Professional Documents
Culture Documents
1
Hüseyin Canyaş, Orkunt Canyaş, “Osmanlı’dan Günümüze Misyonerlerin Kültürel Alandaki Faaliyetleri”,
Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi S.31, Niğde 2012, s.57 vd.
2
Mehmet Bayrakdar, Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslam, İstanbul 2011, s.97.
3
Remzi Kılıç, “Misyonerlik ve Türkiye’ye Yönelik Misyoner Faaliyetleri”, Türklük Bilimi Araştırmaları
S.19, Niğde 2006, s.334 vd.
BİRİNCİ BÖLÜM
MİSYONERLİK ve TÜRKİYE’DE MİSYONER FAALİYETTE BULUNAN
TARİKATLAR
c. Misyonerlerin Amaçları
Bir kere daha belirtelim ki, misyoner her imkân ve fırsattan yararlanarak Hıristiyanlığı
yaymak İsteyen kişidir. Yine bilinmektedir ki misyoner, Hıristiyanlığı yayma yolunda
karşılaşacağı her türlü mahrumiyet ve tehlikeye göğüs geren, imkânsızlık ve mahrumiyetler
içinde görev yapmak üzere yetiştirilen kişidir, Bu yolda, kendi davası uğrunda dünyanın
çeşitli ülkelerinde hizmet vermiş nice misyonerler vardır. Afrika'nın, henüz insan ayağı
değmemiş köşelerine giderek, Hıristiyanlığı yaymaya çalışan, her an ölümle yüz yüze
gelmesine rağmen, sonuna kadar azimle direnen misyonerler, batılda olsa çalışmalarının
mükâfatını görmüşler, dünyanın en ücra köşelerinde bile seslerini duyurabilmişlerdir.
Misyonerler, başlıca faaliyet sahaları olarak okul, kolej, yabancı dil kursları, hastane
dispanserler, yayınevleri ve Kızılhaç gibi kurumlan saçarlar geniş ölçüde bu kuramlardan
yararlanırlar. Özellikle kolej ve yabancı dil kursları, misyonerlerin daha rahat çalışma imkânı
bulacakları yerlerdir. Çünkü yabancı dil uğruna katlanılacak fedakârlığın çoğu zaman hududu
yoktur.
Dünya Kızılhaç teşkilâtı, felâkete uğrayan milletlere yardım elini uzatır. Deprem, sel
baskını, yangın ve harp gibi büyük afetlere uğrayan İnsanların imdadına koşan Kızılhaç
yardımına gittiği ülkelere genellikle misyonerlerini de gönderir. Özel suretle yetiştirilmiş
misyonerler, doktor, hemşire, hastabakıcılık hizmetlerini hastanın ayağına kadar götüren ve
çoğu zaman onların duygularım istismarca kişilerdir, insanın en fazla bakım, himaye ve ilgi
beklediği bir zamanda, bu hizmeti getiren kişinin kimliği önemli değildir, ona her türlü telkinin
etkili gayet tabidir.6
Hayatî bir tehlike atlatan insan o anda sadece tekrar hayatına kavuşmayı ister, kendisine
yapılan telkinlerin, sonuçta Hıristiyanlık propagandası olup olmadığım düşünmez Çünkü
insanın olduğu yerde, acılar da vardır. Acıların olduğu yerde doktorluğa ihtiyaç vardır. Doktorluğa
ihtiyaç olan yerde de misyonerlik için uygun bir fırsat vardır. Böylece misyonerler doktorluğu bir
perde yapıp, onun arkasından hastaya yaklaşmaya çalışırlar.7
6
İbrahim Arslanoğlu, “Misyonerlik, Batı Emperyalizminin Silahıdır”, Ögretmen Dünyası Dergisi S.312,
Ankara 2005, s.26 vd.
7
O. Cilacı, a.g.e, s. 17 vd.
4
a. Cizvitler
Tarikatın kurucusu Ignatius Layola (İnıgo Lôpez de Loyola) 1491'de Kuzeybatı
İspanya'daki Bask bölgesinin Guiplizcoa eyaletinde doğdu. Gençliğinde Kral Perdinand'ın
sarayına intisap ederek askeri eğitim gördü. 1521'deki Pamplona muhasarası esnasında
yaralandıktan sonra askerlik mesleğini bıraktı. Bu sırada tesadüf eseri okuduğu bir kitabın
etkisiyle teolojiye yönelen ve "Mesih'in askeri" olmaya karar veren Loyola, Manresa
Manastırı'na girerek bir yıl kadar ( 1522-1523) tam bir keşiş hayatı yaşadı: manastırda iken
Exercices Sprituels adlı eserini yazmaya başladı. 1523'te Kudüs'ü ziyaretinden sonra Alcala,
Salamanque ve Paris üniversitelerinde tahsil gördü. Barselona'da Latince öğrendikten sonra
felsefe tahsiline ağırlık verdi ve Paris Üniversitesi'nde felsefe alanında mastır yaptı (1534)
Layola'nın Paris'te çevresine topladığı altı öğrenci Cizvit tarikatının ilk çekirdeğini oluşturdu.
Bu öğrenciler 15 Ağustos 1534'te Montmartre'daki Meryem Kilisesi'nde fakirlik, iffetlilik ve
bir an önce Kudüs'e giderek Hıristiyan olmayanları bu dine davet etme, eğer oraya
gidilemezse papanın hizmetine girme yemini ettiler: bir yıl sonra Venedik'te buluştuklarında
Kudüs'e gitmenin imkânsızlığını görünce papanın hizmetine girdiler. 1537' de papaz tayin
edilen Loyola. 1539'da tarikatın kurallarının ilk taslağı olan Formula Instituti 'yi kaleme aldı.
1540'ta Papa III. Paul "Regimini militan tisecclesia" tamimiyle tarikatın kurulmasını kabul
etti. Yedi ay sonra da Layola tarikatın başkanı seçildi. 1551'de Roma'da şimdiki adı
Gregoriana Üniversitesi olan Roma Koleji'ni ve Almanya için din adamı yetiştirmek
maksadıyla da Alman Koleji'ni kurdu. 1556'da ölen Loyola 1609'da aziz olarak kabul edilmiş,
1622'de de kilisenin resmi azizler listesinde yer almıştır. Loyola, kurduğu tarikata "İsa
Cemiyeti" daha çok "the Society of Jesus"un kısaltması olan “s” kullanılmaktadır adını
vermiştir. Cizvit (Jesuite) terimi ise bu tarikatın kuruluşundan önce de vardı ve Ortaçağ
Hıristiyan düşünürlerine göre bir Hıristiyan öldükten sonra "Jesuita" bir başka Tsa oluyordu.
8
Ali İsra Güngör, Cizvitler, Ankara 2012, s. 35.
