You are on page 1of 113

ALAN YAYINCILIK: 80

DÜŞÜNCE DİZİSÎ: 13
DÜNYAMIZA BAKIŞ
Seçme Denemeler
ALBERT EÎNSTEİN

Alan Yayınlarında
Birinci Baskı: Mart 1987
İkinci Baskı: Eylül 1990
Baskı: Cantekin Matbaası
Kapak Düzeni: Pano Grafik
Kitap Düzenleme: Kaptan

ALAN YAYINCILIK
Çatalçeşme Sok. Torun Han No:40 KaL3
Cağaoğiu/ÎST.
Tel: 511 26 00
Albert Einstein

DÜNYAMIZA
BAKIŞ

Seçme Denemeler

Çevirenler:
S.Eyüboğlu/A.Erhat/V.Günyol
C.Çapan/I.ÖZTÜRK/Y.Anday

alan yayıncılık
İnsan kendi hayatında en anlamlı
olan şeyi pek farketmez, buna da pek
şaşmamak. Balık bütün hayatınca için­
de yaşadığı suyu bilir mi?
Acı tatlı şeyler dıştan, zorluksa iç­
ten, kendi çabalarımızdan gelir. Ben ço­
ğu zaman tabiatım beni neye zorlam ışsa
onu yapmışımdır. Bundan ötürü bu ka­
dar sevgi ve saygı görmek mahcup edi­
yor insanı. Bana kin okları atanlar da
oldu ama, bu oklar dokunmadı bana.
Çünkü, biç ilişkim olmayan bir başka
dünyadan geliyordu bunlar.
Genç yaşta insana acı gelen ama
olgun çağda tadına doyum olmaz bir
yanlızlık içinde yaşıyorum.
İ Ç İ N D E K İ L E R

Dünyayı Nasıl görüyorum 6


Hayatın Anlamı 12
Bir İnsanın Gerçek Değeri 12
Zenginlik Üstüne 12
Bilim ve Din 13
Din Duygusu ve Araştırma 19
Tanrı Kavramının Sömürülmesi 20
Bilim ve Uygarlık 21
Bilim ve Toplum 26
Bilim ve Ahlâk 30
Bilimsel Gerçek Üstüne 31
Kişi ve Toplum 32
Niçin Sosyalizm 36
Bireysel ve Toplumsal Sorumluluk 48
İnsan Haklan 49
Zenci Sorunu 52
İnsanlık Sorunları ve Çözüm Yollan 56
Eğitim Üstüne 57
Eğitimin Önemi 65
öğretim Özgürlüğü 67
Bağımsız Düşünce ve Eğitim 70
Düşünce Özgürlüğü 72
Aydınlara Bildiri 73
Freud'a Mektup 79
Savaşın Nedenleri 82
Sivil Savunma ve Banşseverlik 84
Barış. İçin 86
Bilim Adamı ve Savaş 87
Dr. Einstein'ın Yanlış Düşünceleri 90
Sovyet Bilginlerine Cevap 101
Kırallar Gidince 111
Amerikan Sömürgeciliği 111
Ödenmesi Gereken Eski Borç 112

5
Dünyayı Nasıl
Görüyorum

Biz dünyalıların ne garip bir d u r u m u


var! Burada kısa bir süre için bulunuyoruz.
Niçin geldiğimizi bilmiyoruz, sezer gibi olu­
yoruz zaman zaman. Ama, çok derinlere git­
meden, günlük yaşam bakımından başkaları
için var olduğumuzu biliyoruz; önce, bütün
mutluluğumuzu gülümsemelerine ve rahat­
larına bağladığımız kimseler için, sonra da,
yakından tanımadığımız ama kaderlerine
sevgiyle bağlı olduğumuz bütün insanlar
için. İç Ve dış hayatımın, ölü ve diri b ü t ü n in­
sanların emeğine bağlı olduğunu, aldığım ve
hâlâ almakta olduğum şeyleri aynı ölçüde var
gücümle vermeğe çalışmam gerektiğini her
gün durmadan düşünüyorum. Azla yetinmek
gereğini duyuyorum ve çok kez başkalarına
gereğinden fazla iş yüklediğimi d ü ş ü n ü p üzü­
lüyorum. Bana öyle geliyor ki, toplumun sı­
nıfları arasındaki ayrılıklar haksız ve yersiz-

6
DÜNYAYA BAKIŞ

dir; bu ayrılıklar, aslında, zorbalığa dayan­


maktadır. Ayrıca şuna da inanıyorum ki, sa­
de ve kendi halinde bir yaşayış, beden ve ka­
fa bakımından herkes için daha iyidir.
insanın filozofik anlamdaki özgürlüğü­
ne hiç de inanmıyorum. Her birimizin davra­
nışları, yalnız dış baskıların değil, içten gelen
bir takım zorunlukların da etkisindedir. Scho-
penhauer in «Bir insan istediğini yapar ama,
istediğini istiyemez» sözü tâ gençliğimde içi­
me işlemiş ve gerek kendi hayatımdaki gerek
başkalarının hayatındaki sıkıntılar karşısında
sürekli bir avunma, tükenmez bir sabır ve
hoşgörü kaynağı olmuştur. Bu düşünce, in­
sanın kolayca elini kolunu bağlayan sorum­
luluk duygusunu yumuşatır, gerek kendi­
mizi gerek başkalarını gereğinden çok ciddi­
ye almamızı önler; humur'a (gülen düşün­
ceye) yer veren bir hayat görüşüne götürür
bizi.
insan hayatının, genel olarak, yaradılı­
şın anlamını ya da amacını araştırmak, nes­
nel bakımdan saçma gelir bana öteden beri.
Bununla birlikte, herkesin davranış ve yar­
gılarını yöneten bir takım ülküler vardır. Bu
bakımdan, rahatlık ve mutluluğa, hiç bir za­
man birer amaç gözüyle bakmadım. Böyle
bir ahlaksal temel domuz sürülerine yaraşır
daha çok. Yolumu aydınlatan, bana durma­
dan yaşama sevinci ve cesareti veren ülküler,

7
ALBERT EİNSTEİN

İYİLİK, G Ü Z E L L İ K ve D O Ğ R U L U K ol­
muştur. Aynı inançları paylaştığım insanlar­
la birlik olduğumu duymasam, sanat alanın­
da ve bilim araştırmalarında hiç bir zaman
ulaşılamıyacak bir amaca yönelmesem, hayat
bana bomboş gelebilirdi. Nice insanların
her gün ardına düştükleri mal mülk edinme,
kolay başarı kazanma, süslü püslü yaşama,
tâ çocukluğumdan beri tiksinti uyandırmış­
tır bende.
Bende coşkun bir toplumsl adalet
ve sorumluluk duygusu vardır ama, neden­
se insanlara ve insan topluluklarına doğru­
dan doğruya bağlanma isteği hemen hiç
yoktur. Ben tek başına düşünen bir insanım,
dar anlamıyla hiç bir zaman b ü t ü n yüreğim­
le ne devlete bağlı kalmışımdır, ne ana yur­
da, ne dostlar çevresine, ne de aileye. Bütün
bu bağlara karşı hiç eksilmeyen bir yabancı­
lık ve yalnızlık duygusu beslemişimdir. Bu
duygum yaşlandıkça daha da artmıştır, in­
san vahlanarak da olsa, başkalarıyla anlaş­
ma ve uzlaşmanın bir sınırı olduğunu açıkça
görür. Bunu gören, gerçi, iç temizliğini,
kaygısızlığını azçok yitirir. Ama, b u n a kar­
şılık, başkalarının düşüncelerinden, alışkan­
lıklarından ve yargılarından geniş ölçüde
bağımsız kalarak kendi dengesini hiç de sağ­
lam olmayan bir temel üstüne kurmaya
kalkmaz.

8
DÜNYAYA BAKIŞ

Benim politik ülküm demokratik ülkü­


dür. Herkes saygı görmeli ama, hiç kimseye
tapılmamalıdır. Bana karşı insanların gere­
ğinden çok saygı ve hayranlık göstermesi ta­
lihin bir cilvesidir. Bunda benim kabahatim
olmadığı gibi, hak etmiş de değilim bunu. Bu
aşırı saygı, benim cılız gücüm ve ardı arası
gelmez didinmelerimle bulduğum bir kaç dü­
şünceyi anlamakta zorluk çekmelerinden ge­
lebilir. Çok iyi biliyorum ki, her hangi bir ör­
gütü gerçekleştirmek için, bir tek kişinin dü­
şünmesi, buyurması ve toptan sorumluluk
yüklenmesi gerekir. A m a yönetilenler baskı
altında olmamalıdır. Yöneticilerini seçebil-
melidirler. Zorbalığa dayanan otokratik bir
düzen, bence, kısa zamanda bozulur. Çünkü,
zorbalık ruhça aşağılık insanları çeker ve
dâhi zorbaların yerine haydutların geçmesi
şaşmaz bir yasadır bence. Bu yüzden, b u g ü n
İtalya'da ve Rusya'da gördüğüm böylesi dü­
zenlerin karşısındayım var gücümle. Bugün­
kü Avrupada demokrasi yolunun gözden
düşmesinin nedenini, demokrasinin temel dü­
şüncesinde değil, hükümet başındakilerin ko­
lay değişkenliğinde ve oy mekanizmasının
kişileri tek tek hesaba^ katmayan niteliğinde­
dir. A m a bence Kuzey Amerika Birleşik
Devletleri bu bakımdan doğru yolu bulmuş­
lardır. Uzunca bir süre için seçilmiş sorumlu
bir başkanları vardır, ve bu başkan sorumlu-

9
ALBERT EİNSTEİN

luğunu etkin olarak taşımasına yetecek güç­


ten yoksun değildir. Buna karşılık, bizim po­
litik sistemimizde insan tekinin hastalık ya
da yoksulluk hallerinde gördüğü geniş ilgiyi
değerli buluyorum. İnsanlığın çarklarında,
bana gerçekten önemli görünen devlet değil,
yaratıcı ve duygun insanteki kişiliğidir. Soy­
lu ve yüce olanı yaratan odur. Çoğunluksa
düşüncede budalalığa, duygularda şaşkınlığa
düşebilir.
Bu konu beni sürü haline gelen insan
topluluklarının en kötüsünden, hiç sevmedi­
ğim ordudan söz açmaya götürüyor. ( 1 ) Bir
mızıkanın ardından sıra sıra yürümekten
zevk alan kimseyi adam yerine koymam. On­
da bir beyin olmasa da olur. Yalnız murdar
ilikle bu iş pekâlâ başarılabilir, insan uygarlı­
ğının bu yüz karasını bir an önce yok etmek
gerekir. Ismarlama kahramanlık, budalaca
oldu bittiler, sözde yurtseverlik palavraları
tiksindirir beni. Savaş ne kadar iğrenç, ne ka­
dar aşağılık geliyor b a n a ! Böyle yürekler acı­
sı bir işe girmektense, dilim dilim kesilmeye
razıyım. Buna rağmen, insanlara o kadar gü­
venim var ki, bence bu umacı çoktan yeryü­
zünden kalkmış olurdu, eğer okul ve basın

(1) Bu satırlar Hitler ordusunun dünyayı ka­


sıp kavurduğu ve 6.000 yahudiyi zehirli gazlarla öl­
dürdüğü günlerde yazılmıştır.

10
DÜNYAYA BAKIŞ

yoluyla dünyanın çıkarcı iş çevreleri ve poli­


tikacıları halkların sağduyusunu sistemli ola­
rak yanıltmasalardı.
Duyabileceğimiz İn güzel şey, hayatın
esrarlı yanıdır. Sanatın ve gerçek bilimin be­
şiğinde bu ana duygu vardır. O n u bilmeyen,
d ü n y a karşısında şaşkınlık ve hayranlık duy­
mayan kimse, ne de olsa, ölü ve gözü kapalı
gibidir. Hayatın sırlarıyla karşı karşıya gel­
mek, korku ile de karışarak dinleri yaratmış­
tır. Ulaşamayacağımız bir şeylerin var oldu­
ğunu bilmek, ancak en ilkel bir biçimde anla­
yabileceğimiz en derin aklın ve en parlak
güzelliğin belirtilerini görmek, bu bilgi ve bu
gerçek dindarlığın tâ kendisidir, işte bu an­
lamda, ve yalnız bu anlamda, derinden din­
dar olan insanlara katılıyorum. Kendi yarat­
tıklarını cezalandıran ya da ödüllendiren, biz
insanlarınkine benzer istekleri olan bir Tan­
rıyı benim aklım almaz. Bedeni ile öldükten
sonra yaşayabilecek bir insan da düşüne­
mem. Zayıf yürekliler, korku ya da gülünç
bir bencillikle bu.çeşit düşünceleri beslesinler
istedikleri kadar. Hayatın sonsuzluğundaki
sır ve gerçeğin akılları aşan kuruluşuna bakış,
bir de tabiatta kendini gösteren aklın, ne ka­
dar küçük olursa olsun, bir parçacığını kav­
ramak için göstereceğimiz o içten çaba yeti­
yor bana.
(Çeviri : S. E. - V. G.)

11
Hayatın Anlamı
Hayatımızın ve, genel olarak, b ü t ü n
canlı varlıkların hayatının anlamı nedir? Bu
soruya karşılık vermesini bilmek dindar ol­
mayı gerektirir. Diyedeksin ki, böyle bir so­
ruyu sormanın bir anlamı var mı? Ben de şu­
nu söyleceğim sana: Kendi hayatına ve baş-
kalarınınkine anlamsız gözüyle bakan insan,
yalnız mutsuz olmakla kalmaz, kolay kolay
yaşmasını bile beceremez.
o
BİR İNSANIN G E R Ç E K DEÛERİ
Bir insanın gerçek değeri, her şeyden ön­
ce, kendinden kurtulmayı, ne ölçüde ve ne
yolda başardığına bakılarak anlaşılır.
o
ZENGİNLİK Ü S T Ü N E
Ş u n a var gücümle inanıyorum ki, dün­
yanın bütün zenginlikleri ilerlemeyi gerçek­
ten isteyen bir insanın elinde de olsa, insan­
lığı ileriye götüremez. Yalnız büyük ve temiz
insanlardan örnek almak bizi soylu düşünce­
lere ve soylu işlere götürebilir. Para bencil­
liği çeker, ve ister istemez, kötüye kullanıl­
masına yol açar.
Carnegie'nin para çuvallarıyla yüklü bir
Musa, bir İsa, bir Gandhi düşünebilir misi­
niz?
(Çeviri : S. E. - V. G.)

12
Bilim ve Din

İnsanların yaptıkları ve tasarladıkları


herşey duydukları ihtiyaçları gidermeğe ve
acılarını dindirmeye yarar. Düşünce akımla­
rını ve gelişmelerini anlamak istersek, bunu
her zaman göz.önünde tutmalıyız. Çünkü,
her insan çabası ve yaratışı, görünür­
de ne kadar yüce olursa olsun, duygu­
ların ve özlemlerin etkisi altındadır. Öy­
leyse, insanları dinsel düşüncelere, en geniş
anlamıyla inanca götüren duygular ve ihti­
yaçlar neler olmuştur? Bunun üzerinde dü­
şündüğümüz zaman, dinsel düşüncenin ve
hayatın beşiğinde türlü türlü duygular bu-

13
ALBERT ElNSTEİN

luruz. ilkel insanda dinsel düşünceleri yara­


tan korkudur her şeyden önce: Açlık korku­
su, vahşi hayvan, hastalık, ölüm korkusu.
Varlığın o döneminde,* olayların nedenleri
arasındaki ilişkileri anlamaya gücü yetmeyen
insan kafası az çok bize benzer varlıklar uy­
durmuş ve korkulan olaylarj onların istekle­
rine ve eylemlerine bağlamıştır. Bu varlıkla­
rı bizden yana davrandırmak ve öfkelerini
dindirmek için insanlar bir takım işler yap­
mayı, kurbanlar vermeği düşünmüşler ve
bunlar çağdan çağa aktarılarak bir inanç ol­
muştur. Buna korku dini diyorum. Bu dini
kimse yaratmamış, özel bir din adamları bö­
lüğünün kurulmasıyla dondurulmuştur. Bu
bölük kendine, korkulan varlıklarla halk ara­
sında bir aracı süsü vermiş ve «yönetici güc*
d u r u m u n u b u n u n üzerine kurmuştur.
Çoğu zaman, önder, hükümdar ya da
ayrıcalıklı bir sınıf, yeryüzündeki egemenli­
ğini güçlendirmek için, ona dinsel görevler
eklemiştir, ya da politik gücü elinde tutan sı­
nıfla papaz sınıfı arasında bir çıkar ortaklığı
kurulmuştur.
ikinci dinsel kuruluş kaynağı toplumsal
duygulardır. Baba ve ana, büyük toplulukla­
rın başındaki yöneticiler ölümlü ve yan*labi-
lir insanlardır. Yönetilme, sevilme ve korun­
ma özlemi, koruyan, karar veren, ödül ve
ceza veren bir kader-Tann kavramının oluş-

14
DÜNYAYA BAKIŞ

masına yol açmıştır. Bu, insanın düşünce uf­


kuna göre, kabilenin hayatını, insanlığın ha­
yatını, hattâ, genel olarak, hayatı seven, bes­
leyen, insanı yıkımlarında ve yatıştırılmaz
özlemlerinde avutan ve öbür dünyaya gö­
çenlerin ruhunu koruyan bir Tanrıdır. Top­
lumsal ve ahlaksal Tanrı kavramı budur işte.
Yahudi halkının kutsal kitaplarında,
korku dininin ahlaksal dine dönüştüğü görü­
lebilir; bu dönüşüm incil'de daha da ileri git­
miştir. Bütün uygar halkların dinleri, özellik­
le, doğu halklannkiler, toptan ahlaksal din­
lerdir. Korku dininin ahlaksal dine dönüşümü,
halkların hayatında önemli bir ilerlemedir,
ilkel halkların dinlerinin salt korku dini, uy­
gar ülkelerinkiyse salt ahlaksal din olduğu
yolundaki ön-yargıdan sakınmak gerekir.
Hepsi de daha çok iki tipin karışımıdır. Bu
karışımda, toplumsal hayatın yüksek basa"
inaklarında ahlaksal din ağır basmaktadır.
Bu tiplerin ortak özelliği Tanrı kavramı­
nın insan biçiminde olmasıdır. Yalnız özel­
likle zengin kişiler ve topluluklar, genel ola­
rak, bu dinsel hayat basamağının üstüne çı­
karlar. Ama, saf halinde, pek sık raslanma-
makla birlikte, hepsinde üçüncü bir dinsel
hayat basamağı vardır: Buna kozmik din
duygusu demek isterim. Bunu hiç bilmiyene
anlatmak zordur, hele insana benzer hiç bir
Tanrı düşüncesi ile bağdaştırılmazsa.

15-
ALBERT EİNSTEİN

İnsanoğlu, insan isteklerinin ve amaçla­


rının boşluğunu, tabiatta ve düşünce dünya­
sında kendini gösteren o aklı durduran düze­
nin yüceliğini görür. Hayat ona bir çeşit zin­
dan gibi gelir ve anlam dolu bir bütün olarak
hayatı toptan kavramak ister. Kozmik din
duygusunun ilk izleri, dönüşümün ilk basa­
mağında, örneğin Davud'un bazı mezamirin­
de ve bazı peygamberlerde bulunmaktadır.
Kozmik din duygusu budizmde ve hele Scho-
penhauer'in eşsiz yazılarında ağır basar. Bü­
tün çağların dinsel dehaları, dogmalar ve in­
san biçiminde bir Tanrı tanımayan kozmik
din duygusu ile kendilerini göstermişler­
dir. Onun için, başlıca öğretisi kozmik
din duygusuna dayanan hiç bir kilise olamaz.
Böylece, bütün çağların sapkın denilen insan­
ları arasında bu yüce din duygusuyla yüklü
olan ve çok kez çağdaşlarmca dinsiz, kimi za­
man da ermiş sayılan insanlar vardır. Demok-
ritos, Assisi'li Francesso ve Spinoza bu ba­
kımdan birbirlerine yakındırlar.
Hiç bir belli Tanrı düşüncesine ve hiç
bir Tanrıbilime götürmeyen kozmik din duy­
gusu insandan insana nasıl geçebilir? Bence
bu duyguyu, ona yatkın olanlarda uyandır­
mak ve diri tutmak, sanatla bilimin en önem­
li görevidir.
Böylece, dinle bilim arasında alışılage­
lenden başka bir ilişki düşüncesine geliyoruz.

16
DÜNYAYA BAKIŞ

Tarihsel açıdan insan bilimle dini anlaşmaz


iki kutup gibi görebilir ve bunun nedenini
anlamak da zor değildir. Nedensel yasanın
bütün olayları yönettiği gerçeğine ermiş bi­
risi, kozmik oluşumun ilerlemesinde araya
giren bir varlık düşüncesini kabul edemez.
Tabii, nedensellik varsayımını ciddiye alıyor­
sa. Korku dini gibi toplumsal ve ahlaksal di­
nin de yeri yoktur onun düşücesinde. Ödül
ve ceza veren bir Tanrıya aklı yatmaz. Şun­
dan ötürü ki, insan sıkı bir takım dış ve iç ya­
saların etkisindedir, onun için de, cansız bir
nesne nasıl devinimlerinden sorumlu değilse,
o da Tanrıya karşı sorumlu değildir. Bu yüz­
den, ahlâkı baltalıyor diye bilime çatmışlar­
dır, tabii haksız olarak. İnsanın ahlaksal dav­
ranışı, başkalarının acısını paylaşmasına, eği­
time ve toplumsal ilişkilere etkin olarak bağ­
lanmalıdır. Bu davranışın dinsel bir temele
hiç de ihtiyacı yoktur, insanların yalnız ölüm­
den sonraki ceza korkusu ve ödül umudu ile
kendilerini tutabileceklerini düşünmek insan­
lık için hiç de övünülecek bir şey değildir.
îşte bu nedenlerden ötürü kiliselerin ni­
çin bütün çağlarda bilimle savaştığını ve bi­
limden yana olanlara işkence ettiğini anlamak
kolaydır. Ama, ben ayrıca kozmik din duy­
gusunun bilimsel araştırmada en güçlü ve en
soylu itme gücü olduğuna inanıyorum. Yal­
nız büyük çabaların ve hele fedakârlığın (ki

17
ALBERT EİNSTEİN

onlarsız yeni yollar açan bilimsel yaratma


gerçekleşemez), yalnız bunların değerini bi­
lenler gündelik kaygıları aşan bir çalışmayı
doğuran duygu gücüne önem verebilirler.
Keplerle Ne^ton'un uzun yıllar tek başlarına
çalışarak, gök mekaniğinin işleyişini aydın-
latabilmeleri için, dünyanın kuruluşundaki
akılsallığa derin bir inançları olması, ve bu
akim dünyadaki yansısını olsun yakalamak
yolunda ne ateşli bir istekleri olması gerekir­
di! Bilimsel araştırmayı yalnız pratik sonuç­
larıyla bilen kimse kolayca aldanabilir ve çev­
relerindeki şüpheci kimselere inat düşünce­
lerini dünyanın dört bir yanında ve dört bir
çağındaki yoldaşlarına ulaştıran bu insanların
dünya görüşünü kavrayamaz. Ancak haya­
tını böylesi yüksek amaçlara adayan kimse,
bu büyük insanları coşturan ve onları, sayısız
başarısızlıklara rağmen, amaçlarına bağlı tu­
tan gücün ne olduğunu anlayabilir. Bu türlü
güçleri kozmik din duygusu cömertçe verir
insana. Bir çağdaşımız, haklı olarak şöyle de­
miştir: « E n ciddi bilginler, içlerinde derin­
den derine bir dinsel duygu taşıyanlardır.»

( Ç e v i r i : S. E. - V. G . )

18
Din Duygusu
ve Araştırma

Bilimin derinlerine inerseniz, kendince


bir dinselliği olmayan bir bilim kafasına zor
raslarsmız. A m a bu din duygusu, basit insa-
nmkinden apayrıdır. Böyleieri için Tanrı,
iyilik beklenen ve cezasından korkulan, ne
kadar saygın olursa olsun, kişisel ilişkiler ku­
rulan bir varlıktır; çocuğun babasıyla olan
ilişkisine benzer yücelmiş bir duygu.
Oysa, bilgin bütün olup bitenlerin ne­
densel bilincine varmıştır. Onun gözünde ge­
lecek geçmişten ne daha az zorunludur, ne
de daha belirli. Ahlâk onun için Tanrı ile de­
ğil, temamen insanla ilgili bir iştir: Onun
din duygusu, tabiat yasalarının düzeni karşı­
sında şaşkın bir hayranlıktır. Çünkü, tabiat­
ta öylesine yüksek bir akıl kendini göster­
mektedir ki, insanın en ince düşünceleri ve
buluşları, bu aklın yanında sönük bir bölge
gibi kalır. Bu duygu, bencil isteklerinin köle­
liğinden kurtulabildiği ölçüde, hayatının ve
çabalarının ana yolu olur. Bu duygu, bütün
çağlarda yaratıcı din adamlarının içini doldu­
ran duygunun benzeridir.

