Professional Documents
Culture Documents
Bohumil Hrabal Sıkı Kontrol Edilen Trenler PDF
Bohumil Hrabal Sıkı Kontrol Edilen Trenler PDF
· TRENLER
Bohumil Hrabal
İKİNCİ BASIM
CAN YAYINLARI GENÇLİK otztst; 14
TRENLER
Bohumil Hrabal
TürkçeSi
ZEYYA'I'. SELİMOOLU
ReSimler
NURAL BİRDEN
CAN YAYlNLARI ·
Telefon: 28 6l 13
Bu çevırınıp. ve bu kitaptaki resimlerin yayın hakları .
Can ·sanat· Yayınlan Limited Şirketi'ndedir
SUNUŞ
5
Şu kırkbeş yılında, Almanlar bizim , kent
üzerindeki, hava hakimiyetini elden kaçırdılar
artık. Bütün bölge, bütün ülke üzerindeki hava
hakimiyeti hele şöyle dursun. Alçak uçuş yapan
uçaklar trafiği öylesine bir karışıklığa boğmuş
lardı ki, sabah trenleri öğleyin, öğle trenleri ak
şamüstü, a�şam trenleri de geceleri geçiyordu.
Kimi zaman bir trenin öğleden sonra tam vak
tinde geldiği de oluyordu, hem de dakkası dak
kasına, -ama bu kuşluk vaktinin dört saat ge
cikmiş posta treniydi aslında da ondan.
Dün bizim kent üzerinde bir düşman avcı
uçağı, bir Alman uçağını kanadını kopararak
alaşağı etti. Uçağın tutuşan gövdesi bir yerler
de tarlalara düştü ve kanat kopup gövdeden ay
rılınca, , avuçlar dolusu cıvatayla somun pazar
yerine düşüp kimi kadınların kafalarını gagıı.la
dı. Gelgelelim, kanat bizim kent üzerinde dal
galandı durdu sanki. Bütün herkes baktı, gör
dü ya ne olup bittiğini; kanadın dalgalanır gibi.
tam o sırada iki lokantadan fırlayanların, çıkıp
durdukları alana doğru dümdüz indiğini gördü
ler. Derken, kanadın gölgesi alanın üzerinden
geçerken, bütün millet yine apartopar ordan ora
ya koşuşup durdu., Yu�arda kanat kocaman bir
sallangaç gibL J::ıa babam sallanıyor, milleti, dü
şüp çarpabileceği yerin karşıt yönünde koşturu
yor, bu ,arada daha bir kuvvetle ses edip ıslığı
basıyordu. O.erken, kanat l;>_irdenbire başının üs
tüne dikilip kilise cemaat başkanlığının bahçesi-
7
ne düştü. Daha olayın üzerinden beş dakka bi
le geçmeden bizim hemşeriler kanattan kopar-·
dıkları maden parçalarını evlerine taşıdılar. He
men 'ertesi gün, aynı teneke parçaları tavşan
kümesleriyle tavuk kümeslerinin damlarında ar
zı endam etti. Aynı gün öğleden sonra da, bu
ganimet tenekeden dörtgenler kesip akşamüstü
motosikletine güzelce parça yamayan birileri de
çıkmadı değil. .Böylece; kentin ardındaki karla
·kaplı tarlalara düşen rayh uçağının yalnız ka
nadı .değil, bütün teneke aksamı�la gövdesinin
diğer· parçaları da. yakoldu gitti. Düşen uçağı
göre�im diye bisikletime atlamış, kazadan ya
rım saat sonra yola koyulmuştl.ım. Bir de ne
göreyim, bizim hemşeriler ele ne ganimet geçir
mişlerse küçük arabalarına· yükleyip götürüyor-
. lar. Ne olacaktı götüreceklerdi de sanki, anla
yan beri gelsin. Hoş, ben döküntü haline girmiş
uçağı görmek için bisikletle yoluma devam et
tim ya:·.. Açgözlü insanlardan oldum bittim hoş
lanmamışımdır, ne. hoşlanayım, böyle eski püskü
şeyleri, bilmem ne parçalarını söküp toplamak.
Kar tarlası içinde uçağın kapkara enkazına doğ:
ru bir yol açılmıştı çoktan. Tam yolun üzerinde
babamla karşı karşıya gelmeyeyim mi... Baba
mın elinde şöyle gümüşten müzik gereci gibi
bir şey, bir yandan gülümsüyor, bir yandan da
bu gumüş barsaklan,. küçücük boru gibi şeyleri,
şakırdatıyor. Öyle ya, uçaktan koparılmış küçü
cük borulardı bunlar, benzin borularıydı, baba�
mın bu ganimete neden böylesine sevindiğini
ancak akşama doğru· anlayabildim. Aynı uzun
lukta ·kesip cilaladığı bu borulardan tam altmış
8
tane pırıl pırıl kalem mahfazası yapmış, kurşun
kalemini de yanlarına koymuştu. Babamın elin
den gelmeyen iş yoktu, çünkü. otuzsekiz yaşın
da emekliye ayrılmıştı. Daha yirmi yaşındayken
lokomotif makinisti olmuş, lokomotif makinist
lerinde hizmet yılları ikişer ikişer sayıldığı için
çok geçmeden işine yarayacak bütün yıllar bir
araya gelmişti, ne var ki, babamın şu yeryü
zünde haydi haydi yirmi, otuz yıl daha yaşa
yabileceğini düşüne11 hemşerileri, bu akıllarına
geldikçe, kıskançlıktan zıvanadan çıkacak gibi
oluyorlardı. üstelik babam, işe gitmek zorunda
olanların· hepsinden daha erken kalkardı yatak
tan ... Bütün çevrede ne bulursa toplardı, cıvata
lar, nallar, genel çöplükte işe yaramaz ne var
sa, yedek parçası, şusu busu, hepsini eve sun
·
9
neyi, soluğu bizde alıyordu. Babam da şöyle bir
düşünüyor, bir uyurgezerin güvenliği içinde
damdaki, sundurma ya da avludaki yığınlar
dan birine gidiyor, hurda yığınını şöyle· bir· ka
rıştırıyor, çok geçmeden, gerçekten de işe ya
rayacak parçay.ı bulup. çıkarıyordu. Bundan ötü
rüdür ki,, hurda toplanan p�zar günleri, bu işin
komutanı .da babamdı, toplanmış bütün demir
öteberiyi istasyona götüreceği zaman hep bizim
kapının önünden dolanır, pazar . hurdasmdan
ufak tefek bazı parçaları bize ·bırakırdı. Gelge
lelim, komşular yine de h� göremediler baba
mı. Belki bunun bir nedeni de dedemin dedesi
Lukaş'ın, on sekiz yaşından başlayara.k, her gün·
bir gulden gelire konmasıydı; cumhur.iyet dev�
rinde de kron olarak tabii... Dedemin -dedesi bin
sekiz yüz otuz yılında dünyaya gelmiş, bin se
kiz yüz kırk sek�zde trampetçi olmuş ve üniver
site öğrencileri�fn askeri taşa tuttuğu savaşta,
Karı köprüsünde trampetçi sıfatıyla çarpıştığı
sırada dizine raşl�yan bir taştan ötürü ömrü bil
lAh kötürüm kalınış. ö günden başlayarak, her
Allahın günü eline geçen bir gulden geliri bir
şişe romla iki paket sigaraya yatırmış ve evde
oturup ha babam tütün ve içki içeceğine, topal
laya topallaya yollara vurmuş, çayır çimen .do
laşmış durmuş, hem de en çok, insanların eşek
ler gibi çalıştığı yerlere dadanmış, gittiği her
yerde işçileri alaya almış, bir ._yandan romu çek
miş, bir yandan da sigarayı tüttürmüş. Onun iÇin
· dedemin dPdesi Lukaş'çık ·her. yıl bir kere olsun
öyle· bir sopa yermiş, öyle dÖVulürmüş ki, dedem
o�u eve el arabasıyla: getirirmiş. Ama can çıkar
10
huy çıkmaz tabi�; dedemin dedesi Lukaş şöyle
biraz kelJ.dine gelmeye görsün, kendini toparla
·maya görsün, yine dilini tutamaz, n'aber dermiş,
ki�llı keyfi dah� rertı;ıde, eh t'şte, bunu demeye
�;oyulup da uzattı' mı, *llah yarattı d.emez yine
insafsızcasına döverlermiş dedemin .dedesini.
Avusturya'nın yılplması, tam yetmiş yıl hava
dan para alan dede�i:µ .dedesi�i bu gelirden yok
sun bırakmış. Cumhuriyet devrinde ise, emek
lilik maaşii rom şişesiyle· tütün paketini enikonu
küçwtmüş� Hoş, dedemin dedesi yine de her yıl
gözü dönmüşlerin sopasını yemiş ya, çünkü yet
miş" yaşında da olsa ne romdan vazgeçebilmiş,
ne de tütünden. Derken, bin dokuz yüz otuz
beş yılında taş işçilerine tafralandığı bir gün,
öyle bir dayak yemiş ki, ölmek zorunda kalmış.
Muayeneye gelen hekim, haydi haydi . yirmi yıl
daha yaşayabilirdi demt'ş. Dedeme gelince, .-her
halde dedemin , dedesinden pek uzağa düşmesin
diye olacak- ipnotizmacı olmuş, küçük sirkler
de çalışmaya başlamış. Dedemin ipnotizmacılı
ğı,nı bütün kent, hayatı mümkün olduğu kadar
hoşça ·harcamak üzere bir den�meye girişti şek
linde yorumlamış. A:r:r.ıa. .t\lmanıe:·r o sıralarda bir
mart ayında, bizim sının aşıp bütün ülkeyi iş
gal etmek üzere Prag'a doğru ilerlemeye koyu
lunca, tek başına karşılaniıa çıkan da yalnız
dedem olmuş. O'&rçekten de, dedem öyle tek ba
şına, ve bir ipnotizmacı sıfaiıyla, ilerlemekte
olan tankları . düşiince kudretiyle durdurmak
üzere Almanlara karşı gelmiş. Öyle, bakışları
bu motorlu armadayı ardından sürükleyen en
öndek.i tanka dikili, caddeye çıkmış. Bu tankın
11
kulesinde . bir rayh eri duruyormuş, başında ku
rukafal� ve ·çapraz kemikli kara . beresiyle bir
er, ve dedem kollarını uzatıp, Almana •geldiğin
yere ..dön� . düşüncesini aşılayara� dosdoğru tan
ka karşı ilerlemiş . .. ve olur şey değil; en öndeki
tank olduğu yerde kalmasın mı . .. bütün ordu
durmuş, dedem parmaklarının ucuyla tanka do-
kunmuş, aynı düşünceyi yaymış yine . .. Geldiğin
yere dön, geldiğin yere dön, geldiğin . .. derken,
tank teğmeni elindeki küçük flama�·la bir işa
ret verince tank hareket etmiş, ama dedem · san
tim kıpırdamamış yine yerinden ve tank da de
demin üzerinden geçip başını gövdE;'sinden ayır
mış; böylece rayh ordusu da artık yolunu kese
memiş dedemin. Babam ne yapsın, deden_ıin ba
şını aramaya koyulmuş. Öncü tank, getirilecek
vinci beklemek üzere Prag önlerinde kalmış,
çünkü dedemin başı tankın zincirleri arasınday
mış. Babam, dedemin dini bütüiı bir hıristiyan
gibi gövdesi başı bir arada gömülebilmesi için,
dedemin başının serbest bırakılmasını dilemiş. O
günden bu yana fikir ayrılığı görülür bizim ora
larda. Kimileri, dedem için kaçığın biriydi diye
bağırırken, diğerleri, belki hiç de öyle değildi
diye haykırırlar, çünkü, derler, biz yaşta herlçes
eline bir silah alıp Almanlara karşı koysaydı Al
manların hali ne olurdu!
Eskiden biz kentin v·aroşlarında otururduk,
neden şonra kente yerleştik ve yalnızlığa Sılışmış
olan ben, biz kente yerleşince, dünyanın gitukçe
daraldığını hissettim. Bundan böyle ancak kent
dışına çıkabildiğim. zamanlar rahat soluk alıyor
dum. Geri dönüp de . köprüyü geçtikten sonra
12
caddeler sokaklar daralmaya , başlayınca, benim
içim de daralıyordu. Her pencerenin ardında be
ni gözetlemekte olan en azından bir çift göz ·bu
lunduğu inancı daima içimde taşıdığım ve ta
şıyacağım bir duygudur. Biriyle konuşmaya mı
koyuldum, ossaat kıpkırmızı kesilirdim, çünkü
·halimde insanları rahatsız eden bir şey vardır
diye düşünürdüm de ondan. -qç ay önce boktan
bir nedenle bilek. damarlarımı kestim. Hoş, ben
ce bir nedeni vardı ya, benim farkında olduğum
ve yüzüm.e bakan herkes de farkına varıyordur
diye kcrktuğum bir şey. Onun içindir ki her pen
cerenin ardında bir çift göz görüyorum işte. Yir-
. miiki yaşına basmış bir gencin aklına neler gel
mez ki ... Şimdi bizim şu küçük kentte, benim
yerime çalışmak zorun.da kalan insanlar, bilek
damarlarımı işten kaytarmak için kestim sanı
yorlardır da yüzüme ondan bakıyorlardır gibJ
13
geliyor bana: Tıpkı dedemin .dedesi Lukaş yerine,
ipnotizmacı olan dedem Vilem yerine ve çey
rek yüzyıl lokomotif kuUandıktan sonra, artık
hiçbir şey yapmamak. üze:re çekilen babamın ye
rine çalışanlar nasıl bakarlarsa öyle işte;
Hayır, bu yıl Almanlar bizim ·küçük ·k�nt
_üzerindeki hava hakimiyetini elden kaçırdılar
artık. Karlı yolda ilerleyip uçak gövdB,sinin ya
nına ulaştığımda ortalık çepeÇevre pırıltılar için
deydi, her kar zerresi, iÇinde küçücük bir saniy �
gösterges_i tik tik ediyor gibiydi. Güneş içindeki
kar üzerinde ebemkuşağının bütün renkleri ,par
Jamaktaydı, saniye göstergesinin yalnız kar P'r
releri içinde değil, başka bir yerde de tik ·tik et
mekte olduğunu duydum. Saatimin sesini de
duyuyordum ama, başka bir saat sesi daha var
dı ve bu saat sesi uçaktan, şu enkazdan geliyor
du. Gerçekten de, gelen ses uçağın bordasındaki
saatin sesiydi, üstelik vakti de tam gösternrek
teydi, benim saatin akrep ve yelkovanıyla kar
şılaştırınca anladım bunu. Derken, b&fka bir şey
daha gördüm. Güneşin aydınlattığı bir eldiven,
ve bu eldivenin tek başına olmadığını, içinde bir
el olduğunu da gördüm hemelı ... Ama bu insan
eli de t�k başına değildi, bir kola ve bu kol da
enkaz altında kalmış bir insan vücuduna aitti.
Bütün gücümle pedala basıp ayrıldım, çepeçevre
her yanımdan, güneş ışınlarının harekete . geçir
diği küçük saniye göstergeleri tik tik ediyordu,
demicyolundan bu yana . bir marşandiz geliyor
du, neşe içinde takırdayıp durmaktaydı, Brüx
bölgesine geri dönmüş bir kömür treniydi, şöyle
böyle. yüz kırk kadar dingil, trenin tam 0rtaŞJ-.ı-
14
da da fren takozu raylara kıvılcım saçmaktaydı,
rayh lokomoti'i şen şatır ilerliyor, bloke edilmiş
vagonu. da ardından sürüklüyordu.
Yarın sabah yine. benim küçük istasyonda,
.
çift hatlı demiryolunun orda duracağım, batıdan
doğuya doğru gideri bütün trenler tarifeye· göre
tek, doğudan batıya doğru gidenler de· çift sa
yılı� olacak. Üç ay sonra yine nöbete gi�ceğim,
iki ana hattın gdÇtiği istasyonda olacağım, ba�
tıdan doğuya giden hattın numarası tek, doğu
dan batıya giden hattin numarası çift olacak
ve bir numaralı hattıri sağındaki hatlar tek sa
yılı,· üç, beş, yedi numaralı ve iki, numaralı hat
tın sağındaki bütün hatlar da . çift sayılı, dört,
altı, sekiz, on numaralı olacak. Tabii bu numa
ralama yalnız biz devle.t deriıiryolları görevlileri
için, :yoksa perondaki meslekten ·olmayan me
mur için, tutalım benini küçük istasyondaki, beş
numaialı hat birinci, üç numaralı hat ikinci, bir
numaralı hat üÇüncü, iki numaralı hat dördün
cü ... Sabah erkenden üniformamı giyeceğim, ka
ra p�ntolon, mavi ceket, annemin kaulla ovduğu
sarı düğmeleriyle, .işbaşı pelerini, en sonunda da
pelerin yakasındaki aynı işareti taşıyan ve her
demiryolu görevlisinin bakar bakmaz hangi rüt
beye sahip olduğumu hemen anladığı o şahane
yakamı ilikleyeceğim. Yüksek öğrenci düğmesi
tıerkese liseyi bitirmiş olduğumu, altın işlemeli o
harika yıldız da kontrol hiz�eti öğrencisi oldu
ğumu ortaya kor. Sonracığıma, yakada parıl
dayan, rütbe· işaretlerinin en güzeli olan ve mor
ile mavinin gölgelendirdiği kanatlı tekerlek de
tıpkı altın yaldızlı bir deniz atı gibidir. Annem
15
arkamdan: bakacak, perdenin arkasında kıpırda
madan durup bakacak. Geçtiğim her yerde, bü
tün evlerin pencerelerinde duran insanlar da
tıpkı annem gibi arkamdan bakacaklar, işaret
parmakları perdelerinçle, öyle bakakalacaklar
ardımdan ve ben hızla nehir boyuna ineceğim,
rahat bir soluk alabileceğim bisiklet yoluna· ka
vuşacağım, çünkü işe .. trenle gitmek hoşuma git
miyor, nehir boyunda. rahat soluk alıyorum, çün
kü orada pencere yok, gözetlemek yok, ens� kö
küme batırılan iğneler yok.
