You are on page 1of 86

2015 ekİm sayı 1

EMEK
Polat S. Alpman Enformelleşme, Kimlik, Prekarizasyon: Emeğin Kürt Hali
Egemen Yılgür Kuştepe Mahallesi’nde Geç-Peripatetik Gruplar: Katmanlar, Etkileşim ve Bütünleşme
Arif Arslan İşin İçinde “iş” var: Kapitalist İdeoloji ve Çalışma
Cihan Aydın Cumhuriyet Projesi: Türkiye’de Ulusal Ekonominin Örgütlenme Stratejisi
Filiz Aydın Cevher Gramsci’nin Üstyapı Çözümlemesinin Felsefi Temelleri

1
SAV Katkı

Sosyal Araştırmalar Vakfı’nın hakemli yayın organıdır.

Sahibi
Dinçer Mete

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü


Serap Korkusuz Kurt

Yayın Kurulu
Altan Alaybeyoğlu, Arif Arslan, Azize Aslan, Cansu Başak, Cihan Aydın, Çağın Erbek,
Ayşe Evrim Donat, Hale Çelebi, Hasan Uğur Özmetin, Onur Çetintaş, Özlem Erdal, Seda Gönül,
Selen Ertaş, Selma Değirmenci, Serap Korkusuz Kurt, Utku Zırığ

Danışma Kurulu
Adem Açar, Ahmet Haşim Köse, Asuman Türkün, Atilla Göktürk, Ayşe Cebeci, Benan Eres,
Besime Şen, Beyza Üstün, Derya Keskin, Egemen Yılgür, Ester Ruben, Gülhan Türkay Hoştürk,
Hakan Güneş, Hakan Koçak, Hatice Aztimur, İdris Akkuzu, İzzettin Önder, Kurtar Tanyılmaz,
Kuvvet Lordoğlu, Mehmet Türkay, Melda Yaman, Miris Meryem Kurtulmuş, Nevra Akdemir,
Nihan Ciğerci Ulukan, Nilay Etiler, Nuray Ergüneş, Nurcan Özkaplan, Örgen Uğurlu,
Özgür Narin, Özgür Öztürk, Rana Gürbüz, Şebnem Oğuz, Şerif Gürçağ Tuna, Taner Timur,
Tolga Tören, Yasemin Özgün, Yücel Demirer

1. Sayı Editörler Kurulu


Onur Çetintaş, Özlem Erdal, Seda Gönül

Yönetim Yeri
Sahne Sokak, No: 5/6, Beyoğlu - İstanbul

Tel: 212 292 5585


Fax: 212 292 5586

E-mail: merhaba@savportal.org
Web: www.savportal.org

2
İçindekiler

Enformelleşme, Kimlik, Prekarizasyon: Emeğin Kürt Hali ... 6


Polat S. Alpman

Kuştepe Mahallesi’nde Geç-Peripatetik Gruplar: Katmanlar, Etkileşim ve Bütünleşme ... 25


Egemen Yılgür

İşin İçinde “İş” Var: Kapitalist İdeoloji ve Çalışma ... 45


Arif Arslan

Cumhuriyet Projesi: Türkiye’de Ulusal Ekonominin Örgütlenme Stratejisi ... 57


Cihan Aydın

Gramsci’nin Üstyapı Çözümlemesinin Felsefi Temelleri ... 72


Filiz Aydın Cevher

3
Çıkarken...

Bir süredir yoğun çalışmalarla, naif emeklerle yayın rin enformelleşme sürecine dahil olmasının, yalnızca
hayatına katmaya çalıştığımız Katkı e-dergi, nihaye- sınıfsal eşitsizliklerle değil aynı zamanda tahakküm
tinde okuyucusu ile buluşuyor. Bilimsel kriterlere tabi mekanizmaları ile gerçekleştiği vurgulanmaktadır.
olan yazıların yayımlanacağı ve yılda iki defa çıkara- Bu tahakküm mekanizmalarının Kürt kimliğini yeni-
cağımız dergi, Sosyal Araştırmalar Vakfı (SAV) kolek- den ürettiği ve Kürt işçilerin emek süreci içerisindeki
tif üretimlerinden biridir. konumunu belirlediği ifade edilen yazıda, durumun
sınıfsal eşitsizliklerle birlikte Kürt kimliği açısından
Dergide emeği geçen bizler, kıyısından köşesinden de çoklu bir baskı alanını tarif ettiği anlatılmaktadır.
olsa akademianın içerisindeyiz veya çeperinde dirsek
temasındayız. Gündelik yaşam mücadelesinin bunal- İkinci yazı Egemen Yılgür tarafından hazırlanan bir
tıcı pratiklerinde, hayatımızdan ödün verip de varlık diğer alan araştırmasıdır. Ampirik gözlemlerin değer-
sebebimizden hiç ödün vermeden yazdığımız tezleri- lendirilmesiyle birlikte, araştırma sürecinin özel öne-
miz, yayınlanan makalelerimiz, sunulmuş tebliğleri- mine vurgu yapan araştırma İstanbul, Şişli’de bulunan
miz var bir köşede. Tartışacak, konuşacak epey mese- Kuştepe Mahellesi’ndeki ‘peripatetik’ kökenli grupları
lemiz var hali hazırda aklımızda. Tam da bu yüzden konu edinmiştir. Yazı, peripatetik olarak tanımlanan
derginin adına Katkı dedik ve ufak bir katkı olsun diye grupların karşılıklı yaşam stratejilerini, kapitalist iliş-
çıktık yola. İnternet üzerinden okunabilsin, böylelikle kilerin gelişimi ile birlikte yaşanan mekânsal dönü-
herkesin kolaylıkla ulaşabileceği bir mesafede dursun, şümler etrafında incelemektedir.
üzerine düşünülsün, tartışılsın, büyüsün istedik.
Dergideki bir diğer yazı Arif Arslan’ın ‘kapitalist iş’i,
Derginin ilk sayısının ‘emek’ temalı olması güzel bir kapitalist ideoloji etrafında analiz ettiği yazısıdır. Ka-
tesadüf gibi düşünülmemelidir. Emeğin günümüz ka- pitalist ideolojinin, kapitalist çalışmayı nasıl meşru
pitalist toplumlarında ve elbette bu coğrafyadaki var bir zemine taşıdığı ve yeniden ürettiği anlatılmakta-
olma biçimi, onu kategorik olarak bitmek bilmez bir dır. Bu açıdan bir piyasa ekonomisi olan kapitalizmi
araştırma nesnesi, tartışma konusu haline getirmiştir. incelerken yalnızca ekonomik olanı anlama yönünde-
Bunun yanı sıra küresel ölçekte, kapitalizmin genel ki pratiklerin yetersiz olacağı ve kapitalist ideolojinin
yasalarıyla uyumlu olarak durmaksızın baskılanan sistemi yeniden üreten söylemlerinin analize dahil
emeğin, her yeni gün daralan alanlarda hareket et- edilmesi gerektiği ifade edilmektedir.
mek, politika üretmek durumunda bırakıldığını dü-
şünüyoruz. Toplumsal gerçekliği anlayabilmek açısın- Derginin dördüncü yazısı Cihan Aydın tarafından
dan emek çalışmaları, hem var olanı görünür kılmak, kaleme alınmıştır. Yazıda kapitalist bir devlet formu
hem de görünür kılınan üzerinden söz söyleyebilmek olarak ele alınan Cumhuriyet projesinin kuruluş ide-
bağlamında oldukça önemlidir. Bu açıdan biz de her olojisine dair farklı iktisat ekolleri analiz edilmektedir.
birimiz birer emekçi veya potansiyel emekçi olarak Siyasi tarih yorumlarında farklılaşan birçok yaklaşım-
taraf olmanın, birlikte eylemenin vazgeçilmez zorun- da sınıflar üstü devlet algısının ortak hareket noktası
luluğunun farkındayız. Hal böyle iken “emek” temalı olduğunu ifade eden yazar, erken Cumhuriyet dö-
bu ilk sayıyı, yazarların emekleriyle birlikte tarihteki nemine dair sınıf merkezli bir analizin gerekliliğine
yerine bırakıyoruz. vurgu yapmaktadır.

Derginin ilk yazısı, Polat S. Alpman’ın İstanbul, Be- Son yazı Filiz Aydın Cevher’in, Gramsci’nin üstyapı
yoğlu bölgesindeki Kürt işçilerin enformelleşme ve çözümlemesinin felsefi temellerini analiz ettiği ma-
prekarizasyon süreçlerine dair yaptığı alan araştırma- kaledir. Türkçe yazında daha çok Gramsci’nin üstyapı
sını anlattığı yazıdır. Yazar tarafından ‘Emeğin Kürt çözümlemelerinin analiz edildiği iddiasındaki yazar,
hali’ olarak ifade edilen, Kürt kimliğine sahip işçile- daha ziyade yapı-üstyapı ilişkisine odaklanmıştır.

4
Böyle bir analizin Gramsci’nin Marks’tan farklılaştı-
ğı noktaları anlamada ve Marksist, Post Marksist yo-
rumlar üzerindeki etkisini görme noktasında kolay-
laştırıcı olduğu görüşündedir.

Yola çıkarken, değerli emekleriyle ilk katkı koyma


işini üstlenen sevgili yazarlarımıza ve değerlendirme
sürecinin sancılı bürokrasisini kolaylaştıran sevgili
‘hakemlerimize’ teşekkür ederiz.

Toplumsal olarak anlamakta, anlatmakta zorlandı-


ğımız, dile gelirken duygularımızı bir kenara bıra-
kamadığımız, öfke ile acının zihnimizi uyuşturduğu
zamanlarda yaşıyoruz. İnsanların dünyaya, yaşama,
hak ve hukuka, adalete dair inançlarını yitirdiği bu-
günlerde, biz halen ve inatla buradayız diyoruz. Yaşa-
dığımız dünyanın ekositemine, toplumların kültürel
farklılıklarına, bireylerin inançlarına, inanmayışları-
na, cinsel yönelimlerine dair hiçbir bağlamda tahak-
küm kurmadan hep birlikte, birbirimize bir şeyler
söylemeye çalışıyoruz. Bu topraklar her zaman müca-
delenin yaşamla iç içe olduğunu öğretti bizlere. Acıyla
öğretti, hüzünle, öfkeyle öğretti. Her bir adımımızda
öğrendik ve bu içimize işledi. Dayanılmaz olana kat-
lanabilmek adına birlikte eylemeyi öğrendik. Şimdi
de bu dergi çalışmasını söz söylemenin, bilginin ve
eylemin birikimli yoluna katkı koyabilmenin bir yolu
olarak aldık önümüze ve sesinizle, sözünüzle buluş-
mayı bekliyoruz.

Çalışmanın toplumsal hayata dokunabilmesi dileğiy-


le...

İlk sayı, hayatlarını oyuncaklarla birlikte Suruç’ta bı-


rakan güzel, ölümsüz yüreklere ithaf edilmiştir...

5
Enformelleşme, Kimlik, Prekarizasyon:
Emeğin Kürt Hali

Polat S. Alpman*

Özet
İstanbul, Beyoğlu örnekleminde gerçekleştirilen saha araştırmasının bulgularından hareketle yapılan bu çalışma,
Kürt toplumunun enformelleşme ve prekarizasyon süreçlerine eklemlenme pratiklerini içermektedir. Çalışma bo-
yunca gözlemlendiği üzere sınıfsal sömürü ilişkileri içerisinde yer alan ezilen kimliklerin, enformel emek gücüne
dönüşmesi sadece sınıfsal eşitsizliklerle gerçekleşmez. Sınıfsal eşitsizliklerin gerçekleşmesi için ihtiyaç duyulan bir
diğer husus tahakküm mekanizmalarıdır. Tahakküm mekanizmaları, emek süreci içerisinde yer alan emek gü-
cünün değerini ve niteliğini tanımlayan, emek süreci içerisindeki rol dağılımını belirleyen ve ücret politikalarını
düzenleyen bir işlev üstlenir.
Ezilen kimlikler açısından bu durum, kendi benliğini ve toplumsal var oluşunu açıklayan bir düzenek içerisinde
değerlendirilmektedir. Eşitsizliğin ve ayrımcılığın içselleştirilmesinin ve ona karşı direnmenin bir arada ve iç içe
ilerlediği kentsel mekân içerisinde, Kürt kimliği yeniden inşa edilmektedir. Böylelikle Kürt kimliği, bir yandan
sınıfsal diğer yandan ezilen kimlikler içerisinde kalmak zorunda olmanın getirdiği çoklu baskının gerilimini taşı-
yan bir kimlik örüntüsüne dönüşmektedir.

Abstract
This study, which has relied on the findings of a field research conducted through the sample of İstanbul- Beyoğlu,
covers the practices of Kurdish people to get involved in the processes of informalization and precarization. As
having observed throughout the study, the transformation of suppressed identities to informal labor force has not
just occurred due to the class-based inequalities. The mechanisms of domination have been another source nee-
ded in creating these inequalities. These mechanisms function to define the quality of labor force and determine
the allocation of roles in the process of labor as well as to regulate wage policies.
As for the case of suppressed identities, this has been evaluated according to a setting which explains their own
consciousness and social existence. Kurdish identity has been reconstructed in the urban place where internali-
zing and resisting against inequality and discrimination move together and in an intertwined way. In this man-
ner, Kurdish identity has been transformed into an identity pattern, which carries a multi-faced oppression posed
by being trapped in the forms of both class-based and suppressed identities.

Anahtar kavramlar: Enformelleşme, Kimlik, Kürt, Prekarizasyon, Sınıf, Tahakküm.


Keywords: Informalization, Identity, Kurd, Precarization, Class, Domination.

Giriş arasındadır. Bu meseleler siyasal aidiyetlerin oluşu-


Topluluğun simgesel kuruluşunun sosyal dinamikle- mundan gündelik yaşamda var olmayı içeren taktik-
ri ile sosyolojinin ütopik telaşı olan toplumsal düzen lere kadar uzanan, birbirinden farklı olmakla birlikte
arasındaki gerilimli ve çelişkili alanların sosyo-politik kimi zaman birbirleriyle kesişen, kimi zaman ayrılan
ve sosyo-ekonomik ilişkiler ekseninde düzenlenmesi, duygu, davranış ve düşünce setleriyle bir arada iler-
modern toplumun güncel sorunları ve sosyal bilim- ler. Ancak bu konular içerisinde en dikkati çeken ve
lerin ilgisi içerisinde değerlendirilen başlıca konular sosyal bilimlerinbelki de en kalıcı ve öncül sorunla-
rından biri, toplumsal eşitsizlik ve ayrımcılık olarak
* Dr., Yalova Üniversitesi ifade edilebilir (Turner, 1997).

6
Toplumsal eşitsizlik ve ayrımcılık konusuna iliş- toplumsal muhalefetin oluşturduğu kimlik inşası ile
kin yaklaşımlar çeşitli bağlamlarda değerlendirilebilir. iç içe ilerleyerek oluşmaktadır. Bu sürecin bileşke-
Örneğin eşitsizliğin kaynağını gücün (power) ya da sinde ortaya çıkan sınıfsal direnç ile Kürt etnisitesine
kaynakların dağılımında arayan yapısal yaklaşımlar yönelik eşitsizlik ve ayrımcılık pratiği ise basit bir sı-
bulunduğu gibi konuyu, sosyal psikolojinin kuramsal nıfsal konumlanmadan çok daha karmaşık bir ilişki-
çerçevesinden esinlenerek, kişisel potansiyel ve dar ler kümesi içerisinde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla
grup ilişkileriyle açıklayan yaklaşımlardan söz edile- Kürt emeğinin, Kürt olma hali ile kesiştiği ve Kürt
bilir. Bu çeşitliliğe ek olarak, sosyal bilimlerin önemli olma halinin, Kürt emek gücünün ekonomik ve po-
tartışmalarından biri haline gelen ilişkisel yaklaşı- litik değerini tanımlayan bir içeriğe dönüşmesi, Kürt
mın, sosyolojik zanaatı bereketlendirdiği ve yapı-fail etnisitesinin kentsel mekânda karşılaştığı çelişkile-
arasındaki ilişkiyi bütünsel ve döngüsel bir bağlama rin yapısal niteliklerini oluşturmaktadır. Bu nedenle
yerleştirmeye çalışarak daha açıklayıcı bir yol aradığı ilgili toplumsal alan içerisinde kimlik, kişinin kendi
ifade edilebilir. İlişkisel yaklaşım, toplumsal eşitsizlik varlığını tanımladığı duygu, düşünce, davranış setle-
ve ayrımcılık konusunun çalışılmasında, eşitsizliğe rinden daha çok sınıfsal sömürü ilişkileri içerisinde
neden olan yapısal unsurlar ile bu eşitsizliğin yansı- kendini yeniden tanımladığı bir kıstasa dönüşür. Bu
dığı ve yeniden üretildiği fiili haller arasındaki ilişkiyi nedenle kimlik, kişinin içerisinde yer aldığı sınıfsal
anlamak ve açıklamak bakımından dikkate değerdir. sömürü ilişkileri içerisinde kendini tanımlamasının
Daha genel bir biçimde ifade edilecek olursa; top- bir aracı haline gelmektedir. Böyle bir alana ilgi du-
lumsal eşitsizlik ve ayrımcılığı çözümlemeye yönelik yan sosyolojik merakın, bu ilişkiler kümesini atlaya-
sosyal bilimsel analizlerin anlamaya ve açıklamaya rak ya da yapının fail, failin yapı ile ilişkisini göz ardı
çalıştıkları başlıca husus, ister yapıya ister faile ağırlık ederek sınıf-kimlik ilişkini açıklamaya çalışması hem
verilsin, görünür eşitsizliğin arkasında işleyen yapısal kuramsal boşlukların oluşmasına yol açması, hem de
süreçler ile failin söz konusu yapıyla ilişkisidir. sosyal gerçekliğin mevcut halini açıklama konusunda
Sömürü ilişkilerinin yapısal ifadesi olarak ele eksik kalması kaçınılmazdır.
alınan sınıf ve sınıfsal analiz, eleştirel sosyolojinin Bu çalışma Kürt olma hali ile emek gücünün
sunduğu imkânlara ek olarak, emek-sınıf çalışmala- Kürt halini bir arada değerlendirmeyi ve enformel-
rını zorunlu hale getiren mevcut koşullar ve mevcut leşme ile prekarizasyon bağlamında gerçekleşen
koşulları açıklamayı mümkün kılan güncel arayışlar sermaye birikiminin ve toplumsal düzenlemelerin
arasında ele alınmaktadır. Türkiye özelinde birçok kimlikle ilişkisini açıklamayı amaçlayan saha araştır-
açıdan ve farklı bağlamlarla değerlendirilebilecek masının bulgularına dayanmaktadır. Çalışma, 2013
olan toplumsal eşitsizlik ve ayrımcılık konusu, Kürt yılında, İstanbul, Beyoğlu örnekleminde nitel olarak
toplumu özelinde çok boyutlu ve karmaşık bir sosyal gerçekleştirilmiştir. Çeşitli sektörlerde çalışan ve işsiz
olgu olarak değerlendirilebilir. Bu nedenle tarihsel ve olan 97 kişiyle gerçekleştirilen çalışma, özellikle 2000
toplumsal konjonktür açısından Kürt toplumunun sonrası İstanbul’a göç eden Kürt emek gücünün, Kürt
tecrübe ettiği toplumsal eşitsizlik ve ayrımcılık, Tür- olma hali ile içerisinde yer aldıkları koşulları nasıl
kiye’de sosyal bilimlerle uğraşanlar için gün geçtikçe tanımladıklarını araştırmak ve sınıfsal çelişkilerin
daha fazla önem kazanan konular arasındadır. ezilen kimlikler üzerinde kendini nasıl cisimleştirdi-
Kürt toplumunun önemli bir kısmı, yaklaşık 15 ği açıklamayı amaçlamaktadır. Söz konusu çalışma-
yıl boyunca zorunlu göç süreci ile karşı karşıya kal- dan elde edilen verilerle oluşturulan bu çalışma, Kürt
dı. Hem göçe zorlananlar hem de bulundukları yerde olma halinin bileşenlerini oluşturan prekarizasyon
ikamet etmeye devam edenler açısından bu durum, ve enformelleşme sürecinin kimlik inşa sürecindeki
kültürel anomiye ve birçok sosyal soruna neden oldu. rolüne dikkat çekerek, sınıfsal sömürü ilişkileri içeri-
Zorunlu göç sürecinin bir sonucu olarak ortaya çıkan sinde kimliğin anlamını tartışmayı amaçlamaktadır.
mülksüzleşme, itibarsızlaşma ve yersiz-yurtsuzlaş-
ma süreci Kürt emek gücünün metropol niteliğine
1. Prekarizasyon
sahip kentlerde yoğunlaşmasına neden oldu. Kürt
göçmenlerin kentsel mekân ve kentteki üretim iliş- ya da Sınıfa Teğet Geçmek
kileri içerisindeki konumları, bir yandan uzun bir Günümüzde sınıf ve emek çalışmalarında gittikçe
tarihsel dönemi kapsayan ve etkisi kuşaktan kuşağa daha sık karşımıza çıkmakta olan prekarya ve preka-
artarak ilerleyen sosyo-politik hafıza, diğer yandan rizasyon kavramı genellikle “beyaz yakalı” çalışanla-

7
rın güvencesizliğini açıklamayı amaçlayan bir kavram cesiz ancak nitelikli emek gücünü tanımlayan yeni bir
olarak kullanılmaktadır. Konu ile ilgili olarak yakın sınıfsal kategori olarak değerlendirilmektedir. Preka-
zamanda Türkçe literatürde çeşitli incelemeler ve rizasyonu sadece güvencesizleşme olarak ele almak ve
araştırmalar yayınlanmaya başlamıştır (Bora & Erdo- kavramın çizdiği sınırları güvencesizleşme süreciyle
ğan, 2011). Ancak kavramın kapsamına ve sınırladığı sınırlandırmak, sınıf-içi konumları birbirinden farklı
alana ilişkin tartışmalar devam etmektedir. Konuyla olan ancak hepsi ücretli (güvencesiz, esnek ve benzer
ilgili olarak Zygmunt Bauman ise (2001: 47) prekari- koşullarda) çalışan kişileri statü hiyerarşisine göre ve
zasyonu, küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan küresel bu statü farklılığını eksene alarak onları kompartı-
elitlerin, küresel ölçekte gerçekleştirecekleri yatırım- manlara ayırmak anlamına gelmektedir. Oysa güven-
lar için ihtiyaç duydukları müphemliğin bir sonucu cesizleştirme süreci, emeğin nesnel koşullar altında
olarak ele alır. Bauman’a göre prekarizasyon sadece edindiği yeni ya da güncel bir nitelik değildir (Castel,
güvencesiz emek gücünü değil bütün bir toplumsal 2003). Bu nedenle prekarizasyon, güvencesizleştirme
ilişkiler sistemini kapsayan bir süreç olarak değerlen- süreci ile birlikte emek gücünün geçirmekte olduğu
dirilmelidir. Tanıl Bora ise (2010) prekarya kavramını siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik düzeylerdeki çok
proletaryanın günümüzdeki ifadesi olarak yorumlar. boyutlu değişimi ve sınıf-içi katmanlarda gerçekleşen
Ona göre prekarya, günümüzdeki kapitalist düzen- nesnel sınıf konumundaki değişimleri içermektedir.
lemenin ihtiyaç duyduğu müphemliğin doğal bir so- Sınıf ve emek çalışmaları açısından prekarizas-
nucudur. Guy Standing (2011) söz konusu kavramın yon kavramıyla hesaplaşmaya devam edilmesi ve
güvencesiz, istikrarsız, tehlikeli anlamlarına gelen kavramın sunduğu açıklama potansiyelinin göz ardı
“precarious” ile emeğinden başka satacak bir şeyi ol- edilmemesi gerektiği ifade edilmelidir. Bu çalışma
mayanları tanımlayan “proletariat” (proletarya) keli- içerisinde, kavramın çerçevesini netleştirmeye katkı
melerinden türetildiğini ifade etmektedir. Standing’e sunabilmek amacıyla, yeni bir tanım teklif edilmekte-
göre prekarya, henüz bir sınıfsal kategoriyi tanımla- dir. Söz konusu kavramın açıklamakta olduğu yeni bir
mamakta olsa bile oluşmakta olan bir sınıfı içermekte- durum söz konusudur ve bu yeni durum özellikle be-
dir. Söz konusu tartışma ile ilgili olarak Şebnem Oğuz yaz yakalıların çalışma koşullarında gözlemlenmekte-
(2011: 7-22) prekarizasyonu piyasa ilişkileri içerisinde dir. Ancak bu gözlem, prekarizasyonun sadece onları
yer alan emek gücünün yasalar eliyle güvencesizleşti- kapsayan bir süreç olduğu ve proletaryanın yerine
rilme süreci olarak ele alarak, prekaryanın proletarya ikame edilmesi muhtemel ya da onun tarihsel-top-
karşısında yeni bir sınıf kategorisi değil, proleterleşme lumsal varlığını ortadan kaldıran bir kavram olduğu-
uğraklarından biri olduğunu öne sürer. nu göstermez. Aksine, prekarizasyon –bir süreç ve bir
Bu genel tasniften anlaşıldığı üzere prekarizas- düzenleme olarak- proleterleşme süreçlerine direnç
yon meselesi, genellikle emeğin içerisinde yer aldığı gösteren statü konumlarını buharlaştıran ve böylelik-
yapısal koşulların analizleri eşliğinde açıklanmaya le çalışanların mesleki haysiyetlerini ortadan kaldıra-
matuftur. Burada tartışmalara yön veren kategorik rak onları ücretli çalışana dönüştüren sürecin genel
tartışma ise, prekarya ve proletarya kavramlarının ifadesi olarak yorumlanabilir. Bu durum, 1848 yılında
birbirlerinden farklılıklarının nerede başladığı ve bu yazılan Komünist Manifesto’da, burjuvazinin tarihte
iki kavramın birbirine nerede yaklaştığı konusunda oynadığı devrimci role atıfla ele alınarak geçmişte say-
düğümlenmektedir. Başka bir biçimde formüle etmek gı duyulan, haşyet içerisinde tazim edilen mesleklerin
gerekirse sorun, proletarya kavramının prekaryanın üzerindeki kutsallık örtüsünün çekilip atılarak hepsi-
gösterdiği hangi nesnel koşulları dışarıda tuttuğuna nin yalın ve çıplak ücretli emekçiler haline getirilmesi
ilişkindir. Konuyla ilgili diğer bir husus ise prekarya olarak açıklanmaktaydı. Yine de uzun süre itibarını
kavramının ağırlıklı olarak beyaz yakalıları kapsadığı korumaya devam edebilen bu meslekler günümüzde
ve orta sınıf içerisinde yer alması muhtemel kişilerin statülerin aşınmasıyla birlikte kendi nesnel sınıfsal
sınıfsal konumunu tanımladığına ilişkin spekülatif konumlarını açıklayacak kavramlara ihtiyaç duymaya
varsayımdır. Özellikle beyaz yakalıların mesleki for- başladılar. Buradan hareketle mevcut durum, sınıf-içi
masyonlarının niteliği ve gayri maddi emek olarak farklılıkların aynı düzenlemelere maruz kalmasının
ifade edilen istihdam türünün içerisinde yer alması, bir krizi olarak tanımlanabilir. Böylelikle kavramın
prekarya tanımlamasını proletaryadan farklı olarak güvencesizleşme sürecine atıf yapan yönü, egemen
tesis etmenin ya da kavramları ayrıştırmanın analitik birikim rejiminin toplumsal formasyona yansıyan
imkânlarını sunmaktadır. Bu nedenle prekarya güven- taraflarıyla ilgilidir. Bir başka ifadeyle, prekarizasyon

8
kavramı, en genel anlamıyla işçi sınıfının, kendi içeri- sınıfsal kompozisyon içerisinde tanımladığı kategori-
sindeki farklı katmanları bir ve benzer koşullar altın- ye ilişkin öne sürülen yaklaşım, prekarizasyonu sınıf-
da toplaması ve emek sürecinin sınıf-içi farklılıkları sal sömürü ilişkilerinin türevi olarak ele almayı teklif
dışarıda bırakarak tümünü prekarize etmesini işaret etmektedir. Sınıfsal sömürü ilişkilerinin türevi olarak
eder. Metin Özuğurlu’nun (2010: 46-47) ifadesiyle; ele alınan prekarya ve prekarizasyon kavramı, güven-
“Bölmelenmiş işgücü piyasasını ve çeşitlenmiş istih- cesizliğin sarmaladığı emek gücünün geniş bir kesi-
dam biçimlerini boydan boya enlemesine kesen; do- mini kapsayan ve bir sınıfa ait olmakla (proletarya),
layısıyla da sınıf içi farklılıkları ortak kader çizgisinde sınıf dışına itilerek sınıf-altı (declass/underclass) ol-
yeniden türdeşleştiren bir temel eğilim de mevcuttur: mak arasında gidip gelen, istikrarsız istihdam koşul-
Bu eğilim, çalışmanın güvencesizleşmesidir. O halde larında çalışan ve sürekli işsizlik riski ile karşı karşıya
anımsamanın yeridir: Yeni işçi sınıfı, yaşamları par- olan, devlet, kurumlar ve işletmelerle güven ilişkisi
çalanırken yazgıları birleşendir.” içerisine giremeyen, gelecek umudu ve projeksiyonu
Bir başka tartışmanın konusu olmakla birlikte üretmekten mahrum ve nihayetinde enformelleşme-
ifade edilmesi gereken bir diğer husus ise beyaz ya- nin bütün baskısını taşıyan emek gücü üzerindeki ya-
kalılar için, geçmişte görece deneyimlenen güven- pısal işleyiş olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle bir
celi çalışmanın bir bütün halinde ortadan kalkma süreç olarak prekarizasyon, orta sınıf değerlerine sa-
eğiliminde olması ve güvencesizliğin kişiyi kendi hip beyaz yakalıları kapsamakla birlikte, bu katman-
kendisinin sermayesi haline getiren niteliğidir. An- dan daha çok sınıfsal olarak aşağıda yer alan ve dikey
cak bu durum, beyaz yakalı olmayan alt sınıflar için hareket umudu olmayanları kapsayan bir kavram ola-
prekarizasyonun farklı bir biçimde işlediği, farklı bir rak değerlendirilebilir. Bu duruma ek olarak, prekari-
işleve sahip olduğu ve neredeyse işgücü piyasasında zasyon, emek sürecini ve emeğin istihdam koşullarını
yer almanın mümkün tek yolu olarak gerçekleşmek- müphemleştirerek, enformelleşmeye neden olan ko-
te olduğu gerçeğini değiştirmez. Beyaz yakalılar için şulları derinleştiren ve güvencesizleştirme stratejileri-
güvencesizliğin gerekçelerinden biri olan prekarizas- ni emek gücünün istihdamı için geçerli tek yol olarak
yon, beyaz yakalı olmayan alt sınıfların nöbetleşe is- sunan ideolojik manevralar yoluyla eşitsizliği ve ay-
tihdamının zorunlu bir gereği olarak yorumlanabilir. rımcılığı ‘olağanlaştırma’ süreçlerini içerir.
İstikrarlı istihdamı ortadan kaldıran ve bunu siste-
matikleştiren bir süreç olan prekarizasyon sayesinde
2. Düzenlemenin
kente göç etmek zorunda kalan emek gücü, iş bulmak
ve işsiz kalmak arasında gidip gelen bir yaşam strate- Enformel Niteliği
jisi oluşturmaktadır. Bir başka ifadeyle, istihdam edil- Egemen birikim stratejisinin ihtiyaç duyduğu toplum-
menin herkes için geçerli kurallara bağlanmaması ve sal formasyon, üretim ilişkilerinde emek gücünün es-
bir üst kurum tarafından güvence altına alınmaması nekleşmesi üzerine kurulur. Bir üretim biçimi olarak
yoksul ve yoksun olanlar açısından istikrasız da olsa kapitalizmin tarihsel gelişimi ve üretim ilişkilerindeki
istihdam olanağı oluşturan çarpık bir emek piyasası değişimleri açıklayan yaklaşımlardan biri olan “Dü-
rejimi oluşturmaktadır. Geçmişte emek gücü tarafın- zenleme Okulu” yaklaşımına göre; kapitalist üretim
dan “İstanbul’un taşı, toprağı altın” ve günümüzde biçimi içerisinde ortaya çıkan sermaye birikiminin
“İstanbul’da çalışana ekmek çok” şeklinde ifade edilen ve hareketinin sürekliliği, toplumsal alanın eşzamanlı
bu durum, prekarizasyonun beyaz yakalı olmayan alt olarak düzenlenmesiyle mümkündür.
sınıflar açısından kentte tutunma imkânları oluşturan Üretim ilişkilerinin ve gündelik yaşamın bir ara-
bir niteliğe sahip olduğunu göstermektedir. Ancak da düzenlendiği, emek gücünün sadece üretim kar-
diğer taraftan, statü krizi bağlamında ele alındığında, şısında değil, aynı zamanda gündelik yaşam içerisin-
prekarizasyonun ücretli emeğin farklı katmanlarında de, sermaye birikiminin güncel stratejilerine uyumlu
nasıl deneyimlendiğini göstermesi bakımından farklı canlı emek birimine dönüşmesi, sermayenin hareketi
bir nitelik kazanır. Yine de kavramın sınırlılıkları ve için gerekli düzenlemelerdir. Bu nedenle Düzenleme
kapsamı, beyaz yakalılığın hudutlarını belirleyen sos- Okulu’nun temel ilgisi, birikim rejiminin gerçekleş-
yal ve kültürel sermayeden daha geniş bir çerçeveyi mesi için gerekli olan toplumsal düzenlemelerin nite-
içermektedir. liği ile ilgilidir. Böylelikle düzenleme tarzları, sermaye
Bu çalışma içerisinde prekarya ve prekarizasyo- tarafından belirlenen ekonomi-politik stratejilerin,
nun, proletarya ve proleterleşmeden ayrıştığı yerler ve toplumsal kurumlar tarafından içselleştirilmesine yö-

9
nelik sosyal ilişkilerin düzenlenmesini içerir (Agliet- lerinden dışlananların piyasa ilişkilerine dahil olma
ta, 1979; Jessop & Sum, 2006; Lipietz, 1988; Nielsen, ya da “sermaye birikimi mekanizmasına eklemlen-
1991, Pierson, 2004). me” biçimi olan enformelleşme, sermayenin büyüme
Düzenleme Okulu, kapitalizmin, çelişkili yapısı- eğilimi ile paralel olan hukuki düzenlemeler ve po-
na rağmen kendini nasıl yeniden üretebildiği üzerine litikalar aracılığıyla sistematikleşir. Sistematikleşen
odaklanır ve “Fordizm”, “Post-Fordizm” ve “esnekleş- enformelleşme, piyasa içerisindeki enformel ilişkileri
me” gibi kavramlardan hareket ederek, üretim biçim- ve enformel ekonomiyi, üretim ilişkilerinin egemen
lerindeki değişimlerin, nihai noktada toplumsal yapı- biçimi haline getirir. Böylelikle “enformel ekonomi”,
yı değiştirdiğini öne sürer. Düzenleme Okulu, emek ekonomiyi düzenleyen hukuki ve politik süreçlerin
sürecinin örgütlenme biçiminden ücretlilik ilişkisine dışına itilenleri, ekonomik alanın içerisine alan “üre-
kadar artık-değerin yeniden üretimde rol oynayan tim ilişkilerinin bir biçimi” haline gelir. Bu nedenle
faktörleri (Marx, 2011: 187-188) ve ayrıca “toplumsal enformel ekonomi, devletin müdahalesi ve denetimi
ve siyasal çatışmaları, sermaye birikiminin her bir ev- dışında gerçekleşmediği gibi devletin desteği olmak-
resinde artıkdeğerin gerçekleşmesini güvence altına sızın gerçekleşemez.
alacak düzenleyici kurumların temeli olarak” ele al- Portes, Castells ve Benton’un (1992) ifade ettiği
maktadır (Öngen, 1994: 107, 117). Böylelikle toplum- üzere enformel ekonominin varlığı ancak devletin
sal alan içerisinde var olan bütün çelişkili ve çatışmalı varlığı ile sürdürülebilir. Devletin müdahalesi ve des-
yapılar, birikimin yeniden düzenlenmesine aracılık teği ise egemen birikim rejiminin çıkarları etrafında
eden ya da bunu engellemeye yönelik süreçler olarak örgütlenen birikim stratejisinin sürdürülebilirliği ile
değerlendirilir. Burada sermayenin ve devletin hedefi doğru orantılıdır. Bu nedenle her yer ve her zaman
sadece emek gücünün değil toplumsal yaşamda yer için geçerli bir enformelleşme modelinden daha çok,
alan “her tür bireyin … davranışlarını, birikim reji- değişken ve sermayenin mekân üzerindeki ihtiyaçları-
minin işleyişini mümkün kılacak bir bütünlüğe ka- na karşılık gelen bir enformelleşmeden söz edilebilir:
vuşturmaktır” (Harvey, 1999: 143-144). Bu bütünlük, “…formel-enformel sektör İlişkilerinin gösterdiği
toplumsal kurumların ve onların sirayet ettiği top- çeşitlilikte çok da büyük bir sır saklı değildir. Her
lumsal alanların dönüşümünü zorunlu kılmaktadır. somut durumun ortak yanı, devlet müdahalelerini
Bu nedenle hukuktan alışkanlıklara, sağlıktan eğlen- aşan ya da ihlal eden ekonomik faaliyetlerin varlığı-
ceye kadar bütün toplumsal alanlar birikim rejiminin dır. Ancak bu faaliyetlerin neler olduğu, devlet-top-
içsel hareketiyle uyumlu hale getirilir. lum ve devlet-ekonomi ilişkilerinin, tarihçesine
bağlı olarak farklılıklar gösterir. Dolayısıyla da bir
Konuyla ilgili temas edilmesi gereken hususlar-
ortamda enformel olan, belki de yasaklanan bir fa-
dan biri enformelleşmedir. Enformelleşme ile ilgili ol- aliyet, başka bir ortam da pekâla da yasal olabilir;
dukça kalabalık bir literatürün olması, değişen birikim aynı faaliyetin formel-enformel çizgisi üzerindeki
stratejisi ve düzenleme tarzları konusundaki arayışla- konumu zaman içinde birçok kez değişebilir, ve ni-
rın ve anlama çabalarının bir ürünü olarak yorumla- hayet, ekonomik ilişkilere devlet müdahalesinin sı-
nabilir. Enformelleşme, egemen birikim stratejisi olan fır olduğu ortamlarda enformellik kavramı tümüyle
neoliberalizmin, emek süreci üzerindeki görünümle- anlamını yitirebilir” (Portes, Castells, Benton, 1992:
rinden biridir. Konunun en çarpıcı yönlerinden biri 40).
ise egemen sınıfın ya da sermayenin devlet ile ilişkisi- Türkiye’deki emek rejimi üzerindeki enformel-
dir. Böylelikle enformelleşme sadece sermayenin yeni leşme baskısının giderek yaygınlaşması ve enformel-
birikim stratejisinin bir parçası olmakla kalmaz, aynı leşmenin üretim ilişkilerinde egemen bir form haline
zamanda devlet üzerinden dolayımlanarak toplumsal gelmesi yalınkat biçimde işlemez. Toplumsal alanın
düzenlemenin temel bileşenlerinden biri haline gelir. nasıl parçalanacağı, bu parçalanma içerisinde enfor-
Enformel kavramı, Nevra Akdemir’in (2008: 27- melleşmenin emek üzerinde neden olduğu baskıyı
58) Tuzla Tersaneler Bölgesi üzerine yaptığı çalışma- sınıf içi katmanlardan hangilerinin taşıyacağı ise sı-
da açıkladığı üzere “literatürde standart bir formu/ nıfsal sömürü ilişkileri ve tahakküm mekanizmaları
biçimi olmayan ya da eski biçiminin değişmesi ile ile şekillenir. Bir başka ifadeyle, enformelleşmenin
de-forme olarak yeni, tanımlanmamış bir form alan, ve emeğin esnekleşmesinin, prekarizasyon süreçleri
her türlü olgu, faaliyet, davranış, ilişki, tarz, süreçler ile sürdürülebilir hale gelmesiyle birlikte emek gücü
bütünü” olarak tanımlanabilir. Formel piyasa ilişki- üzerinde görünür hale gelen sermaye baskısı, toplum-

10
sal sınıfların her katmanında eşit düzeyde çalışmaz. küm mekanizmasının, dinsel tahakküm mekanizması
Burada emek gücü üzerinde gerçekleşen söz konusu ile ilişkisinin kişi üzerinde ne kadar etkili olduğu ve
eşitsizliği ve ayrımcılığı belirleyen bir diğer husus ta- bu etkinin kişinin piyasa ilişkileri içerisinde nasıl ve
hakküm mekanizmalarıdır. ne kadar yer kaplayacağını belirlemesi ya da hangi
alanlar içerisinde güç biriktirebildiği ve hangi alanlara
giremediği; politik ya da cinsel tahakküm mekaniz-
3. Kimlik Sayma Makinesi ması karşısında konumunun ne olduğuna ilişkin nite-
ve Tahakküm Mekanizmaları likler, kişinin üretim ilişkileri içerisindeki konumunu
Judith Butler (2010: 62) ezilenlerin, ezilme biçimlerini belirleyen yapısal uğraklar olarak yorumlanabilir. Ek
sıralayarak bunları tek tek saymanın ve bunları yatay olarak belirtilmesi gereken bir diğer husus, tahakküm
ya da dikey bir eksende sıralamanın ezilenlerin içeri- mekanizmalarının etkisini azaltan ya da şiddetlendi-
sinde bulunduğu koşulları açıklamak için yetersiz ve ren pratiklerle ilgilidir. Örneğin kişinin eğitim düzeyi,
anlamsız olduğunu ifade eder. Toplumdaki egemenlik akrabalık-hemşerilik ilişkilerine yönelik mesafesi gibi
ilişkilerinin neden olduğu eşitsizliklerin kimliklere bileşenler, tahakküm mekanizmaları karşısındaki ko-
yansıması ve her kimliği hiyerarşik bir düzleme yer- numunu etkilemekle birlikte, emek süreci içerisindeki
leştirerek, onları bulundukları ve sosyal alanda işgal konumunu da belirlemektedir.
ettikleri konuma mahkûm etmesi, emeğin ve emek Moishe Postone (2003: 24-33) tahakkümün, bir
sürecinin enformel örgütlenmesinin omurgasını oluş- sınıf üyesi olan gerçek kişilerin diğer kişilere baskısı
turur. olarak değil, bu ilişkilerden soyutlanmış olan toplum-
“Tahakküm mekanizmaları” toplumsal pratikle- sal yapılar olarak değerlendirmektedir. Dolayısıyla
rin, dışsal bir bilinç ile değil pratikler ve bu pratiklerin Postone, tahakkümü sınıfsal niteliği olan ancak sınıf
üyelerini aşan bir yapısal güç olarak ele almaktadır.
üstünde çalışan mekanizmalar aracılığıyla gerçekleş-
Gücün (power/macht) kişi ya da gruplar üzerinde
tirildiği varsayımına dayanır. Buna göre toplumsal
kendini gösterme biçimlerinden biri olan tahakküm,
eşitsizlik, failin nesnel ve simgesel yapılar arasındaki
sosyal alanda ve sosyal ilişkileri düzenleyen, sürekli-
bölünmüşlüğü ile doğru orantılıdır. Kişiler, içerisinde
lik içeren ve belli parametrelerle işleyen nitelikleri sa-
yer aldıkları sosyal ilişkilere tahakküm mekanizmala-
yesinde sistematikleşir. “Tahakküm mekanizmaları”,
rı dolayımıyla dâhil olur ya da dışarıda kalır. Bunun
sınıflı toplumsal formasyonun üzerinde kurulduğu
her zaman bir kapsama ya da dışlama olarak gerçek-
sosyal alanlarda var olan ve tahakkümün üzerinde
leşmesi gerekmez. Bir süreç içerisinde gerçekleşen ve
çalışmasını sağlayan cinsel, dinsel, ekonomik, etnik,
çoğu zaman kendiliğinden işlediği varsayılan, yapısal
hukuki, ideolojik, kentsel, kültürel ve siyasal alanla-
bir görünüm söz konusudur.
ra içkin; eşitsizlik ve ayrımcılık üretmeyi sistema-
Pierre Bourdieu (1994, 2006) tahakkümü, ege- tikleştiren mekanizmaların tümünü kapsamaktadır.
men sınıfların baskı gücünün bir ifadesi olarak ele alır. Tahakküm mekanizmaları, sosyal dünyayı ve sınıfsal
Bourdieu’ya göre egemen sınıfların baskı gücünün kompozisyonu bilinç uğrakları etrafında şekillenen
ifadesi olan tahakküm, sadece ezilenlerin değil aynı kompartımanlar olarak değil, sosyal sınıf konumun-
zamanda egemenlerin üzerinde de etkilidir ve onlara dan ve failin gündelik yaşam içerisindeki fiillerinden
da hükmeder. Buradan hareketle tahakküm mekaniz- hareketle çözümlemeye yönelik bir kavramsallaştır-
malarının, sosyal alan içerisinde çeşitli düzeylerde ve madır. Buradan hareketle, kavram sadece failin fiilini
katmanlar halinde çalışarak, sosyal ilişkileri tanzim değil, aynı zamanda kişinin kendini ve kendisi dışın-
ettiği öne sürülebilir. Sosyal ilişkilerin düzenlenmesi da var olan sosyal evreni açıklamasını mümkün kılan
için gerekli olan tahakkümün gerçekleştiği ekonomik, kodların oluşmasını sağlar ve bu kodlar kişi düzeyin-
dinsel, etnik, cinsel, hukuki, politik vb. alanların hep- de değil, kolektif aidiyetler olarak inşa edilir. Bir baş-
si birbiriyle ilişki içerisindedir ve bu alanlar içerisin- ka tartışmanın konusu olmakla birlikte ifade edilmesi
de kimin, ne kadar sermaye biriktirebileceği, alanlar gereken bir diğer husus, kişilerin ve ezilen kimliklerin
içerisindeki güç mücadelesi ile belirlenir. Emeğin egemen üretim ilişkileri içerisinde edilgen ve bütü-
enformel niteliği göz önüne alındığında, tahakküm nüyle bağımlı bir ilişki içerisinde yer almadıklarıdır.
mekanizmalarının emek gücü üzerindeki etkisi ve Egemen birikim rejiminin yapısal işleyişini çatlatacak
kimin üzerinde, ne kadar işleyeceği ile ilgili sorular kadar etkili bir direnç oluşmamasına rağmen günde-
özel bir önem kazanmaktadır. Örneğin etnik tahak- lik yaşam içerisinde tahakküm mekanizmalarına kar-

11
şı gizli-açık ve genellikle kişisel ya da dar grup daya- inşa edilen bir süreci içerir. Kimliğin sürekli-yeniden
nışması çerçevesinde bir direnç üretilmektedir. kurulduğu bu alan geniş ve karmaşık ilişkiler bütünü
Türkiye’nin siyasal tarihi açısından genelde tüm içerisinde yer alır. Bu alan içerisinde yer alan ilişkiler
kimlikler özelde ise Kürt kimliği üzerindeki baskı, ağı ve yapısal uğraklar kimliğin biçimlenmesinde ve
Türkiye’de kapitalizmin kurumlaşması açısından mer- değişimde başat rol oynamaktadır.
kezi önem taşır. Kalkınmanın ulus-devlet, ulus-devle- Kürt kimliği, Türkiye’nin toplumsal ve politik
tin ise homojen bir ulus-kimlik ile gerçekleşeceğine tarihi açısından özel öneme sahiptir. Kürtlerin ya-
ilişkin güçlü inanç, toplumsal farklılıkların siyasal erk şadığı toplumsal trajedi, varoluşlarının ret ve inkâr
eliyle düzleştirilmesine ve birçok farklı etnik ve dini edilmesi ve Kürt toplumu üzerinde uzun yıllar devam
kimlik için, günümüzde sıklıkla dile getirilen, birçok eden devlet şiddeti, günümüzde Kürt kimliğinin ku-
trajediye neden oldu. Kürt toplumu açısından söz ko- rucu bileşenlerinden biri haline geldi. Yaklaşık olarak
nusu tarihsel ve toplumsal trajedilerden biri zorunlu 1985-2000 yılları arasında yaşanan Kürt köylerinin
göç süreciydi. Zorunlu göç süreci ile birlikte Kürt- boşaltılması ve köylerin insansızlaştırılması ile birlik-
lerin büyükşehirlere doğru kitlesel göçü, Kürtlerin te bu süreç, Kürtlerin bir kısmının batıya doğru göç
ucuz emek gücüne dönüşmesine yol açtı. Neoliberal etmesine ve kendilerine İstanbul gibi metropol nite-
birikim stratejisiyle birlikte emek gücü üzerindeki de- liğine sahip kentlerde yer aramalarına neden oldu.
netim ve kontrol baskısının çeşitlenmesi beraberin- 2000 sonrasında devletin zorunlu göç politikalarına
de toplumsal farklılıkların emek süreci içerisinde de son vermesine rağmen batıdaki kentlere yönelik göç
parçalanmasına neden oldu. Bir başka ifadeyle, ege- yavaşladı ancak durmadı. Günümüzde de devam
men birikim stratejisi ve düzenleme tarzı, toplumsal eden bu emek göçü, Kürtlerin metropoldeki kentsel
alanda var olan farklılıkları parçalayarak, emek süreci mekân içerisinde hem mekânsal farklılaşmanın çe-
içerisinde farklı katmanlar oluşturdu. Böylelikle emek lişkileri hem de enformel piyasa ilişkilerinin neden
gücünün, tahakküm mekanizmaları bağlamında ay- olduğu eşitsiz koşullar altında yaşamalarına neden
rıştırılarak, etnik, cinsel, dinsel, politik tahakkümün oldu. Zorunlu göçe maruz kalan Kürtlerin bir kısmı
şiddetine göre istihdam edilmesi piyasa ilişkilerinin İstanbul’un muhtelif semtlerine yerleşti.
yasasına dönüştü. Zorunlu göç öncesinde, örneğin 1950’lerde ya da
daha sonra gelenlerden farklı olarak, zorunlu göç ile
4. Emeğin Kürt Hali gelenlerin bir kısmı kentin çöküntüleşen alanlarından
biri olan Beyoğlu, Tarlabaşı semtine yerleşti. Konuyla
Kimlik bir deneyim olarak kabul edilebilir ve her de-
ilgili olarak Bediz Yılmaz (2006: 29) Tarlabaşı’na yö-
neyim gibi deneyimlenen sürecin ne olduğuyla yakın-
nelik Kürt göçünü ikiye ayırır ve 1980’li yıllarda emek
dan ilişkili ve deneyimin hangi ihtiyaca karşılık geldi-
göçü olarak gerçekleşen “gönüllü” göç ile 1990’lı yıl-
ği konusunda soruşturmaya açıktır. Kimliği metafizik
lardaki çatışma ikliminin neden olduğu, hem ekono-
bir oluş ya da tarih-toplum dışı bir öz olarak açıkla-
mik hem de politik gerekçelerle yapılan “gönülsüz”
maya yönelik kültürel yaklaşımlar, kimliğin değişim
göç, bir başka ifadeyle zorla yerinden edilmeden söz
sürecini, sabitledikleri bir eksen üzerinde açıklamak
eder. Dinçer ve Enlil (2002: 421), Tarlabaşı’yla ilgili
eğilimindedir. Kimlik kavramının sosyal bilimler
yaptıkları çalışmada zorunlu göç öncesindeki göç ora-
açısından açıklayıcılık potansiyeli olmasına rağmen
nı ile 1990 ve sonrası arasındaki farkı göstermektedir.
kimlikleri kendinde bir öz olarak kavrayarak yapılan
analizlerin, kimliğe mutlak bir öz atfettiği ve kimlik Dinçer ve Enlil’in (2002) ifade ettiği üzere Tar-
değişimini, kimliğe özgü içsel bir süreç olarak yo- labaşı’na yerleşen göçmenlerin önemli bir çoğunlu-
rumladığı öne sürülebilir. Örneğin Stuart Hall (1997, ğu, 1990 ve sonrasında göç edenlerden oluşmaktadır.
2003) sosyal bilimler açısından kimliği, açıklama 1990 sonrasında göç eden kişilerin, Olağanüstü Hal
gücü sabit ve mutlak tek kavram olarak ele alarak top- Bölgesi (OHAL) olarak ilan edilen illerden, özellik-
lumsal değişimi kimlikleri referans alarak açıklamayı le Mardin, Siirt ve Diyarbakır’dan gelenler olması,
1
teklif eder. Oysa kimlik, belli bir toplumsal alan içe- zorunlu göçle gelenlerin Tarlabaşı bölgesindeki yer-
risinde ve kendisi dışındaki diğer faktörlerle birlikte leşimlerinin niceliğini göstermektedir. Kürtlerin Tar-
labaşı’na geldikleri dönemi ve ikamet süreleri anadil
1 Bu ve benzeri yaklaşımların eleştirisi için bkz. Rogers Brubaker üzerinden ölçen Bilgi Üniversitesi’nin 2006 yılında ta-
& Frederick Cooper (2000) mamladığı Tarlabaşı araştırması ise (Şahin, 2010: 20)

12
Tablo 1: Tarlabaşı’na Yerleşen Göçmenlerin Geldikleri Bölgeler ve Geliş Yılları

Geldikleri Yıllar
Bölgeler 1960 Öncesi 1960-1969 1970-1979 1980-1989 1990 Sonrası Toplam
İç Anadolu 13% 33% 44% 13% 15% 23%
Doğu Anadolu 12% 13% 6% 20% 15% 14%
Güneydoğu Anadolu - 20% 13% 53% 44% 32%
Karadeniz 38% 13% 18% 7% 6% 13%
Marmara 38% 13% 13% 7% 12% 14%
Akdeniz - 7% 6% - 2% 3%
Ege - - - - 6% 2%
Toplam 9% 17% 18% 17% 39% 100%

Tarlabaşı’ndaki Kürtlerin yaklaşık %60’ının 10 yıldan doğru gerçekleşmesine neden olmuştur (Yüceşahin &
kısa bir süredir semtte ikamet ettiklerini göstermek- Özgür, 2006: 20). Ağırlıklı olarak emek göçü şeklin-
tedir. de gerçekleşen bu süreç, tarımsal nüfusun ve emeğin,
Şahin’in (2010: 20-21) belirttiğine göre söz ko- kentsel nüfusa ve ucuz emek gücüne dönüşmesine
nusu görüşmecilerin göç ettikleri dönem “Doğu ve neden olmuştur.
Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde, PKK ve güven- 1980’li yıllarda başlayan zorunlu göç süreci
lik kuvvetleri arasındaki çatışmaların, insan hakları 2000’li yılların başına kadar devam etti ve Kürtlerin
ihlallerinin ve köy boşaltmaların en yoğun yaşan- önemli bir kısmı çeşitli kentlere göç etmeye zorlandı.
dığı döneme denk gelmektedir. Tarlabaşı’nda yaşa- Kürtlerin zorunlu göçe maruz kalmalarının sonuçla-
yan Kürtlerin büyük bir kısmı burasının İstanbul’a rından biri kentsel alandaki mekânsal farklılaşmanın
geldiklerinde ilk yerleştikleri yer olduğunu” ifade ve enformel emek piyasasının, Kürt emek gücünü
etmektedir. Tarlabaşı’nda 20 yıl ve üzerinde ikamet kapsayarak genişlemesi ve derinleşmesi oldu. Söz ko-
edenler ise anadilini Türkçe olarak belirten kişilerden nusu sürece ek olarak, Kürtlerin metropol kentlerde,
oluşmaktadır. Şahin’in verdiği bilgilere göre bu kişiler kentsel yoksullukla sarmalanan yaşam koşulları ve
1960’lı yıllarda gerçekleşen kitlesel göç ile Orta Ana- karşılaştıkları yeni tahakküm mekanizmaları, Kürt
dolu ve Karadeniz kırsalından gelen kişilerden oluş- kimliğinin yeniden şekillenmesini belirleyen koşulla-
maktadır. Bu gruba eklenecek diğer grup ise 1970’li rı içermekteydi.
yıllarda Marmara ve Ege Bölgesinden İstanbul’a gelen Göç, gerekçesi ne olursa olsun, gerçekleştikten
Romanlardır. Bu durum, ilgili yıllardaki toplam göç hemen sonra, yeni yerleşilen mekân ve yeni yerleşim-
hareketinin niceliksel yoğunluğu ile karşılaştırıldı- ciler açısından emek göçüne dönüşmektedir. Kürtler
ğında daha anlamlı hale gelmektedir. Türkiye’deki göç açısından konvansiyonel göç sürecinin dışında ger-
hareketinin bölgesel eşitsizlikler bağlamında ortaya çekleşen göç süreci, sonuçları bakımından çok kat-
çıkması, göçün yönünün genellikle doğudan batıya manlı bir süreç olarak gerçekleşmektedir. Bu nedenle

Tablo 2: Anadile Göre Tarlabaşı’nda İkamet Süresi

Anadil Ne kadar zamandır Tarlabaşı’nda yaşıyorsunuz?


