You are on page 1of 12

15.

YÜZYILDA MEMLÛKLARIN DOĞU AKDENİZ


SİYASETİ
The Eastern Mediterranean Policy of the Mamlūks in the 15th Century

Abdullah Mesut AĞIR*

15. Yüzyılda
Memlûkların
ÖZ
Doğu
Araştırmanın Temelleri: 15. yüzyılda Memlûk Türk Devleti’nin Kıbrıs ve Rodos Adalarında
yuvalanan Hospitalier Şövalyeleri ve deniz korsanları ile olan mücadelesi.
140 Araştırmanın Amacı: Bu dönemde süre gelen Memlûk-Haçlı ilişkilerini incelemek ve
değerlendirmek.
Veri Kaynağı: Bu dönemi konu edinen ana kaynaklar, modern araştırma eserler ve makale
çalışmaları.
Ana Tartışma: Memlûkların Doğu Akdeniz siyaseti hangi temellere dayanıyordu? Kıbrıs ve
Rodos Adalarına niçin seferler tertip edildi? Memlûklar bu siyasetinde ne kadar başarılıydı?
Sonuç: 15. yüzyılda Doğu Akdeniz’de zararlı faaliyetlerde bulunan Hospitalier’ler ve Katalan
korsanların önünü almak için etkin bir siyaset takip eden Memlûklar, özellikle Sultan Barsbay
zamanında Kıbrıs’a ve Sultan Çakmak devrinde de Rodos’a tertip ettirilen seferlerle Doğu
Akdeniz’deki Memlûk egemenliğini kabul ettirmişlerdir.
Anahtar Kelimeler: Memlûklar, Doğu Akdeniz, Barsbay, Rodos, Hospitalier.

ABSTRACT
Base of Research: The Conflict of the Mamlūks against the Hospitalier Knights and the sea
pirates in the fifteemth century, who were situated at Cyprus and Rhodoes.
Purpose of Research: Examine and argue the relations between the Mamlūks and the Crusades
at this term.
Resources of Data: Some of the annals of the Mamlūk historians and the modern books and
the article works that are concerning with this term.
Main Discussion: Which bases did the East Mediterranean Policy of the Mamlūks depend on?
Why were the campaigns organized against Cyprus and Rhodes? How successful was the Mamlūks at
this policy?
Conclusion: The Mamlūks, followed an effective policy against the Hospitaliers and the
Catalan Pirates to prevent their harmful activities in the Eastern Mediternean especially by the
campaigns against Cyprus at the term of Sultan Barsbay and to Rhodoes at the term of Sultan Jaqmaq,
had established the Mamlūk Predominance at the Eastern Mediternean.
Keywords: The Mamlūks, The Eastern Mediternean, Barsbay, Rhodoes, Hospitalier.

1. GİRİŞ
1250 yılında Mısır’da iktidar el değiştirip hâkimiyetin Eyyûbîler’den
Memlûklara intikali esnasında Ortadoğu’daki siyasî tablo gerek bölge halkları
açısından, gerekse de Memlûklar açısından pek de iç açıcı değildi. Yeni tesis edilen
bu devlet bir yandan dış siyasette Fransa Kralı St. Louis’in Mısır’a tertip ettiği
Haçlı Seferini1 sonlandırmaya çalışırken, diğer yandan da iç siyasette

*
Dr., Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih/Ortaçağ Anabilim Dalı’ndan doktora derecesi almıştır.
1
St. Louis’in Mısır’a tertip ettiği Haçlı seferi için bkz. Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, İstanbul 1997; Jean
Richard, Saint Louis: Crusader King of France, Cambridge 1992; Peter Jackson, The Seventh Crusade, 1244-
egemenliklerini Memlûklara kaptırmak istemeyip onların idaresine karşı çıkan
Eyyûbî hanedanından pek çok melikin muhalefetiyle yüz yüze kalmışlardı (Poole,
1968: 212-42; Şeşen, 1992: 392-95). Hükümranlığın ellerinden çıkması yanında,
Bahrî Memlûkların huşdâşeleri2 ve Eyyûbî Sultanı el-Melik es-Sâlih Necm ed-Dîn
Eyyûb’un dul eşi Şecer ed-Durr’u başlarına melike olarak tayin etmeleri bu
muhalefetin diğer bir sebebini teşkil ediyordu. Çünkü Şecer ed-Durr her şeyden
önce bir kadındı ve onun tahta geçmesi Abbâsî halifesi başta olmak üzere pek çok
çevreden tepkiler almıştı.3 Bu baskılar neticesinde Şecer ed-Durr, ordu komutanı
Aybek’le evlenerek sultanlığı ona devredecek, böylece Memlûk nizamı; siyasî,
iktisadi ve sosyal alanlarda taşların yavaş yavaş yerine oturacağı ve şartların BAÜ
olgunlaşacağı yeni bir sürece girecekti (Levanoni, 1996: 209-19).
SBED
Devletin sınırlarının en geniş olduğu zamanda, Mısır ve Suriye dışında; 13 (23)
Lübnan’ı, Ürdün’ü, Filistin’i, Fırat’a kadar Anadolu’yu, Sudan’ı, Libya’yı, Hicaz’ı
ve Yemen’i kapsaması ve aynı zamanda Memlûkların Doğu Akdeniz’de etkin bir 141
ağırlığının bulunması, bir merkezden bu kadar geniş bir coğrafyaya hükmetmenin
sorumluluk ve meşakkatlerini de beraberinde getirmiştir (Kortantamer, 1993: 8).
Selefleri Eyyûbîler’in aksine merkezi bir devlet düzenine sahip olan Memlûklar,
dış siyasette en sıcak ilişkileri Moğollar ve Ortadoğu’daki Haçlılarla geliştirdiler.
Bilhassa 1260 yılında bir türlü önü alınamayan ve İslâm âleminin büyük sıkıntılar
çekmesine sebep olan Moğollar’ın Ayn Câlut savaşında yenilgiye uğratılması
Memlûkların Türk-İslâm dünyasındaki şöhretinin artmasını sağlarken, bu savaşta
büyük yararlılıkları görülen Baybars’ın, iktidarı Kutuz’dan devraldıktan sonra
Kahire’de Abbâsî hilafetini yeniden ihdâs etmesi Müslümanlar nezdinde takdire
şayan bir durum olarak addedildi (Holt, 1991: 321). Moğol tehlikesinin bertaraf
edilmesinden sonra dikkatini Haçlılar üzerine çeviren Sultan Baybars4 zamanında,
Antakya ve Urfa Memlûk egemenliğine dahil edilirken, Kilikya Ermeni Krallığının
başkenti durumunda olan Sis’e de (Kozan) seferler düzenlendi ve şehir yağmalandı
(Ersan, 2007: 185-95; Holt, 1995: 93; Kanat, 1999: 434). Antakya Prinkepsliği’nin
ortadan kaldırılması Avrupa’da büyük bir heyecan uyandırmış ve bu durum yeni
bir Haçlı ruhunun canlanmasına da zemin hazırlamıştı. Kral I. Edward
komutasındaki Haçlı birlikleri 1271 yılı Mayıs’ında Akka’ya geldiler. Fakat bu
sefer sonuçsuz kaldı ve bu esnada Trablus Kontluğunu kuşatma altında tutan
Baybars ile Haçlılar arasında on yıllık bir anlaşma imza edildi (Kopraman, 1992:
466). Onun döneminde Franklara karşı girişilen bu mücadeleler Memlûk-Haçlı
münasebetlerinin ilk ayağını teşkil edecekti.
Ortadoğu’nun savunulmasında Baybars kadar başarılı olan Sultan Kalavun
dönemi de (1279-1290) aynı şekilde yoğun olarak Memlûk-İlhanlı ve Memlûk-
Haçlı mücadelelerine sahne oldu. Dâhilî sorunların aşılmasından sonra 1281
yılında meydana gelen II. Humus Savaşında Moğollar’a ikinci kez yenilgiyi tattıran
Kalavun, doğudaki bu sorunu sükûnete kavuşturur kavuşturmaz bu defa dikkatini
Franklara çevirdi (Housley 1992: 16). Bu devrede Avrupa’dan yardım ümidini
kesen Haçlıları tamamen ortadan kaldırmayı amaçlayan Kalavun, 1287 yılında
Antakya Haçlı Prinkepsliği’nin son kalıntılarının toplandığı Lazkiye’yi fethetti (İbn
Abd ez-Zâhir, 1961: 151-52; Deguignes, 1966: 2236). Bu başarıdan iki sene sonra

