You are on page 1of 20

GAZÂLÎ:

İSLAM’IN DİRİLİŞİ
ERIC ORMSBY
VakıfBank Kültür Yayınları: 0028 VakıfBank Kültür Yayınları
Tarih: 006 Büyükdere Caddesi
No: 97 – Kat 4
gazâlî: Şişli 34394 İstanbul
islam’ın dirilişi Telefon: 0 212 354 5730
erıc ormsby www.vbky.com.tr – info@vbky.com.tr
Sertifika No: 40141
Özgün Adı:
Ghazali: The Revival of Islam
Türkçesi
İsmail Hakkı Yılmaz
© Vakıf Pazarlama San. ve Tic. A.Ş.,
2019
© Eric Ormsby, 2008
GAZÂLÎ:
Genel Yayın Yönetmeni
A. Tarık Çelenk
ISBN 987-605-7947-41-3 İSLAM’IN DİRİLİŞİ
Kitabın Türkçe yayın hakları AnatoliaLit
Tasarım ve Yayın Kimliği Telif Hakları Ajansı aracılığıyla ERIC ORMSBY
Bülent Erkmen VakıfBank Kültür Yayınları’na aittir.
Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek
Tasarım Uygulama ve şartıyla yapılacak sınırlı alıntılar TÜRKÇESİ
Yayın Standartları dışında, yayıncının yazılı izni olmaksızın İSMAİL HAKKI YILMAZ
Barış Akkurt, BEK hiçbir elektronik veya mekanik araçla
çoğaltılamaz. Eser sahiplerinin manevi ve
Kapak Görseli mali hakları saklıdır.
Orhun Erdenli
This translation of Ghazali: The Revival
Yayın Danışmanı of Islam is published by VakifBank Kultur
Dr. Hasan Aksakal Yayinlari by arrangement with Oneworld
Publications.
Kitap Editörü
Erdem İlgi Akter Baskı
Ofset Yapımevi
Sayfa Uygulama Şair Sokak No: 4, Çağlayan Mahallesi,
Gelengül Erkara 34410 Kağıthane, İstanbul
Telefon: 0 212 295 86 01
Son Okuma Sertifika No: 12326
Burcu Bayer
1. Baskı: Mayıs 2019
Tasarım Danışmanlığı
BEK
erıc ormbsy ismail hakkı yılmaz İÇİNDEKİLER
Uzun akademik kariyerini kütüphane 1961’de Ordu’da doğdu. Askeri okul ve
yöneticiliğiyle birleştiren ABD’li İslam üniversitenin ardından, başta Güneş,
tarihçisi Eric Ormsby, 1941’de Atlanta, Aktüel, Nokta, Radikal, NTV ve
Georgia’da dünyaya geldi. Türkçe ve Milliyetolmak üzere, çeşitli dergi, gazete Kısaltmalar
Arapça öğrenerek lisans derecesini ve televizyon kanallarında muhabir,
Pennsylvania Üniversitesi Ortadoğu editör ve yazar olarak çalıştı. Uzun 007
Çalışmalarında, klasik İslam düşüncesi zamandır Yaprak Yayınevi, Haziran,
ve ilahiyatı üzerine odaklandığı yüksek Afa, Boyut, Pinhan Yayınevi, İş Bankası
lisans ve doktora araştırmalarını ise Kültür Yayınları ve VakıfBank Kültür İsimler ve Terimler
Princeton Üniversitesi Yakındoğu Yayınları gibi yayınevlerine kitap 008
Çalışmaları Merkezinde tamamladı. çevirileri yapmaktadır.
Ayrıca Almanya’daki Tübingen
Üniversitesinde İbranice ve Rutgers Kronoloji
Üniversitesi’nde Kütüphanecilik eğitimi
aldı. Kütüphaneci olarak Princeton 010
ve McGill Üniversitesi bünyesinde
küratör ve direktör olarak çalıştı.
McGill Üniversitesi İslam Araştırmaları Önsöz
Merkezinde bazı kesintilerle birlikte 012
1983’ten 2005’e profesörlük ve bölüm
başkanlığı yaptı. Londra’daki İsmaili
Çalışmaları Enstitüsünde Araştırma ve Giriş
Yayıncılık bölümünün başkanlığını da
üstlenen Ormsby, İslam düşüncesine 014
ilişkin birçok kitap ve makale kaleme
almış, şiir kitapları yayımlanmıştır.
1. Şöhrete Giden Yol
040

2. Fıkha Adanış
060

3. İki Ucu Keskin Disiplin:


Gazâlî ve Kelam
073
4. Felsefe Zehri ve Panzehiri KISALTMALAR
101
Bouyges Maurice Bouyges, Essai de chronologie des
5. Bunalım ve İyileşme oeuvres de Al-Ghazali (El Gazel)
131 CHI Cambridge History of Iran
EI² The Encyclopaedia of Islam (2. baskı)
6. İslam’ın İhyası Faysal Gazâlî, Faysalü’t-Tekrifa
164 Hourani “A Revised Chronology of Ghazali’s Writ-
ings” JAOS (1984)
Sonuç İhya Gazâlî, İhyaü Ulümi’d-Din
202 İktisad Gazâlî, el-İktisad fi’l-i’tikad
Cevahir Gazâlî, Cevahir’ül-Kuran
Kaynakça Mektup Gazâlî, Bir Talebeye Mektup: Eyyuhe’l Veled
208 Makasıd Gazâlî, Makasidü’l-Felasife
McCarthy Freedom and Fulfillment: an Annotated Transla-
Dizin tion of Al-Ghazali’s al-Munqidh min al-Dalal
214 el Münkız Gazâlî, el-Münkız mine’d-Dalal
Kur. Kur’an
The Revival Gazâlî, İhyaü Ulümi’d-Din
Tahafut Gazâlî, Tehafütü’l-Felasife

GAZÂLÎ

007
İSİMLER VE TERİMLER mezhep Fıkıh veya kelam “ekolü”, örn. Hanbelî mezhebi.
medrese Öğretim kurumu, “üniversite”, örn. Nizamiye
Eş’arîlik Eş’arî (ö. 938) tarafından kurulan Sünni kelam Medresesi.
mezhebi. Mâlikî Mâlik bin Enes’in öğretilerinden yola çıkan
Büveyhiler 932’den 1062’ye kadar hüküm süren ve Selçuk- Sünni fıkıh mezhebi.
lular tarafından yıkılan Şiî hanedanı. Mu’tezile temel özelliği katı akılcılık olan itikadi mezhep.
zevk “tatmak,” doğrudan mistik deneyim için kulla- Selçuklular yaklaşık 1038 ile 1194 yılları arasında hüküm sü-
nılan bir tasavvuf terimi. ren Sünni Türk hanedan.
Felsefe Aristotelesçi İslam felsefesi (Yunanca “philo- Şâfiîlik Şâfiî’nin öğretilerine dayanan Sünni fıkıh mez-
sophia”dan). hebi.
Fâtımîler 909-1171 yılları arasında Mısır ve Kuzey Afri- Sünnet Peygamberi örnek alan, kurallarla belirlenmiş,
ka’da hüküm süren Şiî İsmâilî hanedan. normatif davranış.
fıkıh İslam hukuku taklit bağımsız akıl yürütmeden çok otoriteye daya-
fıkıh usulü hukuk teorisi, “hukukun kökeni” nan inanç.
Hadis Hazreti Muhammed’in kanıtlanmış söz ve ey-
lemleri.
Hanefî Ebu Hanife’nin öğretilerine dayanan Sünni fı-
kıh mezhebi.
Hanbelî Ahmed bin Hanbel’in öğretilerine dayanan
Sünni fıkıh mezhebi.
İmam İbadete liderlik eden kişi; Şiî geleneğinde kut-
sallık atfedilen günah işlemeyen ve hata yap-
mayan toplum rehberi.
İsmâilîye 762’den sonra anaakım Şiîlikten ayrılan, yedi
imamı kabul eden, dolayısıyla “Yediciler” ola-
rak bilinen Şii mezhebi.
Kelam Diyalektiği ve münazarayı (tam olarak, “söy-
lem”) benimseyen İslam ilahiyatı.

