Professional Documents
Culture Documents
PA U L W A T Z L A W IC K
1921’de V illach/K ärnten’de doğdu, felsefe ve dil öğrenimi
gördü. 1949’da doktorasını verdi, ardından psikoterapi eği
timini tamam layarak 1954’te psikanalist diplom ası aldı.
1957-1960 yılları arasında El Salvador’da psikoterapi ala
nında profesörlük yaptı. I960’tan bu yana Kaliforniya/
Palo Alto Zihinsel A raştırm alar Enstitüsü’nde araştırmacı
olarak çalışm akta ve aynı zam anda 1967’den beri Stanford
Üniversitesi Psikiyatri B ölüm ü’nde ders vermektedir.
1983’de yayımlanan M utsuzluk K ılavuzu büyük bir ilgi
gördü. Kısa zam anda bir milyon sattı. Başlıca yapıtları:
M enschliche Kom m unikation (İnsan İletişimi), Janet H.
Beavin ve Don D. Jackson ile birlikte, 1969; Lösungen
(Çözümler), John H. W eakland ve Richard Fisch ile birlik
te, 1974; Wie wirklich ist die W irklichkeif! (Gerçeklik Ne
Kadar Gerçektir?), 1976; D ie M öglichkeit des Andersseins
(Başka Olmanın Olanağı), 1977; Gebrauchsanweisung juı
A m erika (Am erika için Kullanma Kılavuzu), 1978; (Der.)
D ie erfundene W irklichkeit (Uydurma Gerçeklik), 1981;
Vom Schlechten des G uten oder Hekates Lösungen (İyinin
kötülüğü ya da Hekate Çözümleri), 1986.
Ayrıntı: 77
Dizi dışı kitaplar: 7
Mutsuzluk Kılavuzu
Paul Waızlawick
Almancadan çeviren
Veysel Atayman
Kapak illüstrasyonu
Anita Kunz
Kapak düzeni
Arşları Kahraman
Basıma hazırlık
Renk Yapımevi (0 212) 516 94 15
Baskı ve cilt
Mart Matbaacılık Sanatları (0212)212 03 40
Birinci basım
Temmuz 1993
İkinci basım
Ekim 1993
Üçüncü basım
1995
ISBN 975-539-047-2
AYRINTI YAYINLARI
Piyer Loti Cad. 17/2 Çembcrlitaş-İstanbul Tel: (0 2 12) 518 76 19 Fax: (0 212) 5 16 45 77
Paul W atzlawick
MUTSUZLUK KILAVUZU
DİZİ DIŞI KİTAPLAR
GÖĞÜ DELEN ADAM
“Papalagi”
(3. Basım)
HAYIR!
“A fo ria n alar”
Stanislaw J. Lee
(2. Basım)
DÜNYANIN İL K İNSANLARI
HANSEL VE G R E T E L ’Dİ
Niels Vogel
O Z M O S KRONOS
Adam Şenel
M UTSUZLUK KILAVUZU
Paul Watzlawick
(2. Basım)
İçindekiler
Giriş 9
En önemlisi: Kendine sadık ol... 16
Geçmişle oynanan dört oyun 20
Ruslar ve Amerikalılar 29
Çekiç öyküsü 33
Avucumdaki fasulyeler 42
Ürkütülmüş filler 45
Kendi kendilerini gerçekleştiren kehanetler 50
Hedefe varmamak için uyarılıyoruz 55
Beni gerçekten sevsen sarmısak yemeye
“hayır” demezdin 62
“içinden geldiği gibi (kendiliğinden) davran” 75
Beni sevenin bir acayipliği olmalı 82
insan soylu, yardımsever ve iyi olmalı 87
Çılgın yabancılar 96
Bir oyun olarak yaşam 102
Sonsöz 107
Kaynakça 109
Paul Watzlawick’in kitabım ağlayan
ya da gülen bir gözle okuyabiliriz.
Her okur bu kitapta kendinden bir
şeyler bulabilir; anlayacağınız günlük
yaşamı katlanılmaz hale getirmek ve
pireyi deve yaparak yaşamı kendine
zehir etmek için nasıl elinden geleni
ardına koymadığını görebilir.
Ayrıca bu kitabın yazarı hiçbir yerde
açıkça belirtmiş olmasa da elinizdeki
metin baştan sona koskoca bir
“hastalık belirtileri" tablosu
sunmakta ve Palo-Alto Çalışma
Grubu olarak bilinen ekibin tarzına
ve anlayışına bütünüyle uygun düşen
dolayısıyla da ruhsal rahatsızlıkların
tedavisinde kullanılabilecek bir
çalışma özelliği taşımaktadır, işte bu
yönden ele alındığında ister
psikiyatrisi isterse de psikolojik
danışman olsun, bu iflah olmaz
sayfaların satırları arasında, tedavi
amaçlı karşılıklı ikili konuşmalarda
doğrudan kullanabileceği önemli
yanlar bulabilecektir: Eğretilemeler,
süslemeler, anlamı örtük sinsi öyküler
ve insanın -ruhsal bozuklukların
ürünü olan- eylem ve davranışlarını
ölümüne bir ciddiyetle açıklamaya
çalışan [bilimsel] yorumlardan kat
kat etkili, beynin sağ yarım küresiyle
ilintili söyleyişler bu öbeğe
girebilirler.
Piper Yayınevi
Giriş
9
nızın içine sırf kendi uğursuz ve başına beladan başka
bir şey getirmeyecek hayalperest yanını katıştırabil-
mek için kurabiyeleri bile kaybetmeyi göze alacak,
hatta belki en olmayacak belanın, en berbat ekonomik
durumun başına gelmesini arzu edecektir. Özellikle de
hayalperest saplantılarından, kalınkafalılığından vaz
geçmek istemeyecektir.”
10
sağduyusuna karşın ortak bir görüşte birleşem em iş-
lerdi.
A slında buna pek şaşm am ak gerekir. “M utlulu
ğun içeriğinin ne olduğu, nelerden oluştuğu konu
sundaki görüş ve düşünceler her zam an farklı ola
gelm işlerdir” diye okuyoruz düşünür Robert
Speam ann’ın “M utlu Yaşamak” üzerine bir denem e
sinde. [22] “A ristoteles, Terentius Varro ve onun ar
dından da A ugustinus, m utluluk konusunda tam 289
görüş derlem işlerdir” diyen Speam ann bu değinm e
den sonra Bayan K atz diye biriyle evlenm ek isteğini
babasına açan erkek evlada ilişkin bir Yahudi fıkra
sına yer veriyor: “Baba bu evliliğe karşı çıkar. O na
göre Bayan K atz’ın kuru canından başka getireceği
bir şey yoktur. Oğlu ise ne olursa olsun ancak Bayan
K atz ile m utlu olabileceğini söyleyip babasına dire
nir. Bunun üzerine babası, ‘M utlu olm ak mı, ne ge
çecek ki bundan senin elin e’ diye sorar.”
A slına bakılacak olursa dünya edebiyatının ürün
lerinin bizi bu konuda çoktan pirelendirm iş olm ası
gerekirdi. Felaket, trajedi, yıkım, facia, suç, cinayet,
günahkârlık, çılgınlık, delilik, tehlike... dünya ede
biyatının büyük yapıtlarının konusu bunlardan iba
rettir. D ante’nin Inferno' su, Paradiso ’suyla karşılaş
tırılam ayacak kadar kusursuz ve dâhiyanedir. Aynı
şey M ilton’un P aradise L o st’u için de geçerlidir. Ya
zarın P aradise R egained'i bu yapıtla karşılaştırıldı
ğında kuru, yavan, tatsız kalır. [H ofm annsthal’ın]
Jederm ann adlı lirik oyununda kahram anın çöküşü
insanı kapıp götürür, sonunda onu kurtaran m elekler
ise insanın üzerinde berbat bir etki bırakırlar. Faust
/, ağlatır; Faust II, esnetir.
11
K endim izi aldatm ayalım : M utsuzluğum uz olm a
saydı halim iz nice olurdu, şim di nerelerde olurduk?
M utsuzluğa şid d e tle m uhtacız; hem de sözcüğün
gerçek anlam ıyla m utsuzluğa.
H ayvanlar âlem indeki sıcakkanlı akrabalarım ızın
da durum u bizim kinden daha iyi sayılmaz. O canım
yaratıkları açlıktan, tehlikelerden, hastalıklardan
(Buna diş çürüm esi de dahil) koruyup onları tıpkı in
sanlar arasında görülen nevrotiklere ve ruh hastaları
na dönüştüren hayvanat bahçesi yaşam ının olağanüs
tü etkilerine bakm ak yeter.
M utlu olm anın yolunu gösteren reçetelerden
oluşm uş bir selin içinde boğuldu boğulacak dünya
m ızdan bir cankurtaran sim idini daha uzun süre
esirgeyenleyiz. M utsuzluğu yaratm anın etkili m eka
nizm a ve süreçlerinin ne olduğunu anlam a girişim
leri, artık psikiyatrinin ya da psikolojinin kıskanç
lıkla korudukları şeytani güçler alanıyla bir
boğuşm a olm aktan kurtarılm alıdır.
Kendi m utsuzluklarının yollarını, bile bile ve
vicdan rahatlığıyla kendi elleriyle döşeyenlerin sa
yısı oldukça kabarık görünebilir. Ama bu alanda da
yardım a ve öğüde m uhtaç olanların sayısı, çok daha
büyüktür. İşte aşağıdaki sayfalar yol gösterecek bir
rehber olacağı um uduyla bu kim selere sunulmuştur.
Bu özverili çalışm am ız, ayrıca devlet politikası
na katkı düzlem inde de bir anlam ve önem taşım ak
tadır. H ayvanat bahçesi m üdür ve yöneticilerinin
daha küçük ölçekte kendi önlerine koydukları göre
vi sosyal devletler büyük ölçekte benim sem işler,
yurttaşın yaşam ını beşikten m ezara güven ve m utlu
12
luk içinde geçirm esi için gerekli düzenlem elerin p e
şine düşmüşlerdir. A ncak bu görevin yerine getirile
bilm esi, yurttaşın sistem li bir biçim de kendine yete-
m eyen bir sosyal birey olarak yetiştirilm esine
bağlıdır. İşte bu yüzden bütün Batı dünyasında sağ
lık hizm etleri ve sosyal yüküm lülükler alanında
devletin sırtına binen giderler yıldan yıla tırm an
maktadır. T h ay er’in [23] gösterdiği gibi söz konusu
giderler, A B D ’de 1968-1970 arasında % 34 artarak
11 m ilyar dolardan 14 m ilyar dolara yükselm iştir.
En son Federal A lm anya’nın sayısal verilerine bakı
lacak olursa, bir günlük sağlık gideri 450 m ilyon
M ark tutmaktadır. Bu sayı, 1950’dekinin tam 30 ka
tıdır. Federal A lm anya’da birleşm e öncesi 10 m il
yon hasta vardı; ve bir Batı A lm an yurttaşı öm ür
boyu ortalam a 36.000 hap yutm aktaydı.
B ir an için bu sosyal giderlerin tırm anm a eğilim
lerinin tıkandığı ya da hatta tersine bir gelişm eyle
düştüğünü varsayıp sonuçları kafam ızda canlandır
m aya çalışalım . Bu durum da koskoca bakanlıklar,
dev gibi organizasyonlar bir bir çöker, onlarca sana
yi kolu havlu atar, m ilyonlarca insan işsiz kalırdı.
İşte bu kitap bu felaketten kaçınm ayı sağlam ak
için küçük, am a sorum luluğunun bilincinde olan bir
katkı sağlam ayı am açlam aktadır. Sosyal devlet,
kendi halkının durm adan artan çaresizliğine ve m ut
suzluğuna öylesine m uhtaçtır ki yurttaşların çaresiz
ve m utsuz kılınm ası işi, tek tek yurttaşların iyi n i
yetli, am a acem ice girişim ve çabalarına bırakıla
maz. M odem yaşam ın bütün öteki alanlarında oldu
ğu gibi bu alanda da devletin yol gösterm esi
13
kaçınılm az bir gerekliliktir. M utsuz, herkes olabilir,
ama kendini m utsuz laştırm ayı insan ancak öğrene
rek gerçekleştirebilir. Ö yle birkaç deneyim le, kişisel
olarak m utsuzlukla birkaç tanışm ayla olacak iş de
ğildir bu.
G elgelelim bizim için söz konusu olacak psiki
yatri ve psikoloji konusundaki başvuru literatüründe
bu konuda bulabileceğim iz işe yarar bilgi, dişim izin
kovuğuna bile yetm eyeceği gibi bu bilgiler bu k i
taplara, bizim kovaladığım ız am aca hizm et etm e
kaygısıyla konmamışlardır. Bildiğim kadarıyla çok
az m eslektaşım bu tutanın elini yakan dem ire el at
m ayı göze alabilm iştir. Adını övgüyle anabileceği
m iz istisnalar, Fransız asıllı K anadalIlardan P etit
M anuel de Q uerilla M atrim on iale' nın [12] yazarları
Rodolphe ve Luc M orisette; C om m edie e dram m i
nel m atrim on io ’nun yazarı [7] G uglielm o Gulottas,
D ü ğüm ler’’in [9] yazan Ronald Laings ve büyük dü
zenin bir parçası olan okulun, hiç değişm ek zorunda
kalm adan, dön dolaş bildiğini okum ayı sürdürebil
mek için okul psikoloğunun başarısızlığını nasıl ge
reksindiğini gösterdiği ve “B üyüsünü Yitirmiş Sihir
b a z ” [20] diye çevirebileceğim iz kitabın yazarı ünlü
psikiyatrisi M ara Selvinis; H ow to be a Jew ish M ot-
her[ 5]* ve H ow to M ake Yourself M iserable [6] adlı,
“yüzbinlerce insana gerçekten de sefil, bom boş bir
hayat sürme olanağı sunan” , alabildiğince özgün bir
incelem e olarak göklere çıkarılan kitapların yazarı
*: Yanlış anlam aları önlem ek için yazarın önsözünden bir sapta
mayı buraya alıyoruz: "Yahudi bir annenin ne ille de anne ne de
Yahudi olması gerekir. İrlandalI bir garson bayan ya da İtalyan
bir bayan kuaför de bir Yahudi anne olabilir."
14
dostum Dan G reenburg’u da anm adan geçemem . Ve
son olarak B ritanya okulunun üç önem li tem silcisi
nin adını anm am ız gerekiyor. “U pm anship” incele
m elerinin yazarı Stephen Potter- [17] “Peter ilke
s i n i n bulucusu Law rence Peter [16] ve kendi adıyla
anılan yasanın bulucusu dünyaca ünlü yazar, J. Nort-
hcote Parkinson [14,15].
Elinizdeki kitabın burada sözünü ettiğim iz enfes
incelem elere yapm ak istediği katkı ise m utsuzluğun
en güvenilir ve en işe yarar m ekanizm alarını hare
kete geçirebilm em izi sağlayacak, yöntem leri belli,
ilkeleri sağlam ve yıllar süren klinik deneyim lerden
kotarılm ış bir birikim i aktararak yol gösterm ektir.
Yine de buradaki düşünceler, bu konuyu tüketen, bu
konudaki görüş ve düşüncelerin tüm ünü ortaya
koyan bir çalışm a oluşturm aktan uzaktırlar. Bunlar
okurlarım arasında en yetenekli olanların kendi üs
luplarını geliştirm elerine olanak sağlayacak rehber
düşüncelerdir, o kadar.
15
En
önemlisi:
Kendine
sadık
ol...
16
ardında H am let tarafından “bir sıçan g ibi” kılıçla
delik deşik edilm eyi beceriyor. B esbelli ki o yıllarda
D anim arka devletinin sözlüğünde duvarın arkasın
daki kulak kabartıcıyı tanım layacak altın bir söz bu
lunm uyordu.
Kendisini m utsuz kılm a konusunda P olonius’un
biraz aşırı gittiği söylenebilir, am a Shakespeare’e
azbuçuk yazar özgürlüğü tanım am ız gerekir. Ayrıca
bu abartm a, bizim ilkem izi değiştirfnez:
K işinin dışındaki dünyayla, özellikle de yakın
çevresindekilerle anlaşm azlık ve çatışm a içinde ya
şayabileceğini herhalde herkes kabul edecektir. Ama
m utsuzluğu bütünüyle kendi kafam ızın sessiz odacı
ğı içinde üretebileceğim izi de gerçi genellikle her
kes bilir; am a bunu kavram ak bilm ekten çok daha
güçtür; bu nedenle bu yeteneğim izi kusursuzlaştır-
m ak da iyice zordur. İnsan eşini ya da arkadaşını
sevgiden yoksun olm akla suçlayabilir, am irinin ken
disi hakkında kötü m aksatlar taşıdığını da düşünebi
lir, nezlesinden havayı sorumlu tutabilir. A m a asıl
kendim izi kendi rakibim iz, didişm em iz gereken kişi
durum una her gün nasıl sokar, bu işin üstesinden
nasıl geliriz?
