You are on page 1of 114

Çağlar Yayınları: 1

Tarih: 1
ORTA ASYA TURK TARİHİ
-Dersleri-

Prof. Dr. V. V. Barthold

O rijinal İsm i
Orta A sy a Türk Tarihi H akkında D ersler 1927

Yayına Hazırlayan
O sm anlıcadan H azırlayan: H ü seyin D ağ
H üseyin Dağ
K apak v e İçdüzen: Ankara D iz g i Evi
B ask ı, Kapak B askı, Cilt: Y ıld ızlar M atbaacılık
B irin ci Basım : Şubat 2 0 0 4

IS B N 9 7 5 -9 8 9 9 4 -0 -X

Çağlar Yayınları
B ayındır 1. Sk. 2 7 /9 K ızıla y /A n k a r a Ç ağlar Yayınları
T el/F aks: 0 3 1 2 4 3 5 2 6 62 A nkara 2004
İÇ İN D EK İLER

B iR lN ci D e r s .................................................................................................................................. 9

İ k in c i D e r s ...................................................................................................................................2 3

Ü ç ü n c ü D e r s ................................................................................................................................3 9

D ö r d ü n c ü D e r s ........................................................................................................................5 5

B e ş In c I D e r s ................................................................................................................................7 3

A l t in c i D e r s ................................................................................................................................91

Y e d I n c İ D e r s ..............................................................................................................................107

SE K iziN ci D e r s ...........................................................................................................................123

D o k u z u n c u D e r s ..................................................................................................................... 141

O n u n c u D e r s ...........................................................................................................................157

O n b İr İn c I D e r s ........................................................................................................................1 7 3

ONiK iN ci D e r s ...........................................................................................................................191

D İ Z İ N ..................................................................... :........................................................ 211


Prof. Dr. B arthold

V asili V ilad im iroviç Barthold 15 K asım 1 8 6 9 ’da P etersburg’da d ü n y a y a


gelm iştir. 1 8 9 1 ’d e Petersburg Ü n iv ersitesi D o ğ u D illeri F akü ltesin i b itirm iş,
1 8 9 1 -1 8 9 2 ’d e A lm a n y a ’d a H a lle ’d e p rofesör O g u st M ü ller’in v e S tarzburg’ta
P rofesör N ö ld e k e ’nin derslerine d ev a m etm iştir. 1 8 9 3 -1 8 9 4 ’te T ü rk istan ’a İl­
m î bir seyah at yap m ış, sonra bu seyahatlarını birkaç d efa daha tekrar etm iş v e
so n olarak 1 9 2 5 ’te oralarda bulunm uştur. 1 8 9 6 ’ta P etersburg Ü n iv ersitesin d e
profesör n am zeti sıfa tıy la “D o ğ u tarihine ait” dersler verm iştir. 1 9 0 0 ’d e tez
olarak h azırladığı “M o ğ o l İstilası E snasında T ürkistan” adlı eseri ile doktor Un­
vanını almıştır. 1901 sen esin d e Ü n iv ersitesin e p rofesör olarak atanm ış v e 1 9 1 0
se n e sin d e R u s İlim ler A k a d em isin e m uhabir ü ye olarak se ç ilm iş v e 1 9 1 3 ’te
A k ad em in in tabii ü y esi olm uştur. S on sen elerd e M o sk o v a , T aşkent v e B ak ü
şehirlerind e ç e ş itli d ersler v e k on feranslar verm ek için d avet edilm iştir.
1 9 2 6 ’da İstanbul D aru ’l-fü n û n ’u Türkiyat E nstitüsü tarafından d avet ed ilerek
“Orta A s y a Türk Tarihi” hakkında bir d izi d ersler verm iştir ki bu kitap işte o
derslerden m eyd an a gelm iştir. Orta A s y a Türk tarihinin en büyük m ü teh a ssısı
sıfa tıy la ilim d ünyasında b üyük bir şöhret sahibi olan bu k ıy m etli alim , bugün
P etersb u rg’ta çeşitli D o ğ u okullarında D o ğ u tarihi konularında d ersler verm ek ­
te ve İlm î yayın larıyla Türkiyat (T ürkoloji) sahasını aydınlatm aktadır.. 19
A ğ u sto s 1 9 3 0 ’d a L eningrad’da öldü.

B a şlıca Eserleri

1- Orta A s y a ’daki H ristiyanlar H akkında R us A rk eoloji C e m iy e ti’nin Şark


Ş u b esi n eşriyatından V II.; sonra A lm a n c a olarak Zur G esch ich te d es C hristen-
tum s in M ittelasien ad ıy la y a y ın la n m ış, A lm a n c a ’dan da T ü rk çe’y e çe v r ilm iş­
tir. (T ürkiyat M ecm u a sı, C ilt 1).

2- 1 8 9 3 -1 8 9 4 S en elerin d e Orta A s y a ’ya İcra E d ilen İlm î Seyah at H ak k ın ­


da Rapor, Petersburg 1895 | B ilim ler A k a d em isin in yazıları) Rusça.

3- L en-P ol İslam S ü la leleri, S en Petersburg, 1899. Tashih v e bir ço k ila v e ­


lerle tercü m e (R u sça).

4 - M o ğ o l İstilası Sırasında Türkistan I v e II, Sen Petersburg 1 8 9 8 -1 8 9 0 .


B u gü n lerd e İn g ilizce olarak yen i baskısı yayınlanm aktadır. |G ib b M em orial
S eries).

5 - Aral D e n iz i Ve A m u -d ery a ’nın (C ey h u n ) D e n iz e D ök ü ld ü ğü Yer H a k ­


kında B ilg iler, Taşkent, 1902. 1 9 1 0 sen esin d e A lm a n ca tercü m esi çıkm ıştır:
[N ach rich ten über den A ra l-S ee und d en unteren L a u f d es A m u-D arja).
8 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

6- İran’a Tarihî ve C oğrafî B ir Nazar, Sen Petersburg, 1903 (R u sça). B iR iN ci D ers

7 - M in u çeh r M escid in in D uvarında A ce m c e B ir L evh a, [A nni S eryi-N u m -


ro 51 (R u sça ).

8 - Avrupa v a R u sy a ’da Şark’ı ( D o ğ u ’y u ) Ö ğren m e Tarihi” , S en P eters­


burg, 1911 (R u sça). Bunun ilk kısım ları M illi Tetebbular M ecm u a sı’nda y a y ın ­
lanm ıştır. 1 9 1 3 ’te de b azı d eğ işik lik lerle A lm an ca tercü m esi, ik in ci d efa 1925
sen e sin d e R u sça m etni yayım lanm ıştır. V erilecek derslerden m aksat, sizlere T ürk kavim lerinin tarihi hak ­
kında Rus ve A vrupa ilim lerinin elde ettiği neticeleri -b a n a verilen
9 - H a life v e Sultan, M ir İslam a (İslam D ü n y a sı), R usça.
ders saatlarının müsaadesi n isb etin d e- tanıtm aktır. Lâkin bu neticelerin
10- U lu ğ B e y v e Z am anı, S en Petersburg, 1918, B ilim ler A k ad em isi y a y ın ­ pek zengin olm adığım ve buna ilişkin b ir çok m eselelerin henüz tam a­
larından, R usça. men hallolunam adığım göreceksiniz. B unun sebebi Türk tarihini ilk
kaynaklardan öğrenebilm enin zorluğu ve b ir şahısta birarada bulunm a­
11- İslam , S en Petersburg, R usça.
sı m üşkül olan çeşitli ilim dallarım ve lisanları bilm enin gerekliliğidir.
12- İslam M ed en iy eti, S en P etersburg, 1 918, R usça. C em aled d in V elidi ta­
M alum dur ki bir kavm in tarihini anlam ak, m edenî hayatını öğren­
rafından Tatarca’ya tercüm e edilm iştir.
m ek için öncelikle o kavm in kendi lisanını bilm ek icap eder. H albuki
13- İslam D ü n yası, Sen Petersburg, 1922 [Tetkikata G iriş, K aynaklar ve- T ürk tarihini öğrenebilm ek için en gerekli olan ilk kaynakların ekseri­
sair Yardım cı Vasıtaların T enk id i], R usça. si Türkçe dışında diğer lisanlarla yazılm ıştır. Bundan dolayı Türk tari­
hini öğrenen b ir m ütehassıs, Rus veya Batı A vrupa kavim lerinden biri­
14- İslam Tarihinde H azar D en izi Etrafındaki Yerlerin M ev k ii, Bakü,
sinin tarih alanındaki m ütehassıslarından tam am en ayrı bir vaziyette
1 9 2 5 , (B a k ü ’de verilm iş konferanslardan). T ü rk çe’y e tercü m e e d ilm iş olu p
T ürkiyat Enstitüsü tarafından yayınlanacaktır. bulunuyor. Ç ünkü Türklerin hal-i bedeviyette (göçebe olarak) yaşadık­
ları zam anki tarihlerini de ekseriya m edenî kom şularının hikayelerin­
B arthold’un bir çok m akaleleri R us şarkiyatçılarının b aşlıca yayın organı den öğrenebilm ek zaruretinde kalıyoruz. Ve hatta T ürkler fethettikleri
olan “ R us A rk eoloji C em iyetin in Şark Ş u b esi N eşriyatı (Z apiskaları)” k ü lliya- m edenî m em leketlerde bizzat kendileri bedeviyetten hadariyet (yerle­
tındadır. Bu m akale altıncı ciltten başlayarak 2 5. eilte kadar d evam etm iştir.
şik hayata) ve m edeniyete geçerek kendi sülalelerinin idaresi altında
(Ş im d i bu külliyatın yerin e “ B ilim ler A k a d e m isi’nin A sy a M ü zesi N ezd in d e-
m edenî m em leketler teşkil ettikleri durum da bile m ağlup olan yerli
ki Ş arkiyatçılar H eyetin in N eşriyatı” çıkm aktadır). “Barok H avez ve Yefron
A ıısik lo p e d isi”nde R a d lo ff’un “Orhun A b id eleri” kitabında “ Baron R ozen
halkın m edenî alandaki tesiriyle edebî dilde ve bilhassa m ensur edebi­
T aleb elerin in M akaleleri M e c m u a s ın d a “ K avefm an M ecm u ası” nda, R us yat lisanında (düzyazıda) bu m ağlup m edenî kavim lerin lisanını kullan­
A k a d em isin in B u lletin ’lerinde, “M ad d î M ed en iy et Tarihi H aberleri”n d e, “Or­ mışlardır. D oğu A sy a’da ve özellikle M oğolistan’da yaşayan Türklerin
ta v e Ş ark î A s y a ’yı Ö ğ ren m ek İçin R u s C e m iy e tin in H a b erleri” n d e, ahvalini (Türkler M oğolistan’dan m iladî X. asırda hicret etm iş olm alı­
M ir o lu b o v ’ un “A ylık M e c m u a sı”n d a, “ Z eitsch rift der D e u tsc h e n M or- lar) tam am en denilebilecek derecede Çin kaynaklarından öğrenebiliyo­
g e n l.G esellsch a ft” , “ M itteilu n gen d es S em inars für O rien talisch e Sprachen; ruz. Orta A sy a’nın batı kısm ına hicret ederek M üslüman m edeniyetin
d er Islam ” , “ B ulletin o f the S ch o o l o f Studies; O rien talisch e S tu d ien ” , tesirinde kalan Türklerin durum larına ait bilgileri ise Arap ve daha zi­
“Z eitsch rift für A ssy r io lo g ie ” (N ö ld e k e ’y e ith af ed ilm iş olan nüshada) v s. yer­
yade Fars kaynaklarından öğrenm ekteyiz.
lerde çeşitli yazıları vardır..
O rta zam anlarda Türkistan dahilinde tarihe ait eserler yazılm am ış
veyahut yazılm ış olsalar bile kaybolm uştur. M esela O rta A sya M oğol
hanlarının, Tim ur, çocuk ve torunlarının tarihlerini de pek az istisna ile
10 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 11

ancak İran hudutları dahilinde telif olunan eserlerden öğrenebiliyoruz. VI. asır Türk hüküm etinin diğer göçebe m em leketlerin ekseriyetin­
G erçekten de T ürkistan’ın dahilinde vücuda getirilen tarihî eserler an­ den farkı şu idi ki burada ülke, devletin daha ilk oluşum undan b aşla­
cak XVI. asırdan başlayarak asıl Ö zbekler devrinde çoğalmıştır. T ü r­ yarak yalnız bir şahsın değil bir sülalenin idaresi altında bulunm uştur.
k istan ’da teşekkül eden üç Ö zbek hanlığından birisi olan B uhara Han- Bundan dolayı batıdaki yarısında hüküm darlık eden hanlar, d evlet teş­
lığı’nda son zam ana kadar resm î m alum at ve edebiyat lisanı (bazı istis­ kilinin başlangıcından itibaren tam am en bağım sız idiler. H atta son M o­
nalar bir tarafa bırakılırsa) A cem ce/F arsça olm uştur. İkincisi olan H ive gollar devrinde Altınordu hanlarından birincileri dış ilişkileri Doğu
H anlığfnda ise O ıta Asya T ürkçesi kullanılm ıştır. Ü çünciisü H okant M oğolistan’daki başhakana m üracaat etm eksizin bir türlü h alledem e­
H anlığı’nda da bazen T ürkçe fakat ekseriya Acem ce kullanılm ıştı. B ü­ dikleri halde Batı Tu-küe Hanları yabancı elçileri doğrudan doğruya
tün T ürk devletleri içinde ancak ilk dönem Osmanlı Devleti tarihini kabul ederler, yabancı devletlerle anlaşm alar yapar ve bu hususta do­
hassaten T ürkçe yazılan kaynaklardan öğrenm ek müm kündür. Fakat ğudaki hakana hiç m üracaat etm ezlerdi. Batı Tu-küe devleti son d evir­
O sm anlı tarihçilerinin lisanı da T ü rk çe’ye nazaran daha ziyade A rapça lerdeki M oğol devleti derecesinde değilse de m uhtelif kavim ler ile m e­
ve Farsça kelim elerle dolu olduğundan Türk kavm inin ekseriyeti tara­ denî m ünasebette bulunm uş ve U zak Doğu m edeniyetiyle Batı Asya
fından anlaşılm az bir derecede ve bir Türkoloji mütehassısını az alaka­ m edeniyeti arasında bir derece aracılık etmiştir. Bu cih etten d ir ki Av­
dar eder bir halde kalmıştır. Halis ve saf T ürkçe lisanıyla yazılan tarihî ru p a’nın büyük sinologları bile ekseriya Batı T ürk devleti tarihine ilgi
eserler ise tam am en yok denilse yeridir. Bu cihettendir ki bir İran m ü­ gösterm işlerdir. N itekim Fransız sinologu C h av an n es’ın XX. asır b a­
tehassısı İran tarihçisi olam adığı gibi (m alum dur ki M oğol devrine ka- şında Rus Akadem yası yayınları arasında çıkan eseri Batı Türklerine
darki İran tarihini A cem ce değil A rapça ve Yunanca kaynaklardan ö ğ ­ (Tu-küe Tere) aittir. Bu eserde Çinlilerin Batı T ürklerine ait verdikleri
renm ek zorundayız), Türkologun da T ürk tarihçisi olm ası pek nadirdir. haberleri Bizans, Erm eni ve İslam kaynaklarındaki m alum atla karşılaş­
H er halde, T ürk tarihini öğrenm ek için yalnız Türkolog olm ak kafi g el­ tırmıştır. Batı Türkleri ise kendileri hakkında hiçbir m alum at bırakm a­
miyor. Belki Türk tarihi devrelerinin hangisini seçerseniz ona göre ya mışlardır. A ncak m alum olduğu üzere bu güne kadar bunlardan yalnız
Sinolog yahut A rabiyatçı veyahut İraniyatçı (İran uzm anı) olm ak m ec­ bazı küçük m ezar kitabeleri kalmıştır.
buriyetindesiniz.
O rhun âbideleri, başlıca D oğu Türklerinin m iladi 630-680 seneleri
T ürkolog için de tarihçi için de aynı derecede m ühim olan âbideler­ arasında yarım asır kadar Ç in ’e tabi olarak kaldıkları devirden ve bun­
den birisi de Türk lisanının en eski (VIII. asra ait) kalıntıları olup XIX. dan sonra yeni hanlar kum andası altında istiklal kazanarak kısa bir za­
asrın ikinci yarısında keşfolunarak tetkik olunan tarihî O rhun âbidele­ man zarfında Batıdaki kardeşlerini de kendilerine bağladıklarından
ridir. Bunlar Türklerin tarihlerine ait yazılm ış ve dikilm iş ilk T ürk âbi­ bahsediyor. D anim arkalI bilgin Thom sen tarafından bu âbidelerin
deleridir. Bu âbidelerin m ensup olduğu kavim , tarihte ilk olarak ken d i­ okunduğu zam andan şim diye kadar aradan otuz sene geçtiği halde
sinden T ürk ism iyle bahsetm iştir. Bu VI. asırda ortaya çıkarak Çin hu­ üzerlerindeki yazıların çözüm ü ve tetkiki henüz tam am lanam am ıştır.
dutlarından İran ve B izans’a kadarki bütün sahayı pek kısa bir zam an­ Bazı yerlerinin çözüm ü ise bu zam ana kadar araştırm a ve tartışm a ko­
da istila eden bir kavimdir. İşte bu sebepten biz, T ürkler hakkında ken ­ nusu olm akta devam ediyor. Bunun için asıl T ürkçe m etni okuyup an ­
dilerinden evvelki diğer göçebe hüküm etlerden daha çok, çeşitli k ay ­ lam ayanlar yalnız m evcut tercüm elerden istifade ederken bunlardan ta­
naklardan m alum at alabiliyoruz. H albuki bunlardan evvelki göçebe rihî bir netice çıkarm ak hususunda şüphesiz son derece ihtiyatlı b ulun­
hüküm etlerini yalnız Ç inliler biliyordu. VI. asırda devlet teşkil eden bu m ak m ecburiyetindedirler. Âbidelerin yazılarını anlayabilm ek husu­
kavm in T ürk olduğu ise O rhun yazılarının çözüldüğü (okunduğu) za­ sunda büyük yardım ları dokunan eserler, R adloff ve T h o m sen ’in tercü­
m andan evvel de m alum idi. N itekim Çin kaynaklarından T u-küe keli­ meleridir. Thom sen ilk tercüm esinin yayınlanm asından sonra bu âbide­
m esinin “T ürk”ten m uharref (bozulm uş) olm ası hakkm daki yorum lar lerle tekrar m eşgul olm ayacağını açıklamıştı. Halbuki m em nuniyetle
bazı tartışm alara neden olm uşsa da B izans kaynaklarındaki Turkoi k e­ görüyoruz ki bu zat kendi niyetine sadık kalam am ış ve bu âbideler h ak ­
lim esi tartışm asız “T ürk” olarak kabul edilm işti. kında birkaç tetkik daha yapm ıştır. Bunlara ait tercüm e çalışm alarının
12 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 13

en sonuncusu 1924-1925 senesi Alm an Şark M ecm uası’nda (Zeitsch­ rak gösteriliyor. Thom sen ise bu ibareyi “ los w arst w ie du geteilt w ur­
rift der D eutschen M orgenlandischen G esellschaft) yayınlanm ıştır. B u­ dest, als du treu: nasıl sadakattan ayrılınca bölünm eye uğradığı” diye
nunla beraber yeni tercüm e çalışm alarında da önceki tercüm elerine ait tercüm e ediyor. B ana göre bu şekilde tercüm e kesinlikle hatalıdır. H al­
dikkatli ve başarılı düzeltm elerle beraber okuyucuları yanlış yola sev- buki R adloff’un eski tercüm esinde buralar doğru tercüm e olunm uştu.
kedecek son derece tehlikeli faraziyelere de tesadüf olunur. Bunlardan T h o m sen ’in son tercüm esi önce D anim arka lisanında yayınlanm ış son­
biri, H an’ın biraderi K ü ltegin’in askerî seferlerinden birisinin anlatımı ra da kendi rızasıyla, tarafından düzeltm eler ilavesiyle A lm anca olarak
sırasında düşm anların K ültegin’e yüzden fazla ok attıklarından ve ok­ yayınlanmıştır. M akaleyi A lm anca’ya çeviren, T h o m sen ’in bu son ter­
ların isabet ettiğinden bahsolunur. O rada bir de “ Y angında ayalmasın- cüm esini o kadar m ükem m el görüyor ki bundan sonra R a d lo ff’un ter­
da” kelim eleri vardır. T hom sen bunu “Seine R üstung undseinen M ond- cüm elerinin tam am en eskim iş bir halde “ antquiert völlig” kalacağını
diam anten-Schm uck” yani “K oşum una ve elindeki elm as aya” diye iddia ediyor. H albuki gösterdiğim iz m isallerde ispat edilm iş olduğu
tercüm e ediyor. Ve m etindeki “yalm asında” kelim esinin “Ay-almasın- üzere asıl m etinlerin bazı yerlerinin okunm ası ve tercüm esi hususu d a­
d a” okunm asını teklif ediyor. Bu suretle K ültegin’in başındaki m iğfer­ ha hallolunm am ış/çözülm em iş olm asına rağm en R ad lo ff’un tercüm e­
de hilal şeklinde elm astan bir süs bulunduğunu da farzediyor. E ğer sinde T h o m sen ’dekinden daha doğru yorum lara rastlanabilir.
böyle olm uş olsaydı tarihçiler için pek dikkati çekici olurdu. M alesef
m etinden bu şekilde bir m ana çıkarm ak çok zordur. A bide m etinlerinin tam am ı göçebe b ir kavim ve devletin hayatını
çok açık olarak tasvir ediyor. G öçebe b ir devletin oluşum ve çöküşü,
T ürk dilcisi olm adığım dan m uhtelif kelim elerin tartışm a konusu AvrupalIların anlayabildiği devlet hayatından ne k adar farklı olduğunu
olacak yorum ve tercüm eleri veyahut tercüm enin tartışm a konusu olan R adloff daha önce A us Sibirien adlı eserinde ve K utadgu B ilig baskısı­
kabul edildikleri şekiller hakkında fazla söz söyleyem em . Lâkin nın girişinde (ki bu giriş daha sonra “U ygur M eselesine A it” diye R us­
T h o m sen’in son tercüm esinde fikrim e göre noksan gördüğüm noktalar ça tercüm esiyle de yayınlanm ıştır) açık olarak tasvir etm işti. T h o m ­
hakkında şu kadar diyeceğim ki asıl m etinde bir şekilde yazılm ış olan sen ’in itiraf ettiği üzere R ad lo ff’un görüşleri O rhun âbideleri ile tam a­
kelim eler bazen çeşitli yerlerde farklı şekilde okunuyor ve farklı m a­ m en güçlenm iştir. N orm al hayat tabii şartları içinde sürdüğü m üddet­
nada tercüm e ediliyor. B ana göre böyle bir usul ancak çok zorunlu, k a­ çe göçebe kavim siyasi birliğe ihtiyaç duym uyor. B öylece kavm in her
çınılm az bir durum da tercih edilmelidir. H albuki T h o m sen ’in m etinde ferdi kendisinin tam güvenliğini sağlayacak idareyi aşiret usulü şartla­
aynı şekilde yazılan kelim eleri her yerde aynı m anada alm ası daha uy­ rında görüyor. Yani cem iyet oluşum unun bu devresinde kam u dü zen i­
gun iken bunlara farklı m analar veriyor. M esela âbidelerde “ ölm ek: ve­ nin sağlanm asını ve sürm esini h edef edinen zor kullanm a ve belirli k a­
fat etm ek” kelim esi bir çok yerde vardır. Bazen bütün b ir kavim hak­ nunlara sahip b ir hakim kuvvetine ihtiyaç görm üyor ve belirli b ir y ö ­
kında kullanılıyor. Şüphesiz burada bir kavm in tam am en -k elim en in netim tarzı oluşturm ayarak, andlaşm alar yapm ayarak sadece aşiretler
hakiki m anasıyla- ölm esi değil, belki geçici olarak düşüşü/m ağlubiye­ arasında geçerli olan ilişkilerin belirlediği örfe göre kendini yönetiyor.
ti kastedilm iştir ki bu taktirde o kavim bir m üddet sonra yeniden kuv­ D evlet kuvvetinin tem silcileri olan h an lar bazen im kan bulundukça
vet kazanarak m eydana çıkabilir. Thom sen de bu ibareleri öyle anlıyor. bütün kavm i veyahut birkaç kavm i b ir yönetim altında birleştirebili­
“M ahv u perişan olm ak: Z ugrunde gehen” suretinde tercüm e ediyor. yordu. Fakat bu birkaç kavm i bir yönetim altında birleştirm e yalnız
Fakat bazen bu “ölm ek” kelim esini “ ülm ek” diye okuyor. Ve buna gö­ olağanüstü şartlarda olabiliyordu. B öyle zam anlarda hanlar, hüküm eti
re “G eteilt w erden” sözleriyle yani “bölünm ek, düşm ek/zafiyete u ğra­ kendiliklerinden ellerine alıyorlardı. B unlar hiç kim se tarafından tayin
m ak” m anasında tercüm e ediyor. H albuki bu gibi yerlerde “ölm ek” d i­ edilm edikleri gibi h içb ir kim se tarafından d a seçilm iyorlardı. K avim
ye okuyarak “Z ugrende gehen: helak olm ak” suretinde tercüm ede bu­ veya k avim ler bu em r-i vakiyi direnm eden kabul ediyor veyahut ekse­
lunm ak daha uygun geliyor. Ö zellikle burada “ Yanılıp ölm ek” yani h a­ riya uzun m üddet karşı çıktıktan sonra kabule m ecbur kalıyordu. H atta
ta ve günah işleyerek helak/yok olm ak gibi ibareler dikkat çekiyor. Ya­ hanın kendi idaresinde kendi kavm inin birliğe de uzun süren kanlı mu-
ni ibarede helak olm a hata ve günahın tabii ve dolaysız b ir sonucu ola­
14 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 15

h arebeler neticesinde m eydana gelebiliyordu. H albuki hanın idaresi al­ ten de bu galibiyetleri sonucunda aristokrasiye, beyler sınıfına kendi
tında bu gibi kabilelerin birlikte zirai ve medeni ülkelere yaptıkları hü­ vatanlarında güvenli ve düzenli bir hayat ve savaşlarda zengin gani­
cum larda daha az kan dökülüyordu. Bu hücum ve savaş neticesinde ele m etler verebilm işlerdir.
geçen harp ganim etleri bu yeni oluşan hanlığın hakim kuvvetiyle hal­
kın arasım ısındırm akta esas oluyordu. Bu sınıf m ücadelesi hakkındaki m alum at ise, yalnız M oğolların des-
tanî rivayetlerinde kalmıştır. Çeşitli Çin, Erm eni ve A vrupa kaynakla­
Orhun yazıtları da böyle bir m anzara arzediyor. H anlar “T ürk-O - rında buna dair m alum at yoktur. Aynı şekilde ne Çin ve ne de diğer
ğu z”lardan veyahut “D okuz O ğuz”lardan neşet ediyorlar ve aynı za­ kaynaklarda T ürkler arasındaki sınıf m ücadeleleri hakkında hiçbir şey
m anda kendi kabileleri olan O ğuzlar ve diğer T ürk kabileleri ile uzun yoktur. E ğer göçebe kavm in kendi hakkında tesbit ettiği olaylar daha
süren harpler ediyorlardı. A bidelerde Çin ve diğer m edeni k om şular ile fazla olsaydı, ihtim al diğer göçebe devletlerin teşekkülünde de sınıf
olan harplere nisbeten bu iç savaşlar hakkında daha çok ayrıntı verili­ m ücadelesinin önem li b ir yer tuttuğu daha açık olarak görülürdü.
yor. B urada görülüyor ki hanlar ve pek tabi ki onun halkı hariçteki m e­
denî m illetlerle olan harplere, aç halka yiyecek ve çıplak halka giyecek O rhun kitabeleri Türk devletinin iç yapısı hakkında epeyce m alu­
bulm ak için pek tabii bir vasıta gibi bakıyorlar. Ayrıca bu âbideler y e­ m at veriyor. Çeşitli ünvan isim lerini vs. sayıyor. Bu m akam ve ünvan
ni b ir göçebe devletinin m eydana gelişi tarihinde R ad lo ff’un dikkat isim lerinin tam am ı doğru okunm am ış olabilir. Şim diye kadar okunabi­
edem ediği noktalardan yalnız biri hakkında yeni bilgiler de verm iştir: lenlerden ise açıkça anlaşılıyor ki, bu ünvan isim leri T ürklere dışarıdan
Ü lkenin oluşum unda etken olan olağanüstü durum lardan biri zengin­ gelm iş isim lerdir. H an sülalesinin ayrı kabileler başında bulunan üye­
lerle fukara, beylerle halk arasında cereyan eden sınıf m ücadelelerinin sinin lakabı olan “ Şad” galiba aslen İran ’dan gelm e b ir kelim e olup
şiddetlenm esi olabilir. G öçebe cem iyetlerde m ülkiyet ve sınıf farkının “Şah” kelim esiyle b ir asıldan çıkmıştır. Yine bazı unvan isim lerinin so­
bu gibi gerginliklere sebep olacak derecede şiddetlenm esi pek m üm ­ nunda M oğolca çoğul kipi alâm eti olan (t) harfinin bulunm ası da d ik ­
kündür. A bideler gösteriyor ki T ürk yurdunda Ç inliler hakim olduğu kati çekm ektedir. Profesör Pelliot 1925 senesi sonbaharında L ening­
vakit - m edeni m em leketlerde olduğu gibi- T ürklerin aristokrasisi ken ­ ra d ’da verdiği konferanslarda Avarların yani Çin kaynaklarında bahse­
di sınıf ayrıcalığının korunm asını ileri sürerek başka bir m illetin elinde dilen C ücenlerin M oğol neslinden olduğu hakkında b ir görüş ortaya
esarete daha çabuk alışm ışlar, m illî âdet ve ananelere sadakatsizlik koym uş ve (t) harfiyle biten ünvan isim lerinin T u-küe T ürklerine M o-
gösterm işler ve hiyanet etm işlerdir. Fakat milletin halk kısm ı (avam sı­ ğollardan m iras kaldığı fikrini ileri sürm üştü. P rofesör P ellio t’nun fik ­
nıfı) başka bir toplum un esareti altına girm eye çabuk alışam am ış ve rine göre T ürkler devlet teşkilatı usulünü hep A varlardan öğrenm işler­
ananelerine sadık kalmıştır. (N itekim Leh hakim iyeti devrinde Batı Rus dir. Bu m esele bir taraftan Türklerin um um iyetle B atıdaki m edenî ka-
eyaletlerinde de böyle olm uştur). Beylerin Çin âdet ve ahlâkını kabul vim lerle, diğer taraftan da A vrupa ve A sy a’da kendilerinden önceki
etm esi avamın onlara karşı düşm anlığını artırmıştır. Bundan yararlana­ göçebe kavim lerle olan m ünasebetleriyle ilgilidir.
rak han sülalesini tem sil edenler, halkı Çin hakim iyetine karşı ayaklan­
Son günlere k adar hakim olan bir fikir olarak, U zak D oğu m edeni­
dırdılar ve T ürk devletinin istiklalini canlandırdılar.
yetinin Batı m edeniyeti tesiri altına hem en hiç düşm ediği ve M oğolis­
O rta A sya göçebe kavim lerinin tarihinde iç sınıf m ücadeleleri neti­ ta n ’da yaşayan kavim lerin de yalnız Çin m edeniyeti tesiri altında k al­
cesinde bir m illetin siyasi birliğinin ve bir ülkenin/devletin m eydana dığı düşünülüyordu. H atta E. B lochet 1910 senesinde “ R eşid ü d d in ’in
gelişinin diğer bir örneği daha vardı. O da C engiz Han devletinin o lu­ Moğol T arihine G iriş” ism iyle yayınladığı eserinde O rhun kitabelerin­
şum u/kuruluşudur ki “ M oğol” devleti denir. F akat burad a devletin k u ­ de a fen T ürkçe olm am ası ihtim ali olan şeylerin tam am ının Ç in ’den
ruluşu aristokrasinin galip gelm esi sonucu oluşm uştur. C engiz Han gelm e olduğunu ve M oğolların pek eski devirlerde bile Çin m edeniye­
VIII. asrın Türk hakanı gibi halkın yararına çalıştığından bahsetm iyor. tini tanıdıkları halde, İslâm m edeniyetiyle tem aslarının yalnız m illî dev ­
B ilakis aristokrat arkadaşları için ifa ettiği hizm etleri anıyor. G erçek­ let teşkil edip İslam ülkelerinde fetihler yaptıktan sonra m eydana gel­
16 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 17

diğini kabul ediyor. H albuki buna karşı en kuvvetli delil gerek VIII. B undan dolayı Türklerin o zam an kullandıkları en eski alfabe so n ­
asır Türklerinde ve gerekse XIII. asır M oğollarında Batı A sy a’dan gel­ raki zam anlarda kullandıklarından çok daha gelişm iştir. Bu alfabe ile
m e alfabelerin olmasıdır. yalnız âbideleri değil başka bir çok şeyleri de yazdıklarını düşünm ek
müm kündür. Sonra kağanlık soyundan birisi tarafından han adına d ik i­
O rhun kitabeleri daha X VIII. asırda bilinen Yukarı Yenisey âbide­
len âbidenin yazısı, aynı sülaleden üç hana hizm et eden T ürk devlet
lerinin yazıldığı dilde yazılmıştır. Bu Yenisey yazılarındaki bazı harfle­
adam larından Vezir Tonyukuk adına dikilen âbidenin yazısına nisbeten
rin A vrupa alfabelerine benzer olduğuna daha o zam an dikkat eden o l­
daha gelişm iş ve düzgündür.
m uştur. Bu harflerin oluşum larına bakılırsa O rhun âbidelerinde kulla­
nılan harflere nazaran daha eski oldukları görülür. B unlar belkide VII. Â bidelerin y azım uslûbu ve ibareleri bunlardaki m edeniyet seviye­
asra ait olabilirler. B unların tarihini daha doğru olarak belirlem ek sinin -alelâde göçebe hayatı yaşayanlarda bekleneceği gibi- aşağı o l­
m üm kün değildir. A ncak dikkate şâyândır ki bu yazıların hiç birinde, m adığını düşündürüyor. H atta han bütün T ürk kavim lerini, kendisinin
hiç olm azsa O rhun T ürkleri tarafından kullanılan “O niki hayvan” tak ­ yazıp bıraktığı âbideleri okuyarak anlam aya ve bundan kendi hanlarının
vim iyle olsun hiçbir tarih konm am ıştır. H albuki Çin ve İslam kaynak­ başarısını ve halkın hana karşı isyanı sonucu başlarına gelen zorlukları
larına göre o zam an Yukarı Y enisey’de Kırgızlar oturuyordu. Bu itibar­ bilm eğe davet ediyor. H alk arasında okum anın ve yazm anın bu kadar
la bu yazılar Kırgızların da olabilir. Bu Kırgızların oniki senelik takvi­ yayıldığını düşünm ek elbette zordur. Fakat kitabelerdeki bu sözler,
mi kullandıklarına dair kaynaklarda kayıtlar vardır. H atta bazı bilginler devleti idare eden kişinin yani hanın kendi vazifelerini, C h av an n es’ın
bu takvim in esasen K ırgızlar tarafından icat edildiği görüşünde idiler. “H anlar bu heykellerinde yalnız kendilerinin vahşî şöhretlerini (R eve
de gloire brutale) anlatm ışlardır.” sözleriyle anlatm ak istediğinden d a­
O rhun ve Yenisey yazılarının kaynağı meselesini ayrıntılı olarak tet­
kik eden kişi FinlandiyalI bilgin D onner’dir. Donner, anılan harflerin ha kapsam lı olarak anladığını gösteriyor. Bu âbidelerde T ürklerin ta lih ­
daha çok İran ’da M .Ö III. asır ile M.S III. asır arasında hakim olan Ar- siz, kötü günlerinde kanlarının sular gibi aktığından bahsediliyor. Fakat
şak Sülalesinin sikkelerindeki harflere benzediğini söylüyordu. O za­ galibiyet günlerinde diğer kavim lerin dökülen kanından b ah sed ilm i­
m andan beri D oğu Türkistan ve Batı Ç in ’in ortak hudutları olan bölge­ yor. Ö ldürülen düşm anların m iktarı söylenm iyor. M uharebe ânında
lerinde çalışan İlmî heyetler D oğu İran lisanında bir çok vesikalar elde gösterdikleri vahşice hunharlıklarla iftihar edilm iyor. H albuki bunlar
ettiler. Bu Doğu İran lisanını Sogd Dili diye isim lendiriyorlardı. (Sogd, m eşh u r  suri H üküm darlarının âbidelerinde iftiharla anılır. Halkın ru­
Z erefşan havzasında S em erkant’la B uhara arasındaki yerin ismidir). Bu hi durum unu anlam ak için dinî inançlarının bilinm esi çok önem lidir.
elde edilen vesikalar M .S I. asra aittir. Sogd eserleriyle en çok ilgilenen  bidelerde bunlara ait hiçbir bilgi verilm iyor. Yalnız gök ve yer inanç­
G authiot Yenisey O rhun yazıtlarının esasen Sogd harflerinden doğup larından bahsediliyor. Bu m ünasebetle bazen “T ürk göğü, T ürk yersu-
geliştiğini ve S ogdca’nın da M.S I. asırda yazılan şeklinden daha eski y u ” gibi ifadeler kullanılıyor. “T engri” kelim esi bizim bildiğim iz “ se­
olan bir şeklinden doğduğunu iddia ediyordu. Halbuki şim diye kadar m a” ve “ulûhî sem a” m anasında kullanılıyor. Yersu (yersub) hakkında
bulunan T ürkçe kitabeler M .S VII. asırdan daha gerilere götürülemiyor. söz geçen yerlerde, “yersu” tabiriyle yer ruhlarının tam am ı değil b el­
Bundan dolayı, yazıları asıl Sogdça örneğine daha yakın bir eski Türk ki de b ir ilâhe (tanrıça) kast olunduğu anlaşılıyor. T h o m sen ’in son ter­
âbidesi bulunm adıkça en eski T ürk alfabesinin ortaya çıkış ve gelişm e­ cüm esinde (die türkischen heilliggen Yer Sub) T ürk m ukaddes yersu-
sini ilmî olarak ispat etm ek ve belirlem ek m üm kün değildir. ları diye çoğul olarak gösterm esi bu noktada b ir m üphem iyet m eydana
getirm ektedir. D iğer ilahlardan yalnız m em edeki çocukların hâm isi
Türkler, anlaşılan yalnız dışarıdan alfabe alm akla yetinm eyip buna olan U m ay zikrolunuyor. H an kendi anasını U m ay dediği ilâheye b en ­
bazı yeni işaretler de ilave etm işlerdir. M esela oq ve uq seslerini y az­ zetiyor. B u ilâhe şam an, T ürklerin A ltay ’daki o soydan gelenlerinde
m ak için kullandıkları (tjr) işareti gibi... Bu işaret T ürkçe “O k”u göste­ bu güne kadar m ahfuz kalmıştır. Ş üphesiz T u-küe T ürkleri şam an id i­
riyor. Ayrıca alfabenin ses ile ifadesine (fonetik/vokal özelliklerine) ve ler. B ununla beraber genellikle T ürk lisanında şam an kelim esine m u­
özellikle sesli uyum u kuralına uygun hale getirm işlerdir.
ORTA ASYA TÜRK TARÎHÎ 19
18 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

kabil kullanılan kam kelimesi âbidelerde hiç kullanılm am ıştır. Yenisey zılanları da bulunuyor. B unların biri M anihai ve diğeri “M illi Sogd-
yazılarında ise tengri kelim esiyle beraber bir de bel kelim esine tesadüf ça”dır.
ediliyor. Şüphesiz bu da şam anların saygı duydukları ruhlardan biri o l­
O ğuz T ürkleri devletinin yıkılm asından pek az zam an sonra, gele­
m alı. Fakat Orhun yazılarında bu kelim e yoktur. M edenî dinlerin T ürk-
cek derste bahsedeceğim iz üzere M anihai dini T ürklerin arasında b ü ­
ler arasında yayılm ası Çin kaynaklarında söz konusu olduğu halde O r­
yük ölçüde yayılm aya başlam ıştır. Fakat V I.-V III. asır T ü rk devleti za­
hun âbideleri bu hususta bir şeyden bahsetm iyor. Çinlilerin b ild ird iğ i­
m anında Sogd ticaretinin senelerce (bozkırlarda) yayılm asına paralel
ne göre han kendi payitahtında (başkentinde) bir B udist tapınağı yap ­
olarak dinî propagandada başarılı olunup olunm adığını bilem iyoruz.
m ak istem iş, fakat m üşaviri T onyukuk “ B udist m ezhep ve öğretisi gö­
T abiidir ki Sogd tüccar ve m isyonerlerinin esas faaliy et sahası Çin d a­
çebe Türklerin askerî kabiliyetlerine zarar verir” diyerek hüküm darı­
hiline giden ticaret yolu olm uştur. Bu yolda L o b -n o r’a k ad ar Sogd ko­
nın fikrini değiştirm iştir. Batıdan gelen dinî propoganda hakkında ise
lonileri kurulm uştu. P ellio t’nun araştırm aları sayesinde b iz VII. asırda
m alum at daha azdır. Eskiden Finike alfabesinin yayılm ası gibi T ürkler
L o b -n o r’d a bir Sogd kolonisinin kurulduğunu ve ondan sonraki yüz
arasında İran alfabesinin yayılm ası öncelikle sırf ticarî m ünasebetlerin
sene zarfında bunların hâlâ bir nevi m uhtariyetleri (özerklikleri) b ulun­
kuvvetlenm esi neticesi olup hiçbir dinî propaganda ile ilgili değildi.
duğunu biliyoruz. Fakat aynı zam anda Sogd tüccarları, T ürk bozkırla­
İra n ’ın m illî dini olan Z erdüştlük uluslarası dinî propaganda ile ilgilen­
rında ve bilhassa H an ordularında kendi m allan için iyi ihraç yerleri
medi.
buluyorlardı. Bu şekilde orada Sogd kolonileri ortaya çıkıyordu. Çinli
M akedonyalI İskender’in fetihlerinden sonra D oğu İran vilayetleri Budist rahibi (hacısı) H sûan-tsang 630 senelerinde O rta A sy a ’dan geç­
birçok zam an Batı vilayetlerinden ayrı kalarak H int m edeniyetiyle B u­ m iştir. O nun rivayetinden anlıyoruz ki Sogd ticaret şehirleri ta o zam an
dist dininin etkisinde kaldılar. B uda dinini yaym aya çalışanlar (dâileri, bile Batı T ürk m em leketlerinden Ç u N ehri sah alan n a k ad ar m evcuttu.
tebliğcileri) İranîler ve T ürkler arasındaki faaliyetleri esnasında bazen Isıkgöl’ün güney sahilinden geçm iş ise de oralarda şehirlerin bulundu­
H int alfabesinden de istifade ediyorlardı. D oğu T ürkistan’da AvrupalI­ ğundan bahsetm iyor. H albuki Tang Sülalesi tarihinde b u ralard a da şe­
lar tarafından yapılan eski eser araştırm aları neticesinde biz şim di H int hirlerin varlığından bahsolunm aktadır. O rta A sya hakkındaki m alum at
harfleriyle yazılan T ürkçe Budist yazılarını elde etm iş bulunuyoruz. M .S IX. asrın ilk senelerine ait olaylarla sona eriyor. Şam an inançları
L âkin B udistler pek az bir zam anda Sogd m illî alfabesini kabul ettiler. bilhassa T ürklerin cenaze ve defin m erasim inde görülm üştür. Çin k ay ­
S onra bu harfler, ileride göreceğim iz üzere T ürkler arasında da yayıldı. naklarından anlaşılıyor ki T ürkler askerlerin kabirleri üzerine bunların
O rta A sy a’da yaklaşık olarak M .S III. asırdan başlayarak yayılm aya öldürdükleri düşm anların heykelini dikerlerm iş. O rhun âbideleri Ç in­
başlayan M anihailik (M ani m ezhebi) ve Hıristiyanlık da kendileriyle lilerin verdikleri bu haberleri tam am en destekleri. B u âbidelerden ö ğ ­
beraber alfabelerini getirdiler. M anilik H ıristiyanlıktan sonra, Z erdüşt rendiğim ize göre bu nevi heykellere “ B albal” denilirm iş. Bu kelim e­
dinini H ıristiyanlık ve B udistlikle uyum lu hale getirm ek fikriyle m ey ­ nin m enşeinin Çin olduğu söyleniyor. Bu heykellerin dikilm esi esna­
d ana gelm iştir. B ununla beraber M anihau (M ani) dini O rta A sy a’da sında m erasim yapılıp yapılm adığı hakkında O rhun âbideleri bir m alu­
H ıristiyanlıktan daha önce yayılm ış olsa gerektir. Bu sırada dinle alfa­ m at vermiyor. Fakat B izans kaynaklarından anlaşıldığına göre Türk
be arasında bir irtibat m eydana gelm eğe başlıyor. M anihailer kendi al­ hanlarının kabri yanında bazan T ürk elinde esir kalan düşm anların b aş­
fabelerini, H ıristiyanlar ise “Süryani alfabesi” adıyla diğer b ir alfabeyi buğları öldürülürm üş. Şüphesiz bu âdetin esası diğer şam anî kavim ler-
kabul ediyorlar. H atta H ıristiyanlığın O rta A sy a’da yayılan çeşitli m ez­ de olduğu gibi öldürülm üş adam ın kıyam et gününde kendisini öldüren
hepleri arasında da aynı Süryani yazılarının kullanıldığı görülüyor. M a- veya nâm ına öldürm üş olduğu kim seye hizm et edeceğine dair olan
nihailiği veya H ıristiyanlığı kabul eden T ürkler veya İraniler uzun inançtı. Bu inanç ilkel v e m edeni dinler arasındaki esas farkı teşkil ed i­
m üddet M anihai veya Süryani yazılarını kullanmışlardır. B ununla b era­ yor. Şam anîlik gibi ilkel insanların dinleri bir takım ahlakî m efkûreler-
ber m illî Sogd yazısıyla yazılan bazı M anihai ve H ıristiyan m etinlerine le alâkadar değildi. B unlarda kıyam ete iman, ahirette b ir nevi hesaba
de tesadüf olunuyor. Bazen M anihai T ürk m etnin her iki alfabe ile y a­ çekilm e ve uhrevî b ir sorum luluk olduğuna inanm ayı gerektirm iyor.
20 ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 21
PROF. DR. V. V. BARTHOLD

Yani insan bir kim seyi öldürdüğü için kıyam ette ceza görm ekten k o rk ­ üzerinde yaptığı araştırm alarda böyle b ir işaret görem em iş ve bunu da
m uyor. B ilakis ne kadar çok öldürürse o nispette itibar göreceğini dü­ yazm a tarihi eserlerin bilgileriyle m addî m edeniyet kalıntılarından alı­
şünüyor. nacak bilgiler arasındaki çelişki olarak izah etmiştir. O rhun yazıtların­
dan ancak şu kadarı m alum oluyor ki T ürk halkının inancına göre insa­
A bidelerin yazıları ve o âbidelerle beraber bulunan diğer heykeller, nın ruhu, öldükten sonra k u ş veyahut böcek suretine ten asü h ederm iş
o güne kadar yazm a tarihî eserlerde bulunan m alum atın b ir çoğunu (dönüşürm üş). Vefat eden hakkında “uçtu” deniliyor. M alu m d u r ki
doğrulayan ve yanlışlığını savunan fikirleri geçersiz hale getirdi. Ve G arbî T ürklerde hatta İslâm iyeti kabulden sonra “ö ldü” yerine “ şonkar
görüldü ki VIII. asırdaki T ürk balbalları zahirî şekilleri itibariyle G ü ­ boldu” yani “şahin o ldu” deyim i kullanılıyordu. B undan anlaşıldığına
ney R us bozkırlarından başlayarak devam eden uzun m esafelerde bu­ göre insanın cesedini m uhafaza etm eğe galiba ehem m iyet verm em iş­
lunan ve R uslar tarafından Taş B aba “K am ennaya b oba” diye tesm iye lerdir. F akat b ir habere göre T ürklerin A raplarla savaşları esnasında
olunan heykellerin aynıdır. T ürklerin kabirler üzerine böyle balbal T ürk kum andanının cesedi A rapların elinde kalm ış ve bu hadise k u ­
heykelleri dikm e âdetleri hakkında Çin kaynaklarındaki bilgilerden m andanın vefatından daha ağır b ir felaket olarak görülm üştür. Fakat
başka, M .S XIII. asrın ortasında K atolik m isyoneri R u bruquis’un da bu durum dinî m ahiyette olm ayan b ir nam us m eselesi o larak d eğ erlen ­
ayrıca bir rivayeti vardır. O na göre yüzü D oğu’ya yönelm iş bu gibi dirildiğinden kaynaklanm ış olabilir. G erçekte bunlarda, kadınların
heykelleri o zam anda G üney R usya ovalarında oturan b ir T ürk kavm i harpte düşm an eline geçm esi büyük b ir zül (aşağılayıcı b ir felaket) o la­
olan K um anlar da (Rus vakayipâm elerinde Polovets) dikiyorlardı. Çin rak telakki olunduğu gibi b ir kum andanın cesedinin de düşm an eline
kaynaklarının rivayetleriyle o kaynaklardan tam am en bağım sız olan geçm esi aynı şekilde telakki olunurdu. Türklerde defin ve cenaze m e­
A vrupa kaynaklarındaki rivayetlerin birbirine uygun olm asına rağm en rasim i hakkındaki ayrıntılı m alum atı âbidelerden ziyade hanların gö­
R adloff, A us Sibirien adlı kitabında hem Çin tarihçilerinin ve hem de m üldükleri yerlerde yapılan kazılar verebilirdi. B u kazıları R ad ­
R ub ru q iu s’un hata ettiklerini ve bu çeşit heykellerin R u sy a’da T ü rk le­ loff, m eslektaşları ve onlardan sonra 1925’te P rofesör V ladim irtsoff
rin ortaya çıkm asından ve istilasından çok önce geçm iş asırlarda dikil­ yaptılar. A ncak bugüne k ad ar bu kazılar neticesinde b ir m ezar ortaya
m iş olduklarını iddia etm işti. B öyle bir görüş ancak Yenisey âbideleri çıkm adı. O labilir ki diğ er b ir çok kavim lerde olduğu gibi T ü rk ler de
üzerindeki yazıların anahtarının daha bulunm adığı bir devirde m üm ­ h an lan n defni esnasında birkaç çukur kazarlar, düşm anların eline g eç­
kündü. Bazı Orhun balballarında olduğu gibi bir çok Yenisey balb alla­ m esinden ve aşağılanm aya uğram asından korum ak am acıyla cesedi ve­
rının üzerinde de bir nevi yazılar vardı. Şim di Orhun yazılarının anahta­ ya külünü o çukurlardan belirsiz b ir şekilde yerine koyarlardı. V ladi-
rı bulunduktan sonra o yazılar da okunabilm iş ve T ürkçe oldukları an ­ m irtso ff’un yaptığı kazıların en çok göze çarpan neticesi, b ir T ürk as­
laşılmıştır. B ugün R usça “Taş baba” denilen o heykellerin m enşeinin kerinin kabri içinde bulunm uş ve gayet iyi olarak korunm uş olan hey ­
T ürk olduğundan zerre kadar şüphe yoktur. kelidir. Bu heykelde T ürk ırkı örneğinin (prototip) bütün çizgileri
(özellikleri) görülm üştür. B u nevi heykeller d ah a ö n ce y erü stü n d e de
R adloff aynı zam anda Ç inlilerin T ürkler hakkındaki m alum atların­
bulunuyordu. A ncak başları bulunm azdı. B unların başlarını kırm ak
dan bazılarına da itiraz etm işti. M esela T ürklerin devlet kurm alarından
M oğolların işidir. O nlar eski ad am lan n resim lerinin hayattaki insanla­
önce bile dem ircilikle m eşgul oldukları hakkında Çin kaynaklarının
ra zarar vereceği inancında idiler. A nlaşılıyor ki heykellerin başlarını
verdiği m alum atı gerçeğe uygun bulm uyor, m adencilik işleriyle b ed e­
kırm ak İslam lığın yayılm adığı yerlerde de âdet idi. H albuki bu güne ka­
vi hayatı birbirleriyle uygunluğu m üm kün olm ayan b irer durum olarak
d ar bu hadiseyi sırf İslâm taassubu neticesi olarak tefsir ediyorlardı ki
anlıyordu. Bu hususta O rhun yazıtları, Çin kaynaklı bilgilerin doğruluk
doğru değildir. G elecekte yapılacak kazılar ihtim al daha b ir ço k yeni
veya yanlışlığına dair hiçbir yeni bilgi vermiyor. H albuki göçebe h ay a­
bilgiler verebilir... O zam ana kadar T ürklerin cesetleri yak m a âdetleri
tında bile dem ir silahlar kullanıldığı hakkında T ürk ve M oğol halk riva­
hakkındaki Çin haberlerini reddetm ek herhalde esassız olur. Ç ünkü
yetleri tanıklık etmektedir. Çin kaynaklarında Türklerin bazen cenaze­
R ad lo ff’un kazılarından sonra bozkırlardaki bazı kabirlerde cesetlerin
yi yıkam ak âdetleri de olduğu söylendiği halde R adloff bazı kabirler
22 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

etrafında kalıntılara rast gelinmiştir. Ç inliler Tiirklerin göm m e m erasi­


m ini birçok defalar yakından görebiliyorlardı. Bazı T ürk hanları düş­ İ k İn c î D ers

m anlarının sıkıştırm asıyla vatanlarından kaçıp Ç in ’e gelerek orada ve­


fat ettikleri zam an ahalinin gözü önünde kendi âdetlerine göre defin
olunuyorlardı. Bu cihetle Çin kaynaklarının verdikleri bilgilerin hatalı
olm ası ihtim ali kalm ıyor dem ek mümkündür.

Bu dersten m aksadım tarihte ilk defa olarak kendisini T ürk adıyla


isim lendiren bir kavim den kalan yazılar, âbideler ve heykelleri öğren­
m ek neticesinde elde edilen esas fikirleri izah etm ek idi. Şim di bu ne­
ticelerin önceden yaşayan kavim lerden hangisinin bu Türklere yakın T ürklerin ve um um iyetle O rta A sya kavim lerinin tarihini öğrenm e
veya uzak kardeşlik m ünasebetinde bulunduklarını öğrenm ek ve M .S yolundaki engellerin birinci derste bahsedilenlerden b aşk a b ir diğeri
VI.-VIII. asır T ürk devlet hayatının olayları, Türk kavm inin bundan daha vardır. O da çeşitli devirlerin pek düzensiz b ir surette gösterilm iş
sonra geçen asırlardaki hayatını izah etm ek için ne derece yardım ede­ olm asıydı. Bir kavim veyahut bir ülkenin tarihinin belirli b ir devri h ak­
bileceği gibi m eseleler kalıyor ki, gelecek derslerim iz de bu m evzula­ kında oldukça ayrıntılı bilgilere sahip olduğum uz halde, aynı kavim v e­
ra ait olacaktır. ya ülkenin o belirli devirden önce veya sonra nasıl b ir hayat geçirdiği
hakkında ekseriya herhangi bir kaynakta m evcut birkaç kelim e ile y e­
tinm ek m ecburiyetindeyiz. H albuki b ir kavim veya ülkenin aşam a aşa­
m a oluşan tarihî olaylarını layıkıyla öğrenm ek için o kavm in tarihinde­
ki her safhayı iyice görm ek im kânına sahip olm alıyız. İstenilen bilgile­
rin kaynaklarda bulunm ayışı bu devirler hakkında çeşitli görüşler o rta­
ya atılm asına ve sübjektif fikirler ortaya konm asına m eydan veriyor.
B undan dolayı m eselenin İlm î b ir sıhhat ve katiyet dahilinde tetkiki im ­
kansız oluyor.

M oğol devrine kadar Ç in ’le aynı hudutları paylaşan göçebe d evlet­


ler tarihinde O rhun âbideleri -e v v e lk i derste görüldüğü ü z e re - tam a­
m en istisnai b ir yer teşkil ediyor. M .S VI.-V II. asır T ü rk devletinden
önce steplerde ortaya çıkan ve oluşan göçebe devletler hakkında yalnız
Ç in kaynaklarındaki c ü z ’i bilgilerle yetinm ek m ecburiyetindeyiz. Bu
kavim ler ise tarih sahnesinden -k o n u ştu k ları lisanlarından birkaç k eli­
m e bile bırakm ayarak- çekilip gitm işlerdir.

B ir kavm in hangi lisanla konuştuğu m eselesini halletm ek için b u ­


güne k adar esas kabul edilen kaynak, Çin tarihlerinde Çin h iy ero g lifiy ­
le yazılm ış olan sınırlı sayıda kelim eler, bilhassa b ir takım isim ler, Un­
van ve lakaplardı. Çin hiyeroglifleriyle telaffuz kurallarına göre bu k e­
lim elerin şu ya da bu türlü telaffuz olunduğuna hükm ediliyordu.
24 ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 25
PROF. DR. V. V. BARTHOLD

Orhun yazıtları eski alimlerin lisan hakkındaki bu çeşit çıkarımlarını kendi fikrinden döndü ve tam am en H unlara nispet edilen kelim elerin
ve ulaştıkları neticeleri kontrole yol açtı. Kontrolün neticeleri ise bahsi T unguz lisanıyla daha güzel izah edilebileceği neticesine vardı. H un-
geçen alim lere pek tatm in edici veriler sağlayan bir m ahiyette değildir. lardan sonra D oğu M o ğ o listan ’da hüküm et süren göçebe kavm in m en-
H atta T ürk olduklarında şüphe olm ayan kavim lerden kalan T ürkçe k e­ şeinin T unguz olduğu daha az şüpheli kabul ediliyordu. B u kavm in is­
lim eleri tetkik edenlerin görüşleri, bu tetkikatı yapan kişiler Türk lisa­ m ini yalnız Ç ince’den Sien-pi şeklinde yazılan hiyerogliften ö ğ renebi­
nının en büyük alimleri oldukları halde bile hatalı çıkmıştır. Orhun yazıt­ liyoruz. Bunlar H unlann D oğu kom şuları ve düşm anlan sıfatıyla anılı­
ları daha bulunm adan az önce R adloff birkaç eserinde, m esela bunlar­ yorlar. B u sıfatla M .S I. asır sonunda M oğolistan’d a H u n lan n yerini iş­
dan biri olan “Kutadgu B ilig” baskısının önsözünde T ürk hüküm darla­ gal ederek tıpkı H unlar gibi asıl Çin ülkesinin kuzeyinde birkaç sülale
rının Çin kaynaklarında Çin hiyeroglifiyle yazılan Unvanlarını (isim leri­ teşkil etm işlerdir. H unlann aksine bugüne kadar S ien-piler hakkında
ni) tetkik ve tesbit çalışm asında bulunm uştu. O rhun yazıtları, R ad­ yazı yazan tarihçilerden hiçbiri bu kavm i T ürk diye d eğerlendirm em iş­
lo f f un görüşlerinden (teorilerinden) birçoğunun esassız olduğunu m ey­ ti. Bunları yalnız T unguz zannetm işlerdi. Prof. P elliot L en in g rad ’da
dana çıkardı. M esela Çin hiyeroglifiyle yazılan bir kelim eyi R adloff verdiği konferanslarında bildirdiğine göre Çin eserleri arasında Sien-
“ bek” diye okuyordu. H albuki “bek” değil “bilge” im iş. D iğer b ir k eli­ pilerin b ir lügat kitabı bulunm uş v e bu kitap tetkik o lunduğunda görül­
meyi “aydınlık” diye okum uştu, halbuki “aytengri” diye okum ak lazım m üştür ki tam T ürk lisanıdır. İşte bu sebepten Sien-pilerin T ürk o ld u k ­
imiş. Ç ünkü o zam anki T ürk lisanında “aydın” kelim esi yok im iş vs. larında hiç şüphe kalm ıyor. Prof. P ellio t’nun bildirdiği bu husus gayet
ehem m iyetlidir. B u gösteriyor ki Ç in kaynaklarında göçebe k o m şu la­
O rhun yazıtlarından anlaşılıyor ki Çinlilerin bazan kendilerince bi­ rın lisanı hakkında bugüne k adar tahm in olunan m iktardan daha fazla
linen kavim lere, bu kavim lerin kendilerine verdikleri isim den büsbü­ belirli ve açık bilgiler alabilm ek m üm künm üş. Ç ünkü Sien-pi lügatinin
tün başka bir isim verirlerm iş. M esela Çin kaynaklarında “ Kıyat” kav- bulunm ası m ünferit b ir vakıa değildir. D aha önce Prof. P elliot y ay ın ­
m iyle birlikte daim a bir “H i” kavm i zikrolunuyor. O rhun kitabelerinde lanm ış b ir m akalesinde O rhun kitabelerinde bahsedilen bir kavm in y a­
ise “K ıtay”larla birlikte bulunan b u kavm in yerinde “Tatabı” ismi anıl­ ni “Kıtay”ların da Çin eserleri arasında korunm uş b ir halde kalm ış bir
maktadır. İşte bu iki isim arasında hiçbir benzerlik olm adığı halde Çin lügat kitabının varlığından h ab er verm işti. Bu lügattan anlaşıldığına gö­
kaynaklarındaki “H i” ism iyle O rhun kitabelerindeki “Tatabı” ism inin re şim diye kadar T unguz sayılan K ıtaylar hakikatta M oğol diliyle k o ­
aynı kavm in iki ismi olduğunda A vrupa bilginleri görüş birliği içinde­ nuşuyorlarm ış.
dirler. Ç in hiyerogliflerinin m u htelif göçebe devletlerin devirlerine
m ukabil gelen m uhtelif zam anlarda ne şekilde telaffuz edildiklerini si- P elliot’nun geçen derste söylediğim fikirleri bana pek açık gö rü n ­
noîoglar daha doğru olarak tesbit edem em işlerdir. İşte bu m esele de müyor. Söktürklerden önce hüküm et süren T ürklerinki k ad a r geniş o l­
göçebe T ürk kavim lerinin tarihini tetkik eden âlim lere çeşitli zorluklar m asa d a (M .S V. asır ile VI. asrın ilk yarısında) O rta A sy a’nın bütün d o ­
çıkarm aktadır: O rta A sya’da yaşayan şu veya bu kavm in lisanını Çin ğu kısım larını idare eden A varları hiç şüphe etm eyerek M oğol neslin ­
hiyeroglifleriyle yazılan kelim elerle belirlem ek hususunda yapılan ça­ den sayıyor. Bu fikrinde hangi esasa dayanıyor, bunu bilem iyorum .
lışm alar birkaç defa tekrar edilm iştir. Bu çalışm alar ilk olarak bu k a­ Ç inlilerin bu kavm e verdikleri ism in, b u kavm in hakiki ism iyle hiçbir
vim lerin en eskisi olan H unlar hakkında yapılmıştır. M alum dur ki Hun- ilgisi yoktur. Ç inliler bunlara Z u-zen yahut Z uan-zuan diye uydurm a
lar M .Ö II. asırda Çin hududunda kuvvetli b ir devlet kurdular. Sonra b ir isim veriyorlar. Ç in ce’de bu kelim e nadir b ir tü r “k u r f ’a isim o la­
A vru p a’ya kadar gelerek M.S V. asırda tanındılar. H unları T ürk sayıyor­ rak verilirm iş. Şüphesiz Ç inliler bu kelim e ile göçebe kavim lere karşı
lar. Ç inliler de M.S VI. asır T ürklerini H unlann halefleri olarak yazı­ az çok besledikleri nefreti ve onları küçüm sediklerini gösterm iş o lu ­
yorlar. Ç in kaynaklarında H unlara nispet edilen kelim elerin aslının yorlar.
T ürkçe olup olm adığını tetkik için yapılan karşılaştırm alı çalışm aların
“ Avar” kelim esine Çin kaynaklarında rastlanm ıyor. O rhun âb id ele­
e n bilineni Japon D oğu tarihçisi S h irato ri’nindir. Bu çalışm aların ne
rinde bu kelim enin bulunup bulunm adığı hususu sorulabilir. O rhun y a ­
k ad a r başarısız olduğunu şundan anlayabiliriz ki Prof. Shiratu.i bizzat
26 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 27

zıtlarındaki Par-purum yahut apar-apurum şeklindeki bilm ece tarzında­ risi olan M arquait yukarı A m u-derya (C eyhun) havzasında bir vilayet
ki' kavim isim leri bu âbidelerin birbirinde ve aynı zam anda kitabeleri ism i olan Ç eğanyan kelim esini M oğolca tesağan (beyaz)la k arşılaştır­
yazan kişinin kendi zam anı değil, geçm işteki hayatı bildiren b ir yerin­ m a çalışm asında bulunm uştur. Ç ağanyan kelim esinin M oğolca olup
de anılıyor. Thom sen son tercüm esinde bu kelim eyi apar-apurum diye olm am ası tartışm a konusu olm asına rağm en M arquait bu kelim eyi ta­
iki kelim e ve iki m üstakil kavm in ism i olm ak üzere izah etm iştir. A n­ rihte M oğolca olduğu kesin (M it S icherheit B elegt) ilk k elim e diye k a ­
cak her ikisine de soru işareti koyarak kesin olm adığını bildirm iştir. bul ediyor.
A var kelim esine ise Bizans ve Batı A vrupa ve Rus kaynaklarında çeşit­
li şekillerde (Rus vakâyinâm esinde “obry” diye) tesad ü f olunur. B i­ D iğer taraftan P elliot’nun fik rin e karşı da birçok k uvvetli itirazlar
zanslIlar ise, hakiki A vadarla sahte A vadan ayırarak hakiki A varlann ortaya konabilir. V âkıa Jujen/C ücen veya A varlann hakim iyeti daha
M .S V. asırda Batı tarafına doğru iyice uzak yerlere, D oğu T ü rk is­
D oğuda yok olduğunu söyleyip Batı A vrupa’ya bu isim le gelen kavm i
ta n ’daki K araşeh ir’e k adar gelm işti. Ve bu h areket diğer b ir kavm in,
de yalnız hakiki A varlann isim lerini kendilerine nisbet eden bir kavim
sonra da T ürkler tarafından m em leketleri fethedilen H aytal veya A k-
olarak gösteriyorlar. Fakat anlaşılan BizanslIların bu şekilde iki kısm a
ayırdıkları kavim , bir tek kavim veya herhalde birbirine pek yakın olan hunların Batıya, A m u-derya (Ceyhun) havzasına göç etm elerini gerek­
iki kavim olsa gerek... tirm işti. Fakat C ücenlerin hareketi bu k adar m ühim olduğu halde eğer
bu n lar M oğol kavm i olsa idi, neden son zam anlarda O rta A sy a’d a y a­
Prof. P elliot’nun söylediklerini destekleyen bazı durum lar d a var­ pılan eski eser kazıları ve tetkikatı neticesinde C engiz H an devrinden
dır. B unlardan birisi Tuna B ulgarlarının eski aristokrasi hakim iyeti önce yazılm ış b ir tane M oğol m etni bulunm adı? M am afih Prof. P elli­
devrine ait Slav vakâyinâm esinde tesadüf olunan doğrudan doğruya o t’nun fikrini destekleyecek b ir ihtim al vardır, o da - d ah a M .S V. asır­
B ulgarca kabul edilen sözlerdir. M alum dur ki B ulgarlar esasen Slav da da İran -S o g d tüccarlarının A vrupa’y a göç etm iş olan H unlarla Çin h u ­
değildiler. H atta kendilerinin Slav özelliği olm ayan kıyafetlerinden b a­ dutlarında oturan küçük H un devleti arasında m ünasebette bulundukla­
zı alâm etlerini bugüne kadar korum uşlardır. V akâyinâm edeki bu bil­ rını bilm em ize rağm en - Avarlar zam anında Sogd ve Batı tüccarlarının
m ece tarzındaki kelim elerin .Slavca ile b ir alâkası olm adığı kesin oldu­ O rta A sya göçebe kavim leriyle m ünasebetleri sonradan T ü rk - Tu-
ğundan bunları T ürkçe veyahut T ürkçe’ye yakın lisanlarla izah etm ek küe/T u-kiu hüküm eti devrinde görülen derecede gelişm em iş olacağını
üzere çalışm alar yapılmıştır. Bu hususta en çok tercih edilen fikir F in­ tahm in etm ektir. H erhalde Prof. P ellio t’nun verdiği bu m alum attan an ­
landiyalI Prof. M ikkola’nın fikridir. B u zat sözkonusu kelim elerin hep ­ laşılıyor ki O rta A sy a’daki tarihî göçebe kavim lerinin asılları m eselesi­
sinin “oniki hayvan” ism iyle olan takvim deki isim lerden ibaret o ldu­ ni halletm ek hususunda sinologlardan, bugüne kadar m eydana çıkarı­
ğunu ileri sürm üştür. Bunun içerisinde “yılkı” (at) senesinin bu tak ­ lan m uam m alara (m üphem , bilm ece gibi bilgilere) nispetle daha k ıy ­
vim de T ürkçe değil belki M oğolca olarak “m orin” kelim esiyle yazıl­ m etli b ilgiler bekleyebiliriz. D iğer taraftan son zam anlarda dilbilim
m ış olduğu görülm üştür. alanında elde edilen gelişm elerden de tarih için kıym etli neticeler v e­
yahut hiç olm azsa bu âna kadar yapılan hataları düzeltebilecek bilgiler
A varlann M oğol olm ası görüşü (teorisi) ortaya atılm adan önce böy­ elde edilebileceğini beklem ek m üm kündür. O zam an dilcilerin k esin ­
le bir takvim de M oğolca bir kelim eye tesadüf olunm ası pek garip gö­ likle İlmî olm ayan usullerle bugüne kadar yaptıkları tahm inlere im kan
rülürdü. E ğer A varlann M oğol olduğu kesinleşirse, bu kelim enin Bul- kalm az. M esela bugüne k ad ar H unlara veya diğer b ir eski göçebe kav-
garlara D oğudan A varlar tarafından getirilm iş olduğu anlaşılacaktır. m e ait b ir kelim eyi bugün m evcut T ürk lehçeleriyle izaha k alkışıyor­
Ben yalnız bu m isalle yetineceğim , yoksa tarihi M oğolların ortaya çı­ lardı. Fakat bugünkü lehçede m evcut olan o kelim enin aynı şekilde o
kışından çok önceleri için B atı taraflarında M oğolca kelim eler aranm a­ zam anda da m evcut olup olm ayacağını dikkate alm ıyorlardı. M esela
sı yolunda bazı bilginler daha birçok zayıf karşılaştırm alı çalışm alar Prof. Şhiratori M .Ö yaşayan b ir kavm in hüküm darlarının lakabını bu­
yapm ışlardır. H atta bu yolda en büyük bilginler bile büyük bir cesaret­ günkü O rta A sya T ürk lehçelerinden birinde kullanılan “b i” k elim esiy ­
le faraziyeler ortaya koym aya kad ar işi götürm üşlerdir. B unlardan b i­ le izah etm ek istemiştir. H albuki “b i” kelim esi T ü rk çe’de “b eg ” keli-
28 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TORK TARİHİ 29

m eşinin yeni şeklidir ki buna M.S XV. asırdan önce tesadüf olunm u­ ran daha geniş b ir sahada kullanılıyorm uş. Arap coğrafyacıları K uzey
yor. M arquait, Orhun yazıtlarında bir kelim eyi bugün de nehir m ana­ R u sy a’daki Peçeneklerden başlayarak doğuda Çin hududuna k adar çe­
sında kullanılan “etil” kelim esiyle izah etm ek istemiştir. Halbuki bu şitli T ürk kavim lerinin lisanlarının birbirine benzediğini kaydediyorlar,
kelim e Ç uvaş lisanından alınmış olup buna Tatarlardan yani Volga yalnız Volga havzasındaki “B ulgar” ve “H azar” ların lisanlarının diğer
T ürklerinden başka hiçbir T ürk kavm inde tesadüf olunm am aktadır. Türklerce anlaşılm adığını, bu lisanın Fin kavim leri lisanlarından da
farklı olduğunu ilave ediyorlar. B ugünkü Çuvaş lehçesi de aynı vazi­
 bidelerdeki yazılarla eski Türk dinî edebiyatı kalıntılarından O rta
yettedir; Fin lehçelerine nazaran T ü rk çe’ye daha yakın olduğu halde
A sy a’da k eşf olunanlar, Türk lisanının kelim e ve söyleyiş tarzının n a­
bu lehçeyi T ürk ve Finlerin hiçbiri anlamıyor. G erek B ulgar ve gerek
sıl tedricen geliştiğini, şu veya bu kelim enin hangi yerdeki Türk lehçe­
H azarlar Volga nehrine “E til” diyorlardı. (Bu kelim e Ç uvaşça “ nehir”
lerinden hangisine m ensup olduğunu İlmî bir zem inde çözm e imkânını
m anasındadır). Bunlara dayanarak T ürkologlar Çuvaş lisanının eski
kolaylaştırır. E ğer M oğol lisanının eski âbideleri bulunm uş olsaydı o
Bulgarların ve ihtimal H azarların lisanının kalıntısını teşkil ettiği netice­
zam an belki T ürk M oğol lehçelerini karşılaştırm a m eselesi de tetkik
sine gelm işlerdir.
usulleri hususunda H int-A vrupaî ve Sami dil çalışm aları derecesine g e­
lebilirdi. H albuki M oğolca’nın M.S XIII. asırdan önceki âbideleri m ev­ Çuvaş lisanının ayırıcı vasıflan hakkında bir zam anlar araştırm alar
cut olm adığı için bunlar bulununcaya kadar M oğol lisanı tarihi T ürk li- yapılmıştır. R adloff o vakit bu lisanı T ürk lisanıyla Fin lehçelerinin k a­
sanınınkinden daha m üphem ve karanlık kalacaktır. rışm asının sonucu olarak görüyordu. D aha sonra diğer bilginler T ürk
lisanının diğer lehçelerinin kaybettikleri en eski şekillerinin Ç uvaş li­
Lisanların tarihini öğrenm ek hususunda eski lisandan kalm a hafıza­
sanında korunm uş olduğunu ispata çalışm ışlardır. Bu m eseleyi tetkik
dan hafızaya aktarılan bilgilerden başka bugün m evcut lehçeler de yar­
edenlerin en sonuncusu P oppe olup “R us A kadem i H aber\eri”n de y a ­
dım edebilir. Lisanların hepsi çoğunlukla edebî lisanda çoktan beri k ul­
yınladığı m akalelerinde aynı neticeye varmıştır. Bu zâtın fikrine göre
lanılm ayan en eski kelim elerin konuşm a lisanında korunduğunu göste­
Çuvaş lisanı da T ürk-M oğol lehçelerinin m ensup olduğu guruba d ah il­
riyor. Türk veya M oğol dilbilim cileri işte bu cihetten H int-A vrupa ve­
dir. Fakat ne T ürkçe ve ne de M oğolca’ya bağlı olm ayıp m üstakil üçün­
ya Sam i lisanların uzm anlarına nispeten epeyce zor durumdadırlar. E li­
cü b ir kolu teşkil ediyor. Fakat bu m eseleye dair Leningrad A kad em i­
m izdeki bilgilere göre M oğol lehçeleri birbirine o kadar yakın im işler
sinde cereyan eden m ünakaşalar neticesinde Poppe, Ç u v aşça’nın
ki bunların karşılaştırm aları herhangi bir tarihî çıkarım için uygun bir
T ürkçe olduğunu kabul etm iş, ancak Türk lisanının en eski bir kolu
m alzem e verem iyor. T ürklerse M oğollara nispetle daha geniş bir saha­
olup, M oğol lisanının T ü rk çe’den ayrılm ış olduğu b ir zam anda esas
ya yayıldıklarından lehçeler arasındaki farkın fazla olması gerekiyordu.
kütleden ayrılm ış ve bugünkü T ürkçe yazı ve konuşm a lehçelerinde
B ununla beraber birbirine yakın olan T ürk lehçelerinin büyük b ir kıs­
görülen şekilleri dahî alm am ış olduğunu ileri sürmüştür.
mı karşısında Türk dilcisi de ancak iki aykırı lehçeye sahip bulunuyor
ki biri “ Yakut” diğeri de “Ç uvaş” lehçeleridir. İşte bu iki lisanı diğer E ğ er bu netice ilim âlemi tarafından kesin b ir şekilde kabul edilir­
T ürk lehçeleriyle karşılaştırm ak Türk lisanının ve bu vasıta ile T ürk se, tarihçiler için büyük bir önem e sahip olacaktır. N itekim B ulgarlar
kavm inin tarihini izah eden temel unsurları verebilir. ve H azarlardan M.S VI. asırdan önce bahsedilm iyor. Fakat bu kavim -
lerin Volga havzasına M.S VI. asır ortasında T ürk (Tu-küe) devletinin
“Yakut” lisanıyla konuşan kavim pek eskiden T ürk kavim lerinden kurulm asından daha önceki devirde geldikleri şüphesizdir. Bunların
ayrılarak kuzeye çekilm iş ve sonra bütün Türklerin tarihî hayatına işti­
H un ism iyle ilgili olan m eşhur göç devrinde buraya geldikleri şü p h e­
rak etm em iş b ir kavim dir. “Çuvaş” lisanı ise İdil (Volga) nehrinin orta
siz kabul edilebilir. H atta M.S II. asırda B atlam yus (Ptolem eus) zam a­
yatağı boylarında kullanılm ış ve O rta A sya’dan göç eden T ürk kavim - nında H unlar Volga’ya yakın b ir m esafede oturuyorlardı. Volga neh ri­
lerinin takip ettiği yol üzerine tesadüf etm iş olduğu halde yine m evcut
nin Ç uvaşça ve bilahare um um en T ürkçe ismi olarak “E til” o zam an
kalmıştır. M uhtem elen bu lisan orta asırlarda bugünküne güney naza­ henüz zikredilm iyor. Fakat “Yayık” nehri daha o zam an şim diki T ü rk ­
30 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 31