16
İşletme odasında her şey nasıl bıraktıysam
öyleydi. Geçit manivelalarıyla mekanik manev
ra düzeni lenduha gibi bir langırt kasasını ya
hut müzik otomatını andırıyor, telgraf masası
yine pencerenin önünde duruyordu. Bu pencere
den bakıldı mı, bitiminde Kont I<insky'ye ait şa
tonun ışıklar içinde göze çarptığı, yaşlı elma
ağaçlarının sıralanmış olduğu beş kilometrelik
yol görünürdü. Şato bugün güneş doğarken bi
rinci katına kadar sis içinde kaldıifı,ndan, altın
bir zincire asılı gibi görünmüştü. Masanın üze
rinde, yarım yüzyıl önce Siemens ve Halske fir
ması tarafından imal e�ilmiş olan üç telgraf ge
reciyle not alınacak üç de defter duruyordu. İki
genel telefonla üç de istasyon telefonu boyuna
çalışıyordu, telgraf gereçleri de; ve işletme oda
sında, bir kuşbazın dükkanıymış gibi, aralıksız
duyulan hafif güvercin gürültüleriyle telefon ve
telgrafın cıvıltı ve hırıltısı. Bekleme odasına açı
lan küçük pencerede iki pirinç halkalı yeşil per
de asılıydı, hemen perdenin yanında da biletle
ri damgalayacak olan sıtampa. Istasyon ·şefi Hu
biçka bana hoşgeldin deyip, hemen ardından, üç
ay süren hastalıktan sonra yeniden yetiştirilmem
gerektiğini ileri sürdü. Birlikte hizmet görece
ğimizi söyledi. Sonr.a da, bay istasyon şefi bana
saat kaç diye sorup, ceketimin kolunu kendü;i
sıyırarak, saate değil de bileğimdeki yara izine
baktı.
Ve ben kızarıp, kırmızı kasketimi arıyormu-
17
şum gibi yaptım. Kasketim dolapta; kir pas için
deydi, rafın üzerinde de fareler:in ayak izleri gö
rülüyordu. Sabah güneşine karşı üniformamın
kasketini fırçaladım. Bu arada müdür beyin gü
vercinliğindeki güvercinlerin nasıl guruldadık
larinı duydum. İstasyonun ardında, at yarışı
sahasının engelleri görülüyordu, çünkü Kont
Kinsky ötedenberi yarım kan yarış a;tı yetiştirir-
. di, atları yalnız Pardubitz büyük ödülünü kazan
makla kalmamış, aşağı yukarı bir milyon ster
lin tutarındaki Liverpool büyük ödülünü de ka
zanmışlardı. O zamanlar öyle büyük paraydi ki
bu, kont bizim küçük istasyonda köy adına ko
ca bir sinema ile tiyatro ve konser salonu yapı
mına girişti, ama tam da bitiremedi, onun için
ola ola tahıl deposu oldu binalar. Dünyanın en
güzel tahıl deposu; girişte Roma ve Yunan sti
linde sütunları,yla ... Depoya bir de ingilizce ad
verildi: 'Liverpool... Saat tam yedibuçukta mü
dür bey işletme odasına girerdi. Şöyle böyle yüz
kilo geliyordu ama, kadınlar, inanılmayacak ka
dar hafif dansettiğini sqylerlerdi ötedenberi. Saç
larını; sol tara.ftan gelip dazlak kafasının üze
rinden geçerek sağa, sağ taraftan kalkıp yine
dazlağı geçip sola gidecek şekilde tarardı. Ama
kimi zaman şöyle perona çıkıp da hava da rüz
garlıysa, incecik saçları bir gotik kemeri gibi
ayaklanırdı.
Sonra, müdür bey, kendi odasının kapısını
açardı. Böyle küçücük bir istasyonda müdürün
böylesine dayalı döşeli bir odası olacağı kimse
nin aklına gelecek şey değildi. Acem halısı kır
mızı, mavi çiçekleriyle pırıl pırıl parlarken, üç
18
parça Türk sehpası da odaya bir şark havası ka
tardı. Oturaklı mavun yazı masasına da koca
bir palmiyenin gölgesi düşer, ·bir Venedik koltu
ğunun üzerine raslayan yaprakları şemsiyelik
ederdi. Müdür beyin odası bütün bu haliyle öy
le bir etki uyandırırdı ki, sanki odayı öyle ol
duğu gibi müdür beyle birlikte bir teskere kal
dırırcasına havaya kaldırmak mümkündür, . ha
ni papayı nasıl kaldırıp da· taşırlar, öyle ... Ro
koko stilindeki küçük dolabın üzerinde bir mer
mer saat dururdu;. sallangaç yerine •boyuna dö
nüp duran, altın yaldıza. batırılmış, üç bilyası
vardı ve bilyalann birbirine çarptığını duyan
herkes, ama herkes, şöyle saatten yana dönüp,
aman, derdi, bu saat böyle ne de güzel çalıyor
canım ... Sonra, bir de görevliler için kanape var
dı iş1letme odasında," üzerine çikolata rengi bir
yüz geçirilmişti. Duvardaki koca yağll boya
tablo da Prag'ın Wilsoıi garından çıkmakta olan
bir .ekspres lokomotifini bütün ayrıntılarıyla or
taya koyuyordu. Lokomotifin raylara, yere göğe
fışkırttığı, koca bir' bulutu andıran buhara va
rıncayadek ... Öyle bir tablo ki, devlet demiryol
larında çalışan bütün memurları heyecandan tit
retir hani; ama özellikle, hayatının başlıca iki
amacı olan bizim müdür beyi heyecanlandıracak
bir tablo. Bizim müdürün iki amacı vardı: dev
let demiryolları müfettişliğine atanmak, bir de
Baron La�sky Ruze ünvanını almak, çünkü mü
dür bey şecere ağacını inceleyince, kendinde bi
raz soylu kanı bulunduğunu keşfetmişti. Böyle
ce iki bakımdan soylu kanına sahip. oluyordu as
lında; efendim demiryollan görevlilerine de soy-
19
lu gözüyle bakılırdı da.
Bunun dışında müdür beyin, güvercin yetiş
tirıiıek gibi son derece olağan bir merakı da var
dı. Savaştan önce Bağdat türünden Nümberg
güvercinleri yetiştirmişti, hani kanatlarında şu
aklı karalı oklar bulunan güvercinlerden... Gün
aşın tüneklerinin gübresini temizler, sularını ta
zeler, yemlerini serpermiş ... Ama Almanlar yük
lenip· de Polonya'ya girince ve bir de sille indi
rince, bizim müdür bey güvercinlerin uçuş deli
ğini kapattırm�ş ve kendisi Königgraetz'e gitmek
üzere ayrılmadan önce istasyon yardımcısına,
Nürnberg'li Bağdat güvercinlerinin kellelerini
uçurmasını tembih etmiş. Sekiz _gün sonra dt.Jn
düğünde Polonya güvercinleri getirmiş,. hani· bo
ğazlan güzelim mavi, kanatlan da bany6daki
çiniler ·gibi gri, beyaz asorti üçgenlerle dolu gü
vercinlerden ...
İşte öyle ray kertarinda durduğum sırada,
bana birinin baktığını sezer gibi olup arkama
dönünce, açık duran bodrum. penceresinde mü
dür· beyin kansının gözlerini gördüm, orda ka
ranlıkta otuİ'muş, bir t�raftan önündeki kaza
hamur yutturuyor, bir yandan da beni gözetli
, yordu. Müdür beyin kansı hoşlandığım 'bir in
sandı, kimi zaman akşamları bızirrile birlikte iş
letme odasında oturur, kocaman bir rn:asa ör
tüsü örerdi tığla. Bu tığ işinden öylesine bir hu
zur yayılırdı ki ortalığa . . . ellerinin altında dur
madan yeni yeni çiçekler ve kuşlar belirirdi.
önündeki telgraf masasının üzerinde küçük bir
kitap durur, zaman zaman, tığ işine nasıl devam
edeceğini, ipİiği nasıl alacağını kitaptan okur-
20
du, sanki ziter çalıyormuş da nota okuyormuş
gibi... Ama her cuma akşamı bir tavşan idam
etmeden yapamazdı. Nitekim tavşan kümesin
den bir tavşan alır, bacaklarının arasına kıstırır,
kör bıçağı hayvanın boynuna saplar durur, sür
ter babam sürter, hayvan bu arada ıslık gibi bir
ses çıkarır, uzun uzun ıslık çalar, bir süre sonra
sesi giderek zayıflardı, müdür beyin hanımı da
öyle bakar dururdu bu arada. Sanki büyük ör
tüyü tığla işliyormuş gibi. Tavşanın kanı böyle
akıtılırsa, derdi', eti çok daha lezzetli olur, yu
muşak olur. Ben daha şimdiden, şu kazı da nasıl
haklayacağım canlandırırdım gözümde, kazın
üzerine nasıl oturacağını, turuncu gagasını gırt
lağına nasıl bastıracağını, çakıyı nasıl kapata
cağını ve kazın önce boyun tüylerini nasıl yo
lacağını önceden görürdüm. Kazın kanı bir ça
nağa akacak, kuşcağız giderek zayıf düşecek,
sonunda , tamamen halsiz kalacak, müdür beyin
hanımı çömelecek, topuklarının üzerinde oturup
kalacak. ·Öğrenci Hrma ... diye bağırdı müdür
»
bey.
İşletme odasına giriyor, selam veriyor, göğ
sümü geriyorum: ·Öğrenci Hrtna göreve hazır
dır.,.
·Otur.. dedi müdür bey, masanın arkasın
·'"
21
•Svata... Oha. . . .. diye hızla soluyor müdür
bey, •peki kentte de bir şey çalınmadı mı kula
ğına?•
•Hayır, hiçbir şey . . . Ne olmuş?•
•Garip. . . Bizim bay istasyon şefi yüzünden
sürüyle adam geliyormuş buraya, sürüyle . . . San-
ki dört bacağı, i.ki kafası var sanırsın . . . Bizim
kendi halinde, sakin istasyonumuzun adını üne
.. kavuşturdu, hem de çok parlak bir üne, ·çok ... •
·Evet, 'istasyon şefi bay Hubiçka yapabilir bu
nu, •. diyqrum. •Ben Dobroviç'te görevdeyken ve
bay istasyon şefi beni eğitirken de sürüyle ge
len olmuştu görmek için .. . çünkü şef bir bayan
la birlikte oradaki müdür beyin kanapesini yırt
mıştı .....
·Böyle cilalı, keten yüzlü bir Avustury&. ka
napesi miydi?• Müdür beyin gözleri yerinden
uğramıştı. ·Bunun gibi miydi böyle?•
•Tıpkı bunun gibiydi, • diyorum.
•Otur Miloş ...... diyen müdür bey candan bir
hal aldı. Kendisi de hemen biraz ötedeki sehpa
ya ata biner gibi oturup elini kulağına ,götür
dü. •Şey işte, • diyorum müdür beyin kulağına,
•son posta. treni de, gece treni de, kalkmıştı, ak
şamdan beri yanımızda oturan kıvrak bir bayan
ha babam şarap ve sigara içip duruyordu. Ge
ceyansına doğru şef bay Hubiçka dedi ki : Mi
loş, gerçi sen henüz eğitim devrindesin ama, ben
sana güvenirim. Sen şöyle iki saat kadar benim
yerimi al. Göreve ben geçtim, bay Hubiçka da
·bayanı müdür beyin odasına geçirdi. Kulağımı
.
mudür beyin odasının kapısına c;iayayınca ne
duyayım beğenirsin1z. N:onoşum, diyordu şef bay
22
Hubiçka, vücudun ihtiyacı var buna, vücudun
ihtiyacı var. ..
•
2�
ri, geri çekiliyormuş gibi... Derken, ani bir gü
rültü. Müdür beyin odasına bir dalıyorum, bir
de ne göreyim, dediğim bayan kanapeniİı üzeri
ne uzanmış, çıplak, bacakları da şöyle birbirin
den ayrılmış... Ve istasyon şefi bay Hubiçka da
yerde yatıyor, bacağında donu ... Diyor ki bana.
Miloş, diyor, yanlış kucakladım. Aşk mimberin-
den yuvarlandım yahu ... •
«Ah lekeli sırtlan ah ...... diyen müdür bey el-
lerini pencerenin pervazina dayayıp, bacakları
. nı ayırmış göğü seyreden istasyon şefine dikti
·
gözlerini.
•Nasıl yatıyordu o kaltak müdürün kanape
sinde dedin, nasıl?· deyip yine bana döndü mü
dür bey.
·Müsaade ederseniz göstereyim size.• Cila
lı keten kanapeyi gösterip yürüdüm, kanapenin
üzerine fırlayıp havada bir dönerek yumuşak
bir hareketle sırtüstü uzandım. Müdür bey üze
rime eğilip tehdidi savurdu:
oıKarılarla böyle domuz gibi yatmak için
bekleme salonu var ... Ama müdürün kanapesin
de olmaz.•
•Çünkü müdür beyin kanapesi,nde yalnız
müdür bey oturur," diyorum.
•Sen farkındasın bunun, ama şu domuzun
·
domuzu için kutsal hiçbir şey yok ... • diye ba
ğırdı..
Doğrulup konuşuyorum: ·Müdür bey, da
hası var ... Bakın, şurayı görüyor musunuz.� .•
müdür beyin kolundan tutup gösteriyorum, •aşa
ğı yukarı tam şurada da kanape yüzü boydan
boya patlamıştı... • ,
24
«Yırtılmış mıydı kanape yani?· diye. bağırı
yor müdür bey, «Müdürün kanapesini yırtmak
ha ... Neden biliyor musun, insanın üstünde �na
nılan hiçbir şey kalmadı da ondan . . . Ne Allah,
ne efsane, ne bir suret, ne de. bir sembol... Yal�
riız başımıza kaldık bu . yeryüzünde, .onun için
her şeye izin var .. . Ama benim için öyle değil.
Benim için henüz Allah diye bir şey var.. Ama
şu ötedeki domuzun domuzu için domuz kızart
masından, köfteden, lahanadan başka bir şey
yok yeryüzünde . . . •
Ve müdür bey soluk soluğa nefes alıyor, dı
Şarıya, peronda duran şef Hubiçka'nın sırtına
dikiyordu gözlerini.
«Uğursuzoğlu uğursuz,,. dedi müdür bey bir
süre sonra. «On yıl önce bile tek hatlı küçük bir
istasyona müdür olabilirdi bu herif. Ama daha
tek bir yıldızı bile yok Tam . yıldızı hakedecek,
tutar bi kepazelik yapar, oysa ben, benim rüt
bem durmadan yükseldikçe yükselir ... •
«Sizin ... • diyorum, «devlet demiryollarına
müfettiş atanmanız gerektiğini duydum.•
«Tabii ya ... •
«Eh, o zaman üç yıldız yerine sadece tek bir
yıldızınız olacak, ama müfettişlik sırmasıyla, ha
ni küçük bir bahçe gibi denebilir,• diye bağır
dım.
«Öyle Miloş, öyle ... • diye hayal kurmaya ko
yuldu müdür bey.
«Karşınızda böyle benim gibi bir örnek ol
sun da ... • deyip dolabı açtı, yakasına çoktan el
mas yıldızlı küçuk bahçenin işlenmiş olduğu ye,-'
ni bir ceket çıkardı. «Karşınızda böyle benim gi-
25
bi bir örnek olsun da hala kaddni bilmeyin ha... ".
·Askerde binbaşı neyse, demiryohmda da
müfettiş odur değil mi?» diyorum. «Öyledir Mi
loş, tam üstüne bastın," dedi müdür bey.
Bir numaralı hattan uzun bir marşandiz
geçti; son süratıe gidiyor, raylarla dingillerin
·
26
resmi mühür varsa topunu birer birer basmış.
Hatta tarih ·mühürünü bile basmış yahu ... Ama
Zdeniçka sabah eve dönüp de anası mühür iz
lerini görünce, kadın soluğu hurda alıp Gesta
po'ya şikayet edeceğim diye· tutturdu. Tabii bir
tutanak hazırlamak zorunda kaldım, Miloş. Kor
kunç şey . . . Tabii Zdeniçka'nın da umum müdür
lüğe gitmesi gerekti hemen, demiryolları .umum
müdürü mühür izlerini bizzat gördüler tabii. ..
Müthiş bir şey felaket. . . diye bağırdı müdür
•
rusu . .• ve tükürdü.
.
28
Kapının eşiğinde arkasına dönüp başını bir
�
kaç kez müthiş bir ciddiyetle salladı, merdiven
lerden yukarı fırladığı gibi mutfağa koştu, döşe
me üzerinde iskemleyi birkaç kez öteye beriye
çektiği için bizim işletme odasının tavanındaki
apliklerin sıvalan döküldü, sonra aşağı haykırdı
kükrercesine :
«Erotik yüzyıl lanet yağdırıyor başımıza .. .
Herşey aşın. bir erotizme uğramış, çok aşırı . . .
Ne var ne yok şehvet münebbihi . . . Bacak ka
dar çocuklar kaz güden kızlara tutuluyor . . . Kö
tü kitaplardan, erotik filmlerden öykünme sev
da trajedileri . .. Açık saçık kitaplarla resimlerin
satıcıları, eğitmenleri, yazarları yargıç önüne . . .
Gençliğin sapık kuruntularına paydos . ... Biri süt
çü kadının cesedini doğramış, önüne geçilmese
en yakın hısımının cesedini de doğruyormuş az
kalsın . . . Dükkanın birinde vitrine normal bü
yüklükte bir genç kadın kalçasının, kesiti konu
yor gençlik gözleriyle yutuyor bu vitrini de kim-
29
seler oralı bile değil. . . Bilmem hangi ressamın
atölyesinden içeri adımını atanlar, insan eti sa
tılan bir kasap dükkanına girmiş sanıyorlar ken
dilerini . . . Düpedüz yamyamlık.:. Vranska bir
bavulun içinde bulunuyor, altın dişli sarışın bir
erkek aranmakta, son görüldüğünde, «Koruna"
otomatından kıza bir Avustralya elması satınal
mış. Olur şey değil. Etten başka bir şey yok.