M utsuzluğa giden yolların girişinde altın sözler,
yol gösterici tabelalar olarak dururlar. H alkın sağdu
yusunu ya da ruhun derinliklerinde olup biteni
sezm e gücünü, başka deyişle içgüdüsünü bir an için
Am a Ham let onu perdenin arkasında yakalar:
“Sen ha zavallı şaşkın sersem casus! Elvedal
17
bir yana bırakırsak bu tabelaları oraya sağlıklı insan
aklı diker. Aslında bu harika yeteneğe sonunda ne
ad verdiğim iz tam am en önemsizdir. Bu altın sözle
rin ilkece üzerinde birleştikleri nokta, sadece tek bir
doğru görüşün bulunduğudur. Kişinin kendi görüşü
nün. Ve insan bir kez bu kanaate vardı mı, dünyanın
zıvanasından çıkm ış olduğunu saptam akta gecikm e
yecektir. Ama bu bağlam da da ustalar ile acem ilerin
yolları ayrılır. İkinciler durum a om uz silkip geçer
ve dünyanın o haliyle bütünleşm eyi, onunla uzlaş
m ayı ve ona ayak uydurm ayı becerirler. Ama kendi
ne ve altın sözlerine sadık kalanlar, böyle kokuşmuş
uzlaşm alardan uzak dururlar. Bu kim seler, önem ini
U panişad’ların yıllar önce belirttikleri bir seçim ile
var olan durum ile olabilecek olan durum arasın
daki bir seçim ile - karşı karşıya kalınca, dünyanın
değişerek şöyle ya da böyle olm ası gerektiğini düşü
nür, bu yönde tavır alırlar ve dünyayı o var olan ha
liyle reddederler. Farelerin çoktan terk etm iş bulun
dukları gem inin kaptanı olarak yollarından
şaşm adan fırtınalı gecenin içine düm en kırarlar. Re-
pertuvarlarm da eski Rom alıların şu vecizesinin
büyük olasılıkla bulunm uyor olması üzücüdür aslın
da: D ucunt fa ta volentem , nolentem trahunt, (istekli
olana alınyazısı yol gösterir, isteksiz olanı sürükler.)
Çünkü çok özel bir tarzda isteksizdir o. Onun ru
hunda isteksizlik artık bir yaşam sal am aca dönüş
müştür. Kendi kendine sadık ve kendine karşı dürüst
kalm aya çabalarken her zam an olum suz tavır takı
nan bir Karaktere bürünür. Çünkü “hayır” dem eyip
kabul etm ek kendi kendine ihanet anlam ına gele-
18
çektir. Çevresindeki insanların onu bir şeye inandır
m aya kalkışm aları, o şeyi çürütm esi için yeterli ba
haneyi sunar ona; hatta bu şeyi yapm ak, yansız ba
kıldığında onun çıkarına bile olsa. “O lgunluk” der
hani şu enfes özdeyiş, “insanın ana-babası ‘şöyle
yap!’ diye öğütlem iş olsalar bile, doğru olanı yapm a
yeteneğidir.”
A m a gerçek doğal dâhi, bir adım daha öteye
gider ve yiğitçe bir tutarlılıkla kendisine en yerinde
karar ve seçim gibi görünen şeyi de kulak arkası
eder. Yani kendisinden kendisine gelen öğütleri de.
Böylelikle yılan kendi kuyruğunu ısırm akla kalm az,
yutar. Giderek eşi zor bulunur bir m utsuzluk yaratıl
m ış olur.
Benim az yetenekli okurlarım ın karşısına bu du
rum u yüce, am a onlar için ulaşılm az bir ideal olarak
koyabilirim .
19
Geçmi§le
oynanan
dört
oyun
20
1- G eçm işin göklere çıkarılm ası
21
olsa kendinizi inandırın. Ayrıca şu harika m antıklı
düşünceyi de kendinize kılavuz edinin: Sevgilinizi
y itirm e k böylesine cehennem i bir acı veriyorsa onu
yen iden bulm ak ne kadar güzel olurdu. Ç evrenizde
ki bütün insanlardan uzaklaşın, m utlu an geldiğinde
hazır ve nazır olabilm ek için evde -telefonun yakın
larında bir yerde- bekleyin. Baktınız beklem ekten
usanıyorsunuz, bu durum da çok eski bir deneyim,
yitirdiğinize tıpatıp benzeyen biriyle (başlangıçta,
eskisinden farklı görünse de) tüm ayrıntılarıyla onu
anım satan bir ilişki kurm anızı salık veriyor.
2. L u t’un karısı
22
3. A lın y a zısın ı etkileyen b ir bardak bira
23
tertem iz bir kurban sayılırız. Kimse çıkıp da bu kur
ban statüm üzü sarsm aya yeltenem ez, bizi buna karşı
çıkm aya ikna etm eyi göze alamaz. T anrı’nın, dün
yanın, alınyazısının, doğanın, krom ozom ların ve
horm onların, anne-babam ızın, akraba ve yakınları
m ızın, polisin, öğretm enlerim izin, doktorların ve
am irlerim izin ve de özellikle dost ve arkadaşlarım ı
zın bize yaptıkları kötülükler öylesine fazladır ki
bunların sonuçlarına karşı bir şeyler yapabileceği
m izi aklım ızın ucundan bile geçirm ek, bunları kü
çüm sem ek ve hakaret sayılır. Ayrıca da böyle bir
sanı [bir şeyler yapabileceğim iz düşüncesi], bilim
sel de değildir. H er psikoloji kitabı, geçm işte, ço
cukluk dönem inde yaşanm ış olayların kişiliğim izi
belirlediğini bize öğretir. Ve bir çocuk bile, bir kez
olm uş bitm iş bir şeyin artık geri döndürülem eyece-
ğini, o olay olm am ış gibi yaşanam ayacağım bilir.
Sırası gelm işken m esleğin hakkını veren psikolojik
tedavilerin, ölüm üne bir ciddiyetle yapılm asının ve
çok uzun sürme nedenlerinin burada aranm ası ge
rektiğini belirtelim.* H er geçen gün daha çok sayıda
insanın, durum larının um utsuz olm akla birlikte
vahim olm adığına kanaat getirm eleri halinde duru
m um uz ne olurdu? AvusturyalIlar örneği bu bağlam
da kulağım ıza küpe olmalı. M alum , resm en inkâr
etseler bile onların asıl ulusal m arşı, “A h sevgili Au-
gustin/ Durum um uz berbat bilesin!” şarkısıdır, hani
şu gene de boş ver havasındaki şarkı.
Bağım sız gelişen kim i olayların bizim katkım ız
24
bulunm aksızın travm ayı ya da geçm işin başım ıza
açtığı (psikolojik) dertleri telafi edip dengeledikleri
ve arzulanan sonuçları bedava önüm üze koydukları
ender durum larda bile, usta kişi, kolay kolay um ut
suzluğa düşm ez. “Şim di çok geç, artık istem iyo
rum ” form ülünü kullanarak isteksizliğinin kulesin
deki odasında ulaşılm az b ir uzaklıkta geri durur ve
geçm işin ruhunda açm ış olduğu yaraların şöyle bir
üstünden yalanarak kapanm asını engeller.
A m a asıl, bundan iyisi artık can sağlığı dedirte
cek tutum -bir dâhi olm anız koşuluyla gerçekleştire-
bilirsiniz bunu- geçm işi sadece kötü değil, aynı za
m anda iy i şeylerden de sorumlu tutm ak ve şim d i’de
yaşanan m utsuzluklarının serm ayesini böyle bir geç
m işin içinde biriktirm ektir. Bu tutum un değişik bi
çim lerinden birine eşi bulunm az bir örnek, Venedik
li bir lim an işçisinin, H absburgluların V enedik’ten
çekilm eleri sırasında söylediği tarihe mal olm uş şu
sözlerdir: “Bize günde üç kez yem ek yem eyi öğre
ten kahrolası AvusturyalIlar.”
25
ta kaybettim . Ama orada karanlıktan göz gözü gör
m üyor da!”
Saçm a mı buldunuz bu yanıtı? B ulduysanız asıl
siz yanlış yerde aranıp duruyorsunuz demektir. A n
layacağınız, öyküdeki gibi bir aram anın yararı, sizi
hiçbir sonuca ulaştırmam asıdır. Dönüp dolaşıp aynı
şeyi çoğaltıp uygulam aktan öteye bir yere varam az
sınız.
Bu “aynı şeyi çoğaltm ak” sözlerinin ardında, ge
zegenim izin üzerinde m ilyonlarca yıllık bir süre
içinde oluşup ortaya çıkm ış sayısız.canlı türünün so
yunun sopunun kurum asına yol açmış, sonuçları ba
kım ından en etkili, en başarılı felaket reçetelerinden
biri yatmaktadır. Yani hayvansı atalarım ızın daha
altıncı yaratm a gününden başlayarak çok iyi tanı
dıkları, geçmişi kullanarak oynanan bir oyundur bu.
Sebep-suç ilişkisini geçm iş olayların b e lirle y ic i
gücüne atfeden yukarıda değindiğim iz m ekanizm a
nın işleyişinden farklı olarak bu dördüncü oyun, bir
zam anlar bir kez kesinlikle yeterli olm uş, başarılı
sonuçlar vermiş ya da hatta olabilir biricik olanaklar
olarak kendilerini kabul ettirm iş uyum lara ve çö
züm lere hâlâ körü körüne sım sıkı sarılm a tutarlılı
ğından ibarettir. Belli durum lara ve koşullara sağ
lanm ış bu türden uyumların getirdiği sorun,
koşulların zam anla değişm esinden kaynaklanır. Ve
bu noktada oyun başlar. Bir yanda canlı varlıklardan
hiçbirinin doğal çevre karşısında plansız program
sız, yani bugün böyle, yarın öyle davranm ayacağı
gerçeği durm aktadır; yaşam ın vazgeçilm ez koşulu
olan uyum sağlam a zorunluğu, ideal durum da, türün
26
bireyine olabildiğince başarılı, dertten acıdan arın
mış bir yaşam sürebilm eyi ve ayakta kalabilm eyi
sağlam ası gereken belirli davranış m odellerinin
eninde sonunda ortaya çıkıp gelişm esi am acına hiz
m et eder. Ama öte yandan davranışbilim ciler ve
araştırm acılar için hâlâ oldukça karanlıkta kalan ne
denlerden ötürü, hayvanlar ve insanlar, belli bir
durum ve uğraktaki en iyi uyumu, sonsuza dek biri
cik m üm kün uyum olarak görm e eğilim i gösterir.
Bu eğilim , iki boyutlu bir körlüğe yol açm aktadır:
B ir yandan, zam anın akışı içinde değişen koşullarla
birlikte söz konusu uyum un artık olabilir en iyi se
çeneği sunm aktan çıkm ış olm ası nedeniyle; öte yan
dan o zam an bile bu en iyi görünen uyum un yanında
bir sürü başka çözüm ün [uyum sağlam a olasılığının
ve olanağının] var olm uş olm ası ya da en azından
şim di artık var olm ası nedeniyle. Bu çifte körlüğün
iki sonucu vardır: Birincisi, o patent çözüm ün başa
rısını ve işe yararlığını gittikçe azaltıp durum u için
den çıkılm az hale getirir; İkincisi ise bu gelişm eyle
birlikte artan acının basıncı, görünürdeki biricik
akla uygun çıkarsam aya götürür kişiyi, yani çözüm
için henüz yeterince uğraşm am ış olduğu inancına:
Böyle düşünen kişi, aynı “çözüm ü” çoğalta çoğalta
sefil ve rezil olur.
Bu m ekanizm anın konum uz açısından taşıdığı
önem apaçık ortada. Öyle özel bir eğitim e gerek bı
rakm adan, yeni başlam ış olanlarca da işletilebilecek
bir m ekanizm adır bu. Evet, öylesine yaygın bir uy
gulanm a alanı bulm uştur ki F reu d ’un yaşadığı gün
lerden başlayarak uzm an kuşaklara hatırı sayılır bir
27
gelir ve geçim olanağı sunmuştur. Ne var ki psika
naliz uzm anları bu m ekanizm ayı “döndolaş aynı re
çeteyi uygulam a” olarak değil de nevroz olarak ta
nım lam ışlardır.
G erçi bu m ekanizm aya kim in ne ad taktığının
önem siz olm ası gerekir; aslolan .elde edilecek işe
yarar sonuçtur. M utsuz olm aya aday kişi, iki basit
kurala uyduğu sürece bu sonuçtan da em in olabilir.
Birinci kural: Sorunun, uygulanm ası m üm kün, kim
senin ses çıkartam ayacağı, m antıklı, akla uygun,
yalnızca tek bir çözüm ü vardır. Ve çabalar henüz
başarıya yol açm am ışsa bu sadece söz konusu kişi
nin henüz yeterince uğraşm adığını kanıtlar. İkincisi:
Sorunun sadece ve sadece tek bir çözüm ünün bulun
duğu, onun da döndolaş uyguladığınız bu çözüm ol
duğu varsayım ından hiçbir zam an kuşkuya düşm e
m eniz gerekir. Ancak bu tem el varsayım ın
uygulanm ası düzlem inde bol bol çözüm aram a de
nem esi yapabilm e hakkınız vardır o kadar.
28
Ruslar
ve
Am erikalılar
29
vurgulandı sanıyorsunuz? Çok basit; bu durum da
esprinin yerine oturabilm esi için adam da bir tuhaf
lık olduğuna bizi kolayca inandıracak bir yol bulun
muş oluyor. Adam bir şeyi hem biliyor hem bilm i
yor.
Şu hem bilip, hem bilm ediği bir şey üstünde
biraz duralım. Antropolog M argaret M ead bir A m e
rikalı ile bir Rus arasındaki farkın ne olduğunu sor
duktan sonra, bu soruyu şakayla karışık şöyle yanıt
lar: Am erikalı canının istem ediği toplum sal bir
yüküm lülükten kurtulabilm ek için, başının ağrıdığı
bahanesini uydurm aya eğilim lidir. Rusun ise bu du
rum da gerçekten başının ağrıyor olm ası gerekir. E x
O riente Lux * ifadesinin yeni bir uygulanm a örneği
diyebilirsiniz; çünkü Rus çözüm ünün A m erikan çö
züm üyle karşılaştırılam ayacak kadar ondan daha iyi
ve kibarca olduğunu itiraf etm ek zorundayız. Gerçi,
Am erikalı bu yoldan da am acına ulaşıyor, am a
üçkâğıt açtığını da biliyor. Rus ise kendi vicdanı ile
uyumunu koruyor. Tam ihtiyaç duyulan türden ve
kendisine yararlı bir özür ileri sürm eyi beceriyor;
am a bu arada bunu nasıl yaptığını, nasıl denk getir
diğini kendisi de bilm iyor (bu nedenle de yaptığının
sorumluluğunu yüklenmek gibi bir sorun da yok.)
A nlayacağınız sol elin ne yaptığından sağ elin habe
ri yok.
Bu özel alanda her kuşak kendi becerikli kişileri
ni yetiştirm işe benzem ektedir; am a bu kim seler ge
*Ex O riente Lux: (D oğu’dan ışık gelir) G üneş gibi bütün uygar
lıkların Doğu'dan geldiğine ilişkin alabildiğine eski bir görüşün
ifadesi, (ç.n.)
30
nellikle m arifetlerini gizli gizli gösterm ekte, kam u
oyu onları ancak ara sıra tanım a fırsatı bulmaktadır.
İşte günüm üzün az yetenekli insanları, büyük bir
hayranlık uyandıran iki kişiye gözlerini çevirm işler
dir, bu kişilerin yetenek ve becerilerine burada kısa
ca değinm ek istiyorum.
Bunlardan biri, 29.4.1975 tarihli United P ress '11
göre o tarihte M eksika’nın H erm osillo kentinde
A m erikan B aşkonsolosu’nun kaçırılm ası ve öldürül
m esinden sorum lu tutularak 20 yıl hapis cezası
yiyen Bobby Joe K eesee’dir. Yargıç, karardan önce
savunm asına ekleyeceği bir şey bulunup bulunm adı
ğını sorduğunda “ There is nothing m ore I cou ld say.
I g o t in volved in som ething I realize w as w rong ”
diye yanıt verm iştir Joe Keesee. K endi eylem inden,
edim inden uzak durm anın, yaptığı ile kendi arasına
m esafe koym anın bu inceliğini, zarafetini en iyi çe
viriyle bile yansıtm ak oldukça zor olsa gerekir.
İnsan biraz zorlanarak ilk cüm leyi “Ekleyecek, buna
ilaveten söyleyecek bir şeyim yok” diye çevirebilir.
