You are on page 1of 43

İŞLETME AHLAKI VE SORUMLULUĞU

1.KAVRAMSAL TERİMLER VE GİRİŞ

1.1. Giriş

Ahlak en genelde toplumlar ve insanlar için "Doğru Nedir?"e yanıt arar. "İş Ahlakı"
da, ahlak norm ve kurallarının iş hayatında işletmelerde, şirketlerde, kuruluşlarda
uygulanması ile ilgilidir. İngilizce kullanımında "Ethics in the Work Place" (İş Yerinde
Ahlak) ya da "Business Ethics" (İş Ahlakı) olarak bilinen bu konu, önceleri "şirketlerin
sosyal sorumluluğu" başlığı altında özellikle ABD'de 1960'lar ve 1970'lerde gündeme
gelmiş, 1980'lerde de gerek ABD gerekse de diğer pek çok ülkede "iş ahlakı-iş etiği"
olarak yoğunluk kazanmıştır.

Burada ahlak ve etik sözcüklerinin ayrıntılı bir tartışmasına ve farklılıklarına


girilmeyecek olup, eş anlamlı olarak kullanılmasında önemli bir sakınca görülmemektedir.

Etik sözcüğü Latince kökenli olup, ahlak bilimi anlamına gelmektedir. İyi nedir?

Doğru nedir? Yanlış nedir? Bu sorular temel sorulardır. Asırlardır sorulmaktadır.


İyi insan olmanın özelliklerinin ve bireyin uygun davranışlarını belirleyen kuralların
oluşturulması etik konusunun özüdür.

İş Ahlakı ya da etiğinin, etik alanının bir alt konusu olarak ağırlıklı biçimde
gündeme gelmesi ABD'de 1960'larda başlamış,1980'lerde ise ABD'deki tüm büyük işletme
ve şirketlerde "Etik İlkeleri" (Code of Ethics), "Etik Komiteleri", "Etik Hizmetiçi Eğitim
ve Danışmanlık Birimleri" oluşmuştur. Bununla eş zamanlı olarak ABD'de neredeyse tüm
işletme yüksek lisans programlarında "İş Ahlakı" başlı başına bir ders olarak yer almıştır.
(Ülkemizde İş Ahlakı başlıklı bir ders ise ilk defa Bilkent Üniversitesi İşletme Yüksek
Lisans programında 1992'de yer almıştır.)

Ayrıca "Etik Araştırma Merkezleri" kurulmuştur. (Örneğin Georgetown


Üniversitesi Kennedy Institute of Ethics; Arizona Devlet Üniversitesi, Lincoln Center of
Ethics)

1
1.2.Ahlak Nedir?

Ahlak Arapça hulk sözcüğünün çoğuludur. Hulk ise; huy, adet, alışkanlık, yaradılış,
insanin ruhsal-zihinsel halleri anlamındadır. Öyleyse ahlak, kişinin huylarını ya da bir
topluluğun alışkanlık ve adetlerini anlatır. İnsanın iyi ve kotu olarak nitelenen davranışı ve
eylemleri ahlak kapsamı içindedir. Bireyin ahlak ile ilişkileri dinsel yasama biçimini
oluştururken; iyi veya kotu niyetle, ya da iyi veya kotu diye değerlendirilebilecek tarzda
sergilediği davranışlar ahlaki birer nitelik taşır. Ahlaklılık insanin evrensel boyutudur.

İnsanlığın sahip olduğu " yüksek değerler" arasında sevgi, dostluk, güven, vefa,
çalışkanlık, bilgi, inanç, saygıyı sıralayabiliriz. " Araç değerler" olarak insan ilgi-çıkar
alanının kuşku, çekememezlik, kıskançlık gibi değerlerine sahiptir. Araç değerler
tarafından yönlendirilen eylemler yüksek değerlerin eylemlerine müdahale edebilir.
Örneğin; insanin mesleğini çok sevdiği için ya da kendisini çok ilgilendirdiği için değil de,
daha çok maddi kazanç ya da itibar olanağı için seçmesi araç değerlerin, yüksek değerlere
müdahalesidir. Araç değerlerce yönetilen eylemler çeşitli kavgalar, hesaplaşmalar ve
rekabetin görüldüğü eylemlerdir. Bu anlamda insan gerek toplumsal gerekse bireysel
yaşamında kavgalara, karmaşaya sürüklenir. Oysa ki yüksek değerlerin kaynak olduğu
eylemlerde kavga ya da karmasa söz konusu değildir. Örneğin; herkes dilediği kadar dürüst
olabilir, bir şeyi ya da bir kimseyi sevebilir, gücünün yettiği kadar kendisini bilime ya da
Allah'a adayabilir. Buradan çıkaracağımız sonuç; yüksek değerlerin birleştirici, yapıcı araç
değerlerin ise ayrıştırıcı, yıkıcı olmasıdır.

" Alışılan değerler" dediğimiz üçüncü tip değerler ise, insanin toplum ve kültür
çevresinde bulduğu değerlerdir. Moda, gelenek, zevk ve alışkanlıklar, zamanla değişen ya
da otomatikleşen, öznesi belirsiz buyrukların rol oynadığı bu tür değerlere birer örnektir.
Alışılan değerler maddi ve manevi kültür kalıpları olup çağdan çağa, toplumdan topluma
değişir. Oysa ki yüksek değerler çağdan çağa ya da toplumdan topluma değişmez. Verilen
sözü tutmanın, iyilik yapmanın ya da insaflı olmanın anlamı her çağ ve toplumda aynıdır.

2
1.3.Sorumluluk Nedir?

Bir kimsenin üstüne aldığı ya da yapmak zorunda olduğu işlerden gereğinde hesap
sorulması durumu, mesuliyet.Yani, kişinin kendi istek ve iradesi ile yaptığı ve yüklendiği
işlerin hesabını vermesi bundan dolayı hesaba çekilmesidir. Her insanın bir iradesi ve
seçme hürriyeti bulunduğunu ve bu iradesini kullanmak suretiyle yapacağı işlerin
tamamından sorumlu olduğunu bilinmektedir. Bundan dolayı insanlar, yapacakları her işte
söyleyecekleri her sözde dikkatli olmak durumundadırlar. Herkes kendi haline uygun yolda
hareket eder.

Şayet insan yaptığı her işten ve davranıştan, söylediği her sözden sorumlu olmasaydı,
emir ve yasakların bir anlamı kalmazdı. İyi işler yapanlarla, kötü işler yapanların aralarında
bir fark olmazdı. İnsan, kendi hür iradesini kullanarak yapacağı işlerden sorumludur.

Her insan bir yöneticidir ve her yönetici yönetimindekilerden sorumludur. Devlet


adamı bir yöneticidir ve halkından sorumludur; erkek, ailesinin yöneticisidir ve onları
gözetmekten sorumludur; kadın, kocasının evinin muhafızıdır ve bundan sorumludur;
hizmetçi efendisinin malının bekçisidir ve bundan sorumludur. Her insan bir yöneticidir ve
yönetimindekilerden sorumludur.

3
2. İŞLETMELERDE SOSYAL SORUMLULUK

Günümüzde işletmelerin, toplumsal fayda sağlamak amacı içinde, çıkar gruplarının


uzun vadeli çıkarlarına yönelik sağladıkları tatmine verdiği önem giderek artmaktadır. Bu
amaçla işletmeler, sosyal sorumluluk düzeylerini belirleyen çeşitli stratejiler ortaya
koymaktadırlar. Çalışmanın amacı, Çanakkale ilinde faaliyetlerini sürdüren işletmelerin
sosyal sorumluluk stratejilerinin tespit edilmesidir. Böylelikle işletmelerin sosyal
sorumluluk düzeyleri göreceli olarak incelenerek özellikle düşük düzeyde bulunan
işletmelere yönelik öneriler getirilebilecektir.

İşletmelerin; kendine özgü, özel nitelikli amaçları bir kenara bırakılacak olursa,
çağımız işletmelerini nitelendiren veya nitelendirmesi gereken genel amaçları, birbiri ile
çok sıkı bağlantılı üç kısımda toplanmaktadır. Bunlar (Can, Tuncer ve Ayhan, 1991:22);
kâr sağlamak, toplumsal fayda sağlamak ve sürekliliktir.

Günümüzde işletmelerin, toplumsal fayda sağlamak amacı çerçevesinde sadece;


tüketici kesimlerinin taleplerine uygun nitelik ve miktarda mal ve hizmet üretmeleri; söz
konusu bu mal ve hizmetleri tüketicilerin isteklerine uygun miktar ve yerlerde; onların
ödeme güçlerine uygun fiyat ve zamanda sunmaları sonucu oluşacak tüketim ve
sağlanacak fayda algılanmamaktadır(Can, Tuncer ve Ayhan, 1991:26).

Bu yaklaşım, Amerika başta olmak üzere gelişmiş batı toplumlarında modern


işletmeciliği aşan ileri bir gelişmeyi de temsil etmektedir. Bu gelişmede, sorun bireysel ya
da grupsal, tüketici isteklerini sezmede, bunlara hizmette ve tatminde çok başarılı olan bir
işletmenin ilgili taraflarının -toplum, yakın çevre, işgörenler, hissedarlar vb.- uzun vadeli
çıkarlarına da aynı şekilde cevap verip vermediğindedir (Baybars, 1991:15).

Uzun vadeli, tüketici ve toplum refahını temel alan bu görüş "işletmenin sosyal
sorumluluğu" anlayışına dayanmaktadır. Uzun dönemde, firmalar dâhil tüm ilgililerin
çıkarına olan bu anlayışta firmalar, bir yandan tüketicileri bir yandan da toplumsal
öncelikleri tatmin etmek durumundadırlar (Baybars, 1991:16).

2.1. Sosyal Sorumluluk Kavramının Tanımı ve Önemi

Örgütsel sosyal sorumluluk, örgütlerin kendi ilgi alanları çerçevesinde sosyal


refahın korunması ve geliştirilmesi için zorunlu olduğu faaliyetlerin araştırılmasına işaret
eder.

4
Örgütsel sosyal sorumluluk genellikle şirket (işletme) sosyal sorumluluğu olarak
ifade edilmektedir. Çünkü sosyal sorumluluk kavramı genellikle işletmelere
atfedilmektedir. Buna, işletmelerin ve diğer örgütlerin sosyal sorumluluklarını,
eylemlerinde göz önünde tutma zorunluluğundaki farklılıklar sebep olmaktadır (Bartol ve
Martin, 1994:103).

Sosyal sorumluluklar genel olarak bir işletmenin ekonomik ve yasal koşullara, iş


ahlâkına, işletme içi çevresindeki kişi ve kurumların beklentilerine uygun bir çalışma
stratejisi ve politikası gütmesine, insanları mutlu ve memnun etmesine yöneliktir (Eren,
1990:110).

İşletmenin ekonomik koşullara uygun davranışları, o ülkenin kendisine işletme için


emanet ettiği kaynakları en etkili ve verimli biçimde kullanması, toplumun ihtiyaçlarına
uygun miktar ve kalitede üretimde bulunması zorunluluğuna işaret etmektedir. Yasal
koşullara uygun davranış göstermesi ise, işletmenin içinde bulunduğu ve faaliyetlerini
sürdürdüğü toplumun kanunlarına, kararnamelerine, yönetmeliklerine, örf ve adetleri ile
diğer düzenleyici hükümlerine aykırı hareket etmesine ilişkindir. İş ahlâkına gelince,
fiyatları makul düzeyde tutma, fırsatçılıktan kaçınma, sahiplere karşı haksız rekabetten ve
asılsız reklâmlardan sakınma, alacaklılara karşı dürüst davranma ve benzeri konuları
kapsamaktadır. İşletmenin içinde çalışan personele terfi, ücretlendirme ve benzeri
hususlarda dürüst davranma, kayırım yapmama, çocuklu hanımlar için kreş açma, hastalar
için evde çalışma imkânı hazırlama, mahkûm ve sakatlara iş olanakları sağlama, çevre
halkına eşit istihdam olanakları tanıma gibi hususlar ile işletmenin çevresindeki kişi ve
kurumların başta devlete, belediyelere karşı vergi yükümlülüklerini yerine getirme,
müşterilerin, satıcıların, çevre halkının, mali destek sağlayan kişi ve kurumların,
sendikaların isteklerini, ihtiyaçlarını insan sevgisi ve birlikte yaşama zorunluluğu açısından
dikkate alma gibi konuları kapsamaktadır (Eren, 1990:110).

Dolayısıyla, sosyal sorumluluk, karar verici durumda olanların, kendi çıkarlarını


olduğu kadar toplumun genel çıkarlarını da geliştirecek ve koruyacak eylemlerin
yapılmasındaki zorunluluktur (Hill ve Gareth, 1989:48).

5
2.2. Sosyal Sorumluluk Kavramının Tarihsel Gelişimi

Sosyal sorumluluk ile ilgili büyük kaygılar geçmişte yaşanan çeşitli olaylardan
kaynaklanmaktadır. Sosyal sorumluluklar, 1800'lü yılların sonunda büyük şirketlerin
sayılarının artmasıyla kavramsal olarak ortaya çıkmıştır (sanayi liderleri olan, John
D.Rockefeller, Cornelius Vanderbilt ve Andrew Carnagie). O dönemlerde, baskı ya da
anlaşma ile verilen komisyonlar ve sabit fiyat anlaşmaları gibi anti-rekabet uygulamaları
hükümetleri yasal reformlar yapmaya itmiştir (Bartol ve Martin, 1994:103).

Tarihin kaydettiği en önemli ekonomik bunalımlarından biri olan ve 1929 yılında


patlak veren "büyük çöküntü" (Great Depression) başta Amerika Birleşik Devletleri ve
Batı Avrupa'nın sanayileşmiş ülkeleri olmak üzere pek çok ülkede büyük oranda işsizliğe
ve üretim kayıplarına yol açmıştır (Üstünel, 1994:54).

Bu dönemle birlikte sosyal sorumluluk kavramındaki gelişmelerin hız kazandığı


görülmektedir.

