Professional Documents
Culture Documents
Bugün tartışılmakta olan amaçlar ile yöneltme , çoğunlukla en doğru tek amacın
araştırılması ile ilgilidir. Oysa bu tür bir araştırma yararsız olduğu kadar hem yanıltıcı hem de
zararlıdır. Örneğin ; amaç olarak yalnız karın üzerinde durulması yöneticiyi yanıltarak
işletmenin geleceğini tehlikeye düşürebilir. Çünkü bu günün karını elde etmek amacı ile
yönetici yarını baltalayabilir. Bugün en kolay satılan mamulleri ön plana alıp , yarının
piyasasında aranacak mamulleri ihmal edebilir, araştırmaları ve diğer ertelenebilir yatırımları
azaltabilir. Daha da önemlisi yatırım miktarının yükselten sermaye yatırımlarından kaçınırlar.
(Karlılık yatırılan sermayeye oranla ölçülür). Bunun sonucunda ise teçhizat tehlikeli şekilde
eskiyebilir. Yani bu tutumla yöneticiler en kötü yönetim hatalarına yönelmiş olurlar.
Bir işin yönetimi türlü gereksinimler ve amaçlar arasında denge kurmak demektir. Tek
bir amaç aramak esasında düşünce ve yargılamanın gereksiz kılacak sihirli bir formül
aramaktır. Ama yargılamayı bir formülle değiştirmek çabası akılcılığın dışındadır. Bu çaba ile
sınırlar daraltılıp var olan seçenekler azaltılarak yargılama olanaklar içerisine sokulmuş olur.
Bunun içinde açık bir noktaya yönelmek verileri sağlam bir şekilde toplamak etkileri
güvenilir şekilde ölçmek , hareket ve kararların geçerliliğini saptamak zorunludur. Bunlar ise
işletmenin nitelikleri bakımından birden fazla amacı olmasını gerekli kılar. O halde bu
amaçlar neler olmalıdır? Bu sorunun bir çok cevabı vardır.
Uygulama ve sonuçların doğrudan doğruya ve hayati olarak işin varlığına etki edeceği
her konuda amaçlara gerek vardır. Bu konular her yönetsel karardan etkilenen konulardır. Bu
yüzden de her yönetim kararında düşünmeleri gerekir. Bunlar işletme yönetimini anlam ve
niteliğini somut olarak ortaya koyarlar. Yine bu konular işletmenin hangi sonuçlara yönelmesi
gerektiğini ve hedeflere ulaşmak için neler yapılmasını gerektiğini gösterirler.
Bu temel konular 5 çalışma yapmamızı sağlamaktır :
1. İşletme uğraşlarının tamamını genel birkaç cümle ile örgütlemek ve açıklamak.
2. Bu söylenenleri uygulamada denemek.
3. Davranışları (oluşumları) önceden tahmin etmek.
4. Kararlar henüz şekillenme halinde iken bunların doğruluğunu kontrol etmek .
5. İş adamlarının bireysel görgülerini yeniden incelemelerine olanak tanıyarak
uygulamalarını genişletmek. Geleneksel bir kural olan karın azamiye çıkarılması bu
saydıklarımızın hiç birini cevaplandıramayacağı için terk edilmelidir.
İlk bakışta değişik türdeki işleri herhangi bir genel kuramın uygulanmasını olanak kılacak
kadar farklı ayrıntıları olduğu gibi görünür. Gerçekten de farklı işlerde farklı temel sahaları
önemi farklıdır. Ve bu önemlilik bile her işin gelişme aşamasına göre değişir. Ama bu temel
konular işletmenin konusu büyüklüğü gelişme durumu ve ekonomik koşullar ne olursa olsun
aynıdır.
Uygulama ve sonuçları sekiz konuda amaçlarının saptanması gerekir.
Piyasa durumu ; yenilik yaratmak; verimlilik fiziki ve mali kaynaklar ; karlılık ;
yöneticinin çalışma başarılılığı ve yetiştirilmesi ; yönetilenlerin çalışma başarılılığı ve tutumu
topluma karşı sorumluluk.
İlk beş konunun amaçları üzerinde anlaşmazlık olamaz. Ama diğer 3 konuda somut
saptamalar yapılamayacağı için bunlara şiddetle karşı çıkılacaktır. Yönetim yalnızca
ekonominin uygulanması olsa bile bu 3 sahada a amaçların saptanması gerekli olur. Bunlar
işletmenin ekonomik kuramına dahildirler. Çünkü bunların ihmali kısa zamanda ve önceden
saptanabilir şekilde piyasa durumunda teknolojik verimlilik ve karlılıkta gerilemelere ve
nihayet işletmenin yok olmasına neden olur. Bunların ekonomistlerin ( özellikle modern
ekonomistlerin ) alışmış olduklarının dışında olmaları kolayca niceliksel olarak
açıklanmamaları ve matematik olarak incelenmemeleri üzerlerinde düşünülmemesi için bir
neden sayılmaz.
Muhasebeci ve ekonomiste bu konuları uygulamadan uzak gösteren nedenler ( lira ,
kuruş , hesapları yerine ilke ve değerlerle uğraşmaları ) ayrı konuları işletme yönetiminin en
ilgilendiği ve lira kuruş kadar niceliksel olarak saptamalarını olanaklı olduğu konular
yapmaktadır. Çünkü işletme bir insanlar topluluğudur işletmenin uğraşıları insanların
uğraşılarıdır. İnsan toplulukları şse ortak inançlar üzerine kurulmalı ve birliğini ortak ilkeler
ile sembolize etmelidir. Aksi durumda örgütler üyelerinde çaba ve uğraşı bekleyemez
hareketsizleşir. Bu düşünceler niceliksel olarak saptanamaz ise bunları saptanabilir duruma
getirmek yöneticilerin işidir. Bu konuların ihmali yalnız işletmenin yetersizliği ile değil insan
gücü sorunları yada en az insan gücü veriminin düşmesi ile sonuçlanır. Sorumsuz
davranışlarda devlet tarafından ticari hayatın kısıtlanmasına yol açar. Aynı ihmal değersiz
zayıf işletmenin çıkarlarından çok kendi çıkarını düşünen dar zihniyetli uzağı göremeyen ve
liderlik niteliklerinde yoksun yöneticilerin iş başına geçmesine yol açar.
Amaçların Saptanması :
Gerçek zorluk hangi amaçlara gerek olduğunu saptamak ta değil bunların nasıl ortaya
konacağında yapmaktadır.
Bu kararı vermenin bir tek yolu vardır ki o da her konuda nelerin ölçüleceği ve ölçü
biriminin ne olacağını saptanmasıdır. Çünkü kullanılan ölçü nelere dikkat edilmesi gerektiğini
göstererek durumu berbatlaştırır. Ölçüme dahil edilen şeyler önem kazanır. Ölçüm dışı
tartılanlar ise unutulur.
Maalesef işletmenin temel konuları için varolan ölçü birimleri oldukça zayıf dır. Ve
yalnızca piyasa durumunu ölçen araçlar güvenilir niteliktedir. Karlılık gibi açık bir şeyin
ölçüleri bile son derece esnektir. Ve karlılığın bile ne kadar olması gerektiğini ölçecek bir araç
henüz yoktur. Yenilik yaratmakta ve verimlilik alanlarında ise yapılması gereken fazla bir
bilgiye sahip olduğumuzu söylemek güçtür. Fiziksel ve mali olanaklarda içinde olmak üzere
diğer konularda ise hedeflerden ve bunlara ulaşmak için ölçülerden çok ancak arzularımızı
söyleyebilmekteyiz. Bu nedenle ne ölçülmesi gerektiği ve ölçüm işlemi hakkındaki bilgimizi
önümüzdeki birkaç yıl içinde ilerletmememiz gerekmektedir. 25 yıl önce piyasa durumu
hakkında ki bilgimiz bugün verimlilikle de işçi davranışları hakkında ki bilgimizden daha
azdı. Bugün piyasa durumu hakkındaki oransal berraklık bu konunun kendi özelliklerinin bir
sonucu değil sürekli ve yaratıcı çalışmanın bir ürünüdür. Bu gün ulaşılmış başarıları bildirmek
yerine , ancak ilerlemek için neler yapılması gerektiğini özetleyen bir rapor vermek
olanaklıdır.
Piyasa Durumu :
Piyasa durumu piyasa gizli gücü ve rakip işletmelerin sundukları mal ve hizmetleri
başarılığı ile karşılaştırılarak ölçülmelidir.
“Satışlarımız arttığı sürece Pazar payımızı ne olduğunun bizce önemi yoktur.”
Şeklinde bir görüşün açıklanması sık sık duyulan bir sözdür. Uysal görünmesine rağmen bu
sözü yanlış olduğu incelenince ortaya çıkacaktır. Satış miktarı tek başına işletmenin
başarılılığı yada geleceği hakkında pek az şey söyler. Bir işletmenin satışları artabilirse de
işletme yinede çökmeye itilmiş olabilir. Bir işletmenin satışlarını azalması kötü pazarlama
nedeni ile değil de , ölen bir iş konusun da bulunması olabilir. Ve bu durumda işletme hemen
konusunu değiştirmelidir.
Petrol rafineleri için teçhizat imal eden bir işletmenin satışları yıllarca artmaya devam
etmiştir. Aslında yeni rafineri tesisleri ve bunların teçhizatı bu işletmenin rakipleri tarafından
sağlanmakta idi. Ama daha önce yapmış oldukları tesisler ve teçhizat eskimiş olduğundan
tamir edilmeleri gerekmekte ve bundan dolayı satışlar artmaktaydı. (Bu tür tesislerde yedek
parçalar genellikle ancak esas imalatçıdan sağlanabilir. ) Oysa talep sahipleri eskileri tamir
etmek yerine er geç yeni ve üstün teçhizat satın alacaklardır. Ve bu durumda büyük bir
olasılıkla bu yeni teçhizatı yapan işletmeye gideceklerdir. Yukarıda sözü geçen işletme ise
kapanacaktır ve gerçekten de böyle olmuştur.
Satış miktarına ait rakamlar tek başına bir şey açıklamazlar satış miktarlarının gerçek
var olabilecek piyasa trendleri ile karşılaştırmaları gerekir. Asıl önemli olan işletmenin
piyasadaki durumudur. Piyasanın belli bir kısmında daha küçük bir kısmına mal sunan bir
işletme marjinal arzcıdır. Fiyatlandırması büyük işletmelerin kararlarına bağlı olur. Ekonomik
ve ticari durgunluk dönemlerinde hatta en hafifinde bile piyasadan silinme durumu ile karşı
karşıyadırlar. Rekabet yoğunlaşır , stoklarını azaltmak için ağır satılan malları öncelikle
listelerinden çıkarırlar. Alıcılar taleplerini daha çok en fazla tutulan ürünler üzerine
yoğunlaştırırlar. Böyle dönemlerde marjinal arzcıların satış miktarları müşterilerine ek
hizmetler yapmalarına olanak vermeyecek kadar düşük olabilir. Bir satıcının marjinal durumu
geliş noktası endüstri dalına göre değişir ve aynı endüstri içinde değişik fiyat sınıfları arasında
da farklıdır. Ayrıca bu nokta bölgelere göre de değişebilir. Marjinal satıcı olmak her zaman
sakıncalıdır. Piyasada belirli bir payının işletme tarafından karşılanması gerekir.
Bir de azami piyasa durumu vardır ki bunun üstüne çıkmakta pek akıllıca bir iş
olmayabilir. Piyasa hakimiyeti bu durumda olanları uyuşturur. Piyasada tekel durumunda
olanlar genellikle halkın tepkilerinden çok kendi gönül rahatlıklarından ötürü
tökezlenmişlerdir. Çünkü işletmenin piyasa hakimiyeti yeniliğe karşı şiddetli bir iç direnme
yaratarak değişikliklere uyumu tehlikeli derecede zorlaştırır. Bu aynı zamanda işletmenin
bütün varlığı ; bir tek şeye bağlanması ve ekonomik dalgalanmalara karşı zayıf olması
demektir. Yani hem bir üst sınır, hem de bir alt sınır vardır. Ama pek çok işletmeye üst sınırın
tehlikeleri daha uzak görünebilir.
Piyasa durumunu saplayabilmek için bir işletme önce piyasanın ne olduğunu ( alıcıları
kimlerdir , nerelerdedir , neleri satın almaktadırlar , neleri değerli bulmaktadırlar ,
doyurulmamış arzuları nelerdir. ) bilmelidir. İşletme bu tür bir incelemeye dayanarak
mamullerini yada hizmetlerini müşterilerinin isteklerine göre sunabilir.
Bütün elektrik kondansatörleri dış görünüşte ve teknik yönde aynı olabilir. Ve aynı
üretim hattından çıkıyor olabilirler. Ama piyasa yönünden yeni radyo kondansatörleri radyo
tamirlerinde yedek parça olarak kullanılacak kondansatörlerden çok farklı olabilir. Ayrıca
bunların her ikisi görünüşü aynı olan ve telefonlarda kullanılan kondansatörlerden de farklı
olabilirler. Eğer güney bölgelerinde ki müşteriler karıncalanmaya çöl ikliminde yaşayanlar da
sıcağa dayanıklı kondansatörleri tercih ediyorlarsa radyo tamirinde kullanılan kondansatörler
bile farklı ima edilebilir.
Her bir mamule ait pazarın gerçek hacmini potansiyelinin yenilik eylimlerinin
ekonomik durumunun saptanması gerekir. Bu da müşteriye dönük ve hem dolaylı hem
dolaysız rekabeti hesaba katarak yapılacak bir Pazar tanımlanması ile yapılmalıdır. Ancak
bundan sonra pazarlama amaçları saptanabilir.
İş konularının çoğunda bir değil yedi pazarlama amacına gerek vardır :
1. Varolan mamullerin o günün piyasasında ulaşmasını arzu eden durumlarının
paraca ve yüzde olarak piyasa paylarının belirtilmesi. Bunların dolaylı ve
dolaysız rekabeti ile karşılaştırılması.
2. Varolan mamullerin yeni pazarlarda ulaşması arzu edilen durumlarının paraca
ve yüzde olarak piyasa paylarının belirtilmesi. Bunların hem dolaylı hem
dolaysız rekabeti ile karşılaştırılması.
3. Teknolojik nedenler piyasa eğilimleri mamul çeşidinin geliştirilmesi yada
yönetimin aldığı kararlar nedeni ile terk edilmesi gereken mamullerin
saptanması.
4. Varolan pazarlarda gerek duyulan yeni mamullerin özelliklerinin ve piyasada
ulaşmaları istenen satış miktarı ve piyasa payının saptanması.
