Professional Documents
Culture Documents
AİİT I Final Notu
AİİT I Final Notu
c) Çanakkale Cephesi
Yukarda bahsettiğimiz iki cephe bizim açımızdan taarruz cephesi idi. Çanakkale cephesi ise
savunma cephesidir. İtilaf Devletleri açısından bu cephenin açılma gerekçeleri şunlardı:
Çanakkale ve İstanbul boğazlarını ele geçirip aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin siyasi
varlığına son vermek. Osmanlı devlet merkezi etkisizleştirilirse cepheler çöker ve Osmanlı
Devleti rakip olmaktan çıkardı.
Rusya’ya silah ve cephane yardımı yapmak ve böylece, çöken Rus cephesini yeniden ayağa
kaldırarak Almanya’yı doğudan sıkıştırmaktır.
Rusların elinde bulunan tahıl stoklarından yararlanmak ve bu şekilde Avrupa’da baş gösteren
erzak sıkıntısına çözüm bulmak.
Bütün bu amaçlar tahakkuk ettiği takdirde savaşa girme konusunda karasız kalan devletlerin
İtilaf Devletleri safında savaşa girmesini sağlamak.
Deniz Savaşları
İngiltere ve Fransa gemilerinden oluşan İtilaf donanması, Çanakkale önlerine gelerek buradaki
Türk istihkâmlarını bombalamaya başladı. 19 Şubat 1915’te başlayan bombardıman Seddülbahir ve
Kilidülbahir tabyalarında büyük tahribat yarattı.
Osmanlı Devleti cephane bakımından çok yetersizdi. En çok gerekli olan mayınlar bile
düşman tarafından bizim bazı kıyılara dökülmüş olan mayınlardan toplanmıştı.
Yaklaşık bir ay süren bombardıman sonucu Türk tabyalarının büyük tahribata uğradığı
uçaklardan çekilen fotoğraflardan anlaşılıyordu. Bundan iyice emin olduktan sonra 18 gemiden oluşan
İtilaf donanması 18 Mart 1915 günü boğaza giriş yaptı. Bir gece önce son mayın tarama işlemini yapıp
mevcut mayınları toplayan işgal kuvvetleri Çanakkale Boğazı’nın temiz olduğundan emin olarak
harekete geçti. Hâlbuki onların son kontrolü yapmalarının ardından Nusrat Mayın Gemisi gece yarısı
sulara açılarak eldeki mayınları döşemişti. Kıyıya paralel döşenen mayınlar telleri kesildiği zaman
suyun akıntısı ile kıyıya dik vaziyette ilerlemişler ve düşman gemilerine büyük zarar vermişlerdi.
Bir ay süren bombardımana rağmen İtilaf güçleri Türk istihkâmlarını da yok etmeyi
başaramamıştı. Bu yüzden gerek mayınların patlaması, gerekse kıyılardan başlayan yoğun topçu
bombardımanı sonucunda büyük kayıp verdiler.
18 büyük gemiden yedisi batırıldı geriye kalanlar ise yaralı vaziyette Ege Denizine çekilmek
zorunda kaldı. Bu deneme başarısız olunca karaya asker çıkarmaya karar verdiler. 1915 yılı boyunca
süren kara savaşlarında her iki taraf da ağır kayıplar verdi.
Kara Savaşları:
İtilaf ordusu 25 Nisan 1915’te karadan asker çıkardı. Birçok noktadan gerçekleşen bu çıkarma
harekâtı sırasında Anzak ve Suvla Körfezi ile Seddülbahir ve Kilidülbahir önlerinde şiddetli çatışmalar
oldu.
Çanakkale cephesini yöneten Alman General Liman Von Sanders’in gözden kaçırdığı bir
savunma noktası neredeyse savaşın gidişatını aleyhimize çeviriyordu. Conkbayırı, Kocaçimen,
Sarıtepe ve Kabatepe’nin bulunduğu tepelik alan tüm Gelibolu yarımadasına hâkim olacak ve 20 km
lik bir alanı kontrol edebilecek bir konuma sahipti. Anzak askerlerinin bu tepeleri ele geçirmek için
yaptığı taarruz Mustafa Kemal’in dikkatinden kaçmamış, emri altında bulunan ve yedek kuvvetler
olarak bekleyen 19. Tümeni harekete geçirerek bu girişimi engellemiştir. Bu tepelik alan düşman eline
geçmiş olsaydı Gelibolu yarımadasının elden çıkması mukadderdi. Bu yarımadanın düşman eline
geçmesi ise Çanakkale cephesinin düşmesi anlamına gelirdi. Bu başarısı Mustafa Kemal’e kaderin
adamı denmesini haklı olarak sağlamıştır.
6 Ağustos 1915’te düşman kuvvetlerinin Suvla Körfezinden başlattıkları büyük saldırı da
başarı ile geri püskürtülmüştür. Bu cephedeki çarpışmalar Aralık ayı sonlarına kadar devam etmiş ve
gemilerinin desteği sayesinde kıyılarda tutunan düşman kuvvetleri bir türlü içerilere ilerleyemeyince
çekilmek zorunda kalmıştır.
Çanakkale cephesi, 1. Dünya Savaşında net olarak zafer kazandığımız tek cephedir.
Çanakkale Savaşlarının Türk ve Dünya Tarihi Açısından Sonuçları:
Çanakkale direnişi millî ruhu galeyana getirmiş ve bu uyanış millî mücadelenin de ateşini
fitillemiştir. Bu cephede ismi duyulan Mustafa Kemal Paşa, bu uyanan millî bilinçle milli
mücadelenin önderi haline gelecek ve bu mücadele zaferle sonuçlanacaktır.
Çanakkale cephesinin açılmasının en önemli sebebi Rusya’ya yardım götürmek ve Rus
cephesini yeniden ayağa kaldırmak idi. Bu amaç gerçekleşemeyince Rusya zayıf düştü. İç
kargaşa içine girdi. Sonuçta Bolşevik ihtilali baş gösterdi.
Rusya’nın savaşta devre dışı kalması ile beraber İtilaf-İttifak Devletleri arasındaki dengeler
kısmen bozuldu. Bu da savaşın en az iki yıl daha uzamasına sebep oldu.
