Professional Documents
Culture Documents
Var mı?
Türklerde Felsefe Var mı?/ Dr. Akif Poroy
ISBN: 978-605-5598-51-8
Dharma Yayınları
Nuruosmaniye Cad. Eser İş Hanı 21-23
Kat: 2 No: 205 Cağaloğlu/İstanbul
Tel: (O 212) 512 81 21 - 528 62 12 • Faks: (O 212) 512 50 21
dharma@dharma.com.tr
www.dharma.com.tr
Türklerde Felsefe
Var mı?
e-posta: akifı;ıoroy@yahoo.com
info@akifooroy.com
Bu kitabı, doğumunun 100. yılında
rahmetli sevgili babam Mahmut Akif Poroy'a
ithaf ediyorum.
içindekiler
Önsöz ..................................................................................................11
Giriş .....................................................................................................15
I. BÖLÜM
Türklerde Felsefi Düşünce ........................................................21
Ön Türk Uygarlığında Felsefi Düşünce ...................................29
Türk Felsefi Düşüncesinde Türk Töresi .................................47
Erken Dönemde Felsefi Düşünceyi Etkileyen Şamanizm ...52
Karahanlılardan Büyük Selçuklu'ya Felsefi Düşünce..........58
il. BÖLÜM
Anadolu Selçuklu Döneminde Felsefe....................................73
Osmanlı'da Felsefi Düşünce .....................................................78
Felsefi Düşünceye Dinin Etkisi.. ............................................... 89
Tasavvuf Düşüncesi ...................................................................93
16. Yüzyıl Sonrasında Dinin Felsefeye Etkisi .......................97
Osmanlı'da Cihan Hakimiyeti Düşüncesi.. ...........................105
Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük .......................................109
Felsefi Türkçülük ...................................................................... 11 l
Frenkleşme veya Batılılaşma Yanılgısını
Yaratan Felsefe Neydi?.........................................................118
III. BÖLÜM
Akılcılık ve Aydınlanmaya Yönelme ..................................... 129
Batı'da Aydınlanma ve Çağdaş Felsefe................................. 134
Cumhuriyet ................................................................................ 139
Laiklik Sorun mu? ..................................................................... 151
Türk Felsefi Düşüncesi ve Türkoloji.. ................................... 162
Yabancı Türkologlar ................................................................. 168
Prof. Stanford Shaw .................................................................. 170
Ord. Prof. Dr. Anna Masala ..................................................... 172
Dünyada Felsefenin Değişimi ................................................. 173
iV. BÖLÜM
Düşünürsüz Yakın Geçmiş ..................................................... . 179
Postmodernizm Kuramcıları ................................................... 186
Düşünürü Sorgulama ............................................................... 188
Demokrasi .................................................................................. 190
Yükselen Milliyetçilik ...............................................................203
Küreselleşme ve Kimliksizleşme ...........................................2 17
Dünya Ekonomik Krizinin Siyasi Felsefemize Etkisi..........223
V. BÖLÜM
Türkiye ve Türk Dünyasında Felsefi Düşünce ...................229
Türk Devletleri Kültürel Birliği ve Felsefi Dünyası ............233
Dünyada Türk Devlet ve Topluluklarında Felsefe .............241
Türk Felsefi Düşüncesinin Geleceği... ................................... 247
Bitirirken..................................................................................... 259
Ek ................................................................................................. 261
Önsöz
11
düşünce önemli bir yer tutar. Türk felsefi düşüncesiyle ilgili ta
rafsız bir açıdan bakarak hazırladığım bu çalışmanın, felsefe eği
timi alan az sayıdaki kişi dışındaki büyük kitle için öz ve önem
li bir bilgi kaynağı olacağı umudundayız.
Türk felsefi düşüncesini incelerken, gelişimi etkileyen toplu
mun kültür ve tarihine bazı bölümlerde ayrınblı olarak girmek
zorunda kaldım. Gayem tarih dersi vermek değil. Ancak unutul
mamalı ki, kültür ve tarih, felsefi akımların koşullarını oluşturur.
Esasında herkes ve toplum için çok önemli olan felsefeyle il
gili bu kitap, umarız insanlarımızın düşünce dünyalarını zengin
leştirir ve gençlere düşünce dünyamızda yeni atılımlar yapma
ları için cesaret verir.
Felsefemizle ilgili sorgulamalarımızın ve sorularımızın çoklu
ğu dikkat çekecektir. Sorgulanan soruların cevabını, kitapta so
ru cevap şeklinde bir kurgu yaratmadığımız için, bazı bölümler
de açıkça okuyamayacaksınız. Ancak cevaplar çoğu zaman so
runun içinde gizlenmiş veya siz düşünen okuyucumuzun için
de, bilgisinde veya beyninin bir köşesinde, fakat ancak soruldu
ğunda ortaya çıkıveriyor olacak.
Felsefe düşünebilmektir, insanları aydınlığa ulaşbran bir yol
dur denebilir.
Yeniçağda Descartes, "cogito ergo sum!", yani "düşünüyo
rum o halde varım!" diyordu. Günümüzün Yeni Dünyalı pop sa
natçısı: ''l'am shopping, ergo sum!", yani "alışveriş ediyorum, o
halde varım!" diyor, aynı bizim sonradan görmeler gibi... Tabii
beri yanda çağdaş medeniyetin ve felsefenin gelişimi ve hüma
nizmin doğuşunda Batı dünyasının büyük etkisini göz ardı ede
meyiz.
Değişim çok süratli ve çok değişik... Dünyanın ve her toplu
mun çok süratli değiştiği çağımızda bu çalışmayla çabamız düşü
nenlere, düşünebilmek için okuyanlara, üretenlere, insan ve bi
rey olabilmek için gayret gösterenlere, Türk toplumunun değer-
12
terini, felsefi dünyasını anlamaya çalışanlara ufak bir katkıda bu
lunmak.
Konumuz salt felsefe ve felsefenin sorunları veya algılanışı
degil, "Türk felsefi düşüncesinin" evriminin irdelenmesidir.
Dr. A. Akif Poroy
Büyükada, Ada vapuru, Nişantaşı
İstanbul 2011
13
Giriş
15
Türkiye'de veya Türk dünyasında dolaşırken rastladığımız
en eğitimsiz insanın bile kendine göre bir felsefesi olduğunu iz
leriz. Abartırsak, herkesin bir felsefesi olduğunu varsaydığımız
da, herkesi az veya çok bir düşünür veya filozof gibi görmeye
çalışabiliriz. Ancak bu abartılı benzetmeden sonra felsefeyle uğ
raşan herkesin veya felsefe bölümü mezunu herkesin filozof ol
madığını vurgulamalıyız.
İnsanlarla konuşurken, bazılarının düşüncelerinin ne kadar
güzel, erdemli, bilgili ve felsefi açıdan yüksek değerlerde ve her
kese faydalı olabilecek düzeyde olduğunu görürüz. Ancak bu
düşünceler, konuşmalar yazıya geçmezse, ne kadar değerli olur
sa olsun uçup gider, unutulur. Eğer Orhun Anıtları yazıt şeklin
de olmasaydı; Yusuf Has Hacib, Kaşgarlı Mahmut, Farabi, İbni
Sina, Molla Fenari ve diğer düşünürler düşündüklerini yazma
saydı bugün düşünür, filozof olarak anılmazlardı. O nedenle fel
sefenin ancak yazılı olarak aktarılabildiginin altını çizmeliyiz.
Unutulmamalı ki, felsefe ancak özgürlük ortamında gelişebi
lir! "George Orwell'in Büyük Birader'inin cebinizi IMEI kimlik
numaralarıyla dinlediği, SMS'lerin, internetinizin izlendiği or
tamda degil" diyenler herhalde haksız değildir denebilir.
Türk, Türk felsefesini ancak Türkçe anlatabilir. Çünkü bu fel
sefenin içinde Türkün Türkçe düşünüp dillendirdiği, kendini
yansıtan Türkçe çok önemlidir. Aynı şekilde örneğin Hegel'i tam
anlayıp özümseyebilmek için üst düzeyde Almanca bilmek ge
rekir, Alman olmak yetmez diye düşünebiliriz. Ve de okumak...
Felsefe ve felsefi düşünceyle ilgili kitapları okumak sadece
felsefe eğitimi yapanların işi olmamalı; kendini geliştirmek, dün
yayı daha iyi anlamak isteyenlerin de bu tür kitapları bol bol
okuması gerekir.
Bazı felsefeci, yazar, ressam, şair dostlarımla Türk düşünce
yaşamıyla veya Türk felsefi düşüncesiyle ilgili sohbetlerimizde
geniş halk kitlelerinin "Türk felsefi düşüncesi"ni ne kadar tanıdı-
16
ğı konusu gündeme geldiğinden ve yaptığımız söyleşilerin sade
ce, bizim gibi birkaç mürekkep yalamış okuryazarın arasında
kalmaması için böyle bir çalışmaya giriştim.
Belki sadece felsefe eğitimi almış olmak bu tür bir kitabı yaz
maya yetmeyebilir. Çok bilgili her uçak mühendisinin günümü
zün süpersonik uçaklarının çalışma şeklini basit bir şekilde an
latamadığına şahit olduğumuz gibi, günümüzde kendisini He
gel'den, Kant'tan veya diğer düşünürlerin etkisinden kurtarama
mış felsefeciler çok bilgili olmalarına rağmen anlatımlarında ba
zen halka inememektedirler. Kültür erozyonu yaşayan toplumu
muzda herkesin anlayacağı bir dille, yalın bir Türkçeyle Türk
felsefi düşüncesinin veya Türk felsefesinin kökenlerini, kaynak
larını, tarihsel etkileşim, akım ve alanlarını daha çok Türk düşü
nürlerini irdeleyerek ortaya koymaya çalışacağız. Konumuzun
salt felsefe olmadığını tekrar vurgulamak isterim!
Ön Türk uygarlığına, Altay Dağları mitlerinin Türk toplumu
na yansımasına, Orhun Yazıtları'na ve "Büyük Tufan" sonrasın
dan günümüze kadar aktarılan eski Türk efsanelerine değinece
ğiz. Hun, Uygur, Karahanlı, Selçuklu, Osmanlı dönemine değinip
Tanzimat'la başlayan, halka bir türlü uymayan, Frenkleşme ya
ni Batılılaşma yanılgısını irdeleyip, Cumhuriyet'in felsefi deği
şimlerini ve günümüzün akımlarını sunmaya çalışacağız.
Felsefeden veya felsefi düşünceden önce Ön Türk uygarlığı
nın yansıması olan şiirsel biçimdeki söylenceler çok önemli. Şa
manist dönemin şamanları ve daha sonra ermişler, veliler, pir
ler ve erenler Türk kültüründeki ilk düşünürlerdir denebilir.
İnsan gelişirken aklı da gelişmiştir. İnsanın özünde akıl, doğru
luk, iyilik ve güzellik vardır. Toplum ve insan insanca yaşamak
için akılla yönetilmelidir. Aklın ve akılcılığın üstün olduğu toplum
larda insan "birey" haline dönüşebilir. Akılcılığın geçerli olduğu
toplumda bireye yaraşan, çağdaş hukukun üstünlüğüne saygılı,
sosyal adaletin sağlandığı demokrasidir. Aklın ve akılcılığın hakim
17
olmadığı topluluklarda insan birey olarak gelişemez. Bireyin ve
akılcılığın olmadığı toplumlarda ancak insan sürüleri var olabilir.
Bireylerin olmadığı toplumda demokrasiden de söz edilemez.
"İlerlemek Batılılaşmak değildir. Her kültür için başkalarını
taklit etmek değil, kendi öz benliğini geliştirmek esas olmalı
dır."! Büyük Türk şairi Yahya Kemal, Türk tarih ve ruhunu dam
galadığı aziz İstanbul'u anlatırken "Türk doğmuş olmak, Türk is
mi taşımak kafi değildir. Türk gibi düşünmek lazımdır"2 diyor.
Gerçekten de Türk düşünce sistemini anlamak için önce Türk
halkını ve düşünce yapısını anlamak gerekir.
Büyük Türk şairi Yunus Emre "bir ben vardır bende benden
içeri" diyerek toplumsal ve tarihi alanda sanki geçmişimizin de
ğerlerini vurgulamak istiyor.
Türk felsefi düşüncesi bugün nerededir? Değişik evrelerine
değişik açılardan bakarak değinmeye çalışacağız. Ancak Türk fel
sefi düşüncesi fenomenoloji, yeni ontoloji, felsefi antropoloji, ilim
felsefesi, mantık, felsefi tarih, tarih felsefesi ve din felsefesi, İslam
felsefesi ve tasavvuf açısından da derinlemesine incelenmelidir.
Bu incelemeler sonucu Türk felsefi düşüncesi kendi değerlerini
bulacaktır. Bu tür çalışmalar üniversitelerin görevi olmalıdır.
Farabi ve İbni Sina gibi büyük düşünürler yetiştirmiş Türk
toplumunun düşünürleri ne yazık ki eserlerinin bir kısmını
Türkçe yerine Arapça yazmışlardır. Daha sonraki çağlarda Türk
çe yazan düşünürler, o zamanki deyimle mütefekkirler yeni fi
kirler ortaya koyamamış, eski cereyanlar ve dini konular üzerin
de ısrar etmekten başka bir şey yapmamışlardır denebilir.
Kitabın kurgusu "Türklerde felsefi düşünce" üzerinde olsa
da ister istemez tarihsel zaman dilimlerinin çerçevesinde tarihe
oldukça geniş yer vermek durumunda kalıyoruz. Ayrıca bu
1 Ülken, H. Ziya, Millet ve Tarih Şuuru, s. 36-37, Dergah Yayınları, İstanbul, 1976.
2 Beyath, Yahya Kemal, Aziz İstanbul, s. 179, Bin Temel Eser, İstanbul, 1969.
18
eserle Türkiye'de felsefenin sorunlarıyla, hele de salt felsefe so
runlarıyla ilgili bir çalışma çabamızın olmadığının altını tekrar
çizmek isterim.
Bilindiği gibi tarihçi geçmişi yazandır. Geçmiş kültürlere bak
tığımızda kadim Türk toplulukları içinde en eski tarihi kronolo
jik verilere kısmen Hunlarda ve esas olarak Uygur Türklerinde
rastlıyoruz. Türk tarihiyle ilgili pek çok bilgiyi ise bugün Bizans
denen Doğu Roma ve Çin kaynaklarından �ide ediyoruz. Ne ya
zık ki tarih yazarlığı 19. yüzyıldan beri siyasi emeller için kulla
nılıyor. Dolayısıyla felsefe tarihini veya tarih felsefesini irdeler
ken çok dikkatli olmalıyız. Bu amaçla geçmişteki felsefi düşün
ceyi yansıtan belgeleri ortaya koymak gerekir.
Felsefi düşünceyi irdelerken mecburen felsefe tarihine gir
mek ve tarihi belgelere ulaşmak gerekir. Örneğin, bizim felsefi
tarihimiz için, özellikle siyaset felsefesi açısından Farabi'nin
eserleri çok önemlidir. Aynı şekilde çağının felsefesini yansıtan
Orhun Anıtları ve Kutadgu Bilig çok önemlidir. Burada felsefeci
ve felsefe tarihçisi için önemli olan, karmaşık tarihi olaylar için
den toplumun felsefesini yansıtan felsefi düşünceye ulaşmaktır.
Bu tabii ki oldukça zor bir ilmi gerçektir. Geçmişteki felsefi dü
şünceyi ilmi anlamda ortaya çıkarabilmek için hem tarih felsefe
sini hem felsefe tarihini bilmek ve felsefi anlayışa sahip olmak
gerekir. Bu konuda değerli düşünür Nermi Uygur'un birkaç
cümlesini sunmak isterim: "Felsefe tarihçisinde felsefe tarihini
yazmayı sağlayan organ felsefe anlayışıdır. Felsefe için anlayışı
olmayan geçmişteki felsefeyi göremez; görse bile çarpık görür;
bu ise olaylara hakkını vermemek olur; tarihçi için de bundan
daha acı bir başarısızlık olmasa gerek. Tarihçilik erdemi yanın
da felsefe tarihçisinin felsefe ile donatılmış olması kadar doğal
bir şey yoktur."3
3 Uygur, Nermi, Felsefenin Çağrısı, s. 177, Yapı Kredi Yayınları, 4. baskı, İstanbul,
Ocak 2007.
19
Bu çalışmayla Türk felsefi düşüncesinde Ön Türk uygarlığın
dan günümüze dek, önemli düşünür ve akımlarını, herkesin an
layacağı yalın bir Türkçeyle okuyucuya sunarak, kendi kültürü
müzün çok önemli bir alanında derinleşmek isteyenlere ipuçla
rı vermeye çalışıyoruz. Bu kitap umarız kültür ve düşünce bilin
cimizi yükseltmeye yardımcı olacaktır.
Prof. Hilmi Ziya Ülken tarafından 1935'te yazılmış Türk Filo
zofları Antolojisi ve 1966'da yazılmış Çağdaş Türk Düşüncesi
Tarihi adlı eserler çok önemlidir. Fakat Türk felsefi düşüncesi
veya felsefi düşünce tarihi bir bütünlük içinde ele alınamamış
tır. Türk felsefi düşüncesinin kapsamlı boyutları içinde salt felse
fe ve felsefeyle sorunlarımız, tasavvuf, kelam, mantık, dini felse
fe, siyaset felsefesi, ahlak felsefesi, hukuk, tarih ve Ön Türk Uy
garlığı öncesine giden destanlar ele alınmalıdır.
Türk felsefi düşüncesini irdelemeye çalışırken, kültüre, tarih
ve siyaset konularına belki fazla değiniyoruz gibi gelebilir. An
cak unutulmamalı ki, felsefeyi etkileyen ortam, kültürel siyasal
ortam, yani tarihtir. Felsefe veya felsefi düşünce o ülkenin tari
hinden ayrı bir şekilde gelişemez. Türk felsefi düşüncesini,
onun evrimini anlamak için, Türk tarihindeki siyasi olayları ve
Avrasya'ya yayılmış Türk dünyasının bugünkü kültürel gelişimi
ni bilmemiz gerekir.
20
1. BÖLÜM
21
dünya görüşü ve felsefelerinde eski Doğu'nun hemen bütün kül
tür ve medeniyetlerinin en azından bazı gerçeklerini saklamak
ta olduklarını görürüz. Bunlar Türk felsefi düşüncesinde Türkle
rin iletişimde bulunduğu bütün din ve topluluklardan elde ettiği
fazilet ve olgularla bütünleştiler denebilir.
Geçmiş Türk düşünürlerini şöyle bir film şeridi gibi gözümü
zün önünden geçirirsek, "Farabi'ye göre felsefe, varolmaları ba
kımından varlıkların bilinmesidir. İbni Sina'ya göre felsefe, nes
nelerin hakikatlerinin bir insanın kavrayabileceği kadar kavran
masıdır. Maturidi'ye göre felsefe Ayn ("Görülen, kaynak. Geniş
anlamda; paradan başka, edinilmesi mümkün, maddi olan ve ol
mayan bütün servet unsurları"5 ) ve Araz ("Cevher ve cismin ge
lip geçici niteliği anlamına gelen, cevher ve zatın zıddı olarak
kullanılan felsefe, mantık ve kelam terimi"6) ilişkisinin çözümü
dür. Yusuf Has Hacib'e göre felsefe, yaşama gücünü veren bilgi
dir. Şeyh Bedreddin için felsefe maddeye bağlı veya maddenin
ışığının kavranması ve kavratılmasıdır. Yunus Emre ve Aşık Pa
şa için felsefe, canlı alemde Ferşiye ile Arşıye'yi görebilmektir.
Molla Fenari için felsefe 'evvelki mana bizim bilgimiz, ikinci ma
na kimi bildiğimiz ve üçüncü mana bilkülliye Fehm'den harici
dir', Alaattin Tusi için felsefe insanın kendi aklını ve kafasını kul
lanarak gerçek varlığı bilme etkinliğidir"7 denebilir.
Bu geçmiş düşünürlerimizi anlayabilirsek, bu yetkin düşü
nürlerin fikirlerini kavrayabilirsek, ancak o zaman bu felsefi dü
şünceler üzerine toplumumuz için yeni ve gelişmemize yaraya
cak düşünceleri üretecek düşünürler yetiştirebiliriz.
Bu çalışmayla felsefeyi veya salt felsefenin sorunlarını ince
lemek durumunda olmadığımızın tekrar altını çizmek isterim.
Fakat Türkiye'de veya Türklerde felsefi düşünceyi irdelerken is
ter istemez felsefenin bazı kavramları, düşünürün veya felsefe-
22
cinin içinde bulunduğu ortamı, yaşam şeklini, zamanın siyasi or
tamını, toplumsal ve ekonomik koşulları görmezden gelemeyiz.
l lele toplumun kültürel yapısının felsefi düşünceyi, belki de da
ha doğrusu, düşünürü etkileyen en önemli olgu olduğunu göz
iinünde bulundurmalıyız. Tabii Türkçemizin gelişmesinin, felse
fi düşüncenin temelini oluşturan soyut kavramların ve bu kav
ramlar arasındaki ilişkinin Türkçemizin düşünürlerinin düşün
celerini yansıtmasındaki önemine değinmeliyiz.
Bu olgular dışında, toplumun inanç sistemi, sanat ve değer
yargıları felsefi düşüncenin oluşmasının ve gelişmesinin koşulla
rım ortaya çıkarır. Bütün bunlardan belki de daha önemlisi dü
şünürün içinde bulunduğu toplumun özgürlük açısından ne dü
zeyde olduğudur. Diğer bir deyişle, düşünürün gelişebilmesi
için kesinlikle özgür bir ortam içinde bulunması gerekir.
Kanımca bu özgürlük ortamı çok önemlidir. Çünkü düşünü
rün kendini geliştirebilmesi, fikirlerini ve düşüncelerini ifade
edebilmesi için özgür olması, özgür bir ortam içinde bulunması
gerekir. Düşünürün düşüncelerinde evrenselliğe yönelebilmesi
için yaşadığı ortamın evrensel düşünceye ulaşabilecek düzeyde
evrensel hukuk, evrensel demokrasi ve insani değerler açısın
dan ileride olması gerekir. Yani düşünür dediğimiz kişinin ister
felsefeci olsun ister felsefe eğitimi görmemiş olsun, kendini ifa
de edeceği özgür bir dünyada yaşaması gerekir. Edebiyat ve
görsel sanatlar için de özgürlükler önemlidir. 2 1 . yüzyılın başın
da dünyada bir taraftan özgürlükler artarken beri yanda da bi
zim ülkemiz dışında birçok ülkede insanların çeşitli nedenlerle
kitleler halinde izlenmesi, bilgisi olmadan dinlenmesi insan onu
runa yakışan gelişmeler değildir. Teknolojinin ilerlemesi bize
birçok kolaylık sağlarken, beri yanda insanı yalnızlaştırmakta ve
teknolojinin ve iktidar sahibi olanların kulu kölesi haline getir
mektedir.
Çeşitli felsefi düşünce akımlarının yaşandığı 1 9. ve 20. yüzyıl
lardan sonra günümüzün insanı Türkiye'de olsun veya dünya-
23
da insanın humanite, yani insanlık açısından gelişmesini acaba
ne yönde etkileyecektir? Stephen Hawkings gibi düşünürlerin
ortaya attıgı felsefi düşünce ürünlerinin pek de iç açıcı olmadığı
söylenebilir.
Bize göre farklı evrimlerden geçmiş Batılı düşünürleri sade
ce taklit ederek, doğal evrimden geçmeden yetkin düşünürler
yetiştirmemiz pek olanak dahilinde değildir diye düşünebiliriz.
Her felsefeyi tanımalı ancak taklitçi ve kopyacı olmamalıyız.
Türk felsefi düşünce tarihine baktığımızda klasik dönem için
de başlıca dört ekol görülüyor:
1- Gerçekçiler (Ehli hakikatçiler): Molla Fenari, Bosnavi gibi.
2- Klasik materyalistler: Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, Aşık
Paşa, Hacı Bektaş gibi.
3- Aşırı şeriatçılar: İbni Kemal, Zembilli Ali Efendi, Birgivi
Mehmet Efendi gibi.
4- Ilımlı şeriatçılar: Yahya Efendi, Mehmet Bahayi gibi.
Günümüze dönersek belki günümüzün düşünürlerini de fark
lı görüşlerinden dolayı bu tür bir sınıflamayla ifade edebiliriz.
Türkiye'de felsefeden, felsefi düşünceden söz etmek, "büyük
lokma ye, büyük laf etme" şeklindeki atasözünü bize hatırlatı
yor. Titiz araştırmalarla gerçekleri yansıtmak için özen göstere
rek hem geçmişi hem de günümüzü irdelemeye çalışıyoruz.
Türk felsefesinin ilk önemli eseri Uygur Türkçesiyle yazılmış
Kutadgu Bilig'dir denebilir. Yusuf Has Hacib'in 1069'da yazdığı
eser bir siyasetname ve ahlak kitabıdır. Yine aynı dönemde
1074'te Kaşgarlı Mahmut'un Divan-ı Lügat-ı Türk adlı çok önem
li eseri yazılmıştır. Bu eserlerde Gök Tanrı'ya inanan Şaman dö
nemin etkisi görülür. Bugünkü genel görüşe göre Türklerin Batı
felsefesiyle tanışana kadar İslama dayanan felsefeleri vardı. Fel
sefe, İslam dini içindeki bir etkinlikti ve Arapçayla yapılıyordu.
8 Hawking, Stephen, W., Zamanın Kısa Tarihi, Milliyet Yayınları, lstanbul, 1989.
24
ilk akılcı felsefe 9. yüzyılda Mutezile akımıydı. İslam felsefesi Fa
rabi, el-Kindi, İbni Sina, Biruni ile Aristoteles ekolüyle tanışb.
1 >aha sonra 13. yüzyıla kadar Yunan filozofları tercüme yoluyla
l slaın felsefesine girdi. İslam felsefesi bu yüzyıllarda Kelamiye
akımıyla akılcılıgı din temelinde savundu. Bunlar da Eşariye ve
Maturidiye olarak iki yöne ayrıldılar. Bu iki görüşü ileriki bölüm
lı·rde ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. Osmanlı'da genel olarak fel
sefe geleneksel dini felsefeydi denebilir. Hukuk, siyaset, ahlak
fdsefeleri ve mistik felsefe bu okulların medreselerinde ve sufi
akımlarda gelişti. Büyük ölçüde hüccet-ili İslam Gazali'ye daya
ıı ıyor ve akılcı İbni Rüşd'ü dışarda bırakıyordu. Osmanlı yeni
lt•şıne düşüncesi Katip Çelebi ile başladı denebilir. İçtihad kapı
smın kapatılmış olmasıyla felsefi gelişme de durmuştu. Tanzi
mat döneminde Frenkleşme akımıyla Osmanlı Türk toplumun
< la modern felsefe ilk olarak askeri ve teknik alanlarda, medrese
dışında kurulan yeni okullarda görüldü. Bu dönemde Yanyalı
Esat Efendi'nin yapbğı yeni Aristocu çeviriler dikkat çeker.
19. yüzyıldaki modernleşmeye giden Frenkleşme yani Batılı
laşma hareketlerinde Münif Paşa'yla başlayan Bab etkisi, Os
manlı aydınlarını Batı siyaset ve bilimini uyarlamaya yöneltmiş
tir. Yeni Osmanlılar derneğinde toplanan Şinasi, Namık Kemal,
Ziya Paşa, Ali Suavi, Agah Efendi, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet
Vefik Paşa Fransız düşünürlerinin etkisinde kaldılar ve laik fel
sdenin ilk başlatıcıları oldular. Bu aydınlar geç kalmış Osmanlı
aydınlanmacıları ve bir tür Bab'daki Aydınlanma döneminin An
siklopedicileri gibiydiler.
Batı dillerinden Türkçeye ilk çevrilen eser 1 895'te Descar
ll's'tan İbrahim Efendi'nin çevirdiği Ulumda Taharri ve Hakika
te Dair Usul Hakkında Nutuk'tur. İlk pozitivist Beşir Fuat'br de
ı ıebilir. Sultan il. Abdülhamit Han döneminde Jön Türkler Batı
fdsefesini uyarlamaya çalıştılar. Ahmet Rıza ve Abdullah Cev
det materyalist felsefe üzerine yazdılar. Meşrutiyetle birlikte ge
lı•ıı özgürlük ortamında ortaya çıkan Türkçü, İslamcı ve Batıcı
25
düşünce akımları bu dönemde zengin düşünce ürünleri ortaya
koydular.
Maddeci, ruhçu, ahlakçı, ateist, Freudçu, Kantçı, sezgici, mil
liyetçi düşüncelerin temsilcileri Ahmet Şuayip, Suphi Ethem, Rı
za Tevfik, Baha Tevfik, Celal Nuri, Filibeli Ahmet, Ziya Gökalp,
Mustafa Şekip, Ahmet Naim, Ahmet Hilmi, Salih Zeki, İsmail
Hakkı, İsmail Fenni, İsmail Hakkı İzmirli, Mehmet İzzet, Mehmet
Ali Ayni, Mehmet Emin Erişirgil'di denebilir. Felsefeyle ilgili der
giler çıkarmaya başladılar: Felsefe, Felsefe Mecmuası, Yeni Fel
sefe Mecmuası, Ceride-i Felsefiye, Felsefe ve İçtimaiyat Mec
muası. Türk felsefecileri İslamla Batı düşüncesi arasında kalmış
lıgın sorunlarını irdelediler. Felsefe sorunları din ve çağdaşlaş
ma tartışması temelindeydi. Esasen Maturidi ve Eşari ile başla
yan bu kutuplaşma günümüzde de sürüyor denebilir.
Toplum, halk bizim için çok önemli. Ancak halk genel olarak
acaba felsefenin, felsefi düşüncelerin, felsefi gelişmelerin, yeni
felsefi akımların veya Türk felsefesinin, Türk dünyasının felsefe
sinin farkında mı? Herhalde kitle bunların farkında değil. Acaba
geçmişte nasıldı? Acaba geniş halk kitlelerinin illa ki felsefenin
farkında olması mı gerekir? Fakat halkın çoğunluğunun toplum
sal gidişatla ilgili, şüphesiz her toplumda görüldüğü gibi, düşün
celeri olduğunu söyleyebiliriz.
Bilim adamlarının veya akil adamların belli konularda "be
yin fırtınası" denen söyleşilerini bazıları aşağılayarak "beyin ez
mesi" olarak değerlendirir. Bu görüşte olanlar felsefeyi de işe
yaramaz "boş düşünceler", "laf salatası" olarak değerlendirebi
lirler. Belki de felsefeyi anlamadıkları için, anlayamadıkları için,
kendilerini anlamaya zorlayamadıkları için...
Düşünürleri, herkes her zaman anlayamadığı için öteleyeme
yiz. Onların bu düşünce becerilerinin aktardıklarını anlamaya
çalışıp, derinlere inenlerin düşüncelerinden faydalanmaya ça
lışmalıyız. Yazar olarak da insanları okumak, düşünmek için yü
reklendirmeliyiz. "Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul
zurna az!" dememeliyiz.
26
Günümüzde Türkiye'de sanatçılar, edebiyatçılar felsefeye
veya felsefi akımlara nasıl erişiyorlar? Felsefeyi bir tarafa bıra
kırsak, bir ressam edebiyatla, şiirle veya bir yazar resim heykel
le , güzel sanatlarla ne kadar ilgili? Yapıtlarında çagdaş felsefeyi,
modern ve postmodern akımları ve felsefeleri nasıl yansıtıyor
lar? Yoksa çiçek böcek resimleriyle yetiniyorlar mı? Evrensel
felsefi akımları izleyebiliyor muyuz? Sanatçımız, aydınımız, siya
setçimiz, örnegin mecliste grup kararına uyma durumunda par
mak kaldırıp indirenler, felsefeye ilgi duyarlar mı? Dokunulmaz
lı k nedeniyle herkesin gözü önünde birbirlerine hakaret eden
ler, küfredenler, hatta Şubat 2010'da oldugu gibi onlarcası bir
arada yumruklaşanlar, acaba felsefeyle ilgilenirler mi? Kendile
rini sözcüklerle ifade edemeyenlere, üstelik bizi idare etmek (!)
için her ay vergilerden ödenen dünyanın parasının karşılıgı bu
mudur diye soranlara ne demeli? Acaba kendini sözcüklerle ifa
de edemeyip yumruklaşanların felsefi düşünceyle bir yakınlıgı
olabilir mi? Sesini duyurmaya çalışan az sayıdaki düşünürümü
zü çokbilmişlikle iteklemeye çalışanlar neden felsefi düşünce
den rahatsız olurlar? Felsefi düşünce, akıl, mantık neden kimile
rini tedirgin eder?
Günümüzde Türkiye'de felsefecilerin ve düşünürlerin felse
feye bakışları acaba nasıldır? Onların felsefi anlayışları nasıldır?
Şüphesiz her felsefe okuyanın deha olması düşünülemez. Her
okuyan, adam olamadıgı gibi, üniversitede her felsefe okuyan
da, belki bir filozof olamaz, fakat çalışarak Türk felsefi düşünce
sine katkıda bulunacak bir felsefeci olabilir.
Kitabın kurgusu nedeniyle Türk okuruna oldukça özet bilgi
ler sunmak istedigimizden Türk felsefi düşüncesinde yer alması
gerekenlerden sadece bazı önemlilerine bu çalışmada yer vere
bilecegiz. Ancak Türk felsefi düşüncesi içinde Türk düşünürler
oldugu gibi, Türk asıllı olmadıgı halde Türk diliyle yazmış olan
lar; Türk asıllı olup başka dillerde yazmış olanlar, mesela Fara
bi, İbni Sina, Mevlana gibi; Türk asıllı olmadıgı halde Türk dev-
27
!etleri ve idarecileri hizmetinde bulunmuş ve eserleriyle Türk
düşünürleri etkilemiş, Türk düşüncesine katkıda bulunmuş
olanlara, örnegin, Muhyiddin-i Arabi, Sadreddin-i Konevi, Da
vud-i Kayseri'ye deginecegiz.
Türk felsefi düşüncesinin kaynakları üniversiteler tarafından
ayrıntılı olarak irdelenmelidir. İslamdan önceki dönemlerden
kalan yazıtlar örnegin Orhun Yazıtları, Budist Türk metinleri,
destanlar, masallar, efsaneler, şiirler, atasözleri, sözlükler, örne
gin Divan-ı Lügat-ı Türk, fermanlar, arşiv vesikaları, İslam felse
fesi, tasavvuf ve yabancıların yazdıgı araştırma eserleri, hatıra
lar, seyahatnameler incelenmelidir. Bütün bu konuların her bi
ri, üniversitelerarası dayanışmayla çok kapsamlı olarak en azın
dan on veya on beş cilt olarak basılıp topluma sunulmalıdır.
Felsefi düşünce, toplumumuzda şu veya bu şekilde, sonuçta
herkese az veya çok, degişken bir algılama bilinciyle, herkesin
kendi algılama düzeyine göre, bir şekilde uzanan degerli bir ol
gudur denebilir.
28
ÖN TÜRK UYGARLIĞINDA FELSEFi DÜŞÜNCE
Binlerce yıllık Türk siyasi tarihi ve Türk toplumunun yapısı
na işlemiş olan "Türk töresi" Türk dünya görüşünün ana hatla
rını oluşturmuştur denebilir. Ayrı bir bölümde sunmaya çalışa
cağımız "Türk töresi" adalet, eşitlik, yararlılık ve hoşgörü kav
ramlarından oluşmaktadır. Bu ilkeler geçmişte hep Türk devlet
lerinin anayasasının temelini meydana getirmiştir. Bu ilkeler
Türk töre ve ahlakında "doğruyu", kim ve kime karşı olursa ol
sun "doğru davranışı" aramayı öne çıkarmıştır.
Türklerdeki felsefi düşünce konusunda "Türk töresi" şüphe
siz önemli yer tutmaktadır. Ne yazık ki bazı görüşlere göre, bu
günkü yeterli olmayan milli eğitim çerçevesinde binlerce yıllık
"Türk töresi" Türkiye'de Türk halkına, gençliğine, öğrencisine
öğretilememektedir veya öğretilmemektedir. Halbuki yukarıda
da değindiğimiz gibi, adeta Türk milletinin genlerine geçmiş
özellikleriyle Türk töresinin, Türk düşünce ve felsefesinin teme
lini oluşturduğunu iddia edebiliriz. Eğer bu kavramlara milleti
miz değer vermiyor olsaydı, yabancıların son yıllardaki kışkırt
ma ve nifak sokmalarıyla ülkemizde çoktan bir iç çatışma çıka
bilirdi. Bu açıdan baktığımızda "Türk töresi" evrensel ilişkilerde
barış ve huzuru getirecek bir düşünce şekli ve felsefi düşünce
olarak değerlendirilebilir. Günümüzde yüzünü ve kafasını sade
ce Batı'ya veya Batı'nın batısına çevirerek dünyaya bakan aydın
geçinenlerin çoğu, neredeyse tümü bunun farkında değildir.
Türk töresi şüphesiz Ergenekon gibi efsanelere uzanan 12
bin yıllık tarihimizin evrimi içinde oluşmuş ve yerleşmiştir.
"Türklerin, bazılarına göre, MÖ 3000 yılları civarında Orta As
ya'da Altay Dağları yöresinde tarih sahnesine çıktığı zaman
dan"9 bugüne Türk töresi binlerce yıldır, Türklerin yaşam felse
fesinin ve siyaset felsefesinin temelini oluşturmuştur.
29
Günümüzde sadece Batı kaynaklarıyla beslenmiş ve yetiş
miş, sadece Batılı düşünürleri okumuş olan aydınlar (!) "Türk
lerde felsefi düşünce veya felsefe var mıydı?" diye sorarlar.
" Bir Türk düşünce tarzının veya felsefesinin asırlar boyu iş
lenerek zenginleşmiş, varlığını hep korumuş, son derece derin
ligi olan görüşlerin, adı ister 'felsefe' ister 'dünya görüşü' olsun,
topluma yön verebilmiş olması önemli bir noktadır." 10
" Dagın başındaki, uzun süre sadece hayvanları güden ve bel
ki de egitimi olmayan bir çobanın bile çogu zaman bir bilgeligi
ve bir yaşam düşünce şekli, diger bir deyişle bir yaşam felsefe
si oldugunu biliriz. Bunun gibi toplumların da veya milletlerin
de yüzyıllar içinde bir yaşam felsefesi ve diger milletlerle olan
ilişkilerinde bir siyaset felsefesi oluşmaktadır."! ! Yani şu bir ger
çek ki, bugünkü medyatik ortamda popüler bir filozof veya dü
şünür ortada görünmese bile felsefi düşünce görülmektedir.
"Türklerde felsefi düşünce nedir? Veya nasıl olmalıdır?" so
rularını irdelerken, bugün ne yazık ki bu konularda ülkenin bü
yüklügü oranında yeterli çalışma yapılmadıgı düşüncesindeyiz.
Türk felsefi düşüncesinde veya Türk kültüründe önemli olan
ilk düşünürler yani şamanlar, veliler, pirler, dedeler, ozanlar bu
gün yeterince araştırılmamıştır. Özellikle Kaşgarlı Mahmut, Fara
bi gibi bin yıl önce yaşamış yazar ve düşünürlerden önce gelen
İslamiyet öncesi Türk felsefi düşüncesine ne üniversiteler ne de
tarihçiler yeterli ilgiyi göstermiştir. Türk düşüncesinin temelini
teşkil eden Türk töresi Hunlardan ve ondan önceki binlerce yıl
lık Ön Türk uygarlığından kaynaklanmaktadır.
Geçmiş tarihe baktıgımızda Orhun Yazıtları, Türk mitolojisi
ve Türk felsefi düşüncesinde çok önemli yer tutar. Bu yazıtlar
da Gök Tanrı inancı çerçevesinde yer, gök, su, ateş ve yurt kav-
10 Ural, Prof.Dr. Şafak, Türklerde Felsefe Var mıydı? Uluslararası 4. Türk Kültür
Kongresi Bildirileri, s. 449, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, no 239, Ankara, 2000.
1 1 Poroy, A.Akif, Türkiye AB Medeniyetler Çatışması, Truva Yayınları, İstanbul,
2008.
30
ramları üzerinde atalar ruhunun da işlendiği bir anlatı vardır.
Orhun Anıtları'ndaki bu yaradılışla ilgili Asya kültürlerine has
bir mistik ruh göze çarpar. Gök ve yer bir bütündür. Daha son
raki Türk felsefi düşünce kaynaklarında, hatta Yunus Emre'de
yer, gök, hava, ateş kavramları işlenir.
Türk felsefesinin, bir diğer ifadeyle yazıtların ilk örneklerin
de doğaüstü hiçbir öğe yoktur. Gök Tanrı bir doğa tanrı olarak
yerle birlikte vardır. Yazıtlarda varolan her şey ruhani müdaha
leye gerek olmadan maddi alemden türer. Felsefeci Bayram Ka
ya'ya göre, "Türk düşünce dünyasında İslam inancının gelişi ile
birlikte, hem Orhun Yazıtları gibi sayısız kitabe hem de felsefi bi
linç yüzyıllarca unutuldu, hatta yok edildi. Böylece Türk düşün
cesine başka tanrı ve doğaüstü güçlerin girişi kolaylaştı." 12
Ön Türk uygarlığı dönemine baktığımızda, "Türkler alemi bir
birinin zıddı olan, fakat birbirini tamamlayan iki prensip ile izah
ediyorlardı. Bunlar Gök Tanrı ve Asra yer idi. Hakikatte her şey
bir feza, yani kaos halinden ibaret iken sonradan oluştukça gök
yerden, aydınlık karanlıktan, erkek cevher dişi cevherden ayrıl
mış ve birbirine tamamı ile zıt olan bu kuvvetlerin tekrar birleş
mesinden kişi, yani ilk insan vücut bulmuştur. Orhun Kitabeleri
Türk kozmogonisini iki satırla şöyle özetliyor: Öze kök Tengri,
asra yagız yer kılındıkta, ekin arası kişioğlu kılınmış." 13
"Türk kozmogonisinde dikkat edilecek bir nokta da kadının
yaratılışıdır. Sami kozmogonilerinde Havva, Adem'in kaburga
kemiğinden yaratılmıştır. Halbuki Türk kozmogonisinde kadın
(hatun) kişinin bir parçası değildir. O, Karahan tarafından ayrı
ca yaratılmış olup, 'Yer Hatun' ismiyle Yerlik Han'a muadil bir
kuvvet teşkil eder." 14 Ön Türk uygarlığı döneminde kadınla er
kek eşit konumda görünüyor.
12 Kaya, Bayram, Türk Felsefe Tarihi, s. 133, Asya Şafak Yayınları, İstanbul, 2005.
13 Ülken, Hilmi Ziya, Türk Tefekkürü Tarihi, s. 29, YKY, 4. baskı, İstanbul, 2009.
14 Gökalp, Ziya, Eski Türklerde İçtimai Teşkilat, Milli Tetebbular Mecmuası, sayı 3,
s. 385456, 1913.
31
Erken dönem Türk felsefi düşüncesinde etkili olan unsurla
rın başında Dokuz Oğuz efsanesi, Oğuz destanı, Bozkurt masalı
gelir. Bunların bir kısmı İslamiyetin kabulünden sonra İslami te
fekkür içinde de devam etmiştir denebilir. Orta Asya'daki iklim
koşullarının bozulmasıyla 8 bin yıl önce başlayan ve dalgalar
halinde batıya giden Türk göçlerinde, Hunlar, Avarlar, Peçenek
ler sonrasında bugünkü Anadolu'nun ana kültürünü oluşturan
"Oğuz Türklerinde Oguz destanı Oguznağme olarak tanınır." 15
"Oguznağme'den çıkan siyasi ve hukuki esaslar felsefi dü
şüncede Oguz töresini oluşturmuştur." (Ziya Gökalp, Türk Me
deniyeti Tarihi ve Türk Töresi) Bu töreler çerçevesinde İslam
dan önce Türklerin kabile teşkilatlarının çok kuvvetli olduğu ba
zen asırlarca süren hatta göçebeleri bile birbirine bağlayan dev
letler oluşturdukları bilinmektedir." 16
Yukarıda da değindiğimiz gibi Türk felsefesinin kökenleri
binlerce yıl önceki tufandan itibaren anlatılan destanlarla baş
lar. Bu düşüncede inanç sisteminin önemi ortadadır. Ancak bü
tün dünyada olduğu gibi felsefi düşüncede dinsel felsefeden din
dışı felsefeye bir gidiş vardır.
Felsefe tarihçisi Bayram Kaya'ya göre: "Toplumsal ilişkilerde
olsun, fiziki gereksinimlerini karşılamada olsun doyurucu, eğ
lendirici, hoş bir kültürü yaşayan toplulukların dinsel eğilimleri
nin biçim değiştirdiği görülüyor. Oysa fiziki ihtiyaçlarını karşıla
mada zorlanan insanların, karmakarışık, yorucu, öldürücü, ezici
ilişkiler altında manevi açlığı daha büyük duyumsadıkları doğa
üstü güçlerden medet umdukları ortaya çıkıyor. Din ilk başlan
gıcında insanı dans törenleriyle, bağırışla, transla yabancı bir
_aleme götürüyordu. Bu hoş yabancı alem insanın dünyaya ya
bancılaşmasına yol açarken tek tanrılı dinler semavi alemin en
yüksek noktasına yerleşti. Felsefe ise hep dünyalı kaldı. Dün-
32
yayla yabancı alemin arası açıldıkça din felsefeyi kendine düş
man saydı." 17
Kadim Türk düşünce dünyasına baktığımızda "kağan" yani
devlet başkanı Tanrısal bir nitelik arz eder. Bilindiği gibi her dü
şünce biçimi kendinden önceki düşünce biçimleri içinde gizli
dir. Yukarıda da değindiğimiz gibi, Türk felsefi düşüncesinin kö
kenleri efsanelerin içindedir. Daha sonra gelen Orhun Yazıtları
ve Dede Korkut hikayeleri Türk felsefi düşüncesinin erken za
manlarının en önemli hazineleridir. Bu hazineler ne yazık ki bu
gün gençlere, yeni yetişenlere yeterince anlatılmamaktadır. Yü
ce dinimiz İslamı alırken Arapların Cahiliye devrindeki gelenek
lerini de sanki dini bir olgu gibi almamız, yani Arap etkisi Türk
kültürüne olumsuz etkide bulunmuş; geleneksel, Türkistan yani
Orta Asya kültürümüzden ve düşünce felsefemizden ayrılarak
Arap kültür ve felsefesine yakınlaşmışız. Bunun en çarpıcı örne
ği kadınlardır. Şamanist dönemde erkekle eşit olan kadın daha
sonraki dönemlerde erkekten çok geride bir konumda kalmıştır;
ta ki "Cumhuriyet'ten sonraki medeni kanunun gelişine kadar.
İslamiyetin Türkler arasında yeni yayılmaya başladığı yıllarda,
922 yılında Türkistan'a giden Arap seyyahı İbni Fadlan Oğuz ka
dınlarının aşırı özgür giyinmelerinden söz etmektedir." 18
Türkistan'ın cömert doğa koşulları, komün gibi bir arada sü
ren yaşam biçimi, göçebe yaşam ve onun birlikte getirdiği kolek
tif yaşam topluluklar üzerinde güçlü bir "biz"lik duygusu oluş
turmaktadır. Şüphesiz en bilge kişiler olan şamanlar yani des
tanları anlatan, büyü yapan, insanları sağlığına kavuşturan, kötü
ruhları kovan şaman içinde bulunduğu toplumsal konumla çev
resini etkileyen, yönlendiren, şekillendiren bir düşünür konu
munda da bulunuyordu.
Türklerle ilişkilendirilen Gök Tanrı'ya inanan Şamanist döne-
1 7 Kaya, Bayram, Türk Felsefe Tarihi, s. 139-140, Asya Şalak Yayınları, İstanbul, 2005.
IH Avcıogl u, Doğan, Türklerin Tarihi, kitap 2, s. 820-830, Tekin Yayınevi, İstanbul,
1 978.
33
min doğaya yönelik törenleri kültler, dünyanın ve evrenin yara
dılışıyla ilgili o zamandan günümüze kadar gelmiş düşünceler,
felsefeciler tarafından derinlemesine araştırılması gereken ko
nulardır diye düşünebiliriz. En çok tanıdığımız Orhun Yazıtları
ve il. Dünya Paylaşım Harbi'nden sonra bugünkü Kazakistan
bölgesinde bulunan ve Türkistan'ın diğer bölgelerinde bulunan
yazıtlar, kadim Türk tarihi ve kadim Türk felsefi düşüncesiyle il
gili birçok değerlendirme ve tanımlamalara yer vermektedir.
Söylencelerden de günümüze kadar gelen bu çok eski bilgi
lerde felsefe, o zamanki inanç sistemi, edebiyat ve mitolojiyle
karmaşık bir şekilde yansımaktadır. Bu konuları üniversiteleri
mizin felsefe bölümleri daha ayrıntılı ve analizci bir açıdan ba
karak değerlendirmeli ve halk kitlelerine tanıtmalıdır. Eski Türk
lerde gök, yer, yeraltı kavramlarının derinliği ve ölümden sonra
göğe uçan, Gök Tanrı'ya ulaşan insanın yaşam felsefesini daha
iyi bir şekilde anlamaya çalışmalıyız.
"Türk mitolojisi, evrenin ve insanın yaradılışında zorlanmaz:
Önce boşluk vardır (kaos). Boşluktan aydınlık ve karanlık do
ğar. Yani gökyüzü ve yeryüzüdür. Üstte Gök, altta Yer-Su vardır.
İkisinin birleşimi var etme gücü yaratır. Her şey bu birleşmeden
doğar. Ancak Öd, yani zaman tanrısı yeni doğan, hayata çıkan
her şeyi yer yutar. Sonunda Umay, yani ana tanrıça yeni doğan
her varlığı, logusaları, yeni doğan bebekleri, bitkileri, hayvan
yavrularını vb. korur, onları gözler."1 9
Ankara'da 2000 yılında Kültür Bakanlığı tarafından basılmış
olan Türk Kültür Tarihine Giriş adlı on ciltlik, Prof. Dr. Bahaed
din Ögel'in bu çok önemli yapıtı Türk kültürüyle ilgili son yıllar
da yazılmış en önemli eserlerindendir. Bahaeddin Öge! Gök
Tanrı inancıyla ilgili bu eserinin 1. cildinde Orta Asya'dan söz
ederek şöyle diyor: "Türk atlılarının etrafını tek saran büyük şey
göğün sonsuzluğu ve maviliği idi. Kalbini ve gözlerini dolduran
19 Kaya, Bayram, Türk Felsefe Tarihi, s. 128 Asya Şafak Yayınları, İstanbul 2005.
34
da göğün mavilikleri içinde kaybolan b i. yük dağ zirveleri idi.
Bütün güçler ve bütün güzellikler gökte toplanıyordu. Kutsalla
rın kutsalı göktü. Onun tanrısı da o idi. Bunun için Türklerin tan
rıları da tek fakat gök gibi yüce idi. " Felsefenin dinlerin nasıl et
kisinde kaldığı bilinen önemli bir gerçektir. Bu nedenle o dö
nemlerin inanç dünyasına eğilmek önemli olacaktır.
Gök Tanrı olayının toplumsal nedenlerini ise Profesör Öge!
şöyle açıklıyor: "Tek tanrılı dine doğru gidişin başka toplumsal
nedenleri de vardı. Atlı göçebe Türklerin yaşadıkları toprakların
geniş V" komşularının da atlı olmaları sebebi ile toplumun her
an hazır ve teşkilatlı olması gerekli idi. Tek baş, tek düzen ve tek
inanış, ancak böyle bir topluluğu yaşatabilir ve kişilerin yaşamı
nı devam ettirebilirdi . Eski Türk toplumunda başa değil töreye
hoyıı n eğilirdi. Töre yazılı olmayan Türk örf hukuku idi. Bu esas
lara göre herkesin görevi vardı. Kimin nerede çadırını kuracağı,
hangi yönde hayvanlarını otlatabilecegi, düşman geldiği zaman
nerede toplanılacağı ve kimin nerede duracağı Türk töresince
tespit edilmişti. Çocuklardan ve aileden itibaren herkes bir başa
bağlı ve başlar da Hakan'a bağlı idi. Toplumsal yapı piramidal
bir yapı ile yukarıdaki başa bağlanırdı. Zafer, ganimet, zenginlik
ve refah ise yine bu piramit sistem içinde yukarıdan aşağıya
doğru dağıtılırdı. Beraber yaşama için, beraberce ve karşılıklı
bir anlayışla ince bir düzen kurulmuştu. Tek baş, tek düzen ve
tek tanrı toplumu yönlendiren esaslardı. Temel prensip toprak
değil töre idi."20 Bu kavramlara benzer esasları Cumhuriyet'le
beraber Türkiye'de de görüyoruz. Tek dil, tek bayrak, tek millet
kavramları gibi. Bir milletin binlerce yıllık yaşam felsefesi günü
müze kadar yansımıştır.
Türklerde yerleşik kültürün doğuşu ve gelişmesi tarım ve şe
hirleşmeyle başlamıştır. Şehirleşmenin tarihi Hun İmparatorlu-
:w Ögel, Prol. Dr. Bahaeddin, Türk Kültür Tarihine Giriş, cilt 1, s. 68-69, Ankara,
2000.
35
ğu'nun güney başkenti Beşbalıg şehrine kadar gider. Çin ve Batı
lı kaynaklara göre MÖ 48 yılından önce yani büyük Hun devleti
nin çok güçlü olduğu çağlarda bir Hun ordugah şehri olan Çin
man şehri çok önemli idi. MÖ 48 ile MÖ 32 yıllan arasında Tur
fan Beyliği'nin arka başkentiydi. "MS 640 yılında burası Göktürk
egemenliğinde bulunuyordu. Çinliler buraya 'Saray' eyaleti adı
nı veriyorlardı."2 1 Milattan önceki yüzyıllarda Türklerin yerleşi
me geçişinden ve düşünce dünyasındaki etkilerinden nedense
resmi tarih kitaplarında pek söz edilmez. Yeni yapılan araştırma
lar, tarihi siyasi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışan Ba
tı'yı artık yalancı çıkarmaktadır. Örneğin, İstanbul'un kuruluşu
Batılılara göre MÖ 650 yılında Atinalı Byzas'a bağlanır ve bu şe
kilde şehir tarihi Yunan yayılmacı Megalo İdea'sıyla ilişkilendiri
lir. Halbuki Marmaray projesi için yapılan kazılarda 2008 yılında
İstanbul Yenikapı'da bulunan yüzlerce seramik ve diğer gereçle
rin ilmi yöntemlerle yapılan analizlere göre MÖ 6500-6000'e ait ol
duğu saptandı. Bu şekilde İstanbul'un neolitik çağda, yani cilalı
taş devrinde kurulduğu ve Batı ile alakası olmadığı ortaya çıktı.
Ön Türklerin felsefesinde her şeyin önünde "törenin" geldi
ğini söyleyebiliriz. Ancak bu konulan anlayabilmek için önce
kültürümüzün ve tarihimizin önemli bir bölümü olan binlerce
yıllık Ön Türk uygarlığını daha iyi tanımamız gerekir. Son yıllar
da yapılan araştırmalar Türkiye'nin değişik üniversitelerindeki
bilim adamlarının yaptığı çalışmalar bize eski hakkında çok ye
ni bilgiler vermektedir.22, 23, 24, 25 Batı'nın emperyalist bakış açı
sı içinde tarihe bile yalanlarla leke sürüp değiştirmeye çalışan
ların foyaları artık su yüzüne çıkmaktadır. "Aleyhimize yapılan
36
ve siyasi baskı oluşturmak için kullanılan sözde Ermeni soykırı
mı yalanı son yılların en iyi örneğidir."26, 27, 28, 29
2009 yılı başlarında yeni araştırmalara dayanarak Afyon Ko
catepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim
Üyesi Prof. Dr. Ekrem Memiş Türklerin en az 10 bin yıldır Ana
dolu'da var olduklarını ileri sürmektedir. Bilgi ve belgelere göre
Türklerin Anadolu'daki varlığı ile ilgili en eski yazılı kaynak MÖ
2250 yılına ait bir çivi yazısı tablet. Bu tabletin Akat kralı tarafın
dan yazıldığı ve tablette adı geçen Türki Krallığı'nın bilinen en
eski Türk krallığı olduğunu açıklayan Prof. Dr. Ekrem Memiş,
Türk adının geçtiği en eski kaynak bu tablet diyor. İlk kez Türk
lerden söz eden bu metnin 15. satırında Türki Krallığı'nın adı ge
çiyor. İlginçtir bugün de eski Türkistan yani Orta Asya'da Sov
yetler'in çöküşü sonucu ortaya çıkan Türk cumhuriyetlerine
Türki cumhuriyetler deniyor, aynı MÖ 2250 yılındaki gibi Türki
terimi kullanılıyor. Bu bilgileri teyit eden binlerce metin var.
"Trukkular" şeklinde geçen metinler de var. Bu metne dayana
rak Türklerin binlerce yıldır Anadolu'da olduğunu söyleyebili
riz. "107l'de gelenler ise en son gelen Müslüman Türklerdir."30
Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nden Yrd. Doç.
Dr. İlham Everenoğlu da o döneme ait arkeolojik bulgularla Or
ta Asya'da ve Azerbaycan'da bulunan çanak çömlekler, silahlar
ve bunların işleniş biçimlerinin birbiriyle aynı olduğunu söylü
yor.
26 Şıracıyan, Arşavir, Bir Ermeni Teröristin İtirafları, Kastaş Yayınevi, 2. baskı, ls
tanbul, 2006.
27 Ermenilerin 191 4-1918 Yıllarında Anadolu'da Yaptığı Katliamlar, Genelkurmay
ATESE Başkanlığı Yayınları, cilt 1-3, Ankara, 2006.
28 Karaca, Doç. Dr. Birsen, The Role of the Armanian Mass Media in Composing
Social Memory Concerning "the Armenian Problem", Review of Armenian Stu
dies, Vol, 2, Nr. 6, Ankara, 2004.
29 Erbengi, Prof.Dr. Türkan, Kutluğ, E., Ermenilerin Türklere Yaptıkları Katliamlar
ve Tehcir Uygulamaları Belgeseli, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2006.
:ıo Gürsoy, Neslihan, Anadolu 10 Bin Yıldır Türk Vatanı, Yeniçag, s. 9, 13, Nisan
2009.
37
Atatürk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Türkolog
Doç. Dr. Cengiz Alyılmaz tarihteki Türk izlerinden söz ederken
2009'da şöyle diyordu: "Türklere bir senaryo yazılmış ve siz gö
çebesiniz, barbarsınız denmiş. Bunu kabullenince yapacak bir
şeyiniz kalmıyor. Bir kan dökme, barbarlık varsa başroldesiniz.
Fakat yerleşik çanak çömlek bulunuyorsa figüransınız bölgede.
Yazıtlarda bas bas bagırıyor atalarımız Anadolu'da Türk izleri ol
dugunu. Kaya üstü tasvirler bir dönemin yazısıydı. Göktürk ya
zısının temelini bu oluşturuyor. Bu tasvirler damgaları, damga
lar alfabeyi getirdi. Ve Türkler bunları Avrupa'ya yaydılar. Ana
dolu'da insanımızın yüzünde dövme olarak, süs olarak kullanı
lan damgalar yazıtlarımızdakilerle bire bir aynıdır. İskitlere,
Göktürklere ve Hunlara ait mumya ve iskeletler üzerindeki dam
galar bizim yazıtlarımızdaki damgalarla aynıdır. Mimari eserler,
çanak çömlek, giyiniş, inanış tarzları aynı. Göçebe isek biz bun
ca mimari eseri nasıl meydana getirdik. Yerleşik yaşama geçtik
ten sonra bu damgaları halıya kilime işlemişiz. Çin kaynakların
da Türklerin agaç, taş ve maden işçiliği olarak üç meslegi oldu
gu söyleniyor. Altay ve Tanrı daglarından eriyen kar sularını ka
nallarla getirip bag ve bahçe sulayıp tarım yapıyorlar. Atık su ka
nalları yapıyorlar. Cam kullanıyorlar. Mezarlar yapıyorlar ve de
anıt mezarlar yapıyorlar." Bütün bu gelişmeleri kısaca sıralama
mız gerekiyor. Çünkü bunları bilmezsek o dönemlerde felsefi
düşüncenin nasıl şekillendigini anlayamayız.
Atatürk Üniversitesi Egitim Fakültesi'nden Yard. Doç. Osman
Mert, Ön Türk uygarlıgıyla ilgili buluntular hakkında şöyle di
yor: " Daha önceden buldugumuz bazı belgelerin ortadan kay
boldugu dikkat çekiyor." Mert yaptıkları çalışmaların kalıcılıgını
saglamak amacıyla teknolojiden yararlanarak, Türk kültür ve
medeniyetine ait bütün eserlerin GPS kayıtlarını ve uydu vasıta
sıyla üç boyutlu çözümlerini ve lazer kayıtlarını tuttuklarını be
lirtiyor. Bazı Batılıların iddia ettigi gibi Türklerin göçebe oldugu
iddiasını kaynaklara dayanarak çürütüyor. "Kaya tasvirlerinin
büyük çogunlugu kutsal mekanlarda ve yüksek dağ tepelerinde-
38
dir. Günlük iletişimle alakası yoktur. Bunun için de yerleşik ol
mak gerekir. Göç var ama bu iki taraflı bir göç. Anlatılan yönün
tersine de bir göç var."
Bu yeni verileri ve benzerlerini ayrıntılı olarak kaynaklarıyla
2010'da çıkan Atatürk, Ön Türk Uygarlığı ve Türk Kültür Kim
liği3 1 adlı kitabımda sıralamıştım. Bilindigi gibi felsefe tarihi ve
tarih felsefesi birbirinin içindedir. Felsefe tarihini kolay anlaya
bilmek için tarihten bazen ayrıntılı olarak söz etmek gerekiyor.
Çünkü toplumların felsefesini anlamak ancak tarihi koşulları bi
lerek mümkündür diye düşünebiliriz. Kadim Türk tarihini bil
meden o dönem felsefesi bilinemez.
Bu degerli bilim adamlarının çalışmaları acaba Türk kamu
oyuna neden duyurulmuyor? TV'lerin enkırmenleri bu konula
ra acaba sadece bilgisizlikten dolayı mı egilemezler?
Ne yazık ki 1938 Kasım'ında Atatürk'ün ölümünden hemen
sonra Ocak 1939'dan sonra İngiltere ve Fransa ile yapılan kültür
anlaşması sonucu Türkiye, Batı emperyalizminin zorlamasıyla
geçmiş Ön Türk uygarlıgı ve Türk tarihiyle ilgili çalışmalardan
uzaklaşarak Batı kültürünün yogun etkisi altında kalmıştır. Gü
nümüzde de ne yazık ki Ön Türk uygarlıgı o zamanlar Gök Tan
rı'ya inandıgı, Şamanist bir toplum oldugu, bazılarına göre inanç
açısından günümüze uymadıgı için ihmal edilmekte veya gör
mezden gelinmektedir. Halbuki semavi dinler gelmeden önce
"tek tanrıya" yani Gök Tanrı'ya inanan tek toplumun Türkler ol
dugunu vurgulamamız gerekir.
Hemen aklımıza şu soru gelebilir: Acaba felsefi düşünce bir
toplumda dönemin siyasi degerleri ve yargılarına göre yönlen
dirilebilir mi? Çogumuz evet diyebiliriz. Fakat filozoflar veya dü
şünürler herkese benzemedikleri için, yani düşünebildikleri
için veya düşünme becerilerinden dolayı çagın, ortamın "dogru-
3 1 Poroy, Dr. A.Akif, Atatürk, Ön Türk Uygarlığı ve Türklerde Kültür Kimliği, Tru
va Yayınları, İstanbul, 20 10.
39
larına" uymazlarsa şüphesiz sıkıntı çekeceklerdir. Düşünürler
felsefi düşünceleriyle her toplumda bazı kesimler için sıkıntı (!)
yaratabilirler. İnanç sistemleriyle de sıkıntı yaşayabilirler.
Türkiye'deki laiklik sorununu anlayabilmek ve Cumhuri
yet'in getirdigi yeni felsefedeki laiklik ilkesini kavrayabilmek
için ta kadim Şamanist döneme gitmek ve o zaman diliminin
Anadolu geleneğindeki uzantılarını, Alevi Bektaşi geleneğini bil
mek gerekir.
Bilinen ilk Türk inanç düzeni Gök Tanrı dinidir. 8. yüzyılda
dikilmiş olan Orhun Yazıtları'nda bu inanç geçer. Gök, insan ve
yer kavramlarına dayanır. Tanrı en yüksek kavram olarak inan
cın merkezinde yer alır. Tanrı insan yaşamını aracısız etkiler.
Gücüne uymayanı cezalandırır. Yaraşmayana bağışladığı kısme
ti geri alır. Şafak söktürür, bitkiyi canlandırır. Ölüm de onun is
temine bağlıdır. Tam güç sahibidir. Yaratıcı göksel olduğu için
"Gök Tanrı" diye anılır. Kaan gökten inmiş ve göğün elçisi sayı
lır. Dünyada en güçlü yaratık olarak insanları yönetir. Gök erke
ğin, yer kadının sembolüdür. Bu, eski Türklerin ataerkil anlayı
şına uygun bir tiplemedir. Ancak eski Türklerde kadın hiçbir za
man aşağı görülmez. Yer de önemli ve kutsaldır. Kültekin yazı
tında "üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldığında, ikisinin ara
sında kişioğlu yaratılmış" tümcesi vardır. "Burada Gök Tanrı'nın
gökyüzü olduğu ortadadır. Tanrı düşüncesinde gökyüzünden
başka ulu varlığa doğru bir gelişme görülür. " 32
VII. yüzyılda Bizans tarihçisi Simocattes Göktürklerin ateşe,
suya, toprağa saygı gösterdiğini yazar. Şamanlık Göktürklerde
kağan ve çevresinden çok halk arasında yayılmış ve benimsen
miştir.
"Türkçenin Kaşgar lehçesi ile yazılmış önemli yazın destan
MÖ 3. yüzyılda doğar. Büyük olasılıkla 13. yüzyılda Kaşgar leh
çesinde yazıya alınmıştır. Destanla Hun tarihi arasında önemli
40
benzerlikler görülür. Çin kaynakları
MÖ 1500 yıllarından beri Hiung-nular
dan söz eder. Ancak Hun geçmişi bu
yazmalarda MÖ 3. yüzyılda belirginle
şir. Aydınlık dönem Tümün (Teo
man) Han'la başlayan bir dönem
dir."33 Bu Hun tarihinin altın dönemi
olan yayılma dönemidir. Destanda
Oğuz Han'ın ve oğlu Gün Han'ın sa
Oguz Kağan.
vaşlarıyla tarihteki Hun Hanı Me-
te'nin savaşları ve yaşamı arasında
büyük benzerlik bulunur. Bu destanlar toplumun felsefi düşün
cesini yansıtan ilk önemli söylenceler, anlatımlardır. Bu tarihi
ve toplumsal gelişmeleri bilmeden o dönemin felsefi düşüncesi
ni pek kavrayamayız.
