You are on page 1of 103

SİKi KONTROL EDİLEN

· TRENLER
Bohumil Hrabal

İKİNCİ BASIM
CAN YAYINLARI GENÇLİK otztst; 14

Bu. kitap 1982


\ıılındiı Alnet Ofset'te basılmıştır.
SIKI KONTROL EDiLEN

TRENLER
Bohumil Hrabal
TürkçeSi
ZEYYA'I'. SELİMOOLU

ReSimler
NURAL BİRDEN

CAN YAYlNLARI ·

Aİ'ıkara caddesi 40, kat 2, C�u, lstanbul


·

Telefon: 28 6l 13
Bu çevırınıp. ve bu kitaptaki resimlerin yayın hakları .
Can ·sanat· Yayınlan Limited Şirketi'ndedir
SUNUŞ

Bohumil Hrabal 19i4'te Brünn'de doğdu. Bugün ya­


zar olarak Prag'da yaşamakta.
Hukuk öğrenimini tamamladıktan sonra bir süre no·
ter memuru olarak çalışmış, sonraları Çok meslek değiş·
tirmiştir. Sigorta prodüktörlüğü, demiryollar,ında memur­
luk, çelik fabrikasında bir görev ve tiyatroda memurluk
bunlar arasındadır.
'
Kısa ve uzun öykü türünde çok eser vermiş olan ün­
lü Çek yazarı Hrabal, en çok Yetişkinler İçin Dans Dersleri
ve Sıkı Kontrol Edilen Trenler adlı kitaplarıyla. tanınmak­
tadır.
Sıkı Kontrol Edilen Trenle.r, İkinci Dunya Savaşı sı­
rasında Alman işgali altında }'.aşayan bir Çek kasabasın­
da, özellikle bu kasabanın bir tren .istasyonunda geçer.
Grotesk, ama aynı zamanda melankolik ve trajikomik bir
'
uzun öykü olan bu kitap, film olarak da .uyarlanmiş ve
.ödül de kazanmıştır. Hrabal'ın kara gülmece türünde sa­
hip olduğu ustalığın kanıtı bir kitap.

5
Şu kırkbeş yılında, Almanlar bizim , kent
üzerindeki, hava hakimiyetini elden kaçırdılar
artık. Bütün bölge, bütün ülke üzerindeki hava
hakimiyeti hele şöyle dursun. Alçak uçuş yapan
uçaklar trafiği öylesine bir karışıklığa boğmuş­
lardı ki, sabah trenleri öğleyin, öğle trenleri ak­
şamüstü, a�şam trenleri de geceleri geçiyordu.
Kimi zaman bir trenin öğleden sonra tam vak­
tinde geldiği de oluyordu, hem de dakkası dak­
kasına, -ama bu kuşluk vaktinin dört saat ge­
cikmiş posta treniydi aslında da ondan.
Dün bizim kent üzerinde bir düşman avcı
uçağı, bir Alman uçağını kanadını kopararak
alaşağı etti. Uçağın tutuşan gövdesi bir yerler­
de tarlalara düştü ve kanat kopup gövdeden ay­
rılınca, , avuçlar dolusu cıvatayla somun pazar
yerine düşüp kimi kadınların kafalarını gagıı.la­
dı. Gelgelelim, kanat bizim kent üzerinde dal­
galandı durdu sanki. Bütün herkes baktı, gör­
dü ya ne olup bittiğini; kanadın dalgalanır gibi.
tam o sırada iki lokantadan fırlayanların, çıkıp
durdukları alana doğru dümdüz indiğini gördü­
ler. Derken, kanadın gölgesi alanın üzerinden
geçerken, bütün millet yine apartopar ordan ora­
ya koşuşup durdu., Yu�arda kanat kocaman bir
sallangaç gibL J::ıa babam sallanıyor, milleti, dü­
şüp çarpabileceği yerin karşıt yönünde koşturu­
yor, bu ,arada daha bir kuvvetle ses edip ıslığı
basıyordu. O.erken, kanat l;>_irdenbire başının üs­
tüne dikilip kilise cemaat başkanlığının bahçesi-

7
ne düştü. Daha olayın üzerinden beş dakka bi­
le geçmeden bizim hemşeriler kanattan kopar-·
dıkları maden parçalarını evlerine taşıdılar. He­
men 'ertesi gün, aynı teneke parçaları tavşan
kümesleriyle tavuk kümeslerinin damlarında ar­
zı endam etti. Aynı gün öğleden sonra da, bu
ganimet tenekeden dörtgenler kesip akşamüstü
motosikletine güzelce parça yamayan birileri de
çıkmadı değil. .Böylece; kentin ardındaki karla
·kaplı tarlalara düşen rayh uçağının yalnız ka­
nadı .değil, bütün teneke aksamı�la gövdesinin
diğer· parçaları da. yakoldu gitti. Düşen uçağı
göre�im diye bisikletime atlamış, kazadan ya­
rım saat sonra yola koyulmuştl.ım. Bir de ne
göreyim, bizim hemşeriler ele ne ganimet geçir­
mişlerse küçük arabalarına· yükleyip götürüyor-
. lar. Ne olacaktı götüreceklerdi de sanki, anla­
yan beri gelsin. Hoş, ben döküntü haline girmiş
uçağı görmek için bisikletle yoluma devam et­
tim ya:·.. Açgözlü insanlardan oldum bittim hoş­
lanmamışımdır, ne. hoşlanayım, böyle eski püskü
şeyleri, bilmem ne parçalarını söküp toplamak.
Kar tarlası içinde uçağın kapkara enkazına doğ:­
ru bir yol açılmıştı çoktan. Tam yolun üzerinde
babamla karşı karşıya gelmeyeyim mi... Baba­
mın elinde şöyle gümüşten müzik gereci gibi
bir şey, bir yandan gülümsüyor, bir yandan da
bu gumüş barsaklan,. küçücük boru gibi şeyleri,
şakırdatıyor. Öyle ya, uçaktan koparılmış küçü­
cük borulardı bunlar, benzin borularıydı, baba�
mın bu ganimete neden böylesine sevindiğini
ancak akşama doğru· anlayabildim. Aynı uzun­
lukta ·kesip cilaladığı bu borulardan tam altmış

8
tane pırıl pırıl kalem mahfazası yapmış, kurşun
kalemini de yanlarına koymuştu. Babamın elin­
den gelmeyen iş yoktu, çünkü. otuzsekiz yaşın­
da emekliye ayrılmıştı. Daha yirmi yaşındayken
lokomotif makinisti olmuş, lokomotif makinist­
lerinde hizmet yılları ikişer ikişer sayıldığı için
çok geçmeden işine yarayacak bütün yıllar bir
araya gelmişti, ne var ki, babamın şu yeryü­
zünde haydi haydi yirmi, otuz yıl daha yaşa­
yabileceğini düşüne11 hemşerileri, bu akıllarına
geldikçe, kıskançlıktan zıvanadan çıkacak gibi
oluyorlardı. üstelik babam, işe gitmek zorunda
olanların· hepsinden daha erken kalkardı yatak­
tan ... Bütün çevrede ne bulursa toplardı, cıvata­
lar, nallar, genel çöplükte işe yaramaz ne var­
sa, yedek parçası, şusu busu, hepsini eve sun­
·

durmaya ya da damın üzerine yığardı. Hani es­


kici dükkanından ayırdedilemezdi bizim ev. Mo­
bilyasını artık kullanmayan biri mi var, babam
ahp eve getirirdi hemen, sonunda bir de bak-.,
tık ki, evde topu topu üç kişi ·olmamıza karşın,
tam elli sandalye, yedi masa, dokuz kanape, bir
yığın da sandık, leğen ve güğüm yığılmış üstüs­
te. Gelgelelim, babı;ıma bu bile yetmeyip az gel­
di; bisikletine atladığı gibi çevrede dolanıyor,
elindeki kancalı demirle hurda boşaltılan yer­
leri araştırıyor, akşamlan ganimetini yüklenmiş,
eve dönüyordu. Eh sakla samanı gelir zamanı
sözü sık sık doğrulanıyordu. Birinin artık imal
edilmeyen bit şeye, oto için herhangi bir yedek
parçaya, değirmen için' yahut harman makine­
si için bir parçaya mı ihtiyacı va:r; makinesiyle
başı derde mi girmiş, çalıştıramıyor mu maki"

9
neyi, soluğu bizde alıyordu. Babam da şöyle bir
düşünüyor, bir uyurgezerin güvenliği içinde
damdaki, sundurma ya da avludaki yığınlar­
dan birine gidiyor, hurda yığınını şöyle· bir· ka­
rıştırıyor, çok geçmeden, gerçekten de işe ya­
rayacak parçay.ı bulup. çıkarıyordu. Bundan ötü­
rüdür ki,, hurda toplanan p�zar günleri, bu işin
komutanı .da babamdı, toplanmış bütün demir
öteberiyi istasyona götüreceği zaman hep bizim
kapının önünden dolanır, pazar . hurdasmdan
ufak tefek bazı parçaları bize ·bırakırdı. Gelge­
lelim, komşular yine de h� göremediler baba­
mı. Belki bunun bir nedeni de dedemin dedesi
Lukaş'ın, on sekiz yaşından başlayara.k, her gün·
bir gulden gelire konmasıydı; cumhur.iyet dev�
rinde de kron olarak tabii... Dedemin -dedesi bin
sekiz yüz otuz yılında dünyaya gelmiş, bin se­
kiz yüz kırk sek�zde trampetçi olmuş ve üniver­
site öğrencileri�fn askeri taşa tuttuğu savaşta,
Karı köprüsünde trampetçi sıfatıyla çarpıştığı
sırada dizine raşl�yan bir taştan ötürü ömrü bil­
lAh kötürüm kalınış. ö günden başlayarak, her
Allahın günü eline geçen bir gulden geliri bir
şişe romla iki paket sigaraya yatırmış ve evde
oturup ha babam tütün ve içki içeceğine, topal­
laya topallaya yollara vurmuş, çayır çimen .do­
laşmış durmuş, hem de en çok, insanların eşek­
ler gibi çalıştığı yerlere dadanmış, gittiği her
yerde işçileri alaya almış, bir ._yandan romu çek­
miş, bir yandan da sigarayı tüttürmüş. Onun iÇin
· dedemin dPdesi Lukaş'çık ·her. yıl bir kere olsun
öyle· bir sopa yermiş, öyle dÖVulürmüş ki, dedem
o�u eve el arabasıyla: getirirmiş. Ama can çıkar

10
huy çıkmaz tabi�; dedemin dedesi Lukaş şöyle
biraz kelJ.dine gelmeye görsün, kendini toparla­
·maya görsün, yine dilini tutamaz, n'aber dermiş,
ki�llı keyfi dah� rertı;ıde, eh t'şte, bunu demeye
�;oyulup da uzattı' mı, *llah yarattı d.emez yine
insafsızcasına döverlermiş dedemin .dedesini.
Avusturya'nın yılplması, tam yetmiş yıl hava­
dan para alan dede�i:µ .dedesi�i bu gelirden yok­
sun bırakmış. Cumhuriyet devrinde ise, emek­
lilik maaşii rom şişesiyle· tütün paketini enikonu
küçwtmüş� Hoş, dedemin dedesi yine de her yıl
gözü dönmüşlerin sopasını yemiş ya, çünkü yet­
miş" yaşında da olsa ne romdan vazgeçebilmiş,
ne de tütünden. Derken, bin dokuz yüz otuz
beş yılında taş işçilerine tafralandığı bir gün,
öyle bir dayak yemiş ki, ölmek zorunda kalmış.
Muayeneye gelen hekim, haydi haydi . yirmi yıl
daha yaşayabilirdi demt'ş. Dedeme gelince, .-her­
halde dedemin , dedesinden pek uzağa düşmesin
diye olacak- ipnotizmacı olmuş, küçük sirkler­
de çalışmaya başlamış. Dedemin ipnotizmacılı­
ğı,nı bütün kent, hayatı mümkün olduğu kadar
hoşça ·harcamak üzere bir den�meye girişti şek­
linde yorumlamış. A:r:r.ıa. .t\lmanıe:·r o sıralarda bir
mart ayında, bizim sının aşıp bütün ülkeyi iş­
gal etmek üzere Prag'a doğru ilerlemeye koyu­
lunca, tek başına karşılaniıa çıkan da yalnız
dedem olmuş. O'&rçekten de, dedem öyle tek ba­
şına, ve bir ipnotizmacı sıfaiıyla, ilerlemekte
olan tankları . düşiince kudretiyle durdurmak
üzere Almanlara karşı gelmiş. Öyle, bakışları
bu motorlu armadayı ardından sürükleyen en
öndek.i tanka dikili, caddeye çıkmış. Bu tankın

11
kulesinde . bir rayh eri duruyormuş, başında ku­
rukafal� ve ·çapraz kemikli kara . beresiyle bir
er, ve dedem kollarını uzatıp, Almana •geldiğin
yere ..dön� . düşüncesini aşılayara� dosdoğru tan­
ka karşı ilerlemiş . .. ve olur şey değil; en öndeki
tank olduğu yerde kalmasın mı . .. bütün ordu
durmuş, dedem parmaklarının ucuyla tanka do-
kunmuş, aynı düşünceyi yaymış yine . .. Geldiğin
yere dön, geldiğin yere dön, geldiğin . .. derken,
tank teğmeni elindeki küçük flama�·la bir işa­
ret verince tank hareket etmiş, ama dedem · san­
tim kıpırdamamış yine yerinden ve tank da de­
demin üzerinden geçip başını gövdE;'sinden ayır­
mış; böylece rayh ordusu da artık yolunu kese­
memiş dedemin. Babam ne yapsın, deden_ıin ba­
şını aramaya koyulmuş. Öncü tank, getirilecek
vinci beklemek üzere Prag önlerinde kalmış,
çünkü dedemin başı tankın zincirleri arasınday­
mış. Babam, dedemin dini bütüiı bir hıristiyan
gibi gövdesi başı bir arada gömülebilmesi için,
dedemin başının serbest bırakılmasını dilemiş. O
günden bu yana fikir ayrılığı görülür bizim ora­
larda. Kimileri, dedem için kaçığın biriydi diye
bağırırken, diğerleri, belki hiç de öyle değildi
diye haykırırlar, çünkü, derler, biz yaşta herlçes
eline bir silah alıp Almanlara karşı koysaydı Al­
manların hali ne olurdu!
Eskiden biz kentin v·aroşlarında otururduk,
neden şonra kente yerleştik ve yalnızlığa Sılışmış
olan ben, biz kente yerleşince, dünyanın gitukçe
daraldığını hissettim. Bundan böyle ancak kent
dışına çıkabildiğim. zamanlar rahat soluk alıyor­
dum. Geri dönüp de . köprüyü geçtikten sonra

12
caddeler sokaklar daralmaya , başlayınca, benim
içim de daralıyordu. Her pencerenin ardında be­
ni gözetlemekte olan en azından bir çift göz ·bu­
lunduğu inancı daima içimde taşıdığım ve ta­
şıyacağım bir duygudur. Biriyle konuşmaya mı
koyuldum, ossaat kıpkırmızı kesilirdim, çünkü
·halimde insanları rahatsız eden bir şey vardır
diye düşünürdüm de ondan. -qç ay önce boktan
bir nedenle bilek. damarlarımı kestim. Hoş, ben­
ce bir nedeni vardı ya, benim farkında olduğum
ve yüzüm.e bakan herkes de farkına varıyordur
diye kcrktuğum bir şey. Onun içindir ki her pen­
cerenin ardında bir çift göz görüyorum işte. Yir-
. miiki yaşına basmış bir gencin aklına neler gel­
mez ki ... Şimdi bizim şu küçük kentte, benim
yerime çalışmak zorun.da kalan insanlar, bilek
damarlarımı işten kaytarmak için kestim sanı­
yorlardır da yüzüme ondan bakıyorlardır gibJ

13
geliyor bana: Tıpkı dedemin .dedesi Lukaş yerine,
ipnotizmacı olan dedem Vilem yerine ve çey­
rek yüzyıl lokomotif kuUandıktan sonra, artık
hiçbir şey yapmamak. üze:re çekilen babamın ye­
rine çalışanlar nasıl bakarlarsa öyle işte;
Hayır, bu yıl Almanlar bizim ·küçük ·k�nt
_üzerindeki hava hakimiyetini elden kaçırdılar
artık. Karlı yolda ilerleyip uçak gövdB,sinin ya­
nına ulaştığımda ortalık çepeÇevre pırıltılar için­
deydi, her kar zerresi, iÇinde küçücük bir saniy �
gösterges_i tik tik ediyor gibiydi. Güneş içindeki
kar üzerinde ebemkuşağının bütün renkleri ,par­
Jamaktaydı, saniye göstergesinin yalnız kar P'r­
releri içinde değil, başka bir yerde de tik ·tik et­
mekte olduğunu duydum. Saatimin sesini de
duyuyordum ama, başka bir saat sesi daha var­
dı ve bu saat sesi uçaktan, şu enkazdan geliyor­
du. Gerçekten de, gelen ses uçağın bordasındaki
saatin sesiydi, üstelik vakti de tam gösternrek­
teydi, benim saatin akrep ve yelkovanıyla kar­
şılaştırınca anladım bunu. Derken, b&fka bir şey
daha gördüm. Güneşin aydınlattığı bir eldiven,
ve bu eldivenin tek başına olmadığını, içinde bir
el olduğunu da gördüm hemelı ... Ama bu insan
eli de t�k başına değildi, bir kola ve bu kol da
enkaz altında kalmış bir insan vücuduna aitti.
Bütün gücümle pedala basıp ayrıldım, çepeçevre
her yanımdan, güneş ışınlarının harekete . geçir­
diği küçük saniye göstergeleri tik tik ediyordu,
demicyolundan bu yana . bir marşandiz geliyor­
du, neşe içinde takırdayıp durmaktaydı, Brüx
bölgesine geri dönmüş bir kömür treniydi, şöyle
böyle. yüz kırk kadar dingil, trenin tam 0rtaŞJ-.ı-

14
da da fren takozu raylara kıvılcım saçmaktaydı,
rayh lokomoti'i şen şatır ilerliyor, bloke edilmiş
vagonu. da ardından sürüklüyordu.
Yarın sabah yine. benim küçük istasyonda,
.
çift hatlı demiryolunun orda duracağım, batıdan
doğuya doğru gideri bütün trenler tarifeye· göre
tek, doğudan batıya doğru gidenler de· çift sa­
yılı� olacak. Üç ay sonra yine nöbete gi�ceğim,
iki ana hattın gdÇtiği istasyonda olacağım, ba�
tıdan doğuya giden hattın numarası tek, doğu­
dan batıya giden hattin numarası çift olacak
ve bir numaralı hattıri sağındaki hatlar tek sa­
yılı,· üç, beş, yedi numaralı ve iki, numaralı hat­
tın sağındaki bütün hatlar da . çift sayılı, dört,
altı, sekiz, on numaralı olacak. Tabii bu numa­
ralama yalnız biz devle.t deriıiryolları görevlileri
için, :yoksa perondaki meslekten ·olmayan me­
mur için, tutalım benini küçük istasyondaki, beş
numaialı hat birinci, üç numaralı hat ikinci, bir
numaralı hat üÇüncü, iki numaralı hat dördün­
cü ... Sabah erkenden üniformamı giyeceğim, ka­
ra p�ntolon, mavi ceket, annemin kaulla ovduğu
sarı düğmeleriyle, .işbaşı pelerini, en sonunda da
pelerin yakasındaki aynı işareti taşıyan ve her
demiryolu görevlisinin bakar bakmaz hangi rüt­
beye sahip olduğumu hemen anladığı o şahane
yakamı ilikleyeceğim. Yüksek öğrenci düğmesi
tıerkese liseyi bitirmiş olduğumu, altın işlemeli o
harika yıldız da kontrol hiz�eti öğrencisi oldu­
ğumu ortaya kor. Sonracığıma, yakada parıl­
dayan, rütbe· işaretlerinin en güzeli olan ve mor
ile mavinin gölgelendirdiği kanatlı tekerlek de
tıpkı altın yaldızlı bir deniz atı gibidir. Annem

15
arkamdan: bakacak, perdenin arkasında kıpırda­
madan durup bakacak. Geçtiğim her yerde, bü­
tün evlerin pencerelerinde duran insanlar da
tıpkı annem gibi arkamdan bakacaklar, işaret
parmakları perdelerinçle, öyle bakakalacaklar
ardımdan ve ben hızla nehir boyuna ineceğim,
rahat bir soluk alabileceğim bisiklet yoluna· ka­
vuşacağım, çünkü işe .. trenle gitmek hoşuma git­
miyor, nehir boyunda. rahat soluk alıyorum, çün­
kü orada pencere yok, gözetlemek yok, ens� kö­
küme batırılan iğneler yok.

