You are on page 1of 37

GİRİŞ

Osmanlı İmparatorluğu’nda misyonerlik faaliyetlerinin geçmişi oldukça eskidir.


Misyonerlik faaliyetleri Osmanlı topraklarında ilk olarak 1500’lü yıllarda Osmanlı
İmparatorluğu ile Fransa Krallığı arasında başlayan dostluğun neticesinde, Katolik Cizvit
mezhebi faaliyetlerine müsaade edilmesiyle bağlantılı olarak görülmeye başlanmıştır. Kanuni
Sultan Süleyman’ın bu müsaadesi, Avrupa’daki Osmanlı aleyhtarı ittifakın dikkate alınarak
Fransa’ya bazı ayrıcalıklar tanınması kaçınılmazlığının sonucunda olmuştur.1 Bu sayede
Osmanlı Devleti’nde misyonerlik faaliyetlerini yapma fırsatını yakalayan ilk grup olan ve bu
himayeden yararlanan Cizvit misyonerleri, Türk İmparatorluğu’nun çeşitli bölgelerinde
teşkilatlanmışlardır. Katolik Cizvit misyonerler, siyaset olarak Fransa’ya, mezhep olarak koyu
bir şekilde Papa'ya bağlı olmakla beraber, genelde Fransa'nın Amaçlarına yönelik hareket
etmişlerdir. Cizvitlerle birlikte Katolikliğin diğer tarikatları olan Fransisken, Dominiken,
Kapuçin ve Frerler de bu ayrıcalıkların sağladığı yararlarla Osmanlı Devleti’ne gelmeye
başlamışlar ve çoğu kendi isimleriyle anılan St. Joseph, St. Michel, St. Louis ve Notre Dame
de Sion gibi okullar açmışlardır. Burada özellikle şunu belirtmeliyiz ki, bu misyoner
teşkilatları basit teşkilatlar değildi; misyonerler çeşitli yerel dilleri bilen ve akademik
kariyerleri olan yetişmiş kimselerdi. İslam ve İslam dünyası hakkında sayısız eserler
yazmışlardır. Böylece de oryantalizme büyük katkı bulunmuşlardır. Mehmet Akif Kendi
zamanın ulemasında şöyle yakınıyordu: “Misyonerler gece gündüz çalışırken, acaba oturup
vahy-i ilahi mi bekler ulema” Akif bugünü görseydi şüphesiz şöyle serzenişte bulunurdu:
Misyona ortak olmuş da ulema ve vüzera, Papalar’dan mı beklerler bir istidrac-ı tecdid.2
Katolik misyonerlerin açtıkları okulların yanı sıra imparatorluğun her yanına dağılmış
olarak kurdukları hastane ve yetimhaneleri de vardı. Cizvitler'in ilk basta baslıca faaliyet
gösterdikleri bölgeler İstanbul, İzmir, Halep, Suriye, Filistin, Mısır, Irak, Kıbrıs ve Orta
Yunanistan olmuş ve bu faaliyet alanlarına Suriye ve Lübnan toprakları da katıldıktan sonra
Marunîler ile Arap Alevileri olarak bilinen Nusayriler üzerinde de yoğunlaşmışlardır.3

1
Hüseyin Canyaş, Orkunt Canyaş, “Osmanlı’dan Günümüze Misyonerlerin Kültürel Alandaki Faaliyetleri”,
Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi S.31, Niğde 2012, s.57 vd.
2
Mehmet Bayrakdar, Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslam, İstanbul 2011, s.97.
3
Remzi Kılıç, “Misyonerlik ve Türkiye’ye Yönelik Misyoner Faaliyetleri”, Türklük Bilimi Araştırmaları
S.19, Niğde 2006, s.334 vd.
BİRİNCİ BÖLÜM
MİSYONERLİK ve TÜRKİYE’DE MİSYONER FAALİYETTE BULUNAN
TARİKATLAR

A. MİSYONERLİĞİN TARİHİ ve AMAÇLARI


a. Misyoner Kimdir
Genellikle kendi dinlerini farklı toplumlara yaymak için gayret gösteren görevli
kişilere misyoner denilmektedir. Çeşitli lügatler kelimeyi şu şekilde açıklamışlardır: Din
yaymaya çalışan papaz (Missionar). Din yayan kişi, Mission ise, özel görev, özel görevli
kurul, dini görev ve yetki anlamlarına gelmektedir. Bağlı bulunduğu Hıristiyan
mezheplerinden birini yaymak için eğitim ve öğretim görmüş kişiye de misyoner adı
verilmektedir. Kısaca belirtmek gerekirse, Hıristiyan kiliselerinin, Hıristiyan olmayan
ülkelerde bu dini yaymak için kurdukları müesseselere Misyon, bunları idare eden din
adamlarına da misyoner denir.
İç ve dış misyonlarda vazife yapan rahip, papaz ve din adamına da misyoner adı
verilmektedir. Diğer dinlerden olanları kendi dinine kazandırmak için kurulan demeğe ve
Hıristiyan olmayan ülkelerde Hıristiyanlığı yayma gayesini güden müesseseye de Mission
denilmektedir.4
b. Misyoner Faaliyetler

Misyonerler, XVI. yüzyıldan itibaren Hıristiyan inanışını vaaz etmek ve ayinleri


yönetmek yetkileriyle donatılmış olarak çevreye gönderilen insanlardı. Bunlar kendi din ve
mezheplerini farklı inançlara sahip insanlara benimsetmek amacıyla dünyaya yayılmışlardı.
Kendi dinlerini, kültürlerini ve dillerini yayma gayelerini, gerçekleştirmek için çeşitli yollan
denediler. Bu amaçla okul açma, matbaa kurma, hastane açma gibi kurumlan araç olarak
kullandılar. Osmanlı topraklarında açılan yabancı okulların çoğu misyonerlere aittir. İlk açılan
yabancı okullar Katolik okullarıdır.5 XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Fransa himayesindeki
Katolikliğin çeşitli tarikatlarına mensup misyonerler, Osmanlı idaresinde bulunan Latin
çocuklarına dinî terbiye vermek amacıyla İstanbul'a geldiler. Katoliklerin açtığı bu okulları
protestan okulları takip etti.
4
Osman Cilacı, Hıristiyanlık Propagandası ve Misyoner Faaliyetleri, Ankara 1992, s. 10 vd.
5
Ayten Sezer, Atatürk Döneminde Yabancı Okullar (1923-1938), Ankara 1999, s. 13.
3

c. Misyonerlerin Amaçları
Bir kere daha belirtelim ki, misyoner her imkân ve fırsattan yararlanarak Hıristiyanlığı
yaymak İsteyen kişidir. Yine bilinmektedir ki misyoner, Hıristiyanlığı yayma yolunda
karşılaşacağı her türlü mahrumiyet ve tehlikeye göğüs geren, imkânsızlık ve mahrumiyetler
içinde görev yapmak üzere yetiştirilen kişidir, Bu yolda, kendi davası uğrunda dünyanın
çeşitli ülkelerinde hizmet vermiş nice misyonerler vardır. Afrika'nın, henüz insan ayağı
değmemiş köşelerine giderek, Hıristiyanlığı yaymaya çalışan, her an ölümle yüz yüze
gelmesine rağmen, sonuna kadar azimle direnen misyonerler, batılda olsa çalışmalarının
mükâfatını görmüşler, dünyanın en ücra köşelerinde bile seslerini duyurabilmişlerdir.
Misyonerler, başlıca faaliyet sahaları olarak okul, kolej, yabancı dil kursları, hastane
dispanserler, yayınevleri ve Kızılhaç gibi kurumlan saçarlar geniş ölçüde bu kuramlardan
yararlanırlar. Özellikle kolej ve yabancı dil kursları, misyonerlerin daha rahat çalışma imkânı
bulacakları yerlerdir. Çünkü yabancı dil uğruna katlanılacak fedakârlığın çoğu zaman hududu
yoktur.
Dünya Kızılhaç teşkilâtı, felâkete uğrayan milletlere yardım elini uzatır. Deprem, sel
baskını, yangın ve harp gibi büyük afetlere uğrayan İnsanların imdadına koşan Kızılhaç
yardımına gittiği ülkelere genellikle misyonerlerini de gönderir. Özel suretle yetiştirilmiş
misyonerler, doktor, hemşire, hastabakıcılık hizmetlerini hastanın ayağına kadar götüren ve
çoğu zaman onların duygularım istismarca kişilerdir, insanın en fazla bakım, himaye ve ilgi
beklediği bir zamanda, bu hizmeti getiren kişinin kimliği önemli değildir, ona her türlü telkinin
etkili gayet tabidir.6
Hayatî bir tehlike atlatan insan o anda sadece tekrar hayatına kavuşmayı ister, kendisine
yapılan telkinlerin, sonuçta Hıristiyanlık propagandası olup olmadığım düşünmez Çünkü
insanın olduğu yerde, acılar da vardır. Acıların olduğu yerde doktorluğa ihtiyaç vardır. Doktorluğa
ihtiyaç olan yerde de misyonerlik için uygun bir fırsat vardır. Böylece misyonerler doktorluğu bir
perde yapıp, onun arkasından hastaya yaklaşmaya çalışırlar.7

6
İbrahim Arslanoğlu, “Misyonerlik, Batı Emperyalizminin Silahıdır”, Ögretmen Dünyası Dergisi S.312,
Ankara 2005, s.26 vd.
7
O. Cilacı, a.g.e, s. 17 vd.
4

B. TÜRKİYE’DE MİSYONERLİĞİN KURULMA AŞAMASI ve KURULUŞUNA


YARDIMCI OLAN TARİKATLAR
Katolik Kilisesi bünyesinde bugünkü kurumlaşmış şekliyle yeni tarikat anlayışının ve
Katolik reformunun temsilcileri olan Dominikenlerin, Fransiskenlerin ve daha sonra kurulan
Cizvitlerin gelişim süreçleri incelendiğinde; başta ilk dönem babalarının üstadı Aziz Antony,
daha sonra da, Aziz Augustine ve Aziz Benedict olmak üzere hristiyan tarikat anlayışının en
önemli mimarlarının sistemlerini esas aldıkları görülür.8

a. Cizvitler
Tarikatın kurucusu Ignatius Layola (İnıgo Lôpez de Loyola) 1491'de Kuzeybatı
İspanya'daki Bask bölgesinin Guiplizcoa eyaletinde doğdu. Gençliğinde Kral Perdinand'ın
sarayına intisap ederek askeri eğitim gördü. 1521'deki Pamplona muhasarası esnasında
yaralandıktan sonra askerlik mesleğini bıraktı. Bu sırada tesadüf eseri okuduğu bir kitabın
etkisiyle teolojiye yönelen ve "Mesih'in askeri" olmaya karar veren Loyola, Manresa
Manastırı'na girerek bir yıl kadar ( 1522-1523) tam bir keşiş hayatı yaşadı: manastırda iken
Exercices Sprituels adlı eserini yazmaya başladı. 1523'te Kudüs'ü ziyaretinden sonra Alcala,
Salamanque ve Paris üniversitelerinde tahsil gördü. Barselona'da Latince öğrendikten sonra
felsefe tahsiline ağırlık verdi ve Paris Üniversitesi'nde felsefe alanında mastır yaptı (1534)
Layola'nın Paris'te çevresine topladığı altı öğrenci Cizvit tarikatının ilk çekirdeğini oluşturdu.
Bu öğrenciler 15 Ağustos 1534'te Montmartre'daki Meryem Kilisesi'nde fakirlik, iffetlilik ve
bir an önce Kudüs'e giderek Hıristiyan olmayanları bu dine davet etme, eğer oraya
gidilemezse papanın hizmetine girme yemini ettiler: bir yıl sonra Venedik'te buluştuklarında
Kudüs'e gitmenin imkânsızlığını görünce papanın hizmetine girdiler. 1537' de papaz tayin
edilen Loyola. 1539'da tarikatın kurallarının ilk taslağı olan Formula Instituti 'yi kaleme aldı.
1540'ta Papa III. Paul "Regimini militan tisecclesia" tamimiyle tarikatın kurulmasını kabul
etti. Yedi ay sonra da Layola tarikatın başkanı seçildi. 1551'de Roma'da şimdiki adı
Gregoriana Üniversitesi olan Roma Koleji'ni ve Almanya için din adamı yetiştirmek
maksadıyla da Alman Koleji'ni kurdu. 1556'da ölen Loyola 1609'da aziz olarak kabul edilmiş,
1622'de de kilisenin resmi azizler listesinde yer almıştır. Loyola, kurduğu tarikata "İsa
Cemiyeti" daha çok "the Society of Jesus"un kısaltması olan “s” kullanılmaktadır adını
vermiştir. Cizvit (Jesuite) terimi ise bu tarikatın kuruluşundan önce de vardı ve Ortaçağ
Hıristiyan düşünürlerine göre bir Hıristiyan öldükten sonra "Jesuita" bir başka Tsa oluyordu.

