You are on page 1of 34

VIII- TRABLUSGARP SAVAŞI ( 1911 1912 )

A - TRABLUSGARP SAVAŞI'NIN SEBEPLERİ:


1. İtalya'nın Sömürgecilik Politikası
İtalya 1870 yılında sekiz ayrı devletçikten oluşan siyasi yapısını bütünleştirmiş, Avrupa siyasi
hayatında büyük bir devlet olarak yerini almıştı. Birliğini geç kurduğu için bu zamana kadar diğer
Avrupa devletlerinin elde ettiği sömürge kaynaklarından istifade edememişti. Hâlbuki Avrupa'da
büyük devlet sayılmak için sömürge sahibi olmak gerekiyordu.
2. Osmanlı Devleti'nin Zayıf Durumu
1911 yılı Osmanlı Devleti'nin istikrarsızlık içinde bulunduğu ve siyasi karmaşanın yaşandığı
bir yıldı. Siyasi çekişmeler had safhaya ulaşmıştı. Trablusgarp'ın Osmanlı Devleti ile kara bağlantısı
yoktu. Ulaşım sadece denizden sağlanabiliyordu. Bu yüzden burada 23.500 kişilik güçlü bir ordu
bulunduruluyordu. 1911'de bu askerin 20.000'i Yemen isyanını bastırmak üzere buraya gönderildi.
Trablusgarp savunmasız bırakılmıştı.
B- TRABLUSGARP SAVAŞI'NIN BAŞLAMASI
Hazırlıklarını tamamlayan İtalya, Osmanlı Devleti'ne bir nota vererek Trablusgarp ile ilgili
yerine getirilmesi mümkün olmayan bazı taleplerde bulundu. Aslında İtalya burayı işgal etmek için
hukuki bir kılıf bulmak için çalışsa da bu amacını gerçekleştirmek için bir an önce harekete geçmiş,
hiçbir dayanağı olmayan sebeplerle savaşı başlatmıştır. Osmanlı Devleti'nin konuyu görüşme
taleplerini ise duymazdan gelmiştir.
Güçlü İtalyan donanması tarafından yapılan çıkarma karşısında Osmanlı Devleti çaresiz
kalmıştır. Karadan yardım göndermek mümkün değildir. Zaten çok uzun olan bu yolun üzerinde bir de
İngilizler vardır ve geçmek imkânsızdır. Deniz yolu ile yardım göndermek ise mevcut donanma
gücüyle mümkün değildi. Bir tek çare kalmıştır. Bölgeye gönüllü subaylar göndermek. Osmanlı
Teşkilat-ı Mahsusası, Arap tüccar veya seyyah kılığına soktuğu subayları sahte kimliklerle bölgeye
göndermiştir. Bu subaylar bölgede etkin olan unsurlarla irtibata geçip halkı örgütlemişler ve böylece
18000 kişilik bir milis kuvveti ortaya çıkarmışlardır. Bu kuvvetler İtalyanlara karşı güçlü bir direniş
göstermiş ve onları kıyılardan içeri salmamıştır.
Paniğe kapılan İtalya, savaş dışı yollarla Osmanlı Devleti'ni dize getirmeye çalışmış,
Çanakkale Boğazının girişini kapatmış, birçok limanları bombalamış ve gemileri batırmış, 12 Ada'yı
işgal etmiştir. Ayrıca Avrupa devletlerinin de yardımını istemiştir.
C- TRABLUSGARP SAVAŞI'NIN SONA ERMESİ
Mustafa Kemal, Enver Bey, Fethi Bey gibi subayların örgütlediği milisler savunmayı büyük
bir kararlılıkla sürdürürken kötü haber Balkanlardan geldi. 8 Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlamıştı.
İki cephede birden savaşı götüremeyeceğini anlayan Osmanlı Devleti Trablusgarp'taki subaylarını geri
çağırdı. İtalya ile 18 Ekim 1912'de Uşi Antlaşması imzalanarak savaş sona erdirildi..
D - TRABLUSGARP SAVAŞI'NIN SONUÇLARI
Osmanlı Devleti Kuzey Afrika'daki son toprak parçası olan Libya’yı kaybetmiştir.
Osmanlı Devleti'nin kendi topraklarını korumak konusunda gösterdiği zafiyet Balkan
devletlerine cesaret vermiştir.
12 Ada ve Trablusgarp'ı ele geçiren İtalya Akdeniz'de önemli bir güç haline gelmiştir.
İtalya'ya geçici olarak bırakılan 12 Ada geri alınamamıştır.
Hilafet siyaseti uygulanarak Osmanlı Devleti'nin Müslüman topluluklar üzerindeki etkisi
korunmak istenmiştir.
IX. BALKAN SAVAŞLARI (1912 1914)
A- I. BALKAN SAVAŞI'NIN SEBEPLERİ
1. Osmanlı Devleti'nin Zayıf Durumu
Osmanlı Devleti içine kapanmış ve gündelik tartışmalara boğulmuş durumdayken,
Balkanlarda kalan topraklarda gözü olan Balkan devletlerinin boş durması beklenemezdi.
Balkanların en büyük iki devleti olan Yunanistan ve Bulgaristan kiliseler meselesi yüzünden
birbirine düşmandı ve bu yüzden bir araya gelip Osmanlı aleyhine bir ittifak oluşturamıyorlardı.
Ermeni asıllı Noradunkyan Efendi'nin dışişleri bakanı olduğu dönemde kiliseler kanunu çıkartılarak
Bulgar kilisesi yeniden Yunan Kilisesine bağlandı. Bu sorunu çözer çözmez iki devlet Osmanlı
aleyhine bir ittifak hazırlamaya başladı. Daha sonra Rusya'nın teşviki ile bu ittifaka Sırbistan ve
Karadağ da katıldı.
Balkan devletleri hummalı bir şekilde savaş hazırlıklarını yaparken Dışişleri Bakanı
Naradonkyan, Balkanlarda savaş ihtimalinin olmadığını söylemiş ve teminat vermişti. Böylece II.
Abdülhamid döneminde buraya yerleştirilen 65 bin asker terhis edildi ve yerlerine acemi erler
gönderildi. Bu durum Balkan devletlerine beklenen fırsatı vermişti.
Bütün bunların üstüne orduda ortaya çıkan İttihatçı- İtilafçı ayrışması da eklenince bu savaşta
Osmanlı Devleti'nin yenilgiye uğramasının temel sebepleri kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
2. Rusya'nın Balkan Devletlerini Kışkırtması
3. Balkanlarda Kalan Osmanlı Topraklarının Balkan Devletleri Tarafından Paylaşılmak
İstenmesi
4. Milliyetçilik
B - I. BALKAN SAVAŞI
İç sorunlar yüzünden Balkanlarda kendi aleyhine oluşan ittifaktan da haberdar olamadı.
Osmanlılar düşmanın silahaltında bulunan toplam 400 bin askerine karşı 60 bin acemi askerle
Balkanları savunmaya çalışıyordu.
Bütün bu olumsuz gelişmeleri fırsat bilen Karadağ Makedonya sorununun çözülmediğini
bahane ederek 8 Ekim 1912'de Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti. Ardından Bulgaristan, Sırbistan ve
Yunanistan savaş ilan etti.
Balkanlarda savaş ana hatları ile iki cephede cereyan etti, biri Makedonya tarafında batı
cephesi diğeri ise Trakya'da doğu cephesi. Doğu cephesinde Bulgarlara karşı hiçbir varlık
gösterilemedi. Çok basiretsiz bir komutan olan Nazım Paşa acemi birlikleri düşman üstüne sürerek
felakete yol açtı. İlerleyen Bulgarlar, Çatalca önlerinde zor durduruldu. Osmanlı Devleti İstanbul'un
düşme ihtimali üzerine büyük bir panik yaşayarak acil ateşkes istedi.
Zaten batı cephesinde de işler çok kötü gidiyordu. Bulgarlar Trakya yolunu kapatmışlardı.
Denizlerde de Yunan donanması göz açtırmıyordu. Bu yüzdendir ki Makedonya'da savaşan
birliklerimizin anavatan ile ilişkisi kesilmişti.
Ateşkes ilan edildiği zaman bazı şehirlerde hala Türk direnişi devam ediyordu. Yanya, İşkodra
ve Edirne bunlardan birkaçı idi.
Savaşın gidişatı Avrupa devletlerini tedirgin etti. İtalya ve Avusturya Sırbistan'ın
genişlemesinden rahatsız olmuşlardı. Hatta Arnavutluk'un Balkan devletlerinin eline geçmesini
önlemek için burada alelacele bağımsızlık ilan ettirildi (28 Kasım 1912) Bulgaristan'ın büyümesi ve
Ege'ye ulaşması da Rusya ve Avusturya tarafından hoş karşılanmadı. Keza Yunanistan'ın deniz
yoluyla boğazlar üzerinde etkinlik kazanması Rusları tedirgin etti. Bulgarların İstanbul'u tehdit etmesi
üzerine bu devletler devreye girerek ateşkes temin ettiler.
C- LONDRA ANTLAŞMASI (30 MAYIS 1913)
17 Aralık 1912'de barış görüşmeleri Londra'da başladı. Bir sonuç alınamadı ve konferans
dağıldı. Osmanlı Devleti durumun kötüye gitmesinden korkarak yeniden masaya oturdu. Bu kez de
İstanbul'da hükümet darbesi oldu (Bab-ı Ali Baskını 28 Ocak 1913) ve Kamil Paşa hükümeti
düşürüldü. Darbeyle iktidarı ele geçiren İttihatçılar savaşın kötü yönetildiğini bu yüzden mağlup
olduğumuzu söyleyerek yeniden savaşı başlattılar. Tekrar yenildiler ve Londra'da yeniden barış masası
kuruldu.
Burada Osmanlı Devleti Balkan topraklarından vazgeçmiş gibi görünse de Adalardan
vazgeçemiyordu. Bu konuya büyük devletlerin hakemlik etmesi karara bağlandı. Bilhassa Fransa'nın
bu konuda bizi destekleyeceği düşünülüyordu. Ancak öyle olmadı. Sonraki celselerde adalar
Yunanistan'a verildi.
Midye-Enez hattı sınır oldu. Böylece Osmanlı Devleti Balkanlardaki tüm varlığını kaybetti.
Egeye çıkmış bulunan Bulgaristan batıda tek komşumuz oldu.

D- II. BALKAN SAVAŞI


Osmanlı topraklarının paylaşılması bu savaşın sonunda da yine sorun oldu. Savaşa iyi
hazırlanan Bulgaristan hızlı ilerleyerek ortakları ile anlaştığı yerlerden fazlasını işgal etti. Bu durum
özellikle Sırbistan ve Yunanistan'ın itirazına sebep oldu. Bulgaristan'ın Trakya'yı alarak Ege denizine
çıkması, Makedonya'nın büyük bir bölümünü ele geçirmesi ve yanı başında dev bir devlet haline
gelmesi Yunanistan'ı rahatsız etti. Makedonya konusunda Sırbistan da Bulgaristan'a itiraz etti.
Daha tartışma başlar başlamaz Bulgaristan vakit kaybetmeden Sırbistan ve Yunanistan'a
saldırdı. Daha önce Dobruca bölgesinin güneyini Bulgarlara kaptırmış olan Romanya da derhal savaşa
girdi. Osmanlı kuvvetleri de bu durumu fırsat bilerek savunmasız kalan Edirne'yi geri aldı. Böylece II.
Balkan Savaşı sonucunda Midye-Enez hattı aşılarak, Edirne kurtarılmış oldu. Böylece üç cephede
birden savaşan Bulgarlar yenildi.
II. Balkan Savaşı sonunda Balkan Devletleri kendi aralarında Bükreş Antlaşması'nı (10
Ağustos 1913) imzaladılar. Bulgaristan Ege çıkışını korumakla birlikte Makedonya ve Dobruca da
toprak kaybetti. Selanik ve çevresini de Yunanistan'a bıraktı.

E- BALKAN SAVAŞLARI SONUNDA İMZALANAN ANTLAŞMALAR


1- İstanbul Antlaşması (29 Eylül 1913)
Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Edirne, Kırklareli ve
Dimetoka Osmanlılarda kalmış, Meriç nehri iki devlet arasında sınır olmuştur.
2- Atina Antlaşması (14 Kasım 1913)
Bu antlaşma ile Çanakkale çıkışındaki adalar(Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adaları) hariç
diğer Ege adaları Yunanistan'a bırakılmıştır. Savaşta elde ettiği Rumeli toprakları da yine Yunanistan'a
verilmiştir.12 Ada İtalya'ya bırakılmıştır.
3- İstanbul Antlaşması (13 Mart 1914)
Sırbistan ile imzalanmıştır. Ortak sınır kalmadığı için orada kalan Türklerin durumu
görüşülmüş ve kültürel hakların korunacağı konusunda söz verilmiştir.

F- BALKAN SAVAŞLARININ SONUÇLARI


Osmanlı Devleti Adriyatik kıyılarına kadar ulaşan Balkan topraklarını ve Ege adalarını
kaybetmiştir. Yenildiği devletler yakın tarihe kadar Osmanlı Devleti'nin eyaletleri olduğu için büyük
bir itibar kaybına sebep olmuştur.
Savaş sürerken yapılan askeri darbe (Bab-ı Ali Baskını) sonucu iktidarı ele geçiren ittihatçılar
I. Dünya Savaşı sonuna kadar yönetimi ellerinde tutmuşlar ve devleti yeni maceraların içine
sürüklemişlerdir.
Ordunun içine düştüğü kötü durumdan kurtarılması için yeniden yapılanma sürecine gidilmiş
ve bu konuda Almanlardan destek sağlanmıştır. Bu yakınlaşma I. Dünya Savaşı sırasında Alman
saflarında yer almamıza sebep olmuştur.
Mustafa Kemal'in orduyu siyaset dışı tutma çabasının ne kadar yerinde olduğu bu savaşta
tecrübe edilmiştir.
Türk tarihinin en acıklı sayfaları yazılmış; yüz binlerce Tük ve Müslüman kadın, erkek ve
çocuk denilmeden katliama uğramış; kurtulabilenler kendilerini Osmanlı ülkesine zor atmıştır. Yıllar
sürecek bir mübadele ve göç dalgası başlamıştır.
550 yıl hüküm sürdüğümüz topraklar elimizden çıkmıştır.
Balkanlarda bugün için süren karmaşa ortamı Osmanlı Devleti'nin geçmişte bu karmaşık
coğrafyayı ne kadar başarılı idare ettiğini göstermektedir.
Arnavutluk bağımsızlığını (28 Kasım1912) ilan ederek Osmanlı Devleti'nden ayrılmıştır.
Böylece Kırım ve Bosna'nın ardından üçüncü kez İslam toprağı kaybedilmiştir.

X. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI (1914 1918)


A- AVRUPA’DA BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA KADAR MEYDANA GELEN
GELİŞMELER
1870 ve 1871 yılları içinde meydana gelen iki gelişme Avrupa’da taşların yerinden
oynamasına sebep oldu. Bunlardan Birincisi Alman Birliğinin kurulması İdi; Prusya, Prens
Bismark’ın çabaları ile diğer Alman kökenli İrili ufaklı 38 devletle ve pensliklerle birleşerek Büyük
Alman İmparatorluğunu kurdu. Üstelik Almanya, sınaî altyapısını da tamamlayarak kısa zamanda
Avrupa’nın en büyük endüstrisi haline gelmişti. İngiltere’den sonra en büyük ikinci donanma da artık
Almanlara aitti. İkincisi ise İtalya Birliğinin kurulmasıdır; Almanya’dan bir yıl önce de Kont Kavur
önderliğinde İtalya Birliği kurulmuştu.
B- BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN SEBEPLERİ
1. Sömürgecilik
Birinci Dünya Savaşı yaklaşırken bu konunun tartışmasız tek hâkimi İngiltere idi. İngiltere
sömürgelerde güneş batmayan bir imparatorluk kurmuştu. Ancak gelişen Almanya, İngiltere’nin hem
kıta Avrupa’sında hem de sömürgelerde uykusunu kaçırmaya başlamıştı. I.Dünya Savaşı öncesi
sömürge politikası izleyen devletler arasında büyük bir ekonomik yayılma ve rekabet başlamıştır. Bu
durum devletleri büyük bir savaşın eşiğine kadar getirmiştir. Ayrıca 20. yüzyılın başında buharla
çalışan motorların yerini petrol ile çalışan motorlar almıştı. Bu da petrolü çok önemli hale getirmişti ve
Osmanlı toprakları için rekabet daha da artmıştır.
2. Fransa’nın İntikam Politikası
Milli birliğini kurduktan sonra Almanya’nın kısa sürede askeri ve ekonomik anlamda
güçlenmesi ve yeni sömürge arayışı İngiltere’nin kaygılarını arttırmıştı. Ama asıl rahatsızlık duyan
devlet Fransa idi. Çünkü Almanya’nın kuruluşundan hemen sonra iki ülke arasında çıkan Sedan
savaşında Almanya ezici bir zafer kazandı. Arkasından imzalanan Frankfurt Antlaşması ile Fransa;
Alman toprakları olan Ren ve Ruhr bölgesini iade etti. Üstüne kendi toprakları olan Alsas-Loren’i de
verdi. Ayrıca 50 milyar frank da savaş tazminatı ödemek zorunda kaldı.
3- Bloklaşma
Avrupa siyasetinde Almanya ve İtalya’nın kurulmasıyla çok sayıda güçlü devletin bir arada
var olması bloklaşmanın ortaya çıkmasına yol açtı. Zaman içinde iki blok ortaya çıktı. Almanya,
Avusturya-Macaristan İmp. ve İtalya İttifak Devletleri bloğu ve İngiltere, Fransa ve Rusya ise İtilaf
Devletleri bloğunu oluşturmuştur. Ancak İtalya ile Avusturya-Macaristan arasında arazi ihtilafı vardı.
Bu sebeple savaş başladığında İtalya savaşa girmedi ve ittifaktan ayrıldı. Daha sonra İtilaf
Devletleriyle anlaşarak onların tarafında savaşa girdi.
İttifak Devletlerine Osmanlı İmparatorluğu ile Bulgaristan katıldı. İtilaf Devletlerine ise
İtalya’nın yanı sıra Sırbistan, ABD, Yunanistan, Romanya da katılmıştır. Savaşı İtilaf Devletlerinin
kazanacağı belli olunca başka katılımlar da olmuştur.
Bloklaşma, savaşın başlama sebeplerinden değildir; ancak bu savaşın yayılıp Dünya Savaşı
haline dönüşmesinin sebebidir.
4- Militarizm (Aşırı Silahlanma)
5- Milliyetçilik
6- Avusturya–Macaristan Veliahdının Saraybosna’da Öldürülmesi.
1908’de Bosna’nın Avusturya–Macaristan’a geçmesi ile bu bölge üzerinde hak iddia eden
Sırplar yoğun milliyetçilik propagandası yapıyorlardı.
Avusturya-Macaristan Sırplara gözdağı vermek amacı ile Bosna’nın Saraybosna şehrinde
büyük bir askeri tatbikat gerçekleştirdi. Bu tatbikatın ardından da Avusturya veliahdı Fraçois
Ferdinand bir resmigeçit düzenleyerek halkı selamladı. Bu sırada bir Sırp Milliyetçisi (Gabriel
Prençip) veliahda suikast düzenledi ve onu öldürdü (28 Haziran 1914). Bunun üzerine Avusturya–
Macaristan, Sırbistan’a nota vererek katilin kendilerine iadesini istedi. Ayrıca Sırp ordusunda
Avusturya aleyhtarı subayların tasfiyesini talep etti. Daha başka istekler de sıralanınca anlaşıldı ki
Avusturya’nın niyeti savaş için bahane üretmekten başka bir şey değildi. Sırbistan da Rusya’ya
güvenerek talepleri reddedince Avusturya – Sırbistan savaşı başladı (28 Temmuz 1914). Savaşın ilan
edilmesinden kısa süre sonra gerçekten de Rusya Sırbistan’ın tarafında savaşa girmiştir. Bunun
üzerine Almanya da Avusturya Macaristan İmp. tarafında savaşa dahil olmuştur. Bundan birkaç gün
sonra da İngiltere ve Fransa Rusya’nın tarafında savaş girmiş ve böylece I. Dünya Savaşı başlamıştır.