GA ZÂ L Î GAZÂLÎ

008 009
KRONOLOJİ arasındaki on bir yıllık dönemde kendisine
ün kazandıran önemli tasavvuf eserlerini,
1058 Gazâlî, İran’ın kuzeydoğusundaki Tus, gü- özellikle de İhya’ü Ulümi’d-Din’i yazar, onu
nümüzde Meşhed, yakınlarında bir köyde hem Arapça hem de Farsça kaleme alınan
doğar. çeşitli eserler izler.
yakl. 1072-73 Tus’ta İmam Râzekânî’den ve Cürcan’da 1097 rak’a döner, kısa sürelerle Bağdat ve Hame-
İmam Ebu Nasr el-İsmâilî’den ders alır. dan’da kalır.
yakl. 1077-78 Tus’a dönerek üç yıl daha eğitim görür. Ni- 1099-1106 Tus’ta bir grup talebeye ders verir ve irşadla
şabur’a giderek fıkıhçı Cüveynî ile tasavvuf meşgul olur.
üstadı Farmezî’den ileri dersler alır. Temmuz-
1085-86 Cüveyni’nin ölümü. Vezir Nizamülmülk’ün Ağustos 1106 Vezir Fahrülmülk’ün ısrarıyla Nişabur’daki
himayesine girer ve Selçuklu Sultanı Melik- Nizamiye Medresesinde tekrar ders vermeye
şah’ın himayesinde fakih ve ilahiyatçı olarak başlar. Ünlü manevi otobiyografisi el-Mün-
çalışır. kız mine’d-Dalal’i kaleme alır.
Haziran- 1109-1110 Halka açık ders vermekten çekilir ve Tus’a
Temmuz 1091 Nizamülmülk tarafından Bağdat’taki Niza- dönerek müridlerini manevi irşada başlar.
miye Medresesine müderris olarak atanır. 18 Aralık 1111 Tus’ta vefat eder ve oraya gömülür.
1091-1095 Bağdat’ta büyük saygı görür; 1093’te tahtın
Abbasî halifesi Müstazhir’in hakkı olduğu-
nu savunur. Nizamülmülk 14 Ekim 1092’de
uğradığı suikastla öldürülür; bir ay sonra da
Sultan Melikşah ölür.
Temmuz-
Kasım 1095 Geçirdiği ruhsal bunalım üzerine görevini
bırakarak Bağdat’tan ayrılır.
1095-97 Önce iki yıl Şam’da olmak üzere inziva dö-
nemi, sonra Kudüs ve el-Halil’e yapılan seya-
hatler; hacca gidiş; Şam’a dönüş. 1095 ile 1106

GA ZÂ L Î GAZÂLÎ

010 011
önsöz Beni dizinin bu cildine katkıda bulunmaya davet eden
Profesör Patricia Crone’a teşekkür ederim.1 Eserin başından
sonuna kadar ortaya koyduğu yorum ve önerileri için de
kendisine ayrıca müteşekkirim. İsimsiz bir Oneworld oku-
yucusu çeşitli eleştirilerde bulundu, yararlandığım bu eleş-
tiriler için kendisine teşekkürlerimi sunmak isterim. Son
olarak, olağanüstü sabırlı ve yardımsever bir editör olan
Bu kitapta uzman çevreler dışında pek bilinmeyen bir dini Oneworld’deki Mike Harpley’e teşekkür borçluyum.
dehanın hayatını ve düşüncelerini ana hatlarıyla aktaraca-
ğım. Eserlerinin kapsamının genişliği, kavrama yeteneği ve
yarattığı etkiyle Gazâlî, düşünce tarihinin en önemli isimleri
arasında, Augustinus, Maimonides (İbn Meymûn), Pascal
ve Kierkegaard ile birlikte anılmayı hak etmektedir. Bu kitap,
Gazâlî, hatta İslam düşünce tarihi hakkında bir ön bilgisi ol-
mayan okuyuculara hitap etmektedir. Bu da birçok önemli
noktayı, ümit ederim ki aşırı basitliğe kaçmadan, özetlemek
ve basitleştirmek zorunda kaldığım anlamına gelmektedir.
Gazâlî’nin eserlerini özgün Arapça isimleriyle, sık-
ça da kısaltarak aktardım; bunlar kısaltmalar tablosunda
sıralanmıştır. Gazâlî’nin başyapıtından, yani İhya-ü Ulü-
mi’d-Din’den söz ederken bazen The Revival, bazen de İhya
ifadelerini kullandım. Uygun olan yerlerde (zaman zaman
üzerinde değişiklikler yaptığım) mevcut İngilizce çeviri-
lerden yararlandım; herhangi bir atıf yapılmayan çeviriler
bana aittir. Kullanılan birçok Arapça isim ve terim konunun
uzmanı olmayan okuyucuya yabancı geleceği için, girişe 1. Şimdilerde editörlüğünü Khaled El-Rouayheb (Harvard) ve Sabine Schmidtke’nin
(Princeton) yaptığı Makers of the Muslim World [İslam Dünyasını Şekillendirenler]
çeşitli siyasi oluşumların ve bunların temsil ettiği düşünce serisi kastedilmektedir. VBKY olarak alanında öncü isimlerin kaleme aldığı bu bi-
ekollerinin kısa tanımlarını ekledim. yografi serisinden birçok başlığı yayımlayacağız. –ed.n.

GA ZÂ L Î GAZÂLÎ

012 013
GİRİŞ Neydi bu “hakikat”? Gazâlî nasıl ulaşmıştı ona? Bunu
kısaca “sufi yolu” deyişiyle özetlemek mümkündür ama bu
bize çok az şey ifade eder. Gazâlî ne kadar titizlikle uygulanır-
sa uygulansın, böyle bir hakikate akıl yoluyla ulaşılamayaca-
ğını savunuyordu, ayrıca kitaplarla da ulaşılamazdı. Böyle bir
mutlak gerçeğin –ya da “kesinliğin”– bilinebilmesi için, kendi
deyişiyle, “tadılması” gerekirdi. Bu akıl yoluyla ulaşılan bir
Ünlü fıkıhçı ve kelamcı Ebu Hamid el-Gazâlî 1095 yılının hakikat değildi – ya da sadece o değildi: Tecrübeyle ulaşılan,
Temmuz ayında ani bir ruhsal çöküntü yaşadı. Ne yiyip kelimelerle tam olarak ifade edilemeyen, sadece –şüphesiz,
içebiliyor ne de uyuyabiliyordu; hatta bir yudum çorba bile bilinçli davranışı kastettiği– amelle ifade edilebilen hakikatti.
fazla geliyordu. Bunalımın kötüleşmesiyle birlikte konuş- Gazâlî’nin bu sonuca hangi yolla ulaştığını açıklaya-
ma yetisini de kaybetti. Henüz otuz yedi yaşındaydı. Yeni cağım. Gazâlî ileriki hayatında mutlak gerçekten ne anla-
bir tür ortodoksi geliştirmek isteyen genç bir rejimin sev- dığını sadece tasavvufi bir kavram olan “tatmak”la değil,
gilisi olarak on yıl boyunca yeni kurulmuş bir medresede aynı zamanda “bilgi ve eylem”le (Arapça ilim ve amel) özet-
yüzlerce talebeye ders vermişti. Gerek Abbasî Halifesinin leyecekti. Ona göre, amelsiz ilmin bir anlamı yoktu; aynı şe-
gerekse Selçuklu Sultanının sarayında sık sık görev aldı. kilde ilimsiz amelin de bir anlamı yoktu. Hakikatin ortaya
Bir müderris ve yazar olarak belagatiyle takdir toplamıştı. çıkması için her ikisinin de olması gerekirdi. Tasavvuf üze-
Başucuna getirilen hekimler birbirini tutmayan teşhisler rine kaleme aldığı sonraki eserlerinden birinde talebesine
koydu: Tamamı yanlış çıktı. Ruhsal bunalım altı ay sürdü. şu öğüdü verecekti: “İlimsiz amel olamayacağı gibi, amelsiz
Bizler çektiği ıstırapları esas olarak kendi anlatımlarından ilim de deliliktir” (Mektup, 16).
öğrensek de, bu durumun üzerindeki etkilerini başkaları da Gazâlî karmaşık kavramları basit ve yalın ifadelerle
fark etmişti; kendisini tanıyan bir talebesi sonradan “Onun dile getirebilmek –ve bunu beklenmedik bir kişisel vurguy-
deliliğinin iyileştiğini gördüm,” diye yazacaktı. Gazâlî ara- la yapabilmek– gibi olağanüstü bir yeteneğe sahip olduğu
dan on yıl kadar geçtikten sonra yaşadıklarını anlatırken, için yazılarında yanıltıcı bir samimiyet vardır. Umulmadık
geçirdiği bunalımın nedeninin genç bir adam olarak kendi- derecede “modern” görünebilir. Günümüze kadar gelen ve
sine ıstırap veren şüphe değil, daha yıkıcı bir şey olduğunu sadece Müslümanlara özgü olmayan Gazâlî sevgisinin al-
söyledi: Hakikati bulmuş ama hayata geçirememişti. Haki- tında muhtemelen bu yatmaktadır. O, okuyucusuyla doğ-
katin kendisi ciddi şekilde felce uğratmıştı onu. rudan konuşur gibidir.

