You are on page 1of 8

Feminizm ve Otonomculuk arasındaki ilişki–

Patrick Cuninghame
Çeviri: Gamze Boztepe 9 Mart 2018 17:00
1970’lerin İtalyan kadın hareketlerinde mevcut olan,
işçicilikten etkilenmiş bir feminizm ile diğer
feminizm biçimleri arasındaki farklılıkları özetlemek
gerekirse, “eşitlik” ve “kurtuluş” taleplerini
yalnızca kadınların erkeklerden farkın örtbas
edilmesi olarak görmekle kalmayıp, her şeyden
önce ücretli erkek işçilerle ücretsiz kadın ev işçileri
arasındaki sınıf ilişkisinin bir mistifikasyonu olarak
reddetmeleriyle, liberal feminizmden ayrıldıklarını
söyleyebiliriz
1970’lerde İtalyan feminizmi, işçicilik ve otonomi: Karşılığı ödenmeyen
yeniden üretim emeği ve şiddetle mücadele / 2. Bölüm

Feminist militanların aktivizmi, sağlık ve özel hayatlarında giderek artan taleplerde


bulunurken, öfkeli bir “çifte militanlık” ile bir ayağını feminist harekette, diğerini Yeni
Sol örgütleri ve toplumsal hareketlerde tutmak isteyen kadınların durumu kendine
özgü taleplerini yarattı. Bu arada, feminist hareket (Potere Operaio ve işçicilik
kökenli gruplar dahil) ve Otonomi arasındaki ilişki, Yeni Sol gruplarıyla aralarındaki
ilişki kadar gergindi.  Otonom kadın kolektifleri, İşçi Otonomisi tarafından NL
gruplarından devralınan bazı itibarsız politik uygulamalara devam edilmesini ve
feminizm hiçbir şekilde pasifizm ile eş anlamlı olmamasına rağmen, özellikle de
(bazen silahlı) şiddet kullanmaya yönelik maço eğilimi eleştirmekteydi. Ayrıca,
İşçici ve Otonomcu kadınlar, “bilinç yükseltme”ci feminizm tarafından eski usül
Marksist devrimciler olmakla suçlandılar ve kendilerini sık sık kadın hareketinin geri
kalanından soyutlanmış buldular.

Bu kadınlar, “şiddet [Kadının pasifliği ve itaatinin, ataerkil ifadelerine karşı bir


panzehir olarak algılanan agresif öz-savunma)], öznellik için bir temel olabilir”
şeklindeki tutumuyla, feminizm ve Otonomi içerisindeki şiddet ve öznelliğe ilişkin
tartışmalara katkıda bulunmuştur. Lotta Continua’nın Kadın Kollektifi için başlıca
müdahale alanları, işyerinde ayrımcılık, yasa dışı işçiler (lavoro nero),
hapishaneler, “hareket” içindeki cinsel şiddet, erkek egemenliği ve beden ve
sağlıkla ilgili mücadelelerin yanı sıra fabrika ve işin reddiydi. Eşitsiz doktor-hasta
ilişkisi ve kürtaj yapmayı reddeden tıbbi merkezlerin ve genel olarak kadınları
mağdur eden ve sağlık ihtiyaçlarını karşılamayan sağlık hizmetinin kaldırılması
üzerine hastanelerde harekete geçilmiştir. Başka bir müdahale alanı ise
“kendinden başlayarak” feminist pratiği üzerine kurulan “dayanışma yerine
dayanışmacılık” idi. Ayrıca, “bilinç yükseltme” için psikanaliz kullanan ve Radikal
Parti’ye yakın olan radikal ayrılıkçı feministlerle de temas halindeydiler, oysa daha
geniş feminist hareketle ilişkileri; özel alan, bilinç yükseltme ve şiddetsiz olaylara
vurgu yapmasıyla çelişkiliydi. Katolik Kilisesi’nin kadınların kendi bedenleri ve
yaşamları üzerindeki kontrolü üzerindeki olumsuz etkilerini suçlayan nadir bir ortak
eylem, kentin başlıca katedrali ve resmi kimliğinin sembolü olan Duomo’nun
1975’teki işgali oldu. Diğer eylemler, gelinlik mağazaları ve çöpçatanlık ajanslarına
karşı olanlar da dahil, ataerkil kapitalist toplumda kadınların, pasif tüketime yönelik
seks objeleri olarak kalıplaştırılmalarına karşı koymak içindi. Aynı zamanda Lea
Melandrí’nin, “ev kadınları” ve entelektüellerin, kapitalist toplumda kadının rolüne
dair sınıflar-arası bir çalışma gerçekleştirdikleri “Özgür Kadın Üniversitesi’nde yer
aldılar. Rosso ve radikal feminizm arasındaki geçişin, Örgütlü İşçi Otonomisi’nin
“işçilerin merkeziliği” konumunun kalıcılığıyla çelişmesine rağmen hazırladığı
Malafemmina ve Noi Testarde adlı iki dergi, “kişisel olanın politikası” ve kolektif
kimliğin bir parçası olan toplumsal cinsiyet rollerinin sorgulanmasına neden oldu.