OSMANLI DEVLETİ’NİN SAVAŞA GİRİŞİ


Osmanlı Devleti savaş başlarken tarafsızlık ilan etmişti ancak aslında uzun süredir kendisine
müttefik arayışındaydı. Savaşın başlamasından birkaç yıl öncesinde, önce İngiltere’ye daha sonra da
Fransa’ya ittifak teklif edilmişti ancak kabul edilmemişti. Bu sebeple mecburen Almanya ile daha da
yakınlaşan Osmanlı hükümeti Almanya’nın savaşa girmesinin ertesi gün olan 2 Ağustos’ta gizlice
ittifak antlaşmasını imzaladı. Ancak savaşa hemen girmeyip hazırlık yapmaya ve yıpranmış olan
orduyu toparlamaya çalıştılar.
Bir hafta kadar sonra Akdeniz’de bulunan iki Alman gemisi Akdeniz’de İtilaf Devletleri
donanması tarafından kovalandı. Onlar da Çanakkale Boğazı’ndan girerek İstanbul’a geldiler ve
demirlediler. Hali hazırda tarafsız görünen Osmanlı Devleti bu durumda bu iki gemiye el koymalı ve
mürettebatını da gözaltına almalıydı. Ancak Almanlara karşı bu yapılamazdı. Zor durumda kalan
Osmanlılar bu işe de bir çözüm yolu buldular. 11 Ağustos 1914’te bu iki gemiyi satın aldıklarını ilan
ettiler. Bu gemilere Osmanlı bayrağı çektiler. Alman mürettebat da Osmanlı üniforması giyerek
Osmanlı askeri sıfatı kazandı. Bu gemilere Yavuz ve Midilli isimleri verildi.
Amiral Souchon Karadeniz’de tatbikat ve eğitim çalışması yapmak için Osmanlı Erkan-ı
Harbiye’sinden izin istedi. 24 Ekim günü bu izni alan Amiral Karadeniz’e açıldı. 29 Ekim’de
çalışmalarını engellemeye çalışan Rus donanması ile çatışmaya girdi. Burada iki Rus ve 1 Fransız
gemisi batırıldı. Ardından Rus limanları Sivastopol, Odesa, Kefe, Novorosisk limanları bombalandı.
Karadeniz olayı adı verilen bu gelişme ile Osmanlı Devleti fiilen savaşa girmiş oldu.

D- BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE OSMANLI DEVLETİ

---. Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın Yanında Savaşa Girme Sebepleri


 Osmanlı Devletinin daha önce kaybettiği toprakları geri almak istemesi
 Osmanlı Devleti’nin, Batı’da kaybettiği toprakların yerine Doğu’da yeni topraklar
kazanmak ve sınırlarını Asya’ya doğru genişletmek istemesi
 Kapitülasyonlardan kurtulmak ve ekonomik bağımsızlığını kazanmak
 Osmanlı Devleti’nin, kendisini parçalayıp aralarında paylaşmak isteyen İtilaf
Devletleri’ni engellemek istemesi
Osmanlı Devleti’nin Savaştığı Cepheler
a) Kafkas (Doğu) Cephesi
Avrupa cephe savaşlarında sıkışan Almanya, Osmanlı Devleti’nden acilen Kafkas cephesini
açmasını istiyordu. Çünkü bu durumda Rus kuvvetleri bölünecek ve bir kısmı güneye gidecekti.
Osmanlı orduları onları oyalarken kendisi de Avrupa cephelerinde nefes alma imkânı bulacaktı.
Ruslara güneyden cephe açılması halinde müttefikimiz olan Almanya’nın rahatlayacağı kesindi.
Ayrıca Hazar Denizinin kuzeyinden geçerek Orta Asya Türk dünyası ile irtibat kurulabilirdi.
Savaşa giriş sebeplerimizden birini teşkil eden Asya’ya açılma politikası gerçekleşme şansı bulurdu.
22 Aralık 1914’te başlayan sefer tam bir felaketle sonuçlandı. İyi kötü Erzurum’a kadar ulaşan
yaklaşık 115 bin kişilik ordu Allahuekber Dağları’nda soğuklara yenik düştü. Yaklaşık 90 bin asker
daha düşmanı bile görmeden donarak öldü. Geriye kalanlar ise Rus orduları karşısında bir varlık
gösteremediler. 1915 baharında Ruslar Van, Bitlis ve Muş’u ele geçirdi.
Türk ordusu çekilirken başka bir saldırı ile karşı karşıya kaldı. Doğu Anadolu’da yaşayan
Ermeniler Komiteler kurarak Türk ordusuna arkadan saldırdılar. Bunun üzerine Osmanlı Hükümeti 27
Mayıs 1915’te bir karar alarak bölgede yaşayan Ermenileri savaş olmayan başka bölgelere nakletmeye
başladı. Tarihte Tehcir Olayı olarak bilinen bu zorunlu göç olayı Ermeniler tarafından bir soykırım
yalanına dönüştürüldü.
1916’da Karadeniz üzerinden gerçekleştirdikleri sevkıyat ile Ruslar yeniden harekete geçtiler.
Bu saldırı sonucu Erzurum, Erzincan ve Trabzon’un bir bölümü ile Artvin ve Rize elimizden çıktı.
Aynı yılın içinde Mustafa Kemal Paşa’nın görev yaptığı XVI. Kolordu Edirne’den
Diyarbakır’a gönderildi. Mustafa Kemal Paşa Muş ve Bitlis’i yeniden ele geçirdi.
1917 yılında Rusya’da Bolşevik ihtilali patlak verdi. Rusya Brest-Litowsk antlaşmasını
imzalayarak savaştan çekildi. İşgal ettiği toprakları da terk etti. Rus ordusunun çekilmesi ile ileri
harekâta başlayan Türk ordusu Bakû’ye kadar ilerledi. Kafkasya’nın önemli bir bölümü elimize geçti
(1918).Mondros Ateşkes Antlaşması ile Türk ordusu Kafkasya’yı boşaltmak zorunda kaldı.
b) Kanal Cephesi
İngiltere açısından Süveyş kanalı hayati bir öneme sahipti. Asya’daki sömürgelerinden
getirdiği asker ve malzemeleri buradan memleketine taşıyordu. Almanya bu yolu kestiği takdirde
İngiltere’nin perişan olacağını biliyordu. Bu yüzden Osmanlı Devleti’ni kanal harekâtı için ikna etti.
Bahriye nazırı olan Cemal Paşa bu cephedeki IV. Ordunun başına tayin edildi.
Yaklaşık 35000 asker ve çok kısıtlı imkânlarla yapılan bu harekât süresince Kanalı geçmek
için yapılan teşebbüsler başarılı olmadı ve ordumuz geri çekilmek zorunda kaldı. Çanakkale Savaşının
ardından 1916 yazında 16000 askerle Süveyş kanalına yeni bir hamle yapıldı. Önemli ölçüde can
kaybı veren Osmanlı ordusu geri çekildi.
İngiltere kanal üzerinde yürütülen bu teşebbüslerden rahatsız oldu. Bölgeye yığınak yapmaya
başladı. Yaklaşık 300.000 asker yığdı. Sonra da Kanalı geçerek kuzeye doğru harekete geçti. (Bu
dönemden sonra bu cephe Filistin – Suriye Cephesi olarak isimlendirildi) Osmanlı ordusu
çekilmeye başladılar. Gazze savaşlarında iki kez İngiliz ordusu mağlup edildi. 1917 yılı sonlarında
Kudüs İngilizlerin eline geçti. 1918 yılı ortasında Yıldırım Orduları Suriye’ye çekildi.

c) Çanakkale Cephesi
Yukarda bahsettiğimiz iki cephe bizim açımızdan taarruz cephesi idi. Çanakkale cephesi ise
savunma cephesidir. İtilaf Devletleri açısından bu cephenin açılma gerekçeleri şunlardı:
 Çanakkale ve İstanbul boğazlarını ele geçirip aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin siyasi
varlığına son vermek. Osmanlı devlet merkezi etkisizleştirilirse cepheler çöker ve Osmanlı
Devleti rakip olmaktan çıkardı.
 Rusya’ya silah ve cephane yardımı yapmak ve böylece, çöken Rus cephesini yeniden ayağa
kaldırarak Almanya’yı doğudan sıkıştırmaktır.
 Rusların elinde bulunan tahıl stoklarından yararlanmak ve bu şekilde Avrupa’da baş gösteren
erzak sıkıntısına çözüm bulmak.
 Bütün bu amaçlar tahakkuk ettiği takdirde savaşa girme konusunda karasız kalan devletlerin
İtilaf Devletleri safında savaşa girmesini sağlamak.