Bulgaristan İttifak Devletleri safında savaşa girdi. Romanya ve Yunanistan ise İtilaf Devletleri
safında savaşa girme işini ağırdan aldı.
Osmanlı Devleti bu savaşta şehit ve yaralı olarak yaklaşık iki yüz bin kayıp vermiştir. Bu
kayıpların önemli bir kısmı gönüllüler arasında yer alan ve toplumun aydın kesimini oluşturan
mektepli ve medreseli ilim erbabıdır. Bu yetişmiş insanların kaybı daha sonraki eğitim ve
kültür hayatının gelişmesini engelleyen önemli bir etken oluşturdu.
d) Irak Cephesi
Bu cephe İngiltere tarafından açılmıştır. Bunun sebeplerini kısaca özetlemek gerekirse:
Basra Körfezi civarında bulunan petrol havzalarını kontrol etmek. Bu bölgede hem İran
Abadan petrolleri hem de Musul ve Kerkük petrolleri bulunuyordu.
Çanakkale yenilgisinden dolayı Rusya’ya yardım götüremeyen İtilaf Devletleri, Basra
üzerinden Rusya’ya ulaşmak istediler.
Basra Körfezinden başlayan İngiliz çıkarması ilk başlarda ciddi bir direniş görmedi. Daha
sonra toparlanan Osmanlı güçleri Kut el-Ammara Savaşında İngiliz ordusunu mağlup etti. İngiliz
komutan General Towshend esir edildi (1916).
Sömürgelerden gelen askerlerle takviye edilen İngiliz ordusu 1917 yılında tekrar saldırıya
geçti ve aynı yılın sonlarında Bağdat’ı ele geçirdi. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzasından üç
gün sonra, yani 3 Kasım 1918’de Musul’u işgal etti.
e) Hicaz Cephesi
İngilizler Ortadoğu bölgesi ile daha XVII. Yüzyılın sonlarından itibaren ilgilenmeye
başlamışlardır. Özellikle Vehhabi isyanlarını ve Suudi isyanlarını destekleyerek bu mezhep ve bu
aşiret üzerinden bölgede üstünlük kazanmaya çalışmışlardır.
Osmanlı padişahının tüm dünya Müslümanlarına hitaben yayınladığı cihat çağrısı bu yüzden
bölgede taraftar bulamamıştır. İngilizler tarafından kışkırtılan Mekke Emiri Şerif Hüseyin Osmanlı
Devleti’ne daha önce tabiiyetini bildirmişken 27 Haziran 1916’da isyan etmiştir. İngilizlerin de desteği
ile isyan yayılmış ve Osmanlı ordusu çekilmek zorunda kalmıştır. Kutsal toprakları müdafaa etmekle
görevli olan Fahreddin Paşa Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzasından sonra bölgeyi terk etmemiş
ve ancak 1918 yılının aralık ayında Medine teslim olmuştur.
f) Galiçya Cephesi
Rusya’nın Avusturya-Macaristan karşısında üstünlük kurması ve Romanya’nın İtilaf
Devletleri yanında savaşa katılması sonucunda Almanya ve Osmanlı Devletleri de bu bölgeye asker
sevk etmişlerdir. Romanya kuvvetlerinin imha edilmesi ve Rusya’da devrim olmasıyla bu cephedeki
çatışmalar 1917yılında son bulmuştur.
Atatürk’ün Görev Yaptığı Cepheler
Osmanlı ordusunun bir subayı olarak Atatürk I. Dünya savaşında aşağıdaki cephelerde görev
yapmıştır.
1- Çanakkale Cephesi
2- Kafkas (Doğu) Cephesi
3- Suriye Cephesi
E- I. DÜNYA SAVAŞI İÇİNDE İMZALANAN GİZLİ ANTLAŞMALAR
İstanbul Antlaşması ( Mart 1915 )
Bu antlaşma Çanakkale Savaşı başlayınca telaşa kapılan Rusya’nın girişimleri ile ortaya
çıkmıştır. Ortaklarının Boğaz harekâtından tedirgin olan Rusya, Boğazlar konusundaki tarihi
emellerinin suya düşmesinden ve büyük devletlerin boğazlara yerleşmesinden kaygı duymuş, bu
sebeple konuyu görüşmek üzere bir görüşme trafiği başlatmıştır.
İlgili devletlerin İstanbul elçileri vasıtası ile yürütülen görüşmeler sonunda Rusya, önce
İngiltere’den sonra da Fransa’dan boğazlar ve çevresinin kendisine verileceğine dair garanti almıştır.
Buna karşılık bu devletlerin Ortadoğu planlarında onlara yardımcı olmaya söz vermiştir.
Londra Antlaşması ( Nisan 1915 )
Savaş başladığında tarafsızlık ilan eden İtalya, yeni oluşan şartlara göre İtilaf ve İttifak
Devletleri ile görüşerek çeşitli konularda taviz koparmayı planlamaktaydı. Çanakkale Savaşları
sonrasında Osmanlı topraklarının paylaşılması gündeme gelince aradığı fırsatı buldu. 26 Nisan 1915’te
İtalya ile İngiltere, Fransa ve Rusya arasında Londra Antlaşması imzalandı. Buna göre, İtalya
Trablusgarb Savaşı sırasında işgal ettiği Oniki Ada’yı kesin olarak topraklarına katacaktır.
Anadolu’nun işgali söz konusu olduğunda ise Antalya ve çevresi İtalya’ya verilecektir. Antlaşmanın
imzalanmasından bir süre sonra İtalya, ilk olarak Avusturya’ya daha sonra da Almanya ile Osmanlı
Devleti’ne savaş ilan etmiştir.
Sykes- Picot Antlaşması ( 1916 )
Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu toprakları başta olmak üzere büyük bir kısmının paylaşıldığı en
önemli gizli antlaşma Sykes-Picot Antlaşmasıdır. Önce Fransa ve İngiltere arasında, İngiltere’den Sir
Mark Sykes ile Fransa’dan Charles François Georges-Picot arasında yapılan görüşmeler sonucunda
Arap vilayetlerinin paylaşılması konusunda uzlaşmaya varılarak 3 Ocak 1916’da antlaşma
imzalanmıştır. Antlaşmanın imzalanmasından sonra İngiliz ve Fransız temsilcileri Rusya’ya giderek
Rus Dışişleri Bakanı Sazanov ile görüştüler.