çe ism iyle [B atlam yus’da ‘daikh’ suretinde] anılıyordu. Kelimenin ev­ M .Ö 11. asırda O rta A sya’da birkaç asır devam eden bir devlet teşkil et­
velindeki (y) yerine (d) harfinin kullanılm ası yerli O rta Volga lisanında m iş ve H indistan’ın birçok vilayetlerini fethetm iş olan ve Y unanîler ta ­
galiba B atlam yus devrinden sonraları da tatbik edilm iş olmalı ki O r­ rafından (Hind- İskit) diye isim lendirilen kavim leri de T ürk saym aya
hun yazıtlarında ölm üş adam lara karşı m atem (yoğ m erasim i) “yoğ” m eylediyordu.
şeklinde yazıldığı halde M.S VI. asır Bizans kaynaklarında Türklerin
aynı âdeti dohya (dochia) diye isim lendirdikleri bildiriliyor. Bu cihet C havannes’a itiraz edenlerin “B u takvim içinde m aym un kelim esi
Ç uvaş lisanının bugünkü fonetik kaideleriyle izah olunamıyor. Zira var, halbuki bu hayvan T ürk m em leketlerinde bulunm uyordu, buna
Çuvaş lehçesinde diğer Türk lehçelerinde “y ” kullanılan yerlerin hep­ benzer diğer hayvanlar vardı” yolundaki sözlerine karşı C havannes
sinde Y akutça’da olduğu gibi “ s” kullanılıyor. Fakat T ürk ve Çuvaş “T ürkler daha M .Ö 1. asırda H in d istan ’ı fethettikleri zam an m aym unu
lehçelerindeki seslerin değişm esi tarihi henüz tam olarak izah oluna­ görm üşlerdi” diye cevap veriyordu. Şim di, ne oniki senelik takvim in
mamıştır. H erhalde B atlam yus’ta görülen “daikh” kelim esi tarihen tes­ m enşei (kökeni) ve ne de H ind-İskitlerin T ürk olm ası nazariyelerine
pit edilen en eski T ürk sözü olarak telakki olunabilir. taraftar olan yok gibidir. Yalnız m eşhur sinolog Frederic H irth bu fik ir­
de ısrar ediyor. A nlaşıldığına göre oniki senelik takvim in m enşei H in ­
Tarihî olaylardan anlaşılıyor ki eğer Türk lisanının gelişm esindeki distan olup Ç inliler oradan alm ış ve eski devirlerde T ürklere Ç inliler­
en eski şekli Çuvaş lisanı ise, Hunların lisanının da Çuvaş lisanı gibi ol­ den geçm iştir. H ind-İskitler içinde birinci sınıfı işgal edenler “To-
ması gerekir. Buna göre Hun dili de bugünkü Yakut ve Çuvaş lisanı h ar”lardır. O zam anlarda A m u -d ery a’ (Ceyhun) nın bu yatakları k av ­
m üstesna bütün T ürk kabilelerinin konuştuğu lisan m anasında T ürkçe m in ism ine izafetle “Toharistan” diye adlandırılmıştır. Fakat İslam m ü­
değildir. M uhtem elen H unlar bu lisanı batının uzak yerlerine kadar do­ ellifleri Toharistan ism inin etnoğrafik kökenini hiç bilm iyorlardı. Ö n ­
laylı ve dolaysız naklederek lisanlarının kalıntılarını kendi göçleriyle il­ celeri Toharlar Çin T ürkistan’ında yaşıyorlardı. Budist dinine ait eser­
gili olan kavim lerin lisanı içine dahil etm işlerdir. M esela M acar lisa­ lerin yazıldığı O rta A sya edebî lisanları içerisinde Tohar lisanı da zik-
nındaki T ürkçe kelim eler böyledir. rolunuyor. D oğu T ürkistan’da AvrupalIların eski eserler için yaptıkları
seyahatlar sırasında buldukları yazm a vesikalar çeşitli lisanlarda yazıl­
Batının tâ uzak noktalarına kadar yayılan bazı Çin medeniyetine ait
m ış ise de bunlardan hangisinin T ohar lisanı olabileceği bugüne kadar
terim leri de bunların getirm iş olm aları ihtim ali vardır. M acar lisanında
m ünakaşa neticesinde çözülem eyen b ir m esele olm uştur. İh tilaf bu
“yazm ak” m anasını ifade etm ek için T ürk lisanında “bitim ek” m asta­
H ind-A vrupa ailesine m ensup iki lisan üzerinde olup bunlardan birisi
rıyla bir asıldan olan kelime kullanılıyor. “B itim ek” kelimesinin aslının
H oten yanında, diğeri K uça civarında bulunan eserlerde kullanılm ıştır.
Ç in ce’den gelm iş olduğunu da söylüyorlar. Hunların Doğudaki kom ­
şuları olan Sien-pilerin lisanı ise T ürk lisanının gelişm esindeki en eski Bizim bugün “T ürkçe” dediğim iz lisanla konuşan bir kavim olm ak
devre ait olsa gerektir. Bu meseleyi halletm ek için varlığı Prof. Pelliot itibarıyla T ü rk ler şüphesiz daha ilk zam anlarda m evcut idiler. F akar
tarafından haber verilen Sien-pice-Çince sözlüğün bir an evvel yayın­ “T ürk” kelim esinin M .S VI. asırdan önce m evcut olduğunu farzetm ek
lanmasını beklem ek gerekiyor. T ürk kavim lerinin m ilattan önce ve esassızdır. Bu kelim enin m ana ve kökeni hakkında henüz yalnız bazı fa-
M.S I. asırlarda O rta A sya’nın Batı kısm ındaki faaliyetleri hakkında raziyeler yürütm ek m üm kündür. T hom sen son eserinde “T ürk” k eli­
olan görüşler daha hiçbir delil ile ispat edilem em iş olarak kalıyor. K a­ m esinin m üstakil b ir kabilenin veyahut daha çok m üstakil b ir han sü­
dim Yunan edebiyatından [bilhassa H ipokrat’ın İklim ler ve M ekânlar lalesinin ismi olduğu görüşünü ileriye sürüyor ve Türk/Tork yahut Tü-
hakkında yazdığı eserinden] yalnız ’’Yunanlıların Hint-Avrupa kavim le- rük/T örük kelim esinin de başlangıçta “kuvvet ve sağlam lık (K raft stâr-
riyle kom şu olarak diğer bir ırka nispet olunan başka kavm in de m ev­ ke) m anasında bulunm asının çok m uhtem el olduğunu söylüyor. B una
cut olduğunu bildikleri” gibi bir netice çıkarılabilir. Lâkin bu kavim ler itiraz olarak Orhun yazıtlarında yalnız b ir defa olm ak üzere T ürk k eli­
içinde T ürkler m evcut m uydu, bu henü? şüphelidir. Chavannes oniki m esinin sadece kavim m anasında kullanılm adığı bir yer gösterilebilir.
senelik takvim in Türklerden neşet etm iş olduğunu iddia ettiği cihetle H an T ürk+ş/T ürgiş kavm inin kağanı hakkında “Türk-rn budunem ” y a­
ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 33
32 PROF. D R V. V. BARTHOLD

büyük b ir ihtim alle “T ü rk ” kelim esiyle bir m anada olsa gerek. A ncak
ni “kendi Türküm , kendi kavm im ” diyor. T hom sen bu ibareyi “ ge'hör-
bununla yalnız Bizans kaynaklarında Uz yani O ğuz denilen kavim anıl­
ze zu m einem Volke” diye tercüm e ediyor. Eğer burada Türk kelim esi
cins ism i olm ayıp sıfat ise m anası “düzelm iş, tanzim edilm iş” gibi bir mıştır.
şey olabilir. Türk Hanı burada kendisine karşı isyan eden Türk-ş H anı­ Orhun yazıtlarında anılan kavim isimlerinden ancak Kırgızların is­
nın hakim iyetini kendisine borçlu olduğunu söylüyor. Buna göre Türk m ine çok daha önceki devirlerde tesadüf olunm aktadır. Kırgızlar, Hıın-
kelim esinin aynı Orhun yazıtlarında birkaç kere kullanılan “T örü” k e­ lar devrine ait hikayelerde, yani milattan biraz önce ve biraz sonraki
lim esiyle ilgili olduğunu düşünm ek m ümkündür. “T örü” kanun, âdet devirlerde anılm aktadırlar. En eski Çin kaynaklarında Kırgızlar K ien-
ve kanunla birlik kazanan, birlikte değerlendirilen “halk kitlesi” m ana­ Kun şeklinde yazılm aktadır. Prof. Pelliot bu kelim eyi M oğolca tekil si-
larına geliyor. Han “kendi iş ve kuvvetini (iş, güç), kavm ini (budun) ve ğası olan K yr-kun ile açıklıyor. Şu halde Çinliler, K ırgızları öncelikle
hakim iyetlerini (Törü) bana verdiler” diyor.
bir Moğol kavm i vasıtasıyla tanım ış oluyorlar. K ırgızlar ve onların yer­
leri olân Yukarı Yenisey havzası hakkındaki Çin kaynaklı bilgilerin en
T u-küe’lerin hakim iyeti devrinde Türk kelim esinin hangi kabileler
doğrusu T ürk hüküm eti devrine ait olanıdır. Ç inliler bu devirde Kırgız-
için kullanıldığı hakkında O rhun yazıtları kesin bilgi vermiyor. Sonra
lara “H akas” diyorlar. Bu kelim e ki-li-ki-sli şeklinde son derece doğru
bu ismin nasıl olup da diğer kabileleri de kapsayacak bir isim -sıfata dö­
yazılan diğ er b ir hiyeroglifin bozulm uş şeklidir. R u sy a’da bulunan b ir­
nüştüğü ve ne şekilde bugün anladığım ız manayı kazandığı da pek bi­
çok Rus olm ayan m illetler gibi Yukarı Yenisey havzasında M inusinsk
linmiyor. Han kendi kavm ine “T ürk” ve aynı zam anda “O ğuz” yahut
bölgesinde yaşayan T ürk halkı da Rus ihtilalinden sonra kendilerine
Tokuz Oğuz diyor. H albuki âbidelerin diğer yerlerinde Tokuz Oğuzlar,
m illî m uhtariyeti tem in ettikleri zam an hepsini kapsayan b ir ism e ihti­
H an ’ın düşm anları olm ak üzere niteleniyor. D aha Orhun yazıtlarının
yaç hissetm işlerdir. Ç ar zam anında böyle bir ihtiyaç hissedilm em işti.
anahtarı bulunm adan önce R adloff M.S VI-VIII. asırlarda hakim iyet
M inusinsk aydınları kendilerinin eski Çin kaynaklarında “H akas” diye
süren Türklerin “O ğuz” kavm ine m ensup olduğu sonucuna varmıştı.
anıldıklarını ve yine Çin kaynaklarında bunun siyasî önem i olduğunu
A bideler de bu fikri tam am en doğruladı. O ğuzlar yahut T ürkler birkaç
görerek bu kelim eyi bir isim olarak kabul etm işlerdi. H albuki bu is­
kabileye ayrılırdı: Ş ark’ta Tölös/Töles, Tarduşkır, G arp ’ta Türgiş/Tür-
min bugün M inusinsk bölgesinde olm ayan Kırgızların ism inden bozul­
kişler. O ğuzlardan başka daha birkaç T ürk -yani bugün bizim ku llan ­
dığım ız m ana ile Türk- kabilesinden bahsediliyor- B unlardan, sonraki muş bir kelim e olduğunu bilm iyorlardı.
devirlerde en çok m eşhur olup bilinenleri Karluk, Uygur ve Kırmızlar­ Ç inlilerin “Tang Sülalesi Tarihi”nde birkaç Kırgız kelim esi görülür.
dır. Fakat bu kavim lerin son zam anlarda bilinen m anası [yani bütün Bunlardan K ırgızların daha o zam anlarda bile T ürkçe konuştukları an­
Türk kavim lerinin tam am ını içerecek şekilde bir isim olması] müslü- laşılıyor. B unlardan birisi “AyrHilâl” kelim esidir. Aynı zam anda o za­
m an kavim lerin eseri olsa gerektir. A raplar birçok kavim lerin M .S man Çinlilerin K ırgızların simaları hakkında verdikleri bilgilerden an­
VII. ve VIII. asırlarda harbettikleri Türklerle ayni lisanla konuştukları­ laşılıyor ki bunların sim aları diğer Türklerden farklı imiş. Saçları açık
nı gördüler. Bundan dolayı hepsine “T ürk” dem eye başlam ışlardır. B u­ renkli, gözleri m avi imiş. Çin kaynaklarının verdiği bu bilgileri, M üs­
nunla beraber bugün İslam iyeti kabul eden T ürklerin hepsi kendi lisan­ lüman kaynaklarının bilgileri de desteklem ektedir. M.S XI. asır İran ta­
larını “T ürkçe” diye adlandırmıyorlar. İslam iyet dairesi dışında “T ürk” rihçisi G erdîzî bize, bilinm eyen kaynaklardan alarak, K ırgızların saç­
kelim esi o kadar yayılm am ıştır. Bu hususta nadir b ir istisna teşkil eden larının açık renkli olduğunu, bu özelliklerden dolayı K ırgızlarla Slavlar
eser vardır ki T ürk Budist edebiyatına aittir. Bu eser yazıldığı lisana arasında b ir akrabalık olduğunun düşünüldüğünü söylüyor. M arquart
“Türk U ygur tili” diyor. Sonra ne R uslar ne de Batı Avrupalılar Peçe- buna dayanarak herhangi bir kavm in A vrupa’dan göçü ihtim alini söy­
nek yahut Polovtsy/Polovets (K um an)lara “T ürk” dem işlerdir. Türk lüyorsa da böyle bir ihtim alin ispatı m üm kün değildir. Son zam anlara
kelim esi A vrupa’da yalnız Selçuk ve sonra da O sm anlı D evletini teşkil kadar K ara K ırgız denilen bu Kırgızların sim alarının nasıl değiştiği,
eden ve esasen O rhun Türkleri gibi O ğuz neslinden gelen kavm e deni­ şim diki şekillerinin nasıl oluştuğu m eselesinin halli için sonradan elde
liyordu. Rus vakâyinâm esinde “Torkî” adıyla bir kavim anılıyor. Bu
34 ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 35
PROF. DR. V. V. BAKTHOLD

edilen bilgiler de kâfi bir m alzem e teşkil edecek bir m ahiyette değil­ m amen Türkleşm iş olduklarını ve yalnız bazı ihtiyarların Sam oyetçe de
dir. Bu K ırgızların pek eski zam anda Çin kaynaklarında belirtilmeleri, bildiklerini görm üştü. Sam oyetlerin T ürkçe adı “Tuba”dır. Bu isim O r­
bunların yerlerinin pek eski devirlerde uluslararası ticarî ilişkiler içine hun âbidelerinde zikredilm iyor. Fakat o zam anki Çin kaynaklarında bu
girdiğini gösteriyor. M inusinsk Eyaleti bu hususta Sibirya’nın bütün kelim e m evcuttur.
diğer eyaletlerinden ileridir. Bu alanda bulunan eski sanat eserlerinin
 bidelerde zikrolunup d a esasen T ürk olm ayan kavim lerden biri
hangi devirlere ait olduğunu belirlem ek çok zordur. H atta bunların
de “A z” kavm i olm alı ki bunlar daim a K ırgızlarla beraber zikrolunu-
içinde hangilerinin K ırgızlara veya genellikle T ürklere ait olduğu ve
yor. Ö nceleri bilginler bu “A z” kelim esini b ir kavim ismi olarak an la­
hangilerinin daha eski olduğu m eseleleri tartışm a konusu olup araştır­
m ak gerekip gerekm iyeceği hususunda şüphe ediyordu. Bu kelim eyi
m aları gerektirm ektedir. M üslüm anlık devrinde de K ırgızların oturduğu
kavim ismi olarak kabul etm ek ilk defa benim tarafım dan tek lif edil­
yerlere İslâm ticaret kervanları geliyordu. Kırgızlar tarafından yapılan
m işti. Şim di T hom sen de son tercüm esinde bunu kabul ediyor. B u k e­
ihracat başlıca m isk idi ki o zam an bunun ço k büyük önem i vardı. İs­
lim eyi “A slı bilinm eyen bir kavim ” diye izah ediyor. Yenisey nehrinin
lâm coğrafya bilginlerinin K ırgızlar hakkında verdiği ilk bilgiler ile da­
aşağı kısm ında Toruhan E yaletinde b ir kavm in kalıntıları vardır. R uslar
ha sonraki devirlere ait bilgiler karşılaştırılacak olursa, ilk bilgilerde
bunları yanlış olarak Yenisey O stiyakları diye tarif etm iştir. H albuki bu
m edeniyetin bu devirde yavaş yavaş geliştiği görülür. Çin ve İslâm
kavim le O b nehri boyundaki Fin kavim lerine m ensup olan O stiyaklar
kaynaklarının verdikleri ilk bilgilere göre, o devirlerde Kırgızların otur­
ve genellikle U ral-A ltay kavim lerinin hiçbir ilgileri yoktur. Bu “Yeni­
dukları yerde yalnız Kırgız Hakanının oturduğu m erkez olan bir şehir
sey O stiyakları” kendilerini K ott veya Assin diye isim lendiriyorlar. Bu
olup bunun dışında m edenî şehir ve köyler kurulm am ıştır. A halinin ço­
kavm i, 1845’Ii yıllarda C astren incelem iş ve d ah a sonra A nuçin b u n ­
ğunluğu göçebe hayatı yaşarken diğer kısm ı tam anlam ıyla ilkel deni­
ların lisan ve hayatlarına gayet ayrıntılı bir şekilde vâkıf olmuştur. İh ­
lecek derecede avcılık ile geçiniyorlardı. R eşidüddin ise M oğol devrin­
tim al, eskiden bu eski kavim S am oyedler gibi geniş b ir alanı işgal
de Kırgız arazisinde birçok şehirler bulunduğunu yazıyor. Ö ncekinde
ederek oturm uş olabilir ve ihtim al O rhun yazıtlarındaki “ A z”lar bunlar
zirai m edeniyetin ilerlem esine sebep ticarî ilişkilerle berab er M inu­
sinsk eyaletinin verim li olmasıdır. olabilir. Â bidelerde K ırgızlarla beraber bahsedilen kavim lerden diğer
birisi de Çik kavm idir. Fakat bunlar hakkında sonraları bir bilgi elde
Büyük bir ihtim alle esasen Türk olm adıkları halde sonradan T ürk­ edilem em iştir.
leşen kavim lerin en eski örneği işte b u Kırgızlardır. İster göçebe ister
Kırgızlar, tâ o zam anda bile azçok siyasî önem i olan b ir kavim di.
yerleşik kavim ler içinde böyle Türkleşenlerin örneği çoktur. Ö nceleri,
Bunların m üstakil b ir kağanları vardı. Orhun âbidelerinde, çok az bir
bilginlerin U ral-A ltaylılar ism iyle b ir kitle olarak birarada ele aldıkları
zaman zarfında “T ürk-O ğuz”ların yerini alm ayı başaran doğuda U y ­
beş kavim den (ki bunlar B atı’dan D oğu’ya doğru Fin, Sam oyed, Türk,
gur, batıda K arluk kavim lerine az y er verildiği halde K ırgızlardan d a­
M oğol ve T unguzlardır) en çok T ürkleşenleri Sam oyed kavimleridir.
ha çok bahsediliyor. B u kavim lerin yükselm esi anlaşıldığına göre çok
Ö zellikle yerleştikleri arazinin güney kısm ında oturanlar daha kuvvet­
çabuk olm uştur. “U ygur” kelim esi âbidelerde yalnız b ir defa geçiyor.
li T ürkleşm işlerdir. B u T ürkleşm e süreci şim di de devam etmektedir.
Bu kelim enin O ğuzlarla hiçbir ilgisi olm ayan U ygur kavm inin ism i
Yakın devirlerde Türkleşen Sam oyedlerden birisi “K aragas” kavm idir.
olarak okunm asında hiçbir şüphe yoktur. U ygurların reisleri K ırgız re­
Tam am en T ürkleşm eleri sona erm eyen kavim lerden biri de “K am asin”
islerine nispetle daha m ütevazi b ir ünvan taşıyor ve E ltebir/ilteber/el-
lerdir. Bu kavim Yakutlardan daha doğuda olm akla bütün T ürkçe ko­
teber deniyordu. (Thom sen de bu kelim eyi böyle okuyor). Bu zatın fik ­
nuşan kavim lerin de en doğudaki kısm ı bunlardır. Castren 1848’de Sa­
rine göre bu kelim e T ürklerde b ir nevi vali, kaym akam anlam ında
m oyed topraklarını ziyaret ettiği vakit kendi lisanları olduğunu gör­
(Türkischer G ouvem eur oder dergleichen) kullanılıyordu. Fakat bu
müştü. 186 3 ’te ise R adloff K am asinleri hem en tam am en T ürkleşm iş
“Eltebir” in b ir kağan tarafından tayin olunduğu hakkında hiçbir söz
olarak buldu. Fakat henüz T ürkleşm ekte olanları da vardı. Bunlardan
geçmiyor. Reisi “eltebir” olan kavim (eltebirlik budun), reisi kağan
çok daha sonra seyahat eden Finli bilgin K. D onner bunların artık ta­
37
36 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ

olan kavim (kaganlıg budun) dan ayrı gösteriliyor ve önem i nispeten az lel olarak sürmüştür. B u hareketler tabîki doğudan batıya doğru olup
oluyor. K arluklarda da kağan m evcut değildi. aynı istikam eti takip etm iştir. İleride göreceğim iz üzere M o ğ o listan ’da
“ D okuz O ğuz” , sonraları “U ygur” devletinin yıkılışını takiben D oğu
O rhun âbidelerinde bahsi geçen galiba T ürk olm ayan kavim lerden T ü rk istan ’a b ir çok T ürk gelm iştir. Orhun yazılarında “ şehir” anlam ın­
biri de “Tatari’lardır ki sonradan M oğollar kendilerine bu ismi verm iş­ da “balık” kelim esine ve “b eş balık -b eş şehir” isim lerine tesad ü f o lu­
lerdir. A bidelerde “Tokuz Tatar”, “O tuz Tatar” isim leri vardır. Bundan nuyor. M alum dur ki “B eşbalık” şehri D oğu T ürkistan’ın doğu kısm ın­
anlaşılıyor ki Tatarlar o zaman iki kısm a ayrılm ışlar, biri dokuz uruk- da “ K üçin”in yanında kurulm uştur. H akkında ileride bahsedeceğim iz
dan diğeri de otuz urukdan m eydana gelmiştir. M.S XI. asır yazarının verdiği bilgilerden anlaşılıyor ki “balık” kelim e­
si T ürkçe’de “balçık, çam ur” m analarında kullanılırm ış. N itekim Arap-
Türklerin o zam anki m edenî hayat ile ilgileri konusunun izahı da­
larda d a göçebe ve h azerî (şehirli) kavim lere “keçeliler” , “çam urlular”
ha karm aşık meselelerdendir. G örüldüğüne göre T ürkler hadarî-m ede-
m anasında olm ak üzere “e h lu ’l-veber” , “e h lu ’l-m eder” tabirleri kulla­
nî kavim lerden olan doğudaki Çinlilerin ve batıda d a diğer kavim lerin,
nılıyordu. O zaman B eşbalık’ta yaşayan T ürk kavm i Ç in kaynakların­
özellikle Sogdluların etkisinde kaldıkları halde tam am en veya çoğun­
da bahsedilen “Basm ıl” kavm i idi. O rta zam ana ait A vrupa lügat k itap ­
lukla göçebe hayatı geçirm işlerdir. Esasen Sogdça olan kelim elerden
larından olan Du C an g e’in eserinden “B asm ıl” kelim esinin “aslı karışık
T ürk âbidelerinde tesadüf olunan ve sonra T ürk ve M oğollarca da bü­
insan” m anasına geldiğini öğreniyoruz. Pek tabiidir ki T ürklerden ö n ­
yük ölçüde kullanılan bir kelim e vardır ki o da “m elike” m anasında
ce h azerî (şehirleşm iş) ve m edenî h ayata geçen bu kavim kan itibariy­
olan “katun” (hatun) kelimesidir. Sogd ülkesi, âbidelerde “sogd” ve
le halis T ürk olm ayıp oradaki eski m edenî unsurlarla karışan karışık b ir
“sogdak” şeklinde geçiyor. Bu isim leri daha sonraki İslam eserlerinde
kavim idi. H atta K aşkarlı M ahm ut B asm ıllan halis T ürk olm ayan k a­
de göreceğiz. Bir yerde “sogd” kelim esiyle beraber “berçeker bukarak
ulus” (okunuş şüphelidir!) ibaresi de vardır. M arquait bunu “Fars ve vim lerden saymaktadır.
B uhara U lusu-K avim leri” diye tercüm e ediyor. K avim m anasında D oğu T ürkistan’ın d ah a büyük b ir oranda T ürkleşm esi m eselesi,
“ulus” kelim esi eski T ürkçe dinî eserlerinde de m evcut ise de buna O r­ önce “O ğuz” ve sonra “U ygur” devletinin yıkılışının sonuçlarıyla ilgili
hun âbidelerinde rastlanmıyor. B urada kelim eyi “ ulus” diye okum ak ve olduğundan bunlardan da gelecek dersim izde bahsederiz.
ona kavim m anasını verm ek çok zayıf bir düşünüştür. Çünkü aynı yer­
de “budun” kelim esi de vardır. “U lus” ve “budun” kelim eleri aynı an­
lam da olduğundan aynı yerde tekrar tekrar kullanılm aları doğru olm a­
sa gerektir. Fars m anasında olan “ Parsik” + kelim esini (Çince “bo-si”)
“berçeker”e dönüştürm ek filoloji kurallarına uymuyor. Fakat Thom sen
son tercüm esinde bu şekilde okum ayı soru işaretiyle kabul etmiştir.

G öçebelerin ziraî hayat sürm eleri heryerde yalnız İktisadî bir zo­
runluluktandır. Böyle bir zorunluluk heryere nispetle D oğu T ürkis­
ta n ’da fazlaca görülm üştür. B urada hayvanları beslem ek ve yetiştir­
m ek için otlak hem en hem en hiç yoktu. A razi su arkları vasıtasıyla su­
lanm adığı takdirde ne hayvancılığa ve ne de ziraata elverişli olm ayan
b ir çöl halinde kalıyordu. Batı Türkistan gibi D oğu T ürkistan’ın da esa­
sen T ürk kavim leriyle m eskûn olm ayıp sonradan yavaş yavaş T ürkleş­
tiği yapılan son kazılardan sonra anlaşıldığına göre şüphesizdir. M ede­
nî kavim lerin Türkleşm esi ile Türklerin m edenîleşm esi birbirine para­
Ü çüncü D ers

Türk-O ğuzların hakanı adına yazılan O rhun âbideleri yazılarında bu


hanların hâkim iyet ve kuvveti tam am en em in ve hiçbir taraftan ko rk u ­
ları yokm uş gibi tasvir olunur. H albuki adına âbide dikilen adı geçen
hakanın ölüm ünden on sene sonra (745) M oğolistan’da hâkim iyetin d i­
ğer b ir T ürk kavm i olan U ygurların eline geçtiğini görüyoruz. Bu olay­
dan birkaç yıl önce O ğuz Türklerinin batı kolu da A raplarla m ücadele
neticesinde siyasî birliğini kaybetm işti.

Çin kaynaklarından öğrenerek biliyoruz ki Batı T ürk O ğuzları on


kabileye ayrılıyorlardı. B unlardan beşi İli nehrinin güneyinde ve beşi
de kuzeyinde oturuyorlardı. T h o m sen ’in tercüm esine göre O rhun âbi­
delerinde bu on kabileye “On ok” deniliyor. Bunların içinden bir m üd­
det zarfında T ürkeş kabilesi yükseldi. Batı T ürk hakanlarının sonuncu­
ları bu kabileye m ensup idiler. A raplar o zam an yalnız T ürklerin m ede­
nî ülkelere akınlarım püskürtm ekle yetinip, T ürk yurdunun içlerine ve
Türk hakanının Çu nehri civarında bulunan karargâhına kadar ilerleye-
miyorlardı. Türklerin Sirderya nehri havzasında A raplarla olan savaş­
larında Batı Türk hakanının yenilgisi ve ölüm ü üzerine m em leket par­
çalandı ve A raplar’ın tesiri olm adığı halde m em leket dahilinde karaşık-
lık ve fitneler devam etti. A ncak 766 yılında Çu nehri boyunda T ürk-
O ğuzların yerini diğer bir Türk kavm i olan K arluklar aldılar.

A rapların O rta-A sya’daki esas başarıları H orasan’da K uteybe bin


M ü slim ’in em ir bulunduğu 705-715 yıllarında vuku buldu. O rhun y a­
zılarında görüyoruz ki, bu on yılın ikinci yarısında (yâni 710-715 yılla­
,1 rında) D oğu Türk devleti Türkeş devletini itaat altına alarak kısa bir
m üddet hâkim olm uş ve batıya yönelm iş olan bu seferlerinde D em ir-
kapı’ya, yâni Soğd ve T oharistan’dan, daha doğrusu Z erefşan ve K as-
kaderya havzasındaki m edenî yerleri A m uderya’nın yukarı kısm ındaki
yerlerden ayıran “Buzgala” derbendine k adar gelm işti. Thom sen bu
40 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 41

derbendi doğru olarak Sem erkand ile Belh arasındaki geçit diye y o ­ pılan duvar ve hendeklerin kalıntıları bu güne kadar gelm iştir. A raplar­
rum luyor. Fakat geçidin yerini yanlış olarak Soğd ile Fergana arasında dan sonra, İran sülâlesi olan S âm ânîler (Sâm ânoğulları) devrin d en b aş­
olm ak üzere tâyin ediyor. Bilindiği gibi Soğd yahud S o ğ diyana’dan layarak artık bu tü r setler yapılm asından vazgeçildiği gibi, yapılm ış
F ergana’ya giden yol Belh yolu gibi güney değil; kuzey-doğu istikâ­ olanları da onarılm ıyordu. Sâm ânoğulları buralarda saldırı siyâsetine
meti ndedir. geçtiler. Fakat bunların saldırıları daha çok akın şeklinde idi. Bundan
dolayı bunlarla M üslüm anların fethettikleri ülkelerin hududu pek ge­
H âdiselerin cereyan tarzından yalnız Batı Türklerinin değil, Doğu nişlem edi. Yalnız Ç irçik nehri havzasından T alas’a k adar olan yerler
T ürklerinin de A raplar Ta savaş yaptıkları anlaşılıyor. G erçekten Orhun
topraklarına eklendi.
âbidelerinin bazı yerleri de o şekilde yorum lanm aktadır. Fakat bazı
âlim ler bu yorum un doğruluğunu şüpheli görüyorlar. N itekim genç İn­ G erçi T ürkler İslâm silâhlarının tesiri altına düşm em işlerse de O rta
giliz âlim i G ibb’in O rta-A sya’da A rap fetihlerine ait yazdığı ve zam an A sy a’nın M üslüm anlar tarafından istilâsından sonra Batı m edeniyetinin
bakım ından konuya ait en son eser bulunan kitabında bu görüş reddo- T ü rk ler’e olan tesiri evvelkine nisbeten pek çok k uvvetlenm iş idi. G er­
lunuyor. G erçekten Arap kelim esi O rhun âbidelerinde yoktur. Aynı za­ çekten daha S asanîler devrinde O rta A sya’da H intlilerin tesiri azalm a­
m anda A raplar hakkında evvelce İranlılar tarafından kullanılarak daha ğa ve yerine İran m edeniyeti kuvvetlenm eye başlam ıştı. Bu devirde
sonra Ç inlilere ve ihtim al T ürklere de geçm iş olan “Tajik” yahut kara ve deniz dünya ticaret yolları İran’ın elinde idi. Bundan dolayı Sa-
“T ürk” telâffuzunca “Tezik” yahut “Tejik” kelim esi de galiba yoktur. sani devletinin diğer hususlarda olduğu gibi ticarette de son derece ge­
B ilindiği gibi bu kelim e şim di tam am iyle başka b ir anlam da kullanılı­ lişm esi Sâm ânoğulları hâkim iyetinin çöküşünün hem en öncesi dönem ­
yor. H attâ XI. Y üzyılda bile A rap olm ayan, belki İran m illetinden olan­ de gerçekleşm iştir.
lar için kullanılıyordu. B üyük b ir ihtim alle T ürkler “Tacik” kelim esiy­
Sasanî İran devleti bize, diğer Doğu devletleri gibi tedricen y üksel­
le yalnız A rapları, sonra genellikle İslâm m edeniyetine m ensup olanla­
m iş ve tedricen çökm üş b ir devlet görüntüsü verm ez. S asanî devleti ve
rı ve nihayet, bilinen İslâm kavim lerinin çoğunluğunu teşkil eden İran-
lılan kastediyorlardı. o devleti kuran İran halkı XX. yüzyıldaki A lm anya devleti gibi dış düş­
m anlarla m ücadelede fevkalâde ve gücünün üstünde kuv v et h arcadı­
Sonraları da Türkistan A rap kuvvetleri önünde İran’ın aksine o la­ ğından tam başarıya ulaştıkları anda birdenbire çökm üştür. Başarıları
rak direnm iş ve İslâm kuvvetleri T ürklerin m em leketlerini fethe m u­ da özellikle batıda B izanslIlarla olan savaşlarda olm uştur. T ü rk lerle it­
vaffak olamamıştır. A raplar “A m uderya (Ceyhun)” , “Z erefşan”, “Sir- tifak yapm ak neticesinde de doğuda çok kısa bir m üddet için bazı b a­
derya” havzalarındaki m edenî ye leri işgal ettikten sonra VII. asırda şarılar kazanm ıştı. Fakat daha sonra Türklerle Sasanîlerin arası bozu­
savunm a siyasetine geçtiler. K endilerinden öncekiler gibi bunlar da bu lup ilişkiler kesildi. Ayrıca eski H eham enşi (A ham enidler) sülâlesi
nehir boyundaki m edenî yerleri göçebelerin hücum undan m uhafaza devrinde olduğu gibi S asanîler devrinde de İran batı ile m ücadele etti­
için uzun duvar ve hendekler yaptılar. Bilindiği gibi m edenî ülkeleri ği zaman doğu hududunu koruyam ıyordu. Bundan faydalanarak şim di­
barbarlardan korum ak için eski devirlerde B üyük B ritan y a’dan Ç in ve ki H azar D en izi’n e akan G ürgen nehri havzasını T ü rk ler ele geçirm ek­
M ançurya’ya kadar bütün m edeniyet âlem inde bu gibi surlar inşa edil­ le İran m edeniyetinin etki alanına girdiler ve Z erdüşt m ezhebini kabul
miştir. O rta-A sya’da bu gibi surlar İslâm iyet’ten pek eski devirlerde ettiler.
yapılm ağa başlanm ıştı. M.Ö. III. asırda M erv ve etrafındaki m edenî ül­
Bu misal, S asanîlerin savaş m eydanlarında m ağlup edem ediği
keyi korum ak için yapılan setler bu m em leketi T ürk olm am ası ihtim a­
kom şularına m edeniyet ve İktisadî gücü sayesinde m ed en î tesirler yap ­
li olan göçebe unsurlardan korum ak içindi. A raplardan önce Sogd vi­
layetinin kuzey-doğu kısm ını korum ak için yapılan set ise bu vilayeti tığını gösteriyor. O devirde Sogd ülkesinde Budistliğin m ağlup olarak
göçebe Türklerden korum ak için yapılm ıştı. G erek bunu ve gerek B u ­ (gerileyerek) yerine Z erdüşt m edeniyetinin geçm esi gibi h âdiseler de
çok büyük b ir ihtim alle o şekilde açıklanabilir. 630 senelerinde Orta-
hara vilâyetini ve T aşkent etrafını korum ak için A raplar tarafından ya­
42 PROF. DR. V. V. BARTHOLD 43
ORTA ASYA TÜRK TARİHİ

A sy a’dan geçen Çin seyyahı H sûan-sang’ın seyahatıyla ilgili anlattık­ lâlesi devrinden sonra Fars İranlıları ile O rta A sya İranlıları ilk defa
larından O rta-A sya’da B udistliğin yerine Zerdüştlüğün geçm esinin Sa- olarak bu İslâm devrinde b ir devlet idaresinde birleştiler. H erhalde
sanîlerin son devirlerinde başlam ış olduğunu anlıyoruz. H sûan-tsang İranlIlardan büyük bir kısm ı da A raplarla beraber T ü rk istan ’a gelip yer­
devrinde S ogd’da B udistlik artık kalm am ıştı. O zam an B udist m edeni­ leştiler. Orta A sya İranlıları eski İran şahları hakkındaki m enkıbeleri
yetinin en çok geliştiği D oğu T ürkistan’dan S ogd’a geçen H sûan-tsang (İran’dan gelen bu yeni m uhacirler vasıtasiyle) öğrendiler. O rta A sya
Budist m anastırlarını ancak S ogd’un güney hududunu geçip Toharis- İran lehçeleri yerine yavaş yavaş Farsça geçti. Ve İran İranlıları ile T ü r­
ta n ’a girdikten sonra görm üştür. S o g d ’un başşehri olan Sem erkant kistan İranlıları için ortak b ir genel Farsça edebiyat dili m eydana gel­
şehrinde yalnız iki boş B udist m anastırı vardı. Z erdüştler B udist keşiş­ di. O rta-A sya İranlIlarının eski dilleri ve onlardan biri olan Sogd edebî
lerinin o m anastırlarda toplanm alarına engel oluyor, hatta bunları yanar dili ortadan kalkıp yerlerine bugün Tacik dili denilen lisan geçti ki bu
odunlarla kovuyorlardı. Yalnız H sûan-tsang -çok kısa b ir m üddet için- dil Farsça’dan pek az farklıdır. Farsça’nın yalnız bir rakibi var idi ki o
buradaki manastırları canlandırabilm işti. H sûan-tsang’ın rivayetinden da Türkçe idi. F arsça’nın bu rakip dil ile m ücadelesi çoğunlukla b aşa­
anlaşıldığına göre B udizm ’in S ogd’dan sürülüp çıkarılması kendisinin rısızlıkla neticeleniyordu. Daha İslâm iyetin ilk asırlarında iki akım b aş­
oraya varm asından biraz önce gerçekleşm iştir. ladı ki bugüne kadar devam ediyor. 1- Edebî F arsça’nın yavaş yavaş
yerli İran konuşm a lehçelerini zorlayarak ortadan kaldırm ası, 2- Türk
T ürkistan’daki arkeolojik seyahatlar Sogd lisanında B udizm e ait
dilinin, edebî Fars dili d e dahil, Fars dilini zorlayarak ortadan kaldır­
eserler olduğunu ve bu eserlerin T ürk çe’ye tercüm e edildiğini ve bun­
ması. Dikkate değer ki bundan başka Türk dilinin asıl İran dahilinde de
ların genellikle Türklere tesiri olduğunu ortaya koymuştur. Bu eserleri
yayılışı genişliyor, m eselâ b ir köyde Türk ve Fars beraber yaşıyorlarsa
inceleyen Fransız İranisti G authiot bunların VII. asra ait olduğunu id­
sonunda T ürk dili herkesin dili olarak kalıyor.
dia ediyordu. H albuki bu iddianın doğruluğunu kabul ettiğim iz takdir­
de bu eserlerin S ogd’da yazılm am ış olması gerekir. Fakat bununla Ga- İslâm iyetin O rta-A sya’da hâkim iyet kurm ası ile M üslüm anlar eski
u th io t’nun iddia ettiği tarihin yanlış olduğu anlaşılm az, belki de Orta
ticaret yollarından faydalanm aya başladılar. Çin kaynaklarından öğre­
A sy a’daki birçok Sogd kolonilerinin bazılarında o devirde bile Budizm
niyoruz ki M üslüm an ticaret kervanları daha VIII. asırda K arluklar ül­
devam edebilm iştir.
kesinden geçerek Yenisey nehrinin başlarına, Kırgızlara kadar gidip ge-
Türkleri Budizm in etkilediği devirde Türk illerine yalnız Hint B u­ liyorlarm ış. İslâm kaynaklarında da bu K ırgızlara giden yol hakkında
dist m isyonerleri değil, H int tacirleri de geliyordu. Bu devre ait şim di­ bilgiler vardır. Bu bilgiler kısm en de olsa Orhun yazıtlarındakilerle de
ye kadar hafızalarda kalan kelim elerinden biri de “Sart” kelimesidir. uyuşmaktadır.. Sayan Sıradağları, Orhun Yazıtlarında olduğu gibi M üs­
T ürkler önceleri bu kelim eyi tacir anlam ında kullanmışlardır. H atta XI. lüm an kaynaklarında da “K ögm en” diye yazılıyor. Sonra İrtiş’e giren
asırda bile aynı anlam da kullanılmıştır. Şim di bu kelim enin Türklere iki yol hakkında bilgi veriliyor. Bu nehirde O rhun kitâbelerinde Doğu
H indistan’dan geçm iş olduğu ispat olunm uştur. Bu kelim e Türklere T ürk hakanlarının buralarda yaptıkları seferler sırasında bahsedilm ekte­
gelen tacirlerin çoğunlukla H indistanlı oldukları zam anda girmiş olsa dir. Fakat İrtiş havzasında yaşayan T ürk kavim leri hakkında Orhun
gerektir. Sonra zam anla ticaret H indlilerden İranlılara geçm iş ve ancak âbidfeleri ile Çin kaynaklarının hiçbirisinde bilgi verilmiyor. Bu kavim -
İslam devrinde ve XI. asırdan sonradır ki, bu “Sart” kelim esi Türk ve lerin isimleri ilk defa yalnız iîslâm kaynaklarında bahsediliyor. A raplar
M oğollar’da kavim adı olarak kullanılm ağa başlanm ış ve Orta Asya
özellikle herhalde Ç in ’e giden yol ile daha fazla ilgileniyorlardı. Bu
İranlıları içinden özellikle ticaretle uğraşarak Türklerin nazarında “tüc­
yol üzerinde yaşayan T ürk kavim leri hakkında İslâm kaynaklarında
car kavim ” kabul olunan bir kısm ına denmiştir.
pek çok bilgi vardır. M o ğ o listan ’daki kavim ler ve M o ğ o listan ’da C en­
İran’ın Orta A sya’ya yaptığı tesirin İslâm devrinde daha da artması giz H an ’ın çıkışına kadar gerçekleşen olaylar hakkında ise İslâm kay­
gerekirdi. N itekim bu devirde İran ’ın Orta A sya’ya tesiri yalnız m ede­ nakları hem en hiçbir bilgi vermiyorlar. H albuki daha 924 senesinde
nî b ir tesir olarak kalm am ıştı. M akedonyalI İskender ve Selefkoslar sü­ M oğolistan’da M üslüm an tüccarlar bulunduğunu biz Çin kaynakların­
ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 45
44 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

diğer İslâm lardan farklı olarak, aralarında şiîlik ve bunun gibi çeşitli
dan öğreniyoruz. M üslüm an âlim lerinin bilgilerinin hududu Kırgızlar-
sonradan çıkm a mezheplerin yayılm ış olduğu neticesini çıkarmışlardır.
da son buluyordu. Hattâ bunlar Kırgız ülkesinin B üyük O k y an u s’da
H albuki Yakut’un o ifadesinin X. asır sonlarına ait M akdisî ism indeki
son bulduğunu düşünüyorlardı.
yazardan aynen kelim esi kelim esine aktarılm ış olduğu daha sonra anla­
M üslüm an ticaret sahasının büyüklük ve genişliğine ve M üslüm an şılmıştır. M akdisî de bu bilgileri diğer bir kitaptan alm ış olsa gerektir.
coğrafya eserlerinin çokluğuna bakılırsa, M üslüm anların orta ve doğu Bu sebepten Türklerin İslâm a zararlı bir unsur oldukları hakkındaki bu
A sya hakkındaki bilgileri daha geniş olmalıydı. Fakat verilen ayrıntılı sözler A bbasî halifeleriyle diğer M üslüm an hüküm darların hizm etinde
bilgiler bizim beklediğim iz kadar açık değildir. Bu bilgilerden fayda­ kullanılan T ürk hassa askerlerinden başka M üslüm an T ürklerin m evcut
lanm ak da pek zordur. H attâ buna çoğu zam an dikkat bile edilmiyor. olm adığı bir devre aittir ki o devirde m üslüm an olm ayan T ürkler İslâm
O ndan dolayı yanlış neticeler çıkarılıyor. Z or olan noktalardan biri âlem i için tabii olarak Bizanslılar gibi bir dış düşm an idiler. N itekim X.
M üslüm an kaynaklarındaki çeşitli bilgilerin hangi devirlere ait olduğu­ asır yazarlarının eserlerinde de o şekilde görünüyorlar.
nu belirlem ektir. A rap ilim edebiyatının diğer dallarında olduğu gibi,
coğrafya eserlerinde de, bilgiler özellikle kitaplardan alınm ak suretiy­ M üslüm an kaynaklarındaki bilgilerin hem en herbirine hangi devre
le yazılmıştır. Şurası m uhakkaktır ki elim izde bulunanlar kendilerinin ait olduğu hakkında b ir soru işareti koym ak m ecburiyetindeyiz. İşi
bizzat seyahat edip gözleriyle gördüklerini anlattıkları m em leket hatı­ güçleştiren diğer bir şey de, çeşitli T ürk kabileleri arasında olan iç sa­
ralarından çok, başkaları tarafından yazılm ış kitaplar kaynak alınarak vaşlar, göçebe T ürk sülâlelerinden biri yerine diğerinin geçm esi gibi
yazılm ış olan eserlerdir. Bunlarda çoğunlukla aynı yazarın eserindeki m eseleler A rapları pek az ilgilendirdiği için o devirlerde T ürk bozkır­
hikâye, olay çeşitli zam anlarda yaşayan yazarların eserlerinde devam ­ larında m eydana gelen olaylar hakkında M üslüm an kaynaklarında h e­
lı olarak tekrarlanıyor. Fakat bu bilgilerin yazarın kendi devrine ait o l­ m en hiçbir bilgi yoktur. Çin ve kısm en Yunan kaynakları olm asaydı
m ayıp kendinden bir veya birkaç asır önceki devre ait olduğu açıklan­ biz, T ürkler arasında m eydana gelen olaylar hakkında hiçbir fikir edi­
mıyor. Bazan öyle oluyor ki bir yazar bir m em leket hakkında kendisi nem ezdik. İşte o sebepten dolayıdır ki O rta A sya steplerinin de batı kıs­
veya çağdaşları tarafından bizzat toplanan bilgileri kendisinden birkaç m ında m eydana gelen olaylara nisbeten D oğu A sya, M oğolistan ve
asır önce yazılan kitaplardan aynen alınm ış bilgilerle karıştırarak bah ­ D oğu T ü rk istan ’da m eydana gelen olayları daha net bilebiliyoruz.
sedilen m em leket hakkında etraflı açıklam alar ve ayrıntılar veriyor. A n­
745 senesinde M oğolistan’da T ürk-O ğuz devleti yerine U ygur dev ­
cak bu bilgilerin farklı asırlara ait olduğunu hiçbir şekilde kaydetm i­
letinin kurulduğunu yalnız Çin kaynaklarından biliyoruz. U ygur haka­
yor. Bu yüzden eseri okuyan okuyucuda yanlış izlenim ler doğuruyor.
nının baş karargâhı aynı şekilde O rhun üzerinde ve yaklaşık olarak
Ç ünkü okuyucu kitaptaki bu bilgileri aynı yazarın zam anına ait zanne­
-M o ğ o lla r devrinde daha sonra kurulan- K arakurum şehri yakınların­
diyor. B irçok değerli âlim ler belli b ir asırda yazılm ış olan b ir eserde y a­
d a imiş. Bu U ygur karargâhının civarında yeni b ir şehir m eydana gel­
zarın ortaya attığı bir görüşü açıklam ak ve ellerindeki bilgi ile uyum lu
m iştir. Şim di harabelerinin karşılaştırm alarından anlaşıldığına göre bu
hale getirm ek için boş yere birtakım tehlikeli görüşler ortaya atm aya
şehir daha sonra M oğollar tarafından kurulan şehirden daha geniştir.
çalışıyorlar. Halbuki o yazar bu görüşü kendisinden birkaç asır önce
U ygur devleti yüz sene kadar devam etm iş ve 840 yılında batıdan K ır­
yazılm ış olan eserlerden kelim esi kelim esine aynen almıştır. N itekim
gızların istilâsına uğrayarak yıkılmıştır. Çin kaynakları ise M oğolis­
yakınlarda XIII. asır coğrafyacılarından Yakut H am ev î’nin eserinde b u ­
ta n ’daki göçebe kavim lerin kendi aralarındaki m ücadeleler sonucunda
lunan bazı sözler dolayısiyle böyle bir yanlış anlam a olm uştu; Ya­
dağılarak m em leketlerini terketm ek zorunda kaldıklarını, bunun üzeri­
k u t’un eserinde Türkler BizanslIlarla beraber İslâm düşm anı ve İslâm
ne Çin T ü rk istan ı’na (D oğu T ü rk istan ’a) gelerek yerleştiklerini, orada
âlem ine çok zarar verm iş bir kavim olarak bahsediliyor. T ürkler XIII.
yavaş yavaş m edeniyet ve şehir hayatına alıştıklarım haber veriyor. Bu
asırda İslâm kavim leri arasında önem li bir yer tuttuklarından Türkler
ülkenin doğu kısm ında ilk yerleşen T ürk kavm i “B asm ıl” T ürkleri idi.
hakkındaki bu ifade pek garip görülm üş ve bu yüzden bazı âlim ler b u ­
O ralarda bir kavm in yerine diğeri gelm ek suretiyle sık sık m eydana ge­
nu doğrulam ak fikri ile bundan T ürklerin, M üslüm an olm akla beraber
46 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 47

len değişikliklere rağm en bu “ Basm ıllann” geleneklerinin devam etti­ yazılmıştır. Bu âbideler Uygurların T ürk-O ğuzlar gibi Şam an k aldıkla­
ği görülüyor. O rhun Yazıtlarında “Basm ıl” hüküm darının lâkabı olarak rı hakkında Çin kaynaklarının verdikleri bilgileri tam am en doğruladığı
“Iduk-kut (İdi-kut)” kelim esi kullanılıyor. Bunun harfi harfine anlamı gibi, bunların din kabul ederken B udistlikten başka b ir dinin propagan­
“m ukaddes saadet” yahut “azam et”dir. Türkçede “K ut” kelim esi padi­ dalarına kapılarak batı dinlerinden biri olarak M ani dinini kabul ettik­
şah için şim diki A vrupa deyim indeki “M ajeste, H aşm etm eâb” karşılı­ lerini de gösteriyor. K endilerinden önce B udistler ve çağdaşları olan
ğında kullanılıyordu. Aynı lâkabı XIII. asırda aynı ülkedeki U ygur hü­ H ıristiyanlar gibi M ani m ezhebi m ensupları da Sogdlular arasında pek
küm darı “İdikut” şeklinde kullanıyorlardı. başarılı işler gördüler. Bu kavm in ticaret işlerindeki başarılarından
kendi dinî propagandaları konusunda faydalandılar. O rhun taraflarında
Çinliler, M oğolistan’daki Türk-O ğuzlardan D oğu T ürkistan’a göç
bulunan şu bahsettiğim iz uzun Çince âbidede, U ygurların d a M ani d i­
eden kısmını “Ş a-t’o ” yani stepliler (bozkırlılar) diye adlandırıyorlardı.
nini kabul ettikleri açıklanm aktadır. Yine orada Sogdca yazılm ış küçük
Bu Türkler daha IX. asrın başlarında “B eşbalık” şehrine sahiptiler.
bir yazı da bugüne kadar kalmıştır. Bundan U ygurlara M ani m ezhebi­
Sonra bunlar kendilerinin batısında oturan urugdaşları olan kabileler
ni (dinini) öğretenlerin Sogd m isyonerleri olduğu anlaşılıyor. Çin kay ­
tarafından sıkıştırılınca karşı koyam ayarak daha doğuya, Çin içlerine
naklarından biliyoruz ki Sogd m isyonerleri göçebelere, U y g u rlar’a
göç etm eye m ecbur kalmışlardır. Bunlar IX. asrın ikinci yarısında ora­
doğrudan doğruya Sogd ülkesinden gelm em iştir. Belki 762 senesinde
da ortaya çıkan ayaklanm ayı bastırm aya katılarak Çin im paratorunun
U ygur hanı Çin üzerine yaptığı seferinde Sogdlulara tesad ü f etm iştir.
tahtını âsilerden kurtardılar. X. asnn birinci yarısında Ç in’in kuzey batı
Bundan batı kavim leri için göçebe kavim lere nispeten Çin ile ticaretin
vilâyetlerinde kurulup hüküm ran olan ufak sülâlelerden bazılan bu
ne derece m ühim olduğu görülüyor. S o g d lu lar’ın göçebe T ürk kavim -
“Ş a-t’o” Türklerinden çıkmıştı. IX. asrın ikinci yarısında ki 860 senele­
lerine gerçek tesirleri bunların Ç in ’de ve Ç in ’e giden yol üzerinde ti­
ri, M oğolistan’da Kırgızların baskılarına karşı koyam ayarak vatanlannı
caret kolonileri kurm alarından sonra başlam ıştır. Ö zellikle T ürklerin
bırakm ak m ecburiyetinde kalan U ygurlar Beşbalık taraflanna gelip
gerek Ç in ’e gerekse bugünkü Çin T ürkistam ’na (D oğu T ü rk istan ’a)
yerleştiler. B urada M oğol devrine yâni XIV. asra kadar devam edebi­
olan akınlarının çoğalm ası bu m ünasebetin kuvvetlenm esine sebep o l­
len bir U ygur beyliği kuruldu. U ygurların diğer bir kısm ı da Çin dahi­
m uştur. T ürklere dinî propaganda ile tesir yapm ak hususunda Sogdlu-
linde şim diki “K an-çou” şehrinin bulunduğu yerde diğer b ir beylik
ların tesiri D oğu T ürkistan’ın doğusunda yaşayan H int-A vrupa kavim -
kurdular. Bu hadiseden biraz önce burası için Ç inlilerle Tibetliler ara­
lerinin etkisine göre daha kuvvetli ve çeşitli olm uştur. “ K oça” ve “H o-
sında m ücadeleler olm uştu ve buralarda hâkim iyet daha çok Tibetliler
tan”da bulunan iki türlü Hint-A vrupa dil hâtıralarında yalnız B udist
elinde bulunuyordu. XI. asırda Tibet kavim lerinden olan “Tangut”lar
edebiyatı eserleri bugüne kadar gelm iş, genel anlam ı ile Sogd dili d e­
burasını ele geçirm eyi başararak b ir devlet kurdular ki daha sonra o da
diğim iz dille -ki bu dilin yayılm a alanının coğrafî sınırlan henüz tespit
M oğollar tarafından fetholundu. Bu ülke o devirden başlayarak “Tan-
edilem em iş ise de “ K aşgar” şehri ile ona yakın şehirler ahalisinin es­
gut” diye adlandırıldı. O rada yaşayan U ygurlar bu olaydan sonra hiçbir
ki dilinin S ogdca olm ası m uhtem el görülüyor- yazılan eserlerde B u­
siyasî olaya m üdahale etm eyerek zam anım ıza kadar yaşamışlardır. Ve
dizm ile beraber M ani ve H ıristiyan dinine ait şeyler de bugüne kadar
şim di de kısm en dillerini korum aktadırlar. Bu lehçe de en eski T ürk
intikal etm iş, korunm uştur. T ürk dilinde ise bu üç dinin h erbirine ait
lehçelerinden biridir. Orhun âbidelerinde ve U ygur yazılarında görülen
eserler tercüm e ve orjinal olarak mevcuttur.
sayım şekli, yâni birler hanesini kendisinden sonraki onlar hanesinin
önüne getirm ek şekli, yalnız bu “ K an-çou” U ygurlarında korunmuştur. M ani ve H ıristiyan dininin başlıca başarıları VII. asn n sonları ile
M eselâ bunlar “onbir” diyecek yerde “bir yirm i” , “yirm ibir” diyecek VII. asrın başlarına, yani Batı A sy a’da İslâm iyetin siyasî hâkim iyetinin
yerde “bir otuz” vd... dem ektedirler. gerçekleştiği zam ana rastlıyor. İslâm iyet öncelikle hususi m isyonerlik
dini ıyâni fert fert tebligat yaparak gelişen) değildi. İslâm iyetin b aşlan ­
Bu U ygur Türkleri de tıpkı T ürk-O ğuzlar gibi birkaç tarihî âbide
gıçta yayılm ası çoğu vakit M üslüm an devletin diğer yabancı devletler­
bırakmışlardır. Bunların içinde en uzun ve en dikkat çekici olanı Çince
le harp ve sulh halindeki ilişkileriyle m eydana geliyordu. B öyle o lu n ­
48 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 49

ca, İslâm fetihleri neticesinde gelişen uygun şartlar ve im kânlardan İs- M übarekşah M ervrûzî bu hususu pek güzel açıklamıştır. O rhun Yazısı
lam iyetten önceki diğer dinlerin faydalanm ış olm ası pek tabiidir. yerine U ygur alfabesi T ü rk ler için bir ilerlem e değil, aksine gerilem e
adımı idi. Çünkü U ygur yazısının T ürk dilinin seslerini ifade imkanı O r­
U ygurların M ani dinini kabul etm elerinin T ürk tarihinde büyük bir hun yazısı kadar değildi.
önem i vardır. Budist ve H ıristiyan m isyonerliğinin başarısı ne kadar
büyük olursa olsun bir T ürk kavm inin VIII. asırda veya ondan önce U ygurlar M oğolistan’dan çıkarıldıktan sonra D oğu Türkistan ve
B udist veya H ıristiyan dinini -b ü tü n bir kavm in dini olarak- kabul et­ K an-çou’da kurdukları beyliklerine yine M ani dinini getirdiler. Bu din
tiği hakkında hiçbir bilgiye rastlam ıyoruz. Türk kavm i -kavim sıfatıy­ D oğu T ürkistan’da U ygurlardan daha önce G öktürk-O ğuzların veya
la- ilk defa Şam anlıktan başka bir dine geçerken ahlâkî prensiplere da­ onların haleflerinin hükm ettikleri devirde de yayılm ış olabilir. Arap
yalı bir dini seçmiştir. Şam anların inancına göre adam öldürm ek insa­ çoğrafyacılarının söyledikleri de bunu gösteriyor olabilir.
na K ıyam ette faydalı bile olduğu halde, M ani m ezhebinde yalnız adam
Arap coğrafya edebiyatının klâsik devri M .S. X. Asırdı. Bu devre
öldürm ek değil, hayvan eti yem ek bile yasaklanm ıştır (haram dır). Eski
ait birçok A rap coğrafya eserleri bugün elim izdedir. B unlar İslâm âle­
inançları ile yeni din arasındaki çelişkiyi Türklerin kendileri dahi anlı­
minin coğrafyaya ait ayrıntılı tasvirlerini içerm ektedir. Bu arada İslam
yorlardı. A bidelerde deniliyor ki: “E vvelce et yiyen kavim bundan son­
âlem inden Ç in ’e giden yol üzerindeki Türklerin oturduğu yerler hak­
ra pirinç yiyecek, evvelce adam öldürm ek yaygın olan m em lekette
kında da biraz bilgi vardır. Bu tasvirlere göre H azar D en izi’nden Çin
bundan sonra iyilik ve iyiliği tavsiye etm ek hüküm ran olacaktır.”
hududuna kadar uzanan arazide üç T ürk kavm i yerleşm iştir: Bunlar: 1-
• Uygur hakanının Çin dilindeki âbidesi ile bulunan Sogdça küçük G uzlar yani O ğuzlardır ki H azar D enizi’nden S ir-derya’nın orta yatağı­
b ir yazı yanında Orhun harfleri ile yazılm ış Türkçe satırlar da vardır. na kadar uzanan arazide, 2- K artuklar ki F ergana’dan doğuya doğru
IX. Asrın birinci yarısına ait olan bu Sogdça yazı T ürkler arasında Or- yirm i günlük m esafe uzunluğundaki arazide, 3- T uguzguz veya Tokuz
hunca olm ayan yeni bir alfabenin yani U ygurca yazının yayılm aya baş­ O ğuzlar ki K arlu k lar’ın hududu bitim inden Ç in ’e kadar uzanan arazi­
ladığına ait ilk tarihî belge olarak kabul edilm esi gerekir. M ani dini de yerleşm işlerdir.
m ensupları B abil’den (Irak’tan) kendileriyle beraber alfebelerini getir­
Türk ülkesine ait olan bu açıklam a Çin kaynaklarına göre U ygurla­
m işlerdi. Aynı zam anda Sogdlulann m illî alfabeleri ile de yazıyorlardı.
rın, Doğu T ürkistan’ın doğu kısm ına hâkim oldukları devre aittir. Bu sı­
U ygur hakanının yazılarını içeren taştaki Sogdça küçük yazı da işte bu
nır ve yollardan ilk bahsedip kaydeden İbn H urdâdbih’in kitabını 860
m illî yazıyla yazılmıştır. İranlı Sogdlar İslâm iyeti kabul etm ekle bu
senesinden yani U ygurların D oğu T ürkistan’a gelip yerleşm elerinden
m illî yazıları kullanm aktan vazgeçerek A rap harfleri ile yazm ağa baş­
önce mi yoksa sonra mı yazdığı şüphelidir. İşte bundan çıkarım yapa­
ladılar. İslâm î m etinleri yazm ak için bu Sogd yazısının İranlı Sogdlar
rak Çin kaynaklarındaki U ygurlarla A rap kaynaklarındaki Tuguzguzla-
tarafından kullanılıp kullanılm adığı bilinmem ektedir. D iğer taraftan
rın aynı kavim den olduğu yargısına varılıyordu. H attâ b ir zam an Tuguz­
Sogdlulardan Türklere geçen alfabe aynı şekilde U ygurlar arasında k o ­
guz kelim esinin “Toguz G ur” yani “Tokuz U ygur” okunm ası da teklif
rundu ve ilim âlem inde “U ygur yazısı” adını aldı. Türklerin İslâm iyeti
olunm uş ise de, sonra bu fikirden vazgeçm ek lüzum u hissolunm uştur.
kabul ettikten sonra da bu alfabeyi kullandıkları ve bunu kolayca bırak­
Esasen U ygurlarla Tuguzguzların tek bir kavim olduğu iddiası A rapça
madıkları bilinmektedir. Aynı zam anda U ygurlar bu alfabeyi M oğolis­
tarih kaynaklan ile de red ve tenkit olunabilir. İb n ü ’l-E sîr’de Batı-
ta n ’da yaygınlaştırdılar. D aha sonra bu alfabe M oğollarla beraber tek ­
O ğuzlann T uguzguzlardan türediğine, T aberî’de Tuguzguzların 820
rar batıya geldi. B ir m üddet sonra aynı alfabe M oğollardan M ançulara
senesinden biraz sonra şim diki C izak ile H ocend şehirleri arasındaki
geçti. İşte esasen Sam i kavim lere ait olan bu alfabe şu şekilde yani
araziden ibaret olan U sru şan a vilayetine hücum ettiklerine dair verilen
U ygur ve M oğollar vasıtasıyla S ogd’dan Büyük O kyanus’a kadar ya­
bilgilere bakılırsa, Tuguzguz kelim esinin yalnız D oğu T ü rk istan ’ın do­
yılmıştır. Bu alfabenin S ogdça’dan geldiği şüphesizdir. Bunu M üslü-
ğu kısım larında oturan T ürklere değil, M üslüm an ülkesine bitişik kom -
m anlar da biliyorlardı. XII. A sır başlarında M üslüm an yazar Fahreddin
50 PROF. DR. V. V. BAKTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 51

' şu olan T ürklere de verildiği görülür. N itekim T uguzguzlardan İslam eden Arap yazarı Câhız “Tuguzguzlar M ani dinini kabul edinceye k a­
^ te m in e esir gelm esi hakkındaki haberler de bunu desteklem ektedir. dar cesur ve asker bir m illetti. K arluklarla m ücadele ederken genellik­
. M ısır’daki Tulun Oğulları sülalesinin ilk atası olan A hm ed bin T ü­ le sayıları az olsa da yine galip geliyorlardı. M ani dinini kabul ettikten
lü n ’un babası Tulun da bu haberlere göre Tuguz-guz T ürklerinin ara­ sonra m ağlûp olm aya başladılar.” diyor. M arquart, C âh ız’ın bu sözleri­
sından çıkmış idi. ni göçebe U ygurlara ait görerek A raplara, M o ğ o listan ’daki U ygur dev ­
letinin K ırgızlar tarafından tahrip edildiğine d air haberlerin erişm iş o l­
Ç in ’e giden yolun güzergâhını yazan A rap yazarlarının en eskisi duğunu iddia ediyor. H albuki onun naklettiği C âh ız’m rivâyetinde sa­
olan İbn H urdâdbih’in kendisi o taraflara seyahat etm em iş, belki ken ­ vaşın K ırgızlarla değil, K arluklarla olduğu açıkça ifâde edilm iştir. B un­
disine gelm iş olan rivayetlerden faydalanarak eserini yazm ıştır. Yakut dan anlaşılıyor ki C âh ız’ın rivayet ettiği olaylar M o ğ o listan ’da değil,
H am evî de aynı hikâyeyi bu yolda seyahat etm iş olan Tem im bin Bah- D oğu T ürkistan’da gerçekleşen olaylardandır. U ygurların D oğu T ür­
ru ’l-M utavvaî’den naklen rivayet ediyor. Fakat ne yazık ki T em im ’in k istan ’a göçlerinden önce oralarda Tuguzguzlar yaşıyordu. U ygurların
seyahat tarihini kaydetm iyor. A ncak bu hususta verilen tafsilât bu se­ D oğu T ürkistan’a göçleri C âh ız’ın vefatından üç sene önce olduğu h al­
yahatin Yedisu vilayetinde ve Doğu T ürkistan’ın batı kısm ında Karluk de, Câhız diğer A rapların söylediği üzere, T uguzguzların burada çok
hâkim iyetinin kurulduğu 760 senesinden sonra ve O rhun yazıtlarında uzun süre yaşadıklarını ve batı kom şuları olan K arluklarla pek çok sa­
geçen “T ürk”lerden, yani T uguzguzlardan türeyen Ş a-t’o Türklerinin vaşlar yaptıklarını haber veriyor.
Beşbalık vilâyetinden daha doğuya, Çin içerisine göç ettikleri tarih
olan IX. asrın başından önce olm uş olduğunu gösteriyor. Flerhalde gö­ Sonraları Doğu T ürkistan’da U ygurlar yaşadığı halde A raplar eski
rülüyor ki, A raplar bu B eşbalık taraflarını, bahsi geçen Tokuz O ğuzla­ yazılı kaynakların etkisiyle orasını hâlâ T uguzguzların ili diye adlandır­
rın yerleşm iş olduğu sıralarda görüp öğrenm işlerdi. D aha sonra o kav- m akta devam etm işlerdir. Bu kavim hakkında A rap kaynaklarında olan
m in doğuya göçm esinden ve yerine diğer T ürk kavim lerinin gelip yer­ çok az bilginin en m ühim leri X. asır âlim lerinden M e s’udî ve N e­
leştiğinden haberdar olam am ışlardı. O rasını eskiden olduğu gibi Tu- d im ’in haberleridir. Bunlar U ygur hanının dindaşlarını him aye için g e­
guzguz diye adlandırm akta devam ediyorlardı. Tuguz-guz=T okuz-guz rek Çin İm paratoru ve gerek Sâm ânoğulları sülâlesinden olan M üslü­
ism inin evvelce U ygurlara değil, Ş a-t’o T ürklerine verildiğinin en açık m an em irleri nezdinde teşebbüslerde bulunduğunu rivâyet ediyorlar.
delili IX. asırda Ç in ’de ortaya çıkan bir isyanı Çin İm paratorunun, N edîm “Tuguzguz hanı, S em erkant’ta yaşayan M ani topluluğuna kar­
A rap kaynaklarından biri olan M es’u d î’nin rivâyetine göre Tuguzguz- şı Sâm ânoğlu em îrinin zulm ettiğini ve onları takip ettiğini haber alınca
ların yardım iyle, Çin kaynaklarının rivâyetine göre de, Ş a-t’o T ürkleri­ Sâm ânoğlu em îrine Sâm ânoğulları devleti dahilindeki M ani dini m en­
nin yardım ı ile bastırm ış olm ası hadisesidir. H em Çin kaynaklarında suplarına nisbeten Tuguzguz topraklarındaki M üslüm anların sayısının
hem de Arap kaynaklarında bahsedilm esi itibariyle nadir kabul edilen çok olduğu ve eğer Sâm ânoğulları m em leketlerindeki M ani dini m en­
bu hadiseyi Çinliler Ş a-t’o T ü rk leri’ne izafe ederek haber verdikleri suplarını takipte devam ederlerse, kendinin de ülkesindeki M üslüm an­
halde, A raplar Tuguzguzlara nispet ederek veriyorlar. ları takip etm ek zorunda kalacağı yolunda b ir h aber gönderdi. Bu teh-
did neticesinde Sâm ânoğulları em îri M ani dinine m ensup olanları ta­
Tem im bin B a h r’ın seyahati esnasında Tuguzguzların topraklarında kip etm ekten vazgeçti.” diyor.
Z erdüşt ve M ani dininin m ensupları vardı. B aşlangıçta Z erdüştlük b ü ­
tün ülkede, M ani dini ise yalnız başşehirde çoğunlukta idi. D aha son­ Bu rivayetler gösteriyor ki C âhız’ın, M ani dininin T ürklerin eski
ra Z erdüştlük yavaş yavaş zayıflayarak M ani dini kuvvetlenm iş o lm a­ askerlik ruhlarını yokettiği hakkındaki ifadeleri biraz abartılıdır. Aynı
lı ki A raplar bütün Tuguzguzlar halkını M ani dini m ensuplan olarak şekilde B uda dininin de M oğolların askerlik ruhunu yokettiğine dair
gösteriyorlar. Buda dini gibi M ani dininin de insanın tabiatının yum u­ epeyce abartılı sözler söylenmiştir. Halbuki M oğolların istiklâlleri uğ­
şam asına sebep olduğunu, hatta Tuguzguzlarda askerlik ruhunun azal­ runda Çinlilerle başarılı savaşları kendilerinin eski askerlik vasıflarının
m asında M aniliğin etken olduğunu söylüyorlar. N itekim 8 6 9 ’da vefat kaybolm adığını ispat etmişti. T ibetliler de aynı şekilde B uda dinini ka­
52 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 53

bul ettikten sonra VII. asırda cihangir bir kavim olarak ortaya çıkm ış­ kullanılıyordu. M anilerin T ürkçe yazdıkları eserler de aynı şekilde açık
lardı. XX. asır başlarında İngilizler T ibet’e girerken Tibetliler tarafın­ ve sade yazılmıştır. M ani dinine ait kalan T ürkçe eserlerin en m ühim i
dan şiddetli bir direniş gördüler. H albuki Tibetliler bu zam ana kadar H astuanift adındaki tövbe duasıdır. Bu eser, R adloff’a göre T ürk dilin­
birçok asırlar Buda dini hâkim iyeti altında kalm ışlar idi. B u konuda or­ de şim diye k adar elim ize geçen eski eserlerin hepsinden dili en sade
ta zam anlardaki Avrupa H ıristiyanlarının durum u, savaşçı bir kavm in olanıdır.
daim a sevgi ve barış telkin eden bir dini, harp dini şekline koyabilece­
ğini gösterm eğe yeter. Aynı şekilde göçebe Uygurların M ani dinini k a­ İşte bu eserden M ani dininin, olm ası gerektiği üzere h er dinden da­
bul etm elerinin Ç in ’i tehdit için yeni bir bahane teşkil ettiği görülm üş­ ha çok B uda dinine yakın olduğu görülmüştür. B urada M ani dini k u t­
tür. H atta Çin içlerinde yayılm ış ve yerleşm iş Buda dininden başka sallarının hor görülm esine ne gözle bakılm ış ise, B uda dini kutsallarını
dinler hakkında izlenecek siyaset konusunda Çin hüküm eti U ygur h a­ hor görm eye de aynı gözle bakılmıştır. İki dinin birbirine yakınlığı,
kanının M aniler hakkındaki koruyucu siyasetini gözönüne alm ak zo ­ özellikle her ikisinde kullanılan ve her ikisinin birbirine etkisini göste­
runda kaldı. Yalnız U ygur D evleti K ırgızlar tarafından yıkıldıktan sonra ren terim lerle sabit olm aktadır. H atta bu eserlere bakılarak B uda ve
Ç inliler kendi m em leketlerindeki diğer yabancı dinleri ve bunlardan M ani dinlerinden hangisinin T ürkler arasında daha önce yayıldığı hak­
biri olan M anileri sıkıştırm ağa başlam ışlardır. Gerçi U ygurlar D oğu kında bir yargıya varm ak bile zordur. T ürkçe’de “B uda” ve “B uda hey ­
T ürkistan’a yerleştikten sonra Çin hüküm etini yine tehdide çalışm ışlar kelleri” anlam ında kullanılan “burhan/borkan” kelim esini M aniheistler
ise de, bu tehditleri M oğolistan’daki hüküm etlerinin kuvvetli zam anla­ kendi azizleri anlam ında kullanmışlardır. D iğer taraftan B udistler de
rındaki tehditleri kadar etkili olam am ıştır. Bununla beraber M es’u dî ve kendi kutsal kitaplarını M ani terim i ile “N om ” diye adlandırm ışlardır.
N edim ’in naklettikleri şu bilgilerden anlaşılıyor ki U ygurlar D oğu T ü r­ Bu kelim e M o ğ o lca’dan bugüne kadar gelmiştir. B iraz sonra İslam ve
k istan ’a geldikten sonra da yabancı m em leketlerde kalan dindaşlarını - H ıristiyanlar gibi M aniler ve Budistler de T ürkler arasında kendi din­
gerektiği zam an- silâh kuvvetiyle savunuyor ve koruyorlardı. Yani d a­ lerinin yayılm asını kolaylaştırm ak için kendi dinlerine ait terim leri
ha askerlik vasıflarını kaybetm em işlerdi. T ürk dilinden alm aya çalışm ışlardır. Fakat bunu h er zam an uygulam ak
m üm kün olam ıyordu. Gerçi “ A llah” ve “İblis” anlam ını ifade eden k e­
O rta A sya’da yapılan eski eser araştırm aları (arkeolojik seyahatlar) lim eleri Şam an dininde de bulm ak m üm kündü. Fakat “m elek” anlam ı­
sonucunda M ani dinine ait Farsça, Sogdca, Türkçe ve Ç ince yazılm ış nı ifade edecek kelim e Şam an dininde yoktu. B u anlam ı ifade için
eserler Avrupalı bilginlere, M ani dinini ilk defa olarak M aniler tarafın­ T ürkler arasındaki M ani, H ıristiyan ve M üslüm an m isyonerleri “feriş-
dan yazılan eserlerden öğrenm ek imkânını vermiştir. O güne kad ar M a­ te” kelim esiyle yetinm ek ve onu kullanm ak zorunda kalm ışlardır.
ni dinini H ıristiyan ve İslâm eserlerinden öğrenebiliyorlardı. B u H ıris­ Türklerde “m elek” hakkında bir düşünce olm adığını K aşgarlı M ahm ud
tiyan ve İslâm eserleri de çoğunlukla cedelci (tartışm acı) b ir tarzda y a­ da yazmıştır. A raplar M ani dinini Buda dininden pek de ayıram am ış-
zılan eserler idi. M ani dini de aynı Buda dini gibi ahali ve avam arasın­ lardır. Bazı yazarların, m esela B îrû n î’nin T ürkler arasında M ani dininin
da çok yayılm ak fikri ile vücuda gelm iş idi. Bu dinde de zahitlik (dün­ çok yayılm ış bulunduğunu söyleyişini de böyle anlam ak icabeder. D i­
yayı terketm e) öğretisi, Z erdüşt dininin, özellikle bu dinin Sâm ânoğul- ğer taraftan M es’udî, M ani dininin yalnız Tuguzpuzlar arasında yayıl­
ları devrinde İran’da hakim olan son şeklindeki kutsal sın ıf aleyhine dığını, diğer T ürkler arasında yayılmadığını ve var olm adığını da kesin
yönlendirm elerde bulunuyordu. B unun içindir ki M ani dinine ait eser­ olarak ifade ediyor. B urada Tuguzguzlardan kastedilen h e r halde Uy-
ler avam ın anlayacağı bir şekilde yazılmıştır. O zam ana ait bütün F ars­ gurlardır. Sonradan, galiba X. asırdan biraz sonra U ygurlar arasında
ça yazm alar içinde yalnız M aniliğe ait olanlarda dil gayet sade olup M ani dini yerine B uda dini ve H ıristiyanlık geçip güçlenm eğe başladı.
bunlarda ideogram lar hiç kullanılm am ıştır. H albuki genel olarak Peh- Fakat bunun nasıl ve ne zam an m eydana geldiğini kaynaklarım ız b il­
levi yazm aları denilen m etinler bu Sam i asıllı ideogram larla doludur. dirmiyor. H atta XI. A sırda kitabını yazan Kaşgarlı M ah m u d ’da bile o
Farsça H ıristiyan eserlerinde de bunlar kullanılm ıştır. B unlarda çoğu zam anda M ani dininin devam ettiğine dair hiçbir işaret yoktur. H albu­
kelim eler Farsça okunurken, yazıda -F a rsç a yerine- Sâmi kelim eler ki K aşgarlı M ahm ud U ygur ülkesini diğer yazarlara nisbeten daha iyi
54 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

biliyordu. En çok dikkati çeken şeylerden birisi de, K aşgarlı M ahm ud


D ördüncü D ers
eserini A rapça yazan yazarlar içinde O rta Asya hakkındaki bilgilerini
kitaplardan alm ayarak bizzat kendi gördüklerine dayanarak kitap ya­
zan tek yazar olduğu halde, eserinde “Tuguzguz” kelim esi hiç olm ayıp,
yalnız “Uygur” kelimesinin kullanılm ış olmasıdır. B ununla Tuguz-guz
kelim esinin Arap âlim leri içinde yalnız eski kitaplardan an ’anevî bir
şekilde nakledilegelm iş bir kelim eden ibaret olduğu ve o zam an Doğu
T ürkistan’ı yurt tutan T ürkler arasında böyle bir kelim enin artık olm a­
dığı pek güzel ispat edilm iş olur.
Türkler arasında İslâm iyetin yayılm ası ancak O rta A sy a’da İranlı
U ygurlar K aşgarlı M ahm ud zam anında, Mani dininde değillerse b i­ Sâm ânoğulları hâkim iyeti devrinden itibaren başlam ıştır. B u sülâle IX-
le B udist ve H ıristiyan olarak kalmışlardır. Fakat bunların batı kom şu­ X*. A sır (820-1000 seneleri) arasında, şimdi Rus idaresinde olan T ü r­
ları o zaman İslam tesiri altında kalm ış bulunuyorlardı. kistan ’ın m edenî vilâyetlerini idare etmiştir. A m uderya (C eyhun) neh ­
rinin öteki tarafında bulunan bu vilâyetler A rapça “ M âverâünnehr” y a­
T ürk kavm inin tarihindeki bu önem li olay hakkında bu gün nasıl bir ni “nehrin öte tarafı” adını taşıyordu. M ânerâünnehir ahalisi İslâm fe­
fikir söylem ek m üm kündür? Bu soruya önüm üzdeki derste cevap ver­ tihleri tarihinde bazen “T ürk” diye adlandırılıyor. B una göre bazı vilâ­
m eğe çalışacağım. yetlerin Türk soyundan olan sülâlelerin idaresinde bulunm uş olm ası
m uhtem eldir. Em evilerin “K usayr A m ra” sarayındaki resim ler arasin-
da Sasanî İran Şahı, B izans K ayseri, İspanya’daki Vizigot Kralı ve H a­
beş N ecaşisi ile beraber B uhara’nın T ürk hâkim esinin resm inin de o l­
duğunu zannedenler vardır. Fakat o zam anlar yerli halk arasında Türk
dili daha yayılm am ıştı. B üyük bir ihtimal ile A raplar, İranlı unsura
m ensup olan bu yerli halkın dilini bazen yanlış olarak T ürk dili diye
adlandırmış olmalılar. C âhız’ın “ Horasan dili ile T ürk dili arasındaki
fark yalnız M ekke ve M edine lehçeleri arasındaki fark gibi bir lehçe
farkından ibarettir” tarzındaki sözünü ancak bu şekilde açıklam ak
mümkündür.

Bir m üddet sonra O rta A sy a’da İslâm iyet ve hilâfetin kuzey hudu­
du büyük bir ihtim alle, İran ve T ürk kavim leri arasındaki etnografik ve
aynı zam anda ziraatçılık ile hayvan yetiştirm e alanları arasındaki m e­
denî hududa uyuyordu. Bu hududun kuzeyinde de şehirler var idi ise
de bunlar m edenî ülkeler halkının oralara gidip oturan kısım ları tarafın­
dan kurulm uş şehirler idi. A rap coğrafyacıları daha X. A sırda bile
Türkleri İslâm iyet’e tam am en yabancı ve M üslüm anlara düşm an bir
m illet olarak niteliyorlardı, halbuki daha o zam anlar durum değişm eğe
başlam ıştı.
A bbasî halifelerinin vezirleri olan B erm ekîler gibi Sâm ânoğulları-
nın da çıkış yerleri B elh havalisi idi ve buralarda İslâm öncesi devirler­
56 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 57

de Budizm hâkim di. İslâm iyet’le beraber yaşayabilm ekte özellikle B u­ ü n n eh ir’den göçm enlerin gelip barış yolu ile bozkırlara koloniler kur­
da dini zorluklar çekiyordu, bunun sebebi de B udist m abetlerinde put­ m aları da gerçekleşiyordu. İslâm ’dan önceki devirlerde T ürk bozkırla­
ların (statü-heykel) çok olm ası dolayısiyle bu dine M üslüm anların, rına M âverâünnehir’den gelip buralara koloniler kuranlar Sogdlulardı.
özellikle putperestliğe dayalı bir din gözü ile bakm alarıydı. H indis­ İşte M âverâünnehir’de İslâm iyet, halkın çoğunluğunun dini olduğu d e­
ta n ’da B rahm a dini İslâm devrinde de kendini koruyabildiği halde d a­ virde M üsliim anlar S o gd lu lar’ın bu eski koloni işlerini devam ettir­
h a İslâm ’dan önceki devirlerde çökm e devrine girm iş olan Budizm , m işlerdir. Sir-derya nehrinin aşağı kısm ında C end, H uvare/K huvare,
İslâm iyet devrinde çarçabuk son bulduğu gibi aynı şekilde Belh ve To- Y engi-kent (Yenikent, A rapça “el-K ary etü ’l-hadîse” , Farsça “Dih-i
h aristan’da da sönüp gitm işti. Halbuki Z erdüştlük M âverâünnehir’de nev” . “ K ent” kelim esi T ü rk ler’e Sogdlulardan geçm iştir) adındaki üç
daha bir m üddet devam edebilm iştir. Bunlardan başka M ani, H ıristi­ M üslüm an şehri işte bu şekilde m eydana gelm iştir. Bunlardan Yengi-
yan ve Yahudi cemaatları da vardı. Bunlardan yalnız Yahudilik bugüne k en t’in yeri kesin olarak belli olup harabesine bugün C ankent denm ek­
k adar kendisini koruyabilm iştir. Budizm ise İslâm tesirine karşı koya- tedir. Arap coğrafyacılarının verdikleri bilgilere göre bu şehirlerin aha­
m ayarak kaybolduysa da biraz izi kalmıştır. M esela, M üslüm an yüksek lisi M üslüm an olm akla berab er daha İslâm iy et’i kabul etm em iş olan
din m ektepleri -m edreseler- ki bunlar büyük bir ihtim alle Buda “wic- T ürk-O ğuzlann yönetim i altında idiler. Bundan anlaşılıyor ki bu şehir­
hara”ları taklit edilerek kurulm uştur. M edreseler başlangıçta İslâm âle­ ler Sâm ânoğulları tarafından fethedilen ülkelerde m eydana gelen şehir­
m inin doğu kısm ında kurulm uştu. B atı İran’da ve hilâfet m erkezi olan ler değil, belki onların yönetim i altına girm eyen yerlerde, yerel T ürk
B ağdat’ta ancak XI. A sırdan başlayarak ortaya çıkmıştır. Bu gibi m ed­ hâkim lerinin izniyle M âv erâü n n eh ir’den gelen göçm enlerin kurdukla­
reselerin özellikle Belh ve havalisinde pek çok olması da Budistliğin rı koloniler idi. G erek Sâm ânoğulları tarafından fethedilen “Talaş” ve
etkisini gösterm ektedir. gerek M âverâaünnehir’in savaşçı olm ayan göçm enleri tarafından kuru­
lan “Yengi-kent” şehri kendilerinin O rta-A sya’daki ticaret ve diğer fa­
Eldeki bilgilere göre X. A sırda yalnız Horasan ve M âverâünne­ aliyetlerini pek geniş ölçüde ilerlettiler. Bu iki şehrin herbirinden, ku­
h ir’de olan m edreseler İslâm iyet’i yaym ak için en etkili bir vâsıta o l­ zey tarafında İrtiş nehri üzerinde yaşayan ve Ç inlilerce m eşhur bir
dular. B unlar bu hususta İslâm hüküm etlerinin denetim ve siyasetlerin­ T ürk kabilesi olan “ K im ak”lara (Türkçe telâffuzu galiba “kim ek” o la­
den bağım sız idiler. O asırda hilâfetin hudutları ötesindeki İslâm iyet cak) yol gidiyordu ki sonradan gayet geniş ülkeleri işgal eden Kıpçak
propagandası O rta A sya’da İslâm dünyasının diğer hiçbir yerinde gö­ kabilesi bu K im eklerden çıkmıştır.
rülm eyen bir başarı ile ileri gitm işti. İşte bunu belki O rta A sy a’daki
m edreselerin hizm etleri ile açıklayabiliriz. M üslüm an m edeniyetinin hudud vilâyetlerinden biri de H arezm
idi. Ü ç tarafından bozkırlar ile çevrili olan H arezm pek eskiden göçe­
G eçen derslerde gördüğüm üz üzere Sâm ânoğulları kendilerinden be kavim lerle geniş ölçüde ticaret yapıyordu. İslâm devrinde bu ticare­
önce halife tarafından tayin edilen H orasan, M âverâünnehir em irleri­ tin daha çok genişlem esi icabederdi. M uhtem elen S ir-derya’daki M üs­
nin takip ettiği savunm a siyasetinden vazgeçtiler. M edenî ülkeleri gö­ lüman kolonilerinin kurulm asına H arezm liler katılm ışlardır. Fakat bun­
çebelerden korum ak için yapılan duvarları korum ak ve devam ettirm ek ların faaliyeti özellikle batı ve kuzey batı taraflarına; o zam anlar Bulgar
işlerini bıraktılar. A ksine kendileri bozkırlara seferler düzenlem eğe ve H azarların yerleşm iş olduğu İdil havzasına yönelm iş idi. H arezm li-
başladılar. Bazen bu seferler şehirlerin fethi ile neticeleniyordu. M ese­ lerin bu vilâyetlerdeki faaliyetleri daha İslâm ’dan önceki devirde b a ş­
lâ 893 senesinde bu günkü “Evliya A ta”nın yerinde olan “Taraz” veya lam ış idi. 864 senesinde K afk asy a’daki M üslüm an vilayetlerine saldı­
“Talaş” şehri fethedildi. Bu m ünasebetle oradaki büyük kilisenin ca­ ran H azar askerinin başbuğu H arezm li idi. Fakat sonradan da biz, H a­
m iye çevrildiği söyleniyor ki bu durum İslâm iyet’ten önce orada H ıris­ zarlar hizm etinde bulunan M üslüm an H arezm lilere tesadüf ediyoruz ki
tiyan m isyonerliği olduğunu gösteriyor. Fakat bu fetihler yalnız M âve- bunlar Hazarlar yanında hizm ete girerken H azarların M üslüm an ülke­
râünnehir’e yakın yerlere has olarak kalıyorda. H atta Sâmânoğullarının leri ile savaşlarında tarafsız kalm ak hakkını andlaşm a ile kendilerine
bu gibi fetih am açlı seferlerine paralel ve onlardan ayrı olarak M âverâ- tem in etm işlerdi. Bundan başka H azarların m em leketinde ve özellik
58 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 59

İdil ağzındaki İtil şehrinde yoğun M üslüm an tüccarları bulunuyordu. kaynaklarından alınmış olup bunların da en ayrıntılı olanı Rusların gali­
A rapların kendi sözlerine göre hiçbir m ahsulü olm ayan bu yerde (İdil b a 910-915 seneleri arasında ve anlaşılan 9 1 3 ’te yaptıkları ilk akmları
ağzında) böyle büyük bir şehrin m eydana gelm esi yalnız bu ticaret ne­ hakkında M e s’u d î’nin rivayetidir. Bu ilk akın H azar hakanının izni ile
ticesinde m üm kün olmuştur. H azar ülkesi güneybatı tarafından Dağıs­ olm uş ve R uslar hakana alacakları ganim etten bir hisse vadetm işlerdi.
ta n ’da İslâm hilâfeti ülkeleri ile doğrudan doğruya kom şu idi. Burada Fakat sonradan aynı hakan kendi halkı olan M üslüm anların, aksi istika­
çoğunlukla askerî çatışm alar oluyordu. Bu çatışm alar neticesinde H a­ m etten bu R uslara hücum etm elerine m üsaade etm iştir. O zam an İtil
zar hakanları artık D ağıstan’da bulunan eski başşehirlerini bırakarak şehrinde yaşayan ve ticaretin akınlardan güvenlikte olm ası için ilgili
İdil ağzına gidip yeni bir başşehir kurm ak zorunda kaldılar. B ununla olan H ıristiyan tüccarlar da M üslüm anlara katılm ışlar, bu şekilde R u s­
beraber sonradan A raplar T ürkistan’da olduğu gibi K afkasya’da da lar hem en tam am en yok edilm işlerdir.
yalnız savunm a siyasetine dönm üş ve D ağıstan’ın derbent ve havalisin­
den başka kısım ları hem en hem en yine H azarlar elinde iken ülkenin Rusların 943-944 senesindeki ikinci akınları - k i bu akında R uslar
başşehri İdil ağzında kalmıştır. Doğu taraflarında ise İslâm hudud şe­ İslâm olan K afk asy a’nın o zam anki m erkez şehri bulunan B erdaa’yı
hirleri ile H azar ülkesi arasında daim a tarafsız bir bölge olm ak üzere az yağm alam ış ve harabetm iştiler- hakkm daki M üslüm an kaynakların ri­
çok geniş bir yol bulunuyordu. Oraları H azarlar elinde olm adığı gibi vayetinde bu akının H azar hakanının izniyle mi yoksa ona rağm en mi
İslâm ların elinde de değildi. Fakat bazı Arap kaynaklarından çıkarılabi­ yapıldığı hakkında hiç bir şey söylenmiyor. Aynı şekilde bu akınlardan
lir ki böyle bir tarafsız bölgenin varlığına rağm en, H arezm askerleri b a­ M üslüm an topraklarından başka H azarlara ait toprakların da zarar gö­
zen bu bölgeyi aşarak İdil havzasındaki olaylara katılıyorlardı. O olay­ rüp görm ediği bilinm iyor.
lardan en önem lisi Rusların X. A sırda İdil havzasına olan hücum larıdır.
Rusların üçüncü akını ki 965 senesinda R us knezi S v y ato slav ’ın se­
R u slar’ın İdil havzasına hücum larından önce H azarların kendileri feridir, bu sefer artık H azar ülkesine yönelm iş olup bu ülkenin birkaç
D oğu Slav âlem ine hücum etm iş idiler. Rus vekâyinâm elerinden bili­ sene içinde tam am en Rusların eline geçm esiyle son bulm uştur. H atta
yoruz ki birkaç Slav kavm i IX. Asrın ikinci yarısına kadar H azar haka­ D ağıstan taraflarında İslâm m em leketiyle kom şu olan kısım ları d a bu­
nına vergi veriyorlardı. H azarların kuzey taraflarına olan etkilerinin ne na dahildi. Fakat R uslar H azar H akanlığı hudutlarından ileri gitm ediler,
kadar uzaklara gittiğini gösteren olaylardan biri de kuzeyde N ovgorod M üslüm an şehirlerine saldırmadılar. H azar ülkesinden kaçarak, İslâm
etrafında yaşayan Rus knezlerinin “kağan” lakabını taşım alarıdır ki o m em leketine (A bişîrûn yarım adasına, B akû etrafına) sığınan halkı da
zam an R uslar daha N orm an kavm i olup İsveççe konuşuyorlardı. B un­ takip etm ediler. O zam an H azar denizinin güneydoğu tarafında b ulu­
lar sonradan İsveç dilini unutarak Slavlaşıp R usça konuşm aya başla­ nan İbn H av k al’ın hikâyesinden anlaşılıyor ki kendisinin çağdaşları bu
dıkları ve hüküm darları, esasen C erm en kelim esi olm akla beraber b ü ­ olaya H azar ülkesinin Ruslar tarafından tam am en ve daim i olarak fet-
tün Slavlar tarafından kabul olunan “knez” Unvanını taşıdığı zam an b i­ holunm ası gözüyle bakmışlardır. K açanlar vatanlarına dönerek R us yö­
le bu “kağan” lakabı kullanılıyordu. netim inde yaşam ak için Rus hüküm etiyle görüşm eler yapıyorlardı.
Rusların H azar m em leketinden gittiklerini ve H azar padişahlığının tek­
IX. asırda Baltık D enizi’nden K aradeniz’e kadar olan alanda Rus rar canlandırıldığını İbn Havkal sonradan da bilem em iştir.
devletinin kurulm ası H azarların kuvvet ve hakim iyetine darbe vurdu.
R uslar akınlarını diğer yönlere olduğu gibi İdil nehri boylarına ve H a­ Bu olayların oluşunu anlayabilm ek için S vyatoslav’m diğer ülke­
zar D enizi’ne doğru da genişlettikleri zam an, iki m illet arasında d o ğ ­ lerdeki hareketlerine de göz atm ak gerekir. N orm anların gerek R us­
rudan doğruya çatışm alar kaçınılm az bir hale gelmiştir. B ilindiği gibi y a ’ya ve gerek Batı A vrupa’ya olan seferleri başlangıçta yalnız yağm a
Rus vekâyinâm eleri bu akınlar hakkında hiç bir bilgi vermiyor. Yalnız etm ek am acıyla yapılıyordu. Rusların H azar D enizi havalisinde yaptık­
bu akınların en sonuncusu olan knez Svyatoslav’ın seferi hakkında bir­ ları ilk hareketleri de o m aksatla idi. Sonradan bu akınlar fetih seferle­
kaç satır vardır. Bu hareketler hakkında hem en bütün bilgim iz A rap ri m ahiyetini alm ağa başladılar. A rtık bu seferler fethedilen ülkeyi sa-
ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 61
60 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

m ıştı. Ç ünkü H azar hakanı ve H azar aristokrasisi tarafından büyük bir


dece kendi m em leketlerine katm ak değil, belki o yeni fethedilen zen ­
ihtim al ile VIII. A sırda H arun er-R eşid devrinde kabul edilen Yahudi
gin ülkelerde yerleşm ek ve kalm ak am acıyla yapılıyordu. Svyatoslav
dini bu olaylardan sonra da devam etm iş, yani H azar devletinin yıkılı­
T una B ulgar iline (ülkesine) geldiği zam an orası m edenî ve İktisadî b a­
şına k adar M usevilik H azarlann devlet dini olarak kalm ıştır. Y ahudile-
kım dan R usya’ya nisbeten çok daha ileri bulunm ası ve ticarî m ünase­
rin geniş ölçüde dinî propaganda ile uğraştıkları In cil’de ve birçok es­
betler için m erkez olması dolayısıyla orada yerleşip kalm ak istedi. H at­
ki d evir tarihçilerinde konu edilm ektedir. İşte Yahudilerin bu dinî pro­
ta etrafındaki adam larının tavsiyelerine rağm en K îev’e dönm ek istem i­
pagandalarının en son safhası her halde H azarların Y ahudiliği kabul et­
yordu. Pek m uhtem eldir ki (H azarlar karşı olan seferinde) İtil şehri ti­
m esi idi. Sonraları M usevilik ancak yavaş yavaş evrensel ve m illetle­
carî bakım dan (Tuna Bulgar ülkesi kadar) m ühim görünm üş, Svyatos-
rarası propaganda yapan dinî özelliğini yitirerek yerini H ıristiyanlık ve
la v ’ın hoşuna gitm iş ve K îev’e nisbeten daha m ühim , daha zengin olan
İslâm iy et’e bırakm ak zorunda kalm ış ve bugün olduğu gibi yalnız Ya­
bu şehir kuvvetli knezin başkenti olm ağa daha uygun görünm üştür. Bu
hudi m illetinin m illî b ir dini hatta Y ahudiden b aşka b irisinin bu dini
olayın R usya tarihinde kesin bir önem i vardı. E ğer Svyatoslav İtil’de
kabul etm esi anorm al telâkki edilecek kadar o kavm e m ahsus bir din
kalm ış olsaydı R uslar herhalde İslâm m edeniyetine bağlı olacaklardı.
özelliğini almıştır. İslâm kaynaklarına göre Yahudi dini H azar kavm i-
Svyatoslav H azar ülkesinden giderken vatanına dönm ek fikriyle değil,
nin değil H azar hüküm etinin dini idi. H azar hüküm eti Y ahudileri koru­
B izans im paratorunun ricasına uyarak, T una B ulgarlarına karşı ona
yordu. H atta M üslüm an devletlerin birinde bir Yahudi m âbedinin (hav­
yardım etm ek fikri ile gitmiştir. Bizans elçisi, S vyatoslav’a K îev ’de
rasının) tahrip olunduğuna dair gelen bir habere karşılık, H azar h ü k ü ­
değil, H azar m em leketinde rastlam ış olmalıdır. Svyatoslav acaba H azar
m eti 922 senesinde “İtil” şehrindeki b ir M üslüm an m inaresini yıktır-
m em leketini bırakıp giderken bunu BizanslIların vaatlerinin tesirine k a­
mıştı. Fakat A rapların rivayetine göre halk içinde M üslüm an ve H ıris-
pılarak, (batıda) yeni ülkeler fethetm ek hülyalariyle ve kendi isteği ile
tiyanlar çoğunlukta olup, Yahudiler azınlığı teşkil ediyorlardı. Bu yüz­
mi bırakm ıştı? Veya kendisinin bu kararı İdil havzasındaki bazı b aşarı­
den Kırım ’daki K araim lerin asıl ve m enşei m eselesi de kapalı kalıyor.
sızlıkları ya da hariçten gelen bazı düşm anlardan korkusu neticesi mi
“K araim ” kelim esi orta zam anlarda bir kavm in adı o lm ayıp Y ahudiler
idi? Bu m esele hakkında ne Bizans ve ne de Rus kaynakları hiçbir b il­
arasında T alm ut’u tanım ayan b ir m ezhebin ismi idi ki, bugünkü K ırım
gi verm iyorlar. Yalnız o zam an B ağdat’a eriştiği İslâm kaynaklarında
K araim leri de öyledir. K araim ler de T ürkçe konuşuyorlardı ve kutsal
bahsedilen b ir şâyia bu soruya bir ihtim al cevap verebilir. B unda d en i­
kitapları d a T ü rk ç e’ye tercüm e edilm iştir. Bu sayede bunların dili te­
liyor ki, 965 senesi, yani Svyatoslav’ın H azarlara saldırdığı sene, H a­
m izliğini korum uştur. K ırım ’ın bir kısm ı H azarlara bağlı idi. X. A sır
zarlara b ir Türk kuvveti saldırdı. Bunlara karşı H azar hüküm eti Ha-
başlarında sonuncu H azar padişahının da burada yaşam ış olm ası m uh­
rezm lilerden yardım istedi. H arezm liler de eğer H azarlar İslâm iyeti k a­
tem eldir. F ak at bu padişah G eorgi diye adlandırıldığm dan H ıristiyan o l­
bul ederlerse yardım edeceklerini vadettiler. H azarlar İslâm iyeti kabul
m ası ihtim ali de vardır. H azarların Yahudi m ezheplerinden K araim
ve H arezm liler de onlara yardım ederek bu suretle onları düşm anın is­
m ezhebine bağlı oldukları hakkında tarihî kaynaklarda bilgiye rastlan­
tilâsından kurtardılar.
mıyor. K araim lerle H azarlann aynı kavim olm adığını dilleri de göster­
H azarların İslâm iyet’i kabul ettikleri, İslâm kaynaklarında daha m ektedir. H azarların dili de B ulgar dili gibi olup diğer T ü rk ler bu leh­
başka bir m ünasebetle ve diğer bir dönem e ait olaylar sırasında bahse­ çeyi anlam ıyorlardı. İhtim al ki H azarların dili de k alın tılan şu günkü
diliyor. B ir rivayete göre H azarların İslâm iy et’i kabul etm eleri Ç uvaş dilinden ibaret olan dilin aynı olmuştır. Fakat K ırım K araim leri-
M e’m un’un G ürgenç (şim diki K öhne Ü rgenç)’den çıkarak H azarlar nin ve kutsal kitaplarının dili T ürk kavim lerinin çoğunun dilinden pek
üzerine yaptığı seferler sonucu (yani onun baskılan ile) gerçekleşm iş­ az farklı olup Ç uvaşça ile hiçbir ilgisi yoktur. İşte bu şartlar dahilinde
tir. H erhalde burada M arquart’in bahsettiği Halife M e’mun değil, G ü r­ K araim lerin dinlerinin Yahudi ve dillerinin T ürkçe olm ası bunların k ö ­
genç hâkim i olan E m îr M e’mun bin M uham m ed kastedilm ektedir. keni ve H azarlarla ilgileri m eselesini halletm eğe yetm iyor.

