Professional Documents
Culture Documents
iz in v e r in . A r t ık b a n a ih t iy a c ı y o k .
9789759174811
J E A N E T T E W IN T E R S O N
D İL E K Ş E N D İL
G e n e l Y a y in Y ö n e t m e n i İlk n u r Ö zd e m ir
E d İ T ö r C em Alpan
D ü z e l t i D evrim Yalku t
K a p a k T a s a r im i Zeyn ep Ö zatalay
G r a f i k B ilg i E rdoğan
B I r I n c I B a s im O cak 2007, İstanbul
G e n e l Y a y in 78 E d e b İ y a t D izisi 46
IS B N 978-975-9174-81-1
A T L A S ’IN Y Ü K Ü
M it o lo ji
Ç e v ir e n
D İL E K Ş E N D İL
MK
i MERKEZ i
I k it a p l a r J
M itler yaşam larım ıza yansıyan ve onlara biçim veren
evrensel ve zam anı belirsiz öykülerdir - isteklerim izi, kor
kularım ızı, özlem lerim izi irdeler, bize insan olm anın anla
m ını anımsatan anlatılar sunarlar. M itler dizisinde dünya
nın en iyi yazarlarından bazıları bir araya gelmekte, her
biri çağdaş ve unutulmaz bir dille bir m iti yeniden anlat
maktadır. Diziye katılan yazarlar: Margaret Atw ood, K a
ren Armstrong, David Grossman, Viktor Pelevin, Alexan
der M cCall Smith, Ali Sm ith ve Jeanette Winterson.
Yükü kaldıran Deborah Wamer'a...
Tortul kayaç uzun zaman diliminde, tortuların üst üste
biriktiği denizin dibinde oluşur.
11 Giriş
11
m iz öyküden epey farklılaşmıştır. Burada yalnızlığı, dışlan
mayı, sorumlulukları, sırtlanan yükleri ve de özgürlüğü irde
lemek istedim, çünkü benim uyarlamamın başka hiçbir yer
de görülmeyen çok özel bir sonu var.
Kuşkusuz öyküyü doğrudan kendi duruşum ışığında yaz
dım. Zaten başka yolu da yoktu.
Atlas’ın Yükü, mitin bildiğim iz daha geniş çerçevedeki
öyküsüyle, yeniden dile getirdiğim mitin çarpıştığı kişisel bir
öyküye sahiptir. Bu kişisel öyküyü birinci şahsın ağzından
anlattım, doğrusunu isterseniz hemen tüm çalışmalarımda
birinci şahsı kullanırım, bu da özyaşamöyküsü sorgulamala
rına yol açar.
Özyaşamöyküsü önemli değildir. Önemli olan özgün ol
ması. Yazar kendini metne adamalı, birbiriyle uyumsuz öğe
leri bağdaştıran kaynak olmalıdır. Yazma sürecinde hep bir
şeylere maruz kalındığına, yara alınabildiğine inanırım, ama
bu yazılanların itiraf ya da anı olduğu anlamına gelmez. Tü
müyle gerçektir.
Şim di toplu olarak insanoğlu "gerçek" diye adlandırdığı
olaylara tüyler ürpertecek kadar açtır, bunlar televizyondaki
realite şovları da olabilir, yalnızca düşük kaliteli belgesel gi
bi ağır aksak işleyen diziler de; ya da en iyi olasılıkla, eski
den im gelem in yer aldığı yeri dolduran gerçeklere dayalı
programlar, biyografiler ve "gerçek yaşam” öyküleridirler.
Bu olgular özel yaşamların, yüce, şiirsel, maddi olmayan
ve düşünen varlıkların dehşet içinde olduklarına işaret eder.
Bütün bunların karşısında benim gibi, öyküyü açıklana
bilir özelliklerinden değil, mite dayalı niteliklerinden dolayı
anlatmanın gücüne, ayrıca dilin bilgi iletmenin çok ötesine
geçtiğine, Siegfricd1 gibi Ren nehrinin akıntılarına karşı kü
rek çekmek gerekliğine inanan bir yazar duruyor.
M itler serisi, öykü anlatmanın, öyküleri kendileri için ye
niden dillendirmenin ve onların içinde insanın doğasıyla il
gili kalıcı gerçekleri bulmanın eşsiz bir yolunu sunmakta.
12
Elimizden tek gelen, birilerinin bizi duyacağım umut ederek
öykü anlatmayı sürdürmek. Bitmek bilmeyen son dakika ve
paparazzi haberlerinin gümbürtüyle yankılandığı karaba
sanlar görürken öteki seslerin de duyulabileceği umuduyla
aklın ve ruhun yolculuğundan söz etmek.
Evet. Öyküyü yeniden anlatmak istiyorum.
13
Öyküyü yeniden anlatmak istiyorum
Özgür insan kaçmayı hiç aklına getirmez.
Başlangıçta hiçbir şey yoktu. N e mekân ne zaman... ev
reni bana atsanız, tek elle yakalardım. Evren diye bir şey
yoktu. Katlanmak daha kolaydı.
Bu mutlu son, on beş evren yaşı önce sona erdi. Tuhaf bir
zamandı, benim de bildiklerim radyoaktif fısıltılardan duy
duklarımdan ibaret; sessizliğin içinde avaz avaz bir çığlıktan
geriye bir tek onlar kalmıştır.
17
Yeryüzü Gezegeni hayata o denli susamıştı ki onu elde
etti.
***
18
Bir liste yapın. Çevrenize bakın. K aya , k u m , to p ra k , m e y
v e a ğ a ç la n , ö r ü m c e k l e r , y ıl a n la r , k u r b a ğ a la r , b a lık la r , s ığ ır la r ,
İşte adına hayat de
a tla r , y a ğ m u r y a ğ ış ı, g ü n ış ığ ı, s iz v e b e n .
diğim iz büyük deneyim. Bundan daha beklenmedik başka
ne olabilir?
19
Dünyanın Ağırlığı
Babam Poseıdon’du. Annem de Toprak Ana.
Babam, annemin vücudundaki keskin hatlara hayrandı.
Çizdiği çizgilerle koyduğu sınırlar hoşuna giderdi. Ona kar
şı nerede durması gerektiğini bilirdi babam. Annem katı, ke
sin, biçimli ve somuttu.
Annem severdi babamı, çünkü sınır tanımazdı babam.
Tutkuları gelgitler geçirirdi. Kasıp kavurur, durulur, seller
yağdırır, kılıktan kılığa girerdi. Tufan adamıydı Poseidon.
Gücü üstünden akardı. Anlaşılmaz bir adamdı, bazen sakin
olsa da asla durağan değildi.
Annem de babam da hayat doluydular. Yaşamın kendi-
siydi onlar. Yaratılış onlara bağlıydı, hava ve ateşten önce de
böyleydi. Besleyip büyütürlerdi. Bolluk yağdırırlardı. Birbir
lerine dayanamazlardı.
İkisi de çabuk alevlenirdi. Babamın öfkesi çok belli eder
di kendini, anneminki daha dehşet vericiydi. Bir kaya kadar
durgundu, ama öfke fışkırırdı. Bir çöl kadar sakindi ama ya
pısı kusurluydu. Annem odanın karşı köşesine bir tabak fır
lattığında, bütün dünya duyardı şangırtıyı. Babam kim i an
larda fırtına gibi eserdi. Annemse homurdanıp kükreyerek,
ta ki öfkesi yatışana kadar, günler, haftalar, bazen aylarca
sallanırdı; koca kentleri üst üste katlar ya da insan türünün
üzerine eriyik püskürtüler saçardı.
İnsanoğlu... geldiğini asla göremezlerdi. Pom peii’ye ba
kın. Hamamlarda görürsünüz insanları; iskemlelerinde otu
rurlar, iskelet bakışları kavrulmuş yüzlerinde asılı kalmış
şaşkınlığı ele verir.
23
Babam anneme kur yapınca annem onu bağrına basmış
tı. Şakacı bir adamdı, sıcakkanlıydı, masmavi sığlıklarda an
nemi bekler, yanma sokulur, derken uzaklaşırdı, geri çekil
mesi annemin kıyısına bir armağan bırakması demekti; bir
mercan parçası, bir inci, rüya gibi sarmal bir deniz kabuğu.
Bazen uzun süre görünmediği olurdu babamın ve annem
onu özler ve kıyıya vuran balıklar soluksuz kalırlardı. Der
ken yine, bu defa denizkızlarıyla birlikte çıkardı ortaya, çün
kü onca gücüne rağmen babamın kadınsı bir yanı vardı hep.
Nasıl ateş ile hava birbirinin karşıtıysa, toprak ile su da bir-
biriyle aynıdır.
Babam kendini ona gösterdiği için severdi annem onu.
Annemin gezici aynasıydı babam. Ona dünyayı dolaştırırdı,
dünya annemin ta kendisiydi, annem görsün diye tutup gös
terirdi ona ormanlarının, yarlarının, kıyılarının ve yaban yer
lerinin güzelliğini. Babamın gözünde annem hem cennetti
hem de korku, ikisini de severdi. Birlikte hiçbir insanoğlunun
ayak basmadığı yerlere giderlerdi. Bir tek onlann gidebilece
ği, yalnızca onlann var olabileceği yerlere. Babam nereye gi
derse gitsin, annem oradaydı; tatlılıkla kısıtlardı onu, önemli
noktalan anımsatırdı; toprak ve sular yeryüzünü kaplardı. Y i
ne de babam biliyordu, annemin tamamını kaplayamasa da
babamın tamamı annemin ayaklarının altındaydı. Babam ne
kadar güçlü olursa olsun annem kuvvetliydi.