1936'da Sears Şirketi tarafından ilk olarak, sosyal sorumlulukları ve davranış


şekillerini tartışmak için üst düzey yöneticilerin katıldığı toplantılar düzenlenmiştir.
1960'larda sivil örgütler, kadın hakları ve çevrecilik gibi sosyal hareketler, şirketlerin
sosyal sorumluluklarına halkın verdiği değerlerin gelişmesine ışık tutmuştur.

Belirtilen tarihsel gelişim üç önemli sosyal sorumluluk perspektifini ortaya


koymuştur. Bunlar; gizli el, devlet ve yönetim yaklaşımlarıdır (Bartol ve Martin,
1994:103).

A. Gizli el yaklaşımı

Gizli el teoremini savunanların ya da klasiklerin başı, Milton Friedman'dır. Ancak


kaynağını 18.yy.dan ekonomist Adam Smith'den almaktadır. Gizli el yaklaşımı, ilk sosyal
sorumluluk yaklaşımlarını şu şekilde özetler; "kâr yap ve kanunlara uy." Bu yaklaşıma
göre işletmeler, yasal zorunluluklar doğrultusunda kârlarını artırmaya uğraşacaklardır.
İşletmelerin sosyal sorumluluğunu, kaynakların toplum için en etkin kullanımını
sağlayacak, serbest piyasa mekanizması sağlayacaktır. Ayrıca, Friedman yardımsever
yaklaşımların sosyal sorumluluk olmadığını ifade etmektedir. Çünkü bu pay sahiplerinin
paralarını elden nasıl çıkaracakları hakkında kendi kararlarını vermelerini engellemektedir
(Bartol ve Martin, 1994:103).

6
B. Devletçi yaklaşım

Devlet açısından sosyal sorumluluk işletmelerin yasaların varlığında kâr


araştırmalarındaki rollerini ifade etmektedir. Toplumun ilgili taraflarına, yasal ve politik
süreçlerle yapılan düzenlemelerle, bir gizli elin vereceği hizmetten daha iyi hizmet
verileceği ifade edilmektedir. Böylece işletme faaliyetlerinin istenmeyen olumsuz etkileri
yasalarla düzenlenecektir (Bartol ve Martin, 1994:103-104).

C. Yönetimci yaklaşım

Bu yaklaşıma göre, ne gizli el ne de devletçi yaklaşım sosyal konularda işletme


liderlerine karar vermede genişlik vermektedir.

Yönetimci yaklaşım, işletmeler ve yöneticilerinden sosyal refahın korunması ve


yükseltilmesi konusunda işletmenin ekonomik çıkarlarına mümkün olduğu kadar uygun
olan, beklenen davranışlar üzerine kurulur (Bartol ve Martin, 1994:104).

2.3. Sosyal Sorumluluklarla İlgili Görüşler

Yukarıda belirtilen tarihsel gelişim sürecinde akademik ve genel politik yapı, sosyal
sorumluluğun iki ters görüşünü ortaya koymaktadır. Bunlar; klasik ve sosyo-ekonomik
görüştür. Klasik görüş, işletmelerin sadece kârlarını maksimize etme sorumluluğunu ifade
eder. Sosyo-ekonomik görüş ise, işletmelerin sadece işletme kârları ile değil sosyal refahın
artması ile de ilgili olmaları gerektiğini açıklamaktadır (Shermerhorn, 1993:86).

A. Klasik görüş

Sosyal sorumluluğun aleyhinde olan görüşlerdir. Bu dar "hissedarlar" modeli,


Friedman tarafından ortaya atılmıştır. Bu görüşe göre sosyal sorumluluklar (Shermerhorn,
1993:86);

● İşletmenin kâr düşüşüne,

● İşletmenin maliyetlerinin çoğalmasına,

● İşletme amaçlarının sulandırılmasına,

● İşletme için haddinden fazla sosyal güce,

● Toplumda işletme sorumluluğunun eksilmesine neden olacaktır.

7
B. Sosyo-ekonomik görüş

Klasik görüşlere karşı olarak, sosyal sorumluluğun lehinde olan fikirleri ortaya
koyan bu görüşe, Elton Mayo, Peter Drucker, Adolp Berle, J.M.Keynes gibi düşünürlerin
çalışmalarında rastlanmaktadır. Bu kişilerin ileri sürdükleri farklı düşünceleri Thomas Petit
iki grupta toplamıştır (Eren, 1990:112-113):

1- Büyük işletmelerin sayısal olarak artması ve iriliklerinin genişlemesiyle


endüstriyel toplumda ciddi beşeri ve sosyal sorunları beraberinde getirmektedir.

2- Sorunlara sebep olan bu kuruluşların yöneticileri gerekli tedbir ve çareleri


almaları da zorunludur. Böylece işletme ya bu sorunları çözecek biçimde işletmesinin
faaliyetlerini değiştirmek ve yönlendirmek zorundadır ya da bu sorunları en azından
iyileştirecek ve zararlı etkilerini azaltacak şekilde hareket etmelidir.

Bu görüşe göre, sosyal sorumluluklar (Schermerhorn, 1993:87):

● İşletmenin uzun dönem kârları,

● İşletmenin sosyal sorumluluğunu destekleyen kamuoyu beklentileri,

● İşletmenin geliştireceği imajı,

● Herkes için daha iyi bir çevre için önemlidir.

● İşletmelerin daha fazla düzenlemeler karşısında oldukları da bilinmektedir.

● İşletmelerin elinde teknik, parasal ve yönetsel kaynakları vardır. Bu nedenle


zamanımızın karmaşık sosyal sorunlarının üstesinden gelebilirler ve gelmelidirler.

● İşletmelerin etiksel zorunlulukları vardır.

2.4. Sosyal Sorumlulukların Yerine Getirilmesinde Yöneticinin Rolü

Bir yönetici insanlar için, diğer insanları da etkileyecek planları uygulamaktadır.


Karar almada ve bunların uygulamasında yöneticiye rehberlik edecek etkenlerden biri de,
onun ahlâk değerleridir.

Yönetici sürekli olarak kamuoyunun değer yargısında bulunmaktadır. Kamuoyu ya


da toplum, işletme yöneticilerini genel sosyal refahın sorumluluğunu taşıyan kişiler olarak

8
görmek istemektedirler. Bu sorumluluk istesinler ya da istemesinler yöneticilere
verilmektedir.

İşletme faaliyetlerinde yer alan kişilerin veya karar alma sorumluluğundaki


yöneticilerin kararlarında ticari ve etik değerlerin en iyi denk düştüğü noktayı dikkate
almaları gerekmektedir. Örgütü oluşturan insanlar, onun işleyişinden de sorumludurlar.
Örgütün standartlarını belirleyen, bu insanların kolektif aksiyonlarıdır. Esas sorun, birey
olarak yöneticinin karar almada etiksel ve ticari değerlerin kombinasyonunun nasıl
oluşturulacağıdır. Bunun yolu ise, geçmişteki kararlara bakmak ve gerçek kuralları ona
göre belirlemektir. Yönetici kendi etiğini kendi davranışlarından ortaya çıkarmalıdır. Tabii
ki söylemek ya da niyetlenmek etik bir karar değildir. Asıl olan, bunun eyleme
yansımasıdır (Cadbury, 1989:70).

Yönetici kendi gerçek değerlerini, kişisel olarak nerede olduğunu belirledikten


sonra, alınacak kararlardan kimlerin etkileneceğini ve bunların çıkarlarını, kararlara nasıl
yansıtılacağını belirlemelidir. Dolayısıyla, yönetici örgütlenmiş çıkar gruplarını
kararlarında dikkate almak zorundadır (Cadbury, 1989:72).

Yönetici de öncelikle bir insandır ve evrensel özelliği gereği yaşamına bir anlam ve
bir gaye aramaktadır. Fakat rolü gereği (bir yönetici) daima farklılaşan değer öncüllerinde
çelişkiyi yaşamaktadır. Doğru şeyi yapmak istemekte ama her zaman doğru olan şeyin ne
olduğunu bulmak kolay olmamaktadır (Cadbury, 1989:77).

Yeni bir yaklaşıma göre; "iyi etik iyi iştir" düşüncesi bir maddi ödül içermekte
olup, bu ödülün gelip gelmeyeceği de kesin değildir. Her insanın değer ölçüleri, manevi
düzeyi farklı olacağı için, etiği bir amaç olmaktan çıkarıp, işletme başarısının bir aracı
olarak görmek olası olacaktır. Genel olarak ifade edilen nihai değerler; arkadaşlarını
sevmek, insanlar arası ilişkilerde adalet, her kişinin kendini gerçekleştirmesi için fırsat-
tarihsel inanç ve etik sistemleri, belirli bir duruma uygun doğru cevabı sunamamaktadır.
Bunlar, yalnızca insan aklının alternatif eylemlerin gerçekleştirilmesinde kriter olarak
değer kazanmaktadır (Goodpaster, 1989: 89-90).

Doğal olarak, konuların değişikliği ve sık sık çelişkili durumların ortaya çıkması bu
kararlarda zorluklar yaratmaktadır.

9
2.5. Sosyal Sorumluluk Alanları

İşletmeler ya da yöneticileri sosyal sorumluluklar üzerinde durduklarında, önemli


bir konu ortaya çıkmaktadır. Kime karşı sorumlu olunacaktır? Bu konuda altı büyük gruba
işaret etmek mümkündür (Goodpaster, 1989: 89-90):

1- Hisse sahipleri ya da sermayedarlar,

2- İşgörenler,

3- Müşteriler (tüketiciler),

4- Yerel halk,

5- Ulusal toplum,

6- Uluslararası toplum.

1. Hisse sahipleri ya da sermayedarlar

Sosyal sorumluluk kapsamına giren ilk konu, işletmenin ve onun yöneticilerinin


hissedarlara veya sermaye sahiplerine karşı olan yükümlülükleridir. İşletmenin en önemli
kaynağı sermayesidir. Sermaye sağlayan hissedarlar bunun karşılığı belirli bir kâr temin
etmek isteyeceklerdir (Eren,1990:114).

İşletmelerin öncelikli rollerinin kâr elde etmek ve bunları pay sahiplerine dağıtmak
olduğu konusunda da hala bir fikir birliği vardır. Bu işletmelerin yaşamlarını geliştirmeleri
ve büyümeleri için gerekli kapitali pay sahiplerine sağlayacaktır. Bunun sonucu olarak, pay
sahipleri yönetimden, kâr dağıtım ya da varlık değer artışı şeklinde yatırımlarına mümkün
olan en yüksek dönüşün sağlanmasını isteyeceklerdir (Bartol ve Martin1994:106).

Çağdaş işletmecilik ve sosyal devlet anlayışına göre; bir bireyin elinde bulunan
tasarruf ve anamal, sadece o bireyin değil toplumun malıdır. Öyleyse, birey bunu kendi
yararına olduğu kadar toplumun yararına da kullanmak yükümlülüğündedir; onu
harcayamaz, toplumun genel çıkarına aykırı amaçlar için kullanamaz. Böylece işletme
yöneticileri sermayenin kullanımında birer emanetçi sıfatıyla ve sosyal sorumluluk
bilinciyle hareket etme durumundadırlar (Demirkan,1991:18).

10
2. İşgörenler

Çok az sayıda firma, işgörene saygılı özel anlaşmalara ve işveren-işgören


ilişkilerini düzenleyen yasalara ihtiyaç duymaktadırlar. Kanunlar ve hükümetler, istihdam
şekilleri, ödeme, sağlık, güvenlik konularında olduğu gibi, işgörenle ilgili özel
sorumlulukları düzenlemektedirler. Bu düzenlemelerin sayılarının artması da bazı
işgörenlerin durumunun toplumu rahatsız etmesinin doğurduğu tepkiden
kaynaklanmaktadır (Bartol ve Martin, 1994:106-107).

İş ahlâkı kapsamında değerlendirilmesi gereken bu konu, kanunen yasak olduğu


veya toplumsal değerlere aykırı bulunduğu halde, çocuk denecek yaşta işçileri çalıştırmak,
kadın ve çocuklara düşük ücret politikası uygulamak, ücret, terfi ve teşvik politikasında
adil davranmamak, anne olan işçilerin emzirme saatlerinde hassas olmamak ve adam
kayırmak konularıdır.

İşgörenler başlığı sadece işletme içi kapsamında düşünülmemelidir. İşletmelerin


personel temin ederken uyması gereken sorumlulukları da vardır. Özellikle otomasyonun
ve nüfusun artması işsizlik oranlarının yükselmesine neden olmaktadır. Öncelikle bu konu
bir sosyal sorun olarak tehlike arz etmektedir. Ayrıca işe almada; cinsiyet, ırk, özürlülük,
mahkümiyet veya sosyal sınıf farkı gözetme sosyal sorumluluğun diğer boyutlarını ifade
etmektedir (Eren, 1990:115).

3. Müşteriler

Sosyal kapsamlı iki alan tüketicilerin dikkatini çekmektedir. Sağlıklı-güvenli


ürünler ve kalite (Bartol ve Martin, 1994:106-107).

Ürün güvenliği ve sağlığa uygunluğu; ürünü tanıtmak, onun hakkında tüketiciyi


bilgilendirmek, ürünlerin hangi hammaddelerden yapıldığı, herhangi bir tehlike bir tehlike
arz edip etmediği, nasıl kullanılacağı hakkında prospektüsler, kullanma kılavuzları ve
etiketler hazırlamak, ürünün üzerine tutturmak veya ambalajının içine yerleştirmek
gerekmektedir (Eren, 1990:115).

Bir üreticinin malın güvenli olduğu konusunda ne kadar araştırma yapabileceği


konusunda çeşitli yaklaşımlar vardır. Bu güvenli ürünü bilmesi ya da bilmesi gerektiği ile
ilgilidir. Unutulmamalıdır ki; % 100 kontrol yapmanın zorluğu, birçok ürünün pazara

11
ulaşmasının yıllar alması ve oldukça pahalıya mâl olmasından kaynaklanmaktadır (Bartol
ve Martin, 1994:107).

Kalite konusunun gelişimi her geçen gün hız kazanmaktadır. Özellikle, alıcı
kendine sunulan mal veya hizmetten memnun olmadığı takdirde nasıl bir mekanizma ile
işletmeye şikâyetlerini bildirecektir. Ne tür ve ne kadar süreli garantiler verilecektir. Satış
sonrası hizmetten nasıl yararlanacaklardır ve bu tür bilgiler tüketicilere nasıl ulaşacaktır.
Tabii ki, bu tür çalışmalar, satış artırma çabalarına destek olacak bir sorumluluk konusu da
sayılabilir (Eren, 1990:115).