Ama ardından gelen cüm le o kadar basit değildir. I
g o t in v o lv e d durum a göre m aksatlı, durum a göre
m aksatsız, istem eden, bir şeyi am açlam adan davran
m a anlam ına gelebilir. Yani, “bir şeye bulaştırıldım ,
karıştırıldım ” ya da “kendim bulaştım , şeytana
uydum ” anlam larını çıkarabiliriz buradan. Ama öyle
ya da böyle de anlasak asıl canalıcı nokta, bu geç
miş zam andaki olayın ardından şim diki zam anda
dile getirilen bir tepki: “/ re a lize ” diyor; yani
“Şimdi görüyorum , anlıyorum ya da kavrıyorum ki
bu bir haksızlıktı; doğru değildi.” B aşka deyişle, işi
31
gerçekleştirirken ne yaptığım ı bilm iyordum , dem ek
istiyor.
Bütün bunlarda öyle pek üzerinde durulacak bir
yan yokm uş gibi görünüyor insana. G elgelelim ga
zetedeki yazıyı okum ayı sürdürürsek K eesee’nin
1962’de ABD ordusundan firar ettiğini, bir uçak k a
çırıp doğru K üba’ya uçtuğunu öğreniyoruz. Birleşik
D ev letler’e geri döndüğünde, bu işi CIA adına gö
revli olarak gerçekleştirdiğini ileri sürm esine karşın,
iki yıl hapis cezası yiyor. 1970’te Filistin gerillaları
nın A m m an’da tutsak ettikleri rehineler arasında
K eesee de var. Ve 1973’te herkesin ağzını bir karış
açık bırakarak Kuzey V ietnam ’ın serbest bıraktığı
A B D ’li tutsakların arasında yer alıyor.
K eesee kadar serüvene batm ış olm asa da ondan
kat be kat daha fazla başını derde sokm ayı becer
miş, belalardan yakasını kurtaram ayan biri de M ike
M aryn. 28.7.1977 tarihli bir gazete haberine göre
[10] bu tarihe kadar tam 83 kez saldırıya uğrayıp so
yulm uş M aryn. 4 kez de arabasını yürütmüşler.
Adam ne kuyum cu ne de para havaleleri taşıyan bir
postacı. Saldıranlar, soyanlar hep küçük çocuklar,
gençler, yetişkin erkekler ve bir yığın kadın.
M aryn’e bakarsak olup bitene akıl erdirem iyor;
polis de onun sadece hep “yanlış zam anda, yanlış
yerde bulunduğunu” söylem ekten öteye bir açıkla
m a getirem iyor olanlara.
Eh, peki diyeceksiniz; am a insanın, başına bu
kadar iş gelm esini nasıl başardığını hâlâ anlam ış de
ğiliz. Biraz daha sabır lütfen.
32
Çekiç
öyküsü
33
hem en veririm , o niçin vermiyor, insan insandan
böyle küçük bir iyiliği nasıl esirgeyebilir? Bu herif
gibileri insana yaşamı zehir ederler. Yetmiyormuş
gibi kendisine m uhtaç olduğum u sanıyor bir de.
N eym iş, bir çekici varmış. Yetti valla! Ve bunun
üzerine bir hışım kom şunun kapısına dayanır, kapıyı
çalar ve beriki daha “H oşgeldiniz” diyem eden “Ç e
kicini al da başına çal, terbiyesiz h e r if ’ diye bağırır.
Etkisi bakım ından bulunm az bir öykü bu; gerçi
tekniği pek yeni değilse de oldukça yalın. O vid
Sevm e S a n a tı ’nda benzer bir tekniği önerm iştir;
am a ne yazık ki Ovid olum lu sonuç çıkarır bu tu
tum dan, “O ndan az biraz hoşlandığın yerde, onu
sevdiğini kendi kendine söyle dur. Sonunda böyle
olduğuna kendin de inan. Kendi kendine yanıp tutu
şan sözler edebilen, doğru dürüst sever” der.
O vid’in reçetesini uygulayabilecek olan varsa,
etkisini bizim istediğim iz doğrultuda çevirerek bu
m ekanizm ayı harekete geçirm ekte de güçlük çek
meyecektir. Çok az önlem hiçbir şeyden haberi ol
m ayan öteki kişinin -içinde, tayin edici, olum suz bir
rol oynadığı- upuzun ve karm aşık fanteziler zinciri
nin (sizin fanteziler zincirinizin, ç.) en son halkasıy
la karşı karşıya getirilm esi yöntem i kadar m utsuz
luk doğurm aya elverişlidir. K arşınızdakinin o son
halkayla karşı karşıya geldiği anda içine düşeceği
şaşkınlık, kapılacağı dehşet, sözüm ona olup biteni
anlam ıyor olm ası, canının sıkılm ası, işin içinden pa
çasını sıyırm ak istem esi, sizin bakım ınızdan, ger
çekten de haklı olduğunuzu, sevginizi ya da iyiliği
nizi hiç de hak etm em iş bir nanköre yönelttiğinizi
34
ve iyilikseverliğinizin, tem iz yüreğinizin bir kez
daha kötüye kullanıldığını gösteren nihai kanıtlardır.
G erçi her tekniğin en ustaca uygulandığı yerde
bile bir sınır, ona karşı yapılacak bir şey vardır. Co
lorado Ü niversitesi’nden sosyolog H oward Higman
bu bağlam da non-specific p articu lar diye tanım ladı
ğı özelliklerden söz eder ve bunların, onu kullanan
kişiye karşı nasıl kullanılabileceğine bir örnek verir.
Sosyolog H igm an’a bakılacak olursa, örneğin evli
kadınlar evdeki bir odadan “Bu da ne?” diye seslen
meyi genellikle huy edinm işlerdir. K ocalarının otur
duğu yerden kalkıp kendi bulundukları yere gelm e
sini ve karılarının neyi kastettiklerini anlam asını
beklerler. Bu beklentilerinde de düş kırıklığına uğra
dıkları enderdir. G elg eld im sosyologun arkadaşla
rından biri, okun ucunu ters çevirerek bu alabildiği
ne eski tipik durum a yepyeni bir yön vermiş. K ansı
evin öteki ucundan “Yollanan şey geldi m i?” diye
sorunca, o “şey”in ne olduğu konusunda en ufak bir
fikri bulunm ayan koca, gene de “E vet” demiş.
Bunun üzerine kadın sormuş: “Peki nereye koydun
onu?” “Ö tekilerin yanına.” Evliliği boyunca ilk kez
karısı tarafından rahatsız edilm eden saatlerce çalışa
bilmiş adam bunun ardından. [3]
Neyse, biz gene O vid ’e dolayısıyla da onun ardıl
larına geri dönelim . İnsanın aklına ilk ağızda ünlü
Fransız eczacı Em ile Coue (1857-1926) geliyor.
Coue, kişinin kendi kendisini etkilem esini (am a ne
yazık ki tıpkı O vide gibi gene ters anlam da) öğreten
bir ekolün kurucusudur. Kişinin, “her şey yolunda,
çok iyiyim, gittikçe daha iyi durum a geliyorum ,”
35
diye kendi kendini inandırm aya çalışm asından iba
ret C oue’nin yöntemi. Birazcık yeteneğiniz varsa
C o u e’nin am acını ters çevirerek tekniğini m utsuz
luk üretim inin hizm etine kolaylıkla sokabiliriz.
Böylelikle buraya kadar açıklayageldiklerim izin
nihayet pratikte uygulam asına geçebiliriz. M utsuz
luğa ulaşm a am acım ız bakım ından vazgeçilm ez
olan “sol elin yaptığından sağ elin haberinin olm a
m ası” durum unun nasıl sağlanabileceğinin öğrenile
bilir olduğunu kavradık artık. Bunu pratikle de des
tekleyici birkaç alıştırm aya bir göz atalım .
36
başınıza tam anlam ıyla bela olana kadar sürdürün.
Sonra gidip yeni ayakkabılar satın alın; dükkânda
ayağınıza tam oturm uş ayakkabıların, biraz giydik
ten sonra, eski ayakkabılarınızın başınıza açtığı sı
kıntıların aynısını açtıklarını göreceksiniz.
37
rınızda bir vızıltı, bir uğultu, çınlam a, hafif bir ıslık
ya da bunlara benzer, hiç eksilm eyen ve değişm e
yen bir ses duyduğunuzu fark edeceksiniz. G ündelik
yaşam ın norm al koşullarında bu sesler çevre gürül-
tüsünce bastırılırlar; am a kendinizi bu işe yeterince
verdiğinizde, gene de sesleri daha sık ve dış gürültü
lere rağm en duym ayı becerebilirsiniz. Sonunda kal
kıp doktorun yolunu tutun. Doktorunuz beklenm e
dik bir tavır takınıp olayı norm al bir Tinnitus vakası
olarak tanılam aya ve zararsız bir şeymiş gibi göster
m eye kalkarsa bu noktadan itibaren 3 nolu alıştır
m anın son bölüm ü geçerlidir.
Tıp öğrencilerine özel not: 3 ve 4 nolu alıştırm a
lar sizler için değildirler. Siz zaten bunlarsız da
(öteki tıp dallarını bir yana bıraksak bile) sırf iç has
talıkları tanıbilim inin konusu olan beş bin hastalıkla
ilgili belirtileri kendi bedeninizde bulm ak için yete
rince uğraşıp duruyorsunuz.
38
artık her kırm ızı lam bayı az önce önünde beklediği
niz lam banın üstüne ekleyip çileden çıkarken her
yeşili gözardı edeceksiniz. Çok geçm eden büyük,
size düşm an niyetler besleyen ve etkinlik alanları,
oturduğunuz sem tle, bölgeyle sınırlı kalm ayıp duru
m a göre O slo’ya, Los A ngeles’a kadar peşim izi ko
valayan karanlık güçlerin size karşı söz birliği yap
mış oldukları izlenim inden kolay kolay kurtulam az
durum a geleceksiniz.
O tom obil sürm esini bilm iyor ya da araba kullan
m ıyorsanız, bunun yerini tutacak bir çözüm olarak
girdiğiniz her telefon, su, elektrik faturası ya da
banka kuyruğunda her bekleyişinizde, sizin kuyru
ğun hep en ağır ilerleyen kuyruk olduğunu keşfet
m ekte gecikm eyin. Ya da uçağınızın her zam an ala
nın en ucundaki term inal çıkışından kalktığını.
39
bir tahribat mı, yoksa defterinizi dürm eyi öngörm üş
şu ya da bu örgütlerin sizi m im lem e niyetinin ürünü
m üdür? Bu konuda da olup biteni önem sem em enizi
söyleyen aklınızın sesine burada da kulak verm eyin
sakın.
A m a öte yandan m eselenin köküne kadar inme,
onun pratikteki nedenlerini didiklem e gibi bir hata
yapm ayın; sorunu salt düşünce düzeyinde tutup bu
düzeyde ele alın. Çünkü çizikten yola çıkarak yaptı
ğınız varsayım ları gerçeklikle karşılaştırıp sınam a
yönündeki her adım ınız, bu alıştırm anın başarısına
gölge düşürecektir.
Bu alıştırm a sayesinde kendi üslubunuzu gelişti
rip bakışlarınızı alışıldık dışı, m eşum , esrarengiz
ilintilere çevirm eyi öğrendiniz mi, günlük yaşam ı
nızın kaderinizi olum suz etkileyen bu tür olaylardan
geçilm ediğini fark etm ekte gecikm eyeceksiniz. D i
yelim ki çoktan gelm iş olm ası gereken otobüsü bek
liyorsunuz. Gazete okuyarak oyalanıyorsunuz, bir
yandan da göz ucuyla otobüsü kolluyorsunuz. B ir
den altıncı hissiniz “ şimdi geliyor” diyor, dönüp ba
kıyorsunuz, uzakta, birkaç blok ötede bir yerde oto
büsünüz belirmiş. İnanılm az gibi değil mi? Ama bu,
içinizde yavaş yavaş olgunlaşm aya yüz tutm uş ke
hanette bulunm a yeteneğinin o sayısız dışavurm a
biçim inden tek bir örnektir. Ve bu kehanetler, başı
nıza gelm e olasılığı bulunan bütün olum suz ve ber
bat şeylerin belirtilerinin ortaya çıktığı yerde iyice
önem kazanırlar.
A lıştırm a N o 7 : O rtalarda kuşkulu bir şeylerin do
laştığından yeterince em in olur olm az, hem en dostla
rınızla, yakınlarınızla bu konuyu konuşun. Hakiki
40
dostlarınızı koyun postuna bürünm üş ne idüğü belir
siz, gizli niyetli kurtlardan ayırt etm enin bundan
daha iyi bir yolu bulunm am aktadır. Bu tip kim seler,
ne kadar uyanık olurlarsa olsunlar -ya da zaten bu
uyanıklıklarından ötürü- varsayım ınızın hiçbir aslı
astarı bulunm adığına sizi inandırm aya çalışacaklar
dır. Ama bu sizin için hiç de sürpriz sayılm ayacaktır;
çünkü size zarar verm ek isteyen kim senin bunu apa
çık itiraf etm eyeceği bilinen bir şey; beriki zem zem
suyuyla yıkanm ış biriym iş gibi sizin ona yönelik kuş
kularınızı dağıtacak ve size karşı dostça iyi niyetler
taşıdığına sizi inandırm ayı deneyecektir. Böylelikle
size karşı düzenlenm iş kom plonun başını kim lerin
çektiğini öğrenm ekle kalm ayacak, kafanıza taktığı
nız bu işin gerçekten de aslı astarı olm ası gerektiğin
den kuşkunuz kalm ayacaktır. Öyle ya, “o dostlarınız”
yoksa niçin sizi aksine inandırm ak için uğraşsınlar?
K endini bu alıştırm alara veren kim se, yalnızca
M argaret M ead’in sözünü ettiği Rusun, o çekiç öy
küsündeki adam ın ya da sözünü ettiğim iz dâhi Kee-
see’nin ve M aryn’in değil, aynı zam anda sıradan
yurttaşın da -bu özel zihinsel egzersizleri yapa yapa
kendi eliyle içinden çıkılm ası güç bir durum u yarat
tığı halde bunun farkında bile olm adan- varabileceği
bir gelişm e noktasına ulaşabileceğini görecektir. Ge-
! üşm elerini hiçbir gücün etkileyem eyeceği olaylara
çaresizce terk edilm iş bu kim se, artık gönül rahatlı
ğıyla bol bol acı çekebilir. Ama bu konuda da bir
uyarım ız olacaktır.
41
Avucumdaki
fasulyeler
42
sözünü tutar, ama gel zam an git zam an bir kadınla
tanışır, ona tutulur, onunla nişanlanır.
Çok geçm eden bir ruh her gece adam ın başına
m usallat olm aya başlar ve eşine ihanet ettiği için
adam ı suçlar durur. Bunun bir ruh olduğundan ada
mın en ufak bir kuşkusu yoktur. Çünkü ruh, adam ile
yeni kadın arasında her gün ne olup bittiğini en ince
ayrıntısına kadar bilm ekle kalm az, adam ın en gizli
düşüncelerini, um utlarını, niyetlerini ve duygularını
da anında öğrenir. A dam ın sonunda canına tak eder,
kalkıp bir Zen üstadına gider ve ondan derdine çare
bulm asını rica eder.
43
“Doğru” der ruh, “dün Zen üstadının yanından geldi
ğini de biliyorum.”
“Madem ki o kadar biliyorsun” der adam, “avucumda
kaç tane fasulye olduğunu söyle bakalım!”
O anda bu soruyu yanıtlayacak ruh muh kalmaz orta
lıkta. [18]
44
Ürkütülmüş
filler
45
“Filleri mi? İyi, am a ortalıkta fil mil yok ki?”
Adam, “Ehh işte, söylem edik m i?” yanıtını verir.
Bu öyküden çıkarılacak ders, korkulan bir durum
ya da sorun karşısında kendini savunmanın ya da
bunlardan kaçınmanın, bir yandan kişiye en akla yat
kın çözüm gibi gelmesi, am a öte yandan sorunun da
sürm esini garanti etmesidir. Ve bizim am açlarım ız
açısından; kaçınm anın değeri de burada yatmaktadır.
Durumu daha iyi açıklayabilm ek için bir başka
öm ek: Ahırdaki zemiııe yerleştirilmiş bir madeni
levha aracılığıyla atın tırnağına elektrik şoku verm e
den az önce, cızırtılı bir sinyal sesi yayalım. Hayvan
çok geçm eden bu iki algısını kendince nedensel bir
ilişki içine sokup değerlendirecektir. Yani at, aynı cı
zırtıyı her duyuşunda elektriğe maruz kalm ış ayağını
yerden kaldırıp elektrik şokundan kaçınm aya çalışa
caktır. Ses ile şok arasındaki bu çağrışım bir kez sağ
lanıp bu türden bir ilişki kurulduktan sonra, artık
şoka da gerek kalmaz. Sırf ses sinyali, atın ayağını
yerden kesmesi için yeterlidir. Ve bu kaçınm a edim
lerinin herbirinin, hayvanda, böyle davranm akla ken
dine acıveren tehlikeden başarıyla kaçındığı “kanaa
tini” güçlendirdiğini varsayabiliriz. Hayvanın
bilmediği, böyle davranarak tehlikeden uzak durdu
ğuna inandığı sürece de sonsuza dek bulup çıkaram a
ya ca ğ ı gerçek ise; tehlikenin zaten ortada bulunm adı
ğıdır.*
Gördüğünüz gibi öyle pek alışılm ış bir batıl inanç
* Ayrıca bir sorunu ondan kaçınarak sonsuza dek var etmenin
tersi, romantiklerin yapmış oldukları gibi “Mavi Çiçeğin" peşine
düşmektir. Kaçınmak, sorunu müzminleştirip sonsuza dek var
eder, (varlığı meçhul) Mavi Çiçeğin peşine düşmekse, aram ayı.