İşte böylelikle İslâm iyet H azar m em leketlerinde h âk im b ir din o la­


Şu iki hâdisenin her ikisinde de H azarların İslâm iyet’i kabul etm e­
m adı. Fakat H azarlar içinde İslâm propagandasının başarısı veya b aşa­
leri hakkındaki rivayet şüphesiz ki doğru olm ayan söylentilerden çık­
62 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 63

rısızlığı bir tarafa bırakılsa bile H azarlar üzerine dışarıdan düşman sal­ ten ileri gelm iş diye açıklanabilir yoksa B ağdat’tan İdil havzasına g i­
dırırken bunlara Harezm lilerin yardım etm elerine yeter derecede se­ decek en kısa yol K afk asy a’dan giden yoldur. Rus vekâyinâm esinde
bepler vardı. H azar hakanı hizm etinde H arezm li askerlerin bulunm ası H arezm lilerle Bulgarların kardeş kavim olarak tasavvur olunm ası da
ve Rusların akınlarından bunların da zarar görm esi, bütün H arezm lile­ bu iki kavim arasındaki sıkı m edenî m ünasebetten ileri gelm iştir. Aynı
rin H azarlara yardım etm elerinin gerekçelerini artırıyordu. Bu yüzden zam anda X. A sırda M üslüm an Bulgarlar tarafından kesilen sikkeler de
Svyatoslav’ın H azar ülkesini bırakıp gitm esi hiç olm azsa kısm en H a­ bunlara Sâm ânoğullarının tesirini gösteriyor. Sâm ânoğulları bazan
rezm lilerin faaliyetlerinin (İtil’i zapteden R u slar’a doğudan saldırılan) B ağdat halifesini kabul etm eyerek sikkelerinde eski halifenin ism ini
sonucu olması pek mümkündür. yazıyorlardı. O zam anda B ulgar ilinde kesilen sikkelerde de aynı ö zel­
liği görüyoruz.
H azarların kom şuları olan İdil Bulgarları H arezm ve M üslüm an
m edeniyetiyle daha sıkı m ünasebette bulundular. Bu hususta M üslü­ B ulgarlarla H arezm liler arasında barış ve iyi kom şuluk m ünasebet­
man kaynakları nisbeten az bilgi veriyor. 921 senesinde Halife M uk- lerinden başka silahlı çatışm alar da olabiliyordu. H arezm lilerin Slavla-
ted ir’e, o zam an İslâm iyeti kabul etm iş olan Bulgarlardan elçiler gele­ ra saldırılarından da bahsediliyor. Bundan İdil nehrinin batısında y aşa­
rek bunların B ulgar ilinde kaleler ve istihkâm lar yapacak askerî usta ve yan hakiki Slavların kastedilm iş olm ası ihtimali pek uzaktır. İbn F ad­
m ütehassıslar ve İslâm dinini öğretecek İslâm âlim lerinin gönderilm e­ lan İdil Bulgarlarının padişahına da “ Slavan” padişahı diyor. Bu ibare­
sini istedikleri söyleniyor... Bu isteğe uygun olarak H alife tarafından yi Y akut’un bir yanlışı olarak yorum lam ak m üm kündü. Şim di görülü­
gönderilen elçilik heyetine katılanlardan biri de îbn Fadlan idi ki bu zat yor ki İbn F adlan’ın asıl nüshasında da aynı şekilde Slav (Saklab) y a­
heyetin B ağdat’tan Bulgar ülkesine kadar ve buradan tekrar H azar ül­ zılmıştır. Büyük bir ihtim alle Tuna Bulgarları gibi İdil Bulgarları da
kesi üzerinden B ağdat’a kadarki seyahatlarını anlatmıştır. İbn F adlan’ın T ürk-Ç uvaş halkının Slavlarla karışm asından m eydana gelen b ir kavim
bu seyahati son zam ana kadar yalnız XIII. A sırda Arap coğrafya âlimi olmalıdır. Bir fark ile ki Tuna B ulgarlarında Slav dili, İdil B ulgarların-
Yakut tarafından nakledilm iş olan bazı parçalardan biliniyordu. Fakat da T ürk-Ç uvaş dili hakim olm uştur.
yakında ortaya çıktı ki İbn Fadlan’ın eserinin, Y akut’un istifade ve m ü­
talâa ettiği şekilde olan nüshası (sonunda birkaç sahife eksik olarak) H arezm lilerin yardım ı H azar D evleti’ni (Rus istilâsı sonucunda ta­
M eşhed kütüphanesinde mevcuttur. m am en) m ahvolm aktan kısa b ir m üddet için kurtarm ış olabilir. Fakat
bu yardım la H azar D evleti, yeni bir hayat kazanam adı. XI. A sırdan
İslâm hüküm lerini Bulgarlara öğretm ek vazifesi İbn Fadlan’a yük­ sonra artık H azarlardan bahsedilm iyor. N itekim XIII. A sırda M oğollar
lenm iş olm alı. Bu seyahatin siyasî yönü onu fazla ilgilendirm em iştir. geldiği sırada H azarlar yok idi. D iğer taraftan H azarların yıkılm asın­
“ Sultan tarafından” yani B ağdat hüküm etinden elçi olarak başka birisi dan, R uslara nispeten İdil B ulgarları daha çok faydalandılar. İbn H av-
tayin olunm uştu. Risalenin bugüne kadar yayınlanan kısm ına göre bir kal Rusların H azarlarla beraber B ulgarları da harabettiklerini söylüyor­
yargıya varılırsa Bulgarların istediklerinin diğer kısm ını yani askerî y ö ­ larsa da Rus vekâyinâm elerinde buna dair hiçbir bilgi olm adığı gibi,
nünü bu elçinin yerine getirip getirm ediği ve yapılm ası istenen kaleyi bundan sonra m eydana gelen hâdiseler de İbn H avkal’ın sözü ile uy u ş­
yapıp yapm adığı hakkında İbn Fadlan hiçbir bilgi vermiyor. Aynı şekil­ muyor. XI. Asırdan XIII. A sra kadar B ulgarlar Velikî U sty o k ’tan Sara-
de Bulgarların bu elçilik heyetinin seyahatinden önce İslâm iyet’le ta­ tov güneyindeki yere kadar, M o ro m ’dan U fa hududuna kad ar uzanan
nışm alarının nasıl olduğu hakkında hiçbir şey söylemiyor. Yalnız elçi­ pek geniş bir ülkede faaliyet gösterdiler. Siyasî teşkilat hususunda
lik heyetinin seyahat güzergâhı bu soruya kısm en cevap verebiliyor; B ulgarlar da tıpkı o zam anki R uslar gibi derebeyliklere ayrılm a d ev ri­
heyet B ağdat’tan B uhara’ya, oradan H arezm ’e ve oradan da Bulgar ili­ ni yaşıyorlardı. İbn Fadlan Bulgarların hüküm darından bahsediyor ki,
ne hareket ediyor. B ağdat’tan B ulgar iline giderken böyle bir güzergâh bu zat H azar hüküm darı gibi Han unvanını taşım ıyorsa da, diğerlerine
seçilm esi ancak Bulgarların İslâm m edeniyeti ile tem asa girebilm eleri­ göre daha yüksek hüküm dar idi. B undan sonraki devirlerde ise R us va-
nin H arezm ve Sâm ânoğullarına bağlı kentler vasıtasiyle olduğu sebep­ kâyinâm eleri b ir B ulgar hüküm darından değil, birçok “B ulgar knezle-
64 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 65

ri”nden bahsediyor. D iğer taraftan XIII. A sırda Bulgarların m edeniye­ nın m ezarları üzerinde, savaşçıları tarafından öldürülm üş düşm an as­
ti X. A sırdakine göre epeyce ilerlem işti. X. A sırda A rap çoğrafyacıla- kerlerinin sayısınca taşlar diken T ürkleri görm üştür.
rının bildirdiklerine göre Bulgarların şehirleri olarak “ Bulgar” şehri ve
ondan 50 km. m esafede bulunan “Suvar” şehri vardı. (Suvar ism i aynı O zam an O rta A sy a’da yaşayan T ürk kavim leri m edenî ilerleme
zam anda bir kabile adı da olacak). G erçekte bunlar şehirden daha çok yönünden pek farklı seviyelerde idiler; bunlar arasında dem ir silahları
göçebe kavim lerin konak yerleri olup hepsi çalı çırpıdan ve keçeden olm ayıp kem ikten yapılm ış silahlar kullanan T ürklerden de bahsolunu-
yapılm ış çadırlardan ibaret şeyler idi. Yazın buralarda oturulm ayıp, ta­ yor. Bulgarların İslâm iyet’i kabul etm esi genellikle İslâm dininin b il­
m am en boş bırakılıyordu. Halbuki M oğol devrindeki B ulgar şehri, ha­ hassa az çok m edeni olan T ürkler arasında yayılabildiğini gösteriyor.
rabelerinden anlaşıldığına göre kârgir ve taştan yapılm ış b ir şehir olup H alife H işam (724-743) tarafından T ürk hakanına İslâm dinini kabul
elli bin nüfusu vardı. X. A sırda Bulgar ilinden av hayvanlarının derile­ etm esi tavsiyesiyle gönderilen b ir A rap elçilik heyetinden bahseden bir
ri ve bol m iktarda bal ihraç olunurken, sonradan dericilik sanatı ortaya rivayet Y akut’ta bulunmaktadır. (Fakat ne yazık ki bu rivayette bu
T ürklerin hangi T ürkler olduğu ve elçilik heyetinin güzergâhından
çıkm ış ve gelişm işti ve bu m em leketten İslâm m em leketlerine ihraç
bahsedilm iyor). Bu rivayete göre hakan elçinin huzurunda kendi o rd u ­
olunan eşya arasında burada yapılm ış ayakkabılar ve çizm eler (Bulgar
suna m anevra yaptırm ış ve sonra elçiye “İçinde hiçbir sanatkârı, pabuç-
çizm esi) birinci sırayı işgal ediyordu. İslâm m em leketlerinde bu çiz­
cusu, berberi ve terzisi olm ayan böyle b ir kavim eğer İslâm iy et’i kabul
m eler çok satılıyordu. Sonradan bu dericilik sanatı B ulgarlardan Rusla-
edip em irlerini uygulayacak olursa h içb ir şekilde hayatını devam etti-
ra geçm iştir. Ziraat da ilerledi. N itekim R usya’da ortaya çıkan kıtlık se­
rem iyecektir.” dem iştir.
nelerinde lazım olan tahılı R uslar Bulgar ilinden tedarik edip getiriyor­
lardı. Bulgarların Ruslarla olan savaşları gâh galip ve gâh m ağlûp ola­ “T ürkler arasında İslâm iyet’in kabul ve yayılm asında başlıca T ürk­
rak sonuçlanıyordu. Rusların Volga nehri üzerinden aşağıya hareketle­ lerin askerî bir kavim olm ası sebep olm uştur. T ürkler yeni dini cihad
ri pek yavaş gidiyordu. Yani Rusların çabuk ilerlem elerine Bulgarlar ülküsü ve harpte şehit olanlara cennette vadedilen m utlu bir hayat te ­
engel oluyorlardı. Yalnız XIII. A sırda M oğol istilâsından biraz önce siriyle kabul ediyorlardı” tarzındaki görüşleri destekleyecek hiçbir d e­
R uslar Volga ve O ka (K am a) nehirlerinin birleştiği noktaya ulaşıp ora­ lil yok gibidir. İslâm âlem inin ister içinde ister dışında ferdî İslâm m is­
da “Nijni N ovgorod” şehrini kurdular. D iğer taraftan Bulgarların o yonerliğinin ortaya çıkışı İslâm tasavvufunun ortaya çıkışı ile ilgilidir.
asırda m anevî m edeniyet hususundaki ilerlem elerini gösteren ve d e­ M eşhur sûfîlerin hal tercüm elerinde (biyoğrafilerinde) çoğunlukla pek
ğerlendiren sağlam bilgilere rastlanmıyor. M oğol devrinde XIV. A sra çok kâfirin İslâm dinine girm elerini sağladıkları hikâye ediliyor. Sûfî-
ait B ulgar dilinde yazılm ış m ezar taşları m evcut ise de edebî gelişm e­ ler İslâm ’ı yaym ak am acıyla bozkırlardaki T ürklere de gidiyorlardı.
lerini belirlem ek m üm kün olmuyor. Bundan sonra eski B ulgar m em le­ Son devirlere kadar her vakit bunların teşvik ve tebliğleri, m edreseler­
keti sahasında T ürkçe’nin Altın O rda D evletinde yayılm ış olan lehçesi de İslâm ilim lerini öğrenen fakihlere nisbeten daha başırılı oluyordu.
hızla üstünlük kazandı. Eski Bulgar dili yalnız Ç uvaş lehçesinde koru- T asavvuf m üntesipleri (dervişler) b o zkırlara gidip İslâm iyet’i telkin
nabildi ki bu Ç avuşlar da B ulgar kavm inin İslâm dininden ve A rap al­ ederken cihadın fazileti veya cennetin m utlu hayatını anlatm aktan d a­
fabesinden haberleri olm ayan ve son devirlerde R us alfabesini kabul ha çok insanın günahlarını ve o günahlar neticesinde görülecek cehen­
etm elerine kadar hiçbir yazı vs. leri olm ayan ve genellikle İslâm m e­ nem azaplarını anlatıyorlardı. O rta A sya ve O rta A frik a’da seyahat
deniyeti etkisine en az m aruz kalan kısm ını teşkil etm iş olacaklar. eden A vrupa seyyahları (birbirinden tam am en bağım sız olarak) İslâm i­
y e t’in bahsi geçen ülkelerde yayılm asına başlıca cehennem hakkındaki
İbn Fadlan’ın şim di artık bizce bilinen güzergâhından pek açık ola­ hikâyelerin sebep olduğu izlenim ini alm ışlardır. Fakat bu hikâyeler hu­
rak görülüyor ki İslâm m em leketlerinden uzakta kalan kavim ler bazan susunda İslâm iyet T ürklere yeni bir şey getirm em iştir, çünkü aynı h i­
İslâm m em leketleriyle kom şu olan kavim lerden daha önce İslâm tesi­ k ayeleri T ürklere Budizm , M anilik ve H ıristiyan tem silcileri de söylü­
rine giriyorlardı. İbn Fadlan, H arezm ile îslâm iyeti kabul eden Bulgar yorlardı. H albuki İslâm , Türklerin İslâm iyet’ten önce adı geçen üç d in­
ülkesi arasında, Şam an inançlarını m uhafaza eden ve ölen savaşçılan- den birini kabul ettikleri yerlerde de başarılı olm uştur.
66 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 67

İslâm iyet’in diğerlerine göre üstünlüğü h er halde İslâm âlem inin H ıristiyanlar Avrupalı H ıristiyanlara nispeten sayı bakım ından önem
m addî m edeniyette olduğu gibi m anevî m edeniyet hususunda d a o za­ verilm eyecek derecede az ve m edeniyet bakam ından d a pek aşağıdır­
m anki insanlığın m edenî ülkelerinin hepsinden üstün olm asından iba­ lar. İslâm iyet aslında B atı A sya m edenî âlem inin dini ise de D oğu A s­
ret idi. G öçebe kavim ler her zam an m edenî ülkelerin ürünlerine, özel­ ya ve özellikle H in d istan ’da ve Zund (Sunda) adalarında bunların sayı­
likle elbise vs. eşyasına m uhtaç idiler. Ç in ’de, İslâm âlem inde ve son sı Batı A sya M üslüm anlarının sayısından fazladır. Ç in ’de M üslüm anlar
asırlarda R usya’da görüldüğü üzere göçebe kavim lerin m edenî m illet­ m üstakil bir kuvvet olup kendilerinin Ç ince dinî edebiyatları vardır ve
lerle ticaretlerinde göçebeler h er şeyden fazla dokum a ürünlerini talep dışardan b ir başka yardım a ihtiyaçları yoktur. H albuki H ıristiyanların
ediyorlardı. G öçebe illerle ticaret m edenî ülkeler için de faydalı idi. Çin içerisinde “ M illî Çin H ıristiyanlığı” m eydana getirm e girişim leri
Ç ünkü bunlar hayvan ürünleri ve özellikle et gibi şeyleri göçebelerden sonuçsuz kalm ıştır. A frika’da da Hıristiyanlık A frika M üslüm anlığına
alırken diğerlerine göre daha ucuz alıyorlardı, fakat bu ticaret daha çok ben zer b ir şey yapam am ıştır. A frik a’d a “M illî H ıristiyan D ini”n i kabul
göçebeler için kaçınılm azdı. Bu sebeptendir ki göçebeler kendi hayvan eden tek kav im olan H abeşliler içinde İslâm tebligatı X IX . A sırda bile
sürülerini m edenî ülkelerin hudutlarına kadar getirir ve m edenî ülkele­ başarı kazanıyordu. G enellikle tarihte önceleri B udist veya H ıristiyan
rin tüccarlarının bozkırlara gelm elerini beklem ezlerdi. M üslüm anların olup, sonradan o dini bırakarak İslâm iyet’i kabul eden kavim lerin ör­
m alları ile ve aynı zam anda M üslüm anların m edenî hayatları ile de y a­ nekleri çoktur. Fakat bunun tersi yani önceleri İslâm o lup da sonradan
vaş yavaş tanışan göçebeler, İslâm ’ın yalnız d in î tesirine değil, belki H ıristiyan veya B udist olm uş hiçbir kavim görülm em iştir.
bütün yönleri itibarıyla M üslüm an medeniyetinin tesirine kapılıyorlar­
dı. Fakat göçebeler için m edenî İslâm âlem ine katılm ak, ancak İslâm ’ı İdil B ulgarlarının İslâm iyet’i kabul etm elerinden sonra T ü rk ler ara­
din olarak kabul etm ek suretiyle m üm kün oluyordu. sında İslâm dininin yayılm asının başarılarını gösterecek ikinci hadise,
960 senesinde, yani B ulgar iline giden elçilik heyetinin B a ğ d at’a d ö ­
T ürkler arasında İslâm iyet’in esaslı surette yayılm asında etken olan nüşünden yaklaşık 40 sene sonra, ikiyüz bin ev k adar T ü rk ’ün İslâm i­
diğer b ir kuvvet daha vardır ki İslâm iyet o kuvvete diğer evrensel d in ­ y e t’i kab u l etm esidir. N e yazık ki b u olay hakkındaki h ab e r yalnız B ağ­
lerin hepsine nisbeten daha çok sahip gibi görünüyor. M üslüm anların d a t’ta yazılan bir tarihte olup, Sâm ânoğullan m em leketinde yazılan
sayısı B udist ve H ıristiyanlara nazaran az olm asına rağm en bugün de eserlerde veya A rap coğrafya eserlerinde böyle b ir bilgi yoktur. Bu ha­
İslâm dini hakikî anlam iyle evrensel bir din özelliğini, yani yayılışı yal­ berin pek karanlık olm asının ve hangi T ürklerden ve nerede yaşayan
nız b ir ırka veya b ir m edeniyete m ensup kavim lere m ahsus olm ayan b ir kavim lerden olduğu hakkında hiçbir bilgi verilm em esinin sebebi işte
din özelliğini almış bulunm aktadır. Bazan diğer dinler İslâm iy et’e gö­ budur. Yalnız ço k sonraları O rta A sya m enkıbe tarzı eserlerde (bunlar­
re bu hususta daha büyük başarılar gösterm iş iseler de, bu b aşarılar g e­ dan en eskisi XI. A sra ait bir eserden faydalanılm akla b erab er XIV. A s­
çici olm uş ve İslâm iyet gibi sürekli sonuçlara ulaşam am ıştır. M esela rın b aşlan n d a yazılm ış bir eserdir) bahsi geçen senelerde İslâm iy et’i
M ani dini de vaktiyle dünya çapında b ir din olup G üney F ran sa’dan kabul eden kavm in hanı Satık B uğra Han A bdülm elik’d ir ki sonradan
Ç in ’e kadar uzanan geniş yerlerde bağlıları vardı, fakat bu özellik bu yine X. A şırın sonunda Sâm ânoğullan devletini yıkarak M âverâünne-
dinin sonradan tam am en kaybolm asına engel olam adı. B udizm dünya h ir’de ilk T ürk-M üslüm an devletini kuran sülâlenin üyesi olduğu hikâ­
çapındaki faaliyetini B atıdaki geniş propagandasıyla pek ilerletm işti. ye olunuyor. Bu eserlerin B uğra H an ve onun İslâm iy et’i kabul etm e­
Fakat sonradan yalnız D oğu A sy a’nın m edenî kavim lerine has b ir din si hakkındaki bahsettiği en eski rivayet de pek açık b ir şekilde efsane­
olarak kaldı. İslâm yayılışının başlangıcına kadar H ıristiyanlığın da vî olup şim di O rta A sy a’da çok m eşhur olan “Tezkire-i B uğra H an” k i­
T ürkler arasında pek çok bağlıları vardı, sonra Batı, D oğu ve G üney taplarının çeşitli rivayetlerinde efsane unsuru d ah a ço k fazladır.
M oğolistan’da b ir sıra kavim ler bu dini kabul etm iş ve orada İslâm teb ­
ligatı hiçbir şey kazanam am ıştı. Fakat H ıristiyanlığın bu başarısı d a y al­ Satuk B uğra H a n ’ın m ensup olduğu sülâlenin h an g i T ü rk kabilesi­
nız geçici bir başarı olup nihayet genellikle A vrupa’nın m edenî kavim ­ ne bağlı olduğu m eselesine tarih ve çoğrafya kaynaklarında cevap bu­
lerine has bir din olarak kaldı. A vrupa m edeniyetine bağlı olm ayan lunamıyor. B u sülâleyi R us İlm î eserlerinde Prof. G rig o rie v ’den bu y a­
ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 69
68 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

bu Y ağmaların buraları işgal etmeleri A rap coğrafyacılarının (burada


na hep bu B uğra H an’ın diğer lakabı olan “K arahan” diye adlandırılı­ K artukların oturduğu hakkındaki) rivayetlerinin ait olduğu devirden
yor. Batı A vrupa eserlerinde ise “İlek (İlig) H an” tabiri kullanılıyor ki sonra gerçekleşm iş ise ve bu D okuz O ğuzlar da doğudan gelm işlerse,
pek başarılı bulunm uş, tutm uş değildir. Ç ünkü İlek lakabının han Unva­ C âh ız’ın: “D okuz O ğuzların M ani dinini kabul etm elerinden sonra
nıyla beraber kullanılm ası, eğer olm uş ise de pek nadirdir. Buna ilave bunlarla K artuklar arasındaki m ücadelede K artuklar galip o ldu” y olun­
olarak bahsi geçen hanlar sülâlesine m ensup kişilerin hepsi de İlek da söylediği sözleri reddolunabilirdi. K arahanlılar sülâlesi K a şg a r’a
(İlig) kelim esiyle adlandırılm ıyordu. pek sıkı b ir şekilde bağlı olup, K aşgar bunların başşehri olm uş ve bu
sebepten O rdukent yani hanın ordası (karargâhının bulunduğu yer) d i­
K arahanlılar sülâlesinin ne zaman ortaya çıktığı ve bunun çıkışının
ye adlandırılmıştır. Bu hususu Kaşgarlı M ahm ud söylüyor. İşte bundan
T ürk kavim lerinin hareket ve göçlerinden hangisi ile ilgili olduğu,
pek tabiî olarak K aşg a r’a hakim olan kavm in K arahanlılar sülâlesini
hanların hangi kabileye m ensup olduğu konuları daha sonra K aşgarlı
teşkil ettiği, yani K arahanlılar sülâlesinin D okuz O ğuz veya U ygurla­
M ahm ut’un eseri bulunup yayınlandıktan sonra da tam am iyle açıklığa
rın b ir kolu olan Yağma kavm inden çıkm ış olduğu görüşünün ortaya
kavuşam am ıştır. K aşgarlı M ahm ut’un eseri K arahanlılar sülâlesinin
atılm ası gerekirdi. Fakat Kaşgarlı M ahm ud bu konuda h içb ir şey söy­
hâkim iyetinin çok kuvvet kazanm ış olduğu devirde yazılm ış olup geç­
lem iyor ve Yağma kelim esini de yalnız kendi devrinde daha kuzeyde
m işe ait konulara az değinm ektedir. A rap coğrafyacıları, hatta bunlar­
İli nehri havzasında yaşayan b ir kavim adı olarak bildiriliyor. K aşgarlı
dan 960 senesinden sonra yazanları bile Sâm ânoğullan devletinin hu­
M ahm ud “Tuhsı/Tohsı” ve “Ç iğil” gibi daha başka b ir takım kavim le-
dudunda bir M üslüm an T ürk devletinin varlığından henüz habersizdi­
rin de bu İli nehri havzasında yaşadıklarını söylüyor ki bunlar T um ans­
ler. Çünkü bunların bütün bilgileri yazılı kaynaklara dayalı olup kendi­
ki Y azm ası’nda ve G erd izî’nin eserinde daha güneyde -T u h s ile r Çu
lerinden önceki devirlere aittir. A ncak IX. ve X. A sır coğrafyacılarının
nehri havzasının kuzeyinde, Ç iğiller ise Isıkgöl’ün kuzey sahilinde-
O ğuzlar ve D okuz O ğuzlar arasındaki ülkeyi her zam an K artukların iş­
gösterilm işlerdi. O devirden sonra unutulm uş olan Ç iğil ism i XI. A sır­
gal ettiği şeklinde yazılıveren pek sade bir taslaktan başka ayrıca diğer
da birçok T ürk kavim lerine ad olarak veriliyordu. S elçuk sultanların­
Arap kaynaklarında bu ülkenin kavm î ve siyasî teşkilâtı hakkında ol­
dan M e lik şa h ’ın M âverâünnehir seferi hakkındaki hikâyede K arahan-
dukça ayrıntılı tasvirini görüyoruz. Bu son A rap kaynaklarının bilgileri
lıların askerî kuvvetlerine “çiğil” denm iştir. K aşgarlı M ah m u d ’un açık­
bize yalnız iki Farsça eser aracılığıyla erişmiştir. Birisi H icrî 3 7 2 ’de
lam asına göre O ğuzlar A m uderya’dan (Ceyhun) Ç in ’e k adar uzanan
(982/983 M ilâdî) yazılan ve 1892 senesinde B uhara’da bulunan ve ya­
sahadaki bütün T ürklere “Ç iğil” diyorlardı. B öyle b ir durum Çiğil
zarı bilinm ediğinden bu kitabın bir nüshasını bulan kişinin adı ile “Tu-
T ürklerinin O rta A sy a’da önem li siyâsi bir konum da olduklarını ve Ka-
m anski Yazması” diye bilinen eserdir. D iğeri ise G erdizî’nin XI. A sır­
rahanlılar sülâlesinin de bu kavim içinden çıkm ış olduğunu gösterm esi
da 1040 senesinden sonra yazdığı tarihî eseridir. Fakat bu iki eserdeki
icabederdi. Fakat K aşgarlı M ahm ud’da bu görüşü de kanıtlayacak bir
bilgiler yine X. A sır A rap coğrafya eserlerindeki verilen bilgilere ve
delil yoktur. K aşgarlı M ahm ud “Ç iğil” kelim esinin O ğuzlar yanında
tasvirlere göre daha sonraki bir devre ait gibi görülüyor. B unlar da bah ­
büyük b ir önem inin olduğunu, bu günkü E vliya A ta yanında Çiğil kav-
si geçen kentlerin açık seçik bir tasvirini vermiyor. Belki de farklı de­ m inin b ir kolunun yerleşm iş olduğu “Ç iğil” şehrinin O ğuzlara kom şu
virlere ait bilgiler olmalıdır... bundan dolayı bu bilgileri oldukları gibi olm ası ve doğu T ürk şehirlerinin en batı ucundakilerden biri olan bu
birbiriyle uyuşturm ak zor olduğu gibi, T ürk kavim lerinin coğrafî taksi­ şehirle O ğuzların pek erken tanışıklık peyda etm iş olm aları ile açıkla­
matı hakkında K aşgarlı M ahm ud’un verdiği bilgiler ile de uyuşmuyor. maktadır. Ç iğillerin diğer iki kolu K aşgar yanındaki iki kasabada ve İli
nehri havzasında “K uyas” şehri yanındaki yerlerde yaşıyorlardı. İli
“Tum anski Yazması” ve G erdizî’nin eserinden M .S. X. A sır Arap
nehrinin güneyinde bulunan bu şehir M oğol devrinde C engiz H a n ’ın
coğrafyacılarının, K artuklar tarafından işgal olunduğunu belirttikleri
oğlu Ç ağ atay ’ın ve haleflerinden bazılarının başşehri olarak şöhret k a­
ülkenin bir kısm ında D okuz Oğuz Türkleri arasından çıkmış olan “Yağ­
zanmıştı. K artuklar hakkında K aşgarlı M ahm ud bunların göçebe b ir ka­
m a” kabilesinin yaşadığını öğrenebiliyoruz. Bu Yağmalar, K aşg a r’a ve
vim olduğunu ve O ğuzlar gibi bunların da “T ürkm en” diye isim lendi­
Y edisu’nun kollarından N arin nehrinin güney kısm ına hakimdiler. Eğer
70 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 71

rildikleri hakkında kısaca bilgi verm ekle yetiniyor. T um anski Yazması 940 senesinde İslâm şehri idi. Burasının kâfirler eline geçm esi M üslü­
ve G erdizî ise, adları İranlı yazar tarafından “H alluh” şekline çevrilen m anların cihad ilân etm esine sebep oluyordu. M uhtem elen K artuklar
K artukları İslâm m em leketi vilâyetlerine kom şu ve T araz’ın yakınında, İslâm iy et’i Yağmalardan daha önce kabul etm iş ve daha önce K artuk­
doğu tarafında yaşayan bir kavim olarak gösterm ektedir. Çin Türkista- lara bağlı ülkeleri ve o cüm leden Çu nehri havzasını da (ki Balasagun
n ı’nda (Doğu T ürkistan) da bazı şehirler K artuklara bağlı idi. B unlar­ şehrinin de galiba bu nehir havzasında aranm ası gerekir) işgal etm iş ve
dan biri Ü ç-Turfan yanında bulunm uş olan “P ençul” ve Ç ince “Vensu” işte ancak bu işgalden sonra K artuklar gibi Yağmaların hanları da M üs­
şehridir. Tum anski Yazması’nda bu şehir hakkında “Bu şehir K artuk­ lüm an olm uştur. Fakat bunların hiç birisi henüz isbat olunm am ıştır.
ların m em leketine dahildir. Fakat bunun hâkim i D okuz O ğuzlara tâb i­
İlk olarak İslâm iyet’i kabul eden T ürk H anı Satuk B uğra H an K aş­
dir. Sonradan orasını Kırgızlar aldı” deniyor. Tum anski Yazması K aşgar
g ar hâkim i kabuj ediliyor. K abri de K aşg a r’ın kuzeyindeki A rtiş, daha
şehrini “K ırgız” , “K arluk” ve “D okuz O ğuz” ülkelerinin hududunda
eski kaynaklarda Artuç kasabasındadır. Bu hana ait hikâyenin eski ri­
gösteriyor. Tum anski Yazması’nın K ırgızlar hakkında verdiği bu bilgi
vayetinde hanın vefatı 344 H. (965/966 M .) gösteriliyorsa da 960 sene­
çok dikkate değer. Bundan K ırgızların güneye yani şim di işgal edip
sinde İslâm iyet’i kabul ettiği rivayet olunan T ürk kavm i hakkındaki h i­
oturdukları yerlere göçlerinin M.S. X. A sırdan sonra olm adığını çıkar­
k âyeye uymuyor. Büyük b ir ihtim alle bu son hikâye, eserini o devirde
m ak m üm kün olurdu. Fakat buna dair ne G erdizî’de, ne K aşgarlı M ah­
yazan B ağdat tarihçisi Sabit bin S in an ’ın kitabından alınm ış olmalı. Bu
m u t’ta ve ne de diğer kaynaklarda hiçbir bilgi kaydetm iyorlar. Çiğil ve
taktirde bu sene, yani 9 6 0 ’ta Satuk B uğra H an hikâyelerindeki b irb iri­
Yağma gibi K artukların da yerlerini kuzeye doğru değiştirdikleri hak ­
ni tutm ayan karışık senelere nispetle daha güvenilir olmalıdır.
kında K aşgarlı M ahm ut’ta başka bir şey söylenm iyor. Fakat C engiz
Han devrinde biz İli nehrinin kuzeyinde bir K arluk ülkesi görüyoruz. B unun gibi X. A sırda O ğuzların S irderya nehrinin aşağı yatağında
K ısaca K aşgarlı M ahm ut’ta K arahanlılar sülâlesine m ensup olm ası far-
oturan kısm ı da İslâm iyet’i kabul etm iştir. İslâm iyet’i kabul eden
zedilecek üç kavim ; K arluk, Yağma ve Ç iğ iller’den bahsedildiği halde
O ğuzların başının (başbuğu) ilk işi o güne k adar kâfirlere vergi veren
bunlardan hiç birisinin de K arahanlılara yakınlıkları hakkında hiçbir
M üslüm an şehirlerini bu vergiden kurtarm ak olm uştur. G enellikle
şey söylenm iyor. K artuklar hakkında “Bunları da O ğuzlar gibi T ürk­
T ürk kavim lerinden iki kavm in yani K arahanlılar ve O ğuzların İslâm i­
m en diye adlandırıyorlardı” yolundaki haber çok dikkate değer. İlk d e­
y e t’i kabul etm esi İslâm iyet’in galibiyeti olarak telakki edilm iştir. Bu
fa M .S. X. A sra ait eserlerde görülen bu kelim enin kökeni bugüne k a­
suretle İslâm hudud vilâyetleri bundan sonra kuzeyde ve doğuda M üs­
d ar hâlâ çözülem em iştir. Bu kelim eyi K aşgarlı M ah m u d ’d a olduğu g i­
lüm an kom şulara sahip oldular ve tabii bu olay M üslüm an olm ayan
bi “T ürk m ânend” (yani T ürkler’e benzeyen) şeklinde Farsça terkip ile
m em leketlerle m ücadelelerinde İslâm âlem ine yeni taraftarların k atıl­
açıklam ak herhalde güvenilir değildir.
m ası olarak kabul edilmiştir. Fakat beklenilenin tam am en tersi oldu;
Yalnız şu kadarı bilinm ektedir ki T ürkm enlerin kıyafeti alelâde İslâm iy et’i kabul eden bu iki kavm in her ikisi de silahlarını birdenbire
T ürk kıyafetinden biraz farklı olup, İran kıyafetine benziyordu. O ğuz­ M üslüm an şehirlerine yönelttiler. Bu olayın sebep ve neticelerini gele­
lara göre K artuklar İranlılann tesirinde daha fazla kaldılar ve İslâm iye- cek derste arzderim .
ti kabul edinceye kadar diğer bütün T ürklere nispetle İslâm m edeniye­
tine daha yakın idiler. XII. A sırda Y edisu’da B alasagun şehrinin K ara-
hanlılar sülâlesinden olan hâkim ini de T ürkm en diye adlandırıyorlardı.
Bu durum , bu sülâlenin belki K arluk kabilesine m ensup, onlardan o l­
duğuna delil olabilir.

Balasagun şehri hakkında K aşgarlı M ahm ud ile çağdaş olan İran


verizi N izam ü’l-M ülk’ün bir hikâyesi vardır. B una göre bu şehir daha
B e ş în c İD ers

K aşgar H anı B uğra H an ’ın İslâm iyet’i kabul etm esi hakkında İslâm
tarihçilerinden bize hiçbir sağlam haber gelm em iştir. İslâm âlem ine ait
tercem e-i ahval (biyografi) kitaplarından 960 senelerinde T ürk hanının
sarayında K elim atî adında b ir fakihin olduğunu görüyoruz. B ağdad va-
kâyinâm esi (B ağ d at’taki olayları anlatan tarihî kitaplar) de T ürklerden
bir çok kavm in İslâm iy et’i kabul etm esi tarihini bunun gibi 960 sene­
lerine bağlıyor. F akat B uğra H an ’ın kendisine ait tezkirelerin eski riva­
yetlerinden birinde H an ’ın İslâm iyeti kabul etm esinin rü yasında kendi­
sine gökten gelen b ir em ir sonunda olduğu ifade edilm ektedir. Bu riva­
yette m ürşid (yol gösterici) b ir insanın geldiği kaydedilm iyor. D iğer
b ir rivayette ise m ürşid b ir kişiden bahsediliyor. B unun da bir fakih
değil belki kendi m em leketinden kaçarak T ürk hakanı yanına sığınan
Sâm ânoğullarından b ir şehzade olduğu söyleniyor. XI. A sır K aşgar ta­
rihçisinin bize ulaşm ayan b ir eserinden alınm akla berab er tarihe uym a­
yan, apaçık b ir şekilde hayal m ahsulu olan birtakım ad lar da buna ek
olarak getiriliyor. Bu hikâyede dikkati çeken ayrıntılardan biri de
H an’ın M üslüm anların mal, servet ve dinine olan bakışıdır ki burada
öncelikle M üslüm an tüccarın mal ve ürünleri, özellikle dokum a ve tat­
lıların H an ’ın hoşuna gittiği ve ancak bundan sonra o M üslüm anların
ibadetlerine dikkat edip İslâm dini hakkında sorular so rm aya başladığı
söylenm ektedir.

İslâm ’ı kabul eden bu H an’ın (Satuk B uğra H an ’ın) oturduğu yerin


K aşgar şehri olduğunu yukarıda görm üştük. O nun torunu B uğra Han
H arun bin M usa Balasagun şehrine yerleşm iş ve M âv erâü n n eh ir’in
fethine oradan girişm işti. Sonradan bu K aşgar şehri ile B alasagun ço ­
ğu zam an K arahanlılar sülâlesinden bir hanın elinde olan şehirler o la­
rak birlikte anılıyorlar. D ikkate değer b ir husus da bu B alasagun şehri­
nin K arahanlılar sülâlesi devrindeki önem i b ir tarafa bırakılacak olur­
sa, İslâm î edebiyatta nâdiren geçm ektedir. Bu şehrin coğrafî yerini
74 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 75

doğru olarak tayin etm eyi m üm kün kılacak hiçbir güzergâh yoktur. X. (“uluş” köy veya şehir anlam ını taşıyordu) veyahut K uz-ordu diye ad ­
A sır coğrafyacıları arasında da bu Balasgun’u yalnız M akdisî zikredi­ landırıyorlardı. Yerli T ürkm en hakim inin kaldığı m erkez/başkent o lm a­
yor. Fakat orada da şehrin yeri gösterilm iyor. Tum anski Yazması ve sından dolayı diğer b ir “ O rdu” şehri X. A sır coğrafyacılarından M akdi-
G erdizî’den hiçbiri bu şehrin adını anmıyorlar. Balasagun eski zam an­ sî’de Balasagun yanında bir şehir olarak bahsediliyor. K uz-ordu birle­
larda başka bir ad taşıyor olabilir ve IX. ve X. A sır coğrafyacılarında şik ism indeki “kuz”un anlam ını K aşgarlı M ahm ud açıklam ıyor.
bahsedilen güzergâhlarda da o eski adiyle anılıyordu. A rap ve Çin kay­
naklarında Çu havzasının başşehri olm ak üzere devam lı olarak Su- B alasagun S o gdlular tarafından kurulan şehirlerden biridir. B unla­
y ab ’dan (Çin kaynaklarında Su-ye/Su-ie) bahsediliyor. K aşgarlı M ah­ rın Türkleşm esi K aşgarlı M ahm ud zam anında daha tam am lanm am ıştı.
m u t’ta bu ad geçmiyor. Kaşgarlı M ahm ud Balasagun yakınında “Şu” İsficab, Taraz ve B alasagun ahalisi hem Sogdca hem de T ü rk çe konu­
adında bir kaleden bahsediyor. Bu kaleyi “Şu” adında b ir padişah yap­ şuyorlardı. Sogdlulara O rhun âbidelerinde olduğu gibi burad a da Sog-
tırm ış ve güya M akedonyalI İskender’in çağdaşı imiş. Bu olayın İsficab dak deniyor. Yazarın dediğine göre Sem erkant ile B uhara arasındaki
yahut Sayram , Taraz ve Balasagun gibi şehirlerin henüz olm adığı bir “Sogd”dan çıkan kavm e Sogdak denm iş ve bu Sogdaklar T ürk kıyafet
d evirde olduğu da ekleniyor. B ilinm ektedir ki bugünkü Kırgızlar (ç) ve âdetini kabul etm işler. İsficab’dan (diğer b ir yerde T araz’dan) Ba-
sessiz harfini (ş) olarak telâffuz eder. Bunlar Çu denecek yerde Şu di­ lasagun’a kadar olan yere A rgu deniyordu. Bu ism e biz başka hiçbir
yorlar ve bu nehrin adını R adloff da o şekilde “Şu” diye işitm iştir. kaynakta rastlam ıyoruz. K aşgarlı M ahm ud’a göre “argu” , iki dağ ara­
M uhtem elen eski zam anlarda Çu havzasında yaşayan T ürkler de bu sındaki “geçit” için kullanılıyor.
kelim eyi Kırgızlar gibi Şu diye telâffuz ederlerdi. Son devirlerde Çu
Argu vilâyetinin ism i de bunun “A leksandrovski” (=Çu-Talas) sıra­
kelim esi yalnız nehre değil, belki kalıntısı Burana kulesinden ibaret
dağları ile Çu-İli sıradağları arasında bulunduğundan ileri geldiği açık­
olan eski şehir harebelerine de deniyordu. (“B urana” , A rapça “m ina­
tır. B alasagun’dan daha doğuda Sogdluların bulunup bulunm adıkların­
re” kelim esinin bozulm uş bir şekli olsa gerek). Sonra K aşgarlı M ah-
dan bahsedilm iyor. K aşgarlı M ahm ud zam anında A rgu ülkesinin
m u d ’da Koçkarbaşı (basılm ış nüshada her yerde “fcnkâr” yazılıyor ve
Sogdları herhalde M üslüm andı. Bu kavm in İslâm iyet’i T ürklerden ön­
el-kebş, koç olarak tercüm e ediliyor) ile Balasagun arasındaki yolda
ce mi sonra mı kabul ettikleri hakkında ve genellikle bunların dil ve k ı­
Z anbi geçitinden bahsediliyor. K oçkarbaşı bir şehir ismi olarak önceki
yafet bakım ından T ürkleşm eden önce T ürk kavm ine olan m edenî tesir­
F arsça kaynaklarda da geçm ektedir. Bunu Talas’ın doğusunda arıyor­
lerinin nasıl olduğu hakkında hiçbir bilgi yoktur.
lardı. Fakat ism inin de gösterdiği gibi bu şehrin de Çu nehrinin yukarı
kısm ından ibaret olan K oçkar nehrinin yukarı taraflarında olm ası pek Doğu T ü rk istan ’ın T ürklerden önceki T ürk olm ayan yerli ve m ede­
m uhtem eldir. İsm inin kesin olarak Türkçe olm am ası ile dikkati çeken nî halkı hakkında da aynı sorular sorulabilir. Biz şim di yalnız K aşgarlı
Z anbi geçidi bugünkü Şam si geçidine uygun düşebilir (aynı geçit ola­ M ahm ud’dan öğrenebildik ki bu halka onun zam anında daha başka,
bilir). B u Şamsi geçidi hakkında bölgede yaşayan T ürklerin efsanevî ay n b ir kavim gözüyle bakılıyor ve bunlara “K encek” deniyordu. Bu
rivayetleri de vardır. isim diğer hiçbir k aynakta yoktur. O zam an K encekler T ürkleşm iş b u ­
lunuyorlardı. Fakat bazı telâffuz özellikleri gösterm ekle beraber ay n
Balasagun ism inin kökeni henüz belirlenem em iştir. Ö nceleri bu is­
bir takım kelim eler kullanarak eski dillerinin kalıntılarını koruyorlardı.
m i, “şehir” anlam ında kullanılan M oğolca “balgasun” kelim esiyle irti-
batlandırıyorlardı. Şimdi o fikre taraftar olan pek yoktur. Kaşgarlı M ah- X. asrın sonunda M üslüm an İranlılar âlem inin yeni hudud m em le­
m ud’da “tabip, doktor” anlam ında bir “atasagun” kelim esine rastlanı­ keti olan Sâm ânoğullarm ın ülkesini fethederken de T ü rk ler K aşgar ta­
yor. Bu kelim e T ürkçe “baba” anlam ındaki “ata” kelim esinden olsa ge­ rafından değil B alasagun tarafından gelerek fethetm işlerdi. (Yani K aş­
rektir. Şim di “balasagun” kelim esi de acaba “bala” kelim esinden m ey­ gar daha T ürk çoğunluğunun m erkezi değildi). İslâm iy et’i kabul etm iş
dana gelm iş olam az m ı? Ö yle olduğu takdirde ne anlam ifade edebilir, olan Satuk B uğra H an ’ın torunu Buğra H an H aru n ’un (bu seferinin
bu da bir m esele teşkil eder. T ürkler B alasagun’u b ir de K uz-uluş
76 PROF. DR. V. V. BARTHOLD
ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 77

başlangıcı olarak) önce İsficab’ı (Sayram ) fethettiği söyleniyor ki bu


Sasanîlerin devlet teşkilat a n ’aneleri de girdi. Bu sebepten Sâm ânoğul-
şehirde galiba bir küçük T ürk m âlikânesi (arazi, çiftlik) veya T ürk sü­
lan kendilerini Sasanî sülâlesine nispet ediyorlardı. S âm ânoğulları’nın
lâlesi yönetim ve tasarrufunda bir m âlikâne bulunuyordu. D aha sonra
baskıcı yönetim e eğilim leri yerli aristokrasi arasında isyan fikirlerinin
992 senesinda adı geçen B uğra Han Harun Sem erkand ve B u h ara’ya
beslenm esine sebep oluyordu. N itekim Buğra H an’ın M âv erâü n n eh ir’e
ilk seferini yaptı, fakat durum ve şartlar fatih Türklerin kendi fetihle­
yerli dihkanların davetiyle gelm iş olduğunu söyleyen bir haber de var­
rinden geçici bir zam an için vazgeçerek geriye B alasagun’a dönm ele­
dır. Burayı Türklerin fethetm esinden sonraki dönem de dihkanların
rini gerekli kıldı. Buğra Han da o sene orada öldü. Fakat birkaç sene
epeyce faydalanm ış olduklarını gösteren deliller de vardır. Coğrafyacı
sonra yapılan bir andlaşm a neticesinde Sâm ânoğulları devletinin Ze-
M ak d isî’nin söylediğinden X. A srın sonunda dihkanların İktisadî alan­
refşan havzasından kuzeyde olan bütün kentleri K arahanlıların eline da tesir ve hâkim iyetlerini, özellikle şim diki T aşk en t’in güneyinde
geçti. Birkaç sene sonra, 9 9 9 ’da K arahanlılar Sem erkand ve B u h ara’yı A ngren nehri havzasından ibaret olan İlak şehrinde korum uş oldukla­
tekrar işgal ettiler. Son Sâm ânoğulları hüküm darı, sülâlesinin hakim i­ rı, fakat siyasî önem lerinin olm adığı anlaşılmaktadır. K arahanlılar dev­
yetini (XI. A sır başlarında) canlandırm ağa çalışm ış ise de bundan bir rinde İlak dihkanı tarafından kesilen sikkelere rastlanıyor; bu paralar
sonuç alam am ıştır ve M âverâünnehir’de yerleşm iş olan T ürk hâkim i­ bunların eski siyasî hak lan ve güçlerinin canlandığını gösteriyor.
yetini pek sarsıntıya uğratamam ıştır.
K arahanlılar M âv erâü n n eh ir’i fethetm ekle beraber bu ülkenin eski
G enellikle Sâm ânoğullarının îran devlet teşkilâtını dış bir düşm anın başşehirlerinden hiçbirinde, ne Sâm ânoğullarının başşehri olan B uha­
elinden kurtarm ak için halk ve avam kitlesini yardım a çağırm aları da ra ve ne de S em erkand’d a oturdular. K arahanlılardan M âverâünne­
bunun gibi sonuçsuz kalmıştır. H atta İslâm âlim lerinin birkısm ı tarafın­ h ir ’de hüküm süren ilk hüküm darları, F ergana’nın önceleri fazla ön e­
dan, halkın m em leketi savunm asının ancak m em leketi kâfirler istilâ et­ mi olm ayan, doğuda bir hudud şehri bulunan Ö zkend’i m erkez ed in d i­
tiğinde farz olduğu ilân edilm iştir. Buna dayanarak “ K arahanlılar M üs­ ler. Yeni fethedilen ülkenin ortasındaki şehirlere nisbeten kendilerinin
lüman olduklarından bunların hâkim iyeti zam anında M üslüm an ahali­ eski ülkeleri ile kom şu olan bu şehirde (Ö zkend’de) K arahanlıların da
nin durum unun Sâm ânoğulları devrine göre kötüleşeceğini düşünm ek kendilerini daha tehlikesiz ve güven içinde hissetm iş oldukları açıktır.
anlamsızdır. Şu halde M üslüm anların kendilerini boş yere öldürtm ele- G erçekten ülkenin fethinden birkaç sene geçtikten sonra M âverâünne­
rine hiçbir sebep yoktur” diyorlardı. h ir ’de Sâm ânoğulları lehine b ir halk hareketinin belirtileri ortaya çık­
mıştı. Ö zkend şehri bu ülkeyi T ü rk ler fethetm eden önce de var olm a­
M âverâünnehir’in İranlı halk için bu fetihçi T ürklere hep birden sına rağm en bu şehrin adını T ürkçe “Ö z+kend” yani “bizim şehrim iz”
karşı koym ağa kalkışm ak daha başka şart ve durum lar dolayısiyla da anlam ında yorum lam ak hususunda başarısız b ir türetm e uydurulm uştu.
zor idi. İslâm ’dan önceki devirlerde îran hakim iyetinde olan O rta A s­ M âverâünnehir’in kuzey kısm ının m erkezi (bu kısım da T ürk unsuru
ya kuvvetli bir m onarşi idaresi görm em işti. B ütün yönetim ve kuvvet herhalde güney kısm a göre biraz daha fazla idi) ve Çaç (veya sonradan
arazi sahibi olan çiftçi aristokrasisi elinde idi. M em leket bir çok ufak m ahalli kitaplarda da kullanılan A rapça telaffuzu ile Ş aş) vilâyetinin
derebeyliklere bölünüyor, derebeyleri de kendi yönetim lerindeki şehir­ başşehri olan B inket şehri de T ürkçe ad aldı. Bu B inket/B enket adı y e­
lerin en zengin çiftçileri olup, çiftçi aristokrasisi gibi bunlara da “dih- rine XI. A sırda el-B irû n î’nin eserinde görüldüğü şekilde T ürkçe T aş­
kan” deniyordu. Bazan derebeyinin hâkim iyeti geçici olarak kalkıyor­ kent yani “taş+ şeh ir” adı da kullanılm ıştır. Taş m addesi olm adığı halde
du. İranlı olan bu dihkan tabakası bazan Türklere m edenî tesirler yapı­ burasını “taş şehir” diye adlandırm ak gibi garipliğin sebebini belirle­
yordu. Bundan dolayı M âverâünnehir’de T ürk denilen dihkanlara tesa­ m ek için çeşitli açıklam alar yapılmıştır. Fakat bunlar sonuçsuz k alm ış­
d ü f olunuyor. İslâm devrinde bu aristokratik yönetim İran ’da olduğu tır. K aşgarlı M ahm ud’da Taşkent kelim esinin halk arasında kullanılan
gibi M âverâünnehir’de de şehir hayatının ilerlem esi, kuvvetli m onarşi kısa bir şekli olan “T erken” geçiyor. K aşgarlı M ah m u d ’un eserinde gö­
idaresi ve bürokrasi m erkeziyet sistem i güçlendiği ölçüde yavaş yavaş rüyoruz ki Sem erkand şehrinin adını T ürkçe Sem iz-K eııt yani sem iz
bozuldu, yerli İran lehçelerinin yerini Farsça aldığı gibi, O rta A sya’ya (zengin) şehir anlam ında yorum layan bir halk türetm esi daha o zam an
bile varmış.
78 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 79

Karahanlıların B uhara veya S em erkand’da oturm ak istem eyişleri feti ve gözleri dar, burunları basık olm ası hakkındaki hadisi hatırlıyor.
bu sülâlenin kendilerine, din, m addî m edeniyet ve m addî servet veren Bu hadis Türklerin evvelce M oğol kıyafeti diye adlandırılm akta olan
batı yönündeki fetihlerini sürdürm ekten vazgeçtiklerini gösterm ez. kıyafette olm adıklarını ileri sürenlerin aleyhine getirilecek delillerin en
D oğuda veya kuzeyde M üslüm an olm ayan T ürklerle yapılan savaşlara m ühim lerinden biridir. G azneli M ah m u d ’un T ürklerle olan savaşına,
nispeten batıda yapılan savaşlar elbette daha çok kazanç vadediyordu. bu sultana bağlı olan İran ’ın kendi hududu içinde İran ’ın m illî gelenek­
Yukarıda gördüğüm üz üzere M üslüm anların kendi aralarında bile İslâm leri açısından bakm ış olm aları müm kündür. S âm ânoğullan devrinde
âlem ine Türklerin katılm asını bekleyen ve onları m üttefik bilen bazı yazılm ış, fakat G azneli M ahm ud devrinde şöhret kazanm ış olan Fir-
gruplar varken, bu gibi şartlar içinde din, T ürklerin fetih hareketlerinin d ev sî’nin Ş ahnâm e’si de K arahanlılarla olan şu m ücadeleler esnasında
genel yönünü değiştirem edi. İslâm iyet’i yeni kabul etm iş bir kavim o l­ m eydana getirilm iştir. Bu Ş ah n âm e’de İran ve Turan m ücadelesine'
duklarından T ürkler İslâm iyet’e Batı A sya vilâyetlerindeki İslâm hü­ pek çok yer verilm iş, M .S. VI. A sırda T ürklerin ortaya çıkışından baş­
küm darlarına nispeten daha bağlı ve sam im i idilar. H atta X. A sırda bi­ layarak Turan kelim esi T ürkistan yani T ürklerin m em leketi anlam ında
le İslâm dininin koruyucuları - o zam an B ağdat’ta bütün idareyi elleri­ kullanılm ış ve İran-Turan m ücadeleleri hikâyesinde m uharebelere Tu­
ne geçirm iş Şiî olan Büveyh O ğullan sülâlesinin hâkim iyetine son ver­ ran tarafından katılan kahram anlar da isim leri halis İranlı adlar olm ası­
m ek için- doğu tarafından gerçek İslâm fâtihlerinin çıkm asını bekliyor­ na rağm en Türk kahram anları olarak anlatılmıştır. K arahanlıların kendi­
lardı. M ağrib (K uzey A frika) vilâyetlerindeki B erberîler gibi T ürkler leri de yalnız İslâm tesiri değil, belki İran efsaneleri tesirine girm iş o l­
de doğuda İslâm dini tem silcilerinin İslâm hüküm etleriyle m ücadele duklarından T ürk kavim lerine m ünasebeti olm ayan o eski Turan
ettikleri yerlerde dinin koruyucu rolünü oynayan b ir m illet olarak m ey­ a n ’anelerini bu sülâleyle irtibatlandırm ak da kolaylaşm ıştır. K arahanlı-
dana atıldılar. [NOT: B urada Şii dünyasının siyasi ham lesine karşı Sün­ ların İran efsanelerinin tesirinde olm alarındandır ki bunlar kendilerini
ni dünyanın beklentileri; B üveyhoğullan ve F atim iler gibi Şii devletler efsanevî Turan padişahı A frasy ab ’a nisbetle Al-i A frasyab (A frasyab
ve Haşan Sabbah gibi çeşitli Şii grupların “Sünni” geleneğin tem silci­ ailesi, taraftarları) diye nitelediler. H albuki bu terkipli nitelem enin ya­
leri olan devletlere karşı m üstakil bir güç oluşları ve m ücadelelerine pısı hiç de T ürkçe değildir. Yalnız şim di K aşgarlı M ah m u d ’dan öğreni­
karşı Türklerin m isyonuna atıf vardır. Biraz kapalı olan altı çizili yerle­ yoruz ki T ürkçe şarkılardaki A lp T unga adlı kahram an A frasyab’la ay ­
ri bu istikam ette anlayarak düzenlem ek gerekebilir.] Kaşgarlı M ahm ud nı kişi diye telâkki olunm uş imiş. K aşgarlı M ahm ud bu gibi şarkılar­
bize kudsi bir hadisten “D oğuda kendilerine T ürk denen benim asker­ dan birkaçını naklediyor. D iğer b ir yerde olduğu gibi, burada da şarkı­
lerim var. B ir kavim benim gazabım a uğrarsa, ben onlara Türkleri m u­ ların A rapça tercüm elerini yazıyor. Şarkıların m etnindeki A lp Tunga is­
sallat ederim .” anlam ındaki kudsî bir hadisi naklediyor. K arahanlılar m i yerine bu A rapça m etinlerde “A frasyab” yazılm ıştır. İranlılann A f­
m üttaki (dindar) M üslüm an hüküm darlar olarak tanınıyorlardı. Bu hü­ rasyab hakkındaki rivayetleri D oğu T ürkistan’ın farklı yerlerine nisbet
küm darların hiçbiri şarap içmezdi. Bu yüzden bunlar eski Sâm ânoğul- ediliyordu. A frasy ab ’ın başşehri K aşg ar idi. B u günkü M aralbaşı şeh ­
lan sülâlesinin A m uderya’nın (Ceyhun) güneyindeki ülkelerine varis rinden ibaret olan B arçuk şehrinin kuruluşu da A frasy ab ’a nispet edi­
olan, fakat aslen T ürk oldukları halde hâkim iyetleri T ürk halk hareket­ liyordu. İranlılann destanlarında A frasyab’ın kızı ile gizlice nikâhlandı-
lerine bağlantılı ve dayalı olm ayan G azneliler sülâlesinden farklı idiler. ğı için A frasiyab’m em ri ile kuyuya atılan ve R üstem tarafından kurta­
G azneli Sultan M ahm ud da çok dindar bir hüküm dar sayılıyordu. N ite­ rılan kahram an Bizen veya Bijen de güya P arçuk [B arçuk]’da hapso-
kim H indistan’da cihat savaşları ilân etti. K endi m em leketindeki Rafı- lunm uş. Firdevsî ve onun öncüsü olan Sâm ânlılar devri ileri gelenle­
zîleri takip etti, kovuşturdu. Fakat özel hayatında dinin haram saydığı rinden D akikî kendilerinin efsanevî Turânlılar hakkındaki hikâyelerine
şeyleri yapm aktan çekinm iyordu. çağdaş Türklerin hayatındaki özellikleri katm ışlardır ve bu pek tabiidir.

Karahanlılar ise A m uderya (Ceyhun) sahilinde durup kalm ak fik­ Burada adı geçen bazı şehirler ve çeşitli T ürk kavim lerinin isim le­
rinde değildiler, hatta G azneli M ahm ud’un m em leketine de asker gön­ ri ve Peygu yazısı denilen T ürk yazısı da buralara aittir. Bu yazının za­
derdiler. G azneli M ahm ud’un tarihçisi bu m ünasebetle Türklerin kıya­ m anım ızda da “hatt-ı Peygevî” diye yazılan terkipteki “Peygu” kelim e-
PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 81
/

aı diğer yerlerde olduğu gibi burada da, O rhun âbidelerinde geçen e s­ var olup olm adığı ve bu hanların nerede hüküm sürdüklerinden b ahse­
ki T ürk ünvân ismi olan “Yabgu” kelim esinin bozulm asından ibarettir. dilm iyor.
N itekim K arluk hâkimi de bu lakabı taşımıştır.
G erd izî’den başka yine bu elçilik seferinden bahseden yegâne y a­
G aznelilerle olan savaşlar K arahanlılara fayda verm em iştir. Kara- zar XIV. A sırda Farsça, T ürkçe ve M oğolca hakkında eser yazan Ce-
hanlılar bütün saldırılarında büyük kayıplara uğram ışlar ve püskürtül- m âleddin ib n ü ’l-M ühennâ’dır. Fakat onun eserinde de bu hususta taf­
m üşlerdir. A m uderya’nın (Ceyhun) kuzeyindeki bazı vilâyetler de silât yoktur. Bu eserin son iki kısm ı 1900-1903 senelerinde Rus m üs­
M ahm ud’un eline geçmiştir. M ahm ud ise kendisinin bütün doğuda en teşriki M elioransky tarafından R usça tercüm esi ile birlikte m etni y a­
yüksek hüküm dar olarak tanınm asını ve halifenin K arahanlılarla m üna­ yınlanm ış ve girişinde linguistiğe ait tetkikler de eklenm iştir. E serin ta­
sebetinin yalnız kendi vasıtasiyle olm asını istiyordu. B ununla beraber m am ı H. 1330-1340 senelerinde Kilisli R ifat Efendi tarafından yayın­
M ahm ud K arahanlılarla olan m ünasebetlerinde bunları kendisine eşit lanmıştır. Mu Türk yayıncı Rus yayıncının elinde bulunm ayan bazı yeni
hüküm dar sayıyordu. Bu hususta özellikle G erdizî’nin 1025 senesinde bilgilere sahip olm uştur. Yazarın adını da belirleyebilm iştir. F akat ne
Sem erkand’ın güneyinde G azneli M ahm ud’un K aşgar hanı K adir Han yazık ki şim di burada bizi ilgilendiren noktalar T ürk yayıncı tarafından
Y usuf bin B uğra H an H arun ile görüştüğü hakkında naklettiği hikâye yapılanda eksiktir. Burasını yalnız Rus yayıncının nüshasından okuyabi­
leceğiz.
açık bir delil teşkil eder.

K arahanlıların Doğu T ürkistan’daki fetih amaçlı seferlerinden biri İbnüT -M ühennâ oniki hayvan adı ile anılan takvim den bahsederken
olarak tarihî kaynaklarda anılan H otan Fethi 1032 senesinde ölen K a­ Ş erefü ’z-Z am an el-M erv ezî’”nin bize kadar ulaşm ayan T ab âi’u ’l-H a-
dir H an Yusuf tarafından yapılmıştır. B u güne kadar öğrenebildiğim ize yav ân ” adlı eserine dayanarak şunları anlatıyor:
göre T ürkistan’da İslâm iyet’in silah kuvvetiyle yayılm ası yalnız bu
“418 (M .S. 1027) senesinde Çin ve Türk padişahından (sâh ib u ’s-
olayda görülm üş ve asırlardan beri B udizm in yayılm ış ve gelişm iş o l­
Sîn ve sâh ib u ’t-T ürk) Sultan G azneli M ahm ud’a Fare yılının beşinci
duğu bir şehir M üslüm an T ürkler tarafından fetholunm uştur. G erdi­
ayı tarihli bir m ektup geldi” deniliyor. Sonra senelerin d iğ er isim leri de
z î’nin naklettiği H otan’ın K arahanlılar tarafından fethedilm esinden ön­
anılıyor. Bars yılı, Kaplan yılı veya Salan (Aslan) yılı dendiği söyleni­
ceki zam ana ait durum undan bahseden bir hikâyede bu şehirde b ir Hı­
yor. Bu sonuncu kelim eyi (S alan ’ı) M elioransky anlayam am ıştır. D e­
ristiyan kilisesi ve M üslüm an m ezarlığından bahsediliyor. Bu, M üslü­
m ek bahsettiğim iz M ecusî T ürk hanlarının elçilik heyeti hakkında da
m anların buraya daha Budizm devrinde gelm iş olduklarını gösteriyor.
bu yeni kaynak hiçbir yeni bilgi vermiyor. Belki sadece b ir sene k arı­
D ikkat çekici b ir husus da M ahm ud’la İslâm iyet’i kabul eden K a- şıklığı gösteriyor. G erd izî’de elçilerin gelm esi 417 (1026 M .), Tabip
rahanlılar değil, henüz İslâm iyet’i kabul etm em iş olan T ürk hüküm dar­ M erv ezî’de ise 418 (1027 M .) tarihinde gösteriliyor. Fare (sıçan) yılı
ları da m ünasebete girişm işlerdi. G erdizî’nin rivayetine göre 1026 se­ ise 1024 yahut 1036 senelerine denk düşüyor.
nesinde iki T ürk hanından elçiler gelerek bunların G azneliler sülâlesiy­
İslâm ülkelerinin K arahanlılar devrinde D oğu T ü rk ista n ’daki h u ­
le kız alıp verm ek suretiyle akraba olm ak istediklerini söylediler. (Bu
dutları hakkında yalnız K aşgarlı M ahm ud bilgi verm ektedir. Bilindiği
hanların lakapları zikrediliyorsa da G erdizî’nin bugüne kadar bilinen
gibi D oğu T ü rk istan ’daki m edenî gelişm iş yerler iki bü y ü k yol üzeri­
tek nüshası olan C am bridge nüshasında - ki O xford nüshası ondan
ne dizilm iştir. Biri kuzey yolu olup K uça ve T u rfan ’a, b ir diğeri de gü­
kopye edilm iş bir nüshadır- bu lakapları doğru okum ak m üm kün o lm u ­
ney yolu olup H otan üzerinden L o b n o r’a gider. L obnor Tarım nehrinin
yor). G azneli M ahm ud cevabında: “İslâm lar m üşriklere kız verm ezler,
ağzıdır. K aşgarlı M ahm ud’d a T a n m ’a, U sm i Tarim denm iş “ U sm i Ta-
eğer hanlar İslâm iyet’i kabul ederlerse istedikleri kabul edilir” dedi.
rim İslâm m em leketinden U ygur m em leketine akarak o rad a kum larda
Fakat ne yazık ki bu hanların da K arahanlılar sülâlesine m ensup olup
kaybolan büyük nehrin ism idir.” XI. A sırda İslâm iyet d ah a Turfan ve
olm adıkları, yani K arahanlılar içinde İslâm iyet’i kabul etm eyenlerin de
PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TURK TARİHİ
82 83

L o b n o r’a ulaşam am ıştı. K uzey tarafından h udut şehri K uça ve Bügür rinden de biliniyordu. K aşgarlı M ah m u d ’da “ nom ” k e lim e sin in h e r di­
şehirleri, güneyde ise Ç erçen şehri idi. K aşg ar’dan b uralara kadar uza­ nî kitaba ve M üslüm an din kitaplarına da verildiği söyleniyor. U y g u r­
nan geniş ülkelerde K aşgar hanından başka han lar o lu p olm adığı da lar içinde M anilk veya H ıristiyanlığın devam ettiğine d air K aşgarlı
zikrolunm uyor. D aha doğudaki ülkeler galiba U ygur hanına bağlı idi. M ah m u d ’da hiçbir bilgi yoktur. Yalnız “becek” k elim esin in g e ç m e sin ­
B unun lakabı “Kül Bilge H an” diye zikrediliyor. Fakat bu lakap hak­ den H ıristiyanların da var olduğunu çıkarabiliriz. Bu k elim e “H ıristiyan
kında geçm iş zam an ile “kâne yüsem m â (deniyordu)” dediğinden bu orucu” anlam ındadır deniyor. Aynı kelim eye M ani m etin lerd e d e tesa­
lakabın geçm işe ait bir lakap olduğu anlaşılıyor. F ak at y azar devrinde d ü f olunuyor ve “M ani o rucu” anlam ında kullanılıyor ki bu d a dikkat
U ygur hanı ne gibi bir lakap taşıyordu, o hususta b ir bilgi verilmiyor. çekicidir.
E ski O rhun âbidelerinin baş kahram anı olan K ül T ekin’in adında görü­
len K ül kelim esine K arluk em irlerinin (ekâbir, ileri gelenlerinin) laka­ Sonra M üslüm an K arahanlılar m em leketinde M üslüm an İran lılarla
bı olarak söylenen K ül-İrkin lakabında da görülüyor. F ak at Kül k elim e­ m üslüm an olm ayan U ygurların her ikisini “Tat” diye adlandırm ışlardır.
Bu da çok dikkat çekicidir. “Tat” kelim esinin kökeninin n e o ld u ğ u n d a
sinin (eski anlam ı) yazarca bilinm iyordu. O na göre bu kelim enin yal­
soru işareti vardır. Bu kelim e etnografik bir isim o la ra k şim d i yalnız
nız “gölcük” ve “havuz” anlamı bellidir. O sebepten yazar lakaplarda­
K afkasya’da kullanılm akta, orada İran-T ürk dillerinden m e y d a n a gel­
ki bu “kül” kelim esini “H an’ın ilmi göl kadar geniş” diye uydurm a ola­
m iş b ir dille konuşan Y ahudilere veriliyor. Tat k elim esi O rta A s y a ’d a
rak yorum luyor, (“kül” kelim esinin A rap harfleriyle yazım ı “ göl” oya­
T ürkm enlerde de kullanılıyor. O n lar b u kelim eyi y erle şik m e d e n î h a­
rak da okunm asına m üsaittir). G erdizî’de bu lâkap “Kür-Tekin şeklin­
yat yaşayanlar için, b u arad a H iveliler için kullanıyorlar. XI. A sırd a
dedir. H erhalde Kül ve K ür kelim enin yaygın olarak (lam harfi) ile ( r
“Tat” kelim esi aynı anlam ile kullanılm ış olmalıdır. A ksi ta k d ird e İran­
) nin birinin diğerine dönüşm esinden ortaya çıkan iki türlü telaffuz
lIlarla m edenî T ürk U ygurlara b u kelim enin verilm esini a ç ık la m a k zor
şeklinden ibaretti. olurdu. U ygur şehirleri hakk ın d a K aşgarlı M ahm ud ep e y ce d o ğ ru b il­
K aşgarlı M ahm ud, “ sağlam ve sabit kişi” anlam ında K ür er kelim e­ giye sahip görünm ektedir. O rhun âbidelerinde ve U y g u r m etin le rin d e
sini m isal alırken “kür” kelim esinin o eski anlam ını biliyor ise de, “kül “K oço” şehrinden b ah sed iliy o r ki şim diki K arahoca o lu p T u rfa n yakı­
bilge” , “kül irkin” lakaplarındaki “kül”ün yine aynı “kür” kelim esin­ nındaki “İdikut şehri” (Yani U ygur hüküm darı İd ik u t’un şe h ri) h a ra b e ­
leri de oradadır. K oço, U ygur m em leketinin güney k ısm ın ın m e rk e zi
den bozulm uş olduğunu farkedem em işti.
idi. K aşgarlı M ahm ud K oço (K ocu yahut K oçu) k elim esin in ş e h ir is­
Yazarın elinde H otan’ın fethine ait bir hikâye de varmış. Bunu biz m i olduğu gibi bütün vilâyetin adı olarak kullanıldığını biliyor. B u n la r­
yalnız b ir im adan anlıyoruz: Lügatte “cenkşi” lakabı zikrediliyor ve dan başka üç şehrin adı daha zikrediliyor: “Sulm i”, “C an b alık ” “ Yanğı-
H otan’m M üslüm anlar tarafından fetholunm asına sebep olan em îr b ö y ­ balık” (Yenişehir). U ygurlann M aniliği kabul etm elerinden ü ç y ü z sene
le adlandırılıyordu” deniyor. Cenkşi ism ine M ogollar devrinde Cengi- kadar geçtiği halde yine askerlik ruhunu kaybetm ediklerini g ö ste re ce k
zoğulları arasında tesadüf olunuyor. b ir delil de K aşgarlı M ah m u d ’un, U ygurların ok k u llan m ad a d iğ e r k â­
firlere nisbeten daha usta oldukları hakkm daki ifadeleridir.
K aşgarlı M ahm ud’un eserinde geçen pek çok şiir M üslüm anlarla
U ygurlar arasındaki savaşlara dairdir. B unlarda U ygurlar daim a bir Yine K aşgarlı M ah m u d ’un eserinden U ygurların M ü slü m an la ra ne
“B urhan” yani Buda putları ve B udizm ile alâkalı bir kavim olarak an­ gibi isim ler verdiklerini öğreniyoruz. B unlarda M üslüm an an lam ın d a
latılıyor. “B urhan” , B udist rahibi “T oyin”le beraber zikrolunuyor. B i­ “Ç um ak” kelim esi kullanılm ıştır. B ilindiği gibi G üney R u s y a ’d a m a l­
lindiği gibi M oğollarda Buda ruhanilerinin b ir kısm ına bugün d e to- larını, ürünlerini arabaya koyarak köylerde ticaret yapan k ü çü k tü c c a r­
yin/toin denilm ektedir. Bu kelim e esasen Ç ince’d ir diyorlar, bu ism in lara çum ak deniyordu. B u kelim enin aslı bugüne kad ar b elli o lm a y ıp
yalnız ahengine bakarak T ürkçe olduğuna hükm ediyorlardı. B ü y ü k b ir
ve yine kutsal kitaplara verilen “nom ” kelim esinin U ygurlardan M o ­
ihtim alle M üslüm anlar d iğ er vilâyetlerde olduğu gibi U y g u rla n n ü lk e ­
gollara geçm iş idi. D aha önce XIII. A sır İran tarihçisi C üveynî’nin ese­
sinde de ticaret işlerinin b aşlıca tem silcileri olm uşlardır.
PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ
85
84

D oğu T ürkistan’ın kuzeyinde yaşayan kavim ler hakkında yazarın dişini üçüncü şahıs kipiyle veya hiçbir şey ilâve etm eden “M ahm ud”
verdiği bilgilerde az ayrıntı vardır. Y ukarıda görüldüğü gibi İslâm i­ adıyla bahsediyor. Kitabın içinde tek başına “ M ahm ud” denildiğinde
y et’in doğudaki yayılm a hududunu K aşgarlı M ahm ud un eserine daya­ yalnız yazarın kendisi kastedilm iş olduğundan şüphe yok gibi görülü­
narak epeyce doğru tâyin etm ek m üm kündür. Fakat kuzey ve kuzey yor. M ahm ud un babası, Isık Göl civarındaki Barsgan yahut B arshan
doğu taraflarındaki T ürk kavim leri arasında İslâm iyet’in yayılm ası şehrinden çıkm ıştır” ifadesi de yazarın kendisine ait olmalıdır. “B ars­
hakkında verdikleri bilgiler o kadar açık değildir. X. asır coğrafyacıları g an” veya B arshan’ın yeri daha önceden bellidir. G erdizî, İsk en d er’in
yalnız Yedisu vilâyetinin güney kısm ını iyi bilm iş olmalılar. Tum anski Çin seferinde getirdiği İran askerlerini burada yerleştirdiği hakkında
Y azm ası’nda “İli” nehri de geçiyor. Fakat yazarın bu nehir hakkındaki efsanevî bir rivâyet naklediyor. İskender dönüşünde bunları tekrar
anlatımı karışık olup nehrin Isık G öl’e döküldüğünü söylüyor. Halbuki İra n ’a götüreceğine söz verm iş ise de, buradan dönem eyerek H ind
K aşgarlı M ahm ud İli nehrine çok önem veriyor. H atta T ürkler arasın­ üzerinden döndüğünden sözünü yerine getirem ediği söyleniyordu. Yi­
da kullanılan oniki hayvan ism iyle anılan takvim in kökenini de bu İli ne G erdizî’nin açıklam asına g öre “B arsgan” veya Barshan kelim esi
nehrine bağlıyor. T ürk padişahının bir av esnasında takip ettiği hay van- F arslar ın em îri, hanı anlam ında “p ars” ve “han” kelim esinden alın­
lann İli nehrini, bahsi geçen takvim deki sıra ile birbiri arkasından geç­ m a b ir birleşik isim olarak yorum lanıyorm uş.

tikleri hakkında bir efsane naklediyor.


K aşgarlı M ahm ud ise adlandırm a hakkında iki husus daha nakledi­
Y azar eserini B ağdat’ta yazmıştır. Y azm ağa başladığı tarihi pek açık yor: B irine göre Barshan A frasy ab ’ın oğlu imiş. D iğerine göre de bu
olarak hicrî 466 M uharrem (1073 Eylül) olarak gösteriyorsa da iki se­ kelim e U ygur hanının seyisinin adı imiş. Bu ikinci açıklam a b ir başka
bepten bu tarih şüpheli görülüyor. 1- 467 H. (1075 M .) senesinde tah ­ yönden m ühim dir; bundan U ygurların bir zam anlar buralara kadar h a­
ta çıkan H alife M uktedi’den bahsedilm esi, 2- O niki hayvan senelerin­ kim olduğunu çıkarm ak m üm kün oluyor. N etice olarak o devrin XI.
A sırda bile unutulm adığı anlaşılıyor.
den biri olan Y ılan yılının zikredilm esi ki 1077’ye tesadüf edebilir. K i­
tabın sonunda ise, yazm aya 464 H. senesi C em aziy e’l-evvelinde (Şu­
Kitabın diğer bir yerinde (C ilt I, sh. 102) yazarın T ürk soyundan o l­
bat 1072 M.) başlayıp dört defa düzeltm e, tam am lam a ve kopyasını çı­
m akla kalm ayıp hatta doğrudan doğruya K arahanlılar sülâlesine m en ­
kardıktan sonra 10 C em aziye’l-ahir 466 H. (10 Şubat 1074 M .) de ya­
sup olduğunu anlam ak da m üm kündür. “Sahib-i telif (yazar) M ahm ud
zılm ış olduğu ayrıca kaydedilm iştir ki kitabın tam am lanm ası takdim
diyor ki bizim babalarım ız olan em irler “ham ir” diye tesm iye o lunu­
olunan halifenin tahta çıkm asından önce oluyor. Kitabın asıl nüshası es­
yorlardı. Ç ünkü O ğuzlar em îr kelim esini A raplar gibi “em îr” diye sö y ­
ki nüsha olup, açıkça 27 Şevval 664 H. P azar günü/ 1 A ğustos 1266
leyem ezler.” D aha ilerde “T ürk diyârını Sâm ânlılar elinden fethederek
M. tarihlidir. M üstensihin (kitabın nüshasını/kopyasını çıkaranın) dedi­
alan babam ız (yahut ceddim iz)” deniliyor. Fakat burası yazarın kendi
ğine göre yazarın kendi nüshasından yazılm ış iken bu gibi tarih ve se­
adına ait ibare olm ayıp daha yukarıda “N izam eddin İsrafil Togan Tegin
nelerdeki çelişkileri açıklam ak ve halletm ek zo r oluyor. Fakat yazarın
bin M uham m ed Ç akır Tonka H an kendi pederi ağzından naklediyordu”
eserini kesinlikle XI. A sınn ikinci yarısında yazm ış olduğunda şüphe
şeklinde zikrettiği kaynağa yani “Togan Tegin’” e ait bir söz olabilir.
olm asa gerektir. S onra yazar m aiyyetinde bulunduğu K um ak adında bir em îrin ismini
zikrediyor.
Yazar kendisinin ne gibi sebeplerle B ağdat’a göç ettiğini söylem i­
yor. Yalnız ifadesinden T ürk bozkırlarında seyahat ettiğini, T ürk dilini
İli nehri havzasında yaşayan “T uhsi”, Y ağm a” , “Ç iğil” kabileleri
en güzel bilenlerden olduğunu, T ürkçe, T ürkm ence, O ğuzca, Çiğil-
de galiba M üslümandılar. Bunların İslâm hududundaki yerlerinin İli
c e ’yi, Yağma ve K ırgızların dillerini öğrendiğini öğreniyoruz. Bu söz­
nehrinden kuzeyde ve B alhaş G ölü civarında olduğu anlaşılıyor. “Bal-
lerden anadilinin Türkçe mi yahut A rapça mı olduğu da anlaşılmıyor.
haş G ölü”de “Terin G öl” adiyle zikrolunuyor. “Terin” kelim esi O ğuz
Eseri, Arap dilini pek m ükem m el bildiğini gösteriyor. Fakat kitabında­
lehçesinde “çok ve bolluk” anlam ını ifade eder. B una göre B alhaş G ö ­
ki hn/.ı noktalar bunun aslen Türk olduğuna tanıklık ediyor. Y azarken-
86 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 87

lü de o ülkede en büyük göl olduğundan bu adı almıştır. İli nehrinin yerde bu ad “Yasmıl” olarak yazılmıştır. B u hatanın K aşgarlı M ah­
B alh aş’a döküldüğü zikredilm iyor. G öle yakın yerde “ İki Ü güz” yani m u d ’un kendi nüshasında m evcut olm adığını zannediyorum . Ç ünkü I.
“ iki nehir” şehri ve bu şehrin “İli” nehri ile “ Y afenç” nehri arasında b u ­ Cilt, 399. sayfada alfabe tertibi ile sayılan adlar içinde B asm ıl kelim e­
lunduğundan böyle bir isim alm ış olduğu zikrolunuyor. Fakat haritada si (B) harfiyle başlayan kelim eler arasında geçiyor. Bu kelim eden ö n ­
Yafenç, İli nehrinin güneyinde ve İki Ü güz bunun kuzeyinde gösteril­ ce (B esbel) ve sonra (Beşgıl) kelim eleri kaydedilm iştir.
m iştir. Avrupalı seyyah R ubruquis 1253 senesinde İli nehrinin kuzeyi­
ne geçerken “E quius” şehrinden geçm iştir. B u bahis konusu olan İki H alis T ürk olm ayan kavim ler içinde bahsedilenlerden biri de Tatar­
Ü güz olup R ubruquis bunu Lâtin telaffuzuna göre yazm ış olabilir. İki lardır. Bilindiği gibi Orhun Y azıtlarında da tesadüf olunan bu ad ile d a­
Ü güz yanında bir de K am lançu’dan bahsedilir. İslâm hududunda (fi ha sonraki asırlarda M oğollar kendilerini adlandırıyorlardı. Kaşgarlı
sagriT -İslâm ) denilen ve haritada İli kuzeyinde gösterilen “Küm i-Ta- M ah m u d ’da halis Türk olm adıkları söylenen kavim lerden daha başka­
las” şehrini de yazar diğer bir yerde U ygur hududunda (sag ri’l-U ygur) ları, örneğin Y abakular da M oğol olabilir. E ğer böyle ise M oğolların
d iyorsa da bunu yine bu İli kuzeyinde İki Ü güz civ an n d a aram ak g e­ (bazıları) daha yazarın zam anında batıya ilerleyerek her tarafında T ürk
rekir. Bundan daha kuzeyde “ Yamar” nehri akıyordu ki bu galiba şim ­ kavim lerinin oturduğu yerleri işgal etm iş olm alılar. E skisi gibi K aşgar-
diki “Ç uguçak” şehrinin bulunduğu yerdeki Em il nehri olmalıdır. “B u­ lı M ahm ud devrinde de Yenisey nehrinin yukarı havzasında yaşayan
rada Yabaku kabilesi yaşıyordu” deniyor ve Yabaku kelim esi Ferga- K ırgızlar da halis T ürk kavm i olarak zikrolunuyor. Fakat herhalde K aş-
n a ’da Ö zkent civarında bir nehir adı olarak da geçiyorsa da bunu tesa­ garlı M ahm ud’un sözleriyle M oğolların T ürkleri M oğolistan’dan uzak­
düfi b ir şey kabul etm ek gerekir. laştırm aları olayı kesinleşiyor. O rhun âbideleri yazılırken Türk hanının
ordugâhı olan “Ö tüken” dağlan, yazar zam anında “T atar bozkırlannda
K aşgarlı M ahm ud’un eserinde b ir de “A rslan Tegin” idaresinde U ygurların m em leketine yakın b ir yerde” bulunuyordu. M oğolistan’da
kırkbin kadar M üslüm an askerinin “ Büğe B udrac” kum andasında ye- h üküm süren T ürk kavim lerinden en sonuncusu Çin kaynaklarına göre
diyüzbin kadar kâfir askerine galibiyetiyle neticelenen b ir savaştan Kırgızlar idi; bunlar 840 senesinde oradan U y g u rlar’ı kovup çıkarmış
bahsediliyor. İslâm larla kâfirlerin savaşlarından K aşgarlı M ahm ud’un idiler. M oğolistan’dan Türklerin çıkarılm aları X. asır başlarında M oğol
eserinde geçen bu tek olay da Yabaku adıyla ilintilidir. B u savaşa g i­ kavim lerinden olan K ıtaylann kuvvetlenm eleri ile ilgili görülüyor. Bu
derken M üslüm anlar önce İli, sonra da Yamar yani Em il nehirlerinden K ıtaylar K uzey Ç in ’de kuvvetli bir hüküm et kurdular ve bu m em leke­
geçiyorlar. Bu savaşa İslâm larm düşm anı olarak Basm ıllar da katıldılar. te kendi adlarını verdiler. Bu ad yani Kıtay kelim esi Avrupalılar tarafın­
K aşgarlı M ahm ud bu olaya bizzat katılanlardan birisiyle konuşm uştur. dan kullanılm ıyorsa da M oğol, R us ve bazı M üslüm anlarca “Ç in” keli­
Bundan bu olayın kitabın yazılm asına yakın bir devirde olduğu anlaşı­ m esi karşılığında hâlen kullanılm aktadır. T ü rk ler batıya geldikten son­
lıyor. Fakat bu olaya dair birçok efsaneler uydurulm uştur. Ö rneğin sa­ ra Araplardan Çin karşılığı olarak “S in” söyleyişini alm ışlardır. (G e­
vaşa katılan kâfirlerin sayısı her halde efsânevî bir sayıdır. G öçebe h a­ nellikle Farsça “ç” harfi A rap ça’d a “s” olarak telaffuz edildiği için
yat şartlarında bu kadar askerin bulunm ası kesinlikle m üm kün değildir. A raplar F arsça’daki söyleyiş şekli olan “Ç in” yerine “S în” dem işler­
G öçebelerin savaşları hakkında bu gibi hayalî rakam lara biz çeşitli yer­ dir). Ö nceleri, O rhun âbidelerinde de görülen “T abgaç” ism ini de ken ­
lerde, örneğin, C engiz Han savaşlarında da rastlıyoruz. dileriyle beraber doğudan getirm işlerdir. K aşgarlı M ahm ud zam anında
K uzey Ç in anlam ında “ Sin” ve G üney Ç in anlam ına da M asin ’i kullan­
“Yabaku” kavm i yazarın halis T ürk olm adığını belirttiği kavim ler-
mışlardır. Ve Tabgaç (K aşgarlı M ah m u d ’un eserinde “Tavgaç”) keli­
dendi. Fakat yazar bunlar hakkında “K endi dillerinden başka T ürkçe
m esini yalnız m illî Çin sülâlesi olan “S un” Sülâlesi idaresindeki “M a-
de bildiklerini” söylüyor. “Basm ıl” kavm i de bunlar gibidir. Bu Basm ıl
sin” i ifade etm ek üzere kullanagelm işlerdir.
kavm i sonradan U ygurlar tarafından işgal edilen Doğu T ürkistan’da
“B eşbalık” şehri civarında yaşayan b ir kavim olarak O rhun âbidelerin­ Tavgaç yahut M asin’i de b una ekleyerek “ Yukarı Sin” diyorlardı.
de de geçm ektedir. D ivanu L ügati’t-T ü rk ’ün basılm ış nüshasında her A lelâde Sin veya O rta S in ’e orada hâkim olan sülâlenin adıyla “Hıtay”
PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 89
88

diyorlardı. K aşgar ülkesi ise Aşağı Sin sayılıyordu. “T avgaç” daha baş­ virdeki m anevî ve m addî hayatının ne derece gelişebilm iş olduğunu
ka anlam larda da kullanılm ış olm alı; son zam anlarda olduğu gibi M ah- pek güzel anlatıyor. Bu konferanslarda bu m edenî ve şehir yaşam ına
m ud zam anında da O rta A sya’da eski m edeniyet eserlerini Çinlilere ilişkin m alzem enin hepsini olduğu gibi aktarm ak ve açıklam ak m üm ­
mal ediyorlardı. K aşgarlı M ahm ud bu kelim eyi K u r’a n ’d a d a adı geçen kün değildir. Fakat M ahm ud’un O ğuzlar ve diğer batı T ürk kavim leri
eski A rap kelim esi “A d” ile irtibatlandırıyor. K arahanlılarda kullanılan hakkında verdiği bilgilere genel olarak b ir göz attıktan sonra gelecek
“Tafgaç H an” lakabını da M ahm ud aynı anlam ile açıklarken “A zîm ü’l- konferanslarda d a bu eserde bulunan bilgilerin bazılarını açıklam aya
M elik ve kadim uhu” (büyük ve eski padişah) dem esi, yani burada da çalışacağım . Türklerin m edenî durum ları hakkında genel b ir değerlen­
“Tavgaç” kelim esinin anlamını “Ad” kelim esinin anlam ıyla bağlantılı dirm e yaparken (O ğuz ve Batı T ürkleri hakkında) böyle bir genel bakı­
görm esi hata olsa gerek. Bu lakabın kullanılm ası T ürklerin Çin ile olan şa ihtiyaç vardır. Çünkü M ahm ud, naklettiği edebî parçaların belli bir
eski m ünasebetlerinden kalm ış ve Türklerin Çin im paratorluk idealle­ bölgeye ait olm ası müm kün olanlarını da Türklerin îdil (Volga) havza­
rine fazla ilgi gösterm elerinden ileri gelm iş olm ası daha m uhtem eldir. sından Ç in ’e kadar dağılarak oturdukları geniş sahanın hepsine ait gibi
Aynı lakap Karahanlıların sikkelerinde A rapça tercüm esiyle “M elikü’s- gösteriyor. H angi şiirlerin bu geniş ülkenin doğusuna ve hangisinin
Sin” olarak da yazılıyor.. batı kısım larına ait olduğunu ayırm ak bazan m üm kün olm uyor.1 M ede­
nî hayata ait kelim eler ve m edenî hayatın m em leket yönetim i usulle­
U ygurların ülkesi olan “K an-çou” vilâyetini 1020 senesinde fethet­ rinden başlayarak han sarayının iç yapısına ve halk ö rf ve âdetlerine k a­
m iş olan Tangutlar da K aşgarlı M ahm ud’da geçm ektedir. Sin ile Tan- d ar çeşitli yönlerine ait olan bilgiler de aynı haldedir.
gut arasında Türkçe garip bir isimle adlandırılan “K atun sini” (Kadın
sureti) şehri yerleştiriliyor. Bu isim açıklanm ıyor; şehrin nasıl b ir resim
veya heykele nispetle bu ism i aldığı da söylenm iyor. Yalnız Tangutlar-
la K atunsini ahalisi arasında galiba Tangutların yenilgisi ile neticelenen
b ir savaştan bahsolunuyor.