< 1 yıl < 3 yıl < 5 yıl < 10 yıl < 15 yıl < 20 yıl < 20 yıl Toplam
Türkçe 2 4 6 10 14 19 43 98
Kurmançi 4 12 11 35 16 10 7 95
Zazaca 0 0 0 1 0 0 1 2
Arapça 0 1 0 1 0 0 1 3
Ermenice 0 0 0 0 0 0 2 2
Toplam 6 17 17 47 30 29 54 200

13
zorunlu göç politikalarının sona ermesine rağmen te hem kentin mekânsal kompozisyonu içerisindeki
Kürtlerin göçünün durmaması ve biçim değiştirerek çöküntü alanlarına hem de enformel emek sürecinin
devam etmesi, Kürtlerin kentsel mekânda karşılaştık- kıyısına sürüldüler. Bu yeni sürgünlük hali Kürtlüğün
ları deneyimlerin şekillenmesinde ve Kürt kimliğinin mevcut konjonktür içerisinde zaten politikleşmiş et-
metropol koşulları altında yeniden inşa edilmesinde nolojik içeriğini yeniden biçimlendirdi. Devletin kol-
özel bir aşamayı içermektedir. luk kuvvetleri ve paramiliter yapılanmaları dışında
Türklerle ve Türklükle yeni karşılaşan metropoldeki
Kürtler açısından emek arzı aynı zamanda etnik te-
4.1. Sınıfsal ve Toplumsal Mesafe melli sosyal eşitsizlik ve ayrımcılık bariyerleriyle örü-
Açısından Kürt Olma Halleri len ve Kürtlükle sarmalanan karmaşık bir ilişkiler ağı
“Zengin Kürt diye bir şey yoktur. Kürt ise zen- içerisinde gerçekleşti. 2000 sonrası oluşan yeni politik
gin değildir, zengin ise Kürt değildir. Bu kadar konjonktür Kürt kimliğinin politik itibarını iade etme
açık ve net. Bunu da herkes biliyor zaten…” çabalarını içermekle birlikte, Kürt bölgesindeki gö-
(Didem, Maraş, 43). çün durmasını engellemediği için herhangi bir mis-
tifikasyona gerek kalmaksızın, doğrudan emek göçü
Toplumsal eşitsizlik ve ayrımcılık sadece sınıf dikoto-
olarak ortaya çıkan bu süreç, metropoldeki enformel
misi içerisinde gerçekleşmez. Hatta genellikle, David
emek süreci içerisindeki Kürt emeğinin konumunu
Harvey’in (2002: 158) mekânsal farklılaşma bağla-
değiştirmediği gibi üzerindeki baskıyı daha da art-
mında ifade ettiği üzere, “düzenli bir işe sahip olan-
tırdı. Aynı dönemde Türkiye’deki neoliberal birikim
lar ile büyük ölçüde işsiz durumdaki, aynı zamanda
rejiminin emekçiler üzerindeki giderek artan baskısı
etnik ya da ırksal bir azınlık da olabilen altsınıf ara-
ve prekarizasyonun egemen birikim rejiminin yapısal
sında” gerçekleşen bir mücadele olarak gözlemlene-
bir niteliği haline gelmesi zaten proleterleşmekle lüm-
bilmektedir. Bu durum sınıf dayanışmasını ve sınıf
penlik arasında kolaylıkla yer değiştirebilen sürgün
mücadelesini gündem dışına iterek, egemen birikim mahallelerinde yaşayan Kürtler için özel bir yaptırım
rejiminin mukavemetini artırır. Sınıf dayanışması ve haline dönüştü.
sınıf mücadelesinin yerine, yine mekânsal farklılaşma
Tarlabaşı’ndaki yoksulluk sadece ekonomik
bağlamında kendini görünür kılan bir kimlik müca-
bir mesele olarak değil aynı zamanda yoksullukla iç
delesinin toplumsallaşmasına ve kentsel mekândaki
içe geçmiş sosyal dışlanmanın da gerçekleştiği bir
mücadele ve direniş uğraklarının kimlikle örülmesine
mekândır. Bu durum yoksullukla “iç içe giden dışlan-
neden olur. Böylelikle toplumsal eşitsizlik ve ayrımcı-
ma, korku, tedirginlik ve güvensizliğin hâkim olduğu”
lık, kimlik üzerinden tanımlanan ve kavranan direniş
bir mekân olarak Tarlabaşı’nda kimlikleri sosyal va-
alanları haline gelirken sınıfsal sömürünün şiddeti
roluşun asli unsuru haline getirmektedir. Dolayısıyla
devam eder.
metropolde tecrübe edilen “yoksulluk, belirli grupla-
Kürt toplumu açısından bir sürgün mahallesi rın üretim süreçleriyle birlikte politik katılım süreçle-
olarak Tarlabaşı, kapitalist toplumdaki mekânsal ge- rinden de dışlandığı, mekânsal ayrışmayla toplumsal
rilimin birçok boyutunu içermektedir. Egemen biri- ayrışmanın birbirini beslediği, ayrışan yaşam alanla-
kim rejiminin gerektirdiği düzenleme tarzına bağlı rının birbirinden koptuğu” (Şahin, 2010: 41) sosyal
enformel emek ihtiyacının canlı kaynağını barındıran dışlanma süreçlerinin tümünü içermektedir. Kürtler
bir havuz işlevi gören Tarlabaşı, aynı zamanda serma- açısından bir sürgün mekânı olan Beyoğlu-Tarlabaşı
yenin kentsel rant için yeniden merkezileştirmeye ça- hem enformel emek sürecinde yer alan Kürt emek gü-
lıştığı bir mekândır. Tarlabaşı’nın 2000 sonrası emek cünün prekarizasyonunu hem de metropolde kurulan
göçü olarak gelen Beyoğlu’ndaki Kürtler için hem Kürt kimliğinin kentsel mekân ve emek süreci içeri-
enformel emek süreçlerinde yer almalarının hem de sinde yeniden inşa edilmesi içermektedir.
yeni koşullar altında Kürt kimliğini inşa etmelerinin Toplumsal eşitsizlik ve ayrımcılık, ezilen kim-
mekânı haline gelmesi ise mekânsal farklılaşmanın liklerin egemen birikim rejimi karşısında prekari-
bir diğer sonucu olarak yorumlanabilir. zasyona maruz kalmasını mümkün kılmakla birlikte,
Zorunlu göç sürecinde metropol niteliğine sahip göçmenliği niteliksiz emek gücüne eşitleyen bir yok-
kentlere gelen Kürt göçmenler, kentsel emek sürecine sullaştırma pratiğini de beraberinde getirmektedir. Bu
en alttan eklemlendiler. Enformel emek piyasası ve nedenle göçmen emeğinin enformelleşmeyi yeniden
istikrarsız istihdamı içeren prekarizasyon ile birlik- üreten ve prekarizasyonu makulleştiren bir niteliği

14
olduğu göz ardı edilemez. Sevilay Kaygalak’ın (2009: olma halinin doğrudan yoksulluk ve yoksunlukla
21) belirttiği üzere birçok nedenden dolayı kentteki ilişkilendirilmesi, Kürt emek gücü açısından Kürt
formel sektörde kendine bir istihdam alanı bulama- olma halinin çizdiği sınırları belirtmesi bakımından
yan göçmen emeğinin bir yandan kentleşme diğer dikkate değerdir. Görüşmelerde ifade edildiği üzere
yandan birikim rejiminin baskısı nedeniyle enformel Kürtlük yoksullukla eşitlenmektedir. Dolayısıyla Kürt
emek gücü olarak istihdam edilmesi, göçmen emeği- olmayanlar ile Kürt olanlar arasında ciddi bir ekono-
nin neredeyse mukadderatıdır. mik fark olduğuna yönelik algı güçlüdür. Kürt işçiler,
Metropol koşulları içerisinde “iş buldukları sü- kendisiyle aynı atölyede çalışan ve Kürt olmayan iş-
rece yaşayan ve emekleri sermayeyi artırdığı sürece çilerle kendini karşılaştırdığında Kürt olmayanların
iş bulan bir emekçiler sınıfı” olarak (Marx & Engels, hem kendi memleketlerindeki tarla ve/veya hayvan-
2005: 123) kente tutunan Kürt emek gücü açısından, ları hem de sosyal sermayeleri nedeniyle kendilerin-
prekarizasyonun şiddeti ve enformel istihdam süreç- den varlıklı görme eğilimdedir. Dolayısıyla Kürtlerin
leri, etnik tahakküm mekanizması nedeniyle, Kürt mülksüzleşmesine neden olan ve uzun bir tarihsel
emek gücünü toplumsal bütünleşmenin dışında tut- sürece yayılan politikaları Kürt yoksulluğunun temel
ma eğilimindedir. Bu nedenle, Tarlabaşı gibi Kürtler nedeni olarak yorumlamaktadırlar. Konuyla ilgili sık-
açısından sürgün mahallesine dönüşmüş mekânlar, lıkla ifade edilen görüşlerin genel çerçevesi genellikle
sosyal hürmetsizlik ve aşağılama ile sarmalanmış ol- şu şekilde özetlenebilir:
malarından dolayı, orada ikamet edenleri baskı altı- I) “Kürt’ten zengin olmaz, zenginse Kürt değil-
na alan mekânlardır. Mekânsal farklılaşmanın neden dir.”
olduğu damgalanma sadece orada yaşayanları öteki- II) “Eğer bir Kürt zenginse işbirlikçidir, sistemle
leştirmekle ya da insani niteliklerinden soyutlamakla işbirliği yapmıştır.”
sınırlı kalmaz, bu durumu etnik tahakküm mekaniz- III) “Bir Kürt zengin olmak için onlardanmış gibi
ması yoluyla kimlik üzerinden yeniden biçimlendirir. yapmak zorundadır/Kürtlüğünü inkar etmelidir.”
Böylece Tarlabaşı gibi sürgün mekânlarının damga-
IV) “Kürt zenginler çok iyidir, inşallah daha çok
lanmasının etkileri sadece gündelik sosyal ilişkilerde
zenginimiz olur”
değil, kamu politikaları düzeyinde de hissedilir. Suçla,
Oransal olarak bakıldığında I ve II numaralı
kanunsuzlukla ya da yaygın sosyal önyargıların kod-
görüşlerin yoğun olduğu III ve IV numaralı görüş-
larıyla etiketlenmiş mekânların kamu yaptırımlarıyla
lerin ise anlamlı bir yoğunluk oluşturmadığı göz-
dönüştürülmesi, sermaye ilişkilerini örtmesi bakı-
lemlenmiştir. Konuyla ilgili olarak yaklaşık 15 yıldır
mından kolaylaştırıcı bir işlev görür. Mekânsal fark-
İstanbul’da yaşayan, tekstil başta olmak üzere birçok
lılaşmanın ürettiği sınıfsal çelişkilerin sonucu olarak
merdiven altı atölyelerde işçilik yapan, açık orta öğ-
ortaya çıkan suç ve suçlu alt kültürü hem kamusal
retimde okuyan ve son on yıldır amatör çocuk tiyat-
yaptırımların meşruluğunu hem de Kürtlüğün sosyal
rosu ile uğraşan, ancak bu işten geçimini sağlamakta
ayrımcılık nesnesi olarak yeniden kurulumunu kolay-
zorlandığı için zaman zaman annesinden para almaya
laştıran bir işlev kazanır.
devam eden Zeki ile yapılan görüşmeden bir kesit ek-
Böylelikle Kürt olma hali, sadece sosyal ve kültü- liyoruz:
rel bir farklılığı değil, mekânsal farklılaşma, enformel
“Çok [Kürt zengin] var ama beğenmiyorum hare-
emek piyasası ve etnik tahakküm mekanizması yo-
ketlerini, ama hiç birini… Beş para etmez. … asalak.
luyla Kürt emek gücünün ekonomik ve politik değe- Hiç beğenmiyorum hiç, yani örnekte verebilirim.
rini işaret eden bir kimliğe dönüşür. Enformelleşme Millete destek veriyorlar, kendi adamlarına destek
ve prekarizasyon sayesinde emek üzerinde kurulan vermiyorlar. … Kürtlük de şey oluyor, zenginlikle
denetim ve emek sürecinin kontrolü ise etnik tahak- beraber, dejenere oluyor. … Onlar Kürt değil, on-
kümün emek gücü piyasasındaki rolü tarafından sü- lar başka bir şey, başka bir şey. Onlar kafeste, altın
rekli-yeniden belirlenir. Burada ifade edilmesi gere- kafeste bekleyen, ölümünü bekleyen insanlar, hani
ken bir diğer husus, Kürt olma halinin kendini Kürt insancık demek istemiyorum, Allah yarattı onları,
haksızlık olur. Oda değerlidir ama … Kürt olması-
olarak ifade eden herkesi kapsamadığı, bu kapsamın
na rağmen ısrarlı biçimde olmadığını söyleyen in-
da sınıfsal sömürü ilişkileri içerisindeki nesnel sınıf
sanlar var, çoğu da zengin olan. …“ben Kürt’üm”
konumuyla doğrudan ilişkili olduğudur. diyenler acı çekenlerdir. Kayıp verenlerdir. Sancıyı
Yapılan görüşmelerde ifade edildiği üzere Kürt ciğerinde hissedendir. İliklerine kadar hissedendir,

15
beyni ve kalbi iyi bir senkronla çalışandır. Beyni olarak kavranmasıdır.
başka, gönlü başka olanlar zenginlerdir ve onlara
“… Adam Kürt, o kadar zengin, o kadar şey, o ka-
Kürt denilmez” (Zeki, Mardin, 30).
dar çevresi var ama adam Kürtler için hiçbir şey
Kürt olma hali ile maduniyet, yoksulluk ve yok- yapmadı yani. Yani adamın Kürtlüğü parayı bulana
sunluk arasında kurulan ilişki, İstanbul’a gelen Kürt kadar yani. Hani buradaki [İstanbul] Kürtler öyle
görüşmeciler arasında yaygın bir görüştür. Burada sonuçta” (Yavuz, Hakkari, 25).
Kürt olma halini belirleyen sınırların Kürtlüğe yük- Kürt emek gücü açısından, kimliğin mütehak-
lediği anlam etnik ya da kültürel aidiyeti aşan nitelik- kim sınıflara ve devlete olan mesafesi bağlamında
le yakından ilişkilidir. Bu durum özellikle metropol içeriklendirilmesi “sahih” Kürt olma hali ile “zımni”
alanlar için geçerlidir ve Doğu ve Güneydoğu Anado- Kürtlüğü birbirinden ayrıştıran bir turnusol kâğıdına
lu’daki gündelik yaşamda var olan sınıfsal farlılıktan dönüşür. Böylelikle Kürt emek gücü açısından sınıf-
ziyade kentsel mekânda açığa çıkan sınıfsal çelişkiler sal ve sosyal anlamda toplumda işgal edilen konum,
tarafından inşa edilmekte ve Kürt olma halini, sınıfsal kimliğin içeriğine ilişkin bir malumat ve kanaat seti-
sömürü ilişkileri bağlamında değerlendirilmesine ne- ne dönüşmektedir. Madun Kürtlerin sahip olduğu bu
den olmaktadır. malumat ve kanaat setleri, mütehakkim sınıflara ve
“…Yozgat’tan gelen adam da yoksuldur, eminim devlete yakın olanlara ilişkin yorumlamaları belirle-
Ankara’nın bir köylüsü de yoksuldur ama şimdi mekte ve yakın olan Kürtlere yönelik yaklaşımlarını,
oran olarak Kürtler çok yoksullar. Bir halkın, di- Kürtlük kümesinin dışında oluşturmalarına neden
yelim ki %20’si yoksulsa, Kürtlerin %90’ı fakirdir. olmaktadır. Kürt emek gücü açısından bu durum, bir
Aslında kendi coğrafyasında durumu iyidir, toprağı yandan madun Kürt kimliğinin kentsel mekânda ve
var, arazisi var, kendi yerinde çalışıyor ama binlerce emek süreci içerisinde yeniden inşa edilmesine neden
köy boşaltılıyor ve bu insan çiftçiyken birden met- olan sınıfsal çelişkileri kimlikle açıklamaya neden
ropolün kucağına atılıyor. Ne yapabilir ki… öğret- olurken diğer yandan bir haysiyet ve kişilik meselesi
menlik yapamaz, diploması yok, gidip tekstilde ça- olarak, ahlaki kodlarla ele alınır.
lışsa glikoz mudur, nedir bir hastalıktan [Silikozis]
onlarca Kürt genci öldü. Kürt olduğu için, Kürtler “En üstteki zengin Kürtler, şöyle diyelim, onlar za-
yoksundur. Kürtler, işçi olduğu için Kürt olmadı- ten kendilerine Kürt demiyor. Firması olan, zengin
lar, Kürt oldukları için işçileştirildiler. Kürtlerin olan, şirketi olan ya da daha değişik kazancı olan
sınıfsallık temelleri Kürt oldukları için gelişmiştir. maddi olarak çok iyi noktalarda olan zaten. Kürtlük
… Zaten kendi kimliğinin varlığını söyleyerek bir onların hiç işine yaramıyor. Onların Kürtlüğü sade-
yerde var olması mümkün değil, … binlerce zengin ce lafa gelince, işte bir programda, bir şeyde normal
Kürt de vardır İstanbul’da ama ne kadar Kürt’tür? insani ilişkilerde “bak biz de Kürt’üz ama biz öyle
… Masasında dansöz oynatabilecek, her gün ke- değiliz, biz şöyleyiz, böyleyiz”, kendilerini ayrı bir
bapçıda kebabını yiyip rakısını yudumlayabilecek statüye koyuyor. … para arttıkça Kürtlük kabını bir
kadar Kürt’tür. Sonuçta en güzel giysileri giyer, en yana atıyorlar. Bu şeydir nasıl anlatayım pozisyon,
güzel şekilde yaşar ama onun bir nedeni de vardır. maddiyat, ilişkiler arttıkça adam “ne yapacağım”
Birileri, sistem ona kapıyı açmıştır ona “yürü” de- diyor “niye siyasetle uğraşayım ki” diyor” (İsmail,
miştir, o sistemle barışıktır. Onu bile Kürt’e karşı Van, 31).
kullanmıştır. Yani sistem, Kürt’ü bile Kürt’e karşı “Mesela diyelim ben çok zenginim, ben devleti eleş-
kullanmıştır” (Mansur, Erzincan, 31). tiriyorum, böyledir böyledir… sen içinden ne der-
sin, “ulan nankör, araban var, yatın var, katın var”
Bu sürece eklemlenen bir diğer unsur ise kentsel diyeceksin bana. … Fakirse, belki o adam [zengin
anominin sınıfsal kompozisyon ve tüketim normları- olduğunda] değişir ama zengin olduğu halde de-
nın kültürel göstergeleri etrafında çeşitli biçimler et- ğişmemişse, bence daha Kürt’tür. Fakirse zaten
rafında derinleşmesidir. Böylelikle Kürt olma halinin Kürt’tür, ne yapsın ama zenginse… Yani şimdi fa-
maduniyet ile eşanlamlı hale gelmekte ve Kürt emek kirse zaten Kürt olmak zorunda, Kürt olmayıp ne
gücü açısından Kürtlük, hem mekânsal farklılaşma yapacak ama zenginse, mesela diyebilir “ben artık”,
ne bileyim “ben ikili oynayayım”, “ben Türk’üm”
hem de yoksullukla kesişen, iç içe giren bir kimlik ola-
derse, zaten parası da var. Ama “ben Kürt’üm” [der-
rak algılamaktadır. Mekânsal olarak dışlanan, emek se] bu devletten göreceği baskılar olur, ona rağmen
piyasasında prekarizasyonun neden olduğu bütün çe- “ben Kürt’üm” derse, takdir ederim. … Ama fakirin
lişkilere maruz kalan Kürt emek gücü açısından bu al- şansı yok, şimdi bakıyorsun iş piyasasına, fakirsen
gılayış biçiminin sonuçlarından biri kimliğin sınıfsal kimse seni kaale almıyor” (Ayhan, Siirt, 29).

16
Hem sınıfsal hem de statü konumları açısından kaderin de Allah belasını versin yani…” (Mer-
Kürt emek gücünün kentsel mekândaki sınıfsal sö- van, Ağrı, 22).
mürü ilişkileri ve tahakküm mekanizmaları içerisinde Mekânsal faklılaşma ve emeğin yeniden üretilme
geliştirdiği Kürt olma hallerine ilişkin kanaatler, aynı süreçlerinde, emek gücünün kendi taktiklerini üret-
zamanda Kürt emeğinin değerini ve kentte hangi işle- mesi ve belli bir planlamaya gereksinim duymaksızın
ve karşılık geldiğini belirleyen yapısal süreçlerle iç içe bulunduğu koşullara uyum sağlaması, madunların
ilerlemektedir. Etnik tahakkümün kimlik üzerindeki yaşam stratejilerinin eksenini oluşturur. Barınma,
baskısını doğrudan tecrübe eden, toplumsal eşitsizlik bu yaşam stratejilerinin başında gelir. Çünkü barın-
ve ayrımcılık pratiklerine enformel ve prekarize emek ma sorunu aynı zamanda emek arzının ve emek sü-
gücü olarak maruz kalan Kürtlerin, Kürtlükle kurduk- recine eklemlenmenin yapısal uğrağıdır. Ezilenlerin
ları ilişki aynı zamanda kentsel mekânda konumlan- barınma koşulları ise mekânsal farklılaşmaya neden
dıkları sınıfsal ve sosyal alan ile ilişkilidir. Bu nedenle olan eşitsizliklerle bir arada oluşmaktadır. Bu nedenle
Kürtlük, aynı zamanda ötekileştirilmenin, yoksullu-
ezilen kimliklerin emek gücünün, enformel koşullar
ğun, yoksunluğun, ucuz emek gücünün gerekçesi ola-
altında istihdam edilmesinin sürekliliğini sağlayan
rak algılanmaktadır. Enformel emek ilişkileri ve emek
ve prekarizasyonu onlar açısından iş bulma sürecinin
üzerindeki prekarizasyonun yatay ve dikey olarak işçi
kurallarından biri haline getiren mekânsal farklılaş-
sınıfının ve ücretli çalışanların her kesimini çeşitli
ma, zorunlu göç nedeniyle ve sonrasında metropole
düzeylerde kapsamasına rağmen, bu durumun neden
gelen Kürt emek gücünün çöküntü alanlarında barın-
olduğu eşitsizlik ve ayrımcılıkların bir kimlik para-
malarına ve ancak burada yer bulabilmelerine neden
metresine dönüşmesi ve Kürt olma hallerine ilişkin
olmaktadır.
kanaatlerin asli belirleyicisi haline gelmesi, kimliğin
metropolde yeniden inşa edilmesinin imkânlarını Bu sürece ek olarak, Kürt emek gücünün metro-
oluşturur. Bir başka ifadeyle “herkes fakir ama Kürt- poldeki ekonomik ve politik karşılığı, sınıfsal ve etnik
ler daha fakir” türünden bir söylem ile dile getirilen kategorilerin iç içe girmesiyle birlikte ortaya çıkan
bu durum, Kürt olma halini tümüyle kentsel mekân- yeni bir eşitsizlik durumunun ortaya çıkması gözlem-
daki sınıfsal kompozisyonla ilişkili hale getirmekte ve lenebilmektedir. Bir başka ifadeyle etnik ayrımcılık ve
kimliğin kendisini inşa etme pratiğini belirleyen sü- etnik tahakküm mekanizmaları, sınıfsal konumlarla
reç sınıfsal dikotomi içerisinde şekillenmektedir. Böy- çoğu zaman açıkça örtüşen ve birbirlerini yeniden
lelikle kentteki mekânsal farklılaşma içerisinde Kürt üreten süreçler olarak şekillenmektedir. Bu durumun
olma hali, aşağıda olmanın olağanlaşması anlamına beklenmedik sonuçlarından biri Kürtlerin metropol-
gelmektedir. Bu olağanlaşan duruma yönelik sınıfsal deki etnik var oluşlarının, aynı zamanda ekonomik ve
öfkenin kimlikle sarmalanarak kendini ifade etmesi politik mücadelenin bir bileşeni haline gelmesidir. Di-
ise Kürt toplumu üzerinde uzun zamandır çalışan et- ğer taraftan ekonomi alanındaki mücadelenin ezilen
nik tahakküm mekanizmasının neden olduğu sonuç- tarafları açısından kentsel mekândaki varoluş müca-
larından biridir. Kürt emek gücüyle benzer ve hatta delesi, aynı zamanda sınıf-içi mücadeleyi ve çatışmayı
kimi zaman daha kötü koşullar altında çalışmasına ve içermektedir (Harvey, 2002: 158).
yaşamasına rağmen içinde bulunduğu koşulları kim- Prekarizasyon emek gücünün farklı katmanla-
lik sorununa dönüştürmeyen, egemen kimlikle ittifak rı üzerinde farklı etkilere sahiptir. Prekarizasyonun
yapabilme becerisine sahip diğer etnisiteler açısından emek gücü üzerinde farklı çalışmasına bağlı olarak
eşitsizlik ve ayrımcılık sınıflı toplumsal formasyonun işlevi farklılaşır. Böylelikle enformel emek ilişkileri-
cari yasası olarak yorumlanmaktayken Kürt etnisitesi nin istihdamı istikrarsızlaştırmasına neden olur ve
açısından Kürt olmanın bir bedeli olarak yorumlanır. tahakküm mekanizmaları karşısında failin emek ar-
zının imkanlarını ve sınırlarını belirleyen niteliklere
4.2. Enformelleşme yapısal bir kararlılık kazandırır. Öyle ki, bir işe sahip
olmakla olmamak ya da güvenceli istihdamla güven-
ve Prekarizasyon Bağlamında cesiz çalışma arasındaki fark etnik, cinsel, dinsel gibi
Kürt Kimliği kimlik gösterenleri çerçevesinde yeniden kurulur.
Ben bazen düşünüyorum, böyle mi olacak Benzer koşullar altında yaşayan, benzer anlam ve
benim hayatım, bakıyorum insanlara, bir de değer setlerine sahip olan fakat buna rağmen içeri-
kendime bakıyorum, Allah’a tövbe ama böyle sinde bulundukları koşulları sınıf dışı kategorilerle

17
açıklayan özneler haline gelen emekçiler, sınıf ya da “Tamam, biz size döneriz” hani var ya doldurursun
emek-içi çatışmayı kimlik üzerinden açıklamaya ve şeyi, “biz size döneriz.” Eskiden bu böyle açıkça
sınıf-içi çatışmayı kimlik gösterenleri çevresinde inşa yapılıyordu, şimdi daha sistematik, yani minareyi
etmeye motive olurlar. Bu durum sınıf dayanışması çalmışlar kılıfını uydurma çalışıyorlar. Şu anda kılıf
da demagoji, uydurma “o öyle istedi, yönetim böyle
ya da sınıf mücadelesi gibi tesir gücü yüksek söylem-
istedi, biz sizi ararız, benle bir ilişkisi yok” gibi şey-
lerin buharlaşmasına neden olmaktadır. Böylelikle, ler… (Zeki, 30, Mardin).
bir bütün halinde emekçiler, “kapitalist düzen için
tehdit” oluşturmayan, hatta egemen birikim rejimi- Kentsel mekân ile kimliğin inşası arasındaki iliş-
nin mukavemetini daha dayanıklı kılan bir mücadele kinin momentlerinden biri, egemen piyasa ilişkileri
türü olarak kimlikler mücadelesinin tarafları haline içerisinde ezilen kimliğe ilişkin gösterenlerin enfor-
gelmektedirler. Sonuç olarak, toplumsal eşitsizlik ve melleşmeyi doğallaştırmasıdır. Sınıfsal sömürü ilişki-
ayrımcılık pratiklerinin sergilendiği bütün alanlar, leri içerisinde yer almanın ve enformel piyasa ilişkile-
kimlik üzerinden tanımlanan ve kavranan direniş rine eklemlenmek zorunda olmanın ürettiği çelişkiler
alanları haline gelirken sınıfsal sömürünün şiddeti arasında kurulan gerilim hattında kimlik, bu yükü
devam etmektedir. taşıyan bir nesneye dönüşür (Erbaş & Coşkun, 2007).
Kimliğin eşitsizliği ve ayrımcılığı taşıyan somut bir
“Tahtakale’de iş ararken bir çantacıydı, çok iyi hatır-
nesneye dönüşmesiyle birlikte sınıfsal sömürü iliş-
lıyorum, modern bir yüzü vardı. “Çırak aranıyor”
kileri ve sınıfsal konumlar görünmezleşerek kimliği
yazıyordu, yeri hatırlamıyorum ama giriş kattı, “ne-
relisin” dedi, “abi” dedim “çırak arıyorsunuz”, “nere- parlatır ve tahakküm mekanizmaları kimlik üzerinde
lisin” dedi direk. “Mardinliyim” dedim, “sen Kürt- eşitsizliği süreklileştiren bir sistematik kazanır. Böyle-
sün, seni alamayız” dedi, aynen böyle “sen Kürtsün likle söz konusu gerilim, bir yandan ezilen kimlikle-
seni alamayız” dedi. Dedim ki şöyle kendi kendime, rin, örneğin Kürtlüğün, siyasallaşmasını diğer yandan
dışarı çıktım, böyle bir ter içinde kaldım, dedim ise piyasa içerisinde ucuz emek olarak istihdamını
“yahu hayat bu kadar zor mu, işte yani anne, baba kolaylaştıran dinamikler sayesinde, kimlik üzerinde
yok, burada nasıl ayakta duracağız, bir de Kürtlük işleyen çoklu tahakkümün sürdürülmesine neden
mü çıktı ortaya!” Orada dank etti işte! Küçükken olur. Bu açıdan değerlendirildiğinde İstanbul’daki ne-
o çatışmaların arasındaki şeyi ben nerden bileyim,
oliberal birikim stratejisi, aslında sadece Kürt kimliği
hengâmenin içindeyiz falan filan… ben idrak ede-
üzerinde değil, etnik, dinsel, cinsel ve dahası bütün
cek konumda değilim yani. Bilgim yok yani, dona-
nım yok yani. Bir anlamda Kürtlüğümü keşfettim. kimlikler/farklar üzerinde çalışarak, sınıfsal sömürü
Öyle bir şey varmış. … Böyle bir şey çıktı, sonra ça- ilişkilerinin ve tahakküm mekanizmalarının bedende,
lışmaya başladım başka yerde işte. Kalfa, tezgahtar, zihinde ve hislerde karşılık bulmasının ve içselleştiril-
çırak bilmem ne aralarında da kutuplaşma vardı, mesinin sistematiğini oluşturmaya yönelik gündelik
öbürü Çerkez, öbürü Kürt, öbürü Türk bilmem ne pratikler üretilmesini amaçlar.
falan. Yemek yerken bile sırtını dönerek yiyorlar fi- Olağan şartlarda her türden farklılığın temsil ala-
lan … Yani işte, işe gelince hani öyle kutuplaşmalar
nına sahip olması beklenen ve tanımı gereği kozmo-
vardı, Türk-Kürt şeyleri vardı, 90’larda bolca vardı.
Hatta Kürt olduğun için “bunlar aptaldır, bunlar sa-
polit bir nitelik taşıması gereken metropollerin ege-
laktır, ağır işleri onlara verelim” bunlar da vardı. “Az men tahakküm mekanizmalarının şiddeti ile doğru
para verelim, bunlar öküzdür, çalışırlar” fındık top- orantılı olarak eşitsizliğin ve ayrımcılığın mekânları-
lamada yok mu sanki bunlar, pamuk toplamada yok na dönüşmesi, ezilenlerin kimliğinin kentsel mekân-
mu bunlar, bunları kim yapıyor, … Bir sürü insan da yeniden inşa edilmesinde belirleyicidir. 2000’li
trene biniyorlar, üç kuruş para ile ta bilmem nerele- yıllardan bu yana Kürtlerin sosyo-kültürel olarak ta-
re, Giresun’a gidiyor, Adapazarı’na gidiyor, Çukuro- nınmasıyla birlikte başlayan yeni süreç, bu eşitsizliği
va’ya gidiyor, pamuk toplamaya gidiyor, orada altını ve ayrımcılığı gidermek bir yana, daha da derinleşti-
çiziyorum, yine kutuplaşma var. “Bunlar öküzdür,
rerek Kürtlüğü, Kürt emeği üzerinde bir denetim ve
bunlar hiçbir şeyden anlamazlar, zeki değildir, kıt
kontrol aygıtına dönüştürmektedir. Gittikçe daha da
kanaat geçinirler zaten, sebil gibi çocukları var, bir
düzine yapıyorlar” … Onlar da bile az para verili- inceltilen, gözle görülmez hale getirilen eşitsizlik ve
yor. Pamukta, fındıkta falan kutuplaşma her daim ayrımcılık, tahakküm mekanizmaları sayesinde kim-
vardı. … Yine de iyi güzel şeylerden de bahsedebi- lik üzerindeki baskısını yoğunlaştırmaya devam eder.
liriz. İyi, yine de güzel şeyler de var ama kutuplaşma Kimlik üzerindeki baskı arttıkça emek sürecindeki
üstünü kapatılarak, direk değil, dolaylı şey yapılıyor. eşitsizlik ve ayrımcılık yoğunlaşır. Eşitsizlik ve ayrım-

18
cılık üreten pratikler, ne kadar inceltilmekte ve say- laşma yoluyla ücretlerin esnekleşmesidir. Bu nedenle
damlaşmakta olsa da, Kürt kimliğini ancak enformel- “fırsat eşitliği” söylemi altında söz konusu eşitsizlik
leşme ve prekarizasyon sarmalı içerisinde istihdam ve ayrımcılığı destekler. Fırsat eşitliği söylemi, serbest
edilebilecek bir emek gücü olarak değerlendirmeye piyasa ekonomisinin ideolojik olarak manipüle ettiği
eğilimlidir. Kürt emek gücünün, metropolde kendine eşitlik illüzyonunun sürdürülmesini amaçlar. Böyle-
yer bulabilmesine neden olan mekânsal farklılaşma likle sınıfsal kompozisyon içerisinde beyaz emek gü-
ise hem sınıfsal konuma yönelik algıyı hem de emek cünün üstte, beyaz olmayanların ise altta yer almasına
gücünün ekonomik ve politik değerini belirleyen bir neden olan işleyişin meşrulaşmasını sağlanır. Sonuç
kritere dönüşür. Böylelikle kimlik, mekân ve sınıf çer- olarak işçi sınıfı içerisindeki hiyerarşide beyaz emek
çevesinde kurulan çoklu tahakküm karşısında emek gücü, hegemonik bir konum elde etmiş olur.
gücü üzerindeki baskı süreklileşir. Bu durum kapitalist üretim formasyonunun
“[Çalışma hayatında] Kürt olmak hiç faydalı ol- sürdürülebilmesi için ihtiyaç duyulan ırksal/etnik ve
muyor, avantajlı olmuyor. Nedeni şu, biz her yerde benzeri ayrıştırıcı farklılıklara ilişkin, kimliğe bir öz
marabayız. Bizi yönetenler, aynen devletin yaptığı atfederek, ben/biz-öteki ayrımını doğuştan gelen bir
gibi üst onlar, alt biziz. Biz on bin kişi de olsak biz arzu ve toplumsal yaşamın doğal olarak ayrımcılığı
hep altız, dün işe başlayan biri senin başına verili- içerdiğini dayatan egemen ideoloji ile garanti altına
yor ve 80 kişi onun elinin altına veriliyor. … Çünkü
alınır (Nguyen, 2008: 1563).
o Türk, aynı şekilde bana görev veriyorlar, ben tabi
eğitimsizim, sadece ortamı biraz toparlamışım. Ne “Bizim iş yerinde tam otuz yedi kişi çalışıyoruz, pat-
yapıyorum, kendi halkıma, haklının dilinden, hak- ronla oğlu hariç, tam otuz yedi. Yirmi dokuz tane
lının düşüncesiyle konuşuyorum. … [İnşaat] Çok Kürt var, tam yirmi dokuz tane. Urfalı var, Mardinli
yorucu iş. Bunu dediğin zaman olmuyor, sırf üs- var, bizim oradan var, var yani. Bizden bir kişi bile
tünden korktuğu için sana eziyet edip bir an önce iş daha yönetimin odasını, yerini, mevkisini bile gö-
sahasına çekmek istiyor. Halbuki vaktin mi yok, işte rememiş ama geri kalanların hepsi haftada en az bir
bu sıkıntıları anlattığın zaman asi ve kötü oluyor- kere oraya yemeğe giderler. Ulan ben de işçiyim, sen
sun ve kimliğin Hakkâriliyse … en çok önyargıyı de işçisin. Sen nasıl oluyor da oraya gidebiliyorsun
da orada görüyorsun. … Yani para yok, eğitim yok, da ben bir kere olsun gitmemişim. Sadece ben değil,
kimin kimsen yok, bir de üstüne Kürtsün, e sana bizden bir kişi bile gitmemiş. … Yani evet, ikimizde
vurmasın da kime vursun” (Yusuf, 35, Hakkâri). işçiyiz ama eşit değiliz ki… o ya onun hemşerisidir,
ya tanıdığıdır, ya başka bir şeydir ama asla benim
Neo-Marksist paradigmadan hareket eden Mic- gibi, benimle eşit değildir. Bunu var ya, sana ses-
hael Omi & Howard Winant (1994) Amerikan top- lenmesinden anlıyorsun, seslenmesinden… Hani
lumundaki emek-içi katmanlaşma üzerine hazırla- ona bir şey diyeceği zaman sesini kırıyor, “bir bakar
dıkları çalışmalarında bu durumu çeşitli kriterler mısın canım” diyor, bana sesleneceği zaman “hop,
çerçevesinde açıklamaktadırlar. Emek-içi katmanlaş- Necdet, Neco, hele gel buraya” … Mal mı geldi mi-
ma içerisinde beyaz olmanın ürettiği avantajlardan sal, önce biz taşırız, eğer hala malın taşınması varsa
söz eden yazarlar, bu avantajların emek istihdamında onlar gelir el atar, sanırsın onlar bizim ağamız, pa-
şamızdır, ulan sen de işçisin işte, kime bu havan”
ve emek sürecinde eşitsizlikler ve ayrımcılıklar üze-
(Necdet, 26, Iğdır).
rinden sürdürüldüğüne dikkat çekerler. Çalışmada
“Ama onlar [iş yerinde] bir sorun ile karşılaşmıyor-
gösterildiği üzere, beyaz olmayan emekçilere yönelik
lar, siyasi anlamda da diyorum bunu. Hiçbir sıkıntı-
ayrımcılık, işçi sınıfının beyaz üyelerinin belli bir kıs-
ları yok. Geçim anlamında da öyle, fındık bahçeleri
mı için, maddi kazanımlarının sürekliliğini garantiye var, bizde fakirlik daha fazla. Zaten iş yerine getir-
almanın bir yolu olarak icra edilir. Omi & Winant’a dikleri yemeklerden belli. Onlar fakir, biz ise onla-
göre (1994: 9-51) beyaz işçi sınıfının sahip olduğu rın bir altı, yoksuluz. Yani gözlemlediğim bu. Yani
ırkçı tutum ve davranışlar ayrımcılığı meşrulaştıran pazara gidiyorlar daha ucuza almak için. Yani her
ideolojik ve politik angajmanlarla maskelenerek eşit- işi yapıyor, derecesine geliyor. Karadenizliler daha
sizliğin sürdürülmesine neden olur ve somut, mad- rahat oluyor, mesela biz sadece paydosta tuvalete
di kazanımlarının önündeki olası rekabet alanlarını gidiyoruz, onlar iş esnasında da rahatça gidebiliyor-
lar. Bizim üstümüzde sürekli bir baskı var, geldiği-
ortadan kaldırmayı hedefler. Bu nedenle beyaz işçi
miz yerden mi bilmiyorum?” (Gizem, 36, Tunceli).
sınıfı açısından ayrımcılık, iş piyasası içerisinde on-
lara çeşitli avantajlar sağlamaktadır. Sermayenin ve Michael Hechter (1977: 9, 38) etnik işbölümü-
üretim ilişkilerinin gereksinimleri emek-içi farklı- nün ancak “kültürel farklılıkların” sürdürülmesiyle

19
mümkün olduğunu, toplumsal katmanlaşmanın eme- me ihtimalinin ortaya çıktığı anlamına gelmektedir.
ğin kültürel işbölümü sayesinde (cultural division of Ezilen kimlikler, istihdam edilmediklerinde sosyal
labor) sağlanabildiğini öne sürer. Emeğin kültürel iş- statülerini koruyamadıkları ve herhangi bir birikime
bölümü etnikliğin sürdürülmesini içeren ve onu ye- sahip olmadıkları için hızla sınıf-altı olabilmekte ve
niden üreten bir işlev üstlenmesinin sonucu olarak yeniden sınıf içerisine girebilmek için kendi stratejile-
kültür, tahakküm mekanizmalarının sürdürülmesini rini geliştirmek zorunda kalmaktadır. Madun Kürtler
sağlayan hegemonik bir araç işlevi görür. İstanbul açısından, enformel emek ilişkilerinin düzensiz yapısı
gibi metropol niteliğine sahip kentsel mekânlardaki ve prekarizasyonun istikrarsızlığı rutinleştirmesi sı-
tahakküm mekanizmalarının, Kürt kimliğinin en- nıfsal bir itiraza dönüşmekten daha çok kendini kim-
formel bir nitelik kazanmasındaki rolü, etnisiteyi ve lik içerisinde göstermektedir. Ancak buradaki kimlik,
etnik kimliği kimi zaman kriminalleştirerek, kimi sosyo-kültürel bir gösterenden daha çok toplumsal
zaman kültürel hegemonyanın sağladığı olanaklarla eşitsizlik ve ayrımcılıkla karşı karşıya kalanların sınıf-
kontrol altına alarak, ezilen kimliklerin sınıfsal konu- sal öfkesini içerir. Türkiye özelinde, etnik tahakküm
munun pekiştirilmesi ve tahakkümün içselleştirmesi mekanizmalarının Kürt kimliğini enformel bir kimlik
olarak ifade edilebilir. olarak kodlaması, Kürt emek gücünün piyasa ilişkileri
içerisindeki eşitsizlikleri doğrudan ve kimlik üzerin-
“Ben ilk geldiğim zamanlarda çalıştığım yerde,
böyle üç katlı bir lokantaydı, orada işe başlamıştım.
den tecrübe etmelerine neden olmaktadır.
Sahibi Erzincanlıydı, oğlu vardı bir tane, gidiyordu,
geliyordu bana sataşıyordu, laf ediyordu. Sen ortalı- Sonuç
ğa çıkma, müşteriye gözükme, sabah önce gel, gece Zorunlu göç politikasının uygulamadan kaldı-
en son sen çık falan, böyle acayip yani. Diyordum rılmasıyla birlikte İstanbul’a gelmeye devam eden,
kendi kendime “ya ben bir şeyleri yanlış mı yapıyo- Beyoğlu’nda çalışan ve genellikle Tarlabaşı semtinde
rum, kusurum nedir yani” böyle diyordum. Bir gün barınmak zorunda kalan Kürt emeği örneklemi içe-
yine bu bana sataştı, Antepli bir ustamız vardı, bana
risinden incelendiğinde, toplumsal eşitsizlik ve ay-
“ekmekleri topladın mı” dedi, ben “he topladım” bu
başladı hemen “he denmez, kıro, biraz insanlık öğ-
rımcılığın hem mekânsal farklılaşma hem de piyasa
ren, evet ustacım, topladım diyeceksin” falan, böyle ilişkileri içerisindeki emek gücünün karşılıklı ve iç
laflar, ben de dedim “yav abi ben sana bir kusur mu içe işlemesiyle birlikte oluştuğu öne sürülebilir. Ka-
ettim, ne yaptım, neden bana sataşıyorsun” falan pitalist üretim biçimi ve ilişkilerinin ihtiyaç duyduğu
ama ağlayacağım sinirden, o kadar dolmuşum yani. toplumsal farklılıkların kimlikler ve/veya farklılıklar
Bana dedi “ben Kürtlere gıcığım oğlum”, vallahi ay- şeklinde tezahür etmesinin sosyal, kültürel, coğrafi
nen böyle dedi. “E abi beni işe siz aldınız, almasay- ve politik olmak üzere birçok nedeni bulunmaktadır.
dınız o zaman” dedim, ne dedi biliyor musun “bu Kapitalizmin buradaki ayırt edici vasfı bu nedenlerin
paraya çalışacak başka enayiyi biz nerden bulalım” her birini, birbirinden farklı ve ayrıştırıcı bir öğeye
aynen böyle. Şimdi hele bak ya, e kardeşim sen de
indirgemesidir. Farklılıkların parçalanması ve kişinin
doğulusun, ben de doğuluyum. İkimizde oranın
bedensel var oluşuna kadar çekilebilmesiyle birlikte
insanıyız, yani bu adalet midir yaptığın? Benimle
de aynı yaştadır, evi var, arabası var, her şeyi var, etnik, cinsel, dinsel, dilsel ve fiziksel farklılıklar ka-
ya ben, a bu gömlek a bu pantolon… başka da bir pitalizmin ihtiyaç duyduğu canlı emeği, kendi içinde
şeyim yok. İnsan Allah’tan korkar biraz. … sonra parçalamasının toplumsal ve mekânsal imkânlarını
babası geldi, “haydi herkes işine baksın” falan dedi. oluşturur. Ancak sınıfsal sömürü ilişkileri, kişilerin
Ertesi gün oraya gidiyorum ama bu ayaklarım git- içerisinde bulundukları gerçek eşitsizlik ve ayrımcı-
miyor, yani böyle sürüye sürüye götürüyorum ken- lıkların nedenleri örten birer paravana dönüşen ta-
dimi. Zaten hafta sonu paramı aldım, bir daha da hakküm mekanizmaları yoluyla görünmezleşir. Bu
gitmedim oraya” (Ramazan, 26, Muş). görünmezleşme sayesinde hem eşitsizlik ve ayrımcı-
İstanbul – Beyoğlu örneklemi üzerinde gözlem- lıklar derinleşir, hem de içselleştirilir.
lenebildiği üzere Kürt olma hali ile emek gücünün Tahakküm, kişi ya da grup üzerinde uygulanan
değeri arasındaki ilişki prekarizasyona tabidir. Bu- çok boyutlu gücün, itaat ve rıza üretmek amacıyla iş-
rada dikkat çeken ilk husus, prekarizasyonun çok lemesidir. Ortaya çıkan her türden itirazı gücün çeşitli
yönlü işlemesi ve emek gücünü içermesi ile dışlaması biçimlerde yeniden uygulanması yoluyla bastırılması
arasındaki düzensiz ilişkidir. Bu düzensiz ilişki nede- ve özellikle madunlar/ezilenler açısından çaresizliği
niyle birinin güvencesizliği bir diğerinin iş bulabil- yazgılaştırması anlamına gelmektedir. Gücün (power/

20
macht) ya da güçlü olmanın çeşitli düzeylerdeki ser- birikim rejiminin arzu ettiği düzenlemelerin, sadece
mayelerin biriktirilmesiyle mümkün olduğu egemen ekonomik alanda değil toplumsal alanların her yerin-
toplumsal formasyonda, ezilenlerin/madunların ken- de ve tüm katmanlarında, gerçekleştirilebilmesi için
di koşulları içerisinde direnmeleri mümkünse de bu- çalışır. Bu nedenle heteronormatif toplum yapısının
nun sınırlarının dar olduğu ve gerçek çelişkileri gider- neden olduğu toplumsal cinsiyet rejiminin ya da et-
mekten uzak taktiklerle sarmalandığı ise kolaylıkla no-dinsel sosyo-politik yapının yeniden ürettiği mez-
gözlemlenebilen bir olgudur. Ezilen kimliklerin sınıf- hebi ve/veya etnik hiyerarşi rejiminin ürettiği tahak-
sal sömürü ilişiklerine ve tahakküm mekanizmalarına kümün kentsel mekândaki tezahürleri, emek gücünü
direnme stratejileri, ancak mevcut koşullar içerisinde sürekli denetleme, kontrol altına alma, bastırma, gö-
var olan politik, sosyal ve kültürel olanaklarla üretilir. rünmezleştirme gibi pratikler içerisinde kendini gös-
Siyasal süreçlere eklemlenmekten maduniyetin stra- terebilmektedir.
tejik biçimde yeniden üretimine kadar uzanan bu sü-
Türkiye özelinde, sınıfsal ve sosyo-politik çeliş-
reç ezilen kimliklerin kentsel mekânda verdiği varoluş
kilerin kentsel mekâna taşınmasıyla birlikte ortaya
mücadelesinin sosyal bileşenlerini gösteren ve kimli-
çıkan eşitsizlik ve ayrımcılık pratikleri, neoliberal
ğin inşasındaki uğrakları belirleyen bir dizi kategoriyi
ekonomi-politik ile iç içe girerek birbirlerini sürekli-
içerir. Metropol koşulları altında ezilen kimliklerin
leştirmektedir. Gittikçe sistematikleşen prekarizasyon
yeniden inşa edilme sürecinde egemen birikim stra-
ve enformel emek ilişkilerinin neden olduğu çelişki-
tejisi ve düzenleme tarzının, ezilen kimlikleri emek
leri ve kötülükleri doğrudan deneyimleyen kesim-
sürecine eklemlemesi için sadece sınıfsal sömürü iliş-
lerden biri de Kürt toplumudur. Kürt kimliği, uzun
kileri içerisindeki konumlanmaları keskinleştirmesi
zaman boyunca, cahil, bölücü, iç-dış mihrak, köylü,
yetmez. Buna ek olarak, mekânsal farklılaşma yoluyla
tehlikeli gibi olumsuz niteliklerle etiketlenen bir kim-
kimliğin kentsel karşılığını belirlemeye ve tahakküm
lik olageldiği için etnik tahakküm mekanizmasının
mekanizmaları yoluyla eşitsizliği doğallaştırmaya ge-
üzerinde çalıştığı, eşitsizliğin ve ayrımcılığın doğal-
reksinim duyar.
laştırılmış bir öznesi olageldi. Bu nedenle Kürt olma
Türkiye’nin kendine özgü sosyo-politik seren-
halini ve Kürtlerin sınıfsal kompozisyondaki yerini,
camı içerisinde kentsel mekânın aynı zamanda mo-
ulus-devletin kalkınma pratiği ve sermayenin ucuz
dernliğin ve resmi ideolojinin kalkınma anlayışının
emek gücü arzusu ile gerçekleşen etnik tahakkümü
mekânları haline gelmesiyle birlikte, İstanbul gibi
devre dışında tutarak, kimlik üzerinden oluşan top-
metropol niteliğine sahip kentlerin, bir ideoloji taşı-
lumsal eşitsizliği sadece sınıfsal olarak açıklamak ikna
yıcısına ve tahakkümün cisimleştiği mekânlara dö-
edicilikten uzaktır.
nüşmesi kaçınılmazdır. Kentsel mekânın, eşitsizliğin
ve ayrımcılığın doğallaştırıldığı mekânlara dönüşme- Yaşadığı bütün olumsuzlukların nedenini Kürt
si ile sermayenin bileşenlerinden biri haline gelmesi olmakla açıklayan, Kürt olduğu için yoksul, Kürt ol-
karşılıklı bir ilişkidir. Sermaye ile kentsel mekân -ve duğu için yoksun, Kürt olduğu için ezilen, Kürt oldu-
zaman- arasındaki ilişki bir yandan emeğin yeniden ğu için eğitimsiz, Kürt olduğu için işsiz, Kürt olduğu
üretilmesine diğer yandan toplam gelirin yeniden bö- için sürgün, Kürt olduğu için yersiz-yurtsuz, Kürt ol-
lüştürülmesine dayanır (Yılmaz, 2008: 155-172). Bu duğu için devletsiz, Kürt olduğu için her türlü haktan
nedenle emeğin ya da emek gücünün yeniden üretil- mahrum olduğunu düşünen büyük kalabalıklar, tam
mesinin toplumsal yapıyla eklemlenmesini sağlayan da bu nedenle enformel piyasa ilişkilerine ve prekari-
pratiklerin tümü, kentsel pratiklerdir ve kentte ger- zasyonun bütün çelişkilerine mahkum edilmektedir.
çekleşen eşitsiz ve ayrımcı ilişkilerden kaynaklanan Bir başka ifadeyle, madun Kürtlerin Kürtlüklerine
tüm sorunlar, nihayetinde, sınıflı toplumdaki emeğin ilişkin algılamaları, aynı zamanda egemen tahakküm
yeniden üretimi sorununa dönüşmektedir. ilişkileri dolayımıyla onları yeniden ve etnik tahakkü-
Ancak kentte gerçekleşen toplumsal eşitsizlik mün temennileri doğrultusunda Kürtleştirmektedir.
sadece sınıf ekseninde şekillenmez. Sınıfsal sömürü Hukuki düzenlemelerle ve devletin retoriğinde
ilişkileri, eşitsizliğin ve eşitsiz ilişkilerin temelini oluş- kısmen iade-i itibar elde etseler bile hem politik re-
turmaktadır. Bu eşitsizliğin sürdürülmesinde ve kimi toriğin dalgalı seyri hem de hukuki düzenlemelerin
durumlarda meşrulaşmasında etkili olan bir diğer hu- yorumlarındaki etnik tahakküm işlemeye devam et-
sus tahakkümdür. Tahakküm mekanizmaları, sınıfsal tiği için kentsel mekândaki piyasa ilişkileri içerisinde
sömürü ilişkileri dolayımıyla ve bu ilişkilerin egemen Kürtlük, sömürü maliyeti en düşük emek gücünün

21
genel ifadesine dönüşmektedir. Piyasa ilişkileri içe- tural Identity içinde, (edi) Stuart Hall, Paul du
risindeki bu eşitsiz durum, Kürtlerin sınıfsal sömürü Gay, London: Sage.
ilişkileri içerisindeki konumlarını etnik olarak yo- Harvey, D. (1999) Postmodernliğin Durumu, çev. S. Sav-
rumlamalarına ve eşitsizliğin etnik düzlemde kurul- ran, İstanbul: Metis.
Harvey, D. (2002) “Sınıfsal Yapı ve Mekânsal Farklılaşma
duğuna ikna olmalarına neden olmaktadır. Sömürü
Kuramı”, 20. Yüzyıl Kenti içinde, der. Bülent
derinleştikçe kimlik de derinleşmekte ve böylelikle
Duru ve Ayten Alkan, 1. Baskı, Ankara: İmge,
Kürtleştikçe ezilmekte, ezildikçe Kürtleştirilmekte s. 147-172.
olan Kürt etnisitesi, enformel emek ilişkilerinin ola- Hechter, M. (1977) Internal Colonialism, Los Angeles:
ğan üyesi ve prekarizasyonun en şiddetli biçimde üze- University of California Press.
rinde çalıştığı emek gücü haline gelmektedir. Jessop, B.; Sum, Ngai-Ling (2006) Beyond the Regulati-
on Approach: Putting Capitalist Economies in
Kaynakça their Place, Cheltenham: Edward Elgar.
Kasapoğlu, A. (2008) “Giriş”, Sosyal Hayat ve Çatışma:
Aglietta, M. (1979) A Theory of Capitalist Regulation,
Farklı Alan Panoramaları içinde, Ankara: Pho-
Londra: New Left.
enix.
Akdemir, N. (2008) Taşeronlu Birikim: Tuzla Tersaneler
Lipietz, A. (1988) “Accumulation, Crises and the Ways
Bölgesinde Üretim İlişkilerinde Enformelleş-
Out: Some Methodological Reflections on the
me, İstanbul: SAV.
Concept of Regulation”, International Journal
Bauman, Z. (2001) The Individualized Society, Cam-
of Political Economy, sayı: 18/2, 10–43.
bridge: Polity.
Marx, K. (2011) Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi
Bora, T. (2010) “Tekel Direnişinde Ara Son - Sınıf Müca-
Cilt: 1, çev. Mehmet Selik - Nail Satlıgan, İstan-
delesi: ‘Hep’ Olan ve ‘Yeni’ Olan”, Birikim, Sayı:
bul: Yordam.
251-252, s. 9-12.
Bora, T. ve N. Erdoğan (2011) “Cüppenin, Kılıcın ve Ka- M. Özuğurlu (2010). “TEKEL Direnişi: Sınıflar Mücade-
lemin Mahcup Yoksulları”, Boşuna mı Okuduk: lesi Üzerine Anımsamalar”, Gökhan Bulut
Türkiye’de Beyaz Yakalı İşsizliği içinde, (edi) T. (der.). Tekel Direnişinin Işığında Geleneksel-
Bora, A. Bora, N. Erdoğan, İ. Üstün, İstanbul: den Yeniye İşçi Sınıfı Hareketi. Ankara: Nota-
İletişim. Bene Yayınları içinde, s. 46-47.
Bourdieu, P. (2006) Pratik Nedenler, çev. H. U. Tanrıö- Nguyen, V. T. (2008) “At Home with Race”, PMLA, Vol.
ver, İstanbul: Hil. 123/5, s. 1557–1564.
Bourdieu, P. ve T. Eagleton (1994) “Doxa and Common Nielsen, K. (1991) “Towards a Flexible Future: Theories
Life: An Interview” Zizek, S. (der.) Mapping and Politics” The Politics of Flexibility: Restru-
Ideology içinde, (edi) Slavoj Zizek, London: cturing, State and Industry in Britain, Germany
Verso. and Scandinavia içinde, (ed.) B. Jessop, H. Kas-
Brubaker, R. & F. Cooper (2000) “Beyond identity” The- tendiek, K. Nielsen and O. Pedersen, London:
ory and Society, Vol. 29, pp. 1-47. Edward Elgar.
Butler, J. (2010) Cinsiyet Belası, çev. B. Ertür, İstanbul: Oğuz, Ş. (2011) “Tekel Direnişinin Işığında Güvencesiz
Metis. Çalışma/Yaşama: Proletaryadan “Prekarya”ya
Castel, R. (2003) From Manuel Workers to Wage Labou- mı?”, Mülkiye, Cilt: XXXV, Sayı: 271, s. 7-24.
rers: Transformation of Social Questions, New Omi, M. & H. Winant (1994) Racial Formation in the
Brunswick: Transaction Publishers. United States, New York: Routledge.
Dinçer, İ. ve Z. M. Enlil (2002) “Eski Kent Merkezinde Öngen, T. (1994) Prometheus’un Sönmeyen Ateşi: Gü-
Yeni Yoksullar: Tarlabaşı, İstanbul” Yoksulluk, nümüzde İşçi Sınıfı, İstanbul: Alan.
Kent Yoksulluğu ve Planlama Bildiri Kitabı Pierson, Christopher (2004) “Continuity and disconti-
içinde, Yoksulluk, Kent Yoksulluğu ve Planlama nuity in the emergence of the ‘post-Fordist’ wel-
konulu Dünya Şehircilik Günü 26. Kolokyumu, fare state”, Towards a Post-Fordist Welfare State
6-8. Kasım, Ankara: TMMOB, Şehir Plancıları içinde, (edi) Roger Burrows; Brian Loader, New
Odası, Gazi Üniversitesi. York: Taylor & Francis.
Hall, S. (1997) “The Local and the Global: Globalization Portes, A.; M. Castells; L. A. Benton (1992) “Enformen-
and Ethnicity”, Culture, Globalization and the liğin Politika Sonuçları”, çev. Cihan Balkan,
World-System: Contemporary Conditions for Oğuz Işık, Planlama, sayı: 1-4.
the Representation of Identity içinde, (edi) Postone, M. (2003) Time, Labor, and Social Domination:
Anthony D. King, Minneapolis: University of A Reinterpretation of Marx’s Critical Theory,
Minnesota Press. Cambridge: Cambridge University Press.
Hall, S. (2003) “Who Needs Identity”, Questions of Cul- Standing, G. (2011) The Precariat: The New Dangerous

22
Class, New York: Bloomsbury.
Şahin, B. (2010) “Tarlabaşı: Medeniyetin 150 Metre Aşa-
ğısı”, der. Pınar Uyan Semerci, Hayalden Gerçe-
ğe: Tarlabaşı Toplum Merkezi Deneyimi, İstan-
bul: İstanbul Bilgi Üniversitesi.
Turner, B. (1997) Eşitlik, çev. Bahadır Sina Şener, Anka-
ra: Dost.
Yılmaz, B. (2006) “Yakındaki Uzak: İstanbul’un Bir Ken-
tiçi Mahallesinde Sosyal Dışlanma Ve Mekân-
sal Sürgün”, Türkiye’de Büyük Kentlerin Ge-
cekondu ve Çöküntü Mahallelerinde Yaşanan
Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma Raporu içinde,
(edi) F. Adaman ve Ç. Keyder, Avrupa Komis-
yonu, Sosyal Dışlanma ile Mücadelede Mahalli
Topluluk Eylem Programı 2002-2006. Kısa link:
goo.gl/kHF0Bd [25.07.2012].
Yüceşahin, M. M. & E. M. Özgür (2006) “Türkiye’nin
Güneydoğusunda Nüfusun Zorunlu Yerinden
Oluşu: Süreçler Ve Mekânsal Örüntü” Coğrafi
Bilimler Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 2, s. 15-35, Anka-
ra: TÜCAUM.

23
Türkiye‘de Finansallaşma
Borç Kıskacında Emek
Elif Karaçimen

1. Basım Mart 2015


13,5 x 19,5
360 sayfa
ISBN 978-605-86699-9-4
Yayına Hazırlayan: Serap Korkusuz Kurt
Kapak Tasarımı: İlknur Kavlak
Baskı Öncesi Hazırlık: Ülkü Gündoğdu

Arka kapak yazısı


Marksist ekonomi politik açısından, kapitalizmin son kırk yıldaki dönüşü-
münü en iyi anlatacak terim finansallaşmadır. Günümüz kapitalizmi, finansal
işlemler hacminin hızla artması ya da finansın politikaya etkisinin genişleme-
sinden çok daha fazlasını kapsayacak şekilde finansallaşmıştır. Finansallaşma,
aynı zamanda, sınai ve ticari işletmelerin idaresindeki dönüşümü, bankalar ve
diğer finansal kurumların faaliyetlerindeki değişimi ve çok daha çarpıcı olarak
bireylerin ve hanehalklarının finansal faaliyetlere giderek artan katılımlarını
da beraberinde getirmiştir. Borç ve finansal varlıklar; istihdam, konut, eğitim,
sağlık, emeklilik ve benzeri pek çok alana etki ederek hanehalkı davranışla-
rının da belirleyici bir boyutu haline gelmiştir. Finans bunların yanında hane-
halklarının ahlaki bakış açılarını ve işçilerin iş yerlerinde nasıl yönetildiğini de
etkilemiştir. Özellikle borçlanma hem gelişmiş hem gelişmekte olan ülkelerde
işçilerin ve diğer toplumsal kesimlerin üzerinde önemli bir yük haline gelmiş-
tir.Tam da bununla bağlantılı olarak, Elif Karaçimen’in çalışması finansallaş-
ma yazınına önemli bir katkı yapmaktadır. Yazar, hem mülakatlardan hem de
niceliksel analizden oluşan itinalı bir araştırma yoluyla, Türkiye’de belli bir
kesim ücretli çalışan üzerinden borçlanma eğilimlerini belgelemektedir.
Costas Lapavitsas

24
Kuştepe Mahallesi’nde
Geç-Peripatetik Gruplar:
Katmanlar, Etkileşim ve Bütünleşme

Egemen Yılgür*

Özet
İstanbul’un Şişli ilçesinde yer alan Kuştepe Mahallesi farklı geç-peripatetik gruplara ev sahipliği yapan bir yerle-
şim bölgesidir. Bu çalışmada Kuştepe Mahallesi’nde yaşayan peripatetik kökenli grupların birbirleri ve çevreleriy-
le olan ilişkileri ile kapitalist ilişkilerin gelişiminin farklı aşamalarında ortaya çıkan mekânsal dönüşümlerin tek
tek grupların geçim ve yaşam stratejilerine etkileri tartışma konusu yapılmaktadır.

Abstract
Various peripatetic groups live in Kuştepe Neighborhood which is located in Şişli district of İstanbul. In this paper,
the relations between peripatetics and the others in Kuştepe and the impacts of spatial transformations which
emerge during the different phases of capitalistic development, on each group’s subsistence and life strategies are
discussed.