8
Ali İsra Güngör, Cizvitler, Ankara 2012, s. 35.
5

XVI. yüzyılın başından itibaren bu kavram farklı bir muhteva kazanarak "sahte İsa" veya
"ikiyüzlü" manasında kullanılmaya başlandı. İlk defa 1544'te "entrikacı, düzenbaz"
anlamında, muhalifleri tarafından İsa Cemiyeti mensupları için de kullanılan bu terim, gerçek
manasıyla İsa Cemiyeti'nin diğer bir ismi oldu: ancak aşağılayıcı anlamıyla kullanımı da
devam etti.9 Müslümanlarla yapılan uzun mücadeleler sebebiyle halkın Hıristiyanlığa daha
çok bağlandığı XVI. yüzyıl İspanya'sında ateşli bir İspanyol Katoliği olan Loyola, gençliğinde
okuduğu şövalye romanları ve İslam’a saldırılarla dolu Legendedone' nin tesiriyle hem bir din
kahramanı ve Tanrı şövalyesi olma, hem de bu yolda her güçlüğe göğüs gerecek bir ekip
kurma düşüncesiyle yola çıkmıştı. Cizvitlerin hedefi bütün insanlığı Hıristiyanlaştırmak ve
Hıristiyan olanların inançlarını hiç taviz vermeden yaşamalarını sağlamaktı. Bundan dolayı
Loyola, gerek bu teşkilata girmek gerekse iyi bir Cizvit olarak yetiştirmek için oldukça katı ve
sert kurallar koymuştu. Exercices Sprituels adlı eserinde kişinin ilahi irade ve rızayı hangi
yollarla bulabileceğini en ince ayrıntılarıyla açıklamış, Formula Instituti'de ise tarikata girme,
yetişme ve görevlerle ilgili kuralları tespit etmişti. Cizvitler başlangıçta örnek bir ruhban
hayatı sürerek, Luther'in hareketinin aksine kilise içinde kalarak reformlar yapmak istiyorlardı
ve bu noktada diğer tarikatlardan farkları yoktu. Ancak Constitutions (kurallar) kitabında
ortaya konan sistem ve metotlar onları diğerlerinden farklı kılmaktaydı ve bu sebeple de diğer
tarikatlardan daha fazla üne kavuşmuşlardı. İlk taslağı 1839'da kaleme alınan ve geçici
şekliyle 1881'de ilan edilen bu kurallar, Cizvit adayları için on yılı aşan bir eğitim ve öğretim
süresi tespit etmişti. Bu süre iki yıllık çömezlik döneminden sonra felsefe tahsili, beşeri
ilimlerden birinde uzmanlaşma, staj ve dört yıllık teoloji tahsilini kapsıyordu. Ardından aday
bir yıllık ikinci adaylık devresini yaşıyor ve daha sonra fakirlik, iffetlilik, itaat ve papaya
bağlılık yeminleri etmek suretiyle tarikatın üyesi oluyordu. Tarikat başkanı ölünceye kadar
görevde kalıyor, ona mutlak itaat şart koşuluyordu. Bizzat Layola'nın ifadesine göre, "Tarikat
müntesiplerine düşen cevap vermek değildir. Niçin demek de değildir; ancak yapmak veya
ölmektir."
Tarikat kuruluşundan bu yana otuz üç genel kongre yapmış olup tarikatın yazılı
koleksiyonu, Layola'nın iki kitabı yanında bu otuz üç kongrenin kararlarından oluşur.
Bunların otuz bir (1965-1966) ve otuz ikincisinde (1974-1975) tarikatın idare sistemi, rahip
seçimi ve üye yetiştirilmesinde değişiklik kararları alınmıştır. Cizvitler misyonerliğin dışında
Hıristiyanlıkla ilgili araştırmalar ve eğitimle de meşgul oldukları için pek çok sayıda ilim
adamı ve düşünür yetiştirmişlerdir. Pierre Canisius, Roberto Bellarmino, Mattea Ricci,

9
Ali İ. Güngör, a.g.e, s.50 vd.
6

Teilhard de Chardin bunlardandır. Öte yandan Belçikalı bir Cizvit grup olan Bollandistler'in
oldukça ciddi araştırmaları mevcuttur. Yeni Cizvit babalarından Henri de Lubac ve Jean
Danhlon ile takipçileri modernist hareketler başlatmışlardır.10

b. Dominiken Tarikatı
Türkiye' de XIII. asırdan beri varlığı devam eden misyon gruplarından birisi de
Dominikenlerdir. Bu tarikat, XIII. yüzyılda St. Domingo de Guzman (1170-1221) tarafından
kurulmuştur. 1216 yılında papa III. Honorius tarafından Katolik bünyesinde resmen kabul
edilmiştir. Dominiken tarikatı, tefekküre dayalı bir hayat tarzını ortaya koymaya çalışmıştır.
Diğer yandan tarikat, merkeziyetçi bir yapıya sahiptir. Dominiken tarikatı, kurulduğundan
kısa bir süre sonra, Avrupa'nın belirli merkezlerinde kendini göstermiştir. Dominiken tarikatı,
faaliyet alanını entelektüel boyutta sergilemiş ve bu amaçla birçok okul açmıçtır.
Dominikenler, daha çok ilahiyatçı kimliğini benimseyerek bu yolda kendilerini
yönlendirmişlerdir. Daha sonra Aquinalı Thomas'ın tesiriyle Dominiken ilahiyatçıları, İslam
bilginlerinin bahya girmiş olan eserlerini incelemeye başlamışlar ve felsefe ile meşgul olmayı
tercih etmişlerdir. Dominikenlere "Vaiz Kardeşler" de denmektedir.
Dominikenler iki temel alanda hizmet veriyorlardı:
Birincisi: İrşad faaliyetleri içinde Hıristiyanlığı yayıyorlardı. Bu tam bir misyonerlik
faaliyeti idi. Bunun için Doğu Akdeniz ve Hindistan' ı seçmişlerdi.
İkincisi: Hıristiyan itizallerine (heretik) karşı mücadeleyi devam etmiyorlardı.
Engizisyon mahkemelerinde söz sahibi olanlar da genelde Dominikenlerdi. Ancak
Dominikenler fanatizmin içine gömüldükleri için, yayılma şansları gittikçe azalmıştı.
Modernizmin içindeki sekülarizme şiddetle karşıdırlar. Dominikenler, bugün daha çok, sağlık
kuruluşlarında ve okullarda faaliyet göstermektedirler.
XIII. yüzyılın tarihini taşıyan Dominiken misyonerliğinin ülkemize giriş tarihi,
dördüncü Haçlı seferinden sonra olmuştur (1202-1204). Bu Haçlı seferinde Latinler İstanbul'u
fethetmişler ve Dominikenler İstanbul'a yerleşme imkânını elde etmişlerdir. Dominiken
tarikatı kurulduktan kısa bir zaman sonra, Doğuya hareket ederek misyon faaliyetlerine
başlamışlardır. Fransiskenler gibi bunların da arkasında daima Vatikan'ın misyon gücü var
olmuştur. İstanbul'da Dominikenlerin canlandırdığı misyonerlik, Latinlerin İstanbul' daki
yerleşmelerinin adeta teminatı olmuştu. Bu konuda sahip olduğumuz ilk bilgi kaynağı, Freres
Jaques Suronio de Milan'dır. Bunun verdiği bilgiye göre 1228 yılında Angelo de Basilica Petri

10
Günay Tümer,” Cizvitler”, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi VIII, İstanbul 1993, s.41.
7

ile birlikte Dominiken zihniyetin İstanbul' da yerleşmesi için faaliyet göstermişlerdir. Peder
Leonertz'in araştırmalarına göre Dominikenler 1261 yılına kadar aralıklarla İstanbul'a
gelmeye devam etmişlerdir. 1306 ve 1327 yıllarında İstanbul'da birçok Dominiken
manastırının varlığından bahsedilmiştir. XIII. yüzyılda Fransisken ve Dominiken misyon
grupları, İtalya ve Fransa destekli varlıklarını İstanbul'da sürdürınüşler ve Türkler İstanbul' u
fethettiklerinde, Galata ve Pera' da Fransiskenlerle birlikte Dominikenlerle de
karşılaşmışlardır.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra, Türkiye' deki Dominikenler, bölgelerindeki
Hıristiyanlar için sadaka toplama faaliyetiyle meşgul olmaya başlamışlardır. Eski bir
Dominiken duacısı, Dominikenleri "Türkçe öğrenmeye ve Türkçe konuşan komşularının
kültürünü incelemeye" davet etmektedir. Bugün Dominikenler, Türkiye' de kültürel
kaynaşmayı temin için, Türkçe öğrenmeye çok önem vermektedirler. Avrupa'da Türkoloji
bölümlerinde okuttukları gençlerini, Türkiye'ye ve Türk Cumhuriyetlere misyon faaliyetleri
için göndermektedirler. Türkiye'deki Dominikenler için komşusu olan Türkü tanımanın
geleceğe bir açılma olduğu tavsiyesi yapılmıştır. XX. Yüzyılda İstanbul'daki Hıristiyanlarda,
Türkleri asla Hıristiyan yapamazsınız diye bir kanaat vardı. Oysa bir dominiken şöyle cevap
vermişti: "Türklerle ilgilenmemek, İncil ruhuna ters bir harekettir." Bunun için, Türk kültürü
ve diliyle meşgul olanları o desteklemektedir. Bugüne kadar Dominiken cemaati, varlıklarını
ülkemizde devam ettirmişler ve son yıllarda Vatikan'ın da büyük ölçüde desteğini
kazanmışlardır. Bugün Türkiye'deki Dominikenlerin sayısı, Fransiskenlere nazaran oldukça
azdır. Dominiken cemaatı, ülkemizde sadece İstanbul ve İzmir' de bulunmaktadır.11
ba. İstanbul
İstanbul'da Dominikenler belli başlı üç yerde misyon hizmeti yapmaktadırlar:
baa. St. Pierre et St Paul:
Galata kulesine yakın bir yerde bulunmaktadır. Dominikenlere ait en eski kabul edilen
Freres Guillaume Bemard (1297-1298) tarafından açılan manastırın yakınında bulunan St.
Pierre et St. Paul kilisesi İstanbul'da varlığını koruyan en eski Dominiken mirası olma
özelliğini taşımaktadır. Bugün kilise ve manastırla birlikte bir ünite oluşturan St. Pierre et St.
Paul, aynı zamanda bir paraisse özelliği taşımaktadır. Bugün burada dört Dominiken hizmet
vermektedir.

11
Ali İ. Güngör, a.g.e, s.40 vd.
8

bab. Notre-Dame du Rosaire:


İstanbul'da Dominikenlerin ikinci tarihi mirasları Bakırköy'de bulunmaktadır. Uzun
süre, Dominikenlerin manastırı olarak kullanılan Notre Dame du Rosaire'de bugün sadece bir
Dominiken bulunmaktadır. Bu Dominiken rahibi ayrıca Türk sufizmi üzerinde de çalışma
yapmaktadır. Ayrıca, çevrede kültürel ve dini diyalog faaliyetlerini Dominikenler adına
yürütmektedir. 1863'ten beri bölgede devam eden Dominiken misyon faaliyeti, bugün de
devam etmektedir.
bac. Yedikule Kilisesi:
Burada bugün bir Dominiken rahibi hizmet etmektedir. Ancak Dominikenlere verilen
hizmetlerden başka, bu kilise, Süryani Ortodoks cemaati hizmetine de sunulmuş vaziyettedir.
bb. İzmir:
Türkiye'de Dominikenler, İzmir'de de varlığını devam ettirmektedir. İzmir'de iki
önemli Dominiken Kurumu vardır:
bba. Notre-Dame du Rosaire:
Dominiken rahiplerinin manastırı olarak hizmet veren bu kurum, uzun yıllardan beri
Dominikenlerin faaliyetlerini yürüttükleri bir yer olarak görülmektedir. Bunun için burası bir
Dominiken paroissei olarak kabul edilmektedir. Bu paraissecia dört Dominiken rahip vardır.
Rahipler İtalyan kökenlidir. Burada bulunan Katoliklere hizmet vermeye çalışmaktadırlar;
Cemaatin çoğu İtalyan’dır. Rahiplerin en çok meşgul oldukları konu, sadaka işleridir.
Fakirlere yardım için çalışmaktadırlar. Çevre ile diyalogu devam ettirmektedirler
bbb. Notre-Dame de Lourdes:
İzmir Göztepe'de bulunan Notre-Dame de Lourdes'da bir Dominiken kurumudur.
Özellikle Pazar ayinleri için faal olan bu kilisede, bölge Hıristiyanlarına verilen hizmetle
beraber, çevre ile ilişkiler de devam etmektedir.12

c. Fransisken Tarikatı
François d'Assise (1182-1226) tarafından 1208 yılında kurulan ve papalık tarafından
1215 ve 1223' de resmen tanınan Freres Mineur ismini de alan Fransiskenler, XIII. Yüzyılın
en önemli misyon tarikatlarından birisidir. Dini hayatı çok sert kurallara bağlayan
Fransiskenler, fakirliği, İncili yaşamayı ve insanlara hizmeti ana hedef olarak seçmişlerdir.
Bunun için Fransiskenler vaaz ve nasihatten çok, hayır işlerine ve örnek bir Hıristiyan olmaya
kendilerini adamışlardır. Dilenci tarikatı olarak da ün yapan Fransiskenler, tevazu için
fakirliğin ve dilenmenin önemine inanmaktadırlar. François, örnek olmayı söze tercih
12
Mehmet Aydın, “Türkiye’ye Yönelik İki Eski ve Bir Yeni Misyoner Tarikatının Bugünkü Durumu”, Türk-
İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi S.6, Konya 2008, s.15 vd.
9

etmektedir. Aziz François, entelektüellerden ziyade eğitimsiz halk kesimlerine güvenmiştir.


Fakat yine de Fransisken mensupları, üniversitelerde çok önemli bir kabul görmüşlerdir.
Çünkü Fransisken olan herkes, kendi mesleğini icra edebiliyordu. Yani, dünyayı terk ederek
manastıra kapanmıyordu. Ancak tarikat disiplini açık şekilde tespit edilmiş değildi. Bunun
için de Fransiskenler, farklı kollara ayrılmışlardır. Aziz François tarafından istenilen mutlak
fakirlik, bağış yoluyla gelen mülkiyetin yönetiminde problem meydana getiriyordu. Bunun
için tarikatın temel yasası yeniden gözden geçirilmek zorunda kalmıştır. Tarikat
mensuplarına, belli tarihte genel meclislerde toplanma zorunluluğu getirilmiştir. XIII.
yüzyılda Fransisken tarikatından ilk kopanlar, tarikatın daha sert kurallara bağlı kalmasını
isteyenler olmuştur. Bunlar, hızlı bir şekilde Ioachirn de Fiore'a bağlanmışlardı. Bunların
içlerinden bazıları, İtalya da "Fakir Keşişler" adını almışlardı. Hatta papalık, bu aşırı fakirlik
taraftarı olanlara karşı endişe duymaya başlamış ve bunun için Papa XXII. Jean, bu dilenci
tarikatlarına karşı sert tedbirler alına ihtiyacını duymuştur. Çünkü o "Mutlak Fakirlik"
anlayışında anarşi mayası bulunduğunu düşünüyordu. Bunun için XVI. Asırda Papa X. Leon,
net bir şekilde tarikat kurallarına uyanlarla, manastır yanlılarını ayırmıştır. Manastır yanlıları,
siyah elbise giyer, beyaz bir ip kuşanır ve kapşonludur. XIX. yüzyılın sonunda
Fransiskenlerin farklı kolları, "Freres Mineurs" ismi altında birleşmiştir. Papa X. Pie,
Fransiskenleri yeniden teşkilatlandırmış ve üç ayrı Fransisken temayül ortaya çıkmıştır:

 Freres Mineurslar(Bunlar kahverengi bir elbise, kapşan ve sandal giyerler)


