You are on page 1of 4

Machiavelli'nin bahsettiği meseleleri biraz daha geliştiriyor.

Hobbes'un yaşadığı dönem


Machiavelli'nin yaşadığı dönem gibi karmaşık, çatışmalı bir dönem. Hobbes: "Ben doğduğum zaman
annem bir ikiz doğurmuş. Bir ben, bir de korkum. Benim ikiz kardeşim korku.". Çünkü doğduğu
zamanlarda İngiltere ve İspanya arası bir çatışma söz konusuydu. Hatta bu yüzden de annesi erken
doğum yapmış. Bu yüzden Hobbes'un hep bir korkuyla yaşama durumu var ve korku içerisinde
büyüyor. Machiavelli nasıl hep bir hayal kırıklığıyla yaşamışsa Hobbes da korkuyla yaşamış. İçinde
yaşadıkları durum da doğal olarak ürettikleri siyaset felsefesini etkiliyor. Thomas Hobbes'un yaşadığı
dönemdeki karışıklık İngiltere'deki parlamenterler ve kralcılar arasında olan İngiliz İç Savaşı'ndan
kaynaklanıyor. Cromwell kazanıyor ancak Hobbes yine de zor durumda kalıyor. Çünkü Hobbes'un
teorisi her ne kadar kralcı bile olsa alışılmadık, değişik bazı şeyler getiriyor. O yüzden kralcılara da
yaranamıyor ve en son cromwell'cilerden sığınma talebinde bulunuyor. Çünkü getirdiği fikirler
kralcıların da hoşuna gitmiyor. Her ne kadar Hobbes bir Leviathan, Machiavelli'nin bahsettiği mutlak
güçlü otoriteyi her ne kadar savunuyor bile olsa kralcıların yine de hoşuna gitmiyor.

Hobbes'un fikirleri kralcıların neden hoşuna gitmiyor?


Hobbes'un getirdiği rıza(consent) anlayışı hoşlarına gitmiyor. Kralın İlahi Hakları Teorisi'ne(Divine
Rights of King) karşı olduğu için. Divine Rights of Kings anlayışı: "Krallar Adem'den gelmektedirler. O
yüzden de kralların yöneticilik hakları doğal, tanrısal ve aşkın bir haktır. Elde edilemez". Hobbes: "Öyle
bir şey yok. Yöneticinin işe yaraması gerekiyor. Hem rıza lazım, hem de yöneticinin işe yaraması
lazım.". Yöneticinin işe yaraması da bir nevi pragmatizm. Kralın işe yaraması(utility) yönettiklerini
korumasıdır. Koruyamıyorsa bir işe yaramaz. Kralın işe yaramaması kralları çok rahatsız eden bir şey.
Çünkü kralların kandan gelen bir üstünlüğü var, tanrıdan gelen yetkisi var. Ayrıca teorik perspektifte
kralı bir rızayla seçiyoruz, bu da kralcıların hoşuna gitmeyecek bir yaklaşım. Çünkü "rıza" ve "işe
yarama" kavramları yeni ve geleneksel otoriteyi sarsabilecek kavramlar.

Aynı zamanda Hobbes Leviathan'a rağmen maddeci bireyciliğin(materialist individualism) de


teorisyenlerinden bir tanesi. O yüzden de 19. yüzyılda Jeremy Bentham gibi faydacılara da bayağı bir
argüman sağlıyor. Materyalist bireyciliğin ilk savunucularından bir tanesi. Geleneksel kralcılığa karşı,
"rıza"yı(consent) ve "işe yarama"yı(utility) öne sürüyor. Eğer kral işe yaramıyorsa kralı
öldürebilirsin(Regicide:kralı öldürmek).

Bireysel maddeciliğe baktığımız zaman Machiavelli'den farklı şeyler yapıyor. Her ne kadar yorumlarını
didaktik bir metodolojiyle yapmaya, tümdengelen bir mantıkla götürmeye çalışsa da, yine de belli bir
biyolojik-psikolojik mekanizmayla insan dürtülerini açıklamaya çalışıyor.