5
XVI. yüzyılın başından itibaren bu kavram farklı bir muhteva kazanarak "sahte İsa" veya
"ikiyüzlü" manasında kullanılmaya başlandı. İlk defa 1544'te "entrikacı, düzenbaz"
anlamında, muhalifleri tarafından İsa Cemiyeti mensupları için de kullanılan bu terim, gerçek
manasıyla İsa Cemiyeti'nin diğer bir ismi oldu: ancak aşağılayıcı anlamıyla kullanımı da
devam etti.9 Müslümanlarla yapılan uzun mücadeleler sebebiyle halkın Hıristiyanlığa daha
çok bağlandığı XVI. yüzyıl İspanya'sında ateşli bir İspanyol Katoliği olan Loyola, gençliğinde
okuduğu şövalye romanları ve İslam’a saldırılarla dolu Legendedone' nin tesiriyle hem bir din
kahramanı ve Tanrı şövalyesi olma, hem de bu yolda her güçlüğe göğüs gerecek bir ekip
kurma düşüncesiyle yola çıkmıştı. Cizvitlerin hedefi bütün insanlığı Hıristiyanlaştırmak ve
Hıristiyan olanların inançlarını hiç taviz vermeden yaşamalarını sağlamaktı. Bundan dolayı
Loyola, gerek bu teşkilata girmek gerekse iyi bir Cizvit olarak yetiştirmek için oldukça katı ve
sert kurallar koymuştu. Exercices Sprituels adlı eserinde kişinin ilahi irade ve rızayı hangi
yollarla bulabileceğini en ince ayrıntılarıyla açıklamış, Formula Instituti'de ise tarikata girme,
yetişme ve görevlerle ilgili kuralları tespit etmişti. Cizvitler başlangıçta örnek bir ruhban
hayatı sürerek, Luther'in hareketinin aksine kilise içinde kalarak reformlar yapmak istiyorlardı
ve bu noktada diğer tarikatlardan farkları yoktu. Ancak Constitutions (kurallar) kitabında
ortaya konan sistem ve metotlar onları diğerlerinden farklı kılmaktaydı ve bu sebeple de diğer
tarikatlardan daha fazla üne kavuşmuşlardı. İlk taslağı 1839'da kaleme alınan ve geçici
şekliyle 1881'de ilan edilen bu kurallar, Cizvit adayları için on yılı aşan bir eğitim ve öğretim
süresi tespit etmişti. Bu süre iki yıllık çömezlik döneminden sonra felsefe tahsili, beşeri
ilimlerden birinde uzmanlaşma, staj ve dört yıllık teoloji tahsilini kapsıyordu. Ardından aday
bir yıllık ikinci adaylık devresini yaşıyor ve daha sonra fakirlik, iffetlilik, itaat ve papaya
bağlılık yeminleri etmek suretiyle tarikatın üyesi oluyordu. Tarikat başkanı ölünceye kadar
görevde kalıyor, ona mutlak itaat şart koşuluyordu. Bizzat Layola'nın ifadesine göre, "Tarikat
müntesiplerine düşen cevap vermek değildir. Niçin demek de değildir; ancak yapmak veya
ölmektir."
Tarikat kuruluşundan bu yana otuz üç genel kongre yapmış olup tarikatın yazılı
koleksiyonu, Layola'nın iki kitabı yanında bu otuz üç kongrenin kararlarından oluşur.
Bunların otuz bir (1965-1966) ve otuz ikincisinde (1974-1975) tarikatın idare sistemi, rahip
seçimi ve üye yetiştirilmesinde değişiklik kararları alınmıştır. Cizvitler misyonerliğin dışında
Hıristiyanlıkla ilgili araştırmalar ve eğitimle de meşgul oldukları için pek çok sayıda ilim
adamı ve düşünür yetiştirmişlerdir. Pierre Canisius, Roberto Bellarmino, Mattea Ricci,
9
Ali İ. Güngör, a.g.e, s.50 vd.
6
Teilhard de Chardin bunlardandır. Öte yandan Belçikalı bir Cizvit grup olan Bollandistler'in
oldukça ciddi araştırmaları mevcuttur. Yeni Cizvit babalarından Henri de Lubac ve Jean
Danhlon ile takipçileri modernist hareketler başlatmışlardır.10
b. Dominiken Tarikatı
Türkiye' de XIII. asırdan beri varlığı devam eden misyon gruplarından birisi de
Dominikenlerdir. Bu tarikat, XIII. yüzyılda St. Domingo de Guzman (1170-1221) tarafından
kurulmuştur. 1216 yılında papa III. Honorius tarafından Katolik bünyesinde resmen kabul
edilmiştir. Dominiken tarikatı, tefekküre dayalı bir hayat tarzını ortaya koymaya çalışmıştır.
Diğer yandan tarikat, merkeziyetçi bir yapıya sahiptir. Dominiken tarikatı, kurulduğundan
kısa bir süre sonra, Avrupa'nın belirli merkezlerinde kendini göstermiştir. Dominiken tarikatı,
faaliyet alanını entelektüel boyutta sergilemiş ve bu amaçla birçok okul açmıçtır.
Dominikenler, daha çok ilahiyatçı kimliğini benimseyerek bu yolda kendilerini
yönlendirmişlerdir. Daha sonra Aquinalı Thomas'ın tesiriyle Dominiken ilahiyatçıları, İslam
bilginlerinin bahya girmiş olan eserlerini incelemeye başlamışlar ve felsefe ile meşgul olmayı
tercih etmişlerdir. Dominikenlere "Vaiz Kardeşler" de denmektedir.
Dominikenler iki temel alanda hizmet veriyorlardı:
Birincisi: İrşad faaliyetleri içinde Hıristiyanlığı yayıyorlardı. Bu tam bir misyonerlik
faaliyeti idi. Bunun için Doğu Akdeniz ve Hindistan' ı seçmişlerdi.
İkincisi: Hıristiyan itizallerine (heretik) karşı mücadeleyi devam etmiyorlardı.
Engizisyon mahkemelerinde söz sahibi olanlar da genelde Dominikenlerdi. Ancak
Dominikenler fanatizmin içine gömüldükleri için, yayılma şansları gittikçe azalmıştı.
Modernizmin içindeki sekülarizme şiddetle karşıdırlar. Dominikenler, bugün daha çok, sağlık
kuruluşlarında ve okullarda faaliyet göstermektedirler.
XIII. yüzyılın tarihini taşıyan Dominiken misyonerliğinin ülkemize giriş tarihi,
dördüncü Haçlı seferinden sonra olmuştur (1202-1204). Bu Haçlı seferinde Latinler İstanbul'u
fethetmişler ve Dominikenler İstanbul'a yerleşme imkânını elde etmişlerdir. Dominiken
tarikatı kurulduktan kısa bir zaman sonra, Doğuya hareket ederek misyon faaliyetlerine
başlamışlardır. Fransiskenler gibi bunların da arkasında daima Vatikan'ın misyon gücü var
olmuştur. İstanbul'da Dominikenlerin canlandırdığı misyonerlik, Latinlerin İstanbul' daki
yerleşmelerinin adeta teminatı olmuştu. Bu konuda sahip olduğumuz ilk bilgi kaynağı, Freres
Jaques Suronio de Milan'dır. Bunun verdiği bilgiye göre 1228 yılında Angelo de Basilica Petri
10
Günay Tümer,” Cizvitler”, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi VIII, İstanbul 1993, s.41.
