You are on page 1of 152

TARTIŞMA SANATININ İNCELİKLERİ

Arthur Schopenhauer
(d. 1788, Danzig - ö. 1860, Frankfurt am Main)

Ünlü Alman filozofu. l 8 l 3'te Jena'da Über dle vlerfache Wurzel


des Satzes vom Zureichender Orunde (Yeterli Sebebin Dörtlü Kö­
kü) adlı bir tez savundu ve l 8 l 8'de büyük eseri Dle Welt als wme
und Vorstellung'u (İstenç ve Tasanm Olarak Dünya) yayımlandı.
Berlin Ünivesitesi'nde doçent oldu (1820); 1831'de öğretim üye­
liğinden aynlarak Frankfurt'ta münzevi bir hayat yaşadı; alaycı ve
nükteli eserleri arasında, Über den Willen in der f'fatur (Tabiatta İra­
de üstüne) ı ı 836), Über die Frelhelt des Menschllchen Willens (İn­
san İradesinin Hürriyeti Üstüne) ( 1839], Die belden Orundproble­
me der Ethik (Ahlakın İki Temel Meselesi) ı 1841], Parerga und Pa­
ralipomena ( 1851 J yer alır. İki eseri ise ölümünden sonra
yayımlandı: Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar, Düşünceler ve
Fragmanlar.
Schopenhauer felsefesi, hem Kant idealizmine hem de Hint filo­
zoflarına dayanır. Bütün doktrinini, özneyi de nesneyi de kapsa­
yan tasavvur (Vorstellung) ve irade gücü kavramı üstüne kurar.
Dünya bir tasavvurdur, yani o, akılda tasavvur edildiğinden başka
bir şekilde düşünülemez (idealizm). Schopenhauer, bu fenomen­
ler dünyasının dayanağına, uirade" (istenç) adını verir ve her kuv­
veti bir irade olarak görür (iradecilik). Bu irade varlıklarda, yaşa­
ma isteği veya yok etme sebeplerine karşı direnme ve onlara ha­
kim olma eğilimi olarak belirir. Zeka bile yaşama isteğinin hizme­
tindedir; bununla birlikte, insan, her yaşantıda ve çabada kötülük
ve acının bulunduğunu anlayınca, yaşama isteğinden kendini ge­
ne zeka yoluyla kurtarabilecektir. Bu, hayat şartlarının karamsar
bir analizidir ve Schopenhauer, kendisine ün sağlayan keskin ze­
kasını ve acı belagatini bu konuda ortaya koymuştur. Schopen­
hauer'in ahlakı, insanların özdeşliğinden ileri gelen acıma duygu­
suna dayanır.
ArthurSchopenhauer

TARTIŞMA SANATININ
İNCELİKLERİ
(Genişletilmiş 2. Baskı)

Çeviren:
Ahmet Aydoğan
Say Yayınlan
Schopenhauer / Toplu Eserleri l O

Tartışma Sanabnın tncellklert

ISBN 978-605-02-00.'31-7
Sertifık;ı '.'!o: 10962

Yayın Haklan © Say Yayınlan


Bu eserin tüm haklan saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmaksızın
kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopyalanamaz,
çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

Özgün adı: Die Weit als Wiiie und Vorstellung, Bd. iL Kap. XI: Zur Rhe­
torik. Parerga und Paralipomena, Bd. iL Kap. il: Zur Logik
und Dialektik. Die Kunst, Recht zu behalten.

Çeviren: Ahmet Aydoğan


Editör: Derya Önder
Sayfa Düzeni: Tülay Malkoç

Baskı: Kurtiş Matbaası


Topkapı-İstanbul
Tel: (0212) 61.'3 68 94
Matbaa sertifika no: l 2992

l. Baskı: Say Yayınlan, 20 l l


2. Baskı: Say Yayınları, 20 l 2

Say Yayınlan
Ankara Cad. 22/ l 2 • TR-.3411O Sirkeci-İstanbul
Telefon: (0212) 512 21 58 · Faks: (0212) 512 50 80
e-posta: say@sayyayincilik.com • web: www.sayyayincilik.com

Genel Dağıtım: Say Dağıtım Ltd. Şti.


Ankara Cad. 22/4 • TR-.341 1 O Sirkeci-İstanbul
Telefon: (0212) 528 1 7 54 • Faks: (02121 ."- ı '.' �.r K(l
e-posta: dagitim@saykitap.com • onllııe "·" r • .ıvkıtap.r ,Jm
İçindekiler

İkinci Baskıya Önsöz ...................................................... 7


Sunuş .......................................................................... 21

Tartışma (ve İkna) Sanabnın incelikleri

Giriş:
Belagat yahut etkili konuşma sanatı . ............................. 45

Tartışma ve Çekişme

Toplu Bakış ....... . ......... .............................. . .................. 5l

İncelikleri ve Aynnblanyla Tartışma Sanab

Mantık ve Diyalektik ..... . ........... . . . ................ . . ...... . ......... 67


Eristik Diyalektik ............. . .... . ....................................... 7l
Her Türlü Diyalektiğin Temeli 80
.................... . . ..... . . . ........ . .

Tartışma Hlleleri .................. ............................... . ........ ;.85

Ekler .............................................................. . ......... . . 1 25


İkinci Baskıya ônsöz

Tartışma Sanatının incelikleri altı yedi ay gi bi kısa bir za­


man içerisinde i ki nci baskısın ı yapıyor. Üstelik kitabı tak­
dim etmek üzere kon ulan sunuş yazısı kitabı açacak,
di kkat çektikleriyle okumayı kolaylaştıracak yerde yo­
ğu n l uğu hatta, deyiş yerdeyse, nefes aldırmazlığıyla ki­
tap için ciddi bir perde ol uşturmasına ve gerek m uhteva
terti bi gerek sayfa düzeni bakım ından onca e ksik ve ku­
suruna rağme n böyle bir kitap bu kadar kısa bir zaman­
da bunu yapabiliyor.
Bunu bütün bu nakiselerine rağmen nasıl yapabiliyor?
Bu yapılanı hayra mı yormalıyız? Yoksa tam tersi bir
şeyi n alameti olarak m ı görmeliyiz?
Bir dost işe kötü tarafından baktı ve b u n u bütün top­
l u m katmanları i çerisinde çekişmeciliğin ve didişmecili­
ğin altın çağı nı idrak etmeye başladığı bir dönemde kita­
bın muhtevasıyla bu nabzı iyi yakalamasına ve bizzat
başlığıyla okuru n u ayartıp dikkatini çelecek bir cezp edi­
ciliğe sahi p olmasına bağladı .
Bir başkası ise b u n u n arka kapak yazısında baştan iyi
tutturulan ve tutturduğu n u da iyi tutan cümlelerin so­
nunda fev kalade i nce ve nazi k bir dille yapılması gere­
ken işaret ve daveti neredeyse cazgırlığa vardınrken ser­
gi lediği vulgarlsmde aranması gerektiğin i söyledi.
Eğer gerçek b u i kisinden b i ri veya her i kisiyse yazık.
Sun uş yazısına, yazıda gözetil e n i n cel i klere, gözetebil-

7
Tartışma Sanatının İncelikleri

mek için sarf edilen emeğe, sağlığı teh l i keye atacak bo­
yutlara varan gerilime ve o gerilimin mahsul ü olan şeyle­
re . Yazık.
Ne var ki i l k ihtimal daha başı ndan göz ö n ü nden bu­
lundurulmuş ve o Sunuş yazısı da zaten böyle bir i htimal
görmezden gelinemediği için yazılmıştı . İ ki nci ihti malse
ileride söylenecek olanlan kendi başına gölgeleye bile­
cek kudrete sah i p d eği l . Kaldı ki her iki ihtimal de kita­
bın en azından seslendikl e ri n i n dikkatleri kuru bir baş­
l ı kla veya kışkırtıcı bir i ki cümleyle çelinebilecek kadar
bu genel temayüle teşne olduklan nı var sayar, gördüğü
bu ilgiyi de böyle bir susamışlığa bağlar ki bu her ne
olursa olsun bir bühtan olur.
O zaman oradaki umudu muhafaza etmek için hala
bel bağlanabilecek bir varsayı m , önümüzdeki soru n u n
cevabını bulabileceğimiz sakl ı bir y e r v a r demektir. Do­
layısıyla kitabın gördüğü bu ilgiyi yine orada söylenenler
çerçevesinde yorum layabilir ve: hak ve haki kate boyun
eğip teslim olma yeri n e bin dereden bin su getiren çe­
kişmeci l i k ve ayak direyiciliği n ülke genelinde her geçen
gün bir kat daha yaygın laşmasının en azından bu kitabın
okurlan ölçeğinde doğurduğu hoşnutsuzluğa ya da böy­
le bir yaygınlaşmanı n esrarın ı n uyardığı tecessüse yora­
biliriz.

Dilim izde artık kulaklara çalınmaz olmuş fakat vak­


tiyle ağızlardan d üşmeyen bir söz vardır:
"Hak deyince akan sular d u ru r ! "
Dilimizin tanı klığına göre bu d i l i n adesesinden dün­
yayı görüp tan ıyanlar hak dendiğinde öylesine derinden
sarsılıyor ve her ne hal üzereyseler kendi leri n i öylesine
büyük bir huşu ve haşyetle toparlıyorlarmış ki bu hal
üzere etrafların a baktı klannda b u n u n sadece kendilerin-

8
İkinci Baskıya önsöz

de d eğil dört bir ci hette, canlı cansız her şeyde gerçek­


leştiğini görecek bir görüş gü cüne ulaşıyorlarmış.
Sair her şey onları dağıtsa, aralarındaki nizam ve in­
tizamı bozup niza ve ihtilaf doğursa dahi hak dendiğin­
d e derhal kendileri n e gel iyor ve hizaya geçiyorlarmış.
Bel ki onlar da herkes gi bi herhangi bir şeye erişmek
için çabalarken yol ları na çıkan şeyleri bertaraf ederek ol­
madı arkasından dolanarak aşıp geçiyorlard ı , ama hak
çıktığında görmezden gelere k, olmadı görü nmez hale
getirere k her ne pahasına olursa olsun erişmeye çalış­
mak yeri n e derhal çabalamalarına son veri p hakka tes­
l i m ol uyorlarm ış . . .
Buradan bir yol tutturu p deri n l eşebildiğimi z kadar
derinlere sardırı r, bu sözün böyle bir dille bize nasıl ve
hangi şartlarda miras kald ığın ı anlamaya çalışırd ı k. Ama
nafil e.
Art ı k sözü n söyl ed iği n d e iti bar e d i l e c e k iti barı kal­
mad ı .
Söz denilen şeyin itibarı öylesi ne tükendi k i artık in­
sanlar boşa da doluya da " benim kamım tok! " deyip boş
geçiyorlar.
Ne diyelim . . . Böylesine hor ve hoyratça kullanarak
insanları n nezdinde bir gün sözün " laf"a, lafın da boşu
dolusu ayırt edilme zahmetin e değmez " lakırdı "ya dönü­
şeceğini ve tokl uğu n aşılmaz geçit vermezliğin e toslaya­
cağını hesap edemeyip bindikl eri dalı kesmiş olanlar
utansın! Gelsin kessin savaşı, bitireceği varsa bitirsin ba­
şı, tek yağ ile bal etsin ağu l u aşı denildiği ve tam i htiyaç
duyulup yol u gözlendiği sırada keseceği ni kesemeyecek,
bitireceğin i bitiremeyecek derecede sözü sakatlayıp tü­
ketenler utansı n ! . .
Onun için doğrudan gün ümüze dönelim ve bugün bu
açıdan ne duru mda olduğumuza bakalım.

9
Tartışma Sanatının İncelikleri

Bırakalım geri kalanları bugün hak deyince asıl dur-


ması gereken: i nsan du ruyor mu?
Durm uyor.
Ya ne yapıyor?
Nerede kimin yol una d u rdurucu b i r güç olarak çıksa
artık herkes hiç duraksamadan işi laf cambazlığına dö­
küyor, karşısındaki ni lafazanlıkla boğuyor ve böylece
onu o durdurucu güçten yoksun bırakarak yol dan kaldı­
rıyor, daha doğrusu kaldırdığın ı sanıyor.
Artık ki mse kendisine rağmen, kendisine yakın ola­
rak görd üğü şeylere rağmen hakkı teslim etmiyor, eğer
uzağındaysa yaklaşmak yerine onu kendisine yaklaştırı­
yor, buna muvaffak olamıyorsa yaklaşma veci besi ni bir
vecibe olmaktan çıkarmak için işi önce i krar verdiği şey­
leri, en son unda da i krar vereni : kendisini i nkara kadar
götürüyor.
Artık herkes her şey istediğim gibi olsun diyor, olmu­
yorsa durup dikelmek ve sağa sola kulak vermek yeri ne
gücü kuvveti varsa oldurmak için zorl uyor, yoksa bin tür­
l ü kı lığa girerek dön üp kendisin i zorl uyor.
Ve eğer en sonunda hak sebebiyle bu olmazlı k bir ni­
za ve i htilafa dönüşüyor ve bu defa hak h u ku k olarak
yollarına çı kıyorsa artık " bırakalım son sözü h u ku k söy­
lesin ! " demek yeri ne hala zorlamaya devam ediliyor, du­
ruma göre ya ihtilafın görüld üğü h u ku k değiştiri l iyor da­
ha da o lmadı iş ihtilafı görecek hakimleri değiştirmeye
kadar götürü l üyor. Böylece son sözü söyleyip niza ve ih­
tilafı sona erdirecek, çekişmenin toz dumanı içerisinde
önleri n i göremez hale gelen i nsanlara i htiyaç d uydukları
aydınlığın berrakl ığını su nacak yüksekli kte tutulması ge­
reken gün l ü k siyasetin batağına çeki liyor ve öyle bir nok­
taya gel i n iyor ki ki min haklı kimin haksız olduğu sonsu­
za kadar çözülemez bir mesele olarak cevapsız kalıyor.

10
İkinci Baskıya Önsöz

Hangi şart altında olursa olsun m utlaka bariz olması


gereken tebarüz etme imkan ı ndan mahru m bırakılıyor. . .
Avrupa'da buna "değerlerin aşı n ması " dendi ve
"transvaluation" d iye bir şeyden söz ed i l d i .
Oysa ortadaki ç o k daha derin bir buhran idi ve teme­
linde onlann "sübjektivizm" dedikl eri şey vard ı .
O n u n i ç i n dehşetle irki l i p sormak gerekiyord u : Bu
"sübjektivizm" denilen şey nasıl ortaya çıkar, bu her şe­
yi kendisine ram edici cüreti n ereden bul ur? Sofia gi bi
ulu ve ulvi bir şey nası l olur sofistıiğe dönüşür? Dinleye­
rek h üküm verip yol açması gereken muhakemenin ba­
şına ne gelir ki muhatabını yan ıltacak safsatalar uyduran
mugalata olur?
Orada bu ve benzeri sorular sorularak, "sübjekti­
vizm " tam olarak aydın latılamamış olsa bile, hiç olmaz­
sa "sofistlik" bütün yönleriyle ele alınıp tartışıldı, lehinde
aleyhinde bir yığın kitap yazıldı.
Burada bu sorular sorulamaz, sorulsa müşteri bula­
maz, bulsa mu hatabına u laşacak mecradan mahrum bı­
rakılır.
Dahası buradan " hak dendiğinde eğer akan sular
d urmazsa" "akacak su bulu n maz"a u laşmaya çabalaya­
cak düşünce velev ki u l aşacak kıvama gelse dinleyecek
kimseyi bulamaz.
Bu b u l u nmazlık soruların ön emsiz olmasından deği l .
İ nsanları n b i r arada yaşamasını mümkün kılan en te­
mel sütunlardan birindeki çürümeyi sorguladıklanndan
dolayı bu soruların hayatiliği aşikar. Ama burada artık her
şey gazeteci kafasıyla ve tam ona mahsus bir sığlık ve der­
me çatmalıkla ancak bir adım gerisinden ele alınarak ko­
nuşuluyor. Kimsenin daha fazlasına tahammülü yok. Ve
bu tahammülsüzlük düşüncenin en fazla ürktüğü şey.
Onun için de bir hastanın derdine derman olacak devayı

11
Tartışma Sanatının İncelikleri

kendi elleriyle kendinden mahrum etmesi gibi, buradaki


umumi efkar da kendisini ona eriştirecek yol u aramayarak
veya arayanlara talip olmayarak derdine derman olacak
bilgiden kendi kendisini mahru m ediyor.
O iti barla garipsememek gerekir: İ nsa n ı n i nsan ol­
mak hase biyle en temel ve hayati meseleleri eğer i l kele­
rinden hareketle ele alınarak konuşulacaksa bu ancak
metafiziği n dil ve imkanlarıyla olabilecekken bunları en
gündelik dille ulu orta konuşmaya tevessül etmek, olma­
dı bu kadarı na bile taham m ül edemeyip d i l i n bünyesin­
den bu imkanların izleri n i topyekun silmeye kal kmak, di­
ğer yanda ise en süfl i veya alelade şeyleri en karmaşık
ve tekellüfl ü bir dille kon uşmak hatta bunların metafizi­
ği ni kurmaya kal kmak-bu nlar ancak bu zamanda ola­
cak şeylerdir.

İ lkesizlik her yerde kazan ıyor.


İ halecilik ülke insanının kaçınılmaz kade ri halin e ge­
l iyor.
Eskiden sermayesi olmayan fakat sermaye sah ipleri­
nin tezgah ları nda işe yarayacak bir mahareti yah ut mari­
feti olanlar pazara çıkar ve onu satılığa çıkarırlard ı . Müş­
teri çıktığında bir bedel m u kabilinde satılan meziyet ya­
hut maharet hayat hakkı tanın madığı için diğerleri ni e n
fazla köreltebilir yahut büsb ütü n güdük bırakabilird i . Ya­
ni en fazla kendine zarar verird i . Artık bu gibilere yurt
içindekiler yetmiyor, doğrudan yurt dışındaki pazarlara
çı kıyorlar. Eğer onları n yurtdışındaki bu arayışları n ı n so­
rumlusu bu ü l kede m üşteri leri n i n çıkmamasıysa bunca
zaman bu ü l keye ve imkanları na h ü kmetmiş olanlara ne
dense az gelir. Ki bunun böyle olduğu n u düşünmek için
yeteri nce sebep var, zira elindeki kıt kanat imkan larla bu
zor gün lerinde ü l kesi için seferber olacak olanlar b u im-

12
İkinci Baskıya Önsöz

kanları n erede neyi n ucundan tutarak kullanabilecekleri­


ni bilecek ya da soru p öğrenecek durumda değil ler.
"Vaktiyle böyle bir i htimal öngörülmüş olmalı ki b u n u n
maddi-fiziki bir istila olacağı nı düşünerek seferberl i k da­
irelerini kuranlar kendilerince bunun bir önlemini almış­
lardı ama bu istilanın zi h n i-fikri bir istila olarak başlayı p
her şeyi teslim alacağını nereden bilebilirlerdi?" sorusuy­
la kendileri n i savunacak olanlar bugün davası nı kimseye
anlatamazl ar. Çünki eğer strategia denilen şey sonunda
strategos stratagem stratum stratus: sternereye yani dü­
şünce çabasıyla gerçekleştiri len "yayma ve yerleştirme"
ameliyesine dayan ıyorsa o ihtimali öngördüklerini söyle­
yen ler b ugü n olmazsa yarın m utlaka gafi l avlanacaklar­
dı, çünki baş tacı etmeleri gereken şeyi . düşünceyi bir
ayaklar altına almadıkları kalmıştı .

Yakı nlarda ü l kenin en köklü ku rumları ndan b i ri daha


tasfiye edildi . Daha doğrusu o kurumun içerisinde iyi kö­
tü devlet terbiyesi görmüş, az çok tarih şuuru n a sah ip,
dolayısıyla bu ü l kenin d i kiş yerlerini o tarih şuuru çerçe­
vesinde şöyle böyle bilen , onların civarında kim i n hangi
maksatla doland ığı nı az da olsa çıkarabilecek durumda
olan bir zümre daha saf dışı edild i .
Neyl e , hangi enstrümanlarla?
O kadar çok istismar kon usu old u kları , hele son za­
manlarda doğrudan ve alenen birtakım gizli emellere
alet edildikleri artı k iyice ayyuka çıktığı için ki mseye
inandırıcı gelmeyen martaval larla.
Neydi bun lar?
O sunuş yazısında çok daha etraflı bir şekilde dile geti­
rilmiş ve nereye aitseler tam oraya yerleştirilmişti : bu on yı­
lın (çünki her şey gi bi artık bunların da ömrü kısaldı) trinite
sacresi: demokrasi. insan haklan ve huku kun üstünlüğü.

ı .3
Tartışma Sanatmm İncelikleri

Fakat asıl büyü k tasfiye kuru m l arda yapılan veya


dogru dan ku ru mları n tasfiyesi degi l . Ü l ke n i n meselele­
ri n i her biri n i ken d i i l ke s i n d e n hare ketle . d ü n ü bugü n ü
ve yarı n ı içinde d ü ş ü n e b i l ecek vüsate sah i p z i h i n l e r ö z
yurd u n dan tasfiye e d i liyor. Şu s o n on y ı l içinde öyle
muazzam bir z i h n i ve ru h i dönüşüm geçird i k ki şimdi
ke ndimizi b u l d ugumuz no ktayı ifade etmek için eger
d i l i mizde bu manada sefaletin en koyu s u n u ifade ede­
bi lecek kud rette bir sözcü k olsayd ı o dahi ki fayet et­
mezd i . Art ı k bu ü l ken i n hangi meselesi o l u rsa olsun
e h l i n i n e l i n e geçme ve o e l d e n örsel e n meden esrarı n ı n
çözü lmesini b u l m a u m u d u n u e bediyen kaybed iyor. Ar­
tık bu ü lke n i n mese l e l e ri e bediye n sah i psiz . e b e diyen
öksüz kal ıyor. Bundan böyl e bu ü l kede her mese l e n i n
kaderi bigane l e ri n ö n c e sagır kapıları n ı ard ı ndan bön
bakışları n ı h immet u m u d uyla beyh ude yere be kled i k­
te n sonra ne mahre m iyeti n e h ü rm et eden ne esrarı na
n ü fuz e d e b i l e n e h l iyets i z e l lerde bir mese le hal i n e ge­
l i rke n dahi görm e d igi n i görmek. zillet içinde sürü n­
mektir. Artık bu ü l ke n i n mese leleri n i n payına d üşen
kan donduran gevezeli ktir.
Bugü n deliler ü l kesi nde geri kalan az sayıdaki akı l l ı­
n ı n aklın artı k hiçbir h ü km ü n ü n kal madıgını görd ü kl eri
için ülke insanları n ı vaktiyle akı llarından etmiş olan akı l­
sızlık suyunu kendi elleriyle içerek akla veda etmek zo­
runda kaldı kları gündür.
Artı k başka hiçbir saik ve maksatla degil sırf bir me­
selenin hatırı için konuşacak olan kimse . tabii eger hala
böyle birisi çıkar da sesi ni duyurabilecek bir mecra bu­
labilirse. söyleyecekleri n i n o meseleyi bütün yön leriyle
kucaklayıp kavraması n ı düşünmek yü kü n ü omuzlamak­
la kalmayacak nerede kim i n nasırı na basacagını da he­
saplamak zoru nda kalacaktır.

14
İkinci Baskıya Önsöz

Fakat şunun bunun hatırı ya da hesabı için değil sırf


o meselenin hatın için ve bundan dolayı onu bütün yön­
leriyle kucaklayıp kavrayacak kudrete sah i p olan-o
bundan böyle nasıl ve nerede yetişecek? O hangi gölge­
li kte kimin himmetiyle ve h imayesiyle yetişecek? O n u n
hayat yükü n ü , maişet gailesi n i k i m omuzlayacak d a , o
bütün gücünü böyle bir vüsate sahip olmak için harca­
yacak? Zira öyle bir yere geldik ki artık herkes kendisin­
den sonrakilere can havliyle diyor: " Ne yaparsan yap, ki­
min değirmenine su taşırsan taşı, gün l ü k ücretin öyle ve­
ya böyle ödenir. Ki min hesabı içerisinde yer alırsan al, o
hesaptan sana da muhakkak bir kem i k parçası düşer.
Ama sakın ola ki başka hesapları n kurban ları veya mağ­
durları olacaklarına bu ü l ke n i n ve insan ları n ı n bir hesa­
bı olsun diye didinip durma. Böyle bir didinmenin ve çır­
pınmanın, teşvi k ya da himayesini görme k şöyle dursun,
hadi karşılığı da bir tarafa, ayakta kalacak kadar bir se­
meresini de göremezsin , hatta bununla da kalmazsın,
yok yere bunun cevri cefasını çekersin, üste lik kimse­
den vefa da göremezsin ! "
Münhasıran meselesi olup o mese leye dair söyleye­
cekleri olanlara tahsis edilmesi gereken i m kan ve mec­
ralara şimdi heveskar baykuşlar tünemiş olup bet sesle­
riyle ortalığı velveleye verme ktedirler. Ası l sahi plerine
hasredilmesi gereken dikkati bir kuru gürü ltü olarak bel­
ki bir an için bunlar işgal edip tutsak alacaklar fakat kim­
sen i n kuşkusu olmasın bir m üddet sonra her suiistimal
gi bi onlar da hak ettiğini bulacak, dolayısıyla o dikkat ye­
rin i e bedi aldırmazl ığa bırakacaktır.

Diyelim ki yu karıda söylenenler boş bir vehimden


ibaretti ve gelişmeler o kadar aksi isti kamette cereyan
etti ki bunlar bir "felaket tellallığı "ndan öteye geçmedi .

15
TartJşma Sanatınm İncelikleri

Bundan ancak sevinç ve memnuniyet duyarız . Fakat ge­


rek yukarıda ve o Sunuş yazısında söylenenler, gerekse
bu kitabın içinde. bambaşka amaçla olsa bile. bir tartış­
mada hak ve hakikatten sapıp haklı olmadığı halde bas­
kın ç ı kman ı n yolu n u göstere n böl ü m dahi kendi müteva­
zı imkanları çerçevesinde yin e de h ayra h i zmet etmiş
olur. Hatta giderek denilebilir ki kitap bir bütün olarak
0demokrasi teorisi0 denilen şey içerisinde o n u n belki de
en nazik yarasına, doğrudan isti nat noktasına en büyük
�atkılardan biri n i yapmış olur.
Şöyle ki : Eğer bu 0demokrasi" dediğimiz demosun
kratosu ise ve demos bu kratiaya verdiği oylarla katıl ı­
yorsa ve rey beyan etmek reye kon u olan her neyse en
azından seçimde bulunabilecek kadar bir kanaate sah ip
olmaksa böyle bir kanaat nasıl hasıl olacaktır?
Teoriye bağl ı kaldığımız takdirde denilecektir: Ondan
kolay ne var, demosun reyine sunulmuş olan her neyse
lehinde veya aleyh inde taraflar teşekkül eder, b u nları n
içinden çı kacak konuşmacı lar seçimde b u l u nabilecek
bir kanaate sah i p olabilmesi için demosu şuna veya bu­
na i kna etmeye çal ışırlar.
Peki , ama ya o i kna esnasında kon uyu ve dolayısıyla
verilmesi ihtimal dahilinde olan bütün kararları tüm yön­
leriyle ortaya koyup aydınlıkta tartışanlar olacağı gi bi,
meseleyi laf kalabahğına boğup yeri geldiğinde hamaset­
le yeri geldiği nde safsata ve mugalatayla demosu doldu­
ruşa getiren gözbağcı demagögosların çı kması bizatihi
işin tab iatı icabıysa?
Burada iş sarpa sarar.
Bir yönetim şekli olarak demokrasi en azından teorisi
iti bariyle bir meseleyi tüm yönleriyle ortaya koyup aydın­
lı kta tartışanların çıkmasının güvencesini bunun bir "fazi­
letler rejimi" olmasına bağlar, peki ya çıkmadığı takdirde?

16
İkinci Baskıya Önsöz

İ nsanı n içine hiçbir şey bırakmayıp her şeyi d ışarıdan


"denetle ve dengele" i l kesiyle çözmeye çalışan "teori­
n i n " burada gel i p "fazilet sahi b i kimseler"e tesli m olma­
sı kendini i n kar d eğil midir?
Burada artık soru lar cevapsız kalır.
Ö yle ya, teoride halk dalkavukları n ı n , oy avcıları n ı n
karşısına mesele her neyse sırf onun hatırına ve ötekile­
rin maskesini indirmek için konuşacak asalette kişi veya
kişilerin çı kması güven cesini başka nerede bul ur?
İ şte kitap bir bütün olarak alındığında cevapsız kalan
bu soruların cevabı n ı n nerede aranacağını göstererek
demokrasiye, üstelik m üdafi l eri n i n kendisin i teorisin i n
d a h i tasvi p etmeyeceği işler için manivela olarak kullan­
dığı bugün lerde, bir m u arızı olarak en anlam l ı katkıyı su­
nuyor.
Öyle ya bu sahipsiz demokrasiye, demosa kendini
koruma yolları n ı , dolayısıyla demagôgosların ne zaman,
nerede çıktığın ı ve hangi silahlan kullandığı n ı göster­
mekten daha büyük bir katkı olabilir mi?

Kitap b u i ki n ci baskısında m uhteva terti bi ve sayfa


düzeni açısından esaslı değişikl i kl ere uğradı . En başta
Sun uş yazısının h i ç olmazsa biraz daha nefes aldırıcı ol­
ması sağland ı . İ kinci olarak metnin akışın ı sekteye uğrat­
tığı için bölüm son una ek olarak konulan haşiyeler b u
d e fa toptan kitabın sonuna kaydırıldı v e puntoları büyü­
tüldü, böylece okuma güçl üğüyle ilgi l i şikayetler gideril­
miş oldu . Bu düzenlemenin kitabın gövdesin i n yekpare
hale gelmesine de katkısı dokundu ve böylece ne baş­
langıçta kitabın Schopenhauer külliyatındaki yerin i tes­
pit etmeye ve günü m üzle bağını kurmaya çalışan yazıyı
ne de daha önceki veya sonraki dön emlerde konun u n
değişik yönleri n e katkıda b u l u nan düşünceleri h ülasa

17
Tartışma Sanatının İncelikleri

eden sondaki haşiyelere ilgi d uyan , dolayısıyla kitaba


alakası Schopen hauer ismiyle sınırlı olanlann işleri n i ko­
laylaştı racak. bütün l ük. sağlanmış old u . Son olarak. bil­
hassa " Diyalog ve Diyale ktik." haşiyesi esaslı bir şeki lde
gen işletilerek. kitabın yirminci yüzyıl ı n , öze l lik.le ikinci ya­
rısındaki , d üşünce akımlarına da sağı r kalmadığı i lgilisi­
ne gösterilmiş oldu.
Elbette kitabın kendisine mesele edindiği mevzu­
n un, bilhassa günümüz d ünyasında daha bir ehemmiyet
ve aciliyet kazan m ış haliyle, yapılan bu ilavelerle de bü­
tün yön l e riyle ve tüm ayrıntılanyla hakkıyla ele alınabil­
diği söylenemez. Gerçi kitap bu yetersizliğiyle de hayırl ı
bir amaca h izmet etmedi deği l . Sun uş' u n son dipnotun­
da sözü edilen hazırl ı k yazılan ndan biri n i n fitil i n i ateşle­
d iği metin "Qüz Düşüncesi" başlığıyla müstakil bir kitap
olarak. tamamlandı ve orada söylendiği üzere şimdi rüz­
garı nı beklemektedir.
Dileyelim kitap yapılan bu düzeltme ve i lavelerle da­
ha derli toplu olsun ve hak ettiği alakayı görere k katkıda
b u l u nmaya çalıştığı şeylere katkıda bulunsu n .

18
SUNUŞ
Bununla birlikte Schopenhauer Kitaplığı onuncu kitabı­
na ulaşmış oluyor. İ l k kitabın Ekim 2006'da yayı m landı­
ğı ve beraberinde eşzaman lı olarak i ki dizinin (Eğitim
Düşüncesi ve Doğu Bilgeliğı) daha götürülmeye çal ışıldı­
ğı ve bir arada götü rülmeye çalışılan bu işlerin her biri­
nin literatür taki bi, meti n seçimi, seçilen metin leri n da­
h i l edilen bütünle telifi , tercümesi ve nihayet su n uş ya­
hut hazırlı k yazıları n ı n yazımı da dahil çevirm e n l i kten
editörlü k ve redaktörl üğe kadar dışarıdan birbiri n i des­
tekler gi bi görünen ama aslında her b i ri birbirine ayak
bağı olan ve kökleşmesini engel leyip tluenceına izin ver­
meyen sürdürü lmesi fevkalade güç çok yön l ü bir uğraşı
gerekli kıldığı hesaba katılacak olursa beş yıl içerisinde
onu ncu kitaba ulaşmak yabana atılacak bir iş deği l . Za­
ten yabana atılmad ı . Türk matbuat hayatında bu çapta
bir düşünür kendine yabancı bir dilde b e l ki de i l k defa
bu d e n l i yaygı n b i r okunurl u k seviyesine ulaştı . Üste l i k
bu kendi efkanndan okuyup yazan ları n sayısının drama­
tik bir d üşüş gösterdiği , d üşüşe direnenlerin de çoğu za­
man kitaptan başka her şeye benzeyen tuhaf satış meta­
larıyla nazarları n ı n çelindiği , d ikkatlerin i n dağıtıldığı , za­
manları n ı n çal ı n d ığı bir dönemde gerçekleşti .
Bu gerçekleşme hem duraksatıcı istihfafı hem fel ç
e d i c i istihzayı i ç i n d e barındıran "Gerçekleşti de ne ol­
du?" sorusuna sorul uştaki edayı kırmaya gücü yetmese
bile ken d i çapı nda verecek bir cevabı olan gerç e kleş­
meyd i . Ç ü n kü düşünürü n düşü n mesi ne mesele edindiği

21
Tartışma Sanatmm İncelikleri

şeylerin bugün tüm i nsanl ığı bekl eyen büyük teh l i ke leri
savuşturman ın yol u n u n nerede aranması gerektiği soru­
sunun özgürce tartışılmasına katkıda bul u nma ihtimali
bu gerçekleşmeyi daha bir anlamlı hale getiriyor. Ve böy­
le bakı n ca insan u mutlanmadan edemiyor. Umut deni­
len böyle bir şey. H ü kü m süren zifiri karanlık da olsa kü­
çük bir ışıltı kanatlanmasına yetiyor.
Ama nasıl ki ileri derecede hastalıklı bir bü nyede
sağlam bir uzvun yaşaması mümkün değilse, bir şey de­
ğil mi ki bunun gi bi bir d ünyada neşvü nema b u l m uştur
s ırf bu bile ona ihtiyatla yaklaşmak için yeterl idir. Aksi

halde değil neşvü nema bu lmak varl ı k gösterem ez, hat­


ta ayakta dahi kalamazdı, dolayısıyla "fazlasına hacet
yok, bu kadarı bile onun kötülüğüne bir karine olarak
yeterl idir" peşin kabulü dahi bu ihtiyata bir zarar vermez,
çünkü bu dü nyanı n şartları nın talep ettiği ihtiyatkarlığı n
koyuluğu , her ne kadar ancak oyalayan, ayartan ve öldü­
ren şeylere geçit verse de o bir yol u n u b u l u p zamanın
zeh irleyici ruh unda bir gedik açmıştır iyi mserliğiyle sa­
vuşturu lamaz .
Umalım ki bu ü l kenin meselesi olan ve b ütün eğlen­
tilere ve ayartılara rağmen meselesini inatla ve azimle ta­
kip eden okurları bu kitapların gördüğü revacı hakl ı çıka­
racak boyutlarda olsu n . Ve dileyelim ki onlar her nerede
olursa olsun b u l u n d u ktan yerlerde bütün olumsuz şart­
lara rağmen u l u ve köklü bir ağaç gi bi kökleriyle yurt
toprağını tutmaya, dallan budaklanyla etrafındakile re
kol kanat germeye çalışsınlar. Bu zor ve meşakkatli iş
ancak böyle bir u mutla sürd ü rülebiliyor, b u n ca mağd uri­
yete ve mahru m iyete bu di leğin gerçekl eşmesinin yolu­
nu açacak şartların ol uşmasına katkıda bulunsun diye
katlan ı labiliyor.

22
1

Kitaplığın onuncu kitabı daha öncekilerden biraz farklı .


Takip edenler bilecekler, dizide daha önce b i r kitabın ça­
tısı genellikle düşün ürü n Parerga und Paralipomena'sın­
dan oluşturu lur, tematik bütünlüğün talep ettiği destekle­
yici metinler de Die Welt als Wille und Vorstellung'un i l .
cildinden seçilirdi. Burada farklı b i r yol izlendi. Daha önce
izlenen yolun burada takip edi lmesi i m kansız hale geldi­
ğinden dolayı değil, aşağıda açı klanacak harici şartlar fark­
lı bir yol izlenmesini talep ettiği nden ve bu talep artı k da­
ha fazla geri bırakı lamadığından dolayı. Gerçi burada da
sözü edilen iki kitaptan metinler seçildi, ama sadece des­
tekleyici nitelikte. Dolayısıyla onuncu kitabın omurgasını
bu i ki kitaptan olmadığı gi bi geri kalan üç kitabından seçi­
len metinler de oluşturmuyor.
Düşü n ü rün düşü nce serüvenini takip edenler yi ne bi­
leceklerdir, düşünce tari hindeki birçok düşünürd e n fark­
lı olarak Schopen hauer'e sadece düşünmek ve düşün­
dükl erini konuşarak veya yazarak paylaşmak yetmedi,
düşüncelerinin makes bu labilmesi için düşüncesine kar­
şı oluşturulan sessi zlik duvarı n ı kıracak uygun araçlar ta­
sarlayıp gel iştirmek zorunda da kal d ı . M uhtevasının ta­
lep ettiği form içinde sund uğunda düşüncesini değerlen­
dirip fikir beyan edecek kon umda olan ların ısrarl ı sus­
kun luğu na önce sözünü sakı nmaz b i r d i l l e keski n e leşti­
riler yöneltti . Bu yoldan bir netice elde edemeyeceği n i
gördüğü nde fi kir beyan edecek kon umda olanların bari­
katı nı kaldırı p düşünce�.. ni doğrudan daha geniş kitleler­
le buluşturmak için o nların anlayacağı bir dille farklı bir
formda yeniden kaleme almak zorunda kald ı . Bunun da

23
Tartışma Sanatının İncelikleri

gayesine ulaştıracak müessir bir yol olmayacağı düşün­


cesine kapıldığında bu defa sürdürü l e n b u susku n l uğu
cepheden h ücum edip e leştirmek yeri n e daha etkil i ola­
cağın ı düşünerek kes kin bir hiciv d i l iyle alaya aldı . İ şte
onuncu kitabı n omurgasını bu son çaba içerisinde de­
ğerlendirilebilecek bir yazı, belki kitaplığın son kitapla­
rından b i ri olarak yayımlanması daha uygun görü l e bile­
cek NachlaJ3'dan alınma Die Kunst, Recht zu behalten
baş l ı kl ı sarkastik bir metin oluşturd u .
Peki, insanlığın meselelerini mesele edinen bir düşü­
nüre düşünmek ve düşündüklerini yazmak neden yetmez
de tefekkür mesaisinin içinde ayrıca bir de tasannuya yer
ayırmak zorunda kalır? Düşünür bu süküt duvarını ve onun
hal k efkarında müessir olabilmesi için uygulanan usulleri
doğrudan eleştirebilir, düşüncelerini kamuoyunun hedef
tahtasına yerleştirmek için yöneltilen hileli itirazları cevap­
landırabilir, serdedilen fikirlerdeki çürüklük ve çelişkileri
doğrudan gösterebilir, dolayısıyla bu amaçla bir fikri tartış­
ma başlatabilir yahut polemiklere girişebilirdi. Ama o böy­
le yapmadı, tecrübeleri bunun fayda vermeyeceğini göster­
mişti çünkü . Bunun yerine Aristoteles'in Topika'sından ve
özellikle Peri sophistikon elekhon undan ilham alarak ve
'

alay, hiciv ve ironi silahlarını ustaca kullanarak bir tartışma­


da ne kadar haklı olursa olsun hasmın sözleri ni ağzını aç­
masına fırsat vermeden boğazına tıkmanın hilelerini, haklı
ya da haksız olduğuna bakmaksızın bir tartışmadan galip
çıkmak için başvurulabilecek yollan göstermeyi düşündü
ve böylece kendisine karşı ısrarla sürdürülen suskunluğun
arkasındakilerin takip ettiklerini düşündüğü stratejilerin
bütün çıplaklığıyla ve çirkinliğiyle görülebileceği satirik bir
yapı tasarladı . Daha doğrusu tasarlamak zorunda kaldı. ı

Sürecin aynntılı açıklamalan, Say Yayınlan, Fikir Mimarlan Dizisi


içerisinde yayımlanan Schopenhauer kitabından takip edilebilir.