Derken ben doğdum. Titanlardan biriydim, yarı-insan,
yarı-tanrı, dev ırkın devi. Babamın, geri çekilmeden önce an
nemin üstünde bir gün bir gece yattığı bir adada doğmu
şum. Babamın her bulduğu yarığa kendini akıttığı bu uzun
süren ilişki sonucunda her ikisinin de ölümcül yanlarının
bende toplanması kaçınılmazdı.- Ben de babam kadar çal
kantılıyım. Annem kadar da düşünceli... birden harekete ge
çerim. H iç unutmam. Bazen bağışlayıcımdır, sevecen yanım
belleğim i arındırır. Sevginin ne olduğunu bilirim. Sevme
numarası yapm ayı da. İyi huylu olm am nedeniyle kandır
mam kolay olur. Erkek kardeşim Prometheus gibi ben de
çizgiyi aştım diye ceza çekerim. O ateşi çalmıştı. Bense öz
gürlük uğruna savaştım.
Sınırlar, hep sınırlar.
24
Öyküyü yeni baştan anlatıp duruyorum, farklı çıkış yolla
rı bulsam da duvarlar hiç yıkılmıyor. Hayatımın sınırlan çe
kilmiş - burası, şurası, orası; şeklini değiştirebilirim ama öte
sine geçemem. Bir tünel kazar, bir yol buldum sanınm, ama
çıkışın sonu bir yere varmaz. Gerisingeri dönerim, kendimin
sınırlarına dayanınm.
Vücut budur işte, sağ kalmak için gereken ne varsa içinde
banndıran, mikrop türlerinin saldınsına yüreklilikle direnen
kapalı kutu. Ancak sınırlan çökünce zayıflayan, ama özgürlü
ğüne kavuştuktan sonra hiçbir işe yaramayan vücut. Sonun
da dünyayla birleşerek elim kolum bağlanır.
İşte vücut bu, benim vücudum da dünyanın minyatürü.
Kozm os benim - var olan her şey, aynı zamanda da hiç bu ka
dar dışanda, bu kadar bir hiç olmamıştım. Hiçbir şey hiçliği
sınırlamaz.
Hiçlik olmayacak bir niteliğe sahiptir. Ağırdır.
25
Duvarla çevrili bir bahçe yaptım - bir tem enos* bir kut
sal alan. Koca taşlan kendi ellerim le kaldırıp üst üste diz
dim, özene bezene, rüzgârın rahat geçmesi için aralarında
ufacık boşluklar bıraktım keçi çobanları gibi. Kesiksiz bir
duvarın çökmesi işten değildir. Annem uykusunda dönerken
bile yapabilirdi bunu. Görülmez boşluklar bırakılarak sağ
lam örülmüş bir duvar, ona çarpan rüzgârın içinden geçme
sine izin verir. Altındaki toprak sarsıldığında, o boşluklar sa
yesinde taşlar hareket eder, yerine yerleşir. Duvar ayakta ka
lır. Duvarın sağlamlığı taşlardan değil, taşların arasındaki
boşluklardan gelir. Bu da bana pis bir şaka sanırım, çünkü
benim onca çabama ve em eğim e rağmen duvar hiçbir şeye
dayanmaz. Altını çizelim - H İÇ B İR ŞEYE.
26
Kızlarım gizliden gizliye kutsal meyveden yerlermiş m e
ğer. K im suçlayabilir onları, karşılarında tatlı kokulu, dalla
rı ağırlıktan sarkan bir ağaç, altında da yağan çiyle kaplı çi
menler varken? Yalınayak dolaşıyorlardı, ağızları sulanmış
tı. Genç kızdılar ne de olsa.
Ben bunda bir kötülük görmedim, ama tanrılar kendile
rine ait şeylerde kıskançtırlar. Hera ağacın bekçiliğini yap
sın diye yılan Ladon’u gönderdi, işte şimdi şurada, çöreklen
miş, yüz tane başını, onun iki katı çatallı dillerini çıkarmış,
uyanık bekliyor. Ondan nefret ederim, annemin karabasanı
dır, güne doğan yoğun bir karabasan.
Bahçeden kovulduğum zaman başıma bundan daha ağır
bir ceza gelemezdi diye düşünmüştüm.
Yanılıyordum.
Tanrılarla titanlar arasında savaş olmasından kaçınırdık.
Bu savaşın birkaç çeşitlemesi var. Kesin olansa, haklı gerek
çenin haklı özre dönüşmesi. On yıl boyunca çarpıştık.
Kim ileri Uranos’un oğlu olduğumu, erkek kardeşlerimle
benim, özellikle de Kronos’un babama saldırıp iğdiş etmeyi
tezgâhladığım ızı söylerler. Doğrudur, Kronos, Uranos un
hayalarını kesmiş, gücünü almıştır. Ayrıca Kronos’un bir ço
cuğu olduğu da kesindir, o da babasını tahttan indirip tanrı
lar tanrısı olan Zeus’tur. Zeus’un iki erkek kardeşi vardı, Ha-
des ile Poseidon; Zeus göğün efendisiyken Poseidon da dal
gaların kralıydı, Hades ise altında yatanlarla yetiniyordu.
Toprak insanoğluna bırakılmıştı.
Barış içinde yaşayan Atlantis’e saldıran insanoğluydu,
Zeus da benim halkımı yok etmeleri için onlara yardım etti.
Ben kaçtım, tanrılara karşı ayaklanmaya katıldım. Savaşın
önderiydim, en çok kayba uğrayan ama korkacak pek bir şe
yi olmayan da bendim. Kaybedecek bir şeyi olmayan biri ne
den korkabilir?
Uzun süren çarpışmalarda çoğumuz can verdik, annem
sıra dışı gizli özelliğiyle Zeus’a zafer sözü vermişti. Titanlar
dan sağ kalanlar, canlı barındırmayan soğuk kayaları ölüm
den de beter olan Britanya’ya sürüldüler. Olağanüstü gücüm
nedeniyle bana dokunmamışlardı.
27
Kendi cezamı çekmeme göz yumulmuştu bir anlamda.
28
Söz söylenmişti bir kere, arabaya koşulmuş atlarla öküz
ler diskli pulluk çeker gibi K ozm osu peşlerinde sürükleme
ye koyuldular. Dev küre sonsuzluğu sürerken zamanın par
çaları da yerinden oynuyordu. K im i toprağa düştü, öngörüy
le önseziyi armağan ettiler. Bazısı göklere savrulmuştu, geç
mişle geleceğin birbirinden ayırt edilemeyeceği kara delikle
ri açtılar. Zaman baldırlarıma, butlarımdaki sinirlere sıçrı
yordu. Başlangıçtan önceki dünyayı hissediyordum, gelecek
mimlemişti beni. Hep burada olacaktım.
Kozm os yaklaştıkça sıcaklığı sırtımı yakıyordu. Dünya
ayağımın altına yerleşmişti, hissediyordum.
Derken sessiz sedasız yer ve gök yuvarlanarak üzerime
kıvrıldı, onları omuzladım.
Soluk alamıyordum. Başımı kaldıramıyordum. Azıcık
yer değiştirmeyi ya da konuşmayı denedim. Dilim tutulmuş
tu, bir dağ kadar suskundum. Çok geçmedi, adımı Atlas Da
ğı koydular, gücümden değil suskunluğumdan dolayı.
Boynumun yedinci omuru sızım sızım sızlıyordu. Vücu
dumdaki yumuşak dokular çoktan sertleşmeye başlamıştı.
Hayatımın iğrençlikleri hayatımı benden alıyordu. Zaman
Medusa olmuştu bana. Zaman beni taşa çeviriyordu.
***
29
şam olunca da evlerine geri getirirler. Aksak bir kız kovalan
taşıyor omzunda. Kovalann düzensiz tıngırtısı yüzünden to
pallayarak yürüdüğünü biliyorum. Ok atan bir çocuk var -
yüzeyi kumaş kaplı bir hedefi vuruyor, pata küte! Babası şa
rap testisinin tıpasını çıkarıyor.
Kulak verin, filin tekini peşindeki bir öbek adam kovalı
yor. Az ileride bir peri ağaca dönüşüveriyor. İç çekişleri ağa
cın özsuyuna dönüşüyor.
Birisi dağın eteğindeki taşlıklardan yukarı tırmanıyor.
Ayağındaki postallar bastığı yeri gevşetiyor. Tırnaklan aşın
mış. Keçi otlannın üstüne devriliyor yorgun argın. Derin de
rin soluyarak uykuya dalıyor.
Dünyanın başlangıcını duyabiliyorum. Zaman, benim için
geri sanyor. Eğreltiotlan yattıklan daracık yerde silkinip kıv-
nlarak doğruluyorlar. Canlanan su birikintilerindeki kabar-
cıklan duyuyorum. Yalnızca bu dünyayı taşımakla kalmadı
ğım, olası bütün dünyalan omuzladığım dank ediyor kafama.