16
İşletme odasında her şey nasıl bıraktıysam
öyleydi. Geçit manivelalarıyla mekanik manev­
ra düzeni lenduha gibi bir langırt kasasını ya­
hut müzik otomatını andırıyor, telgraf masası
yine pencerenin önünde duruyordu. Bu pencere­
den bakıldı mı, bitiminde Kont I<insky'ye ait şa­
tonun ışıklar içinde göze çarptığı, yaşlı elma
ağaçlarının sıralanmış olduğu beş kilometrelik
yol görünürdü. Şato bugün güneş doğarken bi­
rinci katına kadar sis içinde kaldıifı,ndan, altın
bir zincire asılı gibi görünmüştü. Masanın üze­
rinde, yarım yüzyıl önce Siemens ve Halske fir­
ması tarafından imal e�ilmiş olan üç telgraf ge­
reciyle not alınacak üç de defter duruyordu. İki
genel telefonla üç de istasyon telefonu boyuna
çalışıyordu, telgraf gereçleri de; ve işletme oda­
sında, bir kuşbazın dükkanıymış gibi, aralıksız
duyulan hafif güvercin gürültüleriyle telefon ve
telgrafın cıvıltı ve hırıltısı. Bekleme odasına açı­
lan küçük pencerede iki pirinç halkalı yeşil per­
de asılıydı, hemen perdenin yanında da biletle­
ri damgalayacak olan sıtampa. Istasyon ·şefi Hu­
biçka bana hoşgeldin deyip, hemen ardından, üç
ay süren hastalıktan sonra yeniden yetiştirilmem
gerektiğini ileri sürdü. Birlikte hizmet görece­
ğimizi söyledi. Sonr.a da, bay istasyon şefi bana
saat kaç diye sorup, ceketimin kolunu kendü;i
sıyırarak, saate değil de bileğimdeki yara izine
baktı.
Ve ben kızarıp, kırmızı kasketimi arıyormu-

17
şum gibi yaptım. Kasketim dolapta; kir pas için­
deydi, rafın üzerinde de fareler:in ayak izleri gö­
rülüyordu. Sabah güneşine karşı üniformamın
kasketini fırçaladım. Bu arada müdür beyin gü­
vercinliğindeki güvercinlerin nasıl guruldadık­
larinı duydum. İstasyonun ardında, at yarışı
sahasının engelleri görülüyordu, çünkü Kont
Kinsky ötedenberi yarım kan yarış a;tı yetiştirir-
. di, atları yalnız Pardubitz büyük ödülünü kazan­
makla kalmamış, aşağı yukarı bir milyon ster­
lin tutarındaki Liverpool büyük ödülünü de ka­
zanmışlardı. O zamanlar öyle büyük paraydi ki
bu, kont bizim küçük istasyonda köy adına ko­
ca bir sinema ile tiyatro ve konser salonu yapı­
mına girişti, ama tam da bitiremedi, onun için
ola ola tahıl deposu oldu binalar. Dünyanın en
güzel tahıl deposu; girişte Roma ve Yunan sti­
linde sütunları,yla ... Depoya bir de ingilizce ad
verildi: 'Liverpool... Saat tam yedibuçukta mü­
dür bey işletme odasına girerdi. Şöyle böyle yüz
kilo geliyordu ama, kadınlar, inanılmayacak ka­
dar hafif dansettiğini sqylerlerdi ötedenberi. Saç­
larını; sol tara.ftan gelip dazlak kafasının üze­
rinden geçerek sağa, sağ taraftan kalkıp yine
dazlağı geçip sola gidecek şekilde tarardı. Ama
kimi zaman şöyle perona çıkıp da hava da rüz­
garlıysa, incecik saçları bir gotik kemeri gibi
ayaklanırdı.
Sonra, müdür bey, kendi odasının kapısını
açardı. Böyle küçücük bir istasyonda müdürün
böylesine dayalı döşeli bir odası olacağı kimse­
nin aklına gelecek şey değildi. Acem halısı kır­
mızı, mavi çiçekleriyle pırıl pırıl parlarken, üç

18
parça Türk sehpası da odaya bir şark havası ka­
tardı. Oturaklı mavun yazı masasına da koca
bir palmiyenin gölgesi düşer, ·bir Venedik koltu­
ğunun üzerine raslayan yaprakları şemsiyelik
ederdi. Müdür beyin odası bütün bu haliyle öy­
le bir etki uyandırırdı ki, sanki odayı öyle ol­
duğu gibi müdür beyle birlikte bir teskere kal­
dırırcasına havaya kaldırmak mümkündür, . ha­
ni papayı nasıl kaldırıp da· taşırlar, öyle ... Ro­
koko stilindeki küçük dolabın üzerinde bir mer­
mer saat dururdu;. sallangaç yerine •boyuna dö­
nüp duran, altın yaldıza. batırılmış, üç bilyası
vardı ve bilyalann birbirine çarptığını duyan
herkes, ama herkes, şöyle saatten yana dönüp,
aman, derdi, bu saat böyle ne de güzel çalıyor
canım ... Sonra, bir de görevliler için kanape var­
dı iş1letme odasında," üzerine çikolata rengi bir
yüz geçirilmişti. Duvardaki koca yağll boya
tablo da Prag'ın Wilsoıi garından çıkmakta olan
bir .ekspres lokomotifini bütün ayrıntılarıyla or­
taya koyuyordu. Lokomotifin raylara, yere göğe
fışkırttığı, koca bir' bulutu andıran buhara va­
rıncayadek ... Öyle bir tablo ki, devlet demiryol­
larında çalışan bütün memurları heyecandan tit­
retir hani; ama özellikle, hayatının başlıca iki
amacı olan bizim müdür beyi heyecanlandıracak
bir tablo. Bizim müdürün iki amacı vardı: dev­
let demiryolları müfettişliğine atanmak, bir de
Baron La�sky Ruze ünvanını almak, çünkü mü­
dür bey şecere ağacını inceleyince, kendinde bi­
raz soylu kanı bulunduğunu keşfetmişti. Böyle­
ce iki bakımdan soylu kanına sahip. oluyordu as­
lında; efendim demiryollan görevlilerine de soy-

19
lu gözüyle bakılırdı da.
Bunun dışında müdür beyin, güvercin yetiş­
tirıiıek gibi son derece olağan bir merakı da var­
dı. Savaştan önce Bağdat türünden Nümberg
güvercinleri yetiştirmişti, hani kanatlarında şu
aklı karalı oklar bulunan güvercinlerden... Gün
aşın tüneklerinin gübresini temizler, sularını ta­
zeler, yemlerini serpermiş ... Ama Almanlar yük­
lenip· de Polonya'ya girince ve bir de sille indi­
rince, bizim müdür bey güvercinlerin uçuş deli­
ğini kapattırm�ş ve kendisi Königgraetz'e gitmek
üzere ayrılmadan önce istasyon yardımcısına,
Nürnberg'li Bağdat güvercinlerinin kellelerini
uçurmasını tembih etmiş. Sekiz _gün sonra dt.Jn­
düğünde Polonya güvercinleri getirmiş,. hani· bo­
ğazlan güzelim mavi, kanatlan da bany6daki
çiniler ·gibi gri, beyaz asorti üçgenlerle dolu gü­
vercinlerden ...
İşte öyle ray kertarinda durduğum sırada,
bana birinin baktığını sezer gibi olup arkama
dönünce, açık duran bodrum. penceresinde mü­
dür· beyin kansının gözlerini gördüm, orda ka­
ranlıkta otuİ'muş, bir t�raftan önündeki kaza
hamur yutturuyor, bir yandan da beni gözetli­
, yordu. Müdür beyin kansı hoşlandığım 'bir in­
sandı, kimi zaman akşamları bızirrile birlikte iş­
letme odasında oturur, kocaman bir rn:asa ör­
tüsü örerdi tığla. Bu tığ işinden öylesine bir hu­
zur yayılırdı ki ortalığa . . . ellerinin altında dur­
madan yeni yeni çiçekler ve kuşlar belirirdi.
önündeki telgraf masasının üzerinde küçük bir
kitap durur, zaman zaman, tığ işine nasıl devam
edeceğini, ipİiği nasıl alacağını kitaptan okur-

20
du, sanki ziter çalıyormuş da nota okuyormuş
gibi... Ama her cuma akşamı bir tavşan idam
etmeden yapamazdı. Nitekim tavşan kümesin­
den bir tavşan alır, bacaklarının arasına kıstırır,
kör bıçağı hayvanın boynuna saplar durur, sür­
ter babam sürter, hayvan bu arada ıslık gibi bir
ses çıkarır, uzun uzun ıslık çalar, bir süre sonra
sesi giderek zayıflardı, müdür beyin hanımı da
öyle bakar dururdu bu arada. Sanki büyük ör­
tüyü tığla işliyormuş gibi. Tavşanın kanı böyle
akıtılırsa, derdi', eti çok daha lezzetli olur, yu­
muşak olur. Ben daha şimdiden, şu kazı da nasıl
haklayacağım canlandırırdım gözümde, kazın
üzerine nasıl oturacağını, turuncu gagasını gırt­
lağına nasıl bastıracağını, çakıyı nasıl kapata­
cağını ve kazın önce boyun tüylerini nasıl yo­
lacağını önceden görürdüm. Kazın kanı bir ça­
nağa akacak, kuşcağız giderek zayıf düşecek,
sonunda , tamamen halsiz kalacak, müdür beyin
hanımı çömelecek, topuklarının üzerinde oturup
kalacak. ·Öğrenci Hrma ... diye bağırdı müdür
»

bey.
İşletme odasına giriyor, selam veriyor, göğ­
sümü geriyorum: ·Öğrenci Hrtna göreve hazır­
dır.,.
·Otur.. dedi müdür bey, masanın arkasın­
·'"

dan kalktı bir palmiye yaprağı başına değdi.


Böyle bir süre karşımda durdu, ağlamaklı göz­
leri üniformamın üzerinde gezindi, sonra ceke­
tinin en yukarısındaki düğmeyi ilikledi. ·Ee
Hrma, hani bizim telgrafçı kız, artık burada ol­
madığının farkında mısın?,.
·Zdeniçka Svata ...'" diyorum.

21
•Svata... Oha. . . .. diye hızla soluyor müdür
bey, •peki kentte de bir şey çalınmadı mı kula­
ğına?•
•Hayır, hiçbir şey . . . Ne olmuş?•
•Garip. . . Bizim bay istasyon şefi yüzünden
sürüyle adam geliyormuş buraya, sürüyle . . . San-
ki dört bacağı, i.ki kafası var sanırsın . . . Bizim
kendi halinde, sakin istasyonumuzun adını üne
.. kavuşturdu, hem de çok parlak bir üne, ·çok ... •
·Evet, 'istasyon şefi bay Hubiçka yapabilir bu­
nu, •. diyqrum. •Ben Dobroviç'te görevdeyken ve
bay istasyon şefi beni eğitirken de sürüyle ge­
len olmuştu görmek için .. . çünkü şef bir bayan­
la birlikte oradaki müdür beyin kanapesini yırt­
mıştı .....
·Böyle cilalı, keten yüzlü bir Avustury&. ka­
napesi miydi?• Müdür beyin gözleri yerinden
uğramıştı. ·Bunun gibi miydi böyle?•
•Tıpkı bunun gibiydi, • diyorum.
•Otur Miloş ...... diyen müdür bey candan bir
hal aldı. Kendisi de hemen biraz ötedeki sehpa­
ya ata biner gibi oturup elini kulağına ,götür­
dü. •Şey işte, • diyorum müdür beyin kulağına,
•son posta. treni de, gece treni de, kalkmıştı, ak­
şamdan beri yanımızda oturan kıvrak bir bayan
ha babam şarap ve sigara içip duruyordu. Ge­
ceyansına doğru şef bay Hubiçka dedi ki : Mi­
loş, gerçi sen henüz eğitim devrindesin ama, ben
sana güvenirim. Sen şöyle iki saat kadar benim
yerimi al. Göreve ben geçtim, bay Hubiçka da
·bayanı müdür beyin odasına geçirdi. Kulağımı
.
mudür beyin odasının kapısına c;iayayınca ne
duyayım beğenirsin1z. N:onoşum, diyordu şef bay

22
Hubiçka, vücudun ihtiyacı var buna, vücudun
ihtiyacı var. ..

«Vay domuz herif...» diye bağıran müdür


bey pencerenin dibine gidip, güvercinlerin kafa
sallayarak guruldadıklan ve istasyon şefinin
durduğu perona baktı.
«Halinden belli zaten ne alçak tabiatlı ol­
duğu.. .,. diye bağırdı müdür bey. İstasyon. şefi
bay Hubiçka bu sırada küçük parmağını kula­
ğına sokm1:1ş. kulağına su kaçmış gibi sallayıp
duruyordu· parmağını.
«Durgun sular derin olur, ,. diyorum. «Aşa­
ğı yukarı gece yansından bir saat sonra, bir
marşandiz lokomotifi şeker yüklü vagonları ge­
tirdi, şöyle bir kulak verince müdür beyin oda.,.
sından gelen bir ses duydum, sanki bir tabut ile-

2�
ri, geri çekiliyormuş gibi... Derken, ani bir gü­
rültü. Müdür beyin odasına bir dalıyorum, bir
de ne göreyim, dediğim bayan kanapeniİı üzeri­
ne uzanmış, çıplak, bacakları da şöyle birbirin­
den ayrılmış... Ve istasyon şefi bay Hubiçka da
yerde yatıyor, bacağında donu ... Diyor ki bana.
Miloş, diyor, yanlış kucakladım. Aşk mimberin-
den yuvarlandım yahu ... •
«Ah lekeli sırtlan ah ...... diyen müdür bey el-
lerini pencerenin pervazina dayayıp, bacakları­
. nı ayırmış göğü seyreden istasyon şefine dikti
·

gözlerini.
•Nasıl yatıyordu o kaltak müdürün kanape­
sinde dedin, nasıl?· deyip yine bana döndü mü­
dür bey.
·Müsaade ederseniz göstereyim size.• Cila­
lı keten kanapeyi gösterip yürüdüm, kanapenin
üzerine fırlayıp havada bir dönerek yumuşak
bir hareketle sırtüstü uzandım. Müdür bey üze­
rime eğilip tehdidi savurdu:
oıKarılarla böyle domuz gibi yatmak için
bekleme salonu var ... Ama müdürün kanapesin­
de olmaz.•
•Çünkü müdür beyin kanapesi,nde yalnız
müdür bey oturur," diyorum.
•Sen farkındasın bunun, ama şu domuzun
·
domuzu için kutsal hiçbir şey yok ... • diye ba­
ğırdı..
Doğrulup konuşuyorum: ·Müdür bey, da­
hası var ... Bakın, şurayı görüyor musunuz.� .•
müdür beyin kolundan tutup gösteriyorum, •aşa­
ğı yukarı tam şurada da kanape yüzü boydan
boya patlamıştı... • ,

24
«Yırtılmış mıydı kanape yani?· diye. bağırı­
yor müdür bey, «Müdürün kanapesini yırtmak
ha ... Neden biliyor musun, insanın üstünde �na­
nılan hiçbir şey kalmadı da ondan . . . Ne Allah,
ne efsane, ne bir suret, ne de. bir sembol... Yal�
riız başımıza kaldık bu . yeryüzünde, .onun için
her şeye izin var .. . Ama benim için öyle değil.
Benim için henüz Allah diye bir şey var.. Ama
şu ötedeki domuzun domuzu için domuz kızart­
masından, köfteden, lahanadan başka bir şey
yok yeryüzünde . . . •
Ve müdür bey soluk soluğa nefes alıyor, dı­
Şarıya, peronda duran şef Hubiçka'nın sırtına
dikiyordu gözlerini.
«Uğursuzoğlu uğursuz,,. dedi müdür bey bir
süre sonra. «On yıl önce bile tek hatlı küçük bir
istasyona müdür olabilirdi bu herif. Ama daha
tek bir yıldızı bile yok Tam . yıldızı hakedecek,
tutar bi kepazelik yapar, oysa ben, benim rüt­
bem durmadan yükseldikçe yükselir ... •
«Sizin ... • diyorum, «devlet demiryollarına
müfettiş atanmanız gerektiğini duydum.•
«Tabii ya ... •
«Eh, o zaman üç yıldız yerine sadece tek bir
yıldızınız olacak, ama müfettişlik sırmasıyla, ha­
ni küçük bir bahçe gibi denebilir,• diye bağır­
dım.
«Öyle Miloş, öyle ... • diye hayal kurmaya ko­
yuldu müdür bey.
«Karşınızda böyle benim gibi bir örnek ol­
sun da ... • deyip dolabı açtı, yakasına çoktan el­
mas yıldızlı küçuk bahçenin işlenmiş olduğu ye,-'
ni bir ceket çıkardı. «Karşınızda böyle benim gi-

25
bi bir örnek olsun da hala kaddni bilmeyin ha... ".
·Askerde binbaşı neyse, demiryohmda da
müfettiş odur değil mi?» diyorum. «Öyledir Mi­
loş, tam üstüne bastın," dedi müdür bey.
Bir numaralı hattan uzun bir marşandiz
geçti; son süratıe gidiyor, raylarla dingillerin
·

arasından o boğuk ve düzenli ses geliyordu. Ve


müdür bey, dolabın içinde bµruşup kırışmasın
diye, ceketinin kollarını eteğini dikkatle düzelt­
ti. Ondan sonra yem kutusunu alıp pencereyi aç­
tı; Polonya güvercinleri uçuşup işletme odasına
doldular, bir süre müdür beyin omuzlan üzerin­
de havada dolandıktan sonra, bir heykelin ya
da çeşmenin üzerine konarcasına müdür beyin
tepesine tünediler. Yem falan düşündükleri yok­
tu, daha çok müdür beye duydukları sevgiyi gös­
term�k istiyor, yanaklarını gagalıyorlardı, ama
öylesine yumuşak dokunuyorlardı ki, müdür
beyin küçük çocuklarıydılar sanki. Marşandizin
takırtısı geçip gitmişti. Barış zamanı akşam pos­
tasının ışıklandırılmış dört köşe pencereleri na­
sıl geçerse tıpkı öyle.
«Şef ne yapmış Zdeniçka'ya peki?» diye so­
ruyorum.
"Ne yapacak, hayvanlık . . . .. diye cevap verdi
müdür bey, gülümseyip güvercini dudakl�nna
yaklaştırdı, «hayvanlar bile yapmaz böylesini.
Ama benim bu işe kızdığım falan yok artık Mi-
1oş, disiplin komisyonu işi Königgraetz'de ele
almış bile ... Lafın kısası, istasyon şefı bay Hu­
biçka gece görevi sırasında Zdeniçka'yı yatırmış,
eteğini sıyırmış, sonra da bizim telgrafçı kızın
kıçma, işletme masasının üzerinde ne kadar

26
resmi mühür varsa topunu birer birer basmış.
Hatta tarih ·mühürünü bile basmış yahu ... Ama
Zdeniçka sabah eve dönüp de anası mühür iz­
lerini görünce, kadın soluğu hurda alıp Gesta­
po'ya şikayet edeceğim diye· tutturdu. Tabii bir
tutanak hazırlamak zorunda kaldım, Miloş. Kor­
kunç şey . . . Tabii Zdeniçka'nın da umum müdür­
lüğe gitmesi gerekti hemen, demiryolları .umum
müdürü mühür izlerini bizzat gördüler tabii. ..
Müthiş bir şey felaket. . . diye bağırdı müdür

bey, bağırırken kollarını. hava-ry.· kaldırınca, gü­


vercinler dengeyi yitirmemek için hayli kanat
çırptılar. '
Ve bizim istasyonun parmaklığının ardan,
öbür taraftan, kara bir aygıra binmiş kontes
Kinsky, parmaklık boyunca tırısla geldi. Tam da
çiftliklerinden· geri dönmekteydi, öyle bir. geli­
yordu ki aygırla, aygıra yapışmış sanırdınız'. Ve
müdür bey, Polonya güvercinleriyle birlikte pe­
rona çıktı, tırısla gelen kontesin geldiği yönde
eğildi, kontes atla rayların üzerinden geçip ay­
gın istasyon binasına doğru sürdü ve eyerden
öylesine yumuşak bir hareketle yere kaydı ki,
sadece deri kilot pantolonu ses etti biraz sürtün­
meden ötürü. Müdür bey kontesin elini öpüp bir­
kaç adım geriledi, güvercinler hala müdür be­
yin omuzlanndaydılar ve kontes, sanki bu çok
olağan bir şeymiş gibi aldırış bile etmedi, hatta
bizim müdür beyle görüşürken eldivenini bile
güvercinlere uzattı.
Şef Hubiçka r,özlerini dikmiş, kontesi göz­
den geçiriyordu�
«Miloş, içimden ne geliyor şu anda bir bil-
sen ... Şu eyerin yerinde olsaydım," deyip eyer
vurulmuş aygırı gösterdi, sonra tükürüp güldü,
sırdaşiymışım gibi bir tavırla konuştu : «Miloş,
harika bir düş görmüştüm geçenlerde. Ben ara­
baymışım, kontes de beni okumdan yakalamış
depoya sokuyor .. .• ve yine utanmaz bir bakış­
la kontese baktı, kontes müdür beyle gezinerek
tahıl deposu yönünde, Liverpool yönünde ilerler­
ken, ;bacaklarını süzdü durdu. Tam bu sırada
kontes malum haberi müdür beye anlatmaya
koyulunca, müdür birden öyle ürktü ki, güver­
cinler korkuyla havaya fırlayıp uçuştular. Ve
kontes elini müdür beye uzattı, müdür bey de
eğilip saygıyla öptü, sonra eyere çıkması için
kontese yardım etmek istediyse de, kontes za­
rif eliyle bir red işareti yaptı ve kara. aygırın
üzerine atladı, bir an bacaklarını iyice ayırınca,
istasyon şefi bay Hubiçka elinin tersiyle ağzını
silip dedi diyeceğini : «Güzel bir popozella doğ­
·

rusu . .• ve tükürdü.
.

Ve kontes cadde boyunca tırısa kaldırdı hay­


vanını, kara aygır, pembe güneş ışınları içinde­
ki karların üzerinde ilerlemeye koyuldu. Bizim
istasyon şefi bay Hubiçka kadınları ötedenberi
iki kısma ayırırdı. Belinden aşağısı hürmetlice
olanlara, kontes gibi olanlara yani, popozella
der, belinden yukarıya doğru göğüsleri hürmetli
olanlara da, memezilla adını verirdi.
Derken, müdür bey öfkeden deliye dönmüş­
çesine istasyondan içeri dalıp tiz bir sesle ko­
nuştu:
«Meğer kontes ·Kinsky'nin bile. haberi var­
mış .....

28
Kapının eşiğinde arkasına dönüp başını bir­

kaç kez müthiş bir ciddiyetle salladı, merdiven­
lerden yukarı fırladığı gibi mutfağa koştu, döşe­
me üzerinde iskemleyi birkaç kez öteye beriye
çektiği için bizim işletme odasının tavanındaki
apliklerin sıvalan döküldü, sonra aşağı haykırdı
kükrercesine :
«Erotik yüzyıl lanet yağdırıyor başımıza .. .
Herşey aşın. bir erotizme uğramış, çok aşırı . . .
Ne var ne yok şehvet münebbihi . . . Bacak ka­
dar çocuklar kaz güden kızlara tutuluyor . . . Kö­
tü kitaplardan, erotik filmlerden öykünme sev­
da trajedileri . .. Açık saçık kitaplarla resimlerin
satıcıları, eğitmenleri, yazarları yargıç önüne . . .
Gençliğin sapık kuruntularına paydos . ... Biri süt­
çü kadının cesedini doğramış, önüne geçilmese
en yakın hısımının cesedini de doğruyormuş az
kalsın . . . Dükkanın birinde vitrine normal bü­
yüklükte bir genç kadın kalçasının, kesiti konu­
yor gençlik gözleriyle yutuyor bu vitrini de kim-

29
seler oralı bile değil. . . Bilmem hangi ressamın
atölyesinden içeri adımını atanlar, insan eti sa­
tılan bir kasap dükkanına girmiş sanıyorlar ken­
dilerini . . . Düpedüz yamyamlık.:. Vranska bir
bavulun içinde bulunuyor, altın dişli sarışın bir
erkek aranmakta, son görüldüğünde, «Koruna"
otomatından kıza bir Avustralya elması satınal­
mış. Olur şey değil. Etten başka bir şey yok.
Ufukta şehvet cinayetleri. Eğitim güçleri sanık
sandalyesine, seks sorunları aydınla�malı. Ah­
laksızlık ve zevk tutkusu arttıkça, beşikler aza­
lıyor, tabutlar çoğalıyor . . . " Müdür bey birinci
kattaki mutfak aydınlığından aşağıya, bizim iş­
letme odasına, haykırıp duruyordu.
Bir kere bunun nedeni, müdür beyin S .O.S. ·

üyesi, Prag'daki Ulusal Uyanma Derneği üyesi


olmasıydı. Öte yandan kontes de, hayvanlar için
ne zaman vagon ısmarlamaya gelse, müdür be­
ye iman konusunda çok şüpheci olduğunu ileri
sürer, katolik kilisesi bir yıkılırsa bütün dün­
yanın da yıkılacağını söylerdi. Onun içindir ki,
müdür bey herhangi bir kilisenin önünden geç­
tikçe, üniformalıysa kiliseye selam durur, sivil
giyinmişse, Schwarzenberg şapkasını çıkarıp eği­
lir, birşeyler mırıldanıp birşeyler söylerdi.

