Professional Documents
Culture Documents
Zurcher - Tek Parti Devletinin DogÌ Usì U
Zurcher - Tek Parti Devletinin DogÌ Usì U
242
sal ilişkiler belirsizdi. 1922'de halifelik yalnızca dinsel bir
memuriyet olarak düşünülüyordu, ancak birçok kişinin ha-
lifeyi, sırf biçimsel anlamda olsa bile, devletin başı olarak
görmeye devam etmesi kaçınılmazdı. Ayrıca halife olarak
onun yetki alanı Türk devletinin sınırlarını aşıyor ve -en
azından kuramsal olarak- bütün Müslüman dünyasını kap-
sıyordu.
Mustafa Kemal Ocak ayında Türk basınıyla olan müla-
katlarında bu karışık durumu değiştirmeye ve cumhuriyeti
ilan etmeye niyetlendiğini ima etmişti ve Eylül ayında bir
Viyana gazetesiyle olan mülakatta bunu tekrar ileri sürmüş-
tü. Ekim ayında meclis, Meclis ikinci Başkanlığı ve Dahili-
ye Vekaleti için hükümetin gösterdiği adayları seçmeyip bu
mevkilerden ilki için Hüseyin Rauf (Orbay)'ı diğeri için de
Sâbit (Sağıroğlu)'nu seçince bir fırsat doğdu. Mustafa Ke-
mal Başvekil Ali Fethi (Okyar) hükümetini bu durumun
bir güvensizlik durumu oluşturduğuna ikna edince hükü-
met istifa etti. Bu durum kendiliğinden, meclise bu hükü-
meti yeni bir vekiller heyeti ile değiştirme görevi yüklüyoı-
du, ancak Mustafa Kemal önde gelen taraftarlarına mevki
kabul etmemeleri talimatı vermiş olduğundan, bu mümkün
olmadı. Bunun üzerine meclis kendisine danıştığında, Mus-
tafa Kemal, seçilmiş bir cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı ta-
rafından atanmış bir başvekili ve de bir kabine sistemi olan
bir cumhuriyet ilan edilmesi teklifini sundu. Meclisteki ço-
ğunluk bu teklifleri kabul etti ve 29 Ekim 1923'te Türkiye
Cumhuriyeti ilan edildi. Cumhuriyetin ilk cumhurbaşkanı
Mustafa Kemal ve ilk başvekili smet (inönü) idi.
243
bir cumhuriyet olarak adlandırmanın aslında özgürlük ge-
tirmediğini ve ister bir cumhuriyet yönetiminde olsun ister
bir monarşi yöneliminde olsun asıl farklılığın istibdat ile
demokrasi arasında olduğunu vurguladılar. stanbul gazete-
leri bu eleştirileri beğeniyle yayınladı. O sıralarda hükümet
stanbul'da son derece gözden düşmüştü. Bunun nedeni
cumhuriyetin ilanından çok, hükümetin iki hafta önce An-
kara'yı resmen Türkiye'nin yeni başkenti yapmış olmasıydı.
Bu eski başkent halkının sadece gururunu inciten bir şey
değildi, ayrıca on binlerce memur için sürekli işsizlik anla-
mına geliyordu. Rauf'un (yeni adına rağmen devletin müs-
tebit olduğu yolundaki üstü kapalı suçlamasını içeren) eleş-
tirel yorumları, Halk Fırkası meclis grubu içerisinde şiddet-
li bir tartışmaya yol açtı ve bu tartışma partiyi Aralık ayında
az kalsın bölünme noktasına getirdi.