4. Toplum

Toplum düzeyinde sosyal sorumluluklar iki seviyede düşünülebilir. Birincisi


bölgesel, ikincisi ise, ulusal seviyedir.

Toplumun, eldeki mevcut kaynakların etkin kullanımının ötesine yayılan birçok


sosyal ihtiyaçları vardır. Bunun bir sonucu olarak, toplumun işletmelerden bir takım
istekleri vardır. Son yıllarda, hava ve su kirliliğinin kontrol altına alınması, kültürel
aktiviteler, şehir gelişim planları, yerel sağlık programları, eğitim etkinlikleri gibi birçok
istekler büyük fabrikatörlerden ilgililerce talep edilmektedir (Bartol ve Martin, 1994:106-
108).

5- Ulusal Toplum

Toplum sık sık işletmelerden isteklerde bulunduğu zaman, işletmeler de toplumdan


değişik ihtiyaçlarının karşılanmasını istemektedirler. Bu ihtiyaçlar; rahat taşıma (ulaşım)
olanakları, eşit vergiler, polis, itfaiye, su, gaz, kanalizasyon, elektrik gibi tam devlet
hizmetleri olarak görülmektedir. Şekil 2'de işletme ve toplumun olası Ulusal seviyede
sosyal sorumluluk anlayışına birçok örnek verilebilir. Özellikle birçok işletme, eğitim
reformu için laboratuvar ve okul yapımı konusunda hassas davranmaktadır. Hükümetin eli
yaklaşımında bahsedilen yasal düzenlemeler yüksek harcamaların vergi düzenlemelerinde
bazı istisnalara yol açabileceğini de ifade etmektedir (Bartol ve Martin, 1994:109).

12
6. Uluslararası toplum

Sosyal sorumluluk, giderek artan bir şekilde uluslararası konular içinde yer almaya
başlamıştır. Özellikle uluslararası işletmeleri ilgilendiren bir yaklaşımdır. Dolayısıyla çok
uluslu işletmeler bu konuda çok daha fazla duyarlı olmaktadır.

Uluslararası işletmeler, bilinmeyen, az tanınan, karışık ve hızlı değişen bir çevrede


çalışmaktadırlar. Bu olaylar altında sosyal çatışma sonuçları daha çok olumsuz etkili
olmaktadır. Dolayısıyla çok uluslu işletmeler bu konuda çok daha fazla duyarlı olmaktadır
(Negahandi, 1987:55).

Örneğin, Nestle firması çocuklara yönelik mama üretimini 7 yıl gibi uzun bir süre
gelişmekte olan ülkelerde boykot etmiştir.

1- Doktorlar, tropikal bölgelerde çalışmışlar. Bölgede buzdolabı eksikliği ve


sağlıksız sulardan dolayı çocukların şişe ile beslenmesinin hastalıklara neden
olabileceğini tespit etmişlerdir.

2- Gelişmemiş ülkelerin fakirliği mama formülünün istenenden daha fazla


sulandırılmasına neden olduğu ve sonuçta çocuk beslenmesinin istenen seviyeye
çıkmamasına neden olduğunu tespit etmişlerdir.

3- Ayrıca insanlar çok fakirdirler ve bu ürüne ödeme yapacak güçleri yoktur.

4- Nestle tarafından kullanılan reklâmlar ve promosyon teknikleri yanlış ürün


kullanımlarına neden olacaktır.

Çocuk maması üretimi sadece profesyoneller, hükümet, kilise temsilcileri tarafını


değil WHO'nunu da (Dünya Sağlık Örgütü) ilgilendirmektedir. Baykot 7 yıl sonra
WHO'nun yapmış olduğu adaptasyon ve uygulamalardan sonra mamanın anne sütünden
sonra sağlıklı ikame edilebileceğinin anlaşılmasıyla sona ermiştir. Gazetelerde çıkan
haberlerde (Negahandi, 1987:58) Nestle'nin bu davranışının işletmelerin genel anlamda bir
sosyal sorumluluğunu gösterdiğini vurgulamaktadır.

Çok uluslu işletmelerin karşı karşıya olduğu çeşitli çatışmaların analizleri üzerinde
Gladwin ve Walter'in araştırmaları vardır. Araştırma 650 adet sosyal çatışmayı ortaya
çıkarmaktadır. Ayrıca bu çatışmaların çoğu insan hakları, ödemeler, iş ilişkileri ve çevresel
kirlenme konusundadır.

13
Kamuoyunun beklentilerinden farklı olarak birçok sosyal çatışma endüstrileşmiş
ülkelerde yani Amerika ve Avrupa'da meydana gelmektedir. Amitai Etzioni, son on yılda
500 büyük Amerikan şirketinin yaklaşık üçte ikisinin bir biçimde illegal (yasal olmayan)
davranışlar içinde yer aldığını ileri sürmektedir (Bellerman, 1989:18-26).

2.6. Sosyal Sorumluluk Stratejileri

Aşağıda açıklanan model, işletmelerin sosyal sorumluluk düzeylerine yönelik


olarak işletmelerin sosyal sorumluluk stratejilerini ortaya koymaktadır (Schermerhorn,
1993:89).
Sosyal sorumluluk stratejileri:
Engelleme (obstruction) stratejisi: Sosyal taleplere karşı çıkma,
Savunma (defence) stratejisi: Hukuksal gerekleri minimum düzeyde
gerçekleştirme,
Uyumlaşma (accommodation) stratejisi: Etiksel gerekleri minimum düzeyde
gerçekleştirme,
Geleceğe yönelik strateji (proaction): Sosyal önceliklerin önderliğini yapma.
Sosyal Sorumluluk Stratejileri

GELECEĞE YÖNELİK STRATEJİ

UYUMLAŞMA STRATEJİSİ

SAVUNMA STRATEJİSİ

ENGELLEME STR.

Düşük Yüksek
Sosyal Sorumlulukları Yerine Getirme Düzeyleri

14
Çok uluslu işletmelerin karşı karşıya kaldığı sosyal çatışmaları çözmede aşağıdaki
model 5 büyük strateji ortaya koymaktadır (Negahangi, 1987:59):

1- Rekabet (competitive) stratejisi: Uluslararası işletmelerin kazançlarının ve


güçlerinin yükseldiğinde karşılıklı dayanışma ve ilişkilere ilginin olumsuz olma durumu.

2- Uzaklaşma (avoidant) stratejisi: Firmaların kazançları ve gücü düştüğünde,


karşılıklı dayanışma ve ilişkilere ilginin düşmanca olma durumu.

3- İşbirliği (collaborative) stratejisi: Uluslararası işletmelerin kazançlarının ve


güçlerinin düştüğünde karşılıklı dayanışma ve ilişkilere ilginin olumlu olma durumu.

4- Uyumlaşma (accommodative) stratejisi: Uluslararası işletmelerin kazançlarının


ve güçlerinin düştüğünde, karşılıklı dayanışma ve ilişkilere ilginin olumlu olma durumu.

5- Uzlaşma (compromise) stratejisi: Uluslararası işletmelerin kazançlarının orta ve


gücünün avantajlı/dezavantajlı olduğunda, karşılıklı dayanışma ve ilişkilere ilgi pozitif ve
negatif değişebilir.

Eğer, çok uluslu işletmeler birçok konuyu küçük ve çalışılabilir boyutlara


ayırabilseler belki tatmin olabilir olacaklardır. Günümüzde yazarlar bu halde çözümlerin
oranının yükselebileceğini tartışmaktadırlar. Çünkü çatışmanın yapısı dinamiktir.
Dolayısıyla, yönetimin öncelikle çevreyi dikkatli analiz etmesine ihtiyaç vardır. Gladwin
ve Walter, İşbirliği ve Uzlaşma stratejisinin (eğer mümkünse), en iyi yol olacağını
önermektedirler. Ancak aynı anda diğer alternatiflerde akılda tutulmalıdır. En iyi seçenek
organizasyon ve çevre şartlarına bağlı olacaktır (Negahandi, 1987:59-60).

Sosyal sorumluluk için şirket stratejileri, kâr fırsatları peşinde koşan ve yüksek
rekabet ortamında çalışan işletme stratejilerinden farklıdır. Sosyal sorumluluk stratejileri
mümkün olduğu kadar gelişme, belirlenen sosyal çatışmalarda çözümler ve sosyal
amaçların başarılması için politikaların oluşturulması üzerinde yoğunlaşmıştır.

15
3. MESLEK AHLAKI

Bir bireyin hayatını idame ettirebilmesi için faaliyette bulunduğu işe, onun mesleği
diyoruz. Meslek denildiğinde hatta iş ahlakı denildiğinde akıllara hemen ekonomik
faaliyetler gelmektedir. Ekonomik faaliyetler de bünyesinde pek çok mesleği
barındırmaktadır.

Ekonomik hayatın sistematikleşmesi, etik bir anlayışa sahip olması ve bunu


sürdürmesi, bireylerin bir ahlak boşluğu içerisinde yaşamaktan kurtulması son derece
önemlidir. İş ortaklarına sorumluluk ve yükümlülüklerini açık bir şekilde ifade eden
kuralların var olması gerekmektedir. Ahlak kendiliğinden doğup büyüyemez. “Ahlak,
ahlakı tatbik edecek grubun eseridir.” (Karasan; S.24) Etik değerlerdeki fakirlik grubun
birliğine zarar verir, grubun dağılmasının nedeni olur. Bu nedenle hastalığın gerçek ilacı
ekonomik ortamda meslek gruplarına bu değerleri kavratmaktır.

İster geniş, ister dar olsun her sosyal grup kendine özgü bir ahlak disiplinine ihtiyaç
gösterir. Bireyler sosyal çıkarları ya fark etmez yada isteksizce fark eder. Çünkü sosyal
çıkarlar onun şahsi çıkarlarının dışındadır. Disiplin bireye kolektif olma bilincini sağlayan
kurallardan oluşur ve sosyal sistemin devamı ve bakası için kaçınılmazdır. Ancak kurallar
kolektif amaçlara ulaşmak için yapılacak işleri göstermezse, bireyin topluma karşı
direnmesinin önüne geçilemez. “İçtimai hayat her şeyden önce, birbiriyle ahenkli bulunan
emeklerin topluluğu, fikirlerle iradelerin aynı gaye etrafında birleşmesidir.”(Karasan; S.29)

Her mesleğin ahlakından bahsetmek imkânsızdır. Ortak değerler üzerinde


durulabilir ve bunlar iki noktada özetleyebilir;

1) Meslek ahlakının genel özelliği,

2) Her alanda meslek ahlakının kurulması ve işlemesi için gerekli olan şartlar.

Bütünü belirli bir mesleği temsil eden etik kurallar vardır. Birbirinden farklı ne
kadar meslek varsa o kadarda, etik vardır denebilir. Hatta farklı olmakla da kalmaz,
birbiriyle zıtlık içine dahi düşebilirler. Örneğin; bir doktorun görevleri ile tüccarın
görevleri farklıdır. Bazen doktorlar bildiği gerçeği gizlemek zorunda da kalabilirler.

Meslek ahlakının ayırt edici özelliği, kamu vicdanının ona karşı gösterdiği
ilgisizliktir. Bir mesleki görevi yerine getirmede yapılan hata, söz konusu meslek

16
çevresinin dışında pek eleştirilmez. Çünkü herkes o mesleğin gerektirdiği sorumlulukların
ne olduğunu tam olarak bilemeyebilir. Örneğin; ticaret ve sanayi çevrelerinde kredi
değerliliğini zayıflatan bir fiilde bulunmak itibarı zedeler. Başka bir çevrede ise, mesleki
suçlar kamu vicdanını etkilese de önemi, suçların ağırlık derecesine göre değişir.

Zaman içerisinde kültürel, bilimsel, ekonomik ve teknolojik gelişmelere bağlı


olarak mesleklerde değişime uğramaktadır. Toplumun büyük bölümünün meslek ahlakıyla
ilgilenmemesi toplumda meslek ahlakını oluşturacak ve işlemesini sağlayacak bir takım
meslek gruplarının organize olmasını gerekli kılmıştır. Mesleklerin işlevlerine göre
ayrılmaları çok şekilli ahlakın doğmasına neden olmaktadır.

Meslek gruplarının hak ettiği saygınlığa ulaşması için, kendi içinde yönetilmesi,
denetlenmesi ve gerektiğinde cezai müeyyidelerinin uygulanması gerekmektedir.
Meslekten beklenmeyen davranışları gösterenlerin elimine edilmesi ile kalan bireylerin
prestiji artacaktır. Ancak burada bir sorunla da karşılaşılabilmektedir. Örneğin;
Muhasebecilerin uyması gereken kuralları arasında işini en iyi biçimde yapmak
bulunmaktadır. Ancak içinde bulunduğu firmadaki meslek arkadaşlarının bu yetkilerini
kaybettiğini veya yaptıkları işi yeterli özenle yerine getirmediğini bilen bir muhasebeci ne
yapacaktır? Meslektaşlarına olan bağlılığı nedeniyle susması mı gerekecektir? Veya
rakiplerinin işlerini iyi yapmadığını gören bir muhasebeci ne yapacaktır? Eğer böyle bir
durumu açıklarsa haksız rekabet sınırları içine girebilir. Dolayısıyla susması mı
gerekmektedir?”(Mugan; s.10) Bunların ve benzeri sorular tartışılabilir.

Bir meslek kuruluşu ne kadar iyi organize olmuşsa, vicdanlar üzerindeki etik
kontrolleri de o kadar etkili olacaktır. Ve ön önemlisi meslek ahlakı gelişecek ve saygı
görecektir. Bazı mesleklerde örneğin, ülkemizde silahlı kuvvetlerde bu olgu
gözlemlenebilir.