Manevra düzeninden bir şakırtı sesi geldi,


küçük kırmızı tekerleğin yerine beyazı oturdu,
makaranın anahtar kolunu çekip çıkardığım gi­
bi perona, ek binanın oraya koştum, lokomotif
perona girerken bir düdük öttürdü. Müdür bey,
sanki hiçbir şey olmamış gibi merdivenden in­
di; aydınlıktan aşagı haykırırken boşalıp rahat-

30
lamıştı, tıpkı ağlama duvarı önündeymiş gibi.
Hubiçka, müdür beyin, karısına da böyle bağır­
dığını ileri sürerdi ötedenberi. Karısı Wallern'li
bir kasabın kızı olduğu halde sesini çıkarmaz­
mış, ama yılda dört kez isyan eder ve müdür bey
tepinmeyi aşırı kaçırır da, bir hanım kadının na­
sıl olması gerektiğini kafasına kakmağa kalktı
mı, müdür beyin karısı eline ne geçirirse kocası­
nın arkasından fırlatırmış. Bir seferinde, noel­
C;len. önce, yine böyle karısına bağırdığı bir gün,
kadın, müdür beyi banyoya soktuğu gibi sura­
tına öyle bir tokat patlatmış ki, müdür· bey ban­
yo teknesinin içine düşmüş.
Müdür bey işletme odasına girince, işletmeyle
ilgili bazr şeylerin yolunda olmadığını bir bakışta
anladı.
«Ee çocuklar,» dedi babacan bir tavırla, «ne
haber sizden bakalım?»
«Bir askeri tren asılıyor bize dışarda,,. diye
sırıttı Hubiçka.
«Özel askeri nakliye treni mi?» diye dört .
açıldı müdür beyin gözleri.
«ÜÇ sinyalli olan var ya hani,» diyorum.
«Okudunuz mu?» deyip Rayh yetkilisinin im-
zasını taşıyan bildiriyi gösterdi müdür bey.
«Okuduk,» dedi Hubiçka.
«Düşünmeye de düşündünüz mü?»
«Düşündük de, karar da verdik,» deyip gül-
dü istasyon şefi Hubiçka.
«Çocuklar, sabotaj iddiasıyla çıkabilirler kar­
şınıza bilmiş olun,,. diyen müdür bey, başını sal­
layıp perona çıktı.
Şimdi yavaş yavaş perona giren çok sıkı

31
kontrol altındaki askeri nakliye treninin lokomo­
tifinde, bu treni şahsen alıp getirmek için Liboch'a
kadar gitmiş olan işletme dairesi şefi mühendis
Honzik, suratı sapsarı, duruyordu. Bir rehined�n
farksız olan mühendis Honzik yan yan baktı, el­
lerini birbirine kavuşturdu, lokomotifin küçük
penceresinden bizim istasyon penceresiyle kapıla­
ra doğru öyle bir bakışla baktı ki, başını nasıl bir
belaya soktuğumuzu iyice anlayalım.
. Müdür bey selama durdu, beiı de rayın ora­
ya koşup selama geçtim. Tren durdu, lokomotif­
ten aşağı atlayan iki inceden SS adamı, makineli
tabancaları ellerinde, kırmızı k.asketimi bir süre
gözden geçirdiler. Topuk vurup selani verdim,
ama ikisi otomatik silahlarının namlularını sağlı
sollu böğrüme dayayınca, basamaklara çıkıp ma­
kinist yerine girmek zorunda kaldım. Tren ha­
reket etti. SS adamlarının öylesine hoş bir hal­
leri vardı ki, şaştım kaldım. Hani şiir yazacaklar­
mış yahut tenis oynayacaklarmış gibi falan bir
hal, mühendis Honzik'in yanında nakliyat amiri
duruyordu, başında Avusturya dağ avcılarının
kasketiyle bir süvari yüzbaşısı, ağzından çenesi­
ne doğru uzanan bir de yara izi vardı suratın­
da, lokpmotif makinisti de üniformalıydı. Kıtık­
la doldurulmuş koltuğunda öne doğru eğilmiş
oturuyordu, manivela koluna . sımsıkı yapışmış­
tı, taş kömürüyle işleyen bir Rayh makinesiydi
lokomotif, makinist koltuğunun, tıpkı yatar kal­
kar hastane koltukların.daki gibi, yatırıp kaldır­
mak için düzeni de vardı. İki SS adamı, makineli
tabancalarının namlularıyla böğrümü delmeye
devam ettiler, tıpkı öu namluları andıran bakiş-

32
lariyla da, dışarıları seyre dalmış yüzbaşının su­
ratını deliyorlardı. Karşı evden, birinin çatı pen ..
ceresini açıp çinkolu dama tırmandığını, derken,
teslim olmak istiyormuş gibi, hemen ayıu anda da
ellerini havaya kaldırdığını gördüm. Trenden seıs­
lenen olmuştu garanti, belki de üzerine bir silah
çevrilmişti; dam�aki adamın, sanki güneşin şe­
refine kadeh kaldırıyormuş gibi, iki eli havaday-,
dı hala; sığır güden, pazar günlerini de file tor­
basında bir şişe bira, kayıkta geçiren köyün ap­
talı Yordan'dı bu. Zaman zaman suyun içindeki
file torbayla şişeyi çıkarır, bir bardak - tepeleme
bira doldurur, kayıktan doğrulup kalkar, şimdi
damda nasıl duruyorsa tıpkı öyle bacağında bir
şortla durur, eh, eh, eh, diye sesler çıkararak gü­
neşin şerefine kadeh kaldırır, bardağı bir dikişte
dil;:ıine indirirdi. Mutfak penceresinin ardında mü­
dür beyin bayanım da gördüm, pencere perdeleri"'
nin, asılı olduğu ince san çubuklardan biri göz­
lerinin arasından geçiverdi, müdür beyin bayanı
ellerini kaldırdı, sonra; sıkı kontrol altındaki as­
keri nakliye treni, ateşe tutulmuş tren kalıntıla­
rının yanından beş numaralı hatta geçti; şu iki
SS adamının bu konudaki fikirleri nedir diye şöy­
le yandan bir bakayım - dedim, sanki treni ben
darmadağın etmişim gibi onlar da bana bakma­
sın mı.. .
cEşşoğlueşşek,,. dedi SS'lerden biri.
«İyisi mi hemen kurşuna dizeceksin bu eş­
şoğlularını,,. dedi öbürü de. «Otuz dakika gecik­
me,» diyerek ıslık gibi bir ses çıkaran birincisi,
makineli tabancayı kaburgalarımın arasına iyice
dürttü.

33
Bundan üç ay ·kadar önce ölümüme doğru
harekete geçtiğim sırada ne kadar başkaydı her­
şey, biletçi penceresine eğilmiştim: akşamdı, bi­
let kesen kızın bakır rengi saçları vardı, •bir bi­
let ,. demiştim. Kız beni tanımış, •ama kontrolör
bey,,. demişti, •ne tarafa böyle?• ·Gözün ilk nere­
ye ilişirse oraya ...» demiştim. Gülmüştü. İlk nere­
ye ilişirse mi, o da ne demek? Ben sıralanmış bi·
!etlere bakıp duruyordum. ·Bakın bayan,,, demiş­
tim, ebeni dinleyin, böyle bana bakarken sol .eli­
nizle bir bilet çekiverin.• Kız kırıtmıştı : •Ama
kontrolör bey, ben karanlıkta da .. görmeden de
istenilen yerden bilet verebilirim. ,. Ve yeniden
gülmüştü, şaka yapıyorum sanıyordu da ondan .. .

O zaman demiştim ki : ·Öyleyse yedinci sıra, ye­


dinci bölümden bir bilet verin. Yahudilerdeki gibi
hep yedi...,. Kolunu biletlere uzatırken hep bana
bakmış; beni gözlerinden hiç ayırmamış ve : •Öy­
leyse Beneschau'da Bistrzitz'e gidiyorsunuz, ücre­
ti de yirmi kron .. ·"
Makine sarsılıyor, kar tarlaları çok uzaklara
kadar pırıldıyor, kristal saniye göstergeleri ha.la.
tik tik edip duruyordu. Demiryolunun yanındaki
hendekte.. Almanların· gece vagondan attıkları üç
at leşi yatıyordu. Kapıyı açıverip kadavraları dı­
şarı itmişlerdi. Şimdi hattın yanındaki hendek­
teydiler, bacakları sütunlar gibi'havaya dikilmiş­
ti. Mühendis Honzik yüzü.me baktı, gözleri keder­
le, öfkeyle doluydu, çünkü tam da kendi kısmın­
da. özel nakliye treni gecikmiş oluyordu. Onun
kanısınca suçlu olan bendim, SS adamlarının be­
ni lokomotife alqıaları, makineli ·tabancalarını
böğrüme dayamaları, tetiklere basıp bütün şar-

34
jörü içime boşaltmak için birbirine işaret vermek­
ten başka bir şey düşünmemeleri olsa. olsa an­
cak haklı bir davranış olabilirdi. Bir de küçük
kapıyı açıp beni dışarı itmek kalıyordu.. . Öy­
le farkındaydım ki bunun, ama yine de olamaz
diyordum, ·. bunu yapamazlar, çünkü öylesine
hoş çocuklardı ki ikisi de; güz�l insanlarla öte­
denberi güçlük çekmişimdfr, şöyle karşı karşı­
ya geçip de bir konuşmaya girişem?mişimdir gü­
zel insanlarla; he.men terlemeye başlar, kekeler­
dim. Öylesine hayranlık duyardım güzel yüzle­
re, öylesine gözümü kamaştırırdı ki güzellik, gü-
. zel bir yüze şöyle alıcı gözle bir bakamazdım
bile.
Öte yandan, yüzbaşı. çirkin mi çirkindi, ·su­
ratına oyulmuş olan uzun yara izinden, çocuk­
ken paslı bir tencerenin üzerine düştüğü fikrine
kapılabilirdi insan. Bu yüzbaşı şimdi bana ba­
kıp duruyordu işte. Makinist yerinin tavanından
sarkan kayış bilekliklerden birini yakaladım.

35
Yüzbaşı bana bakıp dur:rrıayı artık çok uzatmış
olduğu için bunu yapmayı göze aldım, hat boyun�
da dikilip duran bir budala olduğumun farkınday­
dım. Königgraetz'deki müdüriyette, hat boyuna
dikilip sinyal kolunu bir yukarı bir aşağı kaldırıp
indirmesi kafasına dank .ettirilmiş bir budala,
hem de Rayh orduları önce doğuya doğru, şimdi
de gerisin geri giderken... Kendi kendime, bu Al­
manlar da soytarı olmaya ·soytarı ya aslında, di­
ye düşündüm. Tehlikeli. soytarılar ama ... Hoş,
ben de soytf:i.rıyd�m birazcık ama, zararım
kendimeydi. Ama Almanlarınki başkalarının za:.
ranna bir soytarılıktı. Bir seferinde beş numa­
ralı hat üzerinde durmuşlardı, bir tren dolusu
asker, köyün ilk bakkalına dalıp yiyecek alma­
ya girişmişlerdi, tatlı, suni bal gibi şeyler; iç­
lerinden biri kutulardan birini şöyle gizlice çe­
kince, suni bal kutularından İneydana gelmiş
bütün piramid yıkılmıştı. Bakkal kutulan sayın·
ca, beş kutunun eksik olduğunu görmüş ve bir­
liğin komutanı bütün erleri sıraya dizdirip ak
şama kadar suni balı aratmıştı. Ve ancak hiç·
bir şey bulamadıktan sonradır ki şahsen bak­
kalı görmeye gitmiş, selam durdurmuş, özür di­
letmişti görgü kurallarına tam uyarak... Şim­
di lokomotifte benimle birlikte öla·n şu Alman­
lar belki de aynı Almanlardı, muhakkak o Al­
manlardı bunlar. Ateşçi beni yüreklendirmek is­
tiyormuş gibi göz kırptı, sonra küreğe ·doldur­
duğu kömürü. hızla külhanın ·ağzından içeri at­
tı, önce ızgaranın en arkasına, sonra ortaya,
-hep ritmik hareketlerle tabii- ve son bir ritmik
hareketle de kömürü ızgaranın en öndeki ke-

36
narına çekti.- Yüzbaşının bakışları, benim de
bir yara izine ·sahip olduğum bileğime çevril­
mişti. Ceketimin. kolu sıyrıldığı için, sanki oku-
. naca.k küçük bir kitapmışım gf bi, yüzbaşı boyu­
na, artık sırasını savmış olan yara izine bakı­
yordu. Şimdi yüzbaşı çok şey bilmiş . oluyordu ar'."
tık, şimdi her şeyi bir de öbür cepheden· görmüş
oluyordu ve gözleri iki şap parçasından farksızdı.
Ve orada kim var kim yok topu birden gözlerini
bileğime diktiler, yüzbaşı elindeki kamçıyla ceke­
timin öbür kolunu da yukarı sıvayıp öbüi yara
izini de gözden geçirdi.
•Kamerad,• dedi.
Eliyle bir işaret verdi, askeri nakliye treni yü­
rüyüşünü yavaşlattı, makineli tabancalar sırtım­
dan ayrıldı, ama ben yine iki güzel erin yüzüne
bakamad�m yalnız yere baktım, lokomotifin tra­
•.

versler üzerindeki hiÇ durmayan sarsıntısını yan­


sıtan tender köprüsünün(*) döşemesine diktim
·gözlerimi.
•Hadi git...• dedi yüzbaşı.
•Teşekkür ederim,• diye fısıldadım.
Şaka mı ediyor acaba diye de kuşkulanma­
dım değil, ama küçük kapıyı açtım, en yukardaki
demir ba·samağa bastım, daha aşağı indim, baca­
ğımı uzatıp son basamağa ulaştım, kazaska oynu­
yordum sanki. Son bir atlayış, yerdeydim ve lo­
komotif yeniden hızlandı. Tiger tankları yüklen­
miş açık vagonlar yanıbaşımdan hızla geçiyordu,
kimi erler kiloluk konserve kutularını açmış, kol�

(*) Lokomotifin hemen arkasına. gelen, su ve kömür yük­


lü vagon. Cçv.>

37
larını sıvamış, bıçaklarının ucuna et parçalarını
geçirip yiyor, kimi de, otomatik silahları dizleri­
nin üzerinde, çizmelerini sallayıp duruyorlardı,
ayaklarını dere suyuna sokuyorlarmış gibi. Ya­
nımdan h,er vagon geçişinde sırtımda makinelile­
ri duyuyordum hala.
Nakliye treninin son vagonu açık bir vagon­
du, koyu renk kadın çorapları asılı durdukları
yerde boyuna sallanıyoİ'lardı, belki de bir sahra
hastanesi hemşirelerine ait çoraplar� a�a ben he­
nüz Alman makineli tabancalarının, revolver ve
otomatik tüfeklerinin menzili içindeydim. Alman­
lar insanı nasıl, ne zaman sıraya çeker kestirile­
mezdi hiç. Bunu ben kendi vücudumda .da dene­
miştim denemesine; bitişiğimizde oturan bayan
Karas�ova'yı Almanlar, tam kırk yaşındayken
hapsetmişlerdi de kadıncağız ancak geçen noel­
de dönebilmişti. Yani dört yıl süreyle Peçkarna'­
da kalmış, infazlardan sonra yerdeki kanları te­
mizlemişti, dört-yıl süreyle kan temizlemek . . . Cel­
latbaŞı kendisine çok iyi davranır, ona domuz
sucuğu verir, sık sık •ağlamayın kara gözler• şar­
kısını söylemesini diler, onunla konuşurken •na­
sılsınız efendim, öyle mi efendim• demeyi de hiç
unutmazmış. Derken günün birinde, bayan Ka­
raskova'yı anlaşılmaz nedenlerden ötürü evine
yollamışlardı, hem de bütünlüğüne. Üstelik bir de
özürname tutuşturmuşlardı eline, ama bayan Ka­
raskova üşütmüştü lahanayı. Çalışma dairesi
kendisine lokomotif depolarında hemen bir iş bul­
muş, eline bir yağdanlık tutuşturmuştu, işi loko­
motif depolarını yağlayıp temizlemekti.
Demicyolu dön�mecine yaklaştım, daha uzak-

38
tan bile ölü atların göğe yükselmiş oniki ayağını
görmüştüm, tıpkı yerebatan saraylarındaki sü­
tunlar gibi. Maşa'yı düşündüm, ilk karşılaşmamı­
zı; o sıralarda bölge şefinin yanında çalışıyordum,
ikimizin eline kırmızı boyayla dolu iki kova tu­
tuşturmuş, devlet onanın atölyelerinin çevresin­
deki parmaklığı boyamamızı söylemişti. Maşa da
tıpkı benim gibi göreve yeni başlamıştı, karşı kar­
şıya dururduk öyle, aramızda parmaklık,· elleri­
mizde astar boyayla dolu kova, karşılıklı fırça.la­
nmızı dokundurur, parmakliğı boyar dururduk
işte, t.abii her birimiz kendi tarafını; hiç ara ver�
meksizin de yüz yüze gelirdik; toptan tam dört
kilometrelik bir_ parmaklıktı, beş ay böyle .sür­
düydü, Maşa ile birbirimize söylenecek her şeyi
söylemiştik ama, aramızda hep o parmaklık var­
dı; iki kilometre gittikten sonra fırçamla Maşa'nın . ·

ağzı hizasını kırmizıya boyamış ve ona kendisin­


den hoşlandığımı söylemiştim, o da parmaklığı
kendi tarafından boyayıp benden hoşlandığını
söylemişti.·. . Bu arada da gözlerimin içine bak­
mıştı ve tam da toprağın çökük bir yerine, bir
çalılığa rasladığımızdan, .ağzımızı uzatmış, yeni
boyanmış ielörgünün arasından öpüşmüştük; göz­
lerimizi yeniden açtığımızda Maşa'nın ağzında
kırmızı bir boya lekesi vardı, bende de tabii, o za- -
man gülmeye başlamış ve mutluluğu tatmıştık. ·
Üç ölü atın yanına gelince, birinin karnına
oturup sırtımı da bacağına yasladım: İkinci ı:ı,tın
kafası patlak gözüyle beni süzüyordu, sanki bir
süre ônce senin başına gelebilecek şeyi ben ya- 1
şadım, demek istiyor gibiydi. Be�eschau'daki Bist­
,rzitz'in küçük otelinde merdivenlerden. yukarı

39
çıkmıştım, bir n;ıerdiven oaşında çalışmakta olan
bey� önlüklü bir dülger, askı kancalarının tut:.
turulacağı bir duvara .delikler açmakla meşguldü,
k�calara herhalde çok geçmeden Minimax mar­
ka bir yangın söndürme gereci asılacaktı; dülger
oldukça·· yaşlıydı; ama sırtı öylesine genişti k!,
geÇebilmem için bir kenara çekilmek zorunda kal­
mış, sonra da ıslıkla «Lüksemburg Kontu• valsi­
ni çalmaya başlamıştı. Odama geçtiğimde vakit
öğleden sonraydı, iki tane ustura çıkarmış, birini
sırtından banyo küvetindeki sehpaya tutturmy.ş,
öbürünü de yanına koyup, «Lüksemburg Kontu•
. valsini ıslıkla çalmaya koYu.lmuştum. Bir yandan
da soyunup musluğu açmış, sonra kuruntuya ka­
pılıp kapıyı hafifçe aralık bırakmıştım. Dülger ka­
pinın ardındaki koridordaydı, sanki ne yapaca­
ğımı görmek için· kapıyı o aralamış gibiydi. Ve
kapıyı kapayıp çabucak banyo teknesine girmiş,
ama su çok sıcak olduğu için ancak yavaş yavaş
oturabilmiştim; inleyerek)dikkatle ve ağrılar du­
yarak . . . Sonra bileğimi gerip, sağ elimle sol bi­
leğimi kesmiş . . . hemen ardından da sağ elimin
bileğini bütün kuvvetimle sehpay:a tutturulmuş
usturanın üzerine indirmiştim. İki elimi birden .
sıcak suya sokup içimdeki kanın nasıl aktığını,
suyun nasıl pembeleştiğini, ama kırmızı kanın yi­
ne de görülebildiğini, sanki biri bileklerimden
uzun, muslin bir şerid; dansedip duran bir tül
çekip çıkarıyormuş gibi akıp giden kanı seyre ko­
yulmuştum. Derken, ne var ne yok daha bir ka­
lınlaşmaya başlaqiıŞtı, tıpkı devlet onanın atölye­
sindeki parmaklığı boyarken içine neftyağı ka­
rıştırdığımız boya gibi. . . sonra başım önüme düş-