1254: Sources and Documents, Ashgate Yayınları, Burlington 2007; Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi,
çev.: Fikret Işıltan, T.T.K. Yay., c. III., Ankara 1992. Balıkesir
2
“Huşdâş” veya “Hucdâş” hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. David Ayalon, “Memlûk Devletinde Kölelik Sistemi”, Üniversitesi Sosyal
çev.: Samira Kortantamer, Tarih İncelemeleri Dergisi, c. IV, (1989), s. 221-228. Bilimler Enstitüsü
3
Memlûk ümerası ve ileri gelenleri Şecer ed-Durr’un sultanlığını onaylaması için halifeye mektup göndermişler, Dergisi
fakat el-Musta‘sım cevaben Mısır’a yolladığı mektubunda “Eğer orada erkek kıtlığı varsa size buradan bir tane Cilt 13 Sayı 23
gönderelim” şeklindeki sert yanıtıyla bu duruma karşı çıkmıştı; bkz. Ahmed Muhtar el-‘Abâdî, Kıyâm Devlet el- Haziran 2010
Memâlîk el-Ûlâ, Beyrut 1976, s. 123. ss.140-151
4
Sultan Baybars dönemi hakkında geniş bilgi için bkz. İbn Seddâd, Baypars Tarihi, çev.: Şerefüddin Yaltkaya,
T.T.K. yay., Ankara 1941; Sa‘îd ‘Abd el-Fettâh ‘Âşûr, ez-Zâhir Baybars, Kahire 1963.
ise güçlü bir ordu ile kuşatılan Trablus ele geçirildi. Buranın düşmesinden sonra
Latin şehirleri Sultan Kalavun’un merhametine kalmış olurken, artık bu şehirlerin
bütün umutları Avrupalılar’ın, Papa IV. Nicolaus’un bunlar hakkında yaptığı
yardım çağrısına cevap vermesi noktasında birleşiyordu. Son kayıplarla Haçlıların
Ortadoğu’da tek dayanak noktası olarak Akkâ şehri kalmıştı ve bu önemli şehrin
yitirilmesi de Ortadoğu’daki Haçlı egemenliğinin silinmesi anlamına gelmekteydi.
Papa’nın tüm girişimleri en çok birkaç bin kişilik bir Haçlı grubunu Akkâ’ya
getirebilmişti. Bunlar da varlıklarını ancak, daha önce Latinlerle yapılmış olan
anlaşmalara göre, Akkâ civarında emniyet altında yaşayan Müslümanları rahatsız
15. Yüzyılda etmek ve hatta bunlardan bazılarını öldürmek suretiyle gösterebildiler. Bu durumu
savaş sebebi sayan Sultan Kalavun, Haçlılar için ideal bir sığınak durumundaki
Memlûkların
Akkâ’ya sefer hazırlıklarına girişti (Aktan, 1995: 615). Fakat onun ömrü bu fethi
Doğu gerçekleştirmeye vefa etmeyecek, Kalavun’dan sonra onun yerini alan oğlu el-
Eşref Halîl 1291’de Haçlıların kalesi durumunda olan ve son derece iyi savunulan
142 bu stratejik şehri fethetmeye muvaffak olacaktı (Hass, 2007: 292-93; Demirkent,
1997: 249-57; Ziada, 1969: 784). Sultan Kalavun ve oğlu el-Eşref Halîl
döneminde Franklara karşı verilen mücadeleler ise Memlûk-Haçlı ilişkilerinin
ikinci ayağını oluşturacaktı.
Akkâ’nın İslâm hâkimiyetine dahil olması ve Suriye’nin Haçlı kalıntılarından
temizlenmesi 15. yüzyılda Memlûk Devletinin Doğu Akdeniz siyaseti açısından
hayati bir önem arz etmekteydi. Burcî Memlûklar (1382-1517) zamanına tesadüf
eden bu devre, Memlûkların dış siyasetini Kıbrıs ve Rodos Adalarına
odaklandıracağı önemli bir süreçti. Akkâ’nın Haçlı kontrolünden çıkışı ve buradaki
prensliklerin ortadan kaldırılması Hospitalier Tarikatına5 mensup pek çok
şövalyenin bir gün yeniden fethetmek beklentisiyle Filistin’e yakın olabilmek için
Kıbrıs’a geçmelerine ve burada yuvalanmalarına zemin hazırladı. Kıbrıs’ın bu yeni
sakinleri, burada bulunan hacılara ve hastalara ilişkin hizmetlerinin yanında,
Memlûk sahillerine yönelik saldırılarda ve Doğu Akdeniz’deki korsanlık
faaliyetlerinde adayı bir üst olarak kullanıyorlardı. Bu esnada Kıbrıs Lusignan
ailesinin hükmü altındaydı (Edbury, 1993) ve Akdeniz’in doğusundaki Haçlı
faaliyetlerinde ada hayati bir rol üstlenmekteydi (Kopraman, 1992: 498). Bunun en
iyi örneğini 1365 yılında İskenderiye’nin içlerinde Hospitalier Şövalyeleri’nin de
bulunduğu Kıbrıs Kralı I. Peter komutasındaki Haçlılar tarafından yağmalanıp şehir
halkından binlerce Müslüman’ın da esir edilmesiyle sonuçlanan olayda görmek
mümkündür. Bu sefer esnasında yüz elli altı gemiden mürekkep büyük Haçlı
donanması Rodos’tan hareketle Mısır’a çıkartma yapmıştı (Housley, 1995: 270).
Üç gün boyunca şehirde kalan Haçlılar, halktan birçoğunun ölümüne sebebiyet
vermişler, kadın erkek yüzlerce Müslüman’ı esir etmişler ve tarifi imkansız yıkım
faaliyetlerinde bulunmuşlardı. Memlûkların güçlü bir orduyla İskenderiye’ye
yaklaştığı istihbaratını almalarından sonra da süratle şehri terk ederek Kıbrıs’a geri
çekildiler (Runciman, 1992: 174-77). İskenderiye’ye olan bu sefer Suriye’den
sürülmelerine karşılık halen daha Haçlı tehlikesinin sona ermediğinin bir kanıtı
gibiydi. Bu siyasî manzara, Kıbrıs ve Rodos’taki Haçlı yuvalanmalarının önü
alınmadıkça Mısır ve Suriye’nin güvenliğinin asla temin edilemeyeceğini açıkça
ortaya koymuştur. Bu sebepten Burcî Memlûklar dönemine tesadüf eden 15.
yüzyılda Memlûkların Doğu Akdeniz siyasetini bütünüyle, her iki taraf için de
stratejik önem arz eden, Kıbrıs ve Rodos Adaları teşkil edecekti.