46
söz konusu değil burada. Bilindiği gibi batıl inanç
lardan kaynaklanan eylem lerim iz, [tehlike ve bela
lardan kaçınm am ızı sağlam a bakımından] ilkece gü
venilir değillerdir. O ysa daha güvenilir ve etkili
sonuçlar vermesi bakım ından “kaçınm a”, m utsuzluk
peşindeki kişi için gözü kapalı başvurabileceği bir
davranıştır. Üstelik kaçınm a tekniğinin uygulanması
da ilk göründüğünden çok daha basittir. Bu tekniğin
özü, sağlıklı insan akim ın gösterdiği doğrulara inatla
sarılmaktan [kaçının dediği şeyden kaçınmaktan]
ibarettir. Zaten bundan daha mantıklı davranış olabi
lir mi?
Günlük yaşam ım ızın içindeki en sıradan hareket
lerimizin, yapıp ettiklerim izin içinde tehlike öğesi
nin öyle ya da böyle yer aldığını kim se inkâr edem ez
herhalde? Peki ne m iktar tehlikeyi göze alm am ız ge
rekir? M antıken olabildiğince az, hatta hiç.
Profesyonel boks ya da planörcülük, aram ızdaki
en gözüpek kim selere bile fazla tehlikeli gelm ekte
dir. Peki ya araba kullanm ak? H er günkü trafik kaza
larında kaç insanın yaşam ını yitirdiğini ya da sakat
kaldığını şöyle bir düşünün yeter. Ne var ki yayan
gitmek de mantığın ve sağlıklı akim kurcalam asıyla
hem en ortaya çıkacağı gibi birçok tehlikeleri getirir.
Yankesiciler, egzoz gazlan, ansızın çöken evler,
banka hırsızlan ve anarşistler ile polis arasında silah
lı çatışmalar; Amerikan ya da eski Sovyet uzay araç-
lannın yeryüzüne düşebilecek akkor halindeki parça
lan; bu listenin sonu gelm ez ve ancak aklını
kaçırm ış biri bu tehlikelere düşüncesizce atılabilir.
İyisi mi evde kalınmalıdır. G elgelelim evdeki güven
47
de ancak dışarıya nispeten var gibi görünür o kadar.
M erdivenler, banyonuzun kırk türlü azizlikleri, sinsi
likleri, zem inin kayganlığı ya da halının kabarm ış,
sırt yapm ış bir yeri ya da - hadi doğalgazı, tüpgazı,
elektriği, kaynar suyu bir yana bıraktık diyelim - en
sıradan şeyler olan bıçak, çatal, makas, ışık kaynak
ları. Bütün bunlardan çıkarılabilecek biricik mantıklı
sonuç öyle görünüyor ki sabahlan yataktan hiç çık
mamaktır. Çıkm adık diyelim; yatak deprem e karşı
nasıl koruyabilir ki bizi? Sonra ya sürekli yatm aktan
sırtım ızda yara açılırsa (Dekobitus)!
A m a gene de abartıyorum. Ancak çok büyük usta
lar -yukarıda sayıp döktüklerim izin yanı sıra havanın
kirlenip zehirlenm esi, içme suyuna kırk türlü m ikro
bun bulaşm ası, kolestrin, trigliserid, gıdalardaki kan
sere yol açan m addeler ve benzeri yüzlerce tehlike
ve zehir de dahil olm ak üzere- akla gelebilecek tüm
tehlikeleri kavrayıp bunlardan kaçınm aya çalışacak
ölçüde mantıklı olm ayı becerebilirler.
Ne var ki sıradan insanlar, bu her şeyi kavrayıcı
bakışı edinebilecek ve her türlü tehlikeden kaçınabi
lecek, böylece yüzde yüzlük bir sağlıklılığın, rahatlık
ve huzurun muhatabı olabilecek ölçülerde aklını ve
mantığını kullanm ayı çoğunlukla beceremezler. Biz
daha az yetenekliler, sınırlı, am a mutsuzluk için gene
| de bize bol bol yetecek başarılarla yetinm ek zorun
dayız. Bu başarılar, sağlıklı insan aklının tali sorunla
ra yöneltilmesiyle elde edilirler! İnsan bıçakla bir ye
rini kesebilir, öyleyse bıçaklardan gerçekten
kaçınm ak gerekir. Kapı kolları bakteriden geçilm ez
ler. Senfoni konserinin ortasında aniden sıkışıp tuva-
48
letin yolunu tutmak zorunda kalm ayacağınızı kim bi
lebilir? Ya da kapattım mı, diye yoklarken yanlışlıkla
evin kapı kilidini açık bırakıp bırakm adığınızı? Bu
yüzden m antıklı kimse, keskin bıçak kullanm aya
paydos der, kapı kollarını dirsekleriyle açar. Konsere
gitmeyi aklının ucundan bile geçirm ez ve kapıyı ger
çekten kilitlediğinden em in olabilm ek için en az beş
kez onu yoklar. Ama başarının önkoşulu sorunun ne
olduğunu zam anla gözden kaçırmam aktır. Aşağıdaki
öykü, bundan da nasıl kaçınabileceğiniz! gösteriyor.
N ehir kıyısında oturan yaşlı bir kızkurusu, evinin
önünde çırılçıplak suya giren küçük çocukları polise
şikâyet eder. Amir, m em urlarından birini yollar.
M em ur çocuklara, “nehrin, evlerden uzak üst tarafı
na gidip orada yüzm elerini” söyler. Ertesi sabah
yaşlı bakire yeniden polisi arayıp “çocukların hâlâ
görüş m enzili içinde yüzdüklerini” haber verir.
M em ur yeniden gelir ve çocukları daha yukarıya
yollar. Ertesi gün yaşlı kızımız pür öfke am irin oda
sına dalar “Çatı katındaki pencereden onları dürbün
le hâlâ görebiliyorum !”
İnsanın aklına şu soru gelebilir: Küçük çocuklar
eninde sonunda onun görüş menzili dışına çıksalardı,
hanımefendi ne yapardı acaba? Belki de herhangi
bir yerde çıplak suya girildiğinden em in olmak ona
yeterdi. Ama bir şey kesin. Bu düşünce onun kafası
nı meşgul etmeye devam ederdi. Ve böylesine sap
lantıya dönüşen bir düşüncenin en önem li yanı,
kendi gerçekliğini kendisinin yaratabilmesidir. İşte
bu olgu bizim bir sonraki konumuz olacak.
49
Kendi
kendilerini
gerçekleştiren
kehanetler
50
H er şey olup bittikten sonra bunlara yanıt vermek
yahut olup biteni açıklam aya çalışm ak olanaksızdır
artık.
D üşünür Kari Popper -biraz am atörce yalınlaştıra
rak özetleyecek olursak- Ö dipus’la ilgili o korkunç
kehanetin gerçekleşm esini Ö dipus’un bu kehanetten
haberdar olm asına ve ondan kaçınm aya çalışm asına
bağlar. Özellikle kaçınm ayı sağlam ak için yaptıkları,
kehanetin gerçekleşm esine yol açmıştır.
Burada kaçınm anın bir başka sonucu, yani belli
durum larda tam da kendisinden kaçınılm ak istenene
yol açm a yeteneği karşım ıza çıkıyor. Peki, korktuğu
muzu başım ıza getiren bu koşullar ne türdendirler?
Bir kere en geniş anlam da bir öngörü, bir tahm in söz
konusudur burada, yani olayların bu yönde değil de
kesinlikle şu yönde seyredeceklerine ilişkin her bek
lenti her endişe, her kanaat, hatta sadece bir şüphe.
Öte yandan, söz konusu beklentiye başkalarının yol
açm ış olması, yani onun dıştan kaynaklanıyor olması
da mümkündür, kendi içimizden öyle olacağına
inanmamız sonucunda ortaya çıkmış olması da. İkin
cisi, bu beklentiye salt bir beklenti gözüyle değil de
bizi bekleyen ve ondan kaçınm ak için derhal önlem
ler almamız gereken gerçek bir olgu gözüyle bakm a
mız gerekir. Üçüncüsü, olacak şeye ilişkin varsayı
mımızı paylaşan insan sayısı ne kadar artar ya da bu
varsayım ın, olayların akışına ilişkin daha önce doğ
ruluğu kanıtlanm ış varsayım larla çelişm esi ne kadar
az olursa, varsayım o ölçüde inandırıcı olacaktır.
Örneğin -ister olgulara dayandırılm ış olsun, ister
m esnetsiz olsun fark etmez- başkalarının sizin hakkı
51
nızda birilerinin kulaklarına gizlice bir şeyler fısılda
dıklarını ve size belli etm eden sizinle dalga geçtikle
rini varsaymanız yeterlidir. Bu nesnel “olgu” karşısın
da sağlıklı insan aklı, kim seye inanıp güvenm em eniz
ve her şey yer yer saydam bir gizlilik örtüsü ardında
olup bittiğine göre pür dikkat kesilm eniz ve en ufak
bir kanıtı bile dikkate alm anız gerektiğini söyler size.
Bundan sonrası, yani başkalarını birilerinin kulağına
bir şeyler fısıldarken ya da hakkınızda aralarında fis
kos ederken ve çaktırm am aya çalışıp gülerlerken,
gizlice birbirlerine göz kırparken ya da karşılıklı baş
işareti yollarlarken onları suçüstü yakalam anız, artık
sadece bir zam an sorunudur. Sonuç olarak varsayım,
yani kehanet gerçekleşmiş demektir.
Ne var ki bu m ekanizm anın gerçekten de hiç ya
kınm aya m eydan verm eden işleyebilmesi, varsayı
m ın gerçekleşm esinde kendi katkı paylarım ızı hesa
ba katm am am ıza bakar. A m a daha önceki
bölüm lerden bunun hiç de zor olm adığını da öğren
miş olm anız gerekir.
Öte yandan bu m ekanizm a belli bir süre doğru dü
rüst işledikten sonra, neyin neden önce geldiğini,
neyin neden önce var olduğunu saptayabilm ek de
artık olanaksız olup çıkar. Sizin ötekilere ilişkin gü
lünçlük ölçüsünde kuşkucu tavrınızın mı, yoksa öte
kilerin sizi kuşkuya düşüren tutum larının mı?
Kendi kendilerini gerçekleştiren öngörülerin özel
likle sihirli bir “gerçeklik yaratm a” etkileri vardır; bu
nedenle de konum uz bakım ından çok büyük önem
taşırlar. Bu tür öngörüler m utsuzluk adayının reper-
tuvarında yer alm akla kalmazlar, daha geniş bir top
52
lumsal çerçeve içinde de önemli bir konum lan var
dır. Örneğin belli bir azınlık öbeğinin toplum un ço
ğunluğunun gözünde tembel, paragöz ya da hatta
“yabancı kökenli” olduğu için tarımsal kesim de ya
da zanaat alanında ekm eğini çıkarması engellenince,
bu azınlık insanları da eskicilik, rehincilik, kaçakçı
lık gibi işler yapm aya zorlanacaklar, bu da çoğunlu
ğun, onlara ilişkin küçüm seyici ve zorlayıcı tavrının
gerekçelerini açıkça doğrulayacaktır. Polis yollara
“dur” levhası koydukça, trafik günahkârlarının sayısı
da artmakta, bu durum yeni yeni levhaların yollara
dikilmesini zorunlu kılmaktadır. Bir ulus kendini ne
kadar çok kom şularının tehdidi altında hissederse,
savunm a uğruna o kadar çok silahlanacak, komşusu
da bu durum da silahlanm ayı Allahın emri sayacaktır.
(Neden beri beklediğim iz) savaşın patlak vermesi
artık sadece bir zaman sorunu olup çıkacaktır. D ü
rüst olmadığı varsayılan yurttaşların vergi kaçakçılı
ğının yol açtığı vergi açığını telafi etmek am acıyla
vergiler yükseltildikçe, dürüst m ükellefler de o ölçü
de vergi kaçakçılığına sürüklenmektedirler. H erhan
gi bir malın piyasada daralacağına ya da fiyatının ar
tacağına ilişkin yeterli sayıda insanın paylaştığı bir
öngörü, nesnel olarak doğru ya da yanlış olm asına
bakılmaksızın söz konusu malın kapışılm asına, böy
lelikle de piyasada darlaşm asına ve fiyatının yüksel
mesine yol açacaktır.
Bir olaya ilişkin kehanet, kehanet denen olaya yol
açar. Bunun gerçekleşm esinin biricik koşulu ise kişi
nin kendi başına gelecek bir olaya ilişkin kehanette
bulunması ya da başkalarının kehanetleridir; ayrıca
53
olayı kişiden bağımsız, kendi başma var olan ya da
her an başa gelebilecek bir nesnel olgu olarak gör
m ek de şarttır. Böyle yapınca da tam da ulaşılm am a
sı istenen yere gelip dayanırız; (yani kehanetin ger
çekleşm esine). A m a işin uzmanı, ulaşm aktan nasıl
kaçınabileceğim bilir. Şimdi bundan söz edeceğiz.
54
Hedefe
varmamak
için
uyarılıyoruz
55
Söz bu konuya gelince insanın aklına George Ber-
nard S haw ’un şu ünlü ve sık sık başkalarının kendi
lerine mal ettikleri özdeyişi geliyor. “Yaşamda iki
trajedi vardır, biri yürekten arzulanan bir isteğin ger-
çekleşmemesidir. Ö teki de gerçekleşm esi.” Alm an
yazar Hermann H esse’nin zam para kahram anı arzu
larının gerçekleşm esi için yalvarıp yakarır: “Koru
kendini ey güzel kadın, dar elbiselerinle coştur
(beni), işkencelere boğ! Ama bana kulak verme gene
de.” Çünkü her gerçekleşm enin, düşü yıkacağını
çapkın adam iyi bilmektedir. H esse’nin çağdaşı
Adler, yeniden keşfedilm e vakti gelip de geçm iş bir
yapıtında H esse’den çok daha az şairce, am a o ölçü
de de geniş kapsam lı bir çalışm ayla birçok sorunun
yanı sıra sonsuza dek yolculuk eden, am a ne olur ne
olm az deyip varm am ayı yeğleyen kişinin yaşam tar
zını inceler.
A d ler’i çok serbest yorum layarak gelecek ile oy
nanan oyunun kurallarını aşağı yukarı şöyle özetle
yebiliriz: Ulaşmak, başarının, güç ve iktidarın, saygı
görmenin, takdir edilm enin ve kendine saygı duym a
nın önem li bir ölçütüdür. Burada “ulaşm a”dan kaste
dilen, gerek sözcüğün doğrudan anlamıyla, gerekse
m ecazi anlam ıyla bir am aca ve hedefe varmaktır.
Bunun tersine başarısızlık ya da aylak, am açsız bir
yaşam; aptallığın, tem belliğin, sorum suzluğun ya da
korkaklığın belirtisidir. Ne var ki başarıya giden yol,
yorucu, zahm etli, dertli bir yoldur. B ir kere çaba ge
rektirir; ayrıca en yerinde çaba, en üstün gayret bile
boşa gidebilir. B ir “küçük adım lar politikasıyla”,
makul, ulaşılabilir bir hedef ve amaçla, böyle bayağı
56
lıklarla yetinmek yerine, hedefi hayranlık uyandıra
cak kadar yüksek bir yere yerleştirm em iz tavsiye
edilir.
Bunun avantajları benim okurlarım için, gün gibi
aşikâr olmalıdır. (Hedefe varmak için şeytanla bile
anlaşm a yapan) F aust’a özgü bir gayret, (rom antik
lerde gördüğüm üz o gizem li) Mavi Çiçeğin aranm a
sı, yaşamın ilkel, ucuz doyum larından, çileci bir tu
tum la uzak durma; bütün bunlar toplum ca hâlâ
revaçta görülen am açlardır ve hâlâ insanların yüreği
ni hoplatırlar. Ayrıca da: H edef çok uzakta olunca,
en salak kişi bile, yolun ve zahmetli yolculuk hazır
lıklarının da tantanalı ve zaman yitirtici olduğunu
kavrar. Eh bu durum da da kim se çıkıp, hâlâ yola ko
yulm adın mı, diye başım ızın etini yiyemez. Hele
yola çıkmış, am a yolunu şaşırıp olduğu yerde dönüp
dolaşan ya da yürüyüşüne uzun aralar veren bir kim
senin bu durum da eleştirilm e olasılığı alabildiğine
azdır. Tam tersine, büyük hedeflere giden yolun labi
rentlerinde yolunu yordam ını şaşıran ve insanüstü
görevler başarm aya kalkıp çuvallayan öm ek yiğit in
sanlar vardır ve bunların saçtıkları ışıkta biraz da
bizim (hedefi uzağa koymuş) kişim iz parıldar.
