirir.
yısı. Bellek genişliğinin 7±2 olduğu kabul edilir. bilişsel tuterlıük (cognitive consistency) Algılama,
bellck/haAza (memory) Öğrenilen bilgileri depola hatırlama ve düşünme alanında olan zDıinseİ/
maya ve istenildiği zaman kullanmaya olanak bilişsel birimlerin duygusal tonunun birbiriyle
sağlayan yetenek. uyısn/ahenk içinde olması.
belleğe yardımcı teknikler (mnemonic techniques) bUişscl/kognitlf dengeleme (equilibration) P i^
Bildiğimiz mataryelle yeni öğrenmekte olduğu get'nin kullandığı bir terimdir. Çocuk, yaşantıla-
muz materyali ilişki içine sokarak bellekte daha rını/deneyimlerini bu mekanizma sayesinde orga
iyi tutmaya yardımcı olan tcloukler. nize ederek anlamlı bir hale getirir ve çevresiyle
benlik bilinci/ benlik kavramı (self-concept) Ken etkileşimde kendini denge içinde görilr. |
dimizle ilgili bfltttn düşünceler, algılamalar, doy birlikte olma/yakınlaşma gereksinmesi (afilliati-
gular ve değerlendirmelerin tümünün etkileşimin on) Diğer insanlarla baaber olma ve etkileşim
den doğan sonuç algı. kurma gereksinmesi.
beyin dalgası (brain wave) Yaşayan organizmalarm biyobildirjm/biyodönflt (biofeedback) Beyin ve
beyinlerinin Oreuiği elekirik akımı, dente ilgili bilgileri kullanarak bu bölgedeki sö-
beyin kabugu/screbral korteks (cerebral cortex) rcçleri denetim altma alma tekniği,
Serebrumun üst kısmını kaplıcan girintili çıkmtı- bozucu etkiler kuramı (interference theory) Yem
lı kırışıklarla kaplı olan beyin yüzeyi. Milyarlarca ve eski öğrenmenin bellekteki bilgileri hatırlama
sinir hücresinin ilişkisinden oluşan bu kısımda in- yı etkileyeceğini kabul eden gİkUş.
sanm yüksek zihinsel faaliyetleri yer alır, büyüklük değişmezUgt (size constancy) Retina
beyin loptan (lobes) Beynin esas kısımları. Herbir üzerine düşen görüntüsü değiştiği halde algılanan
yarım kürede dört lop vardn. nesnenin aym kalması.
beyin sapı (brain stem) Omurilikten gelip beynin büyüme hormonu (growth hormone) Bedenin bü
içine girerek ön beyine doğru giden kısım, yümesini denetleyen hormon; hipoflzbezi üretir.
beyin yanklan (fissures) Beyin kabuğundaki derin
girintiler ve katlanmalar.
beyin yarım küresi (cerebral hemisphere) Beynin Cannon-Bard kuramı (Connon-Bard theory) Heye
sağ ve sol yanm kısımları. Bu yarım küreler si canlan nörofızyolojik mekanizmalarla açıklayan
metriktir ve her biri dört beyin lobundan oluşur, bir kuram. Çevreden gelen uyarılma beynin hipo-
biçim değişmezliği (shape constancy) Bir nesnenin talamus vc talamus bölgelerinde belirli faaliyetle
retina üzerine düşen görüntüsünün değişmesine re yol açar ve bu sinirsel faaliyetler hem otoño-
rağmen algılanan biçiminin aynı kalması, mik sinir sistemine hem de beyin kabuğuna
bilgisayar yardımıyla öğrenim (computer-assisted aktarılır. Otonomik sinir sitemi heyecanlarda gö
learning) Öğrenme durumunda bilgisayar kullana rülen bedensel değişikliklerin temelinde yatar.
rak bilginin takdimi, depolanması ve tekrarında Beyin kabuğuna gelen uyarılma ise heyecan duy
daha kişisel ve daha esnek bir düzenin gelişüril- gusunun hangi türden olduğunu anlamamıza yol
mesi. açar.
bilinç süreçleri (conscious processes) Sadece bire ceza (punishment) Edimsel koşullama doıcylerinde
yin doğrudan farkmda olduğu düşünce, duygu, al istenmeyen bir davranışı ortadan kaldırmak için
gı ve hayaller gibi iç süreçler. Diğerleri, bu süreç verilen nahoş uyarıcı. <
leri bireyin sözel . ifadesinden öğrenebilir, coşku-çökOntü psikozu (bkz. manik depr^if psi
doğrudan farkında olamazlar, koz)
bilinçaltı (unconscious) Farkında olunmayan fakat cinsel steriotipler/kalıp tipler (sex stereotypes)
davranışı etkileyen bilgi, dürtü ve güdüler, Toplumun inançlarından kırnaklanan ve toplu-
bilinçaltı güdülenme (unconscious motivation) mum üyelerinin çokluğu tarafından paylaşılan ka
Davranışlarm alundakj gerçek nedenlerin bilin dın ve erkek rolleriyle ilgili ön yargılar.
çaltında yattığmı savunan güdülenme kuramı,
bilinç Öncesi (preconscious) Şu anda haberdar olun
mayan fakat farkına varılabilecek düşünceler, çağrışım alanları (associaiion areas) Beyin kabuğu
bilinçsiz başaçıkroa yöntemleri (unconscious co nun algılama, öğrenme, düşünme ve ¿1 gibi yük
ping methods) Kıygıyı azalunak için farkında ol sek zihinsel süreçlerle ilgili olan alam. Beyin ka
madan yapılan davramşlar. buğunun bu kısmı duyusal ve motor alanlar
bilişim/kognlsyon (cognition) İnsanın algılama, ha arasında yer alır.
tırlama ve dflşünmesÜKk yer alan zihinsel faali çatışma (conflict) Birbiriyle uyuşmayan iki güdü ya
yetlerin tümü. da dününün aynı anda uyarılması sonucu ortaya
bilişsel ahenk (cogm'live consonance) İnançlar, çıkan psikoljik durum.
duygular ve davranışlar arasıntte tutarlılık ve uyu çekiç (hammer) Kulak zarındaki titreşimi alıp örs
şumun olması. kemiğine aktaran ona kulaktaki kemik.