7
ile birlikte Dominiken zihniyetin İstanbul' da yerleşmesi için faaliyet göstermişlerdir. Peder
Leonertz'in araştırmalarına göre Dominikenler 1261 yılına kadar aralıklarla İstanbul'a
gelmeye devam etmişlerdir. 1306 ve 1327 yıllarında İstanbul'da birçok Dominiken
manastırının varlığından bahsedilmiştir. XIII. yüzyılda Fransisken ve Dominiken misyon
grupları, İtalya ve Fransa destekli varlıklarını İstanbul'da sürdürınüşler ve Türkler İstanbul' u
fethettiklerinde, Galata ve Pera' da Fransiskenlerle birlikte Dominikenlerle de
karşılaşmışlardır.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra, Türkiye' deki Dominikenler, bölgelerindeki
Hıristiyanlar için sadaka toplama faaliyetiyle meşgul olmaya başlamışlardır. Eski bir
Dominiken duacısı, Dominikenleri "Türkçe öğrenmeye ve Türkçe konuşan komşularının
kültürünü incelemeye" davet etmektedir. Bugün Dominikenler, Türkiye' de kültürel
kaynaşmayı temin için, Türkçe öğrenmeye çok önem vermektedirler. Avrupa'da Türkoloji
bölümlerinde okuttukları gençlerini, Türkiye'ye ve Türk Cumhuriyetlere misyon faaliyetleri
için göndermektedirler. Türkiye'deki Dominikenler için komşusu olan Türkü tanımanın
geleceğe bir açılma olduğu tavsiyesi yapılmıştır. XX. Yüzyılda İstanbul'daki Hıristiyanlarda,
Türkleri asla Hıristiyan yapamazsınız diye bir kanaat vardı. Oysa bir dominiken şöyle cevap
vermişti: "Türklerle ilgilenmemek, İncil ruhuna ters bir harekettir." Bunun için, Türk kültürü
ve diliyle meşgul olanları o desteklemektedir. Bugüne kadar Dominiken cemaati, varlıklarını
ülkemizde devam ettirmişler ve son yıllarda Vatikan'ın da büyük ölçüde desteğini
kazanmışlardır. Bugün Türkiye'deki Dominikenlerin sayısı, Fransiskenlere nazaran oldukça
azdır. Dominiken cemaatı, ülkemizde sadece İstanbul ve İzmir' de bulunmaktadır.11
ba. İstanbul
İstanbul'da Dominikenler belli başlı üç yerde misyon hizmeti yapmaktadırlar:
baa. St. Pierre et St Paul:
Galata kulesine yakın bir yerde bulunmaktadır. Dominikenlere ait en eski kabul edilen
Freres Guillaume Bemard (1297-1298) tarafından açılan manastırın yakınında bulunan St.
Pierre et St. Paul kilisesi İstanbul'da varlığını koruyan en eski Dominiken mirası olma
özelliğini taşımaktadır. Bugün kilise ve manastırla birlikte bir ünite oluşturan St. Pierre et St.
Paul, aynı zamanda bir paraisse özelliği taşımaktadır. Bugün burada dört Dominiken hizmet
vermektedir.
11
Ali İ. Güngör, a.g.e, s.40 vd.
8
c. Fransisken Tarikatı
François d'Assise (1182-1226) tarafından 1208 yılında kurulan ve papalık tarafından
1215 ve 1223' de resmen tanınan Freres Mineur ismini de alan Fransiskenler, XIII. Yüzyılın
en önemli misyon tarikatlarından birisidir. Dini hayatı çok sert kurallara bağlayan
Fransiskenler, fakirliği, İncili yaşamayı ve insanlara hizmeti ana hedef olarak seçmişlerdir.
Bunun için Fransiskenler vaaz ve nasihatten çok, hayır işlerine ve örnek bir Hıristiyan olmaya
kendilerini adamışlardır. Dilenci tarikatı olarak da ün yapan Fransiskenler, tevazu için
fakirliğin ve dilenmenin önemine inanmaktadırlar. François, örnek olmayı söze tercih
12
Mehmet Aydın, “Türkiye’ye Yönelik İki Eski ve Bir Yeni Misyoner Tarikatının Bugünkü Durumu”, Türk-
İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi S.6, Konya 2008, s.15 vd.
9
13
Ali İ. Güngör, a.g.e, s.50 vd.
11
yayınlar yapmak, Hıristiyan eğitimi vermek, fakirlere destek vermek. St. Antoine'a gelen
gençlere ve öğrencilere Hıristiyanlığı anlatmak ve onları diyaloga çağırmak. Ayrıca bu kilise
İstanbul'da, önemli bir diyalog merkezidir.
cab. Saint Marie Draperis:
Bu da İstanbul' da Beyoğlu'nda bulunmaktadır. Fransisken Freres Mineurslere ait olan
bir paraisse kilisesidir. Buradaki Fransisken cemaat de pastarale bir hizmet yapmaktadırlar.
cac. Saint Louis:
Fransisken Freres Mineurslere aittir. Bu kilisede pastaral hizmetlerin yanında,
diyaloga akademik bir seviyede hizmet edilmektedir.
cb. İzmir
cba. Sainte-Marie:
Fransisken Freres Mineurs cemaatine aittir. Pastaral hizmette bulunmaktadırlar. Daha
çok İtalyan cemaatine hizmet vermektedirler. Fakirlere yardım gibi hizmetlerde
bulunmaktadırlar.
cbb. Sainte-Helene:
Fransisken Freres Mineurs Conventuali cemaatine ait bulunmaktadır. Çeşitli dillerde
pastaral hizmet sunmaktadırlar. Din dersi, yeni Hıristiyan olanlara. Hıristiyan formasyonu
vermek ve fakirlere hizmet etmek gibi görevler yapmaktadırlar.
cbc. Saint-Antoine:
Fransisken Mineur Kapuçini cemaatine ait bulunmaktadır. Bu cemaat, pastaral ve yeni
Hıristiyan olanlara Hıristiyan formasyonu, sağlık hizmetleri ve hasta ve engellilere yardım
hizmeti vermektedir. Ayrıca, bölgede hac ziyaretlerine rehberlik yapmaktadırlar.
cbç. Saint Nam de Marie:
Bu kilise de Fransisken Freres Minemsierine aittir. Cemaate pastaral hizmet
vermektedir. Yapılan hizmetler genelde Fransız cemaate yöneliktir.
cc. Anadolu’da Fransiskenler
cca. İskenderun:
Burada Fransisken Mineurs Conventuali cemaati bulunmaktadır. Buradaki cemaat de
diğerleri gibi fakirlerle meşgul olmakta, eğitim için broşürler yayınlamakta, Hac ziyaretleri
organizesi yapma ve kongreler düzenleme gibi hizmetlerde bulunmaktadır.
ccb. Antakya:
Burada da Fransisken Mineurs Kapuçini cemaati bulunmaktadır. Bunlar da Hac
ziyaretleri, diyalog çalışmaları, fakirlere yardım, bilgilendirme broşürleri ve bölgedeki
Hıristiyanlara hizmet gibi faaliyetlerde bulunmaktadırlar.
12
ccc. Mersin:
Burada da Fransisken Mineurs Kapuçini cemaati bulunmaktadır. Bunlar da
Hıristiyanlık hakkında bilgilendirme broşürleri dağıtmakta, fakirlere yardım işlerini
sürdürmede, Hac ziyaretleri için organizeler yapmaktadırlar. Ayrıca Mardin bölgesinden
gelen Süryanilerle yakından ilgilenmektedirler.
ccç. Adana:
Burada Fransisken Mineurs Conventuali cemaati faaliyet göstermektedir. Belli başlı
hizmetleri, fakirlere yardım şeklinde görülmektedir. Buraya kadar verilen bilgiler
doğrultusunda, Türkiye' de sayıları henüz çok az olan Fransiskenlerin, arkalarında XIII.