Ufukta şehvet cinayetleri. Eğitim güçleri sanık
sandalyesine, seks sorunları aydınla�malı. Ah
laksızlık ve zevk tutkusu arttıkça, beşikler aza
lıyor, tabutlar çoğalıyor . . . " Müdür bey birinci
kattaki mutfak aydınlığından aşağıya, bizim iş
letme odasına, haykırıp duruyordu.
Bir kere bunun nedeni, müdür beyin S .O.S. ·
30
lamıştı, tıpkı ağlama duvarı önündeymiş gibi.
Hubiçka, müdür beyin, karısına da böyle bağır
dığını ileri sürerdi ötedenberi. Karısı Wallern'li
bir kasabın kızı olduğu halde sesini çıkarmaz
mış, ama yılda dört kez isyan eder ve müdür bey
tepinmeyi aşırı kaçırır da, bir hanım kadının na
sıl olması gerektiğini kafasına kakmağa kalktı
mı, müdür beyin karısı eline ne geçirirse kocası
nın arkasından fırlatırmış. Bir seferinde, noel
C;len. önce, yine böyle karısına bağırdığı bir gün,
kadın, müdür beyi banyoya soktuğu gibi sura
tına öyle bir tokat patlatmış ki, müdür· bey ban
yo teknesinin içine düşmüş.
Müdür bey işletme odasına girince, işletmeyle
ilgili bazr şeylerin yolunda olmadığını bir bakışta
anladı.
«Ee çocuklar,» dedi babacan bir tavırla, «ne
haber sizden bakalım?»
«Bir askeri tren asılıyor bize dışarda,,. diye
sırıttı Hubiçka.
«Özel askeri nakliye treni mi?» diye dört .
açıldı müdür beyin gözleri.
«ÜÇ sinyalli olan var ya hani,» diyorum.
«Okudunuz mu?» deyip Rayh yetkilisinin im-
zasını taşıyan bildiriyi gösterdi müdür bey.
«Okuduk,» dedi Hubiçka.
«Düşünmeye de düşündünüz mü?»
«Düşündük de, karar da verdik,» deyip gül-
dü istasyon şefi Hubiçka.
«Çocuklar, sabotaj iddiasıyla çıkabilirler kar
şınıza bilmiş olun,,. diyen müdür bey, başını sal
layıp perona çıktı.
Şimdi yavaş yavaş perona giren çok sıkı
31
kontrol altındaki askeri nakliye treninin lokomo
tifinde, bu treni şahsen alıp getirmek için Liboch'a
kadar gitmiş olan işletme dairesi şefi mühendis
Honzik, suratı sapsarı, duruyordu. Bir rehined�n
farksız olan mühendis Honzik yan yan baktı, el
lerini birbirine kavuşturdu, lokomotifin küçük
penceresinden bizim istasyon penceresiyle kapıla
ra doğru öyle bir bakışla baktı ki, başını nasıl bir
belaya soktuğumuzu iyice anlayalım.
. Müdür bey selama durdu, beiı de rayın ora
ya koşup selama geçtim. Tren durdu, lokomotif
ten aşağı atlayan iki inceden SS adamı, makineli
tabancaları ellerinde, kırmızı k.asketimi bir süre
gözden geçirdiler. Topuk vurup selani verdim,
ama ikisi otomatik silahlarının namlularını sağlı
sollu böğrüme dayayınca, basamaklara çıkıp ma
kinist yerine girmek zorunda kaldım. Tren ha
reket etti. SS adamlarının öylesine hoş bir hal
leri vardı ki, şaştım kaldım. Hani şiir yazacaklar
mış yahut tenis oynayacaklarmış gibi falan bir
hal, mühendis Honzik'in yanında nakliyat amiri
duruyordu, başında Avusturya dağ avcılarının
kasketiyle bir süvari yüzbaşısı, ağzından çenesi
ne doğru uzanan bir de yara izi vardı suratın
da, lokpmotif makinisti de üniformalıydı. Kıtık
la doldurulmuş koltuğunda öne doğru eğilmiş
oturuyordu, manivela koluna . sımsıkı yapışmış
tı, taş kömürüyle işleyen bir Rayh makinesiydi
lokomotif, makinist koltuğunun, tıpkı yatar kal
kar hastane koltukların.daki gibi, yatırıp kaldır
mak için düzeni de vardı. İki SS adamı, makineli
tabancalarının namlularıyla böğrümü delmeye
devam ettiler, tıpkı öu namluları andıran bakiş-
32
lariyla da, dışarıları seyre dalmış yüzbaşının su
ratını deliyorlardı. Karşı evden, birinin çatı pen ..
ceresini açıp çinkolu dama tırmandığını, derken,
teslim olmak istiyormuş gibi, hemen ayıu anda da
ellerini havaya kaldırdığını gördüm. Trenden seıs
lenen olmuştu garanti, belki de üzerine bir silah
çevrilmişti; dam�aki adamın, sanki güneşin şe
refine kadeh kaldırıyormuş gibi, iki eli havaday-,
dı hala; sığır güden, pazar günlerini de file tor
basında bir şişe bira, kayıkta geçiren köyün ap
talı Yordan'dı bu. Zaman zaman suyun içindeki
file torbayla şişeyi çıkarır, bir bardak - tepeleme
bira doldurur, kayıktan doğrulup kalkar, şimdi
damda nasıl duruyorsa tıpkı öyle bacağında bir
şortla durur, eh, eh, eh, diye sesler çıkararak gü
neşin şerefine kadeh kaldırır, bardağı bir dikişte
dil;:ıine indirirdi. Mutfak penceresinin ardında mü
dür beyin bayanım da gördüm, pencere perdeleri"'
nin, asılı olduğu ince san çubuklardan biri göz
lerinin arasından geçiverdi, müdür beyin bayanı
ellerini kaldırdı, sonra; sıkı kontrol altındaki as
keri nakliye treni, ateşe tutulmuş tren kalıntıla
rının yanından beş numaralı hatta geçti; şu iki
SS adamının bu konudaki fikirleri nedir diye şöy
le yandan bir bakayım - dedim, sanki treni ben
darmadağın etmişim gibi onlar da bana bakma
sın mı.. .
cEşşoğlueşşek,,. dedi SS'lerden biri.
«İyisi mi hemen kurşuna dizeceksin bu eş
şoğlularını,,. dedi öbürü de. «Otuz dakika gecik
me,» diyerek ıslık gibi bir ses çıkaran birincisi,
makineli tabancayı kaburgalarımın arasına iyice
dürttü.
33
Bundan üç ay ·kadar önce ölümüme doğru
harekete geçtiğim sırada ne kadar başkaydı her
şey, biletçi penceresine eğilmiştim: akşamdı, bi
let kesen kızın bakır rengi saçları vardı, •bir bi
let ,. demiştim. Kız beni tanımış, •ama kontrolör
bey,,. demişti, •ne tarafa böyle?• ·Gözün ilk nere
ye ilişirse oraya ...» demiştim. Gülmüştü. İlk nere
ye ilişirse mi, o da ne demek? Ben sıralanmış bi·
!etlere bakıp duruyordum. ·Bakın bayan,,, demiş
tim, ebeni dinleyin, böyle bana bakarken sol .eli
nizle bir bilet çekiverin.• Kız kırıtmıştı : •Ama
kontrolör bey, ben karanlıkta da .. görmeden de
istenilen yerden bilet verebilirim. ,. Ve yeniden
gülmüştü, şaka yapıyorum sanıyordu da ondan .. .
34
jörü içime boşaltmak için birbirine işaret vermek
ten başka bir şey düşünmemeleri olsa. olsa an
cak haklı bir davranış olabilirdi. Bir de küçük
kapıyı açıp beni dışarı itmek kalıyordu.. . Öy
le farkındaydım ki bunun, ama yine de olamaz
diyordum, ·. bunu yapamazlar, çünkü öylesine
hoş çocuklardı ki ikisi de; güz�l insanlarla öte
denberi güçlük çekmişimdfr, şöyle karşı karşı
ya geçip de bir konuşmaya girişem?mişimdir gü
zel insanlarla; he.men terlemeye başlar, kekeler
dim. Öylesine hayranlık duyardım güzel yüzle
re, öylesine gözümü kamaştırırdı ki güzellik, gü-
. zel bir yüze şöyle alıcı gözle bir bakamazdım
bile.
Öte yandan, yüzbaşı. çirkin mi çirkindi, ·su
ratına oyulmuş olan uzun yara izinden, çocuk
ken paslı bir tencerenin üzerine düştüğü fikrine
kapılabilirdi insan. Bu yüzbaşı şimdi bana ba
kıp duruyordu işte. Makinist yerinin tavanından
sarkan kayış bilekliklerden birini yakaladım.
35
Yüzbaşı bana bakıp dur:rrıayı artık çok uzatmış
olduğu için bunu yapmayı göze aldım, hat boyun�
da dikilip duran bir budala olduğumun farkınday
dım. Königgraetz'deki müdüriyette, hat boyuna
dikilip sinyal kolunu bir yukarı bir aşağı kaldırıp
indirmesi kafasına dank .ettirilmiş bir budala,
hem de Rayh orduları önce doğuya doğru, şimdi
de gerisin geri giderken... Kendi kendime, bu Al
manlar da soytarı olmaya ·soytarı ya aslında, di
ye düşündüm. Tehlikeli. soytarılar ama ... Hoş,
ben de soytf:i.rıyd�m birazcık ama, zararım
kendimeydi. Ama Almanlarınki başkalarının za:.
ranna bir soytarılıktı. Bir seferinde beş numa
ralı hat üzerinde durmuşlardı, bir tren dolusu
asker, köyün ilk bakkalına dalıp yiyecek alma
ya girişmişlerdi, tatlı, suni bal gibi şeyler; iç
lerinden biri kutulardan birini şöyle gizlice çe
kince, suni bal kutularından İneydana gelmiş
bütün piramid yıkılmıştı. Bakkal kutulan sayın·
ca, beş kutunun eksik olduğunu görmüş ve bir
liğin komutanı bütün erleri sıraya dizdirip ak
şama kadar suni balı aratmıştı. Ve ancak hiç·
bir şey bulamadıktan sonradır ki şahsen bak
kalı görmeye gitmiş, selam durdurmuş, özür di
letmişti görgü kurallarına tam uyarak... Şim
di lokomotifte benimle birlikte öla·n şu Alman
lar belki de aynı Almanlardı, muhakkak o Al
manlardı bunlar. Ateşçi beni yüreklendirmek is
tiyormuş gibi göz kırptı, sonra küreğe ·doldur
duğu kömürü. hızla külhanın ·ağzından içeri at
tı, önce ızgaranın en arkasına, sonra ortaya,
-hep ritmik hareketlerle tabii- ve son bir ritmik
hareketle de kömürü ızgaranın en öndeki ke-
36
narına çekti.- Yüzbaşının bakışları, benim de
bir yara izine ·sahip olduğum bileğime çevril
mişti. Ceketimin. kolu sıyrıldığı için, sanki oku-
. naca.k küçük bir kitapmışım gf bi, yüzbaşı boyu
na, artık sırasını savmış olan yara izine bakı
yordu. Şimdi yüzbaşı çok şey bilmiş . oluyordu ar'."
tık, şimdi her şeyi bir de öbür cepheden· görmüş
oluyordu ve gözleri iki şap parçasından farksızdı.
Ve orada kim var kim yok topu birden gözlerini
bileğime diktiler, yüzbaşı elindeki kamçıyla ceke
timin öbür kolunu da yukarı sıvayıp öbüi yara
izini de gözden geçirdi.
•Kamerad,• dedi.
Eliyle bir işaret verdi, askeri nakliye treni yü
rüyüşünü yavaşlattı, makineli tabancalar sırtım
dan ayrıldı, ama ben yine iki güzel erin yüzüne
bakamad�m yalnız yere baktım, lokomotifin tra
•.
37
larını sıvamış, bıçaklarının ucuna et parçalarını
geçirip yiyor, kimi de, otomatik silahları dizleri
nin üzerinde, çizmelerini sallayıp duruyorlardı,
ayaklarını dere suyuna sokuyorlarmış gibi. Ya
nımdan h,er vagon geçişinde sırtımda makinelile
ri duyuyordum hala.
Nakliye treninin son vagonu açık bir vagon
du, koyu renk kadın çorapları asılı durdukları
yerde boyuna sallanıyoİ'lardı, belki de bir sahra
hastanesi hemşirelerine ait çoraplar� a�a ben he
nüz Alman makineli tabancalarının, revolver ve
otomatik tüfeklerinin menzili içindeydim. Alman
lar insanı nasıl, ne zaman sıraya çeker kestirile
mezdi hiç. Bunu ben kendi vücudumda .da dene
miştim denemesine; bitişiğimizde oturan bayan
Karas�ova'yı Almanlar, tam kırk yaşındayken
hapsetmişlerdi de kadıncağız ancak geçen noel
de dönebilmişti. Yani dört yıl süreyle Peçkarna'
da kalmış, infazlardan sonra yerdeki kanları te
mizlemişti, dört-yıl süreyle kan temizlemek . . . Cel
latbaŞı kendisine çok iyi davranır, ona domuz
sucuğu verir, sık sık •ağlamayın kara gözler• şar
kısını söylemesini diler, onunla konuşurken •na
sılsınız efendim, öyle mi efendim• demeyi de hiç
unutmazmış. Derken günün birinde, bayan Ka
raskova'yı anlaşılmaz nedenlerden ötürü evine
yollamışlardı, hem de bütünlüğüne. Üstelik bir de
özürname tutuşturmuşlardı eline, ama bayan Ka
raskova üşütmüştü lahanayı. Çalışma dairesi
kendisine lokomotif depolarında hemen bir iş bul
muş, eline bir yağdanlık tutuşturmuştu, işi loko
motif depolarını yağlayıp temizlemekti.
Demicyolu dön�mecine yaklaştım, daha uzak-
38
tan bile ölü atların göğe yükselmiş oniki ayağını
görmüştüm, tıpkı yerebatan saraylarındaki sü
tunlar gibi. Maşa'yı düşündüm, ilk karşılaşmamı
zı; o sıralarda bölge şefinin yanında çalışıyordum,
ikimizin eline kırmızı boyayla dolu iki kova tu
tuşturmuş, devlet onanın atölyelerinin çevresin
deki parmaklığı boyamamızı söylemişti. Maşa da
tıpkı benim gibi göreve yeni başlamıştı, karşı kar
şıya dururduk öyle, aramızda parmaklık,· elleri
mizde astar boyayla dolu kova, karşılıklı fırça.la
nmızı dokundurur, parmakliğı boyar dururduk
işte, t.abii her birimiz kendi tarafını; hiç ara ver�
meksizin de yüz yüze gelirdik; toptan tam dört
kilometrelik bir_ parmaklıktı, beş ay böyle .sür
düydü, Maşa ile birbirimize söylenecek her şeyi
söylemiştik ama, aramızda hep o parmaklık var
dı; iki kilometre gittikten sonra fırçamla Maşa'nın . ·
39
çıkmıştım, bir n;ıerdiven oaşında çalışmakta olan
bey� önlüklü bir dülger, askı kancalarının tut:.
turulacağı bir duvara .delikler açmakla meşguldü,
k�calara herhalde çok geçmeden Minimax mar
ka bir yangın söndürme gereci asılacaktı; dülger
oldukça·· yaşlıydı; ama sırtı öylesine genişti k!,
geÇebilmem için bir kenara çekilmek zorunda kal
mış, sonra da ıslıkla «Lüksemburg Kontu• valsi
ni çalmaya başlamıştı. Odama geçtiğimde vakit
öğleden sonraydı, iki tane ustura çıkarmış, birini
sırtından banyo küvetindeki sehpaya tutturmy.ş,
öbürünü de yanına koyup, «Lüksemburg Kontu•
. valsini ıslıkla çalmaya koYu.lmuştum. Bir yandan
da soyunup musluğu açmış, sonra kuruntuya ka
pılıp kapıyı hafifçe aralık bırakmıştım. Dülger ka
pinın ardındaki koridordaydı, sanki ne yapaca
ğımı görmek için· kapıyı o aralamış gibiydi. Ve
kapıyı kapayıp çabucak banyo teknesine girmiş,
ama su çok sıcak olduğu için ancak yavaş yavaş
oturabilmiştim; inleyerek)dikkatle ve ağrılar du
yarak . . . Sonra bileğimi gerip, sağ elimle sol bi
leğimi kesmiş . . . hemen ardından da sağ elimin
bileğini bütün kuvvetimle sehpay:a tutturulmuş
usturanın üzerine indirmiştim. İki elimi birden .
sıcak suya sokup içimdeki kanın nasıl aktığını,
suyun nasıl pembeleştiğini, ama kırmızı kanın yi
ne de görülebildiğini, sanki biri bileklerimden
uzun, muslin bir şerid; dansedip duran bir tül
çekip çıkarıyormuş gibi akıp giden kanı seyre ko
yulmuştum. Derken, ne var ne yok daha bir ka
lınlaşmaya başlaqiıŞtı, tıpkı devlet onanın atölye
sindeki parmaklığı boyarken içine neftyağı ka
rıştırdığımız boya gibi. . . sonra başım önüme düş-
40
müş ve ağzıma bir ahududu şerbeti tadı yayılmış
tı, hafif tuzlu bir şerbet . . . derken aynı anda da
-gözlerimin önünde mavi, mor halkalar belirmişti,
tüy gibi uçan, kımıldayıp duran renkli halkalar...
sonra üzerime bir gölge eğilmiş, yüzüme kuvvetli
bir Çenenin değdiğini duymuştum. Beyaz önlük
lü dülgerdi bu. Beni koltuk altıar:ımdan yakala
mış, bileklerinden küçük, kırmızı yüzgeçler çık
mış kırmızı bir balık gibi çekip çıkarmıştı suyun
içinden. Başrmı önlüğüne dayayıp, yanağımdaki
ıslaklığın nasıl kireçle karıştığını duymuştum, bu
nun. kokusu da alabildiğim son şey olmuştu.