GA ZÂ L Î GAZÂLÎ

014 015
Gazâlî ve onun dünyasıyla aramızda bin yıl vardır. Eş’arîliği benimsiyordu ama genellikle Mu’tezilîler, İsmâilî-
Gelişigüzel bir şekilde de olsa bu dünyaya nüfuz edebilmek ler ve diğer sapkın kabul edilen mezheplerle de kavgacı bir
için onun içinde serpildiği tarihsel ve düşünsel şartları biraz şekilde uğraşıyordu. Ayrıca, dördüncü bölümde anlattığım
olsun anlamak gerekir. Gazâlî’nin kariyeri bazı yönlerden gibi, karşılık verilmesi gereken Felsefe ya da “filozofi” taraf-
sıradışıdır. Bu zaman zaman aleyhine işlese de çağdaşları- tarları vardı. Gazâlî’ye göre –en ürkütücü taraftarı İbn Sina
nın arasından sivrilmişti. Gazâlî’nin benzersiz yaratıcılığını (Avicenna) olan– Aristotelesçi öğretiyle Yeni-Platoncu dü-
ve yaptığı kalıcı katkıları anlayabilmek için yaşadığı orta- şüncenin o güçlü karışımı aynı zamanda hem bir meydan
mın ve mücadele ettiği mezhep ve geleneklerin bazı yönleri- okuma hem de fırsattı. Gazâlî’nin olgunluk çağını ve (beşin-
ni kısaca ele almamız gerekmektedir. ci ve altıncı bölümlerde tarif ettiğim) kendine özgü tasavvuf
1095 Temmuzunda geçirdiği bunalım Gazâlî’nin ha- anlayışını şekillendiren işte bu ve diğer faktörler oldu.
yatını bunalım öncesi ve bunalım sonrası olmak üzere ayırır Tıpkı başka herhangi bir ortaçağ Müslüman düşü-
ki kendisi de kesinlikle böyle görmekteydi. Gazâlî kendisini nürünün hayatı ve düşünceleri gibi, Gazâlî’nin hayatını ve
kesin olarak tasavvufa adamaya karar verdiği 1095 Kasımın- düşüncelerini ele almaya kalkışmak da yabancı ve çoğun-
dan itibaren bambaşka bir insan olmuştu. Ama yine de kari- lukla da kafa karıştıran isim ve terimler yumağıyla uğraş-
yerinde bir iç devamlılık, gizli bir tutarlılık vardı. Bazı erken mayı gerektirmektedir. Ben bu girişte Gazâlî’nin hayatıyla
dönem kitaplarında görülen zihni tutumunun ilk aşamaları ve düşünceleriyle doğrudan bağlantılı olanları kısaca anla-
sonraki eserlerine ve davranışlarına da yansımış ve incelikli tıp tarif edeceğim. Bunun ileriki bölümlerde ele alınan daha
bir şekilde aktarılmıştı. Siyasi olaylardan teolojik ve hukuki ayrıntılı tartışmaları takip edecek kadar konuya hâkim ol-
tartışmalara, tasavvuf alanındaki daha az göze çarpan ama mayan okuyucunun işini kolaylaştıracağını ümit ediyorum.
aynı ölçüde önemli olan gelişmelere kadar uzanan çeşitli
dış şartlar hayatını ve düşüncelerini etkilemiştir. Selçuklu
hükümdarlarının amaç ve gündemleri ve özellikle de güçlü selçuklular
hâmisi Nizamülmülk’ün projeleri onu derinden etkilemiş
ve çeşitli fıkıh “mezhepleri” hayatında belirleyici bir rol oy- Gazâlî’nin kariyeri Selçuklu hanedanının yükseliş ve güç-
namıştır. İkinci bölümde ele alacağım üzere, Gazâlî Şâfiî lenme dönemine denk gelmekte olup ondan ayrı anlaşıla-
idi, ama Hanefî ve Hanbelîlerle ve diğer geleneklerin tem- maz. Selçuklular, Oğuz Türkleri –Arap tarihçilerce “Guz”–
silcileriyle sık sık birlikte olur ve çoğu zaman açık açık ça- olarak bilinen büyük Türk konfederasyonunun güçlü
tışırdı. Üçüncü bölümde ele alınan İtikadda veya Kelamda boylarından biriydi. (“Oğuz” “dokuz” anlamına gelmekte

GA ZÂ L Î GAZÂLÎ

016 017
olup, konfederasyonu oluşturan çeşitli boyları kapsamakta- dı; Fâtımîler yedinci yüzyılda anaakım Şiîlikten kopan ve
dır). Zaman içinde Suriye, Irak, İran ve Orta Asya’dan Çin dokuzuncu yüzyılın sonlarında mezhep propagandası yap-
sınırlarına kadar uzanan uçsuz bucaksız toprakların hâkimi mak üzere İslam dünyasının her köşesine dâiler gönderen
olan Selçukluların adları, onuncu yüzyıldaki liderleri Sel- İsmâilî mezhebindendi. Dolayısıyla Fâtımîler ve özellikle
çuk bin Dukak bin Temür’den (Temur aynı zamanda Yalıg, de Suriye’deki İsmâilîler Selçuklu çıkarları açısından hem
yani “Demir Yaylı” anlamına gelir) gelmektedir. Bu Türkler askeri hem de mezhepsel olarak bir tehdit oluşturuyordu.
onuncu yüzyılda İslam’ı benimsemiş fakat yeni inançları- On birinci yüzyıldaki ilk Selçuklu akınları onları Af-
na aralarında Budizm, Maniheizm, Nasturi Hıristiyanlık, ganistan ile Gazâlî’nin doğduğu yer olan İran’ın kuzeydoğu
hatta Hazar Yahudiliği ve kendi şamanistik geleneklerinin eyaleti Horasan’a getirdi. Selçuklular yağma amaçlı akıncı-
de bulunduğu bir dizi başka geleneği de taşımışlardı. Siyasi lar olarak geldiler, ama hızla yerleştiler. Sadece Büveyhîlerle
açıdan daha da önemlisi, bir tarihçinin deyişiyle, “Selçuk- değil, Gazneli Mahmud’un saltanatında Hindistan’ı istila
luların gelişi İslam’ın kalbinin attığı topraklarda yabancı, eden rakip bir Türk hanedanı olan Gaznelilerle de müca-
özellikle de Türk hâkimiyeti çağını başlamıştı” (Bosworth, dele ettiler. Selçuklu komutanı Tuğrul Bey 1038’de Afganis-
CHI 5:3). tan’da Gaznelileri bozguna uğrattıktan sonra Horasan’ın
Selçuklular mezhep olarak Sünni idiler. Fethettikleri kalbinde bulunan Nişabur’a girerek kendisini sultan ilan
topraklarda gerek ikna yoluyla gerekse siyasi ve toplumsal etti; sonraki yirmi beş yıl boyunca saltanat sürerek Selçuklu
birlik sağlamak suretiyle katı Sünni anlayışı hayata geçir- hâkimiyetini güçlendirdi ve yaydı. Tuğrul Bey 1055 yılın-
meye çalışıyorlardı. Bu doğrultuda, özellikle de (sonradan da, yani Gazâlî’nin doğumundan üç yıl önce, muzaffer bir
İbnü’l-Esir adlı bir tarihçinin ed-devletü’l Nizamiye, yani hükümdar olarak halifeliğin merkezi olan Bağdat’a girdi.
“Nizam hanedanı” adını verdiği otuz yıl boyunca Selçuklu Abbasî Halifesi el-Kaim Tuğrul Bey’in sultanlığını kabul
siyasetini kontrol eden (EI² 8:941) kudretli vezir Nizamül- edip onu bir tahta oturtarak hilat giydirdi. Böylece halife-
mülk’ün kararlı yönetimi altında, Selçuklular farklı bir lik muzaffer Selçukluların himaye ve kontrolüne girdi. Bu
fıkıh mezhebi olan Şâfiîlik ile özgün bir ortodoks Sünni çok önemliydi çünkü gücünü ne kadar kaybetmiş olursa ol-
kelamını kabul ettiler ve hâkim oldukları topraklarda her sun, Abbasî Halifesi hâlâ hem dini hem de hanedanın oto-
ikisini de teşvik edip yerleştirmeye çalıştılar. Bu çok önem- rite ve saygınlığını temsil ediyordu. Gazâlî her iki makama
liydi, çünkü bir asır boyunca halifeliği ve onun topraklarını da saygı göstermiş ve desteklemiştir; hatta kendi deyişiyle,
ellerinde tutan selefleri Büveyhîler Şiî idi. Ayrıca Selçuklu- bilgileri sadece dünyevi meselelerle sınırlı olsa bile “Halife-
lar Mısır’daki Fâtımî hanedanının sürekli tehdidi altınday- leri, kralları ve sultanları” bilgelikte peygamberin hemen