Rusya’nın istekleri doğrultusunda Doğu Anadolu Bölgesinden pay verilerek Mart 1916’da
Petrograd Protokolü imzalandı. Aynı günlerde, Mısırdaki İngiliz Valisi H.Mac-Mahon, Hicaz Emiri
Hüseyin ile Osmanlı Devletine karşı isyan ettikleri takdirde Arap bağımsızlığının onaylanacağına ait
bir antlaşma da imzalamıştır. Böylelikle tamamlanan Sykes-Picot Antlaşması, 10–23 Ekim 1916
arasında son halini almıştır.
Bu antlaşmaya göre Rusya, bağımsız bir Arap Devleti ve Arap Devletleri Federasyonu
kurulmasını; Suriye, Adana veya Mezopotamya’nın İngiltere ve Fransa arasında paylaşılmasını kabul
ediyordu. Buna karşılık Erzurum, Van, Bitlis vilayetleri ile Van’ın güneyinde Muş ve Siirt vilayetleri
arasında kalan toprakları ve Trabzon’un batısına kadar Karadeniz kıyıları Rusya’ya kalıyordu.
Ortadoğu toprakları da İngiltere ve Fransa arasında şu şekilde paylaştırılacak; Aladağ, Kayseri,
Akdağ, Zara ve Harput ile sınırlanan arazi ile Çukurova, Suriye ve Musul Fransızlara verilecekti.
İngiltere’ye ise Mezopotamya’nın tamamı, Hayfa ve Akka Limanları ve genellikle Fransız
bölgesinin güneyi bırakılacaktır. İngiliz ve Fransız nüfuz bölgelerinde bir Arap devleti veya
konfederasyonu kurulacak, Filistin milletlerarası bir idareye tabi olacaktı.
Saint Jean de Mariuenne Antlaşması ( Nisan 1917 )
Sykes-Picot Antlaşmasının İtalya tarafından öğrenilmesi üzerine, İtalya hemen İtilaf
Devletleri’ne başvurarak yaptıkları antlaşmaların kendisine de açıklanmasını istedi. Ayrıca daha önce
yapılmış Londra Antlaşması ile kendisine bırakılan bölgelerin azlığına değinen İtalya, Sykes-Picot
Antlaşması karşılığında İzmir ve Mersin bölgelerini talep etti. İtalya’nın bu isteklerini Saint Jean de
Maurienne kasabasında 10 Nisan 1917’de yaptıkları bir konferansta değerlendiren İtilaf Devletleri
sonunda bir antlaşma yapmaya karar verdiler. 19 Nisan 1917’de imzalanan bu antlaşmaya göre İtalya,
müttefiklerinin kendi aralarında yapığı Sykes-Picot Antlaşmasını tanıdığını belirtiyordu. Buna karşılık
olarak kendisine Mersin hariç Antalya, Konya, Aydın ve İzmir veriliyordu.
Antlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için Rusya’nın onayı şart koşulmuştu. Ancak Rusya’da
Bolşevik ihtilalinin patlak vermesi üzerine, Çarlık Rusya’sının karışıklıklarla uğraşması ve yıkılmaya
başlaması antlaşmanın onaylanmasına engel olmuştur. Bu antlaşmanın geçerliliğini yitirmesi üzerine,
İtalya’ya bırakılan İzmir, İtilaf Devletleri tarafından; özellikle İngiltere’nin kendi menfaatleri
doğrultusunda sürdürdüğü etkin siyaset ile Yunanistan’a bırakılması kararlaştırılmıştır.
G- PARİS BARIŞ KONFERANSI
Ateşkes antlaşmaları imzalandıktan sonra sıra nihai barış antlaşmalarını imzalamaya gelmişti.
Tarafların ve konuların çokluğu yüzünden bunu hemen gerçekleştirmek mümkün görünmüyordu.
Halledilmesi gereken sorunlar asırların biriktirdiği sorunlardı. En önemlisi de Osmanlı mirasını
paylaşma konusu idi.
Galip devletler mağlup olanlarla imzalayacakları antlaşmaların ana hatlarını tayin etmek için
18 Ocak 1918 yılında Paris’te toplandılar. Konu ile uzaktan yakından ilgili olan 32 devlet burada
temsil edildi. Ancak konferansta Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya etkiliydi. Bu devletlerin
başbakan ve dışişleri bakanlarından oluşan “Onlar Konseyi” kuruldu.
Bu konferansta yer alan bazı devletlerin izlediği temel politikaların ana hatlarını şu şekilde
özetlemek mümkündür:
İngiltere: Birinci Dünya Savaşı’na girerken dünyanın en büyük ve en güçlü devleti olan
İngiltere savaştan daha da büyüyerek çıktı. Yeni topraklar ve ganimetler elde etti. Savaşın
uzamasından dolayı yorgun düşse de savaşın en karlı çıkan devleti olma özelliğini kimseye vermedi.
İngiltere’nin öncelikleri şöyle sıralanabilir:
Almanya ile Fransa’yı sürekli birbirine rakip vaziyette tutmak için Almanya’nın fazlaca
hırpalanmasına izin vermemek. Almanya ezilirse rahata çıkan Fransa güçlenir ve İngiltere’ye
ciddi bir rakip olabilirdi.
Ege ve Akdeniz’de İtalya’nın yayılmasına izin vermemek, onun yerine Yunanistan’ı tercih
etmek en önemli tezlerinden birini teşkil ediyordu. Güçlü bir İtalya, İngiltere’ye sömürge
yollarında sorun çıkartabilirdi.
Osmanlı mirası paylaşılırken Yunanistan’ı kollamak ve bu devletin Ege havzasında
genişlemesine zemin hazırlamak istiyordu. Bu politikanın amacı; Yunanistan ile her zaman
dost kalmayı başaran İngiltere sömürge yollarında sadık bir bekçi kazanmış oluyordu.
Ortadoğu’ya biçim verirken petrol havzalarını elde tutmak ve bu coğrafyada olabildiği kadar
yeni devlet kurmak düşüncesi taşıyordu. Bu bölgede ne kadar çok devlet olursa o kadar güçsüz
ve kontrolü mümkün olurdu. Bu yüzden cetvelle çizilen sınırlar içinde irili ufaklı birçok yeni
devlet kuruldu.