( Ç e v i r i : S. E. - V. G.)

19
Tanrı Kavramının
Sömürülmesi

Daha iyi bir dünyanın kurulmasına ça­


lışılırken Tanrı kavramından yararlanılması
gerektiğine inanmıyorum. Bunun, çağdaş bir
aydının davranışları ile bağdaşabileceğini
sanmıyorum. Ayrıca, tarih de gösteriyor ki,
her topluluk ya Tanrının kendilerinden yana
olduğuna inanıyor, ya da böyle olduğuna
karşısındakileri inandırmağa çalışıyor.
Bu da, sağduyuya dayanan bir anlayış ve
davranışı güçleştiren bir durum. Daha ahlâklı
ve aydınca bîr tutumun gelişmesi yolunda gi­
rişilecek sabırlı ve açık sözlü eğitim çalışma­
ları, kanımca, daha mutlu bir yaşama düze­
nine giden tek yoldur.

( Ç e v i r i : C. Ç a p a n )

20
Bilim ve Uygarlık

Yaşadığımız bu ekonomik * sıkıntı ça­


ğında ulusları ayakta tutan mânevi güçlerin
ne olduğu açıkça belirmektedir. Umarız ki,
geleceğin tarihçisi, Avrupanın politik ve
ekonomik bakımdan birleştiği bir gün, çağ­
daş olayları yargıladığı zaman, günümüzde
bu kıtanın özgürlük ve onurunun Batı dev­
letleri tarafından kurtarılmış olduğunu, bu
güç zamanlarda kin, nefret ve zorbalığa kay­
madan sıkıntıya karşı koyan Batı Avrupa'nın
kişi özgürlüğünü başarıyla savunup, bilgi ve
buluşların ilerlemesine yol açtığını görecek
n ve söyliyecektir. Çünkü kendi varlığına say­
gısı olan bir insan için hayat bu özgürlük ol­
madan yaşanmaya değmez.
Beni yıllarca kendi yurttaşı sayan bir
ulusun tutum ve davranışını yargılamak bana
düşmez hem; yalnız eyleme değer verilen
günümüzde yargılamaya girişmek boş bir ça­
ba olsa gerek.
Bugün bizi ilgilendiren sorunlar şunlar­
dır: İnsanlığı ve bize miras kalan mânevi var­
lıkları nasıl kurtaracağız? Avrupa'yı yeni bir
yıkımdan nasıl koruyacağız?
Hiç şüphe yok ki, dünyayı saran eko-

21
ALBERT EÎNSTEİN

nomik buhran ve buhran yüzünden halkların


yoksul düşmesi, birçok nimetlerden yoksun
kalmaları, tanığı olduğumuz tehlikeli karışık­
lıklara yol açmıştır. Bu gibi dönemlerde hoş­
nutsuzluk kin ve öfke doğurur; öfke insan-
arı zorbaca eylemlere ve devrimlere sürük­
ler, kimi zaman da savaşa götürür. Sıkıntı­
dan, çaresizlikten yeni yeni dertler doğar. Bu­
gün devlet adamları, tıpkı yirmi yıl önce ol­
duğu gibi, korkunç sorumluluklar yüklenmiş
bulunuyorlar. Gönül ister ki bunlar bir an­
laşmaya varsınlar ve Avrupa'da uluslararası
alış verişleri birlik ve aydınlık temelleri üze­
rine kurabilsinler, böylece her devlet savaşın
başarısızlıkla sonuçlanacak bir serüven ol­
duğunu kesinlikle anlasın. Ne var ki, devlet
adamlarının çabası ancak halkların sağlam,
sarsılmaz istemine dayandığı zaman başarılı
sonuç verebilir.
Bizi ilgilendiren konu yalnız barışı kur­
manın ve korumanın teknik çareleri değil,
aynı zamanda kafaları eğitmenin, aydınlat­
manın yoludur. Düşünce özgürlüğümüzü, ki­
şisel özgürlüğümüzü tehlikeye sokan güçlere
karşı koymak istiyorsak, önce yitireceğimiz
değerlerin ne olduğunu iyice tasarlamamız
ve atalarımızın bunca zor savaşlarla elde et­
tikleri bu özgürlüğe neler borçlu olduğumu­
zu açıkça bilmemiz gerekir.
Bu özgürlük olmasaydı, ne Shakespeare,

22
DÜNYAYA BAKIŞ

ne Goethe, ne Newton, ne Faraday, ne Pas-


teur, ne de Lister yetişirdi. O olmasa, ne halk
­ için konforlu evler olurdu, ne demiryolları,
­ ne telsiz telgraf, ne salgınlara karşı korunma
çareleri, ne ucuz okuma kitapları, ne kültür,
­ ne de herkese açık sanatlar. Hayatın belli baş­
­ lı gereksinmelerini karşılıyacak gereçleri
­ meydana getirmek için insanın çabasını ko­
­ laylaştıracak makineler olmaz, çoğu insanlar
eski Asya* zorbalarının zamanındaki köle ha­
­ yatını yaşardı.
Buluşlar, keşifler yalnız özgür insanlara
­ vergidir, yalnız onlar yaratabilir biz modern
insanların hayatım yaşanmaya değer hale
­ getiren düşünce eserlerini.
t Belki bir gün gelecek, çağımızın ekono­
, mik güçlüklerinden sıyrılıp da çalışmada «arz
ı ve talep», sunu ve istek, üretim ve tüketim
arasındaki dengeyi kurabilecek ve bu dengeyi
­ yasalarla yürütebileceğiz. A m a bu sorunu da
, özgür insanlar olarak çözümlemeliyiz, onu
­ bahane ederek bizi köleliğe sürüklemelerine
­ izin vermemeliyiz; çünkü kölelik olumlu,
e sağlıklı her türlü gelişmeyi köstekliyen bir
z bataktır.
z Bu sözlerimle ilgili olarak, geçenlerde
­ aklıma gelen bir düşünceyi dile getirmek is­
­ terim: Şehirden uzak, yalnız yaşıyor ve ra­
hat, düzenli bir hayatın yaratıcı düşünceyi
, geliştirmeye ne kadar elverişli olduğunu gö-

23
ALBERT EİNSTEİN

rüyordum. Toplumumuzda yalnızlığı gerek­


tiren ve beden ya da akıldan yana büyük bir
çaba gerektirmeyen bazı görevler vardır: ör­
neğin deniz feneri ve yüzen fener bekçiliği.
Bu görevleri bilim, özellikle, bazı matema­
tik ya da felsefe sorunlarını derinliğine ince­
lemeyi amaç edinen gençlere vermek müm­
kün değil mi? Pek az genç hayatının asıl
verimli çağında bilimsel sorunların üstüne
eğilmek fırsatını bulur. Bir genç belli bir süre
için bir burs bulabilse bile, en kısa zamanda
sonuç elde etmek zorundadır. Bu durum salt
bilime ulaşmak için hiç de elverişli değildir.
Ekmeğini kazanmak için gelişigüzel pratik
bir görev alan genç bilim adamı bu bakımdan
daha elverişli koşullar içindedir - yeter ki asıl
çalışmasına ayırabilecek zaman ve enerjiyi
bulabilsin. Bu dediğim gerçekleştirilirse, bel­
ki yaratıcı kafalara şimdi olduğundan daha
geniş ölçüde gelişmek olanağı verilmiş olur.
Ekonomik yoksulluğun ve politik karışıklı­
ğın ağır bastığı çağımızda bu çeşit düşünce­
lerin üstünde durmaya değer.
Tehlikeli, yoksul bir çağda yaşadığımız­
dan yakınmak mıyız? Sanmam. İnsan bütün
öbür canlılar gibi yaradılıştan gevşektir. Onu
uyaran, dürtükliyen olmazsa, hemen hiç dü­
şünmez, törelerine ve alışkanlıklarına uya­
rak bir otomat gibi yaşar. Genç değilim, ço­
cukluk, gençlik aşamalarını geçirdim ve ben

24
DÜNYAYA BAKIŞ

de delikanlının yalnız kendi hayatının ıvır zı-


vırlannı düşündüğü, arkadaşları gibi konu­
şup, tıpkı onlar gibi davrandığı çağları yaşa­
dım. Bu yapmacık maskenin altında neler
saklandığını pek fark edemez insan, çünkü
alışkanlığın, biçimselliğin etkisiyle insanın
gerçek kişiliği pamuğa sarılmış gibidir.
Bugünümüz ne kadar başka! Fırtınalı
zamanımızda çakan şimşeklerin ışığında in­
sanları ve olayları olanca çıplaklığıyla görebi­
liyoruz. Her millet, her insan amaçlarını, tut­
kularını, güc ve güçsüzlüklerini açığa vur­
maktadır. Koşulların hızla değişmesinde gö­
reneğin hiç yeri kalmamıştır: Alışkanlıklar
kurumuş buğday taneleri gibi havaya savrul­
maktadır.
İnsanlar çaresizlik içinde, iflâs etmiş
ekonomik gelenekler ve kurulması gereken
uluslararası politik ilişkiler üzerinde düşün­
meye başlıyorlar. Uluslar tehlikeler ve karı­
şıklıklar arasından yeni gelişmeler yoluna
girmektedirler. Çağımızın bu karışıklıkları
bize daha iyi bir dünya hazırlasa bari!
Zamanımızın bu yargısı bir yana, öde­
vimiz ulu ve dayanıklı varlıklarımız arasında
hayata değer veren ne^varsa onları korumak
ve çocuklarımıza atalarımızdan aldığımız kül­
tür mirasını daha arı ve daha zengin olarak
aktarmaktır.

( Ç e v i r i : A. E r h a t )

25-
Bilim ve Toplum

Bilim, insan işleri üzerinde iki yoldan


etki yapar. Birincisi, hepimizin bildiği bir
yoldur: Bilim insan hayatını baştan başa de­
ğiştiren, dolaysız, daha çok dolaylı olarak bir
takım olanaklar yaratır, ikinci yol eğitici bir
nitelik taşır - insan düşüncesini etkiler. Bu­
nun etkisi üstünkörü bir bakışla görülmezse
de, daha az derin değildir.
Bilimin en gözle görünen pratik etkisi,
hayatı hem zenginleştiren, hem karmaşık
hale sokan bir takım buluşlara yol açmasıdır;
bunlar, buhar makinası, demiryolu, elektrik
gücü ve ışığı, telgraf, radyo, otomobil, uçak,
dinamit vb. gibi buluşlardır. Bunlara bir de
biyoloji ve tıp alanında insan hayatını ko­
ruma amacıyla yapılan buluşları, özel­
likte acıları dindirme yollarını ve yiyecekleri
koruyup saklamaya yarayan teknik icatları
eklemek gerekir.
Ama, bütün bu buluşların insana sağla­
dığı en büyük iyilik, eskiden, .basit yaşayışı
sürdürmek için pek gerekli olan o son derece
yıpratıcı beden çalışmasından insanı kurtar­
mış olmasıdır bence. Bugün köleliğin genel
olarak ortadan kalktığını ileri sürebiliyorsak,
bunu bilimin pratik sonuçlarına borçluyuz.

26
DÜNYAYA BAKIŞ

ö t e yandan, teknoloji, ya da uygulamalı


bilim, insanlığı son derece ciddi bir takım
sorunlarla karşı karşıya getirmiştir, insanlı­
ğın yaşaması, bu sorunların yararlı bir yol­
dan çözümlenmesine bağlıdır. Yapılacak şey,
yeni bir takım toplumsal kurumlar ve gele­
nekler yaratmaktır. Öyle kurumlar ki, onlar
olmadıkça, yeni âletler, ister istemez insan­
lığın başına belâların en büyüğünü açabilir.
Örgütlenmemiş bir ekonomide, meka­
nik üretim araçları şu sonucu doğurmuştur:
insanlığın hatırı sayılır bir bölüğü mal üreti­
mi bakımından artık gerekli olmaktan çıkmış
ve böylece ekonomik oluşumun dışında kal­
mıştır. Bunun sonucu olarak da, ilk ağızda,
satın alma gücünde bir azalma olmuş ve aşırı
yarışma yüzünden iş gücünün değeri düş­
müştür ki, bu da, git gide daralan aralıklarla,
mal üretiminin ciddi olarak felce uğramasına
yol açmıştır. Öte yandan, üretim araçları,
bunları ellerinde tutanlara, politik kurumla­
rın geleneksel güvenekleriyle önlenemiyecek
ölçüde bir güc sağlamaktadır, insanlık bu
yeni koşullara uymak için yeni bir savaşa
girişmiştir. Bizim kuşağın insanları, görev­
lerine yaraşır bir güc gösterebilirse, bu
savaş gerçek bir kurtuluşa götürebilir.

Teknolojiye gelince, o da mesafeleri kı­


saltmış ve son derece etkin bir takım yeni

27
ALBERT EİNSTEİN

yıkma araçları yaratmıştır. Bu araçlar, dav­


ranışlarında alabildiğine serbest olmak iste­
yen ulusların elinde, insanlığın hayatını ya da
güvenliğini tehlikeye koyabilmektedir. Bu
durum, bütün dünya için bir tek yürütme
ve yargı gücünü gerekli kılar. Ne var ki, mil­
lî gelenekler böylesi bir merkezî gücün ku­
rulmasına umutsuzca karşı koymaktadırlar.
Burada da, kendimizi yene bir savaşın, sonu­
cu hepimizin kaderini belirliyecek bir savaşın
ortasında bulunuyoruz.
Ulaştırma araçları, basılı sözü çoğaltma
yolları ve radyo modern silâhlarla birleşince
bedenle ruhu merkezi bir gücün buyruğu al­
tına koymaya yüz tutmaktadırlar ki, bu da
insanlık için üçüncü bir tehlike doğurmakta­
dır. Çağımızın zorbalıkları ve onların yıkıcı
etkileri, bu ilerlemeyi insanın yararına kul­
lanmakta ne denli geri kaldığımızı açıkça
göstermektedir. Burada da durum ve koşul­
lar, uluslararası bir çözüm yolu ve bu çözüm
için de - henüz yoksun bulunduğumuz - psi­
kolojik bir temel gerektirmektedir.
Şimdi, bilimin insan düşüncesi üzerine
yaptığı etkilere gelelim. Bilim - öncesi çağlar­
da, yalnız düşünce ile, bütün insanlığın zo­
runlu ve kesin diye kabul edebileceği sonuç­
lar elde edilemezdi. Tabiattaki bütün olayla­
rın katı yasalara bağlı olduğu düşüncesi de
kabul edilemezdi. Tabiat yasasının, ilkel bir

28
DÜNYAYA BAKIŞ

insanın gözündeki bölük pörçük görünüşü


perilere cinlere olan inancı beslemekle kalır.
Onun için, ilkel insan, bugün bile, tabiatüstü
ve sorumsuz bir takım güçlerin hayatına ka­
rışabileceği korkusu içinde yaşayıp durmak­
tadır.
Bilimin en büyük zaferi, insanın kendi­
ne ve tabiata karşı duyduğu güvensizliği, in­
san aklı üstündeki etkisiyle yenmek olacak­
tır. Eski Yunanlılar ilkel matematikle birlik­
te, ilk defa olarak, sonuçlarından hiç kimse
nin kaçmamıyacağı bir düşünce sistemi kur­
muşlardı. Ondan sonra Rönesans bilginleri,
sistemli deneyle matematik yöntemi birleş­
tirmeyi düşündüler. Bu birleşme, tabiat yasa­
larını, deneyle doğrulayarak, öylesine kesin
bir biçimde dile getirebiliyordu ki, tabiat bi­
liminde artık düşünce ayrılıklarına yer kal­
mıyordu. O günden bu yana, her kuşak akıl
ve bilgi mirasını arttırmıştır ve bütün yapıyı
tehlikeye sokabilecek en ufak bir buhran
korkusu kalmamıştır.
Büyük halk yığınları bilimsel araştırma­
nın ayrıntılarını ancak kendi dar anlayışı öl­
çüsünde izleyebilir. Ama, hiç değilse, büyük
ve önemli bir yarar olduğunu da görür: Bu
yarar da, insan düşüncesinin güvenilmeğe
değer ve tabiat yasasinın evrensel olduğunu
düşünmektir.
( Ç e v i r i : V. G ü n y o l )

29
Bilim ve Ahlâk

Söylediğim bir takım sözlerin hoşunu­


za gitmediğini anlıyorum. A m a ben hiçbir
zaman insanlık için bir kurtuluş yolu olmadı­
ğını söylemedim. Yeryüzündeki koşulların
düzelmesi salt bilimsel buluşlardan çok in­
san geleneklerinin ve ülkülerinin gerçekleş­
mesine bağlıdır. Ahlâklı bir yaşama düzeni­
nin gelişmesi bakımından Konfüçyüs'ün,
Buddha'nın, İsa'nın ve Gandhi'nin yaptıkları,
bilimin, herhangi bir zamanda yapabileceğin­
den çok daha önemlidir bence. Sigara içme­
nin sağlığınız için çok zararlı olduğuna
inanırsınız da, tiryaki olmaktan gene de ala­
mazsınız kendinizi, Hayatı zehirleyen pek
çok alışkanlıklar için geçerli bir yargı bu üs­
telik. Doğruya ve gerçeğe yönelmiş her tür­
lü çabaya duyduğum saygı ve hayranlığı ay­
rıca belirtmem gerekmiyor sanıyorum. Ne
var ki, iyilik ve güzellik değerleri eksikliği­
nin de salt düşünsel bir çabayla giderilebilece­
ğine inanmıyorum. Bu görüşümü anlıyaca-
ğınızı umarım.
( Ç e v i r i : C. Ç a p a n )

30
Bilimsel Gerçek
Üstüne

1. «Bilimsel gerçek» sözüne kesin bir


anlam vermek kolay değildir. «Gerçek» sözü
böylece, kişisel deney için başka, matematik
bir önerme için başka, ya da bir tabiat bilimi
teorisi için başkadır. «Dinsel» dedikleri gerçe­
ği ise doğru dürüst kavrayamıyorum bile.
2. Bilimsel araştırma, deneysel dü­
şünce ve bütüncü bir görüşü destekleyerek,
kör inançları azaltabilir. Bununla birlikte, bi­
raz inceye giden her bilimsel çalışmanın te­
melinde dünyanın akla dayandığı ve kavra­
nabilir olduğu yolunda dinsel duyguya ben­
zer bir inanç vardır şüphesiz.
3. Bu inanç deneyde kendini gösteren
yüce bir aklın derin duygusuyla birleşince
benim için Tanrı kavramı olur. Herkesin an­
layacağı bir deyimle buna «panteizm» denir.
(Spinoza)
4. Dünyanın mezhep geleneklerine
ancak tarih ve psikoloji açısından bakabili­
rim. Onlarla başkaca hiç bir ilişkim yoktur.
( Ç e v i r i : S. E. - V. G . )

31
Kişi ve Toplum

Yaşantılarımıza, çabalarımıza bakarsak,


neredeyse bütün davranışlarımızın, istekle­
rimizin, başka insanların varlığıyla bağlı ol­
duğunu görürüz. Bütün tabiatımızın, top­
lumsal hayvanlara benzediğini anlarız. Baş­
kalarının yetiştirdiğini yiyip, başkalarının
diktiğini giyip, başkalarının yaptığı evlerde
oturuyoruz. Bilgimizin ve inançlarımızın bü­
yük bir kısmı, bize başkalarının yarattığı bir
dil aracılığıyla gene başkaları tarafından ve­
rilmiştir. Dil olmasaydı, akıl gücümüz, geliş­
miş hayvanlarla kıyaslandığında çok düşük
kalırdı; bu yüzden şunu kabul edelim ki,
hayvanlara karşı üstünlüğümüzü bir toplum
içinde yaşamamıza borçluyuz. Birey doğu­
mundan beri tekbaşına bırakılırsa, duyula­
rında ve duygularında aklımızın alamayacağı

32
DÜNYAYA BAKIŞ

kadar ilkel ve hayvanımsı kalır. Birey ne ise


odur, varlığından gelme büyük bir erdemliği
yoktur onun, besbelli. Maddî ve mânevi var­
lığı beşikten mezara giden büyük bir insan
toplumunun bir parçasıdır o.
Bir insanın topluluktaki başlıca değeri,
düşünce, duygu ve davranışlarını, arkadaş­
larının çıkarları yolunda yönetmesinin dere­
cesine bağlıdır; ona bu alandaki tutumuna
göre iyi, ya da kötü denir. Bir insanı tanım­
lamamız, ilk bakışta, sanki onun sadece top­
lumsal özelliklerine dayanır gibidir. Belki
böyle bir davranış yanlış olabilir. Toplumdan
aldığımız maddî, mânevi, ahlâki bütün de­
ğerlerin, sayısız kuşaklar gerisindeki belli ya­
ratıcı kişilerden geçerek bize geldiği pek açık­
tır. Ateşin kullanılması, yediğimiz bitkilerin
yetiştirilmesi, buhar makinası, hep tek kişi­
lerin buluşlarıdır.