5. Yeni mamullerin yaratacağı yeni pazarların paraca ve yüzde olarak saptanması.
6. Pazarlama amaçlarına ulaşılması için dağıtım örgütü ve buna uygun fiyat
politikasının saptanması.
7. Müşterilere onların işletmenin mamullerinden satışlarından ve hizmet
örgütünden neler beklediklerini gösteren bir hizmet amacının saptanması.
İşletmenin hizmet amacı en azından rekabet durumundaki piyasa durumu için saptanan
amaçlara uygun olmalıdır. Ancak sunulan hizmetin rakip işletmelerin ki kadar iyi olması
genellikle yeterli değildir. Çünkü hizmet müşterinin işletmeye bağlılık ve işletmeden
hoşluluğunu sağlamak için en iyi ve en kolay yoldur. Hizmetin başarılılığı hiçbir zaman
yönetimin tahminlerine yada “ patron “ un önemli müşterilerle yaptığı gelişi güzel sohbetlere
dayanılarak ölçülmemeli müşterilere sürekli sistematik ve tarafsız bir şekilde sorular sorularak
ölçülmelidir. Büyük bir işletmede bunun yıllık bir müşteri anketi şeklinde yapılması
gerekebilir. Bu konuda en iyi çalışmayı sanıldığına göre General Motor`s şirketi yapmış olup
bu anket belki de işletmenin başarısının nedeninin açıklamaktadır. Küçük işletmelerde ise
aynı sonuçların başka bir yöntem ile elde edilebilmesi olanaklıdır.
En başarılı hasta hane levazım atı toptancılarında birinde şirket başında bulunan kişi –
müdürü ve yönetim kurulu başkanı – her yıl işletmenin 600 müşterisinde 200 `ünü bizzat
ziyaret etmekte ve her müşteriye “bir bütün” günlerini ayırmaktadırlar. Müdür ve başkan bu
ziyaretleri sırasında satış yapmakta hatta sipariş verebilmek istenirse almamaktadırlar.
Müşteri ile onların sorunlarını ve gereksinimlerini görüşmekte mamulleri ve hizmetleri
hakkında fikirlerini sormaktadırlar. Bu işletmede yıllık müşteri anketi en üst kademede ki
yöneticilerin baş görevi olarak düşünülmektedir. İşletmenin 12 yıl içinde 18 kat büyümesi de
doğrudan doğruya buna bağlanmaktadır.
Yenilik :
Her iş konusunda 2 türlü yenilik vardır : mamul yada hizmetin kendisinde yenilik ve
mamul yada hizmeti sağlamak için gerekli beceri ve uğraşılarda yenilik. Yenilik piyasa ve
müşterinin gereksinimlerinden doğabileceği gibi ( aynı ihtiyaç yeniliğin , buluşun anası olur. )
araştırıcılar yazarlar düşünürler yada uygulayıcılar tarafından bilgi ve becerinin artırılması
için yer verilir.
Her iş konusunda 2 türlü yenilik vardır :mamul yada hizmetin kendisinde yenilik ve
mamul yada hizmeti sağlamak için gerekli beceri ve uğraşılarda yenilik. Yenilik konusunda
amaç saptanırken karşılanan sorun çeşitli yeniliklerin oransal etki ile önemlerinin
ölçülmesinin güçlüğüdür. Teknolojik yönden önderlik her işletme tarafından doğal olarak arzu
edilir. Teknoloji özellikle en doğru anlamıyla örgütlenmiş bir insan çabası sanat zanaat yada
diğer bir konudaki gelişim süreci olarak kabul edilir. Fakat teknolojik gelişmeler önceden
saptamak kolay değildir. Örneğin ; bir mamulün paketlenişinde derhal uygulanabilecek 100
küçük değişikliği araştırmaların sonucu en az 10 yıl sürebilecek zahmetli bir çalışma
sonucunda o konudaki pazarlama anlayışını tümüyle değiştirebilecek.tek bir kimyasal buluşla
karşılaştıralım.Hangi yeniliğin daha yararlı olabileceğini açıklamamız kolay olmayacaktır.Bu
soruya bir satış evi ile bir ceza işletmesinin vereceği cevaplar farklı olabileceği gibi iki ayrı
ceza işletmesinin cevapları da farklı olabilir.
Yukarıdaki nedenlerle yenilik amaçları hiçbir zaman pazarlama amaçları kadar açık ve
belirli olamazlar.Yenilik amaçlarını saptayabilmek için yönetimin önce pazarlama amaçlarına
(mamul türlerine varolan ve yeni pazarlara hizmet gereksinimlerine göre) ulaşmak için gerekli
yenilikler hakkında bazı tahminler ve fikirlere sahip olması zorunludur.Bundan sonra da üyesi
olduğu sanayi kolunun bütün konularındaki teknolojik hamleler ile her türlü uğraşıdan doğan
yada doğabilecek gelişmeleri değerlendirmelidir.Bu tahminleri iki gurupta toplamak
olanaklıdır. Birincisi yakın geleceği göz önüne alarak yapılan oldukça somut
projeksiyonlardır ki bunlar esasen gerçekleştirilmiş yenilikleri kapsar. Diğeri ise çok uzun
vadede neler olabileceğini kestirmeye çalışır. Tipik bir iş konusunun yenilik amaçlarını
şöylece sıralayabiliriz:
1. Pazarlama amaçlarına ulaşmak için gerekli yeni mamul ve hizmetler.
2. Varolan mamulleri işe yaramaz ya da demode duruma getirebilecek teknolojik
değişiklikler yüzünden gerekli olacak yeni mamul ve hizmetler.
3. Hem piyasa amaçlarına ulaşmak hem de beklenen teknolojik değişiklikleri
karşılayabilmek üzere varolan mamuller için gerekli olan gelişmeler.
4. Piyasa amaçlarına ulaşmak için eski işlemlerde gerekli olan gelişmeler ve yeni
işlemler (örneğin fiyatlandırma amaçlarını gerçekleştirmek için imalat
işleminde gerekli olan gelişmeler)
5. Bilgi ve becerilerdeki ilerlemelere ayak uydurmak için belli başlı bütün
çalışma konularında (muhasebe imalat büro yönetimi işçi ve işveren ilişkileri
v.b.) yenilik ve gelişmeler.
Yönetimin unutmaması gereken husus yeniliğin yavaş bir işlem olduğudur.Pek çok
işletme bugünkü önderlik durumunu 25yada daha fazla yıl öncesi neslin çalışmalarına
borçludur. Halkın bugün tanıdığı pek çok işletme bugün den yapacakları yenilikler ile yarın
kendi sanayilerinin liderleri olacaklardır. Başarılı bir işletme her zaman için bir önceki neslin
biriktirdiği ile yaşamak ve bunları tüketmek sakıncasına açıktır. Bu yüzden bu konuya ait bir
uğraşı – endeksinin bulunması yararlı olur.
Bu amaçla son 10 yıla ait çalışmaları değerlendirilmesi yararlı olur. Kenar konularda
yapılan yenilikler işletmenin piyasa durumu ile uygun mudur ? Eğer bu sorunun cevabı
olumsuz ise işletme geçmiş başarılarına dayanarak yaşamakta ve “ yenilik sermayesini “
tüketmektedir. İşletme gelecek için yeterli yenilik kaynakları bulmuş mudur? Yoksa bu
konuda geleceğin talepleri için yeterli olmaması olasılıklı olan ve başkalarının ( Üniversiteler
, başka sanayiler yabancı ülkeler gibi … ) yapmış olduğu çalışmalara mı dayanmaktadır ?
Teknolojik değişiklikleri en az göze çarptığı konular yeniliğe bilinçli olarak en fazla
önem verilmesi gereken konular olabilir. Bir ecza işletmesinde yada sentetik olarak organik
kimyevi maddeler üreten bir işletmede herkes işletmenin yaşabilmek için her 10 yılda bir
mamullerini ¾ ünü tamamen yenilemesi gerektiğini bilir. Ama bir sigorta işletmesinde
işletmenin büyümesinin ( hatta belki de yaşayabilmesinin ) yeni sigorta şekilleri bulmaya var
olanları geliştirmeye ve devamlı olarak daha iyi daha ucuza sigorta yapma yolları aramaya
bağlı olduğunu kaç kişi bilir ? Bir iş konusunda teknolojik değişiklik ne kadar az göze
çarparsa işletmenin katılaşması sakıncası da o derece fazladır. Bu yüzden yenilik üzerinde
durulması bu konular da daha da büyük önem kazanır.
Yukarıda sıralanan türlerdeki amaçların ancak General Electric`s yada General
Motor`s çapında dev işletmelere uygun olduğunu küçük işletmeler için gereksiz olduğu ileri
sürülebilir. Fakat küçük işletmeler gereksinim ve amaçlarının ayrıntılı ve noksansız bir
analizine daha az ihtiyaç duysa da bu durum küçük işletmelerde yenilik amaçlarının daha
kolay saptanabileceğini açıklar. Gerçekten de tanıdığımız çeşitli küçük işletmelerin
yöneticileri işletmenin küçük olmasının temel yararlarından birinin yapılabilecek yeniliklerin
planlanmasının oransal kolaylığı olduğunu belirtmektedirler. Bunlardan birinin müdürü bu
yararı şöyle açıklamaktadır :
“ Küçük olduğunuz zaman hangi yeni ürünlere ihtiyaç olduğunu derhal bilecek kadar
pazarınıza yakınsınızdır. Mühendislerin sayısı çok az olduğundan boş duramayacak kadar
işleri çoktur. Her şeyi kendi başlarına yapamayacaklarını bildiklerinden işlerine yarayabilecek
herhangi bir gelişmeyi kaçırmamak için gözlerini dört açarlar “
Verimlilik ve Katılan Değer ( Artan Değer ) :
Verimliliğin ölçülmesi yönetimin yetenekleri saptamanın ve bir işletmenin yönetimi
ile diğer işletmenin kini ya da aynı işletme içinde değişik yönetim gruplarının bir birleri ile
karşılaştırmasını yapmanın tek yoludur. İşletmelerin ellerindeki kaynaklar aşağı yukarı bir
birinin aynıdır. Ender rastlanan monopol durumları dışında belli bir iş konusunda bu işletmeyi
diğerinden ayırtan her kademede yönetimin nitelikleridir. Bu son derece önemli etmeni
ölçmenin tek yolu ise kaynakların ne şekilde kullanıldığı ve işletme kaynaklarından ne kadar
kar elde edildiğini gösteren verimliliğin ölçülmesidir. Örneğin ; General Motor`s ve Chrvsler
işletmelerinin karlarını karşılaştırmak aslında yararsızdır. General Motor`s otomobilin büyük
kısmını kendisi imal eder yalnız şasi tekerlekler ve frenleri dışardan satın alır. Chrvsler son
zamanlara kadar dışarıdan aldığı parçalar ile otomobili imal eder ve otomobilin değerinin
ancak küçük bir kısmını oluşturan motordan başka bir şey yapmazdı. İşletmelerin her ikiside
mamul halde otomobil satmaktadırlar. Ama imalat işlemleri tamamı ile değişiktir. General
Motor`s işletmesinde satış fiyatlarının büyük kısmı işletmenin kendi çalışmasının karşılığıdır.
Chrvsler işletmesinde ise satış fiyatlarının büyük kısmı yine Chrvsler`in parçalarını sağladığı
satıcılara ödenmektedir. General Motor`s un gösterdiği kar yapılan iş ve girilen rizikonun
%70 i içindir. Chrvsler`in gösterdiği kar ise yapılan iş ve girilen rizikonun %30 u içindir.
General Motor`s un daha yüksek kar marjı göstermesi gerektiği açıktır. Ama bu fazlalık ne
kadar olmalıdır ? Hangi işletmenin yönetiminin daha iyi olduğu ancak her iki işletmenin
kaynaklarından nasıl yararlandıklarını ve bunlardan ne kadar kar sağladıklarını belirten bir
verimlilik analizi ile saptanabilir.
Yönetimin önemli görevlerinden biri de verimliliğin devamlı olarak yükseltilmesidir.
Ayrıca bu nedenle de böyle bir ölçüye gerek vardır. Ancak bu görev en zor görevlerden de
biridir. Çünkü ; verimlilik tanımlanması kolay olmayan ve açık olarak ölçülmeyen türlü
etmenler arasında ki bir dengedir. Henüz verimliliği ölçecek bir ölçü birimine sahip değiliz.
Ancak son yıllarda neyi ölçeceğimizi tanımlamamamızı gerçekleştiren bir temel kavram
bulunmuştur. Ekonomistler bu kavrama “ artan değer “ demektedirler.
Artan değer bir işletmenin mamul ve hizmetlerini satışında elde ettiği brüt veri ile
dışardan sağladığı hammadde ve hizmetler için ödediği miktar arasındaki farktır. Başka bir
deyişle artan değer işletmenin bütün çaba ve emekleri ile bu çaba ve emeklerin karşılığı olan
verimli kapsam. Artan değer işletmenin bu emeğine verdiği değeri gösterir.
Artan değer bütün sorunları çözen bir kavram değildir. Çünkü bu kavram ancak son
maliyeti oluşturan tahsis edilmiş kaynaklar ekonomik olarak bir anlam taşıdığı sürece
verimliliğin analizinde kullanılabilir. Bu da geleneksel muhasebe kavramlarını ve
yöntemlerinde büyük değişiklikleri gerekli kılabilir. Genel maliyet masraflarının ( Örneğin ;
ısıtma , aydınlatma , gibi . . . ) yüzde esası üzerinden dağıtılması gibi gerçeğe uygun bir
maliyet analizine olanaksızlaştıran eskimiş yöntemlerden vazgeçilmelidir. Amortisman
masraflarının hangi amaca hizmet edeceği iyice düşünülmelidir. ( sermaye , istihdam masrafı
yani teçhizatın değerini düşmesine mi yoksa bunların beklenen yenilenmelerini mi
sağlayacaktır.) Yüzde esası üzerinden yapılan alışa gelmiş bir amortisman doyurucu olmaktan
uzaktır. Artan değer işletme fonksiyonlarının ( finansman , üretim , pazarlama ) dengesinde
yada örgüt yapısında doğal verimliliğini ölçmek. Çünkü bunlar niceliksel etmenlerden çok
niteliksel etmenlerdir. Oysa artan değer tam anlamıyla niceliksel bir ölçüdür buna rağmen
verimlilikte niteliksel etmenlerinde büyük önemi vardır.