579
^ p e r lobu (parietal lobe) Beyin kabuğunun beden dcrecelÎ'^gevşcme tekniği (progressive relaxation
dayutnlanyla İlgili işlevler gören kısmı. training) Adım adım bütün vücudu dinlendiren
(evresel sinir sistemi (peripheral nervous system) bir gevşeme dinlenme tekniği,
Beyin ve omuriliğin dıpoda kalan ganglia ve di dcfsibel (<^ûM ) Sesin şididetinin ^ ç m ^ kullam-
ğer ilişki kurucu oöraılardan oluşan sinir ağı. . lan Ö İ^ bıriır^
çiit-giSz görOşa (binocular vision) Sağ ye sol gözfln deva^ılık/sÜrekİiJUc (continuity) Aynı yöl»; yönel
fairidı, şöriİioOnüİv ^ ^ u ^ a n kaynaklanan ve miş: birimleri bütünleştirerek jugdan^;eğil&^
ukaklikaigüan^ dış kulak (ouur eSr) K u la ^ knkdt:Impçeşi; M ak
çö<mğa k ö tü : d ay ran n ^ (child abuse) Çocağım. kanalı ve zarından oluşm g t k ü l ^ l « kısmı,
davranışını dOseltme ya da onu daha iyiye götür dikkat (ananUm) Duyu organlarmdan gelen .uya-
me amacı gadOlmedoı, sanki bu dünyaya geldiği nm lvm b a la rın ı s e ^ e k algılama, diğerleriyle
için cezalandmlmasu ilgilenmeme.
çabukçuk (rod) HaTıf ışık miktarlarına duyarlı olan dU psikoloJisi/pşİkellnguJi^ (psychoİİnğüiştics)
fakat renk algılsroasına olanak v e rm e y i görsel Dil davnaii^im vo diûn Öğroâmeisiıün psikolo
alla. jik kavrahılarlaihcdocai^
DNA: dİokrirIboDÜkleJk asit (deoxyribonucleic
acid (DNA)) Kromozomlarda bulunan vc kalı
dalga boyu (wavelength) Sinüs dalgası Özerinde tımla ilgili bilgileri taşıyan nükleik asit polimeri
birbirini tetubül eden iki nokta arasındaki uzak ve şeker dioksiribomıdan oluşan organik mad
lık. Frekns azaldıkça dalga boyu bayCk. ■ de.
danışmanlık psikolojisi (counseling p^dıology) dopamin (dopamine) Merkezi sinir sifleminde faulu-
Bireyin daha etkin davranışlarla çevresine uyum nao bir nöro-aktancı. Parkinson hasıalağına yaka
yapmasmı sağlamak amacıyla kullanılan bilgi ve lanan kişilerde bu maddenin bulunmadığı dikkati
teknikleri içeren psikojoji dalı. Klinik psikolojisi çekmiştir.
davramş bozukluğunu hedef alır, danışmanlık psi doruk yaşantılar (peak experiences) Kişinin bir an
kolojisi daha geniş bir anlayış içinde davranışı için kendini gerçekleşiinne duygusu. Maslow bu
.daha etkin kılmayı amaçlar, duyguya terkesin ulaşabileceğini kabul eder.
davranış tedavisi (behavior Iherapby) öğrenilmiş Down sendromu (Down's syndrome) Birey. 21. gen
olumsuz davranışları yeni t » Öğrenme yaşttiüsıy- dizisinde fazladan bir kromozomla doğunca orta
la değiştiren tedavi türüne verilen ad. ya çıkan zeka geriliği. Daha önce bu kişilerin g5-
davranışçılık (behaviorism) Psikologların yalmz öl rOnOmünden dolayı bu hastalığa mongoliım adı
çülüp kayd^ilcbilen davranışları incelemesi ge verilirdi.
rektiğini, “zOiin** ve *'bilinç” gibi göz! enemeyen doğal/koşulsuz tepki (unconditioned response) Kla
yönlerle UgLleomemBİcriai savunan psikolojik gb- sik koşuUanvada organizmanın uyarıaya doğal
rtiş. olarak yaptığı tepki.
davranıp biçimlendirme (shaping behavior) İsteni doğal/koşulsuz uyancı (unconditioned stimulus)
len bir davranışa her tekrarda daha çok benzeyen Klasik koşullamada organizmanm doğal olarak
davranışları pekiştirerek sonuçta islenilen davra tepki yaptığı uyana.
nışa ulaşılmasını amaçlayan teknik, duruma/hale bağlı bellek (state dependent me
davraıuşıu değiştirilmesi (behavior modification) mory) Belirli bir fîzyo-nörolojik dununda öğreni
Utenmiyen davraraşian ceza ve mükafat yoluyla len bilgiyi ancak aynı fizyo-nörolojik durumda
değiştirme tekniğine verilen ad. haurlama. örneğin, sarhoşken tanışdığı bir kimse
davranışsal genetik (behavioral genetics) Organiz- yi ayıkken hatırlayamayan kimse, sarhoşken tanı-
malarm davranışsal özellfklerini genler yoluyla yabibnektedir.
