You are on page 1of 41

İşletme Çevre İlişkisi Ve Ekolojik Denge.

SANAYİLEŞME VE CEVRE
Sosyal bir hareket olarak ekoloji hareketi 1970’li yıllarda doğmuş
olmasına rağmen çevre kaygısıyla girişilen çabalar 1800 ‘lü yıllara kadar
uzanır.
Sanayileşme ile birlikte , çevre sorunlarının ortaya çıkması bazı düşünürleri
bu konuda düşünmeye itmiştir.
Diğer bir tabirle günümüz anlamında çevre sorunlarının ortaya çıkışı
sanayileşme ile olmuştur. Çünkü insan ilk defa sanayileşme ile doğaya
hakim olmaya başlamıştır. Bu hakimiyet süreci gün geçtikçe sanayileşme
ile birlikte artmıştır.
Daha 1950 yılı gibi yakın bir geçmişte, dünya bügünkünün yedide
biri kadar mal üretiyordu. Sanayi üretimi1950 ile 1973 arasında en hızlı
artışı kaydetti. İmalat sanayindeki üretim yılda %7, madencilikte yılda %5
arttı.
Sanayi ürünlerinin ve bizzat sanayinin kendisinin medeniyetin doğal
kaynak tabanı üzerindeki bir etkisi vardır. Bu etki bütün hammadde
aramaları, çıkarılması, onlardan ürünler elde edilmesi enerji tüketimi, atık
çıkarılması, tüketiciler tarafından ürünlerin tüketilmesi veya atılması
boyunca devam etmektedir. Bu etkiler olumlu olabilir; bir kaynağın kalitesi
iyileştirilip kullanımı genişletile bilir. Buna karşılık olumsuzda ola bilir;
süreçten veya üründen kaynaklanan kirlilik, kaynakların tükenmesi veya
bozulması sonuçlarını doğura bilir.
İşin ikinci yanı “olumsuzda olabilir” tabiri altında bahsettiğimiz
süreç , çevre sorunlarının bu derece artmasının temel sebebi göstereceğimiz
mal ve hizmet üretimin biçimidir. Liberal ekonomiye göre mal ve hizmet
üretimi bireylerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere yapılır. Halbuki bu süreçte
bireylerin tercihleri sürekli değiştirilmekte, mevcut iktisat anlayışları hızlı
büyüme adına tüketim toplumu yaratmaktadır.
Sınırsız ve maliyetsiz olarak kabul edilen tabiat unsurları; su, toprak, hava
mevcut ekonomik anlayış içinde hoyratça ekonomik girdi ekonomik girdi
olarak kullanılmıştır.
Dünyadaki tarım alanları 1981 yılından bu yana bir taraftan su
yetersizliği diğer bir taraftan çevrenin bozulması sonucunda %7 oranında
azalmış bulunmaktadır. Dünya gözetleme entitüsü ‘nün yapmış olduğu
araştırmalar yılda 6 milyon arazinin erozyon ile yok olduğunu
göstermektedir.

Erozyonunu yanı sıra ormanların yokedilmesinin de ekilen alanları aşırı


şekilde etkilediği görülmüştür.
Orman bölgelerinin büyük ölçüde tahrip edilmeleri sonucu meydana
gelen büyük su baskınlarının tarıma elverişli alanları sular altında
bırakarak telafisi zor zaralara sebeb olduğu görülmektedir.
Dünyada sulanan tarım alanlarının 1/5’i (40 milyon hektar ) ya su
taşkınları yada tuzlanma ile tehdit altındadır.
Ekilmeye elverişli toprakların bir kısmıda ev yapımı, faprika ve yol
inşası için kullanılarak tahrip edilmektedir. 1980 yılında UNESCO’ nun
verdiği bir rapor , gelişen dünyada her yıl 3000 km. kare ‘lik alanın
şehirleşmenin işgaline uğradığını göstermektedir.
Büyük bir hızla artan dünya nüfusunu beslemek için üretimin
artırılması amacıyla araştırmalar ve projeler hazırlayan FAO ‘ya göre de ,
tarım için en uygun topraklar tarım dışında kullanılmaktadır.
Tarım alanlarını tehdit eden bir başka tehlike ise,suyun gittikçe
azalması olarıdır.2000 yılına yaklaştıkça 6000 milyon hektar tarıma
elverişli toprağın susuz kalması tehlikesine işaret eden FAO yetkilileri
kısıtlı olan suyun,kullanılan kimyasal besleyici ve ilaçlardan korunmasının
önemi üzerinde durmaktadırlar.
Çevre sorunlarının büyük bir bölümü,doğanın yanlış ve kötü
kullanılması,doğal dengenin bozulmasıyla ilgilidir.Doğanın temel
unsurlarından biri olan toprakta görülen sorunlar,önemli çevre sorunları
olarak kabul edilmektedir.Değişik amaçlara yönelik olarak insanların
toprak ile ilgili uğraşları gözönüne alındığında bu çabaların çevre üzerinde
önemli etkileri olduğu görülmektedir.Çevreye zarar veren bu işlemlerden
en önemlileri toprak erozyonuna yol açan faaliyetler,tarımda kullanılan
ilaçlar ve gübrelerdir.

SANAYİLEŞME ATIKLAR VE ÇEVRE SORUNLARI


Çevre sorunlarının ortaya çıkışı sanayileşme süreci ile
olmuştur.Sanayileşme her ne kadar ülkenin kalkınmasında anahtar faktör
olarak kabul edilirse de, doğal kaynakları harcaması,enerji tüketimi ve
imalat prosesleri sonucu yarattıkları kirlilik ve atıkları nedeniyle aynı
zamanda çevre sorunlarının da önde gelen nedenlerinden biri olmuştur.
Sanayileşme ile meydana gelen endüstriyel atıklar hem üretim
aşamasında işletme bünyesinde

meydana gelen atıklar hemde üretilen malın ambalajından veya tüketici


tarafından kıllanıldıktan sonra yarattığı kirlilik şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Sanayiden kaynaklanan hava kirliliği temelde yanlış yer seçimi,yeterli
teknik tedbirler alınmadan atık gaz ve tozların havaya bırakılması,yanlış ve
eksik teknolojilerin seçiminden kaynaklanmaktadır.
Günümüzde gittikçe artan kimyasal ve madeni atıklar,başta insan
olmak üzere bütün canlıları olumsuz olarak etkilemektedir. Çevre kirliliğe
yolaçanbakır,kadmiyum,civa,kurşun,kalay,varadyum,krom,molibden,kobal
t,nikel gibi madeni maddeler,arsenik,selenyum gibi kimyasal maddeler
insan organizması üzerinde ciddi etkiler yaratan sanayi atıklardır.Örneğin
konserve kutularında,böcek öldürücülerinde kullanılan kalay mide
bulantıları,sindirim ve bağırsak hastalıkları yaratmaktadır.Katalizör olarak
kullanılan nikel,akciğer kanseri ve solunum yolları kanserine yol
açabilmektedir.Civa,merkezi sinir sistemini bozmakta,çinko,kursun ve
bakırda bulunan paslanmaya karşı maddeler,plastik maddeler,boya ve pil
üretiminde kullanılan kadminyum ise solunum ve böbrek hastalıklarının
nedeni olarak ortaya çıkmaktadır.Karaciğer,böbrek,beyin,sinir sistemi gibi
hastalıkları yaratan kursun ise tehlikeli bir başka maddedir.Bütün bu
örnekler üretim sırasında ve üretim sonrasında karşılaşılan çevre
sorunlarını yansıtmaktadır.
Sanayi kuruluşlarının üretiminden dolayı yaratılmış oldukları
çeşitli atıklar,arıtma tesisleri yolu ile ayrıştırılmadıkları ve kullanıma dönük
şekilde değerlendirilemediği sürece,çevre üzerinde oluşturdukları olumsuz
etkiler artacaktır.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)’nin 1987 yılında
yaptığı araştırmalar,17 milyondan fazla kimyasal maddenin
varolduğu,bunlardan 80.000’inin günümüzde kullanıldığını,1000 yeni
kimyasal maddenin de her geçen yıl ticari alana girdiğini göstermektedir.
Modern teknoloji sayesinde insanların
evlerinde,endüstride,tarımda kullandıkları kimyasalların zararı gün geçtikçe
artmaktadır.
1950 yılından bu yana kimyasallardan doğan kazalar ciddi
şekilde artış göstermiş ve son yıllarda da korkunç sonuçların doğmasına
sebep olmuştur.bu zaralı atıklar ve zehirli kimyasallar
yiyecekleri,suları,havayı ve toprakları önemli şekilde kirletmekte ve yaşamı
tehdit etmektedir.
Sanayinin sebep olduğu ağır metal ve organik kirleticiler
insanların zehirlenmesine yol açtığı gibi ,fabrikada üretilen mallar,bu
malların nakli ve çeşitli atıklarından ötürü tehlikeli kirlenmelerin meydana

gelmesiyle yalnızca insanlar üzerinde değil,yaşanan kürede de büyük


zararlar meydana getirmektedir.

ÇEVRE KİRLİLİGİ SORUNUNUN ORTAYA ÇIKIŞ SEBELERİ VE


GELİŞİMİ

Bilindiği gibi insan yaşamının varoluşundan bu yana çevresini


değiştirerek sürdürmüştür. İlk çağlarda insanlar temel gereksinimlerini
doğayla yaptıkları mücadeleler ile elde etmişlerdir. İnsanlık tarihi boyunca
insanın tek değişmeyen özelliği, doğanın zenginliklerinden yararlanarak
gelişmesi ve daha ileri uygarlıklara ulaşabilmesidir. İnsanlığının
ilerlemesinin yattığı tüm olumlu gelişmeler, doğanın cömertçe kullanılması
ile sağlanmıştır.

Ancak, bugün içinde yaşanılan uygarlık çağında,


gereksinimlerin temini içinde sadece doğanın kullanılmasına değil,doğanın
tüketilerek ortadan kaybolmasına da tanık olunmaktadır.

İnsanlık tarihi çevre kirlenmesi olgusu ilk kez insan - doğa


dengesinin bozulmasına yol açacak bir yoğunlukta yaşanmaktadır.Bu
durum doğanın bir parçası olan insanı da tehlikeli bir geleceğe itmektedir.
İnsan - doğa dengesinin bozulmasına yol açan bir hızlılıkla büyüyen çevre
kirliliğinin temel nedeni, kuşkusuz 19. yüzyılda başlayan ve hızla gelişen
sanayileşme olgusudur.20.yüzyıl ise, doğal çevrenin hızla değişmesine ve
yeni bir sosyal çevrenin doğmasına neden olmuştur. Bu büyük dönüşümün
nedeni, sanayileşmenin iki önemli özelliği olan, kitle üretim ve teknolojik
gelişmedir.
Ancak sanayileşme planlı olmamış, salt sanayileşme amaçlanmış,
çevre faktörü göz ardı edilmiştir.Ayrıca geleneksel tarım yöntemlerinin
terkedilerek tarımda yeni teknolojilerin yoğunlaşmasına da doğal çevrede
ciddi hasarlar yaratmıştır.
Daha fazla üretim ve tüketimi gerçekleştiren piyasa ekonomisinin
başarısı, doğal kaynakların aşırı ve yanlış kullanıldığı gerçeğinin
görmezlikten gelinmesine neden olmuştur. Ortaya çıkan çevre sorunlarına
yönelik bu duyarsızlığın diğer bir nedeni de çevre kirliliğinin, sınırsız bir
kapasiteye sahip doğa tarafından ortadan kaldırıla bilineceği gibi yanlış bir
düşüncedir.

Doğa acaba kendini yenileme gücüne sahip midir? Bu sorunun


yanıtı, doğadan ne anlıyoruz, buna karşılık ne veriyoruz şeklinde olmalıdır.
Çevre kirliliği son 50 yılda ve özellikle 1960'lardan sonra başta ABD
ve Japonya olmak üzere gelişmiş ülkelerde öneli boyutlara ulaşırken,
gelişmekte olan ülkelerde de aynı hızda olmasa da sanayileşmenin bir
işlevi olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü, sanayi faaliyetleri, doğadan alınan
hammaddeyi işleyerek ürün durumuna getirdikten sonra onu atık bırakacak
şekilde tüketmek sistemine dayalı olarak çalışır. Teknolojik ilerleme ile
birlikte plastik, naylon, alüminyum vb. fiziksel olarak tamamen yok
edilmeleri imkansız olan maddelerin büyük ölçülerde üretimi ve tüketimi
önemli bir çevre kirliliğine neden olmuştur.

Günümüzde sanayileşmenin ulaştığı aşama, çevre kirliliğine karşı


bilinçli bir şekilde savaşmayı gerektirmektedir. İçinde yaşadığımız yüzyıl,
sanayileşmenin hızlanmasına, ilerlemesine, dünya nüfusunun artmasına ve
beslenme sorunun ortaya çıkmasına tanık olmuştur. Kısacası 20.yüzyılda
hızla artan üretim, doğanın çok hızlı biçimde tüketilmesine yol açmışlar.
Günümüzde doğal çevrede gözle görülmeyen, ama varolan
değişmeleri aktarabilen ekolojik bilimi sanayileşmenin insanlığı ciddi
olarak tehdit ettiği tartışmalarını gündeme getirmiştir. Diğer yandan yine
artan talep yüzünden yeni kaynaklara ulaşa bilmek amacıyla yeni
teknolojilere geçilmesi “Çevre sorunu”na yeni boyutlar eklemiştir.
Gerçekten bazı yeni teknolojiler, hiçbir zaman doğa ile
bütünleşmeyecek inorganik maddelerin ortaya çıkışına yol açmıştır. Tüm
bu gelişmeler, üretim sürecinde ve/veya bu süreç sonunda ortaya çıkan atık
maddeleri çık yoğun biçimde artırarak çevre kirliliğini, insan ve diğer
canlıların varlıklarını sürdürmesini tehdit eden bir noktaya getirmiştir.
Nükleer atıkların yarattığı tehlike, spreylerin yol açtığı ozon
tabakasının delinmesi olgusu veya hava kirlenmesinin asit yağmurlarına
neden olması, sanayileşmenin yarattığı cevre sorununun sanayileşmenin
sadece bir yan etkisi biçiminde hafife alan görüşleri temelinde değişmiştir.
Bu bakımdan 20. yüzyılın son çeyreğinde Batı Ülkelerinin
gelişen çevrecilik hararetini, yalnızca doğanın kirlenmesine değil, doğanın
imhasına karşı koymaya çalışan bir hareket olarak görmek gerekir. Batının
sanayi kesiminde kendisini hızla hissettirmeye başlayan çevre korumacı
özelliklere sahip ürünlerin üretilmesine başladığı ve çevre korumacı
özelliklere sahip ürünlere daha yüksel fiyat ödeyerek tercih edilmesinin
nedeni, çevre sorunları konusunda yaşanan duyarlılığın yoğunlaşmasıdır.