Bu konuda bize ulaşan destansı söylencelerden biri Reşü
düttin'in Camiü 't-tevarih'inde yer alır. Farsça olarak yazılmış
anlatı Oğuzname adını taşır. Reşüdüttin'le onu izleyen Türk-İs
lam tarihçileri Oğuz'un soyunu çok eskilere uzatır, Nuh'un oğlu
Yasef'e bağlarlar. Reşüdüttin halk içinde dinlediklerini şöyle
özetler: Nuh Peygamber yeryüzünü üçe ayırıp üç oğlu Ham,
Sam, Yasef'e üleştirir. Türk soyu Yasef'ten ürer. Yasef'ten Bulce
(Ulcey/Olcay) Han, ondan Dıbbakuy, ondan Kara Han, Dingiz
Han, Gür Han doğar. Ortak ve Gürtak'tır. Burada Belas ve Kara
Sırım gibi kentler vardır.
Bir milletin felsefesini anlamak için onun tarihi, felsefesinin
tarihi, tarih felsefesi, felsefe tarihi, felsefesini etkileyen inanç sis
temleri ve dinler ve de belki de en önemlisi o milletin dili önem
kazanır. Geçmişteki felsefeyi anlamak için ister istemez, geçmiş
tarih ve kültürün derinlerine değinmeden olmuyor. Kaçınılmaz
bir şekilde biz de kadim tarihten kısa da olsa bazı ayrıntılar ve
rerek söz etmek durumunda kalıyoruz.
33 Bozkurt, Fuat, Türklerin Dili, s. 144, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002.
41
"Ünlü dil bilgini Max Müller, başta Türkçe olmak üzere, Mo
ğol, Tonguz, Macar ve Fin dillerini 'Turanı' ailede topluyor ve
bir zamanlar Sümer, Japon ve Kafkas dilleri de bu aileye alınmış
bulunuyordu. Türkçe yeni kelimeler yaparken kök sabit kalır;
Ari ve bilhassa Sami dillerde kök değişikliğe uğrar. Max Müller
'Türkçenin gramer kaidesi o kadar güzeldir ki, bu dili lisaniyat
bilginlerinden mürekkep bir heyetin yaptığını sanmak mümkün
dür' ifadesi ile hayranlığını belirtmiştir. " 34
Türkçe çok muhafazakar ve sağlam bünyesi sayesinde bin
lerce yıllık bir tarihe sahip olduğu ve çok uzak mesafelere yayıl
dığı halde az değişikliklere uğramış ve başka birtakım eski diller
gibi değişimlere ve kaybolmaya mahkum olmamıştır. Biz bugün
bu önemli olguların farkında mıyız? "Hun hükümdarı Tuman
(Teu-Men) adı da Türkçe duman veya 10.000 manasına gelen tu
man veya tümenden başka bir şey değildir. "35
"Göktürk kağanlarının daha VI. asırda, Çin imparatorlarına
gönderdikleri mektupları Türkçe olarak ve milli diplomasi usul
lerine göre yazdıkları, hayvan takvimine göre de tarihledikleri
anlaşılmıştır. Bununla beraber Çin imparatoruna gönderilen bu
mektuplar ve başlarındaki 'Tanrı Tarafından Gönderilmiş Büyük
Gök Türklerin Kağanı' ibaresi bize sadece Çince tercümesi ile in
tikal etmiş olup Orhun kitabelerinde ve daha sonraki resmi ya
zılarda görülen formüllerin başlangıcını teşkil eder. " 36 Bu çok
önemli bir bilgidir. Bu dönemlerin tarihini, inançlarını, kültürü
nü bilmek bizim felsefi düşüncesini anlamamıza yardımcı ol
maktadır.
"Çağdaş Bizans tarihçisi Theophylaktos Türklerin, toprağı,
suyu, ateşi ve havayı (dört unsuru) takdis etmekle beraber, sa-
34 Turan, Prol. Dr. Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, s. 40, Boğaziçi
Yayınları. İstanbul, 2000.
35 Turan, Prol. Dr. Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, s. 4 1 , Boğaziçi
Yayınları, İstanbul, 2000.
36 P. Pelliot, Neuf notes sur les questions d'Asie Centrale; T'oung Pao XXVl,s. 205-
206, 1 929.
42
dece yerlerin ve göklerin hakimi bir tanrıya taptıklarını, ona at
sığır ve koyun kurban ettiklerini, istikbali haber veren kahinleri
(kam) olduğunu söyler."37
Din adamlarının huzurunda münakaşaya çağıran Mengü Han
da "biz sadece tek bir tanrının varlığına, onun sayesinde yaşadı
ğımıza ve onun emri ile öldüğümüze inanıyoruz" derken Gök
Türkler devrinde varılan yüksek bir ulühiyet inancının devam
ettiği görülmektedir. (W.Rubruck, Journey, s. 235, 236)
Türklerde İslamiyetten önceki binlerce yıllık tek tanrı, yani
Gök Tanrı inancı, o dönemdeki ve sonraki Türk felsefi düşünce
sine olan etkisi, zamanın diğer topluluklarıyla karşılaştırıldığın
da çok önemli bir olgu olarak karşımıza çıkar. Türkler Müslü
man olmadan önce de tüm evreni yaratan tek bir tanrıya inanı
yorlardı.
"Divan-1 Lügat-it Türk'teki sunuş yazısında belirtildiği gibi
bu Türk kültürüne olan etki gerçek anlamda da görülmüştür. "
"İslam tarihçilerinin anlatımlarına göre 8. yüzyılda da Arap or
duları Emir Kuteybe komutasında Türkistan'ın Mavera-ün Nehir
bölgesine girdiğinde Türklerin tapınaklarını yıkmışlardır. Türk
lerin bilgeleri öldürülmüştür. Kitapları yakılmıştır. Arap istilası
Türk kültürüne ve diline korkunç bir yumruk indirdi. Zulüm ve
talanda sınır yoktu, herkes Arap gibi konuşmaya, Arap gibi dü
şünmeye zorlanıyordu. " (kaynak: Divan-1 Lügat-1 Türk)
Yayımlanan tarih kitaplarına baktığımızda özellikle Çin ve Bi
zans kaynaklarının bildirdiğine göre Türklerin kendi yazılan ve
bu yazılarla yazılmış eserleri vardır. Hepimizin bildiği gibi zaten
Uygur ve Göktürk alfabeleri oldukça yaygındır. Hatta Çinli gez
ginlerin Türk hanlıklarına yaptıkları seyahatlerde özellikle Hun
ların saraylarında vakanüvislerinin bile olduğu bilinmektedir.
Uygurların da büyük kütüphaneleri olduğu Çin kaynaklarında
belirtiliyor. Gerçekten de biz bugün Türklerin geçmişteki Gök-
43
türk ve Uygur alfabeleriyle övünürüz. Peki bu eserler, kütüpha
neler nerededir? İddia edildiği gibi bu kitaplar Arap istilasında
yakılmış mıdır? Kadim Türk halklarının felsefesini anlatan yazılı
eserlere ne olmuştur? "Yüce dinimiz İslam'a saygımızdan dola
yı belki de kimse Arapların Türklere yaptığı katliamlardan ve
Türklerin kitaplarını yakmalarından söz etmez."38 Fernand
Braudel'in Uygarlıkların Grameri adlı kitabından birkaç ilginç
satır insanları düşünceye sevk etmektedir. Burada yazılanlara
göre, "Halife Ömer, bu kitapların bilgisi eğer Kuran'da varsa, ge
rek olmadığını, eğer Kuran'da yoksa saygın ve geçerli olmayaca
ğını söyleyerek İskenderiye'deki ünlü kütüphaneyi Mısır'ı alan
Amr-İbn-Ül-As' danışmasıyla yaktırmıştı."39 Bu görüşe katılmak
zorunda kalınırsa uzay çağı araştırmaları, nükleer teknoloji ve
ya dünyadaki diğer teknolojik, edebi ve sanatsal gelişmelerin
nasıl değerlendirileceği konusu herhalde okuyucunun ve düşü
nenlerin sorunu olacaktır.
Türk felsefi düşüncesi 10. yüzyıla kadar şüphesiz, binlerce
yıl Gök Tanrı'ya inanan Şamanizm inanç sisteminin etkisindey
di. Doğaya, iyi ve kötü ruhlara ve Gök Tanrı'ya önem veren, na
zardan korkan, yatırları ve kabirleri ziyarete kadar günümüze
etkisi olan ve pek bilinmeyen bu inanç sistemini "Şamanizm"
başlığı altında ayrı bir bölüm olarak inceleyeceğiz.
Eğer Kadim Türkistan, yani Orta Asya'daki taş üzerine Türk
çe yazılmış yazıtlar 19. yüzyılda ortaya çıkmasaydı, bu yazıtlar
da anlatılan kadim Türk felsefesi, Türklerin geçmiş felsefi düşün
cesi hakkında bilgimiz olmayacaktı.
Dedemin babası şair Mevlevi Hasan Akif'in Divan'ı, Profesör
Güven Kaya tarafından yeni Türkçeye çevrildiğinde veya bü
yük dedelerimden şair, Damat Kaptan-ı Derya Ahmet Ratip Pa
şa'nın l 720'lerden kalma şiirleri ve Divan'ıyla ilgili bilgiler elime
38 Aydın, Erdoğan, Nasıl Müslüman Olduk?, Cumhuriyet Kitapları, 19. baskı, İstan
bul, 2005.
39 Braudel, Femand, Uygarlıkların Grameri, s. 63, imge Yayınları, İstanbul.
44
tJ� ?Hf.p�
552 - 743
45
Ortadoğu'dan gelen bu etkiler Cumhuriyet'ten sonra azalmışsa
da 1950'den sonraki siyasal ve toplumsal gelişme içinde Türki
ye'de kendini hissettirmeye başlamıştır. Türk dünyasının bir
kısmında, yani Türkistan'da ise 19 17 Sovyet ihtilalinden sonra
Ruslar tarafından, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgı
zistan, Tacikistan ve Kazakistan olarak bölünen Türkistan top
raklarındaki Türkler 80 yıl süren ateist Sovyet rejimi sırasında
daha değişik bir kültür şoku yaşamışlardır.
Türk felsefi düşüncesinin binlerce yıllık geçmişinin Orta As
ya'da, Türkistan'da olduğunu görüyoruz. Selçuklu ve Osmanlı
döneminde de Orta Asya, Türkistan'ın Horasan bölgesinin bü
yük düşünürlerin kaynağı olduğunu saptıyoruz. Bugün artık
Türk felsefi düşüncesinden söz ederken daha geniş bir açıdan
bakarak Avrasya'daki büyük Türk dünyasını göz önünde bulun
durmalıyız.
Düşünce deyince günlük yaşamda görüş, kanı, inanış, yo
rum, eleştiri, değerlendirme gibi kavramları anlıyoruz. Diğer bir
deyişle, düşünce deyince tek kavram veya konudan çok, deği
şik kavramlar arasındaki bağı, yani düşünme oluşumunun man
tık çerçevesindeki toplam görüşleri anlıyoruz denebilir. Bu bağ
lamda bizim felsefi düşüncemizi objektif olarak irdelemeye çalı
şacağız.
Felsefi düşüncenin kültür kimliğinin çok önemli bir yönü,
belki de temeli olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle bu konuya
eğilirken Türk felsefi düşüncesini olduğundan fazla ne yüceltme
ne de haddimiz olmayan bir şekilde ve bazı Batı hayranı veya
Batı'nın istediği yönde yazmak için Batı'dan para aldığı söylenti
leri dolaşan, Batı'ya bağlı, sözde aydınların yaptığı gibi aşağı gör
me çabasında olamayız, olmamalıyız.
46
TÜ RK FELSEFi DÜŞÜNCES i N D E TÜ RK TÖRESi
Günümüzde felsefeyle uğraşanlar daha çok Batı düşünürleri
nin etkisinde görünüyor. Birçok aydın geçinen kendi kültürü
müzden uzaklaşmayı marifet sayar. Türk kültürünün günümüz
de yaşayan binlerce yıllık Türk töresi gibi olgularından habersiz
dirler. Türk felsefi düşüncesine kadim Türk tarihinden günümü
ze bütün Türk dünyasına damgasını vurmuş olan Türk töresi
farkında olmasak da genlerimize işlemiş yaşam felsefemizi oluş
turan önemli bir olgudur.
Türk felsefi düşüncesi için çok önemli olan Türk töresi unut
turulmaya çalışılan güzelliklerimizdendir. Türk töresi binlerce
yıl boyunca Türk tarihini, dolayısıyla Türk kültür ve siyasetini
etkilemiştir. Acaba bugün kültür yozlaşması sonucu Türkiye'de
kaç kişi Türk töresini biliyordur? Toplumsal, tarihi ve siyasi açı
dan "Türk töresi" bizim için çok önemlidir. Bu konuyu 2010 yı
lında Truva Yayınları 'ndan çıkan Atatürk, Ön Türk Uygarlığı ve
Türk Kültür Kimliği adlı kitabımda çok ayrıntılı bir şekilde sun
muştum. Felsefi düşüncemiz için çok önemli olan bu konuya
burada birkaç cümleyle değinmekle yetineceğim. 40
"Tarihimizin İslam öncesi ilk kaynaklarından biri olan Orhun
Abideleri'nde ve İslam'a girdiğimiz ilk asırlarda yazılan Kutadgu
Bilig'de geniş bir şekilde izah edilen Türk Töresi şu dört ana ol
guya dayanmakta idi: Könilik (Adalet), Tüzlük (Eşitlik), Uzluk
(iyilik-faydalılık) ve Kişilik (insanlık ve hoşgörü)."4 1
Türk töresi eski Türklerin yazısız hukukudur denebilir. Bu
günkü bulgulara göre, Türk töresinin daha sonra Orhun Anıtla
rı'nda yazılı hale geldiğini görüyoruz.
Türklerde felsefi düşünce Ön Türk uygarlığı döneminden
40 Poroy, Dr. A. Akif, Türk Felsefi Düşüncesinde Türk Töresi, Turan Stratejik Araş
tırmalar Merkezi Dergisi, sayı 8, s. 16- 19, Konya, 20 10.
41 1. Kafesoglu, " Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri", Tarih Enstitüsü Der
gisi, s. 15 İstanbul, 1970.
47
günümüze gelen bilgilerde en önemli olgu Türk töresidir dene
bilir.
Türk töresi konusu Türk kültürü, tarihi ve felsefesi, özellikle
siyaset felsefesi açısından önemli olduğu için birçok kitabımda
bu konuya değindim. Çünkü okumuş insanlarımızın bile bu ol
gudan haberi yok. Tabii kendilerine öğretilmediği için. Bizde li
sede Pasarofça Antlaşması'nın bilmem kaçıncı maddesini ezber
letirler, fakat kültürümüzün minyatürleri, hatlar, düşünce dün
yamızın önemli kültürel olguları nedense tanıtılmaz. Burada
Türk töresini felsefi düşünce açısından irdeleyeceğiz.
"VI. - VIII. yüzyıllarda hüküm süren Türk hakanlığından son
ra Oğuzların batıya doğru tarihte bilinen en eski hareketleri IX.
yüzyılda ait Peçenek hareketi olup X. yüzyılın ortalarında eseri
ni yazan Bizans İmparatoru Konstantin Porphyrogennetos ola
yın kendi zamanından elli yıl önce olduğunu söylüyor. Peçenek
leri hem Reşidüttin hem Kaşgarlı Mahmut, Oğuz uruğları sırasın
da kaydediyorlar. "42
Türklerin destani atası olan "Türk"ün vatanının Işık Göl civa
rında bir yer olduğuna inanılıyordu. (Bu söylentinin en eski şek
li anonim Mücmelü't-Tevarih'te, XII. yüzyılda bulunmaktadır.
Barthold'daki metin, Türkistan, 1, 19) Oğuzların efsaneleri ondan
daha doğuya uzanmıyordu. Oğuzlar Sirderya boylarından Batı
taraflarına geçerken halkın milli babası, yani atası milli şairi ve
filozofu ve halk bilgeliğinin koruyucusu olan Korkut hakkındaki
efsaneleri kendileri ile beraber getirmişlerdir. Korkut'a ait efsa
neler şimdiye kadar Türkmenler arasında da unutulmamış olup,
hatta orta zamanlarda Osmanlılar devrinde bile Anadolu'da da
mevcut ve XVII. yüzyıla kadar Azerbaycan Türklerinde de yay
gın vaziyetteydi. (Olearius'un rivayeti, iV. Schleswig, 1 671 , s.
72 1 ) X. yüzyılda Korkut adı Peçenek Türklerinde de mevcuttu.
Bütün bunlar bize Korkut efsanesinin Oğuzlara İslam'dan önce-
42 Barthold, V.V., Orta Asya Türk Tarih i Hakkında Dersler, s. 84, Türk Tarih Kuru
mu Yayınları, Ankara, 2006.
48
ki devirden miras kaldığını ve onlarla beraber Batıya getirildiği
ni tahmine sevk ediyor.
Dede Korkut hikayeleri birçok yerinde Türk halkının o dö
nemdeki ve bugüne yansıyan felsefi düşüncesini yansıtmakta
dır. "Töre, kişiler ve topluluklar arası ilişkileri düzenleyen; ida
recilerle idare edilenler arasındaki işleri, hak ve ödevleri belir
ten usullerdir. Kısacası Türk toplumsal yaşamını düzenleyen ku
rallar bütünü olan 'Töre' Türklükle yaşıt olsa gerektir."43
"Günümüzde Türk töresi bir 'siyasi felsefe' olarak daha da
önem kazanmaktadır. 20. yüzyılda sosyalizm ve komünizm in
sanlara mutluluk getirmemiş ve iflas etmiştir. 21. yüzyıl başında
ise kapitalist sistem vahşi kapitalizme dönüşerek sömürgecilik
ve sömürü düzenini küreselleşme adı albnda dünyaya yaymaya
çalışarak milyonlarca insanı acımasızca ezmekteydi.
2008 Eylül'ünde ABD'de başlayan, bankacılık alanından
2009'da diğer alanlara yayılan, 20l l'de komşu Yunanistan'a ge
len ekonomik kriz, acımasızca Yunanistan', çökertiyordu. Bu ge
lişmelerle vahşi kapitalizmin çöküşü bütün dünyanın canını ya
karak, ekonomistleri de çaresiz bırakarak dünyayı yeni bir dö
neme sokuyordu.
İşte böyle bir dünyada, adalet, eşitlik, iyilik-faydalılık ve hoş
görü ilkeleriyle Türk Töresi siyaset felsefesi açısından, sadece
bizim için değil, bütün dünya için bir kazanım olabilir."44
Türk töresi binlerce yıllık felsefesinde bize neler söylüyor
du? Biz Türk töresinin felsefi açıdan veya siyaset felsefesi açısın
dan ne demek istediğini, ne yapmak istediğini ve geçmişte neler
yaptığını anlayabiliyor muyuz? 1839'dan hatta 1828'den beri Os
manlının, sonra Türkiye'nin hala toplumsal ve ekonomik bir re
çete arayışı, bir model arayışı içinde olduğunu görüyoruz.
49
Bu arayışta şundan bundan medet umarken binlerce yıldır
neredeyse genlerimize işlemiş "Türk töresi" ilerlemek için gü
venli, denenmiş bir yol ve sorunlarımıza bir çare olarak acaba
yönetenlerin ve yüzünü Batı'ya dönenlerin neden aklına gele
memiştir? Acaba yönetenler veya sadece Batı'yı taklit etmeye
çalışan sözde aydınlar "Türk töresi" kavramını biliyorlar mı?
Gerçekten de bu çok önemli, Türkün ürettiği, bizim olan "Türk
töresi"yle ilgili bilgilere çok zor ulaşıyorsunuz.
Ne yazık ki Tanzimat'tan beri bir taraftan çagdaş evrensel de
gerlere ulaşamazken, bir taraftan da sadece yüzeysel taklitçilik,
yani Batılılaşma çabası bir yanılgı olmuştur. Türk töresinin felse
fesini, anlam ve önemini anlamak bu kadar zor mu diye sorula
bilir. Türk töresi faziletli açılımlarıyla Türklere özgü, binlerce yıl
dır Türklerce gerçekleştirilmiş, Türkün toplumsal ve siyasi görü
şünü yansıtan bir felsefe ve olgudur denebilir. Türkün binlerce
yıllık yaşamının bilgeliginin felsefesinin yansımasıdır.
"Türk insanının hayata bakışını aksettiren Türk Töresi, fev
kalade demokratik ve laik bir anlayışa dayanan bir hayat tarzını
oluşturuyordu."45
'Türk töresinin kuruluşu, herhalde çok eskilere dayanır. An
cak Reşidüttin ile Türkmenlerin Şeceresi gibi Oguz Destanı ile ilgi
li kaynaklar, Türk töresini koyan kişinin, Oguz Han'ın büyük oglu
Gün Han'ın veziri, Irkı! Ata veya Bilge Irkı) Hoca oldugunu yazıyor
lardı. Önemli olan nokta, Türk töresinin bilgeler tarafından kurul
muş olması ve Türk kavimlerinin de buna inanmış olmalarıdır."46
Kaşgarlı Mahmut, Diuan-ı Lügat-ı Türk'te, Türklerin "Türk tö
resi"ne ne derecede baglı olduklarını yazıyor. Türk töresi sonu
cu oluşmuş Türk felsefi düşüncesini yansıtan Türkün hoşgörü
sü, asırlar boyu hüküm sürdügü topraklarda her din, dil ve ırk-
45 Saray, Prof. Dr. Mehmet, Türklerde Dini ve Kültürel Hoşgörü, Atatürk ve Laik
lik, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2002.
46 Öge!, Prof. Dr. Bahaeddin, Türkler, ed.H.C. Güzel, K. Çiçek, S. Koca, Yeni Türki
ye Yayınları, cilt 2, Devlet Meclisi ve Kurultay, s. 877, Ankara, 2002.
50
tan insanları önyargılara ve tek yanlılıklara karşı adaletle koru
muş, onlara bir kalkan olmuştur.
"Türklerin olan, Türklerin değer yargıları ile ve Türk ölçekle
ri ile değerlendirilen Türk Töresi getirdiği veya ifade ettiği felse
fe ile evrensel açılımlarla 21. asrın başındaki bunalımlı dünya
için bir model olabilir iddiasında da bulunabiliriz. Ancak önce
bizler kendi değerlerimizi, kültürümüzü, tarihfmizi tanımalıyız.
Yoksa bu temellerden uzak birinin Türk töresini' anlaması algı
laması pek kolay olmayabilir."47
Türk töresi, Göktürk ve Uygur Türk devletinde de uyulması
gereken temel prensiplerdi. Türk felsefi düşüncesinde dini inan
ca saygı, yani laikliğin Türk töresinin gereği olduğunu görüyoruz.
Osmanlıda Türk töresini yansıtan felsefi düşünceyi Aşık Paşaza
de'nin Tevarih-i Al-i Osman i'sinde, Lütfü Paşa Tarihi'nde, Şük
rullah Tarihi'nde Türk töresiyle ilgili olarak askeri ve toplumsal
törelerin ayrıntılı olarak her zaman işlendiğini okuyabiliyoruz.
"Türkiye Osmanlı zamanında Tanzimat'tan beri bir türlü ken
disini bulamamıştır. Bugün dahi Batı'da olana özenmekten baş
ka bir hedef ortaya koymadan, şekilci bir davranışla Batı'yı tak
lit etmeye çalışıyoruz. 1839'dan beri 200 yıldır bu yüzden kendi
mizde olan değerlerimizi bir kenara bırakmışız. Özenti yüzün
den kendi değerlerimizi idrak edemez hale gelmişiz. Tanzimat
çalkantısı, Rumeli'de birçok yeri ve Akdeniz adalarını, I. Meşru
tiyet Rumeli'yi götürmüş, il. Meşrutiyet Osmanlıyı bitirmiştir.
Cumhuriyet toprak kaybımızı önlemiştir.
Binlerce yıllık kendi değerlerimizi görüp algılama ve o çerçe
vede hareket etme zamanı gelmiştir.
Türk Töresi, yaşam felsefesi ve siyaset felsefesi olarak, sosya
lizmin çöktüğü, serbest piyasa ekonomisine dayanan kapitaliz
min, tek kutupla küreselleşen dünyamızda insani değerlerden
47 Poroy, Dr. A.Akif, Atatürk, Ön Türk Uygarlığı ve Türk Kültür Kimliği, s. 73, Tru
va Yayınları, İstanbul, 20 10.
51
uzaklaşarak vahşi kapitalizme dönüştüğü dönemde daha da
önem kazanmıştır. Sömürü düzeni bir bumerang gibi dönüp
1929'dan beri görülen en kötü mali krizle 2008 Eylül'ünde
ABD'deki bankacılık krizi ile vahşi kapitalizmi vurmuş ve çökert
miştir. Dünyamız daha insancıl bir sistem arayışı içine yeni bir
döneme girecektir. İşte bu nedenle Türk Töresi, günümüzde sa
dece kendimiz ve Türk dünyası için değil, bütün insanlığa sunu
lacak insancıl bir görüş ve yaşam biçimidir, diye düşünebiliriz.
Türklerin kurtuluşu, akılcılık yolundan giderek, 'Türk Töresi'
ile evrensel bilim ve evrensel hukuk, insan hakları ve demokra
si gibi değerleri kaynaştırabildiği zaman gerçekleşecektir."48
48 Poroy, Dr. A.Akif, Atatürk, Ön Türk Uygarlığı ve Türk Kültür Kimliği, s. 76-77,
Truva Yayınları, İstanbul, 2010.
52
yana bağışladığı kısmeti geri alır. Şafak söktürür, bitkiyi canlandı
rır. Ölüm de onun istemine bağlıdır. Tam güç sahibidir. Yaratıcı
göksel olduğu için "Gök Tanrı" diye anılır. Kağan gökten inmiştir
ve göğün elçisi sayılır. Dünyada en güçlü yaratık olarak insanla
rı yönetir. Gök erkeğin, yer kadının sembolüdür. Bu, eski Türkle
rin ataerkil anlayışına uygun bir tiplemedir. Ancak eski Türkler
de kadın hiçbir zaman aşağı görülmez. Yer de önemli ve kutsal
dır. Kültegin yazıtında "üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldı
ğında, ikisinin arasında kişioğlu yaratılmış" cümlesi vardır. "Bu
rada Gök Tanrı'nın gökyüzü olduğu ortadadır. Tanrı düşüncesin
de gökyüzünden başka ulu varlığa doğru bir gelişme görülür."49
Şamanizm konusu en ayrıntılı olarak Abdülkadir İnan50 tara
fından incelenmiştir. Ancak felsefi düşünce veya felsefi düşün
cemize etkileri açısından konu incelenmemiştir.
VII. yüzyılda Bizans tarihçisi Simocattes Göktürklerin ateşe,
suya, toprağa saygı gösterdiklerini yazıyordu.
Şamanlık Göktürklerde kağan ve çevresinden çok halk ara
sından yayılmış ve benimsenmiştir. Yazıtlarda bu inançtan söz
edilmez. Bizanslı gezginler, 6. yüzyılda yaşamış Menander ve 7.
yüzyılda Theophylakt Şamanlığın günümüzde iyi biçimde tanın
masını sağlamışlardır. Şamanlığın kökende gerçek din olmaktan
çok, doğanın katı koşullarına karşı bir yaşama biçimi olduğunu
ileri sürenler vardır. Şamanlıkta esas ögelerden birinin hastaları
iyileştirmek olduğu ancak her iyileştiricinin şaman sayılmayaca
ğı belirtilir. Şamanlığı kısaca "ekstase", yani esirgeme ve dalgınç
lık tekniği olarak tanımlanır. Şaman her şeyden önce kendi özel
yöntemleriyle edindiği esirgeme durumu içinde ruhunu göklere
yükseltir ya da yeraltına indirir. Oralarda gezinip dolaşmak üze
re, bedeninden ayrıldığını duyar. Hastalara sağlık vermesi, ölü
lerin isteklerini yerine getirerek zararlarını önlemesi, insanların
53
dert ve dileklerini bildirmek üzere gökteki ve yerdeki tanrıların
yanına giderek aracılık yapabilmesi böylece olanaklıdır. Bu
özellikleriyle ilkel topluluklarda şaman korku ve saygı uyandı
rır. "İnsan ruhunun uzmanı" olarak halk kitlesinin maneviyatına
bakar. Ancak işlevi başka dinsel, sihirsel din adamlarında oldu
ğu ölçüde kapsamlı değildir.
Şamanizm döneminde kamlar yani şamanların çoğu kadındı
veya kadın kıyafetine girmiş erkeklerdi. İnanç sisteminde sihir
ve mistisizm önemli yer tutuyordu. Bunlardan başka şifacılara
otacılar ve ata sagunlar denirdi. Mistisizmin etkileri İslamiyetten
sonra erenler, dervişler ve tarikatlarla da süregelmiştir. Günü
müzde toplumumuza baktığımızda kadın erkek ilişkilerinde ol
sun siyasi seçimlerde olsun karar aşamasında insanımızın mis
tik bir çerçevede akılcılık dışı kararlara içgüdüsel, mistik bir şe
kilde vardığını görüyoruz. Şamanlık dinden çok büyü kişiliğinde
bozkır Türk inanç sistemidir de denebilir. Eski Türk toplumun
da görülen tanrı ve "yer-su" inançlarıyla ilgisi bulunmaz. Ancak
Türk inancıyla Şamanlık arasında şaşırtıcı bir uyum oluşmuştur.
Şamanizm geçmişte olduğu gibi günümüzde de Asya'da öne
mini korumaktadır. Gök Tanrı veya Tengri denen tek bir tanrıya
inanan, iyi ve kötü ruhların önem kazandığı bir inanç sistemi idi.
Şamanizmde Gök Tanrı ile insanlar arasında kurumsal bir ruh
ban sınıfı yoktur.
"Türklerin İslam öncesi dinleri olarak bilinen Şamanizm, to
temizm, animizm ve natürizmin inanç ve pratikleri ile yüklü bir
sistemdir. Çin kaynaklarının verdikleri bilgilere göre eski Orta
Asya Şamanizminin temelleri Gök Tanrı, Güneş, Ay, Su, Ata ve
Ateş (ocak) kültleridir."51 "Şamanizm sadece Şamanların uygu
ladığı bir vecd tekniği değil, bir dindir. I.M. Lewis'in deyimiyle
ekstatik bir dindir."52
5 1 Sencer, Muzaffer, Dinin Türk Toplumuna Etkileri, GE-DA Genel Dağıtım, İstan
bul , 1968.
52 Lewis, l.M, Ecstatic Religion: A Study of Slıamanism and Sprit Possession. Lan
don & New York, Routledge, 5th ed. , 1998.
54
Şamanizmde ruhlarla iletişimi saglayan kişiye şaman denir.
Şamanların çogu kadındır. Şamanların görevi yeryüzünde "iyi
ligi" hakim kılmaktır. Bugün de bütün Türk dünyasında falcıların
çogunun kadın oldugunu söyleyebiliriz. Şamanizmde kadın erkek
eşittir. Erkegin veya kadının birbirine karşı üstünlügü yoktur.
O dönemlerin felsefi düşüncesini anlayabilmek için biraz da
ha bu konuda derinleşmek ve bilgimizi artırmak gerekir. O za
manlarda halk felsefenin farkında degildi diye düşünebilirsiniz.
Bugün de halk belki felsefenin farkında degildir. Fakat herkesin
kendine göre bir felsefesi vardır. Felsefenin ne oldugunu az çok
bilenlerin bazıları da felsefenin boş şey oldugunu, laf salatası ol
dugunu düşünürler. Günümüzde oy hesabı nedeniyle halk kitle
leri önem kazanmıştır denebilir. Ancak düşünürler olmazsa, fel
sefe olmazsa halk kitleleri sadece insan kalabalığı olarak kalır di
ye düşünebilmek mümkün.
Fal bakmaktan dilek için agaçlara çaput baglamaya veya na
zar degmesin diye tahtaya vurmaya kadar birçok gelenek Şama
nizm döneminden günümüze yansımıştır. Binlerce yıllık bu geç
miş yani "İslam öncesi geçmişimiz bazı kimseler tarafından din
sizlik olarak degerlendirilmektedir. Kendimizi tanımak, kadim
felsefi düşüncemizi anlayabilmek için binlerce yılı kapsayan bu
geçmişi objektif olarak araştırmalı ve anlamaya çalışmalıyız. Hı
ristiyanların geçmişte ve günümüzde İslamı yok sayması gibi,
binlerce yıllık Gök Tanrı'ya inanan Şamanist geçmişimizi yok
saymak gerçekçi ve akılcı olmaz. Bu tutum Türklerin Orta As
ya'daki binlerce yıllık geçmiş tarihleri ile ilgili araştırmaları ön
lemiştir. Türk tarihinin bu dönemleri ile ilgili araştırmaları daha
çok yabancılar yapmıştır. Aynı şekilde Türklere ait arkeolojik
çalışmalar yabancılar tarafından yürütülmektedir. Türkiye'deki
üniversitelerde arkeoloji dalında Orta Asya Türk kültürü ile ilgi
li neden hiç çalışma yapılmaz?" 53
53 Poroy, Dr. A.Akif, Atatürk, Ön Türk Uygarlığı ve Türk Kültür Kimliği, s. 79, Tru
va Yayınları, İstanbul, 2010.
55
Şamanizmin o dönem Türklerinin felsefi düşünce dünyasına
yansıyışıyla ilgili birkaç önemli veri: "Şamanlık, insanların ken
di aralarındaki hukuki ilişkilere, siyasi emir ve nizamlara müda
hale etmez. Bunlar Oğuz töresinde görüldüğü gibi, töre ve yasa
meselesidir. Halbuki Sami dinler, insani, toplumsal ilişkilerle il
gili kurallar koyduğu için, birbirine zıt bir tutum içinde olmuş
lardır. Bundan dolayı Türkler mutaassıp değildir. Diğer dinlere
karşı ruhunda kin yaşamaz. "54 Bundan anlaşıldığına göre Şama
nizmin laik bir dünya anlayışı olduğu söylenebilir. Günümüz
Türkiye'sinde Şamanizmin kalıntılarının daha yoğun görüldüğü
Alevilerde laiklik anlayışının da daha yaygın olduğu ileri sürü
lebilir.
"Şamanizm inancının içinde 'öldürmeme', 'kötülük etmeme',
'iyilik yapma' ve benzeri iyiliğe yönelik etik norm ve değerleri
içerdiğini görüyoruz."55 Bunlar o dönemki felsefi düşünceyi
yansıtan çok önemli olgulardır.
Hiçbir din toplumun eski dininin etkisinden tümüyle kurtula
mamıştır. Araplarda da İslam öncesi putperest Cahiliye devrinin
özellikleri y�ni dine aktarılmıştır. Hatta kadının aşağılanması ve-
'- .
ya erkeğe göre geride durması gibi birçok Islam öncesi Arap ge-
leneği bize bile dinle geçmiştir. Halbuki Şamanist dönemde
Türklerde kadın ve erkeğin eşit olduğunu görüyoruz.
"Türk Alevi-Bektaşi inanışlarında Şamanlığın izleri günümü
ze kadar gelmiştir. Anadolu hikayelerindeki Kam, Oyun, Şaman,
Beki adıyla anılan Şamanların meydana getirdiği çeşitli olağa
nüstü olayları, Anadolu Alevi-Bektaşi menkıbelerindeki Baba,
Eren, Alp, Alperen ve Abdalların kerametleriyle karşılaştırırsak
etkileşim daha iyi görülebilir. Aynı anda çeşitli yerde görülmek,
kendisine yalan söyleyene kötülük musallat etmek, akıldan ge
çenleri bilmek, insanları taşa çevirmek, tabiat güçlerine hükmet-
54 Yörükan, Prof. Dr. Yusuf Ziya, Şamanizm, s. 53, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2006.
55 Davletov, Timur, Hakas Türklerinin Geleneksel İnancı Kamlık (Şamanlık), Türk
Dünyası, Kültür Bakanlığı, yıl 10, sayı 22, s. 20-37, Ankara, 2002.
56
mek, ölüyü diriltmek, su üstünde yürümek hem şaman hem
Anadolu menkıbelerinde vardır."56
Oğuzların torunları olan bugünkü Anadolu Türklerinde de
eski Şamanist inanç ve göreneklerinin derin izlerine rastlanmak
tadır. Şamanizmi tanıyınca bugünkü felsefi düşüncemizde bazı
çözemediğimiz noktalan daha kolay kavrayabileceğiz.
Şamanlığın felsefi düşüncemize etkisinin anlaşılabilmesi için
bu dönemin ilmi açıdan bakılarak incelenmesi gerekir.
"Namaz sonrası tespih çekmek, tekkelerde raks, zil, def ve
saz kadim Türk adetlerinin devamıdır. Kurşun dökmek, kor sön
dürmek, ölüm sonrası lokma pişirmek, logusanın başına kırk
gün al kurdele takmak, hastalıklar ve tedavilerinin kurban kes
meyi gerektirmesi, uluların mezarı etrafında dolaşmak, dilek
için kurban kesmek, mezarlarda mum yakmak. Örneğin, İstan
bul Merkez Efendi'de olduğu gibi, niyet kuyusundan taş veya su
almak, cadı, hortlak fikri menşe itibariyle Şamanlığa dayanır. "57
Daha yüzlercesini sıralayabileceğimiz Şamanizm dönemi adetle
rini günlük yaşamımız içinde fark etmeden yaşamaktayız ve fel
sefi düşünce dünyamızı yönlendirmektedir. Bu dönemin felsefi
düşünceye ve günümüz insanına etkisine birkaç cümleyle de
ğinmekle yetiniyoruz. Bu çalışmamızın kurgusu içinde ancak ha
brlatmak bizim görevimiz olabilir. Bu dönemlerin derinlemesi
ne, aynnblı olarak incelenmesi herhalde üniversitelerin görevi
olmalıdır. Yukarıda değindiğimiz tespih çekmenin Şamanist
Türklerden kaldığı söylenir. Yeşim taşı eski Türklerin kutsal taş
larındandır, aynı turkuvaz taşı gibi.
Bazı gerçeklerini sunmaya çalıştığımız bu dönemden yansı
yan "Türk töresi" ve Şamanizm, Türk felsefi düşüncesinin şüp
hesiz temelini oluşturmuştur denebilir.
56 Güngör, Prol. Dr. Harun, Türk Budun Bilimi Araştırmaları, Kum Saati Yayınları,
İstanbul, 1 997.
57 Yörükalan, Prol. Dr. Yusuf Ziya, Şamanizm, Ötüken Yayınları, s. 34, 99, İstanbul,
2006.
57
KARAHAN LI LARDAN BÜYÜ K SELÇU KLU'YA
FELSEFİ DÜŞÜ NCE
Türklerde felsefi düşünce deyince Ön Türk uygarlığı döne
minden günümüze gelen bilgilerde en önemli olgu önceki bölüm
de de değindiğimiz gibi "Türk töresidir". "VI.-Vlll. yüzyıllarda hü
küm süren Türk hakanlığından sonra Oğuzların batıya doğru ta
rihte bilinen en eski hareketleri IX. yüzyılda ait Peçenek hareke
ti olup X. yüzyılın ortalarında eserini yazan Bizans İmparatoru
Konstantin Porphyrogennetos, olayın kendi zamanından elli yıl
önce olduğunu söylüyor. Peçenekleri hem Reşidüttin hem Kaş
garlı Mahmut, Oğuz uruğları sırasında kaydediyorlar."58
Türklerin destansı atası olan "Türk"ün vatanının Işık Göl civa
rında bir yer olduğuna inanılıyordu. "Bu rivayetin en eski şekli
anonim Mücmelü't-Tevarih'te 12. yüzyılda bulunmaktadır."
(Barthold'daki metin, Türkistan, 1, 19) Oğuzların efsaneleri ondan
daha doğuya uzanmıyordu. Oğuzlar Sirderya boylarından Batı
taraflarına geçerken halkın milli atası, milli şairi, filozofu ve halk
bilgeliğinin koruyucusu olan Korkut hakkındaki efsaneleri kendi
leriyle beraber getirmişlerdir. "Korkut'a ait efsaneler şimdiye ka
dar Türkmenler arasında da unutulmamış olup, hatta orta za
manlarda Osmanlılar devrinde bile Anadolu'da da mevcut ve
XVII. yüzyıla kadar Azerbaycan Türklerinde de yaygın vaziyette
idi." (Olearius'un rivayeti, iV. Schleswig, 1671, s. 72 1) X. yüzyılda
Korkut adı Peçeneklerde de mevcuttu. Bütün bunlar bize Korkut
efsanesinin Oğuzlara İslamdan önceki devirden miras kaldığını
ve onlarla beraber batıya getirildiğini tahmine sevk ediyor.
Kutadgu Bilig ve Farabi'nin siyasetnamelerinden sonra Do
ğu Türkistan'da Karahanlılar döneminde ve Büyük Selçuklular
da fıkıh ile Oguz töresinin düşünce alanında çok başarılı bir şe
kilde uzlaştırıldığını izliyoruz. İbni Sina kanalıyla Aristo mantığı-
58 Barthold,V.V., Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, s.84, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara, 2006.
58
nın Türk felsefi düşüncesine girmesiyle felsefi düşüncedeki iler
leme Selçuklu döneminde Mogol istilasına kadar Gazali'nin " Ke
lam" alanındaki hücumlarıyla da engellenmiştir denebilir.
Profesör Bahaeddin Ögel'e göre: "İslamiyetin büyük tesirleri
altında kalan birçok Türk kitleleri, bu dini kabul etmek zorunda
kalacaklardı. Fakat Türkler hiçbir zaman İslamiyeti aynen alama
mışlar ve onu ancak kendi hislerinde yogurarak, kendilerine ben
zetmişlerdi. Nitekim Karahanlı devletinde İslamiyetle ilgili olarak
yazılan kitaplarda, tamamı ile eski fıkıh kitaplarına uyulmamış ve
İslam dini realist bir görüşle açıklanmıştı." (B. Öget, s. 97).
Karahanlılar döneminde 10. ve 11. yüzyıllarda yetişen Fara
bi ve İbni Sina gibi iki büyük Türk filozof ve düşünürü, Türk fel
sefi düşüncesine akılcı açılımlarıyla yüzyıllar boyu damga vur
muşlardır.
Farabi
"Magister secundus" yani "ikinci ögretici" ismi verilen Farabi,
Türkistan'da, Taşkent'te dogmuş, 870-950 yılları arasında burada
yaşamıştır. Düşünürler arasında Aristoteles'ten sonra gelmiş en
büyük filozof olarak, Türk felsefi düşüncesi için çok önemlidir.
"Akılcı" felsefe ve düşünceleri, Türkistan, yani Orta Asya Türk
dünyası, İslam alemi, Selçuklu Türk cografyası ve 15. yüzyılın or
talarına kadar Osmanlı Türk toplumunu etkilemiştir. Farabi'nin
"akılcı" felsefesinin Türk toplumunun düşünce dünyasının şekil
lenmesinde o yüzyıllarda önemli yeri vardır. Farabi Türklerin
Müslüman olmasından kısa süre sonra yaşamış Müslüman bir
Türk filozofu olarak fikirlerini inançlara göre degil, felsefenin te
mel kavramlarına göre akıl ve bilime dayanan akılcı bir çizgide
ortaya koymuştur. Bu bizim için bugün dahi çok önemlidir.
Farabi'nin felsefesinde en önemli unsur akıl ve mantıktır.
Ona göre "iyi"yi "kötü"den ve "dogru"yu "yanlış"tan ayırt ede
bilmek için mantık gereklidir. İnsan aklını ve mantıgmı kullana
bilmelidir.
59
Bütün bu yazmaya çalışbkları
";:"' mız ne olursa olsun, acaba bu
, ,,
.,, , ;,� gün Türkiye'de felsefe veya fel
�,t
sefi düşünce deyince halk kitle
'
leri ne anlıyor? Halk felsefeyle il
gilenmese veya ilgilenecek dü
zeyde olmasa da halkın kendine
göre daima bir felsefesi vardır.
Bizim söz ettiğimiz felsefeden
belki halkın geniş kitlelerinin ha
beri yoktur. Bazılarına göre de
belki felsefe bir sürü düşünce yı
ğınıdır. Fakat felsefi düşünce, is
ter filozof deyin ister düşünür,
Büyük Türk filozofu Farabi (870-950). onların ortaya atbğı görüşlerle
topluma hep yön vermiştir.
Aydınların, hatta herkesin Farabi'yi okuması ve onun akılcı
felsefesini çok iyi tanıması gerekir. Ülkemizin akıl ve bilime
önem veren, ilerici düşünce gereksinimi postmodernizm sonra
sında her gün daha da artıyor.
Farabi'nin toplumu ileri götüren akılcı felsefesi nedeniyle ki
tapları ortaçağda Avrupa dillerine tercüme edilmiş ve karanlık,
bağnaz ortaçağ Avrupa'sını Rönesans'a götüren düşüncelerin filiz
lenmesine neden olmuştur. Osmanlı'da ise beş yüz yıl medrese
lerde okutulan akılcı felsefe ürünü kitapları, 1517'de Mısırın fethi
ve hilafetin alınması sonrasında Kahire, İskenderiye ve Arabis
tan'dan İstanbul'a gelen Arap ulemanın etkisi sonucu 16. yüzyıl
dan sonra medrese eğitiminden kaldırılmışbr. Akılcı ve bilimci dü
şüncenin gerilemesinden sonra Osmanlının da düşünce sistemin
de ve siyasette gerilediğini izliyoruz. Avrupa'daki "Aydınlanma"
Osmanlı'da yaşanamadığı için geriye gidiş daha da hızlanmışbr.
Farabi, Türk İslam felsefe dünyasında yeri doldurulamaz bir
filozoftur. Türk felsefi düşüncesinde adı geçen bütün düşünür-
terde ondan bazı izler bulmaktayız.
60
Farabi 870 yılında Türkistan'da, Farab bölgesinde, Vesic ka
sabasında doğmuş, 950 yılında vefat etmiştir. Ortaçağ Türk dü
şünürlerine gelince, şüphesiz bütün dünyanın Aristo'dan son
ra en önemli bulduğu ve "magister secundus", yani "ikinci öğ
retici" olarak adlandırdığı akılcı felsefenin kurucularından biri
dir Farabi. Farabi'nin akılcı felsefesi Selçuklu, Osmanlı ve İs
lam felsefesini etkilemiştir. Türk toplumu ancak 1923'ten sonra
tekrar akılcı, bilimci bir düşünce sistemine kavuşma çabasına
girmiştir. Ancak akılcı, bilimci görüş ve karşıtı hurafeye dayalı
siyasetin kavgası bugün de halk yeterli eğitilmediği için sürüp
gidiyor.
Farabi'nin akılcı felsefesini, siyaset felsefesini çok ayrıntılı bir
şekilde 2007'de yayımlanan Uyan Artık Türkiye ve 2008'de çı
kan Türkiye AB Medeniyetler Çatışması adlı kitaplarımda irde
lediğim için Farabi ile ilgili burada derin saygı içinde birkaç
cümle zikretmekle yetiniyorum. Her aydın Türkün ve kendini
geliştirmek isteyen herkesin Farabi'yi okumasını öneririm. Özel
likle siyasetle ilgilenenler Farabi'nin siyaset felsefesiyle ilgili ki
taplarının bugünkü Türkçeyle yazılmış baskılarını mutlaka oku
malıdır. Hatta Farabi'yi Türk dünyasının her ferdi okumalıdır di
ye düşünüyorum. Burada birkaç cümleyle onun felsefesi ve si
yaset felsefesi hakkında sadece biraz fikir veriyoruz. Üniversite
lerimizin felsefe kürsüleri onun felsefe kitaplarının tümünü bu
günkü Türkçeyle mutlaka yayımlamalıdır. Ancak bu şekilde
onun Türk felsefi düşüncesine ve kendinden sonra gelen düşü
nürlere etkisini biraz anlayabiliriz.
" Farabi'ye göre faziletli devlet, bütün insanların saadete er
melerinin imkanlarını yaratacak ve üyelerinin birbirlerine karşı
lıklı yardımda bulunmalarını sağlayacak bir devlettir.
Toplumlarda ve devletlerde saadet, ancak, kötülüğü yok
etmek ve iyiliği hakim kılmak suretiyle gerçekleştirilebilir.
Devlet yöneticisinin görevi de, devletin bütün kısımlarını ve
yurttaşları, toplumdan kötülüğe kovacak ve iyiliği hakim kıla-
61
cak biçimde birleştirmek ve birlikte çalışmalarını saglamak
tır. ".59
Bu büyük Türk düşünürünün fikirlerinden hepimiz faydalan
malıyız.
" Farabi'ye göre iktidar sahibi, şerefli, cömert, adil, istibdat ve
zulümden uzak oldugu gibi, bunlardan nefret etmelidir."60 " Fani
dünyada iktidar sahipleri, devlet ve saltanattan lezzet ve şehvet
beklememelidir. İktidardakiler şefkatli olmalı ve şevkle hizmet
etmelidir. Nerede ve hangi şartlarda olurlarsa olsunlar dogruyu
söylemekten ve dogruyu uygulamaktan geri kalmamalıdırlar."61
Farabi'nin düşünce sistemi ve siyasi felsefesi, insanlıgı geri
lik ve ilkellikten kurtararak akılcı ve ilimci atılım olanaklarına
kavuşturmuştur.
Farabi'ye göre, evrende oldugu gibi, insanların içinde yaşa
dıkları toplumlar ve devletlerin de temelini, sevgi ve adalet oluş
turmalıdır.
Farabi görüşleri dogrultusunda, başta Osmanlı Devleti olmak
üzere ve günümüzde birçok ülkenin benimseyerek uyguladıgı
devlet yöneticileri yetiştirecek özel egitimin esaslarını ortaya
koymuştur.
Farabi bugün Türkiye'de tekrar okunması gereken, siyaset
felsefesi açısından da gerçekten büyük bir Türk filozofudur.
"Farabi felsefede ayırıcı olmaktan ziyade tümü kavrayıcı bir
tutum sergilemiştir. Ona göre felsefi gerçek, bütün dünya ölçü
sünde tek idi."62 " Felsefede karşıt görüşleri, Eflatun ve Aristo ay
rılıgını birleştirici bir şekle getirmek istemiştir."63
Farabi'nin belki en önemli yanı, insanlık tarihinde ilk defa di-
62
yeceğimiz biçimde "akılcı" ve determinist yani "nedensel felsefe
ye" yönelişin öncülüğünü yapmıştır. Bunu bin yıl sonra kavraya
biliyor muyuz acaba? Farabi felsefesi, insanlığı gerilik ve ilkellik
ten kurtararak "akılcı ve ilimci" atılım düzeyine kavuşturmuştur.
Farabi siyaset felsefesi açısından devlet yapısında kuvvetli
nin hakimiyetine, tahakkümüne ve insanların köleleştirilmesine
şiddetle karşı çıkmıştır. Ancak çok ilerici olan düşüncelerine ül
kemizde 16. yüzyıldan sonra ne yazık ki itibar edilmemiştir. Av
rupa ise aynı dönemde reform ve Rönesans hareketleriyle bi
limde ilerlemeyi yakalamıştır.
lbni Sina
Önemli düşünürlerimizden İbni Sina, düşünce sisteminin or
tasına Farabi'yi oturtmuştur. O da uzlaşmacı veya sentezci bir
düşünürdü. Dini mistisizmle felsefeyi uzlaştırma çabasındadır.
Bu yüzden Gazali'nin hedefi olmuştur.
Farabi'den sonra Türk felsefi düşüncesini yönlendiren en
önemli düşünür İbni Sina'dır diyebiliriz.
İbni Sina 980'de Türkistan'da, Buhara yakınlarındaki Afşa
ne'de doğdu, 1037'de Hamedan'da öldü. Batı dünyasında Batılı
ların koyduğu Avicenna adıyla tanınır.
15 yaşında tutmaya başladığı notları, daha sonra asırlarca
dünyada rehber olacak kitaplarının temelini oluşturdu. Bazı
eserleri 20. yüzyıl başına kadar dünya üniversitelerinde kaynak
kitaplar olarak incelendi. 17 yaşındayken Buhara Sultanı Sama
noğlu Nuh İbni Mansur'u tedavi ederek ölümden kurtardı. Kısa
bir süre sonra sultanın hekimi oldu ve sarayın zengin kütüpha
nesi onun emrine girdi. Kütüphanede büyük alim Farabi'nin, ne
yazık ki günümüzde kayıp olan, efsanevi ansiklopedisi Ettali
müssani'nin müellif hattının da dahil olduğu pek çok hazine
vardı. Üstat bunların sayesinde ilmini derinleştirdi ve meşhur
Tıp Kanunu'nu yazmaya başladı. Tam bir ortaçağ bilgesi olan
İbni Sina, insanlığın o güne değin ilahiyatta, metafizikte, felsefe-
63
de, mantıkta, tıpta, eczacılıkta, matematikte, astronomide, psiko
lojide, sosyolojide, tarihte, cografyada ve simyada yarattıgı fikri
hasılanın önemli kısmını temellük etmekle kalmadı, bunları ge
liştirdi de. Farabi, Biruni, Fenari, Ebusuut gibi Türk olmasına
karşın eserlerini, döneminin ilim lisanı olan Arapçayla yazdı. Bir
kısım edebi ürününü ise Farsça kaleme aldı.
Bugün ne yazık ki birçok Türk bilim adamı ilmi kitaplarını İn
gilizce yazmaktadır. Bu durum uluslararası bilim çevrelerinde
64
belki bir zorunluluktur. Ancak bu eserler kar getirmese bile
Türkçe olarak da basılmalı, Türk bilim ve kültürüne tanıtılmalı
dır. Hatta önce Türkçe olarak basılmalıdır. Türkçenin dünyanın
beşinci en yaygın, en çok konuşulan dili olduğunu unutmaya
lım. Ben de bu zorunluluk çerçevesinde yurtdışında İngilizce ve
Almanca yazdığım çalışmalarımı, Türkiye'de yayımladığım ki
taplarımda Türk okuyucusuna ulaştırmayı ödev saydım.
Sayısı 200'ü aşan eserleriyle lbni Sina sadece kendi döne
minde değil, asırlar sonra bile insanlığa rehberlik etmektedir.
El Kanunu Fit Tıp isimli anıtsal kitabı dünyanın bütün önem
li dillerine çevrildi. Hem alim hem hekim hem mühendis hem
kimyacı hem matematikçi hem astronom hem müzik teorisye
niydi.
Felsefe aleminin ilk öğretmeni (hacce-i evvel) olarak kabul
edilen Aristoteles ile ikincisi (hacce-i sani) olarak anılan Fara
bi'yi anlatan bir İbni Sina öyküsünü (felsefe tarihinin efsanevi
öykülerindendir) paylaşmanın tam yeridir. İbni Sina döneminin
ilmini öğrenirken hiçbir zorluk çekmemiştir. Aristoteles'in temel
yapıtlarından Metafizik'i ise kırk kere okuyup ezberlemesine
karşın anlayamamış ve derin bir üzüntüye kapılmıştır. Bir gün
sahaflarda dolaşırken bir kitap mezadına şahit olur. Kitapçı bir
kitabı almasını önerir. Kitabı tetkik eden İbni Sina, bunun Fara
bi'nin yazdığı bir Aristoteles metafiziği şerhi olduğunu görür.
"Bu ilim anlaşılmaz ve işe yaramaz" diyerek kitabı kitapçıya ia
de etmek ister. Kitapçı çok ucuz olan bu kitabı alması için epey
ısrarcı olur. Neticede, İbni Sina kitabı alır, eve gittiğinde de bir
solukta okur. Eser bittiğinde o zamana değin ruhuna nüfuz ede
mediği Aristo metafiziğini mükemmel olarak anladığını fark
eder. Sınırsız bir sevince gark olan İbni Sina çarşıya inip, fakirle
re sadaka dağıtır. "Bir kitap okudum, hayatım değişti!" der.
Büyük alim bir taraftan ilimle uğraşırken, kimi zaman bir
devletin en üst karar alma organlarında vezirlik gibi sorumluluk
lar alıyordu.
65
"İbni Sina'nın eserleri Orta ve Yeni Çağ Avrupa felsefesini et
kilemiştir. Latinceye ilk çevrilen eseri 'Metafizik'tir. Heles'li Ale
xandre ( 1170), Paris Üniversitesi'nden Jean de la Rochelle, Ro
bert Grosseteste (1170-1253), Eckhardt (1260-1327), St Thomas
d'Aquin ( 1227-1274), Torricelli (1608-1647), Rene Descartes
( 1596-1650), Immanuel Kant (1724-1804), Max Scheller ( 1874-
1928) İbni Sina'nın etkilediği düşünürlerden bazılarıdır."64
Tıbbı önce Abu Sahi Mesihi'den öğrenen İbni Sina, sadece Ga
len, Hipokrat, Bukrat, Calinos, Sanitis, Rofüs, Folüs, Endromahs,
Asklipyazis ve Aristoteles gibi Batılı kaynaklardan ya da Kayyu
ma, Kindi, Bermeki, İbni Haris, İbni Hümeyre, Hürmüz gibi Arap,
Acem ve Türk kaynaklarından değil; Hint ve Çin gibi kadim doğu
dan da fikirler, teoriler aldı ve bunları ilmi çerçevede birleştirdi.
Tıp Kanunu (El Kanun Fit Tıp) adlı eseri 500 yıl dünya ça
pında başvuru kaynağı oldu. Tıp tarihinin en etkili ve tanınmış
eserlerinden olan El Kanun Fit Tıp beş kitaptan oluşur. 1995'te
Prof. Dr. Esin Kahya tarafından bugünkü Türkçeye çevrilmiş
olan bu eser günümüzde de herkesin faydalanacağı çok önemli
bir yapıttır. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafın
dan Ankara'da basılmıştır. Bu eserin el yazma Turhan Sultan
nüshası, İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi'nde 265 no ile ka
yıtlı olarak muhafaza edilmektedir. İbni Sina külliyatı Osmanlı
tıbbının da temel direklerinden olmuştur.
Özetle İbni Sina, Farabi'den sonra gelmiş en çalışkan, en sen
tezci, en geniş ufuklu düşünürlerden birisiydi. Bu bakımdan o,
Türk-İslam aleminin dünyaya armağan ettiği en seçkin düşünür
ve alimlerden birisidir denebilir.
Selçuklu döneminde kelamcılar içinde İmam Gazali'nin öne
mi öne çıkar. Gazali düşünürlere üç ana konuda hücum eder.
Bunları da bazen imana bazen de akla dayanarak yapar.
66
"Selçuklu döneminde fıkıh dalında k,· ( !ı Abdülmecit Helevi,
felsefe ve mantık dalında kadı İzzeddiıı Urmevi gibi isimlere
rastlıyoruz. ' ,,s "Selçuklu döneminde Şahabeddin Sühreverdi
( 1 1 58-1 1 9 1 ) Konya'da i l. Kılıç Arslan'ı n şehzadeleri Melikşah ve
Süleyman'a hocalık etmiş düşünürlerdendir."66 "Sühreverdi'nin
İslam felsefesi içinde neo-platonizme yakın en önemli eseri Hik
metü'1-İşraktır. " 6 7
Farabi, İbni Sina, Ahmet Yesevi ve Maturidi gibi Türk felsefi
düşünce tarihini günümüze kadar etkilemiş bu çok önemli Türk
düşünürlerinin Türkistan'daki Karahanlı Devleti'nde 960-1212
yıllan arasında, bugün de önemini koruyan Buhara, Taşkent, Se
merkant, Farab ve bugii n Çin'in işgalinde bulunan Dogu Türkis
tan şehri Kaşgar'da ya_;adıklarını belirtmeliyiz.
Maturidi
Maturidi ve onun düşünce sistemi Türk felsefi düşünce siste
minde çok önemli yer tutar.
Maturidi Türkistan'ın Semerkant şehrinde Maturid köyünde
853 yılında dogmuş, 944 yılında vefat etmiştir. İslam tarihçileri
nin tamamına yakın kısmına göre düşünür İmam Maturidi Türk
tür. Maturidilik daha ziyade Türkler arasında yayılmıştır. O dö
nemlerde İslam felsefi düşüncesini etkileyen diger önemli bir ki
şi İmam Eşari'dir. Her ikisi de düşünce yaşamlarında temel ola
rak "vahiy ve Kuran" çerçevesinde aklı esas almıştır. Ancak
Eşari'nin düşünce sisteminde kader ve kadercilik daha ön plan
dadır. Eşarilik daha çok Arap ve Fars ülkelerinde yayılmıştır.
Maturidilik ise daha çok Türkler arasında görülmektedir. Matu
ridilik ve Eşarilik konularına dinin felsefeye etkisi bölümünde
ayrıntılı olarak deginecegiz.
67
Maturidi 'nin (853-944) türbesi.
68
gelişmesi açısından çok önemlidir. Söz edilen zaman diliminin
Malazgirt zaferinden önceki dönem olduğunun altını çizmek is
terim.
69
Yusuf Has Hacib'e göre insanın özü akıl, doğrunun, iyinin,
güzelin yuvasıdır. Bu yapıt aynı Farabi gibi bir "akılcılık" eseri
dir. Karahanlılar zamanında yazılmış olan bu kitapta anlatıldıgı
na göre toplum ve insan akim ilkelerine göre, yani akılcılıkla yö
netilir, dini şemalara göre degil. Belki de kültür tarihimizin en
önemli yapıtlarının başında gelen bu eserin toplumumuza tanı
tılmaması bu akılcılık kavramının önde olmasından dolayı olabi
lir. Bugün de Türkiye'de akılcılık ve hurafe mücadelesi sürüyor.
Felsefe ve felsefi konularla insan ugraştıgı zaman, ister iste
mez sorgulama başlıyor. Bazıları, örnegin Comte, bu sorgulayıcı
düşünce tarzının toplumlarda devrimlere ve huzursuzluklara
yol açtıgmı söyler. Onun için bazı görüşlere göre, bu sorgulayı
cı tutum reddedilmeli, onun yerine bilimcilik konmalıdır. Fakat
bilimcilik de veya bilim de şüphesiz sorgulayıcıdır.
Kaşgarlı Mahmut
Kaşgarlı Mahmut'un
yazdıgı Divan-ı lügat-,
Türk, dönemin kültürü,
Türk felsefi düşüncesi,
Türk edebiyatı ve Türkçe
konusunda son iki bin yılın
en önemli kitaplarından bi
ridir.
2009 yılında Kaşgarlı
Mahmut'un anılması nede
niyle onun önemli eseri Di
van-, lügat-ı Türk'ten söz
etmek isterim. Türk kültürü
ve Türk felsefi düşüncesi
açısından çok önemli olan
bu eser 11. yüzyılda yazıl
mıştır. Ortaçagda pek çok Kaşgarlı Mahmut.
70
Kaşgarlı Mahmut'un çizdiği dünya haritası.
Türk ve İslam ilim adamı bu eserden söz etse de 1105 yılında Kaş
gar'da ölen Mahmut'un bu eseri uzun süre unutulduktan sonra
bir nüshası İstanbul'da Ali Emiri'nin (1857-1923) eline geçti ve
Sadrazam Talat Paşa'nın (1874-1921) aracılığıyla Kilisli Rıfat Bilge
Efendi'nin (1873-1953) gözetiminde basıldı. Böylece bütün dünya
Türkologlarının dikkatini çekti.
Kültürümüz için çok önemli olan bu kitapta o zamanın dün
ya haritası çizilmiştir. Bu dünya haritasında merkez Türk baş
kenti Balasagun'dur ve Türklerin oturduğu bölgeler boy veya
şehir adlarıyla belirtilmiştir. Türk felsefi düşüncesi açısından en
önemli yapıtlardandır. Kaşgarlı Mahmut'un şehri Kaşgar, Doğu
Türkistan'dadır. Doğu Türkistan ise ne yazık ki, il. Dünya Har
bi'nden beri Çin işgali altındadır.
71
Ahmet Yesevi
1166 yılında Türkistan'da, Yesi'de vefat eden Ahmet Yesevi
günümüze kadar felsefi düşünceleriyle etkili olmuş diğer önem
li bir düşünürümüzdür. Yesevilik, Ahmet Yesevi'nin izlediği
mistik çizgiye, yani tasavvufi yola ilk dönem Türk tasavvufunu
ifade etmek üzere verilen bir isimdir. Aynı zamanda çok önem
li bir Türkçeci ve şairdir. Türbesi Kazakistan'dadır.
Burada söz ettiğimiz bu düşünürlerimize birkaç satırla dikkat
çekmek istiyoruz. Ortaçağın bu aydın Türk filozof ve düşünürle
rinin yapıtlarını incelemek, kendi kültürümüzü, felsefi düşünce
mizi bize tanıtacak ve şüphesiz kişisel entelektüel dünyamızı
zenginleştirecektir.
Bu dönemin mantıkçı felsefe çizgisinde olanlar arasında Ka
dı Sıracuddin al Urmevi (doğ. : 1198 Urmiye, Azerbaycan-öl. :
1283 Konya) ve Semerkantlı Şemseddin Muhammed bin Eşref al
Semerkandi (öl. : 1302) önemli kişiliklerdir.
72
i l. BÖLÜM
73
çok yabancı dile çevrilerek, yabancı ülkelerde basılmıştır. Onla
rın neredeyse sekiz yüz, bin yıl kadar önce sundukları insancıl
felsefi düşünceleri günümüzde medeni (!) dünyanın ibret ve ör
nek alacağı düşüncelerdir. Onların yapıtları felsefenin işe yara
maz birtakım düşünceler yığını olmadığının ve de felsefenin öl
mezliğinin ispatıdır denebilir.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı UNESCO
tarafından 2007 yılının Mevlana Yılı olarak ilan edilmesi Mevla
na'nın evrenselliğini gösterirken, toplumumuz da onu daha iyi
tanıma fırsatı bulmuştur. Umarım bizim kurumlarımız da her yıl
bir Türk düşünür ve yazarı için özel tanıtım, yayın ve kutlama
lar yapar.
Mevlana
Mevlana, Türk felsefi düşüncesinde ve edebiyatında çok
önemli yer tutar. Mevlana Yılı'nda basılan kitaplar, yapılan et
kinlikler sonucu Mevlana'yı daha iyi tanıma olanağı bulduk.
Konya Gösteri Sanatları Merkezi, Kültür ve Turizm Bakanlığı , Dı
şişleri Bakanlığı ve Devlet Demiryolları işbirliğiyle hazırlanan
"Mevlana Sevgi ve Hoşgörü Treni" Türkiye'de birçok ili ziyaret
ettikten sonra 16 ülkeyi dolaştı. Trenin konakladığı şehirlerde
"sema" gösterileri düzenlendi. Mevlevi felsefesi ve ayrıca Türki
ye'nin tarihi ve doğal yapısı tanıtıldı.
Mevlana, Mevlevi tarikatının kurucusudur. 1207 yılında Belh
şehrinde doğmuş, 1273'te Konya'da vefat etmiştir.
Mevlana'nın bütün düşünce ve görüşleri vahdet-i vücut, ya
ni varlık birliği kuramına dayanır. Ona göre evrende maddi ve
manevi ne varsa hepsinin kökeni tektir. Mevlana'ya göre iyiliğin
değeri ancak kötülükle, kötülük de iyiliğin var olmasıyla anlaşı
labilir. Onun evrendeki olaylara böyle bir anlayışla bakması,
onu hoşgörülü yapmış ve bağnazlıktan uzak tutmuştur.