İşçicilikte ortak köklere sahip olmalarına rağmen, teorik ve siyasal pratiği Mariarosa
Dalla Costa ve Ev İşi İçin Ücret Hareketi’yle uyuşmayan bir feminist ve eski bir
Potere Operaio üyesi olan Del Re, Autonomia’ya katılmadığı halde, otonom
aktivizminin onu yakınsak bir noktaya yönlendirdiğini kabul etmektedir.  Del Re
burada, feministlerin PCI içindeki epey çelişkili konumunu göz önünde tutarak,
“çifte militanlık” konusundaki çetrefilli durumu ele almaktadır:

Bu zor bir konudur çünkü aidiyeti böler: örneğin, hem parlamento dışı siyasi
gruplarda aktif hem de feminist olup dramatik kararlar vermek durumunda kalan
kadınlarla tanıştım, çünkü feminizm kadınları çarpıcı kişisel tercihler yapmaya
zorlamıştır. Düşman çoğunlukla evdeydi: eğer bir kadın bir tür kişisel otonomi
kazanır; sevgilileri, arkadaşları, kocaları, babaları ve Sol’daki erkeklerle ilişki
kurarak onlarla değişen topluma dair fikirlerini paylaşırsa, çok fazla rahatsızlık
duyardı. […] Dolayısıyla bu, oldukça kişisel bir kimliğe ve yaşam tercihine bağlı çok
karmaşık bir meseleydi: evlilikleri başarısız olsa bile, bazı durumlarda haklı
oldukları için kocalarını terk edemezlerdi. Kararlar o kadar zorlayıcı ve şiddetliydi ki
neden bazılarının gizli feminist ve aleni bir biçimde yoldaş olduğunu
anlayabiliyorum. Bazı kadınların, küçük bebeklerinin ihtiyaçlarını onayladığı için
kocalarını yardımsever bir baba olarak görmeleriyle [PCI] ile işler daha karmaşık
hale geldi; gerçi şimdiye dek İtalya’da, en azından 70’lere kadar şu konuları
gündeme getiren bir parti olmamıştı. [PCI] ‘da militanlık büyük ölçüde bir aile
geleneği meselesiydi; PCI üyesi olan birçok aileyle (anneler, büyükanneler ve kız
çocuklar) tanıştım ve bu tarihsel bir eğilim ve değişmesi zor bir şeydi, çünkü bu çok
yaralayıcıydı. UDI, feminist hareket ve boşanma hareketine karşı gaddar bir
düşmandı. 1976’da PCI, Seveso olayı (dioksin olayı ve yaratık doğurma korkusu
nedeniyle kürtaj talep eden hamile kadınlar) sonrasında üyelerinin kürtaj hakkı için
sokağa çıkmasına izin vermediğinde, UDI Komünist Parti ile bağlarını kopardı.
UDI, PCI’dan ayrıldığı sırada, birçok militan partiden ayrılıp feminist harekete
katıldı.

Kadın aktivizmine dair farklı bir perspektif, 1970’lerin sonunda Otonomiye


katılmadan önce Lotta Continua üyesi olup, ancak 1980’lerde feminist olan
Milanolu bir erkek-şiddeti-teşhircisi tarafından ortaya konuldu. İlk önce politik
aktivizmine karşı olan babasından ve daha sonra bir LC üyesi olan partnerinden
nasıl şiddet gördüğünü ve başka bir kadın militanın tutumuyla nasıl inkar etmeye
zorlandığını anlatıyor:

14 yaşındayken [LC] ‘ye katıldım, çünkü en canlı Yeni Sol grubu gibi
görünüyorlardı […] Babam şiddet uygular ve beni “tehlikeli politik faaliyet” olarak
gördüğü her şeyden “korumak” için düzenli olarak döverdi, bu yüzden 16
yaşındayken evden kaçmak zorunda kaldım. […] Aynı zamanda [LC] da, “servizio
d’ordine” de tehlikeli işler yapan erkek arkadaşım tarafından defalarca dövüldüm.
Daha sonra başka bir kadından dayak yedim ve terapiye girmek zorunda kaldım
[…]

