You are on page 1of 5

Turk Toplumunda Kadın

Türk toplumunda kadının konumunu ele alırken konu bütünlüğünün sağlanması


açısından öncelikle eski Türk geleneğinde kadının konumu üzerinde durulmuştur. Türklerin
İslam'ı kabulünden sonraki süreç, Tanzimat'a kadar bir bütün halinde ele alınmıştır.
Tanzimat'ın, Osmanlı tarihi için bir dönüm noktası olması dikkate alınarak Tanzimat öncesi
durum ayrı bir başlık altında işlenmemişken Tanzimat sonrası Osmanlı toplumunda kadın
müstakil bir başlık altında incelenmiştir.

Eski Türk Geleneğinde Kadın

Bütün uygarlıklar gibi eski Türkler de varoluş süreçlerini mitolojik bir takım
efsanelerle açıklamışlardır. Türk destanlarında bunun ayrıntılı öyküsünü bulmak mümkündür.
Bu destanlarda kadına diğer uygarlıklardan daha farklı bir değer verilmiş olduğu görülmektedir.
Dede Korkut Hikâyeleri, Oğuz Kağan Destanı gibi Türk destanlarının yanı sıra Orhon
Yazıtları, Çince Yıllıklar, Kutadgu Bilig, İbn Batuta Seyahatnamesi ve Marko Polo
Seyahatnamesi gibi çok ve çeşitli kaynaklarda eski Türklerde kadının toplumsal hayattaki
konumu hakkında bilgilere rastlamaktayız. Eski Türk uygarlıkları üzerinde yapılan
araştırmalara göre tarih sahnesine çıktığı ilk dönemlerden itibaren pek çok milletten farklı
olarak Türkler' de kadın, büyük ölçüde erkekle eşittir. Türk geleneğinde kadın-erkek ayrımı
yoktur ve kadın erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edilmiştir. Bütün Türk devletlerinde
devletin başı hakanın, eşi hatunla birlikte devleti yönetmiş olması bunu destekler niteliktedir.

İslamiyet'ten önceki Türk devletlerinde yani Hunlar, Göktürkler ve Uygurlarda kadın


sosyal hayata oldukça yoğun bir şekilde katılmıştır. Üretimde olduğu kadar savaş ve siyaset
gibi konularda da etkin roller üstlenmiştir. Çanak çömlek yapımından dokumacılığa,
tarımdan ev içi uğraşılara kadar çok çeşitli sorumlulukları bulunan kadın, aynı zamanda erkek
tipine yakın olarak ata binmiş, ok atmış ve karar alma süreçlerine aktif bir şekilde katılmıştır.

Dede Korkut Hikâyeleri'nde kadının aile içindeki yeri namus, misafirperverlik, güzellik
ve kahramanlık gibi hasletlerle anılmıştır. Bu hikâyelerin incelenmesiyle elde edilen
bilgilere göre kadın, o dönemin koşullarına göre oldukça özgürdür. Kadın ve erkek aile
mallarından birlikte yararlanmıştır.

Destanlarda anlatılanlara uygun olarak, eski Türklerde kadın sosyal hayatta üstün ve
saygıdeğer konumdadır. Kadın bazen aile reisi, bazen de evinin direğidir. Türklerde
erkeğin vefalı arkadaşı olan kadın, her şeyden önce evlatlarının saygıdeğer anasıdır. Tarihi
metinlerde kadından bu kadar sıklıkla söz edilmesi Türk toplumunda kadınların hem
önemini hem de rolünü ortaya koyması bakımından önemlidir.

“Türk kadınlarının, erkekleri gibi olduğunu” söyleyen el-Câhız'a göre, Türkler‟de


kadınlar, haklardan mahrum olmayıp ev içinde hâkim bir durumdadır.
Sosyal alanda erkekle eşit durumda olan Türk kadını, dini inançlarında da hürdü.
İlhanlı hükümdarlarından Hulâgü Han'ın Kerait kabilesinden olan annesi Surgaktuna Hatun
gibi aynı kabileden olan büyük karısı Tokuz Hatun da Nastûrî Hıristiyan
mezhebindendi. Hulâgü Han'ın Aladağ'daki yaylasında kilise bulunmakta ve çan
çalınmaktaydı. 1300'lü yılların ilk yarısında Türk ülkelerini dolaşan ünlü seyyah İbn-i
Batûta Kıpçak Türkleri‟nin kadına verdiği değere ve kadının toplum içindeki yerine dikkat
çekmekte ve bu durumun kendisini hayrette bıraktığını ifade etmektedir. Türk tesirinin fazla
olduğu Türk-Moğol imparatorluklarında da kadının önemi büyüktür. Cengiz Han'ın annesi
Uluneke ve hanımı Börte, sarayda büyük nüfuz sahibiydiler. Kadınlar Cengiz Han'ın kurultay
çalışmalarına da katılır, alınacak siyasi ya da askeri kararlarda aktif rol oynarlardı.