24
il

Düşünür ne yaptı da bu gelenler başına geldi?


Doğrusu yaptığı affedilmez bir işti: O yaygın telakki­
lere karşı, e kseriyetin peşinen doğru kabul ettiği ve or­
tak uzlaşmayla sorgulamadan muaf tutulması nı kararlaş­
tırdığı fi kir yah ut i nanışlara karşı konuştu . i nsan l ı k tarih i­
ne kuşbakışı göz gezdirenler bile bu "karşı kon uşma"n ı n
ne kadar teh l i ke l i bir iş olduğu n u bil irler. H e l e bir d e or­
taya ne kadar hilafı hakikat olursa olsun lar sırf işlerine
öyle geld iği için bunları usu l ü nce okşamayı bilen bir ki­
şi yah ut zümre çıkmışsa o zaman artık ölümlüler arasın­
dan günahkarın imdadına koşacak yoktur. Zira o zümre
bunları büyük bir ustalıkla avam ı n kursağıyla ilişkilendi­
ri p çıkarlarıyla güvence altına almayı başardığında artık
hakikat o l anca çıplakl ığıyla zuhur etse ve bu zuhur en
mücessem ve müsellem haliyle o n ların karşılarına çı ka­
rılsa dahi bu kon uşma behemehal bir dil uzatma olarak
anlaşılacaktır. O yüzden veri len cezanın ağırl ığı işlenen
suçun büyükl üğüyle orantılıdır: mortum silentium. Bura­
da görmezden gel i n e n , yok sayı lan, sessizliğe , dolayısıy­
la ademe mahkum edilen şu veya yetenek yahut üstün­
lük değil doğrudan kişin i n kendisidir. O bütün varl ığıyla
yok sayı lır, san ki böyle birisi varolmamıştır, hiç yaşamı­
yordur, o kadar yaşam ıyordur ki yaptı kları n ı n hiçbir tesir
kudreti , aksi seda doğurma gücü yoktur.
Yetenek denilen asl ı nda d uyarl ı k fazlal ığından başka
bir şey değildir ve o d uyarlı k uygu n iklimi bulamadığı za­
man kendine döner, bu kez bu fazlalık ters yönde işler
ve bir üstü n l ü k o larak görünen şey onun felaketi olur.
Felaket sükütun teti klediği kuşkuyla başlar. Ve bu kuş-

25
Tartışma Sanatmm İncelikleri

kun u n gölgesi kimi zaman kişin i n bütü n mevcudiyetini


içine alacak kadar genişler ve işte o zaman sözü. edilen
ölüm gerçekleşmiş olur. Düşü nür b u n u bir başka vesi­
leyle olanca çarpıcılığıyla resmeder:

"Nitekim herhangi bir bilgi dalında seçkin bir yetenek


kendisini hissettirir hissettirmez bütün vasatlar ağız
birliği etmişçesine onun üzerini örtmeye, onu her
türlü imkan ve fırsattan yoksun bırakmaya kalkar,
sanki bu onların yeteneksizliğine, sığlığına ve heves­
karlığına yüksek düzeyde bir ihanetmişçesine ellerin­
den geleni esirgemeyerek onun tanınmasını, görün­
mesini, aydınlığa çıkmasını önlemeye çalışırlar. Çoğu
durumda sindirme veya örtbas etme sistemleri uzun
bir zaman başarılı olur, çünkü onlara eserini eğlenip
hoşlansınlar diye çocukça bir itimat ve emniyetle tes­
lim etmiş olan deha en asgari düzeyde bile bu vasat­
ların dolap ve düzenlerine karşı kendisini koruma ye­
teneğine sahip değildir, çünkü onlar ancak bayağı ve
alçak olan şeylerin düşünülüp tasarlanmasında ken­
dilerini tam olarak rahat hissederler. Aslında o bun­
lardan kuşkulanmaz, dahası yaptıklarını anlamaz bi­
le; hatta gördüğü karşılıktan kafası karışmış ve deh­
şete düşmüş olarak kendi eserinden kuşku duymaya
başlar ve ardından kendine olan güvenini kaybedip
çalışmalarından vazgeçebilir, ta ki gözleri döneminin
bu değersiz ve aşağılık adamlarına ve onların yapıp
ettiklerine açılıncaya kadar... "2

2 Parerga und Paralipomena, Bd. il, Kap. XX: Ueber Urteil, Kritik, Bei­

fall und Ruhm. Türkçesi için bkz. Güzelin Metafiziği, Sanatta ve

Edebiyatta Güzelin Sırlan, Schopenhauer Kitaplığı, 8. Kitap, 1. Bas­

kı, Say Yayınları, 20 ı O.

26
Sunuş

İ yin i n kıymeti n i n takdir edilip hakkının teslim edilme­


sinin önündeki en büyük engel kalabalı kların fark etme
kabiliyetinden, ayırt etme gücünden yoksunluğudur. Dü­
şünür kalabalı kların yargı gücünden yoksunluğunu La
Bruyere 'den naklettiği vecizeyle seri n kan l ı l ı kla ortaya
koyar: Apres l'esprit de discemement, ce qu 'ily a au
monde de plus rare, ce sont les diamans et les perles:
"Yargı gücünden sonra dünyadaki en nadir şey elmaslar
ve incilerdir" . Kalabal ı klar " haki ki olanı sahtesinden, sa­
pı samandan, altını bakırdan ayırt etmeyi bilmezler. Sıra­
dan ile nadir rastlanır kafa arasındaki geniş u çurumu
görmezler. " Dolayısıyla çoğun l u k iyiyi kötüden ayırıp gö­
rüş beyan edecek d urumda olan azı n l ığın otoritesine bo­
yun eğer, bu bakımdan "herkesi n hemen kendi ü zerle­
ri ndekinin üstün l üğü n ü tanıyacak ve onların önderliğini
taki p edecek kadar kendine ait yargı gücü vardır. "
Ne var ki kalabalı kları n yargı güçleri n i n yargılamada
yetersiz kalacağı meselelerde kendi görüşüne deği l "an­
cak başkaların ı n otoriteleri n e istinaden" bir yargı oluş­
turması nı düşünür "tal ihli bir durum" olarak görür ve
"kendimizi tersini düşünerek tesel l i etmemizi " söyler.
Çünkü eğer herkes gerçekten " b u n lardan an ladığı ve
hoşlandığı şeye göre bir yargıda bulu nsaydı ve başka çı­
kar yol kalmadığından söylediği n i gön ül l ü gön ülsüz de
söylese, uygun ve yeri n de olanı söyleyen otoritenin zor­
layıcı gücünü üzerinde hissetmemiş olsaydı" herhangi
yüksek bir alanda haki ki bir yeteneğin tanınıp kab u l gör­
mesi i m kansız olurd u . Dolayısıyla hiç kimse hiçbir konu­
da "ne ise o olarak kabul edilmez, başkaları onu ne yap­
tıysa o öyle bilinir, öyle kabul edilir" . Ancak bu öyle bir
"tezgahtır ki bu sayede kal b u rüstü kafalar zapturapt al­
tında tutu l u p sindirilir; seçki n kafaların mümkün olduğu
kadar uzunca bir zaman hak ettikleri yükseklere erişme-

27
Tartışma Sanatmm İncelikleri

teri n e mani olmak için bu vasıtayı vasatlar kullanır. " Bu­


n u vasatları n mı yoksa kendilerine veri l e n i amacına ay­
kırı olarak kullanmak suretiyle hem kendileri n e hem de
onlardan fikir beyan etmeleri n i bekleyenlere i hanet ede­
rek şeytanın değirmenine su taşıyanların m ı kullandığı
burada bahsi diğerdir.
Mamafih düşünüre göre kalabalıkların ayırt etme yete­
neği nden yoks u n l uğu iyin i n yol u n u n tı kan ması için ye­
terli değildir, iyinin kıymeti n i n takdi r edilip hakkı n ı n tes­
lim edilmemesi için buna "dü nyanın ve ahvali n i n ifsat ve
sefaleti nde katkısı büyük" olan kıskançlığı n , vasatları n
kıskançlığı n ı n d a elvermesi gerekir: "Kıskançlığı n iyi n i n
değerin i düşürmek i ç i n s ı k sık ku lland ığı v e asl ında bu­
n u n tersi nden ibaret olan bir yöntem kötün ü n alçakça
ve vicdansı zca övülmesid ir; çünkü kötü tedavüle girer
gi rmez iyi kaybolur. " Düşü nür hakkı n ı n teslim edil me­
mesine bir dereceye kadar tahamm ü l etmişse de, muh­
temelen haksızlık duygusu nu daha da alevlendirmiş
olan " kötü n ü n alçakça ve vicdansızca övü lmesi"ne daya­
namamış, bunu ke ndine karşı bir "suikast" görmüştür.

28
III

Oysa sustine et abstineyi bir hayat düsturu olarak kabul


eden biri için işlerin bu noktaya gelmemesi gerekirdi.
Hele " hem hayatı hem ölümü için teselliyi bulduğunu"
söylediği ve öğretisinin asıl ilhamını borçl u olduğu kita­
bın dü nyasında böyle bir şey düşünülemezdi bile. Orada
söyleyecek sözü olanlar söyleyecekleri n i söyler ve yankı­
lan ıp yan kılanmadığı n ı gönnek için dön üp arkalanna
bakmazlardı bile. Söylediklerini de çok fazla önemse­
mezlerd i . Bi lirlerdi ki kendi leri n e verilenle verilenin ta­
lepleri doğrultusunda elde ettikleri n i n denizinde içinde
yaşadıkları dünyanı n kopardığı fırtınalardı terennüm et­
tikleri . Bundan kendi lerine pay çıkannak akıl larına bile
gelmezdi. Nitekim çoğu nun adları bu sebepten ötürü
çoktan bilinmezliğe karılmıştır. Ve bilinmez kalmaya ses
çıkarmayışların ı n , bunu sessizce kabullenişlerinin bir za­
manlar sanıldığı gi bi iptidailikleri n i n deği l asaletlerinin
parçası olabileceğini şimdi şimdi anlıyoruz, zira nasıl k.i
asıl görünmez ise ve bu onun asli l iğine delalet ediyorsa
bilinmek istemeyiş de asilliği n asaletindendir. Söyleye­
cekleri n i söylerken onların önemsediği tek şey sözü aya­
ğa d üşünnemekti . Söyledikleri n i n d i l e gelmeyi, söze dö­
külmeyi bekleyen i n gerisinde kalması-onun taleplerini
savsaklaması, dolayısıyla ona halel getinnesi şöyle dur­
sun-o talepleri bi hakkı n yeri ne getirememesi onları
üzerd i .
Bizim buralarda şimdilerde bir söz dolaşıyor: İyinin
düşmanı zan nedildiği gi bi kötü deği l "daha iyi "dir. Üstün­
l ü k derecesi (superlativus) bir şeyi n türü n ü yah ut cinsini
değiştirmediğine, dolayısıyla i kisi de hala " iyi" olduğuna

29
Tartışma Sanatının İncelikleri

göre biri nasıl olur da diğeri n i n düşmanı olabilir? sorusu­


na veri l e n cevap daha da manidardır: Çünkü "daha iyi"
bir ü l kü olarak yaşatıldığı sürece içimizde veya u fkumuz­
da bir ü l kü olarak kalmıyor, rivayet o ki , iyi n i n ortaya çık­
masına, vücut bulmasına da mani oluyormuş. Dolayısıy­
la iyiye geçit verm eyen kötü değil de ne pahasına olursa
olsun harekete geçmek yeri ne kıvamını b u l u n caya kadar
b e klenilmesini isteyen "daha iyi"ymiş.
İ l k bakışta san ki bu masum bir sözm üş, sanki yete­
n e ksizliği meşrulaştırman ı n yanı sıra onun yetersizlikleri­
ni mazur göstermenin kıl ı k değiştirmiş şeklinden i baret­
miş gibi görün üyor. Ama fazlası var: Bu sadece "ötesini
boş ver, olduğu kadarıyla olsun " nobranl ığı n ı n bir başka
biçimi deği l , içinde mazur gösterilere k meşru hale getiri­
lenle yetinip daha ötesine iştiyak d uymanı n , onu kendi­
sinden başka hiçbir şeyin dindiremeyeceği bir hasret
olarak içimizde diri tutmanın yol u n u tıkamanı n haince
emellerini de taşıyor. Eğer b u sözün gizli bir maksadı ol­
mamış olsaydı söylenmek istenen doğrudan söylenir ve
yekten " iyi vasatın d üşmanıdır" denird i . Doğru, iyi vasa­
tın düşmanıdır. Çünkü o iyin i n talepleri n e kulak vermek
dururken ya yetersizliğinden ya da sadakatsizliğinden iyi­
n i n yerine " kendince" bir şey i kame ediyor ve sonra da
b u n u n mazur görü l mesin i talep ediyor. Bu " kendince"le­
rin her biri n i n o zamana kadar kimse n i n yeltenemediği
hadd in tecavüzüne biteviye bir başkasını cesaretlendire­
ceğine, dolayısıyla masum gi bi görünen ikameleri n so­
n unda bir vasatlar saltanatı na, bu saltanatın da en so­
n u nda sultaya dön üşeceğine ald ı rm ıyor bile.
Mamafih düşü n ü r de kendine karşı bir "suikast" ola­
rak görd üğü bu sü kut kuşatmasını yarmak için giriştiği
huruç hareketleri n i n birbiri ardına sonuçsuz kaldığı n ı
gördü kten sonra belki vazgeçmeyi düşünmüş olabilir.

30
Sunuş

Ama an laşılan bir kere bir kesi m e yah ut zümreye süküt­


larıyla istediklerine hayat hakkı bahşetme , istediklerin­
den onu geri alma yetkisi tanı n d ığında ve bu yetki n i n
alenen kötüye kullanı ldığına tan ı k o l u n u p d a ses çıkarı l­
madığında kurbanın kendisiyle sınırl ı kalmayacağın ı n
emareleri n i görmek düşünürü rahat bırakmamıştır. Belki
de bu sebepten ötürü bu sükut s u i kastın ı n failleriyle ara­
sındaki meseleyi bir çekişmenin sallantı lı kaderine terk
etmeyi göze almad ı , mizacı ve yetenekleri göz ö n ü nde
bulundurulduğunda kendisi için hakikaten ağır bir ame­
liye olan sanatkarın işini de üstlenmek zoru nda kaldı:
Meseleyi şahsileştirmeden ve tarafları n şahısları ndan
olabildiğince bağımsızlaştırarak kurduğu bir yapı içinde
resmin herhangi bir kesitin i değil bütü n ü n ü bütün çi rkin­
liği ve çıplaklığıyla göstermeyi düşündü. Böylece bir hak­
kın kabul ve tesl imi söz konusu olduğunda hakikatin in­
sandan bekled iği tavır yerine kasılıp kısınarak kapanıcı
ve örtücü bir hale bürünme n i n , ardından da çarpıtıcılığa
ve saptırıcılığa kal kmanın i nsan doğasındaki kökleri n i
araştırı p, bu doğrultuda kullanı lan hile ve aldatmacaları
toplu halde göstermeyi amaçladı . Ama şahsi liğin veya
özne l l iğin tuzaklarından kaçayım derken bu kez de o ya­
pı muhtemelen kendine ait başka sorunlar doğurd u . Bel­
ki de haksızl ığa uğramışlığın doğurduğu haşin öfke n i n
harareti nin kaybolmasıyla en etki lisi olacağını düşündü­
ğü teşe b b üsü kendi hedefleri açısından daha bir serin­
kanlı değerlendirme i m kanı buldu ve neticede o n u n bu
haksızlığı hakkıyla anlatmada yetersiz kaldığı sonucuna
vardı . Bilemiyoruz. Ama şurası kesin, b u defa o n u baş­
langıçta göz önünde b u l u ndurd u kları n ı n dışında başka
sebepten ötürü beğenmedi. B u n u daha sonra kendisi
Parerga'da açı kça itiraf eder:

31
Tartışma Sanatının İncelikleri

"Benim bu daha eski tarihli eserimi şimdilerde yeniden


gözden geçirmeye girişmemle birlikte ortak insan doğa­
sının yetersizliklerinin üzerini örtmek için kullandığı eğ­
ri yollann ve hilelerin böyle dikkatli ve aynntılı biçimde
düşünülüp değerlendirilmesinin artık mizacıma uyma­
dığını görüyor(um).''

" İ n san doğasının yetersizlikleri n i n üzeri n i örtmek için


kullandığı eğri yollann ve hileleri n böyle d i kkatl i ve ay­
rıntı l ı biçimde düşün ülüp değerlendirilmesi" ru hen kat­
lan ması gereken eziyet itibariyle artı k düşünürün taham­
mül gücünü aşan bir iştir. Öyle ki buna katlanma artık
bir "mizaç meselesi" haline gelmiştir. Ayrıca bu "dikkat­
li ve ayrıntılı biçimde düşünüp değerlendirme" neticesin­
de ortaya çıkan tablo nahoş bir tablodur ve onun bu ha­
liyle halk efkarına ifşa edilmesi doğru ve isabetli görül­
memektedir:

"fakat şimdi inatçılıkla, kendini beğenmişlikle ve na­


mussuzlukla böylesine yakından akraba olan dar kafa­
lılığın ve yetersizliğin sinip pusuya yattığı yerlerin tümü­
nü açığa çıkarmanın hoş bir şey olmadığını görüyorum
(ve) bu sebepten ötürü onu bir kenara bırakıyorum. "

Gerçekten de bir kenara bırak.ılır ve eser d üşünürü n


sağlığı nda ne m üstakil olarak yayımlanır ne de daha son­
ra ayn ı kon uyu tekrar ele alıp işlediği Parerga und Para­
lipom ena ya dah i l edilir..3
'

3 Metin Schopenhauer'in ölümünden sonra öğrencisi ve daha


sonra dostu Julius Frauenstadt'ın yayına hazırladığı Werke'nin
"Aus Arthur Schopenhauer's handschriftlichem NachlaJ3" başlık­
lı cildi içerisinde Eristik başlığıyla yer alır. Sonraki tarihlerde
muhtevayı daha doğru aksettiren Dle Kunst, Recht zu behalten
başlığıyla müstakilen yayınlanır ve birçok baskısı yapılır .. /..

32
Sunuş

Hemen sorulacaktır: Müellifinin sağlığında müstakilen


yayınlamadığı, aynı konuyu tekrar ele alıp işlediği kitaba da
dahil etmediği bir eseri mütercim hangi hakla yayımlama­
ya kalkmaktadır? Mütercimin zihnini bu süre zarfında sü­
rekli meşgul eden ve eserin çevirisinin yayımlanıp yayım­
lanmaması konusunda uzun süre bocalamasına neden
olan bu değil de bir başka öbeğe ait olan soru demetiydi.
2002 yılında üzeri n e çal ışılan Siyaset ve Retorik ki­
tab ın ı n retorik bölümünde yer alan Longi nos ' u n Perl
h upso us ' u n u n hem G re k m i ras ı n ı devralan d ü nyada
nasıl yan kılan d ığı na bir m isal teşkil etmesi hem de o
bölümle ilgi l i olarak söyl e n e n lerin açılmasına katkıda
b u l u n ması için bir yan dan Kant ve Sch i l l er' i n yüce l i k
üzeri n e meti n l e ri n i n , 4 d iğer yandan da siyaset bölü-

.. /. Kitapta büyük ölçüde b u metin takip edilmiş olmakla beraber dü­


şünürün yukanda sözü edilen mesafeli tavnnın da verdiği cesaretle
bazı tasarruflarda bulunulmuş, sözgelimi tekrarlar kimi zaman çıkanl­
mış kimi zaman da dipnotlara kaydınlmış, açıklayıcı dipnotlardan bi­
rinin yerine aynı konuyu daha etraflı ve anlaşılır şekilde açıklayan bir
başka dipnot konulmuştur. İzlenen bu yolun bir başka faydası daha
oldu, dipnotlar (köşeli parantez içindekiler) ve dipnot boyutunu aşıp
"Ekler" bölümünde kendilerine müstakil yer talep eden açıklamalar
kitabın bilhassa "diyalog ve diyalektik" bahsinde sadece yazıldığı dö­
nemin fikri atmosferini yansıtmakla kalmayıp yakın zamanlarda bu
konuda düşünülüp yazılanlara da sağır kalmamasına yardımcı oldu.
Diğer yandan bilhassa köşeli parantez içindeki dipnotlann iki ayrı met­
nin oluşmasına da hizmet ettiği söylenebilir. Çizginin üzerinde büyük
ölçüde herkesin kolayca okuyup anlayabileceği bir metin akarken, al­
tında ve "Ekler" bölümünde o konuda daha derinleşmek isteyenlere
yerine göre ilave bilgi, yerine göre aradıktan bilgiye ulaşabilecekleri
ipuçlan (mesela Grekçe, Latince hatta eski dildeki mukabil ıstılahlan)
sunan şerh yahut haşiyeler kendine yer buldu.
4 Schiller'in yücelik üzerine iki ayrı tarihte kaleme aldığı iki metnin
çevirisi uzunca bir süre bekledikten sonra destekleyici nitelikteki
iki yazı ve bir girişle birlikte Eğ]Um Düşüncesi Dizisinin 5. kitabı ola­
rak yayımlandı. Kant'ın sözü edilen metninin çevirisi ise giriş, yo­
rum ve eleştiri mahiyetinde destekleyici malzeme bulunamadığı
için yayımlanmayı beklemektedir.

33
Tartışma Sanatmm İncelikleri

m ü nde gösteri lmeye çal ışılan şeyin : corrupta rhetorica


yan i sözü n i kna edici güc ü n ü n kötüye ku l la n ı lması ha­
l i n d e işi n son u n u n nereye varacağın ı n olabilecek e n
s o m u t haliyle görülmesi i ç i n b u kitabı n o m u rgas ı n ı
o luşturan Die Kunst, Recht zu behalten'in çevri lmesi
düşü n ü l m üştü . Çeviri devam ederke n ken d i sini h isset­
tirm eye başlayan endişeler tamam landığı nda görmez­
den ge l i n e meyecek boyutlara u laşt ı . N itekim bu e n d i­
şelerin benzerleri çok daha i hmal e d i l e b i l i r ölçekte ol­
makla b i rl i kte o kitap için de mevcuttu ve b u kita b ı n
.
s u n uş yazısında i fade e d i l m işti :

"Öyle bir yere geldik ki attığımız en küçük bir adımın

en uzak yansımasını bile hesap etmek zorundayız.

Onun nerede neye takılacağını, neyi rahatsız edeceğini,


neyin huzurunu kaçıracağını, neyin saffetini bozacağını
düşünmemiz gerekir. Bu zamana kadar yayına hazırla­

nan bütün kitaplarda bu endişe hep göz önünde tutul­

du ve kitapların önündeki uzun önsözler hep bu düşün­

cenin, bu kaygının ürünü oldu."

Dünyanı n çivisi bir kere çıkmaya görsün, bir şeyi dü­


zeltmek veya onarmak maksadıyla yola çıkan en masum
teşe b b üs en olmadık şeki lde anlaşılacak, dolayısıyla ih­
tiyat fayda vermeyecek, basiret kar etmeyecektir. Gerçi
bunun böyle olması patavatsızlığı mazur göstermez. Bi­
ze düşen her şart altında tem ki n ve tee n n iyi elden bırak­
mamaktır. Şimdi anlıyoruz ki eski l er neyin intişar edece­
ğini neyin inhisar altında tutulacağın ı doğru takdir etme­
miş olsalardı veya şimdilerde olduğu gi bi b u n u titizlene­
cek bir mesele olarak görmemiş olsaydı lar d ünya bugün­
leri zor görürd ü .

34
Sunuş

Eserin müellifi " insan doğasının yetersizlikleri n i n üze­


ri ni örtmek için ku llandığı eğri yolların ve hilelerin d i k­
katli ve ayrıntılı biçimde düşü n ü l ü p değerlendirilmesi"ni
ve " kendini beğenmişl i kle ve namussuzl u kla böylesine
yakından akraba olan dar kafalılığın ve yetersizliğin sinip
pusuya yattığı yerlerin tümün ü n açığa çı kanlması"nı bir
"mizaç meselesi" olarak görmüştü . Ama çev i ri tamamla­
n ı p da yayın aşamasına gelindiği nde bu artık iste nilse de
o aralı ktan görü lemiyor, çok daha geniş bir sebep ve so­
nuçlar yelpazesinin ortaya seri l i p değerlendirilmesi ni ta­
lep ediyord u . Böyle bir değerlendirme neticesinde b u ,
insan ların meselelerini tartışılması gereken z e m i n d e de­
ğil de canlan nerede istiyorsa veya nerede işleri ne geli­
yorsa orada tartışmanın yol ları n ı kolay yoldan öğrenme­
lerine vesile olacak bilginin ulu orta ifşa edilmesi olarak
görül d ü . İ nsanlar meseleleri n i tartışılması gereke n ze­
minde değil de canları n ı n istediği veya işleri n e gelen yer­
de tartışmanı n yolları n ı öğrendikleri nde bununla yetin­
meyecek, bu defa haklı haksız olduğuna aldı rmaksızın
her türlü araca başvurarak o tartışmadan herhalde galip
çıkmanın usullerini de öğrenmek isteyecek ve bu böyle
devam edecekti . O zaman ister istemez aşağıdaki soru­
larla karşılaşılacaktı:
Hakikate sadakat yüreklendiri l i p teşv i k edileceği ne
her yerde her vesileyle yüz geri edilip küstü rül ü rken sa­
dakate mizacen m üsait olmasalar da zarar verecek şey­
tan lığa sah ip olmayan henüz "uyan mamış"lara sadakat­
sizliği n yol l arı n ı n gösteril mesi doğru olur m uyd u? Sözü n
ikna edici gücü n ü n kötüye kullan ı m ı n ı n örnekleri n i n
toplu halde s u n u l ması bilmedikleri yollan gösteri p, akı l­
larına gelmeyen hileleri öğretere k istismarcıları n kendi
çapları ndaki istismar kabi l iyetleri n i n gel iştiri lmesi ne h i z­
met etmez m iydi? İ kbal avcısı siyasetçiler, servet ve şöh-

35
Tartışma Sanatmm İncelikleri

ret peşindeki dava vekilleri , hülasa mugalatayı meslek,


safsatayı meşrep haline getirenler b u sayede ellerine ye­
ni geçirdikleri silahlarla işlerini daha rahat görmezler
m iydi?
Maalesef bu soruların bekl e diği cevaplar gön ü l ra­
hatlığıyla veri l e m e diği dolayısıyla hasıl olan end işe ve
teredd ütler giderilemediği için çeviri n i n yayımlanma­
sından vazgeçildi ve o gü nden bugü n e yayı mlanması
bir daha düşü n ü lmedi . O halde b u yayın faal iyeti illa
sorgulanacaksa soru lması gereken ası l soru şu olmalı­
d ır: Bu on yı l l ı k süre içerisinde ne o oldu da o gün ya­
yım lan ması mahzurlu görü len aynı eser bu gü n yayınla­
nabilmektedir?

.36
iV

Çok şey oldu.


Artık on yıllara yüz yıl l an sığdınyoruz.
Şu son on yılda e n başta bir hak hakikat tartışması
baş gösterdiğinde sadakatleri n e binae n "onlar haktan
haki katten başka bir şeyin hatırı n ı gözetmez" d iyere k
korkmadan çekinmeden hake m l i kleri n e veya tanı kl ıkla­
rı na başvurabileceğimiz i nsanl arı n : onlar "hak haki kat
bahis mevzuu olduğunda o n u nefisleri n e hoş gelen bir
şeye kurban etmezler, o nun için sözü eğip bükmeye,
meseleyi çarpıtıp saptırmaya tevessül etmezler" d iye bi­
leceğimiz i nsanların sayısı: süratle azal d ı .
Şu son on yılda en büyük yarayı hakikat aldı: Sınırlarla
o kadar oynandı ve neticede zemin o kadar kayganlaştı ki
hakikatin tebarüzü ve tebellürü fiilen mümkün olmaktan
çıktı . Ve bir zih niyet olarak yararcılık ve çıkarcılık önüne
çıkan her bendi aştı ve bütün kaleleri düşürdü. Eskiden
olduğu gibi "gücün hakkı, hakkın gücü" bir retorik olarak
karşı karşıya getirilmeye devam etti etmesine ama gücün
tahakkümü dur durak, sınır uğrak tanımadı.
Çü n kü hesapçı l ı k h e r şeye sirayet etti . İ krar vere n l e r
ikrarlarıyla h esapları n ı tel i f edemed ikleri n d e h esapları­
nı gözden geç i recekleri n e i krarları n ı tev i l edere k vak­
tiyle i l k b üyü k cinayeti işlemişlerd i . Şimdi ki l e r veri l e n
i krar uğru na hesaplardan geçecek sadakate sahi p o l­
mamaları bir yana, çıkıp m e rtçe yar uğrun a serd e n ge­
çecek yürek de yok bizde deyip açı ktan i n karda b u l u­
nacakları na fısk ve n i fa k yol u n u tutup i krarların ı eğip
b ü kerek hesaplarıyla uyuşturmayı öğre n d i ler. Böylece
ataları m ı z ı b i r kez daha yalancı ç ı kard ılar. O n lar " H ay­
van yuları ndan i n san i krarı ndan tutu l u r" d iyorlard ı .

37
Tartışma Sanatmm İncelikleri

B u n lar gem i azıya aldılar ve kend i l e ri n i h i ç b i r şeyin tu­


tamayacağı n ı gösterdi ler. Bu eğip b ü kü c ü l ü k, b u kıl ı f
b u l u c u l u k ve kitabına uyd urucu l u k keyfi l iğin ve i nsaf­
sızlığın daha önce tan ı k o l u nmad ı k türü n ü besl edi ve
gü rbüzleştird i . Keyfi l i k gürbüzleşti kçe i l kesi z l i k h e r sa­
haya ege m e n olan tek i l ke o l d u .
Artı k i n sanları n karşılaştı kları meselelerin h i ç b i ri tar­
tış ı l ması gere ken zem i nd e tartış ı l m ıyor. O n u n yeri n e
d ü nyan ı n h e r ye rind e aynı anda dolaşıma soku lan , son­
ra kalabalı kları n çı karlarıyla sigortalanan kavramlar ba­
his kon usu meseleyle ilgi l i olsun olmasın her tartışma­
ya b i r postu lat olarak h ü kmed iyor. Z i h i n l e r daha evvel
b u n lara uzun b i r propaganda süreci içinde u staca ha­
z ı rlandığı için yapılan itiraz fayda v e rm iyor, anında geri
püskü rtül üyor. Dolayısıyla m u teriz itiraz ettiğiyle kalı­
yor, üste l i k b u gibi durumlar için başın dan öngörü l erek
hazırda b e kl eti l e n yaftalarla yaftalanarak mahkum edi­
l iyor. Dahası b i r m üddet sonra b u yaftalarla h e rkes yıl­
d ı rı l ı p s i n d i ri l d iği için kimse kendisinde itiraz edecek
gücü b u lamıyor.
Bu kavramların bütün güçleri n i her vesileyle ve vası­
tayla m ütemadiyen tekrarlanarak insanları n zihinl erine
kazı n ı lmasına borçlu olan içi boş sloganlardan başka b i r
şey olmadığını b u nları yerl i yersiz her şeye b ulaştıranlar
da dah i l herkes biliyor. O sebepten ötürüd ür ki b u n ların
ne mantık ne m uhakeme süzgecinden geçiri lmelerine
taham m ü l edil ir, ne d e böyle bir şeye fırsat ve meydan
veril ir, teklif edilenlere ( "teklif" burada sözün gelişidir,
en hafi f tab i riyle aslında bu "dayatma", süreci gerçeğe
en yakın resmedense " beyin yı kama"dır) b u nları kabul­
den başka bir yol bırakı lmamıştır. s

5 Bu kavramların Aydınlanma mirasıyla ilişkisi ile ilgili olarak bkz. G.


E. Lessing, insan Soyunun Eğitimi, Aydınlanma, Din ve Eğitim (Say
Yayınlan, Eğitim Düşüncesi Dizisi: 20 l l ) . p Aydınlanma: Cevabı Ka­
ranlıkta Kalan Sorula� başlıklı hazırlık yazısı.

38
Sunuş

Zeminlerinden uzaklaştırı lan ve slogan kavramların


dayatması altın da sürdürülen tartışmalarda artı k saptır­
man ı n her türü n e başvuruluyor, çarpıtman ı n her çeşidi
rahatça kullanılıyor. Artık bu kon u da kimse n i n kimseye
bir şey öğretmesi ne gerek yok. Kimse n i n yitireceği ma­
sumiyet de. Öğrenim e ksiğini m izaç kapatıyor!
Daha da hazini bütün bunları fırsat bilen bezirgan lar
nerede savun ulabilir bir dava görse oraya hemen tezgah
kuru p onun bütünl e olan bağın ı , bütü n ü n içinde tuttuğu
yeri hiçe sayarak sanki kendi başına, kendinden i baret
bir m eseleymiş gibi sav u nmaya kalkıyor ve böylece kaş
yapayım derken göz çı karıyorlar.
Ve b u nlar daha iyi gün lerimiz. Kötü günler i leride .

39
v

Ama her şeye rağmen hala hakikate sadık kal ı p bir me­
seleyi her türlü saptırma ve çarpıtma çabalarına karşın
zemininde tartışmaya çalışan ve o meselenin hakikati
neyse onun ortaya çıkması için çırpınanlar var. Üstelik
karşıları ndakilerin haki kat diye bir dertleri n i n olmadığı­
n ı , başka emellerinin, gizli hesaplarının olduğunu bil­
meksizin. Onların bu gizli emellerini önleri n e ne gelirse
gelsin kuru l u bir maki n e gi bi hep ayn ı slogan kavramla­
rı n yakınına getirm eye çalışmaları , sonra da insanları n zi­
h inleri n i n hazırlanmışlığını fırsat bilip itiraz edilmezliğin
gücün ü yanl arına alarak diledikl eri nce çarpıtmaları ele
veriyor. Ama karşımızda ne bir din mensu bu var, ne de
umdeleri ve esaslan herkesçe bilinen açık bir öğretinin
bağlısı.
Oysa yakın zaman lara kadar b u ü l ke için ü l küsü olan
ve o ü l küyü herkesle paylaşarak hayata geçirmeye çalı­
şanlara hep bir ağızdan "demokrasinin sağladığı imkan­
larla demokrasinin çanına ot tıkamaya çalışan lara göz
yumulamaz! " denip d ü nya dar ediliyord u . Bugün zemi­
ninden uzakl aştırı l ı p tekrar ve tel ki nlerle sorgulanması
unutturulan slogan kavramların gölgesinde yapılan tar­
tışmalarla bizzat demokrasi denilen şeye kastedil iyor
kimsen i n sesi çıkmıyor. Demokrasi hayat hakkın ı orta­
dan kaldıracak olan l ara hayat hakkı tanıyacak kadar kör
olamaz deniyord u , bugün herkesin ağzına bir parmak
bal çalarak kolayca kalabalı ktan avutacak bir oyun hali­
ne getiri liyor kimsenin sesi ç ı kmıyor. Serbestiyet deni­
yor, serbestliğin b ütün cüzleriyle mevcut olması gereken
yerde her biri birer "Dur!" işareti işlevi göre n , hatta se be-

40
Sunuş

bi v ücutları anlaşılmadığı için daha zorba ve buyurgan


olan sloganlarla yol kesiliyor, hür düşünceye pranga vu­
rul uyor kimse n i n sesi ç ı km ıyor.
O l u r olmaz her şeye sesi çıkanların sesi neden çık­
maz oldu? Sesi çok çıkanların sesin i kim kıstı? Demek
b u ü l kede yasakçılık da yasak savıcılık gibi başkaları adı­
na yapılıyormuş.
Bütün bunlara rağme n hala haki kate sad ı k kalı p bir
meseleyi haki katin i n ortaya çıkmasına katkıda bulun­
mak için tartışmakta diretenler şunu da bilmiyorlar: Ha­
yat hakkını ortadan kaldıracak olan ları seçip ayıramadığı
için hayat hakkı tan ıyacak kadar kör olan demokrasi ler­
de sükütlarıyla istedikleri n e hayat hakkı bahşetme iste­
d i klerinden onu geri alma kudretin i ele geçirmiş olanlar
eskisi kadar insafl ı ol mayacaklardır. Bir kez menziline gi­
renler bilsinler ki bir daha çıkamayacaklar ve ölümüne
takip edilece klerdir. Takipte oldukları bir müflisin iflasın­
dan , bir sakıtın sükutundan daha kolay an laşılacaktır.
Ama haki kat sevdalı ları hakikatin ken d i l e ri n e vere­
ceğin i bu d ü nyada başka h iç b i r şeyi n vere meyeceğin i
b i l i rler.

Zira kim ki ona kendisini verir kendisini bulur.

41
Bir tartışmada hakikati bulup ortaya çıkarmak yerine öne sürdü­
ğümüz şeylerin lehine önyargıların bizi tutsak etmesine nasıl izin
verdiğimiz; izin vermekle kalmayıp ardından davayı bile bile yoku­
şa sürmenin, dolayısıyla hakkı adaleti engellemenin, hatta bunun
için hır çıkarmanın ne tür bir yaradılışla veya yaradılıştan gelen za­
yıflıkla ilişkili olduğu; bu kadarla da kalmayıp bu hal bir maraz ya­
hut arıza olmaktan çıkarak bir mizaca dönüşme istidadı gösterdi­
ğinde kişi olarak bizi, ekseriyeti bu kişilerin oluşturması halinde
toplumu nasıl bir tehlikenin beklediği gibi meselelerin ele alındı­
ğı hazırlık yazısı kitapta kendisine ayrılan yerin sınırlarını aştığı
için talihi yar olur da iklimini ve rüzgarını bulursa ileriki günlerde
müstakilen yayımlanacaktır.