Dövüldükten sonra yardım istediğimde bana: “Şey, sen merdivenlerden düştün,


değil mi?” diyen, Arjantin’de silahlı mücadeleye katılan en iyi arkadaşım da dahil
tanıdığım diğer kadınlar onu korudu.  […] Silahlı mücadeledeki adamların hepsi
kahraman değildi, bazıları da çok küçük insanlardı […] Dayaklardan sonra başı
belaya girmesin diye, herkes bir araba kazası geçirdiğimi söyleyerek onu polisten
korudu. […] [1975’te Roma’daki kadın yürüyüşüne yapılan saldırıya rağmen] bu
noktada kadınların örgütten kaçmasını istemedim […] Bazılarımız duvara “Uomo
donna uniti nella lotta” yazdı. 37 […] LC’deki kadınlar genellikle LC’nin feminist
nedenlerle dağılmaması gerektiğini söylüyorlardı.

Aynı erkek-şiddeti-teşhircisi, feminist harekette militan olmak yerine Otonomi’de


olmayı seçen kadınların spesifik kimliğiyle ilgili olarak 1970’lerde Kuzey İtalya’nın
Bergamo kentinde bulunan otonomist kadın aktivistlerden bahsetti:

 […] Her şehirdeki hareket farklıydı ve kendisine özgü bir kimliği vardı.
Bergamo’da insanlar güçlü bir devlet karşıtı karaktere sahipti […] öz-yönetimli
klinikler için devlet kaynaklarını asla kabul etmediler […] Otonominin kadınları sağ
olsun, klinikler bugün hala varlığını sürdürüyor  […]   kendi kendilerini finanse
ediyorlardı  […] liderlik hala onlarda  […] kadın sağlığına olan alakalarıyla ve güçlü
bir devlet karşıtlığıyla tanımlanmışlardı. […] diğer şehirlerdekiler, daha çok
pornografik sinema salonlarının kapatılmasıyla ilgileniyordu. […] Onlar tecavüze
karşı mücadeleden geldiler ve tecavüz karşıtı öz-savunma atölyeleri düzenlediler.
[…] ve pornografi ve pezevenkliğe karşı bir silahlı öncü kuvvet haline geldiler. […]
çok fazla silahlı mücadele gerçekleştirmediler ama pornografik sinemalara,
pencerelerini kırıp dökmek gibi doğrudan şiddetli eylem kullandılar; en çok da
lavoro nero’ya karşı mücadele edenler. […] covi di lavoro nero’yu yaktılar ama
silahlı değillerdi. […] bu eylemler sadece kadınlar tarafından gerçekleştirildi, hiçbir
erkek yoktu.

Aynı erkek-şiddeti-teşhircisi, otonomi kadınları ile feminist hareketin geri kalanı


arasındaki ilişkiler konusunda şunları söylüyordu:

 [Feminist harekette] ılımlı bir ortam hakimdi. […] birçok farklı gruptan oluşuyordu
[…] sınıf sorunuyla ilgilenmiyorlardı […] daha radikal olan Movimento per la
Liberazione della Donna ayrılıkçı değildi ve sınıfı çerçevelerine almamışlardı […]
ve bu büyük bir hareketti […] bizim [otonomist kadınların] çok itaatkâr
davrandığımızı düşünüyorlardı ve haklılarmış, öyleydik. Çok gençtik. […] feminizmi
daha sonra keşfettim […] Doğum kontrolün ve fabrikalardaki kadın sömürüsüne
karşı feminist gösterilere gidiyordum, ancak çok sonraya kadar feminist bir bilincim
yoktu […] O dönemde güçlü bir sınıf bilincim vardı. […] Feministlerin hareketi
böldüğünü düşündüm […] [LC] ve İşçi Otonomisi, 1975 Aralık’ta Roma’daki kadın
yürüyüşünde bu yüzden saldırıya uğradı; çünkü bölücü bir güç olarak
görülüyorlardı.