Mevlana'nın eserleri edebiyat, fikir ve sanat yönünden ince
lenirse bugünkü anlamda toplumcudur denebilir. En önemli
74
Galata Mevlevihanesi'nde sema, 17. yüzyıl.
75
rında ve Osmanlının fikir dünyasında Mevlevilik manevi geliş
mede rol oynadığı gibi Mevleviliğin toplumsal yapıya etkisi de in
kar edilemez. Mevlana ahiliği, yani o devrin işgücünü, sanatkar
larını, usta ve çıraklarını örgütleyerek himayesine almışhr.
Mevlana ile ilgili 14. Osmanlı padişahı Sultan 1. Ahmet Han'ın
bir gazelinden iki beyit:
68 Hasan Akif el Mevlevi Divanı, yeni Türkçesini hazırlayan Prof. Dr. idris Güven
Kaya, Umuttepe Kitapları, Kocaeli Üniversitesi, Kocaeli, 20 10.
76
de bunların sayısı daha azdır. Mevlana sevgisi asıl Doğu ülkelerin
de, İran, Afganistan, Hindistan ve Pakistan'da yaygındır."69
Mevlana'nın eserlerini Türkçe degil de Farsça yazmasıyla il
gili son yıllardaki degerlendirmelerden bazıları oldukça ilginç.
Ortaçagdaki Babailer hadisesiyle Mevlana konusunda araştır
macı yazar ve tarihçi Fahrettin Öztoprak şöyle yazıyor: "Babai
ler hadisesi Fars dilini ve kültürünü saraya sokan, ileri gelen
ulemaya da propaganda ettiren İran'dan gelmiş mollaların (bun
ların biri Bahattin Velet'tir. Oglu Mevlana Celalettin Rumi de
eserlerini Türkçe degil, Farsça kaleme almış, Fars dili ve kültü
rünün saraya bir az daha yerleşmesine ön ayak olmuştur) böy
lelikle yoldan çıkan, Farsçayı benimseyen ve Türkçeye karşı
cephe alan devletin üst görevlilerinin yola getirilmesi, yeniden
Türkçeye ve Türk kültürüne dönme hadisesidir. Bu hadiseden
37 yıl sonra, 1277 yılında Konya'da Karamanlı Mehmet Bey bir
fermanla Türkçeyi devletin resmi dili yaptı."70
"Selçuklu Sultanları, Türk, Arap ve Fars kökenli alimleri, şair
ve yazarları etraflarında toplamak ve onlara eserler yazdırmak
için gerekli her türlü imkanı hazırlıyorlardı. Selçuklular devrin
de bu bilim ve düşünce adamları arasında Abdülmecid b. İsma
il el-Herevi (1 142), Muhammed Talekanı (1217), Yusuf b. Said
( 124 1) ve Ömer el-Ebheri ( 1265) sayılabilir. Tasavvufi düşünce
alanında Necmeddin Kübra (1221) örnek verilebilir." 7 1
Anadolu Selçuklu döneminde Türk felsefi düşüncesinde gü
nümüze kadar etkisi olmuş birkaç düşünüre degindik. Bu düşü
nürlerin eserlerini okumak günümüzün okuyucusunun düşün
ce dünyasını zenginleştirecektir.
77
OSMANLl'DA FELSEFi DÜŞÜNCE
Osmanlı döneminde mimaride, şiirde, edebiyatta, hat sana
tında, askeri ve siyasi alanda çok önemli kişiler yetişmiştir. An
cak Osmanlı döneminde bütün bu olumlu gelişmelere ve devlet
bir dünya imparatorlugu olmasına ragmen, Farabi düzeyinde
bir filozof yetişmemiştir.
"Osmanlılarda bir felsefi düşünce geleneğinin olup olmadığı
tartışılan bir konudur. Osmanlı düşünce hayatında bütünüyle
sayılmasa bile, önemli ölçüde bir Gazali etkisinden bahsetmek
ve felsefi düşüncenin bu etki altında ne ölçüde gelişebileceğini
sorgulamak icap eder. Merkezinde Allah, insan ve varlık kav
ramlarının bulunduğu metafizik anlamda bir felsefi düşüncenin
varlığını, Osmanlı tasavvuf edebiyatında görmek mümkün
dür."72
Osmanlının devlet felsefesinde, İslamiyet öncesi Türklerde,
yani Hunlarda ve diğerlerinde olduğu gibi bir cihan hakimiyeti
düşüncesi devlet felsefesinin temelinde vardı.
"Türk sufiliği, eski Türk şaman ve ozan geleneğini İslam'a
dahil ederek yaşamın zevki olan eğlenceyi, Tanrı aşkının bir
ifadesi olarak Mevlevi sema törenlerine veya Alevi semahları
na taşıdığı gibi mevlit ile ölülerin kutsanmasına kadar taşıdı.
Bütün bu örnekler eski Türk gelenekleri ve İslam'ı kendince
yorumlayıp çok daha anlamlı kültür sentezleri yaratılmasına
hizmet etti. " 73
Daha önce de değindiğimiz gibi, Türk felsefi düşünce tarihi
ne baktığımızda klasik dönem içinde başlıca dört ekol görülmek
tedir:
1- Ehli hakikatçiler (Gerçekçiler): Molla Fenari, Bosnavi gibi.
72 Ocak, Prof. Dr. A.Yaşar, Klasik Dönem Osmanlı Düşünce Hayatı, Türkler, Yeni
Türkiye Yayınları, cilt 1 1, s. 18- 19, Ankara, 2002.
73 Erkan, Prof. Dr. Hüsnü, Erkan, Doç. Canan: Kültür Politikamızda Yeni Boyutlar,
Kültür Bakanlığı yayını, s. 1 15, Ankara 1998.
78
Osmanlı İmparatorluğu (harita İngiliz çizimi: Devleti Osmanlı olarak adlandırmıyor.
The TURKISH EMPIRE- TÜRK İMPARATORLUÜU olarak adlandırıyor olması
çok önemli).
79
dir."74 Kendimizi tanımak için felsefecilerimiz, sadece Batı'nın
düşünürlerini değil, özellikle geçmişteki düşünürlerimizi ve bı
raktıkları izleri araştırmalıdır. Bu herhalde en başta üniversitele
rin görevidir. Bu konularda araştırmalar yapılmalı, sonuçları
hem akademik alanda hem de üniversite dışında halkın anlaya
cağı bir dille de kitlelere tanıtılmalıdır.
1350'de Bursa'da doğmuş olan Molla Fenari felsefi düşünce
de zamanının en önemli mantıkçısıdır. 1416'da Manastır'da med
rese müderrisliği, yani hocalığı yapan Molla Fenari'nin en önem
li eseri olan Kitabu 'l-Mantık 450 yıl sonra 1886'da İstanbul'da
basılmıştır. Bu düşünürümüzü ve eserini tanımak bize zenginlik
katacaktır.
Orta Asya'daki Türk dünyasında yani Türkistan'daki felsefi
gelişmeler her zaman Osmanlı Türklerini de etkilemiştir. Ti
mur'un emriyle Uygur Bahşileri tarafından Uygur harfleriyle ve
Uygur dilinde yazılmış Tarihi Hani adlı bir vakayinameden de
bahis olunmaktadır. Anlaşılan bu kitabın bir nüshasını elinde
bulundurmuş olan XVI. yüzyıl başlarında yaşamış bir Özbek ya
zarına göre, "Türk alimlerinden biri"75 Oğuzname de Cengiz
Han'ın taklit ettiği Öz-Türk kanunlarının saklanmış olduğunu
farz ediyor.
Timur Türkçeden başka Farsça biliyor ve gerek din olarak İs
lamiyet hakkında gerek Müslüman ilim ve sanatı hakkında bir
fikre sahip bulunuyordu. Her taraftan Semerkant'a alimler ve sa
natkarlar getirdi. Yeni kanallar açtı, Semerkant'a muhteşem bi
nalar yaptırdı. Timur Türk tebaasının manevi dünyasıyla ilgili
konularda titizliğini, Ahmet Yesevi'nin türbesi üzerine muazzam
bir bina yaptırmak suretiyle göstermiştir denir.
Anadolu Türkleri için olduğu gibi, Özbek Türkleri için de mil
li Türk şeyhi Ahmet Yesevi'ydi. Ahmet Yesevi'nin gömülü bu-
80
lunduğu ve bir zamanlar Özbek Türklerinin başkent edinmiş ol
duğu şehir, Türkistan adını almıştır ki bu Ahmet Yesevi sevgisi
nin Türkler için ve Türk milli fikrinin Özbek Türkleri için olan
önemini kesin bir açıklıkla gösteriyor.
"Osmanlı felsefi düşüncesinde 'Tehafüt' geleneği, Gazali'nin,
kendinden önce yaşamış İslam filozoflarının Allah-insan-varlık
ilişkisi konusunda akıl ve vahyin rolüne dair ileri sürdükleri fi
kir ve kullandıkları yöntemleri eleştirmek için yazdığı ünlü 'Te
hafütü'1-Felasife' adındaki eseriyle başlayan, İbn Rüşd'ün 'Teha
fütü't-Tehafüt' kitabıyla devam eden tartışmanın bir uzantısıdır.
Tartışmanın esası, Allah, insan ve varlık arasındaki ilişki mese
lesinde, gerçeği aklın mı yoksa vahyin mi belirleyeceğidir." 76 Bi
lindiği gibi Gazali bu tercihi vahiyden yana yapmış ve bu tartış
mayı başlatmıştır. Akılcı ve bilimci evrensel düşünceye ulaşa
mamış olanlar, bu tartışmayı sanki günümüzde de hala sürdür
mek çabasındadır diye düşünebiliriz.
"Fatih Sultan Mehmet zamanında dönemin ileri gelen ulema
sı 'tehafüt' tartışmasına birer eser yazarak katılmıştır. Bunlardan
özellikle Alaeddin Ali Tüsi'yi (1482) ve Hocazade lakabıyla anı
lan Muslihuddin Bursevı'yi ( 1488) tanıyoruz. Daha sonra bunlar
16. yüzyılda Şeyhülislam İbn Kemal ( 1535) ve Muhiddin Karaba
gi'nin (1536) gibi düşünürlerin katıldığı bu tartışmaların 17. yüz
yılda Mestçizade Abdullah Efendi (1735) ile sürdüğü görülü
yor. " 77
Bu tartışma giderek akılcı felsefeyi eleştiren, hatta felsefi dü
şünceye karşı taassuba varan bir tavra dönüşmüştür. 17. yüzyıl
dan sonra artık "kim felsefeyle uğraşırsa zındıklaşır" sözü ulema
arasında dolaşmaya başlamıştır. Bu görüş 21. yüzyıla kadar ta
raftar bularak gelmiştir. Aynı yüzyıllarda Avrupa akıl ve bilimci-
81
lige yönelerek "Aydınlanma"yı yakalayabilmiş ve ilerlemiş, biz
ise akılcılık ve bilimden uzaklaştığımız için gerilemişiz.
Bazı görüşlere ve H. Ziya Ülken'e göre ise, "Türk düşüncesi
nin İslamiyet'in kabulünden önceki geniş açısı ve engin ruhu İs
lamiyet'e nüfuz ettirilerek milli kültürün korunması sağlanmış,
neticede Türk düşünce sisteminde dinin daha mistik ve daha ki
şisel yönlerinin ön plana çıkarılması, toplumun modern bilim ve
modern dünyaya ayak uydurabilme çabasının sürdürülmesinde
dinin bir engel teşkil etmemesini saglamıştır"78 denilmektedir.
"il. Sultan Osman, 25 Ocak 1622'de Polonya seferinden döner
dönmez, bu seferde edindiği deneyimlere dayanarak, ayrıca Av
rupa'daki teknik, ilmi ve toplumsal gelişmeleri ve de bizim geride
kalışımızı görerek, inkılapçı fikirlerini tatbik etmeye hazırlandı.
Padişahın reformlarını yapabilmek için kendini destekleyen bir
ordu kurmaya çalışmasına karşı çıkanların ayaklanması sonucu
Sultan il. Osman namı diğer 'Genç Osman', 18 Mayıs 1622 günü
kopan korkunç ihtilalde tahtını ve yaşamını kaybetti. il. Os
man'dan hemen sonra ıslahat fikri, Katip Çelebi ve Koçi Bey gibi
düşünürleri yetiştirdiği halde, bu fikirler millete mal edilemedi."79
Padişah tarafından yapılmak istenen yenilikler, hem de Os
manlı Devleti'nin sınırlarının en geniş olduğu bir devirde önleni
yordu. Bugün de Türkiye'de süren devrimci-muhafazakar veya
ilerici-gerici kavgası bu tarihte padişahın katliyle başlıyordu dene
bilir. İşin ilginç yanı padişahlar ülkemizdeki bazı devrimci yazar
lar tarafından hep tutuculukla suçlanır. Halbuki Genç Osman ola
rak tarihe geçen il. Sultan Osman Han'dan ili. Sultan Ahmet Han,
Sultan ili. Selim Han, Sultan il. Mahmut Han ve Sultan Abdülme
cit Han'a kadar padişahlar ülkeye yenilikler getirmeye çalışmıştır.
18. yüzyıldan itibaren sultanlar ve devletin ileri gelenleri eği
time önem vermiştir. Müslümanlığı kabul edip Humbaracı Ah-
82
Osmanlının kalbi Saray-ı Hümayun'un Galata'dan görünümü ( 18. yüzyıl).
83
Araştırmacı yazar Bloch'a göre İslam muhafazakarlığı "din
den bilime geçişi" cesaretlendiren düşünürlerinden öç almıştır.
Bu çerçevede, örneğin, İbni Sina'nın Felsefi Ansiklopedi'si
"Bağdat halifesinin buyruğuyla yakılmıştır". Üstelik daha sonra
ortaya çıkan nüshaları da aynı yazgıdan kurtulamamıştır.
Bloch'un anlatımına göre, özgün metnin tümü değil, sadece
"parçacıkları" bugüne ulaşmıştır.
İbni Rüşd'ün yapıtları, daha bu filozof yaşarken 1196'da ya
kılmış, "hem bu filozofun felsefesinin hem de Yunan felsefesinin
öğrenimi yasaklanmıştır". Bu filozofun memleketi olan Cordo
ba'nın halifesi, "Tanrı, cehennem ateşini 'hakikat salt akılla bu
lunabilir' diyenler için öngörmüştür" diye fetva vermiştir. Des
tructio philosophorum adlı yapıtıyla "dönek ve mistikçi" El Ga
zali'nin İbni Sina'ya ve felsefeye karşı başlattığı karşı saldırıların
anılan düşünürlerin kovuşturmaya uğratılmasında, yapıtlarının
yakılmasında ve sürgüne yollanmasında ve bunların doğal bir
sonucu olan İslami tutuculuğun başatlaşmasında payı olmuştur
denilmektedir.
Doğu felsefesi Batı'da, doğa bilimleri özellikle Galile davasın
dan sonra İtalya'da tehlike olarak görülmüştür. Bloch, Doğu'da
tarikatların "İslamın hakiki felsefi hareketini" oluşturamadıkları
nı, İslam kültürü içerisinde hakiki felsefeyi İbni Sina ve İbni
Rüşd'ün geliştirdiğini yazar. Alman filozofa göre, İslami muhafa
zakarlık "akla karşı duyduğu kin ve öfkesini bu iki düşünürün
yapıtlarında gidermiştir ve böylece ışığı da söndürmüştür."82
Bugün geriye dönüp baktığımızda ancak Mustafa Kemal Ata
türk'ün padişahların gerçekleştiremediği yenilikçiliği Cumhuri
yet'le beraber kısmen başardığı söylenebilir. Gene devrimler
halk tarafından değil, yukarıdan aynı Osmanlıdaki gibi devlet baş
kanı, yani önder tarafından gerçekleştirilmiştir. 1938'den sonra
gerçek anlamda bir önder ülkemize gelmediği için toplum neyin
84
neden olduğunu anlamadan, kısır ilerici-gerici çekişmesi, siyase
tin bazıları tarafından, sanki bir rant sahası gibi algılanması ve
medyanın insanları iç ve dış çıkar çevrelerinin talepleri doğrultu
sunda yanlış bilgilendirmesi ve yönlendirmesi sonucu felsefi dü
şüncede ülke çapında aydınlanma 2011 itibarıyla pek görülme
mektedir. Gazete ve televizyonlardaki yayınlarıyla çalıştıkları ku
rumun düşünce şekli veya yakın oldukları siyasi partinin ideolo
jisi ve görüşleri dışında bir görüş bildirmeyen veya bildiremeyen
birtakım yazarların (!) sadece aldıkları maaşı hesap eder bir tu
tum içindeymiş gibi dünyaya atgözlügüyle bakmaları 2000'li yıl
lardan sonra düşünce dünyamızı olumsuz biçimde etkilemiştir.
19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başında yeni bir düşünce olgusu
olarak "Jön Türkler" Osmanlı düşünce dünyasında yer tutarlar.
"Türk milliyetçiliği ve Türkçülük düşüncesine ve Batı kültürüne
sahiptirler. Din ve siyaset arasındaki ayırımı sağlamış olmaları
na rağmen, sağlam bir tarih bilincinden ve düşünce sistemin
den, felsefeden yoksundurlar. " 83
Namık Kemal, Mithat Paşa, Ziya Gökalp gibi yazarlar 19. yüz
yıl sonu 20. yüzyıl başında önemli düşünürler olarak karşımıza
çıkıyorlar. Namık Kemal'in şair ve yazarlığı yanında düşünürlü
ğü Türk felsefi düşüncesinde önemli yer tutar.
Namık Kemal
Edebiyatımıza vatan şairi olarak geçen Namık Kemal Türk
çülük, milliyetçilik çizgisinde zamanının önemli düşünürlerin
dendir. "Namık Kemal Tanzimat', eleştirirken Türk İslam mede
niyetini savunur. İslam medeniyetini savunmakla beraber mil
liyetçi davranışlar da sergiler."84 Yaşadığı Osmanlının çalkantı-
83 Tuncer Hüseyin, il. Meşrutiyet Dönemi Fikir-Yayın Hayatı ve Türk Yurdu, Türk
Yurdu, sayı 25 1, s. 93, Temmuz 2008.
84 Oba, Ali Engin, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, s. 187, İmge Kitabevi, Ankara,
1995.
85
lı dönemi içinde Tanzimat'ı eleştirmesini, bu yanılgıyı görmesi
ni, bugün Namık Kemal'in büyük bir ileri görüşlülüğü ve ger
çekçiliği olarak değerlendirebiliriz diye düşünüyorum. Diğer ki
tap ve yazılarımda değindiğim gibi Tanzimat'Ia Batılılaşma yani
o zamanki deyimle " Frenkleşmeyi" büyük bir yanılgı olarak de
ğerlendirdiğimin altını ısrarla çizmek isterim. Günümüzde ay
dın geçinenlerin çoğu Tanzimat'ın ne olduğunu, neler getirip
neler götürdüğünü anlayamamıştır.
Türk felsefi düşüncesinde etkinliği olan Namık Kemal,
1840'ta İstanbul'da doğdu. Sultan il. Abdülhamit Han'ın münec
cimbaşısı Mustafa Asım Bey'in oğludur. Dedesi Şemsettin Bey,
III. Mustafa Han'ın başmabeyincisiydi. Onun babası Ahmet Ra
tip Paşa da vezirdi. Kaptanıderyalık yapmış bir vezir olan Ah
met Ratip Paşa aynı zamanda III. Sultan Ahmet Han'ın kızı kü
çük Ayşe Sultan'la evliliğinden dolayı Damat lakabını almıştı.
Aynı zamanda şair olan Kaptanıderya Damat Ahmet Ratip Pa
şa'nın babası ise, serdarlık
larda ün salmış bir muharip
ti: Konyalı Bekir Ağa'nın oğ
lu, İran Şahı Nadir Şah'ı
l 732'de yenerek Bağdat'ı ge
ri alan Sadrazam Topal Os
man Paşa'ydı.
Namık Kemal'in şairliği
soydandır. Damat Ahmet
Ratip Paşa, divan sahibi,
kuvvetli bir şair olarak ta
nınmıştı. Büyük amcaları
Naşit Bey ile Asaf Mehmet
Paşa da şairdir. Aile şecere
sine göre son Divan şairle
rinden dedemin babası
Mevlevi Hasan Akif Bey, Na Namık Kemal
mık Kemal'le kardeş torun- (Akil Poroy"un aile albümünden).
86
1 9. yüzyılda İstanbul.
87
nellikle toplumsal sorunlar hakkında tutarlı ve toplu fikirlere sa
hip olan, bu fikirlerin ışığında bizim toplumsal hayatımızla ilgili
sorunlar üzerinde eleştirici veya savunucu nitelikte fikirler yü
rüten ilk düşünürümüzdür. Namık Kemal Avrupa'yı bizzat gör
müş, içinde bir süre yaşamış ve bazı fikir ve siyaset adamlarıy
la bizzat tanışmıştır."88
1879'da Sultan Murat tahta çıktığı zaman zindandan kurtulup
İstanbul'a dönebildi. 1876'da Abdülhamit padişah olunca, Na
mık Kemal Devlet Şurası azalığına tayin edilmişti. Büyük vatan
sever bu sırada hayatından memnundu. Çünkü Kanun-u Esa
si'yi, yani anayasayı hazırlayanlar arasında kendisi de bulun
maktaydı. 1888 yılında, Sakız Adası'nda zatürreeden vefat etti.
Namık Kemal eserleri yabancı dillere çevrilmiş ilk Türk ya
zarıdır. Daha çok Almanya'da ve Çarlık Rusya'sında okunan bir
yazardır. Avrupa gazetelerinde ondan bahisle tartışmalar başla
mış, bu konuda yabancı yazar ve düşünürler arasında çekişme
ler cereyan etmiştir. Bu şekilde Türk felsefi düşüncesindeki ye
ni akımlar onun sayesinde Avrupa'da da tartışılmıştır. Namık
Kemal için yazılmış eserlerin en büyükleri tarih sırasıyla Saa
dettin Nüzhet, Rıza Nur ve Necip Fazıl tarafından kaleme alın
mıştır.
Namık Kemal'in kişiliği ve şöhreti çok cephelidir. Onun sade
ce yazar olmadığını hatırlamalıyız. Şair, tiyatro yazarı, politikacı
ve gazeteci olarak da ün salmış, bütün bu alanlarda kendisini ka
bul ettirme başarısını göstermiştir. Namık Kemal'in vatansever
liği, yüksek şairliği, milliyetçiliği, ahlaki büyüklüğü bütün yaşa
mını yazan yazarlar tarafından kabul edilmektedir.
88
FELSEFi DÜŞÜNCEYE DiNiN ETKiSi
89
medigi için onu hapse attı. İspanya'da engizisyon mahkemesi
gene bu düşünce sorunu nedeniyle beş milyon insanı zindanla
ra kapattı. Yahudi hahamlarının Spinoza'yı taşa tuttugu bilinen
başka bir olgudur. Hepimizin tanıdıgı ve bugün Fransa'nın
övünç kaynagı olan Descartes'ın da özgür olabilmek için Fran
sa'dan kaçtıgını biliyoruz.
Felsefe, bilim ve din üzerine yazan Maublanc ve Cachin'e gö
re, "bilim alanında görülen her ilerlemenin dini gerilettigi söyle
nebilir. Hatta bilimin tanrıyı ve dini tanımadıgı bile öne sürüle
bilir. " 90
Tabii ki bu düşüncede olan yazarların sosyalist görüşü yan
sıttıgını belirtmeliyiz. Onlara göre dinle devlet işleri birbirinden
ayrılmalı ve toplum laik ve demokratik olmalıdır. Bütün din ve
mezhepler arasında eşit haklar bulunmalı, herkes tam bir inanç
ve vicdan özgürlügüne sahip olmalıdır. Benzer düşünceleri
Cumhuriyet kuruldugunda Cumhuriyet'in reformları sonucun
da bizde de görmekteyiz. Kemalistler de dini siyaset dışında bu
lundurmak istemiştir. Paradoks bir şekilde veya kendi akılcı dü
şünceleri çerçevesinde din işlerini Diyanet İşleri Başkanlığı çer
çevesinde kontrol etmeye çalışmışlardır. Bu baglamdaki geliş
meleri Cumhuriyet Döneminde Felsefi Düşünce başlıgı altında
inceleyecegiz.
Dinden, dinin etkisinden söz ederken ahlak ve ahlakçılıga
deginmek gerekir.
Ahlak oluşturma bakımından önemli bir nokta, "dinin kuram
sal içerigi-dinsel imgeler" ve "dinin edimsel içerigi-ayinler" ilişki
sidir. Bloch'un Avicenna Und Die Aristotelische Linke adlı
önemli kitabında belirttigine göre, İslam kültüründe "dinin ku
ramsal içerigi, dinsel imgelerin çok üstündedir ve onları silkele
mektedir"; yine "dinin edimsel içerigi ayinlerin çok üstündedir
ve onları daha etkili biçimde sarsmaktadır". Ahlaksal bakımdan
90 Maublanc Rene, Caclıiıı Marcel . Sosyalizmin lşıgında Felsefe, Bilim ve Din, çevi
ren Asım Bezirci, s. 84, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2009.
90
geriye kalan şeyse, Farabi, İbni Sina ve İbni Rüşd'e göre, "merke
zi bir erdem olarak adaletle birlikte doğal töre yasası"dır. Merke
zi bir erdem olarak adalet, "inançlarından bağımsız olarak ve vic
danları doğrultusunda insanları birbirine bağlayan" bir bağdır.
İbni Sina geleneğini sürdüren İbni Tufeyl Philosoplıus auto
didactus adlı yapıtında "doğal töre yasasını dinlerin üzerinde"
değerlendirmiştir.
İbni Sina ve İbni Rüşd, Aristoteles'e dayanan doğacı düşün
sel birikimi yeniden yoğurarak, onun gizli gücü olarak içerisin
de taşıdığı maddeci ve akılcı düşünce çekirdeğini ortaya çıkar
mışlardır. Bu sırada heterodoks İslam birikiminin açtığı düşün
sel ufuktan yararlanmışlardır. Söz konusu insancı, doğacı ve
dünyasal çekirdek üzerinde yeni düşünsel önermeler geliştir
mişlerdir. Bu önermeler, örneğin " Rotterdamlı Erasmus"9 I (16.
yüzyıl), Leibnitz ve Kant'ın öğretilerinde birleşmiş ve yeni nite
likler kazanmıştır. Böylece, bir bakıma "Avrupa Aydınlanması"
üzerinden Hegel'e ondan da Marx'a, Marx'tan da Bloch'a değin
uzanan insancı, eleştirel ve diyalektik materyalist düşünce gele
neğinin felsefi anlamda dizgeleştirilmesi sürecinde önemli yapı
taşlarını oluşturmuşlardır.
Böylece, Aristoteles'le başlayan ve giderek gelişen doğacı ve
görece akılcı düşünce birikimi, Farabi, İbni Sina ve İbni Rüşd ta
rafından dünyaya, bilime, akla ve insana dönüklük anlamında
yeniden yorumlanarak ve bir felsefe akımı olarak dizgeleştirile
rek, yüzyıllar içerisinde dalga dalga bütün Avrupa'ya yayılmış
tır. Bu gelişmeleri daha ayrıntılı olarak bir önceki Osmanlı'da
Felsefi Düşünce bölümünde verdik.
Orhan Hançerlioğlu'nun deyişiyle, "Hegel'den yaklaşık 900
yıl önce " Hegelvari bir düşünüşle Tanrının insanda belirdiği"
kanısına ulaşan Hallacı Mansur, "Tanrı-insan-evren" ilişkisini
!l l Erasınus von Rotterdam, Gespraech Oder Unterredung Über Den Freien Willen,
vol. 4, Ausgewaehlte Werke, Darmstadt, Wissenschaltliche Buchgesellschalt,
1 969.
91
"varlık birligi" bağlamında açıklar. Resmi İslam anlayışına göre
"sapkın" olan bu ayrıksı bilge, "tanrıda yok olma" inanışını da
içeren "varlık birligi" öğretisinin kurucusu olarak bilinir."92
"İslam kültür ve düşün birikimine gizil güç olarak bulunan
eşitlik ve adalet, güncel deyişle, sosyal adalet düşüncesini yer
leştirenler Karmatiler'dir. Bu devinimin önderi Hamdan Kar
mat'tır."93
Anadolu'da doğacı, kuşkucu, akılcı, bağdaşımcı ve insancı
düşüncenin önemli kökleri arasında daha önce de degindiğim
Babai hareketi ve Ahilik veya Fütüvvetçilik akımlarını mutlaka
anmak gerekmektedir.
Bu iki öğreti, kadının toplumsal yaşama katılımı, hoşgörü ve
uygarlaşma gibi alanlarda derin bir birikim yaratmıştır. Öncelik
le Babai hareketi, erk karşıtlığı, toplumsal adalet, eşitlik ve öz
gürlük vurgusuyla tarihe geçmiştir.
"Dayanışmacı, toplumcu, kamusalcı düşünceleri Batı Anado
lu'dan Romanya'ya değin uzanan Balkanlar'da ilk dile getirenle
rin Şeyh Bedreddin ve onun eylem önderi yandaş Börklüce
Mustafa'dır."94
Ortaçağ İslam kültüründe akılcılaşma eğilimini veya akılcılığı
öne çıkaran bir başka düşünsel ve eylemsel tutum, Batıniliktir
denebilir.
Bu bölümde dinin yani, İslamın ve felsefesinin Türk felsefi
düşüncesine etkisini irdelemeye çalışıyoruz. Salt İslam felsefe
si konusunu incelemediğimizi kesinlikle vurgulamak isterim.
Bu yapılmak istense, belki başlangıcından İbni Rüşd'e kadar
olan dönem bir bölüm ve İbni Rüşd'ün ölümünden günümüze
kadar geçen yaklaşık sekiz yüz yıl ayrı bir dönem olarak ince
lenebilir.
92
"İslam tarihi ile uğraşan birçok alim eskiden beri tek medeni
yet iddiasında bulunmuşlardır."95 Ancak Arabistan'da, İran'da
veya Türkiye'de İslamın anlaşılışında farklılıklar gördüğümüz gi
bi İslam felsefesinde de veya İslam felsefesinin anlaşılmasında
da değişik algılamalar görüyoruz. İslam felsefesinde vahiy ve
akıl, yani mahsusat ve makulata dayanan akli ilimlerin iki sko
lastik olgu olarak münasebetlerini izliyoruz.
İslam felsefesinin oluşmasında Kuran dışında peygamberin
sözleri, yani hadis, değişik gereksinimlere göre ayetlerin mana
landırılması, yani tefsir ve Kuran ve hadisin tatbikinden oluşan
İslam hukuku yani fıkıh önemli yer tutar.
Akli ilimler çerçevesinde İslam alimleri eski Yunan felsefesiy
le de ilgilenmiş ve bu dönemden en çok Aristo tetkik edilmiştir.
95 Şeyh Şibli Nummani'nin sad-ı İslam, (Mahmut Esat Elendi, Tarihi İslam, İstan
bul), İstanbul, 19 1 1.
93
Baba ve Korkut Ata gibi isimlerle Orta Asya'da başlamıştır dene
bilir."96
Şüphesiz Sünni ve Şii düşünce ve tasavvuf metafiziği incelen
melidir. Bu üç çerçevede yetişmiş İslam düşünürleri, mutasav
vıf ve kelamcılar akademik çalışmalarla değerlendirilmelidir.
Ancak bu herhalde bizim çalışmamızın kurgusu dışında başka
bir kitabın, hatta kitapların konusudur.
Türk düşünce tarihinin en zengin alanlarından biri olan ta
savvuf ne yazık ki felsefecilerimizin büyük bir kısmının değişik
sebeplerle görmezden geldiği, "dini alan", "dini felsefe" veya
tam tersi olarak "felsefeden korunması gereken özel ve müstakil
bir alan" olarak durmaktadır. Tasavvufun çok sayıda ekolünün
bulunması, edebi alanlara yayılmış ve sindirilmiş olması ve bir
ölçüde mantıklılık kaygısı içinde olmayışı bir engel gibi anlaşıl
mamalı. Bu alanın sorun oluşturması bakımından, özellikle ya
kın tarihlerin felsefe yapma örnekleriyle örneğin, yorumsamacı
lık, fenomenoloji, varoluşculuk gibi ele alınması dünya felsefesi
ne katkımız açısından da büyük bir birikimdir. Eğer gerçek olan
Türk-İslam kültür ve kimliğimizi çağdaş açıdan görebilirsek Türk
felsefi düşüncesinde tasavvufun önemini anlayabiliriz.
Özgürlük ve dünyaya dönüklüğü simgeleyen, 12. yüzyılda
yaşamış olan Ömer Hayyam, 97 aşkın ve kapsayıcı düşünsel bir
tutumla insanlık durumlarını, Tanrı-insan, insan-doğa, insan-in
san, insan-toplum ilişkilerini konulaştırmış, irdelemiştir.
Tasavvufla iç içe ve etkileşim içerisinde olan içreklik, Mevla
na'nm Fihi-Ma-Fih9B, İçindedir Ne Varsa İçinde adlı yapıtının
adından da açıkça görülmektedir. Mevlana anılan yapıtının bi
rinci bölümünde bilgi ve egemenlik arasındaki ilişkiyi anlatır.
Düşünür yapıtın ikinci bölümünde söz-akıl ya da söz-düşün-
94
ce arasındaki bağıntıyı irdeler ve gönül ve düşünce birliğinin
önemini vurgulayan şu belirlemeyi yapar: "Gerçeğin gölgesi
olan söz bahanedir; insanı insana çeken can bağdaşmasıdır." Al
tıncı bölümü söz-akıl ya da söz-kavrayış ilişkisine ayrılmıştır.
Mevlana beşinci bölümde yer alan "insana yolu gösteren
derttir!" belirlemesiyle insan eylemlerinin itici gücünün ya da
çıkış noktasının bizzat insanın öz gereksinmeleri, ereğinin de bu
gereksinmeleri giderme olduğunu dile getirir. Böylece düşünür,
insan eylemlerini akılla ve amaçsallıkla bağlantılandırır.
Mevlana "farklı dinlere inananlar Tanrının birliğini söylüyor
lar. Yollar ayn; ama maksatlar bir" söylemiyle dinsel hoşgörü
konusunda da birçok düşünürü önceler.
Düşünür "kadın nedir, dünya ne?" diye sorar, yasaklanan şe
yin istek yarattığını belirtir ve şunları ekler: "Kadına gizlen diye
emrettikçe, onda kendini gösterme isteği çoğalır durur. Halkta
da o kadın ne kadar gizlenirse onu görme isteği o kadar artar."
Mevlana'ya atfedilen birkaç sözü aktaralım: "Cömertlik ve
yardım etmekte akarsu gibi ol. Şefkat ve merhamette güneş gibi
ol. Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol. Hiddet ve asa
biyette ölü gibi ol. Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol.
Hoşgörülülükte deniz gibi ol. Ya olduğun gibi görün ya göründü
ğün gibi ol."
Yunus Emre'yi ele alırsak, her etkinliğin çıkış noktası, içeriği
ve ereği olarak gördüğü insanın ilgisizliğine ve bilgisizliğine kar
şı da yakınmasını açığa vurur. "Canım aşkın külün güne/Ferhat
olup tuttum başım/daim dağlan keserim/Şirin'im hiç sormaz be
nim" dörtlüğünde Yunus, insana ilişkin yakınmasının yanı sıra,
halk düşünü ve edebiyatı ile heterodoks İslam geleneğini buluş
turur.
Tasavvuf düşüncesi ve buna bağlı tasavvuf edebiyatımız çok
zengin olmasına rağmen ne yazık ki ülkemizde yeterince tanın
mıyor ve bilinmiyor.
Bu insancıl ve dünyasal tutum 16. yüzyılda yaşamış, bağnaz-
95
lığa ve baskıya karşı savaşımıyla ünlenerek, bugüne değin özen
le süreklileştirilmiş olan Pir Sultan Abdal'da da gözlenebilir.
Tasavvuf düşüncesinde Yunus Emre'nin ardından Abdallık,
Bektaşilik, Hurufilik, KalenderTlik, Şemsilik, Kadirilik ve Halveti
lik gibi birçok tasavvufi hareketin Anadolu'da geliştiğini görüyo
ruz. Tarikatlar da Osmanlının akılcılık yani Farabi ve İbni Sina
ekolünden ayrılmasından sonra genelde skolastik veya diğer bir
deyimle dinci bir akım içinde seyretmiştir denebilir. Ancak akıl
cı felsefenin kabul görmemesi ve Türk dünyasında bir tür felse
fesizleşme görülürken Aleviliğin ve ona bağlı tarikatların ileri bir
akım olarak Anadolu'da görüldüğünü ileri sürenler vardır. Belki
de Aleviliğin geçmiş tarih ve felsefesi nedeniyle 17.-19. yüzyıllar
da Aleviler Mevlevilik, Halvetilik gibi tarikatlara yakın olmuşlar
dır. Ancak bazı Alevi grupları bu tür yakınlaşmalara karşı çıkan
bir görünüm sergilemiştir. Alevi topluluklar bu zaman dilimle
rinde Anadolu'daki şeriatçı çalışmalara karşı durmuştur. Fakat
Osmanlının egemen ideolojisi Alevilik üstüne baskıcı bir zorla
mada bulunmuştur. Bazı görüşlere göre 20. yüzyılın başında
Anadolu nüfusunun çoğunluğu Alevi Bektaşi geleneğine bağlıy
ken 21. yüzyılın başında azınlık durumuna düşmüştür.
Alevilik, ona bağlı veya yakın dini görüşlerle tarikatların ve
Aleviliğe karşı olan dini faaliyetlerin Türk felsefi düşüncesine
katkıları veya engellemeleri bu konularda yetkin ve tarafsız bi
lim adamları tarafından araştırılmalıdır. 2008'e gelindiğinde
"Dünya Ehlibeyt Vakfı Başkanı Fermani Altun gibi Alevi önder
lerinin, cemevlerinin yasal statüye kavuşturulması yönünde ta
lepleri olmaktadır. Alevi yazar İsmail Kaygusuz ise 'Diyanet top
tan kaldırılmalıdır' talebinde bulunmakta idi."99 Bu sorun bir di
ni, toplumsal, felsefi bir mesele midir, yoksa cemevlerinin açıl
masında Diyanet'in katkısının olmaması, devletin bütçesinden
gelen paranın paylaşımı sorunu mudur? Herhalde olay bu kadar
99 Dinç, Gökçen Beyinli, Alevilerin Alevi Sorununa Müdahale, Yeni Aktüel, s. 63,
2008.
96
basit değildir. Ancak Alevi geleneğinden gelen düşünürlerin
Türk felsefi düşüncesine yüzyıllardır, sanatın birçok dalında ol
duğu gibi, zenginlik getirdiği bilinen bir gerçektir.
Tasavvuf felsefi düşünce açısından ne yazık ki yeterince gü-:
nümüzün toplumuna aktarılmamıştır denebilir. Tasavvufun
Türk felsefi düşüncesine getirdikleri kapsamlı şekilde hem aka
demik açıdan incelenmeli hem de halkımıza tanıtılmalıdır. Bu
önemli zenginliğimize kitabın genel kurgusu içinde sadece kısa
ca değinebiliyoruz.
1 00 Erzu rumlu, Prof. Dr. Kenan, i nanç Sistemleri ve Batı Türklügüne Etkileri, Türk
Yurdu, cilt 28, sayı 246, s. 33. Şubat 2008.
97
İslam felsefesi okuryazar Müslümanlar içinde geçmişte derin
bir konu olmuştur. İslam felsefesi Avrupa'yı da etkilemiştir. İs
lam ve İslam felsefesinin etkilerini yeri geldikçe düşünürleriyle
beraber yansıtmaya çalışacağız. Ancak bu konunun ciltlerle ya
zılmış ve yazılacak kitaplarla İslam felsefecileri tarafından ele
alınması gerektiğinin altını çizmeliyiz.
Türk felsefi düşüncesini irdelerken Türk felsefesi deyimiyle
Batı felsefesine bağlanmanın, dolayısıyla İslam felsefesi kapsa
mından çıkmanın ortaya çıkardığı durumun bilincinde olmak ge
rekir. İslam felsefesi deyimi ortaçağlara bağlı zaman sınırlarıyla
düşünülmeyecekse 20. yüzyıl başına kadar Türk felsefesi kavra
mı içindedir. Burada söz edilen Osmanlı Devleti'nin siyasi belir
leyiciliği dolayısıyla İstanbul'un bu felsefenin kültür merkezi ol
masıdır. Diğer taraftan 20. yüzyılın başlarına kadar gelen bu bi
rikimin içinde ilk ve ortaçağ itibarıyla Batı ve doğal olarak bütün
İslam dünyası varken Türk felsefesini 20. yüzyılla, daha doğru
su Cumhuriyet'le başlatmak ve bunu modern felsefeyle, Batı fel
sefesinin bir koluyla bütünleştirmeye çalışmak felsefi düşünce
dünyamızı daraltmak anlamına gelir diye düşünebiliriz.
Halbuki Türk felsefesinde Ön Türk uygarlığından başlayarak
bugünkü Batı felsefesiyle İslam felsefesinin birikiminin bir arada
olduğunu unutmamak gerekir. Böylece bu, Türk felsefesiyle fel
sefe tarihi birikimi açısından neredeyse bütün dünyanın felsefe
birikimini zemin olarak kullanan bir felsefe etkinliği gerçekleştir
mek manasına gelecektir. Ancak Türkiye'nin il. Dünya Paylaşım
Savaşı, NATO'ya, Avrupa Konseyi'ne üye olmak durumu gibi
uluslararası şartlar dolayısıyla gelişen nedenlerle İslam dünyası
nın merkezliğinden çekilmesi akademik çalışmalara da yansımış
görünüyor. Günümüzde Batılı akademik çalışmalarda Türki
ye'deki düşünce etkinlikleri İslam düşüncesi içinde değerlendi
rilmez olmuştur.
Beri yandan bakınca Türkiye dışındaki İslam ülkelerinin yap
tığı İslam felsefesi çalışmalarında da benzer bir yaklaşım görü
lür. Bu çalışmaların işaret edilmesi gereken en önemli özelliği İs-
98
lam felsefesinin klasik çağlarına dair değerlendirmelerinde orta
ya çıkıyor. M. M. Şerifin yönetiminde hazırlanmış olan İslam
Düşüncesi Tarihi adlı eserde İslam dünyasındaki düşünce et
kinliklerine başlamadan önce İslam öncesi Hint, Çin İran, Arap,
Süryani ve Yunan düşüncelerine yer verilirken İslam öncesi
Türk felsefi düşüncesi, Ön Türk uygarlığı, Hun Türkleri, Gök
türkler, Bilge Kagan'ın Orhun Yazıtları yer almıyor. İslam düşün
cesini Arap ve Arapça merkezli bir oluşum olarak kabul eden
bu ve benzeri yaklaşımlarm karşısına benzer bir ırkçı veya kül
türel ı rk,.:ılıkla çıkmanın Batı dünyasında felsefi düşünceyi Yu
nanla özdeşleştirmekten farklı bir yanı olmasa gerektir.
Türk felsefesinde felsefi düşüncenin kökleri bakımından
Türk kültürünün şekillendiği tüm ortamların olabildiğince izlen
mesi gereklidir. Ancak Türkiye'de İslam öncesi kültürel unsurla
rın felsefi açıdan ele alınmamış ve alınmıyor oluşu büyük bir ek
sikliktir. İslam öncesi döneme yönelik felsefi ilgilerin başta Türk
çe üzerinden yürütülmesi, Türkçenin felsefi kabiliyetini ortaya
koyacak ve sonrasında felsefi kavrayışımızda Türk felsefe adlan
dırmasını daha özgün hale getirecektir.
Felsefe, anlatmak istediğini ancak kendinden anlayanlara
açar, insandan derinleşmeyi ister, söylenenleri, ileri sürülen fi
kirleri yorumlayıp değerlendirebilecek nitelikte ve düzeyde do
nanımlı insanlara hitap eder. Belki de bu tür insanların fazla ol
maması felsefeyi kitle için, sıradan insanlar için anlaşılmaz hale
getirir. Hele İslam felsefesi din ve dinler tarihi açısından kişinin
bilgili olmasını öngörür denebilir.
Mısır'ın fethinden sonra Yavuz'un lstanbul'a getirdiği ulema
nın tamamı, tutucu, akılcılıktan uzak Eşari etkisindeki kimseler
di. Bu tutuculuk Osmanlı İmparatorluğu'nun başkentinde yayıl
mış ve pozitif ilimler yavaş yavaş ortadan kalkmıştır. O devrin
çok önemli bir ilim yuvası olan Ali Kuşcu'nun İstanbul'da, Gala
tasaray'ın altında, Tophane'deki uzay gözlemevi 1580'de bir fet
vayla yıkılmıştır.
99
IV. Murat döneminde (1623-1640) Galata Kulesi'nden Üskü
dar Dogancılar'a kadar uçmuş olan Hezarfen Ahmet Çelebi ule
manın etkisiyle Cezayir'e sürülmüştür.
100
Aynı dönemde ilk roket uçuşunu gerçekleştiren Hasan Çele
bi gene ulemanın baskısı sonucu yargılanmış ve Kırım'a sürül
müştür. III. Sultan Ahmet Han ( 1703-1730) döneminde ilk deni
zaltı Osmanlı'da inşa edilmiş fakat gelişmesi engellenmiştir.
Eşariliğin veya Eşari felsefesinin bağnaz tutucu etkisi sadece
bilim alanında değil toplumsal alanda da olumsuzluklar yarat
mıştır. Eşari inancının etkisiyle Yavuz Sultan Selim zamanında
"Kızılbaşların katli vaciptir" mealinde fetva verilmesi ve Anado
lu'daki Türk Alevilere karşı gösterilen acımasız tutum herhalde
araştırma konusu olmalıdır. Çünkü bu katı tutumu mantık çerçe
vesinde açıklayan bir bulgu yoktur. Osmanlının Hıristiyanlara,
Yahudilere gösterdiği dini hoşgörüyü Alevilere göstermemesi,
nedeni ne kadar siyasi olursa olsun, bugünkü evrensel değerle
re göre büyük bir yanlış ve talihsizliktir.
Osmanlının çöküş dönemlerinde ve sonrasında Eşari felsefe
si ve tutuculuğu sonucu, geniş halk kitleleri yüce dinimiz İsla
mın faziletlerini öğrenmek için kutsal kitabımız Kuran'ı okuyup
anlamaya çalışmadan kulaktan dolma sözlerle dini kendilerine
göre yorumlamıştır diyenler çoktur, İlahiyatçı Prof. Dr Yaşar Nu
ri Öztürk gibi.
Türklerin Müslüman olmasıyla Türk düşünce sistemi şüphe
siz dini bir görünüm kazanmıştır. Bu İslami şekillenmeyle "üm
met" düşünme özellikleri görülmeye başlamıştır denebilir. Bir
ilahiyatçı olan Prof. Dr. Hanifi Özcan'a göre, "böylece, Türk dü
şüncesi İslamiyet'le nitelendirilmeden önceki geniş açısını ve ki
şiliğini belli ölçüde kaybetmiş ve öyle görünüyor ki, bu durum
ta günümüze kadar sürüp gelen bir kültürel kimlik bunalımına
ve kimlik arayışına sebep olmuştur." 101
Bugün Türkiye'de yaşanan gerici-ilerici ikilemi ne yazık ki in
sanlarımızın hala yeterince evrensel akılcı düzeyde eğitileme-
101 Özcan, Prol. Dr. Hanili, ilk Müslüman Türk Devletlerinde "Düşünce", Türkler,
cilt 5, s. 464, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.
1 01
mesinden kaynaklanıyor diye dü
şünebiliriz. " Eğitim şart!" diyenle
re katılmamak mümkün değil.
Türkiye'de 2008 Haziran'ında ya
pılan bir araştırmada okuma yaz
ma bilmeyen veya ilkokul terk ya
da ilkokul bitirmiş kadınlarda tür
ban takma oranı %89 olarak verili
yor. Aynı araştırmada üniversite
mezunu kadınların ise %89'unun
türban takmadığı bildiriliyordu.
Bugün bu kadar teknik olanaklara
rağmen, hala kadın nüfusun
Sultan il. Osman Han.
%20'sinin okuma yazma bilmeme
si acaba bir toplum mühendisliği
hesabı mı diye insan düşünmek zorunda kalıyor.
Osmanlı felsefi düşüncesinde tehafüt geleneği, Gazali'nin,
kendinden önce yaşamış İslam filozoflarının Allah-insan- varlık
ilişkisi konusunda akıl ve vahyin rolüne dair ileri sürdükleri fi
kir ve kullandıkları yöntemleri eleştirmek için yazdığı ünlü Te
hô.fütü '/-Felô.sife adındaki eseriyle başlayan, İbni Rüşd'ün Tehô.
fütü 't- Tehô.füt kitabıyla devam eden tartışmanın bir uzantısıdır.
Bu tartışmanın esası, Allah, insan ve varlık arasındaki ilişki me
selesinde, gerçegi aklın mı yoksa vahyin mi belirleyecegidir. Fa
rabi 'nin akılcılıgı 151 Tde hilafetin Osmanlıya geçmesi ve Arap
ulemanın o tarihten sonra İstanbul'a gelmesiyle 16. yüzyılın son-
!arından sonra giderek silinmiştir denebilir.
Bu görüş farklılıkları günümüzde de devrimci-muhafazakar
veya ilerici-gerici çekişmesi şeklinde sürmektedir. Başlangıç
noktası olarak belki il. Osman Han'ın yenilikçi hareketlere baş
lamak istemesi üzerine 1622'de çıkan isyanda katledilmesi veri
lebilir.
Fuat Köprülü'ye göre " İslam dünyasının gelecegi üzerinde
büyük ve devamlı bir tesir yapmış olan Türklerin tarihini bilme-
1 02
den İslam tarihini anlamak mümkün olamayacagı nasıl tabii ise,
İslam tarihi çerçevesi içine sokmadan, orta zaman Türk tarihini
anlamanın mümkün olamayacagı da o kadar tabiidir." 102 Bu ne
denle Türk felsefi düşüncesini iyi değerlendirebilmek için sade
ce felsefeci olmak değil, daha önce de değindiğim gibi aynı za
manda belki Türkolog ve İslamolog olmak gerekir denebilir.
"Bugünkü Türkleri değerlendiren Batılı araştırmacılar bugün ya
şayan Türkleri İslam'ın şekillendirdiğini ileri sürmektedirler." 103
İslam felsefesi okuryazar Müslümanlar içinde geçmişte derin
bir konu olmuştur. İslam felsefesi Avrupa'ya da etki etmiştir.
Pascal'daki mistik tasavvufi fikirler İslam felsefesinin etkisiyle
yazılmıştır. Dante'de, İspanyol bilim adamı Miguel Asin Palaci
os'ta, İslamı tetkik etmiş Yahudi asıllı İspanyol düşünürlerinde
Gazali'nin etkisinin gözüktüğü söylenir. Katalonyalı Dominiken
rahip Raimon, Gazali'yi araştırmış, ondan alıntılar yapmıştır.
Mehmet İzzet'e göre Gazali'nin gerek Saint Thomas gerek Alber
tus vasıtasıyla Leibnitz üzerine etkileri bulunduğu şüphesizdir.
Akılcı felsefenin kabul görmemesi ve Türk dünyasında bir
tür felsefesizleşme göze çarparken Alevilik ve ona bağlı tarikat
lar, bazılarına göre ileri bir akım olarak Anadolu'da görülmekte
dir. Belki de Aleviliğin geçmiş tarih ve felsefesi nedeniyle Os
manlı zamanında, 17.-19. yüzyıllarda Aleviler Mevlevilik, Halve
tilik gibi tarikatlara yakın olmuşlardır. Bazı Alevi grupları ise bu
tür yakınlaşmalara karşı çıkmıştır. Osmanlının egemen ideoloji
si Alevilik üstüne baskıcı bir zorlamada bulunmuştur.
2010 yılında "AİHM, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bir
Alevi vatandaşın açtığı davada nüfus cüzdanından din ibaresi
nin kaldırılması gerektiğine karar veriyordu.
AİHM, Türkiye'de nüfus cüzdanlarında din ibaresinin yer al
masının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin din ve vicdan öz-
102 Fuat Köprülü, İslam Medeniyeti Tarihi, Diy. İş. Bşk. Yay. S. 13, Ankara, 1963.
103 E. Yon Keyserling, Analyse Spectral de L'uerope, s. 1 84 , Plon, Paris, 1965.
103
gürlüğüyle ilgili 9. maddesine aykırı olduğuna hükmetti. Sinan I.
adlı vatandaşın 2008'de yaptığı başvuruyu karara bağlayan mah
keme, din ya da inancı ifşa etme özgürlüğünün olumsuz bir yö
nü olduğunu, kişinin din inancını açıklamak zorunda olmadığını
belirtiyordu." 104
Bundan sonra ne olacak? Türk hükümetinin karara üç ay
içinde itiraz etme ve AİHM'nin 17 yargıçlı büyük dairesine gö
türmek için başvuruda bulunma hakkı var. Ankara bu hakkını
kullanmazsa karar kesinleşecek ve içtihat haline gelecek. Bu da
Türkiye'nin nüfus cüzdanlarındaki din hanesini kaldırmasını ve
ya alternatif çözümler üretmesini gerektirecek.
Aleviliğin, ona bağlı veya yakın dini görüşlerin ve tarikatların
ve Aleviliğe karşı olan dini faaliyetlerin Türk felsefi düşüncesine
katkıları veya engellemeleri bu konularda yetkin ve tarafsız bi
lim adamları tarafından araştırılmalıdır.
İslam düşünürleri aklın ve bilimin önceliğini kuramlaştırır
ken, ortaçağ Avrupa düşünürleri "inanç ve bilginin uyumu" için
uğraşmıştı.
Türkiye'de Avrupa'da olduğu gibi bir "Aydınlanma" yaşan
madığı için, bu akımlar veya çekişmeler, bırakın felsefi düşünce
yi etkilemeyi, siyasi iktidar mücadelesi ve devletin kaynakları
nın kullanılmasında bile önem kazanmaktadır denebilir.
Batı'nın felsefesi ve felsefi düşüncesi bizi ancak 19. yüzyılda
etkilemeye başlamıştır. Günümüzde aydın (!) geçinenlerin ve
felsefecilerin çoğu yüzünü Batı'ya çevirmiştir. Türk felsefi dü
şüncesine büyük etkisi olan İslam felsefesi ülkemizde günümüz
felsefecileri tarafından yeterince incelenmemiştir. İslam felsefe
sinin geniş Avrasya coğrafyasındaki Türklere etkisi üniversitele
rimiz tarafından ayrıntılı olarak akademik çerçevede incelenme
li ve halka tanıtılmalıdır.
1 04
OSMANLl'DA Ci HAN HAKi MiYETi DÜŞÜNCESi
"Cihan hakimiyeti mefkuresi" veya "Kızıl Elma" yani dünya
ya egemen olma düşüncesi, Osmanlı felsefesinde veya Osmanlı
siyasi felsefesinde önemli yer tutar.
Osmanlı Devleti'nin siyaset felsefesinde İslamiyet öncesi
Türklerde, yani Hunlarda ve diğerlerinde olduğu gibi bir cihan
hakimiyeti düşüncesi devlet felsefesinin temelinde vardı.
Üç kıtada zamanının en büyük imparatorluğunu kuran, fakat
asla sömürgeci olmayan Osmanlı, siyasi istikrarı, toplumsal ada
leti ve kurduğu devlet yapısının sağlamlığı sayesinde değişik ır
ka mensup toplumlar ve değişik din ve mezheplerden olan te
baası arasında uyum tesis etmişti. Osmanlı "nizam-ı alem" şuur
ve iradesiyle, çok becerikli idari yapısı, çok yüksek askeri tekni
ğe dayalı kuvvetli ordusuyla, fakat aynı zamanda hukuk düzeni,
yani adaletiyle diğer büyük devletlerden ayrılan bir görünüm
arz ediyordu. Esasen bu duruş Selçuklu döneminde de aynı
Türk töresini yansıtıyordu. Osmanlının bu adaletli devlet yapısı
ve hümanist veya liberal diyebileceğimiz, insanlara yönelik şef
katli ve hoşgörülü tavrı nedeniyle değişik din ve mezheplerden
insanlar ve kitleler çoğu zaman kendi arzularıyla Osmanlı idare
sine yaklaşıyordu.
Bu siyasi felsefeden dolayı özellikle kuruluş devrinde Bi
zans'tan baskı ve zulüm gören birçok Hıristiyan kavim, daha
sonra da Katolik baskısından kurtulmak isteyen Ortodoks, Kal
vanist, Protestan birçok millet mensubu Osmanlı Devleti'ne sı
ğınmıştır.
Aynı devlet felsefesiyle İslamiyet öncesi veya İslamiyetin ye
ni yayıldığı dönemlerde Hindistan'ın bazı kısımlarını ele geçir
miş olan Türklerin orada dokuz asır kalmalarına karşılık, zama
nının en yüksek teknolojik askeri olanaklarına sahip olan İngiliz
ler Hindistan'da ancak bir yüzyıl tutunabilmiştir.
Tanzimat ile başlayan ve giderek ağırlaşan manevi değerle
rin sarsılışı Osmanlının Türk geleneği yerine topluma uymayan
1 05
Batı geleneklerine yönelmesiyle olmuştur denebilir. "Kızıl Elma,
Türk milletinin tarihi ülkülerini temsil eden bir kavramdır. Kızıl
Elma sabit ve belirli bir şey veya yer değildir. Soyut bir ülkü
kavramıdır. Her dönemin kültürü, gerilim gücüne göre onu isim
lendirir, somut bir hedefle belirler ve anlamlandırır. Ona hiçbir
zaman ulaşılamaz. Kültürün Kızıl Elma hasreti yahut hırsı, her
seferinde ülküsünü yenileyerek toplumu ileri sevk eder. Türk
milletinin yükseliş dönemlerinde 'Kızıl Elma' 'Cihan Hakimiye
ti Ülküsü' olarak algılanmışbr." 105 Türk tarihinde Hunlardan iti
baren bir dünya devleti, bir imparatorluk olma ve yeryüzüne
düzen verme ülküsü hep görülmektedir. Tarihçilere göre Türk
hakanları, "güneş bayrağımız, gökyüzü çadırımız" söylemiyle
bu ülküyü dile getirirmiş.
İstanbul'un alınmasından önce Ayasofya Kilisesi'nin önün
de, elinde altın küre tutan İmparator Justinianus heykeli dolayı
sıyla bu kent Kızıl Elma diye anılmıştı.
Türklerin Müslüman oluşundan sonra İslamdaki fetih ve ga
za ruhu Türklerin Kızıl Elma düşüncesini tekrar ateşlemiştir.
19. yüzyıl sonlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu çöker
ken Türkçü aydınlar bu kavramı yeniden kullanarak bir heye
can getirmeye çalışmıştır. Ziya Gökalp bu adı taşıyan 1913'te
yazdığı şiirinde, yeryüzündeki bütün Türklerin birleşmesi ve
taklitten uzak bir ulusal kültürün geliştirilmesi ülküsünü, daha
sonraları da ekonomik kalkınmayı "Kızıl Elma" diye tanımladı.
Onun şiir ve yazılarında Kızıl Elma "Türk birliğini" simgeleyen
bir ülküdür. Bugün de bu fikirlerin ortaya atıldığı 1980'lerden
sonra 1984'te birdenbire bugüne kadar Türkiye'nin enerjisini
yönlendirmeye mecbur kaldığı ve otuz beş yıldır süren terör or
taya çıkmıştır.
Ömer Seyfettin'in 1917'de Kızıl Elma'yı bir hikayesinde ele
aldığını görüyoruz. Yazarın bu hikayesinin kahramanı Kanuni
106
Sultan Süleyman Han, Kızıl Elma'yı "Hakkın beni gönderdigi
yer" diye tanımlıyordu. Türklerin felsefi düşüncesinde "Kızıl El
ma" Türklerin birbirlerine kenetlenmesi, bir güç oluşturma ça
bası olarak karşımıza çıkıyor.
"Elinde altın küre tutan ve Sultan Osman Gazi'den, Sultan il
i. Murat'a kadar, on iki Osmanlı sultanının seri olarak hazırlan
mış minyatür tekniğindeki portreleri vardır." 1 06 Topkapı Sarayı
Müzesi Kütüphanesi'nde bulunan ve 1. Ahmet Albümü adıyla ta
nınan bir albümün içerisinde yer alan bu portrelerin sanatçısı
bilinmemektedir.
Bir tanesinin resmini sundugumuz sultan portrelerinde sultan
ların ellerinde bulunan altın kürenin, "Kızıl Elma" yani "Cihan ha
kimiyeti mefkuresi" olduğunu belirtınek gerekir. Bu siyasi felsefe
baglamında imparatorluğun idari yapısı ve ordunun önemi öne
çıkmaktadır. Ancak Osmanlı hiçbir zaman sömürücü veya sömür
geci, emperyalist olmamıştır. Bilakis gittiği yere su mimarisinden
medreseye, adalete kadar dönemin medeniyetini götürmüştür.
"Kavram, etimolojik açıdan araştırıldıgında, 'Kızıl' kelimesi
nin Türkmen lehçesinde ve Azerbaycan Türkçesinde de 'altın'
anlamında kullanıldıgı anlaşılmıştır. Gerekli sözlük taramalarını
yapan ve 'Kızıl' kelimesinin Azerbaycan Türkçesi ve Türkmen
lehçesindeki 'altın' anlamına geldigini bildiren Yrd. Doç. Dr. Ya
şar Çoruhlu'dur." 1 0 7, 1 08
"Türk mitolojisinde elma agacı, dünyanın ortasındaki jambu
agacıdır. Bu elmaya sahip olmak için Türkler de dahil olmak
üzere, dünyanın dört bir tarafından hükümdarlar gelirler. Elma
ya sahip olan hükümdarlar dünyaya sahip olacaklardır." 1 09
Türkler arasında altın küre veya kızıl elma, çok eskiden beri,
106 Mahir, Dr. Banu, Elinde Altın Küre (Kızıl Elma) Tutan Osmanlı Sultan Portrele
ri, Uluslararası 4. Türk Kültürü Kongresi Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Baş
kanlığı Yayınları, Ankara, 2000 .
1 07 Talat Tekin v.d., Türkmence-Türkçe Sözlük, Ankara 1995, s. 269.
1 08 Seyfettin Altaylı, Azerbaycan Türkçesi Sözlüğü 1, İstanbul, 1994, s. 25 1 .
109 O. Ş. Gökyay, "Kızıl Elma Üzerine", Tarih ve Toplum, sayı 25, s. IO, Ocak 1 986.
107
destan ve söylence-
!ere dayanan kadim . W:,
Türk tarihinde, Türk
felsefi düşüncesinde
dünya hakimiyetini
simgelemektedir.
"Kızıl elma eski
den Türklerde mu
kaddes ağaç sayılır
dı. Üç dört bin yıl ön
ce kızıl elma ağacına
bayramlar düzenle
nirdi. Kızıl elma kav
ramını oluşturan ob
jelerden ilk akla ge
len elma ağacı veya
ağaç objesidir. Bu
nun daha soyut gö
rüntüsü 'hayat ağa
cı'dır. Kızıl elmadan Kanuni Sultan Süleyman Han
hareketle ikinci obje (elinde kızıl elmayla).
1 08
"Osmanlı dünyasında ilk kez Sultan il. Beyazıt ( 1481-1512)
dönemine ait olan bir belgede rastlanan 'kızıl elma' teriminin,
Osmanlıda 17. yüzyılda çok yaygın olarak kullanıldığı bilinmek
tedir." 1 1 1 , 1 12
Görüldüğü gibi Türkler arasında binlerce yıl geriye giden "Kı
zıl Elma" kavramı bugün pek bilinmiyor. 1 8. yüzyıldan sonra ya
pılan padişah resimlerinde kızıl elmaya pek rastlanmıyor.
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi ve eski Cumhuriyet aşsavcı
sı Prof. Dr. Nurullah Aydın Türkiye için Milli Güvenlik Strateji
si adlı kitabı yazarken "Kızıl Elma" öneren bir aydın olarak orta
ya çıkıyor. Türklerin Küresel Güç Doktrini adlı kitabı oldukça
ilginçtir ve bir yerde yeni bir "cihan hakimiyeti mefkuresinden"
söz etmektedir. Sonuç olarak her büyük devletin olduğu gibi bi
zim de bir ülkümüz olmalı diye düşünebiliriz, eğer devletin ve
devleti yönetenlerin, büyük devlet olma iddiası varsa. Siyaset
felsefesi açısından oldukça önemli bu olguya birkaç cümleyle
değinmeyi uygun bulduk.
Türkler eğer kendi kültürlerine, kendilerine döner, birleşir
ve Türk töresine sahip çıkarlarsa Kızıl Elma'ya ulaşabilecekler
dir, denebilir.
111 TM Arşivi, E. 1018. Yayımlayan Selahattin Tansel, Sultan il. Bayezıd"m Siyasi
Hayatı, s. 4 ve devamı, İstanbul. 1966.
1 12 Tarihi-i Peçevi, cilt 1, İstanbul. 1281 ( 1864).
109
mesine neden oldu. Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük 19.
yüzyılda bu ayaklanmalara ve toprak kayıplarına karşı ortaya atı
lan ve yeni bir siyaset felsefesi oluşturmaya çalışan akımlardır.
19. yüzyılda İmparatorluğu bir arada tutabilmek için geliştiri
len "Osmanlıcılık" fikri özellikle Hıristiyan tebaanın Sırpların, Yu
nanlıların, Bulgarların Osmanlı'dan ayrılmasıyla sona ermiştir.
Bundan sonra "İslamcılık" bir çare olarak öne çıkmıştır. İs
lamcılık Osmanlının siyaset felsefesinin odağına yerleştirilmeye
çalışılmıştır. Burada belki birkaç cümleyle din ve felsefeye veya
din felsefesine değinmek gerekebilir. "Dinin ve felsefenin farklı
alanlar haline gelmesinden sonra da dinler, dünyayı, varlığı ve
insanı açıklamaya devam etmiştir. Yani din felsefi özünden tü
müyle kopmamıştır. Dinler, bunu kutsal kitapların emir ve ya
saklarına, dogmalarına, dinin vahiylerine dayanarak yaparlar.
Oysa felsefe, varlığı akla ve aklın yasalarına göre kavramlarla
açıklamak ister. Din, insanda bulunan mutlak bir güce inanma
ihtiyacına dayanır. İnanç, aklın denetiminin dışında duyulan bir
derin duyguyu ifade eder. Din felsefesinin temel soruları, 'Tan
rının varlığına ilişkin sorular', 'evrenin yaratılışına ilişkin soru
lar', 'vahyin imkanına ilişkin sorular'dır." 1 13
Siyaset için siyaset felsefesinde din hep kullanılmıştır. Yukarı
da felsefecilerden din ve felsefe konusunda verdiğimiz alıntıdan
da anlaşılacağı gibi dinin siyaset felsefesi için kullanılması pek
mümkün degil. Günümüzde de din birçok ülkede siyaset için kul
lanılıyor. Ancak İslam dininin Osmanlının bir arada kalması için
bir etken olamayacağı kısa zamanda görülmüştür. Batıda Arna
vutların ayaklanması ve Orta Dogu'da Arapların özellikle 1. Dün
ya Paylaşım Harbi'nde İngilizlerle birlik olup Osmanlıyı arkasın
dan vurması "İslamcılık" akımını ortadan kaldırmıştır.