40
müş ve ağzıma bir ahududu şerbeti tadı yayılmış­
tı, hafif tuzlu bir şerbet . . . derken aynı anda da
-gözlerimin önünde mavi, mor halkalar belirmişti,
tüy gibi uçan, kımıldayıp duran renkli halkalar...
sonra üzerime bir gölge eğilmiş, yüzüme kuvvetli
bir Çenenin değdiğini duymuştum. Beyaz önlük­
lü dülgerdi bu. Beni koltuk altıar:ımdan yakala­
mış, bileklerinden küçük, kırmızı yüzgeçler çık­
mış kırmızı bir balık gibi çekip çıkarmıştı suyun
içinden. Başrmı önlüğüne dayayıp, yanağımdaki
ıslaklığın nasıl kireçle karıştığını duymuştum, bu­
nun. kokusu da alabildiğim son şey olmuştu.
Ölü atın üzerinde oturmuş sırtım, göğe di­
kili bacağa yaslı, başımla atların toynaklarının
hemen üstündeki kısacık kıllara dokunuyordum . . .
Bir ·marşandiz neşeyle ıslık çalarak önümden ge­
çiyordu. Vagonların gölgesi ritmik bir düzenle
üzerimden akıyordu, içimin titrediğini duydum.
Ağzım birden tükürükle dolmuştu; bütün mesele
Prag - Karolinenthal'deki Noneman amcanın or­
da başlamıştı. Geceyi Maşa'nın hısımlarında geçi­
receğim için atölyeye bir kanape koymuşlar, ba­
na da bir battaniye vermişlerdi. Onun · üzerinde
de Prag'ın bir resmiyle, muşterilerin arkasına ge­
·
çip pilot ya da yolcu olarak resim çektirdikleri
uçak taslağının bulunduğu muşamba bez; olma­
dık tuhaf insanların uğrağıydı bu atölye. Neyse
işte, gece Noneman'larda ortalık sessizleşince, Ma­
şa gelip uçaklı bezin altına kayıvermiş, vücudu­
nu bana yapıştırıp , beni . okşamaya başlamıştı.
Ben de onu okşuyordum ve başıma bu iş ge­
linceye kadar da erkektim doğrusu, derken olan
oldu işte, ani bir boşalma ve amin; hoş, Maşa

41
beni sıkıştırıp · çimdiklemeye devam ediyordu
ama, nerde, ben ölü gibiydim, bütün eklemlerim
de hep birden boşalmıştı sanki . . . Bir saat son­
ra Maşa yine örtünün altından çıkıp teyzesinin
· odasına gitmişti. . . Ertesi sabah yüzüne bakamı­
yordum Maşa'nın, inek gibi bön bön bakınıp du­
ruyordum, müşteriler geliyor, muşanib.a bezin
ardına geçip poz veriyorlardı. Gece altında. ya­
tarken çok kötü bir . tecrübeyle karşılaşmak zo­
runda kalmış olduğum muşamba bezin ardında.
Kimi sandalyenin üzerine çıkıyor, kimi ayaklı
merdivenin üzerine, Noneman amca birinin eli­
ne şişe, ötekinin eline bir huni tutuşturuyor, son-·
ra makinesinin etekliği altına giriyor, elini bir
orkestra şefinin hareketiyle kaldırıy:or. etekliğin
altından çıkıyor, beş dakika sonra resmi teslim
ediyordu, çünkü girişteki tabelada öyle yazılıy­
dı : Beş dakikada tamam . . . Bütün öğleden sonra
böyle geçmiş, sonunda iki Alman eri gelmiş, bi­
ri sandalyeye çıkmıştı, öteki de ayaklı iskeleye . . .
Bay Noneman uçaklı ve Prag'lı muşamba bezi
tam önlerine sürmüştü ki, birden gökgürültüsü­
nü andıran bir çatırtı, atölyenin içinde esen kor­
kunç bir rüzgar, devrilen muşamba bez, iki er
yerlerpe. Tam bu sırada makinenin etekliği al­
tına girmiş olan amca da kendini yerlerde bul­
muştu ama, bu kadarla kalsa yine iyi, hemen
ardından çok daha kuvvetli bir hava akımı iz­
1

lemiş, atölyenin duvarını yere yıkmış, amcayı


erlerle birlikte önüne katıp süpürmüş, teyze Ma­
şa'yla birlikte içeri dalmış, eteklerini tutmak is­
temişler, becerememişler, saçları yüzlerine dökül­
müş, karmakarışık '· olmuşlardı. Derken, topu-

42
muz birden uçtuğumuz gibi kendimizi dışardaki
çayırın üzerinde bulmuştuk . . . En arkadan yazılı
tabela gelmişti : Beş dakka:da tamam. . . Sokakta
koşuşan birk{tç kişi, sonra da sessizlik ve alarm
düdükleri ancak bir süre sonra ötmeye başla­
mış, cankurtaran arabaları geçmiş, birkaç ustü
başı yırtık pırtık adam da belirmişti. Adamlar
deliler gibi gülüyorlar, durmadan gülüyorlardı.
Sonunda sırtüstü düşüp çayıra uzanmışlardı, . gül­
mekten omuzları sarsılıyordu . . . Neden sonra bir
adam çıkagelmiş, Prag-Wisoçan yönünü göste­
rerek : •Arkadaşlar, » demi.şci, •korkunç bir ha­
va akını . . . .. Ve yerde çayırın üzerindeki tabelayı
da görünce, yazıyı yüksek sesle anlarrılı anlam­
lı okumuştu : Beş dakkad'a tamam . . .

43
Vagonların arasından geçerek ilerledim, · beş
numaralı hatta · posta treninin vagt)nları duru­
yordu. Bhtün tren ateşe tutulmuştu, ilk. vagonun
kenarında şµ tabelayı c;>kudum : Varış İstasyonu
Devlet Onarım Atölyeleri, çıkış istasyonu Kra­
kau. · Partizanlar sınır yakınında bütün Alman
trenlerini bu hale sokuyorlardı, sağlam tek bir
pencere bile kalmamış gibiydi, ne var ne yok
mermilerle delik deşil\, . �dilmişti, madenden du­
varlarda düşman niak)iieli tüfeklerinin jmzası
vardı. Kimi yerler şara.pnellerden, kimi de. dağ
avcılarının ateşinden yahut ganimet bazukala­
rın etkisiyle harap olmuştu. Hemen hemen her
kapıda kurumuş kan izleri görülüyordu. Kom­
ı,:>artımanlara bakınca hepsinde aynı şeyi gör- ·

düm. Yerlerde cam parçalan, taraklar, düğme­


leri. Düğmelerin bazıları kumaşla birlikte sö­
külmüştü, kızma birader oyununa ait bir şema,
yuvarlak bir el. aynası, bir ağız mızıkası, yansı
karla kaplı bir mektup, muslin, çizgili bir çocuk
topu. Üzerinde çizme izi taşıyan bir mektubu
yerden aldım. Mektup «canımın içi• diye başlı­
yor, «senin Luise• diye bitiyordu. İmzanın ya­
nında da bir kadının dudak izleri. Bir köşede
de, bağları çözülmüş, dili dışarı fırlamış bir as­
ker postalı suratıma sırıtıp duruyordu. Yerde
iki karga leşi vardı. Hastaneden taburcu oldu­
ğum sırada öyle bir don vardı ki ortalıkta, bizim
küçük kentin arkasına düşen ormandaki ağaçlar­
da kargalar salkım saçaktı, buz tutmuş sabah

44
güneşi içinde pırıl pınldılar, ormana yaklaştığım­
da 'bu kuşlardan binlercesini yerlerde, ağaçların
diplerinde görmüştüm, tıpkı bosna erikleri gi­
bi . . . Ölülerle dolu bir orman, ağaçlara tünemiş
olanlar da ölüydüler, uykuda donmuşlardı. Aya­
ğımın tabanıyla ağacın birine vurunca, dalların
arasından . başımdan aşağı kırağı taneleri yağ­
mış ve ölü kuşlar da düşmüştü. Birkaçı bana
çarptıydı da, ama bir bere kadar hafiftqer.
Trenin son vagonunun basamağından beş
numaralı h.atta atladığım gibi istasyona koştum,
işletme odasına bir göz attım. İstasyon şefi bay
Hubiçka ayaklarını telgraf masasına dayamış,
ellerini �oltuk altlarına sokmuş, çenesi göğsün-.
'
de, uyuyordu. Ama bunu ben de yapardım as-
lında, görev başında üzerime bir ağırlık çöktü
mü; benim de uyuduğum olurdu. İnsanı şöyle
bir şekerleme yapmanın özlemi sarar, hemen ilk
fırsatta uykuya dalardın. Ne · var }ci, istasyon
şeflerinin görev başında uyuya kalmaları özel
bir sinyal mekanizmasına bağlıdır_. Vücut çok
derin uykuda da olsa, istasyon şefinin kafasın-

45
da uyahık olan bir yer vardır daima. Telgrafın
sadece çağrida bulunması bile yeter, şöyle ha­
fiften bir ses etti mi, gerçek bir istasyon şefi .he­
men doğrulur, alıcıyı hazır eder, kendi -istasyo­
nunun sinyalini verir, hemen ardından yine otu­
rup derin' uykusuna dalar, beyaz telgraf şerıdine
geçen haberin sonu geldi mi, istasyon şefi uya- ·
nır, tamam sinyalini, ardından da istasyon sin�
yalini verir, gereci eski haline kor, eski uyku
durumuna girip uyumaya devam ed�r. Yahut
tutalım böyle bir istasyon şefi giriş sinyalini ver­
di de uyudu, ama yaklaşan adımlar duyuyor, pe­
rona giren trene ait lokomotifin soluduğunu du­
yuyor ve işletme odasındaki manevrı:ı. düzenin­
den de şıkırtılı bir ses gelmiş, ama çok hafiften,
hani bir kahve kaşığı yere düşerse nasıl ses ve­
rir, işte öyle. Bu durumda, istasyon şefi dediğin
uyanıp . manivelanın başına geçmelidir.
Derken, müdür beyin merdivenlerden aşağı
inip geldiği duyuldu, aynı anda da şef Hubiç­
ka ayaklarını masadan çekti, ayağa kalktı.. Mü-
'
dür beyin üzerinde eski üniforması vardı, gü-
vercinliği temizlemek niyetindeydi şüphesiz, pan­
tolonu güvercin pisliğinden bembeyaz olmuştu,
kolları da.'il
İşletme odasına giriyorum.
«Kontrolö'r Miloş Hrma göreve hazır olduğu­
nu bildirir. . .. diyorum.

Hemen elimi sıkıp sırtımı sıvazladılar, mü­


dür beyin gözleri yaşarmıştı.
«Miloş, ben ne derim sizlere hep . . . Dikkatli
olun demez miyim? Şimdi yine söylüyorum iş·
te, .. deyip parmağıyla bildirideki imzayı göster-

46
di, «Bu Rayh yetkilisi Danko, bir an bile tered­
düt etmeyeceğini Königgraetz'de şahsen açıkla­
mış. Birkaç çek istasyon şefini kurşuna . dizdire­
ceğini söylemiş . . . " başını salladı, pe"ronun üze­
rinden kanat çırpıp yalpa vurarak gelen bir er­
kek güvercin guruldadı, Polonya güvercinlerin­
den bfr sürü, işletme odasına doldu uçuşarak.
İstasyona bir marşandiz giriyordu. Müdür bey
perona çıktı, güvercinler havalandılar, müdür
beyin omuzlarına kondular, başına kondular,
bütün Polonya güvercinleri pazaryerindeki hey­
kelde nasıl yer bulabiliyorlarsa, kendi omuzla­
rında da bulsunlar diye müdür bey kollarını aç­
mak zorunda kaldı. Tren şefi ile adamları ba­
kıyorlar diye müdür bey sevinçten kabına sığmı­
yordu, lokomotif makinisti de üstüpüyle ellerini
silmeyi bırakmıştı ve şaşkın şaşkın müdür beye
bakıyordu o da, ve müdür bey, tutunabilruek 11,.:ııı
durmadan kanat vuran güvercinleriyle birlikte
peronda bir yürüdü.
«Berbat bir kömür verdiler bize, ,. diye ses-

47
· lendi lokomotif makinisti, ·İstim tutmamız ge­
rekiyor yeniden, ikinci kez. ..
·Ee n'aber bakalım bay makinist, hala re­
sim yapıyor musun?» diye · sordu istasyon. şefi.
·Hala.'. . .. diye başını salladı makinist, «şim­
di de denizin resmini yapıyorum. Vay canına,
sizin müdür bey böyle güvercinleriyle bir sirkte
neşeli iş tutar anlayacağın ...
•Kukla tiyatrosunda, kukla, • dedi istasyon
şefi, •demek denizin resmini yapmaya başladı-
nız öyle mi?• ,
Ve ben peronda durmuş, tren şefiyle adam­
larını, ateşçiyi gözden geçiriyordum. Bana kalır­
sa hepsi de, gece görevi sırasında telgrafçi kı­
zın etekliğini sıyırıp istasyonda ne kadar resmi
mühür varsa topunu birer birer kızın kıçına bas­
ması dillere destan olan istasyon şefi Hubiçka'yı
görmek için . durmuşlardı.
·Denizi.. . " diyerek sözcüğün üzerine iyice
basan lokomotif makinisti hala hayret içinde bay
istasyon şefine bakmaktaydı, "bir manzara kar­
tından büyütüyorum. ..
·Peki, doğa. içinde bir gezinti nasıl olurdu
dersiniz?• ' diye sordu istasyon şefi.
·Doğadan bana ne canım, doğa içi:qde her
şey aşın bir hareket halindedir, .. diye seslenen
lokomotif makinisti, furgona el kol etti; kim var
kim yok gülerek karşılık verdiler. ·Doğaya göre
resim yaparsam her şeyi küçültmem gerekiyor.
Tek bir kez ,doğanın oyununa geldim gelmesine,
okuldan, doldurulmuş bir tilki ödünç almıştım,
tilkiyi götürüp ormanda yaprakların arasına
oturttum, ama daha tırçayı elime aldım almadım

48
iki köpek birden atılıp tilkiyi paramparça et­
tiler. Tam üçyüz krona patlamşıtı. . . Aman aman,
doğamn lafım etmeyin bana . . . •
İstasyon şefi bay Hubiçka bu sırada başını
. yukarı kaldırmış mavi göğü seyrediyordu, şim­
di: aynı gökyüzünde ben de bizim telgrafçı kız
Zdeniçka'nın bütün gökkubbeye upuzun yatmış
olduğunu görüyordum ve istasyon şefi Hubiçka
kızın etekliğini şefkatle kaldırıyor, mühürü eli­
ne alıyor, dura dinlene ve yumuşak hareketlerle
mühürleri birbiri ardına kızın kıçına basıyordu ...
Bir de ne görüyordum; bütün tren ve lokomotif
personeli de başlarırıı kaldırmışlar, göğe bakı-
. yorlar, topu da orada aynı şeyi görüyordu ga­
ranti, istim tutmak bahanesiyle onları burada
durduran o güzel olayı seyre doyamıyorlardı.
Mavi göğü doyasıya seyrettikten sonra, hay­
ret içindeki bakışlarını, birdenbire çok . güzel­
leşmiş olan istasyon şefi Hubiçka'ya ,çevirdiler.
Ağzının kenarındaki kırışıklıklarla iğri bacak­
ları bile daha bir yakışmıştı şimdi istasyon şe­
fine. Bay Hubiçka,.nın kadınlar üzerinde çekici
b.ir etkisi olduğu kafama dank ediyordu şimdi.
«Manzara resminden denizi nasıl kopya edi­
yorum biliyor musun?• diye sordu lokomotif ma­
kinisti. · cResim · yaptığım mukavvayı mengene­
ye kıstırıyorum> manzara resmini de gereç tez­
gahına iiiŞtirdim mi, ondan sonra deme gitsin.
Gelgelelim şu elimin işe pek de yatkın olmama­
sı komik doğrusu, denizin manzara resmi üze­
rindeki dalgalanışını, yani o tam dalgalı halini
bir türlü ele geçiremiyorum. ..
cBay Knize,• dedi istasyon şefi Hubiçka,

49
•m(tnzara resmini de hemen mukavvanın yanı­
na, mengeneye kistınn. Sonra fırçayı alıp man­
zara resmindeki · dalgaların üzerinde hep şöyle
yapın . . . Küçük dalgalan kafanıza yerleştirince­
ye kadar hep öyle. yapın durun fırçayla . . . Son­
ra dalgalan büyülttükçe büyültür, yani, dalga­
lar işinize yanyacak kadar büyüdükten sonra
fırçayı doğru mukavvaya dayayıp başlayın iş­
te . . . ,.
"Vay canına amma buluşlar var sizde . ya­
. hu . . . • diyerek şaştı kaldı lokomotif makinisti.
Telefon çaldığı için ben de·. işletme odasına
koştum. Müdftt beyin Polonya güvercinlerini nar
sıl azarladığını duyuyordum. Bütün güvercinler
şimdi müdür beyle birlikte güverdnlikteydiler, şu
güvercifilikte küçük bir fare olsaydım da müdür
beyin güvercinlerle ne yaptığını bir tahta aralı­
ğından · seyredebilseydim ne iyi olurdu. Müdür
beyin güvercinlerle sohbe.te dalmasına, hatta ya­
ramaz bir erkek güvercini yakalayıp kuyruğu­
na bir şamar atmasına güvercinler bile gülüyor­
dur kanısındayım. . . Bakalit alıcı . kulağımda,
adamların güneş altında durdukları raylara bak­
·
tım, tam bu sırada lokomotif makinisti eğilip
istasyon şefinin kulağına bir şey fısıldadı, bakış­
lanm kömür vagonundan daha öteye doğru kay­
dı. Birden irkiliverdim. Vagonlardan sığır boy­
nuzlan yükselmişti, birkaç kafa dışan uzamış,
gözler perona dönmüştü, merak ve gamla yüklü
kocaman inek gözleriydi bunlar. Hemen hemen
bütün vagonların döşemeleri ezilmekten çürü­
müştü, ineklerin bacaklan deliklepn içinde du­
ruyordu, yara bere içinde, sıkışmış, morarmış . . .

50
ama ben hoşlanmıyordum böyle şeylerden, açlık
çeken danaların böyle -taşınmasına dayanamı­
yordum, istasyonda böyle bir treni karşıladıkça,
hiç olmazsa kısa bir E;üre için meme emmiş san­
sınlar kendilerini - diye, kapı aralıklarından par­
maklarımı uzatıyordum onlara, hoşuma gitmi­
yordu böyle şeyler, bacakları sımsıkı birbirine
bağlandığı için ölüp giden oğlaklarla dolu va­
gonlardan da hoŞıanmıyordum, dayanamıyor­
dum böyle şeylere, hayır, dayanamıyordum işte,
don yapmış havada açık vagonlar içinde Prag
mezbahasına domuz getirilmesine de dayanamı­
yordum, hayvanlar burun buruna giriyor, vü­
cut E;ıcaklığından olurlar diye korkudan santim
kıpırdayamıyorlardı. Bacakları donmuş, porselen
tırnaklı domuzlar . . . ah, böyle şeylerden hiçbir
zaman hoşlanmış değilim; hiçbir zaman hoş kar­
şılayamad1,!Jl böyle şeyleri, sıcak yaz günlerinin
domuz nakliyatını da, Macaristan'dan beri su­
suzh.ik, susuz kalmış kuşların açılmış gagaları
gibi açık ağızlarıyla bir sürü domuz . . .
-

Perona koştum.
•Bu yük nereden geliyor?» diye sordum tren
şefine.
•Cepheden, hayvanlar on gündür yolda,,. di­
yerek başından savarcasına bir el işareti yaptı
tren şefi.
Bir vagon tamponuna çıkıp vagonun kü­
peştes_inden içeri baktım. Bütün hayvanlar ri.ı­
amlıydı, kimileri ölüp gitmişti bile, bir ineğin
vücudundan ölü, kokmuş bir buzağı sarkmıştı. . .
Çepeçevre dehşet içinde, sessiz ama itham dolu,
işkence çekmiş gözler, itham eden sığır gözleriy-

51
le dolu . koca bir tren.
·Bu Almanlar düpedüz domuz . . . ,. diye ba­
ğırdım.
Tren şeff yine bir el işareti yapıp hafif bir
sesle ekl.edi :
·Domuz demek az bile . . . Son üç vagon yan
ölü koyunlarla dolu . . . açlıktan birbirlerinin yün­
lerini otladılar. ..
•İstim tuttuk,.. diye seslenen lokomotif ma­
kinisti hafifçe devam etti : •Duydunuz mu? Ge­
çen gece lglau'da, sıkı kontrol altındaki bir as­
keri nakliye tı,:eni öyle ustalıkla havaya uçurul­
muştu ki, soluğu uçurumda almış, ikinci bir pat­
lamada köprüyü de üzerine _yatırmışlar.,.
Makinenin üzerine çıkıp istim kesen mani­
velayı çekti, marşandiz treninin lokomotifi ha­
reke� etti ve yukanlanndan sığır boynuzlarının
çıkıp sığır gözlerinin baktığı, diplerinden kırık
ve ise batmış sığır bacaklarının yükseldiği va­
gonları yanına katıp götürdü. Tahıl deposunun,
. Liverpool'un rampasına da, sabah ekspres niar­
şandizle getirilmiş olan iki . hayvan vagonu, Prag
mezbahalarına gidecek vagonlar alınmıştı.
Derken, yine sıkı kontrol edilen, tanklarla,
'.J'iger tanklarıyla dolu iki askeri nakliye · treni
hızla geçti. Her tren lokomotifinde bir komutan­
la . . . Belki de lglau'daki partizan faaliyetinin bir
sonucuydu bu. Köyden yeni kesimlik hayvan sü­
rülüyordu, sığın güdenler, inatçı beneklilerin
kuyruklarını büküyorlardı. Buzağısını henüz a�­
mamış olan genç bir inek, umutsuzluk içinde yo­
lun ortasına çökmüştü, ama köylü çocuklar, kuy­
ruğunun altına yerleştirdikleri samanı tutuştur-

52
dular. Çiftlikten gelen bir de araba vardı, ara­
banın arkasına bir boğa bağlanmış olduğu için
atlar koşum göğüslükleri içindeydiler; boğanın
dizlori berelenmiş, ağzı burnu parçalanmıştı, bur­
nundaki halkasını koparmıştı da ondan . . . Şimdi
boynuzlarından arabaya bağlanmıştı. Ahıra ba­
kan kızın ihanetini, kendisini kesimcilere tes­
lim etmek üzere ahırdan çıkardığını boğa her­
halde geç anlamış olacaktı. Kız bunu yapabil­
mek içinıönlüğünü kullanmıştı, çünkü boğa, alış­
kın olduğu bu kokunun ardından dünyanın öbür
ucuna gidebilirdi . Şimdi araba boğayı, erimeye
yüz tutmuş karlarla kaplı yolun çamuru içinden
sürüklüyordu. Boğanın kanayan dizleri, karların
üze�inde iki kırmızı çizgi bırakıyordu.
cMiloş,• dedi istasyon şefi Hubiçka, beni
omuzumdan tutup çevirerek çenemi tuttu, •şu
SS lokomotifiyle ilgili davranışını unutamaya­
cağım. Üzerine aldın o işi.•
Bölge nöbetçisi sinyal veriyordu.
cBu Almanlar domuz,,. dedim.
Sonra alıcıyı kaldırdım ve korktum.
«Sinyal kolu aşağıdaymış şef. . . ..
cKime geçit vermiştik? .. diye sordu.
cMarşandize . . . ..
«Amma budalalık . . . ..
cŞef,,. dedi.m, eben bisikletle gidip kolu ser­
beste alının. .. Ve derhal dışarı fırlayıp, pedalla­
rı mümkün olduğu kadar hızla çevirerek, Liver­
pool önündeki dar yoldan geçip sinyal direğine
vardım, demir basamakları tırmanıp yukarı çık­
tım, lambanın üzerine ata biner gibi oturdum,
kolu kaldırdım, cephedeki subaylara malbusat

53
ve içki ikmali yapan, sahra postasını ileten tre­
nin ekspres lokomotifi de yaklaşmıştı. Bu eksp­
res marşandiz her yerden geçen bir trendi ve
ondan önce geçit hakkı verilen tek tren de sıkı
kontrol �dilen askeri nakliye treniydi. Beni sin­
yal direğinin tepesinde gören lokomotif maki­
nisti bir irkildi, ama görev lambamı hemen çıka­
rıp yeşil, geçit serbest sinyalini verdim, lokomo­
tif makinisti hızı yeniden arttırdı ve ekspres
marşandizin vagonları önümden havayı yararak
geçtiler, baştan aşağı dumana gömülmüştüm, is­
tasyon şefinin dışarda, dönüp duran tekerleklere
baktığını neden sonra görebildim ancak, loko­
motif havaya kaldırdığı karları ardından sürük­
lüyordu, son vagonun ardında hep küçük bir kar
anaforu vardı, kağıt parçalarını, küçücük dalla­
n da beraberinde götürüyordu . . .
Derken öğle paydosu, çorbamı sobanın üze­
rinde, mavi kapda ısıttım, motor .drezini için gi­
riş sinyalini de hazır etmem gerekiyordu, bu sı­
rada istasyon şefi Hubiçka, ayakları telgraf ma­
sasına dayalı, mavi göğe bakıyordu.
•Drezinde kim var, bir şey söylemediler mi?"
diye sordu.
cBöige şefi varmış dediler, .. diye cevap verip
kaşıkla kabı karıştırdım. Hemen ardından kapı
yavaşçacık açıldı, içeri biri girdi, gri bir panto­
lon, pırıl pırıl boyalı kuduralar, bir de kışlık pal­
to gördüm.
« Rahatınız yerinde hurda," dedi yeni gelen .
.. Değil mi ya?" deyip çorbadan bir yudum
çektim, istasyon şefi bay Hubiçka, ayaklan ha­
la masaya. dayalı, ·göğe bakmaktaydı.