Deniz Savaşları
İngiltere ve Fransa gemilerinden oluşan İtilaf donanması, Çanakkale önlerine gelerek buradaki
Türk istihkâmlarını bombalamaya başladı. 19 Şubat 1915’te başlayan bombardıman Seddülbahir ve
Kilidülbahir tabyalarında büyük tahribat yarattı.
Osmanlı Devleti cephane bakımından çok yetersizdi. En çok gerekli olan mayınlar bile
düşman tarafından bizim bazı kıyılara dökülmüş olan mayınlardan toplanmıştı.
Yaklaşık bir ay süren bombardıman sonucu Türk tabyalarının büyük tahribata uğradığı
uçaklardan çekilen fotoğraflardan anlaşılıyordu. Bundan iyice emin olduktan sonra 18 gemiden oluşan
İtilaf donanması 18 Mart 1915 günü boğaza giriş yaptı. Bir gece önce son mayın tarama işlemini yapıp
mevcut mayınları toplayan işgal kuvvetleri Çanakkale Boğazı’nın temiz olduğundan emin olarak
harekete geçti. Hâlbuki onların son kontrolü yapmalarının ardından Nusrat Mayın Gemisi gece yarısı
sulara açılarak eldeki mayınları döşemişti. Kıyıya paralel döşenen mayınlar telleri kesildiği zaman
suyun akıntısı ile kıyıya dik vaziyette ilerlemişler ve düşman gemilerine büyük zarar vermişlerdi.
Bir ay süren bombardımana rağmen İtilaf güçleri Türk istihkâmlarını da yok etmeyi
başaramamıştı. Bu yüzden gerek mayınların patlaması, gerekse kıyılardan başlayan yoğun topçu
bombardımanı sonucunda büyük kayıp verdiler.
18 büyük gemiden yedisi batırıldı geriye kalanlar ise yaralı vaziyette Ege Denizine çekilmek
zorunda kaldı. Bu deneme başarısız olunca karaya asker çıkarmaya karar verdiler. 1915 yılı boyunca
süren kara savaşlarında her iki taraf da ağır kayıplar verdi.
Kara Savaşları:
İtilaf ordusu 25 Nisan 1915’te karadan asker çıkardı. Birçok noktadan gerçekleşen bu çıkarma
harekâtı sırasında Anzak ve Suvla Körfezi ile Seddülbahir ve Kilidülbahir önlerinde şiddetli çatışmalar
oldu.
Çanakkale cephesini yöneten Alman General Liman Von Sanders’in gözden kaçırdığı bir
savunma noktası neredeyse savaşın gidişatını aleyhimize çeviriyordu. Conkbayırı, Kocaçimen,
Sarıtepe ve Kabatepe’nin bulunduğu tepelik alan tüm Gelibolu yarımadasına hâkim olacak ve 20 km
lik bir alanı kontrol edebilecek bir konuma sahipti. Anzak askerlerinin bu tepeleri ele geçirmek için
yaptığı taarruz Mustafa Kemal’in dikkatinden kaçmamış, emri altında bulunan ve yedek kuvvetler
olarak bekleyen 19. Tümeni harekete geçirerek bu girişimi engellemiştir. Bu tepelik alan düşman eline
geçmiş olsaydı Gelibolu yarımadasının elden çıkması mukadderdi. Bu yarımadanın düşman eline
geçmesi ise Çanakkale cephesinin düşmesi anlamına gelirdi. Bu başarısı Mustafa Kemal’e kaderin
adamı denmesini haklı olarak sağlamıştır.
6 Ağustos 1915’te düşman kuvvetlerinin Suvla Körfezinden başlattıkları büyük saldırı da
başarı ile geri püskürtülmüştür. Bu cephedeki çarpışmalar Aralık ayı sonlarına kadar devam etmiş ve
gemilerinin desteği sayesinde kıyılarda tutunan düşman kuvvetleri bir türlü içerilere ilerleyemeyince
çekilmek zorunda kalmıştır.
Çanakkale cephesi, 1. Dünya Savaşında net olarak zafer kazandığımız tek cephedir.
Çanakkale Savaşlarının Türk ve Dünya Tarihi Açısından Sonuçları:
 Çanakkale direnişi millî ruhu galeyana getirmiş ve bu uyanış millî mücadelenin de ateşini
fitillemiştir. Bu cephede ismi duyulan Mustafa Kemal Paşa, bu uyanan millî bilinçle milli
mücadelenin önderi haline gelecek ve bu mücadele zaferle sonuçlanacaktır.
 Çanakkale cephesinin açılmasının en önemli sebebi Rusya’ya yardım götürmek ve Rus
cephesini yeniden ayağa kaldırmak idi. Bu amaç gerçekleşemeyince Rusya zayıf düştü. İç
kargaşa içine girdi. Sonuçta Bolşevik ihtilali baş gösterdi.
 Rusya’nın savaşta devre dışı kalması ile beraber İtilaf-İttifak Devletleri arasındaki dengeler
kısmen bozuldu. Bu da savaşın en az iki yıl daha uzamasına sebep oldu.
 Bulgaristan İttifak Devletleri safında savaşa girdi. Romanya ve Yunanistan ise İtilaf Devletleri
safında savaşa girme işini ağırdan aldı.
 Osmanlı Devleti bu savaşta şehit ve yaralı olarak yaklaşık iki yüz bin kayıp vermiştir. Bu
kayıpların önemli bir kısmı gönüllüler arasında yer alan ve toplumun aydın kesimini oluşturan
mektepli ve medreseli ilim erbabıdır. Bu yetişmiş insanların kaybı daha sonraki eğitim ve
kültür hayatının gelişmesini engelleyen önemli bir etken oluşturdu.
d) Irak Cephesi
Bu cephe İngiltere tarafından açılmıştır. Bunun sebeplerini kısaca özetlemek gerekirse:
 Basra Körfezi civarında bulunan petrol havzalarını kontrol etmek. Bu bölgede hem İran
Abadan petrolleri hem de Musul ve Kerkük petrolleri bulunuyordu.
 Çanakkale yenilgisinden dolayı Rusya’ya yardım götüremeyen İtilaf Devletleri, Basra
üzerinden Rusya’ya ulaşmak istediler.
Basra Körfezinden başlayan İngiliz çıkarması ilk başlarda ciddi bir direniş görmedi. Daha
sonra toparlanan Osmanlı güçleri Kut el-Ammara Savaşında İngiliz ordusunu mağlup etti. İngiliz
komutan General Towshend esir edildi (1916).
Sömürgelerden gelen askerlerle takviye edilen İngiliz ordusu 1917 yılında tekrar saldırıya
geçti ve aynı yılın sonlarında Bağdat’ı ele geçirdi. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzasından üç
gün sonra, yani 3 Kasım 1918’de Musul’u işgal etti.
e) Hicaz Cephesi
İngilizler Ortadoğu bölgesi ile daha XVII. Yüzyılın sonlarından itibaren ilgilenmeye
başlamışlardır. Özellikle Vehhabi isyanlarını ve Suudi isyanlarını destekleyerek bu mezhep ve bu
aşiret üzerinden bölgede üstünlük kazanmaya çalışmışlardır.
Osmanlı padişahının tüm dünya Müslümanlarına hitaben yayınladığı cihat çağrısı bu yüzden
bölgede taraftar bulamamıştır. İngilizler tarafından kışkırtılan Mekke Emiri Şerif Hüseyin Osmanlı
Devleti’ne daha önce tabiiyetini bildirmişken 27 Haziran 1916’da isyan etmiştir. İngilizlerin de desteği
ile isyan yayılmış ve Osmanlı ordusu çekilmek zorunda kalmıştır. Kutsal toprakları müdafaa etmekle
görevli olan Fahreddin Paşa Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzasından sonra bölgeyi terk etmemiş
ve ancak 1918 yılının aralık ayında Medine teslim olmuştur.
f) Galiçya Cephesi
Rusya’nın Avusturya-Macaristan karşısında üstünlük kurması ve Romanya’nın İtilaf
Devletleri yanında savaşa katılması sonucunda Almanya ve Osmanlı Devletleri de bu bölgeye asker
sevk etmişlerdir. Romanya kuvvetlerinin imha edilmesi ve Rusya’da devrim olmasıyla bu cephedeki
çatışmalar 1917yılında son bulmuştur.
Atatürk’ün Görev Yaptığı Cepheler
Osmanlı ordusunun bir subayı olarak Atatürk I. Dünya savaşında aşağıdaki cephelerde görev
yapmıştır.
1- Çanakkale Cephesi
2- Kafkas (Doğu) Cephesi
3- Suriye Cephesi
E- I. DÜNYA SAVAŞI İÇİNDE İMZALANAN GİZLİ ANTLAŞMALAR
İstanbul Antlaşması ( Mart 1915 )
Bu antlaşma Çanakkale Savaşı başlayınca telaşa kapılan Rusya’nın girişimleri ile ortaya
çıkmıştır. Ortaklarının Boğaz harekâtından tedirgin olan Rusya, Boğazlar konusundaki tarihi
emellerinin suya düşmesinden ve büyük devletlerin boğazlara yerleşmesinden kaygı duymuş, bu
sebeple konuyu görüşmek üzere bir görüşme trafiği başlatmıştır.
İlgili devletlerin İstanbul elçileri vasıtası ile yürütülen görüşmeler sonunda Rusya, önce
İngiltere’den sonra da Fransa’dan boğazlar ve çevresinin kendisine verileceğine dair garanti almıştır.
Buna karşılık bu devletlerin Ortadoğu planlarında onlara yardımcı olmaya söz vermiştir.
Londra Antlaşması ( Nisan 1915 )
Savaş başladığında tarafsızlık ilan eden İtalya, yeni oluşan şartlara göre İtilaf ve İttifak
Devletleri ile görüşerek çeşitli konularda taviz koparmayı planlamaktaydı. Çanakkale Savaşları
sonrasında Osmanlı topraklarının paylaşılması gündeme gelince aradığı fırsatı buldu. 26 Nisan 1915’te
İtalya ile İngiltere, Fransa ve Rusya arasında Londra Antlaşması imzalandı. Buna göre, İtalya
Trablusgarb Savaşı sırasında işgal ettiği Oniki Ada’yı kesin olarak topraklarına katacaktır.
Anadolu’nun işgali söz konusu olduğunda ise Antalya ve çevresi İtalya’ya verilecektir. Antlaşmanın
imzalanmasından bir süre sonra İtalya, ilk olarak Avusturya’ya daha sonra da Almanya ile Osmanlı
Devleti’ne savaş ilan etmiştir.
Sykes- Picot Antlaşması ( 1916 )
Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu toprakları başta olmak üzere büyük bir kısmının paylaşıldığı en
önemli gizli antlaşma Sykes-Picot Antlaşmasıdır. Önce Fransa ve İngiltere arasında, İngiltere’den Sir
Mark Sykes ile Fransa’dan Charles François Georges-Picot arasında yapılan görüşmeler sonucunda
Arap vilayetlerinin paylaşılması konusunda uzlaşmaya varılarak 3 Ocak 1916’da antlaşma
imzalanmıştır. Antlaşmanın imzalanmasından sonra İngiliz ve Fransız temsilcileri Rusya’ya giderek
Rus Dışişleri Bakanı Sazanov ile görüştüler.
Rusya’nın istekleri doğrultusunda Doğu Anadolu Bölgesinden pay verilerek Mart 1916’da
Petrograd Protokolü imzalandı. Aynı günlerde, Mısırdaki İngiliz Valisi H.Mac-Mahon, Hicaz Emiri
Hüseyin ile Osmanlı Devletine karşı isyan ettikleri takdirde Arap bağımsızlığının onaylanacağına ait
bir antlaşma da imzalamıştır. Böylelikle tamamlanan Sykes-Picot Antlaşması, 10–23 Ekim 1916
arasında son halini almıştır.
Bu antlaşmaya göre Rusya, bağımsız bir Arap Devleti ve Arap Devletleri Federasyonu
kurulmasını; Suriye, Adana veya Mezopotamya’nın İngiltere ve Fransa arasında paylaşılmasını kabul
ediyordu. Buna karşılık Erzurum, Van, Bitlis vilayetleri ile Van’ın güneyinde Muş ve Siirt vilayetleri
arasında kalan toprakları ve Trabzon’un batısına kadar Karadeniz kıyıları Rusya’ya kalıyordu.
Ortadoğu toprakları da İngiltere ve Fransa arasında şu şekilde paylaştırılacak; Aladağ, Kayseri,
Akdağ, Zara ve Harput ile sınırlanan arazi ile Çukurova, Suriye ve Musul Fransızlara verilecekti.
İngiltere’ye ise Mezopotamya’nın tamamı, Hayfa ve Akka Limanları ve genellikle Fransız
bölgesinin güneyi bırakılacaktır. İngiliz ve Fransız nüfuz bölgelerinde bir Arap devleti veya
konfederasyonu kurulacak, Filistin milletlerarası bir idareye tabi olacaktı.
Saint Jean de Mariuenne Antlaşması ( Nisan 1917 )
Sykes-Picot Antlaşmasının İtalya tarafından öğrenilmesi üzerine, İtalya hemen İtilaf
Devletleri’ne başvurarak yaptıkları antlaşmaların kendisine de açıklanmasını istedi. Ayrıca daha önce
yapılmış Londra Antlaşması ile kendisine bırakılan bölgelerin azlığına değinen İtalya, Sykes-Picot
Antlaşması karşılığında İzmir ve Mersin bölgelerini talep etti. İtalya’nın bu isteklerini Saint Jean de
Maurienne kasabasında 10 Nisan 1917’de yaptıkları bir konferansta değerlendiren İtilaf Devletleri
sonunda bir antlaşma yapmaya karar verdiler. 19 Nisan 1917’de imzalanan bu antlaşmaya göre İtalya,
müttefiklerinin kendi aralarında yapığı Sykes-Picot Antlaşmasını tanıdığını belirtiyordu. Buna karşılık
olarak kendisine Mersin hariç Antalya, Konya, Aydın ve İzmir veriliyordu.
Antlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için Rusya’nın onayı şart koşulmuştu. Ancak Rusya’da
Bolşevik ihtilalinin patlak vermesi üzerine, Çarlık Rusya’sının karışıklıklarla uğraşması ve yıkılmaya
başlaması antlaşmanın onaylanmasına engel olmuştur. Bu antlaşmanın geçerliliğini yitirmesi üzerine,
İtalya’ya bırakılan İzmir, İtilaf Devletleri tarafından; özellikle İngiltere’nin kendi menfaatleri
doğrultusunda sürdürdüğü etkin siyaset ile Yunanistan’a bırakılması kararlaştırılmıştır.
G- PARİS BARIŞ KONFERANSI
Ateşkes antlaşmaları imzalandıktan sonra sıra nihai barış antlaşmalarını imzalamaya gelmişti.
Tarafların ve konuların çokluğu yüzünden bunu hemen gerçekleştirmek mümkün görünmüyordu.
Halledilmesi gereken sorunlar asırların biriktirdiği sorunlardı. En önemlisi de Osmanlı mirasını
paylaşma konusu idi.
Galip devletler mağlup olanlarla imzalayacakları antlaşmaların ana hatlarını tayin etmek için
18 Ocak 1918 yılında Paris’te toplandılar. Konu ile uzaktan yakından ilgili olan 32 devlet burada
temsil edildi. Ancak konferansta Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya etkiliydi. Bu devletlerin
başbakan ve dışişleri bakanlarından oluşan “Onlar Konseyi” kuruldu.
Bu konferansta yer alan bazı devletlerin izlediği temel politikaların ana hatlarını şu şekilde
özetlemek mümkündür:
İngiltere: Birinci Dünya Savaşı’na girerken dünyanın en büyük ve en güçlü devleti olan
İngiltere savaştan daha da büyüyerek çıktı. Yeni topraklar ve ganimetler elde etti. Savaşın
uzamasından dolayı yorgun düşse de savaşın en karlı çıkan devleti olma özelliğini kimseye vermedi.
İngiltere’nin öncelikleri şöyle sıralanabilir:
 Almanya ile Fransa’yı sürekli birbirine rakip vaziyette tutmak için Almanya’nın fazlaca
hırpalanmasına izin vermemek. Almanya ezilirse rahata çıkan Fransa güçlenir ve İngiltere’ye
ciddi bir rakip olabilirdi.
 Ege ve Akdeniz’de İtalya’nın yayılmasına izin vermemek, onun yerine Yunanistan’ı tercih
etmek en önemli tezlerinden birini teşkil ediyordu. Güçlü bir İtalya, İngiltere’ye sömürge
yollarında sorun çıkartabilirdi.
 Osmanlı mirası paylaşılırken Yunanistan’ı kollamak ve bu devletin Ege havzasında
genişlemesine zemin hazırlamak istiyordu. Bu politikanın amacı; Yunanistan ile her zaman
dost kalmayı başaran İngiltere sömürge yollarında sadık bir bekçi kazanmış oluyordu.
 Ortadoğu’ya biçim verirken petrol havzalarını elde tutmak ve bu coğrafyada olabildiği kadar
yeni devlet kurmak düşüncesi taşıyordu. Bu bölgede ne kadar çok devlet olursa o kadar güçsüz
ve kontrolü mümkün olurdu. Bu yüzden cetvelle çizilen sınırlar içinde irili ufaklı birçok yeni
devlet kuruldu.
Fransa: Bu devletin en öncelikli konusu Almanya ile ilgili sorunlardı. Almanya savaştan
yenik çıkmış ve perişan olmuştu. Fransa Almanya’nın kendisi için yeniden bir tehdit haline gelmesini
istemiyor, bu yüzden hem askeri hem de ekonomik sınırlamalar getirilmesini istiyordu. Fransa’nın bu
politikasına en çok karşı çıkan devlet ise İngiltere idi. Ev sahibi olmasına rağmen Fransa istediklerini
yapamadı ve Almanya için arzu ettiği ölçüde sınırlamalar getirmeye muvaffak olamadı.
İtalya: İtalya’nın savaş başlamadan önce izlediği aşırı çıkarcı ve pazarlıkçı yaklaşımı ve
savaşa dört elle sarılmamış olması müttefiklerini kızdırmıştı. Savaş devam ederken imzalanan gizli
antlaşmalarda Antalya’dan Konya’ya, Konya’dan İzmir’e kadar uzanan çizginin güneyi kendisine söz
verilmişti. Ancak savaş bittikten sonra İngiltere Yunanistan’ı desteklemiş ve bunu yaparken de antik
Yunan uygarlığından dolayı Avrupa kamuoyunun Yunanistan hakkındaki sempatisini iyi kullanmıştır.
İtalya kendisini hep haksızlığa uğramış ve aldatılmış olarak görmüştür. İtalya’nın bu küskün tavrı millî
mücadele sırasında bizim işimize yaramış, İtalya bize ciddi bir sorun çıkaramamıştır.
ABD: Savaşa geç giren ABD savaşın sonuçları üzerinde belirleyici olmak için çaba harcadı.
Wilson Prensipleri’nin hayata geçirilmesini çok önemsedi. Bu tutumu diğer ortaklarını hayli rahatsız
etti. Gizli antlaşmaları kabul etmemiş olması ciddi bir sorundu. Bu yüzden açıktan söylenmese de
ABD’ye karşı mesafeli bir tutum benimsenmişti. Wilson’un olmazsa olmazlarından biri de milletler
cemiyetinin kurulması konusu idi. Bu fikre karşı olmakla beraber ABD’yi de karşılarına almak
istemeyen Avrupalı galipler bu işten kurtulmanın yolunu buldular. Paris’e gelip görüşmelere bizzat
katılan Wilson’a cemiyet işinin uzun boylu bir iş olduğunu, bunun için birçok yazışma icap ettiğini ve
bunu sağlamak için de bir sekretarya oluşturmak gerektiğini, tüm bu işlerin haftalarca, hatta aylarca
sürebileceğini, kendisinin ülkesine dönüp sonucu beklemesinin daha yerinde olacağını söylediler.
Wilson evine döndü. O gittikten sonra her şeyi kendi bildikleri yöntemlerle halletme yoluna gittiler.
ABD oyalandığını ve fikirlerinin ciddiye alınmadığını görünce yeniden infirat politikasına döndü.
Wilson Yunan ve Ermeni sorunları konusunda yanıltılmıştı. Bu iki ulusun Anadolu’da çoğunluk
olduğunu zannediyordu. Bu yüzden de onların Türklerin esaretinden kurtarılması gerektiğine
inanıyordu. İzmir’in işgali sırasında Yunan ordusuna ABD gemilerinin tahsisi, Sevr antlaşmasında
öngörülen Ermenistan sınırlarının Wilson tarafından çizilecek olması bu konudaki ABD politikası
hakkında fikir vermektedir.
Japonya: Birinci Dünya Savaşına 1914 yılı içinde itilaf devletleri safında girip aynı yıl içinde
Pasifik’te bulunan Alman sömürgelerini ele geçirerek savaşın dışında kalan Japonya savaşın sonuçları
konusunda belirleyici olmaya gayret gösteriyordu. Kendisini doğrudan ilgilendirmeyen konularda bile
görüş belirtmekten çekinmiyordu. Öyle anlaşılıyordu ki bu konferans vesilesi ile dünyada oluşan
güçler dengesi içinde kendine bir yer bulmaya uğraşıyordu.
Yunanistan: Paris Barış Konferansında İtalya hariç diğer devletler tarafından açık bir şekilde
himaye edilmiştir. Büyük devletlerin hepsi Yunanistan taraftarı olduğu gibi temsilcileri de birer
Venizelos hayranı idi. Yunanistan’ın istekleri çoktu. İzmir ve Trakya’yı istiyordu. İzmir konusunda
İtalya, Trakya konusunda da Bulgaristan karşısına çıkıyordu. Tabii ki bu iki devletin de Yunanistan
karşısında fazla bir şansı yoktu. Yoğun propaganda çalışmaları sonucunda buralarda Yunanlıların
çoğunlukta olduğuna herkes inanmıştı.

H- BARIŞ ANTLAŞMALARI

1. Almanya ile Versailles (Versay) Antlaşması ( 28 Haziran 1919)


 Almanya, Avusturya ile her türlü ilişkiyi kesecek ve bu devlet ile ittifak yapmayacaktır.
 Almanya bütün sömürgelerinden vazgeçecektir.
 Çekoslovakya, Polonya ve Avusturya’nın bağımsızlığını tanıyacaktır.
 Belçika, Polonya, Çekoslovakya ve Fransa’ya toprak verecektir.
 56 milyar dolar savaş tazminatı ödeyecektir.
 Zorunlu askerlik olmayacak, asker sayısı 100.000’i geçmeyecektir.
Toplam 440 maddeden oluşan bu antlaşma Almanya’yı tam anlamıyla ezmişti. Bu şartlara
ister istemez boyun eğen Almanya fırsatını bulur bulmaz bu antlaşmayı yırtıp çöpe atmayı
düşünüyordu. Almanların bu intikam duygusunu çok iyi değerlendirecek olan Hitler, İkinci dünya
savaşı öncesi Almanya’nın kaderini belirleyecek en önemli siyasi kişilik olarak ortaya çıkacaktır.
2. Avusturya ile Saint Germain Antlaşması (10 Eylül 1919)
 Avusturya, Macaristan, Yugoslavya ve Çekoslovakya’nın bağımsızlığını tanıyacak.
 Yugoslavya’ya, Romanya’ya, İtalya’ya ve Polonya’ya toprak verecek.
 Almanya ile birleşmeyecek.
 Savaş tazminatı ödeyecek.
 Zorunlu askerlik olmayacak ve asker sayısı 30.000’i geçmeyecek.
3. Macaristan ile Triyanon Antlaşması (4 Haziran 1920)
Macaristan, Avusturya’dan ayrıldığı için onunla ayrı bir Antlaşma yapıldı. Antlaşma şartları
ne kadar ağır şartlar taşısa de Macaristan halinden memnundu. Zira neredeyse bir asır boyu mücadele
verdiği bağımsızlığına nihayet kavuşmuştu. Antlaşmanın maddeleri:
 Yugoslavya, Çekoslovakya, Romanya ve Avusturya’ya toprak verecek.
 Hava kuvvetleri olmayacak. Tuna donanması teslim edilecek ve asker sayısı 35.000’i
geçmeyecek.
 Savaş tazminatı ödeyecek.
4. Bulgaristan ile Neuilly Antlaşması ( 27 Kasım 1919 )
 Batı Trakya topraklarını Yunanistan’a verecekti. Böylece Ege Denizine çıkışı kalmamış oldu.
 Zorunlu askerlik olmayacaktı. Hava ve deniz kuvveti bulundurmayacak, asker sayısı 25 bini
geçmeyecekti.
 Savaş tazminatı ödeyecekti.
5. Osmanlı Devleti ile Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920)
İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan ancak geçerliliği olmayan Sevr
Antlaşmasına sonraki konularda etraflıca değinilecektir.
6. Rusya ile Brest-Litowsk Antlaşması ( 3 Mart 1918 )
Rusya ile savaşa katılan devletlerarasındaki ateşkes antlaşmaları, 15 Aralık 1917’de yapıldı.
Barış görüşmeleri de 22 Aralık 1917’de Brest–Litovsk’da başladı. Bu görüşmelere savaşa katılan
devletlerin tamamı katıldı. Görüşmeler sonucunda, 3 Mart 1918 tarihinde antlaşma imzalandı.
Bu antlaşma ile Ruslar Kars, Ardahan, Batum’u Osmanlı Devletine vermeyi kabul ediyor ve
Doğu Anadolu’da işgal ettikleri yerleri boşaltacaklarını açıklıyorlardı.
I- BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN SONUÇLARI
 İmparatorluklar parçalandı ve bunların bünyesinden çok sayıda yeni devlet doğdu. Alman
İmparatorluğu, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu, Rusya Çarlığı ve Osmanlı
İmparatorluğu parçalandı.
 Yeni devletler kuruldu. Çekoslovakya, Yugoslavya, Polonya, Macaristan, Türkiye, Arabistan,
Suriye, Irak gibi yeni devletler ortaya çıktı.
 Monarşilerin yerini cumhuriyet aldı. Bu rejim değişikliği özellikle yenilen devletler
bünyesinde meydana geldi.
 Savaştan en kârlı çıkan devlet İngiltere oldu.
 Milletler cemiyeti adı ile bir örgüt kuruldu. Ancak bu örgüt yine güçlü devletlere hizmet etti.
 Savaş sonunda imzalanan antlaşmalar çok kısıtlayıcı hükümler taşıdığı için yenilen devletler
bunu kabullenmekte zorlandılar. Halkın zorlayıcı şartlara karşı tepkisi ülkelerinde diktatörleri
iktidara taşımak oldu. Almanya, İspanya, İtalya ve Rusya’da dikta rejimleri kuruldu. Bu
yönetimler gerilimi tırmandırdı ve İkinci Dünya Savaşı’na sebep oldu.
 ABD en az tahribat görerek en kârlı çıkan devlet oldu. Savaşın devam ettiği yıllarda sattığı
silahlar sebebiyle ekonomisini çok güçlendirdi. Kendi topraklarında savaş görmedi. 1822
yılından beri izlediği Monroe Doktrininden vazgeçmedi. Savaştan sonra yeniden infirat
politikasına çekildi.

XI- MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI


A. MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI’NIN SEBEPLERİ
1. Cephelerden Gelen Kötü Haberler
Özellikle güneyde bulunan Suriye ve Irak cephesinde işler gittikçe aleyhimize dönmeye
başlamıştı. Cephe kumandanları Hükümete baskı yaparak bir an önce ateşkes temin edilmesini, aksi
takdirde cephelerde işlerin daha da kötüye gideceğini bildirmişlerdi.
Zaten ABD’nin savaşa girmesinden sonra Avrupa cephelerinde de gerileme başlamış ve
müttefiklerimiz tüm cephelerde yenilmeye başlamışlardı. Savaşı sürdürmenin bir anlamı yoktu. Sonuç
belliydi. Bir an önce barışı temin etmek lazımdı.

2. Fransa’nın Trakya’ya Yığınak Yapması


Fransız ordusu 1918 yılının ortalarında Selanik’e büyük bir askeri yığınak yapmaya başladı.
Bu kuvvetler daha sonra Meriç istikametinde harekete geçtiler. Hedefin İstanbul ve boğazlar olduğu
anlaşılıyordu. Osmanlı Devleti bu gelişmelerden çok tedirgin oldu. Barış biraz daha gecikirse İstanbul
da elden gidebilirdi.

