You are on page 1of 8

AHMET CEVDET PAŞA’YA GÖRE NUSAYRĐLER

Ufuk ŞAFAK∗
Ankara 2007
ÖZET
Bu yazı: Osmanlı Vak'anüvis ve Devlet adamlarından Ahmet Cevdet Paşanın, Tarih-i Cevdet adlı
eserinin 1. Cildinin 332, 333, 334. sayfalarındaki “Nusayrilerin Dini Hususları” başlığı altında kaleme aldığı
bölümün Türkçe Transkripsiyonunu içermektedir. Cevdet Paşa’nın kısa bir özgeçmişi ve Nusayrilerle ilgili genel
bilgilerde verilerek konu bütünlüğü sağlanmaya çalışılmıştır. Nusayrilerle ilgili olarak, Cevdet Paşanın bazı
yargılarının nedenleri irdelenerek, Osmanlı Tarihçilerinin, Cevdet Paşanın, mezhep ve topluluklara sosyolojik
yaklaşımları, bu yaklaşımların genel değerlendirmesi konun içinde verilmeye çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Nusayriler, Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet’te Nusayriler.

Osmanlı Tarihçilerinin ve vak'anüvislerinin tarih anlatımlarının büyük bölümünü


savaşlar, ordu seferleri, Padişah değişiklikleri, başka devletlerle yapılan anlaşmalar,
memurların azl ve atamaları vb. gibi Devlet-i Aliye’nin en güncel konuları oluşturur.
Pây-ı Taht’ta bulunan vak'anüvislerin, birinci dereceden elzem olan yukarıda sıraladığımız
konuları kaleme almaları, “siyasi tarih yazıcılığı” görevini icra etmeleri gayet doğal olsa
gerek. Bunun yanında, Osmanlı reayasının sosyal hayatını; mezheplerini ve inanışlarını,
geleneklerini, asabiyetlerini ve günlük yaşamlarını oluşturan uğraşlarını dolaysız olarak
anlatan gezgin-seyyahlar bulunmakla birlikte, vak'anüvis ve tarihçilere de rastlamaktayız.
Böylesi bir tarih yazıcılığını, başka bir Osmanlı tarihçisinde görmediğimiz düzeyde
Ahmet Cevdet Paşa (1832-1895)’da görürüz. Cevdet Paşa siyasi tarih yazıcılığının yanında,
30 senelik bir çalışmanın ürünü olan Tarih-i Cevdet adlı eserinde, tarihi olayları anlatırken,
kimi yerde, bölge sakinlerinin mezheplerini, inanışlarını, geleneklerini kaleme alarak din
sosyolojisi alanına da nüfuz etmiştir.
Hicri 1238 (1823) yılında Bulgaristan’ın Lofça kasabasında doğan Cevdet Paşa, Hafız
Ömer’den Arapça okuyarak tahsil hayatına başlamıştır. Bulgarca ve Farsça öğrenerek kendini
yetiştirmiş ve Ocak 1844’te, yani 21 yaşında ilk resmi görevi olan Rumeli Kazaskerliği’ne
bağlı Premedi Kazası kadılığına getirilmiştir. 1850 yılında meclis-i Mâârifi Umûmiye azalığı
ve darülmüallimin müdürlüğüne seçilerek, Kavâid-i Osmaniyye’yi encümeninin ilk eseri
olarak Abdülmecit’e sunmuştur. 1774-1826 devresi Osmanlı tarihini yazmakla
görevlendirilerek, 1854’te yazmaya başladığı tarihinin ilk üç cildini tamamlayıp padişaha
sunmuştur. Bunu üzerine 1855’te Vak'anüvis tayin edilmiştir. Bu görevdeyken dönemin siyasi

A.Ü. DTCF Tarih Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi.