Anahtar kavramlar: Peripatetik gruplar, Roman çalışmaları, Teber / Abdallar, İstanbul


Keywords: Peripatetic groups, Romani studies, Teber / Abdals, İstanbul

K uştepe İstanbul’un Şişli ilçesine bağlı bir ma-


halledir. İstanbul’un en yoksul mahallelerinden
birisi olan bu elli yıllık yerleşim biriminde peripate-
yerleşim birimleri arasında yer almaktadır. Öyle ki bu
adlandırmanın son derece yıkıcı etkilerinden kurtula-
bilmek için Kuştepe’nin peripatetik kökenli olmayan
tik kökenli grupların yoğun bir ağırlığı bulunmakta- sakinleri çok fazla çaba harcamak durumunda kal-
dır. Antropoloji yazınında son 30-40 sene içerisinde maktadırlar. Aynı kaderi yaşayan pek çok başka yer-
yaygınlık kazanan peripatetik terimi, şu veya bu dü- leşim için de geçerli olduğu üzere Kuştepe Mahalle-
zeyde endogamik, geçimlerini temelde belli zanaat si’nde oturanlar, ister peripatetik kökenli olsun isterse
ve hizmetlerin sunumu üzerinden karşılayan göçebe farklı sosyal kökenleri paylaşsınlar, mahalle dışındaki
toplulukları karşılar. Kapitalist ilişkilerin gelişmesi dünyada ikametleri sorulduğunda mahallelerinin de-
sonrasında geleneksel mesleklerini bırakarak kentler- ğil, Kuştepe’nin bağlı bulunduğu ilçenin adını söyler-
de yeni yerleşim alanları oluşturan topluluklar ise bu ler. Çoğu Kuştepeli mahallesinde Kuştepeli, mahalle-
çalışmada geç-peripatetik adlandırması ile tarif edil- sinin dışında Şişlilidir.
1

mektedir.
Peripatetik ve geç-peripatetik grupları tanım- 1 Yakın dönemlerde peripatetik grupların yaşadığı yerleşim böl-
lamak için dışarıdan bakanların kullandığı “Çinge- gelerinde yürütülen bir saha çalışması mekânsal damgalama
olgusunun yaygınlığını ortaya koyan çeşitli örneklerin ortaya
nelik” tahayyülü zaman zaman mekân parçaları ile çıkarılmasına yardımcı olmuştur. Konya, Erzurum ve İzmir
özdeşleşebilir. Kuştepe İstanbul’da “Çingenelik” ta- gibi çeşitli illerde “Çingenelik” algısı ile damgalanan mekân-
hayyülünün mekâna çok sıkı bir biçimde tutunduğu lardan “kurtulmanın” yolu olarak otoritelerce kentsel dönüşüm
projeleri gösterilmektedir (Akkan ve Deniz ve Ertan, 2011: 33-
44). Nişantaşı Teneke Mahallesi örneğinde ise 1950’lere kadar
* Yrd. Doç. Dr. Nişantaşı Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler mekânın “Çingenelik” algısı tarafından kuşatılması mahalle
Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü sakinlerinin teneke mahalle yoksulluğu içerisinde hapsolma-

25
Bu çalışmanın odağında Kuştepe’de yaşayan lümünü özel olarak bu süreci ve sürecin içerisindeki
geç-peripatetik gruplar bulunmaktadır. Bölgedeki kendi konumumu açıklamaya ayırıyorum.
grup ve alt grup oluşumları, birbirleriyle ve peripate- Kendi çalışma yöntemimi ve bir sosyal bilimci
tik olmayan mahalle sakinleri ile ilişkileri, üretim iliş- olarak kendimi tartışma konusu yapma gayretim, bu
kileri düzeyinde meydana gelen gelişmelerin yarattığı çalışmada kullanılan pek çok kavramı borçlu oldu-
mekânsal hareketliliklere nasıl yanıtlar verdikleri gibi ğum Pierre Bourdieu’nun düşünümsellik çağrısı ile
temalar kapsamlı bir olgusal malzemenin değerlen- doğrudan bağlantılıdır. Bu nedenle son derece özet
dirilmesi üzerinden geliştirilen çıkarımlarla tartışıl- bir biçimde de olsa Bourdieu’nun bu yaklaşımını tar-
maktadır. Çalışmanın temel inceleme birimi, Kuştepe tışmanın yararlı olacağına inanıyorum.
mahallesindeki geç-peripatetik nüfusu oluşturan kat-
Bourdieu’ya göre bilimsel nesnenin inşası önce-
manlardır. Öte yandan bu katmanlar tarih dışı ve so-
likle genel sağduyu ile araya mesafe koymayı gerek-
yut özler olarak tartışılmamakta, her biri hem mahal-
tirir. Çoğu kavramlarımızı, yöntemlerimizi ve hatta
le dışı evrendeki toplumsal süreçlerle hem de mahalle
doğrudan doğruya araştırma konularımızı üzerinde
içindeki diğer unsurlarla etkileşim halinde şekillenen
fazlaca düşünmeksizin sağduyusal bilgi formunda ha-
ve kendilikleri(ni) sürekli yeniden inşa (eden) olunan
zır buluruz. Sosyal dünyayı anlama uğraşı içerisinde
toplumsal dalgalanmalar olarak ele alınmaktadır.
olan sosyoloğun kendisi de onun bir ürünüdür. Sosyal
Makaleyi hem yazarı hem de potansiyel okur kit- bilimcinin sosyal dünyayı sorunsallaştırırken kullan-
lesi için önemli kılacak olan katkının sadece olgusal dığı kavramlar da bu duyarlılık çerçevesinde tartışı-
malzemenin değerlendirilmesi ile varılan sonuçlar labilir. Bourdieu tam da bu noktada kendisini tartış-
olmadığına, sonuçlar kadar bu sonuçlara ulaşılması- maya açma cesareti göstermeyen bir bilimsel pratiğin
nı mümkün kılan “araştırma sürecinin” düşünümsel gerçek anlamda ne yaptığının farkında olmadığını
değerlendirmesinin de özel bir önem taşıdığı düşü- ifade eder. Öte yandan Bourdieu kendi işlemlerini
nülmektedir. Çalışmanın sonraki bölümlerinde önce- ve düşünme araçlarını radikal bir biçimde tartışma
likle araştırmacıyı Kuştepe Mahallesi ile ve analizde konusu haline getirmeye yanaşmayan sıradan sosyo-
kullanılan kavramsal malzeme ile karşılaştıran süreç lojinin böylesi bir yönelim içerisine girmeyeceğinin
detaylı bir biçimde ele alınacak, ardından ilgili olgusal farkındadır (Bourdieu ve Wacquant, 1992: 235-236).
malzemenin kuramsal zeminin üzerinde yapılandırıl-
Bourdieu araştırma nesnesi olarak seçilen pek
masına çalışılacaktır.
çok konunun çoğu zaman sağduyusal bilgi formun-
da tanımlanmış sosyal sorunlarla bağlantılı olduğunu
Düşünümsel Bir Metodoloji açıklar. Ona göre sosyal bilimciler gerçekte belli süreç-
Tartışması lerin sonucunda inşa edilmiş tahayyüller olan sorun
alanlarını verili kabul ederek kendi araştırma nesne-
Bu çalışmada analiz edilecek olan verilerin der-
lerini tayin etmektedir. Oysaki bu sırada gerçekleşen
lenmesi yaklaşık on yıllık bir zaman süreci içerisinde
tam olarak sosyal bilimcinin kendisinin nesne olarak
gerçekleştirilmiştir. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üni-
benimsediği sorunların nesnesi haline gelişidir. Bu
versitesi Sosyoloji Bölümü bünyesinde yürüttüğüm
tehditten kurtulmanın tek yolu ise sorun alanı olarak
yüksek lisans ve doktora tezleri sırasında yaptığım
tarif edilen meselelerin nasıl sorunsallaştırıldıkları-
planlı araştırma ve görüşmelerin bu bilgi birikiminin
nın izini sürmek, bu tartışmaları tarihselleştirmektir
oluşumunda önemli bir etkisi oldu. Buna karşılık, ça-
(Bourdieu ve Wacquant, 1992: 238-239). Öte yandan
lışmanın ana eksenini oluşturan analitik değerlendir-
sorun alanlarının inşa edilmesi süreci aslında bir en-
meleri mümkün kılan süreç, doğrudan bir araştırma
düstridir ve sosyal bilimciler de bu endüstrinin par-
süreci çerçevesinde yapılandırılmayan farklı temasla-
çası olmaktadırlar. Sorunların inşa edilmiş doğasının
rın sonucunda hayata geçmiştir. Çalışmanın bu bö-
gizlenerek evrensel olgular olarak sunulmasında ku-
rumlar üzerlerine düşen görevleri yerine getirmekte,
sına neden olmuş, bu tarihlerden sonra bu algının silinmeye
başlaması ile birlikte mahalle orta sınıflaşma sürecine girmiştir buna karşılık bir onay makamı olarak uzmanlara da
(Yılgür, 2012). Tülin Bozkurt Ankara İsmet Paşa Mahallesi’nde belli bir alan bırakmaktadırlar. Aralarında sosyolog-
yaşayan Poşa gruplarıyla ilgili çalışmasında mekanın Çingene- ların da bulunduğu bu uzmanlar problemlerin evren-
lik algısı ile damgalandığını ve bu damgalamadan peripatetik
kökenli olmayan grupların da bir şekilde etkilendiğini ortaya selliğini ve nesnelliğini bilimin otoritesini kullanarak
koymaktadır (Bozkurt, 2006: 296 ve 316). teyit ederler (Bourdieu ve Wacquant, 1992: 240).

26
Bourdieu, sosyal bilimcilerin sıklıkla araştır- açıklamamaktadır. Bu noktayı şimdilik belirsiz bıra-
ma alanlarına yönelttikleri nesnelleştirme araçlarını karak toplumsal güzergâhta tarif ettiğim noktayı işgal
kendilerine doğrultmalarını ve bu sayede gözlemci etmemin benim kişisel hikâyeme ilişkin somut sonuç-
ve nesnesi arasındaki ilişkide belirginleşen önyargı- larını değerlendireceğim.
ları etkisiz hale getirmelerini istemektedir. Bu aynı Ailemden miras aldığım ekonomik ve kültürel
zamanda bilimsel alanın kendi özerkliğinin ve bu sermaye, kurumsal eğitim alma imkânına kavuşmamı
alanda rol oynayan gizli ve açık belirleyicilerin far- sağladı. Sosyal bilimlerle ilgilenmemi mümkün kılan
kına varılması yoluyla sosyal bilimcilerin politik so- boş zamanı da yine bu kaynaklara borçluyum. Buna
rumluğunun gelişmesini sağlayacak olan bir süreçtir karşılık Türkiye’de son derece etkin olan tanıma ağları
(Wacquant, 1989: 2). açısından derin bir yoksulluğu yaşadığımı ifade edebi-
Sonuç itibarıyla Bourdieu’nun akıl yürütmesi lirim. Beni ve ilgilerimi tarif eden temel çelişki budur.
hem tartışmayı yürütürken hazır bulduğumuz kav- Ekonomik ve kültürel sermaye bileşiminin daha avan-
ramlar, bunların geliştirilme biçimi ve araştırma tajlı toplumsal güzergâhlara ulaşmayı mümkün, cazip
konusunun kendisi, hem de araştırma konusu ile ve çekici kıldığı bir birey olarak, tanıma ağlarının kı-
ilişkilenen sosyal bilimci olarak kendimiz hakkında sıtlılığı içerisinde kendimi hep engellenmiş buldum.
bir soruşturma yürütmemiz için bizi cesaretlendirir. Bu durum beni sosyal bilimler alanında daha fazla
Sonraki paragraflarda kendi sınırlılıklarımın bilin- yoğunlaşmaya, kendimi ve kendi çelişkimi sorunsal-
cinde olarak böylesi bir düşünümsellik pratiğini ha- laştırmaya yöneltti. Diğer taraftan tanıma ağlarını bi-
yat geçirmeye çalışacak; tartışılacak verilerin kaynağı reyin toplumsal güzergâhında bu derece etkin kılan
olan on yılı aşkın kişisel pratiğimi, bu pratiğin öznesi toplumsal kuruluşları da anlamaya ve olabildiğince
konumundaki sosyal bilimci olarak kendimi ve çalış- dönüştürme pratikleri içerisine girmeye çalıştım.
mada kullanılan temel kavramları ameliyat masasına 2000-2005 yılları arasında hem dar çevrelerin sı-
yatırmayı deneyeceğim. nırlarını aşmayan, tepkisel ama sınırları net tanımlan-
mamış bir aktivizm faaliyeti hem de eşgüdümlü olarak
İnceleme Nesnesi Olarak ilerleyen amatör bir sosyal bilim araştırması günlük
yaşamımın ağırlık noktasını oluşturdu. Bu süreçte
Sosyal Bilimci daha geniş gözlem olanakları ve kaynaklara ulaşarak
Toplumsal katmanlaşma analizinde betimleyici kendi temel çelişkimi sorunsallaştırmaya çalıştım.
sınıf kategorizasyonlarını ve bunların bireye etkileri Genel sermaye bileşimimdeki dengesizliği belirleyen
ile ilgili önermeleri düşüncesizce kullanmak tehlikeli ve o an için gözlemlenebilir olmayan mekanizmaya
bir yaklaşımdır. Bu handikabın farkında olsam da şu ulaşmam için ailemin birkaç kuşak içerisinde ürettiği
aşamada kendimi ekonomik sermaye açısından orta unutma pratiklerini tersine çevirerek geçmişi yeniden
sınıfa, kültürel sermaye açısından alt-orta sınıfa ve inşa etmem gerekti. Unutmanın, hatırlamanın ve ge-
sosyal sermaye açısından alt-sınıfa mensup bir birey nel olarak hafızanın doğasını; hatırlamanın geçmişe
2
olarak tanımlamakta bir mahsur görmüyorum. Bu dolaysız bir erişim değişim değil bugünle geçmiş ara-
kaba betimleme esas itibarı ile beni toplumsal güzer- sında özel bir etkileşim olduğunu kavradıkça mesele
gâh üzerinde belli bir koordinat noktasına yerleştir- bir başka boyuta taşındı (Huyssen, 1999). Ailemin yüz
mekte ama bu konumlanışı belirleyen mekanizmaları yılı aşkın bir zaman süresi içinde yaşadığı ve artık var
olmayan bir mekân parçasının sosyal tarihini arşiv ve
2 Metin boyunca kültürel, sosyal, ekonomik sermaye kavramları soruşturma çalışmaları temelinde ulaşılmış yaygın bir
Bourdieu tarafından tanımlanan bağlama uygun bir biçimde veri ağı ile yeniden tahayyül ettikten sonra bunu for-
kullanılacaktır. Yazarın metinlerinde ekonomik sermaye genel
olarak yazındaki yaygın kullanıma uygun bir biçimde ele alın- mel bir araştırma içerisinde kemikleştirdim. Yüksek
maktadır. Kültürel sermaye ise Bourdieu’nun işaret ettiği çer- lisans tezim ve onun üzerinde yükselen kitap çalışma-
çevede somutlaşmış, nesneleşmiş ve kurumlaşmış biçimlerde sı aynı zamanda kendi temel çelişkimin tarihselliğinin
ortaya çıkabilir. Bourdieu bu sermaye biçiminin genel olarak
bilgi sermayesi olarak adlandırılabileceğini ifade etmektedir
kristalize olduğu aileyi ve onun içerisinde yapılandı-
(Bourdieu ve Wacquant, 2003: 108). Sosyal sermaye ise tanı- ğı mekânsal varoluşun kodlarını çözme süreci oldu
malar üzerinden ortaya çıkar. Bir grubun ya da bireyin dâhil ol- (Yılgür, 2012). Bu deneyim benim açımdan dağınık
duğu kalıcı ilişkileri, bu ilişkiler sayesinde sahip olduğu potan-
ve belli belirsiz çocukluk anılarını araştırma sürecinin
siyel kaynakları ifade eder (Bourdieu ve Wacquant, 2003: 108).
Farklı sermaye tiplerinin toplamı bize bir birey ya da grubun bulguları ile kaynaştırarak kendi temel çelişkimi an-
sermaye bileşimini verir. lamlandırmam ve yeni öz farkındalığımı temel alarak

27
kendimi yeniden kurmam anlamına gelmektedir. olduğum bu dersin belki de tüm öğrencilerden daha
Vardığım noktada ailemin en az üç farklı peri- çok beni etkilemesi ise açık ki beni ben yapan temel
patetik toplulukla ilişkilenen sosyal köklerini ve yine çelişkim ve yatkınlıklarımla bağlantılıdır.
bununla ilişkili etnik özgünlüklerini, en azından bu Peripatetik kökenli gruplara ait yerleşimlere yap-
toplumsal kuruluşlarla ortak tutum ve yatkınlıkları tığım ziyaretler orta sınıflaşma sürecine rağmen ai-
benimseye yetecek bir sürede birlikte yaşama pratiği lemdeki pek çok bireyin kişiselleşmiş varoluşundan
içinde olduklarını ifade edebiliyordum. Nihayet aile- kazınamayan bir habitus biçimlenmesini en canlı bi-
nin içinde yaşadıkları mekânsal varoluşun bir bütün çimiyle görmemi sağladı. Bu noktada Bourdieu’nun
olarak farklılaşması ile birlikte ekonomik ve kültürel habitusun direncine ilişkin değerlendirmelerinin son
sermaye kazanımı üzerinden nasıl dönüşebildiğini derece önem taşıdığının altını çizmeliyim. Yazara
anlayabilmem mümkün olmuştu. Gönüllü asimi- göre tarihsel bir olgu olan habitus değişkendir. Yeni
lasyon bir dereceye kadar kültürel pratiklerin terki şartlar habitusun yapısını dönüştürür. Habitus “açık
ve ana akım toplumsal süreçlere uyumlu yeni kültü- bir yatkınlıklar sistemidir” (Bourdieu ve Wacquant,
rel pratiklerin benimsenmesi ile birlikte yürümüştü. 2003: 124). Ne var ki maddi şartların dönüşümüne
Ekonomik ve kültürel sermaye birikimi bu zemin bağlı olarak habitusun dönüşümü çizgisel bir eğilim
üzerinde mümkün olmuş, buna karşılık aile kendi pe- göstermez. Habitus daha dirençlidir ve farklı tarihsel
ripatetik kökleri ile bağını koparırken yitirdiği sosyal dönemlere ait habituslara sahip insanlar kendilerini
sermayeyi yeni tanıma ve eklemlenmelerle tamamla- farklı toplumsal yapıların içerisinde bulabilir. Bour-
yamamıştı. Açık ki sosyal sermayenin kazanımı çok dieu ilk çalışmalarını yaptığı Cezayir örneğinde bu
daha güçlü ve köklü ilişkilerin ve bir ilişkiler ağının durumu kendilerini prekapitalist habituslarla kapi-
varlığını gerektiren bir konudur. Bu nedenle kendi ta- talist toplumun ortasında bulan nüfus kitleleri üze-
nıma ağlarını kaybeden ailenin yeni tanıma ağlarına rinden örneklendirir ve bu tarz gecikmiş habitusları,
dâhil olması çok daha yavaş işleyen bir süreçti. habitus histerisis olarak adlandırır (Bourdieu ve Wa-
Nihayet kendi kişisel tarihimin dışına çıkarak, cquant, 2003: 124).
peripatetik kökenli toplulukların yaşam alanları ile Peripatetik gruplar yüzlerce yıl soy-klan-kabile
daha doğrudan ilişkilere girmeye başladım. Bu ilişki- tipi toplumsal yapılarını koruyarak ortak bir sosyal
ler hem kendi çelişkim hem de genel olarak toplum- kuruluşu paylaşmışlardır. Hal böyleyken peripatetik
sallıkların açıklanmasında son derece işlevsel olan bir grup aidiyetinin tek tek üyelerinin kişiselliklerini be-
başka kavramı, habitusu, benim için son derece an- lirleyen bir habitus sistemini yapılandırmaması dü-
laşılabilir bir hale getiren kişisel yatkınlıkların biçim- şünülemez. Benim örneğimde içinde biçimlendiğim
lenmesine olanak verdi. Bourdieu’nun en temel kav- ailenin fiilen peripatetik grup yapısından kopmuş ve
ramlarından biri olan habitus yapının failin filinde ve farklı toplumsal ilişkilere dâhil olmuş olmasına rağ-
var oluşunda nasıl somutlaştığını ortaya koymaktadır. men habitusun direnç gösterdiği ve bu direncin peri-
Bourdieu’ya göre habitustan söz etmek kişisel olan patetik gruplara ait yerleşim birimlerinde yürüttüğüm
kolektif olanla, öznelin yapısalla nasıl ilişkilendiğini çalışmalar sırasında yerel ahalinin beni, benim de on-
açığa çıkarmaktır. Ona göre habitus, “toplumsallaş- ları tanımamı kolaylaştırdığı söylenebilir. Bu olgunun
mış öznelliktir” (Bourdieu ve Wacquant, 2003: 116). farkına varmam ve peripatetik kökenli topluluklarla
Bireyler çoğu zaman bilincine varmaksızın tekrarla- paylaştığım kısmi habitus ortaklığını bilince çıkar-
nan bir dizi tutumla donanmaktadırlar. Habitus “bir mam benim için toplumsal güzergâhta hareketlenebi-
konumun içkin ve bağıntısal özelliklerini birlikçi bir leceğim yeni olasılıkları gündeme getirmiş oluyordu.
yaşam stilinde, yani insanların, malların/varlıkların, Kendimi gerçekleştirebileceğim ve dâhil olmamın hiç
pratiklerin tercihindeki birlikçi bir bütünde dile ge- de zor olmadığı bu yeni ilişkiler ağına katılışımı an-
tiren can verici ve birleştirici kökendir” (Bourdieu, lamlı hale getirebilecek bir aktivizm faaliyeti tanımla-
1995: 23). Sağduyusal bilgi formunda habitusla kar- maya çalıştım. Peripatetik kökenli grupların kamusal
şılaşmam her ne kadar peripatetik kökenli grupların alandaki temsil ve organizasyon eksikliğini aşabilmek
yerleşim alanlarında yaptığım doğrudan gözlemlerle için dijital iletişimin yeni olanaklarından yararlana-
mümkün olsa da bunu bilimsel bilgi formunda kav- caktım. Çok fazla insan tarafından paylaşılan bir ihti-
rayışım 2008-2009 yıllarında Prof. Dr. Meral Özbek yacın farkına varılması fikrin hızla yayılmasını ve bu
hocamın muhteşem Bourdieu dersindeki kolektif bi- ihtiyacı paylaşan hatırı sayılır sayıda insandan oluşan
lişsel eylemle mümkün olabildi. Çok fazla şey borçlu bir networkun gelişimini beraberinde getirdi. Tahmin

28
edilebileceği üzere bu networkun üyeleri arasında top- aktivizm alanı hem de mahalle ile ilgili yürütülebile-
lumsal güzergâhın üzerinde benimle yakın koordinat cek yeni sosyal bilim çalışmaları için son derece ya-
noktalarını paylaşan çok sayıda insan vardı. Özellikle rarlı olabileceğine inanıyorum.
sosyal sermaye yetersizliğini en çok hisseden, peripa-
tetik kökenli ama ana gruplarla bağını kaybetmiş ya
Peripatetik ve
da söz konusu bağları zayıflamış birey ve grupların,
söz konusu networka olan ilgisi çok daha yüksekti. Geç-peripatetik Kavramları
Bu networkun kendi tarihselliği ve sonraki sürecin ele Sosyal bilimcinin omuzlarındaki düşünümsel-
alınması bir başka çalışmanın konusunu oluşturmak- lik sorumluluğu sadece kendisi ile araştırma nesnesi
tadır. Şimdilik ana konudan sapmamak için bu kadar arasındaki karşılaşmayı mümkün kılan arka planın
detayla yetinmek istiyorum. analizinden ibaret değildir. Neyi neden çalıştığımız
Sonuç itibarıyla Kuştepe Mahallesi hakkında sa- önemli olmakla beraber, daha önce de vurgulandığı
hip olduğum olgusal bilgi ve çıkarımlar büyük ölçüde üzere çalışmada kullanılan kavramlar da bu şekilde
söz konusu aktivizm faaliyeti kapsamında hayata ge- ele alınmalı ve tartışma konusu yapılmalıdır. Tam da
çen karşılaşma ve tanıma halleri ve yer yer yürüttü- bu noktada analizin üzerinde yükseldiği peripatetik
ğüm tezler kapsamında planlanmış olan yapılandırıl- ve geç-peripatetik kavramlarının böylesi bir duyarlı-
mış görüşmeler üzerinden şekillendi. Her halükarda lıkla tartışılmasının ve gelişim süreçlerinin değerlen-
aktivizm alanının temel gerekliliği olan uzun süreli dirilmesinin son derece hayati olduğuna inanıyorum.
ilişkilerin sunduğu gözlem olanakları olmaksızın tek Peripatetik kavramı ile tarif edilen toplumsal
tek planlı görüşmelerin sağlıklı bir biçimde değerlen- grupların tartışma konusu yapıldığı ilk metinler ant-
dirilmesinin mümkün olmadığının altını özellikle ropoloji disiplini içerisinde oluşturulmuştur. Robert
çizmeliyim.
Hayden, pastoral (çoban) ve avcı toplayıcı olmayan
Gerçekten de özel aktivizm alanının ihtiyaçları göçebelerin, en azından Güney Asya’da özgün bir
için mahalleye ve genel olarak da mahallelere yaptığım adaptasyon biçimi olarak var olduğunun altını çiz-
her ziyaret aynı zamanda bana paha biçilmez gözlem dikten sonra, bu grubu hizmet göçebeleri (service
imkânları sunuyordu. Bu durumun etik temelde sor- nomads) olarak tanımlar (Hayden, 1979: 297-298).
gulanması mümkündür. Buna karşılık hiçbir zaman Kumar Misra ise kendi tartışmasını pastoral ve pas-
bu sürecin mümkün kıldığı karşılaşmaları tek başına toral olmayan göçebelerin ayrılmasının önemini
etnografik etkileşimler olarak görmediğimi belirt- vurgulayarak yürütür. Pastoral olmayan göçebelerin
mek isterim. Temaslar sonucunda maddi gerçekliğini yerleşik topluluklarla ilişkilerinin altını çizerek on-
deneyimlediğim olguların arka planı hakkında kafa ları simbiyotik göçebeler olarak adlandırır (Misra,
yormak ve bu noktadan hareketle çıkarımlar yapmak 1986: 180). Benzeri bir biçimde Matt Salo ve Joseph
zihnimin engelleyemediğim kendiliğinden bir eylemi Berland da geleneksel antropoloji yazınında yaygın
3
olarak gerçekleşti.
olan pastoral ve avcı toplayıcı göçebelere ilişkin de-
Bu karşılaşmaların zihnimde ortaya çıkan doğ- ğerlendirmelerin ötesine geçmeye çabaladıklarını
rudan sonuçları elinizdeki çalışmada mümkün oldu- vurgular (Salo ve Berland, 1986: 1). Berland pastoral
ğunca sistematik bir biçimde özetlenmeye çalışılmak- göçebelerin hayvan sürüleri ile gıda üreticisi konu-
tadır. Söz konusu değerlendirmelerin paylaşımının munda olup kendi geçim kaynakları üzerinde belli
hem kısmen de olsa halen etkileşimimi sürdürdüğüm bir kontrole sahip olduklarını söyler. Buna karşılık,
onun önerdiği terimle peripatetik göçebeler bu im-
3 Bu çalışmanın hazırlanması sürecinde daha önce varlığından kândan yoksundur. Yaygın bir biçimde gıda üretme-
haberdar olmadığım yeni bir yazın alanını tanıdım. Feminist
sosyolog Dorothy Smith’in “kurumsal etnografya” ve George mektedirler (Berland, 1983: 19). Berland prehistorik
Smith’in “aktivist etnografyası” (Hussey, 2012) olarak isimlen- buluntu ve klasik kayıtlarda peripatetik grupların
dirdiği araştırma yöntemleri ilk bakışta benim deneyimimle yaygınlığına işaret eden çok fazla gösterge olduğunu
ilişkili gözükmektedir. Ne var ki varlıklarından yeni haberdar
olduğum bu sosyal bilimcilerin çalışmalarını hakkıyla değer- anımsatmaktadır. “Karmaşık bir sosyal sisteme sahip”
lendirmeden böylesi bir paralellik kurmayı ahlaki bulmuyo- toplumlarda yaygın bir biçimde peripatetik gruplara
rum. Gelecekte yürütmek istediğim kapsamlı bir metodoloji rastlanıyor oluşu ona göre bunların içinde yaşadıkları
tartışmasında onlara değinmeyi ve kendi alaylı sosyal bilim
pratiğimi onların katkılarıyla sistemli bir biçimde yeniden tarif toplumlardaki bir sosyal boşluğu doldurduğuna işaret
etmeyi planlıyorum. etmektedir. Yerleşik ya da çoban göçebe toplulukların

29
4
kendi imkânlarıyla gerçekleştiremeyeceği ya da sunu- kam yer yer %10’a yaklaşmaktadır. Hindistan’da ağır-
munu süreklileştiremeyeceği kimi ürün ve hizmetlere lıklı olarak “scheduled cast” kategorisi altında sınıf-
dönük ihtiyaç, peripatetik toplumların varlık sebebini landırılan peripatetik grupların nüfus ağırlığı %10’un
5
oluşturmaktadır (Berland, 1986: 1-3). Berland ile aynı üstüne çıkmaktadır. Kendine özgü kast ilişkilerinin
kavramı kullanan Rao, hem pastoral göçebe hem de hüküm sürdüğü Somali’de peripatetik gruplar olarak
peripatetik göçebe kavramlarının esas itibarıyla ideal sınıflandırılması son derece akla uygun olan Mid-
tipler olduklarının altını çizer. İdeal tip olarak çoban gan, Yibil, Tumal gibi grupların toplam nüfusu yine
göçebe hayvan yetiştiricisidir. Hayvanları ile birlikte %10’un üzerinde seyretmektedir (Hill, 2010: 9). Şüp-
mevsimlik göçler gerçekleştirir. İdeal tip olarak pe- hesiz ki rakamlar abartılı veya eksik olabilir. Dahası
ripatetik göçebenin ise hayvan sürüleri ve toprakları Türkiye gibi resmi sayımların yapılmadığı pek çok
yoktur. Kendi gıdasını üretmemektedir. Avcı ve top- ülkede peripatetik grupların nüfus ağırlığı ile ilgili
layıcı değildir. Geçimini peripatetik olmayan çeşitli gerçekçi bir fikre sahip olmak pek mümkün değildir.
zanaat ve hizmetleri sunarak karşılar. Müşteri toplu- Her halükarda yanlışlanmaya açık bir genelleme ola-
lukları arasında düzenli mevsimlik göçler gerçekleş- rak, ihtiyat payını saklı tutmak koşuluyla, peripatetik
tirir (Rao, 1986: 153). Tüm ideal tipler gibi bunlar da kökenli nüfusun kapitalizmin çevresinde merkeze
gerçeğin bir yönünü vurgulamak için diğer yönlerini göre sosyal grup özelliğini çok daha yoğun bir biçim-
göz ardı eden önermelerdir. Nitekim Rao başka bir de muhafaza edebildiği ve bu durumun nüfus istatis-
yerde peripatetik grupları büyük ölçüde endogamik, tiklerine peripatetik kökenli grupların daha kalabalık
geçimlerini temel olarak çeşitli zanaat ve hizmetlerin oluşu şeklinde yansıdığını ileri sürebiliriz.
sunumu ile çok sınırlı düzeyde avcılık, çobanlık ve ba- Diğer taraftan kapitalist ilişkilerin sınırlı bir bi-
lıkçılık gibi faaliyetlerden sağlayan göçebe topluluklar çimde nüfuz ettiği az sayıdaki yalıtılmış alanlar dışın-
olarak tanımlamaktadır (Rao, 2004: 270). da peripatetik grupların prekapitalist toplumlardaki
Bu makalenin hacmi peripatetik kavramının ge- “ideal tipi” sürdürdüklerini söylemek neredeyse im-
liştirilmesi sürecinin genel antropolojik yaklaşımlar kânsızdır. Kapitalist gelişme, sanayi üretimi ve gelişen
içerisinde neye tekabül ettiğini tartışmak için fazlasıy- kapitalist kurumlar peripatetik grupların sunduğu
la yetersizdir. Buna karşılık ilgili yazının genel eğili- hizmet ve zanaatlara olan talebi büyük ölçüde ortadan
minin göçebelik yazınında mevcut olan bir boşluğun kaldırmıştır. Peripatetik grupların büyük bölümü bu
doldurulmasını sağlayacak bir “ideal tipe” ulaşılması meydan okuma karşısında binlerce yıldır süregelen
olduğu açıktır. Ne var ki bu insan gruplarının bir par- ekonomik temelli göçebeliklerini ve toplumsal örgüt-
çası oldukları kapitalist ve prekapitalist toplumlarda lenmelerini terk etmek durumunda kalmışlar, büyük
tek tek soy-klan-kabile tipi toplumsal birimler olarak kitleler halinde kentlere ve kısmen de köy-kasaba tipi
yerleşim birimlerine yerleşmişlerdir. Buraya kadar ya-
değil ama genel bir sosyal kategori olarak nasıl bir
şanan sürecin hem çevre hem de merkez kapitalizmi
etkileşim içerisinde oldukları tartışma konusu hali-
için tipik olduğu düşünülebilir. Buna karşılık mer-
ne getirilememiştir. Dahası esas itibarıyla kapitalist
kezde 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarında yoğun emek
ilişkilerin gelişiminin kısıtlı olduğu bölgelerde “ideal
talebi peripatetik kökenli nüfusun sosyal örgütlenme-
tipe” yakın toplumsal dokular olarak karşımıza çıkan
sini kaybederek büyük ölçüde işçi yığınları içerisinde
peripatetik grupların kapitalist ilişkilerin gelişimiyle
erimesine neden olurken, çevrede üretim yoğunlaş-
birlikte nasıl bir dönüşüm geçirdikleri de sistemli bir
ması ve emek talebinin kısıtlılığı peripatetik kökenli
tartışmanın konusu yapılamamaktadır.
nüfusun enformel sektör içerisinde sınıflandırılabile-
Bu yetersizliğin aşılması için tartışmanın derin- cek çeşitli alanlarda geçinmesini ve sosyal dokusunu
leştirilmesi büyük bir önem taşımaktadır. Öncelikle koruyarak kent yapısına dahil olmasını beraberinde
kapitalizmin asıl büyük gelişimini gösterdiği merkez getirmiştir. Zira binlerce yıllık mitsel anlatıların işa-
ülkelerde peripatetik gruplar büyük ölçüde işçi yı- ret ettiği prekapitalist önyargılar, peripatetik kökenli
ğınlarının içerisinde erimiş ve büyük ölçüde bağım-
sız sosyal grup özelliklerini kaybetmişlerdir. Avrupa 4 Council of Europe; http://www.coe.int/t/dg3/romatravellers/-
Konseyi’nin peripatetik grupların nüfus ağırlıklarını default_en.asp; Link 05.10.2013 tarihinde alıntılanmıştır.
yansıtan “Roman ve Göçebeler” istatistiklerine göre 5 Government of India, Ministry of Home Affairs; CENSUS OF
INDIA; http://censusindia.gov.in/Tables_Published/A-Series/-
Batı Avrupa ülkelerinde bu grupların genel nüfusa A-Series_links/t_00_005.aspx; Link 05.10.2013 tarihinde alın-
oranı %1’in altındadır. Balkan ülkelerinde ise bu ra- mıştır.

30
grupların özgün sermaye bileşimleri ve habitusları bu tetik adlandırması yukarıda açıklanan çerçeve içeri-
nüfusun işçileşme sürecinde öncelikli grupların arası- sinde anlam kazanmaktadır. Bu ifade ile söz konusu
na girmesine engellemektedir. Çevre koşullarında pe- nüfus grubunun peripatetik geçmişi ve kapitalist iliş-
ripatetik kökenli grupların yaygın bir biçimde işçileş- kilerin belirleyici olduğu günümüz İstanbul’unda ya-
mesi ancak özel şartların devreye girmesiyle mümkün pılanmış özgün bir mekânsal var oluşta, çeşitli ikame
olabilmektedir (Yılgür, 2014: 67-143). stratejilerle sosyal grup kimliklerini(n) yeniden üret-
Bu özel şartlar nelerdir? Çevre koşullarında pe- tikleri (üretildiği) işaret edilmektedir.
ripatetik kökenli grupların işçileşmesinin ne gibi so- Sonraki bölümlerde mahalledeki geç-peripatetik
nuçları olmuştur? Konuyla ilgili iki önemli örneği bu- grupları katmanlar, etkileşim ve bütünleşme başlıkları
rada ele almak oldukça zihin açıcı olacaktır. Osmanlı altında inceleyeceğim. Kuştepe özelinde yürütülecek
İmparatorluğu’nun son yüzyılında son derece büyük olan tüm bu tartışmalar aynı zamanda peripatetik
bir önem kazanan yarı işlenmiş tütün ihracının temel grupların geç-peripatetik gruplar haline gelişi ile ilgili
endüstriyel faaliyetlerden biri olmasına bağlı olarak genel tartışma açısından da anlam taşımaktadır.
bu alanda yoğun bir emek talebi meydana gelmiş,
geç-peripatetik Roman toplulukları kitlesel bir bi- Etnografik Perspektiften
çimde tütün sektöründe istihdam edilmişlerdir. Bu
süreçte geç-peripatetik Romanlar büyük ölçüde fab- Katmanlar
rikalarda birlikte çalıştıkları Rum, Yahudi ve diğer et- Kuştepe Mahallesi’nde peripatetik kökenli nüfus
nik kökenlerden gelen Müslüman işçilerle etkileşime kabaca dört kategoriye ayrılmaktadır: Roman çiçekçi-
girmişler, fabrika ve ücretli çalışma temelli yeni yat- ler, Vefalı Romanlar, Gönenli Romanlar ve komşuları-
kınlıklar edinmişlerdir. Bu sürecin sonucu olarak ileri nın “Kayserili” adını verdiği Teber / Abdallar. Bu top-
düzeyde bir politizasyon deneyimi yaşayan geç-pe- luluklarla ilgili aşağıda aktardığımız detaylara uzun
ripatetik Roman tütün işçileri pek çok açıdan diğer süreli bir temasın mümkün kıldığı gözlem süreçleri-
peripatetik gruplardan farklılaşmaktadırlar (Yılgür, nin sonucunda ulaşılmıştır. Şüphesiz ki temas ve göz-
2014). Çevre şartlarında peripatetik kökenli grupların lem sonucunda elde edilen tüm bilgiler gibi bunların
işçileşmesi ile ilgili bir diğer örnek Bulgaristan İslim- da mutlak bir nesnellik iddiası olamaz. Her biri başka
ye’de, 19. yüzyılda kitlesel bir biçimde tekstil sektö- araştırmacılarca yürütülecek etnografik çalışmalarla
ründen istihdam edilen geç-peripatetik Romanlardır doğrulanabilir, yanlışlanabilir ya da yüzeysel yanları
(Tomova ve Vandova ve Tomov, 2000: 3). 1836 yılında daha derinlikli bakış açılarıyla aşılabilir.
“fabrika adam” olarak anılan Bulgar Dobry Jeliazknov Kuştepe’deki çiçekçi Romanlarla ilgili yazın ala-
devlete ve Osmanlı ordusuna kumaş üretmek için bir nına yansıyan ilk örneklerden olan Alpman’ın ça-
fabrika açar. Ne var ki o dönemde Bulgarların ve di- lışmasında çiçekçilerin günlük yaşamından kesitler
ğer etnik grupların büyük bölümü kendi üretim araç- verilmektedir. Çiçek mezatında başlayan günleri İs-
larına sahip küçük üreticiler durumundadır. İşgücü tanbul’un çeşitli bölgelerindeki tezgâhlarına dağıl-
arzında bu yetersizliğe bağlı olarak tekstil üretiminde maları ile devam eder. Alpman çalışmasında ağırlıklı
ağırlıklı olarak üretim araçlarından yoksun serbest iş- olarak çiçekçi Romanların peripatetik kökenli grup-
gücü durumundaki peripatetik kökenli Roman aileler ları dışarıdan adlandırmakta kullanılan “Çingene”
istihdam edilir (Marushiakova ve Popov, 2004: 81). ifadesini nasıl algıladıklarını tartışmaktadır(Alpman,
Süreç içerisinde politikleşen peripatetik kökenli işçi 1997: 47-49). Bilgi Üniversitesi’nin yürüttüğü Kuştepe
toplulukları tıpkı Roman tütün işçileri gibi zamanla araştırmasında ise çiçekçi Romanlar, bölgedeki peri-
işçi hareketinin öncü unsurlarına dâhil olacaklardır patetik nüfus içerisindeki belirgin bir alt-grup olmak
(Tomova ve Vandova ve Tomov, 2000: 19). Her halü- ele alınmamaktadırlar. Çalışmada çiçekçilik belli bir
karda Roman tütün işçileri ve İslimye’deki tekstil işçisi grubun geleneksel mesleği olarak değil mahallede
Romanlar son derece istisnai örneklerdir. Bu istisnai yaşayan Romanlarca yapılan mesleklerden biri ola-
örnekler çevre kapitalizmi şartlarında geç-peripatetik rak değerlendirilmiştir (Kazgan ve Yumul ve Çelik ve
grupların genellikle enformel sektör bünyesinde sınıf- Kirmanoğlu, 1999: 22). Marsh’ın genel olarak Türkiye
landırılabilecek dar bir ekonomik alana hapsedildiği “Çingenelerine” odaklanan çalışmasında ise Atina Yu-
genellemesini tartışmalı hale getirmez. nancasından etkilenmiş bir Roman dili konuşanların
Çalışmanın odağında yer alan Kuştepe Mahalle- eskiden sepetçilik yaparken şimdi çiçekçilik yaptıkları
si’nde sakin insan grupları için kullanılan geç-peripa- ifade edilmektedir (Marsh, 2008: 24).

31
İlgili yazında karşımıza çıkan bu ifadeler kısmen Meselenin bir başka boyutu Xorahane adlandır-
doğru olsa da, Kuştepe Mahallesi’ndeki uzun süreli masının yerel bir ifade olmayışıdır. Roman peripate-
temas ve gözlemler sonucunda benim edindiğim iz- tikleri ile ilgili muhtelif kaynaklardan bu adlandırma-
lenim Roman çiçekçilerin daha karmaşık bir yapıya nın farklı coğrafyalarda da aşağı yukarı benzeri bir
sahip oldukları yönündedir. Kuştepe Mahallesi’nde çerçeve içerisinde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bulga-
yaşayan Roman çiçekçiler esas itibarıyla Xorahane ve ristan’da Xorahane adlandırması özellikle dinsel aidi-
Laxo isimli iki ayrı alt gruba mensupturlar. Alt grup yete vurgu yapılarak Müslüman Romanlarla ilgili bir
mensubiyetleri ve bunun ne anlama geldiği konu- bağlamda kullanılmaktadır (Marushiakova ve Popov,
sunda hemen herkeste genel bir fikir bulunmaktadır. 2000: 4). Yunanistan Gümülcine’deki bir Roman gru-
Günümüzde bu ayrım temelde Romanesin iki ayrı di- bu da kendisini Xorahane olarak adlandırmaktadır
yalektini kullanma biçiminde billurlaşsa da geçmişte (Adamou, 2012: 147). Yaron Matras, Xorahane adının
dinsel çağrışımlar yaptığı anlaşılmaktadır. Buna göre gelişimi ile ilgili bir açıklama ortaya atar. Buna göre
Laxolar eski İstanbullu Hristiyan Romanlar, Xoraha- kimi Roman toplulukları alt grup adlarını ilişkide ol-
ne grubunun mensupları ise Müslüman Romanlardır. dukları grup üzerinden almaktadır. Romanes dilinde
Orta yaşlı ve yaşlı grup üyeleri bu bölümlenmeyi çe- Türkler için kullanılan Xoraxay adlandırmasının bir
şitli biçimlerde ima etseler de gençlerde ayrımın bu alt grup tanımlaması olarak kullanılmaya başlama-
boyutuna ilişkin belirgin bir duyarlılık yoktur. Günü- sı da bu şekilde gerçekleşmiş olabilir. Yani Xorahane
müzde hem Laxo hem de Xorahane grubuna mensup adını kullanan Roman toplulukları geçmişte daha zi-
Romanların büyük bölümü İslam inancına aidiyetle- yade Müslüman ve Türklerle ticaret ilişkisi kurmuş bir
rini ifade etmektedirler. topluluk olarak değerlendirilebilir (Matras, 2004: 6).

Xorahane grubunun yüzlerce yıla dayanan or- Çiçekçi Romanların ikinci büyük alt grubunu
oluşturan Laxoların ise daha farklı bir tarihi vardır.
tak geçmiş algısında Balkanlar ve Batı Anadolu’daki
Laxoların geleneksel meslekleri ile ilgili farklı rivayet-
müşteri toplulukları arasında mevsimsel olarak göç
ler olsa da Kuştepe örneğinde daha ziyade demirciliğe
ettiklerine ilişkin anlatılar bulunmaktadır. Bu süreçte
odaklanmanın altı çizilmektedir. Bugün Kuştepe’de
İstanbul civarındaki Şile, Küçükbakkalköy ve Zincirli-
yaşayan Laxolar, atalarının şimdiki Esenler’in çekirde-
kuyu gibi bölgelerin kışlak olarak kullanıldığı anlaşıl-
ğini oluşturan Litros’tan geldiğini ifade etmektedirler.
maktadır. Yaygın anlatıya kaynaklık eden sosyalliğin
Litros’un çeşitli tarihi kaynaklarda “Rum Çingenele-
izlerine yazılı kaynaklarda da rastlamak mümkündür.
rinin” yaşadığı bir bölge olarak anılıyor oluşu Laxolar
Her şeyden önce Başbakanlık Osmanlı arşivlerin-
arasındaki anlatıyı daha da ilgi çekici kılmaktadır. 17.
de Şile’deki Müslüman peripatetiklerin varlığının en
yüzyıl İstanbul tarihinin en önemli kaynakları ara-
önemli göstergesi olarak kabul edilebilecek olan bir
6 sında yer alan Eremya Çelebi Kömürciyan Litros’da
nüfus defteri bulunmaktadır. Yine 20. Yüzyıl başla-
“Rum Çingenelerinin” yaşadıklarını ifade etmektedir.
rına denk gelen bir başka belgede çadırlarına gelen Kömürciyan’a göre bunların “kadınları hanende olup”,
asker elbiseli kişilerce gasp edilen iki “Kıpti” ile ilgili hane ve açık alanlarda şarkı söylemektedirler (1988:
açıklamalar yer almaktadır. Bu kişilerin birisi Kartallı 21-22). Yerel anlatılarla Kömürciyan’ın paylaştığı bil-
7
olup sepetçidir, diğeri ise Şileli bir demirci. İsimle- ginin uyuşması son derece önemli olsa da arada birkaç
rinin başındaki yer adlarının kişilerin lakaplarını mı yüzyıllık bir devamlılık olduğunu ileri sürebilecek ye-
yoksa kayıtlı oldukları yeri mi gösterdiği açık olmasa terli bilgiye sahip değiliz. Her şeyden önce 20. yüzyı-
da bu detayların Kuştepe mahallesindeki çiçekçilerin lın başlarında İstanbul’da yaşayan peripatetik gruplar-
genel anlatıları ile uyumlu olması son derece anlamlı la ilgili en önemli kaynaklar arasında yer alan Osman
bir durumdur. Cemal Kaygılı’nın belgesel romanı “Çingeneler’de”
Litros’da “Çingenelerin” yaşamadığı belirtilmektedir.
6 Gömlek No: 660 Fon Kodu: NFS.d.. Dönem dönem buraya göçebe “Çingeneler” gelse de
Bolu eyaleti, Kocaeli sancağı, Şile kazası müslim Kıpti nüfus
defteri.
bölgede yerleşik “Çingene” nüfusu bulunmamaktadır.
7 20/L /1337 (Hicrî) Dosya No :16 Gömlek No: 12 Fon Kodu: Litros’un yerlileri Kaygılı’nın romanda kullandığı ifa-
DH.EUM.AYŞ. deyle Rum köylülerdir (1972: 86-87-88). Öte yandan
Ömerli'nin Bezhane karyesinde çadırda ikamet eden sepetçi Kaygılı yakınlardaki bir başka yerleşim olan Vidos’da
Kartallı Kıpti Mustafa ile Demirci Şileli Kıpti Cemal'in çadır-
larına asker elbiseli ve silahlı beş kişinin gelerek paralarını gas- çok sayıda “Çingene” çadırının bulunduğunu anlat-
bettikleri. maktadır. Bu durumda Kaygılı, Kömürciyan ve Kuş-

32
tepe’de karşılaştığımız yerel anlatıyı uzlaştırabilecek Kuştepe’de yaşayan bir diğer peripatetik köken-
üç ihtimal söz konusu olabilir. Birinci olarak Kömür- li topluluk olan Vefalı Romanlarla ilgili olarak Bilgi
ciyan’ın bahsettiği Ortodoks Hristiyan peripatetikler Üniversitesi’nin Kuştepe araştırmasında birkaç de-
birkaç yüzyıl içerisinde yerleşikleşerek tarımcı bir ğinme bulunmaktadır. Çalışmada mahallenin kurucu
topluluk haline gelmiş ve böylece onların sosyal tarih- nüfusu arasında daha önce Vefa’da yaşayanların bu-
lerinden habersiz olan başkaları tarafından Rum köy- lunduğu işaret edilmiştir (Kazgan ve Yumul ve Çelik
lüleri olarak adlandırılmaya başlanmış olabilirler. Bu ve Kirmanoğlu, 1999: 42). Ayrıca genellikle Vefalı Ro-
durumda Kuştepe’de karşılaştığımız anlatının sahiple- manların nispeten üst gelir grubunu oluşturanlar için
rinin Kömürciyan’ın bahsettiği grupla doğrudan iliş- diğer peripatetik kökenli grupların mensuplarınca
kilendirilmesi oldukça zor gözükmektedir. Bir diğer kullanılan “nağmeli” ifadesi de çalışma kapsamında
ihtimal ise Litros’taki grubun Vidos’a gitmiş olması ve kayda geçirilmiştir (Kazgan ve Yumul ve Çelik ve Kir-
Kuştepe’deki anlatının sahibi olan kaynak kişilerin bu manoğlu, 1999: 44).
süreçten önce yer değiştirmiş olmalarıdır. Son olarak Vefalı Romanlar, Fatih civarındaki mahalleleri-
Litros’ta dönem dönem konaklayan göçebelerin Kuş- nin yıkılmasının ardından Kuştepe’ye yerleşmişlerdir.
tepe’deki anlatının sahiplerinin atalarının arasında Onlara Vefalı denilmesi veya kendilerinin bu adlan-
olmaları ihtimali de göz önünde bulundurulmalıdır. dırmayı benimsemiş olmaları Kuştepe’ye yerleşmeden
Bunlar konakladıkları bölgeyi kendilerine ait bir yer- önce yaşadıkları bölge ile ilişkilidir. Bu grup büyük öl-
leşim alanı olarak tarif etmiş ve bunun üzerinden bir çüde Türk-Yunan Mübadelesi ile Türkiye’ye gelen Ro-
kolektif anlatı kurgulamış olabilirler. man ailelerden oluşmaktadır. Büyük bir bölümü ata-
Xorahane Romanlar gibi Laxoların da Balkan larına ait geleneksel meslekleri anımsamamaktadırlar.
coğrafyasında bir karşılıkları bulunmaktadır. Elena Soy-Klan-Kabile tipi toplumsal örgütlenmelerinin
Marushiakova bu adı taşıyan grupların Romanesin henüz Türkiye’ye gelişlerinden önce çözülmüş olduğu
eski Vlax diyalektlerini kullandığını ifade etmektedir alt grup aidiyetlerine ilişkin hemen hiçbir değinmeye
(Marushiakova ve Popov, 2000: 6). Hristo Kyuchu- günlük konuşma ve adlandırmalarında rastlanama-
kov Laxo, ya da Vlax diyalektlerini konuşan herkesin masından anlaşılmaktadır.
Hristiyan olmadığını ifade eder. Bu diyalekti konuşan Bu grubun hemen tüm üyelerinin çok köklü bir
Müslüman Romanlar da bulunmaktadır (Kyuchukov, ücretli çalışma deneyimi bulunmaktadır. Matbaa, deri
2010: 29-30). Bu bilgi Laxo ve Xorahane kimliklerinin işleme, ayakkabıcılık ve tekstil sektöründe sık sık iş
Müslüman Hristiyan ikiliği üzerinden tanımlanma- değiştirmelerine rağmen nesillerdir devam eden bir
sının tarihsel karşılaşmaların sonucu olarak ortaya tecrübeye sahiplerdir. Özellikle fiziksel görünümleri
çıkmış olabileceğini, grup ayrımının temelinde dilsel yaygın “Çingene” imajına uymayan bireyler hizmet
farklılaşma, onun da arka planında uzun süreli ortak sektöründe sıklıkla işe girip çıkabilmektedirler. Diğer
yaşamlar olabileceğini düşündürmektedir. Diğer taraf- taraftan Vefalılar arasında müzisyenlik yapan aileler
tan Yunanistan’da da Laxo olarak adlandırılan grup- de bulunmaktadır. Ayrıca Vefalılarla yakın ilişkili
lar bulunmaktadır. Ne var ki burada Laxo konuşanlar olan ve ağırlıklı olarak Büyükçekmece Mimarsinan
genellikle Hristiyan Romanlar, Vlax olmayan diya- Mahallesi’nden gelmiş mübadil Roman aileler arasın-
lektleri kullananlar ise genellikle Müslüman Roman- da da müzisyenlik yaygın bir faaliyettir.
lardır (Kyuchukov, 2010: 29-30).
Kuştepe Mahallesi’nde yaşayan Vefalı Romanlar
1960’lara kadar yaygın bir biçimde sepetçilik ve hem sosyolojik hem de tarihsel özellikleri itibarıyla
demircilik yapan Çiçekçiler, geleneksel mesleklerine Suat Kolukırık’ın çalıştığı “Tarlabaşı Çingeneleri” ve
dönük talebin ortadan kalkması ile birlikte çeşitli aşa- genel olarak mübadil Roman tütün işçileri ile bağlan-
malardan geçmiş ve çiçekçilik yapmaya başlamışlar- tılı ya da en azından benzer bir grup olarak gözük-
dır. Soy-klan-kabile tipi toplumsal örgütlenmelerini mektedir. “Tarlabaşı Çingeneleri” de Vefalı Romanlar
büyük ölçüde muhafaza eden bir grup olan Çiçekçiler gibi Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi ile Türkiye’ye gel-
aynı zamanda kültürel özelliklerini göreli daha üst bir mişlerdir (Kolukırık, 2006: 4). Hamallık, ayakkabı bo-
seviyede koruyabilmişlerdir. Orta yaşlı ve yaşlılar ara- yacılığı, müzisyenlik gibi işlerde çalışanların yanı sıra
sında günlük iletişimde kesintili bir biçimde de olsa ücretlilik deneyimine sahip olanları da bulunmaktadır
Romanes kullananlar bulunmaktadır. Gençler arasın- (Kolukırık, 2006: 13). Her iki grubun da soy-klan-ka-
da Romanes esas iletişim aracı olmasa da büyük ölçü- bile tipi toplumsal ilişkileri katı bir biçimde muhafaza
de anlaşılmakta ve yer yer kullanılabilmektedir.

33
edilmemiş, bu toplumsal örgütlenmeye ilişkin bellek ratif yüklü “Çingene” adlandırmasına bir tepki ola-
belirsizleşmiştir. Bu çerçevede peripatetik grupların rak “Abdal” ifadesinin en azından kısmen öz adlan-
geç-peripatetik gruplara dönüşümünde istisnai bir dırma olarak benimsendiği görülmektedir (Akman,
örnek oluşturan Roman tütün işçilerinin torunları 2006: 153). Buna karşılık Doğu Türkistan’da yaşayan
olan günümüz Tarlabaşı Çingeneleri ile Kuştepe’de ya- topluluk komşu Uygurlar tarafından “Abdal” olarak
şayan Vefalı Romanlar hem mübadil oluşları hem de adlandırılmalarına rağmen kendilerine “Ainu” de-
çiçekçilerle kıyaslandığında geçinmek için yaptıkları mektedirler (Yıldırım, 2011: 25). Meselenin bir başka
faaliyetlerin çeşitliliği ve toplumsal organizasyonları boyutu Türkiye örneğinde “Abdal” adı altında kimle-
itibarıyla ortak bir kategori altında ele alınabilirler8 . rin toplandığı ile ilişkilidir. Şakir Ülkütaşır, Ali Rıza
Kuştepe’de yaşayan bir diğer peripatetik kökenli Yalgın tarafından derlenen veriler üzerinden Türki-
grup olan Gönenliler Çiçekçiler ve Vefalılar arasında ye’de yaşayan Abdalların alt gruplarını tasnif etmiş-
tir. Bugün de aşılamayan bu tasnifin güncellenmesi
bir yerde durmaktadırlar. Balıkesir’in Gönen ilçe-
ve yeni etnografik çalışmalarla doğrulanması gerek-
sinden gelen bu ailelerin geleneksel meslekleri genel
mektedir. Buna göre Abdallar; kuyumculuk ve cam-
olarak demirciliktir. Soy-klan-kabile tipi toplumsal
bazlık (at alım satımı) yapan Tencili Abdalları, bakır
ilişkileri çözülmüş olsa da bu bağların en azından bir
kap-kacak yaparak geçinen Kazancı Abdalları, avcılık
zamanlar mevcut olduğuna ilişkin hafızaları canlıdır.
yaparak geçinen Fakçılar, Türkmen boylarına çeşitli
Günümüzde bir kısmı tekstil ürünlerinin işportada
hizmetler sunan bağlı Beğdili Abdalları, sepet ve küfe
satışı ile uğraşırken önemli bir bölümü çok çeşitli iş-
yapan Gurbet veya Cesis Abdalları, müzisyenlik ya-
kollarına dağılmış durumdadır. Ücretli çalışma dene-
pan Karaduman Abdalları şeklinde alt gruplara ay-
yimi, özellikle fiziksel görünümleri “Çingene” imajı
rılmaktadırlar (Ülkütaşır, 1968: 251). Faruk Yıldırım
ile uyuşmayan bireylerde oldukça yaygındır. Ayakkabı
Anadolu’da Abdal olarak anılan toplulukların ağırlıklı
boyacılığı bu gruba mensup bireylerde yaygın olan bir
olarak kendilerini öncelikle Teber ifadesiyle tanım-
başka ekonomik faaliyet olarak görülmektedir.
layan topluluk olduğunun altını çizmektedir (Yıldı-
Çiçekçiler, Gönenliler ve Vefalılar etnik olarak rım, 2011: 26). Davul/davulcu anlamlarına gelen bu
Roman olmalarına ve bu aidiyetlerini beyan etmele- sözcüğü yaygın bir biçimde kullanan topluluğun Ül-
rine karşılık, Kuştepe’de yaşayan “Kayserililer” farklı kütaşır’ın aktardığı sınıflandırmada yer almıyor olu-
bir peripatetik topluluğa mensupturlar. Teber/Abdal şu başlı başına inceleme konusu olması gereken bir
olarak bilinen bu topluluk daha ziyade Orta ve Doğu meseledir. Bu noktada Yıldırım günümüzde Teber öz
Anadolu’da yaşamlarını sürdürmektedir. Çeşitli kay- adlandırmasını yaygın bir biçimde kullanan toplulu-
naklarda günümüzde Çin sınırları içerisinde yer alan ğun Beydili Abdalları olabileceğini ifade etmektedir
Doğu Türkistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada (Yıldırım, 2011: 28-29). Her halükarda Teber/Abdal
var oldukları ifade edilse de bu geniş coğrafyada Ab- toplulukları ile ilgili etnografik veriler son derece kı-
dal olarak tasnif edilen grupların ne derece tek bir sıtlıdır. Yeni çalışmalarla bu alanın zenginleştirilmesi
etnik yapıyı temsil ettikleri tartışılması gereken bir gerekmektedir.
konudur. Kuştepe’de diğer ahalinin “Kayserililer” adını
Her şeyden önce “Abdal” adlandırmasının kendi- verdiği Teber/Abdallar farklı bölgelerden gelmişler-
sinin ilgili grupların öz adlandırması mı yoksa dışarı- dir. Aralarında Adanalılar, Niğdeliler, Konyalılar ve
dan bakanların onları tanımlamak için kullandığı bir Kayserililer vardır. Bölgedeki diğer topluluklar bir
kavram mı olduğu net değildir. Türkiye’de peripatetik biçimde “Kayserili” adlandırmasını benimseyerek
kökenli grupları tarif etmek için kullanılan aşırı pejo- tüm bu farklı toplulukları tek bir kod altında sınıflan-
dırmıştır. Onların birleştiren nokta sosyolojik olarak
8 Mesleki faaliyetlerin çeşitlenmesi olgusu esas itibarıyla uzun sü- benzer özellikler gösterdikleri Romanlarla yan yana
reli yerleşiklik ve “ideal tip” olarak peripatetik yaşam biçiminin durduklarında hemen kendini ortaya koyan kültürel
terk edilmesinin köklülüğü ile bağlantılı gözükmektedir. Nite-
kim kısa süre önce çeşitli illerde yapılmış olan bir araştırmanın
farklılıklarıdır. Romanlar Türkçeyi Romanes dilinin
raporuna göre, Çanakkale’nin kuruluşu yüzlerce yıl öncesine ses özelliklerinden etkilenmiş bir aksanla konuşur-
giden Fevzipaşa Mahallesi’ndeki Roman yerleşiminde mahalle larken, “Kayserililer” vurgulu bir Orta Anadolu şivesi
sakinleri müzisyenlik, at arabacılığı, hamallık, yağlı boyacılık, kullanırlar. Öte yandan “Kayserililerin” büyük ölçüde
ayakkabı boyacılığı ve pazarcılık gibi çok çeşitli işlerle geçimle-
rini temin etmektedirler (Akkan ve Karatay ve Erel ve Gümüş, soy-klan-kabile tipi toplumsal yapılarını korudukları,
2009: 32). birlikte ve organize hareket etme yeteneklerini muha-

34
faza edebildikleri anlaşılmaktadır. liler, Çiçekçiler ve Gönenliler; Vefalılara, özellikle de
Kuştepe’deki Teber/Abdalların bir bölümü gü- bu grubun içerisinde ekonomik, kültürel, sosyal ser-
nümüzde geleneksel mesleklerini sürdürmektedir. maye bileşimleri ve habitusları itibarıyla ana akım
Kendi jargonlarında “hatıra çıkmak” ya da “deşirme- toplumsal süreçlere en yakın olanlarına “Nameli”
cilik” dediklerinde bu faaliyet kabaca dilencilik ola- demektedir. Peripatetik alt grupların diğerlerine karşı
rak adlandırılabilir. Öte yandan Kayserililer için bu kullandıkları bu sözcükler, grupların karşılıklı olarak
iş gerçek bir sanat edasında icra edilmektedir. Genel- farklılaşan sermaye bileşimleri ve habituslarını vurgu-
likle para istedikleri kişilere uzun deyişler okumakta, layarak kendilerini mahalle evreninde ya da ana akım
içinde bolca Alevi-Bektaşi mitolojisine ve genel Sünni toplumsal süreçlerde daha avantajlı pozisyonlarda ta-
İslam imajının değerlerine göndermeler bulunan an- hayyül etmelerine imkân verir.
latılarıyla muhataplarına seslenmektedirler. Ne var ki Tüm bu adlandırma biçimleri esas itibarıyla he-
oldukça zahmetli olan bu hatır şekli zamanla unutu- def grubun üyeleri tarafından benimsenmemekte ya
lacak gibi gözükmektedir. Şişli-Beşiktaş trafik ışıkla- da öncelikli olarak tercih edilmemektedir. Dışarıdan
rında araba camlarını silerek araç sahiplerinden para bakışın doğası gereği öncelikle farklılıkları vurgula-
isteyenler genellikle bu gruba mensup gençlerdir. Di- yacak şekilde üretilmiş olan bu adlandırmalar genel
ğer taraftan aralarında muska/cevşen satanlar da var- itibarıyla pejoratiftir. “Hawlez” ya da “Mangosar” ifa-
dır. Bir bölümü ise hurda/kâğıt toplayarak geçimlerini deleri Vefalıların gözünde çiçekçiler grubunun gele-
sağlama eğilimindedirler. neksel peripatetik toplumsal örgütlenmesi ve etnik
Roman kültürü ile olan muhafazakâr ilişkilenmesine,
dahası orta sınıf tüketim kalıplarını deneyimlemeleri-
İçeri ve Dışarı ile Etkileşimler ne izin vermeyen yoksulluklarına ve bu tüketim kalıp-
Mahallede yaşayan geç-peripatetik toplulukların larına yatkınlıklarını sınırlayan habituslarına dönük
birbirleriyle ve dışarıyla ilişkileri ilgili aşağıda paylaşı- bir eleştiridir. Bir başka açıdan Vefalılar için “Hawlez”
lan değerlendirmeler, uzun süreli gözlem ve etkileşim ya da “Mangosarlar” ya geride bırakılan geçmişi ya da
sonucunda olgusal verilerin üzerine inşa ettiğim çıka- büsbütün bir ayrılığı ve yabancılığı, mahallenin de-
rımlardır. Bu çıkarımlar sabitlik ve katılıkları betim- rinliklerinde kristalize olan pür “Çingeneliği” temsil
lememektedir. Gözlemin gerçekleştirildiği anda dahi etmektedirler. Buna karşılık iş “Kayserili” olarak ad-
gözleme konu olan toplumsal doku değişme süreci landırılan Teber/Abdallara geldiğinde mesele biraz
içerisindedir. Dolayısıyla bu çıkarımlar daha ziyade daha karmaşıklaşmaktadır. Teber/Abdallar ağırlıklı
2005-2014 yılları arasında Kuştepe mahallesindeki olarak Orta Anadolu’da yaşayan bir gruba mensup-
geç-peripatetik katmanların etkileşimsel düzenli- turlar. Türkiye’nin batı bölgelerinde geç-peripatetik
liklerinin ve bu düzenliliklerin üzerinde yükseldiği grupların dışarıdan temsili ve tahayyül edilmiş bir
mekanizmaların analizi olarak ele alınmalı, gelecekte imge olarak “Çingenelik” daha ziyade bu bölgelerde
mekânsal olarak yer değiştirmiş olsalar dahi söz ko- çoğunluğu oluşturan Romanlara ait kültürel ve fiz-
nusu katmanlara ulaşılması halinde elde edilebilecek yonomik özelliklerle çakışır. Romanes dilinden etki-
yeni etnografik verilerle benim sonuçlarım güncel- lenmiş bir aksanla Türkçeyi konuşmak, Hindistani
lenmelidir. bir fizik görünüm vs. Teber/Abdallar ise fizyonomi
Kuştepe’de yaşayan geç-peripatetik katmanları- ve kültürel özellikleri itibarıyla genel olarak bu “ideal
nın birbirlerini tarif etmek için kullandıkları farklı tipe” uymazlar. Daha ziyade Orta Anadolu aksanı ile
sözcükler bulunmaktadır. Daha önce de işaret edildiği Türkçe konuşmaktadırlar ve dış görünüşleri kısmen
üzere Çiçekçiler, Gönenliler ve Vefalılar, Teber/Abdal Asyalı kısmen de Farsidir. Öte yandan soy-klan-ka-
grubunu “Kayserili” olarak sınıflandırmaktadır. Ve-
falılar Çiçekçileri ve kısmen de Gönenlileri “Hawlez” hakkında da tahmin de bulunmak mümkün değildir. Trakya’da
9 Mangosür ve Çalgar dâhil olmak üzere bir dizi isimle bilinirler”
ya da “Mangosar” sözcükleri ile tarif eder. Kayseri-
(Marsh, 2008: 23). “Mangosar” ifadesinin buradaki kullanımın
Kuştepe’dekinden belirgin bir biçimde farklı olduğu görülmek-
9 Yakın dönemde gerçekleştirilen bir çalışmada “Mangosar” keli- tedir. Söz konusu farklılığın Trakya ve İstanbul’da sözcüğün
mesinin farklı bir bağlamda kullanıldığına işaret edilmektedir: kullanımında meydana gelen anlam kaymalarından kaynak-
“Kökenleri Orta Çağ’daki Çingene topluluklarına dayanan fa- lanma ihtimalini göz ardı etmiyorum. Buna karşılık buradaki
kat artık kendini onlarla özdeşleştirmeyen, başka kimlikleri be- karışıklığın uzun süreli etnografik gözlem ve ilişki yerine tekil
nimseyen bazı gruplar mevcuttur. Bu grupları ayırt etmek güç- görüşmelerden genel sonuçlar çıkarmaktan ileri gelen bir yanlış
tür, zira Türk toplumunun sınırları içerisindedirler ve sayıları anlaşılma olabileceğinin de altını çizmek isterim.