G enellikle K aşgarlı M ahm ud’un çeşitli şehirler hakkında verdiği


kısa bilgilerden elinde şim di bizim elim izde bulunm ayan birçok tarihî
eserin varlığı anlaşılıyor ki, bu eserler (eğer bulunursa) bizim için pek
m ühim olurdu. M esela “Sıgun Sam ur” şehrinden bahsediliyor ve b ura­
da B uğra H an’ın zehirlenerek ölm üş olduğu rivayet ediliyor. Fakat b u ­
nun hangi B uğra Han olduğu söylenm iyor. S onra “M uk an n a’ın adam-
ları”na bağlı fakat harap olan bir “İnçkend” şehrinden bahsediliyor.
Belki bu şehir, bu m ezhebin taraftarlarını A rap askerleri yok ederken
harap olm uş olacak. M ukanna’ın m ezhebinden (VIII. asrın II. yarısın­
da) ve bunun Türklerle ittifakından ve halife askerleriyle savaşından
bahseden kaynaklarda ise böyle bir yer ismi geçm iyor. K aşgarlı M ah­
m u d ’un eserinde dilbilim ile ilgili toplanan m ateryallerin içinde T ü rk ­
lerin halk edebiyatı ve yazılı edebiyatından birçok örnekler, birçok m e­
denî, şehir hayatına ilişkin sözler bulunuyor. B u örnekler ve kelim eler
XI. A sırdaki Türklerin İslâm iyet’i kabul etm ekle beraber daha İslâm i­ 1 Y a z a r b u ifadesiyle m esela K atun sini ve T a n g u t o la y la rın a ait şiirlerin aynı z am an d a
E v liy a A ta ’dan H azar D e n iz i’n in b a tısın a k a d a r y eri işgal e d erek o tu ran K ıp ç ak larm
yet ve özellikle İran m edeniyetinin henüz pek fazla tesiri altına girm e­
le h ç esiy le yazılm ış olduğu gibi h u susları ve İtil nehri h a k k ın d a k i p a rç aları k a ste tm iş
dikleri ve T ürk m illî an ’anelerinin daha tam am en yenik düşm ediği d e­
o lm alıdır.
A ltinci D ers

T ürklerin A m uderya (Ceyhun) nehrinin güneyindeki ülkelerde or­


taya çıkm ası, X. asırda gerçekleşen istilâ hareketlerinden çok daha ön­
ceki zam anlara aittir. M uhtem elen o T ürklerden bazılarının soyu bugün
de oralarda yaşam aktadırlar. D aha VII. asırda A rap istilâcıları Bedeh-
ş a n ’da K artuklara rastlam ışlardı. Şim di de B ed eh şan ’d a Ö zbek urukla­
rından K arluk uruğu yaşam aktadır. Bu uygunluğa d ayanarak XVI.
A sırda B edehşan Ö zbekler tarafından fethedilince, o ralarda daha önce
yaşayan T ürkler de Ö zbeklerle karışıp gitm işlerdir, diye düşünülebilir.
A rap coğrafyacıları, halifeler ve em irlerin hassa alaylarında kullanılan
kişilerden başka A m uderya’nın güney tarafında oturan T ü rk ler olarak
yalnız “H alac”ları kaydediyorlar. H alaclar İra n ’d a yerleşen T ürkler
arasında bu gün de m evcutturlar. A nlaşılan T ü rk ler bu kavm in adını
“K alaç” şeklinde söylüyorlarm ış. Bu ism in kökenine ait (“k alm ak” ve
“açm ak”tan kal-aç) şeklindeki halkın kelim e türetm e tarzına dayana­
rak, R eşidüddin tarafından anlatılan hikâyeyi biz K aşgarlı M ahm ud’da
buluyoruz. M ahm ud, H alaclar yahut K alaçları O ğuzlara dayandırıyor
ve R eşidüddin tarafından sayılan 24 O ğuz uruğuna karşılık ancak 2 2 ’si-
ni sayıyor. Fakat önceleri urukların 24 olduğunu, sonraları onlardan iki
(H alac) uruğunun ayrılıp gittiğini kaydediyor. H alaclardan bir kısm ının
dillerini kaybederek A fganlaştığı ileri sürülm ekte ve A fgan kabilesi
G ilzay-G ilcâî’lerin aslının bunlardan geldiği iddia edilm ekte ise de bu­
na karşı A fgan dilinin ses özelliği açısından itirazlar yapılm ıştır. Vak­
tiyle H indistan’ın siyasî hayatında büyük rol oynayan H alaclann adı,
anlaşılan orada H ile şeklinde telâffuz edilm iştir. İra n ’daki H alaçlann
bazıları bugün de T ürk dilini m uhafaza etm işlerdir. M uhtem elen bu,
onların daha çok kalabalık olan O ğuzlara katılm alarından sonra m üm ­
k ün olabilm iştir.

O ğuzların istilâ hareketlerinin K arahanlıların istilâ hareketlerine


h içb ir benzerliği yoktu. Karahanlılar, S âm ânoğullan ülkesini feth et-
92 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 93

m eden önce kendi devletleri olup, sonradan istilâ ettikleri ülkeleri ona zorla kabul ettirm işlerdir. H an, kitâbedeki hakan, D okuz O ğ u zlar veya
katıyorlardı. O ğuzlar ise fethedecekleri topraklarda yeni devlet kurm a sadece O ğuzları kendi kavm i olm aktan çok düşm anları, fitn eciler o la­
arzusuyla vatanlarından ayrılıyorlar, sonra yeniden devlet kurdukları bu rak kaydediyor. H azar denizinin doğusundaki bozkırlarda O ğuzlar da,
ülkelerden yavaş yavaş tekrar geri gelerek ellerinden çıkm ış olan ken ­ onların torunları olan T ürkm enler de kendi aralarında devam lı savaş­
di vatanlarım yeniden fethediyorlardı. m ışlar ve bir türlü siyasî birlik kuram am ışlardır. Oğuzların ayrı kolları
pek geniş ölçüde fetihler yaptılar ve uzak m em leketlere gittiler. Fakat
K arluklar gibi O ğuzların da hanı bulunm uyordu. A ncak sonraları
bu hareketlerin hiçbiri birleşik hareket olarak gerçekleşm em iştir. F a­
İra n ’da hâkim iyetini kuran sülâlenin başı, Kaşgarlı M ahm ud ve bazı
kat gariptir ki hiçbir zam an siyasî b ir birlik kuram am ış olan bu O ğ u z­
diğer kaynaklarda “ordu kum andanı” , “ serdar” dem ek olan “ subaşı”
lar tarafından -bugünkü T ürkiye devleti de dahil- en kudretli ve sü rek ­
Unvanıyla anılmaktadır. Bu zâtın adı A rap im lâsına göre A vrupa âlim le­
li T ürk devletleri kurulm uştur.
ri tarafından “Selçuk” diye telaffuz olunm uş ve T ürk çe’nin ses uyum u­
na aykırı olan bu telaffuz A vrupa tarih ilm inde de yerleşm iştir. Z am a­ V I-V III. A sırlarda hüküm süren T ürk Hakanlığından sonra O ğuzla­
nım ızda T ürkçe’nin ses uyum unu bilen dilbilginleri bu hatayı düzelt­ rın batıya doğru tarihte bilinen en eski hareketleri IX. A sra ait P eçenek
m eğe çalışıyorlar ve bu adı “Salcuk” yahut “Salcık” şeklinde yazıyor­ hareketi olup, X. asrın ortalarında yazan Bizans İm paratoru K onstantin
lar. Fakat T ürk m etinlerinden görülüyorki bu kelim enin doğru telâffu­ P orphyrogennetos bu olayın kendi zam anından elli yıl önce g erçekleş­
zu “S elcük”dür. Bu telaffuza biz hem K aşgarlı M ahm ud’da, hem eski tiğini söylüyor. Peçenekleri hem R eşidüddin hem K aşgarlı M ahm ud,
Türk destanı olan D ede Korkut K itabı’nda, hem de diğer bazı kaynak­ O ğuz urukları olarak kaydediyorlar. Bu kavm in adı Rus vakâyinâm ele-
larda, bu arada 950 H. senesinde Sultan Süleym an zamanında, adı b i­ rinde Peçenek şeklinde yazılm ıştır. Ve bu telaffuz Yunanlılardan alm an
linm eyen bir şairin m anzum esinde rastgeliyoruz; bu şiirin 954 H. se­ b ir telaffuz değildir. Z ira Yunanlılar onu biraz başka türlü “P atzin ak ”
nesinde yazılan nüshası İstanbul Ü niversitesi K ütüphanesi, H alis şeklinde yazm ışlardır. R uslar bu adı galiba doğrudan doğruya işittikle­
Efendi Kitapları, no. 7340’dadır. ri gibi söylem işler ve görülüyor ki doğru nakletm işlerdir. Ö nceleri bu
kelim enin T ürkçe “bacanak” anlam ına gelen “Bicenak” olduğu zan n e­
S elçuk’un faaliyetine dair elim izde yalnız şu bilgiler vardır: Bu zât dilm işse de bu doğru olam az. Ç ünkü K aşgarlı M ahm ud onu Peçenek
İslâm dinini kabul etm iş ve Sirderya veya S eyhun’un aşağı yatağı ci­ şeklinde kaydetm iştir.
varında oturan M üslüm anları, önceleri O ğuzlara ödedikleri vergilerden
kurtarmıştır. Bu şartlar altında Sirderya havzasındaki şehirlerin müslü- P eçenekler diğer O ğuzlardan pek erken ayrılmış olm alıdırlar ki IX.
man ahalisi ile Selçuk’un torunları arasında sıkı bir m ünasebet olması Asrın A rap coğrafyacıları onları göçlerinden daha önce O ğuzlardan ay ­
gerekirdi. Halbuki biz daha XI. A sırda C end şehrinde M üslüm anlarca rı bir kavim olm ak üzere kaydediyorlar. O zam anlarda bunlar H azarla­
Şah M elik adını taşıyan ve Selçuk sülâlesinin ezelî düşm anı olduğu rın doğu kom şuları olarak Yayık nehri boylarında yaşıyorlardı. 922 se­
söylenen bir hüküm darı görüyoruz. nesinde İbn Fadlan oralarda az b ir m iktar Peçeneklere rastlam ıştır.
Bunların asıl kitlesi H azar hüküm darlarının onayıyla veya onlara rağ­
Bilindiği üzere Oğuzlar, VI. A sırda M oğolistan’da kendilerinden men H azar topraklarından geçip giderek şim diki G üney R u sy a’y a y er­
önce benzeri görülm eyen (çünkü yalnız sonradan M oğol devleti g en iş­ leşm işler ve buradan d a Svyatoslav zam anında K iev şehrini tehdit et­
lik itibariyle O ğuz devletini geçebilm iştir) büyük bir göçebe devleti m işlerdir. Peçeneklerin R uslar üzerine akınları, Rus derebeylerinin
kurm uşlar ve bu devletin çöküşünden sonra da defalarca Ç inlilerin bo­ (knezleri) bunlar ile m ücadeleleri, Rus vakâyinâm elerinde sık sık geç­
yunduruğundan kurtularak devletlerini yeniden canlandırm ışlardı. m ektedir. K onstantin Porphyrogennetos bunlara dair pek çok h aber
B unlar batıya göç edince anlaşılan M oğolistan’daki devlet teşkilâtı naklediyor ve Peçeneklerin uruk (soy) larını da sayıyor.
esaslarını tam am en kaybetm işlerdi. D aha doğrusu bu O ğuzlar doğuda XI. asra doğru, H azar devletinin çöküşünden sonra, O ğuzların y e­
da bu devlet teşkilâtı esaslanna yabancı olup bu esasları hanlar onlara ni b ir hareketi, seferi olm uştur; İdil nehri üzerinden gelerek, şim diki
94 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 95

G üney R u sy a’dan geçm işlerdir. Fakat bu defa Bizans kaynaklarında nin hudut vilâyetlerinde yaşayan T ürkler arasında M üslüm an m edeni­
kendilerinin halk dilinde kullanılan adı olan Uz (Uzoi) unvanıyla anılı­ yetiyle tanışm ış olanlar da vardı. B unlardan biri T ürk soyundan olan X.
yorlar. Rus vakâyinâm eleri ise Tork adıyla kaydetm işlerdir. Bu O ğuz­ asrın m eşhur İslâm filozofu F arab î’dir. Sâm ânoğulları ile K arahanlıla-
lar herhalde kendilerinin yakın kardeşleri olan P eçenekler ile birleşm e- rın çatışm aları sırasında O ğuzlar bazan berikilerin, bazan ötekilerin ta­
m işler, belki bunlarla m ücadeleye başlam ışlardır. Peçenekler bunun rafında iş görürlerdi. XI. A srın başlarında bunlar G azneli Sultan M ah-
üzerine Balkan Yarımadasına kaçm ağa m ecbur olmuşlar, O ğuzlar da m u d ’un m em leketine geçtiler. İran tarihçileri önceleri büsbütün dar­
onların peşinden oraya gitm işlerdir. Bu olay B izans’ın, A nadolu’da ko­ m adağınık, teşkilatsız b ir halde gelen ve basit çobanlar olan O ğuzlar
lonilerinin olduğu yerlerde S elçuk’un torunları ile birlikte gelen diğer ile, “em îr ve fâtih” Unvanlarını alan Selçuk torunlarının nisbeten daha
O ğuzların saldırılarına hedef olduğu zam ana rastlamıştı. Çeşitli yönler­ teşkilatlı olan kuvvetleri arasında büyük b ir fark görüyorlar. E vvelkile­
den ve biri diğerinin hareketinden habersiz ve bağım sız bir şekilde ge­ rin yağm aları ile G âznelilerin ve diğerlerinin vilâyetleri iktisaden zarar
len T ürkler tarafından B izans’ın hem A nadoludaki hem Balkan yarım a­ görüyordu. Fakat bu akınlar her ne kadar geniş bir sahada yapılıyor
dasındaki eyaletleri tarihte ilk olarak akınlara uğruyordu. İm paratorlu­ idiyse de, bunların yüzünden hiçbir siyasî değişiklik m eydana g elm i­
ğun şansı varmış ki o sıralarda bu Türk unsurları arasında birlik m ey­ yordu. G öçebeler b ir yerden diğerine göçüyorlar, hiçbir yerde m uhafız
dana gelm edi. Bundan dolayı XI. A srın sonlarına doğru H açlı Seferleri askerler bırakm ıyorlar, yıkılan şehirleri onarm ıyorlar, m evcut dev letle­
başladığı zam an, Bizans İm paratoru kendisini korkusuz hissetm eğe ri yıkıp da yerine kendi devletlerini yerleştirm eğe çalışm ıyorlardı. D i­
başlam ış ve kendisini her taraftan tehdit eden Türklere karşı B atı’dan ğer taraftan Selçuk torunları H o rasan ’daki G azneli Sultan M ahm ud o ğ ­
yardım istediğine pişm an olm uştu, çünkü o zam an böyle bir yardım a lu M es’ud zam anında ilk m uzafferiyetlerinden sonra hüküm darlık h u ­
bir ihtiyaç kalmam ıştı. kukunu benim sem eğe başladılar. K endi adlarını C um a hutbelerinde
okuttular, sikkelere yazdırdılar. F ak at ilk zam anlarda tek b ir hâkim iyet
Bu hareketlere katılan O ğuzlar, anlaşılan İslâm din ve m edeniyetiy­ altında birleşm ek için uğraşm adılar. VI. Asrın T ürk im paratorluğu g i­
le kesinlikle tem as etm em işlerdi. A rap eserlerinde XIII. A sırda yaşa­ bi, XI. Asrın S elçuklular devleti de S elçu k ’un torunları iki kardeş tara­
yan bir yazar tarafından kaydedilen, fakat şüphesiz ondan önceki za­ fından kurulm uştur. B irininki N işa p u r’da ve diğerininki M e rv ’de o l­
m anlara ait olan bir rivayet O ğuzlar arasında Hıristiyanların bulundu­ m ak üzere iki kardeşin adı aynı zam anda hutbelerde okunuyor ve sik­
ğunu gösteriyor. Oğuzların hem İslâm iyet hem H ıristiyanlıkla tanışm a­ kelerde yazılıyordu. Sonra b unlar devlet idaresinde İranlılann m erkezi­
ları pek sıkı ticarî m ünesebetlerde bulundukları m edenî bir bölge olan yet ve tek b ir hakim iyet kuralını yavaş yavaş öğrenm eye başladılar. E s­
H arezm vasıtasiyle m üm kün olabiliyordu. H arezm liler içinde H ıristi­ ki İran ’dan kalm a “ şeh in şah ” Unvanının Selçuklu Türk fatihleri tarafın­
yanların bulunduğunu XI. A sır H arezm âlim lerinden Bîrûnî zikrediyor. dan ilk olarak H o rasan ’d a kesilen sikkelerde kullanılm ağa başlanm ası
Bu H ıristiyanların, İran ve T ürkistan’daki H ıristiyanların çoğunluğu g i­ dikkate değer bir husustur. N e Sâm ânoğulları ne de G azneliler resm en
bi N asturî m ezhebine değil, O rtodoks m ezhebine bağlı oldukları dikka­ bu ünvanı kullandılar. H alifeye bağlı “hakiki M üslüm an em îri” sıfatıy­
te değer. Oğuzların da Hıristiyanlığı bu şekilde kabul ettikleri anlaşılı­ la kaldılar. Ç ünkü İslâm iy et’ten önceki İran yönetim geleneklerini can ­
yor.
landırm ağa meyilli oldukları şeklinde b ir şüpheye m aruz kalm aktan
çekiniyorlardı. Yalnız B ağ d at’ta ve Batı İran’da hâkim iyet süren Şiî
O ğuz başbuğları karargâhının bulunduğu Sirderya (Seyhun) boyla­
m ezhebine bağlı B üveyhoğullan “ Ş ehinşah” Unvanını kullandılar. S el­
rında M üslüm an kolonileri kurulduktan sonra, diğer yerlerde olduğu
çuklular ise batıya doğru ilerledikçe “Şehinşah” Unvanını bırakarak
gibi bu havalide de İslâm m edeniyetinin diğer m edeniyetlere galip gel­
“Sultan-ı İslâm ” Unvanını takındılar. O nlar zam anında Sultan kelim esi
m esi icabetti. Bundan başka, Türkm enlerin bir kısm ı Sâm ânoğullarının
onlardan önce kullanılm ayan bir anlam ı ifade eder olm uştur. N itekim
hizm etine girdiler, onlardan otlaklar alarak kendilerinin M üslüm an o l­
Selçuklulardan başlayarak “S ultan” ünvanı yalnız büyük ve bağım sız
m ayan urukdaşlarına (soydaşlarına) karşı Sâm ânoğulları kolonilerinin
hüküm darlara verilir oldu. B una karşılık vasallar, bağlı beyler ve dere­
hudutlarını korum ayı görev edindiler. O zam an Sâm ânoğulları devleti­
96 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 97

beyleri “M elik” ve “Şah” Unvanlarıyla adlandırılıyorlardı. Bütün M üs­ Türklerin destansı atası olan “T ürk”ün vatanı Isık G ö l’ü civarında bir
lüm an dünyası bir bütün kabul ediliyor ve bunun başında dinî reis o l­ yer diye inanılıyordu ve O ğuzların efsaneleri ondan daha doğuya uzan­
m ak üzere halife ve dünyevî saltanatı (onayını) halifeden alan b ir “Sul- m ıyordu. O ğuzlar Sirderya boylarından batı taraflarına geçerken halkın
tan-ı İslâm ” duruyordu. Şurası dikkate değer ki Selçuklulardan önce m illî babası (atası), m illî şâiri ve filozofu ve halk bilgeliğinin koruyu­
İra n ’a gelm iş olan O ğuzlar kendi soydaşları olan Selçuk sultanlarının cusu olan K orkut hakkındaki efsaneleri kendileriyle beraber getirm iş­
devlet teşkilâtı yolundaki çalışm alarına hiçbir ilgi gösterm ediler. H atta lerdir. K orkut’un kabri bugün de S irderya nehri havzasında gösterili­
Selçukluların hâkim iyetini tanım a teklifini kabulden kesin olarak k a­ yor, yine bu K orkut’a ait efsaneler, şim diye kadar T ürkm enler arasın­
çınm ışlar ve ancak kuvvet zoru ile itaat altına alınmışlardır. da da unutulm am ış, hatta orta zam anlarda O sm anlılar devrinde bile
A n ad o lu ’da da m evcut ve XVII. A şıra kadar A zerbaycan T ürklerinde
D evlet ricalinin içinden çıktıkları kavim ile alâkaları m eselesi S el­ de yaygın idi. X. A sırda K orkut adı Peçeneklerde de m evcuttu. Bütün
çuklular devletinde K arahanlılar devletinde olduğundan daha karışık bunlar bize K orkut efsanesinin O ğuzlara İslâm ’dan önceki dönem den
idi. K arahanlılar kendilerini T ürk ve A frasyab sülâlesi diye isim lendi­ m iras kalıp onlarla beraber batıya getirildiğini tahm ine sevkediyor.
riyorlardı. O zam anın Türk kavim lerinden hiç biri bunların devletinde
bir ayrıcalığa sahip olmamıştır. H içbir tarihî kaynak da bu sülâlenin M edeniyetçe Oğuzlar, K arahanlılar devleti T ürklerinden aşağı idi
hangi kavim den çıktığını açıklamıyor. S elçuklular ise önceleri “Şehin- iseler de, m illî Türk hayatının özelliklerini daha fazla korum uşlardı.
şa h ” , sonraları “Sultan-ı İslâm ” oldular. K arahanlılar hakkında olduğu O ğuzların başbuğları her zam an halk ile birlikte bütün faaliyet ve za­
gibi onların da A frasyab’dan geldiklerine dair bir m asal uydurulm uş ferlere katılıyor ve giyim leri ile de alelade bir O ğuz askerinden pek az
ve bu m asal kendilerince kabul edilm işti. B ununla beraber Selçuklular ayrılıyorlardı. XIII. A sır yazarlarından E b u ’l-F erec’in S üryanîce yazdı­
kendilerini O ğuz veya T ürkm en addediyorlar ve hatta bununla da k al­ ğı b ir eserinde, Selçuk’un torunlarının büyüğü olan Tuğrul B ey ’in, Ha-
m ayıp (K aşgarlı M ahm ud’a göre 22) O ğuz uruğunun biri olan Kınık life’nin kızı ile evlenm esi dolayısiyle yapılan bir düğünün anlatımı var­
(K aşgarlı M ahm ud’da Kinik telaffuzu ile gösterilm iştir) uruğundan dır. Bu düğünde Türklerin bir oturup bir kalkarak bir nevi .dans/oyun
çıktıklarını söylüyorlardı. O ğuz kabile isim leri K aşgarlı M ahm ud’da da oynadıkları tasvir ediliyor. Bu herhalde R uslarda Prisiadki ve Pliaska
M oğol dönem inin yazarı olan R eşidüddin’de de birbirinin aynı dene­ adiyle bilinen dansın aynıdır. R uslar bu oyunu T ürklerden alm ış olsalar
cek derecede birdir. Yalnız şu kadar bir fark vardır ki K aşgarlı M abm ud gerek. O ğuzlar arasına İslâm iy et’ten önce H ıristiyanlığın girm esine
bu isim lerin daha eski şekillerini kaydetm iştir. M esela sonraları Os- rağm en A rap harflerini kabul etm eden önce galiba yazı bile m evcut d e­
manlı sülâlesinin çıktığı boy Kayı şeklinde değil “K ayıh” şeklinde, Ya- ğildi. Halbuki K arahanlılar devletinde o zam an U ygur alfabesi kullanı­
zır kabilesinin ismi “Yazgır” şeklindedir. M arquait “K ayı” uruğunun lıyordu. Bu harfler ancak sonraları yavaş yavaş terkedilm iş ve yerini
adını B îrûnî ve bazı diğer kaynaklara dayanarak doğunun çok uzak ta­ A rap harfleri almıştır. U ygur hafleri ile olan yazılar K arahanlıların pa­
raflarında yaşayan “ K ay” kavm inin ism i ile birleştirm eye çalışm ış, ralarında da vardır. Sonraları M oğol hanlarının paralarında olduğu gibi
hatta buna dayanarak OsmanlIların M oğol sülâlesinden olduğu hakkın­ U ygur sikkelerinde de çoğunlukla hanın ism i (isim A rapça olsa bile)
da b ir görüş öne sürmüştür. Şim diki T ürk İlmî eserlerinde M arquart’in bu harflerle yazılıyordu. O rta A sya T ürkleri ile Ön A sya T ürklerinin
bu fikri K aşgarlı M ahm ud’un verdiği bilgiler ile kesin olarak çürütül­ im lâları arasındaki fark da O ğuzların U ygur alfabesini tanım am ış olm a­
m üştür. N itekim K aşgarlı M ahm ud halis Türk olm ayan kavim ler ara­ maları ile açıklanmaktadır. Bu husus Leningradlı bilginlerin de dikkati­
sında K ay kavm ini de zikrediyor. Fakat bunun yine K aşgarlı M ah­ ni çekm iştir. “O rta A sya” T ürkleri U ygur alfabesinde bütün seslileri
m u d ’da O ğuz kabilesi olarak zikrolunan K ayıh uruğu ism iyle herhalde yazm aya alışmışlardı. B undan dolayı A rap alfabesini kullanırken sesli
b ir ilgisi yoktur. harfleri belirtm ek için elif, vav, ye gibi A rap sesli harflerinden çok fay­
dalanıyorlardı. “İleri (Ön) A sya”da yazılan T ürk yazm alarında ise ses­
Sözkonusu devirlerde O ğuzlar arasında kendilerinin vaktiyle M o­ liler pek nadir olarak belirtilm iştir. H atta geçm iş zam an fiilinin ü çün­
ğ o listan’da hâkim iyet sürdüklerine dâir hiçbir rivayet m evcut değildi. cü şahıs edatı olan (di) nin (i) si de bazen yazılm adan kesre (esre) şek-
98 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 99

ünde kalıyordu. İm lânın açık olmayışı yüzünden el yazılarını harekeler­ rece büyük ehem m iyet verdiklerini anlam ak için bunların kendi uruk-
le tam am lam ağa ihtiyaç duyulm uştur. H atta harekelenm iş el yazıları daşlarım özellikle o taraflara gönderdiklerini hatırlam ak yeter. İran’ın
batı T ürkçe yazm alarında A rap ve A cem yazm alarındakinden çok daha asıl O ğuz vatanına coğrafî olarak daha yakın olan doğu kısım larının
fazla olsa gerek. ahalisi önceki etnografık yapısını koruduğu halde İran ’ın kuzey batı kıs­
mı, A zerbaycan ve A nadolu dil yönünden yavaş yavaş halis T ürk o l­
S elçuk’un torunları “Selâtin-i İslâm (İslâm Sultanları)” olm ak sıfa- m uşlar, aynı zam anda A nadolu’da halkın çoğunluğunun dini de İslâm
tiyle K arahanlılara nisbeten İslâm ’ın ve Ehl-i S ü n n et’in daha gayretli olm uştur. Bizim için bu İslâm laşm a hâdisesinin yavaş yavaş gelişm e­
savunucuları olmuşlardır. B unlar tarihte yalnız İslâm ’ın değil, Sâm âno- sini araştırm ak şim dilik m üm kün değildir. Eskiden H ıristiyanlığa alış­
ğulları devletine hâkim m ezhep olan ve orada T ürkler tarafından kabul m ış olan ülkede İslâm iyet’in yayılm ası tahm in edileceği gibi yavaş
edilm iş bulunan H anefî m ezhebinin de m utaassıp koruyucuları olm uş­ ilerlem iştir. D aha XIII. Asrın son yarısında m ahalli M üslüm an hükü­
lardır. Tuğrul Bey zam anında Şafiîler şiddetli takiplere m aruz kaldılar. m etinin başlıca gelir kaynağı cizyeden, yani M üslüm an olm ayanlardan
B unun sebeplerinden biri de R âfiziükle m ücadele m aksadiyle “ilm-i toplanan vergiden ibaretti ki bundan o zam an M üslüm an olm ayanların
kelâm ” tertip etm eleriydi. Bu ilim de din m eselelerinde aklî delillerle ço k fazla olduğu kolayca anlaşılabilir. M eseleyi daha çok zorlaştıran
m uhakem e esasları geliştirilm iş, hatta Yunan ilim lerine de yer veril­ diğer bir husus ise evvelce halkın A raplaşm asında görüldüğü gibi, bu
m işti. Halbuki bunların hepsi Ehl-i S ünnet’in dinî öğretim gelenekleri­ devirdeki Türkleşm e olayının da İslâm iyet’in yayılm ası ile paralel o l­
ni yaralayacak zararlı sapm alar gibi görüldü. Bazı kim seler Şafiîlerin madığıdır. Bilindiği üzere Suriye ve Mısır halkının H ıristiyan ve Yahu­
takip olunm asına Tuğrul B ey ’in halefi olan A lparslan zam anında son di olarak kalanları bile A rap dilini kabul etm işlerdi. T ürk hâkim iyeti
verildiğini ve A lparslan’ın Şafiîlerden N izam ü’l-M ü lk ’ü vezir yaptığı­ zam anında ise H ıristiyanlıkta kalanların bazıları T ürk dilini kabul et­
nı söylüyorlar. Fakat N izam ü’l-M ülk’ün kendisi de A lparslan’ın çok m ekle beraber, kendi dillerini koruyanların M üslüm anlığı kabul ettikle­
koyu bir H anefî olduğunu, Şafiîleri hiç sevm ediğini ve Şafiî b ir vezi­ ri de oluyordu. Bu takdirde İslâm iyet ahalinin kendi dillerine uygun
rin yardım ına m uhtaç olduğundan dolayı üzüldüğünü söylemektedir. hale getiriliyordu. C elâleddin-i R u m i’nin oğlu Sultan Veled XIII. A s­
rın ikinci yarısında yalnız Farsça veya T ürkçe değil, R um ca şiirler de
Selçuk torunları için kendilerinin “ Selâtin-i İslâm ” olm ak itibariy­
yazıyordu. A rap harfleriyle yazılan bu R um ca şiirler o zam anlar K on­
le, İslâm iyet’in yalnız kendi hudutları içerisinde yükselm esine değil,
ya civarında konuşulan Rum lehçesinin yegâne hatıraları olm ak itiba­
belki dış düşm anlan da yenerek, İslâm âlem inin hudutlarının genişle­
riyle dil bilginleri için büyük bir önem i vardır.
m esine de çalışm ak gerekiyordu. Tabiî olarak onlar bu vazifeyi başlı­
ca Batı A sya’da yerine getirdiler ki buradaki zafer ve fetihler büyük İk­ İslâm iyet’in ve T ürk dilinin K afk asy a’daki üstünlüğü o zam anlar­
tisadî çıkarlara bağlı idi. Onların A nadolu’da ve K afkasya’da Hıristi- da henüz o kadar ehem m iyetli değildi. E skiden A zerbaycan’ın bir İran
yanlarla, Suriye ve M ısır’da Şiîlerle savaşları da işte bu çeşittendir. Bi­ lehçesi anlam ına gelen  zerî kelim esi şim di A zerbaycan’ın hem en b ü ­
zan s’la m ücadelede İslâm iyet’in zaferi İslâm halifesinin m em leketin­ tün halkının konuştuğu Türk lehçesi anlam ında kullanılıyor. Bu lehçe­
de T ürk hâkim iyeti yerleştikten sonra gerçekleşm iştir. Bu zafer tam a­ nin hem kuzey hem güneydeki yayılm a sınırı bugün A zerbeycan adını
men T ürk hakim iyetine bağlı bir şeydir. Bundan biraz önce İranlı Bü- m uhafaza eden İran eyaletinin hudutlarından daha çok geniştir. Fakat
veyhoğullarının hâkim iyeti devrinde X. Asrın son yarısı ile XI. Asrın ilk buralarda Türk dilinin yayılm asına ait bilgiler yalnız M oğol istilâsından
yansında BizanslIlar, Sünnîlerle Şiîler arasındaki ihtilafın şiddetinden sonraki dönem e aittir. H atta M oğol istilâsının getirdiği T ürk dalgalan
istifade ederek Suriye ve M ezopotam ya’da birçok yerleri fethetm iş ( olm asaydı, T ü rk çe’nin buralarda bu derece üstünlük ve hâkim iyet ka­
zanacağı hakkında şüphe etm ek m üm kündü. Selçuk sultanlarının K af­
idiler. Halifenin m em leketinde T ürk hâkim iyeti yerleştikten sonra B i­
k asy a’daki zaferlerinden pek az sonra siyasî üstünlük H ıristiyanların
zanslIlar bu fetihlerinden m ahrum olm akla kalm adılar, belki bu defa İs­
eline geçti. Bütün XII. A sır ve XIII. A srın başlangıcı kudretli G ürcü
lâm iyet A nadolu içerilerine kadar girdi ve orada bir M üslüm an T ürk
devletinin çok geliştiği b ir devir olm uştur. X. A sırda ve XI. Asrın ilk
devleti kuruldu. Selçuk torunlarının buradaki hudut savaşlarına ne d e­
ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 101
100 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

se bile, İslâm dinine yabancı kalm ış çok m iktarda göçebe T ürk yaşıyor­
yarısında B izans’ın M üslüman kom şularının karşı karşıya kaldıkları fe­
du. Ö nceleri Irtış nehri havzasında yaşayan K ıpçak kavm i çoğalarak
laketlere G ürcülerin M üslüm an kom şuları da m aruz kalıyorlardı. Yal­
XI. A sırda pek geniş yerleri hızla işgal edip buralarda yayıldı. Irtış hav­
nız şu farkla ki Gürcü hüküm darları ötekilerin aksine m üslüm an m ede­
zalarında yaşıyan T ürkler arasındaki olaylara ait tarihi k aynaklarda ay ­
niyetine karşı düşm anlık beslem iyorlar, M üslüm an ülkeleri için A rap
harfleriyle sikkeler kesiyorlardı. B ir A rap yazarının söylediğine göre, rıntılı bilgi olm adığından oradaki değişikler hakkında yalnız o kavim ­
kendi uyruklarından olan M üslüm anlarla G ürcüler arasında b ir farklılık ler içerisindeki isim lerin değişm esinden hüküm çıkarm ak m üm kün
görm üyor, ayrım yapmıyorlardı. olabiliyor. O rhun âbidelerinde Irtış adı birkaç defa geçiy o rsa da, orada
hangi kavim lerin yaşadığına ait hiçbir söz yoktur. B atı O ğuz yahut Tür-
“ Selâtin-i İslâm (İslâm Sultanları)” olarak S elçuk’un torunları g eş (veya Türgiş, Türkiş) hakanının hâkim iyeti Irtış havzalarına kadar
m üm kün olduğu kadar bütün M üslüm an dünyasını kendilerinin yüksek uzanm ış olsa gerek. Irtış kelim esine ait birkaç T ürk halk türetm esi var­
hâkim iyetine bağlam ağa çalışıyorlardı. Bundan dolayı da kendilerinin sa da, bu kelim enin T ürkçe olm adığı şüphesizdir. A rap coğrafyacıları
ortaya çıktıkları ve o zam an K arahanlılann hâkim iyeti altında bulunan Irtış havzasında K im ek adlı bir kavm in yaşadığını ve bu kavm in O ğuz­
O rta A sy a’ya gözlerini çevirm eleri gerekiyordu. G erçekten T ürklerin ların kuzeyinde çok geniş ve batı tarafında Volga v ey a K am a nehrine
A nadolu’daki ilk fetihleri zam anında saltanat süren A lparslan, Sirder- (K am a, İdil adını taşıyan nehrin yukarı yatağı sayılıyordu) k adar uzanan
ya boylarına ve K arahanlılann ülkelerine başarılı seferler yapm ıştı. yerleri işgal ederek oturduğunu söylüyorlar. K im ek k av m i birkaç k a­
O nun oğlu ve halefi olan M elikşah (1072-1092) zam anında Selçuk İm ­ bileden ibaret olup, bunlar içinde Kıpçak ve E m ek urukları da vardı.
paratorluğunun kudreti en yüksek noktasına ulaştı. B u hüküm dar Fer- M arq u ait bu kabilenin iki urukdan ibaret olduğu gö rü şü y le K im ek k e­
g an a’da Ö zkent’e kadar gitm iş ve K aşgar H anı’nı kendisine boyun eğ- lim esinin “ Îki+E m ek”ten alınm ış olduğunu söylüyor ki h erhalde b aşa­
dirm işti. O zam an “İslâm Sultanı”nın hâkim iyeti doğuda U ygur ülke­ rısız b ir yorumdur. K aşgarlı M ahm ud’da ise “K im ek” kelim esi yoktur.
leri sınınndan batıda A kdeniz’e kadar bütün M üslüm an A sy a’sında hâ­ O, Irtış boylarında “E m ek”lerin oturduğunu ve bunların d a K ıpçakların
kim olm uştur. Yalnız A fganistan ve H indistan’daki G azneliler bir b ir “cîl”i (aym ağı/oym ağı) olduğunu söylüyor.
m üddet daha m üstakil kalabildiler ise de M elikşah’ın oğlu S ancar za­
m anında onlar da Selçuk sultanı adına hutbe okuttular. Sonraları K ıpçak kavm i ile birlikte “ K anglı” k avm inden de bahse­
dilm ektedir. K aşgarlı M ahm ud’d a ise K anglı kelim esi kav im adı olarak
Selçuklular, diğer ülkelerde olduğu gibi, O rta A sy a’d a da kendi geçm iyor. K ıpçaklardan bir büyük adamın K anglı ism ini taşıdığı söyle­
am açlarına ancak kuvvetle ulaşm ışlardır. Türk halkının onlara kendi niyor. Yine K anglı kelim esi bu yazara göre araba adı o larak da bilin­
hüküm darları olarak baktıkları veya bu sultanların kendilerinin T ürk
m ektedir. K aşgarlı M ahm ud’un eserini yazm asından çok önce Kapçak­
m illiyeti fikrine dayanm ağa çalıştıklarını gösteren hiçbir delil yoktur.
lar güney taraflarında İslâm ülkeleri hudutlarına dahil olarak Ha-
Selçuk Sultanları Karahanlıları kendilerine tâbi vasal yapabildilerse de
rezm ’in kom şuları olarak yaşıyorlardı. Biz bunu İranlı tarihçi Beyha-
vasal durum da bütün M üslüm an T ürklerin bir devlet şeklinde b irleş­
k î’den öğreniyoruz. K aşgarlı M ahm ud’un B ulak yah u t E lke Bulak
m eleri m üm kün olm adı ve olm azdı. Çünkü daha o zam an O rta A sya
adında bir T ürk kavm inin K ıpçaklar tarafından esir edilerek götürüldü­
T ürkleri ile batıya gitm iş olan O ğuzlar arasında büyük b ir fark vardı.
ğüne (m etinde “ sebâhum K ıfçak”) ve sonraları A llah ’ın yardım iyle kur­
H atta O ğuzların kendileri bile Selçuk sultanlarının sadık tebası değiller­
tulduğuna dair sözleri dé, anlaşılan K ıpçakların güneye doğru olan h a­
di. Selçuk’un kudretli torunlarından sonuncusu olan Sultan Sancar,
reketlerine aittir. B iz burada da K aşgarlı M ahm ud’un eserinin pek çok
vaktiyle VIII. A sırdaki Türk hanlarının yaptıkları gibi öz halkı olan
yerlerinde olduğu gibi, b ir tarihî olaya ait zay ıf b ir işaret görüyoruz ki
O ğuzlarla savaşm ağa m ecbur olm uştu. H atta bu sultan b ir m üddet
bu olay hakkında tarihi de gösterilerek daha ayrıntılı bilgi elde edilm e­
O ğuzların elinde esir olarak bile kalm ış ve bu esaretten ancak kaçarak
si pek arzu edilirdi.
yakasını kurtarabilm işti.
XI. A sırda O ğuzların batı ve güneye doğru hareketlerinin kuzeyden
İslâm etki alanının dışında kalan doğu tarafındaki m edenî U ygurlar- K ıpçakların sıkıştırm asından ileri gelm iş olm ası m üm kündür. Belki de
dan başka kuzey batı taraflarında M üslüm an m edeniyetine karşı değil­
102 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 103

önceleri m eskûn olm ayan M angışlak (M ankışlak) yarımadasının X. kavm inin yerine G erd izî’de Furi adında medeniyetçe K ırgızlardan aşa­
Asırda O ğuzlar tarafından işgal edilmesi hakkında Arap coğrafyacıları ğı seviyede b ir kavim den bahsediliyor. Bu Furi kelim esinin “kurt” an ­
tarafından verilen bir haber bu olay ile açıklanabilir. M angışlak yarım a­ lam ında olan “böri” kelim esi olm ası pek muhtemeldir. M arquart’ın d a­
dası o günden itibaren ta son asırlara kadar Türkm en yurdu olarak kal­ yandığı Birunî ve A vfî’nin eserlerinin birçok yazm a nüshalarında
mıştı. Son asırlarda onlar da kuzeyden gelen diğer bir baskı -Kazakların “kun” kelim esi yerinde “fu ri” kelim esi vardır. Burada şu ikinci k elim e­
baskısı- sonunda buralannı bırakm ak zorunda kaldılar. İnkılaptan sonra nin tercih edilm esi daha uygun olsa gerektir. M arquart’ın bazı Çin k a y ­
(1917’den sonra) M angışlak K azakistan’ın sınırlarına dahil edildi. naklarına dayanarak K ıpçakların nispeten son zam anlarda, yani XII.
A sırda U zak D o ğ u ’dan gelm iş bir hüküm dar sülâleleri olduğunu isbat
XI. A sırda m eydana gelen kavm î değişiklikler X. A sır coğrafyacı­ etm ek yolundaki ortaya koyduğu örnekler ikna edici b ir m ahiyette d e­
ları tarafından O ğuzlara nisbetle “G uz Sâhrası (Bozkırı)” denilen geniş ğildir.
bozkınn bundan böyle Kıpçaklara nisbetle “D eşt-i K ıpçak” olarak ad­
landırılması şeklinde ortaya çıkmıştır. B ir kavm in siyasî bakım dan birleşm ediği, yani bir devlet ku rm ad ı­
ğı halde geniş toprakları işgal etm esi açısından bakılırsa bu K ıpçakların
H azarların inkırazından sonra da Bahr-i H azar (H azar Denizi) diye hareketi pek nadir b ir m isal teşkil eder. Ayn ayrı Kıpçak hanları b ulu­
adlandırılm akta devam ettiği gibi, bu “D eşt-i K ıpçak” ismi de Kıpçak- nuyordu, fakat bütün K ıpçaklar için ortak bir han hiçbir zam an o lm a­
ların m üstakil bir kavim özelliğini kaybetm elerinden sonra da devam mıştır. K ıpçakların yerleştiği geniş ülke o zam anlarda M üslüm an âle­
etm iş, hatta son asra kadar M üslüm an İlmî eserlerinde bu ad kullanıl­ minin dışında kalm ış ve K afkasya’da XII. A sırda K ıpçaklar, m üslüm an
maktadır. O ğuzlar gittikten sonra Sirderya havzasında kalan yerler ve m em leketlerine gerçekleştirilen saldırılara katılmışlardır. B azan aksine
O ğuzların baskısı ile giden Peçeneklerin G üney R usya’da kalan yerle­ G ürcülerle M üslüm anlar kuzeyden gelen K ıpçak saldırılarını önlem ek
ri Kıpçaklara ve onlara sıkı sıkıya bağlı olan K anglılara geçerek, bunla­ için birleşiyorlardı. Bu saldırılar yalnız yağm acılık için olm ayıp fetih
rın doğudan batıya uzanan yurtlan gayet geniş alanlara kadar yayıldı. gayesiyle de yapılıyordu. M üslüm anlar bir m üddet için D erb en d ’i ve
Bu büyük ülkenin kuzeyindeki bütün step (bozkır) kısm ı bugünkü K a­ D erbend’in güneyinde bulunan Ş aberan vilâyet ve şehrini k ay b etm iş­
zakistan’a dahil olduğu gibi, o eski zam anda da K ıpçak m em leketine lerdi. Sonunda G ürcülerin yardım ıyla buraları geri alabildiler. M üslü­
dahil ve K ıpçaklara bağlı olm uş ve kuzeyden yeni kavim lerin hareketi m an topraklarına 1175 senelerinde bu taraftan saldıran düşm anlar ara­
gerçekleşm em iştir. Batıda K ıpçaklar bir taraftan R uslarla, diğer taraf­ sında R uslardan da bahsedilm ektedir. Fakat Rus vakâyinâm elerinde
tan Batı AvrupalIlarla tem asa girm işlerse de ne ötekiler ne de berikiler buna dair b ir h aber yoktur. G aliba bunlar o zam anki R usya d ereb ey lik ­
K ıpçak kelim esini biliyorlardı. R uslar K ıpçaklara Polovest, Batı Avru­ lerinden hiçbirinin katılm adığı başıboş grupların çapulcularından iba­
palIlar ise K um an diyorlardı. Benim bildiğim e göre, eserini XII. A sır­ rettir.
da A vrupa’da yazan Îdrisî’den ve ondan faydalanm ış olan yazarlardan
başka diğer M üslüm an eserlerinde “K um an” kelim esine rastlanmıyor. K ıpçak hanları daha G üney R u sy a’da iken M üslüm an m edeniyeti
tem silcilerini, özellikle askerî işlerde uzm an olanları kullanırlardı. B u ­
K ıpçakların ortaya çıkışına dair yakın zam anlarda M arquait tarafın­ nunla beraber M üslüm an m em leketlerine bitişik ülkelerde bile M üslü­
dan tam bir vukuf ve ehliyet ile yazılan bir eser yayınlanm ıştır. Yazar man olm ayan K ıpçak hanlıkları vardı. Bazı şehirler de bu hanlıklara d a­
bu eserinde bazı M üslüm an yazarlar tarafından U zak Doğu taraflarında hildi. XII. A sırda H arezm lilerle m ünasebette bulunan bu gibi K ıpçak
yaşayan bir kavim olarak Kun kavm inin K ıpçaklara dahil olduğunu ve hanlıklarından birinin m erkez şehri Suğnak (bugünkü Sunak-K urgan
Batı A vrupa’da Cuni ism inin bilindiğini isbat etm eğe çalışıyor. M arqu- harabeleri) idi; bu şehir O ğuzlar m em leketinde bir şehir olarak K aş-
art’ın getirdiği bütün delillere rağm en ne onun doğudan batıya yönel­ garlı M ahm ud’d a da geçm ektedir. M üslüm an kaynakları oralarda y aşa­
m iş olarak farzettiği hareket, ne de Kun kavm inin varlığı bence isbat yan bu K ıpçak ve K anglıların (bu iki kavim o kadar çok birlikte zikre­
edilm iş bir dava değildir. Kırgızların doğu tarafında gösterilen Kun diliyorlar ki birini diğerinden ayırm ak zordur) ancak XII. A srın ikinci
104 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 105

yarısında H arezm ile olan sıkı m ünasebetleri tesiriyle İslâm iyet’i kabul İran kültürünün tesiri önceki T ürk şiirini birdenbire ortadan kaldı­
ettiklerinden pek açık b ir şekilde bahsetm ektedir. Bu şartlar altında İb- ram adığı gibi, İslâm iyet’in kabulü de önceki inançları birdenbire yok
n ü'l-H sir’de geçtiği gibi (benim bildiğim e göre bu habere daha eski bir edem edi. H atta O rhun âbidelerinde geçen U m ay ism indeki tanrıçaya
kaynakta şim diye kadar rastlanm am ıştır) şim diki K azak bozkırlarında ait inanç da korunuyordu. K aşgarlı M ah m u d ’a göre bu, ana k am ında
yaşayan bir T ürk kavm inin H. 435 yılı S afer’inde (M .S. 1043 Eylül- bulunan çocuğun koruyucusu olan b ir ruhtur. “ U m ay’a hizm et edenin
Hkim) tam am ının İslâm iyet’i kabul etm esi, “D est-i K ıpçak” bozkırla­ oğlu olur” anlam ında bir atasözü bile vardı. O rada eski bir tabir olan ve
rında İslâm iyet’in yayılm ası hususunda fazla bir netice verm em iş olsa ölenleri hatırlam a anlam ına gelen Yuğ d a zikrediliyor; o zam anda bu
gerek. 990 hadisesine dair hikâyede olduğu gibi, İb n ü ’l-E sir’in bu hi­ kelim e ölenin göm ülm e töreninden sonra üç gün veya yedi gün bo y u n ­
kâyesinde de İslâm iyet’i kabul eden kavm in ism i anılm ıyor, ancak bun­ ca halka verilen yem ek için kullanılıyordu. Bunun gibi iki ordu arasın­
ların konup göçtükleri alan gösteriliyor: K ışın Balasagun civarında otu­ da gerçekleşecek savaş öncesinde, savaşacak iki ülkenin cinlerinin de
rur, yazın İdil nehrine kadar göç ederler imiş. Bu alanın o kadar geniş kendi aralarında savaştıklarına ait b ir inanç vardı. Savaşa başlanacak
olm asına rağm en bu kavm in nüfusu 960 yılında İslâm iyeti kabul eden günün gecesinde savaşçılar kendilerine cinlerin okları isabet etm esin
kavmin sayısından daha az olmalıdır. N itekim İbnüT -E sir bunların sa­ diye korkarak çadırlarından çıkm azlardı. B u cin askerlerine “cavi” d e­
yısını yalnız 10000 çadır olarak gösterdiği halde ondan daha sonraları niyordu. Şu tarafın veya bu tarafın cin askerinin galip gelm esinin, in ­
yazan E bu’l-Fida 5000 çadır olarak kaydediyor. sanlar arasındaki savaşın sonucunu belirlediğine inanılıyordu. Yeni do­
ğan çocuk hakkında “Erkek m i, kız m ı?” diyecek yerde “Börü m ü (kurt
K aşgarlı M ahm ud’un eserinden İslâm etkisinin kuzeybatı yönünde m u), tilki m i?” diye sorarlardı.
nerelere kadar yayıldığı anlaşılmıyor. G enellikle onun naklettiği Türk
halk edebiyatı ve yazılı edebiyatı örneklerinin T ürk inanç ve gelenekle­ D evlet idaresine ait verilen bilgilerden, m esela hanın hakim iyet
rinin ve devlet idaresi hakkındaki ayrıntılı bilgilerin vs.nin hangi bölge­ alam etleri, sem bolleri sayılıyor. Bu sem bollerden biri “tuğ” (bayrak)
lere ve hangi T ürk kavim lerine ait olduğu pek belli değildir. O nun zik­ idi. B ir han dokuza kadar bayrağa sahip olabilirdi. B ir han hakkında
rettiği şiirler çok çeşitli ve değişik bölgelere ait olup bunlar içinde Ka- D okuz Tuğlu Han denirse, o hanın en kudretli hanlardan olduğunu an­
tun Sini şehrinin Tangutlar ile m ücadelesine dair m anzum eler olduğu lam ak gerekirdi. M üslüm an olm ayan T ürklerin yani U ygurların hanla­
gibi. İdil nehrini anlatan m anzum eler de vardır: rına dair bazı bilgiler de veriliyor; “kam du” kelim esini açıklarken d e­
nilm iştir ki bu, boyu dört zira’ (iki m etre kadar) eni b ir şibr (bir karış)
“ İdil su yu akaturur,
kadar olan pam uk kum aş parçasıdır ki bunun üzerine U ygur hanının
K aya tügin kokaturur
m ührü (tuğrası) basılır ve alış-verişlerde ölçü olarak kullanılır. H er y e­
B alık telim
di senede bir defa bu kum aş parçaları yam anır, yıkanır, üzerine yeniden
K ölünen takı kuşarır
m ühür basılırdı. Pamuk kum aş parçalarının para yerine kullanılm ası
Türklerde halk şiirlerinden başka bir de yazılı şiir hatta saraya has D oğu T ü rk istan ’da da son zam anlara kadar yürürlükte idi. Bazan Ka-
şiir vardı. B ir şair kendisini “han’ın eşi (H atun)nin hizm etkârı” diye ni­ rahanlılarla O ğuz yani Selçuk’un torunlarının devletlerine ait bazı terim
teleyerek hatuna hizm et yolunda yeni yazm ış olduğu şiiri ona sundu­ ve tabir farkları da gösteriliyor. M esela daha o zam anlarda Ç iğillerde
ğunu söylüyor. Bu üslûptaki şiire koşuk deniliyor ve A rapça kaside k e­ (sonraları M oğol İm paratorluğunda olduğu gibi) “yarlık” tabiri bulunu­
limesi ile tercüm e ediliyor. Sonraları koşuk şekli şiirden ayrı ve baka bir yordu; bu O ğuzlarca bilinm iyordu. D iğer taraftan O ğuzlarda m ühür
ölçüde bir edebî tür olm ak üzere “Tunyuk” diye anılıyordu. Bu kelime (tuğra) ve m ühür basan m em ur anlam ına gelen “tuğrağ” (şim diki “tu ğ ­
Kaşgarlı M ahm ud’da yoktur. Kaşgarlı M ahm ud’da yalnız “C ucu” yahut ra”) kelim esi vardı. Yazar bu kelim e hakkında “bunu T ürkler bilm iyor­
“Çuçu” adında bir şairden bahsediliyor. B unun hakkında da sadece “Bir lar. A slını ben de bilm iyorum ” diyor. M oğol devri yazarlarından olan
Türk şairinin ism idir” denm ekle yetiniliyor. Şairin hangi T ürk kavm in- İb n ü ’l-M ühennâ “tuğra” ve “yarlık” kelim elerinin her ikisini aynı say­
den olduğu, nerede ve ne zam anlarda yaşadığı kaydedilm em iştir. fada zikrediyorsa da bilindiği üzere “ tuğra” kelim esi sonraları sadece
106 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

Selçuk Türklerinde ve onlardan sonra O sm anlı Türklerinde kullanılm ış


Y e d în c İ D ers
ve O rta A sya T ürklerince tam am en unutulm uştur. O ğuzlar tarafından
Batı A sya’dan getirilen ve başka Türkler tarafından hiç bilinm eyen bu
m edenî tabirin aslı m eselesi tarihçiler için çok önem lidir.

B undan sonraki dersim izde M oğol istilâsından önceki asırlarda


Türklerin batı ve doğu ile m edenî m ünasebetleri m eselesine tem as
ederken T ürk m edenî hayatının diğer yönlerinden de bahsedeceğiz.

K aşgarlı M ahm ud Karahanlıların kuzeyinde Yabaku kavm iyle (ki


bu kavim sonraları tarihte hiç görülm üyor) doğuda da U ygurlarla olan
m ücadelelerine ait bazı bilgiler veriyor. Fakat K ıtaylarla olan savaşlar­
dan hiç bahsetm iyor. H albuki U zak D o ğ u ’da hâkim iyeti ele geçirm iş
olan bu K ıtaylarla K arahanlılar daha XI. A srın ilk yarısında m ücadele­
ye başlam ışlardı. Y ukarıda görüldüğü üzere U zak D o ğ u ’nun bu başlıca
m edenî m em leketi, Ruslarda, M oğollarda ve b ir kısım m üslüm anlar
arasında bu güne kadar bu kavm in yani K ıtayların ism ini taşım aktadır.
H albuki Ç in ’de K ıtayların hakim iyeti daha XII. asırda bitm iş ve bu
kavm in kendisi ve lisanı büyük bir ihtim alle M oğol devrinde sona er­
mişti. K ıtay lar Ç in ’deki hâkim iyetleri zam anında kendi sülâlelerine Li-
ao ism ini verm işlerdi, Çin tarihinde bu kavim o isim le bilinm ektedir.
M üslüm an kaynaklarında ise sülâlenin böyle b ir ism ine rastlanm ıyor.
Bunlara m üslüm an tarihçiler tarafından “H ıtay” d eniyor ve çoğunlukla
(hattâ bazan da Kaşgarlı M ahm ud’un eserinde “tı” harfi ile yazılıyor.)

L iao Sülâlesi im paratorları K uzey Ç in ’i ele geçirdikten sonra M o­


ğ o listan ’ı d a fethettiler ve 924 senesinde burada M üslüm an tüccarlarla
karşılaştılar. Bu karşılaşm adan yalnız Çin kaynakları bahsediyor, M üs­
lüm an kaynaklarında ise hiçbir bilgi yoktur. K ıtaylar M oğolistan’dan
Kırgızlan çıkardılar, onlar da oradan Yenisey havzasına dönm üş olm a­
lılar ki sonraki devirlerde bunların orada oturdukları görülüyor. M oğo­
listan ’ın eski hâkim i olan ve bu devirlerde D oğu T ü rk istan ’d a yaşayan
U ygurlar d a bu K ıtaylara tâbi oldular. K ıtaylar bu U ygurlara tekrar
M oğolistan’a dönm elerini tek lif ettilerse de D oğu T ü rk istan ’da ziraat-
le geçinm eye ve şehir hayatına alışm ış olan U ygurlar bu tekliften y a­
rarlanm ak istem ediler.

E serlerini A rapça yazan tarihçiler çoğunlukla K arahanlıların m em ­


leketine doğu tarafından gerçekleşen hücum lardan b ahsediyor ve hü-
108 PROF. DR. V. V. BARTHOLD 109
ORTA ASYA TÜRK TARİHÎ

cum eden kavm i de K ıtaylar olarak gösteriyorlar. Sultan G azneli Mah- Ham bu K ıtay lan tam am en m ağlup etm iş ve bunu Selçuk Sultanı San-
m u d ’un çağdaşı olan U tbî’den başlayarak pek çok yazar bunu kaydet­ car B ağdat halifesine yazmıştır. Fakat K arakıtaylann diğer kısm ının b i­
m ektedirler. Fakat eğer bu seferler K ıtayların savaş seferleri idiyse, Çin raz daha kuzeyden Batı M oğolistan’dan geçerek yaptıkları diğer sefer­
kaynaklarında “Liao Sülâlesi Tarihi” bu olaylardan bahsetm eden geç­ leri başarılı olm uştur. B u seferlerinde bunlara Yenisey nehrinin yukarı
mezdi. H albuki orada K ıtayların batıya seferleri hakkındaki hiçbir bil­ kısımlarında K ırgızlar hücum ettilerse de K ıtaylar biraz daha güney b a­
gi görülem em iştir. D aha yakın bir ihtimal olarak bu olaylarda K ıtayla- tı tarafına giderek bu hücum dan yakalarım kurtarabildiler. XI. A sırda
n n kendileri değil, o zam anlar K ıtaylar tarafından harekete geçirilen ve Y abakularla K arahanlılar arasında m uharebe m eydanı olan şim diki Çu-
başlangıçta M oğolistan’ın doğu ve sonra da batı kısm ım işgal eden M o­ guçak civarında Em il adlı b ir şehir kurdular. Burası X. A sırda olduğu
ğol kabilelerinin faaliyette bulundukları söylenebilir. O rta A sy a’daki gibi XII. A sırda da İslâm tesirinin dışında kalm ış olmalıdır. İslâm m em ­
b ir N asturi piskoposunun B ağdad’ta oturan N asturi K atolikosuna gön­ leketinin bu taraftan en kuzey ülkesi eskiden olduğu gibi yine B alasa-
derdiği bir m ektup da bu konuda bir izlenim uyandırm aktadır. Bu m ek­ gun şehri bölgesi idi. B urası da K arahanlılardan birisinin idaresinde
tupta sekiz kabileye ayrılm ış olan bir kavm in hücum undan bahsedili­ bulunuyordu. K ıtaylar ilk geldiklerinde B alasagun’dan sekiz günlük
yor. Bu kavm in de Cengiz H an devrinde M oğolistan’ın batı kısm ını iş­ m esafede b ir yere gelm işlerse de piiskürtülm üşlerdir. Bu olaydan yüz
gal ederek oturan M oğol kavm i (Naym anlar) olm ası pek m uhtemeldir. sene sonra olan bu son seferlerinde ise K arahanlılar bunların h ü cu m u ­
“N aym an” M oğolca “sekiz” dem ektir. Bu da bu kavm in sekiz kabile­ na karşı koyam adılar. K ıtayların galip gelm esine özellikle B alasagun
ye ayrılm ış olduğunu gösteriyor. Hanı ile hizm etinde olan göçebelerin arasındaki anlaşm azlık sebep o l­
du. K ıtaylar bu anlaşm azlıkta önce han tarafını tuttular ise de m uhalif­
Liao Sülâlesi K uzey Ç in ’de hüküm süren sülâlelerin hepsine göre lerini b erta ra f ettikten sonra hanın kendisini de iktidardan düşürerek
Çin m edeniyetini en fazla benim sem iştir. B ununla beraber bu sülâle­ vilayetlerini ele geçirdiler ve o zam andan itibaren bu vilayet K arakıtay
nin en son üyesi, o zam an M ançurya’da aslen T unguz soyundan olan hüküm eti başkanm m m erkezi oldu. Bundan sonra buradan d oğuya ne­
“Ç ejur çejen”- İslâm kaynaklarında Curci- kavm inin kuvvet kazanm a­ ferler yaptılar ve eskiden doğudan gelerek fethedem edikleri K aşgar
sı sonucu Ç in’i bırakıp gitm ek zorunda kalmıştır. Bu Ç urçenler 1125 H anlığı’m kendilerine bağladılar. Eski düşm anları olan K ırgızlan ceza­
senesinde Liao Sülâlesini devirerek Kuzey Ç in ’de bunların yerini işgal landırm ak için de kuzey-doğu tarafına asker gönderdiler. U ygurlar da
ettiler ve “A ltun” (Çince “teszin/kin”, M oğolca “ A ltan H an” , Türkçe bunların idaresinde kaldı. 113 7 ’de bunlar Batı T ürkistan işlerine k arış­
“A ltun H an”) sülâlesini kurdular. Liao Sülâlesinin en son hüküm darı o m ağa başladılar. B urada d a han ile göçebe kabile reisleri arasında an ­
zam an batı taraflarına gitti. Fakat kendisiyle birlikte kavm inden yalnız laşm azlık olduğundan bundan faydalanm ağa kalkıştılar. Fakat bu sefer
b ir kısm ı gitti. Bir çoğu Ç in ’de kaldılar ve Çurçenlere tâbi oldular. Son­ B alasagun’daki gibi han tarafını değil, göçebeler tarafını tuttular. Se-
radan Cengiz Han kuvvetlenerek Çurçenlerle harp etm eğe başladığı es­ m erkand hanı H ocend yakınlarında m ağlup oldu. 1141’de Sem er-
nada Çurçerlere karşı isyan ettiler. Daha sonraki M üslüm an tarihçileri k an d ’ın kuzeyinde bulunan K atvan sahrasında Sultan S an car’ın ken d i­
ise bu K ıtayların batıya gidenlerine de, Ç in ’de Çurçenlere tâbi olarak si K arakıtaylar tarafından ağır b ir yenilgiye uğratıldı. G üçlü ve kuv v et­
kalanlarına da K arakıtay diyorlar. li Selçuk sultanının bu şekilde kâfirlere m ağlûp olm ası çağdaşlarına
çok büyük etki yaptı. B u olay hakkında m üphem b ir haber o zam an F i­
Kıtayların batıya hareketleri hakkında İslâm kaynaklarındaki bilgi­ listin’de ve E l-cezire’nin kuzey kısm ında M üslüm anlarla savaşan H aç­
ler Çin kaynaklarına nispeten daha açık ve ayrıntılıdır. Ç inliler Kıtayla- lılara k ad ar erişti. A vrupalılar arasında “D o ğ u ’dan Yuvan (Yohannes)
n n yalnız Liao Sülâlesinden son hüküm darın kardeşinin idaresinde D o­ adında bir papazın F ilistin ’deki dindaşlarını kurtarm ak için M üslüm an
ğu T ürkistan’a olan, hareketlerini zikrediyorlar. B unlar bu seferlerinde m em leketine hücum ettiği” hakkında yayılan bir efsane de galiba bu
U ygur m em leketinden geçm işler, U ygurlar da bunlara yardım da bu­ 1141 senesi hâdiselerinin bir yankısı olarak m eydana gelmiştir.
lunmuşlardır. Fakat bu seferin neticesi K ıtaylar için başarılı olmamıştır.
G erçekte K arakıtaylar o kadar uzağa gitm eyerek A m uderya (C ey ­
Bu hususu da biz yalnız İslâm kaynaklarından öğrenebiliyoruz. K aşgar
hun) hududunda durdular. B iraz sonra bu nehrin güneyindeki Belh v i­
110 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 111

lâyetini ele geçirdiler. T ürkistan’daki bütün M üslüm an m em leketleri devirde M oğollarda olduğu gibi “P ayza” deniyordu. D iğer alelade gö­
B uhara ve Harezm de dahil olm ak üzere bunların hâkim iyeti altına geç­ çebe devletlerden K arakıtayların farkı şu idi ki bu m em leket bölgelere
ti. Balasagun civarında oturan K arakıtay im paratorlarını M üsliim anlar ayrılm adı, hatta birinci G ürhan hakkında bunun hiç kim senin kum an­
da, M oğollar da “G ürhan” diye adlandırıyorlar. Bu lakaba K arakıtay- dası altına yüz süvariden fazla asker verm ediği rivayet olunuyor. Fakat
lardan önce tesadüf olunm adığı gibi onlardan sonra da tesadüf olunm u­ buna karşılık m em lekete dahil olan ufak beyliklere dahilî serbesti
yor. A slı ve kökeni de m eçhul bir m uam m a kalıyor. M üslüm an yazar­ (özerklik) verm ek usulü pek geniş ölçüde uygulandı. K arakıtaylar yal­
ları ise bu kelim eye “Hanların H anı” m anasını veriyorlar. Buradaki nız B alasagun’da hüküm süren K arahanlı hanının hâkim iyetini ortadan
“gur” kelim esi önceleri O rhun âbidelerinde, G erdizî ve K aşgarlı M ah- kaldırdılar ise de burasını G ürhan bizzat idare etti. Bu şehir, ahalisi b a­
m u d’da görülen “kür” yahut “kül” kelim esi olabilir. G urhanların idare­ kım ından bundan sonra da m üslüm an şehri olarak kaldı. Fetholunan d i­
sinde H arezm ’den U ygur ülkesine kadar uzanan büyük bir ülke bulu­ ğer vilâyetlerin herbirinde m esela K aşgar ve M âv erâü n n eh ir’de Kara-
nuyordu. Ç in ’de ise bir iktidar ve m ülkleri yoktu. B ununla beraber hanlı sülâlesinden olan hanlar eskisi gibi hüküm sürdüler. Batıda Ha-
Çin tarihçileri bu “Batıdaki Liao”ları da Çin im parator sülâlelerinden rezm lileri, doğuda U ygurları da yine eski sülâleler idare etti. G ü rh an ’a
birisi olarak zikrediyorlar ve Ç in ’deki usul gereği im paratorların “pa­ itaat vergi verm ekten ibaret idi. B ununla beraber özerk vilâyetleri ida­
dişahlık seneleri”ne verilen isimleri sayıyorlar. Ç in ’de im paratorların re eden m eliklerin (beylerin) karargâhında G ürh an ’ın bir tem silcisi bu­
kendi şahsi adları zikredilm eyerek im paratorun hüküm darlık ettiği yıl­ lunuyordu. Bağlı beylerin bağım lılık usulü, sonradan M oğollar devrin­
ların hepsine bir isim veriliyor ve buna “saltanat seneleri” deniyor. O de olduğu gibi bazan daha sade ve im tiyazlı b ir şekle konuluyordu. Ba-
devirlerde m eydana gelen olayları da bu “ saltanat seneleri” ile tesbit zan G ürhan’ın tem silcisi m ahalli beyin karargâhına yalnız vergi almak
ediyorlar. Bu sebeple eskiden Çin hakkında eser yazan yabancılar, için geçici olarak geliyor ve sonra gidiyordu. B azen bağlı m elik (bey)
M üslüm anlar ve Avrupahlar, bir im paratorun bütün hüküm darlık m üd­ vergiyi G ürhan’a kendisi götürm ek im tiyazını alıyordu. Ç in ’de olduğu
deti için verilen “ saltanat seneleri”ni kendilerine çağdaş olan im para­ gibi K arakıtaylarda da vergi hane başına idi. Yani her haneden bir d i­
torun özel adı zannetm işlerdir. K arakıtayların yani Çin içerisinde hâki­ nar (bir altın para) alıyorlardı. Bu usul M üslüm an geleneklerine aykırı
m iyetini kaybeden ve aslen Çinli olm ayan bir sülâlenin böyle Çin im ­ olduğu gibi, göçebelerin âdetlerine de aykırı idi. Sonraki devirlerde
parator sülâlelerinden sayılm asının Çin tarihinde diğer b ir örneği görül­ M oğollar da Çinlilerin m em leketinde b eher nüfus (kişi) başına vergi
m em iştir. N itekim XIV. A sırda M oğollar Ç in’den çıkarıldığı vakit C en­ alm ak usulünü uygulam aya çalıştılar ise de, Çin m em urları bu usule
giz H an’ın Ç in’de hüküm süren oğullarının adı olan Yuan sülâlesi b it­ karşı pek ciddî şekilde karşı koydular. Fakat K arakıtayların bu yeni
m iş kabul edildi ve bu sülâlenin M oğolistan’a dönm esinden sonra h ü ­ usulü O rta A sy a’da etkisiz kalm adı. H atta bu hane başına vergi alm ak
küm sürenlerinin saltanatlarını “ saltanat seneleri” ile nitelem ek bahis usulü XIX. A sır O rta A sya hanlıklarında bile vardı. M esela H okand
konusu olmadı. Liao Sülâlesine ait olarak yapılan böyle bir ayırım Ka- hanları devrinde T aşk en t’te vergiyi hane başına alıyorlardı; bunu T aş­
rakıtayların Çin im paratorluğu m edeniyetini ne derecede ciddi bir şe­ k en t’te evlerin sayısının çok daha az olduğu bir zam ana ait eski bir he­
kilde kabul etm iş ve benim sem iş olduklarını açıkça gösteriyor. H atta sap defterine göre alıyorlardı. XII. A sırda G urhanlar devrinde olduğu
anlaşılan Ç inliler bu sülâleyi artık dışarıdan gelm iş, Çinli olm ayan bir gibi H okand hanları da hane başına bir tila yani bir altın para alıyorlar­
unsur gözüyle bile görm üyorlardı. dı. Ne yazık ki XII. A sırdan XIX. A sra kadar geçen uzun m üddet ara­
sında tarihî bir m ünasebet olup olm adığını tesbit etm ek zordur.
G urhanlar hüküm etine dair M üslüm an kaynaklarından edinebildi­
ğim iz pek az bilgilerde bunların batıda (Ç in’den çıkıp T ürkistan’a gel­ G enellikle böyle bir U zak D oğu m edeniyetini kabul etm iş olan bir
dikten sonra da) resmi dil olarak Ç ince’yi kullandıklarını ve Çin yöne­ kavm in O rta A sy a’da hâkim iyet kurm ası genellikle buralardaki M üs­
tim esaslarını da kendileriyle beraber getirdiklerini farzetm eğe sevke- lüm anların ve özellikle T ürklerin tarihinde ne gibi bir etki bırakm ış o l­
diyor. “D am ad”a çince “Fu-m a” deniyor. M em urlara verilen ayırdedi- duğu sorusu bu güne kadar hallolunam am ıştır. B irçok m eselelerle be­
ci alâm et ve (yetkili olduklarını gösteren) ferm anlara ise daha sonraki raber bu da M arquart’ın “K um anların aslı” hakkında yazdığı eserinde
PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 113
112

işlenm iştir. Bu eserde G urhanların m em leketine pek büyük önem veri­ lüm an olm ayan m edenî unsurların da batıya hareketlerine sebebiyet
liyor. M arquait’ın fikrine göre XII. ve XIII. A sırların hiç teselli verici verm iş olm ası da mümkündür. Yedisu vilâyetinde Çu nehri havzasında
olm ayan genel görüntüsü içinde m edenî K arakıtaylar devletinin kesin S üryanîce ve T ürkçe H ıristiyan âbidelerinin var olm asının sebepleri
olarak ayrı bir yeri vardır. M arquait bu fikirlerini doğrulayacak hiçbir bugüne kadar iyi açıklanam amıştır. Bu yazıların çoğu (özellikle Isık
delil getirm iyor. G örünüşe göre bu fikri de genellikle İslâm ve T ü rk ler G ölü etrafında ve İli nehri havzasında olanları) XIV. A sra yani M ogol­
hakkm daki olum suz görüşlerinden kaynaklanm aktadır. lar devrine ait ise de, Çu nehri havzasında bulunanları için de XIII. A s­
rın başına yani oralarda daha K arakıtaylann hâkim olduğu devre ait
H erşeyden önce “Batı Liao” sülâlesinin hayatı da pek o k adar um ut o lanlan da vardır. Yedisi uaki H ıristiyan âbidelerini T urfan vilâyetin­
verici b ir görünüş arzetm iyordu. B urada M üslüm an m em leketlerinde deki H ıristiyan eserleri ile karşılaştıran R us A kadem i üyelerinden Ka-
ve göçebe ülkelerdeki aşiret ve tım ar usulleriyle ilgili k argaşa yoktu. koftsov Turfan H ıristiyanlannın Yedisu H ıristiyanlarına göre daha m e­
F akat buna karşılık Ç in’de olduğu gibi, buralarda da hüküm et idaresi denî ve daha aydın olduklarını ve burada H ıristiyanlann birbirlerine te­
birkaç defa kadınlar ve bunların âşıkları eline geçti, hatta böyle bir k a­ siri m eselesi doğudan batıya yani T urfan’ın Y edisu’y a tesiri şeklinde
dın hüküm darlardan birisinin âşığının yaptığı kötü hareketler neticesin­ olup, tersine batının doğuya tesiri şeklinde olm adığını söylüyor. U ygur
de ahali arasında ortaya çıkan isyan fikirlerinin önünü alm ak için bu H ıristiyanlarından başka U ygur Budistleri batıya tesir edebildiler. Ka-
âşığını halkın gözü önünde kendi eliyle öldürmüştür. G urhanlılann ken ­ rakıtaylar devrinde U ygurların böyle bir tesirleri hakkında açık bir ha­
di m em leketlerinin m edenî seviyesini yükseltm ek için çalıştıkları h ak ­ b e r (bilgi) yoksa da M oğol hüküm darlığının ilk devrinde 1253'de sey­
kın da d a hiçbir bilgi yoktur. H er ne kadar K arahanlılara bağlı olan K ar- yah R ubruquis “İli” nehrinin kuzeyinde “K ayalık” şehrinde Budist di
lu k lann isyanı neticesinde bunların ellerindeki silahlan alınıp ziraate ninde olan U ygurlara rastlam ıştır. Bu B udist U ygurların buralara daha
alıştırılm ak tecrübesi gibi bir hâdise biliniyorsa da, o da neticesiz k al­ K arakıtaylar devrinde gelip yerleşm iş olm aları m uhtem eldir. Elim izde
m ış ve bununla beraber K arahanlılar için yine pek az sonra K arluk re ­ b una d air b ir delil yok ise de, XI. ve XII. A sırların H ıristiyan dinî pro­
islerinin isyanını bastırm ak ve cezalandırm ak zarureti ortaya çıkmıştır. pagandasının kuvvetli bir devri olduğu bilinm ektedir. Birçok Moğol
kavim lerinin bu devirde H ıristiyanlığı kabul ettikleri d e bilinm ektedir.
G enellikle, G urhanlann kendi m em leketlerinde dış ve iç güvenliği B atı M o ğ o listan ’da N aym anların ve D oğu M oğolistan’d a K ereyitlerin
tam am en sağladıkları bir devrin var olduğu da şüphelidir. H arezm ü l­ H ıristiyan olduklarını, yalnız H ıristiyan değil İslâm kayn ak lan da söy­
kesi G ürhan’a bağlı olduğu halde, Selçuk Sultanı Sancar uğradığı yenil­ lüyor. P rofesör P elliot’nun tetkikleri neticesinde G üney M o ğ o listan ’da
giden sonra tekrar kuvvet kazanarak H arezm ’e hücum etm iş ve o v a­ Ç in hududunda olan O ngutların da H ıristiyan olduğu anlaşılm ıştır
kit G ürhan tarafından H arezm ’e bu hücum a karşı koyacak h içb ir yar­ C engiz H an N aym anların m em leketinde bunların b ir U ygur tam gacısı-
dım gelmem iştir. Bu sıralarda T ürkistan’da ortaya çıkan diğer karışık­ na rastlam ış ve ondan U ygur alfabesini öğrenm iştir. B undan H ıristiyan
lıklara G urhanlann da kanştığı hakkında hiçbir haber yoktur. Kısaca, d in î propagandasına U ygurların da katıldığı anlaşılıyor. G erçekten de
K arakıtaylann T ürkistan’da yüksek b ir m edeniyet taşıyıcılan eline geç­ Y edisu’d a bulunan H ıristiyan m ezar taşlarında “ 11” yerine, “ bir 20”
m iş olduğu da görülm üyor. Tersine son G ürhan’ın vezirinin “ M ahm ud yani O rhun Y azılarında ve U ygur m etinlerinde kullanılan usulün var o l­
B ay” ism inde b ir kişi (galiba bir M üslüm an tüccar) olduğu (yani İslâm m asından, Yedisu H ıristiyanlannın da U ygurlardan oldukları anlaşıl­
m edeniyeti tem silcilerinin G urhanlar yanında önem li yeri olduğu) b i­ maktadır. U ygur H ıristiyanlannın m erkezi T urfan’ın doğusunda olan
linm ektedir. “B ulayık” kasabası olm uş, burada yalnız H ıristiyan yazm a eserleri b u ­
lunm uştur. B unlar da Süryanî, Sogd ve T ürk dillerinde yazılm ış eser­
B ununla beraber K arakıtay devletinin kuruluşu bu m em lekete gi­ lerdir. Yedisu H ıristiyanlannın U ygurlardan ay n olan b ir özelliği m ezar
ren çeşitli m edenî unsurların arasında yakınlaşm aya sebep olm ası itiba­ taşlan n d a evvelce Sogdlulardan alınm ış olan U ygur yazısını değil,
riyle m edeniyetin ilerlem esine sebep olmuştur. M üslüm an v ilâyetleri­ T ürkçe için lazım olan bazı ay n işaretler ekleyerek, S üryanî asıllı diğer
nin M üslüm an olm ayan b ir hüküm dar idaresi altında kalm asının M üs­ b ir alfabe şeklini kullanm ış olm alandır.
114 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 115

M isyonerlik işi burada da ticaret işleriyle paralel gitm iştir; Kere- m adığıyla ilgili olm am ası gibidir. M oğollar devrinde zengin M üslüm an
y itler’in Hıristiyanlığı kabul etm eleri hâdisesi, Süryanîlerin hikâyesin­ tüccarları m edrese ve hangâhlar yaptırıyorlardı. Fakat İslâm âlim leri ile
de, K ereyit hanının H ıristiyanlığı evvelce H ıristiyan tüccarlarından öğ­ İslâm tüccarları arasında hiçbir m ünasebet yoktu, belki aksine bu m ü­
rendiği şeklinde söyleniyor. Bu dinî propaganda m eselesinde dikkati nasebet bazan açık olarak düşm anca oluyordu.
çeken bir husus ise M oğolistan’da İslâm propagandasının olup olm adı­
Eski İslâm ticaretinin bugünkü A vrupa ticaretinden farkı şudur ki,
ğı hakkında hiçbir bilgi olm am asına rağmen yine buranın m edenî sevi­
İslâm ticaretinin başarısı h içb ir vakit M üslüm an devletlerin siyasî b a­
yesini yükseltm ek hususunda H ıristiyan tüccarlarına nisbeten M üslü­
şarılarına bağlı değildi. Yalnız İslâm halifesine bağlı olan büyük İslâm
man tüccarların daha büyük faaliyet gösterm iş olmalarıdır. M oğollar
m em leketi çeşitli ülkelere bölündükten sonra M üslüm an m em leketle­
“tüccar” anlam ında T ürklerden “ sart” kelim esini almışlardır. “Sogd”
rinin (tavaif-i m ulûk) hudutlarının değişm esi şu veya bu sülâlenin yük­
kelim esinden “sogdak” kelim esi yapıldığı gibi “sart” kelim esinden de
selm esi veya çöküşüyle ilgili oluyordu ve hudutlar o kadar çabuk d e­
“ sartak” kelim esi m eydana gelm iştir ve bu kelim e M oğolistan’da özel­
ğişiyordu ki, ahali, kendilerinin m edenî ve İktisadî hayatlarını, h u d u t­
likle tüccarlar çıkaran bir kavim yani “M üslüm an İranlılar” anlam ında
ların böyle çarçabuk değişm elerinden zarar görm eyecek bir şekilde
kullanılmıştır. M oğollar bir kavm e m ensup erkekleri ifade için adı ge­
düzenlem ek zorunda kalıyorlardı. Y ukarıda da söylenm iş olduğu gibi,
çen kavm in adına bir de “tay” kelimesini ekliyorlardı. Bu şekilde M o­
oldukça kuvvetli ve devam lı bir sülâle olan Sâm ânoğulları devrinde bu
ğolistan’da “sartaktay” kelim esi kullanılıyordu ki “ sartak” yahut “sart”
sülâlenin bir tedbiri ile alâkalı olm aksızın bozkırda Türkler arasında
kavm inin erkekleri dem ektir.
M üslüm an kolonileri m eydana geliyor ve bu koloniler de Sâm ânlılara
M oğolistan’da M üslüm an İranlılarm m edenî faaliyetlerinin ne şekil değil m ahalli T ürk hüküm darlarına tabi oluyorlardı. B irbirleriyle m ü ­
ve derecede olduğunu gösterecek b ir eser de, Sartaktay nâm ında m aha­ nasebette bulunan ticari şirketleri vardı; o zam an asrım ızdaki gibi (ban­
retli ve sanatkâr bir kahram an hakkındaki M oğol hikâyesidir. H ikâye­ ka usulü) borç m üesseseleri, finans kuruluşları bulunm am akla beraber
de kahram anın büyük nehirler ve göllerden sulam a işleri için acayip b ir ülkede verilen b ir senet ile diğer b ir hüküm et idaresi altında b ulu­
m ucizevî işler yaptığı söyleniyor. Bundan M üslüm anların M oğollara nan d iğ e j'b ir şehirden para alm ak m üm kün oluyordu. XI. A sır tarihçi­
sulam a usulünü öğretm iş oldukları anlaşılıyor. Sartak veya sartaktay si Ebu Ş u ca’ın yakın zam anda bulunup yayınlanan eserinde, hüküm et­
kelim esini M oğollar yalnız bir m illete (kavm e) m ensup adam lar anla­ ler tarafından verilen havale kâğıtlarıyla para alm aktan ise, tüccarlar ta­
m ında kullanıyorlardı. Cengiz Han kendisine boyuneğen ilk m üslüman rafından verilen havale kâğıtları ile para alm anın daha kolay olduğu
hüküm darı olan Y edisu’nun kuzeyindeki K arluk hüküm darı Arslan söyleniyor. T üccarlar arasında özellikle İranlılar çok olduğundan F ars­
H an’ı “sartaktay” diye adlandırdı. Halbuki K arluklar lisan bakım ından ça “çek” kelim esi yayılm ıştı. H atta bu kelim e A rapların kullandığı
İranlı değil T ürk idiler. M oğollar aynı “sart” kelim esinden “ sartağul” “ sak” şeklinde değil, Farsça “çek ” şeklinde yayılarak, sonradan B atı
veya “sartavul” kelim esini türeterek kullanm ışlardır ki bu kelim enin A vruya’ya geçm ekle bütün ticaret âlem inde kullanıldı.
daha Cengiz Han devrinde kullanıldığı bilinm ektedir. Sonradan Reşi-
O rta-A sya’daki ticaret işlerine herhalde T ürkler de katıldılar. S on­
düddin bu kelim eyi “Tacik” diye, İbnü’l-M ühenna ise “ M üslüm an” d i­
raki devirlerde M oğollarda tüccar anlam ında “ortak” kelim esi k ullanı­
ye tercüm e etm işlerdir.
lıyordu ki “şirket ü yesi” (A rapça “şerik”) anlamındadır. Bu kelim e o
M oğolistan’daki İslâm ’ı yaym a faaliyetleri hakkında tarihî kaynak­ zam anın ticaret işlerinde şirketlerin m ühim rol oynadıklarını göster­
larda hiçbir bilgi verilm iyorken, sartaktay hakkında böyle b ir hikâye mektedir. K aşgarlı M ah m u d ’da bu “ortak” kelim esi var ise de onun za­
söylenm esi M oğolistan’da M üslüm an tüccarların ticaret hususundaki m anında daha “tüccar” anlam ında değil, yalnız “şerik (ortak)” anlam ın­
başarılarının o m em lekette İslâm dininin yayılm asına bağlı olmadığını da kullanılmıştır. B una göre T ü rk ler arasında ticaret şirketlerinin g eliş­
çok açık olarak gösterm ektedir. Bu husus asrım ızda Avrupalılann dün­ m esi XI. A sırdan sonra olsa gerektir.
ya ticaretindeki başarılarının oralarda H ıristiyanlığın yayılm ış olup o l­
116 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 117