Cumhuriyet aleyhtarı duyguyu kısmen, halifenin gele-
cekteki konumuna ilişkin kaygı körüklüyordu. Birçok kim-
se, kuşkusuz lstanbul'dakiler, hanedana duygusal şekilde
bağlı bulunuyordu, ama ayrıca halifenin, Mustafa Kemal'in
siyaset sahnesindeki üstünlüğüne karşı olası tek karşı ağır-
lık olduğuna da inanılıyordu. Cumhuriyet ilanının hilafetin
sonunu işaret ediyor olmasından -haklı olarak- endişe edili-
yordu. Kasım ayında stanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri
basına halifeye hitaben bir açık mektup göndererek daha
etkin olmasını istemiş ve benzer bir mektup Aralık ayında
iki ünlü Hintli Müslüman, Emir Ali ve Ağa Han tarafından
hem başvekile hem basma gönderilmişti. Ankara ile olan
haberleşme zorluklarından dolayı, mektup daha Başvekil
Ismet'e ulaşmadan istanbul'da yayınlanmış, bu ise Ismet'i
ve meclisteki taraftarlarını sinirlendirmişti. Lütfi Fikri'nin
mi yoksa gazetelerin mi devlete ihanet ettiğini araştırması
için stanbul'a bir istiklâl Mahkemesi gönderilmesine karar
verildi. Gazete yöneticileri aklandı ancak Lütfi Fikri beş yıl
244
hapis cezasına mahkum edildi. Bütün bunlar Halk Fırkası
içerisindeki ve Ankara ile istanbul arasındaki artan gergin-
liği göstermekteydi. Şubat ayında Cumhurbaşkanı ile stan-
bul gazetelerinin önde gelen yöneticileri arasında yapılan
görüşmeler kavgayı yatıştırmayı sağlayamadı.
Yeni yasama yılının 1 Mart'ta açılmasının hemen ardın-
dan beklenen darbe indi: hilafet kaldırıldı ve Osmanlı hane-
danı mensuplarına ülkeden gitmeleri emredildi. Yoğun tar-
tışmalardan sonra Nisan ayında, 1876 Anayasası'nın yerine
Cumhuriyetin yeni anayasası kabul edildi. 1876 Anayasası,
önce 1909 yılında ve sonra da Ocak 1921'de direniş hareke-
tinin fiili anayasası Teşhiîdt-ı Fsasrye Kanunu'nun ilk meclis
tarafından kabul edilmesiyle fiilen değişikliğe uğramıştı.
246
Şeyh Sait İ syanı ve Kürt m illiyet çiliği
247
Diyarbakır'ın kuzey batısında Zaza diliyle konuşan toplu-
luklar arasında, hem de Sünni ve Aleviler arasında şubeleri
bulunuyordu.
Bağımsızlık savaşı sırasında ulusçulara karşı tek büyük
Kürt ayaklanması, Dersim (bugünkü Tunceli) bölgesinde
özerklik isteyen aşiret başkanları tarafından yönlendirilmiş,
ama bu kolayca bastırılmıştı. Genel olarak Kürtler, ingiliz
ajanlarının kendilerini etkileme çabasına ve Sevres Anılaş-
masında kendilerine özerklik verilmiş olmasına rağmen di-
reniş hareketine destek vermişlerdi. Erzurum'da ve Sivas'ta,
hatta milli hareketin Heyet-i Temsiliye'sinde Kürt temsilci-
ler yer alıyordu.
Cumhuriyetin (güneydoğuda tam da aşiretlerin gelenek-
sel otlak alanlarının ortasından geçen) yeni sınırları dahi-
lindeki nüfusun yüzde 20 civarı Kürt'tü, buna rağmen Lo-
zan barış antlaşmasında Kürtlerden söz edilmemiş ve Mus-
tafa Kemal dahil, milliyetçi önderlerce bağımsızlık mücade-
lesi sırasında verilen özerklik sözleri unutulmuştu. Kürt
milliyetçileri için bu büyük bir hayal kırıklığı idi. 1923'te,
eski milis subayları Azcıdi (Özgürlük) cemiyetini kurdular.
Cemiyet ilk kongresini 1924'te yaptı. Bu kongrede, tutu-
muyla dikkat çekenlerden biri, Zaza aşiretleri arasında çok
nüfuzlu bir kişi olan Palu'lu Şeyh Sait'di.