42
TARTIŞMA (ve İKNA) SANATININ
İNCELİKLERİ
Giriş:
Belagat yahut Etkili Konuşma Sanab *

Belagat yahut etkili konuşma sanatı başkalarında bir şeyle


ilgili görüşümüzü veya kanaatimizi uyandırma, onların duy­
gu dünyasında o konudaki hissiyatımızı canlandırma ve
böylece onu bizimle aynı duyguyu paylaşacak ruh haline
sokma yeteneğidir. Bütün bunlar sözcükler sayesinde fikir­
lerimizin onların kafasına ustalıkla hücumunu sağlayacak
şekilde yapılır ve bu akış öyle bir güçle gerçekleştirilir ki
onların düşünceleri tuttukları istikameti terk eder ve bizim­
kilerle aynı yolu takip etmeye başlar. Onların daha önce
tuttukları düşünce yolu bizimkinden ne kadar farklıysa bu
ustalık eseri başarı da o kadar büyüktür. Bir kimsenin ken­
di kanaatinin ve hissiyatının belagat bakımından onu ne
kadar kudretli kıldığı ve genel olarak belagatin sanat eseri
olmaktan çok doğal yetenek olduğu buradan kolayca anla­
şılır. Ancak burada dahi sanat doğayı destekleyecektir.
Bir başkasını sıkı sıkıya tutunduğu bir yanlışla çatışan
bir doğruya ikna etmek için riayet edilmesi gere ken ilk
kural kolay ve doğal bir kuraldır, yani : önce mukaddem
( öncüller) I gelsin, istidlal ( va1y1)2 onu takip etsin. Ancak
bu kurala nadiren riayet edilir, hatta tersine çevrilir; çün­
kü heveskarlık, acelecil i k ve dogmatik güven3 bizi son uç

• Die Welt als WJJ/e und Vorstellung, Bd. iL Kap. XI: Zur Rhetorik.
ı ( : die Pramissen . J
2 ( : d i e Konklusion. J
3 ( : die Rechthaberei, fikir beyan etmede kesinlik, bir fikri akli temelle­
ri yeterince güçlü olmadıgı halde hiçbir tereddüt belirtisi göstermek­
sizin hatta kibirle kurumla ileri sürme. )

45
Tartışma Sanatının İncelikleri

yahut istidlali onun tam karşısındaki yanlışa bağlı olan


kimsenin yüzüne gürültüyle patırtıyla ilan etmeye sevk
eder. Bu onu kolayca çekingen ve ihtiyatlı hale getirir, ar­
dından da bunların hangi sonucu getireceğini bi ldiğinden
bir temellendirmenin dayanağı olarak ileri sürü len bütün
esas4 /delil ve öncüllere kararlı biçimde karşı çıkar. Bu
yüzden ulaşılmak istenen sonuç bütü nüyle gizlenmeli ve
sadece ona varmak için gerekli olan temellendirmenin
öncül ve illetleri açık seçik, tam ve her açıdan verilmeli­
dir. Hatta eğer mümkünse bu sonucu açık açık dile getir­
mekten dahi kaçınmalıyız. O dinleyicilerin akl ı nda zorun­
·
1 u ve mantı ki olarak kendiliğinden belirecektir ve on ların
içinde ol uşan kanaat böylece çok daha sam i m i olacak­
tır; ayn ca ona utanç hissi ye ri ne öz saygı e ş l i k edecek­
tir. G ü ç ve sıkıntı l ı d u rumlarda, asl ı nda peşinde o l d u­
ğu m u z sonucun tam tersi bir sonuca u laşmak istiyor­
muş gibi bir tavır ve kıl ığa bi l e bürü n e b i l iriz. Sh akes­
peare ' i n Julius Caesar' ı n daki Anto n i u s ' u n ü n l ü kon uş­
ması b u n u n bir örneğidir.
Bir şeyi sav u n urken çokları ken d i l eri n e tam b i r gü­
ven içerisi n d e , o n u n l e h i n e söyl e n e b i l e c e k tasavv ur
e d i l e b i l i r h e r şeyi i l eri s ü rm e ve doğru , yarı doğru ve
sadece akla yakı n olanı b i r b i r i n e karıştırma yan l ı ş ı n ı
yaparlar. Fakat yan l ış ç o k geçm e d e n a n l aş ı l ı r veya o l ­
madı h isse d i l i r, ard ı ndan o n u n l a b i rl i kte i le ri sürü l m üş
olan doğru ve ikna e d i c i d e l i l l e ri n üzeri n e de kuşku­
nun gölgesi d üşer. O halde faz l adan h i ç b i r şey i l ave et­
meks i z i n sadece doğru ve i k na e d i c i olan veri l m e l i ve
b i r doğru n u n yetersiz, d o l ayısıyla m ugalatacılara özgü
d e l i l ve te m e l l e n d i rm e l e rl e sav u n u lmasına karşı uya­
n ı k o l u nmalıd ır. Ç ü n kü hasım b u n ları h ü kümsüz kı l a­
b i l i r ve böylece çıkıp o rtada b u n larla deste kle n e n doğ­
ru n u n ke n d i s i n i de ç ü rütmüş gi bi caka satab i l i r; b i r

4 ( : Grund: temel, sebep, beyyi ne, illet . )

46
Giriş: Belagat yahut Etkili Konuşma Sanatı

baş ka söyleyişle o argumenta ad homin emi argumen­


ta ad rem4a gi b i i l eri süre b i l ir. B e l ki de Ç i n l i le r b u n u n
tam tersi yö nde ç o k i l e ri giderler, ç ü n kü on lar şu d üs­
tura göre hareket ederler: "Belagat kudreti n e ve kes­
ki n b i r d i l e sah i p kimse her zaman b i r c ü m l e n i n yarı­
s ı n ı söyleyip yarı s ı n ı b ı raka b i l ir; hakl ı l ığından kuşku
duymayan kimse ken d i n e güve n e re k i d d i as ı n ı n üçte
b i ri n i tes l i m e d e b i l ir. "

4a Bkz. aşağıda 20 numaralı dipnot.

47
Tartışma ve Çekişme ·

Toplu Bakış

• Parerga und Parallpomena, Bd. i l , Kap. i l : Zur Logik und Dialekti k.


Tartışma, teorik bir kon u üzeri n e karşılıklı konuşma5 h i ç
kuşkusuz her i k i taraf için de ç o k yararlı olabilir, ç ü n kü
tartışma tarafları n sah ip oldu kları düşünceleri doğrular
veya teyit eder ve aynı zamanda yenileri n i uyandırır. Ço­
ğu zaman kıvılcımlar doğuran i ki fikri n çatışması veya
çarpışmasıdır;6 ancak bunun aynı zamanda cisimlerin
çarpışmasına benzer bir yanı da vardır, çünkü zayıf olan
çoğu kez ona katlanmak zorunda kalır, oysa kuvvetli
olan bundan galip çıkar ve muzaffer bir tavır ve eda ta­
kınır. Bu bakımdan tartışmanı n tarafların ı n da herhalde
bilgi bakımından olduğu kadar zeka ve yetenek bakım ın­
dan da birbiri n i n olabildiği nce dengi olması gerekir. Eğer
biri n i n bilgi e ksiği varsa o au niveau7 değildir ve dolayı­
sıyla diğeri n i n delil ve temellendirmeleri n e karşılık vere­
meyecektir; deyiş yerinde ise o çekişmede ringin d ışın­
da duracaktır. Ama eğer zeka ve kavrayış bakımından
e ksiği varsa, çok geçmeden içinde uyanacak olan öfke
ve hiddet nöbetleri onu tartışmada her türlü çirki n hile
ve bahaneye başvurmaya, bilerek güçl ü k çıkarmanın her
çeşidinden yararlanmaya yöneltecek ve di kkati b u nlara
çekilerek meselenin esası kendisine gösterildiğin d e b u
kez de i ş i bayağılaşmaya kadar götürecektir. Dolayısıyla
nasıl ki m üsabakalara nesep ve mevki bakımından birbi­
ri n i n dengi olanlar kabul ediliyorsa tartışmalarda da böy­
le olmalı ve her şeyden evvel bir bilgin cahi l birisiyle tar-

5 [: das Disputieren: münazara. )


6 [: Barikayı haki kat müsademeyi efkardan doğar. )
7 ( : Evsafa uygu n, denk. )

51
Tartışma Sanatının İncelikleri

tışmamalıdır; eğer tartışacak olursa en iyi d e l i l ve temel­


lendirmeleri n i o n lara karşı kul lanamayacaktı r, çünkü ca­
hiller b u nları anlayacak ve üzerleri n e düşünecek bilgi­
den yoksundurlar. Ama eğer getirdiği delilleri bu can sı­
kıcı d urum içinde onlara (anlayacakları şekilde) açıkla­
maya çal ışırsa bu çabası n ı n başarısızl ı kla sonuçlanması
galip_ihtimaldir. Hatta kötü ve kaba saba bir karşı delil
ile kendileri kadar cahi l olanların gözünde n eticede hak­
lı bile görünece klerdir. Ve bu yüzden Goethe Westöstlic­
her Diwan' da der:

" Lass dich nur zu seiner Zeit


Zum widerspruch verleiten:
Weise verfallen in Unwissenheit,
Wenn sie mit Unwissenden streiten . "B

Ne var ki eğer hasmın zeka ve anlayış bakımından eksi­


ği varsa ve o b u e ksikliği n i bilgi edinme ve hakikate u laşc
ma yönünde samimi bir çabayla dengelemiyorsa d u ru m
daha da kötüdür. Çünkü eğer o böyle bir çaba içerisin­
de değilse karşılaşacağı en küçük m üşkülde kendisini
en nazik yerinden incinmiş ve yaralanmış h issedecektir;
ve b u n dan böyle onunla her kim tartışırsa derhal farkı na
varacak ve d ikkat kesilecektir: Benim o nun aklıyla, fik­
riyle bir al ıp vereceğim yoktur, benim ası l işim onun te­
mel parçasıyla, yani i radesiyledir, ve o n u n için de önem­
li olan tek şey nihayetinde per tas veya per nefaS'l gali p
gelmektir. Dolayısıyla o n u n a kl ı artık sadece ve m ü nha­
sıran h i l el ere, düzenbazlıklara ve her türden çirki n l iğe

8 ( : İzin venneyin hiçbir zaman


Götürülmenize haklı olmayan biçimde delile;
Cahillerle tartışırken akıllı
Gömülür boğazına kadar cehaletin içine. ) .

9 ( : Öyle y a da böyle, h e r ne pahasına olursa olsun. )

52
Tartışma ve Çekişme

yönelir; ve son unda bunlardan yararlanma yollan kesil­


diğinde bu kez de sırf hissettiği aşağıl ı k d uygusu n u n bir
ölçüde bedelini ödemek ve tartışanları n d u ru m u na ve
koşulları na göre fi kirleri n çatışmasını daha büyük bir ba­
şarı şansına sahi p olduğu nu umduğu bedenleri n kavga­
dövüşüne döndürmek için kabal ı k ve bayağılığa başvu­
rur. Böylece i kinci kurala geliyoruz : Sın ırlı akla/zekaya
sahip kimselerle tartışmamalıyız . Buradan geriye bir tar­
tışmaya girebileceğimiz çok sayıda kimse kalmadığı n ı
zaten görebiliri z . Gerçekten ancak istisna d u ru m unda
olan kimselerle tartışabil iriz.
Ö te yandan insanlar kendileriyle aynı görüşü paylaş­
madığımız zaman genellikle gücenip darılırlar; ama o za­
man da görüşlerini sırf benimseyip kabul edebilmemiz
için değiştirirler. Şimdi onlarla giriştiğimiz bir tartışmada,
yukanda zikredilen ultima ratio stultoruma • o başvurma­
dıklannda bile çoğu kez sadece kızgınlık ve küskü nlüğe
tanık oluruz. Çünkü burada sadece onlann zihni/fikri ye­
tersizlikleriyle deği l , fakat tartışırlarken başvurd u klan
usullerin sık sık tanık olunan haysiyetsizliğinde çok geç­
meden kendisini gösterecek olan ahlak bozukl u klanyla
da uğraşmak zorunda kalırız. Sonunda haklı çıkmak için
başvurduklan hileler ve düzenbazlıklar, kasıtlı olarak çı­
kardıkları güçlükler o kadar çok ve çeşitli , ama bir o ka­
dar da düzenli olarak tekrarlanır ki bundan birkaç yıl ön­
ce bunlar üzerine derinlemesine düşünmek zorunda kal­
dım ve tartışma konulan ne kadar çeşitli ve tartışan kim­
seler ne kadar farklı olursa olsun dönüp dönüp hep aynı
hilelere ve düzenbazlıklara başvurulduğunun ve bunlann
tan ınmasının çok kolay olduğu nun farkına vardıktan son­
ra dikkatimi bunlan n bütünüyle biçimsel u nsuruna yönelt­
tim . Bu o zaman beni bu hile ve düze n bazlıklann salt bi­
çimsel yanını maddi yanı ndan ayırma ve deyiş yerinde ise
onu su katılmamış anatomik bir numune olarak teşhir et-

1O [: Ahmakların son çaresi . ]

53
Tartışma Sanatmm İncelikleri

me fi krine yöneltti . Bu yüzden tartışmalarda sık sık karşı­


laşılan dürüstlü kten uzak tüm hileleri topladım ve bunla­
nn her birini kendine özgü zemin ve süreç içinde açı kça
gösterip örnekler verdim, isimlendirdim. Sonunda bunla­
ra karşı, bir savunma biçimi olarak kullanılacak yol ve
yöntemleri ilave ettim ; ve buradan biçimsel bir eristik di­
yalektik gelişti . Şimdi bu diyalektikte, eristik diyalektiğin
şeki l leri olarak yukanda zikredilen saldın hileleri, mantık­
ta kıyas şeki llerinin ve retorikte retorik figürlerinin aldığı
yeri aldı. Bunlar sözü edilenlerin her ikisiyle şu özelliğe
müştereken sahiptir: tatbikatlan nazariyatı önceledikleri
içi n belli ölçüde bunlann doğuştan oldukları söylenebilir.
Bu sebepten ötürü kullanmak için önce bunları öğrenme­
ye i htiyaç duymayız . Dolayısıyla salt biçimsel olarak ele
alınıp anlatı lmaları baş eserimin i kinci cildinin 9. bölü­
münde mantık, diyalekti k ve retorikten müteşekkil olarak
ortaya çıkan akıl tekniği için tamamlayıcı olacaktır.
Bildiğim kadarıyla daha önce bu tür bir girişimde bulu­
nulmadığı için bu konuya hazırlanmama yardımcı olacak
herhangi bir eserden faydalanma imkanım olmadı. Aristo­
teles'in Topika'sı yer yer faydalandığım tek eserdi ve ger­
çekleştirmek istediğim şey açısından iddialan/beyanları
i kame/serdetme (KawcrKcuaÇı::ı v) ve nakz/cerhetmede
(avacrKı::ooÇı::ı v) ı ı kurallarının bir kısmını uygulama imkanı
buldum. Fakat Diogenes Laertios'un zikrettiği Theophras­
tos'un eseri, 'AycovıcrnKOV tfiç ıtı::pi toi>ç EpıcrnKoi>ç /.,,6youç
eı::opiaç, 1 2 bunun için gerçekten uygun bir kitap olmal ı ;
am a belagatle ilgili bütün yazılarıyla birlikte kaybolmuştur.
Platon da tıpkı füa}J;yı::creaı ı .3 öğreten füaAı::KnJdı ı 4 gibi
f:piÇı::ıv ı s öğreten ÔVLLAOYLKi] tEXVT]'ye I 6 değinir (Devlet, k.

ı ı ( : Ausstellen und UmstoJ3en der Behauptunge n . J


ı2 ( : Tartışanlar üzerine nazariyat kılavuz kitabı. )
ı .3 ( : Tartışma, müzakere . )
ı4 ( : Karşıl ı klı kon uşma sanatı . "Ekler" bölümünde "Diyalogdan D fyalek­
tige" başlıklı 1. Numaralı e ke bakınız. )
ıs (: Tartışmak, ispat etmek. )
ı6 (: Çürütme sanatı . )

54
Tartı şma ve Çekişme

V, s. 1 2 , ed. Bip. ) . Yakın zamanlarda kaleme alınmış kitap­


lar arasında ttalle'den müteveffa Profesör Friedemann
Schneider'in Tractatus logicus singularis in quo processus
disputandi, seu offlcia, aeque ac VITJA DJSPUTANTlUM ex­
hibenturI 1 (Halle, 1 7 1 8) başlıklı kitabı en çok işime yara­
yan kitaptı. Bu eser cedelde/çekişmede karşılaşılan çirkin­
liklerle i lgili birçok örneği vitia üzerine bölümlerde açıkla­
dığı kadarıyla yararlıdır. Ancak yazarın zihninin geri planın­
da tuttuğu her zaman sadece resmi akademik tartışmalar­
dır; aynca konuyu ela alış tarzı, bu tür fakülte seri imalat­
lannda hep rastlandığı üzere, genel olarak zayıf ve yetersiz­
dir; üstelik fevkalade kötü bir Latinceyle kaleme alınmıştır.
Joachim Lange'nin bir yıl sonra yayımlanmış olan metho­
dus disputandisi l B kuşkusuz daha iyidir, ama tasavvur etti­
ğim şey bakımından uygun hiçbir şey içermez.
Ben im bu daha eski tari h l i eserimi şimdilerde yeni­
den gözden geçi rmeye girişmemle birli kte ortak i n san
doğası n ı n yetersizliklerinin üzeri n i örtmek için kullandı­
ğı eğri yol ları n ve hi leleri n böyle d i kkatli ve ayrıntı l ı bi­
çimde düşü n ü l ü p değerlendirilmesinin artık mizacıma
uymadığı nı görüyor ve bu sebepten ötürü onu bir kena­
ra bırakıyorum . B u n u n la beraber kon uyu ele alış tarzım ı
gelecekte bu tür bir şeye girişme isteği d uyabilecek olan­
lara daha tafsilatlı olarak anlatmak için burada bir ya da
i ki saldın hilesini örnek olarak göstereceğim , ama daha
önce aynı eserden her tartışmada temel teşkil eden şeyin
ana hat1anm vereceğim. Çünkü b u bize genel olarak tar­
tışmanın soyut çerçevesin i , deyiş yerinde ise iskeletin i
verir ve bu yüzden o tartışmanın osteolojisi ı 9 olarak gö­
rülebilir. Açıkl ığı ve bir bakışta görülebilirl iği nedeniyle
burada zikredilmeye değerdir.
İ ster akademik ders odaları n da ister mahkeme sa­
lonlarında dinleyiciler huzuru nda ister gündelik soh bet-

17 [ : Tartışmada kullanılan yöntem, tartışmanın kuralları ve aynca TARTI­


ŞANLARIN KUSURLARI'nın açıklandığı özel mantık ıisalesl . )
ıB [ : Tartışma usul ü . )
19 [ : Osteologie, kemikbilim. l

55
Tartışma Sanatının İncelikleri

terde cereyan etsin her tartışmada takip edilen ana


usul/işleyen temel süreç şu şekildedir:

Bir sav yahut iddia ortaya atılır ve b u n u n çürütülme­


si gere kir; şimdi bu hedef için iki tarz ve i ki yol vardır.

( l ) Bu tarz yahut biçimler ad rem ve ad hominem ve­


ya ex concessi.sdir: ıo Söz konusu meselenin tabiatıyla
bağdaşmadığını gösterere k iddian ın mutlak ya da nesnel
haki katini ancak biri nciyle çökertiriz. Bununla beraber
. öbürüyle, onun iddiayı savunan kişinin diğer iddiaları ve­
ya kabulleriyle çeliştiğini göstermek ya da temellendirme­
lerinin savunulamaz olduğu, bu durumda da bizatih i id­
dian ın nesnel haki katinin gerçe kte kararlaştırılmamış ola­
rak kalacağı ortaya kon ulmak suretiyle sadece izafi haki­
kati ni çökertiriz. Sözgelimi felsefenin veya doğabiliminin
meseleleriyle ilgili bir tartışmada hasmımız (bu duru mda
kaçınılmaz olarak bunun bir İ ngiliz olması gerekir) cesa-

20 (Sırasıyla: şeye göre, kişiye göre, kabullerden hareketle temellendir­


me (yaparak tartışma) .
" İleri sürdüğüm delilden çıkardığım doğru ya ( 1 ) nesnel ve evren­
sel geçerliliğe sahip bir doğru olabilir ki bu durumda delilim secundum
veritatemdir, hakikate sadıktır. Ancak böyle bir delil hakiki bir geçerli­
liğe sahiptir. Ya da ( 2 ) o sadece iddiamı ispatlamak istediğim, dolayı­
sıyla tartışmakta olduğum kişi için geçerli olan bir doğru olabilir. Bir
başka söyleyişle tartıştığı m kişi ya bir iddiayı bir önyargı olarak toptan
ve ebediyen ben imsemiş ya da tartışma esnasında alelacele kabul et­
miştir; ve ben o zaman getireceğim hüccet yah ut delili ona göre se­
çer ve düzenlerim. Bu durumda o sadece bu insan teki için : ad homi­
nem geçerli bir delil olmuş olur. Hasmımı iddiamı kabul etmesi için
zorlarım, ama onun evrensel geçerliliğe sahip bir doğru olarak tanın­
masını isteyemem. Delilim sadece hasmımla aramızdaki tartışmada
işe yarar, onun dışında kimsenin işine yaramaz. Sözgelimi hasmım
Kant'ın bir tilmizi olsa ve ben delilimi ve temellendinnemi bu düşü­
nürün bir ifadesine dayandırsam bu kendi başına ancak ad hominem
olan bir delildir. · Ama düşünürün bu ifadesi aynı zamanda herkesin
kabul ve teslim ettiği evrensel bir haki katse o zaman secundum veri­
tatem bir delildir. Aşağıda aynca ele alınacaktır. )

56
Tartışma ve Çekişme

ret edip Kitabı Mukaddes' e dayalı delil ve temellendirme­


lere başvurmaya kalkıştı , o zaman biz onu bu türden de­
lil ve temellendirmelerle çürütebiliriz, her ne kadar bun­
lar meseleyle ilgili hiçbir şeyi çözüme kavuştu rmayan bi­
rer argumentatio ad hominemden başka bir şey olmaya­
caksa da. Deyiş yelinde ise bu durumda biline ondan al­
dığımız aynı parayla ödemede bulunuyormuş gi biyizdir.
Birçok durumda bu modus procedend1'2 ı davacının mah­
kemede davalının da sahte bir makbuzla geri gönderdiği
sahte bir emre mu harrer senet imal etmesi ne benzetile­
bilir, ama her şeye rağmen borçlanma yapılmış olabilir.
Fakat tıpkı bu son durumda old uğu gibi salt argumentati­
o ad hominem çoğu kez kestirme yol üstünlüğüne sah i p­
tir, çünkü her i ki durumda da meselenin tam ve gerçek
izahı çoğunl ukla fevkalade karmaşık ve güç olacaktır.
( 2 ) Ayrıca bu iki yol doğrudan ve dolaylıdır. İ l ki idd ia­
yı temellerinden veya illetlerinden, i kincisi ise sonuçla­
rı ndan vurur. İ l ki iddianın doğru olmadığı n ı , i ki ncisi doğ­
ru olamayacağı nı göste ri r. Bunu biraz daha ayrı ntılı ola­
rak ele alıp değerlendireceğiz.
(a) Doğrudan çürüterek ve böylece iddianın temelle­
rine veya illet/erine saldırarak ya nego majorem veya ne­
go minoremıı diyere k-ki bunları n her i kisiyle de iddia­
yı ol uşturan son ucun konusuna/temel fikrine saldırı rız­
bunları n bizati h i doğru olmadıklarını gösteri riz; ya da ol­
madı bu teme lleri veya illetleri kabul ederiz fakat bun la­
rı n bu iddiayı desteklemediği n i gösteri riz;23 dolayısıyla
nego consequentiam24 deıi z ve bu durumda sonucun bi­
çimine saldırırız.

2 1 ( : Tarzı hal, usul . )


2 2 ( : Büyük/küçük önenneyi/iddiayı tartışıyorum . )
23 (Ya da: b u iddianın bun lardan çıkmadığın ı . . . )
24 ( : (Öncüllerin) sonucu (nu) tartışıyorum. )

57
Tartışma Sanatının İncelikleri

( b ) Dolaylı yoldan çürüterek ve böylece bir falsitate


rationati ad falsitatem rationis va/et consequentiaıs ku­
ral ıyla bunların yan lışlığı ndan iddianın yanlışlığı nı çı kar­
mak için iddianın sonu çlanna saldırarak. Bu duru mda ya
örnekten ya da apagogeden ı6 yararlanabiliriz.
(1) Örn ek, ltvcrwcrıç, bir exemplum in contrarium­
danı1 ibarettir ve iddiayı i fade ettiği şeyden hareketle an­
laşı lan , ama doğru dan onu bağlamayan şeylere veya du­
rumlara işaret ederek çürütür. Dolayısıyla (bu örnekler
veya d u rumlar onun aksi ni söylediğine göre) iddia doğru
ölamaz.
( i l ) Apagoge geçici olarak i d d i a n ı n doğru o l d uğu n u n
kab u l üyle, fakat ard ı ndan o n u n sorgu lanmayan ve d oğ­
ru olarak kab u l edilen başka bir ö n e rmeyle b i rl eşti ri l­
mesiyle meydana geti ri l i r ve böylece bu i kisi ya gen e l
olarak eşya n ı n tab i atıyla y a da kes i n biçimde kab u l edi­
len söz kon usu iddianın i fadesiyle yah u t da iddian ı n
m ü dafi i n i n bir başka beyan ıyla çel iştiği i ç i n sonu­
cu/vargısı açı kça yan l ı ş olan b i r kıyasın ö n c ü l l e ri hali­
ne gel i r . Bu yüzden apagoge seçi len u s u l e göre sadece
ad hominem olabi leceği gi bi ad rem de olabilir. Ş i m d i
eğer sonu ç/vargı her türl ü şüphe ve teredd ü d ü n ötesin­
d e , hatta a priori kesin olan doğru larla çelişiyorsa o za­
man hasm ı m ı z ı n iddias ı n ı ad absurduma i n d i rgemiş
oluruz. Her halü karda ilave e d i l e n öteki ö n c ü l ü n doğru­
l uğu kuşku götürmez o l d uğu için sonucun/vargı n ı n
yan l ışl ığı o n u n idd iasından kaynaklan malıdır. Dolayısıy­
la iddia doğru olamaz.

25 (: Son ucun veya istidlalin yanlışlığı temelin veya illetin yanlışlığından


ileri gelir. l
26 (: Bir şeyi karşıtının imkansızlığını veya mantıksızlığını göstererek is­
patlayan dolaylı temellendirme: hal bihi muhal. Aşağıda m üstakilen
ele alınacaktır. )
27 (: Zıt/karşıt örmek. )

58
Tartışma ve Çekişme

Bir tartışmadaki her saldın yöntemi burada biçimsel


olarak anlatılan tartışma idare usul leri n e indirgen ebilir.
Dolayısıyla eskrimde tierce, quarte2a vb. gibi mutat, ku­
ral l ı hamleler ne ise diyalekti kte de bunl ar odur. Buna
karşılık benim çeşitli kaynaklardan toplayıp sıraya koy­
duğum saldın hileleri belki harp taktikleriyle karşılaştırıla­
bilir; ve son olarak bir tartışmada tehevvür yah ut feveran­
lar ü n iversitelerdeki kaçamaklı cevap verme ustalannın29
sözde kural d ışı dokundurmalarıyla.30 karşılaştınlabilir.
Tarafımdan toplanıp düzene sokulmuş b u saldın h ilele­
rine örnek ve numune olarak burada aşağıdakiler zikre­
dilebi lir.

Yedinci Hile: Genişletme. Hasmın iddiası doğal sınır­


larının ötesine taşınır ve kastettiğinden, hatta ifade etti­
ği nden daha geniş bir an lamda alınır, böylece bu anlam­
da kolayca çürütül ü r.
Ö rnek: A İ ngilizleri n dram sanatında dünyadaki diğer
bütün m i lletleri geride bıraktı kları nı iddia eder. B instan­
tia in contrarirumu makul hale getirir, İ ngi l i zlerin müzik­
te ve dolayısıyla operada kayda değer bir başarılarının
bulunmadığını ileri sürer. Bu saldırı hilesine karşı alın­
ması gereken bir savu nma önlemi olarak: bir itirazda bu­
l u n u l d uğu zaman derhal açıkça ifade edilmiş beyan ya­
hut iddiamızı kullanılan deyimlerle ya da onları n akla ya­
kın biçimde kab u l edilmiş anlam ıyla sıkı sıkıya sınırlama­
mız ve genel olarak onları m ü m kü n en dar sınırlar içeri­
sine çekmemiz gerektiği buradan anlaşılır. Ç ü n kü bir be­
yan yahut iddia ne kadar genişse o kadar çok saldırıya
açıktır.

28 [ : Eskrimde vaziyet alış tarzları . )


29 [ : Universit:Atfechtmaistem. Kılıçla dövüşmek anlamına gelen fechten
fiiline cümlenin son undaki Saıihieben sözcüğünün yardımıyla . )
30 [ : Sauhieben . J

59
Tartışma Sanatının İncelikleri

Sekizinci Hile: Sonuçlar çıkarma eğilimi: Hasmın id­


diasına veya önerm esine çoğu zaman örtül ü olarak,
onunla özne veya yüklem bakımı ndan ilişki l i olan bir
ikinci önerme ekleriz. Bu iki öncülden şimdi hasmın ka­
pısının önüne bırakı lan yanlış ve çoğu kez kötü niyetli
bir sonuç çıkarınz.
Ö rnek: A Onuncu Charles'ı sürgüne gönderdikleri n­
den dolayı Fransızlan över. B derhal karşı l ı k veri r: "Şu
halde siz de kralımızı sürgün etmek istiyorsunuz. " Onun
örtülü olarak e klediği büyü k önerme şunu söyler: "Kral­
larını sürgün eden herkes övgüye layıktır. " Bu aynı za­
manda fallacia a dicto secundum quid ad dictum simp­
liciter'e::ı ı de indirgenebilir.

Dokuzuncu Hile: saptırma: Tartışma esnasında eğer


gittikçe köşeye sı kıştığı m ı z ı , h asm ı m ı z ı n üstü n l üğü ele
geçirdiği n i ve gal ip çı kacağı n ı görüyorsak tam zama n ı n­
da bir mutatio controversiae::ıı i l e ve dolayısıyla tartış­
mayı bir başka kon uya, i kinci derecede ö n e m l i bir şe­
ye, icap ed iyorsa tek bir hamlede çekerek b u tal ih s izli­
ği n ö n ü n e geçmeye çal ışmalıyız. Şimdi b i z b u n u baş­
langıçtaki kon u yeri ne tartışman ı n ası l meselesi haline
geti rm e k için bir soru n o l arak ad landırıp h asma yuttur­
maya çal ışmal ı , böylece hasım d i kkati n i b u n a çevir­
mek için b e klenti içerisinde o l d uğu zaferi yüzüstü bı­
rakmak zoru nda kalmalıdır. Fakat b u rada da kuvvetli
bir karşı d e l i l i n bize karşı süratl e i l e ri s ü rü l d üğü n ü gör­
düğüm üzde biz de b i r kez daha s ü ratle ayn ısını yapma­
l ı ve böylece yeniden başka b i r şeye atlamalıyız. B u n u
on-on b e ş dakika içerisinde on k e z te krarlaya b i l iriz, el­
bette hasmı m ı z sabrı n ı yitirmed iği sürece . Bu h i l e l i

.3 1 (: Sınırlı bir anlamda ileri sürülmüş bir şeyi sınırsız bir anlamda alma
hilesi. Bkz. aşağıda 89 numaralı dipnot. )
.32 ( : Tartışmayı değiştirm e . )

60
Tartı şma ve Çekişme

saptırmaları , tartışmayı yavaş yavaş ve fark edilmez bi­


çimde, bahse kon u edilen şeyle i l işkili bir kon u n u n ,
mü m kü nse gerçekte , sad ece b i r başka ci h etten , has­
mın şahsını i lgi l e n d i ren bir şeyin etrafı nda dön d ü rerek
en büyük ustalı kla icra ede b i l i ri z . Elbette iddianın sa­
dece konusuna bağlı kal ı rsak, öte yandan tartışma ko­
n u s u olan şeyl e h i ç b i r i lgisi olmayan bağlantı ları tartış­
maya dahil edersek bu daha az incelikli o l u r; sözge l i m i
Ç i n Budacıl ığı ü z e r i n e bir kon uşmadan Ç i n l i leri n çay ti­
caretine geçme k gi b i . Ama eğer gel i n e n noktada bu bi­
l e uygulanab i l irl i kten çıkmışsa, o n u bütün üyle ye ni bir
tartışmaya bağlamak ve böylece eskisi nden kurtu lmak
için hasm ı m ı z ı n kazara . u l landığı b i r deyim yah ut i fa­
deye sarı l ı rı z . Sözge l i m i nasmı m ı z şöyle b i r kalı p deyi m
kullanmıştır: " M esel e n i n sı rrı işte b u rada sakl ıdır", biz
hemen keser ve deri z : " O . . . demek siz sırlardan ve sır­
c ı l ı ktan söz ediyors u n u z , bu kon u da ben sizin dengi n i z
olamam dostu m " vs. ve böylece o noktada her şeyi le­
h i m i ze çevirmiş ol uruz. Ama eğer bunu yapma şansı
veri l mezse daha da cü retkarca hareket etm e l i ve ansı­
z ı n bir bakıma b ü t ü n üyle farkl ı b i r kon uya atlamalıyız,
mesela şunun gi b i : " Doğru , ama daha az önce ş u n u da
i l e ri s ü rm üştün ü z " vs. Saptırma u m u m iyetle d ü rüst ol­
mayan tartışmacılar tarafı ndan ( çoğu zaman i çgüdüsel
olarak) kul lanılan h i l elerin e n gözde ve en bilindik ola­
n ı d ı r. O nlar n e redeyse kaç ı n ı l maz o larak başları n ı n
sı kıştığı h e r yerde hemen saptırmaya başvu ru rlar.
Bu yüzden bu tür tartışma hilelerinden kırk kadarını
toplayıp bir araya getirdim. Fakat şimdi inatçılıkla, kendini
beğenmişlikle ve namussuzlukla böylesine yakından akra­
ba olan dar kafalılığın ve yetersizliğin sinip pusuya yattığı
yerlerin tümünü açığa çıkarmanın hoş bir şey olmadığını
görüyorum . Dolayısıyla bu örneklerle yetiniyor ve ayaktakı­
mından kimselerle bir tartışmaya girmekten kaçınmanın

61
Tartışma Sanatının İncelikleri

yukanda zikredilen sebeplerine daha bir ciddiyetle dönü­


yorum. Her halükarda tartışmalar sayesinde bir başkasının
kavrayış/anlayış gücünün yardımına koşmaya çal ışabiliriz;
fakat verdiği cevaplarda bir inatçılık emaresini sezer sez­
mez tartışmayı orada kesmeliyiz. Çünkü çok geçmeden
dürüstlükten uzaklaşıp çirkinleşecektir ve teoride mugala­
ta yahut laf cambazlığı olan şey pratikte hakkın önünü bi­
le bile tıkamak, kasıtlı olarak güçlük çıkarmak demektir.
Fakat burada başvu rulan hileler laf cam bazlı klanndan bile
daha ucuz ve kıymetsizdir. Çünkü irade onun rolünü oyna­
mak için anlayış gücünü bunlarla perdeler. Sonuç her za­
man iğrenç ve tiksindiricidir; çünkü pek az şey bile bile
yanlış anlayan insanı gözlemlediğimiz zamanki kadar bü­
yük bir öfke ve hiddet uyandınr. Her kim ki hasmının sağ­
lam delil ve temellendirmelerini kabul etmez ya doğrudan
zayıf ya da dolaylı olarak kendi iradesinin üstünlüğü ile
bastınlarak zayıflamış bir akla sahip olduğunu ele verir. Bu
yüzden ancak ödev ve yükümlülük bunu gerekli kıldığı za­
man böyle bir kimseyi tercih etmeliyiz.
Ne var ki bütün b u n lara karşın yukarıda zikredilen hi­
le ve terti plere haksızlık yapmamak için itiraf etmem ge­
rekir ki hasmı n göz alıcı bir delil veya teme llendirmesi­
ne hemen tesl im o l u p görüşümüzden vazgeçerek biz de
telaş ve aceleyle hareket edebiliriz. Dolayısıyla onun gü­
cünü hisseder, ama karşı delil yahut temellendirmeler,
ya da iddiamızı koruyup deste kleye bilecek her neyse ,
hemen ha deyi nce aklımıza gelmez. Şimdi böyle bir du­
rumda kaybedilmiş nazarıyla idd iamızdan hemen vazge­
çersek haki kate sadakatsizlik ediyor olabiliriz, çünkü her
şeye karşın son unda haklı olduğumuz ortaya çıkabilir.
Zayıflı k ve iddiamıza güven eksikliği nedeniyle o anın et­
kisine boyun eğm iş oluruz. Hatta iddiamızı desteklemek
için öne sürd üğümüz delil gerçe kten yanlış bile olabilir,
ama doğru olan bir başka delil b u l u nabilir. Bunun farkın-

62
Tartı şma ve Çekişme

da olarak haki katin en samimi sevdalıları bile iyi bir de­


lile veya temellendirmeye hemen boyun eğmez, bir
müd det mukavemet etmeye çalışır. Hatta çoğu durumda
karşı delil ve temellendirmeler doğru l uğun u kuşku l u ha­
le getirdiğinde bile iddialarına bağl ı kalırlar. Bu bakım­
dan on lar muhafaza edemeyece kleri n i bildikleri bir yeri
takviye kuvvetlerin u laşacağı umuduyla bir süre ellerin­
de tutmaya çalışan bir gücün kom utan ına benzerler. Do­
layısıyla onlar kendilerini bir müddet zayıf delil ve temel­
lendirmel erle müdafaa ederken bu süre zarfı nda sağlam­
larının akıllarına geleceğini ya da hasımları n ı n delil ve te­
mellendirmeleri nin akla yakı n l ı kları n ı n kendilerine apa­
çık görü neceği n i u m ut ederler. Bu yüzden bir tartışmada
doğru l u k ve adaletten bir mi ktar uzakl aşmaya neredey­
se zorlanırız, çünkü o an hakikatten çok kendi iddiamız
için çekişmek zorunda kal ı rız, bu hakikati n bilinmezliği­
n i n olduğu kadar i nsan akl ı n ı n kusurlu oluşu n u n da bir
sonucudur. Ama tam da burada bu doğrultuda çok fazla
ileri gid i p yan lış bir görüş için uzun uzadıya çekişme ve
sonunda inatçı ve iflah olmaz biri olup çıkma teh l i kesi
baş gösterir. İ nsan doğasının alçaklığına yol verme, iddi­
amızı per fas veya per nefas33 savunma ve dolayısıyla
d ü rüst ol mayan sal d ı rı h i l e leri n i n yard ı m ıyla ona mor­
dicus34 yapışma te h l i kesi vard ır. İ y i l i k m e l eği b u rada
h e rkesi n koruyucusu olsu n , ta ki aradan b i r zaman
geçtikten sonra kimse yaptı kları ndan dolayı utanmak
zoru nda kal m as ı n ! B u n u n la b i rl i kte b u rada açıkland ığı
şe kliyle meselenin özüne dair açık bir bi lgi bu bakımdan
bile kesin l i kl e kendi kendini eğitmeye götü rür.