Yüzyıla kadar varan uzun bir tarihleri vardır. Bu uzun tarihi süreçte Türkiye'de özellikle
İstanbul'da varlıklarını koruyabilen Fransisken cemaati, Türkiye' de iki önemli görevi yerine
getirmektedir. Birincisi, Fransisken mirasının yaşamasını ve korunmasını sağlamaktadırlar.
İkincisi, hem dahili hem harici misyon faaliyetlerini devam ettirmektedirler. Fransiskenlere ait
olan merkezlerde dikkatimizi çeken önemli faaliyetlerin arasında şunlar bulunmaktadır:
Fransisken varlığını devam ettirmek.
Dinlerarası diyalogu canlı tutmak. Bununla kilisenin dinamizmini sağlamaktadırlar.
Hem Hıristiyan olanları hem de olmayanları, Hıristiyanlık açısından bilgilendirmek.14
14
Mehmet Aydın, a.g.e, s.9 vd.
13
15
Mehmet Aydın, a.g.e, s.18 vd.
14
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE KATOLİK MİSYONERLİĞİ ANLAYIŞININ OLUŞUMU ve
CUMHURİYET DÖNEMİNDEKİ ETKİLERİ
A. KATOLİK MİSYONERLİĞİ
Osmanlı topraklarına misyonerlik yapmak amacıyla ilk olarak 16. yüzyılın ikinci
yarısında Katolik papazları gelmeye başlamıştır. Kapucin, Cizvit, Fransisken vs. tarikatlarına
mensup bu Katolik misyonerlerin iki amacı vardı. Birincisi Türkleri Hıristiyanlaştırmak,
ikincisi ise ülkedeki diğer mezheplere mensup Doğu Hıristiyanlarını Katolikleştirmekti.
Ancak Müslümanları Hıristiyanlaştırmakta başarılı olamayacaklarını anlayan Katolik
misyonerler, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ortodoks, Gregoryen, Süryani vs. Katolik
olmayan Hıristiyan topluluklarını kendilerine çalışma alanı olarak seçtiler. Osmanlı Devleti
XVI. yüzyılın sonlarına kadar Hıristiyan Batı dünyasına karşı dikkatli ve tedbirli bir politika
izlemiş, topraklarında misyonerlik faaliyetlerine izin vermemiştir. Fatih Sultan Mehmet
1453’te İstanbul’u fethettiğinde, şehirde Müslüman olmayan dört grup vardı; bunlar Katolik
Latinler, Ortodoks Rumlar, Gregoryen Ermeniler ve Yahudilerdi. Latinler, 1204’te İstanbul’a
giren ve 1261’e kadar bir daha çıkarılamayan Latin Haçlılardan geriye kalanlardı. İspanya’da
on binlerce Müslüman diri diri yakılırken, Fatih İslâm inancının gereği olarak şehirdeki tüm
gayrimüslimlerin canlarını ve mallarını güvence altına almış, onlara din ve vicdan özgürlüğü
tanımıştı. Diğer taraftan Fatih Sultan Mehmet, Katolik Kilisesine (Papalığa)karşı
İstanbul’daki Ortodoks Kilisesini himaye etmek ve bu kilisenin başı olan Patrik’e Bizans
dönemindeki yetkilerini vermek suretiyle Osmanlı Devleti için büyük bir tehdit ve tehlike
olan Katolik ve Ortodoks Kiliselerinin (dünyalarının) birleşmesini önledi. Ayrıca verdiği bir
ahitname ile bir takım imtiyazlar sağlayıp dini ve idari işlerini yürütecekleri bir teşkilat kurma
ve cemaat vekili seçme hakkı tanıdığı Galatalı Katolik Latinlere karşı da Avrupa ile siyasi ve
hissi bağlarını kesip de- netim altına alma politikası izlemiştir.16 Galatalı Latinler kendilerine
tanınan haklardan faydalanarak “hem hukuki hem de dini özelliği / işlevi olan” “La Magnifica
Communita di Pera” isimli cemiyeti kurmuş ve cemaat vekili seçmişlerdir. Fetihten önce
Cenova Başpiskoposluğu’na bağlı bulunan Galata’daki Latin kiliseleri bundan sonra Bâbı-
âli’nin denetimindeki Communita teşkilatı tarafından yönetilmiştir. Başta Papalık olmak üzere
16
Baki Adam, Mehmet Katar, Dinler Tarihi, Ankara 2005, s.198 vd.
16
Hıristiyan Batı Dünyası, Türklerin Anadolu’yu ve İstanbul’u fethetmesini hiç bir zaman
kabullenememiştir. 1455’te Papa olan III. Calixtus, kesinlikle gerçekleşeceğine inandığı
“Hıristiyan Doğu’nun yeniden ele geçirilmesi” düşüncesinin, tüm Hıristiyan Dünyası’nda
canlı tutulabilmesi amacıyla Fransisken misyonerlerini seferber etmiş ve Türklere karşı
harekete geçmeleri için Batı Avrupa’nın Katolik krallarına sürekli mektuplar göndermiştir.
Halefi II. Pius (1458-1464) Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Haçlı Seferi düzenlemek
amacıyla Avrupa’ nın bütün prenslerini Mantua’da bir kongreye çağırmıştır. 1459 yılında
Hıristiyan güçlerinden çok azının tem silcilerinin katıldığı toplantıda genel bir Haçlı Seferi
kararı alınmışsa da; savaşa katılma sözü verenlerden bir süre sonra ret cevabı gelmeye
başlamış ve sefer gerçekleştirilememiştir. Fatih’ten sonra tahta geçen 2. Bayezid döneminde
(1481-1512) Papalığa taviz verilmemiş, Katoliklere karşı Fatih Sultan Mehmet’in izlediği
politika aynen uygulanmıştır. Yavuz Sultan Selim (1512-1520) ise 1518 yılında Papa X.
Leo’ya gönderdiği bir mektupta Osmanlı ordularının Asya’ daki ve Batı’daki gücünü
hatırlatmış ve bu mektup Roma’da büyük bir korku ve telaşa sebep olmuştur. Kanuni Sultan
Süleyman (1520-1566), Almanya-İspanya İmparatoru Şarlken’in Türk-Cihan
İmparatorluğu’na karşı Avrupa’da bir Haçlı ittifakı (birliği) oluşturmasını önlemek için
Şarlken’in rakibi olan Fransa Kralı I. Fransuva’yı, kendisinden yardım istemesi üzerine
desteklemiş ve 1526’da Macaristan, 1529’da Avusturya seferlerine çıkarak Katolik Şarlken’in
Avrupa’daki nüfuzunu kırmıştır. Kanuni Irak seferinde iken Veziri- âzam İbrahim Paşa ile
“ilk resmi Fransız elçisi olan (1534) Jean De La Foret” tarafından “1535’te Osmanlı-Fransız
ticaret antlaşması yapılmıştır. Antlaşma ile Fransızlar Osmanlı topraklarında önemli im
tiyazlar sağlamışlar” ve bu durum “Fransızların ülkeyi etkilemelerine kapı aralamıştır.”