Fransa: Bu devletin en öncelikli konusu Almanya ile ilgili sorunlardı. Almanya savaştan
yenik çıkmış ve perişan olmuştu. Fransa Almanya’nın kendisi için yeniden bir tehdit haline gelmesini
istemiyor, bu yüzden hem askeri hem de ekonomik sınırlamalar getirilmesini istiyordu. Fransa’nın bu
politikasına en çok karşı çıkan devlet ise İngiltere idi. Ev sahibi olmasına rağmen Fransa istediklerini
yapamadı ve Almanya için arzu ettiği ölçüde sınırlamalar getirmeye muvaffak olamadı.
İtalya: İtalya’nın savaş başlamadan önce izlediği aşırı çıkarcı ve pazarlıkçı yaklaşımı ve
savaşa dört elle sarılmamış olması müttefiklerini kızdırmıştı. Savaş devam ederken imzalanan gizli
antlaşmalarda Antalya’dan Konya’ya, Konya’dan İzmir’e kadar uzanan çizginin güneyi kendisine söz
verilmişti. Ancak savaş bittikten sonra İngiltere Yunanistan’ı desteklemiş ve bunu yaparken de antik
Yunan uygarlığından dolayı Avrupa kamuoyunun Yunanistan hakkındaki sempatisini iyi kullanmıştır.
İtalya kendisini hep haksızlığa uğramış ve aldatılmış olarak görmüştür. İtalya’nın bu küskün tavrı millî
mücadele sırasında bizim işimize yaramış, İtalya bize ciddi bir sorun çıkaramamıştır.
ABD: Savaşa geç giren ABD savaşın sonuçları üzerinde belirleyici olmak için çaba harcadı.
Wilson Prensipleri’nin hayata geçirilmesini çok önemsedi. Bu tutumu diğer ortaklarını hayli rahatsız
etti. Gizli antlaşmaları kabul etmemiş olması ciddi bir sorundu. Bu yüzden açıktan söylenmese de
ABD’ye karşı mesafeli bir tutum benimsenmişti. Wilson’un olmazsa olmazlarından biri de milletler
cemiyetinin kurulması konusu idi. Bu fikre karşı olmakla beraber ABD’yi de karşılarına almak
istemeyen Avrupalı galipler bu işten kurtulmanın yolunu buldular. Paris’e gelip görüşmelere bizzat
katılan Wilson’a cemiyet işinin uzun boylu bir iş olduğunu, bunun için birçok yazışma icap ettiğini ve
bunu sağlamak için de bir sekretarya oluşturmak gerektiğini, tüm bu işlerin haftalarca, hatta aylarca
sürebileceğini, kendisinin ülkesine dönüp sonucu beklemesinin daha yerinde olacağını söylediler.
Wilson evine döndü. O gittikten sonra her şeyi kendi bildikleri yöntemlerle halletme yoluna gittiler.
ABD oyalandığını ve fikirlerinin ciddiye alınmadığını görünce yeniden infirat politikasına döndü.
Wilson Yunan ve Ermeni sorunları konusunda yanıltılmıştı. Bu iki ulusun Anadolu’da çoğunluk
olduğunu zannediyordu. Bu yüzden de onların Türklerin esaretinden kurtarılması gerektiğine
inanıyordu. İzmir’in işgali sırasında Yunan ordusuna ABD gemilerinin tahsisi, Sevr antlaşmasında
öngörülen Ermenistan sınırlarının Wilson tarafından çizilecek olması bu konudaki ABD politikası
hakkında fikir vermektedir.
Japonya: Birinci Dünya Savaşına 1914 yılı içinde itilaf devletleri safında girip aynı yıl içinde
Pasifik’te bulunan Alman sömürgelerini ele geçirerek savaşın dışında kalan Japonya savaşın sonuçları
konusunda belirleyici olmaya gayret gösteriyordu. Kendisini doğrudan ilgilendirmeyen konularda bile
görüş belirtmekten çekinmiyordu. Öyle anlaşılıyordu ki bu konferans vesilesi ile dünyada oluşan
güçler dengesi içinde kendine bir yer bulmaya uğraşıyordu.
Yunanistan: Paris Barış Konferansında İtalya hariç diğer devletler tarafından açık bir şekilde
himaye edilmiştir. Büyük devletlerin hepsi Yunanistan taraftarı olduğu gibi temsilcileri de birer
Venizelos hayranı idi. Yunanistan’ın istekleri çoktu. İzmir ve Trakya’yı istiyordu. İzmir konusunda
İtalya, Trakya konusunda da Bulgaristan karşısına çıkıyordu. Tabii ki bu iki devletin de Yunanistan
karşısında fazla bir şansı yoktu. Yoğun propaganda çalışmaları sonucunda buralarda Yunanlıların
çoğunlukta olduğuna herkes inanmıştı.
H- BARIŞ ANTLAŞMALARI
2. İstanbul’un İşgali
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imza edilmesinin ardından vakit geçirmeden işgallere
başlayan İtilaf Devletleri, kasım ayının başında Çanakkale’ye asker çıkarmışlardı. Bunun ardından 55
gemi ve 6 denizaltıdan oluşan büyük bir filo 13 Kasım 1918 günü İstanbul’a geldi. Bunların içinde
Yunan gemileri de mevcuttu. Aynı gün İskenderun’dan dönen Mustafa Kemal de İstanbul’a gelmişti.
İstanbul’un İtilaf Devletleri’nin donanması tarafından işgal edilmiş durumunu gördüğünde;
“Geldikleri gibi giderler!” sözü ile işgale karşı kayıtsız kalmayacağını ve bu konuda ileriye yönelik
bir takım planları olduğunu da ifade ediyordu.
3. İzmir’in İşgali
a) İzmir’in Yunanlılar Tarafından İşgali’nin Sebepleri
I. Dünya Savaşı sırasında imzalanan gizli antlaşmalarda İzmir İtalya’ya söz verilmişti ancak
Akdeniz’de güçlü bir İtalya görmek istemeyen İngiltere bunu engelleyip Yunanlıları
destekledi.
