You are on page 1of 17

Buradaki yazıların tamamı bilgi ve belgelere dayanmakta olup yazıların

sonunda kaynaklar gösterilmiştir.

...

1455'de bir naiplik, yani kadı naibinin yargı alanına giren idari bir ünite olan
Kebsil(Bulancak), 1455 tahririne göre Mustafa Kethüda ve Çakıroğlu Pir Kadem
Kethüda'nın yurd'udur. Buradaki "yurt" kelimesi önemlidir. Çünkü buraya gelen
Türkler bölgeyi istila için değil, yurt edinmek için gelmişlerdir. Bilindiği gibi, daha
sonra kahya'ya dönüşen kethüda, "aile ve boy reisi, muhtar, çeşitli işlerin idaresiyle
ilgili adam" manasına gelmektedir. İşte XIV. asrın son yıllarında, oymakların başında,
Kebsil naipliğinin fethinde rol oynamış olan Pir Kadem, Mustafa ve Şemseddin
adındaki bu üç Türk lideri, Kebsil(Bulancak)i yurt edinmişlerdi. 1455 te de, naipliğin
alt birimlerinin başında, kethüda sıfatıyla, idareci olarak bulunmaktaydılar.

Naipliğin(niyabet) alt birimlerine o dönemde divan veya bölük adı veriliyordu ki, Kebsil
Niyabetini oluşturan bölükler, bu bölüklerin başında bulunan kethüdaların adıyla
adlandırılmıştı: Çakıroğlu Pir Kadem Kethüda Bölüğü, Mustafa Kethüda Bölüğü ve
Şemseddin Kethüda Bölüğü,

Buradaki bölük, tıpkı bugün ordu teşkilatındaki bölük gibi, o idari birime, yani divan'a
yerleşen insan grubunu ifade etmekte, ayrıca bölgeye bol miktarda Türk'ün gelerek
yerleştiğini ve orayı yurt tuttuğunu açıkça göstermektedir.

Nitekim Çakıroğlu Pir Kadem Kethüda'nın yönetiminde bulunan bölük veya divan,
6(altı) köyden müteşekkildi. Bunlar; Meliklü(40 hane), Gedüklü(8 hane), Sayha(7
hane), Çukurköy(8 hane), Akköy(9 hane) ve Küre(11 hane) köyleriydi. Bu köylerde
oturan aile reislerinin adları ile bunların babalarının adları da, kaynağımızı teşkil eden
Tahrir Defteri'inde kayıtlı bulunmaktadır. 1455 te bu köylerde oturanların tamamı
Müslüman Türklerdi. Bunların adlarından bazı örnekler vermek yerinde olacaktır:
Çakır, İlbey, Sarubey, Ece, Kumtaş, Gönül, Kutlubey, Kılıç, Togan, Sevündük, Sarı,
Uyanış, Tursun, Yavlı, Sevinç, Başlamış vb... Görüldüğü gibi, son derece ilgi çekici
olan bu adlar, tamamen Türk adlarıydı.

Bahaeddin Yediyıldız, Ünal Üstün, "Ordu Yöresi Tarihinin Kaynakları", Ankara,


1992, S.XXII

*****

Tıpkı bir Akkoyunlu boyu olan Çakırlı boyunun adını taşıyanların bir kaç kuşak önce
yaşamış Çakıroğlu Çakırağa ismini taşıyan kişinin oğulları olmadığı gibi ...

Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri, 6-8 Kasım 1998, Trabzon, Trabzon


Belediyesi Kültür Yayınları, II.Baskı, S.81

*****
...

Önemli şahsiyetlerin evleri, bu evlerin mimari ve tezyini özelliklerinin dikkat çekici


yönleri vardır. 19. yüzyıla tarihlenen Trabzon Ayan'larına ait konakları hala görüp
incelememiz mümkündür. Trabzon'da Kalcıoğlu, Rize'de Tuzcuoğlu, Of'da
ÇAKIROĞLU, Sürmene'de Memiş Ağa konakları buna örnek teşkil ederler.

Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri, 6-8 Kasım 1998, Trabzon, Trabzon


Belediyesi Kültür Yayınları, II.Baskı, S.226

*****

...
Makitenoz köylü Kosiyanoğlu merhum Hacı Ömer Efendi anlatıyor. Memiş ağa,
ÇAKIROĞLU İsmail Ağa'ya da bu sırada misafir olmuştu. İstanbul'dan ferman gelip iş
büyüdükten sonra İsmail Ağa, Memiş Ağa'ya; Sen fermanlı oldun, açıktan seni
koruyamam, Ancomah'a götürüp orada ihtiyacını temin edeyim, Yani gizli bir şekilde
seni korumaya çalışayım, demiş se de, Memiş ağa; Ben deniz kenarlarında
yaşamağa alışmışım dağlarda yaşayamam, deyip yanından ayrılmıştır. Çufaruksa
köyüne gelirken yolda idam edilmiştir.

UMUR Hasan, "Of ve Of Muharebeleri", Güven Basımevi, İstanbul, 1949, Sayfa. 20-
22.

*****

...

ÇAKIROĞLU= Akkoyunlu İmparatorluğu'nun 1471 Otlukbeli savaşı ile Osmanlılara


yenilmesi sonucu Doğu Anadolu'daki hakimiyeti zayıflamış ve Şah İsmail'in kurduğu
Safevi Devletinin Doğu Anadolu'ya, İran ve Kafkasya'ya hakim olmaya başlaması
üzerine Akkoyunluların bu bölgelerdeki toprakları elden gitmeye başlar. Ancak
Safevilerin yaydığı ve zorladığı Şiilik akımı bazı Akkoyunlu aşiretlerinde taraftar
bulmaz. Bunun sonucu Akkoyunluların bu boyları yeni fethedilen Doğu
Karadeniz'deki Osmanlı topraklarına yerleşmeye başlarlar. Bunlara daha önce
buralarda yaşayan akrabaları da yardımcı olur. Bu doğrultuda Çakıroğulları,
Dervişoğulları gibi aileler öncelikle Ordu ve Giresun'a yerleşirler. Buralardan
genişleyerek Trabzon ve Of'a kadar geçerler ve buralarda etkin olmaya başlarlar.

Bir kaynakta Çakırzade-Çakıroğlu diye anılan bir ailenin 18. yy'da Rize ve Hopa'ya
kadar yayıldığını, bu ailenin Osmanlılarca Rütbe ve nişan sahibi olduğunu ve
Trabzon ile Gümüşhane'nin ileri gelen ailelerinden olduğunu yazar.(40. A.Günger
Üçüncüoğlu, T.S. Günümüze Trabzon-Gümüşhane, Trabzon, 2002, S.371-372.)