33 [ : Öyle ya d a böyle, h e r ne pahasına olursa olsu n . )


34 [ : Olanca gücüyle . )

63
incelikleri ve Aynnblanyla
Tartışma Sanab *

* Die Kunst, Recht zu behalten.


Manbk ve Diyalektik

ı.

Eskilerin nazannda mantık ve diyalektik eşanlamlı tabirler­


di ve öyle kullanılırdı; her ne kadar üzerine düşünmek, dü­
şünüp taşınmak, ölçüp biçmek, hesaplamak anlamlarına
gelen A.oy�EffÖm ve karşılıkl ı konuşmak, soh bet etmek an­
lamına gelen ôtaAf:yEcr9o.ı birbirinden çok farklı şeyler olsa
da. Diogenes Laertius' un bildirdiğine göre " diyalektil<' tabi­
ri (ôıaAf:KLKiı, ôtaA.ocrıKiı ıtpayµmci'a, ôıaAf:KLıKÜÇ avfıp) ilk
defa Platon tarafından kullanılmıştır; ve Phaidros, Sofist.
Devlet (Vll. Kitap) ve başka yerlerde diyalektikle Platon'un
aklı düzgün kullanma ve böyle bir kullanımda hüner ve
maharet sahibi olmayı kastettiğini görüyoruz. Aristoteles
de sözcüğü bu anlamda kullanır; fakat Laurentius Valla'ya
göre mantık" tabirini benzer bir tarzda ilk kullanan Aristo­
"

teles'ti. o A.6yıKaç ôooxcpci'aç, yani, argutias,3s güç mese­


leler, ıtpcirmmv A.oyııdı-36 aıtopiav A.oyıKTJv'den37 söz eder.
Dolayısıyla diyalektik mantıktan daha eski bir sözcük gibi
görünür. Ciceron ve Quintilianus da bu iki sözcüğü, dialec­
tica ve Jogicayı aynı genel anlamda kullanır. .38 Ciceron Lu­
cullo' da: Dialecticam inventam esse, veri et falsi quasi dis-

.35 [aıyutla: sözcükleri zekice/kurnazca kullanma; pi. söze dayalı hile,


mugalata, safsatacılı k.)
.36 [ : Mantıki öncül. temel varsayım . )
.37 [ : Mantıki güçlük, içinden çıkılması güç durum: poros: geçit; aporos:
geçilemez, aşılamaz olan ; aporia: çıkmaz . )
.38 ( : Diyalektik doğru i l e yanlış arasında b i r ayırt edici (veya yargıç) olsun
diye icat edilmiştir. )

67
Tartışma Sanatmm incelikleri

ceptatrlcem (der). Yine Ciceron Topica, bl. 2'de (ifade


eder) : Stoid enim judicandi vias dlligenter persecuti sunt,
ea scien tia , quam Dialecticen appellant.:59 Quintilianus,
lib. Xll , II'de: Jtaque haec pars dialecticae, sive lllam dispu­
tatrlcem dicere malimusıo (der); ve onunla birlikte bu son­
raki sözcük füaAf:KnKiı'nin Latince m uadili olarak ortaya çı­
kar (Buraya kadar mehaz Petrl Rami dialectics, Audomari
Talaei praelectionibus illustrata, 1 569) . Sözcüklerin bu şe-

39 (: Maksadın hasıl olabilmesi için iktibasın yapıldığı paragrafın bütünüy­


le aktarılması daha doğru olacaktır: "Her dikkatli/itinalı tartışma yönte­
mi iki bölüme ayrılır-biri keşfetme diğeri karar venne-bana öyle gö­
rünüyor ki Aristoteles bunlann her birinin başta gelen kaşi fiydi. Bunun­
la beraber Stoacı/ar da sonuncusu için emek sarf ettiler, çünkü onlar
diyalektik dedikleri bilimle bir tartışmayı idare etme usullerini ôzenle
ve sebatla incelediler; fakat toplka denilen ve günlük kullanım için da­
ha kullanışlı, doğal sıralama içinde kesinlikl e öncelikli olan delilleri
keşfetme sanatını bütünüyle göz ardı ettiler. Fakat şimdi biz, her iki sa­
nat da çok yararlı olduğu ve zamanımız olursa her birini ayn ayn ele
alıp incelemeyi düşündüğümüz için, doğal olarak ilk sırada gelenle
başlayacağız . " Bize intikal ettiği şekliyle de pek farklı değildir:
"Biz her matlup hakkında deliller çıkardığımız yerleri ( : mevazı' : to­
pal: /ocı1 ve bu delilleri çı kannayı sağlayan araçları elde ettiğimiz­
de ve bunlan nasıl kullanacağımızı bildiğimizde eğitimli ve yetiş­
m i ş oluruz. Eğitimli oluşun anlamı aynı cinsten fiilleri çoğaltmaya
ve güzeileştinneye güç yetirmektir. Çoğaltma delil çıkarma yerleri­
n i n bizim için mal um ve hazır olmasıyla gerçekleşir. .. " Aşağıda 60
numaralı dipnota bakınız. )
40 (Cümlenin tamamı şöyledir: Nasıl ki güreş okulunun eğiticileri talebe­
lerine güreşte usta olanlann gerçek güreş müsabakalannda kullanabi­
lecekleri düşünne hilelerinin tümü n ü vennez (çünkü ağırlık, kuwet,
şevk ve heyecan daha fazlasını meydana getirebilir) fakat (aldıkları
eğitim sayesinde) fırsatın icaplarına göre bu hilelerin içinden bir ya da
iki tanesini çekip alacakları bir hazineye sahip olabilirlerse, diyalektik
bilimi de, veya isterseniz buna tartışma sanatı da diyebilirsiniz, tanım­
da, çıkarımda, farklılıkları n belirtilmesinde, belirsizliğin gideri lmesin­
de, tefrik ve tasnif etmede, keza hasımlarımızın ayağı nı kaydınnada
veya i nsicamlarını bozmada da, çoğu zaman yararlı olmakla beraber,
forumdaki mücadelelerin hepsini bütün yönleriyle ihtiva ettiği (bü nye­
sinde barındırdığı) iddiasında bulunursa kendisinden daha yüksek sa­
natların yol unu tıkamaktan ve aynntılanna (sınırlamalarına) uyumlu
hale gelmesi için bölünmüş olan gücü bizzat kurnazlığıyla büsbütün
tüketmekten başka bir şey yapmayacaktır. )

68
İncelikleri ve Aynntı lanyla Tart ı şma Sanatı

kilde eşanlamlı tabirler olarak kullanılışı orta çağları aşıp


yakın zamanlara, hatta günümüze kadar gelir. Ama daha
yakınlarda, özellikle fumt tarafından diyalektik sözcüğü
"sofistlere özgü tartışma sanatı"nı4 t ifade e9ecek şekilde
çoğu kez kötü bir anlamda kullanıldı; bu yüzden mantık
sözcüğü ikisinden daha masum bir tabir olarak tercih edil­
di. Ne var ki ikisi de başlangıçta aynı şeyi ifade ediyordu;
ve şu son birkaç yıl içinde tekrar eşanlamlı tabirler olarak
kabul edilmeye başladı.

il.

Ne yaz ı k ki "diyalektik" ve "mantık" sözcükleri öteden


beri b u şekilde ku l lan ı l makta ve b e n i m o nl arı n anlam­
ları n ı birbiri n d e n ayırma konusunda bir serbestim yok.
Eğer olsaydı mantıkı (A.oyiÇı:: cr{}m, üzeri n e düşünmek,
hesap etm e k ve A.6yoç, kelam ve akı l , ki b u i kisi b irbi­
rin d e n ayrı lamaz) "düşüncenin yasaları n ı n yan i akıl yü­
rütm e n i n yö nte m i n i n b i l i m i " : diyalektiki ise
(ôm.A.Eyı::cr­
ôat m üzakere/mükaleme etmek: h e r müzakere ya ol­
gu ları ya görüşleri z i kreder, yan i o ya tari h i ya da fi kri­
d i r42) sözcüğün modern anlam ı n da "tartışma sanat ı " d i­
ye tan ı m lamayı terc i h ederdim . Şu halde mantığı n tanı­
m ı gereği tecrü b e d e n ayrı l a b i l e n bütü n üyle a prlori ka­
rakterde bir ko n uyla, yani düşüncen i n yasalarıyla, aklı n
veya A.6yoç'un işleyişi i l e uğraştığı açıktır. B u nlar yol­
dan çı karıl m ası söz kon u s u ol mayan akı l l ı bir varlığı n
te k başına düşüncesiu gi b i , aklı n ken d i haline b ı ra kı l-

4ı (: "sophistische Disputierkunst". J
42 ( : historlsch. oder deliberativ: L . dellbrare, de- + libra terazi kefesi,
ağırlı k birimi: eski dilde: muvazene/ esbab. Burada "esbab"ı "efkar"
olarak anlamak gerekir. l
43 ( : einsamen Denken eines vemünftigen Wesens: yani çeşitli ayartıcıla­
ra ve yoldan çıkarıcılara karşı zayıf insan düşüncesinden farklı olarak
"einsamen Denken" . )

69
Tartışma Sanatmm İncelikleri

dığında ve i nsicamı bozul madığı nda takip ettiği yasalar­


dır. Buna karş ı l ı k diyalektik i ki akı l l ı varl ı k arasındaki
m ü nasebeti ele al ı r. O n lar akı l l ı varlı klar o l d u kları i ç i n
b i rl i kte düşünmel e ri gere kir, ancak t a m olarak ayn ı za­
manı göstere n i ki saat gibi birbiri n i tutmaları son b u l­
duğunda b i r tartışma, veya b i r fi kri çekişme baş göste­
rir. Her bakımdan akli varlıklar olarak kab u l e d i l d i kl e­
ri nde i n san tekleri n i n zoru n l u olarak u zlaşma içerisin­
de olmaları bekl e n i r, aralarındaki ayrıl ı k bi reysel l i k i ç i n
zoru n l u o l a n farkl ı l ı ktan kaynakl a n ı r; bi naenaleyh b u
bi r tecrübi unsurd ur. Dolayısıyla d ü ş ü n m e b i l i m i veya
saf akl ı n işleyişi n i n b i l i m i o larak mantıkı n a priori ola­
rak i nşa e d i l e b i l i r olması gere ki r.
Buna karşılık diyalektik büyük bölümü itibariyle ancak
a posteriori olarak inşa edilebilir; bir başka söyleyişle onun
kurallarını saf düşüncenin iki akıllı varlık arasındaki müna­
sebette açığa çıkan bireyselliğin farklılığı nedeniyle maruz
kaldığı arıza yahut inkıtaın44 tecrübi bilgisiyle ve ayrıca tar­
tışarıların bireysel düşüncelerini birbirine karşı başarılı kıl­
mak ve onun saf ve nesnel olduğunu göstermek için kul­
landıkları araçlar hakkı nda bilgi edinerek de öğrenebiliriz.
Eğer A ile B birlikte düşünmeye girişmişse, öıa)J;yEcrfut, 45
ve herhangi bir konuyla ilgili görüşlerini birbirlerine aktarı­
yorlarsa, bu safı tarihsel bir olgu olmadığı sürece ve A,
B'nin aynı konuyla ilgili görüşlerinin kendisininkiyle aynı ol­
madığını fark etmesi durumunda yapmış olabileceği her­
hangi bir hatayı ortaya çıkarmak için kendi düşünme yön­
temini gözden geçirmekle işe başlamayacak, fakat yanlışın
B'nin düşüncesinde meydana geldiğini varsayacaktır. İ n­
san doğası böyledir, hep kendisinin haklı olduğunu iddia
eder. Bir başka söyleyişle, insan doğal olarak dik başlıdır;

44 ( : Störung, rahatsızlık, bozulma: stören, izaç/ihlal etmek, rahat verme­


mek, halel getirmek, nizamını/tertibini/ahengini bozmak, kanştırmak,
tasall utta bulunmak. )
45 (Bkz. " Ekler" böl ümünde il nu maralı haşiye. )

70
İncelikleri ve Aynnt ı lanyla Tart ı şma Sanatı

ve ondaki bu nitelik beraberinde, diyalektik demeyi tercih


ettiğim ancak yanlış anlamaya mani olmak için "Eristik Di­
yalektik" 46 diyeceğim bilgi dalı içinde ele alınmış olan bir­
takım sonuçlar getirir. Dolayısıyla o insanın doğal niteliği
olan dik başhJığı47 ele alıp inceleyen bilgi dalıdır.

Eristik Diyalektik

Eristik diyalektik4B tartışma sanatıdır ve bu öyle bir tartış­


madır ki taraflann her biri kendi görüşünü per fas et ne­
fas49 savunmayı ve tartışmadan her halde haklı çıkmayı
amaçlar. so Bir kimse nesnel olarak doğru/haklı olabilir, ne

46 [ Bkz. "Ekler· bölümünde "Eristik ve Diyalektik" başlıklı ili numaralı


haşiye . )
47 [ : Rechthabere/, diğer Batı dillerinde muadili bulunmayan v e "dogma­
tiklik"in özünü en iyi kavrayan bu sözcük, eskilerin dilinde " beyanı fi­
kirde itimadı nefs" diye ifade edilirdi. Her zaman haklı olduğunda ve­
ya en iyisini bildiği nde ısrar. )
48 Mantık ve diyalektik eski dünyada esas iti bariyle eşanlamlı tabirler
olarak kullanılırdı ve yakın zamanlara kadar da böyleydi .
49 [: haklı haksız araçlarla. )
50 Eristik aynı şey için daha kaba bir isimden başka bir şey değildir.-Aris­
toteles (D/ogenes Laertlus, V, 28'e göre) ikna etmeyi, 6 6u hedefledikle­
rinden ötürü retorik ve diyalektiki, hakikati gaye edindiklerinden dolayı
anal/Uk ve felsefeyi bir araya getirir.- AıaA.eımıciı ô' ton ti:xvrı ')Jyyrov
ô ' Tl:; avama:u<'ıl;oµEv n fı KataC'KEU6.Çoµev � EQ<ıltfımxoç ıro.i Q7tOKQi.m:roç
t&v 7tQO<JôıcıAEyoµEyoµEvrov. [Diyalektik ise tartışmaya katılanlann soru
ve cevaplanyla bir görüşü cerhetmeye/çürütmeye ya da ispatlamaya ya­
rayan tartışma sanatıdır. J D/og, Laert. ili, 48 vlta Platonls.
Aristoteles aslında doğru veya apodelktlk [ mantıke n zoru n l u ) so­
nuçlara/vargılara ulaşma teorisi veya yöntemi olarak mantık ile ka­
bul edilmiş veya her yerde doğru olarak kabul gören sonuçlara/var­
gılara (i:vöo;a, probabllla [eski dilde meşh urat veya m üselllmat) ; To­
plka, 1 , ı ve 1 2 ) erişme yöntemi olarak diyalektik arasında ayrım ya­
par [ bkz. 1 4 numaralı dipnot) . [ Bizdeki ifadesiyle, "Cedel b urhanı id­
rakten aciz olan lan i knaya h i zmet eden sanattır· . Burhan ise bilindi­
ği üzere öncülleri yakiniyattan yapılan kıyastır. ) Diyalektiğin ( ulaşma­
yı amaçladığı ) sonuçlar/vargılar yanlış oldukları varsayı l mayan ama
kendi başlarına doğru old u kları da kabul edilmeyen-çünkü bahis
kon usu olan bu değildir-önermelerdir. Bu haklı bir sebep olsun ol­
masın haklı çı kma, veya bir başka söyleyişle, h aki katin özünden
esasından bağı msız olarak görünüşüne erişme sanatından başka bir
şey değildir. Şu halde mesele benim yukarıda vazettiğim gi bidir. . / . .

71
Tartışma Sanatının İncelikleri

var ki etrafındakilerin hatta kimi zaman kendi gözünde bi­


le (haklılığıyla bağdaşmayacak) bir konumda kalabilir. Söz­
gelimi bir iddianın delilini ileri süre bilir ve hasmı bu delili
çürütebilir ve böylece iddiası, her ne kadar başka deliller
olsa da, çürütülmüş görünebilir. Elbette bu durumda o ve
hasmı yer değiştirmiş olur: o aslında nesnel olarak haksız
olduğ u halde haklı çıkar. s ı
" B u nasıl oldu?" diye sorulacak olursa: İ nsan doğası­
n ı n doğal kötül üğü/alçakl ığıs 2 sayesinde derim. Eğer in-

.. /. Aristoteles bütün vargıları yukanda anlatıldığı biçimde ( 1 ) mantık


ve ( 2 ) diyalektikle, ardından da didişme veya çekişmeyle ( eristik) ilgi­
li oluşu bakımından ayınr. (.3) t::ristik yöntemi sayesinde erişilen var­
gın ı n biçimi doğrud ur, ama öncüller, yan i onun çıkanldığı malzeme
doğru değil, fakat sadece doğru gibi görünür. Son olarak (4) Sofistik
yönteminde vargı nın biçimi her ne kadar doğru gibi görünse de yan­
lıştır. Bu son üçü, nesnel hakikati göz önünde bulundurmadıkları için,
aslında eristik diyalektik sanatına aittir; bir başka söyleyişle bunlar ga­
libiyetten başka bir şeyi hedeflemezler. Aristoteles'in Sofistik Vargılar
( Sophistischen SchlüsseJ kitabı diğerlerinden ayrı olarak ve daha son­
raki bir tarihte düzenlenmiştir. Bu onun diyalektikinin son kitabıydı .
51 B i r beyanın/önermenin nesnel hakikati i l e o n u n hasmın v e dinleyici­
lerin tasvibini kazanmada muteberliği farklı farklı şeylerdir (Diyalektik
bu sonuncusunu hedefler) .
( Mamafih Aristoteles Topika A ! 'de diyalektik üzerine incelemey­
le, hatırlanacağı üzere, tartışma ve temellendirme kabiliyetimizi geliş­
tirecek bir yöntem bulmayı hedeflediği ni (: "önümüze konulan her­
hangi bir meseleyle ilgili genel olarak kabul edilen görüşlerden hare­
ketle istidlalde/çıkarımda bulunabileceğimiz ve bir delil serdederken
kendi kendiyle çelişik herhangi bir şey Söylemekten sayesinde uzak
duracağımız bir yöntem geliştirmektir") , A 2'de ise bu incelemenin
başka şeylerin yanı sıra felsefi bilimler için de faydalı olduğunu söylü­
yord u . Dolayısıyla diyalektiği Topika A l 'e bağlı olarak tartışmayla sı­
nırlamak için bu iki bölümü birbirinden ayırmak incelemenin amacı­
na aykırı düşecektir. Çünkü böyle bir yaklaşım Topika A 2'de diyalek­
tik incelemesini felsefi anlayış veya bilimin hedefleriyle açıkça irtibat­
landıran pasajları yok saymak veya delalet ettikleri şeyi hafifletmek
zorunda kalacaktır. Hatta bu durumda öncülleri endoksadan yapılan
diyalektik kıyas ile öncülleri yakiniyattan olan bir apodeiksis ( ki bu
ikinci Analltikler' in konusudur) arasında yapmak için titizlendiği aynm
da anlamını kaybetmiş olacaktır. )
52 (: Schlechtigkeit, bozukluk, fasitlik. J

72
İ ncelikleri ve Aynntılanyla Tartışma Sanatı

san doğası alçak değil , bütün üyle yüce ve şerefli53 olsay­


dı o zaman her tartışmada hakikati b u l u p ortaya çıkar­
maktan başka bir gayemiz olmazdı ; sonunda haki katin
söze açıklayarak başlad ığımız görüşün mü yoksa hasmı­
mızın görüşün ü n mü lehine tezahür edeceğine zerre ka­
dar aldırmazdı k. Bunu önemsiz veya olsa olsa tali bir
mesele olarak görürd ü k; ama her yerde karşılaştığımız
üzere esas mesele hep budur. Akl i meleke lerimiz söz
konusu olduğunda bilhassa duyarlı/alı ngan olan doğuş­
tan sah ip olduğumuz kendini beğe nmişliğimiz54 bırak­
maz ki kabul edelim: başlangıçta savunduğumuz görüş
yanlış, haklı olan hasm ımızdır. Bu güçlükten kurtu lma­
n ı n yol u soru n teşkil eden şeyi alıp her zaman doğru bir
yargı biçimine sokmaktan geçer: Bunun için i nsanın ko­
n uşmazdan evvel d üşünmesi gere kir. Fakat insanların
çoğunda doğuştan sahip olduğumuz bu kendini beğen­
mişl iğe gevezelik ve doğuştan nam ussuzluk eşlik eder.
Bunlar düşünmeden önce konuşurlar; ve hatta daha
sonra haksız/hatal ı olduklarını ve iddia ettikleri şeyin
asılsız olduğu nu fark etseler bile onun tam tersi şekilde
görünmesini isterler. Ö ne sürd ü kl e ri önermenin doğru
olduğu n u ifade ederken kendileri n i yönlendiren tek saik
olduğu varsayılan haki kat merakı şimdi yeri n i kendini
beğenmişliğin boş kuruntuları n a bırakmıştır: ve dolayı­
sıyla şimdi kendini beğenmişlik uğruna doğru yan lış,
yanlış da doğru görü n melidir.
Ne var ki bizzat bu namussuzluk, kendimize bile yanlış
görünen bir önermede bu körü körüne ısrar için bir maze­
ret vardır. Çoğu zaman öyle olur ki söylediğimiz şeyin doğ­
ruluğundan kuşkulanmayan sağlam bir kanaatle söze baş-

5.3 ( : ehren, hürmet etmek, hatırını saymak, şeref vermek; ehrlich. namus
ve haysiyet sahibi . )
54 ( : Eitelkeit. tıpkı Grekçe hubris, Latince vanitas, Arapça ğ-r-r gibi iki­
yüzlüdür: bir yüzüyle kibri, tekebbürü diğer yüzüyle beyhudeliği, nafi­
leliği ifade eder. )

73
Tartışma Sanatının incelikleri

lanz; fakat hasmımızın getirdiği delil ve hüccet onu çürüt­


müş görünür. İ ddiamızı hemen terk edersek daha sonra
her şeye rağmen haklı olduğumuzun farkına varabiliriz:
Sunduğumuz delil yanl ıştı ama yine de doğru olan beyanı­
mız/iddiamız için bir delil vardı. Vaktinde öne sürülmüş ol­
saydı kurtuluşumuz olacak olan delil o an aklımıza gelme­
mişti . Bu sebepten ötürü, zahiren doğru ve ikna edici oldu­
ğunu gösteren her türlü emareye karşın , doğruluğunun sa­
dece görü nürde olduğu ve tartışma esnasında aklımıza
onu bozup alt edecek veya beyanımızın doğruluğunun te­
yidine muvaffak olabilecek bir başka delilin geleceği inan­
ciyla, karşı-delile saldırmayı bir kural haline getiririz. Bu su­
retle sahtekar olmaya neredeyse zorlanırız; veya her halde
böyle yapmanın ayartısı çok büyüktür. Dolayısıyla aklımızın
zayıflığı ve irademizin tersliği birbirini karşılıklı olarak des­
tekler ve umumiyetle bir tartışmacı sanki bu pro aris et fo­
cis55 bir savaşmış gibi hakikat için değil, önermesi için sa­
vaşır. O per tas et nefas56 yola koyulur; hatta gördüğümüz
gibi başka türlüsü kolay kolay elinden gelmez.
Demek ki her insan kural olarak söylediği şeyin arka­
sında durmakta ısrar edecek, hatta onun yanlış veya yanlış
olma ihtimali yüksek olduğunu düşündüğünde dahi bu ıs­
ranndan vazgeçmeyecektir.57 Her insan kurnazlık ve alçak-

55 (: Sunaklarımız ve ocaklarımız (dini ve siyasi serbesti) içi n . )


56 (: Haklı haksız araçlarla. )
57 Machiavelli ' Prens'ine saldırıda bulunmak için komşusunun zayıf oldu­
ğu her andan yararlanması tavsiyesinde bu \ un ur; aksi halde aynı şeyi
komşusu yapacaktı r ona. Eğer dünyada s� ü dinlenen namus ve sa­
dakat olm uş olsaydı durum farklı olurdu; fakat bunlar beklenilmeye­
cek nitelikler olduğu için kimsenin de (gereğini yerine getirme babın­
da) bunlara iti bar etmemesi gerekir, çünkü kötüsüyle karşılaşacaktır.
Tartışmada da d u rum tam olarak böyledir: eğer bu yönde bir izlenim
uyanır uyanmaz hasmının haklı olduğunu kabul edersen, durum tersi­
ne döndüğünde onun da aynı şeyi yapacağına bel bağlama sakın. Pek
zayıf bir olasılıktır bu. O beklediğimin tam tersini yapacağı, yani hak­
sız davranacağı için ben de per nefas ( haksız) davranmaya zorlanırım.
Öne sürdüğümüz şeylerin lehine önyargılann bizi tutsak etmesine izi n
vermeksizin hakikate boyun eğmemiz gerektiğini söylemek kolaydır;
fakat hasmımızırı böyle yapacağını varsayamayız, dolayısıyla biz de ./ . .

74
İncelikleri ve Ayn ntılanyla Tartışma Sanatı

lıkla böyle bir duruma karşı bir ölçüde önlem alır: günlük
hayatın deneyimleri ona bunu öğretir ve o böylece kendi
doğal diyalektiği ne sahip olur, tıpkı kendi doğal mantığına
sahip olduğu gibi. Fakat onun edindiği bu diyalektik hiçbir
surette mantığı gibi sağlam ve güvenilir bir kılavuz değildir.
Mantığın yasalarının aksine düşünmek ya da bir çıkarımda
bulunmak hiç kimse için öyle kolay bir şey değildir: Yanlış
yargılara her yerde rastlanır, ama yanlış sonuçlar çok nadir­
dir. Bir kimsenin doğal mantıkta yetersiz olması pek olur
şey değildir, ama doğal diyalektikte pekala yetersiz olabilir,
çünkü bu herkese eşit olarak dağıtılmamış bir yetenektir.
Şimdiye kadar anlattığımız yanıyla doğal diyalektik (her in­
sanda değişik derecelerde bulunan ) yargı yetisine benzer­
lik gösterir (oysa akıl58 aslında herkeste ayn ıdır) . Çünkü ço­
ğu zaman öyle olur ki bir kimse gerçekten haklı olduğu bir
meselede salt yüzeysel temellendirmelerle şaşalatılabilir59
veya çürütülebilir; eğer o bir çekişmeden galip çıkarsa ço­
ğu zaman bunu fikrini beyan/önermesini ifade ederken
yargısının doğruluğundan çok onu savunmada gösterdiği
kurnazlık ve maharete borçludur.
Diğer hallerde olduğu gi bi burada da insan en iyi ye­
teneklerle doğar. 60 Ne var ki onu bu sanatın ustası hali­
n e getirme k için çalışmayla çok şey yapılabilir. Bir h asmı
yenmek için kullanılabilece k veya kişin i n benzer mak­
satla bizzat kullandığı takti klerin değerlendirilmesi de bu
ustalığa katkıda b u l u n ur. Dolayısıyla mantığın çok fazla
gerçek, pratik bir kıymeti olmasa bile diyale ktik kesinlik­
le böyle olabilir; ve Aristoteles de mantığını (analitiği n i )

. . /. böyle yapamayız. Hatta haklı olduğu görünür görünmez, daha ön­


ce birçok d üşünceyle desteklemiş olduğum bir iddiayı terk edecek ol­
saydım gelip geçici bir izlenimin kurbanı olmam ve bir yanlışı kabul
etmek için hakikati terk etmem pek de ihtimal dışı bir şey olmazdı.
58 ( : die Vernunft. J
59 ( : konfundleren, zihnini kanştırmak/insicamını bozmak, bocalatmak,
aciz bırakmak. )
60 Doctrina sed vim promovet lnsltam (eğitim doğuştan sahip olunan ye­
tenekleri geliştirir).

75
Tartışma Sanatmm İncelikleri

diyalektiği için bir temel ve hazırl ı k işlevi görecek şekil­


de düzenlemiş ve bunu başta gel e n işi hal i n e getirmiş gi­
bidir. Mantık önermeleri n sadece biçimiyle, b u na karşı­
l ı k d iyale ktik muhtevasıyla veya maddesiyle/konusuyla
ilgi l e n i r: dolayısıyla muhte viyatının münferit unsurları na
geçmezden evvel bütün önermelerin genel form u n u ele
alı p değerlendirmek yerindedir. 6 1
Aristoteles diyalektiği n amacını tam olarak benim
burada tan ı m ladığım gi bi tan ımlamaz : zira her ne kadar
o o n u n ana gayesi n i n tartışma olduğu n u kab u l ederse
qe haki kati n keşfinin de diyalektiği n gayesi olduğu n u bil­
dirir ( Topika, L 2 ) . Aynca daha sonra o, felsefi açıdan
önermeler doğru l u kları na göre ele alınırke n diyalektiği n
onları akla yakı n l ı kl arına, ya da başkaların ı n tasvi p ve
tasdi ki n i kazanma ölçüsüne (ô6Ça) göre değerlendirdiği­
ni söyler ( Topika, 1, 1 2 ) . Aristoteles bir önermen i n nes­
nel doğru l uğun u n ileri sürü l m e tarzından ve elde ettiği
tasvipten ayn olarak değerlendiri lmesi gerektiği nin far­
kındadır; ama bu i ki ncisini mün hasıran diyalektiğe tah­
sis edecek şekilde meselenin bu i ki veçhesi arasında ye­
teri kadar keskin bir ayrım yapmakta başarıl ı deği ldir. 52
Çoğu zaman diyalekti k için verd iği kural lar aslında man­
tığa ait . olan lardan bazıları n ı içerir; ve bu yüzden soru­
nun tam açı k bir çözümünü verd iği söylenemez.
Her zaman bir bilgi dal ına ait konuyu bir başkasına
ait olanla karıştırmamaya büyük özen göstermeliyi z . Di­
yalektiğin sahasına ait açık bir fi kir ol uşturmak için
(mantığın işi olan) nesnel hakikate aldırış etmemeliyiz;
onu bir tartışmada en iyi son ucu elde etme sanatı63 ola-

61 (Bkz. "Ekler" bölümünde " Topos yahut Mevazı-ı Cedel" başlıklı iV nu­
maralı haşiye . )
62 (Bkz. "Ekler· böl ümünde "Eristik, Sofistik v e Peirastik" başlıklı V n u-
maralı haşiye . )
6 3 ( : Die Kunst, Recht zu behalten: ( Fr. J'art d'avoir raison) : alt etme/hak-
lı çıkma sanatı . )

76
İncelikleri ve Aynntılanyla Tartışma Sanatı

rak görmeliyiz sadece. Daha önce de gördüğümüz gi bi


eğer zaten doğru ve haklı bir iddia ile başlamışsak bu
çok daha kolaydır. Kendi başına diyalektik bir kimsenin
her türden saldırıya ve özel l i kle hak hakikat gözetmez
olanlara karşı kendisini nasıl savunabileceğin i ve benzer
şekilde kendisiyle çelişmeksizin veya daha genel bir de­
yimle alt edilmeksizin bir başkası n ı n öne sürdüğü şeye
nasıl saldırabileceği ni gösterme kten başka bir şeyle ilgi­
lenmez. Nesnel haki katin keşfi önermelerin kabulünü
sağlama sanatı ndan ayrı l malıdır; çünkü nesnel haki kat
bütünüyle farkl ı bir ıtpayµmEia, meseledir; bu bir sağlam
yargı , düşü n ü p taşınma ve tecrü be işidir, ki b u n u n için
özel bir sanat yoktu r. Şu halde diyalektiğin hedefi bud ur.
Diyalektik görü n üşün mantığı64 olarak tan ımlanmış­
\
tır; fakat bu yanlış bir tanımdır, çünkü bu durumda o sa­
dece yanl ış önermeleri/temelsiz idd iaları püskürtmek
için kullanılabilecektir. Fakat bir kimse doğru tarafta ol­
duğunda bile onu savunmak ve korumak için diyalekti­
ğe ihtiyaç duyar. O hileli, aldatı cı oyun ları n ne olduğu n u
b i l m e k zoru ndadır, icabında onları karşılayabilmek hat­
ta hasmı kendi silah larıyla vurabilmek için çoğu zaman
bunlardan yararlanabi lecek durumda olmal ıdır.
Dolayısıyla diyalektik bir münakaşada nesnel hakikati
bir kenara koymamız, daha doğrusu onu arızi bir durum
olarak görmemiz ve sadece kendi önermemizin savunma­
sına, hasmımızınkilerin de çürütülmesine bakmamız gere­
kir. Bu amaçla kuralları takip ederken nesnel hakikate iti­
bar etmemeliyiz, çünkü genellikle haki katin nerede yattı­
ğını bilmeyiz . Daha önce söylediğim gibi görüşünün yanlış
mı doğru mu olduğunu umumiyetle kişinin kendisi de bil­
mez; o çoğu zaman haklı olduğuna inanır ve yanı lır: ekse­
riyetle her i ki taraf da buna inanır. Hakikat derinlerdedir,
veritas est in puteo. Bir tartışmanın başlangıcında kural

64 (: die Logik des Scheins . J

77
Tartışma Sanatının incelikleri

olarak herkes doğrun un/hakikatin kendi yanında olduğu­


na inanır; tartışma esnasında her i kisi de kuşku duyar ve
tartışma sona erinceye kadar doğrunun hangi tarafta oldu­
ğu belirlenmez veya teyit edilmez.
Şu halde diyale ktiğin hakikatle pek bir ilişiği yoktur
veya bir tartışma s i lahlı bir müsabakaya ( m übareze} yol
açtığında kılıç ustası onunla ne kadar i lgi l e n i rse d iyalek­
tik de ancak o kadar i lgilenir. Bütün iş hamle etmek ve
yapılan hamleyi savuşturmaktan i barettir. Diyalekti k zih­
ni/fikri mü bareze sanatıdır: ve biz onu ancak bu şekilde
· gördüğümüz takd i rd e bir bilgi dalı haline getire b i liriz.
Çünkü eğer salt nesnel hakikati hedefimiz olarak görür­
sek ufkumuz mantı kl a sınırl ı kal ır, daha ötesi n i göreme­
yiz. Eğer bir hedef o larak yanlış önermeleri n desteklen­
mesin i alırsak durağımız sofistik olur; ve her i ki halde de
hakikate dair önce d e n açı k bir fi kre nadire n sahip olu­
ruz . Böylece doğru d iyalektik an layışına ulaşmış ol uyo­
ruz. Buna göre o b i r tartışmada en iyi sonucu elde etme
amacıyla kullanı lan z i h ni/fi kri mü bareze sanatıdır. 6 s Ve
her ne kadar eristik ismi daha uygun olacaksa da, ona
eristik diyalekti k: " dialectica eristica" demek daha doğru
olacaktır. 6 6
Bu anlamda diyale ktiğin bir tartışmada hakikat kendi
yanlarında olmad ığı halde yi ne de galebe gelmeye çalış­
tıkların ı görd ü kleri nd e çoğu kimse n i n kullandığı sanatla­
rı bir b ütün halinde derli toplu hale getirip sergilemekten
başka bir hedefi yoktur. Bu sebepte n · ötürü bir diyalek­
tik biliminden söz açıldığında nesnel haki kate kulak ke­
silmek ya da o n u n yüceltil i p yayılmas ı n ı ön planda tut-

65 (: geistige Fechtkunst zum Rechtbehalten im Disputieren: ( Fr. ) l 'art de


!'eserime mental. et ce n'est qu'en la considerant ainsi que l 'on peut
en faire une discipline a part entiere . )
6 6 V e onun faydası çoktur: asri zamanlarda kişinin haklı m ı haksız mı ol­
duğu onun sayesinde aranmaz.

78
i ncelikleri ve Ayrıntılarıyla Tartışma Sanatı

mak ziyadesiyle yersiz ve uygunsuz olacaktır. Çünkü


(nesnel haki kati gözetmek veya onun i nsan lar arasında
yayı lmasını gaye edinmek) gözleri gali biyetten başka bir
şey görmeyen i nsan larda doğuştan b u l u nan asli ve doğal
diyale ktikl e yapılmaz. Bir anlam ıyla d iyale ktik bilimi esas
iti bariyle ve öncelikle dürüst olmayan , hak hakikat tanı­
mayan saldırı hileleri n i n , gerçek bir tartışmada derhal ta­
nınıp savuşturulabilmesi için , çizelgesini yapıp çözümle­
mekle uğraşır. Sırf bu sebepten ötürüdür ki diyalektik
hiç kuşkusuz bir tartışmada nesnel haki kati deği l , gali bi­
yeti hedef ve gaye edinmelidir kendine.
Her ne kadar çok uzun boylu ve geniş çaplı araştır­
malarda bulunduğu mu söyleye ır esem de daha önce bu
doğrultuda herhangi bir şey yapıldığını bilmiyorum . 67
Dolayısıyla burası bu anlamda bakir bir topraktır. Amacı­
mızı gerçekleştirmek için tecrü bemizden sonuçlar çıkar­
malıyız: dostlarımızla soh betlerimizde çoğu zaman baş
gösteren tartışmalarda şu ya da bu sal dırı h i lesinin bir ta­
raf veya diğer tarafça nasıl kullanıldığına d ikkat etmeli­
yiz. Oyu n ve aldatmacalarda farklı biçimlerde tekrarla­
nan ortak unsurları bulup çıkarmak suretiyle , hem ken­
d i kullanımımız için hem de eğer bun ları kullanacak
olurlarsa başkaların ı püskürtme k için faydalı olabilecek
bazı genel saldın hilelerini 68 sıralayıp sergil eyecek duru­
ma gelebiliriz.
Takip eden satırlar bu doğrultuda atılmış i l k adım
olarak görülmelidir.

67 Diogenes Laertius Theophrastos'un retorik üzerine kaleme aldığı, hep­


si de kaybolmuş olan, çok sayıda eser arasında 'Aycovi.crnKov Tiıç 7tEQi
toUç EQl<JnKOUç eecoglaç (AgonisUkon tes peri tous erfsUkous theorias,
(Tartışanlar Üzerine Nazariyat Kılavuz Kitabı)) başlıklı bir risalenin bulun­
duğunu söyler. İ htiyaç duyduğumuz şey galiba tam da buydu.
68 ( : Stratagemata: Kunstgriff. J

79
Tartışma Sanatının İncelikleri

Her Türlü Diyalektiğin Temeli

Her şeyden önce her tartışmanın asli doğasını: onda ger­


çekten cereyan eden şeyi göz önünde bulundurmalıyız.
Hasmımız bir iddia ortaya atmıştır (ya da bu biz de
olabil i riz, sonuç değişmez) . Bunu çürütmenin iki tarzı ve
taki p edebileceğimiz iki yol vardır.