5
1080 yılında Kudüs’te kurulan bu organizasyon Malta ve Rodos silahşorları ve şövalyelerinden, St. John, Rodos
ve Malta Tarikatı mensuplarından oluşmaktaydı, bkz. Abbé de Vertot, The History of the Knights Hospitallers of
St. John of Jerusalem, Dublin 1818; Suriye’deki Haçlı birliği ortadan kaldırılıncaya dek buradaki Franklar, bu
şövalye tarikatının büyük yararlılıklarını ve desteklerini görmüşlerdi, bkz. Sa‘îd ‘Abd el-Fettâh ‘Âşûr, el-
Eyyûbîyyûn vel-Memâlîk fî Mısr veş-Şam, Kahire 1992, s. 283; Ebru Altan, “Templier ve Hospitalier Şövalye
Tarikatlarının Kuruluşu”, Belleten, s. 245 (2002), s. 87-94.
2. MEMLÛKLARIN KIBRIS VE RODOS ADALARINA OLAN
SEFERLERİ
2.1. Sultan Barsbay’ın Kıbrıs’ı Fethi (1426)
Bu dönemde Doğu Akdeniz’deki hâkimiyet mücadelesine ve girişilen deniz
savaşlarına geçmeden önce Memlûkların deniz siyasetine ilişkin birkaç hususun
burada zikredilmesi yerinde olacaktır. Ortaçağ İslâm dünyasında, Ortadoğu
topraklarının Haçlılara karşı savunulması gibi bir misyona sahip olan Memlûk
Devleti’nin denizcilik politikası üç temel hedefe dayanıyordu. Bunlardan ilki, 1291
yılında Suriye-Filistin sahillerinden kovulan Frankların geri dönüşlerini
engellemek ve bunun içinde onlardan arta kalan limanları yok etmeye yönelikti. BAÜ
Yani, “düşmanın yararlanmasını önlemek için bütün ürün, kaynak ve tesisleri yok SBED
etme politikası”, Memlûkların takip ettiği en temel siyaset olmuş, bu amaca 13 (23)
yönelik olarak da yıkılan limanlar üzerine anakarayla sahili birbirine bağlayan
yollar inşa edilmiş ve bu hatlar garnizonlarla güçlendirilmişti. Birlikler, şayet bu 143
sahillerden birisi Frank saldırısına maruz kalacak olursa hemen bunu geri
püskürtecek nizamda, bir plana göre yerleştirilmişti. Devletin denizcilik siyasetine
ilişkin ikinci unsur ise sahillerdeki stratejik mevkilere bir defaya mahsus olan
filolar yerleştirmekti ki, bundan güdülen amaç ise devletin donanma ve denizcilik
faaliyetlerinde ne kadar aktif bir siyaset izlediğini göstererek düşmanlarına gözdağı
vermesine yönelikti. Bu filolar, denizlerde karşılaştıkları Frank donanmalarıyla
savaşmak için değil, garnizonlara ait birlikleri sefer için belirlenen hedef bölgelere
taşımaktan sorumluydu. Bu filolardaki gemilerin itici gücü kürekçilere dayandığı
için de menzilleri sınırlıydı. Mevsimlere bağlı hava koşullarından dolayı da bunlar
sezonlara göre hareket ederlerdi. Bunlara geçici filo denmesinin en önemli sebebi
ise bir sultanın iktidarında var olan filonun, diğer sultanın iktidarında kaldırılıp
yerine bir başka filonun kurulmasından veya var olan filonun ölen sultanın halefi
tarafından daha da güçlendirilerek farklı bir görünüme kavuşturulmasından
kaynaklanıyordu. Memlûk Devleti’nin üçüncü önemli deniz politikasıysa, Venedik
ve Aragon gibi denizcilikte ileriye gitmiş İtalyan şehir devletleriyle ticari
anlaşmalar akdetmek suretiyle Avrupa’nın iç meselelerine müdahil olmayı
amaçlamalarıydı (Mack, 2001: 22). Memlûklar, ilk kuruldukları zaman Haçlı
şehirleri ve Aragon Krallığı’yla anlaşmalar yapmıştı. 14. yüzyılın ikinci yarısına
gelindiğindeyse bu devletler içinde Venedik, Memlûk Devleti sınırları dâhilindeki
sahillere saldırılarda bulunan Avrupalı korsanları engellemekte başarısız olsalar da,
Avrupa arenasında Memlûkların ticari ortağı ve siyasî müttefiki olarak
görünmekteydi. Genel olarak bu üç hedef için Memlûkların deniz siyasetine ilişkin
varılacak çıkarımsa devletin, yıllar boyunca Haçlı kontrolünde bulunan İslâm
topraklarının yeniden Frank istilasına maruz kalmasını önlemekti (Fuess, 2001: 46).
Haçlıların Memlûklarla akdettikleri anlaşmalara riayet etmemeleri, Mısır ve
Suriye sahillerine yönelik tecavüzleri ve Doğu Akdeniz’deki ticaret rotaları
üzerindeki Katalan korsanların6 aktif faaliyetleri sonucunda Müslüman tacirlerin
bunlardan olumsuz yönde etkilenmeleri7; 1422-1438 yılları arasında hüküm
sürecek olan Barsbay’ın tahta çıkar çıkmaz dikkatini Hospitalier’lerin
yuvalandıkları Kıbrıs’a çevirmesine sebebiyet verdi (Hrbek, 1997: 56). Dahilî