Hobbes aynı zamanda matematikçi ve pozitif bilimlerle çok ilgili ve o yüzden insan bilimlerini de
pozitif bilimler gibi açıklamaya çalışıyor. Aristotelyen teoriye de, ilerleyici anlayışa da karşı. Onun
yerine kendince bilimsel, matematiksel doğruları koymaya çalışıyor. Doğal bilimlerle beşeri bilimleri
bir yerde birbirine yakınlaştırmaya çalışıyor. Yani insan davranışlarına da bilimsel açıklamalar
getirmeye çalışıyor.

Nasıl insan davranışlarına bir açıklama getiriyor? İnsan davranışını belirleyen en temel unsur nedir?
Neden insanlar belli bir şekilde davranır ve hissederler? Bu Hobbes'a göre nereden ortaya çıkıyor?
Bütün toplumsal olaylar en basitinden, en kompleksine kadar toplumsal aktörlerin
hareketleriyle(motion) oluşturulmuştur. Bunu insan vücuduna indirgediğimizde insan vücudunda sinir
sistemi belirli uyaranlara karşı belli tepkiler ve hareketler verir. Bu tepkiler de insanların belirli şekilde
davranmasını sağlar. En basitinden en kompleksine kadar her şey belli bir "hareket mekanizması"yla
oluyor. Çok didaktik olduğundan fazla analiz edememiş ama yine de kendince insan doğasına bir
açıklama getirmeye çalışıyor. Bu açıklama bağlamında da belli bir insan doğası tasviri yapıyor. "İnsan
belirli şekillerde davranır. belirli şekillerde hisseder."

İnsan doğasını açıklamak için önce bir doğal hukuk(Natural Law) meselesine bakıyor:
İnsan doğa durumunda ne yapar? Hiçbir devlet olmadan önce, en başta, herkesin ortaklaştığı
kanunlar(Law of Nature) nelerdir?
Aristotelyen bir yaklaşmıyor. Aristotelyen yaklaşım bu doğa yasasını etikle açıklamaya çalışıyor. İyi
yaşam: İnsanların birbirlerine belli bir ahlaki yükümlülük çerçevesinde davranması. Hobbes'daysa
etik, doğa yasasının temelini oluşturan en önemli unsur değil.

Hobbes'a göre doğa yasasını ne belirliyor?


"İnsan eğer sonunda ne olacağını bilseydi rasyonel olarak nasıl davranırdı?" doğa yasası temel olarak
budur. İnsanlar etikle değil, kendi çıkarına göre davranır. Ama sonuçta davranışının sonuçlarını
bilemediği için her zaman bunu yapması mümkün olmaz. Eğer davranışının sonucunun ne olduğunu
bilseydi belirli bir şekilde davranırdı. O yüzden doğa yasasını etik ve ahlaki yaklaşımlardan, zoon-
politikon meselesinden ayırarak daha bireyci bir çerçevede ele almaya başlıyor.

Hobbes'un en belirleyici yaklaşımlarından birisi insan doğasına bakışı. Machiavelli'de de aynı şey var
ama Hobbes biraz daha geliştiriyor. İnsan doğasına bakarken bunu kendine göre, bilimsel bir biçimde
yapmaya çalışıyor. Hareket(motion) meselesinden yola çıkıyor.