Ölü atın üzerinde oturmuş sırtım, göğe di
kili bacağa yaslı, başımla atların toynaklarının
hemen üstündeki kısacık kıllara dokunuyordum . . .
Bir ·marşandiz neşeyle ıslık çalarak önümden ge
çiyordu. Vagonların gölgesi ritmik bir düzenle
üzerimden akıyordu, içimin titrediğini duydum.
Ağzım birden tükürükle dolmuştu; bütün mesele
Prag - Karolinenthal'deki Noneman amcanın or
da başlamıştı. Geceyi Maşa'nın hısımlarında geçi
receğim için atölyeye bir kanape koymuşlar, ba
na da bir battaniye vermişlerdi. Onun · üzerinde
de Prag'ın bir resmiyle, muşterilerin arkasına ge
·
çip pilot ya da yolcu olarak resim çektirdikleri
uçak taslağının bulunduğu muşamba bez; olma
dık tuhaf insanların uğrağıydı bu atölye. Neyse
işte, gece Noneman'larda ortalık sessizleşince, Ma
şa gelip uçaklı bezin altına kayıvermiş, vücudu
nu bana yapıştırıp , beni . okşamaya başlamıştı.
Ben de onu okşuyordum ve başıma bu iş ge
linceye kadar da erkektim doğrusu, derken olan
oldu işte, ani bir boşalma ve amin; hoş, Maşa
41
beni sıkıştırıp · çimdiklemeye devam ediyordu
ama, nerde, ben ölü gibiydim, bütün eklemlerim
de hep birden boşalmıştı sanki . . . Bir saat son
ra Maşa yine örtünün altından çıkıp teyzesinin
· odasına gitmişti. . . Ertesi sabah yüzüne bakamı
yordum Maşa'nın, inek gibi bön bön bakınıp du
ruyordum, müşteriler geliyor, muşanib.a bezin
ardına geçip poz veriyorlardı. Gece altında. ya
tarken çok kötü bir . tecrübeyle karşılaşmak zo
runda kalmış olduğum muşamba bezin ardında.
Kimi sandalyenin üzerine çıkıyor, kimi ayaklı
merdivenin üzerine, Noneman amca birinin eli
ne şişe, ötekinin eline bir huni tutuşturuyor, son-·
ra makinesinin etekliği altına giriyor, elini bir
orkestra şefinin hareketiyle kaldırıy:or. etekliğin
altından çıkıyor, beş dakika sonra resmi teslim
ediyordu, çünkü girişteki tabelada öyle yazılıy
dı : Beş dakikada tamam . . . Bütün öğleden sonra
böyle geçmiş, sonunda iki Alman eri gelmiş, bi
ri sandalyeye çıkmıştı, öteki de ayaklı iskeleye . . .
Bay Noneman uçaklı ve Prag'lı muşamba bezi
tam önlerine sürmüştü ki, birden gökgürültüsü
nü andıran bir çatırtı, atölyenin içinde esen kor
kunç bir rüzgar, devrilen muşamba bez, iki er
yerlerpe. Tam bu sırada makinenin etekliği al
tına girmiş olan amca da kendini yerlerde bul
muştu ama, bu kadarla kalsa yine iyi, hemen
ardından çok daha kuvvetli bir hava akımı iz
1
42
muz birden uçtuğumuz gibi kendimizi dışardaki
çayırın üzerinde bulmuştuk . . . En arkadan yazılı
tabela gelmişti : Beş dakka:da tamam. . . Sokakta
koşuşan birk{tç kişi, sonra da sessizlik ve alarm
düdükleri ancak bir süre sonra ötmeye başla
mış, cankurtaran arabaları geçmiş, birkaç ustü
başı yırtık pırtık adam da belirmişti. Adamlar
deliler gibi gülüyorlar, durmadan gülüyorlardı.
Sonunda sırtüstü düşüp çayıra uzanmışlardı, . gül
mekten omuzları sarsılıyordu . . . Neden sonra bir
adam çıkagelmiş, Prag-Wisoçan yönünü göste
rerek : •Arkadaşlar, » demi.şci, •korkunç bir ha
va akını . . . .. Ve yerde çayırın üzerindeki tabelayı
da görünce, yazıyı yüksek sesle anlarrılı anlam
lı okumuştu : Beş dakkad'a tamam . . .
43
Vagonların arasından geçerek ilerledim, · beş
numaralı hatta · posta treninin vagt)nları duru
yordu. Bhtün tren ateşe tutulmuştu, ilk. vagonun
kenarında şµ tabelayı c;>kudum : Varış İstasyonu
Devlet Onarım Atölyeleri, çıkış istasyonu Kra
kau. · Partizanlar sınır yakınında bütün Alman
trenlerini bu hale sokuyorlardı, sağlam tek bir
pencere bile kalmamış gibiydi, ne var ne yok
mermilerle delik deşil\, . �dilmişti, madenden du
varlarda düşman niak)iieli tüfeklerinin jmzası
vardı. Kimi yerler şara.pnellerden, kimi de. dağ
avcılarının ateşinden yahut ganimet bazukala
rın etkisiyle harap olmuştu. Hemen hemen her
kapıda kurumuş kan izleri görülüyordu. Kom
ı,:>artımanlara bakınca hepsinde aynı şeyi gör- ·
44
güneşi içinde pırıl pınldılar, ormana yaklaştığım
da 'bu kuşlardan binlercesini yerlerde, ağaçların
diplerinde görmüştüm, tıpkı bosna erikleri gi
bi . . . Ölülerle dolu bir orman, ağaçlara tünemiş
olanlar da ölüydüler, uykuda donmuşlardı. Aya
ğımın tabanıyla ağacın birine vurunca, dalların
arasından . başımdan aşağı kırağı taneleri yağ
mış ve ölü kuşlar da düşmüştü. Birkaçı bana
çarptıydı da, ama bir bere kadar hafiftqer.
Trenin son vagonunun basamağından beş
numaralı h.atta atladığım gibi istasyona koştum,
işletme odasına bir göz attım. İstasyon şefi bay
Hubiçka ayaklarını telgraf masasına dayamış,
ellerini �oltuk altlarına sokmuş, çenesi göğsün-.
'
de, uyuyordu. Ama bunu ben de yapardım as-
lında, görev başında üzerime bir ağırlık çöktü
mü; benim de uyuduğum olurdu. İnsanı şöyle
bir şekerleme yapmanın özlemi sarar, hemen ilk
fırsatta uykuya dalardın. Ne · var }ci, istasyon
şeflerinin görev başında uyuya kalmaları özel
bir sinyal mekanizmasına bağlıdır_. Vücut çok
derin uykuda da olsa, istasyon şefinin kafasın-
45
da uyahık olan bir yer vardır daima. Telgrafın
sadece çağrida bulunması bile yeter, şöyle ha
fiften bir ses etti mi, gerçek bir istasyon şefi .he
men doğrulur, alıcıyı hazır eder, kendi -istasyo
nunun sinyalini verir, hemen ardından yine otu
rup derin' uykusuna dalar, beyaz telgraf şerıdine
geçen haberin sonu geldi mi, istasyon şefi uya- ·
nır, tamam sinyalini, ardından da istasyon sin�
yalini verir, gereci eski haline kor, eski uyku
durumuna girip uyumaya devam ed�r. Yahut
tutalım böyle bir istasyon şefi giriş sinyalini ver
di de uyudu, ama yaklaşan adımlar duyuyor, pe
rona giren trene ait lokomotifin soluduğunu du
yuyor ve işletme odasındaki manevrı:ı. düzenin
den de şıkırtılı bir ses gelmiş, ama çok hafiften,
hani bir kahve kaşığı yere düşerse nasıl ses ve
rir, işte öyle. Bu durumda, istasyon şefi dediğin
uyanıp . manivelanın başına geçmelidir.
Derken, müdür beyin merdivenlerden aşağı
inip geldiği duyuldu, aynı anda da şef Hubiç
ka ayaklarını masadan çekti, ayağa kalktı.. Mü-
'
dür beyin üzerinde eski üniforması vardı, gü-
vercinliği temizlemek niyetindeydi şüphesiz, pan
tolonu güvercin pisliğinden bembeyaz olmuştu,
kolları da.'il
İşletme odasına giriyorum.
«Kontrolö'r Miloş Hrma göreve hazır olduğu
nu bildirir. . .. diyorum.
•
46
di, «Bu Rayh yetkilisi Danko, bir an bile tered
düt etmeyeceğini Königgraetz'de şahsen açıkla
mış. Birkaç çek istasyon şefini kurşuna . dizdire
ceğini söylemiş . . . " başını salladı, pe"ronun üze
rinden kanat çırpıp yalpa vurarak gelen bir er
kek güvercin guruldadı, Polonya güvercinlerin
den bfr sürü, işletme odasına doldu uçuşarak.
İstasyona bir marşandiz giriyordu. Müdür bey
perona çıktı, güvercinler havalandılar, müdür
beyin omuzlarına kondular, başına kondular,
bütün Polonya güvercinleri pazaryerindeki hey
kelde nasıl yer bulabiliyorlarsa, kendi omuzla
rında da bulsunlar diye müdür bey kollarını aç
mak zorunda kaldı. Tren şefi ile adamları ba
kıyorlar diye müdür bey sevinçten kabına sığmı
yordu, lokomotif makinisti de üstüpüyle ellerini
silmeyi bırakmıştı ve şaşkın şaşkın müdür beye
bakıyordu o da, ve müdür bey, tutunabilruek 11,.:ııı
durmadan kanat vuran güvercinleriyle birlikte
peronda bir yürüdü.
«Berbat bir kömür verdiler bize, ,. diye ses-
47
· lendi lokomotif makinisti, ·İstim tutmamız ge
rekiyor yeniden, ikinci kez. ..
·Ee n'aber bakalım bay makinist, hala re
sim yapıyor musun?» diye · sordu istasyon. şefi.
·Hala.'. . .. diye başını salladı makinist, «şim
di de denizin resmini yapıyorum. Vay canına,
sizin müdür bey böyle güvercinleriyle bir sirkte
neşeli iş tutar anlayacağın ...
•Kukla tiyatrosunda, kukla, • dedi istasyon
şefi, •demek denizin resmini yapmaya başladı-
nız öyle mi?• ,
Ve ben peronda durmuş, tren şefiyle adam
larını, ateşçiyi gözden geçiriyordum. Bana kalır
sa hepsi de, gece görevi sırasında telgrafçi kı
zın etekliğini sıyırıp istasyonda ne kadar resmi
mühür varsa topunu birer birer kızın kıçına bas
ması dillere destan olan istasyon şefi Hubiçka'yı
görmek için . durmuşlardı.
·Denizi.. . " diyerek sözcüğün üzerine iyice
basan lokomotif makinisti hala hayret içinde bay
istasyon şefine bakmaktaydı, "bir manzara kar
tından büyütüyorum. ..
·Peki, doğa. içinde bir gezinti nasıl olurdu
dersiniz?• ' diye sordu istasyon şefi.
·Doğadan bana ne canım, doğa içi:qde her
şey aşın bir hareket halindedir, .. diye seslenen
lokomotif makinisti, furgona el kol etti; kim var
kim yok gülerek karşılık verdiler. ·Doğaya göre
resim yaparsam her şeyi küçültmem gerekiyor.
Tek bir kez ,doğanın oyununa geldim gelmesine,
okuldan, doldurulmuş bir tilki ödünç almıştım,
tilkiyi götürüp ormanda yaprakların arasına
oturttum, ama daha tırçayı elime aldım almadım
48
iki köpek birden atılıp tilkiyi paramparça et
tiler. Tam üçyüz krona patlamşıtı. . . Aman aman,
doğamn lafım etmeyin bana . . . •
İstasyon şefi bay Hubiçka bu sırada başını
. yukarı kaldırmış mavi göğü seyrediyordu, şim
di: aynı gökyüzünde ben de bizim telgrafçı kız
Zdeniçka'nın bütün gökkubbeye upuzun yatmış
olduğunu görüyordum ve istasyon şefi Hubiçka
kızın etekliğini şefkatle kaldırıyor, mühürü eli
ne alıyor, dura dinlene ve yumuşak hareketlerle
mühürleri birbiri ardına kızın kıçına basıyordu ...
Bir de ne görüyordum; bütün tren ve lokomotif
personeli de başlarırıı kaldırmışlar, göğe bakı-
. yorlar, topu da orada aynı şeyi görüyordu ga
ranti, istim tutmak bahanesiyle onları burada
durduran o güzel olayı seyre doyamıyorlardı.
Mavi göğü doyasıya seyrettikten sonra, hay
ret içindeki bakışlarını, birdenbire çok . güzel
leşmiş olan istasyon şefi Hubiçka'ya ,çevirdiler.
Ağzının kenarındaki kırışıklıklarla iğri bacak
ları bile daha bir yakışmıştı şimdi istasyon şe
fine. Bay Hubiçka,.nın kadınlar üzerinde çekici
b.ir etkisi olduğu kafama dank ediyordu şimdi.
«Manzara resminden denizi nasıl kopya edi
yorum biliyor musun?• diye sordu lokomotif ma
kinisti. · cResim · yaptığım mukavvayı mengene
ye kıstırıyorum> manzara resmini de gereç tez
gahına iiiŞtirdim mi, ondan sonra deme gitsin.
Gelgelelim şu elimin işe pek de yatkın olmama
sı komik doğrusu, denizin manzara resmi üze
rindeki dalgalanışını, yani o tam dalgalı halini
bir türlü ele geçiremiyorum. ..
cBay Knize,• dedi istasyon şefi Hubiçka,
49
•m(tnzara resmini de hemen mukavvanın yanı
na, mengeneye kistınn. Sonra fırçayı alıp man
zara resmindeki · dalgaların üzerinde hep şöyle
yapın . . . Küçük dalgalan kafanıza yerleştirince
ye kadar hep öyle. yapın durun fırçayla . . . Son
ra dalgalan büyülttükçe büyültür, yani, dalga
lar işinize yanyacak kadar büyüdükten sonra
fırçayı doğru mukavvaya dayayıp başlayın iş
te . . . ,.
"Vay canına amma buluşlar var sizde . ya
. hu . . . • diyerek şaştı kaldı lokomotif makinisti.
Telefon çaldığı için ben de·. işletme odasına
koştum. Müdftt beyin Polonya güvercinlerini nar
sıl azarladığını duyuyordum. Bütün güvercinler
şimdi müdür beyle birlikte güverdnlikteydiler, şu
güvercifilikte küçük bir fare olsaydım da müdür
beyin güvercinlerle ne yaptığını bir tahta aralı
ğından · seyredebilseydim ne iyi olurdu. Müdür
beyin güvercinlerle sohbe.te dalmasına, hatta ya
ramaz bir erkek güvercini yakalayıp kuyruğu
na bir şamar atmasına güvercinler bile gülüyor
dur kanısındayım. . . Bakalit alıcı . kulağımda,
adamların güneş altında durdukları raylara bak
·
tım, tam bu sırada lokomotif makinisti eğilip
istasyon şefinin kulağına bir şey fısıldadı, bakış
lanm kömür vagonundan daha öteye doğru kay
dı. Birden irkiliverdim. Vagonlardan sığır boy
nuzlan yükselmişti, birkaç kafa dışan uzamış,
gözler perona dönmüştü, merak ve gamla yüklü
kocaman inek gözleriydi bunlar. Hemen hemen
bütün vagonların döşemeleri ezilmekten çürü
müştü, ineklerin bacaklan deliklepn içinde du
ruyordu, yara bere içinde, sıkışmış, morarmış . . .
50
ama ben hoşlanmıyordum böyle şeylerden, açlık
çeken danaların böyle -taşınmasına dayanamı
yordum, istasyonda böyle bir treni karşıladıkça,
hiç olmazsa kısa bir E;üre için meme emmiş san
sınlar kendilerini - diye, kapı aralıklarından par
maklarımı uzatıyordum onlara, hoşuma gitmi
yordu böyle şeyler, bacakları sımsıkı birbirine
bağlandığı için ölüp giden oğlaklarla dolu va
gonlardan da hoŞıanmıyordum, dayanamıyor
dum böyle şeylere, hayır, dayanamıyordum işte,
don yapmış havada açık vagonlar içinde Prag
mezbahasına domuz getirilmesine de dayanamı
yordum, hayvanlar burun buruna giriyor, vü
cut E;ıcaklığından olurlar diye korkudan santim
kıpırdayamıyorlardı. Bacakları donmuş, porselen
tırnaklı domuzlar . . . ah, böyle şeylerden hiçbir
zaman hoşlanmış değilim; hiçbir zaman hoş kar
şılayamad1,!Jl böyle şeyleri, sıcak yaz günlerinin
domuz nakliyatını da, Macaristan'dan beri su
suzh.ik, susuz kalmış kuşların açılmış gagaları
gibi açık ağızlarıyla bir sürü domuz . . .
-
Perona koştum.
•Bu yük nereden geliyor?» diye sordum tren
şefine.
•Cepheden, hayvanlar on gündür yolda,,. di
yerek başından savarcasına bir el işareti yaptı
tren şefi.
Bir vagon tamponuna çıkıp vagonun kü
peştes_inden içeri baktım. Bütün hayvanlar ri.ı
amlıydı, kimileri ölüp gitmişti bile, bir ineğin
vücudundan ölü, kokmuş bir buzağı sarkmıştı. . .
Çepeçevre dehşet içinde, sessiz ama itham dolu,
işkence çekmiş gözler, itham eden sığır gözleriy-
51
le dolu . koca bir tren.
·Bu Almanlar düpedüz domuz . . . ,. diye ba
ğırdım.
Tren şeff yine bir el işareti yapıp hafif bir
sesle ekl.edi :
·Domuz demek az bile . . . Son üç vagon yan
ölü koyunlarla dolu . . . açlıktan birbirlerinin yün
lerini otladılar. ..
•İstim tuttuk,.. diye seslenen lokomotif ma
kinisti hafifçe devam etti : •Duydunuz mu? Ge
çen gece lglau'da, sıkı kontrol altındaki bir as
keri nakliye tı,:eni öyle ustalıkla havaya uçurul
muştu ki, soluğu uçurumda almış, ikinci bir pat
lamada köprüyü de üzerine _yatırmışlar.,.