Bu tarz yahut biçimler ( 1) ad rem, ( 2 ) ad hominem


veya ex concessisdir : 69 Biz ya önermenin eşyanın
tabiatıyla, yani mutlak, nesnel hakikatle uyumlu ol­
madığını ya da hasmımızın öne sürdüğü diğer şey­
lerle veya kabullerle, yani ona göründüğü biçimiyle
hakikatle tutarlı olmadığını gösterebiliriz. Bir mese­
leyi bu sonraki tartışma ve temellendirme tarzı an­
cak izafi bir kanaat doğurur ve meselenin nesnel ha­
kikatiyle neyin bağdaşıp bağdaşmadığı buna göre
önemsizdir.
Takip edebileceğimiz iki yoldan ilki ( 1 ) doğrudan,
diğeri ( 2 ) dolaylı çürütmedir.

( l ) Doğrudan çürütme iddianın nedeni ne/illetine, do­


laylı çürütme sonuçlanna saldınr. 70 Doğrudan çürütme
idd i anın doğru olmadığı n ı , dolaylı çürütme doğru olama­
yacağı nı gösterir.
Doğrudan çürütme yol u iki yönl ü bir usule imkan ve­
rir. Ya iddianın sebepleri nin/illetlerinin yan lış olduğu n u
(nego majorem, minorem)7 ı göstere bil iriz y a da illetleri
veya öncülleri kabul eder fakat iddianın bunlardan ileri

69 (Sırasıyla: şeye göre, kişiye göre, kabulden hareketle temellendirme


(yaparak tartışma). l
70 ( : direkte/indirekte Widerlegung: ( Fr . ) refutation directe/indirecte. )
71 (: Büyük/küçük önermeyi/iddiayı tartışma. )

80
İncelikleri ve Aynntılanyla Tartışma Sanatı

gelmediğini gösterir (nego consequentiam) 7 2 yani vargı­


ya veya kıyasın biçimine sal dırabiliriz.
( 2 ) Dolaylı çürütme ya sahte saldın73 ya da (aksine)
örnek yöntemini kullanır.

(a) Apagoge: Hasmımızın önermesini doğru olarak


kabul ederi z ve ardından onu doğru olduğu bilinen bir
başka önermeyle ilişkilendirdiğimizde ondan ortaya çı­
kan şeyi gösteririz. Bu iki önermeyi açıkça yanlış olan bir
vargıyı veya sonucu veren bir kıyasın öncülleri olarak
kullanırı z . (Vargı açıkça yanlıştır) çünkü ya eşyanın doğa­
sıyla74 ya da bizzat hasmımızın diğer önesürümleriyle çe­
lişir; bir başka i fadeyle, vargı ya ad rem ya da ad ham/­
nem yanl ıştır � Sokrates in Hippia maj. et alias) . Bu se­
bepten ötürü hasmımızın önermesini n yan lış olması
icap eder, çünkü doğru öncüller ancak doğru bir vargıyı
verebilir, oysa yanlış öncülleri n her zaman yanlış bir var­
gıyı vermesi gerekmez.
(b) Ö rnek, EVO"'tamç, ya da exemplum in contrarlum. 75
Bu genel önermenin kendisi için geçerli olmamakla birlik­
te öne sürüldüğü biçimiyle onda içerilen, dolayısıyla onun­
la zorunlu olarak yanlış olduğu gösterilen özel ya da mün­
ferit hallerle doğrudan ilişkilendirilerek çürütülmesine da­
yanır.

Tartışmanı n bütün biçimlerinin temel yapısı yahut is­


kel eti böyledir. Zira tartışmanın her türü n ihayetinde buna

72 ( : Sonucu tartışma. ]
7.3 (: Apagoge, oyalama/saptırma: bir şeyi karşıtının imkansızlığı veya man­
tıksızlığını göstererek dolaylı yoldan ispatlama: hal blhi muhal. Aristote­
les mantığında büyük öncülü yakiniyattan küçük öncülü meşhurat veya
müsellimattan ibaret olan bir kıyas türü . ]
74 Eğer hiçbir surette kuşku duyulmayan b i r hakikatle doğrudan çelişi­
yorsa, hasmımızın iddiasını ad absurduma irca etmişiz demektir.
75 ( : Zıt/karşıt örmek. ]

81
Tartışma Sanatının İncelikleri

indirgenebilir. Ne var ki bir tartışmanı n bütünü gerçekten


yukarıda tasvir edildiği şekilde yürüyebilir ya da sadece
öyle yürüyor gibi görünebilir ve hakiki ya da sahte deliller­
le desteklenebilir. Tartışmaların bu kadar uzun ve ayak di­
reyici olmasının tek sebebi o meseleyle i lgili hakikatin
keşfedilip anlaşılmasının kolay olmamasıdır. Zaten tartış­
mada başvuracağımız h üccet ve delillerin sırasını düzen­
lerken doğru ile görünürde doğruyu birbirinden ayırama­
yız, zira tartışanlar da önceden bu konu hakkında bir ya­
kine/kesinliğe sahip değillerdir. Bu yüzden saldın hileleri­
ni/ oyunlannı nesnel bakımdan doğru ya da yanlış sorula­
rını bir kenara bırakarak anlatacağım; çünkü bu herhangi
bir emniyete sahip olmadığımız ve önceden belirlenmesi
mümkün olmayan bir meseledir. Aynca herhangi bir ko­
nuyla ilgi l i her tartışmada veya temel lendirmede bir şeyde
uzlaşmamız ve kural olarak söz kon usu meseleyi bunun­
la değerlendirmeye hazır olmamız gerekir: Contra negan­
tem principia non est disputandum. 7 6

76 (: İ lkeleri inkar edenlerle tartışamayız. )

82
Tarbşma Hileleri
Hile ı

OenJşletme. Bu hasmınızın önermesini doğal sınırlannın


ötesine genişletmeye; abartmak için ona mümkün oldu­
ğunca genel bir delaletn ve geniş bir anlam vermeye, di­
ğer yandan da kendi önermemize olabildiğince sınırlı bir
anlam ve dar sınırlar kazandırmaya dayanır; çünkü bir id­
dia yahut önesürüm ne kadar geniş olursa onun açık ol­
duğu itirazlar da o kadar çok olur. Savunma puncti veya
status controver.siaenin7a tam ve doğru ifadesine dayanır.
('
Ö rnek 1 .
Diye l i m k i b e n t ü m d ünya ul usları içinde İ ngi l izleri n
dram sanatı nda i l k sırada ge l d i kleri n i iddia etti m .
Hasmı m d a bu iddianın tam tersi i ç i n bir instantia7 9
geti rmeye çal ıştı ve müzikte, dolayısıyla operada
da on ların h i ç b i r şey ortaya koyamadıkları n ı n pek
iyi b i l i n e n bir gerçek olduğu ceva b ı n ı verd i . Ben bu
sal dırıyı müziğin dram sanatı içine girmediği ni ha­
tırlatarak savuşturd u m . Çünkü dram sanatı sadece
tragedya ve komedyayı kapsar. O bunu pekala b i l i­
yord u . Yaptığı bütün sah ne temsilleri n i ve dolayı­
sıyla opera ve ardı ndan da m ü z i k için geçerl i ola­
cak şekilde benim önerm e m i ge nişletmeye çal ış­
maktı . O böylece beni alt etmeyi şansa rastlantıya
b ı rakmak istemiyord u .

7 7 ( : allgemein deuten. J
78 (: tartışma konusu nokta veya mesel e . ]
7 9 ( : örnek. ]

85
Tartışma Sanatmm İncelikleri

Buna karşılık biz de, eğer onu ifade etme tarzımız


böyle bir yol için elverişli ise, sınırları n ı i l k başta kas­
tettiğim i zden daha fazla daraltarak önermemizi ko­
ruyabiliriz.

Ö rne k i l .
A 1 8 1 4 Barışının Hansa Birliğine ait bütün Alman ka­
sabalarına bağımsızlıklarını geri verdiğini ifade eder. B
iddianın tersini kanıtlamak için bağımsızlığını Bona­
parte'tan almış olan Danzig'in (Gıdansk) onu bu barış­
la kaybettiğini zikrederek instantia in contrariumBO ve­
rir. A kendisini şu şekilde savunur: Ben bütün Alman
kasabaları dedim, hal b u ki Danzig Polanya'da.
Bu hileyi Aristotel es Topika'da (VII I , 1 1 , 1 2) zikreder.

Ö rnek I I I .
Lamarck Philosophie Zoologique'te, sinir sistemi te­
şekkül etmediği için polipin duyma melekesinin geliş­
mediğini ifade eder. Bununla birlikte polipte bir tür al­
gının olduğuna kuşku yoktur; çünkü o büyük bir hü­
nerle daldan dala ışığa doğru ilerler ve avını yakalar.
Bu sebepten ötürü onun sinir sisteminin, sanki onun­
la iç içe geçmiş gibi bedeninin tamamına aynı ölçüde
yayıldığı varsayılmıştır: çünkü m üstakil duyu uzuvları
olmaksızın bir algı melekesine sahip olduğu aşikardır.
Bu varsayım Lamarck'ın iddiasını çürüttüğü için görü­
şünü şu şekilde temellendirmeye çalışır: "Bu durumda
bedeninin bütün parçalan her türden duymaya ve ay­
nı zam anda hareket etmeye, istemeye ve düşünmeye
muktedir olmalıdır. O zaman polip bedeninin her nok­
tası bakımından en kusursuz canlının tüm uzuvlarına
sahip olurdu; her noktası görebilir, koku, tat alabilir,
duyabilir ve benzeri; hatta o düşünebilir, yargıda bulu-

BO ( : tersine örnek. ) .

86
Tartışma Hileleri

nabilir ve sonuçlar çıkarabilirdi; bedeninin her bir zer­


resi kusursuz bir canlı olur ve o böylece insandan da­
ha yüksek bir konumda bulunurdu, çünkü onun her
parçası insan ı n ancak bütününde sahip olduğu mele­
kelerin tümüne sahip olurdu. Aynca polip için doğru
ve geçerli olanın bütün yaratıklann en kusurlusu tek
hücreli organizmalara ve n ihayetinde canlı olduklan
için bitkilere de teşmil edilmemesi için bir sebep ol­
mazdı vb. "
Bir yazar bu tür tartışma/diyalektik hilelerine baş­
vurarak haksız olduğu n u n gizliden gizliye bilincinde
olduğu nu ele verir. " Polipin bütün bedeninin ışığa
duyarl ı ve bu yüzden sinir sistemine sahip olduğu"
söylendiği için o bundan polipin tamam ı n ı n düşün­
ceye m u ktedir olduğu anlam ı n ı çı karır.

Hile il

·
Eşsesll sôzcük. a ı B u h i l e b i r ö n e rm eyi söz kon u s u me­
s e l eyle araları nda sözcük b e nzerl iği n d e n başka ya çok
�z ya da hiç m üştere k yan ı b u l u n m ayan bir şeye teş­
m i l etmeye ; ard ı ndan da onu başarıyla çü rütmeye ve

aı ( : ffomonyma. Elfazı müteşabihan . Gr. homônumon: homônumos: ho­


mos 'aynı' + onoma veya onyma 'isim'.
Aristoteles De Sophisticis Elenchis'te sofistlerin safsatalarını in
d/ctione (dilden) ve extra dlct/onem (dil haricinden) olmak üzere iki
ana küme içerisinde toplar.
Dilden kaynaklananlar şunlardır (parantez içerisindekiler İ bn Si­
na'nın Safsata'sındaki karşılıklardır): ( ı ) Çift anlamlılık; tek bir sözcükte
müphemlik veya muğlaklık (bil iştirak-il-isim). (2) Amphibolia: bir cümle­
nin yapısında müphemlik veya muğlaklık (mümarat). (.3) Sözcüklerin
yanlış şekilde bir araya getirilmesinden oluşan tertip (iştirak-it-telif) . (4)
Sözcükleri yanlış bir şekilde ayırmaktan kaynaklanan taksim (iştirak-il­
kısmet). (5) Yazılı konuşmayı bir sözcüğü yanlış vurgulayarak yanlış yo­
rumlama (bisebebi ihtilaf-il-i'carn vel-i'rab) (6) İ fade tarzı, yani dilbilgisiy­
le ilgili bir formdan yanlış çıkanın ( bisebebi ihtilaf-il-lafz).
Dil haricinden, extra dictionem kaynaklananlar da şunlardır: ( 1 ) Araz,
bir şey hakkında doğru olan her şeyin onun arazlanyla ilgili olarak da
doğru olduğunu (veya tersi) varsayma (min vechi ma bilaraz). ./ . .

87
Tartışma Sanatının İncelikleri

böylece i l k iddianın çürütü lmüş sayılması tal e b i n e d a­


yan ır.
Burada şuna işaret etmek gerekir: Eşanlamlılars2 ay­
n ı fi kir ya da kavram için i ki sözcüktür; eşsesliler veya
sesdeşler aynı sözcüğün seslendirdiği i ki fi kir ya da kav­
ramdır ( bkz. Aristoteles, Topika, ı, ı 3 ) . Kim i zaman ci­
simler için kimi zaman ses perdeleri için kullanılan "de­
rin " , " keski n " , "yü ksek"B.3 sözcükleri eşsesli, "nam uslu"
ve "dürüst" sözcükleri eşanl am l ıdır.
Bu ex homonymia mugalata ( Sophisma) ile özdeş
qlarak görülebilecek bir hiledir; her ne kadar mugalata
aşikar olduğunda kimseyi aldatmayacaksa da.

Omne lumen potest exti ngui


lntellectus est l u men
lntellectus potest extingui . 84

Buradaki kıyasta dört terimin olduğu hemen anlaşılır,


çünkü ışık hem gerçek hem mecazi anlamda kullanıl­
mıştır. Eğer mugalata ince ve karmaşı k bir biçime b ü rü­
nürse , özellikle aynı sözcüğün içerdiği fi kirler birbiriyle
ilişkiliyse ve birbirinin yerine ku llanılmaya eJyerişliyse,
e lbette yan l ış fiki r verir, dolayısıyla aldatabilir. Ama eğer
kasıtlı olarak kul lanılıyorsa asla aldatacak kadar ince ve

./ . . ( 2 ) dicto secundum quid ad dictum simpliciter, yükleme ciheti­


nin veya itibarının kötül üğünden kaynaklanır (min sui i'tibar-il-ham­
l i ) . (.3) Ignoratio elenchi, çürütmeyi bilmeme (min kıllet-il-ılmi bit-teb­
kit). (4) Petitlo principii, (müsadere alet matlubı evvel). (5) Evrilme­
mesi gereken bir önermeyi evirme, istintaç (min vechi iyhami aks-il­
levazım, levazımın aksini vehmettirm e ) . (6) Non causa pro causa
(min ca'li ma leyse biilleti illet, illet olmayanın illet yapılması). ( 7 ) Bir­
çok soru (min cem-ıl-mesail-il-kesireti fi meseleti vahıde) . )
82 ( : Synonyrna. Anlamdaş, mü(te)radif. J
8.3 (: Tief, Sch neidend, Hoc h . J
84 ( : H e r ı ş ı k sönebilir.
Akıl bir ışıktır.
O halde o da sönebilir. )

88
Tartışma Hileleri

karmaşık değildir; dolayısıyla bu d u rumlar fiili ve ferdi


tecrü beden çı karılıp toplanmalıdır.
Eğer her hile kısa ve kolayca anlaşılır uygun bir isim
alabilseydi çok iyi olurdu, böylece birisi bu hilelerden bi­
rini veya diğerin i ku llandığında bu ndan dolayı hemen kı­
nanıp ayı planabilird i .
Eşsesli için i ki örnek.

Ö rnek 1.
A. "Siz Kant felsefesi n i n sırlarına henüz intisap etme­
mişsiniz. "
B. "O . . . , sizin söz ü n ü ettiğin i z eğer sırlarsa, benim
on larla bir işim olmaz . "

Ö rnek i l .
Şeref sözcüğünün barındırdığı ilkeyi budalaca b i r şey
olarak mahkum ettim. Çünkü bu ilkeye göre bir kim­
se daha da büyük bir hakaretle karşılık vermedikçe ya
da hasmının kanını veya kendininkini dökmedikçe si-
" lip temizleyemeyeceği bir hakareti sineye çekerek şe­
refini kaybeder. Buna karşılık ben bir kimsenin hakiki
şerefinin maruz kaldığı veya katlandığı şeyle değil fa­
kat ancak ve sadece yaptığı şeyle zedelenebileceğini
ileri sürdüm. Çünkü başımıza gelebilecek şeyler için
söylenecek bir şey yoktur. Hasmım derhal benim öne
sürdüğüm illete/hüccete saldırdı ve bana başarılı bir
şekilde, bir tüccarın işinde sahtekarlık, iğfal veya ih­
malden yanlış yere suçlandığında bunun onun şerefi­
ne karşı bir saldın olduğunu, bu durumda da haysiye­
tinin münhasıran maruz kaldığı şeyle zedelendiğini ve
onu ancak saldırganı cezalandırarak ve sözünü geri al­
dırarak kurtarabileceğini bana ispatlamış oldu.
Burada o bir eşsesli ile, başka türl ü namı mute­
berf3s denilen ve iftira ve karalamayla hakarete uğra-

85 (Fr. : bon nom: saygın isim . )

89
Tartışma Sanatının İncelikleri

yabilecek medeni haysiyeti point d'honneut66 de de­


n i len ve hakaretle zedelenebilecek şövalye onun.J37
kavramı altında yutturmaya çalışıyord u . Ve i l kine ya­
pılacak bir saldın görmezden gelinemeyeceği, fakat
aleni olarak aksinin ispatlanmasıyla püskürtülmesi
gerektiği içi n , ayn ı gerekçeye bağlı olarak, d iğerine
yapılan bir saldırı n ı n da görmezden gelinemeyeceği ,
fakat daha da büyük bir hakaret ve düello ile alt edil­
mesi gerektiği söylenmiştir. Burada· şeref yah ut hay­
siyet sözcüğü nde eşsesli ile özü iti bariyle birbirin­
den farklı i ki şeyin karıştırı ldığını ve neticede bir tar­
tışma konusu meselenin d eğiştirildiği niBB görüyoruz.

Hile IIIB9

Bir başka hile, Kata, nispi olarak ve özel bir konuyla bağ­
lantısı içinde ortaya atılmış bir önermeyi sanki genel veya
Ö.7tA&ç, m utlak bir geçerlik/uygulama iddiasıyla söylenmiş
gibi almaktır; ya da onu tamamen farklı bir anlamda alıp
sonra da çürütmektir.9 o Aristoteles'in örneği şöyledir: zen­
ci siyahtır; fakat dişleri bakımından beyazdır; dolayısıyla
ayn ı anda hem siyah hem de siyah değildir. Bu aşikaar bir
mugalatadır ve örnek için uydurulmuştur; dolayısıyla hiç
kimseyi kandıramaz. Şimdi bunu günlük hayat deneyimin­
den alınmış bir örnekle karşılaştıralım.

86 ( : o n u r meselesi. )
87 (Fr. : l'honneur chevaleresque. )
88 (: mutatio controversiae . )
89 ( : İddianın ıtlakını mutlaklaştırma. )
90 Sophisma a dlcto secundum quid ad dictum sfmpllclter. f:Çw tr,:; Ai:Ç­
EWÇ: to arti..<Öç, fi µiJ <İ7tA<Öç, a"J.J.Jı mı fi 7tQOÇ tl Ai:yEo"Ôo.t. Peri sop­
-

hisUkon elekhon, 5. (Kısa adıyla secundum quid et sfmplfciter veya


rtapa to 7tij ıcm artA<Öç: Sınırlı bir anlamda ileri sürülmüş bir şeyi sı­
nırsız bir anlamda alma hilesi.
"Tahdit edilmeksizin (a7tA<Öç) veya bir cihetten (7tij) ve miyar olmaksızın
(K'Uplwç) söylenen şeyden kaynaklanan mugalatalar kısmen söylenen şey
(EV ).Ji;pf:ı.) tahdit edilmeksizin söylenmiş gibi alındığında ortaya çıkar. "]

90
Tartışma Hileleri

Ö rne k 1 .
Felsefeden söz ederken diyelim k i benim sistemi­
min Sekincileri9 I desteklediğini ve onları övdüğü­
nü kabul ettim. Sonra çok geçmedi, soh bet döndü
dolaştı Hegel'e geldi ve ben onun yazılarının bü­
yük bölümü itibariyle boş ve manasız şeyler oldu­
ğunu veya hiç olmazsa onlann arasında yazann
sözcükleri yazmakla yetinip bunlara anlam bulma
işini okura bıraktığı pek çok bölümün bulunduğu­
nu savundum. Hasmım bu iddiayı ad rem çürüt­
meye kalkışmadı ama argumentum ad hominem
ileri sürmekle ve bana daha az önce Sekincileri öv­
düğümü, onları n da bir yığın boş ve manasız şey
yazdığını söylemekle yetindi. Bunu kabul ettim; fa­
kat onu düzelterek dedim ki ben filozof ve yazar
olarak, yani theoria alanındaki başanlanndan dola­
yı değil, fakat sadece i nsan olarak ve safı pratik
meselelerdeki tutumlanndan dolayı Sekincileri öv­
düm; oysa biz Hegel'den konuştuğumuzda belli ki
onun teorilerinden söz ediyoruz. Bu şekilde hasmı­
mın saldırısını savuşturmuş oldum.

Yukarı da veri l m i ş ilk ü ç hile b e n zer bir karaktere


sah i ptir. Bu benzerl i k şu na dayan ı r: Sald ı rı ö n e sürül­
m ü ş olan şeyd en farkl ı b i r şeye yap ı l ır. Bu yüzden kişi­
nin ke ndisini karşısın daki ne sald ı rıyı hedefi n e yapmış
gi b i göstermesi bir ignoratio elench!Jı olacaktır. Ç ü n kü

91 (: Quietisten. Fr. Quletisme : Kemal yah ut mükemmeliyetin ruh sükü­


netine/dinginligine dayandıgını dolayısıyla bunun için her türl ü insani
girişim ve çabanın bastınlmasını ve böylece tannsal iradenin tam ola­
rak müessir olmasını öngören felsefi görüş. )
9 2 [ : Mantıkta konu ile ilgisi olmayan bir şeyi ispatlayan ya d a çürüten bir
delille asıl konuyu ispatladıgı nı veya çürüttügünü varsayma yanılgısı/al­
datmacası; belli bir sonuç veya vargıyı destekler görünen bir delil ya­
hut hüccet farklı bir sonucu ispata yöneldiginde lgnoratio elenchl (: çü­
rütülene/çürütmenin tazammun ettigi şeye dair bilgisizlik: ıtapa tı'ıv
toü f:).J:y-x_ou Ciyvoıav) veya ilgisiz vargıya başvurulmuş olur. )

91
Tartışma Sanatının İncelikleri

verdiğim bütün b u örneklerde h as m ı n söyle diği şey


doğrud u r, fakat iddia ile gerçe kte d eğil ama görün ü rde
çel işki içindedir. Saldırı n ı n hedefi n d e ki kişi n i n bütü n
yapması gere ken yapılan kıyası n geçerl i liği n i yani çı ka­
rı lan son ucu reddetmektir, ç ü n kü o n u n önermesi doğ­
ru , b i z i m ki yan l ı ştır. Bu şekilde o n u n çürütmesi doğru­
dan per negationem consequentiae, yani varı lan son u­
c u n yadsı nmasıyla ç ü rütü lür. Bir başka h i le ö ngörü l e n
b i r son u ç nedeniyle doğru ö n c ü l l e ri kab u l ü reddetmek­
tir. B u n u n i ki şekl i vardır ve b u n lar i V . ve V . baş l ı klar
atlında ele alınacaktır.

Hile IV93

Eğer bir sonuca varmak istiyorsanız onun önceden gö­


rülmesine/sezilmesine izin vermemeli. bilakis onun ön­
cülleri n i fark ettirmeksizin ve kon uşman ızın şurasına bu­
rasına serpiştirerek teker te ker kabul ettirmelisiniz. Aksi
halde hasmınız bile bile güçlük çıkarmanı n94 her yol u n u
deneyecektir. Y a da eğer hasmınızın bun ları kabul e d i p
etmeyeceği bilinmiyorsa bu öncülleri n de öncülleri n i
ö n e sürmekle başlamalısı nız, b i r başka söyleyişle, ön kı­
yaslaf9s yapmal ı ve bunların kimisinin öncüllerini bel irli
olmayan bir düzen içinde kabul ettirmelisiniz. Bu şekil­
de zorunlu olan kabulleri n tüm ünü elde edinceye kadar
oyu n u n uzu gizler ve böylece bir dolam baçlı yol üzeri n­
den hedefi nize ulaşırsı nız. Aristoteles bu kuralları Topi­
ka, Vlll, l 'de verir.
Kon u n u n örneklerle açıklanmasına lüzum yoktur.

9.3 ( : Kartları gizleme: ( Fr. ) Cacher son jeu. J


94 ( : die Schikane, Fr. chlcaner. davayı yokuşa sürmek, hakkı, adaleti
engellemek, bunun için hır çıkarmak; tezvirat, müzevirlik.]
95 ( : Prosyllogisme n . J

92
Tartışma Hileleri

Hile V

Bir önermenin doğrul uğu nu ispatlamak için, eğer hasmı­


nız ya doğru l u kları nı kavrayamadığından ya da doğrudan
bunlardan i leri gelecek iddiayı önceden gördüğü nden
doğru önermeleri kabulden imtina ediyorsa doğru olma­
yan daha önceki önermeleri de kullanabilirsiniz. Bu du­
rumda izlenecek yol kendi başına yan lış fakat hasmı n ı z
için doğru olan önermeleri alıp onun düşünme tarzından
hareketle yani ex concessis ispatlamaya gitme ktir. Çün­
kü yanlış öncüllerden doğru bir sonuç çıkabilir, ama ter­
si mümkün değildir. Benzer şekilde hasmınızın yanlış
önermeleri kendisinin doğru bellediği başka yanlış öner­
melerl e ç ü rütülebilir, çünkü sizin alacağınız vereceğiniz
o n u n ladır ve b u n u n için siz onun kullandığı fikirleri kul­
lanmalısınız. Sözgelimi o eğer sizin mensup olmadığı n ı z
bir hizbi n veya mezhebin üyesi i s e s i z pekala b u mezhe­
bin i lan edilmiş görüşleri n i bir i l ke olarak ona karşı kul­
lanabilirsiniz. 96

Hile VI

Bir başka yol ispatlanması gereken şeyi kaziye ( postula­


te) olarak koymak suretiyle farklı bir kılık altında kanıt­
lanmış varsaymaktır: petitio principii. 9 7 Bu ya:

( 1 ) bir başka isim altında; sözgelimi "şeref" yeri n e


"saygın isim " , "iffetli lik" yerine "erdem" v b . veya
"sıcakkanlı canlılar" ve "omurgalılar" gib i birbiri­
n i n yeri n e kullanılabilen tabirler kullanmak; veya

96 Aristoteles, Toplka, V l l l , 9.
97 (İbn Sina Safsata'da tabiri "müsadere alel matlubı ewel" (ilk matlu­
bun mukaddem olarak alınması) diye karşılar ve eski dilde "müsade­
re alel matlup" kısaltmasıyla yerleşir. )

93
Tartışma Sanatının İncelikleri

( 2 ) tartışma kon usu özel meseleyi de içine alan ge­


nel bir varsayımda bulunmak suretiyle yapı lır;
sözgelimi her türl ü beşeri bilgi n i n belirsizliği n i
kaziye olarak koymak suretiyle tababetin kesin­
l i kten uzaklığını savunmak gi b i .
(3) Y a d a karşılıklı olarak iki ş e y birbiri n d e n i leri ge­
l i r ve biri n i n ispatlanması gerekir, bu durumda
siz diğerin i kaziye olarak koyabi l i rsin i z .
(4) Veya genel bir önerm e n i n ispatlanması gerekir,
b u d u rumda siz hasmı nızın onun cüzlerinden her
birini kabu l etmesini sağlayabilirsi niz. Bu i kinci
durumun tersid ir. (Aristoteles, Topika, Vlll, 1 1 . )

Bu eseri n son böl ümü diyal e ktiğin uygulamasının ba­


zı önemli kurallarını ihtiva etmektedir.

Hile VII

Eğer tartışman ı n bir ölçüde katı ve biçimsel kurallar çer­


çevesinde idare edilmesi gerekiyor ve açık bir anlayışa
ulaşmak arzu ediliyorsa önermeyi öne süren ve onu ispat­
lamak isteyen kimse, onun kabullerinden hareketle iddia­
nın doğruluğun u göstermek için hasmına soru sormaya
dayalı bir usul takip edebilir. Bu erotematik9B (veya "Sok­
ratik" de denilen) yöntem bilhassa eskiler arasında yaygın­
dı. Bu ve takip eden hileleri n bazısı onunla akrabadır.99
Burada taki p edilen usul ü n esası hasmınıza kabu l et­
tirmek istediğiniz şeyi gizlemek için aynı anda çok sayı­
da geniş kapsamlı soru sormaya ve diğer yandan kab u l­
lerden kaynaklanan delili h i ç vakit kaybetmeksizin i leri
sürmeye dayanır; çünkü anlayış gücü bakımından zayıf
veya yavaş olanlar tam olarak takip edemezler ve tanıt-

98 ( : Gr. ılpcim;µa: L. interrogatio: Plurium Interrogation u m . J


99 Bunlann hepsi Aristoteles'in De Sophisticls t:Jenchis'inin XV. Bölü­
münün serbestçe uyarlanmasıdır.

94
Tartışma Hileleri

lama esnasında ortaya çıkabilecek yanlışları veya boş­


l ukları gözden kaçırırlar.

Hile VIII

Bu hile hasmınızı öfkelendirmeye (irritare) dayanır; ı oo


çünkü öfkelendiğinde doğru değerlendirme ve yargılama
yeteneği ni kaybeder ve kendisi için fayda ve üstünlüğün
nerede yattığı nı fark edemez. Onu sık sık ve kasti hak­
sızlı klarda b u l unarak ya da önüne bile bile güçlük çı ka­
rarak çileden çı karabileceğimiz gi bi genel olarak küstah­
ça bir tutum takınarak da onu öfkelendirebiliriz.

Hile IX

Ya da peşinde olduğunuz şeyi bilmesine imkan tan ıma­


mak için onlardan çıkarılacak sonucun gerekli kıldığından
farklı bir d üzen içinde sorular sorabilir ve onların yerini sı­
rasını değiştirebilirsiniz. O zaman önlem alamaz . Aynca
onun verdiği cevaplan da, karakterlerine göre, farklı hatta
tam tersi sonuçlar için kullanabilirsiniz. Bu takip ettiğiniz
yolu gizleme hilesine, yan i iV. Hileye benzer.

Hile X

Eğer peşinde olduğunuz şey için hasmınızın olumlu cevap­


lar vermesini istediğiniz sorulara kasıtlı olarak olumsuz ce­
vaba geri döndüğünü müşahede ettiyseniz, o zaman sanki
olumlandığını görmekten endişe ediyormuşsunuz gibi
önermenizin tersini sormanız gerekir; ya da onu her iki ba­
kımdan da serbest bırakabilirsiniz, böylece o sizin bunlar­
dan hangisini teyit etmesini istediğinizi fark edemez.

ı oo [ : Fr. F'acher l'adversalre. ı

95
Tartışma Sanatının İncelikleri

Hile XI

Eğer siz bir tümevarımda b u lunmak ister de hasmınız si­


ze onu destekleyecek münferit durumları ı o ı kendi eliyle
sunarsa, eğer münferit d u rumlardan çıkan genel doğru­
yu kendisi de kabul ediyorsa, ona soru sormaktan geri
durmanız, bilakis soru larla tebarüz ettirmek isted iği niz
şeyi daha sonra yerleşmiş ve kabul edilmiş bir olgu ola­
rak takdim etmeniz gerekir; çünkü bu arada kendisi onu
kabul ettiği ne i nanmaya başlayacak, aynı izlenim dinle­
yicilerde de uyanacaktır, çünkü münferit durumlarla i lgi­
li birçok soru hatırlayacak ve elbette amaçlarına ulaşmış
olmaları gerektiğini varsayacaklard ır.

Hile xıı ı o 2

Eğer soh bet özel bir ismi olmayan, fakat mecazi veya
tasviri b ir tarifi gerekli kılan genel bir fi kir etrafında dö­
nüyorsa işe önermeniz için elverişli bir mecaz seçerek
başlamanız gerekir. Sözgelimi İ spanya 'daki siyasi parti­
leri tanı mlamak için kullanılan isimler: Servi/es ve Libe­
rales: belli ki son uncular tarafından seçil miştir.
Protestanlar ve aynı zamanda Evangel istler belli ki
bu isimleri kendileri seçmişlerdir; fakat Katol ikler naza­
rında onları n ismi sapkınlar/ dinsiz/erdir. ı 03
Daha tam ve belirli bir anlama i m kan tan ıyan şeyl e­
rin isimleri bakı m ı ndan da bu böyledir: sözgelimi eğer
hasm ı n ı z bir değişiklik tekl i f ederse siz ona bir yenilik
diye b i l i rs i n i z , çünkü b u sözcü k öfke ve h i ddet uyandı­
racaktır. Eğer tekl ifi yapan sizsen i z , b u n u n tersi olacak­
tır. İ l k d u rumda " karşıt i l ke "ye " mevcut d ü z e n " , i ki n ci
d u rumda " devri geçm iş eski b i r önyargı " ı o 4 diye b i l i rsi-

101 (Ya da: desteklemesi muhtemel . )


ı 02 ( : M ünasip mecaz seçmek: ( Fr. ) Choisir des metaphores favorables. )
1 0.3 ( : der ı<.etzer: mülhit, dinden çıkmış. )
1 04 ( : Bocksbeute l . )

96
Tartışma Hileleri

niz. H izmet edeceği ayn bir amacı olmayan tarafsız bi­


risinin "kü lt" ya da .,dini ilkeler b ütü n ü " dediği şeyi o
dinin mü ntesibi "dindarlık" veya "sofuluk", onun mu­
halifi ise " bağnazlık" veya "hurafe" diye tarif eder. Bu
aslında karmaşı k bir petiüo prlncipiidir. Her şeyden ev­
vel ispatlan mas ı n ı n yol u araştırılan şey fark ettirilme­
den tan ı m ı n içine soku l makta ve oradan daha sonra
sadece çöz ü mlemeyle alınmaktadır. Biri n i n "güvenli
b i r yerde gözetim altında tutu l d uğu " n u söyled iği kimse­
ye diğeri "hapse atı l dı " der. Bir kon uşmacı çoğu zaman
şeylere verdiği isim lerle asl ı n da peşi nde o l d uğu şeyi
önceden ele verir. Biri n i n "ru h ban" dediği n e diğeri " pa­
pazlar" ı os diye b i l ir.
Cedel yahut tartışma sanatının bütün hileleri içinde
en sık rastlanan budur ve çoğu zaman insanlar buna far­
kında olmaksızın başvururlar. Niteki m durulan yere göre
aynı şey için "sofuluk" ya da " bağnazlık"tan ; "ahlaksızlık"
veya "çapkınlık" ya da "zina"dan, " kaçamaklı" ya da
" müstehcen" bir sözden, "sıkıntı" ya da "iflas"tan, "nüfuz
ve yakınlık" ya da "rüşvet ve iltimas" "sayesinde"den , "sa­
mimi minnettarlık" ya da "iyi ödeme"den söz edildiğin i
d uyarsınız.

Hile XIII ı 0 6

Hasmın ıza bir önermeyi kabul etti rmek için ona aynı za­
manda karşı bir önerme vermeli ve bu ikisi nden hangi­
sini seçeceği ni ona bırakmalısınız; bu arada siz de karşı
önermeyi olabildiği nce yaldızlamalısı nız ki kendimle çe­
lişmeyeyim derken önermenizi kabul etsi n , çünkü bu su­
retle o gayet mu htemel görün ü r hale getiri l miştir. Sözge­
limi siz onun bir çocuğu n babasının yapmasını söyled iği
her şeyi yapması gerektiği ni kab u l etmesi ni istiyorsanız,

1 05 (Sırasıyla: die Qeistlichkeit: die Pfaffen: aslında her iki sözcük de ay­
nı şeye (ruhbanlık) biri yücelterek, diğeri aşağılayarak işaret eder. )
ı 06 (: Aksini seçti rme: f'aire rejeter l'antithese. J

97
Tartışma Sanatmm İncelikleri

ona " her konuda e beveynimize itaat mi yoksa itaatsizlik


etmemiz gerektiğini" soru n . Ya da eğer bir şeyi n "sık" vu­
ku b u lduğu söyleniyorsa. "sık" derke n b undan "birkaç"
defayı mı yoksa "birçok" defayı mı anladığın ı sorun , ta­
bii ki o " birçok" defayı anlad ığın ı söyleyecektir. Sanki
kurş u n iyi siyahı n yanına koyup beyaz, ya da beyazı n ya­
nına yerleştiri p siyah d iyormuş gibi.

Hile xıv ı o 1

Küstahça bir hile olan bu oyun şu şekilde oynanır: Has­


mınız hedeflediğiniz sonuç için elverişli olan şeyi ters
yüz eden cevaplar verm e ksizin sorularınızın birkaçını ce­
vaplandırdığında, her ne kadar bunlardan böyle bir so­
nuç ç ı kmasa da, san ki ispatlanmış gi bi hedeflediğiniz so­
nuca geçi n ve hemen m uzafferane bir edayla onu ilan
edin. Eğer hasmınız mahcup veya ahmak birisiyse ve siz
de biraz küstah ve iyi bir sese sah ipseniz. bu hile kolay­
ca başarıl ı olabilir. Bu fallacia non causae ut causaeya
yakın bir aldatmacadır.

Hile xv ı oa

Eğer ortaya çelişkili bir iddia attınız ve onu ispatlamakta


bir güçl ükle karşılaştıysanız her ne kadar akla yakın gö­
rünmese de doğru olan bir önermenin kabulünü veya red­
dini, sanki delilinizi ondan çıkarmak istiyormuşsunuz gi bi,
hasmınıza bırakabilirsiniz. Eğer bir hileden kuşkulandığı
için onu reddedecek olursa zaferinizi onun ne kadar ad
absurdum bir durumda olduğu n u göstermek suretiyle el­
de edebilirsiniz. Eğer onu kabul edecek olursa şimdil i k
ak.la yakın olan sizin yanınızdadır ve şimdi etrafınıza ba-

1 07 (: Mağlubiyete rağmen gali biyet ilan etme: ( Fr. ) Clamer victoire mal­
gre la defaite. ı
1 08 ( : Saçma temellendirmelerden yararlanma: (Fr. ) Utiliser des atyu­
ments absurdes. l

98
Tartışma Hileleri

kınmalısınız. Olmadı daha önceki hileyi kul lanabilir ve çe­


lişkisinin kendisin i n kabul ettiği önermeyle ispatlandığı n ı
d a savunabilirsiniz. Tabii b u n u n i ç i n aşın derecede küstah
olmak gerekir; fakat tecrübe bunun örneklerini göster­
mektedir ve buna içgüdüleriyle başvuran i nsanlar vardır.