GA ZÂ L Î GAZÂLÎ

018 019
arkasına –âlimlerin önüne– koyar (İhya, 1: 24). Gazâlî’nin oldukça parlak vezirin bitmek tükenmek bilmez entrikaları
yaşadığı dönemde hem sultan hem de halife Bağdat’ta hü- hiç eksik olmadı.
küm sürerken, fiili iktidar sultanda olmakla beraber sem- Alparslan’ın halefi Melikşah 1072’den öldüğü 1092’ye
bolik iktidar halife tarafından temsil edilmekteydi. Gazâlî kadar yirmi yıl hüküm sürdü. Gazâlî onun saltanatında ol-
burada sıcak karşılandı ve her iki sarayda da zaman zaman gunluğa ulaşarak şöhrete kavuştu; yükselişini büyük ölçüde,
resmi görevler üstlendi. Hatta sık sık iki hükümdar arasın- kendisinin adını taşıyan Bağdat’taki ünlü “Nizamiye” Med-
da aracılık yapmış, “Birçok defa acil meselelerde sultan ile resesinde nüfuzlu bir makam olan baş müderrisliğe atayan
emîrü’l-mü’minîn (yani halife) arasında elçilik yaptım,” de- Nizamülmülk’ün hâmiliğine borçluydu. Gazâlî kendisi gibi
mişti (Krawulsky, 66; Hogga, 46). düşünen fakih ve kelamcılarla birlikte vezirin yeni bir orto-
Gazâlî bazı eserlerinde Abbasî otoritesinden taviz ver- doksiyi hayata geçirmesinde çok önemli bir rol oynadı. Hem
meden Selçuklu hâkimiyetini savunmaya çalışmıştı: Hassas Melikşah’ın hem de Nizamülmülk’ün öldüğü 1092 yılından
bir dengeydi bu. Başyapıtı olan İhya’ü Ulümi’d-Din’de “Güç sonra Gazâlî’nin hayatı farklı ve beklenmedik bir yön aldı.
sahibinin halifeye biat etmesi gerektiği” sonucuna varmış Yine de gerek kariyeri gerekse düşüncesinin belli bazı yanla-
ve Selçuklulara atıfta bulunarak “iktidarı zor yoluyla ele ge- rı hâkim Selçuklu gündeminin etkisinde kalmaya, hatta bir
çiren ve halifeye itaat eden kişinin... meşru yargılama yetki- yere kadar onun tarafından belirlenmeye devam etti.
si ve hüküm sahibi olduğunu” söylemişti (İhya, 2: 179; 90).
Meşru iktidar Selçukluların elindeydi; kutsal bir makam
olan İmamlık ise Abbasî Halifesinin şahsında cisimleşmek- fıkıh “ekolleri”
teydi.
Tuğrul Bey, Selçukluların Sünni ortodoksiyi saldır- Arapça karşılığı mezhep olan ve aynı zamanda “takip edilen
gan biçimde teşvik etme hedefini sahiplendi. 1063’te yerine yol” ve dolayısıyla “öğreti” anlamına gelen “ekol” terimi bir
geçen oğlu Alparslan özellikle Nizamülkmülk’ü veziri tayin parça yanıltıcıdır; bütünleşik ve tutarlı bir bakış açısını ima
etmek suretiyle bu hedefi daha da ileri taşıdı. Alparslan etmektedir. Ama bu, bütün farklı fıkıh usulü gelenekleri
heybetli bir hükümdardı, bir tarihçinin ifadesiyle, “uzun için geçerli olmadığı gibi, bütün fıkıhçılarla kelamcıların
boyluydu, bıyıkları o kadar uzundu ki, ok atacağı zaman görüşleri de birbirinin aynısı değildi. Gazâlî sözde Şâfiî
uçlarını birbirine bağlamak zorunda kalırdı” (Browne, 2: mezhebinden olmakla birlikte sık sık katı Şâfiîlikten sap-
176). Onun ve halefi Melikşah’ın hükümdarlığında Selçuklu malar göstermişti. Çağdaşı olan Bağdatlı fıkıhçı ve kelam
hanedanı zirveye çıktı, ancak dolaplar çeviren, acımasız ve ustası İbn Âkil çok daha esnekti; Hanbelî olmasına karşın

GA ZÂ L Î GAZÂLÎ

020 021
hem Mu’tezîle kelamına hem de tasavvufa acımasız birçok reyş kabilesinden olup onun uzaktan akrabasıydı. Daha ön-
eleştiriye maruz kalacak kadar ilgi duyuyordu. Hatta bu celeri Mâlik bin Enes’in talebesi olmuş, Bağdat’ta Ahmed
eğilimini en az bir kez herkesin önünde inkâr etmek zorun- bin Hanbel ile de en az bir kez karşılaşmıştı. Ancak diğerle-
da kalmıştı (Makdisi, 3-5). Dört veya beş büyük gelenek ara- rinden farklı olarak, onun katkısı hadis toplanmasında de-
sında belirleyici farklar vardır. ğil, belli bazı fıkhi akıl yürütme biçimlerini disipline ederek
geliştirmesinde olmuştur. Şâfiî özellikle de “zihni bir çabay-
şâfiî ve mezhebi la” (içtihad) ulaşılan kıyasın titiz bir şekilde kullanılmasını
Dört Sünni mezhebin hepsi de adını fıkıhtaki yeteneklerin- destekliyor ve savunuyordu, birçok Mâlikînin önem verdiği
den ve takvalarından dolayı saygı duyulan ünlü kurucusun- “geleneğe dayanan imana”, yani taklite karşıydı; ancak kı-
dan almıştır. Gazâlî, İhya’da, tahmin edileceği üzere en baş- yas konusundaki ısrarı aynı zamanda karşı olduğu “kişisel
ta en yüksek övgülerine mazhar olan Şâfiî olmak üzere dört düşünce”nin aşırıya kaçmasını (rey) engellemeye yönelik bir
kurucuyu da övmektedir (İhya, 1:36-40). Mâlikî ve Hanbelî çabaydı (Şâfiî, 31). Diğer eski fıkıhçılar gibi Şâfiî de kelam
mezheplerine adlarını veren fıkıhçılardan ikisi, yani Mâlik disiplinini kesinlikle reddediyor ve şöyle gürlediği rivayet
bin Enes (ö. 795) ile Ahmed bin Hanbel aynı zamanda kutsal ediliyordu: “Kelam erbabıyla ilgili hükmüm şudur: Kırbaç-
geleneğin ifadesi olan hadislerin toplayıcı ve derleyicisiydi. lanıp çarığın tabanıyla dövülmeleri, sonra da bütün kabile
Yani peygamberin söz ve amellerini kayda geçiriyorlardı. Bu ve çadırların arasında dolaştırılarak, ‘Kur’an’ı ve sünneti ya-
gelenekler fıkhın iki temel kaynağından ya da “kökeninden” saklayıp kelama teslim olanların mükâfatı budur,’ diye ilan
(öteki Kur’an idi) biri olduğu gibi, aynı zamanda Peygam- edilmelidir” (Goldhizer 1981, 110).
ber’in doğruluğu kanıtlanmış söz ve davranışlarını örnek Genellikle İslam’da “hukukun kökeni” diye nitelenen
alan ideal davranışların temelini oluşturan, Müslümanların fıkıh usulü disiplinini kuran ismin Şâfiî olduğuna inanılır.
Sünnet adını verdiği şeyin esasını oluşturmaktaydı. Sünni Şâfiî ünlü er-Risale adlı eserinde bu disiplinin ilkelerini dile
gelenekte en çok kabul gören dört hadis derlemesinden ikisi getirmiştir. Tıpkı diğer fıkıh mezheplerinin kurucuları gibi,
Mâlik ve Ahmed bin Hanbel’in derlemesidir. Hanbelîler en Şâfiî de herkese örnek olan takvası ve üstün ahlakıyla say-
fazla geleneğin üzerinde duruyordu; Gazâlî’yi eleştiren bazı gı görmüştü; Gazâlî onun özellikle münzevi hayat tarzını,
Hanbelîler, onun bu hadis “ilmi”ndeki sözümona zayıflığı- cömertliğini ve ilmini övmüştü (İhya, 1: 36-37). Şâfiî sonra-
na dikkat çekmekten zevk alıyordu. ki yüzyıllarda, asrının “din müceddidi” olarak anılmıştır.
Genellikle İmam Şâfiî diye anılan Muhammed bin Muhtemelen kendisi de asrının “din müceddidi” olmak iste-
İdris eş-Şâfiî (767-820) Peygamber’in mensubu olduğu Ku- yen Gazâlî, onu sık sık doğruluk timsali olarak nitelendirir.