6
Özellikle 1460’lı yıllara değin Doğu Akdeniz ticaret hattı üzerindeki etki alanlarını daha da genişleterek
faaliyetlerini sürdürecek olan bu korsanlar, Cenevizliler’in köklü ailelerinden birisi olup Midilli Adası’nda Balıkesir
ikamet eden Gattilusi’ler tarafından da desteklenmekteydi; bkz. Anthony Luttrell, “The Latin East”, The New Üniversitesi Sosyal
Cambridge Medieval History, nşr. Christopher Allmand, Rosamond McKitterick, (1998), s. 806; John Pryor Bilimler Enstitüsü
Geography, Technology and War: Studies in the Maritime History of the Mediterrenean, Cambridge 1992, s. Dergisi
157. Cilt 13 Sayı 23
7
Kıbrıs’ın 1191’de İngiltere Kralı I. Richard tarafından ele geçirilmesinden sonra ada, Haçlılar’ın ve ticaret Haziran 2010
gemililerini vurarak haramilik yapan deniz korsanlarının en önemli üslerinden biri durumuna gelmişti; bkz. ss.140-151
Robert Irwin, “Islam and the Crusades”, The Oxford History of the Crusades, nşr. Jonathon Riley Smith, Oxford
1999, s. 248.
sorunlar aşılır aşılmaz8 Sultan Barsbay bu fethi gerçekleştirmek için harekete geçti
(Wiet, 1986: 1954). Özellikle 1423 yılında iki Müslüman ticaret gemisinin Dimyat
dolaylarında Franklar tarafından ele geçirilmesi ve Kıbrıs Kralı II. John’un, Sultan
Barsbay tarafından çağdaşı Osmanlı Sultanı II. Murad’a yolladığı hediyeleri
taşıyan gemiyi ele geçirmesi bu seferin tetikleyici sebeplerini teşkil etmişti
(Kopraman, 1992: 518). Bu suretle Haçlıları cezalandırmak maksadıyla Barsbay,
üst üste 1424, 1425 ve 1426 yıllarında Kıbrıs’a seferler tertip ettirdi (‘Âşûr, 1992:
277). Tertip edilen ilk iki sefer; daha çok keşif amaçlı ve bilhassa Haçlıları,
sebebiyet verdikleri zararlardan ötürü, cezalandırıcı seferler olup bunlar küçük
15. Yüzyılda çapta idi (Hrbek, 1997: 56; Kopraman, 1992: 518). El-Melik el-Mueyyed Seyf ed-
Dîn Şeyh devrinde (1412-1421) Memlûk ordusunun yeniden teçhiz ettirilip
Memlûkların
güçlendirilmesi Barsbay’a büyük bir avantaj sağlamış, sultan Kıbrıs’a tertip
Doğu ettirilecek olan üç seferde de bu yeni ordudan istifade etmişti (Humphreys, 1968:
458). 1424 yılındaki ilk sefer hedefine ulaşmış, keşif amaçlı bu harekâtta
144 İskenderiye baskınına karşılık adanın ünlü Limasol limanı yağmalanmış, Haçlılara
ait pek çok mühimmat ele geçirilerek yüklü miktarlarda ganimet elde edilmiş, aynı
zamanda Memlûklar yolda tesadüf ettikleri Kıbrıs bandıralı birkaç savaş gemisini
de yakmışlardı. Bu seferin en kritik sonucuysa, adanın zaafının ortaya çıkması ve
tertip edilecek olan diğer iki seferde Barsbay’ın kolaylıkla ve daha muntazam bir
şekilde strateji belirleyecek olmasıydı (Makrîzî, 1972: 671; ‘Âşûr, 1992: 278;
Kopraman, 1992: 518). İlk seferin hemen ardından ara vermeksizin hemen ertesi
sene, 1425 yılında, Barsbay Kıbrıs’a ikinci bir sefer tertip edilmesine karar verdi.
Bu kararın altında yatan bir sebep de Aragon Kralı V. Alphons’un ilk seferin öcünü
almak maksadıyla Doğu Akdeniz’e yönelik yeni bir Haçlı Seferi tertip ettireceği
söylentilerinin Kahire’de yankılanmasıydı (Makrîzî, 1972: 684). Bu sebeple içinde
muhteşem tersanelerin bulunduğu dönemin işlek liman şehirlerinden olan Bûlâk’ta9
ikinci sefer için ihtiyaç duyulan yeni gemilerin inşasına hız verildi (Makrîzî, 1972:
679). Bu yoğun süreçte, Mısır’a gemi küreği taşımakta olan bir Memlûk gemisi,
Lazkiye yakınlarında dört Kıbrıs gemisinin saldırısına uğramış ve bu gemi taşıdığı
yüklerle birlikte yakılmıştı. Hazırlıkların tamamlanmasından sonra ikinci harekât
1425 yılının Haziran ayında başlatıldı. Donanmanın Magosa limanına ulaşmasının
ardından karaya çıkartma yapıldı. Bu hamle ile Memlûk kuvvetleri hem karadan
hem de denizden hareket imkanına sahip olmuş oldular. Bunun üzerine Kral John,
Memlûk piyadelerinin üzerine şövalyeleri sevk etti. İki taraf arasındaki
mücadelelerde Memlûklar, şövalyelere üstünlük kurmaya muvaffak olurlarken
(Kopraman, 1992: 519), sahil boyunca ilerleyen İslâm donanması da Larnaka
yakınlarında vuku bulan deniz savaşında on iki gemiden müteşekkil Frank
donanmasını bertaraf etmeyi başardı (Makrîzî, 1972: 694). Böylelikle adanın
savunma hattı kırılmış, donanma dahilindeki diğer askeri birlikler de bu başarının
ardından adaya çıkarak bazı köyleri ele geçirmişler, halktan pek çok kimseyi esir
etmişler, ada üzerindeki bir kaleyi de düşürüp yüklüce ganimet elde etmelerinden
sonra Mısır’a parlak bir başarıyla dönmüşlerdi (Kopraman, 1992: 519).
Elde edilen tüm bu başarılar Barsbay’ı tatmin etmemişti. Çünkü onun amacı
esir ve ganimet elde etmek değil, Kıbrıs’ı fethetmekti. Mısır sultanının böyle bir