Makinenin üzerine çıkıp istim kesen mani
velayı çekti, marşandiz treninin lokomotifi ha
reke� etti ve yukanlanndan sığır boynuzlarının
çıkıp sığır gözlerinin baktığı, diplerinden kırık
ve ise batmış sığır bacaklarının yükseldiği va
gonları yanına katıp götürdü. Tahıl deposunun,
. Liverpool'un rampasına da, sabah ekspres niar
şandizle getirilmiş olan iki . hayvan vagonu, Prag
mezbahalarına gidecek vagonlar alınmıştı.
Derken, yine sıkı kontrol edilen, tanklarla,
'.J'iger tanklarıyla dolu iki askeri nakliye · treni
hızla geçti. Her tren lokomotifinde bir komutan
la . . . Belki de lglau'daki partizan faaliyetinin bir
sonucuydu bu. Köyden yeni kesimlik hayvan sü
rülüyordu, sığın güdenler, inatçı beneklilerin
kuyruklarını büküyorlardı. Buzağısını henüz a�
mamış olan genç bir inek, umutsuzluk içinde yo
lun ortasına çökmüştü, ama köylü çocuklar, kuy
ruğunun altına yerleştirdikleri samanı tutuştur-
52
dular. Çiftlikten gelen bir de araba vardı, ara
banın arkasına bir boğa bağlanmış olduğu için
atlar koşum göğüslükleri içindeydiler; boğanın
dizlori berelenmiş, ağzı burnu parçalanmıştı, bur
nundaki halkasını koparmıştı da ondan . . . Şimdi
boynuzlarından arabaya bağlanmıştı. Ahıra ba
kan kızın ihanetini, kendisini kesimcilere tes
lim etmek üzere ahırdan çıkardığını boğa her
halde geç anlamış olacaktı. Kız bunu yapabil
mek içinıönlüğünü kullanmıştı, çünkü boğa, alış
kın olduğu bu kokunun ardından dünyanın öbür
ucuna gidebilirdi . Şimdi araba boğayı, erimeye
yüz tutmuş karlarla kaplı yolun çamuru içinden
sürüklüyordu. Boğanın kanayan dizleri, karların
üze�inde iki kırmızı çizgi bırakıyordu.
cMiloş,• dedi istasyon şefi Hubiçka, beni
omuzumdan tutup çevirerek çenemi tuttu, •şu
SS lokomotifiyle ilgili davranışını unutamaya
cağım. Üzerine aldın o işi.•
Bölge nöbetçisi sinyal veriyordu.
cBu Almanlar domuz,,. dedim.
Sonra alıcıyı kaldırdım ve korktum.
«Sinyal kolu aşağıdaymış şef. . . ..
cKime geçit vermiştik? .. diye sordu.
cMarşandize . . . ..
«Amma budalalık . . . ..
cŞef,,. dedi.m, eben bisikletle gidip kolu ser
beste alının. .. Ve derhal dışarı fırlayıp, pedalla
rı mümkün olduğu kadar hızla çevirerek, Liver
pool önündeki dar yoldan geçip sinyal direğine
vardım, demir basamakları tırmanıp yukarı çık
tım, lambanın üzerine ata biner gibi oturdum,
kolu kaldırdım, cephedeki subaylara malbusat
53
ve içki ikmali yapan, sahra postasını ileten tre
nin ekspres lokomotifi de yaklaşmıştı. Bu eksp
res marşandiz her yerden geçen bir trendi ve
ondan önce geçit hakkı verilen tek tren de sıkı
kontrol �dilen askeri nakliye treniydi. Beni sin
yal direğinin tepesinde gören lokomotif maki
nisti bir irkildi, ama görev lambamı hemen çıka
rıp yeşil, geçit serbest sinyalini verdim, lokomo
tif makinisti hızı yeniden arttırdı ve ekspres
marşandizin vagonları önümden havayı yararak
geçtiler, baştan aşağı dumana gömülmüştüm, is
tasyon şefinin dışarda, dönüp duran tekerleklere
baktığını neden sonra görebildim ancak, loko
motif havaya kaldırdığı karları ardından sürük
lüyordu, son vagonun ardında hep küçük bir kar
anaforu vardı, kağıt parçalarını, küçücük dalla
n da beraberinde götürüyordu . . .
Derken öğle paydosu, çorbamı sobanın üze
rinde, mavi kapda ısıttım, motor .drezini için gi
riş sinyalini de hazır etmem gerekiyordu, bu sı
rada istasyon şefi Hubiçka, ayakları telgraf ma
sasına dayalı, mavi göğe bakıyordu.
•Drezinde kim var, bir şey söylemediler mi?"
diye sordu.
cBöige şefi varmış dediler, .. diye cevap verip
kaşıkla kabı karıştırdım. Hemen ardından kapı
yavaşçacık açıldı, içeri biri girdi, gri bir panto
lon, pırıl pırıl boyalı kuduralar, bir de kışlık pal
to gördüm.
« Rahatınız yerinde hurda," dedi yeni gelen .
.. Değil mi ya?" deyip çorbadan bir yudum
çektim, istasyon şefi bay Hubiçka, ayaklan ha
la masaya. dayalı, ·göğe bakmaktaydı.
54
«Ben kimim biliyor musunuz?• diye sordu
yeni gelen.
«Evet,• dedim, «konşimento için geldiniz, sı
ğır işi için . . .
,.
55
«Miloş Hrma göreve hazır . . . •
«Bırak o kabı elinden . . . diye kükreyen işlet
•
56
•Kaz çobanlığından ne haber?,.
·Hayır,• diye inledi müdür ve küçük tüy yi
ne· yükseldi beyaz bir soru işareti gibi.
·Bunu Königgraetz'de yeniden görüşürüz.
Her şeyi yolunda, mükemmel bir istasyonunuz
var doğrusu . . . ,. diye yeniden kükredi işletme şe
fi ve bir vuruşta istasyon şefi Hubiçka'nın bot-
. !arını masadan sildi süpürdü.
·Drezinde kim var biliyor musunuz? Bu ba
yı, özgürlüğü kısıtlama suçundan mı itham ede
lim, yoksa sadece bir disiplinsizlikten ötürü mü
ele alalım diye inceleme yapacak olan komis
yon . . . • İstasyon şefi Hubiçka'yı gösterdi.
Müdür bey odasının kapısını açıp, kırmızı,
mavi çiçekli şahan� acem halısıhı, mavun masa
yı, yapraklarını şemsiye gibi açmış palmiyeyi,
Türk işi sigara sehpası ile iskemleleri gösterdi.
İşletme şefi başını salladı :
·Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş,•
dedi.
Sonra, �üşavir Zedniçek içeri girdi, yazılar
ve fotoğraflarla dolu evrak çantasını telgraf
masasının üzerine koydu. Fotoğraflarda bizim
telgrafçı kız Zdenka Svata'nın kıçına basılmış
bütün mühürler görülüyordu. Müdür bey bir
kaç kez üstünü başını değiştirmek için izin is
tediyse de, işletme şefi Sluşni izin vermedi, mü
dür bey zabıt tut�caktı çünkü. Derken, Zdeniç
ka da içeri getirildi, az kalsın tanıyamıyordum
bizim telgrafçı kızı, mühürlerden ve rezaletten
sonra bir serpilmiş, bir güzelleşmiş, gözlerine
·
57
bakıp güldü ve belki de yakında film çevirmeye
başlayacağını, kendisiyle ilgilendiklerini söyledi.
Müşavit Zedniçek, Rayh ordusunun askeri duru
munu açıklayabilmek için bir Avrupa cep hari
tası çıkarıp açtı. Harita açılınca ötesinde berisin
de bir takım delikler görüldü, müşavir Zedniçek
haritayı cebinde taşıyıp köşeleriyle kenarlarını
sürtünmeden ötürü yırtıyordu da ondan. Hani
her bir deliğe küçük bir İsviçre haydi haydi sı
ğardı. Zedniçek özellikle, . Von Mansfeld'in Kar
patlarda çarpışan • beşinci ordusunun durumu
üzerine açıklamada . bulundu. Oğlu ·Brestislav
Zedniçek de bu .ordunun erleri arasındaydı, ne
var ki beşinci ordu, haritadaki delikten bir tür
lü çıkamıyorqu, deliğe gireli bir hafta olmuştu
ama, çemberden henüz kurtulamamıştı. Babası
gibi, doğru dürüst Almanca konuşamayan Zed- ·
niçek'in oğlu da işte orada çarpışıyordu ve Al
manlara katılırken adındaki virgülleri, çengelle
ri de bir kenara bırakmıştı ( * ) . Ve müşavir Zed
niçek açıklamalara devam edip, küçük haritanın
üzerine kurşunk-:tlemle Karadeniz büyüklüğün
de daireler çizdi. Bu daireler, Rayh ordularının
düşmanı içine soktukları çemberleri meydana
getiriyordu, müşavir Zedniçek yine kurşunka
lemle Alman birliklerinin Küçükasya üzerinden
Afrika'ya sarkarak İngiliz birliklerini nasıl çem
ber içine aldıklarını çizdi, bir çırpıda İspanya'dan
geçip Amerikan çıkarma ordusunun gerilerine
bile indi kurşunkalemle; ondan sonra protekto-
58
ra yönetiminin yeni duruma göre bazı tedbirle
re girişeceğini, okullarda eğitimin daha sadeleş
tirip müzelerle galerilerin kapatılacağını, bazı
tren seferlerinin kaldırılacağını, spor karşılaş
malarının da bundan böyle yalnız pazarları ya
pılacağını bildirdi.
•Şu sizin kıçınız mı?» diye sordu resimler
den birini Zdeniçka'ya uzatıp;
·Evet, • diyen Zdeniçka gülümsedi.
•Bu mühürleri kim bastı size?• diye soruş
turmasına devam etti · müşavir Zedniçek, müdür
bey de bir yandan not alıyordu.
•İstasyon şefi bay Hubiçka.•
•Şimdi bize sırayla anlatın öyleyse Zdeniçka
Svata, bütün bu işler nasıl oldu?• dedi müşavir
Zedniçek.
·Beraber gece görevindeydik, geceyansına
doğru tırnaklanma manikür yapıyordum, çün
kü gelip giden tren yoktu, canımız sıkılıp duru
yordu o yüzden, ,. diye anlatan Zdeniçka bir yan
dan da tavana bakıyordu.
•Yavaş yavaş,,. dedi müdür bey.
·Tam o sırada bay istasyon şefi dedi ki . . .
hah, uçtu uçtu oynayalım, dedi - uçtu uçtu kar
ga uçtu, uçtu uçtu tren uçtu, vakit uçtu, el uçtu,
bacak uçtu. . . derken önce ayakkabılarımı yitir
dim, ardından da baktım külotum gitmiş . . . » diye
anlatan telgrafçı kız, bir yandan da, ifadesini
alan müdür beyin elindeki kurşunkalemin ha
reketlerini gözden geçiriyordu.
·Külotunuzu kim indirdi?,. diye sordu mü
şavir.
•İstasyon şefi bay Hubiçka," diyen kız gül-
dü.
59
İstasyon şefi Hubiçka, bacaklarını kavuştur
muş, kasketi dizlerinin üzerinde, sandalyede otu
ruyordu, dazlak kafası pırıl pırıldı, Königgraetz
dairesinin memurları onu öyle dazlak kafasıy
la görüp bir de telgrafçı kızı gözden geçirince,
içlerini çekip başlarını salladılar, olayı daha bir
peşin hüküme kapılarak incelemeye başladılar,
özgürlüğü kısıtlama fiilini iyice araştırmayı ka
falarına koydular. Ben bu arada işime bakıyor,
serbest ve dur sinyallerini veriyordum. Bu ara
da, istasyon şefinin benim istasyondan yol verdi
ğim bütün trenleri gözden geçirdiğini ve beni de
kontrol ettiğini görüyordum. İstasyon şefi Hu
biçka her zaman iÇin benim idealim olmuştu, da
ha Dobrowiç'de beni eğitirken, bir eliyle istas
yonun birindeki çatışmayı önleyip öbür eliyle
bir başka istasyona yoldaki marşandizi bildiri_r
ken de idealimdi. Şimdi burada mahkeme önün
de oturur gibi oturuyordu, işletme şefi olsun, mü
şavir Zedniçek olsun, bu iki memurun da, elle
rinden gelse tıpkı istasyon şefi Hubiçka'nın yap
tığını yapmaya can atacaklarından emindim, ne
var ki, herkes gibi onlar da korkaktılar, aşırı bir
korkaklık içindeydiler, hiçbir zaman korkmamış
tek adam, şimdi oturmuş kendi ünüyle güneşle
nen istasyon şefi bay Hubiçka'ydı.
•Şimdi dikkat edin bayan Zdeniçka Svata,,.
diyerek doğruldu müşavir Zedniçek, •bay istas
yon şefi sizi masanın üzerine yatırmadan önce
herhangi bir baskı yaptı mı size? Tehdit etmedi
mi sizi? Yahut zor kullanarak mı? .. •
•Ne münasebet . . . Ben kendim istedim. Ken
dim uzandım masanın üzerine . . . birden müthiş
60
hoşuma gitti masanın üzerine uzanmak . . . baka
lım ne yapacak diye beklemek. . . •
Telgrafçı kız gülüyordu.
" . . . bakalım ne yapacak diye beklemek . . . • di
ye mırıldandı müdür bey ve yazmaya devam etti.
Koşup perona çıktım. Anahtar üzerinden yi
ne özel bir askeri nakliye treni geçiyordu, tank
ların üzerinde güneşlene� gencecik çocuklar var
dı, aşağı yukarı benim yaşlarımda, daha genç
leri bile vardı, güneşin altında yeşil bir topla
oynuyorlardı, bir başka tanktan da şarkı sesle
ri yükseliyordu : «Heidelberg'de yitirdim ben kal
bimi. . , ,. ama beşinci hattaki ateşe tutulmuş tre
nin yanından geçtikleri sırada, suspus ohip do
nup kaldılar, onarım atölyelerine alınmak üze·
re oraya çekilmiş vagonları görür . görmez do�
nup kaldılar sanki, hatta mutfak yamakları bile
patates soymayı bir an kestiler, memleketlerin
de de feci şeyler görmüşlerdi şüphesiz, bomba
lanmış şehirler, yıkılmış evler, ceset yığınları,
ama burada böyle birşeyla karşılaşacakları akıl
larına bile gelmemişti muhakkak . . .
Tekrar içeri girip, nakliye treni haberini ver�
dim.
1\4üşavir Zedniçek pencerenin önünde duru
yordu.
«İşte ilerleyen umudumuz. Bizim gençlik.
Özgür bir Avrupa için çarpışıyor. Ya siz ne ya
pıyorsunuz burada? Telgrafçı kızın arkasına mü
hür basıyorsunuz . . . .. deyip masa başına döndü,
resimlere bakıp attı yine.
«Hayır, ,. diye bağırdı, «özgürlüğü kısıtlamak
değil, o değil . . . ama Alman dilinin, devlet dili-
61
nin lekelenmesi denir buna . . . .. yumruğunu ma
, saya indirdi, «mühürlerin yansı ,Almanca, Alman
sözcükleriyle . . . Şerefin lekelenmesi denir bu-
na . .
. •
62
«Kanın en soylusu sizler için hayatını orta
ya koyuyor, ,. diye konuşan müşavir Zedniçek,
pencereye yaklaştı, •ŞU geçen hastane trenini
gördünüz mü? Bir _de sizin burada yaptığınıza
'
bakın . . . Ama artık tamam. Karan yazım:z mü
dür bey . . . İstasyon şefi Hubiçka Ladislav'a disip
lin cezası uygulanacaktır. »
Eliyle bir işaret yapıp perona çıktı, drezini
çağırdı. Zdeniçka işletme şefinin yanına oturdu.
Drezini haber verdim. Sonra da hareket sin
yalini .. .
•Çekler nedir haberiniz var mı?» diye ses
lendi Zedniçek, • . . . gülen hayvanlar. »
Motorlu drezin ateşe tutulmuş trenin yanın
dan . yola koyuldu, müşavir Zedniçek parçalan
mış damlarla makineli tüfek yaralarını gözden
geçiriyordu. Bizim müdür bey hemen yukarı ka
ta çıkıp tepinmeye, sandalyeyi döşemeye çarpıp
çekiştirmeye koyulunca, bizim işletme odasının
tavanından yine sıvalar döküldü tepemize. Mü
dür bey, aydınlıktan aşağı haykırıyordu yine :
•Ahlak bataklığına gömülmüş . . . Eski çağla
nn Sodom şehri . . . Fuhuş, polisin yardımlarıyla
kahvelere, lokantalara, işletme odalanna kadar
yayılmış. Koca, kansını fuhuşa zorluyor. . . Ka
dın oğlunu, testereyle doğrarım seni diye tehdit
ediyor fuhuşa gitmek için . . . Pipolar, ağızlıklar
dezenfekte edilsin . . . Cinsel sağlık . . . Kıyamet gü
nü gelip, İsrafil surunu öttürse de her şeye bir
son verse daha iyi . . . ,.
Sonra tekrar mutfağın içinden koşup, bizim
yüzümüzden nasıl acı çektiğini biz aşağıdakiler .
iyice anlayalım diye, tepindi durdu. Bir saat son-
63
ra merdivenlerden inip odasına girdi. Tören üni
formasını giymişti. Tam bu sırada rampanın or
da son boğa da yükleniyordu, bir kamyonla ge:
tirilmişti, onu da ahıra bakan bir kız sürmüştü
kamyona kadar ve kasabın ellerine teslim etmek
için . . . Kamyon hareket edince boğa ırgalanmaya
başlamış, o zaman kasap, .. yardımcısına : Bohous
be, demişti, bu piç arabanın tente tahtalarını
mahvedecek be, al şu bıçağı oy gözlerini piçin . . .