Dünyayı hem zamanda hem de uzayda taşıyorum. Dünyanın
yanlışlarını, ulu yanlarını sırtlamışım. Gerçekleşmiş olayların
yanında olası yaşanacaklan da.
Dinozorlar saçlarımın arasında ağır adımlarla gezinirken,
volkanik patlamalar yüzüme fışkırırken, katlanmak zorunda
olduklarımın bir parçası olduğuma ayıyorum. Artık ne Atlas
var ne dünya, var olan Dünya Atlası. Beni gezip dolaşın, kıta
lardan oluşuyorum ben. Çıkmanız gereken yolculuğum ben.
i< i< -k
30
Herakles
Herakles kulak kabarttığı gölgeliklerden çıktı.
İşte geliyor Dünyanın Kahramanı, aslan postuna bürün
müş, zeytin dalından sopasını sallıyor elinde.
“Bir içki içsene Atlas, yaşlı küre seni. Hepim izin sırtında
yükler var. Senin cezan evreni yukarıda tutmak. Benim ce
zam beş para etmez birine hizmet etmek.”
"Kabahat kimde?” dedi Atlas. “Baban Zeus’ta değil, ama
analığın Hera’da.”
"Kabahat deme istersen, alınyazısı derler buna,” diye ko
nuştu Herakles. “Senin adının anlamı ‘çile çeken,’ benim-
kininse ‘Hera’nın zaferi,’ eh, bu koşullarda bir damla da olsa
özgürlük sayılır. Hangi kadın sever kocasının piçlerini? Ben
Zeus’un oğluyum, ama annem Alkmene ölümlüydü. Hera
kandırılarak beni em zirmeye zorlanmıştı. Hiç sevinmemişti
buna. Kadınlar memelerinde yabancı istemezler.”
"Seni öldürsün diye bir yılan yollamıştı.”
“Beşiğim de boğuvermiştim onu. Hıncım ı saklayamaya-
cak kadar küçüktüm.”
"Sonra da Hera çıldırttı seni.”
“B ir kadın yüzünden deliren erkeklerin sayısı çok.”
"Buraya bir tek kaçıklar gelir.”
“Yardım ın gerek bana.”
Yardım. Dünyanın menteşesindeki yardım çıkagelir. Gök
ve yer her zaman kıvrılarak birbirlerinden uzaklaşır, ama bu
rada koyun koyuna yatarlar. Bu ikiyüzlülük ortamında o gelir
yardıma, ikiyüzlü insan, içindeki tanrı, insan kılığına girm iş
tir.
“Ne tür bir yardım?”
33
"Uzun bir öykü."
"Benim hiç acelem yok.”
"Peki,” dedi Herakles, “madem vaktin var, anlatayım."
34
kardım, Geryoneus’un büyük sığır sürülerini eve getirdim,
şimdi de on birinci işimi yapmak üzere burada senin yanın
dayım.
Meyve.
Sana beni küçük düşürmek istediğini söylememiş m iy
dim? Hangi kahraman meyve peşinde koşar?
Bak, Atlas, eski dağım, eski dostum, Hera’nın elmalarını
bulmam gerek - Zeus ile evlendiklerinde senin ananın ona
armağan verdiği şu özel elmaları. Senin meyve bahçende
onlar, değil mi? Anahtarı sende mi hâlâ? Şu lanet olası Hes-
peridlere bırakmadın, değil mi? Dinle, Atlas, kızlarına yal
taklanmayı hiç düşünmüyorum, bu aralar kadınlardan uzak
duruyorum - dikkatimi toplamalıyım, biliyorsun. Yeri gel
mişken, kulağıma çalındı, öteki kızın Kalypso, şu budala
Odysseus’u mağarasına kapatmış, gitmesine izin verecek mi
acaba? Hayır, vermeyecek. Hera bile kurtaramaz o adamı.
Odysseus kolay kolay tutulmaz, yağlı bir yabandomuzu gibi
kaygan, fakat Kalypso’nun da elleri kıskaçlardan farksızdır
hani. Şunu da söylemeden edemeyeceğim, senin kızların var
ya çiçek açmışlar artık. Onları evlendirsen iyi olacak.
Neyse, konumuza dönelim, Atlas. Eğer anahtar serideyse,
oraya uğrayıp bir, iki, hadi üç diyelim, ne olur ne olmaz, es
ki arkadaşın Herakles için üç altın elma koparır mısın? Sen
gidip gelene kadar ben dünyayı alırım omuzlarından. Bak
sana güzel bir teklif.
35
"Bak, anlatayım,” dedi Herakles, "ben Ladon’dan çok da
ha kötüleriyle karşılaştım. Hydra’yı ele alalım, bir solucandı
o dişi. Başını ezerdin, hemen yeni bir tane daha çıkarırdı
karşına. Evlilik gibi. Bunun arkasından cehenneme inip ora
daki aptal köpeği oradan çıkarmanı gerekiyor, adı neydi,
Kerberos mu? Üç başı, bir yığın dişi olan hani. Ölülerin
mektup almamasına şaşmamalı; kapıda öyle bir köpek var
ken kim mektup getirecek? Onun da icabına bakacağım
ama, Girit boğasına haddini nasıl bildirdim? G özlerinin içi
ne bakmalısın, Atlas, onlara kimin efendi olduğunu göster
melisin.”
Atlas, “Ladon'un iki yüz gözü var," diyecek oldu.
"İki bin olsun, iki milyon olsun, karşında Herakles var
dostum, tasalanma sen. Gidip onu öldüreceğim, gelirken de
yiyecek bir şeyler getiririm bize.”
it * *
36
dan gür çembalo sesi çıkıyordu, ama pulların daha küçük ve
daha uzun olduğu kuyruğuna doğru çıkan ses, zil ya da üç
köşeli çalgıyı -triangel- andırıyordu. Herakles’e çıngırdadı.
"K ızlar bahçeyi pek biçmemişler, ne dersin?” dedi kahra
m anımız kule boyunda yükselen otlara bakarak. "Buraya ni
cedir kimse ayak basmamış."
Ladon’un yanıtı, “Yalnız yaşıyorum,” oldu.
“Bense hiçbir yerde yaşamıyorum," diye karşılık geldi
Herakles’ten. “Yıllardır yollardayım.”
"Haberim var,” dedi Ladon.
“Ya, ne duydun peki?” derken, Herakles, umursamaz gö
rünmeye çalışıyordu.
“Tanrıları kızdırdığını.”
Herakles kafa tuttu: “Abartmışlar. Hera beni sevmez.
Hepsi bu kadar."
“Senden nefret eder,” dedi Ladon.
“Pekâlâ. Benden nefret eder. N e olmuş yani?”
“Bu onun ağacı. Bu elmalar da onun.”
“Buraya gelişimin nedeni bu.”
"Lanet edilirsin.”
"Zaten lanet edildim. Bundan daha kötüsü olabilir mi?"
“Evine git, Herakles.”
"Evim yok benim.”
** *
37
nin farkındaydı. Bazen, hayat ne tuhaf diye geçerdi aklın
dan, ölümden kaçınarak geçen bu hayat.
Hera güzel bir kadındı. Öyle güzeldi ki, Herakles gibi bir
haydut bile keşke tıraş olsaydım diye hayıflandı. Ayna olm a
sa da suretini gösterdi ona Hera, dolgun kasları yara bere
içindeydi Herakles’in. Ondan korkuyordu, aynı zamanda da
arzuluyordu onu. Erbezleri kamışının iki yanında bir çift kö
rük gibi kabarıp kabarıp sönüyordu. Hera’nın ırzına geçm e
ye can atıyordu ama, gözü yemiyordu. Tanrıçanın gözlerin
den nefret ve tatlı bir tiksinti yansıyordu.
"H er şeyi öldürmen mi gerekiyor, Herakles?" diye çıkıştı.
“Y a öldürürsün ya öldürülürsün. Beni suçlama,” diyerek
kendini savundu Herakles.
35
"Başka kimi suçlayayım?”
"Kendini suçla, geber büyüleyici kadın, bunların hepsini
sen başlattın.”
"Hepsini başlatan kocamın üçkâğıtçılığı ve gaddarlığı.”
“Beni çıldırtıyorsun.”
“Senden öz çocuklarına kıymanı istemedim ben.”
"Deli bir adamın mantığı olm az.”
"Gaddar bir adamın da yüreğinde merhamete yer ol
maz.”
"Sen benim almyazımsın, Hera, bil bakalım ne diyece
ğim? Tamamen şeninim ben.”
“Tanrının alınyazısı yoktur. Sen asla ölümsüz olmaya
caksın, Herakles, insan yanın çok fazla.”
"Beni sen emzirdin, babam da Zeus. Ölümsüz olmak için
yeter bunlar.” .
"Yeterli olmak yetmez. Şimdi şuracıkta canını alabili-
}}
rım.
"Al o zaman. Korktuğumu mu sanıyorsun?”
"Kendi sonunu sen kendin getireceksin, Herakles.”
“Ama sen de bana yardım etmek için orada olacaksın, de
ğil mi, Hera?”