54
«Ben kimim biliyor musunuz?• diye sordu
yeni gelen.
«Evet,• dedim, «konşimento için geldiniz, sı­
ğır işi için . . .
,.

«Belki . . . • diye cevap verdi yeni gelen. «Mü­


dür nerde?•
«Güvercinlikte,• dedim.
Birden adam haykırıp durmaya başlamasın
mı . . .
«Güvercinlik burdadır, burda yukarda ya
onun güvercinliği . . . Ben kimim biliyor musu­
nuz?• diye yeniden sorup cevabı yine kendisi
verdi : «Ben işletme şefi Sluşni'yim.•
Kafama dank · etti hemen, mü.dür beyle is­
tasyon şefinin işletme şefi Sluşni'den söz açtık­
larını duymuştum, ergeç herkes korkudan tit­
rermiş karşısında. Hemen fırladım, kap ile ka­
şığı bir elime aldım, öbür elimle selam durup tek­
mili verdim :

55
«Miloş Hrma göreve hazır . . . •
«Bırak o kabı elinden . . . diye kükreyen işlet­

me şefi, elimden k$ptığı mavi kaba tekmeyi sal­


ladığı gibi kap şangır şungur dolabın altına uç­
tu. Ben selam vermeyi bozmadan durdum, ama
istasyon şefi Hubiçka ayaklan hala masaya da­
yalı oturuyordu, işletme şefinin ortalığa saldığı
korkudan · ·:kötürüm olmuştu sanki. İşletme oda­
sının penceresinden müdür beyi gördüm. İşlet­
me odasından içeri yine her zamanki haliyle gir­
di, güvercinlikten her zaman nasıl gelirse yine
öyle, başı açık ve selama durup istasyon tekmili­
ni verdi.
«Rahat . . . ;. qiye komut verdi işletme şefi ha­
fif bir sesle; müdür beyin eski üniformasını dik­
katle gözden geçirdi, kala kala bir tane kalmış
olan tek düğmesinin karşısında zevkle oyalandı,
müdür beyin çevresinde dolaştı, pislenmiş pan­
tolonunu süzdü uzun uzun.
«Düşündüm ki . . . • diye söze başladı müdür
bey.
·«Düşünürmüş de; öyle mi?• diye. sordu böl­
ge şefi hafif bir sesle.
«Evet,• dedim.
"Yaa?• diye hayret etti bölge şefi, •biliyor
·

musunuz ki ben bu başmuavini işletme müfet­


tişliğine atansın diye önerdim?•
Omuzlarımı kaldırdım.
«Demek işletme .müfettişi olmak istiyordu­
nuz?• diye sordu başındaki saç artıklarından bir
tüy sarkan müdür beye.
«İstiyorum,• dedf müdür bey, saçından sar­
kan tüy uçup alnı�ın yukarısında dalgalandı.

56
•Kaz çobanlığından ne haber?,.
·Hayır,• diye inledi müdür ve küçük tüy yi­
ne· yükseldi beyaz bir soru işareti gibi.
·Bunu Königgraetz'de yeniden görüşürüz.
Her şeyi yolunda, mükemmel bir istasyonunuz
var doğrusu . . . ,. diye yeniden kükredi işletme şe­
fi ve bir vuruşta istasyon şefi Hubiçka'nın bot-
. !arını masadan sildi süpürdü.
·Drezinde kim var biliyor musunuz? Bu ba­
yı, özgürlüğü kısıtlama suçundan mı itham ede­
lim, yoksa sadece bir disiplinsizlikten ötürü mü
ele alalım diye inceleme yapacak olan komis­
yon . . . • İstasyon şefi Hubiçka'yı gösterdi.
Müdür bey odasının kapısını açıp, kırmızı,
mavi çiçekli şahan� acem halısıhı, mavun masa­
yı, yapraklarını şemsiye gibi açmış palmiyeyi,
Türk işi sigara sehpası ile iskemleleri gösterdi.
İşletme şefi başını salladı :
·Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş,•
dedi.
Sonra, �üşavir Zedniçek içeri girdi, yazılar
ve fotoğraflarla dolu evrak çantasını telgraf
masasının üzerine koydu. Fotoğraflarda bizim
telgrafçı kız Zdenka Svata'nın kıçına basılmış
bütün mühürler görülüyordu. Müdür bey bir­
kaç kez üstünü başını değiştirmek için izin is­
tediyse de, işletme şefi Sluşni izin vermedi, mü­
dür bey zabıt tut�caktı çünkü. Derken, Zdeniç­
ka da içeri getirildi, az kalsın tanıyamıyordum
bizim telgrafçı kızı, mühürlerden ve rezaletten
sonra bir serpilmiş, bir güzelleşmiş, gözlerine
·

bir derinlik gelmişti, elimi sıkmak için elini uzat­


tiğı sırada başım bir dÖndü bir döndü, yüzüme

57
bakıp güldü ve belki de yakında film çevirmeye
başlayacağını, kendisiyle ilgilendiklerini söyledi.
Müşavit Zedniçek, Rayh ordusunun askeri duru­
munu açıklayabilmek için bir Avrupa cep hari­
tası çıkarıp açtı. Harita açılınca ötesinde berisin­
de bir takım delikler görüldü, müşavir Zedniçek
haritayı cebinde taşıyıp köşeleriyle kenarlarını
sürtünmeden ötürü yırtıyordu da ondan. Hani
her bir deliğe küçük bir İsviçre haydi haydi sı­
ğardı. Zedniçek özellikle, . Von Mansfeld'in Kar­
patlarda çarpışan • beşinci ordusunun durumu
üzerine açıklamada . bulundu. Oğlu ·Brestislav
Zedniçek de bu .ordunun erleri arasındaydı, ne
var ki beşinci ordu, haritadaki delikten bir tür­
lü çıkamıyorqu, deliğe gireli bir hafta olmuştu
ama, çemberden henüz kurtulamamıştı. Babası
gibi, doğru dürüst Almanca konuşamayan Zed- ·
niçek'in oğlu da işte orada çarpışıyordu ve Al­
manlara katılırken adındaki virgülleri, çengelle­
ri de bir kenara bırakmıştı ( * ) . Ve müşavir Zed­
niçek açıklamalara devam edip, küçük haritanın
üzerine kurşunk-:tlemle Karadeniz büyüklüğün­
de daireler çizdi. Bu daireler, Rayh ordularının
düşmanı içine soktukları çemberleri meydana
getiriyordu, müşavir Zedniçek yine kurşunka­
lemle Alman birliklerinin Küçükasya üzerinden
Afrika'ya sarkarak İngiliz birliklerini nasıl çem­
ber içine aldıklarını çizdi, bir çırpıda İspanya'dan
geçip Amerikan çıkarma ordusunun gerilerine
bile indi kurşunkalemle; ondan sonra protekto-

( *) Çek ,alfabesinde çoğu harflerin altında ve üstünde


bol işaretler vardrr.

58
ra yönetiminin yeni duruma göre bazı tedbirle­
re girişeceğini, okullarda eğitimin daha sadeleş­
tirip müzelerle galerilerin kapatılacağını, bazı
tren seferlerinin kaldırılacağını, spor karşılaş­
malarının da bundan böyle yalnız pazarları ya­
pılacağını bildirdi.
•Şu sizin kıçınız mı?» diye sordu resimler­
den birini Zdeniçka'ya uzatıp;
·Evet, • diyen Zdeniçka gülümsedi.
•Bu mühürleri kim bastı size?• diye soruş­
turmasına devam etti · müşavir Zedniçek, müdür
bey de bir yandan not alıyordu.
•İstasyon şefi bay Hubiçka.•
•Şimdi bize sırayla anlatın öyleyse Zdeniçka
Svata, bütün bu işler nasıl oldu?• dedi müşavir
Zedniçek.
·Beraber gece görevindeydik, geceyansına
doğru tırnaklanma manikür yapıyordum, çün­
kü gelip giden tren yoktu, canımız sıkılıp duru­
yordu o yüzden, ,. diye anlatan Zdeniçka bir yan­
dan da tavana bakıyordu.
•Yavaş yavaş,,. dedi müdür bey.
·Tam o sırada bay istasyon şefi dedi ki . . .
hah, uçtu uçtu oynayalım, dedi - uçtu uçtu kar­
ga uçtu, uçtu uçtu tren uçtu, vakit uçtu, el uçtu,
bacak uçtu. . . derken önce ayakkabılarımı yitir­
dim, ardından da baktım külotum gitmiş . . . » diye
anlatan telgrafçı kız, bir yandan da, ifadesini
alan müdür beyin elindeki kurşunkalemin ha­
reketlerini gözden geçiriyordu.
·Külotunuzu kim indirdi?,. diye sordu mü­
şavir.
•İstasyon şefi bay Hubiçka," diyen kız gül-
dü.

59
İstasyon şefi Hubiçka, bacaklarını kavuştur­
muş, kasketi dizlerinin üzerinde, sandalyede otu­
ruyordu, dazlak kafası pırıl pırıldı, Königgraetz
dairesinin memurları onu öyle dazlak kafasıy­
la görüp bir de telgrafçı kızı gözden geçirince,
içlerini çekip başlarını salladılar, olayı daha bir
peşin hüküme kapılarak incelemeye başladılar,
özgürlüğü kısıtlama fiilini iyice araştırmayı ka­
falarına koydular. Ben bu arada işime bakıyor,
serbest ve dur sinyallerini veriyordum. Bu ara­
da, istasyon şefinin benim istasyondan yol verdi­
ğim bütün trenleri gözden geçirdiğini ve beni de
kontrol ettiğini görüyordum. İstasyon şefi Hu­
biçka her zaman iÇin benim idealim olmuştu, da­
ha Dobrowiç'de beni eğitirken, bir eliyle istas­
yonun birindeki çatışmayı önleyip öbür eliyle
bir başka istasyona yoldaki marşandizi bildiri_r­
ken de idealimdi. Şimdi burada mahkeme önün­
de oturur gibi oturuyordu, işletme şefi olsun, mü­
şavir Zedniçek olsun, bu iki memurun da, elle­
rinden gelse tıpkı istasyon şefi Hubiçka'nın yap­
tığını yapmaya can atacaklarından emindim, ne
var ki, herkes gibi onlar da korkaktılar, aşırı bir
korkaklık içindeydiler, hiçbir zaman korkmamış
tek adam, şimdi oturmuş kendi ünüyle güneşle­
nen istasyon şefi bay Hubiçka'ydı.
•Şimdi dikkat edin bayan Zdeniçka Svata,,.
diyerek doğruldu müşavir Zedniçek, •bay istas­
yon şefi sizi masanın üzerine yatırmadan önce
herhangi bir baskı yaptı mı size? Tehdit etmedi
mi sizi? Yahut zor kullanarak mı? .. •
•Ne münasebet . . . Ben kendim istedim. Ken­
dim uzandım masanın üzerine . . . birden müthiş

60
hoşuma gitti masanın üzerine uzanmak . . . baka­
lım ne yapacak diye beklemek. . . •
Telgrafçı kız gülüyordu.
" . . . bakalım ne yapacak diye beklemek . . . • di­
ye mırıldandı müdür bey ve yazmaya devam etti.
Koşup perona çıktım. Anahtar üzerinden yi­
ne özel bir askeri nakliye treni geçiyordu, tank­
ların üzerinde güneşlene� gencecik çocuklar var­
dı, aşağı yukarı benim yaşlarımda, daha genç­
leri bile vardı, güneşin altında yeşil bir topla
oynuyorlardı, bir başka tanktan da şarkı sesle­
ri yükseliyordu : «Heidelberg'de yitirdim ben kal­
bimi. . , ,. ama beşinci hattaki ateşe tutulmuş tre­
nin yanından geçtikleri sırada, suspus ohip do­
nup kaldılar, onarım atölyelerine alınmak üze·­
re oraya çekilmiş vagonları görür . görmez do�
nup kaldılar sanki, hatta mutfak yamakları bile
patates soymayı bir an kestiler, memleketlerin­
de de feci şeyler görmüşlerdi şüphesiz, bomba­
lanmış şehirler, yıkılmış evler, ceset yığınları,
ama burada böyle birşeyla karşılaşacakları akıl­
larına bile gelmemişti muhakkak . . .
Tekrar içeri girip, nakliye treni haberini ver�
dim.
1\4üşavir Zedniçek pencerenin önünde duru­
yordu.
«İşte ilerleyen umudumuz. Bizim gençlik.
Özgür bir Avrupa için çarpışıyor. Ya siz ne ya­
pıyorsunuz burada? Telgrafçı kızın arkasına mü­
hür basıyorsunuz . . . .. deyip masa başına döndü,
resimlere bakıp attı yine.
«Hayır, ,. diye bağırdı, «özgürlüğü kısıtlamak
değil, o değil . . . ama Alman dilinin, devlet dili-

61
nin lekelenmesi denir buna . . . .. yumruğunu ma­
, saya indirdi, «mühürlerin yansı ,Almanca, Alman
sözcükleriyle . . . Şerefin lekelenmesi denir bu-
na . .
. •

Yine dışarı çıkıp, cepheden gelen, bir eksp­


res katarından yapma hastane trenine geçiş sin­
yalini verdim. Bu hastane treninin en garip yanı
insan gözleri, yaralı erlerin gözleriydi, sanki
cephede çektikleri acılar, onların ba�kalanna,
başkalarının da onlara çektirdiği acılar, sanki
bu acılar, onlardan yepyeni birer iiısan yarat­
mıştı, bu Almanlar ötekilerden, karşıt yönde gi­
denlerden, daha sevimliydiler, hepsi de pence­
relerden öyle bir dikk�tle ve çocuksu bakıyor­
lardı ki, yavan topraklara, sanki cennet bahçe­
sinden geçiyorlardı, sanki küçücük istasyonum
. bir mücevher dükkanıydı; istasyon şefi Hubiç­
ka göğü seyrederken nasıl bakardı, işte bu Al­
manlar da öyle bakıyordu. Bu san döküntü er­
ler bana aynı ilgiyle bakıyorlardı, kimilerinin ·
yalnız başını bana döndürmesi yetiyordu, kimi­
lerinin, vagonların tavanından sarkan kulpleıra
tt'.ıtunup kendini çekmesi gerekiyordu, bir kaçı­
na da hemşireler destek oluyordu ve hastane tre­
ni ilerlemeye devam etti, yuvaya doğru sürüy­
le beyaz yatak, san yumruklar, san suratlar ve
çocuk gözleriyle süslü yataklar . . . Katarın sonun­
da üstü açık bir vagon vardı, iki sağlık memuru
bir ces�din üzerindeki hastane gömleğini çıkarıp
ölüyü bir yığın kadavranın, yolda ölmüş erle­
rin, üzeıine attılar . . . sonra hastane treni. uzak­
laştı, arkasındaki kırmızı fener bi·r o yana, bir bu
yana sallandı durdu, ışıldadı, hopladı.

62
«Kanın en soylusu sizler için hayatını orta­
ya koyuyor, ,. diye konuşan müşavir Zedniçek,
pencereye yaklaştı, •ŞU geçen hastane trenini
gördünüz mü? Bir _de sizin burada yaptığınıza
'
bakın . . . Ama artık tamam. Karan yazım:z mü­
dür bey . . . İstasyon şefi Hubiçka Ladislav'a disip­
lin cezası uygulanacaktır. »
Eliyle bir işaret yapıp perona çıktı, drezini
çağırdı. Zdeniçka işletme şefinin yanına oturdu.
Drezini haber verdim. Sonra da hareket sin­
yalini .. .
•Çekler nedir haberiniz var mı?» diye ses­
lendi Zedniçek, • . . . gülen hayvanlar. »
Motorlu drezin ateşe tutulmuş trenin yanın­
dan . yola koyuldu, müşavir Zedniçek parçalan­
mış damlarla makineli tüfek yaralarını gözden
geçiriyordu. Bizim müdür bey hemen yukarı ka­
ta çıkıp tepinmeye, sandalyeyi döşemeye çarpıp
çekiştirmeye koyulunca, bizim işletme odasının
tavanından yine sıvalar döküldü tepemize. Mü­
dür bey, aydınlıktan aşağı haykırıyordu yine :
•Ahlak bataklığına gömülmüş . . . Eski çağla­
nn Sodom şehri . . . Fuhuş, polisin yardımlarıyla
kahvelere, lokantalara, işletme odalanna kadar
yayılmış. Koca, kansını fuhuşa zorluyor. . . Ka­
dın oğlunu, testereyle doğrarım seni diye tehdit
ediyor fuhuşa gitmek için . . . Pipolar, ağızlıklar
dezenfekte edilsin . . . Cinsel sağlık . . . Kıyamet gü­
nü gelip, İsrafil surunu öttürse de her şeye bir
son verse daha iyi . . . ,.
Sonra tekrar mutfağın içinden koşup, bizim
yüzümüzden nasıl acı çektiğini biz aşağıdakiler .
iyice anlayalım diye, tepindi durdu. Bir saat son-

63
ra merdivenlerden inip odasına girdi. Tören üni­
formasını giymişti. Tam bu sırada rampanın or­
da son boğa da yükleniyordu, bir kamyonla ge:
tirilmişti, onu da ahıra bakan bir kız sürmüştü
kamyona kadar ve kasabın ellerine teslim etmek
için . . . Kamyon hareket edince boğa ırgalanmaya
başlamış, o zaman kasap, .. yardımcısına : Bohous
be, demişti, bu piç arabanın tente tahtalarını
mahvedecek be, al şu bıçağı oy gözlerini piçin . . .
Ve yardımcı Bohous, bize sonradan işletme oda­
sında anlattığı gibi, arkasına dönmüş, şoför ye­
rinin ardındaki pencereden uzanmış, iki vuruş­
ta boğanın gözlerini çıkarmıştı. ·Bir de baktım
boğa kuzu gibi sakinleşti be,• dedi kasap yardım­
cısı. Bohous işletme odasında bize dönüp, •hah
hah hah, belki de bu dünyayla alışverişi kes­
mek istiyordu artık.• Ve alıcılar son boğadan
sonra vagon kapısını kapamışlardı ki, bizim mü­
dür bey uyandı. Pencerenin kenarındaki güver­
cinleri gurulduyor, salınarak yürüyor, ona baş
sallıyorlardı. Ama, müdür bey güvercinlerine
dertli dertli baktı bir süre, başını salladı, elini
yakasının üzerinden geçirdi, yine düşünceye da­
lıp gittikçe daha kederli bir hal aldı. Dolabı aç­
tı, henüz hiç giymemiş olduğu ve . generallerin
taşıdığı ıhlamur dalının aynı iplikle örüldüğü
altın işlemeyle çevrilmiş altından bir yıldız ta­
şıyan en yeni üniformasını gözden geçirdi.
Artık kendini tutamayıp işletme odasından
fırladığı gibi ilk kata çıktı ve aydınlıktan aşağı,
hem de büyük bir güvenle defalarca haykırdı :
·Müfettişlik yıldızına oldu olanlar.•
Ve sonra, biz posta trenl�r!ni yolcu edip de

64
istasyon şefi Hubiçka peronda kalıp duru mavi
ilkbahar göğüne baktığında, yukarda yine Kö­
niggraetz işletme müdürlüğü çevresindeki ünü­
nün nerden çıktığını görmeye başlamıştı muhak­
kak. Gökyüzünde garanti o filmi görüyordu ge­
ne, telgrafçı kızın koskocaman, mavi sinema per­
ç:lesine uzandığını, kendisinin kızın etekliğini sı­
yırdığını, sonra eline mühürü alıp, birbiri ar­
dından bütün mühürlerı, kilise kuleleri büyük­
:
lüğündeki mühürleri birbiri ardından kızın çe­
peçevre kıçındaki yumuşah. ete bastığını görü- .
yordu. Birdenbire kararlı bir yürüyüşle sinyalle- ·
rin manivela ve kulplarıyla dolu ek binaya, be­
nim yanıma gelip, fısıldadı :
cMiloş, yarın ikimiz yine gece nöbetinde­
yiz . . . Bizim istasyondan yirmisekiz vagon cep­
haneyle bir marşandiz geçecek, hepsi de açık
vagonlar, geceyarısından iki saat sonra bura­
dalar. . . Bizim istasyonla bizden soriraki istasyon
arasında ne dağ var ne de çiftlik falan, tren hay­
di haydi havaya uçabilir yani . . . ..
«Orası öyle ama şef, neyle?•
«Onu zamanında elde edeceğiz . . . ,.
«Tren nerde?•
«Yarın Trebiç'.ten kalkıyor. •
«Değişiklik olsun diye bir askeri tren kont­
rol ediyoruz desenize, .. diyerek güldüm,.. ek bi­
na bir an için karanlığa gömüldü. Polonya gü­
vercinleri geçmişti uçuşarak pencerenin ön�n­
den . . .