 Fransisken Conventuelsler
 Fransisken Cappuccinsler.
Fransiskenlerin İstanbul' daki Agora Manastırı, İmparator II. Paleologue'un izniyle
Fransisken Freres Mineurs'lere tahsis edilmiştir. Bu manastıra, St. Bemardin de Sienne (1380-
1444), Papa Eugene IV'nin teşvikleriyle, 1441'de Frere Gaspare ve Frere Giovanni'yi bu
manastırda hizmete göndermiştir. Sonra İstanbul'a gelen Fransiskenler, başta Frere
Bartolarneo olmak üzere, bir Fransisken manastırı ve kilisesi inşa etmek için gayret
göstermişler ve böylece başlayan kilise ve manastır faaliyeti 1451'de tamamlanmıştır.
İstanbul'un 1453'de Türkler tarafından fethi sırasında manastırda yaşayanlar, şehrin
savunmasına iştirak ettikleri için savaş esnasında öldürülmüşlerdir. 20 Nisan 1455'de papalık
makamına oturan Papa III. Galixtus, Doğunun yeniden Hıristiyanlığa kazandırılması için,
ciddi plan ve projeler yapmış ve Fransisken misyonerlerini İslam ve Türk dünyasında
çalışmak üzere seferber etmiştir. Hatta papalık, Fatih Sultan Mehmet’in düşmanı olan Uzun
10

Hasanla işbirliğine bile teşebbüs etmiştir. Daha sonraki dönemlerde Fransiskenlerin


İstanbul'daki faaliyetleri devam etmiştir.
XIX. yüzyılda papalığın insiyatifi ile Katolik canlanma yeniden Osmanlı topraklarında
kendini göstermişti. Dominikenler ve Fransiskenler gibi eski Katolik tarikatlar, Galata
kiliselerindeki din adamları sayısını artırmışlar ve hizmet alanlarını genişletmişlerdir. 1861 ve
1876 yıllarında Katolik misyonerliği, özellikle İstanbul' da ciddi şekilde artmıştı. Hatta
kaynaklar, bu dönemde İstanbul' daki Katoliklerin sayısının yirmi iki bine ulaştığından
bahsetmektedirler. Kapuçin Fransiskenleri 1873'de Bakırköy'de ve Büyükdere'de bir ev
kilisesi açmışlardı. Dünyadaki Fransiskenlerin sayısının kırk bin civarında olduğu tahmin
edilmektedir. Türkiye'de ise sayıları bugün kırktan azdır. Türkiye'de bulunan Fransiskenlerin
çoğunluğu İtalyan’dır. Fakat Maltalı, Polonyalı ve Hindistanlı Fransiskenler de vardır.
Türkiye'de bulunan Fransiskenlerin hepsi misyonerdir.13 Fakat buradaki misyoner kelimesi,
genel anlamda Hıristiyanlığı yaymak için çalışan kişi değil; kendi kilisesi dışında başka bir
kilisede çalışan kişiler demektir. Peder Marea'nun burada belirttiği misyonerlik, başkasına
Hıristiyanlığı yaymamak anlamına hiçbir zaman gelmez. Öyle olsaydı, Hıristiyanlığın ruhuna
aykırı bir durum ortaya çıkardı. Çünkü Hıristiyanlığa göre her Hıristiyan bir misyonerdir.
Marea'nun belirttiği misyonerliğin alanı, belki daha dar ve daha özel bir alandır. Fakat bu da
genel misyonerliğin içinde bulunmaktadır. Ülkemizde bulunan bu üç ayrı Fransisken kolu
için, ayrı tarikat kuralları vardır ve bağlı olduğu ayrı merkezler vardır: mesela Freres
Mineursler, Florence'a bağlı olarak çalışırlar. Cappuccinsler, Parme bölgesine bağlıdırlar.
Conventualistler, bir genel merkezden emir almaktadırlar. Fransiskenlerde cemaat üç kişiden
meydana gelir. Fakat bu, Türkiye'de her zaman mümkün olmamaktadır. Bunun için
Türkiye'de sayıya göre çok kuruluş vardır.
Türkiye'deki Episkopale konferansta, iki Fransisken görev alınıştır. Bunlar,
Fransiskenlerin Kapuçin koluna aittirler: Ruggero Franceschini, konferans başkanı ve İzmir
başpiskoposudur. Luigi padovese ise, Anadolu Vicaire Apostolique görevi yapmaktadır.
Bugüne kadar Türkiye'de Fransiskenlerin yoğun olarak görev yaptıkları yerler şunlardır:
ca. İstanbul
caa. Saint-Antoine:
İstanbul Beyoğlu İstiklal caddesinde bulunan bu kilise ve manastır, Fransisken Mineur
Conventuali cemaatine ait bulunmaktadır. Bunların bugün başlıca görevleri, Katolik cemaate
göz kulak olmak ve onların kendi cemaatleri içinde kalmalarını sağlamak, Hıristiyanlıkla ilgili

13
Ali İ. Güngör, a.g.e, s.50 vd.
11

yayınlar yapmak, Hıristiyan eğitimi vermek, fakirlere destek vermek. St. Antoine'a gelen
gençlere ve öğrencilere Hıristiyanlığı anlatmak ve onları diyaloga çağırmak. Ayrıca bu kilise
İstanbul'da, önemli bir diyalog merkezidir.
cab. Saint Marie Draperis:
Bu da İstanbul' da Beyoğlu'nda bulunmaktadır. Fransisken Freres Mineurslere ait olan
bir paraisse kilisesidir. Buradaki Fransisken cemaat de pastarale bir hizmet yapmaktadırlar.
cac. Saint Louis:
Fransisken Freres Mineurslere aittir. Bu kilisede pastaral hizmetlerin yanında,
diyaloga akademik bir seviyede hizmet edilmektedir.
cb. İzmir
cba. Sainte-Marie:
Fransisken Freres Mineurs cemaatine aittir. Pastaral hizmette bulunmaktadırlar. Daha
çok İtalyan cemaatine hizmet vermektedirler. Fakirlere yardım gibi hizmetlerde
bulunmaktadırlar.
cbb. Sainte-Helene:
Fransisken Freres Mineurs Conventuali cemaatine ait bulunmaktadır. Çeşitli dillerde
pastaral hizmet sunmaktadırlar. Din dersi, yeni Hıristiyan olanlara. Hıristiyan formasyonu
vermek ve fakirlere hizmet etmek gibi görevler yapmaktadırlar.
cbc. Saint-Antoine:
Fransisken Mineur Kapuçini cemaatine ait bulunmaktadır. Bu cemaat, pastaral ve yeni
Hıristiyan olanlara Hıristiyan formasyonu, sağlık hizmetleri ve hasta ve engellilere yardım
hizmeti vermektedir. Ayrıca, bölgede hac ziyaretlerine rehberlik yapmaktadırlar.
cbç. Saint Nam de Marie:
Bu kilise de Fransisken Freres Minemsierine aittir. Cemaate pastaral hizmet
vermektedir. Yapılan hizmetler genelde Fransız cemaate yöneliktir.
cc. Anadolu’da Fransiskenler
cca. İskenderun:
Burada Fransisken Mineurs Conventuali cemaati bulunmaktadır. Buradaki cemaat de
diğerleri gibi fakirlerle meşgul olmakta, eğitim için broşürler yayınlamakta, Hac ziyaretleri
organizesi yapma ve kongreler düzenleme gibi hizmetlerde bulunmaktadır.
ccb. Antakya:
Burada da Fransisken Mineurs Kapuçini cemaati bulunmaktadır. Bunlar da Hac
ziyaretleri, diyalog çalışmaları, fakirlere yardım, bilgilendirme broşürleri ve bölgedeki
Hıristiyanlara hizmet gibi faaliyetlerde bulunmaktadırlar.
12

ccc. Mersin:
Burada da Fransisken Mineurs Kapuçini cemaati bulunmaktadır. Bunlar da
Hıristiyanlık hakkında bilgilendirme broşürleri dağıtmakta, fakirlere yardım işlerini
sürdürmede, Hac ziyaretleri için organizeler yapmaktadırlar. Ayrıca Mardin bölgesinden
gelen Süryanilerle yakından ilgilenmektedirler.
ccç. Adana:
Burada Fransisken Mineurs Conventuali cemaati faaliyet göstermektedir. Belli başlı
hizmetleri, fakirlere yardım şeklinde görülmektedir. Buraya kadar verilen bilgiler
doğrultusunda, Türkiye' de sayıları henüz çok az olan Fransiskenlerin, arkalarında XIII.
Yüzyıla kadar varan uzun bir tarihleri vardır. Bu uzun tarihi süreçte Türkiye'de özellikle
İstanbul'da varlıklarını koruyabilen Fransisken cemaati, Türkiye' de iki önemli görevi yerine
getirmektedir. Birincisi, Fransisken mirasının yaşamasını ve korunmasını sağlamaktadırlar.
İkincisi, hem dahili hem harici misyon faaliyetlerini devam ettirmektedirler. Fransiskenlere ait
olan merkezlerde dikkatimizi çeken önemli faaliyetlerin arasında şunlar bulunmaktadır:
 Fransisken varlığını devam ettirmek.
 Dinlerarası diyalogu canlı tutmak. Bununla kilisenin dinamizmini sağlamaktadırlar.
 Hem Hıristiyan olanları hem de olmayanları, Hıristiyanlık açısından bilgilendirmek.14

ç. Dirilmiş İsa Kardeşliği


Bahsetmemiz gereken yeni Katolik tarikatı ise, Peder Vigilio Covi ve bir arkadaşı
tarafından Kuzey İtalya' da on beş yıl kadar önce kurulmuştur. Tarikatın ismi Türkçeye
"Dirilmiş İsa Kardeşliği" şeklinde tercüme edilebilir. Bugün bu tarikatın on bir cemaati vardır.
Yedi erkek, dört kadından oluşan cemaat üyeleri, Kuzey İtalya' da kendilerine tahsis edilen bir
kilise müctemilatında yaşamaktadırlar. Tarikat üyesi olan iki rahibe, beş yıla yakındır
Konya'daki St. Paul kilisesinde bulunmaktadır. Bunların görevi, kiliseye bakmak ve gelen
gruplara ayin için kiliseyi hazırlamak olarak görülmektedir. Fakat kiliseyi ziyarete gelen çok
sayıdaki Türk'e de kiliseyi açmaktadırlar ve Hıristiyanlıkla ilgili sorulara cevap
vermektedirler. Görünürde aktif bir misyoner olmadıkları imajını vermekle beraber, çevre ile
ilişkileri gayet sıcak tutma eğilimindedirler. Her yıl Nisan ve Eylül aylarında tarikat lideri
Vigilio Covi Konya'ya gelmekte, on-on beş gün Konya'da kalmaktadır. Yine bunlarla yakın
diyalog içinde olan iki İtalyan misyoner de Nevşehir'in Avanos ilçesinde bulunmaktadır.

14
Mehmet Aydın, a.g.e, s.9 vd.
13

Peder Vigilio, Türkiye'ye gelişinde bunları da ziyaret etmektedir. Bu misyonerlerle ayrı


tarikatta olmasalar da aralarındaki ilişki, sıcak bir şekilde devam etmektedir. "Dirilmiş İsa
kardeşliği" tarikatı, Türkiye'de dini hizmet vermekten çok mutlu görünmektedir. Vatikan'ın
desteklediği "Dirilmiş İsa kardeşliği" tarikatı, gelecekte Türkiye'de daha da büyüme ve daha
geniş hizmet verme idealini gerçekleştirmek için sabırla ve toleransla çalışmaktadır.
"Dirilmiş İsa kardeşliği"nin, "Casa di Pereghiera S. Maria Assunta" ismiyle atıkları
web sitesinde Hıristiyanlık ile ilgili bilgiler verilmekte ve bir nevi misyonerlik yapılmaktadır.
Bu web sitesinde, Konya St. Paul kilisesi ve İstanbul ile İzmir Sen Antuan kiliselerinin
içinden resimler gösterilmekte ve Hıristiyanlara dua ve ibadet konularında rehberlik
yapılmaktadır. Genelde İncillerden okuma parçaları verilmekte ve bu metinlerin
Hıristiyanlıkça yorumu yapılmaktadır. Bu metinler, çoğu zaman Eski Ahit'ten ve
Mezmurlardan verilmekte, İncil metinleriyle bu açıklamalar teyid edilmektedir. Mesela Noel'e
hazırlık için neler yapılmalı, Noel bayramında gündüz ve gece neler okunmalı, kutsal aile
bayramı nasıl kutlanmalı gibi konularda Hıristiyanlara dini yönden rehberlik yapılmaktadır.
"Dirilmiş İsa kardeşliği" tarikatı bu web sitesinde son zamanlarda Müslümanların
Hıristiyanlara yönelttikleri sorulara cevaplar vererek, Hıristiyan imanı ile İslam inancının çok
farklı olmadığını göstermeye çalışarak, adeta bir inculturation yapmaktadırlar ve bazen de
inançlarını çok yumuşak şekilde ortaya koymaktadırlar. Mesela bu web sitesinde şöyle bir
soru sorulmaktadır: "Biz İsa'yı kabul ediyoruz, siz niçin Muhammed'i kabul etmiyorsunuz?"
Bu kadar açık bir soruya şu cevap verilmektedir: " Bir kişiye ve sözlerin inanmadan önce, ben
o kişinin nasıl yaşadığını bilmek istiyorum; çünkü sevgi olan Allah'ın tasvibini almayan bir
kişiye tam olarak güvenemem. İsa'ya tam olarak güveniyorum. Çünkü işleri, ölümü ve dirilişi
onun ilahi garantisidir. Ben İsa'yı ve sevgisini tanıyorum ve onu takip ederek gerçek ve tam
yaşam elde ediyorum: başka şeyler aramam gerekmiyor.15

15
Mehmet Aydın, a.g.e, s.18 vd.
14
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE KATOLİK MİSYONERLİĞİ ANLAYIŞININ OLUŞUMU ve
CUMHURİYET DÖNEMİNDEKİ ETKİLERİ