İnsan yaradılışında temel olarak nasıl bir motivasyon var? Nasıl davranmaya güdülenmişiz?
Geleneksel felsefede akıl daha önemliydi. "Vital motion" olarak açıkladığı yaşamsal organımız kalple
açıklıyor. O yüzden insanlar yaşamsal organın yaşamasını sağlayacak şekilde davranmak isterler. Bu
yüzden de insan vücudunda temel olarak, sinirlerin hareketlenmesiyle beraber iki tane hareket olur,
bir uyarana karşı iki tür tepki verilir: "arzu" veya "kaçınma". İnsan kendi yaşamsal organını daha iyi
etkileyecek olan, yaşamsallığına katkı sağlayacak olan uyaranlara doğru giderken, tam tersi
yaşamsallığına zarar verecek olan uyaranlardan da kaçınır. Bu yüzden de her çeşit uyarana karşı belirli
bir tepki verir. Pozitif bir tepki verir veya o uyarandan uzak durmaya çalışır. Yani yaşayan beden ilk
başta kendi varlığını korumaya programlanmıştır. İlk kural: "self-preservation"(kendini koruma) temel
iç güdüsü. Fakat Hobbes'un geliştirdiği kuramda kendini koruma(self-preservation) hiç bitmeyen bir
şey. Bu yüzden de Hobbes'u anlamaya çalışan, biraz da sosyolojik yaklaşmaya çalışan düşünürler,
Hobbes'un yaklaşımıyla o dönemde yükselmeye başlayan "ben-merkezci kapitalizm"le bağlantılı
olduğunu söylüyorlar. Hobbes'un bunları söyleme sebebi yaşadığı toplumdaki ekonomik, sosyal, siyasi
ilişkilerin bu şekilde gelişmeye başlaması. Bu kapitalizmin yükselmeye başladığı bireyci ve savaşlar
yüzünden korku içerisinde yaşayan toplum... Hobbes'a göre kendini koruma güdüsünün(self-
preservation) hiçbir sonu yok, bu bitmiyor. "Kendimi korudum, rahat edeceğim" diyemiyorsun.
Hobbes'un altını çizdiği en önemli noktalardan birisi de bu. Eğer sizi koruyup kollayacak bir devlet
yoksa, yani doğa durumundaysanız(state of nature) her zaman için bir savaş vardır.-> State of Nature
= State Of War. Doğa durumu aslında bir savaş durumudur ve asla bitmez. "Çünkü kendinizi korumak
için aldığınız önlemler sonsuz ve biraz iyi bir duruma geldiğiniz zaman O iyi durumu kaybetmemek için
kendinizi daha fazla korumak zorundasınız. Güç istenci ve kendini koruma istenci arasında bir
paralellik vardır. İnsanlar neden daha fazla güç arıyorlar? Kendilerini korumak için. Güce sahip
oldukça o gücü korumak için daha fazla güce ihtiyaç var ve bunun sonu yok. Bunun sonu ölümde
bitiyor. Ancak öldüğünüz zaman rahat ediyorsunuz. Ne kadar daha zengin olursanız o kadar o
zenginliği korumak için güce ihtiyacınız var. Bunun sonu gelmiyor." Bu da aslında çok pesimist ancak
içinde bulunduğu toplumsal durumla paralel bir yaklaşım. Bu yüzden insanlar sadece kendilerini ve
kendi yaşamsallıklarını düşünürler. Başkalarını da ancak kendi yaşamsallıklarını etkiliyorlarsa
düşünebilirler. İnsan sosyal bir mahluk değil. İnsan son derece anti-sosyal bir mahluk. Bu da
mizantropi meselesinin temel taşlarından birisi. Ancak işine geliyorsa, gerekli görüyorsa insan
başkalarıyla işbirliği yapıyor. Gerekli olmazsa yapmıyor. Ama insan yine de rasyonel olduğu için
barışın daha çok işine yarayacağını düşünüyor. İnsanlar sürekli savaş ve korku durumunda yaşamak
istemedikleri için bir toplumsal sözleşme yapıp güçlerini bir egemene devrederek bir şekilde barışı
sağlamak istiyorlar. İnsanda "arzu" var, "kaçınma" var ve aynı zamanda "akıl" var. Bu yüzden de insan
olduğu gibi bırakılırsa herkesle savaşacak. Ama aynı zamanda akıllı, bu şekilde yaşarsa medeniyet
yaratamayacağının farkında "o yüzden en iyisi barış yapmak" olarak düşünüyor. Barış muhafaza
etmek her zaman savaştan daha önemli bir şey. Barış pragmatik bir şey, daha çok işe yarıyor.
Buradaki barıştan kasıt devlet kurmak. Çünkü devlet yoksa toplum yok, toplum yoksa savaş var. State
of Nature = Savaş. Barış = State.
Hobbes'un barıştan kastı "security"dir. Güvenlik ve güvenliğin sağlanmasıdır. Güvenlik sağlandığı
sürece insan akıllı olduğu için bir egemenlik, devlet kurabiliyor. Bu yüzden güvenliği sağlamak
çatışmadan çok daha iyi.