“Beni alınyazm diye görüyorsan, bunun nedeni kendi gü
cün olmaması.”
“H içbir insan benim kadar güçlü olmamıştı."
"H içbir insan senin kadar zayıf olm amıştı.”
"Bilm ece gibi konuşuyorsun, kadınlar gibi.”
"O zaman daha basit söyleyeyim, insan gibi. Dünya hiç
bir kahramanı yok etmez. Onun ödülü kendi canına kıyma
sıdır. Yoluna çıkan bir şey değil, sensin kendini yok edecek
olan, Herakles.
39
dirdi. Parmağının ucunda sertleştiğini, sulandığını hissedi
yordu, bir daha dokundu başparmağıyla, çevresini okşadı. O
m emeleri emmek istiyordu.
Hera elini eline uzatmıştı. “Elmaları al, Herakles.’’
Herakles hatırlamıştı. Bir adım geriledi. Taşyürekli Hera
gülümsüyordu. Elmaları kendi eliyle koparmaması konu
sunda uyarılmıştı Herakles. Onları ağaçta bırakmalıydı. K o
paracak olan başka biri olmalıydı.
Geriye çekildi Herakles. Hera’nın memeleri sere serpe
açılmıştı. Neden şimdi ölmesin, kaçınılmazı biraz olsun
zevkle göğüslemesin? Pekâlâ sahip olabilirdi ona, kamışını
içine daldırabilirdi, Hera da canını alırdı onun. Nefretinin
mağarasında can vermiş olurdu, böylece Hera da ölüşünü
hissetmiş olacaktı. İçinde yaptığı son hamleleri hissedecek
ti.
Elini kamışına götürüp aşağı yukarı okşamaya koyuldu
Herakles. Hera seyrediyordu onun sert, deneyimli eliyle bir
düzineyi bulan küçük, hızlı darbelerle kendini getirmesini;
tam boşalmak üzereyken dudaklarına bir öpücük kondurup
uzaklaştı.
Gece.
Ladon’un izi hâlâ çimenlerin üzerindeydi. İmgesi de yıl
dızların arasında parlıyordu. Herakles kutsal ağacın altına
oturmuştu bir başına. Yolculuğa aklı ermiyordu artık, daha
doğrusu b ir yolculuğa çıkmış olduğunu anlamıştı. Bugüne
kadar görevini yerine getirirken bir önceki ya da bir sonraki
işini aklına bile getirmezdi. Başa çıkması gerekenle yüzleşir
ve yoluna giderdi. Yapması gerekeni yapardı, ne bir eksik ne
bir fazla. Bu onun ahnyazısıydı. Y azgı sorgulanamaz ya da
üzerinde kafa yorulamazdı.
Bugün farklıydı. Bugün ömründe ilk defa ne yaptığını
düşünmüştü. Kim olduğunu merak etmişti.
Ladon ona evine gitmesini söylemişti. Gitseydi ne olacak
tı peki?
Bahçeden çıkıp gitse ve uzaklaşsa... bir gem iye biner,
adım değiştirirdi. Herakles’i geride bırakırdı, izdüşümü ka-
40
lirdi geriye, tıpkı Ladon’unki gibi çim enler büyüdükçe kay
bolan.
Demir çubuğu bükercesine geleceği de bükseydi, olm az
mıydı? Kendi almyazısından kendini çekip kurtararak, alın-
yazısmı başka yere kıvıramaz mıydı? Hem neden dev bir
öküz misali kımıldamadan, sanki olduğu yerde çekiyordu
hayatın çilesini? Neden Hera’nın boyunduruğuna koşulmuş
tu? Derken ilk kez aslında kendi boyunduruğuna koşulduğu-
nu düşündü.
Başını kaldırıp yıldızlara baktı. Yengeç takımyıldızı var
dı tepede, Hera’nın yukarı gönderdiği düşmanlarından biriy
di o da. Hydra'yı hırpaladığı sırada dev bir yengeç ayağından
ısırmıştı Herakles’in. Yengeci ayağının altında ezmişti ama
acısı dinmek bilmiyordu, sonsuza dek ele geçirilm ez düşma
nı ona doğru göz kırpıyordu.
Kanser, baş belası Yengeç. Evin Zodyak işareti.
“Evine git, Herakles...” ...hayır, evine asla gitmeyecekti.
Çok geçti artık.
41
Düşünce Arısı
Yıldız yağmuru altında karınlarını doyururlarken Herak
les Atlas’a böyle der.
"Neden bunu yapıyoruz, arkadaşım?”
"N e yapıyoruz?”
“Sen K ozm osu taşıyorsun, ben de on iki yıldır yılanlarla
boğuşup meyve çalıyorum. En güzeli Amazonlar kraliçesi
Hippolyte yi kovalamaktı, ama onu yakaladığımda benimle
ilgilenmedi bile. Başına buyruk kadınlar öyledir. Hangisi da
ha kötü bilm iyorum - sabahtan akşama kadar karşında el
pençe divan duranlar mı, yoksa seni hiç umursamayan kal
taklar mı?”
“Hippolyte’ye ne oldu?”
“Öldürdüm elbet.”
"Bir zamanlar tanışmıştım onunla.”
“Affedersin, arkadaşım.”
Suskunluk çöktü. Atlas sessiz kalmıştı. Herakles kırba
dan bir yudum daha şarap içti. Kafa yorm ak istemiyordu.
Düşünce eşekarısı gibiydi. Kulağının dibinde vızıldıyordu
ona.
“Diyeceğim şu, Atlas, neden böyle?”
“Nedeni yok,” dedi Atlas.
“İşte sorun da bu,” diye karşılık verdi Herakles. "Bir ne
den olmalı, ya burada, ya şurada, ya da orada," derken vızıl
tıyı kesme çabasıyla başına vurmaya başladı.
Atlas aldı sözü:
"Dünyanın altında böyle iki büklüm dururken insanların
bütün sorunları gelir kulağıma, onlar kendi paylarına düşe
ni sorguladıkça, her şeyin boş olduğunu daha çok anlarım.
45
Yarına plan yaparlar, geceleyin ölüverirler. Doğuran bir ka
dının acılı iniltilerini duyarım, çocuğu ölü doğmuştur. Tut
sak edilmiş bir adamın içine düştüğü dehşeti duyarım, der
ken ansızın salıverilir. Mallarıyla kıyıdan evine dönen gezgin
bir tacirin başına gelenleri öğrenirim, haydutlar üzerine çul
lanıp varını yoğunu almışlardır. Neden diye bir şey yok. Olan
bir tek tanrıların istediği ve insanın alınyazısı.”
“Dünyanın en güçlü adamıyım ben,” dedi Herakles.
“Beni saymazsak...” diye ekledi Atlas.
"Ama özgür değilim ...”
"Özgürlük diye bir şey yok,” diye anlattı Atlas. "Özgürlük
var olmayan bir ülke.”
"O evdir,” dedi Herakles. “Eğer olmak istediğin yer evin
se.”
46
"Ellerim dolu.”
"İstersen ben yaparım senin için - arkadaş arkadaşa.”
"Çok yorgunum.”
"K ız gibi konuştun şimdi.”
"Dünyayı eline almayı bir dene de görelim .”
"Söyledim ya, yarın yapacağım. Burnumla kaldıracağım
hem de, foklar gibi.” Derken horlamaya başladı.
Atlas, “İyi geceler, Herakles,” dedi ama berikinden ses
çıkmadı.
* * *
47
Boyaları kabarmış ağır ahşap kapıyı açtığında, biraz ol
sun keyfi yerine gelmişti Atlas’ın. Zamanın yok etmeyi başa
ram adığı şeyin üstesinden Herakles ile Ladon gelmişlerdi.
Y er kavrulmuş, yılanın akıttığı alevli ağıyla kirlenmişti. He-
rakles’in tekme vurduğu yerde duvar çökmüştü. Kayısıları
duvara alıştıran yapay bitkiler, çatkılar, kazıklar ve tellerin
hepsi devrilmişti. Geriye kalan meyveler başıboş kalmış, ço
ğunu kurtçuklar ya da kuşlar yemişti. Kazıp altüst ettiği ve
rim li toprak ot doluydu. Barakasının damında bir delik var
dı.
Bahçenin bu hali Atlas’ın önemsediği her şeyin yok olu
şunu simgeliyordu; kızlarının, barış ve huzur dolu günleri
nin, kendine ait düşüncelerinin, özgürlüğünün, onurunun.
Kızgınlıkla, eline paslı bir bıçkı geçirerek meşin kuşağıyla
tem izledi, taşa sürtüp bileyledikten sonra harap olmuş bah
çeyi budamaya koyuldu.
Akşam olurken ortada b ir öbek ölü dal ve istenmedik ot
birikmişti, Atlas ölü yakılacak çalı çırpı misali ateşe verdi
hepsini. Alevler göğe yükseldi, Herakles bile hissetmişti en
sesinde sıcaklığı, Atlas neler yapıyor diye meraklandı. Yoğun
duman tanrıları kızdırmıştı, kendilerine kurban adanmadı
ğının da farkındaydılar, Zeus bu işe el atmaya karar verdi.