A. KATOLİK MİSYONERLİĞİ

Osmanlı topraklarına misyonerlik yapmak amacıyla ilk olarak 16. yüzyılın ikinci
yarısında Katolik papazları gelmeye başlamıştır. Kapucin, Cizvit, Fransisken vs. tarikatlarına
mensup bu Katolik misyonerlerin iki amacı vardı. Birincisi Türkleri Hıristiyanlaştırmak,
ikincisi ise ülkedeki diğer mezheplere mensup Doğu Hıristiyanlarını Katolikleştirmekti.
Ancak Müslümanları Hıristiyanlaştırmakta başarılı olamayacaklarını anlayan Katolik
misyonerler, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ortodoks, Gregoryen, Süryani vs. Katolik
olmayan Hıristiyan topluluklarını kendilerine çalışma alanı olarak seçtiler. Osmanlı Devleti
XVI. yüzyılın sonlarına kadar Hıristiyan Batı dünyasına karşı dikkatli ve tedbirli bir politika
izlemiş, topraklarında misyonerlik faaliyetlerine izin vermemiştir. Fatih Sultan Mehmet
1453’te İstanbul’u fethettiğinde, şehirde Müslüman olmayan dört grup vardı; bunlar Katolik
Latinler, Ortodoks Rumlar, Gregoryen Ermeniler ve Yahudilerdi. Latinler, 1204’te İstanbul’a
giren ve 1261’e kadar bir daha çıkarılamayan Latin Haçlılardan geriye kalanlardı. İspanya’da
on binlerce Müslüman diri diri yakılırken, Fatih İslâm inancının gereği olarak şehirdeki tüm
gayrimüslimlerin canlarını ve mallarını güvence altına almış, onlara din ve vicdan özgürlüğü
tanımıştı. Diğer taraftan Fatih Sultan Mehmet, Katolik Kilisesine (Papalığa)karşı
İstanbul’daki Ortodoks Kilisesini himaye etmek ve bu kilisenin başı olan Patrik’e Bizans
dönemindeki yetkilerini vermek suretiyle Osmanlı Devleti için büyük bir tehdit ve tehlike
olan Katolik ve Ortodoks Kiliselerinin (dünyalarının) birleşmesini önledi. Ayrıca verdiği bir
ahitname ile bir takım imtiyazlar sağlayıp dini ve idari işlerini yürütecekleri bir teşkilat kurma
ve cemaat vekili seçme hakkı tanıdığı Galatalı Katolik Latinlere karşı da Avrupa ile siyasi ve
hissi bağlarını kesip de- netim altına alma politikası izlemiştir.16 Galatalı Latinler kendilerine
tanınan haklardan faydalanarak “hem hukuki hem de dini özelliği / işlevi olan” “La Magnifica
Communita di Pera” isimli cemiyeti kurmuş ve cemaat vekili seçmişlerdir. Fetihten önce
Cenova Başpiskoposluğu’na bağlı bulunan Galata’daki Latin kiliseleri bundan sonra Bâbı-
âli’nin denetimindeki Communita teşkilatı tarafından yönetilmiştir. Başta Papalık olmak üzere

16
Baki Adam, Mehmet Katar, Dinler Tarihi, Ankara 2005, s.198 vd.
16

Hıristiyan Batı Dünyası, Türklerin Anadolu’yu ve İstanbul’u fethetmesini hiç bir zaman
kabullenememiştir. 1455’te Papa olan III. Calixtus, kesinlikle gerçekleşeceğine inandığı
“Hıristiyan Doğu’nun yeniden ele geçirilmesi” düşüncesinin, tüm Hıristiyan Dünyası’nda
canlı tutulabilmesi amacıyla Fransisken misyonerlerini seferber etmiş ve Türklere karşı
harekete geçmeleri için Batı Avrupa’nın Katolik krallarına sürekli mektuplar göndermiştir.
Halefi II. Pius (1458-1464) Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Haçlı Seferi düzenlemek
amacıyla Avrupa’ nın bütün prenslerini Mantua’da bir kongreye çağırmıştır. 1459 yılında
Hıristiyan güçlerinden çok azının tem silcilerinin katıldığı toplantıda genel bir Haçlı Seferi
kararı alınmışsa da; savaşa katılma sözü verenlerden bir süre sonra ret cevabı gelmeye
başlamış ve sefer gerçekleştirilememiştir. Fatih’ten sonra tahta geçen 2. Bayezid döneminde
(1481-1512) Papalığa taviz verilmemiş, Katoliklere karşı Fatih Sultan Mehmet’in izlediği
politika aynen uygulanmıştır. Yavuz Sultan Selim (1512-1520) ise 1518 yılında Papa X.
Leo’ya gönderdiği bir mektupta Osmanlı ordularının Asya’ daki ve Batı’daki gücünü
hatırlatmış ve bu mektup Roma’da büyük bir korku ve telaşa sebep olmuştur. Kanuni Sultan
Süleyman (1520-1566), Almanya-İspanya İmparatoru Şarlken’in Türk-Cihan
İmparatorluğu’na karşı Avrupa’da bir Haçlı ittifakı (birliği) oluşturmasını önlemek için
Şarlken’in rakibi olan Fransa Kralı I. Fransuva’yı, kendisinden yardım istemesi üzerine
desteklemiş ve 1526’da Macaristan, 1529’da Avusturya seferlerine çıkarak Katolik Şarlken’in
Avrupa’daki nüfuzunu kırmıştır. Kanuni Irak seferinde iken Veziri- âzam İbrahim Paşa ile
“ilk resmi Fransız elçisi olan (1534) Jean De La Foret” tarafından “1535’te Osmanlı-Fransız
ticaret antlaşması yapılmıştır. Antlaşma ile Fransızlar Osmanlı topraklarında önemli im
tiyazlar sağlamışlar” ve bu durum “Fransızların ülkeyi etkilemelerine kapı aralamıştır.”
Kanuni Sultan Süleyman döneminde Müslümanları Hıristiyanlaştırmak amacıyla İstanbul’a
gelen (1551) Kapuçin misyonerleri daha karaya ayak basar basmaz tutuklanmışlar, Mısır’a
gönderilerek ömür boyu hapsedilmiş ve hapiste ölmüşlerdir.17
Misyonerlere karşı devletin bu tutumu, Fatih Sultan Mehmet’in düşüncesi
istikametindeki bir uygulamadan başka bir şey değildi. Kendilerine tanınan din ve vicdan
hürriyetini genişleterek kullanan Katolik Galatalı Latinler her kilisenin yanında bir okul
bulunduğu halde; çocuklarının eğitimi için 1583’te Papa’ya başvurarak Cizvitlerin
gönderilmesini istediler. Fransız elçisinin aracılığıyla Katolik azınlığın, çocuklarını Papa’ya
bağlı misyoner papazların eğitmesi isteği Osmanlı Hükümeti tarafından kabul edildi. Oysa bu
durum Fatih Sultan Mehmet’in Katolik tebaayı Papalığın etkisinden ve çizgisinden uzak

17
Mustafa Erdem, “Türkiye’de Azınlıklara Yönelik Misyoner Faaliyetleri”, İslami Araştırma Vakfı Tartışmalı
İlmi Toplantılar Dizisi, İstanbul 2004, s. 272 vd.
17

tutma politikasına aykırı idi. Papa’nın talimatıyla 8 Kasım 1583’te İstanbul’a gelen Cizvit
papazları (Mencinelli, Honore Case, Maurice Timpanizza, Martin, François) Galata’daki Saint
Benoit Kilisesi ve Manastırı’na yerleştiler ve on gün sonra 18 Kasım 1583’ te Türkiye’de ilk
Fransız okulu olan “Saint Benoit” misyoner okulunu açtılar. Bu okul Osmanlı toplumunu
birçok yönden etkileyen Fransız misyoner öğretim faaliyetlerinin hareket noktası ve Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki yabancı ve gayrimüslim okullar zincirinin ilk halkası olmuştur. Saint
Benoit Okulu, 1585’te beş kurucusundan dördünün bulaşıcı hastalık sebebiyle ölmesi, birinin
Avrupa’ya dönmesi üzerine kapandı. Papa V. Sixte (1585-1590) ölen Cizvitlerin yerine
1587’de İstanbul’a bu defa dört İtalyan Kapuçin papazını (Petro Della Groce, Dionigi Da
Roma, Joseph De Leonisse, Gregoire De Leonisse) gönderdi. Bunların ikisi Pietro ve Dionigi
hastalıktan öldü. Joseph dini propaganda yaptığı için hapsedildi. Venedik elçisinin
tavassutuyla hapisten kurtulduktan bir süre sonra arkadaşı Gregoire ile birlikte 1589’da
İstanbul’dan gitti.18
Fransa, Osmanlı Latinleri (Katolikleri)ni himaye politikası takip ediyordu. 1604 tarihli
kapitülasyon antlaşmasına bu himayeye dair maddeler kondu. Fransız Elçisi Savary De Breve
(1589-1607), 1605’te yeni bir misyoner grubunun gelmesi için Osmanlı Hükümetinden izin
aldı. Bu izin üzerine 1609’da İstanbul’a gelen beş kişilik Fransız Cizvit heyeti (P. Canillac,
Fregate, Levesgue, Gobin, F. Claude) tarafından “Saint Benoit Okulu” yeniden açıldı. Latin
(Katolik) ve Rum (Ortodoks) öğrencilerin okuduğu okul 13 Aralık 1609’da subaşılar
tarafından basıldı ve Cizvit papazları, Papa ve İspanya kralı hesabına casusluk yaptıkları
gerekçesiyle hapsedildiler. Sonra da Fransız elçisinin girişimi sonucu serbest bırakıldılar.
Cizvitler, Rum (Ortodoks) ve Latin (Katolik) Kiliselerini birleştirmek için propaganda
faaliyetlerinde bulunduklarından 1628’de Rumlar arasında karışıklıklar başladı. Cizvitler
İstanbul’dan kovuldular. Fakat tekrar gelip St. Benoit Kilisesi’ne ve Manastırı’na yerleştiler.
Cizvit misyonerler devamlı olarak Fransız elçisi tarafından himaye ediliyorlardı ve bu
korunma sayesinde hemen hiç bir faaliyetten geri durmuyorlardı. Okullarında öğretim yoluyla
Katolikliği yayma amaçlı propagandalarına devam ettikleri gibi Saint Benoit Kilisesi’nde,
Tersane Zindanı’nda, Yedikule Hapishanesi’nde, limanda bulunan gemilerde hatta Rum ve
Ermeni kiliselerinde ateşli vaazlar veriyor, ayinler yapıyorlardı. Bunlar vaazlarını Fransızca,
Rumca, İtalyanca ve Türkçe olarak veriyorlardı ve halka daha sevimli görünmek için
başlarında kalpak taşıyorlardı. Papa’nın silahsız askerleri olan Katolik misyoner papazlar,
“Sessiz Haçlı Savaşı” olarak adlandırılan misyonerlik faaliyetleri için Osmanlı

18
Abdurrahman Küçük, Misyonerlikten Diyaloğa Türkiye, Ankara 2011, s. 65 vd.
18

İmparatorluğu’na gelmeye devam ettiler. 1629’da İstanbul’da sekiz Fransisken, altı


Dominiken, dört Cizvit ve dört Kapuçin misyoner faaliyet gösteriyordu ve şehirdeki faal olan
Katolik kiliselerinden ikisi Fransisken, ikisi Dominiken, birer tanesi de Cizvit ve Kapuçin
misyonerlerin elinde bulunuyordu. Vatikan’ın 1622’de misyonerlik faaliyetlerini tek
merkezden yürütmek amacıyla kurmuş olduğu “Propaganda” teşkilatı, 1651 yılına
gelindiğinde İstanbul’a iyice yerleşmiş durumdaydı. Hatta bu örgüt başpiskopos atamak için
Osmanlı Hükümetinden izin almış ve bir Dominiken papazı olan Giacintho Subianu’yu
İstanbul Katolik Başpiskoposu olarak görevlendirmişti. Böylece İstanbul’da bulunan bütün
Katolik papazlar bu başpiskoposa bağlandılar. Bir süre sonra da “Propaganda” teşkilatından
verilen bir emirle (1682) İstanbul’daki Latin kiliselerinin idaresi Communita’nın elinden
alındı. Bundan sonra Communita cemiyetinin İstanbul Latinleri ve Latin kiliseleri üzerinde
nüfuzu kalmadı. Fransa, Osmanlı Devleti ile yaptığı 1604, 1673 ve 1740 tarihli kapitülasyon
antlaşmalarına, kendisine ticari imtiyazlar / ayrıcalıklar tanıyan maddelerden başka Osmanlı
topraklarındaki Katoliklerin ve Katolik papazların korunacağına dair maddeler koydurarak
bunları himayesi altına almıştır. 20 Mayıs 1604’te verilmiş olan ve I. Ahmet (1603-1617) ile
IV. Henri dönemlerine rastlayan kapitülasyon antlaşmasının 4 ve 5. maddeleri şöyledir:
Fransa kralının ve kralın dostu ve müttefiki olan diğer Hıristiyan hükümdarların
tebaaları Kudüs’deki mübarek makamları ziyaret etmek hususunda serbest bulunacaklar,
kendilerine hiçbir müdahale ve müşkülat zorluk çıkarılmayacak ve kendilerine saldırı
haksızlık yapılmayacaktır. Kudüs’te oturup Kamame Kilisesi’nde ayin icra eden rahipler,
orada tam bir emniyet ve huzur ile oturacak ve istedikleri yere gidebileceklerdir. Bunların
emniyet ve huzuru ihlal edilmeyecek, saldırıya uğramayacak ve kendilerine her lüzumunda
yardım ve himaye esirgenmeyecektir.” 5 Haziran 1673’te Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa ile
Fransız Elçisi Marki De Nointelin arasında imzalanan kapitülasyon antlaşmasının 41-43.
maddelerinde ise şöyle denilmiştir:
“Her ne cinsten olur ise olsun Fransız tebaasından olan piskoposlar ve sair Frenk
mezhebinde olan ruhban taifesi, Osmanlı memleketlerinde kadimden eskiden oldukları yerde
kendi hallerinde ayinlerini icra ettiklerinde kimse mani olmayacaktır. Kudüs’ün dahil ve
haricinde ve Kamame Kilisesi’nde kadimden beri oturan Frenk rahiplerinin el’an oturup
ellerinde olan ziyaret yerleri yine ellerinde kalacaktır, kimse müdahale etmeyecektir. Bir
davaları olur ve yerinde faslolunamaz sonuçlandırılamaz ise İstanbul’a havale olunacaktır.”
“Kudüs’e giden Fransızlar ve Fransız tebaasından olanlar gidip dönerken hiçbir kimsenin
müdahalesine maruz kalmayacaklardır.” Galata’da bulunan Cizvit ve Kapuçin tarikatları
ruhbanı papazları, eskiden beri ellerinde olan iki kiliseyi yine ellerinde muhafaza edeceklerdi.
19