3. Bulgaristan’ın Savaştan Çekilmesi


Savaştan ilk çekilen devlet Bulgaristan olmuştu ( 28 Eylül 1918). Bu durum savaşın sonuna
gelindiğini gösteriyordu. Bulgaristan’ın çekilmesi en büyük zararı Osmanlı Devleti’ne vermişti. Çünkü
Almanya’dan gelen silah, cephane ve lojistik destek bu yoldan geliyordu. Bu yol kapanınca ordunun
ihtiyacı karşılanamadı. Dolayısıyla cephelerde durum gittikçe kötüleşti.
4. Wilson İlkelerine Duyulan Güven
Wilson ilkeleri içinde yer alan self-determinasyon ilkesi çerçevesinde Türk çoğunluğun
yaşadığı bölgelerin geleceğinin çoğunluğu teşkil edenler tarafından belirlenme hakkının verilmesi,
bağımsız bir devlet kurma ümidini doğurmuştu. Savaşın mağlubu diğer devletler gibi Osmanlı devleti
de bu ilkelerin uygulanacağını düşünerek barış taleplerini hep bu esas üzerine oluşturmaya çalışmıştır.
Bu ilkelerin bir temenniden öteye geçmediği daha sonra anlaşılacaktır.

B- MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI’NIN İMZALANMASI


1918 yılının ilk yarısında görev yapan Talat Paşa Hükümeti barış temin edemeyince istifa etti.
Hükümeti kurma görevini alan Ahmet İzzet Paşa barış yolunda ciddi adımlar atacağını gösterince
güvenoyu aldı. Bu arada V. Mehmet Reşat vefat etmiş ve kardeşi VI. Mehmet Vahdettin padişah
olmuştu.
İngilizler bir yandan barışa mesafeli dururken öbür yandan da barış konusunda Osmanlı
Devleti’nin yegâne muhatabı olma fırsatını kaçırmak istemiyordu. Bu sebeple Amiral Caltorphe Limni
adasına gönderilmiş ve muhtemel görüşmeler için yetkili kılınmıştı.
Bahriye Nazırı Rauf Bey’in başkanlığında bir heyet hazırlandı ve 27 Ekim günü Limni
Adası’nın Mondros Limanında Agememnon Zırhlısı’nda görüşmeler başladı. Türk heyetinin hiçbir
talebi dikkate alınmadı. Çok ağır şartlar taşıyan ateşkes antlaşması mecburen kabul edildi.Oldukça
muğlâk (net ve açık olmayan) ifadeler taşıyan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın bu tehlikeli yönünü
fark etmiş olan Mustafa Kemal telgraf ile Rauf Bey’i uyarmıştı.
Osmanlı yönetimi ise önceliği silahların susmasına vermiş görünüyordu. Hele bir barış gelsin
ardından zaman kazanıp durumu lehimize döndürmenin yollarını nasıl olsa buluruz düşüncesindeydi.
O yüzden de şartların ağır olmasını çok dert etmiyordu.
C- MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI’NIN MADDELERİ
Toplam 25 madde olan Ateşkes Antlaşması’nın önemli maddeleri kısaca şunlardır:
 İstanbul ve Çanakkale boğazlarından her iki yönde geçiş serbest olacak ve bu geçişi sağlamak
amacıyla iki boğazda da itilaf devletlerinin askerleri kontrolü sağlayacaklardır.
 İtilaf Devletleri güvenliklerini tehlikede gördükleri zaman diledikleri yeri işgal
edebileceklerdi. (meşhur 7. madde)
 Sınırların içinde kalan askerler terhis edilecek ve sadece iç güvenliği sağlayacak kadar asker
bırakılacaktır. Sınırların dışında kalan askerler ise en yakın İtilaf birliğine gidip teslim
olacaktır.
 Savaş gemileri teslim edilerek uygun limanlarda hapsedilecektir.
 Bütün limanlar, demiryolları, tüneller ve geçitler İtilaf Devletleri denetimine verilecek ve
onların kullanımına açılacaktır.
 Her türlü haberleşme ve iletişim araçları İtilaf Devletleri denetimine verilecektir.
 İtilaf Devletleri, şimdiki 22 ilimizi içine alan Vilayet-i Sitte (altı vilayet)’de (Erzurum, Van,
Diyarbakır, Bitlis, Harput ve Sivas) herhangi bir karışıklık çıkarsa buraları da işgal
edebilecekti.

D- MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI’NIN SONUÇLARI


 Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti fiilen sona ermiştir. Çünkü İstanbul’un işgaline izin verilerek
bağımsız hareket etme kabiliyeti ortadan kaldırılmıştır.
 Antlaşmanın muğlâk (kapalı) maddeleri İngilizlere duyulan güven sebebiyle aleyhimize
yorumlanmaz diye düşünülmüş ancak böyle olmamıştır.
 Wilson ilkelerinden ümit kesilmediği için bize haklarımızın verileceğine dair ümitler
korunmaktadır. Bu yüzden Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri kurularak bulundukları bölgede
çoğunluk olduklarını ispatlamaya çalışmışlardır. Bu iyi niyetli girişimler, işgaller başladıktan
sonra özellikle de İzmir’in işgalinden sonra yerini silahlı direnişe bırakacaktır.
 Bu antlaşma Anadolu’nun işgaline ortam hazırlamıştır
 Altı vilayet ile ilgili özel bir hüküm konulması burada kurulması düşünülen Ermenistan için
hazırlık anlamına gelmektedir.

MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ


I. MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI SONRASI GELİŞ-MELER
A- MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI’NA DAYANARAK YAPILAN İŞGAL
EYLEMLERİ
1. Anadolu’da Yapılan İşgaller
İngilizler Çanakkale, Musul, Batum, Antep, Konya, Maraş, Samsun, Bilecik, Merzifon, Urfa
ve Kars’ı işgal ettiler.
Ateşkesin imzasından üç gün sonra İngiliz birlikleri Musul’u işgal etti. Burası petrol bölgesi
idi. Bölgenin önemini bilen komutan Ali İhsan Sabis Paşa direnmeye çalıştıysa da İstanbul’dan gelen
emir üzerine bundan vazgeçti.
İngilizlerin İskenderun’a asker çıkarmasına bölgenin komutanı olan Mustafa Kemal Paşa
silahla karşılık vereceğini açıkladı. Bunun üzerine Ateşkes bozulur korkusu yaşayan İstanbul
Hükümeti, Mustafa Kemal Paşa’nın başında bulunduğu Yıldırım Orduları’nı lağvederek kendisini
İstanbul’a çağırdı.
İşgal bölgelerini stratejik özelliklerine ve önem derecesine göre belirleyen İngiltere; Urfa,
Antep ve Maraş’ı da elinde koz olarak tutmak amacı ile işgal etti. İleride Fransa ile paylaşım masasına
oturduklarında buraları onlara verip karşılığında petrol bölgeleri almak istiyordu. 15 Eylül 1919 Suriye
İtilafnamesinde bu düşüncesini gerçekleştirdi. Bu konu ilerde ayrıntılı olarak işlenecektir.
Fransızlar ise Trakya’daki demiryolunun önemli istasyonlarını, Dörtyol, Mersin, Adana ve
Afyon istasyonunu işgal ettiler. İngilizler tarafından işgal edilen, Güney Doğu’daki bazı iller ( Urfa,
Antep ve Maraş) daha sonradan Fransızlara terk edilmiştir. İngiltere’nin işgal ettiği yerlerde pek olay
çıkmazken Fransız işgal bölgelerinde sürekli olay çıkmıştır. Güney cephesinden bahsederken bunun
sebepleri üzerinde durulacaktır.
İtalyanlar ise Antalya, Kuşadası, Bodrum, Fethiye ve Marmaris’i işgal ettiler. Konya ve
Akşehir’e de asker yolladılar.
İtalyanlar işgal sırasında Türklerle karşı karşıya gelmekten sakındılar. İngilizler tarafından
aldatılmış olmayı hazmetmedikleri için Yunan işgaline karşı gizlice Türkleri desteklediler
Mondros Mütarekesi’nin Doğu Anadolu’da 6 vilayetin Ermenilere bırakılacağına ilişkin
maddesi Ermenileri harekete geçirdi. Ermeniler kurdukları Alaylarla Doğu Anadolu’da yayılmaya ve
bölgedeki Türklere zulüm ve baskı yapmaya başladılar. Ayrıca Kozan, Osmaniye, Mersin ve Adana’ya
Fransızlarla birlikte Ermeni çetecileri de geldi.

2. İstanbul’un İşgali
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imza edilmesinin ardından vakit geçirmeden işgallere
başlayan İtilaf Devletleri, kasım ayının başında Çanakkale’ye asker çıkarmışlardı. Bunun ardından 55
gemi ve 6 denizaltıdan oluşan büyük bir filo 13 Kasım 1918 günü İstanbul’a geldi. Bunların içinde
Yunan gemileri de mevcuttu. Aynı gün İskenderun’dan dönen Mustafa Kemal de İstanbul’a gelmişti.
İstanbul’un İtilaf Devletleri’nin donanması tarafından işgal edilmiş durumunu gördüğünde;
“Geldikleri gibi giderler!” sözü ile işgale karşı kayıtsız kalmayacağını ve bu konuda ileriye yönelik
bir takım planları olduğunu da ifade ediyordu.

3. İzmir’in İşgali
a) İzmir’in Yunanlılar Tarafından İşgali’nin Sebepleri
 I. Dünya Savaşı sırasında imzalanan gizli antlaşmalarda İzmir İtalya’ya söz verilmişti ancak
Akdeniz’de güçlü bir İtalya görmek istemeyen İngiltere bunu engelleyip Yunanlıları
destekledi.
 Yunanistan’ın menfaatlerinin yanı sıra, Yunan işgalinin İngiltere açısından çok farklı bir
önemi ve özelliği vardı. Zira diğer Avrupa devletleri ile antlaşmalar imzalanmış ve
sonuçlandırılmış olsa bile Osmanlı Devleti ile henüz antlaşma imzalanmamıştı. Osmanlı
Devleti veya Türk milleti bu antlaşmaya karşı direnç gösterebilirdi. Bu direnci kırmak için de
yeniden askeri seçenekler gündeme gelebilirdi. Ne var ki İngiliz kamuoyu savaştan bıkmıştı.
Bu durumda Yunanistan’ın İzmir hevesi bu amaç için kullanılabilirdi. Kısaca İngiltere,
Osmanlı Devleti’ni ikna için Yunanistan’ı jandarma olarak kullanmak istiyordu.
 b) İzmir İçin İşgal Hazırlıkları ve Paris Barış Konferansı
İzmir’i Yunanistan’a vermek isteyen İngiltere bir takım uydurma haberler yayarak İzmir’in
Yunanlılar tarafından işgaline zemin hazırlamıştı. Avrupa medyasında yer alan haberlere göre Türkler
Batı Anadolu’da Rumları katletmekte idi. Acil müdahale edilmezse çok kötü sonuçlar doğabilirdi.
Üçler konseyi bu kararı alır almaz işgalin altyapısını hazırlamaya başladı. Öncelikle Osmanlı
Devleti’nden İzmir çevresindeki istihkâmların boşaltılması talep edildi. Ateşkes şartları gereği bu
isteği yerine getiren Osmanlı Devleti bu istihkâmların İtilaf ordusu tarafından işgaline ses çıkartamadı.
Ardından Mondros Ateşkes Antlaşması’nın yedinci maddesini gerekçe göstererek bölgeyi
işgal edeceklerini bildirdiler. Bu işleri organize etmekle görevlendirilen Amiral Caltorphe İzmir’i
işgale hazır vaziyete getirdi.
Caltorphe Yunan işgalinden bir gün önce İzmir’i İtilaf Devletleri askerlerine işgal ettirdi.
Türklerden istihkâmları teslim aldılar. Ertesi gün Yunan ordusuna teslim edeceklerdi. Ayrıca
Caltorphe İzmir Valisi İzzet Bey’e ve 17. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa’ya işgale karşı
konulmaması konusunda ültimatom verdi. İşgal için de mütarekenin yedinci maddesini gerekçe
gösterdi.
İzmir konusunda meydana gelen gelişmeler ve son olarak da Yunan işgali kararının ortaya
çıkması, gerek İzmir’de gerekse Anadolu’da bir deprem etkisi yarattı. İzmir’in Yunanistan’a ilhakını
engellemek amacı ile kurulan Redd-i İlhak Cemiyeti işgalden bir gün önce dokunaklı bir bildiri
hazırlayarak halkı Maşatlık mevkiinde mitinge çağırdı. Bu miting son derece kalabalık ve coşkulu bir
biçimde işgale olan tepkiyi ortaya koydu. Ne var ki işgali engelleyemedi. Ancak bu hareket
Anadolu’da oluşan bağımsızlık ateşinin yanmasında bir kıvılcım teşkil etti.
Buradan başlayarak bütün Anadolu’da çok şiddetli bir protesto dalgası başladı. Yunan
işgali’nin Anadolu’da yaratacağı tepkiyi çok iyi tahmin eden İngilizler telgraf şebekelerini keserek
haberin yayılmasını önlemeye çalıştılarsa da bunda pek de muvaffak olamadılar.

c) İzmir’in Fiilen İşgali


Yunanlılar, 15 Mayıs 1919'da İtilaf Devletleri'nin donanmalarının koruyuculuğu altında,
yüzyıllardır Türk olan "Güzel İzmir"e asker çıkardılar. İzmir Rumları Kordon'da Yunan askerini
coşkun sevgi gösterileriyle karşılıyordu. Başpiskopos Chrysostomos gemilerden inen Yunan
askerlerini kutsuyor ve karaya çıkan askerler silah çatarak hora tepiyorlardı. Sabah saat 9'da üç Yunan
alayı karaya çıkmış bulunuyordu. Saat 10'da Yunan askerleri, Rumların gösterileri arasında şehri işgal
etmek için yürüyüşe geçtiler. Askeri Otelin önüne geldikleri sırada Hasan Tahsin adında bir Türk ateş
açtı. Fakat derhal öldürüldü. Başka bir genç ise Yunan bayrağını taşıyan askeri vurdu.
Yunan askerleri, bu olay karşısında çevreye yaylım ateşine başladılar. Karşılarında çatışacak
silahlı birlik bulunmamasına rağmen yaylım ateş, özellikle askeri kışlada bulunan silahsız Türk
askerine karşı yarım saat sürdü. Türk askerlerinin teslim olmasına rağmen Yunanlılar bir süre daha
ateşe devam ettiler. Esir alınan çevredeki Türkler toplanarak esir gemisine götürüldüler. Bu asker ve
subaylar elleri bağlı vaziyette Kordon boyundan gemilere doğru götürülürken gemilerden de üzerlerine
ateş açıldı. Bu sırada otuz kadar Türk, Yunanlılar tarafından öldürüldü. Saldırıların çoğunun İzmirli
Rumlardan gelmesi yabancı gözlemciler tarafından da izleniyordu. Türk asker ve subayları
dipçiklenerek, süngülenerek öldürülüyor, üzerlerindeki kıymetli eşyalar zorla alınıyordu. İşgale karşı
boyun eğmiş bulunan Ali Nadir Paşa yerde sürüklenerek tekmeleniyordu. Türk subayları “Zito
Venizelos” diye bağırmaya zorlanıyor, ağır hakaretlere uğruyorlardı. Bağırmayı reddedenler ise
süngüleniyordu. Nitekim Albay Fethi Bey de süngülenerek şehit edildi. Şehrin diğer yerlerinde de
olaylar, daha doğrusu yağma, öldürme ve tecavüz olayları başladı. Türkler'e ait evler ve işyerleri
Rumlar tarafından yağmalanıyor, canını, malını, namusunu korumak isteyen Türkler öldürülüyordu.
Bütün bu olaylar "uygar ulusların temsilcilerinin" gözleri önünde, "uygar devletlerin" izniyle
yapılıyordu. Yunanlılar ilk gün 400 Türk öldürmüşlerdi. Çevre köy ve kazalardaki olaylarla bir iki gün
içinde 5.000 kadar Türk öldürüldü. Uygar dünyanın gözleri önünde bir insanlık dramı yaşanıyordu.
Ancak yaşanan bu katliam karşısında Batılı medeni ülkeler Helen Medeniyetinin çocukları dedikleri
Yunanlılara alkış tutuyorlardı.
İzmir'in işgali yabancı gazeteler aracılığı ile dünya kamuoyuna duyuruldu. Fransa'nın büyük
gazeteleri, "Türkiye'nin parçalanışı", "Türk İmparatorluğu ömrünü doldurdu", "Hasta
Adamın cenaze töreni" başlıklı haberler verirken, Yunan propagandası ile ilk gün haberlerinde, tam
zamanında girişilen işgal ile artık İzmir'de sükûnetin hâkim olduğu ve Hıristiyanların katliamdan
kurtarıldığı bildiriliyordu. Amerikan gazeteleri de İzmir'in işgalini duyururken, Türklere Anadolu'da
küçük bir bölge bırakılabilir diyor, Amerikan mandasından söz ediyorlardı. Bazı gazetelerde ise
"nankör ve samimiyetten yoksun Rum ve Ermeniler için cesur ve namuslu Türklerin haklarının
çiğnendiği ve Türklerin İzmir'de katledildikleri" haberleri yer alıyordu.
Yunanlıların İzmir ve çevresinde yaptıkları katliam kısa süre sonra anlaşılınca, İngiliz
Parlamentosu'nda bile ağır eleştirilere yol açtı. İngiliz Genelkurmay Başkanı Wilson, anılarında
"Bütün yapılanlar deliliktir, fenalıktır". diyor, Standart Baker isimli İngiliz yazarı ise işgali, "iğrenç bir
entrika"olarak değerlendiriyordu.

d) İzmir’in İşgali’nin Sonuçları


 İzmir’in işgali millî mücadele tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Bu aşamaya
gelinceye kadar barışçı çözümler için umutlar tükenmiş değildi. Bilhassa Wilson İlkelerinin
uygulanacağı ve Türklere kendi vatanlarında varlıklarını sürdürme şansı verileceği inancı
hâkimdi. Hatta bu amaçla bölgesel nitelikli Müdafaa-i Hukuk (hakları savunma) cemiyetleri
kurulmuş ve herkes kendi bölgesinde çoğunluk olduğunu ispatlama çabası içine girmişti. Ne
var ki İzmir’in özellikle de Yunanlılar tarafından işgal edilmesi ile beraber işin ciddiyeti
anlaşılmış, ne Wilson ilkelerinin, ne çoğunlukta olmanın ne de haklı olmanın işe yaramadığı
anlaşılmıştı. Yapılacak şey belliydi ve silaha sarılmaktan başka çare yoktu. İşte bu amaçla
Kuva-yı Millîye hareketi doğdu. Kısaca söylemek gerekirse millî mücadelenin silahlı safhası
İzmir’in işgali ile beraber başlamıştır.
 İzmir’in işgali tüm yurtta özellikle de işgal tehdidi altında bulunan bölgelerde büyük tepki ve
protestolara sebep olmuştur. Trabzon’daki tepkinin büyüklüğü ve sürekliliği karşısında
İstanbul’dan bir heyet gönderilerek, tepkiler yatıştırılmaya çalışılmış ve İzmir’in işgalinin
ilhak olmadığı geçici bir olay olduğu anlatılmıştır. Giresun halkı ise Belediye Başkanı Topal
Osman öncülüğünde büyük bir miting düzenlemiştir. Aynı ilde yayın yapan Işık Gazetesi
“İzmir faciasını unutmayınız” başlığını her sayısında basmıştır. Aynı gazetede yer alan bir
yorum İzmir’in işgaline duyulan tepkiyi çok net bir şekilde şu kelimelerle ifade etmiştir:
“Göklerden yıldırımlar yağsa, dağlardan kanlı volkanlar fışkırsa, denizler taşsa ve
araziyi tufanlara boğsa idi, Türklüğe ve Âlem-i İslamiyet’e belki o kadar tesir
göstermezdi”.
 Doğu ve Güneydoğu illerinde de durum farklı değildi. Bölge halkının katılımıyla büyük çaplı
mitingler tertip edilerek işgaller protesto edilmiştir.
 İzmir’in işgaline dış dünyandan da tepki yağmıştır. İngiliz Lord Curzon eylemi delice bir
hareket olarak ifade ederken Fransa da ciddi bir tepki oluşmamış, sadece Türk dostu bilinen
bazı yazarlar eleştiride bulunmuşlardır. Şüphesiz en büyük tepki İtalya’dan gelecektir.
 İzmir’in işgali bir anlamda Türk milletinin bir uyanış hareketidir. Çünkü yılların getirdiği
yorgunluk ve bıkkınlık hissi, insanların mücadele heyecanını yok etme noktasına getirmiştir.
Dolayısıyla bu olay Türk milletine “ Alçakça yaşamaktansa şerefiyle ölmenin” daha onurlu
olduğunu göstermiştir. Artık milli mücadelenin yeni parolası; “Ya istiklal ya ölüm!”dür.