Üstelik iş bununla da bitmiyor. En onur verici, en
yüce am aca bile ulaştığım ız anda, bölüm ün girişinde
yaptığım ız alıntıların ortak paydasını oluşturan bir
tehlike de ortaya çıkar: Pişmanlık, olup biteni anlam
sız bulm a, bir boşlukta kalm a duygusu. M utsuzluk
konusunda uzman kişi bu tehlikeyi iyi bilir. “Bunun
bilinçli ya da bilinçsiz bir bilme olması önem sizdir.”
Henüz ulaşılmamış hedef -dünyamızın yaratıcısının
57
böyle istediği izlenim ini ediniyoruz- ulaşılmış hede
fin olup olabileceğinden çok daha fazla istek uyandı
rıcı, rom antik ve parıltılı, kısacası çok daha güzel gö
rünür. K endim izi kandırm ayalım. Balayı günleri
beklenenden çok önce tadını tuzunu yitirir; uzak, eg
zotik kente vardığım ızda şoför bizi fahiş bir fiyat is
teyerek dolandırm aya kalkar. Tayin edici önemdeki
bir smavın başarıyla verilm esinin yol açtığı sevindi
rici sonuçlar, üzerim ize yağan yeni yeni beklenm e
dik güçlüklerin ve sorum lulukların yanında solda
sıfır kalırlar ve em eklilikten sonraki yaşlılık dönem i
nin keyfi denen şeyin de öyle özlenesi bir yanının
bulunm adığını herkes bilir.
Saçma: Böylesine kof, sönük, kansız cansız ideal
lerle yetinenler, elbette sonunda düş kırıklığı içinde
kalakalm ayı hak ediyorlar, diyecektir aram ızdaki
kanı kaynayan kimseler. Oysa giderilm e sırasında
kat be kat artan, şiddetli bir tutkuyla sürdürülm üş he
yecanlar, duygular yok mu? Ya da insanı kendinden
geçirici bir eylem olan öç alm aya ve misillemeye,
yapılmış haksızlığa karşılık vermeye götüren ve dün
yanın bozulmuş adalet terazisinin yeniden dengelen
mesini sağlayan kutsal bir öfke yok mu? Böyle bir
durum da artık kim, beklediği ana ulaşm anın pişm an
lığından söz edebilir?
Ama maalesef, böyle bir a n ’a ulaşan yok gibi bir-
şey. İnanmayanların, G eorge Orwell gibi işinin ehli
birinin “intikam ın burukluğu” [13] konusunda neler
yazdığını okum asını salık veririz. Burada öylesine
derin bir dürüstlük, öylesine barıştırıcı bir bilgelik
söz konusudur ki bu düşünceler m utsuzluk kılavu
58
zunda yer alm ayı aslında hak etmemişlerdir. Ama
umarım okur, bu düşüncelere bütün bu özelliklerine
karşın gene de değinm em i hoş karşılayacaktır.
Çünkü bunlar yukarıdaki konuya çok uygun düş
mektedirler.
Orvvell 1945’te savaş muhabiri olarak başka yer
lerin yanı sıra savaş suçlusu tutsakların bulunduğu
bir kam pı da gezer. Bu ziyareti sırasında duruşm aları
yöneten Viyanalı genç bir Yahudinin, S S ’lerin politi
ka işleri bölüm ünde yüksek bir rütbeyle görev yap
mış bir tutsağın ezilmiş ve davul gibi şişmiş yamru
yumru ayağına korkunç bir tekme yerleştirişine tanık
olur.
59
süz olduğu sıralarda ve güçsüz olduğu için başvurmayı
arzuladığı bir eylem, bir davranış. Gelgelelim bu ye
tersizlik, güçsüzlük duygusu ortadan kalkıp kişinin ko
numu değiştiği anda, öç alma isteği de uçup gidiyor.
1940’larda, SS subaylarını tekmeleme ve onları aşağı
lanmış görme düşüncesini kafasından geçirip de sevin
cinden uçmayacak kim vardı? Ama işte bu eylem,
hayal etme düzleminden çıkıp gerçekleştirilme olanağı
bulunan bir eyleme dönüştüğü anda, insana duygu ola
rak aşırı abartılmış, şişirilmiş bomboş bir hedef olarak
görünmeye başlıyor.”
60
dan tayin edici bir önem e bürünüyor. “Boche” *lere
karşı tutumu, tem elden değişiyor.
61
Beni
gerçekten
sevsen
sarmısak
yem eye
“hayır”
demezdin
62
ler ile ilişki ve ilintiler üzerine önerm eleri birbirle
rinden kesinlikle ayırm am ız gerektiğine dikkat çek
mişti. “Bu elm a kırm ızıdır”, bu elm anın özelliğini
belirten bir önermedir. “Bu elm a şundan daha bü
yüktür”, sözü edilen iki elm a arasındaki ilişkinin
özelliğini belirten bir önermedir; bu nedenle şu ya da
bu tek elm ayla hiçbir ilgisi yoktur. Daha büyük olm a
özelliği, her iki elm adan birinin ya da ötekinin özel
liği olm adığından, bu özelliği bunlardan birine atfet
m ek istemek saçm alığın dik âlâsı olurdu.
Bu önem li ayrımı daha sonraları insanbilim ci ve
iletişim araştırm acısı Gregory Bateson ele alıp geliş
tirmiştir. Bateson her iki iletide, her iki önerm enin
de her zam an içerildiğini saptamıştır; ya da başka
sözcüklerle ifade edecek olursak her iletişim edim i
nin bir nesne düzlemi, bir de ilişkiler düzlem i vardır.
Bateson bu saptam ayla insanın karşısındaki herhangi
biriyle; -bu birisi bize ne kadar yakınsa o kadar iyi
olur- başının çarçabuk nasıl derde girebileceğini
daha iyi anlam am ıza yardım cı olmuştur. Diyelim ki
kadının biri kocasına: “Bu çorbayı yepyeni bir tarife
göre yaptım, beğendin m i” diye soruyor. Çorbanın
tadından hoşlandıysa, adam ın “Evet” dem esi kolay;
kadın da buna sevinecektir. Diyelim ki adam çorba
nın tadından hoşlanm adı, ayrıca kadın üzülmüş,
üzülmemiş um urunda değil; çorbanın berbat olduğu
nu söyleyecektir. Asıl içinden çıkılm az durum (ista
tistikler bunun en çok rastlanan durum olduğunu
gösteriyor) adamın çorbayı feci bulması, ama karısı
nı üzmek istemem esiyle ortaya çıkacaktır. Az önce
değindiğim iz nesneler düzlem inde ya da alanında
63
(yani çorba nesnesinin söz konusu olduğu yerde)
adam ın yanıtının “H ayır”, ilişkiler düzlem inde
“E vet” olm ası gerekiyor. Çünkü adam karısını incit
mek istemiyor. A dam ın yanıtı evet-hayır anlam ında
“Evyır” filan olamaz; çünkü dilde böyle bir sözcük
bulunm amaktadır. Öyleyse adam cağız bu darboğaz
dan paçasını bir şekilde sıyırm aya çalışacak, eşinin
asıl söylem ek istediğini anlam ası um uduyla örneğin
“İlginç bir tadı var” gibi bir şeyler söyleyecektir.*
Gerçekte ise adam ın şansı çok azdır. Bu durumda,
arındırıcıların önerilerine kulak kabartm aktansa, ha
layından döner dönm ez yeni evlerinde yaptıkları ilk
kahvaltıda karısı m asanın üzerine koca bir kutu Corn
F lakes koyan, tanıdığım bir kocanın davranışını
örnek almak yeğdir. Kadının davranışı (ilişki düzle
m inde) iyi niyetli bir davranıştır, am a (nesne düzle
minde) adam ın m ısır gevreğini severek yediği yanıl
gısına; yanlış bir varsayım a dayanmaktadır. Neyse,
adam karısını kırm ak istemez; yaradana sığınıp
önündeki tepelem esine dolu kutuyu temizlemeye,
kutunun içindeki m ısırlar bitince de karısından bir
daha Corn F lakes almamasını rica etm eye karar
verir. Ne var ki iyi bir eş olan kadın, hazırlıklı dav
ranmış, daha ilk parti tam bitmeden, önceden aldığı
64
ikinci kutuyu adam ın önüne sürü verm işi ir. Bugün
aradan geçmiş 16 yıldan sonra kadını incitm eden
ona, Corn Flakes' ten nefret ettiğini söyleyebilm e
um udunu tüm ünden yitirmiş durum dadır adam.
Zaten 16 yıl sonra söylemiş olm ası durum unda da
kadının tepkisinin nasıl olabileceğini kafam ızda can
landırm ak herhalde güç olmamalı.
Ayrıca bizim gündelik dilim iz bu tür ilişkileri
yansıtm akta ne bileyim bir İtalyancadan, bir İngiliz
ceden daha net sanki.* “W ould you like to take me to
m y plan e tom orrow m orning?" (Sabahın altısında
kim kendi isteğiyle birini götürm ek üzere havaalanı
na gider ki?) Ya da: “ Ti dispiacerebbe f a r la cena
sta se ra T ’ (Elbette işten eve döner dönm ez bir de
yemek pişirm ek pek işime gelmez.) Klasik öm ek
bunlar. Böyle taleplere verilecek yanıt, nesne ve iliş
ki düzleminde olm ak üzere birbirinden ayrı iki farklı
alanda gerçekleşmelidir. Örneğin: “Hayır, havaalanı
denen yere beni çeken hiçbir şey yok, am a elbette
sana bir iyilik yapıp seni oraya götürürüm .”
Bu iletişim modelinin konum uz bakım ından taşı
dığı önemi herhalde sezmiş olm alısınız. Çünkü ta
lepte bulunanın karşısındaki kişi, yukarıda önerdiği
miz tarzda bir yanıt vermeyi becerebilse bile (böyle
ağdalı, hiç de doğal olm ayan bir tarzda düşüncelerini
dile kim getirir ki?) karşısındaki ancak ötekinin
kendi isteğiyle havaalanına gelmesi durum unda ken
disine yapılacak bu iyiliği kabul edeceğinden, iş çok
65
tan yokuşa sürülmüş demektir. Ve beriki artık istediği
kadar lafı dolandırsın; öyleydi böyleydi desin, bütün
kaçam aklarına karşın nesne düzlem i ile ilişki düzle
m inin birbirine dolaşm asıyla oluşan tuzaklardan kur
tulamayacaktır. Bu sonuçsuz tartışm anın sonucunda
birbirlerine gireceklerdir. İnsan bu iki iletişim düzle
mi arasındaki önemli farkı yakaladığı, dolayısıyla da
bu ikisini sadece yanlışlıkla değil, bile bile birbirine
karıştırm ayı becerebildiği anda, reçetenin uygulan
m ası oldukça kolaydır. Bu bağlam da bildiğim en hoş
örneklerden biri bu bölüm e başlık olarak aldığım ız
sarım sak (nesne düzlem i) ile sevginin (ilişki düzle
minin) birbirine bir güzel karıştırıldığı ifadedir.
Düzlem leri karm akarışık etm eyi işin başındaki
acem ilerin bile kolaylıkla becerebilm elerinin nedeni,
ilişki düzlem indeki önerm elerin zor oluşuyla ilintili
dir. N esneler hakkında (buna sarım sak da dahil) ko
nuşmak, önerm eler kurm ak oldukça kolaydır; am a
ya konu sevgiyse, aşksa? Şöyle bir ciddi ciddi dene
yin bakalım. B ir espriyi, bir fıkrayı açıklam aya kal
kıştığınızda, her defasında içerdiği m izahın içine et
m eden kurtulam ayacağım ız kesindir, am a en sıradan
gibi görünen insan ilişkilerini açıklam a niyetiyle ne
kadar bol tıraş kesersek o ölçüde büyük sorunlara ba
tacağım ız bundan daha da kesindir. Bu türden iç
dökme, “konuşup rahatlam a” gevezeliklerine en
uygun saatler gece yansı başlar. Sabahın 3 ’üne
doğru, başlangıçtaki o basit m esele, öyleydi böyleydi
dırdın içinde tanınm az hale gelip çıkar; taraflarda da
sabır nam ına bir şey kalm az. Tabii o saatten sonra
uyku nam ına da.
66
Bu mutsuzlaştırma tekniğinin daha da ince bir ör
neğini belli bir tarz soru ve gene özel bir talepler ka
tegorisine başvurarak elde ederiz. Bu soru türüne
klasik bir ömek, kendisine soru yöneltilen kişi, ne
soruyu yöneltene ne de herhangi bir kim seye ya da
şeye kızgın olm adığından em inken ona soracağınız
“Bana kızgın m ısın?” sorusudur. Ancak bu soru, so
ruyu yöneltenin, kendisine soru yöneltilenin kafasın
dan neler geçtiğini ondan daha iyi bildiğini ve m uh
temelen gelebilecek “Sana kesinlikle kızgın değilim ”
yanıtının doğru olm adığını im a eden bir sorudur. Bu
soru sorma tekniği düşünceleri okuma ve g eleceği
görm e adıyla da bilinmektedir. Ve insanın içinde bu
lunduğu bir ruhsal, duygusal halin ve bunun yansı
m alarının ne olduğu konusu m ahşer gününe kadar
tartışılabileceği, ayrıca gene kendisine olum suz duy
guların atfedilm esi durum unda çoğu insanın aniden
tepesi atacağı için bu teknik, böylesine etkili sonuç
lar vermektedir.
Öteki numara, karşınızdakine şiddetli olduğu
kadar, ne idüğü belirsiz suçlam alar getirmenizdir.
Beriki ne demek istediğinizi anlam aya kalkıştığında,
ek bir açıklama daha yaparak tuzağın ağzını sım sıkı
kapatırsınız: “Böyle biri olm asaydın, zaten bana bir
de soru sormaya kalkmazdın. Neden söz ettiğim i bil
mem en bile, ne m enem bir kaçık olduğunu apaçık
gösteriyor zaten.” Söz kaçıklığa gelmişken: Akıl
(ruh) hastası denen kim selerle uğraşanlar, bu yönte
mi uzun zam andan bu yana başarıyla uygulam akta
dırlar. Soruya m uhatap olan kişinin, soru soran tara
fından kendine atfedilen kaçıklığın neresinden belli
67
olduğunu soru soranın kendisine açık seçik göster
m esini istediği ender durum larda, m uhatabın sorusu
onu kafadan sakat olduğunun bir başka kanıtı olarak
kullanılır; “Deli olm asaydın, ne dem ek istediğim i an
lardın.” Bu durum da acemi kişi şaşkınlığa düşerken
uzm an kişi hayranlığını gizleyem ez. Çünkü bu tür
den bir yanıtın ardında bir deha saklıdır. Karşısındaki
kişinin konuya açıklık getirm e girişimi el çabuklu
ğuyla ters çevrilip beklenenden farklı yorum lanm ak
tadır. Beriki “Biz normaliz, sen delisin” biçim indeki
ilişki tanımını, gıkını çıkarm adan sineye çekerse
zaten deli sayılır. Kabul etm eyip karşısındakini açık
lam aya davet ederse de insanlar arasında yaptığı bu
başarısız gezintinin ardından ya çaresizlik içinde öf
keyle saçını ba‘şını yolacak ya da sessizliğe göm üle
cektir. Ama bu tutum uyla da ne kadar kaçık olduğu
nu ve ötekilerin her zam an ne kadar haklı olduklarını
bir kez daha kanıtlam ış olacaktır. A lice A ynalar D i
yarında' da Lewis Carrol bu m ekanizm ayı çok güzel
betimlemiştir. K ara ve Beyaz Kraliçe, A lice’i her
şeye karşı çıkm akla suçlarlar ve bunu onun akılsızlı
ğına ya da ruhsal durum una bağlarlar.
68
“inkâr etmem için ellerimi kullanmam ki” diye yanıt
verir Alice.
“Bunu iddia eden de yok zaten” der Kara Kraliçe. “Sa
dece kullansaydın da edemezdin dedim.”
“Bir şeylere karşı çıkmaya can atar bir hava içinde”
der Beyaz Kraliçe “Ama neye, bunu kendisi de tam
bilmiyor.” [1]
69
konum uzun mütevazı çerçevesini aşıyor. Öyleyse
konum uza dönelim.
D em ek ki insan ilişkilerini bozm ada, etkili bir
etm en, karşınızdakine yalnızca iki seçme olanağı bı
raktıktan sonra, o bunlardan birini seçer seçmez öte
kini seçm ediği için onu suçlamaktır. İletişim alanın
daki araştırm alarda bu m ekanizm a seçenekler
yanılsam ası olarak bilinir ve çok yalın bir şemayla
şöyle gösterilebilir: A’yı yaptıysa B ’yi, B ’yi yaptıysa
A’yı yapm ası gerekirdi. Bu bağlam da özellikle açık
seçik anlaşılır bir öm ek Dan G reenburg’un daha
Önce de değindiğim iz H ow to be a Jew ish M oth er ki
tabında, Yahudi annelere yaptığı tavsiyelerdir (14.
sayfadaki dipnotum uzu da okuyabilirsiniz.)