Bir şeyhin sahip olduğu büyük siyasal nüfuz Kürdislan'da
hiç de görülmemiş bir şey değildi; burada iki büyük tarikat,
Kadiriye ve -özellikle de- Nakşibendi tarikatları aşiret fark-
lılıklarını aşabilen ki örgüttü. Çeşitli aşiretler arasındaki
kavgaları halletmede bu tarikat önderlerinin sık sık yardım-
ları istenir ve bu da kendilerine itibar, nüfuzlu dostlar ve
çok defa hatırı sayılır servet sağlardı. Bizzat Şeyh Sait, Nak-
şibendi tarikatının çok etkin bir mensubuydu.
Kürtler ile çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu cumhuri-
yet hükümeti arasındaki ilişkiler 1924'ıe kötüleşti. Hilafetin
248
kaldırılması iki toplumu bir arada tutan dinsel simgeyi yok
etmişti. Aynı zamanda, milliyetçi cumhuriyet yeni bir ulu-
sal bilinç oluşturma çabası içinde, Kürt kimliğine karşı bas-
kıcı bir siyaset geliştirmekteydi: Kürlçenin aleni kullanıl-
ması ve öğretilmesi yasak edilmişti. Nüfuzlu Kürt toprak
sahipleri ve aşiret başkanları 2orla ülkenin batısına yerleşti-
rilmekteydi. Bu siyasetlere ilk direniş işareti, güneydoğu-
nun en ucundaki Beytüşşebap'la bulunan garnizonun Ağus-
tos 1924 te yaptığı başarısız isyandı.
Azudi ile Şeyh Sait'in 1925 Mayısı için planlamış oldukları
büyük isyan, 8 Şubat'ta Piran köyünde jandarmalarla olan
bir silahlı çatışma denetimden çıkınca, zamanından önce
patlak vermiş oldu. Ayaklanmaya Zaza aşiretlerin hemen he-
men tamamı ve iki büyük Kırmançi aşireti katılmış, ama
Kürtler arası anlaşmazlıklar kendini yine göstermişti: Alevi
Kürtler Sünni isyancılara öfkeyle hücum ettiler. syanın ikili
niteliği dikkate alınırsa neden böyle yaptıkları anlaşılıyor.
Lider takımının kuşkuya yer vermeyecek şekilde özerk, hat-
ta bağımsız bir Kürdistan arzusunun güdümünde olmasına
karşın, halk tabakası dinsel güdülerden hareketle şeriat ve
hilafetin getirilmesini istiyordu. Heterodoks bir cemaat ola-
rak Aleviler genellikle, hilafetin ve geleneksel sünnî (orto-
doks) düzen taraftarlarına karşı Cumhuriyetin laik eğilimle-
rini destekliyorlardı. Kendi açılarından haklı nedenleri var-
dı, çünkü Sünniler arasında Aleviler aleyhindeki önyargı de-
rinlere kök salmıştı, ki bugün de öyledir.
Her ne kadar isyancılar bir ara Diyarbakır'ı kuşattılarsa
da ele geçirebildikleri tek kent Elazığ oldu, o da ancak kısa
bir süre için. syanın genişliği belli olur olmaz Ankara hü-
kümeti sıkı karşı önlemler aldı. 25 Şubat'ta meclise durum
hakkında bilgi verildi. Aynı gün doğu vilayetlerinde bir ay-
lık sıkıyönetim ilan edildi ve Hıyanet-i Vataniye Kanu-
nu'nda, dinin siyasete alet edilmesini vatana ihanet suçları
249
arasına dahil eden bir değişiklik yapıldı. Bu sırada Başvekil
Fethi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası önderlerinden
kendi iradeleriyle dağılmalarını istedi. Onlar bunu reddetti,
ancak partinin genel başkanı Kâzım Karabekir hükümetin
doğu siyasetinin hem mecliste hem de basında var gücüyle
savunuculuğunu yaptı.