II. CEMİYETLER

Millî mücadele sırasında kurulan cemiyetleri birkaç kategoride incelemek gerekiyor. Önce bu
cemiyetleri millî mücadeleye yararlı veya zararlı cemiyetler olarak ele alacağız. Daha sonra zararlı
görülen cemiyetlerin azınlıklar ve Türkler tarafından kurulmuş olanlarına göz atacağız. Konumuzun
sonunda da bu cemiyetlerin genel özellikleri üzerinde duracağız.
A - ZARARLI CEMİYETLER
1. Azınlıklar Tarafından Kurulan Cemiyetler
Osmanlı Devleti’nin parçalanmaya başladığını gören iç ve dış düşmanlar dağılan imparatorluk
topraklarından pay kapmak için hızlı bir yarış içine girmişlerdi Dış devletlerin göz koyduğu
toprakların yanı sıra içerdeki azınlıklar da eski ve tarihi hesapları karıştırıp kopan parçalardan pay
almanın derdine düşmüşlerdi. Nitekim Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan azınlıklar, birbiri ardına
çeşitli zararlı cemiyetler kurdular.
a) Rum Cemiyetleri
Etnik-i Eterya
Rusya’nın Odesa kentinde iki Rum ve bir Rus tarafından 1814 yılında kurulan bu cemiyetin
amacı Yunanistan’ın bağımsızlığını elde etmekti. Bağımsızlık elde edildikten sonra da "Megali İdea"
(Büyük Yunanistan ideali) için çalışmış ve dönem dönem Yunan topraklarının genişlemesi için çeşitli
faaliyetlerde bulunmuştur.
Mavr-i Mira
Millî mücadele yıllarında Rumların kurduğu en önemli Cemiyet Mavri Mira idi. Megali
İdea’yı gerçekleştirmeyi amaçlayan bu cemiyet doğrudan Yunanistan devleti tarafından
destekleniyordu. Deniz ticaretinde üstünlüğü elinde tutan Yunanlı armatörler de bu cemiyete maddi
destek veriyorlardı. Cemiyetin bir yıllık bütçesi Yunanistan devletinin iki yıllık bütçesine eşitti. Ayrıca
tüm kiliseler, okullar, yetimhaneler vs. bu cemiyetin emri altına girmişti. İbadethaneler ve
konsolosluklar hatta Rum okulları ve hastaneleri birer silah deposu haline getirilmişti.
Rum okullarının izci örgütlerini de emrine alan dernek, Rumları silahlandırıp tedhiş
hareketleri yapıyordu. Yunan Kızıl Haç'ı ve Göçmenler Komisyonu (Kordos Cemiyeti) da bu
dernekle çalışmakta idiler. İstanbul ve Trakya'da birçok cinayet ve ırza geçme olayları yaparak tedhiş
yaratan dernek, Ege ve özellikle Anadolu'da Pontus’çuluğu destekliyordu. Patrikhane de İstanbul'un
Yunanistan'a verilmesi veya uluslararası bir yönetime devredilmesini istemişti
Pontus Rum Cemiyeti
Rumlar tarafından kurulan bir diğer dernek de "Pontus Derneği" idi. 1204 tarihinde IV. Haçlı
Seferi sırasında Rumlardan bir kısmı Latinlerden kaçıp Trabzon’a gelmiş ve burada bir Rum devleti
kurmuştu. Bu devlet 1461 yılında Fatih tarafından yıkılmıştı. Bu cemiyetin çatısı altında bir araya
gelen Pontusçu Rumlar bu devleti yeniden canlandırmanın yollarını arıyorlardı.
Rize'den İstanbul'a kadar uzanan kıyı şeridinde (özellikle merkez Samsun-Trabzon) olan
yörede bir Pontus Devleti kurmak istiyordu. Samsun yöresindeki Rumların bir bölümü daha I.Dünya
Savaşı içinde askere gitmeyip silahlanarak eşkıyalığa başlamışlardı. Ateşkes'ten sonra ise örgüt daha
da güçlendi. Rusya'dan getirilen göçmenlerle de sayıları arttı. İtilaf Devletleri de bunları koruduğu için
olaylar büyüdü.(İleride bu konudan iç ayaklanmalar bölümünde ayrıca söz edilecektir).

b) Ermeni Cemiyetleri
Azınlıkların yıkıcı çalışmaları içinde önemli bir yeri de Ermeniler alıyordu. Mondros
Ateşkesi'nde yer alan (vilayet-ı sitte) sözü, (Mütarekenin orijinal kayıdında “Altı Ermeni
Vilayeti" şeklinde geçmektedir) Ermenistan kurulması için önemli bir adımdı. Birinci Dünya Savaşı
içindeki "Tehcir" olayı yüzünden İtilaf Devletleri'nin ilgisini ve şimdi de koruyuculuğunu kazandılar.
Rumlarla da işbirliği yaparak güçlenmeye çalıştılar. Yalnız Ermeniler de Trabzon üzerinde hak iddia
ediyorlardı. Mavri Mira ile sıkı ilişki kurdular. Patrik Zaven Efendi de Paris ve Londra'ya giderek
Ermeni sorununu görüştü. 26 Şubat 1919'da da "Onlar Konseyi"nde Ermeni isteklerini savunarak
Maraş, Kilikya, İskenderun ve " Altı Vilayet" ile Trabzon ilinin bir kısmını da içine alan büyük
Ermenistan isteklerini ileri sürdüler.
İngiltere Başbakanı Lloyd George bile Ermeni isteklerini aşırı buluyordu. Buna rağmen 14
Mayıs'ta Dörtler Konseyi'nin toplantısında A.B.D, İngiltere, Fransa ve İtalya arasında kararlaştırılacak
sınırlar içinde ve manda idaresi altında, Ermenilerin azınlıkta olduklarını bildiği Akdeniz'den
Karadeniz'e uzanan ve Ermeni isteklerini kapsayan topraklar üzerinde Ermenistan kurulmasını önerdi.
Hınçak Cemiyeti
Bu cemiyet Kafkasyalı Ermeni öğrencileri tarafından İsviçre’nin Cenevre şehrinde
kurulmuştur. Dünya çapında Ermeni davasını savunmak amacı ile varlıklı Ermeniler tarafından
desteklendiği için maddi yönden güçlü ve etkili bir örgüt haline gelmiştir.
Cemiyetin asıl amacı Ermenilerin çoğunlukta olduğunu iddia ettikleri yerlerde bir Ermeni
devleti kurulması idi. Onlara göre Ermeni nüfusunun büyük bir kısmı Osmanlı topraklarında
yaşıyordu. Bu topraklarda büyük Ermenistan kurulmalıydı. Böyle olunca Osmanlı ülkesinde karışıklık
ve isyan çıkartarak bir yandan bu devleti zora düşürüp Ermenilerin talebini kabul etmeye, öbür yandan
da uluslar arası camianın dikkatini bu konuya çekmeye çalışacaklardı. Çalışmaları koordine etmek ve
kamuoyu oluşturmak için İsviçre’de Hınçak adı ile bir gazete yayınlamışlardır.
Yukarıda kısmen bahsedilen ve ileride detaylı olarak ele alınacak olan Ermeni isyanlarını ve
terör hareketlerini bu cemiyet finanse etmiş ve yönlendirmiştir.
Taşnak Cemiyeti
Bu cemiyet Kafkas Ermenileri tarafından Tiflis’te kurulmuştur. Hınçak cemiyetine nazaran
daha özel amaçlara sahiptir. Öncelikli hedefi ise Kafkaslarda bir Ermeni devleti kurmaktır. Bu cemiyet
daha sonra kendisi gibi aynı amaçlara hizmet eden diğer Ermeni cemiyetleri ile birleşerek
Taşnaksutyun ( Ermeni ihtilal Cemiyetleri İttifakı ) adını almıştır.
Bu cemiyet bir yandan Rusya’dan Anadolu’ya Ermeni göçünü organize ederken öbür yandan
çeteler kurup onları eğitip silahlandırıp Türklerin üzerine salmıştır. Bu çeteler tam anlamıyla
Anadolu’yu kana bulamıştır. Bu çetelerin faaliyetleri de Doğu Cephesinden bahsederken geniş bir
şekilde ele alınacaktır.
c) Yahudi Cemiyetleri
İsrail Devletini kurma kararı 1897 tarihinde gazeteci Theodor Herzl başkanlığında Zürih’te
toplanan Yahudi Konseyinde alınmış ve burada hazırlanan plan adım adım uygulanmıştır. Bu komite
II. Abdülhamid döneminde Filistin’den para ile toprak satın almak istemiş ama muvaffak olamamıştır.
I. Dünya Savaşı sırasında Yahudiler tarafından, İngilizlerin Filistin’den yurt verme vaadine
karşılık Siyon Alayları kurulmuş, özellikle Çanakkale savaşında İtilaf Devletlerini desteklemişlerdi.
Yahudilerin bu tutumu Osmanlılara oldukça ağır gelmişti.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ardından parçalanma sürecine giren Osmanlı Devleti’nden
pay almak, daha doğrusu iki bin yıllık İsrail rüyasını gerçekleştirmek için çalışmalarına hız verdiler.
Mondros sonrası meydana gelen gelişmeleri fırsat bilerek iki ayrı cemiyet halinde Filistin için
çalışmalara başlamışlardır. İngiltere ve Fransa 1917’de Balfour deklarasyonu ile verdiği sözü tutarak
Yahudilerin Filistin’e yerleşmesi için yardımcı olmuştur.
Yahudiler Osmanlı bünyesindeki faaliyetlerini iki cemiyet vasıtası ile yürütmüşlerdir.
Bunlardan biri İsrailit Alyant diğeri ise Makabi cemiyetidir.

2. Türkler Tarafından Kurulan Zararlı Cemiyetler

a) Hürriyet ve İtilaf Partisi


1911 yılında İttihat Terakki Partisi’ne muhalefet edenler tarafından kurulmuştu. Bu iki parti
arasındaki çekişmeler II. Meşrutiyet boyunca sürmüş ve ülkeye büyük zarar vermişti.
Partinin özelliklerini birkaç madde halinde özetlemek gerekirse;
 Siyasi konumunu İttihat Terakki Partisi karşıtlığı olarak tayin etmiştir.
 Osmanlıcılık görüşünü benimsemiştir.
 Millî Mücadele’ye karşı çıkmıştır. Mütareke şartlarına karşı gelmenin ülkeyi riske sokacağını
ve galip devletleri kızdıracağını düşünmüşlerdir.
 İngiltere yanlısı bir politika izlemiştir.
 Kürt Teali ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti ile ortak hareket etmiştir.
 Saltanat ve hilafetin korunması ve padişaha itaat edilmesi görüşünü benimsemiştir.
 Mesuliyet, Alemdar, Peyam-ı Sabah gibi yayın organları tarafından desteklenmiştir.
 Damat Ferit, Sait Molla gibi tanınmış simaları bünyesine toplamıştır.

b) Sulh ve Selamet-i Osmaniye Cemiyeti


 Hürriyet ve İtilaf Partisi ile paralel görüşlere sahip olmasına rağmen bu parti ile uyum halinde
çalışmamıştır.
 Saltanata ve hilafete bağlılık esasına dayanmıştır.
 Millî mücadeleye karşıdır.
 Meşrutiyet ve demokrasi yanlısıdır.
 İttihat Terakki Partisi düşmanlığı konusunda İtilaf Partisi ile hemfikirdir.

c) Kürt Teali Cemiyeti


 Wilson Prensiplerinin getirdiği haklardan yararlanarak Kürt devleti kurmak amacı ile
kurulmuş bir cemiyettir.
 Kurucusu Seyit Abdülkadir’dir. İngiltere tarafından desteklenmiştir. İngilizler Rusya’nın
güneye inmesini önlemek için Doğu Anadolu’da Ermenistan ve Kürdistan şeklinde iki tampon
devlet kurmak istiyordu. Ayrıca kukla Kürt devleti bölgede Türklere, Araplara ve İran’a karşı
koz olarak kullanılabilirdi.
 Şubeleri Güney ve Doğu Anadolu’da olmasına karşın siyasi faaliyetlerde kolaylık olsun diye
merkezi İstanbul’da kurulmuştur.
 Jin ve Kürdistan adı ile yayın organları çıkmıştır.
 Kürt halkı tarafından pek itibar görmemiştir.

d) İngiliz Muhipleri (Sevenleri) Cemiyeti


 İngiliz mandasını savunan bir cemiyetti. Bir kısım Türk aydının üyesi olduğu bu cemiyete
göre Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığı imkânsız görünüyordu ve ancak büyük bir devletin
himayesi altında varlığını sürdürebilirdi. Kurucusu Sait Molla’dır. İstanbul adında bir yayın
organı vardı. Millî Mücadele’ye karşıdır. ABD mandası isteyenlere karşı İngiltere
taraftarlığını teşvik etmiştir. Tevfik Paşa ve Damat Ferit gibi isimler cemiyete üyedir.

e) İslam Teali Cemiyeti


 İskilipli Atıf Hoca tarafından kurulmuştur.
 Hürriyet ve İtilaf Partisi ile eşgüdüm halinde çalışmıştır.
 Halifeye bağlılık esasına göre hareket etmiştir
 Millî Mücadele’ye karşıdır.
 Dünya Müslümanlarının birleşmesinden yana ümmetçi bir politika izlemiştir.

f) Wilson Prensipleri Cemiyeti


 Halide Edip, Refik Halit gibi yazarlar tarafından kurulmuş bir cemiyettir.
 Wilson ilkelerinin ülkemiz için kurtuluş reçetesi olduğuna inanırlar.
 ABD mandasından yanadır. Bunu sağlamak için hem ABD başkanı Wilson’a hem de Sivas
Kongresi’ne mektuplar göndermişlerdir. Sivas kongresinde uzun tartışmaların ardından bu
teklif reddedilmiştir. Bunun üzerine taraftarlarının çoğu Millî Mücadele’ye katılmıştır.
 Ülkenin içinde bulunduğu zorluktan kısa sürede kurtulamayacağını bu yüzden ABD gibi
büyük bir devletin himayesine girmek gerektiğini, kalkınmanın ancak bu şekilde
sağlanabileceğini savunmuşlardır.
Yukarıda bahsedilen cemiyetler dışında Askeri Nigehban ve Trabzon ve Havalisi Ademi
Merkeziyet Cemiyeti gibi birçok cemiyetin bu dönem içerisinde milli mücadele karşıtı
faaliyetler içinde olduğu bilinmektedir

-YARARLI CEMİYETLER
1. Bölgesel Amaçlarla Kurulanlar
a) Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Merkezi İstanbul’da bulunan bu cemiyet Doğu Anadolu’da varlığını devam ettiren Ermeni ve
Rum tehlikesini önlemek amacı ile kurulmuştur. Türk yurdunun bir bütün olduğunu Doğu
Anadolu’nun da bunun ayrılmaz bir parçası olduğunu dile getirmiştir. Cemiyetin çalışmalarından
birkaç örnek sıralamak gerekirse:
 Wilson ilkeleri çerçevesinde sağlanan haklardan yararlanarak Doğu Anadolu’da Türklerin
çoğunlukta olduğunu ispatlamaya çalışmış bu amaçla çeşitli bilimsel yayınlar yapmış.
 Doğu Anadolu’dan başka yerlere göçü engelleyerek burada Türklerin azınlık konumuna
düşmesine engel olmaya çalışmıştır.
 Ermeni ve Rum tehditlerinin ciddi boyutlara ulaşması üzerine Erzurum Kongresini toplamıştır.
Bu kongre millî mücadelenin en önemli dönüm noktasını teşkil etmiştir.
 Faaliyet merkezinin Erzurum olması, burada 15. Kolordunun bulunması ve Kazım
Karabekir’in özel desteği sayesinde rahat ve güçlü bir çalışma ortamı bulmuştur.
 İlmi, dini ve ekonomik alanda örgütlenmeyi tavsiye etmiştir.
 Türkçe Hadisat, Fransızca Le Pays (Vatan) adı ile iki gazete yayınlamıştır.

b) Trabzon Muhafaza-i Hukuk-i Millîye Cemiyeti


Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti gibi bu cemiyetin amacı da Doğu Karadeniz
bölgesinde beliren Ermeni ve Rum tehlikesini bertaraf etmektir. Rum Pontus Cemiyeti ve Ermeni
Taşnak Cemiyeti bu bölgede yoğun bir şekilde faaliyet gösteriyordu. Buna karşı Türkleri örgütlemek,
bölgede çoğunluk olduğumuzu göstermek ve bunu ispatlamak gibi faaliyetlerde bulunmuştur. Şark
Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile birlikte Erzurum Kongresinin toplanmasına öncülük
etmiştir.

c) Kilikyalılar Cemiyeti
Adana ve çevresindeki işgallere karşı koymak ve bu bölgede kurulması düşünülen Kilikya
Ermeni Devletine engel olmak amacı ile İstanbul’da kurulmuştur.

d) İzmir Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti


Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan hemen sonra İzmir’de kurulmuştur. İzmir’in Yunanistan’a
verileceği yolunda çıkan haberler üzerine bölgenin Türk olduğunu ve burada Türklerin çoğunlukta
olduğunu bilimsel yöntemlerle ispatlamak için çalışmıştır. İzmir valiliğine atanan İzzet Paşa’nın
cemiyete karşı çıkmasından dolayı zayıflamış ve etkisini yitirmiştir. Yunan işgalinden sonra yerini
Redd-i İlhak Cemiyetine bırakmıştır.
Redd-i İlhak cemiyeti Türk Ocağı bünyesinde daha önce kurulmuş olmasına rağmen aktif bir
cemiyet değildi. İzmir’in işgalinden bir gün önce düzenlediği Maşatlık Mitingi ile adını duyurmuştur.