nasıl diğer nesillere aktardıklarını incelmen bilim duygusal coşku/nıani haU (mania) Yoğun bir oföri
dalı. hali. Bu halde olan kişi hem büyüklük sannlan
değişken (variable) Değişik değerler alabilen her içinde olur hem dc aşın faaldir,
kı^ul ya da olay, örneğin, bir değişkendir, duygusal çöküntü psikozu (depressive psychosis)
çünkü kırmızı, yeşil, mavi gibi değişik değerler Şiddetli ve uzun süre devam eden bir hüzün, ke
alabilir, ayrıca bu değerlerin şiddeti ve saflık de der ve yas hali. Bu hal genellikle apaii haliyle
recesi de (kğişebilir. birlikte olur ve stresli bir duruma tepki olarak ge
Delirium Tremens (Delirium Tremens) Alkolik biri lişir. Beyindeki kimyasal maddelerin dengesizli
alkol içmeyi birdenbire kesince ortaya çıkan pa ğinden kaynaklandığı zannedilmektedir,
nik hali; bu halde kişide ajitasyon, ıremör, zihin duygusal yalınlık (natlening of affecl) Genellikle
bulanıklığı, korkulu rüyalar ve varsanılar gözlenir, şizofrenilerde gözlenen duygusal kütleşme. Yüz
dendrit (dendrite) Sinir hfleresmin bical uzamdan-' ifadesi donuk, heyecansız ve konuşma monoton
nm bulunduğu ve sinir akımının hücreye girdiği dur.
kısım. duyum (sensation) Duyu organlarmıo uyanimasıyia
deneme ve yanılma (trial and error) Problem çöz- ortaya çıkan ve duyusal bilgiyi taşıyan süreç,
meete kullamlan bir yöntem. Bu yöntemi uygula duyusal korteks (sensory cortex) beyin kabuğunun
yan Idşi bhbiri ardından davranımlar yaparak, duyusal işlevlerle ilgili bölgeleri; oksipital lop,
doğru davrarumı buluncaya kadar denemeye de temporal lop, ve parietal lop gibi,
vam eder. duyusal sinir hücresi (sensory neuron) Duyu or
depolama (storage) öğrenilmiş bilginin bellekte ganlarından bilgi getirip beyine götüren sinir hüc
saJdanıpası. resi. Getirici nöron olarak da bilinir.
580
duyusal uyum (sensory adaptation) Sürekli ve de fotografsı İmge (eidetic imagery) Resimlerin görsel
ğişmeyen uyarıcıya duyu organlannm alışması, imajlannuı bütün aynntılarıyla bellekte tutulma
duyusal yoksunluk (sensory deprivation) Normal sı. Bu tür imajlar normal belleğin verebileceğin-
uyarımdan uzun zaman süresi mahrum kalmak; (kn çok daha aynnüh olarak bellekle yer almak
duyusal yoksunluk sarın, varsam ve tedirginliğe tadır.
yol açar. fovea (fovea) Mızrakçıklarm yoğun bir biçimde bi-
dürtü (drive) Bir gCTckslnme halinden doğan uyarıl- rarada bulunduğu retina üzerindeki bir ufak glrln-
mışlık hali. li.
Orekans/sıklık (frequency) Bir puanın ya da olaym
tekrar sayısı.
edlmsel/operant koşullama (operant conditioning)
(bkz. araçsaiyenstrûmontal koşullama)
elektroensefalogram: EEG (elcctrooıcephalog- Galvanik Deri Tepkisi (GDT) (Galvanik Skin Res-
ram: EEG) Beynin elektrik faaliyetlerini gösteren ponse (GSR)) İnsan derisinden elektrik akunuun
kayıt Kafatasının değişik yerlerine koyulan elekt hangi dirençte geçtiğini belirlen bir gösterge.
rotlardan gelen elektriksel akımlar bu kaydı oluş Elektrik deriden ne kadar kolay geçerse bireyin o
turur. kadar heyecanlı olduğu kabul edilir.
elektrokonvalsif terapi (electroconvulsive the> gelişim psikolojisi (deveiopmental psychology) Bü
rophy) Aşırı duygusal çöküntü halindeki haslala- yüme ve gelişme sonucu davranış ve bilişde orta
rm şakaklarına uygulanan orta şiddetteki elektrik ya çıkan değişiklikleri inceleyen psikoloji dalı.
şoku. Bu şok epilepsi nöbctl^ine benzer bir du gen (gene) Her hücrenm kromozomunda bulunan vc
rum yaratır ve duygusal çöküntüden hastanın bir kalıtımla ilgili özelliklerin aktarılmasım sağlayan
sûre için çıkmasına yardıma olur, birim.
embriyo (embryo) Yummta döllendikten sonraki 3 genelleme (gcneralization) (1) Kavram geliştirme,
ile 7 hafta arasındaki hAa-e topluluğu, problem çözümü ve öğrenmenin akurımı durum
endokrin/lç salgı bezleri (endocrine) Salgılarını larında bireyin bir dizi neme ya da durum arasın
doğrudan kana akıtarak davranışı etkileyen salgı da müşterek olan bir özelliği ya da prensibi keş
bezleri. fetmesi. (2) Koşullamada. koşullanan bir
engellenme/bozulma duygusu (fruslration) Bir gü uyarıcıya yakın benmlikie oUn diğer uyarıcılara
dünün giderilmesi engellendiği ya da gecikürildi- da organizmanm tepkide bulunması.
ği zaman onaya çıkan olumsuz duygu, genetik bilimi (genetics) Genlerin yapısmı, işleyişi
epinefrin (epinephrin) Böbrek üstü bezler tarafın ni ve etkilerini ı^asıl gösterdiğin i,araştıran biyolo
dan salgılanan ve acil durumlarda organizmanın ji bilim dalı.
gerektiği biçimde davranmasına yol açan salgı. genetik mühendislik (gcnaic engineering) İslen
Adrenalin adıyla da bilinir, meyen bir geni çıkarıp yerine istenilen bir geni
ergenlik (adolescence) Bûluğ ile olgunluk çağlan koymayı amaçlayan biyoloji uygulama alam.
orasında yer alan 13 ile 20 yaşları arasındaki dev gerçekleştirme (actualization) Doğuşun getirdiği
re. miz ve hem biyolojik hem de psikolojik gereksin
estrojen (estrogoı) Her iki cinsin adrenal bezleri ta melerimizi yapıcı bir biçimde oruya koymamıza
rafından üretilen bir cinsel hormon. Dişilerde da yol açan lemel eğilim.
ha çok miktarlar üretilir. Dişilerde görülen ikincil gereksinme (necd) Su. yiyecde. hava gibi gerekil
derecedeki cinsel karakteristiklerin gelişmesine maddelerin eksibnesindoı (toğan bir bal.