Bu arada Cumhuriyet Halk Fırkası içindeki şahinlerin
Fethi Bey üzerindeki baskıları artmaktaydı, ismet Anka-
ra'ya dönmüştü ve kabine toplantılarına katılmaktaydı. 2
Marl'ıa Fethi, Mustafa Kemal'in daha sıkı önlemler alınma-
sını isleyen kaiı çizgidekılerden yana çıkması üzerine Cum-
huriyet Halk Fırkası grubundaki güvenoylamasını kaybetti.
stifa etti ve ertesi gün smet Paşa başvekil oldu. Onun ilk
işi meclisten Tahrir-i Sükûn Kanunu'nu geçirtmek oldu. Bu
yasa iki yıllık bir süre için hükümete, kamu düzeninin bo-
zulmasına yol açtığına hükmettiği bütün örgüt ya da yayın-
ları idari tedbirlerle yasaklama yetkisi vermekteydi. Terak-
kiperver Cumhuriyet Fırkası'nın aşırı esnek olması nede-
niyle karşı çıktığı bu yasa, sadece güneydoğuda değil bütün
ülkede geçerli olacaktı. Aynı zamanda, biri doğu vilayetleri
biri ülkenin geri kalanı için olmak üzere yeniden iki stiklâl
Mahkemesi kuruluyordu.
Kürt isyancıları şimdi hızla dağlara doğru püskürtülüyor-
du. Küçük topluluklar yaz boyunca gerilla savaşını sürdür-
dülerse de Şeyh Sait'in 27 Nisan'da yakalanması isyanın so-
nunu işaret etti. 1926'da Ağrı dağı yamaçlarında yeni bir
Kürl isyanı çıkıt ve dört yıl sürdü. Bu isyan Şeyh Sait isya-
nının doğrudan bir sonucu olarak düşünülebilir, ancak is-
yan yayılmamıştı. syan sona erdikten sonra hükümet, as-
keri yetkililer ve stiklâl Mahkemeleri yoluyla Kürtler'in
çok sert şekilde üstesinden geldi. Önderlerinden birçoğu
idam edildi ve çok sayıda, 20.000'den fazla Kürt, güneydo-
ğudan tehcir edildi ve zorla ülkenin batısına yerleştirildi. O
2 SO
andan itibaren ayrı bir Kürl kimliğinin varlığı resmen yok
sayıldı.
Ne var ki, Takrir-i Sükûn Kanunu sadece Kürtleri bastır-
mada kullanılmadı, istanbul'daki en önemli gazete ve dergi-
lerden (muhafazakâr, liberal ve hatta Marksist olan) sekizi
ile bazı taşra gazeteleri kapatıldı, ulusal gazeteler olarak sa-
dece hükümetin yayın organları olan Ankara'daki Hakimi-
yet-! Milliye ve istanbul'daki Cumhuriyet gazeteleri kaldı. s-
tanbullu onde gelen gazetecilerin hepsi tutuklandı ve doğu-
daki stiklâl Mahkemesi'ne gönderildi. Bunlar sonunda ser-
best bırakıldı, ancak işlerini sürdürmelerine izin verilmedi.
Basın ortadan kaldırıldıktan sonra, Terakkiperver Cumhu-
riyet Fırkası istiklâl Mahkemesi'nin tavsiyesi üzerine 3 Ha-
ziran'da hükümet tarafından kapatıldı. Mahkemeye göre
parti üyeleri isyanı desteklemiş ve siyasal amaçlar uğruna
dini istismar etmeye çalışmışlardı.
251
rarladı, ttihatçı dönemin de Kemalist dönemin de otoriter
milliyetçi aşamaları, azınlık topluluklarının, ilkinde Erme-
nilerin ikincisinde Kürtlerin, acımasızca bastırtlışlarına da
sahne olmuştu. Bu da şu izlenimi uyandırıyor ki. J ö n Türk
hareketinin bu her iki aşamasında, reform hızı daha yavaş-
tan olan bir demokratik sistemle, kökten önlemler için da-
ha çok olanağa sahip bir otoriter sistem arasında bir tercih
durumu olduğunda, sonunda ikinci seçenek galip gelmek-
teydi, çünkü J ö n Türkler için sonuçta önemli olan devletin
güçlenmesi ve bekasıydı, demokrasi (veya "meşrutiyetçilik"
ya da "ulusal egemenlik") bu amaç için bir araçtı, amacın
kendisi değildi.