Yunanistan’ın menfaatlerinin yanı sıra, Yunan işgalinin İngiltere açısından çok farklı bir
önemi ve özelliği vardı. Zira diğer Avrupa devletleri ile antlaşmalar imzalanmış ve
sonuçlandırılmış olsa bile Osmanlı Devleti ile henüz antlaşma imzalanmamıştı. Osmanlı
Devleti veya Türk milleti bu antlaşmaya karşı direnç gösterebilirdi. Bu direnci kırmak için de
yeniden askeri seçenekler gündeme gelebilirdi. Ne var ki İngiliz kamuoyu savaştan bıkmıştı.
Bu durumda Yunanistan’ın İzmir hevesi bu amaç için kullanılabilirdi. Kısaca İngiltere,
Osmanlı Devleti’ni ikna için Yunanistan’ı jandarma olarak kullanmak istiyordu.
b) İzmir İçin İşgal Hazırlıkları ve Paris Barış Konferansı
İzmir’i Yunanistan’a vermek isteyen İngiltere bir takım uydurma haberler yayarak İzmir’in
Yunanlılar tarafından işgaline zemin hazırlamıştı. Avrupa medyasında yer alan haberlere göre Türkler
Batı Anadolu’da Rumları katletmekte idi. Acil müdahale edilmezse çok kötü sonuçlar doğabilirdi.
Üçler konseyi bu kararı alır almaz işgalin altyapısını hazırlamaya başladı. Öncelikle Osmanlı
Devleti’nden İzmir çevresindeki istihkâmların boşaltılması talep edildi. Ateşkes şartları gereği bu
isteği yerine getiren Osmanlı Devleti bu istihkâmların İtilaf ordusu tarafından işgaline ses çıkartamadı.
Ardından Mondros Ateşkes Antlaşması’nın yedinci maddesini gerekçe göstererek bölgeyi
işgal edeceklerini bildirdiler. Bu işleri organize etmekle görevlendirilen Amiral Caltorphe İzmir’i
işgale hazır vaziyete getirdi.
Caltorphe Yunan işgalinden bir gün önce İzmir’i İtilaf Devletleri askerlerine işgal ettirdi.
Türklerden istihkâmları teslim aldılar. Ertesi gün Yunan ordusuna teslim edeceklerdi. Ayrıca
Caltorphe İzmir Valisi İzzet Bey’e ve 17. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa’ya işgale karşı
konulmaması konusunda ültimatom verdi. İşgal için de mütarekenin yedinci maddesini gerekçe
gösterdi.
İzmir konusunda meydana gelen gelişmeler ve son olarak da Yunan işgali kararının ortaya
çıkması, gerek İzmir’de gerekse Anadolu’da bir deprem etkisi yarattı. İzmir’in Yunanistan’a ilhakını
engellemek amacı ile kurulan Redd-i İlhak Cemiyeti işgalden bir gün önce dokunaklı bir bildiri
hazırlayarak halkı Maşatlık mevkiinde mitinge çağırdı. Bu miting son derece kalabalık ve coşkulu bir
biçimde işgale olan tepkiyi ortaya koydu. Ne var ki işgali engelleyemedi. Ancak bu hareket
Anadolu’da oluşan bağımsızlık ateşinin yanmasında bir kıvılcım teşkil etti.
Buradan başlayarak bütün Anadolu’da çok şiddetli bir protesto dalgası başladı. Yunan
işgali’nin Anadolu’da yaratacağı tepkiyi çok iyi tahmin eden İngilizler telgraf şebekelerini keserek
haberin yayılmasını önlemeye çalıştılarsa da bunda pek de muvaffak olamadılar.
II. CEMİYETLER
Millî mücadele sırasında kurulan cemiyetleri birkaç kategoride incelemek gerekiyor. Önce bu
cemiyetleri millî mücadeleye yararlı veya zararlı cemiyetler olarak ele alacağız. Daha sonra zararlı
görülen cemiyetlerin azınlıklar ve Türkler tarafından kurulmuş olanlarına göz atacağız. Konumuzun
sonunda da bu cemiyetlerin genel özellikleri üzerinde duracağız.
A - ZARARLI CEMİYETLER
1. Azınlıklar Tarafından Kurulan Cemiyetler
Osmanlı Devleti’nin parçalanmaya başladığını gören iç ve dış düşmanlar dağılan imparatorluk
topraklarından pay kapmak için hızlı bir yarış içine girmişlerdi Dış devletlerin göz koyduğu
toprakların yanı sıra içerdeki azınlıklar da eski ve tarihi hesapları karıştırıp kopan parçalardan pay
almanın derdine düşmüşlerdi. Nitekim Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan azınlıklar, birbiri ardına
çeşitli zararlı cemiyetler kurdular.
a) Rum Cemiyetleri
Etnik-i Eterya
Rusya’nın Odesa kentinde iki Rum ve bir Rus tarafından 1814 yılında kurulan bu cemiyetin
amacı Yunanistan’ın bağımsızlığını elde etmekti. Bağımsızlık elde edildikten sonra da "Megali İdea"
(Büyük Yunanistan ideali) için çalışmış ve dönem dönem Yunan topraklarının genişlemesi için çeşitli
faaliyetlerde bulunmuştur.
Mavr-i Mira
Millî mücadele yıllarında Rumların kurduğu en önemli Cemiyet Mavri Mira idi. Megali
İdea’yı gerçekleştirmeyi amaçlayan bu cemiyet doğrudan Yunanistan devleti tarafından
destekleniyordu. Deniz ticaretinde üstünlüğü elinde tutan Yunanlı armatörler de bu cemiyete maddi
destek veriyorlardı. Cemiyetin bir yıllık bütçesi Yunanistan devletinin iki yıllık bütçesine eşitti. Ayrıca
tüm kiliseler, okullar, yetimhaneler vs. bu cemiyetin emri altına girmişti. İbadethaneler ve
konsolosluklar hatta Rum okulları ve hastaneleri birer silah deposu haline getirilmişti.