yol açar. gcri-netim/gcri-bildirim/dfinût (feedback) Etkile
eşik (ıhrcshold) Duyu organınının yüzde elli tepkide şim içinde bulunan iki bireyin birbirlerinin mesaj
bulunduğu en küçük uyarıcı şiddeti, larını nasıl algıladıklarına dair verdikleri karşıt
etolojl (cıhology) Türlere özgü davranıştan o türle mesaj.
rin içinde bulunduğu doğal çevre içinde inceleyen gerileme (regression) Engellenme durumunda bire
bilim. yin çocukluk devrelerindeki davranışlar göster
meye başlaması.
geriye doğru bozucu ctki/ket vıırmıı (retroactive
intcrferenccAnhibition) Sonradan öğrenilen bilgi
fark eştgl (difiference ıhrcshold) İki uyarıcı arasında lerin ilk öğrenilen bilgilerin hatırlanmasını engel
fark edilebilen en ufak şiddet farkı. lemesi. ket vurması.
fctûs (fetus) Döllenmeden 8 ile 40 hafta sonraki getirld nöron (afferent neuron) Uyarıcıları duyu
devre içinde bulunan insan organizması. organlarından merkezi sinir sistemine götüren si
Hzyolojik psikoloji (physiological psycbology) nir hüaesi.
Davranışın alunda yalan fizyolojik süreçleri araş görcli/nlsbl dlnlenme/refrakter devresi (relative
tıran psikoloji alanı. Konusu içine sinir sistemi refractoy period) Mutlak dinlenme devresinden
nin. beynin, salgı bezlerinin ve genetik süreçlerin sonra gelerf devre. Bu devrede, normal şiddetteki
incelenmesi girer. bir uyarıcıya tepkide bulunmayan nöron, ^ e r çok
fobi (phobia) Gerçekte hiç bir tehlike olmadığı hal kuvvetli uyarıcı verilirse uyanlabilir.
de ortaya çıkan belirli bir nesneye ya da duruma gSrme klazmı (optic chiasm) OksipiiaJ lopta her iki
özgü aşm korku hali. gözden gelen görme sinirlerinin birleştiği ve daha
fonem (phoneme) Konuşulan dilde anlamlı en ufak sonra Iict iki gözü her iki yarım küreye bağlamak
ses birimi. üzere ayrıldığı yer.
581
görüntü zayıflaması (ipucu olarak) (oerial perspek* id (id) Freud'un kişilik kuramında, bireyin tüm iç
tive) U z^lık algılamasında kullanılan bir ipucu. güdülerinin depolandığı, bireye enerji veren kay
Bizden uzakta olan nesnelerin aynniılarını ve par nak.
laklıklarını kaybettiklerinden daha sönUk görün iki anlandı mesajlar (double-edged messages) Ay
düklerine işaret eder. nı anda hem olumlu hem de olumsuz anlam taşı
gözbebeği (pupil) İris ortasında bulunan ve gelen yan sözel ve sözel olmayan mesajlar. Hiciv ve is
ışığın miktarına göre ufalıp bUyüyoı delik, tihza buna örnek olarak verilebilir,
göz titremesi: REM / hızlı göz hareketleri (rapid ikizlerle çalışma tekniği (twin study technique) tek
eye movements REM) Uyurken gözlerin hızlı ve çift yumurtalı ikizleri karşılaşurarak yapılan
ufak hareketler yaşanası. U^kaya dalarkm ve rü çalışmalar.
ya görürken ortaya çıkar. ileriye doğru bozucu etki (proactive interference)
gramer/dil bilgisi (grammar) Dilin ses ve yapı bi Şimdi öğrenilen bilgilerin daha önce öğrenilen
rimlerinin nasıl diziieceğini ve nasıl anlam taşıya- bilgilerle kanşması ve hatırlamayı güçleştirmesi.
ağını oluşturan bilgi düzeni, İlişki kurup yakınlaşma gereksinmesi (need to af
gfldülenme/gflda (motivsston) Davranışa enerji ve filiate) Diğer insanlarla beraber olma ve ilişki
yön veren güç. kurma isteği.
güdüler piramidi (pyramld of motives) Maslow’un İlişkiler bağlamı/çerçcvesi/ortamı, bağlam (con
güdüler mertebesi; biyolojik güdüler temelde ve text) Algılamanm, dUşüiKoıin ya da davramşın
daha karmaşık psikolojik güdüler Osuc yer alır. içinde oluştuğu fiziksel, sosyal^ülıürel ya da psi
Temel biyolojik gereksinmeler giderilmeden daha kolojik çevre.
üst düzeydeki güdüler etkili olamazlar. iris (iris) Göze giren ışık mOctannı denetleyen ve
gözün Önünde yer alan renkli tabaka,
istendi davranımlar (voluntary actions) Çizgili
H kasların merkezi sinir sisteminin denetimi altında
hep ya da hiç ilkesi (all-or-none priciple) Bir sinir yaptığı hareketler.
hikrcsi eğer ateşlerse yapabileceği en kuvvetli iyon (ion) Sinir bOcresinio dışındaki ve Içinddci sı
ateşlemeyi yapar. vıda bulunan elelnrik yüklü birimler. Bu birimle
heyecan (emotion) I^ıygımun şiddetli hali. Duygu rin hücre zarmdan içe ve dışa akışları ateşleme
ya nazaran (tenetimi daha zordur ve lemelinddci potansiyelini belirler.
fizyolojik süreçler daha belirgindir. Davramşı
kuvvetli olarak etkiler. K
hipnoz (hypnosis) Bir kimsede yüksek derecede sa kaçınma-kaçınma çatışması (avoidancc-ıvoldancc
kinlik. gevşeme ve telkin altında kalabilme hali conflict) Her iki davranış seçeneğinin de istenil-
yaratan tekniğe verilen ad. Bu teknik psikoterapi- mediği güdülenme durumu,
de kullanıldığı gibi, diş ve genel cerrahide de kul- karanlığa uyum (light adaptation) Uzun süre ışığa
lanılmakatadır. maruz kalan retinanın daha az duyarlı hale gelme
hlpoflz bezi (pitultary gland) Endokrin sisteminin si.