Osmanlı kurucu unsur olan Türke dönmüş ve "Türkçülük"
hareketi Misak-ı Milli sınırlarıyla, işgale uğrayan ülkenin Kurtu-
I 13 Tunalı, Prof. Dr. İsmail, Felsefeye Giriş, s. 27, s. 1 86, Altın Kitaplar, İstanbul ,
2009.
110
luş Savaşı sonucu cumhuriyete gitmesiyle yeni bir siyaset felse
fesinin başlayacağı bir döneme girmiştir.
Bir önceki bölümde değindigim gibi, şair ve edebiyatçı olan
Namık Kemal, Osmanlının son döneminde Osmanlıcılık, Türkçü
lük, İslamcılık akımlarından Türkçülük akımının önemli ve etkin
düşünürlerinden biridir.
Namık Kemal'in oglu Ali Ekrem Bey'in Edebiyat Fakülte
si'nde öğrencisi olan Hüseyin Nihal Atsız, Namık Kemal'in milli
yetçiliği ve Türkçülügü konusunda bir kitabında şöyle demekte
dir: "Şu kesinlikle bilinmeli ki, Namık Kemal yurdumuza herke
sin 'Memalik-i Osmaniyye' dediği bir sırada 'Türkistan' diyordu.
Milletimiz için birçok yerde 'Türkler' deyimini kullanmıştı. Bun
lar onun şuurlu bir milliyetçi olduğunu göstermez mi ? " 1 14
FELSEFi TÜRKÇÜ LÜ K
114 Atsız, Hüseyin Nihal, Türk Tarihinde Meseleler, s. 158- 159, Baysan Yayın, lstan
bul, 1992.
111
felsefesi biz istesek de istemesek de Türkçülük akımına bir ya
kınlık içindedir denebilir.
Çağdaş Türk felsefecisi ve düşünürü Nermi Uygur'a göre,
"Türk felsefesi deyince Türklere özgü, Türklüğe yakışan, Türk
lerce gerçekleştirilen, Türk görüşünü yansıtan bir felsefe söz ko
nusudur. Öyleyse bu felsefenin değeri Türklüğünden gelecektir;
bu değerin ölçeğinin Türklükte bulunmasından daha doğal bir
şey olamaz. Türk felsefesi, Türk sözcüğünün bütün türevleriyle
Türk'e özgü, Türkçe gerçekleştirilmiş olan felsefedir; Türk'e ya
kışsa da yakışmasa da, Türk görüşünü yansıttığı savunulsa da
savunulmasa da Türk'ün malıdır." 1 15
Türk felsefi düşüncesi Türkçülüğün ilgi alanı içinde veya
Türkçülük Türk felsefi düşünce yaşamının içinde görülebilir
dersek olayın doğallığını yansıtmış olabiliriz.
Türkçülük hareketinin başlangıç tarihiyle ilgili değişik araştır
macılar değişik tarihler vermektedir. Felsefi düşünce açısından
belki de Bilge Kağan'ın 732 yılında diktirdiği Orhun Anıtları'nda,
Türk milletiyle ilgili sözleri Türkçülük hareketinin başlangıcı ola
bilir. Kaşgarlı Mahmut'un şiirleri ve yazıları ve 11. yüzyılda Yu
suf Has Hacib'in çok önemli eseri olan Kutadgu Bilig'in Türklük
şuurunda çok önemli yeri olduğu söylenebilir.
19. yüzyılda Balkan milletleri ve sonrasında Arapların Os
manlıya ihaneti, Türk milliyetçiliği hareketinin gelişmesine ve
Türkçülüğe dönüşmesine neden oldu denebilir. Namık Kemal
ve Şinasi'den itibaren edebiyatçılarımız Türk milliyetçiliğin etki
siyle ağdalı Osmanlıcayı bırakarak yalın Türkçeye yönelmiştir.
Ahmet Refik Paşa Lehçe-i Osmanf adlı çok önemli bir lügat yaz
mış ve dünyada tek bir Türk dili olduğunu, bunun değişik lehçe
leri bulunduğunu kaydetmiştir. Ahmet Refik Paşa, milli Türk ta
rihini tanıtmak için Ebulgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türkf adlı
yapıtını 19. asır yalın Türkçesiyle yayımlamıştır. 1882'de İstan-
1 12
bul'da Özbekler Tekkesi şeyhi olan Süleyman Efendi çok önem
li bir yapıt olan Çağatay Sözlüğü'nü yayımlamıştır. 19. yüzyılda
Türk tarihini yazıp okullarda okunmasını sağlayan Süleyman
Paşa milli Türk şuurunun doğmasında önemli rol oynamıştır.
Türk felsefesi veya Türk felsefi düşüncesi açısından Türkçe,
Türkler ve Türkiye açısından Türkçülük ister istemez bir olgu
oluşturur ve önemlidir.
Türkçülük tartışması veya daha doğrusu Türklük konusunda
Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan'ın çok önemli değerlendirmelerine
yer vermek isterim. Prof. Türkkan'a göre, "Türklük kafatası ölç
mekle belirlenemez. Eğer bir toplumun içindeki fertlerden, kişi
lerden söz ediyorsak, ' Ben Türküm' demesi, fakat bunu inana
rak söylemesi, aranacak bir kıstastır. Tek ölçüdür. Kafasının 'do
likosefal' olması, anadilinin Türkçe olmaması, Hıristiyan veya
Musevi dininden olması, Türkiye'nin dışında yaşıyor olması
Türklük aidiyetini değiştirmez. Tekrar ediyorum, takiyye yap
madan 'ait olma duygusu' yeterlidir. Ama mesele burada bitmi
yor. Bir tek kıstas, hatta iki üç tanesi bile bir toplumun milliyeti
ni tayine yetmez. Şimdi bir toplumun çoğunluğu hem Türkçe ko
nuşuyorsa, hem dini İslamsa, hem Türkiye-Azerbaycan-Avras
ya-Orta Asya topraklarında yaşıyorsa, hem tarihi Türk tarihine
bağlanıyorsa, çoğunluğun vücut yapısı beyaz-buğday benizli,
kafası yuvarlak, orta boylu, siyah-kahve renkli saçlı, göz kapak
lan kah hafif çekik, kah düz, göz rengi ela kahverengi ise, bütün
bu özellikleri taşıyan tek bir millet vardır. O da Türklerdir. " 1 16
Osmanlının son dönemlerinde 19. yüzyılda Osmanlı toplu
munun bunalımianna çözüm bulmak için Frenkleşme, İslamcı
lık, Türkçülük, Yeni Osmanlıcılık gibi fikirler ortaya atılmıştır.
"Yeni Osmanlıların renkli simalarından olan Namık Kemal Os
manlıcılık fikrini Batılılaşmaya karşı savunurken aynı zamanda
113
bu konularda hiç bilgisi olmayan toplumda, Türklerin kafalarına
vatan millet gibi konuları sokarak daha sonraki milliyetçi geliş
meler için yönlendirici rol oynamıştır." 1 17
"Yeni Osmanlılar, özellikle Namık Kemal ve Ali Süavi İslam
cıların olduğu kadar, belki onlardan daha fazla milliyetçilerin,
Türkçülerin öncüleri sayılırlar." 1 18
Türk tarihinde hiçbir zaman kafatasçı bir ırkçılık yoktur. Yu
karıda da değindiğimiz gibi, Türkçülük kendi kendine ortaya çık
mamıştır. Çöküş döneminde Osmanlı İmparatorlugu'nu bir ara
da tutabilmek için öne sürülen Osmanlıcılık, İslamcılık fikri dü
şünceleri tutmayınca, toprak kayıpları sonucu devletin asli un
suru olan Türkler Osmanlının yegane desteği durumuna geldiği
için Türkçülük, bir yerde mecburen oluşan bir felsefi düşünce
dir denebilir. Namık Kemal de sevgiyle hem vatanını hem de di
nini müdafaa etmeye çalışmıştır. Türkistan dediği Osmanlı top
rağını korurken, Türkçülüğü kafatasçı değil vatan sevgisi dolu
dur. İslamı müdafaa ederken gene sevgi doludur. Namık Ke
mal'in 19. yüzyılda milli ve manevi değerlerimize sahip çıkış tar
zı, 21. yüzyılda bize örnek olmalıdır diye düşünebiliriz.
Ziya Gökalp
Ziya Gökalp önemli bir düşünür ve Türkçülük akımının ön
derlerindendir. "Ziya Gökalp'ın yaşadığı yıllar, Osmanlı Devle
ti'nin çöküş yılları ve Türkiye Cumhuriyet'inin kuruluşu arasın
daki, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, Milli Mücadeleye kar
şılık gelen en çalkantılı dönemlerdi. Bu bakımdan Ziya Gö
kalp'ın sosyolojiye olan ilgisi ülkenin o günkü meselelerin altın
da yatan gerçek sebepleri anlamak ve çözüm yolları geliştirme
endişesinden kaynaklanıyordu. O sosyal bilimlerin ve sosyolo-
1 17 Oba, Ali Engin, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, s. 187, İmge Kitabevi, Ankara,
1995.
1 18 Kara, İsmail, İslamcıların Siyasi Görüşleri, s. 22, İz Yayınları, İstanbul, 1994.
1 14
jinin o günkü yaklaşım ve biriki
mini ülkenin tarihi, sosyal, kültü
rel ve ekonomik yapı ve şartları
na göre yeniden yorumlamaya
çalıştı." ı 19
Ziya Gökalp'in felsefe konusun
daki düşünceleri ilginçtir: "Felse
fe maddi ihtiyaçların zorlamadığı
ve mecbur etmediği menfaatsiz,
karşılıksız bir düşünüştür. Bir mil
let savaşlardan kurtulmadıkça ve
iktisadi bir refaha ulaşmadıkça,
içinde muakale yapacak fertler
yetişmez. Çünkü muakale düşün
Ziya Gökalp. mek için düşünmektir. Halbuki
bin türlü derdi olan bir millet, hat
ta yemek ve içmek için düşünmeye mecburdur. Düşünmek için
düşünmek ancak bu gereksinimlerden kurtulmuş olana nasip
olabilir. Türkler şimdiye kadar böyle bir huzur ve istirahata ula
şamadıkları için, içlerinde yaşamını muakaleye vakfedebilecek
az adam yetişebildi. Bunlarda düşünüş yollarını bilemediklerin
den ekseriyetle dervişlik ve kalenderlik çıkmazlarına saptı-
lar." 120
Ziya Gökalp ekonomik refaha ermiş toplumlarda düşünürle
rin daha kolay çıkacağını ima etmektedir. Gerçekten de şu anda
bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde felsefe eğitimi görmüş çok
değerli insanlar Ziya Gökalp düzeyine gelememiştir. Ekonomik
refaha ermiş toplumlarda düşünürlerin daha kolay çıkacağını
varsayabiliriz. Düşünürler geliştirdikleri fikirlerle toplumlara ön
derlik eder ve onları yönlendirirler.
1 1 9 Sağlam, Doç. Dr. Serdar, Türk Sosyolojisinin Kurucusu Ziya Gökalp, Bilim ve
Ütopya, sayı 172, s. 10-2 1 , Ekim 2008.
120 Gökalp, Ziya, Türkçülüğün Esasları s. 185-186, 5. baskı, İstanbul 2004.
115
Onun Türkçülüğün Esasları adlı eseri Türkçülüğün ve milli
şuurun gelişmesinde olduğu kadar Türk felsefi düşüncesinde de
çok önemli yer tutar.
2011 yılı itibarıyla, felsefi düşüncesiyle topluma katkıda bulu
nacak fikir adamları yerine, ülkemizde kısır çekişmelerle didi
şen kalemşorlar medyada ön planda görülüyor.
Yusuf Akçura
Türkçülük akımında önemli
yer tutan Tatar Türklerinden Yu
suf Akçura'nın 1904 yılında yaz
dığı " Üç Tarz-ı Siyaset " adlı uzun
makale dönemin düşünce yaşa
mında etkiler yaratmıştır. Bu ma
kalede Osmanlı Devleti'nin takip
etmesi olası üç siyaset tarzını ay
rıntılı olarak ele alıp tanıtmış, de
ğerlendirmiş ve uygulanabilirlik
olasılıklarını araştırmıştır. Bu üç
tarz-ı siyaset Osmanlıcılık, İslam
cılık ve Türkçülüktür. Yusuf Akçura.
Yusuf Akçura'ya göre Osman
lının kötü gidişini imparatorlukta bulunan Müslümanlar "kader"
olarak yorumlamaktadır. " Kadere iman etmek, İslam'ın esasla
rından biri ise de Akçura'ya göre kader meselesi, gerek İslami
yet'te, gerek ondan önce veya sonra ortaya çıkan felsefe ve dü
şünce akımlarında kesin olarak halledilmiş bir mesele degil
dir." 12 1 Osmanlıcılık Sırp ve Bulgar ayaklanmalarıyla, İslamcılık
akımı ise Arapların ve Arnavutların ayaklanmasıyla son bulmuş
ve Türkçülük ön plana çıkmak zorunda kalmıştır. Cumhuriyet
12 1 Duymaz, Doç. Dr. Recep, Üç Tarz-ı Siyaset ve Düşünce Akımları, s. 32, Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2004.
116
gelişen şartlar altında mecburen imparatorluğun kurucusu olan
Türk unsuru ve kültürü üzerinde eski Osmanlı paşaları ve Türk
halkı tarafından Batı emperyalizmine karşı kurulmuştur.
Rıza Nur'un söz ettiği gibi Avrupa'ya giden Osmanlı zamanın
daki Türkler, oradan kozmopolit olarak gelirlerdi. Ancak Os
manlıya karşı Balkan ve Arap milliyetçiliğinin gelişmesinden
sonra Avrupa'ya giden Türkler, Türkçü olarak geri dönmektey
di. Rıza Nur'un bu görüşü bugün için de kısmen geçerlidir. Os
manlıdaki felsefe eğitimi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakülte
si'nde Ahmet Şuayip ve Ziya Gökalp'le önem kazanır. Ali Şir Ne
vai'nin Türkçülüğüyle 1 7. yüzyılda Vari Mehmet Efendi Türk
milliyetçiliği, 1 9. yüzyılda Veled Çelebi'nin Türkçülüğü farklıdır
denebilir. Ziya Gökalp, Gaspıralı İsmail Bey, Hüseyin Namık Or
kun, Nihal Atsız, Yusuf Akçura, Alparslan Türkeş, Prof. Dr. Reha
Oğuz Türkkan, Cengiz Aytmatov, Prof. Dr. Turan Yazgan, Türk
leri, Türk kültür ve sanatını, Türk ülkesini seven Türkçülerin ba
şında geliyor denebilir. Türkçülükle ilgili felsefi açıdan günü
müzde ne gibi gelişmeler vardır? Gaspıralı İsmail Bey'in öngör
düğü dilde, fikirde, işte birlik acaba günümüzde ne düzeyde?
Özgürlüğüne kavuşmuş olan diğer Türk topluluklarında Türkçü
lük düşüncesi ne düzeyde? En yaygın lehçe olan İstanbul Türk
çesi bütün Türk topluluklarında ne derecede kullanılıyor? Türk
dünyası Türkçülüğe nasıl bakıyor? Türkçülük Türk toplulukları
nı Türk birliğine götüreceği için mi Orta Asya ve Türkiye'nin ye
raltı zenginliklerine göz diken dış güçlerce aşağılanıyor? Gele
cekte Türkçülük ne düzeyde olacak? Önemini yitirecek mi? Ge
lecekte Türkçülük uzay çağının bilgi birikimi ve teknik gelişimi
ni kavrayan, Türk kültür ve kimliğini ve Türk dünyasını tanıyan
ve kucaklayan yetkin ve yetenekli Türklerin başını çekeceği bir
Türkçülük olmalıdır. Türkçü, Türk töresiyle evrensel bilim ve
ilimi kaynaştırabilecek düzeyde olmalıdır. Türkçülüğün hedefi
"çağdaş Türk"ü yetiştirmek olmalıdır. Türkçülük uzay çağına
yönelen çağdaş dünyayla uyumlu Türklüktür. "Evrensel hukuk,
117
bireysel ve toplumsal haklar ve gerçek demokrasi değerlerine
uyumlu ilerici, bir Türkçülük Türk dünyasını muasır medeniyet
lerin üzerine çıkaracaktır. " Çağdaş, evrensel dünyada çalışma
dan sadece hamasi nutuklar, boş vaatler ve dinin siyasete alet
edilmesiyle mutlu bir geleceğe koşulamaz. Gerici bir topluma
dönüşüp geri kalınır. Türkçüler, yani Türkiye'yi, Türk sanat ve
kültürünü, Türk dünyasını sevenler dış güçler ve içteki işbirlik
çilerine karşı başarılı olmak zorundadır. Çünkü yenilgi esaret
demektir, aynı bugün Çin işgalindeki Doğu Türkistan gibi. 2009
yılı yazında Çinlilerin il. Dünya Paylaşım Savaşı'ndan beri işgal
ettikleri Uygur Türklerinin vatanı Doğu Türkistan'da Uygur
Türklerine esaret altındaki kendi vatanlarında yaptıkları son me
zalimi, özgürlüğe değer veren milletler hiç unutmamalıdır. Tür
kistan veya coğrafi adıyla Orta Asya'daki özgürlüğüne yeni ka
vuşmuş Türk devletleri de ibretle Doğu Türkistan'da ezilen Uy
gur Türklerini ve Kerkük'te Türkmen adı takılan Türkleri unut
mamalıdır. Gerçekleri görebilmek, çalışmak, öğrenmek, oku
mak, çalışmak ve çok çalışmak lazım ...
118
Sultan il. Mahmut Han, 3
Mart 1829'da yenileşme ha
reketlerinin başında yeni bir
kıyafet kanunu getirdi. Sarık
ve cübbeyi ancak ilmiye sı
nıfı giyecekti. Bu yenilikten
ötürü halk Sultan il. Mahmut
Han'a "gavur padişah" ismi
ni takmıştır.
13 Ocak 1830'da Rusya Bü
yükelçiliği'nden kaptanıder
ya olarak İstanbul'a gelen
Damat Müşir Halil Rıfat Pa
şa'nın "Avrupa'ya benze
mezsek, Asya'ya çekilme
mizden başka çare yoktur"
Sultan i l . Mahmut Han.
demesi sonucu, yeniliklere
hız verilmeye çalışılmıştır.
Gazeteler çoğalmış, halkın anlayacağı dille yazmaya önem veril
miş, Batı musikisi, piyano, bando, tiyatro, opera Batı müziği or-
kestrası, operet gibi şekilci yenilikler gelmiştir.
"Batı dışı toplumların sadece modernleştikleri, ama modern
olamadıkları, yani ancak modernitenin kurumsal alt yapısıyla,
yani modernizasyon eklemlenebildikleridir. Batılı olmayan top
lumların, hangi adlarla adlandırılmış olursa olsun, yaşadıkları ya
da maruz kaldıkları 'modern' pratikler, tarihsel olarak asla 'çağ
daş' pratikler olamamıştır. Batılılaşma bu halde zaten, bir 'telafi
edici' ideoloji ve 'tarihsel gecikmişliğin' bir aracı olarak kendisi
ni kurmuştur. Türk batılılaşması, Osmanlı olarak kalmayı, Türk
olarak kalmayı, Müslüman olarak kalmayı talep etmiştir. " 122
1 19
Batılılaşma, Batıcılık ve modernleşme kavramlarında Batı
medeniyetinde akılcılığın özellikle Aydınlanma döneminden iti
baren felsefi düşüncenin merkez kavram olduğunu vurgulama
mız gerekir.
Osmanlıcadaki Arapça ve Farsça kelimelerin ayıklanması,
Türkçenin ilerlemesi için 18 Temmuz 1851'de gerekli Türkçe ki
tapların çoğaltılmasına çalışmak üzere Darülmaarif binasında
Encümen-i Daniş kurulmuştur. Fransız Akademisi'nden ilham
alınarak kurulmuş olan Encümen-i Daniş, Osmanlı Devleti'nde
kurulmuş ilk ilim topluluğuydu. İlk üyeleri arasında Sadrazam
Mustafa Reşit Paşa, Yusuf Kamil Paşa, Arif Hikmet Bey, Sami Pa
şa, İsmail Paşa, Nazır Molla Efendi gibi isimler vardı. Encümen-i
Daniş günümüzde de devam etmektedir. Encümen-i Daniş'e
benzer bir düşünce grubu olan Çınardibi Grubu siyasetçilerden,
eski milletvekili, eski bakan, ilim adamı, diplomat, emekli komu
tan, siyaset bilimci, emekli genelkurmay başkanları, üniversite
hocaları ve akademisyenlerden oluşan; dünya, Türkiye ekono
misi ve siyaset felsefesiyle ilgilenen bir düşünce grubudur. Top
lantılarına Encümen-i Daniş'i kuran Mustafa Reşit Paşa'nın bo
ğazdaki Sahil Sarayı'nda devem etmektedirler. Bu muhteşem bi
na geçmişte Damat Ferit Paşa'ya satılmış. İçindeki 30 bin kitap
ve nadide eşyalarla bina Ocak 1925'te tekrar satılmıştır. Günü
müzde bu grubun, toplumu etkileyen hiçbir yayını, basına yan
sıyan bir görüşü yoktur. Üniversite bünyesinde hiçbir ilmi çalış
ması veya televizyonda bir açıklaması yoktur. Sadece kendi ara
larında sohbet babında yemekli buluşmalarda bir araya gelirler.
Şüphesiz çok deneyimli olan bu kişilerin topluma hiçbir faydası
olmayan buluşmaları, bu sohbetlerinde felsefi görüşlere yer ve
değer verseler de havanda su dövmekten ileri gitmez denebilir.
Amerika ve Avrupa'daki felsefi düşünceye etkili olan düşünce
gruplarıyla karşılaştırılamazlar, çünkü topluma hiçbir etki ve
faydaları yoktur. Zaten bir konuda bir fikir birliğine varmak gibi
bir hedefleri de yoktur. Bu değerli kişiler fikir ve bilgilerini, de
neyimlerini yayımlama önerilerine sıcak bakmamışlardır. Ge-
1 20
rekçe olarak aktif siyasete bulaşmak istemediklerini öne sür
müşlerdir. Bazılarının ekonomi, kültür ve siyaset konularında
yayımlanmış kitapları vardır.
Halbuki "akil adam" denebilecek bu tür kişilerin felsefi dü
şüncenin ve toplumun gelişmesi için fikir üreten bağımsız dü
şünürler olabilmesi ve topluma yapıcı katkılarda bulunması,
toplumsal öneriler getirmesi Batı'daki düşünce gruplarından
beklenir.
Cumhuriyet sonrası yeniliklerde de yanılgı kısmen şekilcili
ğin önde gelmesinden olmuştur denebilir. Akılcılık düşünce
düzeyinde gelişememiş ve bilim halka gerektiği şekilde ulaşa
mamıştır. Türkiye, Sultan ili. Selim Han, Sultan Abdülmecit
Han, Sultan il. Mahmut Han'ın çabaları sonrasında Atatürk'ün
reformlarıyla akılcılığa ve bilime yöneldiyse de bugün hala
akılcılık ve bilimcilik bakımından evrensel düzeye ulaşama
mıştır. Türkiye'de bugün çekilen siyasi açmazların yarattığı sı
kıntının, siyasi tıkanmaların altında bu sorunların yattığını ileri
sürebiliriz.
Son asırlar insanlığın büyük bir kısmı için medeniyet bakı
mından büyük değişmeler asrı oldu. 19. yüzyılın başından beri
Türkiye için de bu böyle olmuştur. Fransız sosyologu G. Bout
houl'un dediği gibi "ister en geniş ve aşırı şekil altında, 'autoco
lonisation', yani kendiliğinden sömürgeleşme, isterse çoğu dü
şünürlerin kabul ettikleri gibi 'colonisation', yani sömürgeleştir
me neticesi olsun muhakkak olan bir şey varsa, o da Batılılaşma
hareketinin, Türk düşüncesine modern ve rasyonel bir karakter
ve görünüş verdiğidir. Türkiye 'de Çağdaşlaşma adlı eserinde
Niyazi Berkes ve daha birçok düşünür, Batılılaşma hareketinin
Türk düşüncesini son asırlarda nasıl cezbettiğini, değiştirdiğini
ve 'demokrasi', 'sosyalizm', 'pozitivizm', 'laisizm' gibi birçok Av
rupai fikir akımları tarafından nasıl etkilendiğini göstermiş bu
lunmaktadır. Gerçekten Türkçülük, Osmanlıcılık ve İslamcılık gi
bi yerli fikir akımları, çağdaş Türk düşüncesinde, çeşitli anlam-
121
!arını bugün daha iyi kavradıgımız "terakki", yani gelişme fikir
ve emeline dayanır." 123
1824 Viyana Kongresi'nde Batı Avrupa ülkeleri siyasi ve top
lumsal düzeni kurmak ve dünya sorunlarını kendilerince düze
ne sokmak için "Kutsal İttifak"ı kurdular. Bir yandan da Hegel,
Darwin, Comte, Engels, K. Marx, Durkheim gibi düşünürler Av
rupa'yı ve dünyayı etkiliyordu. Yeni idealler ve ümitler vardı.
Fakat Avrupa tekrar defalarca birbirine girdi. Barış içinde yaşa
ma zorunlulugu ve düşüncesiyle il. Harp'ten sonra oluşan Ortak
Pazar, Avrupa Birligi'ne dönüştü. Fakat 2008'de Amerika'daki
banka krizi sonrasında, özellikle 2009'un ilk aylarında Sar
kozy'nin Fransa'yı bu krizden karlı çıkarma çabaları için yaptıgı
girişimler AB ortakları arasında, yani Avrupalılar arasında ulu
sal devletlerin tekrar birbirine dirsek göstererek çekişmeye baş
ladıgı izlenimini veriyor denebilir. Kriz derinleşir; Macaristan,
İzlanda, Romanya, Yunanistan gibi ödeme sıkıntısı içine giren
AB ülkeleri çogalırsa acaba Avrupa'da paylaşım kavgası nerede
biter, Fransa ile Almanya arasındaki eski düşmanlıklar tekrar su
yüzüne çıkar mı?
Frenkleşme ve aydınlanma sorunlarını 2008 yılında Truva
Yayınları'ndan çıkan, bu sorunlarla ilgilenen herkese okumasını
önerecegim Türkiye AB Medeniyetler Çatışması 1 24 adlı kita
bımda ayrıntılı olarak vermiştim. Tanzimat sonrası yenilikçi ha
reketin bir "Frenkleşme" yani "Batılılaşma" şekline dönüşmesi
büyük bir yanılgıdır.
Bu yanılgıdan kurtulmanın yolu, kendi degerlerimizin kökle
rini arayarak, onları bulup, üstüne evrensel degerler çerçeve
sinde yeni yapılar inşa ederek gerçekleşebilir. Kendimize dö
nüp, kendimizi bulmakla olur. Bu fikri birçok kitabımda kamu-
123 Degirınencioglu, Prof. Dr. M. Coşkun, Mehmet İzzet ve Ulusalcı Sosyal Felsefe
si, s. 90 Kültür Bakanlıgı Yayınları, Ankara, 2002.
1 24 Poroy, A.Akif, Türkiye AB Medeniyetler Çatışması, Truva Yayınları, İstanbul,
2008.
122
oyuna sundum. Ancak ne destek gördüm ne de birkaç kişi dışın
da bu düşüncede olan aydınlara rastladım. Herhalde kendi de
ğerlerimizle evrensel değerleri bir türlü bir araya getiremiyoruz.
Şair Mehmet Akif'in aşağıdaki mısraları bu yanılgıyı ve "kendine
dönüşü" çok güzel açıklıyordu:
Ancak Akif'in sesine kulak veren pek olmamış veya Akif ken
dini iyi anlatamamış. Aynı yanılgıyı ve kendine dönüşün, yani
Türk töresine dönüşün kaçınılmaz gerekliliğini anlatacak başka
Akifler çıkacaktır. Değişik konularda yüzlerce konferans ver
dim, söyleşiler yaptım. Siz ne anlatırsanız anlatın veya ne yazar
sanız yazın, insanlar kendi algılama düzeylerine göre, anlatılan
ve söylenenin bir kısmını algılayabilmekte ve o oranda sizi an
layabilmektedir. Bu nedenlerle her şeyden önce insanımızın
eğitim ve düşünce düzeyini yükseltmemiz gerekir.
Aydınlanma yani akılcılığa yönelme çabaları, Cumhuriyet'in
ilk yıllarında Atatürk'ün akılcı ve ilimci yaklaşımıyla yeni bir atı
lım olarak karşımıza çıkıyor.
Ancak Cumhuriyet'in başlangıcında da Atatürk gelişme ola
rak muasır medeniyetleri işaret ederken, "dönemin Adalet Ba
kanı Mahmut Esat Bozkurt: 'Türk ihtilalinin kararı, Batı medeni
yetini kayıtsız şartsız kendine mal etmek, benimsemektir. Bu ka
rar, o kadar kesin bir azme dayanmaktadır ki önüne çıkacaklar,
demirle ateşle yok edilmeye mahkümdurlar" l 25 diyordu. Ka
nımca bu tür "Batılılaşma" heveslisi olmak Tanzimat'taki Frenk
leşme yanılgısının benzeri bir büyük yanılgıydı. Bu ne demekti?
1 25 Aydın, Nurullah, Türkiye 'nin Milli Güvenlik Stratejisi, s. 34 1, Kum Saati Yayın
ları, İstanbul, 2008.
1 23
Yani Türkiye binlerce yıllık Türk töresi ve İslam üzerine kurulu
kimliğini kendi isteğiyle bırakıp, antik Grek, Roma ve Hıristiyan
değerleri üzerine kurulmuş Avrupa kimliğini mi alacaktı? Tarih
sel, dinsel ve toplumsal olarak mümkün olmayacak böyle bir
kimlik değişimini halka sunmanın anlamsız olduğunu halk tüm
seçimlerde ortaya koymuştur. Ancak bu durumun anlamsızlığı
nı anlayacak ve anlatacak düşünürler ve siyasiler bulunmadığı
için Türkiye siyasi açmazlara mahküm edilmektedir. Bu olguyu
"aydın" olması gerekenler de anlayamamış ve değerlendireme
mişlerdir. Aydın olması gerekenler ise sadece biraz "mürekkep
yalamış" kişiler olarak kalmış, topluma faydalı olamamışlardır.
Bu değerlendirmeleri algılayamayanlar, bir bakıma gerçeği göre
meyenler Tanzimat'tan beri, ülkenin felsefi düşüncedeki açma
zını, yanılgısını değerlendirebilecek kültür ve tarihi bilgiden
yoksun görünüyorlar.
Halk kitleleri ise seçim sonuçlarına bakılırsa, Batılılaşmayı
kabul etmemiştir denebilir.
Yazgı Kimlik ile Tasan Kimlik Arasında Türkiye 'n in Avru
palılaşması başlıklı çalışmasında siyaset felsefecisi akrabadan
Prof. Dr. Ali V. Turhan bu konuyu çok ustaca irdelemiştir. Ali
Turhan'a göre, denilebilir ki, "yeni Türkiye'nin ortaya çıkışı Av
rupalı olmayan bir ülkenin Avrupalılaşmak için ilk istençli çaba
sıdır ve bu haliyle özel bir önem kazanmaktadır. Türkiye'nin
Avrupalılaşması, Avrupa Tini'nin sadece Avrupalının malı olma
dığının, evrensel insanlığı kucakladığının kanıtıdır. Avrupalılaş
manın evrensel önemi Avrupalıları, Avrupalı olmayanların Av
rupalılaşması ve Avrupa'nın dönüşümü hakkında daha derinle
mesine düşünmeye ve böylece Avrupa Birliği'nin -bambaşka
bir anlayış ile- geleceğine katkıda bulunmaya sevk etmelidir.
Çünkü Avrupalı olmayanlar hakkında düşünmek Avrupa için
yararlıdır, Remi Brague'ın da anımsattığı gibi, unuttuklarını onla
ra anımsatır: Avrupa, sürekli bir kendi kendini Avrupalılaştırma
hareketinden başka bir şey değildir ve Avrupa'yı Avrupa olarak
kuran Avrupalılaşmadır. Avrupa'nın asıl dönüşümünün gerçek-
124
leştiği yer burasıdır. Avrupalılaşmanın içindeki evrenselleşme
yükü, sadece Avrupalıların malı olursa gücünden ve inandırıcı
lığından çok şey yitirir." 126
Son yıllarda AB ilişkileri çerçevesinde Türkiye'ye karşı kab
laşan, sertleşen bir Avrupa nedeniyle, hele 2008 Eylül'ü ekono
mik krizinden sonra, Avrupa'nın entelektüel çevrelerinde bile
201 1 yılı itibarıyla Türkiye'nin Avrupa'ya yaklaşma çabası karşı
lık bulamayacaktır diye düşünebiliriz. 2009'da Obama İstanbul'a
geldiğinde Türkiye'nin AB'ye girmesi gerektiğini söylese de,
AB'den bu konuda olumsuz tepkiler anında geliyordu.
Varsayalım biz Türk İslam kimliğimizi bırakıp Avrupalı olma
ya karar verdik, acaba Avrupa bizi kabul edecek midir? AB ha
yaliyle verilen tavizler sonucu tarımı ve sanayi üretimi gerile
yen, gümrük birliği sonucu ithalatlarla Avrupa'nın sömürgesi
durumuna düşen Türkiye'de, tüm Avrupalı liderler defalarca
"Türkiye'yi AB'ye almayacaklarını" ifade ettikleri halde, biz bu
gerçeği acaba neden anlamıyoruz? Bu soruya cevap olarak bir
gazeteci şöyle diyordu: "Türk milleti; ekonomik sorunlarla bo
ğuşması nedeniyle gerçeklerden uzak tutulmakta, bilgilendiril
memekte, geleceği ile ilgili alınan kararlardan habersiz bırakıl
maktadır." 127
Ruslar Hıristiyan olduğu ve Avrupa topraklarında yaşadıkla
rı halde, Avrupa onları da çarlık döneminden beri dışlamakta
dır. Artık düşünürlerin, aydınların ve siyasetçilerin akılcı olup,
bu gerçekdışı ve gülünç Bablılaşma saplanbsından ve yanılgısın
dan kurtulması gerekir. 200 yıldır süren Bablılaşma çabası bü
yük bir yanılgıdır.
"Bablılaşmacı görüşün Türk toplumunun çogu sorunlarını
yanlış yansıttığını, yetersizliğini kabul etmek zorundayız. Türk
toplumunun sosyoekonomik yapısını tarihsel plandaki yaşanmış-
126 Turhan, Prof. Dr. Ali. V., Fenomenolojik Bir Sorun Olarak Avrupa'nın Dönüşü
mü, Dost Yayınevi, İstanbul, 2007.
127 Birand, M.A., Türkiye'nin Büyük Avrupa Kavgası, Doğan Kitap, İstanbul, 2005.
125
lığını dikkate almayan girişimler toplumu ve içindeki insanları
çarpıtmaktan başka bir işe yaramamıştır. Burjuvası olmayan bir
toplumda burjuva dünya görüşünü uygulamaya çalışmakla ne
bir burjuva sınıfı yaratılabilmiş ne de burjuva dünya görüşü -bü
tün boyutlarıyla- yerleştirilebilmiştir. Toplum kendine yabancı
laştırılmış, iktisadi yapısında zorla ortaya çıkarılan çarpıklıklara
uygun, ama tarihsel ve sosyal gelişimine yabancı bir ideolojinin
arkasından gitmeye mahkum edilmiştir. 2010 Eylül'ünde referan
dumda çıkan "evet" Avrupa'ya "hayır" anlamına geliyor şeklinde
de yorumlanabilir. Türkiye'nin ve insanının gerçeklerine hiç
ama hiç uymayan bir ekonomik, sosyal, kültürel ve hukuksal dü
zeni ona zorla kabul ettirmeye uğraşmak, günümüzdeki bütün tu
tarsızlıkların nedenidir. 12 Haziran 2011 seçiminde hükümetin
%50'den fazla oy alması, AB yerine Ortadoğu'ya yönelen hükü
metin bu politikasını halkın onayladığı anlamına mı geliyordu?
"Batılılaşma, iktisadi plandaki sömürünün üstünü örtmeye
yarayan bir şaldır aslında. Ne var ki, yeni ortaya çıkan bu bilim
sel gerçekler, düşünce dünyamızda kolay kolay kabul edilme
mekte, tepkiyle karşılanmaktadır." 1 28
"Biz Avrupalı olalım mı? AB'ye girelim mi? Bizi alacaklar
mı?", diye ne yapacağımızı bilemezken, "AB'nin Lizbon Antlaş
ması gerçek bir Avrupa Birliği oluşturmanın, yani ABD gibi bir
birliği oluşturmanın pek gerçekçi olmadığını ortaya koydu dene
bilir. " 1 29 2008 Mayıs'ında Gürcistan'ın Güney Osetya'ya saldırısı
na Rusya'nın şiddetli tepkisi karşısında AB'nin siyasi ve askeri
bir varlık gösterememesi ve Rusya'nın "tek kutuplu dönem bit
miştir, tek kutbun karşısında artık Rusya bulunmaktadır" şeklin
deki meydan okuması, dünyadaki dengeleri değiştirmiş ve Tür
kiye'nin önemini artırmıştır. Tabii bunu anlayabilirsek!
128 Tanilli, Server, Uygarlık Tarihi, s. 442443, Alkım Yayınevi, İstanbul, 2006.
1 29 Poroy, Dr. Mehmet Akif, Avrupa Birliği Hukukunda Lizbon Antlaşmasının Ge
tirdigi Yapısal Degişiklikler ve Genişleme Sürecine Etkisi, doktora tezi, Marma
ra Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 201 1.
1 26
Rusya'nın bu askeri tepkisi ve 2008 sonunda ABD'de baş gös
teren banka krizi ve sonucunda 2009'da dünyayı saran ekono
mik kriz küreselleşmeyi, yani ABD'ye bağımlı tek kutuplu dün
yayı bitirmiştir denebilir.
Rusya da Türkiye gibi, yukarıda değindiğim şekilde tüm tari
hinde Avrupa'dan dışlanmıştır. Bu iki ülkenin eşitlik ve dostluk
çerçevesinde ticaretini ve ilişkilerini artırması ve Avrupa'ya kar
şı duyduğu "Batılılaşma" kompleksinden kurtulabilmesi, her iki
ülke halkının refahını sağlayacaktır diye düşünebiliriz.
Türkiye artık kendi gücünün farkına varmalıdır. Türkiye eş
siz jeopolitik özelliklerini kullanmasını bilmeli, Türk gelenek ve
görenekleri, binlerce yıllık "Türk töresi" yani adalet, eşitlik, hoş
görü ve faydalılık ilkeleriyle, evrensel demokrasi, teknoloji, ev
rensel hukuk, ilim, bilim ve insan hakları kavramlarının içini
doldurarak birleştirmesini becerebilirse, kısa zamanda ilerleye
rek bir dünya devleti haline gelebilecektir. Törelerimize uyma
yan taklitçilik sadece bir yanılgıdır.
127
111. BÖLÜM
1 29
1- 19. yüzyılın başında Hegel bir başka çözüm yolu gösteriyor
du. Akıl alanını genişletmek, daha kapsayıcı bir mantığın ya
ni diyalektigin yardımıyla akılcılığı yeniden canlandırmak...
"Diyalektik terimi yeni degildir. Henüz geleneksel mantık
kurulmazdan önce, Eflatun diyalektigi "eytişim, tartışma
ve konuşma sanatı" olarak anlıyordu." 130
2- "Epikuros ve Lukretius, Rabelais ve Montaigne, Descartes
ve Diderot, Voltaire ve Ansiklopediciler, Marx ve Darwin
gibi akılcılar her çagda hep hor görülmüş ve iftiraya ugra
mışlardır. Özgür düşünceyi her şeyin üstünde tuttukların
dan ötürü hep bozgunculuk ve ahlaksızlıkla suçlandırıl
mışlardır. Sanki erdem yalnız bilgisizlikle (o kutsal bilgisiz
likte!), ahlak ise yalnız alıklıkta bulunurmuş gibi!" l 3 1
3- Dünyayı anlama yolunda kişioglunun gösterdigi b u çaba
ya çizilen her sınır, gerçegi ararken daha derine ve ileriye
gitmesini önleyen her yasak, bizi çözülmez sırlara ve öz
gür eleştirinin yerini alacak akıl dışı inançlara baglanmaya
çagıran, bilimi dogmalar önünde egilmeye zorlayan her
hareket, insanların kurtuluşunu tarih boyunca köstekle
mekten başka bir şeye yaramamıştır. Akılcılığın, akla ve
bilime yaslanan çabaların cesaretini kırıcı hiçbir sınır ve
yasağı tanımaması bundandır.
130 Rene Maublanc, Marcel Cachin, Sosyalizmin Işığında Felsefe, Bilim ve Din, s.
20. Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2009.
131 Rene Maublanc, Marcel Cachin, Sosyalizmin lşığında Felsefe, Bilim ve Din, s.
70, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2009.
1 30
de önemli temsilcisini ve düşünürünü bulmuş, Mustafa ve Tor
lak Kemal'in katkılarıyla savaşımcı bir nitelik kazanmıştır." 132
Yukarıda da degindigimiz gibi, böylece İbni Sina, aklı salt bil
giye yetenekli akıl olmaktan çıkarıp, aynı zamanda "bilgi biçim
lendirici" akla dönüştürerek, Aristoteles'i aşmıştır.
Bloch gibi bazı Batılı düşünürlere göre İslam muhafazakarlı
gı "dinden bilime geçişi" cesaretlendiren düşünürlerinden öç al
mıştır. Bu çerçevede, örnegin, İbni Sina'nın Felsefi Ansiklope
di'si Bagdat halifesinin buyruğuyla yakılmıştır. Üstelik daha son
ra ortaya çıkan nüshaları da aynı yazgıdan kurtulamamıştır.
Bloch'un anlatımına göre, özgün metnin tümü degil, sadece
"parçacıkları" bugüne ulaşmıştır.
İbni Rüşd'ün yapıtları, daha bu filozof yaşarken 1 196'da ya
kılmış, "hem bu filozofun felsefesinin hem de Yunan felsefesinin
ögrenimi yasaklanmıştır". Bu filozofun memleketi olan Kordo
ba'nın halifesi, "Tanrı, cehennem ateşini 'hakikat salt akılla bu
lunabilir' diyenler için öngörmüştür" diye fetva vermiştir. Des
tructio philosophorum adlı yapıtıyla "dönek ve mistikçi" El Ga
zali'nin İbni Sina'ya ve felsefeye karşı başlattığı karşı saldırıların
anılan düşünürlerin kovuşturmaya ugratılmasında, yapıtlarının
yakılmasında ve sürgüne yollanmasında ve bunların dogal bir
sonucu olan dini muhafazakarlıgın başlamasında payı olmuştur.
Dogu felsefesi Batı'da, doğa bilimleri özellikle Galile davasın
dan sonra İtalya'da tehlike olarak görülmüştür.
Bloch, "doğuda tarikatların 'İslam'ın hakiki felsefi hareketini'
oluşturamadıklarını, İslam kültürü içerisinde hakiki felsefeyi İb
ni Sina ve İbni Rüşd'ün geliştirdiğini" yazar. Alman filozofa gö
re, dini muhafazakarlık "akla karşı duyduğu kin ve öfkesini bu
iki düşünürün yapıtlarında gidermiştir ve böylece ışıgı da sön
dürmüştür." 133
131
Aydınlanma geleneği içinde doğan Friedrich Nietzsche "Ay
dınlanma"nın akla verdiği güveni sorgulayan, dünyaya özne
nesne bakma biçimindeki Kantçı ve Descartes'çı spekülasyona
karşı sadece nesneyi öznenin üzerinde bir etki olarak gören bir
anlayış ortaya koyar.
Nietzsche yorumunda, dünyanın verili bir anlama ya da he
defe sahip olmadığını, insanın bu kaotik yapıda sonsuz döngü
lerle ve kendini gerçekleştirecek güç istenciyle donanımlı oldu
ğunu söyler.
Nietzsche üst-insan fikriyle, insani dibe çekilişin üstesinden
gelerek yüceleşen bir kişilik hayali kurgular. Onun özel bir insan
türünü tasarlayan üst-insan fikri, Martin Heidegger ve Jean-Paul
Sartre gibi varoluşçu filozoflar üzerinde olağanüstü etkiler bırak
mıştır.
Akılcılık ve aydınlanmaya yönelmeyle çağdaşlık ve modern
lik kavramları ülkemizde oldukça karmaşık gözüküyor.
"Türkçede çağdaşlaşma, batılılaşma, sanayileşme terimleri
ne eş manada kullanılan modernleşme, batılı toplumların dışın
da kalan diğer toplumların, batılı toplumların sağladıkları geliş
mişlik düzeyini model alarak girdikleri değişim sürecini tanımla
mak için, yine batılı toplumbilimciler tarafından oluşturulmuş
bir kavramdır. Modernleşme ile Avrupa da uzun yıllar boyunca
ve iç dinamiklerin etkisiyle siyasal, toplumsal kültürel ve ekono
mik gelişmelere dayalı olarak, kendiliğinden oluşan bir değişim
süreci ve bunun sonrasında oluşan yeni toplumsal hayat ve ör
gütlenme biçimleri tanımlanır. Burada eskiye karşı çıkılarak, on
dan uzaklaşma ve yeni olana yönelme anlayışı hakimdir." 134
"Latincede moda 'tam şimdi, bugüne ait' anlamına gelmekte
dir. " 1 35
"Modernleşme fikrinin temelinde yer alan ve Rönesans'a ka-
134 Kongar, Emre, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, Remzi Kita
bevi, İstanbul, 2004.
135 Türköne, Mümtazer, Siyaset, s. 484, Lotus Yayınevi, Ankara, 2003.
132
dar götürülebilecek bir özellik olan sekülerleşme skolastiğin bir
eleştirisi ve dinsel önceliğin, bilimin ve aklın yol göstericiliğine
devredilmesidir. Arbk din, toplumun temelinde baş öge olarak
yer almayacaktır. Sekülerleşmeyle beraber toplumsal yaşamın
temellerinin yalnızca bilimsel temeller olabileceği kabul edilme
ye başlanmıştır. Laikleşmiş modern toplumun başlıca iki özelli
ği, çoğulculuk ve bireyciliktir. Çoğulculuk toplumun değişik halk
kesimlerinden oluşmasına ve bunların uyum içerisinde aynı
haklara sahip vatandaşlar olarak yaşamasına dayanır. Bireyci
likle ise kişi, kendi yaşamından sorumlu ve kendi yaşamını yön
lendiricidir. Bireyin özgür ve bilinçli olması kendi yaşam biçimi
ni tayin hakkını sağladığı gibi başkalarının da hakkına saygıyı ge
rektirmektedir. İnsanı merkeze alan bireycilik, insan hak ve öz
gürlüklerini temel amaç olarak görmektedir. Laik toplum düzeni
temeline dayalı olarak inanç, düşünce ve ifade hürriyetine yer
veren modern demokratik düzenler, her inanış ve düşüncenin
örgütlenmesine imkan vermektedir."ı 36
" Modernleşme, ekonomiyi, siyaseti, inanç sistemlerini, kül
türü kısaca toplumun tamamını kapsayan toplumsal bir süreç
tir. " 137
Bunun yansımasını İstanbul'da görebiliyoruz. Türkiye'de ör
neğin İstanbul'a her yıl, yanlış toplumsal politikalar sonucu, 400
bin kişi göç etmektedir. Her yıl birçok modern bina inşa edili
yor. Ev aletlerine, konforlu yaşama önem veriliyor. Ancak gö
rüntüdeki bu modernitenin insanların beyinlerine pek yansıma
dığı izlenimi doğmaktadır.
133
BATl'DA AYDINLANMA VE ÇAĞDAŞ FELSEFE
Aydınlanma dönemi çağdaş felsefenin temelini oluşturabile
ceğini ileri sürebileceğimi� Rönesans felsefesiyle başlar denebi
lir. Aynı dönemde bizde, Osmanlı'da ilim ve bilimde ve felsefe
de geriye dönüş veya geriye gitme, Farabi'nin akılcılığından
uzaklaşma başlarken Avrupa'da akılcılığa yönelmeyi izliyoruz.
Rönesans felsefesiyle gizemciliğe, teolojik ve skolastik düşünce
ye bir karşı çıkış görülür. Bu dönemden sonra düşünmeye
önem veriş eleştirisel düşünce, otorite ve geleneğe karşı başkal
dırı söz konusudur. Avrupa'da kiliseyle devlet arasındaki çatış
ma devletin ağırlık kazanmasıyla kendini belli eder. Aydınlanma
düşüncesi kendisinden sonra gelecek dört temel devrime yol
açacaktır. Bunlardan ilki bilimsel devrimdir. Bilimsel devrimi
ise Newton adında bir fizikçi başlatmıştır. Newton fiziği tabiat
olaylarının neden-sonuç ilişkilerine oturtarak, bunları belirli ka
nunlara bağlamış, bu da tabiattaki değişimleri tanrının iradesine
dayandıran Hıristiyan teolojisini temelden sarsmıştır. Bilimsel
devrimle, Tanrı ve melekleri tarafından yönetilen bir doğadan,
kendini düzenleyen bir doğa anlayışına gelinmiştir.
Kant "ne bilebiliriz? Ne yapmalıyız? Neye inanabiliriz?" diye
soruyor. Modern felsefenin kurucusu diyebileceğimiz Rene
Descartes, "felsefe bize her konuda gerçeklik çerçevesinde fikir
yürütmemizi öğretiyor" diyor.
Aydınlanmanın yol açtığı bir diğer devrim ise siyasal devrim
dir. Siyasal devrimle birlikte, demokrasi akla uygun tek yönetim
biçimi olarak belirecektir. Buradan itibaren demokrasi modern
devletin en temel unsuru olacaktır. Burada önemli olan iktidarın
temelidir. Bu temel ise sadece halka dayanmakta ve akla uygun
olmaktadır.
Aynı dönemde Osmanlı'da ise 151 Tde Mısır'ın fethi sonra
sında Kahire ve Mekke'den payitaht İstanbul'a gelen Arap ule
mayla birlikte Osmanlı'da Farabi ve İbni Sina'nın akılcığı yerine,
Molla Fenari'nin mantıkçı felsefesi yerine Batı'daki kilise türü
1 34
muhafazakar tutucu görüşler felsefe dünyamıza hakim olmuş
tur.
Avrupa'da kilisenin insanlar üzerindeki otoritesi zayıflarken
ve insanlar birey olma yoluna girerken bağımsız düşünce felse
fede yer etmeye başlamıştır.
Bu değişim içinde yeni akımlar, metafizik düşünceler yerine
evreni dünyanın gizemini anlamak için gözlemler ve onların so
nuçları üzerinde mantıksal bir felsefeye yöneldiler.
Çağdaş felsefenin temeli veya ruhu şüphesiz Aydınlanma dö
nemiyle başlamıştır denebilir. Bu bağlamda yeniçağ tarihi diye
ceğimiz dönemde mutlak otoriteye karşı eleştirisel bir düşünce
nin yükseldiğini görüyoruz. Özgürlük istemleri bu düşünce ve
felsefi uyanışın Aydınlanma'ya giden temeli olarak görülebilir.
Demokratik düşünce tarzı ve o yönde kurumsal eğilimler,
hak eşitliği, sosyal adalet, bireycilik ruhu bu dönemden itibaren
önem kazanır denebilir. Çağdaş felsefenin bilgi kaynağında akıl
cı düşünceyi görüyoruz. Vahiy veya otorite yerine bilgiye daya
nan akılcılık söz konusudur. Bugün bizim toplumumuza baktığı
mızda 21. yüzyıl başında toplumun bireylerinin birçoğunun iç
güdüsel ve mistik bir tutum içinde, bilgi ve akılcılık dışında ka
rarlara vardığını görüyoruz. Eylül 2010'da ülkemizde gerçekleş
tirilen referandum öncesi değişik TV kanallarında yapılan söyle
şiler çok ilginçti. Canlı yayında bireylerin verdiği cevaplar; evet
veya hayır yönünde, hiçbir mantık ve menfaat çerçevesinde ol
madan 500 yıl öncesinin Avrupalısı gibi hislere, içgüdülere da
yanan mantık ve akıl dışı cevaplar felsefi düşünce açısından he
pimizi düşündürmelidir. Yani akıldan, bilgiden fazla sezgiyle in
sanların karar verdiklerini izliyoruz.
Kuşkuculuk ve gizemcilik görgücülük veya akılcılık alanları
na kaynak olmuştur. Bilim reformcularının başında gelenlerden
Francis Bacon skolastik felsefeye, antik otoriteye Aristoteles ve
antik Grek felsefesine karşıdır.
"Çağdaş felsefe, bilgi kazanımı konusunda insan zihninin gü-
135
cüne olan inanç ile başlar; şimdi bu konuda yalnızca şu sorular
çözüm beklemektedir: Bilgi hangi yöntemle elde edilebilir ve
onun sınırları nereye kadar uzanmaktadır?" l 38
20. yüzyılın diğer önemll bir felsefi akımı varoluşçuluktur.
Varoluşçuluğun anlamı teknik felsefeye olan katkılarında değil,
çağdaş kültürün egemen ruhu için bir söylem niteliğinde olma
sında yatmaktadır. Varoluşçuluk için tüm insanları hiçliğe indir
geyen bir nihilizm yani "hiççilik" felsefesi de denebilir. Diğer bir
açıdan bakarsak varoluşçu felsefe günümüzün kültürel buhranı
na bir tür yanıt niteliği taşımaktadır da denebilir.
Heidegger varoluşçuluğun da temel sorunu insanın yaşam
ve varlıkta yoğunlaşmış olarak, onun zaman içinde ve tarihte
gösterdiği karakterini göz önünde bulunduran varlık sorunudur
der. Jean Paul Sartre, Heidegger'in öğrencisi olarak Alman varo
luşçuluğunun etkisi altında kalmıştır. Sartre'a göre varoluşçuluk
uyumlu bir Tanrıtanımazlık konumunun tüm sonuçlarını ortaya
koyma çabasıdır.
Çağdaş felsefenin en önemli gelişimlerinden biri gerçekçili
ğin 20. yüzyılda yeniden dirilmesidir. Bilindiği gibi modern felse
fenin başlangıcında gerçekçilik, idealizm, görgücülük ve ussalcı
lık görüşlerine karşı bir geleneğe oturamamışbr. Kant'ın eleştirel
idealizmine Hegel ve Bradley'in mutlak idealizmine Almanların
yeni Kantçıları karşı çıkmışlardı.
Santayana'nın bilgi kuramı kuşkuculuk, sezgicilik ve eleştirel
gerçekçiliğin bileşimidir. Onun kuşkuculuğu radikaldir ve Des
cartes'ın kuşkuculuğundan daha da fazladır.
Günümüzde bilimin gelişmesi felsefenin gelişiminde etkili ol
muştur. Bu etki iki yöne doğru gitmiştir. Bir tarafta gerçekçilerin
bilimsel kavram ve kuramları fiziksel nesnelerin varlığını ortaya
koymaya çalışan gerçekçi bir bilgi kuramı ile doğalcı metafiziği
birleştiren bir yaklaşım ortaya koymaktadır. Beri yanda olgucu
138 Thilly Frank, Çagdaş Felsefe, izdüşüm Yayınları, s. 2 17, İstanbul, 2007.
1 36
ve görüngübilimciler bilimsel kavram ve kuramların gelenekler
olduğu konusunda diretmektedir. Metafiziğe karşı kuşkuludur
lar.
Çağdaş felsefenin gerçekçi olmayan eğilimleri çok sayıda
farklı öğreti şekillerini temsil eder. Bunların tümü bilim ve felse
fenin gerçekçi iddialarını reddetmede uyum içindedir. Fakat öte
yanda bilimsel ve felsefi kavram ve kuramların mantıksal ve bil
gi kuramsal durumları konusunda farklı görüşe sahiptirler.
Çağdaşlaşmanın en önemli olgusu özgürlüktür denebilir. Öz
gürlük, bilindiği gibi hukuk ilkeleri çerçevesinde, bir başkasının
istediği gibi yaşamasına engel olmayacak şekilde, kişinin istedi
ği gibi yaşamasıdır.
Osmanlı toplumunda kişisel özgürlüklerin o dönemin Avru
pa'sının çok gerisinde olduğunu herhalde herkes kabul edecek
tir. Günümüzde, 2011'de Libya, Mısır, Tunus gibi Müslüman Or
tadoğu ülkelerinde halkın hükümetlere karşı ayaklanmasının ze
mininde, bazıları tarafından basında ileri sürülen iddialar yanın
da, şüphesiz insanların kişisel özgürlüklerinin çağdaş dünyaya
göre çok fazla kısıtlanmış olması vardır. Bu konuda petrol, yani
enerji sömürüsü etkenini unutmamak gerek. Maturidi, Gazali
karşıt düşüncelerinin, 16. yüzyıl sonrasındaki Osmanlı dönemin
de, gerici-ilerici veya çağdaşlaşma-taassup çatışması halinde
sürdüğünü izleyebiliyoruz.
Osmanlıdaki veya Türk toplumundaki çağdaşlaşma ve taas
sup çatışmasını ve bütün evrelerini anlatan birçok yayın bulu
nuyor.
Son yıllarda süregelen laiklik ve 163. madde tartışmasına ya
zar Çulcu kitabında tarihten bir boyut getiriyor. Osmanlı İmpa
ratorluğu'nu kemiren iç karışıklıklara neden olan çağdaşlaşma
ve taassup çatışmasıdır denebilir. "Batı'da üstün teknoloji, ya
şam biçiminin oluşturduğu 'tüketim-üretim' dengesini yakalama
zorunluluğunun doğal sonucuydu. Osmanlıların İslami yaşam
tarzı ile Batı yaşam tarzı çelişiyordu. 18. ve 19. yüzyılda Osman-
1 37
lılar yaşam biçimi bakımından özgür degildi. İttihat ve Terakki
kadroları sadece siyasal baskılara değil, dinsel yasaklara karşı
da direniyordu. Zaten ülkenin tamamı 'IV1emalik-i Osmaniye' ya
ni Osmanlı soyunun malı değil miydi? Sağlık, egitim, seyahat,
sosyal güvenlik gibi temel hizmetlere de gerek yoktu." 139
Halbuki 1850'lerde Almanya'da Hindenburg yukarıda degin
diğimiz sosyal devlet yapısını işler hale getirmiştir. İngiltere,
Fransa gibi diğer sömürgeci sanayi ülkeleri bir taraftan dünyayı
sömürürken diğer taraftan kendi sanayi işçisine birtakım sosyal
haklar vermiştir.
Çağdaş dünyaya yön veren hızlı degişiklikler birçok sorun
getirdiği gibi, örneğin çevre sorunu, nükleer kazalar veya nükle
er tehdit, sosyokültürel, ekonomik ve siyasi değişimler gibi, bi
reyleşirken insanların yalnızlaşması bugün insanın cevaplandı
ramadığı birçok soruyu da ortaya koymuştur. Yenilikler öyle
hızlı ve hareketli olmaktadır ki, felsefi düşünce bu değişiklikleri
önceden kestirememektedir. Buradan da, hatta bazı düşünürle
rin de müdafaa ettiği "felsefenin tükenmesi", "felsefenin sonu
nun gelmesi" gibi tutarsız fikirler yaratılmıştır. Teknolojik uygar
lığın gelişmesi eski toplumsal ideallere yeniden bakılmasını, ye
ni insani değerlerin ve dünya görüşünün aranmasını gündeme
getirmektedir denebilir. Felsefi düşünce karşısında yeni açılım
lar, onu daha hareketli ve daha hızlı değişken olmaya sevk et
mektedir. Çağdaş felsefe artık "ebedi hakikati" bulma iddiasında
değildir ve günümüzde daha pragmatik karakter almıştır. Bu açı
dan bakmaya çalışırsak, felsefe insana kendi yaşamını anlamayı,
dünyada kendi yerini bulmayı ve gerçek işlevi olan "düşünme
yi" öğretir.
Çağdaş zaman milli felsefeler için de yeni sorunlar yaratıyor.
Küreselleşmenin değişik medeniyetleri hızla birbirine yakınlaş
tırması, bununla beraber milli medeniyetleri tehdit altına alma-
138
sı binyıllardan süzülüp gelen Türk medeniyetini korumak, dili,
edebiyatı, tarihi, felsefesi, halk sanatıyla dünyaya tanıtmak ge
rekliliğini ortaya koyar. Bu açıdan "Türkler felsefe yaratmamış
lar" mitini boşa çıkarmak için, bir taraftan Türk dünyası felsefe
si tarihinin araştırılması ve bu felsefenin dünya medeniyetine
katkısının yüzeye çıkarılması; diğer taraftan ise, çağdaş milli fel
sefi düşüncenin yönlerinin belirlenmesi ve milli felsefe yaratıl
ması Türk dünyası felsefecilerinin karşısında duran önemli gö
revlerdir.
Felsefenin analitik görevi kuşkusuz sürüp gidecektir. Felsefe
için felsefi kavramların ve felsefi anlamların açıklanması çözüm
lenmesi görevi de sürüp gidecektir. Batı'da felsefenin gelişmesi
bireyin haklarının korunmasını sağlayan gerçek demokratik bir
ortam ortaya koymuştur denebilir. En azından kendileri için...
CU M H U RiYET
139
Aynı şekilde Padişah Vahdettin'in İstanbul'dan işgalci düş
man İngiliz savaş gemisine binerek gitmesi, kaçması veya başka
bir deyişle götürülmesi halkın cumhuriyeti kolay kabul etmesi
ni sağlamıştır.
Bu gelişmeler Türkiye'de felsefi düşünce alanında da yenilik
lere, ablımlara neden olmuştur. " Ne olursa olsun Bab düşünür
leri şu noktada birleşiyorlar ki, düşüncenin, vicdanın ve kale
min bağımsız olması, ilmin ilerlemesi için gereklidir. Ve sosyal
ilerlemeyi sağlayacak tek vasıta ilimdir." 140 Felsefi düşüncenin
gelişmesi, düşünür ve yazarların gelişmiş yeni düşünceleri top
luma aktarabilmeleri ancak özgürlük ortamında olabilir.
"Çağdaş insan kendisi için istediği tüm şeylerin herkesin de
hakkı olduğunu bilir. Hukukun üstünlüğüne, eşitliğe, laikliğe, so
rumluluk taşımaya, çalışarak üretime kablmaya öncelik tanır. İn
san onurunun en büyük değer olduğuna inanarak varlığını sür
dürür ve bu ilkelerle donanmış insanlarla el ele vererek çağdaş
bir topluma ulaşmayı hedefler. Bu bağlamdan olarak çağdaşlık bi
limin ve uzmanlığın yol göstericiliğini, planlamayı, birbirini sabır
la dinlemeyi, başkalarının görüş ve düşüncelerine sabır göster
meyi, birlikte üretmeye ve paylaşmaya yatkınlığı, yaratıcı yapıcı,
soran değil çözüm üretici ve sonuca ulaşmak için eylemli, sabır
la emek veren insanları ve onlardan oluşan toplumu anlabr." 141
Avrupa'da "Aydınlanma" 18. yüzyılda başlıyordu. Hatta bu
gelişimin temelleri 15. yüzyıldır da diyebiliriz. Çünkü Avrupa'da
din felsefesinin ağırlıklı olduğu eğitim yerini aklın, akılcılığın ha
kim olduğu ilime dayalı bilimsel eğitime ta 15. yüzyılda yöneli
yordu. 1784'te filozof Immanuel Kant'a sorulan bir soru ve ceva
bı ilginçtir: "Şimdi aydınlanmış, aydınlık bir dönemde mi yaşıyo
ruz?" Kant'ın cevabı şöyleydi: "Hayır, aydınlanmakta olan bir
140 Dr. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, s, 203, Remzi Kitabevi, İstanbul,
1970.
141 Saylan, Türkan: Cumhuriyet'in Bireyi Olmak, Cumhuriyet Kitapları, s.284, lstan
bul, 2003.
140
dönemde yaşıyoruz." Acaba Kant bugün Türkiye'ye gelse ve ay
nı soruyu sorsalar, bizim için ne der? Cumhuriyetin ilk yılları ile
21. yüzyılın başı olan yaşadığımız günlerin Türkiye'sini aydın
lanma açısından karşılaştırsa acaba ne der? Okuyucu bu soru
nun cevabını herhalde Kant'tan daha iyi değerlendirecek ko
numdadır diye düşünebiliriz.
Daha 19. yüzyılda Avrupa'ya giden Osmanlı aydınları "Ay
dınlanma"yı tanıdıkça onun ilerici, çekici güzelliğine kapılıyor
du. Aydınlanma felsefesi ancak bunu anlayabilen az sayıdaki
Türk tarafından kabulleniliyordu. Ancak Osmanlı'da Aydınlan
ma felsefesinin yeşereceği bir ortam olmadığı için bu felsefi dü
şünceye kapılan az sayıdaki Türk aydını "Jön Türk" olarak ad
landırılıp toplum tarafından bir şekilde dışlanıyordu denebilir.
Çünkü "Aydınlanma" felsefesi Avrupa'da sınıfsal bir temele, sa
nayi burjuvasına dayanıyordu.
Bugün Türkiye'de gerçek anlamda bir aydınlanmanın ger
çekleşememesinin nedeni, ekonomik altyapının oluşamaması,
gerçek anlamda okuryazar bir burjuva sınıfının, geniş bir orta sı
nıfın oluşmaması, yani gerçek bir ortam olamamasıdır. Halkın
geri kalmışlığı söz konusuyken, Aydınlanma felsefesinin Cum
huriyet devrimleriyle iyi niyetle de olsa yukarıdan gelmesi so
nucu, geniş ve cahil halk kitleleri Aydınlanma felsefesi çerçeve
sindeki gelişmeleri hazmedememiştir diye düşünebiliriz.
Aydınlanmaya giden yolda ekonomik ve toplumsal olarak or
ta sınıfın çoğalması gerektiği ileri sürülmektedir. Cumhuriyetten
sonra sayısı biraz artan, orta direk de denen orta sınıf Özal'dan
sonra ekonomik değişim içinde görülmüştür. 2011'e gelindiğin
de, son yıllarda orta sınıfın eridiği, zenginle fakir sayısının arttığı,
sosyal adaletin giderek halk kitleleri için bozulduğu görülüyor.
Unutulmamalı ki Cumhuriyet kurulduğunda bugünkü harfler
kabul edilmeden önce halkın ancak % 10'u okuma yazma biliyor
du. Yani cahillik gerçekten yaygındı. Bugün ise 70 küsur milyon
luk Türkiye'nin kadın nüfusunun %20'si ne yazık ki hala okuma
1 41
yazma bilmiyor. Diğer bir deyişle, günümüz Türkiye'sinde 5 mil
yon kadın cahil konumunda bırakılmış. Şu felsefe bu felsefeden
söz ederken kadınların bu kadar geri bıraktırılmış olması, toplu
mu yöneten gelmiş geçmiş tüm siyasiler açısından utanılacak
bir durumdur. Demokrasi tekerlemesi haline gelmiş bir söyleme
göre, "her toplum layık olduğu siyasi sistem, hükümet ve de
mokrasiyle idare edilir" deniyor. Herhalde bilenler ve söyleyen
ler bu düşünceyle bir felsefeyi yansıtıyorlar diye düşünebilir
miyiz acaba? Ne dersiniz?