Sadece birey düşünebilir ve bu yüzden de


toplum için yeni değerler yaratır, üstelik top­
lumun uyduğu yeni yeni ahlâk kuralları da
getirir. Nasıl toplumun besleyici toprağı olma
dan kişilerin gelişmesi düşünülmezse, yaratı­
cı, geniş düşünceli, yargılayıcı, onu ortaya çı­
karan bireylerin sıkı bh- politika birliğine da­
yandığı kadar, kişi olarak onların bağımsız­
lıklarına da bağlıdır. Ortaçağ Avrupasını
durgunluktan kurtaran italyan Rönesansı sı-

33
ALBERT EÎNSTEÎN

rasmda, özellikle en parlak yemişlerini ve­


ren Grek-Avrupa-Amerikan kültürü, bütünü
ile bireyin özgürlüğüne ve tek başınalığına
dayanır.
Şimtli içinde yaşadığımız çağı düşüne­
lim. Toplum ne yolda, birey ne yolda? Uygar
ülkelerin nüfusu, eskisi ile ölçülecek olursa,
çok artmıştır. Bugün Avrupa'da yüzyıl ön­
cesinin üç katı insan yaşamaktadır. A m a bü­
yük adamların sayısı ölçülemeyecek kadar
azalmıştır. Kitleler, yaratıcı çabalarından ötü­
rü, sadece bir kaç kişiyi kişilik saymaktadır.
Örgütçülük, özellikle teknik alanda ve bilim
alanında, bir dereceye kadar, büyük adamın
yerini almıştır.
Sanatsal düşünce . alanında belli başlı
kimselerin eksikliği özellikle göze çarpmak­
tadır. Müzik ve resim kesinlikle bozulmuş ve
çok sevilir olmaktan çıkmıştır. Politikadaysa
sadece önder "yokluğu ile kalınmamış, ruh
özelliği ve yurttaşın doğruluk duyguları bü­
yük ölçüde kaybolmuştur. Böyle bir özelliğe
dayanan demokratik parlamantcr rejim,
bir çok yerlerde sarsılmış, diktatörler doğmuş
ve tutunmuşlardır. Çünkü insanların yücelik
duygusu ve birej'scl haklar artık yeterince
köklü değildi. Koyun sürüsü gibi kitleler, iki
hafta içinde gazeteler tarafından öylesine bir
heyecan ve telâşa düşürülebilirler ki, bu in­
sanlar başta bulunan bu işlerle ilgili bir kaç

34
DÜNYAYA BAKIŞ

partinin değersiz amaçları uğruna ölmek ve


öldürmek için üniformaları geçiriverirler sırt­
larına. Zorunlu askerlik görevi bana bugün
uygar insanın yoksun bulunduğu birey say­
gısının nasıl ortadan kalktığını gösteren en kö
tü belirtisi olarak görünüyor. Şüphesiz ki uy­
garlığımızın söndüğü üstüne kehanetlerde
bulunanlar da vardır. Ben bu karamsarlar­
dan değilim; daha iyi günlerin geleceğine
inanıyorum. Bu güvenimin nedenlerini kı­
saca açıklıyayım :
B e n c e bugünkü çöküntü, yozlaşma be­
lirtileri, gelişen endüstrinin ve makineleşme­
nin, bireysel gelişme özgürlüğünde büyük ya­
ralar açılmasına varan görülmemiş ölçüde
büyük bir varolma savaşı olgusuyla açıklana­
bilir. A m a makinenin gelişmesi, toplum ge­
reklerini yerine getirebilmek için bireyden
gittikçe daha az iş istenmesi demektir. Plân­
lı bir işbölümü, gittikçe artan bir ihtiyaç ol­
maktadır; bu işbölümü bireyi maddî güvene
götürecektir. Bu güven, boş zaman ve bire­
yin el attığında bulacağı enerji onu daha ge­
liştirecektir. Toplum bu yolla yeniden kaza­
nabilir sağlığını. Umarız ki gelecekteki tarih­
çiler, günümüz toplumunun bozukluklarım,
uygarlığın büyük bir hızla ilerlemesinden
ötürü gözü ileride olan bir insanlığın çocuk­
luk hastalıkları diye anlatacaklardır.
(Çeviri : Yaşar Anday)

35
Niçin Sosyalizm

Ekonomik ve toplumsal sorunları eni­


konu bilmiyen bir kimsenin sosyalizm üstü­
ne bir takım düşünceler ileri sürmesi uygun
düşer mi? Bir çok bakımlardan düşer bence.
Önce, sorunu bilimsel bilgi açısından
alalım ele. Astronomiyle - söz gelimi - eko­
nomi bilimi arasında öz bakımından bilimsel
yöntem ayrılıkları yokmuş gibi gelebilir in­
sana. Denebilir ki, her iki alanda da bilginler
belli bir gurup olayı yöneten ve, genel ola­
rak, kabule değer bir takım yasalar bulmaya
çalışırlar; amaçları olaylar arasındaki ilişkile­
ri elden geldiğince anlaşılır hâle getirmektir.
O y s a gerçekte, bu bilimler arasında yöntem
ayrılıkları vardır. Gözlenen ekonomik olay­
ların ayrı ayrı değerlendirilmesi güç sayısız
etkenlere bağlı olması, ekonomi alanın­
da genel yasalar bulmayı zorlaştırmaktadır.
Ayrıca, sözde uygar insanlık tarihinin tâ baş­
langıcından bugüne kadar birikmiş olan de­
neyler (bilindiği gibi) hiç de ekonomik ol­
mayan bir takım nedenlerle, geniş ölçüde,
etkilenmiş ve sınırlanmıştır. Örneğin, tarihte
büyük devletlerin çoğu varlıklarını fetihlere

36
DÜNYAYA BAKIŞ

borçludurlar. Fatih uluslar, gerek yasalarla,


gerek ekonomik yollardan, ele geçirdikleri
memleketin ayrıcalıklı sınıfı durumuna gel­
mişlerdir. Toprağı tekellerine geçirmişler ve
kendi aralarından seçilme bir rahipler sınıfı
kurmuşlardır. Eğitimi denetleyen rahipler
toplumdaki sınıf ayrılığını sürekli bir kurum
haline getirmiş ve bir değerler düzeni yarat­
mışlardır. Halk da, büyük ölçüde bilinçsiz
olarak toplumsal davranışını bu düzene uy­
durmuştur.
A m a tarihsel gelenek daha dün başla­
­ mış sayılır; hiç bir yerde, Thorstein Velben'-
in deyimiyle, insanlığın gelişiminde «yağ­
­ macılık dönemi»ni aşmış değiliz henüz. Göz­
a le görebileceğimiz ekonomik oluşmalar bu
­ aşamanın malıdırlar ve bunlardan çıkarabi­
. leceğimiz yasaları başka aşamalara uygula­
m yanlayız. Sosyalizmin gerçek amacı insanlı­
­ ğın «yağma ve çapul» dönemini geride bı­
z rakmak ve daha ilerilere gitmek olduğuna
­ göre, ekonomi bilimi, bugünkü durumunda,
. geleceğin sosyalist toplumuna pek az ışık
­ tutabilecektir.
­ Sonra, sosyalizm törel ve toplumsal bir
­ amaca yönelmiştir. Ama, bilim ne amaçlar
, yaratabilir, ne de bunları insanlara benimse­
e tebilir; olsa olsa, bazı amaçlara götüren bir
e takım araçlar sağlayabilir ancak. Amaçlar,
yüksek bir ahlâk ülküsü taşıyan insanların

37
ALBERT EİNSTEİN

kafasında doğar. Bu amaçlar ölü doğmadık­


ları, canlı ve güçlü oldukları zaman, sayısız
insanlarca benimsenerek ilerilere götürülür.
Toplumun ağır gelişmesini işte bu yarı bilinç­
li insanlar sağlar.
Bu nedenlerden ötürü, insanla ilgili so­
runlarda, bilim ve bilimsel yöntemi küçüm­
semekten kaçınmalıyız, toplum düzenine de­
ğinen sorunlar üstünde yalnız uzmanların
söz sahibi olduğunu da kabul etmemeliyiz.

Sayısız kimseler: «insan toplumu buh­


ran geçiriyor, dengesi adam akıllı bozulmuş»
diyeli çok olmuyor. Böyle durumların özel­
liği şudur: insanlar bağlı oldukları küçük ya
da büyük topluluklara karşı ilgisiz kalırlar,
ya da düşmanca tutumlar alırlar. Düşüncemi
açıklamak için, başımdan geçen bir olayı an­
latmak isterim burada. Çok olmuyor, akıllı
ve iyi yaradılışlı bir kimseye yeni bir savaşın
tehlikesinden söz ediyordum. Bu işin şakası
yoktu bence, yeni bir savaş bütün insanlığın
varlığı için ciddi bir tehlikeydi. Yalnız ulus-
lar-üstü bir örgüt bu tehlikeyi önliyebilirdi.
Bu sözlerim üzerine, misafirim, istifini boz­
madan, soğuk kanla: «insan soyunun yokol-
masma niçin böyle var gücünüzle karşı ko­
yuyorsunuz?» dedi. Bundan yüz yıl önce­
sinde olsaydı, hiç kimse böylesine düşünce­
siz bir söz etmezdi. Bu söz, kendi iç dünya-

38
DÜNYAYA BAKIŞ

sında bir denge kurmak için boşuna çabala­


mış, sonra az çok umut kesmiş bir insanın
sözüydü. Bugün bir çok insanın acısını çek­
tiği o üzücü yalnızlığın, tek başına kalmışlı­
ğın dile gelişiydi bu.
Böyle sorunlar ortaya atmak kolaydır
ama, bunlara az buçuk kesinlikle ele olsa,
karşılık vermek zordur. Duygularımızla eği­
limlerimizin, çoğu zaman, birbirini tutmadı­
ğını, açık seçik olmadığını, kolay ve basit for­
müllerle dile ğetirilemiyeceğini çok iyi bili­
yorsam da, gücüm yettiği kadar karşılık ver­
meğe çalışacağım yine de.
İnsan, aynı zamanda hem tek başına,
hem de toplumsal bir varlıktır. T e k başına
bir varlık olarak, kendini ve kendine yakın
olanların varlığını korumaya, onların istekle­
rine karşılık vermeye, doğuştan sahibolduğu
yetilerini geliştirmeye çalışır. Toplumsal bir
varlık olarak da, benzerlerine kendini beğen­
dirip sevdirmeye, onların beğenilerini pay­
laşmaya, üzüntülerini gidermeye ve yaşama
koşullarını iyileştirmeye çalışır. Çoğu zaman
birbirine aykırı olan bu değişik eğilimlerin
varlığı, başlı başına, bir insanın özelliğini
aç'klar ve bunların belli bir biçimde biraya
gelişi de insanın kendi iç dengesini ne ölçüde
kurabileceğini ve toplumun iyiliğine ne öl­
çüde yararlı olabileceğini belirler. Aslında, bu
iki eğilimle ilgili göresel gücün soyaçekimle

39
ALBERT EİNSTEİN

belirlenmiş olması hiç de imkânsız de­


ğildir. Ama, en sonunda ortaya çıkan kişiliği,
kişinin gelişme sırasında rastgele içinde bu­
lunduğu ortam, büyüdüğü toplumun gele­
nekleri, bir takım davranışlara verdiği değer
de geniş ölçüde meydana getirir. Soyut «top­
lum» kavramı, insan teki için gerek kendi
çağdaşlarıyla, gerek geçmiş kuşakların, do­
laylı dolaysız ilişkilerinin bütünü anlamına
gelir. İnsan teki, kendiliğinden düşünebilir,
duyabilir, savaşabilir ve çalışabilir ama fizik­
sel ve duygusal hayatında sıkı sıkıya toplu­
ma bağlıdır. Öyle ki, toplum çerçevesi dışın­
da ne düşünebilir ne de anlayabiliriz onu. İn­
sana yiyecek içeceğini, giyeceğini, oturacağı
yeri, çalışma araçlarını, konuştuğu dili, dü­
şünce biçimlerini ve, büyük ölçüde, özünü
sağlayan «toplum»dur. İnsanın hayatı, şu
küçük «toplum» sözcüğünün arkasında saklı
olan geçmişteki ve bugünkü milyonlarca in­
sanın çabası ve yeteneğiyle yaşanır duruma
gelmiştir.
Demek, insanın topluma bağlılığı doğal
ve yokedilemez bir şeydir, tıpkı karıncalarla
arılarda olduğu gibi. Bununla birlikte, karın­
calarla arıların yaşayış yolu en ufak ayrıntı­
larına varıncaya kadar soydan gelme bir ta­
kım içgüdülerle belirlenmiştir. Oysa, insanlar
arasındaki karşılıklı ilişkiler çok değişken ol­
dukları kadar, değişmelere de elverişlidirler.

40
DÜNYAYA BAKIŞ

Gerek bellek, gerek yeni yeni bireşimler yap­


ma gücü, gerekse sözle anlaşabilme yeteneği,
insanoğulları arasında, biyolojik zorunluklara
bağlanmayan bir takım gelişmelere yol aç­
mıştır. Bu türlü gelişmeler, geleneklerde, ku­
rumlarda, örgütlerde, edebiyatta, bilimlerde,
mühendisin yaptıklarında ve sanat eserlerin­
de gösterir kendini. Bu da, bir insanın bir ba­
kıma kendi davranışıyla hayatını nasıl etkile­
yebileceğini've bu yolda, bilinçli düşünce ve
isteğin nasıl bir rol oynayabileceğini gösterir.
İnsanın, doğuştan soyaçekim yoluyla
belirlenmiş biyolojik bir yapısı vardır. Bu ya­
pıya, insan türünü niteleyen doğal itilerle bir­
likte değişmez gözüyle bakmalıyız. Ayrıca,
insan hayatı boyunca, haberleşme ve daha
başka bir çok etki yollarıyla toplumdan kül­
türel bir yapı elde eder. İşte bu kültürel yapı
zamanla değişebilir ve insan tekiyle toplum
arasındaki ilişkileri büyük ölçüde belirler.
Bugünün insanbilimi, sözde ilkel kültürler
üzer.'nde yaptzğı araştırmalarla bize şunu
göstermiştir: İnsanoğlunun toplumsal dav­
ranışında büyük değişmeler olabilmektedir,
çünkü bu davranışlar başlıca kültür örnekle­
rine ve toplumda ağır basan örgütlenme tip­
lerine bağlı bulunmaktadır. İşte, insanın ya­
şama koşullarım iyileştirmeye çalışanlar bu­
na dayamalıdırlar umutlarını: İnsanoğlu, bi­
yolojik yapısı dolayısıyla, birbirini karşılıklı

41
ALBERT EİNSTEİN

olarak yoketmeye, ya da kendi yarattığı in­


safsız bir kaderin oyuncağı olmaya mahkûm
edilmiş değildir.
İnsan hayatını elden geldiğince iyileştir­
mek için, toplumun yapısını ve insanın kültü­
rel tutumunu ne yolda değiştirmek gerektiği­
ni kendi kendimize soracak olursak, değiştire-
miyeceğimiz bir takım koşulların varlığını
durmadan hesaba katmak zorundayız. Yuka­
rıda da söylediğim gibi, insanm biyolojik
özünü, her istenen pratik amaçlar için, değiş­
meye uğratamayız. Ayrıca, şu son bir kaç
yüzyılın teknik ve demografik gelişmeleri de
bir takım koşullar yaratmıştır ki, bunlar da
değişmeden sürüp gitmek zorundadırlar. Bir
dereceye kadar yoğun ve geçimleri için ge­
rekli malları olan topluluklarda, aşırıya varan
bir işbölümü ve fazlasıyla merkezleşmiş bir
üretim düzeni gereklidir, hem de pek gerekli.
Kişilerin ya da azçok küçük toplulukların
kendi kendilerine yettiği o insana uzaktan
bir masal gibi gelen çağlar, bir daha geri dön-
memecesine göçüp gitmiştir artık. Bugün in­
sanlık dünya ölçüsünde bir üretim ve tüketim
topluluğu olmuştur dersek, aşırıya kaçmış ol­
mayız.
Şimdi öyle bir noktaya geldim ki, bence
zamanmuz buhranının özünü yapan şeye do­
kunmak istiyorum kısaca. Bu, insanteki ile
toplum arasındaki ilişki sorunudur. İnsanteki

42
DÜNYAYA BAKIŞ

topluma olan bağlılığının her zamandan daha


çok bilincine varmıştır, a m a bu bağlılığı
olumlu bir yarar, organik bir bağ, koruyucu
bir güç olarak değil, daha çok, doğal hakları­
na, hattâ varlığına karşı bir tehlike gibi görü­
yor. Ayrıca, toplumsal durumu bakımından,
kişinin öz yapısına bağlı bencil eğilimler güç­
lenirken, özü bakımında daha güçsüz olan
toplumsal eğilimleri gitgide bozulmaktadır.
Toplumdaki "durumları ne olursa olsun, bü­
tün insanoğulları bu bozulma olayının acısı­
nı çekmektedir. Bencilliklerinin ölesi olduk­
larından habersiz, kendilerini güvensizlik
içinde yapa yalnız duymakta, saf, temiz ve
yalın bir hayat sevincinden yoksun bul­
maktadırlar. İnsan, kendini topluma adaya­
rak, kısa ve tehlikelerle dolu hayatta bir an­
lam bulabilir ancak.
Bugünkü durumuyla kapitalist toplum­
daki anarşi, bütün kötülüklerin gerçek kay­
nağıdır bence. Karşımızda koskoca bir üre­
ticiler topluluğu görmekteyiz: Bu toplulu­
ğun üyeleri, kollektif çabalarının meyvala-
rından birbirini karşılıklı olarak durmadan
yoksun bırakmaya çalışmaktadırlar, zor kul­
lanarak değil, ne de olsa, yasalar gereğince
konmuş kurallara uyarak. Bu bakımdan şu­
nu iyice anlamamız gerekir: Üretim araçları,
yani tüketim maddelerini elde etmek için ge­
rekli olan bütün üretme gücü, ve fazla ola-

43
ALBERT EİNSTEİN

rak da sermaye birikimleri, yasalara uygun


yoldan bir takım insanların özel malı olabi­
lir, nitekim büyük ölçüde olmaktadır da.
Aşağıda söyliyeceklerim daha kolay an­
latılsın diye, ellerinde hiç bir üretim aracı ol­
mayanların tümüne birden - kelimenin gün­
lük anlamına temam en uymasa da - «emek­
çi» diyeceğim. Üretim araçlarını elinde tutan
bir kimse, emekçinin iş gücünü satın alabile­
cek bir durumdadır. Emekçi, üretim araçla­
rını kullanarak, yeni yeni mallar üretir ve
bunlar kapitalistin malı olur, Bu oluş
mada en önemli nokta, emekçinin ürettiği
şeyle aldığı ücret arasındaki orandır. Bura­
da her ikisini de gerçek değeri ile ölçmek ge­
rekir. İş sözleşmesi «serbest» olduğu ölçüde,
emekçinin aldığını, ürettiği malların gerçek
değeri belirlemez. O n u belirleyen ihtiyaçla­
rının en aşağı çizgisi, bir de, kapitalistin ihti­
yaç duyduğu emekçi sayısı ile iş arayan e-
mekçi sayısı arasındaki orandır. Şunu da
anlamak gerekir ki, teoride bile, emekçinin
ücretini, ürettiği malların değeri belirlemez.
Özel sermaye, gerek kapitalistler arasın­
daki yarışma yüzünden, gerekse (teknik ge­
lişme ve gitgide genişleyen işbölümü dolayı­
sıyla) küçük üretim birliklerinin zararına da­
ha büyüklerinin doğması ile, daha az elde
toplanmaktadır. Bu gelişmelerden ortaya bir
kapitalistler oligarşisi çıkmaktadır ki, bunun

44
DÜNYAYA BAKIŞ

korkunç gücünü hiç bir şey dizginliyemiyor,


hattâ politik düzeni demokrasi olan bir top­
lum bile. Bu böyledir, çünkü, yasama kuru­
lunun üyelerini politik partiler seçmektedir.
Her istedikleri pratik amaçlar uğruna seçmen
topluluğunu yasama kurulundan ayıran kapi­
talistler bu partileri etek dolusu paralarla bes­
lemekte, ya da başka yollardan etkileri al­
tında tutmaktadırlar. Bu yüzden de halkın
temsilcileri dar gelirlilerin çıkarını yeterince
gözetememektedirler. Ayrıca, bugünkü ko­
şullar altında kapitalistler, doğrudan doğru­
ya ya da dolaylı olarak, başlıca haberleşme
kaynaklarını (basın, radyo, eğitim) denet­
lemektedirler. Bu bakımdan yurttaş için nes­
nel sonuçlara varmak ve politik haklarını
akıllıca kullanmak son derece güç, çoğu hal­
lerde de bütün bütün imkânsızdır.
Sermayenin özel sahipliğine dayanan
bir ekonominin ağır basan yönü iki önemli
ilke ile dile getirilebilir: Önce, üretim araçları
(sermaye) Özel kişilerin elindedir ve bu araç­
ları ellerinde tutanlar onları canlarının iste­
diği yolda ve yerde kullanırlar. Sonra, iş söz­
leşmesi serbesttir. Bu anlamda «su katılma­
mış» bir kapitalist toplum yoktur elbette.
Özellikle şunu unutmamak gerekir ki, emek­
çiler uzun ve çetin politik savaşlar sonunda,
bazı emekçi gurupları için daha iyi bir «ser­
best iş sözleşmesi» biçimi elde etmişlerdir.

45
ALBERT EİNSTEİN

Ne var ki, bütünü ile alınacak olursa, bugün­


kü ekonominin «saf» kapitalizmden pek fark­
lı olmadığı görülür.
Üretim faydayı değil, kazancı gözete­
rek yapılmaktadır. Çalışma gücü ve isteği
olanların her zaman iş bulacaklarını önceden
kestirmek kimsenin elinde değildir. Bugün
bile bir «işsizler ordusu» ile karşı karş<?yayız.
Emekçi sürekli olarak işini yitirme korkusu
içindedir, işsizler ve az ücret alan emekçiler
büyük tüketici olmadıklarından, tüketim mad
delerinin üretimi sınırlanmakta ve bu yüz­
den büyük sakıncalar doğmaktadır. Teknik
ilerleme herkesin çalışma yükünü azaltacağı­
na, işsiz sayısının artmasına yol açmış­
tır. Kazanç dürtüsü ile kapitalistler arasında­
ki yarışma sermaye birikimi ve kullanımın­
daki kararsızlıktan sorumludur. Gittikçe teh­
likeli olan ekonomik çöküntülerin kaynağı
işte bu kararsızlıktır. Sınır nedir bilmeyen bu
yarışma, büyük ölçüde emek kaybına yol aç­
makta ve yukarıda değindiğim gibi, insanla­
rın toplumsal bilincini budamaktadır.
insanların böylesine budanıp yıpratıl-
ması, bence, kapitalizmin getirdiği kötülük­
lerin en büyüğüdür. Bütün eğitim sistemi­
miz bu kötülüğün acısını çekiyor. Aşırı bir
yarışma tutumu aş'lanan öğrenci, ilerideki
mesleğine hazırlık olarak, kazanma başarısı­
na tapınacak biçimde yetiştirilmektedir.

46
DÜNYAYA BAKıŞ

Bu büyük kötülükleri ortadan kaldır­


manın bir tek yolu var bence: O da, top­
lumsal amaçlara yönelmiş bir eğitim sistemi­
ni içine alan bir ekonomi düzeni kurmaktır.
Böyle bir ekonomi düzeninde üretim araçla­
rı toplumun malı olacak ve plânlı bir biçim­
de kullanılacaktır. Üretimi toplumun ihtiyaç­
larına göre ayarlayan plânlı bir ekonomi, ya­
pılması gerekli işleri bütün çalışabilenler ara­
sında dağıtacak ve her erkeğe, kadın ve ço­
cuğa geçim güvenliği sağlayacaktır. Kişinin
eğitimi, doğuştan getirdiği yetilerin gelişme­
sini kolaylaştırmalı ve onda, bugünkü top­
lumda olduğu gibi güc ve başarının yüceltil­
mesi yerine, benzerlerine karşı bir sorumlu­
luk duygusu yaratmalıdır.
Bununla birlikte, şunu da unutmamak
gerekir ki. plânlı bir ekonomi sosyalizm de­
mek değildir. Böyle bir ekonomi, kişinin baş­
tan başa köleleştirilmesiyle birlikte yürüye­
bilir. Sosyalizmin gerçekleşmesi son derere
güç bir takını toplumsal ve politik sorunla­
rın çözümünü gerektirir: Politik ve ekono­
mik gücün aşırı merkezleşmesi karşısında,
bürokrasinin kendini beğenmiş, astığı ast'k
kestiği kestik bir RÜÇ olmasını nasıl önliyebi-
liriz? Kişinin haklarını nasvl koruyabilir ve
;
bürokras nin gücüne karşı demokratik bir
dengeyi nasıl sağlayabiliriz?
(Çrvirl : V. Oflnyol)

47
Bireysel ve Toplumsal
Sorumluluk
Burada vicdan ve yasalar arasındaki o
eski çatışma ile gene karşı karşıyayız. Nurem-
berg duruşmaları sırasında, değişik hükümet­
ler, ahlakdışı eylemlerin hükümet buyruğu
ile işlenmiş suçlar olduğu gerekçesi ile ba­
ğışlanamayacağı kanısındaydılar. Ahlakdışı
bir eylemin ne olduğunu kişinin bireysel yar­
gısı ve vicdanı belirler. Ahlâk yasalarının her
türlü yasadan önce geldiği düşüncesi ise in­
sanların doğruluk ve yanlışlık anlayışına da
uymaktadır.
Bilinçli olarak savaşmamayı seçen kişi
devrimci bir kişidir. Yasalara karşı gelmeğe
karar vermekle toplumun ilerlemesi uğrunda
çalışmak gibi en önemli bir ülküyü kişisel
çıkarlarından üstün tutmuş oluyor demektir.
Ç o k güç durumlarda toplumsal ilerlemeyi sür­
dürmenin tek yolu budur. Kuvvetler dengesi
yürürlükteki yasaların ve siyasal kurumların
işlemesini engelliyorsa, bu tutum daha çok
önem kazanır. Amerikan Anayasasını hazır­
layanlar bu düşünceyle halkın ayaklanma
hakkını tanımışlardır.
Gandhi'nin Hindistan'ın özgürlüğünü
kazanması için uyguladığı yöntem zor kul­
lanmayan bir devrim yöntemiydi. Uluslarüs-
tü bir örgüte dayanarak yeryüzünde barışı
gerçekleştirmek ancak Gandhi'nin yönetimi­
nin geniş ölçüde uygulanması ile sağlanabi­
lir.
(Çeviri : C. Çapan)
48
insan Hakları

Uzun süren hayatım boyunca bütün gü­


cümle elle tutulabilir gerçekliğin yapısını an­
lamağa çalıştım. İnsanların daha varlıklı ol­
maları yolunda, haksızlığa ve baskıya karşı,
ya da geleneksel insan bağlarının düzelmesi
için düzenli bir çaba göstermedim. Yaptığım
sadece şuydu: Uzun aralıklarla, susmanın
bir suçu paylaşmak ya da yüklenmek olacağı
toplumsal çıkmazlar ve mutsuzluklar karşı­
sında açıkça ne düşündüğümü bildirdim.
Böyle durumların son yıllarda gittikçe çoğal­
dığı açıkça ortada, ama elbet bunun suçlusu
olan da ben değilim.