Son yıllarda yaşanan meslek ahlakındaki dejenerasyon, toplum yapısının gittikçe


bozulma eğiliminde olduğunu göstermektedir. Çağdaş toplumların tutulduğu umumi
hastalık bu sebepten ileri gelmektedir. Gerçek de, hastalık fikri bir hastalık değildir. Eğer
bu gün bir hastalıktan ıstırap çekiliyorsa bunun nedeni, henüz gerekli olan değerlerin
yerine oturtulamamış olmasıdır.

17
Doğru ile yanlış arasında sabit bir sınır yoksa ve başarı etik olmayan hareketleri
bağışlatıyorsa bir etik disiplini kurulamaz. Her türlü ekonomik disiplin eksikliği etkisini,
ekonomik hayatın ötesinde de gösterir ve bunun sonucu olarak, toplum ahlakında çöküş
eğiliminin boyutları büyük olur.

Ekonomik hayatın etik değerlerden uzaklaşması, kamu hayatı için bir tehlike teşkil
etmektedir. Sorumluluk bilincinin vicdanlarda yer etmesi için söz konusu değerin ısrarla
uyanık tutulmaya çalışılması gerekir. Bu da ancak, sorumlulukları hatırlatan organize
olmuş bir grubun varlığı ile mümkün olabilir.

3.1. Tarihsel Süreç

Batı toplumları büyük bir ahlak değişikliği yaşamıştır. “kölelik“ Tarihte köleliğin
kaldırılmasında Hıristiyan ahlakının ve İncil deki kardeşlik ile ilgili veciz sözlerin etkili
olabileceği düşünülse de, Kiliselerin de köleleri olduğu bilinmektedir. Hıristiyanlık
“birbirinizi sevin“ diyor ve ardından “köleler efendilerinizi sevin” diyebiliyordu.”
XVIII yy da “İnsan hakları” bildirgesi ile kölelik ortadan kalkmıştır. Ama çok iyi bilinen
bir gerçek vardır ki, bu bildirge oluşmadan önce kölelik anlayışı yıkılmıştır. Öyleyse bu
anlayışı yıkan neydi?

 Sessiz ahlak! Filozofların belirsiz sözlerinden daha güçlü ve daha etkileyici,

 Farkına varılmaksızın insan haklarına götüren düşünceler,

 Vicdan! Bireyleri ahlaklı davranmaya sevk eden en güçlü kuvvet.

Batı da, dini inançların dominant rolü sanayi devrimiyle önemli ölçüde azalmıştır.
20. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar, Batı ülkelerinde egemen olan kapitalist felsefe, ekonomik
kalkınma için işletmeleri bir araç olarak görmüş ve kazancın maksimumlaştırılması için,
pek çok şey mübah olarak kabul edilmiştir. Örneğin, çalışma koşulları önemsenmemiş,
doğal kaynakların hesapsız tüketimi, çevre kirliliği, kalitesiz üretim, yanıltıcı reklâmlar göz
ardı edilmiştir.

Piyasalarda gizli bir elin dengeyi sağladığına inanan Adam Smith ve o dönemdeki
bazı liberaller, uzun dönemde iş hayatında bireylerin belli ölçüde de olsa birbirlerine karşı
gayri şahsi davranışlarda bulunmasının olağan olduğunu vurguladıklarını görüyoruz.
Örneğin; Poole ifade etmektedir ki, “eğer alacaklı olduğu kimselere karşı vicdanlı

18
yaklaşılırsa, onları iflasa zorlayamaz. Oysa uzun vade de en hayırlı davranışları doğuran
sonuç fedakâr olmayan davranıştır.” (Bozkurt; s. 75)

Ünlü liberallerden Bell ve Weber, insanı materyalist yaklaşımla bir madde olarak
görmüş ve örgütte işçiye herhangi bir değer verilmesine önem vermemiştir.

Bu dönemlerde egemen tarım toplumu gerek bilim alanında gerekse, endüstri


alanında etik değerleri göz ardı etmiştir. Daha çok atıl bir hayat anlayışı benimsenmiş
mistik duygular egemen olmuştur. “Nitekim Votaire'den Marks'a tüm aydınlanma
düşünürleri, dinin fetişizmden ve boş inançlardan ibaret olduğuna dolayısıyla da, 20.
yüzyılda da ortadan kaybolacağına inanmışlardır. Oysa bu yüzyılda insanların ilerleme
idealinden dinsel inanca yöneldiğine tanık olunmuştur. Bilime ve akılcı olana duyulan
inancın yerini duygusallığa ve akılcı olmayana özellikle değer veren dinsel bir coşku
almıştır.“ ( Bozkurt; s. 79)

20. Yüzyılın son çeyreğinde, başta Amerika olmak üzere hemen her ülkede önemli
yapısal değişiklikler meydana gelmiştir. Batılı gözlemcilerin büyük bir hayranlıkla idealize
ettikleri Japonya mucizesi, Japon’ların milli kimlikleri ve özümsedikleri temel değerlerle
açıklanmaktadır. Ekonomik mucizenin özünde Japon’ların kültür miraslarından
devraldıkları ve işbirliği içinde eşsiz çalışabilme yetenekleri yatmaktadır.

Amerika ve Avrupa kar maksimizasyonu peşinde koşarken ve “ahlaki değerler


adeta bir ayak bağı olarak”( Bozkurt; s.77) görülürken Japon firmaları pazarların stratejik
fethini, hedeflerini, firma imkânlarını yalnızca ortaklara daha fazla temettü dağıtabilmek
için kullanmamış aynı zamanda, çalışanların çıkarları ve hatta piyasanın talepleri de ön
plana alınmıştır. Dengeli ücret sistemi politikaları yanında, birçok firmada hayat boyu iş
garantisi sağlanmıştır. Böyle bir sosyal sorumluluk bilinci moral, motivasyon ve verimliliği
yükselten unsurlardan olmuştur.

Japon hükümetlerinin başarıdaki rolü ise, yine sosyal sorumluluk bilincine erişmiş
olmalarıyla açıklanabilir. Ülkenin gelişmesi ve kalkınması için temel devlet politikasıyla
hareket edilmiş örneğin; araştırma geliştirmeyi yaygınlaştırmak için, vergi indirimleri
uygulanmış, devre dışı kalan sanayilerden çıkartılan işçilere eğitim imkânı sağlanmış
ayrıca, nakil yardımları yapılmış, özellikle de ilk ve orta öğretim seviyesinde yüksek

19
standartlı eğitim hizmeti sağlanmıştır. Tasarrufların cezalandırıldığı yüksek enflasyon ve
yüksek vergilerin kolaycılığına kaçılmamıştır.

Kalkınma için gerekli olan etkinlik, düzenlilik, tutumluluk, enerjik bir atılımcılık,
uzun vadeli düşünebilmek gibi olmazsa olmaz değerlerin içinde titiz bir dürüstlük, objektif
bir ahlak anlayışı kararlarda adalet ve akılcılık, değişimi kabullenmek gibi sosyal değerler
önemli bir yer tutmaktadır.

Doğu Asya ülkelerinden biri ve doğal kaynaklardan, iç pazardan yoksun ufacık bir
ülke olan Singapur, bu gün belki de dünyanın en güvenli yaşanabilir bir yeri
konumundadır. Malay-Çin çatışmaları sonucu 1965 Malezya Federasyonundan koparak
Leen Kuan Yew un başkanlığıyla tamamıyla bağımsız bir devlet olmuştur. Lee
başkanlığında bir kadro örneğin, temizlik kavramına toplumsal bir olgu olarak bakmıştır.
Umumi yerlerde sigara içmekten, sakız çiğnemeye, metroda bir şeyler yemekten yere çöp
atmaya, tükürmeye hatta umumi tuvaletleri kullandıktan sonra sifonu çekmeye kadar pek
çok konuya eğilmiş, bireylere sorumluluk kazandırabilmek için, ağı cezalar dahi
uygulamıştır. Ve belki de en dikkate değer husus, bu gibi suçları işleyenlerin medya kanalı
ile kamuoyuna sergileniyor olmalarıdır. Örneğin; Singapur’da hediye alan bir memur bunu
bu işle görevli bir devlet dairesine göndermek zorunda ve gönderiyor. Burada hediyeye bir
değer biçiliyor ve isterse o memura satılarak bedeli hazineye gelir kaydediliyor. Bürokrat
hediyesini satın almak istemezse bunlar açık artırmada halka satılıyor. Rüşvetin ayıbı o
kadar büyük ki, 1986 yılında bir araziyi istimlâk ettirmemek için rüşvet aldığı iddia edilen
Ulusal Kalkınma Bakanı intihar etmiştir. “( Kozlu; s.110)

Öyleyse toplumsal kalkınma için, toplumun çok çalışmanın önemine olan inancı,
etik değerlere bağlılığı ve milli gururu ön planda tutması gerekiyor. İster makro düzeyde
ele alınsın, ister mikro düzeyde firmalar bazında ele alınsın, etik yapının etkin olduğu bir
yerde kolay, kolay güven bunalımı da doğmayacaktır.

Globalleşmeyi, merkeziyetçi toplumların çözülmesi izlemiştir. Uluslararası


rekabetin artması, toplumsal farklılaşmanın ivme kazanması ile, çalışma hayatında moral
değerler bir ihtiyaç olarak kendini göstermiştir. Özellikle Amerika gibi bir devlet, Doğu
Asya ülkelerinden özellikle Japonya karşısında dezavantajlı hale gelince kendine
çekidüzen verme zorunluluğunu hissetmiştir. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki, ekonomik

20
hayatın etik dışında kalması kamu hayatında çözülmeye yol açmıştır. Etik değerlerin
verimliliği artıracağı inancı ile bu alanda yapılabilecek çalışmalar zaruret haline gelmiştir.

Japon örneğinden görülmektedir ki, çok büyük bir mağlubiyet sonrası Japon halkı
kültürlerinin özünü korumuş, onu hiçbir şekilde zedelemeden davranış ve tutumlarını
değiştirmeyi becermişlerdir. Oysa Çin incelendiğinde, reform için kendi öz kültürlerini
değiştirmeye teşebbüs ettikleri ancak hüsrana da uğradıkları görülmektedir. Öyleyse
denebilir ki, bir toplumun değişim rüzgârlarından nasibini alması için kültürünün değil,
alışkanlıklarının, davranış biçimlerinin değiştirilmesi gerekir. Japon şirketleri gelenekten
devraldıkları kültürlerini değiştirmeden uygulanabilir olanı alma anlayışıyla bu günlere
gelmiştir. Yani gelişmek için kalkınmış olan bir ülkeyi örnek alarak onun kültürüne adapte
olmaya çalışmak bir Hindistan, bir Çin örneğinde de görülebileceği gibi, yanılgı ve zaman
kaybından öteye gitmeyecektir.

Sosyal sorumluluğun idealleri her yerde aynıdır ama her ülke kendi şartlarına göre
üslubunu saptamak zorundadır. Bir firmayı yönetmek için kitabi yaklaşımlar yerine,
pragmatik kararlar alınmalıdır.

3.2. Kime Karşı Sorumluluk

Dış çevreye açık bir ekonomik ve sosyal sistem olan işletmeler, toplumdaki
değişmelere karşı duyarsız kalmaları mümkün değildir. Aynı zamanda üretim yapabilmek
için aldıkları kararların ekonomik etkileri kadar, toplum üzerinde sosyal etkileri de
mevcuttur. Diğer bir değişle hem ekonomik hem de sosyal açıdan toplumun refahı
üzerinde önemli rol oynarlar.

Her organizasyon karar ve eylem sürecini içerir. Eylemlerin toplum üzerindeki


etkisinden dolayı, daha planlama aşamasında ivedilikle sosyal sorumluğa önem
verilmelidir. Karlı olabilecek faaliyetler için dahi karar alırken, toplumun amaçları ve
değerleri dikkate alınmalıdır.

İşletmelerin, toplum içinde meydana gelecek değişmelere uyum sağlaması ve


sosyal sorumluluk bilinciyle faaliyette bulunması uzun vadeli çıkarları bakımından
kendisine sorunsuz ve uzun bir yaşam sağlayacaktır.

İşletmeler ancak, toplumun sağlığını baz aldıkları ve çevre kirliliğine karşı duyarlı
oldukları ölçüde başarılı işletmeler olarak değerlendirilecektir. Karlı faaliyette bulunmaya

21
ne olursa olsun yaklaşımıyla bakan bir işletme, içinde bulunduğu gemiye delik açmak için
azami bir gayret gösteriyor demektir.

Örgütsel düzeyde yaşanan çıkar çatışması,

 Kişisel - Örgütsel

 Kişisel - Toplumsal

 Örgütsel - Toplumsal düzeyde ortaya çıkabilir.

Birinci şekildeki çatışma, bireysel etik değerler ile örgüt ve örgüt içindeki diğer
kişilerin etik değerleri arasındaki farklılıktan ortaya çıkar. Örneğin; “bir kişi, firmasının
ürettiği bir ürünün reklâmının Playboy ve Penthouse dergilerinde yayınlanmasına kendi
etik değerleri açısından karşı çıkabilir. Fakat işletme politikası bunu gerektirebilir. Bu
örnekte örgütsel değerler doğrudan, bireyin kişisel değerleriyle çatışmaktadır. (Şimşek; s.
78)

İşletmelerde oluşan etik programlar yardımıyla, bireysel değerler ile örgütsel


değerlerin yakınlaşması sağlanır. Böylece motivasyon ve performans sağlanır. Bireyler
arası karşılıklı güveni oluşturmaya çalışan etik değerler, toplam kalite yönetimine ve
stratejik planların uygulanmasına yardımcı olurlar.