**orkeslra ş ^ ." En azından sekiz salgı/hormon karşıt süreçler kuramı (opponent process theory)
üretir. Bu hormonlardan biri bedensel büyümeyi Renk görmenin birbirinden farklı üç süreci içerdi
denetler, bir kısou diğer endokrin bezlerinin ça- ğini ileri süren görüş. Bu süreçlerden biri kırmızı
lışmasma yol açar, ancak bir kısmı salgı bezi ol ve yeşile, diğeri sarı ve maviye, en sonuncusu da
mayan yapılara gider. uyarıcının şiddpüne tepkide bulunur,
hlpokondrlyasis (hypochondriasis) Kişinin kendini karşıt tepki geliştirme (reaction formation) Kaygı
sürekli hasta hisseaiği ve bu yüzden devamlı yı azalLmak amacıyla gerçek duygunun lam tersi
üzüntü duyduğu durum. hareket ölmek, örneğin, gerçekle kızgın olduğu
homcostasis (homeostasis) İnsan bedeninin belirli muz kişiye nezaketle ve gülerek davraıunak.
bir düzeyde su, yiyecek, hava, istirahat ve ısı kavram (concept) Nesne ve düşüncelerin benzerlik
miklannı sürdürerek yaşamını devam ettirmesine lerine dayanılarak zihinde bir grup oluşturması,
yol açan biyolojik mekanizma. kaygı/endişe (anxiety) Belirsiz bir korkunun ya da
hormon (hormone) Endokrin bezleri tarafından üre kötü birşey olacağına dair hissin sürekli baskın
tilen ve kana karışarak bedeni ve davranışı etkile olduğu psikolojik hal.
yen organik-kimyasal madde. kazanma (acquisition) Klasik, edimsel ve sözel ko-
hücre gövdesi (celi body) Bir sinir hücresiAıOronun şullamada davranımm tekrar sonucunda kuvvet
hücre zan içinde kalan çekirdek ve siloplazmast- lenmesi.
na verilen ad. kendl-yakınmdan (cinsel) türetme (inbred su-ain)
hücre zan (celi membranc) Hücrenin dışını kapla Deneysel hayvanlan aralanndaki farkları kaldır
yan ve elektrik yüklü maddelerin geçişine izin ve mak amacıyla kendilerine en yakın benzerleriyle
ren ince madde. çiftleşıirmc.
kendine güvenli davranim (assertiveness) Saldır
ganlığa ya da ezikliğe başvurmadan düşünce ve
î isteklerini olduğu gibi ifade edebilme,
İçgüdüsel davranış (instincıive behavior) Belirli kendine güvenli davranım eğitimi (assertiveness
uyarıcı şartlan altında kendiliğinden yapılan ve u-aining) Bireyin yaşamındaki kaygı ve stresi or
öğrenmeye dayanmayan doğuştan getirilen davra tadan kaldırmak amacıyla bireye kendine güvenli
nış örünlüieri. davranımı öğreten yöntemin uygulanmast
5 82
ndroD (nearon) sinir sitemini oluftnnuı temel birim öğrenilmiş acizlik (learned helplessness) Do^yler
httere; s i n ir i enerji, bu h to e araalığıyla bede* smncıı meydana getirilen bir apati ve acizlik ha
nin bir yerinden ba|ka bir yerine ulafir. il. Bu denemelerde hayvan önce tekrar tekrar acı
ndrotransmiter (ncurotransmiaer) (biâ. sinirsd ak veren bir duruma sokulur, örneğin şoka tabi tutu
tarıcı) lur. Ne yaparsa yapsın hayvan bu durumdan ka
çamaz. Belli bir süre sonra hayvan, kaçabileceği
acı verm durumlardan da k^mamaya başlar. İlk
ekmemede öğroıdİği acizliği yeni durumlara ge
obsesir-kompalsif nevroz (obsesslve-compulıive neller.
nerosis) Bireyin denetimini altında bulunmayan
Öğrenme Ocaming) Belirli bir yaşantı/deneynnin
ve sürekli kendini tekrar eden olomtuz, hoş olma
yan dOşüiK:olerin bulunduğu nevroz lOrtt. Bu nev sonucu davranışta görülen olıfaikça uzun süreli
değişiklik.
roza sahip kimseler belirli davranıştan tekrar et
mekten <fe kendilmni alıkoyamazlar, ön beyin (forebrain) Talamus, hipotalanras, bazal-
okritodn (ozyiodn) Hîpoflz bezinin Orettikl bir ganliya, limbik sistem ve serebnmıdan «riuşan be
honnoiL DOz kaslar Üzerinde etki gdsterir. yin kısmi-
olsınlaşm a (matnration) Biyolojik aşamalardan önyargı (prejudice) Bir şeyin ya da kimsenm ismin-
muşan bOyOme sOreci. Bu aşamalann ne zaman <ten ya da görünflmifai(fen d o l^ ı olumlu ya da
başlayacağım gollerdeki kalıtımla ilgili bilgiler olumsuz biçimde yargılanması. Bn tür tutumlar
belirler. oldukça saû t olarak yerleşmişlerdir ve mantıklı
olundu aktarma (positive transfer) önce öğrenile tanışmaya açık değildirler.
nin ddia sonra öğrenmeyi kolaylaşiınnaiı. öriintû gradyanı (gradient of texture) Bir yfiz^in
olumlu pekiştiren (positive rdnforcer) Edimsel ko- girinti, çıkuiu, pürüz ve düzlükleri ne kadar ay-
şuUamadı kullanılan ve verildiği zaman davranışı nnulı olarak görülüse, yüzqr o kadar yakında al
kuvvetlendiren pdcişlireç. gılanır. Yüzeyin dokmnası ne kadar bulanırsa ve
olumsuz aktarma (negative transfer) önceden öğ aynntılar kaybolursa, yüzey o kadar uzaku algıla
rendiğimiz bir bilginin şu anda öğrenmekte oldu nır.