Türlü sınırlar içinde bile, ilk kez olarak “Artan değer” kavramı, verimliliğin ussal bir analizini
yapmamıza olanak sağlamış ve verimliliğin artırılması için gerekli amaçların saptanmasını
gerçekleştirmiştir. “Artan değer” ayrıca yön-eylem araştırması, haberleşme kuramı gibi yeni
matematiksel teorilerin, verimliliğin sistematik olarak incelenmesinde uygulanmalarını
sağlamıştır.Bu yöntemler seçenek hareket tarzlarını ve bunların beklenir sonuçlarını bulmaya
çalışırlar. Verimlilik sorunu da türlü kaynakların seçenek birleşimleri dizisini görmek ve
bunlar arasından en düşük maliyet ve en az çabayla en fazla verimi veren birleşimi bulmak
sorunudur.
Bu anlatılanlardan sonra artık verimlilik sorunlarını sıralayabiliriz:
Emek (insan gücü) yerine sermaye teçhizatı (makine v.b.) kullanmak ne zaman ve nerede,
hangi ölçüde ve hangi koşullar altında verimliliği yükseltir?
Gerekli toplam çalışmayı azaltan, yaratıcı genel maliyet masrafları ile, maliyeti yükselten
yararsız genel maliyet masrafını birbirinden nasıl ayırabiliriz? En kazançlı mamul karışımı
hangisidir? En karlı işlem karışımı hangisidir? Bütün bu sorunlarda artık tahminler yapmaya
çalışmamıza gerek yoktur; doğru cevabı sistematik olarak bulabiliriz
Artan değer kavramı, verimlilik amaçlarının neler olduğunu açık olarak göstermelidir.
1. Varolan işlemlerle, artan değerlerin toplam verimliliğe olan oranı artırmak.Bu kısaca,
birinci amacın satın alınan hammadde ve hizmetlerden en iyi şekilde yararlanma
yollarını bulmak olduğu demektir.
2. Kar şeklinde elde tutulan artan değer oranını artırmak.Çünkü, bu işletmenin kendi
kaynaklarının verimliliğini yükseltmiş olması demektir.
Fiziki ve mali kaynaklar:
İşletmenin ne gibi fiziki ve mali kaynakları gereksinim duyduğu ve bunlara doğru yol
almanın nasıl ölçüleceği her işletme için değişir.Ayrıca bu konudaki amaçlar, diğer
konulardaki amaçlar gibi işletmenin bütün kademelerindeki yöneticileri
ilgilendirmez.Çünkü yeterli fiziki ve mali kaynaklar için yapılacak planlama öncelikle en
üst kademedeki yöneticilerin görevidir.Yapılan planların uygulanması ise fonksiyonel
uzmanların görevidir.Fiziki ve mali kaynaklar ihmal edilmeyecek derecede
önemlidir.Fiziki mallar üreten her işletme fiziki kaynaklarını sağlayabilecek ham madde
ya da malzemelerini zamanında ve en az maliyetle elde edilebilecek bir durumda
olmalıdır.Fiziki olanaklara (tesisler, makineler, bürolar)her işletmede gerek vardır.Ayrıca
her işletmenin mali kaynaklara da gereği vardır.Bir hayat sigortası şirketinde buna yatırım
yönetimi denilebilir.Ve bu tür pazarlama ya da yenilikten daha önemli olabilir.Toptancı
bir satıcısı ise sorun mevsimlik bir kredi sağlayabilmektedir.Ama gereksinim duyulan
mali kaynakları elde etmeden ikisi de iş yapmazlar.Çalışmayı gerçekleştirebilecek paranın
nereden sağlanabileceğini planlamadan amaçları saptamak, fırını yakmadan kızartılacak
yemeği içine koymaya benzer.Günümüzde fiziki kaynaklar, fiziki olanaklar ve sermayeye
sağlanması için amaçlar dikkatle planlanacakları yerde, bu konulardaki kararlar
çoğunlukla acele alınırlar.
Büyük bir amerikan demiryolu şirketi (*) nakliyat gereksinim tahminleri için büyük
zaman ve meblağlar harcamaktaydı. Fakat yeni teçhizat satın alınması için 10 milyon
dolar harcama kararı, bir yönetim kurulu toplantısında, bu yatırımın verimini ne olacağını
gösteren bir tek rakam olmadan ya da bu yatırımın neden gerekli olduğu sorulmadan
alınmıştı. Mali işlerle uğraşan yöneticinin, bu parayı düşük faizle sağlanabileceğini
söylemesi yönetim kurulunu ikna etmeye yeterli olmuştu. Fiziki kaynaklar konusunda
dikkate değer bir ayrıca örnek de, Amerika’nın batı sahilindeki selüloz ve kağıt imal eden
Crown-Zellerbach işletmesinin uzun dönemli orman-ağaçlandırma
politikasıdır.İşletmenin amacı, gelecekte gereksinim duyacağı keresteyi şimdiden
sağlayarak, işletmenin devamını planlamaktı.Bir ağacın olgunlaşması, 50 yada daha çok
yıl sürdüğüne göre, kesilen ağaçların yerine yenilerinin dikilmesi, 200 yılına kadar gelir
sağlamayacak sermaye yatırımı demektir.Ayrıca işletme, selüloz ve kağıt tüketimindeki
artışın hızlanacağını beklediğinden, yalnız kesilen ağaçların yerine ağaç dikilmesi yeterli
olmayacaktır. Bugün kesilen her ağaç için, elli yıl sonra hazır olmak üzere iki ağaç
dikilmektedir.
Crown-Zellerbach işletmesinin ölçülerinde bir ham madde sağlanması sorunu ile pek az
işletme karşı karşıyadır.Bu durumda olanlarda sorunun önemini kavramışlardır.Belli başlı
bütün petrol işletmeleri yeni petrol yatakları bulmak ve işletmek çabasındadırlar.Büyük
demir-çelik işletmeleri de yeni demir cevheri yatakları arama işini sistematik ve planlı bir
çalışma içine sokmuşlardır.Ama işletmelerin çoğu, yarının fiziki kaynaklarını sağlamaya
pek önem vermezler, oysa, her imalatçı, toptan perakendeci, nakliye ya da kamu hizmeti
işletmesi fiziki kaynaklar sorununu düşünmeli ve kararlar almalıdır.
İşetme, önemli bir madde, parça ya da mamul için bir tek satıcıya mı bağlı olmalıdır?
Böylece toptan alışlar yüzünden bir fiyat üstünlüğü sağlanabilir; darlık zamanlarında
devamlı ve büyük miktarlarda satın alan alıcıya öncelik tanıyabilirler; ve böyle yakın bir
ilişki daha uygun mal verilmesini ya da alıcı işletmenin daha yakın olarak kalite kontrolü
yapmasını gerçekleştirebilir. Yoksa işletme aynı malzeme için birçok satıcı mı bulmalıdır?
Böylece işletme bağımsız olmalıdır; örneğin, bağlandığı tek satıcıya grev yapılması
yüzünden kendisi de işletmesini kapatmak zorunda kalmayacaktır.Çeşitli satıcılar
arasındaki rekabet daha ucuza satın almayı da gerçekleştirebilir.Örneğin bir pamuklu
mensucat işletmesi pamuk piyasasındaki fiyat düşmelerinden mi yararlanmaya çalışacak;
yoksa satın alma politikasında, pamuk fiyatlarındaki dalgalanmaları da göz önüne alarak
mı alım yapacaktır; bunu kararlaştırmak zorundadır.
Karar hangisi olursa olsun, amaçlar, piyasa durumu ve yenilik konularında saptanmış
hedeflere ulaşmak için Grekli fiziki kaynakların sağlanmasına dönük olmalıdır.
Tesislerin iyi planlanması da aynı derecede önemlidir.Buna rağmen bu planlama bazı
işletmelerde çok ender olarak yapılır.Pek az sanayi işletmesi, eski bir tesisi ne zaman
tamir etmekten vazgeçip, bir yenisini kurmak, makineleri ve avadanları yenilemek, yeni
bir yönetim binası yapmak gerektiğini bili,r.Eskimiş demode tesisleri kullanmanın
maliyeti çoğunlukla gizlidir, göze çarpmaz. Hatta defterler üzerinde eski tesis ya da
makineler son derece karlı görünebilir. Çünkü amortismanı yapılmış ve sıfıra
düşürülmüştür. Böylece bunların çalıştırılmasının bir maliyeti yokmuş gibi görünür.
Yöneticilerin çoğu bunun yanlış olduğunu bilirler. Aritmetik hesapların bu tür ter
sonuçlarının etkisinden kendimizi tamamen kurtarmak her zaman gerçekleşmemektedir.
Ancak tesislerin hem yetersiz hem de aşırı olması son derece tehlikelidir. Fiziki
olanakların önceden planlanması zorunlu olup uydurma çarelerle yürütülemez.Bu işler
için gerekli fikir ve gereçler vardır. Bunlar öncelikle Columbia Üniversitesinde işletme
ekonomisti Joe Dean tarafından geliştirilmiştir. Büyük yada küçük, her işletmenin,
amaçlarına ulaşması için hangi fiziki tesis ve teçhizata ihtiyacı olduğuna karar vermesine
olanak tanıyacak kadar basit kurallar vardır. İşletmenin gereksinimi olan fiziki kaynakları
sağlayabilmesi bir sermaye bütçesini gerektirir. Sermaye bütçesi ise, ne kadar sermayeye
gerek olduğunu hangi şekilde ve nerden sağlanabileceği sorunlarını ortaya çıkarır. Hayat
sigortası işletmelerinin uzun zamandan beri sermaye amaçları vardır. Bu işletmeler talep
edilen sigorta paralarını ödeyebilmek için her yıl belli miktarda para sağlamaları
gerektiğini bilirler. Bu paraları başka işlere yatırdıkları yedek akçeleriyle kazandıkları
gelirden ödeyeceklerini de bilirler. Buna göre de bu yatırımları için en az bir gelir oranı
planlarlar. Esasen hayat sigortası işletmelerinde “kar”, planlanmış en az gelirden arta
kalan yatırım kazançlarından başka bir şey değildir.
Sermaye edinimi planlamasına başka örnekler olarak General Motors ve Dupont
işletmelerinin planlarını gösterebiliriz. American Telephone and Telgraph işletmesi,en üst
kademe yöneticilerinden birini yalnız bu işte görevlendirecek kadar konuya önem
vermektedir.Ama genellikle, mali pabuç ayaklarını sıkıncaya kadar yöneticiler sermaye
edinilmesine pek önem vermezler.Bu duruma geldikten sonrada çoğunlukla iyi bir
planlama yapmak için geç kalınmıştır. Yeni sermaye işletme içinde öz kaynaklar ile mi
sağlanmalı uzun yada kısa süreli borç olarak mı alınmalı; yoksa hisse senetleri ihtiyacıyla
mı bulunmalı gibi hayati sorular ince hesaplar ve analizler gerektirmekle kalmaz.Ayrıca
ne gibi sermaye harcamaları yapılması gerektiğini de büyük ölçüde ortaya koyar. Bu
sorular üzerine verilen kararlar işletmeyi fiyatlandırma, temettü dağıtımı, amortisman ve
vergi politikası gibi önemli konularda sonuca götürürler. Ayrıca, önceden saptanmazsa,
işletme var olan sermayesini pek önemli olmayan yatırımlar ile tüketip önemli yatırımlar
gerektiği zaman sermaye bulamama durumuna da düşebilir. Pek çok işletmede bazı büyük
işletmeler ve iyi yönetildiği söylenenlerde içinde olmak üzere sermaye edinilmesi ve
sermaye amaçları saptanılmasında düşülen hatalar işletmenin büyümesini engellemiş ve
yönetimin pazarlama, yenilik ve verimlilik konularından yapmış olduğu çalışmaların boşa
gitmesine neden olmuştur.
Karlılık miktarı ne olmalıdır?
Kar üç amaca hizmet eder:
1. Kar işletmenin yaptığı çalışmanın etkinlik ve doğruluğunun bir ölçüsüdür. Kar
gerçekten de iş hayatında başarılılığın en iyi ölçümüdür.
2. İş yapmanın maliyetini (tesislerin yenilenmesi, eskimesi,piyasa rizikosu,belirsizlik
karşılayan riziko pirimidir..Bu açıdan bakıldığı zaman “kar” diye bir şey yoktur.
Yalnız “iş hayatında ”olmanın “ ve “ iş hayatında kalmanın maliyeti” vardır.Herhangi
bir işin de “iş hayatında olmanın” doğurduğu masrafları yeterli olarak karşılaması
gerekir ki pek çok iş bunu başaramamaktadır.
3. Kar, yenilik ve gelişme için gelecekte gerekli sermayeyi garantiler.Bunun da elde
tutulan kazançla ya kendini finansman yoluyla ya da işletmenin amaçlarına en uygun
şekilde işletme dışı sermayeyi sağlamak yoluyla yapar.
Karın bu üç görevinin ekonomistlerin “karı azamiye çıkarma” kavramı ile hiçbir ilişkisi
yoktur. Aslında bunların her üçü de “en az “ kavramlardır. Yani işletmenin devamı ve refahı
için gerekli olan en az kardan söz etmektedirler.Bu nedenle, karlılık amacı işletmenin
sağlayabileceği en fazla karı değil sağlamak zorunda olduğu en az karı ortaya koyar.En az
karı bulmanın en kolay yolu yukarıdaki üçüncü kar fonksiyonu ile olanaklıdır; yani yeni
sermaye edinilmesi için bir araç olması. Bunun için gerekli kar oranı kolayca anlaşılabilir.
Arzu edilen finansman şekli için sermaye piyasası hangi faiz oranını istiyorsa, kar oranı da o
olmalıdır.İşletmenin kendi kendini finanse etmesi durumunda ise kar, sermaye piyasasının
talep edeceği hem de gereksinim duyduğu ek sermayeyi karşılayacak oranda olmalıdır.
Bu, ussal bir amaçtır. Gün geçtikçe daha fazla işletme tarafından benimsenmesi ileri
doğru büyük bir hamledir. Birkaç basit, ama önemli düzeltme ile daha da yararlı duruma
getirilebilir.
1.Joel Dean ‘in göstermiş olduğu gibi karlılık mutlaka zaman etmenini kapsamalıdır.
Karlılık terimi, işletmenin kaç yıl süre ile kar elde edebileceğini bilmeden bir anlam taşımaz.
Bu yüzden yıllık gelir oranı yerine, daima, yatırımın hayatı süresinde getirmesi beklenen
toplam kar, cari nakit değerine indirilerek belirtilmelidir.Sermaye piyasasının tahvil ya da
benzeri eshamın gelir oranını hesaplarken kullandığı yöntem budur. Bu yöntem aynı zamanda
geleneksel muhasebenin en zayıf yönü olan, yani takvim yılının ekonomik bir anlamı ya da
bir gerçek olduğu hakkındaki düşünceyi de atlamaktadır.