65
Şatodan, müdür beyin kontes Kinsky'nin
vereceği bir akşam yemeğine davetli olduğu ha­
beri gelmişti. S_aat tam yedide imrahor gelip mü­
dür beyi a�acaktı. Karartma perdesini indirip iş­
letme odasının ışığını açtım. Müdür beyin oda­
sında da, elektrik ışığı vardı ama; yine de petrol
lambasını yeşil abaj urlu lambayı yaktım. İstas­
yon şefi Hubiçka'yla, bizim istasyondan geçen
trenler için dışan çıktıkça, yeşil fenerle sinyal
veriyordum. -Müdür bey barok takımını aşağı iş­
letme odasına indirdi, gri pantolon, avcı ceketi
ve tüylü Schwarzenberg şapkası. Odasının kapı­
sını bizim işletme odasına karşı ardına dek açık
bıraktı, hazırlanmaya koyulup kendisini görüyo­
ruz diye de sevinçten kabına sığamaz oldu.
Şatodan bu yana beyaz bir atla gelen imra­
horun yanında bir beyaz at daha vardı. Gökyü­
zünde yıldızlar ışımaya başlamıştı:, gece ortalık
iyice soğumuştu. Botlann altındaki buz tutmuş
kar, çıtırdayarak eziliyordu. Kendini sabit ba­
kışlarla aynada gözden geçiren müdür beyin oda­
sındaki yeşil lamba cızırdıyordu. Müdür bey ga­
la kıyafetine girmişti bile, geyik derisinden eldi­
venleriyle Schwarzenberg şapkasını giymişti.
Lamba tavı:tna küçük, beyaz bir daire yansıtıyor,
daha büyük daireler birbirinin içine girerek ya­
yılıyordu, tıpkı bir iskeletin göğüs kafesi gibi.
Tatillerde ninemd� kalırken benim masamın üze­
rinde de böyle bir lamba yanardı, ben yatağa

66
uzanmış, tavana, petrol lambasının yukarı yan­
sıttığı küçük beyaz dairenin çevresindeki gölge­
lere bakardım, tavanda hep bu iskeleti görür­
düm, yorganı kafamın üzerine çeksem de oda­
nın tavanında yine o iskeleti görürdüm. �ir se­
ferinde yine tavana bakıyordum öyle, tam o sı­
rada ninem önlüğünün içinde getirdiği tahta
parçalarını patır kütür sobanın yanına dökmüş,
ben korkuyla haykırmıştım : İskeletin bacakları
döküldü .. .
Ve imrahor beyaz atın üzerinde, yanında da
eyer vurulmuş öbür beyaz at, perona geldi. At­
lar öylesine beyazdılar ki, bir yaz gecesi aydınlık
saçan yeni açmış yasemin buketinden farksızdı­
lar. Ve müdür bey de odasından çıktı, imrahor
atından indi, müdür beye özengiyi tuttu. Müdür
bey atla güvercinliğin oraya kadar gidip :
•Uslu uslu uyuyun," diye bağırdı, •beni yi­
tiriyorsunuz sanmayın sakın. Müdür bey yine
. gelecek. Hoşça kalın yavrularım ... ,.

Ve Polonya güvercinleri guruldadılar, ka­


natlarıyla güvercinliğin indirilmiş kepengine
vurdular, müdür bey imrahorla birlikte atını
sürdü, rayların fü.:erinden geçti, atlar sert hat
boyu üzerinde ilerledikleri için nal sesleri du­
yuluyordu, çok geçmeden atlar karın beyazlığı
içinde yokoldular, yalnız müdür beyle imrahorun
hali çok komikti, koyu renkli giyimleriyle hava­
da oturuyor gibiydiler.
İstasyon şefi Hubiçka, keten· yahut ipek gibi
dürülmüş tarife haritalarını çıkardı, masanın
üzerine · yaydı, üzerlerine eğildi, kurşunkalemle
yolboyunca yürüdü.

67
Yeşil perdeyi açtım, bilet satışına başladım,
bekleme odasının alacakaranlığı içinden yolcu­
lar geliyor, biletlerini alıyor, yine karanlık kö­
şelerine dönüyorlardı, buz gibi ı;ıçık havaya çık­
mak pek işlerine gelmiyor, kontrolör memurun
yüzünden posta treninin ne zaman geleceğini an­
lamaya çalışıyorlardı. Kimi zaman öyle içerliyor­
dum ki bu yolculara; posta treni daha yarım sa­
atlik yoldaydı, ama giyinip yakamı kaldırdım,
sanki onların trenini beklemekteymişiin gibi pe­
rona çıktım, yolcular ardımdan seğirttiler, ama
ben şöyle aşağı yukarı bir dolaşıp, feneri rayın
yanın� yerleştirdim ve sıcak işletme odasına dfüı­
düm, soğuktan ilikleri kesilmiş yolcular bekleme
odasındaki sobanın çevresine doluşup; bana kö­
tü köfo bakmaya başladılar. Müdür bey de gece­
nin karanlığıyla gölgelerinden yararlanmaktan
çok hoşlanırdı, lastik galoşlarını giyip istasyon
binasının çevresinde dolanır, kontrolörler ne ya­
pıyor diye bakardı. Ah ah, beni de enselemişti
bir geceyarısı şekerleme yaparken . . . Sandalye­
ye oturmuş, çenem göğsümde, uyuyordum bir
seferinde; meğer müdür bey bu sırada, bekleme
odasındaki gişenin önüne çekilmiş olan iskeleye
çıkıp, kapalı duran yeşil perdenin üzerinden be­
ni gözetlemiş. Sonra lastik galoşlarıyla sessiz
sedasız perona çıkmış, kapıyı hafifçe açmış, ya­
vaşça yanıma girmiş . . . Beni omuzlarımdan bir­
denbire yakalayıp da sarstığı zaman duyduğu
zevkten bayılacaktı nerdeyse; ben öyle uykulu
halimle kendimi evde ve sabah oluyor sanmış ve
.. saat kaç babacığım? .. diye sormuştum . Ve mü­
.

dür bey açmıştı agzını, yummuştu gözünü : Bu-

68
rada müdür duruyor, senin karşında, baban de­
ğil . . . Görevde olduğunu da unutma sakın. Ba­
bacığıymış . . . Sonra Königgraetz'e bir ya,zı yol­
lamış, ordan da bana kırmızı zarflı ihtar mektu­
bu gelmişti.
Derken posta treni bizim istasyona girdi, çı­
kıp peronda durdum, yolcular bekleme odasın­
dan çıktılar, · yavaş yavaş ilerledi, ikinci vagonun
basamağında Maşa duruyordu, bluzunun yaka­
sı karanlıkta parlıyordu, göğsünde görev lam­
bası asılıydı, elinin bil�ğ_indeki bir kayışta da
kondüktör zımbası, Maşa her zamanki gibiydi
yine, onarım atölyelerindeki parmaklığı boyadı­
ğımız sıralarda da hep böyle tertemizdi, işimi�
bitip akşam paydos ettiğimizde yine öyle temiz
görünür ki, sanki yeni gelmiş sanırdın. Maşa
basamaktan aşağı atladı, bacağını uzatınca kır­
mızı · ayakkabılarıyla beyaz çoraplarını gördüm,
yanakları yine gamzeliydi, lacivert gece içinde
bütün yüzü pırıl pırıl parlıyordu, bana bir elma
uzattı , . bir elimle feneri, öbur elimle elmayı tut­
tum, sonra Maşa bana iyice yaslandı, beni kol­
larının arasına aldı, benden daha kuvvetliydi ve
yanakları süt kokuyordu, öyle sıkı sıkı yasladı
ki kendini bana, göğsündeki yağ lambasından
göğsüm sımsıcak kesildi, alevi kalbimi dağlıyor­
du sanki, kulağıma fısıldadı :
«Miloş, Miloş, seni öyle seviyorum, öyle sevi­
yorum ki. . . geçen şeylerden kabahatli olan be­
nim, kızlara sordum nasıl olacağını, benden bü­
yüklere sordum, her şey yine düzelecek merak
etme, muhakkak, nasıl olacağını biliyorum şim­
di . . . anlıyor mu&un?»

69
Geri çekildi, cebinden tarifeyi çıkardı, açtı
tarifeyi ve içinden çıkardığı bir .resmi bana uzat­
tı, eskimiş bir resim olduğun� hissettim . . . benim
resmimdi bu, parmaklığı kırmızıya boyadığımız
sıralarda vermiştim onu · Maşa' ya. Beyaz deniz­
ci giyimi içinde bir çocuğun resmi, re�min arka­
sına da başka bir resmin yapıştırılmış olduğu­
nu gördüm, bana kimin yapışmış olduğunu he­
men anladım, Maşa'nın yine denizci giyimli ço­
cukluk resmi . . .
·Miloş, bize ne zaman gelirsin, ne zaman?,.
diye sordu.
·
·Sence bir sakınca yoksa yarın değil öbür
gün . . . » diye kekeledim.
Ve dokuz sinyalini vermek zorundaydım ar­
tık, kondüktörler yerinize, kondüktör kızlar lam­
balarını kaldırarak cevap verdiler; tamam . . . Y�­
şil fenerimi kaldırdım, tren kalktı, Maşa kendi­
ni yeniden yasladı bana, hem de öyle sıkı sıkı
şarıldı ki, çocukluk resimlerimiz birbirine yapış­
!ırılırken nasıl bastırıldılarsa öyle. Sonra . Maşa
beni öpüp, demir kulpu yakaladığı gibi basama­
ğa atladı, göğsündeki görev lambası mavi bir
işık veriyordu ve ben öyle put gibi kalakaldım,
çünkü gerçekten erkek olduğumu hissetmiştim,
kendimi pekala inandırabilirdim buna, kendimi ·
yokladım da, evet, erkektim ben yahu, peki na­
sıl olmuştu da Maşa ile beraber kalacağım sıra­
da öyle leylak gibi solmuştum? Son defa bir­
birimizi hastanede görmüştük, Maşa maden düğ­
meli lacivert mantosuyla yatağımın üzerine eğil­
miş ve manto üstümü kapladığı sırada, düğmele­
ri köprü üzerlerinı:leki sıra fenerler gibi parıl-

70
damıştı, Maşa beni öpmüş, ama daha önce, ka­
ra görev düdüğü göğüs cebinden düşüp dişleri­
me çarpmıştı. Ardından Maşa yatağıma ilişmek
istemiş, bağlı kolumun üzerine oturmuş, ama
hemen gitmek zorunda kalmıştı, narkozdan ayı­
lan bir hasta doğrulmaya çalışınca yatağa bağ­
lanmıştı, boyuna haykırıyordu : Max, gidonu bı­
rak elinden, bıraaak, Maaax . . . Ve elini kayışla­
rın birinden kurtardığı gibi karyolanın altına
uzanmış, yakaladığı c$.m ördeği müthiş bir kuv­
vetle fırlatmıştı. Ördek oda boyunca uçup dibin­
de yattığım duvara çarparak kırılmış, sidikler
Ma·şa'nın başına sıçramıştı, ayağa kalktığında
saçlarında damlalar pırıldamaktaydı, kapının
ordan bana bir öpücük yollamış, ilk o sırada do­
ya doya bakabilmiştim ona, sonra, hastaneden
taburcu olduğum gün ortalığa bir göz atmış, ama
beni hiç kimsenin karşılamadığını görmüştüm,

71
o gün öyle kederliydim ki, çünkü yanımdaki ya­
tağa onbeş yaşlarında bir kız yatırmışlardı, kız
dolabında ana babasının onun için hazır ettik­
leri hediyelik bir çift Rus çizmesini görünce da­
yanamamış, çizmeleri giydiği gibi Prag'a yollan­
mış, ama Sataliç yakınlarındaki kayalıkların or­
da iki tren çarpışıp da kompartımandaki koltuk­
lar birbirine girince, kızın bacakları ezilmiş; kız
narkozdan ayıldığı sırada bağırıp duruyordu :
cRus çizmelerini. . . dolaba koyun Rus çizmeleri­
ni. . . » İşte · hastaneden öyle yalnız başıma çıkıp
da yürürken vitrinlere bakınca, kendimi tanıya­
mamış, yüzümü aramıştım, sanki ben başka bi­
riymişim gibi, yüzüm vitrinde . ı;ieğildi.. . sonra ·
bir vitrinin önünde yapayalnız durdum, hani
nerdeyse koklayabilecektim kendimi, ama yine
de, bu başka biri ·olsa gerek, diye düşündüm, eli­
mi kaldırdım, vitrindeki de elini kaldırdı, öbür
elimi kaldırdım, içerdeki de aynı şeyi yaptı ve
ben böyle bakıp dururken, kaldırım kenarında
bir dülger durmuyor mu, beyaz önlüğüyle dev
gibi bir adam, kireç içinde, kireçlere bulanmış
bir adam, kaldırımın üzerinde de Minimax mar­
ka bir yangın söndürme gereci, ve dülger bir
yandan bana bakarken, bir yandan da sigara-·
sını sarıyor, sonra sigarayı dudaklarının arasına
kıstırıyor, kibriti yakıyor, kibrit alevini avucuy­
la koruyup omuzlarını öne vererek sigarasını ya­
kıyor, ama o arada da bana . bakmaktan hiç vaz­
geçmemiş, sanki ikimizin arasında Beneschau
Bistritz'deki küçük otelin oda kapısı varmış gi­
bi, hani aralık kalmış olan kapı, bir tarafından
ben bakmıştım hani� öbür .tarafından da dülger ...

72
o sırada bana öyle gelmişti ki, sanki öbür tarafta
da biri sürmeyi indirmiştir benim gibi . . . Şimdi,
o beyaz, kireç sıçramış giysili dev gibi yaşlı dül­
gerin, kıyafet değiştirmiş Allahtan başka birf ol­
madığını . anlıyordum.

73
Bizim istasyondan birkaç marşandiz geçti,
sonra da bir posta katan, hizmet vagonlarının
aralıİdanndan ışık çizgileri sızıyordu, hani plaj­
lardaki kızların bazan yürürken mayolarının
arasından küçük tüyler çıkar, öyle işte. Ateşçi­
ler kömür küreğiyle kazanın altına kömür atı- ·
yorlardı, ışıklar geceye çizgi çizgi yayılıyordu ve
ateşçilerin sallanan vücutları tender duvarları­
na gölgeler katıyordu, . giriş ve çıkış sinyalleri
kırmızı ışığı yeşile dönüştürüyor, makas sinyal­
leri beyaz işaret veriyordu, düz yol için · ayakta
bir dörtgen, kavis için yana yatmış bir dortgen
ve sonra kör hattın Liverpool'da sonuçlandığı
yerde de bütün gece devamlı açıkmavi fener ya­
nıyordu. Işıkların değişmesiyle ana sinyallerdeki
kollar şakırdıyor. İşletme odasındaki gereçler tı­
kırdıyor, yanlış bir bağlantı halinde şurdan hur­
dan kısa telefon sesleri geliyordu ve bütün bu,
kuşların ötüşünü andıran gürültü içinde de is­
tasyon şefi bay Hubiçka bir aşağı bir yukarı do­
laşıp duruyordu; geceyansından bir süre sonra.
tam yirmisekiz v·agon cephane getirecek kendi
kontrolu altındaki nakliye treninden ötürü ü ziin­
tü içindeydi. Katarı tarife haritası üzerinde iz­
liyor, sonra kulak kabartıyor, karanlık peron­
dan bakıp, daha karanlık olan öteleri görmeye
çalışıyor, bekleme odasına bakıyordu. Oysa ben
Maşa'yı düşünüyor, onunla yine beraber kalır­
sam nasıl olur acaba, diye geçiriyordum içimden.
Artık ben de aradaı bir perona çıkar olmuştum,

7·1
ben de goge bakıyor, ben de kendi filmimi sey­
rediyordum gökyüzünde, istasyon şefi bay Hu­
biçka telgrafçı kızı telgraf masasının üzerine na­
sıl yatırdıysa, ben de Maşa'yı boylu boyunca
öyle yatınyordum gökyüzüne, iççamaşırlariiıı
birer birer çıkanyordum, ama MaŞa öyle çırıl­
çıplak göğe uzanmış dururken ne yapacağımı
bilemiyordum artık. Hoş, biliyordum bilmesine
ama, annemin karnında kaldığım hariç, hiçbir
kadının içinde bulunmadığım için henüz tecrü­
bem yoktu. Annemin karnında kaldığım zaman­
lan da doğru dürüst hatırlayamıyordum artık...
Derken müdür beyin kansının merdivenler­
den aşağı indiğini duydum, bir elinde mum, öbür
elinde de kaza yutturacağı hamurla dolu tabak
vardı; bodruma iniyordu, gürültüyü duyan kaz
korkudan bağırmaya başlamıştı. Ben peronda
durmuş, küçük pencerenin dörtgeni arasından
bodruma bakıyordum. Müdür beyin karısıyla
gölgesi eğildiler, müdür beyin karısı tabaktan
bir hamur parçası aldı, elinin içinde yoğurdu,
kazın gagasını açtı, hamuru içeri tıktı, sonra
kazın gagasını sustalı bir çakı gibi tutup, par­
maklarıyla · hamuru kazın boynundan aşağı sı­
vamaya koyuldu. Sonra yine bir hamur parçası
alıp suda yumuşattı, kendini savunmaya çalışan
kaza yutturmaya devam etti.
«Birazdan geleceğim, siz bakıverin yerime, "
dedim istasyon şefine, «şöyle birkaç adım uzak­
laşıyorum."
Sonra, döner merdivenden aşağı yuvarlak
duvarı yoklaya yoklaya ve dar basamaklarda
adımlarımı d i k k a tl e atarak aşağı i n d i m . k a pıyı

75
yavaşçacık açtım. «Korkmayınız bayan müdür,
benim ben, Miloş. . . .. diyorum.
cNe oluyor?» diye fırlayan kadın, elinde bir
tıkımlı k hamurla olduğu yerde kaldı, arkasında
duran mumun ışığı, ağarmış ve dağınık saçları­
nın arasından süzülüyordu, çökmüş suratı he­
men gözüme çarptı, müdür bey baron Lanski
Ruze rolünü oynaya dursun, kansının içi geç­
miş bir kül kedisindeB farkı yoktu.
cJ3en'im,,. diyorum, «bayan . müdür, size da­
nışmaya geldim, uzun sözün kısası, yarın benim
kıza, kondüktör Maşa'ya gideceğim, biliyorsunuz­
dur herhalde. Benimle yatmak ister muhakkak . . .
Herhalde siz d e biliyorsunuzdur.
«Benim birşey bildiğim yok,» diye homur­
dandı · müdür J;>eyin karısı, eğilip hamuru suya
batırdı, kazın gagasını açtı.
cAma, biliyorsunuzdur c.anım,.. diyorum,
cbilmemezlikten gelmeyin öyle, · size danışmak
istiyorum da . . . uzun sözün kısası, erkek olma­
sına:. erkekliğimde bir kusur yok, ama erkek ol­
duğumu ne zaman ispat etmeye kalksam erkek
değilmişim gibi oluyor. Ev hekimi kitabına ba­
kılırsa bende eyakulaçiyo prekos varmış, habe­
riniz var mıydı bundan? ..
.,Haberim yok .. , dedi müdür beyin karısı. ha­
mur parçasını yine suya daldırdı.
«Biliyorsunuzdur canım," diyorum, «bakın,
şimdi kendimi vererek düşününce . . . buyurun iş­
te, şu anda erkeğim yine . . . , bir dokunsanız . . . ,,
«Tövbeler olsun, " diye fısıldadı müdür be­
y i n karısı, « ba y Miloş, be n çoktan adetten ke­
silmiş bir kad ı n ım. ".

76
«Neden kesilmiş bir kadın?,.
·Adetten kesilmiş, tövbeler olsun, bu kadarı
da artık, olur şey değil, • diyerek yerinden uğ­
radı müdür beyin kansı, bu arada hamur taba-
· '

ğını da devirdi.
Ben yere çömelip hamur parçalarını toplar­
ken müdür beyin karısı da toplamaya koyuldu,
ona, Noneman Amcanın' atölyesinde beş dakika
içinde tamam olduğumu, daha başlamadan so­
nun geldiğini, hem de beş dakka içinde leylak
gibi solduğum için bileklerimi kesmiş olduğumu
anlattım.' Bunun üzerine müdür beyin karısı
sustu, kazı gagasından sıkı sıkı yakaladı. •Bir
dokunsanız bayan müdür,• diyorum.
·Olur Miloş," deyip eğildi, duvardaki gölgesi
de onunla birlikte eğilmişti; ve üfleyip mumu
söndürdü.
•Nasıl, erkek miyim?• diye sordum.
•Evet Miloş,.. dedi.
•E peki bayan müdür, peki ya sonrası? Ne
olur öğretin bana. Çok rica ederim. . . akıl has­
talıkları bölümündeki do�tor Brabec, yaşlıca bir
bayanla başlamam gerektiğini söylemişti . . . •
•Ama bay Miloş ben a.detten kesilmiş bir ka­
dınım dedim ya size, benim bu taraklarda be­
zim yok artık, sizi anlamasına anlıyorum tabii,
daha genç olsaydım neyse, tövbeler tövbesi, siz
istasyondakilerin hali nedir böyle ca�ım? İstas­
yon şefi Hubiçka. mühürlerlen bilmem ne, siz
de şimdi böyle bilmem ne . . . Ama hiç merak et­
meyin sakın, görürsünüz, yarın değil öbür gün
her şey nasıl yoluna girer, erkek olmaya pekala
erkeksiniz, hem de nasıl . . .
,.