Eşek derisine bürünmüş yaşlı bir amele kılığında bahçeye
süzüldü.
49
Parsimonius üstünde oturduğu salkım saçak çim enler
den kalktı, başını eğip Atlas’a selam vererek bahçeden çıktı.
O kapıdan çıkar çıkmaz Atlas kollarına dayanarak kendini
duvara çekti, ziyaretçinin ne yöne gittiğine bakacaktı. Parsi
monius ortadan toz olmuştu, ama arkasında altın tozundan
bir iz kalmıştı.
“Demek Zeus’tu gelen,” diye geçti akimdan Atlas’ın, onu
huzursuz eden bir şeyler vardı, ama henüz ne olduğunu bil
miyordu.
50
rardı. Bir kadının bacaklarını ikiye ayırıp içine girmeye ba
yılırdı. Hiçbir kadın reddedemezdi onu. Öyle bir çekiciliği
vardı.
Herakles’in öyküsü buydu işte. Onun reddeden hiçbir ka
dın başından geçenleri anlatacak kadar uzun yaşamamıştı.
Hippolyte kurtuluyordu az kalsın. Kadının bitap düşen be
denine eğildiğinde acıma duyguları kabarmıştı Herakles’in.
Bir yıldır peşindeydi onun - yoksa peşinde olduğu Arte-
mis’in geyiği miydi? Akimda tutamıyordu artık. Uzun, yoru
cu bir kovalamacaydı, bu kadarını biliyordu Herakles, ayrı
ca oiıunla arayı açan tek kadın olduğunu da. Kaçmasına ra
mak kalmıştı aslında, Herakles’in bazı arkadaşları kadını
dağlarda kıstırmasalardı elbet.
Başında durduğu Hippolyte'nin yüzüne teri damlıyordu
Herakles’in, onu usulca yerden kaldırmak, yem eğini onunla
paylaşmak gelmişti içinden. Onunla karı koca olm ayı düşü
nüyordu. Benimle evlenir misin, diye sormuştu, ayakta dur
muş sopasını sallarken. Kadın Am azonların hiç evlenme
diklerinden söz açacak olmuştu. Ya da buna benzer saçma
sapan şeyler söylemişti, işte o zaman onun da diğerlerinden
farklı olmadığı, kendine neyin hayrı dokunacağından haber
siz olduğu dank etmişti Herakles’in kafasına. B ir an durak
samış, sonra çöl kaktüsü misali başını gövdesinden kopar
mıştı.
Herakles’in ayaklan kanla kaplanmıştı. Ayak tırnağının
arasında hâlâ vardı biraz, eskiden zenginlerin hırsızlara kar
şı mallarına koyduğu türden renkli m inik bir işaret.
Zavallı Herakles. Hera’mn sütüyle H ippolyte’nin kanma
bulanmıştı. Kadınların prangaya vurduğu bir erkek.
51
Üç A ltın E lm a
Atlas, bahçesine üç altın elma toplamaya gitmişti.
Eli ilk elmaya uzanırken ayaklarının altında bir gümbürtü
hissetti, yere kapaklanmamak için bir ağaca yaslanmak zo
runda kaldı. Ağaç kabuğu gümüş kadar soğuktu, ancak eline
düşen elma eriyik altından farksızdı. Sanki birisi elmayı onun
için koparmış, eline tutuşturmuştu. Tedirgin, sağma soluna
baktı. Görünürlerde kimsecikler yoktu. Gece ayazından başka.
Atlas meyveyi cebine koydu, İkincisine, mükemmel elma
ya uzandı. Bu kez bir homurtu işitti, düpedüz bir homurtu,
göğsüne bir sancı saplandı. Sendeledi hafifçe, bütün ve leke
siz bir elma yuvarlanıp üstüne düşerken yakalamak için
uzandığında sırtını ağaca sürterek canını yaktı. îşte avcunun
içindeydi, kendi içinde küçük bir dünya.
Uzunca bir süre bakakaldı Atlas, kabuğunun altında kıta
ları, bir ülkeden diğerine coşarak atlayan akarsulan görebile
ceğini sanmıştı. Kahkahalarla güldü, bir sıcaklık sardı yüreği
ni, gururlandı, sonra yine o dayanılmaz göğüs ağnsı. Ağla
mak istiyordu, gözyaşları sicim gibi elmanın üstüne akıyor
du, yağmur yağıyordu adeta.
Duygulara alışkın değildi. Yalnız kaldığı saatlerde düşüne
rek kurtarmıştı kendini. Matematik problemleri türetir, onla
rı çözerdi. Yıldızların yönlerini çizerdi. Tanrılarla insanların
yaşam biçimlerini anlamaya çalışırdı, bir yandan da dünya
nın dev tarihini oluşturuyordu zihninde. Atlas’ı ölümden kur
taran düşünceleriydi. Düşünceleri duygularına ket vuruyor
du. Zaten hissedecek ne vardı, acı ve yükten başka?
Şimdi bu ufacık dünyaya bakarken pek tanımadığı bir
duygu kaplamıştı içini. Adını bile koymaktan çekiniyordu.
55
Gücünü hareketten alan Herakles panik atak geçiriyordu.
Tek başınaydı. Ne bir ateş vardı görünürde, ne ışık ne de ye
mek kokulan. Öykülerini dinleyecek, birlikte sarhoş olacak ya
da ona övgüler yağdıracak kimse yoktu. Ona eşlik eden bir tek
kulağının dibindeki eşekansıydı, için i kemiren, vızıldayan eşe
karısı. Neden? Neden? Neden?
56
kuşu. Kayaların yaratıkları sıkıştırıp fosilleştirmesine kulak
kabartırdı. İnsanlar ormanları keserken devrilen ağaçların
çatırtısını duyardı.
Şimdi yüzünü çimenlere gömmüş, yattığı yerde ölümden
nefret eden, hayata susayan, sonsuz karanlıkta zamanı özle
yerek bekleşen ölülerin bulunduğu, kardeşlerinden bazıları
nın gitmiş olduğu Tartaros’tan yükselen hiddetli haykırışla
rı dinliyordu.
Atlas'ın yapmak istediği her şeye yeterince zamanı olm a
mıştı, aıtık ölümsüz olduğuna göre sonsuzluğun cezasını çe
kecekti şimdi de. Sonsuza dek aynı kişi olmak. Sonsuza dek
aynı işi yerine getirmek.
Dinledi. M or boya elde etmek için böcekleri ezen bir ka
dına kulak verdi. O da bunu sonsuza dek yapacaktı, değil
mi? Onun işiydi bu, akşamlarını yiyip içerek, şarkı söyleye
rek, arkadaşlarıyla geçirebilirdi, ama hayatı değişmeyecekti.
57
Kendi hayatının sınırlarını neden kabul etmemişti, kabul
ettiyse, onlardan bu kadar nefret etmesinin nedeni neydi pe
ki?
58
fer. Zaman geçtikçe gizli şifreleri de kınlıyor aslında. Çamu
ruyla lavı örneğin, geçmişten gelen mesajlardır.
Ne var ki gelecek zamanla ilgili çok şey anlatır, dinleyen
k im ?
59
“Tanrılarla savaşırken de aynısını söylemiştin.”
“Başka seçenek yok. Ahnyazısı. İnsan alınyazısmdan ka
çamaz.”
“Ağaca baksana, Atlas.”
* * *
60
Çıkış Yolu Yok
Herakles uykudaydı.
Düşünde kendisinin tek bir günde tek bir an olduğunu gö
rüyordu. Bir nota çalındı, ses çıkardı. Sustu. Ladon’un pulla
rıydı o. Hydra’nın ıslığı. Artemis’in geyiğinin toynak patırtıla
rı. Sığırların çanıydı, yabandomuzunun do bemolü, Diome-
des’in kısraklarının kişnemesi, Stymphalos kuşlarının opera
yaygarası, Nemeia aslanının bas sesi, Girit boğasının böğür-
tüsüydü. Augias’m ahırlarında akan suyun şırıltısıydı o, bir
köpeğin viyaklaması, can çekişen bir kadının ah çekişleriydi.
Derken kendi oldu, üzerinden çıkarıp atılacak bir gömlek
mişçesine etini yırtıyordu. Kendi ıstırabının sesiydi o.
Herakles kan ter içinde uyandı. Alnını bile silemiyordu.
Evrenin ışıltısına dalıp gitmiş, acaba karşılık alacak kadar
yüksek sesle bağırdı mı diye merak ediyordu.
“ATLAS,” diye haykırdı, “ATLAS,” yeryüzünde dağlar güm
bürdüyordu o sırada.
"Bağırmana gerek yok,” dedi Atlas. “Seni işitiyorum.”
63
“Dert değil,” diye üsteledi Atlas.
"Birkaç meyve götürmek için onca yolu gitmeni istemi
yorum .”
“Gider, kızlarımı da görürüm diye düşünmüştüm.”
("Lanet olsun," diye akimdan geçti Herakles’in, "şu kızlar
onu sonsuza dek alıkoyarlar.”)
"Yorulmuyorsun, değil m i?” dedi Atlas.
"Yorulm ak mı? Yok dostum, buraya bayıldım, bana da
değişiklik oluyor, sorun yok.”