Cumhuriyetle beraber oluşan yeni düşünce sisteminde Ke
malist laikliğin mantığını yazar Bülent Tanör şu şekilde ifade edi
yor: "Kemalist stratejinin mantığı üç unsurda kendini belli eder;
Devleti laikleştirmek ve toplumu dünyasallaştırmak, yani sekü
larize etmek, devletin dinsel alanı denetlemesini sağlamak. Do
layısıyla, bu stratejinin esası dini bireysel inanç düzeyine indir
meye dayalıydı. Din, yalnız siyasal alanda degil, toplumsal ya
şamda da bir iddia, bir etki sahibi olmamalıydı." 142
Cumhuriyetin felsefesini anlamak veya cumhuriyete nasıl ge
lindiğini kavramak için verilen Kurtuluş Savaşı mücadelesini öğ
renebileceğimiz en önemli yapıt şüphesiz Nutuk'tur. Yakın tari
himizi ve cumhuriyetin felsefi düşünce yapısını anlayabilmek
için herkesin mutlaka Nutuk'u yani Söylev'i okuması gerekir.
Gerçeklerin olduğu gibi birinci ağızdan anlatıldığı çok önemli bir
belge ve yapıttır.
Cumhuriyet devrimleri içinde yapılan kanunlar içinde eği
timle ilgili olan "Tevhid-i Tedrisat Kanunu" çok önemli idi. Dev
rimci, ilerici bir felsefe getiriyordu.
Hilafetten sonra bir değişim olan cumhuriyet şartlar gereği
mi bu tür bir düzenlemeye gitmişti, yoksa Tanör'ün yukarıda
yaptığı değerlendirmede belirtildiği gibi arkasında katı bir siyasi
felsefe mi vardı?
142 Tanör, Bülent, Türk Sistemi Siyasal İslam Karşısında; Server Taııilli, Türkiye'de
Aydınlanma Hareketi (adlı kitap içinde) s. 63, Alkım Yayınevi, İstanbul, 2006.
1 42
Cumhuriyet kurulduğunda yukarıda da değindiğim gibi, hal
kın sadece % 10'u okuma yazma biliyordu. Kurtuluş Savaşı son
rası yeni kurulacak devletin yapısı konusunda bir referandum
yapılsaydı, acaba halk nasıl bir karar alırdı? Sadece % lO'u okur
yazar olan bir toplumun acaba böyle bir karar verebilecek kapa
sitesi var mıydı?
Cumhuriyetle beraber eğitim seferberliği başlatılmış, "Halk
Evleri" açılmıştır. Tabii ki bazı kesimlerdeki yenilikçi çabalarla
Türkiye, çağdaş düşünce ve felsefeyi yakalamaya uğraşıyordu.
Bu bağlamda 1928 Ocak'ında Ülken ve Servet Berkin'in kurduğu
Türk Felsefe Derneği'ni görüyoruz. Çağdaş düzeyde felsefe bö
lümünün 1936'da üniversitede kurulduğunu biliyoruz. 1933'te
başlayan üniversite reformu ve o yıllarda Hitler'in faşist rejimin
den kaçan dünyaca ünlü çok sayıda bilim adamının Türkiye'ye
gelmesi Türk felsefi düşüncesini etkilemiştir. "Adcılığı, olgucu,
pozitivist temellere dayandırarak bilgi kuramı açısından ele alan
Alman felsefecisi Ernst von Aster ve kendisinden önce bu yolla
Türkiye'ye gelen Walter Kranz ile Husserl'in fenomenolojik yön
temini inceleyen ve 'Yeni Ontoloji' akımının kurucusu olan Ni
colai Hartmann'ın Türk üniversitelerinde felsefe geleneğinin
yerleşmesinde önemli katkıları olmuştur." 1 43
Cumhuriyet kurulduktan sonra çıkan ilk felsefe dergisi
1927'de yayımlanan Felsefe ve İçtimaiyat Mecmuası'dır. Kuru
cuları Mehmet Servet ile Hilmi Ziya'dır. Cumhuriyet sonrası
Türk felsefesi gelişirken, Anadolu felsefesi çizgisinde Sabahattin
Eyüboğlu, Azra Erhat, Cevat Şakir ortaya çıktı, onlarla hümanist
düşünce yayıldı. Macit Gökberk, Halil Vehbi, Mazhar Şevket,
Nusret Hızır, Haydar Rıfat, Ziyaeddin Fahri, Nermi Uygur, Taki
yettin Mengüşoğlu, Bedia Akarsu, Hüseyin Batuhan, Önay Sö
zer, Cemil Meriç, Erol Güngör, Teoman Durali, İsmail Tunalı,
143 Günay, Mustafa, Cumhuriyet Döneminde Felsefe Tarihçiliği, s.34, 39, T.C. Kül
tür Bakanlığı Yayınları No 3034, Ankara, 2005 .
143
Necla Arat, Mazhar Şevket, Suut Kemal, Afşar Timuçin, Orhan
Hançerlioğlu, Selahattin Hilav, Bedrettin Cömert yeni akımları
tanıttılar. Demokrasi döneminde Marksist felsefenin bütün kla
sikleri tercüme edildi, Varoluşçuluk, yeni pozitivizm, yeni He
gelcilik, yeni Kantçılık ve postmodernizmin düşünürlerinin
eserleri Türkçeye kazandırıldı. Son yıllarda Ankara'da kurulan
Liberal Düşünce Topluluğu liberal felsefenin temsilcilerini Tür
kiye'ye tanıtma çabasına girdi.
Cumhuriyetle başlayan eğitim ve aydınlanma seferberliği so
nucu köylüyü de eğitmek için Köy Enstitüleri kurulmuştur.
Akılcılığı yeniden Türk toplumuna kazandıran Mustafa Ke
mal Atatürk 20. yüzyılda Türkiye'yi kuran ve yönlendiren bir as
ker ve devlet adamı olma niteliğinin dışında şüphesiz geçen as
rın en büyük Türk düşünürüdür.
Atatürk hakkında binlerce kitap ve yazı olduğundan, burada
kısaca bazı önemli felsefi noktalara değinmekle yetineceğim.
Türk felsefi düşünce dünyasını kökünden değiştirmiştir. Bugün
Batı'dan, Doğu'dan ve diğer yönlerden fikirlerine yapılan saldı
rıların nedeni şüphesiz bu yeni felsefi düşüncedir.
Atatürk'ün en önemli özelliği Türkiye'ye "akılcılığı ve bilim
ciliği" getirmesidir. Atatürk'e en büyük zarar verenler "Atam
sen kalk ben yatanı" türünde söylemlerle onu ve neler yapmak
istediğini halka anlatamayanlardır. O belki de Farabi'den sonra,
yüzyıllar sonra akılcılığı ve Sultan il. Abdülhamit Han'dan sonra
bilimi gerçek anlamda ülkemize getirmiştir denebilir. Bu çok
önemlidir. Günümüzde her bakımdan ilerlemiş ve dünyada söz
sahibi ülkelerin "akılcılık ve bilim" yoluyla geliştiklerini görüyo
ruz. Bireysel özgürlüklerin kimse tarafından rahatsız edilmeden
yaşandığı, parasal yaşam düzeyinin çok yüksek olduğu, demok
rasi ve hukukun üstünlüğü kavramlarının gerçekleşebildiği ül
keler akılcılık ve bilime değer ve önem veren ülkelerdir.
Atatürk'ü anlamak, akılcılık ve bilimle gelişmeye yönelmek
tir. Artık bu gerçeği kavrayıp, "vatan, millet, Sakarya" edebiya
tından ve arkasından hiçbir girişimin yapılmadığı hamasi nutuk-
1 44
!ar atmaktan kurtulmalıyız. Çünkü bazı yazarların iddialarına gö
re akılcılık ve bilimin önemini halk kitleleri anlayamayınca, din
sömürüsü yapan kasaba siyasetçileri halkı, kolay oy alabilmek
için, karanlığa, hurafeye, cahilliğe ve Cahiliye Devri'ne çekmeye
çalışmaktadır.
Cumhuriyeti kuranların, düşman orduları tarafından işgal
edilmiş Türkiyemizi ne şartlar altında, nasıl kurtardıklarını hepi
miz biliyoruz. Bu yolda kaybettiğimiz binlerce şehidimizi ve ga
zilerimizi hepiniz inşallah unutmamışsınızdır.
Türkiye'nin çağdaş ülkeler düzeyine gelmesi için Atatürk'ün
cumhuriyeti kurduktan sonra yaptıklarını da hepimiz biliyoruz.
Burada fazla bir şey ilave etmeye gerek yok diye düşünebiliriz.
Fakat Atatürk'ün yazdığı Nutuk'u l 44 herkesin okumasını önere
biliriz. Belki birçoğumuzun vakti yoktur fakat bu eserin cumhu
riyetin felsefesini yansıttığı söylenebilir.
Türkiye'ye hiç gelmemiş olan ABD'li Prof. Arnold Ludwig,
King of the Moiıntain adlı kitabında, 20. yüzyılda tüm dünyada
ülke yönetmiş Abdülhamit'ten, Mao'dan Roosevelt'e, De Gaul
le'den Nehru'ya, Churchill'den Hitler'e, Mussolini'den Mande
la'ya, Stalin'den Nasır'a ve Arafat'a, 2 bin kadar lider hakkında
ki 18 yıllık araştırmasının sonucunda, 377 adet belli başlı devlet
adamı tespit etmiş ve onlara 200 kadar değişik kıstasa göre,
l'den 3 l 'e kadar puan vermiş. PGS (Political Greatness Scale)
olarak tanımladığı bu sıralamada, örneğin, en çok Roosevelt ve
Mao 30'ar puan almışken, Nehru 25, Churchill 22, Golda Meir 12,
Fide! Castro 23, Lenin 28, Humeyni 23, Kennedy 15 puan al
mış. 145
Bir lider, 31 puanla ve "visionary", yani ileri görüşlü, vizyon
sahibi sıfatıyla, 20. yüzyılın gelmiş geçmiş en büyük devlet ada
mı unvanına hakkıyla layık görülmüş. O da Mustafa Kemal Ata-
1 45
türk! Ne yazık ki, ne basınımız ne halkımız ve özellikle yeni ne
siller bu müthiş önemli gerçegin farkında.
Bizim millet sanki bazen uyuma illetine yakalanıyor diye dü
şünenler var. Uyutulmamızı artık olagan karşılıyoruz. Fakat
uyursak suç bizde olur. Orhun Anıtları boşuna dikilmemiş. Tari
hin derinliklerinde de uyutulmuş ve uyumuşuz. Orhun Kitabe
leri'ni de okumamızda uyanabilmemiz için fayda var diye düşü
nebiliriz.
Bakınız Kemal Atatürk'ün bizler, yani millet hakkında düşün
dükleri çok açık: "Biz dogrudan dogruya milliyetperveriz. Türk
milliyetçisiyiz. Cumhuriyetin dayanagı Türk topluluğudur. Bu
toplulugun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o top
luluga dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur. Biz esasen
milli mevcudiyetin temelini milli şuurda ve milli birlikte görmek
teyiz. Türk milliyetçiligi içtimai heyetinin hususi seciyesini, baş
lı başına müstakil hüviyetini mahfuz tutmaktır." 146
Şimdi okuyucuya sormak istiyorum: Atatürk öldükten sonra
Türkiye'nin vizyon dedikleri "ülküsü" yani bir siyasi felsefesi ol
du mu? Veya olmasına müsaade ediliyor mu? Yoksa siyasetçile
rin aklına geliyor mu? Siyaset sanki rant paylaşımı şeklinde algı
lanıyor diyenlere ne demeli?
il. Dünya Paylaşım Harbi'nde Milli Şef ve Cumhurbaşkanı İs
met İnönü ve hükümetleri tenkit edilirken, üzerinde en çok du
rulan önemli olaylardan birisi de, adına "Turancılık" veya
"Türkçülük-Turancılık olayı" denilen düşünce akımı. Türkçüler
den edebiyat ögretmeni Nihal Atsız'ın Başbakan Şükrü Saracog
lu'na yazdıgı iki açık mektup sonucu, mektuplarda kendisine ko
münistlik suçlamasıyla "vatan hainligi" isnadında bulunan Saba
hattin Ali'nin Atsız aleyhine dava açmasıyla "Atsız-Sabahattin
Ali yargılaması" denilen olaylar zinciri yaşanmış, bunlar bazıla
rı tarafından "İnönü ve hükümetlerinin kendi insanlarına zul
mü" olarak degerlendirilmiştir.
146 Türkdoğan, Prof. Dr. Orhan, Kemalist Sistem ve Sosyolojik Yapısı, s. 505.
1 46
"İşin ilginç yönü Türkçülük-Turancılığın başlangıçta, Alman
lar galip gelecekler, bundan faydalanarak Türk Birliği'ni kuralım
gerekçesiyle devlet adamları tarafından da gizli-açık teşvik edil
mesi olmuş, 1944'ün başında Almanya yenilip, Sovyet Rus
ya'nın galibiyeti iyice ortaya çıkınca, bu sefer de 'Rusya'ya ya
ranmak' için denilerek Türkçü-Turancıların yargılanarak ceza
landırılmaları cihetine gidilmiştir." 147 Düşünce akımlarının dış
siyasi gündeme göre yönlendiği söylenebilir.
Türkiye'de felsefeyle ilgili çalışmalarda yakın zamanda dik
kat çeken diğer önemli bir kuruluş 1974'te faaliyete geçen Türki
ye Felsefe Kurumu'dur.
Cumhuriyetin felsefesinde yatan en önemli unsurları şöyle
sıralayabiliriz: Cumhuriyetle beraber devleti laikleştirmek, top
lumu ümmetten millete dönüştürmek, yani toplumu dünyasal
laştırmak, seküler bir hale getirilerek devletin dinsel alanı denet
lemesini sağlamak. Bu şekilde dini bireysel inanç düzeyine in
dirmeye çalışmak. Bunu Fransız ihtilalinden sonra kilisenin ge
tirildiği konumla kıyaslayabiliriz. Daha açıkça söylemeye kalkar
sak, dinin vicdani, kişisel bir inanç olgusu olması, toplumsal ya
şamda etki sahibi olmamasının öngörülmesi denebilir. Akıl ve
akılcılık ön plandadır. Bu bağlamda Diyanet İşleri Başkanlığı ku
rulmuştur. Bu kurum Sünnilerin dini gereksinimlerine cevap
vermeye çalışırken, Aleviler bu devlet örgütünde kendilerine
yer bulamamışlardır denebilir. Bu sıkıntı günümüze. kadar gel
miştir.
Akılcılıktan, aydınlanmadan söz ederken geçmişte felsefi dü
şünceyi şekillendiren dini akımlara kısaca değinmek gerekebilir.
"Bir Türk felsefesi var mıdır?" sorusu cumhuriyetin kuruldu
ğu yıllarda da irdelenen bir konu oluyordu. Eğitimci, düşünür
ve yazar İsmail Hakkı Baltacıoğlu bu konuda 1943'te yayımladı-
147
Hilmi Ziya Ülken. Macit Gökberk. Nermi Uygur.
1 48
Bugün Türkiye'de üniversitelerde felsefe bölümünü bitiren
lerin sayısı yılda elli kişiyi geçmiyor. Bunların %80'i liselere öğ
retmen oluyor. Cumhuriyetten sonra felsefe konusunda yazılan
beş yüz civarındaki kitabın dört yüzü tercüme. Acaba günümüz
de felsefeyle uğraşanların, yani felsefe eğitimi almış olanların fel
sefe anlayışı nedir? Neden nüfusumuza oranla felsefeyle ilgili
yeterli kitap yazılmaz?
Halk, devlet felsefeyle ilgileniyor mu veya ilgilenmiyor mu?
Felsefi düşünce, felsefe alanında yaratıcılık olduğuna göre top
lum düşünür yetiştiremiyor mu? Yoksa toptancılık, kabzımallık,
ticaret para getirdiği için bütün düşünürler paraya yönelip felse
fi düşünceyle ilgilenmiyor mu? Aristoteles, Farabi, Descartes,
Mevlana, Kant nasıl düşünür olabilmişti!
Beri yanda günümüz Türk felsefe yazarlarının yazıları yaban
cı dillerde, Bab'da yayımlanıyor. Umarız özgün yazılarını önce
Türkçe yayımlarlar. Türkçenin dünyada en çok konuşulan be
şinci dil olduğunu herhalde her zaman hatırlamalıyız.
Yeri geldiği için Nermi Uygur'un Türkçe ve felsefeyle ilgili
saptamalarına kısaca değinmek isterim: "Felsefe olarak felsefe,
özü gereği, dille, dilde kendini dışa vurur. Buna göre 'Türk felse
fesi' Türkçe, Türkçe ile Türkçede kendini gösteren felsefedir.
Çağdaş bir bütünlük bilinciyle donatılmış olan çağdaş Türki
ye'nin, felsefe alanındaki ürünlerini Türkçe'de yansıtması kadar
doğal bir şey düşünülemez. Türk felsefesinin, Türkçe felsefe ol
ması kadar kendiliğinden anlaşılan bir şey olamaz. Felsefe an
cak böylece Türkiye için bir varlık, Türk kültürü için bir etkinlik
ve yaygınlık kazanabilir. Türk felsefesini 'değerli' kılan ölçek ve
ya ölçekler, belirgin bir şekilde ortaya çıkmalıdır. Buysa hiç ko
lay bir uğraş değildir." 149 "Nermi Uygur, Husserl'de başkasının
'beni' üzerinde çalışmış, özellikle dil ve kültür felsefeleri üzerin
de fikir üretmiştir. Türkçe'nin felsefe yapmaya Almanca'dan da-
149 Uygur, Mermi, Türk Felsefesinin Boyutları , s. 78-79, YKY, İstanbul, 2002.
1 49
ha müsait olduğunu ileri sürmüştür. Türkçe'nin felsefe yapmaya
müsait olması konusunda felsefi tahliller yapan, benzer dil araş
tırmaları yapan bir başka felsefecimiz de Ömer Naci Soy
kan'dır." 150
Günümüzdeki ve daha sonra gelecek düşünürlerimiz özgün
düşünceleri, yeni ürünleriyle Türk felsefi düşüncesine şüphesiz
katkıda bulunacaklardır.
Türkiye'nin gelecegi, düşünürlerin etkisi kadar, siyasete atı
lan, devlet yönetimine soyunanların daha bilgili, donanımlı, kül
türlü, tarihini bilen, düşünür nitelikli, en azından Aristoteles'i,
Farabi'yi okuyup, anlayıp, hazmetmiş yetenekte olmasına baglı
dır diye düşünüyorum. Ne yazık ki son dönemlerde, Sultan il.
Abdülhamit Han ve Atatürk'ten sonra, bir düşünür niteliğinde,
felsefi derinligi olan ve ileri görüşlü bir önderin gelmemesi ülke
miz için talihsizliktir.
Günümüzde Türkiye'de felsefi düşünce ne durumdadır? Yet
miş beş milyonluk bir ülkede acaba düşünürün fazla çıkmama
sı toplumun yapısına mı bağlıdır? Bir açıdan bakınca çok hoşgö
rülü, sevecen bir toplum gibi gözükürken, diger açıdan bakınca
toplumda ve ailede gerçek demokrasi anlayışının tam yerleşme
diği, aile içinde ve sokakta şiddetin çogaldığı, siyasi anlamda
karşı fikirlere tahammülsüzlügün arttığı görünümü var.
Felsefi düşüncenin ve düşünürün gelişip ortaya çıkması için
gerekli özgürlük ortamı yok mu? Kanunlarımıza bakınca bu dü
şünce ortamı var gibi görünüyor. Ancak topluma dönüp baktığı
nızda ne aile içinde ne sivil toplum örgütlerinde ne siyasi parti
lerde ne de toplumun genelinde evrensel düşünce özgürlügü il
kelerine uyan bir özgürlük ortamı tam anlamıyla var. Evrensel
özgürlükleri ve düşünce özgürlüğünü toplum olarak sanki pek
hazmedemiyoruz.
150 Bolay, S. Hayri, Felsefe Dünyasında Gezintiler. s. 26, Nobel Yayııı , İstanbul, 2006.
150
LAi KLi K SOR U N M U ?
Cumhuriyetin çağdaş felsefesinin temel ilkelerinden biri ge
lişmiş ülkelerde olduğu gibi laikliktir.
Laiklik Türkiye Cumhuriyeti'nin özelliklerinden biri olarak
1923'ten beri biliniyor. Ancak son yıllarda bazı devlet adamları
tarafından laiklik ve irtica konularında yapılan uyarılar, laikliğin
veya cumhuriyetin laik anlayışının, sanki bir sorun gibi ortada
durduğu izlenimini veriyor.
Özellikle 1950 seçimlerinden sonra, siyasi partilerin dini söy
lemlerle oy toplamaya soyunması laiklik ve irtica konularını sık
ça gündeme getirmiştir diyenler çıkıyordu. Acaba bu görüş doğ
ru muydu?
Anayasa bağlamında bu konuyla ilgili bazı bakış açıları şöy
le sıralanabilir.
1- Laikliğin birinci unsuru, din ve vicdan hürriyetidir.
Anayasa aynen şöyle diyor: "Herkes vicdan, dini inanç ve
kanaat hürriyetine sahiptir." (Madde 24, fıkra 1 ve 2.)
2- Laikliğin ikinci unsuru, resmi bir devlet dininin bulunma
masıdır.
Laik devlette din, bir kişisel vicdan sorunudur. Devletin res
mi bir dini olmamasının sonucu olarak anayasamızda şu açık
hüküm yer almıştır. "Kimse ibadete, dini ayin ve törenlere katıl
maya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini
inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz."
(1982 Anayasası, madde 24, fıkra 3; 196 1 Anayasası, madde 19,
fıkra 3.)
3- Laikliğin üçüncü unsuru, devletin din ve mezhepleri ne
olursa olsun yurttaşlara eşit işlem yapmasıdır.
Laikliğin bu unsuru da anayasada açıkça yer almıştır: "Her
kes din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin
kanun önünde eşittir". (Madde 1 0, fıkra 1.)
4- Laikliğin dördüncü ve çok önemli bir unsuru, devlet yöne
timinin din kurallarına göre değil, toplum ihtiyaçlarına, akla, bi-
1 51
lime, hayatın gerçeklerine göre yürütülmesidir, dinle devletin
ayrılmasıdır.
Anayasa bu noktada aynen şöyle diyor:
"Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel
düzenini, kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siya
si veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla, her ne suret
le olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sa
yılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz" (Madde
24, fıkra 5.)
5- Laikliğin beşinci unsuru olarak, eğitimin laik, akılcı ve çağ
daş esaslara göre düzenlenmesini sayabiliriz. "Tevhid-i Tedri
sat" (öğretim birliği) ilkesi laikliğin ayrılmaz bir parçasıdır.
Öğretim birliği, 1961 ve 1982 anayasalarında, Atatürk'ün eser
lerini ve ilkelerini ayakta tutmak için mutlaka uyulması ve ko
runması gereken temel yasalar arasında gösterilmiştir. Bu haya
ti konuda taviz verilmemelidir denmektedir.
Anayasanın 42. maddesindeki şu hüküm de laiklikle doğru
dan ilgilidir: "Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları
doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin
gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve
öğretim yerleri açılamaz."
Toplumun felsefi düşüncesinin yansıdığı veya yansıması ge
reken anayasayla ilgili günümüzde de yeni öneriler ortaya atıl
makta ve çekişmeler sürmektedir. Şüphesiz bir darbe anayasası
olan 1982 Anayasası'nın "evrensel hukuk" değerleri çerçevesin
de toplumun gelişme ve mutluluğunu sağlayacak bir şekle so
kulması gerekir diyenler çoğalıyor.
Nisan 2007'de, o zamanki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Se
zer, Harp Akademisi'nde yaptığı veda konuşmasında irtica teh
likesinden söz ederken, laiklik konusunda veya laiklik anlayışın
da ülkemizde bir sorun olduğunu ileri sürüyordu.
Cumhurbaşkanı Sezer'in veda konuşmasından bu konuda
bir kaç cümle:
"Kuruluşundan bu yana cumhuriyetimizi sinsi bir gölge gibi
152
izlemiş olan gerici tehdit, bugün ulaşmış olduğu boyutlarla kay
gıya neden olmaktadır. Türkiye'nin laik düzenini ve cumhuriye
tin çağdaş kazanımlarını hedef alan etkinlikler gerginlikleri arbr
maktadır. Cumhuriyetin anayasada belirtildiği gibi sonsuza ka
dar korunması ve kollanması devletin hak ve görevidir.
Cumhuriyetin temel değerlerine ve anayasal ilkelere inan
mayanların, aydınlanmayı içine sindiremeyenlerin, ülkenin ge
leceğine ilişkin kötü niyet taşıyanların laik, demokratik Türkiye
Cumhuriyeti'ne ve kurumlarına yönelik saldırıları, ulusumuzu
ve devletimizi yolundan geri döndüremeyecektir.
Türkiye'nin siyasal rejimi, cumhuriyet kurulduğundan beri,
hiçbir dönemde günümüzde olduğu kadar tehlikeyle karşı karşı
ya kalmadı. Laik cumhuriyetin temel değerleri ilk kez açıkça tar
bşma konusu yapılmaktadır. İç ve dış güçler, bu konuda aynı
amaç doğrultusunda çıkar birliği içinde hareket etmektedir.
Dış güçler, Türkiye'nin İslam ülkelerine model olabilmesi
için öncelikle siyasal rejiminin 'laik cumhuriyetten', 'demokra
tik cumhuriyet' adı altında, 'ılımlı İslam cumhuriyetine' dönüş
türülmesini öngörmektedir. Ilımlı İslamın çok kısa sürede radi
kal İslama dönüşmesi kaçınılmazdır."
Sezer birilerini vatandaşa şikayet eder gibi konuşuyordu.
Devletin başı aklında bir şeyler var gibi sanki üstü kapalı bir şey
ler söylemeye mi çalışıyordu? Bir sorun vardıysa, kendince ser
zenişte bulunacağına devletin en üst noktasındaki kişi, yani
cumhurbaşkanı olarak neden cumhuriyet başsavcısını göreve
çağırmıyordu? Böyle bir davranışta bulunmadığına göre, önem
li bir değişim veya sorun yok muydu? Cumhurbaşkanı bu şekil
de konuşurken, ertesi günü başbakan, Sezer'in konuşmasında
söz ettiği sorunların hiçbirinin ülkemizde bulunmadığını ifade
ediyordu. Tabii ki vatandaşın aklı biraz daha karışıyordu. Konu
nun siyasi algılanışını siyasetçilere bırakıp, laikliğe genel kav
ramsal açıdan bakalım.
Laiklik sözlük anlamı açısından "Latince 'laicus' sözcüğünden
1 53
gelmekte ve dünya işlerini din işlerinden, dini otoriteden ayrı
olarak ele alma anlamına gelmektedir." 151 Bugünkü hukuki anla
mıyla laiklik, devlet ile din işlerinin ayrılığı ve devletin vicdan ve
din hürriyetinin gerçekleşmesinde tarafsız kalmasıdır. Türki
ye'deki laikliğin diğer bir şekilde ifadesi ise devletin Allah ile kul
arasından çekilmesi ve dinin de devlet işlerine karışmaması ya
ni akıl ile imanın yetki alanlarının birbirinden ayrılmasıdır.
Düşünür Niyazi Berkes'e göre, "laik toplumun kimi özellikle
rini de şöyle özetleyebiliriz: a) Yanılgısız ve kutsal bir üst otori
te yokluğu; b) Toplum kurullarının ve değerlerinin bölüşümlü
ve otonom olması; c) Özel kişi için davranma ve karar verme öz
gürlüğü, yararlık ölçülerine uygun ölçülerin benimsenmesi; d)
Gelenek kavramı karşıtı olarak değişme kavramının üstünlü
ğü." 152
Bugün Türkiye'de yaşanan laiklik sorununu anlayabilmemiz
için, Türk toplumunun bu konuya bakışını, toplumun bu konu
daki evrimini tarihsel boyutlar açısından değerlendirmemiz ge
rekir.
Bugün dünya üzerinde yaşayan birçok Müslüman ülkeye
baktığımızda, Türkiye ve diğer Türk cumhuriyetlerinin Arap ül
kelerine kıyasla daha hoşgörülü bir laiklik sistemi içinde yaşa
dıklarını saptarız. Bu durumun sadece kanunlarla ilgili olmayıp,
İslamiyet öncesi zamanlarda yaşamış Türk topluluklarının Türk
töresi geleneğinden de kaynaklandığı ileri sürülebilir.
Laiklik kavramı, yani din işleriyle devlet işlerinin ayrı tutul
ması, yani başkalarının din ve inancına saygı gösterilmesi konu
su tarihimizin ilk devirlerinden itibaren Türk insanının düşünce
sisteminde görülüyor. Bunu biz, Türk insanının hayata bakış ve
ya yaşam felsefesi olarak gördüğümüz; insanımızın iktisadi, top
lumsal ve siyasi görüşlerini aksettiren Türk töresinin işleyişinde
saptıyoruz. Tarihimizin İslam öncesi ilk kaynaklarından biri
15 1 Türk Ansiklopedisi. cilt Xll, s. 454-455. Meydan Larousse, cilt Vll, s. 776-778.
152 Berkes, Niyazi, Teokrasi ve Laiklik, Adam Yayınları, İstanbul, 1997.
1 54
olan Orhun Abideleri'nden ve İslama girdiğimiz ilk asırlarda ya
zılan Kutadgu Bilig'de geniş bir şekilde açıklanan "Türk Töresi
şu dört ana ögeye dayanmakta idi: Könilik (Adalet), Tüzlük
(Eşitlik), Uzluk (İyilik-faydalılık) ve Kişilik (İnsanlık ve hoşgö
rü)." 1 53
"Asya Hun İmparatoru Mete ve Batı Hun İmparatoru Attila gi
bi büyük Türk imparatorları da, törenin ana kurallarına uymuş
lardır. Kitaplara yazılmayan, halkın hafızasında ve toplumsal
bünyesinde yaşamış olan Türk Töresi, fethedilen ülkelerdeki
yöresel kanunlara dokunmamış ve büyük bir hoşgörü ve esnek
lik göstererek bu toplumlarda huzurun sağlanmasını temin et
miştir. Türk Töresinin bu şekilde uygulanışına da hükümdarlar
ve ileri gelen devlet adamları büyük dikkat göstermişlerdir. Bu
sebepten, Türk Töresi, dini kurallara üstün bir kanun ve hayat
şartlarına uygun bir teşkilat sistemi olarak görülmüştür"I54
"Türkler, kendi 'Gök Tanrı' dinine benzerliğin yanı sıra Türk
Töresi'nin kurallarına çok benzediği için İslam'ı diğer milletler
den daha çok severek kabul etmişler, onu yaymak ve müdafaa
etmek için herkesten çok fedakarlıkta bulunmuşlardır." 1 55
Selçuklu Devleti'nin ilk hükümdarı olan Tuğrul Bey (1040-
1063), Abbasi ordularını 1055 tarihinde yenerek, halifeliği de uh
delerinde bulunduran bu hanedanın başkanı Kaim bi-Emrillah'ı
bir nevi himayesine almıştı. Bir müddet sonra halifenin damadı
da olan Tuğrul Bey, bütün İslam dünyasını da idaresi altına top
lamıştı. Bunun üzerine halife, damadı Tuğrul Bey'e "devlet işle
rinin yanı sıra dini işleri de birlikte yürütmenin dogru olacagını"
söylemiştir. Bu söz üzerine Tuğrul Bey, "efendim siz halifemiz
olarak kalın ve bütün Müslümanların dini lideri olun. Bu kulu-
1 53 Kalesoglu, İ., Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri, Tarih Enstitüsü Dergi
si. s. 15. İstanbul, 1970.
1 54 Togan. Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 1 15, İstanbul, 198 1.
15 5 Saray, Prol. Dr. Mehmet, Türklerde Dini ve Kültürel Hoşgörü, Atatürk ve La
iklik. Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2002.
1 55
nuz da dünya işlerini, yani devlet idaresini yürütsün" diyerek,
din işleriyle devlet işlerinin ayrı yürütülmesi gerektiğini söyle
miştir. Tuğrul Bey'in bu cevabı üzerine Halife Kaim bi-Emrillah,
Müslümanların dünya işlerini başarıyla yürüttüğü için kendisi
ne pek çok unvan verdiği Tuğrul Bey'e 28 Ocak 1056'da yapılan
bir merasimle, "Allahın kendisine tevdi ettiği bütün ülkelerin
idaresini ona (Tuğrul Bey'e) devrettiğini resmen bildirerek" Sel
çuklu sultanını "dünya hükümdarı" ilan etmiş ve İslam camiası
nın sadece dini reisi olarak köşesine çekilmiştir. 156
Böylece Türkler, eski geleneklerinde olduğu gibi, din ve dün
ya işlerini ayırarak İslam alemine bir tür "laiklik" anlayışı getiri
yorlardı.
Bugünkü durumu anlamamız için tarihe dönüp, belki de bir
çoğumuzun unuttuğu Türklerin din ve devlet anlayışıyla ilgili ör
nekler vermenin uygun olacağını düşünebiliriz. Bunlardan da
anlaşıldığı gibi, Türkiye İslam ülkeleri arasında çağdaş değişim
ler açısından İslam dininin durumuyla ilgili özellikler gösteren
bir ülkedir.
Toplumsal açıdan baktığımızda laiklik, sadece din ve devlet
arası ilişki sorunu değil, toplumun kutsal ve kutsal olmayan de
ğerleri arasındaki ilişkiler sorunudur. Bu nokta son yıllarda ba
zı siyasiler tarafından kolay oy kazanmak için olabildiğince kul
lanılmıştır diye iddia edenler vardır. Laikliğin bugün laik ve an
ti-laik görünüm içinde bir sorun gibi karşımızda durmasının ne
denini daha çok dini siyasete alet eden kimselerin söylemlerin
de arayabiliriz diyenler vardır.
Türk toplumu daha önce de derinlemesine üstünde durduğu
muz Farabi'nin akılcı felsefesinden uzaklaşarak, özellikle
151Tden sonra hilafetin Osmanlıya geçişiyle, bazılarına göre di
ni değerlerin toplumun değer yargılarına hakim olması sonucu,
kültürel anlamda da dini ilkelere göre biçimlenmeye başlamıştır.
156
Bazı görüşlere göre, şeriat sayılan hukukun kendisi de hiçbir
zaman bir sivil, yani medeni hukuk veya bir kamu hukuku biçi
minde yasallaşmamıştır. Şeriat kuralları, İslamın doğuşundan
hayli zaman sonra yaşamış büyük hukuk adamlarının, o zaman
ki deyimle, fakihlerin yapıtlarında çağın hukuk düşünce kuralla
rınca dinsel hak ve ödevlerin ülküselleştirilmiş modelleri olarak
kalmıştır.
Gerçekteki uygulamalarda geçerli olan hukuk, çağdaş deği
şikliklere uğrayan devlet hukukudur. Şeriat ise özel hukukun,
daha doğru bir ifadeyle medeni hukuk ve aile hukukunun yap
tırım aracı olma görevini üstlenmiştir. Müslüman kişi, aile yaşa
mından ekonomik eylemlerine değin bütün yaşamında şeriatın
gereklerine göre yaşadığı inancını beslerdi.
Osmanlı padişahları halifelik unvan ve yetkilerini Üzerlerin
de bulundurmalarına rağmen, kendilerini sadece devletin ve
milletin iradesiyle vazifeli addetmiş ve hiçbir zaman dini mese
lelerde resen karar vermemiştir. "Dini meselelerde karar ver
mek gerektiğinde mutlaka meşihat makamının salahiyetli şahsı
şeyhülislama danışmak mecburiyetini duymuşlardır." 157
Eğer, Osmanlı Devleti teokratik bir devlet olsaydı, onun ba
şında bulunan hükümdarlar da devlet ve halkın gereksinimleri
ni karşılamak için ayrı kanunlar çıkarma gereğini duymaz ve di
ni hükümlerle yetinirlerdi.
Bugün nedense bu önemli nokta aydınlar tarafından da hiç
gündeme getirilmiyor. Bu durum belki de tarihimizin gerçekleri
ni insanların ve aydınların bilmemesinden kaynaklanmaktadır
diye düşünebiliriz. Sanki Osmanlı Devleti, yanlış bir değerlen
dirmeyle tamamen bir Emevi Devleti gibi dini kurallarla yöneti
len bir ülke gibi algılanıyor ve yansıtılıyor.
18. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti'nin önderleri kendi
sistemlerinin yetersiz yanları bulunduğunu ciddi olarak anla-
157 Uzun Çarşılı, i. H., Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 1 75, Ankara, 1965.
1 57
makla kalmıyor, başka bir uygarlıktan, başka bir dinden olan
düşmanlarının üstün başarılarının yararlanılması gereken yön
leri bulundugunu anlamaya başlıyordu. Yani kökleşmiş teamül
ve gelenek dışındaki dünyada yeni ve yararlı yanlar oldugu bi
linci uyanmaya başlıyordu.
Bu bilincin ilk vurgulanışını 1717'de Esat Mehmet Efendi'nin
yazdıgı Vakayiname'de buluruz.
1720'de Osmanlı, "Yirmi Sekiz" Mehmet Çelebi'yi özel elçi
olarak Fransa'ya göndermiştir. Devlet kendisine diplomatik
ödevler dışında, özel olarak Fransız uygarlıgını ve yenilikleri in
celeme, dolaşıp görme, tanıma ödevini vermişti. Ayrıca elçimiz
den bu yeniliklerin Türkiye'de uygulanabilecek yanlarını sapta
ması isteniyordu.
Bu tarihimiz açısından çok önemli yeni bir açılımdı. Yirmi Se
kiz Mehmet Çelebi burada gördüklerini ve Türkiye için faydalı
olabilecekleri Sefaretname adlı eserinde toplamıştır.
Bu yenilikler çerçevesinde kısa bir süre sonra Türkiye'ye
matbaa gelecektir. İbrahim Müteferrika padişahın emriyle ve
şeyhülislamın fetvasıyla yalnız din dışı yazıları yayımlama koşu
luyla basımevi açma izni almıştır.
Bu çok önemlidir. Çünkü bu şekilde din alanının dışında baş
ka bilim ve düşünce alanlarının bulundugu kabul ediliyordu.
Yani bir yerde 16. yüzyılda terk edilen Farabi'nin akılcı ve man
tık güden felsefesi, dinle ilimin ayrılması söz konusu oluyordu.
Diger bir deyişle, laik düşünce düzenine bir adım atılıyordu.
Batı'da laikligin gelişmesi, kiliseyle devletin birbirinden ayrıl
ması, orada da pek kolay olmamıştı. 13. yüzyılda St. Thomas'ın
getirdigi kilise ile dünyevi felsefenin ayrılması felsefe alanında
başlamışsa da, kilise devlet çatışması Avrupa'da çok çetin ol
muş ve 1789 Fransız İhtilali ile kilise yenik düşmüştür. Bunun
sonucunda başta Fransa olmak üzere Avrupa devletlerinde ger
çek anlamda laiklik dönemi başlamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu 'nun Kuruluşu kitabını yazan H.A.
Gibbons, Osmanlı hoşgörüsünü şöyle anlatıyor: "Osmanlıların
158
hoşgörüleri ister siyaset, ister iyi niyet, isterse kayıtsızlık netice
sinde meydana gelmiş olsun; şu gerçege itiraz edilemez: Osman
lılar, yeni zaman içinde devletlerini kurarken, dini hürriyet ilke
lerini temel taşı olmak üzere koymuş ilk millettir. Avrupa'da ardı
arkası kesilmeyen engizisyon işkenceleri lekesini taşıyan asırlar
esnasında, Türkiye'de Hıristiyan ve Müslümanlar Osmanlı Türk
lerinin idaresi altında ahenk ve huzur içinde yaşıyorlardı". 158
Tanzimat Fermanı'nın yayımlanmasından sonra, o güne ka
dar mutlak bir hükümdar konumunda olan Sultan il. Mahmut
Han'ın şöyle dedigi rivayet edilir: " Bundan sonra sultanlıgın
halk için korku kaynagı olmasına degil, onların yararının kayna
gı olmasını dilerim." Şüphesiz Sultan il. Mahmut Han'ın Türki
ye'yi çagdaşlaştırmak, modernleştirmek isteyen devlet adamla
rının başında geldigi söylenebilir. Onun dönemiyle beraber fel
sefi düşüncede Batı etkisinin arttıgı söylenebilir.
Bütün reformların Avrupa'da oluşması, halkın tabandan ge
len hareketleriyle gerçekleşmiştir. Türkiye'de ise Osmanlı döne
mi dahil modernleşme, çagdaşlaşma çabaları hep devletin ba
şındakiler tarafından yönlendirilmiştir. Halk ise, ülkemizde ister
Osmanlı dönemi olsun ister cumhuriyetin başlangıcında veya is
terse günümüzde olsun, belki de çagdaşlaşma ve dünyanın yön
lendirici ülkelerindeki yenilikler ve yeni akımları yeterince algı
layamadıgı için veya yeterince bu gelişmeleri izleyemedigi için,
geri konumda kalmıştır.
Geleneksel Türk töresindeki laiklik anlayışından sonra Batı
anlamındaki laiklik anlayışı Türkiye'de il. Mahmut Han zamanın
da başlar diyebiliriz. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra laiklik alanında
atılan adımlar arasında 1 Kasım 1922'de saltanatın lağvedilmesi,
29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin ilan edilmesi ve 3 Mart
1924'te hilafetin kaldırılması önemlidir. Türkiye'de yapılan bu
degişmelerle çagdaş bir siyasi devlet düzeni kurulmuş sayılır.
159
"Türkiye'de laik devrim ilkesi 1924'te Tevhid-i Tedrisat (öğ
retimin birleştirilmesi) yasası; şeriat mahkemelerini kaldırma
yasası; 1925'te tekke, zaviye ve türbeleri kapatma yasası, şapka
yasası; 1926'da medeni yasa ve borçlar yasası; 1928'de Latin al
fabesi kabulü ve 1934'te soyadı yasası çıkarılmasıyla toplumda
kök salmış denilebilir." 159
Laiklik, Türkiye'de tekke, zaviye, dergah vb. kapatırken, mis
yoner yuvalarını da elimine etmiş ve yabancı okulların sayısını
bugünkü düzeye indirmiştir.
"Laiklik, Türkiye'de açık veya gizli Hıristiyanlık propaganda
sı yapılmasını da engellemişti. Genç Cumhuriyet Devleti,
192O'lerde bu inanılmaz atılımı, kültür devrimini gerçekleştirme
miş olsaydı, hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki, bugün Anado
lu'da %99'luk bir Müslüman kitleden söz edilemeyecekti." 160
Avrupa'ya baktığımızda veya Avrupa Birliği ülkelerinden
baktığımızda laikliğin veya dinin başka bir boyutunu ve önemi
ni görüyoruz. Bugün birçok kaynaktan öğrenebildiğiniz gibi Av
rupalı liderler ülkelerinde her ne kadar laik bir sistem içinde ol
salar da, Türkiye-AB ilişkilerinde, Hıristiyan kültürünü ön plana
çıkartarak, bir tür dine dayalı Avrupa milliyetçiliği sergilemekte
dirler. Bu olguyu bizim algılamamız, kavrayıp anlayarak değer
lendirmemiz gerekir.
Aynı şekilde Yunanistan-Türkiye ilişkilerine baktığımızda Yu
nan kilisesi ve din adamları Yunan milliyetçiliğini yüceltmiş ve
desteklemiştir. Türkiye'de ise Osmanlının çöküş döneminde or
taya çıkan akımlar içinde İslamcılık ve Türkçülük neredeyse ay
n birer cephe oluşturma durumundaydı. Halbuki İslam dini
Türk kimliğinin bir parçasıdır. Bugün laiklik bağlamında Türki
ye'de gördüğümüz en önemli sorunların başında İslamcılık ve
ya dinciliğin sanki Türklüğe karşı bir cephe şeklinde algılanma
sı ve/veya yansıtılmaya çalışılması geliyor.
159 Koro, M. Bedrettin, Laiklik Türk Teriminin Temel İlkesi, 1. Uluslararası Türkolo
ji Kongresi Bildirileri, s. 185-187. Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2001.
160 Altında!, Aytunç, Laiklik, s . 220, Alfa Yayıncılık, İstanbul, 2004.
160
Yunanistan örneginden, dini Yunan milliyetçiligiyle birleşti
ren Yunan din adamlarından ders almamız gerekir. Çünkü Türk
ler Anadolu'da tutunabilmek için Türk ve İslam kimligine bir
arada sarılmak zorundadır. Yunanistan'a benzer şekilde Türki
ye'de de din adamları Türk milliyetçiligini desteklemelidir. Çün
kü Türk kimliğinin bir parçası olan İslamı Batılı ülkeler Türkle
rin egemenligine karşı kullanmak için ugraşıyor. En az iki yüz
yıldır, misyonerlik ve dini bölücülük faaliyetleri sürüyor. Bu ça
balar sonucu ne yazık ki Türkiye Balkanlar'ı ve Batı Trakya'yı
kaybetti. Doguda bugün hala başımızı agrıtan Ermeni ayaklan
maları yabancı misyonerler tarafından başlatılmıştır.
Laikligin inanç hürriyetine karşı olmadıgını, bilakis herkesin
kendi inancını istedigi şekilde uygulayabileceginin kanunlarla
güvence altına alındığını anlamamız gerekiyor. Laiklikle ilgili
Türkiye'de son yıllarda pek çok kitap ve yazı yazıldı. Bu konu
da taraf olarak degil, fakat gerçekçi açıdan bakarak irdelemek
topluma fayda saglayacaktır.
Laiklik sorununda yukarıda da degindigimiz gibi en önemli
nokta belki de halkın bir kısmının ortaçag düşüncesinde kalma
sıdır. Bazıları laikligi, dinsizlik gibi algılıyor. Bunun da nedeni
koşullanmış düşünüş sisteminin günümüze kadar gelmiş olma
sıdır.
Halbuki Osmanlı idarecileri yeniliklere yönelirken 19. yüz
yılda imparatorlugun dayandıgı din hukuku ve gaza zihniyeti
yerine, Batı'daki ekonomik degerlerin ve ilmin öne çıktıgı ileri
ci ve yenilikçi düşünce şekline geçmek gerektigini anlamışlar
dır. Halkın geniş kitleleri, degişen ekonomik şartları ve uygarlık
degerlerini, ne 19. yüzyılda ne de bugün degerlendirecek du
rumdaydı.
il. Mahmut Han'ın veya Atatürk'ün gerçekleştirmek istedigi
çagdaşlaşma ve yenilikçi düzene direnen ve bunlara karşı sava
şan gerici güçler, halkın geniş kitlelerini etkilemiştir. Bugün de
cahil kesimleri etkiliyorlar. Sözde ilerici güçler ise genelde kök-
161
süz, kendi kültürünü tanımayan kimseler olarak, yeterince ay
dınlanmamış, yarı cahil aydınlar olarak evrensel degerlere ulaş
mada başarısız kalmıştır.
Sultan il. Mahmut Han'ın başlattığı girişimlerin sonucunda la
iklik, Atatürk tarafından Cumhuriyet'in anayasasıyla çagdaş ya
şama oturtulmuştur. Laiklik kesinlikle din karşısında olan bir
kavram degildir. Ne yazık ki, yukarıda da degindigimiz gibi, ba
zı kimselerin dini siyasete karıştırması ve bunu fırsat bilen ya
bancı odakların laiklik aleyhine faaliyetleri ülkemizde hala kısır
çekişmelere neden oluyor. Bazı görüşlere göre, Türkiye'yi böl
mek isteyen dış güçler Cumhuriyet'in laiklik ilkesini alet ederek
toplumda karşıt gruplar yaratma çabasındadır. Bu nedenle laik
lik kavramını ilmi ve hukuksal çerçevesinde anlayıp, geniş halk
kitlelerine gerçekçi olarak anlatmak gerekir.
12. yüzyıldan sonra Avrupa üniversitelerinde akılcı felsefe
nin önderi Farabi ve ögrencisi İbni Sina'nın kitaplarını okuyarak
yetişen Batılı bilginler Rönesans', ve Reform'u gerçekleştirdiler.
Bu felsefeler ışıgında bilgi yayılmış ve bugünkü uygarlık adım
adım oluşmuştur. Bizde ise 15. yüzyıldan itibaren Farabi'nin
akılcı ögretileri yerine koyu cehalet yerleşmiştir. Günümüzde
aydınlanmadan yoksun, yeterli tarih ve kültür birikimi olmayan,
günü kurtarmaya çalışan siyasetçiler elinde, gerçek demokrasi
anlayışının yerleşemedigi toplumumuzda birçok olgu gibi laiklik
de bir sorun olarak karşımızda duruyor.
1 62
vaş önem kazanmaya başlamıştı. Son yıllarda Türkiye'de milli
yetçiligin, içerden ve dışardan yapılan saldırılara karşı bir sa
vunma tepkisi olarak yükselişe geçtigini görüyoruz. Türkoloji
bu gelişme sonucunda ve Orta Asya'da, yani Batı Türkistan'da,
Sovyet işgalinde bulunan Türk devletlerinin, Kazakistan, Kırgı
zistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Azerbaycan'ın
1990'1ı yıllarda özgürlügüne kavuşmasından sonra daha da
önem kazandı. Avrasya'daki 300 milyona yakın Türk nüfusu ve
dünyada en çok konuşulan beşinci dil olan Türkçeyi konuşan
Türkleri inceleyen Türkoloji, Türk felsefi düşüncesiyle de önem
kazanır. Dolayısıyla bu konuya yer vermeyi bu baglamda uygun
görebiliriz. En azından genel kültürümüzün irdelenmesi açısın
dan önemli bir konudur.
Türkoloji kısaca "Türklük" ilmidir denebilir. Türkoloji Türk
tarihi, Türk dili, Türk etnografyası, Türk antropolojisiyle ugraşır.
Türkoloji araştırmaları sonuçları Türk halkına ulaştıgında Türk
halkı kendi milli ve kültürel degerlerini daha iyi tanıyacaktır.
Türklerle ilgili en eski bilgiler eski Çin, Roma ve Dogu Roma
kaynaklarıdır. "Türklerle ilgili verdikleri bilgilerle Ammainus
Marcellinus (iV. yüzyıl), Priskos (ölm. 472), Sidonius Apollinaris
(V. yüzyıl), Menandros Protektor (Vl. yüzyıl) adlı yazarlar 'Türk
lük' biliminin öncüleri sayılabilirler. " 16 1 Dipnotta verdigimiz
Prof. Hasan Eren'in bu kitabında Türklük hakkında yabancı ya
zarların yazdıgı yüzlerce eserin- ayrıntılı kaynakları bulunuyor.
İlgi duyanların yabancı kaynaklara ulaşması için çok önemli bir
eser oldugunu belirtmek isterim.
Türk felsefesinde Türk sözcügüyle Türkiye, Avrasya'daki ge
niş Türk dünyası ve Türkçe merkezli bir degerlendirme kastedi
liyor. Türk felsefesi dendigi zaman sadece Türkiye sınırları için
de kalamayız. 21. yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti'nin merkezi An-
16 1 Eren, Prol. Dr. Hasan, Türklük Bilimi Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayını, sayı
705, s. 2 1, Ankara, 1998.
163
kara ise de Türk dilinin merkezi şüphesiz İstanbul'dur. Çünkü
İstanbul lehçesi en yaygın Türkçe lehçesidir ve Türkçe felsefi
düşünce eserlerinin çogu İstanbul'da yayımlanmıştır. Bununla
beraber Türkçe felsefi düşünce ürünlerinin ortaya çıktığı coğraf
ya Avrasya'ya yayılmış genişliktedir: İstanbul, Ankara, Konya,
Erzurum, İzmir, Diyarbakır, Edirne, Bursa, Kazan, Buhara, Taş
kent, Semerkant, Bahçesaray, Orenburg, Bakü, Almatı, Lefkoşa,
Astana, Bişkek, Duşanbe, Kahire, İskenderiye, Şam, Bağdat, Teb
riz, Paris, Londra, Münih, Berlin, Cenevre, New York, Moskova,
Sofya, Selanik, Kosova, Priştine...
Türk felsefesi deyişindeki Türk kelimesinin vurgusunu her
hangi bir ideolojinin emrine vermeksizin 2 1. yüzyıl Türkiye
Türkçesini ve bu dilde yetişenlerin bu dildeki felsefi ürünlerini
kapsayacak şekilde anlamak mümkündür. Ancak bugün Türk
felsefesi kavramını kültürel dilsel merkezli anlamakla beraber
felsefi ürünler ve felsefeciler olarak genişletme, tarih ve coğraf
yaya yayma imkanımız şimdilerde daha kolaydır. Siyasi ve tek
nolojik gelişmeler bunu sağlayacak elverişliliktedir.
Türk felsefesi etkinliğini Türkçenin doğu kolundaki dil ve dü
şünce ürünleriyle zenginleştirmek mümkündür. Türk felsefi dü
şüncesini, ancak geniş Avrasya topraklarındaki Türkleri tanıyıp
anlayarak kavrayabiliriz. Kökümüz, özümüz, dilimiz, dinimiz,
mutfağımızdan müzik aletlerine kadar kültürümüzün aynı kök
ten geldiği geniş Türkistan coğrafyasında yaşayan bütün Türk
topluluklarını, yani Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Ka
zakistan, Kırgızistan, Dogu Türkistan, Yakutistan ve diğer Türk
topluluklarının felsefi düşüncelerini tanıyıp değerlendirmeliyiz.
Ancak Türkiye'deki felsefe etkinliği 1839'dan, Tanzimat'tan beri
süregelen "Batılılaşma yanılgısı" ile yönünü tamamen Batıya çe
virmiş görünüyor.
Türk felsefe yaşamının bir diğer sorunu, Rahmi Karakuş gibi
bazı felsefecilere göre, 11., 12. yüzyıllarda ortaya çıkan bir yak
laşımın felsefeye kültür içinde verdiği dini değerdir. Karakuş'a
göre, "İslam dünyası 'philo-sophia/philosophos'u bazen felasi-
164
fe/feylosof şeklinde bazen de hikmet/hakim şeklinde anlayarak
kullanmıştır. Sophia ile hikmet anlam olarak birbirinin yerine
kullanılabilir gözükürken kendini daha mütevazı bir seviyede
düşünen 'philosophia' ile Kuran'ın hikmetinin birbirinin yerine
kullanılması dinle felsefeyi eşit konumu getirmiştir. Bunu des
tekleyen felsefe/filozof ve din/peygamber mukayeseleri, özellik
le Farabi, İbni Sina ve Gazali sonrasında İbni Rüşd ile felsefe-din
mücadelesi halini almıştır. Gazali ile özdeşleştirilmiş ünlü felse
fe karşıtlığı, zamanla kalıcılaşmış ve 'felasife' veya 'feylosof' kü
für ya da en azından hafifmeşrep, kalender anlamına gelir ol
muştur. O, sloganlaşmış şekliyle küfürle iştigal etmedir, zındık
lıktır ve dinin aleyhine çalışan bir etkinliktir. Özellikle kelam ve
tasavvuf çevrelerinde hakim olan bu yaklaşım toplumun ortak
zihniyeti gibidir. Burada Tanzimat'a gelinceye kadar felsefe ile il
gilenilmediği ve felsefenin Gazali sonrasında ortadan kalktığı gi
bi indirgemeci bir görüşü savunmak elbette söz konusu değildir.
Yunan tarzı felsefe veya Meşşailik veya Aristoculuk olarak ad
landırılan bu akımın dışında tasavvuf içinde yürütülen felsefe
nin henüz işlendiği sorgulandığı söylenemez." (Rahmi Karakuş,
"Türk Felsefesinin İmkanı Üzerine", 2010, makale.)
Türk felsefesinin önünde duran sorunlardan biri genel ola
rak felsefenin de sorunu olan felsefi düşüncenin kökleri mesele
sidir. Özellikle 19. ve 20. yüzyıllar boyunca hararetle savunulan
ana tez felsefenin bir Yunan medeniyeti eseri olduğu şeklinden
dir. 18. yüzyıl kaynaklı bu anlayışı Z. Direk, R. Bernasconi'ye da
yanarak şöyle özetliyor: "Eski Yunanlıların felsefeyi Mısırlılar
dan öğrendikleri görüşü, Warburton'un 1738 tarihinde dediği gi
bi, 'Antik Çağ'la ilgili bilinen en sağlam olguydu.'
Yunan felsefesinin özerkliğini ilk savunan Dietrich Tiede
mann'ın 'Geist der spekulativen Philosophie von Thales bis Soc
rates' 1791 yılında yayınlandı ve bu eserin ardından, Wilhelm
Tenneman'ın on bir ciltlik Geschichte der Philosophie adlı felse
fe tarihi piyasaya çıktı." 162 Tenneman, Tiedemann'ın projesini
1 65
tüm Batı tarihine yaymaktaydı. Felsefe tarihinin yeniden yazıldı
ğı bu an, Avrupalıların diğer kültürleri inşa ettiği andır denebilir.
Türkoloji tarihine göz attığımızda, Türkoloji araştırmaları Av
rupa'dan Çin'e misyonerlik için dini propaganda yapmaya gi
den Avrupalılar tarafından başlatılmıştır denebilir. Türkoloji ye
rine "Türklük bilimi" sözcüklerini de kullanabiliriz. Türk felsefe
sini anlamaya çalışırken yabancıların yaptığı Türkoloji çalışma
ları hakkında biraz bilgi vermek uygun olur. Türkoloji hakkında
bilgi sahibi olmadan Türk felsefi düşüncesi hakkında fikir yürüt
meye kalkmak abes olur denebilir.
Avrupalı misyonerler Çin'de faaliyet gösterebilmek için Çin
ce öğrenmiş ve Çin kaynaklarındaki Türklerle ilgili bilgileri de
Batı'ya yansıtmışlardır. " 1625 yılında Paris'te doğmuş olan Bart
helmy d'Herbelot Çin'e misyoner olarak gitmiş, Bibliothegue
Orientale isimli çok önemli bir kitap yazmıştır. Bu yapıtın altıncı
cildinde Türkler hakkında Çin kaynaklarının verdiği bilgileri
derlemiştir.
Bugün de Türkiye'de Çin kaynaklarından faydalanarak Türk
çe'ye yeni tercümeler yapılmaktadır." 163
Tulon'da l 718'de doğan Amiot isimli bir rahip, Çin'de uzun
yıllar kalarak çok değerli kitaplar yazmıştır. Türkoloji açısından
önemli olan Tatar-Mancu-Fransızca sözlüğü yayımlamıştır.
172 1 yılında Fransa'da doğan Josephe de Guignes 1745'te
Fransa'da kral kütüphanesine tercüman olmuştur. Paris'te 1756-
1758 yılları arasında beş cilt olarak yayımladığı Hunların, Türk
lerin, Moğolların, Tatarların Tarihi164 adlı eseri bugüne kadar
yazılmış genel Türk tarihi kitaplarının başında gelir. Bu eser Hü
seyin Cahit Yalçın tarafından bazı yerleri çıkarılarak dilimize
162 Tiedemann, Dietrich, Geist der spekulativen Philosophie von Thales bis Sokra
tes, 1791.
163 Togan, i., Kara,G., Baysal, C.: Çin Kaynaklarında Türkler, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara, 2006
164 Josephe de Guinges, Histoire Generale des Huns, des Turcs, des Mongoles et
Autres Tartares Occidenteaux, Paris, 1758.
166
çevrilmiştir. " Hüseyin Namık Orkun'a göre, işte bu önemli eser
Türkolojinin temeli sayılmalıdır." 165
0BPA3ll,bl
HAPOAHOH JlliTEPATYPI:ıl
TIOPI{CKHX'1 TIJIEMEH'1,
ııtffBJ'lUl\xrh Bfh IOil.füOft OHBIIPH H A3YHPAPGKOi\ �rEnR,
00:&Pillbl
B. B. Pa,ZVIOBLIM'L.
'IActL 1 :
....
PROBEN
DER YOLKSLI'ITERATUR
Dr. W. Rıuilotf.
J. Theih
DIF. D!ALEC'l'E DES EıGENTL!C.BEN ALTAI : DER ALTAlBB, l'ELEUTEN,
LEBXD·TJ,.l'ARJ!N , SCJIOREN UllD SOJONBN,
CI\HKTIIBTEPEYP!1ı , 1866.
Ul'OA.At;TCA y ,CQ)HIUCC: ı o ıırroın, İI U U S J' A T O P C l'- O fi A t< .lAEı:İıt IH'I H i l, :
A. 633JhOU, .,. C. n. E. r. UTl!llıı..ıop<l>", n c. n. .li.
il, f,1.,)'BOU, ... C. IJ. ıı. H. l\'ııı!lteu, •.,, PMri.
Errcpu n }{owK., ..,,. C. n :s. 3KıııJtffAl!BdD,& " KoKı,, aı, T ıı4 .ıvrl
11,,.,ırr. 1 1 ' · 70 -.: <m . cep.
165 Orkun, Hüseyin Namık, Türkçülüğün Tarihi, s. 29, Berkalp Kitabevi, 1944, lstanbul.
167
YABANCI TÜ RKOLOGLAR
Türkoloji tarihinde araştırmaları, ilmi kişiliği ve eserleriyle
Dr. Wilhelm Radloff 19. yüzyılda yabancı Türkologların en
önemlilerindendir.
1820'de yayımlanan Tatar Dilleri Hakkında Araştırmalar ad
lı eseriyle, l 788'de Paris'te doğmuş olan Abel Remusat çok
önemli bir yapıt ortaya koymuştur. Türkolojiyle ilgilenen ve
önemli eserler vermiş olanlardan biri de l 783'te Berlin'de doğ
muş olan Klaproth isimli araştırmacıdır. Yaptığı yayınlarla Türko
loji sahasında Almanya'da isim sahibi olan Klaproth, Rus Çarı
Aleksander'ın bir daveti üzerine bütün Sibirya'yı gezmiş; Tum
guzlar, Başkırtlar, Yakutlar, Kırgızlar gibi birçok kavmin içinde
dolaşarak Türk boylarının yaşam ve tarihleri hakkında çok
önemli bilgiler toplamıştır. Yirmi ay süren bu önemli gezisinden
sonra, Kafkasya'da da incelemelerde bulunmuştur. Bu eserlerin
bazıları 1826'da Paris'te yayımlanan Asya 'n ın Tarihi Tablosu,
1822'de Berlin'de yayımlanan Uygur Lisan ve Menşei Hakkında
Konuşmalar, 1828'de Paris'te yayımlanan Asya Hakkında Muh
tıralar, 1829'da Paris'te yayımlanan Asia Ployglotta'dır.
1799-1873 yılları arasında Fransa'da yaşamış olan Stanislas
Julien isimli araştırıcı Göktürkler hakkında Çin kaynaklarındaki
bilgileri tercüme etmiştir. Gene bir Fransız olan Edouard Cha
vannes, Göktürkler hakkında çok önemli eserler yayımlamıştır.
Aynı yıllarda De Groot isimli araştırmacı Doğu Hunları hakkında
Çin kaynaklarından çok önemli bilgileri Almancaya tercüme et
miştir. Bütün bu önemli çalışmalar geçmiş Türk felsefi düşünce
sini Batı'ya yansıtmıştır. Ancak felsefi düşüncemizi tanımamızı
sağlayacak bu önemli eserler tercüme edilerek bize yansıma
mıştır. Bunların Türkçeye kazandırılması herhalde üniversitele
rin görevidir.
Türkolojiye katkıda bulunan en önemli eserlerden biri Strah
lenberg'in kitabıdır. Strahlenberg 8 Temmuz l 709'da yapılan
Poltava muharebesine katılmış İsviçreli bir subaydır. Asıl adı
1 68
Talbert'tir. Harpte Ruslara esir düşünce on seneden fazla bir za
man Rusya'da dolaşmış, eski Türk kitabelerini bulmuş, Ebül Ga
zi Bahadır Han'ın meşhur Şecere-i Türki'sini elde etmiş ve bü
tün bu birikimiyle l 730'da Das Nord und Östliche Teil von Eu
ropa und Asia adlı meşhur eserini neşretmiştir. İşte bu eser As
ya kavimleri hakkında son derece önemli bilgiler verdiği gibi,
Türklerin vücuda getirmiş olduğu kitabeleri de ilk defa olarak
ilim dünyasına sunmaktaydı.
1822 yılında Spassky adlı araştırmacı Yenisey Kitabeleri hak
kında bilgiler veren yayınlar yapmıştır. 1842 yılında Kopen
hag'da doğan Wilhem Thomsen, Orhun Kitabeleri'nin Türkçe ol
duğunu keşfetmiş ve Türk tarihinin 7. yüzyıldan kalma en eski
yazılı belgelerini Fransızcaya tercüme ederek Helsinki'de ya
yımlamıştır.
2008 sonlarında Moğolistan Milli Üniversitesi Türkoloji Bölü
mü Başkanı Prof. Dr. Tsendiin Battulga Türkoloji dalında önem
li çalışmaları olduğundan ve 40 öğrencinin eğitim gördüğünden
söz ediyordu. Bu çok önemli bir gelişme. Çünkü Atatürk Üniver
sitesi Türkoloji Bölümü'nden Doç. Dr. Osman Mert'in belirttiği
gibi, eski Türklerin yaşamış olduğu Moğolistan coğrafyasında
Türklere ait binlerce küçüklü büyüklü tarihi eser, kurgan, onlar
ca yazıt, heykel yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bir kısmı da
yok olmuş. Bu eserlerin korunması Türkiye ve Türk dünyasın
da tanıtılması, üniversitelerin görevi olan akademik çalışmalarla
o dönemin felsefi düşüncesinin ayrıntılarına ulaşarak, dijital or
tama aktarılması, gelecek nesillere aktarılması gerekir. Bütün
Türki cumhuriyetlerde, Moğolistan'da ve Türkiye'de bu konuda
yetişecek arkeologların da çalışacağı, lisansüstü eğitim veren
Türkoloji araştırma enstitülerine gereksinim var. Bu şekilde
özellikle Ön Türk uygarlığı döneminin felsefi düşüncesini daha
iyi anlayacağız.
Geçmişe baktığımızda Türkoloji tarihini veya Türk tarihinin
eski bölümlerini hep Avrupalıların araştırdığını görüyoruz. Aca-
169
ba neden Türk tarihiyle ilgili o asırlarda bir Türk araştırmacı çık
madı? Belki de Türkler tarihi yaparken tarihle ilgilenmeye pek
önem vermedi diye kendimizi avutabiliriz. Ancak kültürün çok
önemli bir ögesi olan tarih, bugün doğru veya yanlış bir şekilde
birçok ülke tarafından siyasi ortamda kullanılıyor. Bu nedenle
tarihimizi çok iyi bilmeliyiz. Gayemiz zaten burada tarih dersi
vermek değil, Türk felsefi düşüncesini irdelerken, bu önemli ko
nulara okuyucunun dikkatini çekmektir.