Ve yardımcı Bohous, bize sonradan işletme oda
sında anlattığı gibi, arkasına dönmüş, şoför ye
rinin ardındaki pencereden uzanmış, iki vuruş
ta boğanın gözlerini çıkarmıştı. ·Bir de baktım
boğa kuzu gibi sakinleşti be,• dedi kasap yardım
cısı. Bohous işletme odasında bize dönüp, •hah
hah hah, belki de bu dünyayla alışverişi kes
mek istiyordu artık.• Ve alıcılar son boğadan
sonra vagon kapısını kapamışlardı ki, bizim mü
dür bey uyandı. Pencerenin kenarındaki güver
cinleri gurulduyor, salınarak yürüyor, ona baş
sallıyorlardı. Ama, müdür bey güvercinlerine
dertli dertli baktı bir süre, başını salladı, elini
yakasının üzerinden geçirdi, yine düşünceye da
lıp gittikçe daha kederli bir hal aldı. Dolabı aç
tı, henüz hiç giymemiş olduğu ve . generallerin
taşıdığı ıhlamur dalının aynı iplikle örüldüğü
altın işlemeyle çevrilmiş altından bir yıldız ta
şıyan en yeni üniformasını gözden geçirdi.
Artık kendini tutamayıp işletme odasından
fırladığı gibi ilk kata çıktı ve aydınlıktan aşağı,
hem de büyük bir güvenle defalarca haykırdı :
·Müfettişlik yıldızına oldu olanlar.•
Ve sonra, biz posta trenl�r!ni yolcu edip de
64
istasyon şefi Hubiçka peronda kalıp duru mavi
ilkbahar göğüne baktığında, yukarda yine Kö
niggraetz işletme müdürlüğü çevresindeki ünü
nün nerden çıktığını görmeye başlamıştı muhak
kak. Gökyüzünde garanti o filmi görüyordu ge
ne, telgrafçı kızın koskocaman, mavi sinema per
ç:lesine uzandığını, kendisinin kızın etekliğini sı
yırdığını, sonra eline mühürü alıp, birbiri ar
dından bütün mühürlerı, kilise kuleleri büyük
:
lüğündeki mühürleri birbiri ardından kızın çe
peçevre kıçındaki yumuşah. ete bastığını görü- .
yordu. Birdenbire kararlı bir yürüyüşle sinyalle- ·
rin manivela ve kulplarıyla dolu ek binaya, be
nim yanıma gelip, fısıldadı :
cMiloş, yarın ikimiz yine gece nöbetinde
yiz . . . Bizim istasyondan yirmisekiz vagon cep
haneyle bir marşandiz geçecek, hepsi de açık
vagonlar, geceyarısından iki saat sonra bura
dalar. . . Bizim istasyonla bizden soriraki istasyon
arasında ne dağ var ne de çiftlik falan, tren hay
di haydi havaya uçabilir yani . . . ..
«Orası öyle ama şef, neyle?•
«Onu zamanında elde edeceğiz . . . ,.
«Tren nerde?•
«Yarın Trebiç'.ten kalkıyor. •
«Değişiklik olsun diye bir askeri tren kont
rol ediyoruz desenize, .. diyerek güldüm,.. ek bi
na bir an için karanlığa gömüldü. Polonya gü
vercinleri geçmişti uçuşarak pencerenin ön�n
den . . .
65
Şatodan, müdür beyin kontes Kinsky'nin
vereceği bir akşam yemeğine davetli olduğu ha
beri gelmişti. S_aat tam yedide imrahor gelip mü
dür beyi a�acaktı. Karartma perdesini indirip iş
letme odasının ışığını açtım. Müdür beyin oda
sında da, elektrik ışığı vardı ama; yine de petrol
lambasını yeşil abaj urlu lambayı yaktım. İstas
yon şefi Hubiçka'yla, bizim istasyondan geçen
trenler için dışan çıktıkça, yeşil fenerle sinyal
veriyordum. -Müdür bey barok takımını aşağı iş
letme odasına indirdi, gri pantolon, avcı ceketi
ve tüylü Schwarzenberg şapkası. Odasının kapı
sını bizim işletme odasına karşı ardına dek açık
bıraktı, hazırlanmaya koyulup kendisini görüyo
ruz diye de sevinçten kabına sığamaz oldu.
Şatodan bu yana beyaz bir atla gelen imra
horun yanında bir beyaz at daha vardı. Gökyü
zünde yıldızlar ışımaya başlamıştı:, gece ortalık
iyice soğumuştu. Botlann altındaki buz tutmuş
kar, çıtırdayarak eziliyordu. Kendini sabit ba
kışlarla aynada gözden geçiren müdür beyin oda
sındaki yeşil lamba cızırdıyordu. Müdür bey ga
la kıyafetine girmişti bile, geyik derisinden eldi
venleriyle Schwarzenberg şapkasını giymişti.
Lamba tavı:tna küçük, beyaz bir daire yansıtıyor,
daha büyük daireler birbirinin içine girerek ya
yılıyordu, tıpkı bir iskeletin göğüs kafesi gibi.
Tatillerde ninemd� kalırken benim masamın üze
rinde de böyle bir lamba yanardı, ben yatağa
66
uzanmış, tavana, petrol lambasının yukarı yan
sıttığı küçük beyaz dairenin çevresindeki gölge
lere bakardım, tavanda hep bu iskeleti görür
düm, yorganı kafamın üzerine çeksem de oda
nın tavanında yine o iskeleti görürdüm. �ir se
ferinde yine tavana bakıyordum öyle, tam o sı
rada ninem önlüğünün içinde getirdiği tahta
parçalarını patır kütür sobanın yanına dökmüş,
ben korkuyla haykırmıştım : İskeletin bacakları
döküldü .. .
Ve imrahor beyaz atın üzerinde, yanında da
eyer vurulmuş öbür beyaz at, perona geldi. At
lar öylesine beyazdılar ki, bir yaz gecesi aydınlık
saçan yeni açmış yasemin buketinden farksızdı
lar. Ve müdür bey de odasından çıktı, imrahor
atından indi, müdür beye özengiyi tuttu. Müdür
bey atla güvercinliğin oraya kadar gidip :
•Uslu uslu uyuyun," diye bağırdı, •beni yi
tiriyorsunuz sanmayın sakın. Müdür bey yine
. gelecek. Hoşça kalın yavrularım ... ,.
67
Yeşil perdeyi açtım, bilet satışına başladım,
bekleme odasının alacakaranlığı içinden yolcu
lar geliyor, biletlerini alıyor, yine karanlık kö
şelerine dönüyorlardı, buz gibi ı;ıçık havaya çık
mak pek işlerine gelmiyor, kontrolör memurun
yüzünden posta treninin ne zaman geleceğini an
lamaya çalışıyorlardı. Kimi zaman öyle içerliyor
dum ki bu yolculara; posta treni daha yarım sa
atlik yoldaydı, ama giyinip yakamı kaldırdım,
sanki onların trenini beklemekteymişiin gibi pe
rona çıktım, yolcular ardımdan seğirttiler, ama
ben şöyle aşağı yukarı bir dolaşıp, feneri rayın
yanın� yerleştirdim ve sıcak işletme odasına dfüı
düm, soğuktan ilikleri kesilmiş yolcular bekleme
odasındaki sobanın çevresine doluşup; bana kö
tü köfo bakmaya başladılar. Müdür bey de gece
nin karanlığıyla gölgelerinden yararlanmaktan
çok hoşlanırdı, lastik galoşlarını giyip istasyon
binasının çevresinde dolanır, kontrolörler ne ya
pıyor diye bakardı. Ah ah, beni de enselemişti
bir geceyarısı şekerleme yaparken . . . Sandalye
ye oturmuş, çenem göğsümde, uyuyordum bir
seferinde; meğer müdür bey bu sırada, bekleme
odasındaki gişenin önüne çekilmiş olan iskeleye
çıkıp, kapalı duran yeşil perdenin üzerinden be
ni gözetlemiş. Sonra lastik galoşlarıyla sessiz
sedasız perona çıkmış, kapıyı hafifçe açmış, ya
vaşça yanıma girmiş . . . Beni omuzlarımdan bir
denbire yakalayıp da sarstığı zaman duyduğu
zevkten bayılacaktı nerdeyse; ben öyle uykulu
halimle kendimi evde ve sabah oluyor sanmış ve
.. saat kaç babacığım? .. diye sormuştum . Ve mü
.
68
rada müdür duruyor, senin karşında, baban de
ğil . . . Görevde olduğunu da unutma sakın. Ba
bacığıymış . . . Sonra Königgraetz'e bir ya,zı yol
lamış, ordan da bana kırmızı zarflı ihtar mektu
bu gelmişti.
Derken posta treni bizim istasyona girdi, çı
kıp peronda durdum, yolcular bekleme odasın
dan çıktılar, · yavaş yavaş ilerledi, ikinci vagonun
basamağında Maşa duruyordu, bluzunun yaka
sı karanlıkta parlıyordu, göğsünde görev lam
bası asılıydı, elinin bil�ğ_indeki bir kayışta da
kondüktör zımbası, Maşa her zamanki gibiydi
yine, onarım atölyelerindeki parmaklığı boyadı
ğımız sıralarda da hep böyle tertemizdi, işimi�
bitip akşam paydos ettiğimizde yine öyle temiz
görünür ki, sanki yeni gelmiş sanırdın. Maşa
basamaktan aşağı atladı, bacağını uzatınca kır
mızı · ayakkabılarıyla beyaz çoraplarını gördüm,
yanakları yine gamzeliydi, lacivert gece içinde
bütün yüzü pırıl pırıl parlıyordu, bana bir elma
uzattı , . bir elimle feneri, öbur elimle elmayı tut
tum, sonra Maşa bana iyice yaslandı, beni kol
larının arasına aldı, benden daha kuvvetliydi ve
yanakları süt kokuyordu, öyle sıkı sıkı yasladı
ki kendini bana, göğsündeki yağ lambasından
göğsüm sımsıcak kesildi, alevi kalbimi dağlıyor
du sanki, kulağıma fısıldadı :
«Miloş, Miloş, seni öyle seviyorum, öyle sevi
yorum ki. . . geçen şeylerden kabahatli olan be
nim, kızlara sordum nasıl olacağını, benden bü
yüklere sordum, her şey yine düzelecek merak
etme, muhakkak, nasıl olacağını biliyorum şim
di . . . anlıyor mu&un?»
69
Geri çekildi, cebinden tarifeyi çıkardı, açtı
tarifeyi ve içinden çıkardığı bir .resmi bana uzat
tı, eskimiş bir resim olduğun� hissettim . . . benim
resmimdi bu, parmaklığı kırmızıya boyadığımız
sıralarda vermiştim onu · Maşa' ya. Beyaz deniz
ci giyimi içinde bir çocuğun resmi, re�min arka
sına da başka bir resmin yapıştırılmış olduğu
nu gördüm, bana kimin yapışmış olduğunu he
men anladım, Maşa'nın yine denizci giyimli ço
cukluk resmi . . .
·Miloş, bize ne zaman gelirsin, ne zaman?,.
diye sordu.
·
·Sence bir sakınca yoksa yarın değil öbür
gün . . . » diye kekeledim.
Ve dokuz sinyalini vermek zorundaydım ar
tık, kondüktörler yerinize, kondüktör kızlar lam
balarını kaldırarak cevap verdiler; tamam . . . Y�
şil fenerimi kaldırdım, tren kalktı, Maşa kendi
ni yeniden yasladı bana, hem de öyle sıkı sıkı
şarıldı ki, çocukluk resimlerimiz birbirine yapış
!ırılırken nasıl bastırıldılarsa öyle. Sonra . Maşa
beni öpüp, demir kulpu yakaladığı gibi basama
ğa atladı, göğsündeki görev lambası mavi bir
işık veriyordu ve ben öyle put gibi kalakaldım,
çünkü gerçekten erkek olduğumu hissetmiştim,
kendimi pekala inandırabilirdim buna, kendimi ·
yokladım da, evet, erkektim ben yahu, peki na
sıl olmuştu da Maşa ile beraber kalacağım sıra
da öyle leylak gibi solmuştum? Son defa bir
birimizi hastanede görmüştük, Maşa maden düğ
meli lacivert mantosuyla yatağımın üzerine eğil
miş ve manto üstümü kapladığı sırada, düğmele
ri köprü üzerlerinı:leki sıra fenerler gibi parıl-
70
damıştı, Maşa beni öpmüş, ama daha önce, ka
ra görev düdüğü göğüs cebinden düşüp dişleri
me çarpmıştı. Ardından Maşa yatağıma ilişmek
istemiş, bağlı kolumun üzerine oturmuş, ama
hemen gitmek zorunda kalmıştı, narkozdan ayı
lan bir hasta doğrulmaya çalışınca yatağa bağ
lanmıştı, boyuna haykırıyordu : Max, gidonu bı
rak elinden, bıraaak, Maaax . . . Ve elini kayışla
rın birinden kurtardığı gibi karyolanın altına
uzanmış, yakaladığı c$.m ördeği müthiş bir kuv
vetle fırlatmıştı. Ördek oda boyunca uçup dibin
de yattığım duvara çarparak kırılmış, sidikler
Ma·şa'nın başına sıçramıştı, ayağa kalktığında
saçlarında damlalar pırıldamaktaydı, kapının
ordan bana bir öpücük yollamış, ilk o sırada do
ya doya bakabilmiştim ona, sonra, hastaneden
taburcu olduğum gün ortalığa bir göz atmış, ama
beni hiç kimsenin karşılamadığını görmüştüm,
71
o gün öyle kederliydim ki, çünkü yanımdaki ya
tağa onbeş yaşlarında bir kız yatırmışlardı, kız
dolabında ana babasının onun için hazır ettik
leri hediyelik bir çift Rus çizmesini görünce da
yanamamış, çizmeleri giydiği gibi Prag'a yollan
mış, ama Sataliç yakınlarındaki kayalıkların or
da iki tren çarpışıp da kompartımandaki koltuk
lar birbirine girince, kızın bacakları ezilmiş; kız
narkozdan ayıldığı sırada bağırıp duruyordu :
cRus çizmelerini. . . dolaba koyun Rus çizmeleri
ni. . . » İşte · hastaneden öyle yalnız başıma çıkıp
da yürürken vitrinlere bakınca, kendimi tanıya
mamış, yüzümü aramıştım, sanki ben başka bi
riymişim gibi, yüzüm vitrinde . ı;ieğildi.. . sonra ·
bir vitrinin önünde yapayalnız durdum, hani
nerdeyse koklayabilecektim kendimi, ama yine
de, bu başka biri ·olsa gerek, diye düşündüm, eli
mi kaldırdım, vitrindeki de elini kaldırdı, öbür
elimi kaldırdım, içerdeki de aynı şeyi yaptı ve
ben böyle bakıp dururken, kaldırım kenarında
bir dülger durmuyor mu, beyaz önlüğüyle dev
gibi bir adam, kireç içinde, kireçlere bulanmış
bir adam, kaldırımın üzerinde de Minimax mar
ka bir yangın söndürme gereci, ve dülger bir
yandan bana bakarken, bir yandan da sigara-·
sını sarıyor, sonra sigarayı dudaklarının arasına
kıstırıyor, kibriti yakıyor, kibrit alevini avucuy
la koruyup omuzlarını öne vererek sigarasını ya
kıyor, ama o arada da bana . bakmaktan hiç vaz
geçmemiş, sanki ikimizin arasında Beneschau
Bistritz'deki küçük otelin oda kapısı varmış gi
bi, hani aralık kalmış olan kapı, bir tarafından
ben bakmıştım hani� öbür .tarafından da dülger ...
72
o sırada bana öyle gelmişti ki, sanki öbür tarafta
da biri sürmeyi indirmiştir benim gibi . . . Şimdi,
o beyaz, kireç sıçramış giysili dev gibi yaşlı dül
gerin, kıyafet değiştirmiş Allahtan başka birf ol
madığını . anlıyordum.
73
Bizim istasyondan birkaç marşandiz geçti,
sonra da bir posta katan, hizmet vagonlarının
aralıİdanndan ışık çizgileri sızıyordu, hani plaj
lardaki kızların bazan yürürken mayolarının
arasından küçük tüyler çıkar, öyle işte. Ateşçi
ler kömür küreğiyle kazanın altına kömür atı- ·
yorlardı, ışıklar geceye çizgi çizgi yayılıyordu ve
ateşçilerin sallanan vücutları tender duvarları
na gölgeler katıyordu, . giriş ve çıkış sinyalleri
kırmızı ışığı yeşile dönüştürüyor, makas sinyal
leri beyaz işaret veriyordu, düz yol için · ayakta
bir dörtgen, kavis için yana yatmış bir dortgen
ve sonra kör hattın Liverpool'da sonuçlandığı
yerde de bütün gece devamlı açıkmavi fener ya
nıyordu. Işıkların değişmesiyle ana sinyallerdeki
kollar şakırdıyor. İşletme odasındaki gereçler tı
kırdıyor, yanlış bir bağlantı halinde şurdan hur
dan kısa telefon sesleri geliyordu ve bütün bu,
kuşların ötüşünü andıran gürültü içinde de is
tasyon şefi bay Hubiçka bir aşağı bir yukarı do
laşıp duruyordu; geceyansından bir süre sonra.
tam yirmisekiz v·agon cephane getirecek kendi
kontrolu altındaki nakliye treninden ötürü ü ziin
tü içindeydi. Katarı tarife haritası üzerinde iz
liyor, sonra kulak kabartıyor, karanlık peron
dan bakıp, daha karanlık olan öteleri görmeye
çalışıyor, bekleme odasına bakıyordu. Oysa ben
Maşa'yı düşünüyor, onunla yine beraber kalır
sam nasıl olur acaba, diye geçiriyordum içimden.