1
olaylarını anlatan Tezakir-i Cevdet adlı eserini kaleme almıştır. Devlet kademelerinde birçok
görev alan Cevdet Paşa, Anadolu Kazaskerliği, Halep Valiliği ve Şûrâyı Devlet Başkan
Vekilliği gibi önemli mevkilerde görev yapmıştır (DĐA, 1993: 443-446).
Bütün bu görevleri dışında Ahmet Cevdet Paşa, başta bir tarihçidir. Siyasi tarih
yazıcılığı sınırlarını aşan, diğer Osmanlı Vak'anüvis ve tarihçilerinden bu anlamda ilerde olan
Cevdet Paşayı, “Türkiye’de Sosyoloji tarihinin, Ziya Gökalp’le değil, Cevdet Paşa’yla
başlamasını öneriyorum, çünkü Paşa’nın tarihi olayların çokluğunu sosyolojik bir geometriye
oturttuğu kanaatindeyim….. Türkiye’nin sosyologlarına yol gösterebilecek olan bir Osmanlı
sosyoloğudur” (Meriç, 1995: 10) şeklinde tanımlayanlar da vardır.
Tarih felsefesine dair fikirleri Đbni Haldun’a dayanan (Türkmen, 1994: 99) Cevdet
Paşa, mezheplere sosyolojik yaklaşımlar sergileyerek, din sosyolojisi alanında tarihçiliğini
ileri taşımış, ancak bunu yaparken “Đslâm’ın bir savunucusu, Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Sünnete
Hanefi Ekolü ve Đmparatorluğun bir yöneticisi olarak” (Akkaya, 1992: 76) yaklaşmış ve
Bâtıni mezhepleri, “Vehâbileri, Şeyh Bedrettin’in temel fikirlerini sapkın” (Akkaya, 1992:
86-87) olarak nitelemiştir. Dinleri, Hak dinler ve Batıl dinler olarak iki guruba ayıran Cevdet
Paşa, Đslâm’a en yakın din olarak, Batıl dinler arasında saydığı Hıristiyanlığı gösterir
(Akkaya, 1992: 45-46).
Cevdet Paşa, siyasi tarih alanının dışına çıkarak, Tarih-i Cevdet adlı eserinde “Mısır
Ahvali, Cebel-i Lübnan Đdaresi, Necd ve Hicaz Bölgelerindeki Vehâbi Olayları, Nusayrilerin
ve Dürzîlerin örf, âdet, ve dini inanışları, başlıklarıyla, Osmanlı tebaası olan Araplara
yönelik sosyolojik yaklaşımlar sergiler” (Yüksel, 1995: 167). Aynı eserin 1. Cildinin 332, 333
ve 334. sayfalarında Nusayrilerle ilgili ayrıntılı bilgiler vererek başka bir Osmanlı
Vak'anüvisinin değinmediği bir konuya, Nusayrilerin inanç ve geleneklerine değinir.
Cevdet Paşanın Nusayrileri nasıl kaleme aldığına geçmeden, adı geçen mezhep
ve/veya toplumla ilgili birkaç söz söylemek yerinde olacaktır.
“Nusayri” sözcüğünün nereden türediği konusunda dört farklı yorum vardır.
1. Nasranî, sözcüğünün (Hıristiyan) bozulmuş şeklidir.
2. Nazerin, (Latince Hıristiyan) sözünden türetilmiştir.
3. Nasuraya, (Kûfe yakınlarında bir köy)’den türetilmiştir.
4. Đbn Nusayr (Muhammed Đbn Nusayr Adai)’dan türemiştir.(Uluçay)
Nusayrilerin Arap kökenli oldukları konusunda görüş birliği varsa da, Türkiye
kamuoyunu, 1930 lu yıllarda meşgul eden “Hatay Meselesi” bağlamında, yayınlanmış bazı
kitaplarda, Nusayrilerin “Hitaylı” ya da “Eti Türkü” (Geniş bilgi için Tankut, 1938,
Nusayrilik ve Nusayrilik Hakkında) olduğu da iddia edilmiştir.