Kemalist reformlar, 1 9 1 3 - 1 9 1 8 yıllarındaki reformlar gi-
bi, toplumu laikleştirmeyi ve modernleştirmeyi amaçlıyor-
du. Eylül 1925'te tekhe ve zaviyeler kapatıldı ve Kasım aynı-
da, Osmanlı beyefendisinin Sultan kinci Mahmut'tan beri
geleneksel başlığı olmuş olan fes yasaklandı ve yerini Batı
tarzındaki şapka ya da kep aldı. Bu girişimler halkın inatçı
direnişiyle karşılaştı. Tekke ve zaviyeler Müslümanların
günlük yaşamında önemli bir rol oynamaktaydı ve şapkaya
Hıristiyan Avrupa'nın bir simgesi gözüyle bakılıyordu. Bu
direnişi bastırmada stiklâl Mahkemeleri kendilerine düşen
rolü oynadı. Takrır-i Sükün Kanunu gereğince yaklaşık
7500 kişi tutuklandı ve 6 6 0 kişi idam edildi.
1926'ııın ilk yarısında Avrupa takvimi, isviçre medeni ya-
sası ve Mussolini Iıalyası'nın ceza yasası kabul edildi. Ban-
kacılık kesimini yeniden yapılandıran bazı yasalar meclis-
ten geçirildi ve ordu içinde kullanılması hariç (Bey, Efendi,
Paşa gibi) resmî olmayan unvanların hepsi kaldırıldı.
Bu girişimler, saltanat ve hilafetin kaldırılması ve cumhu-
riyetin ilanıyla birlikle, Kemalist reformların ilk dalgasını
oluşturmaktaydı. Açıktır ki bunlar, hukuk ve eğitim siste-
mini epeyce laikleştimıiş olan Tanzimat ve ttihatçı reform-
252
ların bir uzantısı idiler. Padişah-halifenin süs konumuna
indirgenmesi ve şeyhülislâmın kabineden çıkarılmasıyla
devletin kendisi zaten büyük ölçüde laikleştirilmişti. slâm,
mparatorluğun devlet dini olarak kalmıştı, ama cumhuri-
yetin başlarında da öyleydi.
Kemalistlerin yeni büyük girişimi aile hukukunun tam
laikleştirilmesiydi; din! nikahın ve çokeşliliğin kaldırılma-
sıyla halkın günlük yaşamına müdahale edilmekteydi. Top-
lumun laikleştirilmesinde de çok daha ileri gidildi. Refor-
mun (örneğin "şapka inkılâbı" gibi) giyim kuşam yönünün,
(hem reform yandaşları hem de düşmanları için) bu denli
önemli bir rol oynamış olması, tâ II. Mahmut'un hizmet-
karlarının Batı tarzındaki yeni üniformaları, fesleri ve stan-
bulinlerine kadar uzanan bir geleneğe uygun düşmektedir.
Son zamanlarda Müslüman kız öğrencilerin başlarını ört-
melerine ilişkin son tartışmalar bu geleneğin bugüne kadar
yaşamış olduğunu göstermektedir.
Kemalistler tıpkı kendilerinden önceki ittihatçı reformcu-
lar gibi gerçek bir sosyo-ekonomik devrim ya da reform
programının önünü açmayı birdenbire durdurdular. Ülkede-
ki mülkiyet ilişkilerini değiştirmek için hiç girişim olmadı.
253
Mustafa Kemal 1926'nın Mayıs ve Haziran aylarını ülke-
nin güney ve batısında uzun bir inceleme gezisiyle geçirdi.
15 Haziran'da zmir'e gelmek üzereyken (kendisi beklen-
medik şekilde gecikmişti), kendisine karşı bir suikast terti-
bi ortaya çıkarıldı. Terlipçiler tutuklandı ve bunların eski
milletvekili (ve Müdafaa-i Hukuk Grubu kâtibi) Ziya Hur-
şit tarafından yönetilen küçük bir kiralık katil çetesi olduk-
ları ortaya çıktı. Ankara stiklâl Mahkemesi izmir'e gönde-
rildi ve mahkeme izmir'e 18 Haziran'da vardıktan hemen
sonra tutuklamalar başladı.