2.Gelir oranını daima iyi ve kötü yılların birleşimlerinden ortaya çıkan iki ortalama
olarak görmeliyiz.İşletmenin gerçekten vergilerden önce %25 gelire ihtiyacı olabilir. Ama
eğer bu %25 iyi bir yılda elde edilmişse yatırımın bütün ömrü süresinde elde edileceği biraz
kuşkuludur.On, oniki yılda ortalama %25 gelir tutmak için iyi yıllarda %40 oranında bir gelir
gerekli olabilir. İstenen ortalamayı tutturabilmek için yüzde kaç gelir sağlamamız gerektiğini
bilmemiz zorunludur.
Bu amaç için gerekli olan araç kara geçiş noktası analizidir. (kara geçiş noktası
analizi), açık bir şekilde Rautenstrauch ve Villiers’in “The Economics of Industrial
Management-New York, Funk and Wagnall’s 1949 adlı eserinde incelenmiştir.” Bu kavram
değişik koşullar altında gelirin ne gibi bir seyir göstereceğini oldukça kesinlikle bilmemizi
sağlayabilmektedir. Özellikle eğer analiz hem satış miktarı hem fiyat değişikliklerini
yansıtacak şekilde ayarlanmış ise gelirin seyrini izlemek kolaylaşmaktadır.
Küçük ve basit işletmeler için, sermaye piyasasının gerekli en az kar kavramı büyük
bir olasılıkla yeterli olur.Ama büyük işletmeler için gerekli olmayacaktır.Çünkü, beklenen
gelir oranı tek bir etmendir. Diğer bir etmen ise işletmenin karşılayacağı rizikodur.Bir yatırım
vergilerinden önce %40 gelir sağlıyor olabilir,ama başarısızlık rizikosu da %50 olasılıkla
olabilir.Böyle bir rizikosu olmayan,ama yalnız %20 gelir getiren bir yatırım acaba daha iyi bir
yatırım mıdır.?
Vergilerden önce %25 oranında bir gelir var olan ve artık geri dönülmeyecek
yatırımlar için yeterli görülebilir.Ama yeni yatırımlar için, yönetimin;bütün
masraflar(sermaye maliyeti dahil)düşüldükten ve riziko hesabından sonra hedefimiz 1,5 a
1,33 e 1 yada 1.25 oranıdır diyebilmelidir.Aksi taktirde, ussal bir sermaye yatırım politikası
güdülemez.
Ussal bir sermaye yatırım politikası uygulanmadan (özellikle büyük işletmelerde)
düzgün bir bütçe yapılamaz.Böyle bir politika ise yönetimin etkin bir şekilde
desantralizasyonu için gereklidir.Çünkü bu yapılmazsa merkezi yönetim, yönetimi oluşturan
diğer bölümlere sermaye ayırmayı ya da ayırmamayı keyfi olarak kararlaştırır ve nakit
paranın yönetimini de keyfi olarak merkezleştirir.Sermaye yatırım politikası yönetimin
moralinin yüksek olması için son derece gereklidir.Yatırım politikası olmazsa, alt
kademelerdeki yöneticiler, en parlak fikirlerinin tahsis komitesinin bürokrasi kargaşası içinde
kaybolduğu duygusuna kapanırlar.Ussal bir sermaye yatırım politikası yönetim kararlarını
sınırlarını ortaya koyar;pazarlama, yenilik , verimlilik hedeflerine ulaşmak için hangi
seçeneklerin tercih edilmesi gerektiğini gösterir.Bunlardan önce de, yönetime, karar verirken
ne gibi vecibeler altına girmiş olduğunu gösterir.İşletme yöneticilerimizin böyle bir politika
saptamadan yıllardır çalışabilmeleri, Leif Erickson’un Atlantiği pusulasız (haritasız geçerek
Vineland’a yolunu şaşırmadan dönebilmesi kadar şaşılacak bir beceridir.
Sermaye yatırım politikası, gelir ile rizikolar arasındaki oranın güvenilir bir şekilde
değerlendirilmesine dayanmalıdır.Bu rizikolar, rulet masasındaki olasılıklar ya da hayat
sigortası uzmanlarının hesapladığı ömür süreleri gibi her zaman hesaplanabilen istatistiki
rizikolar değildir.İş hayatında kalmanın dört masrafından nacak bir tanesi istatiki rizikodur ki
bu da tesislerin yenilenmesidir.Yalnız bu rizikonun, aşınma yapı, amortisman ya da
yenilemek için yedek akçe gibi çeşitli adlar altında bir maliyet etmeni olarak işlem görmesi
bir rastlantı değildir.Diğer üçünü (ki her birisi tesisleri yenilemeden daha ağır rizikolardır)
geçmişteki olaylara bakarak bilmek olanaklı değildir.Yani bunlar istatiki hesaplarla
bulunamazlar.Bunlar yeni, bambaşka ve henüz geçmişte benzeri bulunmayan ve gelecekte
ortaya çıkabilecek olayların rizikolarıdır.
Buna rağmen bu rizikoları bile (oldukça geniş hata payı ile de olsa) olasılıklar
hesabıyla tahmin edebiliriz.Bazı büyük işletmeler halen bu konu üzerinde çalışmakta fakat
konunun sistematik olarak incelenmesini henüz yapmamışlardır.
Mamafih karlılığın gerçek sorunu neyi ölçeceğimizden çok, ölçü birimi olarak neyi
kullanacağımızdır.Karın satışların yüzdesi şeklinde açıklanması, (ki son zamanlarda,
Amerika’da yaygındır) mamul ya da işletmenin ekonomik dalgalanmalardan ne derece
etkilenebileceğini göstermemesi nedeniyle yeterli sayılamaz.Buna ancak kara geçiş noktası
analizi gösterebilir.
“Yatırılan sermaye üzerinden gelir” Ussal gibi görünmesine rağmen, en kötü ölçü
birimidir.Çünkü sınırsız bir esneklikte, lastik bir cetvel gibidir.”Yatırılan sermaye” nedir?
1920’de yatırılan 1 lira ile 1960’da yatırılan 1 lira aynı paramıdır?Sermaye, muhasebedeki
tanımda olduğu gibi, orijinal nakit değerden, sonradan ortaya çıkabilecek değer kayıplarının
çıkarılmasından sonra artan kalan mıdır?Yoksa ekonomideki gibi sermaye piyasası, faiz
hadleri ile cari nakit değerine ıskonto edilen gelecekteki gelir yaratma kapasitesi olarak mı
tanımlanacaktır?Bu tanımlamaların hiç biri bize amacımıza ulaştırmamaktadır.Muhasebedeki
tanımlama paranın satın alma gücünde ya da teknolojik alanındaki değişiklikleri göz önüne
almaktadır.Keza, değişik iş alanlarının değişik bölümlerini ve eski ile yeni tesisleri
karşılaştırmadan işletme başarılılığın değerlendirilmesi ve beğenilmesine olanak
bulunmaktadır.Daha da önemlisi bu tanımlama teknolojik eskimeyi özendirmektedir.Tesisler
amortismanları sıfıra düşürecek kadar eskiyince bunlar, defter üzerinde, daha düşük maliyetle
üretim yapacak yeni tesislerden daha karlı görünmektedirler.Bu deflasyon zamanlarında ile
böyle görünmektedir.
Ekonomistlerin “yatırılan sermaye” kavramı bu sakıncalardan uzaktır.Ama bu
tanımlamanın da kurumsal olarak çok üstün olmasına rağmen, uygulamada kullanılması
olanaklı değildir.Eskiden yapılmış bir yatırımın, gelecekte gelir yaratacak kapasite olarak
bugün ne değer taşıdığını saptamak olanaksızdır.Böyle bir hesap en gelişmiş bilgisayarın bile
altından kalkamayacağı miktarda değişkene sahiptir.Ayrıca, çok fazla sayıda bilinmeyen ve
bilinemeyecek olan vardır.Yalnız bilinecekleri bulmak bile, elde edilecek kazançtan mal olur.
Yukarıdaki nedenlerden ötürü pek çok yönetici ve muhasebeci bugün bir birleşim
yapmaktadırlar.Yani “yatırılan sermaye” yi, eski örgüt’teki tesis ve teçhizatın mal olacağı
meblağ olarak tanımlamaktadırlar.Kurumsal olarak bu uygulamanın da zayıf noktaları
vardır.Örneğin yeni teçhizat ve bina maliyetlerinin düşük olduğu ekonomik dönemlerinde bu
tanımlama, karlılığı yanlış yansıtacaktır.Ama esas zorluklar uygulama alanındadır.Çünkü
yenileme planlarındaki tahminlere güvenilemeyeceği gibi, tahmin yapmakta güçtür.Tahminde
var sayılan esastan ufak sapmalar bile sonuçlardan büyük farklılıklara yol açar.
Görüyoruz ki, henüz güvenilir bir yöntem yoktur. Burada yapılacak en doğru şey,
böyle bir yöntem aramaktansa en basit olanını sakıncalarını bilerek kabul etmektir. Bu
nedenle ben uygulamada pek yeni olmayan bir yöntem önereceğim ki bu, karlılığın
ölçülmesinde net karın, amortismanlardan sonra, vergilerden önceki karın yatırım fiyatları
üzerinden amortismandan önce yatırılan meblağa göre saptanmasıdır. Deflasyon
dönemlerinde (bu yöntem böyle bir dönemde henüz denenmemiştir) ilk yatırım rakamları
fiyat düşmelerine uygun olarak indirilerek düzeltilir. Bu şekilde her üç, beş yılda bir, ilk
yatırım tarihi ve paranın o zamanki alım gücü ne olursa olsun, yatırımlar az çok eşit olan bir
para ile aynı değerde olarak açıklanmış olurlar.Bu yöntem aslında gerçektende pek çok eksik
yönü olan bir yöntemdir. Bir arkadaşımın eleştirmiş olduğu gibi, iyice paslanmış bir zemin
üzerine resim yapmaya benzemektedir. Ama hiç değilse kolay bir yöntemdir. Ve o derece
basittir ki yöneticileri nasıl elde etmiş olurlarsa olsunlar “sermaye üzerinden gelir “ rakamları
gibi ince hesaplarla yanıltamaz.
Yönetim, yakın ve uzak gelecek arasında bir denge kurmakla kalmamalı, ayrıca
amaçlar arasında bir denge sağlamalıdır.Örneğin, şunlardan hangisi daha önemlidir?
Pazarın genişletilmesi ve satış hacminin yükseltilmesini mi yoksa daha yüksek bir
kazanç oranı mı?
Üretimde verimliliğin artırılması için ne kadar zaman, çaba ve enerji harcanmalıdır?
Aynı çaba ya da para yeni mamul projelerine yatırılırsa daha fazla kâr sağlar mı?
Yönetimin yetenek sahibi olup olmadığını, amaçlarda denge sağlanmasındaki
başarılılığı gibi kesin kesin olarak gösteren pek az konu vardır. Bu öneme rağmen, amaçlarda
dengeyi nasıl sağlanacağını gösteren bir formül yoktur.Her işletmede bu denge değişiktir.Ve
hatta bu denge değişik zamanlarda aynı işletmede bile değişiklik
gerektirebilir.Söyleyebileceğimiz tek husus, amaçlarda denge sağlanmasını mekanik bir iş
olmadığı ve bütçe yapılması ile gerçekleştirilmeyeceğidir. Bütçe, bu dengeye ait kararların
üzerine çıktığı belgedir. Kararların kendileri ise yargıya gerek gösterirler. Bu yargı da, ancak
işin ve işletmenin güvenilir şekilde yapılmış bir incelemesine dayanmakta ise doğru bir yargı
olabilir. Yönetimin, kendi yaptığı bütçenin sınırlarını aşmama konusundaki
yeteneğin,çoğunlukla yönetimin becer yeteneğinin bir ölçüsü olarak görülür ama işletmenin
birbirine karşıt türlü gereksinimleri arasında en uygun ahengi sağlayan bütçeyi yapma çapası
yönetimin yeteneğini göstermede daha önemli bir ölçüdür. Tanıdığım en akıllı yöneticilerden
biri olan Nicholas Dreystadt ‘in söylemiş olduğu gibi “herkes bütçenin sınırlarını aşmayı
öğrenebilir.” Ama sınırların açılması için gereken bir bütçeyi yapabilecek tanıdığım
yöneticilerin sayısı çok azdır. Temel konuları amaçları, işletmenin yönetimi için gerekli olan
göstergelerdir. Bunlar olmadan yapılan yönetim, bir pilotun haritasız rotasız ve coğrafi
işaretleri tanımadan uçağını duygularıyla bir yere götürmeye çalışmasına benzer. Ancak
göstergelerin değerlendirilmesin de pilotun bunları anlaması ve kavramasına
bağlıdır.Yönetimde de bu, yöneticin geleceği görebilmesi ve saptayabilme yeteneği
demektir.Ama duygularıyla yön vererek gitmek istediği yere varmaya çalışan pilot, hiç
değilse bulunduğunu sandığı nokta hakkında yanılabileceğini bilir. gelecek doğru olarak
görülmeden, yanlış hesaplarla amaçlar saptamış olması, hiç amaç olmamasından daha
kötüdür. Uçağına duygularıyla yön vererek gitmek istediği yere varmaya çalışan pilot, hiç
değilse bulunduğunu sandığı nokta hakkında yanılabileceğini bilir.
Kontrol alanı ilkesi, örgüt içinde çok ender olarak yeknesak bir şekilde uygulanan
bir durumdur.Birçok örgüt uzmanları, oranların farklı ve bağımsız olduğu yüksek
kademelerde kapsamayacağını ileri sürmektedirler.Bununla beraber, bazı ademi
merkeziyetci işle, en üst kademe amiri on beş oruna kadar başarıyla eşgüdüm
yapılabilmektedir. Yine örgüt uzmanlarına göre en alt yönetim kademesi emrinde
20 kadar işçi bulunabilir.
Anlaşılacağı üzere, amir sorumlulukları bakımdan örgüte en alt kademede bile
kontrol alanını daraltmaya doğru bir eğilim dikkati çekmektedir. Bir amir, emrinde
çalışan ve aşağı yukarı aynı basit işi yapan 20 işçiyle şahsen ayrı ayrı uğraşacak
zaman bulamayabilir. Aynı şekilde onların dertlerini ve görüşlerini dinlemek ve
kötü iş sonuçlarının nedenlerini bulup çıkarmaya da zaman bulamayabilir. Bütün
bu nedenlerden ötürü büyük bir kağıt işletmesi bir amirin emrinde çalışan işçilerin
sayısını 10 olarak sınırlamaya karar vermiştir. Yine aynı nedenlerden ötürü bir
metal eşya işletmesi de en alt kademe amirin emrine en çok 12 işçi vermek yoluna
gitmiştir.