O zam anlar İslâm m edeniyeti birinci sırayı işgal ettiğinden diğer M oğol İm paratorluğunun kurulduğu zam anda da yine K aşgarlı M ah­
m edeniyetlerin İslâm iyet’le olan her çatışm ası, sonuç itibarıyla M üslü­ m ud zam anındaki yerinde yani K uça şehrinin doğusunda idi. Yalnız
m anlığın yayılm a alanının daha çok genişlem esine yol açıyordu. Kara- K uça’daki M üslüm an kahram anlarından H ızır Bey nâm ında birisinin
kıtaylar Çin m edeniyeti tesirine pek ciddî şekilde kapılm ış oldukların­ U ygurlara galip gelm esi ile şöhret bulduğu hakkında b ir hab er vardır.
dan, O rta A sya’ya gelm ekle İslâm iyet’i kabul edem ediler. B u hususta O vakitler U ygurlar barış ve dostluk taraftarı olup cesur askerlere k ar­
bunlar O rta A sya’daki M oğollardan Farklıdırlar. Fakat K arakıtaylann şı koyam ayan b ir kavim addolunuyorlardı. B u H ızır Bey, K aşgar H anı­
hâkim iyeti devrinde M üslüm anların M üslüm an olm ayanlara tabi olm a­ na düşm anlar hücum ederken bunların püskürtülm esi hususunda hana
ları -(M o ğ o l devrine nisbeten daha ufak bir m iktarda olm akla bera­ yardım ettiğinden “hanlık” Unvanını elde etti. Fakat T anm havzasının
ber)- İslâm iyet’in yayılm a sınırlarını genişletmiştir. K aşgarlı M ahm ud güneyinde durum biraz değişik olup, K aşgarlı M ahm ud devrinde b ura­
zam anında olduğu gibi K arakıtaylann ortaya çıkışı esnasında da Bala- da İslâm h udut şehri Çerçen iken XIII. A sırda M arko P o lo ’nun b ura­
sagun H anlığının daha kuzeyinde bir m üslüm an ülkesi m evcut değildi. lardan geçtiği sıralarda L ob-N or havalisindeki ahali de M üslüm an idi.
B ununla beraber bu olaydan henüz yüz yıl geçm iş olduğu halde, Mo-
K arm aşık bir sorun olarak kalan diğ er b ir h usus da m üslüm an A s­
ğollann ortaya çıkışından biraz önce Yedisu vilâyetinin kuzeyinde
y a ’nın m edenî hayatına Türklerin ne derecede katkı yaptığıdır. T ürkler
M üslüm an K arluk hüküm darı A rslan H an’ın - m erkezi K ayalık şehri
h içb ir yerde A rap-İran m edeniyetine tam am en tabi olm uş değildiler.
olan - ülkesi zikrolunuyor. Bu K ayalık şehrinin yeri şim diye kadar
T ürklerin kendi dillerini unutm aları da h içb ir yerde olmamıştır. B unun­
yalnız yaklaşık olarak belirlenebilm iştir. R ubruquis A lag ö l’e giderken
la berab er A rap ve İran m edeniyetinin T ürklere tesiri o kad ar kuvvetli
İli’den geçtikten bir m üddet sonra bu şehirden geçti. R ubruquis bu
idi ki T ürk dili hiçbir yerde devlet ve m edeniyet dili olam adı. Türk
m ünasebetle o zam an uzaktan B alhaş/B alkaş gölünü gördüğünü söy­
devletlerinin en batı kısm ı olan K üçük A sy a’da X III. A sra k adar devlet
lüyor. Buna göre o zam anki yolun şim diki posta yoluna nisbetle Bal-
dili A rapça idi. B u bilgiler XIV. A sırda K üçük A sy a’da yazılan, yazarı
kaş gölünün daha yakınından geçtiği tahm in olunabilir. Yalnız Kayalık
bilinm eyen b ir Farsça eserde m evcuttur. B u habere önceleri pek gü­
şehri değil, belki asıl K arluk H anlığının kendisi de daha K arakıtaylar
venm iyor idiysem de M arx van B erch em ’in dikkat çektiği, XIII. A sra
zam anında m eydana geldi. K arluk Hanı G ürhan’a bağlı b ir bey idi. H a­
kadar A nadolu’da kitâbelerin A rapça yazılm ış olduğu hususu, yazan
rabesi şim diki G ülce şehrinin kuzey batısında olan A lm alık şehri de ne
bilinm eyen bahsi geçen Farsça eserin verdiği bilgiyi doğruluyor. Aynı
K aşgarlı M ahm ud’un eserinde ve ne de K arakıtaylann fetih hikâyele­
şekilde sultanların K eyhüsrev, K eykubâd gibi isim leri taşım aları bun­
rinde geçiyor. M oğolların ortaya çıkışına yakın b ir devirde bu şehrin
lara İran m illi destanının tesirini, bununla berab er bazan herhalde öz
idaresi G ürhan’a bağlı olm ayan, aksine ona isyan eden b ir serseri çete
T ürkçe isim lere rastlanm ası da sultanların asıllarının T ürk olduğunu d a­
reisinin eline düşm üştü. Bu çete de K arluk veya K anglı T ürklerinden
ha unutm adıklarını gösteriyor. İran Selçukluları da aynı durum da olup,
idi (XII. Asrın sonunda ve XIII. Asrın başındaki olayları öğrenm ek için
orada Farsça gittikçe yönetim (bürokrasi) ve m edeniyet dili oluyordu.
tem el kaynak olan C üveynî’nin Tarih-i C ihangüşa’sınm çeşitli eski
H atta K arahanlıların yönetim indeki T ü rk istan ’d a da yönetim ve edebi­
nüshalarında bu kabilenin ismi birbirinden farklı olarak “ K arluk” ve
yat dili olarak Farsça gitgide A rapça’yı sıkıştırıyordu. Bu konuda çok
“K anglı” şeklinde yazılm ıştır). H erhalde A lm alık hâkim i de M üslüm an
dikkat çekici b ir özellik olarak ayrıca söylenm esi gereken b ir nokta da
idi. İşte bu şekilde O rta A sya’da M üslüm an olm ayan K arakıtaylann
B uhara tarihine ait b ir eserle ilgili olanlardır. B u eser Sâm ânlılar dev­
hâkim iyetlerinin son devrinde M üslüm anlar bu M üslüm an olm ayan
rinde A rapça yazılm ış idi. Sonra XII. A sırda F arsça’ya tercüm e edilir­
hüküm darlara vezir oldular ve daha önceleri İslâm iyet’in yayılm am ış
ken tercüm enin sebebi olarak “halkın o zam anlar A rapça eserler oku­
olduğu yerlerde yeni M üslüm an vilâyetler m eydana geldi. Fakat İslâ­
m ağa eğilim li olm adıkları” belirtilm iştir. H atta İslâm î ilim lerin öğretil­
m iyet’in doğu yönünde yayılm ası nisbeten daha yavaş oldu. Çünkü
m esinde de A rap dili başarısını kaybediyordu. M edreselerde dersleri
oralarda İslâm iyetin yayılm asına m edenî U ygurlar engel teşkil ediyor­
Farsça okutan hocalar ortaya çıktı. D inî öğretim m eselesinde de hatta
lardı. M üslüm an m em leketlerinin K uça şehri doğusundaki hududu
ilk (öğretim e başlarken) telkinler h ususunda d a o usul uygulanm aya
118 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 119

başlandı. M esela 451 senesinde doğm uş ve “Tarih-i N işab u r”a zeyl sag u n ’lu olup K aşgar Hanının sarayında “H âcib ”lik m akam ını elinde
(ek) yazm ış olan M ecdüddin A bdulgâfir’in daha beş yaşında İslâm d i­ tutan Y usuf adında biridir. Kitabın ismi olan T ürkçe “K utadgu” terkibi
ninin kaide ve esaslarını Farsça öğrendiği zikrolunur. Fakat K arahanlı- “m utlu edebilecek ilim ” , yahut “padişahlara lâyık ilim ” anlamındadır.
lar m em leketinde hatta K aşgar vilâyetinde XII. A srın son yarısında
“B ah t ve m utluluk” anlam ında olan “k ut” kelim esi h er yerde (ve
A rap dili m ahkem e (hukuk) dili olarak kullanılm ıştır. Ö rneğin tarafım ­
K utadgu B ilig ’in kendisinde de birçok yerlerde) şim diki zam anda p a­
dan Londra Şarkiyat M ektebi M ecm uası’nda İngilizce tercüm esiyle
dişahları tazim için kullanılan “haşm et-m eâb” anlam ında kullanılıyor­
yayınlanan bir kaza m ahkem esi vesikası da A rapça yazılm ıştır. (Bu m e­
du. B öyle padişahlara, m em urlara vs. b aşka sınıflara ahlâk öğretm ek
sele ve vesikanın T ürkçe’ye tercüm esi Türkiyat M ecm uası’nın birinci
için yazılan eserler eskiden doğuda ve İran ’d a ço k m eşh u r idi. B u gibi
sayısında yayınlanmıştır. Vesika K aşgar’da yazılan “ K utadgu B ilig”in
eserlerin an kıym etli olan kısm ı ahlâkî görüşleri ve verilen nasihatlan
tasnif olunduğu devirde hüküm süren B uğra H an zam anına aittir). B u­
doğrulam ak ve desteklem ek için tarihten örnek verilen efsan eler veya
nunla beraber bu devire ve daha sonraki devirlere ait vesikalar K ara-
olay larla ilgili hikâyelerdir. Fakat B alasagunlu Y usuf’un eserinde bu
hanlılar m em leketinde T ürk dilinin de siyaset terim lerinden tam am en
yön hiç yoktur. B unda hiçbir tarihî şahıs zikredilm iyor. B ahsettiği p a­
çıkarılm am ış olduğunu gösteriyorlar. H atta m esela S em erkand’ta da bu
dişah “İlik/İlek” yalnız adaleti tem sil eden m üstear b ir (takm a) isim ­
şehrin halkı içinde T ürkçe konuşanlar o zam an büyük b ir ihtim alle hiç
dir. D iğ er faziletler ise İlek ’in veziri, oğlu ve kardeşi şeklinde tem sil
bulunm am asına rağm en yine devletle ilgili terim lerde T ürkçe kelim e­
olunuyorlardı. İşte bu yüzden “K utadgu B ilig” bu türden Farsça yazı­
ler vardı. M esela “vezir” kelim esine T ürkçe bir sıfat olan “uluğ” keli­
lan örneklerine nispeten kıym eti çok daha azdır. K itabın girişinde Arap
m esi ekleniyordu. Sem erkand hanlarının XII. A sır sonunda kestirdikle­
ve Fars dillerinde kitap çok olduğu, fakat T ü rk dilinde h içb ir kitap b u ­
ri sikkelerindeki “sultanü’s-selâtîn” Unvanına da bu “ uluğ” kelim esi
lunm adığı kaydolunm uştur. Böyle bir kayıt T ürklerin eski Budist, M a­
ekleniyordu. Bu sülâlenin çöküşüne kadar hanlar daim a T ürkçe isim
ni, H ıristiyan eserlerini pek çabuk unuttuklarını gösteriyor. Var olduğu­
ve özellikle T ürkçe lakap (ünvanlar) kullandılar. H atta eskiden M oğo­
nu K aşgarlı M ah m u d ’un eserinden öğrendiğim iz M üslüm an T ürk Şiir
listan’da hüküm ran olan O ğuz hanları tarihinden de bilinen b ir âd e te -
ve E debiyatı d a galiba daha başka edebî eserlerin ortaya çıkm asına se­
ki tahta çıkan hanın kendisinin eski Unvanını yeni b ir ünvana çevirm e­
bep olam am ıştı. K aşgarlı M ahm ud’un ifadesine göre K aşg ar şehri aha­
sidir- K arahanlılarca devam lı uyuluyordu. Bu lakap (ünvan) hanın özel
lisi T ü rk dilinin en fasihi (efsah: en düzgün, açık) olan “H akanî Türk-
adı yerine kullanılm akta idi. Bu sebepten tarihçiler aynı yerde aynı ta­
çesini” konuşuyorlardı. Fakat K aşgar vilâyetinin köylüleri K encek d i­
rihte kesilen sikkelerde görülen çeşitli Unvanların b ir veya birçok şa­
linde yarti bu vilâyetlerin T ürk olm ayan esas yerli kavm inin sonradan
hıslara mı ait olduğunu doğru tâyin edem eyerek büyük zorluk çekm ek­
T ürkleşen diliyle konuşuyorlardı. Bu yüzden T ürkçe edebiyatın d a ilk
tedirler.
önce K a şg a r’d a ortaya çıkm ası gerekiyor.
Fakat bugüne kadar bilindiğine göre S em erkand’d a T ürkçe edebi­
B ir de “K utadgu B ilig ’in üslup ve ifade tarzı itibariyle eski T ürk
yat hakkında bir söz bile söylenm iyordu. H anın sarayında Farsça şiir
edebî gelenekleriyle m ünasebeti ve bu eserin çağdaşlarına ne gibi tesir
söyleyen şâirler yaşıyor ve hanın korum a ve lütuflarına kavuşuyorlar­
yapabildiği sorunu vardır. K utadgu B ilig’in üç nüshası bilinm ektedir:
dı. T ürk dilinde M üslüm an edebiyatı vücuda getirm ek, diğer yerlerden
B iri 1439’d a H erat’da U ygur alfabesi ile yazılan nüsha, diğerleri A rap
daha çok K aşgar ülkesinde m üm kün idi. Fakat orada da F arsça’nın et­
alfabesiyle yazılan iki nüshasıdır ki bunlardan birisi M ısır’da, diğeri de
kisi gittikçe kuvvetleniyordu, hatta XVII. A sırda bile burada Farsça bir
F erg an a’d a bulunm uştur. Yazarın eserini önce U ygur ve A rap alfabe­
tarihî eser yazılm ıştı, halbuki eser nahiv (dilbilgisi) hataları ile dolu o l­
sinden hangisi ile yazdığı hususu ise hâlen m ünakaşayı gerektiren bir
duğundan, Farsça’nın bu yazarın ana dili olm adığı gibi, kendisince pek
konudur. K itabın ism i ve “haşm et-m eâb” anlam ında “k ut” kelim esini
alışılmış bir dil de olm adığı açıkça görülmektedir. H icrî 462 de (1069-
kullanm ası K aşg a r’da İslâm ve biraz da İran tesirinin daha pek kuv v et­
1070 M.) K aşg ar’da “K utadgu Bilig” adında Türkçe b ir ahlâk kitabı
li olm adığını ve hanın saray ve yönetim birim lerinden T ürk dilini daha
yazılmıştır. Bu kitap K aşgar Hanı adına yazılmıştır. Yazarı aslen Bala-
120 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 121

çıkarıp siiremediğini gösteriyor. Bu “K utadgu B ilig” adına biraz sonra m u d ’un eserinde geçen “erdem başı til” yani “hikm etin başı lisanda”
M oğollar devrinde de tesadüf ediliyor; M oğol im paratorluğunda ve yani “ insanın sözündedir” atasözünü görür görm ez herhalde K utadgu
im paratorluğun kalıntısından kurulan devletlerde uygulanan kanunun B ilig’i hatırlayacaktır.
kaynağı olarak Cengiz H an’a nispet edilen düsturlar ve “yasa” vardı.
Yayık nehrinin ağzına yakın Saraycık denilen yerde üzerinde K u ­
G erektiği zam an kanunun kaynağı olm ak üzere bunlara başvuruyorlar­
tadgu B ilig ’ten alınm ış şiir yazılı b ir çöm lek bulunm uştur. B undan K u ­
dı. İşte C engiz H an’a nispet edilen bu rivayetler ve sözler m ecm uası da
tadgu B ilig’in bugüne kadar ortaya çıkarılan nüshaları sayıca az olm a­
“Kutadgu Bilig” diye adlandırılıyordu. XVI. Asır yazarlarından İbn
sına rağm en zam anında epeyce m eşhur olduğu anlaşılıyor. B undan
A rabşah’ın sözünden “K utadgu” kelim esini M oğolların da kullandığı,
başka yine yakında T ü rk iy e’de H ib etü ’l-H akaik ve “ A ybetü’l-H aka-
hatta U ygur alfabesinin ismi olarak kullanıldığı da görülüyor. İbn Arab-
yık” adlı b ir eser bulunarak yayınlanm ıştır. K utadgu B ilig ’e nispeten
şah bu “K utadgu” kelim esini C engiz H an ’ın m ensup olduğu kabilenin
biraz daha geç b ir dönem e ait olan bu eser yine aynı m evzu üzerine ve
ism iyle birleştirm ekle hata ediyor. (İbn Arabşah bu kabile ism ini “ Kı-
gerçek hayatın olayları ile tam am en ilgisiz bir şekilde yazılm ış olup,
yat” değil “K ıtat” okum uştur). Buğra H an’ın K utadgu B ilig ’i hiç o l­
bilinegelen ve kuru ahlâkî nasihatları içerm ektedir. “ K aşgar d ilin d e”
m azsa ünvan hususunda M oğollara tesir etm iş ve C engiz H an ’ın “K u­
yazılan bu eserin y azan “A hm et bin M uham m ed Y üknakî” adlı biri
tadgu B ilig”inin ortaya çıkm asına sebep olduğunu söyleyenler de var­
olup, D âd Sipehsâlâr B ey ad ın d a b ir em îre ithaf edilm iştir. B u “ H ibe-
dır. Fakat K aşgarlı M ahm ud’un eseri yayınlandıktan sonra K arahanlıla-
tü ’l-H akaik” in bulunm ası K utadgu B ilig ’in kendi türünde tek eser o l­
ra bağlı olan Türklerin kendilerini “ U ygur” diye isim lendirm edikleri,
madığını ve Türk edebiyatında b ir “ K aşgar D evri” olduğunu gösteriyor,
bundan dolayı Balasagunlu Y usuf’un eserini yazdığı dilin de U ygurca
fakat bu devrin T ürk edebiyatının daha sonraki devirlerdeki yapı ve g e­
olm adığı kesin olarak ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde Buğra H an’ın “K u­
lişm esine tesiri pek az o lm uş olsa gerek.
tadgu B ilig” gibi başından sonuna kadar îslâm ruhuyla yazılan bir ese­
rin devam lı olarak B udist ve H ıristiyan olarak kalan U ygurlara geçm iş Türklerin Çin m edeniyetine olan eski yakınlıklarının izleri bu za­
olm ası ve U ygurların bu kere M oğollara tesir ederken m üslüm an Kara- m anda da sürm üş olup, bu izler yalnız han lâkap ve Unvanlarına has d e­
hanlılardan öğrendikleri eseri onlara öğretm iş olm aları da m üm kün d e­ ğildi. Kaşgarlı M ahm ud’un eserinden anlaşılıyor ki K arakıtaylarda k u l­
ğildir. lanılan Çince bir m ansıp (m evki Unvanı) olan “tayangu” daha o asırlar­
da da varmış. Tayangu kelim esi A rapça “hâcib” terim ine karşılık olup
B alasagunlu Y usuf’un eseri K aşgarlı M ahm ud’un eserini yazm aya
bunun aslı da “ itim at etm ek, güvenm ek” m anasında olan T ürkçe “ ta-
başladığı seneden ancak iki yıl önce yazılmıştır. Kaşgarlı M ahm ud bu
yanm ek (dayanm ak)” m astarından olduğu söyleniyor. O rhun âbidele­
eseri görm üş m üdür, görm em iş m idir? Bu hususu K aşgarlı M ahm ud
rinden bilinen “prenses” m anasım ifade eden “koncuy” kelim esi de
belirtm iyor. Kaşgarlı M ahm ud kendisinin lisaniyata (dil) ait olan bu
K aşgarlı M ahm ud zam anına k adar gelebilm iş, fakat “hatun” kelim esi
eserinin kendisinden önce yazılanlar arasında benzeri olm adığını söylü­
bu zam anda “koncuy” kelim esine göre daha yüksek b ir m evkii ifade
yor. M artin H artm ann, Balasagunlu Y usuf’un eseri ile Kaşgarlı M ah­
etm iştir.
m u d ’un eseri arasında esaslı bir fark görm üyor; birincisini saray edebi­
yatı züm resine, sonuncusunu da halk edebiyatı a n ’anesine (geleneğine) K aşgarlı M ahm ud’un eserinde m addî m edeniyeti ifade eden çeşitli
nispet ediyordu. Fakat bu iddiasında haklı olm asa gerek. Yukarıda gör­ kelim eler arasından “elatu” kelim esi dikkati çekm ektedir. Bu kelim e
düğüm üz üzere K aşgarlı M ahm ud’un eserinde geçen şiirler içinde sa­ “burun tem izlem ek için insanın cebinde taşıdığı ipek parçası” diye açık­
raya ait şiirler de vardır. D iğer taraftan da Balasagunlu Yusuf kendisi­ lanıyor. Bilindiği gibi eski ve o rta çağlarda gerek eski Yunan ve g erek­
nin ahlâkî nasihatları için halk arasındaki hikm etli sözlerden (halk fel­ se İslâm âlem inde burun m endili kullanılm ıyordu. Bu m endil Çin ve
sefesinden) faydalanmıştır. Kutadgu B ilig ’te geçen bazı yerler K aşgar- Japonya’da çok eski devirlerde bile kullanılm ış olup, A vrupalIlarda
lı M ahm ud’un eserinde geçen halk sözleri örneklerindeki fikir ve ifa­ XV. A sırda U zak D oğu m edeniyeti ile tanıştıktan sonra kullanılm ağa
delerin aynıdır. K utadgu B ilig’i okum uş olan herkes Kaşgarlı M ah-
122 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

başlandı. M oğolistan’da da eskiden kullanılıyordu. XI. A sırda bu burun


m endilinin Türklerde kullanılm ası, sonradan etkisini kaybeden U zak S e k İz în c İ D ers
D oğu m edeniyetinin, Türklere olan eski etkisinin izlerinden birisi o la­
rak kabul edilm esi gerekir.

M üslüm an T ürk edebiyatının K aşgar devrinden sonraki devrinin


m erkezi H arezm de dahil Sirderya nehrinin güneyinde olan yerlerdir.
Bu yerlerin T ürk tarihindeki önem ini gelecek konferansta arz edece­
ğim.

Yukarıda görüldü ki göçebe kavim lerle ticaret O rta A sy a’nın diğer


m edenî vilâyetleri için önem li olm akla beraber, coğrafi durum u itiba­
rıyla H arezm için daha önem li idi. Aynı coğrafî durum un H arezm h al­
kının kavm î (etnoğrafık) yapısı ve diline de etkisiz kalam ayacağı b elli­
dir. H atta H arezm ’in kom şuları İranlı asla d ah a yakın olan göçebeler­
den olduğu zam anlarda bile bu özelliğinin farkedilm iş olm ası ihtim ali
pek yakındır, hiç olm azsa bazı âlim lerin H arezm halkının evvelce S ir­
dery a boylarından D on boylarına kadar uzanan geniş bozkırda oturan
A lan kavm ine m ensup olduğunu ispat etm ek yolundaki çalışm aları bu
hususta zikre değer. Bozkırların T ürkleşm esinden sonra H arezm T ürk-
lerin etkisine daha çok girdi. İslâm iyet’in ilk asırlarında H arezm ahali­
sinin konuştuğu lehçe diğer İranlılarca anlaşılm am akla beraber, yine
İranı b ir lehçe idi. Bu yalnız konuşm a dili olm akla kalm ayıp edebî
özelliği de vardı. H atta XI. asırda bile bu dilde yazıyorlardı, fakat F ars­
ça sözlüklerde “H arezm kelim esi” diye gösterilen kelim elerin çoğu öz
T ürkçe kelim elerdir. Buna ek olarak X. A sırda H arezm lilerin kıyafet
itibarıyla T ürklere benzediği de kaydedilm iştir. X III. A sırda M oğollar
devrinde ise H arezm hakkında eser yazanlar burasını dil bakım ından ta­
m am en b ir T ürk m em leketi olarak tasvir ediyorlar. Şu halde H arezm ­
lilerin T ürkleşm esi XI. A sır ile XIII. A sır ortasında yani burasını Sel­
çu k S ultanlarına bağlı em irlerin idare ettikleri devirde gerçekleşm iştir.
B u em irler köken itibarıyla T ürk olm akla beraber, eski İran Unvanı olan
“H arezm şah ” Unvanını koruyorlardı. XI. A sın n son senelerinde burada
H arezm şahlar Sülâlesi kuruldu ki, bunların hem en hepsinin isim leri
T ürkçe idi. H arezm bunların devrinde bu ülkenin bütün tarihinde ilk ve
son defa olm ak üzere pek büyük b ir devletin m erkezi olm uştur. B u H a­
rezm şahlar önceleri Selçuk sultanlarının vekilleri iken, yavaş yavaş
M üslüm an âlem inin doğu kısm ının yüce hüküm darları sıfatını kazandı­
lar. H atta Selçuk devletinin çöküşünden sonra XII. A sır ortasında Bağ-
124 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 125

dad H alifesinin vaktiyle kaybetm iş olduğu dünyevî hâkim iyeti geri al­ dört fersah (24 kilom etre) güney batıda başka bir Şavgar vardı. G erek
m asını da kabul etmediler. Belki um um en İslâm m em leketinde öncele­ XII. A sır âlim lerinden S e m ’an i’nin (XI. A sırda yazılan bir esere daya­
ri Selçuk sultanlarının hakkı olan “Sultan-ı İslâm ”lığın kendilerine geç­ narak) T ürk hududunda b ir yer (nâhiyetün min sugûrî’t-T ürk) ve gerek
tiğini iddia ettiler. H atta son H arezm şahlar evvelce S elçuklular devrin­ XIII. A sır âlim lerinden Y akut’un (XII. A sır yazan İm ran î’ye dayandı­
de olduğu gibi hâkim iyetlerinin B ağdat’ta da kabul olunm asını istedi­ rarak) “T ürk şehirlerinden b iri” (m in b ilâd î’t-T ürk) şeklindeki tarifle­
ler. ri de adı geçen Şavgarların her ikisine ait olabilir.

H arezm o vakit herhalde İran m edeniyetinin tesiri altında bulunu­ Şim diki T ürkistan şehri yerinde olan Yasi veya Yesi şehri ne
yordu, eserlerini Farsça yazan âlim ve şairler arasında H arezm liler de S em ’anî ve ne de Yakut tarafından biliniyordu. Halbuki şehir XII. A sır­
vardı. H arezm şahlar devrinde Farsça, m em leketin resm î dili idi. Fakat da da m evcuttu. N itekim doğum u burada olan veya hiç o lm azsa b ura­
S o g d’daki gibi mahalli halk kitlesinin konuşm a dili olan eski lehçenin d a yaşam ış ve ölm üş olan Şeyh A hm ed Yesevî yahut Y asavî bu za­
yerine Farsçanın üstünlük kazanm ası daha gerçekleşm em iş olsa gerek­ m anda şöhret kazanm ıştı. A hm ed Yesevî 562 H. (1166/1167 M .) de ve­
tir. B üyük bir ihtim alle H arezm dili buralarda daim a halkın dili olm a fat etm iştir. D iğer b ir habere göre bu A hm ed Yesevi “ S ayram ” şehrin­
özelliğini korum uş ve yerini ancak daha sonraları T ü rk çe’ye bırakm ış­ de doğup yetişm iştir. H er halde bu S ayram ’dan m aksat D oğu T ürkis­
tır. ta n ’daki Sayram olam az. (Ç ünkü o şehir henüz o asırda m evcut olm a­
yıp, ancak X V I. A sırda Batı T ürkistan’daki S ayram ’dan gelen m u h a­
Sirderya havzasında kısm en H arezm liler ve kısm en ihtim ale göre cirler tarafından kurulm uştur). Belki Batı T ürkistan’da şim diki Çim -
S ogdlular tarafından kurulm uş olan kolonilerin T ürkleşm eğe m aruz kent şehrinin biraz doğusundaki S ayram ’dır ki “İsfıcab” ve “ A kşehir”
kalm alarının daha erken olması gerekiyordu. N itekim XI. A sırda b ura­ isim leriyle bilinip K aşgarlı M ah m u d ’ta da geçm ektedir.
larda T ürklerle m eskun şehirler de vardı. K aşgarlı M ahm ud’d a O ğuz
şehirleri olarak “Savran” (bu gün de m evcut olan bu şehir Sâm ânlılar T ürkler tarafından “ A ta Y esevî” lakabını alan A hm ed Yesevî Türk-
devrinde bir hudud şehri idi) ve “Soğnak” (XII. A sırda henüz M üslü­ ler arasında İslâm iyet’in ve İslâm tasavvufunun yayılm ası için büyük
m an olm ayan K ıpçak ülkesinin başşehri idi, şim di harabesine Sunak b ir tesir yapm ış olsa gerektir. Bunun tasavvuf ruhuyla yazm ış olduğu
K urgan deniyor) şehirleri zikrolunuyor. T ürkçe şiirleri halk arasında büyük b ir şöhret kazandı ve hatta bu gü­
ne kadar O rta A sy a’daki halk şâirleri bu tarzda kendisini taklit etm ek­
X. asır coğrafyacıları “Savran”ın güney doğusunda ve burası ile tedirler. Fakat ne yazık ki özellikle halk tarafından bilinm eleri dolayı-
“F arab” (veya “O trar”) arasında “Şavgar” şehrini zikrediyorlar. C oğ­ siyle bu şiirler, bize yazıldıkları zam andaki şekliyle gelem em iş, belki
rafyacıların eserlerinde gösterilen m esafelere bakılırsa bu şehir yakla­ bunları birçok defa istinsah (kopya) edenler asıl nüshanın dilini, kendi
şık olarak şim diki “T ürkistan” şehrinin yerinde olm uş olacaktır. “Şav­
zam anlarına uydurarak d eğiştirm işler ve başka şeyler de araya sok­
gar” ismi İran asıllıdır. Fakat X. A sırda bu şehrin ahalisinin İranlı mı muşlardır. A hm ed Y esevî’nin tercem e-i halini de (hayatını) aynı şekil­
T ürk m ü olduğu belli değildir. Sâm ânoğullarından N asr bin A hm ed’in de tam am en daha sonraki devirlerin efsanevî hikâyelerinden öğreniyo­
(914-943) üçyüzbin kadar (bu rakam herhalde abartılıdır) askerle yap ­ ruz. Bu efsanelere göre A hm ed Y esevî’nin öncüsü “A rslan B aba” ve­
tığı bir seferi, m etinlerin birinde (İbn Havkal) bu Şavgar şehri üzerine ya “Bab A rslan” (bilindiği gibi A rapça kapı anlam ında olan “b ab” ke­
yapılm ış gösteriliyor. Eğer böyle ise Şavgar kuvvetli bir hüküm darlığın limesi T ürkistan’da İslâm dinini yayanlar için kullanılm ıştır) adında
karargâhı olmuş oluyor. İbn H avkal’ın kaynağı olan “İstahrî”nin nüs­ T ürk evliyasından b ir velidir. A rslan’ın oğlu M ansur A ta, A hm ed Ye-
halarında ise bu şehrin ism i tam am en başka türlü yazılm ıştır. Böyle sevi’nin ilk halifesi veya vekili idi. A hm ed Y esevî’nin kendisi ise He-
olunca, özellikle bu sefer hakkında diğer kaynaklarda da bilgi bulun­ m ed an ’dan T ü rk istan ’a gelm iş olan İran’lı m utasavvıf Y usuf H em eda-
m adığından seferin nereye doğru olduğu soru işareti olarak kalıyor. S ir­ n î’nin üçüncü halifesi idi. Y usuf H em edanî birçok seneler M erv ’de
derya havzasında bu Ş avgar’dan başka b ir de E vliya A ta şehrinden m utasavvıflar tarikatının şeyhi olarak yaşam ış ve 1140 senesinde vefat
126 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 127

etm işti. Yusuf H em edanî’nin tercem e-i halini (hayatını) yazan kişi bu m edeniyetli ülkelerin b ir örneğidir. B ununla beraber H arezm ’in XIIJ.
şeyhin kesinlikle Türkçe bilm ediğini kaydediyor. B ununla beraber bu A sırda (Türk hâkim iyeti altında olduğu devirde) ki durum unun X. ve
önün T ürk tasavvufunun kurucusunu talebe edinm esine engel olm a­ XI. A sırda (yani T ürk hâkim iyetinden önceki devirde) ki durum undan
mıştır. Yusuf H em edanî’nin ikinci halifesi yani A h m ed ’in doğrudan m edeniyet bakım ından çok daha aşağı olduğunu gösterecek vakıalar
doğruya selefi Şeyh Ebu M uham m ed H aşan bin H üseyin el-A ndakî gösterm ek çok zordur. M oğol istilâsından pek az önce şehir hayatının
idi. 1157 senesinde vefat eden bu zat hakkında kendisinin çağdaşı ve geniş ölçüde ilerlem iş olduğunu, hatta sulam a ile yapılan ziraat alanla­
dostu olan S em ’anî bazı bilgiler veriyor. Fakat A hm ed Yesevî hakkın­ rının ve m am ur yerlerin, özellikle H arezm ’in güney batı kısım larında
da S em ’an î’nin bilgisi yoktur, hatta S em ’anî’nin yalnız “nisbelere” ve daha çok genişlediğini görüyoruz. D iğer kaynaklar ise bu asırlarda H a­
özellikle din âlim leri nisbelerine tahsis ettiği bu kitapta “Y esevî” şek­ rezm tüccarlarının O rta A sy a’da eskiye göre daha uzak m em leketlerde
linde bir nisbe bile yoktur. nüfuz kazandıklarını anlatıyorlar. B unun en büyük örneği 1218 ’de
M ahm ud H arezm î adında bir zâtın C engiz H an tarafından H arezm şah
Ö zellikle Türk evliyasından bir veli olm asından dolayı A hm ed Ye­
M uham m ed’e elçi olarak gelm esidir. B üyük b ir ihtim al ile bu M ahm ud
sevî sevgi ve saygısı onun mezarı üzerine XIV. Asrın sonunda T im ur ta­
“Sefir M ahm ud” anlam ında olan “ M ahm ud Yalvaç”la aynı kişidir. Bu
rafından yaptırılan m uhteşem binanın da gösterdiği üzere Sirderya neh­
M ahm ud Yalvaç ise M oğol devrinde Ç in ’de Pekin valisi idi, oğlu Me-
ri havzasında pek uzun ve devam lı olarak yaşamıştır. A hm ed Yese-
sud Bey de O rta A sy a’nın m edenî ülkelerini idare ediyordu. Bu Me-
v î’nin talebe ve halifeleri arasında eserlerini T ürkçe yazan ve Türkçe
su d ’un “bey“ Unvanını taşım ası, “ Satılm ış” ve “Sevinç” ism inde iki oğ­
“A ta” (peder) lakabını taşıyan birçok kişi vardır. Bunlardan biri de fa­
lunun isim lerinin öz T ürkçe olm ası, gerek M esud’un, gerek babası
aliyeti cihetiyle H arezm Te irtibatı olan “H akîm A ta” yahut “Süleym an
M ahm ud’un dil yönünden T ürk olduklarını düşünm eğe sevkediyor.
Bakırganî”dir. H akîm A ta da, tıpkı A hm ed Yesevî gibi tasavvufa ait
T ürkçe nasihatlar mecmuası yazmıştır. Fakat bu eser A hm ed Yese- H arezm ’de fikrî m edeniyetin yüksekliğine, akıl ve fikre dayalı bir
v î’ninki gibi m anzum (şiir) değil m ensurdur (düzyazı tarzındadır). Hâ- kelâm m ezhebi olan M utezile’nin daha XI. A sırda burada geniş ölçü­
kîm A ta’nın hikm etli sözleri de tıpkı A hm ed Y esevî’nin sözleri gibi sa­ de yayılm ış ve XIII. A sırda da bu yayılm anın en üst noktasına erişm iş
de bir dille ve geniş halk kitlesine hitap etm ek üzere yazılm ıştır. olm ası şahittir. H arezm ’in fikrî m edeniyetinden bahseden A rap âlim le­
ri bu ülkede dinî tartışm aların büyük bir edeb dairesinde yapıldığını ve
H arezm ’in Türkleşm e devresinde bulunduğu asırlardaki hayatının
hiçbir taassup gösterilm ediğini ve tartışm acılardan birinin kendi fikri­
araştırılm ası T ürkistan’da Türklerin yavaş yavaş çoğunluk kazanm ası­
ni savunurken kaba ifadeler kullandığı takdirde derhal sözünün kesildi­
nın m edeniyetin çökm esine ne derecede sebep olup olm adığı yönünden
ğini ayrıca belirtiyorlar.
büyük bir önem i vardır. T ürkleri m edeniyete düşm an diye tanıtarak ta­
rihteki rollerine yalnız o noktadan karar verm ekte A vrupa m üsteşrikle­ H arezm ’de M utezile m ezhebinin ne k ad ar derinleşm iş ve k ö k leş­
ri içinde herkesten ileri giden zat m eşhur A lm an m üsteşriki N öldeke m iş olduğunu bilm ek için bu m ezhebin M oğol istilâsından sonra d a y a­
olm uştur. N öldeke’nin fikrince Sâm ânoğullarının m em leketinin Türk- şam ış olduğuna dikkat etm ek yeter. Ö yle ki M oğollar bu m em leketi
ler tarafından fethedilm esi “bu m em leketlerin tarihindeki en acı felâ­ 1221 yılında fethederken H arezm büyük direniş gösterdiğinden ö zel­
ketlerden biridir” . D aha yakın zam anlarda 1924’te “D er İslâm ” dergi­ likle bu ülke büyük tahriplere uğram ıştı. B una rağm en m edenî gele­
si sahifelerinde N öldeke bu konuya tekrar dönerek önceki iddiasını tek­ neklerden M utezililik yaşayabilm iştir. V âkıa ziraat ve köylerin bayın­
rarlam ış ve um um en İran devleti olan Sâm ânoğulları devletinin çökü­ dırlığı M oğollardan önceki haline döndürülem em iş ve XIV. A sırda zi­
şünü takiben m edenî İslâm dünyasına T ürklerin gelip girm esini “bütün raat alanları M oğollardan önceki devre göre biraz daha azalm ış ise de
dünya tarihinde birinci derecede bir belâ ve m usibet olm ak üzere” tas­ H arezm ’in başşehri olan Ü rgenç, şim diki “K öhne Ü rgenç” şehri 1221
v ir etm iştir. H arezm ise yalnız T ürk siyasî hâkim iyeti altında kalm ış o l­ senesi olayından birkaç sene sonra hem en hem en M oğollardan önceki
m ayıp, eski dili yerine Türk dilinin hakim iyetini kabul eden yüksek gibi yeniden onarılarak canlandırılm ış ve hatta M oğol devrinde o taraf­
128 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 129

larda seyahat eden M üslüm an ve Avrupalı seyyahlar Ü rgenç’i Batı A s­ olan b ir A ltınordu şâirinin 1353 tarihli eserinin dili T im urlular d ev rin ­
ya ve A vrupa ile U zak D oğu ticaret yolu üzerinde en büyük şehirler­ de “Ç ağatay dili” adını alan edebî Türk dilinin aynıdır. B ununla b era­
den biri olarak anlatm ışlardır. 1333 senesinde burada bulunan A rap b er “ H arezm î” takm a adını taşıyan bu yazarın eseri, asıl vatanı olan H a­
seyyahı İbn B attuta da Ü rgenç şehrinin “T ürk şehirlerinin en büyük, rez m ’de değil, şim diki G üney R u sy a’da yazılm ıştır. Şim di İstan b u l’da,
m ühim ve güzellerinden biri” oduğunu belirtmiştir. anlayabildiğim e göre, eserlerini bu şâir H arezm î’den önce yazan y a­
zarlar d a bulunm uştur. H arezm î’nin eseri C anbek H an devrinde yazıl­
H arezm ve m edeniyet yönünden burayla ilişkisi olan aşağı Sirder-
m ış iken bize ulaşan diğer bir edebî eser ondan daha önce, C anıbek
y a şehirleri, M oğol devrinden önce olduğu gibi sonraları d a pek canlı
H a n ’ın büyük kardeşi olan Tini Bek H an devrinde yazılm ıştır. Bu eser­
b ir m edenî ve edebî faaliyet alanı olmuşlardır. B rockelm ann’ın “A rap
de T ini B e k ’e “Şahzâde” dendiğinden bu son eserin daha Ş ehzâde T i­
Edebiyatı T arihi”nde H arezm ’de ve ona kom şu ülkelerde yazılan b ir­
ni B e k ’in babası Ö zbek Han zam anında yani 1340’tan önce yazılm ış
çok eserlerin ve yazarlarının adı geçmektedir. E dindiğim bilgilere göre
olduğu anlaşılıyor. Şim diye kadar bilinenlere göre M oğollardan önce
İstanbul kütüphaneleri bu bilgilerden daha fazlasını verm eğe ve ta­
K ırım ’da M üslüm an yoktu. İşte burada da M oğol devrinde Y usuf ve
m am lam ağa imkân veriyor. Bu eserlerin çoğunluğu dinî ilim lere aittir.
Z ü ley h a’ya ait T ürkçe bir edebî eser yazılm ıştır. O eser de şim di bize
B ana verilen bilgilere göre bu eserlerden birinde H arezm dilinde cü m ­
yalnız o eski devirde güney T ürkçesine yapılan tercüm esinden bilin­
leler kullanılm ıştır; bu bilgilerin yakın bir zam anda ortaya çıkarılm ası­
m ektedir. Bu güney T ürk edebî dili de M oğol devrinde m eydana gel­
nı üm it etm ek icabeder. XII. A sırda H arezm ’den çıkan veyahut H a­
miş ve sonra O sm anlıca adını almıştır. D aha başka tercü m eler de var­
rezm ’de faaliyet gösteren âlim ler içerisinde biz Z em ahşerî ve Şehris-
dır, örneğin “E bu N asr Serahsî”nin akâide dair eseri XV. Asırda M ı­
tanî gibi değerleri dünyaca bilinen âlim leri de görüyoruz. O zam anın
sır’d a güney T ü rk çe’sine tercüm e edilm iş ve Yusuf ile Z üleyha kıssası
bu gibi âlim lerinden m ahallî veya T ürk m illî hislerini ortaya k o y m ala­
gibi bu eser de bu güney T ürkçesine T atarca’dan yani A ltın o rd u ’daki
rını beklem enin biraz zor olacağı tabiîdir; fakat H arezm şahların en so­
edebî dilden tercüm e edilm işti. Sirderya havzasının aşağı kısm ındaki
nuncusu olan C elâleddin (1221 senesi başlarında H arezm ’i terketm iş,
B arçkent şehrinde (bu şehir Barçın, Barçınlığ isim leriyle de b ilinm ek­
aynı senenin K asım ayında H indistan’a kaçm ış, 1223’te Batı İra n ’da fa­
tedir) XIII. Aşırın ikinci yarısında H üsâm eddin H âm id bin A sım el-
aliyet gösterm iş ve 1231’de M oğollarla olan savaşta ölm üştür) adına
Barçm lığî ism inde büyük b ir fakih yaşam ış olup bu fakih üç dilde eser­
M uham m ed bin Kays isimli birinin T ürk dili hakkında “büyük b ir k i­
ler yazm ış idi. Bu âlim i şahsen görüp bilen Cem al K u re şî’nin anlattı­
tap” yazm ış olduğu dikkat çekici ve ilginçtir. Bu yazar hakkında başka
ğına göre onun A rapça eserleri fasih (açık seçik), Farsça eserleri m elih
hiçbir bilgiye sahip değiliz. Eseri de galiba A rapça’dır. K aşgarlı M ah-
(sevim li), T ürkçe eserleri sahih (düzgün) idi.
m u d ’dan sonra bu eser T ürk dili hakkında yazılm ış ve şim diye kadar
bizce bilinen eserlerin İkincisi olacaktır. Yazık ki bu eser bize u laşm a­ C em al K ureşî tarafından Arapça, Farsça ve T ü rk çe’nin İslâm âle­
mış ve varlığı da ancak M oğollar zam anında eser yazan C em âleddin ib- m inin üç edebî dili olarak karşılaştırılm ası bugüne kadarki bilgilere gö­
n ü ’l-M ühenna’nın eserinin iki yerinde bu kitaba yaptığı atıflardan anla­ re İslâm edebiyatında ilk karşılaştırm adır. Cem al K ureşî A lm alık ’ta
şılmıştır. doğm uştur (doğum u 1230 civarında olup, sonraları çoğ u n lu k la Kaş-
g a r’da yaşam ıştır). H üsâm eddin ile de 672 H. de (1273/1274 M .) Barç-
A nlaşıldığına göre T ürkler H arezm ’e gelip yerleştiklerinde orad a­
k en t’e seyahati esnasında tanışmıştır. Cem al K u re şî’nin rivayetinden
ki, zam anına göre, yüksek olan m edeniyeti benim sedikleri gibi bu ö ğ ­
anlaşılıyor ki A ltınordu m edeniyeti daha XIII. A sırda bile Türkistan
rendiklerinden M üslüm an T ürk edebiyatını geliştirm ek yolunda fay d a­
m edeniyetini etkiliyordu. Böyle bir etkinin varlığı son zam anlara kadar
lanmışlardır. E ğer M oğollardan önceki devrin T ürk-H arezm m edeniye­
O rta A sy a T ürklerince bilinm ediği gibi A vrupa âlim lerince de bilinm i­
ti olm asa idi, M oğollar devrinde H arezm ’in ve genellikle A ltm or-
yordu. X V I. A srın başlarında B abür M irza, Ç ağatay şâiri Ali Ş ir Ne-
d u ’nun T ürk Edebiyatı tarihindeki o büyük - v e şimdi gittikçe daha da
v a î’nin eserlerinin F ergana’da A ndican şehri ahalisinin k o n uştuğu d il­
anlaşılan- rol ve ehem m iyetlerini anlam ak zor olurdu. A slen H arezm li
de yazılm ış olduğunu düşünüyordu. R adloff ise 1888’de B a b ü r’ün fik­
PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 131
130

rinin yanlış olduğunu ve Çağatay dilinin bir edebî dil olup, herhangi H arezm şah aleyhine h alifenin yönlendirdiği söyleniyor. H albuki İslâm
bir yerli konuşm a dili ile ilgili olm adığını ispat etm eğe çalışmıştı. B u­ kaynaklarının bu savaşa ait haberlerinin karşılaştırılm ası bu savaşın
nunla beraber R adloff bu edebî dilin yalnız eski U ygurların edebî dilin­ çakm asına H arezm şah’ın sebep olm uş olm asa bile bunu hızlandırm ış
den başlayarak (R adloff o m akalesini yazarken O rhun âbideleri daha olduğu sonucunu veriyor.
bilinm iyordu, bundan dolayı o dilin arada sözkonusu olm ası bile im ­
Son H arezm şahlar “Sultan-ı İslâm ” olm ak istiyorlardı. B u “Sultan-
kânsız idi) 1310’da yazılm ış olan “Kısas-ı E nbiya” kitabına kadar gelen
ı İslâm lık” vazifelerinden biri de İslâm dinini ve ona dayanan adalet
eski edebî dil etkisiyle, yani özellikle doğunun batıya olan m edenî et­
esaslarını İslâm m em leketi dahilinde korum akla beraber k âfir y önetim ­
kisi sayesinde m eydana gelm iş olduğunu düşünm üştür. R ad lo ff’un
ler altında olan M üslüm anları d a m üm kün m ertebe kurtarm ağa çalış­
fikrine göre anılan Kısas-ı Enbiya kitabı da “öz U ygur dilinde” yazıl­
maktı. H arezm şah M uham m ed devrinde bu noktaya önem verilm esine
mıştır. Aynı edebî dilin A ltınordu’da da yayılm ış olduğuna XIV. Asrın
uygun şartlar vardı, o d a K arakıtay G u rh an lan ’nın çöküş ve yıkılm aya
sonunda Toktam ış ve T im ur Kutluğ H an’lar tarafından yazılm ış olan
yüz tutm aları ve yönetim leri altındaki M üslüm an vilâyetlerinden b azı­
ferm an (yarlık) 1ar tanıklık etmektedir. R adloff bu edebî dilin böylece
larında isyanların olmasıdır. Bu isyanların ne sebepleri ve ne de nasıl o l­
A ltınordu’da yayılmasını da ancak bu ferm anların yazıldıkları XIV.
duğu hakkında elim izde h içb ir ayrıntılı bilgi yoktur. G ürhan aleyhine
A sırda m eydana gelm iş gibi düşünm üş olsa gerek. O na göre bu fer­
isyan eden M üslüm an sultanlarından ilki Hotan Sultanı olsa gerek;
m anlar “Çağatay edebî dilinden haberi olan” biri tarafından yazılmıştır.
T ürk ve M üslüm an olduğuna şüphe olm ayan bu sultan yalnız bu m ü­
O zam an daha Çağatay edebiyatının etkisiyle A ltınorda edebî dilinin
nasebetle zikrediliyor. M oğollardan önceki devirde H o tan ’da basılan
değil, aksine H arezm dahil olm ak üzere A ltınorda’nın T ürkistan’a et­
paralara (sikkelere) de sahip değiliz. Aynı olay bile b ir anda G ürhan
kisiyle Çağatay dilinin oluştuğunu düşünm ek güç idi.
m em leketinin batı kısm ında B u h ara’da G urhanların ve onlar tarafından
E ğer M oğol istilâsı olm asaydı, Çağatay edebî dilinin oluşm ası da atanan m ahallî hâkim lerin (idarecilerin) yönetim ine karşı halkın ken d i­
m üm kün olam azdı. Bilindiği üzere XIII. A sır M oğol fetihleri dünya ta­ si baş kaldırm ıştı. Aynı şekilde isyandan biraz önce de B u h ara’da b ü ­
rihinde tam am en istisnai bir yer işgal etm ektedir. G öçebelerin m edenî tün yönetim ve hâkim iyet m ahallî M üslüm an ruhanîlerin reisi olan ve
ülkelere akınlan her vakit tekrarlanm asına rağm en, aynı kavm in kısa bir “Â l-i B urhan” denen “S adr”la n n eline geçm iş ve S em erkand’da oturan
zam an zarfında U zak D oğu ve Batı A sya’yı, D oğu A vrupa’daki m ede­ T ürk hanlarından tam am en bağım sız bir şekil almıştı. Bu Sadrlar d o ğ ­
nî m em leketleri fethetm esinin diğer bir örneği görülm em iştir. rudan doğruya G ürh an ’ın kendisine bağlı ve vergiyi de kendileri topla­
yıp götürüp verm ek gibi im tiyazlara sahip idiler, yani bunlara K arakı-
Böyle olunca tabiîdir ki M oğollar tarafından fethedilen m em leket­ tay ve sonra d a M oğol devrinde uygulanan vasallık (tâbi beylik) usul­
lerin hepsinde de M oğollar hakkında yazılar yazılmıştır. B u yüzden ta­ lerinin en yum uşak şekli uygulanıyordu. Sadrların hâkim iyeti halkın,
rihî kaynaklarda M oğol tarihi hakkında diğer tarihî devirlere göre d a­ genellikle m ahallî aristokrasisi aleyhine olan isyanı neticesinde sona
ha fazla bilgiye rastlıyoruz. Batı A vrupa ilim leri de, ortaçağdaki büyük erdi. İsyan edenlerin reisi m ahallî sanatkârlar sınıfından biriydi. B unu
doğu devletlerinin hepsine birden verdikleri önem den daha fazla M o­ da eski beyleri çok şiddetli takip etm ekle suçluyorlar ki bu şekilde is­
ğol devleti tarihine önem vermişlerdir. Fakat bu devletin kuruluşu ile yanın m ahiyet ve özellikleri açığa çıkm ış oluyor. Bu m ücadelelerde
ilgili m eselelerin hepsi de araştırılm ış ve çözülm üş sayılam az. M esela dikkat çeken noktalardan biri şu d u r ki S adrlar hâkim iyetlerinde b ir d i­
bizim için büyük önem i olan m eselelerden biri C engiz H an ile Ha- nî kuvvete dayanm alarına rağm en isyan edenler aleyhine yardım rica­
rezm şah M uham m ed’in savaşlarının sebebi m eselesidir. Bu m eseleye sıyla M üslüm an olm ayan K arakıtay hüküm darlık m erkezine m üracaat
çoğunlukla cihangir Cengiz H an’ın fetih planları noktasından bakılıyor ettiler. K arakıtaylar bunların rica ve isteklerini yerine getirdilerse de
ve bu planlar da dışarıdan teklif edilm iş değilse bile, özellikle Bağ- yardım için askerî kuvvet değil, yalnız em ir ve ferm anlar gönderdiler.
d ad ’taki A bbasi H alifesi N âsır tarafından yardım görm üş olduğu zan­ O dev ir ise G urhanların çöküş devri olduğundan bu em irlerin hiçbir et­
nediliyordu. H atta son zam anlara kadar ilm î eserlerde C engiz H an’ı kisi olmadı.
ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 133
132 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

tar diye adlandırılan M oğollardan, tarihçi İb n ü ’l-E sir’in ifadesine göre,


H arezm şah M uham m ed B uhara’daki hâdiselerden yararlanarak önce “ ilk Tatarlar” geldiler, bunlar M o ğ o listan ’dan C engiz H an ’ın bas­
1207 senesi sonbaharında K arakıtaylar üzerine ilk seferini yaptı. Buha- kısıyla çıkm ışlardı. Sonra da C engiz H an ’ın askerleri geldi.
r a ’daki isyan G ürhan’ın da aleyhine olduğundan H arezm şah M uham -
m ed ’in bu isyan hareketine yardım edeceğini beklem ek gerekirken öy­ Tarihçi R eşidüddin ise M oğollardan önce T atar ism inin kavim adı
le olmadı. Buhara ayaklanm asının öncüsü, H arezm şah’ın askerine kar­ olarak geniş ölçüde kullanılm asının o zam an “B oyur-N or G ölü” etra­
şı koyam adığından tutsak alınarak H arezm ’e getirildi. Aynı zam anda fında yaşayan hakiki Tatarların oldukça kudretli olm alarından ileri gel­
H arezm şah, G ürhan’ın vasalı olan Sem erkand hanı ile görüşm elere d iğini söylüyor. Şim di ise biz bu Tatar kelim esinin daha eski zam anda,
başladı. K arahanlılar sülâlesinden Sem erkand’da hüküm süren son iki O rhun âbideleri devrinde yani VIII. A sırdan başlayarak böyle geniş bir
han İbrahim ve oğlu O sm an “Sultanların Sultanı” (S u ltan ü ’s-Selâtin) şekilde yayılm ış olduğunu biliyoruz; X. asırda bu isim Tum anski Yaz-
gibi tantanalı bir ünvan taşıyorlardı. İbrahim H an ise sikkelerinde bu m ası’nda ve XI. A sırda K aşgarlı M ahm ud’un eserinde görülüyor. B ü­
A rapça ünvan yanına Türkçe “U luğ” sıfatını da ekliyordu. Sikkelerde yük b ir ihtim alle Tatar ismi genellikle M oğol diliyle konuşan kavim le-
bu hanların T ürk sülâlesinden olduklarını gösterecek diğ er b ir alam et re verilm iştir. R eşidüddin’in naklettiği bilgilerden de görülüyor ki M o­
yoktur. Yalnız çağdaşları olan İranlı A vfî’nin eserinde bu İbrahim ve ğol dilleri ile T ürk dillerinin yayıldıkları ülkelerin hududu o zam anda
O sm an hanların tam olarak Unvanları “Kılıç Tam gaç H an” ve “Kılıç d a yaklaşık olarak şim diki hududa uyuyordu. O rhun nehrinden yukarı
A rslan H an H akan” geçiyor. B unun gibi her iki hanın askeri ve te b ’ası Irtış’a kadarki bütün Batı M oğolistan’a sahip olan N aym anlar, hatta
içinde TUrklerin ne kadar önem i olduğuna dair de hiçbir bilgi yoktur. onların kuzey kom şuları olan U yratlar b ile M oğolca konuşuyorlardı.
D ikkat çekici ve ilginç olan bir nokta da Z erefşan nehrinin son akıntı­ B unlar Yenisey nehrinin kaynaklarında yaşıyorlar ve bu kaynaklara
larının döküldüğü gölün, o zam an bile “K ara G öl” ism ini taşımasıdır. “Sekiz M uren” deniyordu. Bundan o havalide M oğol ve T ürk dilleri­
Bundan Buhara vilâyetinde, hiç olm azsa bu vilâyetin çöle yakın ve Ha- nin birbirine karışm ış olduğu çıkarılır. (Sekiz: T ürkçe 8, M uren: M o­
rezm tarafındaki yerlerinde daha o zam an bile az çok T ü rk ’ün olduğu­ ğolca nehir dem ektir). U yratların kuzeyinde Y enisey veya Türklerin
nu çıkarm ak m ümkündür. h er zam an kullandıkları şekilde söylenirse “K em ” nehri havzasında
T ürkçe konuşan K ırgızlar yaşıyordu. Irtış nehri üzerinde Naym anların
H arezm şah’ın 1207’deki seferi fazla bir netice verm edi. G aliba Ha-
kom şuları T ürkçe konuşan K anglı, K ıpçak ve m uhtem elen K artuklar­
rezm şah’ın geçici bir m üddet için fethettiği yerler, tekrar G ürhan y ö ­ dır ki bunların merkezi Yedisu vilâyeti k u zeyinde bulunan ve kuruluş
netim inde kalm ak m ecburiyetinde kaldılar. H arezm şah M uham m ed
tarihi XII. A sırdan önce olm ayan K ayalık şehridir.
ancak 1210’da Talaş yakınındaki savaşta K arakıtay askerlerini yenebil­
di. Bu zafer de kesin bir zafer olm adı. Çünkü G ürhan te b ’ası olan M üs- M oğol kabileleri ise güneyde Çin şeddinden, kuzeyde Baykal Gö-
lüm anlar, H arezm şah etrafında toplanarak birleşem ediler, hatta Bala- lü ’ne kadarki yerleri işgal ederek oturuyorlar ve m edenî yönden farklı
sagun halkının Gürhan aleyhine ayaklanm alarına da H arezm şah bir tür­ derecelerde bulunuyorlardı. Ç inliler Tatarları üç kısım olarak belirtm iş­
lü yardım edem edi. Fakat H arezm şah bu zaferlerden faydalanarak ken ­ lerdi; güneyde Ç inlilerle kom şu olan Ak Tatarlar, onlardan kuzeyde
di hâkim iyetini daha da canlandırdı, kendisine Selçuk sultanlarının so­ K ara Tatarlar, onlardan daha kuzeyde de Vahşi Tatarlar. M oğollar bu
nuncusu ve pek kudretlisi olan S ancar’ın adını (Sultan Sancar) verdi. V ahşi Tatarlara “orm an kavim leri” diyorlardı. K ara Tatarlar göçebe,
İlâve olarak “İskender” yani “M akedonyalI A leksandr” nâmını da aldı Vahşi Tatarlar ise vahşi hayvan avcılığı ile geçiniyorlardı. Kabilelerin
ki bu, H arezm şah’ın yalnız “Sultan-ı İslâm lık” noktasından gerekli olan yerleri ve hayat tarzlarının nasıl olduğu hususunda XIII. A sır M oğol
fetihlerle yetinm eyip dünya çapında fetihler yapm a fikrinde olduğunu kabileleri hakkındaki bilgiler, eskiden buralarda oturan T ürklerle ilgili
da yeterli derecede açıkça gösteriyor. b ilgilere göre daha zengin, daha çeşitlidir. N e Çin ne de diğer kaynak­
larda “göçebe T ürkler”le birlikte “avcı T ürkler”in de bulunup b ulun­
Bununla beraber K arakıtay devletinin kaderi H arezm şah’ın hareke­ m adığı ve genellikle bozkır kavim leriyle orm an kavim leri arasında ne
tinden daha çok doğudan M oğolların gelm esiyle çözüldü; o zam an Ta­
ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 135
134 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

gibi m ünasebetler bulunduğu hakkında hiçbir bilgi yoktur. İstisnai bir H er iki kabile sonuncu kez 1208’de Cengiz Han tarafından m ağlup
husus olarak yalnız G erdizî’deki K ırgızlar ve onların doğu kom şuları edildi. 1209’dan sonra bu kabileler bölünerek, M erk itler d ah a kuzey ­
hakkında birkaç kelim e gösterilebilir. R eşidüddin’in eserinden öğreni­ deki bir yoldan Kapçakların ülkesine, N aym anlar ise K arakıtayların
yoruz ki, Şam anizm evvelce göçebelerin değil, avcı kabilelerin dini m em leketine geldiler. G erek M erkitler ve gerek N aym anlar bu o lay lar­
im iş ve daha M oğol devrinde yalnız kuzeydeki orm anlık ülkelerde y a­ dan daha önce H ıristiyan poropagandası etkisi altına girm işlerdi. B u­
şayan kavim ler içerisindeki Şam anlar hakiki Şam an kabul edilm işler­ nun üzerine yukarıda da gördüğüm üz gibi U ygurlardan y azm a ve o k u ­
dir. R eşidüddin’in eserinde Şam anı kuvvetlere diğer kabilelerden daha m a öğrendiler. T ürklerin M oğollara olan m edenî etkilerine daha başka
çok sahip olan bir kavim olarak bahsedilen “O rm an U ranhabtı” (Ur- olaylar da tanıklık etm ektedir. Ö rneğin, aslen M oğol olan kavim lerde
yankgat bişe) kabilesi hakkında naklolunan hikâyeden anlaşılıyor ki, bir çok özel isim ve lakapların T ürkçe olmasıdır. C engiz H an daha D o ­
göçebeler gözünde m edenî çiftçilerin hayatı ne kadar dayanılm az bir ğu M oğolistan’d a oturduğu sıralarda karargâhında M üslüm an tüccarla­
esaret olarak düşünülüyorsa, avcılıkla geçinen kavim lerin gözünde gö­ rı var idiyse de, oralarda İslâm lar olduğu hakkında h içb ir h ab er yoktur.
M erkit isyancılarından olan ve Cengiz H an’ın karısının kardeşi olan b i­
çebelerin hayatı da öyle düşünülüyorm uş.
rinin “C em al H oca” diye b ir M üslüm an ismini taşıdığından bahsedili­
M oğolistan’ın C engiz H an idaresinde birleşm esinden önceki olay­ yor. B u rivayet ise daha C engiz H an hayatta iken M o ğ o llar içerisinde
lar ve kanlı iç ihtilâller bazen “orm an kavim lerini” de araya karıştırm ış İslâm iy et’i kabul edenlerin var olduğunu gösteren tek riv ay et değildir.
ise de, bu karışıklıkların asıl failleri özellikle M oğolistan’daki “göçebe
k avim ler” olm uştur. Şim di isbat olunduğu üzere bu karışıklıkların ana C engiz H an ’ın M erkit ve N aym anlarla olan savaşı esnasında,
hatları bozkır aristokrasisi ile bozkır halk kitlesi arasındaki m ücadele­ 1207’de C en g iz’e bağlı olan ilk T ürk kavm i olm ak üzere Y enisey neh ­
den ibarettir. Bozkır aristokrasisi C engiz H an’ın başkanlığı altında bir­ ri havalisindeki K ırgızlar boyun eğdiler. Sonra bunlar C e n g iz ’e karşı
leştiği halde, Bozkır dem okrasi (halk) kitlesi de Cam uga etrafında top­ isyan etm işler ise de, 1218’de C en g iz’in büyük oğlu C uci, Yenisey
lanm ışlardı. Bu C am uga önceden C engiz H an’ın dostu olup sonra on­ nehrini buz üstünden geçerek bunları cezalandırm ıştır. A rap co ğ rafy a­
dan ayrılm ış ve K arakıtay G urhanlan gibi bu da kendisine “G ürhan” cılarının rivayetlerine göre o zam anlar Kırgızların, V III. A sırda olduğu
Unvanını verm iş idi. C am uga M oğol kabile başkanları ve hanları ara­ gibi hakanları yoktu. B ütün kavim iki kola ayrılm ış o lup h e r k olun bir
sında C engiz H an aleyhine yeni düşm anlar buluyordu. Fakat bu m üca­ reisi vardı; fakat hiçbirisi han Unvanını taşım ıyordu. H atta sonraları K ır-
gızlar eski zam anda hanları olduğunu tam am en unuttular. R a d lo ff’un
dele C am uga’nın bütün arkadaşları ve m üttefiklerinin kısm en yok edil­
m esi ve kısm en de M oğolistan’dan kaçm alarıyla ile son bulm uştur. K ara K ırgızlar’dan işittiği bir rivayet, K ırgızların “büyük h an ”a b aşv u ­
rarak kendileri için büyük oğlu C u ci’yi han verm esini rica ettiklerini
C engiz Han ile olan m ücadelede son defa olarak C am uga’nın katıl­ söylüyor. Cuci o zam an daha küçük bir çocuk iken kulan (y ab an i eşek)
dığı savaş 1204’te gerçekleşm iştir. 1205’te ise M oğol kaynaklarına gö­ sürüsüne rastlam ış ve kulanlar da bunu kendileriyle b erab er g ö tü rm ü ş­
re C am uga C engiz H an’a teslim edilm iş ve idam edilm iştir. Fakat ta­ ler. “A ksak K ulan C uci H an” K ırgızların ilk ve son hanları olm uştur.
rihçi C üveynî dikkat çekici ve garip b ir olaydan; önceleri C engiz H an B u rivayet efsanevî bir m ahiyette olm asına rağm en K ırgızların vaktiy­
hizm etinde bulunm uş sonra da İslâm lar tarafına geçm iş ve daha sonra le C engiz H an ’a ve oğlu Cuci H an ’a bağlı oldukları h akkındaki h âtıra­
1220’de B uhara fethedilirken C engiz H an tarafından öldürülm üş olan yı m uhafaza etm iştir. H atta burada “kulan” hakkındaki C en g iz H a n ’ın
bahadır “G ürhan” adlı birinin hikâyesinden bahsediyor. M oğol rivaye­ 1227 yılında oğlu C u c i’nın ölüm ü haberini işittiği vakit g üya T ürkçe
tine rağm en C am uga’nın C engiz’den kaçarak H arezm şah’m ülkesinde söylediği b ir şiiri olm ak üzere aktarılan rivayetteki hik ây en in hatırası
kendisine bir sığınak bulm uş olm ası mümkündür. d a olabilir: (Avcıların takibi sonucu) yavrusunu kaybeden k ulan gibi
ben de kendi yavrum dan ayrıldım ; dörtbir tarafa dağılıp giden ö rd ek sü­
C engiz H an’ın M oğol kabilelerinden olan düşm anları Selenga neh ­ rüleri gibi ben de kahram an oğlum dan ayrıldım .”
ri üzerinde yaşayan M erkitler ve N aym anlar batı tarafına kaçm ışlardı.
136 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 137

Kulun algan kulanday Kulunum din ayrıldım K arakıtay G urhanı’na bağlı olan M üslüm an vilâyetlerinin (en kuzeyde
Ayrılışkan ankuday Er olum din ayrıldım. C engiz H an ’a bağlı olan K arluk H anlığı hariç) hepsi doğudan K arakı-
tay m em leketine gelip yerleşen N aym an kabilesinin reisi “K üçlük” eli­
1209’da C engiz H an’a daha m edenî b ir T ürk kavm inin reisi olan
ne geçti. Bu K üçlük H ıristiyan idi, diğ er bazı kaynaklara göre K arakı-
U ygur İdikut itaat etti; bu olay H arezm şah M uham m ed ’in K arakıtay-
tay m em leketine geldikten sonra H ıristiyanlıktan putperestliğe yani b ü ­
ları yenm esinden bir sene önce idi. U ygur İdikut o zam an Karakıtay
yük bir ihtim alle B udizm ’e geçm iş idi. K üçlük G ü rh an ’ın m em leketi­
G ürhan’ına bağlı idi. Idikut’un böyle bağlılık değiştirm esi Cengiz Han
ni 1211 senesinde yani Sem erkand H anının H arezm şah’a karşı isyanın­
düşm anlarının batıya kaçm aları dolayısiyle olm uştur. M erkit ve Nay-
dan daha önce ele geçirm iş olsa gerek. H arezm şah K ü çlü k ’le savaştı,
m anlar İdikut’un ülkesinden geçm ek istedikleri zam an İdikut tarafın­
fakat başarılı olamadı. İb n ü ’l-E sîr ve Y akut’un verdikleri bilgilere gö­
dan şiddetli karşılık gördüler. A ralarında vukubulan savaşta M erkit ve
re, işgal ettiği m em leketlerden bazılarını, bunlar arasında îsfıcâb (Say-
N aym anlar yenildiler, hatta o güne kadar befaber iş gören bu iki kav-
ram ), Taşkent ve F ergana’nın kuzey kısm ını K üçlük’e bırakm ak zorun­
min birbirinden ayrılm asına da bu olay sebeb olm uştur. 1211’de yani
da kalm ış ve bu vilâyetleri bırakıp giderken güya buralarını tam am en
H arezm şah’ın K arakıtaylan yenm esinden bir sene sonra o zam ana k a­
tahrip etm iş ve ahalisini de beraberinde götürm üş. B üyük bir ihtim al­
dar K arakıtay G ürhan’ına bağlı olan diğer b ir T ü rk hüküm darı, K arluk
le H arezm şah böyle bir fikir taşım ış olabilir, fakat o fikri uygulayam a-
hâkim i M üslüm an A rslan H an, C engiz’e itaat etti. H albuki H arezm şah
m ış olsa gerektir. Çünkü M oğolların fetihleri sırasında yani H arezm şah
1210’da K arakıtaylar’ı yendiği zam an kendisini “M üslüm anları kâfir­
ve K üçlük olayından on yıl sonra b ile adı geçen vilâyetlerin durum u
ler elinden kurtarıcı” diye ilân etmişti. Bu hadise H arezm şah’ın artık
oralarının tam am en tahrip olunduğuna tanıklık etmiyor.
O rta A sya’nın M üslüm an ahalisi içinde bile etkinlik ve itibarının bitti­
ğini gösteriyor. Esasen H arezm şah’ın şahsî seciye ve sıfatları kendi M oğolistan’ın T ürkistan’dan uzak olm asına ve 1211 senesinden
devletinin dıştan görülen o büyük kudretiyle ve kendisinin takındığı o başlayarak M oğolların Ç in ’deki savaşlarla m eşgul olm alarına rağm en
büyük ünvan ile taban tabana zıt idi; fethettiği m em leketlerde ordusu­ O rta A sy a’nın M üslüm an vilâyetlerinde C engiz H a n ’ın itibar ve etkin­
nu zaptu rapt altında tutm aktan ve ahaliyi askerlerin zulüm lerinden k o ­ liği “ Sultan-ı İslâm ”ınkinden daha fazla idi. O zam an (ihtim alen şu
ruyabilm ekten büsbütün âcizdi. 1212 senesinde Sem erkand’ hanının 1211 yılındaki olaylardan az önce) şim diki K ulca vilâyetinde olan Al-
Harezm şah ile arası açılarak sonunda Sem erkand hanının K arakıtay ta­ m alık şehrinde yeni bir M üslüm an beyliği kuruldu. Bu beyliğin kuru­
rafına geçm esi gibi karakteristik b ir hadise de bununla açıklanabilir. cusu önceleri b ir serseri ve at hırsızı idiyse de, bu durum onun, XIV.
H arezm şah ile Sem erkand hanı arasında m ünasebet kesilm eden önce A sır başlarına kadar devam eden b ir sülâlenin kurucusu olabilm esine
aralarında yapılan görüşm elere ait ayrıntılı bilgiler C üveynî’de geç­ engel olm adı. Bu adam daha işinin başlangıcında C engiz H an ’a tâbi o l­
mektedir. Çok dikkat çekici olan bu ayrıntıda deniliyor ki: Sem erkand muştu. Sonra K üçlük bunu bir av sırasında ansızın tutup öldürdü. Fakat
hanı H arezm şah’ın kızı ile evlendikten sonra H arezm şah’ın annesi Se­ öldürülen adam ın karısı M oğolistan’dan yardım kuvvetleri gelinceye
m erkand hanını Ü rgenç’te bir m üddet daha bulundurm ak isterken eski kadar A lm alık şehrini K üçlük’ün askerlerine karşı savunabildi. K üç­
bir Türk âdetine dayanm ıştı; buna göre güveyin nikâhtan sonra bir yıl lük, C engiz H an ’a bağlı hüküm darlardan (K arluk hâkim i) A rslan H an
kadar b ir kayınbabasının evinde kalması gerekirm iş. Han Sem erkand’a K arluk aleyhine hiçbir teşebbüste bulunm am ış olsa gerektir. K üçlük
dönüşünden sonra kendi başşehri ahalisinin uygun görm esi sonucu kendisinin bütün kuvvetlerini K aşg ar tarafına çevirdi ve bu vilâyeti
H arezm şah’a yani kendisini M ecusî G ü rhan’ın boyunduruğundan kur­ fethetm esiyle bütün O rta A sy a’nın tarihinde ilk ve son defa olm ak üze­
taran M üslüm an padişahına karşı isyan etti. H arezm şah da bu isyanı re İslâm iyet’e karşı takibat ve baskı başladı; K ü çlü k ’ün M üslüm anlara
ancak sel gibi kan akıtm akla bastırabildi. K arakıtay kıyafetini kabul etm elerini em retm esi, M üslüm anları ibadet­
ten m en, H otan’da im am lardan birini idam etm esi ve N aym an askerle­
Bu olaydan sonra H arezm şah m em leketinin hududu F ergana’dan
rini M üslüm an evlerine (galiba M üslüm anların bu em irleri tam am en
Aral G ö lü ’ne kadar uzanan Sirderya nehri ve nehrin sağ sahili oldu.
y erine getirip getirm ediklerini kontrol için) yerleştirm esi gibi h usus­
138 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 139

lardan bahsedilm ektedir. M üslüm anlar bu durum da iken de “Sultan-ı m an padişahlarının askerî plânlarını uygulam aları ve çalışm alarına ka­
İslâm ” yani H arezm şah’dan hiçbir yardım görem ediler ve bu zulüm ve tılm ak onları ilgilendirm iyordu. M oğolistan’dan gelm iş olan M üslü­
takibattan 1218’de M oğol askerleri geldiği zaman kurtuldular. m an tüccarların O trar’da öldürülm elerinin sebeplerinden birinin de bu
olm ası pek muhtemeldir.
H arezm şah bu esnada kâfirlerle savaş ile m eşgul idi. Fakat o h ü ­
cum larım nisbeten daha zayıf ve teşkilâtı daha gevşek olan K ıpçaklara, H er halde O trar olayından sonra M oğolların H arezm şah ülkesine
Sirderya nehrinin kuzey taraflarına yöneltm iş idi. B urada Irgız havali­ seferleri kaçınılm az oldu. Bunun için H alife N âsır’dan veya diğer b iri­
sinde H arezm askerleri ile Cuci H an idaresindeki M oğol kuvvetleri si tarafından bir davet ve teşvike hiç de ihtiyaç yoktu. H arezm şah ile
arasında az çok rastgele bir çatışm a oldu. Cucu H an o zam an batıya k a­ H alifenin arası açık olduğundan H alifenin bu gibi girişim leri hakkında
çan M erkitleri takibederek gelm iş idi. dedikoduların ortaya çıkm ası tabii idi; H arezm şah’ın oğlu ve halefi
olan C elâleddin’in de B ağdad H alifesine karşı bu gibi itham larda bu­
K endisinin başarısızlıklarına rağm en H arezm şah yine cihangirlik
lunduğu bilinm ektedir. Fakat elinde bu iddiayı isbat edecek bir delil
şöhretine ulaşm ak hayallerini beslem ekte devam ediyor ve hatta bir
yok idi. C engiz H an ’ın M üslüm an m em leketlerine seferi O trar olayının
zam an sonra Ç in ’i bile fethedeceğini üm it ediyordu. O yüzden C engiz
doğrudan doğruya b ir sonucu idi. Bu ise pek tabiî idi, çünkü M üslü­
H an’ın 1215’te Pekin şehrini ele geçirdiğini işittiğinde çok üzüldü. Bu
m an tüccarlar C engiz H an ’a tam b ir yardım gösterm iş oldukları gibi,
haberin doğruluğunu araştırm ak ve C engiz H an’ın fetih ve başarıları
M oğol askerlerinin galibiyetleri sonucu ortaya çıkan şartlar ve kurum -
hakkında bilgi toplam ak için B ahaeddin R azî adında birisini Cengiz
lardan, ileride göreceğim iz üzere herkesten çok bu M üslüm an tücccar-
H an ’a elçi olarak gönderdi. Elçi, C engiz Han da Ç in ’de iken oraya
lar faydalanm ışlardır.
ulaştı. Bu elçilik hakkındaki hikâyeyi tarihçi C ürcanî elçinin kendi ağ ­
zından hikâye ediyor ve bundan dolayı hiçbir şüpheye yer bırakm ıyor.
Şu halde M oğol im paratorlarına elçi gönderen Halife N âsır değil H a­
rezm şah idi.

Bundan sonraki olayların nasıl geliştiği, H arezm şah’ın gönderdiği


bahsi geçen elçi gönderm eden ayrı, yine H arezm şah m em leketinden
C engiz H an’a b ir ticaret kervanı geldiği ve Cengiz H an ’ın d a buna m u­
kabil bir elçi heyeti ve b ir ticaret kervanı gönderdiği, H arezm şah’ın ö n ­
ce elçi heyetini sonra da ayrıca C en g iz’in elçisi olan H arezm li M ah-
m ud’u geceleyin kabul etm esi ve hepsi M üslüm an olan bu tüccarların
H arezm şah m em leketinin hudut şehri olan O trar’da öldürülm eleri,
bunların hepsi genellikle bilinmektedir. Bunların içinde bilhassa Ha-
rezm şah’m elçi M ahm ud’a H arezm li olm ası dolayısı ile tabiî vatandaşı
olduğunu söyleyerek Cengiz H an’ın m em leketi hakkında gerekli olan
bütün bilgiyi vermesini istem esi pek dikkat çekicidir. B öyle b ir istek
çağdaş b ir AvrupalInın gözünde tam am en normaldir. M esela İngiliz
hüküm eti, vahşi veya yarı vahşi b ir ülkeye tesadüfen düşm üş orada
hizm et etm iş olan her İngilizden böyle bir istekte bulunm akta hiçbir
vakit tereddüt gösterm ez; fakat ortaçağdaki M üslüm an tüccarlar doğup
büyüdükleri yerlerin hüküm etine bir bağlılık hissetm iyorlar ve M üslü­
D okuzuncu D ers

T ürkistan’ın M oğollar tarafından istilâsından pek az önceki o layla­


ra ait h aberler biraz çelişkilidir. H atta H arezm şah ile C u c i’nın askerle­
ri arasında vuku bulm uş olup, M oğolların geri çekilm esiyle sonuçlanan
silahlı çatışm anın O trar olayından önce mi sonra mı olduğu m eselesi
hakkında bile kaynakların verdikleri haberler ve rivayet eden âlim lerin
isimleri birbirlerinden farklıdır. M uham m ed H arezm şah ülkesinde,
özellikle F arsça’da siyasî olaylara da tem as eden m ühim b ir m anzum
edebiyat vardı. Fakat bu eserler ancak kısa birtakım atıflar ve bilgiler
sayesinde bizce bilinm ektedir. Ö rneğin, bizzat M uham m ed H arezm şah
nâm ına yazılm ış olup, onun tarafından M âverâünnehir’de bırakılan yer­
lerin harap olduğuna d âir Y akut’un naklettiği A rapça m anzum eler (şi­
irler), yine bu günkü T ü rk istan ’da A şkâbâd’ın batısında N esâ şehrinde
şâir M ecdüddin M uham m ed P ay izî’nin M uham m ed H arezm şah ’ın sal­
tanatı olayları hakkında “ Ş âhânşahnâm e” ünvanlı destansı şiirine dâir
A vfî’nin sözleri, yine A vfî’nin naklettiği Ö m er H urrem  b âd î’nin M u­
ham m ed H arezm şah’ı “İskender-i Sâni (İkinci İskender)” sıfatıyla yü­
celtm ek gayesiyle yazılm ış kasidesi de bunlardandır. Bu kasidede özel­
likle şu sözler vardır: “H ıtaî’nin senin askerinle çarpışm ak istem esi h a­
ta olur” (H ıtaî ve hata ile kelim e oyunu). “ Eğer o böyle b ir şey isterse
şüphesiz cahilliğinin cezasını çeker, gün gibi açıktır ki T atarlar senin
em rine boyun eğm ezlerse onlar için gündüz tar (karanlık gece) olur”
(Tatar ve tar ile kelim e oyunu). Burada C engiz H an ve M oğolları ile mi
yoksa İlik T atarlar yani K üçlük ve N aym anlarla mı olan çatışm adan
bahsedildiği bilinm em ektedir.