İslâm'ın Kabulünden Sonra Türklerde Kadın

M.S. 9. yy'da Türklerin İslamiyet‟i benimsemeye başlamasıyla birlikte Türk toplum


hayatında da büyük değişimler yaşanmıştır. İslamiyet‟in uhrevi olduğu kadar dünya hayatını
da düzenleyen bir din olması bu değişimin yaşanmasını kaçınılmaz kılmıştır.

Eski Arap toplumlarında istenmeyen kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi gibi
insanlık dışı muameleler İslamiyet'in kabulüyle hızla ortadan kalkmıştır. Kadına sosyal
bir statü verilmiş, pek çok hadiste annelere duyulması gereken saygı üzerinde
durulmuştur. İslam öncesi Arap toplumlarının kadınlara yönelik ilkel tutumları göz önünde
bulundurulursa, İslamiyet bu alanda başlı başına devrim niteliğinde düzenlemeler
yapmıştır. İslam Hukuku'nda kadın tam ehliyete sahiptir. Kendi şahsî malları üzerinde mutlak
tasarruf hakkı mevcuttur. Cinsiyet farkı ehliyeti daraltan veya engelleyen bir sebep olarak
gösterilmemiştir. Kadından vâsi tayin edilebildiği gibi ayrıca erkek çocuğunun yedi
yaşına kadar, kız çocuğunun da evleninceye kadar velayeti kadına verilmiştir. İslam Hukuk
Sisteminde kadına nafaka isteme hakkı tanınmış böylece kocaya, karısına ve karısından
doğmuş çocuğuna bakma mükellefiyeti getirilmiştir. Serveti ne olursa olsun kadın evinin
masraflarına da katılmak zorunda değildir.

İslam'da boşanma hakkı yaygın inanışın aksine sadece kocaya ait değildir. Kadın da
evlilik akdinde şart koşması durumunda veya geçimsizlik ve hastalık gibi hallerde boşanma
hakkına sahiptir.

Kadının ayrıca miras hakkı da vardır. Erkek ve kız kardeşler arasındaki ikili birli
paylaşım dışında mirasta da eşitlik esastır.

İslam'a göre kadın kanuni bir işi veya ticareti herhangi bir sınırlama olmadan yapabilir.

Türkler‟in İslamlaşması Talas Savaşı'ndan sonra başlamıştır. İslamlaşma süreci


yaklaşık 1000'li yıllara kadar devam etmiş ve bu tarihlerde Selçuklu Devleti kurulmuştur.
Selçuklu Devleti, Türkler'in İslamlaşmasından sonra kurduğu en büyük organizasyondur ve bu
yeni devlette İslam belirleyici bir unsurdur.
Türkler, Selçuklulardan önce de çeşitli devletler kurmuşlardır. Ancak Selçuklu Devleti ile
göçebe toplum hayatından yerleşik düzene geçiş ciddi bir disiplin kazanmış, Selçuklular
göçebe unsurların büyük çoğunluğunu kendi devletlerinin egemenliği altında bir araya
getirebilmişlerdir.

Göçebelikten yerleşik hayata geçen toplumda kadının önceki statüsü ve görevleri de


farklılaşmıştır. Artık ok atan, kılıç sallayan kadından bağ, bahçe işlerine doğru evrilen ve
giderek evine kapanan bir kadın profili karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla kadının sosyal
hayattaki konumu farklılaşmıştır. Bu farklılaşmanın bir tezahürü olarak eski Türk aile yapısı ve
bu yapının içinde kadının durumu da değişmiştir.