Amirlerin kontrol sınırlarını genişletmemesi bakımından görevleri,
yöneltilebilir kısımlara bölmek için genellikle üç kısıtlandırma
kullanılır(1)Fonksiyonel,(2)Mal ya da hizmet ve (3)Bölgesel ya da coğrafi
fonksiyonel tür de olan kısımlandırma uzmanlaşma ilkesi yönünden
tartışılmıştır.Bir radyo departmanı ve bir televizyon departmanı bulunan bir
işletme, mal kısımlandırma sistemi kullanılır.Hizmet bölümlerine örnek olmak
üzere sosyal yarar yaratan bir işletmenin ışıklandırma ve ısıtma bölümleri ya da bir
bankanın sigorta ya da ipotek bölümleri gösterilebilir.
Çalışmalar geniş bir alana yayılmış ise en etkili plan her coğrafi alan için bir
yönetim ünitesi oluşturmaktır.Demir yolları gibi sosyal yarar sağlayan işletmelerde
bu, görev dağıtımı için doğal bir yoldur.Hayat sigortası işletmelerinin çoğunlukla
departmanları vardır.
Bir çok işletme yöntemleri birleştirerek kullanırlar.Bir satış departmanında,
(fonksiyonel bir kısımdır.)Doğu bölgeleri ve batı bölgeleri için ayrı ayrı birer satış
bölümü bulunabilir(bölgesel), ya da bir elektrik malzemesi işletmenin buzdolabı
departmanı (bölgesel kısım), uğraşılarını yöneltilebilir parçalara ayırmak için
fonksiyonel esaslardan yararlanabilir.(mühendislik, imalat, satış, v.s. gibi).
Bazı kimseler kontrol sınırlarını çok geniş tutmakta dar saptamanın da
sakıncalı olduğuna işaret etmektedirler.Yüksek kademelerde, amir, birbirine
benzemeyen orunları yöneltir.Aslında yalnız benzemedikleri için bir çok orunun
birden eşgüdümü ile uğraşmamalıdır.Buna rağmen eşgüdüm için elinde az orunu
bulunan amirin zamanı artacağından başka görevleri de yapabilecektir.
11-Değişen koşullara göre ayarlanılabilmesi için örgütün esnek olması gerekir.
Örgüt planı daralma ve genişlemeye olanak verecek şekilde olmakla beraber
esas örgüt yapısını da olumsuz yönde etkilememelidir.Örgütün kesin bir şekilde
bağlı olduğu söylenemez.
12-Örgüt yapısı olanak bulunduğu kadar basit tutulmalıdır.
Önce de denildiği gibi, çok sayıda kademe haberleşmeyi güçleştirmektir.Çok
sayıda kurallar da eşgüdüme ulaşmaya değil , ondan uzaklaşmaya neden
olur.Bütün bu ilkeler (daha birçokları bulunmasına rağmen burada anlatılanlar
bunların başlıcalarıdır)liderlik ve yetki göçebilmesi fikri esasına
dayanılmaktadır.Bir kimseye tam yetki ancak yönetim kurulu tarafından verilebilir.
İYİ ÖRGÜTÜN YARARLARI
Başlıca ilkelerin uygulanması ile sağlanacak belli başlı yararlara yukarıda
değinildi.aşağıdakiler bunların bazılarının bir tekrarı olmakla beraber işletmelerin örgüt
planlanmasına verdikleri bazı ek yararları da göstermektedirler.Sonuç olarak, söz konusu
ilkelerin uygulanması:
Çalışanlar arasındaki yasal uyşumazlıkların çözülmesini sağlar.
Aynı işin tekrarlanmasını önler
Zaman kaybını önler
Haberleşme bağlarını güçlendirir.
Uygulamaya dönük gelişme için çok yararlı yükselme olanakları gösterir.Örgüt
cetvelleri ve iş tanımları bir çalışanın nereye kadar yükselebileceğini, yönetici görevleri için
gerekli niteliklerin neler olduğunu ve bir üst kademeye yükselebilmek için ne tür bir eğitim
gerekli olduğunu gösterir.Çalışanların başarı derecesi ve yeteneklerinin ölçülebilmesi
sağlar.Eğer bir çalışanın tam olarak ne yapması gerektiği bilinirse, iş yapıp yapmadığı ya da
ne kadar iş yaptığı da ölçülebilir.Ücret ve maaş yönetimini kolaylaştırır.
Verimli kontrol alanını genişletir.Olanaklar doğdukça doğru yönde değişiklikler
yapılabilmesi sağlar.Ortada bir plan bulunmayan durumlarda her zaman yanlışlıklar
yapılabilir.İş birliğini sağlar ve çalışanlara bir bağımsızlık duygusu aşılar.Yapacağı iş ve
sorumlulukları bilen çalışan diğerleri ile beraber gayet iyi çalışır.Sorumlulıuklar ve yetkiler
belli olunca bir bağımsızlık duygusu aşılar.
YÖNELTME YÖNTEMLERİ(*)
Theo Haimann
Yöneticilerin uygulanılabileceği üç ana yöntem vardır:Danışma yöntemi, bağımsız
yönetim, otokratik yönetim.Bu yöntemlerin her birini burada tanımlayabilir ve kapsamalarını
da inceleyebiliriz.Ama, uygulama da tam otokratik ya da tam bağımsız yönetimin hakim
olduğu pek az durum vardır.Uygulanan yöntemler, genellikle her üçünün bir
karışımıdır.Karışımın ve uygulamasının doğruluğu, yöneticilerin üstün yetenek ve
tecrübesine, asta diğer önceki konuda anlatılan diğer etmenlere bağlıdır.Yönetici zaman
zaman her üç yönetimi de, yerine göre, tercihler yaparak uygulayabilir.Ya da bazı astları için
bir yöntem diğerleri için başka bir yöntem uygulamayı doğru bulabilir.Yani, yöntemlerden
birinin uygulanması, diğerlerinin tamamı bırakılmasının zorunlu kılması.Yönetici, değişik
yöntemler uygulamak için ussal nedenlere sahipse, süreksizlik ithamından çekinmeden her üç
yöntemi de yerine göre kullanılabilir.
En demokratik yöneticiler bile zaman zaman tümüyle otokratik emirler veririler.Hatta,
her üç yönteminde ayrı başarıyla uygulanılabilmesi yöneticinin yetenekli olduğunu
gösterir.Ticari hayatın dinanizmi ve astların değişik özellikleri, yöneticini zaman zaman her
üç yöntemin de uygulanmasını gerektirebilir.Çok demokratik bir yönetici, doğal olarak,
öncelikle danışılanı ya da bağımsız yöntemlere yer verecektir.Otokratik yönetici ise, bunun
tam aksini yapacaktır.Ama yetenekli bir yönetici gerektiği zaman başarılı olarak bir
yöntemden diğerine geçebilen yöneticidir.Bu, bazen astları rahatsız edebilir, ama er geç
normal durumlarda danışmalı yönetimi uygulayan amirlerini neden otokratik bir emir
verdiğini anlayacaklardır.
Özel olarak, başarılı yönetici, insanlara ve duruma, değişen koşullara ve çözülecek
soruna göre teknik değiştirmesini bilir.Önemli olan;”en iyi yöntemin” uygulanması değil
amaçları ulaşmaya en uygun yöntemi uygulanmasıdır.
Danışmalı Yönetim:
Yöneticinin bir karara varıp, emir vermeden önce sorunun kapsamı ve sınırları,
çözümünü olanaklı olup olmadığı hususunda astının fikrini alırken, bu fikirlere ve astının
tepkilerine karşı olumlu şekilde açık olmalıdır.Yönetici emir vermeden danışmalı yöntemi
uygularken, samimi ve ciddi olarak yardım ve fikir istemektedir.Amir ile kendisine karşı
sorumlu olan astını birbirlerine danışmalara yeni bir yöntem olmayıp oldukça uzun zamanda
beri uygulanır.Son 20-30 yılda gittikçe artan oranda danışmalı yönetim otokratik yöntemin
yerine almıştır.Bu oluşumun nedeni ilişkileri dalında yapılan araştırmalar danışmalı yöntemin
otokratik yöntemden oldukça üstün olduğunu göstermektedir.Burada işlem ve yöntemin
kendisinden de önemli olan husus, amirin tutumudur.Çünkü astlar herhangi bir suniliği derhal
sezerek, amirlerin kendilerinin ve danışmalarının da samimim olmadıklarını ve bunun
yalnızca bir gösteri olduğunu fark ederler.Danışmalı yöntemin yöneticilerin resmi yetkisini ne
azatlı ne de zayıflatır.Çünkü karar verme hakkı kendisinde kalmaktadır.Unutulmamalıdır ki ,
bu demokratik yöntemi uygulayan yönetici de, diğer yöntemleri uygulayan yöneticiler karar
yapılacak işlerin ekonomik ve verimli şekilde yapılmasının arkasındadırlar.ancak, yönetici
danışma sırasında durumu tamamen hakim olarak, astın fikir ileri sürmesini
önlememelidir.Zeka, bunun terside yöneticini fikir açıklamamsı demek değildir.Ama, yönetici
fikirlerini o şekilde söylemelidir ki, bu sitili astlar yöneticisinin fikirlerinin de
eleştirilebileceğini yansıtmalıdır.Ama bu yöntemin uygulanması astların önerilerinin red
edilmemesi demek de değildir.Gerçek danışma yöntemi, yönetici ve astların bildiklerini
karşılıklı olarak birbirlerine bildirmeleri ve seçenek olabilecek çözümleri, fikir kimin olursa
olsun tartışmaları demektir.Ancak bu durumda, yöneticinin astına danıştığı söylenebilir.Bu tür
bir tutum çoğunlukla demokratik adı verilen tutuma çok yakındır.
Konu yalnız yönetici ile bir asttın ilgileniyorsa, danışmalı yöntem normal çalışma
şekline göre şekilci olmayan bir şekilde yürütülebilir.Günlük çalışma sırasında bu tür
danışmalar yapılması için pek çok olanak vardır.Ancak, yöneticinin devamlı olarak bu
yöntemi kullanmasının bir sakıncası da şudur:ast yöneticinin kendi fikirleri olup olmadığı
hakkında kuşkuya düşebilirler.Astlar, bazen, yöneticilerinin tek başlarına bir emir
veremiyeceklerini ve çok kararsız olduğunu söylerler.Bazı durumlarda bu iddia doğru
olabilir.Ama kendilerinden karar verebilecek bazı yöneticiler, danışmalı yönetimi
kullanmaları yüzünden astları üzerinde karar vermekten aciz oldukları izlenimini
bırakmışlardır.Böyle bir durumda açıktırki yönetici bu tür felsefesini aşırı derecede uygulamış
ve bu yönetimi uygularken yönetim olumlu atmosferi korumayı başaramamıştır.Bu durum
doğal olarak kaçınılacak bir durumdur.Üstün fikirlerinin de astın görüşleri gibi eleştiriye açık
olduğunu gösteren bir tutumun yanında yönetici bir sorun görüşülürken kendi fikir ve
önerilerini açıklamaktan kuşku duymamalıdır.
Danışmalı yöntemin yararları:
Bu yönetim en belirgin yararlarından birisi, danışmadan doğan emir ya da kararların,
astlara emir olarak değil doğrudan doğruya kendilerine ait olan ya da kendilerinin de katılmış
olduğu bir çözüm şeklinde görülmesidir.Bu durum ise işlemin yapılmasında astların yönetici
ile en iyi şekilde iş birliği yapmalarını sağlar.Sorunun çözümüne katılmaya davet edilmiş
olmasının asttın moralinin yükselteceğini söylemek büyük olasılıkla gereksiz bir tekrar
olur.Çünkü bu davetle ona fikirlerine değer verildiği ve istendiği belirtilmiş olmaktadır,ki bu
da astta önemli bir kişi olduğu duygusunu verir.Kararlara aktif olarak katılan, karar gücü ve
önsezinin kullanılmasını sağlar, yararlı bir katkıda bulunmaya olanak verir.Astlar arasında
yetenlikli kimseler her zaman bulunacağından, onların fikirleri emrin niteliğini yükselmesini
de sağlayacaktır, bu yönetimin başka bir yararı da yönetici yetiştirmesi ve
eğitmesidir.Danışmalar sırasında ast amirinin düşüncelerinin gözlemini yapacak ve üzerinde
bulunan bazılarını, bunların arasındaki karşılıklı ilişkileri, nasıl karar vereceğini ve nasıl
yöneltileceğini öğrenecektir.Özellikle büyük örgütler için bir diğer yararı da aslar ile üssü
yaklaştırması ve böylece haberleşmeyi geliştirmesidir.Danışmalı yöntemi yararları
göstermektedir ki yöneticin bu yöntemi olanak bulduğu kadar geniş çapta kullanması son
derece yararlıdır.
TABLO 1
Liderlik Davranışı Bütünü
DAVRANIŞ SİLSİLESİ
Tablo 1, bir yönetici için yönelebileceği davranış şekillerinin bir silsilesini
göstermektedir. Her uğraşı türü, yöneticinin yetki derecesi ve astların karar vermedeki
bağımsızlık oranları ile ilişkilidir. Sol taraftaki uğraşılar, yüksek derecede kontrolü
kendisinde toplayan yöneticinin, sağ taraftaki uğraşılar ise kontrolün büyük bir kısmından
vazgeçen yöneticinin, niteliklerini belirtmektedir.Bu iki uçtaki durumların hiçbiri kesin
değildir. Yetki ve serbestlik hiçbiri kesin değildir.Yetki ve serbestlik hiçbir zaman sınırsız
değildirler. Şimdi, silsilede gösterilen her bir davranış şeklini ayrı ayrı ele alalım:
Yönetici kararları verir ve astlarına açıklar :
Bu durumda, yönetici, bir sorunu teşhis eder, çeşitli çözüm yollarını inceler,
bunlardan birini seçer ve seçtiği yolun uygulanması için kararını astlarına bildirir.Kararının
astları tarafından ne şekilde karşılandığına önem verip vermemekte bağımsızdır.Her haliyle,
astlarına doğrudan doğruya, karar verme sürecine katılma olanağını sağlamaz.Gerektiğinde
zorlama yolunu da kullanabilir.
Yönetici kararını kabul ettirir :
Burada da yönetici, sorunu teşhis etmek ve karar almak sorumluluğunu yüklenir.
Fakat, bunu yalnız açıklamakla yetinecek yerde, astlarını bu konuda inandırmak yoluna gider.
Bunu yapmakla, direnişlere de maruz kalabileceğini hesaba kattığı için, kararının yararlı
yönlerini belirtmek suretiyle bu direnişi azaltmaya çalışır.