“Mintz (1995) müşterilerin baskılarının ve ticari kaygılarının sonucunda ortaya


çıkan baskılara daha iyi karşı koyabilmek ve daha ahlaki kararlar alabilmek için kişisel
değerlerin çok iyi yerleşmiş olması gereğini savunmaktadır. Yazar esas olarak beş madde
üzerinde durmaktadır: 1) iyilikseverlik ve diğerkamlık; 2) dürüstlük ve bütünlük; 3)
tarafsızlık ve geniş görüşlülük; 4) güvenilirlik ve inanırlık; 5) sadakat ve itimada layık
olma. Bu değerler global olarak kabul gören değerlerdir. Bunların toplumlar arasında
farklılık göstermesi beklenemez. Bu meziyetler bireylerde geliştikçe daha ahlaklı bir
toplumdan söz edebiliriz.” (Mugan; s.11)

Kişisel toplumsal düzeydeki çatışmada, toplumsal değerlerden farklı değerlere


sahip kişiler toplumun değer sistemine karşı geldiklerinde etik çatışma içinde kendilerini
bulurlar. Ayrıca ülkeler arasında değer farklılıklarından dolayı da etik çatışmalar ortaya
çıkabilir. Bir toplumda geçerli olan etik değerler başka toplumlarda kabul görmeyebilir.
Çalışmak için Almanya’ya giden Türk ailelerinin özellikle, gençleri ile yaşadıkları sorunlar

22
buna örnek olarak verilebilir.”Ahlaki olmayan olaylara tepkiyi ölçmek amacıyla bireysel
bir toplum yapısı olan Amerikalı denetçiler ve geleneksel bir toplum yapısı olan Tayvanlı
denetçiler ile bir araştırma yapılmıştır. Çalışmada alınan sonuç, ABD’li katılımcıların
ahlaki olmayan bir davranışın hukuki açıdan yaptırımlara daha çok önem verdiklerini,
Tayvanlı katılımcıların ise içinde bulunduğu grubun çıkarlarına zarar verip vermediği ve
gayri ahlaki davranıştan doğabilecek zararın faydasından fazla olup olmadığı konularına
daha çok önem verdiğini göstermiştir.(Mugan; s.2)

Üçüncü olarak, örgütün norm ve değerleriyle toplumun kabul görmüş değerleri


arasında zıtlık varsa karşılıklı çatışmanın olması kaçınılmazdır. Örneğin son yıllarda,
toplumların çok daha duyarlı hale gelmeleriyle içki reklâmlarına ve bazı malların
çevreciler tarafından protesto edilmesine tanık olunmaktadır. Aslında iş etiği ile ilgili
yapılan çalışmalar, toplumu güçlendirmektedir. Etik değerler yöneticilere rehber
olmaktadır.

1970'li yıllarda Batılı toplumların ulaştığı ekonomik refah boyutunun yanında çevre
kirliliği ve ekolojik dengenin bozulması, etnik nedenlerden kaynaklanan sosyo-ekonomik
dengesizlikler gibi sosyal sorunlar önemli bir ivme kazanmıştır. Bunun sonucunda,
işletmelerin sosyal sorumluluk anlayışında yaşam kalitesi olarak adlandırılan bir yaklaşım
ortaya çıkmıştır. Yaşam kalitesi kavramıyla insanın, ekonomik sosyal ve doğal çevresi
içerisinde yaşam standartlarının bir bütün olarak en iyiye çıkarılması kastedilmektedir.

İşletmeler; işletmenin çıkarları ile doğrudan ilgili olan taraflar ile başarılarından
etkilenen topluma karşı sorumluluğa sahiptir.

3.2.1. Çalışanlara karşı sorumluluk

Sanayileşme ile personel yönetimi önem kazanmıştır. Üretim faktörleri arasında en


önemli ve en zor kontrol edilebilen emek faktörünün zaman içinde çeşitli gereksinmeleri

Türkiye’de işçi- işveren ilişkilerini düzenleyen yasalar ile ilgili çalışmalar,


Osmanlı’lar tarafından 19. yüzyılın ikinci yarısında başlamış ancak, 1960 ve 1982
Anayasalarında yer almıştır.

İşletmenin iç çevresi de denebilen çıkar gruplarından çalışanları adil bir ücret


politikası ile ücretlendirmek, insanlık standartlarını olumsuz bir şekilde etkilemeyecek
teknolojinin kullanımı ile sağlıklı ve güvenli çalışma koşulları sağlamak, azami sayıda

23
sakat ve eski hükümlü istihdamı, çalışanların moralini yükselten iş güvenliği sözleşmeleri
toplumsal sorumluluğun yerine getirilmesinin bir boyutunu oluşturmaktadır. Aynı zamanda
çalışma verimini artırmada güdüleyici bir rol oynayan sosyal etkinlikler de iş stresini
azaltmada aynı düzeyde değerlendirilebilir.

Çalışanlara ödenen ücret tek başına hiçbir zaman yeterli değildir. “Maslow’un
ortaya koyduğu gibi, bir negatif hijyen etkenidir. Eğer verilen ücret yetersiz ise, zamanla
insanlar giderek hoşnutsuzlaşacaktır. Sadece verilen ücreti artırmak (yeterli ücret düzeyinin
üzerine çıkarmak) insanları işletme için daha çok çalışmaya yönlendirmeyecektir. Bireyleri
teşvik için, onlara birey gibi davranıp ilgi gösterilmesi gerekmektedir. “(Şimşek; s.107)
Ayrıca hem örgütsel etkinlik hem de, bireylerin mutlulukları için, kişisel özellik ve
becerilerinin belirlenerek bireyin uygun işe yerleştirilmesi, kendini geliştirmesine yardımcı
olunması da bir sosyal sorumluluk gereğidir.

Yöneticilerin, işletmede çalışan işçilerin çıkarlarını koruyabilmeleri için, sendika


kurma, sendikal faaliyetlerde bulunma ve grev hakkına engel olmaması hatta bunun için
uygun bir ortam yaratması çalışanlara karşı etik sorumluluğunun bir gereğidir.

Yöneticilerin, çalışanların iş performansını belirlemek ve kişiliği ölçen psikolojik


testlerden yararlanarak haklarında bilgi sahibi olabilmek için teknolojinin nimetlerini
kullanmaları doğal olduğu kadar, iş etiği açısından sorgulanması gereken başka bir
konudur. Çalışanların monitörlerle izlenmeleri, e-maillerinin kontrolü hatta dini yada siyasi
görüşlerinin değerlendirilmesi, psikolojik açıdan bunalımlara neden olabilir. Çalışanların
güvenli ve sağlıklı çalışma imkânlarından yoksun olması bir takım psikolojik,
psikosomatik ve fiziksel rahatsızlıkları ortaya çıkarabilir.

Çalışanların din, dil, ırk ve cinsiyete dayanan ayrıma ve hatta cinsel tacize maruz
kalması sadece, belirli bir iş yerinde yada sektörde değil, toplumda sıkıntı yaratır. Cinsel
tacizi tam olarak tanımlamak zor olmakla birlikte “Dünya Özgür İşçi Sendikaları
Konfederasyonunun (ICFTU) kadın komitesi şöyle bir tanım yapmıştır; İşyerindekiler
tarafından, tekrar edilen ve istenmeyen sözle, vücut hareketleriyle veya jestler ile
gerçekleştirilen her yaklaşım, cinsel bakımdan küçümseyici her beyan cinsel ayrım güden
her söz cinsel tacizdir.”(Şimşek; s. 122)

3.2.2. Müşterilere karşı sorumluluk

24
İşletmelerin çıkarlarını koruyabilmesi ve amaçlarına ulaşabilmesi için, toplumsal
amaçlara katkıda bulunması zaruridir. İşletme çıkarları ile toplumda güç dengelerini
oluşturan grupların çıkarlarının dengelenmesi sayesinde, işletme amaçlarına daha kolay
ulaşabilecektir. Yalnızca işletmenin çıkarlarını gözetmek yerine, müşterilerinin de
tatmininin sağlanması ve bu gaye içinde kaliteli ve ucuz üretim ve satış sonrası hizmetlere
gereken önemin verilmesi gerekir.

Günümüz koşullarında işletmeler, müşterisini tatmin edebilme becerisine sahip


olduğu düzeyde rekabet ortamında başarıya ulaşma şansını elde edebilecektir. İşletmenin,
müşterilerin istek ve ihtiyaçlarını karşılamaya odaklanması, müşterinin ne istediğini ve
isteklerinin nasıl karşılanacağını bilmesi ve uygun fiyatla değer sunması sayesinde müşteri
işletme ile ilişkili tutulabilecektir. Sonuçta, müşteri odaklı işletme satışlarını ve dolayısı ile
karlılığını da artırabilecektir.

Teknik ve rekabetteki gelişmeler, ürün kalitesinin de önemini artırmıştır.


İşletmelerden tüketicilere kadar toplumun her kesimini ilgilendiren kalite olgusu, ülke
ekonomisine karşı sosyal sorumluluğun bir gereğidir.

Kalite, müşteri isteklerinin tatmin edilmesinde bir süreçtir. Kalite olgusu değişim
ve gelişimlere paralel bir gelişim gösterdiği sürece, işletme de toplam kalite yaklaşımı ile
daha yüksek rekabet gücüne ulaşabilecektir.

Üretilen mal ve hizmetin kalitesinin, onu üreten insanların kalitesi ile doğrudan
ilişkili olduğu esasına dayan Japon’ların toplam kalite sistemi, (Y yönetim tarzı) insana
önem verir. Motivasyonu, ekip ruhu ile sağlar. Uzmanlaşma yerine rotasyon yoluyla iş
zenginleştirmeyi, ön plana alır. Uzun vadede performansın yükselmesi ile Pazar payı artar,
bu da gelire yansır. Gelirler yatırımlara dönüştüğünde istihdam yaratılmış olur.

1970’li yıllardan itibaren yaygınlaşan ve birçok ülke tarafından kabul edilen toplam
kalite anlayışı üretim sürecinin öncesinden başlayıp pazarlama sürecinin sonrasına kadar
uzanan bir süreçtir. Uluslararası Standartlar Örgütü tarafından hazırlanan ISO 9000 serisi
ile dünyadaki ekonomik entegrasyona paralel olarak uluslararası bir standartlaşmaya
gidilmektedir. Bu örgüt kalite güvencesini, işletme bazında sağlamayı hedeflemektedir.
Kaliteli bir üretim için, kaliteli bir Pazar araştırması, kaliteli tasarım, kaliteli hammadde,
kaliteli işçilik, kaliteli ambalaj ve kaliteli servis gereklidir. Tüm bu çalışmalar insanların

25
can ve mal güvenliğini, çevrenin korunmasını yasalarla korumayı da ihmal etmemiştir.
Giderek Pazar koşullarının kaliteli ürün ve hizmet üretimine ilişkin üreticiler üzerindeki
baskıları da etkili olmaktadır. En önemli müeyyidesi ise, pazarın kaliteli ürüne olan talebini
karşılama konusunda yetersiz kalan firmaların, rekabet gücünün kaybolmasıdır.

İşletmelerin tüketicilere karşı sorumluluklarından bir diğeri de, standardizasyonun


sağlanmasıdır. Standardizasyon ürünlere güvenilirlik kazandırır. Tüketiciye ürünleri
karşılaştırma ve seçme kolaylığı sağlar ve satış sonrası hizmetlerden yararlanma imkânı
verir. Ayrıca başarılı standardizasyon çalışmaları, üretim ve pazarlama maliyetinin
düşmesi üzerinde de önemli rol oyar. Kaliteli mal üretimi, hatalı üretimin azalması,
verimlilikte kaydedilen gelişme standardizasyonun, tüketicinin olduğu kadar üreticinin de
yararını ortaya koyar.

3.2.3. Ekolojik Dengeye Karşı Sorumluluk

Ekoloji, canlılarla doğa arasındaki ilişkileri inceleyen bir bilim dalıdır. Dünya
üzerinde insanlar ile diğer canlılar arasındaki en önemli ekolojik fark, diğer canlıların var
olan ekolojik koşullara uyum sağlaması insanların ise, doğal çevre koşullarını kısmen de
olsa değiştirerek denetimi altına alabilmesidir. İnsanların doğaya egemen olma eğilimi
birçok ekonomik, sosyal, politik ve çevresel sorunları da beraberinde getirmiştir. Bu
sorunların tümü “insanlığın ekolojik sorunları” olarak adlandırılmaktadır.

Sanayi devrimiyle bilimsel ve teknolojik açıdan yaşanan olumlu gelişmelere II.


Dünya savaşı sırasında Hiroshima ve Nagasaki’ye atılan bombalar ile gölge düşmüştür.
Çok yakın bir tarih de yaşanan daha doğrusu yaşanmak zorunda bırakılan Çernobil faciası
bir insanlık ayıbı olarak halen hafızalarda yer etmektedir ve etmeye de devam edecektir.
Doğanın insanlığa sunduğu nimetlerin pervasızca kullanılmasının, küçük çıkarlar için
geleceğin feda edilmesinin bir başka boyutu da ne yazık ki, orman katliamında
görülmektedir. Binlerce hayvan ve bitki türünün yok olmasına göz yuman insanlık,
gözbebeğim dediği kendi öz çocuklarının geleceğini feda etmiyor mu?

Doğal kaynakların hızla tükenmesi ve çevrenin kirlenmesi sonucunda ortaya çıkan


ekolojik sorunlar, günümüzde teknik ve sosyal bilimlerin ilgi alanına girmiş ve bilimler
arası konu haline gelmiştir. Bu güne kadar her konuda olduğu gibi bu konuda da yapılan
çalışmalar, yasalarla getirilen yaptırımlar sorunu ancak sınırlandırabilmiştir. Sorunların

26
kökten çözümü bir vicdan işidir, bir etik ruhudur, bir eğitim anlayışıdır. Kanunlar ile
vicdanlar üzerinde hâkimiyet ancak sınırlı boyutlarda kalabilir. Örneğin; eğitim ahlakına
önem verilmeyen bir toplumda, diğer alanlarda ahlaki davranış ve eylemlerin
kurumsallaştırılmasını sağlamak zordur. Meslek ahlakı yalnızca çalışanlara müşterilere ve
rakiplere karşı sorumlulukla sınırlandırılamaz. Organizasyonun, çevre etiğini meslek
etiğinin vazgeçilmez bir unsuru olarak idrak etmesi gerekir.

İşletmelerde, hem kaynakların etkin kullanımı ve hem de çevreye zarar vermeyecek


yada bu zararı minimize edecek teknolojilerin seçip kullanılması önemlidir. Ekonomik
kararlar için, özel maliyetler ve özel faydalar dikkate alınırken aynı zamanda, dışsal
maliyet ve dışsal faydalar da ihmal edilmemelidir. Çevre kirlenmesinin temel özelliği olan
zarar, dışsal bir maliyet olarak değerlendirilebilir. Örneğin; üretim faaliyeti sonucu
meydana gelen atıkların doğrudan çevreye bırakılması, özel üretim maliyetlerinde bir
değişim yaratmamakla beraber, topluma bir maliyeti yani dışsal maliyeti olacaktır.