Başka bir kaynakta Çakıroğlu Pir Kadem Kethüda'nın adı geçmekte olup, onun
yönetiminde bulunan bölük veya divan 6(altı) köyden müteşekkildi. Ordu'da bulunan
ve 1455 yılında tarihlenen bu köyler Meliklü(40 hane), Gedüklü(8 hane), Sayha(7
hane), Çukurköy(8 hane), Akköy(9 hane) ve Küre(11 hane) köyleriydi. Bunların baba
adları da Türk olup, 1455 tarihli Ordu yöresi ile ilgili Tahrir Defterinde
belirtilmektedir.(41 Bahaeddin Yediyıldız, Ünal Üstün, "Ordu Yöresi Tarihinin
Kaynakları", Ankara, 1992, S.XXII)

Haşim Albayrak, Tarih Boyunca Doğu Karadeniz'de Etnik Yapılanmalar ve Pontus,


Gen. II.Baskı, S.124-125.

****************************************************

...

Bu arada Batum'dan Rize'ye kadar olan bölümde savaşan Oflulardan tespit edilenler
şunlardır:

Çete reisi olarak Of kazasından Hacı Fazlıoğlu Alay Bey, Hacı Fazlıoğlu Topal
Behram, Çakıroğlu İsmail ağa,

...
Bunlara ek olarak çete reislerinin emrinde yada gönüllü olarak,
...
Çakıroğlu Halim efendi, Kadir ve Yakup ağa,...

...

Haşim Albayrak, 1.Dünya Savaşında Doğu Karadeniz Muharebesi ve OF DİRENİŞİ,


Yasevi Yayıncılık, Haziran, 2004, İstanbul, 1.Baskı, S.38

***

C-ARHAVİ(GÜMÜŞLÜ) SAVAŞLARI

Balıklı Tepesi Rusların eline geçince Türk birlikleri Arhavi deresine çekilmişti. Ancak
burada da tutunabilmek ve düşman birliklerinin ilerlemesini durdurmak için dağınık
haldeki kuvvetleri bir araya getirip, savaş gücünü artırmak gerekli idi. Bu amaçla
erkanı harptan(kurmay subay) olan Ali Rıza Bey burada bütün birlikleri birleştirerek
Teşkilat-ı Mahsusa Alayı'nı kurdu. Alay komutanlığının emrine alının üç çeteden
birinin başında Çakıroğlu Ahmet Ağa vardı.

Haşim Albayrak, 1.Dünya Savaşında Doğu Karadeniz Muharebesi ve OF DİRENİŞİ,


Yasevi Yayıncılık, Haziran, 2004, İstanbul, 1.Baskı, S.40

***

Of Merkezinde;
...Çakıroğlu Rüstem Ağa, Hasan, Miktat, Yakup Efendiler.

Haşim Albayrak, 1.Dünya Savaşında Doğu Karadeniz Muharebesi ve OF DİRENİŞİ,


Yasevi Yayıncılık, Haziran, 2004, İstanbul, 1.Baskı, S.61

***

Resim Rize’de düşmana karşı teşkilatlanmaya çalışan grup içinde bulunan


Çakıroğlu Miktat Ağa (resimde 6 numarada işaretlenmiş) ve Saraloğlu Hasan
Efendi (resimde 7 numarada işaretlenmiş), Hacı Kemal Zırh (resimde 1
numarada işaretlenmiş) Fatih Sultan Kar koleksiyonundan

Yukarıdaki fotoğraftan tespit edilebilenler:

Hacı Kemal Zırh (Oflu),

Atıf Kurtoğlu,

Vefik Kalkavan,

Hakkı Mataracı,

Hafız Osman Tatoğlu,

Çakıroğlu Miktat Efendi( Oflu),


Saraloğlu Hasan Efendi (Oflu),

Giresunlu Kubilay Mehmet

Haşim Albayrak, 1.Dünya Savaşında Doğu Karadeniz Muharebesi ve OF DİRENİŞİ,


Yasevi Yayıncılık, Haziran, 2004, İstanbul, 1.Baskı, S.61-62

***

Sayfa 64 de yer alan resim ilave edilecek.

Çakıroğlu Rüstem Ağa (Of savaşında milis liderlerinden)

Haşim Albayrak, 1.Dünya Savaşında Doğu Karadeniz Muharebesi ve OF DİRENİŞİ,


Yasevi Yayıncılık, Haziran, 2004, İstanbul, 1.Baskı, S.64

***

D)SIRAAĞAÇ KÖYÜ SAVAŞI

Burayı, Çakıroğlu* İsmail’in emrindeki 150 kişilik bir çete savunmuştur. Çetedeki
askerler daha önce savaşmışlardı ve deneyimliydiler. Üstelik bölgeyi de iyi
tanıyorlardı.

Savaşın ilk gününde, köyün eteklerindeki boğazı tutarak düşmanın ilerlemesini


önlemeyi amaçladılar. Ancak düşman aralıksız sürdürdüğü yaylım ateşi ile bu engeli
çökertmeye çalışıyordu.

Çakıroğlu, her zaman verdiği telkinlerle civanmertlerini yüreklendirir, onları sözleriyle


coşturup galeyana getirirdi. Aynı sözlere bilhassa şimdi büyük ihtiyaçları vardı. Zira
böylesine güçlü bir saldırı karşısında insanın salt kendi gücü ve gayreti yetmez. Bu
yüzdendir ki, nice din alimleri, sufiler, en önde savaşa koşmuş, askerlerinin
celadetlerini arttırmak için ondan önce şehit olmuşlardır.

İkinci gün Çakıroğlu ve çetesi büyük bir gayret göstererek düşmanı burada
durdurabilmiştir. Hem de bunu boğazda savaştığı için sıkışmış bir durumda iken
başarmıştı. Düşmanın ne silahı, ne de askeri tükenecek gibiydi. Ölenlerin yerine
derhal yenisi geliyordu. Silahları ise zaten ihtiyaçları olandan kat kat fazlaydı.

Çakıroğlu’nun düşman karşısındaki bu vahim durumundan haberdar bir grup Oflu


asker gelerek kendilerine yardım edeceklerini söylediklerinde, çeteden;

Hokkabazoğlu Cevahir: “Yardımımıza koştuğunuzdan dolayı size teşekkür


ederiz. Fakat beyhude yoruldunuz. Çünkü bu muharebenin hiçbir kıymeti
yoktur. Bu durumda 5.000 düşman askeri dahi olsa içimizde zerre kadar aldırış
edecek arkadaş bulunmaz. Hepimiz oynaya oynaya muharebe ediyoruz”
cevabını vermiştir.
Ancak sonradan öğreniyoruz ki, bu cephe de diğerleri ile birlikte bozulmuş. Düşmanın
üstün tekniği, kusursuz organizasyonu karşısında buna kaçınılmaz son desek
sanırım yanlış olmaz.

