You are on page 1of 255

T.C.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ
BANKACILIK VE SİGORTACILIK ENSTİTÜSÜ
BANKACILIK ANABİLİM DALI

DOKTORA TEZİ

YABANCI SERMAYELİ BANKALARIN ENERJİ SEKTÖRÜNDE


FAALİYET GÖSTEREN ŞİRKETLERİN FİNANSMANINA ETKİSİ VE
UYGULAMALI BİR YAKLAŞIM

Ayyüce TÜRKEŞ

İstanbul – 2010
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
BANKACILIK VE SİGORTACILIK ENSTİTÜSÜ
BANKACILIK ANABİLİM DALI

DOKTORA TEZİ

YABANCI SERMAYELİ BANKALARIN ENERJİ SEKTÖRÜNDE


FAALİYET GÖSTEREN ŞİRKETLERİN FİNANSMANINA ETKİSİ VE
UYGULAMALI BİR YAKLAŞIM

Ayyüce TÜRKEŞ

Prof. Dr. Erişah ARICAN

İstanbul – 2010
ÖZET

Hızla küreselleşen günümüz dünyasında reel sektörde ve finans dünyasında


sınırların kalkması Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri de kıskacına almıştır. Türkiye
özellikle XXI. yüzyılda küreselleşmeye uyum sağlama çabalarına girmiştir. Öncelikle bu
sektörü düzenlemeye çalışmış daha sonra da sektöre yabancı sermayenin girişini
kolaylaştırmıştır. Türkiye’de artan yabancı sermayeli bankalar, başta reel sektörde
faaliyet gösteren şirketlerin finansmanını etkileyecektir. Türkiye gibi enerjide net ithalatçı
olan ülkeler için küreselleşme ile beraber enerji ayrı bir önem taşır hâle gelmiştir.
Dolayısıyla bu tezin amacı, ülkemizde artan yabancı sermayeli bankaların son yılların en
sıcak konusu olan enerji sektöründe faaliyet gösteren firmaların finansmanına etkisini
incelemektir.

Anahtar kelimeler: Finansal liberalizasyon, özelleştirme, yabancı sermaye,


bankacılık sektörü, enerji sektörü, fosil yakıtlar, yenilenebilir enerji kaynakları.
ABSTRACT
 

Turkey has been in the financial liberalization process since 1980 following
developments similar to globalization in the rest of the world. In order to adapt to this
new financial system, the country first arranged its regulations and then it encouraged
foreign capital investment especially in the financial system. As a result of these
applications the foreign capital in the Turkish Banking Sector has increased and also
affected the real sector companies. For the net energy importer countries such as Turkey,
energy is very important subject in addition to globalization. Therefore, the foreign-
capital banks operating in Turkey have become an important subject that needed to be
studied on. Consequently, the aim of this thesis is to analyze the effects of foreign- banks
in Turkey and the companies that are operating in energy sector.

Key words: Financial Liberalization, Privatization, Foreign Investment, Banking Sector,


Energy Sector, Fossil Fuels, Renewable Energy Resources.

 
İÇİNDEKİLER
 

Sayfa No:

İÇİNDEKİLER.............................................................................................. i
TABLO LİSTESİ ........................................................................................ iv
ŞEKİL LİSTESİ .......................................................................................... ix
KISALTMA LİSTESİ ................................................................................. x
GİRİŞ ............................................................................................................. 1
BİRİNCİ BÖLÜM ........................................................................................ 4
FİNANSAL LİBERALİZASYON TEORİK ve KAVRAMSAL
ÇERÇEVE .................................................................................................... 4
1.1 Finansal Liberalizasyon (Deregülasyon, Serbestleşme) Kavramı ................... 4
1.2. Dünya’da Finansal Liberalizasyonun Tarihsel Gelişim Süreci ........................... 7
1.3. Finansal Liberalizasyonla İlgili Teorik Yaklaşımlar ......................................... 10
1.3.1. Neo-Klasik Ekol: McKinnon-Shaw Yaklaşımı ....................................... 10
1.3.2. Yapısalcı Yaklaşım .................................................................................. 13
1.3.3. Neo- Keynesyen Yaklaşım ...................................................................... 14
1.3.4. Post- Keynesyen Yaklaşım ...................................................................... 15
1.3.5. Spekülatif Gelişme Modeli ...................................................................... 16
1.3.6. Marksist Yaklaşım ................................................................................... 16
1.4. Uluslararası Sermaye Akımları Teorileri ........................................................... 18
1.4.1. Mutlak Üstünlükler Teorisi ..................................................................... 20
1.4.2. Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi ......................................................... 21
1.4.3. Heckscher – Ohlin Faktör Donanımı Teorisi .......................................... 22
1.4.4 Sermaye Akımı Teorisi............................................................................. 24
1.4.5. Modern Portföy Teorisi ........................................................................... 25
1.4.6. Azalan Kar Haddi Kanunu ...................................................................... 26
1.4.7. Finansal İstikrarsızlık Hipotezi (Hyman Philip Minsky) ........................ 27

i
1.5. Finansal Liberalizasyon Kavramı Işığında Yabancı Sermayenin Tanımı ......... 30
1.5.1. Yabancı Sermaye Yatırımlarının Tarihsel Gelişimi ................................ 31
1.6. Finansal Liberalizasyon Kavramı Işığında Bankacılık Sektörüne Yabancı
Sermaye Girişi ........................................................................................................... 34
1.6.1. Bankacılık Sektörüne Yabancı Sermaye Girişlerinin Teorik Altyapısı... 35
İKİNCİ BÖLÜM ........................................................................................ 37
TÜRKİYE’DE FİNANSAL LİBERALİZASYON IŞIĞINDA
YABANCI SERMAYE VE BANKACILIK SEKTÖRÜNE ETKİSİ ... 37
2.1. Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımlarının Gelişimi ...................................... 37
2.1.1. Osmanlı Döneminde Yabancı Sermayeye Bakış ..................................... 37
2.1.2. Cumhuriyet Döneminde Yabancı Sermayeye Bakış ............................... 38
2.2. Yabancı Sermayeli Bankaların Türkiye’ye Girişi.............................................. 40
2.2.1. 1909- 1923 Yılları Arasında Türkiye’de Yabancı Bankalar ................... 41
2.2.2. Türkiye Cumhuriyeti’nde 1980 Öncesi Bankacılık Sektörü ve Yabancı
Bankalar ............................................................................................................. 43
2.2.3. Türkiye Cumhuriyeti’nde 1980 Sonrası Bankacılık Sektörü ve Yabancı
Bankalar ............................................................................................................. 48
2.2.4. 2000 Sonrası Dönemde Türkiye’de Bankacılık Sektörü ve Yabancı
Bankalar ............................................................................................................. 60
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM .................................................................................... 77
TÜRK ENERJİ SEKTÖRÜNÜN CUMHURİYET DÖNEMİNDEKİ
GELİŞİMİ ve YAPISAL ÖZELLİKLERİ .............................................. 77
3.1 1980 Öncesi Türkiye’nin Enerji Politikaları ....................................................... 78
3.2 1980- 2000 Yılları Arasında Türkiye’nin Enerji Politikaları .............................. 87
3.3 2000 Yılı Sonrası Dönemde Türkiye’nin Enerji Politikaları .............................. 95
3.4 Enerji’de Türkiye’nin Mevcut Durumu ............................................................ 100
3.5 Türkiye’deki Enerji Kaynakları ........................................................................ 103
3.5.1 Birincil Enerji Kaynakları ...................................................................... 105
3.5.1.1 Türkiye’de Kömür Kaynakları ................................................................. 106
3.5.1.2 Türkiye’de Petrol Kaynakları ................................................................... 112
3.5.1.3 Türkiye’de Doğalgaz Kaynakları ............................................................. 118

ii
3.5.1.4. Türkiye’de Uranyum ve Toryum ............................................................ 126
3.5.2. Yenilenebilir Enerji Kaynakları............................................................. 127
3.5.2.1 Türkiye’de Hidrolik Enerji (Su) Kaynakları ............................................ 129
3.5.2.2 Türkiye’de Rüzgar Enerjisi ...................................................................... 131
3.5.2.3. Türkiye’de Jeotermal Enerji .................................................................... 132
3.5.2.4 Türkiye’de Biyokütle Enerjisi .................................................................. 134
3.5.2.5 Türkiye’de Güneş Enerjisi ....................................................................... 136
3.5.3 Türkiye’de Nükleer Enerji ...................................................................... 137
3.5.4 Türkiye’de Hidrojen Enerjisi .................................................................. 141
3.5.5 Türkiye’de Elektrik Enerjisi ................................................................... 142
3.6 2008 Yılında Türk Enerji Sektöründe Yabancı Sermaye ve Gerçekleşen
Birleşme/Satın Almalar ........................................................................................... 147
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ............................................................................ 151
ENERJİ SEKTÖRÜNDE FAALİYET GÖSTEREN ŞİRKETLERİN
YABANCI SERMAYE KULLANIMLARINA YÖNELİK ANKET
UYGULAMASI ........................................................................................ 151
4.1. Uygulamanın Amacı ........................................................................................ 151
4.2. Uygulamanın Metodolojisi .............................................................................. 152
4.3 Uygulamanın Değişkenleri ............................................................................... 152
4.4. Uygulamanın Sonuçları ................................................................................... 153
4.4.1. Şirket Bilgileri ....................................................................................... 154
4.4.2. Anket Sorularına Verilen Yanıtlar ......................................................... 157
4.3.Fark Testleri ...................................................................................................... 174
4.5 Uygulamanın Değerlendirmesi ......................................................................... 202
SONUÇ ...................................................................................................... 205
EKLER: ..................................................................................................... 214
KAYNAKÇA ............................................................................................ 224 

iii
TABLO LİSTESİ

Sayfa No:

Tablo 1: Birinci Dünya Savaşı Öncesi Yıllarda Yabancı Sermaye ................................... 32


Tablo 2: 1920- 1943 Yılları Arasında Türkiye'nin Millileştirdiği Yabancı Sermayeli
Kurumlar ........................................................................................................................... 39
Tablo 3: 1909- 1923 Yılları Arasında Ülkeye Gelen Yabancı Bankalar .......................... 41
Tablo 4: 1909- 1923 Yılları Arasında Türkiye’de Anonim Ortaklık Olarak Faaliyete
Giren Bankalar .................................................................................................................. 42
Tablo 5: 1909- 1923 Yılları Arasında Türkiye’de Kurulan Yerli Sermayeli Bankalar .... 42
Tablo 6: 1980- 1999 Yılları Arasında Türkiye’de Banka Sayısı ...................................... 51
Tablo 7: Türk Bankacılık Sektörünün Rakamsal Olarak Gelişimi
(Milyon Dolar) .................................................................................................................. 52
Tablo 8: Aralik 2000 İtibariyle Türk Bankacılık Sektörü ................................................. 53
Tablo 9: 1980- 2000 Yılları Arası Türk Bankacılık Sektörü’nün Aktif Yapısı ............... 54
Tablo 10: 1989- 2000 Yılları Arasında Banka Gelir –Gider Rasyoları ............................ 56
Tablo 11: 1989- 2000 Yılları Arasında Banka Karlılık Rasyoları .................................... 57
Tablo 12: 2000- 2008 Yılları Arasında Türkiye’de Faaliyet Gösteren Banka Sayısı ....... 62
Tablo 13: 2001- 2008 Yılları Arasında Bankaların Aktif Yapısı (Milyon TL) ................ 64
Tablo 14: 2000-2008 Yılları Arasında Türk Bankacılık Sistemi’nin Mevduat Yapısı
(Milyar TL) ....................................................................................................................... 64
Tablo 15: 2000-2008 Yılları Arasında Türk Bankacılık Sistemi’nin Kredi Yapısı
(Milyar TL) ....................................................................................................................... 66
Tablo 16: 2000- 2008 Yılları Arasında Türk Bankacılık Sektörü’nde Kredi/Mevduat
Oranı .................................................................................................................................. 66
Tablo 17: 2000- 2008 Yılları Arasında Türk Bankacılık Sektörü’nde Kredi/Toplam
Aktifler Oranı .................................................................................................................... 67
Tablo 18: 2000- 2008 Yılları Arasında Türk Bankacılık Sektörü’nün Karlılığı ............... 68
Tablo 19: 2000- 2008 Yılları Arasında Türk Bankacılık Sektörü Gelir- Gider Rasyolar
(%) ..................................................................................................................................... 69
Tablo 20: 2002 Yılı İtibariyle Türkiye’de Faaliyet Gösteren Bankaların Sermaye
Yeterlilik Rasyoları (%) .................................................................................................... 69
Tablo 21: Banka Gruplarının Sektör Payları (%) .............................................................. 71
Tablo 22: Bankacılık Sektöründe Grupların Sektör Payları (%)....................................... 73
Tablo 23: Bankacılık Sektörünün Özkaynakları (Aralık 2008 itibariyle) ......................... 74
Tablo 24: Türk Bankacılık Sektörünün Aktif ve Öz kaynak Karlılığı (2008) .................. 75
Tablo 25: Madenciliğin 1961’deki Durumu...................................................................... 82
Tablo 26: 1963- 1967 Yılları Arasında Türkiye Petrol Sanayi’nin Durumu .................... 83

iv
Tablo 27: Elektrik Enerjisi Kurulu Güç, Üretim ve İthalat Değerleri ............................... 92
Tablo 28: Birincil Enerji ve Elektrik Enerjisi Üretim ve Tüketiminde Gelişmeler .......... 94
Tablo 29: Birincil Enerji ve Elektrik Enerjisi Üretim ve Tüketiminde Gelişmeler .......... 97
Tablo 30: Enerji Hedefleri............................................................................................... 100
Tablo 31: 2008 Yılında Türkiye Toplam Kömür Rezervi............................................... 106
Tablo 32: Türkiye Toplam Kömür Rezervi..................................................................... 108
Tablo 33: Türkiye Taş Kömürü Üretim, Tüketim ve İthalat Dengesi (Bin Ton) ............ 109
Tablo 34: Türkiye’de Taşkömürü Kullanımının Tüketicilere Göre Sınıflandırılması
(Bin Ton) ......................................................................................................................... 110
Tablo 35: Türkiye’de Toplam Kömür Üretim ve Tüketimi ............................................ 112
Tablo 36: 2007 Yılı Sonu İtibariyle Türkiye’deki Ham Petrol Rezervleri ..................... 114
Tablo 37: Türkiye’de Petrol Üretim ve Tüketeimi.......................................................... 114
Tablo 38: Türkiye’de Doğal Gaz Üretim ve Tüketimi .................................................... 120
Tablo 39: Türkiye’nin Yaptığı Doğal Gaz Alım Anlaşmaları ........................................ 125
Tablo 40: Yıllar İtibariyle Doğal Gaz İthalat, İhracat ve Satış Miktarları ...................... 126
Tablo 41: Türkiye Teknik ve Ekonomik HES Potansiyeli (Ekim 2009 İtibariyle) ......... 129
Tablo 42: İşletmedeki HES’lerin Dağılımı (Ekim 2009 İtibariyle) ................................ 130
Tablo 43: Türkiye Rüzgâr Potansiyeli (50m yükseklikte) .............................................. 131
Tablo 44: Elektrik Üretimine Uygun Jeotermal Sahalar ................................................. 133
Tablo 45: EPDK’daki Biyogaz ve Biyokütle Projelerinin Durumu ................................ 136
Tablo 46: Türkiye’de Elektrik Talep Gelişimi ................................................................ 143
Tablo 47: Türkiye Kurulu Gücünün Kamu ve Özel Sektör Olarak Gelişimi.................. 144
Tablo 48: Türkiye Üretiminin Kamu ve Özel Sektör Olarak Gelişimi ........................... 144
Tablo 49: Kurulu Gücün Kaynaklara Göre Gelişimi ...................................................... 145
Tablo 50: Elektrik Enerjisi Üretiminin Kaynaklara Göre Gelişimi (1984- 2008) .......... 145
Tablo 51: 2008 Yılı Elektrik Üretimi ve Yakıt Cinslerine Göre Dağılımı...................... 146
Tablo 52: 2023 Yılı Elektrik Üretimi ve Yakıt Cinslerine Göre Dağılımı...................... 146
Tablo 53: 2007 ve 2008 Yıllarında Türkiye’de Gerçekleşen Toplam Enerji
Özelleştirmeleri ............................................................................................................... 148
Tablo 54: 2008 Yılında Türkiye’de Gerçekleşen Özelleştirme ve Satın Almalar .......... 150
Tablo 55: İşletmenin Faaliyet kolu.................................................................................. 154
Tablo 56: İşletmenin faaliyet yılı .................................................................................... 154
Tablo 57: İşletmenin sermayesi....................................................................................... 155
Tablo 58: İşletmenin yıllık ortalama satış cirosu ............................................................ 155
Tablo 59: İşletmede Çalışan Toplam Personel Sayısı ..................................................... 156
Tablo 60: İşletmelerin hukuki yapısı............................................................................... 157
Tablo 61: İşletmenin Yabancı Kaynak Kullanma Durumu ............................................ 157
Tablo 62: İşletmelerin Türkiye'de Faaliyet Gösteren Yerli Sermayeli Bankalardan
veya Finansman Kurumlarından Yabancı Kaynak Kullanma Dağılımı.......................... 158
Tablo 63: İşletmelerin Türkiye'de Faaliyet Gösteren Yabancı Sermayeli Bankalardan
ve ya Finansman Kurumlardan Yabancı Kaynak Kullanım Sıklığı ................................ 158