Örneğin Batı Ülkeleri inorganik naylon torba yerine, organik


maddelerle yapılan yapılan torbaya büyük ilgi gösterirken, ağaçlandırma
için fon ayıran inşaat firmalarına yönelen sempati, tüketicilerin giderek
yoğunlaşan çevre sorununun firmalar tarafından göz ardı edilmeyecek bir
noktaya geldiğini göstermektedir.
Bugün ABD'de çöp, asbest, kimyasal atık toplama ve yok etme, hava
kirliliği konularında ülke çapında faaliyet gösteren firmaların oldukça
başarılı bir kar çizgisinde oldukları görülmektedir.
Ayrıca "Su Arıtma" konusunda da Batı Ülkeleri önemli bir teknik
gelişme kaydetmişlerdir. Temizlenen su istenirse yeniden sanayi tesisinin
hizmetine sunulmakta, böylece su kaybı en az düzeye indirilmektedir.Batı
Ülkelerinde alınan diğer bir önlemde, doğal gaz, petrol, kömür gibi enerji
kaynaklarının kullanımında "Merkezi Isıtma" ve güneş kolektörleri
vasıtasıyla güneş enerjisinde merkezi ısıtmada yararlanılmasıdır.Bu
sistemler hem yakıt maliyetlerini düşürmekte, hem de kükürt dioksit atığını
ortalama 0.93 , azot dioksit 0,90 oranında engelleyerek çevreye önemli
katkıda bulunmaktadır.
Kamu kesiminde çevrecilik bilincinin geliştiğini gösteren kanıtlar
vardır.Örneğin çevre korumacılığı için yeni vergi çeşitlerine başvurulması
gibi.Böylece çevre temizliği ve çevre korunması konusunda yasa ve
yönetmeliklerin hızla yürürlüğü konduğu görülmektedir.1990'lılı yıllardan
itibaren hükümetlerin ve sanayi kuruluşlarının çevre kirliliğine karşı
mücadeleye daha fazla fon ayırma yönünde ciddi girişimlerde bulundukları
gözlemlenmektedir.
Batı Ülkelerinde yapılan bilimsel araştırmalara ve devlet sanayi
işbirliği ile yaratılan tüm bu gelişmelere rağmen, çevreci önlemlerin yeterli
olmadığı görülmektedir.ABD gibi bir ülkede kömür işletmelerinin yarattığı
hava kirliliğine karşı mücadelenin hala başarısız düzeyde olduğu
bilinmektedir. Bu durumun nedeni, çevre korunmasına yönelik önlemlerin,
ekonomiye makro düzeyde olumsuz yönde etkileyebilmesidir.
İnsan ihtiyaçlarının sonsuz olması karşısında bu ihtiyaçları
karşılayacak kaynakların sınırlı ve kıt olması,ınsanoğlunun kıtlığa karşı
savaş açmıştır. Bu savaşta onun tek hedefi, içinde doğup yasadığı tabiat ve
çevreye yönelik olmuştur.
İnsan yasamını.var olusunudan bu yana tabiatı tahrip ederek,çevreyi
değiştirerek sürdürmüştür.
İlk çağlarda insanlar temel ihtiyaçlarını tabiat iel yaptıkları
mücadelerle elde etmişlerdir.İnsanlar tarih boyunca tabiatın
zenginliklerinden yararlanarak gelişme yolundaönemli adımlar

atmışlar,sanayileşmeyarışı içine girerek uygarlıklarını


artırmayaçalışmışlardır.İnsanlığınilerlemesinin yarattığı tüm olumlu
gelişmeler tabiatınbilinçsiz ve çömertçe kullanılması ile sağlanmıştır.Ancak
öyle bir duruma gelinmiştir ki,uygarlık yarışıiçerisinde ihtiyaçların
karsılanması ile yalnızca tabiatın kullanılması değili tabiatın tüketilerek
ortadan kaybolmasına da tanık olunmuştur.
İnsalık tarihi çevre kirlenmesi olgusunu, ilk kez insan-
tabiatdengesinin bozulmasına yol acabilecek bir yoğunlukta yasamaktadır.
Bu durum tabiatınbir parcası olan insanı bir arada tehlikeli bir geleceğe
itmektedir.
İnsan-tabiat dengesinin bozulmasına yol açan bir hızlılıkta büyüyen
çevre kirliliğinin temel nedeni , kuşkusuz19.yüzyılda sanayidevrimi ile
baslayan sanayileşme olgusudur.20.yy ise,doğal çevrenin hızladeğişmesine
ve yeni bir sosyal cevrenin doğmasına neden olmuştur.Bu büyük
dönüşümünün nedeni.sanayileşmenin iki önemli özelliği olan.kitle için
üretim ve teknolojik gelişmedir.Ancak fazla üretimve tüketim artışının
sağlanabilmesi için,hızlı sanayileşme planlı olmamış cevre faktörü gözardı
edilmiştir. Bunun yanında tarımda gelenekesel yöntemler terk edilerekyeni
teknolojilerin yoğunlaşması.cevrede ciddi hasarlar yaratmıştırDoğal
kaynakların aşırı ve yanlış kullanıldığı gerceğiningöremezlikten
gelinmesine neden olmuştur.Ortaya cıkan çevre sorunlarına yönelik
duyarsızlığın diğer nedeni de,çevre kirliliğinin sınırsız bir kapasiteye sahip
doğa tarafından ortadan kaldırılabileceği gibi yanlışbir düşüncedir.
Çevre kirliliği,özellikle 1960’lardan sonra başta ABD ve Japonya
olmak üzere gelişmiş ülkelerde önemli boyutlara ulasırken,gelişmekte olan
ülkelerde de aynıhızla olmasada sanayileşmenin bir işlevi olarak ortaya
cıkmıştır.Çünki sanayi faaliyetleri ,doğadan alınan hammaddeyi
işleyerekürürn durmunu geitrdikten sonra,onu atık bırakacakbiçimde
tükenmek sistemine dayalı olarak çalışır.Teknolojik ilerleme ile birlikte
plastik ,aliminyum,naylon v.b. fiziksel olarak tamamen yokedilmeleri
olanaksız olan maddelerin, büyük ölçülerde üretimi ve tüketimi önemli bir
cevre kirliliğine neden olmuştur.20.yüzyıla gelindiğinde artan nüfus artışı
ile birlikte tüketim gereksiniminin artması ,sanayileşmenin hızlanmasına ve
ilerlemesine dolaysıyla doğanın çok daha hızlı bir biçimde kirlenmesine yol
açmıştır.Ayrıca,sanayileşmenin cevrede gözle görülmeyen ekolojik
dengesizlikler yaratarak insanlığı cidd olarak tehtit etmeye baslamıştır.Yine
artan talep yüzünden yeni kaynaklara ulasılabilecek amacıyla yeni
teknolojilere geçilmesiyle,’’Çevre Sorunu’’nayeni boyut eklenmiştir.
Gercekten bazı yeni teknolojiler,hiçbir zaman doğa ile
bütünleşmeyecek inorganik maddelerin ortaya cıkmasına yolaçmıştır.Tüm
bu gelişmeler,üretim sürecinde ve bu süreç sonunda ortaya cıkan atık

maddeleri çok yoğun biçimde arttırarak çevre kirliliğinini,insan ve diğer


canlıların varlıklarını sürdürmelerini tehdit eden bir noktaya getrmiştir.

Bilimsel çalışmalar,doğal çevrede gittikçe artan kimyasal ve madeni


atıkların insan denilen canlının organizmasını bozduğunu ortaya
çıkartmıştır.örneğin otomobil benzininden çıkan kurşun atıkları suya
karışarak birikme eğilimindedir.İnsanın yediği yeşil bitkiler de dahil olmak
üzere bitki ve mikro organizmalar,kurşunu kendilerine zarar vermeden
biriktirebilmektedirler.Egzoz dumanının getirdiği hava kirliliği ve bu gıda
maddeleri yoluyla kurşun insan vücuduna sızmakta ve karaciğer,
böbrek,beyin, merkezi sinir sistemi ve üzerinde tehlikeler yaratmaktadır.
Fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan başka bir sorun ise
atmosferde karbondioksit oranının yükselmesidir.Bu bir çeşit “sera etkisi”
yaratarak,yeryüzünde iklim değişmelerine ve ısı artışlarına neden
olmaktadır.Global ısınma ise yakın bir gelecekte denizleri yükselterek ada,
delta ve bazı kıyıları tehdit edecek,böylece verimli topraklarının 1\6
oranında yok olmasına yol açacaktır.
Çevre kirliliğinin tüm insanlığı içeren global düzeyde yoğunlaştığı
Batı ülkelerinde kamuoyunun çevre kirliliğinin tek nedeni olarak
sanayileşmeyi ve ekonomik büyümeyi suçlaması yüzünden teknolojik
gelişmenin bir yana bırakılmasına taraftar olan kişi ve gruplara da
rastlanmaktadır.Bunlar,özellikle nükleer enerji konusunda sert eleştiriler
yapılmaktadır.

Nükleer enerji 30 yıldan beri kullanılmakta olmasına rağmen,hala


üzerinde tartışılan bir konudur.Bazılarına göre bu enerji çeşidi tehlikeli ve
çevre bakımından zararlıdır.Bugün ABD’de bile kurulmasına karar
verilmiş olan bazı nükleer santrallerden vazgeçilmekte olması,bu iddiaları
destekleyen bir gelişmedir.

Ancak bilim adamları nükleer santrallerin çevre kirliliğine yol açtığı


iddiasını kesin bir veri olarak kabul etmemektedir. Bütünüyle kapalı devre
olarak işleyen nükleer santraller doğaya doğrudan atık atmamaktadır. Tek
bağlantı noktası, soğutma sisteminden bırakılan sudur ki,bu su kesin olarak
radyoaktif bir ortamdan geçmeyen temiz su niteliğindedir.

Çevre korumacılara göre ise, termik ve nükleer santrallerin soğutma


sularının akarsulara verilmesi, bu sulardaki ısıyı yükselterek bitki ve
hayvan varlığını etkilemektedir. Örneğin Chernobil nükleer santralininde
yaşanan kaza radyoaktif gazın yayılmasına , binlerce kişinin ölümüne

neden olmuş ve km’lerce alanı etkilemiştir. Bu olay insan, bitki ve


diğer canlılar üzerinde önemli zararlar yaratmıştır.

EKONOMİK AÇIDAN ÇEVRE KİRLİLİĞİ SORUNU


Ekonomi literatüründe ekonominin başarısını , kaynakların optimal
dağılımına ,kısaca doğanın bir parçası olan insanın , iktisadi faaliyetlerde
verimlilik ilkesi etrafında toplanmasına bağlar. Ancak kaynakların sınırlı
olması ve optimal dağılımın gerçekleşmemesi, insanoğlunu bir takım
arayışlara yöneltmiştir.
Ekonomi bilimi sınırlı kaynakların sınırsız insan ihtiyaçları arasında ,
bireysel bireysel ve toplumsal refahı en yüksek düzeye çıkaracak biçimde ,
en iyi dağılımı inceler. Ekonomi yakın tarihe kadar hava, su, güneş gibi
kaynakları sınırsız kabul etmiş ve serbest mal olarak nitelendirmiştir.
Üretimin yapıla bilmesi için gerekli olan dört üretim faktörü emek
,sermaye, doğa ,girişicidir. Çevresel açıdan önemli olan doğa faktörü
olmakla birlikte , bu öğe ile birlikte kıt kaynak olara kabul edilen toprak
dikkate alınmamıştır. Üretim faktörleri (Emek-Ücret, sermaye-faiz, toprak-
rant,girişimci-kar) fiyatlandırıldığı halde , su gibi doğal kaynaklar
fiyatlandırılmamıştır. Diğer bir değişle , üretimde kullanılan doğal
kaynakların topluma maliyeti ile topluma sağladığı yarar kendiliğinden
fiyatlara yansımamaktadır.