Irgız civarındaki çatışm anın uzun vadeli neticeleri olm adı; bu defa
saldıran taraf H arezm şah idi. İki taraf askerlerinden hiçbiri bu k arşılaş­
mayı beklem iyordu. H arezm şah bu taraflarda K ıpçaklarla, Cuci, M er-
kitlerle savaşıyordu. H atta Cuci, H arezm şah’a kendisiyle savaşm ak
için babasından em ir alm am ış olduğunun bildirilm esini em retti. Fakat
142 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 143

Sultan’ın bütün kâfirleri aynı şekilde düşm an saydığı cevabını aldı. Sa­ için, dostluğu hakkında güvence verm işti. Sem erkand kuşatm ası sıra­
vaşın sebebi H arezm şah ülkesinde M üslüm an tüccarların öldürülm esi sında M oğollar garnizonun bir kısm ını, başlarında H arezm şah’ın dayı­
olduğu ve 1218’de K aşg ar’daki M oğol m iralayı M üslüm anların yeni­ sı, anasının kardeşi olduğu halde, hizm etlerine alm ağa rıza gösterm iş­
den serbestçe ibadet etm elerini sağladığı halde, savaş Sultan için sa­ ler, fakat şehrin ele geçirilm esinden sonra sayıları 30.000 olduğu ve
vunm a şeklini aldığı zam an bu durum dâru ’l-İslâm ’ın (İslâm ülkesinin) başlarında 20 kum andan bulunduğu söylenen bu T ürkler birdenbire
kâfirlerin istilâsından korunm ası gibi anlaşılm aya başlandı. Cengiz kuşatılarak yok edilm işlerdi. Aynı şekilde D ağıstan’da da üzerlerine
H an hizm etinde M üslüm an tüccarların bulunm asından başka M oğol K ıpçaklarla birlikte A lanlar saldırdığı zam an K ıpçaklara T ürk olm aları
ordusunda K ayalık ve A lm alık M üslüm anlarından m eydana gelen b ir­ dolayısı ile “Biz b ir soydanız, bu A lanlar sizden değildir, onlara niçin
likler de vardı. Bu tüccarlar arasında, o zam anlar, m uhakkak ki, T arik ­ yardım ediyorsunuz?” dem işlerdi. M oğollardan aynı zam anda hediye
lerden başka T ürkler de vardı. M ogollar bütün tüccarlara T ürkçe “O r­ alm ış olan K ıpçaklar Alanları terketm işler, fakat A lanları yendikten
tak” diyorlardı. Böyle denm esi galiba tüccarların kervanları donatm ak sonra M oğollar derhal K ıpçaklar üzerine dönm üşler ve onlardan evvel­
için şirketler halinde birleşm elerindendir. ce verdiklerinin iki katını almışlardır. Aynı şekilde Polovetsler, ki Kıp-
çaklar, daim a düşm anları olan R uslardan yardım gördükleri zam an
H arezm şah’ın ordusu m uhtelif m illetlerden olan askerlerden m ey­
M oğollar R us beylerine de, Rus toprağına hücum için toplanm adıkları­
dana gelm işti. Bu hususta dikkati çeken bir durum da M âverâünne-
nı, belki oraya sadece -R u s vakâyinâm elerinin tabirince- “yancıları ve
h ir ’in başşehri olan Sem erkand garnizonunda T ürklerin ve Taciklerin
at uşakları olan” R uslara çok zararları dokunm uş olan “m üşrik (p u tp e­
sayısının C üveynî’nin ifadesine göre, hem en hem en bir olm ası idi. (60
rest) K um anlar” için geldiklerine güvence verip inandırdılar. Aynı şe­
000 Türk, 50 000 Tacik). Bu ordunun kuvvet ve sağlam lığına m illiyet
kilde Ön A sy a’daki M oğollar da oradaki bazı hüküm darlarla, m esela
çekişm elerinin az çok olum suz etkilem iş olm ası m üm kündür. XIII.
İsm ailîler ve B ağdad H alifesi ile b ir m üddet görüşm elerde bulundular
A sır başında H arezm ile öz İranlı olan M azenderan halkı arasındaki
ki, bunlar sonradan M oğol istilâsında yok edilm işlerdir. Sultan Celâ-
m ünasebet hakkında tarihçilerden biri T ürklerle Tacikler arasında haki­
leddin anlaşıldığına göre 1226’da İsfah an ’dan, A zerbaycan’da faaliyet­
ki bir dostluk olam ayacağı görüşündedir. B undan daha etkili bir diğer
te bulunan vezirine S uriye’den gelen kervanları arattırm ası em rini gön­
sebep de G azne’de Türklerle İran ’ın dağlık G ur eyaleti yerlileri arasın­
derm işti. K endisine ulaşan haberlere göre B ağdad yolu ile S uriye’ye
da m eydana gelen çatışm adır; Türklerin başbuğu G urluların serdarıyla
İsm ailî tüccarlarla birlikte bir Tatar elçisi h areket etm işti; C elâleddin’e
(kom utanıyla) anlaşm a yapm ak istem iş fakat şu cevabı almıştı: “Biz
çeşitli beylerle H alife hüküm etinin T atarlarla olan m ünasebetlerinden
G urluyuz, siz Türksünüz, bir yerde geçinem eyiz”
dolayı kınam ak için deliller lazım dı. H er ne kadar vezir yalnız aram a­
M ogollar için Türkler, herhalde diğer m illetlerden daha yakın idi. lardan değil İsm ailîlerin kervanlarını olduğu gibi yok etm ekten bile ge­
B undan başka Cengiz Han ordusunda birkaç T ürk birliği vardı; niha­ ri durm am ış ve hatta bu durum sonradan hüküm darını zora bile sokm uş
yet O rta A sya göçebe gelenekleri T ürkleri M ogollara daha çok yaklaş­ iken hiçbir delil elde edem em işti. B ununla berab er görüşm eler (m üza­
tırıyordu. Bununla beraber biz M oğolların Türklerle birleşm ek ve bun­ kereler) hakkında ortalıkta dolaşan laflar, şayialar gerçeğe uygun da
ları kendi fetihlerine ortak etm ek teşebbüsünde bulunduklarını görm ü­ olabilirdi.
yoruz. Bazan Türklerle görüşm elerde bulunuyor idiyseler de, bu M o­
Bilindiği gibi, 1220 senesi sonlarında H azar denizi adalarından b i­
gollar için bilinegelen, m utad askerî bir h u d ’a, bir hile idi. M ogollar
rinde ölm üş olan M uham m ed H arezm şah, M oğollarla olan savaşlarda
dostça davranarak aldatıcı güvenceler verm e ve sözler ile düşm anlarını
bizzat o kadar az görünüyordu ki, adı bile M oğollarca m eçhuldü. S a­
sonradan birer birer yoketm ek için birbirine düşürüyorlardı. Bunlar
vaş sırasında ve ondan önce H arezm şah hüküm etinin bütün faaliyeti ve
arasında önceleri dost ve m üttefik olduğunu söyledikleri de dahildi.
bu arada O trar’da tüccarların öldürülm eleri M oğol kaynakları tarafın­
Cengiz H an, oğlu ile savaşm akta olan H arezm şah’ın anasına da, elin­
dan M uham m ed’in oğlu ve halefi C elâled d in ’e isnat edilm ektedir. Ce-
de çok sayıda T ürk birlikleri bulunan bu m elikeyi savaştan alıkoym ak
lâleddin’in 1221 K asım ı sonunda H indistan’a kaçm ası fiilen savaşa son
ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 145
144 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

rinin (topraklarının) hududu genel olarak belirlenm işti. A tayurdunun


verm ekle beraber daha sonraki yıllarda bunların bazı ayaklanmaları
en küçük oğula geçm esi gerektiği gibi, en büyük oğlu C u c i’nin de fet-
bastırm asından ve bazı dağlar üzerindeki kalelerin ele geçirilm esinden
holunan yerlerin en uzaklarda bulunanlarını alm ası gerekiyordu; onun
bahsedilm ektedir. 1223 yazında Cengiz H an T ürkistan’ı terketm iş ve
için C u ci’nin payı Cengiz H an’ın başarıları ölçüsünde gittikçe batıya
1224 yazını Irtış boyunda geçirmiştir. 1227’de ölen C engiz H an daha
doğru ilerliyordu. Cengiz H an’ın yalnız M oğolistan’da hâkim bu lu n d u ­
hayatta iken Celâleddin İra n ’a dönm üştü. B ir m üddet sonra, 1228’de
ğu zam anlarda C u ci’nin payı S elenga’nın batısındaki topraklar idi; b a­
M oğollar İsfahan’dan az uzakta ona karşı bir zafer kazandılar. Fakat o
tı taraflarında galibiyetler elde edilince C u ci’nin payına “ M oğol atları­
kadar kayıp verdiler ki İran’ı boşaltm ak zorunda kaldılar. C elâleddin’in
nın tırnaklarının vardığı hudutlara kadar” bütün toprakların dahil oldu­
birlikleri bunları A m uderya’ya kadar kovalam ış, fakat M oğolların Ha-
ğu farzedildi. Cengiz H an’ın hayatında Irtış’ın batısındaki K ıpçak ov a­
rezm ve M âverâünnehir’deki hâkim iyetlerini sarsm ak için hiçbir te­
ları, bunlar içinde M erkit kalıntılarının yok edildiği yerler ve Volga B u l­
şebbüs yapılam amıştır.
garları ülkesinin hudutlarına kadar (C u ci’nin payına düşen) alana dahil
M oğol fetihleri, eldeki bilgilere göre, ahalinin m üthiş bir şekilde bulunuyordu. C engiz H an ’ın ölüm ünden sonra C u ci’nin haleflerinin
katliam a uğratılm asıyle yapılıyordu. A vrupa âlim leri yalnız m edenî m ülkü içine bu ülke ile bütün Rus beylikleri de girdi (M oğolların Le­
m em leketler halkının göçebeler tarafından uğradıkları katliam ları gözö- histan, M acaristan ve diğer Batı A vrupa eyaletlerine girm eleri, b ir sıra
nüne alm aktadırlar. H albuki gerçekte göçebelerin siyasî birliği, bu d e­ elde edilen zaferlere rağm en devam lı bir fetihle sonuçlanm am ıştır).
fa da diğer bütün durum larda olduğu gibi, uzun ve kanlı ve bazan bü­ C u ci’nin halefleri K afkas’ın güneyinde ve H azar denizinin batısındaki
tün bir kabilenin bir plân içinde im hası ile sona eren savaşlar neticesin­ topraklar üzerinde de hak iddia ediyorlardı. Bu iddialar C u c i’nin h alef­
de m eydana geliyordu. O nun için C engiz Han ordusu tarafından boz­ leri ile 1250 senelerinde İran’daki M oğolların kurduğu hüküm et arasın­
kırlar halkının mı, yoksa m edenî ülkeler halkının mı daha çok yok edil­ da sık sık savaşlara sebep olm uştu. K arakıtay ve H arezm şah ülkelerin­
m iş olduğunu söylem ek güçtür. Aynı şekilde M oğol fetihlerinin göçe­ de, İrtış’dan güney batıya doğru, A m uderya ve daha uzaklara kadar h a­
belere yalnız yarar ve yerleşik halka yalnızca zarar verdiğini isbat et­ reketler yapıldığında bu toprakların Cuci ülkesine katıldığından bahse­
m ek de güçtür. M oğol seferleri, m esela Selçukluların Ön A sya’yı isti­ dilm iyor.
lâları gibi bütün bir kavm in göç etm esi şeklinde değildir; M oğolların
Yalnız S ird ery a’mn aşağı yatağı üzerindeki şehirlerle H arezm b u ­
büyük çoğunluğu M oğolistan’da kalm ış ve C engiz Han yine buraya
nun dışındadır. Çünkü Harezm kendi ülkesine katılm ış olm alı ki, Cuci
dönm üş ve burası daha 40 seneden fazla bir süre haleflerinin oturduğu
1221’de Ü rgenç’i uğradığı tahribattan kurtarm ağa çalışm ıştı. Volga
y er olm uştur. K amu hukuku alanına şahsi hukukta kullanılan bir kural
havzası ile A m uderya’nın aşağı kısım larının tek bir yönetim altında bir­
tatbik edilm iştir ki, buna göre baba daha hayatta iken büyük oğulları­
leşm eleri daha dikkat çekici bir durum dur. G erçekten bunlar arasında
na birbiri ardınca bir kısım mülkünü taksim eder, esas m ülkünü küçük
önceleri de sıkı bir m edenî bağ vardı, fakat bunlar hiçbir zam an bundan
oğluna bırakırdı; buna göre Cengiz H an’ın anayurd’u [Atayurt] M oğo­
ne daha önce ne daha sonra (T ürkistan’ın R uslar tarafından fethine k a­
listan, K üçük oğlu T oluy’a kalmıştı. “M oğol m uvazzaf ordusu” yüz
dar) tek ve aynı bir hüküm et teşkilâtı içine girm em işlerdir. XIV. Asrın
yirm i dokuz bin kişiden m eydana geliyordu. Bunun 101 0 0 0 ’ini Toluy
ilk yarısında H arezm ’in Sirderya boyundaki yerlerden çok Volga hav-
alm ıştı. Bu rakam M oğolistan’da kalanlarına göre, başka m em leketle­
zasiyle daha sıkı bir ilişkisi vardı. Ö zbek Han zam anında bu H an ’ın is­
re giden M oğolların sayısının ne kadar az olduğunu açıkça gösterm ek­
m ini taşıyan paralar aynı zam anda hem Volga havzasında, hem de Ha-
tedir.
rezm ’de basılıyordu. H albuki o zam an S oğnak’ta paralar yine C uci so­
M oğolistan’ın batı taraflarındaki fetihler Cengiz H an’ın üç büyük yundan olm akla beraber başka b ir han adına basılm akta idi. Cuci ve sü­
oğlu arasında bölünm üştü. O zam an bunların herbiri m uvazzaf (sürek­ lâlesinin ülkesi içine önceleri K arakıtaylarla kuzey ülkeleri de K ayalık
li görevli) ordudan dört bin kişi alm ışlardı. (Geri kalan 16000 kişi han şehrini içine alan Yedisu eyaletinin bir kısm ı ile bütün Irtış’tan A la-
soyunun diğer üyelerine dağıtılm ıştı). O ğullarından herbirinin m ülkle­ g ö l’e ve daha uzaklara İli ve S ird ery a’ya kadar bütün y erler dahildi.
146 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 147

Plano C arpini’nin 1246’daki seyahati sırasında bu m ıntıkanın doğu kıs­ vam lılığını bu im paratorluğun bünyesi içine hazerî (yerleşik) kavim le-
m ında, galiba Irtış’dan çok uzak olm ayan b ir yerde C u ci’nin büyük oğ­ rin çeşitli m illetlerden oluşan hüküm etlerinin girm iş olm ası ve bundan
lunun “O rda”sı bulunuyordu. Batı tarafı ise galiba İli ile Sirderya ara­ dolayı im paratorluğun göçebe kabileler birliği değil, C engiz H an halef­
sındaki saha olup, C uci’nin küçük oğlu Ş iban’a aitti. M üslüm an riva­ lerinin hâkim iyeti altında Ç in, O rta A sya, Ön A sya vs. m edenî h ü k ü ­
yeti sonraları bu kelim eyi Ş eyban’a çevirm iştir. Bunun sonucu XVI. m etler kurm ası ile açıklam ak yolundaki m akalesi aleyhindedir. G er­
A sırda Ş eyban’ın halefi, T ürkistan’daki Ö zbek ülkesinin kurucusu çekte ise Cengiz H an haleflerinin hüküm eti özellikle M oğol devresin­
Ş eybanî şeklinde şâirlik Unvanı almıştır. A rap kabilelerinden birinin is­ den önceki hüküm et geleneklerine dayanm adığı yerlerde -K ıp ç a k o va­
m i olan “Ş eybanî” özellikle m eşhur H anefi m ezhebi fakihlerinden, larında, Volga havzasında ve K ırım ’d a -d a h a çok devam lılık gösterm iş­
E bu H anife’nin ve Ebu Y usuf’un talebelerinden birinin m ensubiyetini tir. A nlaşıldığına göre, devlet nizam ının devamlılığı için C engiz H an ’ın
ifade etm ek üzere meşhurdur. Pek m uhtem eldir ki İslâm âlem inde pek dehasının m eydana getirdiği askerî teşkilât kendisinin h azerî (yerleşik)
m eşhur olan bu isim Ş iban’ın Ş eyban’a çevrilm esine ve bu suretle m edeniyet tem silcilerinden, m edenî idare sahasında alm ış olabileceği
Şeybanî lakabının çıkm asına sebep olmuştur. derslerden daha az ehem m iyetli olmamıştır. Bu adam lar h er halde, h an ­
lar üzerinde yaptıkları etkinin çok önem li neticelerini daha da fazla
E b u ’l-G azi’nin naklettiği bir rivayete göre, Şiban kardeşi B atı’
gösterm eye m eyilli idiler. Ö zellikle bu durum kendilerininkinden b aş­
(B atu) dan, B atu ’nun kendi yurdu ile O rda’nın yurdu arasındaki arazi­ k a b ir m edeniyet kabul etm eyen ve ilerlem eyi yalnız Çin m edeniyeti­
yi - y azlan Irgız, Ora, İlek kıyılannda ve genellikle Yayık nehri ve Ural nin kaidelerini benim sem ekten ibaret düşünen Ç inliler hakkında söyle­
dağlarının doğusunda ve kışı da K arakum , A rakum ’da Sirderya, Çu ve nebilir. Çin haberlerinin kökeni itibarıyla Çinli olm asa bile (çünkü as­
Sansu kenarlannda geçirm ek üzere- almıştı. lı K arakıtaylardandı) eğitim ve terbiye yönünden Çinli olan vezir Ye-
XVII. asırda yaşam ış geç dönem yazarlarından olan E b u ’l-Gazi L iu-Ç u-T ısai’ye isnat ettikleri rol de ancak bu şekilde açıklanabilir.
kaynaklannı belirtmiyor. Fakat verdiği haberler, gördüğüm üz gibi, ço ­ Çin kaynaklarından Y e-Liu-Çu T ısa i’nin M oğol im paratorluğunun ger­
ğunlukla O rda, Batu ve Ş iban’ın çağdaşı olan C arpini’nin sözleri ile çek kurucusu olduğu hükm ünü çıkarm ak müm kündür. Ç inlilerin bu
uyuşm aktadır. Ş iban’ın halefleri daha başka yerlerde de faaliyet gös­ görüşü, Ç ince olm ayan k aynaklarda Ye-Liu-Çu T ısai hakkında hiçbir
terdiler. R eşidüddin’in bildirdiğine göre Ş iban’ın torunu Terek boyun­ haber olm am asına rağm en R eşid ü d d in ’in Avrupah yayıncısı B lochet ta­
da karaul kum andanı idi. Fakat Ş iban’ın yurdu XV. A sra kadar halefle­ rafından kabul edilmiştir. B lo ch e t’ye göre, M oğollara m edenî m em le­
rinin elinde kalm ıştır ki, bunların şecereleri (soykütükleri) gerek E b u ’l- ketlerde katliam lar tertip etm ek ve halkın m allarını yağm a etm enin ca­
G azi ve gerek M uizzü’l-Ensab isim li soylara ilişkin b ir eserin yazarı iz olmadığını yalnız bu Ye-Lui-Çu T ısai anlatmıştır. B lo ch et’nin ifade­
olan XV. A sırda yaşam ış m eçhul bir tarihçi tarafından hissedilir fark­ sine göre, buna yalnız Cuci hüküm eti uym am ış ve onun için “açıklana­
lar arzetm eyecek bir şekilde nakledilm ektedir. Cuci ülkesinin dağıldığı m az b ir barbarlığa düşm üştür” (dans une barbarie sans nom).
kısım ların hepsinden çok Ş iban’ın haleflerinin ülkesinde göçebe hayat
G erçekte ise Cuci ülkesinin batı tarafı (ki burada aynı zam anda b a­
hâkim olm akta idi; öyle iken burada hâkim iyet ikiyüz yıldan fazla bir
basının bütün hissesinin en yüksek hakim i sayılan ikinci oğlu Batu h ü ­
zam an tek ve aynı bir han sülâlesi üyelerinin ellerinde kalm ıştır; bu gö­
küm sürüyordu) M oğollar zam anında m ühim bir m edeniyet seviyesine
çebelerde pek ender görülen bir durum dur. Şehir m edeniyeti ile en az
erişm iştir. Rus beylerinden vergi alm akla ve ilk zam anlarda bunların
tem as etm iş oldukları için Ş iban’m halefleri göçebelerin savaşçılık ge­
yanına kendi tem silcilerini gönderm ekle yetinerek M oğollar yok ettik­
leneklerine en çok sadık kalm ışlar ve onun için, Cengiz H an sülâlesi­
nin kudreti hem en her yerde tam am iyle yok olduğu b ir zam anda fatih leri Volga Bulgarlarının ülkesine yerleştiler. 1223’te R u sy a’dan dönüp
rolünü alm ayı başarmışlardır. C engiz H an ’a giderken M oğollar, B ulgarlar tarafından çevrilm iş ve
çok kayıplar vererek kendilerine yol açabilm işlerdi; bundan dolayı da
D aha bazı benzer olaylarla birlikte bu olay da R ad lo ff’un M oğol 1236’da B ulgar ülkesini feth ed ip başşehirlerini tahrip etm eyi başar­
İm paratorluğunun varlığının diğer göçebe hüküm etlerinkine göre, d e­ dıklarında intikamlarını aldılar. T ahrip edilen şehir de pek çabuk y en i­
148 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 149

lendi: Şim di orada bulunan bütün binalar ve kitâbeler M oğol hakim i­ köyü, Volga üzerindeki “ Saray”ın yeri hakkında İlmî eserlerde tartış­
yeti devrine aittir. B ulgar şehri b ir zam anlar Cuci sülâlesi ülkesinde m alar olm uştur; paralarda ve bazı yazm a eserlerde geçen “ Yeni saray”
M oğol hanlarının sikkelerinin darbedildiği (para basıldığı) biricik şehir ile ilgili olarak bu saray tabirinin iki veya b ir ve aynı şehre mi ait o l­
idi. K itâbelerden halkın daha XIV. A sır başlarında M oğollardan önce­ duğu konusu da değerlendirilm iş ve tartışılm ıştır. R u b ru q u is’in göster­
ki dillerini (bugünkü Çuvaş lehçesinin bu dilin kalıntısı olduğu anlaşı­ diği verilere bakılırsa Batu (Batı) tarafından kurulan ilk “ S aray” şimdi
lıyor) korudukları anlaşılıyor. Sonradan yavaş yavaş K ıpçak Türkçe- “Selitrenny köyü” etrafında bulunan harabelerin olduğu y er idi. B a­
s i’nin etkisine girm iş ve gitgide M oğol O rta A syasında olduğu gibi b u ­ tu ’nun kardeşi B erke ism iyle ilgili olan öteki “ S aray” ise T saref (Ca-
rada da resm i dili olm uştu. XIV. A sırda M oğollar devrinde Volga’nın re v )’in yerinde idi ve oradaki harabeler ve kazılar esnasında bulunan­
orta yataklarında kurulm uş K azan gibi şehirler, her halde d ah a başlan ­ lara göre tarihte çok daha büyük önem i olan bir şehirdi. H âlâ zam anı­
gıçtan beri halis T ürk şehri idi. V olga’nın aşağı yatağında daha Batu m ızda bile Selitren m evkiinde yalnız B atu’nun değil B e rk e’nin sarayı­
devrinde yeni şehirler kuruluyordu. K eşiş R ubruquis 1253’de M oğo­ nın da m evcut olduğunu ve Carev m evkiindeki yeni sarayın da ancak
listan ’a giderken Volga üzerinde “T atarlar tarafından kurulm uş olup, Ö zbek zam anında kurulup, C anbek zam anında d ah a büyük b ir gelişm e
B atu ’nun sarayına gidip gelen elçileri kayıklarla karşı sahile geçiren gösterdiğini isbat etm ek için çalışm alar vardır. B ununla berab er kay ­
R usyalı ve Sarazin yani M üslüm an unsurlardan m eydana gelen bir h al­ naklarda Berke Sarayı özellikle daha Ö zbek devrinde m evcut S aray’a
kın yaşadığı yeni bir kasaba” görmüştür. Bundan m aksat Saratov y a­ deniliyordu. Ö zb ek ’in saltanatından önce, 710 hicrî tarihiyle “Yeni S a­
kınlarında, sonradan Ü kek diye bilinen yerdir. 1254’de M o ğ o listan ’dan ray” da basılm ış b ir sikke elim ize geçm iştir; b undan b aşk a bana bildi­
dönerken Rubruquis “Batu tarafından İtil (Volga) üzerinde kurulm uş rildiğine göre, İstanbul’da H. 705 tarihinde “Yeni S aray”da yazılm ış
yeni bir şehirden (Saray) bahsediyor. Rubruquis kendisi S aray ’dan kelâm ilm ine dair b ir yazm a varmış. “Yeni” (Arapça: el-cedid) sıfatına
geçm iştir. Fakat o diyor ki “ Saray ve B atu’nun Sarayı doğu sahilinde- G üney R u sy a’d a M oğol hakim iyeti devrinde o k adar ço k şehirlerde
d ir” , ne şehir, ne de saray tasvir ediliyor, aynı yerler yakınında Vol­ rastgelinm ektedir ki, bütün bu durum larda biri yeni, öteki eski olm ak
g a ’nm orta kolu üzerinde, M oğollardan önce “Sum m erkent” adında bir üzere, tek ve aynı adı taşıyan ikişer şehrin varlığını kabul etm ek güçtür.
şehir vardı, M oğollar bu şehri sekiz yıl kuşatm ışlarm ış. B üyük ihtim alle şehirler genişleyince yeni m ahalleler, yeni şehir o la­
rak değerlendirilm iştir.
Sum m erkent başka kaynakların hiçbirinde geçm iyor; bunun hangi
m illete ait olduğu ve bazılarının yaptıkları gibi, XII. A sır yazarlarından Cuci ülkesinin doğu eyâletleri tersine Batı (B atu) ve B e rk e’nin h a­
Ebu H âm id G ım atî’nin O ğuzlar elinde gösterdiği Saksın şehrinin aynı leflerinin hüküm etlerinde şehir hayatı gittikçe daha fazla gelişm iştir.
olup olm adığı bilinmiyor. S aksın’m yeri de hâlâ tartışm alı bir konudur. B ir sıra şehirler görüyoruz ki, buralarda sikkeler darbediliyordu (para
F akat bunu çoğunlukla Yayık veya Volga kaynaklarında arıyorlardı (şu basılıyordu); özellikle dikkate değer ki her b ir şehir kendine göre ayrı
halde XII. Asırdaki Saksın ile Kaşgarlı M ahm ud’un S u v ar’m aynı o l­ bir tip yapıyordu. Paraların kıym eti yaklaşık olarak aynı idi. Bu husus­
duğunu söylediği Bulgar şehri S aksın’ın hiçbir ilgisi yoktur). Fakat ta d a M oğol devresinden daha önce ve sonralara göre çok daha fazla
M oğolların S aksın’da sürekli bir direnişle karşılaştıklarından hiçbir tekdüzelik görüyoruz. M oğolların Ç in’den b aşka devlet kurdukları b ü ­
yerde bahsolunm uyor. Şehrin gerçek yeri meselesi G ım a tî’nin m etnini tün ülkelerde yavaş yavaş güm üş para sistem i kuruldu. B urada en b ü ­
19 25’de basan Fransız âlimi G abriel Ferrand tarafından da çözülm eden yük güm üş paralara dinar ve küçüklerine de dirhem deniliyordu. Bir
bırakılmıştır. dinar altı dirhem e eşitti. Cuci haleflerinin hüküm etleri devrinde dirhe­
m in ölçüsü de 1/3 m iskal olarak tespit edilm işti. Aynı ölçü daha sonra­
Saray, Türklcre pek erkenden geçm iş olan ve K utadgu B ilig ’de ları O rta A sya ve İran ’da kabul edilmiştir. İşte bundan bilhassa Cuci
ııısllaııaıı Farsça bir kelimedir. M oğollar da hanlarının ikam etgâhlarına oğullarının ülkelerinin özellikle H arezm ’in o zam an m illetlerarası tica­
lııı ismi veriyorlardı. Aynı ad saray etrafında m eydana gelen şehirlere rette sahip olduğu önem açıkça ortaya çıkıyor. Fakat sikkelerin dış gö­
de veıılmişlır. İşle Aıııuderya üzerinde, T irm iz’in yukarısındaki Saray rünüşü, yazı özellikleri, harflerin dış şekil, süs ve diğ er yönleriyle her
150 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 151

şehrin kendine has tarz ve gelenekleri vardı. B unlarla ilgili olarak bu­ için kullanılıyor. H atta XV. A sır başlarında, adı bilinm eyen bir tarihçi
rada bir soru ortaya çıkıyor ki, farklı şehirlerin m edenî hayatlarına na­ O rda’nın (doğuda) A k ve (batıda) G ök diye bölünm esinin Tohta H an
zaran Cuci oğullarının ülkelerinin hepsinin durum u hakkında ne dere­ (1290-1312) zam anında, kendisiyle asi olan şehzade N ogay arasındaki
ceye kadar bir hüküm verilebilecektir? Son zam anlarda S aray ’da ve d i­ savaştan sonra (ki bu adın hakiki M oğolca şekli, İran ’daki M oğol h a­
ğ er yerlerde yapılm ış olan araştırm a ve bulgulara dayanılarak, Rus va- nının 1305’de Fransız kralına yazm ış olduğu m ektupta görüldüğü üze­
kâyinâm elerinin A ltın O rda dedikleri (benim öğrenebildiğim e göre do­ re T oktaga’dır) m eydana gelm iş olduğunu belirtm ektedir. (N ogay
ğu kaynaklarında bu tabir yoktur) Batu ülkesinin m edeniyetinden hat­ 1300’de öldürülm üştür). B u kaynağa göre, A k O rd a’nın hanları No-
ta Tatar kavm inin m edeniyetinden bahsetm eye başlam ışlardır. B unun­ g ay ’ın torunları idiler ki, bu kesinlikle gerçeklere uym am aktadır. Bu
la beraber o zam anlar şu veya bu şehir veya yerde hangi m illî unsurun durum daha XV. A sırda -adı bilinm eyen tarihçinin eserini y azd ığ ı-
üstün olduğu, îslâm dini ve T ürk dilinin üstünlüğü ile sona eren bu m e­ İran’da Cuci torunlarının tarihi ne kadar karışık b ir şekilde anladıkları­
denî gelişm enin nasıl m eydana geldiğini net olarak söyleyebilm ek için nı gösterm ektedir. E b u ’l-G âzi, Ş iban’ın ülkesine “ Ak O rda” diyor. O r­
daha çok araştırm alara ihtiyaç olsa gerektir. da ve Şiban torunlarının ülkelerini dikkate alm azsak, bu takdirde Altın
O rda daha eskiden beri C engiz H an ’ın diğer haleflerininkine göre çok
M oğol unsuru Altın O rda’da pek önem li olam azdı. T ürk dilinin üs­ daha birleşiktir. Ç eşitli yerlerde, kendileri üzerinde hanın hâkim iyetini
tünlüğü m uhtem elen çok çabuk, daha Altın O rd a’nın M oğolistan’la kabul etm ekle beraber, ayrıca “orda”lara ve özel askerî birliklere sahip
bağları kesildiği zam andan itibaren kurulmuştur. Batu ve daha o yaşar­ şehzadeler vardı; K ırım 'd a Sudak ticaret şehri hakkında Mısırlı yazar­
ken Berke bütün im paratorluğa ait işlerin çözüm üne katılıyorlardı ve lardan biri buranın gelirinin dört Tatar hanı arasında paylaşıldığını söy­
bu am açla M oğolistan’a sefer yapm ışlardı. R ubruquis 1253’de bütün lüyor, fakat Altın O rd a’nın T u n a’dan H arezm ’e ve S irderya’nın aşağı
im paratorluğun Batu ile M oğolistan’da yaşayan İm parator M engü ül­ yataklarına kadar uzanan sahasında M oğollardan önceki zam andan k al­
keleri arasında bölünm üş olduğunu söylüyor. İki ülke arasındaki hudut m a hiçbir tâbi bey sülâlesi yoktu.
Talaş ile Çu nehirleri arasından geçiyordu. M üslüm an yazarları da Mâ-
verâünnehir şehirlerinin önce Batu, daha sonra B erk e’nin hâkim iyeti M oğollar her yerde olduğu gibi Altın O rd a’ya da kendileriyle b ir­
altına girdiğinden bahsediyorlar. A ncak 1260’dadır ki, O rta A sy a’da likte o zam ana kadar K ıpçak illerinde bilinm eyen U ygur yazısını getir­
C engiz H an’ın ikinci oğlu Ç ağatay’ın torunu A lgu ’nun hâkim iyeti ger­ diler. E lim ize XIV. A sın n sonunda U ygur harfleriyle yazılm ış Altın O r­
çekleşti, hatta daha önceden beri Altın O rda hüm küm ranlığına giren da yarlıkları erişm iştir; üzerinde hanın adrhın U ygur harfleriyle yazılı
alanlara kadar genişledi. A lgu H arezm ’i işgal etm iş ve birkaç sene bulunduğu son (Tohtam ış H an ’a ait) sikkeler de bu devre aittir. Biz bu
sonra O trar şehrini de B erke’den alıp tahrip etmiştir. U ygur yazısının kullanılm asını yalnız S aray’da - o da her zaman değil-
basılm ış olan sikkelerde görüyoruz. Bu sikkeler han adlarının o vakit
Bu alanlar sonradan tekrar Altın O rda hakim iyetine girm iş ise de M oğollar ve bir ihtim ale göre bazı T ürkler tarafından A rap yazısı ile
Altın O rda hanlarının kudret ve nüfuzları doğuda daha ileri gitm em iş­ yazıldığından başka türlü telâffuz olunduğunu gösteriyor. M esela
tir. D aha B erke’nin saltanatı zam anında (1257-1266) Altın O rda hanı 1341—1357’deki C anbek H an ’ın adı U ygur harfleriyle Ç am bek diye
M oğol im paratorluğunun ikinci önem li adamı iken m üstakil b ir ülke­ yazılıyordu. E b u ’l-G âzi’nin sözlerine göre, M oğolca XV. A sırda bile
nin hüküm darı olmuştur. Fakat ancak kendisinden sonraki han M engü kullanılıyordu. Fakat buna ait b ir delil yoktur. Altın O rd a’da gerçi ki­
Tim ur kendi adına sikkeler kestirm eğe başlam ıştır. İsm en Cuci sülâle­ me ait olduğu belirsiz ve geç devre ait olsalar d a K utlug Bolsun şe k ­
sinden olan bütün hanlar bu arada O rda ve Ş iban’ın torunları da tâbi linde Türkçe yazıların olduğu sikkelere rastlandığı halde, M oğolca ya­
idiler. Fakat bu tâbiliğin fiilî bir önem i yoktu. Bazı tarihçiler Altın Or- zılı olanları bulunm uyordu. Ö zbek H an’ın “orda”sını ziyaret eden İbn
d a ’ya “G ök”, O rda oğullarının hüküm etine ise “A k” diyorlar ve bunlar B attuta orada yalnız T ürkçe sözler işitm iştir. M esela han sarayının k a­
da M oğolca değil Türkçe olan Gök ve Ak kelim elerini kullanıyorlar. dın ileri gelenleri arasında ulu H atun ve küçük H atun yani büyük kadın
Fakat bazı kaynaklarda “G ök-O rda” tabiri O rda haleflerinin ülkeleri ve küçük kadınefendi zikredilm ektedir. B izzat han, seyyidlerden olan
152 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 153

kendi ruhani yetiştiricisini (m ürşidini) T ürkçe “ata” (peder) diye isim ­ B erk e’nin İslâm iyet’i kabul etm esi hakkında sonradan çeşitli rivâ-
lendiriyordu. T ürkçe İslâm ibadetlerinde de kullanılıyordu. A zak şeh­ yetler nakledilm ektedir. M esela E b u ’l-G âz i’ye göre, B erke han oldu­
rinde İbn B attuta’nm önünde vâizlerden biri A rapça bir vaaz vermiş, ğu zam an B uhara’dan gelmiş olan iki tüccar tarafından M üslüm anlığa
sonra sultan (ki o zam an Ö zbek Han idi), bey (A zak beyi aslen Ha- girm iştir. B aşka rivâyetlere göre, daha tahta oturm adan önce H ocend
rezm li idi) ve orada bulunanlar için dua ettikten sonra bu sözleri T ürk­ veya B u h ara’daki şeyhlerin tesirinde kalm ıştır. (Bu k onuda m eşhur
ç e ’ye tercüm e etm iştir. Şu kadar var ki bu cam ide değil b ir ziyafet Seyfeddin B aferzî’nin ismini veriyorlar, vefatı 1261 ’dedir). R eşidüd-
m eclisinde olm uştur; o zam anlar K u r’an-ı K erim okunduktan sonra d in ’in O ğuz Han hakkında hikâye ettiği m enkıbe (M üslüm an olm ayan
önce A rapça, sonra Farsça ve Türkçe İlâhiler okunuyordu. İbn B attuta anadan süt em m em e) hususu B erke H an için de nakledilm iştir. Rubru-
A rapça İlâhilere “kavi”, Farsça ve Türkçelere “m ülem m a” dendiğini q u is’in hikâyesinden anlaşılıyor ki B erke daha Batu hayattayken
ekliyor. A rapça olan “m ülem m a” sözü “alaca” dem ektir. Sonradan 1253’de M üslüm an idi ve O rda’sında dom uz eti kullanılm ıyordu: N ite­
A rapça bir sözde Farsça ve Türkçe kelim e ve ifadelerin karıştırıldığı kim bilinm ektedir ki İslâm iyet’in bu em ri şim di de özellikle dom uz
söze “m ülem m a” denilm iştir. etinin halkın başlıca gıdasını teşkil ettiği Ç in gibi, böyle b ir kaideye uy­
m anın pek güç olduğu yerlerde de tam am en yerine getirilm ektedir.
İslâm iyetin yayılm ası Volga Bulgarlarının etkisinden çok Harezm B e rk e’nin O rd a’sı o zam an D erbent ile Volga arasında (R ubruquis’in
ve O rta A sya T ürklerinin etkisiyle gerçekleşm iş olsa gerektir. M ahal­ ifadesine göre “İran ve T ürkiye’den gelen bütün Sarazin yani M üslü­
lî Türkler (K ıpçaklar) daha M oğollar devrinden önce R usya ve Batı m anların geçtiği yol” üzerinde) idi. B unlar B atu ’ya giderken B erk e’ye
Avrupa tarafından, H ıristiyanlık etkisine m aruz kalm ışlardı. Bu propa­ h ediyeler götürüyorlardı. Rubruquis ilâve ediyor ki: 1254’de Batu,
gandanın M oğollar devrinde de devam ettiği XIII. A sır sonuna ait Ku- B e rk e’ye V olga’nın doğusuna geçm esini em retti, çünkü elçilerin getir­
m an-K ıpçak sözlüğünden bellidir; bunda İncil m etni ile katolik İlâhile­ diği hediyelerin b ir kısm ının B erke’ye verilm esini arzu etm iyordu. İran
rinin T ürkçe tercüm eleri bulunmaktadır. Tercüm e pek başarılıdır, m is­ M oğolları ile olan um um i düşm anlığa karşılık B erke sonradan M ısır
yonerlerin bu dili iyi bildiklerine tanıklık etm ektedir. H atta İbn B attuta sultanları ile yakınlık kurmuş ve bu m ünasebetle M ısır’dan birkaç elçi­
K ırım ’da Kerç ile Kefe arasında Hıristiyan K ıpçaklar görm üştür. K ı­ lik heyeti kabul etm iştir ki B erk e’nin O rd a’sı ve dışişleri ile ilgili ge­
rım ’da daha başka m illetlere m ensup m ahallî H ıristiyanlar da vardı. n iş bilgileri bunlara borçluyuz. Yalnız kendisi değil kadınları ve maiy-
1382 başlarında K ahire’de geleceğin M ısır sultanı Çerkeş B erkuk’un yetindekiler de M üslüm an idi. K adınlarının ve em irlerin her birinin y a­
babası olan Kırımlı Anas ölmüştür. Onun hakkında önce H ıristiyan olup nında b ir im am ve m üezzin vardı. Ç ocuklara K u r’ân-ı K erîm öğretilen
İslâm iyet’i sonradan kabul ettiği söyleniyor. H atta M ısır’da ne A rapça m ektepler de vardı. Aynı zam anda birtakım m üşrik (putperest) âdetle­
ne de Türkçeyi iyi öğrenm iş, yalnız Ç erkezçe konuşurm uş ve bunun rine M o ğ o listan ’da olduğu derecede uyuluyordu; m eselâ İslâm iyet’in
için yanında tercüm an bulundurm ak gerekiyorm uş. gerekleriyle tam am en çelişen b ir âdet vardı ki o da: N ehir suyunu y ı­
kam a ve yıkanm a için kullanm am aları idi. M ısır elçilerine, O rda’da el­
O zam anlar M üslüm an âleminin m edenî üstünlüğü dolayısiyle,
b iselerini yıkam am alarını ve şayet böyle b ir şey yapm ışlarsa bunu giz­
Hıristiyan geleneklerinin K ıpçaklar arasında olduğundan daha devamlı
lem elerini önceden hatırlatm ışlardı. Altın O rd a’dan M ısır’a gelen B er­
ve kararlı bulunduğu m illiyet m ensupları da ‘kabul ediyorlardı. Alan
k e ’nin çağdaşları İslâm m edeniyetini daha çok benim sem ek zorunday­
veya A s’lar, her yerde ve bu arada R ubruquis’in eserinde de H ıristiyan
dılar. B ilindiği gibi Berke, kızını Sultan B ay b ars’a (1 260-1277) ver­
olarak anlatılmaktadır. Bununla beraber İbn B attuta S aray ’da M üslü­
m işti. Bu evlilikten B aybars’ın ilk halefi Sait H an M uham m ed doğdu
man A s’lar da görm üştür. Hıristiyanların İslâm lığı kabul etmeleri için
ki, buna aynı zam anda N âsırüddin B erke H an ism ini de verm işlerdi.
zorlayıcı tedbirler kullanılm ıyordu. H ıristiyan ruhanileri, M üslüm anla-
A çıkça görülüyor ki bunun M üslüm an adından başka bir de M oğol adı
rınki gibi vergilerden muaftı. H atta S aray’da 1261’de M üslüm an B er­
vardı. “U yûnü’t-Tevârîh”in yazan Mısırlı tarihçi K ütübî (eserlerinden
ke H an’ın zam anında bir O rtodoks piskoposluğu kurulm uştu.
bu kısm ın yazm ası İstanbul’da vardır) bunun doğum unu 658 H. (1260
154 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 155

M .) olarak gösteriyor. Bu ise pek de m üm kün olam az. Çünkü Berke ile T ürkistan’da kalm akla “K alm ak” ism ini aldıkları hakkında b ir de m en­
M ısır hüküm eti arasındaki m ünasebetler ancak 1262’de başlam ıştır. kıbe nakledilm ektedir. Bu m enkıbe her halde hayalî b ir şeydi. Fakat
1279 N isan ’ında genç sultan annesi Berke H an’ın kızı ile birlikte Ş am ’a Ö zbeklerin kavim lerinin ism ini başka kaynaklarda, bu arada E b u ’l-
gitm iştir. B undan pek az sonra S uriye’de bir isyan olm uş, sultan âsile­ G âzi’de, Ö zbek H a n ’ın ism inden getiriyorlar. M evcut örneğe göre,
ri kandırm ak üzere annesini gönderm iştir. Bunun yaklaşm ası üzerine böyle b ir türetm e herhalde b ir çok âlim ler ve bunlardan R ad lo ff tara­
eşraf (ileri gelenler) kendisini karşılam ağa çıkm ışlar, tahterevanı önün­ fından kabul edilm iş olan “Özbek” yani “kendi başına hâkiıtı” anla­
de yere kapanm ışlar ve âdete gereği katırlarının ayakları altına dokum a­ m ında olan tefsir şeklinden daha uygun olsa gerektir. XV. A sır tarihçi­
lar serm işlerdi. G örüşm eler, melikenin yakınlarının hatası dolayısiyle leri Cuci torunlarının ülke veya “ulus”larına “Ö zbek u lu slan ” ism ini
başarısızlıkla sonuçlandı. Sultan, annesini K erak kalesine gönderdi. veriyorlar. O rta A sy a’d a sonradan “Özbek” kelim esine kavim ism i o la­
D aha sonra kendisi de oraya sürülm üştür. K ütübî’nin ifadesine göre, rak “Ç ağatay” kelim esi karşılık tutulmuştur. Bu isim le yerli hanların
kendisi cöm ertlik ve m erham et ile tanınıyor, zulüm ve vahşetten kaçı­ askerî kuvvetlerini teşkil eden T ürkistan göçebeleri adlandırılıyordu.
nıyordu. B u cöm ertliği K erak’da da görülm üştü ki bu, hâkim iyet k en­
disine geçm iş olan kayınbabası K alavun’un şüphelenm esine sebep o l­ O rta A sya şeyhleri A ltın O rda hanları üzerine, daha sonra b u n lar ta­
m uştur. 1280 M art’ında sultan öldü, K alavun’un em ri ile zehirlendiği­ rafından İslâm iyet’in kabulü hususunda tesirli olm uşlardır. 1360’larda
ni düşündüler; kansı, K alavun’un kızı G âziye H atun ise ölünceye k a­ S aray ’da b ir zam an A ziz H an (sikkelerde Aziz Şeyh) hüküm ran o l­
d ar arkasından ağladı. (Bu kadın 1288’e kadar yaşam ıştır). 1281’de muştur. H an sefihane b ir hayat sürüyordu, bunun için d iğ er Seyyid
S ultan’ın annesi oğlunun cenazesini Ş am ’a götürm üştür ve orada Bay- A ta’nın, yani Seyyid A hm ed Y esevî’nin torunu Seyyid M ahm ud Yese-
b a rs’ın türbesine gömülm üştür. vî tarafından uyarıldı. H an, S eyyid’in sözünü dinlem iş, ona kızını ver­
m iş ve tövbe etm işti. Fakat bundan üç sene sonra yine önceki yaşam
B erke O rd a’sında bulunan M ısır elçileri hanın oğlu olm ayıp kızlan tarzına dönm üş ve sonunda öldürülm üştür.
olduğunu açıkça belirtiyorlar. H albuki K ütübî’ye göre 1280 Ş ubat’ında
K ahire’de B erke H an’ın oğlu ve sultanın ana tarafından dayısı olan XV. Aşırın ilk yarısında, anlaşıldığına göre, “Ö zbek ulusu”nun b ü ­
E m îr B edreddin M uham m ed ölm üştür. K endisinin iki cilt tutan A rap­ tün askerî halkı tek b ir kavim kabul ediliyordu. Altın O rda gittikçe çö ­
ça şiirler yazdığı söylendiği gibi, b ir sıra kelâm ilm iyle ilgili eserler ve küp her bir parçası istiklâllerini kaybedince “Ö zbek” kelim esi G üney
b ir K u r’an-ı K erîm tefsiri de kalem e alm ış olduğu rivayet edilm ekte­ R u sy a’da b ir m illet ve d evlet ism i olarak kullanılm aktan tam am en çık ­
dir. K âhire’de (yüksek bir yerden düşerek) ansızın ölm üş olup yaşı d a­ m ış ve yalnız T ü rk istan ’a göç etm iş olan kabileler için kullanılm ıştır
ha 5 0 ’ye varm am ıştı. (alem olm uştur). R uslar A ltın O rda halkını devlet dili M oğolca olduğu
zam andaki gibi, bütün ülkenin T ürkleşm esinden sonra d a T atar diye
B erke’nin ölüm ünden sonra A ltın O rda’da yeniden M üslüm an o l­ adlandırm akta devam ediyorlardı. Rusların XV. ve XVI. A sırlarda m ü­
m ayan hanlar hüküm ran oldular; İslâm iyet’in kesin yerleşm esi ancak nasebette bulundukları bütün hanlıklar -K ırım , Kazan, E jderhan ve S i­
Ö zbek H an zam anında (1312 ve ya 1313-1340) gerçekleşm iştir. İbn birya H anlıklarının hepsi -R u s la r’a göre “Tatar” idi. Bu hanlıklardan
B atuta’ya göre Ö zbek H an’ın hocası Seyyid İbn A bdülham id idi. Ö z­ varlığını en çok sürdüren bilindiği gibi Kırım H anlığı’dır. B urada da
bek H an ’a İslâm iyeti kabul ettiren ve ona Sultan M uham m ed Ö zbek “Tatar” tabirinin hepsinden fazla yerleşip tuttuğu görülüyor. Kırımlıla­
H an ism ini verenin de Taşkent yakınında göm ülü Zengi A ta halifele­ ra, Ruslardan başka K ırım ’ı 1475’te fetheden O sm anlı T ürkleri de Ta­
rinden Türkistanlı Şeyh Seyyid A ta (asıl adı A hm ed idi) olduğu hakkın­ tar diyorlardı. B ilindiği gibi bilhassa şimdi K ırım lılar bu “T atar” ism i­
da da bir rivayet vardır. Bu olay hicretin 7 2 0 ’sinde Tavuk yılında ni reddederek kendilerine “T ü rk ” diyorlar. Halbuki Völga boyundaki
(1321) olm uştur deniyor. Aynı zam anda bu azizin sonra nasıl Ö zbek yerli aydınlar sınıfı, az çok tartışm alardan sonra, Tatar kelim esini m illî
Ilım kavm ini M ûvcrûilnııehir’e getirdiği ve sonra kavm in kendisine bir isim olarak kabul etm işlerdir. Bunun sonucu “Tatar C u m h u riy eti”
lınıııı ııishetcMi Özbek denm eğe başlandığı ve nasıl şeyhi dinlem eyip m eydana gelm iştir. R u slar bir zam anlar “Tatar” kelim esini pek geniş
156 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

b ir şekilde kullanm ışlardır. D aha R adloff bile O rta A sy a’nın genellik­ O nuncu D ers
le T ürkçe konuşan yerlileri gibi Ö zbeklere de “Tatar” diyordu. O za­
m andan beri bu isme daha açık bir anlam verilm eğe çalışıldı. Fakat bu
gün bile Tatar kavm i ile diğer Türk kavim leri arasındaki etnoğrafik ve
dil farklarını tespit edilm iş saym ak m üm kün değildir.

XV. özellikle XVI. A sırlarda, Tatarlardan başka, aralarında yalnız


kavm î (etnoğrafik) değil, dil bakım ından da bir birlik kuran ve kendi
beylerine sahip olan bir N ogay kavm inden de bahsedilm ektedir. O za­
m an N ogayların m erkezi Yayık kaynağında Altın O rda hanlarının gö­ Altın O rda hanları ülkelerinin M oğolistan’dan uzakta bulunm aları
m üldükleri yer olan Saraycık (yani küçük saray) idi. E buT -G âzi’den sebebiyle daha başlangıçtan beri bir derece m üstakil hüküm darlar idiy­
başlayarak birçok yazar çoğu kere bu “ Saraycık” ile “Yeni Saray”ı b ir­ seler de, M oğollar tarafından fetholunan T ürkistan ve genellikle O rta
birine karıştırıyorlar. B uradaki N ogayların siyasî önem ine, X V I. Asrın A sya eyaletlerinin siyasi teşkilatları çok daha m üphem b ir şekilde b e­
ikinci yarısında, önce M oskova’dan ayrı, sonra XVII. A sırda M oskova lirlenmişti. Şüphesiz C engiz H an M oğolistan’ın batısında fethettiği
çarlarına bağlı olan, Yayık K azakları ordusunun kurulm ası son verm iş­ yerleri üç büyük oğluna terketm ek istem iş ve bu üç şehzadenin her b i­
tir. Şurası dikkat çekicidir ki N ogay tabirini o zam anlar yalnız R uslar ri daha babaları hayatta iken bu haklarını kullanm ışlarsa da ne bunlar­
kullanıyorlardı. Doğu kaynaklarında ve bu arada E b u ’l-G âzi’de No- dan her birinin ülkesinin hudutları ve ne de im paratorluğun reisine gö­
gaylara, T ürkleşm iş kavim lerden birinin adı olan M angıt ism i veril­ re haklarının genişlik derecesi m eselesi kesin olarak belirtilm em iştir.
m ektedir. Şim di, aksine N ogay kelim esi O rta A sy a’da, R u sy a’da oldu­ Dikkati çeken bir husus da im paratorluğun genişliğine rağm en bu üç
ğundan çok daha geniş bir anlam da kullanılm aktadır. H atta orada Vol- şehzâdenin O rdalarının birbirlerine pek yakın olm alarıydı. C u ci’nin or-
ga boyundaki Tatarlara da N ogay derler. G üney R u sy a’da şim di N ogay dası yukarı Irtış boyunda idi ve çok daha eski kaynaklara göre ken d i­
diye K ırım ve Kuzey K afkasya’nın belli bir milliyetini adlandırm akta­ si de orada göm ülü idi. B ununla beraber sonradan onun m ezarını çok
dırlar. M illiyet yönünden daha M oğollar devrinde teşekkül etm iş olan daha batıda Ş iban’ın ülkesinde bulunan Sarısu üzerinde gösteriyorlar­
bu unsurun lehçesi kendisinden çok daha eski ve M oğollardan önceki dı, bu atanın o rda’sının en küçük oğula geçm esini kabul eden M oğol
K ıpçak diline daha yakın olan K araçay ve Balkar lehçelerinden farklı­ geleneğine daha uygundur. Irtış boyunda C u ci’den sonra büyük oğlu
dır. O rda yaşamıştır. Sonradan im parator olan üçüncü şehzade Ö g ed ey ’in
ordası daha güneyde A lag ö l’e dökülen Em il nehri kıyısında idi. Ö g e­
XIII. ve XIV. A sırlarda O rta A sy a’daki Türklerin kavm î (etnik) ve d ey ’in göm üldüğü yer R eşid ü d d in ’in ifadesine göre, İrtış’tan iki gün­
siyasî hayatlarının nasıl oluştuğu ve M oğolların nasıl T ürkleştiği m ese­ lük m esafede bu nehrin kollarından birinin çıktığı yüksek bir dağ üze­
lesi ise şim diye kadar daha az açıklığa kavuşturulm uştur. Bu m esele ile rinde idi. 1221 ’de buralarda seyehat eden Çinli derviş Ç an-Ç un M oğol
de gelecek derste m eşgul olacağız. ordusunun geçişi esnasında Ö g ed ey ’in em ri ile A ltay üzerinde açılm ış
b ir yoldan bahsediyor ki bundan Ö g ed ey ’in daha babası hayatta iken
sağlığında kendisini bu yerlerin hakim i saydığını çıkarm ak mümkündür.

Ö gedey’in ülkesinin hudutlarının tayinini kaynakların hiç birinde


bulam ıyoruz. Yalnız C üveyni, Ö g ed ey ’in yurdu daha babası hayatta
iken “Em il ve Kobuk hudutları içerisinde idi” diyor. B ilindiği gibi bu
iki nehir yaklaşık olarak aynı yerden kaynar ve bunlardan biri batıya,
diğeri doğuya doğru akar. İkinci şehzâde Ç ağatay’ın ordası ve ülkesi
158 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 159

hakkında ise C üveyni’de çok daha kesin bilgiler vardır. Bunun ordası bulm uş ve Ç ağ atay ’ın hükm ünü destekleyerek M av erau n n eh ir’i onun
“ A lm alık civarında yer alan K uyas m evkiinde idi, ülkesi ise Uygur ülkesine ilaveten hediye etmiştir. (M oğolca “inçu” tabiri kullanılm ış­
eyaleti hudutlarından Sem erkand ve B uhara’ya kadar uzanıyordu. Çan- tır.) Bu olaydan sonra M averaünnehir’in Çağatay tarafından tayin ed i­
Ç u n ’un bildirdiğine göre Sayram gölü yanından ve Talki geçidi üzerin­ len valiler tarafından idare edilm iş olduğu düşünülebilir. H albuki Re-
den geçen yolu ilk defa Çağatay açm ış ve 1222’de de savaş sırasında şidüddin’in ifadesine göre Ö gedey zam anında “ K arahoça” ve “Beşba-
tahrip edilm iş olan A m uderya üzerindeki köprüleri yeniden yaptırm ış­ lık” yani “ U yguristan, H otan, Kaşgar, A lm alık, K ayalık, Sem erkand ve
tır. K uyas’ın m evkii ve Ç ağatay’ın ordası hakkında başka kaynaklardan Ceyhun nehrine kad ar B uhara” valisi olarak yine Ö gedey tarafından
şunu biliyoruz ki bunlar K ulca bölgesinde, İli nehrinin güneyinde yer M ahm ud Y alvaç’ın oğlu M es’ud Bey tayin olunm uştur. (M ahm ud Yal­
alm ış idiler. K uyas’ın “B arshân” ardında yer alan b ir şehir olarak Kaş- vaç ise Pekin genel valisi tayin edilm iş ve 1254’de bu vazifede iken ö l­
garlı M ahm ud’un eserinde zikredildiğini görm üştük. D iğer b ir yerde m üştür).
(C. III, sh. 129) Tuhsi ve Çiğillerin bütün topraklarına “K ayas ve K aya-
si” ism i verildiği ve burada “ Sablığ Kuyas, U rung K uyas ve K ara K u ­ İranlı tarihçi C üzcanî bu gibi siyasî kuruluşlara akıl erdirem iyor ve
yanlış olarak M es’ud B ey ’e Ç ağatay’ın veziri diyor. B iz M es’ud
yas” adında üç kalenin olduğu da söylenm ektedir. Ç ağatay ve en yakın
haleflerinin ordaları da C üveynî’de “uluğ ev” yani “büyük ev ” şeklin­ B ey ’in B eşb alık ’tan Sem erkand ve B uhara’ya kadar olan geniş vilaye­
deki T ürkçe ismi ile bahsedilm ektedir. Bu kadar eski b ir zam anda M o­ tin bütün sahasında hukukunu kullandığını biliyoruz. B u h ara’da kendi­
ğol Hanının ordası için T ürkçe isim ler bulunuşu ilgi çekicidir. Ç ağatay sine karşı hususi b ir saygı gösterilm iş idi. Ayrıca burada kendisi tara­
ve ondan sonra gelenlerin (haleflerinin) göm ülü b u lunduklan yerler fından “ M es’udiye “ ism iyle büyük bir m edrese yaptırılm ıştır. Bu m ed­
rese 1273’de İran M oğolları tarafından tahrip edilm iş fakat sonradan
hakkında ise hiçbir bilgi yoktur.
yeniden yaptırılmıştır. 1289’da M es’ud Bey buraya göm ülm üştür. İkin­
Cengiz H an’ın üç büyük oğlunun ordaları Y ukan Irtış’tan İli’nin ci b ir “M es’udiye” de yine kendisi tarafından K aşg ar’da yaptırılmıştı.
güneyindeki yerlere kadar olan nisbeten küçük bir alan üzerinde b ulu­ B unun gibi XIV. asır başlarında M es’ud B ey’in üçüncü oğlu idare m er­
nuyordu. Bundan da bu üç ordaya üç farklı hüküm etin başşehri gözü kezini buraya naklettirm işti. D ikkate değer ki bu H arezm li M üslüm an
ile bakm anın doğru olm adığı anlaşılabilir. Ö zellikle Çağatay ve Ö ge- tüccar kendi hayatında O rta A sy a’da ortaya çıkan bütün siyasî değişik­
d ey ’in M oğolistan’la olan m ünasebetleri hususundaki vaziyetlerinin liklerde iktidar m evkiini korum uş ve bunu oğullarına terk edebilm iştir.
ne olduğu m eselesi açık değildir. C engiz H an’ın ölüm ünden sonra
M oğolistan im paratorluğundaki kargaşalıkların sebeplerinden biri
Ö gedey im parator seçilerek M oğolistan’a geçm iş ve orada K arakurum
şehrini ve şehir içinde ve etrafındaki sarayları yaptırm ış. A çık b ir şekil­ veraset (saltanatın kim e geçeceği) hakkında bir kanunun bulunm am ası
de görüldüğüne göre ata yurduna yani M oğolistan’a vâris olan Tu- idi. H er hanın ölüm ünden sonra halefinin kim olacağı m eselesi uzun
luy’un hakkını dikkate almaksızın bütün hüküm darlık haklarını kullan­ araştırm a ve değerlendirm elere bağlıydı. Bu değişikliğin bütün han sü­
mıştı. M averaünnehir ise; Sem erkand ve B uhara’ya kadarki arazi Ç a­ lalesi üyeleri tarafından tanınm ası için tahta oturm a m erasim ine hepsi­
ğ atay’a tâbi olm asına rağm en H ocend’de oturan ve Çağatay değil, nin katılm ası gerekiyor, bunun için de “K urultay” toplantıya çağrılıyor­
Ö gedey tarafından tayin edilm iş bulunan M ahm ud Yalvaç tarafından du. Eski hakanın isteği göz önüne alınıyor, fakat bu durum şehzâdeleri
kayıtsız şartsız bağlam ıyordu. Hanın ölüm üyle tahta çıkarılm a m erasi­
idare ediliyordu. D aha 636 H. (1238-1239 M.) de B uhara’da M oğolla-
ra karşı milli ve özellikle köylü isyanı olduğu zam an durum bu m er­ minin yapıldığı kurultay arasında bir kaç yıl geçiyordu. Ö len hanın eşi
kezde idi. Bundan pek az bir zam an sonra Çağatay kardeşi ile istişare bu dönem de hüküm ran sayılıyor, fakat bunun hakim iyetini herkes tanı­
etm eksizin M ahm ud’u azletm iş yerine başka bir vali tayin etm işti. m ıyordu; bir çok şehzâde im paratorluk hüküm ranının (ölen hanın eşi­
Malımud, Ö gedeyY şikayet edince, Çağatay kendisinden bir açıklam a nin) hukukunu göz önüne alm aksızın kendi eyaletlerinde istedikleri g i­
islenmesi II/,erine kardeşine bir itham nam e |duruınu uygun şekilde bi davranıyorlardı.
açıklayan nflmc| göndermiştir. Ö gedey buıııın üzerine cevabı yeterli
160 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 161

Ö gedey’in ölüm ünden sonraki (1241) ve (yerine başka b ir valiyi sonbaharında Sem erkand civarında kırk gün geçirm iş olup bu m üddet
tayin eden ölen hanın iradesinin aksine) oğlu G üyük’ün tahta oturtul­ zarfında M es’ud Bey tarafından ağırlanmıştı.
duğu 1246 seneleri arasındaki devir böyle bir devirdi. D iğerleri arasın­
da M es’ud Bey de kendisini vilayetinde tehlikeden uzak hissetm em iş M engü H an ’ın ölüm ünden sonra (1259) durum tekrar değişti. K ar­
ve B atu’nun yanm a gitm işti. Fakat G üyük seçilinceye kadar dönm üş deşleri olan K ubilay ile A rıkboğa arasında taht için savaş çıktı. Kubi-
ve vali sıfatıyla 1246 kurultayına katılmıştır. G üyük kendisini “ M avera- lay Ç in ’de, A rıkboğa M oğolistan’da büyük han ilan edilm işti. Bunun
ünnehir, T ürkistan ve diğer vilayetler “ valisi olarak onaylam ıştır. neticesi olarak Ç in ’den buğday ithali kesilm işti. M oğolistan ise buna
m uhtaçtı. A rıkboğa Çağatay şehzadelerinden A lg u ’yu T ürkistan’dan
G üyük 1248’de ölm üş ve kendisinden sonra taht C engiz H an ’ın düzenli olarak erzak ve diğer zaruri eşya, bu arada silah ithalini tem in
öteki oğlu T uluy’un eline geçmiştir. 1251 ’de T uluy’un büyük oğlu için batıya gönderm eye karar verdi. A lgu az zam anda evvelce Ç ağa­
M engü (M ünke) im paratorluğun reisi (kaan) ilan edilm iştir. Bunun tay U lusuna bağlı bütün eyaletleri hükm ü altına aldı. H atta Cuci ulusu
tahta çıkışından hem en sonra Çağatay ve Ö gedey soyundan bir çok hüküm ranlığına dahil bulunan H arezm ’i zaptetti, fakat tabiiki bütün
şehzâdenin kendisi aleyhine tertip ettiği gerçekten olan ya da öyle sa­ bunları kendi hesabına yaptı ve A rıkboğa’nın em rini yerine getirmeyi
nılan bir fesat cem iyeti m eydana çıktı. Bu fesada katılm akla itham edi­ düşünm em işti. Ergene H atun A lg u ’dan şikayet etm ek üzere A rıkbo-
len şehzâdelerin bir kısm ı cezalandırılm ış, bir kısmı da sürgün edilerek ğ a ’nın yanına geldi. A nlaşılan M e s’ud Bey de oraya gitti. A rıkboğa bu­
Ç ağatay ve Ö gedey ulusları hem en hem en tam am ıyla perişan olm uş­ nun üzerine A lgu ile savaşa girdi, fakat b ir kaç başarıdan sonra hezi­
tu. G erçekte şeklen bu uluslar m ahvedilm em işti; m esela G ü y ü k ’ün dul m ete uğradı ve T ürkistan’ı terk ederek A lg u ’ya Ergene Hatun ve
hanım ı E m il’deki ordasında ve Ç ağatay’ın torunu K ara H ülagu’nun h a­ M es’ud B ey ’i gönderdi. A lgu, E rgene ile evlenip M e s’ud B ey ’i vali
nımı E rgene H atun Çağatay ordasının hüküm ranı olarak kalm ıştı. Fakat olarak Sem erkand ve B uhara’ya gönderdi. M es’ud Bey tarafından top­
fiilen bütün kuvvet ve iktidar T uluy (Tolui) ve Cuci (Çoçi) hanedanına lanan para yardım ıyla A lgu galiba 1266’da ölüm üne kadar Berke Han
geçti. M engü Han 12 5 3 ’te R ubruquis’e şu sözleri söylem işti. “G üneş ülkesine dahil bulunan O tra r’ı da fethetm eyi başardı.
her tarafa ışıklarını saçtığı gibi benim ve B atu’nun saltanatım ız da böy­
le her tarafa yayılm aktadır.” R ubruquis’in sözlerine göre M engü ile A lgu’nun ölüm ünden sonra A ngren boyunda E rgene’nin ilk k o ca­
B atu’nun etki alanlarının hududu Talas’ın doğusundan geçiyordu. Öy- sından oğlu M üslüm an olan M übarek Şah Çağatay H an ’ı ilan edildi, fa ­
leki Cuci ulusu topraklarının bir kısm ı M engü’nün etki alanına giriyor­ kat sonradan M oğolistan’da m uzaffer olan K ubilay H an tarafından
du. gönderilm iş olan diğer Ç ağatay şehzâdesi Borak tarafından tahtı elin­
den alınmıştır. B orak da bu defa önce A rıkboğa ordusunda bulunm uş,
M es’ud B e y ’in bu kargaşa devrinde ve fesat cem iyeti zam anındaki onun ortadan çekilm esinden sonra A lgu ve haleflerine karşı tek başına
hareketleri hakkında bilgi yoktur. Yalnız M engü ile olan irtibatı dolayı­ savaşı devam ettiren Ö g ed ey ’in torunu K ay d u ’nun hükm ü altına g ir­
sıyla hayatının tehlikeye girm iş olduğu söyleniyor. N izam ve intizam m eye m ecbur oldu. K aydu 1269’da Talaş boyunda b ir kurultay topla­
yeniden kurulduktan sonra M esud’un vilayetinin hudutları çok daha dı. Bunda özellikle ekilen arazinin göçebelere karşı korunm ası için ted ­
genişletilm iştir. “M averaünnehir, Türkistan, Otrar, U ygur Vilayeti, birler alındı. Şehzâde dağlar ve bozkırlarda yaşam a ve davarlarını tar­
H otan, K aşgar, Cend, H arezm Fergana” kendisine tâbi idi. 1253 son­ lalara salıverm em e sözü verdi. Bu m edeni vilayetlerin idaresi yine
baharında M engü’nün kardeşi H ülagu M oğolistan’dan bir ordu ile çık­ M es’ud B ey ’e verildi. K endisiyle iki büyük oğlu K aydu tarafından,
mıştı. B ağdat’ın zaptıyla Abbasi halifeleri sülâlesinin m ahvedilm esi ve üçüncü oğlu ise 1303’te Em il civarındaki yerde tahta çıkarılm ış olan
Ö n A sya’da yeni bir M oğol hüküm eti kurulm ası buna nasip olmuştur. K aydu’nun oğlu ve halefi Ç apar tarafından tayin edilmiştir.
H ülagu ordusu önceden C engiz Han ordusu gibi yavaş yavaş hareket
ediyordu ve ancak 1256’da A m uderya’yı geçebildi. Bu ordu 1254’de Bu son haberden anlaşılıyor ki K aydu ve halefinin oturduğu yer d a­
A lm alık ve Uluğ E v ’de Ergene Hatun tarafından karşılanm ış ve 1255 ha başlangıçtan beri Ö g ed ey ’e ait b ir yerdi. Halbuki K ay d u ’nun g ö ­
PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 163
162

m üldüğü y er Çu ile İli arasındaki dağlarda idi. Üstün hakim iyet Öge- m üştür. İkincisi ise M engü’nün saltanatı zam anında B eşb alık ’ın bütün
dey haleflerine ait olm akla beraber Ç ağatay hanları da tahta geçirili- M üslüm anlarını b ir Cum a günü büyük cam ide öldürm ek niyetinde bu­
yordu. B unlardan en uzun m üddet hanlık yapan (1282-1306) Kay- lunduğu itham iyle idam edilm iş olup, başını sonradan yerine geçen
d u ’dan sonra da yaşam ış bulunan B orak’ın oğlu T uva idi. Ö gedey ile kardeşi kesm iştir. İdikut sülalesi hakkında görüldüğü gibi başka b ir h a­
Ç ağatay ulusları arasındaki hudutların tespit edilip edilm ediği hakkın­ b er yoktur.
d a ise h içbir h aber yoktur.
H er ne kadar büyük han hüküm eti, hudutlarını K aydu hüküm eti
H atta O rta A sya’da o zam an Cengiz H an’ın dört oğlunun ulusları aleyhine b iraz genişletm iş ise d e K aydu zam anındaki O rta A sy a M o-
arasındaki hudut m eselesi bile belirgin değildir. Anlaşıldığına göre k u ­ ğolları hüküm eti hudutlarını H ülagu ve Cuci halefleri hüküm etlerinin
zeyde daha XIII. asrın ilk yansında önceleri C uci ülkesine ait sayılan aleyhine güney ve batıya doğru genişletebilm işlerdir. K aydu ülkesine
arazi ve bunlar arasındaki Kırgızların yerleri Tuluy ulusu ülkesine d a­ A fg an istan ’ın B edehşah’dan M urgap kıyılarına kadar bütün kuzey kıs­
hildi. K ubilay tarihinde bundan açıkça bahsedilm ektedir. B undan b aş­ mı dahildi. K ay d u ’nun 24 oğlundan Sarban b ir ordu ile M u rg ap ’ta b u ­
ka E b u ’l-G âzi’de M oğolların K ırgızlann ilinden Yenisey ağızlanna lunm uştu. C u ci ulusu anlaşılıyor ki yavaş yavaş doğu bölgelerini, Sir-
A lakçin m em leketine seferleri hakkında b ir rivayet vardır. B ununla b e­ d ery a’nın aşağı yataklarının doğusundaki yerleri kaybediyordu. Fakat
raber böyle bir haber diğer kaynaklar tarafından desteklenm iyor. Bu X III. asrın ikinci yarısında O rda haleflerinin oturm a yerinin neresi o l­
sefer, T uluy’un dul hanım ı İm paratoriçe Suyurhuktan’ın em ri ile o l­ duğu hakkında kesin ve açık haberler yoktur. R e şid ü d d in ’in hik ay esi­
m uştur. D em ek ki T uluy’un ölüm ü ile (1233 yılan yılı) îm paratoriçenin ne göre, O rta A sya M oğol kıtalarından biri O rda haleflerinden Kon-
ölüm ü (1252 şubat) arasındaki zam an içinde yapılm ıştır. K uzeybatıda ç ı’nm ordasm a giderken C end ve Ö zkent’den geçm iştir. Bundan da
K ubilay ülkesi anlaşıldığına göre Irtış’a kadar uzanıyordu. K ubilay ile K onçı’nın başşehrinin daha batı veya kuzey batıya doğru olduğu çık a­
K aydu’nun ülkeleri arasındaki hududun ise Kayalık yakınından geçtiği rılabilir. M arko Polo K onçı’nın m em leketini kuzeyde uzakta bir yer
hakkında bir haber vardır. Fakat bunun Ç ap ar’m Em il civarında bir yer­ gösteriyor. Ö yle b ir y er ki orada insanlar “hay v an lar gibi yaşarlar, o ra­
de tahta oturtulduğu hakkındaki haberle uzlaştırılm ası güçtür. da hububat bulunm az ve bazı yerlerde at yerine köpekleri koşarlar.”
K onçı daha K aydu hayatta iken ölmüştür. H akim iyeti oğlu B ay an ’a
M arko Polo şim diki D oğu T ürkistan eyaletini anlatırken K ubilay geçm iş, buna karşı da K aydu’nun yardım ıyla, O rd a’nın ikinci kuşak to ­
ülkesi içine H otan ve bunun doğusundaki eyaletleri de dahil ediyor. runlarından Kuyluk karşı çıkmıştır. Bunların arasındaki savaş daha R e­
H albuki yine aynı yerde “K aşgar’dan buraya kadarı ve daha uzakları şid ü d d in ’in eserini yazdığı zam anda bile devam ediyordu.
B üyük T ü rkiye’ye (M arko Polo K aydu ülkesine bu adı veriyor) ait b u ­
lunm aktadır” deniliyor. Yarkent hakkında bunun yine M arko Polo tara­ E serlerini M ısır ve S uriye’d e yazan A rap tarihçileri, başta E b u ’l-Fi-
fından yanlış olarak büyük hanın yeğeni gösterilen K aydu’ya ait oldu­ da, K onçı ve haleflerinin G azne ve B am yan’da hüküm ran olduklarını
ğu açıklanmaktadır. U ygurlar eyaletinin K ubilay ve K aydu arasındaki söylerler; bu haber onlardan çok daha iyi haberdar olan A cem yazarla­
savaş esnasında tarafsız kaldığı hakkında R eşidüddin’in verdiği haber rı tarafından asla desteklenm em iş olduğu halde A vrupa kitaplarına ve
dikkat çekicidir. U ygurlar h er iki tarafla d a iyi ilişkiler sürdürm eye ç a ­ bu arada Lane P o l’ün İslâm sülaleleri hakkındaki kitabına da geçm iş­
lışıyorlardı. Anlaşıldığına göre İdikut sülalesi hâlâ orada hüküm sürü­ tir. (Rus baskısında bu nokta düzeltilm iştir.) A rap yazarları galiba,
yordu. 1209’da Cengiz H an’ın tâbiiyeti altına girdikten sonra İdikut Konçı adını, O rd a’nın oğlu H ülagu’nun İran’ı istilasına katılm ış olan
Barçuk, K üçlük’e karşı olan 1218 seferine, sonradan M uham m ed Ha- Kuli ism i ile karıştırıyorlar; bu sonradan idam edilm iş ve kıtaları H üla­
ıv/.mşah hüküm etine karşı olan sefere ve nihayet C engiz H an ’ın Tan- gu ile B erke arasındaki savaş esnasında d oğuya giderek G azne ve
gııllara karşı olan sererine kalılmışlı. Ö gedey’in saltanatı zam anında B am y an ’ı zapt eylem iş ve orada Ç ağatay şehzâdelerinin hükm ü altına
ölm üş olan B aıçuk'a birbiri ardına üç oğlu halef oldu. Bunların ilki girm işlerdir.
ö g e d e y 'in dul hatunu liu a k in ’in idaresi zam anında (1241-1246 ) ö l­
ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 165
164 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

tay O rd a’sına en çok yakın olan A lm alık şehri idi (Bunların arasından
O rta A sya H an Sülalesi üyeleri arasında taksim edilm ekle beraber
İli gibi büyük bir nehir geçiyordu). B ununla beraber A lm alık ’ta da k u ­
burada Altın O rda’nın aksine daha XIV. asrın başlarında M oğollar dev ­
rucusu C engiz Han tâbiyetine girm iş b ir sülale hüküm randı. D iğ er ta ­
rinden önce kurulm uş bir sıra m ahallî sülaleler de vardı. Bunlara ait h a­
raftan A rslan H an ’ın K arluk sülalesi daha eskiden K ayalık’ı kaybetm iş
berleri kısm en XIV. asır başlarında yazan Cem al K ureşi’de kısm en
olduğu için A rslan H an ’ın oğlu, bilinm eyen bir sebepten dolayı, M en-
A rapça yazılm ış m ezar kitabelerinde buluyoruz. Bütün bu hüküm dar­
gü H an ’dan K ayalık değil o zam an F ergana’nın başşehri olan Ö zk e n t’i
lar M oğollardan önceki devirde İran ve O rta A sya’daki tâbi beylerin
alm ıştı. H alefinin bu şehri kendisi için koruyup koruyam adığı ve adı
kendilerini adlandırdıkları gibi A rapça “m elik” Unvanını alm ış buluyor­
geçen İlçi M elikşah’ın bu A rslan Han K arluk’un haleflerinden o lup o l­
lardı. Bazan buna “sultan” ve “han” gibi daha büyük Unvanlar da ekle­
m adığı bilinmiyor.
niyordu. C em aleddin K ureşi’nin hikayelerinden birinde Ö zkentli Veli
“Burhaneddin K ılıç”m sözleriyle birlikte, Fergane hakim i tlçi M elik- K ayalık bilindiği gibi 1253’de Rubruquis tarafından ziyaret ed il­
şah zikrolunm aktadır. Bunun oğlu ve halefi Satılm ış M elikşah’ın m e­ m iş ve burada 12 gün geçirm işti. R ubruquis K ayalık’ı “Ç arşısı işlek
zarı halen m evcuttur (ö. 665 H. / 1226/1227 M .) İsim ve Unvanlarına büyük b ir şehir” diye anlatıyor. Şurası da dikkati çekm ektedir ki bu
bakılırsa bütün bu beglerin Türk aslından oldukları görülüyor. Bazı isim M üslüm an şehrinde U ygurlara ait üç B udist m abedi vardı. B öyle çeşit­
ve unvanlar ise eski bir geçm işe ait olduğu izlenim i uyandırm aktadır. li m edenî unsurları ihtiva eden şehrin bazı kalıntısı bulunabilm iş olsay­
Ö rneğin Evliya A ta’da 1262’de ölm üş yerli beylerden Baliğ Bülge dı son derece ilgi çekici olurdu. Fakat K ayalık’ın yeri bile henüz tes­
U luğ Bilge İkbal H an göm ülü bulunm aktadır. pit edilem em iştir. K ayalık’ın biraz kuzeyinde bir m esafede Rubruquis
sırf H ıristiyan N asturilerin yerleşik bulunduğu bir kasabadan geçm iştir
K itabeler âlim ler tarafından A rapça yazılm ıştır. Cem al K ureşi k en­
ki bunların orada kiliseleri de vardı. Yedisu eyaletinin kuzey kısm ında
di tarafından C end’de T ürk azizlerinden K em aleddin H arezm î Suğna-
ise bu güne kadar H ıristiyan kitabeleri bulunamamıştır.
k i’nin m ezarı için kalem e alınm ış olan b ir kitabeyi veriyor. Bu aziz
“T ürkm en” lerde “Şeyh Baba” adiyle m eşhur olup 1273 senesi K asım İli’nin kuzeyinde ve K ay alık ’m biraz güneyinde b ir yerde R ubruqu-
ayı sonunda C end’de seksenbeş yaşında ölm üştü. Cem al K ureşi Sir- is bir “G üzel” şehir daha görm üştü; buranın halkı M üslüm an olup
derya kıyılarında H ocend’den pek uzak olm ayan m esafedeki bir m ezar T ürkçe değil Farsça konuşuyorlardı. M uhakkak ki bunlar M averaünne-
üzerindeki kitabenin Farsça tercüm esini de naklediyor. Bundan başka h ir ’in güney kısm ından bir m üddet önce oraya gelm iş göçm enlerdi.
ne zam ana ait olduğu bilinm eyen Hotan Sultanı M unm ış Tegin şerefi­ B ununla beraber genellikle İli’nin kuzeyindeki ovada şehir hayatı ta­
ne yazılm ış olan Farsça beyitleri de içine alm aktadır; “Ey Şah sen o ka­ m am en yok olm uş b ir haldeydi. Ö nceleri ise orada birçok şehir vardı.
dar uzun öm ürlü ol ki, T ürkler M unm ış Tegin ne çok yaşadı desinler.” T atarlar buradaki verim li m e r’alardan istifade etm ek am acıyla bu şe­
Son sözler T ürkçe’dir; hirleri tahrip ettiler. Yine aynı yerde arazinin çoğunlukla T ürkm enler
tarafından işgal edilm iş olduğu söyleniyor. A caba R u b ru q u is’nin bu
Yaflak karı bolmış M unm ış Teğin
sözlerini bugün bu isim altında, şim di K afkasya’da olduğu gibi bilh as­
X III.A sırda tâbi beyler sülalelerinin varlığı hakkında O rta A sya’nın sa A rapça düzensiz çoğul “T erâkim e” şeklinde özellikle T ürk halkının
çeşitli şehirlerinde (m esela O trar’da) basılm ış olan sikkeler de tanıklık iktisat ve fikri m edeniyet bakım ından en geri kalm ış unsurunu anlam ak
etm ektedir. Â det üzere bunlar yerli “m elik”in adına basılıyordu. Fakat mı gerektiğini söylem ek güçtür. C em al K u reşi’nin B arçkent ve Cend
asıl isim gösterilm iyordu. Ü zerlerinde K aydu, Tuva ve diğerlerinin adı yakınındaki “terâkim e”ye ait sözleri de bunu gösterm ektedir. Çünkü
bulunan hiçbir sikke yoktur; halbuki Altın O rda’da han Mengii Tim ur orada o zam anlar T ürkm enlerin yaşam ası m üm kün değildir. Rubruqu-
bile kendi adını taşıyan sikkeler bastırm ıştı. Doğrudan doğruya hanlar is’un buraların m edenî açıdan geriliğine dair sözleri 1259’d a buralar­
tarafından yönetilen topraklar ile daha önceki m ahallî sülalere terkedil­ dan geçen kendisinin çağdaşı Ç inli Çang-Te tarafından d a ifade edil­
miş arazi arasında hudutlar olduğuna d air de hiç bir delil yoktur. Ç ağ a­ m ektedir. Çang-Te vaktiyle K arakıtaylann yaşadığı bu yerlerde tarlala­
166 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 167

rı sulayan birçok kanallar olduğunu, halbuki o zam an b uralarda birçok gisi ve B erke ordusu ile savaşından sonra H ülagu, düşm anının ülkesin­
h arabeler görm üş olduğunu söylüyor. den gelen tüccarların istisnasız öldürülm elerini em retti. B erke de buna
H ülagu hüküm eti topraklarm dan gelen tüccarları öldürterek karşılık
Şehirlerin harap edilm esini M oğol hanlarının siyasetine veya Türk verdi. İhtilal zam anlarında h er vakit olduğu gibi, geçici ve şah i çıkar­
m illetinin nüfus üstünlüğüne bağlam ak için elim izde b ir dayanak yok­ ların im paratorluğun genel çıkarlarına tercih edilm esi kaçınılm az olur.
tur. G ördük ki hanlar ve bu aradaK aydu ekilen arazinin göçebelerden N itekim tarihçilerin ifadesine göre, 1260’larda A lg u ’nun O rta A sy a ’da
korunm ası için tedbirler almışlardır. B unlardan başka K aydu ve Tuva hakim iyetini kurm ak için uyguladığı yöntem ve uygulam a bu m ahiyet­
F ergana’da yeni bir şehir “A ndican”ı kurm uşlardır ki burası sonradan te idi. H atta 12 7 3 ’te T ü rk istan ’dan İran ’a gerçekleşecek b ir hücum için
çok gelişm iş ve gitgide tam am en T ürkleşm iştir. XVI. A sırda Andi- dayanak noktası teşkil eden B uhara’nın kasten tahribi bu konuda daha
ca n ’da B abür’ün ifadesine göre ne şehir ve ne de pazarda T ürkçe b i­ dikkat çekici b ir durum dur. Buhara, M oğolların 1220’deki istilasından
len vardı. M oğol devrinin bir çok şehirlerinin aksine, burada ne han sa­ sonra kendisini çarçabuk toplam ış olduğu gibi, M oğol hakim iyetinin
rayları ve ne de genellikle hanların oturdukları yer hakkında b ir söz ilk yirm i otuz senelerinde daha önce hiç olm ayan bir bayındırlık, bir
söyleniyor. Anlaşılan hanlar bu şehri kendilerinin değil, sırf halkın y a­ gelişm e gösterm iştir. Cüveyni B uhara’yı “ M üslüm an dünyasında em ­
rarlanm ası için kurmuşlardır. sali bulunm ayan” , (babası ve dedesi B uhara’da 1262-1265 yılları ara­
sında üç yıl geçirm iş olan) M arko Polo ise ’’bütün İra n ’da (yani Farsça
T icaret ve buna bağlı olarak şehir hayatına M oğol im paratorluğun­
konuşulan bütün m em leketlerde) en güzel şehir” dem ektedir. H atta
da pek erken başlayan kargaşalıklar son derece zararlı, kötü tesirler
1238-1239 senelerinde M oğol hakim iyetine karşı olan isyan şehrin b a­
yapmıştır. D iğer sebeplerle beraber bu kargaşalıklar b ir de M oğollara
yındırlığına bir aksi tesir yapmamıştır. M ahm ud Yalvaç M oğolları ve
m edeni tesirler yapan unsurların çeşitli olm asından ileri geliyordu. Bir
özellikle Han Ö g ed ey’i birkaç asinin suçu yüzünden bu zengin şehri
han ailesi içinde oğullardan bazılarının Hıristiyan bazılarının M üslüm an
tahrip etm enin hüküm et kuvvetlerinin m enfaatine olam ıyacağına inan­
terbiyesi aldıklarına dair örnekler vardı. M oğollar tarafından boyundu­
dırm ıştı. İhtilaller zam anında hanlar ve şehzâdeler ise daha başka türlü
ruk altına alınan çeşitli m edenî kavim lerin m ensupları han ordasında
hareket ettiler. B unlar için m ühim olan, şehirlerin uzun b ir m üddet
devam lı olarak birbirleri aleyhine entrikalar çeviriyorlardı. Aynı hal
sağlayacağı gelirden çok ellerine derhal büyük vasıtalar geçirm ek idi.
herhangi bir m em lekette iktidarı ele geçirm ek için aralarında rekabet
1260’larda Buhara birkaç kere m üsadere ve yağm aya uğradı. H atta
olan kim seler için de geçerliydi; Rus tarih araştırm acıları Altın O r-
1273 olayından sonra bile şehir daha bir takım yağm acıları çekebiliyor
d a ’daki birçok Rus beyleri ve ileri gelenlerinin yok olm alarının sebebi­
ve artakalan servet asi şehzâdelerden A lg u ’nun iki oğlu için büyük bir
nin birbirlerine karşı çevirdikleri entrikalar olduğunu isbat etm işlerdir.
ganim et teşkil ediyordu. Bundan sonra geçen yedi sene zarfında (ga­
H aklarında verilen idam hüküm leri Tatarlar tarafından çıkarılıyor ve
liba 1275-1282’de) artık B uhara şehrinden eser kalm am ıştı ve ancak
uygulanıyor idiyse de bunlar m ahkum ların düşm anlarının elinde sade­
T u v a’nın tahta çıkışından sonra yeniden canlandırm ak için tedbirler
ce silahtan ibaret idi. Aynı sonuç M oğollara tâbi olan diğer m em leket­
alındı.
ler için de geçerli olabilir. Yalnız Cengiz H an’ın birinci halefi Ö gedey
bu entrikaların dışında kalabilm iş ve verdiği kararlarda tarafsızlık saye­ K aynaklarda B uhara hakkında söylenenler şüphesiz başka yerlerde
sinde birbirlerine düşm an şehzade ve eşraf (ileri gelenler) arasında b a­ de tekrarlanm ış olup, buna ait elim izdeki b ilgiler çok azdır. O rta Asya
rışı sağlayabilmiştir. Fakat ölüm ünden hem en sonra O rd a’da dehşetli şehirleri hakkında daha ilgi çekici haberleri XIV. A sırda yaşayan C e­
idam lar dönem i başladı; on yıl geçince böyle idam lara en çok (m ünfe­ mal K u reşi’nin tercüm e ettiği X. asra ait A rap ça K am u s’un “ M ülha-
rit bazı olaylar daha önce de vardı) han sülalesi üyeleri çarptırılm ağa k ât”ından bekliyorlardı. XVI. asır yazarlarından M uham m ed H aydar,
başladı. D aha on yıl geçince farklı M oğol hüküm etleri arasında savaş­ C em al K u reşi’yi doğum yeri Balasagun hakkında tarafgirlikle suçlu­
lar ve hiçbir suçu olm ayan tüccarların bir m em leketten diğerine geçer yor. Bu zat her şehrin seçkin kişilerini sayarken Sem erkandlılardan on
geçm ez karşılıklı olarak katliâm ları başladı. 1262’de T erke’deki y en il­ kişiyi noksan gösterm iş, halbuki Balasagunluları o k ad ar ço k zikretm iş
168 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 169

ki tek bir şehirde aynı b ir devirde o kadar çok m ühim kişinin nasıl b u ­ laşılan K a şg a r’da ziraat alanında kullanılan hayvanları hususunda sı­
lunabileceği tasavvur olunam azm ış. H enüz “M ülhakât”ın hiçbir yazma kıntı yoktur.
nüshası bilinm iyorken m atbuatta gösterildiği üzere, bunda Balasa-
XIII. A sırda T ürk istan ’ın gayet yavaş olm akla beraber İslâm laşm a­
g u n ’un fikri hayatı hakkında tarihi-edebi kıym etli m alzem e bulunabile­
sı ve T ürkleşm esi devam ediyordu. D aha C engiz H an zam anında Küç-
ceği düşünülüyordu. F akat o zam andan beri bulunm uş olan yazm alar
lük’ün hesap ettiğinin tersi çıktı. K arakıtaylardan oraların M oğollar ta­
bu beklentiyi boşa çıkarmıştır. Balasagun bunlarda zikredilm iyor bile;
rafından işgalleri zam anında varlıklarını korum uş olanları M üslüm an
buraya ait olm ak üzere yalnız yazarın şeyhi Şem seddin E yyub Balasa-
giyim tarzını kabul ettiler. Şim di M üslüm anların durum u eskiden Ka-
gunî ve oğlu R ükneddin A hm ed B alasagunî’nin ism i geçiyor. Bir de
rakıtaylara ait olan ülkelerde M uham m ed H arezm şah’ın ülkesinde o l­
A lm alık beylerinden birinin 1259’da öldüğü şehir olan K uzbalık geç­
duğundan daha iyi idi; çünkü burada M oğollara karşı birkaç sene inat­
mektedir. Bundan m aksat K aşgarlı M ahm ud’da K uz O rdu ve K uz Uluş
la karşı koym uşlardı. S em erkand’da 1221 ’de çeşitli m illiyet m ensup­
Unvanlarını taşıyan şehir olduğu hatıra gelebilir. (K uz O rdu isminin
larından m eydana gelen ileri gelenler topluluğu vardı. G enel vali K ara-
karşılığı XIII. asra ait Ç ince nakillerde bu şekilde kaydedilm iş görül­
kıtaylardan olup, Çin terbiyesi alm ış bir adam idi. M üslüm anlar bahçe
m ektedir). Fakat bu taktirde yazarın B alasagunî şeyhinin nisbesini al­
ve tarlaları ancak Çinliler, K arakıtaylar ve diğerleri ile birlikte ortak
dığı isimle anm am ası garip oluyor. Bundan başka biz C em al K ureşi’de
kullanabiliyorlardı. Birkaç yıl sonra Ö gedey zam anında Sem erkand ve
diğer kaynaklardan hiçbirinde bulunm ayan başka b ir coğrafi isim bu­
B uhara valisi olarak bir isim veya Unvanı (Çunsak Tayfu) olan b ir
luyoruz: İl Alargu; Çağatay ordasının bulunduğu sahanın adı bu idi.
adam tayin edilm işti. (Bu adam daha 1268’de zikrolunm aktadır). B e l­
Ç ağatay’ın M m üslüm an veziri olup 1260’da A lg u ’nun saltanatının
ki şehrin tarihinde ilk ve son defa olm ak üzere Çin hiyerogliflerini (ya­
başlarında A lm alık eyaleti şehirlerinden birinde ölen ve orada kendisi
zılarını) taşıyan bakır paraların basılması durum u bununla açıklanabilir.
tarafından yaptırılm ış hankâha göm ülen tüccar K utbeddin H abeş-
D aha sonraki zam anlar artık M üslüm an eyaletlerine doğudan gelm iş
A m id’in nisbesi İl A largavî idi.
göçm enlerden bahsolunm asına rağm en M üslüm an olm ayan hüküm ­
Cem al K ureşi, A lm alık, Kaşgar, H otan, H ocent, Fergana şehirleri, darlar görm üyoruz. Çan T e’nin ifadesine göre, A lm alık’ta M üslüm an­
Şaş yani Taşkent, Barçkent ve Cend gibi bazı şehirler hakkında deği­ larla birlikte Ç inliler bulunuyor ve Çin âdetleri yavaş yavaş hakim i­
şik oranlarda farklı bölüm ler ayırarak her birini kısaca ana hatları ile yet kazanıyordu.
anlatıyor ve buralardan çıkan alim leri ve diğer m ühim şahsiyetleri de
Küçlük zam anında m eydana gelen M üslüm anların takibi M oğollar
kısaca sayıyordu. Yazar A lm alık’ta doğmu.} ^babası Balasagunludur),
devrinde her halde gerçekleşm em iştir. Fakat Çağatay, M oğol örfi h u ­
sonra K aşgar’a göçm üş ve diğer bazı şehirleri ziyaret etm iştir. O za­
kukunun (yasasının) ateşli taraftan olarak M üslüm anları İslâm î kural­
m anlar harap olan K aşg ar’da ve “daha önceki zam anlarda büyük bir
lara uym alanndan dolayı sorum lu tutuyordu. Ç ağatay’ın 1242‘de ö lü ­
şehir” iken o vakit pek işlek olm ayan bir ticareti olan C en d ’de yıkılış
mü dolayısı ile C üveynî, bir şâirin şu sözlerle son bulan bir şiirini nak ­
izleri farkediliyor. Yalnız K aşgar hakkında Cuta (Cete)lerin saldırıların­
lediyor. “K endisinden korktuğundan dolayı hiç kim senin suya g irm e­
dan bahsediliyor ki bu ifadeye ilk önce burada tesadüf edilm iş olup
diği kim se, çok engin deryaya (yani ölüm ün derinliklerine) dalmıştır.
sonradan Doğu T ürkistan’da da Batı T ürkistan’daki K azak kelim esiy­
Fakat Ç ağatay’ın yanında M ecdüddin ism inde b ir M üslüm an tabip v ar­
le aynı anlamda, yani kendi boy ve kabilesinden ayrılıp haydut çetele­
dı. Bundan başka o zam anki zengin tüccarlardan K utbeddin H abeş-
rine katılan göçebe birlikler anlam ında kullanılm ıştır. “Ç uta”ların bas­
A m id’in de (C em al K u reşi’ye göre K erm ineli, R eşid d ü d d in ’e göre Ot-
kını kışın olmuştu. Senesi belirtilmiyor. Halkın birçoğu katliam dan ge­
rarlıdır) tesiri vardı. Bu tesir o kadar büyük idi ki Ç ağatay’ın oğulların­
çirilm iş ve beş bin çocuk esir edilm işti. Bu m ünasebetle m edeniyet ta­
dan her birinin yanına kendi oğullarından birini verebilm işti. H er ne
rihi açısından dikkat çekici bir bilgi vardır; K aşgar eyaletinde tarlalar
kadar H abeş-A m id M üslüm an ve hatta gördüğüm üz gibi b ir hankah
sürülürken ne öküz ne de inek kullanılıyor, ziraat aletleri ile yetiniliyor­
bile yaptırm ış ise de ruhaniler kendisine kendisi de bunlara ilgi göster­
du. (M etinde kullanılan kelim e asıl “balta” anlam ındadır). Şim di ise an­
170 PROF. DR. V. V. H A lm iO LD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 171