Çakıroğulları sülalesinin[1] bilinen en eski kişisi İsmail Ağa’dır. İsmail Ağa’nın altı
oğlundan biri olan Genç Ağa’nın oğlu İsmail Ağa ve emrindeki 150 kişinin
kahramanlıkları yukarıdaki satırlarda mümkün olduğunca anlatıldı.

Çakıroğlu İsmail Ağa ve çetesi hakkında, İbrahim Çakıroğlu’nun Haşim Albayrak’a


gönderdiği, sülalesi ile ilgili çalışmalarından önemli bir bölüm yeniden düzenlenerek
aşağıda sunulmuştur:

İsmail Ağa, gelen büyük Rus tehlikesi karşısında kendi arkadaşlarından akraba ve
kardeşlerinden meydana gelen 150 kişilik bir çete kurdu. Bu çete ile Ruslara karşı
çeşitli yerlerde amansız mücadeleler verdi. Düzenlediği baskın şeklindeki saldırılarla
düşmanı önemli denebilecek kayba uğrattı. Sıraağaç Köyü’nün savunmasını sadece
o üstlenmişti. Bir boğazı kendi çetesiyle savundu. Binlerce düşmana geçit vermediler.

Yine, İsmail Ağa’nın çetesi başarılı bir baskından dönerken şu türkünün ortaya
çıkmasına sebep oldu:

Haydiyin kardeşler, doldu vadeler

Şenliklen gidiyor Çakırzadeler

Rus, Rize’yi aldı, Of’a dayandı

Kolabotamos kanlara boyandı

Hududun boyları bombadan yandı

Zalim Rus Of’a nereden dadandı

Biz Ofluyuz, biz büyük Osmanlıyız

Gördük işte Ruslar gene aldandı

1916 Of-Rus Savaşlarında Of’ta bulunan en büyük birkaç sülaleden biri olan
Çakıroğlu sülalesinin ileri gelenlerinden olan Çakıroğlu Hasan Tahsin Efendi, Milli
Mücadele, sırasında da Of Kazası Müdafaai Hukuk Teşkilatı yönetim kurulunda görev
almıştı. Of savaşlarındaki faaliyetleri hakkında akrabasına önderlik etmesi,
teşkilatlandırması dışında fazla kesin bilgiye sahip değiliz. Fakat Hasan Tahsin
Efendi teşkilatçılığını gösteren bir mektubu (yeğeni Sami Kalkavanoğlu’na gönderdiği
bir mektubunu) yayınlıyoruz:

“Yeğenim Sami,

Mektubunuzu aldım. Hattı hareketinize dair olan malumata memnun oldum.


Erzurum’un vaziyetini bilemiyorum. Trabzon Vilayetinde Barutçuzade faziletli Hacı
Ahmet, Sürmene’de İsmail Çebizade, Hacı Osman, Of’ta Sarı Alizade Ömer Ağa,
Rize’de Mataracızade Mehmet Efendiler riyasetinde ve bütün eşrafı mahalliyenin
iştirakiyle bu acı ve ibretamiz şartlar içinde Müdafaai Hukuk Cemiyeti kurulmuş ve
şube teşkilatları da kezalik bütün kaza ve sancaklarda yapılmıştır.

Bu teşekkül sair bilumum vilayet ve kazalarda da vukubulursa vatanımızın ve


dolayısıyla hak ve hayatımızın kurtulabileceği kanaat katisindeyim. Zaten her hangi
bir işin başlangıcı kavi iman ve sarsılmaz bir azme dayanmazsa o işten hayır
beklenemez. Cenab-ı Hakk’ın bu mevzuda mümin kullarına bir ayeti kerimesiyle
yaptığı müjdeyi bir vesile hatırlatmak isterim. (Manası: Böyle bir hal meydana
geldiğinde korkmayınız, hep birlikte hareket ediniz.) buyurmuştur.

Yolunuza açıklıklar, bu teşebbüsünüze nailiyet diler, size ve mai arkadaşlarınıza


sevgi ve selam hürmetler eder, mektubunuzu bekler, Hüdaya emanet eylerim.
18.2.1919

Müdafaa-i Hukuk Azasından

Çakırzade Hasan Tahsin[2]

[1] Çakıroğulları Of’a Erzurum’un Soğuksu ilçesinden gelmişlerdir. Bilinen ilk kişisi
İsmail Ağa, uzun boylu, sarışın ve çakır gözlü olduğundan “çakır” diye anılmış
oğullarına da Çakıroğlu denmiştir. Bugün Çakıroğulları Of’ta ve Karadeniz’de kıyı
boyu kentlerinde yerleşmişlerdir. Hatta Gaziantep, Kahramanmaraş çevresinde,
İstanbul ve Samsun’da da Çakıroğulları’na rastlamak mümkündür. Haşim Albayrak,
“Doğu Karadeniz’de Etnik Yapılanmalar ve Pontus” 2. Baskı, İstanbul-2003, s.114’te
Çakıroğulları’nın Kıpçak kökenli olduğuna dair kaynak bilgiler vardır.

Not:(Yukarıda bahsedilen, Erzurum'dan geldiğimize dair kısım ve özellikle İsmail


ağanın çakırgözlü olması sebebiyle çakır soyadını almamız kesin olarak netleşmiş
değildir. (Salih ÇAKIROĞLU)

[2] Mektup Kalkavanzade İlyas Bey’in anılarında “İhsan Sabri Kalkavanzade,


“Hatıralarım” İstanbul -1955, s.37’de yayınlanmıştır.

Haşim Albayrak, 1.Dünya Savaşında Doğu Karadeniz Muharebesi ve OF DİRENİŞİ,


Yasevi Yayıncılık, Haziran, 2004, İstanbul, 1.Baskı, S.82-85

***

HAKSA (OVACIK) KÖYÜ

Bahadır Sadıkoğlu, Ruslara karşı savaşırken, yapılan bir çatışmada yanındakilerin


çoğu şehit düşmüş, kendi de yaralanmış, Ruslar oraya geldiğinde ölülerin arasında
ölü numarasıyla kurtulmuş. Sadıkoğlu’nun anlattığına göre;
Tahsin Çakıroğlu(Solda), Süleyman Çakıroğlu(Babaları), Harun Çakıroğlu(Sağda)

“Çakıroğlu Harun Ağa, Haksa (Ovacık) köyünün tepesinde 14 kişi ile mevzilenmiş ve
Ruslara karşı kalabalık görünmek için 28 ayrı yerde ateş yaktırarak geceleyin
Rusların karşılarında kalabalık bir ordu olduğunun izlenimi vermeye çalıştığı söylenir.
Ertesi günü de çıkan mücadeleler çok kanlı geçmiş olup Çakıroğlu’nun kuvvetleri
Rusları oyalarken geriden askeri kuvvetler yetişmiştir. Ancak sonuç yetmemiştir.
Sadece Ruslar oyalanmıştır. Bu oyalanma içerisinde köylü halk muhacirliğe çıkmıştır.