77
Tam bu sırada bodrum penceresinden bay
Hubiçka'nın perona geldiğini gördüm; istasyon
şefi bacaklarını ayırıp durdu, gökyüzüne baktı,
şimdi oradakinin bütün gökyüzünü kıçıyla dol­
duran Zdeniçka olmadığını biliyordum artık,
şimdi oradaki, yavaş yavaş ilerleyen bir mar­
şandiz treniydi; cephane yüklü tam yirmisekiz
vagon birdenbire yokoluyor, yerine gittikç� da­
ğılarak büyüyen koca bir duman bulutu yerleşi­
yor, tıpkı bir yaz fırtınasından önceki gök burç­
ları gibi büyüdükçe büyüyordu . . .
·Bana kızmadınız ya bayan müdür?• diyo­
rum.
«Hayır Miloş, insanca şeyler bunlar hep . . . •
Ve duvarı yoklaya yoklaya ve ağırdan adım­
larla basamak basamak yukarı, birinci kata,
çıktı; yüzümüze karşı bizi azarlamayı göze ala­
mayıp yukarda tepinen müdür bey gibi mut­
fakta bir aşağı bir yukarı dolaşmaya başladı.
Müdür bey böyle durumlarda hep aydınlıktan
aşağı kükrer durur, sonra, hiçbir şey olmamış
gibi sakin ve arınmış, aşağı inerdi; aydınlıktan
aşağı haykıramadığı zamanlar karısına bağırır,
ona olmayacak şeyler söyler, içinde arınmamış
ne varsa boşaltır, bir süre sonra her şeyi unut­
tuğu için, ne bilek damarlarını kesip açmak ge­
rekliliğini duyardı benim gibi, ne de telgrafçı
kızın etekliğini sıyırıp kıçına mühürleri basma­
yı. . . Müdür beyin hiçbir zaman delirmeyeceğin­
den öylesine emindim ki, çünkü ruh sağlığını,
içinde ne var ne yok aydınlıktan aşağı boşalta­
rak, geri kalanını d.a karısına yağdırarak koru­
yordu. Karısı da onun ağzının ne zaman kapa-

78
tılması gerektiğini, yahut müthiş bir cümleyle
ne zaman taşlanması gerektiğini çok iyi biliyor­
du, öyle bir cümle ki, müdür beyi nerdeyse ok­
kalı bir tokat gibi yere yıkarak kendine getirir,
ayıltırdı.
Ve istasyon şefi bay Hubiçka gittikçe tedir- '
gin bir hal almaya başlamıştı; geceyarısı yaklaş­
tıkça tükürmesi artıyor, ikide bir başını kaldı­
rıp kulak kabartıyordu. Bütün beklediği şey,
kapının açılıp uzanan bir elin ona bir haber . ya
da bir paket iletmesiydi, farkındaydım bunun . . .
Müdür beyin saati onikiyi vurunca :
«Bu saat da ne güzel çalar . . . dedim.
»

Tam bu sırada kapı bir hava akımıyla açı­


lırcasına açıldı ve aba mantosunun · önü açık
duran genç bir kadın girdi içeri, meşe yaprakla­
rı ve meşa palamutları işlemeli bir de Tirol ce­
keti vardı üzerinde. Etekliği griydi, beyaz yün
çorapları, dilleri uzunca ayakkabıları vardı. Mü-

79
dür bey gibi giyinmişti ama, kadın giyimi tabii.
Bir de küçücük paket vardı elinde.
·Ben,» dedi, •Kersko'�a gitmek istiyorum. �
· Kersko mu?• dedim, •öyleyse sabaha kadar
bekleyeceksiniz, nehir üzerinden geçilerek gidi­
lir. . . •
•Ama hemen gitmem gerek Kersko'ya . . . •
diye qiretti.
·Uzaktır. Kime gideceksiniz orada?• · diye
sordum.
· Bir arkadaşım var da arda . . . • deyip güldü
ve parmağıyla beni gösterdi, •istasyon şefi bay
siz misiniz?·
·Yok canım, şef bu işte . . . • dedim.
•İstasyon şefi bay Hubiçka siz misiniz?• di-
ye sordu kadın.
•Evet,• dedi Hubiçka.
·Peki bu?� diyerek beni gösterdi.
•Arkadaşım,• dedi istasyon şefi.
·Miloş Hrma . . . • diye tanıttım kendimi.
•Viktoria Freie,• diyen genç kadın eğilip bi­
ze elini uzattı.
•Viktoria Freie mi?• diy� hayret etti Hubiç-
ka.
Hemen farkına vardım, haber buydu, anla­
mıştım hemen, açıktı, Viktoria Freie haberi ile­
ten elden başk�s� değildi, ne var ki bu haber is­
tasyon şefi bay Hubiçka'yı hiç de sevindirmedi.
Hatta şef her zamankinden daha bir sararmış,
genç kadının gelmesine öfkelenir gibi olmuştu.
Hiç mi hiç keyiflenmediğini görüyordum, kadın­
lan gözleriyle soymak alışkanlığında olmasına
karşın ne arkasına bakıyordu genç kadının, ne

80
de göğüslerine; üstelik gördüğüm kadarıyla, bu .
Tirollü genç kadın aynı zamanda hem · :popozel­
la'ydı, hem de memezilla . . . Perona çıkıp bir mar­
şandize geÇiş sinyali verdim, vaftiz anında kut­
sal suyu serper gibi bir. yeşil ışık . .. Ve sonra,
komşu istasyona trenin benim istasyondan ne
zaman geçtiğini haber vermek üzere geri 'dön­
düğümde, küçük paket yokolmuştu. Viktoria es­
neyip geriniyor, bir yandan , .da bana bakip du­
ruyordu, ona güven duyuyordum, şöyle bir saat
olsun uyumak istediğini söyleyince, ona müdür
beyin işletme odasının kapısını açtım; hani bi­
zim şef bay HUbiçka keten yüzlü kanapeyi yırt­
madan önce nasıl yapmıştı Dobroviç'te, öyle iş- ·

te. Genç kadın içeri girince pelerinimi getirip


kanapenin üzerine koydum, yeşil a:tJajurlu lam­
badan hoş bir ışık yayılıyordu; güvercinlikteki
güvercinlerin daha ha.la huzursuz olduklarını
duydum, müdür beyin gittiği sıradakinden daha
da tedirgindiler, aralarına sansar yahut gelincik
sızmış gibi sanki, hani öylesine bir korkuyla gu­
ruldayıp kanat vuruyorlardı.
«Adım Miloş Hrma, • diye kekeledim, ceya­
kulaçiyo prekoks'tan rahatsız olduğum için bilek
damarlarımı kestim geçenlerde. Ama aslında
birşeyim yok. Hoş, benim kız arkadaşın yanın­
da ' leylak gibi soldum ama, aramızda kalsın, er­
kek olmasına tam bir erkeğim. •
«HeI).üz hiç kadın görmediniz mi?• diyerek
hayret · etti Viktotja.
'cHayır, sadece denedim, onun için bana öğüt
vermenizi rica edecektim. •
cHenüz hiç kadın görmediniz mi· gerçekten?�

81
diyen Viktoria'nın hayreti gittikçe artıyordu.
«Hiç . . . Çünkü Maşa, Karolinenthal'deki No_­
neman amcanın orda yatağıma girdiğinde ... . hoş
Maşa yanımda olmasına yanımdaydı a;ma ara­
mızda,. bir şey geçmedi, çünkü leylak gibi sol­
dum kaldım.•
«Demek gerçekten kadın görmediniz,,. deyip
gülümsedi ve Maşa'nınkiler gibi gamzeler belir­
di yanağında, gözleri de bir parladı, sanki şans­
lılığın� gülüyormuş yahut değerli bir şey bul­
muşcasına. Parmaklarını saçlarımda gez4irdi
ben piyanoymuşum gibi, sonra işletme odasına
geçilen kapalı kapıya baktı, masanın üzerine
eğildi, lambanın fitilini kısıp bir üfürüşte sön­
dürdüı el yordamıyla behi bulup müdür beyin
kanapesine çekti, kendini kanapenin üzerine bı­
rakırken beni de birlikte sürükledi, yeniden ok­
şadı beni, küçükken annem beni nasıl soyup
giydiriyorsa, öyle işte; . etekliğini yukarı sıyırma­
sına yardım etmeme hiç ses çıkarmadı, derken,
bacaklarını nasıl kaldırıp açtığını hissettim, Ti­
rol ayakkabılarını müdür beyin kanapesine uzat­
tığını da duydum ve sonra birdenbire Viktoria
ile birbirimize yapıştık kaldık. Hani denizci kı­
yafetli resmimle Maşa'nın resmi birbirine nasıl
yapışmışsa öyle, gittikçe kuvv,etlenen bir ışık
kapladı beni, yükseldim, yükseldikçe yükseldim,
bütün yer ' gök titriyordu, gürültüler, gümbür­
tüler arttıkça arttı, bana kalırsa bu ne benim
vücudumdan, ne de Victoria'nın vücudundan
geliyordu: Aksine, dışardan geliyor, hem bütün
bina temellerine kadar sarsılıyor, pencereler
şıngırdıyordu; hayıhın içine doğru yaptığım bu .

82
şanlı ve başarılı yolculuk şerefine telefonlar bi­
le çalmaya başlamış, telgraflar kendiliklerinden
.
mors işaretlerini sıralamaya koyulmuŞtu, hani
bazı bazı fırtınadan ötürü ·· işl�tıiıe odalarında
nasıl olursa öyle, müdür beyin güvercinleri bile
en sonuncusuna kadar hu çekmeye başlamıştı
bana kalırsa, . üstelik ufuk bile ayaklanmış, ateş
rengine bürünüp . yanmaya başlamıştı. Tam bu
sırada istasyon binası yeniden tit17edi, temel du­
varı bir sarsıldı... . Derken, Viktoria'nın vücudu
nasıl yay gibi gerildi hissettim, demir ökçeli
ayakkabılarının keten bezinden kanapeyi nasıl
kazıdığını, keten bezin nasıl yırtıldığını da duy­
dum, kanape yüzü boyuna yırtılıp duruyor, el ve
ayak parmaklarımın . tırnaklarından . beyriime
doğru capcanlı bir kramp yayılıyordu, ne var
ne yok -birden bembeyaz kesildi, sonra gri, son­
·ra kahverengi; sıcak su soğuyormuş gibi bir se­
rinlik duyuluyordu, ve sırtımda hoş bir sancı
yardı, sanki . biri tutup bir kanca geçirmiş sırtı­
ma gibi.
Gözlerimi açtım, Viktoria parmaklarıyla yi­
ne saçlarımı karıştırıp zarzor soluk aldı. Ka­
rartma perdesinin aralığından uzak bir ateşe
ait kırmızı ve ke.hribar sansının ufukta alev alev
yükseldiğini gördüm. Müdür beyin güvercinleri
de korkuyla gurulduyor, güvercinliğin içinde
uçuşarak dört dönüyorlar, duvarlarl.a tavana
çarpıyor, yere saldırıyor, istemeyerek kanatları­
nı çarpıyorlardı ye:r:e.
Viktoria Freie doğrulup oturdu, kulak ka­
. barttı. Saçını arkaya atıp :
«Bir yere korkunç .bir hava akını oldu her-

83
,

halde,• dedi. İç pencereyi açtım, karartma per­


desinin ipinf çekince · stor gıcırdayarak yukarı
çıktı. Sıradağlanı:ı ardında hala kızu alevler yük­
seliyordu ötelerde, ufuk kızarmış ve dağların ar­
dına itilmiş gibiydi, bahtslzlığın. tam ortasına . . .
·Dresden olsa gerek,,. dedi Viktoria, doğru­
lup saçlarını taramaya başladı, taraktan garip
bir ses tonu geliyordu. Kıvrak vücudunu düşü­
nünce, birden trapezde uçtuğu gözümde canla-
·

nıverdi.·

•Sizin işiniz ne?» dedim.


•Artistim,• deyip tarağı sık saçlarının ara­
sından geçirdi,. başını yana eğip durdu, •savaş­
tan önce 'renkli hava gösterileri paleti' numara-
sını yapardık.» .'
Kanapeye oturup elimi kanape yüzünün üze,.
rinden hafifçe geçirdim. Keten bez enlemesine
tamamen yırtılmıştı. Yosunlar fırlamışti dışarı.
İstasyondan geçen bir marşandizin bacasından
kıvılcımlar sıçradı. Viktoria pencerenin önünde
durmuş, kıvılcımlan saçlarından tarıyordu. Der­
ken, kırmızımsı ufka karşı, yolun ordan iki at­
lının gelmekte olduğunu gördüm.
Ayağa kalktım, bütün hayatım süresince ilk
. defa rahat hissediyordum kendimi.
•Teşekkür ederim,,. dedim.
·Ben de teşekkür ederim,,. diyen Viktoria,
aba mantosunu alıp işletme odasına girdi, saate
baktı. . Derin bir soluk aldı. Bluzuna el atıp, gö­
ğüslerini sütyene yerleştirdi. Sonra, istasyon şefi
Hubiçka'nın bacaklarım ayırıp ·durduğu ve · gök­
yüzünü seyrettiği perona çıktı. İkisi bir süre ko­
·
nuştular. Sonra Vi-ktoria geri dönüp :

84
•Artık gerçekten Kersko'ya gitmem gerek,•
dedi. Gülümseyip müdür beyin küçük bahçesi
boyunca ı�lamurlu yola doğru ilerledi, evlerin
arasında ortadan yokoldu. .
Müdür bey beyaz atla geldi, çevik bir hare­
ketle yere atladı, yuİarı imrahorun eline tutuŞ­
turdu, imrahor geri dönüp atını · tırısa kaldırdı.
Müdür bey hemen güvercinliğe gidip ses­
lendi :
. •Benim tatlı pisilerim,. neden böyle birbiri­
nize girdiniz bakayım? Kötülük mü ettiler size
yoksa? Müdür bey geri döndü işte, huuu, huuu. .. •
Sonra neşe içinde işletme odasına girip bir
sandalyeye tersine oturdu :
. �Hubiçka, .. dedi, •kont size rselam yolladı.
Baron Bethmann Hollweg, Zdeniçka'nın resimle­
rini getirmemiş mi meğer? Bütün o soylu bay­
lar heyecana kapılıp sizi görmek istediler. Biz­
zat kon,t bile, başından böyle birşey geçemeyece­
ği tçin sizi ne kadar kıskandığını size bildirme­
mi söyledi Hubiçka.
'
. . Masa başındakilere ola-
yın nasıl geçtiğini bir bir anlatmak zorunda bi-
le kaldım . . . •
Ve bunu söyledikten sonra 'ayağa kalktı,
telgra{ bizim istasyonu çağırıyordu .. •Trafiğe ka­
palı istasyonlar : Dresden, Pima, Sautzen . . . •
Müdür . bey perona çıkıp, gümbürtülerin . gel­
diği ve ·· ufkun kızarmış olduğu yöne dönüp ba­
ğırdı : ,
/'
•Bütün dünyayla savaşmaya kalkmasaydı-
nız ' böyle . . . •

85
İstasyon şefi Hubiçka� telgraf masasının
üzerinde!ci küçük lambanın düğmesine- basıp
ışığı yaktı, masanın hemen kenarında duran. not
defterini açtı ve bana, önemli. bir haberi oku­
mam gerektiğini anlatırcasına göz etti, işin için­
de iş olduğunu · hemen anladım. İstasyon şefi
üzüntü içindeydi, kurşunkalemle haberleri gös­
terirken, kalemin ucu titriyor, kağıda kardiog­
raf gibi çizgiler çiziştiriyordu. Çekmeceyi dik­
katle açtı istasyon şefi; son satıra bakmam ge­
.
rektiği .halde yan gözle çekmeceye baktım. Ma­
sa lambasının ışık konisi işletme odasındaki bi­
ricik ışık · kaynağıydi, çekmecenin içinde bir ta­
bancayla başka bfr şeyin daha parladığını . gör-
. düm, o başka şey bir cep lambasını andırıyordu,
ama cam olacak yerde, yavaşça tik tak eden saa­
ta benzer bir şey vardı.
cMiloş,.. dedi istasyon şefi fısıldayarak, not
defterini gösterip bir haberin altını çizdi, «Mi­
loş, iyisi mi perona çıkıp şunu orta vagonlar­
dan biripip içine fırlatalım. önce dur işareti ve­
rir, son dakkada yeşili gösteririz . . . yolunu kes­
miş oluruz böyle.•
«Doğru,,. dedim yüksek sesle, sonra, bekle­
me odasının bütün pencereleriyle bütün karart­
ma perdelerinin aralıklarında, her yerde, bizi
gözetlemekte olan gözler bulunabilir diye düşün- .
düm. .Onun için ben de bir kalem aldım elime,
not defterindeki bir haberin altını çizip fısılda-
dmi :

86
«Hani geçenlerde sinyal kolu düşmüştü ha­
tırlıyor musunuz? Hani ekspres marşandiz ge­
çeceği sırada? Beni dinleyin şimdi. Yine aynı
şeyi yapacağım. Sinyal direğine tırmanır, öne
doğru eğilir, bombayı orta vagona bırakınm yu­
kardan, sonra yine aşağı inerim, işin neye va­
racağını götürüz. Bizim sıkı kontrol altındaki
nakliye treni nerde şimdi?•
«Hemen biraz önce Podiebrad'dan geçti, ya­
nın saat sonra buradadır,,. diyerek hızla solu­
du bizim . şef, karnıyla çekmeceyi itti, not defte­
rine dalgınlıkla bfr imza attı. «Korkmuyor mu-
·
·

sun sahiden?•
«Hayır, böylesine rahat olmamıştım hiç . . .
öyle ya,• dedim, «erkeğim artık erkek, tıpkı si'­
zin gibi şef, erkeğim artık, ne güzel şey, üzeri­
me yapışmış ne varsa hepsinden kurtuldum, şöy..:
le . . . • Masanın üzerindeki uzun makası alıp, açıp
kapadım. «Şöyle işte, geçmişten şöyle kesip ayır:..
dım kendimi.• . Gülüp telefon alıcısını kaldırdım.
«Marşandiz trafiği, • deyip bölge nöbetçisine
haberi verdim, «elliüç yüzaltmış numaralı mar­
şandiz için makaslar hazır.• Anahtar ı çevirip dı­
şan geceye çıktım, ufukta, sanki güneş yeni bat­
mış gibi, o uzun leke duruyordu hala. Ana sin­
yal ile küçük sinyale ait manivelalan hafifçe yu'"
kan sürdüm.
Kafamın içi böylesine berrak olmamıştı hiç,
sanki eskisi gibi küçüktüm de, anneciğim kötü
bir düşü kovmak için başimı okşamıştı. Ve bizim
şef bay Hubiçka, işletme odasında bir aşağı bir
yukan dolaşıp duruyor, yerlere bakıyordu; ar­
·

tık gökyüzüne bakmak için Q.ışarı çıktığı falan

87
yoktu, · ben de onun gibi tam üstüne basmıştım
ileriyi · görmek konusunda, böylesi bir sorumlu­
luk, sonu neye varırdı bunun? Tutalım iyi sonuç- .
landı, peki sonra? Ama ·bunu düşünmedim artık,
her şeyi sonuna kadar düşünmüştüm nasıl olsaı,
bu beni İlgilendiremezdi artık, bütün düşündü­
ğüm anaı sinyalin üzerinden, treni havaya uçu­
racak olan vagonu ele geçirebilmekti, başka tek
şey istediğim yoktu. Gökyüzünde, vagon parça­
larını, vagon kalıntılarını, ray parçalarını, tra­
vers kalıntılarını birbirine katan ve hiç durma­
dan yükselen buluttan başka bir şey görmüyor­
dum, ]:>öyle bir şeyi çok daha önceleri kafama
koymuş olmam gerekirdi diye düşündüm, hem
de salt dedemi çiğneyip geçmiş olmalarından ötü­
rü bile olsa! Hani dedem tek başına ve iki kolu
ileri uzanmış, Almanlar geldikleri yere dönsün­
ler diye ipnotizma düşüncelerini yaymak üzere
karşılarına çıkmış, koca bir kolorduya karşı koy­
muştu ya hani. . . Ve dedemin başı tankın zincir­
leri arasında kalmış da plsa, onları kolordu be
kolordu, tank be tank, asker be· asker, geriye ..
sürüler halinde yayılıp Rus orduları tarafından
püskürtüldükleri Almanya'nın göbeğine geri çe­
viren yine de dedemin · ruhundan başkası değil­
di.. . Ama ben de dedemi unutmuştum, çünkü
onu daha önce aklıma getirmiş olsaydım çok
başka şeylere girişebilirdim. Yirmi dakika sonra
cephane yüklü trenim geliyor. Büyük bir işi ger­
çekleştirmek fırsatı elime geçmiş olacak; solgun
bir leylak değildim · artık. İçimde böylesine bir
güç bulunabileceğine inanmazdım doğrusu, is�
tasyon şefi bay Hubiçka'nın bu işe böyle dört el-

83
le sarılacağı da. aklıma gelmezdi aslında, artık
yürümek pile' değildi yaptığı, manevra düzeninin
. orda durmuş, ·kontroluml.,lz altındaki treni han­
gi telefonun haber vereceğine kulak kabartıyor-
·

du.
. Yine işletme odasına girip çekmeceyi açtım,
bombayı paltomun cebine soktum, istasyon şefi
bay Hubiçka bu arada beni vücuduyla maskele­
di. Tabancayı da öbür cebime koydum, sonra
parmağımı not defterindeki satırlar üzerinden
boylu boyunca geçirip imzamı attım, kalemi yi­
ne çekmeceye koydum.
Şef, dünden beri ! bizden geçen bütün özel
nakliye trenlerinin yazıldığı kara tahtanın başı­
na geçti; cephenin çökmesini önlemeye ç�lışacak
olan aşağı yukan yirmi katarlık askeri nakliyat...
·