e) Trakya - Paşaeli Cemiyeti


Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ardından Trakya’da Yunan tehlikesi belirmiş, burada
Türklerin çoğunlukta olduğunu ispatlamak icap etmişti. Bütün bu çalışmaları yürütmek üzere cemiyet
kuruldu. Edirne mebusu Faik Bey tarafından kurulan cemiyet Trakya adı ile bir gazete yayınlamıştır.
Bu gazete Trakya’nın soy, kültür, tarih ve ekonomi bakımından Türk olduğu yolunda yayınlar
yapmıştır. Cemiyet bir yandan bildiri ve broşürlerle halkı bilgilendirip uyanık tutmaya çalışırken öbür
yandan dış devletler nazarında girişimlerde bulunarak iddiaların ispatlamaya çalışmıştır.
Edirne Kongresinin (9–13 Mayıs 1920) ardından Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetine katılmıştır.

f) Kars Millî İslam Şûrası


Elviye-i selase denilen üç vilayet 93 Harbi sırasında elimizden çıkmış ve Rusya’nın eline
geçmişti. 1917 yılında Rusya’da ihtilal çıktıktan sonra bu devlet savaştan çekilmiş ve Brest Litowsk
Antlaşması ile bu üç livayı yeniden Osmanlı Devleti’ne iade etmişti. 1918’de yapılan halk oylaması ile
de bu bölge Osmanlı topraklarına katılmıştı.
Mondros Ateşkes Antlaşması gereği Kafkasya’yı boşaltmak zorunda kalan birliklerimiz bu
bölgenin yabancıların eline geçmemesi için çalışma yürüttüler. Burada görev yapan IX. Ordu
Komutanı Yakup Şevki Paşa bölgeyi müstakil bir hükümete devretmeyi uygun gördü ve Kars Millî
İslam Şurası kuruldu. (5 Kasım 1918)
Bu şûra peş peşe yaptığı kongreler sonucu müstakil bir hükümet kurdu. Osmanlı Devleti’nin
terk etmek zorunda kaldığı bu topraklarda bu yoldan Türk varlığının sürdürülmesi düşünüldü. Ocak
1919 da yapılan üçüncü kongrede ise hükümetin adı(Kars İslam Şûrası) değiştirilerek Cenubi Garbi
Kafkas Hükümeti adını aldı. Cihangiroğlu İbrahim Bey başkanlığında kurulan ve kendine ait küçük
bir anayasası da bulunan bu devletin ömrü uzun sürmedi. Bölgeyi işgal eden İngilizler bu hükümeti
dağıttılar ve liderlerini Malta’ya sürdüler. ( 28 Mayıs 1919)

2. Genel Amaçlı Yararlı Cemiyetler


a) Millî Kongre Cemiyeti
İstanbul’da kurulan bu cemiyetin amacı Türklere karşı girişilen haksız ve yersiz
propagandalara karşı mücadele yürütmek ve millî mücadeleye kamuoyu desteği sağlamak idi. Basın
yayın yoluyla çalışıp Türk milletinin haklarını ve tarihi özelliklerini dünyaya duyurmak istiyordu.
Farklı bölgeler ve amaçlar için kurulmuş dağınık örgütlerin birleşmesi için de çaba harcıyordu. Partiler
ve cemiyetler üstü bir fonksiyona sahipti. En önemli icraatı 23 Mayısta yapılan Sultanahmet mitingi
olmuştur. Bu mitingde İzmir’in işgali protesto edilmiştir.
Haziran 1919’da Cemiyet Başkanı Esat (Işık) Bey’in sürgüne gönderilmesi ile cemiyet
zayıflamış, son Mebusan Meclisi’nin toplanması üzerine de kapanmıştır.

b) Karakol Cemiyeti
Diğerlerinden farklı olarak bu cemiyet gizli kurulmuş ve çalışmaları da gizlice yürütülmüştür.
İttihatçılar tarafından kurulmuş olmasına rağmen Millî Mücadeleye büyük katkısı olmuştur.
Kasım 1918 de İstanbul’da gizlice kurulan bu cemiyet Türklere karşı kurulan ve faaliyet
gösteren çeşitli şebeke ve cemiyetlere karşı mücadele etmek, casusluk faaliyetlerini önlemek ve
mukabil istihbarat çalışması yapmak, işgal karşıtı mitingleri ve telgraf işlerini organize etmek,
İstanbul’dan Anadolu’ya silah, asker, subay vs geçişlerini sağlamak gibi faaliyetlerde bulunmuştur.
Millî Mücadele karşıtlarının ve İstanbul Hükümetinin çalışmalarını günü gününe Mustafa Kemal
Paşa’ya rapor etmiştir.

c) Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti


Sivas Kongresinden kısa süre sonra, Sivas valisi Reşit Paşa`nın eşi Melek Reşit Hanım
önderliğinde burada görev yapan Defterdar, Jandarma komutanı gibi üst düzey memurların eşleri
tarafından kurulmuş olan bu cemiyet; kısa sürede Sivas’taki hemen hemen bütün kadınları da üye
olarak kaydederek Milli Mücadele için çalışmaya başlamıştır.
Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde de Merkez’e bağlı birçok şubeleri açılmıştır. Düşman
işgallerini büyük bir hassasiyet ve dikkatle izleyerek itilâf Devletleri ve İstanbul Hükûmeti’ne karşı
zaman zaman protesto nameler yayımlayan, Millî Orduya para ve mal yardımı kampanyaları açan,
Millî Mücadele için Anadolu’ya geçenlere kutlama mesajları gönderen bu cemiyet Kurtuluş Savaşı
boyunca Türk kadınlığının iftihar edeceği büyük hizmetler görmüştür. Anadolu Kadınları Müdafaa-i
Vatan Cemiyeti, hizmetleri esnasında daimî surette Heyet-i Temsiliye ve Ankara Hükümeti ile
ilişkilerini sürdürmüş ve Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük takdirini kazanmıştır.
3. Millî Cemiyetlerin Genel Özellikleri
 Cemiyetlerin büyük çoğunluğu Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ardından kurulmuştur.
 Bölgesel amaçlarla kurulanların da merkezleri İstanbul’dadır. Bunda cemiyetlerin asıl
hedeflerinin mesajlarını kamuoyuna daha rahat ulaştırmak istemeleridir. Dolayısıyla basın
yayın kuruluşları bu bölgede sansür uygulamasına rağmen etkin bir şekilde faaliyetlerini
sürdürmektedirler.
 Mondros Mütarekesi sonrası başlayan işgaller karşısında bir tepki hareketi olarak doğmuştur.
 Wilson Prensiplerinin uygulanacağı varsayılarak barışçı yöntemlerle faaliyet gösterilmiş,
ancak bu düşünce İzmir’in işgalinden sonra terk edilmiştir. Bu yüzden hakları savunmak
anlamına gelen Müdafaa-i Hukuk yerine millî kuvvet anlamına gelen Kuva-yı Millîye kavramı
kullanılmıştır.
 Milliyetçi düşüncelerle kurulmuşlardır.
 Sivas Kongresinde birleşerek Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adını
almışlardır. Bu tarihe kadar genellikle bölgesel amaçlı hareket etmişlerdir.
 Millî mücadeleye zemin hazırlamışlardır.
 Basım, yayın, miting, propaganda, bildiri, broşür dağıtmak gibi faaliyetlerde bulunmuşlardır.
III. MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN MÜTAREKE DÖNEMİNDEKİ FAALİYETLERİ

A- MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN İSTANBUL’A GELİŞİ


Mustafa Kemal Paşa savaş sona erdiği sırada Suriye cephesinde görev yapan Yıldırım Orduları
Grubu Kumandanlığına bağlı VII. Ordu Komutanı idi. Mondros Ateşkes Antlaşması imza edildiği
sırada Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığı’na atandı. 31 Ekim günü Adana’da kumandanlığı
Liman Von Sanders’ten devir aldı. Adana’da Mondros Mütarekesi gereği orduların dağıtılması ve
düşmana karşı gelinmemesi yolunda alınan kararları reddetmiş ve İskenderun’a çıkarma yapılması
halinde düşmana karşı koyacağını beyan etmiştir. Bunun üzerine 7 Kasım 1918’de Yıldırım Orduları
Grubu ve 7.Ordu lağvedildi ve Mustafa Kemal İstanbul’a çağrıldı.
13 Kasım 1918 günü İstanbul’a geldiğinde gördüğü manzara hiç iç açıcı değildi. İtilaf
Devletleri donanması boğaza demirlemiş ve toplarını da Yıldız Sarayı’na çevirerek İstanbul
yönetimini tehdit eder bir vaziyet takınmıştı. Bu manzarayı üzüntü ile seyrederek, hiçbir yılgınlık eseri
göstermemiş; “Geldikleri gibi giderler” demek suretiyle işgalci devletlerin elbette bir gün bu
toprakları terk etmeye mecbur kalacakları yönündeki inancını ve kararlılığını dile getirmiştir.
B- İSTANBUL’DA GENEL DURUM VE DÜŞÜNÜLEN KURTULUŞ ÇARELERİ
1. Ülkenin İçinde Bulunduğu Genel Durum
Mütareke dönemi denilen ve Ekim 1918’de başlayıp Ekim 1922’de sona eren zaman aralığı
Türk tarihinin en zorlu dönemlerinden birisidir. Bu dönemi birkaç madde halinde özetlemek gerekirse:

a) Siyasi Durum
Osmanlı Devleti Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalamakla elini kolunu bağlamış ve
çaresiz bir duruma düşmüştü. Mütareke döneminde hükümetler uzun ömürlü ve istikrarlı değildi.
Siyasi veya kişisel çekişmeler ülke menfaatlerinin önüne geçmiş bulunuyordu. Tevfik Paşa, Ahmet
İzzet Paşa, Damat Ferit Paşa gibi isimler arasında el değiştirip duran hükümet başkanlığı hiçbir
dönemde istikrara kavuşamamıştı. İstanbul’u fiili işgal altında tutan ve buraya bir komiserlik kuran
İtilaf Devletleri’nin hükümetlerden sürekli bir şeyler talep etmesi ve hatta bu taleplerin bir ültimatom
şeklinde gelmesi hükümetlerin hareket alanını daraltıyordu.
Azınlıklar mütareke şartlarından doğan fırsatı ganimet bilerek her yerde isyanlar ve karışıklar
çıkarmaya başlamıştı. Osmanlı Devleti’ni parçalamak isteyen İtilaf Devletleri bu unsurları
kışkırtmaktan geri durmuyordu.

b) Askerî Durum
Mondros Ateşkes Antlaşması’na göre sınırlarımızın dışında kalan askerlerimiz en yakın İtilaf
Devletleri ordusuna gidip teslim olacak, sınırlarımızın içinde olan birliklerimiz ise terhis edilecekti.
Bütün silah, cephane ve donanma araç ve gereçleri ise düşmana teslim edilecekti.
Ordu kumandanları bu şartları yerine getirmek konusunda aceleci davranmadılar. Olabildiği
kadar işi bir sürece yayıp geciktirmeye ve zaman kazanmaya çalıştılar. Elde kalan mevcut kuvvetleri
muhafaza için olağanüstü gayret gösterdiler.

c) Sosyal ve Ekonomik Durum


Osmanlı Devleti’nin son yıllarda içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik tablo I. Dünya
Savaşı’nın getirdiği ağırlığı da taşıyabilecek durumda değildi. Yokluk ve fakirlik dayanılmaz
boyutlara ulaşmıştı. Üretim yapacak nüfus kalmamıştı. Çift sürmek için öküz bulamayan çiftçi
hayvanların yerine çoluk çocuğunu koşarak bir şeyler ekip biçmenin çabasına düşmüştü. İnsanlar artık
kendi sorunları ile uğraşmaktan devlet ve memleketin halini umursamaz hale gelmişlerdi.
2. Kurtuluş Çareleri

a) Teslimiyet Gösterenler
Bu kesim Osmanlı yönetim kademesinde ve halk arasında büyük çoğunluğu teşkil ediyordu.
Barışın temin edilmesini büyük bir başarı olarak görüyorlardı. Savaş sona erdikten sonra her şey
normale dönecekti. Seferberlik sona erecek, herkes işiyle gücüyle meşgul olacak, genel bir af ilan
edilecek, saltanat ve hilafet makamı korunacak ve Osmanlı Devleti yaşamaya devam edecekti.
Bu iyimser görüşlere sahip olanlar büyük devletlerin iyi niyetine güveniyor ve bize varlık
hakkımızı tanıyacaklarından emin bulunuyorlardı. Wilson Prensipleri bu iyimserliği arttırmıştı. Bu
kesim mütareke şartlarına harfiyen uyulmasından yanaydı. Düşmanı kızdıracak hareketlerden uzak
durulmalıydı. Bu yüzden millî mücadele başladığında bunu büyük bir risk olarak görüp karşı çıkmışlar
ve bu mücadelenin tüm kazanımları yok edeceğinden endişe etmişlerdi.

b) Bölgesel Kurtuluşu Düşünenler


Bu düşünceye sahip olanlara göre artık yapacak bir şey kalmamıştı. Ülke elden gitmişti.
Çünkü mütareke hükümlerine göre itilaf devletleri işgallere başlamışlardı. Bu durumda bölgesel
dayanışma yapılarak hiç olmazsa kendi bölgelerini işgalden kurtarabilirlerdi. Bu kişiler, Wilson
Prensiplerine güveniyor ve uygulandığı takdirde, kendilerine hayat hakkı tanınır diye düşünüyorlardı.
c) Manda Yanlıları
Yukarıda cemiyetlerden bahsederken bu kesimin düşüncelerini naklettik. İngiltere veya ABD
mandasını isteyenler o kadar güçlü ve haklı kanıtlara sahip idiler ki bunlara karşı çıkmak neredeyse
imkânsızdı. Şunu söylüyorlardı; “Ülkemiz peyderpey işgal ediliyor, böyle giderse topraklarımızda
birden çok devlet egemen olacak ve vatanımız parçalanacak. Bu gidişata engel olma şansımız yok.
Her bakımdan çaresiz durumdayız. Zaten kurtulsak bile mevcut ekonomik imkânlarla dış borçlarımızı
yüz senede yine ödeyemeyiz. Hayal görmektense gerçekçi davranarak bir büyük devletin (himaye)
kanatları altına girmek ve bu şekilde bir süre devam etmek gerekir. Eğer büyük devletlerden birisinin
himayesi temin edilirse diğerleri bu toprakları işgal etmeye cesaret edemez”.