İzmir, Sayda, İskenderiye ve sair iskelelerde olan Fransız taifesinin kiliselerine de müdahale
olunmayacaktır. Bu maddeler, önceki kapitülasyon sözleşmelerinden farklı olarak süreklilik
koşulu taşıyan 28 Mayıs 1740 tarihli kapitülasyon antlaşmasında da aynen kabul edilmiştir.
Bu şekilde bir taraftan kapitülasyon antlaşmalarına Katolik misyonerlerin imparatorluk
sınırları içinde serbestçe çalışmalarını sağlayacak hükümler konurken diğer taraftan daha iyi
korunmalarını sağlamak için Fransa Kralı 14. Louis, 17 Mayıs 1675 tarihli emirnamesiyle
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Cizvitlere “Fransız Elçilik ve Konsolosluklarının Resmi
Papazları” unvanını veriyordu.19 Fransız elçisinin himayesinde faaliyet gösteren Katolik
misyonerler imparatorluğun zayıfladığı dönemlerde büyük bir kısmı 19. yüzyılın ikinci
yarısında olmak üzere ülkenin pek çok yerinde “yabancı okul” açtılar. Bu okulların çoğu
izinsiz ve ruhsatsız idi. Katolik tarikatlarının ya da Hıristiyanlıkta kutsallaştırılan kişilerin (St.
Antoine, St. Pierre, St. Luis) vs. adlarını taşıyan Katolik misyoner okulları, ait olduğu
tarikatın rahip veya rahibeleri tarafından yönetiliyordu. 1913’te İstanbul’daki 37 Fransız
okulunun Katolik misyoner tarikatlarına göre dağılımı şu şekildedir:

 Fransiscain Rahip ve Rahibelerinin Okulları: 3 adet


 Jesuite(Cizvit) Rahiplerinin Okulları: 2 adet
 Capucin Rahiplerinin Okulları: 4 adet
 Lazariste Rahiplerinin Okulları: 1 adet
 Filles De La Charite Rahibelerinin Okulları: 8 adet
 Freres Des Ecoles Chreti’ennes Rahiplerinin Okulları: 6 adet
 Notre Dame De Sion Rahiplerinin Okulları: 4 adet
 Soeurs Oblates De L’Assomption Rahibelerinin Okulları: 3 adet
 Peres Augustine De L’Assomption Rahibelerinin Okulları: 1 adet
 Freres Maristes Rahiplerinin Okul ları: 4 adet
 Soerus De L’mmacule Conception De Notre Dame Le Lourdes Rahibelerinin
Okulları: 1 adet

Osmanlı İmparatorluğu’nda I. Dünya Savaşı öncesinde 530 Fransız, 67 İtalyan(53) ve


45 Avusturya “Katolik misyoner okulu” vardı. Bu dönemde Osmanlı coğrafyasındaki Fransız
misyoner okullarının vilayetlere göre dağılımı incelendiğinde; Beyrut’ta 84, Kudüs’te 80,

19
İbrahim Erkek, Batı’nın Öncü Gücü Misyonerler, İstanbul 2013, s. 80 vd.
20

Suriye’de 62, Halep’te 36 okulun bulunduğu görülür. Bu durum, söz konusu Fransız
okullarının önemli bir kısmının Fransa’nın Türkiye’den koparmak istediği bölgelerde
açıldığını göstermektedir.
Kapitülasyon antlaşmalarının sağladığı haklardan ve Islahat Fermanı’nın getirdiği
serbestlikten yararlanarak imparatorluğun hemen her tarafına dalbudak salan (Fransız) Katolik
misyonerler sadece şehir merkezlerinde değil Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi vd.
gayrimüslimlerin bulunduğu küçük yerleşim yerlerinde de okullar açtılar. Örneğin
Güneydoğu Anadolu’da küçük bir kasaba olan Cizre’de biri Dominiken rahiplerine diğeri
Soeur Presentation rahibelerine ait iki Fransız misyoner okulu vardı. Fransızca öğretim yapan
Katolik (Fransız) misyoner okullarında I. Dünya Savaşı öncesi gayrimüslim ve Müslim olmak
üzere toplam 60 binden fazla öğrenci okuyordu. Okullarında dini propagandalarını ve yıkıcı
siyasi faaliyetlerini sürdüren Katolik misyonerler başka mezheplerden olan (Ortodoks,
Gregoryen vs.) Hıristiyan cemaatlere mensup pek çok çocuğu Katolikleştirdiler ve
öğrencilerin beynini yıkayarak onlara ayrılıkçılık fikri aşıladılar. Katolik vd. misyoner
okullarında memleketin çıkarlarına uygun olmayan, zararlı nitelikte eğitim verilmiş ve bu
okullar Osmanlı Devleti’ni parçalayıp yıkmak için en etkili silah olarak kullanılmıştır.20

B. KAPİTÜLASYON’LARDAN, CUMHURİYET DÖNEMİNE KADAR


KATOLİK MİSYONERLİĞİ
Osmanlı İmparatorluğu’nda misyonerlik faaliyetlerinin geçmişi oldukça eskidir.
Misyonerlik faaliyetleri Osmanlı topraklarında ilk olarak 1500’lü yıllarda Osmanlı
İmparatorluğu ile Fransa Krallığı arasında başlayan dostluğun neticesinde, Katolik Cizvit
mezhebi faaliyetlerine müsaade edilmesiyle bağlantılı olarak görülmeye başlanmıştır. Kanuni
Sultan Süleyman’ın bu müsaadesi, Avrupa’daki Osmanlı aleyhtarı ittifakın dikkate alınarak
Fransa’ya bazı ayrıcalıklar tanınması kaçınılmazlığının sonucunda olmuştur. Bu sayede
Osmanlı Devleti’nde misyonerlik faaliyetlerini yapma fırsatını yakalayan ilk grup olan ve bu
himayeden yararlanan Cizvit misyonerleri, Türk İmparatorluğu’nun çeşitli bölgelerinde
teşkilatlanmışlardır. Katolik Cizvit misyonerler, siyaset olarak Fransa’ya, mezhep olarak koyu
bir şekilde Papa'ya bağlı olmakla beraber, genelde Fransa'nın amaçlarına yönelik hareket
etmişlerdir. Cizvitlerle birlikte Katolikliğin diğer tarikatları olan Fransisken, Dominiken,
Kapuçin ve Frerler de bu ayrıcalıkların sağladığı yararlarla Osmanlı Devleti’ne gelmeye
başlamışlar ve çoğu kendi isimleriyle anılan St. Joseph, St. Michel, St. Louis ve Notre Dame

20
Abdurrahman Küçük, a.g.e, s. 68 vd.
21

de Sion gibi okullar açmışlardır. Katolik misyonerlerin açtıkları okulların yanı sıra
imparatorluğun her yanına dağılmış olarak kurdukları hastane ve yetimhaneleri de vardı.
Cizvitlerin ilk basta baslıca faaliyet gösterdikleri bölgeler İstanbul, İzmir, Halep, Suriye,
Filistin, Mısır, Irak, Kıbrıs ve Orta Yunanistan olmuş ve bu faaliyet alanlarına Suriye ve
Lübnan toprakları da katıldıktan sonra Marunîler ile Arap Alevileri olarak bilinen Nusayriler
üzerinde de yoğunlaşmışlardır.
Sürekli ve genişleyerek devam eden kapitülasyon anlaşmaları ile birlikte, gerek
azınlıklara önce Tanzimat Fermanı ve sonra Islahat Fermanı ile tanınan haklar ve gerekse
Osmanlı Devleti’nin 18. ve 19. Yüzyıllarda eğitim ve sağlık gibi sosyal alanlarda basta
Anadolu olmak üzere, kendi toprakları üstünde bir türlü istediği reformları yapamaması,
Osmanlı Devleti’ni misyonerlerin merkezi haline getirmiştir. Ancak bu noktada, 19. Yüzyılda
Osmanlı İmparatorluğu’nda artan misyonerlik faaliyetlerinin özellikle Sark Meselesi ile çok
yakından bağlantılı olduğuna da dikkat çekmek gerekmektedir. Çünkü Osmanlıların Avrupa
topraklarına ilk ayak bastıkları tarihten itibaren Avrupa devletleri açısından şark Meselesi
gündeme gelmiştir. Bu noktada sark meselesinin iki önemli safhaya ayrıldığını belirtmek
yerinde olacaktır. Bunlardan ilki 1071-1683 yıllarını kapsayan ilk dönemdir. Bu ilk dönemde
batılı devletler için sark meselesi;
 Türkleri Anadolu’ya sokmamak,
 Türkleri Anadolu’da durdurmak,
 Türklerin Rumeli’ye geçişini önlemek,
 İstanbul’un Türkler tarafından fethini engellemek,
 Türklerin Balkanlar üzerinden Avrupa içine ilerleyişine mani
olmak seklinde algılanmıştır.
1683-1920 yılları arasındaki ikinci dönemde ise;
 Balkanlardaki Hıristiyan milletlerini Osmanlı hâkimiyetinden kurtarmak,
 İmparatorluk içinde yasayan Hıristiyanlar için reform istemek ve onların lehine
müdahalelerde bulunmak,
 Türkleri ve diğer Müslümanları Balkanlardan tamamen atmak,
 İstanbul’u Türklerin elinden almak seklinde algılanmıştır
İşte bu süreç içerisinde Osmanlı İmparatorluğu içinde yürütülen misyonerlik
faaliyetleri, yukarıda sıralanan amaçların elde edilmesi yolunda kullanılan en önemli araç
olmuş, misyonerler de bu amaçlarına daha ziyade eğitim yoluyla ulaşmak istemişlerdir. Bu
durumun hem hedeflenen amaç ile faaliyet arasındaki ilişkinin kendi doğasından ve hem de
22

imparatorluğun kendi şartlarından kaynaklanan nedenleri vardır.21 Bunlardan ilki Batılılaşma


çabaları içinde olan Osmanlı’nın gelişme metodu olarak eğitime önem vermeyi ön plana
çıkarması, ikincisi ise eğitim konusunda imparatorluğun içinde bulunduğu yetersizlikler
nedeniyle bu konuda halktan ve özellikle azınlıklardan gelen eğitim talepleridir. Bu nedenle
çalışmamızın bu aşamasında, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki eğitim sistemi irdelendikten sonra
yabancıların kurduğu misyoner okulları ve bu okulları kuran ülkeler bazında inceleme
yapılacaktır. Osmanlı döneminde faaliyet gösteren eğitim kurumlarını Türk Okulları, Azınlık
Okulları ve Yabancı Okulları olarak üç kategoride ele almak mümkündür. 1869 yılında
çıkarılan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile Osmanlı eğitim sistemine yeni bir görünüm
kazandırılmıştır. Nizamname ile öğretim kademeleri üç ana kategoride toplanmıştır. Bunlar
ilköğretim, ortaöğretim ve yüksek öğretimdir. İlköğretim iki okul kademesinden
oluşmaktadır. Bunlar “Mekteb-i İptidai” ve “Mekteb-i Rüştiye”dir. Ortaöğretim kademesinde
Mekteb-i İdadi ve Mekteb-i Sultani bulunmaktadır. Yüksek öğretim alanındaki geleneksel
nitelikli medreselerin yanında modern anlayışla açılan ilk yüksek öğretim kurumları da askerî
İhtisas okullarıdır. 22

C. CUMHURİYET DÖNEMİNDE MİSYONERLİĞİN TÜRK TOPLUMUNA


ETKİLERİ

Osmanlı döneminde yoğun olarak faaliyette bulunan misyonerler, bunu Cumhuriyet


Türkiye'sinde de devam ettirmek istediler. Ne var ki, Osmanlı’nın kozmopolit bir yapısı,
azınlıklara tanınan geniş haklar, gösterilen hoşgörü ve yabancı devletlere sağlanan
kapitülasyonlar sayesinde rahatça hareket eden misyonerler, yeni kurulan Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nde aynı ortamı bulamadılar. Zira tam bağımsızlık ilkesinden hareket
eden yeni Türkiye Devleti, milli ve laik özellikler taşıyordu. Bu yüzden misyonerlik
faaliyetlere ve buna bağla azınlık okullarına izin verilmesi söz konusu olamazdı. Nitekim
Dünya Savası sonrası kazanılan Milli Mücadele hareketi sonrasında 24 Temmuz 1923
tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması ile kapitülasyonlar kaldırıldı ve yeni Türkiye
Devleti’nin siyasi ve hukuki varlığı batılı emperyalist güçler tarafından tanındı. Azınlıkların
ayrılması üzerine daha homojen bir yapıya sahip olan Türkiye Devleti’nde köklü inkılâp
hareketlerine girişildi. Bu hareketlerin gayesi toplumu ‘muasır medeniyet seviyesine
yükseltmekti. Bu amaçla basta eğitim ve öğretim olmak üzere hemen her alanda yeni

21
Halit Durucan, Ufuk Ötesi I, İstanbul 2014, s. 146-149.
22
Hüseyin Canyaş, F. Orkunt Canyaş, “Osmanlı’dan Günümüze Misyonerlerin Kültürel Alandaki Faaliyetleri”,
Türklük Bilimi Araştırmaları S.31, Niğde 2012, s.57 vd.
23

düzenlemeler yapıldı. 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile
öğretim birleştirilmiş ve ülkedeki bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır.
Medreselerin de kapatıldığı bu kanunla eğitim ve öğretimde millilik ve laiklik esasları
benimsenmiştir. Tam hükümranlık haklarını eğitim ve öğretim alanında da kullanan Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, misyonerlerin amaçları doğrultusunda faaliyet gösteren yabancı
okulların Osmanlı ve özellikle Milli Mücadele dönemindeki Merzifon Amerikan Koleji’nin
Pontuscu Rumlara yardımlarda bulunması, Maraş ve Antep’teki Kolejlerin ise Ermeniler için
çalışması gibi olumsuz durumlarını göz önünde bulundurarak politikalarını bu yönde
belirledi. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumları olarak çalışmalarını sürdüren
yabancı okulların denetim ve kontrollerini sağlamak için yeni düzenlemeler yapıldı. Bunların
basında söz konusu kurumların dini propaganda yapmalarına engel olmak için bazı kuralların
getirildiğini ve uygulandığını görüyoruz.
Misyonerlerin hedef kitlesi içinde gençlerin özel bir yeri vardır. Çünkü gençler ikna ve
etkiye en açık, değişime en yatkın bir grup olarak bilinir. Tarikat veya cemaat üyelerinin,
kendi gruplarına katılmalarına ikna ederek onların hizmetinden yararlanmaya çalışmaları için
ilk olarak ergenleri ve genç yetişkinleri hedef aldıkları bilinen bir gerçektir. Bu yüzden lise ve
üniversite öğrencileri misyonerlerin en çok ilgilendikleri ve etkili oldukları kesimdir. Nitekim
Türk Protestanları lideri ihsan Özbek’e göre son on yıldır Hıristiyanlığı seçenlerin sayısı iki
bin civarındadır ve bunların yarısı üniversite öğrencisi yarısı da lise mezunu kimselerdir.
Samsun’da Katolik Kilisesinin misyon faaliyetleri sonucunda Hıristiyan olan 30’un üzerinde
cemaat mensubunun büyük çoğunluğunun gençlerden oluştuğu tespit edilmiştir. Bu gençlerin
bir kısmı Anadolu Liseleri ve bir kısmı da Özel okullarda öğrenimlerini sürdürmektedirler.
Özellikle Batı kültürü ile doğrudan ve yakın temas içinde olan yabancı dille eğitim veren
kolej tipi okullar ve bölümlerle yabancı dil kurslarının misyonerlerin daha rahat çalışma
imkânı bulduğu yerler oldukları söylenebilir.23
Cumhuriyetin ilanından 1960’lı yıllara kadar Türkiye’de din alanında meydana gelen
gelişmeleri ele aldığı bir yazısında Schimmel, özetle, söyle demektedir: “İslam’a oldukça
uzak duran ve hatta şeriata karsı çıkan bir Türk’ün Hıristiyanlaştırılabileceği kanaatinde
değilim. Cumhuriyet sonrasında din alanında meydana gelen köklü değişikliklerin ardından
yeni bir misyon alanının açıldığını düşünen misyonerlerin hayal kırıklığına uğraması
kaçınılmazdır…” Schimmel’in bu sözleri, Türkiye’nin misyonerlik faaliyetleri açısından hiç
de kolay bir ülke olmadığını dile getirmektedir. Gerçekten, gerek misyoner teşkilatlarının