Sonuç

İtalyan feminizmi, işçiçilik ve otonomizm, karşılığı ödenmeyen yeniden üretim


emeği ile cinsel ve fiziksel şiddet konularında, 1970’lerde kısa bir süreliğine ve
sorunlara yönelik olarak birleşti. Eski-işçici ve otonomist kadınlar 1990’dan beri
farklı yollara gittiler: Mariarosa Dalla Costa, özellikle köylü ve balıkçıların gıda
bağımsızlığı hareketlerine ilgi göstererek araştırmalarını eko-feminist bir
perspektifle sürdürdü, Giovanna F. Dalla Costa şimdi farklı ülkelerdeki mikro kredi
deneyimleri üzerine araştırmalar yapıyor, Leopoldina Fortunati, iletişim teorisinde
tanınmış bir uzman haline geldi, Laura Corradi bir akademisyen oldu ve eko-
feminist küresel harekette yer aldı ve Alisa del Re, Padua’daki Yeşil Parti’nin yerel
meclis üyesi oldu. İşçicilikten oldukça etkilenen güncel İtalyan feminizminin,
karşılığı ödenmeyen ev işlerini, 1970’ten beri daha geniş feminist hareket ve
otonom toplumsal hareketlerdeki tartışmaların merkezine yerleştirerek, her zaman
“işçi sınıfının merkeziliği” gibi kavramlardan uzak dururken, günümüzde hala
çözülemeyen ancak üretken emek teorisi ve neoliberal kapitalizmin altındaki Refah
Devletinin yavaş yavaş ortadan kaybolmasına “aşağıdan” bir çözüm olarak uluslar
arası “temel gelir ağı” gibi önemli teorik ve politik gelişmelere yol açan bir konu
etrafında tanımlandı ve mücadele verdi. Veneto bölge yönetimi tarafından kuzey
doğu İtalya’daki evde yapılan bakım işinin ilk kez resmi olarak kabul edilmesi ve
sosyal hizmet olarak karşılığının ödenmesine dair verilen karar, WfH hareketi için
önemli bir gelişmeydi.

Son olarak, 1970’lerin İtalyan kadın hareketlerinde mevcut olan, işçicilikten


etkilenmiş bir feminizm ile diğer feminizm biçimleri arasındaki farklılıkları özetlemek
gerekirse, “eşitlik” ve “kurtuluş” taleplerini yalnızca kadınların erkeklerden farkın
örtbas edilmesi olarak görmekle kalmayıp, her şeyden önce ücretli erkek işçilerle
ücretsiz kadın ev işçileri arasındaki sınıf ilişkisinin bir mistifikasyonu olarak
reddetmeleriyle, liberal feminizmden ayrıldıklarını söyleyebiliriz. İşçici feminizm ve
sosyalist feminizm arasındaki temel uyuşmazlık ise, kadınların kurtuluşuna ve
ekonomik bağımsızlığına giden yol olarak “ev dışı” (dışarıdan olmayan) istihdam
konusuna karşı olmuştur. Lotta Feminista ve Ev İşi için Ücret hareketi için, genel
anlamda düşük ücretli emeğin ev dışında sömürülmesi, evde kadınların ücretsiz
sömürüsüne bir çözüm değildir.

İtalyan Ev İşi için Ücret ağı, erkeklerin (çocuk bakıcısı olarak hariç) feminist
örgütlerin ve toplantıların dışında tutulması konusunda ayrılıkçı feminizmle
hemfikirken, Selma James’in öne çıktığı İngiliz Ev İşi için Ücret ağı, sonunda
erkeklere Payday (Maaş günü) Ağı üyeleri olarak katılma izni verdi, her ne kadar
bu iki ağ bölünmüş olsa da, İtalyan ağı 1978-1983 yılları arasında toplumsal
hareket aktivistlerinin geniş çapta bastırılmasının etkisiyle feshedildi.  İşçici
feminizmin ve WfH kampanyasının süregelen alakası ilgili şüphelere gelince, 2001
yılından bu yana, “tüm bakım işlerinin tanınması ve karşılığının ödenmesi” ve
erkek-egemen terörizme ve savaşa bir tepki olarak, askeri harcamaların esas
bakıcılar olan kadınlar başta olmak üzere topluma geri dönüşü talebiyle küresel
kadın grevinin organizatörleri arasında yer alıyorlar.
[Libcom’daki İngilizce orijinalinden Gamze Boztepe tarafından Sendika.Org
için çevrilmiştir]

 TÜM ÇEVİRİLERİ İÇİN TIKLAYINIZ | GAMZE BOZTEPE

http://sendika63.org/2018/03/feminizm-ve-otonomculuk-arasindaki-iliski-patrick-
cuninghame-479468/

You might also like