Gerek Selçuklular gerekse Tanzimat'a kadarki süreçte Osmanlılar'da sosyal hayat hızlı
bir değişim göstermemiştir. 13. yy'ın üretim teknikleriyle 17. yy‟ın üretim teknikleri
arasında veya 14. yy'ın tüketim alışkanlıklarıyla 16. yy'ın tüketim alışkanlıkları büyük
farklılıklar içermemektedir. Dolayısıyla 12. yy. Selçuklu toplumunda kadının konumu ile .16
yy. Osmanlı toplumunda kadının konumu arasında belirgin bir değişim yaşanmamıştır.
Ancak özellikle batıda 16. yy'da başlayan Rönesans ve Reform hareketleri ve sonrasında
Sanayi Devrimi büyük bir değişime yol açmış, bu değişimden Osmanlı toplumu da
nasibini almıştır.

III. Selim ile başlayan bu etki sonrasında Tanzimat ve Islahat Fermanları ile hızlanarak
devam etmiştir.

Tanzimat Dönemi Osmanlı Toplumunda Kadın

Reform, Rönesans ve Sanayi Devriminin ardından hızla modernleşen ve güçlenen


Avrupa karşısında, yaşadığı çalkantıların da etkisiyle zayıflayan Osmanlı Devleti, ülkeyi
içinde bulunduğu kötü durumdan kurtarmak için batıyı örnek alarak yenilikler yapma yoluna
gitmiştir.

II. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde ordunun askeri teknoloji ve eğitim alanlarında
modernizasyonuyla başlayan yenilik hareketleri, Batı'yla giderek artan ilişkilerin de
etkisiyle yalnız askeri teknoloji ve eğitim alanlarında değil, sosyal ve politik örgütlenme
alanlarında da gözlemlenmiştir.

18. yy. da başlayan modernleşme hareketlerinde esas dönüm noktası 1839 yılında
Tanzimat Fermanı‟nın ilanıyla yaşanmıştır. Tanzimat dönemi (1839-1871), Sultan
Abdülmecit'in imzasını taşıyan Gülhane Hattı Hümayunu'nun, Mustafa Reşit Paşa tarafından
okunmasıyla başlamıştır. “Batılılaşma ve Modernleşme” çabaları döneme damgasını vurmuş
ve etkileri Cumhuriyet döneminden sonra da günümüze kadar devam edegelmiştir.

Tanzimat döneminde, diğer reform hareketlerinin yapıldığı dönemlerden farklı olarak askeri ve
bürokrasi alanlarının haricinde toplumsal ve siyasal alanlarda da reform
hareketleri yaşanmıştır. Bu yönüyle Tanzimat, devletin adeta kabuk değiştirdiği bir dönemdir.
Özellikle idari alanda merkezileşme çabaları, eğitimde tek düzeliğin sağlanması ve geniş
kitlelere devlet eliyle sunulması, modern okulların kurulmasına hız verilmesi ve kanunlaştırma
hareketleri reformların en önemli unsurları olmuştur.

Kelime anlamı itibariyle düzenleme, nizam verme gibi anlamlara gelen “tanzim”
sözcüğünün çoğulu olan Tanzimat, esasen köklü ve radikal bir değişimi ifade etmektedir. Bu
dönemde yapılan yenilikler, bir taraftan eski dönemin egemen kurumlarının sarsılmalarına yol
açarken diğer taraftan sosyal hayata ilişkin kimi düzenlemelere gitmek
zorunluluğunu doğurmuştur.

Tanizmat Dönemi modernleşme hareketlerinin Osmanlı kadınına olan etkisini İlber Ortaylı şu
şekilde tanımlamaktadır;

"Osmanlı kadının hayatı ayrı bir renge bürünmüştür. Bu renk değişikliğini sadece
modadan, günlük yaşamdan, tüketim kalıplarındaki farklılaşmalardan, yabancı dil
öğrenmek veya piyano çalmak gibi yeni zevklerden ibaret görmemek gerekir. 19. yy.da
Osmanlı ülkelerinde tarımda, eğitimde görülen bazı yapısal değişimler ve bütün dünyanın
yaşadığı haberleşme ve teknolojideki devrimin Osmanlı topraklarına da yansıması, klasik aile
yapısını büyük şehir kadar, kırsal alanda da yavaş yavaş değişim geçirmeye zorlayacaktır."