m iyordu. H atta kendisini o zam anın en m eşhur alim lerinden aslen Ha- ta n ’da Tim ur zam anına kadar askerî asilzâdeler için kullanılıyordu.
rezm li Yusuf S ekkâki’nin ölüm den sorum lu gösteriyorlar. Bu âlimin C engiz Han zam anında ordu işlerinde rehber (kum andan) “Baş N o ­
M üslüm an dünyasında çok bilinen “M iftâhü’l-U lûm ” (İlim lerin A nah­ yon” , oğlu Tuluy idi. Bu M oğolca “Yeke N oyon” (büyük noyon) k eli­
tarı) adında dilbilim ansiklopodisinden başka b ir de talebelerinden m eleri ile birlikte kullanılıyor. Fakat b ir de M oğolca sıfat yerine aynı
m uhtem elen Batı T ürklerinden olan Saçaklızâde’ye gönderdiği mektup m anada T ürkçe “ Uluğ N oyon” tabirleri ekleniyordu. B ununla beraber
da bugüne kadar korunm uştur. biz, M üslüm anların T ü rk çe’yi devlet dili yapm ak yolunda b ir teşeb ­
büslerini görm üyoruz. Plano C arpini 1246’da M oğolistan’dan ayrılır­
T ürkistan’da aynı devirdeki M üslüm an âlim lerinin İlmî faaliyetleri ken kendisine papaya hitaben Sarazince b ir m ektup verm işlerdi. Son
hakkında elim izde pek az bilgi bulunm aktadır. H atta İslâm iyet’i kabul zam anlarda Profesör Pelliot Farsça yazılm ış olan bu m ektubun Vati­
eden ilk Çağatay Hanlarının M übarek-şah ve B orak ’ın hocalarını bile kan A rşivinde korunm uş olduğunu isbat etm eyi başardı. H icrî 644 Ce-
bilm iyoruz. Cem al K ureşi M übarek-şah’ın anası E rgene H atun’u müs-
m aziy e’l-âhir sonu (K asım 1246 M .) tarihli olan bu m ektup o kadar ca­
lüm an gösteriyor. K aydu M üslüm an değildi ve M oğol geleneğince İli hilce yazılm ıştır ki bunu yazan adam ın ana dilinin Farsça olm ası m ü m ­
ile Çu arasındaki yüksek dağ üzerinde göm ülm üştü. Aynı şekilde ken­ kün olam az. M ektubun başlığı T ürkçe yazılm ıştır. Şurası dikkat çek ici­
disinin em ri üzerine M üslüm an B orak H an bile dağ üzerinde yani M o­ d ir ki G üyük H an ’ın ismi yoktur ve m ektup B üyük U lus ve Cihan Ha-
gollar gibi göm ülm üştü. Fakat İslâm iyet ve M üslüm anlara karşı K ay­ m ’nın nâm ına (Uluğ U lusnuğ Taluynung H an Yarlığımız) gönderilm iş­
du hiçbir düşm anlık gösterm em iştir. C em al K ureşi bunun hakkında, tir.
adaletli, cöm ert, m erham etli ve M üslüm anlara önem veren bir han ol­
duğunu söylüyor. Cem al Kureşi kendisini iki defa, saltanatının başlan­ M ektubun asıl m etninde de T ürkçe kelim e ve tabirlere rastlanm ak-
gıç ve sonlarında görm üş ve ondan bir taltifnâm e alm ıştı (hangi dilde tadır. M ektubu yazanların aslen T ürk O rta A sya tüccarları olup bunla­
olduğu m eçhuldür). T ürkistan’ın M üslüm an âlim lerinin o zaman dev­ rın kendi m em leketlerinde kabul edilm iş edebî dil olan Farsça y azm a­
let idaresi hizm etlerinde bulunan hüküm etin diğer m edeni unsurların ya çalıştıklarını kabul etm ek gerekir.
bilgisine ne derecede âşinâ olduklarını bilm ek de pek ilgi çekicidir. Bu
hususta aslen T ürkistanlı olup sonradan İran’a geçen ve Gazan Han za­ Siyasi ihtilaller ve bunlarla ilgili olarak ticari m ünasebetlerin k esil­
m anında (1295-1304) ölm üş olan H aybetullah adında bir alim hakkın- m esinden dolayı O rta A sya M oğollarının, kendileri için -içinde A ltın
daki haber tektir. R eşidüddin’in ifadesine göre H aybetullah T ürkçe ve O rda da dahil olduğu halde- denize çıkışı olan diğer M oğol hüküm et­
Süryanice biliyor, bütün ilim lere âşinâ ve “ Şeyhler gibi söz söyleyen” lerinden çok zarurete düşm üş olm aları lazım gelir. İşte özellikle O rta
bir âlim idi. Fakat G azan Han kendisini ikinci derecede âlim lerden sa­ A sy a’da tüccarların serbest olarak yani h içb ir m üsadere (m allarına el
yıyor ve buna hüküm etin diğer işlerine katılm akla beraber asıl devlet konulm ası) olm aksızın bir m em leketten diğerine geçebilm elerini tem in
hâzinesine dahil olam ayan m em urlara benzeterek şu sözleri söylüyor­ edebilecek olan “M oğol H üküm etleri B irliği” şeklinde b ir M oğol İm ­
muş: “Bu ve em salinin gaybi bilm ediklerine hayret etm iyorum [ediyo­ paratorluğunun birliğini yeniden kuracak büyük düşüncenin çıkışını
rum ?], fakat bildiklerini beğeniyorum , onun için onları takdir ediyo­ bununla açıklayabiliriz. T arihçiler bu husustaki ilk teşebbüsü Çağatay
rum ” Bundan H aybetullah’ın kelâm ehli olm aktan çok dünyevî ilim ­ hanı T u v a’ya bağlarlar ki bu Ç a p a r’ı kandırdıktan sonra diğer M oğol
ler erbabından olduğu çıkarılabilir. Ne yazık ki eserlerinden hiçbiri b i­ hüküm etlerine elçiler gönderm iş ve b una h er taraftan onay gelm işti.
ze ulaşmamıştır. O rta A sya elçileri ilk önce Ç in ’e 1294’te ölen K ubilay’ın torunu ve h a­
lefi olan T im u r’a gittiler. T im u r’un elçisi yanında Ç apar ve T u v a’mn
O zam anda T ürkçe’nin önem i hakkında şundan b ir hüküm edinm ek gönderdiği adam lar 1304 E ylülünde İra n ’da M erağ a’da bulundular ki
m üm kündür ki m esela R eşidüddin’in eserinde C engiz Han ailesinden o zam an orada tahta yeni oturm uş olan O lcaytu bulunuyordu. 1305’te
bahsolunurken bile M oğol kelim eleriyle birlikte Türkçeleri kullanılır. O lcaytu Fransa kralı IV. P h ilipp’e anlaşm aya bağlanm ış olan birleşm e
T ürkçe “ Bey” anlam ında olan M oğolca N oyon (prens) tabiri T ürkis­ haberini veren M oğolca b ir m ektup gönderdi. Bu m ektup bize kad ar
172 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

ulaşmıştır. B unun anlaşm aya ait tek M oğolca asli vesika olduğu görü­ O n b îr İn c İ D ers
lüyor. D aha önceki savaşlar bu m ektupta hanların kötü niyet ve kazanç
hırslarıyla değil te b ’adan fena kişilerin (karaçu) iftiralarıyla izah edili­
yor. S onra ilave olarak deniliyor ki, artık barış geri gelmiştir. Han sü­
lalesinin büyük küçük bütün üyeleri bu uzlaşm aya dahil olm uş ve b ü ­
tün yollar açılmıştır. Anlaşm ayı ilk bozan kim se, diğerlerinin hepsini
kendi aleyhine bulacaktır. M ektupta “Frenk S u ltan ların ın yani Avrupa
hüküm etlerinin aralarında barış yaptıkları ve hepsinin birden bunu b o ­
zana karşı hareket ettikleri şeklinde safça bir görüş ifade ediliyor. H al­
buki o sırada A vrupa’da IV. Philipp’in Papa ile savaşı, A nglikanlar N e yazıkki elim izde M oğol hüküm etleri arasında b an şın kurulm a­
tarafından İskoçya’nın fethi gibi olaylar oluyordu. İngiltere kralı I. Ed- sından ve bunun yeniden bozulm asından bahseden O rta A sy a’ya ait
w ard’in (1272-1307) aldığı böyle bir m ektup dolayısı ile yeni kral II. hiçb ir kaynak yoktur. Verdiği haberler 1303 senesi b ah a n n a k adar gi­
Edw ard 1307 tarihli cevabında, çeşitli yerlerde ortaya çıkm ış olan m ü­ den C em al K ureşi bu anlaşm aya d air birşey bilm iyor; y aln ız “hakan-
cadele ve anlaşm azlıkların ancak A llah’ın yardım ı ile birleşm e ve barı­ lan m ız”ın (K ubilay’ın torunu olan) T im ur ve halefleri tarafından O rta
şa yerini bırakm ası üm idini ifade edebiliyordu. A sya şehirlerini zapt için bütün teşebbüsleri yok etm eğe y etecek aske­
ri kuvvetlere sahip oldukları kanaatini ifade ediyor. Aynı yazar T u v a’yı
A nlaşm anın, barışı her bozana karşı diğerlerinin hareketi hakkm da- Ç apar hüküm etinin sağlam direği (er-R üknü’l-vesîk) olarak gösteriyuı.
ki noktası herhalde M oğolistan’da da her zam an her yerde olduğu gibi H er halde anlaşılıyor ki bu sözler bu hanlar arasında daha 1305-
kuru bir sözden ibaret kalmıştır. G elecek dersim izde XIV. Asrın ilk y a­ 1306’da başlayan savaştan önce yazılmıştır.
nsının Türkistan için daha geniş bir ölçüde m üthiş katliam lar ve büyük
b ir m edeni çöküş devresi teşkil etm iş olduğunu göreceğiz. Bu savaş ve daha sonra m eydana gelen olaylar hakkında da, XVI.
A sra kadar M üslüm an O rta A sy a’sına ait hem en herşey hakkında o ldu­
ğu gibi, yalnız İran ’da yazılm ış kaynaklara sahip bulunm aktayız. Bu
haberlere göre bu çatışm a Ö gedey ile Çağatay sülaleleri veya Sem er-
kand ile H ocend arasında gerçekleşm iştir. Tuva, Ç a p ar’a elçiler g ö n ­
derm iş, çatışm ayı “gençlikten doğan bir acem ilik” diye yorum lam ış ve
savaşla ilgili faaliyetlere son verilip çatışm anın sebeplerini araştırm ak
için T aşkent’de b ir hakem heyetinin toplantıya davet edilm esini teklif
etm işti. Ç apar buna razı olm uş ise de, şehzâdeler bu m ütarekeyi (ateş­
kesi) pek az b ir zam an sonra, ihtim ale göre m uhtem elen bilfiil işe k a­
rışm am ış olm asına rağm en T u v a’nın da onayı ile bozm uşlardır. M âve-
râü n n eh ir’den b aşka Talaş b o y lan da yağm aya uğram ıştı. Bu esnada
T im u r’un ordusu Ç a p ar’ın Irtış ve A ltay’daki yakın m evzilerine saldır­
dı. Bu m ünasebetle bunları T u v a’nın davet ettiği söyleniyor. Ç apar h er­
kes tarafından terkedilince, 300 kadar atlı ile T u v a’y a gelm iş ve ona
boyun eğm iştir. Bu şekilde O rta A sy a’da Çağatay hanedanının h ak im i­
yeti yeniden kurulm uştu. Bu iç savaşlar bir m üddet daha, 1309 senesi
yazında kurultayın toplantıya davetine kadar devam etm iştir. B u d av e­
ti T u v a’nın oğlu (Tuva 1306’da ölm üştü) K ebek yapm ıştır. Ö gedey h a­
174 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ

nedanının hem en bütün şehzâdeleri kısm en aradan çıktılar, kısm en İsan-B uka’ya K ebek (1318-1326) h alef oldu (yerine geçti). A nla­
m ülklerini (topraklarını) kaybettiler; K aydu’nun oğullarından yalnız b i­ şıldığına göre bunun saltanatının O rta A sya M oğol hanlarının İslâm m e­
ri, Şah, kendine has “B in”i ve hususi “yurt”unu koruyabilm iştir. deniyet çerçevesine yavaş yavaş girişleri tarihinde büyük önem i var­
dır. K endinden öncekiler gibi K ebek de M üslüm an olm adı. Fakat Mâ-
Iranlı tarihçi V assâf bu iç savaşların doğrudan doğruya neticesinin veraâün n eh ir’e hatta bunun güney kısm ına geçip orada kendisi için
M âverâünnehir ve T ürkistan’da ziraat ve ticaretin tam am en çöküşünü N ahşeb şehrinden 2,5 fersah yani 15 verst m esafede K aşka D ery a’nın
gösterm ektedir. M averâünnehir’de ziratçılık geleneği o kadar devamlı aşağı yatağı üzerinde b ir saray yaptırdı. “Saray” anlam ında, M oğollar
idi ki şehirler ve çiftliklerin tam am en yok olduğundan bahsedilem ez. M oğolistan’da bile “karşı” kelim esini kullanıyorlardı. O zam anın y a­
A ncak daha kuzeydeki yerlerde zam anla, Arap yazarı el-Ö m erî’nin zarları bu kelim eyi M oğolca gösteriyorlar. H albuki buna K utadgu Bi-
(1301-1348) T ürkistan’daki birisinin ağzından yazdığı durum m eydana lig ’de ve K aşgarlı M ahm ud’da bile rastlanm aktadır. K aşgarlı M ahm ud
gelm iştir: “ Şim di T ürkistan’da ancak az çok iyi b ir şekilde korunm uş bu kelim enin yalnız D oğu T ürklerinde mi, Batı T ürklerinde mi k ulla­
harabeler bulunabilir. U zaktan iyi kurulm uş köyler görülür ki bunların nıldığı hakkında birşey söylemiyor. T ürkler anlaşıldığına göre bu keli­
etrafı çiçekli yeşilliklerle çevrilidir, fakat içinde insan bulm ak üm idiy­ meyi Doğu T ürkistan’ın yerli halkının dilinden almışlardır. Bu saray
le yaklaşılınca evlerin tam am en boş oldukları görülür. M em leketin bü­ m ünasebetiyle N ahşeb şehri de bu güne kadar gelm iş olan “K arşı”
tün halkı göçebedir, bunlar ziraatle asla m eşgul olm azlar.” adını almıştır. Şu kadar var ki, bugünkü şehrin m evkii ne M oğol dev ­
rinden önceki N ah şeb ’e, ne de XIV. asırdaki şehrinkine uyuyor. B u şe­
1309 senesi kurultayı T ürkistan’ın yoksulluğunu giderm edi. Ke-
kilde biz T ürkistan’da da M oğol İm paratorluğu’nda bilindiği gibi Han
b e k ’in büyük kardeşi İsan-B uka (bu ism in ilk kısm ı M oğolca bir keli­
Sarayı ism inin şehir ism ine dönüştüğünü görüyoruz.
m edir) han ilan edildi. Bunun zam anında Türkistan Ç in ’den gelen M o­
ğol ordularının istilasına uğradı. K obuk ile Yukarı Irtış kollan üzerinde­ K ebek’in ithal ettiği diğer yeniliklerden biri de han ism iyle sikke­
ki yerler büyük han hüküm etinin hudutlarına bitişik b ir saha idi; ora­ ler bastırılmasıdır. İra n ’da olduğu gibi burada da büyük ve küçük gü­
dan Ç ağatay ülkesine giren ordu İsan-B uka’nın (İşık gölü civarındaki) m üş sikkeler, dinar ve dirhem ler basılm ış ve bir dinar altı dirhem e denk
kışlağını ve (Talaş civarındaki) yaylağını tahrip etti. XV. Asrın ismi tutulm uştur. Sikkeler önceleri M âverâünnehir’in büyük ticaret şehirle­
m eçhul bir tarihçisinin hikayesinden çıkarm ak m üm kündür ki, yağm a­ rinde (Buhara, Sem enkand, O trar, T irm iz’de) basılıyordu. K ebek’in is­
yı yalnız düşm anların ordusu değil, bizzat Çağatay Hanın askerleri de m ine nispetle bu sikkelere sonradan “kebekî” denildi ve bazen yanlış
yapıyor. Bu hikayeye göre İsan-B uka ile K ebek K arahoça tarafından olarak Rus “K opik” i de yakıştırıldı. Altın O rda da olduğu gibi üzerle­
m em lekete giren düşm an askerlerine karşı çıkm ışlardır. İsan-Buka rinde sadece Türkçe olarak U ygur harfleri ile “K utluğ bolsun” yazısını
K a şg a r’dan, Kebek de A lm alık’tan hareket etmiştir. İsan-Buka yenilgi taşıyan isim siz sikkelerin de örnekleri vardı. Şim diye kadar bilindiğine
halinde düşm ana birşey kalm am ası ve galibiyet halinde yeniden yapıl­ göre, Çağatay hanlarının sikkeleri üzerinde M oğolca kelim eler kulla­
m ası kolay olacağı düşüncesiyle geçtiği yolda herşeyi tahrip etmişti. nıldığına dair bir örnek yoktur. B ununla beraber hayret edilecek b ir hu­
K ebek ise aksine galibiyet halinde düşm an hüküm etinin ahalisi kendi­ sustur ki biz sonradan T im u r’un sikkeleri üzerinde A rap harfleriyle y a­
sinin adaleti hakkm daki söylentilerin tesiriyle kolayca kendi tarafına zılmış, “Üge M anu” yani T ürkçe “ sözüm ” karşılığı olarak M oğolca k e­
geçeceği ve yenilgi halinde ise halkının kendi tarafını tutacağı ve geri lim elere rastlıyoruz.
çekilişini kolaylaştıracaklarını düşünerek geçtiği yerlerde m em leketin
bayındırlığını korumuştu. İsan-Buka yenildi ve neticede K ebek de geri M averaünnehir’e gidip bir saray yaptırm ak göçebelik hayatını ter-
çekilm ek zorunda kaldı. İsan-B uka’nın ordusu çekilirken daha büyük ketm ek dem ek değildi. K aşka D erya vadisinin sol tarafı daha Cengiz
fakr u zarurete uğradı ve atlarını yem ek zorunda kaldılar. H albuki Ke- Han zam anından beri, özellikle yazın göçebeleri çekiyordu. N itekim
b ek ’in ordusu her yerde bütün ihtiyaçlarını bulm uştu. Cengi de 1220 yazını burada geçirm işti. K ebek’in en yakın haleflerin­
den biri olan İslâm iyet’i kabul etm iş kardeşi T arm aşirin (1326-1334)
176 l ’K O l ' 1)11 V V H A K T IIO L D ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 177

İslâm m edeniyetini K ebek’den daha çok benim sem iştir. Bununla bera­ Bu sebeple T ü rk istan ’da yeniden kargaşa b aşlam ış, 1346 ve
b er bu da seyyah İbn B attuta’yı kışın bile çadırda kabul etm işti. 1347’ye kadar devam ederek M averaünnehir’de h an lar hakim iyetinin
son bulm ası ve M averaünnehir’in doğu eyaletlerinden tam am en ayrıl­
O zam anki Çağatay hanlarının M oğolca’yı bildiklerine dair hiçbir m ası ile neticelenm iştir. Savaşların nasıl olduğu ve bunların şehir haya­
işaret yoktur. İbn B attuta K ebek’i Türkçe konuşan biri olarak değer- tının daha çok çökm esine nasıl tesir ettiği tam açıklanam ıyor. Savaş fa­
lendiyordu. Tarm aşirin, İbn B attuta’yı karşıladığında T ürkçe selam aliyetleri hakkında yalnız İbn B attuta’da bir hikaye vardır. Bu hikaye­
verm iştir. H an’ın m ürşidi İm am H üsam eddin Yağî Farsça konuşuyor­ de gerek verdiği tarihler ve gerekse diğer hususlar d iğ er kaynaklarda­
du. Fakat han her gün sabah nam azından sonra güneş doğuncaya kadar ki hikayelerle tam am en çelişm ektedir. Şüphesiz T arm aşirin ’in tahttan
T ürkçe zikrediyordu. İbn B attuta’da geçen bazı T ürkçe tabirler U ygur­ indirilip öldürülm esinden pek az sonraki senelerde hanın oturduğu
c a ’dan M oğolca’ya da geçm iş ve bütün M oğol hüküm etlerinde kulla­ m erkez tekrar doğuya nakledilm iş ve aynı zam anda İslâm iy et’in tesiri
nılmıştır. M esela “al tam ga” (kırmızı mühür. İran ’da bazen sadece “al”) biraz azalm ıştı. Cengşi H an ’ın (1328’e kadar ) sikkeleri M averaünne-
tabiri. “Tam gacı” yani “n iş a n a ” veya “m ühürdar” bütün yazışm ayı ya­ h ir ’de basılıyordu. K atolik m isyonerleri A lm alık civarında güzel bir k i­
pıyor ve anlaşılan A rapça biliyordu. H atta bu İbni B attu ta’ya tercü­ lise yaptırabilm işlerdi. İsmi m eçhul bir M üslüm an yazarın sözlerine
m anlık etmişti. D ikkat çeken bir husus da İbn B attuta’nın “toy” (ziyâ- göre C engşi “ B ahişler”le yani Budist papazları (rahipleri) ile “m üşa­
fet/diyâfet) kelim esini “kurultay” anlam ında kullanmasıdır. İbn Battu- vere” ediyordu. B ununla beraber İslâm iyet aleyhine başlatılan geri dö­
ta ’m n sözlerine göre, “toy” her sene kurulan bir m eclis idi; b una C en­ nüş (irtica) devam lı bir başarıya ulaşmadı. A nlaşılan daha 1340 başla­
giz H an’ın halefleri, em irler, seçkin kadınlar ve ordu kum andanları k a­ rında M averaünnehir’de tahta Cengiz Han torunlarından sayılan, aslen
tılıyordu. O zam anlar “toy” (bu meclis) toplantısı için çağ n yapılm a­ T ürk olan bir şeyh oturtuldu. Sonradan sultan olan bu şeyh b ir zam an­
mıştı ki bu Tarm aşirin’e karşı ortaya çıkan isyan hareketinin gerekçe­ lar m eşhur Buharalı aziz B ahaeddin N akşibendi’nin (1318-1389) m ür­
lerinden biri olm uştu. şidi idi. Bu azizin hal tercem esinde (biyografisinde) rivayet olunur ki
rüyasında T ürk azizlerinden H akim A ta’yı görm üş (B ahaeddin’in ken­
E l-Ö m erî’nin ifadesine göre T arm aşirin’in İslâm iy et’i kabul edişi
disi herhalde Tacik idi) ve bu rüya kendisine bir T ürk dervişinin mür-
M averaünnehir ile diğer M üslüm an m em leketleri arasındaki ticari m ü­
şid olacağı şeklinde tabir edilm işti. B ahaeddin, H alil adındaki Türk
nasebetlerin canlanm asında etken olmuştur. Fakat aynı durum M avera­
dervişini görünce kendisini çok etkilem iş ve aziz tarafından bahsedi­
ünnehir ile Çağatay ülkesinin doğu eyaletleri arasındaki yabancılığı art­
len yorum un buna ait olduğunu anlamıştır. B ahaeddin, H alil’in tahta
tırmıştır. İbn B attuta’ya göre hanın yılda bir defa doğuya, Çin ile hudud
geçm esinden önce ve sonra H alil’in yanında kalm ıştır. H alil’in ölü­
kom şusu olan A lm alık şehrinin bulunduğu eyalete gitm esi âdetti ki bu
m ünden sonra dünya malının değersizliğini anlam ış ve b ir zahit haya­
şehir aynı zam anda yine başşehir sayılıyordu. H albuki T arm aşirin dört
tı geçirm eğe başlamıştır.
yıl sıra ile H orasan’a kom şu eyaletlerde kalmıştı. İslâm iyet’e bağlı o l­
m akla beraber, Tarm aşirin M üslüm an hüküm etleriyle savaştan çekin­ Tarihi eserlerde Çağatay sultanları arasında Halil adına rastlam ıyo­
m em iştir. Saltanatının başlarında 1326’da H orasan’a başarısız bir sefer ruz. İbn B attu ta’da kargaşa devrinin hüküm darları arasında Ç ağatay’ın
yapm ış, bunun üzerine İran M oğolları G azne’yi ele geçirerek tahrip et­ şehzâdesi Y asavur’un oğlu Halil zikredilm ektedir. Bu T arm aşirin ’iıı
m işlerdi. 1329’da M üslüm an H indistan’a girm iş ve D elh i’ye kadar ilk halefi B u zan ’ı yenm iş imiş. (Ne Cengşi ne de kaynakların bahset
ulaşm ıştı. Fakat iç idarede yukarıda geçen İbn B attuta’nın sözlerinden tiği hanların isim leri İbn B attuta’da geçm iyor). Yalnız A lınalık’ı değil,
anlaşıldığı üzere, M oğol örfî hukukuna (Yasa’ya) bağlı olm ayan biri K arakurum ve B eşbalık’ı bile ele geçirmiştir. Sonradan Çin lıııpanıtn
idi. Bunda İslâm iyet’i kabul edişinin tesiri olup olm adığını dikkate al­ ru ile barış yapm ış ve Sem erkand ile Bıılıara’ya döıım ilşldr. Kendisinin
mıyoruz. Bozkır geleneklerini iyi bilen XV. asır başlarında yaşam ış is­ başlıca zafer arkadaşı Tirmiz hükümdarı lliidaveııdzade Unvanını lıışı
mi bilinm eyen bir M üslüm an yazar da T arm aşirin’i “yasa”ya uym ayan yan A laü ’l-m ülk Seyyid idi. Daha sonra Halil Inızı iliiıııcı İ tliklerin
biri gösteriyor. kışkırtm asıyla A laü ’l-m iilk’ü idam etm iş ve bıı kötil hareketi linkimi
178 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 179

yeti kaybetm esine sebep olmuştur. N itekim H erat hüküm darı Hüseyin leri yerine geçm iş olup, hakim iyetini diğer hanlarla sağlam a âdetini
gelip kendisini esir alm ış ve İbn Battuta H indistan’ı terkettiği zaman, yavaş yavaş terkettiler. D iğer taraftan doğuda em irlerin hakim iyetini
1347 baharında bile esir imiş. yavaş yavaş ortadan kaldıran hanlar sülalesi ortaya çıktı. Bu hanlardan
ilki Tuğluk T im ur olup 730 H. (1329-1330 M .) da doğm uş ve 18 y a­
Bu hayalî bir hikaye olm asına rağm en H alil’in m evcut olduğunu şında iken yani 748 H. (1347-1348 M .)’de han olm uştur. İşte bu tarih ­
B uhara’da 742 H. veya 743 H. (1342-1344 M .) senelerinde basılm ış,
teki uygunluk, Kazan H an ı’nın tahttan indirilm esi ile Tuğluk T im u r’un
“ Sultan H alilullah” ism ini taşıyan sikkeler isbat etm ektedir. Tarihçiler tahta oturtulm ası arasında kaynaklarda bu konuda hiçbir kayıt olm am a­
yalnız Y asavur’un oğullarından K azan’ı biliyorlar ve üzerinde bunun
sına ve genellikle eski Çağatay hüküm etinin kesin çöküş tarihinin b e­
isminin olduğu sikkelere de sahip bulunm aktayız. Bu zat Kebek ve
lirlenem em iş olm asına rağm en, b ir bağlantının varlığını düşündürüyor.
Tarm aşirin gibi K aşka D erya vadisinde oturm akta olup orada kendisi A lm alık’ın siyasi olarak M averaünnehir’den ayrılmasının ne zam an
için karşıdan iki m enzil uzaklıkta “Z encir S aray”ı yaptırm ış ve Miladi
gerçekleştiği hakkında doğru bilgiler yoktur. 1341 ’de A lm alık’tan geç­
1346 veya 1347’de göçebelerin asi reisleriyle olan savaşta ölmüştür.
m iş olan m isyoner M arinolli kendisinden çok az önce birkaç m isyone­
Kazan ile H alilullah isim lerini aynı h an ’a ait olm ak üzere kabul etm e­
rin telef olm asına rağm en, orada b ir kilise yaptırarak serbestçe vazetti­
nin doğru olup olm adığı henüz ispat edilem em ektedir. ğini söylüyor. Fakat o zam an A lm alık’taki hanın ism ini zikretm iyor.
K azan’ın ölüm ünden sonra M averaünnehir’de hakim iyet Türk Ö gedey’in haleflerinden H ıristiyan Ali S ultan’dan sonra (bunu esasen
em irlerine geçti. A cem (İran) kaynaklarında bu ünvan ile geçm ektedir­ M üslüm an kaynakları da m üthiş b ir despot olarak gösteriyorlar) M u-
ler. T ürkler ise bu anlam da “bey” ve bazan M oğolca “ noyon” kelim e­ ham m ed Pulad hüküm ran olm uştur. M uham m ed’in ism ini taşıyan
sini kulla ıyorlar. Bu beylerden ilki “K azağan” idi. Bunun kışlağı 1345 M. (Şaban 746 H.) de A lm alık’ta basılm ış bir sikke vardır. Ş im ­
diye kadar bilinene göre bu A lm alık’ta basılm ış son sikkedir. Bütün bu
A m uderya üzerindeki “Salı Saray” (şimdi T irm iz’in daha yukarısında
bulunan “S aray” köyü) idi. M uhtem elen bu Çağatay hanlarınca da ay­ hanların isimleri sonradan M oğollar tarafından o derece unutulm uştur
ki daha XVI. asır M oğol rivayetlerinden faydalanan Tarilı-i R eşidi y a­
nı anlamı taşıyordu. XV. asrın ismi meçhul yazarının söylediğine göre
“Han K azan” da orada göm ülü idi. İsm ine bakılırsa Han sarayının da zarı M uham m ed Haydar, Tuğluk T im u r’u 1318’den sonra hayatta o l­
orada ol ası gerekir. A m uderya kıyıları çok eskiden beri göçebeler ması söz konusu bile olam ayacak ¡san-B uka’nın oğlu gösteriyor. Çok
için kışlak idi, C engiz Han 1220-1221 senelerinde kışı orada geçirm iş­ daha eski kaynaklarda Tuğluk T im u r’un babası olarak T u v a’nm öteki
ti. Yazın ise K azağan M unk ve Balçuvan şehri civarındaki dağlık yere oğlu Emil H oca gösterilm ektedir. E b u ’l-Gâzi kaynaklardaki bu çeliş­
göç ediyordu. K azağan ve halefleri, önce Ç ağatay sonra Ö gedey hane­ kiyi giderm ek için Em il H oca veya onun yazdığı gibi İl H oca’nın İsan-
danından bile arta kalm ış hanları tahta geçiriyorlardı. Ü zerinde bu han­ B uka ünvanm a da sahip olduğunu farzediyor. Çok daha önceki kay ­
ların isimleri olan sikkeler bir taraftan T irm iz’den O trar’a diğer taraf­ naklar gibi çok daha sonrakilere göre de Tuğluk T im u r’un han aslından
tan İsficab veya S ayram ’a kadar bütün M aeraünnehir’de basılıyordu. olduğuna dair hiçbir şey bilinm iyordu. Bunun anası, kocası olan şeh-
M averaünnehir em irlerinin hakim iyet alanlarının A fganistan’ın kuzey zâdenin ölüm ünden sonra veya diğer kaynaklara göre daha onun sağlı­
kısmını da kapsadığını biliyoruz. Fakat anlaşıldığına göre bu gerçeği is­ ğında bir başka em îre varm ıştı; bu em îrin yanında yetişm iş olan T uğ­
bat edecek sikkeler yoktur. Eski Çağatay Hanlığının doğu eyaletleri si­ luk T im ur bunun oğlu sayılıyordu. Büyük bir ihtim alle Tuğluk T i­
yasi bakım dan M averaünnehir’den tam am en ayrılmıştı. Burada kendi­ m u r’un han soyundan gelm e olduğu hakkındaki hikaye Çağatay U lu-
lerine ait hanlar veya “ulus” em irleri olup bir m üddet hanları tahta su ’nun doğu kısm ında hanlar soyundan aslî bir dalın olmayışı üzerine
oturtuyorlardı. O rta A sya’nın daha sonraki tarihinde M averaünne- tahta çıkarılm ış D uğlat soyundan bir em ir tarafından uydurulm uştur.
h ir’deki em irler, hakim iyeti kendi ellerinde bulunduruyorlardı. B unla­
Bütün bir ihtim alle biz O rta A sy a’nın XIV. ve XV. A sırlardaki h a­
rın arasından T im ur gibi geniş bir devlet kuran m üstesna bir şahsiyet
yat şartlarını, T im ur İm paratorluğunun kuruluşu gibi (başta T im ur o l­
çıktı; devletçe daha ufa bir nispette olsa bile, T im u r’dan sonra halef­
mak üzere geniş tarihi eserler m eydana gelm esine sebep olan) bir olay
ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 181
180 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

m iştir. A bdurrezzak’ın eserinin de b ir çok güzel yazm aları olm asına


olm asaydı en genel hatlarıyla bile olsun asla tasavvur edem eyecektik.
rağm en hâlâ yayınlanmamıştır.
T im u r’un seferleri hakkında hikayeler, kendisinin zafer arkadaşların­
dan bir çoklarının isimlerini, bunların ve seleflerinin nerede yaşadıkla­ Farsça yazılm ış bu ve diğer birçok eserden başka T im u r’un em ri ile
rı ve hangi soydan oldukları hakkındaki bilgileri ihtiva etm ektedirler. U ygur bahşileri tarafından U ygur harfleriyle ve U ygur dilinde yazılm ış
B izzat T im u r’un söz ve hareketleri, dost ve düşm anları hakkındaki h a­ Tarih-i H ânî adlı bir vakâyinâm eden de bahsolunm aktadır. A nlaşılan
berler kendisinin çıktığı çevrenin farklı özelliklerine dair kıym etli m al­ bu kitabın bir nüshasını elinde bulundurm uş olan XVI. A sır başlarında­
zem eyi verm ektedir. N e yazık ki bu m alzem e henüz tetkik edilem em iş ki b ir Ö zbek yazarı bundan bahsediyor. B urada “bahşi” tabirinden her
olm akla kalm ıyor, hatta toplum un bilgisine bile sunulm am ıştır. B izzat halde B udist rahiplerini değil, U ygur harfleri ile yazılan evrakı kalem e
T im u r’un em ri ile İranlılar tarafından Farsça yazılan T im u r’un saltana­ alan m em urları (kâtipleri) anlam am ız gerekir. Biz bu m em urların yal­
tını konu alan üç farklı eser bize kadar gelmiştir. Bunların ilki 1915’te nız Çağatay hanları ve T im ur değil, XV. asırda T im u r’un halefleri y a­
Petrograd İlim ler A kadem isi tarafından T aşkent’te bulunan tek nüsha­ nında da bulunduklarını biliyoruz. A nlaşıldığına göre bu kitapta İsken­
ya dayanılarak yayınlanmıştır. İkincisi, N izâm uddin Ş âm î’ye ait olup, der A nonim i yazm aları ile M uham m ed H ay d ar’ın faydalandığı bozkır
olayları 1403 senesine kadar götüren ve ism i bizzat T im ur tarafından rivayetlerinde olduğu gibi yalnız tarihî hikayeler şerh edilm iyor, aynı
konularak “Z afem am e” ünvanını alm ış olan bu eser şim diye kadar ta­ zam anda b ir takım m enkıbeler ve destansı hikayeler de vardı. Büyük
m am en yayınlanm am ıştır; L ondra’da bulunan bir yazm asından başka, b ir ihtim alle T im u r’un seleflerinin daha C engiz Han zam anında, hatta
1417’de H afız Ebru tarafından düzenlenen, toplam a m ahiyetinde tari­ daha öncelerden itibaren A sy a’daki önem leri hakkındaki m enkıbe T i­
hi bir eserde (m ecm uada) yer alan tam bir kopyası da var olup bu nüs­ m u r’un U ygur kâtipleri tarafından uydurulm uştur.
ha da İstanbul’da bulunmaktadır. Bunların hepsinden çok tanınm ış olan
üçüncü eser Şerefüddin Y ezdî’nin Z afem âm e’sidir ki yazılm asına Avrupalı âlim ler çoğu kez T im u r’un torunu Uluğ Bey tarafından
1419’da başlanm ış ve 1425’de son verilm iştir. Fakat bu eserin de şim ­ Farsça yazılm ış olduğu söylenen “ D ört U lus Tarihi”nin kaybolm asın­
diye k adar tenkitsiz bir baskısı yapılm ış ve XVIII. asırda yapılm ış Fran­ dan dolayı üzüntülerini bildirirler. Biz XVI. asır tarihçisi H o n d m îr’in
sızca tercüm esi ile meşhurdur. Bu eserin T im u r’un ortaya çıkışına ka- eserinde bu kitaba ait bir takım atıflar buluyoruz. Bundan başka, yine
darki dünya tarihini ve bu arada M oğol İm paratorluğu tarihini kapsa­ XVI. asırda M averaünnehir’de F arsça yazm ış olan yazar (bu eserin iki
yan giriş kısm ı şu âna kadar yayınlanm am ıştır. T im ur tarihine ait daha yazm a nüshası L ondra’dadır. Fakat biri 1838’de pek o kadar b eğenil­
b ir çok eser ve bu arada 1412 tarihlerinde T im u r’un torunlarından biri m eyen İngilizce tercüm esi ile basılm ıştır) eserinin Uluğ B e y ’in eseri­
olan Sultan İskender için yazılm ış bir dünya tarihine dair yazarı belir­ nin bir özeti olduğunu söylüyor. Fakat kendisi şüphesiz buna b ir takım
siz bir eser de halen yazm a halinde bulunuyor. Şim diye kadar bilindi­ ilaveler de yapmışır. H o n d m îr’in sözlerinden anlaşılıyor ki “Tarih-i
ğine göre, yalnız L ondra ve L eningrad’da bulunduğu bilinen nüshaları Ulus-ı E rbaa” gerçekte Uluğ Bey tarafından değil onun adına yazılm ış
ise Uluğ Bey hakkındaki araştırm am da “İskender A nonim i” adıyla olup, genellikle R eşidüddin’in eserini ve N izam üddin Ş âm î’nin eserin­
geçm ektedir. Şerefüddin gibi bunun yazarı da Farsça yazm ıştı. Fakat deki girişi ufak tefek bazı tam am lam alar ile tekrar etm ektedir. Bundan
O rta A sya gelenek, âdet ve fikirlerine daha çok âşinâ idi. Hafız Ebru dolayı kaybolduğu söylenen “D ört U lus T arihi”nin kaybı ilim âlem i
1423’te T im ur’un diğer torunu olan B aysungur için yazdığı Z ü b d etü ’t- için büyük bir kayıp olarak değerlendirilm iyor.
tevârîh adındaki büyük tarihi eserini yazarken gerek bu eserden ve ge­
G enellikle, O rta A sya’nın M oğollar ve T im urlular devri tarih yazı­
rek N izam üddin Ş âm î’nin eserinden faydalanm ıştır. Z ü b tetü ’t-Tevâ-
cılığının, R eşidüddin’inki ile bir arada karşılaştırılabilecek b ir eser vü­
rîh ’in tam bir nüshası şim diye kadar bulunam am ıştır. T im ur saltanatı­
cuda getirm iş veya getirebilecek olduğunu farzetm em iz için her halde
na ait kısm ın nüshaları hiçbir yerde görülm em iş ve bu kısm ın ihtiva et­
elde b ir esas yoktur. İhtim al O rta A sy a’da da, İra n ’dan başka Ç in ’de
tiği bilgiler, özellikle daha sonra tarihçi A bdurrezzak S em erkandî’nin
de ed eb î b ir tarzda işlenm iş olan M oğol “ A ltun D efter” hikayeleri b i­
(1413-1482) olayları 1471 senesine kadar anlatan eserinden öğrenil­
182 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 183

liniyordu. Fakat bu hikayelerin O rta A sya’da tutulduğuna d air bilgile­ dair yazılı vesikanın XIV. asır kargaşaları sırasında kaybolduğu da söy­
re sahip değiliz. G öçebe hayatına dair keskin tablolar R eşidüddin’in leniyor. D iğer T ürkleşm iş M oğol kabilelerinin ve XIV. asırda Doğu
eserine T ürk kavim leri arasında geniş bir şöhret sağlayacak gibi görü­ T ü rk istan ’dan b aşka F ergana ve Y edisu’nun Isık G ö l’e kadarki güney
nüyordu, fakat anlaşıldığına göre eserinin bu kısmı K üçük A sy a’daki kısm ını içine alan geniş sahaya hakim olan D uğlatların tem silcileri ilk
Batı Türkleri arasında T ürkistan’da olduğundan daha çok takdir edil­ ataları U rtubu’nun bu eyaletleri daha Ç ağatay’dan aldığını söylüyorlar­
m işti. T ürkistan’da R üşidüddin’in eseri Şerefüddin’inki ile beraber an­ dı. Halbuki R eşidüddin D uğlat kabilesinden bahsederken bunların
cak X V I. asır başında Ö zbek hanı K üçküncü için T ürkçe’ye çevirilm iş- m ensupları arasında R eşid ü d d in ’in kendi zam anına kad ar şan ve şeref
ti. K üçük A sya’da ise R eşidüddin’in eserinden Osm anlı Sultanı II.M u- kazanm ış bir kim se çıkm am ış olduğunu söylüyor.
rad (1421-1451) için yazılm ış olan Tarih-i Âl-i Selçuk adlı eserde (bu
O zam anlar O rta A sy a’nın gerek batı ve gerek doğu kısm ında T ürk­
eserin bazı kısım ları sadece Râvendî ve İbn B îbî’nin Farsça eserlerinin
leşm iş M oğol kabilelerinin önem i dikkat çekicidir. T arihçiler bize her
tercüm esinden ibaretti) geniş bir ölçüde faydalanılmıştır. Yine yazar,
iki hüküm et göçebelerinin ayrıldıkları soyları belirtm iyorlar. Fakat bu
R eşidüddin’in zikrettiği C engiz H an ’ın sözlerini eserine alm ış ve bun­
çeşitli soyların isim leri arasında eski Türk aşiretlerine ait hem en hiçbir
ları T ürk çe’ye çevirerek m illetinin destansı atası olan O ğuz H an ’a onun
isim yoktur. T im u r’un hüküm etinde K ıpçak soyu zikrediliyor, fakat
sözleriym iş gibi cüretli b ir şekilde nispet etmiştir. T ürk âlim lerinden
K arluk soyu zikredilm iyor. U ygurlar T im u r’un haleflerinin T ürk kâtip­
b iri “O ğuznâm e”de Cengiz H an’ın uyguladığı halis Türk kanunlarının
lerinin (bahşilerin) çıktıkları b ir soy veya kavim olarak bahsi geçiyor.
bulunduğunu düşünüyor. Fakat Farsça m etnin T ürkçe’si ile karşılaştı­
Fakat diğer soyların bulundukları yerler hakkında kayıtlar var olduğu
rılm asından ilkinin asıl, İkincinin tercüm e olduğu açıkça anlaşılm akta­
halde, U ygurların yeri hakkında bir şey söylenmiyor. R eşidüddin y al­
dır. B ir yerde Türk yazar, Farsça yazm adaki “seng”i “ seg” okum uş ve
nız Cengiz H an tarafından Ç ağatay’a verilm iş olan M oğol m uvazzaf
buna dayanarak T ürçe m etinde “suya düşen taş” yerine “ suya düşen
ordusuna m ensup 4000 (alay) dan bahsediyor. M oğol kavim isim leri­
k ö pek”ten bahsedilm iştir.
nin büyük b ir m ikdarına XIV. asırda O rta A sya göçebelerinin adları
R eşidüddin’in verdiği XIII. asır olaylarına dair haberlerin, XIV. arasında rastlanm aktadır; bu bizi sonradan T ürkistan’a daha çok sayıda
asırda T ürkistan’daki hikayelerle karşılaştırılm ası gösteriyor ki bu h i­ M oğolların geldiğini düşünm eye itiyor. A nlaşıldığına göre aynı kavm in
kayelerin hiçbiri gerçek bir olaya dayanm ayıp yalnız o anki m evcut du­ m ensupları çeşitli yerlere göçüyorlardı. Bir çok kere b ir ve aynı soyun
rum u açıklam ak veya hiisn-i talil (bir şeyin m eydana gelm esine h ay â­ ism ine hem T im u r’a bağlı olan, hem de doğu eyaletlerinde yaşayan
li ve güzel bir sebep gösterm e. F. D evelioğlu) için uydurulm uştur. Bu soylar arasında rastlıyoruz. M esela D uğlat soyu bunlardandır. T i­
gerek T im u r’un hüküm etinde ve gerek M averaünnehir’den ayrılmış m u r’un tam olarak güvendiği kızkardeşi Kutlug T ü rk a n ’ın kocası Em îr
olan doğu eyaletlerinde aynı şekilde olmuştur. Tim ur o vakitler K aşka D avut bu soydandır. Aynı şekilde doğu eyaletlerinde de B arlas soyu
D erya üzerindeki yerlere hakim T ürkleşm iş bir M oğol kabilesi olan vardı.
Barlas (M oğolca Barulas)lardandır. R eşidüddin’den biliyoruz ki Ç ağa­
Dikkate değer ki “Ç ağatay” tabiri yalnız T im ur hüküm eti göçebe­
tay em irlerinden biri sonradan T im u r’un selefi sayılm ış olan, Barlas
leri hakkında kullanılm ıştır. Halbuki doğu eyaletlerinde de Ç ağ atay ’ın
soyuna m ensup K araçar idi. Fakat ne K araçar ve ne de bunun en yakın
haleflerinden sayılan çok daha büyük önem i olan hanlar vardı. Bu ey a­
halefleri hakkında bunların hüküm et idaresine az çok katıldıklarına da­
letlerin göçebeleri kendilerine M oğol ve m em leketlerine M oğolistan
ir hiçbir şey söylenmiyor. H albuki Tim ur devrine ait bir rivayet K ara­
diyorlardı. D aha başından beri O rta A sya’da M ongolların kavim ismi,
çar ve halefleri hakkında bunların Çağatay hanları arasında sonradan
M oğolca m etinlerde “M ongol” yazılm ış olm asına rağm en daim i “ n”siz
T im ur için olduğu gibi kudretli ve şevketli hüküm darlar olarak bahset­
söylenm ekteydi. B atıya h er yere göç etmiş olan M oğollardan yalnız bir
mektedir. Bu hakim iyet önce Cengiz H an’ın ilk atası olan K abul Han
kabile şim diye k adar dilini korum uştur (bu kabile A fg an istan ’da y aşa­
ile K araçar’ın ilk atası olan kardeşi Kaçul arasında yapılm ış ve sonra­
maktadır.) B unlar da kendilerine “M oğol” dem ektedir. M o ğ o llar ken ­
dan b ir kaç defa yenilenm iş bir anlaşm aya dayanıyorm uş. H atta buna
184 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 185

dilerini O rta A sya göçebe geleneklerinin en halis tem silcileri saydık­ det yalnız başına dağlar ve orm anlarda, en yakın şehirlerden b ir iki ay
larından Ç ağataylan küçüm seyerek, nesilleri karışık, m elez- karvanas uzaklıkta hayvanların etleri ile beslenm ek ve derileriyle örtünm ek su­
diyorlardı. D iğer yandan Ç ağataylar da O rta A sya M oğol devletleri retiyle vakit geçiren yiğitlere özel b ir değ er veriliyordu. Ç ağataylarda
M oğollarına “haydut, çete” diyorlardı. A vrupa’da bazen eski G otlara böyle b ir gelenek her halde olam azdı.
ait bir isim anlam ında açıklanm ak istenen bu tabir, hakikatte görm üş
Ç ağataylar T im ur zam anında kendilerini tam am en M üslüm an as­
olduğum uz üzere XV. asırda O rta A sya’daki K azak kelim esi gibi ait
kerler sayıyorlardı. Halbuki kıyafet ve askeri teşkilatlan bakım ından
oldukları hüküm etten ayrılıp bununla savaş haline giren göçebe birlik­
Cengiz Han geleneklerine tam am en sadık kalıyorlardı. C engiz H an is­
ler anlam ında kullanılıyordu.
m ine bağlı göçebe ırkı örfi hukuka, K u r’a n ’daki m eşhur İbranice keli­
M oğolların XIV. ve XV. asırlarda daha ne dereceye k adar dil yö­ m enin (Tevrat) tesiriyle “tura” şekline çevrilm iş olan eski T ürkçe “Tö-
nünden M oğol oldukları ve M oğollar ile Ç ağataylar arasındaki hasım rü (T öre)” deniyordu. H atta T im urlular ve Ç ağataylar C engiz Han “tu-
oluşun M oğollar ve T ürkler arasında m illi bir husum et kabul edilm e­ ra”sını şeriattan üstün tutm akla itham ediliyorlardı. Bundan dolayı Su­
sinin doğru olup olm adığı tam am en açıklığa kavuşm am ıştır. M oğolların riy e’nin etkin kelam âlim leri tarafından T im ur ve te b ’asının M üslüman
dilinin daha XVI. asırda bile M oğolca olduğu hakkında bazı işaretler tanınm am aları hakkında bir fetva çıkarılm ıştı. 1372’de H arezm ’de Ti­
vardır. B abür diyor ki dedesi A hm ed H an M oğolca “alacı” lakabını ta­ m u r’un elçisine “Sizin ülkeniz d arü ’l-harptir, M üslüm anların size kar­
şıyordu; bu kelim e M oğol ve K alm uk dilinde “katil” dem ektir. D iğer şı cihad etm eleri farzdır.” denm işti. T im ur ve askerlerinin dış görünüş
yönden M uham m ed H aydar M oğol ve Kırgızları aynı kavim sayıyor ve bakım ından diğer M üslüm anlardan b ir farkı da M oğol âdetine göre saç
aralarındaki bütün farkı M oğolların İslâm iyet’i kabul etm iş, Kırgızların bırakm alarıydı. Bu durum u o zam anın b ir takım O rta A sya yazm aları da
ise m üşrik (putperest) olm alarında görüyordu. A hm ed H an ’ın halefleri teyid etm ektedir. T im u r’un ordusu (1400-1401 ’de) Ş am ’ı kuşattığında
h er halde dil yönünden Türk idiler. 1502’de ölm üş olan A hm ed torunu Sultan H üseyin dedesine ihanet ederek kuşatılanlar tarafına geç­
H an’ın oğlu Said Han Farsça ve T ürkçe şiir yazıyordu. M uham m ed mişti; (bunun üzerine M üslüm anlar) öncelikle saçlarını kesm işler ve
H aydar M oğolları Doğu T ürkistan’ın yerli ahalisinden ayırıyor ve M o­ giysisini değiştirm işlerdir.
ğolistan adı altında bilhassa batıda M oğolistan ile Ö zbekistan arasında
Çağatayların kabile ve boylara ayrılışına ait ayrıntıları anlamak, kul­
hudut olan B alhaş’tan doğuda K alm uk illerine kadar uzanan stepleri
lanılan tabirlerin açık olm ayışı dolayısıyla güçleşm ektedir. Yukarıda
(bozkırları) anlıyordu. K uzeydeki hududu Emil ile Irtış, güneydekini
görm üş olduğum uz gibi çok daha geniş b ir anlam a sahip olan “ulus”
Fergana ile K aşgar’dan B arköl’e (daha doğrusu Bars göl) kadar Doğu
ile (m esela Cuçi U lusu veya Ç ağatay Ulusu deniyor). “İl” ve “T üm en”
T ürkistan’ı teşkil ediyordu. XVI. asırda M oğollar bu steplerden K al­
kelim eleri, yine M oğolca “aym ak” (ki çoğu vakit “oym ak” yazılıyor)
muk ve Kırgızlar tarafından sürülüp çıkarıldılar. Fakat K aşg aristan ’da
aynı anlam da kullanılm aktadır. “Çokluk, on bin” anlam ına gelen “tü ­
(K aşgar ülkesi) kaldılar ki M uham m ed H aydar’ın dediğine göre bura­
m en” kelim esi T ü rk çe’ye K aşgar yerli halkının dilinden geçmiştir.
nın nüfusu 30.000 kadardı. K aşgar’daki şartlar göçebe hayatının de­
Sonradan “tüm en” tabiri göçebe ve ordudan çok yerleşik ahali kitlesi
vam ına m üsait değildi. XVII. asırda H anlar Sülalesinin yok olm asından
ile kullanılmıştır. M uham m ed H aydar, K aşg ary a’da (onun deyişiyle
sonra M oğollar yerli yerleşik ahali ile kaynaşıp isim lerini de ister is­
K aşgar ve H otan’da) dört sınıf saym aktadır. 1.Tüm en-köylü sınıfı, 2.
tem ez unuttular. Anlaşılan dil bakım ından göçebe ve yerleşik ahali ara­
K auçin-ordu, 3. A ym ak-göçebeler (bunların belli bir ölçüde hububat
sında çoktan fark kalmam ıştı. XI. asırda K aşgarlı M ahm ud’da gördüğü­
ekim ve dokum aya hakları vardı), 4. M em urlar ile ruhaniler sınıfı. “T ü ­
müz K encek tabiri, anlaşıldığına göre çoktan unutulm uştu. Onun için
m en” tabiri en son zam anlarda B uhara’da dağlılar, K uhistanlılar anla­
M oğolların ülkesinde, doğuda İslâm iyet’in tesirine o kadar kapılm am ış
m ında ova tftıalisine ifade için kullanılm aktadır. T im ur ülkesinde Çağa-
bulunan göçebelerin yaşayış farkları daha büyük olm akla beraber, Ça-
tayların yerleşik halka karşı olan durum ları, bunları 1404’te görm üş
ğatayların m em leketinde olduğu gibi Türklerle Tacikler veya Şartlar
olan İspanyalı elçi K lav ijo ’nun eserinde doğu yazarlarında olduğundan
arasındaki zıtlık daha önceden beri yoktu. M oğollar gençliğini b ir m üd­
186 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 187

daha açık gösterilm ektedir: “Yaz ve kış istedikleri sürüleri otlatm ağa yalnız B arlasların değil, diğer ulusların da tem silcileri zikredilm ektedir.
gidebilirler, istedikleri yerde ekin eker ve yaşarlar. Tam am en serbest B unlardan biri N aym an soyundan A k Buğa idi ki T im u r’un öteki zafer
olup im paratora vergi verm ezler, çünkü çağırıldıklarında orduda hizmet arkadaşları gibi T im u r’un (evvelce Şehr-i S eb z’de yapılm ası düşünü­
ederler. len) kabri yanında kendisi için erkenden b ir yer ayırtm ıştı. D ikkat çe­
kicidir ki bu m ezar üzerindeki yerlere bir birliğin veya b ir tek savaşçı­
Çağataylar arasında dört ulusun özel bir önem i vardı; A rlat, Cela-
nın savaş esnasındaki yeri anlam ında olan “m urçil” denm ektedir. Bu ve
yir, K avçin, Barlas. G ördüğüm üz gibi K avçin tabiri ilk önce b ir boy
diğer hikayeler T im u r’un genellikle Çağataylar, özellikle bunların reis­
veya kabilenin değil ordunun seçkin kısm ının ism i idi. Şerefüddin Yez-
leri arasında sahip olduğu ilgi ve sevgiye tanıklık etm ektedirler. T im ur
d î’nin açıklam asına göre hanın hassa alayı da kendisine bu nam ı veri­
kendisini asker sınıfına, şehir ve köy halkından daha yakın hissediyor­
yordu. Çağatay em irlerinden ilk M averaünnehir hüküm darı Kaza-
du. H albuki T im ur her iki A sya hüküm eti; Ç ağatay ve M oğol hükü­
ğ an ’ın (1346-1358) Kavçinlerden çıkmış olması m uhtemeldir. Kaza-
m etlerine göre ayrı bir suç teşkil eden b ir fiilde bulunm uştu; devam lı
ğ an ’ın torununu sonradan Tim ur m ağlup ederek öldürtm üştür. K alan
oturduğu y er olm asa bile başşehri olarak büyük b ir şehir kurm uş ve
diğer üç boyun isim leri ise önceden beri M oğol kavim isim leriydi. Ç a­
burada b inalar yaptırm ağa başlam ıştı. G öçebelerin, şehzâdelerin ve g ö ­
ğatay ülkesinde bu boylardan her biri belli bir toprağa hakim bulunu­
çebe reislerinin şehre göçm eleri Cengiz H an yasağının ihlali gibi anla­
yordu. A rlatlar A fganistan’ın kuzey kısm ında, C elayirler Sirderya bo­
şılıyordu. “D aim a göç etm ek, hiçbir yerde yerleşip kalm am ak” kuralı
yunda H ocend civarında, B arlaslar K aşka D erya boyunca olan yerler­
K üçük A sya T ürkleri tarafından Oğuz H an’a dayandırılıyor ve bu m ü­
de idiler. Bu ayrı boylarla birlikte Çağatayların ayrı grupları vaktiyle
nasebetle türetm e yolu ile bu anlam daki çağdaş A vrupa dillerinde b u ­
çeşitli hanlar veya şehzadeler etrafından teşekkül etm iş, ölüm lerinden
lunan kelim elere (R usça “osedlyi”) “asyodlisi” , F ransızca “ sédenta­
sonra onların ism ini taşıyan bir takım özel tem silcilere ve toprağa sa­
ire” , A lm anca “ sesshaft”, şimdi O rta A sy a’da kullanılan “çanak” keli­
hip ordu birlikleri de zikrolunm aktadır. M esela Belh civarında “K ebek
m esinden daha yakın bulunan “oturak” kelim esi kullanılıyordu. Şehir-^
T üm eni” ... İskender yazm asının ismi bilinm eyen yazarına göre, Kebek
lere karşı nefret M oğolistan’da herhalde batıda olduğundan daha fazla
kardeşi İsan B uka’nın saltanatında kendi etrafına her ulustan birtakım
idi. D aha XV. asrın ikinci yarısında T im u r’un haleflerinin Sem erkand
zenginleri (herhalde anlaşılan en çok sürüye sahip göçebeleri) topla­
ve H erat’daki b inalar ile şan ve şeref kazanm ağa m uvaffak oldukları
m ak hakkını elde etm işti. Bunlardan yazarın ifadesine göre, “ şim di gu­
zam anda bile, M oğol Yunus Han, idaresindeki M oğollar sebebiyle A k ­
rur ile kendilerine K ebek’in adamları diyenler” çıkm ışlardır (tâ ki im-
su ’da yerleşm ek fikrinden vazgeçm eğe m ecbur olm uştu. H albuki b u ­
rûz m ufaharet be-incu ğeri-i K ebek m î-konend). Aynı kaynağın sözle­
rası o vakit “ancak M oğolistan’a nazaran şehir sayılabilirdi.” Yunus
rine göre, K ebek’e sonradan kendisinin yendiği düşm anın, şehzâde
Han birkaç yıl sonra Sayram , sonra da T aşkent’i işgal ile (T aşk en t’te
Y asavur’un ulusu katılmıştır. Fakat Tim ur zam anında Y asavurlular Se-
bilindiği üzere, halen kabri bulunm aktadır) M oğolların bir kısm ı oğlu
m erkand civarında yaşayan bir boy olarak ayrıca zikrolunuyor. Yasa-
A hm ed H an ile birlikte kendisini terk ettiler. Bu han sonradan babası
vurluların başbuğu, Em ir Hızır, İskender A nonim ine göre de Semer-
ve büyük kardeşiyle düşm an olup âdet ve kıyafet itibarıyla gerçek bir
k an d ’da hâkim idi. bozkır savaşçısı olarak kalmıştır. Yeğeni B abür 1502’de kendisini bu
Tim ur ile kendisinin m ensup olduğu Barlas ulusu arasında her hal­ halde görm üştür.
de sıkı bir bağ vardı. Bu ulusun tek tük tem silcileri çoğu kez T im u r’un
Ç ağatay hüküm etinde göçebelerin bu hususta hüküm darlarına kar­
kardeşleri olarak gösteriliyorlar.Tim ur, Çağatay hüküm etinin reisi ilan
şı isyanlarından ancak XIV. asır olaylarına ait hikayeler sırasında bah ­
edildikten sonra A rlat ve Celayir em irleriyle T im ur uzun zam an h âk i­
sedilm ektedir. Tarihçiler K azağan’ı göçebe hayatına bağlı kalıp kışı
miyet için m ücadelede bulunm uştur. Celayir ulusu 1376’da m ahvedil­
A m uderya boylarında, yazı Belçuan dağlarında geçirm iş ve yerli halkın
miş bile diye ilan olunm uş ve geriye kalanları diğer em irlerin birlikle­
arazisine dokunm am ış olduğundan dolayı övm ektedir. O ğlu A bdullah
rine dağıtılmıştı. Bununla beraber T im ur’a en yakın em irler arasında,
babasının iznini alm adan H arezm üzerine b ir akın yapm ıştı. H arezm li-
188 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 189

Ier ikiyüz tum an (2.000.000 güm üş dinar) fidye verdiler. K azağan bu­ olduğu halde b ir tane T ürkçe yoktur. T im ur ise anlaşıldığına göre ne
nu öğrenince oğlunun sebepsiz yere M üslüm an toprağına saldırm asın­ T ürkçe ve ne de Farsça şiire m eraklıydı. H atta 1387 de H âfız ile karşı­
dan dolayı kendisini şiddetle azarlam ıştı. K azağan zam anında gerek laşması hakkındaki hikaye dikkate alınm azsa İran şairlerini tanıdığına
T ürk, gerek Taciklerin tam am en iyi m uam ele gördükleri söyleniyor. dair b ir işaret yoktur. T im ur T ürk te b ’asının m anevi işleri hakkındaki
A bdullah babasından sonra da iyi idare etm iş ise de Sem erkand’ı baş­ titizliğini büyük M üslüm an T ürk azizi A hm ed Y esevî’nin türbesi ü ze­
kent yapm ak gibi hoşnutsuzluk yaratacak hareketlerde bulunm uştur. rine m uazzam bir bina yaptırarak gösterm iştir. (T im ur’un Sem erkand
Bundan dolayı K azağan’ın ölüm ünden bir yıl geçm eden em irler tara­ ve Şehr-i sebz civarında yaptırdıklarından başka, diğer vilayetlerde A h­
fından tahttan indirilmiştir. Birkaç sene süren kargaşadan sonra h ak i­ m ed Yesevî türbesi dışında yaptırdığı b ir bina yoktur). Fakat bu binanın
m iyet m evkii K azağan’ın torunu H üseyin’e geçmiştir. Bu da B e lh ’i vakfa tahsisi hakkında bize ulaşm ış olan vesika Farsça kalem e alınm ış­
b a şşe h ir yapm ayı düşünm üştür. T im ur ona am casını örnek gösterm iş, tır.
ikna ederek bunu yapm am asını sağlamıştır. Sonra ayaklanm a olm uş ve
buna T im ur da katılm ıştır; H üseyin öldürülm üş ve hâkim iyet T im u r’a G elecek derste T im ur ve halefleri ile Ö zbek Hanları zam anında O r­
geçm iştir. T im ur derhal A bdullah ve H üseyin’i yaptıklarından dolayı ta A sya Türklerinin iktisadi ve m edeni seviyeleri ile ilgili verileri to p ­
kınadığı işleri yapmıştır. B üyük bir şehir olan S em erkand’ı başşehir lam ağa çalışacağım.
edinm iş ve burada hisarlar ve içkale yaptırmıştır.

Bütün bunlardan göçebelerin hayatlarını yerleşik hayat tarzını iste­


m edikleri; C engiz H an’ın kanunlan ve yerli halk Taciklerin çıkarları
gereği bozkırlarda kalm a arzulan anlaşılabilir. H an ve em irler herhalde
şehre tek başlarına değil urukdaşlanndan (soydaşlarından) birkaçıyla
birlikte göçüyorlardı. Esasen göçebe reislerinin idaresi altında ve bun­
ların arasındaki iç savaşlar dolayısıyle zarar gören eski halkın çıkarla­
rı ile bu yeni gelen göçm enlerin çıkarlarını uyuşturm ak güç oluyordu.
K aydu ve Tuva zam anında Andican şehrinin kuruluşu hakkında İsken­
d er A nonim i diyor ki hanlar oraya bütün ülkelerden birçok halk getir­
m işlerdir. H atta daha yazarın devrinde her kavm in m uhtem elen eski
göçebelerin her boyunun şehirde ayrı bir m ahallesi vardı.

T im ur T ürk çe’den başka Farsça biliyor ve gerek din olarak İslâm i­


yet hakkında gerek M üslüm an ilim ve sanatı hakkında bir fikre sahip
bulunuyordu. H er taraftan S em erkand’a âlim ler ve sanatkârlar getirdi,
yeni kanallar açtı, Sem erkand’da m uhteşem binalar yaptırttı ve genel­
likle çağdaşları üzerinde bayındırlık alanındaki faaliyetleri, tahripkâr
biri olarak düşünülüşünden daha az olm ayan bir kanaat oluşturdu. B a­
yındırlık faaliyetleri alanında m em leketindeki Türk unsurların hem en
hiçbir katkısı yoktur. T im ur’a tabi olan en çok T ürk olan m em leket Ha-
rezm idi. H arezm li ustalar T im ur için Şehr-i S ebz’de A ksaray adlı
m uhteşem sarayı yaptılar. Fakat sarayın ism inden başka hiçbir şey
T ürk değildi. D uvarlardaki kitabeler arasında bir çok Farsça beyitler
O n ik İncî D ers

Tim ur, im paratorluğunu kurarken her halde T ürk m illi gayelerini


gözetm iyordu. T im u r’un gayesi m üm kün olduğu kadar çok ülkeyi,
hatta m üm künse bütün dünyayı hükm ü altına alm aktı. T im u r’un M ake­
donyalI İskender tarihini bildiğine dair bir delil yoktur. Fakat tarihçisi
kendisine İskender ve o tipte cihangirlere ve bu cihangirlerden biri
olan (X. Asırda) İranlı Büveyhoğullarının en kudretli hüküm darı bulu­
nan A d u d u ’d-d ev le’nin söylediği rivayet edilen “B ütün dünya iki hü­
küm darın sahip olacağı kadar değerli değildir.” sözünün kendisince de
söylendiğini ifade etm ektedir. Fatihane faaliyetlerini tam am lam ak için
Tim ur, kendisinden önce H arezm şah ve kendisinden sonra N adir Şah
gibi Ç in ’i fethetm eyi düşünüyordu. A ncak şu fark ile ki bu fatihler için
Çin yalnızca uzak bir gaye, (bir hayal) idi. Halbuki T im ur bu sefer için
bir ırdu toplam ayı başarm ış, fakat ölüm ü üzerine bu ordu hareketsiz
kalm ıştı. Ç in ’de T im u r’un askeri hazırlıkları biliniyor ve yapılacak hü­
cum un püskürtülm esi için tedbirler alınıyordu. H atta ordu kom utanla­
rı T im u r’un ölüm ünden sonra sefere devam etm ek istem işlerse de im ­
paratorluk içinde kargaşalıkların baş gösterm esi üzerine bu niyetlerin­
den vazgeçm iş oldukları hakkında bir haber vardır.

Bütün bunlardan daha o zaman M üslüm an T ürklerin Ç in ’e ne d e­


rece önem verdikleri anlaşılıyor. Babiir yazılarında daim a Ç in ’e seya­
hat maksadını beslem iş ve bir müddet uğradığı askeri başarısızlıkların
kendisini her çeşit siyasi sorum luluklardan uzak göründüğü zam anlar
da bu m aksadı gerçekleştirm eyi düşünm üştü. Şu kad ar var ki o lıcrhal
de Ç in ’de Tim ur gibi bir fatih değil, sadece b ir konuk olarak biliminin
lecekti. Sem erkand T im ur ve halefleri zam anında büyiik bir iıcnıei
m erkezi olarak kalm ış idi ve buraya Çin m alları da geliyordu. Ihımın
la beraber bilindiğine göre, M oğollar devrinde T ü rk istan 'd a Ç in 'e dıı
ir, aynı devirde İran’da özellikle R eşidüddin’in eserlerinde göıdlip.11
m üz tarzda İlmî m alum at yoktu. Şahrıılı'uıı 14 Ib I4.’.v de Seıııeıkııud
192 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 193

m urahhaslarının katıldığı Çin elçilik heyetine ait geniş hikaye bu heye­ T im u r’un kendisi gördüğüm üz gibi Çağatay tipinde b ir asker idi ve
te m ensup İranlı üyelerden birine aittir. Türio-Çağataylan herhalde İranlı teb ’a Taciklerden daha çok k endisi­
ne yakın idi. T im u r’un ordusunda Türklerle birlikte İranlılar da vardı.
T im ur’un fütuhat teşebbüslerinin asıl hedefi her şeyden önce İran Horasanlı tarihçi Hafız Ebru da T im u r’un ordusundaki b irlik ler içinde
m edeniyeti sahaları ve bunlar arasında hepsinden önce de coğrafi se­ en çok H orasanlılara güvendiğini söylüyor. Fakat aynı zam anda T i­
bepler dolayısıyla o zam an nüfus bakım ından Türk olan ve fakat m ede­ m u r’a isnat edilen b ir sözde, askeri vasıflara yalnız T ürklerin sahip o l­
niyet itibarıyla halis İran eyaletlerinden asla aşağı kalm ayan Harezm dukları ifade edilm ektedir. T im ur 1404’de ölüm ünden biraz önce oğul
idi. T im ur H arezm ’den Sem erkand’a b ir çok âlim ve sanatkâr getirm iş­ ve torunlarına vasiyet ederken dem iştir ki önceleri Batı İra n ’da hakim
ti. H arezm ustaları Tim ur için Şehr-i S ebz’de A ksaray sarayını yapm ış­ olan Sultan A hm ed C elayir (bu sülale de T ürkleşm iş M oğollardandır)
lardır; kalıntıları bugün bile çok etkileyicidir. Sanat açısından bu saray Tacik m izaçlı birisi olm ası sebebiyle insan üzerinde endişe uyandırm ı­
özellikle çinilerin güzellik ve kalitesi bakım ından T im ur’un Semer- yor.” Lâkin aynı zam anda T im ur da bütün T ürkler gibi İran m edeniye­
k an d ’daki binalarından herhalde aşağı kalm az. O zam an durum öyle bir ti etkisinde kalıyordu. T im u r’un okum a yazm ası yoktu, fakat irfan ve
şekil almıştı ki T im ur’un askerlerinden en çok zararı H arezm gördü. m edeniyete yabancı değildi, satranç oynardı, âlim lerle devam lı ilişki­
Bundan az önce Harezm Altın O rda’ya bağlılıktan kurtulm uştu ve Ti­ de olup onlardan çeşitli ilim lere dair bilgiler edinirdi. Tarih k onusun­
m ur H anedanı gibi Türkleşm iş M oğollardan olan başka sülalelerin ha­ daki bilgisi o zam anın en büyük A rap tarihçisi İbn H ald u n ’u hayrete
kim iyeti altında bulunuyordu. Bununla beraber Harezm hüküm darların­ düşürm üştür. T im ur yalnız askerî başarılar kazanm akla değil, şâm nı b i­
dan H üseyin Sûfî İslâm m edeniyetini tam am en benim sem iş H arezm li- nalar ve sulam a tesisleri ile taçlandırm ak için hüküm et başkentine
lerle, dış görünüş ve âdet itibariyle M üslüman olm ayanlara yakın olan âlim ler getirm eye de çabalıyordu. Bütün bu hususlarda İran m ediniye-
Ç ağataylar arasında m ukayeseyi bile doğru bulm uyordu. H atta 13 7 2 ’de tine m ensup veya hiç olm azsa büyük bir kısm ı aslen İranlı olan kim se­
T im u r’un elçisi görüşm ek için H arezm ’de iken H üseyin Sufi her çeşit lerle bağlantı halindeydi.
görüşm elerden kaçınarak büyük bir kızgınlıkla elçiye şu sözleri söyle­
m işti: “Sizin ülkeniz d ârü ’l-harptir. Size karşı cihad etm ek M üslüm an- A ncak, Ç in ’e yapılm ası düşünülen sefer ile ilgili olarak, günüm üz­
lara farzdır”. 1379’da Çağataylar tarafından zaptedildikten sonra Ha­ deki bir hüküm darın daha baştan girişeceği b ir takım faaliyetlere T i­
rezm bir kaç kez isyan etti. Tim ur ile Altın O rda hanı Toktamış arasın­ m u r’un hayatının son yıllarında kalkıştığını görüyoruz. M esela şim diye
daki savaş zam anında Harezm bir kaç defa Toktamış tarafına geçm iş ve kadar üzerlerine yalnız akınlar yapılm ış olan Türk-M oğol uluslarını d e­
onun adına sikkeler kestirmiştir. Bundan dolayı Harezm ve özellikle vamlı itaat altına alm ak için tedbirler almıyor, bozkırlarda kale yapılı­
başşehri olan Ürgenç, T im ur tarafından fetholunan m em leketlerden da­ yor, bu arada Isıkgöl üzerindeki kale b ir ileri m evzi teşkil ediyordu.
ha kötü bir talihsizliğe uğradı. T im ur’un seferleri zam anında büyük öl­ Bunun gibi genellikle ziraat ve şehir hayatıpın yeniden canlandırılm a­
çüde şehir ahalisi öldürülm üş ise de bu şehirlerin harabe halde kalm a­ sına gayret edildiği görülüyor. T im u r’un Ç in ’e seferden önce bu husus­
ları için sonradan önlem ler de alınmamıştı. H alkından onbinlerce kişi­ ta yapılan bütün hazırlıklar ve elde edilen m esafe ve im kanlar T i­
nin katliâm dan geçirildiği şehirler sonradan tekrar büyük bir nüfusa sa­ m u r’un ölüm ünden hem en sonra derhal yok olm uş ve göçebeleri y en i­
hip oluyor ve T im ur’un torunlarına başkent oluyordu. Yalnız Ürgenç den itaat altına alm ak için haleflerinin yaptıkları teşebbüsler hiçbir b a­
şehir olarak tam am en m ahvedilm iş ve şehrin harab vaziyetini dış gö­ şarıya ulaşam am ıştı.
rünüşü ile de ifade için bulunduğu yere arpa ekilm işti. Üç yıl sonra Ür-
Tim ur, oğul ve torunları hususunda Cengiz Han kadar talihli o lm a­
g enç’in büyüklüğünün dörtte biri oranında yeniden im ar ve ihyasına ka­
mıştır. K endisinin ölüm ünden sonra im paratorluğun hudutlarının daha
rar verilmiştir. Bununla beraber Harezm T im ur’dan sonra eski ticarî ve
fazla genişlem esi şöyle dursun, bunların korunm ası bile söz konusu
m edenî önem ini yeniden kazanam am ıştı. Özellikle Harezm eyaleti coğ­
olamadı. T im u r’un ölüm ünden pek az sonra sülalesi T ürkistan ve
rafî konum undan dolayı Ö zbekler yani Altın O rda Türkleriyle Çağatay­
İran’ın doğu ve güney eyaletlerinden başka bütün ülkeleri kaybettiler,
lar arasındaki sürekli savaşlardan çok zarar görm üştü.
194 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 195

fakat bu dar saha içinde nispeten bir sükunetin gerçekleşm esi ve harp şairlerinden Selm an S av ci’nin şiirlerinden aşağı kalm ayan şiirlerinin
faaliyetlerinin azalm ası sayesinde T im ur’un zam anındakinden daha U luğ Bey tarafından bilindiğini söylüyor. Şahruh ve U luğ Bey yanında
canlı m edenî bir gelişm e m eydana gelebildi. İm paratorluğun başşehri T im ur sülalesinden bir T ürk şairi olan Şeydi A hm ed bin M iranşah da
de Sem erkand yerine H erat oldu; burası T im u r’un oğlu Ş ah ru h ’un baş­ vardı; 839 H. (1435-1436 M.) da Şahruh için yazdığı “T aaşşuk-nâm e” ,
şehri idi. Birkaç iç savaştan sonra Tim ur sülalesinin hüküm ran olduğu adından anlaşıldığı gibi bazı yönleriyle XIV. asır A ltın O rda şairi Harez-
bütün ülkeler üzerindeki üstün hakim iyet Ş ahruh’a geçm işti. Aynı şe­ m î’nin M uhabbet-nâm e’sinin bir taklididir. T im urlular devrinin en so­
kilde Şahruh’un büyük oğlu Uluğ Bey de (1409-1449) kırk sene kadar nunda, XV. asrın sonu ile XVI. asrın başında M iranşah’ın haleflerinden
Sem erkand’da hüküm ran olup onun zam anında burası en parlak bir şe­ d iğer birisi olan B abür T ürkçe eserler yazıyordu. B ab ü r’ün sözlerin­
hir olarak kalm ıştı. U luğ B ey’in binaları ise fenni sağlam lık, boyutlar den, bir m üddet Sem erkand’da hüküm sürm üş olan am casının oğlu
ve ihtişam yönünden büyük babasının binalarından üstündür. N e H erat B ay su n g u r’un da halk tarafından tanınm ış b ir şair olduğunu biliyoruz.
ve ne de S em erkand’daki binalarda milli ve T ürk özelliğe ait hiçbir D iğer bütün Ç ağatay şairlerini XV. asnn ikinci yansında M ir Ali Şir-
"şey yoktu. Cam i ve m edreselerden başka ham am lar, kervansaraylar N evâî gölgede bırakmıştır. Yalnız N ev âî’nin eserleri ölüm ünden sonra
vs. hayır kurum lan da yapılmıştı. Bunlar arasında anlaşıldığına göre T i­ tanınm ış ve T im ur ülkesi hudutlarından daha uzaklara kadar şöhret k a­
m u r’un binalan arasında m illî bir önem i olan tek b ir m üessese dışında zanmıştır. B ab ü r’ün eserleri bile, değeri şüphesiz olm akla beraber, pek
onun gibi hiçbir eser yoktu; bu m üessese ise A hm ed Y esevî’nin m eza­ az sayıda yazm a halinde kalm ış ve o derece unutulm uştur ki sonraları
rı üzerindeki bina ile oranın dervişleri ve gelecek konuklar için yapıl­ yeniden A vrupa âlim leri tarafından bulunm uştur.
mış olan büyük bir zaviyedir. Z aviyenin m üştem ilatından dervişlere
N evâî İran harsına (kültürüne) m ensup biriydi. T ürkçe şiire İran
ikam etgah olacak bir hankah (vesikalarda hangah-ı m üsafir-penah” ta­
m evzularını ve tarzını sokmuş, hatta eski İran hüküm darları tarihini
biri) vardır. Bu, yetkililerin kendilerine bağlı olanları yedirip içirme va­
yazmıştır. K endisinin m esela R eşid ü d d in ’in eserine veya genellikle
zifeleri hakkındaki anlayışlarına da uygundur.
T ürk veya M oğollar tarihine ilgi duyduğuna d air b ir haber yoktur. B u­
Buna m ukabil T im u r’un halefleri zam anında T ürk edebiyatı büyük nunla beraber aynı zam anda da T ürkçe şiire ve T ürk diline ehem m iyet
bir gelişm e gösterm iştir. Halbuki bu konu T im u r’un tarihinde hiç b ah­ veriyordu; hayatının sonuna doğru yazm ış olduğu b ir eserinde Türk d i­
sedilmez. Çağatay hüküm ranlığında daha önceden de T ürkçe şiir var­ linin F arsça’dan üstün olduğunu ispata çalışıyordu. B ilindiğine göre
dı. 1366’da han ilan edilip çok az sonra tahttan indirilm iş olan Kâbil T ürk şairlerinden hiçbiri en azından O rta A sy a’da buna cesaret etm e­
Şah daha XV. asırda bile halk arasında bilinen şiirler yazıyordu. Han sı­ m iştir.
fatıyla kendisinin Cengiz H an’ın haleflerinden sayılm ası gerekirdi. H er
T ürk şairleri bilhassa Sem erkand ve H erat’da yani halkın büyük bir
halde bellidir ki dili T ürkçe olup, m uhtem elen şiirlerini de bu dilde ya­
çoğunluğunu şüphesiz Taciklerin teşkil ettiği ve Türklerin özellikle
zıyordu. T im ur’un zafer arkadaşlarından Seyfeddin B arlas Farsça ve
hanedan ve ordudan ibaret bulunduğu şehirlerde yazıyorlardı. T ürkle­
T ürkçe şiirler yazıyordu. Fakat T im u r’un ölüm ünden sonra en çok
rin siyasi hakim iyetleri dillerine az çok b ir ehem m iyet verdirecekti.
Sekkâkî ve Lütfi ism indeki şairler halk arasında tanındılar. İkincisinin
Biliyoruz ki askerî unsur dışında, m uhtem elen T ürklerin hiç bulunm a­
şairlik m eziyetini klasik şair M îr A li-Şir N evâî de itiraf etm ektedir ki,
dığı M ısır’da M em luklar devrinde özellikle tercüm e olm ak üzere bir­
bulunduğum uz yıl şairin doğum unun beşyüzüncü yılıdır. S ekkâkî şiir­
kaç T ürkçe eser vardır. Tabii hanedanın bütün m ensupları kendilerini
lerinde T im ur’un torunu ve en yakın halefi olan Sem erkand hâkim i
T ürk sayıp m illetinin geleneklerini takdir etm iyorlardı. H alis Türk g e­
Halil Sultan’ı (1405-1409) ve sonra da daha fazla U luğ B ey ’i övm üş­
lenekleri yerine Türk-M oğol gelenekleri yerleştirilm işti. O zam anın
tür. Uluğ B e y ’e ithaf ettiği şiirlerde, T ürk şairi olarak kendisinden de
T ürk askerî teşkilatı Cengiz im paratorluğunun m irası idi ve T ürk aske­
bahsetm ektedir. “Felek, benim gibi bir T ürk şair ve senin gibi âlim bir
rî tabirlerinden başka m esela askerî birlik anlam ına “noşun” (koşun)
hüküm dar var olm adan daha birçok yıllar dönm eğe devam edecektir.”
gibi sonradan unutulm uş olan bir çok kelim e kullanılıyordu. H üküm ­
Bunun gibi L ütfi kendisinin, o zam an pek m eşhur olan XIV. asır İran
196 PROF. D R V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 197

darın T ürk m illi geleneklerine bağlılık derecesi İslâm hukuk kaideleri­ vatanperveri idi. B una kendisinin T im urlular hüküm etinin başında b u ­
ne yani şeriata nisbeten Cengiz Han kanununa (yani yasaya) verilen lunduğu iki sene (1447-1449 seneleri) zarfında Sem erkand ve H erat’ta
ehem m iyet ile ortaya çıkıyordu. Şahruh, H erat’da yalnız M üslüm an bastırm ış olduğu sikkeler tanıklık etmektedir. (1 4 4 7 ’den ö n ce sikkeler
sultanı ve halife sıfatıyla bulunm ak istem iş ve Cengiz Han kanunlarını fiilen U luğ B e y ’in hüküm ran olduğu S em erkand’da Şahruh adına bası­
kabulden şiddetle kaçınm ıştı. Halbuki aynı zam anda Sem erkand’da lıyordu). U luğ Bey T im urlular arasında T ürkçe yazılı sikke bastırm ış
U luğ Bey hiç olm azsa askerî işlerde C engiz H an’la ilgili bütün kanun­ olan tek hüküm dar görülüyor. (B izzat T im u r’un sikkeleri arasında böy-
lara uym ağa çalışıyor, T im ur’u örnek alarak sadece ism en hüküm ran leleri vardır). U luğ B ey ’in sikkelerindeki yazı: “E m ir T im u r G ürgan
olan hanları tayin ediyor ve genellikle büyük babasının zihniyetine uy­ him m etidin biz U luğ B ey G ü rg an ’ın Sözüm üz” yani “E m ir T im u r G ür-
gun bir tarzda yönetm eye gayret ediyordu. g an ’ın him m etine dayanarak biz U luğ Bey G ürgan’ın sözüm üz”dür.
(“S özüm ” veya “sözüm üz” düsturu, bilindiği üzere son zam anlara k a­
T im u r’dan farklı olarak U luğ Bey babası hayatta iken Ön A sy a’ya dar han yarlıklarında da kullanılm ış olup T im u r’un sikkelerinde rastla­
seferler yapam adı. Bunun için kendi zam anında A ltın O rda ve M oğo­ nan M oğolca “ Ü ge M anu” kelim elerinin tercüm esidir. “ G ürgan” ise
listan üzerine olan seferler T im ur zam anm dakinden daha önem li oldu. M oğolca “d am at” dem ek olup T im ur ve onun gibi C engiz H an ailesi
B ununla beraber U luğ Bey için T im ur’un yaşam ının son senelerinde ile akrabalık kuran haleflerinden bazıları kendilerine bu lakabı veriyor­
önem verdiği planları yeniden uygulam ak m üm kün olmadı. Uluğ lardı).
B e y ’in düşünceleri de T im ur’un önceki düşünceleri gibi tahta bu h e­
defleri uygulam aya uygun hanları geçirm ekten daha ileriye gitm edi. T ürk vatanperverliği U luğ B ey’i İran m edeniyetini T im u r’dan d a­
Bu hedefe T im ur erişem em iştir, U luğ B ey de erişem ezdi. Çünkü anla­ ha geniş ölçüde kabul etm ekten alıkoym am ıştır. Uluğ Bey yalnız T im ur
şıldığına göre büyük babasının askerî kabiliyetine ve fatih seciyesine gibi âlim lerle görüşm ekle kalm ıyor, kendisi de ilim ile ö zellikle ilm -i
sahip değildi. H atta U luğ B ey ’in askerî teşebbüslerinden en büyüğü h ey ’et (astronom i) ile m eşgul oluyor ve bu yönüyle İslâm tarihinde o l­
olan, 1425’deki M oğolistan seferi bile hiçbir netice elde edem em işti. dukça az rastlanan âlim hüküm dar örneğini veriyordu. Ç ağdaşları U luğ
Uluğ Beyin ülkesi, hâkim iyetinin sonunda başlangıçta olduğundan d a­ B e y ’i bu hususta A risto ’nun talebesi İskender’e benzetiyorlar, h erh al­
ha daralm ıştı; M oğollar S ayram ’ın doğusundaki eyaletleri, Ö zbekler de İslâm tarihinde örnek bulam ıyorlardı. U luğ Bey ve en yakın halefle­
T ürkistan’ın aşağı taraflarındaki Sirderya eyaletlerini elinden alm ışlar­ rinin astronom iye ilişkin eserleri M üslüm an astronom i ilm inin son sö­
dı. O zam an Ö zbeklerin kudreti han E b u ’l-h ay r’ın idaresinde artmıştı. zü diye kabul ediliyordu.
Bu hanın oğullan ve torunlarına sonradan T im urlular saltanatına son
verm ek nasip olm uştur. E bu’l-H ayr 1430-1431 senesi kışında bir m üd­ U luğ B e y ’in ilimle ilişkisi onun zam anındaki S em erkand’ın T i­
det, Ü rgenç şehri ile birlikte H arezm ’in kuzey kısm ını zaptetmişti. m u r’un S em erkand’ına nispeten ne kadar gelişm iş olduğunu açıkça
1448 sonbaharında Uluğ Be.y, Ş ahruh’un ölüm ünde H orasan’ı hakim i­ gösterm ektedir. T im u r’un yakınları arasında gerek âlim ler ve gerek
yeti altına alm ağa çalıştığı sırada E bu’l-H ayr M averaünnehir’e bir akın T ürk askerî sınıfına m ensup olanlar vardı. Fakat bunların aralarında hiç­
yapm ış ve 1451’de Semerkand civarını yağm alamıştır. E b u ’l-H ayr T i­ bir m ünasebet yoktu. T im u r’un T ürk yakınlarından birinin âlim o ldu­
m urlular arasında M averaünnehir’de m eydana gelen iç savaşlara da ğuna dair örnek yoktu. Uluğ B ey ’in yalnız kendisi astronom i âlim i o l­
karışm ış idi. Onun yardım ı ile M iranşah’ın haleflerinden Ebu Said, m akla kalm am ış, kendi yakınları olan T ürkler arasında kendine b ir ö ğ ­
Şahruh’un haleflerinden Uluğ B ey’in yeğeni A bdullah’ı m ağlup etm iş­ renci ve h alef de yetiştirm işti: Ali K uşçu. “K uşçu” tabiri bunun Rus
ti. Ebu S aid’in galibiyeti aynı zam anda O rta A sya dervişlerinin başın­ im paratorlarının “sokolniçi” (şahinci)lerine denk bir yer işgal ettiğini
da bulunup U luğ B ey’le onun yönetim i karşısında olan H oca A h rar’ın gösteriyor. M uhtem elen U luğ B ey ’le olan yakınlık ilk önce bu zem in ­
galibiyeti dem ekti. de m eydana gelm iştir. N itekim U luğ Bey, B ab ü r’ün “kuşçu p ad işah ”
Büyükbabası T im ur’a saygı besleyen Uluğ bey, aynı zam anda sözleri ile ifade ettiği gibi kuş avına çok m eraklı idi. H üküm darına uy a­
T ürk-M oğol askerî geleneklerinin taraftarı ve bir dereceye kadar Türk rak A li K uşçu astronom iye şiddetli b ir m erak duym uş ve U luğ B ey ra­
ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 199
198 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

sathanesinin inşası ve Z eyc cedvellerinin düzenlenm esi işlerinde sarayının geniş bahçeleri, T im u r’un oturm adığı zam anlarda zengin ve
onunla çalışmıştır. H erhalde anlaşıldığına göre, U luğ B e y ’den daha fakir Sem erkand’ın bütün halkına açıktı. İm parator ailesi için büyük
genç idi ki kendisi hakkında cetvellerde “oğlum ” (ferzend) tabirini kul­ şenlikler düzenlendiği zam anlar başkent halkının “tarhan” yani cizye
lanıyor. Ali K uşçu, U luğ B e y ’in ölüm ünden sonra da ilim le uğraşm a­ ve vergilerden m uaf olm ası âdeti de anılm aya değer. G öçebe fatihler
y a devam etm iş, sonradan İstanbul’da çalışm ış ve 1474’de orada öl­ için halk kitlesi, M üslüm an hüküm etlerinde cizyeye tabi gayr-i m üslim
müştür. Tim urlular ülkesinde T ürk kıyafetiyle geziyordu ki bu kendi­ sınıflar gibi göçebelere para verm ek ve on lar hesabına çalışm akla yü­
sinin aslen Türk olduğu hakkında kuvvetli bir delil teşkil eder. H erhal­ küm lü cizye veren bir sınıftı. G öçebelerin İslâm iyet’i kabul etm esi de
de anlaşılıyor ki T im ur zam anında olduğu gibi U luğ Bey zam anında da İslâm uygulam a ve geleneklerine ters düşen bu durum u değiştirem e­
T ürk askerlerinin (Çağatayların) yerli Tacik ahaliden dış görüntü açı­ mişti. 1365’de S em erkand’da T ürk hüküm darlarına karşı m eydana g e­
sından farkları vardı. T ürkçe konuşanlar arasından Ali K uşçu ve Uluğ len halk hareketinde M üslüm anlardan cizye alm akla itham ediyorlardı.
Bey gibi âlim lerin çıkm ası çok ilgi çekicidir. B ununla beraber ne bu ne B ununla'beraber ahalinin İslâm iyet açısından hukuki olm ayan bu ver­
de öteki T ürkçe olarak İlm î konuları ele alm a denem esinde bulunm a­ giden (cizyeden) kurtulm aları, İslâm hukukuna bağlılık şeklinde değil
m ışlar ve eserlerini yalnız Farsça ve A rapça yazm ışlardır. U luğ Bey belki yerleşik ahaliye göçebe hukukunun diğ er kaidelerinin -tarh an lı-
eserinde yerli olduğu kadar beynelm ilel özellikte olan sahih (ve revaç­ ğın- uygulanm ası şekliyle olmuştur. Bazı kim selere tarhanlık (vergiden
ta olan) ilim lere yöneliyor ve bunların diğer dil ve kelam ile ilgili eser­ m uafiyet) verilmesi bu şahsın cizyeye bağlı sınıftan çıkarılarak, saray
lerden üstünlüğünü ve diller ve inançların değişm esi ile önem lerinin halkı arasına katılması dem ekti. Böyle tarhanlık ferm anları M oğol im ­
değişikliğe uğram ayacağını ifade ediyordu. paratorluğundan bölünm üş hüküm etlerde han adına çıkarılm ış olan b e­
ratlardır. Volga boylarında tarhanlık verilm esi II. A leksandr zam anına
İran ilm inin tesirlerinden başka Timur, T ürk askerî çevrelerine olan kadarki Rus hakim iyeti zam anında bile devam etmiştir. B ütün b ir şe­
yakınlığına rağm en İran kökenli tebasına o kadar yakın bulunuyordu ki hir halkının çoğunun tarhan (vergiden m uaf) olm ası herhalde önceleri
kendi saltanatı için Farsça (râsti rusti) yani “adalet kuvvettir”i bir düs­ göçebe hukukuna dahil değildi. Fakat başkent halkının cizye ve vergi­
tur edinm işti. A nlaşılan, Uluğ Bey de âlim liğine rağm en büyükbaba­ lerden m uafiyetlerini sağlayan bu tarhanlık sistem i, daha sonraları hat­
sından daha T ürk idi, fakat her halde F arsça’yı çok iyi biliyordu ve ih­ ta Ö zbekler zam anında uygulanm ıştır. X V III. asrın sonunda şeriatın h a­
tim al ki yörenin kelam ilmi âlim leri ile bu dilde konuşuyordu. Bu raretli taraftarları olan Şah M urad ve E m îr M esud saltanatlarının baş­
âlim ler arasında XII. asırda yaşam ış olan “ H idâye” yazarı Burhaneddin larında Buhara ahalisini cizye ve vergilerden (tekâlif) m uaf tutm ak için
M erginanî’nin haleflerinden bulunan S em erkand’ın irsî şeyhülislam la­ bunları “tarhan” ilan etm iş, yani bu k onuda şeriata değil göçebe huku­
rı bulunuyordu. D ikkate şayandır ki bu şeyhülislam ları da bizzat Uluğ kuna başvurm uşlardır. Bu im tiyaz başşehir halkını diğer şehirlerin aha­
Bey gibi İslâm hüküm lerine uym azlık ve dince yasak olan eğlencelere lisine, özellikle köylü sınıfına göre daha avantajlı bir hale getiriyordu ki
düşkün olm akla suçluyorlardı. (Tim ur zam anında hüküm dara karşı bu köylü sınıfının vaziyeti göçebe idaresinde pek acıklı idi.
böyle bir şey söylem ek kim senin haddi değildi). G erçekten böyle bir
durum , m esela şeyhülislam lar tarafından şarkıcı kadınlar (m uganniye­ T im urlular hüküm eti için O rta-A syadaki diğer devlet teşkilatları
ler) çağırılarak yapılm ış olan bir ziyafet, İslâm iyet açısından asla alışıl­ için olduğu gibi sağlam kaideler üzerine m illi zem inde b ir medeni h a­
m am ış bir şey ve câiz değildi. Aynı zam anda bu olay T im ur ve Uluğ yat kurm ağa kâfi zam an olm adı. G eçiş dönem inin kargaşalıkları buh­
Bey zam anında Sem erkand hayatında dinî hüküm lere ne kadar az uyul- ranlar doğuruyor, bundan başka yerlerdeki istilacılar faydalanıyordu.
duğunu gösterm ektedir. Tabii bu hürriyet ve m edenî ilerlem eden özel­ H oca A h ra r’m ve dervişliğin ortaya çıkıp ayaklanm ası İranlıların Türk-
likle hâkim ve zengin sınıf faydalanıyordu. Fakat halk kitleleri de bu lere karşı olan milli m ücadeleleri ile ilgili değildir. H oca A h rar’ın ken­
hayata katılm aktan alıkonm am ıştı. K lavijo’nun T im ur zam anındaki zi­ disi dağlı Taciklerden olup, en yakın taraftarları arasında, bilindiğine
yafetlere ait hikayelerinden anlaşılıyor ki, bu ziyafetlere halkın da çağ­ göre, T ürk yoktu. Fakat dervişlik her tarafta, T ürk göçebeler arasında
rılm ası unutulm uyordu. İbn A rabşah’ın gördüklerine göre T im u r’un başarılı idi ve Ebu S aid ’in H oca A h rar ile ittifakı milli geleneklerle b a­
200 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 201