Türkiye'de Türkoloji ilminin, Osmanlının yıkılmaya yüz tut
tuğu, milliyetçilik hareketlerinin başladığı sırada, yeni bir felsefi
düşünce hareketi olan Türkçülük akımıyla önem kazandığını gö
rüyoruz.
166 Shaw, J. Stanford, From Empire to Republic, vol. 1-VI, Türk Tarih Kurumu, An
kara, 2000.
167 Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılabı Tarihi, cilt 1-12, 3. baskı, Atatürk Kültür Dil
ve Tarih Yüksek Kurumu Yayını, Ankara, 199 1.
170
Türkiye'deki akademik hayatını öğrencilere ve arşivlere ada
yan Prof. Shaw'un son büyük eseri Birinci Dünya Savaşı 'nda
Türkiye olacaktı. Dört veya beş cilt halinde planladığı eserin sa
dece birinci cildini tamamlayıp Türk Tarih Kurumu'na verdi,
baskısı tamamlandı, indeks çalışmaları yapılıyor, yakında çıka
cak. Diger ciltleri yazmaya ömrü vefa etmedi.
Büyük tarihçinin Türkiye Bilimler Akademisi'nde 3 Mayıs
2002'de verdigi "Bir Düşüncenin Gerçekleşmesi: Osmanlı Tarihi
Çalışmaları" adlı konferans akademi tarafından küçük bir kitap
olarak yayımlandı. Bilime, Osmanlı ve Cumhuriyet tarihine
adanmış bir ömrün hikayesi. ..
Üniversite ögrenciligi yıllarında Osmanlı tarihine nasıl ilgi
duydugunu anlatırken Arııold Toynbee'nin bir dosyasından
bahsediyor. " l . Dünya Savaşı'nda Türklere karşı yaptıklarından
çok pişmanlık duyan Toynbee'nin" sonradan yazdıkları onu, bi
zim felaket yıllarımızı incelemeye götürüyor: Birinci Dünya Sa
vaşı...
"Yazdıkları yüzünden, Los Angeles'ta üniversite hocasıyken,
Ermeniler evine bombalı saldırı düzenlediler. Ama o korkarak
veya menfaat umarak akademik kanaatini degiştirmedi." 168
Türk dostu tarihçi Prof. Dr. Stanford Jay Shaw, 2006 yılında o
zamanki Başbakan Yardımcısının da katıldıgı törenin ardından
son yolculuguna ugurlandı.
Osmanlı tarihi alanında yaptıgı çalışmalarla tanınan Shaw,
1970'li yıllarda "Ermeni soykırımı yoktur" sözleri üzerine Erme
niler tarafından tehdit edilip evi kundaklanınca Türkiye'ye gel
mişti.
Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyeligi'ne seçilen Shaw,
Türk ve Türkiye tarihine katkılarından dolayı Türk Tarih Kuru
mu tarafından "Hizmet Madalyası ve Beratı"yla da onurlandırıl
mıştı.
171
Shaw'un kendisini Türklere çok yakın hissettiğini, bunda Do
ğu Avrupalı Yahudi bir aileden gelmesinin payı olduğunu vurgu
layan tarihçi Prof. İlber Ortaylı şu bilgileri veriyordu:
"Shaw, 1 950 başlarında daha henüz bizim Osmanlı arşivleri
ne çok az Türk arşivci girerken, gelen ilk Amerikalıdır. Niye gel
diğini bilmiyorduk, öğrendik ki, onun çok derin bir Türk dostlu
ğu var. Ciddi bir adamdı. Mısır arşivlerine de ilk o girdi ve 'Os
manlı idaresi'nde Mısır'ı yazdı.
Unutamayacağımız birisi" l 69
169 Fırat, Gülay, Prof. Dr. Stanford Jay Shaw, Milliyet, 19. 12.2006.
1 72
evliyalarının, Anadolu'daki dedelerin aydınlık yüzlerini görü
yor, kalbimde hissediyorum" diyordu.
"Mehmetçik" demenin "Türkiye" demek olduğunu anlatan
Masala, Mehmetçik sözcüğünün Türk milletinin sembolü oldu
ğunu kaydediyor.
Acaba entel geçinen aydınlarımızın kaç tanesi Anna hocanın
söz ettiği Türk düşünürlerini tanıyordur veya kaç eserini oku
muşlardır!
Profesör Anna Masala'nın eserlerinden bazıları: Yunus Emre
(2 cilt), Oğuz Kaan Destanı, Şiirlerden Seçmeler, Türkiye ye Aşk
Mektuplarım. Prof. Masala İstanbul Üniversitesi Fahri Diploması,
Konya Turizm Derneği Tasavvuf Ödülü, TÜTAV Armağanı ve
1997'de aldığı Türk Dışişleri Bakanlığı Altın Madalyası sahibidir.
Türk insanını ve Türk kültürünü gerçekten tanıma olanağı bu
lan yabancıların Türk dostu olduğunu görüyoruz. Baskın bir kül
tür olan Türk kültürü sevgi, hoşgörü ve dostluk doludur. Türk fel
sefi düşüncesinde yüzyıllardır bunu görüyoruz. Evrensel kültürü
zenginleştirecek olan Türk kültürünü önce kendimiz iyi tanımalı,
sonra da yabancılara tanıtmaya çalışmalıyız. Bütün ufak çabalar
dahi bize mutluluğumuzu artıracak şekilde geri dönecektir.
Batı'dan ve Doğu'dan Türk kültürüne yapılan saldırıların ço
ğaldığı günümüzde, Türk kültürüne hizmet eden, Türk felsefi dü
şüncesini tanıtan yabancıları el üstünde tutmalıyız.
1 73
hesiz dünyanın önemli kültürlerinde felsefi düşüncede değişim
ler, gelişmeler oluyor. Biz bu gelişmelerin neresindeyiz? Bizde
ki gelişmeler nasıl?
Felsefi düşüncedeki değişimler küreselleşmeyi hedefleyen
büyük dünya sermayesinin ekonomik dayatmalarıyla şekillen
dirilmeye çalışılıyor. İnsanlar tüketim çılgınlığına yöneltilirken,
depolitize ediliyor. Yeni toplumsal yapılanma sürerken yeni
dünya düzeninin aristokrasisi artık uluslararası büyük sermaye
şirketlerinin "ceoları"ndan oluşuyor denebilir.
Anti-entellektüellik çok yaygınlaşırken, internet ve internet
satışlarının müşterisi ve tüketicisi olan eşit (!) veya diğer bir de
yişle tekdüze insanlar çoğalıyor. Gerçek entelektüellerin yerine
son yirmi yılda görülen yarı cahil entel danteller (!) bile silini
yor. Düşünürler bu ortamda yetişebilir mi? Düşünüre bu deği
şimler çerçevesinde gerek var mı? Bu düzende artık parıldayan,
yüksek yetenekli devlet başkanlarına gereksinim duyuluyor
mu? Batı'da Kennedy, Adenauer, DeGaulle gibi devlet adamları
na gereksinim yok.
Bu düşünce çerçevesinde Türkiye'ye bakarsak, Türkiye'nin
petrol enerji kaynağı ülkeler gibi birinci sömürü hattında olmadı
ğını görebiliyoruz. Ülkemizde küreselleşme çerçevesinde birey
lerin tüketime özendirilmesi ve borçlandırılması sonucu köleleş
tiği bir gerçek. Ayrıca ülkenin zenginlikleri döviz ve para oyunla
rıyla, örneğin borsa yoluyla boşaltılıyor. Toplumsal ve parasal
kaotik eşik dünyada henüz aşılmadı denebilir. Belki aşılması için
düşünürlere gereksinim olabilir. Yoksa felsefeyle ilgili bu kitabı
boşuna yazıyor olacağız. Olumlu bakarsak bu kitap yeniden en
telektüel düzeyde yetkin insanlara özet bir kaynak olabilir.
Günümüzde Wittgenstein doğal olarak en çok ilgiyi hak eden
filozoflardan biridir. Çünkü bütün bir 20. yüzyıl felsefesinin sey
rini değiştiren, felsefeye "tartışılacak" yeni bir ufuk çizen kişidir.
Onun felsefesi, çağdaşlarından ve kendinden önceki filozoflar
dan birçok yönden farklılık gösterir. Hayatı boyunca somut ola
rak üzerinde çalıştığı ve ortaya koyduğu Tractatus ve Philosop-
1 74
hical Investigations adlı eserleriyle iki farklı perspektif etrafın
da devasa felsefi tartışmalara ve günümüz felsefesinin gündemi
ni oluşturacak yaklaşımlara aracı olmuştur.
Bizde düşünmeye çalışanlar neler düşünüyor? Bir değişim
söz konusu mu? Dünyada neler oluyor? Felsefeciler, düşünürler
dünyanın gidişatında bir rol oynayabiliyor mu?
Bu sorulara cevap verebilecek Dünya Sorunları Karşısında
Felsefe başlıklı 21. Dünya Felsefe Kongresi Ağustos 2010'da İs
tanbul'da yapılmıştı. Felsefi düşüncede felsefeciler ne gibi yeni
düşünceler sunacaktı?
Bu kongrede felsefecilerden beklenen, dünya sorunları kar
şısında hangi bilgilere dayanarak, hangi açıklamaları getirdikleri
ve bir çözüm yöntemleri varsa, bu sorunlara nasıl bir çözüm
arayışı içinde oldukları, bir birey olarak bu sorunlara tavırları
ve bu sorunlar karşısında hangi tür tavırların doğru olduğuna
dair düşüncelerini sergilemeleriydi. .
Bu felsefe kongresine, 83 ülkeden 600 kadar felsefeci katıl
mıştı. Oturumlarda, "Felsefenin rolü: Aydınlanma, postmodern
düşünce ve diğer perspektifler", "Bilim ve teknolojideki yeni ge
lişmelerde karşılaşılan etik ve felsefi sorunlar", "Globalleşme ve
kültürel kimlik, insan hakları, devlet ve uluslararası düzen" baş
lıklarında fikirler ortaya atıldı, tartışmalar düzenlendi.
Sempozyumlar ise "Eşitsizlik, yoksulluk ve gelişme: Felsefi pers
pektifler", "Şiddet, savaş ve barış", "Demokrasi ve geleceği:
Yurttaşlık ve sivil toplum", "İnsan hakları: Kavramlar, problem
ler ve beklentiler", "Türkiye'de felsefe" başlıklarını taşıyordu.
Oturumlarda, postmodern çağda siyasal eylem, insan hakları,
yabancı düşmanlığı ve öteki sorunu gibi başlıklar da tartışılmış.
Fakat çözüm ne? Çözümü günümüzde felsefeciler ortaya ko
yabilir mi? Yoksa güç günümüzde sadece siyasilerin elinde mi?
"Eşitsizlik, yoksulluk, şiddet, savaş" bugün içinde bulunduğu
muz dünyanın olgularıdır. İzleyen bazı felsefecilere göre bu ol
guları ele alan oturumlarda bunları ortaya çıkaran nedenler ve
175
önlenmesi için yapılması gerekenler konusunda dilek ve temen
ninin ötesinde gerçekten doğru olanın, olması gerekenin, izlen
mesi gereken yönelim ve tavrın ortak iradeye dönüştürülmesi
yolunda ne bir eğilim ne de bir çaba vardı.
Yani felsefeciler bir değişim, bir yenilik peşinde değiller. Bel
ki günümüzde geldiğimiz düzeyde felsefi düşüncede ortaya ko
nacak bir düşünce yok.
Genel olarak kongreyi izleyenlerde, felsefecilerden hem bir
açıklama hem de bir tavır koyma beklentisi vardı. "Eşitsizlik,
yoksulluk, şiddet, savaş" diye belirlenen ana konularda açıkla
ma şeklinde hiçbir ortak bildirge çıkamamış.
Kültürel çoğulculuğun bir iletişim sorunu olduğunu ve iyi ile
tişimle iyi toplumsal sistem kurulurmuş gibi, iletişimle hayata
geçecek etik ilkelerin, kültürel çoğulcu toplumun ilkeleri olabi
leceğini savundular.
"Demokrasi deyince genel ve kamusal bir iletişimin kurum
sal olarak güvence veren biçimlerini anlayacağız, bu iletişim in
sanların, sonsuz genişletilmiş kullanım güçlerinin nesnel koşul
larında nasıl yaşayabilecekleri ve nasıl yaşamak istemesiyle ilgi
lenmektedir" şeklindeki yaklaşımıyla demokrasiden yalnızca
söz hakkını anladığını söylemiş oluyordu.
Belki de felsefeciler bir araya gelince siyasetçilerden daha
okumuş ve mantıklı olacakları varsayımıyla onlardan insanla
rın, daha doğrusu insanlığın sorunlarına çözüm bulmaları bekle
niyor.
Hepimizin bildiği gibi Kant, "hiçbir devlet, başka bir devletin
anayasasına ya da hükümetine zor kullanarak karışmamalıdır"
dedi diye savaşlar engellenmedi. Savaşın kaynağı çıkarların kar
şıtlığıdır. Yürürlükte olan ilkeler, toplumsal güçlerin birbirlerine
karşı pratikteki güçlerinin konumunu gösterir. Güçlenen kesim
ler yeni ilkeler ortaya koyarlar. Bu bakımdan ilkelerin kendi ba
şına bir gücü varmış gibi, ilkelere değer atfetmek yerine, bir ilke
nin ardındaki gücün somut niteliğine bakmak gerekir. Kongrede
dile getirilen "Birleşmiş Milletler örgütünün daha fonksiyonel ol-
176
ması ve ABD'nin gücünü sınırlaması" beklentisi de sanki hayal
edilen bir gücün olaylara müdahale etmesi şeklinde tasarlana
rak kurgulanması gibiymiş. Halbuki gerçek daha değişik; BM gü
cü, dünyadaki emperyalist güç blokları üzerine kurulmuş bir
denge şeklinde bir görünüm veriyor denebilir. Gerçek varlığının
ötesinde BM organizasyonuna ilkesel bir değer atfetmek bir çö
züm üretmek değil, yine egemen güç unsurlarına el açmak anla
mına geliyor. Bunu Kantçı anlamda savunuyorum demekle de
bir çözüm arayışına girilmiş olmuyor.
Şu anda dünyada siyasi sistemin tek meşru savunması, de
mokrasi ve özgürlük iddiasında olmak denebilir. Demokrasi
kavramını ortadan kaldıramazlar, ama birçok ülkede içini boşal
tıyorlar. Şimdilerde dünyanın birçok yerinde özgürlükler kısıtla
nıyor.
Türkiye'den birçok felsefeci kongreye davet edilmemiş ol
maktan şikayetçiydi, birçok tebliğin kongreye alınmamış olması
da günümüzde felsefenin bile ne kadar zor olduğunu veya felse
fenin zorlandığını gösteriyordu.
Olması gereken dünya ile olan dünya arasındaki çelişki var ol
dukça, insanlığın arayışı herhalde sürecektir. "Onaylamadığınız,
meşru bulmadığınız bir dünyada var olmaktan daha gerilimli, da
ha çelişkili ne olabilir?" diye soran izleyiciler vardı şüphesiz.
Eşitliğin olmadığı bir dünyada adaleti arayamayız. Daha in
sanca yaşamaya özenilen, bu yönde değişmesi gereken bir dün
yayla karşı karşıyayız ve ne değişmesi gereken bir dünyada ol
duğumuz ne de nasıl değiştireceğimize dair bir aydınlanma ya
şanmış bu kongrede.
Son elli yılda Türkiye'de yayımlanmış felsefe kitaplarının ço
ğu Batı felsefesiyle ilgili. Tasavvuf felsefesi, İslam felsefesi hak
kında neler biliyoruz? Son yıllarda ortaya çıkan ezoterik çağ an
layışıyla aydınlanmadan uzaklaşan "New Age" denen felsefi
akım dünyada nereye yerleşiyor, bize nasıl yansıyor? Postmo
dernizmin getirdiği düşünce yansıması ve sonrasındaki gelişme-
1 77
!er dünyaya nasıl yansıyordu? Postmodernizmin toplumumuza
yansıması felsefe açısından ne düzeydedir?
"Zeitgeist" denen, her ne kadar Almanca sözcüklerden oluş
sa da Amerika'dan kaynaklanan "zamanın ruhu" bir kurgu mu
dur? Yoksa Yeni Dünya'nın çöküşünü öteleyen dar çerçeveli bir
olgu mudur? Felsefi düşünce veya felsefe dünyada nereye gidi
yor? Bilgi çokluğu veya bilgi kirliliği içinde milyonlar hatta mil
yarlarca insan ne olup bittiğini anlayamıyor. Son yılların felsefi
(!) düşünce akımları bizi, bizim düşünürleri ne ölçüde etkiliyor?
Çağımızın akademik güvenliği olmayan İnternet ortamı ve tü
ketim çılgınlığı düşünmeye zaman bırakıyor mu? Nereden gelip
nereye nasıl gittiğimizi düşünebilen var mı?
Mayıs 201 1'de felsefi düşünceyle çıkışları olan İngiliz fizikçi
Stephen Hawking "felsefe öldü" diyordu. Hawking'e göre, "geç
mişte felsefeciler bilimi yaratmamıza, bilinen sınırlarını zorlama
mıza yardımcı olurlardı, şimdi bu bayrak bilimcilere geçti, felse
fecilerden yardım alamıyoruz; çünkü felsefe öldü."
İnsan var oldukça ve düşünebildikçe felsefe ölmez. Belki şu
günlerde yeni bir felsefi atılımın görünmemesi Hawking'i böyle
bir yoruma sevk ediyordu.
178
iV. BÖLÜM
1 79
le mi önemli bir düşünüre veya devlet adamına gereksinim yok?
Veya Nietzsche'ye inanırsak herhangi bir sorun yok mu? Veya
onun söz ettiği bir tehlike mi yok? Yoksa halkta bilinç mi yok?
Yoksa belki de Nietzsche mi yanılıyor?
1950 bazılarına göre Türkiye'nin ilerlemesinde bir dönüm
noktası, bazılarına göre ise çağdaşlaşma yönünde giden ülke
için bir kırılma noktası.
Felsefecilere göre felsefe ancak özgürlük ortamında gelişir.
Zaman zaman beceriksiz siyasetçilerin dövüşmeleri sonucu ül
keyi darbelere götürüp özgürlüklerimizin kısıtlanmasına yol aç
tılarsa da, genelde 1950'den bu yana giderek özgürleştiğimizi dü
şünüyoruz veya öyle sanıyoruz. Özgürlük ortamı düşünürlerin
düşüncelerini filizlendirdiğine göre Türk felsefi düşüncesinin de
ilerlediğini mi düşünmeliyiz? Şüphesiz bazı gelişmeler oluyor.
1958'de Irak'ta Başkan Kasım hükümetinin Türkmen denen
Türklere karşı giriştiği katliama Menderes hükümeti seyirci kal
mıştı veya seyirci kalmak zorunda kalmıştı.
20 10 yılında Gazze'deki Filistinlilere Türkiye'de gösterilen il
gi ve desteği acaba Yunanistan'ın Batı Trakya bölgesindeki
Türklere, Karabağ'da Ermeni işgalindeki Azerbaycan Türkleri
ne, Kuzey Irak'taki Türkmen denen Türklere, Çin işgalindeki Uy
gur Türklerine neden gösteremiyoruz? Ezilen Türklere neden
destek yok? Bugün halen süren, Kıbrıs Türklerine, Azerbaycan
Türklerine uygulanan ambargolara "bölge gücü" olduğu ileri sü
rülen Türkiye neden karşı çıkmıyor veya çıkamıyor?
1960'lı yıllarda Kıbrıs'ta Rumların Türklere karşı giriştiği kat
liamlar ise Türkiye'de infial yaratmıştı. Yunanlıların Batı Trak
ya'da Türklere uyguladığı baskılar ve Rumların Kıbrıs'taki Türk
lere 1974 yılında yaptığı son katliam, Türkiye'yi, Kıbrıs Cumhu
riyeti'nin kuruluş anlaşmaları çerçevesinde garantör ülke ola
rak, Kıbrıslı Türkleri katliamdan kurtarmak için Kıbrıs'a barış
harekatı yapmak zorunda bırakmıştı.
NATO ülkeleri arasında ilk defa bir anlaşmazlık oluyor, iki
NATO ülkesi, Türkiye ve Yunanistan karşı karşıya geliyordu.
1 80
Türklere karşı yapılan caniliği, katliamları görmeyen Avrupa
tarihten gelen Türk düşmanlığı refleksiyle Türkiye'nin genişle
mesinden, onların deyimiyle "expantion"undan korkarak, karşı
cephe alıyor ve ABD ile birlikte Türkiye'ye ekonomik ve askeri
ambargo koyuyordu.
İşte bu ambargo Türkiye'de sadece ekonomik yaşamda değil,
Türk düşünce dünyasında da değişimlere yol açıyordu. Ambar
go sonucu ülkede eksik olan ve resmen ithal edilemeyen malla
rın gelebilmesi için kabadayı denilebilecek bazı kişilerin örgüt
lendiği ve kaçakçılığın geliştiği bir dönem oluşuyordu. Hükümet
ler ambargo nedeniyle bu kanun dışı oluşumlara bir dereceye
kadar göz yumuyor veya göz yummak zorunda kalıyordu. So
nuçta bu kaçakçılık şebekeleri kuvvetlenerek doğumuzdaki bazı
ülkelerden batımızdaki ve batının batısındaki ülkelere yüklü
miktarda keyif verici maddeler ithal (!) ve ihracatı (!) ile çok zen
ginleşip, kara para ile ülkede nüfus sahibi olmaya başlıyorlar.
Öyle ki bu çetelerden bazı kişilerin devletin ileri gelenleri mi de
sek, ileri gidenleri mi desek, onlarla beraber gazinolarda, şurada
burada çekilmiş fotoğrafları yayımlanıyordu. Üst konumdaki in
sanların tipleri süratle değişiyor, bazılarına göre maganda kültü
rü (!) hızla yayılıyordu. Toplumun değer yargıları, düşünce şek
li süratle değişime uğruyordu. Okuryazar, düşünen, insan olma
ya, çağdaş olmaya, medeni olmaya çabalayan insanlar yerine be
linde silah taşıyan birtakım insanlar beyefendi (!) oluyordu.
Yakın tarihi yazanların kitaplarında bu kişilerin devleti idare
edenler, bürokratlar, milletvekilleri ve bakanlarla ne kadar içli
dışlı olduğu veya basma yansımış mahkeme süreçleri okunabilir.
Bu gelişmeler halkın geniş kitlelerinin çektiği yoksulluk ya
nında, karaparanm çoğalması, değer yargılarının değişerek "pa
raya tapanların" çoğalması, fuhşun, yolsuzluk ve rüşvetin artma
sı ahlak ve kültür erozyonuna neden olmuştur. "Benim memu
rum işini bilir", "yap numaranı al paranı", "anayasa bir kere de
linmekle bir şey olmaz", "ben verdim oldu" gibi o günlerden ak-
181
lımızda kalan bazı üst kademelerde bulunanlarca söylenmiş söz
ler, düşünce dünyamızı derinden yaralamış ve değiştirmiştir.
Bu değişimler çerçevesinde ekmek kavgasında olan halkın
ve ne yazık ki "aydın" olması gerekenlerin ilgisinin odagı ekono
mik sorunlar oldu. Tabii ki refaha ulaşmak, kalkınmak için eko
nomi önemlidir. Ancak ülkede genel ilginin bir noktaya çevril
mesi, toplumun diger gerçeklerinden uzaklaşmaya yol açmıştır
denebilir. Toplum geniş kesimleriyle giderek "paraya tapar" bir
hale dönüştürülmüştür.
12 Mart 1971 müdahalesinden sonra siyasal partiler, yaratı
lan kamuoyu ile hem sagda hem solda Cumhuriyet'in ilkeleri,
halkçılık, milliyetçilikten sanki kuşku duyar oldular. Devrimci
lik, yani gelişmeden söz edilemez oldu denebilir. Laiklik ve dev
letçilik ilkeleri amansız saldırılarla büyük ölçüde hırpalandı. Şe
hir ve kırsal kesimlerde, zengin fakir arasındaki gelir dagılımı,
adaletsizliği ve toplumsal tabakalar arasında görülen fark derin
leşti.
Olumlu bir gelişme için çözümler araması gereken sag ve sol
düşünce çatışırken, yıllar sonra açıklandıgı gibi, aynı dış kaynak
tan parasal olarak beslenerek Batı emperyalizmini ve sömürü
düzenini ülkeye tam olarak oturtacak olan 12 Eylül 1980 askeri
müdahalesine gelindi.
Sag ile sol düşüncenin arasındaki çekişmenin getirdigi veya
ilerici-gerici çekişmesinin yol açtıgı bunca askeri müdahaleden
bir şey öğrenebildik mi? Eğer siyasi partiler gerektigi gibi çalışa
bilselerdi, demokrasi ve insan haklarını zedeleyen bu askeri
müdahalelere ne gerek vardı? Bugün birtakım kalemşorlar hala
para aldıkları kesim için karşı tarafı suçlar, yargılar konumdalar.
Bırakın felsefi düşünceyi, düşünce düzeyinde bu tür sözde ya
zarlar ortalıkta oldukça acaba nasıl gelişeceğiz? Bugün 21. yüzyı
lın başında Türk felsefi düşüncesi ve toplum olarak neredeyiz?
Türkiye'de sag ve sol felsefi düşüncede neler oluyordu? Fel
sefi yogunlugu olan sag felsefi düşünceden daha önceki bölüm
lerde söz etmiştim, biraz da sol felsefi düşünceye deginelim.
182
Cumhuriyet'in devletçilik kavramından veya başka odaklar
dan yeşeren Türk solu Türk felsefi düşünce yaşamında 12 Eylül'e
kadar gelişmiş, ancak askeri müdahale sonucu ortadan kaldırıl
maya uğraşılmışbr. Aynca sol söylemli siyasi parti ve oluşumlar
sosyal adaleti sağlayamamaları, emekçi, fakir köylü ve dar gelirli
ye gerçek anlamda bir katkıda bulunamamaları sonucu, felsefi
olarak sahnede görülseler de, tabanlarını her seçimde alamadık
ları oylarla beraber kaybetmiştir. Aynca son yıllarda halkın mi
tinglerde talep etmesine rağmen, bitmeyen "solda birleşme" tera
nesi sürmekte fakat başarıdan uzak görülmektedir. 2010 yılına bir
ay kala Bülent Ecevit'in eşi yeni bir sol parti kuruyordu. Solda bu
girişimle bir kere daha bölünme oluyordu. Bu bölünmeler sosyal
adalete gereksinimi olan insanların sosyal demokrat sol partilere
oy vermesini önleyecektir. 2010 Mayıs'ında Baykal'ın belden aşa
ğı vurulan bir komplo (!) ile istifası sonucu seçilen yeni CHP Ge
nel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu şimdiye kadar sergilediği kişili
ğiyle sosyal adalet isteyenler için, solda birleşme için bir umut
oluyordu. Ancak 12 Haziran 2011 seçim propagandasında Kılıç
daroğlu, Hakkari mitinginde AB'nin talebi olan "yerel yönetimle
re özerklik" sözünü verince CHP'nin geleneksel cumhuriyetçi
seçmeninin bir kısmını bu söylemle kaybediyordu.
1980 askeri darbesiyle darbe yiyen sendikalar günümüzde
etkili olamıyor gibi bir izlenim veriyor. Dolayısıyla işçi sınıfı san
ki siyasal alanda yok denebilir. Bu gelişmeler sonucu sol görüş
lü düşünürlerin etkinliğinin azaldığı izlenmektedir. Ecevit'in "or
tanın solu" silindi mi? Sol görüş nedir? Sosyal adaleti sağlamak
mıdır? Halkın hakkını hukukunu korumak mıdır? Sol parti ola
rak görünmek bu mudur? Yoksa sol denen partiler "sol" kavra
mıyla, dinsizlikten, despotluğa, hatta antidemokratlığa ve dikta
törlük hevesliliğine kadar halkın hiç de tasvip etmediği idare şe
killerini hatırlatır oldukları izlenimini yaratbklan için mi dar bir
ilgi alanında kalıyorlar? 2010 yılı başındaki Tekel işçileri grevi
sendikaları tekrar öne çıkarıyordu.
183
Burjuva veya "orta direk" denen az sayıdaki orta sınıf da
Özal zamanında enflasyonla ortadan kalktı. Günümüzde ülke
mizde hala sosyal adalet saglanmış degil, zenginler giderek zen
ginleşirken, fakirler de giderek daha fakirleşiyor.
Siyasal anlamda bir liberalizmden, liberal felsefeden söz et
mek de pek mümkün degil. Liberal özgürlükten yanadır, her fik
re saygılıdır. Liberal düşüncede bireyin kişisel özgürlügüne, fi
kir özgürlügüne, her bireyin özel yaşam şekline hoşgörü vardır.
Bizde ise liberal geçinenlerde liberalizmin hiçbir özelligi yoktur.
Liberalim deyip liberal olmayan görüşlerini neredeyse zorbalık
la kabul ettirme çabası vardır. Son zamanlarda kendilerine libe
ral adı veren ve Türkiye'nin aleyhine olan her türlü eylem ve
söylemle ortaya çıkan sözde aydınlar ve yabancıların menfaat
leri doğrultusunda yazı yazan kalemşorlar ülkenin felsefi düşün
ce alanında gelişmesine nasıl yardımcı olabilirler diye sorgula
yanlar var denebilir.
İkinci Cumhuriyet fikrini ortaya atanların gerçek ilerici bir
felsefesi var mı? Bazıları "ikinci cumhuriyet fikrini ikinci ihanet
tartışmaları olarak degerlendiriyor." Böyle bir tartışmada felse
fi bir açılım beklerken, günümüzdeki siyasi tartışmalardaki dü
zeysizlik hiçbir felsefi yaklaşım olamayacağına işaret ediyor. Bir
taraf digeri için "zihinsel yaşlılar", "borazan beyleri", "yagdan
lıklar", "statükocu ulemalar" gibi benzetmeleri layık görürken
diger taraf, "tıfıl yazarlar", "kikirikler", "numaracılar" diye karşı
lık vermekteler. Bu söylemleri buraya yansıtmaktan kişisel ola
rak kullanmadıgım sözcükler olduğu için rahatsız oluyorum, an
cak siyasetle uğraşan fakat siyaset felsefesiyle uzaktan yakından
hiç alakası olmayanların, siyasetle ilgili fikir beyan edenlerin dü
zeyini anlamak için önemli olabilir.
Acaba sorun "Batılılaşma" sorunu mu? Acaba yabancı bir uy
garlıgı, yani Batı uygarlığını taklit ederek bir yere gelme çabası
daha önce de degindigim gibi bir yanılgı mıdır? Aydınlanmış bir
bilince sahip olmadıkça herhalde yabancı bir uygarlığın olumlu
tarafları alınamaz. Tanzimat konusunda daha önce degindigim
184
gibi bizim yaptığımız şekilci Batı taklitçiliğinin yanında kimliği
mizi hesaba katmamamız en büyük yanılgıdır. Çünkü biz istesek
de Türk- İslam kültürü üstüne kurulmuş kimliğimizi atamayız.
Hem ne diye kimliğimizi sözde Batılılaşma uğruna bırakalım! Za
ten Avrupalı olabilmek için antik Grek, Roma ve Hıristiyan kim
ligini almamız gerekir. Ancak bu tasarı kimlik bize kesinlikle uy
mamaktadır.
Bu dönem, zorlamayla da olsa demokrasinin Türkiye'de ge
ne de geliştiği dönemdir. Demokrasi anlayışının gelişmesi Türki
ye için önemlidir. Çünkü ülkemizde ne aile içinde ne sivil top
lum kuruluşlarında ne derneklerde ne de demokrasinin en faz
la olması gereken siyasi partilerde demokrasinin ne yazık ki he
nüz olmaması nedeniyle, felsefe bağlamında demokrasiden söz
etmeyi abesle iştigal etmek diye değerlendirilebiliriz. Askeri yö
netim denetiminde yapılan ve yürürlükte olan siyasi partiler ka
nunu ne yazık ki darbeci niteliktedir ve parti içi demokrasiye
yer vermemektedir.
Aile içi şiddet, ensest, çocuğa şiddet, örneğin Güneydoğulu
ların Mardin'de kendi ailelerinden 44 kişiyi öldürdükleri, Ada
na'da taşralı bir vatandaşın ailesinden 9 kişiyi öldürdüğü ve
benzeri yüzlerce vakanın medyaya yansıdığı bu toplumun bi
reylerinin demokrasi anlayışı acaba nasıldır? Seçimlerde gıda
ve kömürden çamaşır makinesine kadar yapılan yardımlarla (!)
seyreden bir seçim dönemi sonucu kazanan siyasetçilerin sade
ce oy çokluğunu göz önünde bulundurduğu bir ülkede hangi de
mokrasi, hangi siyaset felsefesinden söz edilebilir?
Felsefi düşünce dünyamızda ne etkileyici bir düşünür ne de
etkileyici bir önder şu anda ülkemizde görünüyor. Yine de Türk
halkının son derecede kuvvetli bir sağduyusu veya kendine gö
re bir felsefesi olduğundan söz edebiliriz.
Yakın geçmişi "düşünürsüz yakın geçmiş" olarak nitelerken
burada evrensel bir filozofun çıkamamasını vurguluyoruz. Yok
sa şüphesiz çok önemli eserler yaratmış felsefecilerimiz var. Dü-
185
şünmeye çalışan çok sayıda aydınımız var. Fakat düşünmek ve
de hele siyasi felsefeyle düşündüklerini ifade etmek hala pek
kolay değil gibi...
Umarız toplum düşünce düzeyinde gelişir, demokrasi anlayı
şı ve gerçek demokrasi tam anlamıyla ülkemize gelir. Sonucun
da özgürlük ortamı, yani insanların her yerde her zaman izlen
me, haberi olmadan dinlenme korkusu ortadan kalkıp, düşünür
lerin korkmadan düşünebileceği ve düşünceleriyle topluma ya
rarlı olacağı ortam içinde ortaya çıkarlar.
170 Tanilli , Server, Türkiye'de Aydınlanma Hareketi, s. 71 , 83. Alkım Yaymevi, İs
tanbul, 2006.
186
mektedirler denebilir. Buradaki sorun postmodernizme gerçek
anlamda ulaşmak için aydınlanmaktan geçmek gerektiği çelişki
sidir denebilir. Bizde sanki aydınlanma dönemi yaşanmadan
postmodern kuramcılar ortaya çıkmıştır.
Günümüzde Türkiye'de düşünürler neler yansıtmaktadır?
Düşünürden veya aydından önce basından söz edelim. Yazı
lı ve görsel basın düşünürlerin, kültürün, sanatın, edebiyatın, şi
irin pek yansıdığı bir ortam olarak görülmüyor. Yazılı basın ve
televizyonun kamuoyunu etkilemekte ne denli öne çıktığını gö
ren siyasi partiler, taraflı yayın yapılması için basın organları ve
televizyonları paylaşmak için kavga veriyorlar.
Eskiden basındaki birçok yazar inandığı ideoloji uğrunda ya
zarken, şimdilerde birçok köşe yazarı (!) bir partiden diğerine
giden fırıldak milletvekilleri gibi transfer yapıyor. Boğazda villa
lar alabilecek kadar büyük ücretler alan bu köşe yazarları veya
televizyoncular fikir dünyamıza, bir an önce köşeyi dönme tela
şıyla parayı verenin düdüğünü çalarak katkıda (!) bulunuyorlar.
Transferle Fenerbahçe veya Galatasaray'a geçen futbolcular gi
bi sadece parayı verenler için çalışıyorlar. Birçoğu siyasi görüş
lerinde 180 derece döndüğüne göre, bunlara dönek diyenlere
acaba hak mı vermeli? Bu dönüş, fikir, felsefi düşünce temelin
de olmayıp, çoğunda parasal nedenle olmaktadır deniliyor.
Benzer suçlamaları siyasetçilerde de görmekteyiz. Sosyal de
mokrat bir partide bir türlü milletvekili olamayan, bu yüzden
kendi partisini yerden yere vuranların 180 derece dönerek şir
ketine ihaleler almak için başka bir partiye girdikleri iddialarını
veya tersi durumları her gün gazetelerde okumaktayız.
Nietzsche'nin düşüncelerinde "postmodernizme" yol açan
en temel özellik, derin bir şüphecilik içermesi ve bu şüphecili
ğin dil ve anlama yönelik büyük bir saplantıdan doğup şekillen
mesidir.
" Nietzsche'nin her yazdığı perspektiflidir. O, bir konuyu, be
lirli açıdan bakılınca nasıl görünüyor, düşüncesiyle ele alır. Çün-
187
kü aradığı hakikat değildir. Zira insanın zaten her hakikat saydı
ğı yalnızca kendi bakış açısından öyledir; 'mutlak hakikat' diye
bir şey yoktur. Bu sebeple felsefe, hakikat arama işi degildir, ya
şam sorunlarını çözme işidir. Felsefe bu görevi çeşitli açılardan
yapabilir." 171
Türk felsefi düşüncesi içinde bizim modernleşme çerçeve
sinde Batı felsefesini anlamamız ve bilmemiz gerekir. Aristote
les'ten, Eflatun'dan Nietzsche'ye, Wittgenstein'a ve postmodern
ötesi felsefi düşünce akımlarına kadar, Batı felsefesinin felsefeyi
nasıl oluşturduğunu ögrenmemiz ve sorgulamamız gerekir.
Modernleşme bir felsefe dili olmaması sorun haline geldiği
andan itibaren, bazı görüşlere göre, Batı'dan yalnızca tekniği it
hal etmek ve manevi kültürel degerlerimize her türlü bulaşma
ya karşı direnmek formülüyle çerçevelenemez. "Batı felsefesini
ithal ettiğimiz anda, Ziya Gökalp'in deyişi ile ' İlim Garp'tan ıstı
lah İslam'dan' fikri kabul edilse bile, manevi bir buluşma, çift
yönlü bir degişme, kendine yabancılaşma ve melezleşme kaçı
nılmaz hale gelir." 1 72
1 88
Düşünürü sorgulama derken, dünya toplumunu, kendi toplu
mumuzu düşünür üzerinden sorgulama çabasında olunabiline
ceğini düşünebiliriz. Dünya toplumu nereye gidiyor? Biz nereye
gidiyoruz? Teknolojik gelişme insanın insani ve manevi degerle
rine ne katıyor? Veya neler götürüyor? Biz sıradan insanlar bu
degişimleri nasıl yaşıyoruz? Nasıl algılıyoruz? Küreselleşme dü
şünürü nasıl etkiliyor? Bireyi nasıl etkiliyor?
Günümüzde küreselleşme olgusu son yıllarda bagımsızlıgına
önem veren ulus devletlerinin üstüne çökmüş gibi görülüyor.
Farabi ve İbni Sina tarzı dünya çapındaki düşünürler gibi ne ya
zık ki son bin yılda dünya felsefesini veya siyaset felsefesini et
kileyecek bir Türk düşünür çıkmadı. Yani Platon ve Locke gibi
iki büyük siyaset filozofu neden çıkartamadık? Günümüzde de
mokrasi, insan hakları, açık toplum, hukukun üstünlügü gibi
kavramlar siyasetçilerin agzında dolaşırken, acaba toplumlarda
bu kavramların yerleştigi ilerlemeleri görüyor muyuz? Yoksa
ekonomik oyunlarla toplumlar ve ülkeler sömürgeleşerek küre
selleşme yolunda kurban mı oluyor? 2008 krizine baktıgımızda
bu ekonomik kriz ABD'den çıkmasına ragmen 2010'a geldiğimiz
de doların avro karşısındaki kuvvetlenişi krizin küresel bir oyun
mu oldugunu bazı düşünmeye çalışanlara düşündürüyordu.
Acaba günümüzün düşünürleri veya Türkiye'deki düşünme
ye çalışan düşünürler veya felsefeyle ugraşanlar nasıl düşünme
lidirler? Toplumların mutlulugu için neyi savunmalıdırlar? Küre
selleşmeci mi olmalıdırlar? Yoksa ulusalcı mı olmalılar? Ulusal
cı düşünürler milliyetçi mi oluyorlar? Küreselleşmenin ekono
mik, kültürel ve siyasi etkileri bizde baskı mı oluşturuyor? Yok
sa bize ekonomik, kültürel ve siyasi anlamda bir zenginlik mi ka
tıyor?
Bizim düşünürlerimiz neyi savunmalıdırlar? Felsefeci Ahmet
Arslan kafamızdan geçen bu sorulara cevap oluşturabilecek çok
güzel açıklamalarda bulunuyor: "Filozof için dogru olan, filozo
fun üzerine düşen görev, herhangi bir şeyi savunmak veya ona
1 89
karşı çıkmak degildir. Felsefeyi felsefe yapan şey, filozofun niyet
leri veya amaçları da degildir; bu niyetler veya amaçları gerçek
leştirmeye çalışırken kullandığı yöntem, felsefi denilen düşünme
veya akıl yürütme yöntemidir. Bilimsel bir sonucu bilimsel bir
sonuç kılan şeyin bilim adamının bu sonuca varmaya çalışırken
kullandıgı yöntem, bilimsel yöntem olmasına ve bilimsel bir dog
runun bilimsel bir doğru olduğunun gösterilmesi için bilimsel
dogrulamaya muhtaç olmamıza karşılık felsefede bununla aynı
anlamda felsefi bir 'dogru'dan söz etmek mümkün degildir. Fel
sefi bir görüşün, sonucun, iddianın veya tezin felsefi olarak 'dog
ru', yani başarılı, ikna edici diye nitelendirilmesi için bu sonuca
götürücü akıl yürütmenin kendisine bakmamız ve bu akıl yürüt
menin 'dogru', yani temellendirici yani söz konusu sonuca sag
lam, inandırıcı bir şekilde götürücü olması gerekir." 173
Dogruyu bulmanın veya dogruyu yapmanın pek kolay olma
dıgı söylenebilir. Şüphesiz düşünürün gelişebilmesi için özgür
lük ortamı çok önemlidir. Gerçek özgürlügün evrensel insan
haklarına ve hukukun üstünlügüne önem veren ortamlarda, ya
ni demokraside oldugu aşikardır. Bu nedenle biraz da demok
rasiden söz edelim.
DEMOKRASi
Demokrasi sözcügü 2 bin küsur yıl önce, demos (halk) ve
cratos (güç veya idare) sözcüklerinden türetilmiştir. Demokrasi
nin felsefesi, fazileti ve insana yaraşır yanı hala ülkemizde tam
anlamıyla, Batı Avrupa'daki şekliyle algılanamıyor denebilir.
173 Arslan, Prof Dr.Ahmet, Cumhuriyet Sonrası Türk Felsefe Hayatı İle İlgili Bazı
Gözlem ve Değerlendirmeler, 5. Türk Kültürü Kongresi, cilt 5, s.83-84, Atatürk
Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2004.
190
Özellikle hala siyasi partilerin içinde bile demokrasi olmaması
demokrasi felsefesi açısından kaygılanılacak bir durumdur.
Çağdaş demokrasi özgür, özerk, eşit bireylerden oluşan, bil
gilendirilmiş özgür halkın, hukukun egemenliği altında yaşadığı,
sivil toplumun özgürlükçülüğe, çoğulculuğa ve katılımcılığa yas
lanan değerlere göre biçimlendiği, özgür halk için olan bir yöne
tim şeklidir.
"Demokrasi bir ülkenin yönetimi için şüphesiz insana yara
şır en iyi yöntemdir. İnsanlar demokrasi sözcüğünden çok deği
şik şeyler anlarlar. 1950 yılında Demokrat Parti kurulduğunda
insanlar demokrasiden o kadar habersizdi ki demokratı 'demir
kırat' olarak anlayan çok fazlaydı. Bu nedenle Demokrat Parti
çizgisinde giden partiler, parti imgesi olarak daima 'atı' seçmiş
lerdir. Türkiye'de demokrasi önce Menderes ile İnönü'nün son
ra da Demirel ile Ecevit'in çekişmeleriyle sahne almıştır. " 1 74
Demokrasiden söz ederken siyasetin günümüzdeki anlamına
bakacak olursak; "ülke, devlet ve insan yönetimi biçiminde ta
nımlamak olanaklıdır." 1 75 Öte yandan siyasetin bir bilim ve sa
nat olarak değerlendirildiğini de görmeliyiz: Siyasetin tanımı ve
konusu hakkında tam bir fikir birliği olmamakla birlikte bazıları
na göre konusu "devlet"le sınırlidır. Demokrasinin de ne olduğu
hakkında bir fikir birliği yoktur denebilir.
Klasik politika felsefesi diye tanımlanan Platon ve Aristote
les'in siyaset felsefeleri hakkında Strauss'un şu sözlerine dikkat
çekmekte fayda görüyoruz: "Politik şeylere aydınlanmış yurttaş
lar, devlet adamının perspektifi içinde bakarlar. Onlar, aydınlan
mış yurttaşların ve devlet adamlarının açık bir şekilde göreme
dikleri ve hatta hiç göremedikleri şeyleri, açık bir şekilde görür
ler. Fakat bunun sebebi, onların aydınlanmış yurttaşlar veya
devlet adamları ile aynı doğrultuda çok daha uzaklara bakmala-
174 Poroy, A.Akil, Uyan Artık Türkiye, s. 247, Say Yayınları, İstanbul, 2007.
175 Kışlalı, Ahmet Taner, Siyaset Bilimi, s. 17, İmge Kitabevi, Ankara, 2005.
191
rından başka bir şey değildir diye düşünebiliriz. Onlar, politik
olaylara dışarıdan, politik yaşamın seyircileri olarak bakmazlar.
Onlar, aydınlanmış yurttaşların ve devlet adamlarının dilini ko
nuşurlar. Kullandıkları neredeyse tek bir terim bile yoktur ki pa
zar yerinde bilindik olmasın... Klasik politika felsefesi, küstahla
rı ezen ve mağdurları esirgeyen hakiki devlet adamının o muaz
zam esnekliğini yeniden üretip kendi mükemmelliğine yükseltir.
O, kötünün yok edilemeyeceğini ve bundan dolayı da politika
dan beklentilerimizin ölçülü olması gerektiğini bildiği için her
türlü fanatizmden azadedir. Onu hayatta tutan ruhu, dinginlik
veya yüce bir ağırbaşlılık olarak betimlemek mümkündür." 176
Siyasi olanın amacı Aristoteles'in de ifade ettiği gibi, "yalnız
ca yaşamayı olanaklı kılmak değil, yaşamaya değer iyi bir yaşa
mı kurmaktı. İyi yaşamak demek mutlu ve soylu yaşamaktı". 1 77
Modern toplumda şiddete dayalı olmayan "katılımcı demok
rasi"nin aksine, şiddet veya çıkara dayalı bir hareketle karşıla
şıldığında, geniş halk desteği sağlayan kaba güç ve şiddet, top
lumsal denetim ve ikna açısından başarılı teknikler gibi görünü
yor. İktidar, zor, kuvvet, otorite, şiddet: bunlar insanın insan
üzerindeki egemenliğin araçlarından başka bir şeye işaret etme
yen sözcüklerdir. 20. yüzyıl insanın kendine yabancılaştığı, bir
yığın haline geldiği Arendt'in deyimiyle, "kitle toplumlarının
oluştuğu bir yüzyıl olmuştur. Başka bir deyişle insanların, 'ken
dileri olarak yaşamayı' tercih edemedikleri bir yüzyıl olmuş
tur." 1 78
"Demokrasi en yalın ve kısa anlatımıyla; 'halk egemenliği'
demektir. Ne var ki o, gerçek gücünü, erdem sahibi bireylerin
oluşturduğu kamuoyundan alır. Onun içindir ki demokrasi; siya-
176 Strauss, Leo, Politika Felsefesi Nedir?, s. 31, çev. Solmaz Zelyut Hünler, Para
digma Yayınları, İstanbul, 2000.
177 Agaogulları, M.A., Eski Yunanda Siyaset Felsefesi, s. 239, V Yayınları, Ankara,
1989.
1 78 Arendt, Hannah, Diktatörlük Dönemlerinde Kişisel Sorumluluk, çev. Yakup Co
şar, s. 181, Ayrıntı Yayınlan, 1 997.
1 92
sal düzen olmaktan da öte, özgün bir dünya görüşü ve belli dü
zeyin üzerine yükselebilmiş bir yaşam biçimi olarak tam ve açık
biçimde anlatılmalıdır. Demokrasi tarihi: Cahillik, bağnazlık ve
zorbalığın yerine; hukukun üstünlüğü, yaşama sevinci ve aydın
latıcı bir düşünce yapısını koyabilmek için, 2500 yıldır sürdürü
len bir savaşım öyküsüdür. Halkları iyi insan ve halk önderleri
ni üstün kişiler yapabilmenin savaşımıdır." 179
" Demokrasinin bir geleceği var mıdır? Demokrasi gerçekten
de teoride ileri sürdüğü refah düzeyini, yaşam standardını yaka
lamada insanlığa nihai anlamda yol gösterecek yegane rejim bi
çimi midir gibi sorular bağlamında demokrasi retoriği günümüz
de sıklıkla sorgulanmakta, demokrasi anlayışları irdelenmekte
dir." 180
Hiç kimse demokrasiye karşı değildir. Bununla beraber,
Schumpeter'in işaret ettiği gibi, demokratik bir sürecin -mesela
çoğunluk yönetiminin- sonuçları zorunlu olarak iyi değildir. De
mokrasinin iktisadi teorisinin gösterdiği gibi, iyi örgütlenmiş
azınlık gruplar şekli bir demokratik sistemi manipüle edebilirler,
istediği şekilde çıkarları doğrultusunda yönlendirilebilir. Çağdaş
demokratik usullerin işleyişi hakkında daha fazla şüpheci olmak
gerekiyor, diye düşünebiliriz. Hele ekonomik kriz dönemlerin
de demokratik düşünce kolayca silinebilir.
"Çoğu popüler görüşün aksine, 'halkın iradesinde herhangi
bir erdem yoktur. Çok fazla demokratik 'katılma' da seçkinlerin
yönetimi ele geçirmelerine yol açar. Çoğunluğun 'rasyonel bilgi
sizlik' ve 'kayıtsızlık iyi örgütlenmiş grupların sistemi manipüle
edecekleri anlamına gelmektedir." 181
"20. yüzyılda artık demokrasiden bahsetmek ne tür demok-
179 Anıl, Yaşar, Ş., Antik Çağda Demokrasinin Doğuşu, Kastaş Yayınevi, İstanbul,
2006.
180 Yeke, Yıldız Karagöz, Hannah Arendt: Siyaset ve Demokraside İlksele Dönüş,
Flsefe Lgos - Diyalektik ve Yöntem 2008/ 1-2, s. 27, 15 Nisan 2010.
181 Barry, Narman, Modern Siyaset Teorisi, çev. Yusuf Şahin-Mustafa Erdoğan, İs
tanbul, Liberte Yayınları, 2004.
193
rasiden bahsetmek anlamına gelmiştir (temsili, sosyalist, feodal,
katılımcı demokrasi... gibi). Ancak Batı dünyası, genelde liberal
ekonomiyi benimsediğinden, liberal demokrasi anlayışını da be
nimsemiştir." 182
"Arendt modernizmin, siyasal olanın halatlarını kopartarak,
özgürlüğü ve düşünme etkinliğini şiddet araçlarına sahip olan,
insanlığın geleceğini tehdit eden ve ayrıca da özgürlük, adalet,
eşitlik, iktidar gibi siyasal kavramların içini boşaltan ve siyasal
dünyada istediğini yapma erkleri olan küçük bir grubun/grupla
rın işi haline getirmekte olduğunu düşünmektedir.'' 183
Düşüncelerimizin geçmişle olan bağının kopartılmaması ge
rektiğini savunan Arendt'e göre düşünme, "bizzat yaşanan de
neyimlerden doğar ve kendisini yegane kılavuzlar olarak dene
yime bağlı kalır."
Son yıllarda Türkiye'de demokrasi, laiklik, cumhuriyetçilik
gibi kavramlar sanki birbirinin karşıtı gibi gösterilmeye çalışıldı.
Bazılarına göre ortaya çıkan "azgın demokratlar" demokrasiyi
daha karmaşık hale getirdiler. Bir ülkede parlamento ve bir hü
kümetin bulunması orada illa demokrasi olduğu anlamına gel
mez.
Demokrasiden söz edebilmek için iki ayrı grup koşulun var
lığı gerekir. Bunlar olmazsa olmaz koşullardır. Birinin yokluğu
durumunda o ülkede demokrasi de yoktur.
Birinci grupta şu koşullar gerekir: Seçim, genel oy, eşit oy.
Seçimsiz bir demokrasi düşünülemez. Ama antidemokratik
rejimlerde de seçimler yapılır. Öte yandan, bütün ergin yurttaş
ların ayrımsız oy kullanması gerekir. Üçüncü koşul ise, son ker
te önemlidir. Her seçmenin oyunun birbirine eşit olması demek
tir. Bazı yazarların da belirttiği gibi tarikatların, cemaatlerin,
182 Robert A. Dahl,Robert.A., Demokrasi Üstüne, çev. Betül Kadıoglu, s. 49, 62, An
kara, Phoenix Yayınları, 200 1.
183 Arendt, Hannah, İnsanlık Durumu, çev. Bahadır Sina Şener, s. 69, iletişim Ya
yınları, İstanbul, 2003.
194
şeyhlerin, ağaların bulunduğu bir ülkede eşit oy ilkesi geçersiz
dir. Çünkü söz gelişi bir toprak ağasının, şeyhin ne kadar müri
di varsa, o kadar oyu var demektir. Bu, aynı zamanda "milli ira
de"nin de ortaya çıkmasına engeldir. Kaldı ki Türkiye'deki se
çim sistemi Doğu ve Güneydoğu illerinden 1 5-20 bin seçmenin
bir milletvekili çıkarmasına karşılık, Batı illerinde bu seçmen sa
yısının 70-80 bin olmasını hükme bağlamakla eşit oy ilkesini or
tadan kaldırmıştır. İstanbullunun verdiği I 1 2 bin oy ancak bir
milletvekili çıkarmaktadır. Yalnızca bu durum bile, Türkiye'de
demokrasiden söz edebilme olanağını ortadan kaldırmış bulu
nuyor. Halbuki T.C. Hazinesi'ne giden verginin neredeyse %30'u
İstanbullular tarafından ödenmektedir. Bu düzenlemeyi yapan
lar demokrasi düşmanıdır diyenlere ne demeli?
Düşünür Nietzsche seçim ve cehaletle ilgili şöyle diyor: "Ca
hil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi,
hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını
zanneder. " Zarif manken Aysun Kayacı'nm oy kullanma ve eşit
lik konusunda televizyonda canlı yayında söyledikleri hala ku
laklardadır herhalde.
Ülkenin kaynaklarının özel kişilerce kullanımında da ilginç
bilgileri her yerde okuyabiliyorsunuz veya televizyonlarda du
yuyorsunuz. Örneğin Şırnak'ta kaçak elektrik kullanımı
2009/2010 itibarıyla %71, Urfa'da %72 imiş. Günlük yaşam içinde
hırsızlık yapanların hak hukuk anlayışı, demokrasi anlayışı aca
ba nasıldır? Elektrik hırsızlığı yapıldığı söylenen bu illerin acaba
ülkeye ekonomik katkısı nedir? En azından yıllık vergi miktarı
nedir?
Demokrasinin teorik kavramlarına dönersek, ikinci grupta,
çoğulcu yapı, iletişim özgürlüğü, insan hakları, bilinçli seçmen
vb. gibi koşullar bulunur. Bu kitabın kurgusu çerçevesinde, bun
lar üzerinde ayrıca durma olanağı bulunmuyor ama son bir ko
şul var ki eşit oy ilkesinden çok daha önemlidir. O da "bağımsız
lık" tır. Bağımsız olmayan bir ülkede seçimler, meclis, hepsi bir
195
aldatmacadır. Çünkü demokrasi halkın kendi özgür iradesiyle
yani milli irade ile kendini yönetmesi olarak tanımlandığına gö
re, dış güçlerin buyruklarıyla o ülkede yasalar çıkarılıyor, karar
lar alınıyorsa, kim orada demokrasi olduğunu öne sürebilir.
Bazı ülkelere baktığımızda kuvvetler ayrılığı ilkesi ortadan
kalkmış, cumhurbaşkanının, başkanın veya başbakanın iradesi
her şeyin üstüne çıkmış, dolayısıyla tek kişinin buyruklarıyla
yönetilir duruma düşmüş bir toplumda seçimler olsa da herhal
de demokrasiden söz edilemez.
Batıda olgunlaşan demokrasi, laiklik, bilim, pozitif hukuk gi
bi "çağdaş uygarlık değerleri" insanlığın ortak değerleri olarak
algılanmıştır. Anadolu topraklarında yaşanan bir toplumsal-si
yasal dönüşüm gerçek anlamda bir devrimdir. Bir aydınlanma
sürecidir.
Türkiye'de demokrasinin, ülkeye yerleşmesinde bir süreç
geçirdiği, 1960 askeri müdahalesi, 1971 muhtırası, 19�0 askeri
darbesi, 1 997 Milli Güvenlik Kurulu kararları ve 2007 cumhur
başkanlığı seçimi öncesi ve sonrasında yaşananlar ve yapılan
Cumhuriyet Mitingleri gibi olaylarla evrim yaşadığı bir gerçektir.
Bu evrim sürecinde, üstten gerçekleştirilen devrimlerin,
halktan gelen cumhuriyete ve devrimlere sahip çıkma talep ve
tepkileriyle birleştiği görülmektedir. Bütün bu gelişmeler de
mokrasinin yerleşmesi için bir evrim sürecine gereksinim oldu
ğunu göstermektedir. Bu süreçte demokrasinin kendi hasletleri
olan insan hakları, özgürlük ve çoğulculuk ile kendini yok etme
sine imkan verilmemesi gerektiğini göstermektedir.
Demokraside en büyük sorun halkın oylarıyla gelip yani de
mokrasiyi kullanarak demokrasinin yıkılma olayıdır. Aynı Hitler
Almanya'sında uygulandığı gibi. Avrupa demokrasilerinde Hı
ristiyan olan toplum, laiklik ve demokrasiyi oldukça uzun bir sü
reç sonunda bağdaştırmıştır. Günümüzde bazı ülkelerde seçim
sonuçları üzerinde elektronik ortamda oynanarak demokrasinin
zedeleneceği iddia edilmektedir.
Laiklik süreci veyahut laiklik kavramı Türkiye'de cumhuri-
196
yetin kurulmasından günümüze tarbşma konusu olmuştur. Laik
lik dinsizlik olarak anlaşıldığı için toplumun bazı katmanları ta
rafından karşı çıkılan bir kavram olmuştur. Ancak bir demokra
side "hukuk devleti anlayışı" ve "laikliği" kaldırınca demokrasi
insan hakları açısından ortadan kalkar bir duruma gelir. Bütün
bu çelişkilere rağmen Türkiye cumhuriyetin getirdiği laik, de
mokratik ve hukuk devleti anlayışı içinde olan tek Müslüman ül
kedir. Bu özellikleriyle Türkiye ne Batı'ya ne de Doğu'ya uy
maktadır. İslam ülkeleriyle Müslüman oluşumuz dolayısıyla kı
yaslamak Türklerin geleneksel hoşgörü anlayışına uymamakta
dır. Daha açıkça ifade edilirse Türkiye'deki İslam anlayışıyla
Arap ülkelerindeki İslam anlayışının farklılığı her iki toplumun
İslamiyet öncesindeki inanç sistemleriyle ilgilidir.
Türklerde İslamiyet öncesi Gök Tanrı inancında tek tanrı varken
Araplarda putperestlik vardı.
Geçtiğimiz yıllarda düzenlenen Cumhuriyet Mitingleri'nde
"ne şeriat ne darbe" şeklindeki pankartlar Batı Avrupa demok
rasisinin sahiplenildiği görünümünü vermektedir denebilir.
Demokrasi şüphesiz insan için en çağdaş rejimdir. Demokraside
insan hakları ve özgürlükler o ülkenin varlığı, bütünlüğü, güven
liği önemli ve öncelikli kavramlardır. Bu temel ilkelerden sapma
olduğunda seçimler yapılsa bile demokrasiden söz etmek müm
kün değildir. Hiçbir Batı Avrupa ülkesinde günümüzde demok
rasiyi, düzeni ve rejimi değiştirecek bir araç olarak görmezler.
Türkiye'de de demokrasi, hukukun üstünlüğü, laiklik, temel öz
gürlükler yaşadığımız ülkenin çağdaş, temel kavramlarıdır.
Bir ülkede felsefenin gelişmesi için demokrasi ve onun getirdiği
tam özgürlük ortamı çok önemlidir. Felsefe için demokrasi, de
mokrasi için felsefi düşünce gereklidir.
"Aristo'nun demokrasi konusundaki görüşleri bize fayda sağ
layacaktır. Altıncı kitapta Aristoteles demokrasilerle oligarşilerin
reformu çarelerini araştırır ve ondan sonra ideal devleti ve eği
timi ele alır. En kusursuz siyasal devlet erişilemez bir şeydir.
197
Önemli olan, mevcut koşullar altında en iyisini bulmaktır; bu
nun içindir ki Aristoteles belli başlı hükümet biçimlerinin refor
mu ve yaşatılması yollarını araştırmakla meşguldür.
Onun zamanında Atina demokrasisinin siyasal olayları, Aris
toteles gibi tutucu filozoflara bu mekanizmayı açıkça gösterecek
kadar çıplaktı. Aristoteles'e göre, siyasette en önemli etken ege
menliği elinde tutan sınıfın niteliğidir. Devletin biçimi buna bağ
lıdır. Türkiye'de de bunu açıkça görebiliyoruz. Böylece Aristo
teles, yasaların ve hükümet biçimlerinin tasnifi için sağlam bir
temel bulmuş oluyordu." 184
Demokrasi geçmişe baktığımızda kent uygarlığının bir ürünü
dür. Bu bakımdan demokrasinin eski Greklerin kent devletlerin
deki siyasal faaliyet ortamında, ilk defa insanların yaşamında rol
oynayacak biçimde doğmuş olması doğaldır.
Fakat Grek demokrasisi köleliğe dayanan dar bir demokrasiy-
di. Hiçbir Grek devletinde özgür yurttaşlar halkın çoğunluğunu
oluşturmuyordu. Acaba bizim ülkemizde durum nasıl? Açlık sını
rında olup, bir çuval kömür veya yiyecek torbasına oy verenler,
antik çağdan günümüze süregelen köleler midir? Acaba katılımcı
demokraside seçmenin görev ve sorumluluğu açısından, seç
men olabilmek için, sadece vergi veren, yani ülkeye katkı yapan
ve siyasi değerlendirme yapabilmek için eğitimli, en azından lise
mezunları mı seçmen olabilmelidir? Ülkeye hiçbir katkısı olma
yan insanların, okuma yazma bile öğrenememiş veya cahil bırak
tırılmış insanların, ülke yönetimine seçilecek olanları değerlen
dirme yeteneği var mıdır? Bunların ülkeyi yönlendirmeye hakla
rı var mıdır? Bu sorular geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde
ki demokrasi oyununda tartışılabilecek düşünceler mi?
Demokrasinin belki de ülkemizde en sancılı yanı, insanları
mızda demokrasi anlayışının olmamasıdır. Ne ailede ne iş yerin
de ne sivil toplum örgütlerinde ne de siyasi partilerde demokra-
184 Poroy, A.Akil, Türkiye-AB Medeniyetler Çatışması, s. 77, Truva Yayınları. 2008.
198
si anlayışı var. Önemli olan seçimlerde çok oy almak, iktidara
gelmek midir? Sonra da her iktidara gelenin kendi kafasındakile
ri diğerlerine kabul ettirmeye çalışması, hatta zorlaması bir tür
demokrasi anlayışı mıdır?
Demokrasi konusunda değişik çalışmalar yapmış, önergeler
sunmuş olan eski parlamenter Doç. Dr. Türkan Arıkan'ın siyasi
partiler gelir ve giderleri hakkındaki önerilerini sunmak isterim.
"1- Partilere yapılacak nakdi bağışlar doğrudan doğruya ban
ka hesabına yatırılmalı.
2- Günlük küçük ödemeler dışındaki tüm ödemeler çekle ve
ya çağdaş benzer yöntemlerle yapılmalı.
3- Partilere devlet yardımı, diğer kaynaklardan sağlanan fon
ların belli bir yüzdesini aşmamalı. Bağımsız adaylar da belirli ko
şullarda devlet yardımından yararlanabilmeli.
4- Partilerin seçim kampanyası harcamalarına üst sınır getiril
meli; harcamalar DİE'nin açıklayacağı enflasyonla ilişkilendiril
meli partilerin ve adayların, oy vermeleri için seçmenleri getirip
götürmeleri için finansman sağlamaları önlenmeli.
5- Partilerin kaynaklarını lüks harcamalardan arındıran, araş
tırmaya, parti içi eğitime ve toplumun siyasal kültürünün gelişti
rilmesine yönlendiren düzenlemeler yapılmalı; bunların plan
lanmış dağılımı seçimlerde kamuoyuna açıklanmalı.
6- Partilerin hesaplarının yeminli muhasebe uzmanları tara
fından onanması zorunlu olmalı. Partilerin harcamaları ekono
mik denetime tabi tutulmalı.
7- Partilerin yıllık hesapları ayrıntılı olarak kamuoyuna açık
lanmalı. Belirli bir tutarın üzerinde nakdi ya da ayni bağış ya
panların adları açıklanmalı. Bu açıklamaları yapmayan partilere
devlet yardımı yapılmamalı." 185 Ne yazık ki şeffaflık ülkemizde
siyasette, demokraside bir türlü yerleşemedi.
Şeffaflıkla ilgili olarak yerel yönetimlerden bildiğim tek örne-
199
ği verebilirim. 2010 yılında İstanbul Adalar İlçesi Belediye Baş
kanı Mustafa Farsakoğlu tüm şahsi gelirini ve mal varlığını Büyü
kada ve diğer adalardaki 1,Sxl metre boyutlarındaki duyuru lev
halarıyla ilçe halkına duyurarak tüm yerel yöneticiler için güzel
bir şeffaflık ve demokrasi örneği oluşturuyordu. Umarız yakın
bir zamanda bütün yerel yönetimlerin gelir ve giderlerini gün
lük olarak bilgisayardan her vatandaş kontrol edebilir hale gelir.
Bu şekilde yerel yöneticiler de yolsuzluk ve şaibe dedikodula
rından kurtulurlar.
Bugünkü seçim sisteminin halkın seçimini yansıtmadığı ga
yet açıktır. Halkın %30'unun oyunu alan bir parti, 12 Eylül aske
ri rejiminin hediyesi (!) olan bu acayip seçim sistemi sonucu tek
başına hükümet kuracak meclis çoğunluğunu elde etmektedir.
Halkın %70'inin seçmediği bir siyasi parti iktidar olabilmektedir.