49
ALBERT EÎNSTEİN

Yıldızlarda yazılı değildir insan hakla­


rının varlığı ve değeri: Tarih boyunca bir ta­
kım uyanık insanlar, insanların birbirlerine
karşı en iyi davranış yollarının ne olabilece­
ğini düşünmüşler, bunu öğretmişlerdir. Ayrı­
ca en uygun toplum yapısının ne olabileceği
konusunda bir takım kavramların gelişmesini
sağlamışlardır. Tarih yaşantısından, güzelli­
ğe ve düzene duyulan özlemden gelen bu ül­
kü ve inançlar kuram olarak insanlarca he­
men benimsenmiş, ama ilkel itkilerinin bas­
kısı altında aynı insanlarca her zaman çiğ­
nenmiştir. Tarih insan hakları için açılan sü­
rekli savaşlarla doludur, sonunda kesin zafe­
re bir türlü ulaşamadığımız savaşlarla. A m a
böyle bir savaştan vazgeçmek insanlığın yıkı­
mına yol açmak olur.
Bugün, insan hakları deyince, bireyin
başka bireylere ya da devlete karşı korunma­
sını, çalışma hakkını ve emeğinin karşılığın­
da uygun bir kazanç sağlama hakkını, tartış­
ma ve öğretim özgürlüğünü, bireyin yurdu­
nun yönetimine katılma hakkını anlıyoruz.
Bu saydıklarımız, bugün, her ne kadar kâğıt
üzerinde hak olarak tanınıyorlarsa da, ashnda
sömürülmeğe her zaman olduklarından daha
elverişlidir. Bu da yasaların boşluklarını bi­
len bir takım kurnaz hukukçuların aracılığı
ile sağlanıyor.
Ayrıca, insan hakları içinde, pek sözü

50
DÜNYAYA 3AKIŞ

edilmese bile, büyük önem kazanması kaçı­


nılmaz olan bir hak daha var: Bireyin yanlış
ya da zararlı saydığı eylemlere katılmama
hakkı ve ödevi. Bunun en önemli örneği de
askerlik hizmetine katılmayı reddetmektir.
Oyie durumlar biliyorum ki, bu yüzden ahlâk
anlayışı sağlam bir takım bireylerin devlet
makamları ile aralarında anlaşmazlıklar çık­
mıştır. Oysa Alman savaş suçlularının Nu-
remberg'deki duruşmaları sırasında suçların
devlet buyruğu ile işlendiği gerekçesi ile ba-
ğışlanamıyacaklan ilkesine inanıbyordu. Vic­
dan, yasalardan üstün sayılıyordu.
Günümüzde, daha çok siyasal inançlar
ve tartışma özgürlüğü ile araştırma ve öğre­
tim üzgürlüğü uğrunda savaşılıyor. Komü­
nizm korkusu yurdumuzu öbür ülkelerin gö­
zünde gülünç düşüren bir takım siyasal dav­
ranışların benimsenmesine yol açtı. Siyasal
üstünlük sağlamak için Komünizm korkusu­
nu yayan iktidar hırsı ile gözü dönmüş politi­
kacılara daha ne kadar göz yumacağız? Kimi
zaman düşünüyorum da, insanlar alaycılık
;
duygularını öylesine yitirmişler k , Fransız­
ların «Alaya almak öldürür,» sözünün bir
anlamı kalmadığına inanıyorum nerdeyse.

(Çeviri : C. Çapan)

51
Zenci Sorunu

Amerika'da, on yılı aşkın bir süredir


aranızda yaşayan bir kimse olarak yazıyo­
rum. Şakası olmayan bir sorun üstüne dik­
katinizi çekmek niyetindeyim. Bir çok oku­
yucular : «Yalnız bizleri ilgilendiren ve
memleketimize yeni gelmiş bir adamın do­
kunmaması gereken konular üstünde söz söy­
lemeye ne hakkı.var?» diye sorabilirler ken­
di kendilerine.
Böyle bir görüşün haklı olabileceğini
sanmıyorum. Belli bir ülkede büyüyen bir
kimse bir çok şeye olağan göğüyle bakar. Oy­
sa, bu ülkeye olgun yaşta gelmiş bir kimse
özel ve karakteristik olan şeylere keskin bir
gözle bakabilir. Bence, bu kimse görüp duy­
duklarını serbestçe dile getirmelidir. Çünkü,
böyle davranmakla yararlı olabilir belki.
Yeni gelen birisinin bu memlekete çar­
çabuk bağlanması halkta rastlanan demokra-

52
DÜNYAYA BAKIŞ

si havasmdandır. Ben burada, bu memleketin


-büyük ölçüde hayranlığımızı hakketmesine
rağmen- demokrasinin politik yapısından
çok, kişiler arasındaki ilişkileri ve bunların
birbirlerine karşı tutumlarını düşünüyorum.
Birleşik Amerika da, herkes kendi ki­
şisel değerine inanmaktadır. Hiç kimse bir
başka kişinin ya da sınıfın karşısında küçül-
mez. Büyük zenginlik farkları, hattâ küçük
bir azınlığın.üstün gücü bile kişilerin kendi­
lerine olan bu gürbüz güvenini ve benzerle­
rinin ouruna karşı duyduğu tabii saygıyı sar-
samaz.
Bununla beraber, Amerikalıların top­
lumsal görüşünde karanlık bir nokta var.
Eşitlik duyguları ve insan onuruna olan say­
gıları, özel olarak beyaz renkli insanlarla sı­
nırlanmıştır. Bu sonuncuların bazılarına kar­
şı bir takım ön yargıları bile var. Bir yahudi
olarak bunların tamamiyle farkındayım.
Ama, bunlar '«beyaz» ların kara renkli ken­
di yurttaşlarına, özellikle Zencilere karşı olan
tutumları yanında önemsiz kalmaktadır.
Kendimi bir Amerikalı saydığım ölçüde bu
durum üzüntümü arttırıyor. Düşüncemi ap­
açık söyleyerek suç ortaklığı duygusundan
kurtulabilirim ancak.
Bir çok temiz yürekli kimseler bana şöy­
le cevap veriyorlar: «Bfeim Zencilere karşı
olan tutumumuz, bu insanlarla aynı memle-

53
ALBERT EİNSTEİN

kette yan yana yaşıyarak edindiğimiz bir ta­


kım kötü deneylerin sonucudur.»
Ş u n a kesin olarak inanıyorum ki, böy­
le düşünen herhangi bir kimse uğursuz ve
yanlış bir düşünüşün kurbanı olmaktadır.
Atalarınız bu siyah insanları yerlerinden zor­
la sürükleyip getirmişler buraya; beyaz in­
san zenginlik ve rahat bir hayat peşinde
koşarken, onları gözlerinin yaşma bakmadan
ezmiş, sömürmüş, köle durumuna düşürmüş­
tür. Zencilere karşı bugünün ön yargısı, bu
yakışıksız durumu sürdürme isteğinin bir so­
nucudur.
Eski Yunanlıların da köleleri vardı. Bun­
lar Zenci değil, savaşta esir edilen beyaz in­
sanlardı. O zamanlar, ırk ayrımı diye bir şey
söz konusu olamazdı. Bununla beraber, Yu­
nan filozoflarının en büyüklerinden biri olan
Aristoteles, kölelerin aşağı yaratıklar oldu­
ğunu, haklı olarak boyunduruk altına alınıp
özgürlüklerinden yoksun bırakıldıklarını söy-
liyor. Onun da geleneksel ön yargılar ağına
düştüğü, olağanüstü zekâsına rağmen, bu
ağdan kurtulamad'ğı açıkça meydandadır.
Olup bitenlere karşı tutumumuz, bü­
yük ölçüde, daha çocukken çevremizden, bi­
linçsiz olarak, kaptığımız düşünceler ve duy­
gularla koşullanmıştır. Başka deyimle, soy­
dan geçen yetiler ve özellikler yanında bizi
biz yapan gelenektir. Bilinçli düşüncemizin,

54
DÜNYAYA BAKIŞ

davranışımız ve inançlarımız üzerindeki et­


kisinin, geleneğin güçlü etkisi yanında, ne
denli güçsüz olduğunu binde bir fark ede­
riz.
Geleneği hor görmek saçma olur el­
bet, ama insanlar arasındaki ilişkilerin daha
iyi olması isteniyorsa, insan aklının ve bi­
lincinin gelişmesiyle birlikte, geleneği kontrol
etmeğe başlamamız gerekir. Gelenekte haya­
tımıza ve onurumuza zarar veren şeyleri dü­
zeltmeye ve" yaşayışımızı ona göre biçimlen­
dirmeye çalışmalıyız.
Öyle ş a n t ö r ü m ki, konuyu dürüstçe de­
rinleştiren herhangi bir kimse, Zencilere kar­
şı beslenen o geleneksel ön yargının ne den­
li yakışıksız ve alçaltıcı olduğunu çarçabuk
kabul eder.
A m a iyi niyet sahibi insan bu kökleş­
miş ön yargıyla savaşmak için ne yapabilir?
Sözüyle ve davranışıyla örnek olmak cesare­
tini göstermeli ve çocuklarının bu ırk ayrı­
mının etkisi altında kalmamalarına dikkat et­
melidir.
Bu kökleşmiş hastalığı çarçabuk önle­
menin bir yolu olabileceğini sanmayorum.
A m a bu amaca ulaşıncaya kadar, dürüst ve
iyi niyetli bir insan için, bütün çabasını iyi
bir dâvanın hizmetine koymasından daha bü­
y ü k bir mutluluk düşünülemez.
(Çeviri : V. Günyol)

55
insanlık Sorunları
ve çözüm Yolları

Yeryüzündeki insanları sağduyuyla ve


kendi mutluluklarını düşünerek yaşama­
ya yöneltmek kolay olsaydı, insanlığın so­
runlarına pek çok çözüm yolları bulunabilir­
di. Doğum kontrolü örneğini ele alalım: Bu
konuda birey kendi çıkarını gözeteceğine gö­
re doğum kontrolünün uygulanması hiçbir
güçlük çıkarmıyacak, nüfus artışı da bir teh­
like olmaktan çıkacaktı. A m a bu gerçekleş­
tirilemedi. Aydınların bile, en tehlikeli du­
rumlarda da olsa, kendi mutlulukları için
sağduyuyla davranmalarını sağlamak kolay
olmuyor.
Herhangi bir insanlık sorununun ona
doğrudan doğruya saldırmakla çözümlenebi­
leceğine inanmıyorum. Ancak zamana daya­
nan bir eğitim yolu ve ayrı ayrı pek çok ça­
baların katılmasıyla insan koşullarının ağır
ağır da olsa iyiye doğru değişeceğini umuyo­
rum.
(Çeviri : C. ÇapanV

56
Eğitim Üstüne

Bir kutlama günü genel olarak her şey­


den önce bir geriye bakış, özel olarak da kül­
tür hayatının gelişmesindeki paylarıyla ün
kazanmış kişileri anıştır. Öncülerimize gös­
terilen bu dostça saygı ihmal edilmemelidir»
çünkü geçmişin en iyi insanlarını anmak, ya­
şayanlar arasındaki iyi niyetlilerin daha yü­
rekli olmalarını sağlar. A m a bunu gençliğin­
den beri bu devlete bağlı ve onun geçmişiyle
senli benli olan biri yapmalı, bir Çingene gi­
bi başı boş dolaşan ve türlü türlü memleket­
lerden görgü toplayan biri değil.
Öyleyse bana düşen yalnız yer ve za­
man dışı genel ve evrensel eğitim sorunları
üstüne konuşmaktır. Bu konuda yetkili ola­
rak da söz alamam: Nice akıllı ve iyi niyetli
kişiler tâ eskilerdenberi eğitim üstüne görüş­
lerini açıkça ortaya koymuşlardır. Pedagoji
alanının bir yabancısı olarak ben ne cesaret­
le düşündüklerimi söyliyebillrim ? Düşünce­
lerimin kişisel görgü ve inançlarımdan başka

57
ALBERT EİNSTEİN

dayanağı yoktur. K o n u gerçekten bilimsel


bir s o r u n olsaydı, b u d u r u m u m u d ü ş ü n e r e k ,
s u s m a m b e l k i d a h a doğru o l u r d u .
S ö z konusu yaşayan insanlar olunca iş
d e ğ i ş i y o r . B u r a d a y a l n ı z d o ğ r u y u b i l m e k yet­
m i y o r ; t e r s i n e , b u bilgiyi y i t i r m e m e k için
durmadan yenilemek gerekiyor. B u bilgi
ç ö l d e h e r a n k u m l a r a l t ı n d a k a l a b i l e c e k bir
m e r m e r heykele benz yor. O n u n hizmetinde­
k i işçiler d u r m a d a n ç a l ı ş m a l ı l a r k i h e y k e l h e p
g ü n ışığında k a l a b i l s i n .
G e l e n e ğ i n z e n g i n l i ğ i n i k u ş a k t a n kuşa­
ğa aktarmakta en önemli araç ötedenberi
o k u l o l m u ş t u r . B u g e r ç e k ç a ğ ı m ı z d a eskisin­
d e n d a h a d a belirlidir. Ç ü n k ü e k o n o m i h a y a ­
t ı n ı n g e l i ş m e s i y l e , g e l e n e k v e e ğ i t i m d e n so­
r u m l u o l a n aile b i r hayli zayıflamıştır. Bu
yüzden de insan topluluğunun devamı ve
sağlığı e s k i d e n d a h a ç o k o k u l a b a ğ l ı k a l m a k ­
tadır.
K i m l e r i n e göre okul yetişen kuşağa
m ü m k ü n olduğu kadar fazla bilgi v e r m e k
içindir. B u n i ı d o ğ r u b u l m u y o r u m . B i l g i c a n ­
sız b i r şeydir, o y s a o k u l c a n l ı v a r l ı k l a r ı n hiz­
metindedir. G e n ç l e r d e toplumun refahını
s a ğ l ı y a c a k d e ğ e r l e r i v e y e t k i l e r i geliştirme­
lidir. A m a b u i n s a n t e k s e l l i ğ i n i n y o k e d i l m e s i
v e t e k l e r i n a r ı l a r v e k a r ı n c a l a r gibi t o p l u m u n
b i r âleti h a l i n e g e t i r i l m e s i d e m e k değildir.
Ç ü n k ü t e k l e r i k a l ı p l a ş m ı ş , kişisel ö z g e n l i ğ i

58
DÜNYAYA BAKIŞ

v e kişisel a m a c ı o l m a y a n t o p l u m , g e l i ş m e gü­
c ü o l m a y a n f a k i r b i r t o p l u m k a l ı r . T a m ter­
s i n e , b a ğ ı m s ı z o l a r a k i ş l e y e n v e d ü ş ü n e n tek­
ler yetiştirmeğe bakmalı, a m a bu tekler ha­
y a t l a r ı n ı n e n y ü c e s o r u n u o l a r a k t o p l u m a hiz­
m e t i g ö r m e l i d i r l e r . A l d a n m ı y o r s a m b u ül­
küyü gerçekleştirmeye e n fazla y a k l a ş m ı ş
o l a n İngiliz o k u l s i s t e m i d i r .
B u ülküye u l a ş m a k için n e y a p m a l ı ?
A h l â k dersi m i v e r m e l i ? H i ç değil. S ö z l e r b o ş
seslerdir v e ö y l e kalırlar, a y r ı c a c e h e n n e m d e
iyi n i y e t l e r l e döşelidir. K i ş i l i k l e r i y a p a n , du­
yular, söylenen şeyler değil, ç a l ı ş m a v e i ş
görmedir. O n u n için eğitim yollarının en
ö n e m l i s i h e r z a m a n ö ğ r e n c i y i g e r ç e k b i r işe
süreni olmuştur. Bu iş eğitimi yazı öğrenen
ilk o k u l ç o c u ğ u n a o l d u ğ u k a d a r d o k t o r a ada­
y ı n ı n t e z i n e d e u y g u l a n a b i l i r , h a t t â b i r şiirin
e z b e r l e n m e s i n e , b i r y a z ı ö d e v i n e , bir m e t n i n
yorumlanıp çevrilmesine, bir m a t e m a t i k
p r o b l e m i n i n ç ö z ü l m e s i n e , y a d a s p o r alıştır­
malarına.
A m a y a p ı l a n h e r işin a r k a s ı n d a , t e m e ­
linde bir itki vardır, ki o da işin g e r ç e k l e ş m e ­
siyle desteklenir ve beslenir. B u r a d a öğrenci­
ler a r a s ı n d a e n b ü y ü k a y r ı l ı k l a r o r t a y a çı­
k a r v e b u n l a r ı n o k u l için e ğ i t i m b a k ı m ı n d a n
değeri b : r i n c i d e r e c e d e d i r . A y n i işin k a y n a ­
ğında korku ya da zorlama, üstünlük kazan­
m a t u t k u l a r ı , k o n u y a b ü y ü k b i r ilgi, g e r ç e ğ i

59
ALBERT EİNSTEİN

olabilir. H a t t â h e r ç o c u k t a g ö r ü l e n a m a ç o k
kez pek erken zayıflayan o kutsal ö ğ r e n m e
m e r a k ı da olabilir. Belli bir işi y a p a n ö ğ r e n c i
ü s t ü n e e ğ i t i m i n etkisi ç o k değişik olabilir v e
b u değişiklik ö ğ r e n c i y i s ü r ü k l e y e n zarar kor­
kusu, b e n c i l tutku, k e y i f y a d a r a h a t l a m a is­
t e k l e r i n e bağlıdır. O k u l y ö n e t i m i n i n v e öğ­
r e t m e n d a v r a n ı ş l a r ı n ı n d a ö ğ r e n c i l e r i n ruhsal
g e l i ş m e l e r i n d e etkisi o l m a d ı ğ ı n ı k i m s e ileri
süremez.
B a n a kalırsa, bir okulda, e n k ö t ü şey
k o r k u , b a s k ı ve herşeyi h e r k e s t e n iyi bilir gö­
r ü n m e y o l l a r ı n a baş v u r m a k t ı r . B ö y l e bir eği­
tim ö ğ r e n c i d e sağlam duyguları, içtenliği,
k e n d i n e g ü v e n i y o k e d e r . B o y u n e ğ e n bir in­
san yetiştirir. B u çeşit o k u l l a r ı n A l m a n y a d a
ve Rusya'da tutulmalarına şaşmamalı. Bu
memleketin ( A m e r i k a ) okullarında bu kötü
yolun tutulmadığını biliyorum. İsviçrede v e
h e r halde d e m o k r a t i k bir y ö n e t i m i olan h e r
memlekette de bu yola gidilmemektedir.
Okulları bu en büyük kötülükten kurtarmak
da p e k o k a d a r z o r değildir. Şu kadarı y e t e r :
Ö ğ r e t m e n e m ü m k ü n olduğu kadar az zor
kullanma hakkı vereceksiniz ve öğrencinin
hocasına duyacağı saygının tek kaynağı o n u n
insanlık v e d ü ş ü n c e değerleri o l a c a k .
Ö ğ r e n c i y i s ü r ü k l e y e n g ü ç l e r i n ikincisi
olarak gösterdiğimiz y ü k s e l m e tutkusunun,
d a h a y u m u ş a k bir d e y i m l e , k e n d i n i göster-

60
DÜNYAYA BAKIŞ

m e , s e ç k i n l e ş m e isteğinin i n s a n y a r a d ı l ı ş ı n d a
s a ğ l a m k ö k l e r i vardır. B u t ü r l ü b i r itki o l m a ­
sa i n s a n l a r a r a s ı n d a iş birliği k u r u l a m a z . İn­
s a n ı n y a p t ı ğ ı n ı b a ş k a l a r ı n a b e ğ e n d i r m e isteği
toplumun bağlayıcı güçlerinin en önemlile­
r i n d e n biridir. A n c a k , b i r d u y g u l a r k a r m a ­
şığı o l a n b u isteğin içinde y a p ı c ı v e y ı k ı c ı g ü ç ­
ler içi içe girmiştir. B e ğ e n i l m e , g ö r ü l m e isteği
s a ğ l a m , t e m i z bir itkidir, a m a b a ş k a s ı n d a n ,
o k u l a r k a d a ş ı n d a n d a h a yi, d a h a g ü ç l ü ,
d a h a akıllı o l a r a k t a n ı n m a k isteği i n s a n ı
kolayca aşırı bir benciliğe düşürebilir,
k i b u d a h e m k e n d i s i n e h e m d e t o p l u l u ğ a za­
rarlı olabilir. O n u n için ö ğ r e t m e n l e r ö ğ r e n ­
cileri d a h a ç o k ç a l ı ş t ı r m a k için, işin k o l a y ı n a
k a ç ı p kişisel y ü k s e l m e tutkularını körükle­
m e k t e n de sakınmalıdırlar.
B i r ç o k l a r ı D a r v i n ' i n y a ş a m a s a v a ş ı te­
o r i s i n i v e o n a b a ğ l a n a n a y ı k l a n m a y a daya­
narak yarışmacı eğitimi destekliyorlar. Bazıla­
r ı d a sözde b i l i m s e l ç a l ı ş m a l a r l a , e k o n o m i k
yarışma alanında tekler arasında yıkıcı bir
savaşın zorunlu olduğunu ispatlamayı dene­
diler. A m a doğru değildir b u g ö r ü ş ; ç ü n k ü
insan y a ş a m a s a v a ş ı n d a k i g ü c ü n ü t o p l u m h a ­
linde y a ş a y a n b i r c a n l ı v a r l ı k o l m a s ı n a b o r ç ­
ludur. B i r k a r ı n c a y u v a s ı n d a n a s ı l t e k t e k ka­
r ı n c a l a r ı n bir b i r i y l e savaşması yaşamaları
içirt z o r u n l u değilse, i n s a n t o p l u m d a da tek­
lerin y a ş a m a k için b i r b i r i y l e s a v a ş m a l a r ı şart

61
ALBERT EİNSTEİN

değildir.
Y a ş a m a n ı n amacı kaba anlamıyla başarı
olduğu inancını gençlere a ş ı l m a k t a n sakın­
malıyız. Ç ü n k ü başarı kazanan bir insan baş­
k a l a r ı n d a n b ü y ü k bir p a y alır v e b u p a y ç o k
kez onlara gördüğü hizmetin karşılığını k a t
k a t a ş a r . B i r i n s a n ı n değeri v e r d i ğ i y l e ö l ç ü ­
lür, a l a b i l e c e ğ i y l e değil.
Okulda ve hayatta çalışmanın en önem­
l i d ü r t k e n i ç a l ı ş m a zevki, y a p t ı ğ ı n ı g ö r m e se­
v i n c i v e a l ı n a n s o n u c u n t o p l u m için d e ğ e r i n i
b i l m e d i r . G e n ç l e r d e b u ruh g ü ç l e r i n i u y a n ­
dırmak ve artırmak okulun b a ş l ı c a işidir.
Y a l n ı z böylesi bir psikoloji temeline dayanı­
larak insanlığın en yüce değerlerine ulaşma
isteği ve s e v i n c i y a r a t ı l a b i l i r : O d e ğ e r l e r de
bilgi ve sanattır.'
Ş ü p h e s i z b u d e d i ğ i m v e r i m l i ruh y e t e ­
neklerini uyandırmak, zor kullanmaktan ya
d a kişisel t u t k u y u d ü r t ü k l e m e k t e n d a h a g ü ç
b i r iştir, a m a b u y o l u n d a h a g ü ç o l m a s ı d a h a
d e ğ e r l i o l m a ? m a e n g e l değildir. Ö n e m l i olan
ç o c u ğ u n o y u n eğilimini, doğal olan kendini
gösterme isteğini geliştirmek v e o n u toplu­
mun büyük iş alanlarına götürmektir. Böyle
bir eğitimin temeli, sonu başarıya ve değerin
b i l i n m e s i n e v a r a n bir ç a l ı ş m a isteğidr. O k u l
bu temele dayanıp çalışmayı başarırsa yeni
kuşaklar o n a b ü y ü k bir saygı gösterecekler,
v e o k u l u n verdiği ö d e v l e r i b i r ç e ş i t a r m a ğ a n

62
DÜNYAYA BAKIŞ

s a y a c a k l a r d ı r . B e n o k u l z a m a n ı n ı tatil gün­
lerinden daha çok seven çocuklar tanıdım.
B ö y l e s i bir o k u l ö ğ r e t m e n d e n k e n d i ala­
n ı n d a b i r ç e ş i t s a n a t ç ı o l m a s ı n ı ister. O k u l d a
b u h a v a n ı n e s m e s i için n e y a p ı l a b i l i r ? B u n u n
evrensel yolunu bulmak insanın hiç h a s t a
o l m a m a s ı n a çare b u l m a k kadar zordur. A m a
bazı zorunlu koşulları b u l m a k mümkündür,
ilk olarak, öğretmenlerin böylesi bir okulda
y e t i ş m i ş o l m a l a r ı g e r e k i r , i k i n c i o l a r a k , öğ­
r e t m e n e ö ğ r e t e c e ğ i ş e y l e r i v e ö ğ r e t m e yolla­
r ı n ı s e ç m e k t e b ü y ü k b i r ö z g ü r l ü k verilmeli­
dir. Ç ü n k ü z o r l a m a v e dış b a s k ı ö ğ r e t m e n i n
de iş g ö r m e sevincini öldürür.
Söylediklerimi dikkatle izlediyseniz,
belki bir şeye şaşmışınızdır: G e n ç l i ğ i n nasıl
bir h a v a içinde yetişmesi gerektiği üzerinde
bir hayli söz ettim, a m a öğretilecek konuların
s e ç i m i , ö ğ r e t i m y o l u ü s t ü n e h i ç b i r ş e y söyle­
m e d i m . D a h a ç o k dil m i ö ğ r e t m e l i , y o k s a bi­
limsel teknik öğretime mi ö n e m vermeli?
B u n a vereceğim karşılık şudur: B e n c e bü­
t ü n b u n l a r i k i n c i d e r e c e d e ö n e m l i d i r . B i r deli­
kanlı kaslarını işletmiş, cimnastikle, yürüyüş­
l e d a y a n ı k l ı bir b e d e n e d i n m i ş s e h e r türlü be­
d e n işinin h a k k ı n d a n gelebilir. K a f a işleri i ç i n
d e a y n ı ş e y i söyliyebiliriz. E ğ i t i m i ş ö y l e ta­
nımlayan hiç de haksız değilmiş: «Eğitim,
okulda öğrenilen herşeyi unuttuktan sonra
g e r i y e k a l a n şeydir.» O n u n i ç i n b e n n e filolo-

63
ALBERT EİNSTEİN

j i v e tarih ö ğ r e t m e n i n i t u t a n l a r d a n y a n a ol­
m a k istiyorum, ne de tabiat bilimlerinin daha
ç o k öğretilmesini isteyenlerden yana.
Ö t e yandan okulun, hayatta h e m e n kul­
l a n ı l a c a k ö z e l b i l g i v e u s t a l ı k l a r ı v e r m e s i ge­
r e k t i ğ i d ü ş ü n c e s i n e k a r ş ı o l d u ğ u m u d a söy­
l e m e k i s t e r i m . H a y a t ı n b i z d e n i s t e y e c e ğ i şey­
ler o k a d a r değişiktir ki b ö y l e s i n e ö z e l b i r öğ­
retim yapılamaz. Kaldı ki insanın bir âlet ye­
rine konmasını kabul edemiyorum. Okulun
a m a c ı h e r z a m a n d e l i k a n l ı y ı o k u l d a n b i r uz­
m a n o l a r a k değil, u y u m l u b i r kişilik o l a r a k
ç ı k a r m a k o l m a l ı d ı r . B e n c e b u , g e n ç l e r i belli
b i r m e s l e ğ e h a z ı r l a y a n t e k n i k o k u l l a r için d e
doğrudur. En başta gözetilecek şey bağımsız
olarak düşünme ve karar verme yeteneğini
g e l i ş t i r m e k t i r , ö z e l bilgiler k a z a n d ı r m a k de­
ğil. B i r i n s a n k o n u s u n u n t e m e l ilkelerini b e ­
n i m s e m i ş , k e n d i b a ş ı n a d ü ş ü n m e ğ e v e çalış­
m a y a a l ı ş m ı ş s a , m u t l a k a y o l u n d a ilerler, üs­
t e l i k g e l i ş m e l e r e v e d e ğ i ş m e l e r e , i n c e d e n in­
c e y e ö z e l bilgiler e d i n m i ş ö ğ r e n c i l e r d e n ç o k
d a h a k o l a y a y a k uydurur.
S o n olarak şunu belirtmek isterim ki
b u r a d a b i r h a y l i k e s i n b i r dille söyledikleri­
m i n , ö ğ r e n c i v e ö ğ r e t m e n o l a r a k k e n d i gör­
g ü l e r i m e d a y a n a n k e n d i m c e d ü ş ü n c e l e r ol­
m a k t a n b a ş k a iddiası y o k t u r .