Ekoloji Bilimi ve Çevre Sorunları

İnsanlık, yaşamını sürdürdüğü ekolojik çevrede bulunan madde ve


enerjiden etkilenmektedir.Bir sistem olarak ele alınan ekolojik çevre,
sürekli olarak dinamik ve kararlı bir denge noktasına gelme eğilimindedir.
Bozulmamış durumlarıyla ekolojik sistemler, genellikle çok zengin ve
değişik türlerden oluşan bir canlı ortamı bünyelerinde
barındırmaktadırlar.Bu canlılar arasında var olan ilişkiler çevre kirliliğine
karşı bir tamponlama kapasitesi ve direnme gücü oluşturur.Ekolojik
sistemlerde, atık madde ve enerji, belirli sınırlar içinde kalındığında,
koruma mekanizmaları tarafından dengelenmektedir. Ancak bu sınırların
aşılması, ekolojik dengeyi tekrar geri dönülmeyecek şekilde
değiştirmektedir.
Yeniden oluşan bu dengede ise çevre artık yaşam ortamı
olarak kullanılabilme özelliğini önemli ölçüde yitirmektedir.Böyle bir
çevresel bozulma ekolojik biliminde kalıcı veya geçici bozulma olarak
sınıflandırılmaktadır.Eğer sistem yinede doğandan alınan enerjiyi (güneşi)

kullanarak bozulan düzeni eski duruma getiriyorsa, bozulma


geçicidir.Ancak sistem hızlı bir şekilde tahribe uğruyorsa, bozulma
kalıcıdır.
İşte batı toplumlarının çevre sorununa yönelik ilgileri günümüzde
kalıcı bozulmaların söz konusu olmasıyla başlamıştır. Savaş sonra sı
dönemde gözlemlenen sanayileşme hızının Batı Ülkelerinin ciddi çevre
tahribatına yol açtığı biliniyor.Örneğin ABD'de sanayileşme, kuzeybatı
yöresinde birçok göl ve akarsuyu aşırıcı derecede kirletmiş durumdadır.
ABD ve Kanada arasında fabrika bacalarından çıkan kirli havanın
oluşturduğu asit yağmurları, daha sonda Batı Avrupa'nın birçok bölgesinde
görülmüştür.Londra'da 1950 yıllarında görülen kent içi hava kirliliği
günümüzde aynı sorunu yaşayan kentler için bir örnek olacaktır.
Diğer yandan, planlı bir sanayileşme hedefi seçen Doğu Bloğu
Ülkelerinde, özellikle Doğu Almanya'da çevre kirliliğinin Batı Ülkelere
göre daha ciddi boyutlarda olduğu yeni yeni öğrenilmektedir.Bu durumda
ekonomik büyüme, hangi politikalarla gerçekleşirse gerçekleşsin, çevre
sorunlarıyla karşılaşmayan bir sanayileşme hararetine rastlanmadığı
söylenebilir.
Bilimsel çalışmalar, doğal çevrede gittikçe artan kimyasal ve madeni
atıkların insan denilen canlının organizmasını bozduğunu ortaya
çıkartmaktadır. Örneğin otomobil benzininden çıkan kurşun suya karışarak
birikme eğilimindedir. İnsanın yediği yeşil bitkilerde dahil olmak üzere
bitki ve mikro organizmalar, kurşunu kendine zarar vermeden
biriktirebilmektedirler. Egzoz dumanının getirdiği hava kirliliği ciğer,
böbrek, beyin, merkezi sinir sistemi üzerinde tehlikeler yaratmaktadır.
Fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan başka bir sorun ise
atmosferde karbondioksit oranının yükselmesidir.Bu bir çeşit" Sera Etkisi"
yaratarak, yeryüzünde iklim değişmelerine ve ısı artışlarına neden
olmaktadır. Global ısınma ise yakın bir gelecekte denizleri yükselterek ada,
delta ve bazı kıyıları tehdit edecek, böylece verimli tarım topraklarının 1/6
oranında yok olmasına yol açacaktır.
Çevre kirliliğinin tüm insanlığı içeren global düzeyde
yoğunlaştığı Batı Ülkelerinde kamuoyunun çevre kirliliğinin tek nedeni
olarak sanayileşmeye ve ekonomik büyümeyi suçlaması yüzünden
teknolojik gelişmenin bir yana bırakılmasına taraftar olan kişi ve gruplara
da rastlanmaktadır.
Nükleer enerji, 30 yıldın beri kullanılmakta olmasına rağmen,
hala üzerinde tartışılan bir konudur.Bazılarına göre bu enerji çeşidi tehlikeli
ve çevre sağlığı bakımından zararlıdır. Bugün ABD'de bile kurulmasına
karar verilmiş olan bazı nükleer santrallerden vazgeçilmekte olması, bu
iddiaları destekleyen bir gelişmedir.

Ancak bilim adamları nükleer santrallerin çevre kirliliğe yol


açtığı iddiasını kesin bir veri olarak kabul etmemektedir. Bütünüyle kapalı
devre olarak işleyen nükleer santraller doğaya doğrudan atık
atmamaktadırlar. Tek bağlantı noktası, soğutma sisteminden bırakılan
sudur ki bu su kesin olarak radyoaktif bir ortamdan geçmeyen temiz su
niteliğindedir.

Çevre korumacılarına göre ise, termik ve nükleer santrallerin


soğutma sularının akarsulara verilmesi, bu sulardaki ısıyı yükselterek bitki
ve hayvan varlığını etkilemektedir.

Türkiye'de nükleer enerjinin tepkilere yol açtığı


görülmektedir.Ancak bugünkü üretim ve tüketim düzeyinin devam etmesi
halinde ülkemizde de yeni enerji kaynaklarına gereksinim duyulacağı
açıktır. 1970'li yılların enerji politikaları öncelikle su ve linyit
yataklarından yararlanmak, bu kaynaklar tüketildikten sonra nükleer
enerjiden yararlanmaktı.
Oysa 2000'li yıllarda Türkiye'nin hidrolik potansiyelinin sınırına
erişeceği bilinmektedir. Diğer yandan ısı değeri düşük linyit,içerdiği
kükürt oranının yüksek olması yüzünden asit yağmuruna dönüşen kükürt
dioksit üretmektedir.Bu açıdan termik santrallerine karşı gelişen çevreci
kamuoyunun kaygıları anlaşılır nitelikte iken, aynı kamuoyunun nükleer
enerjiye geçiş çalışmalarına tepki göstermemiş olması, ciddi bilgi
donanımlarının eksik olduğu ortaya koymuştur.
Bugün dünya sorunu haline gelen çevrecilik, çevre kirliliği,
sanayileşme ikilisini birbirleriyle çelişen değil,birbirlerine bağımlı olan iki
konu olarak ele almaktadır.
EKONOMİYE EKOLOJİK YAKLAŞIM VE SÜRDÜRÜLEBİLİR
KALKINMA
Ekonomiye ekolojik düşünceyi katma; israfa sebep olan teknik
açıdan rizikolu ekolojik olarak mahzurlu, sosyal açıdan daha az tahammül
edilebilir üretim teknolojilerinden vazgeçmeyi gerektirir. Çünkü bu
yöntemde ekonomik zararın giderilmesi çok pahalıdır. Bu yapılmazsa hem

günümüz insanlarına hem geleceğin nesline ödenmesi zor faturalar


yükleriz. Seçilecek teknoloji çevreye uyumlu menfi tesiri olmayan
güvenilir ve ucuz olmalıdır.
Endüstri açısından baktığımızda alışılagelen ekonomik sistem
çevreye zararlı atıklar bırakmakta ve çevreyi tahrip etme pahasına
ekonomik büyümeyi hedef alan bir yapıdadır. Ekonomik açıdan alışılagelen
çevre politikaları ise hep açık veren uygulamada zorluklar çıkaran
kaynakların az kullanılmasına sebep olan ve teknolojinin yeterince
gelişmesine mani olan bir yapıdadır.
Halbuki günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler aşağıdaki
yöntemi uygulamak mecburiyetindedir.
1- Ekonomide çevreye getirilen yükü azaltacak bir yapı değişimi.
2- Çevre politikasının önleyici olması.
3- Yeni iş sahalarının ve ekonomi politikalarının ekolojik damgası
olması gerekmektedir.
Örneğin; Almanya'da 1984'de çevre sektöründe Beşyüzbin kişi,
1987'de
Birmilyon'a çıkmıştır (Çalışan nüfusun 20'de biri). Özel sektörün
çevreye yaptığı yatırım 1984 için 3507 DM.'dır. Bu para katı atıkların
temizlenmesi, suların korunması, ses ve gürültü mücadelesi, hava kirliliği
ve kontrolü için kullanılmıştır. Masraf Bilançosu: Hava Kirliliği için
Kırksekizmilyar, Su için Onsekizmilyar, Toprak için Altımilyar, Ses ve
gürültü için Otuzüçmilyar DM. olup toplam zarar Yüzbeşmilyar DM.'dir.
Bugün ABD ve Almanya'da yapılan çevre yatırımlarının %75'i
mevcut tesisleri ve onların zararlı tesirlerini ıslah için yapılan yatırımlar
iken %25'ide az ve zararsız atıklı teknolojiyi geliştirmek ve uygulamak için
yapılan yatırımlardır. Bu nispet her yıl büyümektedir.
Türkiye'de Sanayi Devletlerinin yaptığı aynı hataları yaparak büyür
ise onun çevre ile alakalı faturası çok büyük olacaktır. Bugün Almanya'nın
çevre konusunda en yoğun yatırım yapan ülkelerin en başında gelmesine
rağmen zararlı emisyonlardan ve kirlilikten dolayı, yılda G.S.M.H.'nin
%6'sı yani Yüzaltımilyar DM. kaybı vardır (1987).
Türkiye'de bu kayıp çok daha büyük olabilir, çünkü çevre ile ilgili
kayıpları tespit etmek çok zordur. Bunun için sağlıklı bir araştırmaya da
sahip değiliz. Öncelikle Almanya benzeri araştırmaların ülkemizde de
yapılması gerekmektedir .

ÇEVRE KİRLİLİĞİ VE SONUÇLARI :

Doğu Almanya'da bir sanayi şehri olan Leipzik'de ortalama hayat


seviyesi daha düşüktür. Kış günlerinde hava kirliliğinden araçlar gündüz
farlarını yakmak zorunda kalmaktadır. Espenhain kasabasında her beş
çocukdan dördü yedi yaşından önce kronik bronşit ve kalp hastalıklarına
yakalanmaktadır. Sebebi kömürle çalışan enerji santrallerinin bacalarından
çıkan ve her yıl içinde Dörtyüzbin ton Sülfürdioksit taşıyan sarımsı renkte
bir buluttur.
Çevre temizliği için gösterilen gayretler bir lüks değil hayatta kalma
mücadelesidir. Bir kömür işletmesinin bulunduğu Romanya'nın kasabası
Copsa Mica'da ağaçlardan çimenlere herşey sanki mürekkebe batırılmış
simsiyahtır: Atlar bile burada ancak birkaç sene kalabiliyor, sonra başka bir
yere götürülmeleri gerekli, yoksa ölmeleri kaçınılmaz.
Sanayi alanında temel yakıt olan Linyit kömürü kullanan doğu bloke
ülkeleri atmosfere her sene Yirmialtımilyon ton Sülfürdioksit atmaktadır.
Bunlarda asit yağmuru şeklinde suya ve toprağa geri dönmektedir. Linyit
kömürünün diğer yan ürünleri kanser yapıcı ürünlerdir. Uzun vadede
karbonmonoksit ve karbondioksit iklim değişikliklerine sebep olabilir.
Baltık denizi, Polonya, Doğu Almanya ve Litvanya'nın sanayi
artıklarının bir çöplüğü haline gelmiştir.
Her gün çöp dolu yüzlerce kamyon Doğu Almanya'ya geçmekte ve
yılda Dörtbuçuk milyon ton çöp, curuf ve zehirli maddeden oluşmuş
Kırkbin tonluk artık Doğu Almanya'ya gönderilmiştir.
ABD'deki çevre kirliliği için şu iki misal verilebilir; Bir insan kahve
içmek için senede yaklaşık Altıyüz plastik bardak kullanmaktadır.
Dokuzmilyon bebeğin kullandıktan sonra atılan bezlerinin bir senelik
miktarı Onbeşmilyar adettir.
Özetle, batılı düşüncenin tabiatla mücadelesi ondan sınırsız
faydalanma ve hatta savaş derecesine vardığı için çevreyi kirletmekten
çekinmemiştir. Kirlenen çevreyi temizlemek, öncelikle onu kirleten insanın
fikirlerindeki temizlik düşüncesi ile olacaktır .
ŞEHİR İÇİ KİRLİLİĞİ SEBEPLERİ VE ÇÖZÜM ŞEKLİ :
Kirliliğin ikinci sebebi gazlardır. En önemlisi araba eksozlarından
çıkan kurşun, kükürdioksit, azotmonoksit, karbonmonoksit'dir. Bunların
hepsi insan için toksit özellik gösterir. Şehir ortamında yerden itibaren ilk
bir metre bu gazların nispeti çok yüksektir ve çok küçük yaşlardaki

çocuklar bu seviyede solunum yaparlar, dolayısıyla çocukların bebek


arabasında değil kucakta taşınması ve kesinlikle yürütülmemesi önemli bir
husustur. Çünkü çocuklarda kurşun sinir sistemini ve zihin faaliyetlerini
felç eden Satürnizm hastalığına yol açmaktadır.
Ülkemizde ilk planda şehir temizliği için temiz ev yakıtı ve
kurşunsuz benzin kullanımı teşvik edilmeli. Filtresiz sanayi tesisi
çalıştırılmamalı ve belediyeler havadaki zararlı gazları sürekli ölçmeli.
Buraya kadar sözü edilen programların üst üste birikerek bugüne yığılması,
günü birlik düşünce ve tedbir anlayışından sanayide zor ve sağlıklı
yatırımlara girmekten kaçınılıp, siyasi ve şahsi ayrıca ucuz prestij sağlayan
sadece kısa vadeli meselelerle ilgilenme veya ilgileniyor gözükme
kolaycılığından kaynaklanmaktadır. Problemi tespit çözümün ilk
basamağıdır, bunun için yapılan yatırımlar geleceğimize yapılan yatırım
olduğu anlaşıldığı ölçüde sürdürülebilir ve sağlıklı sanayileşmemiz
gerçekleşir yada Avrupa'nın ödemekte olduğu fatura istemesek de bize de
kesilir.
Ekolojik dünya görüşüne yakın düşünürler,sorun genellikle,Batı
düşüncesindeki zihni-entelektüel dönüşümün sebep olduğu gelişmeler
olarak açıklarken,bazıları sadece sanayileşme ve kentleşme süresini
sorunun sebebi olarak görmektedirler.
Bizim inancımız odur ki aydınlanma ve sonrasındaki fikri
dönüşüm,sunduğu yeni bir zihniyetle,oluşturduğu kurumlarla,getirdiği
yönetim ve yaşam anlayışı ile,bütün olumlu gelişmelerin yanında çevre
sorunlarına da kaynaklık etmiştir.Aydınlanmanın kainat tasarımı,sorunları
son derece arttırmıştır.Biz burada soruna sebep olan fiziki süreci
açıklamakla yetinip,konu ile ilgili tartışmaları ilerleyen sayfalara
bırakacağız.
Çevre sorunlarının en temel sebebi ekolojik sistemin
bozulması,ekosistemin dış etkilerle olumsuzluklar ortaya çıkarmasıdır. Biz
tabii sistem ve ideal sosyo ekonomik sistemi aşağıdaki taplolar yardımı ile
göstere biliriz.