GA ZÂ L Î GAZÂLÎ

022 023
hanbelî mezhebi rak ebedi ve yaratılmamış olduğu düşüncesine sadık kaldı.
Ahmed bin Hanbel’in (ö. 855) öğretileri üzerine kurulan bu Bu formül nihai olarak Eş’arî öğretisinde yer bulacaktı.
mezhep şeriatın tek geçerli kaynağının Kur’an olduğunu sa- Gazâlî’nin yaşadığı dönemde Hanbelîler, nüfusun ço-
vunur. Sadece spekülatif teoloji olan kelam ve Kur’an’ın me- ğunluğunu oluşturdukları Bağdat’ta siyasi olarak oldukça
cazi yorumu olan tevil değil, ayrıca fıkıhçının kişisel düşün- faaldiler. (Yine aşağıda ele alınan) Eş’arîliği bir tür “küfür”
cesi olan rey de reddedilir. Her ne kadar Ahmed bin Hanbel olarak gören kimi bağnaz Hanbelîler Eş’arî hocalara sal-
başka adlar altında bu uygulamaya başvurmuşsa da, kıyasa dırdılar. Ahlak zabıtası rolüne soyunarak müzik aletlerini
ihtiyatlı bir şekilde izin verilir; anlaşıldığı kadarıyla Ahmed parçalayıp içinde şarap olduğundan süphelenilen testileri
bin Hanbel kıyası fıkıhta akıl yürütmenin en zayıf ilkesi devirdiler. Gazâlî’nin henüz delikanlılık çağında olduğu
olarak görmekteydi (Melchert, 71, 77). Hanbelî öğretisi nite- 1077 yılında Hanbelîlerle Eş’arîler arasında bir çatışma çık-
likli lafızcılığı savunmaktaydı: Allah’ın Kelam-ı Nefsisi olan tı, taraflar birbirlerine kerpiç tuğlalar fırlattılar (Cook, 120).
Kur’an Allah kelamıdır, yaratılmış değildir. Fakat Hanbelî- (Bu tip mezhep kavgaları nedeniyle Gazâlî İhya’nın sonuna
ler lafızcılıkta hiçbir şekilde “aşırı tutucu” değildir. Ahmed doğru “Heyhat, fıkıh mezheplerinin imamlarının davaları-
bin Hanbel, Kur’an’da geçen ve Allah’a el veya yüz gibi be- nı yaymak adına ne çok kan döküldü!” diyecekti. Son olarak
densel isnatlarda bulunan bazı sözleri kelimesi kelimesine Hanbelîler, özellikle de Bağdat’taki Hanbelîler, Halifeliğin
alanların antropomorfizmi2 ve Cehm bin Safvan gibi bu tür iddialarının ateşli savunucularıydılar; Halifenin “çadırını”
isnatları tamamen reddeden ilk düşünürlerin aşırıya kaçan ayakta tutan “ipler” idiler ve sevdikleri deyişle, “ip koparsa
“negatif ilahiyat”ıyla mücadele etmişti. Hanbelîlere göre çadır çöker”di (Cook, 122).
emredilen duruş Kur’an’ın sözlerini “nasıl olduğunu bilme-
den [ya da sormadan] kabul etmekti. Bu formül –yani bila hanefî mezhebi
keyf– Abbasî Halifesi Me’mun’un başlattığı ünlü mihne ola- Bu geleneğin izleri Ebu Hanife’ye (699-767) kadar uzanmak-
yı sırasında ortaya çıkmış ve ilk kez Kur’an’a atıfla Ahmed ta olup en eski Sünni fıkıh ekolüdür. Gazâlî bağlamında
bin Hanbel tarafından telaffuz edilmişti. Halife’nin teşvik önemi Selçukluların ilk başlarda ateşli Hanefîler olmasın-
ettiği Mu’tezilî bakış açısı Kur’an’ın yaratıldığını savunmak- dan kaynaklanmaktadır. Nizamülmülk’ün Gazâlî ve diğer
taydı. Ahmed bin Hanbel ve talebeleriyse Kur’an’ın bila keyf, âlimlerin yardımıyla Şâfiî ilkeleri yayma mücadelesi hem
yani “nasıl olduğu bilinmemekle” beraber Tanrı kelamı ola- Hanefîleri alt ederek onların yerine geçme hem de Selçuk-
lu yönetici çevrelerinde Hanefîlerin nüfuzlarını kırma giri-
2. Teşbih, insan niteliklerinin başka bir varlığa isnat edilmesi –çn. şimiydi. Kelam açısından Ebu Hanife bir Mürcie idi (yani

GA ZÂ L Î GAZÂLÎ

024 025
büyük günah işleyen bir kişi hakkındaki kararın “ertelene- ni tamamen Eş’arîlikten almıştı. Bu ortak zemine rağmen
rek” (irca) Allah’a havale edilmesi gerektiğini savunuyordu), Bâtılı Mâlikîler aşırı nassçılığa doğru bir eğilim göstermişti;
fakat mezhebi başlangıçta açık bir şekilde kelamcı değildi. Gazâlî’nin talebelerinden, bir âlim tarafından “yobaz” bir
Şer’i yargılamalarda “rey”e izin verdiği için diğer gelenek- Eş’arî olarak da nitelenen (Cook, 358) Ebu Abdullah el-Mâ-
çiler tarafından eleştiriliyordu (El², 3:162). Ebu Hanife’nin zerî (ö. 1141) daha sonra hocasını felsefeye saldırmakla suç-
fıkıh mezhebi zaman içinde ortodokslukta Eş’arîliğe pa- layacaktı (Ormsby 1984, 101). Mâlikî fakih ve âlimler İhya’yı
ralel ve Ebu Mansur el-Mâturîdî’nin (ö. 944) öğretisinden reddetmiş ve 1109 yılında –Gazâlî’nin ölümünden iki yıl
türeyen bir itikadi yönelime girecektir. Mâturîdîlik başta önce– kitaplarını Murabıtlar dönemi İspanya’sında mey-
Maveraünnehir olmak üzere geniş bir coğrafyayı etkilemiş danlarda yakmışlardı (Serrano Ruano, 137).
ve orada Türkler arasında yayılmıştı. Gazâlî döneminde
Mâturîdîlik “Hanefîliğin itikadi yüzünü” temsil edecekti eş’arî kelam mezhebi
(Cook, 307). Selçuklu fatihler bu mezhebi kabul ettiler ve Nizamülmülk, Şâfiî fıkıh öğretisiyle Eş’arî kelamını bir
iktidarlarının ilk dönemlerinde bu mezhebi canla başla yay- araya getirerek her ikisinin de kendi kurduğu medreseler-
maya çalıştılar. de öğretilmesini istiyordu. Gazâlî, Bağdat’ta on yıl boyunca
Şâfiî fıkıh usulünün esas olarak Ebu Hanife ile Mâlik bu fıkıh usulüyle kelamın bileşimini öğretti. Zaman için-
bin Enes’in öğretilerinin bir sentezi olmasına karşın, Ha- de hâkim Sünni ortodoksi biçimi haline gelen Eş’arîlik,
nefîlerle Şâfiîler arasında en baştan itibaren çatışma ve re- Basralı olan ve 935’te hayatını kaybeden Ebu’l-Hasan el-
kabetler yaşandı. Birçok Gazâlî muhalifi gerek fıkhi, gerek- Eş’arî’nin öğretilerinden gelmekteydi. Gazâlî’nin müdahil
se itikadi (ve siyasi) konularda Hanefîlerin içinden gelecek olmasından bir buçuk asır önce istikrarlı bir şekilde gelişip
ve hayatlarının sonuna doğru onu sultana ihbar edecekti sistemleşen Eş’arî’nin özgün ortodoksi yorumu, Hanbelî
(Krawulsky, 63). geleneğinin sofu talepleriyle Mu’tezilîlerin akılcı metodolo-
jisi arasındaki uzun süren uzlaşma çabalarının bir sonucu
mâlikî mezhebi olarak görülebilir. Göreceğimiz gibi, Eş’arî aşağı yukarı kırk
Kaynağını Medineli Mâlik bin Enes’ten (ö. 795) alan bu yaşına kadar bir Mu’tezilî idi; onların yöntem ve duruşları-
mezhep özellikle Mağrip’te güçlenmişti. Gazâlî’nin önde nı içeriden biliyordu.
gelen bazı talebeleri Müslüman Batıdandı; birkaçı aynı za- Eş’arîlik şiddetli muhalefeti zaman zaman ateşlemiş
manda onun en sert muhalifleri olacaktı. Şâfiîlik gibi, Mâ- olmakla birlikte itikadi uzlaşma ihtimalini de açık tutmuş-
likîliğin de kendine ait bir itikadi görüşü yoktu, görüşleri- tu: Takva geleneğini yüceltirken (esas olarak yöntemde olsa