35
bile tipi toplumsal örgütlenmelerini oldukça iyi ko- ber-Abdalları ise “köylü” olarak algılarlar. Çiçekçiler
rumuşlar, peripatetik toplumsal örgütlenmeye ilişkin onlarca yıldır İstanbul civarında köklü bir yerleşiklik
pek çok unsuru sürdürmüşlerdir. Hal böyle olunca deneyimi yaşamışlardır. Bu bölgenin farklı kültürler-
bir yanda “Çingenelik” algısının temel kültürel-fiz- den gelen müşteri topluluklarına dönük mal ve hiz-
yonomik öğelerinden ayrışırken bu algının sosyal ör- met sunumunu mümkün kılan bir bilgi sermayesi ola-
gütlenmeye ilişkin unsurlarını son derece yoğun bir rak özgün bir kültürel sermaye geliştirmişler ve bunu
biçimde kendi sosyalliklerinde toplarlar. Dolayısıyla nesilden nesile aktarmışlardır. Buna karşılık İstanbul’a
Vefalılar grubu için “Hawlez” ve “Mangosarlarla” aynı gelişleri göreli yeni olan Kayserililerin sahip oldukları
zeminde tarif edilen ama özgün bir öteki olarak orta- kültürel sermaye bambaşka bir evren içerisinde geliş-
ya çıkarlar. Vefalılar için “Kayserililer” de “Hawlez” ve tirilmiş olup farklı uyum süreçlerini yansıtmaktadır.
“Mangosarlar” gibi mahallenin derinliklerini, geride Her şeye rağmen her iki grubun soy-klan-kabile tipi
bırakılan sosyal geçmişi ama daha da önemlisi “Haw- toplumsal örgütlenmelerini muhafaza etmiş peripate-
lez” ve “Mangosarlarda” olmadığı kadar vurgulu bir tik kökenli gruplar olmaları onları yakın habituslara
kültürel yabancılığı temsil ederler. sahip kılar. Nitekim Kayserili erkeklerin zamanlarının
Çiçekçiler için “Nameli” olmak kendi kendine büyük bölümünü çiçekçi Romanların kahvesinde ge-
yabancılaşmayı, mahallenin dışına gönüllü bir kapı- çiriyor oluşları bu bağlamda dikkate değerdir. Dahası
lanmayı çağrıştırır. “Nameliler” düğünlerinde kul- ne derece maddi bir gerçekliğe ne derece algıya karşı-
landıkları orta sınıf değerlerini yansıtan giyim tarz- lık geldiği tartışmalı da olsa Teber/Abdallar ve çiçek-
ları ve özellikle ekonomik sermaye açısından avantajlı çi Romanların oy kullanırken birlikte karar aldıkları
olanlarının yaygın tüketim kalıplarını deneyimlemesi şeklinde yaygın bir kolektif anlatı bulunmaktadır.
ile Çiçekçilerle doğrudan bir zıtlık içerisindedirler. Gönenliler farklı kutupları temsil eden katman-
Çiçekçiler Romanesi oldukça iyi bilmekte ve yer yer larla kıyaslandığında tam bir arakesitte konumlan-
günlük iletişimlerinde kullanmaktadırlar. “Namelile- maktadırlar. Ne kültürel özellikleri ne de toplumsal
rin” büyük bölümü ise hiç Romanes konuşmamakta, örgütlenmeleri itibarıyla muhafazakâr sayılamazlar.
bu dilin günlük etkileşimde kullanımını büyük ölçüde Buna karşılık Vefalılar kadar dışa dönük, parçalı bir
garipsemektedirler. Çiçekçiler, soy-klan-kabile tipi alt yapıya da sahip değillerdir. Bu durum onları diğer
gruplar halinde örgütlenmiş olmalarına ve bu ayrım- katmanlarla daha geniş ilişkiler kurabilen bir grup
ları günümüzde dahi kısmen yaşatmalarına rağmen haline getirmektedir. Vefalılar için “Mangosarlar”
“Namelilerin” arasında bu tarz örgütlenme birimle- ve “Kayserililer”, Çiçekçiler için “Nameliler” grup içi
rinin mevcudiyetine ilişkin hemen hiçbir işaret bu- mutlak ötekiyi simgelerken ortalama bir Gönenlinin
lunmamaktadır. Çiçekçiler tek bir temel ekonomik bu kategorilerden herhangi birisine girdiğini söyle-
faaliyet üzerinde geçimlerini temin ederlerken Na- mek mümkün değildir. Ekonomik sermaye seviyesi
melilerin geçim stratejileri fazlasıyla çeşitlenmiş du- yüksek bir Gönenli Çiçekçiler ve Teber/Abdallar için
rumdadır. Her halükarda en çok dikkati çeken nokta kısmen “Nameli”, mutlak mülksüzlük koşullarındaki
çiçekçilerin habitusları ve sermaye bileşimleri itiba- bir Gönenli, Vefalılar için “Mangosar” olarak tasnif
rıyla derin bir mesafe içerisinde oldukları dışarısı ile edilebilse de genel bir katman olarak Gönenliler her-
“Namelilerin” fazla haşır neşir oluşlarıdır. “Namelile- hangi bir ötekilik kodunun asli nesnesi olmazlar.
rin” dışarının değer ve tüketim kalıplarına yatkınlık- Kuştepe Mahallesi’nde yaşayan geç-peripatetik
ları çiçekçilerin peripatetik toplumsal kuruluşla mu- olmayan başka gruplar da bulunmaktadır. Başta Or-
hafazakâr bir biçimde ilişkilenmiş habitusları ile açık dulular olmak üzere Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden
bir biçimde çelişmektedir. Bu çerçevede Vefalıların gelen bu ailelere geç-peripatetik Romanlar “Gaco”,
“Mangosar” ya da “Hawlez” adlandırmaları kadar Çi- Teber-Abdallar ise “Geben” demektedir. Romanlar ve
çekçilerin “Nameli” adlandırması da pejoratif olarak Abdallar kültürel farklılıklarını vurgulamak için yer
görülmelidir. yer bu ifadeleri birbirleri için kullansalar da asıl he-
Çiçekçilerin “Kayserililere” ilişkin değerlendir- def kitle peripatetik kökenli olmayan topluluklardır.
meleri fark-uyum çizgisi üzerinde ilerler. Fark etnik Benzeri bir biçimde peripatetik kökenli olmayan top-
temelde şekillenmektedir. Teber-Abdallar çiçekçi Ro- luluklar mahalledeki peripatetik toplulukların hepsi-
manlardan farklı bir kültürel mensubiyeti temsil et- ne birden “Çingene” demektedirler. Her ne kadar hem
mektedirler. Dahası Romanlar daha eski İstanbullu “Gaco” hem de “Çingene” sözcükleri pejoratif olsalar
ve daha kentli ailelerdir. Kendilerini daha “kentli”, Te- da genel toplumsal hiyerarşi içerisinde üstte yer alan

36
peripatetik olmayan toplulukların, adlandırmadan üretim tarzları ile mekânsal varoluşlar arasında bir
kaynaklanan güçleri çok daha yüksektir. “Çingene” bağ kurmaktadır (Lefebvre, 1991: 31). Burada üretim
olarak adlandırılmanın sonuçları açık ki “Gaco” ola- ilişkileri düzlemindeki titreşimlerin mekânsal varo-
rak adlandırılmaya göre hedef birey açısından çok luşlarda yarattığı dönüşümlerle, Kuştepe Mahallesi’n-
daha ciddi sonuçlar doğurabilecektir. deki geç-peripatetik katmanların nasıl etkileşime gir-
Öte yandan peripatetik kökenli olmayan Kuşte- dikleri tartışılırken, Lefebvre’nin genel önermesinin
peliler için “Çingene” adlandırmasını pejoratif bir ifa- mikro düzeydeki karşılıkları ile ilgili bir akıl yürütme
de olarak kullanabiliyor olmanın sağladığı çok daha gerçekleştirilmiş olacaktır.
önemli bir avantaj vardır. Kuştepe mahallesi dışarıdan Öncelikle çiçekçiler katmanını ele alacağım ve
bakanların gözünde genel olarak “Çingene” yerleşimi onların yaşadığı dönüşüm sürecinde bölgede mey-
olarak algılanmaktadır. Başkaları için bu adlandır- dana gelen farklılaşmaları tartışacağım. Öte yandan
mayı kullanabilmeleri peripatetik kökenli olmayan çiçekçiler grubunu etkileyen genel dönüşümlerin sa-
grupları Kuştepe Mahallesi’nde oturuyor olmanın yol dece onlar için bir anlam ifade etmediği, diğer kat-
açabileceği dışlayıcı pratiklerden koruyabilecek bir manları da şu veya bu ölçüde ilgilendirdiği metnin
aşı işlevi görür. “Çingenelik” adlandırmasını kom- akışı içerisinde kolaylıkla anlaşılabilecektir.
şuları için pejoratif bir edada kullanan birey kendi-
Çiçekçiler katmanını oluşturan her iki grup da
sini zorunluluktan “Çingene Mahallesinde” yaşamak
1950’lerin başı itibarıyla Zincirlikuyu’daki geç-pe-
zorunda kalmış, yoksul ama “saygın” bir kişi olarak
ripatetik yerleşiminde bir araya gelmişlerdir. Bu dö-
sunmaktadır. Vefalılar grubuna mensup olan geç-pe-
nemde Zincirlikuyu’da yaşayan Roman Peripatetikleri
ripatetik gruplar da kendilerine göre “Çingenelik” al-
1960’lara kadar geleneksel mesleklerini bir biçimde
gısı ile özdeşleşen kültürel ve fizyonomik özellikleri
sürdürmeyi başarmışlardır. Örneğin sepetçiler bu dö-
daha fazla taşıyan kişilerin mevcudiyeti sayesinde bu
nemde faaliyetlerini sürdürmek için ihtiyaç duyduk-
savunma mekanizmasını devreye sokabilmektedirler.
Bu grubun mensuplarının dışarı ile olan karşılaşma- ları hammaddeyi çevredeki orman ve koruluklardan
larında kendilerini “Çingenelerin arasında büyümüş” temin etmektedirler. Bu durum her zaman sorunsuz
peripatetik kökenli olmayan bir birey olarak tarif et- bir biçimde gerçekleştirilmemekte yer yer gerilimle-
meleri sıkça rastlanan bir durumdur. re neden olabilmektedir. 1954 yılında Milliyet gaze-
tesinde yayınlanan bir haberde şehirde ağaç kesme
yasağının sıklıkla ihlal edildiğinden yakınılmaktadır.
Tarihsel Perspektif ve Yerel Üretim Habere göre yasağı ihlal edenler “15-20 yaş arasındaki
Ağları ile Bütünleşme Çingene çocuklarıdır”. Kestikleri ağaçlardan sepet ya-
10
Kuştepe Mahallesi’nde yaşayan geç-peripatetik parak bunları satmaktadırlar. Kuştepe mahallesinin
grupların toplumsal tarihlerinin her bir aşaması iliş- yaşlı çiçekçileri bu dönemde yaşanan sorunlar hak-
kilendikleri yerel üretim ağları ve kapitalist ilişkilerin kında epeyce görgü sahibidirler. Ormanda ormancı
gelişiminin özel bir aşamasını yansıtmaktadır. Dolayı- ile karşılaşmak çocuklukları boyunca muhatap olduk-
sıyla tek tek ilgili grupların tarihselliğinin tartışılması ları en önemli korkularından biridir.
aynı zamanda farklı bir analiz düzeyinde gerçekleşen Çiçekçiler grubunda yer alan sepetçi ve demir-
farklı tarihselliklerin de tartışmaya dâhil edilmesini cilerin geleneksel mesleklerini sürdürebilmeleri şüp-
zorunlu kılmaktadır. Daha somut bir ifade kullan- hesiz ki taleple bağlantılı bir durumdur. Zincirlikuyu,
mak gerekirse burada üretim ilişkileri düzleminde Mecidiyeköy ve öteleri büyük ölçüde kırsal bir ara-
meydana gelen gelişmelerin mekânsal yansımaları zidir, civarda çok sayıda mandıra ve tarımsal arazi
ve mekânsal dönüşümün tek tek geç-peripatetik kat- bulunmaktadır. Sadece Kuştepeli Romanların değil
manlar üzerindeki etkileri kast edilmektedir. bölgenin bütün eskilerinin zihninde hala canlı bir
Tam da bu noktada üretim ilişkileri ve üretim yeri olan “bostancı Arnavut” imgesi bu dönemin ka-
tarzı nosyonlarının mekân düzeyinde tartışılması lıntısı durumundadır. Ne var ki özellikle 1950’lerden
bağlamında Henry Lefebvre’in katkılarını anımsamak itibaren gelişmeye başlayan farklı süreçler peripatetik
yararlı olacaktır. Yazar öncelikle farklı üretim tarzla- grupların bölgede geleneksel mesleklerini sürdürerek
rına karşılık gelen farklı kent yapıları olduğuna işaret
eder (Lefebvre, 2013: 13-18). Lefebvre’nin ünlü her 10 (1954) “Şehirde Ağaç Kesme Yasağına Riayet Edilmiyor”, Milli-
toplumun kendi mekânını ürettiği önermesi özünde yet, 16 Ağustos.

37
yaşamalarına imkân veren koşulları ortada kaldıra- gelir getiren faaliyet olduğunun anlaşılması ile birlikte
caktır. demirci ve sepetçi Romanlar kitlesel bir biçimde bu
1954’te yürürlüğe konulan ithalatı kısıtlayıcı ka- mesleği icra etmeye başlayacaklardır. Soy-klan-ka-
rarlar ve 1960 sonrasının plan politikaları, 1930’lar- bile tipi toplumsal ilişkilerini muhafaza etmiş sepet-
daki kimi Latin Amerika ülkelerinde yürürlüğe konu- çi ve demirci peripatetikleri olan bu topluluğun söz
lan ithal ikameci modele Türkiye’nin de geçeceğinin konusu meydan okumaya bu biçimde yanıt vermesi
işaretlerini vermektedir (Pınarcıoğlu ve Işık, 2003: tesadüfi bir durum değildir. Özellikle hammadde
99). Bu modele bağlı olarak yerel sanayinin gelişimi kaynaklarına ulaşmak için orman ve koruluklarda ça-
kentsel mekânın sanayi üretiminin gerekliliklerine lışmayla bağlantılı olarak gelişmiş ve nesilden nesile
uygun olarak yeniden şekillendirilmesini dayatmak- aktarılan bir doğa bilgisine sahip oluşları gerçeği göz
tadır. Bu temelde şehrin merkezi iş alanı öncelikle önüne getirildiğinde onları geleneksel mesleğin kaybı
Taksim, Harbiye yoluyla Osmanbey’e kadar genişler. sonrasında çiçekçilikle geçiniyor oluşlarının son de-
Mecidiyeköy ve Beşiktaş ayrı ayrı kısmen merkezi rece estetik bir anlamlılığı vardır. Yine her yılbaşı ön-
iş alanları olarak işlev görmeye başlar (Tekeli, 2013: cesi çeşitli doğal kaynakları sentezleyerek ürettikleri
288). Bu gelişmenin sonucu olarak, 1987 yılına gelin- ve önemli gelir kaynakları arasında yer alan kokinalar
11
diğinde Şişli ilçesi genelinde 781 sanayi merkezi orta- ya da özellikle Kurtuluş ve civarında incir reçelinin
ya çıkmıştır. Şişli civarında sanayi iki eksende gelişir. hammaddesi olan ayıklanmış ham incir satmaları do-
Bunlardan birincisi Kâğıthane Deresi boyu ve bura- ğal ve kültürel sentezin onlar için taşıdığı anlamı son
nın yakınlarındaki Çağlayan ve Hürriyet Mahallesi derece net bir biçimde yansıtmaktadır.
gibi alanlardır. İkinci yayılma ise Büyükdere Caddesi Tıpkı çiçekçi Romanlar gibi Kuştepe’de yaşayan
boyunca ortaya çıkar. İlhan Tekeli, Ortaköy Bucağı Teber/Abdallar da geleneksel geçim stratejileri ile iliş-
içerisindeki 106 sanayiden 76’sının Levent’te bulun- kili bilgi sermayelerini temel alarak güncel ekonomik
duğuna dikkat çekerek bu hattın önemini vurgular faaliyetlerini şekillendirmişlerdir. Muska, cevşen satı-
(2013: 289). Şüphesiz ki bu dönüşümler birden bire şı, özel deyiş ve dualarla hatır (dilenme) ya da trafik
gerçekleşmemiş Menderes yıkımlarından 1980 son- ışıklarında bekleyen arabaların camlarına atlayıp cam
rası dönüşümlere kadar bir dizi tarihsel olay belli bir silmek geçmişte yaptıkları deşirmecilik faaliyetinin
eğilim üzerinde birbirini tamamlamışlardır. bir devamı gibi görünmektedir. Deşirmecilik Teber/
Abdal peripatetiklerinin açlık sınırına yaklaştıkların-
Üretim ilişkileri düzeyinde gerçekleşen düzen-
da yaygınca kullandıkları bir faaliyettir. Bunun zorun-
lemeler yukarıda açıklanan mekânsal karşılıklarını
lu halde geldiği koşulları Abdal kimliğinin kamusal
bulurken sepetçi ve demirci Romanlar öncelikle gele-
alandaki en önemli temsilcilerinden olan Neşet Ertaş
neksel mesleklerine dönük mevcut talebi kaybederler.
şu sözlerle anlatmaktadır:
Üretim ilişkileri düzeyinde düzenlemelerin mekânsal
plandaki yansımalarına bağlı olarak bölgedeki tarımcı -Ne yer ne içerdiniz?
toplulukların sayısının azalması ve sanayi ürünlerine -Ne bulursak onu yerdik, ekmekten başka da bir
ulaşmanın kolay hale gelişi bu durumun önde gelen yiyeceğimiz yoktu.
belirleyicileridir. Üretime olan talebin ortadan kalk- -Eve un gelir, anneniz hamur eder ne yapardı,
ması zorunlu olarak yeni arayışların da devreye gir- bazlama mı mesela?
mesine neden olur. Bu süreçte çok sayıda farklı eko- -Unu bulduk da bazlamayı mı düşündük?
nomik strateji devreye sokularak meydana gelen gelir
-Hep yavan ekmek mi, yağ filan yok mu hiç?
kaybı aşılmaya çalışacaktır. Komşu illerde mevsimlik
tarım işçiliği, ormancılık, lavanta, labada, ebegümeci -Yağ nerde ki? Yok öyle yağlı muğlu ekmek! Karşı
gibi bitkilerin satışı ve hatta özel durumlarda avcılık köyde belki bir öküz möküz ölürse onu bizim köye ge-
ve bitki toplayıcılığı bu dönemde Roman çiçekçiler tirirler, bizim köylüler paylaşırdı. O zaman ancak bir
tarafından yapılan meslekler arasında yer almaktadır.
11 Ham incir reçeli özellikle İstanbullu Rumların geleneksel mut-
Tüm bu faaliyetlerin icrası sırasında yaşanan günlük
fağında özel bir yere sahiptir. Bu nüfusun halen yoğun bir
deneyimlerle ilgili kolektif anlatılar Kuştepeli Çiçek- biçimde yaşadığı Kurtuluş’un ham incir satışı için merkez
çiler arasında halen çok canlıdır. olarak belirlenmesi son derece anlamlı bir durumdur. Hangi
ürünlerin hangi kültürel gruplara hangi dönemlerde satılabi-
Her halükarda bu geçiş dönemi uzun sürmemiş- leceğinin bilgisi de topluluğa ait kültürel sermayenin bir par-
tir. İlk denemeler sonucunda çiçekçiliğin başarılı bir çası durumundadır.

38
et yerdik (Akman, 2006: 13). minini kaybetmekte, hatıra çıkan kişiler giderek daha
Öte yandan deşirmecilik faaliyeti bütün Abdallar fazla bir tehlike kaynağı olarak görülmektedir.
için dönem dönem başvurulan bir son çare olsa da, Her halükarda hem çiçekçiler hem de Teber/
kimi gruplar bu faaliyette uzmanlaşmışlardır. Bu uz- Abdallar aslında özel bir ekonomik alanda, enformel
manlaşma mesleğin inceliklerinin gelişmesini, gıda ya ekonominin en kısıtlı ve sürdürülebilirliği en zayıf
da nakit talep eden Abdalların hedef kitleye karşı belli katmanlarından birinde konumlanmaktadırlar. Bir
incelikler sergilemesini gerektirmektedir. Bu incelik- bakıma onları birleştiren habitus ve sermaye bileşim-
ler bilgi sermayesi olarak nesilden nesile aktarıldık- leri, soy-klan-kabile tipi toplumsal örgütlenmeleri ile
ça, deşirmeci toplulukları belirginleşmektedir. Ertaş ana akım üretim süreçlerinden neredeyse mutlak bir
ailesinin yaptığı yolculuk sırasında karşılaştığı deşir- biçimde yalıtılmalarıdır denilebilir. Bu yalıtılmayı ya-
mecilikle geçinen bir Abdal köyünü ve deşirmeciliğin ratan kentsel mekânda üretim ilişkileri düzlemindeki
nasıl giderek daha incelikli bir hal aldığını son derece değişmelerle paralel olarak meydana gelen yeniden
somut ifadelerle açıklamaktadır: yapılanmalardır. Çiçekçiler, ilk yerleştiklerinde kıs-
Vardığımız köy, aşiret köyüydü ve yüzde sekseni men kırsal ve tarımcı hanelerin yoğun olduğu bir böl-
deşirmeyle geçinirdi. O köy aşağı yukarı altmış yetmiş ge özelliği gösteren semtin, sanayi ağırlıklı dokunun
haneydi. Evde babamın sazı var. Birisi bana “Sen sazı gelişimi ile yeniden yapılanmasına tanıklık etmişler
al, deşirmeye beraber çıkalım” dedi. Ben de aldım ba- ve kendi geçim stratejilerini değişen koşullara uyarla-
bamın sazını yanıma, çıktık deşirmeye. mışlardır. Teber/Abdallar ise mahalleye geldiklerinde
… hali hazırda kapitalist ilişkilere uyarlanmış bir kentsel
Saz yanımda, adamın boynunda haabe (heybe) doku bulmuşlar, geleneksel kültürlerinde mevcut olan
öyle on beş yirmi köy gezdik dolaştık, kapı kapıda bir bilgi sermayelerini yeni şartlar çerçevesinde zengin-
tek yerde oturun da bir saz çalın diyen olmadı (Ak- leştirerek deşirmeciliği yeni biçimler altında sürdür-
man, 2006: 26). müşlerdir.
Deşirmecilik yapan Abdallar genellikle gittikleri Meselenin bir başka boyutu gelişen yeni kentsel
köyün sakinlerinden gıda maddeleri talep etmekte- dokunun, eskiyi kamusal erkin gücünü kullanarak
dirler. Ertaş’ın deşirmeden dönen dedesinin evlerine tasfiye etmesi ve marjinal alanlara hapsetmesidir. Çi-
erzaka getirmesi ile ilgili ifadeleri deşirmeciliğin mes- çekçiler grubunun Kuştepe’nin kuruluşu öncesinde
lek haline geldiği örneklerde dahi aslında bir varlık yaşadıkları istimlak ve yıkım deneyimi bu durumun
yokluk ikilemi yaşayan Abdalların zorunlu bir yöneli- son derece net bir örneği olarak değerlendirilebilir.
mi olduğunu işaret etmektedir: Zincirlikuyu’daki geç-peripatetik yerleşiminin olduk-
Dediğim gibi yerleştiğimiz köyün tamamı de- ça köklü olduğu anlaşılmaktadır. 1939 tarihli bir gaze-
şirmeyle geçinirdi. İkinci anamızın babası da, Allah te haberinde burada bir “Kıpti Mahallesinin” varlığın-
rahmet eylesin, Ali Baba derlerdi, o da deşirirdi. Üvey dan bahsediliyor oluşu peripatetik kökenli grupların
dedem, deşirmeden dönünce, kendi evinden önce bi- böyle bir algının yerleşmesine yetecek bir süreden
12
zim eve uğrar, un, bulgur, yağ, gayrı ne bulabildiyse, beri burada yaşadıklarını göstermektedir. Geçmişte
ondan bize verirdi. Babam askerden gelinceye kadar ıssız bir bölge iken Zincirlikuyu’da kurdukları geç-pe-
biz köyde onun ekmeğiyle durduk. ripatetik yerleşimi geleceğin müstakbel iş merkezinin
Sonuç itibarıyla Kuştepe’de yaşayan Teber/Ab- tahayyül edilen çehresi ile çelişen bir görünüm arz
dalların güncel geçim stratejileri, köy köy dolaşan edince malum mekanizmalar devreye girmiş ve yı-
Teber/Abdalların köy sakinlerinden gıda maddesi kım zilleri çalmıştır. Kuştepeli çiçekçilerin ortak an-
talep etmesi olan deşirmeciliğin kentte yeni koşullara latısı durumunda olan yıkımın detayları ile ilgili bilgi
uyarlanması ile biçimlenmiştir. Öte yandan kapitalist 1954 tarihli bir gazete haberinde yer almaktadır. Buna
ilişkilerin belirleyici olduğu bir kent ortamında mo- göre söz konusu geç-peripatetik yerleşiminin arazisi
dern deşirmeciliğin geçmişe göre çok daha negatif bir “Gazeteciler Sendikası ve Gazeteciler Cemiyeti Yapı
biçimde algılandığına şüphe yoktur. Geçmişte kapıya
gelen dilencilerin geri çevrilmemesi gerektiği, yoksul 12 “Zincirlikuyu'da kıpti mahallesinde oturan 34 yaşlarındaki İs-
dilenci kılığındaki kişilerin kutsal kişiler olabilecekle- mail oğlu Tahir ismindeki şahıs Zincirlikuyu’dan geçmekte
iken arkadan gelen Bürhaneddin’in idaresindeki otomobi-
ri yönündeki halk inançlarının meşrulaştırdığı bu ge- lin sadnamesine maruz kalarak ağırca yaralanmıştır” (1939)
çim stratejisi kapitalist kent koşullarında giderek ze- “Zincirlikuyu’da Bir Otomobil Kazası”, Milliyet, 14 Ekim.

39
Kooperatiflerine” aittir. Yıkımın gerçekleştirilmesi delik işlerde de çalışma yatkınlıkları söz konusudur.
noktasında talepkar oldukları anlaşılan cemiyet yöne- Hal böyleyken çiçekçilerin geleneksel mesleklerini bı-
timi yıkımlardan altı gün sonra valiyi ziyaret edecek rakmalarına neden olan üretim ilişkileri ve mekânsal
ve cemiyete sağladığı kolaylıklar için valiye teşekkür düzenleme alanındaki büyük altüst oluşlar onlar için
13
edeceklerdir. Bu noktada altı çizilmesi gereken nok- aynı ölçüde derin bir kırılma yaratmamıştır. Araların-
ta geçmişin ıssız ve kırsal arazisinin bölgedeki yeni daki küçük bir grup durumundaki müzisyenler dı-
gelişme eğilimlerine uygun olarak gazeteciler için ko- şında geleneksel mesleklere dönük talebin onlar için
nut alanı olarak tahayyül edilebiliyor oluşudur. Sonuç özel bir anlamı kalmamıştır. Müzisyenlerse meslekle-
itibarıyla 1954 yılının Eylül ayında gerçekleştirilen yı- rinin icrasına dönük talebin hemen her dönemde bir
kımın ardından aileler toplu halde Kuştepe’ye nakle- şekilde var olacağı güveniyle hareket etmektedirler.
dilecek ve burada barınmaları için kendilerine Kızılay Diğerleri ise bölgede 1950’lerden sonra gelişen sanayi
14
tarafından çadır sağlanacaktır. Bu olayın Kuştepe’nin dokusundan kısmen de olsa yararlanmışlardır. Daha
bir geç-peripatetik yerleşimi olarak biçimlenmesinin önce de vurgulandığı üzere ücretli çalışma deneyimi
başlangıç noktası olduğu daha önce semtte yürütülen Vefalılar arasında göreli daha yaygındır. Özellikle fizik
bir araştırmada da ifade edilmiştir (Kazgan ve Yumul görünümleri itibarıyla “Çingene” algısı ile uyuşmayan
ve Çelik ve Kirmanoğlu, 1999: 33). özelliklere sahip bireyler yerel fabrikalarda iş bulma
Benzeri bir durum Vefalı Romanların da başına konusunda daha şanslıdırlar. Buna karşılık fabrikalar-
da iş bulamayan, ayakkabı boyacılığı, hamallık, kayıtlı
gelmiştir. Büyük ölçüde Türk-Yunan Nüfus Mübade-
veya kayıt dışı taksicilik, nakliyecilik gibi bölgenin nü-
lesi ile Türkiye’ye gelen bu grubun üyeleri daha önce
fusunun kalabalıklaşmasının piyasasını canlandırdığı
de vurgulandığı üzere çiçekçilerden farklı olarak da-
enformel işlerde çalışan Vefalılar da bir biçimde sem-
ğınık bir yapı arz etmektedir. Kimi açılardan zayıflık
tin çehresinin değişmesinden olumlu yönde etkilen-
olarak görülebilecek olan bu durum kimi açılardan
mektedirler. Üstelik habitus ve sermaye bileşimlerinin
bir avantajdır. Özellikle yerleşme söz konusu oldu-
katı peripatetik formun dışına taşmış olması onların
ğunda küçük gruplar halinde kentsel mekândaki çe-
peripatetik kökenli olmayan müşteri ve patronlarla
şitli boşlukları doldurabilmektedirler (Yılgür, 2014).
daha kolay gündelik etkileşime geçmelerine izin ver-
Örneğin bir dönem Unkapanı civarındaki eski Bizans
mektedir. Daha önce de vurgulandığı gibi matbaa,
mahzenleri aralarında mübadil Romanların da ol-
ayakkabı ve deri işçiliği Vefalılar arasında neredeyse
duğu çok sayıda yoksul aileye ev sahipliği yapmıştır
nesillerdir devam eden bir faaliyet durumundadır. Bu
(Akgül, 2004: 127-128). Yine 1934 tarihli bir gazete
sektörlerde hiçbir zaman tekel konumunda oldukları
haberinde Unkapanı Fener Caddesi’nde bulunan Os-
söylenemese de Vefalı Romanların en yoğun ücretli
manbey Hanı’nda yaşayan mübadil “Kıpti” ailelerden
çalışma pratiklerinin bu alanlara kaydığını ifade et-
bahsedilmektedir: “Fener Caddesi’ndeki Osmanbey
mekte hiçbir mahsur bulunmamaktadır.
Hanı harap bir binadır. Selanik’ten mübadele sureti
ile gelen Kıpti ailelerden birçoğu bu handaki odalarda Sonuç itibarıyla Kuştepe’nin içinde yer aldığı kent
15 dokusunun üretim ilişkileri düzlemindeki değişmele-
oturmaktadır.” Vefa civarında mübadil Romanlarca
re paralel olarak her yeniden yapılanması mahalle sa-
oluşturulan yerleşim de bu durumu örneklemektedir.
kinlerinin ve özel olarak da geç-peripatetik grupların
Kuştepeli geç-peripatetik grupların günlük anlatıla-
kaybedenler ve kazananlar, sürece uyum sağlayanlar
rında son derece yaygın bir karşılığı bulunan bir yıkı-
ve sağlayamayanlar olarak parçalanmasını beraberin-
mın ardından, buradaki aileler Kuştepe’ye yerleştirilir
de getirmektedir. Günümüzde de konut sahibi olan,
ve Kuştepe’deki geç-peripatetik yerleşiminin önemli
habitus ve sermaye bileşimleri dönüşümün getireceği
bir parçasını oluştururlar.
fırsatlara ayak uydurmaları için elverişli olanlar deği-
Bu grubun üyeleri geleneksel mesleklerini büyük şimi coşkuyla karşılamaktadırlar. Habitus ve sermaye
ölçüde henüz daha Yunanistan’dan Türkiye’ye gelme- bileşimleri itibarıyla bu sürece uyum sağlayamayacak
den önce bırakmışlardır. Ücretli çalışma deneyimleri olanlar ve mutlak anlamda mülksüzlüğü deneyimle-
olduğu gibi küçük gruplar ya da bireyler halinde gün- yenler içinse bölgedeki değişimin yegâne anlamı kısa
vadede gerçekleşecek kentsel dönüşümün zorunlu
13 (1954) “Gazetecilerin Valiye Teşekkürü”, Milliyet, 16 Eylül. hale getireceği yeni bir sürgün olacaktır.
14 (1954) “Mecidiyeköyü’ndeki Gecekondular Yıktırıldı”, Milli-
yet, 10 Eylül.
15 (1934) “Kanlı Bir Aşk Macerası”, Cumhuriyet, 23 Ocak.

40
Sonuç de ötekiyle etkileşimlerinin, üretim ilişkileri düzeyin-
Bu makale benim için iki özel anlam taşıyor. İlk deki titreşimlerin güdülediği mekânsal yeniden ya-
olarak geçmişte sürekli ertelediğim bir görevin yerine pılanmalarla nasıl denk geldiğinin ortaya konuluyor
getirilmesi burada mümkün oldu. Bugüne kadar baş- oluşudur.
ka yerlerde şu veya bu biçimde paylaştığım pek çok Kuştepe Mahallesi öncelikli olarak Çiçekçi, Vefa-
bilgi ve çıkarım esas olarak burada arka planı açık- lı, Gönenli Romanlara ve Kayserili olarak adlandırılan
lanan karşılaşmaların ürünüdür. Bir sosyal bilimci Teber-Abdallara ev sahipliği yapmaktadır. Vefalılar
olarak bu karşılaşmaların benim açımdan mümkün soy-klan-kabile tipi toplumsal ilişkileri büyük ölçüde
olmasını sağlayan kendi motivasyonlarımı ve çalışma çözülmüş, “ideal tip” peripatetik formunun yapılan-
alanımdaki insanlarla etkileşim sürecinin ayrıntıları- dırdığı habitusları dönüşüme uğramış bir gruptur.
nı paylaşmamın okurun işini kolaylaştıracağına ina- Köklü bir ücretli çalışma deneyimine sahip olup ge-
nıyorum. çinmek için yaptıkları mesleki faaliyetler oldukça çe-
Kültürel-ekonomik sermaye bileşimini orta sı- şitlenmiştir. Buna karşılık kültürel olarak farklılaşma-
nıflaşma süreci içerisinde yükseltmiş, buna karşılık larına karşılık Kayserili ve Çiçekçiler soy-klan-kabile
kaybettiği sosyal sermayenin yerine yeni tanıma iliş- tipi toplumsal örgütlenmelerini büyük ölçüde muha-
kilerini ikame etmekte zorluk yaşayan, kısmen peri- faza etmişlerdir. Dahası Kayserililer geleneksel olarak
patetik kökenli bir aileden geliyorum. Miras aldığım yaptıkları hatır ya da deşirmecilik mesleğini kent ko-
kültürel-ekonomik sermaye bileşimi daha ilk gençlik şullarına uydurarak sürdürmeye çalışmaktadırlar.
çağından itibaren beni toplumsal güzergâhın üzerin- Çalışmada söz konusu grupların birbirlerini al-
deki daha avantajlı pozisyonları zorlamaya yöneltti. gılayışları üzerinde yükselen adlandırma ilişkileri
Buna karşılık yetersiz sosyal sermaye kaynaklarının detaylı bir biçimde analiz edilmiştir. Buna göre Kuş-
yarattığı her engellenme içinde bulunduğum koşul- tepe Mahallesi’nde; Çiçekçiler, Gönenliler ve Vefalılar
ları sorunsallaştırmama, sosyal bilimlere ve sosyal için Teber / Abdallar “Kayserili”, Çiçekçiler ve Teber
sermaye temelli toplumsal kuruluşun dönüşebilirlik / Abdallar için Vefalıların ekonomik sermaye itibarı
imkânlarını zorlama temelinde siyasal aksiyoma ilgi ile en avantajlı kesimleri “Nameli”, Vefalılar Çiçek-
duymama neden oldu. Bugün bir çırpıda ifade etme- çiler ve Gönenlilerin en yoksulları için “Hawlez” ya
min mümkün olduğu söz konusu bu nesnelliğimin da “Mangosar” adlandırmalarını kullanarak muha-
farkına varma sürecim, büyük ölçüde bu makalenin tap topluluğu pejoratif temelde tahayyül etmektedir.
olgusal malzemesini oluşturan karşılaşmalarla birlik- Mahallenin peripatetik kökenli olmayan sakinlerini
te gelişmiş olan sancılı bir süreçtir. Romanlar “Gaco”, Teber / Abdallar “Geben” olarak
Kendi nesnelliğimi keşfettikçe peripatetik top- adlandırmakta, peripatetik kökenli olmayan Kuştepe
lumsal kuruluşların yaygınlığını, büyük ölçüde farklı- sakinleri geç-peripatetik katmanların hepsine birden
laşmış bir biçimde de olsa peripatetik toplumsal kuru- “Çingene” demektedir. Algı ve adlandırmalar esas iti-
luşların ürettiği habitusu kısmen de olsa paylaştığımı barıyla tahayyüle ilişkin fiiller olsa da onların kurduk-
anladım. Kendi kültürel-ekonomik sermaye bileşimi- ları tahayyüller maddi dünyaya etkilerde bulunmakta,
mi, ortak bir habitus kökenini paylaştığım insanlarla katmanların birbirlerine göre mekânsal konumlanış-
kurulacak tanıma ağları üzerinden özgün bir sosyal larını ve sosyal etkileşimlerini belirlemektedir.
sermaye ile tamamlama ihtimali beni bir aktivizm fa- Üretim ilişkileri düzleminde meydana gelen kimi
aliyeti tanımlamaya yöneltti. Aynı fiilin kolektif karşı- dönüşümlerin mekâna yansımaları olmuş, bunun so-
lığı ise kamusal temsiliyeti son derece problemli olan nucunda Kuştepe Mahallesi’nde yaşayan peripatetik
geç-peripatetik gruplara modern iletişim teknolojile- grupların günlük yaşamlarını belirleyen çeşitli deği-
rinin imkânlarını kullanarak hem bir temsil hem de şimler söz konusu olmuştur. Özellikle ithal ikameci
dar mekânsal varoluşlarla sınırlanmayan bir karşılaş- rejimin gelişmesiyle birlikte Şişli civarında gelişen sa-
ma zemini sunmak oldu. Bu makalenin olgusal mal- nayi dokusunun ve genel olarak 1950’ler sonrasında
zemesi temelde bu süreç içerisinde yaşanan etkileşim, İstanbul’un yeniden yapılanmasının Kuştepe Mahalle-
diyalog ve gözlemler sonucunda ortaya çıkmıştır. si’nde bir araya gelen geç-peripatetik gruplar üzerinde
Makaleyi benim için anlamlı kılan ikinci nokta önemli etkileri olmuştur. Kent dokusunun değişimine
geç-peripatetik toplulukların verili bir mekânsal var bağlı olarak ortaya çıkan yeniden yapılanma Zincir-
oluşta, Kuştepe Mahallesi’nde, hem birbirleriyle hem likuyu’daki Laxo ve Xorahane Romanlarının yaşadığı

41
mahallenin ve Vefa’daki Roman yerleşiminin yıkımını Alpman, N. (1997) Başka Dünyanın İnsanları Çingene-
beraberinde getirmiş, yerinden edilen nüfus Kuşte- ler, İstanbul: Ozan.
pe’ye yerleştirilmiştir. Aynı şekilde mekânın farklılaş- Berland, J. (1983) “Peripatetic Strategies in South Asia:
ması söz konusu grupların bugünkü geçim stratejile- Skills as a Capital among Nomadic Artisans
and Entertainers”, Nomadic Peoples, 13: 17-34.
rinin gelişmesini mümkün kılmıştır. Özellikle Laxo ve
Berland, J. (1986) “Peripatetic Communities: An Intro-
Xorahane gruplarının geleneksel mesleklerinin alıcısı duction”, Nomadic Peoples, 21/22, 1-6.
konumundaki kırsal nüfusun kentteki varlığının be- Bourdieu, P. ve Wacquant, L. (1992) An Invitation to
lirsizleşmesiyle birlikte çiçekçilik bir seçenek olarak Reflexive Sociology, Chicago: The University of
ortaya çıkmış ve yaygınlaşmıştır. Diğer taraftan söz Chicago Press.
konusu bölgede sanayi işletmelerinin çoğalması ve Bourdieu, P. (1995) Pratik Nedenler, İstanbul: Kesit
buna bağlı olarak bölge nüfusunda ki artış geçimlerini Bourdieu, P. ve Wacquant, L. (2003) Düşünümsel Bir
kısmen ücretli çalışma kısmen de ayakkabı boyacılığı, Antropoloji İçin Cevaplar, İstanbul: İletişim.
hamallık, taksi şoförlüğü gibi çeşitli faaliyetlerle sağ- Bozkurt, T. (2006) “Poşalar Örneğinde Etnisite ve Top-
lumsal Cinsiyet İlişkisi”, Süvari, C. ve Yıldırım,
layan Vefalı Romanların sahip oldukları esnek habitus
A. ve Bozkurt, T. ve İşoğlu, İ. M., Anadolu’dan
ve sermaye bileşimleri nedeniyle daha rahat değerlen- Etnik Manzaralar Artakalanlar, İstanbul: E Ya-
direbilecekleri fırsatlar yaratmıştır. yınları.
Sonuç itibarıyla bu çalışmada, Kuştepe Mahalle- Hayden, R. (1979) “The Cultural Ecology of Service No-
si isimli mekânsal varoluşta bir araya gelen Çiçekçi, mads”, The Eastern Anthropologist, 32(4): 297-
Teber-Abdal, Gönenli ve Vefalı geç-peripatetik top- 309.
lulukların birbirlerini ve peripatetik kökenli olma- Hill, M. (2010) No Redress: Somalia’s Forgotten Minori-
ties, London: UK. Minority Rights Group In-
yan nüfus gruplarını algılayış biçimleri; katmanların
ternational.
kendi tarihsellikleri ile üretim ilişkileri düzleminde
Hussey, H. (2012) “‘Political Activist as Ethnographer’
meydana gelen titreşimlerin yarattığı mekânsal dö- Revisited”, Canadian Journal of Sociology,
nüşümlerin tek tek her grubu nasıl etkilediği tartışma 37(1): 1-23
konusu yapılmıştır. Bu çalışmanın hiçbir biçimde bir Huyssen, A. (1999) Alacakaranlık Anıları, İstanbul: Me-
sonsöz olduğu iddiasını taşımadığım gibi çalışmanın tis.
başarı ölçütünü yeni ve daha derinlikli çalışmalar yü- Kaygılı, O. C. (1972) Çingeneler, Ankara: Bilgi.
rütmek için sosyal bilimcileri kışkırtması olarak be- Kazgan, G. ve Kirmanoğlu, H. ve Çelik, Ç. ve Yumul, A.
lirliyorum. (1999) Kuştepe Araştırması, İstanbul: Bilgi
Kolukırık, S. (2006) “Sosyolojik Perspektiften Tür(kiye)
Çingeneleri: İzmir Çingeneleri Üzerine Bir
Kaynakça Araştırma”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergi-
(1934) “Kanlı Bir Aşk Macerası”, Cumhuriyet, 23 Ocak. si, 3(1): 1-24.
(1939) “Zincirlikuyu’da Bir Otomobil Kazası”, Milliyet, Kömürciyan, E. (1988) İstanbul Tarihi XVII. Asırda İs-
14 Ekim. tanbul, İstanbul: Eren.
(1954) “Şehirde Ağaç Kesme Yasağına Riayet Edilmiyor”, Lefebvre, H. (1991) The Production of Space, Oxford:
Milliyet, 16 Ağustos. Blackwell Publishing.
(1954) “Gazetecilerin Valiye Teşekkürü”, Milliyet, 16 Ey- Lefebvre, H. (2013) Kentsel Devrim, İstanbul: Sel.
lül. Marsh, A. (2008) “Etnisite ve Kimlik: Çingenelerin Kö-
Adamou, E. (2012) “Verb Morphologies in Contact: Evi- keni”, Uzpeder, E. ve Donava, S. ve Gökçen, S.
dence from Balkan Area”, Vanhove, M. ve Stolz, ve Özçelik S. (der.), Biz Buradayız, İstanbul:
T. ve Urdze, A. (der.), Morphologies in Contact Mart Matbaacılık.
içinde, Berlin: Stuf Martin, H. (2010) No Redress: Somalia’s Forgotten Mi-
Akgül, H. (2004) Şoför İdris: Anılar, İstanbul: Yar. norities, Minority Rights Group International
Akkan, B. E. ve Deniz, M. B. ve Ertan, M. (2011) Sosyal Report, http://www.minorityrights.org/down-
Dışlanmanın Roman Halleri, İstanbul: Sosyal load.php@id=912, Erişim Tarihi: 20.05.2015.
Politika Forumu. Marushiakova, E. Popov, V. (2000) “The Bulgarian Gyp-
Akkan, B. E. ve Karatay, A. ve Erel, B. ve Gümüş, Gonca- sies”, Balkanologie, 4(2), 1-65
gül. (2009) Romanlar ve Sosyal Politika, İstan- Marushiakova, E. Popov, V. (2004) Osmanlı İmparator-
bul: SKYGD. luğu’nda Çingeneler, İstanbul: Homer.
Akman, H. (2006) Gönül Dağında Bir Garip: Neşet Ertaş Matras, Y. (2004) Romani: a Linguistic Introduction,
Kitabı, İstanbul: Türkiye İş Bankası. Cambridge: Cambridge University Press.

42
Misra, K. (1986) “Mobility Sedentary Opposition: A
Case Study among the Gaduliya Lohar”, Noma-
dic Peoples, 21/22, 179-187.
Pınarcıoğlu, M. ve Işık O. (2003) Nöbetleşe Yoksulluk,
İstanbul: İletişim.
Rao, A. (1986) “Roles, Status and Niches: A Comparison
of Peripatetic and Pastoral Woman in Afgha-
nistan”, Nomadic Peoples, 21/22, 153-177.
Rao, A. (2004) “Strangers and Liminal Beings: Some
Thoughts on Peripatetics, Insiders, and Outsi-
ders in Southwest Asia”, Berland, J. C ve Rao, A
(der.), Customary Strangers: New Perspectives
on Peripatetic Peoples in the Middle East, Afri-
ca and Asia içinde, Westport: Praeger, 269-298.
Tekeli, İ. (2013) İstanbul’un Planlamasının ve Gelişmesi-
nin Öyküsü, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayın-
ları.
Tomova, I. ve Vandova. I. ve Tomov. V. (2000) Poverty
and Etnicity, Sofia: International Centre for
Minority Studies and Intercultural Relations
(IMIR).
Ülkütaşır, Ş. M. (1968) “Anadolu Etnograsyasına Dair
Araştırmalar: Abdallar”, Türk Kültürü, 4(64):
251-255.
Wacquant, L. (1989) “For a Socio-Analysis of Intellectu-
als: On Homo Academicus”, Berkeley Journal of
Sociology, 34: 1-29.
Yıldırım, F. (2011) Abdal Gizli Dili İnceleme Sözlük,
Adana: Karahan.
Yılgür, E. (2012) Nişantaşı Teneke Mahallesi: Teneke
Mahalle Yoksulluğundan Orta Sınıf Yerleşimi-
ne, İstanbul: İletişim.
Yılgür, E. (2014) Geç-Peripatetik Roman Tütün İşçilerin
Ücretli İstihdam ve Politizasyon Deneyimleri,
Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul: Mimar Si-
nan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
Yılgür, E. (2014) Peripatetik Gruplar ve Kentsel Mekana
İlişkin Yerleşme Stratejileri, Toplum ve Bilim,
130: 189-213

Arşiv Belgeleri
Gömlek No: 660 Fon Kodu: NFS.d.
20/L /1337 (Hicrî) Dosya No: 16 Gömlek No: 12 Fon
Kodu: DH.EUM.AYŞ.

43
44
İşin İçinde “İş” Var:
Kapitalist İdeoloji ve Çalışma

Arif Arslan*

Özet
Kapitalist toplumun muazzam bir meta yığını toplumu olduğunu söylemek, onun muazzam bir çalışma toplumu
olduğunu söylemek anlamına da gelir. Adam Smith’ten beri biliyoruz ki zenginliğin asıl yaratıcısı emektir. Deği-
şim değerinin egemen olduğu kapitalizmde emeğin sahibi işçi, emek gücünü kapitaliste kullanım değeri metası
olarak satar ve kapitalist, işçiye ödediği kullanım değerinden daha fazla ürettirerek yani işçiden çektiği artık
değerle zenginleşebilir. O halde bütün kapitalist toplumda çalışma, hakim sınıfın kontrolünde ve yaşamın mer-
kezindedir. Bu anlamda çalışmanın bir sömürü ve eşitsizlik ürettiği de aşikardır. Marksist teori, bu eşitsizlik ve
sömürüyü kapitalizmdeki sınıf mücadelesine dahil olarak analiz eder. Kapitalist hakim sınıf, ekonomik ilişkileri
yönetmesi yanında kendi çıkarlarına uygun doğrultuda bir düşünce ve kültür dünyası da inşa etmiştir. Bu inşaya
kapitalist ideoloji diyoruz. Kapitalist ideolojinin söylemleri, mevcut toplumsal ilişkileri kaçınılmazmış gibi suna-
rak çalışanlara, mevcut ilişkileri kabullenmelerini salık vermekte ve çeşitli söylemsel stratejilerle meşrulaştırma,
taslama, birleştirme, parçalama ve şeyleştirme mantığı tesis etmektedir. Bir piyasa ekonomisi olan kapitalizmin
incelenmesinde sadece ekonomik ve yapısal boyuttan hareket etmek eksik kalacaktır. Kapitalizm incelenirken
onun ideolojik dünyasının da deşifrasyona ihtiyacı vardır. Bu makale, kapitalist ideolojinin söylemsel mantığını
analiz etmeyi amaçlamıştır.

Abstract
Saying that capitalist society is a society of enormous mass of commodity also means it is a society of labor. As
we all know from Adam Smith onwards, labor is the creator of wealth. In exchange- value dominated capita-
lism, worker as the owner of labor, sells his/her labor as a use- value commodity to a capitalist and the capitalist
gets wealthier by making the the worker produce more, than the use-value which he/she pays to the worker. In
other words, capitalist gets richer with the surplus-value which he/she sucks from the worker. So employment in
all the capitalist society is under the control of ruling class and the center of life. In this sense, it is obvious that
employment generates exploitation and inequality. Marxist theory, analyzes this exploitation and inequality with
the help of class struggle in capitalism by being part of the struggle. The capitalist ruling class, in addition to
managing economic relations, they also built a world of thought and culture in line with their interests. We call
this construction the capitalist ideology. The discourses of capitalist ideology, offering the existing social relations
to the workers as they are inevitable and recommending them to be accepted. With the help of various discursive
strategies, they establish legitimizing, masquerading, combining, fragmentating and reificating logic. While stud-
ying capitalism as a market economy, taking only the economical and structural measures into account will make
the research incomplete. During the studies of capitalism, unveiling the ideological world of capitalism is also a
need. This article aims to analyze the discursive logic of capitalist ideology.

Anahtar kavramlar: İş ideolojileri, Rıza üretimi, Yeniden Üretim, İdeolojik strateji.


Keywords: Ideologies of work, Production of Consent, Reproduction, Ideologies strategy.

* Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi Kalkınma İktisadı ve İk-


tisadi Büyüme Yüksek Lisans Mezunu

45
“Kapitalist üretimin gelişimi içinde, eğitimle- etmelerini sağlayacak aklı üretmeye de yönelecektir.
ri, gelenekleri ve alışkanlıkları dolayısıyla bu Dışsal zorlayıcı mekanizmaların maliyetinin yüksek-
üretim tarzının zorunluluklarını apaçık doğa liği ve sürekliliğinin imkansızlığı, kapitalistleri çalı-
yasalarıymış gibi gören bir işçi sınıfı oluşur.” şanların uysallaşmasını sağlayacak aklın inşasına özel
(K. Marx, Kapital).
bir önem verilmesini gerektirmiştir.
Giriş Kendinden önceki üretim tarzlarından farklı ola-
İçinde yaşadığımız kapitalizm yüksek düzeyde işbölü- rak hayat bulduğu coğrafyada derinleşen ve yeni alan-
münün geliştiği organize ve kompleks bir toplum dü- lar yaratabilen kapitalizm, ne yaparsa yapsın yapısal
zeyini göstermektedir. Yaşam gereksinimlerimizi elde nitelikleri dolayısıyla krizlerden kaçamaz. Krizlerin
edebilmek için başka insanların emeklerine fazlasıyla etkileriyse doğaldır ki üretim ve istihdam biçimini
bağımlı durumdayız. Üstelik bu gereksinimlerin kul- dönüştürecek, bu ilgiyle üretimde çalışacak olan ge-
lanım değerlerine dolaysız olarak da ulaşamıyoruz. niş kesimlerin yaşamını da doğrudan etkileyecektir.
Çünkü kapitalizmde değişim değerinin egemenliği 1970’lerde başlayan krizde yaşananlar bunu doğrular
söz konusudur. Bu egemenlik, kapitalizmin en kü- niteliktedir: Üretim süreçlerinin parçalanarak yeni-
çük hücresi sayılan meta aracılığıyla mümkün ola- den yapılandırılması ve hızlandırılması beraberinde
bilmektedir. İnsanların çoğu çalışarak başkalarının istihdamda farklılaşmalar ortaya çıkarmıştır. Yapısal
gereksinimini giderebilecek mal ve hizmet üretimine dönüşümler, bu yapılarla ilişki içinde olanların va-
bir şekilde katılmakta ve emeğinin değerini metalara sıflarında ve algılarında kaçınılmaz olarak karşılık
aktarmaktadır. Kullanım değeri de içeren bu metalar, bulur. Mülkiyet biçimindeki el değiştirmeler çalışan
mübadele edilmek üzere değişim değeriyle piyasa de- sınıfı genişletmiş; işçiler iş için birbirleriyle adeta ya-
nen sahneye çıkıyor. Kendi emek gücünün kullanım rışır hale gelmiştir. Önceki dönemlerde mücadaleyle
değerini sattığı halde çalışanlar, yaşamak için ihtiyaç kazanılan ve geliştirilen kimi haklar, gerilemiş, daya-
duyduklarını ancak değişim değeri üzerinden satın nışma ve örgütlenmeler parçalanmış, çalışma süresi/
alabilmektedir. Aslında çok da karmaşık olmayan bu yoğunluğu artarak daha derin bir sömürü ortamı or-
döngüye, çoklu ilişkilerin dahil olması yanında para taya çıkmıştır. Esnek ve güvencesiz istihdam, alter-
gibi dolayım araçlarının da eklenmesi sarih olmayan natif geçim araçlarının yokluğu, işsizlik sorunu çalı-
bir düzenek ortaya çıkarıyor. şanların kaygılarını arttırarak baskılara karşı direnme
Kapitalist toplumun zenginliğinin görünüşü meta ve örgütlenme özgüvenini azaltmıştır. Çalışanların
ise, metaların üreticileri de kapitalizmin en önemli dayanışmasını sağlayabilecek sendika gibi örgütlen-
unsurudur. O halde meta üreticilerinin üretilmesi ve melerin de bu sürece karşı-yöntemler geliştirememesi
yeniden üretilmesi kapitalizmin en hayati meselesidir. “güçsüzlük” duygusunun egemen olmasına neden ol-
İşbölümünün yüksek düzeyde gelişkin olduğu bir top- muştur.
lumda üretimi yapacak olanların sisteme uyarlı, mev- Peki, bütün bu ezilme ve sömürülmeye karşı ça-
cut ilişkileri benimsemiş ve gereken işleri görebilme lışanların rıza göstermelerini nasıl açıklamalıyız? Bir
becerilerine sahip olması gerekir. Ayrıca daima üre- açıklama tarzı olarak ideoloji teorilerinin bu noktada
tim biçimlerinde yenilikler yaparak rekabet gücünü devreye girdiğini görüyoruz. İdeoloji teorisi, Marksiz-
arttırmak zorunda olan kapitalist üretim tarzı, üretimi min bir icadı olmasa da Marksizmde merkezi yere sa-
yapanları gereken becerilerle donatmak zorundadır; hip bir kavramdır. Yaptığı toplumsal analizleri maddi
çalışanlar bu becerileri kendiliğinden geliştiremezler. süreçlerle ilişkilendirerek açıklayan Marksizm, sınıf
Bilindiği gibi, kapitalizm iki temel sınıftan oluşur ve ilişkilerinin düşünsel/söylemsel yönü üzerinde du-
çıkarları dolayısıyla bu iki sınıf uzlaşmaz bir karşıtlık rurken kapitalizmde gerçeklik ile görünüşün aynı ol-
içinde mücadele sürdürürler. Her mücadele de açık ya madığına dair vurgu yapmış ve farklı ideoloji model-
da gizli çeşitli direniş olasılıklarını barındırır. Üretim leri ortaya koyabilmiştir. Bunlardan biri epistemolojik
araçlarının sahipleri olan kapitalistler mevcut ilişki- bir düzleme konumlanan “yanlış bilinç” modelidir;
leri korumak isterken tabi olanlar mevcuttaki kendi bu model, bilen bireyi, bireysel bilgiyi ya da hatayı
çıkarlarına karşı olanı dönüştürmeye çalışacaklar ve vurgulamaktadır, hatalı alışkanlıklardan arındırılan
çıkarları açısından “iyi” olanı isteyeceklerdir. Kapi- bireysel aklın üstünlüğünü ön plana çıkardığı için
talistler, direniş olasılıklarının sürekliliği nedeniyle çokça eleştirilmiştir: Bireysel öznenin bakış açısına
üretimi yapacak olanları iş piyasasıyla tehdit etmenin sıkışmış olan “yanlış bilinç” olarak ideoloji, siyasal
yanı sıra, olan biten her şeyin “doğal” olduğunu kabul değişimin de akılcı iknaya dayandığı anlayışına kapı

46
açar (Jameson, 2015: 356). György Lukacs tarafından I. Çalışma ve Kapitalist İdeoloji
geliştirilen başka bir analizde, Marksist klasiklerde ör-
Çalışma kavramı sözlükte, “bir şeyi öğrenmek
tük olarak bulunan şeyleşme de ideoloji teorisi açısın-
veya bir şey meydana getirmek için vaktini ve gücünü
dan önemli bir yerdedir. Şeyleşme, kapitalist sistemin
verme, sürekli emek sarf etme” (Ayverdi ve Topaloğlu,
bütünlüğünde insan ilişkilerinin şeylere ya da şeyler
2007:195) olarak tanımlanır ve emek, iş gibi kelime-
arasındaki ilişkilere dönüşümü durumudur ki, Karl
lerle eş/yakın anlamlı olarak kullanılır. “Çalışma”nın
Marx’ın Kapital adlı eserinde meta fetişizmi kavramı
anlamdaşı olarak kullanılan “emek” kelimesinin eti-
olarak mevcuttur. İdeoloji teorisiyle ilgili Marksizm
molojik kökeninin “zahmet”e, “eziyet”e dayanması ça-
içinde ya da dışında bir hayli tartışma olmuş ve farklı
lışma etkinliğinin içeriğini ifade açısından dikkat çe-
ideoloji modelleri ortaya konmuştur. Bu modelleri aç-
kicidir. Marx (2011a:181-186), emeği insanın kendisi
mak ve tartışmak bu makalenin sınırlarını aştığı için
ile doğa arasındaki maddi ilişkileri düzenlediği ve de-
biz, günümüz kapitalizminde çalışmanın rızasını sağ-
netlediği bir süreç olarak görmüştür. Emek sürecinin
lamak için kapitalist ideolojinin söyleminin mantığını
ögeleri olarak da (1) işin kendisini, (2) işin nesnesini
deşifre etmeyi amaçladık ve toplumsal işlevi açısından
(3) işin araçlarına vurgu yapmıştır. Hannah Arendt’e
ideolojilerin deşifrasyonuna yönelik bir sınıf ideoloji-
göre ise emek, iş ve eylem olarak üç temel insani et-
si modelinden hareket ettik. Sınıf ideolojisi yaklaşımı,
kinlik söz konusudur; o, bu üç etkinliği vita activa te-
bu alana Marksizmin özgün bir katkısıdır.
rimiyle ifade eder. Emeği, hayati zorunluluklara bağlı,
Marksizm, sınıf mücadelesi görüşüne dayalı ola- insan bedeninin biyolojik yaşam sürecine karşılık ge-
rak sınıfların ideolojik ve kültürel olarak yalıtık ola- len bir etkinlik olarak, emek harcama/çalışma duru-
mayacağı iddiasındadır ve kapitalizm koşullarında muna ise hayatın kendisi olarak bakmıştır. Ona göre
uzlaşmaz iki temel sınıfın sürmekte olan mücadele- iş zamanın akıp gitmesine karşı, ölümlülüğün getir-
sinde ideolojinin rolü üzerine düşünür. Hakim sınıf, diği boşluğu aşma etkinliğidir: “Emek sadece birey-
üretimin sürekliliğini baskı aygıtlarıyla sağlama ala- sel sürekliliği değil, türün hayatını da garanti eder. İş
mayacağına göre, kendi çıkarlarını hukuki, siyasi ve ve işin ürünü olan insan eseri dünya; ölümlü hayatın
düşünsel alanlarda meşrulaştırmaya çalışmaktadır. beyhudeliğine ve insani zamanın düzlemini boydan
Bu süreçte çeşitli anlamlar düzeneği inşa eden ideolo- boya kestiğini düşünerek doğal ve yapay, kamusal ve
jik söylemlerin, tahakküm ve tabiyet ilişkilerini nasıl özel, vb. ayrımların gereksiz olduğunu; çünkü top-
yanılsamaya uğrattığı ancak deşifre niyetiyle ortaya lumsal yapıların sabit, sona uçarılığına bir kalıcılık ve
çıkarılabilir. Bu ilgiyle bu makalenin nesnesini kapi- süreklilik kazandırır.” (Arenth: 2009:35). Görülen o ki
talist ideoloji kavramıyla adlandırdık. Bu kavramın bu bakışta emek zorunlulukla, iş/çalışma ise yapaylık-
hareket noktası, maddi üretim sürecinin yönetici gü- la ilişkili olarak sınıflandırılıyor.
cünün, egemen bilinç üzerinde bir etkisi olduğunu
Tarihsel sürece bakıldığında çalışma merkezli
varsaymaktır:
bir kültürün başat hale gelmesi kapitalizmin gelişi-
Egemen sınıfın düşünceleri, her çağda egemen mi ile ilgilidir. Çalışma Antik Yunan’da ve Roma’da
düşüncelerdir: Yani, toplumun maddi egemen gücü insanların çoğunluğunun burun kıvırdığı, sadece kö-
olan sınıf, aynı zamanda egemen fikrî güçtür. (…) lelere reva görülen bir etkinlikti. Ortaçağın sonların-
Egemen düşünceler, egemen maddi ilişkilerin fikrî da Augustinus insan çalışması ile Tanrı’nın yaratma
ifadesinden, düşünceler halinde kavranan egemen faaliyetini, benzeştirerek yeni bir çalışma anlayışının
maddi ilişkilerden, yani o bir sınıfı egemen sınıf ya- teorik zeminini ortaya koymuş ve kilisenin genişle-
pan ilişkilerden başka bir şey değildir; yani, onun ege- yen arazilerinde iş gücü ihtiyacı karşılamaya yönelik
menliğinin düşünceleridir.” (Marx ve Engels, 2013: bir tutumla, tembelliği ruhun düşmanı olarak kabul
52). edip rahiplerin belli saatlerde manastır arazilerinde
Makale, çalışmanın tarihsel dönüşümü, kapita- kol emeğiyle çalışması gerektiğini söylemiştir (Meda,
lizmde yaşamın merkezine oturması, çalışma orga- 2004:54). Yeniçağda kapitalizmin gelişmesiyle bera-
nizasyonlarındaki dönüşümler ve bunların ideolojik ber çalışma, toplumun her katmanına yayılmış, her-
ilgilerine değindikten sonra, çalışanlar üzerinde etki kes için olağan ödevlerden biri haline gelmişti. Politik
kurmak üzere tesis edilen ideolojik söylem stratejile- iktisadın kurucusu olarak kabul edilen Adam Smith,
rini sınıflandırarak örnekleme amacındadır. Milletlerin Zenginliği (1776) adlı kitabının giriş bö-
lümünde emeğe geniş bir yer ayırarak insan emeğini

47
politik iktisadın merkezine yerleştirmiş oldu. Smith, alırken; emek gücü sahibi bunu yaşamak için satmak
doğru örgütlenmiş insan emeğinin misliyle değer ya- zorunda kalmaktadır.
rattığını iddia edip detaylandırdığında, çalışma artık, Kapitalist üretim tarzı, alet ve insan faktörünü
zenginlik artışının asıl kaynağı olarak kabul edilmişti: kapsayan üretici güçler yanında, üretime dahil olan
“…emek bütün malların değişim değerinin gerçek öl- ilişkileri de içerir. Üretim tarzı kavramı, üretim ile kül-
çüsüdür. (…) Emek, her şeyin ilk pahası, yani asıl sa- türellik arasındaki ilişkiyi bütünleyen bir kavramdır.
tın alma bedeli olarak ödenmiş akçesidir. Kökeninde Kapitalist üretim tarzının özgüllüğü, üretim araçları-
bütün dünya zenginlikleri, altın veya gümüşle değil, nın meta haline gelmesine, daha da önemlisi üretimi
emekle satın alınmıştır.” (Smith: 2011: 31-2). Emeğin yapacak olanların insanların geçim araçlarından ko-
önemi Adam Smith tarafından ortaya konmuş olsa parılmış olmasına dayanır. Kar amacı güden kapita-
da emek sahiplerinin sosyal pozisyonunda herhangi list ile geçimini sürdürmek zorunda olan ücretli emek
bir olumlanma söz konusu değildir; aksine Smith’in bir araya gelerek belirli ilişkiler yaratır ve bu ilişkiler
soyutlamasında emek, somut niteliklerinden koparıl- de kapitalist sistemin işleyişini biçimlendirir. Üretim
mış ve iktisadi bir kategori düzeyinde kalmıştır. Bu araçlarının sahipleri kurulmuş olan bu ilişkileri, is-
sınırlılıkta emeğin somut halleri görünmezleşmiş, tikrarlı halde tutmanın aracı olarak çeşitli kurumsal
emek alınıp satılan bir meta olarak kabul görmüştür. dolayımlar oluşturmuştur. Bu kurumsal aktörlerin en
Böyle bir konum ise onun ücret ile karşılığının öde- önemlisi de elbette ki devlettir; devletin düzenleyici
nebileceği düşüncesine dayanmaktadır. Kapitalist ta- müdahilliği, onun çıkarlar üstü bir yapı addedilmesi
rafından alınan, işçi tarafından satılanın emek değil, ile karşılık bulur. Devlete atfedilen bu sınıflar üstü ko-
emek gücü olduğunu ise henüz görülememiştir; bu, num, ideolojik bir akıl olarak düzenleyici müdahilli-
daha sonra Karl Marx tarafından ortaya konacaktır. ğin hukuki zeminini teşkil eder:
Çalışmanın karşılığının ücret olarak ödendiği dü- Kapitalizmin bir toplumsal sistem olarak kendini
şüncesi, kapitalist ideolojinin meşruiyet ürettiği kritik yeniden üretme süreci, bu süreçte iktisat, siyaset,
bir noktadır ve bu eşitleyici akıl, çalışma sürecinin kültür gibi farklı fakat birbiriyle içsel bağlantıları
yönetimini kapitaliste vermenin hukuki dayanağı ol- olan ve bu anlamda birbirini besleyen düzeylerde
maktadır. Çünkü görünüşte işçi, kendine ait olan belli devreye giren/sokulan mekanizmalar aracılığıyla
bir emek zamanını, belli bir ücret karşılığında kapi- mümkün olmaktadır. Kapitalizmin eşitsizliklere,
taliste satmıştır. Burjuva liberalizminin “özerk birey” farklılıklara ve dolayısıyla her düzeyde güç ilişkile-
rine dayalı hiyerarşik yapılanması bu yolla gözden
fikrine dayanan bu mübadele anlayışı fikri temellerini
uzak tutulabilmektedir (Türkay, 2009: 56).
ilk önce John Locke’ta bulur. Locke’a göre, her birey
kendi bedeni üzerinde tasarrufa sahiptir: “Herkesin, Kapitalist sistemde ürünler meta biçimini alır ve
kendi kişiliği üzerinde özel bir hakkı vardır. (…) Be- metada nesnelleşmiş olan emek, somut emeğin tüm
denin emeği ve ellerinin eseri onun kendi malıdır di- hallerinden soyutlanmış olarak ortaya konmuş olur.
yebiliriz. (…) İnsan, mallara sahip olma hakkını çalış- Bu soyutlamanın kendisi emeğin özgül niteliğini giz-
mayla, mal edinmek için girdiği zahmetle elde eder.” ler. Bu bakımdan kapitalist ideoloji, meta biçimiyle
(Meda, 2004: 70). Bu düşünceler emek gücünün, sa- maddi olarak ilişkilidir. Metalar birbirleriyle belli ni-
tılıp alınabilecek bir meta haline gelmesinin hukuki celiksel oranlarda değiştirildiğine göre, belli miktarda
zeminin kurar. Daha önce belirttiğimiz gibi insanın emeği içeriyorlar demektir. Meta sahipleri, bunları
emek gücünün bir meta olduğuna ilk önemli vurguyu mübadele etmek üzere piyasaya sunarlar ve yaptıkları
yapan Marx’tır. Marx’ın çalışmayla ilgili vurguladığı satıştan kar “elde ediyor” görünürler. Aslında üretim
şey, çalışmanın kendine özgü bir üretkenliğinin bu- sırasında metalara aktarılmış olan artı değer, karın
lunmasıdır ki bu üretkenlik kendi geçimini sağladığı asıl kaynağı olduğu halde, kar dolaşım sırasında pi-
ve yaşamını ürettiği halde, tükenmeyen, tersine ken- yasadaki satış işlemiyle ortaya çıkmış gibi görünür.
di yeniden üretimi için gerekli koşulları üretmiş olan Marx’ın fetişizm olarak adlandırdığı ve kapitalizmin
“güç”tür: “emek gücü”dür. Marx, kapitalistin, işçilerin tümünü kapsayan bu durumun formu, değer taşıyıcısı
emeklerini satın alıyor gibi göründüğünü ama bunun olan metadır. Meta, içinde taşıdığı kapitalist toplum-
ancak görünüşte böyle olduğunu, gerçekte ise para sal ilişkileri gizleyen en basit ve en genel örnektir:
ödeyerek satın aldığının emek gücü olduğunu göste- Meta biçiminin esrarlı bir şey oluşunun nedeni,
rir (2008:27). Emek gücü, meta olmaması gereken bir basitçe, insanlara, kendi emeklerinin toplumsal
“meta”dır ve kapitalist bunu, kar ürettirmek için satın niteliğini, emek ürünlerinin nesnel nitelikleri ola-

48
rak, bu şeylerin toplumsal doğal özellikleri olarak yaşadığını belirterek dili, mitosu, sanatı ve dini bu
yansıtması ve dolayısıyla, üreticilerle toplam emek evrenin parçaları sayar. Ona göre simgesellik genel
arasındaki toplumsal ilişkiyi de, şeyler arasındaki, olarak gündelik hayatta daha çok dilsel kullanımla-
üreticilerin dışında var olan bir toplumsal ilişki ola- ra sızmış veya eklemlenmiş anlamlardır (1997:41).
rak göstermesidir. Emek ürünlerinin metalar, yani
Marksist ekolün sürdürücülerinden Göran Therborn
duyusal olarak algılanamaz ya da toplumsal şeyler
haline gelmesinin nedeni işte budur (Marx, 2011a: da, bilincin büyük ölçüde simgesel dil kodlarıyla işlev
82). gördüğünü kabul ederek ideoloji kavrayışının, verili
bir toplumun söylemlerini ve kurumlaşmış düşünce
Bu ilişki üreticilere ve daha geniş kapsamda top- sistemlerini hem toplumsal aktörlerin “bilinç”ini hem
luma bambaşka gözükür. Fırıncıyla ayakkabıcı arasın- günlük nosyon ve “deneyim”leri hem entelektüel öğ-
daki toplumsal ilişki ekmek ve ayakkabıda cisimleşmiş
retileri içerdiğini belirtir (2008:12). Ona göre bilinç
emek olarak değil, bunların birbiriyle değiştirilmele-
ile toplumsal pratikler bir ilişkisellik içindedir ve bir
rindeki oran olarak görünür. Metalar arasındaki iliş-
düşüncenin ideolojik olması için toplumsal ilişkiler-
ki, üreticiler arasındaki ilişkiyi gizlemektedir. İnsanlar
den kaynaklanan çelişkileri görmeyi engelleyen bir
arası ilişkilerin böyle gizemli kalabilmesinin nedeni
niteliğe sahip olması gerekir. İdeolojik olan düşünce
de mübadelenin parasal ölçütlerle gerçekleşiyor olu-
her türlü çelişkiyi bilinçten gizleyecek, bilinci yanıl-
şudur. Bu yüzden ücret önemli bir yanılsatıcı duru-
samaya uğratacaktır. İdeolojik düşünceler, toplumsal
mundadır. Kapitalist ideoloji salt düşünceler, etik ya
pratikteki çelişkileri gizlediği gibi özneleri, egemen
da metafizik görüşler olarak anlaşılmak yerine her
maddi ilişkilerle özdeşleşmiş hale getirerek egemen
zaman işte bu ekonomik kategorilerle ilişki içinde ele
grupların çıkarına hizmet edecektir: “Verili bir top-
alınmalıdır. Marx, Kapital’de şeylerin özünde bulunan
lumda ideolojilerin nasıl iş gördüğünü anlamak için
gerçeklikle, insanların onları kavraması arasında bir
her şeyden önce, onları mal-mülk veya metinler ola-
kopma söz konusu olduğundan söz etmiştir. İdeolo-
rak değil, ama süregiden toplumsal süreçler olarak
jide bir çarpıklık söz konusuysa, bunun nedeni insan
görmemiz gerekir.” (Therborn, 2008:89). Therborn’a
algısındaki ya da anlamlandırmasındaki yanılgı de-
göre (2008:105-108), ideolojik egemenlik altı farklı
ğil; toplumsal gerçekliktir. Bilinçteki çarpık imgeler,
duygu biçiminde karşılık bulur: (1) Uzlaşma: İnsan
toplumsal gerçekliğin çarpık oluşundan kaynaklanır.
yaşamının merkezindeki kimi olgular onların temel
Kapitalist ideoloji ancak kapitalist üretim ilişkileriyle
yönelimlerini belirler. Aile, cinsel yaşam, tüketim, boş
bağlantılı olarak ele alınırsa net olarak deşifre edilebi-
zaman gibi ilgilerin kısmi düzeyde bile olsa hayatın
lir. Kapitalizmdeki meta üretiminin koşulları, ideo-
parçası olarak var olması, insanların olumsuzlukları
lojinin ortaya çıkışı açısından da açıklayıcı olacaktır:
görmezden gelmelerine neden olur. Uzlaşma, en yay-
…üretim tarzı, yalnızca bireylerin fiziksel varlığının gın kabullenme biçimidir. Mevcut olanaklara sürekli
yeniden üretimi olarak görülmemelidir. O şimdi- vurgu yapılırken alternatifler karanlıkta tutulur. (2)
den, daha çok, bu bireylerin gerçekleştirdiği belirli
Kaçınılmazlık: Herhangi bir alternatifin bilinmeyişi
bir faaliyet biçimi, hayatlarını ifade etmenin belirli
bir biçimi, belirli bir yaşam tarzıdır. Bireylerin ha- dolayısıyla mevcut olana razı gelinir. Toplumsal de-
yatlarını ortaya koyuş tarzı, onların ne olduklarını ğişimlerin çok kolay olmayacağı düşüncesi, berabe-
da ortaya koyar. Dolayısıyla, onların ne oldukları rinde umursamazlık tavrını doğurur ve “vermeyince
üretimleriyle -ne ürettikleriyle olduğu kadar nasıl mabut, neylesin Mahmut” ifadesinde karşılık bulur.
ürettikleriyle de- örtüşür. Bu nedenle bireylerin ne (3) Temsil Duygusu: Yöneticilerin temsilciliği, yöne-
oldukları, onların maddi üretim koşullarına bağlı- ticilerin ve yönetilenlerin aynı dünyaya ait göründük-
dır (Marx-Engels, 2013: 30). leri bir benzerlik algısı üzerine temellenir. Bireylerle
Maddi koşullar ile insan bilinci arasındaki tarih- yöneticilerin amaçları ve çıkarları “örtüştürülerek” bi-
sel örtüşmeyi vurgulayan Marx, tarihin ve toplumsal reylerin yönetici iktidara yabancılaşması, uzaklaşması
gelişimin en iyi zihinlerin bile gerçekliğe nüfuz etme da önlenmeye çalışılır. İdeoloji, bu yönüyle, farklılık-
kapasitesini nasıl sınırlandırdığını Aristotales ve kla- ların görünür olmaya başladığı modern toplum için
sik iktisatçılar hakkında yaptığı yorumlarda değinir. yaşamsal bir kaynak olarak işlemektedir. (4) Saygı:
Yaşam koşulları ile bilincin gelişimi arasındaki ilişkiye Mevcut yöneticilerin niteliklerinin olumlanmasıyla
değinen Ernst Cassirer, insanın kendi yaşamının ko- ilişkili bir tutumdur. Modern toplumlarda “karizma-
şullarını benimsemekten başka bir şey yapamadığını tik lider” olgusu bu duyguya karşılık gelir. (5) Korku:
ve fiziksel evrende olduğu kadar simgesel evrende de Bir duygu olarak korku, en başta zor gücünün kulla-

49
nımı karşısında oluşsa da ölüm, açlık gibi “olası” du- da kapitalist devlet, sistematik bir biçimde, politik
rumların başa gelmesinin istenmemesinden dolayı kurumları düzeyinde, sınıfsal niteliğini maskele-
hissedilen bir duygudur. (6) Boyun Eğme: Korku gibi, mektedir. O halde devlet, sınıf hegemonyasıyla yö-
neyin olanaklı olduğuna ilişkin olarak oluşur boyun netilen bir devlettir ve birleştirici işlevi aracılığıyla
burjuva sınıfının politik çıkarlarını “genel çıkar”
eğme. Derinliğine bir kötümserlik duygusunun öne
olarak resmeder. Bu durum onun politik bütünlü-
çıkışı, çoğu kez de alternatiflerin pratik olarak olanak- ğünü sağlarken, egemen olunan sınıfların bir araya
sızlığına ilişkin düşüncelerden kaynaklı olarak “çare- gelmesini önleyerek amorf halde tutar (Öğütle ve
sizlik” yönelimli bir itaatin söz konusu olmasıdır. Bo- Çeğin, 2010: 75).
yun eğme, bir değişim için güçlerin yetersiz olduğu;
Belli bir kesimin çıkarına hizmet eden düzenle-
alternatif bir toplumun olamayacağı önermelerinin
meler herkesin çıkarına hizmet ediyormuş gibi gös-
benimsenmiş olmasından kaynaklanır.
terilerek ücretli çalışma, toplumun büyük bir kesimi
için “olağan iyi” bir faaliyet olarak lanse edilir. Serma-
II. İdeolojik Stratejiler ye sahipleri, temsilcileri çalışanları “istikrar”, “düzen”,
Meşrulaştırma “adillik”, “müreffeh toplum”, “ileri toplum” olma gibi
söylemlerle özdeşleşmeye çağırır. Düşünsel hegemon-
Bütünlüklü bir ilişkiler seti olarak kapitalizmde,
ya hakim sınıfların çıkarını ortak çıkar olarak kodla-
yeniden üretimin koşullarından biri mevcut ilişkile-
dığı gibi hukuki düzenlemeler de bu doğrultuda yapı-
rin üyelerince kabullenilmesidir. Söylemsel düzeyde
lır. Çalışma ile ilgili kanunlar tarafları, eşit addederek
çeşitli ussallaştırma, evrenselleştirme ve öyküleme
yükümlülükleri ile tanımlar ve bu yükümlülükler işe
stratejileriyle sağlanmaya çalışılan meşrulaştırma,
mahkum bir işçi üretmiş olur. İş sözleşmesinin gös-
elbette somut olgularda karşılık bulmadan gerçekle-
terdiği en önemli durum, işçi ile kapitalist arasındaki
şemez. Bununla birlikte her stratejik söylem bir yön
bağımlılık ilişkisini yaratmasıdır. Zira işçi, sözleşmeyi
levhası işlevi görerek üyelerin algısında belli şekillen-
kabullenerek işverenin otoritesini, onun denetimi al-
melere yol açmaktadır. Yöneten sınıf kendine yakın
tına girmeyi, vereceği emir ve talimatlara göre iş gör-
inanç ve değerleri ussallaştırarak belirli bir kitleyi, bu
meyi kabul etmiş sayılır. İşçi emek gücünü, ücret kar-
değerlerin desteklenmeye değer olduğuna ikna etme-
şılığında kapitaliste satmış olduğu için bu bağımlılığı
ye çalışır. Mevcut ilişkiler makul addedilerek destek-
ve tahakkümü sürdürmek zorunda bırakılır. Burada
lenmelidir ki yeniden üretim süreci “sağlıklı” olarak
ücretin, mübadeleyi eşitler arasında gerçekleştirdiği
devam etsin. Mevcut sürecin çelişkileri sözde eşitler
yanılsaması söz konusu olmaktadır:
arası hukuka indirgenerek güç ilişkilerinin etkileri
de perdelenmiş olur. Devletin işçileri korumak için …ücretli emek söz konusu olduğunda, (…) karşı-
müdahil olduğu asgari ücret düzeyinin belirlenme lığı ödenmemiş emek bile karşılığı ödenmiş emek
olarak görünür. (…) ücretli işçinin karşılığını alma-
biçiminin bu perdelemeyi açıkça gösterdiğini söyle-
dan harcadığı emek para ilişkisi ile gözlerden sak-
yebiliriz. Beşi devlet, beşi işçi ve beşi işveren temsil- lanır. Emek gücünün değerinin ve fiyatının ücret
cilerinden olmak üzere on beş üyeden oluşan bir ko- biçimine veya bizzat emeğin değerine ve fiyatına
misyon tarafından tespit edilen asgari ücret, tarafların dönüşmesinin ne kadar belirleyici bir önem taşıdı-
eşit katılımıyla belirleniyormuş gibi gözükür. Oysa sı- ğı böylece anlaşılmış oluyor. Hem kapitalistin hem
nıflar üstü bir konumda tanımlanan devletin üyeleri, de işçinin hukuk konusundaki bütün düşünceleri,
en azından şimdiye kadar, komisyonda işçilerin talep- kapitalist üretim tarzının bütün gizemlileştirmeleri,
lerine karşı işverenleri korumaktan yana tavır ortaya bütün özgürlük yanılsamaları, bayağı iktisadın bü-
tün özürcü laf ebelikleri, gerçek ilişkiyi görünmez
koymuştur. Kapitalist meşrulaştırmanın en önemli
kılan ve tam karşıtını gösteren bu görünüm biçimi-
aracı olarak kullanılan devletin, asli konumunun hiç
ne dayanır (Marx, 2011a: 518).
de tanımlandığı gibi olmadığı uygulamalarından or-
taya çıkmaktadır: Bir meşrulaştırma taktiği olarak evrenselleş-
tirme, “anca beraber kanca beraber”, “aynı geminin
Devlet aygıtı sınıflara içkin “çelişkili ilişki”yi sözüm
yolcularıyız” gibi söylemlerle hem mevcudun sürek-
ona eşit ve hür bireyler arasındaki hukuki ilişkiye
indirgemekte ve böylece kurduğu politik illüz- liliğine hem de ortak bir kaderi paylaşıyormuş izleni-
yonla kendisini yeniden üretmekte; öte yandan da mi yaratmayı amaçlar. 2008 krizi sürecinde, ücretle-
kendisini bu sınıfsal özlerinden yalıtılmış faillerin rin bastırılması ve krizin fırsata çevrilmek istenmesi
birliğinin temsilcisi olarak tasvir etmektedir. Bura- dolayısıyla Türkiye’deki işveren temsilcilerinin sıkça

50
çalışanların kıdem tazminatının varlığından şikayet olarak kapitalist ideolojiyle ilişkilidir. Dinler ağırlıklı
ettikleri gözlenmiştir. İşveren sendikası TİSK, odalar olarak kapitalizm öncesi hayat tarzına uygun ilkelere
birliği TOBB ve işadamları derneği TÜSİAD’ın or- ve ritüellere sahip olmalarına karşın kapitalizme ek-
tak raporunda yer alan aşağıdaki ifadeler, daha sonra lemlenebilmişlerdir:“Tarihsel bir sistem olan kapita-
açıklanacak olan Ulusal İstihdam Strateji Belgesi’nde lizm, kendi içinde hüküm süren güç ilişkilerine bağ-
(UİB) karşılık bulması ilgi çekicidir: lı olarak yalnız Batılı değerleri değil, Batılı olmayan
Ücret dışı işgücü maliyetlerinin azaltılmasında değerleri de kendi gereklilikleri yönünde manipüle
OECD ortalaması hedeflenmeli ve takvimli bir edecek esnekliğe sahiptir.” (Türkay, 2009: 60). Kapi-
program ilan edilmelidir. İşçi alma ve çıkarma ma- talizmle din arasındaki ilişkiyi inceleyen Max Weber,
liyetlerinin ve bürokratik işlemlerinin fazlalığı da işçi sınıfının iş disiplininin oluşmasında, dışsal zor-
işverenleri zora sokmakta, esnek çalışma şekilleri- lamaya gerek kalmadan çalışanın tüm enerjisini işe
nin uygulanmasını engellemektedir. Bu itibarla en kanalize etmesinde dinin içsel bir zorlama oluştur-
kısa sürede kıdem tazminatı konusunun gündeme duğunu iddia etmiştir (Weber, 2010:31,41,48). Türki-
getirilerek, işletmeler üzerindeki yükün hafifletil- ye’de kapitalist çalışma kültürü ile din arasındaki ilişki
mesi gerekmektedir (Çelik, 2012: 14).
ancak son yıllarda araştırmalara konu olabilmiştir.
Toplumsal ilişkilerin yansıtılması bakımından İslam dininin günlük hayatı kuşatıcı hükümleri
önemi büyük olan öykülemeler, toplumsal süreçleri cinsel göreneklerden, ekonomik etkinliklere, devlet
yeniden şekillendirip basitleştirerek hafıza yaratmaya işlerine, giyim kuşama, bilime ve sanata, doğuma ve
daha uygun hale getirir. Öykülemeler neden sonuç ölüme dair emredici normatif düzenlemeler içerir
bağlantısını kısaltarak kişileri, olgularla daha kolay (Yavuz, 2012: 111). Bu ilgiyle İslami kültürde, çalışma
ilişkiye sokar ve dinleyenleri kişisel pay çıkarmaya tutumlarını şekillendirmede son derece etkili olduğu,
yöneltir. Öyküleme geçmiş ile şimdi arasında bir bü- çalışmanın yüceltilerek ibadet konumuna yükseltil-
tünlük inşa ederek, şimdiki zamanı önemli bir gele- mesi, çalışma disiplininin önemsenmesi, çalışmanın
neğin parçası olarak ele alır. Aynı zamanda toplumsal mutluluk kaynağı olarak görülmesi ve iç huzuru sağla-
çatışmaları, farklılıkları görünmez kılarak yekpare bir yan bir faaliyet olarak tavsiye edilmesi söz konusudur.
model tahayyül edilmesini sağlar. Mevcut egemen- Sefer Yavuz, dinsel zihniyetin, başarıyı hedefleyen “iş
liği onaylayarak gücün kullanılmasını haklı çıkar- yönelimli-çileci çalışma tutumu” ve “mistik yönelim-
maya yönelik bir kurgu sunulur; Kuzgun ile Koyun li-teslimiyetçi çalışma tutumu” oluşumunda belirgin
masalında Kuzgun, uzun yaşamasının sırrını koyu- bir etkisi olduğunu anket bulgularına dayanarak or-
na, “Yüksekten bakarım korumasız olanlara, boyun taya koymuştur (2012: 119-124). İşini hakkıyla yapma
eğerim güçlülere. Kimin tepesine bineceğimi, kime ve helal kazanç elde etme anlayışı öne çıkarılarak pat-
yaltaklanacağımı bilirim.” diyerek tabiyet ilişkilerini ronların uyguladığı çalışma disiplinine mümkün ol-
kabullenmenin avantajlarını sayıp döker. Öyküleme- duğunca riayet edilmesi telkin edilir. Dünyevi ibadet
ye en sık başvuru dinsel ideolojilerde görülür. Dinsel ile çalışma arasında bir paralellik kurularak işçinin
ideolojiler toplumsal değerlerin duygusal bir etkiyle kaytarmamasına yönelik uyarılar yapılır. İbadet nasıl
kabul edildiği bir muhayyile sunar. Sunulan duygu- ki sevap kazancı için Allah’a karşı bir ödev ise çalış-
sallık halleri insanların dünyayı anlamlandırmala- ma da iyi insan olmak için ve aldığı parayı hak etmek
rında, hareketlerini yönlendirmede önemli bir etken için disiplinli olarak yapılması gerekli bir şey olarak
olarak işlev görebilir. Din, gündelik hayatın işleyişin- görülür. Her türlü çalışma ve gayretin ahrette ödül-
de son derece etkin olan bir kurumdur ve insanların lendirileceği inancı, teşvik edici ve gayretlendirici bir
gündelik meselelere ilişkin tutumlarında hangi davra- motivasyon yaratmaktadır. Özellikle yüz yüze çalış-
nışları sergilemeleri gerektiği konusunda yönlendiri- ma ilişkilerinde tevekkül düşüncesinin, dindar işçile-
cidir. Türkiye’de toplumsal grup aidiyeti oluşumunda rin çalışma sürecine katılımda yönlendirici olduğu ve
ideolojik aygıt olarak aile, din ve millet anlayışları ön olumsuz birçok durumu sineye çekme tutumu yarat-
sırada gelmektedir (White, 1999: 27). Dinsel ideoloji, tığı söylenebilir. Tevekkül, insanı çalışma konusunda
“…kişileri, gelecek yerine geçmişe ya da sınıf ilişkile- harekete geçiren ve ümitsizliğe düşmekten kurtaran
rini gizleyen imge ve fikirlere yönlendirerek ve müş- bir değer olarak benimsenir. İslam’da insan, tevekkül
terek toplumsal değişim uğraşılarına gölge düşürerek inancıyla çalışmaya teşvik edilir; çünkü İslam’ın Al-
mevcut sınıf tahakkümü ilişkilerini muhafaza etmeye lah’ı; çalışana, emeğinin karşılığını mutlaka veren bir
yarayan bir temsiller sistemi” (Thompson, 2013:55) güç ve adalet sahibi olarak kabul edilir (Kılıç, 2013:

51
134-5). Neoliberal politikalara uygun olarak, dini ce- rerek makulleştirme çabası söz konusudur. Doğanın
maatler arasındaki ilişki ağları, kapitalizmin yeniden metalaştırılması “sürdürülebilir ve kapsayıcı kalkın-
üretiminde ve emekçilerin kontrol aracı olarak kulla- ma”, “yeşil büyüme”, “temiz suya erişim” gibi büyülü
nılmaktadır. Dini değerlere bağlı olarak örgütlenen ifadeler olumsuz birçok durumu yakıştırmayla kabul
cemaatler, neoliberal birikim rejimini meşru kılan edilebilir bir halde sunma çabasıdır. Taşeron şirketle-
hegemonyanın yenileme araçlarından biri olarak gö- rin birçoğu, tabelasında taşeron yerine “iş danışman-
rülebilir (Durak, 2011: 26-27). Dinsel ideoloji, kapi- lığı” unvanını tercih etmektedir. Çalışma verimliliğini
talistler açısından emek denetiminin sağlanmasında arttırma amaçlı Kalite Çemberleri uygulamalarında
kullanışlı bir stratejik araç olarak karşımıza çıkmak- “fırtına”, “özveri”, “atılgan” gibi adlarla işe güdülenme
tadır. sağlanmaya çalışılır. İşveren örgütleri kıdem tazmi-
natlarının kaldırılması talebini, “istihdamı arttırmak”
Taslama ifadeleriyle manipüle etmektedir. Ucuz işgücü talebi-
Yönetenler açısından tahakküm ilişkilerin ale- ni “uluslararası işbölümü hiyerarşisinde bir ülkenin
niyeti makbul bir tercih değildir; bu nedenle mevcut yerini yukarılara çıkarabilme”, “inovasyona dayalı
ilişkilerin dikkatlerden saklanmasına özen gösterilir. verimlilik” gibi ifadeler incelikli bir şekilde kapitalist
Toplumsal ilişkilerin sahip olmadığı kimi ilgilerle ifa- üretimin mantığına uygun olarak üretilmekte ya da
de edilmesi taslama mantığında karşılık bulur. Tasla- yeniden üretilmektedir.
ma yerinden etme, yakıştırma ve mecazileştirme gibi
söylemsel stratejilerde tezahür eder. Taslama mantığı Birleştirme
tamamen dilin büyüsel etkisine sığınarak kendini işle- Kapitalist toplumda insan unsurunun şekil-
me sokar. Marx, insanları hayatlarının gerçek koşulla- lendirilmesinde eğitimin işlevi yadsınamaz. Eğitim
rını tanımaktan alıkoyan bir şey olarak dilin önemine kurumları, medya vb. araçlarla benzer yetilere, alış-
değinmiştir: “…şimdiye dek hiç olmamışı var etmekle kanlıklara, tutumlara ve ilgilere sahip bir öznelerin
uğraşıyor göründükleri esnada (…) geçmişten ruhları oluşturulması üzerine çığır açıcı çalışmalar da ya-
yardıma çağırır, onların adlarına, sloganlarına, kıya- pılmıştır. Muhtelif dilsel ve kültürel farklılaşmalar
fetlerine sarılır, dünya tarihinin yeni sahnesinde bu devlet organizasyonun müdahaleleriyle standartlaşır.
eskilerde hürmet edilen kılıklara bürünür ve bu ödünç Milli nosyonlar, marşlar, bayraklar, armalar gibi ulu-
dille oynamaya çalışırlar.” (Marx, 2011b: 30). Dil, ger- sal bütünlüğü temsil eden semboller günlük hayatın
çekliği aktardığı ve paylaştığı kadar sembolik doğası- sevkiyatına dahil olan ideolojik unsurlardır. Toplum-
nın niteliği olarak toplumsal olguları katılaştıran bir sallığın temel kurumlarından biri olan aile, sömürü
boyuta da sahiptir. Günlük bir gazetede “Koç ailesi 90 ilişkilerinin hafifletilmesi beraberinde toplumsal
bin kişiye ekmek veriyor.” ifadesi ile “Koç ailesi 90 bin dayanışma ilişkilerinde de kurucu bir rol üstlenir.
işçi çalıştırıyor.” ifadesi arasında bir anlamlandırma Özellikle de küçük meta üretiminin yaygın olduğu
farkı kurulur. Paternalist iş ilişkilerinde sıkça görül- kapitalist toplumlarda, emek sömürüsünü perdeleyen
düğü gibi işveren, “patron baba”, “işçi dostu” denilerek bir işleve sahiptir aile. Emeğin aile içindeki ilişkileri
yüceltilmektedir. Cambaza bak taktiği olarak bilinen model alarak ideoloji aracılığıyla toplumsal bir kimlik
yerinden etme mantığı, başka durumlar için kullanı- olarak kurulması, aile dışındaki ekonomik davranışı
lan çeşitli atıflar, olumlu ya da olumsuz çağrışımları da belirler (White, 1999: 127). Kapitalizmde maliyeti
söz konusu kişi ya da durum için kullanılır. İstanbul düşürmenin bir gayesi olarak geleneksel bağlılıkların
Sanayi Odası (İSO) Başkanı Erdal Bahçıvan, 22 Ka-
korunması tercih edilir bir durumdur. Bu konuda ya-
sım 2013 tarihli İSO Meclis Toplantısı’nda, “OECD
pılan bir saha çalışmasında şu tespitler yer alıyor:
ülkeleri içinde en yüksek kıdem tazminatının öden-
diği ülke Türkiye’dir. Kıdem tazminatı; işgücü piyasası Türk halkı (…) kendilerini büyük bir ailenin (ya da
ataerkil aile modeline göre yapılanmış bir grubun)
katılığının temel nedenlerinden biridir. İşgücü piya-
yerini bilen üyeleri olarak görüyorlar. Patriyark
samızın katılığı, işsizlik sorunun daha da ağırlaşma-
onların maddi yeniden üretimlerini sağlayamaz-
sına neden olmaktadır.” (T24, 2013) ifadeleriyle daha sa, diğer aile üyeleri birlikte çalışır, günden güne
kötü örneklerle karşılaştırma yaparak yeni kısıtlama- hayatta kalabilmek için emeklerini ve varlıklarını
lara razı olma çağrısı yapmaktadır. İşverenlerin çalış- birleştirirler. (…) Türkiye’de işçi sınıfından insanlar
ma hayatının düzenlenmesiyle ilgili kendi taleplerini para kazanmanın yanı sıra, rollerinin gereklerini,
toplumsal bir sorunla, işsizlik sorunuyla, ilişkilendi- ailelerine, babalarına, ustalarına ya da devlete kar-

52
şı vazifelerini yerine getirene kadar çalışırlar. (…) bir pazar mesaisine geldikleri zaman 100 lira verili-
Türk toplumsal ve çalışma sisteminin çoğu ataerkil yor. Benim gözüm onların ücretinde değil, eski işçile-
aile modelindeki hiyerarşiye göre kurulmuştur. Bu rin kıdemleri olmasını anlıyorum; fakat bu kadar fark
hiyerarşi içinde hayal kırıklığı dışa vurulmuş bir olmaması gerekir.” (Evrensel, 21.10.2012). Farklı etnik
direniş değil, aşağı doğru bir bastırma olarak ifade
kimlikler de işçiler arasında bölünme yaratan önem-
edilir (White, 1999: 111).
li bir faktör olarak işlevseldir. Zaman zaman ırkçı
tutumlara varacak kadar karşıt pozisyonlar üretebil-
Parçalama mektedir. Emekçilerin kendini düşünmesi ve tanım-
Kapitalist ideoloji hiçbir zaman tek yönlü bir şe- laması çeşitli araçlarla sürekli engellenmiş, toplumun
kilde işletilmez; bir kolektivite içerisinde birleştirmeyi kurucu unsuru olmaktan çıkarılmış, genel işçi kate-
amaçlamanın yanında, meydan okuma potansiyeli ta- gorisi vasıflı işçi, vasıfsız işçi, beyaz yakalı çalışan gibi
şıyan grupları parçalayarak onları zararlı, muzır, fitne üretim örgütlenmesinden kaynaklanan sıfatlarla bü-
sıfatlarıyla niteleyerek onların etkin bir muhalif güç tünlük algısı parçalanmış; milliyetçi, müslüman, orta
olmasının önünü kesmeye çalışır. “Böl-parçala-yönet” sınıf mensubu türünden üretim dışı kimlikler de aynı
taktiği olarak anılan bu yöntem farklılaştırma olarak şekilde emeğin bölünmesi sonucunu doğurmuştur.
adlandırılabilir. Bu stratejide kişi ve gruplar arasında- Böylelikle de emeğin kolektif hakları, bireysel haklar
ki farklılıkları, bölünmeleri vurgulayarak onların bü- manzumesine dönüşmüştür (Özdemir, 2006: 57).
tünleşmesini engelleme çabası söz konusudur. Buna
yakın bir strateji de ötekinin sansürlenmesidir. Çeşitli Şeyleştirme
hak taleplerinde bulunan ya da greve giden işçilerin Toplumsal realitenin gizlenmesi veya tasfiyesini
talepleri, farklı nedenlerle ilişkilendirilerek olumsuz içeren şeyleştirme mantığı, doğallaştırma, ebedileş-
bir algı yaratılmaya çalışılır. Taleplere muhatap olan tirme ve edilgenleştirme stratejileriyle tarihsel birçok
kapitalistler ya da siyasal iktidar, işçileri “düzen bo- olguyu kalıcı ve doğal bir durummuş gibi gösterir.
zucu”, “devlet düşmanı”, “bölücü”, “kandırılmış” ola- Üretim ve bölüşüm ilişkileri siyasal yapı ve ilişkiler-
rak niteleyip işçilerin taleplerini görünmezleştirmeye den bağımsız olarak ele alınır ve ortaya çıkan sorun-
çalışır. Farklılaştırma söylemi çoğu zaman birleştirme lar, kaçınılmaz durumlar olarak yansıtılarak doğal-
stratejisiyle beraber yürütülür. Çünkü yaratılan düş- laştırılır. TÜSİAD Başkanı, “Girişimciler, Türkiye’nin
man, her zaman bir tehdit oluşturacağından, tehdide gelişmesinde, kalkınmasında tetikleyici, yenilikçi rol-
karşı birleşme çağrısı da içerir. Soğuk Savaş yıllarında ler üstlendiler. Dünyadaki tecrübe göstermektedir ki,
işçiler, “Türk işçisi uyanıktır, kızıl oyunlara gelmez.” girişimcilik olgusunun geliştiği toplumlar daha ileri
(Koçak, 2014: 248) biçiminde bildirilerle anti-komü- ve daha müreffeh toplumlar olarak öne çıkmaktadır”
nist söylemin hamasi örnekleriyle sıkça karşılaşmıştır. (TÜSİAD, 2013) ifadeleriyle, “ortak çıkar” etrafında
İşçiler etnik aidiyetlerine göre, dini ve siyasi an- girişimcilik övgüsü yaparak ilgili kavramın kapitalist
layışlarına göre, cinsiyetlerine göre farklılaştırılabilir. yaklaşımla ilgisini koparmış oluyor. Toplumsal dü-
İstihdam biçiminden kaynaklı farklılaşmalar da işçi- zenin şekillenmesinde eğitimin rolü üzerine duran
ler arasındaki politik ortaklaşmayı engellemektedir. İş birçok araştırma göstermektedir ki okullar, kültürel
garantisi olan işçiler, çok daha kolay bir şekilde pat- sermayenin çeşitli biçimlerinin üretimi ve aktarılma-
ronla işbirliğine gitmektedir. Bu nedenle, firmalar ana sını sağlayan kurumlardır. Ne de olsa okullarda ha-
işleri, sürekli işçiler tutarak; daha önemsiz işleri ise ta- kim egemenliğin doğallığı telkin edilmektedir. Pier-
şeron işçilere yaptırabilir. Taşeron işçilerin genellikle re Bourdieu’ya göre eğitim, miras alınmış kültürel
sendikal veya sosyal korumalardan uzak olması daha farklılıkların akademik başarıyı ve mesleki fırsatları
çok sömürüyle karşı karşıya olacaklarını da gösterir. şekillendirmesini sağlayarak, gerçekte eşitsiz bir top-
Bu da işçiler arasında bir ayrılmaya neden olur; aynı lumsal düzenin idamesine katkıda bulunur (Swartz,
sınıfa mensup olmalarına karşın birlikte hareket ede- 2011: 264). Emek gücünün, üretimin niteliğine uy-
mezler. İşçilerin kendi aralarındaki çelişkili durum, gun olarak vasıflandırılması ve emeğin ücret mali-
kapitalist ile süren asıl çatışma örtbas edilmiş olur. yetlerinin düşürülmesi, sermaye birikimi için en titiz
Sınıf içi hiyerarşi, gerçekliği görünmezleştiren olgu- hassasiyetlerden biridir. Üretimin ihtiyacına yönelik
lardan biridir. Tofaş fabrikasında çalışan bir işçi şöy- kalifiye emek gücü ihtiyacı, önceden hesaplanarak,
le konuşuyor: “Aynı bölümde, aynı işi yaptığımız işçi belli bir fazla da amaçlanarak tedarik planlamaları
abilerimiz var. Bazıları 2 bin 800 lira ücret alıyorlar, yapılmaktadır. Türkiye’de son dönemde “meslek lise-

53
si memleket meselesi” sloganı ile hayata geçen proje, larında bu olanları, lütfen buralarda bu olaylar hiç
devletle işverenlerin işbirliğini örneklemektedir. Mes- olmaz diye yorumlamayalım. Bunlar olağan şeylerdir.
lek liseleri aracılığıyla hem daha erken yaşta hem de Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun
daha ucuza işgücü tedarik edilmektedir. Okullardaki yapısında fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak
puanlama sistemiyle özellikle de yoksul ailelerin ço- diye bir şey yok.” (CNNTürk, 2014). Bu söylemler,
cukları, meslek liselerinde okumaya/çalışmaya mah- çalışma koşullarının nitelikleri görünmez kıldığı gibi
kum bırakılmaktadır. Eğitim sadece merkezi devletin olumsuzlukların da kaçınılmaz olduğu düşüncesine,
yönlendirmesiyle de şekillenmez. Özel eğitim kurum- toplumun önde gelen kişilerince dillendirildiği zaman
ları, sivil toplum kuruluşları kapitalist ideolojik hege- daha net bir meşruiyet kazandırmaktadır.
monyayı pekiştirmekte, hayatın bütün gözeneklerine Teknik-teknolojik gelişimin şeyleşmeye yol aça-
sızmaktadır. YGA adlı kuruluşun lise dengi okullarda rak ideolojik bir yanılsamaya neden olarak özneleri
dağıttığı broşürde şu çağrıları duyuyoruz: edilgenleştirdiği söylenebilir. Üretim sürecinde geli-
YGA’nın hayali yaratıcı, yenilikçi sosyal sorumlu şen teknolojilerin yaygın olarak kullanılması ve önem
liderleri keşfetmek ve yetiştirmektir. YGA’nın viz- kazanması çalışanların, kendi katkısını önemsizleş-
yonu ise yarının liderlerini derinleştirmek, zen- tirmiş gibi bir algı yaratabilir. Ernest Mandel (2013:
ginleştirmek ve ilhamlandırmak ve onların sosyal 495), “Teknolojinin her şeye kadir olduğuna dair
yenilikçi potansiyellerini açığa çıkarmak için ka- inanç burjuva ideolojisinin geç kapitalizmdeki özgül
talizör olarak hizmet etmektir. (…) YGA’nın tüm
biçimidir.” demektedir. Mevcut toplumsal düzenin
projeleri Microsoft, Turkcell, Unilever, BSH, Yapı
Kredi gibi 50 stratejik iş ortağının destekleri ve 120 bütün çelişkilerini teknolojinin çözeceği anlayışının
bin YGA Vakfı gönüllüsünün zamanlarını, enerjile- yanında, toplumsal tahakkümün teknik-teknolojik
rini, bilgilerini vakfetmeleriyle hayata geçmektedir. araçların üstlendiği algısı yaygın bir kabuldür. Tek-
Dünyayı değiştireceğine inanacak kadar idealist / nolojinin her şeye kadirliğinin doğallaşması, kapita-
Hayalinin önündeki engelleri görecek kadar da ger- list üretim tarzının sosyo-ekonomik çelişkilerini orta-
çekçi / Engelleri kaldırmayı deneyecek kadar cesur dan kaldıracağını iddia etmek suretiyle kapitalizmin
/ Sıradışı hayal ortakları ile çalışabilecek kadar da gerçekliğini de mistifiye eder. Teknolojiye mekanik
uyumlu / Kendine yapabileceği en büyük yardımın
teslimiyetin doğallaşması, çalışanların psikolojisinde
da / Başkalarına yardım etmek olduğunu bilen bir
büyük olumsuzluklar ortaya çıkarır, irrasyonalizmin
bencilseniz / Sosyal sorumluluk sahibi ve başarılı /
Çift kanatlı bir lider olmayı hayal ediyorsanız / Sizi artması, nevrotik stresin yaygınlaşması, eleştirel dü-
tanımaktan onur duyarız... (YGA, 2013). şüncenin ortadan kalkması, vicdani duyarlılığın azal-
ması, insanlık dışı düşüncelerin normal karşılanması
Şeyleştirmenin bir biçimi de mevcut toplumsal gibi sonuçları getirmiştir.
ilişkileri, sürekli tekerrür ediyormuş gibi ebedileşti-
rilerek ilişkilerin tarihselliğini ve değişebilirliğini giz-
lenme çabasıdır. Muhatap özneyi daima “böyle gelmiş III. Sonuç
böyle gider” anlayışının sınırlarında tutmak üzere Kapitalizmi salt ekonomik bir işleyiş olarak ele
kurgulanan anlatılar, mevcut ilişkileri kabullenme- almak kapitalizmin güç ve iktidar boyutunu da içeren
yi de kolaylaştırır. “Başa gelen çekilir”, “Allah’ın tak- bağımlılık ilişkilerini açıklamada yetersiz kalır. Kapi-
diri”, “nasip kısmet”, “alın yazısı”, “rızkına razı olma” talizmde bir egemen sınıftan söz ediyorsak, bu ege-
vb. söylemler üzerinden toplumsal eşitsizlik dinsel menliğin çeşitli fikirlere, inançlara, kurallara yaslanı-
bir algıyla şekillendirilerek meşrulaştırılır. 17 Mayıs larak sürdürüldüğünü söylemek gerekiyor. Öznelerin
2010’da Zonguldak Karadon Taşkömürü İşletmesi’n- önceden belirlenmiş eylemleri gerçekleştiren robotlar
de 30 madencinin yaşamını kaybetmesinden sonra olmadığını göz önüne alırsak, bilinçli etkinlikler belli
bölgeye giden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu bir yaşam süreci içerisinde çeşitli deneyimlere katıla-
bölgenin insanının bu tür olaylara aslında alışık oldu- rak biçimlenir. Kapitalizmde üretimi sürdüren işçiler
ğunu ifade ederek, ‘’Bu mesleğin, kaderinde maalesef üretimin dışında değil, bizzat üretim süreci içerisinde
var. Bu mesleğe giren kardeşlerim de, bu mesleğe gi- bir varlık olarak kendini de üretmektedir. Ancak işçi-
rerken içerisinde bu tür şeylerin olacağını bilerek gi- lerin zihinsel evreninin salt üretim sürecinin ürünü
riyorlar.” (NTVMSNBC, 2013) açıklamasını yapmıştı. olduğunu söylemek ortaya çıkan uysallığı açıklamada
Yine 13 Mayıs 2014’te 301 madencinin ölümüyle so- yetersiz kalacaktır. Ekonomik bir bağımlılık ilişkisi
nuçlanan Soma kazasından sonra da, “…kömür ocak- kuran ücret, ekonomik olmayan varoluş alanlarının

54
koşullarını da etkiler. Ücret ilişkisi, hukuki ideoloji iktidarın işine gelen inanç ve değerlerin tutunmasını
aracılığıyla emek gücü üzerindeki yönetim hakkını da sağlayarak onları doğallaştırır ve evrenselleştirerek
kapitaliste verdiği için bir yükümlülük ve rıza boyu- kendisine meydan okumaya kalkışan fikirleri karala-
tu da içerir. Çalışma, zorunlu ihtiyaçların temini ya- yarak rakip düşünce biçimlerini dışlayarak toplumsal
nında statü tahsis etme, bireysel başarı rüyaları, ortak gerçekliği kendine uygun yollarla çapraşıklaştırarak
iyiye katkıda bulunma arzuları ile sıkı sıkıya bağlan- meşrulaştırabilir (Eagleton, 2005: 23-24). Bu neden-
tılıdır ve önemli bir toplumsallaşma kaynağıdır. Ça- le, ideoloji eleştirisi, kapitalist sömürü toplumuna al-
lışma ekonomik bir faaliyet olduğu kadar; saygıdeğer ternatifler önermek açısından önemlidir. İdeolojinin
insanlar, “sağduyulu” vatandaşlar, uyumlu özneler, iyi meta ilişkilerinin içinde somut pratiklerde var oluşu,
aile babaları, “işini bilen” memurlar üreten toplumsal bir meta ekonomisi olan kapitalizmin analizinde göz
bir uzlaşma aracıdır. ardı edilmemesi gereken bir tutumdur.
Emek gücü ile emeğin farklı bir şey olduğunun
ayırt edilmeyişinden kaynaklı fetişizm, kapitalist üre- Kaynakça
tim tarzının bütün gizemlileştirmelerinin temelidir. Arendt, H. (2009), İnsanlık Durumu, (4. Basım) Çev. B.
Emek gücü, işçinin, kullanım değeri üzerinden kapi- S. Şener, İstanbul: İletişim Yayınları.
taliste sattığı bir meta görünümüneyken - meta olma- Ayverdi, İ. ve Topaloğlu, A. (2007), Türkçe Sözlük, İstan-
ması gerekirdi- diğer metalar, değişim değeri ile alınıp bul: Kubbealtı Yayınları.
satılırlar. Kapitalizmdeki bütün zenginlik, emeğin, al- Casirer, E. (1997), İnsan Üzerine Bir Deneme, Çev. N.
Arat, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
dığı ücretten daha fazlasını üretmesiyle yaratılır. Ev-
Durak, Y. (2011), Emeğin Tevekkülü, İstanbul: İletişim
rensel bir eşdeğer görevini üstlenen bir meta olarak Yayınları.
paranın, toplumsal ilişkilerin fetişleşmesinde önemli Jameson, F. (2015), Diyalektiğin Birleştirici Güçleri, Çev.
bir payı vardır; kapitalizmde para, para doğuruyor B. Doğan, İstanbul: İthaki Yayınları.
gibi gözükür. Meta ilişkilerindeki fetişizm, bilinç feti- Koçak, M. Hakan (2014), Camın İşçileri Paşabahçe İşçi-
şizmini de üretmiş olur. Artı değerin kaynağı üretim lerinin Sınıf Olma Öyküsü, İstanbul: İletişim
alanı olduğu halde, metanın piyasada değerleniyor Yayınları.
oluşu, artı değerin kaynağının dolaşım alanıymış gibi Mandel, E. (2013), Geç Kapitalizm (2. Basım), Çev. C.
gözükmesine neden olur. Bunun devamı olarak da Badem, İstanbul: Versus Yayınları.
Marx, K. ve Engels, F. (2013), Alman İdeolojisi, Çev. T.
kar elde etmek amacıyla parasını riske ederek bir işe
Ok ve O. Geridönmez, İstanbul: Evrensel Ya-
yatıran kapitalistin, artı değere el koyma hakkı var- yınları.
mış gibi görülür. Toplumsal oluşumun, üretim güçleri Marx, K. (2011a), Kapital I, Çev. M. Selik ve N. Satlıgan,
ve üretim ilişkilerinin bir araya gelişiyle gerçekleşen İstanbul: Yordam Yayınları.
bir emek sürecine dayalı ekonomiye; ortak toplum- Marx, K. (2011b), Louis Bonaparte’ın On Sekiz Bruma-
sal ilişkilerin yönetimine dayalı politikaya; toplumsal ire, (2. baskı), Çev. T. Bora, İstanbul: İletişim
öznelerin bilinçlerinin oluşmasını sağlayan ideolojiye Yayınları.
dayalı olarak kurulduğunu ve yeniden üretildiğini be- Marx, K. (2008), Ücretli Emek ve Sermaye, (8. Basım),
Çev. S. Belli, Ankara: Sol Yayınları.
lirlemek gerekiyor. Bu durumların çelişik süreçler ola-
Meda, D. (2004) Emek: Kaybolma Yolunda Bir Değer
rak akışı, çalışma gibi merkezi önemdeki bir eylemin,
mi? Çev. I. Ergüden, İstanbul: İletişim Yayınları
üretim araçlarının özel mülkiyetinin sahiplerince Öğütle, V. S. ve Çeğin, G. (2010) Toplumsal Sınıfların
yönetimi ve denetimi, kendi kaderine bırakılamaya- İlişkisel Gerçekliği (2. Basım), Ankara: Tan Ya-
cak kadar önemlidir. Soyut bir öznel potansiyel olan yınları.
herhangi bir işi yapabilme becerisi olarak emek gü- Read, J. (2014), Sermayenin Mikropolitikası, Çev. A. D.
cünün meta olarak satılıp alınmasına dayalı kapitalist Temiz, İstanbul: Metis Yayınları.
üretim tarzı, emek gücünün “yetilerini aynı anda hem Smith, A. (2011), Milletlerin Zenginliği, (5. basım), Çev.
geliştirmeli hem sınırlandırmalıdır. (…) işbirliği ağ- H. Derin, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.
Swartz, D. (2011), Kültür ve İktidar: Pierre Bourdieu’nün
larını genişletirken aynı zamanda çatışmayı da azalt-
Sosyolojisi, çev. E. Gen, İstanbul: İletişim Ya-
malıdır” (Read, 2014: 36). Kapitalist ideoloji, mevcut
yınları.
toplumsal ilişkileri kaçınılmazmış gibi sunan bir söy- Therborn, G. (2008) İktidarın İdeolojisi İdeolojinin İkti-
lem alanı inşa ederek öznelerin mevcut konumlarını darı, çev. İ. Cüre. Ankara: Dipnot Yayınları.
kabullenmelerini doğallaştırır. Kapitalist sınıfın ikti- Thompson, John B. (2013), İdeoloji ve Modern Kültür:
darını meşrulaştırmakla ilgili olan kapitalist ideoloji, Kitle İletişim Çağında Eleştirel Toplum Kura-

55
mı, Çev. İ. Çetin, Ankara: Dipnot Yayınları.
Türkay, M. (2009), Sermaye Birikimi Kalkınma Azgeliş-
mişlik, İstanbul: SAV Yayınları.
Weber, M. (2010) Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin
Ruhu, çev. G. Solmaz, Ankara: Alter Yayınları.
White, J. B. (1999) Para ile Akraba: Kentsel Türkiye’de
Kadın Emeği, çev. A. Bora, İstanbul: İletişim
Yayınları.
Yavuz, S. (2012). Dini Değerlerin Çalışma Hayatındaki
Yeri: Sanayi İşçileri Üzerine Bir Araştırma, İs-
tanbul: Kum Saati Yayınları.

Makaleler:
Çelik, A. (2012), “Ulusal İstihdam Strateji Belgesi: Ucuz-
luk, Esneklik ve Güvencesizlik”, Ulusal İs-
tihdam Stratejisi Eleştirel Bir Bakış, Ankara:
TÜRK-ĐS/SBF Sosyal Politika Merkezi.
Özdemir, A. M. (2006), “Kolektif Hak Kavramı ve Eme-
ğin Hukuku”, Çalışma ve Toplum, 2006/2
TÜSİAD (2010), “İş ve Yatırım Ortamının İyileştirilme-
sine Yönelik TÜSİAD Önerileri”, Ekonomi Ko-
ordinasyon Kurulu Toplantısı Sunumu.

Elektronik Kaynaklar:
CNN Türk (2014), “Erdoğan Soma’da Konuştu: Bunlar
Olağan Şeylerdir” (http://www.cnnturk.com/
haber/turkiye/erdogan-somada-konustu-bun-
lar-olagan-seylerdir)
Kılıç, R. (2013), “İslam ve Çalışma Üzerine Felsefi Bir
Değerlendirme”, s. 134-5 (http://dergiler.anka-
ra.edu.tr/dergiler/37/751/9599.pdf )
NTVMSNBC (2013), “Erdoğan: Madenciliğin Kaderin-
de Var”, 30 Temmuz (http://www.ntvmsnbc.
com/id/25096880/ )
T24 (2013), “İSO Başkanı: Piyasadaki Kıtlığın Sebebi Kı-
dem Tazminatıdır”, 22 Kasım (http://t24.com.
tr/haber/iso-baskani-piyasadaki-kitligin-sebe-
bi-kidem-tazminatidir,242481)
YGA (2013), “Hakkımızda”, (http://www.yga.org.tr/
YGA/Hakkimizda.html)

56
Cumhuriyet Projesi:
Türkiye’de Ulusal Ekonominin
Örgütlenme Stratejisi

Cihan Aydın*
Özet
Türkiye Cumhuriyeti başlangıçtan itibaren kapitalist bir devlet olarak gelişmiştir. Anadolu ve Trakya bölgele-
rinde yaşayan toplumsal sınıflar, ortak kültürleri temelinde bir ulus devlet çatısı altında bir araya gelmiştir. Bu
süreç, Türk tarih yazınına sınıflar üstü bir Cumhuriyet varsayımı ile yansımıştır. Askeri bürokrasinin öncülü-
ğünde, “özerk devlet sınıfı” algısı sosyal bilimlerde egemen hale gelmiştir. Sivil toplumcu liberal tezler ve muha-
fazakar cumhuriyetçi tezler bu ortak çizgide birlikte ilerlemiştir. Öte yandan Türkiye’de ulusal ekonominin ulus
devlet formunda örgütlenme stratejisini, üçüncü bir yöntem ile analiz eden çalışmalar mevcuttur. Her durumda
Türkiye’de kuruluş dönemi, ana akım sosyal bilimler içinde ilksel sermaye birikim süreci olarak ele alınmayı
beklemektedir.
Abstract
Republic of Turkey has been formulated as a capitalist state from the outset. Diffrent social classes living in Ana-
tolia and Thrace, have come together under the umbrella of a nation-state based on common culture. This process
is reflected to Turkish historiography with the assumption of a Republic over classes. Liberal civil society theses
and republican national nationalist thesis have progressed together in this mutual line. On the other hand, there
are studies which analyses the organization strategy of the national economy in the form of nation-states by a
third method. In each case, establishment period in Turkey is waiting as a primitive capital accumulation process
in mainstream social sciences.
Anahtar kavramlar: Cumhuriyet dönemi, Türkiye ekonomisi, İktisat tarihi.
Keywords: Early Republican era, Economy of Turkey, Economic history.