2
Kendiside bir Nusayri olan Gâlip et-Tavil, 1924 yılında kaleme aldığı eserinde,
Nusayrilere Arap Aleviler diyerek, “Saf bir Arap kaynağından, özgeci, özveri, atılgan ve
uygarlık örneği ataların soyundan” (et-Tavil, 2004: 12) geldiklerini belirtir.
Nusayri Aleviler, Suriye’den Türkiye’ye uzanan kıyı boyunda yaşayan bir topluluk
olarak her zaman Ortadoğu’nun bir parçası olan, ancak etnik, dinsel ve kültürel açıdan hem
Anadolu’daki diğer Türk ve Kürt Alevilerden hem de Ortadoğu’da yaşayan Araplardan farklı
olan bir etnik gurupturlar (Doğruel 2006: 5).
Mezhebin ya da fırkanın kurucusu, genel görüş olarak Đbn Nusayr (öl. 883)’dır. Đbn
Nusayr Şii Đmamların on birincisi olan Hasan el-Askeri’nin babı olduğu iddiasıyla ortaya
çıkan birisiydi (Keser, 2005: 9). Ölümünden sonra fırkanın 10. asırda Hüseyin b. Hamdan el-
Hasîbî (öl. 957?) tarafından geliştirildiği gene kabul görmektedir.
Et-Tavil; “Hüseyin b. Hamdân el- Hasîbî’den önce tanınmış Alevi (Alevilerden
kastettiği Nusayrilerdir) Ebu’l-Kaasım Cüneyd b. Muhammed b. Cüneyd el-Hazzâr el-
Kavârîrî otaya çıktı…….. Bağdat’ta doğduğu için el-Bağdâdî diye anılır…….. Dedi ki;
imâmlardan sonraki son bâb Seyyid Ebû Şu’ayb Muhammed b. Nusayr el-Basrî el-Nümeyrî
Alevilerin merciydi. Ardından Seyyid Ebû Muhammed Abdullâh b. Muhammed el-Cemân el-
Cunbülânî, Alevilerin başkanı oldu. Alevilerce ‘Cunbülânî Tarikatı’ adıyla bilinen tarikatı
kurdu. Cunbülânî Mısır’a gitti, orada büyük Alevi seyyid Hüseyin b. Hamdan el-Hasîbî’yi
tarîkatına aldı…….. Cunbülânî’nin vefatından sonra, Alevilerin dini başkanı oldu……..
Hasîbî, cemâatinin din işlerini yürüteceği Halep’e yerleştiğinde o zamana dek bağımsızlığını
îlân etmiş bütün Alevi hükümdarları onun dini egemenliği altındaydı. Halep’i mesken edinen
Seyyid el-Hasîbî’nin ardılı Seyyid el-Cillî idi” (Et-Tavil, 2004: 165-170) şeklinde Nusayriliği
kuran ve geliştiren şahısların silsilesini vererek, Nusayri tarihini bugüne taşımaya çalışır.
“Nusayri” sözcüğünün nereden türemiş olduğu ve Nusayrilerin tarihleri konusunda
çeşitli ihtilaflar mevcut ise de, Nusayriliğin ortaya çıkışı, Đslam Peygamberinin Mekke’den
Medine’ye hicretinden sonra üçüncü yüzyıla (Keser 2005: 9) rastladığı kuvvetle muhtemeldir.
Ahmet Cevdet Paşa’nın da yaptığı değerlendirmeye paralel olarak, Nusayriler, “Haşhaşiler,
Dürzîler, Karmatiler ve benzeri Đsmâili fırkalar, bizzat Şiî’lerin kendileri tarafından, daha
açık bir ifade ile Şiî zümrenin asıl gövdesini teşkil eden “on iki imâmcılar” tarafından da
aşırı (gulât) olarak” (Hitti, 1995: 2.C. 693) görülmüşler ve klasik Şiîlikten/Đsmaililikten farklı
bir ekol oldukları söylenmiştir.
Şunu da belirtmek gerekir ki, Nusayri toplum önderleri günümüzde kendilerini
“Nusayri” olarak tanımlamamaktadırlar. Ayrıca Muhammed bin Nusayr’ın fırkasının devamı
olduklarını da kabul etmemektedirler. Nusayri inanç önderlerinden Nasrettin Eskiocak’la