GA ZÂ L Î GAZÂLÎ

026 027
bile) mantıklı akıl yürütmeye de alan açmış ve hem güçlü mu’tezile faktörü
gelenekleri olan Şâfiîler hem de Mâlikîler bunu kabul et-
miştir. Selçuklular döneminde, büyük ölçüde Gazâlî ve Eş’arîlik, Mu’tezilecilik denen daha geniş bir hareketin bir
onun büyük hocası Cüveynî sayesinde bu cazip ve oldukça dalıydı. Mu’tezile ismi, iki kurucusunun, günah işleyenlerin
başarılı bir bileşim oluşturmuştu. İslam toplumundaki durumuyla ilgili tartışmalı mesele ne-
deniyle büyük saygı duydukları hocaları Hasan-ı Basrî’den
uzaklaşmalarına atıfta bulunan Arapça “geri çekilmek”ten
kelam kavramı (i’tezele) türetilmiştir. Abbasîler döneminde aşağı yukarı bir
yüzyıl boyunca hâkimiyet kuran ve bir mezhep olarak on
Kelam her zaman tartışmalı bir disiplin olagelmiş ve İslam’da birinci yüzyıla kadar varlıklarını sürdüren Mu’tezilîler eski
bu çok daha gürültülü olmuştur. Çatışma ve polemiklerle eğilimlerin mirasçılarıydılar. Kökenleri sekizinci yüzyılda,
zenginleşen kelam, sözlü tartışmalardan ortaya çıkmış, söy- merkezinde Suriye ve Irak’ta, özellikle de Basra ve Kufe’de-
lem biçimi ve formu yazılı örneklerde korunmuştur. Çok ki Kaderiye –ya da “özgür irade”– tarikatının bulunduğu ilk
daha karmaşık konuların ele alındığı sonraki asırlarda bile kelam tartışmalarına kadar gerilere gitmektedir. Mu’tezilîler
soru-cevap formundaki sözel boyut ses getirmeye devam et- –Halife Mütevekkil’in öğretilerini reddettiği– dokuzuncu
miştir. “Şayet bir muhalif... derse”yi hemen “o zaman ben de yüzyılın ortalarında gözden düşmekle birlikte, Gazâlî’nin ya-
cevap veririm,” izler. Tahmin edileceği üzere, bütün disiplin şadığı dönemde Horasan’da hâlâ faaldiler (ve zaman zaman
“konuşma” (Arapça kelam) başlığı altında toplanmaktadır. da büyük nüfuz sahibi oldular). Nizamülmülk tarafından
İlahiyatçılar “hatipler” ya da “kelamcılar” (mütekellim), yani kurulan Bağdat’taki Nizamiye Medresesinde mezhepleri üs-
(Yunanca dialektikoiden gelen) “diyalektikçiler” olarak adlan- tüne araştırmalar yapılıyor ve ders veriliyordu. Göreceğimiz
dırılırdı. Daha gelenekçi Müslümanlara göre, bu disiplinde gibi ilkeleri onlarla mücadele eden Gazâlî’yi bile etkilemişti.
aleni bir tekdiri hak etmese bile her zaman bir hafif küstah- Muhaliflerine göre, Mu’tezilîler aklı kabul edilemeye-
lık esintisi vardı. “Böyle bir söylem tarzına ne Kur’an ne de cek yollarla yüceltmişler, insan aklına neredeyse bağımsız
hadis izin verir,” diyorlardı; o zaman nasıl kabul edilebilir bir rol vermişlerdi. Akılcılıkları onları Gazâlî’nin ve diğer-
ki? Hem biz kimiz ki, Allah hakkında tartışmak şöyle dur- lerinin hücumlarını üzerlerine çeken, bir örneğini aşağıda
sun, bir de konuşacağız? Üçüncü bölümde göreceğimiz gibi ele alacağım sonuçlara götürmüştü. Gazâlî onlara karşı
Gazâlî, özellikle de İslam’da kelam usulünü tadil etmek su- herhangi bir “sapkınlık” (küfür) suçlamasında bulunmama-
retiyle bu soruya kendine göre bir cevap vermeye çalışacaktı. ya özen gösterir, hatta Kur’an’a mecazi yorum getirmesini

GA ZÂ L Î GAZÂLÎ

028 029
onaylar (Faysal, 109-111), fakat –önce bir Eş’arî ve sonra da meselesine bir sınır çizmeye çalışan) birçok Mu’tezilî için
bir sufi olarak– onun bakış açısına göre, akıl bağımsız ola- dahi aşırı akılcıydı. Söylemeye gerek bile yok ki, bu düşünce
mazdı; o –ve genel olarak Eş’arîler– hakikate ulaşmada “ak- Mu’tezile karşıtlarının midesini bulandırıyordu.
lın bağımsız yeteneği” fikrini kesinlikle reddediyordu. Akla
güvenmek Gazâlî’yi eskiden, yani 1095’teki ruhsal çöküntü-
den çok önce felç eden şüphecilik bunalımına sürüklemiş eş’arî ve üç kardeş meselesi
ve bu tecrübe bakış açısını kesinlikle renklendirmişti. Akıl,
yani o çok sevdikleri “zihin gücü” Mu’tezilîleri birtakım ga- Aslah, Ebu Hasan el-Eş’arî adlı bir Mu’tezilî için kopma
rip ve savunulması mümkün olmayan yollara sürüklemiş; noktası oldu. Basra’da halka açık bir tartışmada bu konu-
aklın yönlendirdiği bu tür girişimler daha ortodoks kelam- da hocasına meydan okudu. Tartışma Mu’tezile anlayışıyla
cılar arasında ters tepki yaratmıştı. onlara karşı çıkanların arasındaki temel farklılıkları orta-
Mu’tezilî anlayışı garip sapmalara yol açabilirdi. Ör- ya koymaktadır. Eş’arî, hocasına Allah’ın aslahı üç kişinin
neğin bazı Mu’tezilîler kendilerine göre beş iman esasından durumunda da uygulayıp uygulamadığını sordu: Bunların
biri olan Allah’ın kusursuz adalet sahibi olduğu ilkesini biri mümin, biri kâfir ve biri de çocuk olup üçü de ölmüş
savunurken şöyle diyordu: Allah sadece doğru ve iyi şeyler ve sırasıyla biri cennete, biri cehenneme gitmiş, üçüncüsü
yapmaz, ayrıca zaten öyle yapması gerekir; başka bir de- ise “ne cennete ne de cehenneme gitmişti.” Eş’arî, ölen ço-
yişle, Allah iyi olanı yapmaya ahlaken mecburdur. Bazıları cuk “Ya Rabbi, beni yaşatsaydın ben de sana iman ve itaat
yasal mecburiyet anlamına gelen Arapça vacip terimini kul- ederek yaşayıp cennete girseydim. Benim için en iyi olan bu
lanarak, “Allah’ın en iyi olanı yapmaya mecbur olduğunu” olmaz mıydı?” diye sorduğunda hocası buna şöyle cevap
savunuyorlardı. Bu da adaletin dar anlamda akılcı yorum- verdi: O zaman Allah çocuğa “Seni yaşatsaydım günaha
lanmasının bir sonucudur. Biz bile adaleti tanıdığımıza girer ve cehenneme giderdin,” dedi. Ama Eş’arî buna kar-
göre, kim bilir Allah ne kadar çok tanıyordur? Dahası, iyi şı çıkarak, o zaman kâfirin cehennemden “Ya Rabbi, niçin
ve kötü objektif değerlerdir; bütün insanlar iyiyle kötüyü beni de çocukken öldürmedin ki? O zaman günaha girmez
birbirinden ayırabilir, tabii Allah da ayırır. Bizim bilebil- ve cehenneme gitmezdim!” diye sesleneceğini söyledi. Eş’arî
diğimiz ve değerlendirebildiğimiz kadarıyla adil bir Allah ayrıca cehennemdeki bütün lanetlilerin başlarını kaldırıp
olağanüstü iyi olmaktan başka ne olabilir? aynı şekilde sitem edeceğini ekledi. Rivayete göre Mu’tezilî
Buna “en iyi” (aslah) öğretisi denmekte olup (yarattı- hoca bu kıssa karşısında cevap veremedi.
ğı varlıkların yaptığı kötülüklerin Allah tarafından olduğu Bu öykü için “Si non è vero è ben trovato” (doğru değilse