8
Barsbay iktidarı devraldığında ülkede iç karışıklıklar hâkimken, ümera arasında da çekişmeler süre gelmekteydi.
Sultan bu sorunların önünü almak amacıyla bir cihat fikri uyandırarak Kıbrıs seferine karar verdi; bkz.
Kopraman, “Mısır Memlûkleri”, s. 518.
9
Fransızca Bon Lac kelimesinden gelen ve tatlı göl anlamında olan Bûlâk, ortaçağda ve halen daha günümüzde,
Kahire’de bir liman bölgesi olarak hizmet veren yerleşim birimidir. Memlûklar’ın idaresi altında Kahire büyük
bir gelişme gösterince, bugün şehrin kuzeydoğu sınırına kadar uzanan bu liman bölgesi kurulmuş ve özellikle el-
Melik en-Nâsır zamanında (1310-1341) Nil kıyısındaki bu liman şehrinin mahalleleri ve iskeleleri tesis edilmiş,
arazilerin sulanabilmesi için bir kanal açılmış ve tüccarlar burada ticaret yapmaya teşvik edilmiştir. Bu önemli
liman merkezine sultan Çakmak da çok sayıda rıhtım ve iskele inşa ettirmişti; daha detaylı bilgi için bkz.
Evyleyn A. Early, Baladi Women of Cairo, Londra 1993, s. 29; Caroline Williams, Islamic Monuments in Cairo:
The Practical Guide, Kahire 2001, s. 253; André Raymond, Cairo, terc.: Willard Wood, Harvard 2000, s. 184.
niyeti olduğunun bilincinde olsa gerek ki, Kıbrıs Kralı Janus da boş durmayarak
adanın savunma hatlarını güçlendirdi ve kaleyi tahkim ettirdi. Kral bununla da
yetinmeyerek Avrupa ile geliştirdiği diplomatik ilişkiler vasıtasıyla onların
desteğini aradı. Sultan, Kıbrıs’ın bu diplomatik girişimlerinden çeşitli casuslar
vasıtasıyla haberdar olurken, bu dönemde ekonomik çıkarları gereği Venedik ise,
Mısır’da yürüttükleri ticari faaliyetleri zarar görmediği sürece taraflar arasında süre
gelecek olan bir savaşa müdâhil olmayacakları teminatında bulundu. Aynı şekilde
ekonomik çıkarları Magosa’da yoğunlaşan Cenevizliler de Memlûklar bu şehre
saldırır kaygısıyla olası bir savaş için tarafsızlıklarını ilan ettiler. Böylelikle
Memlûklar, tertip edilecek olan üçüncü sefer için denizcilikte ileri gitmiş ve güçlü
BAÜ
donanmalara sahip devrin iki güçlü devletini Haçlı birliğinden saf dışı bırakmaya
muvaffak olarak büyük avantaj sağlamışlardı. Bunların yanı sıra Avrupalı SBED
devletlerin dönem itibariyle yeni bir Haçlı seferine sıcak bakmamalarından dolayı 13 (23)
Papa V. Martin de Kıbrıs Kralının yardım talebine olumlu bir cevap veremedi. Bu
şartlar altında Janus’a tek olumlu cevap siyasî alandaki müttefikleri Katalan Kralı 145
V. Alfons’tan geldi, fakat o da adaya, askerlerinin sarfiyatlarının Kıbrıs kralı
tarafından karşılanması kaydıyla destek olabileceğini bildirmişti. Oysaki iki kez
Memlûk kuşatması altında kalmış Kıbrıs’ın da mali durumu buna müsait değildi.
Hal böyle olunca İspanyollar, ancak iki gemi ve beş yüz askeri destek amacıyla
Kıbrıs’a yollayabildiler (Fuess, 2005: 18-20).
Fetih için üçüncü bir seferin kaçınılmaz olduğunun bilincinde olan Barsbay,
tüm hazırlıkların tamamlanmasından sonra kara kuvvetlerinin komutanlığına Emir
Tagriberdî’yi, deniz kuvvetlerinin komutanlığına ise Emir Aynâl’ı tayin ederek
1426 yılı Haziran ayında İskenderiye’den hareketle Memlûk donanmasını Doğu
Akdeniz’e gönderdi (Kopraman, 1992: 519-29). Kıbrıs’ın fethiyle tamamlanacak
olan bu üçüncü harekât için tahsis edilen gemi, birlikler, mühimmat ve teçhizat
diğer iki sefere nazaran daha kapsamlı idi. Emir Tagriberdî, Janus’a yolladığı bir
mektup vasıtasıyla kendisinden Barsbay’a tâbî olmasını istedi. Janus da bunu
reddedince adaya çıkartma yapan Memlûklar ile şövalyeler arasında şehrin içinde
meydana gelen çarpışmalar neticesinde de Kıbrıslılar ağır bir mağlubiyete
uğratıldılar. Daha önce iki kez Müslümanların saldırısına uğrayan Limasol, bu
üçüncü saldırı neticesinde ele geçirildi (Fuess, 2005: 18-20). Kaçma teşebbüsünde
bulunan kral ise kısa bir süre sonra yakalanarak esir edildi. Aynı zamanda
Memlûklar, onun ikamet ettiği sarayını da yakıp kül ettiler (Makrîzî, 1972: 722).
Kıbrıs’ın merkez şehri olan Lefkoşe’nin de ele geçirilmesinden sonra muzaffer
memlûk ordusu coşkulu bir şekilde Kahire’ye döndü. Şehre giriş yaptıkları zaman
da bir katırın üstüne bindirilen Janus, Kahire sokaklarında halka teşhir edildikten
sonra Sultan Barsbay’ın huzuruna çıkarıldı ve af diledi. Kendisi için belirlenen
fidyeyi ödemesi şartıyla da serbest bırakıldı (Kopraman, 1992: 520; Fuess, 2005:
21). Belirlenen fidye miktarı 200.000 ducat idi (Housley, 1992: 196). Kıbrıs’ın
Memlûk hâkimiyetine girmesi gerçekten de bu dönem için büyük bir başarıydı.
Sultan Barsbay, bu başarılı siyasetiyle Doğu Akdeniz’deki Memlûk üstünlüğünü
kabul ettirmişti. Fakat halen daha denizlerde vurgunculuk yapan ve tacirleri zor
duruma sokan korsanların önü bir türlü alınamamıştı. Kıbrıs’ın Memlûk tâbiîyetine
girmesinin ardından bunların Rodos Adasında yuvalandıklarına ve buradan
beslendiklerine şüphe kalmamıştı. Bu sebeple Barsbay denizlerde tam egemenlik
için bu adayı da ele geçirmeyi düşünmekteydi. Fakat bu dönemde Mısır’da görülen Balıkesir
veba salgınları ve malî krizler onun bu düşüncesini sadece fikri safhada bıraktı. Üniversitesi Sosyal
Barsbay zamanında Franklara karşı girişilen bu mücadeleler de Memlûk-Haçlı Bilimler Enstitüsü
Dergisi
münasebetlerinin üçüncü ayağını teşkil edecekti. Cilt 13 Sayı 23
Haziran 2010
ss.140-151
2.2. Sultan Çakmak ve Rodos Seferleri
Taraflar arasındaki mücadelelerin dördüncü ve son ayağını ise Barsbay’dan
sonra onun yerini alan Sultan Çakmak’ın (1438-1453); 1440, 1443 ve 1444
yıllarında Rodos’a tertip ettireceği üç sefer oluşturacaktı (‘Âşûr, 1992: 283). Selefi
Barsbay gibi Doğu Akdeniz’de etkin bir politika izleyen Çakmak, Mısır ve
Suriye’deki dâhili isyanları bastırır bastırmaz dikkatini Rodos’a çevirdi. Kıbrıs’ın
Memlûk hâkimiyetine girmesinden sonra daha önce Akkâ’nın kaybıyla buraya göç
etmiş olan Hospitalier’ler, bu durum karşısında mecburen Kıbrıs’ı da terk etmek
zorunda kaldılar ve Rodos Adasına geçtiler. Evvelinde Emeviler ve Abbâsîler
15. Yüzyılda döneminde de kuşatılan ve ele geçirilen bu önemli adanın (Hitti, 1980: 320; Glubb,
Memlûkların 1963: 43; Soucek, 1995: 569; Bosworth, 1996: 160) ilk kez Türkler tarafından
Doğu muhasarası ise Menteşeoğulları Beyliği zamanında Mesud Bey tarafından 1300
senesinde gerçekleştirilmiş ve adanın bir kısmı ele geçirilerek idaresi 9 veya 10
sene süreyle elde tutulmuştu (Kanat, 1999: 393). Fakat Rodos’taki Müslüman
146 yerleşmeleri sürekli olmadığından buranın hâkimiyeti Rodos’u yurt edinen ve
1309’da burayı ele geçirmelerinin ardından da St. Jean Şövalyeleri olarak anılmaya
başlayan Hospitalier’lerin elinde kalacaktı. Şövalyelerin idaresindeki bu ada tıpkı
Kıbrıs gibi Haçlıların Akdeniz’deki önemli bir kalesi durumuna gelmişti (Rabie,
1989: 282). Avrupalılar’ın ileri karakolları olmak gibi bir misyonu üstlenen Rodos
(Kanat, 1999: 395); Kudüs’e yöneltilmiş seferlerde, İzmir’in ele geçirilmesinde
(1344), İskenderiye’nin yağmalanmasında (1365) ve Niğbolu Seferinde (1396) faal
rol oynamıştı (‘Âşûr, 1976: 180). Kısaca kendilerini Hıristiyan dünyasını belirleyen
sınırların doğudaki müdafileri olarak kabul eden Rodos Şövalyeleri, bu itibarla da
Akdeniz ve civarında Müslümanlara karşı verilecek olan mücadeleyi kutsal bir
görev addetmişlerdi (Kanat, 1999: 396). Seferlerin en kritik nedenlerini ise kısaca
şöyle özetleyebiliriz. Kıbrıs’ın Memlûk hâkimiyetine dâhil olmasından sonra bile
Mısır sahillerine yönelik korsan hücumları bir türlü kesilmemiş, Katalanlar’ın
adayı yeni bir üs olarak edindiklerine de şüphe kalmamıştı (‘Âşûr, 1976: 181).
Nitekim Çakmak’ın iktidarının ilk günlerinde St. Jean Şövalyelerine ait gemiler
Reşid Limanına gelerek burada yağma girişimlerinde bulunmuşlar ve yine 1439’da
şehirlerini savunmak amacıyla Dimyat gönüllülerinden oluşan askerlerin tümü,
korsanlara karşı giriştikleri bir sefer esnasında, şövalyeler tarafından şehit
edilmişlerdi. Özellikle bu olay bardağı taşıran son damla oldu ve seferlerin
tetikleyici sebebini teşkil etti (Sayrâfî, 1994: 154). Seferlerin sebepleri arasında
belirtilmesi gereken diğer bir husus da Balkan milletlerinin Osmanlı Devleti’ne
karşı kurmuş oldukları Haçlı ittifakına St. Jean Şövalyelerinin de dâhil olacağı
istihbaratının Sultan II. Murad’a ulaşmasından sonra Osmanlı hükümdarının, bir
rivayete göre Memlûk Sultanı Çakmak’a haber yollayarak, şövalyeleri Rodos’ta
meşgul etmek suretiyle bu ittifaka girmelerini önlemesini rica etmesiydi (Irwin,
1995: 249; ‘Âşûr, 1976: 181-82; Rabie, 1989: 282; Kopraman, 1992: 521).
Adaya ilk çıkartma 8 Ağustos 1440 senesinde başladı. Sefer için tahsis edilen
on beş adet Gurâb10 türünden geminin yanı sıra Sultan Çakmak, 200’ü sultan
memlûklarından ve 1000’i gönüllülerden müteşekkil Mısır kuvvetlerinin başına
devrin iki nüfuzlu ümerasından olan Tagribirmiş ez-Zerâdkeş ile Emir Âhûr Yunus
el-Mahmûdî’yi tayin etti. Gönüllüler arasında Frankların daha evvel sebebiyet
verdiği acı olayın intikamını almak isteyen Dimyat halkından askerler de yer
almaktaydı (Makrîzî, 1972: 1205; Rabie, 1989: 284). Kahire’den hareketle Bûlâk’a
ve buradan da iaşe ile ilgili tüm gereksinimlerini tedarik etmek için Kıbrıs’a geçen