Kanuni Sultan Süleyman döneminde Müslümanları Hıristiyanlaştırmak amacıyla İstanbul’a
gelen (1551) Kapuçin misyonerleri daha karaya ayak basar basmaz tutuklanmışlar, Mısır’a
gönderilerek ömür boyu hapsedilmiş ve hapiste ölmüşlerdir.17
Misyonerlere karşı devletin bu tutumu, Fatih Sultan Mehmet’in düşüncesi
istikametindeki bir uygulamadan başka bir şey değildi. Kendilerine tanınan din ve vicdan
hürriyetini genişleterek kullanan Katolik Galatalı Latinler her kilisenin yanında bir okul
bulunduğu halde; çocuklarının eğitimi için 1583’te Papa’ya başvurarak Cizvitlerin
gönderilmesini istediler. Fransız elçisinin aracılığıyla Katolik azınlığın, çocuklarını Papa’ya
bağlı misyoner papazların eğitmesi isteği Osmanlı Hükümeti tarafından kabul edildi. Oysa bu
durum Fatih Sultan Mehmet’in Katolik tebaayı Papalığın etkisinden ve çizgisinden uzak
17
Mustafa Erdem, “Türkiye’de Azınlıklara Yönelik Misyoner Faaliyetleri”, İslami Araştırma Vakfı Tartışmalı
İlmi Toplantılar Dizisi, İstanbul 2004, s. 272 vd.
17
tutma politikasına aykırı idi. Papa’nın talimatıyla 8 Kasım 1583’te İstanbul’a gelen Cizvit
papazları (Mencinelli, Honore Case, Maurice Timpanizza, Martin, François) Galata’daki Saint
Benoit Kilisesi ve Manastırı’na yerleştiler ve on gün sonra 18 Kasım 1583’ te Türkiye’de ilk
Fransız okulu olan “Saint Benoit” misyoner okulunu açtılar. Bu okul Osmanlı toplumunu
birçok yönden etkileyen Fransız misyoner öğretim faaliyetlerinin hareket noktası ve Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki yabancı ve gayrimüslim okullar zincirinin ilk halkası olmuştur. Saint
Benoit Okulu, 1585’te beş kurucusundan dördünün bulaşıcı hastalık sebebiyle ölmesi, birinin
Avrupa’ya dönmesi üzerine kapandı. Papa V. Sixte (1585-1590) ölen Cizvitlerin yerine
1587’de İstanbul’a bu defa dört İtalyan Kapuçin papazını (Petro Della Groce, Dionigi Da
Roma, Joseph De Leonisse, Gregoire De Leonisse) gönderdi. Bunların ikisi Pietro ve Dionigi
hastalıktan öldü. Joseph dini propaganda yaptığı için hapsedildi. Venedik elçisinin
tavassutuyla hapisten kurtulduktan bir süre sonra arkadaşı Gregoire ile birlikte 1589’da
İstanbul’dan gitti.18
Fransa, Osmanlı Latinleri (Katolikleri)ni himaye politikası takip ediyordu. 1604 tarihli
kapitülasyon antlaşmasına bu himayeye dair maddeler kondu. Fransız Elçisi Savary De Breve
(1589-1607), 1605’te yeni bir misyoner grubunun gelmesi için Osmanlı Hükümetinden izin
aldı. Bu izin üzerine 1609’da İstanbul’a gelen beş kişilik Fransız Cizvit heyeti (P. Canillac,
Fregate, Levesgue, Gobin, F. Claude) tarafından “Saint Benoit Okulu” yeniden açıldı. Latin
(Katolik) ve Rum (Ortodoks) öğrencilerin okuduğu okul 13 Aralık 1609’da subaşılar
tarafından basıldı ve Cizvit papazları, Papa ve İspanya kralı hesabına casusluk yaptıkları
gerekçesiyle hapsedildiler. Sonra da Fransız elçisinin girişimi sonucu serbest bırakıldılar.
Cizvitler, Rum (Ortodoks) ve Latin (Katolik) Kiliselerini birleştirmek için propaganda
faaliyetlerinde bulunduklarından 1628’de Rumlar arasında karışıklıklar başladı. Cizvitler
İstanbul’dan kovuldular. Fakat tekrar gelip St. Benoit Kilisesi’ne ve Manastırı’na yerleştiler.
Cizvit misyonerler devamlı olarak Fransız elçisi tarafından himaye ediliyorlardı ve bu
korunma sayesinde hemen hiç bir faaliyetten geri durmuyorlardı. Okullarında öğretim yoluyla
Katolikliği yayma amaçlı propagandalarına devam ettikleri gibi Saint Benoit Kilisesi’nde,
Tersane Zindanı’nda, Yedikule Hapishanesi’nde, limanda bulunan gemilerde hatta Rum ve
Ermeni kiliselerinde ateşli vaazlar veriyor, ayinler yapıyorlardı. Bunlar vaazlarını Fransızca,
Rumca, İtalyanca ve Türkçe olarak veriyorlardı ve halka daha sevimli görünmek için
başlarında kalpak taşıyorlardı. Papa’nın silahsız askerleri olan Katolik misyoner papazlar,
“Sessiz Haçlı Savaşı” olarak adlandırılan misyonerlik faaliyetleri için Osmanlı
18
Abdurrahman Küçük, Misyonerlikten Diyaloğa Türkiye, Ankara 2011, s. 65 vd.
18
İzmir, Sayda, İskenderiye ve sair iskelelerde olan Fransız taifesinin kiliselerine de müdahale
olunmayacaktır. Bu maddeler, önceki kapitülasyon sözleşmelerinden farklı olarak süreklilik
koşulu taşıyan 28 Mayıs 1740 tarihli kapitülasyon antlaşmasında da aynen kabul edilmiştir.
Bu şekilde bir taraftan kapitülasyon antlaşmalarına Katolik misyonerlerin imparatorluk
sınırları içinde serbestçe çalışmalarını sağlayacak hükümler konurken diğer taraftan daha iyi
korunmalarını sağlamak için Fransa Kralı 14. Louis, 17 Mayıs 1675 tarihli emirnamesiyle
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Cizvitlere “Fransız Elçilik ve Konsolosluklarının Resmi
Papazları” unvanını veriyordu.19 Fransız elçisinin himayesinde faaliyet gösteren Katolik
misyonerler imparatorluğun zayıfladığı dönemlerde büyük bir kısmı 19. yüzyılın ikinci
yarısında olmak üzere ülkenin pek çok yerinde “yabancı okul” açtılar. Bu okulların çoğu
izinsiz ve ruhsatsız idi. Katolik tarikatlarının ya da Hıristiyanlıkta kutsallaştırılan kişilerin (St.
Antoine, St. Pierre, St. Luis) vs. adlarını taşıyan Katolik misyoner okulları, ait olduğu
tarikatın rahip veya rahibeleri tarafından yönetiliyordu. 1913’te İstanbul’daki 37 Fransız
okulunun Katolik misyoner tarikatlarına göre dağılımı şu şekildedir:
19
İbrahim Erkek, Batı’nın Öncü Gücü Misyonerler, İstanbul 2013, s. 80 vd.
20
Suriye’de 62, Halep’te 36 okulun bulunduğu görülür. Bu durum, söz konusu Fransız
okullarının önemli bir kısmının Fransa’nın Türkiye’den koparmak istediği bölgelerde
açıldığını göstermektedir.