200
2- Seçim kanununun değişmesi: % 10'luk ülke barajı kaldırıl
malıdır. İki turlu dar bölge seçim sistemi getirilerek, parti başka
nının istediği adayı belirlemesi yerine, daha yetenekli adayların
halk tarafından seçilmesi sağlanmalıdır. Hatta eski "milli bakiye"
sisteminin uygulanarak oyların boşa gitmemesi, daha doğrusu
haksız yere başka partiye gitmesinin önlenmesi gerekir. Her fik
ri yansıtan küçük partilerin meclise girmesine olanak sağlanma
lıdır.
3- Dokunulmazlıkların kaldırılması: Kürsü dokunulmazlığı
hariç artık milletvekillerinin dokunulmazlıkları bir an önce kal
dırılmalıdır. 12 Haziran 2011 seçimleri sonucu 339 milletvekili
yeniden meclise giremedi. Dokunulmazlık zırhına bürünen ve
killer hakkındaki 783 fezleke nedeniyle, vekillerimiz önümüzde
ki günlerde yargı önüne çıkacak. Acaba haklarında bu kadar suç
iddiası dosyası olan kişiler ülkemize faydalı olabiliyorlar mıydı?
Oldukça yüksek sayıda dosyanın olması gerçekten demokrasi
açısından düşündürücüdür denebilir. Tabii bürokratların da do
kunulmazlığı kaldırılmalı. Siyasi partileri kapatma yeniden dü
zenlenmeli.
4- Senato: Birçok gelişmiş demokrasideki gibi demokrasinin
anında denetlenebilmesi için senatonun yeniden oluşturulması
gerekir.
5- Yargıda bağımsızlık: AB standartlarına göre Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu'na adalet bakanı ve müsteşarı katılma
malı. Bu kuruldan çıkmaları gerekiyor. Yargıya siyaset bulaşma
ması için bu gerekli.
Demokrasi ile ilgili teorik bilgiler yanında ülkemizdeki de
mokrasi gerçeğine de sayılarla değinmekte fayda var. 2010 yılı
aralık ayında İngiltere merkezli The Economist dergisinin dün
yada demokrasi endeksi araştırmasına göre Türkiye tam demok
rasi ve kusurlu demokrasiler arasında yer alamadı. Türkiye iki
yıl öncesine oranla iki basamak geriye düşerek Nikaragua ile lis
tede 89'unculugu paylaştı ve Uganda'nın da bulunduğu karma
201
rejimler grubunda yer aldı. Dünya demokrasi sıralamasında
2010 yılında 1. Norveç, 2. İzlanda, 3. Danimarka, 4. İsveç. De
mokrasi endeksinde ülkeler sıfırdan ona kadar verilen puanlar
la sıralanıyor. 5 ayrı kategoride 60 kıstas göz önüne alınıyor.
Türkiye araştırma kıstaslarına göre şu notları aldı. Sivil özgürlük
ler 4.71, siyasal katılım 3.89, siyasal kültür 5.00 (16 Aralık 2010).
Sivil özgürlüklerde Türkiye 132. sıradaki Kazakistan'ın gerisinde
kalmış durumda görünüyor. Acaba günümüzde ülkemizde "ile
ri demokrasi" adı verilen olgu nedir? "Yurt içi kaynaklara baktı
ğımda Aralık 2009'da Avrasya Araştırmaları Merkezi'nin 23 14 ki
şi ile yaptığı araştırmaya göre halkın yüzde 54.3'ü son 7 yılda de
mokrasinin gerilediğini savunuyor. Vatandaşların yüzde 60.9'u
hak ihlallerinin arttığını düşünüyor." 186
Beri yanda 20 10 Aralık ayı itibarıyla Türkiye de 9 milyon 574
bin 873 sigortalıdan 3 milyon 925 bin 698'i asgari ücretli olarak
çalışıyor. Yani çalışanların yüzde 4l'i asgari ücretli. Toplumun
önemli bir sivil toplum kuruluşu olan Türk Sanayicileri Ve İşa
damlan Derneği (TÜSİAD) Başkanı A. D. Yalçındağ vergi kuru
mu siyasallaşıyor mesajını veriyordu. Verginin Türkiye'nin de
mokratik saygınlığını zedeleyen bir araca dönüşmesinin hazin
olduğunu ifade ediyordu.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 6 Eylül 2010 günü, refe
randum öncesinde şöyle diyordu: "Sandık önünüze geldiğinde
gereğini yapmazsanız, zulüm görmeyi hak edersiniz." Elli yıldan
fazla siyasi deneyimi olan Demirel, acaba ne demek istiyordu?
Kendilerini "allame-i cihan" olarak gören, halkı ise aşağı gö
ren sözde aydınlar Türk kültürünü ve İslam felsefesini tanıma
dıkları için, seçimlerde halkın tercih ettiği sağ partilerin neden
fazla oy aldığını bir türlü anlayamazlar.
Demokrasi şüphesiz insan için en çağdaş rejimdir. Hiçbir Ba
tı Avrupa ülkesinde günümüzde demokrasiyi düzeni ve rejimi
186 Yavaşoğlu Salim, Demokrasi Daha Geriledi, Yeniçag, s. 10, ! Aralık 2009.
202
değiştirecek bir araç olarak görmezler. Türkiye'de de demokra
si, hukukun üstünlüğü, laiklik, temel özgürlükler yaşadığımız ül
kenin çağdaş temel kavramlarıdır. 12 Haziran 201 1 seçimlerinin
şeffaf sandıkları, seçimin denetimi, seçim sırasında herhangi bir
hadisenin olmaması, halkın olgunlaşması Asya'nın en batısında
ki, Avrupa'nın en doğusundaki ülkemizde demokrasi için ileriye
dönük iyi sinyaller vermektedir. Bazı kesimlerin halkın seçimi
ne artık saygılı olması gerektiği gerçeği tekrar tescil ediliyordu.
Umarız demokrasi tam anlamıyla ülkemize gelir ve özgürlük
ortamı düşünürlerin öne çıkacağı bir alan yaratır.
YÜ KSELEN M i LLiYETÇiLiK
Yükselen milliyetçilikten felsefi düşünce dünyamızı son yıl
larda etkileyen bir akım olarak söz edilebilir.
Değişen dünya koşulları, içeriden ve dışarıdan Türk kimliği
ne yapılan saldırıların artması ülkemizde milliyetçiliği yükselişe
geçirmiştir. Bu akım Türk felsefi düşünce dünyasında da kendi
ııi hissettirmiştir. Esasen düşünürlerin, filozofların yazdıklarını
anlamak, söylemek istediklerini takip edip algılayabilmek her
kes için her zaman pek kolay olmayabilir. Ancak bu düşünürler
içimizden çıktığı için toplumu bir şekilde yansıtıyorlar diye dü
şünebiliriz. Milliyetçiliğin son yıllarda bazı yazar ve aydınlar ta
rafından yükselişe geçirilişi, bir tür toplumsal etkileşim sonucu
oldu denebilir. Özellikle dış kaynaklı yönlendirmelerle milletin
bazı unsurlarında suni olarak mikro milliyetçilik yaratmaya çalı
şılmasına bir tepki olarak milliyetçiliğe ivme kazandırılmıştır de
nebilir. Felsefi düşüncede hangi konu olursa olsun yeterince ay
rıntılara girilmezse bütün kavranamaz. Bu nedenle biraz ayrıntı
ya girmemiz gerekecek.
Milliyetçiliğin teorik yönünün sosyolojik açıdan incelenmesi-
203
ni toplumbilimcilere, siyasal açıdan değerlendirilmesini de siya
set bilimcilerine bırakarak ülkemizdeki milliyetçiliğin gerçekleri
ni tarafsız açıdan irdelemek istiyoruz.
Felsefi açıdan milliyetçiliği irdelemeden önce "felsefenin dü
şünmek demek olduğunun" altını çizelim. Türk felsefesi deyin
ce acaba ister istemez milliyetçi bir duruştan mı söz edilir? Son
yıllarda düşünce dünyasında milliyetçilikten sık söz edilir olma
sı, düşünen Türklerin felsefesini millileştirir mi? Türklerin dü
şündükleri milliyetçi olmasa da Türk felsefesinden söz edilirken
milliyetçilik mi yapılıyor? Düşünürün düşünürken sorgulaması,
hatta belki de fazla sorgulaması geçmişte ve günümüzde değişik
ülkelerde yönetenleri rahatsız etmiştir. Rejimin adına demokra
si bile dense...
Gelelim milliyetçilik kavramına... Milliyetçilikten söz eder
ken önce millet kavramına değinmek gerekir. En eski Çin yazılı
kaynakları MÖ l 766'da Türk milletinden söz eder. Yani bundan
4 bin yıl önceden söz ediyoruz. Bu yabancı yazılı kaynağa göre
Türkler 4 bin yıldır bir "millet" olarak yaşamaktadır. 8. yüzyıl
Orhun Anıtları'nda Türkçe yazılı olarak "Türk milletinden" söz
ediliyor. Millet olma tarihi, kültürel, ekonomik ve siyasi bir sü
reçtir. Kültürel ortak gelenekler ve aidiyet duygusu önemlidir.
Millet olurken her türlü boy, soy, klan, aşiret, bölgecilik, din ve
mezhep aşılarak milli düzeyde kültürel ve manevi bir birlikteli
ğe ulaşılır. Yazıtlara göre en azından Bilge Kağan devrinden be
ri, yani 732 yılı Orhun Anıtları'na göre millet olmuşuz. 8. yüzyıl
başındaki bu yazılı kaynaklara baktığımızda hem de milliyetçi
bir millet olmuşuz denebilir.
Önce birkaç satırla milli devletin önemine değinelim. Ulusla
rarası sistemin mevcut bütün milli devletlerin varlığına ve meş
ruluğuna saygı esasına dayalı bir zeminde geliştirilmesine özen
gösterilmelidir.
"Milli kültürlerin varlıklarını korumaları ve kendilerini geliş
tirmeleri için gerekli imkan ve şartlar hazırlanmalıdır.
Demokratikleşme sürecinden geçen ülkeleri istikrarsızlık or-
204
tamına itecek dışarıdan müdahaleleri önlemek için uluslararası
bir anlayış birliğine varılmalıdır.
Başta etnik terör olmak üzere, bütün dünyayı şiddet, kin ve
kana bulayan terör örgütlerine karşı kararlı ve etkili bir ortak ta
vır geliştirilmelidir. Terör örgütlerini ve faaliyetlerini destekle
yen ülkeler terörist ülke olarak ilan edilerek, bunları uluslarara
sı kuruluşlardaki üyelikleri ya da oy hakları askıya alınmalıdır.
Özellikle Ortadoğu'da yaşanan istikrarsızlıkları önlemek üze
re İslam ülkeleri ve Türk cumhuriyetleri arasında ekonomik ve
siyasi politikaları uyumlaştıracak yapılanmalar desteklenmeli
ve dünya barışına olduğu kadar, bölgesel gelişmeye ve istikrara
da katkıda bulunacak politikalar belirlenmeli ve hayata geçiril
melidir. " 187
"Türk tarihinde milliyetçilik kavramına ırkçılık anlamı yük
lendiği hiçbir dönem gösterilemez. İslam öğretilerine sımsıkı
bağlı, tarihten gelen geleneklerini de nesilden nesle aktaran
Türk toplumunda emperyalist, ırkçı, çatışmacı özellikler görül
mez. " 188
Son yıllarda Türkiye'ye dost bildiğimiz dış ülkelerden siyasi
baskının giderek arttığını görmek, Türk kimliğine yapılan haka
retler, bir tepki oluşturarak ister istemez Türkiye'de milliyetçilik
akımının kuvvetlenmesine neden olmuştur. Türk milliyetçiliği,
bir bakıma dış güçlerin etkisi, kışkırtması ve nifak sokması sonu
cu bazı unsurlarda görülen ırkçılığa, mikro milliyetçiliğe karşı
kendini koruma gayesiyle halkın geniş kesimlerinde yükselme
ye başlamıştır.
205
Türkün, asırlardır Türk
töresine uygun hoşgörü
süne rağmen, Karamanog
lu Mehmet Bey zamanın
da, Türkçeyi 7 Haziran
1275'te resmi dil yapma
sıyla, tarihte yerini alan
Anadolu Türk milliyetçili
ği hem bazı unsurları hem
de Batı'yı hep korkutmuş
tur. Atatürk'ün kurduğu
Türkiye Cumhuriyeti'nin,
Türk ulusuna dayanan ve
Türk eksenli bu devletin
sınırları içinde son 70 yıl
dır yani 1939'dan beri "
Türk milliyetçiliği en kor
Karamanoğlu Mehmet Bey.
kulan siyasi duruş olarak
algılanmaktadır, diyenler
vardır. Türk olmayanlar ırkçılık, mikro milliyetçilik yapınca, en
tel dantel sözde aydınlar alkışlamakta, kimse sesini çıkartma
maktadır. Ancak Türk kültür ve sanatını sevmek, Türkiye'yi sev
mek, yani milliyetçilik, bazı çevrelerce affedilemez toplumsal
bir suç gibi yansıtılmaktadır.
Halbuki Türk milletinin binlerce yıllık tarihine baktığımızda,
Türk milletinin milliyetçilik duygusunu çok coşkulu olarak yaşa-
dığını söyleyebiliriz, ancak ırkçılık yoktur.
Bugün ülkemizde bazıları dışarıdan gelen baskılara karşı ko
runma amacıyla, çevremizdeki eski Osmanlı topraklarında ku
rulmuş olan, özellikle Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerin geliştiril
mesi sonucu çevremizde bir güvenlik (!) çemberi oluşturmayı
düşündüler. Onlarla kültürel birlikteliğimizden söz ederken, be
ri yanda gerçek kültürel birliğimiz olan Türkistan, yani Orta As
ya Türk cumhuriyetlerine yeterince yakınlaşma içinde olamadı-
206
!ar. Esasen Arap ülkeleriyle dindaşlık dışında kültürel hiçbir ya
kınlığımız olmadığı herkesin bildiği bir gerçektir.
Bazı siyasetçi ve düşünürler ise bu bağlamda, Sovyetler'in
çöküşüyle yeniden özgürlüğüne kavuşmuş kadim Türkistan top
raklarındaki kardeşlerimizle; soyumuz, özümüz, dilimiz, kültü
rümüz, dinimiz ve geleneklerimiz aynı olan Azerbaycan, Özbe
kistan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan'la
yakınlaşmanın, Ortak Pazar gibi bir ticari birliğe, hatta siyasi bir
birliğe gitmenin en doğal yapılanma olacağı görüşünü ortaya at
mışlardır.
Son yıllarda milliyetçilik yanında ulusalcılık kavramı çıkmış
tır. Kanımca milliyetçiliğin tanımıyla uğraşmak, ona değişik ad
lar vermek yanlıştır. Milliyetçilik kısaca insanın ülkesini sevme
sidir. Aşkın tarifi olmadığı gibi, insanın ülkesini sevmesinin deği
şik tarifleri yoktur ve bu değişik tanımlamaların gerçekte ülkeye
bir kazanım getirmediğini düşünebiliriz. Sol kökenden gelenle
rin kendilerini ulusalcı olarak tanımladıklarını biliyoruz. Milli gö
rüş sahibi olarak kendini tanımlayanların ise daha çok ümmetçi
çizgide olduğunu, yani milliyetçi olmadığını izliyoruz. Dolayısıy
la sıradan vatandaş, işçi, köylü bu kavram kargaşasından bir şey
anlayamamakta, sadece siyasi olarak aldatılmaktadır diye düşü
nebiliriz.
Yapılan bir araştırmaya göre, toplumun %80'i aşan geniş bir
kesimi Türk olmaktan "gurur" duyarken, kendisini Türk milli
yetçisi olarak tanımlayanlar %68'i aşıyor. 2002'de AKP'ye oy
verdiğini belirtenlerin de %60.6'sı Müslüman olmayan Türk ola
bileceğini söylerken, MHP'ye oy verenlerin % 50.4'ü Türkçe bil
meyenin Türk olabileceğini düşünüyor.
Milliyetçilik, daha doğrusu Türk milliyetçiliği Bilge Kağan'ın
söylemlerinde, Orhun Kitabeleri'nde neredeyse bin beş yüz yıl
geçmişe kadar gitmektedir. Türk milliyetçiliği Fransız İhtilali so
nucu görülen milliyetçilikten çok başka, hem ulvi hem de "ırkçı
olmayan, kültürel bir milliyetçiliktir" denebilir.
207
Milliyetçilik her şeyden önce vatanseverliktir. Akılcı ve so
rumlu bir vatanseverliktir. Türklük, Türkiye Cumhuriyeti'ne va
tandaşlık bağı ve kalpten isteyerek, sadakatle bağlı Türk vatan
daşları kadar, Türk veya Türk soylu veya Türkçe konuşan yakın
ve uzak Avrasya Türk coğrafyasındaki kardeş ve akrabalarımızı
ifade eder.
Türk milliyetçiliği Türk kültürüne, Türklüğe, Türk vatanları
na ve insanlığa hizmet eden kucaklayıcı, hoşgörülü bir milliyet
çiliktir.
Tempo dergisi "Türkiye'de milliyetçilik"le ilgili ilginç bir araş
tırma yaptırmış. Araştırma, Tempo dergisi için, İstanbul Bilgi Üni
versitesi ve Infakto Research Workshop tarafından gerçekleştiril
miş. Araştırmanın yöneticiliğini İstanbul Bilgi Üniversitesi Ulusla
rarası İlişkiler Bölümü'nden Doç. Dr. Umut Özkırımlı üstlenmiş.
18-28 Şubat 2006 tarihleri arasında yapılan saha araştırması,
Türkiye genelinde 15 ilin kentsel ve kırsal yerleşim birimlerinde
yüz yüze görüşme yöntemiyle gerçekleştirilmiş.
Görüşme yapılan kişilerin önemli bir bölümü kendilerini ta
nımlarken "vatansever" ve "milliyetçi" nitelemelerini birbirin
den ayrı tutmaya özen gösteriyor.
"Türkiye'de Türk kültürü hakim olmalıdır" diyenlerin %95'i
kendini milliyetçi olarak tanımlarken, % 86.Tsi de vatansever
olarak tanımlıyor. Milliyetçi tanımlamasını seçenlerin %82.4'ü
Türkiye'nin çıkarlarını kendi çıkarlarından üstün tutacağını söy
lerken, vatanseverlerin %81.9'u aynı düşünceyi savunuyor. Öte
yandan iki grubun AB karşısındaki tutumları da birbiriyle örtü
şüyor. Milliyetçilerin %55. 1'i, vatanseverlerin ise %53.8'i AB'nin
ülkemizi bölmek istediğini düşünüyor. Halkın bir felsefesi oldu
ğu açıkça görülüyor. AB'nin talep ettiği reformların Sevr Antlaş
ması'ndan farksız olduğuna inananların oranı, inanmayanlardan
daha fazladır. Yine büyük bir çoğunluk, AB üyeliğinin Türki
ye'nin örf ve adetlerine zarar vereceğinden endişelidir.
Araştırmaya katılanların %58'i AB üyeliğinin "iyi bir şey" ol
duğu görüşünde. Ve ortaya şöyle ilginç bir genelleme çıkıyor;
208
Sevr Antlaşması'nın koşullarını dayatarak, Türkiye'yi bölmek is
teyen AB "iyi bir şeydir"!
Bu sonuçlar, AB konusunda hala "kafası karışıkların ülkesi"
oldugumuzu söylüyor. Yanı insanlarımızın AB konusunda yeter
li ve saglıklı bilgi sahibi olmadıgı ortaya çıkıyor.
Türklügü en iyi tanımlayan ifade olarak, "Türkiye Cumhuri
yeti vatandaşı olmayı" tercih ediyorlar. Türklük için TC kimligi
ne sahip olmak, Sünni Müslüman olmaktan daha önemli bulu
nuyor.
Kendisini Avrupalı olarak tanımlayanların oranı %2.3'le pek
az. Ama Ortadogu'ya ait hisse�enlerin oranı ise %0.8'le "pek az"
dan da az. 189
Fransız Milli Cephesi Başkanı Logen, AB-Türkiye baglamında
şöyle diyordu: "Neden AB bir Hıristiyan kulübü olmasın? Türki
ye AB'ye alınmayacak. Ama bunu kimse söylemiyor. Türkleri
seviyorum, ama onları Ankara'da seviyorum. Paris duvarları üs
tünde degil. Türkiye, tarihi, coğrafyası, diniyle Avrupalı degildir.
Türkiye AB'ye giremeyecek kadar büyük bir ülkedir."
Gerçekten de Fransız siyasetçi namuslu ve dürüst bir şekilde
bir türlü anlamak istemedigimiz gerçekleri gözümüze sokuyor
du. Türkiye ise Mustafa Kemal'den sonra milliyetçi görüş yöne
time geçemediği için, dövüşüp Çanakkale ve İzmir'de denize,
Sakarya'da nehre döktüğümüz emperyalist sömürgeci Avrupalı
ların kendi aralarında kurdukları Hıristiyan birligine girmek için
boşu boşuna uğraş verip kendi kendimizi aldatıyoruz. "Bütün
veriler AB'nin halkımızın yaşam felsefesine, Avrupa'nın ahlak
felsefesinin bize uymadığını gösteriyor." 190 Belki yer yer siyasi
gelişmelerden fazla söz ediyoruz gibi gelebilir. Ancak toplumun
felsefi düşünce düzeyindeki gelişimi veya değişimi toplumsal ve
siyasi gelişmelerle şekillenmektedir.
209
Avrupalıların işgalinin ardından Kurtuluş Savaşı sonucu or
taya çıkan ulus devlet veya milli devlet Türkiye Cumhuriyeti'ni
ve milliyetçilik anlayışını "toprak milliyetçiliği" kavramıyla siya
set bilimci Profesör Mazıcı şöyle tanımlıyor: "Varlığını laikliğe
dayandıran, ulusal egemenlik ve bağımsızlık anlayışı ile yöneti
len, siyasal ve kültürel sınırları tanımlanmış, ulusal bir dil, eği
tim ve pazarı olan, ekonominin ulusal alanda oluştuğu, örneğin
kendi merkez bankasının, dışalım ve dışsatım ile gümrük yasa
larının, para biriminin bulunduğu, kültürün, kimliğin, eğitimin
ulusal kurumlarca şekillendirildiği, karar verme yetkisinin ve
gücünün ulusal aktörlere ait olduğu, siyasal, ekonomik ve kültü
rel entegrasyonun ulusal düzeyde gerçekleştiği ve böylece ağır
lıklı olarak ekonomik içerikli bir tanımlamadır." 191
Milliyetçiliğin son yıllarda yükselmesiyle beraber milliyetçi
likle ilgili yazılı basında ve televizyonlarda tartışmaların da arttı
ğını izliyoruz. Türk milliyetçiliğinin bir ideoloji olup olmadığını
tartışmaya açanlar da oluyordu. Diğer bir tanımlamaya göre,
"Türk milliyetçiliği, bu ülkeye bağlılığın her türünü; vatansever
lik, yurtseverlik, ulusalcılık adlarıyla ifade edilen bağlılık biçim
lerini veya milli, manevi değerler bütünü olarak milliyet nitelik
lerine veya sırf fiziksel mekana bağlılık şemsiyesi altında topla
yan genel bir duygusal aidiyet çerçevesi olarak algılanmalı
dır." 192
Türk milliyetçiliğine siyaset rüzgarının esişine göre birçok
parti sahip çıkmaktadır. Doğu Perinçek'in başında bulunduğu İş
çi Partisi geçmişte bazılarına göre Maoist çizgideyken, bugün
özellikle Ermeni sözde soykırım hikayelerine İsviçre'de karşı
koyuşuyla milliyetçi görünüm sergileyerek MHP'nin bile önüne
mi geçmiştir? İnönü zamanında Türkçülüğü nedeniyle tabutluk-
191 Mazıcı, Prof. Dr. Nurşen, Anadolu'da Toprak Milliyetçiliği, Cumhuriyet Strateji,
yıl 4, sayı: 159, s. 10, 16 Temmuz 2007.
192 Köktürk, Milay, Türk Milliyetçiliği ideoloji midir? Türk Yurdu, cilt 27, sayı 243,
s. 1 1-12, Kasım 2007.
210
!arda cefa çeken rahmetli Alparslan Türkeş'in "Dokuz lşık"ta
özetlenen Türk milliyetçiliği görüşleri siyasi platformda "milli
yetçi" tanımıyla Milliyetçi Hareket Partisi'nin özünde vardır de
nebilir. Türk milliyetçileri genelde Türkiye'de milliyetçiliği
MHP'nin temsil ettiği görüşündedir. Ancak bazı gelişmeler milli
yetçilerin aklını karıştırmaktadır veya bazı milliyetçiler durumu
iyi değerlendirememektedir. 1993'te Türk dünyasında Türkeş'in
öncülüğünde dostluk, kardeşlik ve işbirliğini geliştirmek, ileride
bir bütünleşme, daha doğrusu bir birliğe yönelik, kültürel, hu
kuki, siyasi altyapı oluşturmak amacıyla başlatılan Türk kurul
tayları 2001 yılına kadar kesintisiz yapılmıştı. Ancak 57. Cumhu
riyet Hükümeti döneminde, Devlet Bahçeli'nin koalisyon ortağı
olduğu dönemde, kendisine bağlı olan Türk Tanıtım Fonu'ndan
ödenek çıkmaması üzerine Türk Devletleri Kurultayı yapılama
ma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Hükümette Türk Dünyasın
dan Sorumlu Devlet Bakanı olan Prof. Dr. A. Çay, Süleyman De
mirel'i devreye sokup, bazı işadamlarından maddi destek alarak
Türk Kurultayı'nı Kıbrıs'ta düzenlemeye kalkınca, Devlet Bah
çeli tarafından bakanlık görevinden alındı. Bu gelişmeler, milli
yetçilerin ve milliyetçi seçmenlerin kafasını karıştırıyordu.
3 Kasım 2002 tarihinde AKP iktidara gelince beş yıl Türk dev
letlerinin katıldığı kurultay yapılamadı. 2006 yılına kadar Tür
küm sözcüğünü kullanmayan, Türk yerine Türkiyeli kimliğin
den söz eden Tayyip Erdoğan, Profesör Çay'ın Türk Dünyası
Kurultayı için önerisine Türk Tanıtma Fonu'ndan kaynak sağla
yınca, 10. Türk Dünyası Kurultayı 18 Eylül 2006'da Antalya'da
toplanabilmişti. Erdoğan 70 milletvekili ve 7 bakanla kurultaya
katılırken, Ergen_ekon destanındaki gibi, örs üzerindeki demire
çekiç vururken şöyle diyordu: "Neden bir Türkçe konuşan dev
letler topluluğu oluşturmuyoruz? Bütün kardeş cumhuriyetleri,
gerekli adımları atmaya davet ediyorum."
Bu gelişmeleri izleyen ve gören Türk milliyetçileri ne düşü
nüyordu? Şimdi kim milliyetçiydi? 12 Haziran 201 1 seçimleri ön-
211
cesinde de başbakan milliyetçi söylemlerle oylarını %50'nin üs
tüne çıkarıyordu.
MHP Başkanı Devlet Bahçeli, 18 yıldır Erciyes Dağı'nın Tekir
Yaylası'nda yapılan Türk Zafer Kurultayı'nın artık yapılmaması
na karar vermişti. Türkiye'nin her yerinden ülkücülerin ve mil
liyetçilerin bir araya geldiği kurultayın, 28 Haziran 2008 tarihli
gazetelere yansıdığına göre iptali ülkücüleri öfkelendiriyordu.
İsminde "milliyetçi" sözcüğü olan bir siyasi parti acaba iddialar
daki gibi şekil mi değiştiriyordu? Bu sorunun ardından hemen,
siyasi partilerin siyasi bir felsefesi var mı, diye sorabiliriz. Yok
sa siyasi partiler de o anki başkanının aklına estiği gibi mi yöne
tiliyor? Siyasi partilerin tüzükleri sadece bir kuruluş formalitesi
midir?
Türk kimliğine ve Türkiye'ye yapılan saldırılar sonucu, 2008,
2009 yıllarında yapılan anketler ve siyaset bilimciler, halkın sal
dırılara gösterdiği tepki olarak "milliyetçilik yükseliyor" tespitin
de bulunuyordu. Sadece sağ partiler değil solda olan partiler de
adeta "biz daha milliyetçiyiz" yarışına katılıyordu.
Eski Kültür Bakanı Agah Oktay Güner, "Milliyetçilik Türk mil
letine ihanete karşı milletin dirilişini temsil ediyor. Türk milletin
de tekrar uyanan milli şuur dış güçleri telaşlandırıyor, endişe
lendiriyor" diyordu.
Türk milliyetçisi fedakarlıkla, menfaat beklemeden Türki
ye'ye hizmet eden, sağlam karakterli, geçmişi temiz, konusunda
uzman, üstün yetenekli, iyi uygulayıcı, iyi bir idareci ve siyase
te soyunanlar ise iyi bir devlet adamı niteliğinde olmalıdır. Türk
milliyetçiliği, birleştirici mensubiyet şuuruna dayanan bir milli
yetçiliktir. Kemal Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranlar,
cumhuriyeti kuran halka Türk demiştir. Türkiye halkı, bazıları
nın etnik kökeni ne olursa olsun, binlerce yıldır bu topraklarda
Türk kültürüyle yoğrulmuştur.
17-19 Kasım 2007 tarihlerinde düzenlenen 11. Türk Devlet ve
Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı'nda Ba
kü'de Başbakan Erdoğan, Türk birliğinden söz ediyordu. Bu
212
söyleminde acaba ne kadar samimiydi? Yıllar geçmesine rağ
men bir atılım görülemiyor. Türkiye, bu kurultayda Avrupa Par
lamentosu'na benzer Türkçe konuşan devletlere ait bir meclisin
kurulmasını öneriyordu.
Türkiye'deki milliyetçilik akımının sorunlarının başında
Türk milliyetçi düşünce sisteminde görüş ayrılıkları ve bölün
meler olmasıdır. 1910 yılında Gaspıralı İsmail Bey'in Kırım'dan
"Dünya Türklüğü" ile ilgili olarak "dilde-fikirdei-işte birlik" görü
şü ve daha sonra Ziya Gökalp'in Türkçülüğün Esasları ve son
ra Dokuz Işık kitapları Türk milliyetçilerinin rehberi olmuştur.
Türkçülüğün ve milliyetçiliğin önemli düşünür ve kalemle
rinden Nihal Atsız, 1962'de Orkun dergisinde "Milli Kalkınma
Programı"nı 9 madde olarak özetlemişti. "9 lşık"ın temelini Ni
hal Atsız atmıştır denebilir.
Nihal Atsız'ın 9 maddelik kalkınma programı: "1. Türkçüyüz,
2. Arınmış Türkçeciyiz, 3. Yasacıyız, 4. Toplumcuyuz, 5. Milli Ge
lenekçiyiz, 6. Demokrasiye taraftarız, 7. Ahlakçıyız, 8. Bilimciyiz,
9. Teknikçiyiz."
Türkeş'in "9 Işık" ilkeleri şöyleydi: "1. Milliyetçilik, 2. Ülkücü
lük, 3. Ahlakçılık, 4. İlimcilik, 5. Toplumculuk, 6. Köycülük, 7.
Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik, 8. Gelişmecilik ve Halkçılık, 9. En
düstricilik ve Teknikçilik."
Bugün süratle değişen dünya şartlarında Türk milliyetçileri
hamasi nutuklar atmak yerine akılcı olmalı, sistemli bir şekilde
Türk milliyetçiliği, Türk kültürü ve Türk birliği için çalışmalıdır.
Türklerin kurtuluşu Türk birliğinden geçmektedir. Bunu algıla
mak gerek.
Ziya Gökalp'in dediği gibi:
"Vatan ne Türkiye'dir Türk için, ne Türkistan... Vatan büyük
ve müebbet bir ülkedir: Turan."
Yani "Türk birliği".
Bütün milliyetçiler yani Türkiye'yi ve Türk dünyasını seven
ler ufak veya büyük fikir ayrılıklarını bir kenara bırakarak siya-
21 3
si anlamda bir araya
gelip birleşmelidir
ler. Siyasi kurum,
açıkça ifade eder
sek, bu özelliklere
önem veren siyasi
parti büyümek ve
daha da güçlenmek
için bütün milliyetçi
lere kapılarını açma
lıdır. Milliyetçi gö En İyi Manken Yarışması Birincisi Tuğçe Güder,
Afrika kökenli Türk, ırkçılığa dayanmayan kültürel
rüşleri savunan gö Türk milliyetçiliğine bir örnek.
nüllü kuruluşların
yöneticileri arasındaki görüş farklılıkları eski Türk töresi geregi
hoşgörüyle karşılanmalıdır.
Türk Ocakları, Aydınlar Ocagı, Türk Dünyası Araştırma Vak
fı, Orkun Dernegi gibi Türkiye ve Türklüge gönül vermiş kuru
luşların siyasi eleştiri ve önerileri siyasetçilerin görüş açısını ge
nişletmelidir. Türk kültürünün önemli odakları olan bu ve ben
zeri kuruluşların çalışmaları yaygınlaştırılmalıdır. Gençler bu
konulara ve dolayısıyla kendi geleceklerine sahip çıkmalıdır.
Daha önce de degindiğimiz gibi, ta Bilge Kagan'ın Orhun Ya
zıtları'nda söz ettigi "Türk milleti" kavramı Batı'nın sosyolojik
degerlerine uymayan bir millet oluşumunu ortaya çıkarıyor.
Türk milleti ve Türk milliyetçiliginin belki Çin hariç diger millet
lerin oluşmasından neredeyse bin beş yüz yıl önce şekillendiği
ni görüyoruz. Ancak, ırkçı ve kafatasçı olmayan, herkesi kucak
layan Türk milleti ve milliyetçiligine güzel bir örnek olarak zen
ci kökenli bir Türk olan güzelimiz Tugçe Güder'den söz edebili
riz. 2005 Best Model of the World, Dünyanın En İyi Mankeni Ya
rışması'nda Türkiye'yi temsil eden ve birinci olan bu zenci kö
kenli Türkü seçildigi gün ve sonrasında Türkiye'de herkes alkış
lamış ve kucaklamıştı. O bu birincilik derecesine sevinirken
Türkiye onunla gurur duyuyordu. Bir Avrupa ülkesinde zenci
214
kökenli birisi bu düzeyde bir yere gelse, nasıl olumsuzluklarla
karşılaşacağını, yıllar boyu yaşanmış burada sayamayacağımız
kadar fazla örnekten dolayı, herkes biliyordur. Her ne kadar bi
reysel eyleme genelleme olmazsa da bir örnek daha verilebilir.
Almanya'da 2010 Ocak ayında diş tedavisine giden bir Türk gen
cini Alman diş hekimi adı "Cihat" olduğu için muayene etmeyi
reddediyordu.
Yukarıda değindiğimiz, manken yarışması sonucu ise işte
Türk milletinin, Türk töresinden asırlardır süzülüp gelen hoşgö
rülü milliyet ve milliyetçilik anlayışına bir örnek . . .
Cumhuriyet'in felsefi düşüncesinin temelinde ırkçı olmayan,
Türk kültürüne dayalı, kökeni ne olursa olsun herkesi kucakla
yan Atatürk milliyetçiliği yatmaktadır denebilir.
Avrupa'da 2011 yılı itibarıyla yaşanan çeşitli olaylarda ve Av
rupalı siyasi liderlerin söylemlerinden anladığımız kadarıyla,
ırkçılığın yükseldiğini görmekteyiz.
Türkiye'de de Avrupa'da yaşayan Türklere karşı gelişen ırk
çılık olaylarına tepki olarak milliyetçi görüşlerin artığı görülüyor.
Bir taraftan yurtdışından Avrupa Birliği uyum yasaları baskı
sı, bir taraftan da bazı sözde aydınların İkinci Cumhuriyet'ten
söz etmeleri, tepki olarak Türkiye'de milliyetçi akımların kuv
vetlenmesine neden olmuştur denebilir.
İkinci Cumhuriyet gibi söylemler insanları tedirgin etmiş, bir
taraftan da Cumhuriyet'le beraber yerleşen barışçı Türk milli
yetçiliği ve onun yaratıcısı Atatürk sanki anlaşılmaz bir duruma
gelmiştir. Avrupa Birliği ülkeleri siyasetçilerinin son yıllarda sü
rekli olarak Kemalizme ve Atatürk'e yüklendiklerini görmekte
yiz. Atatürk hurafecilik yerine "akılcılığı" getirmiştir. Akılcılık ev
rensel bilim ve ilim değerlerine ulaşma çabasıdır. Kısaca "aydın
lanma"dır denebilir. Batı'nın ülkemizde hep "hurafecileri" des
teklemesinin nedeni Batılıların, Türkiye'nin aydınlanmaya ulaş
maması, geri kalması gerektiği siyasetidir. Bunun sonucu "pazar
olmamız" , sömürge olmamız, sömürülmemiz kaçınılmaz olacak-
215
tır. Okuyucu veya toplum 2011'de ülkemizin geldiği noktayı na
sıl değerlendirmektedir?
Çanakkale'de 250 bin şehit vererek, ülkemizi işgal etmeye ça
lışan Avrupalılara karşı kazandığımız halde, Mondros Mütareke
si ile esir duruma düştük. Çanakkale'de savaşıp yendiğimiz Av
rupalılar Mondros sonrası tek kurşun atmadan payitaht İstan
bul'u ve ülkeyi işgal ettiler. Halk hiçbir şey yapamadı, sadece
seyretti, çünkü ordu silah bırakmıştı. Aynı günümüzde Yugos
lavya'nın, lrak'ın işgal edilişini setrettikleri gibi denebilir. Tarih
ten ibret alamazsanız tarih tekerrür eder!
Türk milletinde Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriye
ti'ni yaratan kuvvet, fikir, ülkü ve siyaset felsefesi acaba neydi?
Birçok siyaset bilimciye göre Türkiye Cumhuriyeti bir ihtilal, bir
inkılap veya diğer bir deyimle bir devrimdir.
Yeni Türk devletinin oluşum felsefesinde üç önemli temel ol
gu var. 1. Devletin cumhuriyet oluşu. 2. Osmanlı tebaasının Mi
sak-ı Milli sınırları içinde kalan halkın Türk milliyetçiliğiyle bir
leşerek kaynaşması ve Türkiye'yi oluşturması. 3. Devlet ve mil
let yaşamında akılcı ve bilimsel yöntemlerin hakim kılınması.
Cumhuriyet'in getirdiği yeni millet tarifi laikliği ve halkçılığı da
içermekteydi. Burada milliyetçilik fikir ve duygusu Cumhuriyet
Türkiye'sini yaratan ana fikir ve duygudur.
7. yüzyılda yeniden Türk milletini bir araya getiren ve Orhun
Anıtları'nda "Türk milleti" ifadesini kullanan Bilge Kağan'dan
sonra Atatürk tarihimizin şüphesiz en büyük milliyetçi önderi
dir. 1938'den sonra Türkiye'yi yönetenlerin hiçbiri onun kadar
Türk varlığına, Türklük ülküsüne ve şuuruna sahip olamadı.
Atatürk "memleketin ve inkılabın içerden ve dışardan gele
cek tehlikelere karşı masuniyeti, yani korunması için, bütün
milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması
lazımdır" diyordu. Onun zamanında oluşan milli eğitim prog
ramları, dil ve tarih çalışmaları Türk milliyetçilik hareketleri
dir. Türk Ocakları ve Halkevleri bu milliyetçilik ruhunu işle
mek ve yaşatmak için oluşturulmuş kurumlardır. Ona göre
216
Türk olma, öncelikle bir şuur meselesidir. "Ben Türküm " di
yebilen Türktür.
Türklük şuuruna sahip, çok geniş bir coğrafyanın ve tarihin
eseri olan, Türk kültürüne mensup kişiler, aileler, zümreler top
lam Türk milletini meydana getirir. Atatürk millete ve milli kül
türü oluşturan unsurları bütünüyle kuçaklar, kavrar. Milli dil,
milli tarih, ortak geçmiş ve vatan milleti yapan etkenlerdir. Yani
insan topluluğunu millet haline getiren ve millet halinde yaşa
yan, milli kültür, milli şuur, milli benlik önemlidir. Atatürk'ün
milliyetçiliği , özünde Türk milletine olan sevgisidir, kültüre da
yalı bir milliyetçiliktir.
Atatürk'ün yarattığı milliyetçilik hareketi kendine has özellik
ler taşır. Türk milliyetçiliği, siyaset ve siyasi sözlüklerdeki milli
yet anlayışından farklıdır. Ona göre Türk milliyetçiliği, Türk mil
letini bütün halinde idrak etme ve sevmedir; Türk milliyetçili
ğinde başka milletlere karşı, onlar varlığımıza düşman olmadık
ça, kine yer yoktur. Türk milliyetçiliği kendini beğenmişlikten
uzaktır. Her türlü egoizmi reddeder. Barışçıdır. Atatürk Türk mil
liyetçiliğiyle yabancı milletlerin milliyetçilikleri arasındaki farkı
şöyle izah eder: " Bize milletperver derler, fakat biz öyle millet
perverleriz ki, bizimle teşriki mesai eden bütün milletlere hür
met ve riayet ederiz. Bizim milletperverliğimiz herhalde mağru
rane bir milliyetçilik değildir . . . "
KÜ RESELLEŞME VE Ki M Li KSiZLEŞME
2 1 . yüzyılın başında bütün dünyada felsefi düşünceyi d e et
kileyen ekonomik, siyasi ve toplumsal akımların başında küre
selleşme geliyor. Acaba Türkiye küreselleşmenin ne kadar etki
sinde kalmıştır? Ekonomik, siyasi ve felsefi alanda küreselleşme
bize neler getirip, neler götürmüştür? Türkiye'de halk küresel-
21 7
!eşmenin felsefesini anlamış mıdır? Ülkemizde düşünürler küre
selleşme konusunda neler düşünmüştür? Halka neler söylemiş
lerdir?
Küreselleşme modern sömürgeleşmeyle bağlantılı ve tüke
tim toplumlarını kimliksizleştirme yönünde uluslararası büyük
sermayenin ve büyük şirketlerin yarattığı bir değişimdir diye de
özetlenebilir. Düşünürler, yazarlar aydınlar (!) küreselleşmeyle
ilgili olarak bize, yani halka neler anlattılar? Küreselleşme poli
tikaları uydurma mikro milliyetçilikle orta boyut veya üstü ülke
leri bölüyor, örneğin Yugoslavya. Küreselleşme genel olarak
milletinden, milliyetinden ve dininden soğutulmuş ve soyutlan
mış, sadece "tüketici niteliği" olan "küresel dünya insanını"
oluşturmaya çalışıyor. Önemli olan küresel sermayeye "tüketi
ci" kazandırmak.
Yabancı bir sivil toplum örgütünün bir yetkilisi geçtiğimiz yıl
larda İstanbul'da küreselleşmeyi bizim için sanki olumlu bir ge
lişim gibi şöyle sunuyordu: "Globalleşmenin, özellikle ekono
mik globalleşmenin vuku bulduğu hızlı tempo, nefes kesicidir.
Globalleşme, iktisadi açıdan küresel bağlantılar içinde düşünü
lebilen ve davranabilen kişilere muazzam fırsatlar ve kişisel
operasyonlarda büyüme imkanı sunmaktadır." Sonra olumsuz
yanlarına da değinmeden edemiyordu: "Fakat aynı zamanda,
gittikçe iç içe geçen dünya ekonomisinin, sanayi ve çalışma top
lumlarının ve bunlara bağlantılı sosyal sistemlerin temellerini
ne denli sarstığını ve küresel sınırsız bir iktisadın ne denli kor
kunç sosyal sonuçlar getirebileceğini yaşayarak görmekteyiz.
Ve tüm yaşam alanlarının, kültürel ve dini geleneklere itibar et
meden dizginsiz bir şekilde ekonomileştirilmesinin, gerginlikleri
ve çatışmaları, her türlü köktenciliği ve yeni bir moralizmi bes
lediğini dikkate almalıyız." 193
Bazı görüşlere göre ise küreselleşme, dünyanın iki yüz kadar
21 8
uluslararası şirket tarafından yeniden paylaşımı hesabıymış. Bu
nun için bugünkü iki yüz devletin bölünerek beş bin şehir dev
letine dönüştürülmesi gerekiyormuş. Bu projeye iyi bir örnek
olarak Yugoslavya'nın yok edilişini gösterebiliriz. Böl, parçala,
sesini çıkaramayacak ekonomik ve siyasi baskıya direnemeye
cek küçük pazarlar yarat.
Gerçekte küreselleşme olgusunda öne çıkan aç gözlü büyük
sermayenin yurtsuzlaşmasının önlenemez yükselişiyle milli
olan güçlerin uluslararası savaş meydanını terk etmesi gerektiği
zorlamasıdır da denebilir.
Küreselleşmenin temeli sanayi toplumu Batı'nın sömürgeleri
ve dünyayı sömürmeye çalışmasıyla başlamıştır. " 1 9. yüzyılın
sonları ile 20. yüzyılın başında en önemli sistem sömürgeciliktir.
Diğer sistem ise serbest ticaret sistemidir. Sömürge sistemi hü
kümetler tarafından, serbest ticaret ise piyasa rekabet kurulları
tarafından yönetilmiştir" 194
Küreselleşme ve sömürgeleşme sorunları içinde gelişme ça
basındaki Türkiye'de daha değişik görüşler de ortaya atılıyordu.
Bu bağlamda Türkiye'yi Batı'dan koparma pazarlığı Ecevit'in
çok özel belgelerine dayanarak iddia ediliyordu. İddiaya göre,
"Başbakan Yardımcısı Erbakan 1974'te Suudilere petrol ve kre
di vermezseniz Türkiye'nin Batı'dan kurtarılması mümkün ol
maz" diyordu. 195 2010'lara gelindiğinde bazı yabancı gazetelerin
"eksen kayması" diye söz ettiği değişim, felsefi düşüncede bir
değişim miydi? Yoksa sadece ekonomik bir değişim miydi?
Türkiye küreselleşme, bir ölçüde kimliksizleşme ve sonuç
olarak sömürgeleşme sürecindeki son noktada, azınlık sorunla
rıyla boğuşur hale gelmişti. Azınlık meselesi Avrupalı devletle
rin bugün de en önemli istismar konusudur. Türkiye için daya-
194 Preston, l.E, Windsor, D., The Rules of the Game in lhe Global Economy; Policy
Regimes lor lnternational Business, Kluwer Academic Publishers, Boston, 1992.
1 95 Rıdvan Akar, Can Dündar, Türkiye'yi Batıdan Koparma Pazarlığı, Milliyet, s. 18,
9 Kasım 2006.
219
tılan insan hakları gündeminin başında azınlık hakları geliyor.
Buna yabancılara mülk satışı, azınlık vakıflarının mal edinebil
mesine ilişkin yasal güvenceler ve benzeri haklar eşlik ediyor.
Azınlık himayesi kisvesi altında ülkelerin kontrol altında tutul
ması geçtiğimiz yüzyıllarda da dünya politikasında sık rastlanan
bir durumdu.
Küreselleşme tabii ki dışa bağımlılığın kaçınılmaz sonucuy
du. Söylemlerine göre bu çevrelerden olan TÜSİAD YİK Başka
nı Mustafa Koç, "siyasette adeta akıl tutulması ile karşı karşıya
yız diyor" ve şöyle devam ediyordu: "Türkiye'yi küreselleşme
nin dışına, dini ideolojiyle soslayarak ya da ulusal çıkar söylem
leriyle cilalayarak sunmak akla sıgmaz." 196 Beri yanda terör ve
açılım olayları sürerken, devlet bölünmez bir bütündür söylem
leri yankılanırken 7 Ekim 2009 tarihinde kimliksizleşme sürecin
de ilginç bir örnek yaşanıyordu: İstanbul'un kurtuluşunun 86.
yıldönümü kutlamaları çerçevesinde İstanbul'da tarihi camilere
asılan Türk sözcügünün yer aldıgı mahyaların ışıkları söndürü
lüyordu. Mahyalarda yer alan ifadelerin sözde demokratik açı
lım tartışmalarının yaşandıgı bir zamanda iyi olmayacağı gerek
çe gösterilerek engelleme yoluna gidiliyordu. Süleymaniye Ca
mii'ne asılan "ne mutlu Türküm diyene", Eyüp Sultan Camii'ne
asılan "önce vatan", Sultanahmet Camii'ne asılan "ordumuza
şükran borçluyuz", Yeni Cami'ye asılan "milli birlik esastır" ya
zılı ibareler, birkaç gece ışıklandırıldı. Ancak uzun sürmedi.
Mahyaların ışıkları söndürülerek, bu yazılar engellendi. Deği
şim, kimliksizleşme ve küreselleşme sürüyordu. Kimliksizleşme
degişimiyle ilgili pek çok örnek verilebilir. Bu degişimler herhal
de Türkiye'de felsefi düşüncedeki degişimleri yansıtıyordu. Bu
degişim bir gelişme miydi?
"Kökenleri 17. ve 18. yüzyıl Aydınlanma döneminin bütün
cül dünya tasavvuruna kadar giden küreselleşme, hayatın her
196 Tarık Yılmaz, Siyasette Akıl Tutulması Yansıyor, Sabah, s. 8, 9 Haziran 2007.
220
alanına sızarak, anlama ve anlamlandırma problematiginde tek
bilgi üzerinden insanı ve dış dünyayı yeniden kurgulama, kur
gularken 'öteki' olanı içselleştirme çabasıdır. " 197
Antik Yunan ile güce tapan Roma medeniyetleri ve Hıristi
yanlık üzerine inşa olmuş Batı medeniyeti, ortaçagda Makya
vel'in "amaca ulaşmak için her yol meşrudur" ilkesini içselleş
tirdikten sonra bu ilkeyi aydınlanmacı Darwin'in zayıf olana ya
şama hakkı tanımayan "dogal seçkinleşme" teorisiyle ve A.
Comte'un pozitivist ve modernist yöntemleriyle pekiştirerek, in
san toplulukları ve dogal çevre üzerinde rakipsiz bir "kuvvet"
haline geldi. Bu durumun birey için bir gelişme olup olmadıgı
nın tartışılması gerekir.
Bu "kuvvetin", çagdaş Batı medeniyeti kapsamında ekono
mik ve teknolojik dışa vurumu kapitalist-sanayi sisteminin mer
kez üssü olarak ABD ve AB gibi zengin ülkelere ait dev şirketler
le onların denetimindeki IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Ör
gütü gibi uluslararası kuruluşlar; askeri boyutu NATO; siyasi ve
kültürel boyutu ise Batı yandaşı bütün hükümetler, üniversite
ler ve medya kuruluşlarıdır.
Bu degişimlerle ilgili olarak Prof. Feyzullah Eroglu şöyle ya
zıyor: "Türk kimliginin parçalanması İslamiyet'te kapitalizm ve
Batı karşıtı olan ögelerin temizlenmesi (!) projesidir. Bundan
başka Türk Milleti'nin ve Türkiye'nin çagdaş Batı kapitalizmi he
defleri dogrultusunda dönüştürülmesi çabalarının sadece bü
rokratik ve siyasi yöneticilere bırakılmadığı, yine Batılı düşünce
ve yaşam biçimlerinin en etkili taşeronu sayılan aydınlar ile bir
kısım sivil toplum örgütleri aracılıgıyla medya kültür kurumları
nın da katılımıyla birlikte, toplumun önemli bir kesiminin gü
dümlendigi veya büyülendigi açıkça bellidir. Çagdaş Batı mede
niyeti, klasik sömürgecilik projesine, ekonomi temelli liberal-ka-
197 Roland Robertson, Globality, Global Culture and lmages of World Order, Soci
al Change and Modernity, s. 396-397, ed. Hans Haferkamp & Neil J. Smelser,
Berkeley. University of California Press. 1992.
221
pitalizm ile felsefi kültürel pozitivist-modernist ideolojileri mas
kelemek suretiyle Batı dışı ülkelerin özellikle yönetici ve aydın
sınıfı ile kent kökenli üst sosyal sınıfları birinci elden etki ve nü
fuzu altına almış olmaktadır." 198
Cumhuriyet kadrolarının ve Atatürk'ün temel hedefi çagdaş
toplum ve devlet yaratma sorunu oldugu noktasında Dogulu bir
ülkenin nasıl çagdaşlaşacagına dügümlenmiştir. Bu çagdaşlaş
mada sanılanın aksine siyasal teslimiyet ve kültürel yok oluş söz
konusu degildir. Milli bagımsızlıgın üzerine titreyerek laik bir
Türk kültürü yaratma çabası ve Batı'nın akılcı degerlerinin ka
bulüyle çagdaşlaşma, bazı noktalarda bünye uyumsuzlukları ya
ratsa da, günümüz İslam dünyasına bakarak Atatürk Türkiye'si
nin aldıgı modernleşme mesafesi açıkça görülebilir. Modernleş
me önde olmak ileriye gitmek, ilerici olmaktır. Ancak Türk mo
dernleşmesinin hala ana düşünce meselesinin din olması nede
niyle; hatta günümüz küreselleşme ve Avrupa Birligi tartışmala
rında İslamın var olan kimligimizin baskın belirleyiciligi altında,
kültürel olarak Dogu meselesi daha çok tartışılacaktır.
"Küreselleşmenin alabildigine dönüştürüldügü bir dünyada
temel sorun küresel dinamikleri göz ardı etmeden çagın gerek
lerini yerine getirecek dönüşümü gerçekleştirmek ve bunları
milli çıkar ve ülküler dogrultusunda kullanma becerisini göster
mektir. Belki de bu yolda en büyük zenginligimiz Türk olarak ih
mal edilmeyecek kadar büyük tarihi mirasımız; en büyük dege
rimiz ise hala varlıgımızın ve kimligimizin bir şekilde farkında ol
mamızdır. Problemleştirmemiz gereken modernleşme krizi de,
Dogu-Batı meselesi de aslında çagın gerektirdigi bir Türk olma
ve çagı biçimlendiren lider ülkelerden biri olarak dahil olabilme
meselesi olmalıdır." 199
222
Küreselleşme küremizin her yerine hakim olamadan, felsefi
düşüncemizi tam olarak kontrol altına alamadan, her yönü anla
şılamadan, 2008 dünya ekonomik krizi, günümüzde bile bir bu
çuk milyar insanın temiz su içemediği dünyamızı sarıyor ve tüm
dünyada insanları daha fakirleştiriyordu. Banka krizi olarak baş
layan dünya ekonomik krizi küreselleşmeyi önlüyor muydu?
20 11 ortalarında ikinci kriz dalgası beklentisi acaba küreselleş
me dayatmalarının önünü kesebilecek mi? Felsefi düşüncede
beklenmeyen olumsuz değişimler mi olacak? Yoksa birey, daha
insanca yaşabileceği bir değişim içinde mi olacak? Yeni olumlu
bir felsefi akım söz konusu olabilecek mi?
223
ne yol açar. Burada ürün fazlası dış pazara satılamayarak bir re
alizasyon gerçekleşememiştir. Burada ortaya çıkan durum bir
ekonomik krizdir."200
Eğer akılcı, girişimci ve dinamik olabilirsek dünya ekonomik
krizinin getirdiği yeni fırsatlardan faydalanabiliriz. Dünya ve Av
rupa'daki bu kriz Türkiye'nin yeni ufuklara yönelebileceği bir si
yaset felsefesinin önünü açmıştır.
2008 yılında dünya 148. ekonomik krizine girerken 25 trilyon
dolar uçup gidiyordu. Teknoloji bankalar arası işlemlere izin ve
rene kadar her şey oldukça basitti. Bankalar arasındaki para so
mut olarak el değiştirmeyince sanallaştı. Elle tutulur değil, bilgi
sayar ekranlarında yaşayan bir hal aldı. Piyasada aslında var ol
mayan parayla oynandı. Getirisi yüksek varlıklar kredi bağımlı
lığı yarattı. Altın karşılığı kaldırılmıştı, mevduat karşılıksız kaldı.
Krizde yaşanan aslında tamamen finansaldı. 27 Haziran 2OO9'da
başbakanın "kriz teğet geçti" sözünü değerlendiren eski Maliye
Bakanı Kemal Unakıtan, "başbakan kendisinden bahsetmiş ola
bilir" diyordu.
Bu dünya ekonomik krizi sonucu Türkiye yeni bir arayış içi
ne mi giriyordu? Yoksa değişen dünya siyasi dengelerinde Tür
kiye kendi siyasi felsefesine göre yol mu çizmektedir? Veya çi
zebilmektedir? Yoksa gelişmeler Türkiye'yi gözüken üç yoldan
birine mi sürüklemektedir? Şüphesiz Türkiye komşuları, Orta
doğu, Balkan ve Kafkas ülkeleriyle Rusya, AB ülkeleri, ABD,
Türkistan devletleri ve Afrika'yla ticaretini artırmalı, ilişkilerini
geliştirmelidir. Önümüzde üç yol gözükmekte, AB, Ortadoğu ve
en gerçekçi olması gereken Türk cumhuriyetleriyle bir ticari bir
lik, bir tür Avrasya Ortak Pazarı!
Acı Gazze olayları sonucu Davos çıkışı, acaba bizim kestire
mediğimiz ince hesaplar sonucu Türkiye'nin Ortadoğu'ya itek
lenmesinin bir aşaması mıdır? Tanzimat'tan beri Frenkleşme ve-
:WO Erman, Arif, Küresel Ekonomik Kriz, s.202,206, Truva Yayınları, İstanbul, 2010.
224
ya Avrupalılaşma çabasının bir yanılgı olduğu artık ortada dur
maktadır denebilir.
"Avrupa Birliği üyeliği Türkiye için bir aldatmaca mıdır, yok
sa bir yükseliş yolu mudur? Avrupa Birliği ülkelerinin, Avrupa
Parlamentosu ile Türkiye'den istedikleri Türkiye'nin gelişmesi
için midir? Yoksa Avrupa, asırlardır silah gücüyle yıkamadığı
Türkiye'yi ekonomik ve toplumsal olarak yıkmaya mı çalışıyor?
Bu ilişkide 'uyum yasaları' ile Türkiye gelişiyor mu, yoksa bö
lünmeye doğru mu gidiyor?"20 1 Bu sorular değişik açılardan her
gün televizyonlarda, gazetelerde tartışılıyor.
Felsefi açıdan bakarsak, gerçekten Avrupalılaşmak mı istiyo
ruz? Yani kendi kimliğimiz yerine, bizim için bir "tasarı kimlik"
olan, Tanzimat tabiriyle, Frenkleşmek mi istiyoruz? Çözüm ola
rak, son iki yüzyıldır gelişmek için beceremediğimiz, "Türk ru
hu ve töresiyle evrensel bilimi" birleştirme çabalarının, hangi
yeni ufuklarda, kimlerle beraber, nasıl başarılı olabileceğini dü
şünebiliriz. Yani Türkistan devletleriyle beraber...
Artık "AB masalı" uykusundan uyanmamız ve Avrupa bo
yunduruğundan kurtulmamız gerekir. Tabii bu arada yeni bir
tuzak olan Ortadogu batağına saplanmadan! Türkiye'nin dünya
ekonomik krizi sonrası bugünkü siyaset felsefesi nedir? Ne ol
malıdır? Düşünürlerimizin, siyaset bilimcilerin bu konuda öneri
leri nedir? Onlara kulak verilmeli mi? Kulak verilecek öneriler
geliyor mu? Muhalefetin yapıcı önerileri var mı?
Hele 2008 dünya ekonomik krizi ve AB'nin 2010 ve 20l l'de
aldığı ekonomik önlemlerden sonra Avrupa sevdası bitmiş gibi
görünüyor. Dünyanın egemen güçleri büyük çabalara rağmen
Türkiye'yi bölememekte, fakat bu çabası bir taraftan sürerken
ülkemizi kontrol altında tutmaya çalışmaktadırlar.
Özgürlük ve insan haklarından bu kadar söz edilen dünya-
225
mızda özgürlük ve insan hakları sadece güçlü ve zengin ülkele
rin hakkı gibi görülmektedir denebilir. Seksen yıl Sovyet emper
yalizminin esiri olan Batı Türkistan topraklarındaki, dilimiz, dini
miz, soyumuz, kökenimiz ve kültürümüz bir olan Türklerle, ya
ni Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikis
tan ve Kazakistan'daki kardeşlerimize yakınlaşmamız, ticareti
mizi artırmamız, binlerce yıllık kültürel bağımızı kuvvetlendir
mek istememiz en tabii insan hakkımız diye düşünebiliriz. Doğu
Türkistan'da il. Dünya Savaşı'ndan beri Çin işgali sürüyor.
"Son üç dört yıl AB ülkeleri bu ülkelerle yoğun ticari anlaş
malar yaparken, diğer emperyalist ülkeler bu bölgedeki büyük
petrol ve doğal gaz kaynaklarına göz dikerken, bizim en azından
insani ve kültürel alanda bile bu kardeş ülkelere yakınlaşmamı
za engel olmaya çalışıyorlar."202 , 203, 204
Zaten bizde de Türk devletlerinin yakınlaşmasının gerektiği
ni düşünebilecek ileri görüşlü siyasetçi ve devlet adamı yeterli
sayıda görünmüyor. Ne görsel ne de yazılı basında bu konular
yeterince dillendiriliyor.
Bu siyasi gelişimler sonucu Türkiye bazı yazarlara göre, ya
bancı güçler tarafından Ortadoğu bataklığına iteklenmek isteni
yor deniyor. Mümtaz basınımızın çoğu temsilcisi ise yüzeysel
bir üslupla olanları kendince gerçekleri göremeden veya görme
mesi gerektiği şekilde değerlendiriyor. Ülkemiz şimdiye kadarki
siyasetleriyle hiçbir zaman bir araya gelemeyecekleri ortada
olan Ortadoğu ülkelerinin arasına iteklenmeye çalışılıyor. Türki
ye'nin AB ile yıllardır oyalanmasından sonra şimdi enerjimizi
Ortadoğu'da tüketmemiz bize şimdilerde biçilen bir kaftan görü
nümünde.
226
Ta ki Türk halkı, basını, sözde aydınlar hariç gerçek aydınlar,
düşünürler, üniversiteler (günümüzün meslek okulları), sivil
toplum örgütleri ve siyasiler gerçekleri görene kadar! Doğal ola
nı, Türk Devletleri Ortak Pazarı'dır denebilir.
Ekonomik kriz acaba düşünce dünyamızı nasıl etkilemiştir?
Toplum olarak felsefi düşüncemizde bir değişiklik olmuş mu
dur? Oldu ise ne yöne olmakta acaba? Düşünürlerimiz bu konu
da ne düşünüyorlar dersiniz?
TÜİK'in 201 0 yılı ikinci çeyreğinde Türkiye'nin % 10.3 oranın
da büyüdüğünü belirten açıklaması ekonomistleri tatmin etmi
yordu. Marmara Üniversitesi'nden Prof. Dr. Osman Altuğ, "eko
nomimizin kayıt dışı olduğunu, alacak, borç ve envanterin belli
olmadığı için verilen büyüme rakamının gerçek dışı olduğunu
vurguluyordu." DİSK-AR araştırmasına göre 20 1 0'da işsizlik ora
nı %20 ve işsiz sayısı dünya ekonomik krizi öncesine göre 454
bin fazla çıkıyordu. Tüketici Dernekleri Federasyonu'nun bildir
diğine göre 201 0 Eylül'ünde kredi kartlarında ötelenen borç 39.7
milyar TL'ye ulaşmış. Takipteki tüketici sayısı 4 milyon 224 bin
804 kişi. Bunlar düşünce dünyamızda acaba ne gibi değişiklikler
yaratır? Veya neler yaratmıştır?
"Dünya ekonomileri, karşılıklı borçlanarak gidilecek nokta
nın ötesine geçmiş oldukları halde, son ekonomik bunalımı ya
ratan finansal şişkinliği yaratan uygulamalar sürmektedir. Geliş
miş ekonomilerde ortaya çıkan bu sarsıntıları kalıcı olarak gide
recek kurallar ve düzen henüz kurulamamıştır. ABD'den kay
naklanıp tüm dünya ekonomilerini sarsan en son ekonomik bu
nalımı hafif atlatmamızda 2006 ve 2007 yıllarında bütçe ve dış ti
caret açıklarımızın düşük düzeylere indirilmiş olmalarının bü
yük payı vardır. Şimdiden önlemler alarak kendimizi ikinci taba
nı göğüslemeye hazırlamalıyız."205 1 6 Eylül 2010'da benzer gö-
205 Aysan, Prol. Dr. Mustafa, Küresel Bunalım Nereye Gidiyor?, Cumhuriyet, 4 Ey
lül 20 10.
227
rüşlere yer veren Bakan Ali Babacan, ekonomide mutlaka ted
bir ve ihtiyat gerektiğini belirtiyordu.
814 milyar dolar tutarında varlığı yöneten 284 katılımcının
yer aldığı BofA Merrill Lynch'in 12 Mayıs 2011 günü açıkladığına
göre dünya ekonomisinde ikinci kriz dalgası AB üzerinden gele
cek. Belki bu kitap yayımlanana kadar Aristoteles'in, Eflatun'un
ülkesi Yunanistan çökmüş olacak. Yunanistan'ın kendi becerik
sizliği nedeniyle ürettiği çöküşünün bedelini ödeyecek. 2011 Ha
ziran'ının son günlerinde AB üyeleri, aşırı kemer sıkma politika
sıyla neredeyse Yunanistan'ın gırtlağını sıkıyorlardı.
Günümüzde sosyalist düşünce çökmüştür. Batı'nın kapitalist
sömürgeci, çıkarcı yöntemi küreselleşme süreciyle vahşi kapita
lizme dönmüş ve ABD'deki 2008 banka kriziyle tüm dünyanın
yatırımcılarının paraları yutulmuş ve vahşi kapitalizm iflas et
miştir. İnsanlığa bir tehdit haline gelen bu yöntemden sıyrılıp,
geleceğimizi şekillendirmeye çalışırken yeni ufuklara yönelir
ken, felsefi düşüncede binlerce yıllık "Türk töre"sine, yani ada
let, hoşgörü, eşitlik ve yararlılık ilkelerine sahip çıkmamız hem
kendimize hem de insanlığa yeni bir umut ve ışık olacaktır.
228
V. BÖLÜM
229
çerçevede Türk düşüncesinin ve Türk düşünce tarihinin de bü
tünlüğünden mutlaka bahsetmek lazımdır. Bunun için şu sorula
ra cevap aramak gerekir:
1- Türk düşünce tarihi yazılmış mıdır?
2- Hele bu bütünlük anlayışı içinde ele alınmış mıdır?
3- Ele alındıysa hangi yöntemler kullanılmıştır?
4- Hangi ölçüler dairesinde ele alınmıştır? Türk düşünce tari-
hinin sınırları nelerdir?
5- Boyutları nelerdir?
&- İçeriği nelerdir?
7- Kimler Türk düşüncesi tarihinde yer alacaktır?
8- Bunların ölçüsü ne olmalıdır?
9- Türk düşüncesinin kaynakları nelerdir?
10- Yerli ve yabancı kaynaklar tespit edilmiş midir?
11- Türkçe (eski harfli), Arapça, Farsça kaynaklar üzerinde
ciddi, ilmi çalışmalar yapılmış mıdır?
12- Türk düşüncesinin başlıca kavramları tespit edilmiş midir?