10
Gurâb: Arapça’da karga anlamına gelmektedir. Siyah renkte olan bu gemilerin ön kısımlarının karga başına
benzemesinden dolayı bu ismi almıştır. Uzun başı sivri ve keskin olup kadırga tarzında ise de, kadırganınki gibi
kanadı ve kıç tarafında şehnişini yoktu. Kürekler, mazgal deliklerinden geçirilmiş olup güverte altından
çekilmekteydi. Bu tür bir savaş gemisi olan Gurâb, Memlûk donanmasının önemli bir parçasını teşkil
etmekteydi; bkz. Kanat, “Memlûk Sultanı ez-Zâhir Çakmak’ın Rodos Seferleri”, s. 399.
donanma 25 Eylül 1440’ta Rodos’a ulaştı. Mısır’ın kendilerine karşı bir sefer
düzenleyeceklerinden şüphe duymadıklarından olsa gerek Rodoslular şehrin kale
ve burçlarını tahkim edip bu savaşa çok iyi hazırlanmışlardı. Ertesi sabah Memlûk
kuvvetleri adaya çıkartma yaptıktan sonra iki taraf arasında şiddetli çarpışmalar
oldu ve Memlûklar hiç ummadıkları bir mukavemetle karşı karşıya kaldılar. Aziz
Suryal bu durum için Memlûkların Rodos’ta karşılaştıkları ağır zırhlarla donatılmış
şövalyelerin Kıbrıs’ta karşılaştıkları Franklardan çok daha baskın ve kuvvetli
olduğunu ve Müslümanların birinci seferde Rodos’ta düştükleri bu zor duruma
Kıbrıs’ta düşmediklerini nakleder (Atiya, 1938: 474). Rodos’un düşürülmesinin
imkânsız olduğunu anlayınca da adada bulunan bazı köyleri yağmalayıp şeker
BAÜ
imalatında çalışan pek çok çiftçi ve işçiyi esir aldıktan sonra 18 Ekim’de Mısır’a
dönmeye karar verdiler (Rabie, 1989: 284). SBED
Tertip edilen ve küçük çapta olan ilk seferin Rodosluların gücüyle
13 (23)
kıyaslanamayacağını ve adanın fethi için daha kapsamlı bir sefere gereksinim
olduğunu anlayan Sultan Çakmak, ikinci sefer için ilkinden daha büyük bir
147
kuvvetin adaya sevk edilmesine karar verdi. Bunun için de yeni gemiler inşa
edilmesinin yanında eskilerinin de onarılması ve sefere hazır hale getirilmesi
talimatını verdi. Sultan aynı zamanda Venedikli Fantin Quitini ve Kıbrıs Kralı II.
John ile anlaşmalar yaparak onların tarafsızlığını temin etmeye çalıştı. Mısır’da
bunlar olup biterken Şövalyelerin Reisi Lastic ise casuslar vasıtasıyla Memlûkların
kapsamlı bir sefer hazırlığında olduğu istihbaratının kendisine ulaşmasının
ardından ilk olarak şehrini tahkim etti ve daha sonra da Avrupa’ya elçiler
göndererek onlardan yardım talebinde bulundu (Rabie, 1989: 284). Fakat onun bu
girişimi sonuçsuz kalmış, Bizans İmparatoru VII. Ioannes Palaiologos dışındakiler
onun bu isteğini cevapsız bırakmışlardı. Sefer için hazırlıkların ve hummalı
çalışmaların yoğunlaştığı bu devrede Çakmak hiçbir maddi fedakârlıktan
kaçınmadı. Sefer harcı olarak büyük miktarda tahsisat ayrıldı, yeni gemilerin inşası
için bazı şehirlerden ustalar getirildi ve bunların günlerce süren yoğun çalışması
sonucunda donanma sefere hazır duruma getirildi (Kanat, 1999: 401). Gereken
hazırlıkların tamam edilmesinin ardından Memlûk donanması 1443 yılında
Dimyat’tan hareketle denizlere açıldı (Rabie, 1989: 284). Bu seferde kara
kuvvetlerinin komutanı olarak Emir Aynâl el-‘Âlâî yer alırken, Reis Nevbet el-
Kebîr Temirbay ise deniz kuvvetlerinin başında bulunmaktaydı. Sefere gönüllüler
dışında sayıları 1000 kişi olan sultan memlûku Çakmak tarafından
vazifelendirilmişti ki, bu sayı ilk seferde tayin edilen memlûkların beş katıydı.
Sağlam ve sarsılmaz burçlarıyla meşhur olan, deniz seviyesinden yaklaşık 240 m.
yukarıya inşa edilen ve 205 odadan oluşan (Fürst, 2001: 62) Rodos Kalesi’nin
düşürülmesi için de muhasara esnasında kullanılmak üzere mancınık ile mekâhil
gibi kuşatma aletleri de donanmaya dâhil edildi (Sayrâfî, 1994: 272; Bosworth,
1996: 163). 11 Ağustos 1443 yılında Memlûk donanması Dimyat’tan hareketle
Suriye sahillerine yöneldi. Hava şartlarının bozulması ve fırtınanın baş göstermesi
üzerine donanmaya ait gemilerden bazısı Halep sahilinde, arta kalanları da
Beyrut’ta konaklamak durumunda kaldı. Havanın iyileşmesinden sonra Kıbrıs’a
doğru demir alan donanma adadaki Paphos limanına ulaşınca buradaki Suriye
kuvvetleriyle birleşti ve böylelikle İslâm donanmasındaki gemi sayısı da seksene
ulaşmış oldu. Donanmanın ihtiyaçlarının Kral II. John tarafından tedarik
edilmesinin ardından Mısır ve Suriye kuvvetleri Adalia (Antalya) sahiline, buradan Balıkesir
hareketle Finike’ye ve oradan da Rodos Adası yakınındaki Kaştîl er-Rûc Üniversitesi Sosyal
(Châteauroux)11 Adası’na ulaştı (7 Ekim 1443). Bu esnada Emir Aynâl vakit Bilimler Enstitüsü
Dergisi
kaybetmeksizin Rodos’a geçilmesini istemişti. Fakat yanındaki ümera ve diğer Cilt 13 Sayı 23
birlikler, Kaştil er-Rûc Kalesi’nin kuşatılıp alınması hususunda Emir Aynâl’ı Haziran 2010
ss.140-151