Kapitülasyon antlaşmalarının sağladığı haklardan ve Islahat Fermanı’nın getirdiği
serbestlikten yararlanarak imparatorluğun hemen her tarafına dalbudak salan (Fransız) Katolik
misyonerler sadece şehir merkezlerinde değil Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi vd.
gayrimüslimlerin bulunduğu küçük yerleşim yerlerinde de okullar açtılar. Örneğin
Güneydoğu Anadolu’da küçük bir kasaba olan Cizre’de biri Dominiken rahiplerine diğeri
Soeur Presentation rahibelerine ait iki Fransız misyoner okulu vardı. Fransızca öğretim yapan
Katolik (Fransız) misyoner okullarında I. Dünya Savaşı öncesi gayrimüslim ve Müslim olmak
üzere toplam 60 binden fazla öğrenci okuyordu. Okullarında dini propagandalarını ve yıkıcı
siyasi faaliyetlerini sürdüren Katolik misyonerler başka mezheplerden olan (Ortodoks,
Gregoryen vs.) Hıristiyan cemaatlere mensup pek çok çocuğu Katolikleştirdiler ve
öğrencilerin beynini yıkayarak onlara ayrılıkçılık fikri aşıladılar. Katolik vd. misyoner
okullarında memleketin çıkarlarına uygun olmayan, zararlı nitelikte eğitim verilmiş ve bu
okullar Osmanlı Devleti’ni parçalayıp yıkmak için en etkili silah olarak kullanılmıştır.20
20
Abdurrahman Küçük, a.g.e, s. 68 vd.
21
de Sion gibi okullar açmışlardır. Katolik misyonerlerin açtıkları okulların yanı sıra
imparatorluğun her yanına dağılmış olarak kurdukları hastane ve yetimhaneleri de vardı.
Cizvitlerin ilk basta baslıca faaliyet gösterdikleri bölgeler İstanbul, İzmir, Halep, Suriye,
Filistin, Mısır, Irak, Kıbrıs ve Orta Yunanistan olmuş ve bu faaliyet alanlarına Suriye ve
Lübnan toprakları da katıldıktan sonra Marunîler ile Arap Alevileri olarak bilinen Nusayriler
üzerinde de yoğunlaşmışlardır.
Sürekli ve genişleyerek devam eden kapitülasyon anlaşmaları ile birlikte, gerek
azınlıklara önce Tanzimat Fermanı ve sonra Islahat Fermanı ile tanınan haklar ve gerekse
Osmanlı Devleti’nin 18. ve 19. Yüzyıllarda eğitim ve sağlık gibi sosyal alanlarda basta
Anadolu olmak üzere, kendi toprakları üstünde bir türlü istediği reformları yapamaması,
Osmanlı Devleti’ni misyonerlerin merkezi haline getirmiştir. Ancak bu noktada, 19. Yüzyılda
Osmanlı İmparatorluğu’nda artan misyonerlik faaliyetlerinin özellikle Sark Meselesi ile çok
yakından bağlantılı olduğuna da dikkat çekmek gerekmektedir. Çünkü Osmanlıların Avrupa
topraklarına ilk ayak bastıkları tarihten itibaren Avrupa devletleri açısından şark Meselesi
gündeme gelmiştir. Bu noktada sark meselesinin iki önemli safhaya ayrıldığını belirtmek
yerinde olacaktır. Bunlardan ilki 1071-1683 yıllarını kapsayan ilk dönemdir. Bu ilk dönemde
batılı devletler için sark meselesi;
Türkleri Anadolu’ya sokmamak,
Türkleri Anadolu’da durdurmak,
Türklerin Rumeli’ye geçişini önlemek,
İstanbul’un Türkler tarafından fethini engellemek,
Türklerin Balkanlar üzerinden Avrupa içine ilerleyişine mani
olmak seklinde algılanmıştır.
1683-1920 yılları arasındaki ikinci dönemde ise;
Balkanlardaki Hıristiyan milletlerini Osmanlı hâkimiyetinden kurtarmak,
İmparatorluk içinde yasayan Hıristiyanlar için reform istemek ve onların lehine
müdahalelerde bulunmak,
Türkleri ve diğer Müslümanları Balkanlardan tamamen atmak,
İstanbul’u Türklerin elinden almak seklinde algılanmıştır
İşte bu süreç içerisinde Osmanlı İmparatorluğu içinde yürütülen misyonerlik
faaliyetleri, yukarıda sıralanan amaçların elde edilmesi yolunda kullanılan en önemli araç
olmuş, misyonerler de bu amaçlarına daha ziyade eğitim yoluyla ulaşmak istemişlerdir. Bu
durumun hem hedeflenen amaç ile faaliyet arasındaki ilişkinin kendi doğasından ve hem de
22
21
Halit Durucan, Ufuk Ötesi I, İstanbul 2014, s. 146-149.
22
Hüseyin Canyaş, F. Orkunt Canyaş, “Osmanlı’dan Günümüze Misyonerlerin Kültürel Alandaki Faaliyetleri”,
Türklük Bilimi Araştırmaları S.31, Niğde 2012, s.57 vd.
23
düzenlemeler yapıldı. 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile
öğretim birleştirilmiş ve ülkedeki bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır.
Medreselerin de kapatıldığı bu kanunla eğitim ve öğretimde millilik ve laiklik esasları
benimsenmiştir. Tam hükümranlık haklarını eğitim ve öğretim alanında da kullanan Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, misyonerlerin amaçları doğrultusunda faaliyet gösteren yabancı
okulların Osmanlı ve özellikle Milli Mücadele dönemindeki Merzifon Amerikan Koleji’nin
Pontuscu Rumlara yardımlarda bulunması, Maraş ve Antep’teki Kolejlerin ise Ermeniler için
çalışması gibi olumsuz durumlarını göz önünde bulundurarak politikalarını bu yönde
belirledi. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumları olarak çalışmalarını sürdüren
yabancı okulların denetim ve kontrollerini sağlamak için yeni düzenlemeler yapıldı. Bunların
basında söz konusu kurumların dini propaganda yapmalarına engel olmak için bazı kuralların
getirildiğini ve uygulandığını görüyoruz.
Misyonerlerin hedef kitlesi içinde gençlerin özel bir yeri vardır. Çünkü gençler ikna ve
etkiye en açık, değişime en yatkın bir grup olarak bilinir. Tarikat veya cemaat üyelerinin,
kendi gruplarına katılmalarına ikna ederek onların hizmetinden yararlanmaya çalışmaları için
ilk olarak ergenleri ve genç yetişkinleri hedef aldıkları bilinen bir gerçektir. Bu yüzden lise ve
üniversite öğrencileri misyonerlerin en çok ilgilendikleri ve etkili oldukları kesimdir. Nitekim
Türk Protestanları lideri ihsan Özbek’e göre son on yıldır Hıristiyanlığı seçenlerin sayısı iki
bin civarındadır ve bunların yarısı üniversite öğrencisi yarısı da lise mezunu kimselerdir.
Samsun’da Katolik Kilisesinin misyon faaliyetleri sonucunda Hıristiyan olan 30’un üzerinde
cemaat mensubunun büyük çoğunluğunun gençlerden oluştuğu tespit edilmiştir. Bu gençlerin
bir kısmı Anadolu Liseleri ve bir kısmı da Özel okullarda öğrenimlerini sürdürmektedirler.