Destanlaşan bu mücadelenin destanlarından bir bölüm:

“Kelali Dağları bombadan yandı


Düşman askeri Of’a dayandı
Kalapotamos kana boyandı
Görürsün bu Of’i bunda neler var

Ağlayanlar arasında anam var


Maki boğazında cenkler oluyor
Kahpe düşman yine hücum ediyor
Silah seslerinden dağ taş inliyor.”[1]

[1] Bu bilgiler Gülhacıoğullarından emekli din görevlisi Hasan oğlu Kadir Sevencan
tarafından Haşim Albayrak’ın isteği üzerine babasından naklen anlattıklarından
15.03.2004 tarihinde hazırlanmıştır.

Haşim Albayrak, 1.Dünya Savaşında Doğu Karadeniz Muharebesi ve OF DİRENİŞİ,


Yasevi Yayıncılık, Haziran, 2004, İstanbul, 1.Baskı, S.141-142

***

ZÜREL (SARAYKÖY)

Vahit İbrahimağaoğlu ve

Abbas Albayrak adlı gaziler, savaş sırasında Çakıroğlu Halim Ağa’nın emrine girerek
onun 150 kişilik büyük çetesinin elemanlarından olarak Ruslara büyük kayıplar
verdirmiştir.

Haşim Albayrak, 1.Dünya Savaşında Doğu Karadeniz Muharebesi ve OF DİRENİŞİ,


Yasevi Yayıncılık, Haziran, 2004, İstanbul, 1.Baskı, S.155-156

***

OF SOLAKLI MAHALLESİ’NDEN

Birinci Karahüseyinoğulları’ndan Raif Ağa’nın oğlu Ali Kemal Hızal ile 30.8.1985’te
yaptığım röportajda bana Of savaşlarını şöyle anlatmıştı:

“Önce savaşa katılan kahraman Oflulardan şu anda aklıma gelenleri saymak isterim:
Birinci Karahüseyinoğulları’ndan Raif Ağa (babası)

Hacıfazlıoğlu Alaybey (yerini sonradan yukarda zikredilen Raif Ağa’ya bırakıp başka
bir bölüme geçmiştir)

Çakıroğlu İsmail Ağa

Balatefendioğlu Tahir Ağa (Zisino’da vurulmuştur)

Çete reislerinden Karahasanoğlu

Ruslar, Of’a saldırıp da bir kaç kez buradaki Türk kuvvetleri tarafından geri
püskürtülünce karadan bir şey yapamayacaklarını anladılar.

Haşim Albayrak, 1.Dünya Savaşında Doğu Karadeniz Muharebesi ve OF DİRENİŞİ,


Yasevi Yayıncılık, Haziran, 2004, İstanbul, 1.Baskı, S.157

***
CAFER VELİOĞLU’NUN OF SAVAŞLARI İLE İLGİLİ ANILARI[1]

Of’taki Rus savaşları sırasında Alanolu Cafer Velioğlu yeni yetme delikanlıydı.
Bıyıkları henüz terlememişti. Of savaşları sırasında ilk karargah Alano’da
kurulduğundan olayları iyi gözlemleyebilmişti. Onun gözlemlerinin konumuzla ilgili
kısımlarını bu eserdeki eksikliklerin tamamlanması açısından aşağıya aktarıyorum.

“Batum ile Hopa arasında geçen Çoruh nehrinin doğusunda Ruslar, batısından
Türkler Türk toprakları olan Hopa’da çarpışmaya başladılar.

Hopa’dan başlayan Rus ordusunun taarruz alanları Lazistan Havalisi Kumandanı


Avni Paşa’nın gördüğü lüzum üzerine;

Çakıroğulları namı ile maruf İsmail Ağa, Gençağa, Miktat Ağa, Halim Ağa,

Hacıfazlıoğullarından Topal Behram Ağa ve Alay Beyler çetebaşı tayin edilerek,


bunların etrafını akrabaları ve bütün Of’lu vatandaşlar;

Sarıalioğulları,

Tellioğulları,

Nuhoğulları,

Ayazoğulları,

Kemhacıoğulları,

[1] Bu yazı Cafer Velioğlu’nun 1986 yılında torunu üniversite öğretim üyesi Cafer
Velioğlu’na anlattığı ve onun derlediği hatıralarından derlenmiştir.

Haşim Albayrak, 1.Dünya Savaşında Doğu Karadeniz Muharebesi ve OF DİRENİŞİ,


Yasevi Yayıncılık, Haziran, 2004, İstanbul, 1.Baskı, S.181

***

...

Kalapotamos nehrinin kenarında gelen Rus ordusu Of’a geçemedi. Daha önce Rus
ordusu Batum’dan içeri girmeden evvel Of’ta teşkil edilen çeteler, başta;

Çakıroğlu İsmail Ağa olmak üzere Rus ordusu ile savaşmak için Çoruh nehrine kadar
gitmişti. Ve oradan itibaren çarpışa çarpışa Kalabodamos deresinin kenarına kadar
çekilmişlerdi.

Rize’nin teslim olmasından sonra bütün Of’lular, Ruslarla savaşmak için bu nehrin
kenarında siper aldılar.
Rusların Kalabodamos’a dayandığı günlerde Lazistan Havalisi Kumandanı Avni
Paşa, erkânı harbiyesi ile birlikte Alano köyünde karargah kurdu. Mücadele uzun süre
Alano’dan idare edildi.

Haşim Albayrak, 1.Dünya Savaşında Doğu Karadeniz Muharebesi ve OF DİRENİŞİ,


Yasevi Yayıncılık, Haziran, 2004, İstanbul, 1.Baskı, S.64

***

CAFER VELİOĞLU’NUN MUHACİRLİK ANILARINDAN DERLENENLER[1]

Ruslar, Of’u dört bir yandan kuşatmıştı. Doğudan düzenli Rus birlikleri Of’a,
Kono’ya, Kelali Tepelerine, Kalapotamos’a sürekli saldırıyordu. Bir türlü Of’u
düşüremiyorlardı. Denizden donanmalarını getirip Of’u, Of’un denize bakan köylerinin
yamaçlarını sürekli bombardımana tutmuştu. Hatta en büyük zırhlı gemileri Kraliçe
Mariya’yı bile Of kıyılarına getirip Cos Dağı’nın eteklerini vurduruyordu. Of
direniyordu. Oflu direniyordu. Of düşmüyordu. Ruslar bu kez Erzurum-Bayburt
yönünden kuvvet sevk edip güneyden Of’a sarkmaya başlamışlardı. Yine de Of’u
işgal edemeyeceklerini anlayınca Sürmene kıyılarına donanma ile çıkarma yaptılar.
Böylelikle Of’u dört bir yandan kuşatmak üzereydiler. Artık yapabilecek bir şey yoktu.
Rusların Of’u dört bir yandan çembere alacağı anlaşılınca askerlerimiz, çetelerimiz ve
halkımız çember kapanmadan bölgeyi terk etmeye başlarlar.