11
Bugünkü Meis Adası.
teşvik ettiler. Özellikle bunda, adada bulunan Frank garnizonunun, Memlûk
askerlerini savaşa kışkırtması etkili oldu. Savaş kararının alınmasından sonra iki
taraf arasında çok çetin bir mücadele meydana geldi. Kaştil er-Rûc’un şiddetli
mukavemetine karşın Memlûkların cesurca savaşmaları neticesinde 12 Ekim
1443’te kale düşürüldü. Bu savaşta Memlûklardan otuz asker şehit olurken, Kaştil
er-Rûc sakinlerinden de çok ölen oldu. Ordunun bu savaşta güç kaybının yanında
kış mevsiminin yakın olması onların Rodos seferi planlarını imkânsız kılıyordu. İlk
başta bu kadar hazırlığın boşa gitmemesi için kış ayını Megri’de (Fethiye) geçirip
hava koşullarının iyileşmesinden sonra Rodos’a saldırmayı planladılarsa da
15. Yüzyılda sonradan kötü hava koşulları Memlûk kuvvetlerini Mısır’a dönmeye zorladı. Bu
suretle Kaştil er-Rûc’dan ayrılan donanma 21 Aralık 1443 Çarşamba günü,
Memlûkların
beraberlerindeki iki yüz esirle birlikte Bûlâk’a ulaştı (Rabie, 1989: 284-85).
Doğu Rodos’a tertip edilen ilk seferde olduğu gibi ikinci seferden dolayı da sultan hayal
kırıklığına uğramıştı. İlkine nazaran çok daha kapsamlı ve teçhizatlı olan Memlûk
148 donanmasının karşısına bu defa da değişen hava şartları ve şiddetli fırtınalar
çıkmıştı.
İki seferde de hedeflenen gayeye bir türlü ulaşılamaması Rodos’a üçüncü bir
seferi gerekli kılmaktaydı. Çakmak fethe olan inancını yitirmediği gibi ordunun
moralini de yüksek tutmaya çalıştı. Özellikle Sultan Barsbay’ın Kıbrıs’ı üçüncü
seferle elde etmiş olması onun bu husus üzerindeki iştiyakını kamçılayan bir başka
etkendi (Sehâvî, 65). Bu suretle hemen sefer hazırlıklarına girişildi ve önceki iki
sefere nazaran daha kapsamlı bir ordu toplanıp teçhiz edildi (‘Âşûr, 1992: 285).
Donanmanın Bûlâk’tan ayrılacağı günü “büyük gün” olarak zikreden İbn
Tagriberdî, böylesine bir anın istisnalar dışında görülemeyeceğini nakletmiştir (İbn
Tagriberdî, 361). Tabi bu da muhtemelen cihat ve gazâ duygusunun tesiriyle Mısır
halkının, kendileri için savaşmaya giden Memlûk kuvvetlerinin cesaretlerini
artırmak ve morallerini yüksek tutmak gayesiyle orada izdiham oluşturup, aşırıya
kaçan coşku ve sevinç gösterilerinde bulunmuş olduklarına delalet eder. 3 Nisan
1444’te Memlûk filosu Bûlâk’tan ayrılarak Rodos’a doğru harekete geçtiler ve
Ağustos’un ortasına doğru adaya ulaşabildiler. Bir süre sonra karaya çıkartma
yapan Memlûk kuvvetleri St. Anthony Kilisesi’nin güneydoğusunda yer alan ve
kıyıdan denize doğru uzanan iki burun üzerinde kamplarını kurdular (Rabie, 1989:
285). Uzun bir süre geçmemişti ki kilise civarında kamplarını kurmuş olan
askerlere ani bir baskın düzenlemişler ve o esnada hazırlıksız durumda bulunan
memlûkları gafil avlayıp bunlardan pek çoğunu öldürmüşlerdi. Bu yenilgiden sonra
askerlerin cesaretleri kırıldı (İbn Tagriberdî, 361; Rabie, 1989: 285). Memlûk
kuvvetleri beklentilerinin aksine kendilerini çok daha çetin bir mücadelenin
ortasında bulmuşlardı. Çünkü St. Jean Şövalyeleri savaş esnasında o kadar şiddetli
ve korkunç bir şekilde vuruşmuşlardı ki, Memlûklardan bir grup asker karşı tarafın
ordugâhına geçip şövalyelere sığınmıştı. Bu durum da haliyle geride kalan
askerlerin zafere olan inancını ve azmini kırmıştı (Kanat, 1999: 405). Birkaç gün
devam eden şiddetli mücadelelerden sonra Rodos askerî birlikleri ve şövalyeleri
Memlûk kampına yine ani bir saldırıda bulunmuşlar, bunun sonucunda çok sayıda
memlûk askerini ya şehit etmişler ya da esir almışlardı. Geriye kalanlar ise
canlarını kurtarmanın telaşıyla adayı terk edip gemilerine kaçmak durumunda kaldı
(Rabie, 1989: 285).
Ada, kırk gün boyunca kuşatılmış, savaş olağanca şiddetiyle günlerce sürmüş,
Memûklar’ın kahramanca mücadelelerine, azimlerine ve sabırlarına rağmen kale
bir türlü düşürülememiştir (‘Âşûr, 1976: 182; ‘Âşûr, 1992: 282). Bu seferin sonucu
diğer ikisine nazaran da daha ağır olmuştu. İki taraftan da çok sayıda ölenlerin
olduğu bu savaşta (İbn Tagriberdî, 361; Bosworth, 1996; 163) Memlûklar 300 şehit
verdiler. Buna ilaveten 500 kadar asker de yaralanmıştı (Sehâvî, 65). Nihayetinde,
St. Jean’ların Akdeniz’de korsanlık faaliyetlerine girişmeyecekleri teminatında
bulunmaları üzerine, taraflar arasında barış imza edildi (Irwin, 1995: 249; Rabie,
1989: 286; Kâsım-‘Alî, 214; Bosworth, 1996: 163). Rodos’a tertip edilen bu
üçüncü sefer Memlûkların Doğu Akdeniz’deki son girişimi olup bundan sonra
adaya herhangi bir harekât söz konusu olmayacaktı.
Aslına bakılacak olursa dönemin şartları gereği barış her iki taraf için de
gerekliydi. Çünkü bu devre Mısır’ın, geniş kitlelere yayılan veba salgınlarıyla ve
de Nil’in düzensiz raddesinden kaynaklanan kuraklık, kıtlık ve buna dayalı iktisadi
krizlerle baş etmeye çalıştığı kritik bir süreçti.12 Bu durum, özellikle de veba
salgını haliyle Memlûk ordusunun düzenini de derinden sarsmıştı (Neustadt, 1946: BAÜ
67-73). St. Jeanlar’a gelince bunlar da Memlûklarla aralarını düzeltip tüm SBED
dikkatlerini Anadolu’daki yeni rakipleri durumunda olan ve istikballeri açısından
13 (23)
tehlike arz eden Osmanlılara çevirmek niyetindeydiler ve bunda da başarılı oldular.
3. SONUÇ 149
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Mısır ve Suriye’de hüküm sürdüğü 267
senelik zaman zarfında Ortadoğu’nun Haçlılara karşı savunulması gibi bir misyonu
üstlenen Memlûklar, ekonomik, askeri ve sosyal gerilemenin hızla devinim
kazandığı 15. yüzyılda bile Doğu Akdeniz’de etkin bir ağırlığa sahiptiler. Sultan
Barsbay Haçlı ve korsan yuvalanmaları için önemli üs durumunda bulunan Kıbrıs’ı
fethederek, Sultan Çakmak ise Rodos’a tertip ettirdiği üç seferle şövalyeleri
anlaşmaya mecbur bırakarak Akdeniz’deki Memlûk üstünlüğünü tarih sahnesinden
kalkacakları 1517 senesine kadar sürdürmüşlerdir.