ğım kesm iş anlam ına gelm iyordu. Bunu Ebu S aid ’in rüyada A hm ed letleri birbiri ardından eline geçiriyor ve ancak karşı konulam az zor­
Yesevî ve H oca A h ra r’ı görüp, Y esevî’nin kendisine A h ra r’ı m ürşid luklar karşısında duraklıyordu. İran tarihçilerinden birinin sözlerine
olarak gösterdiği hakkındaki m enkıbe gösterm ektedir. H üküm dar sıfa- göre, hem Turan hem İran ’da askerî zaferler ile şan kazanm ıştı ve H o­
tıyle Ebu Said Tim urluların geleneklerini sürdürüyor ve sikkeleri üze­ rasa n ’ı fethetm işti. H er halde yeni İran devletinin kurucusu İsmail Sa-
rinde T im u r’un arması olan üç ufak halkayı çizdiriyordu. fev î ile olan savaşta yenilm em iş olsa idi, bütün İran eyaleti ile yetin­
m eyecekti. Bundan pek az önce kuzey bozkırlarda, E b u ’l-H ayr zam a­
Tim urlular -bozkırlardan çıkm ış olan diğer Türklerle- Ö zbeklerle nında esas Ö zbekler kütlesinden ayrılm ış ve bunun üzerine K azak is­
olan m ücadelede mahv ve te lef olm uşlardır. Ö zbekler, Ç ağataylara g ö ­
m ini alan Ö zbek kavm inin bir kısm ı tarafından yenilm işti. G öçebeler
re İran şehir m edeniyeti tesirine çok daha az kapılm ış, onun için göçe­
kendi hüküm etlerinden ayrılıp, bununla savaş haline giren züm relere
be geleneklerini çok daha iyi korum uşlardı. Ö zbek hanları için T im ur bu ismi veriyorlardı. İlk zam anlarda “Ö zbek-K azak” tabiri kullanılm ış­
ve U luğ Bey için olduğu gibi göçebeleri arasında T ürk askerî vatanper­
tı. Bu gibi gurupların varlığı, Ö zbeklerin de önceki göçebe kavim ler g i­
verliğini yapm acık olarak uyandırm ağa ihtiyaç yoktu. Bu gazilerin as­ bi fetih am acıyle hanlarının idaresinde isteyerek birleşm eye ne kadar
kerî m enkıbeleri hakkındaki efsaneler bozkırlarda, hanlardan tam am en az m eyilli olduklarını gösterm ektedir. M av eraü n n eh ir’in yeni ve özel­
m üstakil olarak çok kere onların aleyhine bir söylem m eydana geli­ likle İran m edeniyeti ile hiçbir şekilde tem as etm em iş b ir T ürk kavm i
yordu. XIV. ve XV. asra ait Ö zbek özelliği taşıyan m enkıbeler T im u r­
tarafından fethedilm esi T ürk dilinde, özellikle tercüm e eserlerin daha
lular zam anındaki tarihçilerin eserlerine bile geçm iş olup, bunlar Ti­ fazla gelişm esini sağlam ası gerekir. N itekim ilk Ö zbek hanları için ya­
m ur ve ataları hakkında uydurulm uş m enkıbelerden çok daha canlı o l­ zılm ış bir çok eser zikredilm ektedir. D aha 1530’larda Ş ey b an î’nin am ­
m a özelliğine sahiptirler. M averaünnehir’de Tim ur hakkında tarihî h i­ cası oğlu Sem erkand hanı Ebu S aid’den hiç Farsça bilm eyen bir Türk
kayelerle birlikte m enkıbeler de m eydana gelmiştir. Fakat bunlar F ars­ olarak bahsedilm ektedir. Fakat Ebu S aid ’in hakim olduğu halka böyle
ça idi. U luğ B ey’in sikkelerinde de görüldüğü üzere T im u r’un hatırası
yabancı kalm ası çok devam edem ezdi. 1539’da ölm üş olan Şeyba­
daha pek erkenden “ B üyük em îrin ruhunu “ takdis eden yarı d in î bir n î’nin yeğeni B uhara hanı Ubeydullah yalnız göçebe gelenekleri değil,
inanç haline dönüşm üştür. Bir asker ve kum andan olarak “A ksak Ti- M üslüm anlık hukuku yani şeriat açısından da değerli bir hüküm dar sa­
m ur”a ait anlatım ların çok daha canlı tasvirini T ürkistan değil, Tatar ve
yılıyor. X V I. asrın Ö zbek hanlarından 1598’de ölm üş ve idaresi altına
N ogay m enkıbelerinde buluyoruz.
M av eraü n n eh ir’den başka, Harezm ve H o rasan ’ı da alm ış olan m eşhur
Tim urlular hükümeti Türkleri için olduğu gibi, Ö zbekler için de mil­ B uhara hanı A bdullah da aynı ruh ile hüküm et idare etm eğe çalışmıştı.
A bdullah 1583’de han ilan edildiği zam an (fiilen bütün hakim iyet d a­
lî T ürk pîri (şeyhi, mürşidi) A hm ed Yesevî idi. A hmed Y esevî’nin med-
ha önce de elinde idi) eski M oğol âdetlerine uyularak b ir ak keçe par­
fun olduğu ve bir zam anlar Ö zbeklerin başkenti olan şehir Türkistan
adını almıştır ki bu Ahmed Yesevî sevgi ve bağlılığının Türkler için ve çası üzerinde han ilan edilm iş idi. Fakat keçenin dört köşesinden göçe­
Türk millî fikrinin Ö zbekler için olan önemini açıkça göstermektedir. b e geleneği gereğince dört göçebe ulus reisleri değil, B uhara derviş ta­
T im ur tarafından Ahmed Yesevî’nin kabri üstüne yaptırılm ış türbede bir­ rikatlarının reisleri (şeyhleri) tutuyordu. B unda kendisinin m üşrik (put­
çok Özbek han ve hatunlarının kabri bulunmaktadır. Ö zbekler 1510 ’da perest) âdetlerini M üslüm an devleti gelenek ve inancı ile uzlaştırm aya
çalıştığına dair ilginç bir örnek görüyoruz.
İranlılarla olan savaşta Ş eybanî’nin mağlubiyeti ve ölmesi üzerine kısa
b ir zaman için, Semerkand, Buhara ve diğer fethettikleri yerleri kaybet­
A bdullah, m aksatlarına Orta A sy a’nın diğ er M oğol ve Türk hü­
tikleri zaman yine buraya bu Türkistan şehrine çekilm işlerdi. küm darlarının uyguladıkları yöntem ve araçlarla erişm işti. K endisinin
idaresi, özellikle yerleşik halkın gözünde hayırlı olm uştu. B unlar için
T im urlular hüküm etinin fatihi E b u ’l-H ayr’ın torunu olan Şeybanî
T ürk idi ve kendisini T ürk hissediyordu. Fakat h er halde fetihlerinde kuvvetli b ir hakim iyetin varlığı faydalı idi. İm ar faaliyetlerindeki öncü­
sü olarak şanlı hatırası T ürkistan’da bu güne k adar saygı ile anılm akta­
T ürk m illî hedeflerini takip etm iyordu. Bütün göçebe fatihler gibi eya­
dır. Yeni kanallar açılm ası, bozkırlarda k ervansaraylar yaptırm ası vs.
202 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 203

bütün hayır kurum lan kendisine isnat edilm ektedir. G öçebeler ise, ön­ katliâm dan geçirilm esinin bir cezası gibi değerlendirm ek istiyor ve
ceden olduğu gibi o zaman da kuvvetli bir hakim iyet altında birleşm ek A bdullah’ın H arezm ’deki icraatında “bilm eslik (cehalet)” alam etleri
ihtiyacında değillerdi. Onun için A bdullah’ın zaferleri bütün düşm an­ görüyor. Bununla beraber hüküm dar sıfatıyla A bdullah’ı daha yüksek
larının kanlı bir şekilde yok edilm esi bahasına temin edilmiştir. Bu ara­ tutuyor ve onun zam anında kesilm iş sikkelerin beynelm ilel para piya­
d a düşm an hüküm dar soyundan m em edeki çocuklara varıncaya kadar sasındaki yüksek kıym etini kaydediyor. Bununla beraber bizzat E b u ’l-
kökleri kurutulduğu gibi, A bdullah’ın özellikle kuzey steplerine yaptı­ Gâzi kendisi H arezm hanları arasında ilk olarak Buhara üzerine akınla-
ğı seferlerinde halk kitleleri de tam am en m ahvediliyordu. H ikaye o lu­ ra başlam ış, hatta E b u ’l-G âzi’nin oğlu ve halefi A nuşa zam an ın d a B u­
nur ki, bu katliam lardan birinde, bir topluluk m erham ete getirm ek ve hara kısa bir zam an için H arezm ’lilerin hakim iyeti altında bile bulun­
toptan öldürm e kararından vazgeçirm ek için kasten önünden geçiril­ muştur.
m iş, fakat hiçbir yararı olm ayıp katliâm gerçekleştirilm iştir. Bu iş için
bu kan dökm e m aksatsız idi. Verdikleri kayıplara rağmen K azaklar, İşte o zam andan beri O rta A sya T ürk kavim leri arasında, T ü rk is­
A bdullah’ın ölüm ünden önce yeniden M averaünnehir’e saldırdılar ve ta n ’ın R uslar ve Ç inliler tarafından istilasına kadar devam eden kanlı
S em erkanda kadar geldiler. A bdullah’ın ve oğlu A bdülm üm in’in ölü­ savaşlar başlam ıştır. M ücadele yalnız çeşitli hüküm etler arasında değil,
m ünden sonra A bdullah tarafından kurulm uş olan devlet çabucak par­ her hüküm etin farklı unsurları arasında da oluyordu. XVI. ve XVII.
çalandı. K endisinin bütün fethettiği yerler yeni bir sülalenin eline geç­ asırlarda Türklerin hakim iyeti altında batıda H azar D en iz i’nden d o ğ u ­
ti, bunların hakim iyetinde yalnız E b u ’l-hayr hanedanının eski ülkesinin da H am i’ye ve güneyde H indikuş ve K uenlün’den kuzeyde Rusların
b ir kısm ı bulunmuştur. Sonraki hanlardan hiç biri, hakim iyeti altında Sibirya topraklarına k ad ar uzanan m uazzam bir saha bulunuyordu. B ü­
A bdullah kadar büyük m iktarda m em leketleri birleştirem em iştir. tün bu yerler pek uzak olm ayan bir geçm işe göre m edeniyetin çökm üş
olduğunu gösterir bir halde idi. Bu olayın izahı için tarihçi, bütün diğer
Ö zbekler arasında siyasî birliğin ve bunu kurm ağa yönelik gayretin durum larda olduğu gibi bunlardan hangisinin sebep ve hangisinin n e­
olm ayışı H arezm ’in talihinde özellikle görülmüştür. H arezm son Ti- tice kabul edileceği hususunda güçlüklerle karşı karşıyadır.
m urlular zam anında H erat’da hüküm et eden ve Sem erkand’da hükü­
m et eden sultandan tam am iyle m üstakil olan sultanın m ülkü (ülkesi) Orta A sy a’nın önem li bir kısm ının böyle Ö zbekler gibi m edeniyet
içinde bulunuyordu. Şeybanî H arezm ’i hem en H orasan’a olan seferiy­ açısından geri b ir kavim tarafından fethedilm esinin O rta A sy a’nın ulus-
le aynı zam anda, Sem erkand’dan hem en sonra fethetm işti. Ve daha larası ticaret açısından önem ini azaltması kaçınılm az idi. T üccarların fa­
Ş eybanî hayatta iken H arezm , Sem erkand ve Buhara gibi aynı Ö zbek aliyeti de tek b ir hakim iyetin yokluğu dolayısıyla daha çok güçleşiyor­
hanlığı hakim iyetine girm işti. Fakat 1 5 10’daki savaştan sonra, galip du; m esela H arezm ’de hanedan m ensuplarından her biri kendi hesabı­
olan İran şahı İsmail, Sem erkand ve B uhara’yı Tim urluların sonuncu­ na m allardan güm rük alm ağa çalışıyordu. Fakat aynı zam anda, eğer
su B abür’e bırakm ış ve H arezm ’e kendi tarafından valiler gönderm iş­ bütün O rta A sya boyunca giden kervan yolu XV. asrın ilk yarısında, T i­
ti. B ab ü r’ü M averaünnehir’den Ş eybanî’nin akrabaları çıkarm ışlardı. m ur ve Uluğ Bey zam anında kazanm ış ve ikinci yarısında yavaş ya­
İranlı valileri de yine Ş eybanî’nin haleflerinin soyundan, fakat E bu’l- vaş kaybetm iş olduğu önem i korusaydı, belki bu güçlükler daha kolay
h a y r’ınkinden başka bir kola m ensup Ö zbekler çıkarm ışlardı. XVI. ve çabuk ortadan kaldırılabilirdi. Halbuki o zam anlar A vrupalılar tara­
asırda H arezm iki defa, U beydullah ve A bdullah zam anlarında, B uha­ fından A m erika ve H indistan deniz yolu keşfedilm iş ve üstünlük Av
ra hanlarına tabi olm uştu. Fakat neticede H arezm ’deki Şeybanî halef­ rupalılar elinde bulunan deniz ticaretine geçmişti. Bundan başka Sihir
lerinin sülalesi Sem erkand ve B uhara’daki Ö zbek sülalesinden daha y a ’da R us hakim iyetinin kurulm ası A vrupa’dan Uzak D oğıı'ya yeni bil
uzun öm ürlü çıkm ış ve XVII. asır sonuna kadar hüküm sürmüş olduğu karayolu m eydana getirm işti. D aha XVI. asrın ikinci yarısında Sibirya
halde E b u ’l-hayr hanedanı daha XVI. asırda ortadan kalkmıştı. Ha- tüccarları O rta A sya ile Ç in hudut şehri olan Sııçııo arasındaki kcıvıın
rezm li tarihçi Han E bu’l-G âzi (ölüm ü 1663) E bu’l-hayr hanedanının ticaretine katılıyorlardı. X VIII. asrın ilk yansım la Hıısyıı ve Çin ınanııı
ortadan kalkışını, A bdullah tarafından Harezm hanedanı mensuplarının daki anlaşm alar sayesinde K ahta ticareti m eydana gelm iş, Ç in 'e yeııl
204 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 205

bir yol olan (ve XX. asır başlarında bir dem ir yolu ile takviye edilen) vaşlarda bazen b ir tarafla ve bazen diğer tarafla birleşiyorlar veya k en ­
Sibirya hattı yapılm ış ve sonuç olarak T ürkistan’ın dünya ticareti açı­ di aralarında savaşıyorlar, bununla beraber düşm anlarına galip de geli­
sından önem i biri kat daha azalmıştır. O rta A sya’da m edeniyet açısın­ yorlardı. H atta Ruslar, diğer taraflarda olduğundan daha ço k T ürkm en-
dan geri bir kavm in (Ö zbeklerin) hakim iyeti ticaret yollarının değişm e­ lerden direnm e görm üşlerdir. N itekim Rus orduları yalnız T ürkm enler­
sini gerektirm iş, bu da m edeniyetçe geriliğe daha fazla sebep olm uş ve le olan savaşta sancak ve tüfeklerini kaybetm işlerdir.
m edeniyetin gelişm esine elverişli olm ayan bir tesir yapm ıştır. Ö zbek
H arezm Ö zbekleri şartların son derece elverişsizliğine rağm en d ev­
ve diğer O rta A sya Türklerinin XVI. ve XVII. asırlarda m edeniyete,
letlerini koruyorlardı. X V I. asrın ikinci yarısında tabiat ve iklim in se-
orta zam an Türklerinden daha az m üsait olduklarını kabul için elim iz­
beb olduğu yeni b ir fakirlik ve sefalet m eydana geldi. A m uderya, bir
de bir esas yoktur.
m üddet bu havalinin başşehri olan Ü rgenç’i sulam akta olan son kolu­
O rta A sya’da en batıdaki Türk ülkesi Harezm idi. Buranın halkı Öz- nu hiç beslem ez oldu ve bütün suları Aral gölüne dökülm eye başladı.
beklerden başka Şartlar ve T ürkm enlerdendi. Ö zbeklerde T im urlular Yeni b ir başşehir “H ive” ve A m uderya deltasında yeni şehirler k u ru l­
da olduğu gibi “T ürk” kelim esine karşılık A cem anlam ında “ Sart” ke­ du ki H ive’den m üstakil siyasi bir hakim iyet m evcuttu. İran m edeni­
lim esi henüz kullanılm ıyordu. H arezm ’de o zam anlar “Sart” diye Ö z­ yeti etkisine daha az evvel kapıldıklarından H arezm liler kendi dil ve
bekler gibi T ürkçe konuşan, fakat âdet ve m edeniyet itibarıyla onlar­ geleneklerini B uharalılardan daha iyi korum uşlardı. XVI. asır hanların­
dan keskin hatlarla ayrılan şehirde halkı anlaşılıyordu. Ö zbekler m ese­ dan biri olan D ost H an için bir m illi gelenekler divanı yazılm ıştı. XVII.
la E b u ’l-G âzi’de yalnız kabile ve boy teşkilatını koruyan değil, aynı za­ asırda da Han E b u ’l-G âzi önem li tarihî eserini yazm ıştır ki bunda beş
m anda çiftçi köy halkı sıfatıyla da Şartlarla zıt bir dunım da gösterili­ yaşında bir çocuğun bile anlayacağı tarzda bir dil kullanılm ış ve yalnız
yordu. Şartlar H arezm ’in askerî ve siyasî tarihinde o zam anlar rol o y ­ A rapça ve Farsça değil eski Ç ağatayca tabirleri bile kullanm am aya ça­
namamışlardır. Buna karşılık XVI. asırdan son senelerin olaylarına k a­ lışmıştır. E bu’l-G âzi İra n ’da on sene geçirm iş olup bundan dolayı ken ­
dar Türkm enlerle Ö zbekler arasında birçok kanlı savaşlar yapılmıştır. di kabiledaşlarına göre çok daha bilgili idi; hanlık hakim iyetini yüksek
Bazen H arezm hanları bile Ö zbek boylan aristokrasisi ile olan m üca­ tutuyor ve otorite fikrini haklı çıkarm ak için çağdaşı İngiliz Hob-
delelerinde Türkm enleri davet ediyorlar ve onların yardım ıyla Ö zbek­ b e s ’unkine benzer bir görüş ortaya atıyordu. Buna göre, toplum düze­
ler arasında kanlı çatışm alar tertip ediyorlardı. Tiirkm enlere ne kadar ninin korunm ası için bireylerin iradelerini bir şahıs lehine bırakm aları
önem verildiği şundan bellidir ki, H arezm li tarihçi E bu’l-Gâzi Türkle- zaruri idi. İran’da daha o zam an bile H obbes’un görüşüne katılan İngi-
rin tarihine ait eserinden başka (ki bunda Ö zbeklerin hususi tarihi b aş­ lizlerin bulunduğu ve bu görüşün üçüncü elden E b u ’l-G âz i’ye kadar
lıca yeri işgal ediyordu) Türkm enlerin tarihi hakkında ayrıca bir eser erişm iş olm ası m üm kündür. E b u ’l-G âzi’nin halefi A n u şe İran desp o ­
yazmıştır. T ürkm enler genellikle askerî tarz yaşam larını ve milli şiirle­ tizm i fikirlerine kapılm ış ve M eşh ed ’in fethinden sonra “Ş ah” Unvanı­
rini Ö zbeklerden daha iyi korum uşlardır. Bütün T ürk kavim lerinden nı almıştır. Yeni açtırm ış olduğu kanala da “ Şahâbâd” dem işti; bundan
yalnız Türkm enlerin m illî bir şairleri vardı: M ahdum kulu. T ürkm enle­ kendi yeni Unvanına ne derece kıym et verdiği anlaşılıyor. Fakat çok b ü ­
rin gözünde Ö zbekler T ürk değil Tat idiler. D aha Kaşgarlı M ahm ud b i­ yük olm ayan H arezm ’de parlak bir taht (hüküm ranlık) kurm ak için el­
le bu kelim e ile göçebelerin m ukabili olan m edeni (şehirli) ahaliyi verişli şartlar yoktu. A n u şe’nin ölüm ünden çok az sonra sülale sona
isim lendiriyordu. T ürkm enler o zam anlar, bütün tarihleri boyunca o l­ erm iş, hakim iyet göçebe reislerinin eline geçm iş, fakat tahta yalnız
duğu gibi siyasi bir anarşi (başsızlık) içinde yaşıyordu. Dikkate layık C engiz Han haleflerinin geçm e hakları olduğu kuralı korunm uştu. B u­
bir husus da içlerinden Selçuklular ve O sm anlılar gibi en kudretli Türk nun için en çok K azak bozkırlarından yenm iş oldukları hanları davet
im paratorluklarının kurucuları çıkm ış olan bu kavim hiçbir zam an m üs­ edip tahta geçiriyorlardı. T arihçiler bu âdetten bahsederken buna han
takil bir devlete sahip olm am ıştı. XVI. asırdan beri T ürkm enlerin fark­ oyunculuğu (hanbâzi) diyorlar. H arezm Ö zbekleri, B uharalılar gözün­
lı kollan bazen Harezm Ö zbeklerine, bazen Buharalılara, bazen de de özgürce düşünen k işiler olup, kendi hüküm darlarının keyfi dav ra­
İranlılara tabi bulunuyorlar ve bu devletler arasında m eydana gelen sa­ nışlarına tabi olm aya m eyilli değildiler. İçlerindeki anarşi X V III. as­
20 6 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 207

rın ikinci yarısında son haddine varmış ve hatta H ive şehri tam am iyle h em en hem en yok olm aya gelm iş ziraatı canlandırm ak için sulam a te­
harap olm uştu. 1770’den itibaren, sonradan tem silcileri han ünvanını sisleri yaptılar. Zerefşan vadisinde engebeli arazide yeniden sulanan
alm ış ve m em leketlerinde kudretli bir hakim iyet kurm aya çalışıp ba­ yerleri, yerleşik hayata geçen Ö zbekler işgal ettiler. Taciklerin elinde
şarm ış yeni bir sülalenin, K ongratların hakim iyeti altında dirlik ve dü­ b ir çok istisnalarla beraber yalnız dağdaki köyler kaldı. B ununla bera­
zen geri gelm iştir. D aha 1840’larda H ive H anı M urgabdan, Sirder- b e r Sem erkand ve B uhara gibi başlıca şehirlerde Tacikler kaldılar.
y a’nın aşağı yatağı boylarına kadar geniş bir ülkede hükm ediyordu. H atta em îrler bile Ö zbek olm aktan çok Tacik idiler. H iveli tarihçiler
Sonradan bu hüküm etin hudutları Türkm en ve K azak isyanlarının tesi­ B u h ara ordusuna askerî unsur Ö zbek olm asına rağm en Tacik diy o rlar­
ri ile oldukça daralm ıştı. Hivenin R uslar tarafından 1873’te zaptedil- dı.
m esinden sonra H ive hanına oldukça daralm ış hudutlar içinde b ir Ha-
rezm bırakılmıştır. 19 24’te m illî hudutların çizilm esi sırasında ise tam a­ T ürk unsurunun daha M oğollar devrinde şehir nüfusuna karıştığı
m en yok edilm iş, büyük bir kısm ı Ö zbekistan ve geri kalan kısm ı da F erg an a’da, H okand hanları devrinde Tacikler aynı şekilde dağlara sü­
T ürkm enistan’a dahil edilmiştir. M illiyet prensibinin böyle m antıkî bir rülm üşlerdi. Buna karşılık burada H arezm ’de olduğu gibi Ö zbek ve
tarzda tatbikinin ne derecede arzu edilir olduğunu tartışm ak m üm kün­ Taciklerden ayrı Şartlar vardı. A nlaşıldığına göre orada o zam anlar
dür. H arezm daha XI. asırda bile bir m illiyete sahip değildi. Fakat ge­ T ü rk çe konuşan şehir ahalisine bu ism i veriyorlardı. H atta Ş artlar F er­
rek gelenekleri ve gerek yaşayış ve İktisadî özellikleri yönünden tam a­ g a n a ’da siyasî b ir güç teşkil ediyorlar ve Ö zbeklerle, özellikle bir
m en ayrı canlı bir organizm a olarak kalm ıştı. En eski zam anlardan b e­ m üddet hakim iyeti ellerinde bulunduran K ıpçak boyuyla silahlı m üca­
ri m evcut olan bu organizm anın varlığı doğal olarak iz bırakm adan yok delelerde bulunuyorlardı. K azaklar bu Sart kelim esini galiba başka bir
edilem ez. anlam da kullanıyorlardı. K azak sözlerinde devam lı olarak göçebe anla­
m ında “ K azak” kelim esinin m ukabili olarak “yerleşik fakat hangi dili
Ö teki hüküm etlerin hayatı o kadar karışık değildi. Buhara hanının konuştukları belirtilm eyen” şehirli ve köylü anlam ında “sart” kelim esi
ülkesinde, anlaşıldığına göre yalnız Ö zbekler ve Tacikler ayrılıyordu. kullanılm aktadır. XIX. asırda H okand hanları F ergana’nın ziraî alanla­
Siyasi hüküm ranlık Ö zbekler elinde olup, XVII. asrın ikinci yarısında rını büyük sulam a tesisleri ile genişletm işler ve şehir hayatının geliş­
han hakim iyetinin parladığı zam anlarda farklı m em leketler ayrı Özbek m esi için de büyük çabalar sarfetm işlerdir. Bundan b aşka B uhara ile
boylarının reislerinin hakimiyeti altına geçtiler. XIV. asırda M oğol dev­ savaşm ışlar ve ülkelerini kuzey batıda S irderya aşağılarına, kuzey do­
rinden sonra ve T im ur’un kurm asından önce m evcut olan feodal sistem ğuda Yedisu eyaletine kadar genişletm eği başarm ışlardır. B unun için
(tim ar ve zeam et usulü) yerleşti. Bundan başka Kazakların saldırılarını de göçebeleri, Kazak ve Kırgızları kendi egem enliklerine alm ağa çalış­
önlem ek gerekti; bunlar Sem erkand’ı tam am en tahrip etm iş idiler, h at­ mışlardır.
ta buranın bir zam an varlığı bile kesintiye uğram ış gibi idi. Halbuki B u­
hara, H iv e’nin aksine, dış ve iç düşm anlarla olan m ücadelelerinde en Rus eserlerinde birbirinden tam am en farklı olan bu iki kavim “K ır­
büyük başarısızlıklara uğradığı devirde bile bu düşm an saldırılarından gız” ismini almıştır. Sonradan gerçek Kırgızları K azaklardan ayırm ak
güvende idi. için bunlara “ Kara Kırgız” denm eye başlandı. K azak kavm inin ancak
XV. asırda Han E bu’l-H ayr’ın hakim iyetinden çıkm ış olan Ö zbeklerin
Buhara hanlarının hakimiyeti XVIII. asrın sonunda, em îr ünvanını b ir kısm ından m eydana geldiğini görm üştük. K ırgızların varlığı çoktan­
da alm ış Yeni M angıt sülalesi zam anında başkentlerinde sarsıntı gör­ d ır bilinm ektedir. Fakat bunların ne zam an ve ne şekilde şim di b u lu n ­
m üyordu. M angıt sülalesi em irleri, Ö zbek boyları aristokrasisi veya dukları Yedisu eyaletinin güney ve S irderya eyaletinin doğu kısm ını iş­
alim H an ik o f’un tabiriyle Buhara feodalizm i ile am ansız bir m ücade­ gal ettikleri belirlenemiyor. T im ur ve U luğ B e y ’in seferlerine d air h a­
leye girişm işti; bu m ücadele tam başarıya ulaşam adı. Fakat Buhara berlerde K ırgızlarla ilgili sözler yoktur. B unlardan XVI. asırda Yedisu
em îrinin hakim iyeti önem li ölçüde güçlendi. H atta bazı em irler kısa bir eyaletlerinde oldukları zikrediliyor; o zam an başlarında M oğol Hanı
süre H okand’ı da hakim iyeti altına alm ayı başardılar. Bu em irler artık A h m ed ’in oğullarından Halil Sultan bulunuyordu. B unların nereden
PROF. DR. V. V. BAKTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 20 9
208

gelm iş oldukları hakkında ise hiçbir şey söylenm em iştir. XVI. asırda T ürkleşm iş M oğol hanları hüküm randı. Biz bu tabirin T im u r ve Tim ur-
Kırgızlar çok kere Kazak hanlarının hakim iyetleri altında bulunm uşlar­ lu lar egem enliğindeki “Ç ağatay” gibi m em leketin bütün h alkına değil
dır ve bunlarla birlikte o zam anlar artık T ürkleşm iş olup K aşg ary a’da ancak askerî sınıfına ait olduğunu görm üştük. Siyasî şartların değişm e­
(K aşgar ülkesinde) hüküm süren M oğollarla savaşm ışlardır. X V II. ve si üzerine bu tabir de Batı T ürkistan’daki “Ç ağatay” tabiri gibi yavaş
X V III. asırlarda K azaklarla aynı zam anda ve fakat onlardan ayrı olarak yavaş kullanım dan çıkmıştır. K alm ıkların ve daha sonra Ç inlilerin ha­
b ir m üddet O rta A sya’yı hüküm leri altına alm ış olan yeni M oğol göç­ kim iyeti altında D oğu T ürkistan kendi kavim ism ine sahip olm am ıştı
m enleri (bunlar K alm ıklarla savaşm ışlardır) X VIII. asırda o zam an K a­ ve b una ihtiyaçları da yoktu. K avm in çeşitli kısım ları kendilerini y aşa­
zaklara ait olan Taşkent, Sayram ve T ürkistan’ı zaptetm işlerdir. H atta dıkları şehir veya bölgelere göre adlandırıyorlardı. (K aşgarlık, Turfan-
B uhara Ham bile kendilerine tabi idi. K alm ıklar arasında B udizm iyice lık vs.) yerel M üslüm an beyleri çok sonra Ç ince “ vang” unvanını taşı­
yerleştiği için, bunlar C engiz H an’ın M oğol halefleri gibi İslâm iy et’i yorlardı. Bundan başka, siyasi etkinlik M oğol hanları devrinden beri
kabul edem ediler. Yalnız pek az sayıda K alm ık M üslüm an oldu ki b u n ­ ruhanî reisleri; Fergana ve özellikle buranın kuzey Tacik kısm ından
lara şim di “Sart K alm ıkı” denm ektedir. Bu kudretli K alm ık devleti çıkm ış olan* hocalar elinde idi. Batı T ürkistan’da m eydana gelen bazı
1758’den pek az sonra Ç inliler tarafından yıkılm ış ve savaş çok etkili h o ca hareketlerinin Ö zbek ve K azaklar aleyhine, m illî T acik ö zelliğin­
silahlarla yapıldığı için Kalm ık kavm inin önem li bir kısm ı yok olm uş­ de olm aları mümkündür. D aha sonra tam olarak T ürkleşm iş olan D o­
tu. K alm ıkların bir kısm ı Rus hüküm etinin arzusu aksine Völga h av za­ ğu T ü rk istan ’da ise hocalar Türkleri tutuyor ve T ürkçe lakaplar taşı­
sından doğuya gittiği zam an da bunlara K azaklar yeni bir darbe vurdu­ yorlardı. Hocaları bazan D oğu T ürkistan’da İslâm iyet’i yay an lar olarak
lar. K alm ık devletinin yok edilm esinden sonra Ç inliler K azak ve Kır- gösteriyorlardı. K aynaklarda buna dair b ir işaret yoktur; aksine İslâm i­
g ızlan da egem enlikleri altına alm ağa çalıştılar. Fakat R usya Ç in ’e kar­ yet daha XV. asırda orada tam am en yerleşm iştir. M oğol hanları da bu­
şı çıkm ış ve neticede davayı kazanmıştır. nu ateşli b ir şekilde hatta zorla yayıyorlardı. Hanlar, halkları olan M o-
ğ o llara zorla çalm a (sarık) giydiriyorlardı. H atta M oğolların saçlarını,
XIX. asrın ilk yarısında Ruslar, K azaklar arasında hanların h akim i­ m uhtem elen örm e saçlarını kesm eğe zorlandıkları da söyleniyor. H oca­
yetini ortadan kaldırdılar. Kırgızların hanları yoktu. G ördüğüm üz gibi lar nüfuzlarının takviyesi için, hatta m üslüm an bile sayılan yörenin
K ırgızlar bu cihete dikkat ediyorlardı. K ırgızlar R us hakim iyetine K a ­ azizlerine olan bağlılık ve yüceltm eye karşı m ücadele ediyorlardı. Çok
zaklardan daha sonra girm işler ve onun için askerî teşkilatlarını daha m uhtem eldir ki, burada da her yerde olduğu gibi, bu bağlılık ve yücelt­
sonraki zam anlara kadar korum uşlardır. K alm ıklarla olan m ücadele m enin kaynağı İslâm ’dan önceye dayanm ış olup sonradan özel m aksat­
Kırgız m illî destanında, özellikle M anas’ta izler bırakmıştır. Bu destan ­ la b unlar İslâm azizleri arasına katılmıştı. Nasıl ki A vrupa’da Hıristiyan
da m ücadele, K ırgızların XIX. asırda da XVI. asırda olduğu gibi İslâm î azizleri putperest m abedlerde takdis edilm ektedir.
esas ve kurallarından hiç haberdar olm am alarına rağm en dinî b ir savaş
gibi işlenm ektedir. K azaklar gibi K ırgızlar da şim di kendileri için m il­ D oğu T ürkistan’ın m edeni hali Ö zbekler hüküm etinin halinden d a­
lî bir cum huriyet kurm ak im kanını bulmuşlardır. Çeşitli sebeplerle ha acıklıdır. B uraya Avrupa ve Ön A sy a’nın etkisi daha az olm uştur.
XIX. asır K ırgızlanm n talihi, K azaklarm kinden çok daha kötü olm uştur X V I. asır ortasında yazan M uham m ed H aydar’ın tarihî eseri de Farsça
ve şim di Kırgız kavm i m edeni ve özellikle sağlık açısından son derece yazılm ıştır; bu Avrupa alim lerinin görüşüne göre K aşg ary a’da yazılm ış
acıklı bir halde bulunmaktadır. önem li tek İlmî eserdir. Sonradan bu eser bir kaç kere T ü rk ç e ’ye tercü ­
m e edilm iştir. XVIII. asırdan beri edebiyat dili özellikle T ürkçe o lm uş­
A ltay ve Yukarı Yenisey Türklerinin devlet hayatları yoktu. K alm ık tur. Fakat artık önem li eserler çıkm am ıştır. 1680’lerdeki siyasi h arek et­
devleti hakim iyet alanında bulunuyorlardı. Altay T ürkleri şu an m illî lerde D oğu Türkistan (özellikle Batı T ürkistan’ın R uslar tarafından iş­
cum huriyetlerin kurulm asından sonra da esasen K alm ıklara ait olan gal edildiği bir zam anda kısa bir zam an için siyasi bağım sızlığını yeni­
U yrat Unvanını kabul etmişlerdir. D aha XVII. asırda K alm ıklar Doğu den kazanm ıştı) son derecede acıklı b ir vahşet levhası arzeder. Bütün
T ürkistan’ı zaptetm işlerdir; o zam an orada kendilerine M oğol diyen bu hareketler yerli halkın yalnız Ç inlilerle değil kendi aralarında da
210 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

DİZİN
kanlı ve anlamsız savaşlarıdır. M ahalli M üslüm an tarihçisinin itiraf e t­
tiği gibi M üslüm an halk Çin hakim iyetinin yeniden kurulm asından sa­
dece m em nun olabilirdi.

A b işîrû n 59 apar-apurum 2 6
D oğu Türkistan, M ançu im paratorlarının devrilip, Çin C um huriye­
A c e m 98 A ral G ö lü 1 36, 2 0 5
tinin kurulm asından sonra da Çin hakim iyeti altında kalm ıştır. Fakat
A c e m c e / 10 Arap 9 4 , 9 7 , 9 8
R u sy a’daki hadiselerin etkisiyle hiç olm azsa m illî kültür ve m illî isim ­
adalet kuvvettir 198 Arap coğra fy a cıla rı 2 9 , 102
ler yönünden bir m uhtariyet kaçınılm az idi. Doğu Türkistan aydınlan A d u d u ’d -d ev le 191 Arap E d eb iyatı Tarihi 128
şim di kendilerine “ U ygur” dem ek istiyorlar. Halbuki U ygurların h ak i­ A fg a n 91 Arap yazarı el-Ö m erî 174
m iyeti hiçbir zaman K aşgarya’nın batı kısm ına kad^r ulaşm adığı gibi A fgan istan 100 A rapça 10, 8 8 , 2 05
şim di de çok daha doğuda, hatta Ç in ’in asıl hudutları üzerinde U ygur- A frasyab sü lâ lesi 9 6 A raplar 21
lar bulunmaktadır. B unlar şim di de B udist olup, XV. asırdan sonra A h am en id ler 41 A rgu 75
A h m ed bin T ulun 50 A rlat 186
T ürkler tarfından unutulm uş olan U ygur yazısını kullanıyorlar ve aynı
A h m ed H an 187 A rslan B ab a 125
dilde tercüm e de dahil dinî bir edebiyata sahip bulunuyorlardı. Şim di
A h m ed Y e s e v î 126, 189, 2 0 0 A rslan T e g in 8 6
U ygur yazısı tam am iyle kullanılm aktan çıkm ış, yerine Tibet yazısı kul­ A h m et bin M u h am m ed Y ü k n ak î 121 A rşak S ü la lesi 16
lanılmaktadır. A k Tatarlar 133 A rşiv 171
A ksaray 192 A rtiş 71
O rta A sya Türklerinin geleceği bütün diğer kavim ler gibi m ühim al tam ga 176 a silzâ d eler 171
bir derecede bunların dünya m edenî m ünasebetlerine katılm alarına  l-i A frasyab 7 9 A ssin 35
bağlıdır. B asında bu konu işlenm esine rağm en, Doğu T ürkistan’dan bir A la ü ’l-m ü lk S ey y id 177 astronom i 197
dem ir yolu geçirm ek, bu suretle O rta Ç ağ ’da Ön A sya’dan Ç in ’e giden A lek san d rovsk i 75 Â suri H üküm darlar 17
A lg u 161 A şa ğ ı S in 88
ticaret yolunun yeniden canlanm asını beklem ek için hiçbir sebep yok­
A li K uşçu 197, 198 A ta Y e s e v î 125
tur. S ibirya’dan Ç in ’e bir dem ir yolu var iken, daha büyük teknik zor­
A li Şir N e v a î’ 129 atasagun 7 4
lukları olan ikinci bir yol yapılm ası o kadar müm kün görülm üyor. B ü­ A lm a lık şehri 116 A u s S ib irien 2 0
yük ihtim alle Türkistan, özellikle Batı T ürkistan için A vrupa-H indistan A lm an Şark M ecm u ası 12 A varlar 15, 2 5 , 2 6 , 27
dem ir yolu projesi çoktanberi ortaya konm uş olup halledildiği zaman A lm an ca 13 av cı Türkler 133
daha çok önem kazanacaktı. Rusların daha XVII. asırda T ürkistan’dan A lp T unga 79 A v fî 103
H indistan’a geçiş için bir yol projesi için fırsat kolladıkları bilinm ekte­ A lparslan 9 8 , 100 A vrupa 9, 15
A ltan H an 108 A vrupa-H indistan d em ir y o lu 2 1 0
dir.
A ltay 208 A vrupalı sey y a h R ubruquis 86
A ltın Orda 150, 151, 155, 192 ayangu 121
A ltın Orda D ev leti 64 A y b etü ’l-H ak ayık 121
A ltınordu 11 A y m a k -g ö çeb ele r 185
A h u n D efter 181 A z k avm i 35
A m erika 203 A zerbaycan 9 9
A m u -d erya 2 7 , 31 A zerbaycan Türkleri 97
A m uderya 9 1 , 178, 187, 2 0 5 Â zer î 9 9
A n ad olu 99 A zîm ü ’l-M e lik v e kadim uhu 88
A n d ican şehri 129
A n u çin 35 B abür 184
A n u şe 20 5 B abür M irza 129
PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 213
212

B ağd at 5 6 b ozk ır h alk k itlesi 134 C e n g iz H an 14, 2 7 , 4 3 , 6 9 , 7 0 , 8 6 , Ç u vaş 2 8 , 3 0 , 61


B ah aed d in R a zî 138 b ozk ır sa v a şçısı 187 160, 169, 177, 193 Ç u v a şça 61
B akû 5 9 B örü m ü (kurt m u ), tilk i m i? 105 C e n g iz ’in b ü yü k o ğ lu C uci 135
B ala sa g u n 7 0 , 7 3 , 7 4 , 7 5 , 104 B rahm a 5 6 C en g izo ğ u lla rı 82 D âd S ip eh sâ lâ r B e y 121
B a la sa g u n şehri b ö lg e si 109 B uda 18, 5 0 , 5 1 , 5 3 , 5 6 c e n k şi 82 d ağdaki k ö y ler 2 0 7
B a lb a l 19 B u d ist 1 8 , 3 1 , 4 8 , 5 4 , 5 6 , 6 6 ,6 7 C erm en 58 D a ğ ısta n 5 8 , 5 9
B a lh a ş G ö lü 85 B u d istlik 4 2 C ey h u n 2 7 , 3 1 , 4 0 D a k ik î 7 9
B a lh a ş/B a lk a ş gö lü 116 B u d izm 5 6 , 6 5 , 8 0 , 8 2, 2 0 8 C h avan n es 11, 17, 3 0 D anim arka 13
B arçkent 165 B u ğra H an 6 7 , 7 3 ,« 8 c îl 101 D e d e K orkut K itab ı 9 2
B arçuk 7 9 B uğra H an Harun 75 cih ad 192 D em irk ap ı 3 9
B arlas 186 B uhar 2 0 0 C izak 4 9 D e s t-i K ıp çak 104
B arlas so y u 183 Buhara 16, 3 6 , 6 8 , 7 8 , 169 c iz y e 199 D e şt-i K ıp çak 102
B ars y ılı 81 Buhara fe o d a liz m i 2 0 6 C oğrafyacı M ak d isî 77 dihkan 7 6
B arsgan 85 Buhara H an ı 2 0 8 C u ci sü lâ le si 148 dinar 175
B arshân 158 Buhara h an ı U b eyd u llah 201 C u cu 104 D in î öğretim 117
B asm ılla r 86 Buhara H a n lığ ı 10 C uni 102 D iv a n u L ü gati ’t-Türk 8 6
b a şşeh ir 188 B u lak 101 C ü cen 27 D oğu A sya 9
B atı A s y a 16 B u lgar 2 9 , 61 C ü cen ler 15 D o ğ u İran 16, 18
B atı A vrupa 9 Burana 7 4 C ü v e y n î 116, 169 D o ğ u M o ğ o lista n 11, 2 5
B atı Ç in 16 Burhan 82 C ü zca n î 159 D o ğ u S la v 5 8
B atı L ia o 112 B urhaneddin M ergin an î 198 D o ğ u Türkistan 16, 18, 3 7 , 7 0 , 75
B atı O ğ u z 101 B u zg a la 39 Ç aç 77 D o k u z O ğ u z 14, 37
B atı R u s 14 B ü ğ e Budrac 86 Ç ağatay 6 9 , 155, 162, 169, 183, 2 0 9 D o k u z O ğ u z Türkleri 6 8
B atı T u -k ü e H anları 11 B ü gü r 82 Ç ağatay d ili 129 D o k u z O ğu zlar 6 8 , 6 9 , 7 0 , 93
B a tla m y u s 2 9 , 3 0 B ü v ey h O ğu lları 78 Ç ağatayca 20 5 D o k u z T u ğlu H an 105
b ecek 83 B ü v eyh oğu lları 95 çalm a (sarık) 2 0 9 D on n er 16
B ed eh şa n 91 B ü y ü k B ritanya 4 0 çam urlular 37 D o st H an 2 0 5
B e lç u a n d a ğ la n 187 B ü y ü k O k yan us 4 4 Ç apar 173 D u C an ge 37
B e lh 4 0 , 5 5 , 5 6 Ç eğan yan 27 düsturlar 120
B erdaa 5 9 C âh ız 5 1 , 55 ç e k 115
B erk e H an 161 C am b ridge 80 ç iftç i k ö y halkı 2 0 4 E . B lo ch et 15
B erk e ordusu 167 C am i 194 Ç iğ il 6 9 , 70 Ebu S aid 196
B erm ek îler 55 C anbalık 83 Ç iğ iller 69 E b u T -F erec 97
B e şb a lık 3 7 , 4 6 , 5 0 C astren 3 4 , 35 Ç ik 35 E buT -F ida 104, 163
B îrû n î 5 3 , 9 4 , 9 6 C elâ led d in -i R um i 99 Ç in 9 , 10, 11, 14, 15, 16, 18, 19, 2 0 , E b u ’l-G â zi 146, 151, 179
b ilg e 2 4 C elayir 186 2 1 , 4 0 , 42 E b u ’l-H ayr 196, 201
B in k et şehri 77 C elayir u lu su 186 Ç in İm paratoru 177 E h l-i Sünnet 98
B iza n s 11, 19, 9 4 C em al H o ca 135 Ç in ce 67 e h lu ’l-m ed er 37
B iz a n s İm paratoru K on stan tin C em al K ureşi 164, 168, 170 Ç in liler 10, 11, 203 e h lu ’l-v eb er 37
P orp hyrogen netos 93 C em âled d in ib n ü ’l-M ü henn a 128 Ç irçik nehri 41 E l-cezire 109
B iza n s K ayseri 55 C em âled d in ib n ü ’l-M ü henn â 81 Ç u N eh ri 19, 3 9 , 6 9, 71 elatu 121
B izanslIlar 9 8 C e m a z iy e ’l-ahir 84 Ç u -İli 75 E lk e B u lak 101
B orak 161 C en d 5 7 , 165 Ç u gu çak 86 E ltebir 35
b o zk ır aristokrasisi 134 C en d şehri 92 Ç um ak 83 E m ek 101
ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 21 5
214 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

E m e v ile r 55 G a zn eli M ahm ud 79 H an 15, 17, 19, 85 H indistan 2 0 3


E m îr D a v u t 183 G a z n e li S u ltan M ah m u d o ğ lu han oyu n cu lu ğu (han b âzi) 2 0 5 H int 18
E m îr M e ’m un bin M uham m ed 60 M e s ’ud 95 han sarayları 166 H iv e 2 0 5
E m îr M esu d 199 G azn eliler 7 8 , 9 5 , 100 H a n efî 98 H iv e H anı M urgabdan 2 0 6
E m il 8 6 G eo rg i 61 H an efî m ezh eb i 9 8 , 146 H iv e H an lığı 10
E m il H o ca 179 G erd îzî 33 hangah-ı m üsafır-p en ah 194 H iv e şehri 2 0 6
E m ir H ızır 186 G erd izî 6 8 , 6 9 , 7 0 , 7 4 , 8 5 , 110 hangâhlar 115 H iv eliler 83
E q u iu s 8 6 G ib b 4 0 hanlar sü la lesi 179 H ocen d 4 9 , 109, 173, 186
er-R ü k n ü ’l-v e sîk 173 G ilz a y -G ilc â î 91 H anların H anı 110 H okand 2 0 7
E rgen e H atun 160, 161 g ö ç e b e 184, 187, 188, 199, 2 0 5 H arezm 5 7 , 9 4 , 104, 188 H okand hanları 111
E rm eni 11, 15 g ö ç e b e hukuku 199 H a rezm li tarih çi H an E b u ’l-G â z i H okant H an lığı 10
E sk i İran 95 G ök-O rda 150 202, 204 H orasan 39
E til 2 9 G rigoriev 67 H arezm şah 123 H otan 81
E v liy a A ta 5 6 , 6 9 G ürhan teb ’ası 132 Harun er-R eşid 61 H otan F eth i 80
E v liy a A ta şehri 124 G u z Sahrası (B ozk ırı) 102 H aşan Sabbah 78 H otan Sultanı 131
M ervrû zî 4 8 G uzlar 49 h assa alayı 186 H otan Sultanı M u n m ış T e g in 1 64
gü m ü ş para 149 H astuanift 53 H oten 31
Farab 124 gü m ü ş sik k eler 175 hatt-ı P e y g e v î 7 9 H sû an -san g 4 2
Farabî 95 G ü n ey Ç in 87 hatun 121 H sûan-tsang 19
Fare (sıça n ) y ılı 81 G ü n ey Fransa 66 H ayb etullah 170 H unlar 2 4 , 2 9
Fars 9 G ü n ey R u s 20 hayır kurum lan 194, 2 0 2 H uvare 57
Farsça 10, 4 3 , 7 6 , 9 9 , 205 G ü n ey R u sya 9 3, 94 H aytal 27 H ülagu 1 60, 167
F atim iler 78 G ürcü 9 9 , 100 H azar 2 9 , 5 8 , 5 9 , 6 1 , 9 3 H ü sâm ed d in H âm id b in A s ım el-
fcnkâr 7 4 G ürgan 197 H azar D e n iz i 4 1 , 2 0 3 B a rçm lığ î 129
feo d a l sistem (tim ar v e zeam et usulü) G ürgen nehri 41 H azar D ev leti 63 H ü sey in S u fı 192
206 G ü rgen ç 60 H azarlar 6 0 h üsn-i talil 182
F ergana 4 0 , 7 7 , 183 G ü yü k 160 h azerî (yerleşik ) 147
ferm an 130 H eh am en şi 41 ■tbn Arabşah 120
fesa t cem iy eti 160 H ab eş N eca şisi 55 Herat 194 İbn Battuta 128, 176
fetv a 185 H ab eşliler 67 H ıristiyan 9 9 , 166 İbn Fadlan 6 2 , 6 3 , 6 4 , 9 3
fid y e 188 H âcib 119, 121 H ıristiyan âbideleri 113 İbn H avkal 5 9 , 6 3 , 124
F ilistin 109 H açlı S eferleri 94 H ıristiyan azizleri 2 0 9 İbn Hurdâdbih 4 9 , 5 0
F in 3 4 , 35 H â fız 189 H ıristiyan K ıpçaklar 152 İ b n ü î-E sîr 4 9 , 104, 133, 137
F in ik e 18 H a fız Ebru 193 H ıristiyan k ilisesi 80 İb n ü ’l-M ühennâ 106
F in lan d iya 16 H akanî Türkçesi 119 H ıristiyan kitabeleri 165 İbranice 185
F ird ev sî 7 9 H akas 33 H ıristiyan orucu 83 içk ale 188
Frederic Hirth 31 H alac 91 H ıristiyan lık 18 İdikut 4 6
Frenk Sultanları 172 H alaclar 91 H ıtay 87 İdikut sü lalesi 162
Furi 103 H a life H işam 65 H ızır B e y 117 İdikut şehri 83
H alife M uktedir 62 H ib etü ’l-H ak aik 121 İdil 2 8 , 5 7 , 5 8 , 6 0
G abriel Ferrand 148 H a life N âsır 138 H id âye 198 İdil Bulgarları 6 2 , 63
G arbî Türkler 21 halk ed eb iyatı 120 H ile 91 İd il nehri 63
G authiot 16, 4 2 H allu h 7 0 H in d -lsk itler 31 İki Ü g ü z 86
gayr-i m ü slim sın ıflar 199 h am am lar 194 H in d ik u ş 20 3 İl A largavî 168
216 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 217

İl A largu 168 K âb il Şah 194 K azak 2 0 5 K u r’an 88


İlak 7 7 K adir H an Y u su f bin B uğra H an H a­ k e ç e lile r 37 K ur’â n -ı K erîm 153
İlak dihkanı 77 run 8 0 k elâm eh li 170 K ur’a n -ı K erîm tefsiri 1 54
İlek (İlig ) H an 68 K afk asya 5 7 , 5 8 , 5 9 , 63 k elam ilm i 198 K u r’an -ı K erim 152
İleri (Ö n) A s y a 9 7 kağan 58 K elim a tî 73 K urultay 159, 176
İli 170 K a k o ftso v Turfan H ıristiyanları 113 K en cek 75 K u sayr A m ra 55
İli nehri 6 9 K am a 101 kervansaraylar 194, 201 k u şçu p adişah 197
ilk Tatarlar 133 K am asin 3 4 K e şiş R ubruquis 148 K utadgu 120
ilk T ürk-M üslüm an d evleti 67 K an -çou 88 K eyh ü srev 117 K utadgu B ilig 13, 2 4 , 11 8 , 1 1 9 , 120
ilm -i h e y ’et (astron om i) 197 K an glı 101 K eyk u b âd 117 K utb ed d in H ab eş 168
ilm -i k elâ m 9 8 K aplan y ılı 81 K ılıç T am gaç H an 132 K u tey b e bin M ü slim 39
İn cil 61 K ara G ö l 132 K ın ık 9 6 K u tlu g B o lsu n 151
İn çk en d 88 K ara K ırgız 2 0 7 K ıp çak 5 7 , 101, 20 7 K u tlu g Türkan 183
İran 10, 15, 16, 18, 4 3 ,7 9 , 8 5 ,9 9 Kara K u yas 158 K ıp çak k avm i 101 K uyas 69
İran S elçu k lu la rı 117 Kara Tatarlar 133 K ıpçaklar 101, 102 K u z-ord u 75
İran Ş ah ı 55 K ırg ız 32 K u z-u lu ş 7 4
K aragas 34
İran şah ı İsm a il 2 0 2 K ırgızlar 16, 3 3, 3 4, 3 5 , 4 3 , 4 4 , 7 0 , K u zey A frika 78
K arahan 68
İranlı tarihçi V a ssâ f 174 K u zey Ç in 87
K arahanlılar 6 8 , 7 1 , 7 3 , 7 8 , 8 0, 83, 7 4 , 8 7 , 208
Irtış 173
8 5, 9 1 , 9 6 , 97 K ırım 61 K ü çin 37
Irtış nehri 101
K arahanlılar sü lâlesi 69 K ısa s-ı E n b iya 130 K ü çlü k 137
İrtiş 4 3
K arahoca 83 K ıtay 2 5 , 87 K ü çü k A sy a Türkleri 187
İsan -B u k a 174
K araim ler 61 K ıyat 24 k üçük H atun 151
İsfica b 7 4 , 7 5 , 178
K arakurum 177 K îev 6 0 K ül B ilg e H an 82
Isık G ö l 8 5 , 97
K araşehir 27 K iev 93 K ül-İrkin 82
Isık G ölü 113
K arluk 3 2, 3 5 , 8 0, 8 2 , 91 K ilisli R ifat E fendi 81 K ü lteg in 12
Isık g ö l 19, 6 9
K arluklar 3 9 , 4 3 , 4 9, 5 1, 6 8 , 6 9 , 7 1, K im ak 57 K ü m i-T a la s 86
İskender 4 2 , 197
92 K im ek 101 K ür-T ekin 82
İskender A n o n im i 180, 181, 188
İskender-i Sâni 141 K askaderya 39 K ob u k 174 K ü tü b î 153
İslâm 11, 15, 3 1 , 3 4, 36, 4 2 , 4 3 , 98, K aşgar 4 7 , 6 9 , 7 3 , 7 9 , 80, 88 K oçk arb aşı 74
9 9 , 101, 104 K aşgar D evri 121 K o ç o 83 L eh 14
İslâm azizleri 2 0 9 K aşgarlı M ahm ud 5 3, 6 8 , 6 9, 7 0, 74, K onstantin P orphyrogennetos 93 L eningrad 15, 2 5 , 180
İslâm sülaleleri 163 7 8 , 8 1 , 8 2 , 8 4 , 8 5 ,8 6 , 8 7 ,8 8 , K on ya 99 L eningrad A k ad em isi 2 9
İslâm taassubu 21 9 2 , 9 3 , 9 6 , 120, 2 0 4 K ott 35 L ia o 107
İslâm iyet 9 4 , 9 7 , 9 8, 99 K aşka D erya 186 K ögm en 43 L ia o S ü lâ lesi 107, 108
İsm ail S a fe v î 201 K atolik m isyon eri 2 0 K u ça 3 1 , 8 1 , 82 L ia o S ü lâ lesi Tarihi 108
İstanbul 198 K atolik m isyon erler 177 K u ça şehri 116 L o b -n o r 19
İstanbul Ü n iv ersitesi K ütüphanesi, katun 36 K u en lü n 203 L o b -N o r h a v alisi 117
H alis Efendi Kitapları 92 Katun S in i 104 K uhistanlılar 185 Londra 180
İtil 5 9 , 6 0 , 6 1 , 6 2 K atvan sahrası 109 kulan 135 L ütfi 194
K auçin-ordu 185 K um ak 85
Japon 2 4 K avçin 186 K um an 3 2, 102 M acar 30
K ayalık 162 K um anlar 20 M ağrib 78
K . D onner 3 4 K aydu 166 K um anların aslı 111 m a h a llî aristokrasisi 131
kaan 160 K ayı 9 6 K u n 102 m a h a llî sü la leler 164
2 18 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 219

M a h a llî Türkler (K ıpçaklar) 152 M ısır 99 N astu rî 9 4 Orta A sy a M o ğ o lla rı 163


M ahdum kulu 2 0 4 M îr A li-Ş ir N e v â î 194 N asturi p isk o p o su 108 Orta A sy a T ürkleri 9 7
M ah m ud B a y 112 M iftâh ü ’l-U lû m 170 N a y m anlar 133 orta zam an 2 0 4
M a k d isî 4 5 , 7 4 , 75 M ik k ola 2 6 N ed im 5 1 , 52 O rtodoks 9 4
M ak ed on yalI A leksandr 132 M illî Ç in H ıristiyan lığı 67 N e s â 141 O rtodoks p isk o p o slu ğ u 152
M ak ed on yalI İskender 18, 7 4 , 191 M illî H ristiyan D in i 67 N ijn i N o v g o r o d 64 O sm an lı 9 6
M an çu rya ,40 M in u sin sk 33 N işap u r 95 O sm an lı D e v le ti 1 0 '
M a n g ışla k (M an kışlak ) 102 M in u sin sk E yaleti 3 4 N izam ed d in İsrafil T o g a n T e g in bin O sm an lılar 2 0 4
M ani 4 7 , 4 8 , 4 9 , 5 0 , 5 1, 5 3 , 5 6 , 6 6 , M ir A li Şir- N e v â î 195 M u h a m m ed Ç ak ır T onka Otrar 139
83 m isy o n er M arin olli 179 H an 85 Otrar o la y ı 141
M ani orucu 83 M isyon erlik 114 N izâm u d d in Ş â m î 180 O tuz Tatar 3 6
M an ih ai 18 M o ğ o l 9 , 14, 15, 2 0 , 2 3 , 2 6 , 3 4 , 7 9 , N iz a m ü ’l-M ü lk 7 0 , 98 o v a 185
M a n ih ailik 18 8 7 , 9 6 , 9 9 , 166, 1 6 9 , 187 N o g a y 156 O xford 8 0
M an ih eistler 53 M o ğ o l d ev leti 92 n om 8 2, 83 o y m a k 185
M a n ili 83 M o ğ o l fetih leri 144 N orm an 58
M ân ilik 83 M o ğ o l H ü küm etleri B irliğ i 171
N orm anlar 59 Ö g ed ey 16 0 , 1 6 2 , 1 69
M ansur A ta 125 M o ğ o l istilâsı 130
N o v g o r o d 58 Ö tüken 87
M aralbaşı 7 9 M o ğ o l m u v a z za f ordusu 144
N o y o n 170 Ö zbek 91
M a r k o P o lo 117, 162 M o ğ o lc a 15, 7 4, 171
N ö ld e k e 126 Ö zbek H an 1 54
Marquart 2 8 , 3 3 , 3 6, 5 1 , 6 0 , 9 6 , 101, M o ğ o lista n 9 , 43
Ö zb ek istan 184
102 M oğollar 11, 15, 2 1 , 8 7 , 179
O b 35 Ö zb ek ler 10
M artin H artmann 120 m onarşi idaresi 76
O ğu z 14, 3 2 , 3 3 , 3 7 , 9 6 , 97 Ö zkend 7 7
M o n g o l 183
M arx van B erch em 117 O ğ u z Türkleri 19 Ö zkent 8 6
M orom 63
M averaünnehir 160, 176, 186 O ğ u zca 84
M uhabbet-nâm e 195
M âverâünnehir 6 7 , 6 9, 7 3 , 7 6 O ğu zlar 14, 3 2 , 6 8 , 8 9 , 9 2 , 9 3 , 94, padişahlara lâ y ık ilim 119
M u h am m ed bin K ays 128
M âverâünnehr 55 9 6 , 9 7 , 100, 102 Par-purum 2 6
M u h am m ed H aydar 1 6 7 , 1 8 4 , 185
M azenderan halkı 142 O ğu zn âm e 182 Parçuk 7 9
M uham m ed Pulad 179
M e ’m un 6 0 O k a (K am a) 6 4 pars 85
M u iz z ü ’l-E n sab 146
M ecd ü d d in 169 O lcay tu 171 P ayza 111
M ukanna 88
M ecd ü d d in A b d u lgâfir 118 O ngutlar 113 P eçen ek 3 2 , 9 3
m urçil 187
M ecu sî 81 O n ik i h ayvan 16, 8 1 , 84 P eçen ek ler 2 9
M u sev ilik 61
m ed en î U ygurlar 100 M u tezile 127 O rdukent 69 P eh lev i 5 2
m ed rese 115 M u tezililik 127 Orhun âb id eleri 10, 13, 18, 19, 23, Pekin 138
m ed reseler 5 6 M übarek-şah 161, 170 2 5 , 3 5 , 3 6 , 3 9 , 4 0 , 8 7 , 130, P ellio t 19, 2 5 , 2 6 , 2 7 , 3 0 , 33
m e le z - karvanas 184 m ühürdar 176 133 P ençul 7 0
M elik şah 69 M ülhakât 167, 168 Orhun balbalları 20 Petrograd İlim ler A k a d em isi 180
M elik ü ’s-S in 88 m ürşid 2 0 0 Orhun kitabeleri 15, 16 P eygu 7 9
M elioran sk y 81 M üslüm an Bulgarlar 63 Orhun nehri 133 P lano Carpini 171
M em urlar ile ruhaniler sın ıfı 185 m üşrik 153 Orhun Türkleri 16, 32 Pliaska 97
M erkitler 135 m üşrik (putperest) 201 Orhun yazıtları 14, 18, 2 4 ,2 8 , 3 0 , 31, P o lo v est 102
M erv 4 0 , 95 m üşrik (putperest) K um anlar 143 3 2 , 3 7 , 43 P o lo v etsler 143
M e s ’udî 5 0 , 5 1 ,5 2 , 5 3 ,5 9 orm an k avim leri 133, 134 P oppe 2 9
M e s ’u d iye 159 N ah şeb şehri 175 Orta A frika 65 Prisiadki 9 7
M ezo p o ta m y a 98 Narin nehri 68 Orta A s y a 19, 2 4 , 9 7 , 183 P rofesör V la d im ir tso ff 21
220 221
PROF. DR. V. V. BARTHOLD OKTA ASYA TÜRK TARİHİ

R a d lo ff 11, 13, 14, 2 0 , 2 1 , 2 4 , 2 9 , 32, Sayram 7 4 , 7 6 , 2 0 8 Sudak ticaret şehri 151 Ş eh in şah 9 5 , 9 6
3 4 , 5 3 , 7 4, 129 S efir M ahm ud 127 S u ğn ak (bugünkü Su n ak-K u rgan h a ­ şeh ir hayatı 165
R a fız î 78 S ek iz M uren 133 rabeleri) 103 Ş eh ir m ed en iy eti 146
R â fizilik 9 8 S e k k â k î194 su lam a tesisleri 2 0 7 Şehr-i se b z 189
R eşid ü d d in 15, 3 4, 9 1 , 9 3 , 114 S elâtin -i İslâm 9 8 , 100 S u lm i 83 Şeh ristan î 128
R ubruquis 2 0 , 116, 165 S elçu k 9 2 , 9 5 , 9 6 Sultan 95 şeh za d e 7 3
R u s A k a d em y a sı 11 S elçu k Sultanı Sancar B ağd at 109 Sultan A h m ed C elayir 193 Ş em sed d in E y y u b B a la sa g u n î 168
R u sç a 13, 2 0 , 81 S elçu k lu lar 9 5 , 9 6 , 2 0 4 Sultan H alilullah 178 Ş erefü d d in Y e z d î 1 80
R u sy a 2 9 S elefk o sla r 42 Sultan H ü sey in 185 şeriat 201
R ü k n ed d in A h m ed B a lasagu n î 168 S elen g a nehri 134 Sultan İskender 180 Ş evval 84
R ü stem 7 9 S elitren ny k öyü 149 Sultan Sancar 100, 132 Ş ey b a n 146
S elm an S a v ci 195 Sultan S ü leym an 92 Ş e y h A h m ed Y e s e v î 125
S ab it bin Sinan 71 S em erkand 4 0 , 7 7 , 1 5 9 , 161, 169 Sultan V e le d 99 Ş ey h B ab a 164
S a b lığ K u y a s 158 S em erkant 16, 4 2 , 75 S u ltan -ı İslâm 9 6 , 124 Ş e y h E bu M u h a m m ed H asan b in H ü ­
sa g r i’l-U y g u r 86 S em iz-K en t 77 Sultanların Sultanı 132 sey in el-A n d a k î 126
sâ h ib u ’s-S în 81 senet 115 su ltan ü ’s-selâtîn 118 Ş ey h S e y y id A ta 154
sâ h ib u ’t-Türk 81 Ş ey d i A h m ed bin M iranşah 195 S um m erkent 148 Şhiratori 2 7
S aid H an 184 S ey fed d in B arlas 194 S un 87 Ş iî 7 8
S ait H an M uhanım ed 153 Seyh u n 92 S unak K urgan 124 Ş iî m ezh eb i 95
Salan (A sla n ) y ılı 81 se y y a h R ubruquis 113 Suriye 9 8 , 99 Ş iîler 9 8
saltanat seneleri 110 S e y y id İbn A b d ü lh am id 154 Sü leym an B akırganî 126
S âm ân îler 41 Shiratori 2 4 Sünni 78 T aaşşu k -n âm e 195
S âm ân lılar 79 S ıgu n Sam ur 88 S ü ryan îce 97 T a b â i’u ’l-H ayavân 81
Sâm ânoğulları 4 1 , 51, 5 5 , 6 3 , 6 7 , 68, Sibirya 3 4, 203 Süryani 18 T ab erî 4 9
7 6 , 7 7 , 7 8 , 7 9, 9 1 , 9 4 , 9 5 , 98 S ien -p i 25 Süryani alfab esi 18 T ab gaç 87
Sam oyed 34 S ien -p iler 2 5 , 30 S vy a to sla v 5 8 , 5 9 , 6 0 , 6 2 , 93 T a c ik 4 0 , 4 3 , 193, 198
S a m o y e tçe 35 sik k e 197 T a cik ler 142
sanatkâr 192 S in 87 Ş a -t’o 4 6 , 50 T a la ş 4 1 , 5 6
sanatkârlar 188 S in o lo g 10 Şaberan 103 T alki g e ç id i 158
san cak 2 05 Sir-derya 4 9 , 57 Şad 15 T alm u t 61
saray ed eb iyatı 120 Sirderya 4 0 , 9 2 , 9 7 , 100, 102, 123, Ş a fiîler 98 taltifnâm e 170
saray halkı 199 186, 20 7 Şah 15 T an g S ü la lesi 19
Saray cık 121 Sirderya (S eyh u n ) 9 4 Şah M elik 92 T angut 4 6
Sarazin 148, 153 Sirderya nehri 3 9 , 71 Şah Murad 199 T angutlar 104
Sart 4 2 , 2 0 4 S lav 26 Şahâbâd 205 Taraz 7 0 , 7 4 , 75
Sart K alm ıkı 208 S lavlar 33 Ş âhânşahnâm e 141 tarhanhk (vergid en m uaf) 199
sartaktay 1 1 4 , S o g d 18, 19 Şah n âm e 79 Tarih-i  l-i S elçu k 182
sartavul 1 14 S o g d D ili 16 Şahruh 197 T arih-i C ih an gü şa 116
Şartlar 2 0 4 , 2 0 7 S o g d ü lk esi 36 Şam an 19, 5 3, 64 Tarih-i H ânî 181
S a sa n î 77 S ogdaklar 75 Ş am an îlik 19 Tarih-i N işab u r 118
S asan îler 4 1 , 4 2 S o g d ça 36 Ş am an izm 134 Tarih-i U lu s-ı Erbaa 181
Satuk Buğra H an 71 S ogd lular 75 Ş am si geçid i 7 4 Tarm aşirin 175, 176, 178
Savran 124 Soğd 39, 40 Ş aş 77 T aş B aba 20
S ayan Sıradağları 43 S u çu o 2 0 3 Ş avgar 124 ta ş+ şeh ir 77
223
222 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÛRKTARİHt

Y e n i saray 149
T aşk en t 4 0 , 7 7 , 2 0 8 Turânlılar 79 U ygu r alfab esi 9 7
Y e n ise y 18
Tat 83 Turfan 8 1 , 83 U y g u r h am 8 2
Y e n ise y âb id eleri 2 0
Tatar 8 7 , 155 tüccar 114 U ygu rlar 3 9 , 82
Y e n ise y h a v za sı 107
Tatar C um huriyeti 155 tüm en 185 U yrat 2 0 8
Y e n ise y neh ri 3 5 , 4 3 , 8 7
T a v g a ç 88 T üm en-köylU sın ıfı 185 U y radar 133
yerleşik 184
T em im bin B ah ru ’l-M u tavvaî 5 0 T ü rgeş 101 U z 33
yerli aristokrasi 7 7
T engri 17, 18 Türk 9, 10, 11, 12, 14, 17, 18, 2 0 , 2 2, U z a k D o ğ u 15
Y u a n sü lâ lesi 1 10
T erâk im e 165 23
Y u ğ 105
T erin G ö l 85 Türk B u d ist 32 Ü g e M anu 197
Y ukarı Irtış 174
T erken 7 7 Türk g ö ğ ü 17 Ü r g e n ç 1 9 2 ,1 9 6
Y ukarı S in 87
T ezk ire-i B uğra Han 67 Türk H anı 32
Y u k a n Y e n ise y 16
T h o m sen 11, 12, 13, 17, 2 6, 3 1 , 3 2, Türk k avim leri 8 9 , 182 V a h şi Tatarlar 133
Y u n an ca 10
3 5 , 3 6 , 39 Türk m alik ân esi 7 6 V â k ıa Jujcn 2 7
Y u n an lılar 9 3
ticaret kervanı 138 Türk m illiy eti 100 v a sa l 100
Y u n u s H an 187
T im ur 9 , 173, 186, 193 Türk yersu yu 17 va sa llık 131
Y u su f ile Z ü ley h a k ıss a sı 1 29
T in i B ek H an 129 Türk - T u -k ü e/T u -k iu hüküm eti 27 V atikan 171
T o g u z G ur 4 9 T ü rk -Ç u vaş 63 V e lik î U sty o k 63
Z a fem a m e 180
T ohar 31 T ürk-H arezm m ed en iyeti 128 V en su 7 0
Z anbi 7 4
Toharistan 3 1 , 3 9, 4 2 , 56 T ü rk -O ğu z 35 v e z ir 118
Z em ahşerî 128
T oh ta H an 151 T ü rk -O ğu z d ev leti 45 V e z ir T on yu k u k 17
Z encir Saray 178
T ok tam ış 192 T ürk-O ğuzları 39 V iz ig o t K ralı 55
Z erdüstlük 4 2
T o k u z O ğu z 32 Türkçe 7 9 , 8 4, 8 8, 9 8 , 99 V o lg a 2 8 , 2 9 , 3 0 , 6 4 , 1 0 1 , 199
Zerdüşt 4 1 , 5 0
T o k u z Tatar 3 6 T ürkeş 39 V o lg a B ulgarları 145
Z erdüştlük 18
T on yu k u k 18 T ürkistan 9, 10, 4 2 , 172, 174, 193, V o lg a h a v za sı 145
Z erefşan 16, 3 9 , 4 0 , 7 6 , 1 3 2
Tork 9 4 200 Y abaku k a b ilesi 8 6
zira î hayat 3 6
Toruhan 35 Türkistan İranlıları 43 Y abakular 87
Z u -zen 2 5
Törü 32 Türkler 18, 2 1 , 80 Y a fen ç 86
Z und (Su n d a) 6 7 , 7 3 , 7 4 , 1 7 0
Törü (T öre) 185 Türkm en 6 9 , 7 0 , 9 6 , 102 Y ağm a 69, 70
Z ü b tetü ’t-T evârîh 1 80
T u -k ile 15, 17, 2 9 , 32 T ürkm ence 84 Y ah u d i 5 6 , 6 1 , 9 9
T u g u z-g u z 5 0 Türkm enler 9 3 , 9 7, 2 0 4 Y akut 28
T u g u zg u z 4 9 , 5 1, 54 T ü rk olog 10 Y ak u t H a m ev î 4 4 , 5 0
T u ğ lu k T im ur 179 Türkoloji 10 Y ak u tça 3 0
tuğrağ 105 Y am ar 8 6
Tuğrul B e y 97 u lu H atun 151 Y an ğıb alık 83
T u h sı/T o h sı 69 uluğ 118 yarıcıları v e at uşakları 143
T u h si 85 U lu ğ B e y 194, 195, 196 Y a sm ıl 87
Tulun O ğ u lla n 50 U lu ğ N o y o n 171 Y a y ık 29
T u lu y ulusu 162 U m ay 17, 105 Y ayık nehri 93
T um anski Y azm ası 68, 69, 7 0, 74 U ral-A ltay 35 Y a zg ır 9 6
T una B ulgarları 63 U ral-A ltaylılar 34 Y e-L iu -Ç u T ısa i 147
T u n g u z 25 U rung K u yas 158 Y ed isu 5 0 , 8 4
T u n gu zlar 3 4 U sm i Tarirn 81 Y e k e N o y o n 171
tura 185 U sru şan a 4 9 Y en g i-k en t 5 7
Turan 7 9 Uygur 1 3 ,3 2 ,3 5 ,3 7 ,4 9 ,8 2 ,8 5 ,8 6 ,2 1 0 Y e n i M an gıt sü la lesi 2 0 6
222 PROF. DR. V. V. BARTHOLD ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 223

T aşk en t 4 0 , 7 7 , 2 0 8 Turânlılar 79 U ygu r alfab esi 9 7 Y en i saray 149


T at 83 Turfan 8 1, 83 U ygu r ham 82 Y e n ise y 18
Tatar 8 7 , 155 tüccar 114 U ygu rlar 3 9, 82 Y en ise y âbideleri 2 0
Tatar C um huriyeti 155 tüm en 185 U yrat 2 0 8 Y en ise y h a v za sı 107
T a v g a ç 88 T ü m en -k öylü sın ıfı 185 Uyratlar 133 Y en ise y nehri 3 5 , 4 3 , 87
T e m im bin B ah ru ’l-M u tavvaî 5 0 T ü rgeş 101 U z 33 yerleşik 184
T engri 17, 18 Türk 9 , 10, 11, 12, 14, 17, 1 8 ,2 0 , 2 2 , U z a k D o ğ u 15 yerli aristokrasi 7 7
T erâk im e 165 23 Y u an sü lâ lesi 110
T erin G ö l 85 Türk B u d ist 32 Ü g e M anu 197 Y u ğ 105
T erk en 77 Türk g ö ğ ü 17 Ü rg en ç 192, 196 Yukarı Irtış 174
T ezk ire-i B uğra H an 67 Türk H anı 32 Yukarı S in 87
T h o m sen 11, 12, 13, 17, 2 6 , 3 1 , 3 2, Türk k avim leri 89, 182 V a h şi Tatarlar 133 Y u k a n Y en ise y 16
3 5 , 3 6 , 39 Türk m âlik ân esi 76 V âk ıa Jujen 27 Y u n an ca 10
ticaret kervanı 138 Türk m illiy eti 100 v a sa l 100 Y unanlılar 93
T im ur 9 , 173, 186, 193 Türk yersu yu 17 v a sa llık 131 Y u n u s H an 187
T in i B ek H an 129 Türk - T u -k ü e/T u -k iu hüküm eti 27 V atikan 171 Y u su f ile Z ü ley h a k ıssa sı 129
T o g u z Gur 4 9 Türk-Ç uvaş 63 V e lik î U sty o k 63
T ohar 31 Türk-H arezm m ed en iyeti 128 V en su 7 0 Z a fem a m e 180
T oharistan 3 1 , 3 9 , 4 2 , 56 T ü rk -O ğu z 35 v ezir 118 Zanbi 7 4
T ohta H an 151 T ü rk -O ğu z d ev leti 45 V ezir T on yu k u k 17 Z em ah şerî 128
T ok ta m ış 192 T ürk-O ğuzları 39 V iz ig o t K ralı 55 Z encir Saray 178
T o k u z O ğ u z 32 T ürkçe 7 9 , 8 4, 8 8, 9 8 , 99 V o lg a 2 8 , 2 9 , 3 0 , 6 4 , 1 01, 199 Zerdüstlük 4 2
T o k u z Tatar 3 6 T ürkeş 39 V o lg a B ulgarları 145 Zerdüşt 4 1 , 5 0
T on yu k u k 18 Türkistan 9 , 10, 4 2 , 172, 174, 193, V o lg a h avzası 145 Zerdüştlük 18
T ork 9 4 200 Yabaku k a b ilesi 86 Z erefşan 16, 3 9 , 4 0 , 7 6 , 132
T oruhan 35 Türkistan İranlıları 43 Y abakular 87 ziraî hayat 36
Törü 3 2 Türkler 18, 2 1 , 80 Y a fen ç 86 Z u -zen 25
Törü (T öre) 185 Türkm en 6 9 , 7 0, 9 6 , 102 Y a ğ m a 6 9, 7 0 Z und (Sunda) 6 7 , 7 3 , 7 4 , 170
T u -k ü e 15, 17, 2 9 , 3 2 T ü rk m en ce 84 Y ah u d i 5 6 , 6 1 , 99 Z übtetü’t-T evârih 180
T u g u z-g u z 5 0 T ürkm enler 9 3 , 9 7 , 2 0 4 Y akut 28
T u g u zg u z 4 9 , 5 1 , 5 4 T ü rk olog 10 Y akut H a m ev î 4 4 , 5 0
T u ğlu k T im ur 179 T ürkoloji 10 Y akutça 30
tuğrağ 105 Yam ar 86
Tuğrul B e y 97 ulu H atun 151 Y an ğıb alık 83
T u h sı/T o h sı 6 9 uluğ 118 yarıcıları v e at uşakları 143
T uhsi 85 U lu ğ B e y 194, 195, 196 Y a sm ıl 87
Tulun O ğ u lla n 5 0 U lu ğ N o y o n 171 Y ayık 29
T u lu y ulusu 162 U m ay 17, 105 Y ayık nehri 93
T um anski Y azm ası 6 8, 6 9, 7 0 , 74 U ral-A ltay 35 Y azgır 96
T una B ulgarları 63 U ral-A ltayh lar 34 Y e-L iu -Ç u T ısai 147
T u n g u z 25 U rung K u yas 158 Y ed isu 5 0 , 84
T u n gu zlar 3 4 U sm i Tarim 81 Y ek e N o y o n 171
tura 185 U sruşana 49 Y en g i-k e n t 57
Turan 7 9 Uygur 1 3 ,3 2 ,3 5 ,3 7 ,4 9 ,8 2 , 8 5 ,8 6 ,2 1 0 Y e n i M an gıt sü lalesi 2 0 6
I V a s ili V ila d im iro v iç B a rth o ld 15 K asim 1869’da
P etersburg'da dünyaya gelmiştir. 1891 'de Petersburg
Ü niversitesi D oğu D illeri Fakültesini bitirm iş, 1891-
■ ' 892’de A lmanya’da H alle’de profesör Ogust M üller’in
ve Starzburg’ta Profesör N öldeke’nin derslerine devam
etm iştir. 1893-18 9 4 ’te T ü rk ista n ’a İlm î bir seyahat
’* yapm ış, sonra bu seyahatlannı birkaç defa daha tekrar
I . • , | etm iş ve son olarak 1925’te o rala rd a bulunm uştur.
1896’ta P etersburg Ü niversitesinde p rofesör nam zeti sıfatıyla “ D oğu
tarihine ait” dersler verm iştir. 1900’de tez olarak hazırlad ığ ı “M oğol
İstilası E snasında T ürkistan” adlı eseri ile doktor Unvanını almıştır. 1901
senesinde Ü niversitesine profesör olarak atanm ış ve 1910 senesinde Rus
İlimler A kadem isine m uhabir üye olarak seçilmiş ve 1913’te A kadem inin
tabii üyesi olmuştur. Son senelerde M oskova, Taşkent ve Bakü şehirlerinde
çeşitli dersler ve k o n feran slar verm ek için davet edilm iştir. 1926’da
İstanbul D a ru ’l-fü n û n ’u T ü rk iy at E nstitüsü tarafından d av et edilerek
“O rta A sya T ürk T arihi” hakkında bir dizi dersler verm iştir ki bu kitap
işte o derslerden m eydana gelm iştir. O rta A sya T ürk tarihinin en büyük
m ütehassısı sıfatıyla ilim dünyasında büyük b ir şöhret sahibi olan bu
kıym etli alim , bugün Petersburg’ta çeşitli D oğu okullarında Doğu tarihi
konularında dersler verm ekte ve İlm î yayınlarıyla T ürkiyat (Türkoloji)
sah asını aydınlatm ak tad ır.. 19 A ğustos 1930’da L e n in g ra d ’d a öldü.

You might also like