Bu işgal tehlikesi içinde muhacir kafileleri, çoluk-çocuk Çufarukse, Mapsino,


Zisino köylerine kafileler halinde yığılıyorlardı. Bu sıralarda çetebaşı

Çakıroğlu İsmail Ağa, kardeşi Çakıroğlu Gençağa’yı Çufarukse’ye gönderiyor.


Gençağa’ya emir ve direktif şöyleydi: Çufarukse’de bulunan muhacirlerin mümkün
olan süratle Mavran, Küçükhol ve Yarakar köylerine hareket ettirerek ahaliden müdrik
ve muktedir bir iki kişi (aklı başında bir iki kişi) Zeno, Mapsino ve Zisino köylerine
gidecek o köylerdeki muhacirlerin de dereden doğru karşıki yakaya geçmeleri için
haber versin, idi. Ben de muhacirlerin arasında idim. Babam, Velioğlu Aslan Ağa,
Balaşoğlu Davut Efendi ve oğlu Balaşoğlu Sabit Efendi, bu tehlikeler, kafileler içinde
harekete geçtiğimizde Bulala köyünün üzerinde,

Sarıalioğlu Ömer Ağa’yı arkasında otuz kişilik çete ile at üzerinde gelirken rast
geldik. Ömer Ağa çetesi ile beraber düşmanla çarpışmaya Çufaruksa’ya gidiyordu.
Durumun nasıl olduğunu babama sordu. Babamda “Vaziyet şu anda hiç iyi değil”
diyerek Çakıroğlu Gençağa’dan aldığı haberi Ömer Ağa’ya söyledi. Bunun üzerine
Ömer Ağa, “Peki, şimdi benim ne yapmam lazım” diye sordu. Babam da ona “Geriye
dön ve Mavran, Küçükhol ile Yarakar köylerinden muhacir çıkanları koru” dedi. Ömer
Ağa “Olur” deyip ayrıldı.

Ve biz Mollasalihoğullarının evini dönerken Kontar’ın sırtlarından fasılasız silah


sesleri geliyordu. Yarın veya öbür gün Solaklı Deresi kıyıları cephe oyarak
mevzileneceğine göre o köylerde faydalı ve lüzumlu işler görebilirsin. Benim
kanaatim budur diyerek konuşmaya son verdiler.
Bizler daha sonra Mavran, Küçükhol ve Çoruk köylerine yığıldık. Sabahleyin
erkenden Çoruk köyünün başında kalecik denilen tepenin arkasındaki büyük bir
düzlükte toplandık. Orda bulunan mezralar o gün mahşer halini almıştı. Bu arada
Çakıroğullarından Miktad Ağa’nın oğlu Mahmut’u, İsmail Ağa posta olarak; muhacirin
toplandığı yerden kaldırılıp Kacalak dağının eteklerinden Sürmene’nin Aso hanlarına
inmeleri haberini vermek için yolladı. Ve buradan hareket ediniz, bir dakika
oyalanmayınız. Muhacirin esir düşmemesi için bütün asker ve çeteler ateş içindedir.
Derhal harekete geçtik çoluk-çocuk, kadın-erkek uğultular ve gözyaşları içinde cebri
yürüyüşle yola devam etmeye başladık. Yürüyemeyen hastalar ve çocuklar arkalarda
ve gezemeyen çocuklar omuzlarda taşınıyordu. Yola devam ederken bazı yaralı
asker ve çete mensupları yanımızdan gelip geçiyordu. Doğduğumuz ve
büyüdüğümüz o köylerimiz gözümüzün önünden hazin ve kederli bir şekilde gelip
geçiyordu. Bu arada şehit düşen asker ve başıbozuk (çete)larda sedye üzerinde
naklediliyorlardı. Merhum Mehmet Akif’in şu mısraları gerçekten, o anki durumu ne
güzel anlatıyor;

Vurulmuş tertemiz alnından uzanmış yatıyor,

Bir hilâl uğruna ya Rab ne güneşler batıyor.

Aso hanlarındayız. Sahilden Aso deresini takiben Aso hanlarına gelen tabur, tam
teçhizatlı ve başlarında şemsi-siperler, boyunlarında dürbünler, subay ve çavuşlarla
askerlere rast geldik. Bu tabur orada beş dakikalık istirahat halinde iken Aso
hanlarının üzerindeki Kacalak dağının zirvesinden durmadan silah sesleri geliyordu.
Bu arada tabur komutanı ve subaylar dürbünleriyle Kacalak dağını ve etrafındaki
küçük tepeleri seyrediyorlardı. Tabur komutanı at üstünde iken yazdığı bir pusulayı
atlı süvarilerden bir tanesinin eline verdi. Postayı alan süvari derhal atına atladı ve
bizim geldiğimiz yoldan, Kacalak dağına doğru harekete geçti ve gözden kayboldu.
Geride pek muhacir kalmamıştı. Aradan bir saat geçmemişti ki posta başçavuşu geri
geldi ve getirdiği haberi tabur komutanına iletti. Haberi okuyup ve biraz düşünen
tabur komutanı “Emir zabitini çağırın” dedi. Bunun üzerine emir zabiti geldi, muhacirin
süratle Humurgana inmelerini söyledi. Oradan da Trabzon’a hiç durmadan yollarına
devam etsinler, tabur muhacirin peşinden gidecektir. Yola düzüldük, bu sırada
teyzem oğlu Sabit ile muhacirin gerisinde kaldık. Peşimizden gelen hasta bir
onbaşıya sorduk, “Buradaki harekatı yürüten karargah nere?” diye “Bizim köyde
değil” cevabını aldık.