v
Tablo 64: İşletmelerin Yurtdışında Faaliyet Gösteren Bankalardan ve ya Finansman
Kurumlarından Yabancı Sermaye Kullanım Sıklığı ....................................................... 159
Tablo 65: Kullanılacak Yabancı Kaynağın Maliyetinin Yabancı sermaye Kullanma
Kararına Etkisi................................................................................................................. 160
Tablo 66: Kullanılacak Yabancı Kaynağın Vade Yapısının Yabancı Sermaye Kullanma
Kararına Etkisi................................................................................................................. 160
Tablo 67: Türkiye’nin Genel Makroekonomik Durumunun Yabancı Sermaye Kullanma
Kararına Etkisi................................................................................................................. 161
Tablo 68: Kaynak Veren Kurumun Yerli veya Yabancı Sermayeli Olmasının İşletmelerin
Yabancı Sermaye Kullanma Kararına Etkisi .................................................................. 162
Tablo 69: İşletmelerin Yabancı Kaynak Sağlayabilme İmkânlarının Değerlendirilmesi 162
Tablo 70: Türkiye’de Artan Yabancı Sermayeli Banka ve Finansman Kuruluşlarının
İşletmelerin Yabancı Kaynak Sağlayabilme İmkânlarına Etkisi..................................... 163
Tablo 71: Türkiye’de Kredi Maliyetlerinin Yüksek Olmasının İşletmelerin Yabancı
Kaynak Sağlayabilme İmkânlarına Etkisi ....................................................................... 163
Tablo 72: İşletmelerin Kendi Bünyesindeki Yetersizliklerin Yabancı Kaynak
Sağlayabilme İmkânlarına Etkisi .................................................................................... 164
Tablo 73: Uygulanan Şirket Politikasının Yabancı Kaynak Sağlayabilme İmkânlarına
Etkisi ............................................................................................................................... 164
Tablo 74: İşletmelerin 2001 Krizi Sonrası Türkiye’de Faaliyet Gösteren Bankalardan
Yabancı Kaynak Kullanımına Bakış Açılarının Değerlendirilmesi ................................ 165
Tablo 75: İşletmelerin 2001 Krizi Sonrası Türkiye'de Faaliyet Gösteren Yerli Sermayeli
Bankalardan ve ya Finansman Kurumlarından Kredi Kullanma Sıklığı......................... 165
Tablo 76: İşletmelerin 2001 Krizi Sonrası Yurtdışında Faaliyet Gösteren Bankalardan ve
ya Finansman Kurumlarından Kredi Kullanma Sıklığı................................................... 166
Tablo 77: İşletmelerin 2001 Krizi Sonrası Bankacılık Dışındaki Diğer Finans
Kurumlarından Kredi Kullanma Sıklığı .......................................................................... 167
Tablo 78: İşletmelerin Banka Kredisi Sağlama Kararlarında Yüksek Faiz Oranlarının Etki
Dağılımı........................................................................................................................... 167
Tablo 79: Türkiye’de Faaliyet Gösteren Bankaların Kredi Arzında Uyguladıkları
Bürokratik İşlemlerin Fazla Olmasının İşletmelerin Kredi Talebine Olan Etkisinin
Dağılımı........................................................................................................................... 168
Tablo 80: İşletmelerin Banka Kredisi Sağlama İmkânlarında Türk Bankacılık
Sektörü’nün Uyguladığı Düşük Kredi Limitlerinin Etkisinin Dağılımı.......................... 168
Tablo 81: İşletmelerin Faaliyet Gösterdikleri Sektörün Kredi Kapsamında Olmayışının
Banka Kredisi Sağlama İmkânlarına Etkisinin Dağılımı ................................................ 169
Tablo 82: İşletmelerin Banka Kredisi Kullanma Kararında Özellikle 2001 Yılından Sonra
Artan Yabancı Bankaların Kredi Politikalarının Etkisinin Dağılımı .............................. 170
Tablo 83: 2001 Finansal Krizi Sonrası Türkiye’de Artan Yabancı Sermayeli Bankalar
İşletmelere Finansman Açısından Avantaj / Dezavantaj Sağladı Mı? ............................ 170

vi
Tablo 84: 2001 Finansal Krizi Sonrası Türkiye’de Artan Yabancı Sermayeli Bankalar
İşletmelere Yabancı Kaynak Sağlama............................................................................. 171
Tablo 85: 2001 Finansal Krizi Sonrası Türkiye’de Artan Yabancı Sermayeli Bankalar
İşletmelere Yabancı Kaynak Sağlama Noktasında Hangi Açıdan Dezavantaj Sağladı? 171
Tablo 86: Türkiye’de Faaliyet Gösteren Bankaların Mevcut Kredi Sistemleri Hakkında
Katılımcı İşletmelerin Görüşlerinin Dağılımı ................................................................. 172
Tablo 87: Türkiye'de Faaliyet Gösteren Yabancı Bankaların Enerji Sektöründe Faaliyet
Gösteren İşletmelere Yönelik Sunduğu Hizmetlerden İşletmelerin Yararlanma
İmkânlarının Dağılımı ..................................................................................................... 173
Tablo 88: Yabancı Sermayeli Bankaların Türkiye'ye Yönelmesi Hakkında Katılımcı
İşletmelerin Görüşlerinin Dağılımı ................................................................................. 173
Tablo 89: İşletmelerin "Yaşanan Global Mali Kriz Türkiye'de Faaliyet Gösteren Yabancı
Sermayeli Bankalara Bakış Açınızı Negatif Yönde Etkiledi" Görüşüne Katılma
Dereceleri Dağılımı ......................................................................................................... 174
Tablo 90: İşletmenin Faaliyet Koluna Göre Sermaye Kaynaklarının Kullanım
Sıklıklarının Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu ......................................................... 174
Tablo 91: İşletmenin Faaliyet Yılına Göre Sermaye Kaynaklarının Kullanım Sıklıklarının
Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu .............................................................................. 175
Tablo 92: İşletmenin Sermayesine Göre Sermaye Kaynakların Kullanım Sıklıklarının
Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu .............................................................................. 177
Tablo 93: İşletmenin Yıllık Ortalama Satış Cirosuna Göre Sermaye Kaynakları Kullanım
Sıklıklarının Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu .......................................................... 179
Tablo 94: İşletmede Çalışan Personel Sayısına Göre Sermaye Kaynakları Kullanım
Sıklıklarının Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu .......................................................... 180
Tablo 95: İşletmenin Hukuki Yapısına Göre Sermaye Kaynakları Kullanım Sıklıklarının
Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu ............................................................................... 181
Tablo 96: İşletmenin Faaliyet Koluna Göre Yabancı Sermeye Kullanmada Etkili Olan
Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu ............................................................ 182
Tablo 97: İşletmenin Faaliyet Yılına Göre Yabancı Sermeye Kullanmada Etkili Olan
Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu ........................................................... 183
Tablo 98: İşletmenin Sermayesine Göre Yabancı Sermeye Kullanmada Etkili Olan
Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu ........................................................... 184
Tablo 99: İşletmenin Yıllık Satış Cirosuna Göre Yabancı Sermeye Kullanmada Etkili
Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu .................................................. 186
Tablo 100: İşletmede Çalışan Kişi Sayısına Göre Yabancı Sermeye Kullanmada Etkili
Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu .................................................. 187
Tablo 101: İşletmenin Hukuki Yapısına Göre Yabancı Sermeye Kullanmada Etkili Olan
Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu ............................................................ 188
Tablo 102: İşletmenin Faaliyet Alanına Göre Yabancı Kaynak Bulamamada Etkili Olan
Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu ............................................................ 189

vii
Tablo 103: İşletmenin Faaliyet Yılına Göre Yabancı Kaynak Bulamamada Etkili Olan
Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu ............................................................ 191
Tablo 104: İşletmenin Personel Sayısına Göre Yabancı Kaynak Bulamamada Etkili Olan
Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu ............................................................ 192
Tablo 105: İşletmenin Hukuki Yapısına Göre Yabancı Kaynak Bulamamada Etkili Olan
Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu ............................................................ 193
Tablo 106: İşletmenin Faaliyet Koluna Göre Banka Kredisi Sağlayamamadaki Etkili Olan
Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu ............................................................ 194
Tablo 107: İşletmenin Faaliyet Yılına göre Banka Kredisi Sağlayamamadaki Etkili Olan
Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu ............................................................ 196
Tablo 108: İşletmenin Sermayesine Göre Banka Kredisi Sağlayamamadaki Etkili Olan
Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu ............................................................ 197
Tablo 109: İşletmenin Yıllık Cirosuna Göre Banka Kredisi Sağlayamamadaki Etkili Olan
Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu ............................................................ 198
Tablo 110: İşletmenin Çalışan Sayısına Göre Banka Kredisi Sağlayamamada Etkili Olan
Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu ............................................................ 200
Tablo 111: İşletmenin Hukuki Yapısına Göre Banka Kredisi Sağlayamamadaki Etkili
Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu ................................................... 201

viii
ŞEKİL LİSTESİ
Sayfa No:

Şekil 1: Türk Bankacılık Sektörü’nde Toplam Pasif İçinde Yabancı Bankaların Payı .... 55
Şekil 2: 2008 Sonu İtibariyle Türkiye Birincil Enerji Tüketimi Kaynakları................... 105
Şekil 3: Türkiye Yenilenebilir Enerji Arzının Kaynaklara Göre Dağılımı (%) .............. 128
Şekil 4: EPDK'ya Başvuran HES Projelerinin Gelişme Durumları ................................ 130
Şekil 5: Rüzgâr Santrallerinin Bölgelere Göre Dağılımı ................................................ 132
Şekil 6: Türkiye’nin Jeotermal Enerji Santrallerinin Yıllara Göre Değişimi.................. 134
Şekil 7: EPDK’dan Lisans Alan Biyogaz, Biyokütle ve Çöp Gazı Santrallerinin
Durumu ........................................................................................................................... 135
Şekil 8: 2007 ve 2008 Yıllarında Türkiye’de Gerçekleşen Toplam Enerji
Özelleştirmelerinin Dağılımı ........................................................................................... 149

ix
KISALTMA LİSTESİ

AB: Avrupa Birliği

ABD: Amerika Birleşik Devletleri

ABM: Avrupa Birliği Merkezi

AEK: Atom Enerjisi Komisyonu

APİ: Açık Piyasa İşlemleri

AR-GE: Araştırma ve Geliştirme

a.g.k. : Adı Geçen Kaynak

a.g.m.: Adı Geçen Makale

AT: Avrupa Topluluğu

ATO: Ankara Ticaret Odası

BDDK: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu

BM: Birleşmiş Milletler

BTC: Bakü- Tiflis- Ceyhan

BTEP: Bin ton petrol eşdeğeri

BYKP: Beş Yıllık Kalkınma Planı

CIP: Rekabet Edilebilirlik ve Yenilik Çerçeve Programı (Competitiveness and


Innovation Framework Programme)

DEK TMK: Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi

DİBS: Devlet İç Borçlanma Senetleri

x
DP: Demokrat Parti

DPT: T.C. Devlet Planlama Teşkilatı

DSİ: Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü

DTH: Döviz Tevdiat Hesapları

DTM: Dış Ticaret Müsteşarlığı

EIB: Avrupa Yatırım Bankası (European Investment Bank)

EİE: Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü

EÜAŞ: Elektrik Üretim Anonim Şirketi

GSYİH: Gayrisafi Yurtiçi Hâsıla

Gwh: Milyon kilovatsaat

HES: Hidroelektrik Santral

IBRD: Dünya Bankası (International Bank for Reconstruction and


Development)

ICT: Bilgi İletişim Teknolojileri (Information and Communication


Technologies)

IMF: Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund)

İKV: İktisadi Kalkınma Vakfı

İM: İş Merkezleri

İMKB: İstanbul Menkul Kıymetler Borsası

İSO: İstanbul Sanayi Odası

İŞGEM: İş Geliştirme Merkezi

xi
KDV: Katma Değer Vergisi

KEP: Kilogram Petrol Eşdeğer

KİT: Kamu İktisadi Teşebbüsü

KOBİ: Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler

Kwh: Kilovatsaat

LNG: Sıvılaştırılmış Doğal Gaz

MTA: Maden Teknik Arama Genel Müdürlüğü

Mw: Megavat

OECD: Avrupa Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (Organisation for


Economic Cooperation and Development)

ROA: Aktif Karlılık Oranı (Return on Asset)

SPK: Sermaye Piyasaları Kurulu

SSCB: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

SYR: Sermaye Yeterlilik Rasyosu

TAEK: Türkiye Atom Enerjisi Kurumu

TBB: Türkiye Bankalar Birliği

TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi

TBS: Türk Bankacılık Sistemi

TCMB: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası

TEAŞ: Türkiye Elektrik Anonim Şirketi

TEDAŞ: Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi

xii
TEK: Türkiye Elektrik Kurumu

TEP: Termo Elektrik Power

TETAŞ: Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahüt Anonim Şirketi

TKİ: Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu

TL: Türk Lirası

TMMOB: Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği

TMSF: Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu

TOBB: Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği

TPAO: Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı

TTGV: Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı

TTK: Türkiye Taşkömürü Kurumu

TÜİK: Türkiye İstatistik Kurumu

TÜBİTAK: Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu

UNCTAD: Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (United


Nations Conference on Trade and Development)

YB: Yabancı Bankalar

xiii
GİRİŞ

Finansal liberalizasyon uluslararası sermaye akımını hızlandırmak için finansal


piyasalardaki kontrollerin kaldırılması veya gevşetilmesidir. Finansal liberalizasyon
kavramı ile gelişmiş ülkeler 1970’li yıllarda tanışmıştır. Türkiye ise finansal
liberalizasyona 1980’li yıllarda kapalı ekonomiden açık ekonomiye geçme kararı ile
adım atmıştır. Bunun arkasından hem dünya hem Türkiye 1990’lı yıllarda yabancı
sermaye ve uluslararası sermaye akımı hızını artıran özelleştirme kavramı ile yüz yüze
gelmiştir. Türkiye’de finansal liberalizasyon kapsamında özellikle kamu bankalarının
özelleştirilmesi üzerine odaklanılmıştır. Sonuçta bankacılık sektörünün etkinliğinin
artacağı düşünülmüştür. Bunun yanında 2001 krizi sonrasında TMSF bünyesindeki
bankalar başta olmak üzere Türkiye’de faaliyet gösteren yerli özel sermayeli bankalar
da hızla yabancılaşmaya başlamıştır.

Ancak yapılan özelleştirmelerin ve yabancılaşmanın sonuçlarını ölçmek ve


standart veriler elde etmek pek mümkün olmamaktadır. Çünkü her ülkenin kendine
özgü özellikleri ve şartları bulunmaktadır. Bankacılık ve finans alanında yapılan çoğu
araştırma ve çalışmanın sonucunda özelleştirilmiş bankaların sürecin hemen sonrasında
kârlılıklarında artış gözlendiği anlaşılmıştır. Ancak etkinliklerinin azaldığı ayrıca bu
bankaların daha yüksek bir kredi riski ile karşı karşıya kaldıkları belirlenmiştir. Uzun
dönemde de özelleştirilen bankaların hem etkinlik hem de kredi riski açısından gelişme
kaydettikleri gözlenmiştir.

Hem dünyada hem ülkemizde bankacılık sektöründe yabancı girişine izin


verilip verilmemesi veya yabancı girişine hangi ölçüde izin verilmesi gerektiği finans
dünyasında önemli bir tartışma konusu olmuştur. Bilindiği gibi, Türkiye’nin finansal
sisteminin ağırlığını bankacılık sektörü oluşturmaktadır. Dolayısıyla mali piyasalara bu
sektör yön vermektedir. Bankacılık sektörü, ülkemizde ekonomik bağımsızlık, piyasa
istikrarı ve sürdürülebilir büyüme açısından stratejik derecede önemli bir alan olarak
görülmektedir.

Türkiye de gelişmiş ülkeler gibi finansal sektörlerde yapılan liberalizasyon ile


ilgili birçok tartışmaya maruz kalmıştır: Acaba Türk bankacılık sektöründe

1
yabancılaşma yeni fırsatlar mı yoksa riskler mi getirecektir? Sektörün maruz kaldığı
olası fırsat ve riskler nelerdir? Benzer deneyimlere sahip ülkelerde bankacılık
sektörünün yabancılaşma sonuçları hangi yönde gelişmiştir? Küresel sermaye finansal
ve reel piyasalar açısından ne gibi sonuçlar oluşturmaktadır? Ülkemize giren küresel
sermaye için sınırlama gerekli midir?

Ayrıca son yılların en sıcak konusu olan enerji, Türkiye gibi enerjide net
ithalatçı olan ülkeler için küreselleşme ile beraber ayrı bir önem taşımaktadır.
Türkiye’nin enerji kaynaklarının çoğu diğer dünya ülkeleri gibi fosil kaynaklara
dayanmaktadır. Bugün bütün dünya bilmektedir ki kıt fosil kaynakların artık dünyayı
götürecek gücü kalmamıştır. Bunun için yenilenebilir enerji kaynakları ve nükleer
enerjiye dönüşüm başlamıştır. Türkiye de bu dönüşüm halkası içine girmiştir. Son
yıllarda ülkemizde de yenilenebilir enerji sektöründe yatırımlar artmıştır. Bunun sonucu
olarak bu sektörde finansman önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu çalışmanın amacı, ülkemizin bankacılık sektöründe yabancı sermaye


artışını analiz etmek, mevcut durumun boyutlarını değerlendirmek, küresel sermayenin
Türk bankacılık sektöründeki artışının sonuçlarını incelemek ve bankacılık sektörünün
yabancılaşmasının ülkemizde faaliyet gösteren enerji firmalarının finansman sağlaması
üzerindeki etkisini bir uygulama ile irdelemektir.

Çalışma, dört ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde öncelikle dünyada


finansal liberalizasyonun tarihsel gelişimi incelenecektir. Daha sonra literatürde yer alan
finansal liberalizasyon ile ilgili teorik yaklaşımlar detaylı olarak ele alınacaktır. Bunu
takiben finansal liberalizasyonun sonucu ortaya çıkan uluslararası sermaye akımı ile
ilgili literatürde yer alan teorik kavramlar ele alınacaktır. Ayrıca finansal liberalizasyon
kavramı ışığında yabancı sermayenin tanımı yapılacak, bankacılık sektörüne yabancı
sermaye girişi açıklanacak ve yabancı sermayenin Türkiye’deki tarihî gelişimi
incelenecektir.

İkinci bölümde yabancı sermayeli bankaların Türkiye’ye girişi tarihî olarak


incelenecektir. Özellikle Türkiye’de finansal liberalizasyon sürecinin başladığı 1980
sonrası ve ülkemizin iki büyük mali kriz yaşadığı 2000-2001 sonrası sektördeki

2
yabancılaşma ele alınacaktır. Daha sonra günümüzde Türkiye’deki bankacılık sektörü
incelenecektir.