Tabii Sistem
+

Nüfus
Yoğunluğu
-
Kişi Başına
Doğum ve
Kullanılabilir
Ölüm oranları
Kaynaklar

Kullanılabilir
Kaynaklar +

İdeal İnsan Sosyo – Ekonomik Sistemi

Nüfus
Yoğunluğu Doğum
Oranları
_
_
Kişi Başına Doğum ve
Kullanılabilir _ Ölüm
Kaynakların
Kaynaklar Oranları _ Kullanımı
+
+ +
Kullanılabilir Yeni kaynak
Kaynaklar Araştırmaları
Bilindiği gibi sosyo-ekonomik sistem gerçekte bu şekilde
işlemektedir.İnsan-çevre ilişkilerinde,insanın tabii çevresini özellikle tabi
kaynakları sorumsuzca kullanımı bu sistemin ideal işlemesini
engellemektedir.
Ekosistemin dengesini bozan sebeplerden biri ve en önemlisinin
sanayileşme ve sonucundan ortaya çıkan sanayi toplumu olduğu iddia
edilir.Önceleri sınırsız ve bedava kabul edilen tabiatın sürekli kar amacıyla

kullanımı çevre sorunlarının en büyük göstergesi olarak karşımıza


çıkmaktadır.
Mesela tarım sanayiinde üretim,ekosistemi doğrudan bozar ve
çarpıtır.Sanayi üretimi ise daha etkin bir bozucu süreç olarak rol
oynamaktadır.Özellikle sanayi toplumunun insanı doğasından kopararak
yabancılaştırması ve bunun sürekli olarak tekrarı çevre sorunlarının büyük
boyutlara ulaşmasını beraberinde getirmiştir.
Çevre sorunlarının sebeplerini dörde ayırıyoruz bunlar;

1.Nüfus

Dünya nüfusu 18. yy’dan itibaren hızlı artış göstermeye


başlamıştır.sanayi devrimi ile tarımsal alandaki gelişmeler nüfus artışında
etkili olurken 1950 sonrası , gelişmiş ülkelerde nüfus artışı kısmen durmuş
ve azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde nüfus artışı artmıştır. Gelişmiş
ülkeler içinde nüfusun artışı konusunda Kuzey Amerika bir istisna olup ,bu
bu kıtada nüfusun 2025 yılına kadar artacağı tahmin ediliyor.
Dünya nüfusu hızla artmaktadır. Ancak bu artışa karşılık doğal
kaynaklar sınırlı kalmakta, hatta giderek azalmaktadır. Sadece bilgi ve
teknolojideki gelişmeler bazı yeni kaynaklar üretilmesini sağlamaktadır.
Ama bu dahi nüfus baskısının sorunlarını azaltamaz.
Hz. İsa’nın doğumunda 100-*150 milyon tahmin edilen dünya
nüfusu 1550 yılında 500-600 milyona, 1900 ‘lü yıllarda 1.7 milyara
yükselmiştir.1985 yılında 4.8 milyara olan dünya nüfusunun 2000 2li
yıllarda 6.1 olacağı tahmin edilmektedir.
Nüfus artışı özellikle az gelişmiş bölgelerde ortaya çıktığı için
,kaynaklarla nüfus arasındaki uçurum dahada artmaktadır. Çünkü dünya
nüfus artışının %90 2 dan fazlası gelişmekte olan ülkelerde olmaktadır.
Dünya nüfus artışınınözelliklerinden biride hızlı bir kentleşmeyi
ortaya çıkatmasıdır. 1990 yılı itibariyle dünya nüfusunun %43.62sı
kenlerdeyaşmaktadır. Bu oran gelişmiş bölgerde %74.2 olarak görülürken
az gelişmiş bölgelerde %34.4 olarak gerçekleşmiştir. Ancak , nüfus artışına
parelel olarakaz gelişmiş ülkelerde hızlı bir kentleşmede görülmektedir.
Mesela 1990-95 yılında kentleşme oranı dünya dünya toplamında 0.98
olarak tesbit edilirken , az gelişmişmiş olan ülkelerde %1.62 2ye kadar
yükselmektedir. Özellikle az gelişmiş ülkelerde ülke kentlerinde büyüme
oranı çok hızlı seyretmektedir. Sanayileşme-kalkınma çabasıdaki
ülkelerde, nüfus oranındaki büyük artışlar bu çabaları etkilemekte, hatta
kaynakların yetersizliği dışındaki ççevre sorunlarının da ortaya çıkmasına
sebeb olmaktadır. Özelliklle büyük kentlerde nüfus yığılması bu yöreleri
çıkılamaz sorunlara karşı karşıya bırakmaktadır.

Bunun dışınca 2000 yılında 6 milyardan fazla dünya nüfüsnunun iyi


bir hayat seviyesini gerçekleştirecek hayt seviyesini gerçekleştirecek
yeteerli kaynak mevcut şartlarda sağlanamayacaktır. Yine bu kalabalık
nüfusun tükettiği kaynaklarla birlikte ortoya çıkan atıkların tabiat
tarafından emilmemesi ayrı bir sorun olarak ortaya çıkacaktır.
Artan nüfusu besleyenbilmek için kaynakalrın kullanılması
sorununa özellikle dikkat göstermek gerekir . dünya Koruma Stratejisi
Kurumu çevreyi koruma konusunda yeterince duyarlı olmamız durumunda
25000 civarında bitki cinsi ve 1000 civarında omurgalı hayvan varlığının
tehdit altında olduğunu belirtmektedir.
2-Sanayileşme
“James Watt, insanın Tanrı’yı bulmak için çabaya giriştiği zaman
makinayı icat ettiğini anlıyordu. Dünya büyüdükce Tanrı da göklerde
daha yükseklere çıkmıştı.
Watt’ın “demir melekleri tamamladığı zamanda bir Fransız hekimi
insanların kafasını kolayca kesebilmek bir balta icat etmişti ve düşen
baltanın idam edilene acı vermediğini, sadece boynunda hafif bir serinlik
duydugunu yazıyordu.
Yukarıdaki anekdotlar , sanayileşme, teknolojik gelişme ve insan-
tabiat ilişkilrene ilişkin söylenecek bazı şeyleri sanırız söylüyor.
Teknolojik gelişme ve ardından sanayileşme ve üretim artışı
incelendiğinde ciddi bir pradoksla karşılaşılır. Teknolojik gelişme, insan
oğluna ciddi bir güç, imkan ve fırsat verirken, sonuçları bizi hayal
kırıklığına uğratmaktadır.
İnsanlık, tarihsel süreç içinde insan özgürlüğünün bir aracı olarak
geliştirdiği teknolojiye tarihin tarihin bir döneminden itibaren tutsak
olmuştur. Tarihsel süreçte, insan makineyi dizginleyemez duruma gelmiş
ve kurumsal tekniğinortaya çıkmasıyla tekniğin otoriter olmasını ortaya
çıkarmıştır.
Teknolojik ğelişme sadece makine ve aletler eğemenliği değil,
siyasal kurumlara , medyaya kısaca hayatın bütün alanlarına müdahale
ederek hürriyetçi bir ortamı ortadan kaldırmış, teknik olmayan bir
toplumsal alan bırakmamıştır.
Diğer taraftan bilim ve giderek endüstrileşen bilim belirli bir safhada
tabiatın sırlarını keşfetme sürencinden sonra tabiata olmaya ve onu
değiştirmeye başlamıştır. Bu süreçte sanayileşmenin ideoloji olan Merkezi
Devletler ve Sanayi Kapitalizmi de insanı n tabiata eğemenliğinin ve
sömürüsünün devamı sağlanmıştır.
Günümüz anlamında çevre sorunlarının ortaya çıkışı sanayileşme ile
olmuştur. Çünkü insan ilk defa sanayi devrimi ile tabiata hakim olmaya
başlamıştır.

Schumacher “çağdaş insan kendini doğanın bir parçası olarak değil,


yazgısı onu egemenliğine egemenliğine almak ve onu yenmek olan bir güç
olarak hissetmektedir. Hatta doğayla bile savaştan söz etmektedir; oysa bu
savaşı kazanacak olursa kendisini de yenil düşen tarafta bulacağını
unutmaktadır.” Günümüz dünyasına bakılırsa Schumacher2in dediği
olmuş gibidir. İnsan oğlu dogaya hakim olduğu sürece kendide hakimiyet
altına girmektedir.
İlk insandan bu yana avcılık, tarım, savaşlar, kızıldereli ateşleri
çevreyi şu veya bu şekide kirletmişlerdir. Ancak çevrenin canlılar ve insan
için tehlikeli hale gelmesi 17.yy sonu ile başlamıştır. Bunda sanayi çok
önemli bir faktördür. Sanayi faktörü çevre sorunlarında çok önemli bir
faktör derken, sanayileşme ve tenolojik gelişmenin insanlığa faydalarını,
insan refahına etkilerini yadsımak niyetinde değiliz. Ancak, Sanayi
Devrimi sonrasındaki ekonomi, bilim anlayışlarının schmacher’in
kastettiğimanada gelecek kuşaklar için olumsuz sonuçları olduğu
muhakaktır. Bu olumsuz sonuçlardan biri kaynakların tükenmesidir.
Özellikle bazı kaynaklar üretim sürecinde tamamen yok olma sürecine
girmiştir. Önceleri bedava ve sınırsız kabuledilen tabiat, günümüzde sınırlı
bir sermayeye dönüşmüştür. Bazı hammadde ve madenler önümüzdeki
birkaç on yıl içinde tükenecek hale gelmiştir. Bunlardan bazıları fosil
yakıtlardır. Ayrıca önemli madenlerin pek çoğu da üretim bu tahripler
sonuçu üretim sürecinde yok olacaktır. Yine hava, su, toprak gibi bol
kaynaklarda artık, sermaye konumuna girmek üzeredir. Hal böyle olunca
mevcut üretim sürecinin süremesi pek mümkün gözükmektedir.
İşin ikinci yönü belkide günümüz anlamında çevre sorunlarının bu
derce artmasının temel sebebi olarak göstereceğimiz mal ve hizmet
biçimidir. Liberal ekonomiye göre mal ve hizmet üretimi bireylerin
karşılamak üzer yapılır. Halbuki bu süreçte, bireyin tercihleri zorla
değiştirilmekte, mevcut iktisat anlayışları hızlı büyüme ugruna tüketim
toplumu yaratmaktadır. Moda bunu göstergesidir. Bireysel ve toplunsal
ihtiyaçları üreticilerin ve sanayicilerin belirlediği süreçte, amacı kar etmek
amacı olan sermaye bu karı en az maliyetle gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Üretici ve sermaye sermaye için kısa vadede kar, kaynakların
tükenmesinden,doğal hayatin tahribinden , çevrenin kirlenmesinden daha
önemli hale gelmiştir. Hatta günümüzde de, hakim iktisat anlayışı, yani
ekonomik zihniyetin belli başlı karekteristiklerinden biri, büyüme
konusudur. Bu konuda sosyalist ve kapitalist devletler birbirleri
yaklaşmaktadırlar. Büyümenin en önemli sonucunun yeryüzündeki
kaynakların tükenmesi olduğunu belirtmiştik.Büyümenin sonuçlarından
biride büyük ölçekli teknoloji üretimidir.Teknolojinin olumlu yönlerini
sıralamak niyetinde değiliz.Ancak son yıllardaki bazı olumsuz sonuçlarına

değinmeden geçemeyiz.Bunlardan biri nükleer silah üretimidir.Diğer


taraftan üretim ve tüketimi hızla artan teknolojinin istenmeyen yan ürünleri
konusunda insanlığın ve teknolojinin duyarsızlığıdır.Mesela petro-kimya
sanayii gibi sanayilerde günümüzde dahi çevre sorunlarını arttırıcı etkiler
henüz yok edilmemiştir.
Bunların sonucunda da hayatın son derece sağlıksızlaştığı bir fiziki
çevre ortaya çıkarmıştır.
Birkaç örnekle konuyu özetleyebiliriz.İnsanlığın gelişim sürecinde
öncelikle sanayileşme tarım topraklarının hızla yok olmasını
getirmiştir.Peşinden sanayi ürünlerinin atıkları ve fabrika atıkları büyük bir
su kirliliği ortaya çıkarmış ve su ürünlerinin yok olması ile karşı karşıya
kalınmıştır.

3.Kentleşme
Kent sayısının artması ve kentlerde yaşayan insan sayısının artması
şeklinde kabaca tanımlanabilecek kentleşme de, çevre sorunlarının sebebi
olarak karşımıza çıkmaktadır.Sanayi devrimi ile hızlanan ve önceleri sanayi
ülkelerin de daha sonra da bütün dünyada hızla gelişen kentler, kent olarak
büyük sorun alanları görünümü vermektedir.
Önümüzdeki on yıl içinde dünya nüfusunun yarısının kentlerde
yaşayacağı düşünülürse bu sorun alanlarına yeni sorunların ekleneceğini de
rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kent Nüfusu 1950-2000

Dönem 1950(%) 1985(%) 2000(%)


Dünya toplamı 29.2 41.0 46.6

Gelişmiş Bölgeler 53.8 71.5 74.4

Az Gelişmiş Bölgeler 17 31.2 39.3

Kaynak:Kentsel ve Kırsal Nüfus Projeksiyonları, 1984 Gayri resmi


Değerlendirme, Nüfus Bölümü, BM- New York
Kentin gelişmenin,sanayileşmenin hatta özgürleşmenin temeli
sayılmasına ilişkin yaklaşımların tutarlığını tartışmak istemiyoruz.Ancak
bu mevcut kentleşme süreci incelendiğinde, kentlerin ve kentleşmenin ciddi
sorunlara yol açtığını söylemek istiyoruz.