Gece gündüz yola devam etmeye başladık. Öbür günün sabahı Şarlı
(Çarşıbaşı)’ya girdik. Şarlı’nın deniz kıyısında askeri divanı harp kararıyla, üç asker
kaçağının idam sehpalarında asıldıklarını gördük. Şarlı’nın önünden geçen Rus
donanması idam edilmiş askerleri görünce, burada askeri birlikler vardır zannıyla
denizden bombardımana başladılar. Önümde köyümüzden Taboğlu Halit bir şarapnel
isabetiyle şehit oldu. Ve orda kadın-erkek çok kimse yaralandı ve şehit düştü.
Yollarına devam eden muhacirlere dokunmadılar. Şarlı’yı geçerek yolumuza devam
ettik. Haşud Deresi’ni geçtik, peşimizden bizim ordu ve başıbozuk çetelerde dereyi
geçtiler. Daha sonra Haşud Deresi’ne dayanan Moskof ordusu dereyi geçemedi ve
orada çarpışmaya başladılar. Bu günlerde bazı sebeplerden dolayı Avni Paşa sahil
kumandanlığından alınarak Sivas Sevkiyat-ı Umumi Reisliği’ne tayin edilerek sahil
komutanlığı Vehip Paşa’nın uhdesine geçti. Vehip Paşa Giresun’un üzerinde kalan
Suşehri’ne karargahını kurdu. Paşa Ordu ve Giresun’daki askeri birlikleri sık sık
kontrol etmeye başladı ve direktifler vermeye başladı. Ateş hattında askerlere ve Oflu
başıbozuk çetelere verdiği nutku yazmadan geçemiyeceğim.

“Asker evlatlarım, Oflu çetelerim, sizi bağrıma basarım. Bu dereyi takip eden hat
üzerinde ölmek var geri dönmek yok, Cenab-ı Hak hepimizin yardımcısı olsun”

Her gittiğimiz şehirde cephelerden gelen haberleri ve ajansları alır okur ve


saklardım. Çarşamba’ya gittiğimiz zaman göçlerini götüren muhacirler Jandarmalar
tarafından göçlerinin başından alınarak askere sevk ediliyorlardı. Bu muhacirlerin
askere alınmaması için Oflu muhacirlerden Şamlıoğlu Mevlüt Efendi Zât-ı Şahane’ye
bir telgraf çekiyor. Mealini aşağıda okuyunuz:

“Muhacir kullarınız askere sevk ediliyor. Göçlerini yerleştirinceye kadar


müsaadeyi devletlerinizi rica ediyorlar.” Bu telgraf Zât-ı Şahane’ye acele olarak
çekilmişti. O gün Padişah Vahdettin’den alınan cevabı aşağıda okuyunuz:

“Muhacir kullarıma Selâm-ı Şahâne’mi tebliğ ediniz. Göçlerini yerleştirinceye


kadar müsaade buyurduğum Samsun, Bafra, Çarşamba, Terme askerlik şubelerine
emir verilmiştir.” Bu emir üzerine sevk edilen muhacir askerler tekrar göçlerinin
başlarına geri gönderildiler. Ve bütün muhacir kafileleri Çarşamba’da toplandılar.
Daha sonra, Muhacirleri Çarşamba’nın köylerine iskan ettirmek üzere Kaymakam ve
Jandarma Komutanı harekete geçtiler. Çakıroğlu İsmail Ağa’yı ve bütün avenesi,
akrabasıyla dağ köylerinden Kapıkaya isimli Rum ve Ermeni köylerinde iskan
ettirdiler. Bizi de Nuhoğlu Gençağa, Balaşoğlu Davut ve Sabit Efendi, babam Aslan
Ağa ve amcam Dursun, Kapıkaya’ya yakın Ermeni köyü olan Tekfur köyüne
yerleştirildik.

30, 31, 32 seneleri (Rumi) Türklerin en buhranlı yıllarıydı. Oturduğumuz köyler,


Rum ve Ermeni köyleri idi. Rum eşkıyası yani Pontusçular arasında Ermenilerde
bulunmakta idi. Gizli olarak Ermenilerin Türklere karşı çeteleri de bulunmakta idi. Bu
Ermeni çetelerinin muhtelif isimleri; Hınçaklar, Taşnaklar, Hemazaseb çeteleri Rum
çeteleriyle hemfikir idiler. Eşkiyalar dağ köylerinde ki ormanlarda ve mağaralarda
saklanıyorlardı. Fırsat buldukça köyleri basıyorlar ellerinden gelen her fenalığı
yapıyorlardı. Oflu muhacirler arasında serdarlığı ile meşhur Çakıroğlu İsmail Ağa’yı
önce avenesi ile birlikte Ruslara karşı büyük bir mücadele verdiğini ve çarpışarak
Haşud Deresi’ne kadar dövüşerek geldiğini haber alan Çarşamba Kaymakamı ve
Samsun Valisi Pontusçu Rumların tutulması ve elebaşlarının hükümete teslim
edilmeleri için Samsun, Bafra, Çarşamba, Terme havalisinin ıslahatı ve
Pontusçulardan temizlenmesi için Çakırzade İsmail Ağa’yı Çarşamba Kaymakamı ve
Samsun Valisi tarafından çete başı olarak tayin ettiler. Mahiyetindeki akrabasının
bütün delikanlısını tertipleyerek ve Çarşamba’ya yerleşen bütün Oflu muhacirlerin
takip işinden iyi anlayan ve gözü açıklarını toplayarak çetesini kuvvetli ve faal bir
duruma çıkardı. Sürmeneli olup çok eskiden Çarşamba’nın dağ köylerinden Ayvacık
köyüne yerleşen Keskinoğullarından Mutsan, Ali pehlivan ve Kör Mehmet isimli bu üç
kardeş de İsmail Ağa’nın çetesine dahil olmuşlardı. Bunlar Çarşamba ve Terme
muhitlerini çok iyi bilen cesur ve atak delikanlılardan idiler. Çeteler faaliyete
başlayarak Çarşamba ve Terme’nin dağ köylerini, gruplar halinde taramaya
başladılar. Yakalanan Rumlar, Çarşamba Jandarma Komutanlığı vasıtasıyla Samsun
Jandarma Komutanlığı’na gönderiliyorlardı. Çarşamba ile Samsun arasında Rumlarla
İsmail Ağa çetelerinin çarpışmalarında Çakıroğullarından Müslim vuruluyor.
Çetelerden ismini hatırlayamadığım bir iki kişi daha şehit düşüyor. Rum çetelerden
çok sayıda vurulan ve yakalananlar oldu. Bu arada Çarşamba da tutunamayan Rum
eşkıyası Samsun, Bafra ve Havza’daki eşkıya arkadaşlar ile teşriki mesai kurmaya
başladılar. Daha sonra Türk ve Rum çeteleri tamamen karşı karşıya geldiler. Şiddetli
çarpışmaya başladılar. Rumların saklandıkları mağara ve mahzenler tek tek
bulunuyordu. Rumların durumu çok kötü olmuş, bir taraftan vuruluyor, bir taraftan da
yakalanıyorlardı. 32 senesinin sonları idi, Rumların Samsun’da bulunan en nüfuzlu
adamları olan Metropolit vekilini bularak yalan bir iftira ile İsmail Ağa’yı suçlandırmak
üzere Valiye ve Samsun’daki askeri kumandan Rafet Paşa’ya çıktılar. Şöyle bir
şikayette bulundular: Güya İsmail Ağa çeteleri bu nam altında bir takım köyler
soyuluyor. Bunun üzerine İsmail Ağa Samsun’da gözaltına alınıyor. O zamanlarda
Çakırzade Rüstem Ağa’da Çarşamba’da merkezde oturuyordu. İsmail Ağa’nın
alınmasından kederlenen Rüstem Ağa mahzun bir vaziyette otururken, Batumlu
Gürcü Sancakbeyzade Aslan Bey de orada bulunuyordu. Rüstem Ağa’ya hitaben
“neden kederli duruyorsun, sen bir Çakırzade’sin küpe düşmüş ise kulak yerindedir.
Kederlenme, merak etme İsmail Ağa’nın masumiyeti mutlaka tebellüğ edecektir.
Bizim memleketimiz Batum’da 93 muharebesinden bu yana Moskof çizmesi altında
çiğnenmektedir. Batum’daki ecdadımız 93’den evvel her sene Ruslara karşı komiteler
halinde mücadele ederdik pund (karışıklıklar)lar çıkarırdır. Bundan dolayıdır ki Batum
da Sancakbeyler diye anılırdık.