23
Ayten Sezer, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Misyonerlerin Türkiye’deki Eğitim ve Öğretim Faaliyetleri”,
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi S.16, Ankara 1999, s.172 vd.
24

raporlarından, gerek Türkiye’de çeşitli kesimlerce hazırlanmış raporlardan anlaşıldığı


kadarıyla, on dokuzuncu asrın ikinci yarısından itibaren 1990 öncesine kadar sürdürülen
misyonerlik faaliyetleri sonucunda Müslüman kesimden Hıristiyanlaşanların sayısı yok
denecek kadar azdır. Güney Kore’de 1950’den sonra yoğunluk kazanan Protestan misyonerlik
faaliyetlerinin genel nüfusun % 20’sini Hıristiyanlaştırdığı göz önünde bulundurulursa, bu
durum daha net anlaşılır. Türkiye’yi Güney Kore ile karşılaştırmamızın nedeni, her iki
ülkenin 1950’den itibaren Amerika’ya yakınlaşmasıdır. Güney Kore’deki bu büyük başarıya
rağmen Türkiye’deki misyonerlik faaliyetlerinin başarısız kalmasının temel nedeni kültürün
yapısıdır. Çok dinliliğe müsait ve edilgen bir yapıya sahip olan Güney Kore kültürü
misyonerlik faaliyetlerine karsı bir kalkan oluşturamamıştır. Başka bir ifadeyle, Güney
Kore’de aile bireylerinin farklı dinlere mensup olmaları kültürel açıdan bir çatımsa
yaratmamaktadır; aile bireylerinin kimisi Budist, kimisi Taoist kimisi de Hıristiyan
olabilmektedir. Buna karsın Türkiye’deki kültürel yapı, her ne kadar son zamanlarda kısmen
çözülme emareleri gösterse de hala savunmacı, dışlayıcı ve kendini koruyucu bir nitelik
göstermektedir. Bundan dolayı Türkiye’de Müslüman bir kimsenin din değiştirmesi ve
Hıristiyan olması kolay değildir. Çünkü basta aile olmak üzere toplumun diğer kesimleri din
değiştirenler üzerinde güçlü bir baskı oluşturmaktadır ki, bu durum misyonerlerin en çok
yakındıkları bir husustur. Bütün bunlara rağmen, yapılan araştırmalar, 1990’dan itibaren son
on beş yılda Türkiye’de misyonerlik faaliyetlerinin arttığını ve buna bağlı olarak pek çok yeni
kilisenin açıldığını göstermektedir. Yayınlanan raporlarda din değiştirenlerin sayısı hakkında
birbirinden farklı rakamlar verilse de bu rakamlar, 1990 öncesine nazaran ciddi bir tehlikenin
varlığına işaret etmektedir. Turkish World Outreach’in web sayfasında yer alan bilgiler de
bunu teyit etmektedir. Milli Güvenlik Kurulu raporunda, misyonerlerce 2020 yılına kadar
toplumun %10’unun Hıristiyanlaştırılmasının hedeflendiği belirtilmektedir. Bu hedefin
gerçekleşme imkân ve ihtimali tartışılabilir. Ancak, gerekli ve yeterli önlemler alınmazsa,
ileri ki yıllarda bu tehlikenin daha da artması imkan dahilindedir.24

24
Serdar Ay, Misyonerlik ve Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, Niğde 2007, s.52 vd (Yüksek Lisans Tezi).
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
CUMHURİYET DÖNEMİNDE KATOLİK MİSYONERLERİN TÜRKİYE’DEKİ
EN BÜYÜK GÜCÜNÜ TEŞKİL EDEN YABANCI OKULLARI

A. TÜRKİYE’DE YABANCI OKULLARIN AÇILMASI ve AÇILMA AMAÇLARI

Osmanlı'nın kuruluş ve yükseliş döneminde medreseler ve Enderun Mektebi'nin


haricinde iki tür özel okul bulunmaktaydı. Bunların birincisi, kendilerine din ve vicdan
hürriyeti tanınan gayrimüslimler tarafından kurulan eğitim müesseseleriydi. İslâm hukukunun
bazı prensiplerinden hareketle Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimler, din ve mezhep
esasına göre "millet sistemi" hâlinde teşkilâtlandırılmış; dinlerini ve dillerini öğretebilecekleri
pek çok okul açmışlardı. Özel okulların ikinci grubunu ise, yabancılar/ecnebiler tarafından
açılan "misyoner mektepleri" teşkil ediyordu. Bu tür okulların ilki 1535'te Kanunî Sultan
Süleyman'ın Fransa Kralı 2. Françoise'ya verdiği hususî imtiyazlar sonrasında kuruldu.
Fransa'dan gelen Cizvitlerin 1583'te Galata'daki Saint Benoit Kilisesi'ne yerleşerek burada
açtıkları mektep, Osmanlı topraklarında kurulan ilk ecnebi misyoner okulu oldu. Günümüzde
varlığını "Saint Benoit Lisesi" olarak devam ettiren bu okulda, sadece Katolik akideleri
öğretilmiyor; din eğitiminin yanında öğrencilere matematik, Fransızca, Grekçe, Lâtince ve
sanat dersleri de veriliyordu. 17. yüzyılda İstanbul'da Fransızlar tarafından Saint Benoit
benzeri iki okul daha kuruldu. 19. yüzyılda Fransız okullarının sayısı hızla arttı.
Amerikalı misyonerler de, Tanzimat'tan itibaren Osmanlı topraklarında çok sayıda
okul açmaya başlamışlardı. 1863'te İstanbul'da açılan Protestan Robert Koleji'nin dışında Har-
put, Mardin, Beyrut, Tarsus, Kayseri, Antep, Merzifon gibi şehirlerde Amerikan kolejleri
açıldı. Misyonerler, gayeleri doğrultusunda açtıkları yüksek eğitim kurumları için, bilhassa
İstanbul'dan uzak vilâyetleri seçiyorlardı. Amerikalı misyonerlerin açtıkları Antep Tıp
Mektebi, Beyrut Amerikan Üniversitesi (1867), Fransızların Beyrut'ta açtıkları Saint Joseph
Katolik Tıp Mektebi bunlara örnek gösterilebilir. Sayıları hızla artan misyoner okulları,
gayrimüslim ve Müslüman halkın çocuklarının bir arada eğitim görmesi için açılan
Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nde (1868) olduğu gibi, Osmanlı mektepleriyle benzer
programları takip etmiş ve böylece Müslüman talebeler için de cazip hâle getirilmek
26

istenmiştir.25
Yabancı okulları açan misyonerler, kendi ülkelerindeki kitapları aynen bu okullarda
okutuyor ve hukukî sahada verilen kapitülasyonlar yüzünden Osmanlı Maarif Nezareti
(Eğitim Bakanlığı) bunlara karışamıyordu. Hatta okutulan kitaplarda Türkler aleyhine yazılar
yer alıyordu. Okulların müdürleri genelde papazdı. Eğitim gören Müslüman talebeler de,
Hıristiyan talebeler gibi kiliseye götürülerek ibadete zorlanıyorlardı.26 Bu durum karşısında
Osmanlı'nın aldığı tek tedbir ise, Müslüman talebelerin bu okullara gitmelerine engel olmaya
çalışmaktı. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, gayrimüslimlere ait cemaat mektepleri de,
misyonerler tarafından kurulan mektepler de, Osmanlı eğitim ve bilim hayatına katkı
sağlamaktan çok, farklı bir sahada tesir meydana getirmiş; Osmanlı'nın aleyhine siyasî
faaliyetlerin doğmasında ve imparatorluğun parçalanmasında önemli bir rol oynamıştır.
Meselâ, Beyrut'taki misyoner okullarının, devletin bütünlüğü adına savunulan "Osmanlıcılık
ve ittihâd-ı anâsır" (Osmanlı milletlerinin birliği) anlayışına karşı "Arap milliyetçiliği"
cereyanının doğmasında ve Arapların Osmanlı'dan kopmalarında tesiri büyük olmuştur.27

B. KATOLİK MİSYONERLERİN AÇTIĞI OKULLAR


a. Tarikatlarına Göre Fransız Okulları
aa. Capucin Tarikatının Okulları
 Galata St. Georges Fransız Okulu
 Galata St. Georges Dil Oğlanları Koleji
 Beyoğlu St. Louis Dil Oğlanları Koleji
 Beyoğlu St. Louis Fransız Ruhban Okulu
 Yeşilköy Kız Okulu
 Yeşilköy Erkek Okulu

ab. Fransisken Rahip ve Rahibelerinin Okulları


 Beyoğlu Sainte-Elisabeth ücretsiz Okulu
 Beyoğlu Ste-Elisabeth Yatılı Okulu
 Büyükada Saint-Antoine Fransız Okulu

ac. Jesuite (Cizvit) Rahiplerinin Okulları


 Galata St. Benoit Okulu
 Beyoğlu Ste. Pulcherie Cizvit Erkek Koleji
 Lazariste Rahiplerinin Okulları

25
Ayten Sezer, a.g.e, s. 25 vd.
26
Adnan Şişman, “Misyonerlik ve Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Kurulan Yabancı Sosyal ve Kültürel
Müesseseler”, Türk Ansiklopedisi XIV, Ankara 2002, s.173 vd.
27
Murat Duman, Osmanlı’da Yabancı Okulları, Sızıntı Dergisi S.407, İzmir 2012, s. 10 vd.
27

b. Fransız Okulları
Osmanlı döneminde açılan Fransız okullarının tarihi oldukça eskilere dayanır. Katolik
okulları olarak bilinen bu okulların ilk açılışları 16. yüzyılın sonlarına rastlar. Çeşitli
tarikatlara mensup rahip ve rahibeler tarafından açılan okullar genelde bunları açan dinî
kuruluşların adıyla da anılırlar Türkiye'deki kültürel nüfuzunu, gönderdiği uzman, öğretmen
ve rahibeler kanalıyla kazanan Fransızların 1839 yılına gelindiğinde sadece İstanbul'da 21'i
erkek 19'u kız olmak üzere toplam 40 okulunun olduğu; bu okullarda 4011'i yerli Hıristiyan,
1860 yabancı öğrenci olmak üzere toplam 5871 öğrencinin okuduğu tahmin ediliyor ve okul
sayısının 1914'de ülke çapında 500'e ulaştığı ifade ediliyordu301. Birinci Dünya Savaşı'nın
çıkması ile kapitülasyonların kaldırılmasından en çok zararı Fransız okulları gördü. Ne var ki,
Mütareke ile eski durumlarına kavuşan Fransız okullarının varlığı, 20 Ekim 1921 tarihli
Ankara İtilâfnamesi ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Anlaşması’na ekli mektuplarla
tanındı. Söz konusu anlaşmalarla Fransız okullarının mevcudiyeti, Türkiye’nin menfaatlerine
ters düşmemek, ilgili yasa ve yönetmeliklere uymak şartıyla kabul ediliyordu. Ancak,
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Fransız okullarının istenilen kurallara uymadıkları görüldü. Bu
yüzden kurallara uymayan okulların kapatılması üzerine yüzyılın başlarında 500 sayısı ile
ifade edilen Fransız okullarının sayısı oldukça azaldı. Nitekim pek çok Fransız Okulu
dershanelerinden dinî sembolleri kaldırmadığı için kapatılmıştır304. Bu tarihlerde sadece
İstanbul’da 13.000 öğrencinin okuduğu, 36 Fransız okulunun varlığından söz ediliyordu.28

ba. Saint-Benoit Erkek Lisesi

Fransız Lazarist Rahipleri adına Jean Bertrand tarafından 1783'te öğretime başlayan
okul ilk açıldığında ilk, orta ve lise kısımlarını kapsıyordu. Bugün orta ve lise kısımlarıyla
faaliyetine devam eden okulun başlangıçtaki öğrencileri Rum ve Yahudi çocukları idi ve
okulda Fransızca, Matematik, Eski Grekçe, Latince, Serbest Sanatlar gibi dersler
gösteriliyordu. Cumhuriyet döneminde faaliyetine devam eden okulda 1932-33'te 139'ıı ilk
kısımda, 211'i orta, 89'u lise kısmında olmak üzere toplam 439 öğrenci bulunuyordu.
Gündüzlü olan bu öğrencilerden aynı yıl 21'i ilk, 21 'i orta ve 16’sı lise kısmında mezun
olmuştur. 30'u erkek 4'ü kadın olmak üzere toplam 34 öğretmenin görev yaptığı okulda, bir
öğretmene yaklaşık 13 öğrenci düşüyordu. 1932-33'te okulun toplam geliri 59.022 liradır.
Bunun 48.713 lirası öğrenci ücretleri olup, kalanı diğer gelirlerdir. Toplam gelirin 40.594
lirası öğretim elemanlarına maaş olarak ödeniyordu. 1937-38 yıllarına gelindiğinde toplam

28
Necdet Sevinç, Osmanlı’dan Günümüze Misyoner Faaliyetleri, İstanbul 2009, s.405 vd.
28

gelir 27.501 liraya düştü. Bunun 27.137 lirası öğrenciden alınıyordu. Toplam gelirin 2/3’ü
öğretim elemanlarının masraflarına gidiyordu. Görüldüğü gibi altı yıl aradan sonra okulun
geliri yarıya yakın düşmüş ve dışarıdan gelen yardımda oldukça azalmıştır. Araştırmalarımız
esnasında okula ait bir programa rastlanamamıştır.