3
2004 yılında yapılan bir söyleşide “Muhammed bin Nusayr Ehlibeyt’in 11. Đmamı olan Hasan
el-Askeri’nin yanında hizmetçi olan bir kimsedir. Ben Hasan el-Askeri’yi Hz. Muhammed’in
torunu olarak kabul ediyorum, Ehlibeytin ferdidir. Ehlibeyt’in meziyeti ne ise, o da aynı onun
kadardır. Hz. Muhammed ve Hz. Ali’den sonra en çok sevdiğim şahıs odur. Ben hizmetçisiyle
adlandırılmam, ben Askeriyim ben Caferiyim” (Aydın, 2006: 29) diyerek kendini Alevi olarak
ad etmiş ve Nusayri sözcüğünün kullanılmasını tasvip etmediğini belirtmiştir.
Nusayriler Đslâm içinde “Hz. Ali sevgisi” ve “Hz. Ali taraftarlığı” ekolünün bir
yansıması olarak Şiîliğe ve daha çok Đsmâililiye/On Đki Đmâmcılar’a yakın görülürken, Fenike
putperestliğinin izlerini taşımalarıyla da Đslâm’dan önceki tarihlere uzanan bir inanç silsilesini
de barındırmaktadırlar. Hıristiyan topluluklarla ortak bazı bayram ve dini merasimleri olması
hasebiyle Hıristiyanlara yakın görülmektedirler. Kendilerine özgü bazı dini inanış ve dini
merasimlerle de bütün din ve mezheplerden etkilenmiş farklı bir mezhep ve/veya topluluk
olarak da görenler vardır. Nusayrilerin ruh göçüne inanmaları, Türbe ve ziyaretgahlara adak
adamaları, zâhiri-bâtıni düalizmine dayanan Đslâm yorumları, Đslâm’ın beş şartına riayet
etmeleri, Kur'an-ı Kerîm’i “kitapları” olarak kabul etmeleri, Anadolu Alevî, Ortadoğu
Hıristiyan toplum ve mezheplerinden etkilenmeleri bir arada düşünüldüğünde karma bir
akaidler bütünü oluşturdukları söylenebilir. Bazı araştırmacılar da “Bugün fellahların dinsel
örgütlenme biçimi olan “Nusayrilikten kasıt, Arap soyundan geldiklerine inanan, Mersin,
Tarsus, Adana, Đskenderun, Antakya minverinde yaşayan ve aynı şekilde Suriye, Lübnan ve
başka coğrafyalarla bağları bulunan bir grup insanın Đslâmi akaidleridir (Aslan, 2005: 33)
şeklinde genellemeler yapmaktadırlar.

Cevdet Paşa, Cebel-i Lübnan sakinleri olarak kaleme aldığı Nusayrileri, Bâtıni ve
dinlerini setr [dinlerini gizleme] etmeleriyle Dürzîlere benzetir; “Ancak Dürzîler iffetli olup
zinadan içtinâb [sakınma, çekinme] ederler, ama Nusayriler zinayı mübâh-ı itikad [mübâh
sayma] ederler” (Ahmet Cevdet Paşa, 1309 [1892]: 1. C. 332) şeklinde önyargılı yaklaşımlar
da sergiler. “Nusayrilerin Dini Hususları” bölümü “Hıfızına Allah min Şürûr-ı akaid-i hûm
[Allah bizi kötülüklerinden ve inançlarından korusun] (Ahmet Cevdet Paşa, 1309 [1892]: 1.
C. 334) cümlesiyle bitmektedir.
Klasik Đslam Tarihçilerinin Bâtıni mezheplere karşı yaklaşımlarının izinde olan Cevdet
Paşa, Nusayrileri Cebel-i Lübnan Sakinleri olarak kaleme alması ve inanışlarıyla,
mezhepleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler vermesi açısından belki de Osmanlı tarihçileri arasında
tektir. Bu bağlamda Ahmet Cevdet Paşa’nın Nusayrilerle ilgili bölümü dikkate şayandır.