Kirliliğin ortadan kaldırılabileceğine ilişkin çalışmalardan ziyade, kirletmeden


üretim nasıl yapılabilir? Diğer bir değişle, uygulanacak yatırım projelerinin fizibilite
aşamasında toplumsal maliyeti dikkate alacak yaklaşımlar gerekmektedir.

3.2.4. Yatırımcılara karşı sorumluluk

İşletmenin piyasa değerinin maksimize edilmesi, kar ile riskin en uygun şekilde
dengelenmesi ile ilgili finans fonksiyonunun sorumlulukları işletme içindeki taraflar kadar
işletme dışı tarafları da ilgilendirmektedir. Finansal kararlardan birinci derecede etkilenen
işletme dışı taraflar yatırımcılardır ve işletmeye ilişkin bilgilerden kolaylıkla
etkilenebilmektedir. Bu nedenle, işletmelerde özellikle muhasebecinin sosyal sorumluluğu,
ekonomik ve sosyal içerikli eylemlerle ilgili bilgilerin, belli kişi ve grupların değil, tüm
toplumun çıkarlarının gözetilmesi ile gerçeğe uygun olarak ve en uygun muhasebe
yöntemlerini kullanarak oluşturulması gerekir.

Ayrıca yatırımcıların da sosyal sorumluluğuna dikkati çekmek gerekir. Gelişmiş


ülkelerde yatırımcıların sosyal sorumluluğu kavramı, en yüksek sosyal fayda sağlayan
işletmeye yatırım yapılması öngörüsüdür. Kar maksimizasyonu ile toplumun refahı
arasında doğrudan bir ilginin olduğunu savunan Adam Smith; tasarruf sahiplerinin
beklenen kara göre belli işletmeleri diğerlerine tercih ettiğini ileri sürüyor. Aynı görüşe

27
göre, işletme kar ettiği sürece bireyde işletmeye bağlılık oluşuyor. Kendi çıkarlarını
korumaya çalışan birey işletmenin gelişmesine, sonuç da toplumsal refaha katkı sağlıyor.

3.2.5. Çalışanların işletmeye karşı sorumluluğu

Çalışanların işletmeye karşı sorumluluğu her şeyden önce sadakat bilincine erişmiş
olması ile başlar. İster yazılı, ister sözlü hatta zımni yapılmış olsun, iş akdini layıkıyla
yerine getirmesi ve potansiyelini geliştirmek için gayret göstermesi gerekir.

İşletmenin hakları ile çalışanların hakları içiçedir. Bir tarafın hakkının örselenmesi
zaman içerisinde karşı tarafın haklarına da olumsuz yansıyacaktır. İster özel bir teşebbüs,
ister kamu kuruluşu olsun, çalışanların azami düzeyde işletmenin tüm değerlerini kendi öz
değerleri gibi koruyup kollaması, sahiplik bilinciyle hareket etmesi önemlidir. Sadece ben
miyim? Düşüncesinden kayıtsız şartsız uzaklaşılması zaruridir. Kullandığı değerleri tahrip
etmesine, savurganlık içerisinde olmasına karşı belki doğrudan tepki çekmeyecektir. Hatta
verdiği zararlar küçük boyutlu ve önemsiz olarak değerlendirilebilir de. Öyleyse düşük
ücrete, yüksek vergilere ve enflasyona isyan niye?

Hindistan başbakanı Indra Gandhi’nin torununa verdiği öğüt dikkate değerdir. “iki
türlü insan vardır. İş yapanlar ve yapılan işten kendilerine pay çıkaranlar. İş yapanlardan
ol. Hem orda diğerinden daha az rekabet vardır.” Yine 16. asır İngiliz filozoflarından
Fransis Bacon diyor ki,” Bizi güçlü yapan yediklerimiz değil hazmettiklerimizdir, Bizi
zengin yapan kazandıklarımız değil muhafaza ettiklerimizdir, bizi bilgili yapan
okuduklarımız değil kafamıza yerleştirdiklerimizdir ve bizi sevimli yapan başkalarına
verdiğimiz öğütler değil onları kendimizde uygulamamızdır.”

Muzdarip olunan hastalık, kaygı verici bir ahlak sefaletidir. Bir toplum ahlak
disiplini olmaksızın uzun süre yaşayamaz. Bu gün muzdarip olunan buhran bu
disiplinsizlikten kaynaklanıyor. Çalışma süresi boyunca meslek sırlarının, bilgisayar
programları, üretim planlarının korunması, ticari rekabeti etkileyebilecek aktivitelerden
kaçınılması etik gereğidir. İşten ayrıldıktan sonra rakip firmalarda çalışılmasını engelleyici
yasal sınırlamalar vardır. Tabi bu sınırlamaların da etik olup olmadığı tartışılabilir.

28
4. BİLGİ TOPLUMU KAVRAMI

4.1. Bilgi Toplumu Kavramının Doğuşu

21. yüzyılda bilgi kavramı, değişen anlam ve içeriği ile karşımıza çıkmaktadır. Yeni
gelişen teknolojiler, değişen gereksinimler, artan nüfus bilgiye olan gereksinimi, bilgi
kullanımını ve bilgi yönetimini ön plana çıkarmıştır. Bu eğilim tüm dünyada, bilgi
toplumuna geçiş olarak değerlendirilmektedir.

Tarım toplumu dönemi M.Ö. 8000-7000 yıllarında başlayıp, M.S. 1700’lü yılların
sonuna kadar, yaklaşık on bin yıl sürmüş, sanayi toplumu ise ikiyüzelli yıl gibi kısa bir
sürede yerini bilgi toplumuna bırakmıştır. Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişin çok
hızlı gerçekleşmesinin temel nedeni, yeni teknolojilerin gelişme hızı ve bu teknolojilere
uyum esnekliğinin yüksekliğinden kaynaklanmaktadır. İnsanlık, sanayileşme sürecine göre
teknolojik yenilikler konusunda daha bilinçlidir ve daha geniş olanaklara sahiptir. Sanayi
toplumunda birey, zorunlu ve kültürel ihtiyaçlarını genellikle maddi ürünlerle
karşılamaktadır. Bilgi toplumu aşaması ile bilgi üretimi ve kullanımı yaygınlaşmaktadır.

Ancak bilgi toplumu henüz tamamlanmış bir olgu değildir, hızla değişmekte olan
bir süreçtir.

4.2. Bilgi Toplumunun Temel Özellikleri

Kurumları, işleyiş biçimleri ve normları ile ikinci dalga olarak adlandırılan, sanayi
toplumundan oldukça farklı niteliğe sahip olan bilgi toplumu, yapısını belirleyen bir dizi
özellikleri bünyesinde taşımaktadır. Bilgi sistemleri ve teknolojilerine dayalı olarak
biçimlenmekte olan bilgi toplumu, sanayi toplumundan ciddi biçimde ayrışmakta,
dönüşmekte ve yeni toplum biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bilgi toplumunun temel özelliklerini, aynı zamanda diğer toplumlardan ayıran


farklılıklarını aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:

· Bilgi toplumunda; bilişim teknolojileri, zihinsel emeği ikame etmektedir,

· Bilgi toplumunda; bilgi kullanımı, veri bankaları ve bilgi ağlarına bağlı olarak
üretilebilmektedir,

· Bilgi toplumunda; bilgi kullanımı, ulusal sınırları kaldırıp küreselleşmeye


yönelmiştir,

29
· Bilgi toplumunda, bilgi endüstrileri doğmuş ve tarım-sanayi-hizmet sektörlerine
ilave olarak, dördüncü bir sektör olarak devreye girmiştir,

· Bilgi toplumunda, müşterek üretim ön plana çıkmakta ve paylaşım kullanımla


gerçekleşmektedir,

· Bilgi toplumunda, gelecekteki amaçların gerçekleştirilebilmesi için bilgi kullanımı


gündeme gelmektedir,

· Bilgi toplumunda, katılım ve sosyal yarar ön plana çıkmaktadır,

· Bilgi toplumunda; gönüllü topluluklar, sosyal-ekonomik sürecin öznesi durumuna


gelmektedir,

· Bilgi toplumunda, sınırlı toplum yapısı, çok merkezli fonksiyonel toplum yapısına
dönüşmektedir,

· Bilgi toplumunda, bilgi sektörü egemen olmaktadır.

30
5. BİLGİ TOPLUMUNDA İŞLETME KAVRAMI

2000’li yılların eşiğinde dünya, her alanda, büyük bir dönüşüm yaşamaktadır. İş
dünyası ve temel aktörleri olan işletmeler de, bu büyük dönüşümden derinlemesine
etkilenmektedirler. Bilgi teknolojileri, dünyayı bir ağ sistemi ile donatarak, zaman ve
uzaklık engellerini ortadan kaldırmakta ve globalleşmeyi hızlandırmaktadır.

İşletmelerin bütün çabaları, rekabette üstünlük sağlama stratejilerini, doğru


vizyonlar üzerine kurmaya yönelmektedir. İşletmelerin öncelikli amacı, fark yaratacak
düşünceler üreterek, geleceğe önde varmak şeklinde yeniden tanımlanmaktadır.

5.1. Global İşletme Kavramının Tanımı

21. yüzyılın başarılı şirketleri, küresel işletme mücadelesine girmeye karar veren,
dolayısıyla global olmayı hedefleyen firmalardır. 2000’li yılların global bilgi ekonomisi,
bilgiye dayalı rekabetçi avantajı yakalayan ve sürdürebilen, yani bilgi birikimini ve
paylaşımını sermaye haline getiren toplumlar ve kurumlardan oluşacaktır. Globalleşme ile
gelen yeni ekonomik dünya düzeninin en etkin unsurları, global nitelik kazanan
firmalardır. Öyleyse global firmayı aşağıdaki şekilde tanımlamakta yarar vardır:

Global firma; “ çok ulusluluktan ileri derecede uluslar arasılaşan yönetim, kontrol,
araştırma-geliştirme, üretim ve satış faaliyetlerini dünya çapında ve çok yönlü olarak
yaygınlaştıran ve entegre eden firmadır ”.

5.2. Global İşletmelerin Özellikleri

Küresel boyutta etkinlik arayışı ve rekabette sürdürülebilir üstünlük arayışı, global


firmaları veya globalleşmek isteyen firmaları zorluklarla karşı karşıya getirmektedir. Bu
zorlukların başında, bölgelere göre değişen tüketici zevkleri, ulusal yönetmelik ve hukuki
düzenlemeler ve kamu otoritelerinin farklı sanayi politikaları gelmektedir. Bu durum,
globalleşme sürecinde işletmeleri yerel / küresel ikilemi ile karşı karşıya bırakmaktadır. Ve
global firmaların bu karmaşık yapıları, 21. yüzyılın gerçeği olarak kabul edilmektedir.

Öyleyse, bu çerçevede global firmaların bu karmaşıklıktan kurtulmaları ve global


etkinlik sağlayabilmeleri için aşağıdaki özellikleri taşıması gerekmektedir:

1- Global firmalar, rekabet avantajlarından global ölçekte yararlanabilecekleri


yapısal düzenlemeleri gerçekleştirmelidirler,

31
2- Global firmalar, dünya pazarında, dünya markalarını tutunduran ve dünya
tüketicisine (dünya müşterisi ) hitap eden firma olmalıdırlar,

3- Farklı kültürleri, farklı çalışma alışkanlıklarını ve yönetsel yaklaşımları


uyumlaştırmak zorundadırlar ki sürekli değişime ve gelişime adapte olabilmek için
bu değişim sürecini sürekli benimseyerek kaizen denilen sürekli iyileştirme,
geliştirme felsefesini taşıyan Toplam Kalite Yönetimi, yönetim yaklaşımını
taşımalıdırlar,

4- Kültürler üstü nitelik taşıyan ve dünya vatandaşı kimliğini benimseyen insan


kaynakları ve yönetici yaratma çabası içinde olmalıdırlar,

5- Bilgi teknolojilerinden maksimum derecede yararlanmalıdırlar,

6- Ulusal kültürler arasındaki farkları bertaraf edecek ortak değerler üzerine kurulu
bir firma kültürü yaratmalıdırlar,

7- Küresel ölçekte tasarlanan ancak yerel ihtiyaç ve beklentileri tatmin etmeye


yönelik pazarlama stratejileri oluşturmalıdırlar.

Global firmalar, yukarıdaki şartları yerine getirdikleri sürece, bilgi toplumu


işletmeleri olacaklardır. Çünkü bilgi, günümüzde işletmelerin ekonomik başarısında
giderek hayati önem kazanan ayrıcalıklı bir kaynak haline gelmektedir. Bilgi toplumu
işletmeleri, bilgiye dayalı etkin karar verme sistemlerinin nasıl kurulabileceğine yönelmeye
başlamışlardır. Bu eğilim, yönetim anlayışlarında stratejik yaklaşımların bilgiye ve bilgiyi
etkin kullanmaya doğru değişimini hatta yeniden tanımlanmasını gerekli kılmaktadır.

32
6. BİLGİ TOPLUMU İŞLETMELERİNDE SOSYAL SORUMLULUĞUN
ÖNEMİ VE YERİ

6.1. Bilgi Toplumu İşletmelerinin Benimseyeceği Yönetim Modeli ve Sosyal


Sorumluluk Bağlantısı

Sosyal sorumluluk alanında işletmelerin duyarlı hareket etmesi ile moral


motivasyonu ve verimliliği yüksek, gerilim ve düşmanlıkların törpülendiği insani değerlere
ve eşitliğe yönelmiş, çoğulcu yaklaşım ve yönetim anlayışının egemen olduğu, yaşam
standardı yüksek, denge içinde mutluluk arayan bir toplum oluşur.

Bilgi toplumu işletmelerinin benimseyeceği, günümüzün yeni yönetim modelleri


öğrenen organizasyonlar, yalın organizasyonlar, Toplam Kalite Yönetimi v.b. modeller
olup, yukarıda da ifade edildiği gibi, sosyal sorumlulukların gerçekleştirilmesi sonucunda
tatmin olmuş bir toplum yaratmak için, insana odaklanmış katılımcılığı benimseyen bir
yönetim modeline ihtiyaç vardır ki, bu model toplam kalite yönetim modeli olarak
düşünülebilir.