Rum okullarının izci örgütlerini de emrine alan dernek, Rumları silahlandırıp tedhiş
hareketleri yapıyordu. Yunan Kızıl Haç'ı ve Göçmenler Komisyonu (Kordos Cemiyeti) da bu
dernekle çalışmakta idiler. İstanbul ve Trakya'da birçok cinayet ve ırza geçme olayları yaparak tedhiş
yaratan dernek, Ege ve özellikle Anadolu'da Pontus’çuluğu destekliyordu. Patrikhane de İstanbul'un
Yunanistan'a verilmesi veya uluslararası bir yönetime devredilmesini istemişti
Pontus Rum Cemiyeti
Rumlar tarafından kurulan bir diğer dernek de "Pontus Derneği" idi. 1204 tarihinde IV. Haçlı
Seferi sırasında Rumlardan bir kısmı Latinlerden kaçıp Trabzon’a gelmiş ve burada bir Rum devleti
kurmuştu. Bu devlet 1461 yılında Fatih tarafından yıkılmıştı. Bu cemiyetin çatısı altında bir araya
gelen Pontusçu Rumlar bu devleti yeniden canlandırmanın yollarını arıyorlardı.
Rize'den İstanbul'a kadar uzanan kıyı şeridinde (özellikle merkez Samsun-Trabzon) olan
yörede bir Pontus Devleti kurmak istiyordu. Samsun yöresindeki Rumların bir bölümü daha I.Dünya
Savaşı içinde askere gitmeyip silahlanarak eşkıyalığa başlamışlardı. Ateşkes'ten sonra ise örgüt daha
da güçlendi. Rusya'dan getirilen göçmenlerle de sayıları arttı. İtilaf Devletleri de bunları koruduğu için
olaylar büyüdü.(İleride bu konudan iç ayaklanmalar bölümünde ayrıca söz edilecektir).
b) Ermeni Cemiyetleri
Azınlıkların yıkıcı çalışmaları içinde önemli bir yeri de Ermeniler alıyordu. Mondros
Ateşkesi'nde yer alan (vilayet-ı sitte) sözü, (Mütarekenin orijinal kayıdında “Altı Ermeni
Vilayeti" şeklinde geçmektedir) Ermenistan kurulması için önemli bir adımdı. Birinci Dünya Savaşı
içindeki "Tehcir" olayı yüzünden İtilaf Devletleri'nin ilgisini ve şimdi de koruyuculuğunu kazandılar.
Rumlarla da işbirliği yaparak güçlenmeye çalıştılar. Yalnız Ermeniler de Trabzon üzerinde hak iddia
ediyorlardı. Mavri Mira ile sıkı ilişki kurdular. Patrik Zaven Efendi de Paris ve Londra'ya giderek
Ermeni sorununu görüştü. 26 Şubat 1919'da da "Onlar Konseyi"nde Ermeni isteklerini savunarak
Maraş, Kilikya, İskenderun ve " Altı Vilayet" ile Trabzon ilinin bir kısmını da içine alan büyük
Ermenistan isteklerini ileri sürdüler.
İngiltere Başbakanı Lloyd George bile Ermeni isteklerini aşırı buluyordu. Buna rağmen 14
Mayıs'ta Dörtler Konseyi'nin toplantısında A.B.D, İngiltere, Fransa ve İtalya arasında kararlaştırılacak
sınırlar içinde ve manda idaresi altında, Ermenilerin azınlıkta olduklarını bildiği Akdeniz'den
Karadeniz'e uzanan ve Ermeni isteklerini kapsayan topraklar üzerinde Ermenistan kurulmasını önerdi.
Hınçak Cemiyeti
Bu cemiyet Kafkasyalı Ermeni öğrencileri tarafından İsviçre’nin Cenevre şehrinde
kurulmuştur. Dünya çapında Ermeni davasını savunmak amacı ile varlıklı Ermeniler tarafından
desteklendiği için maddi yönden güçlü ve etkili bir örgüt haline gelmiştir.
Cemiyetin asıl amacı Ermenilerin çoğunlukta olduğunu iddia ettikleri yerlerde bir Ermeni
devleti kurulması idi. Onlara göre Ermeni nüfusunun büyük bir kısmı Osmanlı topraklarında
yaşıyordu. Bu topraklarda büyük Ermenistan kurulmalıydı. Böyle olunca Osmanlı ülkesinde karışıklık
ve isyan çıkartarak bir yandan bu devleti zora düşürüp Ermenilerin talebini kabul etmeye, öbür yandan
da uluslar arası camianın dikkatini bu konuya çekmeye çalışacaklardı. Çalışmaları koordine etmek ve
kamuoyu oluşturmak için İsviçre’de Hınçak adı ile bir gazete yayınlamışlardır.
Yukarıda kısmen bahsedilen ve ileride detaylı olarak ele alınacak olan Ermeni isyanlarını ve
terör hareketlerini bu cemiyet finanse etmiş ve yönlendirmiştir.
Taşnak Cemiyeti
Bu cemiyet Kafkas Ermenileri tarafından Tiflis’te kurulmuştur. Hınçak cemiyetine nazaran
daha özel amaçlara sahiptir. Öncelikli hedefi ise Kafkaslarda bir Ermeni devleti kurmaktır. Bu cemiyet
daha sonra kendisi gibi aynı amaçlara hizmet eden diğer Ermeni cemiyetleri ile birleşerek
Taşnaksutyun ( Ermeni ihtilal Cemiyetleri İttifakı ) adını almıştır.
Bu cemiyet bir yandan Rusya’dan Anadolu’ya Ermeni göçünü organize ederken öbür yandan
çeteler kurup onları eğitip silahlandırıp Türklerin üzerine salmıştır. Bu çeteler tam anlamıyla
Anadolu’yu kana bulamıştır. Bu çetelerin faaliyetleri de Doğu Cephesinden bahsederken geniş bir
şekilde ele alınacaktır.
c) Yahudi Cemiyetleri
İsrail Devletini kurma kararı 1897 tarihinde gazeteci Theodor Herzl başkanlığında Zürih’te
toplanan Yahudi Konseyinde alınmış ve burada hazırlanan plan adım adım uygulanmıştır. Bu komite
II. Abdülhamid döneminde Filistin’den para ile toprak satın almak istemiş ama muvaffak olamamıştır.
I. Dünya Savaşı sırasında Yahudiler tarafından, İngilizlerin Filistin’den yurt verme vaadine
karşılık Siyon Alayları kurulmuş, özellikle Çanakkale savaşında İtilaf Devletlerini desteklemişlerdi.
Yahudilerin bu tutumu Osmanlılara oldukça ağır gelmişti.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ardından parçalanma sürecine giren Osmanlı Devleti’nden
pay almak, daha doğrusu iki bin yıllık İsrail rüyasını gerçekleştirmek için çalışmalarına hız verdiler.