4
“Nusayrilerin Dini Hususları
Nusayriler Ber-rüş-Şam’da [Sayda, bugünkü Beyrut], Lazkiye, Trablus ve
çevresindeki dağlarda yaşarlar. Hatta Dımaşk [Şam] ile Salahiye’de dahi bulunurlar. Bunlar
Bâtıniyeden bir fırka olup, Dürzîler gibi, takkiye ederler. Yani mezhep ve diyanetlerini setr
[saklama gizleme] ile Đslâm dininde görünürler.
Bunlar cahil olup [Đslâm dinini bilmeme anlamında] tenâsühe [ruh göçü] inanmakla
Dürzîlere benzerler. Lakin inanışlarına ayrıntılı bakıldığında Dürzîlerden farklı oldukları
görülür. Şöyleki: Dürzîlerin iffeti olup zinadan sakınırlar. Ama Nusayriler zinayı mubâh-ı
itikad ederler. Ve bir kadının imanı, kendi mezhepdaşlarına zevk ve sefayı helal kılmayla
kâmil olur derler. Fakat Nusayriden olmaları şart olduğundan yabancılardan
sakınmalıdırlar.
Nusayriler birkaç fırkaya bölünmüştür. Bazı fırkalar kadınları hayvan derecesinde
görerek, insan ruhundan tecrit olduklarına ve cezayı ehliyetlerinin bulunmadıklarına,
öldüklerinde yok olduklarına inanırlar.
Dürzîler ruhların, insanın hangi milletten ise yine önceki milletten bir kalıba intikal
ettiğine, bir Dürzinin ruhu yine Dürzî’ye ve Müslüman ruhu Müslüman’a ve hangi dinden ise
o dine intikal ettiğine inanırlar. Ve mesela bir Dürzî Hıristiyan olsa ve Yahudi Sünni olsa ve
bu hal üzere vefat etse, elbette vâlidesi zina etmiştir. Zira Allahın zuhuruyla kapı kapandı ve
iman eden etti ve kalan kaldı, herkes seçimini yaptı ve artık hiç kimsenin, başkasının dinine
girmeye olanağı kalmadı derler.
Ama Nusayriler insan ruhunun hayvan ve haşarata ve hatta nesne ve maddelere
hulûlun [ruh göçü] dahi olabileceğine inanırlar. Đnsan ruhu, o hayattayken yardım sever
olması, içinde Allah korkusu taşıması dolayısıyla başka insan bedenlerine hulûl edecektir.
Mesela hayır sahibi, dindar, pek yüce tabakadan olanların hükümdarlara, sultanlara, ve eğer
aşağı, alt tabakadan ise ona göre alt tabakadan birilerine, ve eğer pek kötü şeyler yapmış ise
öldüğünde köpek ve domuza, yani hangi hayvana tesadüf ederse onun cesedine intikal eder.
Eğer pek büyük azaba müstehak olmuş ise ateşte yanmak için demir gibi bazı madene hulûl
eder. Nusayriler ruhun bu yolculuğunun terbiye, saflık doğruluk kazanıncaya dek sürdüğüne,
bu terbiye ve saflığın sonunda gökte bir yıldız olduğuna inanırlar.
Allah ve Peygamber konusundaki bâtıl inançları hiçbir millete benzemez. Allah,
Hâbil’e ve ondan Şit’e hulûl etti. Adem Nebî-i Kerim idi. Sonra Allah, Đsmail ve Nebî
Đbrahim’e intikal etti. Ve sonra Allah Mûsâ’ya ve ondan Đsâ’ya ve ondan Hz. Muhammed bin
Abdullah’a intikal etti. Ondan Harun’a ve ondan Hıristiyan Petrus adıyla bilinen Şenun’a [?]
ve ondan Ali Bin Ebu Talib’e intikal etti. Taki göğün cennet elbiselerine bürünüpte, mübarek