(Çeviri : S. Eyuboğlu)

64
Eğitimin Önemi

. . . E ğ i t i m s i s t e m i n i n belli b i r d ü z e n e gö­
r e i ş l e m e s i n e karşılık, h a y a t o k u l u d ü z e n s i z
v e k a r ı ş ı k t ı r . . . . B u da, e ğ i t i m i n n e g ü ç l ü bir
s i y a s a l a r a ç o l d u ğ u n u , ç a t ı ş a n taraflar için sö­
m ü r ü l m e ğ e elverişli b i r t e h l i k e k a y n a ğ ı oldu­
ğ u n u a ç ı k ç a o r t a y a k o y u y o r . Ö ğ r e n c i okul­
d a y k e n , d a h a s o n r a k i y ı l l a r d a k o l a y c a kur-
tulamıyacağı korkunç önyargılarla beslenmiş
olabilir. E ğ i t i m i n d e v l e t ç e u y g u l a n ı ş ı öylesi­
n e y ö n e t i l e b i l i r ki, y u r t t a ş l a r ı n i ç i n e itildik­
leri d ü ş ü n s e l t u t s a k l ı k t a n k u r t u l m a o l a n a k ­
ları t ü m ü y l e o r t a d a n k a l k a r .
. . . G e r ç e k t e n eğitim görmüş bir insan
y e t i ş t i r m e k için g e r e k l i o l a n b a ş k a b i r ş e y da­
ha v a r - o da, i n s a n ı n ö b ü r i n s a n l a r k a r ş ı s ı n d a

65
ALBERT EİNSTEİN

her zaman duyması gereken bir toplumsal


s o r u m l u l u k d u y g u s u d u r . . . . K i ş i l i ğ i n gelişti­
rilmesi öğrenciye sadece « K o m ş u n u kendin
gibi s e v . » y o l l u s o f u c a k a l ı p l a r öğretmekle
s a ğ l a n a m a z . H i ç y a n l ı ş y a p m a d a ğ ı ileri sü­
r ü l e n s ö z ü m o n a ö r n e k kişilerle ilgili h i k â y e l e ­
r i n p e k a z d e ğ e r i vardır.
. . . G e n e l olarak, sağlam bir toplumsal
t u t u m ö ğ r e n m e k l e değil y a ş a m a k l a elde edi­
lir. P a y l a ş ı l a n b i r a n l a y ı ş ı n d e ğ e r i ise, a n c a k
u y g u l a n ı r s a o r t a y a ç ı k a r . Ö ğ r e n c i n i n ilgisi,
s a d e c e b e n c i l l i ğ i geliştiren y a r ı ş m a y o l u ile
değil, o n d a k i y a r a t ı c ı l ı k t a n t a d a l m a d u y g u ­
sunu uyararak desteklenmelidir. A n c a k bu
y o l l a s ı n ı f a r k a d a ş l a r ı b i r b i r l e r i n e k a r ş ı dost­
ç a v e y a p ı c ı b i r ilgiyle b a ğ l a n ı r l a r .
H a l k y ö n e t i m i n i s a v u n m a k için o k u l l a r
n e y a p a b i l i r ? B e l l i bir siyasal ö ğ r e t i n i n s ö z c ü ­
s ü m ü o l m a l ı o k u l l a r ? B ö y l e o l m a m a s ı ge­
rektiğine inanıyorum. Okullar genç insanlara
eleştirsel b i r k a f a v e t o p l u m b i l i n c i n e v a r m ı ş
bir tutum verebiliyorlarsa, gerekeni y a p m ı ş
olurlar. B ö y l e c e y u r t t a ş l a r ı n sağlıklı, h a l k ç ı
b i r t o p l u m d a y a ş a m a l a r ı için g e r e k l i o l a n de­
ğerleri k u ş a n m ı ş olur öğrenciler. . . .

(Çeviri : C. Çapan)

66
Öğretim Özgürlüğü

S o r u — Sizce öğretim özgürlüğünün başlıca


n i t e l i ğ i nedir, g e r ç e ğ i n araştırılmasında bu
özgürlük neden gereklidir?
Cevap — Öğretim özgürlüğünden şunu
a n l ı y o r u m : G e r ç e ğ i a r a ş t ı r m a , d o ğ r u oldu­
ğ u n a inandığı şeyleri y a y ı m l a m a ve ö ğ r e t m e
hakkı. Bu hak aynı z a m a n d a bir ödev de yük­
ler i n s a n a ; kişi d o ğ r u saydığı b i r şeyi h i ç b i r
biçimde gizlememelidir. Ö ğ r e t i m özgürlüğü­
n ü n h e r h a n g i bir* y o l d a k ı s ı t l a n m a s ı b i l i m i n
y a y ı l m a s ı n ı güçleştirir, b ö y l e l i k l e d e i n s a n ı n
usa dayanan yargı ve eylemlerini engeller.
S o r u- G ü n ü m ü z d e öğretim özgürlüğünü
ne gibi tehlikelerle karşı karşıya görüyorsu­
nuz?
Cevap- G ü n ü m ü z d e Öğretim özgürlüğü için

67
ALBERT EİNSTEİN

e n b ü y ü k t e h l i k e y i , b i r dış t e h l i k e n i n varlı­
ğ ı n ı ileri s ü r ü p ö ğ r e t i m , d ü ş ü n c e alış-verişi,
b a s ı n v e ö b ü r h a b e r l e ş m e ö z g ü r l ü k l e r i n i n kı­
sıtlanmasında, engellenmesinde aramalıdır.
B u durum insanların g e ç i m güvenliklerini
tehlikeye sokan koşullarla, yaratılmaktadır.
B u n u n s o n u c u o l a r a k d a ö z e l h a y a t l a r ı n d a bi­
le düşüncelerini açıklayamayanların sayısı
günden güne çoğalmaktadır. Halk yönetimi­
n i n , d e m o k r a t i k bir yönetimin geleceğini
tehlikeye düşüren bir durumdur bu.
S — İnsan Hakları Bildirimizde açıklanan
geleneksel özgürlüklerin savunulmasında
yurttaşların özel sorumlulukları sizce neler­
dir?
C — Anayasanın gücü doğrudan doğruya
yurttaşın anayasayı savunma konusundaki
k a r a r l ı l ı ğ ı n a bağlıdır. A n c a k her yurttaşın
hu savunmada kendine düşen sorumluluğun
bilincine varmasıyla anayasanın sağladığı
h a k l a r g ü v e n l i k a l t ı n a girebilir. Ö y l e ki, h e r ­
k e s e bir ödev düşmektedir: H e r k e s kendi­
s i n i n v e a i l e s i n i n k a r ş ı l a ş a b i l e c e ğ i tehlikeler­
den k o r k m a d a n bu ödevi yerine getirmek
zorundadır.
S — Demokratik bir toplumda bir aydına
düşen ödevler sizce nelerdir?
C — Ö n c e her yurttaşın, ülkesindeki ana­
yasa haklarım savunma k o n u s u n d a k i so­
r u m l u l u ğ u eşit ölçüdedir. En geniş anlamı

68
DÜNYAYA BAKIŞ

ile « a y d m » ı n ise d a h a b ü y ü k b i r s o r u m l u l u ­
ğ u vardır, ç ü n k ü b e l l i b i r e ğ i t i m g ö r m ü ş
o l m a s ı y ü z ü n d e n a y d ı n ı n k a m u o y u n u et­
kilemesi d a h a kolaydır. Bu da bizi zorba bir
y ö n e t i m e sürüklemek isteyenlerin aydınları
ü r k ü t m e k v e s u s t u r m a k için n e d e n b u k a d a r
ç ı r p ı n d ı k l a r ı n ı a ç ı k l ı y o r . İ ş t e b u y ü z d e n , gü­
n ü m ü z ü n koşullan altında, aydının t o p l u m a
karşı belli bir sorumluluğu olduğunu anla­
m a s ı a y r ı c a "önemlidir. Bundan da bireyin
anayasada belirlenen haklarını hiçe sayan
herhangi bir davranışla işbirliği y a p m a m a k
gerektiği sonucu çıkıyor. Özellikle yurttaş­
ların kişisel hayatları ve siyasal düşünceleri
ile ilgili s o r u ş t u r m a l a r ı h a t ı r l a t m a k istiyo­
r u m b u gibi d a v r a n ı ş l a r ı n sözünü ederken.
B ö y l e s i cadı kazanlarının k a y n a t ı l m a s ı n a k i m
yardım ederse Anayasayı çiğneme suçunun
maşası ya da yardakçası olur bence.
S —- Siyasal düşünceleri yüzünden zorbaca
sorguya çekilen yurttaşlara yardım e t m e n i n
e n iyi y o l u s i z c e n e d i r ? .
C — Bu gibi z o r b a c a s o r u ş t u r m a l a r karşı­
sında curnalcılık-etmemekte direnenlere, ya
da bu soruşturmalar yüzünden geçim koşul­
l a n sarsılanlara yardım e t m e k insan hakla­
rının s a v u n u l m a s ı b a k ı m ı n d a n ç o k ö n e m l i ­
dir. B u y u r t t a ş l a r a a v u k a t v e i ş b u l m a k özel­
l i k l e gereklidir.
(Çeviri : C. Çapan)

69
Bağımsız Düşüce
ve Eğitim

İnsana bir uzmanlık ö ğ r e t m e k y e t m e z .


B u n u n l a i n s a n , d o ğ r u s u n u i s t e r s e n i z , işe y a ­
rar bir m a k i n e olur ama, tam, eksiksiz bir
k i ş i l i k k a z a n a m a z . E l d e e d i l m e ğ e d e ğ e r b i r şe­
ye coşkunlukla yönelmesi gerekir onun. B i r
g ü z e l l i k v e a h l â k ç a iyilik d u y g u s u e d i n m e l i ­
dir. Y o k s a , i n s a n u z m a n c a bilgileriyle, den­
g e l i b i r b i ç i m d e g e l i ş m i ş b i r i n s a n d a n ç o k , iyi
eğitilmiş bir köpeğe benzer. K o m ş u s u ve top­
luluk karşısında bir tutumu olabilmesi için,

70
DÜNYAYA BAKIŞ

i n s a n l a r ı n d ü r t ü l e r i n i , ö z l e m l e r i n i v e acıları­
nı a n l a m a y a çalışması gerekir.
B u değerli ş e y l e r g e n ç k u ş a k l a , a öğret­
menlerin insanca yaklaşmalarıyla aşılanır,
y o k s a el kitaplanyla, yalnız o n l a r l a değil.
Kültür, her şeyden ö n c e budur ve böyle ko­
runur. «Humanites» yi önemli bir şey olarak
salık verdiğim zaman, gözettiğim budur,
y o k s a , tarih v e felsefe a l a n ı n d a k u r u b i r özel
bilgi değil.
Gündelik yarar bakımından yarışma ve
vakitsiz u z m a n l a ş m a s i s t e m i ü z e r i n d e aşırı
derecede durmak insan kafasını körletir. O y ­
sa, bütün kültür hayatı ve kısacası, bilimlerin
gelişmesi bu kafaya bağlıdır.
İ y i b i r e ğ i t i m için a y r ı c a , b a ğ ı m s ı z eleş­
tirici d ü ş ü n c e n i n d e g e n ç l e r d e g e l i ş t i r i l m e s i
önemlidir. Oysa, bu gelişme gereğinden ç o k
şey okutularak büyük ölçüde kösteklenmiş-
tir. G e r e ğ i n d e n ç o k ş e y o k u t m a k , i s t e r iste­
m e z , d ü z e y d e k a l m a y a v e k ü l t ü r s ü z l ü ğ e gö­
t ü r ü r . Ö ğ r e t i m ö y l e o l m a l ı ki, s u n d u ğ u şey,
d e ğ e r l i b i r n i m e t s a y ı l m a l ı , g ü ç b i r ö d e v değil.
(Çeviri : S. E. - V. G.)

71
Düşünce Ozgurlugu

O l d u k ç a ö n e m l i b i r s o r u n l a k a r ş ı karşı­
ya bu ülkenin aydınları. G e r i c i politikacılar
b i r dış t e h i k e s ö z ü n ü ileri s ü r e r e k h e r t ü r l ü
aydınca davranışa karşı k a m u oyunda bir
k u ş k u h a v a s ı y a r a t m ı ş l a r d ı r . B u k a d a r ı n ı ba­
ş a r d ı k t a n s o n r a şimdi d e ö ğ r e t i m ö z g ü r l ü ğ ü ­
n ü s ı n ı r l a y ı p b o y u n e ğ m i y e n a y d ı n l a r ı işle­
rinden etmeğe, onları aç b ı r a k m a y a yelteni-
yorlar.
B ö y l e b i r t e h l i k e y e k a r ş ı a y d ı n l a r azın­
lığı n e y a p a b i l i r ? B e n c e t e k y o l G a n d h i ' n i n k i
gibi devrimci bir davranışla karşımızdaki bu
gibi i n s a n l a r l a işbirliği y a p m a m a y o l u d u r . S o ­
r u ş t u r m a k u r u l l a r ı n a ç a ğ r ı l a n h e r aydın, k i m ­
s e y i ele v e r m e m e k için d i r e n m e l i , y a n i , yur­
dunun düşünce özgürlüğü uğrunda hapse
g i r m e ğ i , p a r a c a y ı k ı m ı , k ı s a c a kişisel g ü v e n ­
liğinin y o k o l m a s ı n ı g ö z e a l m a l ı d ı r .
Y e t e r sayıda insan bu önemli adımı at­
mayı göze alırsa başarıya ulaşılabilir. Y o k ­
sa, b u ü l k e n i n y d ı n l a r ı k e n d i l e r i için u y g u n
görülen kölelikten fazlasını hak etmiyorlar
demektir.
(Çeviri : C. Çapan)

72
Aydınlara Bildiri

B i z , çeşitli u l u s l a r ı n a y d ı n v e b i l g i n l e r i ,
b u g ü n ağır, tarihsel bir s o r u m l u l u k t a ş ı m a k
duygusuyla toplanmış bulunuyoruz. Top­
lanmamızı sağlıyan Fransız ve Polonyalı
meslektaşlarımıza şükran borçluyuz: Ö n e m ­
l i b i r a m a ç u ğ r u n a t o p l a d ı l a r bizi, a m a ç l a r ı
bütün dünyada barış ve güvenliği k o r u m a k
için b i l g e kişilerin e t k i s i n d e n f a y d a l a n m a k ­
tır. Ç o k eski bir s o r u n l a k a r ş ı k a r ş ı y a y ı z :
B u s o r u n u ilk e l e a l a n l a r d a n b i r i P l a t o n ' d u r :
insan sorunlarını çözümlemekte kendimizi
içgüdülerimize ve soydan gelme tutkuları­
mıza bırakmaktansa, aklımızı usumuzu kul­
l a n a l ı m diyordu.
A m a üzücü deneyler bize öğretti ki akıl­
lı düşünce sosyal hayatımızın sorunlarını
ç ö z m i y e y e t m i y o r . D e r i n e , öze giden araş­
t ı r m a l a r , b i l i m s e l ç a b a l a r i n s a n l ı k için t r a j i k
sonuçlar doğurmuştur kimi zaman. Çünkü,
buluşlarıyla bilim bir yandan insanı ağır ve

7$
ALBERT EİNSTEİN

yorucu çabalamadan kurtarmış ve ona daha


r a h a t , d a h a varlıklı b i r h a y a t s a ğ l a m ı ş s a da,
öte yandan hayatına büyük b i r k u ş k u sok­
muş, o n u tekniğin kölesi yapmıştır - üstelik
d e işin e n k ö t ü y ö n ü , insanlığı y ı ğ ı n h a l i n d e
y o k edebilecek araçlar yaratmıştır. Gerçek­
t e n t ü y l e r ü r p e r t i c i b i r trajedidir b u .
A m a d a h a d a feci bir g e r ç e k ş u d u r : İn­
sanlık bilim ve teknoloji alanında üstün ba­
şarılar k a z a n a n birçok b i l g i n l e r yetiştirdiği
h a l d e , b i z i y ı p r a t a n çeşitli p o l i t i k k a v g a l a r a
ve e k o n o m i k gerginliklere uygun ç ö z ü m yol
lan bulamadık uzun zamanlar. Herhalde,
bireyler ve uluslar arasında beliren e k o n o m i k
ç ı k a r çatışmaları dünyanın bugünkü tehlikeli
gergin durumu doğurmuştur, insan ulusların
barış içinde yaşamasını sağlıyacak politik ve
e k e n o m i k d ü z e n i d a h a k u r a m a m ı ş , s a v a ş ola­
naklarını ortadan kaldıracak ve yığınla in­
s a n ı y o k e d e b i l e c e k ö l d ü r ü c ü a r a ç l a r ı n kulla­
nılmasını büsbütün yasak edecek bir yönte­
mi daha yaratamamıştır.
B i z bilim adamları, biz ki acı bir kader­
l e y o k edici a r a ç l a r ı n d a h a e t k i l i v e d a h a k o r ­
kunçlarının yaratılmasına yardım ettik, biz

Bu bildiri WrocIav'da toplanan Aydınların Ba­


rış Kongresi için hazırlanmıştı, ne var ki Kongre­
nin tertip komitesi bildirinin özüne takılmış ve bil­
diri okuna mayıp, 29 Austos 1948 tarihinde basma
gönderilmiştir.

74
DÜNYAYA BAKIŞ

bütün gücümüzü bu silâhların i n s a n dışı


a m a ç l a r l a k u l l a n ı l m a s ı n ı ö n l e m e y i ilk v e t e k
ö d e v bilmeliyiz. B i z i m için bundan önemli
ö d e v olabilir m i ? H a n g i t o p l u m g ö r e v i y ü ­
reklerimize daha yakın olabilir? K o n g r e m i z
b u y ö n d e n h a y a t ı m ı z l a ilgili b i r ö n e m taşı­
maktadır. Birbirimize danışmaya, düşünce
a l ı ş verişi y a p m a y a geldik. D ü n y a u l u s l a r ı m
birbirine bağlıyan düşünce ve bilim köprü­
lerini kurmalıyız. U l u s a l sınırların kurduğu
uğursuz engelleri yıkmalıyız.
D a h a ufak topluluklarda insan toplum
d ü ş m a n ı g ü ç l e r i y o k e t m e k t e d a h a b a ş a r ı l ı so­
n u ç l a r elde e t m i ş t i r . B u , ö r n e ğ i n , k e n t l e r
içindeki hayat bakımından ve bir dereceye
kadar tek tük devletler içinde kurulan top­
l u l u k l a r için b i r g e r ç e k t i r . B u ç e ş i t t o p l u l u k l a r
da gelenek ve eğitim ölçülü bir etki yaratım?
v e belli sınırlar i ç i n d e y a ş ı y a n i n s a n l a r ı n bir­
b i r l e r i y l e u y u m l u ilişkiler k u r m a l a r ı n ı sağla­
m ı ş t ı r . N e v a r k i çeşitli d e v l e t l e r a r a s ı n d a k i
a l ı ş v e r i ş t e a n a r ş i d e n d a h a k u r t u l a m a m ı ş bu­
lunuyoruz. S o n yüz yıllarda bu bakımdan
g e r ç e k b i r ilerilik s a ğ l a d ı ğ ı m ı z ı s a n m ı y o r u m .
Uluslar arasındaki anlaşmazlıklar çoğu za­
m a n kaba kuvvet, yani savaş yoluyla çözüm­
l e n m e k t e d i r . S ı n ı r s ı z e g e m e n l i k isteği, ç o ğ u
zaman, yani maddi olanak ele geçer geçmez,
saldırıcı e y l e m l e r e y o l a ç m a k t a d ' r .
U l u s l a r a r a s ı ilişkilerde g ö r ü l e n b u a n a r -

75
ALBERT EİNSTEİN

şi yüzyıllar b o y u n c a insanlığın başına son­


s u z b e l â l a r , tarifsiz y ı k ı m l a r g e t i r m i ş t i r . Ç o k
k e z insanların gelişmesini durdurmuş, karak­
terlerini b o z m u ş , düzenlerini yıkmıştır. K i m i
z a m a n birçok ülkeleri temelden y o k etmiş­
tir.
Ulusların b o y u n a savaşa hazırlanma iste­
ği insanların hayatında daha başka etkiler de
yaratmıştır. S o n yüzyıllarda devletin yurt­
taşlar üzerindeki egemenliği gün geçtikçe
p e k l e ş m i ş v e b u d u r u m d e v l e t i n akıllı a d a m ­
l a r t a r a f ı n d a n idare edildiği ü l k e l e r d e oldu­
ğu kadar k a b a kuvvetin ağır bastığı zorbalık­
larda da görülmüştür. Yurttaşlar arasında
n o r m a l , b a r ı ş ç ı ilişkileri k o r u m a k için k u r u l ­
m u ş olan devletin görevi modern endüstride
makineleşmenin yerleşmesi ve yayılması yü­
zünden gün geçtikçe ağırlaşmış, çapraşıklaş-
mıştır. Çağdaş devlet yurttaşlarını dışardan
gelebilecek saldırılara k a r ş ı k o r u m a k i ç i n
k o r k u n ç ö l ç ü l e r a l a n b i r a s k e r i düzen kur­
m a k zorundadır. Devlet ayrıca yurttaşlarını
o l a b i l e c e k b i r s a v a ş için e ğ i t m e ğ i z o r u n l u
görmektedir; bu «eğitim» se yalnız gençle­
rin d ü ş ü n c e v e d u y g u l a r ı n ı b o z m a k l a k a l m a ­
makta, ne yazık ki yetişkinler üzerinde de
kötü etkiler bırakmaktadır. Hiçbir ülke bu
bozulmayı önliyemez. Saldırı emelleri besle-
miyen ülkelerin yurttaşlarını bile etkiler bu
durum. B ö y l e c e yeni bir putataparhk ku-