d) Tam Bağımsızlık ve Millî İrade Taraftarları


Esasen bu görüş sahiplerinin sayısı çok azdır. Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları Kazım
Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele gibi isimler bu görüşün önde gelen isimleri idi.
Ancak şunu ifade etmek gerekir ki; yerleşik alışkanlıkların değiştirilmesi çok zor olduğundan bu
kişiler arasında dahi padişahsız çözümü mümkün görmeyenler vardı.
Bu kesime göre artık Osmanlı Devleti ömrünü tamamlamıştı. Zorlama ile ömrünü uzatmaya
çalışmak beyhude bir çabadır. Dünyada cumhuriyet rejimleri hızla yayılmaya başlamıştı. Biz de bu
sürece dâhil olmak ve millet iradesine dayalı cumhuriyet yönetimine geçmek zorunda idik. Ancak o
günün şartlarında bu düşünceleri açıkça ifade etmek o kadar da kolay değildi. Bunun için zaman ve
şartların oluşması gerekiyordu.
Öncelikle ülke işgalden kurtarılmalıdır. Bunun için mili mücadele gereklidir. Kurtuluşun yolu
ise ya istiklal ya da ölümden geçmektedir. Bu aşamadan sonra her türlü bağlılıktan ve kayıttan uzak
tam bağımsız bir devlet kurulmalıdır.
C- MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN İSTANBUL’DAKİ FAALİYETLERİ
1. Hükümet Kurulmasına Müdahil Olmuştur
Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a gelir gelmez kendisini hükümet tartışmalarının içinde buldu.
Yeni kurulan Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasını istemiyordu. Bunun için bazı mebuslarla
görüştü ve onay aldı. Buna rağmen bu hükümet güvenoyu almayı başardı. Onun tercihi ise hükümetin
Ahmet İzzet Paşa tarafından kurulması idi. Hatta kendisi bu hükümette harbiye nazırı olarak görev alıp
ateşkes şartlarının uygulamasına müdahil olmak istiyordu.
2. Basın -Yayın İle İlgili Çalışmalar Yapmıştır
Yakın arkadaşı Fethi Bey ile birlikte Minber adında bir gazetenin yayınlanmasına ön ayak
olmuştur. 16 Kasım günü, Vakit, Zaman ve Minber gazetelerinin muhabirleri ile genel duruma ilişkin
mülakat yapmıştır. Vatanın kurtuluşu ile ilgili görüşlerini bu yoldan kamuoyuna yansıtmaya
çalışmıştır.
3. Silah Arkadaşları İle Bir Araya Gelmiştir
Mustafa Kemal’in Şişli’deki evinde arkadaşları ile buluşup neler yapılabileceğine dair etraflı
müzakereler yürütmüştür. Bu uzun konuşmaların ardından şu ortak fikir benimsenmiştir:
“İstanbul’da yapılacak bir şey yoktur. Çare Anadolu’dadır. Her biri bir ordunun başına
geçerek askerin terhisini geciktirmeli ve elde bulunan birlikleri muhafaza etmeye çalışmalıdır. Aksi
takdirde işgaller karşısında büyük zorluk yaşanabilir”
Bu kararın ardından komutanlar birer birer Anadolu’ya tayinlerini istemişler ve İstanbul’dan
ayrılmışlardır. İstanbul’da işler iyice kötüye gitmeye başlamıştı. 21 Aralık 1918’de Mebusan Meclisi
feshedilmiş, tehcir olayından sorumlu tutulan ittihatçılar hakkında sıkı takibat başlamış ve 4 Mart
1919’da İttihatçı düşmanı olduğu için Damat Ferit sadarete getirilmişti. Artık Mustafa Kemal’in
hareket alanı kalmamıştı. Diğer arkadaşları gidip göreve başlamıştı. O da Anadolu’ya geçmenin
yollarını arıyordu. Bunun için de tarihi bir fırsatın ortaya çıkması çok sürmedi.
IV. MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN IX. ORDU MÜFETTİŞİ OLARAK
GÖREVLENDİRİLMESİ
Pontusçu Rumların eşkıyalık hareketlerine Türkler de karşılık vermeye başlayınca Doğu
Karadeniz bölgesindeki karışıklık iyice artmıştı. İngilizler bu gelişmelerden rahatsızdı ve bir dosya ile
bu durumu İstanbul Hükümetine bildirdiler ve tedbir alınmasını istediler.
Bu talep üzerine bölgeye bir müfettişin görevlendirilmesi konusu gündeme geldi. Bölgeye
görevlendirilmesi söz konusu edilen komutanlar arasında Mustafa Kemal de vardı. Bu durum Mustafa
kemal için bulunmaz bir fırsattı. Hükümet üyeleri ve Sadrazam Damat Ferit ile dönemin dâhiliye
nazırı Mehmet Ali Bey vasıtasıyla görüşen Mustafa Kemal sonunda bu göreve tayin edildi. Bu
görevlendirme tarzı Mustafa Kemal Paşa tarafından şu şekilde anlatılıyor:
“Benim bu iki kolorduya (IX ve XV) doğrudan doğruya emir ve kumandam cari
olduğundan fazla bir salahiyetim vardı ki, müfettişlik mıntıkasına mücavir (yakın) bulunan
kıtaat-ı askeriyeye (askeri kıtalara) da tebligat yapabilecektim. Kezalik mıntıkamda bulunan ve
mıntıkama mücavir olan vilayata da tebligatta bulunabilecektim.
Bu salahiyete göre Ankara’da bulunan 20. Kolordu ve bunun mensup olduğu müfettişlik
ile Diyarbakır’daki kolordu ile ve hemen bütün Anadolu rüesay-i memurin-i mülkiyesi ile
muhabere ve münasebette bulunabilecektim.
Bu vasi (geniş) salahiyetin beni İstanbul’dan uzaklaştırmak maksadıyla Anadolu’ya
gönderenler tarafından bana nasıl verildiğini hayretle karşılayabilirsiniz. Derhal ifade etmeliyim
ki bana bu salahiyeti onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Gerçi benim İstanbul’dan
uzaklaşmamı arzu edenlerin icat ettikleri sebep “Samsun ve havalisindeki asayişsizliği yerinde
görüp tedbir almak için Samsun’a kadar gitmek” idi. Ben bu vazifenin ifası için oldukça geniş
makam ve yetki sahibi olmalıyım dedim. Bunda bir zarar görmediler. O vakit Erkan-ı
Harbiye’de bulunan ve benim maksadımı bir dereceye kadar anlayan zatlar ile görüştüm.
Müfettişlik vazifesini buldular ve yetkilerime dair talimatı da ben kendim yazdırdım. Hatta
Harbiye Nazırı olan Şakir Paşa bu talimatı okuduktan sonra imzada tereddüt etmiş belli belirsiz
bir tarzda mührünü basmıştır”.
Mustafa Kemal Paşa’nın bu ifadelerini özetlemek gerekirse:
 Görev belgesi ile kendisine çok geniş yetkiler verilmiştir. Bu yetkileri kendisi bizzat
yazdırmıştır.
 Karadeniz’deki IX. Ordu, (sonradan III. Ordu adını aldı) Erzurum’da 15. Kolordu,
Diyarbakır’daki XIII. Kolordu, Ankara’daki XX. Kolordu ve bunlara bağlı mücavir alanlar
Anadolu’nun tamamını kapsamaktadır. Zaten kendisi de tüm Anadolu’ya tabirini
kullanmaktadır. Yalnız askeri birimlere değil bu alandaki (Anadolu) mülki erkâna ( sivil
idare) da emir verme yetkisine sahiptir
 Bu geniş yetkileri verenlerin kendisini İstanbul’dan uzaklaştırmak için bahane aradığını
söylemektedir.
7 Nisan tarihli görev tezkeresinde görev bölgesinde yapması gereken işler şöyle
sıralanmıştır:
 Bölgede asayiş sağlanacak ve asayişsizlik sebepleri saptanacaktır.
 Bölgede dağınık bir halde varlığından söz edilen silah ve cephane bir an önce toplatılarak
muhafaza altına alınacaktır.
 Çeşitli yerlerde birtakım şuralar (topluluklar) bulunduğu, bunların asker toplamakta oldukları
ve ordunun resmî olmayan bir şekilde bunları koruduğu ileri sürülüyor. Böyle şuralar mevcut
olup asker topluyor, silâh dağıtıyor ve ordu ile ilişkili bulunuyorlarsa, kesin olarak
yasaklanacak ve bu gibi topluluklar dağıtılacaktır.
Burada şu hususa dikkat çekmek gerekir ki, İstanbul hükümeti tarafından Mustafa Kemal’den
Anadolu’da veya diğer yerlerde kurulan cemiyetlerin dağıtılması istenmektedir. O ise kendisinden
beklenen görevlerin tam tersini yapacak ve halkı örgütlemek için hiç vakit kaybetmeden çalışmalara
girişecektir. Bu da göstermektedir ki, artık Mustafa Kemal’in “vicdanımda milli bir sır olarak
sakladığım” dediği düşünceleri hayat bulmaya başlamıştır.
V. MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN SAMSUN’A ÇIKIŞI VE KONGRELER DÖNEMİ
A- SAMSUN’DAKİ FAALİYETLERİ
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’dan 16 Mayıs 1919 tarihinde son defa Padişahla görüştükten
sonra yola çıktı ve üç gün süren zorlu bir yolculuğun ardından 19 Mayıs günü Samsun’a vardı.
Bandırma vapuru ile yapılan yolculuk sırasında yanında değişik rütbe ve sınıftan 18 kişiden oluşan
maiyeti vardı. Refet Paşa da kendisi ile birlikte idi. Mustafa Kemal’in görev tezkeresi İngilizlere de
vize ettirilmiş ve İngilizler bu görevlendirme tarzından şüpheye düşmüşlerdi. Bu kadar geniş yetkilerle
donatılmış olması da dikkatlerden kaçmamıştı. Bu sebeple Bandırma vapurunun peşine bir torpido
takarak onu Samsun’a kadar izlemişlerdi. Ayrıca Samsun’daki birliklere de talimat vererek Mustafa
Kemal’in izlenmesini istemişlerdi.
Mustafa Kemal Paşa gözaltında olduğunu bildiği içindir ki Samsun’daki faaliyetlerinde
güvenliği elden bırakmadı. Zira burada uzun süre kalmak düşüncesinde de değildi. Samsuna varır
varmaz, bölgenin asayiş ve güvenlik durumu ile ilgili incelemelerde bulunmuş ve bir rapor hazırlayıp
22 Mayıs 1919’da Sadarete göndermiştir. Raporda: 1) Samsun ve havalisindeki asayişsizliğin asıl
sebebi Rumlardır. Bölgedeki Rumlar siyasi emellerinden vazgeçerlerse asayiş kendiliğinden düzelir.
2) Türklüğün yabancı işgal ve kontrolüne tahammülü yoktur. 3) Yunanlıların İzmir’de hakları yoktur,
işgal geçicidir. 4) Türk Milleti, milli hâkimiyet esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir. Bunu
gerçekleştirmeye çalışacaktır.
Bu rapordan da anlaşılacağı gibi Mustafa Kemal, ülkenin genel sorunları ile yakından
ilgilenmektedir. Özellikle dördüncü madde, düşüncelerini daha belirgin şekilde yansıtmaktadır. Ayrıca
bunları hükümete bildirmekle, kendisine verilen görevin dışında bir takım işlerle ilgilendiğini de
göstermektedir. Bundan dolayı İstanbul hükümeti bu raporu olumlu karşılamamıştır.
Ayrıca İngiliz askeri varlığı hakkında bilgi vermiş ve İngilizlerin haksız işgallerinin önlenmesi
için tedbir alınmasını tavsiye etmiştir. Kendisinin de siyasi gelişmeler konusunda bilgilendirilmesini
istemiştir.
İtilaf Devletleri tarafından başlayan işgaller ve onların bölgedeki varlığı Pontusçu Rumları
iyice şımartmış ve saldırıları sıklaşmaya başlamıştı. Bu saldırılar karşısında yerel idare aciz kalmış ve
gereken tedbirleri alamamıştı. Eldeki imkânsızlıklardan öte bir yönetim zafiyeti de görünüyordu.
Mustafa Kemal bunu fark edince Samsun Mutasarrıfı’nı görevden almış yerine Hamit Bey’in
atanmasını sağlamıştı. Ayrıca Refet Bey’i de geçici mutasarrıf sıfatı ile görevlendirmişti.
Mustafa Kemal Paşa Samsun’un İngiliz işgalinde ve kıyıda bulunması, civarındaki Rum
çetelerinin faaliyetlerinden ötürü karargâhının içerde daha emin bir yere naklini gerekli görmüş ve 25
Mayıs 1919’da Havza’ya hareket etmiştir.
B- HAVZA GENELGESİ (28 MAYIS 1919)
Mustafa Kemal Paşa Havza’ya gelir gelmez çalışmalara başladı. 28 Mayıs tarihinde askeri ve
mülki erkâna gönderdiği telgraf ile onlardan aşağıdaki işleri yapmalarını istedi.
 İzmir, Aydın ve Manisa’nın işgali karşısında sessiz kalınmamasını, derhal büyük ve heyecanlı
mitingler yapılmasını, bu tepkinin köylere kasabalara kadar genişletilmesini,
 Büyük devletlerin temsilcilerine ve hükümete uyarı telgraflarının çekilmesini,
 Gösteriler sırasında düzenin korunmasını ve özellikle Hıristiyan azınlıklara yönelik eylemlere
fırsat verilmemesini,
 Samsun ve Trabzon gibi Karadeniz limanlarının ve bazı doğu illerinin işgal edilebileceğini
buna karşı komutanların alması gereken tedbirlerin neler olduğunu ve kendisi ile irtibat
halinde olunmasını istedi.
Bu genelgenin ardından hemen 30 Mayıs günü kendisi bizzat Havza’da miting düzenleyerek
İzmir’in işgalini protesto etmiştir. Mitingin sonunda işgallere karşı silahlı mücadele edileceğine dair
ant içilmiştir.
Sadarete gönderdiği telgraf ile de Paris Barış Konferansına gönderilecek kişilerin millî vicdanı
hakkıyla temsil edecek kişiler olmasını istemiştir.
Millî teşekküllerin hükümete telgraflar göndererek milletin arzusunun tam bağımsızlıktan ve
çoğunluk haklarının korunmasından yana olduğunun bildirilmesini istedi.
Ayrıca resmi görevi çerçevesinde Sivas, Trabzon, Erzurum vilayetlerinin genel durumunu
ifade eden bir raporu sadarete göndermiştir.
Mustafa Kemal’in Samsun ve Havza’daki eylemleri İngilizleri şüphelerinde haklı çıkarmıştır.
Doğu Karadeniz’deki İngiliz birliklerine kumanda eden George Milne, ve bu konuda kendisiyle aynı
kaygıları taşıyan İstanbul’daki işgal komutanı Amiral Cartrophe 6 Haziran 1919’da hükümete baskı
yaparak Mustafa Kemal’in derhal İstanbul’a geri çağrılmasını sağlamışlardır. Ancak Mustafa Kemal,
Harbiye Nezaretinin 8 Haziran 1919’da İstanbul’a dönmesi yönündeki çağrısına, kesinlikle
dönmeyeceği şeklinde cevap vermiştir.
“İstiklal gayesinin gerçekleşmesine kadar tamamıyla milletle birlikte, fedâkârane
çalışacağıma mukaddesatım adına yemin ettim. Artık benim için Anadolu’dan başka bir yere
gitmek söz konusu değildir.” diyen Mustafa Kemal artık geri dönülmez bir yola girmiştir.
Havza Genelgesinin Sonuçları
 Havza genelgesi direnişe ilk çağrı özelliği taşır. İşgaller karşısında sessiz kalınmayacağı ve
milletin tepkisini ortaya koyacağı bu genelge ile anlaşılmıştır.
 Millete miting yapma çağrısı yapan Mustafa Kemal kendisi de bizzat Havza’da miting
yaparak millete örnek olmuştur.
 Mustafa Kemal’in Havza’daki faaliyetleri resmi görevinin dışına çıktığını göstermiş ve geri
çağrılmasına sebep olmuştur.

AMASYA GENELGESİ (22 HAZİRAN 1919)