Kimseye güvenilmediği bir ortamda barışı nasıl sağlayacaksınız? Böyle bir paradoks söz konusu.
Bu yüzden toplum sözleşmesi meselesi işin içerisine giriyor. Ama burada toplum sözleşmesi yok.
Egemenliğin daha yüce bir yere devredilmesiyle alakalı bir şey. Toplum oluşuyor ancak bu bir
kollektivite değil. Bu toplum bireysel çıkarlardan oluşan bir toplum. Bireysel çıkarların toplamı.

Hobbes'un toplum anlayışı nedir?


Bireysel çıkarların toplamı/ Bireysel çıkarların bir arada yaşaması. Hobbes'çu toplum budur. Bu diğer
toplum teorisyenlerinden çok farklı çünkü onlar için toplum daha organik bir bütün. Platon'dan gelen,
Durkheim'a kadar gidecek olan anlayış, Rousseau'da da biraz bu var. Toplum onlara göre organik bir
şey. Toplumda değişik fonksiyonları olan bireyler var. Bunlar birbirlerini tamamlarlar.
Hobbes'çu toplum teorisinde, liberal toplum kuramında toplum bireysel çıkarların bir arada
yaşamasıdır. Hesaplı bir ortak yaşam (calculated co-existence) durumu vardır. Bu yüzden de
materyalist bir bireycilikten bahsediyor. Toplum bireylerden oluşuyor ve toplumun bireyleri kendi
maddi çıkarlarından başka bir şey düşünmüyorlar. Ama o toplum bir şekilde bir arada yaşamak
zorunda. Bu kadar bireyci güdülenimlerden oluşan toplum da ancak "toplum sözleşmesi"yle,
egemenliğin bir Leviathan'a(ejderhaya) devredilmesiyle bir arada yaşayabilir. Burada enteresan olan
şey geleneği altüst etmiş olması. Gelenek böyle bir şeyden bahsetmiyor, geleneğe göre kralın
tanrıdan gelen bir kudreti var. Herkes o kudrete saydı duymak zorunda. Ama geleneği yok ederek
devleti yönetenleri rıza(consent) ve işe yaramaya(utility) indirgiyor. Çünkü kendi çıkarlarından başka
bir şey düşünmeyen insanları bir arada tutması gerekiyor. Yöneticinin öyle bir güvence vermesi
gerekiyor.

Hobbes'a göre yöneticinin meşruiyetinin kaynağı nedir?


Toplumu koruyabilmesi, barışı güvence altına alması, güvenliği sağlaması. Bunları sağlayamıyorsa
yönetici devrilebilir, yöneticiye karşı çıkılabilir. Ancak belirli şartlar içerisinde. Yoksa Hobbes devrim
veya kralı öldürmeden(regicide) yana değil. Her şeye rağmen gelenekçi bir adam.

Hobbes'un Toplum Sözleşmesi:


Egemenliği(sovereignty) bir Leviathan'a devretmemiz gerekiyor. Teorik olarak Leviathan'ın kral olması
gerekmiyor, başka bir şey de olabilir. Hobbes'un temel meselesi güçlerin bölünmemesi(no seperation
of power). Bütün güçler tek elde toplansın, yeter ki denetimi sağlayabilsin.