Üçüncü bölümde de Türk enerji sektörünün Cumhuriyet dönemindeki gelişimi


ve yapısal özellikleri anlatılacaktır. Ayrıca Türkiye’nin uyguladığı beş yıllık kalkınma
planlarındaki enerji sektörü ile ilgili gelişmeler incelenecek ve enerjide Türkiye’nin
mevcut durumu ele alınacaktır. Buna ek olarak Türkiye’deki enerji kaynakları detaylı
olarak incelenecek ve 2008 yılında ülkemiz enerji sektöründe gerçekleşen birleşme ve
satın almalar ele alınacaktır.

Son bölüm olan dördüncü bölümde Türkiye’de enerji sektöründe faaliyet


gösteren firmaların yabancı sermayeli bankalara bakışını incelemek için uygulanan
anket ele alınacaktır. İstanbul’da faaliyet gösteren 1.369 adet enerji firmasına
ulaşılmıştır. Ancak bunların yalnızca 300 tanesi anket uygulamasına katılmayı kabul
etmiştir. Ulaşılabilen bu 300 şirketin sorulara verdiği cevaplar detaylı olarak
incelenecek ve çıkan sonuçlara göre değerlendirmeler yapılacaktır.

3
BİRİNCİ BÖLÜM
FİNANSAL LİBERALİZASYON TEORİK ve KAVRAMSAL
ÇERÇEVE
 

Globalleşmenin hızla yayıldığı 21. yüzyılda finansal liberalizasyonun önemi


daha da artmış ve üzerinde daha çok tartışılır hâle gelmiştir. Uluslararası finans sistemi,
I. Dünya Savaşı’ndan itibaren 1970’li yıllara kadar kontrolün (regülasyonların:
düzenlemelerin) yoğun olduğu bir dönem yaşamıştır. 1970’lerden sonra da tam aksi
olarak kontrolün kalktığı, finansal liberalizasyon (finansal deregülasyon) dönemi
içerisine girmiştir.

Finansal kontrolün yoğun olduğu dönemde, sermaye hareketlerinin takibi ve


finansal regülasyonlar, sistemin ana belirleyicileri olarak kabul edilmektedir. Finansal
liberalizasyon döneminde de (günümüzde dâhil olmak üzere) finansal deregülasyon
politikaları ve küreselleşme eğilimli politikalar ana belirleyici unsurlar olarak ortaya
çıkmaktadır.

Bu bölümde finansal liberalizasyon kavramı ve teorik çerçevesi detaylı olarak


incelenecektir.

1.1 Finansal Liberalizasyon (Deregülasyon, Serbestleşme) Kavramı


“Finansal liberalizasyon” sermaye hareketlerinin ülkeler arasında serbestçe
dolaşımını engelleyen unsurların ortadan kaldırılması olarak tanımlan bir kavramdır.
“Finansal liberalizasyon” finansal sistem için katı politikalar belirlemek yerine
uygulanacak politikaların yönünü ve boyutunu çizer.1 Diğer bir deyişle finansal
liberalizasyon, hükümetlerin finansal sistem üzerindeki denetim ve kısıtlamaları
kaldırdığı veya önemli ölçüde gevşettiği “deregülasyon” (kuralsızlaştırma)
uygulamalarının bir sonucudur.2

                                                            
1
Hong- Guan Le, “Financial Openness and Financial Integration”, Asia Pasific School of Economics and
Management, DI00-4, 2000, ss. 3-5.  
2
M. Tuba Ongun, “Finansal Globalleşme”, Ekonomik Yaklaşım, Cilt: 4, Sayı: 9, 1993, s. 38. 

4
Finansal liberalizasyon geniş anlamda kredi kontrollerinin kaldırılması, faiz
oranlarının serbest piyasada belirlenmesi, bankacılık ve finansal sektöre giriş serbestliği,
banka özerkliği, bankaların özel mülkiyeti ve uluslararası sermaye hareketliliğinin
serbestliği olarak tanımlanabilmektedir. Kaminsky ve Schmukler’e göre3 finansal
liberalizasyon; hisse senedi piyasasının, yerli finansal piyasaların ve sermaye
hareketlerinin serbestleşmesidir. Kaminsky ve Schmukler’in tanımında belirtilen
serbestleşme boyutlarının en az ikisinde serbestleşme olduğunda “kısmî finansal
serbestlik” oluşmaktadır. Bu boyutlardan en az ikisinde tam serbestlik ve geri kalanında
kısmî serbestlik olduğunda ise “tam finansal serbestlik” ortaya çıkmaktadır.

Teorik olarak finansal liberalizasyon, gelişmekte olan ülkelerin yatırım ve


tasarruf dengesizlikleri ile yüksek kamu açıklarını dışarıdan finans edebilmeyi ve
yüksek borç oranlarını dışarıdan ucuz yolla sermaye çekerek kapatabilmeyi
hedeflemektedir. Finansal liberalizasyonun temelinde neo-liberal politikalar
bulunmaktadır. Finansal liberalizasyon teorisine göre iktisadi birimlerin kararları kâr
amacına yöneliktir. Bu şekilde alınan kararlar ile de kaynaklar verimliliği yüksek
alanlara aktarılır ve üretimde etkinlik sağlanmış olur.

Finansal liberalizasyon, gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere sermaye


akımını kolaylaştırmanın ve böylece dünya ekonomik dengesini sağlamanın anahtarı
olarak kabul edilir. Finansal liberalizasyonun nihai hedefi, dünya finansal
bütünleşmesini sağlamaktır. Finansal liberalizasyon ile Türkiye gibi gelişmekte olan
ülkeler, yatırım ve tasarruflarındaki dengesizlikleri, sahip oldukları yüksek kamu
açıklarını ve yüksek borç oranlarını dışarıdan ucuza sermaye bularak finanse etmek
imkânı sağlayabilmektedirler. Özetle finansal liberalizasyon ile ulusal ekonomilerde
yerli/yabancı sermaye ayırımı kalkmış ve yabancı sermayeyi çekmek için çeşitli
düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır.

Ulusal finansal piyasaların liberalizasyonu üç şekilde gerçekleşebilir. Birincisi,


herhangi bir ülkenin vatandaşlarının kendi ülkeleri dışında bir ülkenin piyasasından
borçlanabilmeleri ve yabancı ülke vatandaşlarının da o ülkeden borçlanabilmeleri ile

                                                            
3
Graciela Laura Kaminsky and Sergio L. Schmukler, “Short Run Pain Long Run Gain: The Effects of Financial
Liberalization”, IMF Working Paper, No: 9787, 2003, s. 34. 

5
gerçekleşir. İkincisi, herhangi bir ülkenin vatandaşlarının kendi ülkeleri dışındaki
ülkelere sermaye transferi yapabilmeleri veya o ülkelerde menkul kıymet edinebilmeleri
ve yabancı ülke vatandaşlarının da bu ülke içinde aynı işlemleri yapabilmeleri ile olur.
Üçüncüsü, herhangi bir ülkenin vatandaşlarının kendi para birimleri dışındaki para
birimleriyle borç-yatırım ilişkisine girmesi ile gerçekleşir.4

Finansal liberalizasyon sonrası artan sermaye hareketleri geldikleri ülkelerde


yatırımları artırarak büyümeyi olumlu bir şekilde etkiler. Ancak bazen artan sermaye
hareketleri finansal istikrarsızlığa yol açarak krizlere neden olabilmektedir.

Uygulamada finansal liberalizasyon, iç finansal liberalizasyon ve dış finansal


liberalizasyon diye ikiye ayrılmaktadır. İç finansal liberalizasyon, yurt içi para ve
sermaye piyasalarındaki kamu kural ve kısıtlamalarının kaldırılması ve faiz oranlarının
yurt içi para piyasası tarafından belirlenmesidir. Ayrıca faiz üzerindeki yüksek karşılık
oranları, vergi ve fonlar gibi mali yüklerin azaltılması, kredi tavanlarının kaldırılması,
finansal piyasaya girişlerin kolaylaştırılması, finansal araçların çeşitlendirilmesi ve hisse
senedi piyasalarının serbestleşmesi de iç finansal liberalizasyon kavramı
5
kapsamındadır.

İç finansal liberalizasyonun en önemli ayağı bankacılık sektörünün


serbestleşmesidir. Bankacılık ve finans sektöründeki yüksek karşılık oranlarının, vergi
ve fon gibi yüklerin ve finans piyasasındaki işlem maliyetlerinin azaltılması bankacılık
sektörünün serbestleşmesi için atılması gereken önemli adımlardır. Bir ülkede
bankacılık sektöründe serbestleşme sağlandığında iç piyasada yatırımlar verimli
alanlara kayar. Böylelikle söz konusu ülke, kaynaklarını etkin kullanmış olur.
Dolayısıyla ödünç verilebilir fon arz ve talebi artar, finansal araç çeşitleri çoğalır. Bu da
bu ülkedeki finansal piyasaların derinleşmesini sağlar.

Dış finansal liberalizasyon ise bir ülkenin yerli piyasa oyuncularının


yurtdışında, yabancı piyasa oyuncularının ise yurt içinde herhangi bir engel veya
yükümlülükle karşılaşmadan finansal piyasalarda işlem yapabilmesidir. Dış finansal

                                                            
4
Le, a.g.e., s. 3. 
5
Ahmet Şengönül, Metin Altıok ve Rana Gürbüz, “Finansal Serbestleşme Sürecinde Türkiye'de Kısa Vadeli Sermaye
Akımlarının Makroekonomik Etkileri”, İktisat İşletme ve Finans, Cilt 22, Sayı: 252, 2007, s. 28. 

6
liberalleşme ile yurt içinden yurt dışına doğru sermaye çıkışlarının ve yurt dışından yurt
içine doğru sermaye girişlerinin serbestleşmesi amaçlanmaktadır.6 Dış finansal
liberalizasyon iki aşamalı olarak gerçekleştirilir. İlk aşamada yurt içindeki döviz
kontrolleri ortadan kaldırılır. İkinci aşamada ise kambiyo serbestliği ve sermaye
hareketi serbestliği sağlanır.

Dış Finansal Liberalizasyon ile sermaye hareketlerinin liberalleşmesi sonucu


piyasada rekabetin artırması, sermaye piyasasında uzmanlaşmayı zorunlu kılar ve
uluslararası ticarette verimliliğe olumlu katkıda bulunur. Ayrıca tasarrufların ve
ekonomideki kaynakların etkin kullanımını, yatırımcıların portföylerini çeşitlendirme
imkânı bulmalarını ve böylelikle risklerini azaltarak daha istikrarlı gelir elde etmelerini
sağlar. Sermaye serbest olarak dolaşmaya başladığında uzun dönemde faktör gelirleri
eşitlenme eğilimine girmektedir.7

İç finansal liberalizasyon, dış finansal liberalizasyon ile desteklenmelidir. İç ve


dış finansal liberalizasyonun amacı, tasarruf fazlası olan ülkelerden sermayeyi tasarruf
ihtiyacı olan ülkelere aktarabilmektir. Böylelikle tasarruf fazlası olan ülkeler bu fazlalığı
değerlendirir, kendi ülkeleri üzerindeki enflasyonist baskıdan kurtulurlar. Tasarruf açığı
olan ülkeler de kalkınmaları için gerekli olan finansmanı sağlamış olurlar. Yaşanan bu
karşılıklı sermaye transferi, ülkeler arası faiz oranları eşitleninceye kadar devam eder.

1.2. Dünya’da Finansal Liberalizasyonun Tarihsel Gelişim Süreci


XVI. yüzyıldan XVII. yüzyılın sonlarına kadar dünyada geçerli olan ekonomik
ve siyasî düşünce akımı, yoğun devlet müdahaleciliğine dayalı olan “merkantilizm”dir.
Bu ekonomik akıma göre ülkelerin dış ticaret politikasının temel amacı, hazinenin altın
stokunu arttırmaktır. Çünkü bu görüşe göre servetin kaynağını altın ve değerli madenler
oluşturmaktadır. Ayrıca altın stoku ekonomik ve siyasî gücün de göstergesidir.8

Ancak XVIII. ve XIX. yüzyılda İngiltere’nin başı çekmesi ile Avrupa’da


meydana gelen sanayi devriminden sonra dünyaya merkantilizm yerine daha liberal
görüşler hâkim olmaya başlamıştır. Çünkü İngiltere’de başlayan sanayi devrimi, üretimi
                                                            
6
Le, a.g.e., s. 24-32. 
7
Kaminsky ve diğerleri, a.g.e., s. 18. 
8
Halil Seyidoğlu, Uluslararası İktisat Teori Politika ve Uygulama, 16. basım, İstanbul: Güzem Can Yayınları,
2007, s. 20. 

7
artırmış ve dolayısıyla ülkelerin dış pazarlara açılma ihtiyacını doğurmuştur. Böylece
XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünyaya hâkim olan merkantalizmin yerini
David Hume ve Adam Smith’in öncülüğünü yaptığı “klasik liberalizm” almıştır.

Klasik liberalizm günümüzdeki “küreselleşme” ve “finansal liberalizasyon”


kavramlarının temelini oluşturmuştur. Klasik liberalizm’e göre bütün bireyler ekonomik
çıkarlarına göre hareket ederler (homo economicus: ekonomik insan) ve devlet kişilerin
bireysel girişim haklarını kısıtlamamalıdır (laissez faire, laissez passer - bırakınız
yapsınlar, bırakınız geçsinler).9 Çünkü bireyler kendi çıkarları peşinde koşarak
toplumsal çıkarlara da hizmet etmiş olurlar. Bu akım, ekonomik hayatta düzen sağlayan
bir “görünmez el (invisible hand)”in varlığını esas alarak fiyat mekanizmasını
açıklamıştır. Özetle klasik liberalizm ekonomik hayatta düzeni, fiyat mekanizmasının
kendiliğinden sağladığını ve dolayısıyla herhangi bir müdahaleye gerek olmadığını
savunmaktadır.

Ekonomi biliminin tarihine bakıldığında bireylerin ihtiyaçlarını karşılamak için


yapmak zorunda oldukları alışverişin ilk başta takas (barter) -el değiştirme- şeklinde
gerçekleştiği ve uygulanan ilk para siteminin de altına dayalı olduğu görülmektedir.
Uluslararası altın standardı dünyada 1850’li yıllarda kullanılmaya başlanmış ve
1914’lere kadar devam etmiştir. Bu sistemin en belirgin özelliği, ekonomide kontrolün
olmayışı ve yükümlülüklerin ağır basmasıdır.10 Bu dönemde kıt kaynak olan altının yanı
sıra tedavülde kullanılan parasal araçlar; gümüş para, altın karşılığı olan banknot,
karşılığı olmayan kâğıt para, kıymetli madenden oluşmayan bozukluk ve hazine iç
borçlanma kâğıtları olarak sayılabilir.11 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı bu
sisteme büyük sekte vurmuştur. Bu dönemde ülkeler altın rezervlerini koruyabilmek
için parasal politikalar uygulamaya ve kâğıt paraları altına dönüştürememeye
başlamışlardır. Savaş sonrası dönemde ise savaşın ülke ekonomilerine verdiği tahribat
sonucu ortaya çıkan hiper-enflasyon bu sisteme geri dönüşü imkânsız hâle getirmiş ve
dünyada esnek kur sistemi uygulanmaya başlanmıştır.

                                                            
9
Seyidoğlu, a.g.e., s. 23. 
10
Hakan Rodoplu, “Finansal Liberalizasyonun Gelişmekte Olan Ülke Ekonomileri Üzerindeki Etkileri: Türkiye
Ekonomisi Örneği”, Doktora Tezi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kocaeli, 2004, s. 6. 
11
Barry Eichengreen and Marc Flandreau, The Gold Standard in Theory and History, 2. basım, New York:
Routledge,1997, s. 34.  

8
Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı arasında geçen dönemde dünya
ekonomisi çok ciddi bir kargaşa yaşamıştır. Bunun sonucu olarak İkinci Dünya Savaşı
sonrasında finansal sistemdeki bu problemleri çözmek için altın- döviz standardı olan
“Bretton Woods” antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre ABD doları altına diğer
ülke paraları dolara bağlanmıştır.12 Tek amacı cari dengeyi sağlamak olan bu sistem,
1970’li yılların başına kadar gayet başarılı devam etmiştir.

Ancak bu sistemde uygulanan zorunlu sabit kur politikaları, ülkelerin


karşılaştıkları iç ve dış denge sorunlarını çözmekte zorlanmıştır. Dolayısıyla 1970’li
yılların başında ödemeler dengesi problemlerinin artması, dolar bolluğunun meydana
getirdiği likidite problemi, ABD ekonomisinin güç kaybetmesi ile birlikte ABD dolarına
olan güvenin zayıflaması, tüketim fiyatlarındaki hızlı artış ve en önemlisi de 1973-1974
yıllarında meydana gelen petrol krizi Bretton Woods sisteminin sonu olmuştur.13 Bu
sistemin sona ermesi ile günümüzde geçerli olan sistem uygulamaya girmiştir. Bu
sistemin sonu da 2007’de başlayan 2008’de en zirve noktasına çıkan ve etkileri hâlen
devam etmekte olan subprime mortgage (riskli ipotekli konut finansmanı) krizi ile
gelmiştir. Bundan sonra yenidünya düzeninin nasıl oluşacağı konusunda hâlihazırda
somut ipuçları yoktur. Ancak Çin ve Hindistan’ın başı çektiği Ortadoğu ve Asya’nın
egemen olduğu bir ekonomik sistemin kurulmasının kaçınılmaz olduğu düşünülebilir.

1970’li yılların başında Bretton Woods sisteminin çökmesi ile ülkelerin


paraları yalnızca nominal değerlerine göre işlem görmeye başlamıştır. Bu da finansal
sistemde döviz kurları açısından bir yandan önemli riskler oluşturmakla beraber diğer
yandan da spekülatif hareketlerin ön plana çıkmasına neden olmuştur. Böylece finansal
sermayenin uluslararası hareket etmesini gerektirecek bir ortam oluşmuştur. Bu da
finansal liberalizasyon kavramının dünya ülkeleri tarafından benimsenmesine yol
açmıştır. Finansal liberalizasyon kavramı, 1970’lerin başında Bretton Woods sisteminin
yıkılması ve devletin ekonomiye müdahalesine tepki olarak McKinnon (1973) ve Shaw
(1973) önderliğinde ortaya çıkmıştır. McKinnon ve Shaw kısaca finansal sistemin
liberalleşmesinin ekonomik büyümeyi artırıcı etkileri olduğunu ifade etmişlerdir. Bu

                                                            
12
Paul R. Krugman and Maurice Obstfeld, International Economics: Theory and Policy, 2. basım, New York:
Harper- Collins Publishers Inc., 1991, s. 525. 
13
Rodoplu, a.g.e., s. 9. 