70
ti Gerhard B ronner’in deli gibi m otosiklet kullanan
serseri gencinin sözlerini aklına getirm eden edem i
yor. “Doğrusu nereye gittiğim konusunda bir fikrim
yok, am a işte bu yüzden de gideceğim yere çarçabuk
varıyorum .”
Karşım ıza tek tek, ayrı ayrı çıkarıldıklarında, her
iki seçeneği de ayrı ay n geri çevirm ekte çoğunlukla
güçlük çekm ediğim iz halde, bir arada sunulm uş se
çenekler yanılsaması m ekanizm asına kanm aya, ona
yenik düşm eye niçin eğilim li olduğum uzu psikiyat-
ristler ve psikologlar henüz açıklayabilm iş değiller
dir. İnsan kendini ilişkilerin karm akarışıklaştırılm ası
işine adadı mı, deneyim den çıkan şu sonuçlardan ya
rarlanm asını bilmelidir.
İşin başındakiler için birkaç egzersiz:
1. Birisinden belli bir iyilik yapm asını rica edin.
Beriki işe koyulur koyulm az hem en bir başka ricada
bulunun. İsteklerinizi sırayla yapacağı am a aynı anda
yerine getiremeyeceği için kazandınız demektir. İlk
başladığı işi bitirmeye mi uğraşıyor, ikinci ricanızı
göz ardı ettiğinden yakınabilirsiniz ya da İkinciden
başlarsa aynı şeyi birincisi için yapabilirsiniz. Bunun
üzerine öfkelenirse kırgın bir tavırla ona, son zam an
larda ne kadar huysuzlaştığını anım satırsınız olup
biter.
2. Hem ciddi hem de şaka olarak algılanabilecek
bir şey söyleyin ya da yapın. Karşınızdakini artık
tepkisine göre ya ciddi bir şeyi şakaya boğm aya ça
lıştığı için ya da m izah duygusundan yoksun olduğu
için suçlayın.
3. K arşınızdakinden bu sayfayı okumasını rica
edin, ederken de bu satırların tam onun size karşı
71
tavrını yansıttığını ileri sürün. Çok az bir olasılıkla
da olsa size hak verm esi halinde sizinle ilişkilerinde
sizi nasıl yönlendirmiş olduğunu itiraf etmiş dem ek
tir. A m a eğer -böyle davranm a olasılığı çok daha faz
ladır- sizin iddianızı çürütm eye kalkarsa gene siz ka
zandınız demektir. Bu durum da ona “aynı şeyi” (sizi
geri çevirmekle) bir kez daha yaptığını ispat etm ek
için aşağı yukarı şunları söylem eniz yeter “Senin
beni yönlendirm elerini sessizce sineye çekince, beni
daha çok yönlendiriyorsun -az önce olduğu gibi-.
Beni yönlendirdiğine dikkatini çekince de beni yön
lendirm ediğini iddia edip yönlendiriyorsun.”
Bunlar sadece birkaç basit örnek. Gerçekten yete
nekli m utsuzluk adaylan, bu tekniği tam bir Bizans
entrikasına dönüşene kadar geliştirebilirler. Öyle ki
karşıdaki kişi eninde sonunda kendi kendine ciddi
ciddi “Ben gerçekten de deli m iyim ” diye sormadan
edem eyecek hale gelir. H er halükârda beyni sulana
caktır. Bu taktikle kişi yalnızca kendi tutarlılığını ve
norm alliğini ispatlam akla kalm ayacak önem li bir
m iktar rezilliğe de yol açm ış olacaktır.
Size bir bir verilen ve siz her adım da bir üst basa
mağa geçtikçe inanm aktan vazgeçeceğiniz güvence
lerden oluşan bir m erdivene tırm anm a isteği de ya
rarlıdır. Bu bağlam da ustaca örnekler L aing’in daha
önce değindiğim iz D üğüm ler [9] kitabında yer al
maktadır. Burada anahtar sözcük durum undaki g e r
çekten sözcüğü tayin edici bir rol oynar. Şu model
öm ek de onundur:
72
"Really?" (G erçekten m i?)
"Yes, really.” (Evet, gerçekten)
"But, really, really? (Ama gerçekten de g e r
çekten m i?)
73
nen kişinin karşısına dikilip: “İsa senin için çarm ıhta
ölm üşken sen nasıl olur da hayattan hoşlanabilirsin?
Çarm ıhta ölm ek onun hoşuna mı gitti sanıyorsun”
diye sorarak L aing’in reçetesini gene de uygulayabi
lir. [9, s.8] Bundan sonrası şaşkınlıktan apışıp kal
m aktan ötürü, koca bir sessizliktir.
74
“içinden
geldiği
gibi
(kendiliğinden)
davran”
75
m antığın tüm taleplerine karşılık gelen katıksız, ha
kiki bir paradokstur.
M antığın zirvesini temsil eden kristal duruluğun
daki odacıklarda zorlam a ve kendiliğindenlik (yani
özgürce, serbestçe, dıştan etkilenm eden insanın
kendi içinden gelen her şey) birbirleriyle kesinlikle
bağdaşm az bir biçim de dururlar. Buyruk üzerine bir
şeyi kendiliğinden yapm ak, tıpkı bir şeyi kasten
unutm ak ya da bile isteye derin uyumak gibi olanak
sızdır. İnsan ya içinden geldiği gibi yani kendi özgür
iradesi, kendi kararı doğrultusunda davranır ya da bir
büyruğa, bir yönergeye göre eylem lerini gerçekleşti
rir; bu nedenle de bu davranışına artık “kendiliğin
den” denemez. Salt mantıksal açıdan bakıldığında; bu
iki tür davranışı aynı zam anda gerçekleştirem ez. İyi
de m antıktan bize ne? “Kendiliğinden davran” diye
yazabileceğim gibi bunu sözle de söyleyebilirim.
M antıkmış, değilmiş, kâğıtlar ve ses dalgalan sabırlı
ve uysaldırlar; ileti alıcısı (okur) ise pek o kadar
uysal ve sabırlı değildir. Böyle bir paradoksla karşı
laştığında ne yapabilir ki?
John Fow les’in Koleksiyoncu rom anını biliyorsu
nuz, sözü nereye getirm ek istediğim i hem en anlam ış
sınızdır. Koleksiyoncu, önceleri sadece kelebeklerle
ilgilenen bir adamdır. Toplu iğnelerle tutturulm uş ke
lebeklerin karşılanna geçip güzelliklerini uzun uzun
seyreder. Uçup gidecek halleri yoktur elbette hayvan-
lann.-G üzel öğrenci M iranda’ya tutulup aynı tekniği,
daha önce değindiğim iz “aynı şeyi bol bol uygula”
reçetesi uyarınca kız üzerinde uygulam aya kalktığı
anda, K oleksiyoncum uzun m utsuzluğu da başlar.
76
Öyle ahım şahım bir güzelliği bulunm adığı ve kendi
ne de fazla güvenm ediği için, M iranda’nın onu ken
diliğinden istem eyeceğini varsayıp kızı kaçırır. K ele
beklerde kullandığı toplu iğnelerin yerine, bu kez
inin cinin top oynadığı, kentdışı bir yerdeki bir çiftlik
evinden yararlanır ve kızı orada zorla tutmaya başlar.
Bu katıksız zorlam a sayesinde günün birinde (kız
için gittikçe katlanılm azlaşan tutsaklık süresi içinde)
kızın kendisine âşık olacağını um ar ve bekler. Neden
sonra; ağır ağır, “kendiliğinden davran”ma paradok
sunun acı ve um utsuz trajedisi kendini belli etm eye
başlar. Çünkü bu paradoks yüzünden ulaşm ak istedi
ği şeyi bizzat kendisi olanaksız kılmıştır.
Biraz zorlama m ı oldu bu? Fazla mı yazınsal? O
zam an buyrun, üretm ek için öyle dolambaçlı yollara
sapmanızı gerektirm eyen sıradan, günlük bir olay:
Oğlundan ev ödevlerini sırf ödev oldukları için
değil de gönüllü, kendiliğinden yapm asını isteyen,
şu duya duya gına getirdiğim iz klasik anne örneği.
Okuyucunun gördüğü gibi daha önce sözünü ettiği
miz püritanizm tanım ının ters çevrilmesi durum uyla
karşı karşıyayız burada. Püritan düşüncede, yaptığın
işten zevk almamak senin görevindir, deniyordu; bu
rada, görevin sana zevk vermelidir, deniyor.
Kısacası, bu durum da insan ne yapabilir?, diye
daha önce de adeta yanıtı içinde olan bir soru sor
muştum; çünkü ortada çıkış yolu görünmemektedir.
Kocasının, eşinden aldığı cinsel hazla yetinm eyip
her defasında eşinin de bundan doya doya zevk al
masını istediği bir kadın ne yapabilir? Az önce de
ğindiğimiz, ödevlerini içinden gelerek, seve seve
77
yapm ası istenen gencin yerinde olsak ne yaparız?
İnsan böyle durum larda ya kendisinde ya da dünyada
bir terslik olduğuna hükmeder. Ancak kişi “dünyay
la” hesaplaşırken çoğunlukla yenilmeye m ahkûm ol
duğundan, pratik bir yol izleyerek kabahati kendinde
aram adan edemez. Henüz pek inandırıcı gelm iyor bu
söylediklerim iz size değil mi? Korkmayın, kuşkunu
zu kolaylıkla dağıtabiliriz.
H erhangi bir nedenle şen ve neşeli olm anın görev
olduğu bir ailede doğduğunuzu düşünün. Daha açık
seçik ifade etm ek gerekirse çocukların şen, şakrak,
pür neşe hallerinin anne babanın çocuk yetiştirm ede
ki başarılarının apaçık kanıtı olduğu düşüncesini bir
ilke olarak baştacı etmiş bir aile olsun bu. Ve diyelim
ki günün birinde keyifsizsiniz ya da yorgunluktan
bitip tükenm işsiniz ya da beden dersinden, dişçiden,
ne bileyim , karanlıktan korkuyorsunuz ya da izci
olm ak içinizden gelmiyor. A m a sevgili anne babanı
zın gözünde bütün bunlar ne geçici bir keyifsizlik,
bir yorgunluk ne de bir çocuk için tipik sayılacak
korkulardır; yaptığınız, anne babanızın çocuk yetiş
tirm edeki yetersizliklerine karşı sessiz, am a o ölçüde
bağıran bir suçlamadır. Buna karşı onlar da kendile
rini savunacaklar, sizin için neler neler yaptıklarını
sayıp dökecekler, ne büyük özverilerde bulunm ak
zorunda kalm ış olduklarını ve neşeli olm am aya ne
hakkınız ne de nedeniniz bulunduğunu ileri sürecek
lerdir.
Öyle pek de azım sanm ayacak sayıda anne baba
böyle durum larda, örneğin çocuğa “O dana çık ve
keyfin yerine gelene kadar gözüme görünm e!” diye
78
rek işi ustaca büyütm eyi becerirler. Böylelikle çocu
ğun biraz iyi niyet, biraz da çabayla duygularını
k ö tü’den iy i’ye çevirebileceği ve yüz sinirleri yardı
m ıyla doğru yüz adalelerini faaliyete geçirerek “iyi
bir” insan olarak “iyi” insanlar arasında kalm a m üsa
adesinin kendisine yeniden iade edilm esini sağlaya
cak o gülüm sem eyi gerçekleştirebileceği -dolaylı
yoldan olduğu için- o ölçüde kibarca dile getirilm iş
olur.
(Tıpkı sarım sak ve sevgi ilişkisinde olduğu gibi)
üzüntü ile ahlaksal yönden eksik olm a duygusunun,
-öncelikle de nankörlüğün-, birbirleriyle kopm az bi
çim de sarmaşmalarını sağlayan bu basit teknik, m ut
suzluk konum uz açısından büyük önem taşımaktadır.
Bu uygulam a karşım ızdakinin ruhunda derin suçlu
luk duygularına yol açm akla kalmaz, onu daha iyi
bir insan olmuş olması halinde kendisinde bulunm a
m ası gereken duygular taşıdığı suçlam asıyla da karşı
karşıya bırakır. Ve beriki, duygularına istenilen tarz
da olum lu bir yön verebilmek için onlara nasıl ege
m en olabileceğini soracak kadar arsız ve utanmazsa,
daha önceden bildiğimiz bir uyarıyı, iyi bir insanın
bunu kendiliğinden anlaması gerektiği ve sormaya
filan ihtiyacı olm adığı uyarısını ona yapm anızı tavsi
ye ederiz (Lütfen bunu yaparken kaşlarınızı yukarı
kaldırıp kederli kederli bakın).
Bu eğitim i başarıyla geçiren kişi, kendi yönet
menliği altında depresyon üretm e aşam asına geçebi
lir. Ama bu alanda antrenmansız insanda suçluluk
duygusu doğurm aya çalışmak, sırf onu sevdiğiniz
için göze alınmış beyhude bir çabadır. Çünkü bu gi
bileri, en az keder ve üzüntü uzm anları kadar ruhsal
79
sıkıntıları tanıyan, am a oldum olası, ara sıra üzülüp
efkârlanm anın günlük yaşamın kaçınılm az bir ruhsal
durum u olduğu görüşünü paylaşm ış kim selerdir;
gelir geçer keder; kim bilir neden; bu gece değilse
bile, ertesi sabah erkenden dağılıp gidecektir efkâr,
derler. A m a hayır işte, üzüntü başka şeydir depres
yon başka; Çocuklukta bize öğretilm iş olanı [üzüntü
den kurtulam ıyorsak kabahati kendim izde aram a
alışkanlığını] ilerki yıllarda da sürdürerek belli du
rum larda üzülm eye ne hakkımız ne de nedenim iz bu
lunduğuna kendimizi inandırarak üzüntüyü ruhsal
çöküntüye dönüştürebiliriz. Öyleyse ruhsal çöküntü,
bu dönüştürm e yeteneğim izin sonucudur. Bu uygula
manın garantili sonucu, ruhsal çöküntünün derinleş
m ekle kalm ayıp sürüp gitmesidir. Ayrıca sağlıklı
insan aklının sesini dinleyen ve yüreklerinin uyarısı
nı izleyerek söz konusu ruhsal çöküntü içindeki kim
seye nasihatlar vermeye kalkışan, onu cesaretlendi
ren ve kendini biraz olsun toparlam asını söyleyen
insanlar da ruhsal çöküntüyü derinleştirm e başarısını
gösterirler. Çünkü böylelikle kurbanım ız, ruhsal çö
küntü içinde kalmak için kendi payına düşeni ve
elinden geleni yapmış olduğunu anlar. Aynı zam anda
kendisine nasihat edenin o toz pem be, iyim serlik
dolu hayat anlayışına katılam adığı, bu yüzden de
onun iyi niyetine karşın onu acı bir düş kırıklığına
uğrattığı için kendini duble suçlu hisseder. Hamlet
bile m elankolik kişinin yaşam anlayışı ile çevresin
deki dünyanın yaşam anlayışı arasındaki elem verici
farklılığın bilincindedir. Ve bu farklılıktan kendi
am açları doğrultusunda ayrıca parlak bir biçimde ya
rarlanm ayı becerir:
80
Son zamanlarda bilmem neden, bütün neşemi yitir
dim, bütün alışılmış çalışmaları bir yana bıraktım ve
gerçekten de öyle karardı ki içim, dünya, bu görkemli
yapı, çorak bir kayalığa döndü gözümde. Hava, o
muhteşem başörtüsü dünyanın, görüyor musunuz, bu
gururlu gökkubbe, altın ışıklarla bezeli bu ihtişamlı
dam ahh, bana hastalıklı bir ifrazatm bulanık, puslu
kokular birikintisi gibi görünüyor. İnsan ne harika bir
başyapıt. Aklı bakımından ne soylu, yetenekleri ne
kadar sınırsız; duruşu ve hareketleri ne kadar anlamlı
ve hayranlık uyandırıcı; eylemleri bir meleğinki gibi;
kavrayışı tanrıca, dünyanın süsü; yaradılışın amacı!
Ama gene de benim için nedir, bu özü tozdan şey? İn
sanın tadı yok benim için...” [21]
81
Beni
sevenin
bir
acayipliği
olmalı
82
barca olm asa da ondan daha özlü bir ifadeyle yıllar
ca sonra şöyle dile getirir: “Benim gibi birini üye
olarak kabul edecek bir kulübe girm eyi rüyam da bile
aklım a getirm em .” Bu esprinin derinliğini kavrayıp
onu açıklam a zahm etine girerseniz aşağıdaki söyle
yeceklerim ize iyi hazırlanm ışsınız demektir.