ğumuz bilgiye kel vurması, özdeşim kurma/özdeşleşme (identification) Çocu
olumsuz pekiştireç (negative reinforcer) Edimsel ğun büyürken çevresinde bulunan kimselere ba
koşutlamada davramm yapılınca hoş olmayan bir kıp <»ılan taklit ederek, bilincinde olmadan u y ^
uyarıcının ortadan kaldırılması, sosyal davranış normlarını kazanması sGtbcl ö r
optimal uyarılma düzeyi (optimal-level-of- neğin, çocuğun kendi cinsiyetinden olan annesi
arousal) Organizmaların tercih ettiği bir uyarılma ya da babasmdan cinsel rollerini öğrenmesi bu sü
şiddeti olduğunu ve organizıtumın bu şiddistin al reçle oluşur.
tına düşünce daha fazla, üstüne çıkınca daha az özendirici/teşvlk edld uyancı (incenüve) Organiz
uyarılma aradığını söyleyen güdülenme kuramı, manın elde etmek istediği ve onu gOdüİeyen uya
orta beyin (midbrain) Beynin uyarılma düzeyini de rıcı.
netleyen retiküler aktivite sisteminin bir kısmını
da içeren bölüm.
orta kulak (middle ear) Kulakta üç kemiğin bulun paraooid kişilik (paranoid pcrsonaliiy) Hiç bir te
duğu bir boşluk; bu kemikler çekiç, örs vc özıcngi mele dayanmadığı halde, diğer insanlara güven
adını alırlar. Dış kulaktan gelen ve kulak zan yo^ meme ve sürekli şüphe eune eğilimi gösteren ki
luyla bu kemiklere aktarılan ses üireşimi iç ku şilik yapısı.
lakta sinir akımlarına dönüşür, parasempatik sistem (parasympatheiic lystem)
otokinetik etki (autokinetic effect) Karanlık bir Otonomik sinir sisteminin bir parçasıdır ve etkile
odada sabit bir ışık noktasının kendiliğinden hare diği salgı bezlerinin ve düz kasların yakmlarında
ket ediyormuş gibi görünmesine yol açan algı ya bulunan ganglialardan oluşur. Nmmal zamanlar
nılgısı. da kalp auşı ve Özümleme türeçlerini sürdürmede
otonom sinir sistemi (autonomic nervous system) yardımcıdır. Sakin olduğumuz zamanlarda bas
Salgı bezleri ve düz katlan merkezi sinir siste kındır.
miyle ilişki içine sokan karmaşık sinir ağına veri pekiştirme (reinforcement) Edimsd koşullamada
len ad. bir mükafatın verilmesi ya da acı veren uyancının
oval pencere (oval window) Orta kulak kemiklerin ortadan kaldınlması.
den gelen titreşimi salyangoza aktarınca iş gi^en perde (piteh) Ses dalgasının duyusal olarak algılan
salyangoza bitişik zann penceresi. ması.
plasenta (placenta) Hamilelik esnasında annenin
ö üterüsOnde oluşan b'ır organ. Bu.organ göbek bağı
Ödlpus kompleksi (Oedipus complex) Freud'un ki aracılığıyla annenin kaıundaki besleyici maddele
mlik kuramma göre, erkek çocuğun geçirdiği ka- ri feıüse aktarır, fakat annoıin kanında bulunan
çuıümaz bir aşama. Bu aşamada erkde çocuğu an ve hastalığa yol açan organizmaları tutar, bırak
nesini cinsel yönden çekici bulur ve babasuu maz.
kendisine rakip gördüğünden onu ortadan kaldır pons (pons) Serebellumun iki lobu arasında y a alan
mak ister. köprü; talemeyle ilgili işlevla yapan sinir hüae
ödül (reward) Doyum duygusu uyandıran ya da ve gruplan İHirada bulunur.
rildiği zaman bir davranışın ortaya çıkma olasılı- pdkoaktif İlaçlar (psychoaclive drugs) İnsanın dü-
ğmı arttıran uyarıcı. şüDce, duygu ve dayanışını etkileyen ilaçlar.
584
pslkoanaliz (psychoanalysis) (1) Freud*un geliştir- saldırganlık eğitimi (aggression training) Duygusal
mi( olduğu kişilik kuramı. Bu kuram kişiliğin te çökantü/depresyon içinde bulunan kimsenin k ıl
melinde, özellikle cinsiyet ve saldırganlıkla İlgili gınlık duygulannı ifade ederek kendine güvenli
bilinçaltı gfldûlenmelerin bulunduğunu kabul davranışa yönelmesini sağlayan ve böylece bire
eder. (2) Bu kişilik kuramına gün geliştirilmiş yin depresyondan çıkmasına yol açan yöntem,
so^besi çağrışım ve rüyaların yorumu tekniklerini salyangoz (cochlea) İç kulaku salyangoz kabuğu
kullanan psikoterapi yüniemL b içim in e^ yapı; deyma sinirleri burada bulunur,
psikodrama (psychodkama) Roller takınarak kendi sanrı (deluskm) Psikotik türde bir inanç yanılgısL
liğinden sahnedeymiş gibi bir oyun sergileme; bir Bu tür inanç yanılgısına sahip kimseler ya kendi
psikoterapi tekniği olarak kullanılır, lerinin çek büyük kimse olduklarını ya da bazı
psikollzyolojik bozukluklar (psychophysiological kimselerin kötülük yapmak amacıyla kendilerini
disorckır) Psikolojik strese tepki olarak davranışta izlediklerini düşünürler.