Hile xvı

Bir başka h i l e argumenta ad hominem veya ex conces­


sise ı o g başvurmaktır. Hasm ı n ı z bir iddiada bulunduğun­
da o n u n daha önce ileri sürd üğü veya kab u l ettiği başka
bir önermeyle , ya da onun tasvip ve tavsiye ettiği bir
mekte bin veya mezhebin i lkeleriyle ya da bu mezhebi
destekleyenleri n veya ona sadece görü nüşte ve sahte bir
destek verenlerin eylemleriyle veya ken d i eylemleriyle
veya eylemsizliğiyle şöyle ya da böyle , velev ki sadece
görün üşte olsun , tutarsız olduğu n u gösterm eye çalışma­
lısınız. Sözgelimi o eğer intihan destekliyorsa, derhal
yaygarayı basmalısınız, " Öyleyse neden ken d i n i asmıyor­
sun?" d iye . Eğer Berl i n ' i n yaşamak için güzel bir yer ol­
madığı n ı sav u nuyorsa hiç vak.it kaybetmeden, " O halde
neden ilk trenle terk etmiyorsun?" diye sormalısı nız.
Bu türden palavralar ve bile bile çıkarılan güç lü kler­
den yararlanmak her zaman mümkündür.

Hile XVII ı ı o

Eğer hasmınız sizi bir karşı delille bunaltıyorsa ken d i nizi


çoğu zaman i nce bir aynın yaparak koruyabilirsin i z . Doğ­
ru, böyle bir ayrım daha önce dikkatinizi çekmemiştir.

1 09 (Aristoteles, De Sophistlcis Elenchis'de ( l 7 7 b33) verdigi bir örnekle


ilgili olarak "bu çözüm getirilen her hüccet veya delil için uygun d üş­
meyecektir . . . bu delilin kendisini degil fakat soruyu soranı hedef
alır" der. )
1 10 ( : Kılı kırk yararak kendini savunma: (Fr. ) Se detendre en coupant
Jes chevewc en quatre. l

99
Tartışma Sanatının incelikleri

Bir başka söyleyişle, konunun çift yön l ü uygul aması var­


dır veya muğlak bir anlamda alınmaya elverişlidir.

Hile XVIll

Eğer h asmınızın yenilgin izle sonuçlanması m u kadder bir


delil veya temellendirmeler zinciri n e başvurd uğun u mü­
şahede ettiyseniz onun bu son uca varmasına izin verme­
meli . tam zamanı nda tartışmanı n akışma müdahale et­
meli veya bütün üyle kesmeli ya da onu konudan uzak­
l �ştırıp başka kon ulara yönlendirmelisiniz. Kısacası daha
sonra di kkati çekip anlaşı lır hale gelecek h i l eyi, m utatio
controversiae1 ı ı sonuna kadar götürmelisiniz. (Bkz. Hile
XXIX)

Hile xıx ı ı ı

Hasmınız temellendirmesi nde belli bir noktaya itiraz et­


menizi sağlamak için açıktan açığa size m eydan okuyor­
sa ve sizin de söyleyecek bir şeyiniz yoksa, ortadaki me­
seleye genel bir hava vermeye çalışmalı ve ardından da
buna karşı kon uşmaya başlamalısınız. Eğer doğabilimiy­
le ilgili belli bir varsayımın neden kab u l edilemeyeceğin i
söylemeye zorlamyorsamz, s i z insan bilgisin i n yanı labi­
l i rlik özelliği n i ön plana çıkarabilir ve b u n u n çeşitl i ör­
nekleri n i vere b i lirsiniz.

Hlle XX

Bütün ö n c ü l l e ri n izi ortaya koyup h asm ı n ı z ı n kab u l et­


mesi n i sağlad ı ktan sonra isted iğin i z son u ca u l aşmak
için artık ona soru sormaktan u zak d urmal ı , hiç vakit

111 ( : Tartışmanın akışını sekteye uğratıp saptırma: (Fr. ) lnterrompre et


detoumer le debat. ı
l 12 ( : Aynntıyı tartışma teklifini genelleştirmeyle savuşturma: (fr. ) Oenera­
llser plutôt que de debattre de detalls. ı

1 00
Tartışma Hileleri

kaybetmeden o n u ken d i n i z çıkarmalısınız; h atta öncül­


lerin biri veya d iğeri e ks i k b i l e olsa sanki o n u kab u l
edilmiş gi b i görm e l i ve s o n u c a varmalısın ı z . Bu h i l e fal­
lacia non causae ut causaenı n b i r uygulaması ndan i b a­
rettir.

ffile XXJ I 1 .3

Hasmınız bütünüyle sathi veya m ugalatacı bir temellen­


d i rmeye başvu ruyor ve siz de onun gizli amacını sezinli­
yorsanız pekala onun asılsız ve sathi yanını ortaya sere­
rek çürütebilirsiniz. Ama o n u n bu hamlesini sath i l i k ve
safsatacıl ı kta o ndan geri kalır yan ı olmayan bir karşı de­
l i l veya temellendirmeyle karşı lamak ve onu zararsız ha­
le getirmek daha iyid ir. Çünkü sizin peşinde olduğunuz
şey hakikat, değil zaferdir. Sözgelimi eğer o bir argumen­
tum ad hominemi benimsemişse bir karşı argumentum
ad hominem ve argumentum ex concessis ile onun gü­
cünü kırmanız yeterlidir. Ve genel olarak bizim için me­
safe maliyeti fark etmese bile o duru m u hakikatiyle or­
taya koymak yeri n e eğer açıksa bu yol u kullanmak, bir
argumentum ad hominem öne sürm e k daha kısadır.

Hile XXII

Eğer hasmınız sizden tartışma konusu meselenin doğru­


dan kendisinden kaynaklandığı bir şeyi kab u l etmenizi
talep ediyorsa bunun bir petitio principiil ı 4 olduğun u
söyleyerek o n u n b u tal e b i n i reddetmelisiniz. Ç ü n kü o v e
d i n leyiciler tartışma konusuna yakın olan bir önerm eyi
onunla özdeş o larak görecekler ve böylece siz onu en iyi
temellendirmesinden mahrum bırakmış olacaksınız.

ı 1.3 ( : Safsatayı safsatayla savuşturma: (Fr. ) Repondre a d e mauvais ar-


guments par de mauvais arguments. )
1 14 ( : Kendisi ispata muhtaç olanı ispat vasıtası olarak kullanma aldat-
macası. )

101
Tartışma Sanatının İncelikleri

Hile XXIII 1 1 s

Yalanlama (tekzip) ve çekişme ( m ünakaşa) bir kimseyi


öfkelendiri r ve o n u iddiasını abartmaya sevk eder. Has­
m ınızı tekzip edere k onu, her şeye karşın bu sınırların
içinde ve kendi başına doğru olan bir iddiayı asli sınırla­
rı n ı n ötesine gen işletmeye götürebi lirsi niz. Ve siz onun
b u abartılı biçimi n i çürüttüğü n ü zde onun başlangıçtaki
iddiası nı da çürütmüş gibi görün ü rsünüz. Buna karşılık
yalanlamaya öfkel e nerek şaşırıp da ken d i iddianızı
abartmaya veya genişletmeye kal kmamalı, aynı h i l e n i n
sizin ü zerinizde böyle bir sonuç doğurmasına izin ver­
memelisiniz. Çoğu zaman öyle olur ki bizzat hasmınız
d oğrudan sizin i d dianızı kastettiğin izden daha fazla ge­
n i şletmeye kalkacaktır. İ şte burada onu hemen d u rdur­
malı ve koyduğun u z sınırları n ı n içine çekmelisiniz: "Söy­
lediğim b u , gerisi fazlalık. "

Hile XXIV

Bu h i l e hatalı bir kıyasa ve dolayısıyla yanlış bir sonuca


varmaya dayanır. H asmınız bir iddiada b u l u n ur, onu bir
önerm eyle ifade eder. Siz ondan yanhş çıkarımla ve fikir­
leri n i eğip b ü kerek başka önermeler çıkarırsınız. On u n
i l k önermesin i n içi nde bunlar yoktur ve o böyle bir şeyi
h i çbir şekilde kastetmemiştir; öyle ki b u nlar saçma, hat­
ta teh l i kelidir. O zaman onun önermel eri san ki ya kendi
başları na tutarsız ya da kab u l edilmiş bir doğruyla çeli­
şen başka önermeleri n yolu n u açmış gi bi görünür. Ve
böylece ortaya sanki o dolaylı olarak çürütülmüş gi bi bir
izlenim çı kar: bu apagoge, saptırmadır ve fallacia non
causae ut causaenı n bir başka uygulamasıdır.

1 15 ( : Hasmı mübalağaya zorlama: (Fr.) Forcer l'adversalre a l'exageratlon. J

1 02
Tartışma Hileleri

Hile XXV

Bu exemplum in contrarlum yoluyla apagogedi r. ı I 6 Bir


E7tayroyfı, inductio ile bir önermenin genel geçer bir doğ­
ru olarak kabul edilmesini öne sürmek için çok sayıda
münferit örnek tarafı ndan desteklenmesi gerekir. Fakat
saptırma, cmayroyfı i l e önermenin geçerli olmad ığı tek bir
örnek onun yerle bir edilmesi için yeterlidir. Buna
EVO"tacrtç, exemplum in contrarlum, instantia denir. Söz­
gelimi "bütü n geviş getirenler boyn uzlud ur" önermesi
tek bir zıt misal l e , deve örneğiyle yerle bir olabilecek bir
önermedir. Örnek genel geçer bir doğrun u n geçerliliği­
n i n araştırı ldığı bir durumdur ve onun temel tanımı içine
evrensel olarak doğru olmayan ve zikredildiğinde onu
yerle bir edebilecek bir şey sokul u r. Fakat yanı lgıya mey­
dan verebilecek her şeyin ortadan kaldırıldığı söylene­
mez; ve bu hile hasmınız tarafın dan kullanıldığı nda şun­
lara dikkat etmeniz gerekir:

( 1 ) Verdiği örnek acaba gerçekten doğru mudur?


Çünkü öyle soru nlar vardır ki onların yegane doğ­
ru çözümüne göre söz konusu durum doğru de­
ği ldir, sözgelimi birçok m ucize rivayeti , hortlak
h i kayeleri ve benzeri böyledir.
(2) Acaba o gerçekten bu şekilde ifade edilen doğ­
ru/hakikat tasavvu ru n u n veya tarifi n i n kapsamı
içerisinde midir? Çün kü sadece kapsamı içerisi­
ne giriyor gibi görünebilir, dolayısıyla ortadaki
mesele kesin ayrımlarla çözüm e kavuşturu lması
gereken bir meseledir.
(.3) Acaba o gerçekten bu tasavvurla veya tarifl e bağ­
daştırı lamaz mı? Çünkü bu da sadece görün ürde
bir tu �arsızl ı ktan i baret olabilir.

1 16 (: Zıt örnek göstermek suretiyle saptırma. J

1 0.3
Tartışma Sanatmm İncelikleri

Hile XXVI

Retorsio argumentil 1 1 parlak bir darbed ir. Bununla has­


mınızın öne sürdüğü delili kendisine karşı kullanırsınız.
Sözgelimi o "O bir çocuktur, dolayısıyla bunu göz önün­
de b u l undurmalısın ı z , " der. Siz ayn e n karşılık veri rsiniz,
"Tam da bir çocuk olduğu için o n u d ü zeltmem gerekiyor
ya; aksi halde kötü alışkanlıklarında ısrar edecektir. "

Hile XXVII ı ı s

· Getirdiğin i z bir delile karşı hasmınız hiç beklemediği niz


bir şekilde öfkelenmişse daha da büyük bir azimle onu
sıkıştırmaya devam etmelisiniz. Sadece onu öfkelendir­
mek iyi bir şey olduğu için deği l , fakat olabilir ki böyle­
l i kle h asmınızın iddiası n ı n zayıf yanına parmak basmış
ve o tam da buradan farkına vardığınız anda olsa bile
saldırıya daha fazla açık olduğu için yapmalısınız b u n u .

Hile XXVIII

Bu öze l l i kl e avamı n h uzurunda bilginler arasındaki bir


tartışmada tatbi ki kabi l bir hiledir. Eğer bir argumentum
ad reminiz yoksa, dahası bir argumentum ad hominem­
den de yoksunsanız bir argumentum ad auditorese baş­
vurabilirsi niz. Bir başka söyleyişle, geçerl i l iğini ancak bir
uzmanın anlayabileceği geçersiz bir itirazda bulunabilir­
siniz. Şimdi hasmınız bir uzmandır, fakat d i nleyici kitle­
nizi oluşturanların uzmanlıkları yoktur, dolayısıyla onla­
rın gözünde o alt edilmiş görünecektir. Hele yaptığınız
itiraz bir de o n u dinleyicileri n gözünde gülünç bir kon u­
ma düşürüyorsa: Dinleyiciler gülmeye hazırdır ve siz de
onların kahkah aların ı kendi yanı nıza çekersiniz. İ tirazı n ı-

ı 17 (: Öne sürülen delilin/istidlalin sahibine yöneltilmesi. )


1 18 ( : Öfke zayı fl ığını hasmın aleyhine kullanma: ( Fr . ) La colere est une
faiblesse. J

1 04
Tartı şma Hileleri

zın budalaca bir itiraz olduğu n u göstermek hasmınızın


uzun uzun açıklama yapmasını ve söz konusu bilgi dalı­
nın i l kelerine veya tartışmakta olduğu n u z konu n u n un­
surlarına atıfta bulunmayı gerekli kıl acaktır. İ nsanlarda
bunları dinleme isteği yoktur.

Sözgelimi hasmınız bir dağ sırasının ilk oluşumunda


terkibi itibariyle granit ve diğer unsurların yüksek sıcaklık­
ları nedeniyle akışkan veya eriyik halde bulunduklarını; sı­
caklık derecesinin 250° (200° R)'yi bulmuş olması gerek­
tiğini, kütle biçim kazandığında denizle kaplandığını ileri
sürdü. Siz bir argumentum ad auditores ile karşılık vere­
rek bu derecede, hatta ona ulaşmazdan çok önce, yani
1 00° (80° R)'de bile deniz suyun u n çoktan kaynamış ve
buhar biçiminde havaya yayılmış olacağını söyleyebilirsi­
niz. Dinleyiciler buna güleceklerdir. Sizin bu itirazınızı çü­
rütmek için hasmınızın kaynama noktasının sadece sıcak­
lık derecesine değil , aynı zamanda atmosfer basıncına da
bağlı olduğunu; ve deniz suyu n u n yaklaşık yansı buhar bi­
çimine geçer geçmez bu basıncın deniz suyu n u n kalanı­
nın 250° (200° R)'de bile kaynamasını imkansız hale geti­
recek kadar artacağını göstermesi gerekecektir. Ona böy­
le bir açıklama yapma imkanı verilmeyecektir, çünkü bu
meseleyi doğabilimine aşinal ı ktan olmayan dinleyicilere
tanıtlamak bilimsel bir incelemeyi gerekl i kılacaktır.

Hile XXIX.

Eğer alt edilmek üzere olduğu n u z sonucuna vardıysanız


bir saptırmayaı ı 9 başvurabilirsi n i z : yan i sanki tartışma
konusu olan meseleyle bir bağı varmış gibi birdenbire
başka bir şeyden kon uşmaya başlayabilir ve hasmınıza
karşı bir delil getirebilirsiniz. Eğer başvu ru lan saptırma­
n ı n kon uyla genel anlamda bir bağı varsa ı 2 0 bu küstah-

ı I9 ( : Cı7taywyfı: diversion. J
ı 20 (: thema qurestionis. J

1 05
Tartışma Sanatının incelikleri

lığa gerek kalmaksızın yapılabilir, ama eğer kon uyla h iç­


bir ilişkisi yoksa bunun için bir parça küsta h l ı k gerekli­
d i r ve bu ancak hasmınıza saldırırken ku l lanılır.
Sözgelimi ben Çin'de yürürl ü kte olan sistem i övdüm
ve orada babadan oğula intikal eden soylu l u k d iye bir
şeyi n olmadığını, kam u görevleri n i n başına ancak e h i l ,
yani herkese açı k imtihanlarda başarıl ı o l m u ş olanları n
getirildiği ni söyledim. ttasmım d a b u na karşılık kamu gö­
revi için i nsana öğrenimin, (kendisin i n müspet bir ka­
naate sahip olduğu ) doğuştan gelen ayrıcalı k kadar az
uygun düştüğünü savund u . tter i kimiz de konunun leh
v e aleyhinde deliller getirdik, tartıştı k ve sonunda o alt
edilmek üzere olduğu n u görd ü . ttemen tartışmayı saptır­
dı ve Çi n'de bütün zümre leri n falakayla cezalandırıldığı­
nı i leri sürd ü . Bunu çaya aşın d üşkü n l üğe bağlad ı ve
b u n u n l a da kal madı , b u n l arı n her i kisi n i de Ç i n l i l e r için
b i r ayıplama kon usu hal i n e getird i . Onun bütün b u yap­
tıkları n ı ses çı karmaksız ı n taki p etmek bizi çoktan ka­
zan ı l mış olan zaferden gön ü l l ü olarak vazgeçm eye gö­
türürd ü .
Eğer tartışma mevzuu olan kon uyu bütünüyle terk
ederse saptırma küstahlıktan ibaret kalır ve " Evet ama
siz de az önce demiştiniz ki" ve benzeri türden itirazları
davet eder. Çünkü o zaman tartışma bir ölçüde şahsileş­
meye başlar; bunu bir sonraki bölümde ele alacağız. As­
l ı nda bu tam olarak, burada incelenecek olan argumen­
tum ad personam ile daha önce e l e alınmış olan argu­
mentum ad hominem arasında bir yerde kalır.
Neredeyse sıradan i nsanlar arasındaki her ağız dala­
şında bu hileye başvu ru lmasından onun insan doğasın ı n
deri n l i klerine kök saldığı anlaşılabilir. Eğer taraflardan
biri diğerine karşı şahsi bir tarizde ı 2 1 b u l u nursa o b u n u
çürüterek cevaplamak yerine s e s çıkarmaz, sanki o n u
kabu l etmiş görünür ve hasmına başka bir sebebe bina-

ııı ( : Vorwıilfe: kınama veya ayıplama. )

1 06
Tartı şma Hileleri

en tarizde bulunarak karşılık veri r. Bu Scipio' n u n Karta­


calılara İ talya' da değil fakat Afrika' da saldırırken takip et­
tiğine benzer bir h iledir. Savaşta bu türden oyalamalar
yararlı olabilir; ama bir kavgada b u n lar zayıf önlemlerdir,
çünkü yapılmış olan kınamalar herhangi biçimde savuş­
turu l m uş olmaz, kavganı n seyircileri her i ki taraf için de
söylenebilecek en kötü şeyi işitirler. Dolayısıyla bu an­
cak faute de mieux ı 2 2 kullanılması gereken bir h iledir.

Hile XXX

Argumentum ad verecundiam. Bu h i l e akıldan çok otori­


teye başvurmaya dayanır. (Hilenin m üessir olabilmesi
için) başvu rulan otoritenin hasmın bilgi d üzeyine uygun
olması gerekir.
Seneca unusquisque mavult credere quam judicare
der (De vita beata, 1 , 4 ) . t 2.3 Dolayısıyla hasmı n ızın saygı
duyduğu bir otoriteyi kendi yanı nıza almışsanız işiniz ko­
lay demektir. Hasmın ızın yeteneği ve bi lgisi ne kadar sı­
n ı rlıysa itibar ettiği otoritelerin sayısı da o kadar fazladır.
Eğer yeteneği ve bilgisi üst düzeyd eyse bunlar çok az
olacak veya hemen hemen hiç olmayacaktır. O belki
kendisin i n çok az bildiği veya hiç bilmediği bir bilim ya
da sanat veya el zanaatında hü n er ve maharet sahibi uz­
man kimseleri n otoritesin i kabu l eder, ama öyl e olsa bi­
le yine de buna kuşkuyla yaklaşacaktır. Buna karşılık
vulgus ı 24 her türden meslek mensubuna derin bir saygı
d uyar. O nlar bir işi meslek haline getiren kimsen in o n u
sırf onun kendisi için değil fakat onun sayesinde elde et­
tikleri kazançtan dolayı sevdikleri n i n farkında değiller­
d i r. Yahut kon usu hakkı nda tam bilgi sahi b i olmak için
öğreten kimseye nadiren rastlandığı n ı bilmezler; çünkü

1 22 (: daha iyisi bulunmadıgı için . )


1 2.3 ( : Herkes yargı gücüne/onu kullanma düzeyine uyan kanaati/inancı
tercih eder: Kişinin inancı onun yargı gücünün düzeyini gösteıir. )
1 24 ( : sıradan halk. )

1 07
Tartışma Sanatının İncelikleri

eğer öğrenmesi gerektiği için öğrenirse çoğu durumda


onu öğretmek için zaman ı kalmayacaktır.
Fakat avam arasında saygı gören pek çok otorite var­
dır ve eğer elinizin altında peşinde olduğunuz şeye hizmet
eden uygun bir otorite yoksa böyle görünen birini alabilir­
siniz. Sırasında birinin bir başka anlamda veya başka ko­
şullarda söylediği bir şeyi nakledebilirsiniz. Hasmınızın an­
layamayacağı otoriteler genelde onun en fazla saydığı ve
önem verdiği otoritelerdir. Eğitimsiz olanlar genellikl e söz
arasına Grekçe veya Latince deyimleri n sıkıştınlmasından
bilhassa etkilenirler.
İ cap ederse başv urduğunuz otoriteleri çarpıtmakl a
kalmaz, tahrif e d e b i l i r hatta hemen oracı kta uyd urdu­
ğu n u z bir şeyi o n l arın ağz ından da nakl e d e b i l irsin i z .
G e n e l d e has m ı n ı z ı n koltuğu n u n altında kitaplar olmaz,
olsa bile onları ku llanabilecek fırsat b u l amaz. B u n u n
e n güzel örn eğin i , d iğer yurttaşlar gi bi e v i n i n ö n ü n d e ki
caddeye kal d ı rı m taşı döşemeye zorlanmaktan yakası­
nı ku rtarmak için Kitabı M u kaddes'e ait o l d uğun u söy­
l eyerek şu sözü i kti bas etmiş olan Fransız cure verir:
pa vean t illi, ego non pa vebo. ı 2s Belediye zabıtaları na
b u yetmi şti .
Her yerde karşılaşılan bir önyargı da bir otorite ola­
rak kul l a n ı labilir. Çünkü i nsanların çoğu Aristoteles ile
birlikte d üşünür: a µev rtoA.A.otç ÔOKEl, taÜ'ta YE fivm
<jıaµcv. ı 2 6 Ne kadar saçma olursa olsun hiçbir görüş yok­
tur ki i nsanlar içlerinde b u n u n gen e l olarak kabul edildi­
ği yön ü nd e bir kanaat oluşur oluşmaz kolayca benimse­
meye yanaşmasınlar. Ö rn e k davranışların ı etkilediği gi bi
düşünceleri n i de etki ler. On lar sürü n ü n önünde giden
kösemeni takip eden koyunlara benzer. Daha düşünme­
ye başlar başlamaz cansız yere yığılıverirler. Bir düşünce

ı 25 ( : Korkulan buysa ben bundan korkmuyorum. Paveo, pavero, pavi:


fiilinin " kaldınm döşemek: pave· fiiliyle akrabalığı maharetin inceli­
ğini göstermektedir. )
ı 26 (: Çoklarının inandığı şeyin varolduğu söylenebilir. )

1 08
Tartışma Hileleri

ya da kanaatin yaygın l ığının halk üzerinde bu kadar ağır­


lığının olması çok tuhaftır, öyle ki kendi tecrü beleri onun
herkesçe kabulünün bütünüyle saçma ve sadece taklit­
ten ibaret olduğunu söylese bile ü zerlerinde bunun bir
etkisi yoktur, çünkü onlar kendileri n i bilmezler, kendile­
rine dair bilgileri yoktur. Ancak seçki n l er Platon ile birl i k­
te derler: toiç ıtoA.Aoiç 7tOM<'ı ôoıcd ( tois pollois polla do­
keı1, ki bu şu anlama gelir: avamın kafası bir yığın hura­
feyle doludur ve onlara laf anlatmak zor ve zahmetli bir
· iştir.
Fakat ciddi kon uşmak gerekirse bir düşünce yah ut
kanaatin yaygınlığı hiçbir surette onun doğrul uğunun bir
delili olamaz, hatta o yönde bir ihtimal olarak bile kabul
edilemez. Bunun böyle olduğu n u savunanlar:

(1) zamanın uzunluğu nun herkesçe kabul edilen bir


kanaati (hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak dere­
cede kesi n ) ispatlama gücünden yoksun bıraktı­
ğı n ı varsaymak zorundadır; aksi halde bir za­
manlar herkes tarafından doğru olduğu kabul
edilen eski yanlışlann tümünün yeniden hatırlan­
ması gerekird i . Sözgelimi eski rtolemaios siste­
m i n i n onan l ı p tekrar kul lan ıma sokulması veya
Katolikl iğin bütün Protestan ülkelerde yeniden
tesis edilmesi gerekirdi;
(2) aynca bunlar mekan bakımı ndan uzaklığın da
aynı sonucu doğurd uğun u (yani herkesçe kab u l
e d i l e n bir kanaati kesin olarak ispatlayıcı gücün­
den yoksun bıraktığı n ı ) varsaymak zorundadır­
lar. Aksi halde Budacılık, Hıristiyanlık ve İ slam
dininin yaygın old uğu coğrafyalarda bu yaygın l ı­
ğı n se bebini açıklamak onlan güç durumda bıra­
kacaktı r ( Bentham, Tactique des assemblees
Iegislatives, Bd . i l , s. 7 6 ) .

1 09
Tartışma Sanatının incelikleri

Şimdi meseleye daha yakından ve d i kkatle bakacak


olursak herkesçe kabu l edilen düşünce yahut kanaat
olarak sunulan şeyin aslında i ki ya da üç kişin i n kanaa­
ti olduğu n u görürüz; ve eğer o n u n gerçe kte nas ı l oluş­
tuğu nu anlayabilirsek buna ikna olmamamı z için bir se­
bep yoktur. İ l k elde o n u kab u l etmiş veya i l e ri sürü p sa­
vunmuş olan hepsi hepsi i ki ya da ,ü ç kişi d e n ibaret bir
toplu l u ktur ve i nsanlar b u n ların o meseleyi bütün yön­
leriyle ve tam olarak araştırıp sınadıklarına inanacak ka­
dar saftır. Ard ı n dan b u n l ara birkaç kişi daha katıl ı r, b u n­
lar önceki l erin gerekli kab i liyet ve uzmanl ığa sah ip ol­
d u kl arına önced e n i kn a olmuşlardır. Bunlara da tembel­
l i kten işin kün h ü n e inmenin meşakkatli göründüğü , b u
yüzden kon uyu kendileri araştırıp karar verm e ktense
hemen i nanman ı n daha iyi olduğu telkinine kapılan
başkaları itimat eder. Böylece b u tem b e l ve safd i l bağ­
l ıları n sayısı günden güne artar; ç ü n kü bu görüş h erke­
sin desteğin i kazanacak bir seviyeye diğer deste kleyici­
lerin ancak delil ve temellendirmelerdeki tutarl ı l ı k saye­
sinde bu yaygın l ığa u laşabileceği keyfiyetin i ona atfet­
meleriyle birl i kte u laşmıştır. G e ri kalanlar o zaman her­
kesin kab u l ettiği şeyi teslime mecbur kalı rlar, ç ü n kü
onlar herkesin kab u l ettiği görüşlere ayak d i reyen ka­
n u n kural tan ımaz ya da ken d i l e ri n i n herkesten daha
zeki olduğu n u düşünen küstah ve arsız kimseler olarak
tan ı nmak istemezler. Bir fikir yah ut görüş bu aşamaya
ulaştığında bağlı l ı k b i r vazife haline ge lir; ve bu ndan
böyle bir yargıda b u l u n abilecek kabi liyette olan az sayı­
daki i nsan d i l leri n i tutup seslerin i çı karmaz. Kon uşmayı
göze alabil e n l erse , söyleyecekleri başkaları n ı n görüşle­
rin i n aksi sedas ından ibaret o l u p ken d i l eri ne ait bir fikir
ya da kanaat ol uşturma kab i liyetinden bütün üyle yok­
sun olanlardır. Buna rağme n onlar daha da büyük bir
gayret ve hoşgörüsüzlü kl e b u nları savu n urlar. Çünkü
onların farkl ı d ü ş ü n e n i nsanlarda nefret ettikleri şey
açıkladı kları farklı görüşlerd e n çok ken d i l e ri n e ait bir

1 10
Tartışma H ileleri

yargı ve kanaat oluşturmayı isteme cü retkarlığıdır. Bu


öyle bir cüretkarlı ktır ki kendileri n i n d e çok iyi farkında
olduktan üzere kimse onları asla b u n u n l a suçlayama­
mıştır. H asılı düşünebilenler çok azd ı r, ama herkes bir
fikre ya da kanaate sah i p olmak ister, bu durumda on­
lara kalansa o n u kendi ke ndileri n e ol uşturmak yeri n e
hazır olarak başkaları ndan almaktı r.
Eğer işin özü bu ise o zaman isterse bunlar yüz mil­
yonları bulsun herkesçe kabul edilen bir fikir ya da kanaa­
tin kıymeti nedir? Onu birbirlerinden intihalle naklettikle­
ri kolayca ispatlanabilecek yüzlerce vakanüvistin kaydetti­
ği tarihsel bir olgudan daha fazla kıymeti yoktur. Sonuna
kadar götürüldüğünde bu görüşün tek bir kişin i n eserin­
den başka bir şey olmadığı görülür. ( Bayle, Pensees sur
/es Cometes, Bd. 1, S. 1 0 . ) Benim, sizin ve onun söyledi­
ğinin tamamı budur; ve tümü itibariyle bir dizi iddiadan
başka bir şey değildir:

Dico ego, tu dicis, sed denique dixit et ille;


Dictaq ue post toties, nil nisi dicta vides.

Buna rağmen avamdan kimselerl e tartışırken herke­


sin kabu l ettiği bir fikir yahut görüşü bir otorite olarak
kullanabiliriz. Çünkü hepimizin karşılaştığı bir şeydir,
bunlardan ikisi çekişirken her ikisi n i n de bir saldın ara­
cı olarak seçtiği silahtır bu. Daha iyi yaradılışa sah ip biri­
n i n b u nlarla bir alışverişi olacaksa bu silahı kullanmaya
tenezzül etmemesi bilsin ki ona çok pahalıya mal ola­
caktır. Hatta hasmının zayıf tarafı üzerinde güçl ü etki ya­
pacak türden otoriteleri seçmekten bir an bile olsun ge­
ri durm am ası gerekir. Çünkü ex hypothesi' 2 7 o her türlü
akli delil ve temellendirmeye, kendi başına düşünüp yar­
gıya varamayan tam bir yetenek fukarası , boyn uzlu Sieg­
fried kadar duyarsız birisidir.

1 27 [ : Varsayım gereği. )

11 1
Tartışma Sanatmm İncelikleri

Bir mahkeme heyeti önündeki tartışma aslında yalnızca


otoriteler, yani hukuk uzmanlannın tespit ettiği türden
amir/buyurucu hükümler arasındaki tartışmadır. Ve burada
yargı gücünün kullanımı söz konusu iddia yahut davaya
hangi kanun veya otoritenin uygulanacağının tespitine da­
yanır. Ne var ki diyalektiğin , tartışma sanatındaki hünerin
kullanılabileceği bir yığın fırsat çıkar; eğer söz konusu dava
ve kanun gerçekten birbirine uymazsa , icap ediyorsa uyar
görününceye kadar çarpıtılabilirler ve biri olmazsa diğeri.

Hile XXXI

Eğer hasmınızın ileri sürdüğü delillere karşı bir diyeceğini­


zin olmadığını görüyorsanız, ince düşünülmüş bir ironi
darbesiyle bu konunun sizi aştığını ilan edebilirsiniz: "Şim­
di söyledikleriniz benim yetersiz kavrayış gücümü aşıyor;
bunlan n hepsi doğru olabilir, ama ben anlayamıyorum,
dolayısıyla hakkında bir görüş beyan etmekten de çeki ni­
yorum. " Böylece nazarlannda iyi bir yere sahip olduğunuz
seyircilere kurnazca yaklaşarak, hasmınızın söyledikleri­
nin alayının saçma ve manasız şeyler olduğunu fark ettir­
meden kabul ettirirsiniz. Nitekim Kant'ın Kritik der reinen
Vemunft'u çıktığında ya da daha doğrusu dünyada bir gü­
rültü koparmaya başladığında eski eklektik okulun birçok
profesörü onu anlayamadıklannı belirtmişler ve anlama­
daki bu başansızlıklannı da meselenin sonucunu tayin
edecek bir tarzda ilan etmişlerdir. Fakat yeni okulun bağ­
lılan onlara bu konuda gayet haklı olduklannı ve onu ger­
çekten anlayamamış old uklan n ı gösterdiklerinde keyifleri
kaçmış, damdan düşmüşe dönmüşlerdi.
Bu tehlikeli bir hiledir ve ancak seyircileri n size has­
mınızdan daha yakın olduğundan tam emin old uğun uz­
da ku l lanılabilir. Sözgelimi bir profesör b unu bir öğrenci
karşısında kul lanabilir.
Asl ında bu daha önce ki hilenin değişik bir türüdür;
sebepleri n i göstermek, illetleri n i açıklamak yerine kişi-

1 12
Tartışma Hileleıi

nin kendi otoritesini (delil göstererek) bilhassa kasıtlı


olarak iddiada bulunmasına dayanır. Karşı hamle ise şu­
nu söylemektir: "Beni bağışlamanızı rica ediyoru m , kes­
kin zekanızla her şeyi anl amak sizin için çok kolay olma­
l ı , kusur olsa olsa benim konuyu yetersiz biçimde orta­
ya koyuşumda olabilir. " Ardından nolens volens anlayın­
caya ve bunun gerçekten kendi kusuru ndan ibaret oldu­
ğun u görü nceye kadar onu sıkıştırmaya devam edersi­
niz. Bu şekilde hasmınızın saldırısı nı savuşturursunuz.
Görü lmedik bir nezaketle o size yaklaşıp boş ve mana­
sız şeyler konuştuğunuzu ima etmek istiyordu ; siz de ay­
nı nezaketle onun bir ahmak olduğu n u ispatlarsınız.

Hile xxxıı 1 2a

Bir iddia ile karşılaşırsanız onu, aradaki i lişki sadece gö­


rün ü r veya m üphem bir benzerl i kten ibaret olsa bile, iğ­
renç ve tiksindirici bir kılık veya kategori içerisine soka­
rak bertaraf etmenin ya da hiç olmazsa üzerinde kuşku
uyandırmanın kısa bir yol u vardır. Sözgelimi diyebilirsi­
niz: "Bu Manicilik" veya "Ari uscul uk", " Pelagi uscul uk",
" İ dealizm " , "Spinozacılık", "Tümtanncılık", "Browncu­
l u k" , " Doğalcılık", "Tanrıtanımazlık", "Akılcılık", Ru hçu­
l u k" , "Gizemci l i k" vb. Bu türden bir itirazda bulunurken ,

1) söz konusu iddianın daha önce zikredilmiş katego­


riyle özdeş veya en azından onda mündemiç oldu­
ğunu doğru olarak kabul edersiniz; yani "A, bunu
daha önce duymuştum ! " yaygarasını basarsınız.
2) kon uyu i l işki lendirdiğiniz sistemin bütünüyle çü­
rütülmüş olduğunu ve doğru tek bir sözcü k içer­
mediği n i kendiliğinden anlaşılan bir gerçek ola­
rak kabul edersiniz.

ı 28 ( : Küçültücü/aşağılayıcı b i r şeyle ilişkilendirme: (Fr.) Princlpe d e l'as­


soclatlon degradante. J

1 1 .3
Tartışma Sanatının İncelikleri

Hile xxxın

"Teori k olarak çok güzel ama prati kte işe yaramaz. " Mu­
galata n ı n bu biçimiyle öncülleri kab u l eder, fakat pek iyi
bilinen bir mantı k kuralıyla çelişerek çıkarımı ya da so­
n u c u reddedersiniz. İ ddia bir imkansız üzeri n e oturur:
teori k olarak d oğru olan şeyin prati kte de işe yaraması
gerekir; eğer yaramıyorsa teoride b i r yanlışlık vardır; bir
.
şey gözden kaçırılmış ve hesaba katılmamıştır; dolayısıy­
la prati kte yanlış olan teoride de yan lıştır.

·Hile XXXN

Bir soru sord uğun u zda veya bir delil ortaya attığın ızda ve
hasmı n ı z doğrudan bir cevap ya da karşılık verm eyi p bir
karşı soru veya dolaylı bir cevapla ya da kon uyla ilgisi ol­
mayan bir iddiayla kaçamaklı bir yola başvurduğunda ve
gen e l l i kl e kon uya dönmeye çalışan bir tavır içinde oldu­
ğunda bu zayıf bir noktaya, hatta kimi zaman farkı nda
olmaksızın, doku nduğu n u z u n güvenilir işaretidir. Deyiş
yeri n d e ise onu sessizliğe zorladınız. Bu yüzden konu­
nun üzeri n e daha fazla gid i p bastırmalı ve hasmı n ızın b u
çıkmazdan kurtu lmasına müsaade etmemelisiniz, hatta
kazara doku nd uğunuz bu zayıf noktanın gerçekte nere­
de ol duğu n u bil mese n i z bile.

Hile XXX.V

Tatbi k edile bilirl i k sınırları içerisi ne girer girmez bütün


diğerleri n i gere ksiz hale getiren bir başka hile daha var­
dır: Delil ve temellendirmelerle hasmınızın akl ıyla uğraş­
mak yerine güd ü l erle iradesi üzerinde çalışı n; onun ve
benzer i lgi ve çı karlara sahipseler din leyicileri n çok geç­
meden , velev ki onu bir akıl hastanesinden almış olun,
sizin görüşün üze geldikl e ri n i göreceksi niz. Çünkü şu bir
genel kurald ı r: bir gram irade yüz katı ağırlığındaki akı l

1 14
Tartışma Hileleri

ve kavrayıştan çok daha müessirdir. Doğru , bu ancak


çok özel koşullar altı nda uygu lanabilir. Eğer bu görüşü n ,
isterse doğru olduğu ispat edilsi n , ken d i çı kan i ç i n belir­
gi n biçimde zararlı olacağı nı hasmınıza h issettirmeyi ba­
şanrsanız çetin bir ceviz gi bi elinden düşmesine göz yu­
macak ve onu tekrar almanı n basiretsizlik olduğu n u dü­
şünecektir. Diyelim ki papaz takımından biri felsefi bir
dogmayı sav u nmaktadır; ona b u n u n kil isesinin temel öğ­
retilerinden biriyle doğrudan çel iştiği n i hissettiri rsiniz, o
hemen b u n u terk edecektir.
Toprak sah ibi birisi İ ngiltere 'de olduğu gibi tanmda
makine kullanımın ı n harikulade bir uygulama olduğu n u ,
ç ü n kü bir motorun birçok işçin i n yaptığı i ş i yaptığın ı sa­
vun maktadır. Çok değil kısa bir zaman son ra vagonlann
da buharla çalışacağı n ı , böylece devasa lavtasının değe­
rinin büyük ölçüde düşeceği n i ihsas edersiniz, bakın ba­
kalı m ne söyleyecek!
Böy l e d u ru m l arda he rkes quam temere in nosmet
legem sancim us iniquamı ı ıg h isseder. Eğer seyirc i l e r ,
ama hasm ı n ı z deği l , sizi n le ayn ı mezhe b e , lon caya, sa­
nayi iş ko l u n a , d e rneğe m e n s u psa d u rum yi n e d eğiş­
m e z . Vars ı n o n u n savı s o n u n a kadar doğru olsu n , s i z
daha b u n u n bahsi ge çen to p l u m u n m ü şterek m e n faat­
l e ri n e aykırı olduğu n u ima e d e r etmez seyirc i l e r i n tü­
mü hasm ı n ı z ı n d e l i l ve te m e l l e n d i rm e l e ri n i n , ne kadar
kusurs u z o l u rsa o l s u n lar, zayıf ve aşağı l ı k, buna karşı­
l ı k s i z i n ki l e ri n , h e r ne kadar h e d e fi ancak rasge l e tut­
tu ruyorlarsa da doğru ve isabetli o l d u kları n ı göre c e k­
l e rd i r. Y ü kse k perd e d e n tasvi p ve takdirleri n i b i l d i re n
b i r koroyu yan ı n ı za alacak, hasm ı n ı zsa o n u ru kırı l m ı ş ,
s ü ngüsü d ü ş m ü ş olarak meydandan sürü l ü p çı karı l a­
caktır. Hatta seyirc i l e r çoğu kez s i zi n l e tam b i r fi kir b i r­
l iği i ç i n d e o l d u kları n a inanacaklard ı r. Intellectus Jumi­
nis sicci non est recipit infusionem a volun tate et af-

1 29 (: zaranna olan bir yasayı onaylamanın ne kadar büyük bir düşünce­


sizlik olduğunu. )

1 15
Tartışma Sanatının İncelikleri

fectib us. 1 30 Bu h i l eye "suyu başı ndan tutmak" denebi­


l ir; bilinen ad ıysa argum en t um ab utilid i r.