9
tezi yapısalcı yaklaşım izlemiştir. Finansal liberalizasyonla ilgili literatürde yerlerini
alan diğer ekonomik akımlar, birbirinin eleştirisi şeklinde devam eder: Neo-Keynesyen,
post-Keynesyen model, Grabel’in “spekülatif gelişme modeli” ve Marksist yaklaşımdır.
Bu teoriler bir sonraki bölümde daha detaylı olarak incelenecektir.

1.3. Finansal Liberalizasyonla İlgili Teorik Yaklaşımlar


Dünyanın hızlı bir değişim ile beraber finansal liberalizasyon dönemine girdiği
1970’li yıllarda bu kavramla ilgili mevcut ekonomik yaklaşımlar çeşitli yorumlarla
ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımlar aşağıdaki bölümlerde detaylı olarak incelenecektir.

1.3.1. Neo-Klasik Ekol: McKinnon-Shaw Yaklaşımı


Gelişmekte olan ülkelerde uygulanan finansal kontrol ve kısıtlamalar,
makroekonomik istikrarsızlığın ana sebebi olarak görülmektedir. Bu durum finansal
sistemin serbestleşmesi gerektiği görüşünü desteklemektedir. Gelişmekte olan ülkelerle
ilgili olarak bu görüşleri esas alarak çalışma yapan iktisatçıların başında McKinnon ve
Shaw gelmektedir. McKinnon ve Shaw gelişmekte olan ülkelerde uygulanan finansal
kontrollerin, uzun dönemde bu ülkelerin ekonomisindeki olumsuz etkileri üzerinde
çalıştı. McKinnon ve Shaw özetle finansal sistemin serbestleşmesi ile ülke ekonomileri
üzerindeki olumsuz etkilerin giderilebileceğini savunmaktadır.14 Finansal serbestlik
yatırım dalgalarını uyaracak, bu da ülkelerin kalkınma temposunu hızlandıracaktır.15
McKinnon ve Shaw yaklaşımı temelini ödünç verilebilinir fonlar teorisinden almıştır.
Günümüz dünyasına hâkim olan küreselleşmenin finansal açıdan dışa açılan
penceresidir.16

Bu teoride finansal baskı (financial repression), piyasa denge faiz oranı altında
bir tavan belirleyerek reel faizlerin yükselmesinin önlenmesi olarak tanımlanmaktadır.
McKinnon ve Shaw, faiz üzerindeki bu baskının kalkması ile sermayenin göreceli
olarak bol ama getirisinin az olduğu (gelişmiş) ülkelerden göreceli olarak kıt ama
getirisinin çok olduğu (gelişmekte olan) ülkelere akarak finansal derinliğin artacağını

                                                            
14
Ufuk Başoğlu, Ali Ceylan, İlker Parasız, Finans: Teori, Kurum, Uygulama, 2. basım, Bursa: Ekin Basın Yayın
Dağıtım, 2009, s. 525. 
15
Fikret Bila, “Ponzi Tipi Kısır Döngü”, Milliyet Gazetesi, 21.07.2001,
http://www.milliyet.com.tr/2001/07/22/yazar/bila.html (11/07/2009) 
16
Burak Atamtürk,”Gelişmekte Olan Ülkelerde ve Türkiye’de Finansal Serbestleşmenin İç Tasarruflar Üzerine
Etkisi”, Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt XXIII, Sayı 2, 2007, s. 76. 

10
savunmaktadır. Böylece hem ülkeler arası faiz oranı eşitlenecek hem de iç tasarrufları
yetersiz olan gelişmekte olan ülkeler kendilerine kaynak sağlamış olacaktır. Bunun
sonucu olarak bu ülkelerde yatırım, üretim ve ihracat hacmi genişleyecek, teknolojik
gelişim hızlanacak, rekabet artacak ve finansal piyasalar derinleşecektir. Böylece
gelişmekte olan ülke ekonomileri ile gelişmiş ülke ekonomileri arasındaki farklar çok
azalacaktır. Ayrıca gelişmekte olan ülkelerde reel faizin yüksek olmasına sebep olan
finansal liberalizasyon, aynı zamanda yurt içi tasarrufları uyararak iç tasarrufları
arttırmaktadır.17

McKinnon ve Shaw yaklaşımına göre yatırım reel faiz oranı ile pozitif
ilişkidedir. Yani faiz oranındaki artış finansal aracılık vasıtası ile finansal tasarrufların
hacmini arttırmaktadır. Bu da yatırım için gerekli fonların açığa çıkmasına sebep
olmaktadır.18 Bu sistem ayrıca potansiyel yatırımcıları da tasarruf yapmaya eğilimli hâle
getirecektir. Bu yaklaşımın dayandığı temel varsayımlar, ekonomik birimlerin kendi
kendini finanse etmesi ve yatırımların bölünmez olmasıdır.19

Finansal baskı görüşleri McKinnon-Shaw hipotezi olarak bilinse de McKinnon


ile Shaw arasında vurgulanan konular açısından bazı farklılıklar bulunmaktadır.
McKinnon oto-finansman kaynaklarıyla finanse edilen yatırımlar ile faiz oranları
arasında yoğunlaşmıştır. Shaw ise dış mali kaynaklar ile mali derinleşme arasındaki
ilişkinin önemi üzerinde durmuştur. Sonuç olarak her iki görüş de birbirini
tamamlamaktadır.20

Ayrıca McKinnon ekonomik büyümenin temel belirleyicisinin para olduğunu


savunur. McKinnon’a göre gelişmekte olan ülkelerde finansal piyasaların başlangıç
aşamasında gelişmemiş ve para-sermaye piyasaları olarak bölündüğünden para ve fiziki
sermaye birbirinin ikamesi değil tamamlayıcısıdır. McKinnon’ın tamamlayıcılık
hipotezine göre para balanslarındaki artış, fiziki sermaye birikimini engellemez aksine

                                                            
17
Atamtürk, a.g.e., s. 76-77. 
18
Yaw Asante, “Determinants of Private Investment Behavior”, AERC Research Paper 100, Mart 2000, s. 2. 
19
Sayım Işık, Harun Doğan, Cem Kadılar, “Ekonomik Büyümede Para ve Fiziki Sermaye: McKinnon tamamlayıcılık
hipotezinin Türkiye için testi”, İktisat İşletme ve Finans, 20. yıl, Ağustos 2005, s. 40. 
20
Selim Soydemir, Türkiye’de Finansal Fon Akımları (1982-1993), I. Basım, Ankara: SPK Yayınları, 1998, s. 9.  

11
teşvik eder. Çünkü yüksek faiz oranlarının para talebini arttırması ile yüksek yatırım
miktarı ortaya çıkmaktadır.21

McKinnon’a göre finansal baskı altında para otoritesi tarafından belirlenmiş


negatif veya düşük reel faiz oranları, tasarruf miktarını azaltarak ve kaynakların etkin
dağılımını engelleyerek finansal piyasaların bölünmesine ve bankacılık sisteminin
finansal aracılık rolünün olumsuz etkilenmesine sebep olmaktadır. Bu durumda
bankacılık sistemi kanalıyla ödünç verilebilir fonlar azalır, bu da potansiyel
yatırımcıların sadece kendi mali kaynaklarına yönelmelerine sebep olur ve yatırımlar
için likit varlık birikimini sınırlandırır. Böyle bir ortamda da mali derinleşmenin olması
çok zordur.22

Shaw’a göre finansal sektör; finansal varlıklar ve finansal hizmetler için


oluşturulmuş karmaşık piyasalardır.23 Shaw’un “borcun aracılandırılması” modeline
göre mevduatlara uygulanan faiz oranlarındaki artış piyasa oyuncularının mevduat
talebini arttırır dolayısıyla bankacılık sektörünün kredi kapasitesi yükselir. Böylece yurt
dışındaki yatırımcılar yurt içine çekilir ve yurt içi finansal piyasaların derinleşmesi
sağlanır. Shaw’a göre finansal derinliğin artmasında yurt dışından gelen fonlar, yurt içi
fonlardan daha etkilidir. Shaw, finansal liberalizasyon ile likidite rezervlerinin
artacağını ve uygulanan politikalar neticesinde gelir dağılımının eşitleneceğini
savunmuştur.

Başlangıçta farklı argümanlar ileri sürseler de McKinnon ve Shaw’un


yaklaşımları finansal baskı politikaları büyümeyi olumsuz etkiler anlayışıyla birbirlerini
tamamlarlar.

Ancak McKinnon-Shaw yaklaşımı uygulamada beklenen sonucu alamamıştır.


Özellikle finansal liberalizasyon ile yükselen faizler, yurt içindeki tasarruf ve yatırımları
uyarmada başarısız olmuş ve dış tasarrufları (dış borçları) beklenmedik ölçüde
arttırmıştır. Ayrıca bu sistem, iç borçlarda da önemli artışlara yol açmıştır. Büyük
bankalar ve uluslararası piyasalarla bağlantısı olan işletmeler ucuz kredilere ulaşabilmiş
                                                            
21
Işık ve diğerleri, a.g.m., s. 38. 
22
Soydemir, a.g.k., s. 9.  
23
Edward S. Shaw, Financial Deepining in Economic Development, New York: Oxford University Press, 1973, s.
3.  

12
ancak yüksek maliyetlerle yurt içi piyasalardan kredi alan küçük işletmelerin borçları
sürekli olarak yükselmiştir. Bu durum sonucunda da 1980’lerin ortasında yeni
serbestleşen bu finansal piyasalar çökmüş ve hükümetler kaçınılmaz olarak finansal
piyasalara müdahale etmişlerdir. Bu sebepten ötürü McKinnon-Shaw yaklaşımı
eleştirilmeye başlanmıştır. Bu eleştirilerin başını da “yapısalcı yaklaşım” çekmektedir.

1.3.2. Yapısalcı Yaklaşım


Yapısalcı yaklaşım, 1980’li yılların başlarında McKinnon ve Shaw yaklaşımına
tepki olarak Taylor (1983) ve Wijnbergen (1982-1983) öncülüğünde ortaya çıkmıştır.
Finansal serbestleşmeye karşı çıkan yapısalcı yaklaşım, ılımlı finansal kontrolü
savunmaktadır.

Taylor, McKinnon-Shaw modelinin aksine faiz hadlerindeki bir artışın


ekonomide daralmaya neden olacağını öne sürmüştür. Finansal serbestleşme
reformunun başarılı olması durumunda bile sağlanan sermaye birikiminin yurt içi
finansal sistemin dalgalanan istikrarsız bir yapıya dönüşmesine neden olacağını
vurgulamıştır. Bu yaklaşım, yatırım ve teknolojinin merkezi bir otorite tarafından
doğrudan uyarılması/yönlendirilmesi ile sürdürülebilir bir kalkınmanın sağlanmasının
çok daha mümkün olacağını savunmaktadır.24

Maxwell J. Fry’a göre yapısalcı modellerin McKinnon-Shaw modelinden


farkları şöyle sıralanabilir:

1. Yapısalcı yaklaşıma göre ücretler dış kaynaklar tarafından belirlenmektedir.

2. Yapısalcı yaklaşımda enflasyon, sermaye sahiplerinin ve çalışanların göreli


ağırlığına göre belirlenir.

3. Yapısalcı yaklaşımda tasarrufların kaynağı hane halkının geliri değil elde


ettikleri kârdır.

4. Yapısalcı yaklaşımda fiyatların genel düzeyi; çalışma maliyetleri, ithalat ve


üretken sermayenin finansmanı üzerindeki sabit oranlara göre belirlenir.
                                                            
24
Uğur Emek, ”Finansal Piyasalarda Serbestleşmenin İktisadi Büyüme Üzerine Etkisi”, Rekabet Dergisi, Sayı 3, s.
59-84. 

13
5. Yapısalcı yaklaşıma göre gelişmekte olan ülkeler, birincil madde ve ara mal
ithalatlarına ciddi anlamda bağımlıdır.

Yapısalcı yaklaşıma göre finansal liberalizasyon sonucu artan faiz oranları


gelişmekte olan ülkelerde maliyetleri ve dolayısıyla fiyatların genel düzeyini artırarak
enflasyona sebep olmaktadır. Yapısalcı yaklaşım, fon piyasalarının en önemli oyuncusu
olan bankacılık sektörü dışında finansal aracılık yapan kurumlara da önem veren bir
sistemdir. Bu yaklaşım, bankacılık sektörü dışında finansal aracılık yapan kurumların da
ekonomik büyüme için itici bir kuvvet olduğunu savunmaktadır.25 Yapısalcı yaklaşım,
bankacılık sektöründe kullanılan mevduat munzam karşılığı oranının ekonomide
sızıntılara sebep olması dolayısıyla azaltılması veya kaldırılması taraftarıdır. Enformel
sektörde bu tarz kesintiler olmaması, ülkeye yatırımların çekilmesi ve ekonomik
büyümeyi olumlu etkilemesi açısından önemlidir.26

Yapısalcı yaklaşım, gelişmekte olan ülkelerde uygulanan sıkı maliye


politikalarının faiz oranlarının yükselmesini önleyerek yatırımların ve ekonomik
büyümenin hızlanmasını sağlayacağını savunur, enflasyonu aşağı çekici bir etki
yapacağını ifade eder. Yapısalcı yaklaşım aynı zamanda sıkı maliye politikası
uygulandığında tasarrufların artması için resmi ve örgütlenmemiş (enformel) para
piyasasının da etkin bir şekilde çalışması gerektiğini belirtmektedir.27

1.3.3. Neo- Keynesyen Yaklaşım


McKinnon ve Shaw Teorisi’nin açıkça önerdikleri ve destekledikleri finansal
liberalizasyonun Latin Amerika ülkeleri gibi dünyanın bazı bölgelerinde başarısız
uygulamaları yaşanmıştır. Neo-Keynesyen yaklaşım, finansal liberalizasyonu neo-klasik
yaklaşımdan farklı olarak iki ana başlık altında eleştirmektedir. Bunlardan birincisi, faiz
ve gelirin etkileşim mekanizmalarına olan farklı bakış açısı, ikincisi de mal ve para
piyasalarında yapılan ayrımla ilgilidir.28

                                                            
25
Baptiste Venet, "Finansal Liberalizasyon ve Ekonomik Gelişme", Çev. Canan Özatalay, İktisat Dergisi, Sayı: 438,
2003, s. 65. 
26
Muhsin Kar ve Seyhan Taş, İktisadi Kalkınmada Para ve Sermayenin Yeri, Kalkınma Ekonomisi Seçme
Konular, Bursa: Ekin Kitapevi, 2004, s. 168. 
27
Faruk Çolak, Tezer Öçal, Finansal Sistem ve Bankalar, İstanbul: Nobel Yayın Dağıtım, 1999, s. 275. 
28
Amitava K. Dutt, “Intrest Rate Policy in LDCs: a Post Keynesian View”, Journal of Post Keynesian Economics,
Vol.13, No. 2, Winter 90-91, s. 212. 

14
Bu yaklaşıma göre, finansal liberalizasyon sonucu artan faiz oranları
tasarrufları artırmaz. Burada tasarruflar, faizin değil gelirin bir fonksiyonudur. Neo-
Keynesyen yaklaşıma göre düşük faiz oranları yatırımları ve ekonomik büyümeyi
olumlu yönde etkilemektedir. Gelir düzeyi tarafından belirlenen tasarruflar ise faiz
oranına duyarlı olmadıkları için bu durumdan olumsuz etkilenmeyecektir. Neo-
Keynesyen yaklaşımda büyüme sürecinin temel değişkeni yatırımdır. Bu yaklaşıma
göre artan faiz oranları yatırımları negatif etkiler. Keynesyen yaklaşım, finansal
liberalizasyon ile artan faiz oranları sonucu yükselen tasarrufun talebi negatif yönde
etkileyerek ekonomik durgunluğa sebep olacağını savunur. Neo-Keynesyen yaklaşım
ayrıca mal piyasaları ile finansal piyasaların birbirinden farklı olduğunu belirtir. Mal
piyasalarında malın teslimi ve mal bedelinin alıcıdan tahsil edilmesi aynı zamanda
olmaktadır. Oysa finansal piyasalarda verilen kredilerin bedeli gecikmeli olarak tahsil
edilmektedir. Bu da finansal piyasalarda var olan istikrarsızlığın ana sebebi olarak
gösterilen asimetrik bilgi kavramını ortaya çıkarmaktadır.29 Diğer bir değişle borçlu ve
kreditör eşit bilgiye sahip değildir. Bunun sonucu olarak da banka yöneticileri kredi
taleplerini yerine getirememekte ve tayınlamaya gitmektedirler. Kredi tayınlaması,
üretim yapmak amaçlı olan firmaların finansmanının zora girmesi demektir.

Finansal liberalizasyon, ulusal paranın aşırı değer kazanmasını sağlarken


bunun sonucunda ticari mallar sektörünün rekabet gücünün azalmasına ve bu sektörde
daralmaya neden olmaktadır. Bu da toplam talepte düşüşe yol açmaktadır. Ayrıca
bankalar bu sistemde kısa vadeli borçlanıp uzun vadeli kredi tahsisine giderler. Bu da
bankalar açısından önemli kayıplara neden olmaktadır. Neo-Keynesyenler, finansal
baskı politikalarının sistemde istikrar sağlamanın en önemli yolu olduğunu ifade
etmektedirler.

1.3.4. Post- Keynesyen Yaklaşım


Post-Keynesyen yaklaşım, Neo-Keynesyen yaklaşım gibi Keynesyen
yaklaşımın ana öğelerine sahip olmasına rağmen bu iki yaklaşım birbirlerinden farklıdır.
Bu farklılığın ana sebebi, finansal sistemde oluşan beklentiler ve bu beklentilerin

                                                            
29
B. Greenwald ve Joseph E. Stiglitz, “Keynesian, New Keynesian and New Classical Economics”, Oxford
Economic Papers, Vol.39, 1987, s. 123. 