Mustafa Kemal Havza’da daha fazla kalamadı. İngiliz işgali buralara kadar gelmişti. Amasya
eşrafından bazı kimseler Havza’ya çağrıldı ve onlarla önemli görüşmeler yapıldı. Bu kişilerin
Amasya’ya geldiği takdirde kendisine olan desteğin artacağı ifade edildi.
Mustafa Kemal Paşa, Havza’da iken komutan arkadaşları ile de telgraflaşarak onlardan, eğer
mümkünse Amasya’ya gelmelerini istedi. Bu görüşmeler sonucunda Ali Fuat, Rauf ve Refet Beyler
Amasya’ya geldiler.
Mustafa Kemal ve beraberindekiler 12 Haziran 1919’da Amasya’ya gelerek çalışmalarına
başladılar. Gelen heyet Amasya’da çok iyi karşılandı. Mustafa Kemal, halka hitaben yaptığı
konuşmada özellikle örgütlenmenin lüzumundan bahsetmiştir. Bu telkin ve tavsiyeler derhal karşılık
bulmuş ve Amasya’da Müftü Tevfik Efendi önderliğinde 14 Haziran’da Amasya Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti kurulmuştur.
Amasya Genelgesini hazırladıktan sonra orada mevcut olan komutan arkadaşlarına
imzalatmış, mevcut olmayanlar da telgraf yolu ile teyit etmişlerdi. Buna göre kendisinden başka diğer
üç komutanın Rauf, Refet ve Ali Fuat Beylerin bizzat, Kazım Karabekir ve Mersinli Cemal Paşa’nın
da telgraf yolu ile bu belgeye onay verdiği anlaşılmaktadır.
21–22 Haziran 1919 gecesi hazırlanan Amasya tamiminin esasları şunlardır:
1. Vatanın bütünlüğü ve milletin istiklali tehlikededir.
2.İstanbul Hükümeti üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememektedir. Bu hal adeta
milletimizi yok olmuş olarak gösteriyor.
3. Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
4. Milletin içinde bulunduğu durum ve şartlara göre harekete geçmek ve haklarını yüksek
sesle dünyaya duyurmak için her türlü tesir ve kontrolden uzak millî bir heyetin varlığı zorunludur.
5. Anadolu’nun her bakımdan en emniyetli yeri olan Sivas’ta, millî bir kongrenin acele olarak
toplanması kararlaştırılmıştır.
6. Bunun için bütün vilayetlerin her sancağından milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin
mümkün olduğu kadar çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir.
7. Her ihtimale karşı, bu meselenin bir millî sır halinde tutulması ve temsilcilerin, lüzum
görülen yerlerde, seyahatlerini kendilerini tanıtmadan yapmaları gereklidir.
8. Doğu vilayetleri adına, 10 Temmuz’da, Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. Bu tarihe
kadar diğer vilayetlerin temsilcileri de Sivas’a gelebilirlerse, Erzurum Kongresi’nin üyeleri, Sivas
Kongresi’ne katılmak üzere hareket edeceklerdir.
Bu genelge Millî Mücadele tarihi açısından çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Bunları birkaç
madde halinde sıralamak gerekirse:
 Millî mücadele yeni bir safhaya girmiş ve Türk inkılâbının ihtilal safhası başlamıştır.
 Kurtuluş Savaşı'nın programı (son dört madde), gerekçesi (2. madde), amacı (1.madde) ve
yöntemi (3.madde) belirlenmiştir.
 Yeni bir devletin kurulacağı ima edilmiş ve ilk kez millî egemenliğe dayalı bir yönetimden
bahsedilmiştir. (3.madde)
 Mevcut yönetimin yetersizliği ortaya konmuş ve adeta İstanbul Hükümeti yok sayılmıştır.
 Türk milleti hem İstanbul'a hem de işgalci güçlere karşı mücadeleye çağırılmıştır.
 Kurtarıcı olarak görülen padişah, hilafet, manda ve himaye düşüncesinin yerini millet ve
milliyetçilik düşüncesi almıştır. Millî birlik ve beraberliğin sağlanmasında önemli bir adım
olmuştur.
 Üstü kapalı olarak yeni bir parlamentonun oluşturulmasından bahsedilmiştir.
 Mustafa Kemal resmi görevleri bir tarafa bırakarak millet ile beraber çalışma yolunu seçmiş
ve böylece padişah tarafından kendisine verilen yetkiyi aşmıştır.
 Direniş esasları ilk defa Amasya'da yazılı bir metin haline getirilmiştir.
 Amasya Genelgesi Mustafa Kemal'in İstanbul'a çağrılma sürecini hızlandırmış ve İngilizlerin
tepkisi iyice artmıştır. Bu yüzden İstanbul Hükümeti üzerindeki baskılar da artmıştır
 Vatanın bütünlüğünün tehlikede olduğu vurgulanarak bölgesel kurtuluş çareleri arayan
cemiyetlere birleşme ve mevcut tehlikeyi birlikte önleme teklifi yapılmıştır.
Bu genelge ilgili birimlere gönderildikten sonra İstanbul Hükümeti üzerindeki İngiliz baskısı
iyice artmıştır. Bunun üzerine İstanbul Hükümeti 23 Haziran tarihinde yayınladığı bir genelge ile
İstanbul'a çağrıldığı halde gelmediği ve halkı hükümete karşı kışkırttığı gerekçesi ile Mustafa Kemal
Paşa'yı görevinden azletmiş, bu durumu bir yazı ile illere bildirmişti.
Mustafa Kemal Amasya'dan Erzurum Kongresi'ne katılmak üzere yola çıkmış ve ilk durak
olarak Sivas'a gelmişti. Burada kendisi aleyhinde bir takım tedbirlerin alındığını duymuş bu yüzden V.
Tümene bağlı bir birliği hazırlatarak mukabil tedbir almıştı. 27 Haziran'da Sivas'a varan Mustafa
Kemal Paşa burada halkın ve ordunun sevgi gösterileriyle karşılanmıştı. Görevden azledildiğine dair
genelgeden de burada haberdar olmuştu.
Sivas'ta gerekli talimatları verip Erzurum'a gitmek için yola çıktı. 2 Temmuz'da Erzincan'da
iken padişahın telgrafı geldi. Bu telgrafta mümkünse İstanbul'a gelmesi, değilse iki ay rapor alarak
istirahata çekilmesi isteniyordu. Harbiye Nazırlığı da aynı manada bir telgrafı kendisine göndermişti.
Buna karşılık Mustafa Kemal verdiği cevapta geri dönmeyeceğini, görevine de devam edeceğini
bildirdi. Bu şekilde karşılıklı haberleşmeler 8 Temmuz gününe kadar sürdü. Bu arada Erzurum'a da
gelmişti. Aynı gün padişah tarafından görevine son verildiği kararı geldi. Böylece önce asayişin temini
ile ilgili görevinden sonra da müfettişlik görevinden ayrılmış oluyordu. Artık askerlik mesleğinden de
istifa ederek tamamen sivil ve bağımsız bir hüviyete bürünmüştü. 9 Temmuz'da yayınladığı bir
genelge ile bundan sonra millî gaye için milletin sinesinde bir ferd-i mücahit olarak her türlü
fedakârlıkla çalışacağını bildirmişti.
Bu durum işleri zorlaştırabilirdi. Şimdiye kadar resmi yetkilerine binaen tüm resmi birimler
kendisine itaat ederken artık bu mümkün olmayabilirdi. Ancak başta Padişah ve Hükümet olmak üzere
Mustafa Kemal aleyhindeki bu girişimlerine karşılık, Kazım Karabekir Paşa gelip ordusu ile birlikte
emrinde olduğunu bildirmesiyle beraber durum değişti. Bundan sonraki işler artık farklı bir zeminde
yürüyecek gibi görünüyordu. Belki de Millî Mücadele liderliğine giden yolda en önemli adımlardan
biri atılmıştı. Rauf Bey de vilayetlere gönderdiği telgraf ile Mustafa Kemal ile birlikte çalışacağını
bildirmişti.
D- ERZURUM KONGRESİ ( 23 TEMMUZ -7 AĞUSTOS 1919)
1. Kongrenin Toplanmasının Sebepleri
Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz bölgesi ciddi bir şekilde Ermenilerin ve Rumların tehdidi
altına girmişti. Ruslarla 1918 başlarında imzalanan Brest Litowsk antlaşması ile bu bölgeler Kars,
Ardahan ve Batum da dâhil olmak üzere Osmanlı Devleti'ne bırakılmıştı ama İtilaf Devletleri bu
antlaşmayı tanımadıkları için yürürlüğe girmemişti. İtilaf Devletlerinin bu tutumu ve Mondros Ateşkes
Antlaşması'nın vilayet-ı sitte ile ilgili hükümleri Ermenilerin cesaretlenmesine ve bölgede sıklaşan bir
şekilde saldırılarının artmasına sebep olmuştu. Devam eden Paris Barış Konferansı'nda Ermeni
taleplerinin gündeme getirilmesi ve buna sahip çıkılması üzerine bu gelişmelerden tedirgin olan ve
bölgede ezici çoğunluğa sahip olan Türkler gerekli tedbirleri almak lüzumu hissettiler.
İzmir'in işgali ile iyice şımaran Rumlar ise Anadolu üzerindeki taleplerini genişletmiş,
Karadeniz bölgesinde bir Pontus Rum Devleti kurmak için şartların olgunlaştığına inanmaya
başlamışlardı. Bu sebepledir ki bölgedeki saldırılarını arttırmışlardı. Rumların ve Ermenilerin
oluşturduğu bu yeni tehlike öyle bir hale gelmişti ki bu iki toplum Trabzon'a sahip olmak için kendi
aralarında tartışmaya bile başlamışlardı.
Ortaya çıkan bu durum bölgede faaliyet gösteren Türk cemiyetlerini ortak hareket etmeye
zorladı. Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Millîye Cemiyeti ikinci toplantısında hem silahlı mücadele
kararı almış hem de aynı tehlikelere maruz kalan Erzurum'daki Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti ile ortak toplantı yapmaya karar vermişti..
Kongreye katılmak üzere Erzurum'a gelen Mustafa Kemal ve Rauf Bey'e karşı bazı üyeler,
onların aza olmadıkları gerekçesi ile kongreye katılmalarına itiraz etmişlerdi. Bu sorun Erzurum azası
olan Kazım Yurdalan ve Cevat Dursunoğlu'nun azalıktan istifa edip yerlerini Mustafa Kemal ve Rauf
Bey'e bırakmasıyla sona erdi.
Kongre başkanlığına Mustafa Kemal Paşa seçildi. Açılış konuşmasında içinde bulunulan
durum ve izlenmesi gereken yol ile ilgili kapsamlı bir konuşma yaptı. Kalabalık bir üye sayısı (56 kişi)
ve uzun süren bir çalışma (iki hafta) sonunda kapsamlı kararlar alındı. Bu kararlar özetle şunlardır:
2. Erzurum Kongresinin Kararları
1- Millî sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür. Birbirinden ayrılamaz.
2- Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümeti'nin iş yapamaz duruma
gelmesi hâlinde, millet topyekûn kendisini savunacak ve direnecektir.
3- Vatanı korumaya ve istiklâli elde etmeye İstanbul Hükümeti muktedir olamadığı takdirde
bu amaca ulaşmak için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri millî kongrece
seçilecektir. Kongre toplanıncaya kadar hükümet yerine iş görmek üzere Heyet-i Temsiliye
(Temsilciler Kurulu) kurulacaktır.
4- Millî gücü ( Kuva-yı Milleye) tek kuvvet tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak temel
ilkedir.
5- Hıristiyan azınlıklara siyasî hâkimiyet ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez.
6- Manda ve himaye kabul olunamaz.
7- Milletimiz, çağdaş gayelerin büyüklüğüne inanır ve teknik, sınaî ve iktisadî durumumuzu
ve ihtiyacımızı takdir eder. Hükümranlık haklarımızı zedelemeyen dış yardımlar kabul edilebilir.
8- Millî Meclisin derhal toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis tarafından kontrol
edilmesini sağlamak için çalışılacaktır.
9- Millî teşkilatlar (doğudaki) Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti çatısı altında
birleşecektir.
3. Erzurum Kongresinin sonuçları:
Erzurum Kongresi millî mücadele tarihi içerisinde birçok ilke imza atmıştır. Bu açıdan bir
dönüm noktası teşkil etmektedir. Kongrede alınan kararların önemini birkaç madde halinde özetlemek
gerekirse:
 İlk kez millî sınırlardan bahsedilmiştir. Bu sınırlar Mondros Ateşkes Antlaşması imza edildiği
sırada elimizde bulunan topraklardır. Vatan bir bütündür ifadesinin hem işgalcilere hem de
azınlıklara uyarı niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
 Manda ve himaye reddedilerek bağımsızlık ve egemenliğin şartsız olarak gerçekleştirileceği
ilan edilmiştir. Manda yanlılarına da bir cevap niteliği taşımaktadır.
 Erzurum Kongresi bölgesel amaçlarla toplanmış olmasına rağmen ulusal kararlar almıştır.
Bunun en önemli sebebi kuşkusuz Mustafa Kemal’in kongreye katılmış olmasıdır. Esasen
Mustafa Kemal’in yol haritasında Erzurum Kongresi bu kadar önemli bir yer tutmuyordu.
Amasya Genelgesinde Sivas işaret edilmişti. Ancak burada oluşan şartlar Sivas için düşünülen
bazı tedbirlerin öne alınmasına sebep olmuştur. Bunda da bölgenin güvenli oluşu ve 15.
Kolordunun sağladığı destek etkili olmuştur.
 Amasya Genelgesinde olduğu gibi burada da İstanbul Hükümetinin görevini tam yerine
getiremediğinden bahsedilmiştir. Bu yüzden onun yerine ikame edilecek bir geçici hükümet
gündeme gelmiştir. İhtilal niteliğindeki bu kararla artık İstanbul Hükümeti yok sayıldığı ve
millî irade esaslarına göre yeni bir hükümetin kurulacağı açıklanmıştır.
 İrade-i millîye (millî irade) açıkça irade-i sen’iyyeye (kişisel irade- saltanat) bir alternatif
olarak ortaya konmuştur. Millî iradeye dayalı rejimin adı cumhuriyettir. Böylece yeni bir
devlete doğru gidildiği anlaşılmaktadır.
 Dağınık vaziyetteki cemiyetlerin birleştirilmesi yolunda ilk adım atılmış ve Doğu Anadolu’da
faaliyet gösteren cemiyetler tek çatı altında toplanmıştır
 Millî kuvvetlerden ve millî iradeden bahsedilmiştir. Buna vurgu yapılmasının sebebi işgallere
karşı koyarken dayanacağımız gücün ne olduğunu açıklamaktır. Millî gücü harekete
geçirerek işgallere karşı konacaktır.
 İlk kez azınlıklardan ve onlara ayrıcalık verilemeyeceğinden bahsedilmiştir
 Dış yardım konusunda Rusya gündemdedir. Ancak Rusya’nın yardımla birlikte rejim ihraç
etme niyeti de gözlemlenmektedir. Bir yardım alınacaksa eşitlik ve bağımsızlık haklarını riayet
gösterilerek alınacaktır
 9 kişilik bir temsil kurulu kurulmuştur. Bu kurul ileride millî kurul tarafından oluşturulacak
olan hükümeti temsilen kurulmuştur ( adı bu yüzden temsil heyeti). Geçicidir. İlk anda Doğu
Anadolu bölgesi için yetkilidir. Sivas Kongresinden sonra yetkisi genişleyecek ve yurt sathında
iş görebilecektir. Hükümet kurması beklenen millî kurul ileride açılacak olan TBMM’dir.
Nitekim TBMM açıldıktan sonra temsil heyetinin görevi sona ermiş onun yerine meclis
hükümeti kurulmuştur.
 Mustafa Kemal rütbesiz ve yetkisiz konumuna rağmen millî bir lider olarak kabul görmüştür.
Temsil heyetinin başkanlığına getirilmiştir.
E- BALIKESİR KONGRESİ
Mondros Mütarekesi'nden sonra Anadolu'nun işgaline karşı Türk direnişini örgütlemek için
yapılan yerel bir kongredir. Kongre 1919 ve 1920 yılında toplam beş defa toplandı ve Millî
Mücadele'nin başarıya ulaşmasında önemli rol oynadı.
Balıkesir Kongresi ilk kez 28 Haziran - 12 Temmuz 1919 tarihleri arasında Hacım Muhittin
Bey başkanlığında toplandı. Kongrede direniş merkezi oluşturulması ve Hacım Muhittin Bey'in
başkanlığı görüşülüp, oylandı. 26 30 Temmuz 1919'da yapılan ikinci toplantıda Yunan İşgali'ne karşı
silahlı direniş örgütlenmesi ve işgal altındaki bölgelere ürün satılmaması gibi kararlar alındı. Daha
sonra cemiyetin adının Balıkesir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olarak değiştirilmesine karar verildi.
Sivas Kongresi'nde Mustafa Kemal başkanlığında kurulan Heyet-i Temsiliye ile ilişkiye
geçildi. Son toplantı ise 10 Mart 1920'de yapıldı ve direnişin Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti paralelinde örgütlenmesine karar verildi.
F- ALAŞEHİR KONGRESİ
16 Ağustos 1919-25 Ağustos 1919 tarihleri arasında Hacı Muhiddin Bey'in önerisi ile
Alaşehir'de toplanan mahalli kongredir. Kurtuluş mücadelesinin ilk defa organize edilmeye çalışıldığı
kongrelerdendir. Batı Anadolu'da devam eden direnişin son durumunu gözden geçirmek ve
teşkilatlanmayı tamamlayabilmek amacıyla toplanmıştır. Amacı ve kararları yönüyle bölgesel bir
kongredir. Balıkesir Kongresi gibi bağımsız tutumunu sürdürmüştür. Kendi bölgesinde örgütlenip,
Yunan işgaline karşı halkı karşı koymaya çağırmıştır. Ayrıca saltanata bağlı olduklarını
bildirmişlerdir.
G - SİVAS KONGRESİ (4–11 EYLÜL 1919)
1. Kongre Öncesi Meydana Gelen Gelişmeler
a) Kongreyi Engelleme Girişimleri
Erzurum Kongresi toplanırken İstanbul’dan gelen baskılara boyun eğip bazı iller delege
göndermemişti. Sivas Kongresi ile ilgili duyuru daha Amasya Genelgesi sırasında yapılmış olduğu
için bu kongre herkes tarafından duyulmuş ve çok daha etkili tedbirler alınmıştı. Engelleme
girişimlerinin bir tarafında İstanbul Hükümeti diğer tarafında ise işgal güçleri vardı.
İşgal güçleri doğrudan Sivas’a subay (Binbaşı Brunot) göndermek suretiyle Vali Reşit Paşa’ya
gözdağı vermiş ve kongrenin toplanması halinde Sivas’ı işgal edeceklerini söylemişlerdi. Bu tehdit
Reşit Paşa üzerinde etkili olmuş ve o da Mustafa Kemal’e kongrenin ertelenmesi ricasında
bulunmuştu.
İstanbul Hükümeti ise kongreyi kanun dışı ilan etmiş katılanların cezalandırılacağını
duyurmuştu. Bu tehditlerin de işe yaradığı kongreye katılan üye sayısından anlaşılmaktadır. Bölgesel
olan Erzurum Kongresine 56 üye katılmışken umumi olan Sivas Kongresine 38 üye katılmıştı.
b) Maddi Sorunlar
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yanlarında getirdikleri para bitmişti. Ulaşım vs. masrafları
için para bulmaları gerekiyordu. Bu durum üzerine emekli Binbaşı Süleyman Bey’in kendi birikimi
olan 900 lirayı bağışlaması üzerine geçici de olsa bir rahatlama sağlanmış oldu.
c) Görüş Ayrılıkları
Erzurum Kongresi sırasında büyük bir uyum içinde çalışan komutanların arasına Sivas
Kongresi sırasında bazı ihtilaflar başlamıştı. Sivas Kongresinin tartışma ve gerginliklere yol açması
herkesi etkilemişti. Mustafa Kemal dışındaki komutanlar bu kongreyi erteleme taraftarı idiler. Muhalif
kanadın sözcülüğünü Kazım Karabekir yürütüyordu. Sivas Kongresini ertelemek mümkün olmayınca
Mustafa Kemal’i başkan seçtirmemek için uğraştılar. Mustafa Kemal açık oy esasını kabul ettirerek üç
oy farkla kongreye başkan seçildi.
d) Mandacılık Tartışmaları
Sivas’ta iken Halide Edip Hanım’dan mektup alan Mustafa Kemal Amerikan mandası
konusunda aşırı ısrarlarla karşılaştı. Kongre üyelerinden çoğu da bu fikre uyum sağlamış gibi
görünüyordu. Zaten hepsi bir hafta süren kongrenin ilk üç günü şekil ve seçim tartışmaları ile geçmiş
oturum başladığında ise manda konusu tartışılmaya başlanmıştı. Bu konu Erzurum Kongresi sırasında
da gündeme gelmiş reddedilmişti. Şimdi daha kuvvetli bir tartışma baş göstermişti. Uzun
konuşmaların ardından bağımsızlık ve millî egemenlik konusundaki kararlılığın sürdürülmesine karar
verildi ve bu konu tamamıyla gündemden çıkarıldı.

e) Güvenlik Sorunu
Sivas Kongresinin en can sıkıcı konularından biri de güvenlik sorunu idi. İstanbul
Hükümetinin kongreyi engellemek konusundaki ısrarlı tutumu bazı işgüzar yöneticiler tarafından
fazlasıyla ciddiye alınmıştı. Harput Valisi Ali Galip Bey Erzurum dönüşü Mustafa Kemal’in yolunu
kesmiş ama kendisine ulaşamamıştı. Aynı Vali kongreyi basıp üyeleri yakalamak için yeni bir
girişimde daha bulunmuş ve bu amaçla da Malatya’ya kadar gelmişti. Ancak Elazığ’da bulunan XV.
Alay Kumandanı İlyas Bey’in harekete geçmesi üzerine kaçmak zorunda kalmıştı.
2. Sivas Kongresi Kararları
1.Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanırken elimizde bulunan sınırlar içinde vatan bölünmez
bir bütündür parçalanamaz. Millî sınırlar işgale uğramamış ve her parçasında Türk-İslam ahalinin
çoğunluğu oluşturduğu bölgelerdir.
2.Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı özellikle Rumluk ve Ermenilik teşkilini
amaçlayan hareketlere karşı millet topyekûn kendisini savunacak ve direnecektir.
3. İstanbul Hükümeti, harici bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk
mecburiyetinde kalırsa, vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek ve devletin bekasını
sağlayacak her türlü tedbir ve karar alınmıştır.
4.Vatanın bütünlüğünün, milletin bağımsızlığının sağlanması, halifelik ve saltanat makamının
korunması için Kuvayı Millîye’yi tek kuvvet tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak temel esastır.
5. Vatanın bütünlüğüne ve hükümranlık haklarımıza saygılı olan her türlü devletin teknik ve
ekonomik yardımını memnuniyetle kabul ederiz.
6. Ülke yönetiminin ve merkezi hükümetin millî iradeye tabi olması gerekmektedir. Bunu
sağlamak için millî iradeyi temsil etmek üzere, Meclis-i Mebusan'ın derhal toplanması mecburidir.
7. Aynı gaye ile millî vicdandan doğan cemiyetler, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti" adı altında genel bir teşkilat olarak birleştirilmiştir.
8. Genel teşkilatı idare ve alınan kararları yürütmek için kongre tarafından Temsil Heyeti
seçilmiştir.
9. Azınlıklara siyasi egemenliğimizi zedeleyecek toplumsal dengemizi bozacak imtiyazlar
verilemez.
10. İtilaf Devletlerinin, Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü, milletin bağımsızlığını ve devletin
bekasını zedeleyici her türlü emellerden vazgeçerek bu topraklar üzerindeki tarihi, dini ve coğrafi
haklarımıza saygı göstermesini ve bu doğrultuda hak ve adaletle karar almalarını bekleriz.
3. Sivas Kongresinin Sonuçları
 Bu kongrenin ortaya çıkardığı en önemli sonuç bütün direniş cemiyetlerinin Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti çatısı altında birleştirilmiş olmasıdır.
 Temsil kurulunun üye sayısı 15’e çıkarılmış ve görev alanı tüm yurt sathını kapsayacak
şekilde genişletilmiştir.
 Esas itibarı ile Erzurum Kongresi’nde alınan kararlarla büyük paralellik gösterse bile bazı
konularda farklı ifadeler kullanılmıştır. Erzurum’da Ermeni ve Rum saldırılarına karşı
konacaktır ifadesi yer almışken yeni metinde her türlü saldırı ifadesi kullanılarak kapsamı
genişletilmiştir
 Önceki metinde Osmanlı Devleti doğu illerini savunamazsa ifadesi yer alırken sonraki
metinde yurdun herhangi bir parçasını ifadesi kullanılmıştır. Kararların yurt geneline şamil
kılındığı bu tür maddelerden anlaşılmaktadır.
 Manda konusu gündemden çıkartılmıştır.
 Hükümet yerine iş gören Temsil Heyeti ilk yürütme kararını alarak Ali Fuat Paşa’yı Batı
Anadolu Kuva-yı Millîye Komutanlığına atamıştır.
 Sivas Kongresi kararlarının ve burada oluşan hissiyatın kamuoyuna mal edilmesi amacı ile
İrade-i Millîye adı ile bir gazete yayınlanmıştır.
 Bütün tehditlere ve engelleme girişimlerine karşın bu kongrenin toplanıp cesur kararlar alması
millî mücadele azmine heyecan ve cesaret katmıştır.
 Mustafa Kemal millî bir lider olarak kabul edilmiştir.
 Erzurum Kongresinde millî mücadele açısından ilk olma özelliği taşıyan adımlar burada
geliştirilmiş ve bu yolda ilerleme sağlanmıştır. Bu sebeple Erzurum Kongresi’nin sonuçları
için yapılan yorumlar bu kongre için de geçerlidir.
 Mebusan Meclisi’nin açılması ve İstanbul Hükümeti’nin millî irade tarafından denetlenmesi
konusu çok önemsenmiş ve bu kongrede bir daha yinelenmiştir. İstanbul Hükümeti’nin
baskılara boyun eğerek milletin aleyhine hükümler taşıyan antlaşmalara imza atmasından
endişe edilmiştir.
4. Sivas Kongresinden sonra meydana gelen gelişmeler
Mustafa Kemal Kongrenin sonunda millî harekâta zorluk çıkaranlarla mücadele etmeye karar
verdi. İstanbul Hükümeti ile her türlü bağlantıyı kesti. Meşru bir hükümet işbaşına gelinceye kadar da
İstanbul ile irtibat kurulmayacağını bildirdi (12 Eylül 1919 ).
İstanbul Hükümeti Anadolu’dan hiçbir haber alamaz oldu. Damat Ferit’i sadaretten düşürmek
için çalışmalara başladı. Bu çalışmalar kısa bir süre sonra etkisini gösterecek Damat Ferit Paşa ve
hükümeti istifa edecek yerine Ali Rıza Paşa hükümeti kurmakla görevlendirilecektir.

You might also like