Artık ben de aradaı bir perona çıkar olmuştum,
7·1
ben de goge bakıyor, ben de kendi filmimi sey
rediyordum gökyüzünde, istasyon şefi bay Hu
biçka telgrafçı kızı telgraf masasının üzerine na
sıl yatırdıysa, ben de Maşa'yı boylu boyunca
öyle yatınyordum gökyüzüne, iççamaşırlariiıı
birer birer çıkanyordum, ama MaŞa öyle çırıl
çıplak göğe uzanmış dururken ne yapacağımı
bilemiyordum artık. Hoş, biliyordum bilmesine
ama, annemin karnında kaldığım hariç, hiçbir
kadının içinde bulunmadığım için henüz tecrü
bem yoktu. Annemin karnında kaldığım zaman
lan da doğru dürüst hatırlayamıyordum artık...
Derken müdür beyin kansının merdivenler
den aşağı indiğini duydum, bir elinde mum, öbür
elinde de kaza yutturacağı hamurla dolu tabak
vardı; bodruma iniyordu, gürültüyü duyan kaz
korkudan bağırmaya başlamıştı. Ben peronda
durmuş, küçük pencerenin dörtgeni arasından
bodruma bakıyordum. Müdür beyin karısıyla
gölgesi eğildiler, müdür beyin karısı tabaktan
bir hamur parçası aldı, elinin içinde yoğurdu,
kazın gagasını açtı, hamuru içeri tıktı, sonra
kazın gagasını sustalı bir çakı gibi tutup, par
maklarıyla · hamuru kazın boynundan aşağı sı
vamaya koyuldu. Sonra yine bir hamur parçası
alıp suda yumuşattı, kendini savunmaya çalışan
kaza yutturmaya devam etti.
«Birazdan geleceğim, siz bakıverin yerime, "
dedim istasyon şefine, «şöyle birkaç adım uzak
laşıyorum."
Sonra, döner merdivenden aşağı yuvarlak
duvarı yoklaya yoklaya ve dar basamaklarda
adımlarımı d i k k a tl e atarak aşağı i n d i m . k a pıyı
75
yavaşçacık açtım. «Korkmayınız bayan müdür,
benim ben, Miloş. . . .. diyorum.
cNe oluyor?» diye fırlayan kadın, elinde bir
tıkımlı k hamurla olduğu yerde kaldı, arkasında
duran mumun ışığı, ağarmış ve dağınık saçları
nın arasından süzülüyordu, çökmüş suratı he
men gözüme çarptı, müdür bey baron Lanski
Ruze rolünü oynaya dursun, kansının içi geç
miş bir kül kedisindeB farkı yoktu.
cJ3en'im,,. diyorum, «bayan . müdür, size da
nışmaya geldim, uzun sözün kısası, yarın benim
kıza, kondüktör Maşa'ya gideceğim, biliyorsunuz
dur herhalde. Benimle yatmak ister muhakkak . . .
Herhalde siz d e biliyorsunuzdur.
«Benim birşey bildiğim yok,» diye homur
dandı · müdür J;>eyin karısı, eğilip hamuru suya
batırdı, kazın gagasını açtı.
cAma, biliyorsunuzdur c.anım,.. diyorum,
cbilmemezlikten gelmeyin öyle, · size danışmak
istiyorum da . . . uzun sözün kısası, erkek olma
sına:. erkekliğimde bir kusur yok, ama erkek ol
duğumu ne zaman ispat etmeye kalksam erkek
değilmişim gibi oluyor. Ev hekimi kitabına ba
kılırsa bende eyakulaçiyo prekos varmış, habe
riniz var mıydı bundan? ..
.,Haberim yok .. , dedi müdür beyin karısı. ha
mur parçasını yine suya daldırdı.
«Biliyorsunuzdur canım," diyorum, «bakın,
şimdi kendimi vererek düşününce . . . buyurun iş
te, şu anda erkeğim yine . . . , bir dokunsanız . . . ,,
«Tövbeler olsun, " diye fısıldadı müdür be
y i n karısı, « ba y Miloş, be n çoktan adetten ke
silmiş bir kad ı n ım. ".
76
«Neden kesilmiş bir kadın?,.
·Adetten kesilmiş, tövbeler olsun, bu kadarı
da artık, olur şey değil, • diyerek yerinden uğ
radı müdür beyin kansı, bu arada hamur taba-
· '
ğını da devirdi.
Ben yere çömelip hamur parçalarını toplar
ken müdür beyin karısı da toplamaya koyuldu,
ona, Noneman Amcanın' atölyesinde beş dakika
içinde tamam olduğumu, daha başlamadan so
nun geldiğini, hem de beş dakka içinde leylak
gibi solduğum için bileklerimi kesmiş olduğumu
anlattım.' Bunun üzerine müdür beyin karısı
sustu, kazı gagasından sıkı sıkı yakaladı. •Bir
dokunsanız bayan müdür,• diyorum.
·Olur Miloş," deyip eğildi, duvardaki gölgesi
de onunla birlikte eğilmişti; ve üfleyip mumu
söndürdü.
•Nasıl, erkek miyim?• diye sordum.
•Evet Miloş,.. dedi.
•E peki bayan müdür, peki ya sonrası? Ne
olur öğretin bana. Çok rica ederim. . . akıl has
talıkları bölümündeki do�tor Brabec, yaşlıca bir
bayanla başlamam gerektiğini söylemişti . . . •
•Ama bay Miloş ben a.detten kesilmiş bir ka
dınım dedim ya size, benim bu taraklarda be
zim yok artık, sizi anlamasına anlıyorum tabii,
daha genç olsaydım neyse, tövbeler tövbesi, siz
istasyondakilerin hali nedir böyle ca�ım? İstas
yon şefi Hubiçka. mühürlerlen bilmem ne, siz
de şimdi böyle bilmem ne . . . Ama hiç merak et
meyin sakın, görürsünüz, yarın değil öbür gün
her şey nasıl yoluna girer, erkek olmaya pekala
erkeksiniz, hem de nasıl . . .
,.
77
Tam bu sırada bodrum penceresinden bay
Hubiçka'nın perona geldiğini gördüm; istasyon
şefi bacaklarını ayırıp durdu, gökyüzüne baktı,
şimdi oradakinin bütün gökyüzünü kıçıyla dol
duran Zdeniçka olmadığını biliyordum artık,
şimdi oradaki, yavaş yavaş ilerleyen bir mar
şandiz treniydi; cephane yüklü tam yirmisekiz
vagon birdenbire yokoluyor, yerine gittikç� da
ğılarak büyüyen koca bir duman bulutu yerleşi
yor, tıpkı bir yaz fırtınasından önceki gök burç
ları gibi büyüdükçe büyüyordu . . .
·Bana kızmadınız ya bayan müdür?• diyo
rum.
«Hayır Miloş, insanca şeyler bunlar hep . . . •
Ve duvarı yoklaya yoklaya ve ağırdan adım
larla basamak basamak yukarı, birinci kata,
çıktı; yüzümüze karşı bizi azarlamayı göze ala
mayıp yukarda tepinen müdür bey gibi mut
fakta bir aşağı bir yukarı dolaşmaya başladı.
Müdür bey böyle durumlarda hep aydınlıktan
aşağı kükrer durur, sonra, hiçbir şey olmamış
gibi sakin ve arınmış, aşağı inerdi; aydınlıktan
aşağı haykıramadığı zamanlar karısına bağırır,
ona olmayacak şeyler söyler, içinde arınmamış
ne varsa boşaltır, bir süre sonra her şeyi unut
tuğu için, ne bilek damarlarını kesip açmak ge
rekliliğini duyardı benim gibi, ne de telgrafçı
kızın etekliğini sıyırıp kıçına mühürleri basma
yı. . . Müdür beyin hiçbir zaman delirmeyeceğin
den öylesine emindim ki, çünkü ruh sağlığını,
içinde ne var ne yok aydınlıktan aşağı boşalta
rak, geri kalanını d.a karısına yağdırarak koru
yordu. Karısı da onun ağzının ne zaman kapa-
78
tılması gerektiğini, yahut müthiş bir cümleyle
ne zaman taşlanması gerektiğini çok iyi biliyor
du, öyle bir cümle ki, müdür beyi nerdeyse ok
kalı bir tokat gibi yere yıkarak kendine getirir,
ayıltırdı.
Ve istasyon şefi bay Hubiçka gittikçe tedir- '
gin bir hal almaya başlamıştı; geceyarısı yaklaş
tıkça tükürmesi artıyor, ikide bir başını kaldı
rıp kulak kabartıyordu. Bütün beklediği şey,
kapının açılıp uzanan bir elin ona bir haber . ya
da bir paket iletmesiydi, farkındaydım bunun . . .
Müdür beyin saati onikiyi vurunca :
«Bu saat da ne güzel çalar . . . dedim.
»
79
dür bey gibi giyinmişti ama, kadın giyimi tabii.
Bir de küçücük paket vardı elinde.
·Ben,» dedi, •Kersko'�a gitmek istiyorum. �
· Kersko mu?• dedim, •öyleyse sabaha kadar
bekleyeceksiniz, nehir üzerinden geçilerek gidi
lir. . . •
•Ama hemen gitmem gerek Kersko'ya . . . •
diye qiretti.
·Uzaktır. Kime gideceksiniz orada?• · diye
sordum.
· Bir arkadaşım var da arda . . . • deyip güldü
ve parmağıyla beni gösterdi, •istasyon şefi bay
siz misiniz?·
·Yok canım, şef bu işte . . . • dedim.
•İstasyon şefi bay Hubiçka siz misiniz?• di-
ye sordu kadın.
•Evet,• dedi Hubiçka.
·Peki bu?� diyerek beni gösterdi.
•Arkadaşım,• dedi istasyon şefi.
·Miloş Hrma . . . • diye tanıttım kendimi.
•Viktoria Freie,• diyen genç kadın eğilip bi
ze elini uzattı.
•Viktoria Freie mi?• diy� hayret etti Hubiç-
ka.
Hemen farkına vardım, haber buydu, anla
mıştım hemen, açıktı, Viktoria Freie haberi ile
ten elden başk�s� değildi, ne var ki bu haber is
tasyon şefi bay Hubiçka'yı hiç de sevindirmedi.
Hatta şef her zamankinden daha bir sararmış,
genç kadının gelmesine öfkelenir gibi olmuştu.
Hiç mi hiç keyiflenmediğini görüyordum, kadın
lan gözleriyle soymak alışkanlığında olmasına
karşın ne arkasına bakıyordu genç kadının, ne
80
de göğüslerine; üstelik gördüğüm kadarıyla, bu .
Tirollü genç kadın aynı zamanda hem · :popozel
la'ydı, hem de memezilla . . . Perona çıkıp bir mar
şandize geÇiş sinyali verdim, vaftiz anında kut
sal suyu serper gibi bir. yeşil ışık . .. Ve sonra,
komşu istasyona trenin benim istasyondan ne
zaman geçtiğini haber vermek üzere geri 'dön
düğümde, küçük paket yokolmuştu. Viktoria es
neyip geriniyor, bir yandan , .da bana bakip du
ruyordu, ona güven duyuyordum, şöyle bir saat
olsun uyumak istediğini söyleyince, ona müdür
beyin işletme odasının kapısını açtım; hani bi
zim şef bay HUbiçka keten yüzlü kanapeyi yırt
madan önce nasıl yapmıştı Dobroviç'te, öyle iş- ·
81
diyen Viktoria'nın hayreti gittikçe artıyordu.
«Hiç . . . Çünkü Maşa, Karolinenthal'deki No_
neman amcanın orda yatağıma girdiğinde ... . hoş
Maşa yanımda olmasına yanımdaydı a;ma ara
mızda,. bir şey geçmedi, çünkü leylak gibi sol
dum kaldım.•
«Demek gerçekten kadın görmediniz,,. deyip
gülümsedi ve Maşa'nınkiler gibi gamzeler belir
di yanağında, gözleri de bir parladı, sanki şans
lılığın� gülüyormuş yahut değerli bir şey bul
muşcasına. Parmaklarını saçlarımda gez4irdi
ben piyanoymuşum gibi, sonra işletme odasına
geçilen kapalı kapıya baktı, masanın üzerine
eğildi, lambanın fitilini kısıp bir üfürüşte sön
dürdüı el yordamıyla behi bulup müdür beyin
kanapesine çekti, kendini kanapenin üzerine bı
rakırken beni de birlikte sürükledi, yeniden ok
şadı beni, küçükken annem beni nasıl soyup
giydiriyorsa, öyle işte; . etekliğini yukarı sıyırma
sına yardım etmeme hiç ses çıkarmadı, derken,
bacaklarını nasıl kaldırıp açtığını hissettim, Ti
rol ayakkabılarını müdür beyin kanapesine uzat
tığını da duydum ve sonra birdenbire Viktoria
ile birbirimize yapıştık kaldık. Hani denizci kı
yafetli resmimle Maşa'nın resmi birbirine nasıl
yapışmışsa öyle, gittikçe kuvv,etlenen bir ışık
kapladı beni, yükseldim, yükseldikçe yükseldim,
bütün yer ' gök titriyordu, gürültüler, gümbür
tüler arttıkça arttı, bana kalırsa bu ne benim
vücudumdan, ne de Victoria'nın vücudundan
geliyordu: Aksine, dışardan geliyor, hem bütün
bina temellerine kadar sarsılıyor, pencereler
şıngırdıyordu; hayıhın içine doğru yaptığım bu .
82
şanlı ve başarılı yolculuk şerefine telefonlar bi
le çalmaya başlamış, telgraflar kendiliklerinden
.
mors işaretlerini sıralamaya koyulmuŞtu, hani
bazı bazı fırtınadan ötürü ·· işl�tıiıe odalarında
nasıl olursa öyle, müdür beyin güvercinleri bile
en sonuncusuna kadar hu çekmeye başlamıştı
bana kalırsa, . üstelik ufuk bile ayaklanmış, ateş
rengine bürünüp . yanmaya başlamıştı. Tam bu
sırada istasyon binası yeniden tit17edi, temel du
varı bir sarsıldı... . Derken, Viktoria'nın vücudu
nasıl yay gibi gerildi hissettim, demir ökçeli
ayakkabılarının keten bezinden kanapeyi nasıl
kazıdığını, keten bezin nasıl yırtıldığını da duy
dum, kanape yüzü boyuna yırtılıp duruyor, el ve
ayak parmaklarımın . tırnaklarından . beyriime
doğru capcanlı bir kramp yayılıyordu, ne var
ne yok -birden bembeyaz kesildi, sonra gri, son
·ra kahverengi; sıcak su soğuyormuş gibi bir se
rinlik duyuluyordu, ve sırtımda hoş bir sancı
yardı, sanki . biri tutup bir kanca geçirmiş sırtı
ma gibi.
Gözlerimi açtım, Viktoria parmaklarıyla yi
ne saçlarımı karıştırıp zarzor soluk aldı. Ka
rartma perdesinin aralığından uzak bir ateşe
ait kırmızı ve ke.hribar sansının ufukta alev alev
yükseldiğini gördüm. Müdür beyin güvercinleri
de korkuyla gurulduyor, güvercinliğin içinde
uçuşarak dört dönüyorlar, duvarlarl.a tavana
çarpıyor, yere saldırıyor, istemeyerek kanatları
nı çarpıyorlardı ye:r:e.
Viktoria Freie doğrulup oturdu, kulak ka
. barttı. Saçını arkaya atıp :
«Bir yere korkunç .bir hava akını oldu her-
83
,
nıverdi.·
84
•Artık gerçekten Kersko'ya gitmem gerek,•
dedi. Gülümseyip müdür beyin küçük bahçesi
boyunca ı�lamurlu yola doğru ilerledi, evlerin
arasında ortadan yokoldu. .
Müdür bey beyaz atla geldi, çevik bir hare
ketle yere atladı, yuİarı imrahorun eline tutuŞ
turdu, imrahor geri dönüp atını · tırısa kaldırdı.
Müdür bey hemen güvercinliğe gidip ses
lendi :
. •Benim tatlı pisilerim,. neden böyle birbiri
nize girdiniz bakayım? Kötülük mü ettiler size
yoksa? Müdür bey geri döndü işte, huuu, huuu. .. •
Sonra neşe içinde işletme odasına girip bir
sandalyeye tersine oturdu :
. �Hubiçka, .. dedi, •kont size rselam yolladı.
Baron Bethmann Hollweg, Zdeniçka'nın resimle
rini getirmemiş mi meğer? Bütün o soylu bay
lar heyecana kapılıp sizi görmek istediler. Biz
zat kon,t bile, başından böyle birşey geçemeyece
ği tçin sizi ne kadar kıskandığını size bildirme
mi söyledi Hubiçka.
'
. . Masa başındakilere ola-
yın nasıl geçtiğini bir bir anlatmak zorunda bi-
le kaldım . . . •
Ve bunu söyledikten sonra 'ayağa kalktı,
telgra{ bizim istasyonu çağırıyordu .. •Trafiğe ka
palı istasyonlar : Dresden, Pima, Sautzen . . . •
Müdür . bey perona çıkıp, gümbürtülerin . gel
diği ve ·· ufkun kızarmış olduğu yöne dönüp ba
ğırdı : ,
/'
•Bütün dünyayla savaşmaya kalkmasaydı-
nız ' böyle . . . •
85
İstasyon şefi Hubiçka� telgraf masasının
üzerinde!ci küçük lambanın düğmesine- basıp
ışığı yaktı, masanın hemen kenarında duran. not
defterini açtı ve bana, önemli. bir haberi oku
mam gerektiğini anlatırcasına göz etti, işin için
de iş olduğunu · hemen anladım. İstasyon şefi
üzüntü içindeydi, kurşunkalemle haberleri gös
terirken, kalemin ucu titriyor, kağıda kardiog
raf gibi çizgiler çiziştiriyordu. Çekmeceyi dik
katle açtı istasyon şefi; son satıra bakmam ge
.
rektiği .halde yan gözle çekmeceye baktım. Ma
sa lambasının ışık konisi işletme odasındaki bi
ricik ışık · kaynağıydi, çekmecenin içinde bir ta
bancayla başka bfr şeyin daha parladığını . gör-
. düm, o başka şey bir cep lambasını andırıyordu,
ama cam olacak yerde, yavaşça tik tak eden saa
ta benzer bir şey vardı.
cMiloş,.. dedi istasyon şefi fısıldayarak, not
defterini gösterip bir haberin altını çizdi, «Mi
loş, iyisi mi perona çıkıp şunu orta vagonlar
dan biripip içine fırlatalım. önce dur işareti ve
rir, son dakkada yeşili gösteririz . . . yolunu kes
miş oluruz böyle.•
«Doğru,,. dedim yüksek sesle, sonra, bekle
me odasının bütün pencereleriyle bütün karart
ma perdelerinin aralıklarında, her yerde, bizi
gözetlemekte olan gözler bulunabilir diye düşün- .
düm. .Onun için ben de bir kalem aldım elime,
not defterindeki bir haberin altını çizip fısılda-
dmi :
86
«Hani geçenlerde sinyal kolu düşmüştü ha
tırlıyor musunuz? Hani ekspres marşandiz ge
çeceği sırada? Beni dinleyin şimdi. Yine aynı
şeyi yapacağım. Sinyal direğine tırmanır, öne
doğru eğilir, bombayı orta vagona bırakınm yu
kardan, sonra yine aşağı inerim, işin neye va
racağını götürüz. Bizim sıkı kontrol altındaki
nakliye treni nerde şimdi?•
«Hemen biraz önce Podiebrad'dan geçti, ya
nın saat sonra buradadır,,. diyerek hızla solu
du bizim . şef, karnıyla çekmeceyi itti, not defte
rine dalgınlıkla bfr imza attı. «Korkmuyor mu-
·
·
sun sahiden?•
«Hayır, böylesine rahat olmamıştım hiç . . .