Hem hayatla kalan ünlü ittihatçıların hemen tamamı,
hem de Millet Meclisi'ndeki eski Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkasinın o sırada yurt dışında olan Hüseyin Rauf (Orbay)
ve Adnan (Adıvar) haricinde kalan üyeleri tutuklanmıştı.
Tutuklanan siyasetçiler, 2 6 Hazirandan 12 Temmuz'a kadar
süren davada, suıkası tertibine yardımcı olmak ve bir darbe
planlamakla suçlandılar. Sanıklardan onaltısı, çoğunun bu
işe karışmış olduğu ispallanamamış olmasına rağmen ölü-
me mahkum edildi. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'yla
yakından ilişkisi olan askerî kahramanlar, Kâzım Karabekir,
Ali Fuat (Cebesoy), Refeı (Bele) ve Cafer Tayyar (Eğilmez),
kamuoyunun ve ordudan gelen memnuniyetsizlik işaretle-
rinin baskısıyla serbest bırakıldılar. Ama siyasetteki ko-
numlarının onarılamaz şekilde yok edildiği açıktı.
Ağustos ayında Ankara'da 50'nin üstündeki eski önemli
ttihatçı aleyhinde ikinci bir dava açıldı. Bu seferki birinci-
sinden daha fazla göstermelik bir davaydı; işlenen asıl tema
TC. önderlerinin iktidardayken uyguladıkları siyasetler ve
bunların Mustafa Kemal'e olan muhalefetleriydi, Haziran
1926'daki suikasl ise bir kenarda kaldı. Sanıklardan dördü
idam edildi, diğerlerinden bazılarına ise hapis cezası verildi.
Resmen asıl suçlu addedilen Hüseyin Rauf'a gıyabında on
yıl hapis cezası verildi. Mahkeme heyeti tarafından suikast
254
girişiminin ardındaki beyin olarak görülen Kara Kemal, ilk
davada gıyaben ölüme mahkum edilmişti. stanbul'da sak-
landığı yer ortaya çıkarılınca kendini vurdu.
255
nı gözden düşürmeye çalışırken, onları baştan sona tered-
dütlü, yeteneksiz ve hain olarak sunar ve kendini ise hare-
keti başlangıçtan itibaren yöneten kişi olarak tanımlar. Nıı-
tufe'un, onun Mayıs 1919'da Anadolu'ya varışıyla başlayıp,
ulusal direniş hareketinin önceki aşamasını gözardı etmesi
anlamlıdır. Nııtııfc, tarihsel gerçeği açıkça başkalaştırarak
bağımsızlık mücadelesini Osmanlı mparatorluğunun par-
çalarını muhafaza etme mücadelesi olarak değil, yeni bir
Türk devleti kurma hareketi olarak sunar.
Nufıtlî'un, irad edildiği bağlam da tarihsel görüntüyü baş-
kalaştırmaya yardım etti. Cumhuriyet Halk Fırkası 1927
kongresi, aslında birinci kongre olmasına rağmen, kendini
"Cumhuriyet Halk Fırkası ikinci Kongresi" diye tanımla-
mıştı; genellikle de böyle tanımlanmaktadır. CHF geçmişe
dönerek 1919 Sivas Kongresi'ni ilk kongre kabul ettiği için
bu kongreye ikinci kongre diyor ve böylece Cumhuriyet
Halk Fırkası ulusal kurtuluş hareketinin (gerçeğe tam teka-
bül etmeyen) özdeşliğini vurguluyor ve hareketin mirasını
kendi tekeline alıyordu. 1 9 2 3 - 1 9 2 6 yılları arasındaki dö-
nem, otoriter karakteri ile Türkiye'deki siyasal yaşamı son-
raki yirmi yıllık süre boyunca kesin şekilde etkilerken 1927
Kongresi ve Mustafa Kemal'in Nutufe'u da yeni Türk devle-
tinin doğuşuna ilişkin tarihsel görüşü kuşaklar boyunca be-
lirledi.
256