onaya çıkan ve bedensel temeli olan bozukluklar. savunma mTekanlzmalan (defeose mechanisms)
psikoJcoJk (psychogenic) Hastalık, yaralanma, di- Bireyin, kendine verdiği değieri sarsacak ya da
¿er somatik nedenler gibi bedensel de^il, duygu kaygısını arttıracak kişisel ÖzellOderinin ya da gü
sal çalışma ya da kötQ alışkanlıklar gibi psikolo dülerinin faricına varmasını, bazı davranışları ya
jik ve işlevsel nedoılerden doğan davranış tflrO. parak ya da yapmayarak önlemesi. Bu davramşla-
psikojenik amnezi (psychogenic amnesia) Bir duy nn yapılması ya da yapılmaması bilinç altında bir
gusal şok ya da stres sonucunda istoligini hatırla karan içerdiğinden birey savunma mekaniıznala-
mama biçiminde kendini gösteren bir tür bellek nnm farkında değildir.
kaybı. saydam tabaka (cojnea) Işığın göze girmesine ola
psikolojik ameliyat (psyehosurgery) Psikolojik bo nak sağlayan geçirgen tabaka,
zukluğu gidermek amacıyla y o llan beyin ameli seçerek çlitleştlrme (seleetive breeding) Hayvan
yatı. larda kalıtımın amaaıu araştırmak amacıyla kul
psikopat (psychc^ath) Aniisosyal kişiliğe sahip bi lanılan bir yöntem. Belirli bir davranış özelliği
rey. gösteren bir hayvan grubu seçilir ve bu özelliği
psikosomatik bozukluklar (psychosomatic disor gösteren gruptaki diğer hayvanlarla birçok nesil
ders) (bkz.) Psikofızyolojik bozukluklar, çiftleştirilerek davranışta ne gibi etkileri olduğu
gözlenir.
psikoterapi (psycholheraphy) Psikolojik kavramlar
ve teknikleri kullanarak bireyin davranış aksak- sedatiflcr (sedatives) Sakinleşürici ilaç grubu. Çok
çabuk alışkanlık geliştirirler. Kaygıyı azaltma ve
lıklarmi gidermeyi amaçlayan yaklaşım,
uyku getirme amacıyla verilir,
psikoz (psychoses) Hastaneye yatmayı ya da özel
sembol (symbol) Kendinden başka birşeyi temsil
bakımı gerektiren davranış bozuklukları.
eden vçuet.ya da nesne.
serbest hatırlama (free recall) Bir dizi kelime veril
R dikten sonra öğrenilen kelime miktarını bulmak
refrakter devre/mutlak dinlenme devresi (refrac İçin deneğin gelişi güzel bir sırada listedeki keli
tory period) Bir nöronun saniyenin binde iki ya meleri hatırlaması.
da üçü gibi ç(A kısa bir zaman süresi için ateşle screbellum/bcyincik (cerdiellum) Bedenin dengesi
me y^amaması. Bu devre nöronun ateşleme y ı ^ ni ve kas hareketlerinin koordinasyonunu sağla
masından hemen sonra gelir, yan beyin kısmı. Arka beyinde yer ılır ve b ^ tn
renk degişmbzligl (color constancy) Belirli bir ob- kabuğunun altında kınşık iki lop olırak bulunur,
jeyt,,aydınlanma durumu vc dolayısıyla renk yan serebrum (cerebnım) Beyin sapının hemen üstünde
sıması değiştiği halde aynı renkte algılama eğili bulunan ve insan beynin en telirgin kısmını teşkil
mi. eden yapı. İki b ^ in yarım küresi ve bı^in kabu
renk körlüğü (color blindness) Renkleri ayırt ede ğundan oluşur.
meme durumu. Bu kişiler kırmızı ve yeşil gibi ba slnap (synap) Bir sinir hücresinin aksonundan gelen
zı renkleri birbirinden ayırt edemezler, sinir akımuıın diğer bir sinir hücresinin dendriüe-
retikuler aktİvatsyon sistemi: RAS (reticular acti rine aktarıldığı kavşak noktası,
vating system; RAS) Arka beyinde başlayan, oru sinirsel aktarıcı/nörotransmitcr (ncurotransmitia)
beyinden geçip ön beyine kadar giden ve ve uya Sinapslarda bulunan ve sinirsel akımın bir hücre
rılma derecesini denetleyen sinir hüaelerinden den diğerine geçmesine yol açan kimyasal madde,
oluşmuş ağ. sistematik duyarsızlaştırma (sysumaüc desensiti-
rctinai/ağtahakası (retina) Gözün içinde bulunan vc zation) Fobik reaksiyonları tedavide kullanılan
ışığa duyarlı sinir hücreleriyle kaplı tabaka, bir psikoterapi tekniği. En az korku uyaran uyan-
retinada/ağtabakalarda uymazlık (retinal dispa adan en çok korku uyaran uyarıcıya doğru giden
rity) Bakılan nesnenin görüntüsünün sağ ve sol bir yol izler.
gözde retinanın farklı yerlerine düşmesi. Bu fark sltoplazma (eytoplasm) Bir hücrenin temel yaşama
lılık derinlik algılamasına yol açar, fonksiyonlarına olanak veren ve hücre çekirdeği
retrogreyd amnezi (retrograde amnesia) Yaşanan nin çevresinde yer alan peke yapısındaki madde,
şoloan hemen önce olup bitenleri haurlıyamama. sonraki görünüm (aflcr-imagc) Uyarıcının ortadan
kaHcmasından sonra algılanan görsel olay. Uyarı-
a ortadan kalkar kalkmaz önce uyarıcımn aynısı
görünür, buna olumlu sonraki görünüm adı veri
sadizm (sadism) Cinsel ilişkide karşıdakine acı ver lir. Olumlu som^aki görünümün hemen ardından
mekten zevk alma. negatif görünüm ortaya çıkar.