TKY felsefesi, uzun vadede müşterinin tatmin olmasını başarmayı, kendi çalışanı
ve toplumun menfaati için avantajlar elde etmeyi amaçlayan, kalite üzerine yoğunlaşmış ve
tüm girdilerin katılımına dayanan bir işletme yönetim modelidir.

İnsan kaynaklı işletme olduklarını, toplumla bütünleştiklerini ve onun ayrılmaz bir


parçası olduklarını vurgulayan işletmeler, yönetim modeli olarak, insana odaklı bir
yönetim modelini de tercih etmelidirler. Toplam Kalite Yönetim Modeli, işte böyle bir
model olarak karşımıza çıkmaktadır.

TKY felsefesi, tüketicinin mevcut ve gelecekteki beklentilerini tam ve ekonomik


bir şekilde karşılamayı amaçlamaktadır. Ayrıca tüm çalışanların katılımı ile tüm işçilerin
sürekli geliştirilmesini öngören çevreye saygılı bir yönetim anlayışı olmayı
amaçlamaktadır.

Sosyal sorumluluk ise, işletmelerin birlikte yaşadığı çevreye karşı sorumlu


olmalarıdır. Bu doğrultuda işletmenin, politikasını değişimlere uyarlaması gerekir.
Dolayısıyla, sosyal sorumluluk bilinci içerisinde yönetsel felsefesini oluşturan ve çevreye
açılan işletmeler, çevreye kapalı işletmelere göre daha başarılı ve uzun ömürlü çalışma
şansına sahip olurlar. Çevre ilişkilerini sürekli ve düzenli işleten işletmeler, toplumsal

33
çıkarlarla örgütsel çıkarları uzlaştırabilen çağdaş işletmeler olarak da tanımlanabilir.
Çağdaş işletmeler, sadece yaşayabilmek için değil, toplumun gelişen ve değişen
koşullarına, işletmelerinin uyum göstermesini gerçekleştirebilmek ve toplumun yeni
yapısına uygun yeni yönetim modelleri geliştirmek zorundadır.

Dolayısıyla, globalleşen dünyada insana odaklı olmayı ve bilgiyi ve beraberinde


eğitim etmenlerini ön plana çıkaran bilgi toplumunda, bu toplumun işletmeleri de bu
önemli etmenleri benimseyecek ve önem verecek yönetim modellerini tercih etmelidirler.
Bu model yukarıda da değinildiği gibi Toplam Kalite Yönetim modeli olabilmektedir.

6.2. Global İşletmelerde, Toplam Kalite Yönetim Felsefesinin Önemi ve Sosyal


Sorumluluk Bilincine Etkisi

İşletmelerin genelde yerine getirmesi gereken sorumluklar;

· Ekonomik sorumluluk yani verimli ve karlı olmak,

· Hukuki sorumluluk yani kanunlara uymak,

· Etik sorumluluk yani kanunların ötesinde toplumsal norm ve beklentilere uyumlu


davranmak,

· Sosyal sorumluluk yani toplumsal sorunların çözümü için gönüllü katkıda


bulunmak şeklinde açıklanabilir.

Kurumsal sosyal sorumluluk, doğrudan bu sorumlulukların son ikisini, ancak


dolaylı olarak hepsini içermektedir. Çünkü toplumun beklentilerine uyumlu olan, onun
sorunlarına ilgi gösteren işletmelerin, toplumda yarattığı mutluluk, onların daha mutlu
insan kaynaklarına, daha mutlu müşterilere ve dolayısıyla daha mutlu hissedarlara sahip
olmaları sonucunu getirmektedir. Kurumsal sosyal sorumluluk, işletmelerin daha iyi bir
toplum ve daha iyi bir çevre için gönüllü olarak katkıda bulunmasıdır.

Kurumsal sosyal sorumluluk kavramına önem veren işletmeler genel olarak üç ana
tema üzerinde taahhütte bulunurlar. Bunlar aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

1- Her şeyden önce işletmelerin ticari faaliyetlerini yürütürken, kanuna, ahlak


standartlarına, insan haklarına tam anlamıyla uyumlu davranmaları ve
faaliyetlerinin dünyanın her yerinde çevreye verebileceği zararı en aza indirgemek
durumunda olduklarını kabul etmeleri ve buna uygun davranmalarıdır,

34
2- İşletme faaliyetlerinin sadece işletmenin içini değil, aynı zamanda piyasayı,
tedarik piyasalarını, içinde yaşanılan yöreyi, sivil toplum örgütlerini ve kamu
sektörünü de etkilediğinin ve tüm bu paydaşlar ile iş birliği içinde çalışma gereğinin
bilincinde olmalarıdır,

3- Bu sorumluluğun, en başta işletme yönetim kurulları, yönetim kurulu başkanları


ve genel müdürlerin sorumluluğunda olduğu kabul edilmelidir. Bu kavrama önem
veren işletmeler, yönetim yaklaşımlarını da aynı ciddiyetle yürütmek
durumundadırlar. Dolayısıyla, işletmeler bu konudaki faaliyetlerini de, TKY
felsefesinin iyi yönetim ilkeleri olarak ortaya koyduğu ilkelerle yönetmelidirler.

6.3. Bilgi Toplumu İşletmelerinde Sosyal Sorumluluğun Yerine Getirilmesi


Sonucunda Elde Edilen Faydalar

Özellikle kurumsal sosyal sorumluluk konusunu ciddiye alan şirketler önemli


kazanımlar sağlarlar. Yapılan çalışmalar sonucunda belirlenen faydalar ise şu şekilde
sıralanabilir:

- Bu işletmelerin marka değerleri ve dolayısıyla piyasa değerleri artar,

- Daha nitelikli personeli cezbetme, motive etme ve tutma imkânı doğar,

- Kurumsal öğrenme ve yaratıcılık potansiyeli artar,

- Özellikle bu konularda hassas yatırımcılara ulaşma imkânı oluştuğundan, gerek


hisse değerleri artar, gerekse borçlanma maliyetleri düşer,

- Yeni pazarlara girmekte ve müşteri sadakati sağlamada önemli avantajlar elde


edilir,

- Üretkenlik, verimlilik ve kalite artışları yaşanır,

- Risk yönetimi daha etkin hale gelir,

- Toplum ve kural koyucuların, işletmelerin görüşüne önem vermesi sağlanır.

35
7. ORGANİZASYONEL YURTTAŞLIK KAVRAMI

Organizasyonel bilimlerde emre dayalı olmayan, organizasyonel fayda sağlayan


davranışlar ve hareketler, biçimsel organizasyonel davranışlardan ayırt edilmektedir. Bu
biçimsel olmayan davranışlar “Organizasyonel Yurttaşlık Davranışı - Organizational
Citizenship Behavior - ” olarak ya da“İyi Asker Sendromu - Good Soldier Syndrome – “
olarak adlandırılmıştır. “İyi Asker” olarak tanımlanan davranışın yapısı diğerlerinin
yanlışını bulma, onlarla tartışma, onları şikâyet etme gibi istenmeyen eylemlerin etkinliği
olduğu kadar sosyal anlamdaki davranışları, işi zamanında bitirme, yenilikçi olma,
diğerlerine yardım etme ve gönüllü olmayı içermektedir.

Organizasyonel Yurttaşlık Davranışı, davranıştan daha üstün bir görevi çağrıştırır.


Davranış, örgüt üyelerinin organizasyonel görev ve etkinliklerini gerektirmezken,
organizasyonel yurttaşlık davranışı ise örgütü yıkıcı ve istenmeyen davranışlardan koruma,
önerileri kabul etme, yetenek ve beceri geliştirme, etkin ve yaygın bir iletişim ağı kurma
gibi konuları içerir. Bu davranışlar tüm organizasyondaki örgüt üyelerinin katılımını
gerektirir. Bu anlamda organizasyonel yurttaşlık davranışı, kurumun genel performansı ile
büyük ölçüde bağlantılıdır.

Organizasyonel yurttaşlık davranışı, genel olarak ”biçimsel ödül sistemi tarafından


doğrudan ya da açık olarak tanımlanmayan, zorlayıcı olmayan ve organizasyonun etkin ve
etkili fonksiyonlarının bir arada ilerlemesini sağlayan bireysel davranışlar” olarak ifade
edilmektedir. “Zorlayıcı olmayan” ifadesi ile açıklanmak istenen şudur; davranış, iş
sözleşmesinde açıkça tanımlanan iş tanımı veya rol gereklerini yerine getirmek değil,
kişisel seçime dayanan ve yerine getirilmediği zaman herhangi bir cezanın
uygulanmamasını içermektedir. Bu nedenle; organizasyonel yurttaşlık davranışı ( kavram
çalışmanın devamında OYD olarak ifade edilecektir) Prososyal Organizasyonel
Davranışların alt oluşumu olarak ele alınabilir. Prososyal organizasyonel davranışlar,
organizasyonel yurttaşlık davranışının içerdiği “diğerlerine yardımcı olma” unsurunun
geniş bir yelpazesidir ve prososyal organizasyonel davranışlar, organizasyonda bir bireye
yardımcı olabilecek davranışları içerir. Ayrıca burada önemli olan konu bu tür bireysel
faydaların sözleşme ile garanti edilmemesidir. Bu tür davranışlar organizasyonun sosyal
mekanizmasını işler hale getirirken, çoğu önceden tahmin edilemeyen koşulların
gerektirdiği esnekliği de sağlar. Brief ve Motowidlo, prososyal organizasyonel davranışı,

36
bir organizasyonda işgören tarafından yerine getirilen, bir birey veya gruba doğru
yönlendirilmiş ve bireyin grubun veya organizasyonun refahını artırma yolunda
gerçekleştirdiği davranışlar olarak tanımlamışlardır. Prososyal organizasyonel davranışlar,
organizasyonel yurttaşlık davranışında görülen ekstra rol davranışının kapsamı
içersindedir. Bu anlamda OYD, “ biçimsel rol tanımlarının ötesinde ve üzerinde davranan,
organizasyonel etkinliği arttırmayı amaçlayan işgörenlerin gösterdikleri davranışlar” olarak
ifade edilmektedir.

Kısacası OYD ustabaşına, amirlere yardımcı olan gönüllü davranışları içerir.


Organizasyona yeni katılanlara yardım etme, diğerlerinin haklarını yememe, ilave mola
vermeme, işletme toplantılarına düzenli katılma, sorumluluk alma (diğerlerinin dikkate
almadığı sorumlulukları) ve OYD ye yönelik temel işlerle ilgili sorunlarda diğer
işgörenlere gönüllü olarak yardım etme gibi davranışları içermektedir.

7.1. Organizasyonel Yurttaşlık Davranışında Biçimsel Rol (In Role)


Davranışı

Biçimsel rol (In Role) davranışı işte gerekli olan teknik bir durumdur. Diğer bir
ifadeyle biçimsel rol davranışı yönetim için kabul edilen davranışlardır. Organ biçimsel rol
davranışını biçimsel organizasyonlardaki organizasyonel sistemler, politikalar, kurallar ve
etkin üretim tekniklerinin uygulanması olarak tanımlamıştır. Bu anlamda, biçimsel rol
davranışı bir işte yönetim tarafından belirlenen gereksinimlerdir.

Biçimsel rol davranışı, olması gereken ya da yapılması beklenen davranışlardır ve


bu davranışlar organizasyonel düzenin temelini oluşturmaktadır. Biçimsel rol davranışı
organizasyondaki biçimsel ödül sistemi tarafından tanımlanmaktadır ve iş görenler yerine
getirmeleri gereken davranışlarda başarılı olmazlarsa organizasyonun vereceği ödülleri
alamayacaklardır ve belki de işlerini kaybedeceklerdir. Ancak bir organizasyonda biçimsel
rol davranışlarının mevcut olmaması halinde de çatışmalar ve olumsuz finansal sonuçlar
söz konusu olabilecektir.

7.2. Organizasyonel Yurttaşlık Davranışında Ekstra Rol Davranışı

Organizasyonel davranışın tanımlanmasında Katz ve Kahn (1966-1978 ) ekstra rol


davranışını biçimsel rol tanımına uygun olan ya da biçimsel rol gereklerinin ötesinde ya da
üzerindeki faaliyetler olarak tanımlamışlardır. Bu teoriye göre ekstra rol davranışı

37
ödüllendirmenin haricinde gerçekleşmekte iken, biçimsel rol davranışı ise biçimsel
ödüllendirmeye dayalı olarak meydana gelmektedir. Ekstra rol davranışı organizasyonda
yurttaşlık duygularından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle ekstra rol davranışı biçimsel
gereksinmeler olmaksızın iş görenlerin gönüllü olarak faaliyetlere organizasyon adına
katılmaları ile meydana gelmektedir.

Ekstra rol davranışı işgörenlerin yaratıcı ve içten davranışları olarak ele


alınmaktadır. Ekstra rol davranışları organizasyonel etkinliği arttıran ve kolaylaştıran
biçimsel olmayan ortak eylemleri, gönüllü davranışları ve yardımseverliği içermektedir.
Ekstra rol davranışına örnek olarak, organizasyona yeni katılan işgörenlerin işe
alıştırılması, bu işgörenlere yardım edilmesi ve müşterilere dostça davranılması gibi
davranışlar gösterilebilir. Bu nedenle bu tür davranışlar “görev üstlenme (taking charge)”
olarak da adlandırılabilir. Görev üstlenme organizasyonel değişimin etkisinin işgörenlerin
işlerinde, işin bir bölümünde ya da organizasyonlarda işin nasıl yapılacağı ile ilgili olarak
uygulamaya koydukları yapıcı ve gönüllü çabalarını içermektedir. Benzer şekilde ekstra
rolün diğer bir formu da kendiliğinden oluşan (biçimsel olmayan) davranışlardır. Ekstra rol
davranışının bu formu kendiliğinden oluşan değişim odaklılık ve amaçlılık olarak da
değerlendirilmektedir. Ekstra rol davranışları olumlu ve gönüllülük esasına dayanan
davranışları içermektedir. Bu nedenle ekstra rol davranışları; rol tanımlamalarının
geliştirilmesi değildir, biçimsel ödül sistemi tanımlanmamıştır ve yerine getirilmediği
taktirde herhangi bir cezai yaptırımın gündeme gelmediği davranışlardır. Ekstra rol
davranışları iş yerinde sosyalizasyon, yenilik ve değişim getirmektedir ve bu durum
işgörenlerin rollerini yeniden tanımlamalarını gerektirmektedir.