bb. Saint-louis Ruhban Erkek Okulu


4 Eylül 1882 tarihinde Beyoğlu'nda Saint-Louis Manastırı'nda açılmıştır. İlk kısmı
yoktur. Okulun Nizamnamesi'nden alınan bilgilere göre, "St. Louis" okulu sırf Katolik
müessesesi olup asıl maksadı şark idare-i ruhaniyelerine papaz yetiştirmekti. Fakat, rahip
olmak istemeyen klâsik öğretim yapmak isteyen öğrencilerin de okula kabul edildiği
belirtiliyordu. Okula yatılı ve gündüzlü öğrenci kabul ediliyordu. Yatılı öğrenciler genelde
ruhbanlığı kabul edenlerden oluşuyordu. Okula girebilmek için Katolik olmak ve dokuz
yaşında olmak gerekiyordu. Okul altısı ortaöğrenim, birisi felsefe sınıfı olmak üzere yedi
sınıflıydı. Aynı yıllarda okulunun toplam bütçesi tamamı öğrenci ücretlerinden oluşan 3858
liraydı. Bu gelirin lj440 lirası öğretim elemanları maaşlarına gidiyordu2728. 1937-38 ders
yılında okulun gelirleri % 100'e yakın artarak 6809 liraya çıkmıştır. Bu gelirin 2998 lirası
öğrenciden, 4811 lirası ise cemaatlerin yardımlarından oluşuyordu. Böylece 1932-38 arasında
okulun gelirleri artmış, daha önce öğrenciden ücret alınmazken daha sonra alınmaya
başlamıştır. Okula ait müfredat programına rastlanamamıştır.

bc. Saint-Michel Fransız Erkek lisesi


Okulun ilk kurucusu Saint Jean Kristom olup, maliki Frères Des Ecoles Chretiénnes
kuruntudur. İlk açıldığında İstanbul Beyoğlu’nda olan okul bugün Şişli'dedir ve MEB'e bağlı
özel Fransız Lisesi olarak faaliyetine devam etmektedir. 1886 yılında kurulan ve öğretime
başlama iznini 1901 yılında alan Saint-Michel Fransız Erkek Okulu ilk ve orta dereceli olup
Fransızca öğretim yapmaktadır. Üçü ilk, üçü orta, üçü lise olmak üzere 9 sınıflı bir lisedir.
1932-33 ders yılında okulda toplam 323 öğrenci bulunuyordu. Öğrencilerin 139'u ilk, 101'i
orta, 83'ü lise kısmındadır ve öğrencileri gündüzlüdür. Aynı yallarda ilkten 33, ortadan 27,
liseden de 26 öğrenci mezun oldu. Büyük bir kısmı yabancı üniversite mezunu olan toplam 24
erkek öğretmen görevliydi. Bir öğretmene yaklaşık 13 öğrencinin düştüğü lisenin, gelirlerini
öğrenciden alınan ücret ile diğer yardımlar oluşturuluyordu. 1932 yılında toplam bütçesi
23.162 liraydı. Bunun 20.897 lirası öğrenciden alınıyor ve 9958 lirası öğretim elemanlarına
maaş olarak ödeniyordu. 1937-38 yıllarında 18.369 liraya düşen toplam gelirin 14.821 lirası
29

öğrenciden alınıyordu. Bunun 3.548 lirası cemaat yardımıydı. Okula ait müfredat programı
elde edilememiştir.

bç. Saint Joseph Fransız Erkek Lisesi


Bu okul Frères Des Ecoles Chrétiennes rahipleri tarafından kurulmuş. Hicrî 1280
(1864) tarihli Sultan Abdülaziz'in İade-i Seniyesini belirten ferman ile Fransızlara kurum
açma izni verilmiştir.
1870 yılında öğretime başlayan okul ilk ve orta derecelidir31 32 33 34. 1903 yılında okula
ilave olarak Ticaret Enstitüsü kuruldu. Gençleri ticarî ve idari mesleklere hazırlamaya
amaçlayan bu bölüm iki yıllıktır. Diğer yabancı okullardan farklı olarak bu okulda, Türkçeye
büyük önem verildiği, Türk hocaların görev aldığı ve alanında değerli pek çok şahsın okulda
çalıştığı görülmektedir. Bu özelliklerinden dolayı Osmanlı döneminde oldukça büyük etkiye
ve öneme sahip olan okula, daha çok durumu iyi ailelerin ilgi gösterdikleri dikkati çekiyordu.
1910'larda okuldaki Türk öğrenci oranı % 50’deıı fazladır. Cumhuriyet döneminde aynı
etkinliğini devam ettiren okulda 1932-33 yıllarında toplam 445 öğrenci bulunuyordu. Bu
öğrencilerin 199'u ilk, 25'i hazırlık, 177'si orta ve 44'ü lise kısmındadır. Aynı yıl ilk'ten 64,
ortadan 32, liseden 9 öğrenci mezun olmuştur. Yarıya yakını yabancı üniversite mezunu olan,
toplam 43 erkek öğretmenin görev yaptığı okulda, bir öğretmene yaklaşık 10 öğrenci
düşüyordu. Maârif istatistiklerinden aldığımız bu bilgilerde öğrencilerin etnik kökenleri
hakkında bir bilgi yoktur. Ancak, aynı yıllara ait bir arşiv belgesinde okuldaki toplam 438
öğrencinin, 214'ü Türk, 96'sı azınlık ve 38'i yabancı olarak gösterilmektedir. Buna göre
toplam öğrenci sayısının 2/3'ü Türk'tür. 1932 yılında Kadıköy Saint-Joseph Fransız Lisesi'ııin
toplam geliri 123.635 liradır. Bu paranın 109.059 lirası öğrenciden alınan ücretlerdi. Diğer
Fransız liseleri arasında en yüksek gelire sahip olan okulun 1937-38 yılındaki bütçesi 86.322
liraya düşmüştür. Bu gelirin 69.638 lirası öğrenciden alınan ücretlerden, 13.070 lirası, 3614
lirasıda diğer gelirlerden meydana geliyordu.

bd. Pangaltı Notre-Dame De Sion Kız Lisesi


Okul, İstanbul Pangaltı'da Notre Dame de Sion Rahibeleri adına Louise Weyvada
tarafından 1856 Kasımında açıldı. İlk açıldığında ilk ve ortaöğretim veren okula, yatılı ve
gündüzlü öğrencileri kabul ediyordu36. Kurulduğunda 50 kadar öğrenci ile faaliyete başlayan
kız lisesinde 1932-33 yıllarında 296 öğrenci bulunuyordu. Bu öğrencilerin 87'si ilk, 76'sı
hazırlık, 66'sı orta, 67'si lise kısmındaydı. 215'i gündüzlü, 81 'i yatılı olan öğrencilerden aynı
yıl 17'si ilkten, 14'ü ortadan, 3'ü liseden mezun olmuştur. Aynı yıllara ait bir belgede 309
30

toplam öğrencinin 177'sinin Türk, 62'sinin azınlık, kalanının ise yabancı olduğu
belirtilmektedir. 296 öğrencinin bulunduğu 1932-33 yıllarında okulda 44 öğretmen
görevliydi. Öğretmenlerin biri hariç hepsi kadındı ve bir öğretmene yaklaşık 7 öğrenci
düşüyordu. Okulun gelirlerini öğrenciden alman ücreder oluşturuyordu. 1932 yılında toplam
geliri 62.170 liradır. Bunun 9.246 lirası öğretim elemanlarının maaşlarına gidiyordu. 1937-38
yılında ise toplam geliri 68.797 liradır39. Bu durumda, 6 yıllık süre zarfında okulun
gelirlerinde önemli bir değişiklik olmamıştır.29

be. Kadıköy Notre-Dame De Sion Kız Lisesi


Bu okul 1863 yılında açıldı. Gündüzlü ve yatılıydı. 1932-33 yıllarında okulda toplam
163 öğrenci vardır. Bu öğrencilerin 88’i ilk, 17'si hazırlık, 50'si orta 8'i lise kısırımdaydı.
119'u gündüzlü 44'ü yanlı olan öğrencilerden aynı yıllarda 22'si ilkten, 3'ü orta'dan mezun
olmuştur. 23’ü hanım toplam 25 öğretmenin görev yaptığı okulda, bir öğretmene yaklaşık 6-7
öğrenci düşüyordu. Toplam geliri 21426 lirası öğrencilerden alınan ücretlerle 2406 lirası
cemaatin yardımı olmak üzere 27.832 liradır. Bunun 12.740 lirası öğretmen ve memur
maaşlarına gidiyordu. Bu okulun 1937-38 Maârif istatistiklerinde yer almadığı görülmektedir.
Bu durum okulun faaliyetinin sona erdiğini göstermektedir. Ancak ne zaman ve ne sebepten
dolayı kapandığına ilişkin herhangi bir bilgiye rastlanamamıştır. Şu var ki, öğrenci azlığı,
Türk Hükümeti'nin yabancı okullara getirdiği bazı uygulamalar ve ekonomik bazı sıkıntıların
bu okulun kapanmasına veya bir başka Fransız okulu ile birleşmesine yol açtığı düşünülebilir.
Osmanlı döneminde Fransız Hükümeti ve cemaatlerden önemli miktarda yardım gören
Fransız okullarının Cumhuriyet dönemindeki durumları özede şöyledir: Fransız Hükümeti
Türkiye'deki okullarına Fransız Katolik Kilisesi, Hıristiyan Kardeşler (Christian Brothers),
Hayırsever Kardeşler (Sisters of Clıarity) ve Zion Kardeşler gibi kuruluşlar ile bazı Yahudi ve
Ermeni azınlıkları vasıtasıyla yardımlarda bulunuyordu. 1935 yılında okullara ödenen miktar
630.000 Frank'tır. Resmî istatistiklerde 1927-28'de Fransız okullarının toplam bütçesi 531.019
liradır. Bunun 501.298 lirası öğrenciden alınmaktadır. Bu rakam 1930-3l'de 1.436.160 liraya
çıkmıştır. Toplam gelirin 612.948 lirası öğrenciden almıyordu. Bu durumda 1930-31'de
Fransız okullarına dışarıdan yapılan yardım yandan fazla oranda artmıştır. Ancak 1931-32
tarihlerinde 564.014 liraya tekrar düşmüştür. Bu tarihte öğrenciden toplam 539.465 lira
alınmıştır. Görülüyor ki, tekrar dış yardımlar azalmış, öğrenci ücretleri toplam gelirin büyük
kısmım oluşturmuştur. Cumhuriyet Türkiye’sinde faaliyetlerine devam eden Fransız liselerine

29
Hidayet Vahapoğlu, Osmanlı’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, Ankara 1990, s.101 vd.
31

ait müfredat programlarına rastlanamamıştır. Ancak bu okulların da diğerleri gibi Türkçe


kültür derslerine ağırlık verdiklerini ve Fransızca öğretim yaptıklarını, diğer yabancı liselerin
programlarına paralel bir uygulamayı takip ettiklerini düşünmek mümkündür. Kısaca öze
denek gerekirse, Osmanlı döneminde kapitülasyonların verdiği geniş haklardan yararlanarak
serbestçe faaliyette bulunan Fransız okullarına karşı, yeni Türkiye Devleti'nin takip ettiği millî
ve lâik eğitim politikası çerçevesinde denetim uygulanması ile onların olumsuz çalışmaları
önlenmeye çalışılmıştır. Herşeye rağmen Fransız kültürünün yayılmasında önemli bir unsur
olarak görüldüğü için Fransa, okullarının varlığını sürdürmesini uygun bulmuştur.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Türk-Fransız ilişkilerinde en çok tartışılan konular arasında yer
alan Fransız okullarına karşı, Türk Hükümeti'nin kararlı tutumu sürmüş ve bir iç mesele
olarak nitelendirilerek bu konuda taviz verilmemiştir.30

c. İtalyan Okulları
Diğer ülkeler gibi, İtalyanlar da misyonerler yoluyla çoğu İstanbul'da olmak üzere
Hatay, Beyrut, Selanik, Bingazi, Derne, Humus ve Trablusgarp gibi İmparatorluğun değişik
bölgelerinde okullarını açmışlardı. Daha çok İtalyan Cezvitleri ile yine İtalyan soyundan
gelen Ivrea Rahibeleri tarafından açılan ilk ve orta öğretim seviyesindeki okulların amacı,
İtalyancayı öğretmek ve kendi kültürlerinde nesiller yetiştirmek olarak belirlenmiştir. Pek
çoğu ruhsatsız olarak faaliyet gösteren okullar Birinci Dünya Savaşı ile kapanmış; ancak,
Mütareke’yle birlikte tekrar açılmışlardı. Söz konusu İtalyan okullarının Cumhuriyet
döneminde tanınmaları Lozan'a ekli mektuplar ile oldu.

ca. Beyoğlu İtalyan Kız Ortaokulu


İstanbul Beyoğlu'ndaki İtalyan Kız Ortaokulu 1870 yılında Clara Vergani isimli bir
şahıs tarafından kurulmuştur. Sahibi İtalyan Hükümeti'dir. Ana ve ilkokul seviyesinde açılan
okul 1915-19 arası kapalı kalmış ve 1919'da ortaokul ilavesiyle tekrar açılmıştır. Okulun ilk
kısmı 1934 yılında Türk öğrencilere kapanarak yalnız yabancı öğrencilerin gittiği yer
olmuştur. İtalyan Kız Ortaokulu'nda 1932-33 yıllarında 35'i ana, 183'i ilk, 5'i hazırlık ve 57'si
orta kısımda olmak üzere toplam 280 öğrenci bulunuyordu. Bu öğrencilerin 269'u gündüzlü,
ll'i yatılıdır. Aynı yıl okuldan 28’i ilkten, ll'i ortadan toplam 39 öğrenci mezun oldu. Çoğu
öğretmen okulu ve darülfünun mezunu olan 14’ü kadın toplam 17 öğretmen görevliydi. 1937-
38 yılına gelindiğinde öğrenci sayısı 139'a, öğretmen sayısı ise 9’a düşmüştür. Böylece 6 yıl

30
Ayten Sezer, a.g.e, s.81 vd.
32

içinde yan yarıya bir azalma olmuştur. Bunda Türk Hükümetinin yabancı okullar konusunda
getirdiği sıkı uygulamaların etkisi fazladır.