Sanayileşme ve teknolojik gelişmenin ortaya çıkardığı ve dayattığı


kurumsal yapılardan birisi günümüz kentleridir.Kentin büyüklüğü ile ilgili
kesin rakamlar vermek doğru olmamakla birlikte, nüfusu on milyona varan
kentlerin ekolojik bir yaşama uygun olduğunu kimse söyleyemez.Mevcut
kentleşme politikaları ve kentler, merkezi devletin, sanayi kapitalizminin,
kitle üretimi ve dağıtımının kontrolü noktasında zorunlu hale gelmiş
yerleşmelerdir.Bu süreç devam ettiği sürece kentleşme de çevre
sorunlarının temel sebeplerinden biri olmaya devam edecektir.
Gelecek yıllarda var olan kentlere yeni nüfus akını olacağı ve
özellikle az gelişmiş ülke kentlerinin nüfus göçünü barındıramayacak
duruma geleceği bilinmektedir.Çünkü az gelişmiş ülke kentleri göç
edenlere yeterli hizmet,temiz su, sağlık hizmeti, eğitim v.b. imkanları
sağlayabilecek yapıdan yoksundur.
Kentin büyük bir nüfus kitlesini barındırması dolayısıyla, doğrudan
tabii çevreyi olumsuz etkileyen bir yapısı vardır.Özellikle tarım
topraklarının yerleşmeye açılmasını, kırsal bölgelerin ve tabii kaynak
açısından zengin

KİRLENMENİN SEKTÖREL DAĞILIMI


a-Madencilik Sektörü
Madencilik sektörü kalkınmada önemli olan temel bir
sektördür.Günümüzde madencilik sektöründe çevre sorunlarının göz ardı
edilmesi nedeni ile doğal kaynak ve çevre tahribatına sebep olmaktadır.
Bu sektörden kaynaklanan çevre sorunlarını şu şekilde
sıralamak mümkündür.
*Açık işletmecilik faaliyetleri sonucu oluşan arazi bozuklukları,
*Yer altı işletmeciliği sonucu oluşan tasmanların doğurduğu
sorunlar,
*Maden üretimi ve işletimi sırasında ortaya çıkan sıvı,gaz ve katı
atıkların neden olduğu çevre sorunları,
*Madenlerin stoklama ve taşınmaları sırasında meydana gelen çevre
sorunları,
*Madenlerin zenginleştirilmesi, işlenmesi sırasında tasarrufa riayet
edilmemesi ve kazanılması mümkün olan madenlerin alıcı ortamlara
verilmesi sonucu oluşan sorunlar,

*Geri kazanılması mümkün olan maddelerin geri kazanılmaması


sonucu doğal kaynaklar üzerinde oluşan baskılar ve bunun gelecek nesiller
üzerindeki tehdidi,
Madenlerin, çevreye zarar vermeden ekonomik ve güvenli
olarak, hammaddeye talep olan alanlara sürülmesi, sürekli ve dengeli
kalkınmanın temini için tüketim boyutlarının şekillendirilmesi ve geri
kazanılması mümkün olan madenlerin geri kazanma işleminin teşvik
edilmesi yoluyla, dünyada da sınırlı kaynaklardan sayılan madenler
üzerindeki talep miktarını azaltacak ve sektörün neden olduğu çevre
kirliliği sorunlarını büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır.
b-Enerji Sektörü
İnsanların ihtiyaçlarının karşılanmasında ve gelişmenin
sağlıklı olarak sürdürülmesinde gerekli olan enerji başta sanayi,konut ve
ulaştırma sektörleri olmak üzere bütün sektörlerde yaşamsal öneme
sahiptir.Enerjinin üretimi,iletimi ve tüketimi aşamalarında ortaya çıkan
çevre sorunları nedeniyle enerji sorunları nedeniyle enerji ve çevre konuları
birbiriyle direkt olarak bağlantılıdır.
Uzun vade de artan enerji ihtiyacının, güvenli ve çevre
açısından sağlam kaynaklardan sağlanması, tükenen kaynaklar ve hassas
ekolojik denge yönünden büyük önem kazanmaktadır.Halen bu ihtiyacı
karşılamak üzere güvenli ve etkili bir kaynak veya kaynak bütünü
yoktur.Bu nedenle dünyanın hemen her ülkesinde giderek artan ölçüde
enerjiye bağlı çevre sorunları yaşanmaktadır.Enerji kullanımının hızlı
artması, kaynakların azalmasına yol açmaktadır, dolayısıyla enerji maliyeti
artmakta ve bu da enerjiye bağımlı bütün sektörleri olumsuz
etkilemektedir.
Sektörden kaynaklanan çevre sonuçlarını şu şekilde sıralamak
mümkündür.
*Özellikle linyite dayalı termik santrallerden kaynaklanan başta
gazları (kükürt oksitler, uçucu küller)olmak üzere sıvı (soğutma suları)ve
katı atıkların (curuf)yol açtığı su, hava ve toprak kirliliği,

*Hidrolik santraller de dahil olmak üzere tüm enerji üretim


tesislerinin ekosistem üzerindeki olumsuz etkileri,

*Arazi bozulmaları ve toprak kayıplarını

*Doğal kaynakların tüketimi


Boya endüstrisi; Boya fabrikalarında piğment boyalar, yağlı ve
plastik boyalar üretildikleri için hava kirliliği yanında süspansiyon halinde
piğment boyalar, boyaların üretildikleri maddeler karışa bilmekte ve su
kirlenmesine neden olmaktadır.Bunun yanında doğaya önemli miktarda
zehirli maddeler yaymaktadır.
c-Deri Endüstrisi
Derinin işlenilmesi ve kullanıla bilir hale gelmesi tabakhanelerde
gerçekleşmektedir.Tabakhanelerin işleme sırasında yarattığı kokular ve
kirlilik, yoğun kirlilik , yoğun hava kirlenmesi, katı artıklar-yün, kıl ve et,
hayvani yağ, kireç,sülfürler, sodyum bikromat, demir sülfat,palamut
oluşumu, voleks, tanin, krom, sodyum, karbonat, yağ çözücü maddelerin
yarattığı atıklarla su kirlenmesine neden olmaktadır.
d-Gıda endüstrisi
Çeşitli üretim kollarında atık katı maddelerin bozulmasından
meydana gelen kötü kokulu gazlar dışında önemli hava kirlenmesi
yaratmaz.
Ayrıca katı atıklar suya geçtikleri takdirde amino asitleri
meydana getirirler.Ayrıca bu sektörün Çeşitli kollarında yardımcı kimyevi
maddelerin sulara karışarak kirlenme yapması da mümkündür.Gıda
sanayinde genellikle sülfürik asit ve yıkama suları kirliliğine
rastlanmaktadır.
e - Petro-Kimya endüstrisi
Petrol endüstrisinde çevre kirliliği, petrolün aranmasında
çıkarılmasından,rafine edilmesinden ve kullanılmasına kadar bütün
evrelerde ortaya çıkmaktadır.
Petrolün aranması sırasında petrol sontajları sırasında arazinin
tahribata uğraması çeşitli katı atıklara toprak ve su kirlenmelerine yol
açmaktadır.Denizde petrol arama faaliyetleri de su kirliliğine neden
olmaktadır.Petrolün taşınması sırasında da önemli kirlenmeler meydana
gelmektedir.Deniz yoluyla petrolün ulaştırılması sırasında denize önemli
miktarda petrol boşalmaktadır. Denize dökülen petrol deniz yüzeyine
yayılarak yaşayan canlı ortamınıda tehlikeye düşürür ve önemli cevre
kirliliğine yol açar.Petrolün rafine edilmesi sırasında da uçucu
hidrokarbürler so2 ve H2s ve kurşun teatril açığa çıkarak hava kirliliğine
neden olur.
Petro kimya saniyinde üretim sonucunda ise,yine hava ve sun
kirlenmesine neden olmaktadır.Katalizör ve plastifiyen olarak kullanıla
anorganik ve organik kaynaklı yardımcı kimyevi maddeler, anorganik ve

organik azotlu bileşikler , üre, asitler,fenolen,reçineler vb. su kirlenmesine


neden olmaktadırlar.
d-Tarımsal Mücadele ilaçları Endüstrisi
Üretim sırasında gaz,ham ve ara maddelerde, reversibl(iki yönlü)
reaksiyonlar sonucu reaksiyona girmeyen kısımlar iyi tutulmadığı taktirde
baca gazlarından atmosfere kaçarak hava kirlenmesine neden olmaktadır.
Üretim sırasında su kirlenmesi de ortaya çıkmaktadır. İlaçlar çok
çeşitli olduğu için suya geçen maddelerde çok sayıldadır.
Üretimden sonra, kullanım sırasında havaya, toprağa ve suya geçen
kısımların hava toprak su kirlilikleri meydana getirdiği görülmektedir.
f-Temizlik Maddelri Endüstrisi
Çeşitli maddelerin üretimi ve kullanılması sırasında komponetlerde
kaçaklar, kastikli artık tuzlar, dolgu maddeleri, sentetik deterjanlar toz
hammaddeler üretim sırasında su kirlenmesine neden olmaktadır.Kullanma
sırasında da suyla karışarak kimyevi birikmeye yol açmaktadırlar.
Kalkınmanın sürekliliğini sağlaya bilmek için doğal kaynakların
tükenmeden, kendilerini yenileme sürecini tanıyarak kullanılması
sağlanmalıdır. Bunun içinde en az kaynakta en fazla ürün elde etmek olan
verimlilik politikasını tüm sanayi sektöründe uygulanması uyğun olacaktır.
Sanayi kuruluşlarının çevresel etkilerini değerlendire bilmek
için mevcut ve yeni kurulacak tesisler olarak ayrı ayrı ele almak
gerekmektedir.Mevcut tesisler, yeni çevresel normlara uymalı, yeni
kurulacak tesisler çevreye uyumlu olmalıdır. Gerek mevcut gerekse yeni
kurulacak tesisler ülke şartlarına uygun yer ve az atıklı teknoloji seçimi
yapılmalıdır.
Organize sanayi bölgeleri tespit edilmeli yaygınlaştırılmalıdır.
Üretime geçilmeden önce arıtma tesisi kurulmalı zorunlu hale
getirilmelidir.
Sanayi faaliyetleri sonucu oluşacak artık ve atıklar tehlike
düzeylerine göre sınıflandırılmalı, bertaraf yöntemleri seçilmelidir.tehlikeli
atıkların miktarını en aza indirmek için hammadde olarak kullanılan zararlı
kimyasal maddelerin yerine daha az toksik olan altarnatif maddelerin
araştırılması ve kullanılması gereklidir.
Sanayi atıklarının tesis içinde kaynağından ayrı toplanmaları ve
yokedinceye kadar çevre ve insan sağlığına zarar vermeyecek şekilde

geçici depolanmaları sağlanmalıdır. Artıkların geri kazanılması ve yeniden


kullanılması imkanları araştırılmalıdır.
Sanayiler,kullandıkları zararlı kimyasal madde ve ürünlerinde
etiketleme,ambalaj,depolama,kullanma ve taşıma kurallarına
uymalıdır.Atıkların bertaraflarının sağlanması için öngörülen ücret sanayi
tarafından ödenmelidir.
Sanayi sektöründe istikrarlı bir şekilde büyüyebilmek için verimliliği
artırıcı modernizasyon yatırımlarına gelinmesi özendirilmelidir.
e-Ulasım Sektörü
Sürekli ve dengeli kalkınmanın sağlanması amacıyla cevre ile
uyumlu ulasım metodlarının ve teknolojinin geliştirilmesi gerekmektedir .
Ulaşım sektörü içinde en büyük payı karayolu taşımacılığı
almaktadır.Karayolu ağının geliştirilmesi,karayollarının verimli arazilerden
geçirilmesi nedeniyle arazi kayıpları,ayrıca yerleşim alanlarının buralara
yönelmesi nedeniyle başta toprak kaynakları olmak üzere diğer çevresel
kaynakların plansız kullanımı problemi ortaya cıkmaktadır.
Artan motorlu kara tasıt sayısı ile birlikte hava kirliliğine taşıt
emisyonlarının katkısı özellıkle büyük şehirlerde giderek artmakta ve
önlem alınması gerekli boyutlara ulaşmaktadır.
Her yıl 600.000 bin ton petrolün deniz ortamına gemilerin normal
operasyonları,kazalar ve illegal deşarjlar yoluyla bırakıldığı ve deniz
araçlarından kaynaklanan kirliliğin toplam kirlilik yükü içinde payının
%10 olduğu düşünülürse ulaştırma sektörü içinde çevrenin etkilenmesi
konularında da gerekli titizliğin gösterilmesi zorunluluğu ortaya
çıkmaktadır .
Kara ulaşımı ile ilgi çevresel değerlerin korunması amacıyla etki
değerlendirme araçlarının kullanılması yönünde ciddi yaklaşımlara ihtiyaç
vardır.
Motorlu taşıtlardan kaynaklanan hava kirliliğini azaltmak üzere
ilgili sektörlerin , kurumların gerekli altyapıyı zamanında tamamlamaları
gerekmektedir.
Ulusal,bölgesel ve yerel düzeyde kirlilik kontrol ve mücadele ağı
kurma yolları araştırılmalıdır.
Gerek ulusal mevzuat gerekse uluslar arası sözleşmelerle getirilen
yükümlülüklere riayetin
Sağlanması için yaptırımların güçlendirilmesi gerekmektedir.