76
DÜNYAYA BAKIŞ

rulmuş, devlet güçlü etkisinden yalnız pek


a z k i m s e n i n kurtulabildiği m o d e r n b i r p u t
oluvermiştir.
Ne var ki savaş eğitimi bir hayaldir. Bu
s o n yılların t e k n i k g e l i ş m e s i y e p y e n i b i r as­
k e r i d u r u m y a r a t m ı ş t ı r . B i r k a ç s a n i y e d e yı­
ğ ı n l a i n s a n ı y o k e d e b i l e c e k , k o c a m a n ülke­
leri y e r l e bir e d e c e k k o r k u n ç s i l â h l a r icat edil­
miştir. A m a bilim bu silâhlara karşı korun­
ma çarelerini daha bulamadığı için, d e v l e t
y u r t t a ş l a r ı n ı n g ü v e n i n i s a ğ l a m a k için tedbir
alamamaktadır.
Peki, kurtuluş yolu nedir?
Hayal almıyacak bir yıkım, körü körü­
n e bir y o k o l u ş t e h l i k e s i n e k a r ş ı i n s a n l ı ğ ı n
t e k k o r u n m a ç a r e s i b u silâhları y a p m a k v e
k u l l a n m a k yetkisini uluslarüstü bir k u r u m a
vermektir. Ne var ki günümüzün koşulları
a l t ı n d a milletlerin uluslarüstü bir k u r u m a
b ö y l e b i r y e t k i t a n ı m a l a r ı a n c a k g e ç m i ş t e sa­
v a ş l a s o n u ç l a n a n h e r türlü a n l a ş m a z l ı ğ ı ç ö ­
zümlemek hak ve görevini v e r m e l e r i ile
m ü m k ü n d ü r . Bu yetki yasa yoluyla uluslar
üstü kuruma tanındıktan s o n r a , ayrı a y r ı
devletlerin g ö r e v i d a h a ç o k i ç i ş l e r i y l e sınır­
lı k a l ı r ; d e v l e t de u l u s l a r a r a s ı g ü v e n l i k ba­
k ı m ı n d a n h i ç b i r t e h l i k e g ö s t e r m i y e n sorun­
ları ç ö z ü m l e m e k l e y e t i n i r o z a m a n .
Ne y a z ı k kî, i n s a n l ı ğ ı n içinde b u l u n d u ­
ğu durumun devrimci çarelere baş vurmayı

77
ALBERT EİNSTEİN

gerektirdiğini hükümetlerin anladığını göste­


ren belirtiler h e n ü z ortaya çıkmamıştır. D u ­
r u m u m u z geçmişteki hiçbir duruma benze-
tilemez. Bu yüzden geçmişte yeterli görün­
m ü ş hiçbir çare ve y ö n t e m e baş vuramayız.
Düşüncemizde devrim açmak, eylemlerimiz­
d e d e v r i m y a p m a k z o r u n d a y ı z v e d ü n y a ulus­
ları a r a s ı n d a k i ilişkileri d e v r i m c i b i r a n l a y ı ş ­
la y e n i b a ş t a n düzenlemek cesaretini göster­
m e l i y i z . D ü n k ü klişeler b u g ü n işimize y a r a ­
m a z v e h e r h a l d e y a r ı n b ü s b ü t ü n e s k i m i ş ola­
caklardır. B u n u bütün dünya insanlarına an­
latmak aydınların bugün yüklenecekleri en
ö n e m l i t o p l u m görevidir. O n l a r u l u s a l b a s ­
kıları yeterince a ş m a k cesaretini ve d ü n y a
uluslarına kökleşmiş geleneklerini kökünden
d e ğ i ş t i r m e k isteğini a ş ı l ı y a b i l e c e k k a d a r k u d ­
ret gösterebilecekler m i ?
B ü y ü k bir çaba gerektir. B u g ü n başa­
rı kazanılmazsa, uluslarüstü kurum yarın ku­
rulacak, a m a bugünkü dünyadan k a l m a bü­
y ü k bir yıkıntı üstüne kurulacaktır. U m a r ı z
ki zamanımızda görülen uluslararası anarşi­
n i n o r t a d a n k a l k m a s ı d ü n y a n ı n y ı k ı l m a s ı pa­
hasına olmıyacaktır, çünkü kendi kendimize
hazırlamış olacağımız bu y ı k ' m ı n nereye va­
r a c a ğ ı n ı k e s t ' r e m e y i z . Ö n ü m ü z d e ç o k a z za­
m a n v a r . B u g ü n işe g i r i ş m e z s e k , y a r ı n g e ç
kalmış oluruz.
(Çeviri : A. Erhat>

78
Sigmund Freud'a
Mektup

Ç o k sevgili B a y F r e u d ,

G e r ç e ğ i b u l m a ö z l e m i sizde b a ş k a b ü t ü n
ö z l e m l e r i nasıl bastırıyor, ş a ş ı l a c a k ş e y . S a ­
vaş ve y o k e t m e güdülerinin insan ruhunda
s e v g i v e y a ş a m a gücü ile nasıl içice g i r m i ş ol­
duğunu su götürmez bir açıklıkla ortaya ko­
yuyorsunuz. Ama, inandırıcı açıklamaları­
n ı z d a n b i r d e ş u b ü y ü k a m a c a u l a ş m a Özlemi
ç ı k ı y o r o r t a y a : insanın i ç v e dış b ü t ü n savaş­
l a r d a n kurtulması. B u b ü y ü k ö z l e m d e , ç a ğ l a ­
r ı n ı n v e uluslarının ü s t ü n e ç ı k a n , d ü ş ü n c e v e
a h l â k a l a n ı n d a birer y o l g ö s t e r i c i o l a r a k s a y g ı
g ö r e n b ü t ü n b ü y ü k i n s a n l a r birleşir. İ s a ' d a n .

79
ALBERT EİNSTEİN

Goethe'den K a n t a kadar hepsinde bu kurtu­


luş ö z l e m i vardır. H e r n e k a d a r i n s a n l a r a r a ­
s ı n d a k i ilişkileri d ü z e n l e m e i s t e k l e r i p e k ger­
ç e k l e ş m i ş d e ğ i l s e de, y a l n ı z b u t ü r l ü in­
sanların bütün dünyaca birer önder sayılmış
o l m a l a r ı a n l a m l ı b i r g e r ç e k değil m i ?
Ş u n a i n a n ı y o r u m ki, ç a l ı ş m a l a r ı y l a y o l
göstericilik y a p a n üstün insanlar - dar bir
alanda da olsa - aynı ülküyü b ü y ü k ölçüde
p a y l a ş m a k t a d ı r l a r . N e v a r ki, p o l i t i k g e l i ş i m
üzerinde pek etkileri olmuyor. Ulusların ka­
derini ç i z e n b u a l a n h e m e n h e m e n k a ç ı n ı l -
mazcasma dizginsiz v e s o r u m s u z p o l i t i k a
adamlarına bırakılmış görünüyor.
Politik önderler ve yönetimler yerlerini ya
zorbalığa, ya da yığınların o y u n a borçludur­
lar. U l u s l a r ı n d ü ş ü n c e v e a h l â k ç a y ü k s e k b ö ­
l ü k l e r i n i n t e m s i l c i s i s a y ı l a m a z l a r . A m a , seç­
k i n aydınlar, b u g ü n h a l k l a r ı n tarihi ü z e r i n d e
doğrudan doğruya hiç bir etkide bulunamıyor­
l a r ; o r a y a b u r a y a d a ğ ı l m ı ş b u l u n m a l a r ı gü­
n ü n sorunlarının çözümlenmesine doğrudan
doğruya katılmalarına engel oluyor. Yaptık­
ları v e y a r a t t ı k l a r ı y l a y e t i l e r i n i v e iyi n i y e t l e ­
rini göstermiş olanların kendiliklerinden bir
a r a y a g e l m e s i , d ü n y a y a b i r d e ğ i ş i k l i k geti­
r e m e z m i d e r s i n i z ? Ü y e l e r i b i r b i r l e r i y l e sü­
r e k l i d ü ş ü n c e alışverişi içinde b u l u n a c a k o l a n
b u uluslararası b i r l e ş m e , t u t u m l a r ı n ı b a s ı n d a
ortaya koyarak, imzalarının sorumluluğunu

80
DÜNYAYA BAKIŞ

y ü k l e n e r e k , p o l i t i k s o r u n l a r ı n ç ö z ü m ü üze­
r i n d e ö n e m l i v e u y a r ı c ı bir e t k i sağlayabilir.
B i l i m a k a d e m i l e r i n d e d e r a s l a n a n insan ya­
radılışının eksikliklerinden doğan sakıncalar
burada da görülecektir şüphesiz. A m a , yine
de öyle bir ç a b a y a girişmek yerinde olmaz
m ı ? D o ğ r u s u b e n , b ö y l e b i r işe g i r i ş m e y i bü­
y ü k bir ö d e v s a y ı y o r u m . B ö y l e b i r y ü k s e k
aydın topluluğu kurulunca, sistemli olarak,
d i n s e l k u r u m l a r ı d a s a v a ş a k a r ş ı h a r e k e t e ge­
ç i r m e y e çalışmalıdır. İyi niyetleri b u g ü n acı
b i r b o y u n e ğ m e ile f e l c e u ğ r a y a n b i r k i ş i y e
içten destek olurdu. D ü ş ü n c e ürünleriyle
y ü k s e k b i r s a y g ı n l ı ğ a u l a ş m ı ş o l a n kişilerin
kurduğu böylesi bir topluluk, Milletler Cemi-
y e t i ' n i n g ü ç l e r i i ç i n değerli b i r d a y a n a k ola­
bilir.
Bu düşüncelerimi, dünyada herkesten
ç o k size s u n u y o r u m , ç ü n k ü , siz i s t e k l e r e her­
k e s t e n d a h a a z k a p ı l ı r s ı n ı z v e sizin y a r g ı n ı z
ciddiliği e n a ğ ı r b a s a n b i r s o r u m l u l u k duygu­
suna dayanmaktadır.
(Çeviri : S. E. - V. G.)

81
Savaşın Nedenleri

Savaşların insanın kendi ülkesine ya da


k e n d i s ı n ı f ı n a b i r h a k s ı z l ı k yapıldığı i n a n c ı n ­
dan çıktığını sanmıyorum. Aslında, savaşın
nedenlerini insan tabiatının derinliklerinde
a r a m a k g e r e k i r . S a v a ş ı n ilkel i n s a n l a r ı n d o ğ a l
bir g ö r e v i olduğunu söylemekle gerçeği
abartmış olmayız. . . . Savaşları haklı göster­
m e k için ileri s ü r ü l e n n e d e n l e r s a d e c e saldır­
gan olmayan insanların d ö ğ ü ş m e itkilerini
k ı ş k ı r t m a k içindir. I r m a k l a r ı n z a m a n z a m a n
y a t a k l a r ı n d a n t a ş m a l a r ı nasıl d o ğ a y a a y k ı r ı

82
DÜNYAYA BAKIŞ

değilse, s a v a ş e ğ i l i m i d e i n s a n t a b i a t ı n a ay­
kırı o l m a y a n bir n i t e l i k t i r ; v e selleri ö n l e m e k
için i n s a n nasıl a r a y a girip b i r ş e y l e r y a p ı y o r ­
sa, s a v a ş l a r ı ö n l e m e k için d e ö y l e d a v r a n m a ­
lıdır. S a l d ı r g a n l ı k l a r ı önlemenin tek yolu
uluslarüstü yasalarla yönetilen uluslarüstü
bir örgüt ortaya koymaktır. Bu ç ö z ü m yolu
duygulu bir insanın « d o ğ r u l u k » a n l a y ı ş ı ile
bağdaşmayabilir. Sanırım, insanlar a n c a k
u z u n s ü r e n d ö n e m l e r s o n u c u n d a g e l i ş e n ge­
lenekleri göstererek k e n d i l e r i ile ilgili ya­
s a l a r a u y a r l a r . N e v a r ki, k a b u l e d i l e b i l e c e k
y a s a l a r z a m a n l a bir d e ğ i ş i m e u ğ r a m a k z o r u n ­
dadır. Ö r n e ğ i n , eski Y u n a n u y g a r l ı ğ ı n d a e n
soylu kişiler bile köleliği doğru sayarken,
b i z b u g ü n k ö l e l i ğ i n ç o k y a n l ı ş b i r ş e y oldu­
ğuna inanıyoruz. Sanırım her çağın insanı
kendisi için «doğru» olanı b u l m a ğ a ç a l ı ş m a k
zorundadır. . . .
(Çeviri : C. Çapan)

83
Sivil Savunma
ve Barışseverlik

Dindar - barışsever dedikleri insanlar­


d a n d e ğ i l i m . Ü s t e l i k , kılını b i l e k ı p ı r d a t m a ­
dan kesilip biçilmektense savaşmayı daha
doğru buluyorum. Hitler Almanya'sında da
t u t u l a c a k t e k y o l b u y d u . T e k y a n l ı b i r silâh­
sızlanmayı da savunmuyorum. B e n i m öner­
diğim yol uluslarüstü bir denetlemeye daya­
n a n silâhlı b a r ı ş d ü ş ü n c e s i d i r .
A m a şunu d a söyliyeyim ki, A m e r i k a ' ­
nın b u g ü n k ü t u t u m u barış için R u s y a ' n ı n tu-

84
DÜNYAYA BAKIŞ

t u m u n d a n ç o k d a h a tehlikeli. B u g ü n s a v a ş
K o r e ' d e s ü r ü p gidiyor, A l a s k a ' d a değil. R u s -
y a n m karşı karşıya olduğu tehlike Amerika'-
nınkinden ç o k daha büyük, herkes de biliyor
b u n u . A m e r i k a l ı l a r ı n b ü y ü k b i r t e h l i k e için­
de olduğu masalını nasıl yuttuklarını anla­
m a k güç geliyor b a n a . Sanırım siyasal yaşan­
tılarının azlığından geliyor bu. Hükümetin
politikası a ç ı k ç a ö n l e y i c i b i r s a v a ş a y ö n e l m i ş ­
ken, b a k ı y o r s u n u z saldıranın S o v y e t l e r Bir-
l i ğ i y m i ş gibi g ö s t e r i l m e s i n d e d ü z e n l i b i r ç a b a
harcanıyor.
istediğiniz yazıyı yazmağı düşünmüyo­
rum. G ü n ü m ü z ü n zehirlenmiş havası içinde
insanların sağduyusuna seslenmek boşuna
olur b e n c e , insanlar n e y e lâyıksa o n u elde
ederler sonunda.
(Çeviri : C. Ç.)

85
Barış için

1920 yılının Eylül ayında, New York'taki


Toplumsal ve Bilimsel Bağları Geliştir­
me amaçlı Alman Derneğinin uluslar­
arası dostluğun gerçek temellerini atma
yolunda aydınların ne gibi yararlıklar
gösterebileceği sorusuna Einsıtein şu
karşılığı veriyor:

Kanımca, uluslararası b i r a n l a y ı ş ı n v e
i n s a n l a r a r a s ı n d a kardeşliğin g e r ç e k l e ş m e s i n ­
d e a y d ı n l a r ı n e n b ü y ü k y a r a r l ı ğ ı b i l i m v e sa­
n a t alanlarında sağlanabilir. İ n s a n ı n kişisel,
bencil ulusal amaçları a ş m a s ı n a yardım eder
y a r a t ı c ı l ı k . B ü t ü n d ü ş ü n e n i n s a n l a r ı n paylaş­
tığı s o r u n l a r , ü l k ü l e r ü z e r i n d e d u r m a k , gide­
rek, bütün ulusların bilginlerinin ve sanatçı­
l a r ı n ı n b i r l e ş m e l e r i n i z o r u n l u k ı l a r . N e v a r ki,
zaman zaman, siyasal tutkular yüzünden
hoşgörü ve bağımsız düşünme yeteneğinden
yoksun aydınlar arasında bir b ö l ü n m e olması
ö n l e n e m e z . B u y ü z d e n , a y d ı n l a r t a r i h t e n in­
sanlığa kalan uygarlıkların uluslararası nite­
liğini b e l i r t m e k t e n h i ç b i r z a m a n b ı k m a m a k ,
toplumsal yaşayışlarında söz ve eylem yolu
ile siyasal t u t k u l a r ı n k e n d i l e r i n i s ö m ü r m e l e ­
r i n e h i ç b i r z a m a n izin v e r m e m e l i d i r l e r .

86
Barış için
Einstein hayatı boyunca devlet ve birey
ilişkileri üzerinde durmuş, 1931 yılında
İtalyan Adalet Bakanı Alfredo Rocco'ya
bir mektup yazarak İtalyan bilim adam­
larının rejime bağlılık andı içmeğe zor­
lanmamaları için Rocco'nun Mussolini
ile görüşmesini istemiştir.

S i y a s a l i n a n ç l a r ı m ı z b i r b i r i n d e n n e den­
l i a y r ı o l u r s a o l s u n , b i r t e m e l n o k t a d a anlaş­
tığımızı sanıyorum: Avrupa düşünüşünün
göz kamaştırıcı yapıtları karşısında ikimiz de
h a y r a n l ı k d u y u y o r u z ; ü z e r i n e e n ç o k titredi­
ğimiz değerlerin yansıdığını görüyoruz bu
yapıtlarda. B ö y l e bir uygarlık a n c a k vicdan
ve öğretim özgürlüğünün e g e m e n olduğu bir
.toplumda, gerçeği araştırmanın her kaygıdan
ö n c e geldiği b i r o r t a m d a gelişebilir
D e v l e t i n ç ı k a r ı i ç i n i n s a n ö z g ü r l ü ğ ü sı­
n ı r l a n m a k mı, sınırlanmak ise n e r e y e kadar
s ı n ı r l a n m a k s o r u n u n u sizinle t a r t ı ş a c a k de­
ğilim. B u n u n l a birlikte, gerçeğin araştırılması
ve bilimsel aydınlanma konularının her yö­
netimce kutsal sayılması g e r e k t i ğ i n e , bi­
limsel araştırmalar yolu ile gerçeği tam
b i r i ç t e n l i k l e b u l m a ğ a ç a l ı ş a n l a r a s a y g ı gös­
t e r m e n i n bir b ü t ü n olarak toplumun en yük­
s e k ç ı k a r l a r ı n a y a r d ı m e t m e k o l a c a ğ ı n a kuş­
kusuzca inanıyorum. . . .
(Çeviri : C. Ç.)
87
Bilim Adamı,
Savaş ve Barış

B e n i , bilimi savaş amaçları uğrunda kö­


tüye kullanan bilim adamlarının bir önderi
saymakla yanılıyorsunuz. Değil savaş amacı
için, u y g u l a m a l ı b i l i m a l a n ı n d a b i l e h i ç çalış­
madım.
G ü n ü m ü z ü n s a v a ş a n l a y ı ş ı n ı sizin gibi
ben de suçluyorum. Aslında, hayatım boyun­
ca bir barışsever olmayı seçtim ve Gandhi'yi
ç a ğ ı m ı z ı e n ö n e m l i siyasal ö n d e r i s a y d ı m .
Adımın atom bombası ile iki y o l d a n
ilintisi var. E l l i y ı l k a d a r ö n c e fizikte kitle ile
e r k e n i n eşitliğini b u l m u ş t u m , b u ilişki gide­
rek a t o m gücünden yararlanma olanağını ya­
rattı, i k i n c i s i de, a t o m b o m b a s ı k o n u s u n d a k i
a r a ş t ı r m a l a r ı n geliştirilmesi g e r e k t i ğ i n i B a ş ­
k a n R o o s e v e l t ' e bildiren b i r m e k t u b a i m z a
attım. Nazi yönetiminin atom bombasını
daha ö n c e kullanma tehlikesinin söz konusu
o l m a s ı y ü z ü n d e n b u n u n g e r e k l i l i ğ i n e inanı­
yordum.
B ö y l e c e , sizin d e g ö r e c e ğ i n i z gibi, m e k ­
t u b u m u z bir takım yanlış bilgilere dayanıyor.

88
DÜNYAYA BAKIŞ

B e n de, sizin gibi, y a l n ı z b i r i n s a n ı m .


S i z d e n ç o k d a h a yaşlı, a m a b e l k i d a h a akıllı
o l m a y a n bir insan. O r t a k yanımız, basının,
r a d y o n u n b i z e h e r k o n u d a y a y m a ğ a çalıştığı
şeylere karşı köklü bir şüphecilik - üstelik bu
araçlar Birleşik A m e r i k a Devletlerinde Eski
îngilterede olduklarından ç o k daha kötü.
B i r dünya devleti k u r m a n ı n tehlikeleri
konusunda düşüncelerinize katılıyorum.
A m a , bence,, bu dünyayı sürekli bir savaş
tehlikesiyle karşı karşıya bırakan uluslararası
kargaşalıktan çok daha önemsiz. Hükümet­
lerin i n s a n l a r ı b i r ç e ş i t t u t s a k l ı k a l t ı n d a tut­
m a l a r ı için b u k a r g a ş a l ı ğ ı n ç o k d a h a e l v e r i ş ­
l i b i r o r t a m o l d u ğ u k a n ı s ı n d a y ı m . B u yüz­
den, a ç ı k ç a b i r d ü n y a d e v l e t i n i n k u r u l m a s ı
düşüncesini savunuyorum.
R u s y a ile ilgili h a b e r l e r i n b i z e g e l e n l e r i
e l b e t t e k y a n l ı v e k ö t ü l e y i c i . G e n e de, b ü t ü n
t o p l u m s a l v e iktisadî başarılarına karşılık,
R u s y a ' n ı n siyasal d ü z e n i şimdilik b i z i m k i n ­
den ç o k d a h a sert g ö r ü n ü y o r . N e v a r ki, sa­
vaş sonrası dünyasmda uluslar arasındaki
kuvvetler dengesinin geçirdiği değişimler
bence B a t ı n ı n Komünist Dünyasından çok
d a h a saldırgan o l m a s ı ile s o n u ç l a n d ı . S a ğ d u ­
y u s u o l a n h e r k e s aşırılığın giderilmesi v e t a ­
rafsız b i r y a r g ı y a v a r m a k için e l i n d e n g e l e n i
esirgememeli.
(Çeviri : C. Ç.)

89
Dr. Einstein'in Yanlış
Düşünceleri

Sergpy Vavilov, A. N. Frumkin, A. F. Jof,


N. N. Semyonov adlı Sovyet bilginlerinin
Elnstein'a yazdıkları açık mektup.

Ü n l ü F i z i k ç i A l b e r t E i n s t e i n y a l n ı z bi­
l i m s e l b u l u ş l a r ı y l a t a n ı n m ı ş değildir. S o n yıl­
l a r d a siyasal ve toplumsal sorunlara da bü­
y ü k ilgi g ö s t e r m i ş t i r . R a d y o l a r d a k o n u ş m a k ­
ta, gazetelerde yazmaktadır. K a m u yararına
çalışan bir sürü kurumda ü y e bulunmakta­
d ı r . N a z i b a r b a r l a r ı n ı p r o t e s t o i ç i n z a m a n za­
m a n sesini yükseltmiştir. S ü r e k l i bir barışın
savunucusudur. Y e n i bir savaş tehlikesine ve
Amerika'da askerlerin bilimi büsbütün ken­
di buyrukları altına alma eğilimlerine karşı
çıkmıştır.
Einstein'in tutumu umulduğu kadar
sağlam ve açık olmamakla beraber onu bu
çalışmalara yönelten insanlığa hizmet aşkı
S o v y e t bilginlerince ve bütün S o v y e t halkın­
c a yürekten alkışlanmaktadır. A m a geçen­
l e r d e ileri s ü r d ü ğ ü b a z ı d ü ş ü n c e l e r , b i z e sa­
dece yanlış görünmekle kalmamakta, Eins­
t e i n ' i n o k a d a r c a n d a n b e n i m s e d i ğ i b a r ı ş dâ­
v a s ı n a d a d ü p e d ü z zararlı o l m a k t a d ı r .