Yönetici fikirlerini öne sürer ve astları soru sormaya özendirir :
Burada, bir karara varmış olan ve fikirlerinin onaylanmasını isteyen üst astlarına
fikirlerini, düşüncelerini daha iyi anlamak için bir olanak sağlar. Fikrini sunduktan sonra,
yapmak istediği şeyi daha iyi anlayabilmeleri için astlarını soru sormaya çağırır. Bu “alış-
veriş”, aynı zamanda, yönetici ve astlara kararın uygulama şekli konusunda fikir yürütmek
olanağını da verir.
Yönetici değiştirebilir- bir kararı öne sürer:
Bu davranış, astlara, kararı bir ölçüde etkileme olanağını verir. Sorunu teşhis ve
saptama sorumluluğu yine yöneticilerdir.Yönetici eş-iş görenleriyle toplanmadan önce sorunu
ayrıntıları ile incelemiş ve bir karara ( yalnız geçici bir karara) varmıştır. Bunu
kesinleştirmeden önce, karardan etkilenecek olacaklara kararı açıklar ve onların karara
tepkilerini izler.Yeni, “geliştirmiş olduğum bu plan konusunda fikirlerinizi bilmek
isterim.Samimi eleştiri ve itirazlarınızı bildirmenizi rica etmekle beraber son kararı kendim
vereceğim.” Şeklinde bir tutumda bulunur.
Yönetici sorunu öne sürer fikir alır ve sonra karar verir:
Bu noktaya kadar, yönetici, gruba kendi kararını getirmişti.Burada durum
değişiktir. Astlar, soruna çözüm çaresi bulma olanağı ile karşı karşıyadırlar. Yöneticinin esas
işi sorunu belirtmektir. Örneğin, şu şekilde bir açıklama yapabilir: “Gazeteler ve halk hizmet
politikamızdan yakınmaktadırlar. Aksaklık nerededir? Bu sorunun çözümü yolunda
görüşleriniz nedir? Grubun görevi, yöneticiye sorun için çok sayıda çözüm, çareleri
gösterebilmektedir. Amaç, aynı zamanda, “işin erbabı” olanları bilgi ve görgülerinden
yararlanmaktır. Yönetici ve astlarının listelemiş olduğu çözüm çareleri arasında yönetici, en
uygun bulduğunu seçer.(4)
Yönetici sınırları saptar ve gruptan karar almalarını ister:
Bu durumda yönetici(bir olasılıkla kendisi de gruba kabul ettirmek suretiyle)
gruba, karar alma hakkını verir. Bununla beraber, önce çözülecek sorunu saptar, ve kararın
hangi sınırlar içinde verilmesi gerektiğini bildirir. Buna örnek olarak,bir fabrikada oto park
yeri ile ilgili bir sorunu gösterebiliriz.Yönetici bu sorunun, ilgili kimseler tarafından ele
alınması gerektiğine karar verir ve onları bir araya toplayarak soruna işaret ettikten sonra şu
açıklamada bulunur:
Esas fabrika binasının kuzeyinde ek park yeri olarak düşünülmüş boş bir arsa
var.Masraf 100,000 $ ı aşmamak koşuluyla yer altında ya da çok katlı bir park yeri inşa
edebiliriz.Eldeki paranın bu sınır içinde kullanabilmesi için en uygun bildiğimiz çözüm
yolunu arayalım.Belirli bir plan üzerinde anlaştıktan sonra, işletme, var olan parayı
istediğimiz şekilde harcayacaktır.
Yönetici daha önce saptanan sınırlar içerisinde grubun karar almasına izin verir:
Bu durum formel örgütlerde çok ender olarak rastlanan bir grup serbestliği
sağlayan bir tutumdur.Yöneticiler ya da mühendisler grubu, sorunu teşhis ederek ve
saptayarak çözümü için yol bulur.Örgütün gruptan tek istediği şey, grup ya da, takım
yöneticisinin üstesinden gelebilecekleri kısıtlamaları göz önüne almalıdır.Amir karar alma
süreç,ne katıldığı taktirde, onu yetkisi diğer grup üyelerinkinden fazla olmamak koşuluyla
yapar.Grubun alacağı herhangi bir kararı yerine getirilmesinde yardımcı olmak
zorunluluğundadır.
ASIL SORUN
Tablo 1 de görüldüğü gibi, bir yöneticinin, nezaretinde olan grup ya da
kişilerle ilişki kurmasına türlü yolları vardır.Silsilenin en sonunda, önemli olan, yöneticinin
kendisi-ilgileri, görüşleri ve düşüncükleridir.Silsilenin sağına yani astta yönelmiş tarafa doğru
ilerleyince astın giderek daha çok önem kazandığını, astın ilgileri, görüşleri ve düşündüklerini
göz önüne alındığını görüyoruz.
İşletme liderliği bu yönden ele alındığı zaman, ortaya birkaç soru
çıkmaktadır.Bunlardan özellikle önemli olan dördünü inceleyelim.
Bir yönetici, başkalarına göçermek sürati ile sorumluluğundan
sıyrılabilirimi?Görüşünüze göre, kararlar grupça alınmış olsa bile, yönetici, alınan
kararlardan, kendi üstüne karşı sorumlu tutulmalıdır.Bu bakımdan, yönetici kendi karar verme
yetkisini, astlarına göçerdiği zaman, herhangi bir sorunu göze almalıdır.Yetki göçerilmesi “işi
üzerinden atmak” demek değildir.Ayrıca, işaret edilmesi gereken bir hususla amirin astlarına
tanıdığı serbestliği hiç bir zaman üstü tarafından kendisine y-tanılan serbestlikten fazla
olmamasıdır.
Yönetici yetkilerini astlarına göçerdikten sonra onlara katılmamalıdır?
Yönetici bu soru üzerinde dikkatle durmalı ve astlarına katılmadan önce
işletmede oynayacağı rol hakkında bir karara ulaşmalıdır.Varlılığın problem çözüm süresi
sırasında yararlı olup olamayacağını sormalıdır.Büyük bir olasılıkla grubun kendi başına
sorunu çözmesi için onları yalnız bırakması gereklidir.Fakat genellikle, amirde işe yarayan
fikirler olduğundan grubun bir üyesi olarak çalışmasında yarar vardır.Bu gibi durumlarda
gruba otoriter bir rol den çok üye rolünde olacağını açıkça belirtmesi gerekmektedir.
Yöneticinin ne tür bir liderlik davranışında bulunduğunu bilmesi grup için ne
kadar önemlidir?
Yöneticinin liderlik davranışlarını bilmekle çok şey değişebilir.Yönetici ile
bir ast arasındaki sorunların doğmasının çoğu nedeni yöneticinin yetkisini ne şekilde
kullanacağını açıklamasıdır.Örneğin belirli bir kararı kendi vermeye arzulu olduğu halde
astları bu yetkinin kendilerine dev edildiğini sanırlar sonuç olarak karşılıklar ve düşmanlıklar
ortaya çıkmaktadır.Bundan başka, yöneticinin grubun benimseyeceğini ümit ettiği bir kararın
almış durumda olduğu halde bunu “demokratik” tavırlar takınarak saklamaya çalışması da
sorunlara yol açabilir.Gruba fikirleri, “kendi fikirleri imiş gibi göstermek”
sakıncalıdır.kanımızca yönelicinin, belirli bir sorunun çözümü esasında, koruduğu yetkisinin
şeklini ve astlarından beklediklerini açıkça belirtmesi zorunludur.
Astlarının aldığı kararların satışına bakarak bir yöneticinin ne kadar
demokratik olduğu söyleyebilir misiniz?Yalnız alınan kararların sayısı bir ast grubunun
serbestlik derecesini göstermeye yeterli olmaz.Önemli olan yöneticinin astlarına havale ettiği
kararların niteliğidir.Kuşkusuz ki masaların nasıl düzenlenmesi gerektiği konusundaki bir
kararla yeni bir elektronik teçhizat kullanılması konusundaki karar bir birimden tümü ile
farklıdır.Birinci sorunda kısıtlamalar olanaklar oranında kaldırılsa bile, grup fazla bir
sorumluluk duymayacaktır.Kısıtlı bile olsa, yöneticinin teçhizat politikası konusunda gruba
karar hakkı tanıması onlara daha çok güvendiğini belirtecektir.
ÖZENDİRME
Bir işletmenin amaçlarına ulaşması bir yönde üyelerinin bireysel amaçları ile
gerçekleşebilir. İşletme amaçları ile bireysel amaçlar arasında paralellik bulunması, işletmenin
daha üstün verime ulaşmasında önemli bir etkendir. Özendirme personelin bireysel
gereksinimlerinin örgüt aracılığı ile giderilmesini, bireylerin örgüt için taşıdıkları önem ve
katkılarının açığa kavuşturulmasını, personele ilerleme ve gelişim olanaklarının sağlanmasını
gerçekleştirir. Bu açıdan öncelikle özendirme kuramlarının anlaşılması, bu kuramların
örgütün yapısına uygunluğunun tartışılması ve türlü özenme yöntemlerinin bireylerin güdü
yapılarına göre uygulanması zorunludur. İnsanın karmaşık bir yapıya sahip olması,
özendirmenin de bireylere göre uygulandırılmasını zorlamaktadır. Personelin yaşı, kültürel
normları, geldiği sosyal çevre, gereksinim hiyerarşisindeki yeri, bekleyişi, eğitim durumu,
başkalarıyla kendisi arasında yaptığı karşılaştırmalar ve diğer çok sayıda etmen, onun
ödüllendirmesinde göz önünde tutulmalıdır. Aşağıda çeviriler işletmelerde özendirme ile ilgili
bölümleri içermektedir.
İŞLETMENİN İNSAN YÖNÜ
Douglas Mc Gregor
Gelecek yüzyılın başlarında en önemli gelişmelerin fiziksel bilim –toplumun
ekonomik organının-insanın maddi çıkarları uğrunda fiziksel bilimin ve teknolojinin nasıl
kullanılması gerektiği konusunda temel bilgiye sahip olduğu ve beşeri örgütlerimizi gerçekten
etkin kılmak için, artık sosyal bilimlerden nasıl yararlanacağımızı öğrenmenin gerekli olduğu,
bu gün herkesin bildiği bir gerçektir.
Çok kişi, genel olarak, bu fikirleri kabul ederler; fakat aslında bunlar, halen
bir arzudan, bir ümitten pek öteye gitmemiştir. Arzu ederseniz, burada arzuyu gerçek
durumuna getirmeye çalışınca ortaya çıkabilecek durumları beraberce gözden geçirelim.
Benzer bir olaya değinerek başlayalım. Çeyrek yüzyıl önce, madde ve
kudretin niteliği ile ilgili temel fikirler, Newton zamanından bu yana çok büyük değişiklikler
geçirmiştir. Fizik bilimcileri, gerekli koşullar altında, insanlar için, yeni ve şimdiye kadar
düşünülmeyen kudret kaynaklarının sağlanabileceğine inanıyorlardı. O günden beri olanları
biliyoruz. Önce bomba icad edildi. Sonra, on yıl içinde bu bilimsel buluşları genişletmek için
bir çok yeni çabalara girilmiş ve bunların bazıları olumlu ve bazıları olumsuz sonuç vermiştir.
Kurumun uygulama sahasına konması daima, zaman ister ve pahalıya mal
olur. Bunun her zaman böyle olduğunu biliyoruz. Hiç kimse niçin bu gün, ucuz, çok amaçlı
bir atom enerjisi kaynağının nasıl yapılacağını endüstriye söylemediği için bilim adamına
kızmıyor.Varolan kudret kaynaklarıyla karşılaştırılınca ekonomik bakımdan daha üstün
sonuçlara varmak için en az daha on yılın geçmesi ve milyonlarca dolarlık yatırımın yapılması
gerektiği anlaşılmakta ve kabul edilmektedir. Atom enerjisinin gelişmesine yol açan fizik
bilimlerindeki ilerlemelerle sosyal bilimlerdeki gelişmeler arasında dolaysız bir benzerliğin
bulunduğunu öne sürmek saçma gibi gelebilir. Fakat aslında bu, ilk bakışta gözüktüğü kadar
anlamsız bir benzerlik değildir.1930 yıllarında fizik biliminin atom enerjisi konusunda ilgi ve
anlayışı ne kadarsa bu gün bizim sosyal bilimler dalındaki durumumuz da hemen hemen
aynıdır. İnsan tabiatı hakkında eski fikirlerin yetersiz ve birçok bakımdan hatalı olduğunu
biliyoruz. Gerekli koşullar sağlandığı takdirde, örgütlerde, yaratıcı enerji kaynaklarının
düşünülenin üstünde bir sayıya ulaşabileceğine inanıyoruz.
Endüstriyel yönetime, bu yeni bilgilerin, basit ekonomik bir şekilde nasıl
uygulanabileceğinin keşfedilmesi, yıllar sürecek incelemeler, çok masraflı araştırmalar ve
yönetim tarafından esaslı yaratıcı çabalar gerektirecektir. Sizden ricam, -her ne kadar
abartılmış ve iddialı gözüküyorsa da -şimdiki söyleyeceklerime esas olmak üzere, bu
benzerliği göz önünde tutmaktır.
YÖNETİMİN GÖREVLERİ:OLAĞAN GÖRÜŞ
Olağan görüşe göre, yönetimin, insan enerjisini örgüt ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde
yönetilmesi görevi, geniş anlamda üç kurumu kapsamaktadır.Adlandırmaların ortaya koyduğu
güçlüklerden sıyrılmak için bunların üçünü birden X kurumu diyeceğim.
1)Yönetim, verimli bir işletmenin unsurlarını- parayı malzemeyi teçhizatı, kişilerin-
yararlı ekonomik sonuçlara varacak şekilde düzenlemekle sorumludur.
2)Kişiler bakımından bu çabalarına yön vermek, onları özendirmek, hareketlerini
kontrol etmek ve davranışlarını örgüt ihtiyaçlarına uygun şekilde değiştirmek sürecidir.
3)Yönetimin bu aktif karışması olmasa, insanlar, örgüt ihtiyaçlarına karşı pasif kalırlar.-
Hatta bazen bunlara karşı direnirler.Bunun içindir ki ikna edilmeleri, ödüllendirilmeleri,
cezalandırılmaları, çalışmalarının kontrol edilmesi gereklidir.Bu yöntemi –alt kademe
yöneticileri yada işçileri yönetmek yoluyla işlerin yapılması şeklinde özetleriz.
Bu geleneksel kurumların arkasında çok daha az fakat yaygın bir çok inanç vardır.
4)İnsanoğlu, doğuştan tembeldir, mümkün olduğu kadar az çalışır.
5)İnsanoğlu ihtiraslı değildir.Sorumluluktan kaçınır.Yönetilmeyi arzular.
6)Esas olarak kendini düşünür ve örgütün gereklerine karşı ilgisizdir.
7)Doğuştan itibaren değişikliğe karşı direnir.