ÇEVRE KORUMA POLİTİKASINDA EKONOMİK


ARAÇLAR
Ekonomik araçlar ekonomiyi yönlendiren üreticiler ve tüketiciler
gibi çeşitli karar gruplarının verecekleri karada ve yapacakları tercihlerde
faaliyetlerin fayda_maliyet dengesi göz önüne almasını sağlayan
yöntemler olarak tanımlamak mümkündür.Böylece kirletenlerle toplum
arasında , bir yandan vergiler ve yardımlar gibi ekonomik araçlarla para
transferleri sağlanırken ,öte yandan ticari izin gibi araçlarla yeni piyasalar
oluşturulmaktadır.Örneğin Danimarka'da uygulanan cam şişeler
üzerindeki ambalaj vergisinin amacı şişelerin toplanıp yeniden
kullanımını teşvik etmektedir. Bu vergi kullanılan şişelerin toplanma ve
temizlenme maliyetlerini karşılayacak kadar yüksek olmaktadır. Plastik
şişeler üzerindeki vergi oranı ise , karton ve ince levhalar üzerindeki vergi
oranları ile karşılştırıldığında,oldukça yüksek düzeyde bulunmaktadır.
Ekonomik araçların temel amaçlarından birisi de doğal kaynakların
verimli kullanımı ve dağılımı için uygun fiyatlandırmayı sağlamaktır.
Doğru bir fiyatlandırma , çevresel tehlikenin marjinal maliyetinin , kirliliği
azaltmanın marjinal maliyetine eşit olduğunu gösterir. Ancak,çevresel mal
ve hizmetler pazarlanamaz durumda ise veya çevresel hasarın maliyetlere
yansıması söz konusu değilse doğru bir fiyatlandırma mümkün olamaz
Bu durumda alternatif olarak, kirliliği azaltarak cevreyi korumanın
maliyetini çevreye atılan kirleticiler için ödenen fiyata eşitlemek
mümkündür .Çevreye göre ayarlanmış bu tür bir fiyatlandırma çevresel
faaliyetleri azaltmaya yönelik bir teşvik unsuru sayılabilir.
Çevre politikalarını başarılı kılabilecek ekonomik ve mali araçları
kısaca şu şekilde sıralamak mümkündür.
1)Vergiler a)Atık vergileri
*Gaz atık vergiler
*Sıvı atık vergileri
*Katı atık vergileri
*Atık bertaraf etme vergileri
b)işletme vergileri
*Kayıt vergileri
*Lisans vergileri
c)Kullanma Vergileri
d)Temizleme arıtma vergiler
e)üretim vergisi
f)Emisyon vergisi
g)ürün vergisi
h)Ambalaj vergisi
ı)Beklenmedik kar vergisi

2)Vergi dışı araçlar


a)Bagışlar
*Karşılıksız
*Koşullu
b)Teşvik ödemeleri
c)Vergi indirimleri
d)Gelir kayıplarının tazmini
e)Transfer ödemeleri
Kentleşme-konut ana başlığı altında ilgili 23. maddede "Sağlıklı ve
düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek sosyal ve ekonomik gelişmeyi
sağlamak ve kamu mallarını korumak amacıyla ülke düzeyinde yerleşme
sorunları çözüme kavuşturacaktır."57.maddede ise,"ülkenin konut
ihtiyacı;sosyo-ekonomik gelişmeler dikkate alınarak,şehirlerin özelliklerini
ve çevre sorunlarını gözeten bir planlama çerçevesinde karşılanacak,toplu
konut yapımı teşebbüsleri desteklenecektir."denilmektedir.
1983 yılında yürürlüğe giren 2872 sayılı çevre kanunu,çevre ve
ekonomik ilişkileri açısından önemli sayılacak kalkınma çabaları ile
çevrenin korunması arasındaki ilişkiler .kirlenme yasağı kirletenin
sorumluluğu gibi temel ilkeler getirmiştir.
Daha sonra 2863 sayılı Kültür ve Tabiat varlıklarını Koruma
Kanunu,2873 sayılı Mili Parklar Kanunu çıkarılarak kanunu çerçevesi
belirlenmiştir.
Çevre kanunun uygulanmasına yönelik,1985 yılından itibaren
yönetmelikler çıkarılmıştır.Bunlar 1985 tarihli çevre kirliliğine önleme
fonu yönetmeliği ve gürültü kontrol yönetmeliği,1987 tarihli gemi ve deniz
araçlarına verilecek cezalarda suçun tespiti ve cezanın kesilmesi usulleri ile
kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmelik,1989 tarihli su kirliliği
yönetmeliği,1991 yılında 443 sayılı çevre ile çevre korunması ve
iyileştirilmesi,kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en

uygun ve en verimli şekilde kullanılması ve korunması,ülkenin doğal bitki


ve hayvan varlığı ile doğal zenginliklerinin korunması,geliştirilmesi ve her
türlü çevre kirliliğinin önlenmesi için Çevre Bakanlığı’nın kurulmasına
teşkilat ve görevlerine ilişkin esasları düzenlenmesi ilkesi getirilmiştir.1991
tarihli Katı Atıkların Kontrol Yönetmeliği,1993 tarihli Çevresel Etki
Değerlendirilmesi Yönetmeliği,1993 tarihli Tıbbi Atıkların Kontrolü
Yönetmeliği,1993 tarihli Zararlı Kimyasal Madde ve Ürünlerin Kontrolü
Yönetmeliği olarak sıralanmaktadır.

Türkiye’de Çevre Kirliliği Sorunlarının önlenebilmesi İçin


Alınması Gereken Tedbirler-Öneriler
Türkiye’de çevre kirliliği hava,su,deniz,toprak ve gıda kirlenmesi ve
gürültü şeklinde başlamış,sanayileşmenin hızlı olduğu bölgelerde ise etkin
denetimin yapılmayışı,yanlış yerleşme,plansızlık,denetimsizlik şeklinde
görülen çevre kirliliği sorunu gün geçtikçe etkisini arttırmıştır.Bu tür
sorunların azaltılması ya da önlenebilmesi birtakım tedbirlerin alınmasını
gerektirmektedir.
1983 yılında çıkarılan 2872 sayılı çevre kanunu ,çevre korunması ve
kirliliği ile ilgili amaç,tanım ve ilkeleri,önlem ve yasakları
kapsamaktadır.Yasa,çevre konusunda önemli bir aşama olmasına rağmen
yeterli niteliklere sahip değildir.Bu yasada çevreyi kirleten ve yasaklara
uymayan kişi,kurum ve kuruluşlara karşı yaptırım gücü yetersiz
kalmaktadır.Özellikle çevresel konularda yargılama yetkisine sahip olacak
ve para cezalarının yanı sıra hapis cezalarını da ön gören yasal
düzenlemelere ve çevre mahkemelerine ihtiyaç duyulmaktadır.Bunun
yanında çevre sorunuyla ilgili alıcı-verici ortam standartlarının
belirlenmesi,yerleşim ve sanayi kuruluşlar için arazi yer seçimi iç
esaslarının sağlam temellere oturtulması,çevresel etki değerlendirmesi vb...
ile ilgili yönetmeliklere ihtiyaç bulunmaktadır.
Çevre kirliliğinin artmasının diğer bir önemli nedeni ise yerel
yönetimler ve sanayi kuruluşlarından kaynaklanmaktadır.Bilindiği gibi
evsel ve kanalizasyon atıklarının değerlendirilmesi belediyelerin
görevidir.Günümüzde belediyelerin içinde bulundukları mali yetersizlikler
nedeniyle,bu görevlerini yeterince yerine getirmeleri mümkün
değildir.Aynı zamanda,sanayi atıklarının minimize edilmesi ve önlenmesi
görevi de sanayi kuruluşlarının görevidir.Sanayi kuruluşları için sanayi
atıklarının değerlendirilmesi yüksek maliyet unsuru yaratmaktadır.Gerek
belediyelerin gerekse sanayi kuruluşlarının bu tür atıklarını önleyebilmeleri
sağlanacak ve atık tesislerini kurabilecek birtakım teşviklere ve
yaptırımlara bağlıdır.Bu teşvikler belediyelerin mali kaynaklarını
arttırabilecek düzenlemelerin getirilmesi,belediyelerin ve sanayi
kuruluşlarının atık su tesislerini kurabilmelerini özendirecek kredi
kolaylıklarının sağlanması vb... olabilecektir.Ayrıca çöplerin
değerlendirilmesi için çöp fabrikalarının kurulması gerekmektedir.Bu da
çöp vergisinin arttırılması,çevre kirliliğini önleme fonundan sağlanacak
kredi ya da yap-işlet-devret modeli ile sağlanabilir.
Çevre yasasının dördüncü bölümünde belirtilen çevre kirliliğini
önleme fonunun gelirleri,motorlu taşıt araçlarını fenni muayene ücretinin
1/5 i,bir defaya mahsus olmak üzere taşıt alım vergisinin ¼ ü,yük
gemilerinden ton başına alınan para,yolcu taşıma gemilerinde bilet
bedelinin bin de 5’i ,hava taşıt araçlarından yurt içi taşımaları için bilet
bedelinin binde 5’i ve yük başına alınacak para,Çevre Bakanlığı bütçesine
bu amaçla konan ödenek,fondan verilecek kredilerin faizleri ile banka
faizleri,bağış ve yardımlar,iştirak payları ve kanuna göre verilecek para
cezalarından oluşmaktadır.Elde edilen fon gelirleri çevre kirliliğini
önlemek için kullanılması amaçlanmakla birlikte yetersiz
kalmaktadır.Çevre kirliliğini önleme fonunun geliştirile bilmesi için gelir
kaynaklarının geliştirilmesi gerekmektedir.Fonun gelir kaynaklarının
arttırabilmesi için,çevrenin korunması konusunda çaba gösteren
uluslararası kuruluşlardan kredi sağlanması,bunun yanında mevcut
kaynakların arttırılması ve yeni kaynakların yaratılması gerekmektedir.
Türkiye’de sanayi,enerji üretimi,madencilik ve ulaştırmanın
neden olduğu kirliliğin önlenmesi için öncelikle ülke koşullarına uygun
teknolojiler,devlet politikası olarak belirlenmeli ve çevre teknolojisinin alt
yapısı oluşturularak, sağlıklı bir üretim ve uygulamaya geçilmlidir. Çevre
envanterinin kesin sonuçlarının alınması, çevresel etki değerlendirme
sisteminin uygulamaya konulması, alıcı ve verici ortam sıtandartlarının
belirlenmesi gibi hususların uygulanması, teknoloinin alt yapısını oluşturur.
Türkiye’de tasfiye teknolojisinin kullanım açısından sanayii üç gruba
ayırmaktadır.
*Eskiden kurumuş, çevre arıtım tesisi olmayan sanayii
*Yeni kurulmuş fakat, çevreyi kirleten eski teknoloji kullanan
sanayiiler
*Modern teknolojiler kullanan, dolayısıyla en modern arıtım
teknolojileri beraberinde getiren sanayiler.
İlk iki grubda bulunan sanayiler kendilerine uygun gördükleri arıtım
tesisini kurmak zorundadırlar. Bu nedenle gerk devlet teşviki gerekse kredi
kuruluşlarınca bu sanayi kuruluşlarına kredi kolaylığı sağlanmalıdır.
Üçüncü grup ise arıtım tesisini ana üretim tesisi ile birlikte
uyguladıkları için bir sorun çıkmamaktadır.
Devlet, kamu kesminde kirletici büyük sanayi kompleksleri ile yeni
kurulacak sanayi tesisleri için arıtma teknolojisi uygulamasını sağlamak,

özel kesim için ise gerekli mali , yasal ve idari önlemleri almak ve
uygulamak zorundadır.
Yapılan bazı faaliyetlere rağmen henüz ayrıntılı bir çevre politikası
ve temel nitelik taşıyacak bölgesel planlar mevcut değildir.ayrıca
bürokrasininde çevre konusunda yeteri kadar açık davranmadığı da açıktır.
Bunun en büyük nedeni de , çevre korumaya ayrılacak fonların ,
sanayileşmeyi yavaşlatacak endişesinden kaynaklanmaktadır. Kısaca
Türkiye’nin çevre oplitikası henüz açık ve kesin bir şekil almış değildir.
Bu nedenle çevre bakanlığınca bölgesel planlar hazırlanmalı ve
uygulanmalıdır.
Çevre kirliliğikonusunda Çevre Bakanlığının görev ve yetkileri ile
bütçeden ayrılan payın artırılması gerekmektedir.
Çevre kirliliğinin önlenememesinin nedenlerinden biriside ,
insanların çevreye olan duyarlılığı gösteren çevre bilincinin
yaygınlaştırılması oluşturmaktadır. Bu da ancak iyi bir eğitimle
mümkündür. Özellikle ilokuldan başlamak üzere insanlarımıza çevre
eğitiminin verilmesi gerekmektedir. Özellikle medyanın bu eğitime katkısı
sağlanmalı, televizyonlardan sık sık panel ve senpozyum düzenlenerek
halkın bilgilen dirilmesi gerekmektedir.
Türkiye’de çevre sorunlarının çözümüne yönelik çeşitli
üniversitelerde çevre kürsüleri kurulmuş, idari kademelerde ve çevre
sorunlarının çözümü için örgütlenme ve yasal düzenlemere gidilmiştir.
Çevre kirliliğinin önlene bilmesinde üniversitelerin bilimsel
çalışmalarından yararlanılması gerekmektedir.
Her yıl düzenlenen çevre günü çevre haftası olarak ele alınmalı ve
etkinliği artırılmalı, bu hafta kapsamında çeşitli faaliyetler düzenlenmelidir.
Ekonomik kalkınmaya çevrenin entegre edilmesi için çevre sorunları,
kalkınma planları çerçevesinde ele alınarak çevre ile ekonomini
uyumlaştırılması gerekmektedir.
Sanayi için yer seçimi ve arazi planlaması ile doğal kaynakların daha
etkin kullanımı sağlanmalı ve sanayi dağılmındaki dengesizlikler
engellenmelidir.
Öncelikle çözülmesi gereken hava, su kirliliği gibi çevre sorunları
,projeye bağlanarak çözüme kavuşturulmalı, sağlanan tecrübeler, teknoljik
olanaklar geliştirilerek uygulamaya aktarılmalıdır.
Çevre kirleticileri sanayilerin (mevcut ve kurlması düşünülen),
gelecekteki arıtma teknolojisi maliyetlerini şimdiden yüklenmelerinin
uygun olacağı düşünülmelidir. Bu konuda, özellikle aşırı kirliliğin yoğun

olduğu alanlardan başlamak üzere kamu ve özel kesim sanayilerinin arıtma


tesisine kavuşturulması , finansal ve idari ile hukuki açıdan gerekli
düzenlemeler ivedilikle sağlanmalıdr. Bazı kamu ve özel kesim
sanayilerinde arıtma tesisleri işletilebilir hale getirilmelidir.
Özel kesimin arıtma tesisi kurma zorunluluğu , Çevre Kanunu’nun
öngördüğü kredi desteği ile teşvik edilip kolaylaştırılmalıdır.
Çecre yatırımlarının gayri safi milli hasılaya ‘ya oranları
artırılmalıdır.
Bölge koşullarının uygun ekolojik havza standartları saptanarak
kademeli olarak uygulamaya konulmalıdır.
Kesin sonular veren çevre envanteri araştırması “
gerçekleştirilmelidir.
Kirletiçi sanayilerin “Çevre Etki Değerlendirilmesi” istenmeli ve
denetlenmelidir.
Kentsel yerleşmelerde yeşillendirmeye ve ağaçlandırmaya daha geniş
alan ayrılmalı ve öncelik verilmelidir.
Çevre kirliliği denetimine yönelik “Teknik Elaman” gereksinimi
karşılanarak yeterli araç-gereç gereksinimi sağlanmalıdır.
Çevresel sorunlar , yerel ve bölgesel sorunlardır. Bu nedenle bu
sorunların çözümünde tüm dünya olduğu gibi daha etkin, yerinde ,uzun
formalite ve zaman kaybından tasarruf sağlanacak , gerektiğinde katılımcı
bir yaklaşımla konuya yaklaşa bilecek yerel yönetimlerede görev
verilmelidir.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER VE ÇEVRE SORUNLARI