Mondros sonrası meydana gelen gelişmeleri fırsat bilerek iki ayrı cemiyet halinde Filistin için
çalışmalara başlamışlardır. İngiltere ve Fransa 1917’de Balfour deklarasyonu ile verdiği sözü tutarak
Yahudilerin Filistin’e yerleşmesi için yardımcı olmuştur.
Yahudiler Osmanlı bünyesindeki faaliyetlerini iki cemiyet vasıtası ile yürütmüşlerdir.
Bunlardan biri İsrailit Alyant diğeri ise Makabi cemiyetidir.
-YARARLI CEMİYETLER
1. Bölgesel Amaçlarla Kurulanlar
a) Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Merkezi İstanbul’da bulunan bu cemiyet Doğu Anadolu’da varlığını devam ettiren Ermeni ve
Rum tehlikesini önlemek amacı ile kurulmuştur. Türk yurdunun bir bütün olduğunu Doğu
Anadolu’nun da bunun ayrılmaz bir parçası olduğunu dile getirmiştir. Cemiyetin çalışmalarından
birkaç örnek sıralamak gerekirse:
Wilson ilkeleri çerçevesinde sağlanan haklardan yararlanarak Doğu Anadolu’da Türklerin
çoğunlukta olduğunu ispatlamaya çalışmış bu amaçla çeşitli bilimsel yayınlar yapmış.
Doğu Anadolu’dan başka yerlere göçü engelleyerek burada Türklerin azınlık konumuna
düşmesine engel olmaya çalışmıştır.
Ermeni ve Rum tehditlerinin ciddi boyutlara ulaşması üzerine Erzurum Kongresini toplamıştır.
Bu kongre millî mücadelenin en önemli dönüm noktasını teşkil etmiştir.
Faaliyet merkezinin Erzurum olması, burada 15. Kolordunun bulunması ve Kazım
Karabekir’in özel desteği sayesinde rahat ve güçlü bir çalışma ortamı bulmuştur.
İlmi, dini ve ekonomik alanda örgütlenmeyi tavsiye etmiştir.
Türkçe Hadisat, Fransızca Le Pays (Vatan) adı ile iki gazete yayınlamıştır.
c) Kilikyalılar Cemiyeti
Adana ve çevresindeki işgallere karşı koymak ve bu bölgede kurulması düşünülen Kilikya
Ermeni Devletine engel olmak amacı ile İstanbul’da kurulmuştur.
b) Karakol Cemiyeti
Diğerlerinden farklı olarak bu cemiyet gizli kurulmuş ve çalışmaları da gizlice yürütülmüştür.
İttihatçılar tarafından kurulmuş olmasına rağmen Millî Mücadeleye büyük katkısı olmuştur.
Kasım 1918 de İstanbul’da gizlice kurulan bu cemiyet Türklere karşı kurulan ve faaliyet
gösteren çeşitli şebeke ve cemiyetlere karşı mücadele etmek, casusluk faaliyetlerini önlemek ve
mukabil istihbarat çalışması yapmak, işgal karşıtı mitingleri ve telgraf işlerini organize etmek,
İstanbul’dan Anadolu’ya silah, asker, subay vs geçişlerini sağlamak gibi faaliyetlerde bulunmuştur.
Millî Mücadele karşıtlarının ve İstanbul Hükümetinin çalışmalarını günü gününe Mustafa Kemal
Paşa’ya rapor etmiştir.
a) Siyasi Durum
Osmanlı Devleti Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalamakla elini kolunu bağlamış ve
çaresiz bir duruma düşmüştü. Mütareke döneminde hükümetler uzun ömürlü ve istikrarlı değildi.
Siyasi veya kişisel çekişmeler ülke menfaatlerinin önüne geçmiş bulunuyordu. Tevfik Paşa, Ahmet
İzzet Paşa, Damat Ferit Paşa gibi isimler arasında el değiştirip duran hükümet başkanlığı hiçbir
dönemde istikrara kavuşamamıştı. İstanbul’u fiili işgal altında tutan ve buraya bir komiserlik kuran
İtilaf Devletleri’nin hükümetlerden sürekli bir şeyler talep etmesi ve hatta bu taleplerin bir ültimatom
şeklinde gelmesi hükümetlerin hareket alanını daraltıyordu.
Azınlıklar mütareke şartlarından doğan fırsatı ganimet bilerek her yerde isyanlar ve karışıklar
çıkarmaya başlamıştı. Osmanlı Devleti’ni parçalamak isteyen İtilaf Devletleri bu unsurları
kışkırtmaktan geri durmuyordu.
b) Askerî Durum
Mondros Ateşkes Antlaşması’na göre sınırlarımızın dışında kalan askerlerimiz en yakın İtilaf
Devletleri ordusuna gidip teslim olacak, sınırlarımızın içinde olan birliklerimiz ise terhis edilecekti.
Bütün silah, cephane ve donanma araç ve gereçleri ise düşmana teslim edilecekti.
Ordu kumandanları bu şartları yerine getirmek konusunda aceleci davranmadılar. Olabildiği
kadar işi bir sürece yayıp geciktirmeye ve zaman kazanmaya çalıştılar. Elde kalan mevcut kuvvetleri
muhafaza için olağanüstü gayret gösterdiler.
a) Teslimiyet Gösterenler
Bu kesim Osmanlı yönetim kademesinde ve halk arasında büyük çoğunluğu teşkil ediyordu.
Barışın temin edilmesini büyük bir başarı olarak görüyorlardı. Savaş sona erdikten sonra her şey
normale dönecekti. Seferberlik sona erecek, herkes işiyle gücüyle meşgul olacak, genel bir af ilan
edilecek, saltanat ve hilafet makamı korunacak ve Osmanlı Devleti yaşamaya devam edecekti.