Atlas, “İyi o zaman,” diyerek sordu, "gitm eden önce ben
den istediğin bir şey var m ı?”
Herakles sinirlenmişti. Yaygara koparırsa, Atlas çekip gi
debilirdi. Yardım almadan kendi başına dünyayı indiremez-
di Herakles. Atlas’ın onu sonsuza dek burada hapsetmesi iş
ten bile değildi.
it ic i c
64
Atlas’ın dili tutulmuştu bir an için. Derken Herakles’in sı
rıttığını gördü, oyuna geldiğini anladı. Cin fikirli Herakles’in
kafası çalışmazdı, ama hileye gelince iş değişirdi.
Elinden ne gelirdi şimdi Atlas’ın? Evreni Herakles’e fırla
tıp atmak geliyordu içinden, onu ezmek, zamanı yok etmek
ve öyküyü yeniden başlatmak.
“Yapma, Atlas,’’ dedi Herakles, "yeterince eğlendin."
Atlas usulca, bir damla süt olsun dökülmesin diye yavaş
ça omuzlarına indirdi Kozm osu, ağırlığının altında iki bük
lüm oldu. Öyle zarif, öyle kolay, öyle sevecen, neredeyse sev
giyle yapmıştı ki bunu, Herakles utandı bir an. Kendisi dün
yayı paramparça etmekten çekinmezdi, yeter ki kurtulsun.
Oysa Atlas’ın bunu pekâlâ yapabileceğini, ama yapmadığını
görmüştü şimdi, ona saygı duyuyordu, ama yardım edem ez
di.
"Elveda Atlas,” dedi, "ve teşekkürler..."
65
A m a Geçiş Var
Herakles elmalarını Eurystheus'a teslim etti.
Manavlık görevlerinden kurtulduğuna memnun, güneye
doğru topukladı, doğumunun onuruna kurulan yüz kapılı
Thebai kentim buldu.
Onur mu değil mi, doğum yeri m i değil mi, bilinmez, H e
rakles çok geçmeden kentte yaşamaktan bıktı usandı. Güze
lim urbalarını, geceler boyunca süren şölenleri arkasında bı
rakarak, (artık havları dökülen) aslan postunun tozunu attı
rıp yollara düştü, Kafkas Dağlarına gelene dek durmadı.
Prometheus kimsenin bilm ediği uzun bir zamandan beri
prangalıydı burada.
69
Akbaba, yarısı dışarıda, yarısı içeride kan içinde yarılan
etinden sarkan karaciğerini hızla çekerken Prometheus hay
kırdı. Gagasında karaciğer, akbaba dimdik havalandığında
kayanın üstüne kan ve doku parçacıkları yağdı.
Prometheus bayılmıştı.
Herakles saklandığı yerden çıkıp kırbasıyla su tuttu Pro-
metheus’un dudaklarına. Canlanan Prometheus teşekkür et
ti, ona acıyan Herakles, kavuran güneşten ve gün boyu Pro-
metheus’un başına musallat olan sineklerden korumak için
örttü adamın yarasını.
Prometheus, kardeşim Atlas’ı gördün mü, diye sordu He-
rakles’e, işte o an dünyanın akıl almaz ağırlığını Atlas’ın na
sıl bir sevecenlikle om uzladığı geldi Herakles’in gözünün
önüne. Sokuldu, usulca Prometheus’un alnını sildi, bu ceza
ya bir son vermesini istemek için o gün Zeus’un karşısına çı
kacağına söz verdi.
Sözüne bağlı biri olarak yollara düştü, kırbasını orada bı
rakmıştı, yanma da sazlıklardan kopardığı bir kamış koy
muştu.
70
Herakles yatak odasının kapısını açıp da babasını üvey
anasının üstünde bulana dek Zeus’un olan bitenden haberi
olmamıştı. Hera güzel başım ondan yana çevirerek nefret et
tiği o alaysı bakışını fırlatınca, Herakles’in kamışı başını ha
vaya dikti.
71
Kaybedecek zamanı olmadığı düşüncesiyle uyandı uyku
sundan. Akbaba, Prometheus’un üstüne çullanmıştı, gagasıy
la karnında kıpkırmızı ince bir yank açmaya koyulmuştu bi
le. Herakles okunu nişan aldı, kuşu boynundan vurdu. Geniş
daireler çizerek düşüyordu yaratık, sarp kayalıklardan aşağı,
gözle görülmeyecek kadar uzaktaki kurumuş yarlara doğru.
Herakles elleriyle kopardı Prometheus’un zincirlerini, hem
gülüp hem ağlayarak onun peşinden dağdan aşağı yola düzül
dü Prometheus, uzun zaman önce uğruna ateşi çaldığı insan
ların, onuruna düzenledikleri büyük bir şölene doğru.
Şölene Zeus da katılmıştı, her zamanki gibi bir yabancı kı
lığına bürünerek. Hera mazeret uydurmuştu. Başı ağrıyordu.
Zeus gelirken Herakles’in okunu da getirmişti yanında,
Yay takımyıldızına doğru göğe fırlattı onu. Buna pek sevindi
Herakles, çünkü düşmanlannı yıldızlara savuran hep Hera ol
muştu. Sonunda Zeus’un onu kabul ettiğini hissediyordu. Ce
zalandırılmak yerine sonunda kahraman, fatih, iyi bir adam
olduğu için ödüllendirildiğini düşündü.
72
Kendi Sınırlarıma Güvenmek
Yaptığım ız seçimler konusunda sîzlere ne anlatabilirim?
Felek, verdiğim iz kararların tam karşıtı yorumlar yapma
ya bayılır, hayatın büyük bölümü de felekten şaşmaz.
75
detmeyi öğretir. Evimden ayrıldım, annemle babamdan, ha
yatımdan. Kendim e başka yerde ev ve yaşam kurdum, hem
de kaç kez. Kaçaktım hep. İyi de, şu yükü hissetmek neden
bana dayanılmaz geldi peki? Taşıdığım neydi?
Şim di anlıyorum geçmişin ılgım misali eriyip gitm ediği
ni. Geleceğin, gözle görülmese bile ağırlığı olduğunu. B izler
geçmişle geleceğin yerçekiminde yaşarız. Büyük bir enerji
gerektirir bu, yerçekimine karşı koymak için ışık hızında
güç tüketiriz.
K açım ız kendi yörüngem izden kurtulmuşuzdur? Hayatı
m ızı yöneten özgür irade ve kendi kendine yetme gibi süslü
kavramlarla kendimizi kandırırız. Kendi m ucizem izi kendi
m izin yaratabileceğine inanır, piyangodan çıkan ikramiye
ya da Bay Doğru sayesinde yepyeni bir dünyaya kavuşacağız
diye bekleriz.
Eskiler yazgıya inanırlardı, çünkü herhangi bir şeyi de
ğiştirmenin herkes için zor olduğunu anlamışlardı. Geçmiş
le geleceğin çekimi öyle güçlüdür ki, şimdiki zaman ikisinin
arasında sıkışıp kalır. Ana babamızdan kalıtım yoluyla aldı
ğım ız ve bizim davranışlarımızla yeniden sahneye çıkan ka
lıplar karşısında elim iz kolumuz bağlıdır. Bu yüke katlanıl
maz.
76
Atlas’a Özel Mars
Atlas, Mars’ı seyrediyordu.
Mars’ta yaşam yoktur. Seyrek ve uçucu bir atmosfere sa
hiptir, yüzeyine toz fırtınalarıyla kasırgalar konuk olur.
Mars’ın yüzeyinde töprak da bulunmaz; regolit adı veri
len bir maddeyle kaplıdır - cansız kayalarla bazı kaya parça
larının, birtakım taşların karışımı. Bunlar bir arada vadileri,
geçitleri oluştururlar ve bir zamanlar aralarından su geçtiği
yönünde hiçbir kanıt yoktur.
Su şimdi de yok. En azından yüzeyde görünmüyor. Üst
tabakanın altında bir buçuk kilometre kadar derinde don
muş toprak tabakası bulunuyor. Onun da altında donma
noktası eksi yirmi santigrat derecesi olan tuzlu suyla dolu
yeraltı tablaları, akiferler var.
Mars’ta ikindileri hava bazen Avustralya’daki kadar gü
neşli geçer. Gece olunca kıraç vadilerin tabanına çöken ku
ru buz sisine donmuş karbondioksit yayılır.
O buzun eriyip suyu açığa çıkarması ne kadar sürer aca
ba?
Bir tek bitkinin yetişmesi için ne gerekir?
80
Dünyanın Kahramanı
Atlas sık sık düşerdi Herakles’in akima.
Atlas, tek başına K ozm osu yukarıda tutuyordu, elinde
top tutan bir çocuk misali.
Herakles bir daha hiç görm eye gitmemişti Atlas’ı, utanç
la korku karışımı duygular uzak tutuyordu onu. Kazanmak
için hile yapmıştı, pekâlâ biliyordu, fakat kendini nasıl suç
layabilirdi? H era’ydı suçlusu. Olmadık işler veren tanrıların
dı suç; başka hiçbir insanın üstesinden gelemeyeceği işler
verirlerdi.