8)Saftır; fazla zeki değildir.Sahtekara ve dalkavuğa kolaylıkla kanar.
Ekonomik her girişimin insan yönü bu gün, bu tür varsayımlara ve inançlara göre
şekillendirilmektedir.Geleneksel örgüt yapıları, yönetim politikaları, uygulamalar ve
programlar bu görüşleri yansıtmaktadırlar.
Bu fikirlerin ışığında görevini yürüten yönetim iki uç arasında bir sürü tutumlar
benimsemiştir.
Sert Yada Yumuşak Tutum:
Bir uçta yönetim, ‘’sert’’ yada ‘’güçlü’’ olabilir.Davranışları kontrol ederken, zorlama
korkutma genellikle gizli ve sıkı nezaret uygular.Öte yandan, yönetim, ‘’yumuşak’’ yada
‘’zayıf’’ olabilir.Davranışlar bu yöneteme göre yönetilirken, müsamaha, kişilerin isteklerini
doyurma, ahenk gibi hususlar gözetilir ve insanları ancak bu suretle uysal ve yöneltilebilir
olabildikleri ileri sürülür.Bu tutum silsilesi geçen yarım yüzyıldan bu yana enine boyuna
incelenmiş ve yönetim boyunca bu incelemeler sonunda bazı şeyler öğrenmiştir.’’Sert’’
tutumun sakıncaları vardır.Her güç, karşı güçlerin ortaya çıkmasına, verimde kısıtlamaların
yapılmasına düşmanlıklara, sendikacılara ve yönetim amaçlarının sabote edilmesine neden
olur.Bu tutum özellikle çalışma esasına yer verilen işletmelerde zorluklar doğurur.
‘’Yumuşak’’ tutumunda sakıncaları vardır.Çoğu kez yönetim, büyük bir olasılıkla
ahenkte kurmakla beraber kayıtsızlık havasıyla karşılaşır.İnsanlar yumuşak tutumu istismar
ederler.Daima fazlasını beklemelerine karşılık verdikleri gittikçe azalır.
Halen, ‘’sert ancak adil’’ olma tutumu revaçtadır.Bu suretle hem sert hem de yumuşak
tutumlardan yararlanma yoluna gidilmektedir.Bu Roosevelt’in: ’’ yumuşak konuş ve elinde
büyük bir sopa taşı.’’Şeklindeki sözünü hatırlatmaktadır.
Geleneksel Görüş Doğru Mu?
Sosyal bilim araştırmalarından elde edilmeye başlanan sonuçlar, insanla insan tabiatı ve
yönetimin görevleri konusunda bütün bu inançlara meydan okumuştur.Kanıtlar bir gerçek
olarak basit olmaktan uzak fakat anlamlıdır.Kanıtların kökenleri, laboratuar, klinik, dershane,
ev ve hatta bir bakımdan endüstrinin kendisidir.
Sosyal Bilimci, endüstriyel örgütlerde insan davranışının aşağı yukarı yönetimin bu
konudaki görüşlerine uyduğu inkar etmemektedir.Bilimci, durumu özlemiş ve derinliğine
incelemiştir.Bununlar beraber bu davranışın, insandaki doğal özelliklerin bir sonucu
olmadığından oldukça emindir.Bu, daha çok endüstriyel örgütlerin niteliğinin, yönetim
felsefesini, politikanın, bir sonucudur.X kuramı ile ilgili genel tutum, neden ve neyin sonucu
olduğu konusundaki yanlış düşünceler üzerine kurulmuştur.
Durum böyle olduğuna göre soruyorsunuz: ‘’Peki, insanın gerçek mizacı nedir?’’ Sosyal
bilimci, hangi kanıta dayanarak bu kadar bariz bir şeyi inkar etmektedir? ‘’Ve eğer
yanılmıyorsa ayrıca şöyle düşünüyorsunuz?’’.’’Bana, - basit şekilde ve bir sürü gereksiz
bilimsel laflara girişmeden- bildiğini zannettiğin ve doğal bulmadığı şeyi anlat.Bana, -bir sürü
büyük sözler etmeden ve saçma kurumlara sapmadan- örgütümde durumu düzeltmeme
yardım edecek bazı uygulamalı görüşler ver.Unutma ki artan masraflar ve azalan karlarla
karşı karşıyayım.Bu gibi fikirlerin yalnızca pahalıya mal olacak bir insan ilişkileri havası
yaratmakla kalmayacağından emin olmak istiyorum.Kararlarıma etmen olabilecek uygulamalı
sonuçlar istiyorum.
Eğer istekleriniz bu ise, düş kırıklığına uğrayacaksınız. On beş yıl önceki fizikçi atom
enerjisi ile ilgili soruları ne kadar cevaplayabildiyse, bugün, sosyal bilimci de sizin
sorularınızı o kadar cevaplandırabilir. Bununla beraber, sizi, işletmenin insan yönü ile ilgili
geleneksel görüşlerin yetersiz olduğu konusunda inandırabilecek birkaç neden verebilirim.
Ayrıca öneri kabilinden-kişilerin yönetimi ile ilgili olarak yeterli kuramları kapsayan bazı
varsayımları öne sürebilirim. Sanırım ki o zaman karşımıza çıkmış olan sorunun önemi daha
iyi anlaşılacaktır.
11
Belki, yönetimde geleneksel tutumun neden yetersiz olduğunu belirtmenin en iyi yolu
özendirme konusu üzerinde durmaktadır. Bu konuyu tartışırken Brandeis Üniversitesinden
meslektaşım Abraham Maslow’un çalışmalarından fazlasıyla yararlanacağım. Kendisi,
bildiğim kadar, bu hususla en üstün sonuçları sağlamış olan bir kimsedir. Doğal olarak
söyleyeceklerim son derece ihmal edilecektir. Zaman darlığından dolayı, başka türlü olmasına
olanak yoktur.
Psikolojik gereksinimler ve güvenlik gereksinimi
İnsanoğlu istek dolu bir hayvanı beşerdir. Bir gereksinimi karşılanır karşılanmaz yeni bir
gereksinim ortaya çıkar. Bu sonu olmayan bir süreçtir ve doğuştan ölüme kadar böylece sürer
gider.
İnsanın gereksinimleri- önem hiyerarşisine göre kademe şeklinde düzenlenmiştir. En alt
kademede karşılanmadıkları zaman en önemli duruma gelen psikolojik gereksinimler vardır.
Ekmek bulunmadığı zamanda, kişi, yalnızca ekmekle yaşar. Olağan koşullar altında, insanın
midesi bir süre boş kaldığı zaman, sevgi, statü ve beğenilme gereksinimlerini duymaz. Fakat
sürekli ve yeter derecede yemek yediğinde, artık doyurulmak, gereksinim olmaktan çıkar.
Doymuş bir kimsenin açlığı, dolu bir şişenin boşluğu kadardır. Aynı şey, insanın diğer
psikolojik gereksinimleri- dinlenme, hareket, barınak, doğal felaketlere karşı korunma- için de
geçerlidir.
Karşılanmış bir gereksinim yeni davranışları uyarmaz. Bu, son derece önemli bir
açıklama olup, kişilerin yönetimi ile ilgili geleneksel tutumda daima ihmal edilmiş bir
husustur. Bunu burada hemen bir örnekle açıklayacağım. Hava almak gereksizimizi düşünün.
Bundan yoksun edilmedikçe davranışlarınızı uyaracak hiçbir etkisi yoktur.
Psikolojik gereksinimler yeter derecede doyurulduktan sonra, bunlardan sonra gelen
daha yüksek düzeydeki gereksinimler davranışları etki etkilemeye – yani insanı etkilemeye-
başlar. Bunlar güvenlik gereksinimleridir. Tehlike, tehdit, ve çeşitli şeylerden yoksun
bırakılmaya karşı korunma gereksinimleridir. Bazı kimseler hatalı olarak bunları güvenlik
gereksinimleri olarak adlandırmıştır. Oysa, insan, başkasının yüzünden keyfi olarak herhangi
bir şeyden yoksun kalacağı bir durumda olmadıkça güvenlik aramaz. Duyduğu gereksinim
“mümkün olanın en iyisini” elde etmektir. Bunu elde edeceğinden eminse birçok şeyi göze
almaya razı olur. Fakat kendini tehdit altında veya bağlı hissettiği zaman, en büyük ihtiyacı,
güvenliğini sağlamak ve korunabilmektir.
Burada bir noktaya değinmek gerekir. Endüstri sahasında her memur, bağlı yada üstüne
tabi bir ilişki kurmuş olduğuna göre, güvenlik gereksinimleri, büyük bir olasılıkla bir hayli
önem kazanacaktır. Keyfi yönetim çalışmaları, memuriyetin devamlılığı konusunda vesvese
uyandırabilecek, ya da tercih ve iltimas yapıldığını telkin eden davranışlar, beklenilmeyen
yönetim politikaları uygulanması gibi hususlar, işçiden müdür yardımcısına kadar her düzey
için, memuriyet ilişkilerinde güvenlik gereksinimlerinin uyarıcısı olabilirler.
Sosyal gereksinimler :
Kişinin psikolojik gereksinimleri doyurulduktan ve artık fiziksel bakımdan şikayetleri
ortadan kalktıktan sonra, davranışları sosyal gereksinimleri tarafından uyarılır. İnsan ait
olmak, bağlanmak sevgi vermek ve almak ister. Yönetim, bugün, bu gereksinimlerin
varlığından bilgili olmakla beraber, çoğu kez, hatalı olarak, bunların örgütü için birer tehlike
olduğu kanısındadır. Birçok incelemeler, gerekli koşullar altında çalıştırılan, birbirlerine sıkı
şekilde bağlı grupların, aynı sayıda bireysel çalışan kişilerden, örgütün amaçlarını yerine
getirmede çok daha etkin olduklarını göstermiştir. Oysa yönetim grupların düşmanca bir
tutuma girmesinden endişe duyarak genellikle beşeri çabaları insanların doğal gruplaşma
şekillerine çok aykırı olarak yöneltmeye ve gruplamaya çalışmaktadır. İnsanın sosyal
gereksinimleri-ve belki de, aynı zamanda gereksinimleri- böyle tehdit edildiği zaman örgüt
amaçlarını sekteye uğratacak davranışlarda bulunur. Direnir, düşmanlık duyar ve ilgisiz
olur.Fakat bu davranış bit neden değil, bir sonuçtur.
Benlik Gereksinimleri:
Sosyal gereksinimlerde sonra- daha alt düzeydeki gereksinimler yeter derecede
doyurulmadıkça motivatör (güdücü) olmamaları bakımında yönetim ve insanın kendi için en
çok önem taşıyan gereksinimler gelir. Bunlar benlikle ilgili gereksinimler olup iki türlüdür.
1. Benliğine itibarla ilgili olarak, benliğine güven, özgürlük, başarma, yeterlik ve bilgi
gereksinimleri.
2. Un yapma ile ilgili olarak, statü, tanıma, beğenilme saygıya layık olma gereksinimleri.
Bu gereksinimler, alt kademedeki gereksinimlerden farklı olarak çok ender olarak
karşılanırlar. Kişi, bu gereksinimlerinin karşılanmasına bir kez önem verdikten sonra, daima,
bu gereksinimlerin daha çok doyurulması uğrunda didinir. Fakat, psikolojik gereksinimler
güvenlik ve sosyal gereksinimler yeter derecede karşılanmadıkça benlik gereksinimleri fazla
önem kazanmaz.
Tipik bir sanayi örgütü, hiyerarşinin alt kademelerinde bulunanlara, bu benlik
gereksinimlerini karşılamak için hemen hemen hiç olanak vermez. Örgüt çalışmaları.ile ilgili
geleneksel yöntemler, özellikle yığın üretimi endüstrilerinde, insanların özendirilmesinin bu
yönüne çok az önem verir.
Kendisini Tamamlama Gereksinimleri
Beşer gereksinimleri hiyerarşisinin en üstünde kendini tamamlama gereksinimi olarak
adlandırabileceğimiz istekler gelir. Bu açıdan kendi olanaklarına ulaşma sürekli olarak
gelişebilme ve yaratıcılık gereksinimlerini sayabiliriz.
Modern hayat koşullarının bu oransal olarak zayıf olan gereksinimlerinin ortaya
çıkmasına çok az olanak verdiği ortadır. Çoğu insanların daha alt kademedeki
gereksinimlerini doyuramamaları yüzünden çabalar, bunların doyurulması uğrunda
harcanmakta ve kendini tamamlama gereksinimi bu arada ihmal edilmektedir.
Bu analizlerden sonra özendirme konusunda aşağıdaki genel açıklamalar yapılabilir :
Yetersiz gıda alan bir kimsenin hasta olduğunu hemen kabul edebiliriz. Psikolojik
gereksinimlerin doyurulmaması davranışlara etki eder. Aynı şey – henüz yaygın olarak kabul
edilmemekle beraber – daha yüksek kademedeki gereksinimler içinde söylenebilir. Güvenlik ,
birlik , özgürlük yada statü gereksinimlerini bağlanan bir kimse , kemik hastalığına tutulmuş
adam kadar hastadır. Bu hastalığı , davranışlarını etkileyecektir. İlgisizliğinin düşmanca
tepkilerin sorumluluk almak istememesinin sonuçları olacaktır. Daha alt kademedeki
gereksinimleri doyurulmuş olan kimse artık bu gereksinimlerinin karşılanması yolunda
özenmez. Çünkü ; artık bunlar etkilerini kaybederler. ( biraz önce hava gereksinimi ile ilgili
örnekte olduğu gibi. ) Yönetim çoğu kez sorar : İnsanlar niçin daha çok çalışmaz ? İyi ücret
veriyoruz ; çalışma koşullarımız iyidir , son derece doyurucu olanaklar sağlamış durumdayız.
Böyle olduğu halde hiç kimse belirli bir düzeyin üzerinde çaba göstermeye arzulu
görünmüyor.
Yönetimin psikolojik ve güvenlik gereksinimlerini karşılamamış olması özendirme
gereğini sosyal gereksinimlere belki de benlik gereksinimlerine yöneltmiştir. Eğer iş başında
bu gereksinimleri karşılamak için olanaklar yoksa insanlar yoksunluk duyacak ve bu
yoksunluk, davranışlarında kendini gösterecektir. Bu durumda, yönetim, dikkatini, psikolojik
gereksinimler üzerinde toplamaya devam ederse, bütün çabaları boşa gidecektir.
Bu koşullar altında, insanlar, ısrarla daha çok para isteyeceklerdir. Doyurulmayan
gereksinimler karşısında, mal ve hizmet satın almak suretiyle kısıtlı derecede doyum
sağlayabilmek son derecede önem kazanmaktadır. Her ne kadar paranın, bir çok yüksek
kademe gereksinimlerini karşılama bakımından çok kısıtlı bir değeri varsa da, elde edilebilen
tek olanak olduğu zaman ilgiyi üzerine çekebilir.