15
yönüdür.30 Geçmiş yüzyılların ekonomik deneyimlerine dayanan Post-Keynesyen
yaklaşım, gelecekle ilgili alınan ekonomik kararların fertler tarafından oluşturulduğunu
ifade etmektedir. Bu sebeple Post-Keynesyen yaklaşım, geleceğin belirsiz olduğunu ve
bu belirsizliğin spekülatif hareketlere sebep olduğunu belirtmektedir. Post-
Keynesyenler, McKinnon Shaw yaklaşımının tersine, finansal serbestleşme ile hız
kazanan sermaye hareketlerinin spekülatif hareketleri artıracağını ve ekonomik
büyümenin olumsuz yönde etkilenebileceğini ifade etmektedirler.31

1.3.5. Spekülatif Gelişme Modeli


Spekülatif gelişme modeli, Neo-Keynesyen ve Post-Keynesyen yaklaşımların
bir sentezi olarak 1995 yılında Grabel tarafından geliştirilmiştir. Grabel, finansal
liberalleşme sonucu artan faiz oranları neticesinde yüksek riskli, yüksek getirili ve kısa
vadeli spekülatif faaliyetlerin artmasının, ekonomik büyüme üzerinde negatif etki
oluşturabileceğini ifade etmektedir.32

Grabel’e göre finansal liberalizasyon politikaları, yatırımcıların anlık


coşkularıyla birlikte menkul kıymetlerin fiyatlarında spekülatif nitelikli değerlenmelere,
aşırı derecede yüksek faiz hadlerine ve iktisadi aktivitenin sanayi yatırımlarından
giderek finansal hareketlere yönelmesine neden olmaktadır.33 Grabel, finansal
deregülasyon sonucu yaşanan büyümenin spekülatif olduğunu ve bu sebepten ötürü
ekonomik kriz doğurma ihtimalinin yüksek olduğunu belirtmektedir.

1.3.6. Marksist Yaklaşım


Marksizm, Karl Marx'ın ve Friedrich Engels'in görüşlerini temel alır. Sanayi
devrimi dönemi ve işçi sınıfının ortaya çıkışı sonucudur. 20. yüzyıla damgasını vuran
ekonomik akımlardan biridir. Ekonomik piyasaların hiçbir düzenleme veya kontrole
gerek kalmadan kendi kendini dengeye getireceğini ifade eden finansal liberalizasyonun
aksine Marksizm ekonomik değer olarak emeği esas alır. Ekonomik piyasalarda dengeyi

                                                            
30
Şevki Özbilen, Finansal Deregülasyonun Türkiye Ekonomisine Etkileri, 2000,
www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/sevki1.pdf (20.05.2008) 
31
Vural Savaş, Keynesyen İktisat Yıkılırken, İstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası, 1984, s. 160.  
32
Ilene Grabel, “Speculation-led economic development: a post-Keynesian interpretation of financial liberalization
programmes in the Third World”, International Review of Applied Economics, Volume 9, Issue 2, 1995, s. 127-
149. 
33
Erinç Yeldan, “Neoliberal Küreselleşme İdeolijisinin Kalkınma Söylemi Üzerine Değerlendirmeler”, Bilkent
Üniversitesi, Praksis Dergisi, Sayı:7, 2002, s. 1. 

16
sağlamak ve herkese eşit fırsatlar sunabilmek için merkezi bir otorite ve kontrol
merkezinin olmasının gerekliliğini savunur.

Marksizmin temel kuramı sınıflar savaşıdır. Kullandığı yöntem diyalektik


materyalizmdir. Bu görüşün temel önermeleri şunlardır:

(a) Tarih, sınıf mücadeleleri tarihidir

(b) Sermaye düzeninin kaynağında ücretli emek sömürüsü vardır

(c) İşçi sınıfı kendini kurtarabilmek için bünyesinde şekillendirdiği toplumsal-


iktisadi sistem olarak sermaye düzenini lağvetmek zorundadır

(d) İşçi sınıfı, kendi bağımsız partisiyle bunu yapacak aslî toplumsal
unsurdur.34

Marksist iktisatçılara göre finansal liberalizasyon, kapitalizmi azalan kâr


hadleri sonucu girdiği krizden kurtarmak için uygulanan neo-liberal politikalardır. Bu
nedenle marksist iktisatçılar, finansal liberalizasyon teori ve uygulamalarına karşı
tepkilidirler. Marksist teoriye göre azalan kâr haddi gerçeği, kapitalizmin sonucu ortaya
çıkan ve bu sistem içinde bağımlılık oluşturan bir gerçektir. Marksist iktisatçılara göre
sermayenin küreselleşme süreci; uluslararası ticaretin azalmasına, pazarın küçülmesine,
hane halkının satın alma gücünün düşmesine, hane halkının birikiminin görece
daralmasına, hane halkının/şirketlerin kâr oranlarının düşüşüne, şirketlerin üretim
kapasitesinin daralmasına, resesyonlara, yoksulluğun yaygınlaşmasına, dünya
düzleminde kuzey/güney; toplumsal temelde de emek/sermaye ayrımının
keskinleşmesine yol açmaktadır.35

Marksist iktisatçılar, finansal liberalizasyonun özellikle gelişmekte olan


ülkeleri daha çok negatif olarak etkilediğini ifade etmektedir. Çünkü finansal
liberalizasyon ne yoksul ne de ekonomik büyüme yanlısıdır. Dolayısıyla bu sistemin

                                                            
34
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, 1988,
http://dusuncekahvesi.wordpress.com/2009/04/01/marksizmin-ana-kavramlari/ (12/07/2009) 
35
Temel Demirer, Gericilik Döneminde Dünya ve Türkiye, I. Basım, İstanbul: Sorun Yayınları, 1993, s. 48. 

17
yaptığı deregülasyonlar çoğu kez gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini istikrarsızlığa
sürüklemiş ve yoksul hane halklarının krediye erişmesini engellemiştir.

1.4. Uluslararası Sermaye Akımları Teorileri


“Finansal liberalizasyon” kavramının dünya ekonomik sistemine özellikle
1980’li yılların başında hâkim olması ile uluslararası sermaye akımı hareketleri de
dünya ekonomisinde önemli yer tutmaya başlamıştır. Özellikle 1990’lı yıllarda gelişmiş
ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yoğun sermaye akımları başlamıştır. Bunun temel
sebebi, gelişmiş ülkelerdeki fon fazlasının, faiz oranları daha yüksek olan ve ekonomik
büyüme dönemine giren gelişmekte olan ülkelerde değerlendirilmesi isteği olarak
gösterilebilir.36

Finansal globalleşmenin itici gücü olan finansal liberalleşmenin


benimsenmesini, 1980’lerde yaygın olan neoklasik iktisatçılar, sermaye akımlarının,
sermaye yoğun gelişmiş ülkelerden sermayenin kıt olduğu gelişmekte olan ülkelere
doğru olması olarak açıklamaktadırlar.37 Yerli tasarrufların yetersiz kaldığı durumlarda
yabancı tasarruflar, yerli yatırımlar ve büyüme için önemli bir kaynak oluşturmaktadır.
Bu düşünceye göre sermaye hareketlerinin serbestleşmesi (dış finansal serbestlik)
sonucunda tasarruflar sermaye darboğazı çeken ülkelere akacaktır. Diğer bir ifade ile
ekonomik etkinliği geliştirerek büyüme ve istihdamı gerçekleştirmek için yurt içi
tasarrufları yeterli olmayan gelişmekte olan ülkeler, faiz oranlarını yükselterek tasarruf
fazlası olan ülkelerin tasarruflarını çekeceklerdir. Bu süreç, gelişmekte olan ülkelerdeki
faiz oranlarının uluslararası faiz oranları seviyesine inene kadar devam edecektir. Bu
gelişmeler paralelinde 1980’lerin sonunda günde yaklaşık 190 milyar dolar hacmi olan
dünya döviz piyasası işlemleri, günümüzde günlük yaklaşık 2 trilyon dolarlık hacme
ulaşmıştır.38

Küreselleşmeye paralel olarak gelişen ve bütün dünya ekonomilerine hâkim


olan finansal liberalizasyonun ve enformasyon teknolojisindeki gelişmelerin etkisi ile

                                                            
36
Nejla Adanur Aklan, “Uluslararası Sermaye Akımları: Etkileri; Sterilizasyon Politikaları ve Değişen Yapısı”,
Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Bilimler Dergisi, s. 36. 
http://sbe.balikesir.edu.tr/dergi/edergi/c5s7/makale/c5s7m3.pdf (10/07/2009) 
37
Claudia Buch, “Capital Mobility and EU Enlargement”, Kiel Working Paper, No. 908, 1999, s. 635.  
38
Erinç Yeldan, Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve Büyüme, Dokuzuncu Baskı,
İstanbul: İletişim Yayınları, 2003, s.19-20.      

18
günümüz dünyasında sermaye hareketliliği, çok artmış ve önem kazanmıştır.
Dolayısıyla sermaye piyasaları da ülkelerin makroekonomik göstergeleri üzerinde
etkilerini her geçen gün arttırdıkları için önemli hâle gelmişlerdir. Buna paralel olarak
da “uluslararası sermaye akımı” kavramı ortaya çıkmıştır.

Uluslararası sermaye akımı, bir ülkede yerleşik bir kişinin bir başka ülkedeki
yerleşik kişiye fon aktarması veya ondan bir aktif satın almak üzere fon göndermesi ile
ortaya çıkmaktadır. Şirketlerin yeni piyasalara giriş yapma isteğinin temelinde bazı
iktisadi nedenler yatmaktadır:

(a) Uluslararası ticaretin hacim olarak artması

(b) Sermaye açığı bulunan gelişmekte olan ülkelerde getirinin yüksek olması

(c) Dezenflasyon

(d) Bölgesel ekonomik bütünleşme çabaları (Avrupa Birliği gibi)

(e) Gelişmekte olan ülkelerin büyüme potansiyelinden faydalanma isteği

(f) Artan ticaret hacmiyle uluslararası nitelik kazanan girişimcilerin


finansman ihtiyaçlarının sınır ötesinde de karşılanmasıdır.39

Uluslararası sermaye akımı ayrıca yapılan işlemin ticari nitelik


taşıyıp/taşımamasına göre özel ve resmi olarak da ikiye ayrılmaktadır. Özel sermaye
akımları, piyasa koşullarına göre gerçekleşir. Resmi sermaye akımları, özel kâr amacı
taşımayan, dış yardım niteliğinde olan sermaye akımlarıdır. Hükümetlerin, Dünya
Bankası ile IMF gibi çok yanlı ekonomik kuruluşlardan sağladıkları sermaye fonları
resmi sermaye akımı tanımına girmektedir.40

Vadesi bir yıl ve daha kısa süreli olan özel sermaye akımları, “kısa vadeli
sermaye akımı”, vadesi bir yıldan daha uzun veya sınırsız olanlar da “uzun vadeli
sermaye akımı” denir. Resmi sermaye akımları, uzun vadeli olmaktadır. Kısa vadeli

                                                            
39
Münür Yayla, Yasemin Türker Kaya, İbrahim Ekmen, “Bankacılık Sektörüne Yabancı Girişi: Küresel Gelişmeler
ve Türkiye”, BDDK ARD Çalışma Raporları, Eylül 2005/6, s. 1. 
40
Seyidoğlu, a.g.k., s. 568. 

19
özel sermaye akımları, genellikle para piyasalarında işlem görmektedir. Uzun vadeli
özel sermaye akımları sermaye piyasasında işlemektedir.

Uluslararası özel sermaye akımı üç gruba ayrılabilir. İlk grup, bir ülkedeki
yerleşik bir birimin başka bir ülkedeki yerleşik bir birim ile uzun dönemli bir menfaat
ilişkisi kurmak amacı ile yaptığı yatırım olarak tanımlanan “doğrudan yabancı
yatırımlar”dır.41 İkinci grup, yatırımcıların kısa bir dönem için faiz, temettü ve sermaye
kazancı elde etmek amacı ile kendi ülkesi dışındaki herhangi bir yabancı ülkenin para
ve sermaye piyasalarından finansal araç satın almaları olarak tanımlanan “portföy
yatırımları”dır. Üçüncü ve son grup, yabancılar tarafından açılan ticari krediler,
uluslararası banka kredileri ve sendikasyon kredileri ile yabancıların yurt içi bankalara
yatırdığı mevduatlardan oluşan “kredi ve mevduatlar”dır.42

Uluslararası sermaye akımı, finansal liberalizasyonun bir sonucu olarak ortaya


çıkmıştır. Ülkelerin birbirlerinin finansal piyasalarında istedikleri gibi pozisyon alma
imkânıdır. Uluslararası sermaye akımının yaygınlaşması, ülkeler arası sınırları finansal
dünyada ortadan kaldırmıştır. Bu hareketlerin ülkelere, özellikle de gelişmekte olan
ülkelere çok büyük faydası olduğunu savunanlar vardır. Tam tersi negatif etkilerinin
pozitif etkilerinden daha çok olduğunu iddia edenler de mevcuttur.

Aşağıda uluslararası sermaye akımları ile ilgili literatürdeki teoriler


incelenecek ve uluslararası sermaye akımının sebepleri anlatılacaktır.

1.4.1. Mutlak Üstünlükler Teorisi


Adam Smith, 1776 yılında yayınladığı “Ulusların Zenginliği (The Wealth of
Nations)” kitabında serbest ticaretin hem ülkelerin hem de dünyanın refahının artması
için önemli olduğunu savunmuştur. Smith’e göre ülkeler, kapalı ekonomiye kıyasla
daha kârlı olduğu için dış ticaret yaparlar. Adam Smith’e göre bir ülkenin bir malı
diğerine göre mutlak olarak daha ucuza üretmesi hâlinde söz konusu ülke o malın

                                                            
41
Yayla ve diğerleri, a.g.e., s. 8. 
42
Rodoplu, a.g.e., s.11-12. 

20
üretiminde uzmanlaşır. Mutlak üstünlüğe sahip olmadığı diğer malların üretim ve
ihracatını bu üstünlüğe sahip olan ülkelere bırakmalıdır.43

Smith’in tanımına göre üstünlük, bir malın diğer ülkelere kıyasla bir ülkede
daha etkin üretilebilmesidir. Böylelikle üretimde uluslararası bir uzmanlaşma olur ve
üretim faktörleri ülkeler arasında daha etkin bir şekilde kullanılır. Bu da genel olarak
dünyanın refah seviyesine olumlu katkıda bulunur.

Adam Smith’in mutlak üstünlük teorisi ekonomik dünyada mantıklı


karşılanmıştır. Ancak birçok eksiği olduğu da vurgulanmıştır. Çünkü bu teori,
uluslararası ticaretin çok az kısmını açıklamaktadır. Smith’in bu teorisi daha sonra R.
Toirens ve D. Ricardo tarafından geliştirilmiştir.

1.4.2. Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi


Ekonomi tarihine bakıldığında uluslararası ticareti neyin belirlediği ile ilgili en
önemli çalışmanın David Ricardo’nun 1817 yılında yayınladığı “Politik Ekonominin
Kuralları ve Vergileme (On the Principles of Political Economy and Taxation)” kitabı
olduğunu söylemek mümkündür. Bu kitapta bahsedilen karşılaştırmalı üstünlükler
(maliyetler) teorisi, ekonomi biliminin en eski ve yerine yenisi gelmemiş teorisi olarak
günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Bu teori ile Ricardo, Adam Smith’in mutlak
üstünlükler teorisindeki eksiklikleri de tamamlamıştır.

Karşılaştırmalı üstünlükler teorisine göre bir ülke herhangi bir malda mutlak
üstünlüğe sahip olmamasına rağmen ülkeler arası ticaret yapabilir ve bu ticaretten her
iki ülke de kârlı çıkabilir. Diğer bir deyişle üretebilecek mallarda mutlak olarak
dezavantajlı bir ülke, daha az dezavantajlı olduğu bir malı üretip ihraç ederse bu malın
üretim ve ihracatında karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmuş olur. Bu durumda bu ülke,
daha çok dezavantajlı olduğu malın üretimini durduracağı için bu malı ithal eder.
Burada, satılan malın uluslararası fiyatı hangi ülkenin iç piyasa fiyatına yakın ise dış
ticaretten doğan kazanç diğer ülkeye gidecektir.44

                                                            
43
S. Rıdvan Karluk, Uluslararası Ekonomi, 3. Basım, İstanbul: Bilim Teknik Yayınevi, 1991, s. 15. 
44
Roy Ruffin, “David Ricardo's Discovery of Comparative Advantage History of Political Economy”, History of
Political Economy, Volume 34, Number 4, Winter 2002, s. 727-748. 

21
Yukarıda bahsedilen bu iki klasik yaklaşıma ait teorinin eksik taraflarına göz
atıldığı takdirde

1. Bu teorilerin temelini oluşturan “emek-değer teorisi” bir malın değerini


yalnızca o malın üretimine giren emek ile ölçmektedir. Bu varsayım, günümüz
dünyasında tamamen geçerliliğini yitirmiştir. Çünkü bir malın üretiminde yalnızca
emek kullanılmamaktadır.
2. Bu teoriler, işgücünü ülke içinde tam hareketli, ülkeler arasında ise tam
hareketsiz olarak kabul etmektedir. Günümüz dünyasında bu varsayım da geçerliliğini
yitirmiştir.
3. Ricardo’nun teorisi sabit maliyetler üzerine kurulmuştur. Ancak
ekonomide üretim miktarı arttıkça maliyetler artar veya azalır.
4. Klasik teori dış ticareti, emek verimliliğinin ülkeler arasında farklı
olmasına bağlar. Ancak bu farklılığın sebeplerini açıklayamamaktadır.
5. Klasikler ayrıca bir ekonomide zevklerin ve teknolojinin değişmediğini
varsaymaktadır. Günümüz dünyasında ise zevkler ve teknoloji en sık ve en çabuk
değişen faktörlerdir. 45

1.4.3. Heckscher – Ohlin Faktör Donanımı Teorisi


Heckscher-Ohlin faktör donanımı teorisi, İsveçli iktisatçı ve tarihçi Eli F.
Hekscher’in 1919 yılında yayınladığı “Gelir Dağılımı Üzerine Dış Ticaretin Etkisi”
(The Effect of Foreign Trade On the Distribution of Income) makalesinde ortaya
atılmıştır. Daha sonra öğrencisi Bertil Ohlin’in 1933 yılında yayınladığı “Bölgesel ve
Uluslararası Ticaret” (Interregional and International Trade) kitabında pekiştirilerek
klasik teorinin dış ticaretteki eksiklerini gidermeye çalışmıştır. Ayrıca Amerikalı
iktisatçı Paul Samuelson da Heckscher-Ohlin’in teorisine katkıda bulunmuştur.