13- Türk Cumhuriyetleri ile şive, alfabe, kavram farkları tes
pit edilmiş midir? Daha bunlara benzer birçok sorun ortaya atı
labilir. Mühim olan bunlara müspet ve doyurucu cevaplar vere
bilmektir. " 206 Bu sorular felsefeciler ve üniversiteler için önem
li görevler ve çalışmalar gerektiğini ortaya atıyordu.
Bugün Türkiye, Sovyetler'in yıkılmasından sonra Türk dün
yası devletleri için ve kendi ülkesi içinde yaşayan insanların re
fahı için Türk dünyasının sorunlarıyla ilgilenmek durumunda
dır. Ancak Orta Asya'daki yani gerçek adıyla Türkistan toprakla
rındaki petrol ve doğal gaz gibi zengin tabii kaynaklar Çin, Rus
ya, ABD ve AB'nin emperyalist girişimlerini bu bölgeye yönlen
dirmektedir. Türkiye ekonomik ilişkileri kuvvetlendirirken bu
Türk ülkeleriyle ortak Türk kimliğini yeniden tanımlama ve kur
ma durumundadır. Felsefecilere, düşünürlere önemli görevler
düşmektedir diye düşünebiliriz.
206 Bolay, S. Hayri, Türk Düşüncesinde Gezintiler, s. 1 !, Nobel Yayın, İstanbul 2007.
230
Bu olaylar gelişirken her Türk toplumunun doğal hakkı olan
Türk toplumlarının, yani Kazakistan'dan, Kırgızistan'dan Türki
ye'ye KKTC'ye kadar Türk toplumlarının refaha ulaşması fikri
ve Türk dünyası felsefesi ve Türk dünyası kültürünün geliştiril
mesi ve kuvvetlendirilmesi felsefesi acaba nerede kalıyordu?
Bilindiği gibi Türk kimliği çerçevesi içine bütün Türk topluluk
ları girmektedir. Yani Türkçe konuşan bütün Türk toplulukları,
Kırgızlar, Yakutlar, Kazaklar, Türkmenler, Özbekler, Azerbaycan
Türkleri, Kıbrıs ve Türkiye Türkleri, Balkan Türkleri, Irak Türk
menleri hepsi üst kimlik olarak "Türk kimliği" içinde görülür.
Aynı Germen kimliği alt grubu olarak Alman, Bavyeralı, Prus
yalı, Avusturyalı, gibi. Her nedense başka toplumların üst veya
alt kimlik grupları kimseyi fazla ilgilendirmezken Türk kimliği
son yıllarda birdenbire Türkiye içinde bile anlaşılmayan bir şe
kilde bir atışma konusu olmuştur. Esasında anlaşılmayan bir ko
nu yoktur. Çünkü "Türk kimliğine yapılan saldırılar doğrudan
Türklüğe yapılan saldırılardır."207
Azerbaycan'da iktidara gelen ve bütüncül bir Türklük anlayı
şına sahip olan merhum Elçibey, Azerbaycan Devleti anayasa
sında yer alan "Devletin dili Azerbaycan dilidir" ibaresini değiş
tirmiş, yerine "Azeri Türkçesi" ibaresini koydurmuştur. "Türkçü
bir siyaset felsefesi olan Elçibey'in İran, Rusya, Ermenistan ve
Batılı ülkelerin ittifakı sonucu iktidardan uzaklaştırılması ve
Haydar Aliyev'in iktidara gelmesinden sonra Elçibey'in anaya
saya koydurduğu Azeri Türkçesi ibaresi kaldırılmış yerine yeni
den Sovyet döneminde olduğu gibi Azerbaycan dili ibaresi ko
nulmuştur."208
Şimdi bu Türk devletlerine "Türkçe konuşan" devletler de
nilmektedir. Bu devletlerin halkları neden Türkçenin değişik
207 Yeniçeri, Prol. Dr. Özcan, Türk Kimliğine Yönelik Saldırılar, Türk Yurdu, cilt 29,
sayı 261 , s. 9-12, Mayıs 2009.
208 Nesib Nesibli, Azerbaycan'ın Milli Kimlik Sorunu, Azerbaycan Dosyası-Azer
baycan Özel, cilt 7, sayı 1, s. 147-149.
231
lehçelerini konuşuyorlar? Çünkü Türk oldukları için Türkçe ko
nuşmaktadırlar. Herhalde Türkçenin değişik lehçelerini akşam
lisan kursunda öğrenmediler! Sovyet işgali sırasında 80 yıl Sov
yet politikası sonucu boy isimleri öne çıkarıldığı için ne yazık ki
oradaki nüfusun çoğu bireyi Türk olduğunun farkında değil. Ba
zıları tarafından neredeyse anadilleri olan Türkçeyi sanki akşam
gece kursunda öğrenmişler (!) havası yaratılmaya çalışılıyor. O
bölgeleri işgal eden komünist Rus ve Çinliler ve ayrıca Batılılar
"Türk" sözcüğünden korktuğu, hazzetmediği için onların yöneti
cileri de Türk demekten çekiniyorlar. Kimliklerini Özbek, Kazak
gibi "boy" isimleriyle ifade etmeye çalışıyorlar. Batı'nın ve Do
ğu'nun bu siyasetine tek karşı çıkanlar Türkiye Cumhuriyeti'ni
kuran Türklerdir; herhalde Atatürk ve arkadaşları sayesinde...
Türk felsefi düşüncesini anlayabilmek, irdeleyebilmek için
Türklerin tarihine, kültürüne sıkça ayrıntılı olarak değinmemiz
gerekiyor. Tekrar Türk felsefi düşüncesine dönelim. Türk felse
fesi gelecekte evrensel felsefede ne derecede önemli olacaktır?
Veya Türk felsefesi diğer yabancı felsefi düşüncelerin ne kadar
etkisinde kalmıştır? Veya Türk felsefesi yabancı düşünürleri ne
derecede etkilemiştir? Bu soruların cevapları önemli araştırma
konusu ve kitaplar oluşturacak kapsamdadır. Türk felsefi düşün
cesi bence önce Türk toplumları arasında nasıl bir etkileşim sağ
layacaktır diye düşünmeliyiz. Ve de artan iletişim ve haberleş
me olanakları ve yakınlaşmalar sonucu nasıl bir etkileşim olma
lı diye düşünmeliyiz. Türk devlet ve toplulukları arasındaki fel
sefi düşünce etkileşimi nasıl en olumlu düzeyde olur?
Türkistan özellikle Horasan ve Taşkent, Buhara ve Semerkant
gibi kentler, geçmişte Türk felsefi dünyasının çok etkin merkezle
riydi. Türkiye'de yaşayan Türk düşünürleri ve felsefecileri artık
bütün Avrasya'daki Türk düşünürleri ve Türk felsefi düşüncesiy
le daha yakından ilgilenerek Türk dünyasının kültürel gelişimine
katkı yapmak durumundadırlar. Bu iletişim kendimize özgü fel
sefemizin evrenselleşmesi yönünde aşamalar yapılmasını sağla
yacaktır. Bütün Türk dünyasını kucaklayan Kırgız Türkü Cengiz
232
Aytmatov bu açıdan baktığımızda şair ve yazar olduğu kadar ça
ğımızın en önemli örnek Türk düşünürlerindendir.
209 Tarcan, Haluk, Ön Türk Uygarlığı-Resmi Tarihin Çöküşü, Töre Yayın, İstanbul,
2 004.
2 10 Brückner, Dr. Edar, Klimaschwankungen und Völkerwanderungen, Almanach
der Keiserlichen Akademie, Wien, 191 2 .
2 1 1 Togan, Prof. Dr. A.Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, cilt 1, Hak Kitabevi,
İstanbul, 1946.
233
Türk uygarlıgının "kaya damgalarını"2 1 2 daha sonra parasını ve
Göktürk ve Uygur alfabesini degil, kadim Türk dünyasının felse
fesini de getirdi.
Ünlü Amerikalı tarihçi Bernard Lewis'in belirttigine göre,
"Anadolu'nun 7000 yıllık süreden beri yerleşik halkları da Türk
soylu idiler. Türkler, Orta Asya'daki iklim ve yaşama şartlarının
bozulmasıyla dünyanın her tarafına yayılmışlar, gittikleri yerle
re medeniyet götürmüşler ve yerleşik ahalileri medeniyetleştir
mişlerdir. Böylece Ön-Asya ve Ege medeniyetleri Orta Asyalı
Brakisefal ırkın rehberligiyle ortaya çıkmıştır. Türkler de onların
atası sayılırdı. Dolayısıyla X. asırda meydana gelen göç, son bir
göç hareketi idi."213 Bu saptama çok önemlidir. Hem de bir ya
bancı, bir Amerikalı tarihçi tarafından dile getiriliyordu.
Türklerin binlerce yıldır Orta Asya'dan dalgalar halinde Ana
dolu yarımadasına gelişleriyle ilgili araştırmaları, bilgileri, ayrın
tılı kitap kaynakları listesini 201 0 yılında yayımlanan Atatürk,
Ön Türk Uygarlığı ve Türk Kültür Kimliği adlı kitabımda sun
muştum. Bu gerçekleri kavramak zorundayız. Ayrıca Türklerin
binlerce yıl süren Anadolu'ya akışları cengaverlik veya fütuhat
nedeniyle degil , fakat belgelere göre gerçekçi olundugunda Or
ta Asya'daki bozulan iklim koşulları ve ekonomik nedenlerledir.
Malazgirt sonrası 1 071'den sonra gelen, Müslüman olan
Türkler de Türkistan'da yeni oluşan İslam felsefesinin faziletli
olgularını esasen sekizinci yüzyıldan itibaren bu topraklara taşı
dılar.
Türkistan, bilindigi gibi Rusların Çarlık döneminde baskılar
la, işgallerle bölünmüş, daha sonra Sovyet döneminde Türkis
tan kesin olarak Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan,
Türkmenistan ve Azerbaycan olarak bölünmüştür. Sovyetler'in
çökmesiyle Türklerin yaşadıgı bu Sovyet cumhuriyetleri bagım-
212 Gülensoy, Prof. Dr. Tuncer, Orhun'dan Anadolu'ya Türk Damgaları, Türk Dün
yası Araştırma Vakfı Yayını, İstanbul, 1989.
213 Lewis, Bernard, Modern Türkiye'nin Doğuşu, s. 342, Ankara, 1970.
234
sızlığını kazandı. Bu kardeş ülkelerin ve Türkiye'nin geçmişinde
ortak bir Türk ulusal felsefi düşünce birliği bulunduğunu ileri
sürebiliriz. Hele o Türk topluluklarını tanıdıkça ulusal geçmişte
ki ortak Türk felsefesinin hem bugüne hem de yarınlara yeterli
olduğu düşüncesini ortaya atabiliriz.
Ancak yıllarca birbirinden ayrı kalmış ve bölge veya boy adı
na göre Sovyet döneminde millileştirilmiş (!) bu topluluklar öz
gürlüğe kavuştuğu 90'lı yıllardan sonra bu bölgeselci suni milli
yetçiliğe sıkıca sarılmışlardır. Türkçenin değişik lehçelerini,
ağızlarını konuşan bu Türk topluluklarını iyi tanıyanlar, geçmiş
teki ortak Türk felsefesinin hiçbir zorluk çıkarmadan geliştiril
meye sanki hazır durumda beklediği düşüncesindedir.
Geçmişteki ortak Türk felsefesi Türkistan kökenli Farabi'si,
İbni Sina'sı ve diğer düşünürleriyle toplumsal ve tarihsel bağla
rın içine örülmüştür denebilir.
Osmanlı döneminde Türkistan'dan hacca gidenlerin hemen
tümünün önce İstanbul'u Eyüp Sultan'ı ziyaret ettiği bilinir. Gü
nümüze kadar bu işlevi yerine getiren Üsküdar'daki Özbekler
Tekkesi güzel bir örnektir. Hem Selçuklu hem de Osmanlı sul
tanları asırlar boyu Türkistan'dan, Horasan'dan alimleri, düşü
nürleri, şairleri öncesinde Konya sonra da İstanbul'a davet et
miştir. Bu şekilde hem edebiyat, kültür hem de Türk felsefi dü
şünce dünyası sürekli bir etkileşim ve alışveriş içinde olmuştur.
Türk dünyasına eğilirken siyasetçilerin siyaset felsefesini ir
delemek kadar, toplumların düşünürlerinin, sanatçılarının felse
fesini irdelememiz gerekir.
Günümüzde resim, müzik, heykel, edebiyat, sinema, mimari
dallarında eserler üreten sanatçılarımızın, ressamlarımızın, bes
tekarlarımızın, senaristlerimizin, mimarlarımızın eserlerini üre
tirken felsefeleri nedir? Görülen eserler bir yapıt mıdır? Eser
üreten sanatçı mıdır? Eser yapıt değilse yoksa o sanatçı değil sa
dece zanaatkar mıdır? Geleneksel bir felsefeye mi bağlıdırlar?
Yoksa artık postmodern evrensel bir sanat felsefesi doğrultu-
235
sunda mı yapıtlar oluşturuyorlar? Günümüzde bir şeyler üreten,
çiçek böcek resmi yapanlar veya salt Batı "kopyacılığı" yapan
larla eski hatları, tezhipleri kopyalayan gelenekselcilerin felse
feyle veya çağdaş evrensel felsefeyle ilişkisi, yakınlığı nedir?
Veya sanatçı (!) denen, orasını burasını açıp, şarkı söyleme
ye çalışanların sanat veya felsefe hakkında düşünceleri neler
dir? Bu kişilerin acaba felsefeye ilgi duyabilecek bir kültür düze
yi var mıdır? Televizyonların magazin programlarında sanatçı
(!) olarak halka sunulan, abuk sabuk bağırıp çağıran dangul dun
gul adamların "para" kazanmaktan başka bir düşüncesi, felsefe
si var mıdır? Bunların bu topluma faydası var mıdır? Felsefi dü
şünce açısından irdelenince bu gibilerinin ne kadar ezik olduğu
hemen görülür. Umarız bu duruma karşılık felsefeciler ve düşü
nürler topluma düşüncelerini sunacak ortam bulurlar.
Bugün Türkiye'de felsefeyle, çağdaş evrensel felsefeyle bir
bağı olabilen sanat eserlerine ne sıklıkta rastlıyoruz? Birçoğu
muzun gördüğü kadarıyla genelde ressamlar edebiyatla, edebi
yatçılar da resim sanatıyla pek ilgilenmez. Fakat edebiyatçılar
olsun, ressamlar olsun en azından bazıları sadece "satışa yöne
lik" çalışmalar yapmazlar. Bir yerde kendilerine göre belki de
sanat için sanat yaparlar ve ister istemez belli bir felsefeyi yan
sıtırlar. Bazı sanatçıların kendi felsefesinden ödün vermediği,
belli bir felsefeyi yapıtlarında yansıtma çabası görülür.
Felsefeyi yansıtırken, felsefeden yararlanırken şüphesiz fel
sefeyle, dünyayla, yaşamla bir dövüş, bir hesaplaşma içine gi
rerler. Çağdaş sanatı, geçmiş akımları, kendilerini, diğer sanatçı
ları, kendi sanatlarını sorgularlar.
Acaba diğer Türk cumhuriyetlerinde durum nasıldır? Şüphe
siz bizdekine benzer bir şekilde felsefeyle bir iç içelik vardır ve
ya bazı sanatçılar gene bizdeki gibi yaptıklarıyla sanatçı değil za
naatkar durumundadır.
Biz 1839'dan, Tanzimat'tan beri Batı kültür ve felsefesi etkisi
altında kalırken, Türkistan'daki Türkler 80 yıl kadar sosyalist,
komünist felsefenin etkisi veya diğer bir deyimle, baskısı altında
236
kaldılar. Onlar 80 yıl komünist rejim baskısı altında ateist bir fel
sefenin etkisinde kalırken, biz dinsel özgürlük açısından Alevi
ler hariç, sıkıntı çekmemişiz denebilir.
"30 Ekim 1992'de Türk devletlerinin cumhurbaşkanları An
kara'da imzaladıkları ortak açıklamada, hükümetler arasında
her alanda iş birliği yapılmasına karar verdiler. Ortak dilimiz,
edebiyatımız ve tarihimizin en kısa zamanda yazılması ve okul
larda okutulması istenmiştir. Ortak alfabe ile eğitim alanında iş
birliği, insan haklarına ve laik düşünceye saygılı demokrat bir
toplum yaratma konuları ortak açıklamada yer alıyordu. " 2 1 4
Aynı kökten gelen bizler Batı'ya göç ederek Selçuklu, Os
manlı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin yüzyıllar boyu süren büyük
devlet geleneğinden, bu yeni, yeniden özgürlüğüne kavuşan
kardeş cumhuriyetlere bazılarına göre, ne yazık ki yetersiz poli
tikacılar nedeniyle, devlet deneyimlerimizi, var olduğu kadarıy
la siyasi felsefemizi yeterli bir şekilde aktaramadık.
Bu ilişki eşitlik prensibi ve karşılıklı sevgi ve saygı çerçevesi
içinde olmalıdır. Unutulmamalıdır ki Azerbaycan'dan Çin'in ba
tı bölgelerine kadar olan binlerce yıllık Türkistan'ı 19. yüzyılda
Ruslar ve Çinliler Türkleri kandırarak işgal etmişlerdir. 1949'da
Çinliler Uygur Türklerini yani Doğu Türkistan'ı zorla Çin'e kat
mış, Lenin ve Stalin ise Türkistan'ın diğer bölümünü biz sizin
büyük biraderiniziz, sizlere yardım etmek için geldik sözleriyle
Orta Asya Türklerini yıllarca sömürmüş ve bölmüştür.
Ağustos 2008'de Gürcistan'a Rusların yaptığı yoğun askeri
saldırı, bombardıman ve işgali bütün dünya gördü. Bu saldırıya
en yoğun tepkiyi eski Sovyet ülkelerinden, Rus hegemonyasını
iyi bilen Polonya, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Litvanya ve Leton
ya gösteriyordu. Avrupa'nın da asırlardır dışladığı Rusya ile
Türkiye ticaretini artırarak, menfaat birliği sağlamalıdır. Bu şekil-
2 1 4 Saray, Prol. Dr. Meh met, Türkiye ve Yakın Komşuları, Atatürk Araştırma Mer
kezi, Ankara 2006.
237
de dostlugu ve işbirligini pekiştirerek eskiden gelen kuşkuları
karşılıklı olarak ortadan kaldırmaya çalışmalıdır.
Orta Asya'daki Türkler bu büyük kardeş (!) Ruslardan yeni
kurtulmuşken ne yazık ki doksanlı yıllardan itibaren onlara
Türkiye tarafından verilen birçok söz tutulmamış, deneyimsiz
ve geçmişi bilmeyen, bir ülküsü olmayan, bir siyaset felsefesi
bulunmayan politikacılarımızın o ülkelerdeki söz ve davranışla
rı aramızdaki ilişkinin yeterli gelişmesine engel olmuştur. Bu
çok önemli bir noktadır. Bir örnek verecek olursak, bu Türk
devletleri özgürlüklerine kavuştuktan sonra Rus Kiri! alfabesini
bırakarak Latin alfabesine geçmek istemişlerdir. Ancak doksan
lı yıllarda Türkiye'yi idare edenler bu işin kültürel ve daha son
ra da ekonomik ve siyasi açıdan ne kadar önemli oldugunu al
gılayamamışlardır. Bu yüzden de bu devletlerde duyurdukları
Latin alfabeli matbaa sistemi bu vaatlerde durmadıgımız için
kurulamamıştır. Bunun sonucunda sadece Türkmenistan ve
Azerbaycan bizimle aynı Latin alfabesi sistemine geçmiştir. Bu
başarısızlık sonucu ne yazık ki Kazakistan ve Kırgızistan Rus al
fabesinde kaldıgı gibi Rusçayı resmi dil olarak kullanmaya baş
lamıştır.
Yukarıda da degindigimiz gibi aynı dil, kök kültür ve dinden
gelen soydaşlarımızla birlik ve beraberlik içinde yaşamak en
azından insan hakları açısından bizlerin de hakkıdır. Tabii günü
müzde insan hakları çıgırtkanlıgı yapan Batılılar ve yandaşları
bunu bize karşı bölücülük olarak dayatmaktadır. Bütün bunları
görmek gerekir. Bütün bunları bilerek yeni bir siyaset felsefesi
oluşturmalıyız.
Geçmiş ortak kültür ve felsefi düşünce dünyamıza daha çok
egilmeliyiz. Sadece bu gerçekleri gören gerçek aydınlar degil, il
kögretimden üniversitelere kadar bütün egitim kurumları geç
miş ortak Türk felsefi dünyasını bütün Türk dünyasında tanıt
malıdır. Geçmiş Türk felsefesinin neler anlatmaya çalıştıgını, ör
negin akılcılıgı, neler yapabildigini ve belki de en önemlisi bugü
ne bize neler katacagını degerlendirmeliyiz. Dışımızdaki dünya-
238
yı algılamaya çalışırken, algılarken kendimizi, felsefi düşüncele
rimizi daha iyi anlamaya çalışmalıyız.
Türk felsefi düşüncesinde kadim Türk toplulukları zamanın
dan günümüze her zaman aydınlık düşünme, hoşgörü, faydalı
lık ve eleştiri görülmüştür. Felsefenin gelişmesi için aydınlık dü
şünme, hoşgörülü bir anlayış ve eleştirebilen insanların düşün
celerini yansıttığı bir ortam olmalıdır. Aydın, yani gerçek aydın
insanların gelişmeci, ilerici, evrenseli yakalayan aydın, aydınlık
ve de aydınlanmış düşünceleri, yapıcı eleştiriye açık olmalıdır.
Ancak bu şekilde hoşgörü sağlanabilir diyebiliriz.
Felsefi düşüncede aydın düşüncenin, aydınlığın ne kadar de
ğerli; karanlığın, bağnazlığın ise ne denli tehlikeli olduğunu onu
yaşamış olanlar bilir. Sağlığın değerini ne yazık ki hasta olunca
anladığımız gibi.
Haçlı Seferleri sırasında Anadolu'da felsefi düşüncenin geliş
mesini engelleyen etkenlerin var olması gibi, bugün de Türk
dünyasında felsefi düşüncenin gelişmesini engelleyen dış veya
dış kaynaklı etkenler olduğu ileri sürülebilir.
Türkiye çağdaş evrensel değerleri göz önünde bulunduran
bir siyaset felsefesiyle şoven olmadan, akılcı ve gerçekçi siya
setlerle, yanlış yapmadan Türk cumhuriyetlerine kültürel, eko
nomik ve siyasi olarak yaklaşmak durumundadır. Bu yakınlaş
ma arttıkça aynı felsefi düşünceden gelen insanların yakınlaşıp
kaynaşması daha kolay olacakbr. Türkiye siyaset felsefesini ye
niden belirlemelidir. Çünkü dünyadaki 2009 ve 2010'daki sürat
li değişimler sonucu Türkiye çok yönlü siyaset yapmak zorun
dadır.
Türk dünyasında felsefi düşüncede bütünlük sağlayabilmek,
yakınlaşabilmek için önce, özellikle Türk devletleriyle kültürel
ve ticari ilişkilerimizi kesinlikle artırmak için çaba göstermemiz
gerekir. Bu gelişmelerdeki başarılar hem Türkiye'nin hem diğer
Türk devletinin menfaatine olacakbr. Böyle bir gelişim dış odak
larca oluşturulan ya da kışkırblan etnik sorunları ortadan kaldı-
239
racaktır. Böyle bir başarı kaçınılmaz olarak bir Türk Devletler
Topluluğu'nun kurulmasını sağlayacaktır.
Böylece Avrupa'nın bize sunduğu "federasyon fikri" Türki
ye'nin bölünmesiyle degil, Türkiye'nin bugünkü haliyle federas
yonun bir parçası olarak Türk Devletleri Topluluğu ortaya çıka
caktır. Ancak siyaset felsefesiyle ilgili bu önemli fikirler medya
da yer bulmamaktadır. Ülkemizdeki onlarca yayın yapan TV ka
nalı ipe sapa gelmez yayınlara saatlerce yer verirken bu konula
ra değinmek bizim ünlü enkırmenlerin aklına gelmiyor? Acaba
neden? Yoksa hiç kimsenin aklına gelmiyor mu? Bin yılın fırsatı
olarak karşımıza çıkan bu imkanı değerlendirebilirsek hem ken
di kültürel kimliğimizi koruyacağız hem de dünya barışına den
ge ve katkı getirecek kuvvetli bir durumda olacağız.
Geçmiş Türk felsefi düşüncesi ve ortak filozof ve düşünürle
rimiz Türk kültür birliğinin şüphesiz temelini oluşturacaktır diye
düşünebiliriz. 2009 Eurovision Müzik Yarışması'nda bile komşu
suna düşmanlık besleyen ülkelerin sanat yarışmasını bir tekno
lojik harbe dönüştürdüğünü görmek, kişilerin sadece şeklinin
insan şeklinde olduğu bir dünya görünümünde olmasına neden
olanlar, gerçek insanı düşündürüyor doğrusu!
Düşünceye yönelme aydını geliştirdiği gibi felsefi kalkınma
nın felsefeciler tarafından gerçekleştirileceği veya felsefeciler ta
rafından yönlendirilmesi gerektiği söylenebilir. Geçmişteki Türk
felsefi düşünce dünyasından, Batı'daki felsefi akımlara ve bugün
birbirine karşıt olan felsefi düşüncelerden değişik siyasi felsefe
leri tanıtmak felsefecilerin ödevi olacaktır. Felsefe bilim ve tek
niği de içermektedir. Felsefe araştırılması gereken, derinliği olan
bir alandır. Türk dünyasında felsefenin geleceğini irdelemek
Türkçe düşünen felsefeci düşünürlerin çabalarıyla ortaya kona
bilir.
Felsefi alanda ilerlemek veya geçmiş ortak Türk felsefi dü
şüncesinden faydalanmak için önce ortamın yaratılması gerekir.
2009 Şubat'ına gelindiğinde, 1993 yılında başlatılan Türk ku
rultaylarının 12'ncisiyle ilgili dosya Türkiye başbakanının önün-
240
de bekliyordu. 2007'de Bakü'deki kurultayda KKTC'de yapılma
sı teklif edilmişti. Ancak AB'nin olumsuz baskısı ve Rusya etki
siyle bir karar alınamıyordu. Bütün bu sıraladığımız bilgiler ve
gelişmelerden haberdar olan düşünürler dünyaya daha geniş
açılardan bakabileceklerdir. Bunun sonucu bu geniş kültür bir
ligi çerçevesinden bakan veya bakabilen düşünürler daha ev
rensel etkili felsefi düşünceler ortaya koyabileceklerdir.
DÜ NYADA TÜ RK DEVLET VE
TOPLU LU KLARI N DA FELSEFE
"Bir kültürde felsefenin oluşumunda, düşünceler arası akı
şın, düşüncelerin felsefeye destek verici özellikler taşımasının
önemi vardır."2 15 ODTÜ Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü
Başkanı Profesör Ahmet İnam felsefeyle bag kuran farklı düşün
celeri şöyle sıralıyor: Toplumsal düşünce, siyasal düşünce, ta
rihsel düşünce, teknolojik düşünce, ekonomik düşünce, bilim
sel düşünce, edebi düşünce, sanatsal düşünce, folklorik düşün
ce, dinsel düşünce, günlük yaşam düşüncesi, bilgelik yani hik
met düşüncesi.
Dünyada Türk devlet ve topluluklarında felsefeyi irdelerken
Türkiye'ye tekrar biraz değinmek uygun olur. Çağdaş Türki
ye'nin felsefe alanındaki ürünleri nelerdir? Birileri bu soruyu
sorduğumuzu duyunca, çağdaş Türkiye'nin çağdaş felsefesini ir
delemeden önce Türkiye'nin çağdaşlığını irdelemeli der mi?
Türkiye ne kadar çağdaştır? Çağdaş evrensel değerler ne kadar
toplumumuza gelmiştir veya toplumumuz çağdaş evrensel de-
215 İnam, Prof. Dr. Ahmet, Cumhuriyet Döneminde Türkiye'deki Felsefenin Serü
veni, V. Türk Kültürü Kongresi, cilt 5, s. 54-55, Atatürk Kültür Merkezi Yayını,
Ankara, 2004.
241
ğerlere nasıl bakmaktadır? Bir ülke çağdaş olduğu oranda çağ
daş felsefe üretebilir. Yoksa karşıt düşüncelerin, felsefelerin ve
yaşam felsefelerinin olduğu ortamlardan çağdaş felsefe daha ko
lay mı çıkar? Yoksa çağdaş olmayan ortam ve düşünce sistem
leri çağdaşlığa izin vermez mi?
Türkiye sanki toplum mühendisliği esiri olmuş gibi bazı siya
si kısırdöngüler içinde enerjisini harcamakta, imkanlarını ve
kaynaklarını yeterince gerektiği gibi kullanamamakta mıdır?
Türkiye bir türlü dış Türkler ve bağımsız Türk cumhuriyetleri
ile yeterince ilgilenememektedir. Bugün orada yaşayan kardeş
lerimizin yaşam felsefelerini, dünya görüşlerini, onları yöneten
siyasetçilerin siyaset felsefelerini yeterince tanıdığımız söylene
mez. Bu ülkelerdeki yönetici kadroların bir kısmı hala Sovyet
döneminin üst düzey bürokratlarıdır.
Türkistan, yani Orta Asya'daki Türk devletleri özgürlüğüne
kavuştuğunda onları ilk önce Türkiye tanımıştır. Ancak Türki
ye'nin onlarla yakınlaşması, enerji kaynaklarının yoğun bir şe
kilde bulunduğu bu coğrafyada Türk devletlerinin birleşmesi
emperyalist güçlerin işine gelmemiştir. Dikkat ederseniz ülke
mizde terör olaylarının yoğunlaşması Türkiye'nin Türkistan
Türk devletleri ile yakınlaşmaya başladığı yıllara rastlar. 2010
Eylül'ünde tekrar gündeme gelen Cumhurbaşkanı Özal'ın vefatı
nın, Orta Asya'ya yakınlaşma çabaları sırasında bir Orta Asya
gezisi sonrası olması, bugün aklımıza "bu bir rastlantı mı?" soru
sunu getirmektedir.
Bazı görüşlere göre birdenbire terörün Türkiye'de bu yıllar
da ortaya çıkması, Türkiye'nin enerjisini bu şekilde harcayarak
diğer Türk devletleriyle yakınlaşmasını önlemiştir. Bugün terö
rün arkasında hangi dış güçler olduğunu devletin en üst düze
yindeki yetkililer, örneğin eski Genel Kurmay Başkanı Yaşar Bü
yükanıt görevdeyken basının önünde açıklamıştır. Bunlar gaze
telerde açıkça yazılmıştır. Gerçekten de diğer Türk devletleriyle
sıkı temaslarda bulunan Özal'ın birdenbire ölmesinden sonra
Demirel aynı çabayı gösterememiştir. Daha sonra gelen başba-
242
kanlar ve Cumhurbaşkanı Sezer ilişkilerimizi geliştirmemiş veya
geliştirememiştirler. Hele Sezer bir kere bile Orta Asya, yani
Türkistan'a gitmemiş veya gidememiştir.
Türk doğmak veya Türk dünyasının herhangi bir ülkesinden,
yani Türkistan kökenli olmak, kültür emperyalizminin etki şidde
tini daha da artıracağının göründüğü önümüzdeki yıllarda Türk
lük, Türk felsefesi için, Türk ülküsü için yeterli olmayacaktır.
Türk devlet ve topluluklarının varlığını sürdürebilmesi için
en önemli olgu değişik politikalar ve nükleer silahtan önce
"Türk kültürü" olacaktır. Türkiye'nin ve diğer Türk devletleri
nin bir an önce ortak Türk kültür ve tarihini, destanlarından, mi
tolojisinden Türk halk inançlarına kadar özet şeklinde yazarak,
herkesin anlayacağı bir şekilde yetişen öğrencilerine ve halkına
tanıtması gerekir. Bir an önce ortak bir "Türk alfabesi" oluşturul
malıdır. İlkokul kitaplarından başlayarak "Türk kültürü" yeni ye
tişen kuşaklara tanıtılmalıdır. Belki de felsefeyi de içeren "Genel
Türk Kültürü" adlı bir ders konulmalıdır.
Felsefenin gelişebilmesi için önce ortak kültür değerlerinin
bilinmesi ve gelişmesi gerekir. Türkiye önderlik ederek "Türk
Dünyası Türk Kültür Ülküsü Merkezi" oluşturulmalıdır. Türklü
ğe, Türk kültür ve tarihine, Türk felsefesi ve düşünürlerine ait
geniş bilgi ve birikimleri en iyi şekilde tanıtıp yayarak kültür ve
kimliğine bağlı, bilgili ve iyi eğitimli gençler yetiştirilmelidir. Kır
gız, Kazak Türkünden, Makedonya'daki Türkü veya Alman
ya'da yaşayan Türkü bir arada tutacak Türk kültürünü vererek
'Türk üst kimliği" etrafında bütünleşme sağlanmalıdır. Doğal in
san hakkımız olan bu görüşlerin gerçekleştirilmesi için herkesin
çaba göstermesi ve çalışması gerekir.
Şu satırları okuyan her Türk kültürüne aşık insanımız hemen
kültürümüzü korumamız için gereken mücadeleye başlamalıdır.
Bu bir insanlık borcu olduğu kadar bu bilince ulaşmanız yarın
ki güvenliğinizi sağlayacaktır. Kültür olmadan felsefe olmaz. Biz
konuları felsefi açıdan irdelerken, Putin dağılan Sovyetler Birli-
243
ği'ni "Avrasya Ekonomik Birliği" adı altında 1 Ocak 2013'e kadar
yeniden toplamak için 2011'de atağa geçiyordu. Bor'un pazarı
bitince bize eşeğimizi Niğde'ye sürmekten başka bir şey kalma
yacak.
Özetle, Türk dünyasını birleştiren olgunun "Türk kültür kim
liği". olduğu unutulmamalıdır. Türk kültür kimliği bütün Türk
devletlerinin ortaklaşa yapacakları çalışmalarla tanıtılıp, pekişti
rilip vurgulanarak, bütün dünyadaki Türklerin bilinçli bir şekil
de Türk kültürüne, Türk kimliğine ve felsefi düşüncesine sahip
çıkmalarını sağlayacak olanaklar ve felsefe geliştirilmelidir.
Kardeş Türk ülkeleriyle ilgili çok az yayın bulunuyor. Onları
daha iyi tanımaya çalışmalıyız. Bu ülkelere yapılacak turistik
turlara vergi kolaylığı getirilerek turizm şirketlerine avantajlar
sağlanmalıdır. Devlet, Kültür Bakanlığı, üniversiteler ve sivil
toplum kuruluşları bu yönde yapacakları araştırma ve yayınlar
la çaba göstermelidirler. Bugün ülkemizden dünyanın her yeri
ne turistik turlar yapılırken acaba Türkistan ülkelerine, yani Or
ta Asya'ya neden geziler yapılmaz? Türkistan bölgesine turistik
gezi düzenleyen turizm şirketlerine vergi indirimi sağlanmalıdır.
Çok kısa olarak değindiğimiz bu gelişmeler olmadan Türk
dünyasında ortak paydaları olan bir felsefenin gelişmesi pek ko
lay olmayacak diye düşünüyorum. Ancak Türkistan devletleri
ve Türkiye'nin yakınlaşması ortak düşünürlerimizin gelişmesi,
felsefi eserler yaratması için zemin yaratacaktır. Felsefi gelişme
olabilmesi için önce ortak bir siyasi felsefenin çok ince hesaplar
la yaratılması gerekir. Düşünürlerin ve filozofların varlığı yetiş
tikleri toplumların kültürü ve olanakları çerçevesinde oluşur.
Ancak kendi birikimleri doğrultusunda eserler yaratır, fikirler
ortaya atarlar.
Türkiye ve Orta Asya'daki Türk devletleri Kazakistan, Kırgı
zistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Azerbaycan'ın
önderleri ve halkları kendi varlıklarının güvenliği ve geleceğinin
birbirlerine kenetlenip, güçlerini bir araya getirmekten geçtiğini
algılamalıdırlar. Ortak bir ülkü ve felsefe oluşturmalıdırlar.
244
Anadolu Selçuklu devleti yıkıldıktan sonra oluşan beylikler
hiçbir varlık gösterememiştir. Ancak Osmanlı hepsini birleştir
dikten sonra bir dünya imparatorluğu haline dönüşmüşlerdir.
Bu hepimiz için çok önemli bir örnektir.
Orta Asya'da yaşayan Türklerin 80 yıl önce hepsi Türkistan
lı idi ve pasaportlarında milliyet olarak "Türk" yazıyordu.
Diğer bir durum tespiti de çok önemlidir. Şöyle ki, bu 80-90
yıl önce yaratılmış kimlikler ve her zaman oluşabilecek Rus teh
didi düşüncesiyle Türkiye'den oralara dostça yaklaşan sivil top
lum örgütlerine veya oralara dostane duygularla giden Türkiye
Türküne bazen şüpheyle bakmayı bir tarafa bırakarak dostça el
uzatmalıdırlar. Türk devletleri hamasi söylemler yerine, gerçek
çi, karşılıklı menfaatlere dayanan ilişkileri geliştirdiklerinde bir
birlerinin aynı olduklarını daha iyi anlayacaklardır. Onların da
bizim de belki zamana ihtiyacımız var denebilir. Ancak günümü
zün bilgi ve uzay çağında artık kaybedecek zaman yok!
Çünkü Orta Asya'daki enerji kaynaklarına sömürgeci ülkele
rin göz dikmesi bütün bu kardeş ülkeler için tehlike oluşturmak
tadır. Onların tekrar esareti Türkiye'yi yalnızlığa itecektir.
Halbuki Türk devletlerinin en azından ticari, kültürel ve siya
si yakınlaşması, Türkiye dahil hepsinin egemenliği için güvence
olacaktır. Bu yönde siyasi felsefenin temeli ivedilikle oluşturul
malıdır.
Bu sıraladığımız ülkeler içinde Tacikistan'ın nüfusunun her
ne kadar %30'u Türk soylu ise de, Türk kültür dünyası içinde
olması nedeniyle Tacikistan da bu yakınlaşmanın içinde olma
lıdır. Hatta az sayıda Türk soylunun yaşadığı Moğolistan da ti
cari açıdan bu yakınlaşmanın içinde olmalıdır diye düşünebili
riz, tabii eğer kendileri de isterse. Cengiz Han'ın imparatorlu
ğunun çoğunluğunu Türk boylarının oluşturduğunu ve bizim
için çok önemli olan Orhun Anıtları'nın, eski Türklerin yurdu
nun bir bölümünün bugünkü Moğolistan topraklarında olduğu
nu biliyoruz.
245
Geniş Türk dünyasında günümüzdeki felsefi düşünce geliş
mesini anlayabilmek için Türk dünyasıyla ilgili önce yeterli ge
nel bilgimiz olması gerektiğini düşündüğümüzden dolayı, kısa
da olsa, biraz ayrıntılı olarak Türk dünyasıyla ilgili en önemli so
runlara değinme ihtiyacını duyduk.
Söz ettiğimiz Avrupa Ortak Pazarı benzeri, Türkistan Ortak
Pazarı olarak adlandırılacak ticari bir birlik ve yakınlaşma Tür
kiye ve bütün Türkistan ülkelerini zenginleştirecektir. Aynı dil,
din, köken, gelenek ve kültürden gelen insanların kültürel yakın
laşması ise ayrıca Türk toplumlarının manevi zenginleşmesini
de sağlayacaktır. Bu da felsefi düşüncenin gelişmesi için gerekli
temeli oluşturacaktır.
2010 Mayıs ayında Bakü'de Azerbaycan ve Türkiye felsefeci
lerinin katıldığı, "muasır dünyada yeni düşünceye umumi ba
kış" konulu bir ilmi konferans yapıldı. Toplantıya Azerbaycan
Felsefe ve Sosyal-Siyasi İlimler Birliği, Türkiye'den TİKA mali
destek vermişti.
Türkiye ve Azerbaycan düşünürlerinin 19. yüzyılın sonları
ve 20. asrın başlarında birlikte hareket ettiklerinin, A. Hüseynza
de, A. Ağaoğlu, M.E. Resulzade ve diğer Türk düşünürlerinin
Türk düşüncesinin gelişmesine, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurul
masına katkıları olduğunun altını çizmek gerekir. Konferans sı
rasında Azerbaycanlı Prof. Dr. Selahetdin Halilov konuşmasında
felsefenin milletin özüne hizmet etmesinden ve bu açıdan tüm
Türkçe konuşan devletler arasında ortak bir milli felsefi düşün
cenin oluşturulmasının gerekliliğinden bahsetti.
İlmi konferansta Türkiye'den gelen felsefecilerden Prof. Dr.
K. Gürsoy'un, İstanbul Üniversitesi'nden Prof. Dr. K. Tuna'nın,
Kırklareli Üniversitesi'nden Prof. Dr. T. Duralı'nın ve Azerbay
can felsefecilerinden Prof. Dr. S. Halilov'un, felsefe ilimleri dok
toru K. Bünyadzade'nin, Bakü Devlet Üniversitesi'nden Prof. Dr.
R. Aslanova'nın raporlarında çağdaş felsefi düşüncenin sorunla
rı, Türk düşünce tarihinin araştırılması, ortak Türk felsefesinin
oluşturulması, ortaokul ve üniversitelerde felsefenin öğretilme-
246
si konuları, Türk Dünyası Felsefe Merkezi'nin yaratılması ve
benzer konular dinlenilmiş ve müzakere edilmiştir. Bu tür kon
ferans ve toplantıların daha kapsamlı ve sık olarak yapılması ge
rekir.
Bin yılın fırsatı önümüzde duruyor. Akılcı, ilimci ve ilerici
olup birbirimize sarılmalıyız. Birkaç cümleyle özetlemeye çalıştı
ğımız bu düşünceler eğer gerçekçi açıdan bakılıp algılanabilirse,
Türk felsefi düşünce alanında bütün Türk dünyasında atılımlar
görülecektir. Binlerce yıllık ortak geçmişimiz, toplumsal ekono
mik gelişme, dilimiz ve lehçeleri, dinimiz, ortak gelenekler ve de
ğerler Türk dünyasında felsefenin gelişebilmesi için olumlu ko
şulları oluşturuyor gibi görünüyor, tabii çok çalışmak kaydıyla.
247
si gibi evrensel kavramların her ülkede aynı şekilde uygulanma
sı gerekir. Ancak son yılların küreselleşmeci dayatmaları insanla
rı milliyetinden, dininden sogutmaya çalışmıştır. Sadece "tüketi
ci" olan küresel bir dünya insanı yaratılmak istenmektedir.
Küreselleşmeden kurtulabilecek insancıl bir evrenselleşme
sonuçta dünyanın her yerindeki bireyin yararına olacaktır. An
cak örnegin demokrasiden söz edersek, Türkiye'de de seçimler
yapılmakta, ama Batı Avrupa demokrasi anlayışı ne siyasi parti
lerde ne sivil toplum örgütlerinde ne de toplumun birçok katma
nında ülkemizde görünmektedir. Bu örnekten çıkarak felsefi dü
şüncede de günümüzde ülkemizde evrensel görüşlerin tam an
lamıyla kabul edildiği söylenemez. Umarız ülkemizde felsefi dü
şüncenin gelecegi evrensel boyutlar çerçevesinde olur. Gele
cekte Türk felsefi düşüncesinde gelişebilmek için sadece dünya
nın degişik felsefi düşüncelerini tanımak yetmez. Daha iyi bir ge
lecek için İslamiyet öncesine kadar giden binlerce yıllık Gök
Tanrı'ya inanan kadim Şamanist Türk topluluklarının felsefi dü
şüncelerini ve düşünürlerini tanıyıp analiz etmek gerekir. Bu
baglamda geniş Türk dünyasındaki Türk topluluklarının da fel
sefi düşüncesini tanımamız önemlidir. Herhalde kendi geçmiş
felsefi düşünce sistemlerimizi tanıyabilirsek ve evrensel deger
leri hazmedebilirsek Türk felsefi düşüncesinin geleceğini inşa
edecek düşünürler yetiştirebiliriz. Bu zahmetli gelişimi tamam
layamazsak sadece dünyadaki birtakım felsefi düşünceleri taklit
etmekten ileriye gidemeyiz.
Türkiye'de belki de gerçek bir "aydınlanma" yaşamadıgımız
için, toplumun genelde dünya görüşleri ilim, bilim ve akılcılıga
dayanmıyor denebilir. İnsanımız büyük çoğunlukla dünyayı
akılcı olarak degil, kendine dar çerçeve içinde verilmiş inanç ve
degerler açısından bakıp yorumluyor. Bu nedenle duygusalız
ve tepkilerimiz akılcı degil, duygusal oluyor. Olaylara ve dünya
ya sanki yüzeysel bakıyoruz. Siyasi olaylardan futbol maçına ka
dar her şeye bu açıdan bakıyoruz.
Dünyayı ve olayları derinlemesine analiz etmeden, genelde
248
olayların nedenlerine inmeden değerlendirmeler yapıyoruz. Bil
mediğimiz konularda "ben bunu bilmiyorum" diyemiyoruz. Se
çimde oy vermekten, futboldan, kadın erkek ilişkisine kadar,
akılcılık yerine, sezilerimizle, mantık olmadan, adeta mistik bir
ruh hali içinde değerlendirmeler yapıp, akılcı olmayan bu so
nuçları karşımızdakine veya topluma neredeyse zorla veya
mümkünse zorbalıkla kabul ettirmeye uğraşıyoruz. Bireyler gibi
siyasilerde de aynı zorlayıcılığı görebiliyoruz. Siyasetçi ve seçi
lenler halka hizmet etmek yerine vatandaşa sen bunu yap şunu
yapma deme hakkını kendinde görüyor.
Adalet kavramı ise, anayasa düzeninden, hakimlerin Adalet
Bakanlığı etkisinde oluşundan iş yaşamına ve ailedeki yaşam
düzenine, bireyin haklarının gözetilmesi gereğine kadar, evren
sel konumda değil gibi... Hukukun üstünlüğü olgusu hala tartışı
lıyor.
Bu çalışmamda ben tarihten çok örnek vermek zorunda kal
dım. Bunun gayesi insanlarda tarih bilinci yaratmak ve bu şekil
de, geçmişten ders alarak geleceğe yönelirken, düşünce dünya
mızda eski yanlışların tekrarlanmaması düşüncesidir. Bu bilinç
olmazsa, bizde olduğu gibi siyasi olaylar, yabancı ülkelerle olan
ilişkilerdeki ayrıntı ve pürüzler unutulur. Aynı iç siyasette siya
si partilerin yaptığı yanlışları kısa zamanda halkın unutması gibi.
Gidin meclisteki vekillere sorun, acaba kaçı şu anda bir tarih ve
ya felsefe kitabı okuyordur? Bizde tarih sadece hamasi nutuklar
la övünmek için kullanılır, ders almak için değil! Etrafınızdakile
re ve siyasetçilere, yazarlara, felsefecilere sorun, acaba 93 Har
bi'ni, Batı Trakya'nın elimizden kayıp gidişini veya Musul Ker
kük meselesini kaç kişi biliyor? Geleceği şekillendirebilmek için
geçmişi bilmemiz gerekir.
Türkiye ilerleyebilmek, dünyayı yöneten ülkeler arasına gi
rebilmek için kesinlikle çağdaş felsefe, evrensel ilim ve akılcılığı
yakalamak zorundadır. Bu hedefe varabilmek için düşünürlere,
düşünce insanlarına çok gereksinim var.
249
Düşünür Nermi Uygur'a göre, "Türk düşüncesinin ve felsefe
sinin gelişmesi geçmişteki kendi felsefemizi ve filozoflarımızı iyi
bilmemize ve değerlendirmemize bağlıdır. " 216
Birkaç sayfada değindiğimiz Türk felsefi düşüncesi konusun
da şüphesiz ciltlerce kitap yazılabilir. Bu esasen felsefecilerimi
zin, üniversitelerimizin görevidir diye düşünüyorum. Ancak
kim olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi anlayabilmek
için, bu konuya kısa da olsa değinme zorunluluğunu hissettim.
Kitabın kurgusu bizim felsefi düşüncemizle sınırlandığı hal
de, günümüzün felsefi düşüncesindeki olumsuzlukları anlatabil
mek için, ister istemez belki de kafamızdaki kurguya göre çok
fazla ortamın kültürel ve siyasi durumuna değinmek zorunda
kalıyoruz.
Batı toplumları sanayi toplumu olarak, Türkiye'de de sanayi
olmasına rağmen, ülkemizden farklı kültürel değerler ortaya çı
karmıştır. Türkiye'de son yıllarda Batı gibi kısmen maddi değer
lere değer veren "paraya tapar" kesimler oluşmuşsa da, genel
de Türk toplumunda aile, manevi ve insani değerler hala ön
planda görünüyor. Cumhuriyetten sonra Batı'dan gelen akımlar,
örneğin demokrasi oldukça yol almışsa da, ülkemizde demokra
si anlayışı henüz Batı Avrupa anlamında yerleşmiş denemez.
Son yıllarda bazı toplumsal veriler insanı ürkütüyor. Bunlar
dan sadece bir tanesine değinelim: "Hırsızlık olgusu". Devleti
soyanları, yolsuzlukları ve büyük soyguncuları bir tarafa bırakır
sak 2010 başı verilerine göre İstanbul'da yirmi bin abone kaçak
elektrik kullanıyormuş. Güneydoğu Anadolu'da bu daha da faz
ladır. Verilere göre Şırnak'ta kaçak elektrik kullananların oranı
%71, Mardin'de 'X,72 imiş. Bu yüksek oranlara insan inanmak is
temiyor. Kaçak elektrik kullanmak acaba hırsızlık mı? Yoksa ga
riban edebiyatı yapanların sığınacağı bir zorunluluk mu? Bu
yaygın hırsızlık olayına karışanlar acaba seçimlerde neye göre
250
oy verirler? Veya bu insanların yaşam felsefesi nedir? Veya bu
tür ıslah edilmesi gereken insanların arasından bu toplumun fel
sefi düşüncesini geliştirecek, katkıda bulunacak bir düşünür çı
kabilir mi?
Bir tarafta Osmanlı'dan gelen merkeziyetçi sistem anlayışı,
kırsalda ağalık ve aşiret düzeni gerçek anlamda bireyin oluşma
sına, kadına ve kadın haklarına saygı gösterilmesine giden bir
kültürel ortam yaratmamaktadır. Bu yapı çerçevesinde toplu
mun genel görüşü veya kararlan akılcı ve bilimci olmaktan
uzaktadır. Bu gerçeği vurgulamadan geçemiyoruz. Umarız ken
di geleneksel kültürümüzü temelde koruyarak iletişimle küçü
len dünyamızda insan haklan, kadın haklan ve evrensel hukuk
çerçevesinde evrensel değerleri kazanarak kültürel gelişmemiz
de, felsefi dünyamızda aşama sağlarız.
Prof. Ümit Özdağ ve Yaşar Kalafat Türk felsefi düşüncesiyle
ilgili Türk cumhuriyetlerinde neler yapılabileceği konusunda il
ginç pratik öneriler getiriyorlar. Bu konuda çalışma yapabilecek
lere faydalı olabileceği kanısıyla birkaç satır alıntı yaparak oku
yucuya sunuyorum: "Bundan sonra ne yapmak lazımdır, neler
yapılabilir? 1) Türkiye temsilcilerinin veya temsilcisinin baş
kanlığında belli başlı Türk cumhuriyetleri temsilcilerinin iştirak
edecekleri bir üst komisyon kurmalı. Bu komisyonun üye sayı
sı en fazla 8-10 kişi olabilir. 2) Bu komisyona bağlı cumhuri
yetin envanterini çıkaracak ve kendi ülkelerindeki çalışmaları
yürütecek alt komisyonlar teşkil edilmelidir. 3) Alt komisyonlar
kendi ülkelerinde; düşünce hayatı bakımından yapılan çalışma
ların, hangi yazarların düşünür olarak incelenebileceğinin, dü
şünür kabul edilmenin ölçülerinin, kendi düşünce adamların te
sirlerinin, kendi düşünce hayatları ile ilgili yerli ve yabancı kay
naklarının neler olabileceğinin tespiti konusunda çalışmalar
yapmalıdır. 4)Alt komisyonların çalışmaları 3 veya 4 ayda bir
üst komisyona raporlar halinde sunulmalı, bu raporlar kısa za
manda değerlendirilip, en geç iki sene içinde düşünür olarak in-
251
celenecek kimselerin yazılması için araştırmacılar tespit edilip
siparişler verilmelidir. Yazarlardan en geç bir sene sonunda, dü
şünür hakkında yazı alınmalıdır. Yazarın yazısını vermesi veya
geciktirmesi halinde ihtiyaç olarak başka yazarlar önceden tes
pit edilmeli ve böylece daha fazla gecikme önlenmelidir. 5) Türk
dünyası düşünce tarihi 10-15 ciltlik bir ansiklopedi tarzında ta
sarlanabilir. Yahut kronolojik sıraya ve devirlere göre de yazıla
bilir. 6)Bu ansiklopedi veya düşünce tarihi, en geç yedi-sekiz yıl
da tamamlanacak bir şekilde planlanabilir. 7) Türk dünyası dü
şünce tarihi, Kültür Bakanlıkları, bilim akademileri; Avrasya
Araştırmaları Merkezi, Atatürk Kültür Kurumu gibi kurumlar ta
rafından desteklenmeli ve mutlaka bir sahibi olmalıdır. 8) Türk
Dünyası Düşünce Tarihi veya Türk Düşüncesi Tarihi, Türkiye
Türkçesi, Azerbaycan, Kırgızistan, Türkmenistan, Uygur Türkle
ri, Kazakistan lehçelerinde yayımlanmalı; ama esas Türkiye
Türkçesi olmalıdır. Ayrıca Rusça, İngilizce ve Arapça tercümele
ri de bu dillerde yayımlanma imkanları araştırmalıdır. 9)Atatürk
Kültür Kurumu'nun ve Kültür Bakanlığı'nın yürüttüğü "Türk
dünyası edebiyatları" isimli bir proje var. Bu proje, şimdi ne saf
hadadır? Bu gibi çalışmalardan, onların malzemesinden faydala
nılmalıdır. Fakat edebiyat tarihi ile düşünce tarihi çok farklıdır.
10) Düşünce tarihi yazmanın zorlukları vardır. Bunların birkaçı
na başta işaret edilmişti. Düşünce tarihi, ifade edildiği gibi, çok
kapsamlı ve muhtevalıdır. Yazarın eserindeki, şairin şiirindeki
fikir iyi tahlil edilmelidir. Fikrin kaynağı, özgünlüğü yani orijinal
olup olmadığı, hangi sorunları çözdüğü, değeri, etkileri, iyi tes
pit edilmelidir."21 7
Felsefede sorgulamak, sorunları görmek, onları ortaya atmak
önemlidir. Felsefe sorulara cevap vermekten çok ele aldığı dü
şünceyi eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirir. Türk felsefi dü-
217 Özdağ, Ümit, Y. Kalafat, Türk Dünyasının Bazı Düşünce M eseleleri, içinde ya
yınlandığı kitap: Türk Düşüncesinde Gezintiler, s. 16- 1 7, S. Hayri Bolay, Nobel
Yayın, Ankara, 2007.
252
şüncesinin değişik dönemlerini ve akımlarını irdelerken biz de
konuları sorgulayarak, soruları ortaya atarak, okuyucunun ken
disini konuları değerlendirmeye yöneltmeye çabaladık.
Son elli yılda Türkiye'de yayımlanmış felsefe kitaplarının ço
ğu Batı felsefesiyle ilgili. Son yıllarda ortaya çıkan ezoterik çağ
anlayışı ile aydınlanmadan uzaklaşan, "New Age" denen felsefi
akım bize nasıl yansıyor? Postmodernizmin toplumumuza yan
sıması felsefe açısından ne düzeydedir?
"Zeitgeist" denen, her ne kadar Almanca sözcüklerden oluş
sa da Amerika'dan kaynaklanan "zamanın ruhu" bir kurgu mu
dur? Yoksa Yeni Dünya'nın çöküşünü öteleyen dar çerçeveli bir
olgu mudur? Son yılların bu felsefi (!) düşünce akımları bizi, bi
zim düşünürleri ne ölçüde etkiliyor?
Sonuç olarak, milli ve manevi değerlerimizi, Türk töresini,
yani adalet, eşitlik, hoşgörü, iyilik ve faydalılık kavramlarını,
akılcı ve evrensel değerlerle, evrensel hukuk ve demokrasi or
tamı oluşursa ve bilimin ilerici atılımcı verileri ile yoğurabilecek
düşünürler çıkarsa, Türklerin felsefi düşünce dünyasının gele
ceğini şekillendirecekler, gelişmemize önderlik edeceklerdir.
Tabii ortaya çıkabilir, ortam bulur ve kendilerini anlatabilir
seler!
Felsefeyle uğraşanlar ve düşünür gibi düşünmeye çalışanlar
eğer Ön Türk uygarlığının felsefi dünyasından Farabi'ye ve di
ğer Türk düşünürlerine, tasavvuf ve İslam felsefesine kadar hep
sini tanıyıp anlamaya çalışırlarsa, kendi felsefi düşünce dünya
mızın üzerine bize uyan felsefeleri geliştirebilirler.
Türk kültürü sanatı ve gelenekleriyle çok eskiye dayanan,
baskın bir kültürdür. Orta Asya'da yani Türkistan'daki Türkler
de 80 yıl Sovyet komünist idaresi altında kalmalarına rağmen
kültürlerini korumuşlardır. "il. Dünya Harbi'nden itibaren kızıl
Çin'in işgaline uğramış ve bugün hala işgal altında ezilen Doğu
Türkistan'daki Uygur Türkleri ise yapılan nükleer denemeler,
inanılmaz işkenceler ve baskılara rağmen direnişlerini sürdür-
253
Avrasya Türk dünyası.
218 Özey, Prof. Dr. Ramazan, Türk Dünyası Coğrafyası, Aktif Yayınları, İstanbul,
2006.
219 Özdağ, Muzaffer, Türk Dünyası ve Doğu Türkistan Jeopolitiği, Doğu Türkistan
Vakfı Yayınları, no 7, İstanbul, 2000.
254
devletlerinin oluşturduğu toplulugun kültürel, ticari ve siyasi ge
lişimini saglamak gerekir. Bunun için de Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'ni yönetenlere ve kardeş Orta Asya Türk cumhuriyetle
rine özellikle şu çağrılar yapılmalıdır:
"1- Türk Cumhuriyetleri ve toplulukları arasındaki iletişim ve
ilişkilerin kuvvetlendirilmesi amacıyla, her kardeş Türk Cumhu
riyetinde bir Türk Dünyası Bakanlıgı'nın kurulması.
2- Türk Dünyası Yüksek Konseyi, Türk Dünyası Parlamenter
ler Birligi için gerekli adımlar atılması.
3- Siyasi partilerin aralarındaki ilişkileri geliştirmeleri ve üst
düzey örgütlenmelere gitmelerine imkan ve zemin hazırlanması.
4- Türk cumhuriyetleri arasında uygulanan vize ve pasaport
uygulamalarına son verilmesi ve en önemlisi gümrük duvarları
nın kaldırılması, serbest ticaretin desteklenmesi.
5- Ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine yönelik bir Türk Dün
yası Bankası kurulup, ortak para kullanımı için somut adımlar
atılması.
6- Türk dünyası arasındaki hukuki anlaşmazlıkları çözüme ka
vuşturmak amacıyla bir Türk Dünyası Adalet Divanı kurulması.
7- Türk dünyasındaki okullarda müfredat birliginin saglanma
sına yönelik bir Türk Dünyası Egitim Teşkilatı'nın oluşturulması.
8- Türk Cumhuriyetleri Bilim ve Kültür Teşkilatı kurulmalıdır.
9- Ortak Türk alfabesi oluşturmak, karşılaştırmalı sözlükler
hazırlamak için Türk Dünyası Dil Kurumu'nun faaliyete geçiril
mesi. Türk Dünyası'nın bütün unsurlarını kapsayan bir Genel
Türk Tarihi yazılarak, okullarda ders kitabı olarak okutulması.
10- Türk Cumhuriyetleri Kütüphaneler agı ve bilgi iletişim agı
kurulmalıdır.
11- Tırmanışa geçen misyonerligin önüne geçmek ve mezhep
çatışmalarını ortadan kaldırmak için Türkçe dini aydınlanma ça
lışmaları yapılması.
12- TRT Avrasya kanalının kültürel tanıtıma uygun hale ge
tirilerek, bütün Türk bölgelerinden program destegi saglanma-
255
sı. Her Türk cumhuriyetine özgü sanat ve kültür programları
yapılmalıdır. Bütün Türk topluluklarının kültür ve sanat eserle
rinin bütün ülke TV'lerinden halka geniş olarak tanıtılması ge
rekir.
13- Ortak dil, kültür, sanat ve edebiyat eserlerini teşvik ede
cek Nobel benzeri Türk Dünyası Hizmet, Edebiyat, Sanat Ödülü
kurumlarının kurulması.
14- Türk cumhuriyetinde bulunan bilim adamlarını tek çatı
altında toplayacak bir "Türk Dünyası Bilimler Akademisi"nin
oluşması için bir an önce üniversitelerimizin harekete geçmesi.
15- Meslek birliklerinin Türk cumhuriyetindeki meslek birlik
lerini bir araya getirecek Türk Dünyası Meslek Birlikleri'nin ku
ruluşu için öncülük etmesi.
16- Türk dünyasındaki iletişimi kolaylaştırmak amacıyla bir
Türk Dünyası Haber Ajansı kurulması. Türk Dünyası: Türkiye,
KKTC, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Ta
cikistan.
17- Türkiye Türkçesi ile diger Türk lehçeleri arasında elektro
nik tercüme sistemlerinin oluşturulması.
18- Dünyanın neresinde olursa olsun Türkoloji konusunda
mevcut ve kurulmakta olan ve yeni kurulacak veri tabanlarının
birleştirilmesi ve bu konudaki veri tabanının sürekli geliştirilme
si ve yararlanmaya sunulması saglanmalıdır.
19- Türk dünyasının gelecegi ile ilgili ortak stratejiler belirle
mek ve çözüm aramak üzere bir Türk Dünyası Stratejik Araştır
malar Enstitüsü kurulması.
20- Türk cumhuriyetlerinde değişik Meslek Odaları arasında
iletişimin saglanması. Kongrelere agırlık verilmelidir.
21- Meslek odalarının kurulması
22- Türk dünyasında her iki yılda veya dört yılda bir Türk
Dünyası Spor Olimpiyatları düzenlenmesi.
23- Ticari nakliyat ve yolcu ulaşım agının geliştirilmesi
24- Bütün Türk cumhuriyetlerinde her ülkeden sanatçıların
katılacagı Türk Dünyası müzik şölenleri, konserler yapılmalıdır.
256
25- Türk Dünyası Enerji Konseyi kurulmalıdır."220, 221
26- İstanbul Türkçesinin veya en yaygın lehçe olan İstanbul
lehçesinin, "ortak üst Türkçe" iletişimin kolaylaşmasını sağla
yan, Türk ülkelerine ihraç edilen Türk film ve dizilerine vergi ia
desi ve teşvik sağlanmalı.
"Bütün bu istekler Türk insaninin, en tabii 'insan hakları' ta
lebidir. Bu istekler bütün Türk devleti hükümetlerinin öncelikli
görevi olmalıdır." Bu yönde çalışmaları hızlandırmak için, Azer
baycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Ta
cikistan ve KKTC'den gelecek yapıcı önerileri desteklemeliyiz.
Yüzünü sadece Batı'ya çevirip, Batı kültürü içinde yetişmiş
düşünürleri, değerli de olsalar, Batı taklitçiliğiyle bize aktarma
ya çalışmak, Tanzimat'tan beri olduğu gibi havanda su dövmek
olacaktır. Batı'dan çıkmış evrensel değerlere dönüşmüş felsefi
düşünceleri ise kendi kültür ve felsefemize uyarlayarak, yoğura
rak çağdaş evrensel düşünceleri halkımıza ulaştırabilmeliyiz.
257
BiTi Rİ RKEN ...
259
Türk felsefi düşüncesini, Türkçe düşünen, Türkçe yazan, Tür
kün, Türk dünyasının felsefi düşüncesini ve bunu üreten Türk
filozof ve düşünürlerini yansıtmaya uğraştık.
Düşünürlerimizin ne düşündüğünü, felsefesini, bazı karma
şık düşünceleri yalın bir Türkçeyle, herkesin anlayacağı bir an
latımla sunma gayreti içinde olduk.
Düşünürlerimiz neler biliyorlardı? Ne düşündüler? Neleri an
latmaya çalıştılar? Neleri araştırıp, neleri nasıl çözümlediler? Ne
öğretmeye çalıştılar? Ne öğrettiler? Ve de onların derin öğretile
rinden biz ne anladık? Neler kazandık?
Türk felsefi düşüncesinin gelişebilmesi için geniş bir açıdan
bakarak Ön Türk uygarlığından günümüze Avrasya'daki bütün
gelmiş geçmiş Türk devletlerinin yetiştirdiği Türk düşünürlerini,
tasavvuf ve İslam felsefesini iyi tanımalıyız. Geçmiş birikimler
özümsenmeden geleceğe ulaşılamaz. Türk felsefi düşünce dün
yasını irdelerken daha çok, pek üzerinde durulmamış konulara
değinmeye çalıştık. Tüm Türk felsefi düşüncesini böyle ufak bir
çalışma içine sığdırma iddiamız olamazdı.
Binlerce yıllık bu birikimi okuyup, anlamaya çalışıp,, anla
dıkça bizim yetkinliğimizin düzeyi artacak ve yeni açılımlarla
yeni düşünceler üretmemize yardımcı olacaktır.
Umudumuz Türk felsefi düşüncesinin gelecekte daha da ge
lişebileceği, evrensel insan haklarına, hukukun üstünlüğüne
saygılı, toplumun sürü değil, herkesin birey olabildiği, kadının
aşağılanmadığı ve şiddetten kurtulduğu, aydınlık ve gerçek bir
demokrasi ortamıdır.
Felsefe bir bakıma akılla dünyayı anlamaya çalışmak, hatta
aklı anlamaya çalışmaktır denebilir. İster ilkçağ felsefesi ister
postmodernizm, akıl olmadan hiçbir şey anlaşılmaz. Akla değer
verirken kaçınılmaz olarak akılcılık önem kazanmaktadır. Ancak
Farabi ve Kant'ın da dediği gibi aklımızı kullanmayı bilmeliyiz.
Dr. A.Akif Poroy
İstanbul, 2011
Büyükada - Ada vapuru - Nişantaşı
260
Düşünce kapasitesiyle ilgili ilginç bir ek
26 1
Dünyanın her yerinde insanlar berbere gidip tıraş olurlar.
Ama hiçbir berber, rahatlatmak amacıyla müşterinin kafasını sa
ğa sola kanırtırken adamın boynunu kırıp onu öldürmemiştir.
Nerede öldürmüştür? Erzurum'da...
262
tığını sanmaz ve elektrikle bağlantısını kesmek amacıyla kafası
na kürekle vurarak onu öldürmez.
Bizde öldürür, Rize'de ...
263
Umarız özgürlük ve eğitim düzeyinin elverdiği ortamlarda
ülkemizde topluma faydalı nice düşünür yetişir...
264