Kısacası ekstra rol davranışlarının performans değerlendirmelerini aydınlattığı ve


işgören katılımını arttırdığına inanılmaktadır. İş katılımında, organizasyonel katılımda ve
öz gerçekleştirmede bu davranışlar bir faktör olabilir. Chester Barnard’ organizasyonel
analizinde ekstra rol davranışının kişisel temelini bireylerin enerjilerini organizasyon
faaliyetlerine gönüllü olarak yöneltmesi şeklinde ifade ederek, bu gönüllülüğü
organizasyonel gelişimi destekleyici, önceden planlanmayan, organizasyonu koruyucu ve
organizasyonun imajını arttırıcı faaliyetler olarak tanımlamıştır.

38
7.3. Organizasyonel Yurttaşlık Davranışının Unsurları

Organizasyonel yurttaşlık davranışları bir organizasyonun etkin fonksiyon


göstermesi bakımından görev alan işgörenlerin üzerinde akılcı davranışlar olarak
gözlemlenir. Araştırmalarda ekstra rol davranışlarının kapsamında yer diğerlerine yardım
etme, gerekli olmadığı halde görev üstlenme, amirler ile iyi ilişkiler içerisinde olma ve
bireylerin üstlendiği görevler ile ilgili olarak şikâyetçi olmaması gibi unsurlar
organizasyonel yurttaşlık davranışının örnekleri olarak sınıflandırılmıştır. Organ biçimsel
görevin üstünde ya da üzerindeki OYD’ nin beş unsurunu tanımlamıştır. Bunlar;

1.Diğerlerini düşünme (Altruism)

2.İleri Görev Bilinci (Conscientiousness)

3.Nezaket Tabanlı Bilgilendirme (Courtesy)

4.Organizasyonun Gelişimine Destek Verme (Civic Virtue)

5. Gönüllülük ve Centilmenliktir. (Sportmanship)

Aşağıda bu unsurlar ayrıntılı olarak açıklanmıştır.

7.3.1. Diğerlerini Düşünme ( Altruism )

Belirli bir problemde uzman kişilere yardımcı olmayı amaçlayan doğrudan ve


gönüllü davranışlardır. Bu tanımlamaya göre diğerlerini düşünme ustabaşının
performansının arttırılmasına bağlıdır. Podsakoff’a göre bu tür davranışlar denetçilerin
diğer işgörenler üzerinde daha fazla çaba harcamaya odaklanmasıyla daha etkili olmalarını
sağlayacağı için işgörenlerin daha verimli olmasını sağlayacaktır. Diğer taraftan diğerlerini
düşünme, bir işgörenin diğer bir işgörene olağan dışı şartlar altında onun işini
tamamlayabilmesi için yardımcı olmasını da içermektedir. Organ’a göre ise diğerlerini
düşünme, bir işgörenin diğer bir işgörenin rahatsız olması nedeniyle işe gelmemesinden
dolayı onun işini üstlenebilmesidir. Diğerlerini düşünmenin diğer bir örneği de işinde
başarısız olan bir işgörene diğer bir işgörenin yardımcı olmasıdır. Ayrıca diğerlerini
düşünme üretim kalitesini arttıran faaliyetler olarak da tanımlanmaktadır.

7.3.2. İleri Görev Bilinci ( Constientiousness )

39
Minimum rol gereklerinin ötesindeki yardımcı davranışlardır. İleri görev bilinci
biçimsel rol performansının üzerinde ve ötesinde görülmektedir ve ustabaşının
performansını arttıran rol modellerini kapsamaktadır. İleri görev bilinci, diğerlerini
düşünmenin aksine belirli bir bireye yardımcı olmaktır ve etkisi daha geneldir. İleri görev
bilinci bir bütün olarak organizasyona faydalı olan, daha çok dolaylı davranışları
içermektedir. OYD’ nin bu boyutu tamamen gerekli olandan daha fazlasını yapmayı içerir.
Örneğin; fazla mesai verilmediği halde bir projeyi bitirmek için mesai saatlerinin dışında
çalışmak gibi. İleri görev bilinci bireyin hedef odaklı davranışlarına bağımlıdır. Eylem
odaklıdır ve sorumlu davranışlardır. Diğer taraftan ileri görev bilinciyle ilgili son
çalışmalar ileri görev bilincinin iş performansıyla ilgili olduğunu da göstermektedir.

7.3.3. Nezaket Tabanlı Bilgilendirme (Courtesy )

Gelecekte olası problemleri tahmine yönelik doğrudan davranışları içermektedir.


Bu tür davranışlar eyleme başlamadan önce diğerlerini bilgilendirmeye dayanan
faaliyetlerdir ya da tehdit edici faaliyetlere karşı organizasyondaki diğer bireyleri
uyarmaktır. Nezakete dayalı bilgilendirme, daha çok gelecek odaklı davranışlardır ve
herhangi bir problemin oluşumunu önlemeye çalışmak ya da problemin oluşumunu
hafifletmek için tedbir almak bu davranışın kapsamı içerisindedir. Bu davranışlar oldukça
dürüst “İyi Asker” ya da “İyi Yurttaş” sendromunun olduğu doğru ve uygun davranışlardır.
Fakat bu tür davranışlar uzman bireyler için tercih edilmektedir. Diğerlerini düşünme
biçimsel görevlerin ötesindeki performans faaliyetleri ile ilişkiliyken nezaket tabanlı
bilgilendirme, doğru ve uygun faaliyetlerle ilgilidir. Diğer taraftan nezaket tabanlı
bilgilendirme, işgörenlerin zamanlarını boşa geçirmekten kaçınmasını sağlamaktadır.
Böylece işgörenlerin bu tür davranışları ustabaşlarıyla aralarındaki faydalı zamanların
arttırılması sağlayabilir ve gelecekte verimliliğin artması gibi işgören ve yönetim
planlarının başarılmasına yardımcı olabilir.

7.3.4. Organizasyonun Gelişimine Destek Verme ( Civic Virtue )

İşgörenlerin organizasyonun politik yaşamına katılımını gösteren yardımcı


faaliyetlerdir. Organizasyonun gelişimine destek verme davranışı organizasyonu etkileyen
olaylara karşı işgörenlerin kendisini bilgili kılmasıdır ve kararlara ve toplantılara sorumlu
biçimde katılmasıdır. Burada bireysel inisiyatif söz konusudur ve bireylerin organizasyonla

40
ilgili konularda tartışması ve sorunlara yönelik çözüm önerileri getirmesini ve alınan
kararlara katılımını içermektedir. Organizasyonun gelişimine destek verme ustabaşına
önemli bir dışsal bilgi verdiği için ustabaşının performansı üzerinde başarılı olabilir.
Kısacası organizasyonun gelişimine destek verme, açıkça konuşmayı ve birim
fonksiyonlarının geliştirilmesi için yapıcı önerilerde bulunmayı ifade etmektedir.

7.3.5. Gönüllülük ve Centilmenlik (Sportmanship )

Sıkıntı veren olaylar karşısında şikâyet etmemek ve hoşgörülü olmaktır. Gönüllülük


ve centilmenlik, organizasyonun liderine ve organizasyona bir bütün olarak bağlılığı
içermektedir. Olumsuzluklara karşı olumlu olarak yaklaşmaktır. Gönüllülük ve
centilmenlik, organizasyonun itibarını ve hissedarlarını grup dışındaki kimselere karşı
savunmayı kapsamaktadır ve daha ziyade önerilen miktar ile değerlendirilir. İşgörenlerin
işletmenin ününü korumada istekli olması, piyasalara iyi haberler vermek, yanlış
anlaşılanları düzeltmek gönüllülük ve centilmenliğe örnek olarak verilebilir. Yapılan
çalışmalarda gönüllülük ve centilmenlik ile performans arasındaki ilişkiyi destekleyen iki
tartışma konusu ortaya konmuştur ve işgörenler ne kadar çok gönüllü olursa, o kadar
“sadık gönüllüler” (good sports) olacaklardır ve iş yerindeki değişimlere uyum
sağlayacaklardır. Ayrıca işgörenlerin işbirliği yapması konusunda bir yönetici daha az
zaman ve enerji harcayacaktır. Böylece gönüllülük ve centilmenlik, bir işgörenin yönetici
olmaksızın diğer işgörenlerin daha verimli olmasını sağlamasıdır. Diğer taraftan
gönüllülük ve centilmenliğin eksikliği halinde grubun organizasyona karşı hissettiği
sadakat duygusu azalacaktır ve iş yeri atmosferi bozulacaktır. Sadakatin azalması ve
olumsuz işyeri atmosferi işgörenlerin verimini de olumsuz yönde etkileyecektir.

41
8. DEVLET YÖNETİMİNDE AHLAK VE KALİTE SORUNU

Bugün ülkemizde kamu yönetiminde yaşanan sorunların temelinde kalitesizlik ve


ahlaksızlık yatmaktadır. Siyasal ahlakın dejenere olduğu, siyasal yozlaşmaların
yaygınlaştığı artık hemen herkes tarafından bilinmekte ve kabul edilmektedir. Adam
kayırmacılık, hizmet kayırmacılığı, rüşvet, yolsuzluk, rant kollama, lider diktası, mebus
pazarı ve saire siyasal yozlaşmalar Türkiye’de devlet yönetiminde yaşanan başlıca ahlaki
sorunlardır. Siyasal patoloji alanında nepotizm, kronizm, patronaj ve siyasal kayırmacılık
olarak adlandırılan adam kayırmacılık türleri genel olarak kamu sektöründe işe girişte
liyakat sisteminin yerini almıştır. Meritokratik bir devletten çok uzak kayırmacı devlet
anlayışının genel olarak ülkemizde hakim olduğunu düşünüyorum. Hırsızlığın,
yolsuzluğun ve kayırmacılığın hakim olduğu bir kleptokratik düzenin ülkemizde
yerleştiğini görmek gerçekten kaygı ve üzüntü vericidir.

Ahlaksızlık kadar “toplam kalitesizlik” de bugün kamu sektörünün realitesidir.


“Bugün git, yarın gel”, “Allahtan sağlık, devletten aylık”, “salla başı al maaşı” türünden
sözler devletteki kalitesizliği açık ve samimi olarak ifade eden bazı sloganlardır. Gelişmiş
ülkeler yönetimde rönesans döneminin başlangıcı olarak kabul edilen toplam kalite
devrimi’ni yaşarken biz hala toplam kalitesizlik içerisinde kıvranıyoruz. Bizi 21. Yüzyıla
taşıyacak ufuk ve vizyon sahibi liderler ve yönetim kadroları tarafından maalesef
yönetilmiyoruz. Lider diktasının hakim olduğu bir antidemokratik düzende yıllardır
yaşıyoruz. Siyaset biliminde Oligarşinin Tunç Yasası olarak ifade ettiğimiz parti
liderlerinin ve yönetim kadrolarının tunç kadar katı ve değişmez olması bir Türkiye
gerçeğidir ve bu gerçek Türkiye’nin gelişmesini engellemektedir. Türkiye’nin bir diğer
sorunu sistem kalitesizliğidir. Ülkemizde ne siyasal sistem olarak demokrasi, ne de
ekonomik sistem olarak piyasa ekonomisi henüz tüm kuralları ve kurumları ile işler
değildir. İyi bir sosyal düzen için kurallar son derece önemlidir. Oysa Türkiye’de
kurallardan oluşan sistem değil, ünlü sosyolog Emile Durkheim’in terminolojisi ile ifade
edecek olursak “anomie” yani kuralsızlık geçerlidir. Ve insan yönetimindeki sorunlar...
Türkiye’de yukarıda ifade ettiğim nepotizm, yani akraba kayırmacılık, kronizm yani eş-
dost kayırmacılık ve son olarak patronaj, yani siyasal kayırmacılık oldukça yaygın
olduğundan sonuçta kamu sektöründe liyakatsiz kimseler istihdam edilmektedir. İnsan
kaynaklarının yönetiminde kullanılan çağdaş tekniklerin hemen hiç hiçbirinin mevcut

42
olmadığı bir ortamda kamu görevlilerinden beklenen yüksek performansı elde etmek
mümkün değildir. Motivasyonun, ödüllendirmenin, performans değerlendirmesinin
olmadığı bir ortamda insandan kaliteli mal ve hizmet sunmasını bekleyemeyiz.

Özetle, Türkiye’nin temel sorunlarından birisi kalitesizliktir. Türkiye’de lider


kalitesi, insan kalitesi, sistem kalitesi iyileştirilmeden kamu hizmetlerinin kalitesini
artırmak imkânı yoktur. 21. Yüzyıl “Bilgi Çağı” olduğu kadar “Kalite Çağı” olacaktır. O
nedenle “Önce Kalite” felsefesine inanmalı ve bunu her alanda gerçekleştirmeye
çalışmalıyız.

Tekrar edelim, lider, insan, sistem ve donanım kalitesinin olmadığı bir yerde mal ve
hizmet kalitesizliği kaçınılmaz bir sonuçtur.

Gerçekçi ve samimi olalım... Türkiye’de hastanelerde, okullarda,


mahkemelerde sunulan hizmetlerden ne kadar memnunuz... Devlet
hastanelerindeki yaşanan sorunları ve kalitesizliği tek tek burada saymaya gerek
görmüyorum. Bir üniversite öğretim üyesi olarak yükseköğretimde yaşanan en
ciddi sorunun kalitesizlik olduğunu düşünüyorum. Merkezi yönetimden yerel
yönetim kuruluşlarına; KİT’lerden BİT’lere; eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik
kuruluşlarına kadar tüm kamu kurum ve kuruluşlarında arzu ettiğimiz ve layık
olduğumuz kalitede hizmetlere maalesef sahip değiliz.

43

You might also like