Özellikle Batı kültürü ile doğrudan ve yakın temas içinde olan yabancı dille eğitim veren
kolej tipi okullar ve bölümlerle yabancı dil kurslarının misyonerlerin daha rahat çalışma
imkânı bulduğu yerler oldukları söylenebilir.23
Cumhuriyetin ilanından 1960’lı yıllara kadar Türkiye’de din alanında meydana gelen
gelişmeleri ele aldığı bir yazısında Schimmel, özetle, söyle demektedir: “İslam’a oldukça
uzak duran ve hatta şeriata karsı çıkan bir Türk’ün Hıristiyanlaştırılabileceği kanaatinde
değilim. Cumhuriyet sonrasında din alanında meydana gelen köklü değişikliklerin ardından
yeni bir misyon alanının açıldığını düşünen misyonerlerin hayal kırıklığına uğraması
kaçınılmazdır…” Schimmel’in bu sözleri, Türkiye’nin misyonerlik faaliyetleri açısından hiç
de kolay bir ülke olmadığını dile getirmektedir. Gerçekten, gerek misyoner teşkilatlarının
23
Ayten Sezer, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Misyonerlerin Türkiye’deki Eğitim ve Öğretim Faaliyetleri”,
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi S.16, Ankara 1999, s.172 vd.
24
24
Serdar Ay, Misyonerlik ve Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, Niğde 2007, s.52 vd (Yüksek Lisans Tezi).
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
CUMHURİYET DÖNEMİNDE KATOLİK MİSYONERLERİN TÜRKİYE’DEKİ
EN BÜYÜK GÜCÜNÜ TEŞKİL EDEN YABANCI OKULLARI
istenmiştir.25
Yabancı okulları açan misyonerler, kendi ülkelerindeki kitapları aynen bu okullarda
okutuyor ve hukukî sahada verilen kapitülasyonlar yüzünden Osmanlı Maarif Nezareti
(Eğitim Bakanlığı) bunlara karışamıyordu. Hatta okutulan kitaplarda Türkler aleyhine yazılar
yer alıyordu. Okulların müdürleri genelde papazdı. Eğitim gören Müslüman talebeler de,
Hıristiyan talebeler gibi kiliseye götürülerek ibadete zorlanıyorlardı.26 Bu durum karşısında
Osmanlı'nın aldığı tek tedbir ise, Müslüman talebelerin bu okullara gitmelerine engel olmaya
çalışmaktı. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, gayrimüslimlere ait cemaat mektepleri de,
misyonerler tarafından kurulan mektepler de, Osmanlı eğitim ve bilim hayatına katkı
sağlamaktan çok, farklı bir sahada tesir meydana getirmiş; Osmanlı'nın aleyhine siyasî
faaliyetlerin doğmasında ve imparatorluğun parçalanmasında önemli bir rol oynamıştır.
Meselâ, Beyrut'taki misyoner okullarının, devletin bütünlüğü adına savunulan "Osmanlıcılık
ve ittihâd-ı anâsır" (Osmanlı milletlerinin birliği) anlayışına karşı "Arap milliyetçiliği"
cereyanının doğmasında ve Arapların Osmanlı'dan kopmalarında tesiri büyük olmuştur.27
25
Ayten Sezer, a.g.e, s. 25 vd.
26
Adnan Şişman, “Misyonerlik ve Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Kurulan Yabancı Sosyal ve Kültürel
Müesseseler”, Türk Ansiklopedisi XIV, Ankara 2002, s.173 vd.
27
Murat Duman, Osmanlı’da Yabancı Okulları, Sızıntı Dergisi S.407, İzmir 2012, s. 10 vd.
27
b. Fransız Okulları
Osmanlı döneminde açılan Fransız okullarının tarihi oldukça eskilere dayanır. Katolik
okulları olarak bilinen bu okulların ilk açılışları 16. yüzyılın sonlarına rastlar. Çeşitli
tarikatlara mensup rahip ve rahibeler tarafından açılan okullar genelde bunları açan dinî
kuruluşların adıyla da anılırlar Türkiye'deki kültürel nüfuzunu, gönderdiği uzman, öğretmen
ve rahibeler kanalıyla kazanan Fransızların 1839 yılına gelindiğinde sadece İstanbul'da 21'i
erkek 19'u kız olmak üzere toplam 40 okulunun olduğu; bu okullarda 4011'i yerli Hıristiyan,
1860 yabancı öğrenci olmak üzere toplam 5871 öğrencinin okuduğu tahmin ediliyor ve okul
sayısının 1914'de ülke çapında 500'e ulaştığı ifade ediliyordu301. Birinci Dünya Savaşı'nın
çıkması ile kapitülasyonların kaldırılmasından en çok zararı Fransız okulları gördü. Ne var ki,
Mütareke ile eski durumlarına kavuşan Fransız okullarının varlığı, 20 Ekim 1921 tarihli
Ankara İtilâfnamesi ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Anlaşması’na ekli mektuplarla
tanındı. Söz konusu anlaşmalarla Fransız okullarının mevcudiyeti, Türkiye’nin menfaatlerine
ters düşmemek, ilgili yasa ve yönetmeliklere uymak şartıyla kabul ediliyordu. Ancak,
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Fransız okullarının istenilen kurallara uymadıkları görüldü. Bu
yüzden kurallara uymayan okulların kapatılması üzerine yüzyılın başlarında 500 sayısı ile
ifade edilen Fransız okullarının sayısı oldukça azaldı. Nitekim pek çok Fransız Okulu
dershanelerinden dinî sembolleri kaldırmadığı için kapatılmıştır304. Bu tarihlerde sadece
İstanbul’da 13.000 öğrencinin okuduğu, 36 Fransız okulunun varlığından söz ediliyordu.28
Fransız Lazarist Rahipleri adına Jean Bertrand tarafından 1783'te öğretime başlayan
okul ilk açıldığında ilk, orta ve lise kısımlarını kapsıyordu. Bugün orta ve lise kısımlarıyla
faaliyetine devam eden okulun başlangıçtaki öğrencileri Rum ve Yahudi çocukları idi ve
okulda Fransızca, Matematik, Eski Grekçe, Latince, Serbest Sanatlar gibi dersler
gösteriliyordu. Cumhuriyet döneminde faaliyetine devam eden okulda 1932-33'te 139'ıı ilk
kısımda, 211'i orta, 89'u lise kısmında olmak üzere toplam 439 öğrenci bulunuyordu.
Gündüzlü olan bu öğrencilerden aynı yıl 21'i ilk, 21 'i orta ve 16’sı lise kısmında mezun
olmuştur. 30'u erkek 4'ü kadın olmak üzere toplam 34 öğretmenin görev yaptığı okulda, bir
öğretmene yaklaşık 13 öğrenci düşüyordu. 1932-33'te okulun toplam geliri 59.022 liradır.
Bunun 48.713 lirası öğrenci ücretleri olup, kalanı diğer gelirlerdir. Toplam gelirin 40.594
lirası öğretim elemanlarına maaş olarak ödeniyordu. 1937-38 yıllarına gelindiğinde toplam
28
Necdet Sevinç, Osmanlı’dan Günümüze Misyoner Faaliyetleri, İstanbul 2009, s.405 vd.
28
gelir 27.501 liraya düştü. Bunun 27.137 lirası öğrenciden alınıyordu. Toplam gelirin 2/3’ü
öğretim elemanlarının masraflarına gidiyordu. Görüldüğü gibi altı yıl aradan sonra okulun
geliri yarıya yakın düşmüş ve dışarıdan gelen yardımda oldukça azalmıştır. Araştırmalarımız
esnasında okula ait bir programa rastlanamamıştır.