Günümüzde,gelişmekte olan ülkeler tüm çabalarını kalkınmaya


yönelttikleri bir dönemde çevre sorunları ile karşı karşıya kaldılar.Oysa,
gelişmiş ülkeler çevre sorunlarıyla ekonomik gelişmenin belirli bir
düzeyinde karşılaşmışlardı.
Ancak, belirli bir düzeyden sonra, çevre sorunlarından
kaynaklanan ve insan sağlığını tehdit eden tehlikeleri ulusal boyutları
aşarak uluslar arası bir özellik kazanmaya başlaması, gelişmekte olan
ülkeleri de masraflı önlemler almaya zorlamaktadır.
Dünyada, enerji ve çevrenin birbirlerine bağımlılığı, beraberinde
çözümü zor ekonomik ve politik açmazlar getirmaktedir.Eğer yoksul bir
ülkenin vefa yüksekleşinin yavaşlaştıracaksa bu ülkeye çevreyi

kirletmemesi ve riske etmemesini söylemek zordur.Aynı zamanda hem


çevre korunmasını hem de ekonomik büyümeyi sağlamanın böyle ülkenin
ödeyemeyeceği ya da ödemek istemeyeceği maliyetleri olabilir.aslında
1970'ten beri oldukça sert bir çevre koruma programı benimsemiş olan
Amerika'da bile enerji-çevre çatışması söz konusu olabilir.
A.B.D'deki çevre politikaları genellikle çevre korunmasının enerji
maliyeleri mal ve hizmet üreticilerine yükler.
Diğer taraftan, ekonomistlerin uyarılarına göre,bir politikanın
topluma sağladığı faydaların toplamı politikanın toplam maliyetini
aştığında bile hala kişisel kayba uğrayan ya da kazanç sağlayanlar
vardır.Örneğin, iklim değişiklikleri problemleri de,çevre ile ilgili
kısıtlamarın kabul edilmesi gelişmekte olan ülkelerin ekonomik
büyümelerinin geçikmesine neden olabilir.Sera etkisinin hemen hemen
yarısı genellikle enerji üretimi ve kullanımına ilişkin CO2'ye
bağlıdır.Gelişmiş ülkeler dünya enerji tüketiminin %75'ininden sorumlu
olduğuna göre, bunlardan 2005 yılına kadar karbondioksit emilsyonlarını
%20 oranında azaltma ları istemiştir.Varsayalım ki,bu azaltmanın
maliyetine deyeceğini düşünerek gelişmiş ülkeler kararı kabul ettiler.Şimdi
soru,bu azaltmanın nasıl en etkin şekilde sağlanacağıdır.
Bu sorunların genel ekonomi üzerindeki etkileri ve genel boyutları
açısından gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında önemli bir fark
yoktur.Ancak,çevre sorunlarını çözümü için alınacak yasal,mali ve idari
önlemlerin ülke koşullarına göre uygulanmasında kuşkusuz büyük
farklılıkar bulunmaktadır.Gelişme yolundaki ülkeler bu sorunlar olanakları
çevresinde çözmek istemektedirler.Ancak,gelişmekte olan ülkelerin karşı
karşıya bulundukları çevre sorunlarının bir ölçüde bu ülkelerin doğal ve
toplumsal yapılarından kaynaklandığı da açıktır.
Sanayileşmiş ülkelerde ise,çevre problemlerinin temelinde hızlı
kalkınma ve sanayileşme vardır.Sanayileşmiş ülkeler,kalkınmanın yalnızca
nicel olamayıp,nitel bir özellik taşıdığı gerçeğini anlamışlardır.Gelişmekte
olan ülkelerde ise henüz anlaşılmadığından,,ilkel bir planlama,kontrolsüz
bir sanayileşme ve kalkınma neden ile çevrede daha kötü sonuçlar ortaya
çıkmaktadır.
Maalesef gelişmekte olan ülkeler,kalkınma ve çevre arasındaki
ilişkileri ancak belirli açılarda değerlendirme olanağına sahiptirler.
Aslında gelişmekte olan ülkelerde çevre kaygısı ne kadar fazla
olursa,kalkınma daha farklı boyutlar kazanacaktır.Çünkü,ekonomi
gelişmenin en üst düzeylere ulaşması dahi çevre sorunlarının çözümünü
garanti etmektedir.Bu nedenle yeni bir kalkınma kavramı ile çevresel amaç

ve problemleri bütünleştirilebilmesi,diğer sosyal amaçlarla birlikte politika


oluşulup yeni bir tip planlama yapılmasını gerektirmektedir.
Gelişmekte olan karşı karşıya bulundukları çevre sorunlarının
çoğunun temelinde kalkınmaktaki yetersizliğin yattığı bir gerçektir.Çevreyi
dikkate almadan yürütülen kalkınma çabaları da bu çeşit problemleri
yoğunlaşmasında neden olmaktadır.Ayıca,kalkınma yolundaki bir çok ülke
hızlı kentleşme problemi ile karşı karşıyadır.Bu ülkelerin büyük kentleri
sanayileşmiş ülkelerin kentlerinin içinde bulundukları güçlülerden de
büyük zorluklar içindedir.Ayrıca,kırsal çevrede bulunan ve hızla artan
nüfusun gereksinmelerinin karşılanmasında önemli bir sorun olarak ortaya
çıkılmaktadır.
Gelişme yolundaki ülkelerin çok ciddi çevre sorunlarıyla karşı
karşıya bulundukları halde,belirli önlem ve politikaları henüz etkin şekilde
uygulamaya konmaları da bir gerçektir.Hızlı nüfus artışı ekonomik
kalkınmaya uyum sağlamadıkça kentlerde göçün yoğunlaşmasında ve ciddi
çevresel ve sosyal problemlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.Oysa
kalkınmanın çevre üzerindeki olumsuz etkileri iyi bir planlama ve etkili
düzenlemeler ile azaltılabilir.Ayrıca gelişme yolundaki ülkeler bu konuda
sanayileşmiş ülkelerin tecrübelerinden yararlanma olanaklarından da
sahiptirler.Bunun,gecikenleri avantajı olarak görmek mümkündür.
Ayrıca çevre sorunları uluslararası ekonomik ilişkileri üzerinde
giderek daha fazla etkisini hissettirmektedir.Sonuç olarak mukayeseli
üretim maliyeti mevcut rekabet yapısı,sanayileşmiş ülkeler tarafından
çevreyi korumak amacıyla alınan önlemlerinin daha da karmaşık ve yoğun
olumsuz etkileri söz konusu alabilmektedir.
Çevre sorunları nedeniyle bazı mallarının ithal altında konacak
kısıtlamalar ithalata konacak sınırlamalar ve buna benzer bazı önlemler
gelişme yolundaki ülkelerin ihracatı üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır
Ancak bazı durumlarda çevre sorunları gelişme yolunda ülkelerde
yeni olanaklarının ortaya çıkmasında da neden olabilir.örneğin çevre
endişelerinde kaynaklanan üretim yapısındaki değişiklikler,sanayi
ünitelerin ülke çapında yeniden dağılımı gibi yeni olanakların
değerlendirilmesinde katkılar sağlayabilir.Bazı koşullarda gelişmekte olan
ülkeler sanayilerin kurulmasında yabancı sermaye cezbetmek fırsatları
bulabilecektir..Bununla birlikte gelişmekte olan ülkelerde uygulanacak
çevre politikalarının başarısını fakirlik ve gelişmişlik problemlerinin
üstesinden gelinmesine bağlı olduğu unutulmamalıdır.

GELİŞKETE OLAN ÜLKELERDE EKONOMİK GELİŞME


VE ÇEVRE

Gelişmekte olan ülkelerde insan yerleşimi,ulaşım,endüstri ve


tarımsal yapıdaki gelişmenin çevresel etkilerini şu şekilde belirtmek
mümkündür.

-Orman kaynakları ekolojik ve madensel kaynaklarının aşırı


istismarı,
-Biyolojik kirlilik insan hastalıkları zararlı bitkiler ve böceklerden
kaynaklanan kirlilik
-Kimyasal kirlilik :atmosfere atılan kirletici maddelerden,sanayi
artıları tarımsal korunma ilaçlarından ,deterjan ve deterjan benzeri
temizleyiciler ve madeni kaynaklardan ortaya çıkan kirlilik.
-Özellikle termal kirlilikten kaynaklanan ekolojik dengesizlikler,ve
gürültü v.s.....
-Hızlı kentleşmeden kaynaklanan çevre sorunları
Yukarıda belirtilen etliler,ülkelerin gelişme aşamaları ile coğrafi
özelliklerine paralel olarak değişiklikler gösterilir.Ancak,genellikle
gelişmekte olan ülkelerin üretim ve tüketim yapısından çevresel sorunlar
yaratığı görülmektedir.Çevresel etki yaratan maddelerin geri kazanılması
ayrıştırılması gibi hususlar,yatırımlarda kullanılan teknolojiye bağlı
olduğundan,kullanılan geri teknoloji çevresel problemler yaratmaktadır.
Gelişmekte olan toplumlarda önce temel imalat sanayiinin
çevresel etkilerinin azaltıcı ve önlemlerin geliştirici bir planlama ve uygun
teknolojinin kullanılmasına yönelmek gerekir.Ayrıca tarımsal kalkınma
projeleri tarımsal alt yapı iyileştirici hizmetler tarımsal üretimin artırmak ta
sulama olanakları yeni sahaların tarıma açılması kalkınmaya
Katkıda bulunmakla birlikte bitin bu değişiklikleri çevre üzerine
önemli olumsuz etkileri de birlikte getirdiğini unutmamak gerekir.
Ancak tarımsal yapıda uygulanan geleneksel sistemler de hızlı
demografik gelişmenin bakışı ile çevre sorunlarına sebep
olabilmektedir,Tarım topraklarındaki yararlı maddelerin hızla yok olması
toprakların fakirleşmesi toprağın devamlı istismarından doğan verimsizlik
aşırı yağışlardan kaynaklanan toprak erozyonu,kuraklık veya su baskınları

yakacak gereksimin den dolayı ormanların bilinçsizce yok edilmesi


ekolojik dengeyi hızla bozmaktadır.
Diğer taraftan,zararlı bitkiler böcekler gibi zararlılardan korunmak
için kimyasal maddelerin de kullanılması çevre sorunları
yaratmaktadır.Gelişme yolundaki ülkelerde gübreler belirli miktar ve
zamanın üstünde kullanılmazsa aşırı çevresel sorun yaratmaya bilir.Ancak
tarımsal ilaçların ikincil etkileri konusunda dikkatli olmak gerekir.
- Gelişmekte olan ülkeler sanayinin yarattığı çevre sorunlarından
kurtulmak için gelişmiş ülkelerin deneylerinden yararlanmaları gerekir.Bu
ülkeler endüstri dağılımını ekonomilerine ve dengeli kalkınmalarına daha
uygun hale getirmek zorundadırlar.Karşı karşıya bulundukları çevre
sorunlarının en çok hızlı sanayileşme çabalarından kaynaklandığını bilen
gelişmiş ülkeler,özel kesim üzerine baskı yaparak atıklarını tasfiyeye
zorlamak için normlar geliştirmeye ve uygulamaya koymaktadırlar.Ayrıca
bu ülkeler ciddi çevre problemlerinin önlenebilmesi için sanayinin yerleşim
konusunu kendi ülkelerine uygun yöntemlerle çözmek zorundadırlar.
Çevre sorunlarının oluşmasında özel araç ve toplu taşıma araçlarının
durumu büyük önem taşımaktadır.Örneğin Batı ülkelerinde özel araçlar
yoğun hava kirliliğine neden olmaktadır.gelişmekte olan ülkelerin toplu
taşımadan yararlanma olanaklarını yeterince geliştirecek politikalar
uygulamak suretiyle kişilerin özel ulaşım vasıtası kullanmasını azaltıp,bu
sorunu çözmeye yönelmeleri gerekir.Ayrıca,gelişmekte olan ülkelerde
toplu taşıma aracı olarak elektrikle çalışan tramvay,troleybüs gibi araçlara
rağbet edilmesi zorunludur.
Gelişmekte olan ülkelerde nüfus çoğunlukla kırsal kesimde
barınmaktadır.Bu nüfus çeşitli sosyal hizmetlerden yoksundur.sağlık
koşulları,içme suyu,beslenme,kanalizasyon ve atık sistemleri
yetersizdir.genellikle tarımla uğraşan bu kesimde tarımsal altyapı ve kredi
mekanizması da yetersizdir.Nüfustaki hızlı artış,kırsal nüfusun gereksinim
ve kaynakları arasındaki dengesizlikleri arttırmaktadır.Bu durum kente
göçü hızlandırdığı gibi,kentlerde belirgin dengesizliklerin ortaya çıkmasına
da neden olmakta.bu kez kentte problemlerin çözümüne yoğun kaynak
ayrıldığında,kırsal problemlerin ihmal edilmesi tehlikesi ortaya
çıkmaktadır.Böylece hızlı kentleşme yine gündeme gelmekte ve bir kısır
döngü içine girilmektedir
Genel olarak,gelişmekte olan ülkelerde çevre kalitesi sosyal yapıya
uygunluk arz etmektedir.Kentlerde işletmelerin yoğunlaşması sosyal ve
ekonomik refahta bir artışa neden olmakta,bu durum kentlerin daha da
genişlemesine yol açmaktadır.sonuç olarak altyapı ve su

yetersizliği,kirleticilerin tasfiyeden geçirilmeden kanalizasyona


verilmesi,konut yetersizliğinden dolayı gecekondulaşmanın yol açtığı
sorunlar veya yoğun konut inşaatı dolayısıyla doğal ortamın aşırı
istismarı,çevre sorunlarını yoğunlaştırmaktadır.
Gelişmekte Olan Ülkelerin Çevresel Kalkınma Stratejisi Ne
Olmalıdır?
Gelişmekte olan ülkelerin kalkınma politikalarına çevresel koruma
önlemlerini entegre etmeleri ve sosyo-kültürel değer ve gelişmelerine
uygun olarak,kalkınma planlarında çevresel sorunlara yönelik çözümlerin
ekonomik ağırlık ve önceliklerini belirlemeleri gerekir.
Gelişmekte olan ülkeler su temini,kötü beslenme,sağlık gibi çeşitli
kesim ve alanlarda çevresel sorunları minimal normlarını belirleyerek
sorunların çevresel etkilerini giderici önlemler geliştirmelidirler.
Kalkınma planlarının çevre sorunlarının çözümünde etkin olabilmesi
için dengeli kalkınma,doğal ortamın düzenlenmesi,topraktan
yararlanma,sanayide kuruluş yeri gibi konulara da fazla önem vermeleri ve
çevreyi iyileştirici projelerin gerçekleştirilmesi için ek işgücü ve kaynakları
harekete geçirmeleri gerekmektedir.
Kalkınmaya yönelik projelerin geliştirilmesinde sosyal fayda-Maliyet
ilişkilerini ve bu projelerin çevre lehine ve aleyhine etkilerini dikkate
almaları ,çevresel sorunlara ve çevre iyileştirmelerine yönelik araştırmalara
daha çok önem vermeleri, özellikle doğal kaynakların korunması ve
endüstrilerin kuruluşu ile ilgili yürürlükteki bütün yasaları bu amaçlar
doğrultusunda düzenlemeleri gerekir.
EKONOMİYE EKOLOJİK YAKLAŞIM VE SÜRDÜRÜLEBİLİR
KALKINMA:

Ekonomiye ekolojik düşünceyi katma; israfa sebep olan teknik


açıdan rizikolu ekolojik olarak mahzurlu, sosyal açıdan daha az tahammül
edilebilir üretim teknolojilerinden vazgeçmeyi gerektirir. Çünkü bu
yöntemde ekonomik zararın giderilmesi çok pahalıdır. Bu yapılmazsa hem
günümüz insanlarına hem geleceğin nesline ödenmesi zor faturalar
yükleriz. Seçilecek teknoloji çevreye uyumlu menfi tesiri olmayan
güvenilir ve ucuz olmalıdır.