Sevilmek her halükârda esrarengiz bir şeydir. Bu
esrar perdesini kaldırm ak ve durum a açık seçiklik
kazandırm ak için soru sorulm ası pek hayırlı sonuçlar
vermez. D iyelim ki sordunuz, en ehven durum, öte
kinin sizi niçin sevdiği konusunda hiçbir diyeceği ol
mamasıdır. En kötü olasılık ise sizi sevme nedenini,
sizin o ana kadar en çekici özelliğiniz olarak görm e
diğiniz bir yanınıza bağlam asıdır; örneğin sol om u
zunuzdaki b en’iniz gibi. Sükût bu bağlam da da bir
kez daha altın olduğunu tartışm aya yer bırakm aya
cak biçim de gösterir.
Buradan konumuzla ilintili olarak ne sonuçlar çıka
rabileceğimiz şimdi daha bir netleşmeye başladı. Ya
şamın, sevilmeye değer biri olduğu apaçık görülen ar
kadaşınızın aracılığıyla size sunduğu şeyi minnet ve
şükranla kabul etmeyin. İşi kurcalayın. Neden, diye
ona değil, kendinize sorun. Çünkü onun muhakkak bir
art niyeti vardır. Bunu da size ölse açmaz.
Anlayacağınız, insanın aşkı, daha önce benden çok
daha büyük düşünürlerin üzerinde boşu boşuna kafa
patlattıkları ve dünya edebiyatmm ünlü yapıtlarından
bazılarının dayandıkları bir paradokstur. Rousse-
au’nun M adame d ’H oudetot’a yazdığı mektuptan şu
cümleyi alalım: “Benim olursanız size sahip olacağım
için, büyük saygı duyduğum sizi yitireceğim.” Bu
sözleri iki kez okumakta yarar var. Rousseau’nun söy
lemek istediği sanki şu: Kendini bütün benliğinle
bana veren kimse, sırf bu yüzden aşkımm muhatabı
83
olm aya uygun değildir (Bu görünüşte iyice abartılmış
anlayış, çok iyi bilinen bir güney ülkesinde alabildiği
ne yaygındır). A şk ateşiyle yanıp tutuştuğundan kesin
likle em in olan sevdalı, karşısındakine yalvar yakar
kendisinin olmasmı söyler ve beriki ona teslim olur
olm az da onu hor görmeye başlar. Çünkü namuslu bir
kadm ona göre hiçbir zaman böyle bir şey yapmaz.
Aynı ülkede -elbette resm en hiçbir zaman itiraf edil
meyen- temel bir ilke geçerlidir: Bütün kadınlar fahi
şedir, anam hariç, o bir azizeydi (Malum, anasıyla o
işi elbette yapamadığından).
Sartre ünlü yapıtı Varlık ve H içlik 'te sevgiyi, bir
özgürlüğe özgürlük olarak sahip olm a yolundaki
beyhude bir çaba olarak tanımlar. Bu konuda şunları
söyler. [19, s. 471]
84
E lster’in U lysses and the Sirens [2] adlı ilginç kita
bında da bulacaktır. A m a işin başında olan m utsuzluk
adayının ihtiyacını karşılam aya az önce söyledikleri
m izin yetmesi gerekir. G ene de bu işte hayli yol
almış olanlar, bu kadarıyla yetinmeyeceklerdir. A nla
yacağınız buraya kadar söylenenlerin bağlamından,
sadece aramızdaki Groucho M arx’lan n yararlanabi
lecekleri bol bol sermaye üretm ek mümkündür. G ro
ucho M arx’lar diyoruz, çünkü bu serm ayeden yarar
lanm anın önkoşulu, kendini sevgiye layık olm ayan
biri olarak görmektir. Böyle birini seven, daha baştan
bu bağlam da kayıp demektir. Çünkü sevgiyi hak et
memiş birini sevenin muhakkak bir acayipliği var de
mektir. M azoşizm gibi bir karakter bozukluğu, iğdiş
leştirici bir anneye nevrotik bağlılık, aşağılık olanın
çekiciliğine sayrıl bir düşkünlük; işte söz konusu di
şinin ya da erkeğin sevgisini açıklam aya yarayacak,
dolayısıyla da onu katlanılm az kılacak nedenler bu
türdendirler (İyice tatm in edici bir tanılar derlem esi
yapm ak isteyenin, belli bir ölçüde psikoloji bilmesi
ya da hiç değilse kendini tanım a için yapılan grup ça
lışm alarına katılması çok büyük değer taşımaktadır).
Böylelikle sadece sevilen varlığın kendisi değil,
hem sevenin kendisi hem de sevgi sevgi olarak üs
tündeki kılıfı atıp tüm rezilliğiyle ortaya çıkar. Ehh
bundan fazlası da can sağlığı. Bildiğim bütün yazar
lardan çok daha etkili bir biçim de Laing bu açm azı
D üğüm ler adlı çalışm asında anlatmıştır. Bölüm ü ek
siksiz veriyorum. [9, s.24]
85
Jack’a saygı duyuyorum
Bana saygı duymadığı için.
Jack’ı sevdiğimden
Onun beni sevdiğine inanamam.
86
insan
soylu ,
yardımsever
ve
iyi
olmalı
87
rengiyle parıltısını yitirebilir. Bunu az önce sevgi ko
nusunda gördük. Özverili davranışım ızdan ve yar
dım severliğim izin katıksızlığından kuşkuya düşmek
için art düşüncelerim iz olup olm adığını kendimize
sorm am ız yeter. Yani Tanrı katındaki hesap defterine
yatırım olsun diye mi yaptım bunu? B ililerini etkile
mek için mi? Bana hayranlık duyulsun diye mi? Ö te
kini kendim e zorla m innettar kılm ak için mi? G örü
yorsunuz işte, olum suz düşünm enin gücü sınırsızdır;
çünkü arayan bulur. Ruhu tem iz kim se için sözümo-
na her şey zaten tertemizdir, am a buna karşılık ka
ram sar kişi her yerde bir bityeniği bulur ya da bir
pisliğin ayak izlerini. Başka benzetm eler için ayakbi-
lim literatürüne bakabilirsiniz.
Bunu yapm akta güçlük çeken kim se el altındaki
literatüre şöyle bir göz atsın yeter. B uralardan gözü-
pek itfaiyecinin gerçekte ruhen engellenm iş bir fıro-
man* olduğunu öğrenecektir; yiğit asker çok derin
lerde yatan, bilinçdışı kendini öldürm e dürtüleriyle
kıvranan ve bu dürtüleri boşaltan biridir; polis, sırf
kendisi suç işlem em ek için başkalarının suçlarıyla
uğraşır. Ünlü dedektifin güç bela gizlenm iş parano
yak bir ruhu vardır. H er cerrah örtük bir sadist, her
nisaiyeci bir dikizcidir. Psikiyatrisi Tanrı rolüne so
yunm ak ister. -İşte görüyorsunuz dünyanın çürüm üş
lüğünü açığa çıkarm ak bu kadar kolaydır.
Ama davranışların ardındaki “asıl” hareket neden
lerini bu yoldan keşfetm eyi tarz olarak benimseye-
m eyen kimse, yaptığı yardım ı acemi kişinin ağzını
şaşkınlıktan açık bırakacak bir cehennem e dönüştü
88
rebilir. E sas olarak bir kişinin ötekine yardım etm esi
olgusuna dayanan bir ilişkiyi kafam ızda canlandır
mamız, ne dem ek istediğim izi anlam aya yeter. Bu
türden bir ilişkinin doğası gereği iki kaçınılm az so
nucu vardır. Yardım ya başarılı olm uştur ya da başa
rısız (Gene bu ilişkide de üçüncü bir olasılık bulun
mamaktadır). Başarısızlık, yani yardım ın işe
yaram aması durum unda yardım etme alışkanlığı ka
nma işlemiş yardım severin bile sonunda canına tak
diyecek, o da derin bir üzüntü ve hayal kırıklığıyla
ilişkiyi koparıp geri çekilecektir. Başarılı olm ası du
rum undaysa artık yardım ı alan kim senin bundan
böyle yardım a m ardım a ihtiyacı olm ayacağından,
sırf bu yüzden ilişki kopacaktır. Çünkü ilişkinin an
lamı ve amacı, yardım ın başarıya ulaşm asıyla tüken
miş olacaktır.
Bu konuda edebiyat alanında örnekler ararken in
sanın aklına, şeytan ruhlu (ama aslında günahsız ve
sevgiyi hak etmiş) fahişeyi kurtarm aya ve onun ru
hunu arındırm aya soyunmuş, 19. yüzyıl rom an ve
opera metinlerindeki soylu gençler geliyor. Gene
hem en hemen istisnasız çok zeki olan, sorum luluk
dolu, kendilerini seve seve feda eden; alkolikleri, ku
m arbazlan ya da canileri, aşklannın büyüleyici gü
cüyle birer fazilet tim saline dönüştüren ve o acı sona
kadar adam ın aynı rezilliği sürdürm ekteki kararlılı
ğına, aynı kararlılıktaki aşklanyla ve yardım severlik
leriyle karşılık veren kadınlar, bu konuda her zam an
pratik örnekler sunarlar. İçerdikleri m utsuz kılm a gi-
zilgücü bakımından bu ilişkiler handiyse kusursuz
durlar, çünkü taraflar olumlu bir ilişkide hemen
89
hem en olanaksız görünen bir tarzda birbirlerine
uygun düşer ve birbirlerine göre kendilerini ayarlar
lar (Bu konuda haham Jochanan “insanlar arasında
birbirine uyan bir erkekle kadın bulup, bunları karı-
koca olarak bir araya getirmek, M usa’nın Kızıl
D eniz’i yarm a m ucizesinden daha zordur” derken
yanılmaktadır). Kendini feda edebilm ek için yukarı
da tanım ladığım tipte bir kadının sorunlu ve perişan
bir insana ihtiyacı vardır; az çok kendi başına buyruk
işleyebilen bir erkeğin hayatında ise ne kadının yar
dım ına, dolayısıyla ne de kendisine yeterli bir yer ve
ihtiyaç vardır. Ö te yandan erkek çuvallam aya devam
edebilm ek için yılm ayan bir yardım cıya muhtaçtır.
Ne var ki bir elin ötekini yıkaması ilkesine bağlı bir
kadın, bu türden bir ilişkiyi fazla götürm eden ondan
uzak kalmalıdır. D em ek ki reçetem iz şöyle: İnsan,
öyle olm ak isteğini kendi öyle oluşuyla m üm kün
kılan ve bunu yapm ayı kabul edip onaylayan bir eş
bulmalıdır. A m a bu ilişkide de am aca ulaşm aktan ka
çınm ak en doğru tutumdur.
İletişim kuram ında bu ilişki m odeline kollusion
denir. Sözcük anlam ı iki unsurun üçüncü bir unsura
karşı anlaşması, ittifak yapması, işbirliğine gitm esi
demektir. Zekice bir uzlaşm a, bir Q u id p ro quo (bir
şeyin başka bir şeyin yerine konması; geçm esi, geçi
rilmesi); ilişkiler düzlem inde bir art niyetli tertibe ge
rilmesi söz konusudur (durum a göre tam am en bilinç
sizce). Bu türden bir işbirliği sayesinde kişi kendini
nasıl biri olarak görüyorsa öyle biri olarak karşısın
dakine benim setip onaylatır. İşin aslını bilmeyenler,
böyle bir onaya, niçin ille de ikinci birine gerek bu
90
lunduğunu haklı olarak sorabilir. O ysa yanıt basittir.
Ç ocuksuz bir anne, hastasız bir doktor, devletsiz bir
başkan tasarlam aya çalışın bakalım. Bu ötekinden
yoksun kimseler, sadece insan müsveddesidirler, ta
m amlanm amış, geçici insanlardır, deyim yerindeyse.
A ncak onu tam am lam ak için gerekli rolü üstlenen
kim se sayesinde “gerçeğe” dönüşürler, gerçek olur
lar. Öteki yoksa, hayalgücüne, düşlere muhtaç ol
m uşlar demektir. O ysa düşler sabun köpüğüdür. Peki
de niçin herhangi bir kişi, öteki, bu belli rolü bizim
için üstlenm eye razı olsun? O lm asının iki nedeni bu
lunmaktadır.
91
gerilem e, kabaran suların çekilm esi aşaması gelir;
gelir gelm ez de ötekinin ilişkiyi bozup gitmesini ön
lem ek kaygısıyla gerçekleştirilen beyhude girişimler.
Bu konuda da bir kez daha S artre’a kulak verebiliriz
[19, s.467]:
92
bidir. A m a daha az yetenekli, acemi fahişelerin söz
konusu olduğu durum larda, işin tam da bu noktasın
da m üşterinin hayal kırıklığı büyük olmaktadır. Ama
m üşterinin aklının başına gelmesi ya da ilişkiden
ötürü pişm anlık duym ası durumu, yalnızca fahişelik
alanına özgü değildir; bu türden birliktelik, uzlaşm a
öğelerinin herhangi bir ilişkiye sızdığı her yerde ka
çınılm az olarak ortaya çıkm a eğilim i gösterir. B ir sa
dist -der şu ünlü espri- bir m azoşiste sevim li gelen
biridir. Birçok eşcinsel ilişkinin sorunu, tarafların
“gerçek” bir erkek ile ilişki kurm aya can atmaları,
am a ilişki kurdukları kişinin de ister istem ez “sade
ce” bir eşcinsel olduğunu saptam ak zorunda kalm ala
rıdır.
Jean G enet [4] Balkon adlı oyununda bu tertiplen
m iş ilişkiler dünyasının enfes ve ustaca bir görünü
münü sunar. M adam Irm a süper bir genelevin yöne
ticisidir. M üşteriler bu evde, elbette ücret karşılığı,
kendilerini tam am latıcı rolleri ötekine oynatma,
başka deyişle bu tam am latıcılığı kiralam a olanağına
sahiptirler. Evin bir köşesinde madam, müşterilerini
tanıtır: Krallara özgü çeşitli m erasim ler ve debdebe
lerle karşılanm ış, F ransa’dan gelme iki kral; batm ak
ta olan destroyerinin kaptan köşkünde bir amiral,
durm adan dua eden, ibadet halinde bir piskopos; yar
gılam a durum unda bir yargıç, eyer üstünde bir gene
ral; Aziz Sebastian; İsa ’nın kendisi (ve bütün bunlar
kentte devrim ayyuka sarmış, kuzey kesim ler çoktan
düşm an eline geçm işken olup bitmektedir). Gel gele
lim M adam Irm a’nın iyi organizasyonuna karşın,
niyet ne kadar iyi olursa olsun, bütün bunların ücreti
93
ödenen bir oyun olm a gerçeğinin üstünü örtm ek ola
naksız olduğu ve ayrıca kiralanm ış tam am layıcı
eşler, rollerini çoğunlukla -m üşterinin kendi “gerçek
liğini” yaşam ayı hayal ettiği biçim de- ona yaşatm ayı
başaracak kadar iyi oynayam adıkları ya da oynam ak
istemedikleri için, ortaya ikide bir hayal kırıklığı do
ğuran aksaklıklar çıkmaktadır, örneğin “yar
gıç” “hırsız” kıza şöyle der:
94
masa ne olurdu halimiz, ama ya bir de
hırsızlar olmasaydı?*
* Balkon, Jean Genet, Çev: Uğur Ün, 1990, Ayrıntı Yayınları, s. 29-30.
»____
95
Çılgın
yabancılar
96
ve niçin m eydana geldiği tartışm asına bilgece sözler
le katılacak değilim; ayrıca buna yetkim de yok.
Sorun dünya çapında bir sorundur: A B D ’deki M ek
sikalIlar, VietnamlIlar ya da Haitililer, F ransa’daki
Kuzey Afrikalılar, A frika’daki Hintliler, İsviçre’deki
İtalyanlar, A lm anya’daki Türkler (Filistinlilerin, Er-
menilerin, Dürzi ve Şiilerin sorunlarını bir yana bı
raktık diyelim) -bu listenin kolay kolay sonu gel
mez-.
Hayır, yabancıya kişisel olarak kızm ak ve onu
reddetmek için salt kişisel tem aslar ya da hatta bire
bir, doğrudan gözlem ler yeter de artar bile; ister
kendi ülkenizde olsun, ister onun ülkesinde. Bir za
m anlar yem ekten sonra geğirm ek, yem eğin iyi oldu
ğunu gösteren bir kom plim an sayılırdı; bugün artık
sayılmıyor; ortalıkta lafı çok edildi çünkü. Ama
belki ara sıra ağzı şapırdatm anın da dişler arasından
dışarıdan duyulacak şekilde ağıza hava çekm enin
bugün Japonlar için hâlâ yem eğin güzelliğini belirtir
bir tepki olduğunu bileniniz azdır. Ya da Latin A m e
rika’nın herhangi bir yerinde, bir kim senin boyunun
yüksekliğini gösterebilm ek için biz AvrupalIlara son
derece olağan gelecek bir hareketle, bir elini yatay
tutup kolunu o kişinin hayali boy yüksekliğinde kal
dırıp “şu kadar” diye gösterm e hareketinin o kişiyi
adam akıllı sevimsiz durum a düşürdüğünü biliyor
muydunuz? O rada sadece hayvanların yüksekliği
böyle tarif edilebilir.