Parmağıyla trenleri gösterip fısıldadı :


cMiloş, son dakka için ayar edeyim sana.•
«Evet aµıa . . . gelen marşandiz duıle.c�k.• de­
dim. .Ve perona çıktım, marşandiz istasyona gir-
di, .durdu ve tren şefi yere atladı.
«Müthiş bir şey, bütün Dresden mahvoldu,•
·

dedi.
Onun arkasından daha başkaları da atladı
yolcu vagonundan, bil- toplama kampından kaç­
mış gibiydiler, pantolonlan . çizgiliydi; ama işlet­
me odasına girdikleri zaman, çizgili pijama giy-.
miş ihsanlar olduklannı gördük, paltolarını şöy­
le üzerlerine atmışlardı o kadar, hani paçayı kur­
tardıkları sırada; bakışlan dimdikti, göz bile
·

kırpmıyorlardı. Tren şefi bir sandalyeye çöküp


alnını ovdu.
«Bütün Dresden tek bir meşale gibi. Şu gör-

89
1 dükleriniz bizim yolcu vagonuna doluştular,• di­
yen tre.n şefi' oturduğu yerden, . yorulmuş bir at
. gibi, zarzor kalktı. Bir süre elleriyle telgraf ma­
sasına yaslandı, t.utuna tutuna masan.ın öbür
ucuna kadar kaydı, orada başını önüne eğip kal�
dı. Uykuya dalmış gibi görünüyo:ı;-du. Almanlar
da tıpkı onun gibi duruyorlardı, yerlere bakı­
yorlar, belki de. pencerelerden bahçelere, yolla­
ra atladıkları, yıkılan ağaçlarla, duvarların ve
kalasların onları her "şeylerinden ayn . koduğu
son saatleri görüyorlardı yerde . . En küçük oğla­
ğa kadar, bahtsızlığa uğramış her şeye acıyan ·

· ben, bunlara acımıyordum artık, bunlar bende


bir acıma duygusu uyandırmıyordu artık. Bile­
ğimden ötürü hastanedeyken sık sık uzak ak­
rabalarımdan bir teyzeyi görmeye giderdim, bu ·
Beatrice teyze elli yıldır dediğim hastanede hem­
şireydi, · görevli olduğu bölüme ölüm derecesin­
de yanmış, hastaları getiriyorlardı, tabii o sıra­
lar çoğunlukla . erleri, yağlara bulanmış olarak
getirilen ve amfibilerden farkı olmayan erleı;i . . .
Benim büyükteyze onlara sebze çorbaları pişiri­
yor, çok acı çekiyorlarsa morfin iğnelerini de '
yapıyordu, büyükteyze Beatrice'.i yoklamamm
nedeni, herkese huzur vermesiydi; öyle kuvvetli
ve büyük bir kadındı ki, acı çekmekte olan ere
şöyle bir baktı mı yetiyor, er huzur iğnesi ya­
pılmış gibi rahatlıyordu, belki de bu, uzun süre­
dir ayn kısımda görevli olmasından ileri geli­
yordu . . . ben yine de kalkıp gitmek isterdim bu
Alman erlerini görüp de gözlerim yaşarınca, sev­
gilileriyle karılarının uzaklardan kalkıp geldik�
!erini gördükçe ve b\ı erlerin öyle yağlara bulan-

90
mış bir .halde son isteklerini dile getirip, kan­
larına kiminle evlenmeleri gerektiğini, çocuklar­
la kalan öteberiyi nasıl yönetmeleri gerektiğini
salık verirken görünce, ben kalkıp gitmek ister­
dim, ama büyükteyze Beatrice, beni yine zorla
sandalyeye oturtur, havuç, kereviz ve m1 da-<
noz doğramaya devam eder, bir yandan dograr-
. ken, . bir yandan da hafiften hafiften şarkı sÖy­
ler�i her seferinde . . . Onbaşı .Schulte .. yarın sa­
.hah ölecektir çaresiz, onbaşı Schulte. yanıi sa­
bah ölecektir çaresiz, ölecektir, ölecektir, öle­
cek . . . bunu «bir Mayıs çiçeğidir Prag köprüsün­
de ipincecik büyüyen• şarkısının melodisine uy­
durarak söyler ve havucu, kerevizi, maydanozu
doğramaya devam ederdi; sabaha karşı acıları­
na bir son vermek için onbaşı Schulte'ye bir mor­
fin yapacağını bilirdi, çünkü onbaşı Schulte ar­
tık bu dünyadan çoktan ayrılmak üzere olurdu
da ondan . . . öbür gün yine alçak perdeden şarkı­
sını okumaya koyulurdu : Üsteğmen Ditie yarın
ölecek . . . bunu da ·bir kız bana altın yüzüğünü»
melodisiyle ckur, sebzesini doğramaya devam
ederdi, ben o sırada banyo teknelerini andıran
yataklarındaki genç erkekleri gözden geçirirdim,
sanki banyo yapacaklarmış gibi bir halleri olur­
du, öbür gün ölrnesinler ister, yuvalarına, karı­
larına; sevgililerine, son defa konuşmuş olduk­
ları o insanlarına .dönsünler isterdim, çünkü bu­
raya bir girenin sonu da gelmiş oluyordu, amin.
Ama şu anda, böyle Dreşden'den geldikleri sıra­
da, onlara acımıyordum artık, acıyacaklarsa
kendileri acısınlardı kendilerine. Ve bu Alman­
lar farkındaydılar bu.nun. Tren şefi doğrulup

91
onlara döndü :
•Evinizde oturup kalsaydınız ya göt�nüzün
üstünde,• dedi.
' Sonra dışarı çıktı, elini kaldırdı, tren kalktı
ve tren şefi yolcu vagonuna atladı.
•Bu Almanları bize gönderen Yaradana kur­
ban olayım,• diye fısıldadı şef, •bize tanıklık
edecekler, şayet . . . • soludu, sanki bir bekçi kulü­
besi.nden diğerine sinyal verildiğini duyar gibi
oldum, küçük bir çekiÇle bir çana vurmuştu san­
ki ve benim treniri yaklaşmakta olduğunu he-
. men anladım. İstasyon şefinin uzunca bir süre­
den beri elinde telefon beklediği işletme odasına
girdim, şefin sararmış olma.sından, gelenin ger­
çekten bizim sıkı kontrol altındaki tren olduğu­
nu anladım.
Sobanın çevresinde tıpkı bizini pazaryerin­
deki heykelleri andırıyorlardı. İçlerinden biri
ağlamaya başladı, öyle de garip ağlıyordu ki,
hava akınlarından ötürü uyanan müdür beyin
güvercinleri gibi _ gurulduyordu tıpkı, sonra Al­
man daha bir insanca ağlamaya başladı, vücudu
ancak şimdi koyvermişti kendini, öteki Alman­
lar burun çekerek izlediler, sonra hep birden
·

ağlamaya koyuldular, her biri kendine göre ağ­


lıyordu ama aslında insanca bir ağlamaydı, ge­
çen olaylardan yakınma gibi bir şey. Ve alnı­
nı duvara dayayıp serin -tutmaya çalışan bir Al­
manın . burnundan birden kan geldi, Alman yere ·

doğru kaydı, kayarken duvara kırmızı bir çizgi


çekti.
İstasyon şefi Hubiçka bana baktı, kasketini
öyle aşağı indirmişti '·ki, bakarken çenesini kal- .

92
dırmak zorunluğunu duydu.
Ben dışarı koşup ek binaya girdim, giriş sin­
yalinin manivelasını yukarı sürdüm, ama çıkış
sinyalini stopta bıraktım.
İstasyon şefi iÇeri girince, bombayı palto­
·

mun altından çıkarıp cep lambamla �ydınlat­


tım, şef, öir fotoğraf makinesi hazırlıyormuş gibi
bir incelikle halkaları a�arladı.
Güvercinler hala uyumamişlardı, boyuna
�rulduyorlar, sanki düşlerinde bir korkuya ka­
pılarak irkiliyorlardı, duvara çarpan kanatları­
nın sesi duyuluyordu.
Sonra şef Hubiçka bana elini uzattı, eiime
bir balık tutuşturuyormuş gibi soğuk ve .nem­
liydi eli. Hat boyunca yürüdüm. Bir bulut gelip )
ayı kapattı, kar atmaya başladı, geri dönünce
uzaktaki lokomotifin maskelenmiş ışıklarını gör­
düm. Ay kar perdesinin altından çıktı, kar tut-

93
muş tarlalar bu soğuk gecede pınl pınldılar, o
donmuş kristallerin tik tik ettiğini yine duy­
dum, sanki içlerinde renkli bir saniye gösterge­
si işleyip duruyordu. Sonra sinyal direğine tır- ·
mandım, bir iskeleye tırmanır gibi. . . Yine bir bu­
lut · gelip �yı kapattı , yine . kar atmaya başladı,
su sineklenni andıran kar taneleri . . . Lambanın
üzerine çıktım. Lokomotif . istasyona girerken,
önünü serbest bu.lmadığı için yakınır gibi bir
öttü. Sinyal kolunun yukan kalktığını duydum,
onunla birlikte elim de kalktı ve lamba kırmızı
yerine yeşil ışık. verdi. ' Kol beni adamakıllı giz­
·
liyordu, çünkü arkasında kalıyordum. Lokomo­
tif bir sevinç düdüğl;i öttürdü, istasyon şefinin
.. yeşil fenerle lokomotif makinistine yol açık işa­
retini verdiğini gördüm, ben öyle sinyal direği­
nin üzerinde otururken kar daha sık yağn!aya
başladı, kar taneleri yüzüme çarpıyordu, artık
daha kuvvetli yağmaya başladığını anladım. Kı­
mıldamaksızın oturuyor, o şey elimde bekliyor­
dum. Gerecin tik' taklarının içime işlediğini du-
.
.

yuyordum, derken, lokomotif altımdan geçti,


,
alçak uçuş yapan uçaklar hemen göremesinler
diye lokomotifin üstü bir çadır beziyle kamufle
edilmişti.' Sonra ardarda vagonlar, alçak, üstü
açık vagonlar ve üzerlerinde de samanla örtül­
müş cephane sandıkları, üç, dört, beş vagon say­
dım. Ay çok sık · bir kar yağdıran bulutların ar­
kasına girmişti, ama yine de bu derenin dibinde-
. ki otomobil lastiği kadar görünüyordu. Yedi, se­
kiz, dokuz, kar gittikçe sıklaşıyordu,. bir an rie
lokomotifi ne ele son vagonu görebildim. Onbir,
oniki, onüç v e . elimdeki gereci, suya bir çiçek

94
ata'r gibi hafifçesine bıraktım · elimden, tam ta­
_
mına hesaplamıştım: Yaklaşan vagomm ön du­
varı tam altıma geldiği sırada bırakmıştıi'n elim­
dekini ve gereç vagonun tam ortasına düştü, ora­
da yatıp kalacak ve sıkı kontrol altındaki treni
sonuna kadar götürecekti. Ortasındaki ondör­
düncü vagon kar tarafindan gözden silininceye
. kadar arkasından baktım.. önümdeki dört daki­
kayı böyle yukardan izlemek niyetindeydim, böy­
le oturduğum yerden ve bir avcı gibi, trenin mah­
volacağı anı burada · bekleyecektim. Arkasındaki
· küçücük kulübesiyle son -Vagpn da yaklaştığı _ sı­
rada, birdenbire küçük kulübeden yöneltilen bir
ışık konisi üzerimde toplandı, tabancamı çekti­
ğim sırada, tam altımda . bir tüfek namlusundan
çıkan ateşi gördüm. Ateş ettim, " küçük kul übede­
ki de aynı anda ateş etmişti, bir cep lambası de­
miryolunun kenarına düşmüş, taş kırıklarının
üzerinde yanık kalmıştı, küçük kulübeden yere
atlayan birinin hat boyundaki hendeğe girdiği­
ni gördüm. Omuzbaşımda bir sancı duydum, ta­
banca elimden kayıp düştü, başaşağı sarktım,
ama paltomun kenarından demir parmaklıklar­
dan birine takılı kaldım, sinyalden bir şakırtı se­
si geldi, yeşil kırmızıya dönüştü ve kol ufki du­
ruma girdi, ben öyle başım aşağıda asılı durur­
ken, paltomun yırtıldığını duydum. Cebimden fır­
layan anahtarlarımla bozuk paralar, uğuldamak­
ta olan kulaklarımın_' yanından geçip düştüler.
. Trenin uzaklaştığını, virajı d.öndüğünü gördüm,
benim. görüşümle, tekerlekleri yukarıdaydı, gece
vaktt gökkubbeden geçiyormuŞ 1gibi. .En arkadaki
kırmızı fenerler uzaklaştı, sinyalin altındaki hen-

95
dekte, bir yumak gibi iki büklüm olmuş eri. gör­
düm, kar üzerine yağıyordu, kepini yitirmişti,
başı da, . dazlaktı, paltom yırtılmaya devam etti,
kanımın gömle�imin altından boynuma ve kafa­
ma yürüdüğünü duyuyordum, paltom iyice yırtı­
lınca tepeüstü yağ ve buhar iÇindeki kırık taş­
lara düştüm, avuçlarım sivri taşlara çarptı. Son­
ra hendeğe, Almanın hemen yanına yuvarlan­
dım; Alman yan dönmüş yatıyordu ve şu anda. .
olduğu yerde yürümeye çalışıyormuş gibi ayak­
larını kımıldatmaya başlamıştı. Altlan kalın çiz­
meleriyle karlan kazıyor, donmuş toprakla ot­
lar karın altından meyc;iana çıkıyordu. , Bir yan­
dan · da karnını tutuyor, acıklı sesler çıkarıyor­
du. Elimi ağzıma götürüp de öksürünce ağzım­
dan kan geldiğini gördüm. Alman eri .ciğerlerim­
den vurmuştu beni, ben de onu karnından . . O .

zaman, istasyon şefi bay Hubiçka'nın bütün ak­


şam :ı;ıeden soluyup tükürdüğünü anladım. Sonu­
mun neye varacağını önceden görmüştü şüphe­
siz, çünkü bizim şef bay Hubiçka korku nedir
bilmezdi, , hiçbir şeyden korkmazc;iı, ama burada
olan biten ondan baskııı. çıkmıştı muhakkak,
onun kuvvetini aşan bir şeydi, daha olup bitme-
. den de olmuş bitmiş gibiydi sanki her şey. . . Ka­
rın boşandığı göğe baktım, sonra, kaı;'Ilımın üze­
rine yatıp ere doğru süründüm, şimdi daha da
yüksek sesle bağırıyor, hep aynı sözcüğü tekrar­
layıp duruyordu. •Anacıım, anacıım, anacıım,•
diye ,bağırıyordu ve ben onu · gözden .geçiriyor,
kan _ tükürüyor, bu eriri anasını değil, aslında ço­
cuklarının . anasını · çağırdJğını biliyordum. Çün­
kü kafası · dazlaktı çôktan, üzerine daha da eği-

96
lince onun bizim şef Hubiçka'ya müthiş ben,ze­
diğini gördüm. Ellerini kamına bastırmakta de- ,
vam ediyor, sanki kurşunlanmış gövdesinden
uzaklaşmak istiyormuşcasıiıa, olduğu yerde de­
beleniyordu, yürür gibi. Kalın çizmeleriyle kar­
·

lan kazıyor duruyordu yine donmuş toprağa ka­


dar. . . Kollanmı açıp sırtüstü uzandım, ağzımın
kenarlarından kan akıp gidiyordu, göğsüm ateş­
ler içindeydi. Birden, bizim şef Hubiçka'nın ak­
şam boyunca gördüğü şeyin; artık yitip gittiği­
min farkına vardım. Beklesem beklesem · ancak
tren havaya uçuncaya kadar bekleyebilirdim ar­
- tık. Bu durumda ölümden başka bir şey bekleye-
mezdim, ya ciğerim dıfündiği için ölecektim, ya­
hut beni · bulurlarsa, Almanlar tarafından asıla­
cak, ya da kurşuna dizilecektim ·ötedenberi alış­
kın oldukları şey bu olduğu için. Şu anda, Be­
neschau'daki Bistrzitz otelinde denediğim ölüm­
den başka bir ölüme adanmış olduğumu sezmiş
ve anlamıştım. Kızdığım tek şey, kasıklarını tut­
muş çizmeleriyle yürümeye çalışan şu Almanı
kamından vurmuş olmamdı. Delinmiş bir kar­
nın sonu ölüm olduğu için, artık ona da kimse­
nin yardım edemeyeceğini biliyordum. Ne var
ki, Almanın, -üzerine . doğru yürüdüğü ölüm he­
.
nüz ·oldukça uzaktaydı, olduğu yerde debelenip
hep ' aynı tempoyla canacıım, anacıım, anacıım,,.
diye tekrarlayan bu er, ulaşmak istediği şeye
böyle ulaşamaz gibi geliyordu bana. Çizmeleri­
nlıı beynimi kazıdığını duyuyordum. Yana doğ­
ru.
yuvarlanıp dirseklerime
..
abanarak bu · Ier
çizmelerine · yaklaştım, . iki elimle tutup yaka-
lamak niyetindeydim çizmeleri. Ama ayaklan öy-

97
lesine hareketliydi ki, bir makinenin manivela­
sıymışlar gibi kurtuluyorlardı elimden. Tren yol�
cularının bagaja veİ'dikleri bisikletlerle çocuk
arabalarına numara bağladığım ipi cebimden
çıkardım, kanımı sildim, ipin bir ucunu bir çizme­
ye ve ayaklar yer değiştirince de, öbür çizmeye
bağladım; Bacaklar bir süre yürümeyi kestiler, '
titrediler yalnız, derken birdenbire makine gü­
cüyle ipi koparıp toprağı kazımaya devam etti­
ler, hatta adım atmayı bile sıklaştırdılar. Er şim­
di daha yüksek sesle bağırıyordu :
cAnacıım, anacıım, anacıım . . . ,.
Böyle bağırırken, düşünmeyi hiç istemedi­
ğim bir şeyi aklıma getiriyordu hep : Anneciği-.
min sabah pencerenin önünde durup beni bek­
leyeceğini, ama benim gelemeyeceğimi, yolu ge­
çip pazaryerine doğru sapmayacağımı. . . Beni
beklemiş olduğunu ve görünce sevindiğini be­
lirten . işareti hiç vermeyecekti artık, perdeyi hiç
kıpırdatmayacaktı. Ben gece görevine · kaldığım
· zamanlar annem hiç uyuyamazdı, belki şu er
cepheye yollanalı onun kansı da' aynı durumday­
�ı. belki o kadın da herhangi bir yerde bir per­
denin arkasında duruyor, belki kendisine döne­
(;ek birinin sokağın köşesinde belirmesini bek-
'
liyordu: belki, de o geri dönecek adam şimdi bu-
rada tepinen, kansını çağıran, olduğu yerde adım
·atıp duran, ama ancak ölüme doğru çabalayan
bu erdi.. Ona doğru sürünüp kulağına seslendim .:
·Sus, sus, sus be . . .
• ·

Ama . er işin farkındaydı artık, ellerimi kara


dftyayıp da doğrulmak istediğim sırada tüfeğin
soğuk namlusunu hissettim, tüfeği alıp yana değ-
ru yuvarlandım. Er hemen şurda yatıyordu, ben
de karşısında. Tüfeği kalbinin bulunduğu yere
dayadım, yerini .şaşırdım önce, sağ, sol, ama çok
geçmeden buldum yerini. ônpe bir elimle, sonra
da ötekiyle yoklayınca yerini buldum, evet, son­
ra tüfeği tam kalbine dayadım. Bağırması artık
dursun, kafamın içinde dolaşıp durmasın diye
·

ve tetiğe bastım. Bir patlama duyuldu, ışıltısı


boğuk, ufaktan bir alev üniformayı yaladı, ya­
nık· bir pamuk ve yün kokusu çıktı, ama er şim­
di çocuklannin anasını, kansı�ı. daha fazla ça­
ğınyor ve olduğu yerde daha hızlı yürüyordu
son adımlarını atıyormuş gibi. Sanki biricik sev­
gilisinin oturduğu eve, evin küçük bahçesine
'.
ulaşmıştı. . .
Kar durmuştu, testekerlek ay göründü, renk­
li saniye göstergeleri tik tak edip duruyordu ..
Erin boynunda beyaz, gümüş bir zincir ışılda-:_
maktaydı, zincirin ucunda da erin iki eliyle tut- ,
tuğu bir şey. Er şimdi daha . da yüksek sesle hay­
kırıyordu :
«Anacıım, anacıı.m . . . ..
Namluyu erin 'gözüne dayayıp tetiğe bas­
tım, bu işi yaparken de hayli gülünç şekilde uzan­
mak zorunda kaldım. Derken onun birden sus­
pus oluverdiğini duydum, bacakların hızı kesil­
di, sonra iyiden iyiye yavaşlayıp durdular. Ben
�rin üzerindeydim. Nasıl huzura kavuştuğunu
hissettim, her şey paydos eden fabrika makine­
leri gibi durdu. Ağzımdan gelen kan erin ceke­
tine bulaşıyordu, mendilimi çıkarıp kan lekesini
silmeye çalıştım, artık doğru dürüst nefes ala­
mıyordum, boğulma nöbetine uğramış gibiydim.

99
Son bir. çabayla yan döndüm, kolumu uzatıp,
erin sıkı sıkı tuttuğu zinciri yakaladım, erin yü­
zü sakindi, yalnız sağ gözünün bulunduğu yerde
mavi monoklu andıran bir delik vardı . . . ölünün
sıkı sıkı tutunduğu zinciri kopardım' . ve ayışı­
ğında küçük bir madalyon gördüm, Madalyonun
bir yüzünde dört yapraklı bir yonca, öbür ·yü­
zünde de bir ya_zı vardı : Şans getir. . . Ama dört
yapraklı yonca şans getirmemişti, ne ona ne de
bana . . O da benim gibi yahut istasyon şefi bay
.

Hubiçka gibi bir insandı, onun da nişanı, rütbe­


si falan yoktu, birbirimize ateş edip birbirimizi
ölüme yolcu etmiştik. Kim bilir, birer sivil ola­
rak herhangi bir yerde karşılaşmış olsak, belki
de birbirimizden hoşlanır, arkadaşlık ederdik.
Derken, · patlama duyuldu. Bir süre önce bunu
sevinçle beklemiş olan ben, Almari erinin yanın­
da yatıp kaldım, elimi uzatıp katılaşmakta olan
avucunu açtım ve şans getiren yeşil yonca yap­
rağını avucuna koydum. Bu arada mantar şek­
linde bir duman ortalığı sarmış, yeniden kat kat
olup göğe yükseliyordu. Hava basıncının toprak
üzerinde nasıl ilerlediğini duydum; ağaçlarla
fundalıkların çıplak dalları arasında tiz bir ıs­
lık sesiyle dolaştı, kavşaklardaki sinyaller gibi
sarsıntı yapıp, sinyal koluna yüklenerek silke­
ledi sanki. Bana gelince, öksürüyordum, kan da
artık daha kuvvetli geliyordu.
$on ana, kendi �endimi gözden -ıi�irinceye
_
kadar ölü erle. eJeleydik ve ben, erin sağır kula­
ğına, bahtsız Almanları Dresden'den getiren
marşandizdeki tren şefinin söylediği · sözü tek­
rarlayıp duruyordum :

1 00
tıEvinizde oturup kalsaydınız ya götünüzün
üstünde . . .
'"

S O N

101

You might also like