cb. Beyoğlu İtalyan Lisesi ve Ticaret Okulu


Maârif istatistiklerinde lise seviyesinde gösterilen tek İtalyan Okulu Beyoğlu İtalyan
Lisesi ve Ticaret Okulu’dur. Maliki İtalyan Hükümeti olan okul 1888'de açılmış ve 1911-12
ile 1915-19 tarihleri arasında kapalı olan okul, 1919 yılında yeniden açılmış lise ve ticaret
kısımları olan 7 yıllık bir okuldur51. Hazırlık sınıfı da bulunan okul, orta kısmı 4, lise kısmı 3
yıllık olup üçer sınıflı orta ve liseye paralel ticaret kısmı vardır35'1. 1932-33 yıllarında okulda
toplam 250'si erkek olmak üzere 300 öğrenci öğrenim görüyordu. 1/3'ü darülfünun 1/3'ü
yabancı üniversite mezunu olan 21 öğretmenin görev yaptığı okulda bir öğretmene yaklaşık
14 öğrenci düşüyordu. Türk milli eğitiminin belirlenen esaslarına uygun faaliyette
bulunmaları istenen İtalyan okullarında takip edilen müfredat programı aşağıdaki gibidir.
Feriköy Ginstiniani İlkokulu'nda 1934 yılında şu dersler okutuluyordum Türkçe okutulan
dersler: Türkçe, Tarih, Coğrafya ve Yurt bilgisi. İtalyanca olarak okutulan dersler: Tarih ve
Malumat-ı Vataniye (yabancı tebaa için), Hesap, Hendese, Hıfzıssılıha, Resim, Yazı,
Jimnastik, Musiki (eğlenceli meşagili zihniye), Fransızca. Haftada birer saat bütün sınıflar
için yalnız Hıristiyan çocuklara din dersleri vardı. Beyoğlu Ağa hamamı İtalyan Kız
Okulu’nda 1933 yılında şu dersler okutuluyordu.
Türkçe kültür dersleri yanında İtalyanca olarak; Latince, Riyaziye, Tarih, Coğrafya,
Ulûm-u Tabiîye (hikmet ve kimya), Tarihi Tabii (nebatat ve hayvanat), İdare- i Beytiye (dikiş,
biçki, elişleri, ütü, kola, usulü tatbik), Resim, Jimnasük, Güzel Yazı, Musikî, Usulü Defterî ve
Muhasebe-i Ticariye, Stenografı, Fransızca ve İngilizce-Din dersi haftada bir kere Katolik
öğrencilere veriliyordu.
Görüldüğü gibi oldukça yoğun bir program. Okulda Türkçe ve İtalyancadan başka
Fransızca ve İngilizce gibi yabancı dil dersleri de vardı. Özellikle kız çocuklarına el becerileri
kazandırmayı amaçlayan bir program hazırlanmıştı. İtalyan Lisesi'ne ait müstakil bir
programa rastlayamadık. Ancak, burada da Türkçe kültür dersleri yanında diğer liselerde
olduğu gibi bir programın İtalyanca ağırlıklı olarak uygulandığı düşünülmektedir3"2. 1934,
38 42 Maarif istatistiklerinden çıkardığımız bilgilere göre okulda Türkçe ve Edebiyat, Felsefe,
İçtimaiyat, Tabii İlimler, Jeoloji, Fizyoloji, Riyazî İlimler, Fizik, Kimya, Ticari ve İktisâdi
İlimler, Tezyini ve Umumi Resimler ve El işleri ile Beden derslerinin okutulduğu
görülmekledir.
33

İtalyan okullarının gelirlerinin yarısını öğrenci ücretleri oluştururken diğer yarısı


dışarıdan yardım olarak gelmektedir. 1927-28 yıllarında 78.181 lira olan toplam bütçenin
33.919 lirası talebeden alınıyordu. Bu paranın 69.930 lirası öğretim elemanlarına ödeniyordu
Özetle, Cumhuriyet’in ilk yıllarında toplam 16 okula sahip olan İtalya’nın 1937- 38 yıllarına
gelindiğinde 7'si ilkokul olmak üzere toplam 9 okulu faaliyetini sürdürmüştür. 1932-33
yıllarında İtalyan okullarındaki toplam öğrenci sayısı 1796, öğretmen sayısı 128'dir. Okulların
toplam bütçesi ise 40.713 liradır. Bu paranın 14.872 lirası öğrencilerden alınan ücretlerdir. Bu
durumda İtalyan okullarının gelirlerinin yaklaşık 2/3'ü dışarıdan yardım olarak gelmektedir.
Daha çok ilkokul seviyesindeki okulları ile önemli bir yere sahip olan İtalya'ya ait okullar
Türk Hükümeti'nin kararlı politikası sonucunda 1930'lardan sonra sayıca azalmışsa da gerek
yabancı dilbilgisi gerekse batılı eğitim sistemi ile meslek sahibi gençler yetiştirmede Türk
Millî eğitimi içindeki yerini almıştır.31

ç. Avusturya Okulları
Osmanlı döneminde açılan Katolik okulları arasında Avusturya okulları da
zikredilebilir. Bu kurumlar İstanbul'un Galata semtinde toplanmış, Sankt Georges (St. Georg)
okulları olarak bilinirler. Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra fiilî durumlarından dolayı
tanınan Avusturya okullarından yalnızca ikisinin Cumhuriyet döneminde faaliyetine devam
ettiği görülmektedir. Amerikan arşivindeki bir belgeye göre (194), Avusturya'nın
İstanbul'daki okulları Lazarist Kardeşler (Lazarist Brothers) ile Yardımsever Kardeşler
(Sisters of Charity) tarafından yönetiliyordu. Bunlardan St. Georg Erkek Koleji (St. Georges
College for Boys) 1882 yılında Alman Lazarist Kardeşlerce kurulmuş ve 1892 yılında
AvusturyalIlar tarafından devralınmıştır. 1936 tarihli bu belgeden edinilen bilgiler ışığında
okuldaki 194 öğrencinin 110'u Türk vatandaşı kalanı Avusturya ve Almandı. Türk uyruklu bu
öğrencilerin sadece 47’si müslümandı; 5'i Katolik, 19'u Rum Ortodoks; 12'si diğer
Hıristiyanlardan ve 27’si Yahudi idi. Geri kalanlar ise on dört farklı millete mensuptu ve
bunlar arasında da Macarlarla İranlılar çoğunluktaydı.

Bu dönemde okuldaki öğretim, biri okulun müdürü olan 7 Lazarist ile 3 Alman ve 9
Türk öğretmen tarafından yürütülüyordu. Alman öğretmenleri Alman elçiliğinden temin
ediliyordu. Öğretmenlerden birinin Nazi Partisi üyesi olduğu; okulun maddî açıdan fakir
olduğu ve Avusturya Hükümeti'nden yardım görmediği belgede yer alan fikirler arasındadır.
Okulun siyasi bir amacının olmadığı belirtilen bu belgeden, başka Maarif istatistiklerinde

31
Ayten Sezer, a.g.e, s.166 vd.
34

Kolejle ilgili şu bilgilere rastlanmaktadır. 1932-33 yıllarında okulda toplam 202 öğrenci
bulunmaktadır. Bunların 113'ü ilk, 65'i orta ve 24'ü lise kısmındadır. Toplam 202 öğrencinin
162'si gündüzlü 40'ı yatılıdır. Aynı yıl ilk’ten 21, ortadan 15, lise'den ise 1 öğrenci mezun
olmuştur. 1/3 u yabancı üniversite mezunu olan 23 u erkek 1'i kadın toplam 24 öğretmenin
görev yaptığı okulda; bir öğretmene yaklaşık 8 öğrenci düşüyordu.

Araştırmalarımız esnasında okulun müfredat programına rastlanamamıştır. Okulun;


bütçesini öğrenciden alman ücretlerle, dışarıdan gelen yardımlar oluşturuyordu. Buna göre,
1932-33 yıllarında okulun toplam bütçesi 15.035 lirası öğrenciden alınmak üzere 16.482
liradır. Görüldüğü gibi gelirlerin büyük bir çoğunluğunu öğrenci ücretleri oluşturmakta, 1447
lira gibi çok düşük bir rakam dışarıdan gelen diğer yardımlardan oluşmaktadır. Bu paranın
yarıya yakını öğretim elemanlarına maaş olarak ödenmektedir. Avusturya'nın Erkekler için
lise seviyesindeki bu okuldan başka, kız öğrenciler için ortaokul seviyesinde bir okulları daha
vardı. Tarihçesi hakkında bilgi bulunamayan bu okul, diğer Avusturya okulu gibi 1919 yılında
İtilâf Devletlerince kapatılarak rahip ve rahibeleri sınır dışı edilmiş, ancak 1923 yılında
yeniden açılmıştır. 1933 tarihli "Avusturya Sen Jorj Kız Ortaokulu Talimatnamesinde okulun
amacı şöyle anlatılmaktadır (198) : Okul, kadına verilmesi gereken ciddî, medenî ve namuslu
bir terbiye ile kızları mükemmel bir anne olarak yetiştirmeyi amaçlıyordu. Din ve mezhep
ayırımının yapılmadığı ve Türkiye Cumhuriyeti ilkokullarının müfredat programına hemen
aynen uyulduğu vurgulanıyordu. Okul, bir ana sınıfı ile beş ilkokul (iptidai), 3 orta sınıf ile iki
sınıflı ticaret kurusundan ibaretti. Ayrıca Almanca bilmeyenler için iki sınıflı hazırlık vardı.
Ana sınıfına 4-6 1/2 yaşma kadar olan yabancı çocukları gidebilirken, ilkokul kısmına 7-15
yaşma kadar olan öğrenciler almıyordu. Okul gündüzlü ve yatılı olup, her yıl Eylül başında
açılıyordu. Okulda tam puan (10) olup 5'ten aşağı alan, o dersten bütünlemeye kalıyordu.
Okulda Türkçeye gereken önem verildiği vurgulanmakta olup haftada bir saat Katolikler için
din dersi vardı.1932-33 ders yılında okulda, toplam 270 öğrenci öğrenim görüyordu. Bu
öğrencilerin 2l'i ana, 177'si ilk, 72'si orta kısımdaydı. 221'i gündüzlü 49'u yatılı olan okuldan
aynı yıl 30'u ilkten 16'sı ortadan olmak üzere toplam 46 öğrenci mezun olmuştur. 1/3 u
darülfünun mezunu olan 3 u erkek 13 u kadın toplam 16 öğretmenin görev yaptığı okulda, bir
öğretmene yaklaşık17 öğrenci düşüyordu.32

32
Ayten Sezer, a.g.e, s.110-115.
SONUÇ
Bu çalışmamız üç bölümden oluşmaktadır bu bölümler genel olarak misyonerlik ve
Türkiye’de yapmış oldukları faaliyetler hakkında bilgi verilmektedir. Birinci bölümde
misyonerlik tarihi ve misyonerlerin doğu ülkelerini neden seçmiştir, buralardaki amaçları
nelerdir anlatmaya çalıştık.
İkinci bölümümüzde ise Katolik misyonerliği hakkında bilgiler vardır. Katolik
misyonerleri ülkemize ne zaman geldi, hangi şartlarla ülkemizde faaliyetlerde bulundukları
yer almaktadır. Bu görevi üstlenen daha doğrusu Katolik misyonerliğini Fransızlara yükleyen
aslında Kilise ve papalık olmuş ülkemizde söz sahibi olmak istediklerinden bu yola
başvurmuş Fransızları bu iş doğrultusunda yönetmişlerdir.
Üçüncü bölümde ise asıl konu olan Cumhuriyet Döneminde Katolik Misyonerliği
hakkında bilgiler vardır. Bu dönemde geçmişte olduğu gibi Katolik misyonerliğini Fransızlar
genel anlamda üstlenmiş kapitülasyonlardan Cumhuriyete kadar Katolik misyonerliğini
bunlar yürütmüşlerdir. En önemli silahları ise bu misyonerlerin ülkemizde açtıkları okullar
olmuştur. Bu yapancı okullar sayesinde ülkemizde kendi amaçları doğrultusunda örgenciler
yetiştirmiş ve kendi görüşlerini bu yolla Türk halkına işlemeye çalışmışlardır. Genel anlamda
misyonerlerin ülkemizde ki faaliyetlerine ve etkilerine ayrıntılı bir biçimde bakıp analizlerim
sonucu bu çalışmam ortaya çıkmıştır.
BİBLİYOGRAFYA

ADAM, Baki, Mehmet, KATAR, Dinler Tarihi, Ankara 2005.

ARSLANOĞLU, İbrahim, “Misyonerlik, Batı Emperyalizminin Silahıdır”, Ögretmen


Dünyası Dergisi S.312, Ankara 2005, 26-27 s.

AY, Serdar, Misyonerlik ve Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, Niğde 2007 (Yüksek


Lisans Tezi).

AYDIN, Mehmet,“Türkiye’ye Yönelik İki Eski ve Bir Yeni Misyoner Tarikatının Bugünkü
Durumu”,Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi S.6, Konya 2008,7-23
s.

CANYAŞ, Hüseyin, Orkunt, CANYAŞ, “Osmanlı’dan Günümüze Misyonerlerin Kültürel


Alandaki Faaliyetleri”, Türklük Bilimi Araştırmaları S.31, Niğde 2012, 55-74 s.

CİLACI, Osman, Hıristiyanlık Propagandası ve Misyoner Faaliyetleri, Ankara 1992.

DUMAN, Murat, “Osmanlı’da Yabancı Okullar”, Sızıntı Dergisi S.407, İzmir 2012, 10-13 s.

DURUCAN, Halit, Ufuk Ötesi I, İstanbul 2014.

ERDEM, Mustafa, , “Türkiye’de Azınlıklara Yönelik Misyoner Faaliyetleri”, İslami


Araştırma Vakfı Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi, İstanbul 2004.

ERKEK, İbrahim, Batı’nın Öncü Gücü Misyonerler, İstanbul 2013.

GÜNGÖR, Ali İsra, Cizvitler, Ankara 2012.

GÜNGÖR, Erol, Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri, İstanbul 2012.

KILIÇ, Remzi, “Misyonerlik ve Türkiye’ye Yönelik Misyoner Faaliyetleri”, Türklük Bilimi


Araştırmaları S.19, Niğde 2006. 327-342 s.

KÜÇÜK, Abdurrahman, Misyonerlikten Diyaloğa Türkiye, Ankara 2011.

SEVİNÇ, Necdet, Osmanlı’dan Günümüze Misyoner Faaliyetleri, İstanbul 2009.

SEZER, Ayten, Atatürk Döneminde Yabancı Okullar (1923-1938), Ankara 1999.

SEZER, Ayten, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Misyonerlerin Türkiye’deki Eğitim ve Öğretim


Faaliyetleri”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi S.16, İstanbul 1999.
37

ŞİŞMAN, Adnan, “Misyonerlik ve Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Kurulan Yabancı


Sosyal ve Kültürel Müesseseler”, Türk Ansiklopedisi XIV, Ankara 2000. 173-180 s.

TÜMER, Günay, Cizvitler, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi S.VIII, İstanbul
1993.40-42 s.

VAHAPOĞLU, Hidayet, Osmanlı’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, Ankara


1990.

You might also like