Bu teori dış ticareti, malların üretim fonksiyonlarının ülkeler arasında farklı


olması ile değil ülkelerin farklı faktör yoğunluklarına sahip olmaları ile açıklamıştır.46
Bu sebepten ötürü bu teorinin diğer adı “faktör yoğunluğu (factor endowment)”
teorisidir.
                                                            
45
Karluk, a.g.e., s. 19-21. 
46
R. W. Jones, “Factor Proportions and the Heckscher-Ohlin Theorem”, The Review of Economic Studies, Vol. 24,
No. 1, 1956 - 1957, s. 1-10. 

22
Emek ve sermaye olarak iki önemli faktörü olan Heckscher-Ohlin teorisi,
ülkeler arasında aynı mallar için üretim fonksiyonlarının aynı olduğunu kabul eder. Dış
ticaretin temel sebebinin ülkelerin sahip oldukları nisbi faktör zenginlikleri olduğunu
ileri sürmektedir.47 Bu teoriye göre değişik ülkelerde farklı faktör yoğunluklarının
olması, dış ticaretin yapılmasının ana sebebidir.

Heckscher-Ohlin teorisi, ulaşım maliyetlerinin sıfır, dış ticaretin serbest, mal ve


faktör piyasalarında tam rekabet olduğunu varsaymaktadır. Ayrıca iki mal, iki ülke ve
iki üretim faktörlü bir dünyada üretim yapıldığını kabul etmektedir. Ülkelerdeki üretim
faktörlerinin arzının; sabit, aynı nitelikte ve tam istihdamda olduğu varsayılır.
Heckscher-Ohlin teorisinin farklı varsayımları vardır: Ülkelerde ölçeğe göre sabit getiri
bulunmakla beraber, ürün üretiminde tam uzmanlaşma yoktur. Faktör yoğunlukları
tersine dönmez, üretim fonksiyonları dünyanın her yerinde özdeş, homojen ve birinci
derecededir. Ayrıca mal fiyatları ile üretim fiyatları arasında birebir ilişkinin varlığı
kabul edilmiştir. Bu teorinin diğer varsayımları ise şunlardır: Malların faktör
yoğunluğunun özellikleri hiç değişmez, iki malın eş ürün eğrileri birden çok noktada
kesişmez, iki malın üretim fonksiyonları mallar arasında aynı olup, iki farklı mal her iki
ülkede aynı teknik ile üretilmektedir.48

Tüm bu sayılan varsayımlar ışığında bu teori, bir ülkenin diğer üretim


faktörüne göre nisbi olarak daha zengin olduğu faktörü yoğun olarak kullandığı mal
üretiminde uzmanlaşması ve bu malları ihraç etmesi gerektiğini savunmaktadır.

Bu teorinin eksik yönleri şöyle özetlenebilir:

1. Heckscher-Ohlin teorisi, üretim fonksiyonlarının bütün ülkelerde aynı


olduğunu yani teknolojik bilginin ülkeler arasında serbestçe hareket ettiğini, dolayısıyla
dünyanın her yerinde en iyi üretim tekniklerinin bilindiğini varsaymıştır. Ancak
günümüz dünyasında bu varsayımla hareket etmek imkânsızdır. Çünkü her ülkenin
kendine has bir üretim fonksiyonu bulunmaktadır ve ülkelerin faktör yoğunlukları
birbirinden ayrıdır.

                                                            
47
Karluk, a.g.e., s. 35. 
48
Jones, a.g.m., s. 1-10.
 

23
2. Bu teorinin
(a) İki mal, iki ülke, iki faktörlü bir model varsayması
(b) Mal ve faktör piyasalarında tam rekabet olduğunu varsayması
(c) Ülkeler arasında üretim faktörlerinin hareketsiz olduğunu varsayması,
teorinin gerçek dünyadan kopukluğunu göstermektedir.
3. Tamamen arza dayalı kurgulanmış, talep tarafı hiç dikkate alınmamıştır.
4. Teorinin, ölçeğe göre sabit getiri varsayımı gerçek dünyada geçerli
değildir. Çünkü dışa açılan ekonomilerde ister istemez maliyetler düşer ve ölçeğe göre
artan getiriler ortaya çıkar. Bu da ülkeler arasında farklı maliyetlere sebep olur ve dış
ticaret de bu maliyetlere göre şekillenir.
5. Teknolojinin her yerde eş zamanlı ve aynı düzeyde olması varsayımı ile
üretim faktörlerinin homojen olması varsayımı bu teorinin vurgulanması gereken diğer
eksik yanlarıdır. Ekonomik dünyada bu varsayımın gerçekleşme ihtimali çok zayıftır ve
gerçekçi değildir.
6. Heckscher-Ohlin teorisini test etmek için Wassily Leontief, G.D.A.
MacDougal, M. Tatemoto - S. Ichimura, W. Stolper - K. Roskamp ve D. F. Wahl
değişik ülkelerde değişik çalışmalar yapmış ve hepsi farklı sonuçlara ulaşmıştır.
7. Heckscher-Ohlin teorisinin, gelişmekte olan ülkelerle gelişmiş ülkeler
arasındaki ticareti açıklamada başarılı olduğunu vurgulamak gerekir.

1.4.4 Sermaye Akımı Teorisi

Robert Mundell (1962), para ve maliye politikalarının açık ekonomiler


üzerindeki etkilerini birbirinden ayırarak inceleyen ilk ekonomisttir. Mundell, para ve
maliye politikalarını incelemiş ve uluslararası sermaye akımlarını analiz etmiştir.
Mundell, yaptığı analizlerle kur ayarlaması yapmadan para ve maliye politikalarının
birlikte kullanılması ile iç ve dış dengenin aynı anda gerçekleşebileceğini
savunmaktadır.49

                                                            
49
Robert Mundell, International Economics, I. Basım, New York: Macmillan,1968, ss. 251- 261.  

24
“Sermaye akımı teorisi” de J. Marcus Fleming (1968) ve Robert Mundell50
tarafından ortaya konulan ve uluslararası sermaye akımlarının nedenlerini açıklamaya
çalışan bir teoridir. Bu teoriye göre sermaye akımları, ülkeler arasındaki faiz oranları,
döviz kuru ve gelir farklılıklarına göre hareket etmektedir. Teorinin ortaya koyduğu en
önemli ekonomik sonuç ise, gelişmekte olan açık bir ekonomide uygulamaya konulan
iktisat politikasının başarısı, doğrudan uygulanan döviz kuru rejimi ile bağlantılı olduğu
şeklinde ortaya çıkmaktadır.

1.4.5. Modern Portföy Teorisi


Harry Markowitz’in 1952’de “Journal of Finance” dergisinde yayınladığı
“Portfolio Selection” adlı makalesinde ilk kez ortaya atılan “modern portföy teorisi”
yatırımcıların menkul kıymetlerin gelecekteki performansları ile ilgili risk-getiri
hesaplamalarından hareketle en uygun portföy seçiminin nasıl yapılacağını
açıklamaktadır.51 Markowitz’in 1952 yılında yayınladığı bu makaleden 39 yıl sonra da
Merton Miller ve William Sharpe portföy seçimi için daha geniş kapsamlı bir teori
geliştirmiş ve Nobel ödülü almışlardır. Markowitz’in ilk çalışmaları, yatırımcıların risk
tahminlerine odaklanmaları ve portföyü oluşturan her bir hisse senedinin getirileri ile
ilgili olmuştur. Fakat Markowitz, portföydeki her bir finansal aracın risk-getiri durumu
yerine portföyün risk-getiri durumunun önemli olduğunu göstermiş, her bir yatırım
aracının seçilmesi yerine portföyün seçilmesi gerektiğini belirtmiştir.52 Portföy teorisine
göre yatırımcılar, beklenen getiri ve alınacak riske bağlı olarak değişik aktiflerden
maksimum faydayı sağlamayı istemektedirler. Portföy teorisine göre yatırımcılar,
değişik ülkelerdeki yatırım araçlarının getirilerini, ülke paralarında beklenilen değer
değişimini de göz önünde tutarak karşılaştırmaktadırlar. Bu yaklaşım sermaye akımına
yol açmaktadır.

Modern portföy teorisinin finansal aktifler ve yatırımcı davranışları ile ilgili


bazı hipotezleri vardır. Finansal aktifler ile ilgili hipotezleri şunlardır: bütün yatırım
kararlarının risk ortamında alınır dolayısıyla bir finansal aktifin gelecek dönemlerdeki
getirisi normal dağılıma göre dağılmış rassal bir değişkendir, farklı finansal aktiflerin
                                                            
50
James M. Boughton, “On the Origins of the Fleming- Mundell Model”. IMF Working Paper, WP/02/107, June
2002, ss. 5- 9.  
51
Başoğlu ve diğerleri, a.g.e., ss. 164-165. 
52
Markowitz, H. M.; “Portfolio selection”, Journal of Finance, Vol 7, No 1, 1952, ss. 77-91. 

25
getirileri birbirinden bağımsız olarak dalgalanamaz yani aktiflerin getirileri birbirleriyle
bağlantılıdır (getirilerinin kovaryansları sıfırdır).53

Yatırımcı davranışı ile ilgili hipotezleri şunlardır: Bütün yatırımcılar riskten


kaçınma eğilimindedir, yatırımcılar rasyoneldir, geçişli tercih yapar, tek dönem içinde
ve aynı imkânlara sahip olarak yatırım yapar.54

1.4.6. Azalan Kar Haddi Kanunu


Klasik akıma göre ekonomilerin gelişme sürecinin sonunda “kâr haddi”
ücretlerdeki yükselişle azalır. Klasik okulun kurucusu olan Adam Smith, kâr haddinin
tasarrufla doğru orantılı olduğunu ifade etmektedir. Adam Smith, kâr haddindeki
azalmanın iki sebebi olduğunu savunmaktadır. Bunlardan birincisi, ekonomideki kapital
stokunun büyümesi ile işgücünde rekabetin artması ve işçi ücretlerinin yükselmesidir.
İkincisi de en kârlı yatırım alanlarının tüketilmiş olmasıdır.55

Aynı ekolün savunucusu olan David Ricardo, Adam Smith’in görüşlerine


karşılık kâr haddi ve tasarrufun ters orantılı olduğunu savunmuştur. Kârların doğal
olarak azalan eğilimli olduğunu belirtmiştir. Bunun sebebi olarak toplumların ilerlemesi
ile ortaya çıkan zenginlik artışı sonucu ihtiyaç duyulan gıda maddesi artışı ancak ve
ancak işgücünün artan fedakârlığı ile elde edilebilir.56 Serbest rekabet şartları altında kâr
hadlerinin eşitleneceğini savunan Ricardo’nun bölüşüm kanununa göre kârları,
ücretlerdeki artış kadar olumsuz etkileyecek hiçbir şey olmadığı kabul edilir.57

Ricardo’dan sonra kâr haddinin azalması teorisi, klasik okulda hâkimiyetini


sürdürmeye devam etmiştir. Marx ve Marksistler ile Keynes ve Keynes okulunun bazı
yandaşlarında da bu akım devam etmiştir. Ancak bu akımlarda kâr haddinin azalma
nedenleri farklı gösterilmiştir. Marx’a göre kapitalist sistemin işleyişi ve kapitalistlerin
davranışı, kâr haddinin azalmasına neden olmuştur. Keynes’e göre ise iktisadi sisteme
giren dışsal birtakım etkenler, kâr haddi azalmasının sebebidir.

                                                            
53
Başoğlu ve diğerleri, a.g.e., s. 174. 
54
Başoğlu ve diğerleri, a.g.e., s. 174. 
55
Gülten Kazgan, İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, 13. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2008, s.
92-94.  
56
David Ricardo, Principles of Political Economy and Political Taxation, New York: Dover Publications, 2004, s.
120. 
57
Ricardo, a.g.e., s. 119. 

26
Uluslararası sermaye akımı, özellikle son yıllarda gelişmiş ülkelerden
gelişmekte olan ülkelere doğru gerçekleşmektedir. Bunun sebebi yatırımların doyma
noktasına ulaştığı gelişmiş ülkelerde kâr hadlerinin çok azalmış olmasıdır. Dolayısıyla
sermaye, yatırımların henüz başlamadığı veya yeni başladığı ve kâr hadlerinin yüksek
olduğu gelişmekte olan ülkelere dolaylı ve dolaysız yatırım olarak kaymaktadır.
Buradan da anlaşılacağı gibi azalan kâr haddi kanunu uluslararası sermaye hareketinin
önemli sebeplerinden biri olarak gösterilmektedir.

1.4.7. Finansal İstikrarsızlık Hipotezi (Hyman Philip Minsky)


Standart iktisadi yaklaşıma eleştiri olarak Hyman Philip Minsky’nin
geliştirdiği bu hipoteze göre, kapitalist ekonomi içinde kalındığı sürece ekonomik
dalgalanmalardan ve krizlerden kaçmak mümkün değildir. Dolayısıyla sürekli
ekonomiye müdahale ihtiyacı duyulmaktadır. Ancak müdahale ederken hangi iktisadi
teoriye dayanarak ekonomik politikalar geliştirildiği önemlidir. Çünkü ekonomik
anlamda problem olarak kabul edilen konu, kullanılan iktisadi kurama göre
değişmektedir.

Minsky’e göre kuramsal olarak cevap bekleyen üç soru vardır:

1. Piyasa mekanizması üretim miktarı ve fiyatlar arasındaki uyumlu ilişkiyi


nasıl sağlamaktadır?

2. Gelir, üretim miktarı ve fiyatlar hangi yolla belirlenir?

3. Neden zaman zaman bu unsurlar arasındaki ilişki bozulur ve ekonomi


krizlere eğilimli hâle gelir? 58

Minsky’e göre kapitalist ekonomide iki fiyat kümesi vardır. Bunlar; sermaye
ve finansal varlıkların fiyatları ile üretim malları fiyatlarıdır. Kapitalist ekonominin
hareketini bu iki fiyat kümesi arasındaki ilişki belirler. Bu iki fiyat kümesi arasındaki en
önemli fark fiyatların oluşum süreciyle ilgilidir. Sermaye malları yatırımın başında
beklenen gelire göre fiyatlandırılır, üretim mallarının fiyatı yatırımın sonunda belli olur.
Bu nedenle sermaye mallarına biçilen değer daima bir belirsizlik taşımaktadır. Aslında
                                                            
58
Hyman Philip Minsky, Stabilizing an Unstable Economy, New Haven, Conn: Yale University Press, 1986, s. 101. 

27
belirsiz olan gelecekteki üretim malları fiyatı dolayısıyla gelecekteki kârlardır. Bu
sebeple sermaye ve finansal varlıkların fiyatı üretim malları fiyatlarının bir alt
kümesidir.59 Dolayısıyla sermaye ve finansal varlık fiyatları ile üretim malları fiyatları
arasındaki ilişki spekülatiftir. Standart (neo-klasik) iktisat ile Minskian yaklaşım
arasındaki farklardan birisi spekülasyon kavramıdır. Finansal istikrarsızlık hipotezine
göre spekülasyonlar, bir kısım girişimcinin değil bütün ekonominin başvurduğu bir
yoldur. Kapitalist ekonomide spekülasyonlara başvurulma nedeni ise spekülasyonların
ekonomik büyüme üzerinde olumlu etkisinin bulunması olarak kabul edilir.
Minsky’e göre Neo-klasik fiyat teorisi, kapitalist ekonomiyi karmaşık finansal
yapısıyla beraber düşünmediği için fiyatların piyasayı nasıl temizlediğini açıklamakta
yetersiz kalmaktadır. Fiyatların iş gücü maliyetlerinden ve bunun üzerindeki kâr
marjlarından oluştuğu düşünülürse kâr marjlarının sermaye mallarının fiyatını, borçların
fiyatını ve diğer işletme giderlerini kapsaması gerekmektedir. Yani fiyatlar kârların
taşıyıcısı olmalıdır. Minsky ayrıca tüketim malları fiyatını etkileyen unsurlar arasında
değişkenliği en fazla olan unsurun yatırım olduğunu ve fiyat hareketlerini anlamanın en
iyi yolunun yatırım sürecini incelemekten geçtiğini ifade etmektedir.60
Minsky, yatırımın büyüklüğünü ve hızını belirleyen en önemli etkenin
yatırımın finansmanı olduğunu savunmaktadır. Yatırımın finansmanı temel olarak iç
kaynaklardan (firmanın elinde bulunan nakit paradan, eşdeğer finansal varlıklardan ve
faaliyetinden elde ettiği kârlardan) veya dış kaynaklardan (banka veya benzeri
kuruluşlardan aldığı borçlardan ve hisse senedi, bono gibi finansal araçlardan) sağlanır.
Minsky’e göre kapitalist ekonomide yatırımlar yalnızca kâr amacı güdülerek
yapılmaktadır. Minsky’nin yatırımlarla ilgili üç varsayımı vardır:

1. Sermaye mallarının talep fiyatı, arz fiyatının üzerindedir.

2. Sermaye mallarını arz fiyatı, yatırım dönemi boyunca sabittir.

3. Firma yapmış olduğu yatırımdan sabit bir gelir beklemektedir.

Yatırımlarını arttırarak dış kaynaklara başvuran bir firma için iki çeşit risk söz
konusu olur. Birincisi, her sermaye malının getirisi aynı olmayacaktır ve artan sermaye
                                                            
59
Minsky, a.g.e., ss. 173-174.  
60
Minsky, a.g.e., ss.141-143.  

28
malları için getiri azalacaktır. İkincisi, borç yüküyle beraber yatırımların finansman
maliyetleri de artacaktır. Sermaye malı talep fiyatında düşmeye yol açan bu riskler,
yatırımın dışarıdan finansmanından sonra ortaya çıkar ve yatırımların dışarıdan
finansmanı arttığı sürece bu sermaye mallarının talep fiyatı da düşmeye devam
edecektir. Diğer taraftan borç verenlerin riski için aynı şeyler söz konusu değildir. Borç
verenler risklerini sözleşmelere artan faiz haddi, kısalan vadeler ve gösterilmek zorunda
olunan teminatlar olarak yansıtır.61

Ekonominin uzun süre iyi gittiği dönemlerde ekonomik birimler "hedge" (tam
korunmuş veya çok düşük riskli) yapılardan "spekülatif" (yüksek risk alan veya açık
pozisyon taşıyan) yapılara daha sonra da "Ponzi" (sürdürülemez düzeyde borçlanan, çok
yüksek riskli) yapılara dönüşürler. Yüksek borçlu birimler borç ödemelerini zamanında
yapabilmek için yatırımlarını satmak zorunda kalırlar. Bu, varlık fiyatlarında büyük
düşüşlere neden olmaktadır. Minsky, yaşanan bu ekonomik döngüleri, kapitalist
sistemin içsel dinamikleri ile kamunun ekonomiyi makul ölçüler içinde tutmak için
ortaya koyduğu müdahale ve regülasyonların bir bileşimi olarak tanımlamaktadır.62

Minsky’ye göre kapitalist ekonomilerde dış finansman imkânları genişlemeden


toplam talebin, gelirin ve istihdamın artması mümkün değildir. Sermaye hareketlerinin
serbestliği, toplam talebin sürekliliğini sağlayan temel faktördür. Sermaye serbestliği
deyince ilk akla gelen ve yatırımları harekete geçiren temel faktör toplam talebin
belirlediği kâr beklentileridir. Kâr beklentileri, yatırım harcamalarının sürekliliği ve
düzeyine göre şekillenmektedir. Yatırımların uluslararası fonlarla yapılması da borç
alan ve verenin risklerini ortaya çıkarmaktadır. Bu riskler ülkelerin makro ekonomik
durumları ile yakından ilgilidir. Ayrıca reel sektörle finans sektörünün bilançolarını
büyütme davranışlarının karşılıklı etkileşim sürecinde bu iki risk birbirini
yönlendirmektedir. Minsky, bu süreci “yenilik yapma davranışı” olarak tanımlamakta
ve finansman biçimlerindeki değişimin önemini vurgulamaktadır. Minsky’e göre hangi
sektörde olursa olsun yenilik yapma güdüsü, piyasada tekelci güç sağlama arzusundan
kaynaklanmaktadır. Buna göre ekonomide toplam talebin genişlemesi ile reel sektörde

                                                            
61
Hyman Philip Minsky, John Maynard Keynes, 1. Basım, New York: Columbia University Press, 1975, s. 91-115. 
62
Charles Ponzi, Hyman Minsky ve Subprime Krizi Üzerine, 2007, http://cemide.blogspot.com/2007/08/charles-
ponzi-hyman-minsky-ve-subprime.html, 21/10/2008. 