T ürkiye’de yapılan bilimsel araştırmalarda, tarihsel


dönemselleştirmelerde belirleyici unsur olarak
sıklıkla siyasi kurumlar merkeze alınıyor ve bunun
maktır. Zira ana akım yazında Türkiye toplumuna yön
veren kişi ve kurumların tarihi olarak biçimlenen algı,
“kapitalizmin Anadolu ve Trakya’da yaşayan ve ortak
sonucunda, gerçekte toplumsal süreçlerin bir sonucu bir kültürü paylaşan toplumsal sınıfları Türkiye ulus
olarak kavranması gereken kurumlar a priori bir mut- devleti biçiminde örgütlemesi olarak tanımlayabilece-
lak anlam kazanıyor. Türkiye’de kapitalizmin gelişimi- ğimiz asli süreci anlatmaya yetmez. Sermaye ile dev-
ni yorumlamaya çalışan çoğu çalışmanın da muzdarip let arasındaki girift ilişkiyi dışsal bir ikilik üzerinden
olduğu bu sorun, maddeci ve eleştirel bir analizin ta- yorumlayan ana-akım makro iktisadi tarihçilik sosyal
rihsel perspektifiyle hiç de uyumlu olmayan bu özcü bilimlerin gelişimine herhangi bir katkı sağlamaz.
yorumlama biçimidir. Bu gelenek karşısında, daha Bu çalışmalarda, “askeri bürokrat bir aydın gru-
geçerli bir analiz yöntemi izlerken yapılması gereken bunun öncülüğünde kurulan bir devletin kalkınma
belli bir coğrafya üzerinde var olan toplumsal yapının projesi ekseninde kendi milli burjuvazisini yaratma-
üretim ilişkilerinin değişen karakterine bağlı olarak sı” şeklinde formüle edilen bir analiz biçimi yaygındır.
asıl örgütlenişini, birikim süreciyle bağlantılandır- Bu analiz, sivil toplum-devlet çatışması perspektifini
paylaşan liberal merkezli tezlerle sınırlı değildir Aksi-
* Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi Kalkınma İktisadı ve İk- ne, soruna sınıf kompozisyonu bağlamında bakmaya
tisadi Büyüme Doktora Programı Öğrencisi çalışan eleştirel sosyal bilimcilerin büyük çoğunluğu

57
da Türkiye İktisat Kongresi’nden başlattıkları süreci Milli Olanın Sınırları
“iktisat politikaları” ekseninde genç Cumhuriyet’in
Kapitalizmin tarihsel özgüllüğü içerisinde, belirli
ekonomik “tercihleri” üzerinden tartışmaktadır. Böy-
milliyetçilik projeleri ekseninde oluşan, Anderson’un
lece “başlangıçta devlet vardı, kapitalist olunmaya
modernist yorumu ile hayali cemaatlerin dünya gene-
sonradan karar verildi” biçiminde anakronik bir ön-
linde örgütlenme biçimi ulus devlet ölçeğinde olmuş
kabul oluşmaktadır. Kapitalist devletin tarihsel geli-
ve bu süreç sonunda bu devlet formu evrensel bir ni-
şim yasalarına aykırı bu yorumlama biçimi bir ulus
telik kazanmıştır. Bu projeler, kendi özgün dinamik-
devletin kurumsallaşma sürecinin aynı zamanda bir
leri saklı kalmakla birlikte, hem kendi içlerinde hem
coğrafyanın kapitalist pazar niteliği kazanması süreci
de birbirleriyle birtakım eşitsizlikler üzerine kurulu
olduğunu görmezden gelir. Bu durum, kurucu bürok-
hiyerarşik sistemler olarak ortaya çıkarlar. Osmanlı
ratların kendi zihin dünyalarından geçenler ile gerçek
dünyadaki pratik faaliyetleri arasındaki ilişkinin sını- İmparatorluğu’nun işgali ile belirginleşen milli mü-
rını flulaştırmaktadır. Oysaki idealar evrenine sıkışan cadele sürecinde de Anadolu’da yaşayan halkların
bu dilden sıyrılarak tarihsel bir çalışma yapabilmek Türk kimliği ile kodlanması; oluşmakta olan “makbul
için, aktörlerin eylemlerinin gerçek sonuçları üzerine vatandaş” profilini olduğu kadar, ulusal ekonominin
eğilmek zaruridir. sınırlarını da belirleyen ortak paydayı oluşturmuş-
tur. Ulus devletlerin burjuva sınıfının öncülüğünde
Bu çalışmada, döneme dair literatürde tarihsel
modern kapitalist üretim ilişkilerine paralel olarak
analizlerin, bugünkü politik tercihlere uygun olacak
ortaya çıkması sürecine uygun olarak, Türkiye’de de
bir şekilde ad hoc ele alındığı öne sürülmektedir. Bu
bu süreç sermaye birikiminin gereklilikleri doğrultu-
politik ayrışmalar, özellikle devleti temsil eden top-
sunda, belirli coğrafi sınırlar içerisinde pazarın ege-
lumsal aktörlere yüklenen anlamlarda belirginleş-
menlik haklarının kim tarafından nasıl denetlenece-
mektedir. Olumlu ya da olumsuz hangi vurgu yapı-
ğine hukuksal altyapı kazandıran bir kurumsallaşma
lırsa yapılsın, merkeze devleti koyan tüm analizlerde
biçiminde gerçekleşmiştir (Türkay, 2009: 185). Bu
bürokrasi ya kalkınmacı modernleşmenin ya da oto-
anlamda ulusal ekonominin unsurlarını incelemeye,
riter iktidarın merkezinde varsayılarak temel toplum-
sal aktör olarak ele alınmaktadır. o ulus projesini oluşturan Türk kimliğinin sınırlarının
oluşumundan başlamakta yarar var.
Uluslaşma sürecini, kapitalist devlet projesi bağ-
lamında tartışırken; yukarıda zikredilen dışsal ikilik- İmparatorluğun dağılma sürecinde milli olanı-
lerin sebep olduğu zorlukları aşmak için, devleti sınıf nın sınırları belirginleşirken, en başından itibaren
mücadelesinin gerçekleştiği bir alan olarak yorumla- tek tip bir proje takip edilmemiş, bir anlamda siyasal
yacak bir analizin Türkiye örneği özelinde bütünsel gelişmelere verilen hızlı tepkilerin getirdiği bir dene
bir çerçevesi oluşturulmalıdır. Bu tip bir devlet yoru- ve gör pratiği inşa edilmiştir. Dünya genelinde ya-
mu; uluslaşma sürecini, öncelikle Osmanlı’dan miras şanmakta olan bir savaşa paralel olarak el yordamıyla
alınan ve aralarındaki dinamik ilişki, “toplumsala inşa edilmeye çalışılan, Akçura’nın ünlü ifadesiyle üç
gömülü” bir çekirdeği oluşturan sınıfların içsel mü- tarz-ı siyasetin nihai sonucu olarak Türk ulusal kim-
cadelesinin bir ürünü olarak ele alır ve bu dinamiği liği doğarken, bu doğum sürecinin sancıları etnik
kapitalist üretim tarzı ile eklemlenme sürecinde yaşa- dışlama hareketleriyle açığa çıkmıştır. Ortak geleneği
nan uluslararası işbölümünün gerekleriyle yorumlar. icat edilen bu Türk kimliği, yeni devletin asli unsuru
Bu çalışmada amaçlanan, ulus devlet projesini Os- olarak kurulurken, bu sürecin iki temel faaliyet alanı
manlı’dan devralınan toplumsal mirasın oluşturduğu olmuştur; devletin bekası için içsel bir tehdit olarak
sınıf kompozisyonu ekseninde anlamaya çalışmaktır. algılanan gayrimüslimlerin Türklerin anavatanı ola-
Süreç içinde yaşananları, mutlak bir süreklilik veya rak tahayyül edilmeye başlanan Anadolu’dan tasfiyesi
kopuş ekseninde kutuplaştırmayan bu ilişkisel çer- ve Türk olmayan müslüman toplulukların da asimi-
çeve, toplumsal sınıflar arası kesintisiz mücadelenin lasyonlarını kolaylaştırmaya yönelik olarak nüfusun
izlediği patikayı da açığa çıkaracaktır. Böylece tarihsel genel yapısı içerisinde değişiklikler yapmak (Akçam,
bir anda dondurulan yöneten-yönetilen ikiliğinin ye- 2007: 181-182). Gerçekten de etnik politikaların be-
rini, sosyal gerçekliğin hareketli yapısı içerisinde di- lirginleşmeye başladığı 1912 yılına kadar Müslüman
yakronik bir analiz alacaktır. Bu mücadele biçimlerini ve gayrimüslim halklar görece bir uyumla bir arada
incelemeye ise iktidar blokunu oluşturan egemen sı- yaşıyor, tarihsel bir mirası paylaşıyordu. Fakat İmpa-
nıfların süreç içindeki yönelimlerinden başlanacaktır. ratorluğun dağılma sürecinde keskinleşmeye başlayan

58
milliyetçi reflekslerin Türk kimliği ekseninde bütün- çalışmalar, ülke içerisinde ellerinde tuttukları serma-
leşmesi özellikle 1913-1917 yılları arasında uygulanan ye belli bir birikime ulaşmış olan gayrimüslimlerin
yeni politikalarla Anadolu ve Trakya topraklarından yerini belirli bir “milli iktisat” projesi ekseninde nasıl
müteşekkil kılınacak yeni ülkenin etnik yapısını bü- Müslüman Türk burjuvazisinin aldığı konusu üzerin-
yük oranda değiştirmiştir. Sürecin sonunda nüfusun de yoğunlaşmaktadır. Çalışmalarda tercih edilen ifa-
neredeyse üçte biri ya yer değiştirmiş ya yurtdışına deler zaman zaman değişse de genel olarak kast edilen
sürgün edilmiş ve hatta kimi yorumlara göre sistema- ekonomik bağımsızlığını, içeride kendi sermaye biri-
tik olarak imha edilmiştir (Akçam, 2007: 182). kimini sağlayarak kazanmak isteyen devlet eliyle bir
1
Uluslaşma projesinin hayata geçmeye başladığı milli burjuvazinin nasıl yaratıldığı sorunudur. Son-
Birinci Dünya Savaşı esnasında ve bu projenin somut- radan yaratılan, kayrılan, zenginleştirilen bir burjuva-
laştığı Kurtuluş Savaşı sonrasında farklı uğraklarda zi tasarısı bu ters kutuplu yorumlamaların merkezin-
yaşanan tehcir, mübadele, göç, asimilasyon, iskân ve de yer alır. Bürokrasi-burjuvazi çatışmasını kullanan
istihdam politikalarının tamamının işaret ettiği ortak veya bürokrasi-burjuvazi arasında dışsal bir işbirliği
bir öz, yeni Türk kimliğinin hiyerarşik yapısı içerisin- olduğu yorumunu geliştiren ayrı değerlendirmelerde
de farklı derecelerin mevcut olduğudur. Zira bütün ortak olan nokta ikisi arasında kurulan ikiliktir. “Dev-
bu faaliyetler, yasal anlamıyla Türk vatandaşlığı ile let eliyle yaratılan burjuvazi” tasarısını kullanan tüm
pratik anlamıyla Türklüğün aynı anlama gelmediğini bu tezlerde ortaya çıkan ikilik, sınıflı bir toplumsal
göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti tebaasından ol- yapıya sahip kapitalist devlet bürokrasisinin ya kendi-
mak, Türk tebaasından olmak ve Türk ırkından olmak ne ait sınıfsal çıkarları ya da kalkınmacı tahayyülleri
gibi farklı skalaları işaret eden ifadelerin yaygınlığı- olduğu varsayımına dayanmaktadır.
nın gösterdiği şey, kurgulanan Türk kimliğinin Tür-
kiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesi kapsayan bir
statü olmaktan uzak olduğudur (Yeğen, 2002: 208). Yaratılan Burjuvazi Tasavvuru
Ulus projesinin içerme ve dışlama mekanizmaları- Tarihsel olarak Türkiye’de burjuvazinin zayıf ve
nı, Cumhuriyet sonrasında çıkarılan iskân kanunları devlete bağımlı olduğu tezi ana-akım geleneğin bü-
üzerinden inceleyen bir çalışmanın da gösterdiği üze- yük bir bölümüne hâkim olan bir yorumlama biçimi-
re (Çağaptay, 2002: 216), uygulamada en başta etnik dir. Batılı anlamda modern bir toplumsal formasyo-
olarak Türk ve dinsel olarak Müslüman olan kişiler nun altyapısının süreç içinde kendiliğinden değil de
yer alıyor, gayri-Türk Müslümanlar ve gayrimüslim- hızlı bir şekilde devlet eliyle oluşturulmuş olması bu
ler ise onların ardında yer alıyordu. Kısaca özetlemek dönemin genel hatlarıyla bir çeşit “otoriter moder-
gerekirse, Türk milliyetçiliği Türklüğün tanımı için üç nizm” olarak değerlendirilmesine sebep olmaktadır
eşmerkezli bölge yaratmıştı: en dışta teritoryal, orta- (Bkz: Toprak, 2004). Bu “ortada ifade”nin sağ ve sol
da dinsel ve merkezde etnik ortaklık paydasına dayalı kanatları ise, aşağıda daha detaylı görülebileceği üze-
bölgeler yer alıyordu ve grupların makbuliyeti mer- re otoriter devleti çalışmalarının merkezine almakta
keze olan uzaklığı ile ters oranlıydı. Bu noktada milli ve burjuvazi ile içsel bağıntılar kurmadan kendi özsel
kimliğin sınırlarında dikkat çekici olan Osmanlı top- çıkar veya tahayyülleri olan bir bürokrasi prototipi
lumunun kapitalizmle eklemlenme sürecinde etkin üretmektedirler. Ana-akım olarak ele alabileceğimiz
bir rol oynamış olan gayrimüslimlerin süreç içindeki yorumlardan belki de en çok referans alanlardan bir
tasfiyeleridir, ki bu da yeniden kurulmakta olan ulusal
ekonominin sömürü mekanizmalarındaki rol değişi- 1 Örnek olarak, Murat Koraltürk, Ekonominin Türkleştirilmesi,
minin direkt bir sonucudur. İstanbul: İletişim Yay., 2011. çalışmasında Milli İktisat kav-
ramsallaştırması yerine Ekonominin Türkleştirilmesi ifadesini
Dönemsel olarak 19. yüzyılda yoğunlaşan Os- önerir: “Milli iktisat, Osmanlı Devleti tebaasının veya T.C. va-
manlı toplumunun kapitalistleşme sürecinin, siyasal tandaşlarının yabancılar karşısında ekonomide avantajlar elde
modernleşme merkezli tarih-yazımında bir çöküş sü- etmesi olarak ifade edilebilir. Ekonomiyi Türkleştirme ise tebaa
ve vatandaşlar arasında Müslüman-Türk unsurun gayrimüslim
reci olarak alınması ve üretim ilişkilerindeki değişi- unsurun aleyhine olacak şekilde kayrılmasıdır. İkinci kavram,
min değil siyasal güç ilişkilerdeki değişimin izlerinin yurttaşların bir kısmını oluşturan belirli dinsel-etnik grupların
sürülmesi bu dönemin “yarı sömürge oluş tarihi” ola- hâkim etnik-dinsel gruplardan yurttaşlar lehine iktisadi yaşa-
mın çeşitli alanlarında etkisizleştirilmesi vurgusunu taşır. Milli
rak değerlendirilmesine sebep olmuştur (Aktar, 2006:
iktisat kavramında ise yurttaşlar arasındaki etnik-dinsel farklı-
166). Bürokrasi öncülüğünde bu duruma bir tepkime lıklara ve bu farklılıklara dayalı ayrımcı politika ve uygulamala-
olarak doğduğu varsayılan Cumhuriyet projesine dair ra ilişkin bir vurgu yoktur.”

59
tanesi; savaş yılları içerisinde Türkiye’de var olan gay- aktör olarak kurgulanmaktadır (Dinler, 2009: 35).
rimüslim ticaret burjuvazisinin ülkeyi terk etmesi yü- Ayrıca bir sınıf olarak bürokrasi tasarısı, devle-
zünden burjuvaziden arta kalan kısmın bürokrasiye tin diğer sınıflarla mücadele halinde olduğu fikrini
karşı özerk bir tavır alamayacak kadar zayıf bir sınıf de beraberinde getirir. Bu noktada yukarıda özetle-
oluşturmasıdır (Keyder, 2009: 103). Sermaye biriki- nen çerçevede dikkati çeken burjuvazi hakkındaki
mini gerçekleştiren sınıfın, siyasal süreçlere yön vere- serzenişin yerini, kimi analizlerde daha kuşkucu bir
mediği bir kapitalistleşmenin kendinden var olabile- devlet karşıtlığı alabilmektedir. Bir önceki yorumlama
ceği tahayyülüne dayanan bu yorumda, iktidarı elinde biçimindeki; devletin burjuvaziye “ekonomik kalkın-
bulundurmasına rağmen işlevsel bir vesayet kurama- ma görevi”ni yüklediği ve müteşebbis sınıfın bu ya-
dığı için “devlet sınıfı” olarak bürokrasi otoriter bir zılı olmayan anlaşmaya uymadığı anda devletle olan
rejim oluşturarak Cumhuriyetin ilk yılları boyunca ilişkilerinin hemen gerginleştiği fikrini paylaşan bu
yerli burjuvazinin zenginleşmesine izin vermiştir. Bu- tip yorumlarda devletin bir aktör olarak siyasal alanı
nun karşılığında ticaret burjuvazisi de minnetini dile sürekli kısıtladığı fikri daha da pekişmektedir (Bkz.
getirmekle yetinmiş ve para kazanma ayrıcalığı kar- İnsel, 1996: 137). Güdümcülük ekseninde yapılan bu
şısında sivil toplum kurma hakkından vazgeçmiştir yorumlamanın temelinde toplumsal mücadele alanı-
(Keyder, 2009: 106-107). İzin ve minnet gibi kapitalist nın devlet tarafından kapsanması fikri vardır. Bu tarz
devletin rasyonel işleyiş mantığına uygun olmayan bir yorumu geliştiren yazarlardan İnsel’e göre Türki-
bu ifadelerde belirginleşen nokta bürokrasinin ken- ye’de devletin amacı, kendi varlığını sürdürebilmesini
dine ait sınıfsal özerkliği olabileceği kanaatidir. Hem sağlamak üzere güdümcülük imkânlarından yararla-
İttihat ve Terakki döneminde hem de cumhuriyet nırken ekonominin içinde geçici olarak yer alıyormuş
döneminde, üretim ilişkilerinden soyutlanmış özerk gibi görünmektir. Ekonomik ve siyasal olanı kavram-
bir konumdan bu ilişkileri keyfi bir biçimde yöneten sal çiftler olarak birbirinden ayıran bu yoruma göre,
bürokrasinin Türkiye’deki girişimci sınıfı, ulusal bir Türkiye’de devlet düzen ve kalkınma işlevini yerine
kalkınma programının parçası olarak yarattığı savu- getirirken asıl amaç olarak kendi iktidarını yeniden
nulmaktadır (Buğra, 2008: 63-37). üretmektedir (İnsel, 1996: 164). Yalman’ın bu konu-
Ayrıca bu yorumda belirgin bir şekilde; sivil top- daki eleştirel bir ifadesiyle; bu tip analizlere göre Tür-
lumun kurucu unsuru olarak kendisine tarihsel bir kiye’de devlet “iktisadi kalkınmayı bir amaç olmaktan
misyon yüklenen ve Türkiye özelinde bu rolün gerek- ziyade amaca yönelik bir araç, diğer bir ifadeyle dev-
lerini yerine getiremediği için de kendisine serzenişte letin toplum ve/veya birey üzerindeki tahakkümünü
bulunulan bir burjuvazi kategorisi dikkati çekmekte- sürdürmeye yönelik etkin bir strateji olarak görmek-
dir. Neticede bu tip bir tek taraflı bağımlılık tezinde, tedir” (Yalman, 2004: 50). Gerçekten de, birazdan ele
Cumhuriyet dönemi boyunca burjuvazinin hükümet alacağımız modernleşmeci analizlerde sıklıkla yer
politikalarını eleştirirken dikkatli bir tavır takınmak bulan “kalkınma için otoriterlik” tasarısını tersine
zorunda kaldığı ve örgütlü bir şekilde siyasete katıl- çeviren bu yorumda birbiriyle uyuşması mümkün ol-
manın yerini tek tek işadamlarının siyasal yetkililerle mayan analiz birimleri eklektik bir biçimde iç içe geç-
gayri resmi ve partikülarist ilişkiler kurma çabaları- miştir. Buna ek olarak, gerçekte toplumsal aktörlerin
na bıraktığı kabul edilmektedir (Buğra, 2008: 59). mücadelesiyle açığa çıkan dinamik bir sistem, ken-
Burjuvazinin Batı toplumlarındaki gelişiminden çok dine ait mutlak niyetleri olan başlı başına bir aktöre
farklı, özgün bir gelişim gösterdiğini ve onun gelişme dönüştürülmüştür. Kısacası “devlet, devlet seçkinleri
sürecinin Osmanlı yönetim biçimi olarak patrimon- olarak ifade edilen, kendi kendilerini belirleyen ve
yalizm ile bileşerek Türkiye özelinde açığa çıktığını kendi özgül varlıklarının bilincinde olan öznelerle öz-
savunusu; açıkça idealize edilmiş bir formda evren- deşleştirilerek özgül kurumsal yapılarıyla tanımlanın-
sel bir burjuvazi olduğu varsayımına dayanmaktadır ca kendi ‘rasyonalitesi’ne sahip bir tür ‘gerçeklik’miş
(Dinler, 2009: 24). Dinler’in ifadesi ile “burjuvazinin gibi” görünmektedir (Yalman, 2004: 47-48).
‘çekirdekten yetişme’ olmak yerine ‘devlete bağım- Devlet merkezli birikim tezlerinin bir adım sa-
lı’ olmasının Türkiye için ayırt edici bir kriter olarak ğında karşımıza, ulus devlet projesini sınıf dilinden
kullanılması da yöntemsel bir sorundur.” Çünkü dev- soyutlayarak bir sivil toplum-devlet çatışmasına in-
let oluşum sürecinin kendisi üretim ilişkilerinde yaşa- dirgeyen liberal tezler çıkmaktadır. Özellikle bürok-
nan toplumsal dönüşümün gerçekleştiği bir mücadele rasinin askeri kanadının iktidar çatışmasındaki etkin
alanı olmasına rağmen, devlet ve burjuvazi iki ayrı rolü üzerine yoğunlaşan bu yorumların çekirdeğinde

60
muktedir ve ceberut bir devlet tahayyülü yer almakta- sosyo-politik iktidar ilişkileri tarafından kurulmaz ve/
dır. Bu tahayyülün merkezinde, devlet ile sivil toplum ya sınırlanmaz” (Akça, 2010: 355). Gerçekte kapitalist
arasındaki ilişkileri tanımlayan kurucu modelin te- toplumsal sistemin tarihsel özgünlüğü içerisinde dev-
mel unsurları askeri bürokrasinin devlet mekanizma- let sınıfsal bütünlüğün en önemli parçasıdır. Fakat bu
sı içerisinde özerkleşmesi ve ordunun kendi içindeki haliyle, toplumsal bütünlüğü parçalarına ayırıp kendi
merkezileşme halidir. Ulus devlet projesinin kurucu bünyesinde eriterek bütünlüğün kendisine dönüşen
unsuru olarak askeri bürokrasinin siyasal yönetim bir kudret halini almaktadır. Kısacası farklı pusulala-
mekanizmasındaki bu özerkleşmesinin temel dinami- rı takip etseler bile, tepeden devrim tezlerinin niha-
ği ise kuruluş yıllarından miras kalan ‘Savaş Yönetim yetinde ulaştığı noktada bir özne olarak devlet bizi
Modeli’nin sürekliliğidir (Bkz: Bayramoğlu, 2002: 30). beklemektedir. Oysaki Haldun Gülalp’in ilk dönem
Buna göre, Türkiye anayasal sisteminde askeri bürok- çalışmalarında belirttiği gibi, devrim sürecinde dev-
rasinin sivil siyasi otoriteye bağlılığı temel bir ilke ola- let aygıtı nesne ya da hedeftir, asıl özneler toplumsal
rak kabul edilmiş gibi görünse de gerçekte bağımlılık sınıflardır (Gülalp, 1983: 96). Dolayısıyla bir coğrafya
mekanizması tersine doğru işletilmekte ve bu sürecin üzerinde tesis edilen ulusal bir ekonominin inşa süre-
nihai sonucu siyaset alanının sürekli ve artan oranda cini, sermaye birikimini sürdüren sınıfların müdahil
devletleştirilmesinin ya da sistematik olarak daral- olduğu bir burjuva devrimi süreci olarak görmek ge-
tılmasının öyküsünden oluşmaktadır (Bayramoğlu, rekir.
2002: 35). Ulus devlet projesi; geleneksel ilişki siste- Fakat devlet-burjuvazi ikiliği sadece bu ilişkide
minin içinde kalan çevre üzerinde bir yönetim mode- tek taraflı bağımlılık olduğunu düşünen yazarların
linin, Türk bürokrasisi ve onların modernist müttefiki kullandığı bir dışsallık değildir. Sanayileşmeci kal-
olan kentli aydınlardan oluşan bir merkez tarafından kınma projesi içerisinde bir milli burjuvazi heyulası
kurumsallaşması olarak ele alınmaktadır. Ve nihaye- geleneksel modernist yorumların da çıkış noktasını
tinde sürecin yeni tanımı dışlayıcı bir laiklik ve mil- oluşturur. Devleti kuran yöneticilerin Batı tipi sana-
liyetçilik ekseninde tepeden yürütülen modernist bir yileşmiş modern bir ülke inşa etmek istedikleri ve bu
kültür devrimi olmaktadır. süreçte burjuvaziyi destekledikleri ancak burjuvazi-
Ontolojik olarak analiz birimlerinin içeriğinin nin ilerici rolünü yerine getirmektense kısa yoldan
gelişigüzel seçilmesinin tarihsel analizlerde bu tip so- zenginleşmeyi tercih ederek kompradorlaştığı fikri
runlu sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Türkiye’deki bu anlatının çatısını oluşturur. Kalkınmacı tezlerin en
sosyal bilimlerin merkezindeki ana-akım güçlü devlet tipik örneği, kuruluş döneminde “bütün güçlüklere
tezlerinden, sivil toplumcu liberal tezlere doğru kay- rağmen” yapılanları “oldukça doğru yönde ve enerjik
dıkça göze çarpan; bürokrasi/burjuvazi ikilisinin yeri- bir atılım manzarası” olarak görmektir. Kurucu kad-
ni zaman zaman ordu/toplum, devlet/toplum, elitler/ ronun önceliğinin disiplinli bir devlet örgütü kurmak
toplum, bürokrasi/halk gibi farklı türden ikilikler alsa ve ekonominin altyapısını güçlendirmek olduğu ka-
bile, bu farklı ikiliklerin arasındaki sürekliliği sağlayan bul edilirken, bu dönem iktisadi kalkınma yönünden
şeyin tüm analizlerde ilk terimi devlet, ordu ya da bü- sağlam temellerin atıldığı iyi değerlendirilmiş bir ba-
rokrasi gibi aynı toplumsal gücün oluşturması, ikinci şarı öyküsüdür (Bkz: Yenal, 2001: 67). Resmi ideoloji
erimin ise nasıl ifade edilirse edilsin, burjuvaziyi mut- ile büyük paralellikler gösteren bu tezde, kendi özsel
laka içine alacak biçimde tanımlanmasıdır (Savran, çıkarları için siyaset alanını sürekli daraltan devlet sı-
1987: 155-156). Bu ikili ayrımın doğal bir sonucu da nıfının yerini “muasır medeniyet seviyesine” çıkmayı
ya sivil toplum kurma hakkını kullanmadığı için bur- arzulayan bir yönetici kadro fikri almıştır.
juvaziye serzeniş ya da bu hakkı kullandırmadığı için Bu tezin en saf örneğini İsmail Cem’in anlatı-
devlete karşı skeptik bir bakış olmaktadır. Fakat ısrar- mında bulmak mümkündür, “bürokrat kesimdeki
la altı çizilmesi gereken, Akça’nın ifadesi ile bu analiz- ilerici unsurların en belirgin özelliği, günümüze dek
lerde “devlet sadece tabi sınıflar ve toplumsal kesimler sürdürdükleri temel özellik olan iyi niyettir” (Cem,
üzerinde değil aynı zamanda burjuvazi gibi hâkim sı- 1986: 302). Niyetleri ve eylemlerinin sonuçları ara-
nıflar üzerinde de tahakküm kuran veya burjuvazinin sında talihsiz bir isabetsizlik olduğunu varsayan bu
kendini hegemonik bir güç olarak tahkim etmesine değerlendirmeye göre Cumhuriyet projesinin hayata
ket vuran kadir-i mutlak bir özne olarak resmedilir. geçmesi esnasında imtiyazlı üç grup ön plana çık-
Bunun sonucunda, ne devletin kurumsal mimarisi mıştır: 1) İstanbul tüccarı, Anadolu eşrafı ve toprak
ne de devlet aktörlerinin pratikleri (özellikle sınıfsal) ağaları, 2) Milli Mücadeleye katılan subaylardan son-

61
raları “memleketi kalkındırmaya” merak salanlar, 3) kınma yolunda tarihsel bir aşamayı simgeler. Buna
Mebuslar ve bürokrasinin üst kademeleri. Başlangıç- göre uluslaşma süreci “Türkiye üzerindeki Batı em-
ta birbirini destekleyen bu zümreler arasında zaman peryalizmini sonra erdirmek üzere” ve “Batı’ya kar-
zaman çıkar ayrılıkları yaşansa da bu zümreler asıl şı” yaşanan bir Batılılaşma projesidir (Kongar, 2007:
mücadeleyi “devlete sahip çıkan memurlara” karşı ve- 350). Tarihsel kökleri Kadro’culuğa kadar uzanan bu
recek ve kazanacaktır. Kısacası “azınlığın kurnazlığı, yorumlarda belirgin olan, özellikle 19. yüzyıldan iti-
Milli Mücadeleyi başarıp gerçekten namuslu kalmış baren yaşanmakta olan “yarı-sömürge oluş tarihi” ile
ekibin iyi niyetine baskın çıkacak, ‘iş’ bilenler ekono- Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının sanayileşme ide-
mi ve sosyoloji bilmeyenlere galip gelecektir” (Cem, alleri arasındaki zıtlıktır. Fakat dini değerlerden arın-
1986: 289). Özellikle lider kadronun fetişleştirilmesi dırılmış ve Batı tipi çağdaş bir kalkınma planı ile yola
üzerinde belirginleşen bu analiz biçimi Osmanlı İm- çıktığı kabulünden hareket edilen bu devletin sınıflar-
paratorluğu ile Cumhuriyet Türkiye’si arasında keskin la olan ilişkisinin sınırları muallâktır. Burjuvaziyi he-
bir kopuş fikri üzerine inşa edilmiştir. Genel hatlarıyla gemonik bir güç olamadığı için eleştiren sivil toplum-
1980’li yıllara kadar sosyal bilimlere egemen olan bu cu liberal tezlerin tam aksine, bu yorumda Türkiye
yorumlama tarzı bu tarihten itibaren yerini, yukarıda burjuvazisi salt kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda
da özetlenmeye çalışılan, İmparatorluk’tan günümüze hareket ettiği için eleştirilmektedir.
ceberut devletin sürekliliği fikrini savunan yeni ana- Kolayca görülebileceği gibi; ana-akımın hangi
lizlere bırakmıştır. Ki bu durum, yazarların bugünkü kanadında bulunursa bulunsun burjuvazi-bürokra-
politik tercihleri ile Cumhuriyet dönemine dair vur- si ikiliğinde sınıfsal derinliği sağlayamayan merke-
guları arasında ad hoc bağlantılar olduğu yönündeki zi tezlerin hemen hepsinin ortaklaştığı temel nokta,
iddiamızla büyük oranda uyuşmaktadır. burjuvaziyi sonradan yaratan kurucu kadroların milli
Lider kadronun fetişleştirilmesi durumunun en iktisat çerçevesinde bir sanayileşme programını idea-
lize ettiği ama bu idealin bir şekilde başarısızlıkla so-
sık başvurulan biçimi zaten mevcut olan durumun
nuçlandığı fikridir. Kuruluş projesinin kendi hegemo-
dışındaki tüm alternatifleri irrasyonel olarak kodla-
nik söylemini, tarihsel bir ideal gibi sunan bu bakışta
maktır:
“silahlı savaştaki başarının ardından kazanılması ge-
“Rusya, Enver Paşa, anti-emperyalizm, Mustafa reken ekonomik zafer”in amaçlandığı ve dönemin en
Suphi, Çerkes Ethem gerillacılığı gibi unsurlarla büyük sorununun bu ekonomik çabayı da esas alarak
boyanarak bir komünizm akımı biçimine sokulan
ülkenin sanayileşmesine yöneltmek olduğu savunul-
karışıklıkların altında yatan asıl sorun, sosyalist bir
maktadır (Bkz: Georgeon: 2006: 187). Fakat Gülalp’in
rejim kurulması değil, hâlâ Meşrutiyet döneminde-
ki şeriatçı, liberal, İtlafçı, Turancı ve Pan-İslamcılar de ifade ettiği gibi (1983: 89-90); bu geniş görüş birli-
arasındaki eski kavgaların karmaşasının yarattığı ğine karşı, yönetici kadronun asıl amacının bağımsız
bir sorundur. Bunların hiçbirinin görüşlerine katıl- ekonomik bir gelişme ve sanayileşmeyi sağlama oldu-
mayan tek kişi Mustafa Kemal’di. O, ne hilafet-sal- ğu durumu gerçekte kanıtlanmış bir önerme değildir.
tanat meşrutiyeti, ne İslam ittihadı, ne şeriat devleti, Geçmişe dönük sınaileşme amacı önkabulü, bir kez
ne Turancılık, ne de sosyalizm yanlısıydı. Bunların zorunlu olarak ele alındığında tarihsel gerçeklikler
hepsi, daha sonra Nutuk’ta anlattığı gibi, ulusal başarısızlık olarak nitelenmeye başlanmaktadır. Fa-
kurtuluş savaşının gerçeklerine ve amaçlarına aykı- kat bu soyut kıstasa göre başarısızlık olarak nitelenen
rı hayalci serüvenlerdi ve hepsine karşı başarılı bir eylemlerin, ilksel sermaye birikiminin gereklilikleri
savaş yürüttü” (Berkez, 2003: 492).
bağlamında ele alınarak tarihsel sonuçları itibarıyla
Bu ifadede başarı ile yürütüldüğü düşünülen incelendiğinde aslında egemen sınıflar açısından ba-
“anti-emperyalizm savaşı Türkiye açısından bir çağ- şarılı olduğu görülecektir.
daşlaşma savaşıdır” ve yeni devletin doğum sürecini Öte yandan bir ulus devlet projesi altında ulusal
başlatan gücün ayan, burjuva ya da işçi sınıfının tem- ekonominin örgütlenmesi konusunda, buraya kadar
silcisi olmayan bir kişinin elinde toplanması Osman- özetlenmeye çalışılan tezlerin dışında yer alan başka
lı-Türk tarihi çizgisinde önemli bir olaydır (Berkes, eleştirel yorumlar da gelişmiştir. Uluslaşma projesi
2003: 496). Azgelişmişlik sorununu, emperyalizmin içerisinde burjuvazinin etkinliğini yadsımayan an-
agresif politik atakları karşısındaki bir edilgenlik for- cak yine de devlete kalkınmacı bir göreli özerklik at-
mu olarak kabul edilen geleneksel ilişki sisteminde fetmekten geri durmayan bu yorumların ortaklaştığı
arayan bu ilerlemeci tasarıda ulus devlet projesi kal- nokta, özellikle Osmanlı’nın son döneminden itiba-

62
ren gayrimüslimlerin yerini almaya başlayan Müslü- letin işleyiş mantığının dışavurumu olan eylemlerin
man-Türk burjuvazinin henüz devlet desteksiz tam iktisat politikaları olarak yorumlanışının sebebi, çoğu
piyasa koşullarına adapte olamayacak denli güçsüz zaman kurucu kadroların sermaye birikimi dinamik-
olmasıydı. Buna göre, Müslüman-Türk burjuvazisi- lerinden bihaber varsayılıyor olmasıdır: “kapitalist
nin “zayıf, dağınık, örgütsüz ve büyük ölçüde bağım- dünyanın bölme ve parçalama hesapları arasından
lı” durumda olmasından dolayı burjuva devriminin kapitalist dünyaya gözlerini açmış olan genç Türkiye
burjuvazi dışındaki sosyal gruplarca yapılması zo- Cumhuriyeti ekonomik anlamda maddi altyapı açı-
runluydu ve Türkiye koşullarında bu tarihi misyonu sında zayıf olduğu kadar, zihniyet ve ideolojiden de
küçük burjuva aydınları üstlenmişti (Boratav, 1998: oldukça yoksundu” (Önder: 262).
15). Kısaca kentli burjuva aydınları ve bürokrasi, milli İktisat politikalarının uygulayıcısı olarak devlet
burjuvazinin çıkarlarını kendisinden daha iyi koruya- bürokrasisi başlangıçta ideolojisiz olarak ele alınır-
cak politikalar geliştirmekteydi. Kuruluş sürecine dair ken; merkez kapitalist ülkelerle eşitsiz mübadele iliş-
bu soyutlamada, burjuva aydınları ile burjuvazi ara- kisine dayalı olarak kurulan ticari ilişkiler sebebiyle
sındaki -kapitalist rasyonel mekanizma bir kez kurul- azgelişmiş ülke burjuvazisi de üretken sermaye niteli-
duktan sonra yapısal bir işleyiş kazanmış olması ge- ği kazanamayarak merkezdeki ülkelere sürekli kaynak
reken- ilişkide “iktisat politikaları” ile doldurulmaya aktarımına sebep olan rantiyeci bir sınıf olarak görül-
çalışılacak olan iradi bir boşluk varsayılmaktadır, ki mektedir. Bu çizgideki yazarlardan Eliçin de (1970:
bu durum bu yorumu kısmen tepeden devrim tezleri- 301), “Türk devrimi çağdaşlaşma-batılılaşma yönü
ne yaklaştırmaktadır. ile ideolojisiz olduğu gibi, kadrosuzdu” fikrini savun-
Özellikle “devletçilik dönemi” tartışmalarında maktadır. Özellikle sanayi gelişimi ile kalkınma ara-
daha da belirginleşen yaratıcı bir aktör olarak devlet sında kurulan paralelliklerin neticesinde bu yorumda
imgesi, bir yandan bürokrasinin burjuvazinin yerine şu tip bir ikilik oluşturulmaktadır; planlı iktisat poli-
geçmesi; öte yandan da devletin, bir anlamda sistemin tikaları uygulayarak Batı uygarlığını yakalamayı sağ-
dışında yer alması varsayımlarını içermektedir. Diğer laması gerekirken yozlaşan devlet yöneticileri ve elin-
bir deyişle, bir ‘milli sanayi burjuvazisi’nin yokluğun- deki birikimi bu proje için değerlendirmekten imtina
da bürokrasinin bu işlevi üstlenerek devlet sermayesi eden bir burjuva sınıfı:
ile ‘bağımsız ekonomik gelişme’yi gerçekleştirdiği ve
“devlet hem kendi yağıyla kavrulmak hem de belki
dolayısıyla bunu yaparken de sistemin kuralları dışın- Kurtuluş Savaşı’ndan daha çetin bir ekonomik kal-
da ‘ilerici’ bir işlevi yerine getirdiği düşünülmektedir kınma savaşı içine girmek zorunda ve durumunda
(Gülalp: 101). Diğer yandan Osmanlı’dan günümüze idi. Bu ancak bilimsel bir planlama ile başarılabilir-
kadar süren kapitalistleşme sürecinde merkez kapita- di. Ama yönetici memur sınıfı ve şehir burjuvaları
list ülkelerle yaşanan bağımlılık ilişkilerinin, mevcut pek çabuk uygarlaşmak, Avrupalı gibi yaşamak is-
kalkınma stratejisinin başarısını olanaksız hale getir- tiyorlardı, bu uğurda hiç sabırlı değillerdi; iğneden
diği öne süren bir yoruma göre, Türkiye’de kapitalist- ipliğe, kiremitten çini sobaya, otomobilden şam-
leşmenin tarihi gelişmenin sürükleyici unsuru olması panyaya kadar her şeyi, her şeyi dışarıdan getirtmek
de gerekse bu özveriden çekinmeyecek, borçlanma-
gereken burjuvazinin ikinci sınıflaşma tarihidir. Bu
yı bile yeniden göze alacaktır” (Eliçin: 270).
analiz biçimini geliştiren yazarlardan İzettin Önder’e
göre (2003: 284), Osmanlı’dan gelişmiş bir sanayi için İktidar bloku içerisindeki hakim sınıf ve grupla-
gerekli alt-yapıyı miras devralamamış Türkiye toplu- rın birbirlerinden özerkliğine dair vurguların yarat-
munun siyasal bağımsızlığını kazanması aynı anda tığı bu ikilik neticesinde, iktisat politikaları kavram-
ekonomik bağımsızlılığını da kazanması anlamına sallaştırması basit haliyle ekonomik tercihler anlamı
gelmemiştir. Görülebileceği üzere iç ya da dış han- kazanmaktadır. Bu tip ikiliklerde sivil-asker bürok-
gi dinamiğe ağırlık verilirse verilsin, neredeyse tüm rasinin devlet yönetiminde etkili bir sınıf olarak yer
araştırmalarda ekonominin ve siyasetin kendi işleyiş tutmasının sebebi tüccar ve sanayi sınıflarının henüz
yasaları arasındaki dışsal bağlar devlet yöneticilerinin “emekleme dönemleri”nde olmaları kabul edilir. Bu
uyguladığı iktisat politikaları ile sağlanmaktadır. Fa- konudaki görüşünün temellerini TBMM’nin 2. ve 3.
kat tarafların bu şekilde sonradan bağlandığını kabul dönemlerinde seçilenlerin mesleki dağılımına da-
etmek, bürokrasinin tarihsel olarak burjuvaziyi önce- yandıran bir yazara göre, “her iki dönemde de devlet
lediği anlamına gelir ki, bu durum modern kapitalist memuru, ordu ve eğitimci kökene sahip olanlar %60’a
devletin varoluş mantığıyla çakışmaz. Kapitalist dev- yaklaşırken ticaret, tarım, bankacı kesimin ağırlığı

63
%15 dolayında kalıyordu” (Sönmez, 2010: 13). Fakat er geç ölecekti. Tüccarı, sanayiciyi, tarım ürünleri-
burjuvazinin mecliste bizzat yer almıyor oluşu ile sı- ni yabancı ülkelere satan ağa ve toprak sahiplerini
nıfsal temsiliyeti arasında kurulan bu bağda ciddi bir devrimci kılan işe bu tehlike idi. Köylü, işçi ve kü-
illiyet problemi vardır. Bu konuda Türkay’ın yorumu çük esnafın kapitalistler ve toprak ağalarına karşı
duyduğu hoşnutsuzluk ustalıkla yabancı kapitalist-
(2009: 138) tartışmayı sonlandırmaya yetecek denli
lerle mücadeleye dönüştürüldü. Bunun için dev-
nettir, “kapitalist toplum yaratma projesinden bahse- rim bütün yurda yayılarak milli bir karakter aldı”
diliyorsa, (asker-sivil bürokrasi) bunun taşıyıcılığını (Snurov ve Rozaliyev, 1970: 19).
ve bu süreci denetlemeyi kendilerine bir misyon ola-
rak addetmişlerse burada ciddi olarak bir temsiliyet Kısacası bu süreç farklı toplumsal sınıfların bir-
meselesi vardır. Kendilerinin kökenleri ne olursa ol- birleriyle mücadelesi ile çerçevesi belirlenmiştir. Bu
sun, yani herhangi bir sınıfa ait olup olmamaları bu süreç ‘milli olanın sınırları’ içinde kalabilen burjuva-
anlamda çok önemli değildir.” Büyük toprak sahiple- zinin Türkiye coğrafyası olarak var olan ulusal pazar
üzerindeki egemenlik hakkını hem alt sınıflara hem
ri ve kentli burjuvazinin oluşturduğu hakim sınıflar;
de ileri kapitalist ülkelere kabul ettirmek için verdiği
Türkiye toplumu üzerindeki egemenliklerinin politik
bir mücadeledir (Yerasimos, 1974: 1249). Türkiye’de
bir kurumsallaşma süreci olarak Cumhuriyet proje-
burjuvazinin ilksel sermaye birikim aşamasının ta-
sini, modern devletin rasyonel örgütlenme biçimini
mamlanması, Cumhuriyet’in toplumsal kuruluş süre-
alan bürokrasinin konsolidasyon sürecine dayandır-
cine denk düşmektedir.
mıştır. Hakim sınıfların dışında kalan kitlelerin bu
süreçten dışlanması, sürecin tepeden devrim olarak
değerlendirilmesi için geçerli bir sebep değildir ve ya- Toplumsal Kuruluş Süreci:
şanan politik devrimin kitlesel bir tabana dayanma- Türkiye’de İlksel Sermaye Birikimi
mış olması o devrimin sınıfsal karakteri konusunda
Buraya kadar olan bölümde Osmanlı İmparator-
belirleyici olamaz.
luğu’nun dağılış sürecinde İttihat ve Terakki Fırkası
Devrimin sınıfsal karakterini, o sürecin sonunda ile belirginleşen milli iktisat perspektifiyle gayrimüs-
açığa çıkan sınıfsal egemenlik ilişkileri belirler (Gü- lim burjuvazi karşısında etkin bir aktör olarak güçlen-
lalp: 96). Cumhuriyet döneminde eski toplumsal iliş- meye başlayan yerli burjuvazinin, yeni Cumhuriyet’in
kiler sistemi üzerinde yeniden örgütlenme biçiminde ekonomik yapısının ana unsuru olduğu üzerinde du-
açığa çıkan devlet, burjuvaziden özerklik kazanmış ruldu. Böylece çalışmanın merkezine; “önce devlet
bir toplumsal güç değildir, Savran’ın deyimiyle “bur- vardı, sonra milli burjuvazi yaratılmaya çalışıldı” ta-
juvazinin eski düzenin hâkim sınıflarıyla oluşturduğu savvuru yerine, sermaye birikimi ve sınıf mücadelesi-
uzlaşmanın çimentosudur” (Savran: 2010: 70). Dö- nin sürekliliği konuldu. Yukarıda da belirtildiği gibi,
nem itibarıyla Türkiye burjuvazisinin politik bir aktör bu süreklilik içinde Cumhuriyet projesi içerisinde
olarak siyasal süreçler üzerindeki belirleyiciliği, içinde birikim sürecine dair yapılan çalışmalarda genellikle
bulunduğu sermaye birikim aşaması ile doğru orantı- tartışmanın merkezine 1923 Türkiye İktisat Kongresi
lıdır. Bu anlamda özgün olan, Türkiye burjuvazisinin konulmaktadır. Kongre hakkında yapılan yorumlar-
iddia edildiği gibi devlet karşısında zayıf olması değil; da yazarların, “kalkınma” fikrine yükledikleri anlam
İmparatorluğun dağılma sürecinde yaşananların, he- belirleyici bir özellik taşır. Örneğin Başkaya gibi az-
nüz ilksel sermaye birikimini tamamlamadan onu po- gelişmişliğin sürekliliği tezini savunan bağımlılık ku-
litik bir devrime katılmaya zorunlu kılmış olmasıdır. ramcıları için “Türkiye’de o zamandan bugüne uygu-
Fakat Kurtuluş Savaşı biçiminde açığa çıkan dinamik, lamaya koyulan polikalar hiçbir zaman İzmir İktisat
bu sınıfın anti-emperyalist niteliklerle katıldığı bir Kongresi’nde belirlenen ilkelerin dışına çıkmamıştır”,
devrimci mücadele olarak düşünülmemelidir: Yenal gibi ulusal-kalkınmacı yazarlara göre ise “Kong-
“Türkiye Avrupa kapitalistlerine yenilmiş olsay- re, genel iktisat siyasası ile fazla ilgisi olmayan ayrıntı-
dı, yabancılar en kısa zaman içinde bütün ticareti lar üzerinde bir dizi dilekler ve Kongre Başkanı Kazım
ve sanayiyi ele geçireceklerdi. Türk burjuvazisi bir Karabekir Paşa’nın etkisinde büyük bölümü ahlaki ve
ölüm kalım sorunu ile karşı karşıya idi: Kapitalist- hamasi olmak iddiasında boş laflardan oluşan bir Mi-
lerin işgali altındaki liman şehirleri olmazsa, devlet 2
sak-ı İktisadi çıkarmaktan öteye gitmez.” Ana-akım
kendilerini desteklemezse, yabancılara verilen im-
tiyazlar devam edip Türkiye her bakımdan yabancı 2 Krş. Fikret Başkaya, Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına, 2. Ba-
kapitale bağlı kalırsa, yurdun öz ticareti ve sanayisi sım, Özgür Üniversite Kitaplığı, 2004, s. 57 ve Yenal, a.g.e., s.64.

64
yazında tüm toplumsal sınıfların eşit temsil edildiği mürü mekanizmalarına sahip olmadan Türkiye’nin
yönündeki önkabule karşın; Kongre’ye katılan tem- kalkınma sürecine girmiş olması bir başarısızlıktır
silcilerin gerçek sınıfsal yapısı ve Milli Türk Ticaret (Önder: 263-264). Bu yorumda belirgin bir biçimde;
Birliği’nin süreç içindeki etkisi üzerine yapılacak basit kalkınmaya katkı sağlayacak bir sanayileşme tahayyü-
bir gözlem mevcut toplumsal yapı içerisindeki hâkim lü ve sanayileşmeye katkı sağlayacağı için ilerici değer
sınıflar konusundaki tezimizle uyumlu sonuçlar ver- atfedilen bir sermaye birikimi kavramsallaştırması
3
mektedir (Türkay: 142, Başkaya: 40). vardır. Fakat aşar vergisinin kaldırılmasının sınıfsal
Bu tartışmaların ötesinde, Kongre’de alınan ka- anlamıyla asıl sonucu, devlet bütçesinde yaşanan gelir
rarlardan en dikkat çekici olan Aşar vergisinin kal- kaybının telafisinin dolaylı vergilerle kentte yaşayan
dırılmış olmasıdır. Modernist resmi tarihte “yoksul işçilere yüklenmesidir. Özellikle şeker ve gazyağı gibi
köylünün üzerindeki baskıyı kaldırmayı hedefleyen temel gereksinimlerdeki vergi artışıyla kapatılan kay-
ilerici bir hamle” olarak kendisine yer bulan bu soruna bın ağır maliyeti piyasaya tüketici olarak çıkan kentli
hegemonik söylemin analizi düzeyinde yaklaşan kimi işçi sınıfına yüklenmiştir (Boratav, 41-42).
yazarlar aşar vergisinin kaldırılması kararına yeni Yeni devletin örgütlenme sancıları ile geçen ku-
yönetimin meşruiyet kaygısı düzeyinde yaklaşırken, ruluş süreci sermayenin hâkim etnik yapıya doğru el
devlet-sermaye ilişkilerine daha araçsalcı yaklaşan ya- değiştirmesini hızlandırmıştır. Koraltürk’ün de (2011:
zarlara göre bu verginin kaldırılması küçük çiftçiler- 69) belirttiği gibi yeni Türkiye devletinin ulusal sınır-
den çok büyük toprak sahiplerini yükten kurtarmayı larının uluslararası alanda tanınacağı “Lozan’da Türk
amaçlamaktadır. Şüphesiz ki gerçekleştirilen eylem ile delegasyonunun başında bulunan İsmet (İnönü) Paşa
amaçlananın ne olduğundan daha önemli olan tarih- ile dönemin başvekili Rauf (Orhan) Bey arasında ce-
sel olarak o eylemin sonuçlarıdır ve bu noktada sonu- reyan eden yazışmalardan, Batı Anadolu’da Rumların
ca iki farklı bakış açısı ile ulaşılabilir; geçmişe soyut terk etmiş oldukları taşınmaz malların üçte ikisinin 2
bir başarı kıstasıyla değer biçmek veya o tarihsel va- Aralık 1922–23 Ocak 1923 tarihleri arasında yağma
kanın sınıfsal ilişkiler bağlamındaki gerçek sonuçları- ve işgale uğradığı anlaşılmaktadır.” Buna göre savaş
na odaklanmak. Birinci tür yaklaşımın örneği, aşarın sonrasının belirsiz ortamında hukuki anlamıyla bir
kaldırılmasının sermaye birikimine olumsuz etkileri otoritenin henüz kurulamamış olması durumu gay-
sebebiyle bir başarısızlık olarak değerlendirilmesidir. rimüslimlerin bıraktığı malların yağma ve işgaline
Buna göre, dünya kapitalist ilişkiler sistemindeki yeri uygun zemin hazırlarken, dönemin hükümeti gerçek
sebebiyle ileri kapitalist ülkeler gibi herhangi bir dış sahipleri terk ettirilen bu malların korunması konu-
sömürge olanağı bulunmayan Türkiye aşar vergisinin sunda gönüllü davranmamıştır. Hatta kimi bölgeler-
kaldırılmasıyla kırsal alanda yaratılan değeri kentsel de, hükümet otoritesini temsil edenler bu yağma ve
alanlara transfer etme olanağını yitirmiştir. Bu se- işgal sürecine doğrudan katılmıştır (Koraltürk: 81).
bepten dolayı, kalkınma yolundaki diğer ülkelerin Fakat yeni siyasal rejimin temsilcisi olarak Anka-
başlangıç sermayesini oluşturma kaynağı olan iç sö- ra hükümeti, güvenlik sorununun özellikle de işgale
karşı yürütülen bir savaşta temel bir meşruiyet sorunu
3 MTTB’nin kuruluş amacı şudur: “Müslüman-Türk tüccar için- olduğunun bilincindedir. Kurtuluş Savaşı ile belirgin-
de ithalat ve ihracat ile uğraşanlar, toptancı ve yarı toptancılar leşen dış güvenlik sürecinin, ulusal sınırlar içerisin-
arasında hakem olarak görev yapmak; tüccarların konsorsiyum de iç güvenlik tesisatı ile pekiştirilmesi gerekliliği iç
ve tröstler gibi birlikler oluşturmasına ve bu birliklerin hükü-
metin denetim ve himayesinde ithalat ve ihracat işlerinde ege-
hukuk yolları kurumsallaşırken polis teşkilatının da
menliğini sağlamaya çalışmak; ülkenin ticari yaşamına katkısı yeniden yapılandırılmasını gerekli kılmıştır. Rejimin
olacak olayları izleyerek ve inceleyerek iktisadi meselelerde hü- hem halk gözündeki meşruiyetini hem de toplumsal
kümete tüccarın ve ülkenin yararına olacak önerilerde bulun- alana müdahale yetkisini oluşturan bu sürecin temel
mak; yerli girişimci ve şirketleri Batılılara tanıtmak; Batı’daki
iktisadi, mali ve ticari hareketlerden yerli unsurları haberdar anlamı pazar ilişkileri ile bir arada var olması müm-
etmek; ülkenin doğal kaynaklarının işletilmesinde, yabancı kün olmayan asayiş sorunlarının denetim altına alın-
sermayenin kanunlara uygun olarak kurulacak şirketlerle or- masını zaruri kılmıştır (Ergut, 2004: 298-308).
taklık kurmalarına çalışmak; tüccar arasında milli ve mesleki
ahlaki ahlakı geliştirmek, buna aksi hallerde hakem olarak gö- Siyasal otoriteyi temsil eden Birinci TBMM’in
rev yapmak; tüccar arasında dayanışmayı sağlamak ve mesle- kendi içinde yaşanmakta olan iktidar mücadelesi de
ki gereksinmeleri gidermek; kitle halinde gerektiren olaylarda
bu sürece paralel bir şekilde ilerlemiştir. Mecliste-
tüccarı temsil etmek.” Milli Türk Ticaret Birliği Nizamname-i
Esasi, İstanbul: Evkaf Matbaası, 1922 (aktaran M. Koraltürk, ki hiziplerin önce iki gruba ayrılması, Birinci Grup
a.g.e., s. 130). olarak da bilinen Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun Halk

65
Fırkası’na dönüşmesi ve daha sonra Terakkiperver hâkimiyetinin simgesi olan Osmanlı Bankasının yerli
Cumhuriyet Fırkası adıyla örgütlenecek olan muha- burjuvazinin kolektif hafızasındaki olumsuz imajının
lefeti ortadan kaldırmasıyla tamamlanan bu süreç er- yanı sıra, sermaye birikim döngüsünün kurucu un-
ken cumhuriyet dönemi boyunca siyasal karar alma suru olarak para sermayeye ulaşım zorunluluğu bu
mekanizmalarını elinde bulunduracak olan tek parti süreçte yeni bir bankanın oluşumunu kaçınılmaz kıl-
yönetiminin kurulmasıyla tamamlanmıştır. Karpat’ın mış ve 1931’e kadar üçü özel yasayla olmak üzere dört
da (2007: 49-57) belirttiği gibi, Halk Fırkası kökenleri önemli banka kurulmuştur: 1924 İş Bankası, 1925 Sa-
herhangi bir toplumsal yapının derinliklerine uzan- nayi ve Maadin Bankası, 1927 Emlak ve Eytam Ban-
mış siyasal bir hareketin uzantısı olarak ortaya çıkma- kası, 1930 TC Merkez Bankası.
mıştır ve partinin henüz kuruluşunda kendini özdeş- Bu gereksinimi karşılamak üzere kurulan Türkiye
leştirmeye gayret ettiği Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i İş Bankası bu anlamda sembolik bir öneme sahiptir.
Hukuk Cemiyetleri ile arasındaki temel bağlantı Zira banka, Kurtuluş Savaşı’nın kritik dönemeçlerin-
Mustafa Kemal’dir. Zira, başlangıç aşamasında ARM- den olan Büyük Taarruz’un yıl dönümü olan 26 Ağus-
HC hareketi kendi içerisinde İslamcılık’tan halkçılığa, tos 1924’te kurularak yeni rejimin simgesi olmuştur
milliyetçilikten sosyalizme varan çeşitli ideolojileri (Bali, 2000: 203). Özel sermaye ile kamusal kaynak-
barındırmaktaydı. Oysa Cumhuriyet’in ilanı birlikte ların birincisi lehine bütünleştiği bu süreç, bir yöne-
CHF bu farklı ideolojileri barındıran geniş tabanlı bir tim projesi olarak ele alınması gereken “istikbaldeki
halk hareketi olmak yerine küçük bir grup hareketi kalkınma” söyleminde derin bir yer tutan kapitalist
niteliği kazanmıştır. Tüm siyasi iktidarı tek bir par- sanayileşme sürecinde maliyetleri toplumsallaştırır-
tinin yetkesinde toplayan bu sürecin nihai sonucu, ken kârı özelleştirmenin önemli bir örneğidir. İdealist
devlet yönetimine katılım kanallarının kapatılmasıyla tarih anlatısında yönetici kadronun kalkınma özlemi
beraber bürokrasi ile siyasal yapı arasındaki ayrımın olarak geçen şeylerin*, yönetici kadronun büyük bir
neredeyse ortadan kalkmış olmasıdır. Bu noktada; bölümünün kapitalistleşirken kullandığı siyasal bir
sermaye birikiminin gereklilikleri ile siyasetin sağla- söylem olduğu çok açıktır. İş Bankası örneği ile ilgili
dığı etkin nüfuz arasındaki bağıntı, dönemin bu özgül
şu veriler bu durumu destekler niteliktedir:
koşulları altında incelendiğinde, bir yönetim biçimi
olarak kalkınma, sanayileşme ve modernleşme söy- “13 yönetim kurulu üyesinin tamamı milletve-
kiliydi, devlet bankaları ve devlet teşebbüsleriyle
lemlerinin kurguladığı bürokrasi/burjuvazi ikiliğinin
bağlantıları karmaşıktı. Sanayiciler bu bankayı bü-
gerçek karşılığı bir kez daha sorgulanmıştır olacaktır.
rokrasiyle yapılacak olan pazarlıklarda kullanılacak
Cumhuriyet projesinin can damarını oluşturan ortam olarak görüyorlardı. İş Bankası’nın iştirakı
yerli burjuvazinin sermaye birikiminde ulaştığı aşama olan bütün şirketlerin yönetim kurulu üyeleri ara-
ile Birinci Dünya Savaşı esnasında İttihat ve Terakki sında yüksek bürokratlar ve milletvekilleri vardı.
gözetiminde sürdürdüğü karaborsa faaliyetleri ara- Bürokrat sınıfının bu şekilde yer almadığı büyük
sındaki devamlılık hatırlandığında Türkiye’de kapita- bir sanayi kuruluşunu düşünmek mümkün değil
list devlet aygıtının yönetim rasyonalitesinin kökleri gibiydi. 1931 ile 1940 arasında kurulan şirketle-
rin %74.2’sinin kurucuları bürokratlardı” (Keyder:
Osmanlı’ya değin götürülebilir. Bu rasyonel, devlet
136).
ile burjuvazi arasındaki ilişkiyi söylendiği gibi karşıt
ya da özdeş değil, bileşik kılan ana unsur olmuştur. Fakat daha önce de belirtildiği üzere; bütün şir-
Özel ve kamusal firmalar arasındaki ayrımın netliği- ketlerin yönetim kurulunda yer alıyor ve bunun doğal
ni yitirdiği İTH dönemi gibi Cumhuriyet döneminde bir sonucu olarak kendi çıkarları burjuvazinin çıkar-
de özel girişimcilik ve kamu görevleri bir arada yürü- ları ile bütünleşiyorsa bürokrasinin bu ifadede neden
tülmekteydi. Bu ilişki sisteminin açığa çıktığı en net kendine başına bir sınıf olarak tanımlanmaya devam
alanlardan bir tanesi ise bankacılıktı. Cumhuriyet’in edildiği pek açık değildir. Üstelik İş Bankası, bürok-
ilan edildiği 1923 yılında Türkiye’de mevcut 13 ya- rasi ile burjuvazinin çıkarlarının bütünleşmesinin tek
bancı bankaya karşılık özel yasayla kurulmuş iki eski örneği değildir. Örneğin, bu dönemde tüm sürecin
banka (1869 İstanbul Emniyet Sandığı ile 1888 Ziraat kamu kaynaklarının “amaçlı” kullanımı ile idame etti-
Bankası) ile iki ticaret bankası (1914 Adapazarı İslam rilmiş olması bir yazarda şu şekilde ifadesini bulmak-
Ticaret Bankası ile 1917 İtibar-ı Milli Bankası), on üç tadır; “yabancı tekeller ile onların yerli temsilcilerinin
tane de yerel banka vardı (Tunçay, 2005: 201). Gayri- İstanbul’daki imtiyazlı şirketler ile yerli temsilcileri-
müslim burjuvazinin Cumhuriyet öncesi dönemdeki nin pusuda bekledikleri bir ortamda girişilen devlet