öğrenciden alınıyordu. Bunun 3.548 lirası cemaat yardımıydı. Okula ait müfredat programı
elde edilememiştir.
toplam öğrencinin 177'sinin Türk, 62'sinin azınlık, kalanının ise yabancı olduğu
belirtilmektedir. 296 öğrencinin bulunduğu 1932-33 yıllarında okulda 44 öğretmen
görevliydi. Öğretmenlerin biri hariç hepsi kadındı ve bir öğretmene yaklaşık 7 öğrenci
düşüyordu. Okulun gelirlerini öğrenciden alman ücreder oluşturuyordu. 1932 yılında toplam
geliri 62.170 liradır. Bunun 9.246 lirası öğretim elemanlarının maaşlarına gidiyordu. 1937-38
yılında ise toplam geliri 68.797 liradır39. Bu durumda, 6 yıllık süre zarfında okulun
gelirlerinde önemli bir değişiklik olmamıştır.29
29
Hidayet Vahapoğlu, Osmanlı’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, Ankara 1990, s.101 vd.
31
c. İtalyan Okulları
Diğer ülkeler gibi, İtalyanlar da misyonerler yoluyla çoğu İstanbul'da olmak üzere
Hatay, Beyrut, Selanik, Bingazi, Derne, Humus ve Trablusgarp gibi İmparatorluğun değişik
bölgelerinde okullarını açmışlardı. Daha çok İtalyan Cezvitleri ile yine İtalyan soyundan
gelen Ivrea Rahibeleri tarafından açılan ilk ve orta öğretim seviyesindeki okulların amacı,
İtalyancayı öğretmek ve kendi kültürlerinde nesiller yetiştirmek olarak belirlenmiştir. Pek
çoğu ruhsatsız olarak faaliyet gösteren okullar Birinci Dünya Savaşı ile kapanmış; ancak,
Mütareke’yle birlikte tekrar açılmışlardı. Söz konusu İtalyan okullarının Cumhuriyet
döneminde tanınmaları Lozan'a ekli mektuplar ile oldu.
30
Ayten Sezer, a.g.e, s.81 vd.
32
içinde yan yarıya bir azalma olmuştur. Bunda Türk Hükümetinin yabancı okullar konusunda
getirdiği sıkı uygulamaların etkisi fazladır.
ç. Avusturya Okulları
Osmanlı döneminde açılan Katolik okulları arasında Avusturya okulları da
zikredilebilir. Bu kurumlar İstanbul'un Galata semtinde toplanmış, Sankt Georges (St. Georg)
okulları olarak bilinirler. Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra fiilî durumlarından dolayı
tanınan Avusturya okullarından yalnızca ikisinin Cumhuriyet döneminde faaliyetine devam
ettiği görülmektedir. Amerikan arşivindeki bir belgeye göre (194), Avusturya'nın
İstanbul'daki okulları Lazarist Kardeşler (Lazarist Brothers) ile Yardımsever Kardeşler
(Sisters of Charity) tarafından yönetiliyordu. Bunlardan St. Georg Erkek Koleji (St. Georges
College for Boys) 1882 yılında Alman Lazarist Kardeşlerce kurulmuş ve 1892 yılında
AvusturyalIlar tarafından devralınmıştır. 1936 tarihli bu belgeden edinilen bilgiler ışığında
okuldaki 194 öğrencinin 110'u Türk vatandaşı kalanı Avusturya ve Almandı. Türk uyruklu bu
öğrencilerin sadece 47’si müslümandı; 5'i Katolik, 19'u Rum Ortodoks; 12'si diğer
Hıristiyanlardan ve 27’si Yahudi idi. Geri kalanlar ise on dört farklı millete mensuptu ve
bunlar arasında da Macarlarla İranlılar çoğunluktaydı.
Bu dönemde okuldaki öğretim, biri okulun müdürü olan 7 Lazarist ile 3 Alman ve 9
Türk öğretmen tarafından yürütülüyordu. Alman öğretmenleri Alman elçiliğinden temin
ediliyordu. Öğretmenlerden birinin Nazi Partisi üyesi olduğu; okulun maddî açıdan fakir
olduğu ve Avusturya Hükümeti'nden yardım görmediği belgede yer alan fikirler arasındadır.
Okulun siyasi bir amacının olmadığı belirtilen bu belgeden, başka Maarif istatistiklerinde
31
Ayten Sezer, a.g.e, s.166 vd.
34
Kolejle ilgili şu bilgilere rastlanmaktadır. 1932-33 yıllarında okulda toplam 202 öğrenci
bulunmaktadır. Bunların 113'ü ilk, 65'i orta ve 24'ü lise kısmındadır. Toplam 202 öğrencinin
162'si gündüzlü 40'ı yatılıdır. Aynı yıl ilk’ten 21, ortadan 15, lise'den ise 1 öğrenci mezun
olmuştur. 1/3 u yabancı üniversite mezunu olan 23 u erkek 1'i kadın toplam 24 öğretmenin
görev yaptığı okulda; bir öğretmene yaklaşık 8 öğrenci düşüyordu.
32
Ayten Sezer, a.g.e, s.110-115.
SONUÇ
Bu çalışmamız üç bölümden oluşmaktadır bu bölümler genel olarak misyonerlik ve
Türkiye’de yapmış oldukları faaliyetler hakkında bilgi verilmektedir. Birinci bölümde
misyonerlik tarihi ve misyonerlerin doğu ülkelerini neden seçmiştir, buralardaki amaçları
nelerdir anlatmaya çalıştık.
İkinci bölümümüzde ise Katolik misyonerliği hakkında bilgiler vardır. Katolik
misyonerleri ülkemize ne zaman geldi, hangi şartlarla ülkemizde faaliyetlerde bulundukları
yer almaktadır. Bu görevi üstlenen daha doğrusu Katolik misyonerliğini Fransızlara yükleyen
aslında Kilise ve papalık olmuş ülkemizde söz sahibi olmak istediklerinden bu yola
başvurmuş Fransızları bu iş doğrultusunda yönetmişlerdir.
Üçüncü bölümde ise asıl konu olan Cumhuriyet Döneminde Katolik Misyonerliği
hakkında bilgiler vardır. Bu dönemde geçmişte olduğu gibi Katolik misyonerliğini Fransızlar
genel anlamda üstlenmiş kapitülasyonlardan Cumhuriyete kadar Katolik misyonerliğini
bunlar yürütmüşlerdir. En önemli silahları ise bu misyonerlerin ülkemizde açtıkları okullar
olmuştur. Bu yapancı okullar sayesinde ülkemizde kendi amaçları doğrultusunda örgenciler
yetiştirmiş ve kendi görüşlerini bu yolla Türk halkına işlemeye çalışmışlardır. Genel anlamda
misyonerlerin ülkemizde ki faaliyetlerine ve etkilerine ayrıntılı bir biçimde bakıp analizlerim
sonucu bu çalışmam ortaya çıkmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
AYDIN, Mehmet,“Türkiye’ye Yönelik İki Eski ve Bir Yeni Misyoner Tarikatının Bugünkü
Durumu”,Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi S.6, Konya 2008,7-23
s.
DUMAN, Murat, “Osmanlı’da Yabancı Okullar”, Sızıntı Dergisi S.407, İzmir 2012, 10-13 s.
TÜMER, Günay, Cizvitler, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi S.VIII, İstanbul
1993.40-42 s.