29
dışsal fon talebi artmakta bu da bankaların kâr maksimizasyonu isteğini
kamçılamaktadır. Sonuçta bu döngü sermaye hareketliliğine hız kazandırmaktadır.63

Minsky, denetimsiz ve başıboş bırakılmış finans sisteminde kendi kendini


besleyen yapısal bir bozukluk yattığını da vurgulamaktadır. Minsky’e göre finans
piyasalarında spekülatif ve kısa dönemlik öngörülerle davranan “oyuncular”, değişik
şekillerde kararlar almaktadır. “Olumlu” haberler sürekli gündemde tutulur, “olumsuz”
haberler göz ardı edilmektedir. Finansal ürünler sürekli birbirine bağlanarak türevlenir,
finansal varlıkların fiyatları yükselir ve finansal sistem reel ekonomiden kopma
eğilimine girmektedir. Ancak reel kaynaklardan yoksun olan böyle bir değerlendirme
sistemi, bir noktadan sonra sürdürülemez hâle gelmektedir. Finans sistemindeki
şişkinlik, giderek yaygınlaşmış olan yeni finansal ürünlerin fiyatlarını artık besleyemez
bir konuma sürüklenmektedir. Hyman Minsky, bu evreyi kendi adıyla anılan “Minsky
noktası” olarak tanımlamaktadır. Minsky noktasının aşılmasıyla birlikte spekülatif
balon patlak vermekte ve kendisine bağlı diğer bütün finansal varlıkları da peşinden
sürüklemektedir. Böylece finansal çözülme (financial meltdown) başlamış olmaktadır.64  

1.5. Finansal Liberalizasyon Kavramı Işığında Yabancı Sermayenin


Tanımı
Yabancı sermaye, bir ülkenin karşılığını değişik biçimlerde ödemek üzere
başka ülkelerden elde ederek kısa sürede ekonomik gücüne ekleyebileceği mali veya
teknolojik veya mali ve teknolojik kaynaklar olarak tanımlanmaktadır.65 Yabancı
sermaye, bir ülkeden bir diğer ülkeye ya borç olarak gitmektedir ve karşılığı anapara ve
faiz ödemesi olmaktadır ya yatırım veya yatırım ve üretime katılma olarak gitmektedir.
Böylece bir ülkenin diğer bir ülkede mülkiyet hakkı doğmakta ve karşılığı da rant veya
kâr olmaktadır.66 Yapılan çalışmalara göre yabancı sermaye hareketi ilk olarak 1800’lü
yıllarda “borçlanma” şeklinde ortaya çıkmıştır.

Yabancı sermaye, ülkelere var olan kaynaklarından daha fazlasını


harcayabilme veya kullanabilme imkânı sağlamaktadır. Özellikle Türkiye gibi

                                                            
63
Rodoplu, a.g.e., s. 52. 
64
Erinç Yeldan, “Minsky Noktası ve Sonrası”, Cumhuriyet, 12 Mart 2008.  
65
T. Güngör Uras, Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, 1. Basım, İstanbul: Formül Matbaası, 1979, s. 19. 
66
Uras, a.g.e., s. 27. 

30
gelişmekte olan ülkelerin dikkatini çeken ve üzerinde çalıştığı bir kavram olmuştur.
Yabancı sermaye genel olarak ülke ekonomilerine sermaye, teknoloji, yönetim becerisi
ve ihracat alanlarında katkı sağlamaktadır.

Uluslararası yatırımın konusu olan yabancı sermayenin “özel” ve “doğrudan”


olması gerekmektedir. Yabancı sermayenin “özel” olması, ülkeye gelen yabancı
sermayenin o ülkenin devletine değil vatandaşlarına ait olduğunu göstermektedir.
“Doğrudan” olması ise sermaye ile birlikte ülkeye değişen ölçüde teknoloji, know-how
ve işletmecilik bilgisinin de gelmesi anlamına gelmektedir.67 Dolayısıyla uluslararası
sermaye hareketi, portföy yatırımı veya sermaye piyasası hareketi olarak gerçekleşir ve
farklı bir yabancı sermaye kategorisi olarak tanımlanır.

Yabancı sermaye her ne kadar ülkeler için cazip bir kaynak olarak görülse de
her türlü konuda olduğu gibi burada da önemli olan karşılıklı sermaye alışverişi yapan
ülkelerin karşılıklı menfaat dengelerini sağlayabilmeleridir. Özellikle yabancı
sermayeyi kabul edecek olan ülkeler, yabancı sermayenin kendileri için avantajlarını ve
dezavantajlarını bilinçli bir şekilde hesaplamalı ve düzenlemelerini ona göre yaparak
gelen yabancı sermayeden maksimum yararlanabilme imkânını oluşturmalıdır.

1.5.1. Yabancı Sermaye Yatırımlarının Tarihsel Gelişimi


Uluslararası sermaye hareketleri, Batı’da sanayileşmenin başlaması ile ortaya
çıkmıştır. Sanayileşme, ülkelerin sermaye stokunu arttırmış ve bu da söz konusu
ülkelerde paranın fiyatını yani faizi düşürmüştür. Ancak sanayileşmemiş ülkelerde
sermaye hâlâ kıt ve pahalı olduğundan bu ülkelere doğru sermaye akımı başlamıştır.
Ülkelere giren bu sermaye, “yabancı sermaye” olarak tanımlanmaktadır. Bunun
sonucunda da ülkeler arasındaki sanayileşme düzeyi arasındaki farkların artması para
hareketi hacmini de artırmıştır.

Yabancı sermaye hareketleri daha önce de belirtildiği gibi 1800’lü yıllarda


borçlanma ile başlamıştır. Bu konuda başı çeken ülke, sanayileşmede de öncü
olmasından dolayı İngiltere’dir. İngiltere, yabancı sermaye akımını öncelikle kendi

                                                            
67
S. Rıdvan Karluk, Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, 1. Basım, İstanbul: Taştan Matbaası, 1983, s. 13. 

31
sömürgesi olan Güney Amerika ülkelerine maden arama ve çıkarma amacı ile
yapmıştır. İngiltere’yi daha sonra Fransa, Almanya ve Amerika takip etmiştir.

Tablo 1: Birinci Dünya Savaşı Öncesi Yıllarda Yabancı Sermaye


 

Yatırımcı Ülkeler Milyar $ Pay Yatırım Yapılan Ülkeler Milyar $ Pay


İngiltere 18,6 41,7% Avrupa 12,0 26,9%
Fransa 9,0 20,2% Kuzey Amerika 10,5 23,5%
Almanya 5,8 13,0% Güney Amerika 8,5 19,1%
A.B.D. 3,5 7,8% Asya 6,6 14,8%
Diğerleri 7,7 17,3% Diğerleri 7,0 15,7%
Toplam 44,6 100,0% Toplam 44,6 100,0%

Kaynak: Güngör Uras, Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, 1. basım, İstanbul: Formül
Matbaası, 1979, s.31.

Yabancı sermayedeki bu hareketlenme 1929-1930 yıllarında yaşanan büyük


buhran ile sekteye uğramıştır. Yabancı sermaye yatırımı yapan ülkeler, bu büyük kriz
ile birlikte yatırımlarını tasfiye etmeye başlamıştır. Amerika’nın 1930-1938 yıllarında
tasfiye ettiği yabancı sermaye yatırımları toplamı, bu ülkenin 1921-1922 yıllarında
yaptığı yabancı sermaye yatırımının % 80’inin üzerindedir.68 Bu dönemde ayrıca
Türkiye’deki Kurtuluş Savaşı, Çin’deki Sun Yat Sen hareketi ve Rusya’daki ihtilal de
yabancı sermaye hareketlerine sekte vuran diğer önemli olaylar arasında sayılmaktadır.

Yabancı sermaye açısından duraklama dönemi olarak tanımlanan bu yıllar,


1939 sonbaharında II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ile biraz hareketlenmiştir.
Ancak bu hareketlenme, daha çok Amerika’nın savaş mağduru ülkelere yaptığı bağışlar
ve ödünç para vermeler olarak gerçekleşmiştir. 1940-1960 yılları arasında Amerika,
savaş mağduru dünya ülkelerine 112 milyar dolar bağış ve 21 milyar dolar borç para
transferi yapmıştır.69 Yapılan bu para transferlerinin Amerika’nın gelişmekte olan
ülkeler üzerinde hem siyasi hem de ekonomik hâkimiyeti ele geçirebilmasine yol
açabileceğini düşünen Sovyetler Birliği ve Çin de bu ülkelerle 1954 yılında ilgilenmeye
başlamıştır. Bu dönemde Sovyetler Birliği de Amerika’nın yaptığı para transferinin

                                                            
68
Uras, a.g.e., s. 31. 
69
Nuri Yavan, Hamdi Kara, “Türkiye’de Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve Bölgesel Dağılışı”, Coğrafi
Bilimler Dergisi, Cilt: 1, Sayı:1, 2003, s. 24-25. 

32
ancak yarısını Küba, Mısır, Suriye ve Irak gibi gelişmekte olan ülkelere göndermiştir.
Böylelikle dünyada yine uluslararası sermaye akımı başlamıştır.

Ancak yapılan bu transferlerin ülkeler tarafından gerçekleştiriliyor olması


siyasi, askeri ve ekonomik açıdan değişik yorumlara sebebiyet verdiği için bu ülkeler
tarafından kendilerinden bağımsız ve objektif çalışacak uluslararası bazı büyük finansal
kurumların kurulmasına karar verilmiştir. Bunların en önemlileri, bugün hâlen dünya
ekonomisine hâkim olan IMF (Uluslararası Para Fonu), IBRD (Dünya Bankası), OECD
(İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) ve EIB (Avrupa Yatırım Bankası)’dir.

Amerika, Sovyetler Birliği, Japonya ve yukarıda adı geçen kurumların büyük


katkıları ile ekonomik buhranı atlatan dünyada gerçekleşen yabancı sermaye akımının
amacı, 1970’li yıllara doğru yalnızca boş sahaları ele geçirmek olmamıştır. Çünkü
dünyada boş saha kalmamıştır. Bu sebeple bu dönemde sermaye akımı yapan ülkelerin
amacı, dünya pazarlarında söz sahibi olmak veya var oldukları pazarlar içindeki pazar
paylarını arttırmak olarak özetlenebilir. Bunun sonucu olarak da dünyada “çok uluslu
şirketler” kavramı ortaya çıkmıştır. Bu dönemde yabancı sermaye hareketi de belli
kaynakların bir ülkeden diğerine gitmesi olarak değil de ekonomideki kıt kaynakların en
ucuz olduğu ülkeden temin edilip satışının en kârlı yerde gerçekleşmesi olarak
tanımlanmaya başlanmıştır.70

Günümüzde globalleşmeye paralel olarak hızla gelişen teknoloji ile artık


sermaye akımı bir tuşla en uzak mesafeler arasında bile kolayca gerçekleşebilmektedir.
Dolayısıyla dünyada artan rekabet de küçük şirketlere yaşama şansı vermemektedir.
Şirketlerin yaşamak için çok uluslu olmaktan başka çareleri kalmamıştır. Gelişmiş
ülkeler gelişmekte olan ülkelere ekonomik açıdan hâkim olmuş durumdadır. Türkiye de
gelişmekte olan ülkelerden biri olarak jeopolitik konumu ve sahip olduğu doğal
kaynaklar sayesinde büyük önem taşımaktadır. Özellikle son yıllarda yaşanan enerji
dengeleri ile ilgili gelişmeler, Türkiye’nin önemini daha da arttırmış ve vazgeçilemez
bir ülke hâline getirmiştir.

                                                            
70
Uras, a.g.e., s. 39. 

33
1.6. Finansal Liberalizasyon Kavramı Işığında Bankacılık Sektörüne
Yabancı Sermaye Girişi
Bankacılık sektörü uygulamalarında “yabancı girişi” (foreign entry), yabancı
bankaların operasyonlarını misafir bir ülkede gerçekleştirmeleri olarak
71
tanımlanmaktadır. Literatürde ise bankacılık sektörüne yabancı girişi, bir bankanın
“yabancı sahipliği” (foreign-owned) altında olması demektir. Yabancı sahipliği kavramı
da bir bankanın en az % 50 hissesinin yabancılar tarafından devr alınması anlamına
gelmektedir.72

Bankacılık sektöründe yabancı girişi şu şekillerde gerçekleşmektedir:

1. Doğrudan yatırımlar. Bu durumda yeni kurulan banka, sermaye


transferinin yanı sıra insan kaynağı transferi de gerçekleşebilmektedir.
2. Satın alma operasyonları. Bu yöntemde yabancı kuruluş yerel bankayı
kontrol edebileceği hisse çoğunluğunu (genellikle % 100’ünü) satın alma yoluna
gitmektedir.73
3. Bir bankanın tüm hisselerinin yabancı bir kişi veya kuruluş tarafından
elde edilmesi. Genellikle bankanın operasyonlarının da yabancı kontrolü altına girmiş
olduğu varsayılmaktadır. Çünkü çoğunlukla sahip olan yabancılar, yönetsel kontrolü de
ele geçirmiş olmaktadırlar.74

IMF, bir yatırımın doğrudan yabancı yatırım (FDI-Foreign Direct Investment)


olarak tanımlanabilmesi için yabancıların, hisselerin en az % 10’una veya oylama
yetkisine sahip olması veya anonim olmayan şirketlerde eş değer bir yetkiye sahip
olması gerektiğini vurgulamaktadır.75

                                                            
71
Jong-Kun Lee, “Financial Liberalization and Foreign Bank Entry in MENA”, World Bank, Washington, 2002, s.
11. 
72
Lili Zhu, “Impact of Foreign Entry on Banks in Emerging Markets: The Role of Pre-Existing Competitive
Environment”, Doktora Tezi, George Washington University, Washington, 2007, s. 24. 
73
Lukasz Konopielko, “Foreign Banks’ Entry into Central and East European Markets: Motives and Activities”, Post-
Communist Economies, Vol. 11, No. 4, December 1999, s. 466. 
74
Zhu, a.g.e., s. 24. 
75
Tekin Akgeyik, Arif Yavuz, Türk Bankacılık Sektöründe Yabancılaşma: Risk mi Fırsat mı?, İstanbul: Artus
Basım, 2008, s. 49. 
 

34
1.6.1. Bankacılık Sektörüne Yabancı Sermaye Girişlerinin Teorik
Altyapısı
Dünyaya özellikle 1970’li yıllardan itibaren hâkim olan liberalizasyon ve
küreselleşme akımından her sektör gibi bankacılık sektörü de nasibini almıştır. Özellikle
gelişmiş ülkelerdeki bankaların, yaşanan gelişmeler ve finansal yenilikler sonucu
geleneksel aracılık işlevlerinin zayıflaması, bu bankaları, banka aracılık işlevlerinin
cazip olmaya devam ettiği gelişmekte olan ülkelere doğru itmiştir. Bankacılık sektörüne
yabancı katılımı, küreselleşme ile paralel giden iktisadi bir gelişme olmuştur.
İletişim/bilgi teknolojilerinde yaşanan yeniliklerle hız kazanmıştır.76

Yabancı sermayenin bankacılık sektörüne girmesi, tahmin edilebildiği gibi


sektöre yenilik ve hareket getirmekle beraber rekabeti de kamçılamaktadır. Ancak bu
etki, yabancı sermayenin sektördeki yoğunluğuna bağlı olarak değişmektedir. Yabancı
sermayenin girişinin sektöre sağladığı faydaların yanında zararları da olabilmektedir.
Bu sebepten ötürü burada değerlendirilmesi gereken unsur etkinlik unsurudur. Yani
yabancı sermayenin sektörün etkinliğine katkısı ele alınmalı ve bu doğrultuda yabancı
sermayenin pozitif/negatif etkileri incelenmelidir.