90
DÜNYAYA BAKIŞ

B a r ı ş u ğ r u n d a e n etkili ş e k i l d e n a s ı l ç a -
lışılabileğini b i l m e k gibi ç o k ö n e m l i b i r so­
r u n u a y d ı n l a t m a k a m a c i y l e b u n o k t a y a dik­
kati ç e k m e k ödevimizdir sanıyoruz. Bu ba­
k ı m d a n , d o k t o r E i n s t e i n ' i n t a r a f t a r olduğu­
n u söylediği « d ü n y a d e v l e t i » d ü ş ü n c e s i bir
iyice incelenmelidir.
B u düşüncenin her kafada öncüleri ara­
s ı n d a , sınırsız b i r y a y ı l m a y o l u n d a o n u pa­
ravana olarak kullanan damgalı emperyalist­
l e r d e n b a ş k a , k a p i t a l i s t ü l k e l e r d e , işin aslını
b i l m e d e n b u d ü ş ü n c e n i n a k l a y a t k ı n oluşu­
n a k e n d i n i k a p t ı r m ı ş b i r y ı ğ ı n a y d ı n bulun­
maktadır.
S e r b e s t d ü ş ü n c e l i b u b a r ı ş ç ı l kişiler, b i r
«dünya devleti» nin dünyadaki b ü t ü n kötü­
lüklere karşı etkili bir deva, sürekli bir barış
için d e g ü v e n e k o l d u ğ u i n a n c ı n d a d ı r l a r .
B i r « d ü n y a d e v l e t i » n i s a v u n a n l a r , bel-

Flüorışı alanında uzman bir fizikçi olan Sergey


Vavilov, Sovyetler Birliği Bilimler Akademisinin
başkanıdır.
Koloitler alanında tanınmış bir kimyacı olan A.
N. Frumkin, Moskova Bilimler Akademisi Koloidal
Elektrokimya Enstitüsü Müdürüdür.
Su altında kristallerin oluşumu üstüne eseriyle
tanınmış olan A. F. Jof, Leningrad Akademisi Fizik­
sel Kimya Enstütüsü Müdürüdür.
Kimyasal kinetik alanında otorite sayılan N. N.
Semyonov, Moskova Akademisi Fiziksel Kimya Ens­
titüsü Müdürüdür.

91
ALBERT EİNSTEÎN

l i b a ş l ı k a n ı t o l a r a k ş u n u ileri s ü r m e k t e d i r l e r :
B u a t o m ç a ğ ı n d a millî e g e m e n l i k t a r i h s e l b i r
k a l ı n t ı d a n b a ş k a bir* ş e y değildir. B e l ç i k a d e ­
legesi Spaak'ın Birleşmiş Milletler G e n e l K u -
r u l u ' n d a dediği gibi m o d a s ı geçmiş, hattâ
«gerici» bir düşüncedir. Doğrusu gerçekten
bu kadar uzak bir öneri bulup ö n e sürmek güç
olsa gerek.
İ l k ö n c e «dünya devleti» ve «süper dev­
let» düşünceleri hiç de atom çağının doğur­
d u ğ u ş e y l e r değildir. A t o m ç a ğ ı n d a n ç o k d a ­
h a e s k i d ü ş ü n c e l e r d i r . S ö z gelimi, M i l l e t l e r
Cemiyeti kurulurken bunlar görüşülüp ko­
nuşulmuştur.
A y r ı c a bu düşünceler zamanımızda hiç
d e ilerici d ü ş ü n c e l e r değildir. B u n l a r s a n a y i ­
ci ülkelerin b ü y ü k bir kısmına hakim bulu­
n a n k a p i t a l i s t t e k e l l e r i n millî sınırları i ç i n d e
sıkışık durumda bulunduklarını göstermek­
tedir. B u t e k e l l e r , d ü n y a y ı i ç i n e a l a n b ü y ü k
bir pazara, dünya ham madde kaynaklarına,
sermayelerini yatıracak başka ülkelere muh­
taçtırlar. Politika ve yönetim alanlarındaki
üstünlükleri sayesinde, b ü y ü k devletlerin bu
tekellere bağlı çıkarlarından faydalanarak
y e n i a l a n l a r elde e t m e k , b a ş k a ü l k e l e r i siya­
sal v e e k o n o m i k b a k ı m d a n b o y u n d u r u k a l ­
tına almak ve orada kendi memleketindey-
m i ş gibi s e r b e s t ç e h a k i m r o l ü o y n a m a k a m a -
c i y l e d e v l e t ç a r k ı n ı k e n d i l e r i n d e n y a n a işle-

92
DÜNYAYA BAKIŞ

tebilirler.
G e ç m i ş t e kendi yurdumuzun başından
g e ç e n o l a y l a r d a n b i l i y o r u z b u n u . Ç a r l ı k dev­
rinde Rusya, sermayenin çıkarlarına kölece
h i z m e t eden gerici rejimi, u c u z el e m e ğ i ve
g e n i ş d o ğ a l k a y n a k l a r ı ile y a b a n c ı kapitalist­
ler için iştah a ç ı c ı b i r p a r ç a idi. F r a n s ı z , in­
giliz, b e l ç i k a v e a l m a n firmaları ü l k e m i z d e ,
kendi yurtlarında elde edemiyecekleri b ü y ü k
k a z a n ç l a r s a ğ l a y a r a k y ı r t ı c ı k u ş l a r gibi b e s ­
lenmişlerdi. Faizli ödünç paralar v e r e r e k Çar­
lık R u s y a s ı n ı kapitalist B a t ı y a bağlamışlar­
dı. Ç a r l ı k h ü k ü m e t i y a b a n c ı b a n k a l a r d a n el­
d e ettiği p a r a l a r l a d e v r i m c i h a r e k e t l e r i a m a n -
s ı z c a b a s t ı r m ı ş , r u s b i l i m v e k ü l t ü r ü n ü n ge­
lişmesini geciktirmiş ve yahudi aleyhtarı
akımları kışkırtmıştır.
B ü y ü k s o s y a l i s t E k i m ihtilâli, yurdu­
m u z u dünya kapitalist tekellerine bağlıyan
siyasal ve e k o n o m i k bağımlılık zincirlerini
kırdı. S o v y e t h ü k ü m e t i y u r d u m u z u , ilk defa,
g e r ç e k t e n b a ğ ı m s ı z v e ö z g ü r b i r d e v l e t du­
r u m u n a getirdi. Sosyalist ekonomimizin,
t e k n o l o j i n i n , bilim* v e k ü l t ü r ü n t a r i h t e şimdi­
y e d e k g ö r ü l m e m i ş b i r h ı z l a i l e r l e m e s i n i sağ­
ladı. Y u r d u m u z u u l u s l a r a r a s ı b a r ı ş v e gü­
v e n l i ğ i n e n s a ğ l a m k a l e s i h a l i n e getirdi. H a l ­
k ı m ı z i ç s a v a ş t a , b i r k ü m e e m p e r y a l i s t dev­
letin müdahalesine ve nazi istilâcılarına kar­
ş ı girişilen b ü y ü k s a v a ş l a r d a y u r d u n b a ğ ı m -

93
ALBERT EİNSTEİN

sizliğini savundu.
Ş i m d i y s e « d ü n y a süper devleti» nin ön­
c ü l e r i b i z d e n , k a p i t a l i s t t e k e l l e r i n d ü n y a ege­
m e n l i ğ i için g ö z k a m a ş t ı r ı c ı bir bayraktan
başka bir ş e y o l m a y a n bir «dünya devleti»
için b u b a ğ ı m s ı z l ı k t a n v a z g e ç m e m i z i istivor-
lar.
B i z d e n b u ç e ş i t b i r ş e y i s t e m e k düpe­
d ü z s a ç m a d ı r . B ö y l e b i r isteğin s a ç m a o l u ş u
y a l n ı z S o v y e t l e r B i r l i ğ i b a k ı m ı n d a n değildir,
ikinci d ü n y a savaşından sonra birçok ülke,
e m p e r y a l i s t b a s k ı v e k ö l e l i k s i s t e m i n d e n ya­
k a s ı n ı k u r t a r a b i l d i . B u ülkelerin h a k l a r ı , i ç
işlerine y a b a n c ı l a r ı n k a r ı ş m a s ı n ı e n g e l l e y e ­
rek siyasal ve ekonomik bağımsızlıklarım
sağlamlaştırmağa çalışmaktadırlar. Bundan
başka sömürgelerde ve bağımlı ülkelerde
millî k u r t u l u ş h a r e k e t l e r i n i n h ı z l a y a y ı l m a ­
sı, a r t ı k d a h a fazla k ö l e d u r u m u n d a k a l m a k
i s t e m e y e n y ü z m i l y o n l a r c a i n s a n d a millî bi­
l i n c i n u y a n m a s ı n ı sağladı.
. işe yarar bir sürü s ö m ü r m e alanlarım
k a y b e d e n v e d a h a fazlasını d a k a y b e t m e teh­
likesi ile y ü z y ü z e b u l u n a n e m p e r y a l i s t ü l k e
tekelleri, e l l e r i n d e n y a k a l a r ı n ı sıyıran millet­
leri, ş u c a n s ı k ı c ı millî b a ğ ı m s ı z l ı k t a n y o k ­
s u n b ı r a k m a k v e s ö m ü r g e l e r i n g e r ç e k t e n öz­
g ü r o l m a l a r ı n ı ö n l e m e k i ç i n e l l e r i n d e n ge­
leni yapmaktadırlar. B u a m a ç l a emperyalist­
l e r a s k e r î , siyasi, e k o n o m i k v e i d e o l o j i k ç e -

94
DÜNYAYA BAKIŞ

şitli s a v a ş y ö n t e m l e r i n e başvurmaktadırlar.
B u t o p l u m s a l d ü z e n i elverişli v e u y g u n
b u l d u k l a r ı içindir ki, e m p e r y a l i z m i n ideolog­
ları g e r ç e k milli e g e m e n l i k d ü ş ü n c e l e r i n i
gözden düşürmeğe çalışmaktadırlar. Başvur­
d u k l a r ı y ö n t e m l e r d e n biri, o n l a r ı n d e d i ğ i n e
g ö r e , k u r u l d u k t a n s o n r a e m p e r y a l i z m i , sa­
vaşları, uluslararası d ü ş m a n l ı k l a r ı o r t a d a n
kaldıracak ve evrensel yasanın zaferini sağ-
lıyacak olan-bir «dünya devleti» tasarısını
savunmaktır.
D ü n y a e g e m e n l i ğ i n i elde e t m e k i s t e y e n
emperyalist güçlerin s ö m ü r m e ve y u t m a is­
tekleri, b ö y l e c e s a h t e - ilerici b i r d ü ş ü n c e n i n
görünüşleri ardına s a k l a n m a k t a ve kapitalist
ülkelerde bazı aydınları (bilgin, yazar v. b . )
b u s a h t e - ilerici d ü ş ü n c e e t r a f ı n d a t o p l a m a k ­
tadır.
G e ç e n eylül ayında, Birleşmiş Milletler
Teşkilatındaki delegasyonlara açık bir mek­
tup y a z a n doktor Einstein, millî egemenliği
s ı n ı r l a m a k a m a c ı ile y e n i b i r tasarı ö n e r m e k ­
tedir.
Einstein'in düşüncesine göre, G e n e l
Kurul yeniden kurulmalı, ara vermeden ça­
lışan bir d ü n y a p a r l a m e n t o s u h a l i n e g e t i r i l ­
meli ve G ü v e n l i k Konseyi'nden daha üstün
b i r o t o r i t e ile d o n a t ı l m a l ı d ı r . E i n s t e i n ( A m e ­
r i k a n d i p l o m a s i s i n i t u t a n l a r ı n h e r a l l a h ı n gü­
nü belirttiklerini tekrarlıyarak) Güvenl'k

95
ALBERT EİNSTEİN

K o n s e y i n i n v e t o h a k k ı y ü z ü n d e n f e l c e uğ­
r a d ı ğ ı n ı ileri s ü r m e k t e d i r . D o k t o r E i n s t e i n ' m
plânına göre yeniden kurulan genel kurul
son kararı a l m a y a yetkili olacak ve b e ş bü­
y ü k l e r i n o y birliği ilkesi t e r k e d i l e c e k t i r .
Einstein'm önerdiğine göre Birleşmiş
M i l l e t l e r e k a t ı l a c a k d e l e g e l e r ş i m d i k i gibi
h ü k ü m e t l e r c e a t a n m a m a l ı , h a l k o y u ile seçil­
m e l i d i r l e r . İlk b a k ı ş t a b u ö n e r i ilerici, h a t t â
k ö k t e n b i r değişiklik gibi görünebilirse de
b u g ü n k ü d u r u m u h i ç bir şekilde d ü z e l t e m e z .
B ö y l e bir « d ü n y a p a r l a m e n t o s u » s e ç i m ­
lerimin p r a t i k o l a r a k n e o l a c a ğ ı n ı b i r düşü­
nelim. İnsanlığın b ü y ü k bir bölüğü sömür­
gelerde ve bağımlı ülkelerde y a ş a m a k t a d ı r .
B u r a l a r s a bir a v u ç e m p e r y a l i s t d e v l e t i n va­
lileri, a s k e r i birlikleri, m a l i v e s ı n a i t e k e l l e -
r i n c e yönetilmektedir. Ö r n e k b u l m a k için
ç o k uzağa gitmeye lüzum yok. Yunanistan -
da İngiliz kasaturalarının gölgesinde kıralcı
faşist idarecilerin y ö n e t t i ğ i r e f e r a n d u m u n gü­
lünçlüğünü hatırlamak yeter. A m a genel
seçimlerin biçimsel olarak yer aldığı ülke­
l e r d e d e d u r u m d a h a iyi o l m a y a c a k t ı r . S e r ­
mayenin hâkim bulunduğu burjuva demok­
r a s i l e r i n d e g e n e l s e ç i m e k a t ı l m a v e o y ver­
m e ö z g ü r l ü ğ ü n ü g ü l ü n ç b i r o y u n h a l i n e ge­
t i r m e k için k a p i t a l i s t l e r b i n b i r h i l e v e k u r ­
nazlığa başvurmaktadırlar. Einstein, A . B .
D. de son yapılan k o n g r e seçimlerinde, seç-

96
DÜNYAYA BAKIŞ

m e n l e r i n y a l n ı z y ü z d e o t u z d o k u z u n u n san­
dık b a ş ı n a gittiğini h i ç ş ü p h e s i z b i l m e k t e d i r .
G ü n e y eyaletlerinde milyonlarca zencinin
oy hakkından yoksun olduğunu; ya da çoğu
z a m a n yapıldığı gibi, l i n ç e d i l m e k yıldırısı
a l t ı n d a , s ö z g e l i m i aşırı g e r i c i v e z e n c i düş­
m a n ı o l a n s e n a t ö r B i l b o gibi e n k o r k u n ç düş­
manlarına oy v e r m e k zorunda kaldıklarını
gene hiç şüphesiz bilmektedir.
G e z g i n b i r h a y a t s ü r e n , y o k s u l ırgat v e
göçebe milyonları oylarından yoksun e t m e k
için hilelere, özel y o k l a m a l a r a , özel vergile­
re b a ş v u r u l m a k t a d ı r . O y a y g ı n oy satın a l m a -
u s u l ü n d e n , m i l y o n e r g a z e t e s a h i p l e r i n c e yö­
n e t i l e n v e h a l k y ı ğ ı n l a r ı n ı e t k i l e m e a r a c ı ola­
rak kullanılan gerici basmın rolünden söz aç­
m a k istemiyoruz.
B ü t ü n b u n l a r , E i n s t e i n ' m ileri s ü r d ü ğ ü
b i ç i m d e , bir d ü n y a p a r l a m e n t o s u için yapıla­
c a k seçimlerin, kapitalist dünyanın b u g ü n k ü
k o ş u l l a r ı a l t ı n d a n e k ı l ı ğ a g i r e c e ğ i n i göster­
mektedir. B ö y l e bir p a r l a m e n t o n u n yapısı
ş i m d i k i n d e n d a h a iyi o l m a y a c a k , h a l k yığın­
l a r ı n ı n g e r ç e k d u y g u v e d ü ş ü n c e l e r i n i n , sü­
r e k l i bir b a r ı ş için g ö s t e r e c e k l e r i i s t e k v e
u m u t l a r ı n k a r i k a t ü r s ü bir g ö l g e s i o l a c a k t ı r .
B i l i n d i ğ i gibi G e n e l K u r u l d a v e B i r l e ş ­
miş Milletlerin öbür komitelerinde Ameri­
k a n d e l e g a s y o n u n u n eli a l t ı n d a t ı k ı r ı n d a iş­
l e y e n b i r o y m e k a n i z m a s ı vardır. Ç ü n k ü B i r -

97
ALBERT EİNSTEİN

Ieşm'iş Milletler üyelerinin büyük çoğunluğu


A. B. D. ne bağlıdırlar ve dış politikalarını
Washington'un isteklerine uydurmak zorunda
dırlar. Birçok Güney Amerika ülkesi, sözge­
limi tarım sistemi tek ürüne bağlı ülkeler, bu
ürünlere belli bir fiyat biçen amerikan tekel­
lerine boyun eğmek durumundadır. Durum
bu olunca, Amerikan, delegasyonunun bas­
kısı altında Genel Kurulda . efendilerinin
buyruklarına uygun oy veren bir çoğunlu­
ğun kendiliğinden meydana gelmesinde şa­
şılacak bir şey yoktur.
Bazı hallerde Amerikan d plomasisi,
alacağı tedbirlere dışişleri bakanlığınca de­
ğil, Birleşmiş Milletler'in bayrağı altında baş­
vurmaktadır. Ünlü Balkan Komisyonu ya da,
Kore'de seçimleri gözetlemek iç : n kurulan
komisyon bunun örnekleridir. Birleşmiş Mil­
letleri; Amerika Dışişleri Bakanlığının bir
şubesi durumuna sokmak amaciyledir ki
amerikan delegasyonu bir «Küçük Kurul»
tasarısını kabul ettirmeğe çalışmaktadır.
Amaç, beş büyüklerin oy birl'ği ilkesi ile
emperyalistlerin tasarılarının gerçekleşme­
sine büyük bir engel olan Güvenlik Konseyi­
nin yerine bu kurulu işletmektir.
Einste'n'm önerisi de aynı sonuca ula­
şacaktır. Böylece sürekli bir barışı ve ulus­
lararası işbirliğini kolaylaştırmak şöyle dur­
sun, üstelik yabancı sermayenin alışık oldu-

98
DÜNYAYA BAKIŞ

ğu kazançları elde etmesini önleyen rejim­


ler kurmuş olan milletlere saldırmak için bir
paravana ödevi görecektir. Amerikan emper­
yalizminin durmadan yayılmasını kolaylaş­
tıracak, bağımsızbkta direnen milletleri bu
silâhtan da yoksun bırakacaktır.
Einsten'ın kaderi, ne yazık ki, barışın
ve uluslararası iş birliğinin en azılı düşman­
larının aşırı isteklerine ve tasarılarına gücül
olarak yardım etmek olmuştur. Einstein bu
yönde okadar ileri gitmiştir ki, şayet Sovyet­
ler Birliği bu çeşit yeni bir örgüte katılmak
istemezse, öbür milletlerin, Sovyetlerin lister
üye olarak, ister «gözlemci» olarak Örgüte
katılabilmesi için bir açık kapı bırakarak on­
suz hareket etmekte haklı olacaklarını açık
mektubunda önceden belirtmiştir.
Doktor Einstein, gerçekte, amerikan em­
peryalizmini açıkça savunanlardan ne denli
uzak olursa olsun, bu öneri, aslında onların
önerilerinden pek az farklıdır. Kısaca bu öne-
riîer'n özü şudur: Birleşmiş Milletler Örgü­
tü, A. B. D. nin politikası için bir silâh, yani
emperyalist amaç ve tasarıları maskeleyen
bir paravana haline getirilemezse bu örgüt­
ten vazgeçilmeli, onun yerine, Sovyetler Bir­
liği ile halk demokrasileri dışında yeni bir
«uluslararası» örgüt kurulmalıdır.
Einstein bu çeşit tasarılarn uluslarara­
sı güvenlik ve işbirliğine ne kadar zararlı ol-

99
ALBERT EİNSTEİN

duğunu anlamıyor m u ?
B i z E i n s t e i n ' m yanlış ve tehlikeli bir
yola girmiş bulunduğuna inanıyoruz. Eins-
t e i n çeşitli siyasal, e k o n o m i k ve toplumsal
sistemlerin bulunduğu bir dünyada bir
«dünya devleti» ham hayali peşinde koş­
maktadır. Elbette, ekonomik ve toplumsal
y a p ı l a r ı a y r ı o l a n devletlerin, b u a y r ı l ı k l a r a z
o l m a k şartiyle, s i y a s a l v e e k o n o m i k b a k ı m ­
d a n işbirliği y a p m a m a l a r ı için h i ç b i r s e b e p
y o k t u r . A m a Einstein sürekli bir barışın v e
g e r ç e k b i r uluslararası işbirliğinin amansız
düşmanlarına serbestçe davranma olanağı
v e r e n s i y a s a l bir k u k l a i s t e m e k t e d i r . B . M i l ­
l e t l e r Ö r g ü t ü n ü n üyesi o l a n d e v l e t l e r i n tut­
m a l a r ı n ı istediği yol, d a h a g ü ç l ü b i r uluslar­
arası güvenliğe g ö t ü r m e m e k l e kalmıyacak,
a y n ı z a m a n d a y e n i uluslararası a n l a ş m a z l ı k ­
lara da yol açacaktır. Sadece ve sadece yeni
uluslararası anlaşmazlıkların daha ç o k savaş
anlaşmasına ve kapitalist tekellerin daha ç o k
kazanç sağlamasına yarıyacaktır.

E i n s t e i n a bilgin o l a r a k , k a m u y a r a r ı n ı
g ö z e t e n b a r ı ş dâvası u ğ r u n d a e l i n d e n g e l e n
çabayı harcayan bir insan olarak ç o k b ü y ü k
d e ğ e r v e r d i ğ i m i z için s o n d e r e c e a ç ı k v e dip­
l o m a t i k süslerden u z a k bir dille k o n u ş m a y ı
ö d e v bildik.
(Çeviri : İ. Öztürki

100
Sovyet Bilginlerine
Cevap
R u s m e s l e k d a ş l a r ı m d a n dördü, New T i -
mes'de yayınlanan bir açık mektupla b a n a
iyi dilekli b i r saldırıda b u l u n d u l a r . Zahmet
etmişler. Görüşlerini t e m i z y ü r e k l e v e ya­
lansız dolansız belirtmeleri de ayrıca h o ş u m a
gitti, i n s a n işlerinde a n l a y ı ş l ı b i r y o l t u t m a k ,
a n c a k karşısındakinin düşüncelerini, neden­
lerini v e k a y g ı l a r ı n ı a ç ı k s e ç i k a n l a m a y a ç a ­
l ı ş m a k l a olur. A n c a k o z a m a n i n s a n d ü n y a ­
y ı g ö z l e r i y l e g ö r e b i l i r . B ü t ü n iyi n i y e t l i ki­
şiler, e l l e r i n d e n g e l d i ğ i n c e k a r ş ı l ı k l ı o l a r a k
b ö y l e b i r a n l a y ı ş ı n g e l i ş m e s i n e y a r d ı m c ı ol­
m a l ı d ı r l a r . B e n b u a n l a y ı ş içinde, R u s m e s ­
lekdaşlarımdan ve b a ş k a okuyucularımdan
o n l a r ı n m e k t u b u n a karşılık, a ş a ğ ı d a k i c e v a ­
bı kabul etmelerini isteyeceğim. Bu cevap
« g e r ç e ğ i » , y a d a t u t u l a c a k « d o ğ r u y o l u » bil­
diği h a y a l i n e k a p ı l m a k s ı z m elverişli b i r ç ö ­
z ü m y o l u b u l m a k için b ü y ü k bir k a y g ı y l a ç a ­
lışan b i r i n s a n ı n c e v a b ı d ı r . A ş a ğ ı d a görüşle­
rimi biraz k a t ı c a belirtiyorsam b u n u sadece
a ç ı k o l m a k v e k o l a y a n l a ş ı l m a k için y a p ı y o ­
rum.