GA ZÂ L Î GAZÂLÎ

030 031
bile çok iyi düşünülmüş) demek mümkündür. Öykü, içeriği iyi olduğunu buyurabilir. Ahlaki alanda olduğu gibi, fiziki
dışında, Mu’tezilîlerle Eş’arî gibi onlardan ayrılarak öğreti- alanda da hâkim olan doğa yasaları değildir. Bir şeyin mey-
lerini reddedenler arasındaki temel farklılıkları ortaya koy- dana gelmesi veya gelmemesi her an her şeye kadir olan Al-
maktadır. Mu’tezilî bütünüyle akılcı bir büyük ilke ortaya lah’ın iradesine bağlıdır.
koyar; Eş’arî cesur ve hazmedilmesi güç örneklerle karşılık Gazâlî görünüşte en az büyük kurucu Eş’arî kadar
verir (Gazâlî bu stratejinin ustası olduğunu gösterecekti.) Mu’tezile karşıtıdır; ama o her zamanki kurnaz eklektisiz-
Öğretiye dair tuzaklar kurulur. Eş’arî sorar: Şayet Allah miyle Mu’tezilîlerin bütün argümanlarına kayıtsız değildir.
adilse ve en iyi olanı yapıyorsa, masum hayvanların ıstırap Gazâlî aslah öğretisiyle alay ediyordu, fakat sonradan temel
çekmesini nasıl açıklıyorsun? Mu’tezilî kaygısızca, ahirette tasavvuf metinlerinde bu öğretiyi kendi amaçları doğrultu-
bunun karşılığını alacaklarını söyler. Eş’arîler anında kar- sunda yeniden canlandırarak –formülasyonlarında izlerine
şılığını verir: “Peki bu, öldürdüğümüz her sivrisineğin, ez- rastlanmakla birlikte– tamamen değiştirdi.
diğimiz her tahtakurusunun cennetle mi ödüllendirileceği
anlamına geliyor?”
Eş’arî, Gazâlî’nin doğumundan bir asırdan fazla bir felsefe
süre önce öldü. Mu’tezilî geleneğinin bazı yanlarını, özel-
likle de tartışma yöntemlerini benimserken, bazı mezhep İslam’da felsefe bütünüyle kendine özgü bir geleneği yan-
ilkelerini reddetti. Daha doğrusu, daha sonra Gazâlî’nin de sıtır. Kelam ilmi şu veya bu şekilde kesinlikle İslam içinde
yapacağı gibi, onları kendi usulünce baş aşağı çevirmek su- gelişirken, felsefenin kökeni İslam öncesine uzanır. Felse-
retiyle reddetti. fe Yunancadan yapılan çevirilerle Müslümanlara geçmiş,
İlahi adalet meselesinde Eş’arîlerin çözümü daha ke- önce Süryaniceye, sonra da Arapçaya girmiştir; sekizinci
sindi. Eş’arîlere göre objektif olarak ne iyiliğin ne de kötü- yüzyılda başlayan çeviriler aşağı yukarı üç yüz yıl boyun-
lüğün var olduğu söylenebilir. Ahlaki değerlerin yaratıcısı ca sürmüştür. Kelime yabancı kökenlidir: Arapçadaki felsefe
Allah’tır; adalet O’nun iradesine tâbidir. O’nun yaptığı şey, kelimesi bire bir Yunancadaki philosophiadan alınmıştır. Fi-
bize ne kadar tartışmalı görünse de kaçınılmaz olarak adil, lozof feylosoftur (çoğulu felasifedir). Ayrıca felsefe neredeyse
iyi ve doğrudur. Kendi başlarına doğruluk iyi, yalan da kötü bin yıllık bir Yeni-Platoncu gelenek tarafından değiştiril-
değildir. Bunlar iyi veya kötüdürler çünkü Allah öyle bu- miş olmakla birlikte, İslam dünyasına adım adım sızdığı
yurmuştur. Ama Allah tıpkı yağmurun aşağı düşmek yeri- yüzyıllarda kesinlikle Aristotelesçi idi. Bu karmaşık melez
ne yukarı düşmesini buyurabileceği gibi, yarın da yalanın gelenek sadece Arap ve İslam kültürüne nüfuz etmekle kal-

GA ZÂ L Î GAZÂLÎ

032 033
mamış, aynı zamanda el-Kindî’den İbn Rüşd’e kadar uza- ciddi bir tehdit oluşturmaktaydı. Fâtımîler, siyasi ve askeri
nan dahiler tarafından özümsenerek özenle geliştirilmiş ve olarak Selçuklular karşısında güçlü bir rakip olmanın ya-
Gazâlî dönemindeki şeklini almıştı. Diğer antik akımlar da nında, daha sinsi ve her tarafa kolayca nüfuz eden bir tehdit
yansımalarını bulmuştu: Tıpkı Pisagorcu, Stoacı, Epikür- kaynağıydılar. Geleneğe göre İsmâilîler (faaliyetleri bir yüz-
cü ve Demokritosçu öğretilerden kalan daha bölük börçük yıl sonrasından itibaren kanıtlanabilmekle beraber) İmam
parçalar gibi, (Enneadlar adlı eserinin mevcut bölümleri- Cafer-i Sâdık’ın 765 yılındaki ölümünden sonra baş gös-
nin Aristoteles’e ait olduğu düşünülse de) Plotinos, Galen, teren İmamlık tartışması yüzünden anaakım Şiîlikten ay-
Afrodisyaslı Aleksandros ve Ammonius gibi isimlerin hep- rılmışlardı. Sonradan “İsmâilî” adını alacak olanlar İmam
si de önemliydi. Ama –yüzyıllar boyunca yapılan çeviri ve Cafer’in oğlu İsmâil’in imam olması gerektiğini savunu-
yorumlar vasıtasıyla aktarılıp el-Kindî, Fârâbî ve İbn Sina yordu. İsmâilîler ayrıca Yedi İmama inanırken –bu yüzden
tarafından yeni bir nitelik kazandırılan– geç antik dönemin “Yediciler” diye anılıyorlardı– diğer Şiîler, yani (bugün İran
Yeni-Platoncu Aristotelesçiliği açık ara en baskın öğretiy- ve Irak’ta Şiîlerin çoğunluğunu oluşturan) “İsnâ aşeriyye”
di. Gazâlî bu geleneği kendine yakın bulmuştu; kullandığı (On İkiciler) On İki İmamı kabul etmekteydi. On İkicilere
yöntemler, en çok da kıyas şeklinde sağlam delile dayanması göre İsmâilîler küfre sapmıştı (Sünniler her iki mezhebin de
Kelamdan daha güçlü ve daha inandırıcı bir söylem geliştir- küfre saptığını düşünmektedir).
me imkânı vaat ediyordu. Ama aynı zamanda felsefecilerin İsmâilîler dokuzuncu yüzyılın sonlarında İslam dün-
kâinatın ebediliği gibi yaklaşımlarını küfür olarak görerek yasının her köşesine propagandacılar ve dâiler göndererek
kesinlikle reddediyordu. Gazâlî felsefe ile uğraşmasını fayda- insanları mezhep değiştirmeye teşvik edip inançlarını yay-
lı bir amaç için zehir sağan efsunlu bir yılan cambazının du- maya çalıştılar. Bu dâiler dünyanın dört bir yanına yayıldı.
rumuna benzetiyordu. Bu konuyu –özellikle de Gazâlî’nin Gazâlî’nin doğumundan çok önce Horasan’a da sızdılar.
felsefe ile karşılıklı karmaşık etkileşimini– Dördüncü Bö- (Gazâlî’nin doğumundan yaklaşık yirmi yıl önce ölen İbn
lümde daha ayrıntılı olarak ele alacağım. Sina, otobiyografisinde henüz çok küçükken böyle bir pro-
pagandacının evine geldiğinden ve kendisinin daveti reddet-
mesine karşılık hem babasına hem de erkek kardeşine dave-
ismâilîler ti kabul ettirmeyi başardığından söz etmektedir.) Fâtımîler
döneminde bu tür mezhep değiştirme faaliyetleri özel ola-
Karşıt gelenekten bir grup olan İsmâilîler, Kahire merkez- rak bu iş için tayin edilen bir vezirlik altında kurumsallaş-
li Fâtımî hanedanı üstünden Gazâlî’nin yaşadığı dönemde tırılırmış ve ajanları da düzenli olarak Selçuklu hâkimiye-