Hem ödüllendirme hem de ceza: Bazı koşullar altında ödüllendirme ve cezayı bir arada
yürütmek tutumu oldukça iyi sonuçlar verir. İnsanın psikolojik gereksinimlerini ve (bir
dereceye kadar) güvenlik gereksinimlerini karşılamak yada karşılamamak yönetimin
elindedir. Memuriyetin devamı, ücret, çalışma koşulları ve ikramiye gibi hususlar hakkındaki
kararlar yönetime ait olduğu için, insan, yaşama çabasında olduğu sürece bu araçlarla kontrol
dilebilir. Ekmek bulunmadığı yerde, kişi, yalnız, ekmek için yaşar. Fakat, insan, yeterli bir
yaşama standardına ulaştıktan ve daha yüksek kademe gereksinimler tarafından güdülmeğe
başladıktan sonra, ödüllendirme ve ceza verme tutumunun etkisi azalır. Yönetim, bir kimse
için benliğine saygı için yada başkalarının ona saygısı yada benliğine güveni sağlayamaz.
Ancak insanı bu şeyleri kendi kendine aramaya, özendirecek koşulları yaratabilir yada aksine
bu koşulları yok eder.
Özendirme için en uygun koşulların sağlanması “kontrol” etmek anlamına gelmez. Ve
davranışları yöneltmek için iyi bir yol da sayılmaz. Onun içindir ki yönetim güç duruma
düşmektedir. Modern teknolojik bilgiler sayesinde sağlanmış olan yüksek hayat standardı,
psikolojik gereksinimler ve güvenlik gereksinimlerini zaten oldukça yüksek derecede
karşılanmaktadır. Yalnız yönetim bu arada “özendirme için tüm olanakların sağlanacağı”
konusunda bir inanç aşılamamakta ve dolayısıyla güvenlik gereksinimleri tümüyle
giderilmemektedir. Alt kademe gereksinimlerin karşılanmasına olanak vermekle, yönetim,
geleneksel kuramlar zamanından beri güvendiği yöntemlerden (ikramiye,vaat,özendirme yada
korkutma,zorlama), bir güdücü olarak yararlanmak olanağından kendisini yoksun bırakmıştır.
Ne sert ne de yumuşak özendirme tutumu
Yönetimin,- ister sert ister yumuşak olsun- yöneltmek ve kontrol etmek felsefesi, artık
güdücü olarak yeter değildir:
Çünkü bu tutumların dayandığı insan gereksinimleri, bu gün davranışı etkileyici güçlerini
kaybetmişleridir.Özellikle önemli gereksinimleri sosyal ve kişisel türden olan kimseler için
yönetim ve kontrolün güdücü olarak hiçbir yararı yoktur.Durumla hiç ilgileri olmamaları
bakımından, bu gün, hem sert hem de yumuşak yönetim amacı karşılamaktan uzaktır.
Halen kendileri için önemli olan gereksinimleri iş yerinde karşılayabilme olanağından
yoksun bırakılmış olan kimseler aynen beklediğimiz gibi davranırlar.-Yani ilgisiz, tembel ve
sorumsuz olurlar;değişikliğe karşı direniş gösterirler ve para ile ilgili olarak ussal olmayan
isteklerde bulunurlar.Böylece kendi ağımıza kendimiz düşmüş oluyoruz.Özendirme
hakkındaki bu fikirlere dayanarak özet olarak şunu söyleyebiliriz:
Yönetme ve kontrol sahasında yönetim, ister sert ister yumuşak, yada ister kesin fakat
tarafsız tutumu izlesin.Bu günkü koşullar altında bunların hiçbiriyle insan çabalarını örgüt
amaçlarına doğru yöneltmeyi başaramamaktadır.Çünkü yönetme ve kontrolün psikolojik ve
güvenlik gereksinimleri yeter derecede karşılanmış, sosyal, benlik ve kendini tamamlama
gereksinimleri hakim durumda olan insanlar, üzerinde güdücü etkisi yoktur.
Yukarıda anlatılanlar ve başka nedenlerden dolayı insanları yönetmek ve insanları
özendirmek için daha yeterli fikirlere dayanan başka bir kurama gereğimiz vardır.Burada
cüretkar davranarak böyle bir kuramın enine boyuna tartışılmasına önereceğim.Arzu
ederseniz buna ‘’Y kuramı’’ adı verilebilir.
1)Yönetim verimli işletme unsurları: Para, malzeme teçhizat ve insanları- yararlı
ekonomik sonuçlar sağlayacak şekilde örgütlemekle sorumludur.
2)İnsanlar, yaratılış bakımında örgüt gereksinimlerine karşı ilgisiz yada karşıt
değillerdir.Örgüt içindeki tecrübeleri sonucunda böyle olmuşlardır.
3)İnsanlarda özendirme, gelişme yeteneği, sorumluluk yüklenme yeterliliği davranışları
örgüt amaçlarına doğru yöneltmek arzusu kendinden vardır.Yönetimin bu özellikleri var
etmede rolü yoktur.İnsanların bu özelliklerini ortaya çıkarmak ve geliştirmek olanağını
vermek sorumluluğu yönetime özgüdür.
4)Yönetimin esas görevi, İnsanların kendi amaçlarına en iyi şekilde ulaşabilmeleri için,
kendi çabalarını örgüt amaçlarına doğru yönetmelerini sağlayacak örgüt koşulları ve uğraşı
yöntemleri düzenlemektir.Bu aslında bir olanak yaratmak, olanak vermek,engelleri ok etmek,
gelişmeyi özendirmek ve olumlu rehberlik yapmak sürecidir.Peter Drucker’in ‘’kontrol
yoluyla yönetim’’ yerine ‘’amaçlar yoluyla yönetim’’ dediği şey budur.Hemen belirtmek
isterim ki bu durum, yöntemin yönetme arzusundan vazgeçmesini, liderliğin yok olmasını,
standartların düşmesini ve genellikle, x kuralındaki yumuşak tutum sonucu diğer durumların
ortaya çıkmasını gerektirmez. Tümüyle tersine 1945 yılında bir atom enerjisi merkezi kurmak
ne kadar olanaksız ise bu gün bu kuramın etkin b,r şekilde uygulanabileceği bir örgüt
yaratmak da aynı derecede olanaksızdır. Aşılması gereken çok sayıda önemli engel vardır.
Bazı Zorluklar:
Geleneksel örgüt kuramlarının ve geçen yarım yüzyıldan buyana önemsenen bilimsel
tutumun gerektirdiği koşullar, kişileri, yeteneklerini kısıtlayan, sorumluluk duygularını
körelten, tembelliği özendiren, çalışma arzusunu kıran kısıtlı işlere başlatmıştır.Böylece,
kişinin alışkanlıkları, tavırları, umutları, bu durum altında edinmiş olduğu tecrübelerle
koşullandırılmıştır.Y kuramının benimsenmesi, çok zaman isteyen ve her yönetimin ve hem
de çalışanların tutumunda büyük değişikliklerin yapılmasını gerektiren bir sorundur.Bu gün
insanlar sanayi örgütleri tarafından yönetilmeye, ve kontrol edilmeye, sosyal gereksinimlerini,
benlik ve kendini tamamlama gereksinimlerini ise işlerinin dışında karşılamaya
alışmıştırlar.Bu, hem yöneticiler ve hem de çalışanlar için geçerli bir durumdur.
Bu durumu açıklamanın diğer bir şekli, x kuramının insan davranışlarında fazlasıyla dış
kontrole güvendiğini buna karşılık y kuramının ise kendi kendini kontrol ve kendi kendini
yönetme ilkesini savunduğunu belirtmektedir.Bu iki tutum arasındaki farkın , insanlara çocuk
muamelesi yapmakla onlara olgun birer yetişkin muamelesi yapmak arasındaki fark olduğuna
dikkati çekmek yerinde olur.İlk anlayışa alıştıktan sonra, hemen ötekinin benimsenmesi
beklenemez.
Engelleri yenmeye uğraşmadan önce, kuramlarda uygulamaya geçişin daima, uzun
sürdüğünü hatırlayalım.Genellikle, gelişme küçük adımlarla olur.Şimdi, beraberce, y
kuramına tamamıyla uygun ve oldukça başarılı bir şekilde bugün uygulanmakta olan birkaç
yeni fikri gözden geçirelim:
Yetki dağlımı ve yetki göçerimi:
Bu yöntemler, kişilikleri geleneksel örgütün fazla sıkı kontrolünden kurtarmak, onlara
kendi çalışmalarını yönetebilmek ve sorumluluk yüklenmek için belirli bir bağımsızlık
vermek ve en önemlisi, benlik ve kendini doyurma gereksinimlerini karşılamak amacını
güderler.Sears, Roebuck and company’ın basık örgütü bu konuda ilginç bir örnek sayılır.Bir
müdüre hesap veren kişilerin sayısını, müdürün onları alışagelmiş şekilde yönetmesine ve
kontrol etmesine olanak vermeyecek kadar çoğaltmak suretiyle, adı geçen işletmede
‘’amaçlarla yönetim’’ yöntemi uygulanmaktadır.
İşin Yayılması
IBM ve Detroit Edison işletmeleri tarafından öne sürülen bu görüş, Y kuramına oldukça
uygundur. Örgütün alt kademelerinde sorumluluğun kabulünü özendirmekte ve sosyal ve
benlik gereksinimlerinin karşılanmasına olanak vermektedir. Aslında, fabrika düzeyinde
işlerin yeniden organize edilmesi, Y kuramının gerektirdiği yeniliklerin yapılmasına yol açan
en iyi olanaklardan biridir. A.T.M. Wilson ve İngiliz kömür madenciliği ile hint tekstil imalatı
ortaklarının incelenmeleri işletme örgütü konusundaki anlayışımıza çok sayıda katkı
yapmıştır. Ayrıca, bu çalışmadan çok önemli psikolojik ve ekonomik sonuçlar da elde
edilmiştir.
Katılmalı ve Danışmalı Yönetim
Gereken koşullar altında, bu yönetim şekli, kişilerin kendi yaratıcı güçlerini örgüt
amaçlarına yöneltmelerini kendileriyle ilgili kararlarda söz sahibi olabilmelerini ve sosyal ve
benlik gereksinimlerinin doyurulması için olanaklar bulmalarını sağlar. Bu görüşlerin
uygulanmasının en iyi bir örneği “Scanlon planı” dır. Ancak planın çok kere umulduğu kadar
iyi sonuç verememesinin nedeni genellikle, bir yönetimin ”fikri benimsemiş olmakla”
beraber, bunu X kuramı çevresinde ve bu kuramın kurallarına göre uygulamasıdır.
Yetki devri, kontrol yoluyla yönetmenin etkin bir şekli değildir. Katılma, iş olsun diye
ya da kişileri önemli inandırmak için uygulanan bir yöntem olduğu zaman gülünç olmaktan
öteye gidemez. Ancak, insan yeteneklerine inancı olan ve bireysel gücü korumaya çalışarak
örgüt amaçlarına bizzat yönelmiş olan bir yönetim, bu ortaya çıkan kuramın anlamını
kavrayabilir. Böyle bir yönetim, Y gibi bir kuramın tam anlamıyla uygulanması yolunda
yavaş yavaş ilerlerken, daha başka yeni görüşler de bulacak ve bunları da başarı ile
uygulayacaktır.
Çalışmaların beğenilmesi :
Çalışmalarımızı bitirmeden önce Y kuramının, henüz deneme halinde, henüz deneme
halinde olmakla beraber- önemli sonuçlar verebilecek bir uygulamasından söz etmek isterim.
Bu, yönetim mertebeleri içinde, çalışmaların beğenilmesi ile ilgilidir. Geleneksel çalışma
beğenilmesi programlarının, gelişigüzel bir incelemesi bile, bunların X kuramına ne kadar,
uyduğunu gösterecektir. Esasen bu gibi programların çoğu, kişiye, imalat zinciri üzerinde
incelemeye uygun bir mamul gözüyle bakma eğilimindedirler.
Birkaç işletme – General Mills, Anşul Chemical, ve General Electric gibi – bireyin
kendisi için “hedef” yada amaçlar saptaması ve altı ayda yada yılda bir kez çalışmalarını
kendi kendine değerlendirmesi gibi tutumlar denemişlerdir. Kuşkusuz ki, bu süreç sırasında,
üstün, lider olarak rolü, çok önemli ve gereksiz tutumdaki rolüne göre daha çok yetenek
getiren bir iştir. Bununla beraber, birçok yönetici, bu rolü geleneksel tutum tarafından
kendilerine yüklenen “hakim” yada “müfettiş” rolünden çok daha fazla benimserler. her
şeyden önce kişi, örgüt amaçlarına ulaşılması yolundaki çalışmalarını planlama ve beğenme
sorumluluğunu daha çok yüklenmeye özendirilmiş olur. Bunun, benliğini idrak ve kendini
doyurma gereksinimleri üzerindeki etkisi büyüktür.Çalışmanın beğenilmesi ile ilgili bu tutum
da, Y kuramının yerleşmesi uğrunda çaba gösteren yönetimlerin incelemekte olduğu yeni
fikirlerden biridir.
Şimdi tekrar başladığım noktaya geldim. Gelecekteki on yada yirmi yıl içinde sanayi
işletmelerinin etkinliği yolunda önemli gelişmelerin yapılabileceği inancını paylaşıyorum.
Bundan başka, sosyal bilimlerin böyle bir gelişmeye çok geç katılabileceğine inanıyorum. Bu
konularda gelişmekte olan bilgiden çıkan fikirleri yeni yeni kavramaya başlıyoruz. Fakat, bu
inancımız yalnız bir dilek olarak kalmayacak ve bir gerçek olacaksa, bu sürece, yapıcı beşeri
sonuçlara varmak için atom enerjisi harcama sürecine baktığımız gözle – yani, birçok
kimseler için hayali gözüken bir amaç uğrunda, yavaş, pahalı ve bazen cesaret kırıcı bir tutum
olarak – bakmalıyız.
Sanayi işletmelerinin, ekonomik sonuçlara varma çabaları esnasında gösterdiği beceri ve
sabır; birçok bilimsel ve teknolojik rüyaları, ulaşılabilir gerçekler durumuna getirmiştir.
Açıkça anlaşılıyor ki, aynı anlayışın işletmenin insan yönüne uygulanması yalnız bu maddi
başarırlı önemli şekilde çoğaltmakla kalmayacak, aynı zamanda bizi “iyi toplum”a bir adım
daha yaklaştıracaktır. Bu işi ileri götürelim mi?