5
yıldızlarının güneşte yer tutmasına dek bunun devam ettiğine ve hala güneşte olduğuna
inanırlar.
Gökteki büyük yıldızların Nusayrilerin ruhları olduğuna inanarak, güneşin doğuşunda
ve batışında güneşe secde ve yıldızlara ihtiram ederler. Dualarında hacetlerini en parlak
yıldızlara hürmet ederek Allah’tan isterler.
Eshâb-ı Kirâm’dan olan Mıkdad bin Ebu El-Suud’a Rabbel Nâs [Đnsanların Tanrısı]
deyip Ali, Muhammed’i ve Selman’ı ve Selman, Mıkdad’ı ve Mıkdad, kulları yarattı derler.
Câmi' ve Kiliseleri gibi ma’bedleri yoktur. Her vakit hanelerinde toplanarak,
meşâyihleri buralara gelerek bir miktar kısas ve dua okuyup, bu günlere bayram derler. Bu
tür bayramlarda toplanmak için evlerinde mutlaka, hazır halde bir odaları bulunur. Buraya
ecnebiler giremezler ve eğer kazara girecek olursa, mutlaka onu gizlice öldürüp yok etmeye
gayret ederler. Iyd-i Milad ve res’ sene gibi kendilerine mahsus bayramları vardır. En büyük
bayramları Nisanın dördüncü günüdür ki Nirus [Nevruz] derler.
Vel hâsıl birçok özellikleriyle Dürzîlere benzemekle beraber güneş ve yıldızlar
tapınmalarıyla Mecûs’a dahi benzerler. Petrus’a saygı göstermeleri ve dini toplantılarında
şarap içmeleri ve içilmesini helâl saymalarıyla, Hıristiyanlarla beraber bayram kutlamaları
gibi şeylerle Hıristiyanlara benzerler.
Aslında Cümleleri başka olup hal, hareket ve tarzlarıyla bütün milletlerden hariçtirler.
Hıfızına Allah min şürûr-ı akaid-i hûm [Allah bizi kötülüklerinden ve inançlarından
korusun]” (Ahmet Cevdet Paşa, 1309 [1892]: 1. C. 332-334).

SON SÖZ
Ahmet Cevdet Paşa son dönem Osmanlı tarihçilerinden ayrı olarak Osmanlı toplum
yapısı ve mezhepler hususunda önemli bir tarihçi özelliği taşımıştır. 12 ciltlik eserinde birçok
mezhep ve topluluk hakkında bilgiler vermiştir. Bu bilgiler, gördüğü eğitim dışında
görevlendirildiği bölgelerdeki gözlemlerine dayanmıştır. Nusayrilerle ilgili gözlemleri ve
işittikleri de 1866’dan sonra Halep Valiliğine getirilmesi dönemine denk gelmiş olması
muhakkaktır.
Nusayrilerin inançlarını anlatırken onları Bâtıni bir fırka olarak tanımlar. Bâtınilik ve
Bâtıni inançlar, Osmanlı din otoriteleri ve devlet adamlarınca “sapkın” olarak görülmüş
olması hasebiyle Cevdet Paşa buna yakın bir bakış açısı sergilemektedir. Cevdet Paşa’nın
“önyargı” olarak ad edilebilecek anlatımları –özellikle son cümlesi- Cevdet Paşa’nın Hanefi
yetişme tarzı ve Osmanlı Devlet Adamı olmasında aranmalıdır. Şunu da belirtmek gerekir ki,
Cevdet Paşa’nın yaşadığı dönemde Nusayriler bugüne nazaran daha katı bir “kapalı toplum”