Bu iyimser görüşlere sahip olanlar büyük devletlerin iyi niyetine güveniyor ve bize varlık
hakkımızı tanıyacaklarından emin bulunuyorlardı. Wilson Prensipleri bu iyimserliği arttırmıştı. Bu
kesim mütareke şartlarına harfiyen uyulmasından yanaydı. Düşmanı kızdıracak hareketlerden uzak
durulmalıydı. Bu yüzden millî mücadele başladığında bunu büyük bir risk olarak görüp karşı çıkmışlar
ve bu mücadelenin tüm kazanımları yok edeceğinden endişe etmişlerdi.
e) Güvenlik Sorunu
Sivas Kongresinin en can sıkıcı konularından biri de güvenlik sorunu idi. İstanbul
Hükümetinin kongreyi engellemek konusundaki ısrarlı tutumu bazı işgüzar yöneticiler tarafından
fazlasıyla ciddiye alınmıştı. Harput Valisi Ali Galip Bey Erzurum dönüşü Mustafa Kemal’in yolunu
kesmiş ama kendisine ulaşamamıştı. Aynı Vali kongreyi basıp üyeleri yakalamak için yeni bir
girişimde daha bulunmuş ve bu amaçla da Malatya’ya kadar gelmişti. Ancak Elazığ’da bulunan XV.
Alay Kumandanı İlyas Bey’in harekete geçmesi üzerine kaçmak zorunda kalmıştı.
2. Sivas Kongresi Kararları
1.Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanırken elimizde bulunan sınırlar içinde vatan bölünmez
bir bütündür parçalanamaz. Millî sınırlar işgale uğramamış ve her parçasında Türk-İslam ahalinin
çoğunluğu oluşturduğu bölgelerdir.
2.Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı özellikle Rumluk ve Ermenilik teşkilini
amaçlayan hareketlere karşı millet topyekûn kendisini savunacak ve direnecektir.
3. İstanbul Hükümeti, harici bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk
mecburiyetinde kalırsa, vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek ve devletin bekasını
sağlayacak her türlü tedbir ve karar alınmıştır.
4.Vatanın bütünlüğünün, milletin bağımsızlığının sağlanması, halifelik ve saltanat makamının
korunması için Kuvayı Millîye’yi tek kuvvet tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak temel esastır.
5. Vatanın bütünlüğüne ve hükümranlık haklarımıza saygılı olan her türlü devletin teknik ve
ekonomik yardımını memnuniyetle kabul ederiz.
6. Ülke yönetiminin ve merkezi hükümetin millî iradeye tabi olması gerekmektedir. Bunu
sağlamak için millî iradeyi temsil etmek üzere, Meclis-i Mebusan'ın derhal toplanması mecburidir.
7. Aynı gaye ile millî vicdandan doğan cemiyetler, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti" adı altında genel bir teşkilat olarak birleştirilmiştir.
8. Genel teşkilatı idare ve alınan kararları yürütmek için kongre tarafından Temsil Heyeti
seçilmiştir.
9. Azınlıklara siyasi egemenliğimizi zedeleyecek toplumsal dengemizi bozacak imtiyazlar
verilemez.
10. İtilaf Devletlerinin, Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü, milletin bağımsızlığını ve devletin
bekasını zedeleyici her türlü emellerden vazgeçerek bu topraklar üzerindeki tarihi, dini ve coğrafi
haklarımıza saygı göstermesini ve bu doğrultuda hak ve adaletle karar almalarını bekleriz.
3. Sivas Kongresinin Sonuçları
Bu kongrenin ortaya çıkardığı en önemli sonuç bütün direniş cemiyetlerinin Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti çatısı altında birleştirilmiş olmasıdır.
Temsil kurulunun üye sayısı 15’e çıkarılmış ve görev alanı tüm yurt sathını kapsayacak
şekilde genişletilmiştir.
Esas itibarı ile Erzurum Kongresi’nde alınan kararlarla büyük paralellik gösterse bile bazı
konularda farklı ifadeler kullanılmıştır. Erzurum’da Ermeni ve Rum saldırılarına karşı
konacaktır ifadesi yer almışken yeni metinde her türlü saldırı ifadesi kullanılarak kapsamı
genişletilmiştir
Önceki metinde Osmanlı Devleti doğu illerini savunamazsa ifadesi yer alırken sonraki
metinde yurdun herhangi bir parçasını ifadesi kullanılmıştır. Kararların yurt geneline şamil
kılındığı bu tür maddelerden anlaşılmaktadır.
Manda konusu gündemden çıkartılmıştır.
Hükümet yerine iş gören Temsil Heyeti ilk yürütme kararını alarak Ali Fuat Paşa’yı Batı
Anadolu Kuva-yı Millîye Komutanlığına atamıştır.
Sivas Kongresi kararlarının ve burada oluşan hissiyatın kamuoyuna mal edilmesi amacı ile
İrade-i Millîye adı ile bir gazete yayınlanmıştır.
Bütün tehditlere ve engelleme girişimlerine karşın bu kongrenin toplanıp cesur kararlar alması
millî mücadele azmine heyecan ve cesaret katmıştır.
Mustafa Kemal millî bir lider olarak kabul edilmiştir.
Erzurum Kongresinde millî mücadele açısından ilk olma özelliği taşıyan adımlar burada
geliştirilmiş ve bu yolda ilerleme sağlanmıştır. Bu sebeple Erzurum Kongresi’nin sonuçları
için yapılan yorumlar bu kongre için de geçerlidir.
Mebusan Meclisi’nin açılması ve İstanbul Hükümeti’nin millî irade tarafından denetlenmesi
konusu çok önemsenmiş ve bu kongrede bir daha yinelenmiştir. İstanbul Hükümeti’nin
baskılara boyun eğerek milletin aleyhine hükümler taşıyan antlaşmalara imza atmasından
endişe edilmiştir.
4. Sivas Kongresinden sonra meydana gelen gelişmeler
Mustafa Kemal Kongrenin sonunda millî harekâta zorluk çıkaranlarla mücadele etmeye karar
verdi. İstanbul Hükümeti ile her türlü bağlantıyı kesti. Meşru bir hükümet işbaşına gelinceye kadar da
İstanbul ile irtibat kurulmayacağını bildirdi (12 Eylül 1919 ).
İstanbul Hükümeti Anadolu’dan hiçbir haber alamaz oldu. Damat Ferit’i sadaretten düşürmek
için çalışmalara başladı. Bu çalışmalar kısa bir süre sonra etkisini gösterecek Damat Ferit Paşa ve
hükümeti istifa edecek yerine Ali Rıza Paşa hükümeti kurmakla görevlendirilecektir.