585
sosyal etki kuramı (social impact theory) temel trankilizan/gevşetici (tianquilizer) Beyin faaliyeti
Önerme ile grubun bireyin davramsım etkilemesi* ni azaltarak kaygıyı vc şizofreniklerde sanrılan
ni açıklayan kuram. ve varsamları ortadan kalduan ilaç türü,
sosyal normlar (social norms) Yazılı olmadığı hal tutum (altitude) Bir kimse, nesne ya da durumla il
de herkes tarafından bilinen ve o grubun üyeleri gili oldukça organize ve sürekli olan inanç ve
nin davramşlarım« tutumlahm ve inançlarmı etki duygular. Bu inanç ve duygular bireyin o kimse,
leyen kurallar. nesne ya da duruma karşı belirli bir biçimde dav-
sosyal psikoloji (social psychology) Sosyal etkiledi- - ranmasma yol açar.
mi ve bireylerin birbirlerini nasıl etki alunda bı
raktığını inceleyen psikoloji dalı, U
sosyobiyolojik kuram (sociobiological theory) Bü- unutma eğrisi (forgciting curve) Zaman içerisinde
tihı sosyal davranifiarın kökeninin insan geneti unutma miktormı gösteren eğri,
ğinde yaitığuiı savunan kuram, uyan (stimulus) (1) Bir alıcıyı uyaran herhangi bir
sosyopat (sociopath) Antisosyal kimilik, psikopaL fiziksel enerji. (2) Organizmayı harekete geçiren
sSnmc/söndûrme (extinction) Pekiştirilmerruş tek iç ya da dış olay.
rarlarla davranımın kuvvetinde gözlenen azalma, uyma davranışı/uygu (conformiıy) Bireyin, bir
sözsüz iletişim (nonverbal communication) Duygu kimse ya da grubun baskısma boyun eğerek onla-
ve heyecanlarm yüz ifadeleri, beden durumu, mi rm istekleri yönünde davranması,
mik, jestler ve ses tonuyla ifade edilmesi, uyum (adaptation) Sürekli ve değişmez bir biçimde
stres (stress) Organizmanın bedensel ve zihinsel sı- gelen uyarıcıya duyu orgamnm alışması ve duyar-
nırlorımn tehdit edilmesi ve zorlanmasıyla ortaya bğını kaybederek artık tepkide bulunmaması,
çıkan durum. Uzun süre devam ederse hem be uzun süreli bellek (long term memory) öğrenilen
densel hem de ruhsal bozukluklara yol açar. bilgilerin uzun süre kaldığı bellek kısrm.
uzunlaroasına/zaman boyunda inceleme (longitu
dinal study) Bireyi uzun zaman boyunca incele
yen araştırma yöntemi. Değişik zaman aralıkla
şakak/tcmporal lobu (temporal lobe) Korteks/ rında bireyin üzerinde ölçümler ya da gözlemler
beyin kabuğunun işitmeyle ilgili kısmı, yapılır.
şekil-zemln (figure-ground) Algılamada tkı kısımda
oluşan anlamlı biçime şekil, arkada kalan kısma
zemin adı verilir. ü
şizofreni (schizophrenia) PsikoUk hastalıklardan bir tilscratlf koiitis (ulceratlve colitis) Stres sonucunda
grubuna verilen ad. Bu hastalığı gOsieren kişilerin ortaya çıkan ve kalın bağırsakla rekuunu kapla
düşüncelerinde sanrı ve varsam özellikleri görül yan kanamalı şişme ve yaralar,
meye başlar, konuşmaları anlaşılmaz hale gelir ve üzengi (stirrup) Orta kulakta bulunan ve örs kemi
duygusal hayatlarında bir kütleşme başlar. ğinden gelen titreşimleri alıp oval pencereye aku-
ran kemik.
tad tomurcukları (taste buds) Tad alıcı duyu or- vak*B tarihçesi (case history) Bir kişinin yaşamında
gonlan, dilin kenarlarında, arkasında ve gırtlaku olan bilen önemli olayları özetleyerek belirli dav
yer alır. ranışların nasıl geliştiğini gösterme girişimi,
talamus (thalamus) Gelen duyulan beyin kabuğuna varoluşçu-insanal (existential-humanistic) Psiko
aktaran önbeyin kısmı. lojik gelişmenin tanelinde kendini gerçekleştir
tamamlama (closure) Bazı kısımlan eksik olsa dahi me eğiliminin bulunduğunu varsayan görüş,
görüntüleri algılarken tamamlama eğilimine veri varsam (hallucination) Sadece birey tarafından algı
len ad. lanan, hokes tarafından paylaşılan gerçekte yer
tek-yumurta/özdeş ikizler (monozygotic twins) almayan algısal yaşuıular/daıeyimler.
Döllenmiş tek bir yumurtadan türeyen, aynı gene vestibCler torbacıklar (vestibular sacs) İç kulakta
tik yapıya sahip ikizler. bulunan kemiksel yapılar. Bu yapıların içinde je-
telepati (telepathy) Bir düşüncenin bir zihinden di laıinimsi bir madde vardır. VestibUler torbacıklar
ğerine sözsüz aktarılması. başın harekeline bağlı olarak hareket eder ve ba
telgrank söz (telegraphic speech) Çocuklar arasın şın hareketiyle ilgili beyne mesajlar göndair.
da konuşulan dilde gözlenen, önemli olmayan ke
limelerin söylenmediği cümle türü. w
testosteron/erkek hormonu (testosterone) Kandaki Weber ilkcsi/fraksiyonu (Webers fraction) Direy
miktarı artınca erkek çocuğunda buluğ çağına yol tarafından farkına vaniabilen uyancıdaki değişim
açan erkek hormonu. mikıarmm, uyarıcmın şiddetiyle orantılı olduğu
tlroid bezi (thyroid gland) Vücudun metabolizma nu ifade eden ilke.
hızını düzenleyot endokrin bezi.
tiroksin (thyroxin) Tiroid bezinin salgısı. Vücudun
metabolizma hızını düzenler. yaklaşma-kaçmına çatışması (approach-avoidance
toplumsal akıl sağlığı (community mental health) conflict) Bireyin elde etmeye çalıştığı amacın
Psikolojik tedaviyi hastaneden çıkarıp içinde ya hem istenilen hem de istenilmeyen yönlerinin ay
şanılan topluma götürme amacım güden psikoloji nı anda bulunmasmdan ortaya çıkan çalışma.
dalı.
5 86