KAYNAKÇA

Abbé de V.(1818). The history of the knights hospitallers of St. John of


Jerusalem. Dublin.
Aktan, A.(1995). Bahrî Memlûklerden Sultan Kalavun ve hanedanı. T.T.K.
Basımevi, Belleten, c.LIX, s. 605-620.
Altan, E.(2002). Templier ve hospitalier şövalye tarikatlarının kuruluşu.
Belleten, s. 245, s. 87-94.
Âşûr, Sa‘îd.(1963). Abd el-Fettâh, Ez-Zâhir Baybars. Kahire.
Âşûr, Sa‘îd. (1992). el-Eyyûbîyyûn vel-Memâlîk fî Mısr veş-Şam. Kahire.
Âşûr, Sa‘îd. (1976). el-‘Asr el-Memâlîkî fî Mısr ve’ş Şâm. Kahire.
Ayalon, D.(1989). Memlûk devletinde kölelik sistemi. (çev.: Samira
Kortantamer), Tarih İncelemeleri Dergisi, c. IV, s. 221-228.
Bosworth, C. E.(1996). Arab attacks on rhodes in the pre-Ottoman period.
Journal of the Royal Asiatic Society, c.6, no:2, s. 157-164.
Demirkent, I.(1997). Haçlı seferleri. İstanbul.
Early, A. E.(1993). Balady women of cairo. Londra.
Edbury, P.(1993). The Lusignan kingdom of Cyprus and its muslim neighbors.
Michigan.
Balıkesir
Ersan, M.(2007). Selçuklular zamanında Anadolu’da Ermeniler. Ankara. Üniversitesi Sosyal
El-‘Abâdî, Ahmed Muhtar(1976). Kıyâm devlet el-memâlîk el-Ûlâ. Beyrut . Bilimler Enstitüsü
Dergisi
Cilt 13 Sayı 23
12
Bu dönemde Mısır’da görülen veba salgınları ve iktisadi krizler için bkz. Adam Sabra, Poverty and Charity in Haziran 2010
Medieval Islam Mamluk Egypt 1250-1517, Cambridge Studies in Islamic Civilisation, Cambridge 2006; İlyas ss.140-151
Gökhan, “Memlûk Sultanı Zâhir Seyfuddîn Çakmak Döneminin Salgın Hastalık ve İktisadî Buhranları (H. 842-
857/M. 1439-1453), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 15, Konya 2006, s. 341-366.
Fuess, A.(2001). Rotting, ships and razed harbors: The naval policy of the
Mamluks. Mamlûk Studies Review Back, c.5, s. 45-71.
Fuess, A.(2005). Was Cyprus a Mamluk protectorate? Mamluk policies toward
Cyprus between 1426 and 1517. Journal of Cyprus Studies Ocak.
Glubb, Sir J.(1963). The Empire of Arabs. Stoughton.
Gökhan, İ.(2006). Memlûk sultanı Zâhir Seyfuddîn Çakmak döneminin salgın
hastalık ve iktisadî buhranları (H. 842-857/M. 1439-1453). Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 15, s. 341-366.
15. Yüzyılda Hitti, P.(1980). Siyasî ve kültürel islâm tarihi. (çev.: Salih Tuğ), c.II, İstanbul.
Memlûkların Holt, P.M.(1991). Mamlūks, E.I., c. VI, Leiden s. 321-330.
Doğu Housley, N.(1992). The later crusades 1274-1580: From lyons to alcazar. New
York.
150 Housley, N.(1995). The crusading movement 1274-1700. The Oxford
Illustrated History of Crusades, nşr. S.270; New York: Jonathan Riley
Smith.
Hrbek, I.(1977). Egypt, Nubia and eastern deserts. The Cambridge History of
Africa c. 1050-c.1600, nşr. Richard Gray, Cambridge. s. 10-95.
Humphreys, S.(1998). Egypt in the world system of the later middle ages.
Cambridge History of Egypt, v. 6, s. 445-462.
İbn Abd ez-Zâhir, Muhyî ed-Dîn(1961). Teşrîf el-Eyyâm vel- ‘Usûr fî Sîret
el-Melik el-Mansûr, nşr. Murad Kamil, Kahire.
İbn Seddâd, Baypars Tarihi(1941). (çev.: Şerefüddin Yaltkaya), Ankara: T.T.K.
Yayınları.
İbn Tagriberdî, Ebû’l Mehâsîn Yusuf, en-Nucûm ez-Zâhire fî Mulûk Mısr ve
Kâhire, nşr. İbrahim Ali Tarhân, c. XV, (b.y.y.).
Irwin, R(1995). Islām and The crusaders. The Oxford Illustrated History of
the Crusaders, nşr. Jonathan Riley Smith, Oxford. s. 217-260.
Jacob de H.(2007). History of Palestine-The Last two thousand years. New York.
Kanat, C.(1999). Memlûk Sultanı ez-Zâhir Çakmak’ın Rodos seferleri 1440-
1443-1444. Prof Dr. İsmail Aka Armağanı. S.392-406, İzmir.
Kanat, C.(1999). Memlûkler’in Baybars zamanındaki (1360-1377) Suriye-
Çukurova siyaseti ve bu siyasetin Çukurova’nın Türkleşmesindeki
rolü. III. Uluslararası Çukurova Halk Kültürü Bilgi Şöleni
(Sempozyumu) Bildirileri. S. 423-434, Adana.
Kâsım ‘Abdû Kâsım- ‘Alî Seyyid ‘Alî, el-Eyyûbiyyûn vel-Memâlîk: Et-Târîh
es-Siyasî vel-‘Askerî, Kahire (b.t.y.).
Kopraman, Kazım Y.(1992). Mısır Memlûkleri (1250-1517). Doğuştan günümüze
büyük İslâm tarihi. 433-543,İstanbul: Çağ Yayınları.
Kortantamer, S.(1993). Bahrî Memlûklar’da üst yönetim mensupları ve
aralarındaki ilişkiler. İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Yayınları.
Levanoni, A.(1996). Šağar ad-Durr: A Case of female Sultanate in medieval
Islam. Egypt and Syria in the Fatimid, Ayyubid and Mamluk Eras V,
s.209-219, Peeters.
Luttrell, A.(1998). The Latin East. The New Cambridge Medieval History. nşr.
Christopher Allmand, Rosamond McKitterick, 796-810.
Mack, Rosamond E.(2001). Bazaar to Pizza: Islamic trade and Italian Art.
Berkeley. El-Makrîzî, Takîy ed-Dîn Ahmed b. ‘Alî (1973). Kitâb es-
Sulûk li-Ma‘rifet Duvel el-Mulûk, nşr. Sa‘îd ‘Abd el-Fettâh ‘Âşûr, c. IV,
k.3, Kahire.
Neustadt, D.(1946). The Palague and Its affects upon the Mamlūk army. Journal
of the Royal Asiatic Society of Great Britain and Ireland, no: 1, s. 67-73.
Pryor, J.(1992). Geography, technology and war: Studies in the maritime history
of the mediterrenean. Cambridge. s. 157.
Rabie, H.(1989). Mamlūk campaigns against Rhodes (A.D. 1440-1444). The
Islamic World: From Classical to Modern Times, nşr. Roger Savory, BAÜ
A. L. Udovitch, Princeton. s. 281-286 SBED
Raymond, A.(2000). Cairo. (terc.: Willard Wood), Harvard. 13 (23)
Richard, J.(1992). Saint Louis: Crusader King of France. Cambridge.
151
Runciman, S.(1992). Haçlı Seferleri Tarihi. Cilt III. (çev.: Fikret Işıltan), Ankara:
T.T.K. Yayınları.
Sabra, A.(2006). Poverty and Charity in Medieval Islam Mamluk Egypt 1250-
1517. Cambridge Studies in Islamic Civilisation, Cambridge. Es-Sayrâfî,
el-Hatîb el-Cevherî Ali b. Davud (1994). Nuzhet en-Nufûs ve’l-Ebdân fî
Tevârîh ez-Zamân, nşr. Hasan Habeşî, c. IV, Kahire. Es-Sehâvî,
Şemseddin Muhammed b. A’bdirrahmân, et-Tibr el-Mesbûk fî Zeyl es-
Sulûk, Kahire, (b.t.y.).
Soucek, S.(1995). Rodos. E.I., c. II, Leiden. s. 569-574.
Şeşen, R.(1992). Eyyûbîler Devleti. Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi,
İstanbul: Çağ Yayınları. c. 6, s. 391-432.
Wiet, G.( 1979). Barsbāy. E.I., c. 1, Leiden, s. 1053-1054.
Williams, C.(2001). Islamic monuments in Cairo: The Practical guide. Kahire.
Ziada, M.(1969). The Mamluk Sultans to 1293”, A History of the Crusaders. Ed.:
Kenneth M. Setton, c. 3, Londra,. s. 784.

Abdullah Mesut AĞIR


1978 yılında Antalya’nın Elmalı kazasında doğdu. İlköğrenimini Antalya’da, ortaokul ve liseyi
İzmir’de tamamladı. 2002 yılında Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden
mezun oldu ve aynı sene içinde Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih/Ortaçağ Balıkesir
Üniversitesi Sosyal
Anabilimdalı’nda Tezli Yüksek Lisans programına kabul edildi. 2004 yılında master programı Bilimler Enstitüsü
tamamlayan Ağır, 2005 yılında aynı üniversite ve anabilimdalında doktora programına başladı ve Dergisi
2010 yılında doktora derecesi aldı. Cilt 13 Sayı 23
Haziran 2010
ss.140-151

You might also like