Hile xxxvı 1 3 1

Ayrıca hasmınızı tumturaklı sözlerle şaşırtıp sersem lete­


bilirsiniz. Bu m ü m kündür, çünkü

Gewohnlich glaubt der Mensch, wenn er nur Worte hort,


Es musse sich dabei doch auch was denken lassen . 1 3 2

Eğer o i çten içe zayıflığı n ın farkındaysa ve anlamadığı bir


sürü şeyi dinlemeye ve sanki anlıyormuş gibi yapmaya
alışkı nsa ciddi bir eda i çerisinde çok derin veya ilm i gibi
görünen bir şeyi yutturarak onu kolayca etki n i z altına
alabilir ve onu d uyma, görme ve d üşünmeden mahrum
edersiniz. Onun anlamadığı halde anlar görü nerek dinle­
diği şeyi açıklayarak iddia ettiğiniz şeye dair en su götür­
mez delili elde edersiniz. Yakın zamanlarda bazı filozof­
ların bu h ileyi bütün halkın önünde ve görülmedik bir
başarıyla kullandıkl arı pek iyi bilinen bir gerçektir. Fakat
mevcut örnekler iğrenç olduğu için eski bir örnek için
Goldsmith 'in, Vicar of Wakefield' ının, 7. bölümüne ba­
kılmasını önerebiliri z . 1 33

1 .30 (Önü arkasıyla bir arada düşünerek: "(Menfaatimize olmayan şey genel­
likle bize saçma ve manasız görünür) zihnimiz siccum lumen değildir,
o yüzden araya voluntate et affecübus girer. · Siccum lumen bahsinde
kısa bir değerlendimie için bkz. G. E. Less lng, İnsan Soyunun Eğiüml.
·Aydınlanma: Cevabı Karanlıkta Kalan Sorular" başlıklı hazırlık yazısı. )
1 .3 1 ( : Anlamsız basmakalıp sözlerle hasmın aklını karıştırma: (Fr. )
Deconceıter l'adversaire par des paroles lnsensees. )
l .32 (Mealen:
Ekseriya yeter kulağına çalınması sözün
İnanması ve zihninde yer etmesi için insan ın . )
l .3.3 "Ekler" bölümündeki V I numaralı eke bakınız. Kuşkusuz düşünürün
atıfta bulunduğu bölümün kitabın sonuna derç edilmiş olması onun bu
konudaki dileğini tam olarak gerçekleştirmiş olmayacaktır, zira sözü
edilen bölümde verilmek istenenin tam olarak anlaşılabilmesi tartışma­
nın taraflannın karakterinin bilinmesini, bu da kitabın tamamının okun­
masını gerekli kılacaktır (Kitap vaktiyle Maarif Vekaleti Klasikleri ./ . .

1 16
Tartışma Hileleri

Hile XXXVI I

Hasmınız hakl ı olduğu halde sırf çekişmeci, ayak direyi­


ci tavrınız yüzünden kusurlu bir delil seçmişse o n u ko­
layca çürü tmenin bir yol u n u bulur, ard ı n dan da böylece
onun bütün iddiasın ı çürütmüş olduğu n uzu iddia edebi­
l i rsiniz. Bu bir tartışmada kullanılabilecek h i leler arasın­
da en başta zikredilmesi gerekenlerde n b i ri dir; aslında
bu bir kestirme yoldur, bu sayede bir argumentum ad
hominem bir argumentum ad rem olarak ileri sürü lür.
Eğer onun veya seyircilerin d i kkatine daha doğru veya
isabetli bir delil çarpmazsa zafer sizin demektir.
Sözgelimi bir kimse Tan n ' n ı n mevcudiyetin i ispat et­
menin bir yolu olarak ontoloj i k bir delil ileri sürerse o n u
a l t etmek z o r değil dir, çünkü ontoloj i k delil kolayca çü­
rütülebil ir. Kötü dava veki lleri n i n kolay bir davayı kay­
betmeleri böyle ol ur: mü nasip ve elverişli olan akılları na
gelmeyince, o mesele için uygun olmayan bir otoriteyle
o' davayı savu nmaya çalışırlar .

. . /. içinden Wakefield Papazı adıyla Türkçeye kazandırılmıştır) . Dola­


yısıyla düşün ürün bir zamanlar kendisini burgacı içinde hissettiği an­
laşılmazlık ve anlatılmazlık buna benzer bir şey olmal ı : Nasıl ki o tar­
tışma sahnesi tarafların ileri sürdüğü iddialar ve onları desteklemek
için serdettiği deliller özetlenerek tam olarak anlatılam ıyor, hatta
buna taraflarının kişilik yapılarının tahlili ve tasviri, onları böyle bir
tartışmaya ve tartışmada ileri sürdüklerini sürmeye sevk eden saik­
lerin aktarılması dahi yetmiyor, bunun için o tartışmanın içinde yer
aldığı organik bütünün bütünüyle bilinmesi gerekiyorsa, düşünür de
her ne kadar sonradan nahoş bulmuş ve tasvip etmemişse de anla­
şılan o zamanlar böyle bir metin kaleme almadıkça uğradığını dü­
şündüğü haksızlığı hakkıyla anlatamayacağını h issetmiş olmalıdır.
Örnek olarak atıfta bulunulan parodi de saptıncılığın ve çarpıtıcılığın
nasıl bir karakter yapısını gerekli kıldığını en az düşünür kadar iyi ta­
nıyan bir yazarın kaleminden çıkmadır; tıpkı romandaki George ka­
rakteri gibi Goldsmith de Avrupa'dakl gezginlik yıllan boyunca bir
ara ekmeğini bu tür tartışmalardan kazanmıştı. )

1 17
Tartışma Sanatının İncelikleri

Son Hile

Kullanılabilecek son hile kişisel , kaba, tahkir edici ola­


caktır: h asmı nızın tartışmada üstün l üğü ele geçirdiği n i
ve böylece alt edilmek üzere olduğunuzu h isseder h is­
setmez bu yola başvurabilirsi niz. Bu sanki kaybedilmiş
bir oyu n gi bi tartışma konusunu bir yana bırakıp hasmı­
nızın kendisine geçmeye ve bir bakıma onun şahsına
saldırmaya dayanır. Buna saf ve yal ı n olarak kon u n u n
nesnel biçimde tartışılmasından hasm ı n ızın o kon u da
ileri sürd üğü iddi alara veya yaptığı kabullere geçen argu­
mentum ad hominemden ayırmak için argumentum ad
personam denebilir. Fakat kişiselleşti rirken kırıcı, saldır­
gan ve garazkar nitelikte söz ve davranışlarla kon uyu bü­
tünüyle bir kenara bırakı p saldırınızı onun şahsına yön­
lend irirsin i z . Bu aklı n/ru h u n meziyetlerinden yüz çevirip
işi bedenin üstün l ü klerine, hatta salt hayvaniliğe kadar
götürür.
Argumentum ad personam çok bilinen ve yaygın ola­
rak kullanılan bir h i l edir, çünkü bunu herkes ku llanabi­
lir ve sonuç alabilir. Burada önemli olan şudur: ayn ı hi­
lenin size karşı kullan ı lması karşı tarafın n e kadar işine
yarar? Ç ü n kü eğer o da aynı kural ı uygulayacak olursa iş
sarpa saracak, dövüş kavga başlayacak ya da taraflar
karşılıklı olarak birbirine hakaret edip kara çalacakl ardır.
Ayn ı hilenin size karşı kullanılarak şahsı nızın tartış­
man ı n bir parçası haline getiri l m emesin i n yeterli old uğu­
nu varsaymak büyük bir hata olacaktır. Çünkü bir kim­
seye gayet sessiz biçimde yanlış yolda olduğu n u , söyle­
dikl e ri n i n ve düşündükleri n i n doğru olmadığı n ı göster­
mekle-ki bu her tartışma sürecinde ortaya çıkar-onun
içinde kaba ya da tahkir edici bir deyim ku llanmış olsay­
dınız uyandıracağın ızdan daha acı hisler uyandırı rdınız.
Bu neden böyledir peki? Çünkü Hobbes'un Blementa
philosophica de Cive' de işaret ettiği üzere: Omnis animi
voluptas, omnisque alacritas in eo sita est, quod quis

1 18
Tartışma Hileleri

habeat, quibuscum conferens se, possit magnlfice sen­


tlre de selpso. 1 34 İ nsan için gururu n u tatmi n etmekten
daha önemli bir şey yoktur ve h içbir yara onu incitmiş
olan şeyden daha acı verici değildir. Bu sebepten ötürü­
dür ki " İ nsan haysiyeti için yaşar" ve benzeri deyim lerle
karşılaşırız. G u rurun tatmi n i esas iti bariyle kişinin ken d i­
sini başkalarıyla her yön den ama öncelikle zihni meleke­
leri bakımı ndan kıyaslamasıyla gerçekleşir ve bu o kadar
müessir ve o kadar güçlü bir tatm in biçimidir ki her tar­
tışmada karşılaşılır. Haksızlık b i r yana bırakılacak olursa
yen i lginin bu kadar acı verici o lmasın ı n sebebi budur.
Salt nezaket endişesiyl e göz ard ı edemeyeceğin i z bu son
silaha, b u son h i l eye de bu yüzden başvurulur. Mamafi h ,
soğukkanl ı bir tavır bu noktada s i z e yardım edebil ir:
eğer hasmınız şahsın ızı tartışman ın bir parçası haline ge­
tirirse, saki n biçimde "Bunun tartışma kon u suyla bir i lgi­
si yok, " karşılığını verirseniz ve derhal muhavereyi kaldı­
ğı yere döndürüp hakaretleri n e kulak asmaksızın o n u n
haksız olduğu n u gösterm eye devam edersen i z hasmı n ı­
zın bu hamlesini boşa çıkarabilirsiniz. Themistokles' i n
Eurybiades'e söylediği gibi sizde söyleyin : 7t<İ'taÇov µEV,
ÜKo0crov ôf: ı 35 Fakat böyle bir tavır herkese karşı işe ya­
ramayabilir.

ı 34 ( : Her türl ü manevi hazzın temelinde kişinin kendisini başkalanyla


kıyaslayıp kendi lehine son uçlar çıkarması vardır. ]
ı 35 (: Vur fakat dinle beni. ]

1 19
İ nsanın anlayış gücünü keskin leştinnesin i n bir yolu ola­
rak tartışma çoğu zaman gerçekten her i ki tarafın da ya­
rarınadır, çünkü bu vesileyle insan düşünceleri n i düzel­
tir ve zihninde yeni d üşünceler uyanır. t .3 6 Fakat tartışma­
n ı n her i ki tarafın ı n da gerek bilgi ve görgü, gerekse d ü­
şünme ve anlama gücü bakımı ndan hemen hemen bir­
birine denk olması gerekir. Eğer biri n i n bilgisi ve görgü­
sü e ksikse hasmıyla aynı düzeyde ol madığı ndan ötekini
anlayamayacaktır. Eğer biri düşünme ve anlama gücü
bakımı ndan diğeri n i n gerisinde ise bundan güce n i p kırı­
lacak ve bu onu dürüst olmayan hilelere başvurmaya gö­
türecek ve tartışma kabalaşıp sertleşerek sona erecektir.
Bu yüzden te k doğru ve güvenilir yol Aristoteles'in
Topika'n ı n son böl ümünde zi krettiği yoldur: Karşılaştığı­
n ı z ilk kimseyle değil , fakat sadece ortaya saçma sapan
şeyler atıp bunda ayak diremeyecek, otoriteye değil ak­
la müracaat edecek, makul olana kulak veri p ona boyun
eğecek kadar anlayış gücüne ve öz saygıya sah ip, son
olarak hakikati her şeyin üzerinde tutacak, makul olan
velev ki hasmından gelsi n , onu benimsemekte tereddüt
e tm eyecek, yanlış ya da haksız olduğu n u n ispatı na ta-

1 .36 (: Bizde bu temellendirme ge nelli kle şöyle yapılırdı:


"İnsan için en önemli şey öncelikle kendi zatını kemale erdirecek şey­
lerte meşgul olması, sonra da türüne fayda veren veya türünü muhafa­
za eden şeylerte uğraşmasıdır. Gerçekte insanın zab ya nefsi natık ol­
maktan ibarettir ya da nefsi natık onun en şerefli cüzüdür. Nefsi nab­
kın kemali bilgi ile elde edilir. Bunun bir kısmı saf bilgi, bir kısmı da
ameli bilgidir. Kazanılmış bilgi kesin kıyas ile elde edilir. Kesin kıyas ise
burhandır. Şu halde insanın her şeyden önce burhanı bilmeye itina
göstermesi gerekir. · İbn Sina, Şifa, Cedel Kitabı. Türkçesi için bkz. Kl­
tab'ıiş-Şifa, Topikler. Çev. ö. Türker, İstanbul. 2008 . J

121
Tartışma Sanatının İncelikleri

hammül edecek kadar hakşinas olduğun u bildiğin i z tanı­


d ı kl arınızla tartışmaktır. Bu ·demektir ki yüz kişiden bel­
ki de an cak b i ri tartışmaya değerdir. G e ri kalanlar bıra­
kın canlarının istediğini söylesin ler, çünkü desipere est
jus gentium. 1 3 1 Voltaire' i n söylediği n i hatırlayı n : La paix
vaut encore mieux que la verite. 1 3 s Sonra "süküt ağacı-
n ı n meyvesi dalındadır: o huzur ve barıştır" diyen bir
Arap darbımeselini de aklınızdan h i ç çıkarmayın .

1 37 [ : Herkesin ahmak olma özgürlüğü vardır. )


1 38 [: Üstelik banş gerçekten daha değerlidir.
Yukanda köşeli parantez içerisinde yer alan di pnotlann hazırlanmasın·
da mevcut kitaplann yanı sıra aşağıya çıkanlan yakın tarihli kitaplardan
yararlanılmıştır. Kitaplann temininde yardımlannı esirgemeyen dünya­
nın çeşitli yerlerindeki dostlara ve Fransızca tabirlerin vuzuha kavuş­
masına yaptığı katkılar için Sn. Murat Erşen'e çok teşekkür ederiz.

D. Walton, f'undamentals of Critical Argumentation. Cambridge


University Press, 2005.
D. Walton , Relevance İn Argumentation. Lawrence Erlbaum
Associates, ine., Publishers, 2004 .
F. H. Van Eemeren & R. Grootendorst, A Systematic Theory of
Argumentation The pragma-dialectical approach. cambridge
University Press, 2004 .
P. Besnard & A. H unter, Elements of Argumentation. The MiT Press
2008.
S. Rubinelli, Ars Topica The Classical Technique of Constructing
Arguments from Aristotle to Cicero. Springer, 2009.
M . A. Van Rees, Dissociation in Argumentative Discussions, A
Pragma-Dialectical Perspective. Springer, 2009.
M. Deslauriers, Aristotle on Definition. Koninklijke Brill NV, 200 7 .
J. K . Ward, Aristotle on Homonymy Dialectic and Science.
Cambridge University Press, 2008.
Christopher W. Tindale, f'allacies and Argument Appraisal.
Cam bridge University Press, 2007.
F. van Eemeren & B. Garssen & B. Meuffels, f'allacies And
Judgments Of Reasonableness l!mpirical Research
Conceming the Pragma-Dialectical Discussion Rules. Springer,
2009.
R. M. Sainsbury, Paradoxes. cambridge University Press, 2009.
D. Nikulin, Dialectic And Dialogue. Stanford University Press, 20 1 O .
K. Corrigan & E. G lazov-Corrigan, Plato's dialectic at play: argument,
structure, and myth in the Symposium. The Pennsylvania
State University, 2004.
T. H . Chance, Plato's l!uthydem us Analysis of What Is and Is Not
Philosophy. University Of California Press, 1 992.
M. Mccoy, Plato on the Rhetoric of Philosophers and Sophlsts,
Cambridge University Press, 2008.
Rhetoric, sophistry, pragmatism. Ed.: S. Mailloux, Cambridge
University Press, 1 995.

1 22
EKLER
1

Diyalogdan Diyalektiğe

Aristoteles'in tanı kl ığına göre ( D . Laertius, IX, 2 5 ) diya­


lektik muhtemelen Parmenides'in h i potetik antinomileri­
ne b i r destek olarak h i zmet etmesi için Elealı Zenon ' u n
düşün ü p bulduğu bir şeydi . Fakat Elealılar i ç i n sözl ü
atışma türü olan şeyi Platon yüksek bir felsefe yöntemi­
ne dönüştürd ü . Bu i kisini birbirine bağlayan bağ hiç kuş­
ku yok Sokrates' i n ahlaki tanımlar için kullandığı (Phai­
don, 7 5 d , 78d) soru cevap tekniğiydi ; Platon bu tekniği
Kratylos, .390c'de (: "Nasıl soru soracağını ve cevap vere­
ceği n i bilene sen "diyalektikçi" diyorsun?") açıkça "diyalek­
tik yöntem" olarak tarif eder. Sokrates'in tanımlarının Pla­
ton'un eidesine dönüşmesinde diyalektik merkezi bir yer
tutar ve Dev/erte tasvir edilen ideal müfredatın zirve nok­
tasını teşkil eder.
Bilindiği gibi Platon Devlet'te diyalektiki bir varlık sıra­
laması içinde e n alt düzeyden başlayı p gittikçe yüksele­
rek son u nda idealara varmak için izlenen bir düşünce
yolu olarak tarif eder. " Ö nce canl ı varlıklara, sonra yıldız­
lara ve sonu nda güneşin ta kendisine bakan görm e gü­
cü gi bi kavrayış gücü de" d iyal e ktik rehberliğinde "duyu­
ların hiçbiri n e başvurmadan her şeyin özüne varmayı"
hedefleyen bir yolculuğa çıkarıl ır: bu iyi n i n özün e varma­
d ı kça tatmin olmayacak bir yolculuktur. Yolcu iyin i n özü­
n e vardığında görülen d ü nyan ın da kavranan d ü nyanı n
d a sırları na vakı f olmuş olur. B u yol bilgisi o kadar kıy­
metli bir ilimdir ki bütün öteki bilimler için "saçak taşı"
m esabesindedir, dolayısıyla onların üzeri n e kon u l malı­
dır. Bu sebepten ötürü o yaln ızca filozoflara (on yıl l ı k
matematik eğitiminden sonra otuz yaşından otuz b e ş ya-

1 25
Tartışma Sanatının İncelikleri

şına kadar) tahsis edilme l i , asla heveskarlan n diline d ü ş­


mesi n e izin veri l m e m e l i d i r ( De v l e t , 5 3 1 d-5 3 4 e ,
537 b-539e) . Dolayısıyla hocayla talebe arasındaki fark
burada da kendini gösterir.
Mamafih bütün külliyat göz önünde b u l u n d u ruldu­
ğunda Plato n ' u n diyalektiği nasıl tarif ettiği sorusu ce­
vaplandınlması kolay bir soru değildir. Phaidon ve Dev­
let'te old uğu gi bi bir dizi fikir yah ut varsayım (hypothe­
sis; Phaidon, 1 OOb) yol uyla nihai olana erişi nceye kadar
süre kli toplayıcı (synoptikos, icmal i ) bir yükseliş olarak
tasavvur edilen bir diyalektiğe karşı, bilhassa Phaid­
·ros'tan sonra ortaya çı ktığı söylenen ve belirleyici özelli­
ği n i ayırıcı, bölümleyi ci ( diakritikos) b i r z i h i n ameliyesi
ol uşturan ve b u hüviyetiyle mantığı n habercisi olarak
görü l e n bir diyalekti kte n söz e d i l e b i l ir. Devlet'te tartış­
man ı n açı kça ahlakla i lgi l i old uğu bölüm lerd e bu n i ha­
i i l ke iyi n i n kendisiyle ( auto to agathon, 5 3 2 a-b ) öz­
deşleştiri l i r.
Phaidon ve Devlet teki toplayıcı d iyale ktiğe karşı bil­
hassa Phaidros' tan so n ra o rtaya ç ı kan ayı rıc ı , böl ü m le­
yici diyal e kti k toplama ( synagoge) ve bölme ( diairesis)
d e n i l e n i ki farkl ı am e l iyede n o l uşur. So n u n c u yönte­
min uygu laması öze l l i kle Sofist. Philebos ve Devlet
A damı ' nda ge n i ş bir şeki l d e gösteri l i r. Ö nceki d iyal e k­
tik Symposion'dan veya Empedokles Fr. XVI I/20-26 ve
Parmen ides Fr. XI I/3 'ten aşi na o l d uğu m u z erosu n işle­
ri ne benzer görü n ü rke n , b u rada artı k y ü kse lişin yeri n i
i n işin ( epistrophe i l e karıştı rı lmamal ı d ı r) aldığı n ı görü­
rüz ve n e redeyse Aristote les' i n taks i m yoluyla tas n i f
siste m i n i n b i r benzeriyle karşı l aştığı mızı söyleye b i l i ri z .
Burada h a t a ontoloj i k gerçekli klerle uğraştığımız aşikar
o l makla b i rl i kte yol boyunca kavramsal bir mantığa
doğru çok ö n e m l i b i r adım atı l dığı da b i r o kadar açı k­
tır. Bu diairesis am e l iyesi n i n son d u rağı d uyul ur c ü z l e­
ri n hemen üzeri n d e yer alan eidostu r ( Sofist. 2 2 9 d ) ve
Plato n ' u n varolanlar şeması içinde buna "ontos o n "

1 26
Ekler

denir. Oysa Aristoteles'te bu ayn ı d iairesis süreci ato­


mon eidos, mantıki iniş vetiresi içinde infima species­
de ( e n aşağı tür) sona erer ( De anima, i l , 4 l 4 b ) . Mama­
fih Platon'un Devlet'te diyalektiğe ayırmış olduğu merke­
zi ontoloj i k yerin Aristoteles'te terk edilmiş olduğunu gö­
rürüz. Aristoteles bunun yerine en üst noktasını apode­
iksis dediği zihin ameliyeleriyle uğraşır. Diyalektik aşağı­
da da açıklanacağı üzere apodeiktikhe (tam/doğrudan
tanıtlama) değildir çünki ilk ve haki ki öncüllerden (yan i
yaki niyattan) değil fakat çoğu nl uğun ya da bilgeleri n ka­
bul ettiği zan yah ut kanaatlerden ( endoksa) hareket
eder. Hal b u ki apodeiktikhe kıyas yoluyla bilinen öncül­
lerden yeni, gerçek ve geçerli son uçlara u laşır. Ne var ki
bir iddia olarak hayranl ı k uyandırıcı olmakla beraber yo­
rumculann e kseriyeti Aristoteles kül l iyatın ı n büyü k bölü­
münde bunun bir teori olmaktan öteye gitmediğin i , da­
hası yöntemin çoğu durumda "diyalektik" d iye nitelendi­
rilen şeyle son uçlandığı n ı ve bunun hazin bir ironi oldu­
ğun u ileri sürerler.
Kuşkusuz diyalogdan diyalektiğe, diyalekti kten ispat
teorisi ve ni hayet bugün "mantık" dediği miz şeye bu ev­
ri lmenin hangi şartlann zorlamasıyla gerçe kleştiği , bir
önceki aşamadan bir sonrakine her zaman tutarl ı l ı k ve
sistemati k bütü n l ü k adına önemli kazanımlar elde edilir­
ken bu sistemleştirme çabasının sistem bütünlüğü adına
neleri dışanda bıraktığı ve bunun nası l bir yoksul laşma­
ya yol açtığı kitaplık çapta bir meseledir ve m üstaki len
ele alınması gerekir. Ancak yine de kitap için arz ettiği
önem göz önünde bulunduru larak bu sürecin ilk aşama­
sına aşağıda ana hatlanyla kısaca değinilmiştir. ( B kz .
"Ekl e r" bölümünde "Diyalog v e Diyalekti k" başl ıklı i l n u ­
maralı haşiye . )

1 27
n

Diyalog ve Diyalektik

Platon'a göre diyalektik, yukarıda da ifade edildiği ü zere ,


"ilk i l kelerin bilimi"dir ve duyulara başvurmadan , varsa­
yımlara ihtiyaç duymadan i lerlemesiyle bütün bilimler­
den ayrılır (Devlet, Vl-V l l ) . Soflst'te bu görüş biraz deği­
şir, bu defa cinslerin türleri n e ardı ardına bölünmesiyle
tanımların ortaya çıkarıl ması diyale kti k olarak tarif edilir.
Ama cüzilerden kül l ilere doğru kademeli bir yü kseliş ta­
nımlardaki ortak unsurdur ve değişmez. Karşılıklı kon uş­
ma sanatı olarak diyalog aklın tabiatı icabı değil i nsanda
infial ve i htiraslarla kirlenmesi sonucu müştak olduğu
mutlak yeri n e nispil i kler d ü nyasında bocalamasın ı sarp
yoldan aşma değil de kolay yoldan dolanma arayışın ı n
sonucu olarak bulunan b i r u s u l olarak görülebilir. Dola­
yısıyla pre-Sokratik dönemde d eğil de daha sonraları or­
taya çıkmış olması düşünmek isteyen için ziyadesiyle
düşündürücüdür. Bir edebi tarz olarak diyalog yazarın
hayal gücü n ü n mahsul ü olan kişi ler aracılığıyla bir fikri n
m üşahhas hale getirilmesine h i zmet eder. Fikir b u rada
tartışmaya temel ol uşturan dramati k bir durum ve o du­
ruma şahsi özellikleriyle canl ı l ı k kazandıran karakterler
aracı lığıyla daha kolay anlatılmış olur. Yirminci yüzyılda
bilhassa Alman anlamacı d üşünce geleneği içinde anla­
ma çabası n ı n mühim bir parçası olarak diyalog yeniden
önem kazan dı. Gadamer diyalog hakkındaki görüşünü
felsefe tarihinden iki meseleyi ön plana çıkararak açı kla­
maya çalışır. Bunlardan i lki erken Sokratik d iyalogları
kökl ü ve esaslı biçimde yeniden okumaya tabi tutmakla
ilgilidir. Bu diyaloglarda Sokrates'in dönemi n i n önde ge­
len sofistleriyle mücadele ettiği görü lür. Nasını gibi o da

1 29
Tartışma Sanatının İncelikleri

sofistleri n h ileleri n i kul lanır ve bu yolla m uhatapların ı n


çoğun u susturmada başarıl ı olur. Bu d iyaloglar hakkında
genel olarak kabul edilen görüş Sokrates' in sofistliğin sı­
nırların ı gözler önüne sererken paradoksal biçimde haki­
kat ve bilgi n i n kırı lgan lığı n ı faş ettiği yol u n dadır. O b u n u
hasımları n ı n teh l i keli izafi/nispi sofıstlikleri n e karşı m ut­
lak hakikatin bir türü n ü savunarak yapar. Sokrates ha­
sımlarıyla mantı ki temellendirm e m ücadelesine girişir ve
kendi iddialarına sıkı sı kıya bağlı mantığın gücüyle zayıf
temellendirm e n i n sınırları nı olanca çıplaklığıyla ortaya
koyar. Buna göre Sokrates sahte muhakemeye karşı
mantığın zaferi n i temsil eder.
Gadamer genel kab u l gören b u görüşe karşı bir baş­
ka tablo çıkarır. Sokrates ke ndisinden bir ebenin (maia)
yaptığı işi yapan biri olarak (maieuesthaı) söz eder ve bir
ebe olarak o hakikate peşinen sahip değil fakat sadece
onun doğumuna yardımcı olan biridir (maieutikos) . Ga­
damer Hakikat ve Yöntem 'de Greklere ve Plato n ' u n diya­
loj i k modeline geri giderek diyalog sayesinde ortaya çı­
kan an lamanın hep yükselen ve asla sona ermeye n bir
akl i l i k, diyalektiğin işinin de doğası gereği bitmez ve sı­
nırsız olduğu n u göstermeye çalışır:
"Kon uşmacı bahis konusu olan şeyi n hakikati en so­
nunda ortaya çıkana kadar sorgulamaya tabi tutul ur.
Sokrati k diyalogun maieutik üretkenliği , sözcükleri bir
ebe gi bi ku llanma mahareti kesinlikle diyaloga iştirak
eden kimseleri hedef alır, fakat sadece onları n dile getir­
d i kl e ri görüşlerl e , d iyalogda açılan meselenin içki n man­
tığıyla ilgi lidir. "
"Bir sohbeti idare etme sanatı olarak diyalektik aynı
zamanda şeyleri sunoran eis hen eidos ( bir ideanın birliği
içinde) görme sanatıdır. Bir başka ifadeyle ortak anlamı
bulup ortaya çıkararak kavranılan oluşturma sanatıdır. "
Hakikatin doğum u hakiki diyalogda gerçekleşir, ki er­
ken Sokratik diyalogların ilmi bir inceleme yahut araştır­
ma değil fakat kelimenin gerçek anlamında sohbet ya-

130
Ekler

h ut muhavere olması b u n u n bir son u cudur. Burada Sok­


rates sadece hakikatin yol u n u açmaz aynı zamanda diya­
logu da sürü kler, b u n u yaparken hasımları n ı n sahte bil­
geliği n i n , bilge l i k özentileri n i n ve kibirleri n i n ortaya çıka­
rılmasına çalışır. Diğer taraftan bu diyaloglarda Sokrates
büyük bir sohbetin içerisindeki tek bir sestir, geri kalan
herkes tartışmacıdan çok o sohbetin katılımcılarıdır;
Sokrates bu ge niş katılım içinde sohbetin ortak sesin­
den hakikati n ortaya çıkışı n ı n şartlarını hazırlar. Bu se­
bepten ötürü erken Sokratik d iyaloglar, sırf böyle bir
form bir üsl up meselesi olduğu ve bir fi krin dramatik bir
yapı içinde ortaya kon ulmasını mümkü n kıldığı veya ko­
laylaştırdığı için deği l fakat bizati hi hakikatin doğuşu di­
yaloj i k bir karaktere sah ip old uğu için d iyalog form u nda
yazı lmıştır. Bu bakımdan d iyalog hakkı nda söylenebile­
cek birçok şey vardır ki aynı zamanda ve eşit derecede
hakikat için de uygund ur.
Gadamer'e göre anlama çabası her zaman bir diyalo­
gun parçasıdır. Diyalogun karakteri zaten "anlamaya ça­
l ışan kimsenin sah ip olması gereken yüksek görüş gen iş­
liği ni ifade eden" ufu kların kaynaşmasında görü nür hale
gelmeye başlar; ç ü n ki u fu klar karşı karşıya gel i p de bir­
biriyle etkileşmeye başladığında bir diyalog kendiliğin­
den başlamış demektir. Burada u fku "hem açılış hem sı­
nır olarak" bizati hi dil koyar, çü n ki dil W. von H u m­
boldt'un ifade ettiği gi bi kon uşana sadece bir iletişim va­
sıtası sağlamaz, fakat ayn ı zamanda d ünyayı görecek bir
zaviye , bir dü nya görüşü de sunar. Dilin "görm e"yi ve
"farkl ı şekilde görme"yi mümkün kı lan gücü ufu k fikrin­
de zaten zımnen ifade edilir. Ne var ki kaynaşma d e ndi­
ğinde bundan en son anlaşılması gereken bir ufkun d i­
ğeriyle kolayca bağdaşması ve onunla birl i kte ortaya ç ı k­
ması beklenen süre kl i ahenk ve tam bir fikir birliğidir.
Kaynaşma son unda erişilen bir menzil değildir, zira n asıl
ki görüş u fkumuz attığımız her adımla değişirse u fu klar
da sürekli istihaleler geçirir. Bazı ları ufukların kaynaşma-

131
Tanışma Sanatının İncelikleri

sını böyle bir alış veriş yerine bir kavga yah ut ağı z dala­
şının fırsatı, dolayısıyla karşılaşmanı n gayesin i de karşı­
daki n i n bastın lması veya susturulması olarak görebilir,
oysa Gadamer için anlama anlaşmanı n , karşıdaki n e ken­
dini anlatma fırsatı verm e de anlaman ı n ön şartıdır. Her
anlama yerleştirilmiş bir u fkun içinden gerçekleşir ve bu
u fu k geçmişle zorunlu olarak ve her yerde b u l u nacak şe­
kilde karşılıkl ı m ünase bet içindedir.
Gadamer tam ve eksiksiz anlamanı n sonsuz sınırsız
bir iş olduğu kon usunda açıktır ve insan sınırl ı l ığının ger­
çekliği n i ve insan düşünmesi n i n e ksikliğini tekrar tekrar
vurgular ki bu durum gerçekliğe dair her felsefi sistem­
leştirme çabasının yol u n u tıkar. Gadamer her zaman
ötemizden, bahis konusu meseleden gelen sorulara kar­
şılık verdiğimizi iddia eder. Dolayısıyla akl ı n d i l yol uyla
tuzağına düştüğü doğal çelişki l er bizi karşılık vermeye
zorlar veya davet eder. Bu çelişkiler doğru ya da yanlış
olana dair açık olmaya ve onun lehinde ve aleyhinde id­
dialar ileri sürm eye zorlar. Ve sorgulama ve araştırma
yol uyla en i nce ayrıntıları na kadar inilmesi nin negatifli­
ğinden bu diyalektik çelişkilerden çıkış yol u b u l u n ur.
Dolayısıyla diyalog her zaman kısmi olan bir bilgi n i n yo­
l u n u açar, ancak bizatih i bu tam olmakl ı ktan uzaklı k her
zaman ve zoru n l u olarak kendi ötesi ne, bütün ü n bilgisi­
ne duyulan özlemi işaret eder.
Sch leiermacher i ki sohbet yahut karşılıkl ı kon uşma
(Gesprach ) tarzını birbirinden ayırır. Bir şeyin anlamını
tespit etmeye çalışan ve dolayısıyla diyalektiğin kökeni
olan "hakiki diyalog"dan (das "eigentliche Gesprach " )
farklı olarak "serbest musahabe (diyalog)" (das "freie
Gesprach " ) tarafları n karşılıklı olarak birbirini yaratıcı
"düşünce lerin m eydana getiri lmesi " n e kışkı rttığı bir aza­
mi özgürl ük ve yaratıcılık edimidir. Buna karşılık diyalek­
tik sınırl ı düşü nme sanatın ı n öğretisidir. Böyle bir diya­
lektik anlayışında onun sohbet yahut karşılıkl ı konuşma­
ya yakın l ığı ön palana ç ı karı lır. Karşılıkl ı konuşma ise saf

1 32
Ekler

düşünme alanında bizzat sohbet sanatının temelleri n i


gösterme gücünü Jçinde barındıran d üşünce alışverişi
olarak görü lür.
Diyalog ile diyalektik arasındaki il işki ele alınıp de­
ğerlendirildiğinde genellikle b u n ları n her birinin felsefe ,
bilimler ve sanat arasında yapılan geleneksel aynına ait
olduğu ifade edilir. Diyalog u m u m iyetle edebiyat ve fel­
sefe içinde m ütalaa edilmesine karşın esas itibariyle
soh bet veya karşılıkl ı kon uşmada yaşar. Gadamer'e gö­
re diyalog düşüncenin karşılıkl ı olarak uyarılmasından
başka bir şey değildir. Bu hüviyetiyle o irticalidir, bir baş­
ka i fadeyle diyalogda konuşmanın tarafları tamamen öz­
gürdür. Dolayısıyla bir sohbeti n nereye varacağı h içbir
surette başından öngörülemez. Bu sebepten ötürü bir
diyalog biliminden söz edilemez. Ö te yandan b u öze l l i k­
ler ona bir teori vasfın ı da yüklemez, dolayısıyla bu an­
lamda bir d iyalog teorisinden söz etmek de ayn ı ölçüde
mümkü n değildir. Çünki diyalog her zaman farklı bir
tarzda sürdürülebil ir, yan i bir kimse girdiği her d iyalogda
kendisini farklı bir şekilde anlatabilir. Halis ve hakiki b i r
d iyalog katılanlar hakkında her zaman bir şey ifşa eder.
Mamafi h d iyalogun b u öze l l i kleri , bilhassa hem irticali
hem can l ı olması, diyalogda sürekli l i k arz eden unsurla­
rı n tespitin e engel değildir, ama böyle bir tespit ancak
tamamlandıktan sonra mümkü n olabilir. Ö te yandan di­
yalog sanatın öze l l i kleri n i de gösterir, çünkü o soh bet
mahareti ve iletişim becerisin i gerekli kılar ve bu bakım­
dan bir disiplin olarak incelenmesi estetik alanına dahi l
edilebilir. Ne var k i b i r başkasıyla şifahi sohbet olarak di­
yalog ne herhangi bir şeyi taklit eder ne de herhangi bir
şey vücuda getiri r, daha çok o kon uşmanı n tarafları n ı n
birbiriyle iletişim halinde olmalarına i z i n verir. Dolayısıy­
la diyalogun kelimenin gerçek anlamında bir sanat oldu­
ğu da söylen �mez.
Diyalog tek yanl ı , kendini öne çıkaran, iç gözleme da­
yalı düşünce n i n tam karşıtıdır. Diğer yandan d iyalogun

1 33
Tartışma Sanatmm İncelikleri

en temel veçheleri nden biri yukarıda i fada edildiği üze­


re tamamlanmam ı ş l ı ktır. Hakiki bir d iyalog veya soh be­
tin tamamlanmışlıktan uzakl ığı ve bir yapı bütü n lüğün­
den yoksunl uğuyla tanımlandığı göz önünde b u l u n du ru­
l u rsa sohbete dalmaktan veya katıl maktan söz edilmesi
gayet doğru bir ifadedir. Esasen b u n u n la anlatmak iste­
diğimiz o n u n asla ö n ceden tasarlanmadığı ve hep kendi­
liği n d e n gel iştiğidir. Kurallarla ve teamül lerle düzenlen­
mediği için soh betin kendileri n i nereye götüreceğin i
kimse başın d an bilmez, ama b u n a rağmen yi ne de ken­
dileri n e özgü yap ı ları olduğu söylenebilir. Gadamer Haki­
kat ve Yön tem de b u n u şu şekilde ifade eder: Diyalogda
'