Ortaylı'nın da belirttiği üzere toplumsal hayattaki birtakım değişikliklerin kadın ve aile hayatına
da yansıması uzun sürmemiştir. Kadın ve kadının eğitimi, kadının cemiyet ve aile hayatındaki
yeri konusu gündeme gelmiş, kadınların sosyal hayata katılmaları doğrultusunda çeşitli
çalışmalar yapılmıştır. Böylece ev içi ve ev dışına ilişkin olarak yapılan düzenlemeler ile
birlikte kadınların yaşamında önemli değişiklikler olmuş ve kadınlar da artık toplumda statü
kazanmaya başlamışlardır.

Osmanlı'yı değiştirmek ve Batılılaştırmak için harekete geçen çevreler “kadının


mevcut konumunu” geri kalmışlığın simgesi olarak kabul ederek çareyi, Batı'da Avrupalı
kadınlara tanınan hakların Osmanlı kadınına da tanınmasında bulmuşlardır.

Bu döneme damgasını vuran hâkim zihniyete göre batılı kadının her alandaki
üstünlüğü kendilerine tanınan haklar sayesindedir, toplumu değiştirmek ancak kadını
değiştirmek ile mümkündür.

Bu dönemde yapılan düzenlemelerle 1847 yılında kölelik ve cariyelik kaldırılmış, 1858 yılında
ise Arazi Kanunu'yla birlikte, önceden yürürlükte olan erkek varis olması halinde kadınları
mirastan alıkoyan yahut nispi bir miktar veren uygulamaya son verilmiş ve kadınlar da mirasa
ortak kılınmışlardır.

1881 Sicill-i Nüfus Nizamnâmesi ile birlikte devlet, tarihinde ilk kez evlilik kurumunda
müdahale ederek evliliğe resmi bir boyut kazandırmıştır. Nizamnâme‟den önce evlilik sivil bir
kurum olarak imamlar tarafından tescil edilmekte ve resmi bir statü arz etmemektedir. Böylece
evliliğin bu statüsü değiştirilmiştir. Çiftlerin evlilik için resmi izin alması şartı koşulmuş ve
imamlara nikâh memuru olarak resmi sıfat verilmiştir.

Bütün bu reformların yanında eğitim alanında da önemli değişiklikler yaşanmıştır. Bu


çerçevede kadının eğitimiyle ilgili tartışmalar Osmanlı kamuoyunu meşgul etmiş ve II.
Mahmut döneminden itibaren modern kız okulları açılmaya başlanmıştır. 1842'de
Avrupa‟dan getirilen ebelerin, Osmanlı kızlarına vermeye başladığı eğitimle meslek edindirme
faaliyetleri diğer alanlara da yansımıştır.

1868 Meârif-i Umûmiye Nizamnâmesi (Kamu Eğitimi Kanunu) ile 6-11 yaşları arasındaki tüm
kız çocuklarının ilkokul eğitimi almaları öngörülmüş, 1876 tarihli Kanun-i Esasi'de ise kadın
erkek tüm Osmanlı nüfusunun ilkokul eğitimi alması zorunlu kılınmıştır.

1862'den itibaren kız öğrencilerin ortaöğretim görmeye başlamaları kimi


araştırmacılar tarafından Tanzimat'ın eğitim alanındaki en büyük başarısı olarak kabul
edilmektedir. Önceki dönemlerde sadece sübyan mekteplerinde, belli çevrelerde ve sınırlı
sayıda kadının eğitimi söz konusuyken bu düzenlemelerle birlikte devlet eliyle kadınlara
eğitimin kapısı açılmıştır. Açılan yeni okullarla birlikte kadın öğretmen ihtiyacı doğmuş, bu
ihtiyacın bir sonucu olarak da 1870 yılında Dârü'l-Muallimât (Kız Öğretmen Okulu) açılmıştır.

Bu okullarla birlikte kadınlara meslek sahibi olma imkânı da sağlanmıştır. 1873 yılında ise ilk
kez bir kadın öğretmen tayini yapılmıştır.

Osmanlı kadınının eğitim sonucu sahip olduğu ilk resmi meslek, öğretmenlik
olmuştur. Böylece kadınlara kamusal alanda istihdam yolu açılmış ancak tüm bu gelişmeler
hem kent kadınının çok sınırlı bir bölümünü kapsamış, hem de kadınların, yalnızca kadınlar
için bugün de “kadınsı” diye isimlendirilen alanlarda çalışmaya başlamalarından öte bir
anlam taşımamıştır.

You might also like