Endüstri açısından baktığımızda alışılagelen ekonomik sistem


çevreye zararlı atıklar bırakmakta ve çevreyi tahrip etme pahasına
ekonomik büyümeyi hedef alan bir yapıdadır. Ekonomik açıdan alışılagelen
çevre politikaları ise hep açık veren uygulamada zorluklar çıkaran
kaynakların az kullanılmasına sebep olan ve teknolojinin yeterince
gelişmesine mani olan bir yapıdadır.

Halbuki günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler aşağıdaki


yöntemi uygulamak mecburiyetindedir.
1- Ekonomide çevreye getirilen yükü azaltacak bir yapı değişimi.
2- Çevre politikasının önleyici olması.
3- Yeni iş sahalarının ve ekonomi politikalarının ekolojik damgası
olması gerekmektedir.

Örneğin; Almanya’da 1984’de çevre sektöründe Beşyüzbin kişi,


1987’de
Birmilyon’a çıkmıştır (Çalışan nüfusun 20’de biri). Özel sektörün çevreye
yaptığı yatırım 1984 için 3507 DM.’dır. Bu para katı atıkların
temizlenmesi, suların korunması, ses ve gürültü mücadelesi, hava kirliliği
ve kontrolü için kullanılmıştır. Masraf Bilançosu: Hava Kirliliği için
Kırksekizmilyar, Su için Onsekizmilyar, Toprak için Altımilyar, Ses ve
gürültü için Otuzüçmilyar DM. olup toplam zarar Yüzbeşmilyar DM.’dir.
Bugün ABD ve Almanya’da yapılan çevre yatırımlarının %75’i
mevcut tesisleri ve onların zararlı tesirlerini ıslah için yapılan yatırımlar
iken %25’ide az ve zararsız atıklı teknolojiyi geliştirmek ve uygulamak için
yapılan yatırımlardır. Bu nispet her yıl büyümektedir.

Türkiye’de Sanayi Devletlerinin yaptığı aynı hataları yaparak büyür


ise onun çevre ile alakalı faturası çok büyük olacaktır. Bugün Almanya’nın
çevre konusunda en yoğun yatırım yapan ülkelerin en başında gelmesine
rağmen zararlı emisyonlardan ve kirlilikten dolayı, yılda G.S.M.H.’nin
%6’sı yani Yüzaltımilyar DM. kaybı vardır .
Türkiye’de bu kayıp çok daha büyük olabilir, çünkü çevre ile ilgili
kayıpları tespit etmek çok zordur. Bunun için sağlıklı bir araştırmaya da
sahip değiliz. Öncelikle Almanya benzeri araştırmaların ülkemizde de
yapılması gerekmektedir .

ÇEVRE KİRLİLİĞİ VE SONUÇLARI :

Doğu Almanya’da bir sanayi şehri olan Leipzik’de ortalama hayat


seviyesi daha düşüktür. Kış günlerinde hava kirliliğinden araçlar gündüz
farlarını yakmak zorunda kalmaktadır. Espenhain kasabasında her beş
çocukdan dördü yedi yaşından önce kronik bronşit ve kalp hastalıklarına
yakalanmaktadır. Sebebi kömürle çalışan enerji santrallerinin bacalarından
çıkan ve her yıl içinde Dörtyüzbin ton Sülfürdioksit taşıyan sarımsı renkte
bir buluttur.

Çevre temizliği için gösterilen gayretler bir lüks değil hayatta kalma
mücadelesidir. Bir kömür işletmesinin bulunduğu Romanya’nın kasabası
Copsa Mica’da ağaçlardan çimenlere herşey sanki mürekkebe batırılmış
simsiyahtır: Atlar bile burada ancak birkaç sene kalabiliyor, sonra başka bir
yere götürülmeleri gerekli, yoksa ölmeleri kaçınılmaz.

Sanayi alanında temel yakıt olan Linyit kömürü kullanan doğu bloke
ülkeleri atmosfere her sene Yirmialtımilyon ton Sülfürdioksit atmaktadır.
Bunlarda asit yağmuru şeklinde suya ve toprağa geri dönmektedir. Linyit
kömürünün diğer yan ürünleri kanser yapıcı ürünlerdir. Uzun vadede
karbonmonoksit ve karbondioksit iklim değişikliklerine sebep olabilir.

Baltık denizi, Polonya, Doğu Almanya ve Litvanya’nın sanayi


artıklarının bir çöplüğü haline gelmiştir.

Her gün çöp dolu yüzlerce kamyon Doğu Almanya’ya geçmekte ve


yılda Dörtbuçuk milyon ton çöp, çuruf ve zehirli maddeden oluşmuş
Kırkbin tonluk artık Doğu Almanya’ya gönderilmiştir.

ABD’deki çevre kirliliği için şu iki misal verilebilir; Bir insan kahve
içmek için senede yaklaşık Altıyüz plastik bardak kullanmaktadır.
Dokuzmilyon bebeğin kullandıktan sonra atılan bezlerinin bir senelik
miktarı Onbeşmilyar adettir.

Özetle, batılı düşüncenin tabiatla mücadelesi ondan sınırsız


faydalanma ve hatta savaş derecesine vardığı için çevreyi kirletmekten
çekinmemiştir. Kirlenen çevreyi temizlemek, öncelikle onu kirleten insanın
fikirlerindeki temizlik düşüncesi ile olacaktır .

AZOTLU GÜBRELER VE KİRLENME

Havanın serbest azotundan gübre üretimi sağlayan ve sahibine


NOBEL ÖDÜLÜ kazandıran buluş,bir asrın dolmasına daha 25-30,yıl
varken global azot kirliliğinin başlıca sebebi haline geliverdi.
Böcekleri öldüren DDT’nin bulunuşu da sahibine NOBEL ÖDÜLÜ
kazandırmıştı,ama oda uygulandığı geniş tarım alanlarındaki böcekleri
yok ederek ekolojik dengeyi bozdu.
Bitki dokularından denizlerdeki balıklara kadar pek çok üründe
birikerek,dunlarla beslenenlerde kanser gibi hastalıklara neden
oldu.Neticede bu maddenin kullanımı bütün dünyada yasaklandı.
Acaba azotlu gübrelerin sonu ne olacak? Bugün gelişmiş ülkelerde
,doğurduğu zararlardan dolayı azotlu gübre kullanımına kısıtlama getirilmiş
ve belirgin bir azalma sağlanmıştır.
Ama, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde hala suni gübre
kullanımı çeşitli şekillerde teşvik edilmekte ve tüketim yıldan yıla hala
artmaktadır.
AZOTUN ÖNEMİ: Karbon ,hidrojen ve oksijen gibi azotta canlı
maddelerin ana bileşenlerin den biridir.Fakat bu üç element, tabiattaki
haliyle bitkiler tarafından alınabildiği gibi insan tarafından da su ve diğer
gıdalar vasıtasıyla kolayca alınabilmekte ve vücudun bir parçası haline
gelebilmektedir.Fakat azot büyük oranda atmosferde serbest halde
bulunmakta ve bu haliyle ne bitkiler, ne de hayvan ve insanlar tarafından
doğrudan kullanıla bilmektedir. Onun önce bitkilerin kullanılabileceği bir
şekle dönüşmesi gerekir.Bu ise kolayca olmaz. Azot, bitki bünyesine
alındıktan sonra ya nebati gıdalarla yada bunların değişimi olan hayvani
gıdalarla insan vücuduna alınabilir.
Azotun canlılar açısından önemi büyüktür.Bu element genetik
bilgileri depolayan ve transfer eden DNA ve RNA için gereklidir.Yine
azot, proteinin temel yapıtaşı olan aminoasitler ve enzimlerin yapıtaşında
yer alır. İnsanlar ve hayvanlar, havadaki azotu kullanarak azot bileşiklerini
sentezleyemediklerinden, bunları gıdalarla hazır olarak almak
zorundadırlar.Diğer yandan bitkiler de doğrudan havadaki serbest azotu
alamazlar.

AZOTLU SUNİ GÜBRE ÜRETİMİ


Alman kimyacısı Fritz Haber,yüksek basınç ve sıcaklıkta
atmosferdeki azot ve oksijeni birleştirerek azotlu gübre üretimini sınai
olarak üretmeyi başardı.Bu çalışmasından dolayı Nobel Ödülünü kazandı
.1914 yılında(1.Dünya Savaşı’n da) Alman hükümetinin emrinde
çalışmaya başladı ve zehirli gaz üretimine öncülük etti.Hitler in iktidara
gelmesinden sonra Almanya’yı terk etmek zorunda kaldı.Halen üretimde
1913 yılındaki metot ile üretim yapılmaktadır. 1950’li yıllarda azotlu gübre
üretimi10 milyon tona,1980 ‘de ise100 milyon tona yükseldi.Bugün ise bu
rakam 175 milyon ton civarındadır.

Peki bu kadar gübre kullanılmasa ne olur: ManitoÜniversitesi


Kanada)Prof.larından;
Pr. Vaclav Smill, Scientifik Amerikan dergisinin 1997 Temmuz
sayısındaki Global Kirlenme ve Azot Döngüsü’’ başlıklı makalesinde,şu
tespitte bulunuyor;çiftlik hayvanlarına yüksek proteinli yem yetiştirme
arzusundan kaynaklanıyor. Bu bölgelerde ihtiyacın iki katı tüketim
gerçekleştiriliyor,aşırı azotlu gübre kullanımı açlığı önleme gibi insani
nedene dayanmayıp,Avrupalıların ve Amerika’lılar ın, bir kısım israf
diyebileceğimiz fazla tüketiminden kaynaklanmaktadır.

FAZLA AZOTUN ZARARI


Toprak ve sudaki azotun ,insan ve çevre üzerindeki olumsuz
tesirleri;yerel sağlık tehlikesinden global değişimlere ve derin yer altı
sularından Strosfer’e kadar uzanır.
Topraktaki fazla azot bitkilerde nitrat şeklinde birikir. Bu ise insan
ve hayvan sağlığı için zararlıdır. Yüksek nitrat seviyesine sahip sular
özellikle çocuklarda hayatı tehdit eden ‘’mavi bebek hastalığına’’ sebep
olmaktadır. Yüksek dozda gübrelemenin yapıldığı yerlerde,hem yer altı
suları hem yer üstü suları ciddi şekilde nitrat ve Nitrit ‘le kirlenmektedir.
Batı Amerika ve Avrupanın mısır tarlalarında fazla miktarda nitrat ve
Nitrit birikimi vardır. Bu kirlilik yerel sınırlarda kalmayıp Misisipi ve Ren
gibi büyük nehirleri de etkilemektedir.
Göl ve denizlere ulaşan azot, buralarda Ötrifikasyon denilen bir
olaya sebep olur. Azotça zengin ortamlarda bakteriler ve mavi yeşil algler
hızla gelişme sudaki oksijeni azaltır ve buda balık ve kabuklular gibi
oksijene ihtiyaç duyan diğer canlıların ölümüne ve türlerinin yok olmasına
sebep olmaktadır. Baltık Denizi’nin büyük bir bölümünde ve Amerikanın
bazı kıyılarında bu problem tehlikeli boyutlara ulaşmıştır.
Azotlu gübreler;toprağın asitlik derecesini artırarak iz elementlerin
daha fazla çözülmesini sağlaması ve böylece içme sularının daha fazla ağır
metal içermesine sebep olmasıdır.
Aşırı gübreleme sadece toprak ve suyun niteliğini bozmakla
kalmıyor aynı zamanda atmosfere daha fazla azot oksit gönderilmesine
sebep oluyor. Bunun ise iki kötü tesiri var;biri ,azot oksidin stratosferde
ozon tabakasının yıkımına katkıda bulunması,diğeri traposferde sera
etkisini artırmasıdır. Atmosferdeki azot oksidin ömrü 100 yıldan fazla olup,
her bir azot oksit molokülü bir karbondioksit molekülünden 200 kat daha
fazla radyasyon absorflar. Bu molekül iklim değişikliklerinde önemli rol
oynar.
Sonuç olarak denebilir ki,dünya azotlu gübrenin cazibesine çok
çabuk kapıldı,onun çevre sağlığı ve iklim üzerindeki muhtemel tesirlerini
düşünmeye ve araştırmaya vakit bulamadan bunun kötü neticeleriyle karşı
karşıya kaldı.
Şimdi bunlara çare arıyor,ama alışkanlıklar tiryakiliğe dönüşmüş.
Bu tehlikeli gidişata çare olarak iki husus üzerinde durulabilir:Birinci
olarak organik tarım teşvik edilmeli,suni gübre ve zirai ilaç kullanımı
azaltılmalıdır. İkinci olarak zengin ülkeler tüketimdeki savurganlığa son
vermelidir.

You might also like