"ortaya çıkan şey n e bana ne size aittir ve bu se bepten


ötürü m u sah ipleri n indi kanaatleri n i öylesi ne aşar ki
sohbeti idare eden kişi bile bilmediği n i bilir hale gelir . . .
Bir soh beti i dare ettiğimizi söyleri z , fakat bir sohbet ne
kadar halis ve hakiki ise onun idaresi de katılanların o
kadar az iradeleri dahi l i ndedir. " H ülasa diyaloglar önce­
den kestiri l emeye n istikametlerde ilerlerler, nitelik ve
m uhteva bakı mından en önemsiz ve manasız olanından
en m ü h i m ve ciddi olanına doğru kolay kolay izah edile­
meyen bir d eğişme gösterirler ve çoğu zaman rasgele or­
taya atılmış bir fikir kadar masumane bir şeyden gel işir­
ler. Dolayısıyla yazılı bir metin veya safı düşünceden
farklı olarak d iyalogda konuşma doğal ve kendiliğinden­
dir ve h e rkese açık bir yerde gerçekleşir.
Gadamer diyalogun bütün b u nitelikl e ri n i n aynı dere­
cede kendi haki kat görüşü, keza hakikat kon usunda Pla­
ton ' u n sahip olduğun u düşündüğü kanaat için de geçer­
li olduğunu söyler. Halis ve haki ki d iyalogda başlangıçta­
ki kab u l ve varsayımlar çok ciddi itiraz ve sınamalardan
geçtiği için taraflar değişirler. Anlama için kimi zaman
bir süzgeç kim i zaman bariyer teşkil eden önyargıların
hiçbir zaman ciddi bir tetkik ve tah kik kon usu yapılma­
d ığı söyle nir. Bu okuma faal iyeti için kabul edilebilir fa­
kat d iyalogda sık sık itiraz kon usu yapıldığı ve hem müd-

1 34
Ekler

dei hem m uteriz hiç ummadıkları şeylerle karşılaştıkları


için önyargılar öne çıkar, görünür hale gelir. Bu önyargı­
yı bilinç düzeyi n e çı karma durumu değil fakat daha çok
meydan okunması na veya hiç b e klenmedik şekilde ele
alı n ı p değerlendiri l mesine izin veri lerek kişinin temel re­
ferans noktaları n ı n farkına varma meselesidir. Bunun
böyle ol ması şaşırtıcı deği ldir. Veri m l i bir diyalog ekseri­
yetle kişiyi şeyleri farklı şekilde ve yen i bir açıdan görme­
ye zorlama sonucunu doğuru r.
Şu halde d iyalogda biz her zaman doğada aklı kavra­
maya ve doğada ve tarihte bir ve ayn ı akl ı n gerçekl eşme­
sini görmeye başlarız. Ne var ki Gadamer'e göre bu h iç­
bir surette aklın mekani k kavran ışı demek deği ldir; o He­
gel ' i n sözünü ettiği tari hte i çkin akl ı n devinimi ile değil
fakat şeyleri anlamanın olağanlığına taşıyan temel insani
dürtü n ü n teh l i keli, mümkün, tarihsel ve özneler arası
bağlamı ile ortaya çıkar. Beri yandan Platon d iyalektiği­
n i n çekirdeğin i teşki l eden soru cevap mantığı H egel di­
yalektiği nde yeri n i düşünce ve varl ı k karşıtlığına bırakır.
Hegel diyale ktiği kavram ve obj e aracı lığıyla, düşüncenin
meseleleriyle uyum içinde kendi kendine ilerlemesi üze­
rindeki ısrarıyla Platon diyalogun u n temel u nsurl arı n ı
kendine m a l eder.
Diyalektik başlangıçta bir şekle sokul mamış ve görü­
n ü rde düzensiz şifahi bir soh bet yahut fi ki r alış verişin i n
yazılı kaydı , tespiti ve retleksiyonu olarak ortaya çıkar.
Bu bakımdan o ancak can l ı , şifahi bir diyalogun ardın­
dan vücut bulur ve b u h üviyetiyle baştaki dialogosun tek
bir akıl tarafından çözülüp bir şekle sokularak tamam­
lanmış bir sonucu olarak görülebilir. Sistematik bir yapı­
dan ve görünüşe göre evrense l l i kten mahrum ol masına
karşın yine de evre nsel bir insani olay olan d iyalog kar­
şılıkl ı fasılalarla, buna karşılık diyalektik karşıtları bilhas­
sa sözde çakışma anı nda kavrayarak ilerler. Diyalogun
kendi içinde sakl ı olan amacı soh bet etki n l iğin i sürdür­
mek ve muhatapla birl i kte olmaktır. Ve bu h üviyetiyle o

1 35
Tartışma Sanatının İncelikleri

her zaman anlamlı ve herhangi bir anda sona e rmemiş


olsa bile tamdır. Her ne kadar şifahi diyalog için tartış­
maya katılan her yeni konuşmacıyla açılan m uhtemel
yolların tümünü takip etmek m üm kü n değilse de bir yol
seçmek her zaman mümkündür. Oysa yazı l ı diyalog ve
onun imbikten geçirilerek diyale ktiğe dön üştürülmüş ha­
li için sadece tek bir imkan, sonsuza dek takip etmek
üzere çoktan seçilmiş tek bir yol vard ır.
Diyalogun önceden öngörülemezliği düze n lilikler ve
önerme form u nda ifade edilebi lecek evrensel doğru lar
.arayan güvenilir bir yöntem peşindeki aklı her zaman zo­
ra sokar ve bunaltır. Diyalektik her ne kadar d iyalogda
ortaya çı karsa da kendisini kökeninden kurtarmak, onu
u nutmak, izleri n i ortadan kaldırmak ve böylece kesin bir
bilim ve yöntem olmak ister. İ şte o zaman d iyal e ktik te­
mellendirme ve akıl yürütme süreci içerisindeki her tür­
lü arı z i unsurları çı karmaya veya en azından şifahi soh­
beti sonradan i lave edilen illetler muvazenesiyle bir bur­
han yah ut temellendirm e ortaya koyacak bir mecraya
sokmak ister. Bu suretle diyalektik karşıdakine yani mu­
hataba her türlü diyaloj i k bağımlılığı ortadan kaldırmayı
umut eder ve böylece monoloj i k hale gel ir. Diyalektik
kendisini mantıki bir girişi m , belli kurallara uygun doğru
felsefi temellendirmeler yapma ve hareket noktası ola­
rak doğru önermeleri seçme sanatı ve yöntemi olarak in­
şa eder.
Mamafih diyalektik tarih boyunca çok çeşitli biçimle­
re ve kılı klara bürü n ü r. Plato n ' u n bu an lamda diyalektiği
doğru olmayan fikir yahut iddiaların çürütülmesi için zo­
run l u bir araç olarak gördüğüne yu karıda işaret edilmiş­
ti . Doğru bir iddiaya gidimli ( discursive) bir diyale kti k sü­
reç neticesinde u laşılamaması mü mkün ise de diyale k­
tik doğrulama ve temellendirme olmaksızın doğru bir
fikri n mal um veya akl e n doğrulanmış olarak kab u l ü im­
kansızdı r. Bir akl i doğru lama yöntemi olarak diyalektik
şeylerle i lgili yaygın kanaatlerimizin diyalojik sorgulama-

1 36
Ekler

ları nda ortaya çıkan çelişkil eri n ayrıntılı olarak açıklan­


masına dayanır. Diyaloj i k bir m usahabede "evet" ve "ha­
yır" karşılı klarıyla ortaya çıkan karşıtlara atfen bir şeyi n
ne olduğu n u soruşturma tatbikatı olarak diyalektik bel ki
bir tür sanat olarak kabu l edilebilir. Platon gerçek soh­
betleri hem taklit eden hem de on ları yeniden inşa eden
diyalogların ı yazarken diyale ktiğin can l ı d iyaloj i k musa­
habe içindeki köke n i n i n , dolayısıyla yazının şifahi diyalo­
gun esnekl iğini öldürdüğün ü n ve soruyu cevaplandırma
kapasitesin i iptal ettiğin i n ziyadesiyle farkındadır ( b u an­
lamda Yedinci Mektup fevkalade önemlidir) , fakat o yu­
karıda da ifade edildiği üzere diyalektiği daha yüksek bir
kon u ma yerleştirmek peşindeyd i . Plato n ' u n görmek iste­
diği şekliyle diyalektik temel varsayımlardan onların ta­
nıtlanamayan temellerine ve nihai iyiye yükselişte haki ki
olanı kavraman ın hem mantıken düzenlenmiş hem de
düzenleyici yoludur. Buna karşılık Aristoteles diyale ktiği
tafsi latlı ve ince ayrımlar, kıyaslar ve mecazlardan m üte­
şekki l bir mantı k sistemi içine yerleştiri rken diyalektik
tasarısın ı hocasının ve selefleri n i n doğru düşünmeyle il­
gil i kavrayışları nı sistemleştirm e olarak görür.
Plato n ' u n ve doğrudan taki pçileri n i n eserlerindeki
şekliyle diyalog hem felsefede hem ede biyatta merkezi
bir yer tutar, çünkü o zaman b u i kisi ayrı disi plin olarak
düşünülmüyord u . Yazılı diyalog daha sonra sadece ev­
rensel fi kirleri deği l , fakat m üstesna karakterleri ve geri
döndürü lemez olayları da sergilemenin gözde dramatik
formu haline geldi.

1 37
III

Eristik ve Diyalektik

Eristische Dialektik, müşagi b m uhavere : çekişmeci mü­


nazara: did işmeci tartışma. Kavramın Türkçe karşılığı ko­
nusunda tam bir fi kir b i rl iği b u l u nmadığı için (cedelci,
münakaşacı, didişmeci , çekişmeci, vb . ) Grekçe aslı mu­
hafaza edilmiştir. Az aşağıda da ifade edileceği üzere
eristik diyal ekti kl e eşan lam l ı olarak ku llan ı l makla birl i k­
te daha kaba bir tabirdir: G r. erizeln, kavga/mü nakaşa
etmek, çekişmek; eris, kavga, m ücadele; eristikos, i hti­
lafl ı , tartışmal ı ; çekişmeyi/didişmeyi seven, hakikate
e rişmekten çok karşısı ndakin i alt etmeyi hedefleyen .
Aristoteles'e göre diyale ktik b i r tartışma soru soranın
(o Egcımöv) m u hatabına/cevaplayana (o <İ7tOKQtv6µgvoç)
bir meseleyi ıµ ) tevcih etmesiyle başlamış olur:
(7tQ6Pl..:ıa
"Soru soran ın işlevi tartışmayı cevaplayanı o iddia nede­
niyle zoru n l u olarak çıkan en paradoksal karşılıkları
(c'ôcrn:7t0tf;craı tOV CL7tOKQlVOµEVOV ta aôoÇ6tata Af:yElV
'tCÖV Ôla tiıV 0EcrtV avayKalOOV) verdirmeye yönlendirmek­
tir" ( Topika 0 .3, 1 59a 1 8-20 ) . Bununla beraber e ristik
ve sofistik arasındaki fark o kadar açı k değildir. Aşağıda
da ifade edileceği üzere eristik ustasının hedefi yaln ızca
galibiyetke n , sofist gözünü şöhrete ve onunla birl i kte ka­
zanacağı gel i p geçici ödüllere diker. Aphrodisiaslı Ale­
xanderos Topika üzeri n e yazdığı yoru mda: "Platon' u n
E uthydem us 'u nda ve Aristoteles'in diyalektik üzeri n e i n ­
celemesine girişte eristik ve sofisti k kıyasın bir ve aynı
olduğu nu söyledikl e ri n i " yazar. Ayrıca Platoncu Albi­
nus' u n : "Eğer metni doğru anlarsak Plato n ' u n Euthyde­
m us' unda sofistikin takip ettiği yöntemi (tfıv 'tCÖV
crOcj>ıcrµatoov µE0oôov) ana hatlarıyla tekn i k biçimde çizil-
1 .39
Tartışma Sanatının İncelikleri

miş bulabileceğimizi, dolayısıyla sofıstiğin safsataları n ı n


di lde ve gerçekte ne olduğu n u , çözümleri n i n nerede bu­
lu nacağını" söyled iği ifade edilir. Mamafi h Aristoteles De
Sophisticis Elenchis'te ( 2 . Bölüm) kullandı kları kıyas bi­
çimi bakımından sofistik ile eristik arasında ayrım yapar,
bkz. aşağıda V numaralı haşiye .
Bizde de İ bn Sina, Şifa'sının Safsata kitabında eristik ile
sofistik arasında bir aynm yapmaya çalışır ve bunu tarafla­
rın niyetlerinden veya peşinde olduk.lan şeyden hareketle
yapar: "Müşagabe (eristik) muhaverenin taraflarından biri­
nin galip gelmek için giriştiği sonu başına dönen bir devr( i
batıl)dır. Kim üstün gelmek isterse gel işigüzel didişmeye
yönelir ve her kapıyı çalar. Bazı insanlar ise galip gelmek
için değil kendisinin filozof sanılması için didişmeye yöne­
lir. İ lk durum ile bu ikincisi arasında fark vardır: Üstün gel­
meyi isteyen kimse gücünün fazlal ığından dolayı gayrihak­
ka dayanarak galip geldiğini itiraf eder. Bazen batıla daya­
narak galip gelmesiyle övüncü, hakka dayanarak galip gel­
mesiyle övüncünden daha fazla olur. Çünkü hak yardımcı,
batıl ise haindir. Yanında yardımcı varken galip gelen kim­
se, yanında hain varken galip gelenden daha zayıf durum­
dadır. Bu nedenle en uygunu, nasıl olursa olsun galip gel­
meyi isteyene müşagibi (didişmeci) denmesi ve biliyormuş
görünümü veren ama gerçekte bilmeyen kimseye mugfila­
tacı safsatacı (mugahti sofestai) denmesidir. "
Eristiğin Elea Okulu ve Zenon ile, Sokratik gelenek ve
özellikle küçük Sokratik okullar, dolayısıyla kuşkuculukla
ilişkisi ile ilgili olarak bkz. E. Zeller, Orek Felsefesi Tarihi,
( 2 . Baskı, Say Yayınlan, 2008, İ stanbul).

1 40
iV

Topos yahut Mevazı-ı Cedel

Ö nermeler ve meseleler muhtevaları bakımı ndan fa rkl ı


disiplinlere aittir. Topika A l 1 ' e göre bir mesele "ist e r
kendi başına isterse bu türden başka bir meselenin Çö­
zümüne bir yardım olarak ya seçi me ve sakınmaya (1tQoç
a[QEOW Kai cjıuyi)v) ya da haki kat ve bi lgiye (7tQoç
<'ıA.i)0Etav Kai yvcixnv) götüren bir araştırma"dır. Bir m e­
selenin en önemli karakteristiği tartışmalı bir konuyla i l­
gili olmasıdır: Meselenin kon usu "ya insan ların her i ki
bakımdan da bir kanaate sahip olmadığı (oooEtEQCüç
ôoÇaÇoumv) veya çoğu kimsen i n bi lgelerin kanaati n e
(Evavtiwç of 7toA.A.oi t0iç crocjıotç) ya da bilgelerin çoğu
kimsenin kanaatine (of crcjıoi totç 7toA.A.oiç) karşıt bir ka­
naat ben imsediği veyahut da bu zümreleri n her birin i n
üyelerinin araları nda fikir birl iğine sah ip olmad ıkl a rı
(EKCT'tEQOl aüt0i EaU'tOtÇ)" bir şeyle ilgil idir.
Aristoteles bu an lamda herhangi bir meseleyi ö ze l
muhtevasından bağımsız olarak tartışmada kullanılab i l e­
cek bir yaklaşım ortaya koymak ister ve b u n u n için gen el
olarak önermelerin müştereken sah ip old u kl arı şeyi To­
pika A4 'te ele alıp i n celer. Dolayısıyla di kkatini önerrn e­
lerin kon u ve yüklemleri arasında varolan mantıksal i l iş­
ki üzerine toplar ve bir yüklemin bir kon uya ait oldu ğu­
nu veya ol madığını ifade eden bir önermede yüklern in
sadece tanım ( Ö QOÇ definitum) , cins (yEvoç, gen us) , has­
,

sa (tçıov, proprium, nitel ik veya özgül ük) , veya araz (cruµ­


�E�llKOÇ, accidens, ilinek) olarak ait olduğu n u n beya n
edildiğin in farkına varır. Benzer şekilde incelemeye ta bi
tutulan herhangi bir meselede cevabı aranan soru b ir
tarif, cins, hassa veya araz ifade eden bir yüklemin be lli

141
Taıtl.şma Sanatının İncelikleri

bir konuya ait olup olmadığıdır. Bir önermede h ü küm ve


isnadı mümkün her bir yüklemin belli ayırt edici özellik­
leri vardır, buna göre : tanım cinsi (genus) ve ayınını ( dif­
ferentia, fasıl) ile bir şeyin özünü ifade eden bir sözdür
(A.6yoç). Cins bir şeyin özü nün tür bakımından diğer şey­
lere yü klenebilen parçasıdır. Hassa (veya özgülük, ifüov)
bir şeyin özünü göstermeyen fakat sadece ona ait olan
ve mekan ve zamana bağlı olarak onunla birl ikte bulu­
nan bir sıfattır. İlinek yah ut araz bunları n hiçbiri olmayan
şeydir, ama yine de o şeye aittir; o cins, hassa ve tari f
olarak daha fazla belirtilemeyen herhangi bir şeyi ifade
. eder. Nitekim eski mantı k kitapları ndaki "Nefyen ve isba­
ten cins hakkı nda sadık olan şey nev'i hakkı nda da sadık
olur" kaziyesi bu aynının uygu lama istikameti hakkında
kabaca fikir verir.
Şu halde Aristoteles konu ile yüklem arasındaki ilişkilerin
çeşitliliğini ele alıp inceleyerek başlamaktadır. Bu çeşitlilik
temellendirmelerin yola çıktığı öncüllerde veya tartışma için
ortaya atılan meselelerde ifade edilebilir. Her önermenin
yüklemi konuyla ya evrilebilir ya evrilmez. Eğer evrilebilirse
o ya konunun özünü ifade eder-ki bu durumda onun tari­
Jidir-ya ifade etmez, bu durumda o bir hastır. Evrilmez ise
o ya tanımda bir unsurdur-ki bu durumda konunun cinsi­
dir (ya da Aristoteles'in burada cinse dahil ettiği bir aynmdır)
ya da tanımda bir unsur değildir, bu durum da o bir arazdır.
Aristoteles'in yüklenebilir olanlan tasnifi böyledir. Porphyıios
daha sonra türü beşinci bir yüklem olarak kabul ettiğinden
ötürü ortaya çıkan karmaşanın içinde umutsuzca çırpınacak­
tır. Aristoteles türü bir yüklenebilir olarak değil fakat konu
olarak düşünür. Çünki onun göz önünde bulundurduğu bi­
reylerle değil türlerle ilgili yargılardır. Aristoteles bu yük­
lemleri n ait oldukl arı kategorileri Topika A8 'de tanımlar:
" Bundan sonra yukarıda zi kredi l en dört yü klemin bulun­
d uğu kategori türleri n i belirlemeliyiz . Bun lar on tanedir:
öz (ti fotı) , nicelik (1tocr6v) , nite l i k (1toı6v) , görelik (1tg6ç
n), yer (1toÜ) , zaman (1tOtE) , durum (KEi'cr9aı) , iye l i k

1 42
Ekler

(EX.Etv) , etki (7totdv) , edi lgi (Ttacrx.Eıv) . Çünkü araz, cins,


hassa ve tan ım her zaman bu kategorilerden biri nde bu­
l u nacaktır (EV µıQ. tolı-rmv ni:ıv Ka'tllYOQtcİ:ıv EO"Lat); çünkü
b u nlar vasıtasıyla yapı lan bütün önermeler ya özü ya ni­
tel iği, ya niceliği ya da öteki kategorilerden birini işaret
edecektir. "
Buna karşılık Aristoteles bir 't07tOÇ tan ımı vermez.
Gerçi daha sonra gördüğü işlev incelenerek t67toçun özü
açığa kavuştu ru l maya çal ışılmış ve bu doğru ltuda muh­
telif tanımlar verilm iştir. Sözgelimi bir toposun bir " bakış
açısı", bir "aksiyom" old uğu i leri sürü l müştür. Kimileri
Aristoteles'in bu kon udaki susku n l uğu nu sözcüğü n kö­
keninden hareketle aşmaya çal ışmışlar ve M Ö 4. yüzyıl­
da sözcüğün askeri term i nolojide "güçlerin konuşlandı­
rı ldığı mevki yahut mevzi "i kastetme k için ku llan ı ldığına,
dolayısıyla toposun diyalektik ve retorik ku llan ımının bir
mecaz olarak askeri term i nolojiden gelişmiş olabileceği­
ne di kkat çekmişlerdir. Gerçekte n de topoi ci nsleri açı­
sından bir tartışmayı kazanmada temellendirme strateji­
leri olarak görü lebil ir. Ancak biraz daha yakından bakı l­
dığında ve bunları n hangi tür temellendirme stratejileri­
ni temsil ettikleri, yan i öte ki teme llendirme stratej i leriy­
le karşılaştınldıklannda farkları n ı n ne olduğu kurcalandı­
ğında görün ü rdeki bu sarahat kaybolur. N ite ki m "hattı is­
tidlal" veya "temellendirme yol u " , "cins, tarif, hassa ve
araz meseleleri n i n çözümü için bir i l ke/kural (principi­
um) , " harici çıkanın i l kesi " vb. gi bi tan ımlara rastlanma­
sı bu noktadaki kafa karışı kl ığı n ı doğrular.

Bizde İ bn Sina Aristoteles' i n topoisin i Şifa'sında "me­


vazı-ı cedel" başlığıyla karşılayıp tafsilatlı olarak açıklar.
Fakat nihayetinde o da Aristoteles'in söylediğine dişe
doku n u r bir ilavede bulu nmaz: "İlk Talim ' de (yani Topi­
ka'da) cedele tahsis edilen kitap bazen kitabul mevazi
d iye adlandırı lır. Mevzi kelimesi n i n anlamı her biri bir kı­
yasın parçası yapılan pe k çok h ü km ü n kendisinden dal-

1 43
Tartışma Sanatının İncelikleri

!anabildiği m ü n fe rit bir h ü kümdür. ( . . . ) İ l eri düzeyde kül­


l i şey zihinden uzaktır, zihin ondan istinkaf ve onu ka­
bulden imtina eder. Bu durumda mevzilerden cüzi ola­
n ı n kullanımı faydalı ve takdire şayandır . . . Kül l i m u kad­
dime olarak kul lanıldığında onun için cüzi için b u l undu­
ğu ndan daha fazla münakaza b u l u n ur. Ç ü n ki cüziyi nak­
zeden kül l iyi de nakzeder . . . Avam bir şeyi an ladığı , onu
görd üğü ve onu nakzeden bir örnek göremediği çoğu
d u rumda adeta onu zorunlu bir h ü kümmüş gi bi kab u l
e d e r ve mevzi o l a n kül l i o n a hazı rlayıcı bir kural o l u r . Fa­
kat bilfiil kül l iyi kullanırsa hem onu hem de ondan hare­
ketle yapılan açı klamayı iptale maruz bırakır. . . . Öyle an­
laşıl ıyor ki b u n lann mevzi olarak adlan d ı n lmasın ı n sebe­
bi zihnin yöneldiği istikamet olmasıdır. " Eski mantı k
kitaplannda bu ve daha sonraki açı klamalar "mevazı-ı
cedeli kullanmaktan maksat bir mevzua taal l u k eden
her ne varsa cümlesini ispat veya i ptaldir" diye hü lasa
edilmiştir.
Mamafih Ciceron bir ge nçlik eseri olarak gördüğü ve
tamamlamadan bıraktığı De In ventione sinde ' - yani her­
hangi verili retori k bir meselede saklı diskursif i kna im­
kanlarının inventiosu-Aristoteles'e sadık kalarak bir ta­
nım vermeye çalışır: "Dolayısıyla nasıl ki saklı olan şey­
lerin keşfi , saklı oldukları yer gösteri ldiğinde ve açıkça
belirtildiğinde kolaysa, herhangi bir delili/burhanı incele­
mek istediğimizde bizim de topikayı bilmemiz gerekir.
Topikalar delillerin/burhanlann çıkarıldıkları mevzi ya­
hut mahal olmasından ötürü Aristoteles bunları bu şekil­
de adland ırır. Dolayısıyla bir tan ım olarak verebil iriz: to­
pika bir delil/burhan mahal lidir (argumenti sedem), de­
lil/burhan ise i nsan ları başka türlü kuşkulu olacak bir şe­
ye inandıran sebep yah ut i l l ettir (argumentum autem ra­
tionem quae rei dubiae faciat fidem)" .
"Delil/burhanları içinde barındıran topi kalann bazıları
tartışma konusu olan özel bahiste b u l u n ur; bazıları ise
harici d u ru m l ardan çıkarılır. Kon u n u n kendisinden çıka-

1 44
Ekler

rı ldığında kimi zaman ondan bir bütün olarak, kimi za­


man onun parçalarından, kimi zaman bir işaretten , kimi
zaman da şu veya b u şekilde tartışma konusu meseley­
le ilişkilendirilen şeylerden çı karlar; fakat harici durum­
lardan çıkarılan topikaların aynı kon u ile aralarında belli
bir mesafe vardır ve ondan çok uzaktı rlar. " Ne var ki me­
selenin güçlüğü Roma dü nyası n ı n regnare in iudiciis dic­
tus estini de yıldım: "Bu konu sadece fevkalade yararlı
olduğu için değil ama ayn ı zamanda kuralların tespiti bü­
yük güçl ü k arz ettiğinden ötürü de, muazzam bir dikkat­
le ve özenle ele alınmalıdır" . )

1 45
v

Eristik, Sofistik ve Peirastik

Buna karşılık Aristoteles De Sophisticis'te ( Peri sophisti­


kon elekhon) diyalektiği sofistik ve eristikten ayırmak için
kılı kırk yarar. Orada bu aynının diyalekti k vargıların biçim
ve muhtevaları bakımından doğru, buna karşılık sofistik
ve eristik vargılann yanl ı ş olduğuna dayandığı söylen ir.
Eristi k sofistikten o kadar farkl ıdır ki bir eristik ustası­
n ı n hedefi yal n ızca gali biyetken sofist gözü n ü şöhrete ve
onunla birlikte kazanacağı gelip geçici ödüllere diker.
Fakat muhtevası açısından bir ifade yah ut önermenin
doğru olup olmad ığı söz konusu aynının temelin i oluştu­
ramayacak kadar kesinlikten uzak bir meseledir; ve bu
tartışmacının hakkı nda kesinliğe e n az ulaşabileceği bir
konudur. Üste lik bu he rhangi kesin ve güven ilir bir form
içinde tartışmanın son ucuyla da ortaya çıkmaz. Dolayı­
sıyla Aristoteles diyalekti kten söz ettiğinde biz buna so­
fistik, eristi k ve peirastiki de dah i l etmel i ve onu " bir tar­
tışmada en iyi sonucu elde etme sanatı" diye tanım lama­
lıyız. Bir tartışmada en güvenilir yol söze doğru ve hakl ı
olan bir iddia ile başlamaktır, fakat i nsan ı n mevcut yapı­
sı göz önünde bulundurulduğunda bu kendi başına ye­
terli deği ldir, öte yandan, insan zihninin zayıfl ığı hatı rla­
nacak olursa tam olarak gerekli olan da bu değildir. Baş­
ka çareler, son uç içi n etkili olabilecek başka kesti rme
yollar da gere klidir, zira b u nlar, nesnel haki kate u laşma
zorunlu olmadığı için kişi nesnel olarak haksız olduğun­
da da ku llan ılabilir; d u rum un böyle olup olmaması nadi­
ren tam kesinliğe taall u k eden bir meseledir.
Bu yüzden diyalekti k ve mantı k arasında Aristote­
les'in bize bıraktığı ndan daha kesi n bir ayrım yapılması

1 46
Ekler

fikri ndeyi m . Bu durumda salt biçimsel olduğu kadarıyla


nesnel haki kati mantığa tahsis etmeli , diyalektiği de tar­
tışmada istenen sonucu elde etmeyl e sınırlamalıyız. Bu­
na m u kabil sofistik ve eristik de d iyalektikten Aristote­
les'in ayırdığı gi bi ayrılmamalıdır, çünkü onun yaptığı ay­
rım nesnel ve maddi hakikat üzerine oturur; ve bunun
ne olduğu ile ilgili olarak açık bir kesi n liğe tartışmadan
önce ulaşamayız . Bu durumda Pontius Pilatus ile birl i kte
sormaya zorlanırız: Hakikat nedir? Çünkü veritas est in
puteo: i:v Puffi iı aA.T)9da ( ha ki kat uçurumun di binde­
dir), Demokritos, Diog. Laert. , IX, 7 2 ) . Çoğu zaman iki ki­
şi hararetl i bir tartışmaya girişir ve ardından her biri ken­
disi n i n kiyle değiş ettiği öteki n i n görüşüyle evine döner.
Her tartışmada haki kati n yücelip yayılmasından başka
bir hed efimizin olmadığını söylemek kolaydır; ama tar­
tışmadan önce kimse onun nerede olduğu nu bilmez ve
bir kimse hasmının öne sürd ü kleri veya kendi söyledik­
leri sayesinde yan lış yöne sevk edil ir.
( Peirastik, m:ıacrttQKOÇ (peiran: sınamak, tecrü be et­
mek; peira: sınama, tecrü b e ) : deneme ya da sınama
içi n , teşe b b üsleri işleme/değerl e n d irm e : dolayısıyl a bir
tartışmada tamame n o tartışmaya özgü tecrü bi unsur­
l arı değerl e n d i rm e , ya da diyale ktiği n daha s ı kı ve da­
kik türü olarak bir tartışmada hasm ı n idd iaları n ı tecrü­
beye/sı namaya tabi tutma. Aristoteles De Sophisticis
.Elenchis, 1 1 'de p eirastiki n eristikten veya safi sureta
akı l yürütmeden farkl ı olarak " d iyale ktiğin bir türü ol­
duğu n u " söyler; b u ndan başka peirastik diyal e ktik ge­
nel mah iyettedir ve diyale kti k sorgu lamada k u l lan ı l ı r.
"Aynca cevabın bir şeyi olumlamasını veya yadsıma­
sını talep etmek bir şeyi gösteren i n değil fakat bir tecrü­
be/sı nama (7tdpaç) yapanın işidir. Çünkü sınama/sına­
manın sonuçları n ı değerlendirme sanatı (7tEtpacr1Kiıl bir
tür diyale ktikti r ve bilen kimseyi deği l fakat cahi l ve bi­
lirl i k taslayan kimseyi göz önünde bulund urur. Şu halde
özel bir durumun ışığında genel ilkeleri gören birisi bir

1 47
Tartışma Sanatının İncelikleri

diyale ktikçi, buna karşılık bunu sadece görün ü rde yapan


kimse bir sofisttir. Şimdi çe kişmeci ve sofistlere özgü is­
tidlal biçimi sonuçlan doğru olsa bile sadece zahiren is­
tidlal gi bi görü nen istidlal biçimidir; b u n u bir tecrü be/sı­
nama yöntemi olarak diyalektik ele alır . . . ) "

1 48
VI

Akşam yemeği nden sonra adetim olduğu üzere kilisenin


şerefi n e kade h kaldırdı m; papaz Frank bana bunun için
teşekkür etti ve biricik sevgilisi n i n kilise olduğu n u söyle­
di. 'Squire her zamanki hınzırl ığıyla, "Gel doğruyu söyle,
Frank, " dedi, "varsayalım ki b i r yanda sen i n b u söz ü n ü
ettiğin sevgi l i n , göz kamaştırıcı kıyafetler i ç i n d e , diğer
yanda sade bir e l biseyle Miss Sophia, 1 39 hangisi sen i n ol­
sun isterdin?" Papaz, "El bette i kisinin d e , " d iye cevap
verd i . 'Squire , " Doğru söyledi n Frank, " dedi; "şu içtiğim
boğazıma dursun güzel bir kız bu dü nyada senin papaz­
l ı k alemi de dah i l her şeye değer. Zira aşar ve emsal i şey­
ler yükten başka bir şey deği l , 1 4-0 bunların hepsi asl ı as­
tarı olmayan göz boyayıcı soytarıl ı k ve b e n b u n u ispat

1 39 (: Romanı bir hatırat olarak kaleme alan ve aynı zamanda hikayenin


başkahramanı olan Wakefıeld papazının alımlılığı ve akıllılığı ile ab­
lasını gölgede bırakan küçük kızı . ]
1 40 ( : tythes and tricks but an imposltlon, ali a confounded imposture . :..

kilise vergisi ve benzeri şeylerin bir yandan bir yük, bir haksız talep
dolayısıyla eziyet olduğu anlamı, diğer yandan ayn ı sözcüğün bir
yandan kökeni Lat. imponere: üzerine koyma/yerleştirme fiilinden
kökteş sözcük imposturede daha açık olan hile, sahte tavır, kilise
terminolojisinde ise takdis için elini üzerine koyma anlamına geldi­
ği göz önünde bulundurul ursa basit gibi görünen cümlenin tazam­
munlan bakımından ne kadar karmaşık olduğu anlaşılır. Diğer yan­
dan bu iki anlamın aynı sözcükte çok manidar bir şekilde bir araya
gelmesi ve böylesine esrarlı bir tarzda iç içe geçmesi meselenin ha­
ki kati ni başka bir şeye ihtiyaç duymayacak kadar açık gösterir ve ay­
nı zamanda bir başka şeyi daha, eski insanlan n "dayatma· ile "yap­
macıkl ı k" arası ndaki yakı nlığı ve derin bağı ne kadar sarih bir şekil­
de gördüklerini. dolayısıyla çoklannın zannettiği gibi onların "istlb­
dat"ın egemen olduğu bir ortamda değil bilakis bugün ü n insanının
ne tadabileceği. ne de tatsa tadını alabileceği bir "serbestlik" içeri­
sinde yaşadıkJannı gösterir. J

1 49
Tartışma Sanatının Jncellkleri

edebiliri m . " "Keşke ispat etseniz," diye atıldı oğlu m Mo­


ses ve ardından "size bu konuda cevap vere b i l i ri m " diye
e kl e d i . Onun maksadını hemen an layan ve bizi eğlence­
ye hazırlamak için meclisin geri kalan ına göz kırpan
'Squire, "Nasıl isterse n i z , " ded i , " eğer bu konu üzeri n e
seri n kanlı bir tartışma istiyorsanız meydan okumanızı
kabule hazmın . O halde önce cevap veri n , tartışmayı
analoj i k olarak mı yoksa diyalojik t 4 ı olarak mı yürütmek
istersiniz?" Moses tartışmaya kabul edilmekten gayet
mutl u , " M antık kurallarına göre olması nı isteri m , " ceva­
bını verd i . 'Squire , "Buna da kabul , " dedi, "o halde en
baştan başlayalı m , zannederi m varolan ı n varl ığını i n kar
edemezsiniz? Eğer bunu kabu l etmezseniz daha ileri gi­
demem . " Moses, " Pe ki , " diye cevaplad ı , " zan nederim
bunu kabul edebili ri m , bu kabulden nası l faydalanacak­
sanız faydalanın bakalı m " . Beriki , " Öyle u muyoru m ki , "
diye karşıl ı k verd i , " parçanın bütünden daha az old uğu­
nu da tesli m edersiniz". Moses, "Bunu da kabul ediyo­
rum , " dedi, "doğru ve akla aykı rı bir yanı da yok" . "Bir
üçgenin iç açıları n ı n toplamının iki dik açıya eşit old uğu­
nu da i n kar etmeyeceksi niz herhalde?" Diğeri "Bundan
daha açık ne olabilir" dedi ve üzerine yerleşmeye başla­
yan kuru m l u tavrıyla etrafına bakındı. " Pekala, " dedi
'Squire, kon uşması nı h ızlandırarak, "öncüller üzerinde
böylece anlaştıktan sonra şimdi m üşahedeye geçiyo­
rum , kendi kendine varolanları n birbirine bağlanması
karşılıklı bir çift orantıdan çıktığı için doğal olarak sorun­
l u bir d iyalojizm t 4 2 doğurur ki bu bir bakıma ruhani liğin
özün ü n ikinci yükleme atfedilebileceğin i ispat eder-" 1 4.3

141 ( : Gr. analogia: ana (göre, uyannca ) + logos: Gr. dialogus: dia (ara­
sında, çapraz) + logos: legesthai : legein . )
ı 42 ( : Dialogism: hayali tartışma; bir öncelden hareketle ikili sonuç çıkarına. )
1 43 (: Yazar böylece gerek post hac ergo propter hac gerek secundum
quod n umarası ile eristiğin hünerlerini bir kalemde olanca çarpıcılı­
ğıyla göstermiş ol uyor. )

1 50
Ekler

"Duru n , duru n , " diye bağırdı öbürü , " b u n u kabul etmiyo­


rum : birbiri n e bu kadar uzak öğretilere böyle ses çı kar­
madan teslim olacağımı mı zannediyorsunuz?" Sq uire ,
san ki tehevvür içindeymiş gib i , " N e , " d e d i , "teslim olmu­
yorsunuz öyle mi! Şu basit soruya cevap verin o zaman :
Yakın ların birbiri n e bağlı olduğu n u söylerken Aristote­
les' i n hakl ı olduğu n u düşünüyor musun u z?" Ö b ü rü " H iç
kuşkusuz" diye cevap verdi. " Öyleyse, " diye e kledi, Squi­
re , "şimdi soracağım şeye hemen cevap verin : Enthyme­
mam ı n • 44 i l k kısmı n ı n analitik i n ce lemesini secundum
quoad mu yoksa quoad minus mu b u luyorsunuz? delil­
lerinizi söyleyin : bana hemen delilleri n izi söylemenizi is­
tiyoru m " . Moses " İ tiraz ediyoru m , " d iye atıl d ı , "temellen­
dirmenizi tam olarak takip edemiyoru m ; ama eğer onu
basit bir önermeyle ifade edersen i z zan nediyorum o za­
man bir cevap alabilirsiniz. " "Aman e fendi m , " d iye kar­
şıladı 'Squire, "nasıl emir buyurursanız, görüyoru m ki
benden hem sizi i kna edecek delil hem de onu takdir ede­
cek akıl istiyorsunuz. Hayır efendim, zatıalinizi temin ede­
rim ki siz benim için çetin bir rakipsiniz . " Doğal olarak bu
zavallı Moses'a karşı bir kahkaha tufanının patlamasına
neden oldu. Neşeli yüzlerin arasında tek üzüntülü sima
oydu ve toplantının sonuna kadar da tek söz etmedi.

Oliver Goldsmith
The Vicar of Wakefield

1 44 ( : Kıyası matvi veya örtük kıyas: öncüllerden biri e ksik olan fakat zi­
hinde tamamlanan �yas. )

ısı

You might also like