GA ZÂ L Î GAZÂLÎ

034 035
tindeki topraklara sızmışlardı. Halife Müstazhir’in tehdide üstünden atmayı başardığı belirgin bir “otoriteye dayalı
karşı koymak üzere Gazâlî’yi İsmâilîlere karşı münazaralar inanç”, yani taklit tadı vardı. Ayrıca aklı küçümsüyor; daha
yazmakla görevlendirmesi boşuna değildir. Bu konuyu Be- da kötüsü sadece giriş ayrıcalığı olanlarla sınırlamak sure-
şinci Bölümde ayrıntılı olarak ele alacağım. tiyle hakikate giden yolu daraltıyordu. Bu konulara ve İs-
Tehlike sadece öğretiden kaynaklanmıyordu. İsmâilî- mâilîlere getirilen itirazlara daha sonra, yani Gazâlî’nin oto-
lerden kopan (ve daha sonra Nizârîler olarak adlandırılan) biyografisinde özetlendiği şekilde hakikate giden dört yolu
bir grup, yani Fâtımî Halifeliğinin Nizâr’ın hakkı olduğunu ele alırken değineceğiz.
savunanlar muhaliflerine karşı suikast eylemlerine girişti-
ler. “Dağın Şeyhi” Hasan Sabbah’ın liderliğinde Alamut’ta-
ki dağ kalelerine yerleşen bu İsmâilîler, Marco Polo’nun o sufilik
çok korkunç “Haşhaşileri” olup, sonradan epeyce başlarını
ağrıttıkları Haçlılar arasında efsane haline geldiler. (Gazâlî, Tasavvufun Gazâlî’den önce de uzun bir geçmişi vardı.
Hasan Sabbah ve matematikçi, filozof ve şair Ömer Hay- Bu kendine özgü İslami mistisizmin Arapçadaki karşılığı,
yam’ın gençliklerinde sıkı dost olduğuna dair bir efsane var- muhtemelen ilk sufilerin gözdesi olan kaba yün giysilere
dır, ancak bu kesinlikle doğru değildir.) Nizârîlerden gelen gönderme yapan “yün” (sûf) kelimesinden gelen tasavvuf-
hayati tehlike Gazâlî’nin hâmisi Nizamülmülk’ün 14 Ekim tur. İlk olarak sekizinci yüzyılın başlarında ortaya çıkan
1092’de bir Nizârî suikastçının hançerinin kurbanı olmasıy- bu ustalar çileci idiler; sürekli oruç tutup uyanık durur,
la bu ülkeye de sıçradı. (Zaman zaman bu cinayetin ardın- dua edip murakabe eder ve gönüllü yoksulluk çekerlerdi.
da, uzun yıllardır kurnaz vezirinin nüfuzundan rahatsız Sufi literatürünün büyük bir bölümü bu ustaların davra-
olan Selçuklu Sultanı Melikşah’ın parmağı olduğu söylenir; nışlarından, çilelerinden, görüş ve keşiflerinden oluşur ve
öyle bile olsa Melikşah’ın bu işten bir çıkarı olmadı, zira Ni- Gazâlî de onlardan özgürce yararlanır. İhya bu evliyalara
zamülmülk’ten bir ay sonra da o öldü.) dair canlı ve etkileyici kıssalarla doludur. Onların gizemli
Gazâlî’ye göre İsmâilîler siyasi bir tehlike oluştur- olduğu kadar abartılı söz ve eylemleri sufi talebesi için dra-
makla beraber, esas karşı konulması gereken öğretileriydi. matik bir davranış modeli oluşturur ve Gazâlî de bir dü-
O; İsmâilîlerin sadece İmamın bildiği gizli (ya da ezoterik) şünceyi pekiştirmek istediği zamanlar sık sık bu tür kıssa-
hakikatler fikrine ve bu anlayışın doğal sonuçlarına, yani lara başvurur. Gazâlî bu konuyla ilgili literatürden sonuna
hakikatin sadece bir İmam aracılığıyla aktarılabileceği dü- kadar yararlanabilir, bir asır veya daha uzun zaman önce-
şüncesine karşı çıkıyordu. Bu düşüncede Gazâlî’nin kendi sinin derlemeleriyle kendisinden daha yaşlı çağdaşı, büyük

GA ZÂ L Î GAZÂLÎ

036 037
Eş’arî kelamcısı ve mutasavvıfı Kuşeyrî’nin derlemelerini Gazâlî’nin lakabı İslam’ın delili anlamında Hüc-
didik didik ederdi. cetü’l-İslam’dır, nitekim günümüzde de bu lakapla anıl-
Gazâlî, gerek kabul ettiği Şâfiî fıkhı, Eş’arî kelamı ve maktadır. Ama “delil” birçok unsurdan oluşmaktaydı. Bu
tasavvuf usul ve uygulaması; gerekse reddettiği Mu’tezi- unsurlardan en önemlisi, onun geldiği yer, yani İran’ın ku-
le öğretisi ve Aristotelesçi felsefe gibi unsurlardan yeni ve zeydoğu eyaleti Horasan’da bulunan ve artık mevcut olma-
güçlü bir düşünce ve eylem sistemi oluşturdu. Onu fıkhi yan Tus şehriydi.
veya kelami açıdan katı bir resmi ortodoksi taraftarı gibi
göstermek istemiyorum. Gazâlî aynı zamanda daha şüphe-
li eğilimlerin de mirasçısıdır; nitekim bu eğilimler sık sık
kusursuz bir söylemin tam orta yerinde, beklenmedik bir
biçimde burunlarını çıkarıverirler. Bunların içinde sadece
(sık sık nokta koyduğu söylenen ama bir vakitler gözüpek
bir savunucusu olduğu ve bir yanıyla olmaya devam ettiği)
uzatmalı felsefi şüphecilik geleneği yoktur. Aynı zamanda
Gazâlî’nin yaşadığı yüzyılda veya onun doğumundan önce
yeşeren bütün bir kuraltanımaz, araştırmacı, şüpheyle ba-
kılan ve zaman zaman muhalif olan İran geleneği de vardır.
Gazâlî görünüşte bu eğilimin tam bir antitezi gibidir, oysa
zihinsel doyumsuzluğu ve bağımsız aklı bunun aksini söy-
ler. Örneğin küfre girdiği gerekçesiyle 922’de idam edilen
Hallac gibi adı kötüye çıkmış kişilere bazen açıktan yapılan
atıflar vardır (Ormsby 2000, 58). Görünüşte reddedip sa-
vaştığı Mu’tezile ve İsmâiliye gibi mezheplerin açık etkileri
vardır. İlk eleştirmenler kendisini, otobiyografisinde bizlere
incelediğini söylediği ve sonraki eserlerinde açıkça alıntılar
yaptığı (Hodgson, 2: 181-184; de Callatay, 109) İhvân-ı Safâ
Risaleleri gibi gizli İsmâili eserleriyle fazla haşır neşir ol-
makla eleştirmişlerdi.

GA ZÂ L Î GAZÂLÎ

038 039

You might also like