6
özelliği taşımaktaydılar. Nusayrilerin komşu olduğu mezhep ve toplumların bu “kapalı
toplum” özelliğinden dolayı önyargılar taşımaları da Cevdet Paşa’yı etkilediği olasıdır.
Nusayrilerin dini merasimlerini icra etmek için evlerinde oluşturdukları odaya bir “ecnebi”nin
girmesi durumunda, Nusayrilerin bu şahsı mutlaka öldürüp ortadan kaldırdıkları konusu da
böylesi bir önyargının ürünü olsa gerek. Cevdet Paşa, Nusayrilerin bugün bile tartışılan ve
üzerine birçok araştırmanın yapıldığı Nusayrilerde Dürzî-Hıristiyan-Şiî-Mecûsi etkisini
görebilmesi, Nusayrilerin hangi noktalarda bu mezhep ve inanışlara benzediğini, hangi inanış
ve tapınışlarla farklı durduklarını, örneklerle anlatması, yani karşılaştırmalı bir metoda
başvurması açısından, klasik Osmanlı tarihçiliğinin çok ilerisindedir.
Tarih-i Cevdet dışında, Nusayrilerden bahseden başka Osmanlı Tarihçilerinin olup
olmadığı, eğer varsa, ilk olarak kimin bahsettiği ve “Nusayri” adını kullandığı, Nusayri
mezhebi ya da toplumuyla ilgilenen araştırmacıların üzerine eğilmesi gereken konular olarak
öneme haizdir. 500 yıla yakın bir zaman diliminde, Nusayri toplumunun önemli bir nüfusu
Osmanlı Devletinin tebaası konumundaydı. Nusayrilerle ilgili birçok Osmanlıca belgenin, -
Vak'anüvis, Seyyah ve Tarihçiler dışında- Osmanlı Devletinin resmi belgelerinin bulunuyor
olması muhakkaktır. Türkiye’de, Nusayri toplumuyla ilgili birçok araştırma yapılmıştır ve
yapılmaktadır. Bu araştırmaların büyük bölümünü, Nusayrilerin inanışları, dini merasimleri,
sosyal yaşamları gibi konular oluşturmaktadır. Nusayrilerin, tarihi ve iskân ettikleri bölgelerle
ilgili çalışmaların yapılması, Nusayrilerle ilgili birçok ihtilaflı konuyu aydınlatacağı
muhakkaktır.

Kaynakça
Aslan, Cahit, (2005), Fellahların Sosyolojisi, Adana: Karahan Yayınları.
Ahmet Cevdet Paşa, (1309 [1892]), Tarih-i Cevdet, 1. Cilt. Đstanbul.

Akkaya, Cevdet, (1992), Ahmet Cevdet Paşa’nın Din ve Cemiyet Görüşü, Yüksek Lisans
Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü: Kayseri, YÖK Dökümantasyon
Merkezi, No: 20977.

Aydın, Ayhan, (2006), “Nusayri Đnanç ve Toplum Önderlerinden Nasrettin Eskiocak’la


Söyleşi”, Kırkbudak dergisi, Sayı. 8, ss.24-47.

Diyanet Đşleri Đslam Ansiklopedisi, (7. Cilt), (1993), Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları,

Doğruel, Fulya, (2006), “Etnisite, Kimlik ve Yaşam Stratejileri: Nusayri Alevilere Bir Bakış”,
Kırkbudak dergisi, Sayı. 8, ss. 5-23.

Gâlip et-Tavîl, (2004), Arap Alevîlerin Tarihi: Nusayriler, Đstanbul: Çiviyazıları.

7
Hitti, K. Philip, (1995), Siyâsi ve Kültürel Đslâm Tarihi, (2.cilt), Đstanbul: Marmara
Üniversitesi Đlâhiyat Vakfı Yayınları.

Keser, Đnan, (2005), Nusayrilik Arap Aleviliği, Adana: Karahan Yayınları.

Meriç, Ümit (1997), “Bir Osmanlı Sosyoloğu: Ahmet Cevdet Paşa” (Vefâtının 100. Yılına
Armağan) Sempozyum 9-11 Haziran 1995, Ankara: Türk Diyanet Vakfı Yayınlar/232.

Tankut, Hasan Reşit, (1938), Nusayriler ve Nusayrilik Hakkında, Ankara: Ulus Basımevi.

Uluçay, Ömer, www.karacaahmet.net (erişim 10. 12. 2007)

Yüksel, Emrullah (1997). “Tarihi Cevdet ve Araplar” Ahmet Cevdet Paşa (Vefâtının 100.
Yılına Armağan) Sempozyum 9-11 Haziran 1995, Ankara: Türk Diyanet Vakfı
Yayınlar/232.

You might also like