Ve sözü hazır Latin A m erika’ya getirmişken:
Latin âşığın erkekliğin en parlak timsali olarak ünlü
olduğunu (Anglo-Amerikan dünyaya yabancı bile
97
olsanız) bilm eyeniniz yoktur. Sözü geçen bu dünya
nın sınırları içinde Latin âşık başlıca m arifetlerini
icra eder durur. A slında sevimli, zararsız bir varlıktır.
O ynadığı rol, hâlâ bugün bile sosyal düzeni büyük
ölçüde çok kesin sınırlarla çizilm iş Latin Am erika
toplum unun bu yapısına gayet güzel uyumlanmıştır.
A nlayacağınız toplum un üst tabakası denen seçkin
kesim lerde en azından (resmen) herhangi bir evlilik
dışı kaçam ak alabildiğine zordur ve çok sert engelle
re çarpar. Bu yüzden Latin erkeği aşkından, tutku
sundan hasret içinde bitip tükenen âşık tavrını rahat
lıkla sürdürebilir; çünkü bu tavır, ateşli, üstünden
cinsellik dam layan, am a hiçbir ödün ve uzlaşm aya
yanaşm ayan dünyalar güzeli Latin kızlarının davra
nışına tam karşılık gelmektedir. Bu yüzden Latin
A m erika halk şarkılarının (ve en başta gerçekten
nostaljik güzellikteki B olero' lann), oldum olası bir
türlü kavuşam ayan sevdalıların, ulaşılm az sevgilile
rin acısını, kavuşm anın hem en az öncesindeki önü
alınm az ayrılık kederini ya da U ltim a N o ch e 'nin (ilk
gecenin) (ilk ve ister istem ez son gecenin) insanı
gözyaşlarına boğan harikalığını, rom antik bir tarzda
yüceltm eleri boşuna değildir. A m a bir yabancı bu
şarkılardan şöyle hatırı sayılır bir m iktar dinledikten
sonra yavaş yavaş böyle olm ası şart mı diye sorm a
dan edemez. Yanıt: A slında şarttır.
Şimdi bu Latin âşığı, A B D ’ye ya da İskandinav
ülkelerine ihraç edelim; kadın ilişkisi sorununa ada
makıllı katkıda bulunm uş oluruz. Çünkü âşığım ız
alışageldiği gibi buralardaki dilberler için de yanıp
tutuşmaya, onlara kur yapm aya başlayacaktır. Ne var
98
ki buradakilerin oyun kuralları bam başkadır: A nla
yacağınız Latin A m erika’daki kadınlardan kat kat
daha serbesttirler, bu nedenle de âşığım ızı ciddiye
alarak ona yüz vereceklerdir. G elgelelim bizimki
böyle bir şeye hazır değildir; çünkü onun sanatının
kurallarına göre kadınlar, kızlar, onu ya terslemeli-
dirler ya da nikâh gecesini bekle deyip avutm alıdır-
lar. Bu durum un çok şey uman beklenti içindeki ba
yanlarda yaratacağı hayal kinci karm aşık sorunları
ve Latin âşığın Ultim a N oche m itosuna göre ayarlan
mış iş becerm e yeteneğinin karşısına dikilecek um ut
kırıcı güçlükleri kafam ızda canlandırm am ız güç ol
m asa gerekir. Bir kez daha, varm aktansa um utla yol
culuk etm enin çok daha iyi olduğunu görm üş oluyo
ruz.
İtalyan kadınlan son yıllarda özgürleşim yolunda
önemli adım lar atalı beri benzer sorunlar İtalyan er
keklerinin de başına musallat olm uşa benzemektedir.
Eskiden İtalyan erkeği, ateşli bir erkek gibi davran
mayı bir görev sayar; böyle de davranabilirdi. Göze
alacağı tehlike küçüktü, çünkü dişinin onu (çoğun
lukla) geri çevireceğine kesin gözüyle bakabilirdi.
Erkeğin bir kadına asılırken temel bir ilkesi vardı:
Kim olursa olsun, herhangi bir kadınla beş dakika
dan fazla bir süre yalnız kalıp da ona asılm az ya da
sanlm azsam eşcinsel olduğumu sanar. O ysa kadınlar
bu meselede daha rahat ve daha açık davranm aya
başlayalı beri şöyle el altındaki psikiyatri istatistikle
rinin verilerine bakacak olursak, ortaya bir sorun
çıkm ışa benzemektedir. Cinsel yetersizlikten m usta
rip, tedavi gören İtalyan erkeklerinin sayısı hızla art
99
maktadır. Ancak ve ancak erkeğin karşısındaki kadı
nın, erkeğin davranışını tam am layacak “doğru” tavrı
benim sem esi ve onu anaç, him aye edici bir tutumla
reddetm esi kesinse alışılageldik biçimde ateşli, tut
kulu ve hızlı bir erkek gibi davranm anın pek bir teh
likesi yoktur.
Buna karşılık biz AvrupalIların A B D ’de Latin
âşığın yanılgısının tam tersi bir yanılgıya düşm em iz
de çok kolaydır. Tanımadık birinin gözlerinin içine
bakm anız için burada size tanınan süre çok kısadır.
Bu süre şöyle bir saniye bile aşılsa ABD ve Avru
p a ’da çok farklı sonuçlarla karşılaşırsınız. Bizim Av
ru pa’da karşım ızdaki bu durum dan şüphelenir, bakış
larla kurulm uş teması koparır ve gözden kaybolur.
Kuzey A m erika’da ise erkek, gülüm ser (hele kadınsa
muhakkak gülüm seyecektir). Bu, en çekingen kim se
yi bile, bu kişi bana özel bir yakınlık duyuyor diye
düşünm eye hani “ilk bakışta aşk” denir ya işte öyle
bir şeyin doğduğu varsayım ına itecektir. Kişi, şansım
açık diye düşünm eden edemeyecektir. O ysa kadının
ya da.kızın böyle bir niyeti kesinlikle bulunm am ak
tadır. Sadece, burada oyunun kuralları değişiktir o
kadar.
N için bu her ulustan insanı aynı kaba koyduğu
m uz aldatıcı budunbilim sel incileri döktürüyoruz ki
sanki? Söyleyelim: Elbette bilgim izin evrenselliğini
göstererek sizi etkilem ek için değil, sadece bu reçe
teyi kullanarak,dış ülkelerdeki gezinizin yanı sıra, ül
kenizdeki yabancının da gezisinin ya da burada ge
çirdiği günlerin alabildiğine hayal kırıcı olm asını
sağlayıp burnundan getirebilesiniz diye. G ene düşü-
100
ilebileceğiniz en basit ilkeye başvurm anız yeter:
Bütün karşı kanıtlara ve aksinin ispat edilm iş olm a
sına hiç aldırış etm eksizin kendi davranış ve tutum u
nuzun bütün koşullar altında olağan ve norm al oldu
ğunu varsayın. Böylece aynı koşullar altındaki ya da
aynı durum daki bütün öteki tutum ve davranışlar ka
çıkça ya da en azından salakça olup “çıkacaklardır.”
101
Bir
oyun
olarak
yaşam
702
sağ eli, sol elin yaptığından haberdar etm em ek oldu
ğunu söylemiştik. Böylelikle W att’ın ya da L aing’in
oyununu kendi kendinize oynayabilirsiniz.
Bunlar öyle boş hayaller değil, uzun süreden beri
yüksek m atem atiğin bir kolu olan oyun kuram ı, bu
ve benzeri sorularla uğraşmaktadır. Çalışm am ızın en
son esinini bu alandan alacağız. K olaylıkla düşüne
bileceğimiz gibi “oyun” kavram ı, m atem atikçi için,
çocuğun oynadığı oyun anlam ına gelmemektedir.
M atem atikçi için oyun, kavram sal bir çerçeve oluş
turur; bu çerçeve içinde m üm kün olan en iyi oyun
davranışını belirleyen kurallar geçerlidirler. İnsanın
bu kuralları anlam ası ve giderek doğru uygulaması
durum unda kazanm a şansını artırabileceğini biliyo
ruz.
Bizim konumuz açısından sıfır toplam lar oyunu
ile sıfır olm ayan toplam lar oyununu birbirinden ayırt
etmek, hem genelde hem de ilkesel bir önem taşır.
Önce sıfır toplam lar oyunlarının mantıksal sınıfına
bir göz atalım. Oyunculardan birinin kaybının öteki
nin kazancını gösterdiği bütün sayısız oyunlar bu sı
nıfa girerler. Bu nedenle kazanç ve kayıp bir arada
sayıldıklarında toplam hep sıfır çıkar. H er basit bahis
bu ilkeye dayanır (Bu türden başka çok karmaşık
oyunların varlığı bizi ilgilendirmiyor).
Sıfır olm ayan toplam lar oyunu ise adından da an
laşılabileceği gibi kazanç ile kaybın birbirlerini
denkleştirm edikleri oyunlardır. Bu, kazanç ve kayıp
toplamının sıfırın üstünde ya da altında olabileceği
anlam ına gelmektedir. Dolayısıyla böyle bir oyunda
d iğer oyuncu da (ikiden fazla kişiyle oynanıyorsa
103
herkes) kazanabilir y a da kaybedebilir. İlk bakışta
belki ne dediğimiz anlaşılm amaktadır, -am a aklım ıza
hemen anlamayı kolaylaştırıcı kimi örnekler geliyor-.
B ir grevi ele alalım. G enellikle grevlerde rol oyna
yan tarafların ikisi de kaybeder; işletm e ve çalışanlar.
Çünkü bu çekişm enin sonucunda taraflardan biri,
ötekine göre nihayet daha avantajlı durum a geçse de
bir taraf m kaybı ile öteki tarafın kazancının- toplamı
kesinlikle sıfır değildir.
Öte yandan grev sonucunda ortaya çıkan üretim
kayıplarının rakip bir işletm enin işine yaradığını ve
hiçbir zam an satam adığından daha fazla mal sattığını
düşünelim. Bu durum da gene bir sıfır toplam lar oyu
nuyla karşı karşıya olabiliriz. Çünkü ikinci firm anın
kazandığıyla birinci firm anın kaybının toplam ı sıfır
olabilir. A m a faturayı ilk firm anın yönetici elem anla
rı ve işçileri ödeyeceklerdir. Çünkü her ikisi de kay
betmişlerdir.
Fabrika yönetim i ile çalışanlar arasında ya da m a
tem atiğin soyut alanlarında irdelediğim iz bu sorunu
insan ilişkileri alanına taşıyalım . İki taraf arasındaki
bir ilişki sıfır toplam lar oyunu mudur, sıfır olm ayan
toplam lar oyunu m u? Bu soruyu yanıtlayabilm ek
için taraflardan birinin “kayıplarının” ötekinin “ka
zançlar” hanesine yazılıp yazılam ayacağına bir bak
m am ız gerekir.
Ve burada 'yollar ve düşünceler ayrılmaktadır.
Kendim izin haklı, karşım ızdakinin haksız ve yanılgı
içinde (zarar) olduğunu ispatlam akla elde edeceği
m iz kazanç, sıfır toplam lar oyununun bir örneği ola
rak anlaşılabilir. Ve birçok başka ilişki de böyledir.
104
İlişkileri böyle bir oyuna dönüştürebilm ek için iki ta
raftan birinin yaşamın kendisini, sadece kazanm a ile
kaybetm e seçeneği sunan sıfır toplam lar oyunu ola
rak görmesi yeterlidir. Ö tekinin felsefesi başlangıçta
bu yönde koşullanm am ış bile olsa bundan sonrası
hiç zahm etsiz kendiliğinden gelecektir. A nlayacağı
nız, ilişkiler düzlem inde sıfır toplam oyunu oynam a
ya başlayın, inanın çok geçm eden nesne düzlem in
deki ilişkilerin de içine edildiğini göreceksiniz.
Çünkü sıfır toplam lar oyunu oynayanların, karşılıklı
olarak birbirlerinin hakkından gelm ekten, dolayısıy
la da kazanan olm aktan başka bir şey düşünm edikle
ri için kolayca gözden kaçırdıkları olgu, asıl büyük
rakibin, yalnızca (görünürde) kıs kıs gülen üçüncü-
nün, yani yaşamın karşısında her ikisinin de kaybe
den tarafta olduklarıdır.
Yaşartıın bir sıfır olm ayan toplam lar oyunu oldu
ğunu görmek bize niçin böylesine zor geliyor? Yenil
mem ek için oyun arkadaşımızı ille de yenm em iz ge
rektiği saplantısından kurtulduğum uz anda birlikte
kazanabileceğim izi niçin görm üyoruz? Ve sıfır top
lam lar oyununu alışkanlık haline getirmiş oyuncu
için, o büyük rakip ile yani yaşam ile uyum ve barı
şıklık içinde yaşanabileceğini kavram ak bu kadar
güç mü?
Am a işte gene yanıtı im a edilen ve N ietzsche’nin
İyi ile Kötünün Ö tesinde adlı çalışm asında, çılgınlı
ğın bireylerde ender görülürken insan öbeklerinde,
uluslarda ve tarihsel dönem lerde âdeta kural olduğu
nu söyleyerek yanıtladığı bir soru soruyorum aslın
da. Peki de biz sıradan faniler, bizim le karşılaştınl-
105
m ayacak kadar güçlü olan sıfır toplam lar oyuncuları
olan örneğin politikacılardan, yurtseverlerden, ideo
loglardan, hatta süper güçlerden daha akıllı olduğu
m uzu nereden çıkarıyoruz? Gözünüzü yumup daha
da üstüne gidin hadi bakalım, daha çok düşman,
daha çok şan ve şeref, isterse geride kalan her şey
tuz buz olsun...
106
Sonsöz
(Bu) oyunun oyun değil de ölüm üne ciddi bir şey ol
duğunu söyleyen temel kural, yaşamı yalnızca ölü
m ün son verebileceği sonsuz bir oyuna dönüştürü
yor. Ve -sanki bu durum yeterince paradoksal
değilmiş gibi- burada karşım ıza ikinci bir paradoks
çıkıyor: Bu ölümüne ciddi oyuna son verebilecek bi
ricik kural bu oyunun kurallarından değildir. Bu
kural için hepsi aynı anlam a gelen birçok ad bulun
maktadır: Centilm enlik, güven, hoşgörü.
Ormana nasıl bağırırsan öyle yankı yapar. Bunu
107
bize daha çocukken söylem işlerdi. Bunu zaten bili
yoruz; am a buna inananlar yalnızca birkaç m utlu
kişi. Çünkü inansak m utsuzluğum uzun yaratıcısı ol
duğum uzu anlam akla kalmaz, m utluluğum uzu da
kendim iz yaratabiliriz.
Bu kılavuz Dostoyevski ile başlam ıştı, onunla bit
sin. E cin n iler 'de D ostoyevski’nin yaratıp yaratacağı
en iki kişilikli kim selerden biri şöyle der: “H er şey
güzel, her şey. İnsan m utlu olduğunu bilm ediği için
mutsuzdur. Sırf bu yüzden. Hepsi bu, hepsi! Bunu
fark eden hem en m utlu olacaktır; anında, oracıkta...”
İşte çözüm böylesine um utsuzluk verecek kadar
kolay.
108
Kaynakça
4. G enet, Jean: D er B alkon, in: Jean G enet: A lle D ram en. M er
lin, H am burg/G ifkendorf 1980.
709
11. M itscherlich, A lexander ve G ert K alow: G lück - G erechtig
keit: G espräche ü ber zw ei H auptw orte. Piper, M ünchen 1976.
13. O rw ell, G eorge: R ache ist sauer. A usgew ählte E ssays, Bd.
2. A lm ancasi: Felix G asbarra. D iogenes, Z ürich 1975.
110
M utsuzluk Kılavuzu ağlayan ya da gülen bir gözle
okunabilir. Her okur kendinden bir şeyler bulabilir. Pireyi
deve yaparak gündelik hayatımızı nasıl katlanılmaz hale
getirdiğimizi görebilir.
Ötekinin yenilgisinin benim zaferimi, onun yitirdiklerinin
benim kazanımımı oluşturduğu bir oyun oynuyoruz bu
dünyada. Yitirilenler ile kazanılanların toplamının sıfır
olduğu bir oyun: Sıfır toplamlar oyunu...
Kendi yaşamımız kadar başkalarının da yaşamını
cehenneme çevirmek için elimizden geleni hâlâ
yapamadığımız duygusunu taşıyorsak Watzlawick’i!
teşekkür etmemiz gerekir. Zira, mutsuz olmak için müthiş
bir yöntem öneriyor bize. Sonuç da garantili'
Mutlu olma yolunu gösteren “saçma sapan" hinimi o
reçeteden bıktıysanız ve hayatınızda yeni bir "mullıılııi*
oyununa” şiddetle ihtiyaç varsa Mutsuzluk Kılnvıı/n
aradığınız kaynak
r >.
I
A Y R I N T I • Dİ Zİ DI ŞI
ISBN «75 539 047-2
9789755390475
11 • ı |'104/9