Leviathan nasıl bir güç? Nasıl bir egemen(sovereignty)? Hobbes bunu nasıl tanımlıyor?
Leviathan bir ejderha. Güçlü bir birey veya güçlü bir toplumu sembolize ediyor. Hobbes güç siyasetini
öne çıkarıyor. Kılıçsız akitler bir işe yaramaz diyor. Locke da 50 sene sonra yazdığında buna karşı
çıkacak, hükümetle gücü özdeşleştirmenin yanlış olduğunu söyleyecek. Sadece güç değil, hükümet
için başka şeyler de gerekiyor olacak diyecek. Bütün haklarımızı biz bir Leviathan'a devredeceğiz.
Leviathan'ın güçleri bölünmemiş, hepsi elinde toplanmış. O kadar güçlü ki insanları korkutuyor.
Hobbes'a göre insan sadece korkutulmaktan ve zorlanmaktan anlıyor. Bu yüzden bireysel çıkarların
bir arada yaşamasının temel kuralı da bu. Korkutma ve güç siyaseti uygulayabilecek bir kapasiteye
sahip olma. Bunu illa uygulayacak diye bir şey de yok. Leviathan, bütün o güç kullanma hakkına sahip.
Canı ne isterse yapabilir. Yeter ki barışı sağlasın. O barış içerisinde de insanlar istedikleri gibi ticaret,
sanat yapsınlar. Güvenliği sağlıyorsa güç, hiçbir şekilde bölünmeyecek ve sorgulanmayacak. Hükümeti
güçle özdeşleştiriyor. Hükümet ve akit(toplum sözleşmesi) ancak güç ve güçlü olanın kanunlarıyla
yaşayabilir.
Egemene direnç gösterme(Resistance to the Sovereign) meselesi:
Efektif olarak hükümet yönetilebiliyorsa güzel. Yönetilemiyorsa, anarşi varsa mevcut hükümet
devrilebilir, yerine de başka bir yönetici seçilebilir. Bu mesele de kralcıların hoşuna gitmiyor. Çünkü
kral geleneklerinde böyle bir şey yok. Kralın kudreti tanrıdan geldiği için onu öyle kolay kolay aşağı
indirmek kuramsal olarak mümkün değil. Hükümet iyi yönetemiyorsa teorik olarak o hükümeti indirip
başka bir yönetim biçimi getirilebilir. Hobbes'a göre devlet=toplum. Devlet yoksa toplum da yok. Bir
yerdeki devlet yıkılırsa o zaman State of War'a gidiyoruz. Güçlü bir yönetici yoksa toplum da yok. O
zaman da kaos oluşuyor. O yüzden de çok dikkatli olunması gerekiyor. Yönetici değiştirmek demek,
devleti bir yerde savaş durumuna, doğa durumuna(state of nature) geri götürmek demek. Bu da
tehlikeli bir şey. Çünkü savaş hiçbir zaman istenilmeyecek bir şey. Çok kuvvetli bir ölüm korkusu olur,
bu da Hobbes'u en çok etkileyen şeylerden bir tanesi. O yüzden devleti bölerken veya devletin başını
değiştirirken muhakkak geçerli bir sebebiniz olması gerekiyor. Yoksa savaş durumuna geri dönülür. Bir
Leviathan yoksa toplum da yok. Toplym anarşiye gidiyor, doğa durumuna gidiyor. Orada da yaşamak
mümkün değil.

Toplum Sözleşmesi meselesi kadın-erkek ilişkilerine de yansıyor:


Doğa durumu kadın-erkek eşitliği açısından fena bir durum değil. Kadın bir kere evlilik sözleşmesini
imzaladığında ve evlilik sözleşmesi toplum sözleşmesine girdiği zaman kadın, erkeğin dediğini yapmak
zorunda. Çünkü o da bir akit ve o akit içerisinde evin Leviathan'ı erkek olduğu için kadın erkeğe
uymak zorunda. Locke da buna benzer şeyler söylüyor. Evlilik sözleşmesi bir akit, bu akitte de erkeğe
verilen bir üstünlük var. Doğa durumunda kadının durumu o kadar kötü değil ama savaş söz konusu
olduğu için herkes aynı oranda zarar görüyor ama eşitlik açısından büyük bir sorun söz konusu değil.

You might also like