öyle ya,• dedim, «erkeğim artık erkek, tıpkı si'
zin gibi şef, erkeğim artık, ne güzel şey, üzeri
me yapışmış ne varsa hepsinden kurtuldum, şöy..:
le . . . • Masanın üzerindeki uzun makası alıp, açıp
kapadım. «Şöyle işte, geçmişten şöyle kesip ayır:..
dım kendimi.• . Gülüp telefon alıcısını kaldırdım.
«Marşandiz trafiği, • deyip bölge nöbetçisine
haberi verdim, «elliüç yüzaltmış numaralı mar
şandiz için makaslar hazır.• Anahtar ı çevirip dı
şan geceye çıktım, ufukta, sanki güneş yeni bat
mış gibi, o uzun leke duruyordu hala. Ana sin
yal ile küçük sinyale ait manivelalan hafifçe yu'"
kan sürdüm.
Kafamın içi böylesine berrak olmamıştı hiç,
sanki eskisi gibi küçüktüm de, anneciğim kötü
bir düşü kovmak için başimı okşamıştı. Ve bizim
şef bay Hubiçka, işletme odasında bir aşağı bir
yukan dolaşıp duruyor, yerlere bakıyordu; ar
·
87
yoktu, · ben de onun gibi tam üstüne basmıştım
ileriyi · görmek konusunda, böylesi bir sorumlu
luk, sonu neye varırdı bunun? Tutalım iyi sonuç- .
landı, peki sonra? Ama ·bunu düşünmedim artık,
her şeyi sonuna kadar düşünmüştüm nasıl olsaı,
bu beni İlgilendiremezdi artık, bütün düşündü
ğüm anaı sinyalin üzerinden, treni havaya uçu
racak olan vagonu ele geçirebilmekti, başka tek
şey istediğim yoktu. Gökyüzünde, vagon parça
larını, vagon kalıntılarını, ray parçalarını, tra
vers kalıntılarını birbirine katan ve hiç durma
dan yükselen buluttan başka bir şey görmüyor
dum, ]:>öyle bir şeyi çok daha önceleri kafama
koymuş olmam gerekirdi diye düşündüm, hem
de salt dedemi çiğneyip geçmiş olmalarından ötü
rü bile olsa! Hani dedem tek başına ve iki kolu
ileri uzanmış, Almanlar geldikleri yere dönsün
ler diye ipnotizma düşüncelerini yaymak üzere
karşılarına çıkmış, koca bir kolorduya karşı koy
muştu ya hani. . . Ve dedemin başı tankın zincir
leri arasında kalmış da plsa, onları kolordu be
kolordu, tank be tank, asker be· asker, geriye ..
sürüler halinde yayılıp Rus orduları tarafından
püskürtüldükleri Almanya'nın göbeğine geri çe
viren yine de dedemin · ruhundan başkası değil
di.. . Ama ben de dedemi unutmuştum, çünkü
onu daha önce aklıma getirmiş olsaydım çok
başka şeylere girişebilirdim. Yirmi dakika sonra
cephane yüklü trenim geliyor. Büyük bir işi ger
çekleştirmek fırsatı elime geçmiş olacak; solgun
bir leylak değildim · artık. İçimde böylesine bir
güç bulunabileceğine inanmazdım doğrusu, is�
tasyon şefi bay Hubiçka'nın bu işe böyle dört el-
83
le sarılacağı da. aklıma gelmezdi aslında, artık
yürümek pile' değildi yaptığı, manevra düzeninin
. orda durmuş, ·kontroluml.,lz altındaki treni han
gi telefonun haber vereceğine kulak kabartıyor-
·
du.
. Yine işletme odasına girip çekmeceyi açtım,
bombayı paltomun cebine soktum, istasyon şefi
bay Hubiçka bu arada beni vücuduyla maskele
di. Tabancayı da öbür cebime koydum, sonra
parmağımı not defterindeki satırlar üzerinden
boylu boyunca geçirip imzamı attım, kalemi yi
ne çekmeceye koydum.
Şef, dünden beri ! bizden geçen bütün özel
nakliye trenlerinin yazıldığı kara tahtanın başı
na geçti; cephenin çökmesini önlemeye ç�lışacak
olan aşağı yukan yirmi katarlık askeri nakliyat...
·
dedi.
Onun arkasından daha başkaları da atladı
yolcu vagonundan, bil- toplama kampından kaç
mış gibiydiler, pantolonlan . çizgiliydi; ama işlet
me odasına girdikleri zaman, çizgili pijama giy-.
miş ihsanlar olduklannı gördük, paltolarını şöy
le üzerlerine atmışlardı o kadar, hani paçayı kur
tardıkları sırada; bakışlan dimdikti, göz bile
·
89
1 dükleriniz bizim yolcu vagonuna doluştular,• di
yen tre.n şefi' oturduğu yerden, . yorulmuş bir at
. gibi, zarzor kalktı. Bir süre elleriyle telgraf ma
sasına yaslandı, t.utuna tutuna masan.ın öbür
ucuna kadar kaydı, orada başını önüne eğip kal�
dı. Uykuya dalmış gibi görünüyo:ı;-du. Almanlar
da tıpkı onun gibi duruyorlardı, yerlere bakı
yorlar, belki de. pencerelerden bahçelere, yolla
ra atladıkları, yıkılan ağaçlarla, duvarların ve
kalasların onları her "şeylerinden ayn . koduğu
son saatleri görüyorlardı yerde . . En küçük oğla
ğa kadar, bahtsızlığa uğramış her şeye acıyan ·
90
mış bir .halde son isteklerini dile getirip, kan
larına kiminle evlenmeleri gerektiğini, çocuklar
la kalan öteberiyi nasıl yönetmeleri gerektiğini
salık verirken görünce, ben kalkıp gitmek ister
dim, ama büyükteyze Beatrice, beni yine zorla
sandalyeye oturtur, havuç, kereviz ve m1 da-<
noz doğramaya devam eder, bir yandan dograr-
. ken, . bir yandan da hafiften hafiften şarkı sÖy
ler�i her seferinde . . . Onbaşı .Schulte .. yarın sa
.hah ölecektir çaresiz, onbaşı Schulte. yanıi sa
bah ölecektir çaresiz, ölecektir, ölecektir, öle
cek . . . bunu «bir Mayıs çiçeğidir Prag köprüsün
de ipincecik büyüyen• şarkısının melodisine uy
durarak söyler ve havucu, kerevizi, maydanozu
doğramaya devam ederdi; sabaha karşı acıları
na bir son vermek için onbaşı Schulte'ye bir mor
fin yapacağını bilirdi, çünkü onbaşı Schulte ar
tık bu dünyadan çoktan ayrılmak üzere olurdu
da ondan . . . öbür gün yine alçak perdeden şarkı
sını okumaya koyulurdu : Üsteğmen Ditie yarın
ölecek . . . bunu da ·bir kız bana altın yüzüğünü»
melodisiyle ckur, sebzesini doğramaya devam
ederdi, ben o sırada banyo teknelerini andıran
yataklarındaki genç erkekleri gözden geçirirdim,
sanki banyo yapacaklarmış gibi bir halleri olur
du, öbür gün ölrnesinler ister, yuvalarına, karı
larına; sevgililerine, son defa konuşmuş olduk
ları o insanlarına .dönsünler isterdim, çünkü bu
raya bir girenin sonu da gelmiş oluyordu, amin.
Ama şu anda, böyle Dreşden'den geldikleri sıra
da, onlara acımıyordum artık, acıyacaklarsa
kendileri acısınlardı kendilerine. Ve bu Alman
lar farkındaydılar bu.nun. Tren şefi doğrulup
91
onlara döndü :
•Evinizde oturup kalsaydınız ya göt�nüzün
üstünde,• dedi.
' Sonra dışarı çıktı, elini kaldırdı, tren kalktı
ve tren şefi yolcu vagonuna atladı.
•Bu Almanları bize gönderen Yaradana kur
ban olayım,• diye fısıldadı şef, •bize tanıklık
edecekler, şayet . . . • soludu, sanki bir bekçi kulü
besi.nden diğerine sinyal verildiğini duyar gibi
oldum, küçük bir çekiÇle bir çana vurmuştu san
ki ve benim treniri yaklaşmakta olduğunu he-
. men anladım. İstasyon şefinin uzunca bir süre
den beri elinde telefon beklediği işletme odasına
girdim, şefin sararmış olma.sından, gelenin ger
çekten bizim sıkı kontrol altındaki tren olduğu
nu anladım.
Sobanın çevresinde tıpkı bizini pazaryerin
deki heykelleri andırıyorlardı. İçlerinden biri
ağlamaya başladı, öyle de garip ağlıyordu ki,
hava akınlarından ötürü uyanan müdür beyin
güvercinleri gibi _ gurulduyordu tıpkı, sonra Al
man daha bir insanca ağlamaya başladı, vücudu
ancak şimdi koyvermişti kendini, öteki Alman
lar burun çekerek izlediler, sonra hep birden
·
92
dırmak zorunluğunu duydu.
Ben dışarı koşup ek binaya girdim, giriş sin
yalinin manivelasını yukarı sürdüm, ama çıkış
sinyalini stopta bıraktım.
İstasyon şefi iÇeri girince, bombayı palto
·
93
muş tarlalar bu soğuk gecede pınl pınldılar, o
donmuş kristallerin tik tik ettiğini yine duy
dum, sanki içlerinde renkli bir saniye gösterge
si işleyip duruyordu. Sonra sinyal direğine tır- ·
mandım, bir iskeleye tırmanır gibi. . . Yine bir bu
lut · gelip �yı kapattı , yine . kar atmaya başladı,
su sineklenni andıran kar taneleri . . . Lambanın
üzerine çıktım. Lokomotif . istasyona girerken,
önünü serbest bu.lmadığı için yakınır gibi bir
öttü. Sinyal kolunun yukan kalktığını duydum,
onunla birlikte elim de kalktı ve lamba kırmızı
yerine yeşil ışık. verdi. ' Kol beni adamakıllı giz
·
liyordu, çünkü arkasında kalıyordum. Lokomo
tif bir sevinç düdüğl;i öttürdü, istasyon şefinin
.. yeşil fenerle lokomotif makinistine yol açık işa
retini verdiğini gördüm, ben öyle sinyal direği
nin üzerinde otururken kar daha sık yağn!aya
başladı, kar taneleri yüzüme çarpıyordu, artık
daha kuvvetli yağmaya başladığını anladım. Kı
mıldamaksızın oturuyor, o şey elimde bekliyor
dum. Gerecin tik' taklarının içime işlediğini du-
.
.
94
ata'r gibi hafifçesine bıraktım · elimden, tam ta
_
mına hesaplamıştım: Yaklaşan vagomm ön du
varı tam altıma geldiği sırada bırakmıştıi'n elim
dekini ve gereç vagonun tam ortasına düştü, ora
da yatıp kalacak ve sıkı kontrol altındaki treni
sonuna kadar götürecekti. Ortasındaki ondör
düncü vagon kar tarafindan gözden silininceye
. kadar arkasından baktım.. önümdeki dört daki
kayı böyle yukardan izlemek niyetindeydim, böy
le oturduğum yerden ve bir avcı gibi, trenin mah
volacağı anı burada · bekleyecektim. Arkasındaki
· küçücük kulübesiyle son -Vagpn da yaklaştığı _ sı
rada, birdenbire küçük kulübeden yöneltilen bir
ışık konisi üzerimde toplandı, tabancamı çekti
ğim sırada, tam altımda . bir tüfek namlusundan
çıkan ateşi gördüm. Ateş ettim, " küçük kul übede
ki de aynı anda ateş etmişti, bir cep lambası de
miryolunun kenarına düşmüş, taş kırıklarının
üzerinde yanık kalmıştı, küçük kulübeden yere
atlayan birinin hat boyundaki hendeğe girdiği
ni gördüm. Omuzbaşımda bir sancı duydum, ta
banca elimden kayıp düştü, başaşağı sarktım,
ama paltomun kenarından demir parmaklıklar
dan birine takılı kaldım, sinyalden bir şakırtı se
si geldi, yeşil kırmızıya dönüştü ve kol ufki du
ruma girdi, ben öyle başım aşağıda asılı durur
ken, paltomun yırtıldığını duydum. Cebimden fır
layan anahtarlarımla bozuk paralar, uğuldamak
ta olan kulaklarımın_' yanından geçip düştüler.
. Trenin uzaklaştığını, virajı d.öndüğünü gördüm,
benim. görüşümle, tekerlekleri yukarıdaydı, gece
vaktt gökkubbeden geçiyormuŞ 1gibi. .En arkadaki
kırmızı fenerler uzaklaştı, sinyalin altındaki hen-
95
dekte, bir yumak gibi iki büklüm olmuş eri. gör
düm, kar üzerine yağıyordu, kepini yitirmişti,
başı da, . dazlaktı, paltom yırtılmaya devam etti,
kanımın gömle�imin altından boynuma ve kafa
ma yürüdüğünü duyuyordum, paltom iyice yırtı
lınca tepeüstü yağ ve buhar iÇindeki kırık taş
lara düştüm, avuçlarım sivri taşlara çarptı. Son
ra hendeğe, Almanın hemen yanına yuvarlan
dım; Alman yan dönmüş yatıyordu ve şu anda. .
olduğu yerde yürümeye çalışıyormuş gibi ayak
larını kımıldatmaya başlamıştı. Altlan kalın çiz
meleriyle karlan kazıyor, donmuş toprakla ot
lar karın altından meyc;iana çıkıyordu. , Bir yan
dan · da karnını tutuyor, acıklı sesler çıkarıyor
du. Elimi ağzıma götürüp de öksürünce ağzım
dan kan geldiğini gördüm. Alman eri .ciğerlerim
den vurmuştu beni, ben de onu karnından . . O .
96
lince onun bizim şef Hubiçka'ya müthiş ben,ze
diğini gördüm. Ellerini kamına bastırmakta de- ,
vam ediyor, sanki kurşunlanmış gövdesinden
uzaklaşmak istiyormuşcasıiıa, olduğu yerde de
beleniyordu, yürür gibi. Kalın çizmeleriyle kar
·
97
lesine hareketliydi ki, bir makinenin manivela
sıymışlar gibi kurtuluyorlardı elimden. Tren yol�
cularının bagaja veİ'dikleri bisikletlerle çocuk
arabalarına numara bağladığım ipi cebimden
çıkardım, kanımı sildim, ipin bir ucunu bir çizme
ye ve ayaklar yer değiştirince de, öbür çizmeye
bağladım; Bacaklar bir süre yürümeyi kestiler, '
titrediler yalnız, derken birdenbire makine gü
cüyle ipi koparıp toprağı kazımaya devam etti
ler, hatta adım atmayı bile sıklaştırdılar. Er şim
di daha yüksek sesle bağırıyordu :
cAnacıım, anacıım, anacıım . . . ,.
Böyle bağırırken, düşünmeyi hiç istemedi
ğim bir şeyi aklıma getiriyordu hep : Anneciği-.
min sabah pencerenin önünde durup beni bek
leyeceğini, ama benim gelemeyeceğimi, yolu ge
çip pazaryerine doğru sapmayacağımı. . . Beni
beklemiş olduğunu ve görünce sevindiğini be
lirten . işareti hiç vermeyecekti artık, perdeyi hiç
kıpırdatmayacaktı. Ben gece görevine · kaldığım
· zamanlar annem hiç uyuyamazdı, belki şu er
cepheye yollanalı onun kansı da' aynı durumday
�ı. belki o kadın da herhangi bir yerde bir per
denin arkasında duruyor, belki kendisine döne
(;ek birinin sokağın köşesinde belirmesini bek-
'
liyordu: belki, de o geri dönecek adam şimdi bu-
rada tepinen, kansını çağıran, olduğu yerde adım
·atıp duran, ama ancak ölüme doğru çabalayan
bu erdi.. Ona doğru sürünüp kulağına seslendim .:
·Sus, sus, sus be . . .
• ·
99
Son bir. çabayla yan döndüm, kolumu uzatıp,
erin sıkı sıkı tuttuğu zinciri yakaladım, erin yü
zü sakindi, yalnız sağ gözünün bulunduğu yerde
mavi monoklu andıran bir delik vardı . . . ölünün
sıkı sıkı tutunduğu zinciri kopardım' . ve ayışı
ğında küçük bir madalyon gördüm, Madalyonun
bir yüzünde dört yapraklı bir yonca, öbür ·yü
zünde de bir ya_zı vardı : Şans getir. . . Ama dört
yapraklı yonca şans getirmemişti, ne ona ne de
bana . . O da benim gibi yahut istasyon şefi bay
.
1 00
tıEvinizde oturup kalsaydınız ya götünüzün
üstünde . . .
'"
S O N
101