Rüstem Ağa ve Sancakbeyzade Aslan Bey ve yine Gürcülerin nüfuzlu


ailelerinden Hacapaşanın oğlu Aslan Ağa, Dilber Ağa, hep birlikte Çarşamba
Kaymakamı da beraberlerinde olmak üzere Samsun Valisi ile temasa geçerek İsmail
Ağa’nın suçsuz olduğunu kabul ettirdiler. İsmail Ağa serbest bırakıldı. Ve İsmail Ağa
oturduğu Kapıkaya Rum köyünde akrabası ile birlikte istirahata geçti. Bir iki gün
sonra bir gecede İsmail Ağa’nın bulunduğu Kapıkaya köyü Rumlar tarafından
ablukaya alındı ve sabaha kadar karşılıklı çatışma devam etti. Ve sabaha doğru
Rumlar beş kayıp vererek dağılmak zorunda kaldılar.

Birkaç gün sonra bütün muhacirler Çarşamba’ya indik. Çakıroğulları orada


kaldılar, biz Samsun’a doğru hareket ettik. Oradan da Havza’ya geçtik. Havza
Kaymakamlığı vasıtasıyla bizi dağ köylerinden Kidirli’ye verdiler. Bu köyde babam,
ben ve birkaç arkadaşı ile beraber kaldık. Şamlıoğlu Mehmet Efeni, Mevlüt Efendi,
Seher Efendi merkezde kaldılar. Nuhoğlu Gençağa ve Balaşoğlu Sabit Efendi,
Havza’nın ılıca köyüne yerleştirildi. Tiryakioğlu Tayyip Ağa’da Ereli köyüne
yerleştirildi. Dursun usta Salarıç köyüne yerleştirildi.

1333 senesinden itibaren Kidirli köyünde gördüklerim ve şahit olduğum bazı acı
hadiseler:

Muhacirlik zamanlarında Bafra, Çarşamba, Havza, Samsun, Kavak havalisinde


birçok olaylara bizzat şahit oldum. Ve bazı birçok olayları da nakledenlerden işittim.
Her gün Havza, Kavak, Samsun ve Bafra arasında Rumlar tarafından yapılan
katilâne ve câniyane hareketler, yol kesmeler ve soygunlar. Muhacirlerden Sabit
Efendi, Nuhoğlu Gençağa ve amcam Dursun usta, Samsun’a mal almak üzere
giderken Kavak kazasının üstündeki Hacılar dağında Rum eşkıyaları tarafından
yolları kesiliyor. Sabit Efendi, Gençağa ve amcam Dursun usta soyuluyorlar.
Muhacirlerden isimlerini bilmediğim üç kişi orada katlediliyorlar. Tam bu sırada
Jandarma takip kuvvetlerinin haber alması üzerine anında olay yerine geliyorlar.
Orada bulunan muhacirler Rumlarım elinden kurtarılıyor.

Samsun’da Ermeni Anton Paşa isminde bir çetebaşı, mahiyetinde Pontus


hareketinin elebaşıları ile gizli çalışmalar içinde idi. Bafra’da Nebiyen (dağ köyü) ve
Kuşbokunda (kayalık, sarp ve taşlı dağ köyü) barınan Rum ve Ermeniler,
Kısabacaklar, Taşçıoğlu, Savalar, Havza’nın Kidirli nahiyesine bağlı Kopçidağlılar gibi
yerlerde barınmaktaydılar.

Rum Avrak hocalar, Koçoğlu köyünden Yuan Efendiler ve şehirli Simyon ağanın
oğulları. Yine Kidirliye bağlı Domuzalandan Kostantin ve Sozari ağalar. Rum köyü
Elmalıcadan Kırbıyık ve oğlu Anesti çavuşlar. Kavak Çüğürtlü köyünden Totos ve
oğlu Kostalar. Yukarıda yazılan şahısların hepsi birer çete başı idiler ve
mahiyetlerinde iki yüz ila üç yüz kişilik kuvvetleri vardı. Bafra ve Havza’dan Tavşan
Dağı’na uzanan mesafe arasında, Nebiyen, Kuşboku ve Tavşan dağlarında, Pontus
hareketinin bütün elemanları barınıyorlardı. Yiyecek ve içeceklerini, Kuşbokundaki
Cenevizlerden veya Etilerden kaldığı sanılan mağaralardaki mahzenlerde sakladıkları
gibi buralar Pontusçu Rum ve onlarla beraber olan eşkiyalar için barınılacak çok
önemli ve müsait yerlerdi. Bu mağara ve mahzenler, Vezirköprü’den Bafra’ya kadar
Kızılırmak kıyılarının her iki tarafı da uçurumlu ve sarp kayalıklardan müteşekkil idi.
Köprülü Mehmet Paşa’nın sadrazamlığı zamanında Vezirköprü’den Bafra’ya kadar
uzanan Kızılırmak’ın taşlık, sarp kayalı kıyılarından Bafra’ya kadar yaya yolu, yani
patika yol yaptırdığı rivayet edilmektedir. O günlerde Rum Pontus çeteleri Engiz
kıyısında Rusların gelen motorlarından silah ve cephane yardımı alırlardı. Yine o
günlerde kaymakam, Jandarma komutanlığının emri ile her köye muhacirlerden kendi
silahlarıyla beraber bir veya ikişer bekçi tayin edildi. Bu bekçilerin ücretleri o civardaki
köylüler tarafından ödenmekte ide. Herhangi bir baskın anında hangi köye Rumlar
tarafından tecavüzde bulunulursa, civar köylerdeki bütün bekçiler tecavüze uğrayan
köye gidecekler, bir taraftan da en yakın karakol ve Jandarma kumandanlığına haber
vereceklerdi. Kidirli’deki Çakıralan köyü bekçisi Hopalı Mahmut’u, gece yarısı
vazifede iken Rumların pususuna düşmüş ve teslim ol çağrılarına ateş ederek cevap
vermişti. Fakat çemberi Rumlar tarafından esir edildi. Daha sonra bizim
bulunduğumuz köyün yakınlarında köyün bekçisi Rum eşkıyalar tarafından vurulmuş
olarak bulundu. Bundan anlaşılıyor ki canlı olarak yakalanarak, daha sonra bizim
köyün yakınında katledildi. Beş gün sonra da aynı köyde oturan ve nahiyenin en
nüfuzlu adamlarından olan, İhsan Ağa’yı da gece yarısı yakalayarak kurşuna dizdiler.
Ve yine nahiyenin ileri gelenlerinden Molla Osman’ı da kalleşlikle vurdular. Molla
Osman’ı Rumlar daha önce bir düğüne davet etmişlerdi. Davete icabet eden
korkusuz Molla Osman düğün anında tam bir kalleşlikle Rumlar tarafından vuruldu.
Ve atını da aldılar. O zamanda Molla Osman’ın kır atının ayarında başka bir at yoktu.
Molla Osman’ın kır atı Kopçidağlı çetebaşı Pivasilin altında görülmeye başlandı.
Köylerde bulunan muhacir bekçiler, Çakıralanlı İhsan Ağa’nın, Hopalı Mahmut’un ,
Molla Osman’ın vurulduğundan dolayı kinleri arttı. Ve Koçoğlu Rum köyünün yanın
başındaki Tahna denilen Rum köyünde barınan Rum eşkıyalarını Jandarma
yardımıyla bir gece yarısı abluka altına aldılar. Teslim olmaları konusunda çağrıda
bulundular.