66
eliyle müteşşebis yaratma çabası Ankara’nın havasını bir hüküm konulmuş olmasına bağlanmaktadır. Fakat
çabucak değiştirecek ve politikacıların çoğu politik dışarıdan içeriye tek yönlü bir tahakküm biçimindeki
nüfuzlarına dayanarak zenginleşme ateşine kapıla- bu analiz, sürecin iç dinamiklerle ilişkisinin gözden
caktır” (Avcıoğlu, 1977: 416). Bu ifade her ne kadar kaçırılmasına sebep olmaktadır. Bu analiz biçimine
burjuvazinin yaratıldığı tahayyülünden beslenen bir eklenmesi gereken, bu dönemde büyük kârlar sağla-
dil kullanıyor olsa da devlet aygıtının sermaye birikim yan dışa bağımlı ürünlerde korumacılığa gidilmesine
sürecinde etkin kullanımı hakkında yerinde tespitler ticari sermaye örgütlerinin de karşı çıkmış olmasıdır.
sunmaktadır. Fakat yönetici kadronun bir bölümü- Yerli sanayi üzerindeki yıkıcı etkisi göz önüne alına-
nün bu ilişkilerin dışında yer almış olması, pek çok rak bugünden geriye irrasyonel ilan edilen bu durum,
kaynakta bu çıkar ilişkilerinin istisnai bir grubun afe- ticaret sermayesinin belli bir birikim aşamasına ulaş-
rizmi olarak değerlendirilmesine sebep olmaktadır. ması için elzemdir. Bir tarım ülkesi hüviyetiyle, büyük
Fakat asıl istisnai olanın bu ilişkilerin dışında kalmak toprak sahibi eşrafın politik karakteri de bu tür bir bi-
olduğunu düşünmek için yeterli derecede kanıt var- rikim sürecini destekleyen bir başka etkendir. Özel-
dır.* Kibrit fabrikasının tekelleştirilmesinden, Hamdi likle Ziraat Bankası’ndan eşrafa sağlanan krediler,
Başar ve arkadaşlarının özelleştirilen Liman İnhisa- kefil gösteremediği için kendisi dolaysız olarak kre-
rı’nın başına neredeyse sermayesiz bir şekilde geçme- di başvurusu yapamayan köylülere yüksek faizli borç
sine kadar bu tezimizi destekleyecek zengin örnekler kaynağı olmuştur. Krediye ulaşma imkanı daha yük-
sunan Avcıoğlu’nun aşağıdaki alıntısı, yönetici kadro sek olan eşraf tefecilik faaliyetlerinde; bankadan %12
için, “istisnai olan”ın çıkar ilişkilerinin dışında kal- faizle aldığı kredileri köylülere %200’e kadar varan bir
mak olduğuna dair önemli ipuçları sunar. Ankara’nın faizle ulaştırmaktadır (Yerasimos: 1257). Tarım sek-
yeniden yapılanması esnasında yaşanan arsa spekü- törüne sağlanan ve büyük oranda büyük toprak sa-
lasyonları ile önemli oranda zenginleşmenin yaşa- hiplerinin faydalandığı her türlü devlet desteği; dış
nacağı süreç şöyle özetlenmektedir: “Ankara planını ticaretten yüksek kârlar sağlayan, sınaî yatırım yapa-
yapan şehirci Jansen sormuştur: ‘Gazi Paşa’nın bir şe- cak birikime ve hevese sahip olmayan ticari sermaye
hir planını uygulayabilecek kadar kuvvetli bir idaresi açısından da kazançlı bir durumdur.
var mıdır?” Falih Rıfkı’ya göre bu soru ‘rahmetli lide- Bu yıllarda Türkiye sanayisinin genel yapısına
ri iyice kızdırmıştı. Nitekim sonraları, hiç kimsenin baktığımızda karşımıza veri olarak 1927 Sanayi Sayı-
yapmak değil, yapılmasını hatrına getiremediklerini mı çıkar. Sayım sonuçlarına göre, bu dönemde Tür-
yaratan Atatürk’ün bir şehir planını uygulayabilecek kiye’de hâkim üretim tipi fabrika sanayi değil, atölye
kuvvetli idaresi olmadığı anlaşılmıştır” (Avcıoğlu: tipi sanayidir. Bu imalathanelerden elde edilen üreti-
432). Kentin yeniden inşa sürecinin bürokrasinin ge- min ölçeği, sanayide küçük meta üretiminin yaygın
niş bir kanadı için bir zenginleşme fırsatına dönüşme- olduğunu göstermektedir (Başkaya: 45). Aynı yıl ha-
si engellenememiştir. zırlanan Teşvik-i Sanayi Kanunu sanayileşme odaklı
Ana-akım anlatıda bürokrasi, uluslararası baskı- kalkınma projesinin belirginleştiği hukuksal yapıyı
ların ve iktisadi gelişmişlik düzeyinin verdiği sınırlar hazırlamıştır. Öyle ki 1927’de 470 firma bu kanun-
içerisinde karar vermeye çalışan tek merci olarak ele dan faydalanabilirken 1930’ların son yılında bu sayı
alındığı için Cumhuriyet dönemi liberal ve devletçi 1141’e, neredeyse üç katına ulaşacaktır. Buna ek
tanımlamalarıyla iki bölüm olarak ele alınmaktadır. olarak özellikle İş Bankası’nın sermaye hareketlilik-
“1920’li yılların sonuna kadar liberalizmi deneyen lerine getirdiği dinamizm ve Türkiye’den çekilmeye
devletin, 1930’lardan sonra devletçiliği tercih etme- başlayan yabancı sermayeye ait sanayi yatırımlarının
si” biçiminde kabul gören bu tarihsel tasarıda, yaşa- 1928 yılından itibaren millileştirilmesi sürece ivme
nan “iradi” değişikliğin sebebi bürokrasinin iradesi kazandıracaktır. Fakat öncesinde, yani 1920’li yılların
üzerinde tek kısıtlayıcı olarak ele alınan “dışsal” bas- sonuna gelindiğinde Türkiye’de yerleşmiş bir sanayi
kılarda yaşanan değişimdir. Bu tek yönlü ele alış tar- altyapısının oluştuğu söylenemez. İthalat odaklı biri-
zında en sembolik olgulardan bir tanesi, 1929 yılına kim sürecinin tıkanarak kendini yeniden üretemediği
kadar iç pazarın dış ticaretten korunmasını sağlaya- noktada, Cumhuriyet projesinin rol modeli olan ileri
cak bir gümrük tarifesinin uygulanmayışıdır. Birçok kapitalist ülkelerin sanayisine ulaşma hedefi bir kal-
kaynakta bu durum, Lozan Anlaşması ve eki Ticaret kınma söylemi olarak hegemonik bir dil kazanmış,
Sözleşmesi’ne 1923 yılından itibaren Türkiye’nin beş kamu kaynaklarının sınai altyapı imkanları için kul-
yıl süre ile gümrük tarifelerini arttırmaması şeklinde lanımını bir ihtiyaç olarak doğurmuştur. Fakat ticaret

67
sermayesinin bir bölümünün üretkenlik kazanması gerektirir.
anlamına gelen bu sürecin tarihsel anlatımında, or- Bu noktada, Cumhuriyet’in henüz ilk yılında hü-
taya çıkan ihtiyacın devlet bürokrasisinin taleplerine kümetin doğrudan veya kamu-özel işbirliği ile sanayi
atfedildiği görülür. birimleri kurmasını öngören bir yasa tasarısının red-
Dönemin politik atmosferinde Kemalizm’in dedildiğini hatırlatan Küçük’ün de (1985: 226) belirt-
özünde zaten “devletçi” olduğu şeklinde yaygınlaşan tiği gibi, asıl olan bürokrasinin egemenliğinin pekiş-
siyasal söyleme karşı Berkes’in de (1975: 97) belirtti- mesi değil sermayenin dönemsel ihtiyaçlarının böyle
ği gibi kendi rol modellerinden daha geç kapitalist- bir değişimi zorunlu kılmasıdır. Bu dönüşümün kon-
leşen toplumlarda bir ekonomik kalkınma programı jonktürel zeminin oluşmasında Lozan Antlaşması’nın
olarak ele alınması gereken bu süreçte “devletçiliğin” ticari konulardaki hükümlerinin getirdiği kısıtların
bir ideoloji ya da siyasal doktrin olarak ele alınması ortadan kalkması ve 1929 Dünya Ekonomik Buh-
doğru değildir. Diğer yandan ekonomik bir program ranı’nın yarattığı daralmanın etkisi büyüktür. Fakat
olarak birikim dinamikleri içinde ele alınıyorsa, süre- erken kapitalistleşen ülke sermayelerine Türkiye eko-
cin neden devletçilik olarak isimlendirilmesi gerektiği nomisi üzerinde tek belirleyicilik rolü atfedilmemesi
de çok açık değildir. Türkiye’de bu kavramın yaygın- gerekir. Çünkü ekonomik krizin, “kalkınma yarışı”na
laşmasında etkili olmuş bir çalışmada genel hatlarıyla geç katılan diğer azgelişmiş ülke ekonomilerine naza-
“devletin devletçiliği uygulama kararı alması”nın se- ran bu dönemde Türkiye açısından etkileri daha hafif
bepleri; Serbest Fırka denemesinde belirginleşen po- yaşanmıştır. Bu dönemde, ileri kapitalist ülke serma-
litik kaygılar, yabancı sermayeye paravanlık eden yerli yeleri ile görece kısıtlı bir eklemlenme süreci içeri-
özel sermayeye karşı kuşku ile bakılmaya başlanması, sinde olan Türkiye’nin tarımsal ihracat yapan diğer
büyük buhranın patlak vermesi ve Sovyet sisteminin ülkelerden farklı olarak tarımsal ihraç ürün çeşitliliği
bir başarı örneği olarak planlamayı teşvik etmesi ola- daha yüksektir (Başkaya: 74). Mali krizin gerçek so-
rak ele alınmaktadır (Boratav, 1974: 136-139). Döne- nuçları iç birikim sürecinde yaşanan tıkanma ile açı-
min genel atmosferine dair önemli ipuçları veren bu ğa çıkmış ve hâkim sınıf koalisyonu içerisinde zaruri
yorum, bize birikim stratejisinde yaşanan değişimin 4
bir strateji değişimini gündeme getirmiştir. Aslında,
sebeplerini vermektedir. Fakat diğer yandan aynı yo- üretken sermayenin örgütlenme çabalarının başlangı-
ruma hâkim olan “kendi yerli sermayesine kuşku ile cı 1920’lerin ortalarına uzanmaktadır. Bu tarihlerde
bakan devlet” formülasyonu kapitalizmde ekonomi İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası içerisinde yaşanma-
ile siyaseti birbirinden ayıran fetişin sonucunda oluş- ya başlanan iç çekişme iktidar bloku içerisindeki iki
muş bir ifade gibi durmaktadır. Bunun sonucunda fraksiyonun çıkarlarının ayrıksılaştığını göstermekte-
birikimin sürekliliği gereğince devlet aygıtının rolün- dir. Koraltürk’ün de (1999: 294) belirttiği gibi; uzun
de yaşanan değişiklikler kamu otoritesinin ekonomi bir süre bağımsız bir sanayi odası kurmasına izin ve-
üzerinde işlettiği bir irade olarak ele alınmaktadır. rilmeyecek olan sanayi burjuvazisi henüz 1927 yılında
Ontolojik açıdan, yapılan bu ayrım ise etatizm tasa- İTSO dışında Milli Sanayi Birliği adını taşıyan ve der-
rısını yaygınlaştırarak onun çeşitli politik formlarda nek statüsünde bulunan bir çatı altında örgütlenmeye
yeniden üretilmesine sebep olmaktadır. Örneğin, po- başlamıştır. Özellikle kriz döneminde tarımsal ürün
litik olarak sivil toplumcu bir çizgide sorunu ele alan fiyatlarının düşmesinin, sermaye sahibi sınıfların bir
idealist tarih anlatısında bu dönem hakkında “devlet- kısmı için ticari faaliyetleri çekici olmaktan çıkararak,
çilik, bir an için patrimonyalizmin yeni bir cephesi üretken faaliyetlere geçişe teşvik etmesi kaçınılmaz
olur” ifadesi yer almaktadır (İnsel: 165). Fakat serma- bir eğilim olmuştur.
yeyi temsil eden aktörleri değil, sermaye birikiminin
kendisini merkeze alan tarihsel olarak karşılaştırmalı 4 Bu konuda 1930 yılında toplanan Sanayi Kongresi’nde farklı
bir analiz bu yorumun geçersizliğini göstermektedir. sektörlerden toplanan 50 rapor sonucu oluşturulan Genel Ko-
Toplumsal alanda bir bütün olarak yaşanan ve tüm sı- misyon raporundaki şu ifadeler ilgi çekicidir: “Sanayi sermayesi
bizim gibi yeni gelişmekte olan ülkelerde daima ticaret serma-
nıflar arasında kesintisiz bir mücadele anlamına gelen yesi kaynaklarından akar. Bu akış ticaret alanında bir birikim
birikim süreci, çoğu zaman tek bir anda dondurularak sonucu olur. Bu birikimi yapan ise ancak ticaretteki kârlı sa-
analiz edilmeye çalışılan sınıfların dinamik doğasını tıştır. Hâlbuki elde mevcut istatistiklerden anlaşıldığına göre
yakalamamıza olanak verecektir. Bu da ele aldığımız gerek dışarıda ve gerekse içeride içerideki ticaretimizde kâr
ölçüsü kısmen düşüklük göstermektedir.” 1930 Sanayi Kongre-
sınıfların davranış kodlarını, birikimin farklı aşama- si Raporlar Zabıtlar, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti Umum
larında tekil ve kendine özgü olarak incelenmesini Merkezi, Ankara: Bildiren Basın, 2003

68
Kriz dönemlerinde devletin işlevinin yeniden ta- ya, kendi kursağını şişirmeye bakmış ve liberalizmin
nımlanması gelişmiş ülkelerde kamu kaynaklarının insafsız, kayıtsız ve hudutsuz kazanç hırsı ile yanmış”
talebi arttırmaya yönelik olarak kullanılmasını ge- burjuvazinin yarattığı “bu aksaklığı, ahenk bozuklu-
rektirirken, Türkiye gibi dönemin yeni kapitalistleş- ğunu ilk duyanlar yine yeni ve modern Ankara’nın
meye başlamış bir ülkede ulusal sermaye birikimine kuruluş ve yapılış yıllarında öz işleri üstünde pişen,
kanalize edilmesini zorunlu kılmıştır (Minibaş, 2003: olgunlaşan insanlardı” (Ronart, 1937: 155). Tem-
19). Bu durum ise toplumsal ilişkilerdeki stabilitenin sil meşruiyetini yeniden tahsis etmek isteyen siyasal
daralması anlamını da içeren kriz döneminde, altya- iktidarın da varlık sebebini pekiştirecek olan bu dil,
pı imkanları kamusal kaynaklarca yaratılacak olacak otoriter kimliği 1930’lu yıllarda da sürecek olan devlet
sanayileşme sürecini, politik alanda bir kalkınma yönetimine yeni bir alan sağlıyordu. Özellikle Kadro
söylemi olarak türetmeyi gerektirmiştir. Kısacası bir dergisi çevresi etrafında kümelenen bir grup aydının
bütün olarak sanayi toplumu diskurunun ardında tek ideolojik bir anlam dünyası yüklemeye çalıştığı bu
tek sermayedarların sanayi burjuvazisine dönüşümü- bürokratik projenin asıl yürütücülerinin uygulamala-
nün izleri vardır, ki bunun da en belirgin özelliği ya- rı ise gerçekte Kadrocuların tasavvur ettikleri “devlet-
pılan yatırımların sektörler arası organik bir ağ oluş- çilik” hadlerinin dışındaydı. Yeni birikim modelinin
turmadan direkt en kârlı alan olan tüketim mallarına asıl sacayaklarını iki tip uygulama oluşturmaktaydı;
yönelmiş olmasıdır. Ayrıca dünya ticaret hacminin sanayide devlet işletmeciliği ve liberal bir ekonomi-
daralmasının bir sonucu olarak tarım ihraç ürün fi- de piyasa ilişkilerinin belirlemesi gerektiği varsayılan
yatlarının düşmesinin, sanayi merkezli yeni birikim fiyat mekanizması ile dış ticaretin bürokratik kontrol
stratejisi açısından birkaç avantajı daha vardı. Tarım altına alınması. Ve bu modeli bir öncekinden özgün
ürünlerinin fiyatlarının düşmesi içerideki sanayi gir- kılan ise; “devlet tekellerinin imtiyazlı şirketlere devri,
di maliyetlerini düşürme olanağı sunarken, işçilerin devletin özel teşebbüse iştirak etmesi, devlet işletme-
kendisini yeniden üretmesi için gerekli temel besinle- lerinin özel sektöre devredilmesi gibi daha önceki eği-
rin ucuzlaması genel ücret düzeyini de aşağıya çeken limlerin” son bulmuş olmasıdır (Boratav, 1974: 135).
bir unsur oldu. Sönmez’in de ifade ettiği gibi (2010: Bu sürecin sembolik olaylarından biri de Musta-
105), “bu dönemde yatırım yapacak olan sanayici fa Şeref olayıdır. Devlet aygıtının hangi amaçlarla ve
Teşviki Sanayi Kanunu gereğince gümrüksüz girdi it- ne ölçüde kullanılacağı konusunda sınırı aşarak özel
hali olanağından yararlanabilecek, düşük fiyatlı tarım teşebbüsçülüğün önündeki imkânları kısıtlayacak ön-
mallarını girdi olarak kullanacak, düşük işçi ücretle- lemleri gündeme getiren Şeref Bey’in Yalova Operas-
riyle mal üretip, yüksek gümrüklerle dış rekabetten yonu ile bizzat Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa
korunan pazarda yine Teşviki Sanayi Kanunu’nun tarafından istifaya zorlanması ve yerine İş Bankası
sağladığı olanaklarla mal satabilecekti.” umum müdürü Celal Bey’in getirilmesi kendi ideal-
Bir önceki on yılda gerçekleşen vetirenin ardın- leri olan devlet sınıfı tahayyülünü bir kez daha tartış-
dan 1930’lar, birikim rejiminin işleyişinde ciddi bir maya açan bir gelişme olmuştur. Özellikle bu olayla
dönüşümle başlamış ve sanayi ekonomide asıl ağırlık birlikte başvekil İsmet Paşa’nın politik tecridi ve İş
merkezi olmuştur. Bu durum ise toplumsal yapının Bankası grubunun nüfuzlu isimlerinden biri olan Si-
tüm katmanlarının bu dönüşüme paralel olarak yeni- irt Mebusu Mahmut Bey’i basın yoluyla cevaplamak
den örgütlenmesi gereğini doğurmuştur (Kuruç, 1987: durumunda kalması “İş Bankacıların iktidarda, baş-
150). Serbest Fırka deneyimi ile açığa çıkan toplumsal vekilin adeta muhalefette olduğu izlenimini yarat-
infial haline karşı bir dizi siyasal tedbiri de barındıran maktadır.” (Boratav, 1974: 150). Celal Bey’in hukuki
yeni model, madun sınıflardan istikbaldeki kalkınmış dönüşümlerin siyasal yönetimini devraldığı yeni dö-
Türkiye için bir dizi fedakarlık talep ederken iktidar nemle birlikte kamusal ve özel sermayenin yatırım
bloku içerisinde yer alan hâkim sınıfların mevcudi- programlarının bütünleşmesi süreci daha sistematik
yetini de söylemsel olarak gizemlileştiriyordu. Fahiş bir nitelik kazanmıştır: birikim asıl alan olarak, ban-
kâr peşinde koşan burjuvazinin devlet kontrolü altına kaların söz sahibi olacağı devlet sanayi kuruluşlarında
alınması biçiminde formüle edilen bu söylem, tüm gerçekleştirilecek fakat sonrasında bankalar vasıtasıy-
toplumsal sınıfların yanı sıra burjuvaziyi de denetim la paylaşılacaktır. Buna göre, İş Bankası ve Ziraat Ban-
altına almak isteyen devlet tasarısını pekiştiriyordu. kası devlet kontrolünde tasarlanan sanayi işlerine kre-
Bu tahayyüle göre; kontrolden çıkan, “şahsi teşebbüs di vererek bu yatırımlarda pay sahibi olmuş ve kamu
zihniyeti nasıl olursa olsun kendi kesesini doldurma- bütçesi ile büyüyen sanayide sağlanan birikim de bu

69
bankalar üzerinden özel sermayeye transfer edilmiştir Türkiye toplumunun kapitalizmle eklemlenme
(Kuruç: 107). süreci, Cumhuriyet’ten daha eskidir. Cumhuriyet pro-
Mali piyasalarda yaşanan bu kurumsallaşma sü- jesi kapitalistleşme sürecinin siyasi kurumsallaşması-
recine paralel olarak işletmelerin devlet mülkiyetine nın adıdır. “İstikbaldeki kalkınma” söylemi ekseninde
devredildiği süreç de özel sermaye açısından oldukça oluşturulan hegemonik söylem, sınıf siyasetini gölge-
kârlı geçmiştir. Örnek olarak kömür ocaklarının dev- leyen tüm yaklaşımların çıkış noktasıdır. Bürokrasi-
rini inceleyen Rozaliyev, bu işletmelere gerçek değer- ye yüklenen rol ve devlet aygıtının sınıf üstü olduğu
lerinin çok üzerinde ödemeler yapıldığını belirtmek- varsayımları, bu sınıf ilişkilerinin tam olarak anlaşıla-
tedir. Satın alma bedelleri saptanırken o işletmenin bilmesinin önünü kesmektedir. Bürokrasiye atfedilen
tüm donanımı, yapıları ve yardımcı malzemesi belir- “kendi başına sınıf ” ya da “tarihsel bir rolü yerine ge-
leniyor, özel bir komisyon tarafından son beş yıla ait tiren aydınlar grubu” gibi roller, bu sınıfın burjuvaziy-
ortalama kâr ve amortisman tutarını hesaplandıktan le olan karmaşık ilişkisini dışsallaştırmaktadır. Oysaki
sonra gelecek yirmi yılda işletmenin normal çalışması geçmişte yaşanan birçok örnek, bürokrasi ile burjuva-
durumunda sahiplerinin elde edeceği gerekli kâr ora- zi arasındaki ilişkinin karşıt ya da özdeş değil, bileşik
nı da hesaba katılıyordu. Zarar eden işletmeler söz ko- olduğunu işaret etmektedir. Cumhuriyet döneminde
nusu olduğunda ise bu bedel, muhtemel üretim-faali- özel girişimcilik ile kamu görevleri sıklıkla bir arada
yeti ve bunların iç ve dış pazarlardaki fiyatının yapay yürümüş ve “yaratılan burjuvazi” heyulasının aksine,
olarak hesaplanması ile saptanıyordu. İşletmelerin bürokrasi öncülüğünde büyük bir burjuva devrimi
tüm değerine %5 faizli tahviller verilirken, bunların yaşanmıştır.
faizleri işletmenin devlet mülkiyetine geçtiği günden Cumhuriyet projesi, bürokratik sınırlar içinde,
başlanarak ödeniyordu (Rozaliyev, 1978: 116). Anadolu coğrafyasındaki pazar egemenliğinin Türk
Bu örneklerde de belirginleştiği üzere; Cumhuri- burjuvazisine tahsis edilme sürecidir. Bu süreç bü-
yet projesi, sınıflar üstü pozisyonda bulunan yönetici rokrasinin idealleri ya da burjuvaziye hizmet etmesi
bir kadronun hayata geçirme fırsatı bulduğu bir üto- gibi tek boyutlu bir gerçeğe sahip olamaz. Ancak bü-
pik bir fırsat değildir. “Bürokrasinin yeteneksizliği” rokrasi – burjuvazi ilişkisinde, ilki diğerini önceleme-
ya da “burjuvazinin cesaretsizliği” gibi karşıt kutuplu mektedir. Bu çalışma iki toplumsal aktör arasındaki
açıklamalarda öne sürüldüğü gibi, kaçırılmış bir fırsat bileşik ilişkilerin içsel bağlarla ele alınması gerektiği-
da değildir. Aksine bu proje, ilksel sermaye birikim ne dair yöntemsel bir yaklaşım sunmaktadır. Bu yak-
koşulları olgunlaşmamış olan burjuva sınıfının dev- laşım, sosyal bilimler alanında yeni bir bakış ortaya
rim süreciyle eklemlenmesi ve yeni sömürü alanları- koymaya çalışan herkes için çok daha derin bir düz-
nın oluşturulması bağlamında tarihsel bir vaka olarak lemde ayrıntılandırılmayı beklemektedir.
hayat bulmuştur.
Kaynakça
Sonuç 1930 Sanayi Kongresi Raporlar Zabıtlar (2003) Milli İk-
tisat ve Tasarruf Cemiyeti Umum Merkezi, An-
Tarihsel olarak erken cumhuriyet dönemi Türki-
kara: Bildiren Basın.
ye’sini konu edinen bu çalışmanın asıl amacı Cumhu- Akça, İ. (2010) “Ordu, Devlet ve Sınıflar: 27 Mayıs 1960
riyet projesinin sınıfsal bir çerçevesini oluşturmak ve Darbesi Örneği Üzerinden Alternatif Bir Oku-
idealist geçmiş anlayışının bir eleştirisini yapmaktır. ma Denemesi”, Türkiye’de Ordu, Devlet ve Gü-
Türkiye’de mevcut sosyal bilim geleneğinin döneme venlik Siyaseti, der. Evren Balta Paker, İsmet
dair yargıları, politik tutumlara göre değişse de yön- Akça, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
temsel olarak tekrar eden bir sürekliliğe sahiptir. Ya- Akçam, T. (2007) “Osmanlı-Türk Belgelerine Göre İtti-
pılan çalışmaların birçoğu dönemin sosyo-ekonomik hat ve Terakki’nin 1915’te Ermenilere Yönelik
gelişmelerine, siyasi aktörleri ve onların kararlarına Politikaları”, Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar,
Sayı 5, Bahar, ss. 179-220.
yönelik konumlandırmalar üzerinde yoğunlaşmak-
Aktar, A (2006). Türk Milliyetçiliği, Gayrimüslimler ve
tadır. Bu tip bir yaklaşım, kapitalist devletin tarihini Ekonomik Dönüşüm, İletişim Yayınları.
kapitalistleşme sürecinden bağımsız, basit bir siyasi Avcıoğlu, D. (1977) Türkiye’nin Düzeni, Birinci Kitap,
tarih konusuna indirgemektedir. Siyasetin fetişleşti- 11. Basım, Tekin Yayınevi.
rilmesinin direkt sonucu ise devletin sınıfsal doğası- Bali, R. (2000) Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudi-
nın doğru olarak anlaşılamamasıdır. leri: Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), 4.

70
Baskı, İletişim Yayınları. Ronart, S. (1937) Bugünkü Türkiye, Devlet Basımevi.
Başkaya, F. (2004) Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına, 2. Rozaliyev, Y.N. (1978) Türkiye’de Kapitalizmin Gelişme
Basım, Özgür Üniversite Kitaplığı. Özellikleri, çev: A. Yaran, İlkyaz Basımevi.
Bayramoğlu, A. (2002) “Asker ve Siyaset”, Birikim, Sayı Savran, S. (1987) “1960, 1971, 1980: Toplumsal Mücade-
160-161, ss. 28-48. leler, Askeri Müdahaleler”, Onbirinci Tez, Sayı
Berkes, N. (1975) Türk Düşününde Batı Sorunu, Bilgi 6.
Yayınevi. Savran, S. (2010) Türkiye’de Sınıf Mücadeleleri Cilt 1:
Berkes, N. (2003) Türkiye’de Çağdaşlaşma, 4. Bs., Yapı 1908-1980, İstanbul: Yordam Yayınları.
Kredi Yayınları. Sönmez, M. (2010) Türkiye’de İş Dünyasının Örgütleri
Boratav, K. (1974) 100 Soruda Türkiye’de Devletçilik, ve Yönelimleri, Friedrich Ebert Stiftung Türkiye
Gerçek Yayınevi. Temsilciliği.
Boratav, K. (1998) Türkiye İktisat Tarihi 1908-1985, 6. Şnurov, A. ve Rozaliyev, Y. (1970) Türkiye’de Kapitalist-
Baskı, Gerçek Yayınevi. leşme ve Sınıf Kavgaları, Ant Yayınları.
Cem, İ. (1986) Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, İstan- Toprak, Z. (2004) “Türkiye’de ‘Sol Faşizm’ ya da Otoriter
bul: Cem Yayınevi. Modernizm 1923-1946”, Toplum ve Bilim: 100.
Dinler, D. (2009) Türkiye’de Güçlü Devlet Geleneği Tezi- Tunçay, M. (2005) Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti
nin Eleştirisi, Praksis: 9, ss. 17-54. Yönetiminin Kurulması, Dördüncü Basım, Ta-
Çağaptay, S. (2002), “Kemalist Dönemde Göç ve İskan rih Vakfı Yayınları.
Politikaları”, Toplum ve Bilim: 93. Türkay, M. (2009) Sermaye Birikimi, Kalkınma ve Azge-
Dinler, D. (2009) Türkiye’de Güçlü Devlet Geleneği Tezi- lişmişlik, SAV Yayınları.
nin Eleştirisi, Praksis: 9. Yalman, G. (2004) “Türkiye’de Devlet ve Burjuvazi: Al-
Eliçin, E. T. (1970) Kemalist Devrim İdeolojisi, Ant Ya- ternatif Bir Okuma Denemesi”, Sürekli Kriz Po-
yınları. litikaları, haz. Sungur Savran ve Neşecan Bal-
Ergut, F. (2004) Modern Devlet ve Polis: Osmanlı’dan kan, Metis Yayınları.
Cumhuriyet’e Toplumsal Denetimin Diyalekti- Yeğen, M. (2002) “Yurttaşlık ve Türklük”, Toplum ve Bi-
ği, İletişim Yayınları. lim: 93.
Georgeon, F. (2006) Osmanlı-Türk Modernleşmesi Yenal, O. (2001) Cumhuriyet’in İktisat Tarihi, Türkiye
(1900-1930), çev. Ali Berktay, Yapı Kredi Yayın- Sınai Kalkınma Bankası A.Ş.: Creative Yayıncı-
ları. lık.
Gülalp, H. (1983) Gelişme Stratejileri ve Gelişme İdeolo- Yerasimos, S. (1974) Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye,
jileri, Yurt Yayınları. Çev.: Babür Kuzucu, İstanbul: Gözlem Yayınla-
İnsel, A. (1996) Düzen ve Kalkınma Kıskacında Türkiye, rı.
Ayrıntı Yayınları.
Karpat, K. H. (2007) Türkiye’de Siyasal Sistemin Evrimi:
1876-1980, çev. Esin Soğancılar, Ankara: İmge
Kitabevi.
Keyder, Ç. (2009) Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, 14. Baskı,
İletişim Yayınları.
Kongar, E. (2007) 21. Yüzyılda Türkiye, 38. Basım, Rem-
zi Kitabevi.
Koraltürk, M. (1999) “İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e
Türkiye’de Sanayi Sermayesinin Örgütlenmesi”,
75 Yılda Çarkları Döndürenler, ed. Oya Baydar
ve Gülay Dinçel, Tarih Vakfı Yayınları.
Koraltürk, M. (2011) Ekonominin Türkleştirilmesi, İs-
tanbul: İletişim Yayınları.
Kuruç, B. (1987) Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi,
Bilgi Yayınevi.
Küçük, Y. (1985) Planlama Kalkınma ve Türkiye, 4. Ba-
sım, Tekin Yayınevi.
Minibaş, T. (2003) “Liberalleşme Yolunda 80 Yıl”, İktisat
Dergisi Sayı 440.
Önder, İ. (2003) “Kapitalist İlişkiler Bağlamında ve Tür-
kiye’de Devletin Yeri ve İşlevi”, Küresel Düzen:
Birikim Devlet ve Sınıflar, İletişim Yayınları.

71
Gramsci’nin Üstyapı Çözümlemesinin
Felsefi Temelleri

Filiz Aydın Cevher*

Özet
Türkçe yazında çoğunlukla Antonio Gramsci’nin üstyapıya ilişkin çözümlemeleri incelenmektedir. Bu çalışma,
teori ve pratiğin birliğini vurgulayan Gramsci’nin, pratiğe dönük üstyapısal çözümlemelerinin Marksist felsefe
yorumuyla birlikte değerlendirildiğinde bütünlük kazanacağından hareket etmektedir. Dolayısıyla çalışmada
Gramsci’nin üstyapı analizinin dayanakları olabilecek felsefi temellere/ilkelere ulaşılmaya çalışılacaktır. Diğer
taraftan Gramsci’nin yapı-üstyapı ilişkisine yaklaşımı değerlendirilmeye çalışılacaktır ki bu iki açıdan önemlidir:
Birincisi, Gramsci’nin Marx’tan farklılaştığı noktalara ya da Marksizmi nasıl yorumladığına dair temeli verecek-
tir; ikincisi, Gramsci’nin sonraki Marksist düşünür ya da post-Marksist düşünürler üzerindeki etkilerini anlaşılır
kılacaktır.

Abstract
Publications in Turkish literature mainly investigates Gramsci’s analysis on superstructure. This study argues that
Gramsci’s superstructural analysis on practice, which emphasizes union of theory and practice, attains a tota-
lity when interpreted with Marxist philosophy. Hence, the study attempts to find out philosophical foundations/
principals which would set the basis for Gramsci’s superstructual analysis. On the other hand, it aims to observe
Gramsci’s approach to structure-superstructure, which is crucial for two reasons: Firstly, this observation will lay
a foundation for understanding how Gramsci’s point of view is different from Marx’s or how Gramsci interprets
Marxism. Secondly, it will enable a better comprehension of Gramsci’s effects on later Marxist philosophers or
post-Marxist philosophers.

Anahtar kavramlar: Yapı-üstyapı, diyalektik birlik, özne, devlet, sivil toplum, hegemonya.
Keywords: Structure-superstructure, dialectical unity, subject, state, civil society, hegemony.

Giriş temel bir sorunu işaret etmektedir. Sorunu Gramsci


Antonio Gramsci, 22 Ocak 1891’de İtalya’da, Sardun- özelinde felsefi ve politik olarak daha açık biçimde
ya Adasında doğdu. İtalyan sosyalist hareketinde aktif ifade etmek gerekirse; Gramsci, felsefi düzlemde dö-
olarak yer aldı. 8 Kasım 1926’da tutuklandı. 1929-1935 nemin Marksist eğilimlerini eksik ya da yanlış bulmuş
yılları arasında hapishane koşullarında Hapishane ve Marx’ın eserlerinde örtük olarak bulunduğunu id-
Defterleri’ni yazdı. Gramsci’nin Hapishane Defterle- dia ettiği Marksist felsefenin hazırlanması gerektiğin-
ri’ndeki temel sorununun, İtalya’da işçi sınıfı hareketi- den hareketle bu felsefeyi hazırlama çabasına girmiş-
nin yükselmesine karşın faşizmin, kitlelerin de deste- tir. Bu çabası çerçevesinde Gramsci’nin, Benedetto
ğini kazanarak bu hareketi nasıl bastırıp egemen hale Croce’un idealizmini ve Nikolay Buharin’in Halk İçin
geldiğinin araştırılması olduğu söylenebilir. Bu sorun El Kitabı özelinde felsefi materyalizmi ya da mekanik
sadece İtalya koşullarına özgü olmayıp o dönem dün- materyalizmi eleştirel bir yaklaşımla aşmaya çalıştı-
ya sosyalist hareketinin de açıklaması gereken daha ğı söylenebilir. Felsefi sorunun politik düzlemdeki
izdüşümü bağlamında Gramsci, temelde işçi sınıfı
* Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Bilimleri olmak üzere bağlı sınıfların, sınıfsal çıkarlarına ay-
Ana Bilim Dalı Doktora Programı Öğrencisi kırı politik konumlanışlarını çözümleme ve kitleleri

72
proletarya mücadelesine katma çabasındadır. Somut me tehlikesini içermesidir. Dolayısıyla salt üstyapısal
olarak ifade etmek gerekirse, Almanya’dakine benzer yaklaşım Gramsci’yi kendinden menkul bir düşünür
biçimde İtalya’da da Mussolini iktidarına destek veren olarak soyutlamaya neden olabilecektir. Bu çalışma-
bağlı sınıfları (kendi kardeşi dahi faşist parti üyesidir) da biraz da bu kaygılarla Gramsci’nin yöntemiyle de
analiz etme ve proletarya mücadelesine katma çaba- uyumlu olacak biçimde üstyapısal analiz felsefi temel-
sı içerisindedir. Yine bununla ilişkili olarak Gramsci, leriyle birlikte ele alınmaya çalışılacaktır.
Avrupa’da beklenen devrimlerin gerçekleşmemesinin
1
ya da gerçekleşse dahi devam ettirilememesinin ne-
denlerini çözümleme ve bu konuda da durumu tersi-
1-Gramsci’nin Felsefi Yaklaşımı:
ne çevirecek stratejileri belirlemeye yönelik bir çalış- Teorik Olarak Felsefesi
ma içerisindedir. Dikkat edilirse, belirtilen sorunlara
yaklaşım Hapishane Defterleri’nin sistematiğine yan- Gramsci’de Felsefe ve Dönemin
sımıştır. Gramsci, kitabın büyük bölümünde felsefi
2
Marksist Felsefe Yaklaşımlarının
düzleme yönelik çözümlemelere, kısmen daha az yer Eleştirisi
tutan ikinci bölümde ise politik çözümlemelere yer Gramsci’de felsefe en genel anlamıyla dünya gö-
vermiştir. Bu çalışmada benzer bir ayrım üzerinden rüşüdür. Felsefe dünya görüşü olarak ele alındığında,
hareket edilecektir. genel ve ortak bir felsefeden bahsedilemez. Çeşitli fel-
Gramsci, üzerine sıkça yazılmış, tartışılmış bir sefeler dolayısıyla dünya görüşleri söz konusudur ve
düşünürdür ve hakkında yazılanlar bir Gramsci kül- bunlar arasından bir seçme yapılır. Buradaki önemli
liyatı oluşturacak boyuttadır. Bu çalışmada, Gram- soru seçmenin nasıl yapılacağıdır. Seçme işlemi tü-
sci’nin Hapishane Defterleri isimli çalışması temel müyle zihinsel bir işlem midir yoksa karmaşık bir
alınmakla birlikte, ikincil kaynaklardan da faydalanı- olay mıdır; gerçek dünya görüşü, mantığa uygun ola-
larak Gramsci’nin Marksist felsefeyi nasıl yorumladığı rak düşünülen midir, yoksa her bireyin gerçek gidiş
değerlendirilmeye çalışılacaktır. Genel olarak Türkçe ve davranışında kendini açığa vuran ve eylem içinde
yazında, Gramsci’nin üstyapıya ilişkin çözümlemeleri saklı bulunan dünya görüşü müdür diye sorar Gram-
ele alınmaktadır. Bu çalışmada, teori ve pratiğin birli- sci (1997: 17). Elbette teori ve pratiğin birliğinden ha-
ğinden hareket eden Gramsci’nin, pratiğe dönük üst- reket eden Gramsci için böylesi bir ayrım mümkün
yapısal çözümlemelerinin Marksist felsefe yorumuyla değildir. Bir dünya görüşü ona karşılık gelen davra-
birlikte değerlendirildiğinde bütünlük kazanacağın- nış kurallarından ayrılamaz. Öte yandan, Gramsci
dan hareket edilmektedir. Dolayısıyla çalışmada üst- için pratik ya da eylemde bulunmak daima siyasal
yapı analizinin dayanakları olabilecek felsefi temel- olarak bir eylemde bulunmak olduğundan, felsefeyi
lere/ilkelere ulaşılmaya çalışılacaktır. Bu iki açıdan politikadan ayırmanın mümkün olmadığı, bir dünya
önemlidir. Birincisi, üstyapı analizinin felsefi temelle- görüşünün ve eleştirisinin de siyasal bir olay olduğu
rine ulaşılması aynı zamanda Gramsci’nin Marksizm açıktır (1997: 17-18). Dolayısıyla felsefe, bilgi olduğu
yorumunu da ifade edecek ve böylece ardıllarıyla kadar politikadır ve teori olduğu kadar da politikadır
ilişkisi kurulabilecektir. İkincisi, felsefi temellerinden (Texier, 1985: 2).
yoksun olarak salt üstyapısal analize odaklanıldığın- Felsefe politika olarak tanımlandığında, tarihsel-
da, bunun bir Marksizm yorumundan ziyade Mark- lik gündeme gelmektedir. Belirli tarihsel dönemlerin
sizmin üstyapısal analizi olarak kabul edilme ve do- politikalarından, felsefelerinden söz edilebilir. Yani
layısıyla söz konusu çözümlemenin tartışılabilirlik tarihsel gerçeklikle ilişkili felsefeler söz konusudur ve
özelliğini kaybederek yaşanılan koşulların değerlen- bu anlamda evrensel bir felsefeden bahsedilemez. Do-
dirilmesinde dikkate alınan ilkeler seti olarak görül- layısıyla, felsefe politika olarak, tarihle, tarihsel oluşla
özdeşleşir. Gramsci, bir felsefenin tarihsel değerinin
1 O dönem için süreklilik kazanmış bir Ekim Devrimi’ne karşın, yaptığı pratik etkinliğe göre belirlendiğini ifade eder:
Avusturya, Macaristan ve Bavyera gibi yerlerde iktidara gelen
sosyalistlerin neden iktidarlarını koruyamadıklarının açıklan-
“Eğer, her felsefenin, bir toplumun ifadesi olduğu
ması gerekmekteydi. Dahası İtalya gibi belirli bir başarı göster- doğru ise, toplumun üzerine tepki yapmalı, olumlu
miş olan sosyalist/komünist hareketlerin çok ağır faşizm koşul- ya da olumsuz bazı sonuçlar meydana getirmelidir”
ları tarafından ters yüz edilmesinin de açıklığa kavuşturulması (Gramsci, 1997: 46). Teori ve pratiğin birliği ve bu
gerekiyordu.
2 Eksik ve sonradan derlenildiği düşünüldüğünde halihazırda ve- bağlamda teorinin toplumsal pratiğe etkinliği açısın-
rili metin üzerinden konuşulmaktadır. dan düşünüldüğünde, Gramsci tarafından yapılan

73
alıcı, düzenleyici ve yaratıcı felsefe ayrımları anlaşılır yani birlikten uzaklaşma, Marksizm felsefesinden
hale gelmektedir. Alıcı felsefe, “ezelden beri salt bir uzaklaşmadır. Diğer bir ifade ile her iki görüşün ortak
hareketsizlik içinde” bulunduğu kabul edilen bir dün- noktası, Marksizmin kendine yeterliliğini yadsımış
yaya ilişkin kanıyı ifade eder. Düzenleyici felsefe, her olmaları ve karşıt eğilimlerde de olsalar Marksizmin
ne kadar zihinsel bir işleyiş gerektirse de yine verili kendisine temel hizmeti görmek üzere bir genel felse-
olan üzerinden hareket eder. Yaratıcı felsefe ise verili feye ihtiyaç duyduğunu düşünmeleridir (Texier, 1985:
olanın değiştirilip dönüştürülmesini ifade eder. Fakat 25; Buttigieg, 1990: 73).
burada dış dünyanın düşünce tarafından yaratıldığını Öncelikle Marksizmin en çok birlikte anıldığı
3
ifade eden solipsizme düşme tehlikesi söz konusu- materyalizme ana hatlarıyla bakmakta fayda bulun-
dur. Gramsci, solipsizmden ve düşünceyi alıcı ve dü- maktadır. Texier, Marksizm ile ilişkilendirilen mater-
zenleyici bir zihin işleyişinden ibaret gören mekanist yalizmi üç noktada özetlemektedir. Birincisi, mater-
görüşlerden kurtulmak için tarihselliğe başvurur ve yalizm madde-tin, varlık-düşünce ilişkisinde madde
de felsefenin temeline pratik ya da siyasal eylemi ifade ve varlığa öncelik verir. İkincisi, “dış dünyanın ger-
eden iradeyi yerleştirir. (Gramsci, 1997: 45). Grams- çekliği” sorunudur. Bu açıdan, materyalizm, idealizmi
ci, felsefeye yaratıcı kavramının spekülatif ve idealist reddederek dünyanın, insanın ve bilincinin dışında
anlamda olmakla birlikte Klasik Alman Felsefesi ile ve onlardan bağımsız olarak var olduğunu savunur.
4
girdiğini ifade eder. Marksist felsefenin ise düşünce- Üçüncüsü ise gnoseolojiktir. Materyalizm, bilgiyi
yi tarihin içine oturtarak solipsizmi aştığını belirtir nesnel olarak var olan gerçeğin insan düşüncesindeki
(Gramsci, 1997: 45). yansısı olarak düşünür; bilimsel ya da doğru bilgide
Gramsci’nin felsefeye dair bu değerlendirmeleri bu yansı da nesneldir, düşünce nesneye upuygundur
aslında dönemin Marksist felsefe yorumlarıyla hesap- (Texier, 1985: 19).
laşmasıyla ilişkilidir. Gramsci’ye göre Marksizm iki Bunlardan birincisi, tanrıbilimlerin tinselciliği-
yönlü olarak revizyonizme uğramıştır: Bir taraftan, nin karşısına konulurken ve materyalizme özgü iken,
bazı idealist akımlar Marksizm’in öğelerinin bir kıs- ikinci ve üçüncü noktalar yalnızca materyalist felsefe-
mını benimseyerek kendilerine mal etmişler (Croce, nin belirtici nitelikleri değildir. Sözgelimi bu noktalar
Gentile, Sorel, Bergson vd), diğer taraftan bazıları kilise öğretisinde de bulunmaktadır (Texier, 1985: 19).
kendilerini “Ortodoks” addedip Marksizmi gelenek- Gramsci, bu durumu, şöyle ifade etmektedir: Halk,
sel materyalizmle bir tutarak revizyonizme uğratmış- dış dünyanın nesnel olarak gerçek olduğuna ‘inanır’.
lardır (Buharin, Achille Loria vd. akt.Gramsci, 1997: Bu inancın kökeni nedir ve ‘nesnel’ olarak bunun
88-89). Gramsci, bu noktada Marksizmin öğelerinin eleştirel bir değeri var mıdır? Gramsci, bu inancın kö-
neden bir yandan idealizmle, diğer yandan felsefi ma- keninin dinde olduğunu belirtir. Çünkü der, “bütün
teryalizmle birleşmeye hizmet ettiğini sormaktadır dinlere göre Tanrı insandan önce dünyayı, doğayı ve
(Gramsci, 1997: 90). Sorunun yanıtını ise Marksizmle evreni yaratmıştır ve bundan ötürü de insan, dünyayı
Hegel arasında paralellik kurarak, Marksizmin çağdaş hazır ve değişmez biçimde tanımlamış, tescil edilmiş
kültürün doruk noktası olması bağlamında açıklama- olarak bulur” (1997: 161-162). Öte yandan felsefi ma-
ya çalışır. Hegel’in, düşüncenin iki aşamasını yani ide- teryalizm, basitçe doğa bilimlerinin yöntembilimsel
alizmle materyalizmi diyalektik olarak birleştirdiğini, ilkelerinin tarihe uygulanmasından hareket eder ve
ama bu birleşmenin başının üstünde yürüyen adam pozitivizme kayar (Gramsci, 1997: 158; Buttigieg,
olduğunu, buna karşın Hegel’i, Feuerbach’ı, Fransız 1990: 70-72). Diğer bir ifade ile tarihsel materyalizmi,
materyalizmini yaşayan Marx’ın, diyalektik birliğin Marx’ın tarihe diyalektik materyalizmi uygulaması-
sentezini kurduğunu ve böylece adamın ayakları üs- nın sonucu olarak görür (Texier, 1985: 18). Bu yakla-
tünde yürümesini sağladığını belirtir. Yine, Hegelcili- şım ise, tarihsel belirlenimcilik ile sonuçlanır (Texier,
ğe benzer biçimde, Marksizmde de bir parçalanmanın 1985: 32). Dolayısıyla insanın herhangi bir eylemde
gerçekleştiğini, yani diyalektik birlikten, materyaliz- bulunmasına gerek yoktur; bu açıdan insan pasivize
me ve idealizme savrulmalar yaşandığını dile getirir edilmiştir (Buttigieg, 1990: 74, 78). Ayrıca, dış dünya-
(Gramsci, 1997: 96-98). Oysa praksis felsefesi özgün- nın insandan bağımsız olarak ele alınması ile nesnel
dür ve kendine yeterlidir; eklektik değil sentezdir. bilgi ya da doğruluk, kendinde şeyi ifade eden gerçek-
Dolayısıyla sentezi oluşturan öğelerden birine kayma liğin bilgisi olmakta ve paralel biçimde düşüncenin de

3 Ed.Tekbencilik 4 Ed. N. Epistemoloji ile ilgili/epistemolojik

74
kendinde olan varlığa uygunluğu kabul edilmektedir. mekanik materyalizmden diğer yandan da idealizmin
Böylece nesnel bilgi, insan-dışı, tarih-dışı bir duruma Tin’inden ya da zihinsel diyalektiğinden uzaklaşma
gelir (Texier, 1985: 53). Bu yaklaşım, Gramsci’nin alı- olanağı bulmuştur.
cı felsefe tanımıyla örtüşmekte ve maddenin dönüş- Gramsci’nin Hegel ve bu bağlamda idealizmle
türülmesi olanağından uzaklaşmayı ve de metafiziğe ilişkisi İtalyan entelektüel ortamının etkili figürü Cro-
sapmayı ifade etmektedir. Gramsci’nin Buharin eleş- ce ile yakından ilgilidir. Kendini neo ya da post-He-
tirisinin temeli de Buharin’in tarihsel maddecilikten gelci olarak gören Croce, Hegel’in organik birlik, fark-
değil materyalist felsefeden beslenmesine yöneliktir. lılıkların birliği kavramlarını kullanır. Diğer taraftan
Dolayısıyla kendine yeterli ve bir sentez olan tarih- Croce, Hegel’in gerçeklik rasyoneldir tezini de kabul
sel maddecilikten ayrılan Buharin, Marksizm öncesi etmekte olup tarihin rasyonel olduğuna dair sarsılmaz
felsefeye dönerek hegemonik kültürden beslenmiştir 5
bir inancı da taşımaktadır (Watkins, 1986: 125,127).
(Gramsci, 1997: 152-154; Buttigieg, 1990: 73). Gö- Bilindiği üzere Hegel’de kavram ve gerçeklik ayrımı
rüldüğü üzere Gramsci’nin materyalizm eleştirisi, bulunmamaktadır ve tarihsel süreç Tin’in kendini
materyalizmin maddenin dönüştürülmesini ve top- gerçekleştirme sürecidir (Bumin, 2013, Türkyılmaz,
lumsal gerçekliğin dönüşümünü insandan bağımsız 2011). Bu açıdan Hegel’de dış gerçeklik üzerinden yü-
kılmasına odaklanmıştır. Oysa Gramsci için dönüşü- rüyen, fakat Mutlak Tin’le temellenen bir diyalektik
mün insandan bağımsız olması mümkün değildi. Bu
söz konusudur. Croce, gerçekliği Mutlak Tin’le iliş-
açıdan Gramsci’nin idealizmle de hesaplaşması gerek-
kisinden uzaklaştırarak Hegel’in metafiziğini aşmaya
mekteydi.
çalışmış ve bu bağlamda organik birlik kavramını do-
Gramsci’de idealizmin materyalizm kadar ağır layısıyla diyalektiği insan zihninin elementlerine uy-
bir eleştirisi yoktur. Çünkü Feuerbach Üzerine Tez- gulama çabasına girmiştir. Bu açıdan Croce için bilme
ler’de de (1. Tez) belirtildiği üzere (Engels, 1992: 61), (cognition) ve irade (volition) tek bir ruhun/zihnin
Gramsci’ye göre idealizm, materyalizme karşıt olarak farklı formlarıdır. İnsan ruhu ya da zihni diyalektik
“insanın etkin yanını, bu etkinliğini yalnızca somut olarak birleşik/bir olmakla birlikte kendi içinde doğru
praksisi bilmeyen teorik etkinliğe indirgeyerek, ya da ve yanlışın momentleri olarak bölünmüştür (Geaves,
onu yalnızca teorik etkinliğin bir uzantısı durumuna 2009: 80-81). Diğer taraftan Croce için evrensel olan
getirerek, tek yanlı bir biçimde kavramıştır” (Texier, tek şey özgürlüktür; özgürlük tarihin ezeli yaratıcısı-
1985: 53). Burada insan etkinliğinin devreye girme- dır ve tüm tarihin öznesidir. Bu noktalardan hareket
si söz konusudur, ancak belirtildiği üzere bu etkinlik eden Croce’a göre gerçekliği yapan bir dış etken (Mut-
somut praksisten koparılmıştır. Bir çeşit solipsizme lak Tin) bulunmamaktadır; gerçekliği bizzat insanlar
varılmıştır. Gramsci için Marksizm temelde idealizm- yapar ve tek belirleyici olan içinde bulundukları tarih-
den, öznelci anlayıştan doğmuştur. Kendi ifadesiyle sel koşullardır. Tarihin tek belirleyicisi ise insanlıktır,
“…..öznelci anlayış en tam ve en ileri şekliyle çağdaş
insan ruhu veya tinidir (Geaves, 2009: 82). Bu nokta-
felsefenin malıdır; çünkü, tarihsel maddecilik, bura-
lardan hareket eden Croce, diyalektiği insan zihnine
dan ve bunun aşılmasından doğmuş bulunmaktadır”
hapsederek gerçeklikle ilişkisini koparmıştır. Bu açı-
(Gramsci, 1997: 163). Ancak burada tarihsel mater-
dan bakıldığında aslında Croce’un Mutlak Tin’i insan
yalizmin ilişkilendirilebileceği idealizm, idealizm dü-
zihnine dönüştürdüğü ve zihin “diyalektiği” ile de
şüncesinin en tam ve dahice şeklini temsil eden Hegel
Kant’a yaklaştığı söylenebilir. Croce için söz konusu
felsefesidir (Gramsci, 1997: 163-164). Tarihsel mad-
olan insanın bilme ve iradesi arasındaki “diyalektiğin”
deciliğin bu ilintisiyle beraber, onu eleştirerek aştığı
tek başına tarihsel olarak gerekli olanı/ideal formu
daha önce belirtilmişti. Gramsci, bu aşımı şu şekilde
gerçekleştirebilmesiydi. Croce’un yakın arkadaşı olan
açıklar: “Tarihsel maddecilik, üstyapılar teorisiyle,
ve sonra yolları ayrılan Giovanni Gentile ise Croce’u
geleneksel felsefenin spekülatif bir şekilde ifade etti-
bu açılardan eleştirir. Gentile’e göre böylesi bir felsefe
ğini, gerçekçi ve tarih anlayışını yansıtan bir dille or-
eyleme ihtiyaç duymaz. Gentile ayrıca, Croce’un ta-
taya koymaktadır” (Gramsci, 1997: 163). Bu ifadeler
rihsel gerçekliği tez ve antitez bağlamında görmekle
Gramsci’nin tüm çabasını özetler nitelikte olduğun-
birlikte, antitezin tez tarafından üretildiğini, her mo-
dan önemlidir. Çünkü ileride de açıklanacağı üzere,
üstyapı teorisi ile Gramsci yaratıcı felsefeye uygun
5 Hegel’in söz konusu tezi ve praksis felsefesine etkisi için bakınız
olarak bilinç-eylem diyalektiği ile insanın dönüştü- (Bumin, 2013) Diğer yandan Gramsci’nin de bu tezi kabul ettiği
rücü gücünü vurgulamış ve bu noktada bir yandan belirtilmelidir. (Gramsci, 1997: 172).

75
mentin bir öncekinin yadsınmasıyla ortaya çıktığını kültürel gelişmeler üzerinden doğmuştur. Bu kültür
varsayması noktasında da eleştirir. Bu biçimde bir ise, klasik Alman felsefesi, klasik İngiliz ekonomisi
yaklaşım da özgürlük ereği için herhangi bir eylemli- ve Fransız siyasetidir. Fakat bunların her biri ayrı ayrı
lik/müdahale gerektirmemektedir (Geaves, 2009: 84) farklı yönlerini oluşturmuş değil, “…..praksis felsefe-
Gramsci de Gentile’in eleştirisine katılmakta ve Gen- sinin bu üç hareketi sentetik bir tarzda, yani zamanın
tile’le birlikte ideal formun yaratılması için müdaha- bütün kültürünü yoğurduğunu, bunu yaparken de bu
leyi/eylemi öngörmekteydi. Tarih tek başına ideale gi- yeni sentez içinde ister teorik, ister ekonomik, ister si-
den kendinde bir şey özelliği göstermemektedir. Hem yasal hangi evrede olursa olsun bu üç hareketten her
Gentile hem de Gramsci için teori ve pratiğin birlik- birinin hazırlayıcı olduğu” anlaşılmalıdır (Gramsci,
teliği söz konusuydu ve diyalektik ikisi arasındaydı; 1997: 102-103). Gramsci bu öğelerin birliği sorununu
dolayısıyla hareketten bağımsız saf kendi içerisinde ise kitabının “Marksizm’i Oluşturan Öğelerin Birliği”
insan zihnine hapsolmuş bir diyalektik söz konusu başlığı altındaki ilk cümle ile açıklar: “Birlik, insan-
değildi. (Geaves, 2009: 86). Gramsci ayrıca, Croce’un la madde (doğa-maddi üretim güçleri) arasındaki
Antonio Labriola’nın Feuerbach Üzerine Tezler’deki çelişkilerin diyalektik gelişmesinden doğar” (1997:
Marx’ın diyalektiğine dair yorumunu da anlayama- 106). Buradaki maddeyi ve diyalektiği nasıl anlamalı?
dığını ileri sürer. Labriolla ve Gramsci için sözgelimi Texier, burada fizik bilimlerinin uğraştıkları madde-
Louis Althusser’de olduğu gibi iki Marx’tan söz edi- nin söz konusu olmadığını, “ilkin emek tarafından
lemezdi; onlara göre Marx’ın erken dönemde yazdığı insanlaştırılmış, insanın üretici güçleri tarafından ta-
hümanist çalışmalar sonraki ampirik çalışmalarının rihsel olarak dönüştürülmüş, düzenlenmiş, egemen-
nasıl okunacağını açıklamaktadır (Geaves, 2009: 98). lik altına alınmış bir Doğa” olduğunu belirtir (Texier,
6
Görüldüğü üzere, Gramsci’nin eleştirileri insan 1985: 36-37). Ardından ilave eder, “insanın yeni
ve doğa/madde arasındaki diyalektiğin kavranama- tarihini yapması için dayanması gereken toplumsal
masına yöneliktir. Çok daha temelde eleştirdiği ise üretim ilişkileri bütünlüğüdür aynı zamanda, tarihsel
her iki yaklaşımın ortak paydası olan tarihsel oluşun süreç yalnızca üretici güçlerin gelişmesi için insanın
müdahale edilemez hale getirilmesidir. Mekanik ma- Doğayla savaşımı değildir, üretim ilişkilerinin korun-
teryalizm madde temelinde hareket edip insan et- ması ya da dönüştürülmesi için insanın insanla sa-
kinliğini, iradesini göz ardı etmekteyken, Croce saf vaşımıdır da.” Texier’ın bu ifadelerinde bazı sorunlar
düşünceden hareket ederek toplumsalın işleyişini salt bulunmaktadır. Texier, insanın doğayı üretici güçleri
düşünce alanına hapsetmekteydi. Buna karşın Gram- aracılığıyla egemenliği altına almasından bahsediyor.
sci’nin mekanik materyalizmi idealizme göre daha Öncelikle Gramsci için doğa geniş anlamda kullanıl-
yoğun biçimde eleştirdiği söylenebilir. Bu noktada, mamış, üretici güçlerle sınırlandırılmış gibi görün-
materyalizm ve idealizmin diyalektik birliğini ifade mektedir. Gramsci’nin ifadeleriyle “….madde madde
eden tarihsel materyalizmin Gramsci’deki yorumu ve olarak değil fakat üretim için toplumsal bakımdan ve
Gramsci’nin söz konusu eleştirileri de dikkate alındı- tarihsel olarak meydana getirilmiştir….” (Gramsci,
ğında, materyalizmin hangi öğelerine bu birlikte yer 7
1997: 191). Diğer yandan ileride detaylandırılacak
verdiğinin belirlenmesi önem taşımaktadır. olmakla birlikte, insandan bağımsız gerçeklik olma-
dığından hareket eden Gramsci’de doğanın maddi
Gramsci’nin Marksist Felsefeyi üretici güçlere karşılık geldiği rahatlıkla söylenebilir.
Ayrıca Texier, ilişkiyi tek taraflı olarak vermekte, do-
Hazırlaması ğanın ya da maddenin insana etkisini belirtmemekte-
dir. Böylece diyalektikten uzaklaşmış olmaktadır. Yine
Birlik Sorunu ve Marksizm’in Öğeleri üretim güçleriyle ilişkilendirilmeden üretim ilişkileri
Belirtildiği üzere Gramsci için, ekonomi-politi- verildiğinde farklı düzlemler arasındaki ilişkisellik
ğin içinde örtük olarak var olan Marksist felsefenin kurulamaz hale gelmektedir. Oysa insan-doğa ilişki-
hazırlanması gerekmektedir. Bu nedenle ekono- si tek taraflı olarak konulmadığında durum açıklığa
mi-politiğin içinde örtük olma durumunun açıklan- kavuşabilir. İnsan, doğa ile ilişkisinde hem dönüştü-
masında fayda bulunmaktadır. Gramsci’de tikel ve rücüdür hem de dönüştürdüğünden etkilenendir. Bu-
tümel ilişkisi bunu mümkün kılar: Tümel tikelin için-
de örtük olarak mevcuttur (Texier, 1985: 35). Praksis 6 Vurgular sonradan eklendi.
felsefesi der Gramsci, XIX. yüzyılın ilk yarısındaki 7 Vurgu asıl metinde mevcut.