M e k t u b u n u z genellikle sosyalist o l m a y a n
ülkelere, özellikle A m e r i k a Birleşik Devlet­
l e r i n e y ö n e l t i l m i ş b i r saldırı gibi s u n u l m a s ı ­
n a r a ğ m e n , saldırı h a t t ı n ı z m a r k a s ı n d a , bir
savunma tutumu ve düşüncesi bulunduğu-

101
ALBERT EİNSTEİN

n u s a n ı y o r u m . B u y s a , sınırsız b i r k e n d i k a ­
b u ğ u n a çekilme eğiliminden b a ş k a bir şey
değildir. R u s y a n ı n s o n o t u z yıl i ç i n d e y a b a n ­
c ı d e v l e t l e r y ü z ü n d e n ç e k t i k l e r i , sivil h a l k ı
k ü t l e h a l i n d e ö l d ü r m e n i y e t i y l e girişilen al­
m a n istilâları, i ç s a v a ş s ı r a s ı n d a k i y a b a n c ı
müdahaleleri, batı basınında açılan sistemli
kara çalma kampanya ve Rusyâyı yenmek
için b i r â l e t o l a r a k ileri s ü r ü l e n H i t l e r ' i n des­
t e k l e n m e s i göz ö n ü n d e b u l u n d u r u l u r s a b u ka­
b u ğ u n a çekilme eğilimini a n l a m a k g ü ç de­
ğildir. B u eğilim n e k a d a r a n l a y ı ş l a karşıla­
n a c a k bir şey olursa o l s u n , R u s y a için de,
ö b ü r m i l l e t l e r için d e a z b e l â l ı değildir. İlerde
d a h a fazlasını d a s ö y l i y e c e ğ i m ,
S a l d ı r ı n ı z ı n b a ş l ı c a h e d e f i , b e n i m bir
« d ü n y a devleti» kurulmasını desteklemem-
dir. Y a l n ı z , s o s y a l i z m l e k a p i t a l i z m a r a s ı n d a k i
ayrılık konusunda birkaç söz söyledikten
sonra bu önemli sorunu tartışmak istiyorum
ç ü n k ü bu aykırılık karşısındaki tutumunuz,
uluslararası sorunlar üstündeki görüşleriniz­
d e a ğ ı r b a s a r g ö r ü n m e k t e d i r . T o p l u m s a l so­
runlar nesnel olarak ele alınacak olursa şu
durum görülür: T e k n i k ilerleme, e k o n o m i k
m e k a n i z m a y ı gittikçe artan bir merkeziyet­
çiliğe ulaştırmıştır. G e n i ş ölçüde sanayileş­
m i ş b ü t ü n ü l k e l e r d e , e k o n o m i k g ü c ü n ol­
d u k ç a k ü ç ü k s a y ı d a i n s a n l a r ı n e l i n d e top­
lanmış olması, aynı zamanda bu ilerlemeden

102
DÜNYAYA BAKIŞ

d o ğ m a k t a d ı r . K a p i t a l i s t ü l k e l e r d e , b u insan­
lar h a r e k e t l e r i n i n h e s a b ı n ı k a m u y a v e r m e k
z o r u n d a değildirler. Sosyalist ülkelerdeyse
b ö y l e bir z o r u n l u k vardır. Ç ü n k ü oralarda
b u gibiler, s i y a s a l g ü c ü k u l l a n a n l a r gibi hal­
k a h i z m e t l e g ö r e v l i kişilerdir.
Ü l k e n i n y ö n e t i m i , h i ç değilse b i r dere­
c e y e k a d a r , elverişli b i r d ü z e y d e ise, s o s y a ­
list b i r e k o n o m i n i n k e n d i s a k ı n c a l a r ı n ı belir­
l i bir b i ç i m d e g i d e r e k a z a l t a n y a r a r l ı y ö n l e ­
ri bulunduğu yolundaki görüşünüzü pay­
l a ş m a k t a y ı m . H i ç ş ü p h e y o k ki, b ü t ü n mil­
l e t l e r i n ( b u türlü m i l l e t l e r v a r olduğu ölçü­
de) son derece b ü y ü k güçlüklere, rağmen,
ilk o l a r a k plânlı b i r e k o n o m i y i g ü ç l ü b i r ç a ­
bayla uygulama alanına çıkarmış olmasın­
dan dolayı R u s y a ' y ı takdir edecekleri gün
gelecektir. G e n e sanıyorum ki kapitalizm,
ya da isterseniz serbest teşebbüs sistemi di­
y e l i m , işsizliğe e n g e l o l a m ı y a c a k , t e k n i k iler­
l e m e a r t t ı k ç a işsizlik d e s ü r e ğ e n bir şekilde
a r t a c a k v e k a p i t a l i z m g e n e ü r e t i m ile h a l k ı n
satın a l m a gücü arasında sağlam bir denge
kuramıyacktır.
O t e yandan, bütün toplumsal ve siyasal
kötülüklerden kapitalizmi sorumlu tutmak
ve sosyalizmin kurulması ile b u n l a r ı n in­
s a n l a r a r a s ı n d a n t a m a m i y l e s i l i n e c e ğ i n i san­
m a k gibi bir yanılgıya düşmemeliyiz. B ö y l e
bir inancın tehlikesi ö n c e şuradadır: B i r çe-

103
ALBERT EİNSTEİN

şit kilise y ö n t e m i h a l i n e g e l e r e k b ü t ü n « m ü ­
m i n l e r » d e b a ğ n a z bir h o ş g ö r ü s ü z l ü k doğu­
rur. B u d a k e n d i n d e n o l m a y a n l a r ı h a i n , aşa­
ğılık v e k ö t ü i n s a n l a r o l a r a k g ö r m e s i n e y o l
a ç a r . B i r k e r e b u n o k t a y a varıldı m ı « i m a n ­
sızlar» ın eylem ve inançlarını a n l a m a y a da
i m k â n k a l m a z . B ö y l e s i katı inançların insan­
lığa n e k a d a r y e r s i z a c ı l a r ç e k t i r d i ğ i n i , e m i ­
n i m ki, t a r i h t e n b i l i y o r s u n u z d u r .
H e r h ü k ü m e t ö z ü b a k ı m ı n d a n bir k ö ­
t ü l ü k t a ş ı r k e n d i n d e . Y a n i s o y s u z l a ş a r a k zor­
b a l ı ğ a k a y m a y a elverişlidir. B u n u n l a b e r a b e r ,
s a y ı l a r ı ç o k a z o l a n a n a r ş i s t l e r bir y a n a , h e r
birimiz uygar bir toplumun hükümetsiz var
o l a m ı y a c a ğ ı n ı d a biliriz. S a ğ l a m b i r t o p l u m ­
da, h a l k s i s t e m i ile h ü k ü m e t a r a s ı n d a , h ü k ü ­
metin soysuzlaşarak zorbalığa kaymasına
e n g e l o l a n b i r çeşit d i n a m i k bir d e n g e vardır.
B u ç e ş i t b i r s o y s u z l a ş m a tehlikesi, h ü k ü m e ­
tin y a l n ı z silâhlı k u v v e t l e r ü z e r i n d e değil,
b ü t ü n e ğ i t i m , h a b e r l e ş m e v e h a t t â h e r yurt­
t a ş ı n e k o n o m i k varlığı ü z e r i n d e y e t k i l i bu­
lunduğu bir ülkede daha büyüktür elbette.
B u n u s a d e c e ş u n u n için s ö y l ü y o r u m :
Sosyalizm bütün toplumsal sorunların çö­
züm yolu olarak düşünülemez. Belki böyle
b i r ç ö z ü m e o l a n a k h a z ı r l a y a n bir o r t a m ola­
rak düşünülebilir.
G e n e l t u t u m u n u z içinde b e n i e n ç o k
şaşırtan n o k t a mektubunuzdaki şu havadır:

104
DÜNYAYA BAKIŞ

E k o n o m i k alanda anarşinin aşırı d ü ş m a n ı


o l d u ğ u n u z h a l d e , u l u s l a r a r a s ı p o l i t i k a ala­
n ı n d a sınırsız bir bağımsızlık istemekle
anarşinin candan avukatlığını yapar görün­
m e k t e s i n i z . D e v l e t l e r i n e g e m e n l i ğ i n i sınır­
l a m a teklifi, size d o ğ a l b i r h a k k ı n ç i ğ n e n m e ­
s i gibi g e l m e k t e v e k ı n a n m a k t a d ı r .
Üstelik, egemenliği sınırlama düşünce­
sinin arkasında, A . B . D . n i n savaşa başvur­
m a k s ı z ı n d ü n y a n ı n geri k a l a n k ı s m ı n ı e k o ­
n o m i k b a k ı m d a n ele g e ç i r e r e k s ö m ü r m e ni­
y e t i n i n saklı b u l u n d u ğ u n u i s p a t l a m a ğ a ç a ­
lışıyorsunuz. Bu devletin son savaştan beri
k e n d i b a ş ı n a giriştiği h a r e k e t l e r i k e n d i n i z e
göre eleştirerek bu suçlamanızı doğrulama­
ya uğraşıyorsunuz. Birleşmiş Milletler G e ­
nel K u r u l u n u A . B . D . ' n ı n dolayısiyle ameri­
kan kapitalistlerinin oynattığı basit bir kuk­
la olarak göstermeğe. çabalıyorsunuz.
Bu türlü kanıtlar b e n i m üzerimde bir
çeşit m a s a l e t k i s i b ı r a k m a k t a d ı r . Ç ü n k ü
i n a n d ı r ı c ı değildirler. A m a iki m e m l e k e t i n
a y d m l a r ı a r a s ı n d a k i derin ö z g e l i ğ i ( a l i e n a -
t i o n ) açıkça belirtmektedirler. Bu özgelik,
karşılıklı o l a r a k y a p m a c ı k v e ü z ü c ü bir şekil­
de birbirinden uzak durmanın bir sonucudur.
D ü ş ü n c e alış v e r i ş i n e y e r v e r i l m i ş v e b u alış
veriş geliştirilmiş olsaydı, b e l k i h e r k e s t e n ç o k
a y d ı n l a r , iki m e m l e k e t a r a s ı n d a , o r t a k s o r u n ­
lar k o n u s u n d a b i r a n l a y ı ş h a v a s ı y a r a t m a ğ a

105
ALBERT EİNSTEİN

y a r d ı m edebilirlerdi. B ö y l e b i r h a v a , s i y a s a l
iş birliğinin verimli bir y ö n d e gelişmesi için
ö n c e d e n gereklidir. M a d e m k i ş i m d i l i k « a ç ı k
m e k t u p » l a k o n u ş m a k gibi ş u c a n s ı k ı c ı y o ­
la başvuruyoruz, ben de kanıtlarınıza karşı
tepkilerimi kısaca yazıvereyim.
E k o n o m i k oligarşinin, k a m u s a l h a y a t ı ­
m ı z ı n b ü t ü n d a l l a r ı n d a ç o k g ü ç l ü bir etkisi
olmadığını hiç kimse y a l a n l a m a y ı düşüne­
m e z . Bu etki g e n e de fazla abartılmamalıdır.
F r a n k ü n D e l a n o R o o s e v e l t , ç o k g ü ç l ü grup­
ların u m u t s u z c a k a r ş ı k o y m a l a r ı n a r a ğ m e n
ü ç d e f a b a ş k a n seçildi. H e m d e b u , b ü y ü k
çapta kararların alınması gereken bir zaman­
da oldu.
A m e r i k a n hükümetinin savaş sonundan
b e r i g ü t t ü ğ ü p o l i t i k a y a g e l i n c e o n u doğrula­
m a y a , y a d a a ç ı k l a m a y a k e n d i m i n e istekli,
ne de yetkili görüyorum. A m e r i k a n hüküme­
t i n i n a t o m silâhları k o n u s u n d a ileri s ü r d ü ğ ü
ö n e r i l e r i n h i ç değilse u l u s l a r ü s t ü b i r g ü v e n l i k
ö r g ü t ü y a r a t m a k ç a b a s ı o l m a d ı ğ ı d a ileri sü­
rülemez. Bu öneriler kabule değer olmasa
bile, hiç değilse uluslararası güvenlik sorun­
l a r ı n a g e r ç e k bir ç ö z ü m yolu b u l m a k için ya­
pılacak görüşmelere bir temel ödevi görebi­
lirdi. A s l ı n d a S o v y e t h ü k ü m e t i n i n kısmen
olumsuz, k ı s m e n savsaklayıcı t u t u m u d u r ki,
A m e r i k a n ı n iyi n i y e t l i i n s a n l a r ı n ı n , istedikle­
ri halde «savaş kışkırtıcılarına» karşı k o y m a k

106
DÜNYAYA BAKIŞ

içîn politik etkilerini kullanmalarını oldukça


güçleştirmiştir. A . B . D . nin B i r l e ş m i ş Millet­
ler G e n e l K u r u l u n u e t k i l e n m e s i n e g e l i n c e ,
b a n a kalırsa bu sadece A . B . D . nin e k o n o m i k
v e a s k e r î g ü c ü n d e n ileri g e l m e m e k t e , a y n ı
z a m a n d a h e m A . B . D . nin, h e m d e Birleşmiş
Milletlerin güvenlik sorununa gerçek bir çö­
z ü m y o l u b u l m a k ç a b a s ı n d a n ileri g e l m e k t e ­
dir.
V e t o h a k k ı k o n u s u n d a k i t a r t ı ş m a y a ge­
l i n c e , ö y l e s a n ı y o r u m ki, o n u o r t a d a n kaldır­
m a k , y a d a e t k i s i z h a l e g e t i r m e k için girişilen
çabaların başlıca nedenini, A . B . D . n i n arka
düşüncelerinden çok veto hakinin kötüye
kullanılmış olmasında aramalıdır.
Ş i m d i m ü s a a d e n i z l e , a m e r i k a n politika­
s ı n ı n b a ş k a m i l l e t l e r i e k o n o m i k b a k ı m d a n ele
g e ç i r m e y e v e o n l a r ı s ö m ü r m e y e çalıştığı y o ­
l u n d a k i d ü ş ü n c e n i z e g e l i y o r u m . A m a ç v e ni­
y e t l e r ü s t ü n d e k e s i n bir ş e y s ö y l e m e k s a ğ l a m
b i r y o l değildir. B u k o n u d a k i g ö z e g ö r ü n ü r
etkenleri yakından inceleyelim. A . B . D . yete­
r i k a d a r ü r e t i m a r a ç l a r ı n a , b ü t ü n ö n e m l i en­
düstri ve besin maddelerine sahip bulunmak­
tadır. B ü t ü n ö n e m l i h a m m a d d e l e r e d e sahip­
tir. A m a « s e r b e s t t e ş e b b ü s » i n a n c ı y ü z ü n d e n ,
h a l k ı n satın a l m a g ü c ü ile ü l k e n i n ü r e t i m gü­
c ü n ü d e n g e d e t u t m a y ı b a ş a r a m ı y o r . B u yüz­
d e n işsizliğin k o r k u n ç d e r e c e d e a r t m a s ı gibi
sürekli bir tehlike vardır.
B u y ü z d e n A . B . D . , dış t i c a r e t i n i ö n e m l i

107
ALBERT EİNSTEİN

d e r e c e d e a r t t ı r m a k z o r u n d a d ı r . B u n s u z , üre­
tim düzeninin t ü m ü n d e n sürekli ve verimli
olarak faydalanamaz. Eğer ihracat h e m e n
h e m e n a y n ı d e ğ e r d e i t h a l â t l a d e n g e l i bir şe­
k i l d e k a r ş ı l a n m ı ş olsaydı b u k o ş u l l a r g e n e d e
zararlı s o n u ç l a r d o ğ u r m a z d ı . Y a b a n c ı millet­
lerin s ö m ü r ü l m e s i a n c a k i t h a l â t ı n e m e k d e ­
ğeri i h r a c a t ı n k i n i b ü y ü k ö l ç ü d e aştığı z a m a n
m ü m k ü n olabilirdi. H e r ithal edilen m a l , üre­
t i m m a k i n a s m ı n b i r k ı s m ı n ı işsizliğe m a h k û m
e d e c e ğ i h a l d e g e n e d e ithalâtı k ı s m a m a k için
bütün çabalar esirgenmemektedir.
B u n u n içindir ki, y a b a n c ı ü l k e l e r A . B . D .
n i n i h r a ç m a l l a r ı n ı ö d e y e c e k d u r u m d a değil­
dirler. Ç ü n k ü b u ö d e m e a n c a k ilerde A . B . D . -
n i n fazla i t h a l â t y a p m a s ı ile g e r ç e k t e n ö d e n e ­
bilir. D ü n y a d a k i a l t ı n ı n b ü y ü k b i r k ı s m ı n ı n
n i ç i n A . B . D . n e geldiğini b u o l a y a ç ı k l a m a k ­
tadır. B u a l t ı n , b i r b a k ı m a a n c a k y a b a n c ı
m a l l a r ı n s a t ı n a l ı n m a s ı için k u l l a n ı l a b i l i r ki,
biraz ö n c e anlattığım nedenlerden ötürü bu­
na i m k â n yoktur. Hırsızlara karşı özenle ko­
r u n m a k t a o l a n b u altın akıllı b i r y ö n e t i m i n
ve e k o n o m i biliminin bir anıtı olarak hazine­
d e y a t m a k t a d ı r ! D ü n y a n ı n A . B . D . tarafın­
dan sömürüldüğünü ciddîye almak, açıkla­
d ı ğ ı m n e d e n l e r d e n dolayı b e n i m için z o r d u r .
A ç ı k l a d ı ğ ı m d u r u m u n g e n e d e ciddî p o ­
litik b i r y ö n ü vardır. A . B . D . i , g ö s t e r d i ğ i m
nedenlerle, üretiminin bir kısmını yabancı
ü l k e l e r e g ö n d e r m e k z o r u n d a d ı r . B u ihracat»

108
DÜNYAYA BAKIŞ

A . B . D . n i n b u ü l k e l e r e verdiği ö d ü n ç p a r a ­
larla karşılanmaktadır. Doğrusu, bu borçların
ilerde n a s ı l ö d e n e c e ğ i n i k a v r a m a k g ü ç t ü r . O
h a l d e b u ö d ü n ç l e r , h e r i s t e n i l e n i elde e t m e k
için, k u v v e t p o l i t i k a s ı n ı n b u y r u ğ u n d a b i r si­
l â h gibi k u l l a n ı l a b i l e n b a ğ ı ş l a r o l a r a k düşü­
nülebilir. B u g ü n k ü koşulları ve insanoğlu­
n u n g e n e l özellikerini g ö z ö n ü n d e b u l u n d u ­
rarak b u n u n gerçek bir tehlike olduğunu
açıkça kabul etmekteyim...
H e r çeşit buluşlarımızdan ve her çeşit
m a d d e d e n bir silâh y a p m a v e d o l a y ı s i y l e in­
s a n l ı k için bir t e h l i k e y a r a t m a e ğ i l i m i n d e o l a n
uluslararası bir durumla karşı karşıya bulun­
d u ğ u m u z d o ğ r u değil m i d i r ? B u s o r u bizi e n
önemli k o n u y a getirmektedir. B u n u n yanın­
d a ö t e k i l e r ç o c u k o y u n c a ğ ı k a l ı r . H e p i m i z bi­
l i y o r u z ki, k u v v e t politikası, e r g e ç , s a v a ş a
v a r ı r . S a v a ş ise, b u g ü n k ü k o ş u l l a r altında,
tarihte şimdiye kadar görülmemiş bir ölçüde
insanların ve dünya nimetlerinin toptan y o k
olması demektir.
T u t k u l a r ı m ı z v e s o y d a n g e ç m e alışkan­
l ı k l a r ı m ı z y ü z ü n d e n birbirimizi, k o r u n m a y a
d e ğ e r h i ç b i r ş e y b ı r a k m a m a c a s ı n a y o k et­
m e ğ e m a h k û m o l d u ğ u m u z g e r ç e k t e n sakınıl­
m a z bir şey midir? Karşılıklı mektuplarla
tartıştığımız bütün aykırılıklar ve çekişmeler,
içinde bulunduğumuz tehlikeye kıyasla
ö n e m s i z ş e y l e r değil m i ? B ü t ü n milletleri
a y n ı ö l ç ü d e tehdit e d e n b u t e h l i k e y i o r t a d a n

109
ALBERT EİNSTEİN

k a l d ı r m a k için e l i m i z d e n g e l e n i y a p m a k zo­
r u n d a değil m i y i z ?
E ğ e r sınırsız b i r millî e g e m e n l i k a n l a y ı ­
ş ı n a v e u y g u l a m a s ı n a takılır k a l ı r s a k , b u de­
m e k t i r k i h e r ü l k e , a m a ç l a r ı n a u l a ş m a k için
savaşçı araçlar kullanmak hakkını kendinde
g ö r e c e k t i r . B u g ü n k ü k o ş u l l a r a l t ı n d a h e r mil­
let b u n a u l a ş m a k için h a z ı r l a n m a k z o r u n d a ­
dır. B u d e m e k t i r ki, h e r m i l l e t ö t e k i n d e n da­
h a ü s t ü n o l m a k için b ü t ü n g ü c ü n ü k u l l a n a ­
caktır. Bu k o r k u n ç yıkım üstümüze gelme­
den, b u a m a ç , b ü t ü n k a m u s a l h a y a t ı m ı z d a
ağır b a s a c a k ve gençliğimizi zehirliyecektir.
B i r parça sağduyumuz ve insanlık duygumuz
kaldığı s ü r e c e b u n a . g ö z y u m m a m a h y ı z .
« D ü n y a devleti» ni desteklerken benim
kafamda yer alan tek düşünce budur. A m a
başkaları, aynı a m a ç l a çalışırken kafaların­
dan neler geçebileceğini göz önünde bulun-
d u r a m a m . B e n bir dünya devletini savunu­
yorum. Ç ü n k ü insanoğlunun şimdiye dek
içine düşmüş olduğu bu korkunç tehlikeyi
o r t a d a n k a l d ı r m a n ı n b u n d a n b a ş k a y o l u ol­
madığına inanıyorum. Y o k olmaktan kurtul­
m a k a m a c ı bütün ötekilerden ö n c e gelmeli­
dir.
Bu mektubun tam bir ciddilik v e dü­
rüstlükle yazılmış olduğuna inanacağınızdan
eminim. U m a r ı m ki onu aynı anlayışla kar­
şılarsınız.
(Çeviri : î. Öztürk)

110
Kırallar Gidince
G e n ç l i k yıllarımda, biz aydınlar, « T a n ­
r ı n ı n b u y r u ğ u ile» s a l t a n a t s ü r e n k ı r a l l a r v e
i m p a r a t o r l a r ı n s o n u g e l i n c e , i n s a n l ı k için da­
ha mutlu bir çağın başlıyacağına inanıyor­
duk. B u n l a r ı n b ü y ü k bir kötülük kaynağı
olabilecekleri açıkça ortada. E h , artık kökle­
rinin kazındığı söylenebilir, a m a insanlığın
d u r u m u ç o k d a h a iyi değil. H a l k ı k a n d ı r a n
p o l i t i k a c a m b a z l a r ı g i d e n l e r i n y e r l e r i n i us­
t a c a doldurdular.

AMERİKAN SÖMÜRGECİLİĞİ

B u g ü n insanlığın durumunu göz ö n ü n e


getirince, hiçbirşey b e n i son siyasal gelişme­
ler k a r ş ı s ı n d a i n s a n b e l l e ğ i n i n yetersizliği k a ­
dar şaşırtmıyor. D ü n Nuremberg duruşma­
ları, b u g ü n elbirliği ile A l m a n y a y ı y e n i d e n
silâhlandırma çabaları. B u n u n nedenlerini

111
ALBERT EİNSTEİN

k e n d i k e n d i m e a ç ı k l a m a y o l l a r ı m araştırır­
k e n , s o n y u r d u m o l a n A m e r i k a ' n ı n k e n d i çı­
k a r ı için e s k i A v r u p a n ı n s ö m ü r g e c i l i ğ i n d e n
d a h a gizli y e n i b i r s ö m ü r g e c i l i k t ü r ü y a r a t t ı ğ ı
düşüncesinden kendimi kurtaramıyorum.
A m e r i k a b i r t a k ı m dış ü l k e l e r d e y a t ı r ı m l a r
y a p a r a k o ü l k e l e r ü z e r i n d e bir b a s k ı k u r u y o r ,
o ü l k e l e r i n sıkı s ı k ı y a A m e r i k a ' y a b a ğ l a n m a ­
larını s a ğ l ı y o r . B u t u t u m a k a r ş ı o l a n h e r k e s
de Birleşik A m e r i k a Devletlerinin düşmanı
sayılıyor. Avrupa'nın, ingiltere'nin b u g ü n k ü
s i y a s a l t u t u m l a r ı n ı b u g e n e l ç e r ç e v e içinde
anlamağa çalışıyorum. Bu tutumu önceden
t a s a r l a n m ı ş bir d a v r a n ı ş o l m a k t a n ç o k , nes­
n e l k o ş u l l a r ı n doğal s o n u ç l a r ı o l a r a k y o r u m ­
l a m a k için k e n d i m i z o r l u y o r u m .

ÖDENMESİ GEREKEN ESKİ B O R Ç

Y ı l l a r ı n ağırlığı ile beli b ü k ü l e n b i r i n e , n e


d e olsa, b i r k u r t u l u ş gibi gelecektir ö l ü m ;
yaşlandığım, ölümü artık ödenmesi gereken
e s k i b i r b o r ç o l a r a k g ö r d ü ğ ü m için d e r i n d e n
duyuyorum bunu. A m a gene de bu ödeşme­
y i g e c i k t i r m e k için elinden geleni yapıyor
insan. D o ğ a n ı n bizimle oynadığı oyun böyle
işte. B ö y l e o l d u ğ u için k e n d i m i z e g ü l e b i l i y o ­
r u z a m a , h e p i m i z e b o y u n eğdiren b i r t a k ı m
içgüdülerden de kolay kolay kurtulamıyoruz.

(Çeviri : C. Çapan)

112

You might also like