Eşkıyalarda teslim olmuyoruz diye cevap verdiler. Daha sonra başlayan


müsademe dört saat kadar devam etti. Jandarma ve bekçiler gittikçe Rum çemberini
iyice daralttılar. Rumlarda zaman kazanmak için uğraşıyorlar ve sabahın ilk
ışıklarından evvel çemberden kurtulmak istiyorlardı. Köy kendi köyleri olduğu için
çıkış yollarını çok iyi bildikleri için en münasip bir yerden çemberi yararak çıktılar.
Fakat bu yarma hareketini yaparken çok ağır kayıplar verdiler. Yine o günlerde
Samsun ve havalisinde hüküm süren Havza, Çarşamba, Samsun’daki Rum ve
Ermeni çetelerinin en nüfuzlusu Anton Paşa yakalanarak ailesiyle birlikte öldürüldü.
Türk çeteleri de aşağıdaki şiiri Anton Paşa için vurulduğunu duyduklarından sonra
söylemeye başladılar.

Kargalar konar ceviz dalına

Kimse bakmaz Anton Paşanın haline

Bakla kadar kurşun okudu canına

Atladı meydana Samsun benimdir hey hey...

Yine bu günlerde Rumlar, Bafra’nın Çaşur köyünü gece yarısı ablukaya alarak
ateşe verdiler. Rumlar bu arada köyün etrafını da çevirdiler. Durumu haber alan
Jandarma kuvvetleri ancak köyün yarısın kurtarabildiler. Hınçaklar, Taşnak ve
Hemazaset çeteleri ile diğer Rum çeteleri Bafra ve havalisinde tecavüzlerini
arttırmaya başlıyorlar. Vezirköprü ve Havza arasında Rum çeteleri ile muhacirler
arasında çıkan çatışmada muhacirlerden iki kadın ile bir erkek vuruluyor, Rumlardan
ise daha fazla vurulan oluyor. Muhacirlerden vurulanlar ikamet ettikleri köye
getirilerek defnedildiler. Rumlardan vurulanlar ise hangi köyden oldukları tespit edildi
ve yapılan muayenelerden sonra cesetlerinin oldukları yerde bırakılmasına karar
verildi. Zamanla Rum çeteleri tecavüzlerini daha da arttırarak Havza ve Bafra ile
bütün köylerinde zalimce hareketlere giriştiler. Rumların bu katilane ve gaddarca
hareketlerinin neticesinde, Samsun’dan Bafra’ya gelen Nizamiye Taburu dağlık
bölgelerdeki Nebiyen ve Kuşboku ve yanan Çaşur köyünün dağlarını tarayarak gelen
tabur komutanı Kidirli’ye bağlı Domuzalan köyüne akşamüzeri gelen nizamiye
taburuna Rum çeteleri pusu kurdular. Taburun önünden giden gözcülere gece parola
soran Rumlara ateşle karşılık veriliyor. Çıkan çatışmada bölük komutanı Yüzbaşı
Avni Bey alnından vuruluyor. Bir onbaşı ile iki neferde vuruluyor ve şehit sayısı dörde
çıkıyor. Rumların çetebaşılarından beş kişi vuruluyor. Şehit olan yüzbaşı, onbaşı ve
iki neferin naaşları nahiyeye getirildiler. Sabahtan sonra yapılan askeri bir törenle
toprağa verildiler. Tabur komutanı erkanıyla birlikte Mahbuboğlu Ömer Ağa’nın
evinde misafir edildiler. Askerlerde köydeki evlere dağıtılarak misafir edildiler.
Nahiyede iki gün kaldıktan sonra tekrar Rum çeteleri yakalamak için havaliyi
taramaya başladılar. On beş gün sonra da bütün Rum çeteleri hükümetin affıyla
teslim oluyorlardı.

[1] Hayrat Alano köyünden Cafer Velioğlu’nun torunu Cafer Velioğlu’na anlattığı ve
yazdırdığı bilgilerden derlenmiştir.

Haşim Albayrak, 1.Dünya Savaşında Doğu Karadeniz Muharebesi ve OF DİRENİŞİ,


Yasevi Yayıncılık, Haziran, 2004, İstanbul, 1.Baskı, S.216-225

***

9- Çakıroğlu aile lakaplı Ali oğlu 1298 H. Akçaabat doğumlu Hasan; Trabzon
Askerlik Şubesi’nden er olarak katıldığı Şark (Kafkas) Cephesi Savaşlarında
13.11.1915 tarihinde Hopa’da şehit düşmüştür.[1]

[1] Şehitlerimiz, (Albüm) T.C.Milli Savunma Bakanlığı, Ankara 1998, 5. cilt.s.34

Haşim Albayrak, 1.Dünya Savaşında Doğu Karadeniz Muharebesi ve OF DİRENİŞİ,


Yasevi Yayıncılık, Haziran, 2004, İstanbul, 1.Baskı, S.260
Son Güncelleme ( Sunday, 09 December 2007 )

You might also like