76
rada, Gramsci için önemli nokta insanın dönüştürücü ğünde, politik ilişkilerin üretim ilişkilerini doğrudan
niteliğidir. Yoğun biçimde eleştirdiği felsefi materya- yansıttığı söylenemez. Dolayısıyla, sınıfsal konumun
listler içinse, belirtildiği üzere, bu ilişkideki vurgu in- doğrudan politik alana taşınması söz konusu değildir.
sanın maddeden etkilenmesi ve maddenin dönüşümü Öyle ki, egemen sınıf dahi doğrudan sınıfsal konu-
üzerinedir. muna dayanarak açık biçimde siyaset yapmaz. Kapi-
Üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki çe- talizm özelinde düşünüldüğünde ve üstyapı politika
lişkiden hareket edildiğinde, Gramsci’de insanın, üre- alanı olarak değerlendirildiğinde, ekonomik olanın
tim ilişkilerine denk geldiği yani sınıfları ifade ettiği açık biçimde siyasal olması söz konusu değildir. Ka-
görülür. Dolayısıyla Gramsci’nin öznesi, madde ile pitalizmin önemli özelliklerinden biri ekonomik
diyalektik ilişki içerisinde olan kolektif öznedir. Ko- alan-siyasal alan ayrımıdır. Bu noktada, yapıyla-üst-
lektif özneyi belirleyen ise bilindiği üzere maddeyle yapı arasında bir tamamlayıcılık ilişkisi olmakla bir-
ilişki konumudur. Bu durumda, özne ve nesnenin iç likte, ekonomik alanda temellenen siyasalın kapitalist
içeliği söz konusudur. Bu ilişki yapı-üstyapı düzeyine siyasal alan sınırlarında görünmediği ve bu açıdan
taşındığında ise kanımca bu düzeyde kayış işlevi üre- ekonomik alanla-siyasal alan arasında biçimsel bir
tim ilişkilerindedir. Peter Burnham’ın da ifade ettiği “ayrılık” olduğu söylenebilir. Buna karşın söz konu-
gibi, üretim ilişkileri sadece ekonomik düzeye ilişkin su ayrılık, kapitalist sistemin yapısal özelliği olup sis-
değildir; aynı zamanda toplumsal ilişkileri de oluştu- temin devamı için gerekli olduğundan ve bir üretim
rur (1991: 78). Üretim ilişkileri hem yapıyla ilişkilidir tarzının bütünselliğini sağladığından bir bütünlüğü
8
hem de üstyapının öğesidir. Söz konusu olan yapıdan yansıtır. Yani iki alan arasındaki ayrılık aşıldığında
kaynaklanan bir şeyin yapıyı dönüştürmesidir: Yapı- belki de o artık farklı bir üretim tarzına işaret ediyor
da konumlanışı ifade eden kolektif özneler arasındaki olacaktır. İşte bu ayrılıktan bahsedildiğinde ideoloji-
mücadelenin yapıyı dönüştürmesi ve yapıyla birlikte ler devreye girer. Bu durum, Marx’ın açıklamaların-
kolektif öznelerde değişimin yaşanması. Buradaki da yer alan yanlış bilinç, egemen sınıfın ideolojisinin
önemli soru insanın dönüştürücü niteliğinin nasıl toplumda baskınlığı ve altyapıya paralel olarak üst-
değerlendirildiğidir. Gramsci bunu bilinç sorunu ola- yapının geliştiği yönündeki “farklı” ifadeleri anlaşılır
rak görür ve Marx’ın şu açıklamasından hareket eder: kılar. Her üç durum da dinamik bir özellik gösteren
“İnsanlar yapısal çelişkilerin bilincine ideolojiler ara- kapitalizmle uyumludur. Bir oluş olarak kapitalizme
cılığıyla erişir” ifadesi Gramsci’de çok kritiktir. Marx, bakıldığında, başka bir ifade ile feodalizmin çatlak-
toplumsal devrim çağında iktisadi altüst oluşların larından değil ama kriziyle mücadele sonucunda (ki
üstyapıyı hızla altüst ettiğinden bahseder ve bu ko- bu durum temelde insanın geçimine ilişkin olarak in-
şullarda ekonomik üretim koşullarının maddi altüst san-doğa ilişkiselliğini ifade eder) İngiltere’de ortaya
oluşu ile insanların bu çatışmaların bilincine vardık- çıkan özgün bir yapı olarak kapitalizmde, ekonomik
ları ideolojik şekillerin ayırt edilmesi gerektiğini be- alanla birlikte oluşan bir siyasal alanın varlığından
lirtir. Ayrıca iktisadi altüst oluşların üstyapıyla değil, 9
bahsedilebilir (üçüncü durum). Yine oluşmuş bir ka-
toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasında- pitalist toplumda egemen sınıf ideolojisi açıkça bas-
ki çatışmalarla açıklanabileceğini belirtir (1993: 23). 10
kındır (ikinci durum) ve bu baskınlık bağlı sınıfların
Gramsci bu açıklamalardan “üstyapının ayrılığı ilke-
kendi sınıfsal konumlarıyla uyumlu bilinçlerini engel-
sine” ulaşır. Buna karşın Marx’ın aynı kitapta yer alan
lediğinden bağlı sınıflar açısından bir yanlış bilinçten
“İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir;
bahsedilebilir. Burada sınıf mücadelesinin yapıyı dö-
tam tersine, onların bilinçlerini belirleyen, toplum-
nüştürmesinin açıklığa kavuşturulması gereklidir ve
sal varlıklarıdır” (1993: 23) ifadesine ise değinmez.
Gramsci, insanlar yapısal çelişkilerin bilincine ideo-
8 Kapitalizmde yapı-üstyapı ilişkisinin kapsamlı bir değerlendir-
lojiler aracılığıyla erişir açıklaması ile temelde Feuer- mesi için bakınız Wood, 2008, Akbulut, 2009
bach Üzerine Tezlere’ye referans verir ve buralardan 9 Kapitalizme geçiş tartışmaları kendi içinde bir külliyat oluştur-
örtük olan Marksist felsefeyi açıklığa kavuşturma ça- makla birlikte burada belirtilen kapitalizm yaklaşımının derli
toplu bir sunumu için bkz. Wood (2003)
basına girer. 10 Söz konusu baskınlık aynı zamanda ekonomik olanın siyasal
Buradaki temel sorun yapıda köklenen ilişki- olmadığı görüntüsünü sağlayan ekonomik alan-siyasal alan
ayrılığı sayesinde kolaylaşmaktadır. Diğer taraftan kapita-
lerin üstyapıda doğrudan görünmemesi ya da etkili
lizmde ekonomik alan-siyasal alan ayrılığının maddi teme-
olamamasıdır. Diğer bir ifade ile üretim ilişkilerinin linin, artı-değere doğrudan ekonomik araçlarla el konulması
yapı-üstyapı arasında kayış işlevi gördüğü düşünüldü- olduğunu belirtmekte fayda görülmektedir.

77
Gramsci bu nokta üzerinde durmuştur. Gramsci bunu vil toplumdur. Konuya bir başka açıdan bakıldığında
bilinç sorunu olarak görür. İşte Gramsci’nin yapmaya akla bazı sorular gelmektedir. Kapitalist sistemde de-
çalıştığı işçi sınıfının sınıf bilincinin önündeki engel- ğer dahil her şeyin metalaştığından hareket edildiğin-
leri ve bunların aşılma yollarını çözümlemektir. Bu de, özne-nesne ilişkisinin nesneleşme temelinde birlik
nedenle üstyapı Gramsci için son derece önemlidir; kurduğu söylenebilir mi? Yine farklı düzeylerdeki bir-
Gramsci’nin bu yöndeki açıklamaları üstyapı analizle- lik ilişkisi üzerinden düşünüldüğünde, liberalizmin
rinin inceleneceği ikinci bölümde değerlendirilmeye kapitalizmle uyumlu olarak birliğini farklı bir pers-
çalışılacaktır. pektiften de olsa üretici güçler, ekonomik yapı ve sivil
İnsan-madde ilişkisinin ardından, Gramsci’nin toplum vurgusuyla kurduğu belirtilebilir mi? Grams-
Marksizm’in öğelerinin her biri için öngördüğü bir- ci’de sosyalizme geçişte özne vurgusu dikkate alınırsa,
lik açıklamalarına gelinebilir. Gramsci her bir öğedeki dönüşüm sürecinin özneleşmeyle mümkün olacağı
11
birliği şu şekilde açıklamaktadır: söylenebilir mi? Bu soruları düşündüren, Gramsci’nin
katarsis kavramıdır. Gramsci’nin ifadesiyle:
Ekonomide birleştirici merkez noktası, değer ya da
emekçi ile sanayideki üretim güçleri arasındaki iliş- Katarsis terimi tamamiyle ekonomik ya da bencil,
kidir. Değer teorisini yadsıyanlar kaba ve bayağı bir tutkulu safhasından ahlaksal-siyasal safhaya geçi-
materyalizme sürüklenirler. Böyleleri, makineleri, şi, yani insanların bilincinde, yüksek düzeyde bir
bunları kullanan insanları bir yana iterek, değişmez işlemle, yapının üstyapı haline gelişini anlatmak
ve teknik sermaye olarak, değer üreticisi diye ileri üzere kullanılır. Bu, aynı zamanda, “nesnelden öz-
sürerler. Felsefe alanında birlik meydana getiren nele” ya da “zorunluluktan özgürlüğe” geçişi anlatır
12
praksis, yani, insan iradesiyle (üstyapı) ekonomik (Gramsci, 1997: 67).
yapı arasındaki ilişki; politikada, Devletle sivil (ci- Bu ifadeler, yukarıda bahsedilen yapı üstyapı ko-
vile) toplum arasındaki ilişki, yani eğitimciyi, yani
pukluğunun aşılmasını da ifade eder görünmektedir.
genel olarak toplumsal çevreyi eğitmek üzere devle-
Yapının üstyapı haline gelmesi, insan bilincinin yapı-
tin müdahalesi (merkezileşmiş irade)dir. (Bu konu
daha kesin ifadelerle derinleştirilmelidir) (1997: ya ilişkin çelişkilerin farkına vararak bunları üstyapı-
106-107). ya taşıması anlamındaysa bu kopukluk bilinç aracılığı
ile giderilmiş olacaktır. Böylesi bir gelişme, belirlenen
Burada değerlendirmelere geçmeden önce, durumundan belirleyen olmaya geçiş ve yapının zo-
Gramsci’nin felsefe ile politika arasında yaptığı ayrı- runluluklarına hapsolmuşken, zorunlulukları aşmaya
ma değinmekte fayda bulunmaktadır. Belirtildiği üze- yönelme, özgürleşme anlamına gelecektir. Bu açıdan
re, Gramsci’de felsefenin politika olarak değerlendiri- dönüşümün gerçekleşeceği alan Gramsci için üstya-
lişi söz konusuydu, ama burada bir ayrıma gidilmiştir. pıdır. Üstyapısal mücadeleyi Gramsci’nin ifadeleriyle
Texier bu konuda, Gramsci’nin bu alıntıda felsefe ile belirtmek gerekirse:
kastettiği şeyin, “diyalektik bilimi ya da gnoseoloji”,
mantık eğer Croce’yle birlikte “düşüncenin düşünce- İnsan, tek bir kültür sistemi içinde tarihsel olarak
birleşmiş olan insan türü için gerçek olduğu ölçü-
si” olarak tanımlanırsa, yani dar anlamda felsefe ola-
de dünya hakkında bilgi edinir. Fakat bu tarihsel
rak bilgi teorisi olduğunu belirtmektedir. Yine Texier’e birleşme ancak insan toplumunu bölen iç çelişkiler
göre bu aynı zamanda diğer unsurlara göre tümeldir sona erdiği zaman gerçekleşecektir. Bu çelişkiler,
ve insan-doğa ilişkisi çerçevesinde tarihsel devinimi grupların meydana gelişinin ve evrensel olmayan,
açıklar (Texier, 1985: 40-42; Gramsci, 1997: 148). somut ideolojilerin koşuludur. Fakat bu tarihsel
Dikkat edilirse Gramsci’nin özneye yaptığı vurgu birleşim süreci bu ideolojilerin temelinin pratik
koşullarını derhal geçersiz hale getirir. Buna göre
birlik ilişkilerine de yansımıştır. Özne vurgusu, eko-
nesnellik için (dar alanları kucaklayan ayrı ayrı ve
nomik öğede değere, felsefede insan iradesine, poli-
aldatıcı ideolojilerden kurtulmak için) bir mücade-
tikada merkezileşmiş irade olarak devlete kaymıştır. le yapılmaktadır. Bu mücadele de, insan türünün
Haliyle nesneler, üretim güçleri, ekonomik yapı ve si- kültür birliğine kavuşturulması yolundaki mücade-
lenin ta kendisidir. İdealistlerin “fikir” dedikleri şey
11 Bu çalışmada temel yaklaşım, literatürde Gramsci’de mevcut asla bir hareket noktası olmayıp bir varış noktası,
bulunduğu iddia edilen ve ‘dikotomi’ olarak da adlandırılan daha önceden tek olduğu varsayılmayan, somut ve
ikiliklerin aslında farklılıkların diyalektiğinden hareket eden nesnel olarak birleşmeye doğru giden üstyapıların
Gramsci için birlik öğeleri olarak değerlendirilmesinin daha
uygun olacağıdır. İkilik ve dikotomi olarak yapılan değerlen-
dirme için bkz. Halifeoğlu ve Yetiş (2013). 12 Vurgular sonradan eklendi.

78
13
bütünüdür (Gramsci, 1997: 167-168) layısıyla dönüşümün gerçekleştirileceği alan olarak
Diğer yandan katarsis açıklamasında yer alan özel bir önem kazanmaktadır. Bu yaklaşım “üstyapı-
“insanların bilincinde gerçekleşecek yüksek düzeyde nın ayrılığı ilkesi” iddiasındaki Gramsci ile tutarlıdır.
bir işlem” ifadesi Croce’un Gramsci üzerindeki etki- Gramsci’nin bu yaklaşımı ardıllarına etkisi açısından
sini göstermektedir. Bu açıdan bakıldığından irade, önemlidir. Bu bağlamda Gramsci’nin, Marksizmin
eylemlilik ve de yüksek zihinsel bir işlem olarak or- öğeleri yaklaşımı ile Yapısalcı Marksistlerde görülen
taya çıkacak bir bilincin toplumsal dönüşümün mo- toplumsal gerçekliğin ekonomik, siyasal ve ideolojik
toru olarak görüldüğü söylenebilir. Ayrıca, nesnellik düzlemlerde incelenmesine, ileride detaylandırılmak-
mücadelesinin ideolojiyle ilişkilendirilmesinin de la birlikte politika alanında devletin hegemonyayı
post-Marksistler için elverişli bir dayanak oluşturdu- sağlayan etkin konumunun devletin göreli özerkliği-
ğu söylenebilir. ne ve de zor-rıza ilişkisinin devletin baskı ve ideolojik
aygıtları ayrımına olanak sağladığı söylenebilir.
Gramsci’nin örtük olan Marksizmin açığa ka-
vuşturulması bağlamında ele aldığı Marksizm öğeleri
genel olarak değerlendirilmeye çalışıldı. Gramsci’nin Tarihsel Gerçeklik ve Materyalist Öğe
de belirttiği üzere, bu öğelerin ayrılmadığından ve Gramsci’nin Marksizm yorumunun ana hatları
bir sentez oluşturduğundan hareket edildiğinde her bir önceki başlıkta ele alınmaya çalışıldı. Bu başlık
bir düzlemin diğerleriyle ilişkisinin açıklığa kavuştu- altında ise tam bir felsefe iddiasının kaçınamayacağı
rulması gerekirdi. Diğer bir ifade ile her bir öğenin gerçeklik yaklaşımı değerlendirilmeye çalışılacaktır.
kendi unsurlarındaki diyalektik ve öğeler arasındaki Gramsci’nin gerçeklik yaklaşımının incelenmesinin,
diyalektiğin verilmesiyle, Marksist felsefenin tamlığı idealizm temelindeki Marksist felsefe yorumunu daha
ve kendine yeterliliği gösterilmiş olacaktı. Buna kar- da açıklayıcı kılacağı düşünülmektedir.
şın Marksist felsefeyi Alman felsefesi, Fransız siyaseti Gramsci gerçekliği şöyle ifade etmektedir: “Ken-
14
ve İngiliz ekonomisi ile ilişkilendiren ve her birinin diliğinden, kendi tarafından, kendisi için bir “gerçek-
birer tikellik olarak tümeli temsil ettiğini belirten lik” yoktur; fakat kendisini değiştiren insanlarla tarih-
Gramsci, toplumsal gerçekliği de benzer biçimde üç sel ilişki halinde bulunan bir gerçeklik vardır” (1997:
düzlemde ele alıp her bir düzlem için diyalektiği iş- 46). Bu ifade, Gramsci’nin tüm yaklaşımında olduğu
letmektedir. Marksist felsefenin sentezini ise bu üç gibi özne vurgusunun gerçeklik düzleminde dile geti-
düzlem arasında tam olarak gösterememekte ve daha rilmesidir ya da bir kuramın veya felsefenin gerçek-
çok felsefi düzlemdeki idealizm-materyalizm sentezi- liğe ilişkin yaklaşımının, onun temel bileşeni olduğu
ne paralel biçimde her bir düzlemde özne temelinde söylenebilir. Gramsci, maddenin insandan bağımsız
sentezlenen özne-nesne ilişkiselliğine odaklanmakta- olamayacağı, ancak onu değiştiren insanla birlikte
dır. Diğer yandan belirtildiği üzere hem özneye hem var olabileceğini belirtir. Gramsci gerçeklik yaklaşı-
de özellikle onun eylemliliğine ve iradesine vurgu çok mını kitabının başka bir yerinde, “Biz gerçekliği in-
belirgindir. Hal böyle olunca bu ilişki içerisinde tü- sana oranla bilmekteyiz: İnsan oluş halinde, bilinç ve
mel özellik gösteren yapı-üstyapı ilişkisinde Gramsci gerçeklik de oluş halinde olduğuna göre, nesnelliğin
için üstyapı, öznenin iradi eylemliliğinin alanı do- kendisi de bir oluştur” biçiminde ifade etmiştir. Bu
açıdan değerlendirildiğinde Gramsci’nin, Croce’un
13 Vurgular sonradan eklendi. insan zihnine hapsettiği diyalektiği, insanın eylemi ve
14 Gerçekte Marx’ın Almanya, Fransa ve İngiltere deneyimlerinin
hepsinde ortak olan buralarda bir değişimin/ dönüşümün ya-
eyleminin bilgisi olarak bilinci arasına taşıdığı söyle-
şanıyor olmasıydı. Buna karşın gerçekte kapitalist olarak nite- nebilir.
lendirilebilecek tek deneyim İngiltere idi. Bu nedenle tümel,
Gramsci “İnsandan bağımsız gerçeklik yoktur”
kapitalizm olarak ele alındığında Alman felsefesi ve Fransız 15
siyasetinin örtük olarak tümeli içinde barındırdığı söylene- derken verdiği elektrik örneği de ayrıca önemlidir.
mez. Diğer yandan, her bir ülke için neden ekonomi, siyaset Bu örnekle birlikte gerçeklik bilmeyle de ilişkilendi-
ve felsefenin bir arada olamadığı da tartışmaya açıktır. Burada rilmektedir: Bilme olarak gerçeklik. Burada kritik bir
Gramsci’nin yaklaşımı açısından önemli olan husus ise fark-
lı yerlerde ortaya çıkan tikellikleri kabulünün, bu tikellikleri sorun bulunmaktadır. Texier’ın ifadesiyle, “Elektriğin,
Marksizmin öğeleri olarak farklı düzlemlerde değerlendir- insan ondan yararlanmadığı ve hatta onu hiç bilmedi-
mesiyle uyumluluk göstermesidir. Diğer yandan bu şekilde ği sürece bir “tarihsel hiçlik” olması, onun genel ola-
bir ele alış Gramsci’nin Marx’ın son analizlerinin ilk felsefi
yazıları ışığında okunması gerektiği yaklaşımıyla da uyumlu
görünmektedir. 15 Bkz. Gramsci (1997: 192).

79
rak varoluşu sorununu çözmez. Bilgi, “yaratma” anla- yapı ile üstyapı arasındaki ilişkiyi de açıklığa kavuş-
mına gelmediği gibi, bilgisizlik de, düpedüz “hiçlik” turucu niteliktedir (Texier, 1985: 77). Öncesinde ele
anlamına gelmez” (1985: 69). Texier, Gramsci’nin bu alınan konuyu Texier de Gramsci’ye atıfla benzer açı-
sorunu nasıl aştığını etkili bir biçimde ifade etmiştir: dan değerlendirmektedir: İnsan, ürettiği nesnelerden
Öyleyse, gerçeğin nesnel varoluşunu, bilginin ikili ve onları içlerinde ürettiği toplumsal ilişkilerden ayrı-
niteliğinden: onun “özselliğini” dıştalamayan tarih- lamaz ve insan aynı zamanda doğal bir varlık olduğu
sel bitimliliği ile, tüm tarihin ortaya koyduğu gerçek için maddeseldir. Bununla birlikte, yaratıcılığı ise bu
bitimsizliğinden hareket ederek saptamak gerekir. toplumsal ve tarihsel maddesellik üzerine edindiği
Biz görüngüde (olayda) gerçekten de gerçeğin özü- bilinçten ve “onu kendileri aracılığıyla aştığı erekler-
ne erişiriz, ama, gerçeğin –bize ancak tarihsel ola- den ayrılamaz olan öznel bir varlıktır” (1985: 78). Bu
rak “görünen”- özü bitimsizken, bizim onun üze-
bakış açısıyla insan, madde ile diyalektik ilişki için-
rine edindiğimiz bilgi sınırlıdır; fiziksel ve zihinsel
de olan maddesel-öznel bir toplumsal varlıktır. Böyle
aletlerimizin yeni bir gelişmesi, deneyi çeşitlendirip
zenginleştirecek, gerçeğin özünü bize daha derin düşünüldüğünde, etkinlikle madde, özneyle nesne-
bir biçimde gösterecektir. Böylece, Gramsci’ye göre, nin yapı-üstyapı özdeşliği ya da birliğidir ve Mark-
bilimsel gelişmenin çözümlenmesinden başlayarak sist felsefenin idealizm ile materyalizmin bir sentezi
ve düşünceyle gerçek, özle görüngü ayrımını yeni- olarak açıklanışıdır. (Texier, 1985: 78-79). Buna kar-
den kabul etmeksizin, “metafizik” bir numen anla- şın Gramsci hem gerçekliği hem de diyalektik ilişkiyi
mında değil, ama gerçekliğin bir “göreli bilisizliği”, yine insan temelinde kurduğundan, insan-madde iliş-
insanların “fizik” ve entelektüel aletleri daha yetkin kisinde dönüştürücü olarak insana, tarihsel materya-
olacakları zaman bilinebilecek, ne var ki henüz “bi-
lizmde tarihsele, yapı-üstyapı ilişkisinde ise üstyapıya
linmeyen” bir şey somut anlamında, bilgilerimizin
ötesinde gerçek bir şey düşünebiliriz (1985: 70-71; vurgu devam etmektedir. Bu durumda aslında söz ko-
Gramsci, 1997: 69). nusu olanın bir tarihsel maddecilikten ziyade tarihsel
öznelcilik olduğu söylenebilir.
Bu açıklama bilmeyi tarihsel maddeci perspektif-
Sonuç olarak Gramsci’de maddenin ikincil konu-
ten ifade etmektedir. Böylece özne-nesne, teori-pra-
ma geldiği söylenebilir. Bu ise temelde Gramsci’nin,
tik, düşünce-gerçeklik ayrımları tarihsellikle aşılmak-
Croce’un Marksizmde yapının tin özelliği kazandı-
tadır. Tarihsellik birçok konuda olduğu gibi burada da
ğına yönelik eleştirisi bağlamında mekanik materya-
tümüyle idealizme savrulmayı engelleyici bir özellik
göstermektedir. Belirtildiği üzere Gramsci, insanın lizmi eleştirip, yapıyı bu konumundan uzaklaştırma
maddeyi değiştirmesi temelinde yaratıcı felsefenin, çabasıyla ilişkilendirilebilir. Diğer yandan Gramsci,
tarihsellik kavramı aracılığıyla solipsizmden uzaklaş- Croce’un zihin diyalektiğini eleştirisi ile öznelciliği
tırılabileceğini ifade etmişti ve tarihsellik daha üst dü- insan eylemliliği ve bunun bilincine varma biçimi-
zeyde hem bir birlik öğesi, hem de idealizmdeki tinin ne dönüştürmüştür. Bu bir açıdan Croce’un Hegel’i
yerine geçerek nesnelliğe yol açmış ve de idealizmin idealizmden kurtarma misyonunu tamamlama ola-
aşılmasını sağlamıştı. Bu nedenle Gramsci’nin tarihe rak görülebilir ki bu misyon Marx’la da uyumluluk
yaklaşımını daha net olarak ifade etmek gerekmekte- göstermektedir. Yalnız Marx’ın ve Gramsci’nin farklı
dir. Tarih, insanın doğayla ve öbür insanlarla diyalek- sonuçlara ulaştıkları belirtilmelidir. Geniş anlamda
tik ilişkilerinin gelişme sürecidir ve bu tarih Gramsci düşünüldüğünde Gramsci’de eylemlilik, türsel de-
için, insanın kendi etkinliğiyle yol açtığı ve insanın vamlılığı açısından insanın doğayla ilişki konumunu
düşüncesinin bilincine vardığı Tin’in tözünün ken- da içermekle birlikte belirtildiği üzere bir zorunluluk
disidir (Texier, 1985: 76-77). Dolayısıyla Gramsci’nin alanı olarak bu ilişki, insanın dönüştürücü dolayısıyla
felsefeye yaklaşımında da belirtildiği üzere tarih/ta- özne oluşunu ifade eden mücadele alanını yani özgür-
rihsel oluş politikayla özdeştir. Bu bağlamda tarihi lük alanını ifade etmez. Bir diğer ifade ile eylemlilik ve
yapan politika, dolayısıyla politikanın temelindeki in- bilinç Gramsci’de belirli bir tarihsellikle ve de nesnel-
sandır. Gerçeklik/madde ise tarihselleştirilmiş/insan likle ilişkili olmakla birlikte, temelde politika alanına
etkinliğine maruz kalmış doğa olmaktadır. Böylesi et- ilişkin olarak değerlendirildiklerinden, üstyapı şartla-
kin konuma gelmiş insan ise praksis ve bilinçtir. Böyle rını ifade eden tarihselliğin ve nesnelliğin, üretici güç-
değerlendirildiğinde sorun, praksisle insan bilincinin lere göre birincil olduğu söylenebilir.
tarihsel oluşu doğurmak üzere birbirlerine nasıl orga-
nik olarak bağlandıklarının açıklanabilmesidir ki bu

80
2- Gramsci’de Pratik Olarak görülmekle birlikte sivil toplumla ilişkilendirildiğinde
durum değişir. Gramsci’de çoğunlukla, devletin zora
Felsefe: Politika ve siyasal egemenliğe dayalı olduğu, sivil toplumun
İnsanın dönüştürücü özelliğini ve bunun da üst- ise onaya dayalı bir hegemonya alanı oluşturduğu gö-
yapılar düzeyinde bilinçli özneler aracılığıyla olacağını rüşü bulunmaktadır (Üşür, 1997: 28-29). Dolayısıyla
vurgulayan bir düşünürün ve elbette eylemcinin poli- sivil toplum ideoloji alanı olarak değerlendirilebilir.
tik analizlerini atlamak kuramını eksik değerlendir- Bu açıdan düşünüldüğünde, politikada birlik yaratma
mek olacaktı. Bu bölümde ana hatları ile Gramsci’nin sorunu aydınlığa kavuşmaktadır: Zor ve ikna ilişkisi
üstyapı analizi çerçevesinde ele aldığı devlet, sivil olarak birlik ve birliği sağlayıcı unsur olarak zor. Dev-
toplum, hegemonya kavramları ile devrim stratejileri let, Gramsci’nin ifadesi ile merkezileşmiş irade olarak,
incelenmeye çalışılacaktır. Gramsci’nin üstyapısal çö- ki bu aslında egemen sınıfın iradesi olarak düşünü-
zümlemeleri, çalışmanın giriş kısmında da bahsedil- lebilir, sivil toplum ise farklı öznelerin alanı olarak
diği üzere, temelde işçi sınıfının sınıfsal çıkarlarıyla düşünüldüğünde belirgin unsurun devlet olması an-
uyuşmayan politik konumlanışlarını anlamlandır- laşılır olmaktadır. Dolayısıyla Gramsci’de, zor olma-
ma ve ilişkili olarak Avrupa’da beklenen devrimlerin dan iknanın olabilirliği üzerine yapılan tartışmalar da
gerçekleşememesinin nedenlerine ve de bu durumu 16
geçersizleşmektedir. Çünkü Gramsci’de zor ve ikna
tersine çevirecek stratejileri belirlemeye yönelik çaba- 17
diyalektik ilişki içerisindeki birlik olarak değerlen-
sının ürünüdür. Belirtilen kavramlar hem bu açıdan dirilmektedir ve bu bağlamda zor ve ikna arasında
hem de Gramsci’nin politika alanındaki birlik yakla- yapılan ayrımın kategorik olduğu düşünülebilir. Bu-
şımı çerçevesinde değerlendirilmeye çalışılacaktır. Bu nunla birlikte tarihsel olarak zor ve iknanın görünür
bağlamda politika alanının temel öğeleri olan devlet olduğu durumlar söz konusudur. Dolayısıyla devletin
ve sivil toplumla başlamak uygun olacaktır. zor niteliği ve egemen sınıfın baskı aracı olduğu görü-
şü elbette Mussolini rejimini en ağır biçimde yaşayan
Devlet ve Sivil Toplumdan Birliğe: Gramsci’de devam etmektedir. Buna karşın, devlet
Politika ve sivil toplum ilişkisi düşünüldüğünde ya da birlik
Belirtildiği üzere Gramsci’de politikanın iki ana yaklaşımından hareket edildiğinde devletin sadece
öğesi devlet ve sivil toplumdur. Bu öğeler aynı za- bir baskı aracı olmadığı görülür. Bu açıdan, Grams-
manda Gramsci’de üstyapıyı oluşturur. Yine bilindiği ci’de devlet “kendisi aracılığıyla, yönetici sınıfın kendi
üzere, sivil toplum ve devlet ayrımı ve bu iki unsur egemenliğini yalnızca haklı gösterip koruduğu değil,
arasındaki diyalektik ilişki modern dönemde Hegel ama yönetimi altında tuttuklarının etkin rızasını da
tarafından kurulmuş ve Marx’la devam etmiştir. He- kazanabildiği pratik ve teorik etkinliklerin karmaşık
gel ve Marx’ta ele alınan söz konusu ilişkinin Antik bütünlüğü”dür (Cornoy, 2001: 252-253). Gramsci’nin
Yunan’daki oikos-polis, Roma’daki dominium-im- ifadesiyle,
perium ilişkisinin farklı bir toplumsallıktaki biçimi Hâlâ devlet ile hükümeti özdeşleştirmenin alanı
olduğu da söylenebilir. Kabaca belirtmek gerekir- üzerindeyiz –tam da ekonomik-korporatif biçimi,
se Marx, devlete bir tin özelliği tanıyan ve sivil top- başka bir deyişle sivil toplum ile politik toplum ara-
lumu tinin uğrakları olarak değerlendiren Hegel’e sındaki karışıklığı temsil eden özdeşleştirmenin.
karşı, üretim etkinliğinin alanı olarak belirtilen sivil Zira devlet konusundaki genel yaklaşımın, (Dev-
toplumun devlete önceliğini, devletin sivil topluma let=politik toplum+sivil toplum, başka bir deyişle
bağlılığını vurgulamıştır (Marx, 2009). Bu tartışma, zorlama zırhıyla korunan hegemonya biçiminde
söylenebilecek anlamda) sivil toplum kavramına
modern devlete ilişkin bir tartışma olup genel olarak
göndermede bulunulması gereken öğeleri içerdiği
kapitalizmdeki ekonomik alan siyasal alan ayrımıyla 18
belirtilmelidir (Cornoy, 2001: 259).
da örtüşmektedir. Gramsci’de ise, sivil toplum üretim
etkinliğinin dışında ele alınır ve “özel” olarak adlan- Bu ifade ile devletin hükümetten farkını vurgu-
dırılan kurumları kapsayan bir alan olarak tanımlanır layan Gramsci, devletin bir “eğitici” olarak toplumsal
(Üşür, 1997: 29). çevreyi eğitme rolünü de belirtmekte, dolayısıyla öz-
Devlete gelindiğinde, Marx’ta bir devlet teori- ne-nesne birliğinden hareketle devletin sivil toplum-
sinden bahsedilemezse de genel kabul gören yakla-
16 Söz konusu iddia için bkz. Öztürk (2010: 28)
şım devletin egemen sınıfın baskı aracı olduğudur. 17 Farklılıkların diyalektiği
Gramsci’de ise devlet, temelde bir baskı aracı olarak 18 Bkz. Gramsci (1997: 323)

81
dan ayrı düşünülemeyeceğini ifade ederek yine birlik Bağlı sınıflar açısından yaklaşıldığında hegemon-
kavramına göndermede bulunmaktadır. Bu durum- yanın politikanın birlik durumunu işaret ettiği görü-
da, sivil toplumun da devletten bağımsız olamayacağı lür. Yani hegemonya zor ve iknanın sentezidir. Bu açı-
açıktır. Gramsci bu durumu daha net olarak şu ifade- dan hegemonya, farklı kolektif öznelerden oluşan sivil
lerinde açıklar: toplumun egemen sınıfın çıkarlarına eklemlenme ha-
lidir. Bu durumda artık sivil toplumda farklı kolektif
Hegel’in öğretisine göre partiler ve dernekler, Dev-
letin “gizli” dokularıdır... Yönetilenlerin gönül hoş- öznelerin varlığından bahsedilmesi söz konusu ola-
luğuyla benimsedikleri hükümet –ama bu, seçim maz. Çünkü Gramsci’de özne olmak bilinci gerektirir
zamanlarında olduğu gibi belirsiz ve dar anlamda ama hegemonya durumunda ekonomik alanda nesnel
değil– örgütlenmiş bir benimsemedir: Devlet bu olarak var olan sınıfların sivil toplumda varlıkları söz
benimsemeyi elde eder ve “eğitir”; bunu yönetici konusu değildir. Diğer bir ifade ile insanın dönüştü-
sınıfların özel girişimine bırakarak, özel kuruluşlar rücülüğü sekteye uğramıştır. Sorun ekonomik alanda
olan siyasal dernekler ve sendikalar aracılığıyla ya- nesnel olarak var olan sınıfların sivil toplumda bilinç
par…(1997: 319). aracılığıyla var olabilmeleridir. Gramsci bu sorunu
Devlet-sivil toplum ilişkisi böylece ele alındığın- karşı hegemonyaya bağlamında ele alır.
da, Perry Anderson’ın (1988: 27-28) Gramsci’de dev- Karşı hegemonya çözümlemesine geçmeden
let-sivil toplum ilişkisinin muğlaklığına ilişkin eleşti- önce Gramsci’nin hegemonya ve karşı hegemonya ile
risi geçerliliğini yitirmektedir. Çünkü Gramsci’de söz ilişkilendirdiği aydınlar yaklaşımına da kısaca deği-
konusu ilişki mekanik olmayıp tarihsel sürece bağlılık nilmesi faydalı olacaktır. Gramsci aydınları, yapısal
gösteren diyalektik bir özellik sergilemektedir. Böylesi ilişkiler düzeyindeki nesnel konuma bağlı bir işlev-
bir ilişki, egemen sınıfların egemenliklerini kurmaları sel değerlendirme ölçütüyle ilişkilendirir. Bu açıdan
ve bağlı sınıfları yönetebilmelerinin ekonomik ve top- aydınlar, üretim, kültür ya da siyasal yönetim alan-
lumsal koşullara göre değişebileceğine işaret etmekte- larında, en geniş anlamıyla “örgütsel bir işlev” gören
dir. Bu yaklaşım Gramsci’nin Doğu ve Batı üzerinden bütün toplumsal katmanları ifade eder (Yetiş, 2002:
yürüttüğü devrim stratejilerinde daha açık biçimde 236). Ayrıca, oluşan her yeni sınıf kendi aydınlarını
görülmektedir. Öte yandan, tüm bu değerlendirme- da yaratır. Ancak bu ilişki tek yönlü değildir; aydın-
lerden sonra sivil toplumun bir üstyapı uğrağı olması lar da kendilerini organik olarak ve kendisiyle birlikte
ifadesinin biraz netleştirilmesi gerekir. Belki de daha oluşturan sınıf üzerinde bir etki yaratarak, söz konusu
açık olarak sivil toplum “toplumsal politika” alanı ola- sınıfa bilinç ve türdeşlik kazandırır dolayısıyla sivil
rak ifade edilebilir. Devletin de bu toplumsal politi- toplumla politik toplumun eklemlenme süreç ve tarz-
kadaki rolü, devleti aynı zamanda hegemonya çerçe- larını etkiler (Yetiş, 2002: 5). Elbette burada bahsedi-
vesinde düşünmeyi gerektirir. Bu noktada hegemonya len Gramsci’nin organik aydınlar olarak adlandırdığı
kavramının açılması faydalı olacaktır. kesimdir. Geleneksel aydınlar ise önceki üretim tarzı-
nın ya da tarihsel blokun yeni toplumsal formasyona
bıraktığı kalıntılardır (Yetiş, 2002: 10).
Hegemonyadan Karşı Hegemonyaya
Ana hatları ile değerlendirilmeye çalışılan hege-
Gramsci’nin hegemonya kavramı iki yönlüdür:
monya yaklaşımının ve burada devletin etkin konu-
Hegemonya bir taraftan egemen sınıflar içindeki
munun öncesinde de belirtildiği üzere devletin göreli
gruplara yöneliktir; bu açıdan hegemonya bir egemen
özerklik tartışmalarına zemin hazırladığı söylenebilir.
sınıf grubunun ahlaki ve entelektüel liderliği aracılı- Bir diğer ifade ile karşıt sınıfsal çıkarları eklemleye-
ğıyla, diğer egemen sınıf grupları üzerinde denetim bilen devletin niteliği göreli özerklik tartışmalarına
uyguladığı sivil toplumdaki bir süreci ifade eder. Bu olanak sağlamıştır. Gramsci’nin konuya ilişkin ifade-
durumda, önder grup diğer grupların çıkarlarını ek- lerini vermek açıklayıcı olacaktır:
lemleme güç ve yeteneğine sahiptir. Diğer taraftan
…Devlet elbette, bir grubun öz örgütü olarak ve
egemen sınıfın,
grubun en geniş bir şekilde etkinliğinin yaygınlaş-
Dünya görüşünü kapsayıcı ve evrensel olarak yer- tırılmasına elverişli koşulları yaratma ile yükümlü
leştirmek için siyasal, ahlaki ve entelektüel liderli- sayılır. Fakat bu gelişme ve yaygınlaşma, evrensel
ğini kullanmaya, ayrıca bağımlı grupların çıkar ve bir gelişme ve yaygınlaşmanın, evrensel bir ilerle-
gereksinmelerini biçimlendirmeye yönelik başarılı menin, bütün “ulusal” enerjilerin itici gücü olarak
girişimleri içerir” (Cornoy, 2001: 257). düşünülüp tanıtılır. Yani egemen grup, kendisine

82
bağlı grupların çıkarlarıyla bağımlı bir duruma hegemonya için uygulanacak stratejiler yine devlet-si-
gelmiş ve Devlet yaşamı da sürekli ve temel grupla, vil toplum ilişkisi bağlamında ele alınır.
buna bağlı grupların çıkarları arasında geçici den-
Gramsci belirtildiği üzere, Rusya’da gerçekleşen
gelerin(yasa sınırları içinde) aşılmasını sağlayan bir
kuruluş olarak tasarlanır…(1997: 268). ve devam eden devrime rağmen Avrupa’daki devrim-
lerin süreksizliğini çözümleme ve burada dönüşümün
Karşı hegemonya olanağına gelinirse, Grams- koşullarını belirleme çabasındaydı. Çok detayına gir-
ci’nin temelde çözmeye çalıştığı sorun sosyalizme meden belirtilirse Gramsci konuyu, diğer konulara
nasıl geçileceği idi. Bu geçişi karşı hegemonya bağ- benzer biçimde Doğu ve Batı arasında üstyapı unsur-
lamında tartışır. Diğer bir ifade ile bağlı sınıflar açı- larının konumlanışıyla ilişkilendirir; yani devlet ve
sından sivil toplumda özneleşme ve dolayısıyla karşı sivil toplum ilişkisiyle açıklar. Doğu’da devlet çok bas-
hegemonya olasılığı nasıl açıklanabilir? Sorun üst- kın olup sivil toplum ise gelişmemiş haldedir; Batı’da
yapısal düzeyde bilinç sorunu olarak konulduğunda ise devletle toplum arasında düzenli bir ilişki olduğu
Gramsci, karşı hegemonya için merkeze Çağdaş Prens için, sarsılmakta olan bir devletin ardından sağlam
olarak adlandırdığı proletarya partisini yerleştirir ve bir sivil toplum yapısı ortaya çıkar. Dolayısıyla devlet,
hegemonyanın engellediği özneleşmeyi, işçi sınıfının Batı’da ileri hattaki siperden başka bir şey değildir; ar-
kendi organik aydınlarını oluşturabilmesi ve de siyasi, kasında ise sivil toplumdaki daha sağlam siperler zin-
ideolojik düzeyde örgütlülüğü ile ilişkilendirir. ciri vardır (Gramsci, 1997: 296). Bu nedenle, Batı’da
Diğer taraftan dönüşüm imkanını üstyapıyla, bi- devletin ele geçirilmesi sosyalizm için yeterli değildir,
linçle ilişkilendiren Gramsci için karşı hegemonyayı burada asıl mücadelenin sivil toplumda yürütülmesi
sağlayacak bunalımlar da açıktır ki ekonomik değil, gerekmektedir. Bu bir mevzi savaşıdır. Batı için karşı
organik bunalımlar olarak adlandırdığı hegemonya hegemonyanın kurulma alanı sivil toplumdur. Oysa
bunalımlarıdır (Gramsci, 1997: 271). Fakat bu du- Doğu’da ya da azgelişmiş ülkelerde manevra savaşı
rumda da doğrudan ya da kendiliğinden karşı he- verilebilir yani devlet iktidarı ele geçirilir, sonrasın-
gemonyaya ulaşılamaz; farklılıkların diyalektiğinden da ise sivil toplumda hegemonya yaygınlaştırılabilir.
hareket eden Gramsci için hegemonya bunalımların- Gramsci’nin yaptığı (Gramsci, 1997: 28) hükmetme
da Sezarizm de dahil olmak üzere farklı olasılıklar ve yönetme ayrımından hareket edilirse, Batı’da önce
söz konusudur. Olası durumlar siyasal güç ile siyasal yönetim sonra egemenlik Doğu’da ise tersi durum söz
bilinç ilişkisine bağlıdır. Açmak gerekirse siyasal güç konusudur. Bu noktada akla bazı sorular gelmektedir.
aşamaları; Komünist toplum için öngörülen devletsizlik duru-
a) Maddi üretim güçlerinin gelişmişlik düzeyine mu, kapitalist toplumda mümkün müdür ya da devlet
bağlı ve altyapıya ilişkin toplumsal güç ilişkileri ala- olmadan yönetim mümkün müdür? Gramsci, böylesi
nı, b) Farklı toplumsal grupların örgütlenme ve si- bir durumun sosyalist toplumla gerçekleşeceğini ön-
yasal bilinç oluşturma alanı, c) Askeri güç ilişkileri görür ve bu aşamada devletin gece-bekçisi düzeyine
alanı”. Gramsci bu güç ilişkileri içinde siyasal bilin- inmesi gerekliliğini vurgular. Fakat kapitalist yapıda
cin üç ayrı uğrağını da birbirinden ayrıştırır; a) İl- bu tarz bir yönetimden bahsedilmesi imkansızdır;
kel ekonomik uğrak: Bir toplumsal grubun sınıfsal çünkü bu aşamada devlet aynı zamanda sivil toplum-
değil ama mesleki çıkarlarını ifade edebildiği düzey,
la da özdeştir, devletin sadece zordan ibaret olacağı
b) Politik-ekonomik uğrak: Toplumsal sınıfların
sadece ekonomik çıkarlarını ifade edebildiği dü- sosyalist evrede ise devlet gece bekçisi konumunda
zey, c) Hegemonya uğrağı: Bir temel sınıfın sadece olacaktır (Gramsci, 1997: 324). Bu nedenle kapitalist
ekonomik çıkarlarını temsil eden bir sınıf olmanın dönemde yönetimin ardından egemenliğin de ele ge-
ötesine geçerek, uzun dönemli çıkarları açısından, çirilmesi gereklidir.
tabi sınıfların çıkarlarını da birleştirecek bir orga-
nik çıkar tanımının gereğini kavramasıdır (Üşür,
19
Değerlendirme
1997: 30-31).
Birinci bölümde ağırlıkla Gramsci’nin felsefeye
Dolayısıyla işçi sınıfının örgütlülüğü, organik yaklaşımı ve Marksist felsefeyi yorumlayışı üzerin-
aydınlarını yaratabilmesi ve siyasi gücü ile egemen de duruldu. Bu bağlamda Marx’ın kendi döneminin
sınıfların bu açılardan durumu karşı hegemonya ola- materyalist ve idealist yaklaşımlarıyla ilişkisine ben-
sılığını belirleyecektir. Diğer taraftan Gramsci’de karşı zer biçimde Gramsci de kendi döneminin söz ko-
nusu akımlarıyla hesaplaşmıştır. Marx’ın Hegel’den
19 Bkz (Gramsci, 1997: 267-268) etkilenmesine benzer biçimde Gramsci de Croce’dan

83
etkilenmiştir. Ancak Marx materyalizmle (tini mad- açıklık getirmeye çalışmaktadır. Bu açıdan değerlen-
deleştirerek ve tarihselleştirerek) Hegel’i aşmışken, dirildiğinde, kapitalizmin analizi üzerinden teorisini
Gramsci felsefi materyalizm eleştirisi ile hem Cro- geliştiren Marx, maddi temel üzerinden toplumsal
ce’u hem de Hegel’i belli açılardan olumlamıştır. bütünlüğü yakalamıştır. Oysa Croce’un da etkisiyle
Yapı (madde)-üstyapı ilişkisi üzerinden bakıldığında mevcut olanın dönüşümünün bilinç üzerinden ger-
Marx’ta maddi olan çok açıkken ve öz-biçim birlik- çekleştirilmesinden hareket eden Gramsci için bu bü-
teliğinden hareket edildiğinde öz maddi olanı temsil tünlüğün maddi temel üzerinden yakalanması zordu.
ederken, Gramsci’de maddi olan üstyapısıyla ilişkisin- Gramsci’de bilinç, insanın dönüştürdüğünün kendisi
de muğlaktır ve üstyapının etkinliği söz konusudur. üzerindeki etkisinin farkına varması ve bunu üstya-
Ayrıca, üstyapı yapının bir eğilimi olarak düşünül- pıya taşımasıydı. Böylece yapı üstyapı olur ve birlik
mekle birlikte, bilinç üzerinden kurulan aradaki iliş- sağlanır. Böylesi bir birlik durumunda artık kapitaliz-
kisellik net değildir. Diğer yandan Gramsci’nin öz-bi- min varlığından bahsedilebilmesi zordur. Bu Marx’ın
çim birlikteliğinden hareket ettiğine dair bir yaklaşım aşağıdaki ifadesinin tersinden okunması anlamına da
sergilediği söylenemez. Bu, üstyapının yapının bir gelir:
eğilimi olarak görülmesinde de kendini gösterir. Ger- Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun
çi tarihsel bloğun yapı ile üstyapıların belirli bir ta- maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hare-
rihsellikteki birliği olduğu; burada özün yapı, biçimin ket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bun-
ise üstyapı olduğunu ve öz ile biçimin birbirinden ların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan,
ayrı düşünülemeyeceğini, bir olduklarını belirtmekle mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin
birlikte (Gramsci, 1997: 79), Croce’un “farklılıkların gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların en-
diyalektiği” (1997: 221-223) yaklaşımını doğrudan ol- gelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal dev-
rim çağı başlar (Marx, 1993: 23).
masa da yapı-üstyapı birliğine uyarlama girişimi, yapı
ve üstyapıyı farklılıklar düzeyinde değerlendirdiğine, Buna karşın Gramsci, Marksist literatürde sınıf
hatta öncesinde de belirtildiği üzere üstyapının ayrı- mücadelesi ekseninde politik düzey analizi konusun-
lığı ilkesi ile üstyapıya özerklik verdiğine dair bir ka- da önemli bir eksikliği görmüş ve bunu kendi tarihsel
nıya neden olabilmektedir. Bu yaklaşımda farklılığın koşulları içerisinde çözümlemiştir. Ellen Meiksins
kendisi sorunlu değildir. Belirtildiği üzere, ekonomik Wood’un da belirttiği üzere, Gramsci’nin sivil toplum
alan-siyasal alan biçimsel ayrılığı kapitalizme içkin bir formülasyonunun amacı, “…sınıf gücünün devlet-
özellikti; burada Gramsci’nin bunu kapitalizme özgü te açıkça görülebilir bir yoğunlaşma noktasına sahip
olarak değerlendirip değerlendirmediği, kapitalizme olmadığı, bunun yerine, toplum ve toplumun kültü-
özgü olsa dahi iki ayrı düzlem olarak görüp görme- rel pratikleri yoluyla nüfuz eden bir sınıf egemenliği
diği konuları net değildir. Marx’ın yapı ve üstyapının sisteminin alt edilmesinin zorluğunun anlaşılabilme-
ayrılması gerektiğine ilişkin ifadesine vurgu yapması sidir”. Bu ise kapitalizme karşı mücadelenin, sadece
ve Marksizmin öğeleri yaklaşımı ya da Marksizm yo- iktisadi değil kapitalizmin günlük hayattaki kültürel
rumu ve de bu bağlamda dönüşümü üstyapısal alanla ve ideolojik köklerine yönelik olması gerekliliğini de
sınırlaması, yapı ve üstyapıyı iki farklı düzlem olarak işaret eder (2008: 278-279).
ele aldığına dair kanıyı güçlendirmektedir. Bu açıdan, Çalışmanın bir diğer amacı olan Gramsci’de
yapı üstyapı ilişkisinde birliği sağlayıcı unsur olarak üstyapı çözümlemesinin felsefi temellerinin Gram-
bilinci koyması, buna karşın bilinci yapıyla tam olarak sci sonrası Marksist ve post-Marksistler üzerindeki
ilişkilendirememesi de yaklaşımının zayıf noktaların- etkilerine değinmek de faydalı olacaktır. Marx’ta in-
dan birini oluşturmaktadır. san-doğa ilişkiselliğinin Gramsci’de insanın eylemi ve
Öte yandan Marx, yapısal dönüşümün, kapita- eğlediğinin bilincine erişmesi arasına taşınarak öznel-
lizmin yapısal çelişkileri nedeniyle iktisadi krizlerle ci bir biçime büründüğü söylenebilir. Benzer biçimde
gerçekleşeceğini öngörüyordu. Sınıf mücadelesinin yapı-üstyapı ilişkisinde yapının bir varsayım durumu-
yapıyı dönüştürme olasılığı üzerinden hareket edildi- na düşürüldüğü(Savran, 1988) ve dönüşümün üstya-
ğinde, Marx’ta bunun nasıl gerçekleştirileceği yapıda- pısal alanda gerçekleşebileceğinden hareket edilme-
ki gelişmelerden bağımsız değildi. Gramsci ise içinde sinden dolayı eylem ve bilincin üstyapı merkezli ele
bulunduğu tarihsel koşullarda yapı açısından sosya- alınmasıyla, yapı-üstyapı ilişkiselliğinden ziyade üst-
lizme geçişin artık gerçekleştirilebileceğinden hare- yapıda devlet-sivil toplum ilişkisinin temel bileşen
ketle sınıf mücadelesine odaklanmakta ve bu konuya haline geldiği de ifade edilebilir. Bu ise aslında belir-

84
tildiği üzere üstyapının ayrılığı fikrini işaret etmekte- Anderson, P. (1988) Gramsci: Hegemonya, Doğu-Batı
dir. Bu yaklaşımın sonucunda ise bir yanda devletin Sorunu ve Strateji, İstanbul: Alan Yayıncılık.
diğer yanda sivil toplumun yapıdan ayrı, özerk vb sı- Bumin, T. (2013) Hegel: Bilinç Problemi, Köle-Efendi
fatlarla nitelendirilmesi kolaylaşmaktadır. Yine belir- Diyalektiği, Praksis Felsefesi, İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
tildiği üzere Gramsci’nin Marksizm öğeleri yaklaşımı
Burnham, P. (1991) “Neo-Gramscian Hegemony And
ile Yapısalcı Marksistlerin, toplumsal gerçekliği siya-
The International Order”, Capital and Class, 45,
sal, ideolojik ve ekonomik düzeylere ayırarak incele- Autumn: 73-93.
melerinin, devletin rıza ve zora dair uygulamalarıyla Buttigieg, J. A. (1990) “Gramsci’s Method”, Boundary 2,
devletin ideolojik ve baskı aygıtları ayrımının ve de Vol. 17, Sayı 2, Summer: 60-81.
hegemonya yaklaşımıyla devletin göreli özerkliğinin Carnoy, M. (2001) “Gramsci ve Devlet”, Praksis, Sayı 3,
ilişkilendirilmesi zor olmamaktadır. Öte yandan sı- Yaz, 252-253.
nıfların sivil toplumda görünmemesi, bu alanın hem Engels, F. (1992) Ludwing Feuerbach ve Klasik Alman
ideolojiler alanı olarak hem de yapıdan ayrı olarak Felsefesinin Sonu, Ankara: Sol Yayınları.
düşünülmesi post-Marksizmin beslendiği kanal ola- Gramsci, A. (1997) Hapishane Defterleri, Çev. Adnan
Cemgil, İstanbul: Belge Yayınları.
rak değerlendirilmektedir(Savran, 1988; Alayoğlu,
Greaves, M. N. (2009) Gramsci’s Marxism Reclaiming a
1998). Buna karşın yapı-üstyapı farklılığının aslında
Philosophy of History and Politics, Leicester:
kapitalizmin yapısal bir özelliği olduğunu ve de bizati- Matador.
hi bu durumun kapitalizmin kendini devam ettirebil- Halifeoğlu M. ve Yetiş M. (2013) “Gramsci, Sivil Top-
mesinin bir gereği olması nedeniyle aradaki ilişkinin lum-Devlet İkiliği ve Kuramsal Kökenler”, Mül-
tamamlayıcılık ilişkisi olduğu belirtilmişti. Bu açıdan kiye Dergisi, 37 (1), 163-188.
bakıldığında, görünürde bir sözleşme ile karşılık- Marx, K. (1993) Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı,
lı çıkarların karşılandığını düşündüren, dolayısıyla Ankara: Sol Yayınları.
ekonomik zor ve artı-değere el konulmasını gizleyen Marx, K. (2009) Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi,
altyapının sınıfsallığı gizleyen görüntüsüne benzer bi- Ankara: Sol Yayınları.
çimde bir “özgürlük” alanı olarak sunulan üstyapının Öztürk, A. (2010) “Özne-Nesne Diyalektiğinde Gramsci
Uğrağı: Praxis Felsefesi Nereye Doğru?”, Der.
da tam da bu sunumundan dolayı son derece sınıfsal
Halil Onur İnce, Günümüzde Yeni Siyasal Yak-
olduğu söylenebilir. Burada Gramsci açısından sorun- laşımlar içinde, Ankara: Doğu-Batı Yayınları,
lu olacak yaklaşım, belirtildiği üzere onun yapı-üst- 255-301.
yapı ilişkiselliğini tam olarak açıklamaması ve de bu Sancar Üşür, S. (1997) İdeolojinin Serüveni, Yanlış Bilinç
bağlamda değişimi yapıdan soyutlayarak üstyapıya ve Hegemonyadan Söyleme Ankara: İmge Ki-
hapsetmesinin üstyapının özerkliğine gidilen yolu tabevi.
açmasıdır. Diğer yandan üstyapının sınıfsal niteliğini Savran, G. (1988) “Anderson’un Reformistlere Uyarısı:
de tam olarak çözümlemekten ziyade üstyapının bir Gramsci’nin Çıkmazları”, Sınıf Bilinci, Sayı: 2,
ideolojiler alanı olarak karşı hegemonya mücadelesi Ekim: 142-164
ile dönüştürülmesine odaklanması, Gramsci’yi bir ey- Texier, J. (1985) Gramsci ve Felsefe, Çev. Kenan Somer,
Ankara: Birey ve Toplum Yayınları.
lem-bilinç diyalektiğine hapsetmektedir. Dolayısıyla
Türkyılmaz, Ç. (2011), “Hegel’de Gerçekleşme Kavramı”,
madde ve yapı verili kabul edilip, buradaki değişimle- Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Der-
rin (dönüşüm değil) etkisinin üstyapıyla ilişkilendiril- gisi, Sayı 1, 197-205, http://cetinturkyilmaz.
memesi sonucunda insan-doğa, özne-nesne diyalek- blogspot.com.tr/2012/01/hegelde-gercekles-
tiği temel bileşen olmaktan çıkmaktadır. me-kavrami.html, Erişim Tarihi 24 Mayıs 2014.
Watkins, E. (1986) “Gramsci’s Anti-Crose”, Boundary 2,
Kaynakça Vol. 14, Sayı 3, The Legacy of Antonio Gramsci,
Akbulut, Ö. Ö. (2009) Siyaset ve Yönetim İlişkisi, Ku- Spring: 121-135.
ramsal ve Eleştirel Bir Yaklaşım, Ankara, Tur- Wood, E. M. (2008) Kapitalizm Demokrasiye Karşı, Ta-
han Kitabevi. rihsel Maddeciliğin Yeniden Yorumlanması, İs-
Alayoğlu, A. O. (1998) “Bilim-Politika Sorunu Açısın- tanbul: Yordam Kitap.
dan Gramsci”, Teori ve Politika, Sayı: 10, Ba- Wood, E. M. (2003) Kapitalizmin Kökeni-Geniş Bir Ba-
har, http://www.teorivepolitika.net/index.php/ kış, Ankara: Epos Yayınları.
okunabilir-yazilar/item/65-bilim-politika-so- Yetiş, M. (2002) “Gramsci ve Aydınlar,” Mülkiye Dergisi,
runu-acisindan-gramsci, Erişim Tarihi: 7 Nisan Cilt: 26, Sayı: 236: 217-245.
2015.

85
Türkiye Tarımında Yapısal Dönüşüm
ve Mevsimlik Tarım İşçileri: Sakarya Örneği
Uygar D. Yıldırım

1. Basım Haziran 2015


13,5 x 19,5
408 sayfa
ISBN 978-605-9816-01-4
Yayına Hazırlayan: Serap Korkusuz Kurt
Kapak Tasarımı: İlknur Kavlak
Baskı Öncesi Hazırlık: Ülkü Gündoğdu

Arka kapak yazısı


Geçtiğimiz 20 yıllık süre içinde tarımda yaygın üretim biçimi olarak görülen
küçük köylülük nüfus, istihdam ve mülkiyet özellikleri açısından büyük bir alt
üst oluş ve çözülme evresinden geçerken, sayıları hızla artan mevsimlik tarım
işçileri tarımsal işgücü içinde daha yaygın ve görünür hale gelmektedir. Bugün
büyükşehirlerin pazar ve marketlerinde satılan tarım ürünlerinin birçoğunda
Güneydoğu’dan ticari tarım yapılan bölgelere çalışmaya giden, sayıları mil-
yonları bulan, “tehlikeli Kürt, Doğulu” olarak görülen tarım işçilerinin emeği
saklıdır. Kapitalizmin tarımda gelişmeye başladığı erken dönemlerden bu yana
etkili olan mülksüzleşme ve işçileşme süreçlerinin değişen ve süreklilik göste-
ren özellikleri; Osmanlı’nın Son Dönemi, Cumhuriyetin Kuruluş Yılları, İkin-
ci Dünya Savaşı Sonrası ve 1980 Sonrası olmak üzere dört ayrı dönem altında
incelenmiştir. Sakarya’nın pazara yönelik fındık üretiminin yapıldığı tarımsal
alanlarında yapılan saha araştırması sayesinde tarımda işçileşme süreçlerinin
çeşitli uğrakları daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Tarımda işçileşme süreci-
nin güncel boyutları, işçilerin ucuz ve kitlesel işgücü imkanı olarak tarımsal
sermaye tarafından üretim sürecine nasıl içerildiği ve etnik ayrışmaya bağlı
sosyal dışlama süreçlerinin işçilerin yaşam ve çalışma koşullarını nasıl şekil-
lendirdiği soruları ekseninde aydınlatılmaya çalışılmıştır.

86

You might also like