Zaman hakareti etkisiz kılmıştı. İçini kemiren kurt artık
canını yakamıyordu. Arada bir başını gövdesinden koparıp
uzaya fırlatmak istemesine neden olan o vızıltıyı duyardı, o
kadar.
Şimdi aklı başka yerdeydi. Yeni bir kadın bulmuştu ken
dine.
***
83
dan sonra Herakles’in mutlu bir yaşam süreceği kehanetin
de bulunulmuştu.
Evlenip bir yuva kurmanın zamanı gelmişti.
Evlendikten bir süre sonra karı koca birlikte seyahat edi
yorlardı, hızla akan bir ırmak kıyısına geldiklerinde içli dış
lıydılar ve de mutlu. Karşıya nasıl geçeceklerini merak eder
ken, yarı at, yarı insan olan Kentaurlardan Nessos dörtnala
gelerek Deianeira’yı sırtında taşımayı önermişti, Herakles
ise yüzecekti.
Herakles karısını usulca kucaklayarak Kentaur’un kıllı
sırtına oturttu. Nessos suya girmcyip Deianeira’yı kaçırdı,
kendi ormanına götürdü, orada kadına tecavüz etmeyi ta
sarlıyordu.
Herakles peşlerine düşmüştü, yayını gererek okunu fır
lattı, sekiz yüz metre uzaktan Nessos’u göğsünden vurdu. Ok
isabet aldığında Kentaur’un önayakları Deianeira’nm çıplak
bedeninin üstündeydi, kamışından akanlar kamına dam lı
yordu. Kadının üzerine yuvarlandı, ölmeden önce kendini
affettirm ek için ona büyü yapmayı öğreteceğini söyledi. Me-
nisiyle okun ucundan damlayan kanı karıştırırsa, Herak
les’in sonsuza dek kadına bağlı kalmasını sağlayacak bir ik
sir elde edecekti. Bunu yapması yeterliydi. Özür diledi Nes
sos. Elveda, dedi.
Deianeira aklını başına topladı hemen, Herakles öfkesi
burnunda gelip de Nessos’un bedenini onun üstünden çekip
alarak çalılıklara fırlatana dek sıvıları karıştırdı çarçabuk.
Karısını öyle çırılçıplak görmek Herakles’in aklını başından
almıştı, oracıkta kendi sevişti karısıyla, başını kadının
om uzlarına gömmüş, karısının saçları da onun boynuna do
lanmıştı.
Deianeira gözleri açık yatıyordu, kocasını okşarken hızla
gelip geçen bulutları seyrediyordu. Herakles'i bir daha bu
kadar sakin bulamazdı. Hep başka bir kadın olurdu; bir
âşık, b ir orospu, bir kuma, bar kızı, ödül, rehine, savaş gani
meti, çiftçinin kızı, bir tanrıça. Herakles ona sadık olacağı
na asla söz vermemişti. N e mayasında vardı ne de buna yat
kınlığı. Deianeira, başlangıçta aldırmam sanmıştı. Evlen
84
mişlerdi, herkesin önünde onurlandırmıştı kocası onu, ba
basının çocuklarıydı. Herakles hoşlanıyordu ondan. Evet, iyi
anlaşıyorlardı, Herakles açısından olm adık bir durumdu bu,
Deianeira açısındansa şaşırtıcı. Savaş arabasını tek başına
sürebilirdi bu kadın, usta bir biniciydi, nişan talimi yapar
ken kocasına eşlik edebilirdi. Hayrandı karısına. Onunla ko
nuşabiliyordu. En güzel yanı da buydu Herakles için. Kadı
nın da bunu bildiğini düşünüyordu. Yeterliydi ona göre.
Bir anlamda yeterli sayılırdı, ancak Deianeira sudaki ak
sine bakınca yaşlanmaktan korkardı. Bedeni artık akan bir
suya benzemez olduğunda kocasını nasıl tutacaktı elinde?
Birkaç yıl içinde öteki erkekler de artık ırzına geçmeyi akıl
larına bile getirm ez olacaklar, onu fark etmeyeceklerdi. He
rakles yoluna çıkan engellerden hep kurtulduğu gibi onu da
başından savacaktı. Kehanetten haberi yoktu Deianeira’nın.
Biricik karısının kendisi olduğunu bilmiyordu.
85
Herakles can çekişen kurbanını bıraktığı gibi olup biten
leri görm eye koştuğunda, îole surlardan aşağı süzülüyordu.
Etekleri açılmış, korkusunun paraşütü olmuştu. Tam topra
ğa düşecekti ki, Herakles onu yakalayıp kollarına aldı, bir eli
kızın bacaklarının tam arasına girmişti. Onu omuzladığında
kamışı patlayacak gibi olmuştu, kana bulanmış kirli par
maklarıyla kızın apış arasını okşadı, ıslatıp sırılsıklam yaptı.
K ız öm ründe ilk kez tanışıyordu bu duyguyla, Herakles onu
teknedeki yatağa attığında öpüşüne ateşli karşılıklar veriyor
du. Daracıktı ve de hazır, Herakles bayılmıştı buna. Bu kızı
yanından ayırmayacaktı.
86
nedense gözüne her zamankinden daha özel görünüyordu o
gün.
Zeus için kocaman bir sunak yaptı, çevresine kendi elle
riyle öldürüp adak olarak beslediği on iki tosunu dizdi.
Bu işi bitirdikten sonra evine dönecekti. Deianeira ile İo-
le’nin uzlaşmasını sağlayacaktı. Mutlu bir yaşam sürecekti
bundan böyle. Bir karısı, bir kuması, bir sürü çocuğu, küp
lerce şarabı ve saygınlığı ile sonunda biraz olsun kavuşacak
tı huzura. Belki kendine bir bahçe bile yapardı.
Ansızın Atlas geldi aklına, yıldızlar kadar suskun Atlas.
Bir an için aynı vızıltıyı duydu yine, her zamanki gibi şaka
ğında. Başına vurdu. V ızıltı sustu.
***
87
nan keşmekeşi duymuyordu. Deianeira’nm gönderdiği ulak
oraya varmış, Herakles’in yanma ulaşmaya çalışıyordu, ama
uşaklar adama engel oluyorlardı. “H E R A K LE S !" diye bağı
ran bir ses duyuldu, fakat artık çok geçti. Herakles dönüp
baktığında alevler göm leğini tutuşturmuş, korkunç zehir
gövdesine yayılmaya başlamıştı. Herakles kükrercesine hay
kırırken, göm leği çıkarmaya çalıştıkça kumaş üzerine daha
da çok yapışıyordu, çekip çıkarmaya çalıştığı derişiydi, yağ
da kızarmışçasına parça parça olmuştu.
Kimse Herakles’i öldüremez, ölü düşmanı dışında.
Kehaneti anımsıyordu. Deli gibi denize koşarken karısı
nın adını haykırdı defalarca, kadın duymuştu sesini, ne etti
ğini anlamıştı, bıçağı aldı, yüreğine sapladı.
91
İyi bir köpekti, sadık dişi bir köpek, güvenilirdi de, efen
disini severdi, efendisi onu küçük bir kapsüle kapatıp bir ye
re gidemesin diye kayışla bağladığında söz dinledi. K ork
muştu ama efendisine de inanıyordu. Onun köpeğiydi ne de
olsa.
Ruslar 1957’de Layka'yı uzaya fırlattıklarında, geri gel
m eyeceğini biliyorlardı. Yedi gün sonra otomatik olarak de
ri altına şırınga edilecek bir madde onu zehirleyecekti. Ev
ren durana dek uyduyla birlikte yörüngede kalacaktı.
Kapağı kapattıklarında Layka titriyordu, ağzı kurumuş
tu. Bir tüpe konan sudan içmesi öğretilmişti ona. Mama da
vardı, ama ne sudan içti ne de mamasından yedi, sahibini is
tiyordu, gece olunca sessizlik çöktü üzerine, bütün bunlar
olmamalıydı.
Sabırlıydı Layka. Sahibini bulmak için yeıyüzünün ucu
na kadar giderdi. Oysa uzaya gidiyordu.
92
Atlas kozayı bir yana fırlattı, teneke ve tellerden yapılma
saçma sapan bir nesneydi, Layka uyuyacak bir yer bulana
dek titreyerek kolunda gezindi Atlas'ın, sonunda saçlarının
altında omuz boşluğuna kıvrıldı.
Nicedir taşıdığı dünyanın ağırlığını hissetmez olmuştu
Atlas, gelgelelim bu küçücük köpeğin tüyleriyle kemiklerini
hissediyordu. İşte şimdi bırakmak istemediği bir şey taşıyor
du, bu her şeyi değiştirecekti.
93
Sınırlar
Tarih, 23 Mart 2001, Cuma, 05:49. Yer, Pasifik Okyanusu.
M ir uzay istasyonu evine döndü.
Ruslar M ir i çok sevmişlerdi. Onca zorluk ve yoksulluğa
rağmen onu orada tutmuş, faturalarım çığ gibi büyüyen
borçlar ve karaborsa dolarlarla ödemişlerdi. İlk Sputnik’ten
beri uzayı severdi Ruslar. Orası Amerikalılara ait değildi. Bir
gün kendilerinin olabilirdi.
Hep aynı öykü - sıntrlar, arzular.
Mir, gün ağarırken Pasifik’in sularına indiğinde tarih
yazmış, ama düşler silinmişti. İşte orada, dünyanın yörünge
sinde, yerçekiminden uzakta dönüp durur. Bir düşteki kadar
özgür.
Nasıl bir düş?
Özgür olduğumuzu düşleriz.
***
97
türn, sınırların gezegeni olmuştur. En uzak ve ötesi olmayan
gezegendi, uyarıcı, sınırlayıcı.
Şimdi sınırlar kalmamış gibi geliyor. Evrenin merkezi
yok. H er sınır aşılabilir. Işığın hızı -saniyede 300.000 kilo
m etre- bile evrenin hız sınırı değil. Uzayı eğebilseydik, ışık
engelini geçerdik.
Gün gelecek bunu gerçekleştireceğiz.
Şim dilik Ay’a ayak basmış, Mars’a B EAG LE 2 robot ara
cım gönderm iş bulunuyoruz. M ir uzay istasyonundan çok
daha fazla şey öğreniyoruz. Uzayla ilgili bildiklerim iz şim di
ye kadar herhangi birinin öğrendiklerinden çok daha fazla.
Ama bildiklerim izin hepsi yalnızca bir başlangıç. Kısa not
lar, karalamalar, küçük gerçekler, geniş aralıklar.
Bütün düşler gibi ayrıntılar da tuhaftır.
99
Arzu
Yaptığım ız seçimlerle ilgili size ne anlatabilirim?
Başkalarının arasından bu öyküyü seçmemin nedeni, so
nunu getirmek için uğraş verdiğim bir öykü olması. İşte bu
radayız, bütün parçalar yerli yerinde, son anı bekliyoruz. Bu
ana bir değil pek çok kez ulaşırım, yaşamım boyunca defa
larca ulaştım, göründüğü kadarıyla; ve çözüm olm adığını
bulurum.
***
103
Annem savaştan kalma tabancasını tozlu bir çekmecede
saklardı, yanında da m obilya cilası kutusuna mum gibi yatı
rılmış altı tane mermi. Olaylar kötüleştiğinde tabancayla ci
layı yerinden çıkarır, büfenin üstüne koyardı. Yeterliydi bu
kadarı.
Tabancalı gecelerde yatağıma tırmanır, ışıklı evrenimi
yakardım. Üzerinde yolculuğa çıkardım onun, kimi gerçek,
kimi hayal ürünü ülkeleri teker teker dolaşır, yol aldıkça at
lası yeniden yapardım.
Yolculuklarım ölüm kalım davasıydı; acı dolu gecelerden
umut dolu günlere geçerdim. Işığı açık tutmam dünyanın
yolculuğunu sürdürmesini sağlardı. Sabaha kadar göz kırp-
maksızın, şeylerin -annem, ben, bildiğim yaşam - dağılıp
parçalanmasını önlemek adına tutulan kutsal bir nöbetti bu.
104
lu, kanayan bir haç. İsa’ya inanırdı annem, ama onu, adına
haç taşımaya değer görmezdi.
Biz bunu yaşamak zorunda kalmayalım diye çarmıha
katlandığını unutmuşa benziyordu. Hayat armağan m ıdır
yoksa yük mü?
105
Küreyi döndür. Havadaki oksijenin oranı yüzde ellinin
altına düşerse, hareket edem ez olurum. Bu oran yüzde yir
mi beşi aşarsa, hem ben hem de dünyam yanarız. Gezegeni
mi dengelemek güç iştir. Durmadan dengemi bozm aya kal
kan bir aşırılıkla diğeri arasında gider gelirim. Kendi kendi
ni yok etme tehlikesini her zaman yaşarım.
Soluk al. Soluk ver. Oksijen kanserojendir, yaşam süre
m izi sınırlama eğilim i gösterir. Gelgelelim hiç soluk alma
dan ömrü uzatmaya çalışmak aptalca olurdu.
H angim iz yapmayız ki bunu? Ya oksijensiz bir ortamda
dilim iz dışarıda dolaşırız ya da ciğerlerim izi o tehlikeli gü
zellikle doldurmaya korkarız, bazen de ejderler gibi ateş
püskürterek sevdiğim iz dünyayı yakıp yıkarız.
Ben dünyamı öfkeyle yakmamaya çalışırım.
Hiç kolay olmaz.
* V'
106
tuydu. Bu madde daha önceki kuşaktan kısa ömürlü yıldız
ların saçtıkları daha ağır elementlerle hidrojen vc helyum gi
bi hafif elementlerin bir karışımıydı. Bir şok dalgası ya da
patlayan bir yıldız nebulayı harekete geçiren ilk yıldız galak
sisini yoğunlaştırmıştı.
107
Yaratmış olduğum bu dünyanın altından sıyrılmama izin
verin. Artık bana ihtiyacı yok.
Tuhaf ama benim de ona ihtiyacım yok. Ağırlığını istemi
yorum. Bırakayım gitsin. Duraksamalar ve pişmanlıklar ol
sa da gitsin.
Öyküyü yeniden anlatmak istiyorum.
108
Öyküyü yeniden anlatmak istiyorum
Uzun zaman önce radyoaktif kaya olan kızgın gezegen
yuva olm ayı öğrendi.
Atlas yeryüzünü çok sevmişti; parmaklarının arasında
ufalanan toprağı, bahar tomurcuklarını, güzün yavaş hasat
vermesini. Değişimi.
Artık yeryüzü değişti ama Atlas, kürekkemiklerinde dö
nüp duran eğik ekseni hissederek hareketsiz kalmıştı. Bütün
gücünü dünyayı sırtlamaya adamıştı. Başka bir hareket var
mıydı pek bilmiyordu artık. Rahat etmek için hafifçe silkin
mesi bir şeyi değiştirmiyordu.
Neden?
Neden onu yerine bırakmasın?
IJ1
Köpek burnunu havaya dikmişti. Atlas dönüp yüküne baktı.
Yük falan kalmamıştı. Uzayın vahşiliğiyle çevrili masmavi
yerküre vardı bir tek.
112
Yayın Katalogu
113
İç im d e k i T im sah / A li P o y ra zo ğ lu / A n la tı
İç i Y o k su l / T a h ir M usa C eylan / R on ıa n
İk i G en ç K ızın R om a n ı / Perih an M a ğd en / R om an
İsa ’y a G ö re İn cil / José S ara m ag o / R om a n
K a le m in U cu / C evdet K u d ret / Denem e
K a lfa ile K ra lıç a / İlh a m i A lg ö r / R o m a n
K a p ita liz m i K ap italistlerd en K u rtarm a k / R agh uraın G. R ajan
L u ig i Zin gales / İş Dünyası
K a rd a K a la n İz / A li K o ç a k / öy k ü
K a rta l Y u vası / An n a K avan / R o m a n
K ü çü k A d a / A n d rea L e v y / R o m a n
K ra m p o n lu Ceset / Ç elil O k er / Polisiye •
L iz k a ve E rkekleri / Alek san d r Ik o n n ik o v / R om a n
M a v i K a n lı Prenses / Jean -Patıick M an ch ette / Polisiye
M erh a b a T em b e llik / C orin n e M a ic r / Denem e
M ig u e l S oka ğı / V .S. N a ip a u l / R om a n
M itle rin K ıs a T a rih i / K a re n A rm stro n g / M ito lo ji
N e fe rtiti'n in E srarı / P ierre B o u lle / R om a n
N ’G u stro Vakası / J ean -Patrick M an ch ette / Polisiye
O ğu lsu z / W a lte r V e ltro n i / A n la tı
Ö n ce K a lb im / Ayşe E m re / Sağlık
Ö d ü n ç Y a ş a m la r / A li P oy ra zoğ lu / A n la tı
Ö lü m B ir Skandal / H a y d a r E rgü len / Ş « r
P o litik Y a z ıla r / Perih an M a ğd en / Denem e
P en e lop ia / M arga ret A tw o o d / M ito lo ji
R efak atçi / Perih an M a ğd en / R om a n
S avru la n lar / E sm ah an A y k o l / R o m a n
S inekkuşu’nun K ız ı / Lu is A lb e rto U rrea / R om a n
S tilist / Aleksandra M a rin in a / Polisiye
Ş afak P ortreleri / E rda l Ş afak / Denem e
Şu B en im Ü lkem / M eh m e t A li K ılıç b a y / Denem e
T a rih in D önüşü / J oschka F isch er / D ü şiin ce
T a lin ’den T ü rk iye’y e / H en rik L ilje g re n / A n ı
V e ro n ic a / N ich ola s C h ristop h er / R om a n
Y a ra d a m m ız M ed y a / M arsh all M cL u h a n / İncelem e A ra ştırm a
Y e n iç e ri A ğ a cı / Jason G o o d w in / R o m a n
Y ıld ızla ra Y o lc u lu k / N ich ola s C h ristop h er / R om a n
Y itik A d an ın Ö yküsü / José S ara m ag o / R om a n
Vatan Dersleri - H al ve Zaman M ektupları / İbrahim Yıld ırım / Rom an
V a m p irle G örü şm e / Anne R ic e / R om a n
Z am an G eriye D ö n m ez / Ferh an Ş ayh m an / R om a n
114