Yabancı sermayenin bankacılık sektörüne girmesi ile literatürde “çok uluslu


bankacılık” ve “uluslararası bankacılık” terimleri ortaya çıkmıştır. Her ne kadar bu
terimler birbirinin yerine kullanılsa da “çok uluslu bankacılık” birden fazla ülkede şube
veya bağlı ortaklıklara sahip olmak veya bunları kontrol etmek şeklinde
tanımlanmaktadır. “Uluslararası bankacılık” ise faaliyet gösterdiği ülkede yerleşik
olmayanlarla ulusal para biriminde geleneksel dış ticaret finansmanı yapmak ve
ülkedeki yerleşiklerle veya yerleşik olmayanlarla yabancı para cinsinden mübadeleye
girmek olarak ifade edilmektedir.77 Tanımlamadan da anlaşılabileceği gibi çok uluslu
bankacılıkta doğrudan yabancı yatırım niteliği aranmaktadır. Aslında çok uluslu ve
uluslararası bankacılık terimleri arasında hukuki açıdan bir ayırım olmamakla beraber
aralarındaki fark uygulamadan kaynaklanmaktadır.

                                                            
76
Münür Yayla, Yasemin Türker Kaya, İbrahim Ekmen, “Bankacılık Sektörüne Yabancı Girişi: Küresel Gelişmeler
ve Türkiye”, BDDK ARD Çalışma Raporları: Eylül 2005/6., s. 1. 
77
Akgeyik ve Yavuz, a.g.e., s. 49. 

35
“Uluslararası bankacılık”; bankaların müşterilerini takip ederek onların dış
ticaret işlemlerini finanse etmek amacı ile ortaya çıkmıştır. Daha sonra bankaların
çalıştıkları şirketler çok uluslu yapıya dönüşmüş ve söz konusu şirketlerin finansman
ihtiyaçlarındaki değişiklik nedeniyle banka-çok uluslu şirket ortaklığı oluşmuş ve
bankalar da “uluslararasızlaşmaya” başlamışlardır. 1970’li yıllarda yaşanan enerji ve
dünya borç krizi gibi makro ölçekli krizlere tepki olarak uluslararası bankalar ülke
risklerine de önem vermeye başlamışlar ve gittikleri ülkeleri analiz etme yoluna
gitmişlerdir. 1990’lı yıllardan sonra ise uluslararası bankacılığın yönü bankaların
ekonomik olarak yoğun ilişki içerisinde olduğu ülkelere doğrudan gitmesi şeklinde
olmuştur. Günümüzde uluslararası çapta faaliyet gösteren bankalar gerek kendi ülke
firmalarını gerekse kendi ülkesiyle iş yapan yerli firmaları, bulundukları ülkeden
finanse etmeye ve yurt dışında “yerel” banka gibi faaliyet göstermeye başlamışlardır.

Bankaların faaliyet gösterdikleri ülkeler dışında bir ülkede faaliyet


göstermesinin değişik organizasyonel formları vardır. Bunlar; muhabir bankacılığı,
temsilcilik, şube, bağımlı banka, ilişkili banka, kıyı bankacılığı ve kalkınma bankaları
olarak sıralanabilir.78

                                                            
78
Yayla ve diğerleri, a.g.e., s. 4-5.
 

36
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE FİNANSAL LİBERALİZASYON IŞIĞINDA
YABANCI SERMAYE VE BANKACILIK SEKTÖRÜNE ETKİSİ
 

2.1. Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımlarının Gelişimi


1919-1923 yılları arası büyük bir mücadele ile yeni bir devlet kuran
Türkiye’nin 1930’lu yıllarda yaşanan büyük buhran ve 1940’lı yıllarda çıkan II. Dünya
Savaşı’nın etkisi ile yabancı sermaye ile tanışması ancak 1950’li yılları bulmuştur.
Ülkemizdeki yabancı sermaye kavramını incelerken Osmanlı dönemini dikkate
almamak mümkün değildir. Dolayısıyla bu bölümde öncelikle Osmanlı Devleti’nde
yabancı sermayenin durumuna kısaca göz atarak; genç Türkiye Cumhuriyeti’ndeki
yabancı sermayenin gelişimi incelenecektir.

2.1.1. Osmanlı Döneminde Yabancı Sermayeye Bakış


600 yıl gibi uzun bir süre dünyaya hâkim olan Osmanlı İmparatorluğu, yabancı
sermaye kavramı ile ilk 19. yüzyılda tanışmıştır. Osmanlı’da yabancı sermayeye kapı
açan ilk durum, İngilizlerle 1838 yılında yapılan Ticaret Anlaşması olarak
bilinmektedir.79 Bu anlaşma ile Osmanlı Devleti başta İngilizler olmak üzere
yabancılara yurt içi pazarlarda birçok imtiyaz vermiştir. O dönem için söz konusu
anlaşma ile Osmanlı Devleti, dünyanın en liberal ülkesi hâline gelmiştir. Zamanın
Türkiye uzmanlarından David Urquhart, eski Osmanlı rejiminin liberalizm olduğunu ve
bunun Avrupalılara örnek olması gerektiğini savunmuştur.80

Bu antlaşma, Osmanlı Devleti’ni Batı Dünyası için açık bir pazar hâline
getirmiştir. Bu dönemde takip edilen liberal politikalar sonucu Osmanlı Devleti
ekonomik bağımsızlığını büyük ölçüde kaybetmiştir.81 Bu da zaten çöküş dönemine
giren bu koca İmparatorluğu, dış borçlanmaya iten en önemli sebep olmuştur. Osmanlı
Devleti o dönemde elinde olan toprakları kaybetmeye başlamıştır, Dolayısıyla onlardan
aldıkları vergi de azalmıştır. Aynı zamanda bu antlaşma sonucu, ticarete hâkim olan

                                                            
79
Uras, a.g.e., s. 91. 
80
Niyazi Berkes, 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz, 16. Basım, İstanbul: Cumhuriyet Kitapları, 1997, s. 23. 
81
Reşat Kaynar, Atatürkçülüğün Ekonomik ve Sosyal Yönü Semineri, İ.T.İ.A. 50. Yıl Armağanı, İstanbul, 1973, s.
15. 

37
yabancı tüccarlar sebebiyle bunlardan gelen vergi gelirleri de çok azalmıştır. Sonuç
olarak Osmanlı Devleti için asgari hizmetlerini yürütmenin tek yolu dış borçlanmaya
gitmek olmuştur.

Osmanlı Devleti, 1854 yılında yapılan Kırım Savaşı sırasında savaş giderlerini
karşılayabilmek için ilk dış borçlanmasını gerçekleşmiştir. Bundan önce her ne kadar
Osmanlı Devleti’nin bir borçlanma denemesi olduysa da Kırım Savaşı sırasındaki bu
borçlanma hem Osmanlı Devleti hem de genç Türkiye için ilk dış borçlanmadır. Bu
dönemde Osmanlı Devleti’nin piyasaya 3 milyon İngiliz liralık bono sürdüğü ve
karşılığında 1,5 milyon İngiliz lirası borçlandığı bilinmektedir. Bundan sonraki 20 yıl,
Osmanlı Devleti hızla borçlanmış ve toplam dış borcunu 191 milyon İngiliz lirasına
çıkarmıştır.82

Daha sonraki yıllarda da Osmanlı Devleti’nin hem siyasi hem de ekonomik


durumu gitgide kötüleştiği için sahip olduğu borçlar karşılığında bazı tavizler vermek
durumunda kalmıştır. Bunların en önemlileri Kıbrıs’ın İngilizlere verilmesi ve Düyun-u
Umumi’ye denen uluslararası borç idare kurumuna tabi olmaktır. O zaman verilen bu
tavizlerin etkisi günümüzde de devam etmektedir.

2.1.2. Cumhuriyet Döneminde Yabancı Sermayeye Bakış


Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması ile toprakları üzerinde 16 yeni devlet
kurulmuştur. Bunlardan en önemlisi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Kurtuluş
Savaşı’nın ve Cumhuriyet’in ilanını takiben Düyun-u Umumi, Osmanlı
İmparatorluğu’nun borçlarının yarısından fazlasını Türkiye Cumhuriyeti’nden tahsil
etme kararı almıştır. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yıllarında hayata büyük
bir borç ile başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 100 yıllık Osmanlı borçlarından
ancak kuruluşundan yaklaşık 20 yıl sonra 25.5.1954 yılında tamamen kurtulmuştur.83

Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik durumunu incelemek ve ekonomik


programını belirlemek amacı ile 1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları kendi kontrolleri altında ve belli sınırlar
çerçevesinde yabancı sermayeye karşı olmadıklarını belirtmişlerdir. Türkiye
                                                            
82
Uras, a.g.e., s. 94. 
83
Uras, a.g.e., s. 101. 

38
Cumhuriyeti’nin kalkınmak ve yol almak için yabancı sermayeye de ihtiyacı olduğu bu
kongrede vurgulanmıştır. Ancak Osmanlı’nın son zamanlarında yabancı sermaye adı
altında yapılan işgalden kurtulmak için Türkiye Cumhuriyeti 1920’li yılların sonundan
1943 yılına kadar “millileştirme” politikası uygulamıştır. Bu tarihlerde Türkiye’nin
millileştirdiği yabancı sermayeli teşebbüsler Tablo 2’de özetlenmiştir.

Tablo 2: 1920- 1943 Yılları Arasında Türkiye'nin Millileştirdiği Yabancı Sermayeli


Kurumlar
 

1 Anadolu, Mersin‐ Tarsus‐ Adana demiryolları 
2 Haydarpaşa Liman Şirketleri
3 Mudanya‐ Bursa Demiryolu T.A.Ş.
4 Keçiborlu kükürt madeni
5 İstanbul Türk Anonim Su Şirketi
6 İzmir Rıhtım Şirketi
7 İzmir‐ Kasaba ve Temdidi (İzmir‐ Afyon ve Manisa‐ Bandırma) hattı
8 İstanbul Rıhtım, Dok ve Antrepo T.A.Ş.
9 Aydın Demiryolu Şirketi
10 Ergani Bakır T.A.Ş.’nin  %50'si 
11 İstanbul Telefon T.A.Ş.
12 Ereğli Şirketi
13 Şark Demiryolları T.A.Ş.
14 İzmir Telefon T.A.Ş.
15 Üsküdar ve Kadıköy T.A.Ş.
16 İstanbul Türk Anonim Elektrik Şirketi
17 İstanbul Tramvay Şirketi
18 İstanbul Türk Anonim Tünel  Şirketi
19 Ankara Elektrik T.A.Ş. 
20  Ankara Havagazı T.A.Ş.
21 Adana Elektrik T.A.Ş.
22 Bursa ve Müttehit Elektrik T.A.Ş.
23 Kuvarshan Bakır Madeni İşletmesi
24 Bira Fabrikaları T.A.Ş. (Bomonti‐ Nektar)
25 Ilıca İskele‐ Palamutluk Demiryolu T.A.Ş.
26 Kibrit‐ Çakmak İnhisarı
27 İzmir Tramvay ve Elektrik T.A.Ş.
28 İzmir Suları A.Ş.  
Kaynak: Güngör Uras, Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, 1. basım, İstanbul: Formül
Matbaası, 1979., ss.105-107 yararlanılarak tarafımızdan hazırlanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun ilk yıllarında dünyadaki ekonomik


konjoktüre paralel olarak kendini yabancı sermayeye karşı kapamış daha doğrusu
korumaya almıştır. Özellikle 1933-1939 yılları arasında Türkiye’de yabancı sermaye
açısından oldukça kapalı bir politika uygulanmıştır. Bunu Türkiye Cumhuriyeti’nin
yabancı sermaye ile ilgili yaptığı yasal düzenlemelerden kolaylıkla anlamak
mümkündür. Bu düzenlemeler, Ek.1’de yer almaktadır.

39
2.2. Yabancı Sermayeli Bankaların Türkiye’ye Girişi
Türk bankacılık sektörüne yabancı girişi yeni bir kavram değildir. Kökeni
Osmanlı zamanına kadar uzanmaktadır. Buna gösterilebilecek en güzel örnek Osmanlı
Bankası’dır. Bu bankanın kuruluşu, 4 Şubat 1863 günü imzalanan bir sözleşme ile
gerçekleşmiştir. Söz konusu sözleşme, 1856'da İngiliz sermayesiyle kurulan Ottoman
Bank'ın İngiliz ortakları, şirkete yeni katılan Fransız ortaklar ve Osmanlı makamları
arasında Kırım Savaşı'ndan beri süregelen mali krize son vermeye kararlı Sultan
Abdülaziz tarafından imzalanmıştır. Böylece Ottoman Bank'ın mirasını devir alan
Bank-ı Osmanî-i Şahane 1 Haziran 1863 tarihinden itibaren yeni kimliğiyle hizmet
vermeye başlamıştır.84 Bu banka 1923’te Cumhuriyetin ilanından sonra da “Osmanlı
Bankası A.Ş.” ismiyle faaliyetlerine devam etmiştir. 2001 yılında T. Garanti Bankası
A.Ş.’ye devredilmiştir. Osmanlı Bankası’nın kuruluşu ile döviz spekülasyonlarından
yararlanmak ve mali olarak güçsüz olan Osmanlı Hükümeti’ne yüksek faizlerle borç
para vermek isteyen birçok yabancı bankalar, Osmanlı Devleti’nde faaliyet göstermeye
başlamıştır.85

Türkiye ekonomisi 1980 öncesinde kapalı bir ekonomi olduğu için Cumhuriyet
döneminde yerli bankalar finans sistemine hâkimdir. Yabancı sermayeli bankaların
ülkeye girişi düşük düzeyde olmuştur. Ancak 1980’den sonra finansal sistemde
rekabetin ve etkinliğin artması için uygulanan liberalizasyon politikaları sonucu yabancı
banka girişi kolaylaştırılmış ve böylece sisteme daha fazla yabancı girişi olmuştur.
Ancak giriş önündeki engellerin azalmasına rağmen Türkiye’de uzun süreli yüksek
enflasyon ve istikrarsızlıklar sebebiyle yabancı bankaların sistem içindeki payı pek fazla
değişmemiştir. Nitekim 1990’lı yıllardan itibaren aktif toplamı içinde yabancı
bankaların payı yüzde beşi geçmezken 2004 yılından bu yana sektöre olan yabancı ilgisi
neticesinde yabancı bankaların sistem içindeki payı ciddi oranda yükselmiştir.86
Osmanlı Devleti’nin son döneminde ve Cumhuriyet döneminde Türkiye’deki yabancı
sermayeli bankaların durumunu aşağıdaki bölümlerde daha detaylı olarak
incelenecektir.

                                                            
84
Osmanlı Bankası Tarihçesi, http://www.obarsiv.com/ob-tarih.html, (05/11/2009). 
85
Tuncay Artun, İşlevi, Gelişimi, Özellikleri ve Sorunlarıyla Türkiye’de Bankacılık, 2.Basım, Ankara: Tekin
Yayınevi, 1983. 
86
Yayla, Kaya, Ekmen, a.g.k. s.i. 

40
2.2.1. 1909- 1923 Yılları Arasında Türkiye’de Yabancı Bankalar
Daha önceki bölümlerde belirtildiği gibi Osmanlı Devleti son dönemlerinde
özellikle Kırım Savaşı sonrasında zayıflayan mali yapısı sebebi ile borçlanmaya ihtiyaç
duymuştur. Bu sebepten ülkeye borç verebilecek yabancı bankaların girmesi zorunlu
olmuştur. Çünkü bu borç verme mekanizmasını çalıştıracak herhangi bir yerli kurum o
dönemde yoktur. Bu dönemdeki bankacılık, literatüre “borçlanma bankacılığı” olarak
girmiştir.

1909-1923 yılları arasında ülkeye giren yabancı bankaların ortak amacı, çöküş
dönemine girmiş olan Osmanlı Devleti’nde yabancıların yaptıkları ticarete ve
yatırımlara mali destek sağlamaktır. Diğer bir deyişle yabancı bankalar Osmanlı
Devleti’nde bir sermaye birikimi oluşturup bunu harekete geçirmek için değil
getirdikleri öz kaynaklar ile yabancı yatırımları mali açıdan desteklemek amacı ile
yatırım yapmışlardır. Günümüz Türkiye’sinde de durum bundan pek farklı
görünmemektedir.

Tablo 3: 1909- 1923 Yılları Arasında Ülkeye Gelen Yabancı Bankalar


 

Ülkeye Giriş 
Banka İsimleri
Tarihleri
1909 Türkiye Milli Bankası
1909 Banco Di Roma
1909 Deutsche Bank 
1913 Banque Franco Asiatuqe
1916 Deutsche Bank und Disconto Geselschaft
1918 Banque Francis des Payt d'Orient
1918 Banco Commerciale Italiana
1918 Banco Italiana di Sconto
1918 Banque de la Sein
1921 Amerikan Ekspres Bankası
1921 Hollandasche Bank  
Kaynak: Tuncay Artun, İşlevi, Gelişimi, Özellikleri ve Sorunlarıyla Türkiye’de
Bankacılık, 2.Basım, Ankara: Tekin Yayınevi, 1983, s.36 yararlanılarak tarafımızdan
hazırlanmıştır.

41
Tablo 4: 1909- 1923 Yılları Arasında Türkiye’de Anonim Ortaklık Olarak
Faaliyete Giren Bankalar
 
Ülkeye Giriş 
Banka İsimleri
  Tarihleri
1910 İtibar‐ ı Mali Osmanlı
  1910 Türkiye Ticaret ve Sanayi Bankası
1913 Şirket‐ i Ticariyeyi Sınaiyye ve Maliyye
  1916 Emval‐ i Gayrimenkule ve Ikrazat Bankası
1918 T. Umumi Bankası
  1921 Türkiye ve İran Ticaret ve Sanayi Bankası
 
Kaynak: Gündüz Ökçün, 1909- 1930 Yılları Arasında Anonim Şirket Olarak Kurulan Bankalar,
Türkiye İktisat Tarihi Semineri, Ankara, 1975, ss.36-40 yararlanılarak tarafımızdan
hazırlanmıştır.

1909-1923 yılları arasında ülke içinde biriken bu sermayeyi yabancı ve/veya


azınlık bankaların ellerinden kurtarmak ve bu sermayeyi ulusal ticareti geliştirmek
amacı ile kullanmak için yerli sermayeli banka kuruluşları da artmıştır. Kurulan bu
bankalar “ticari banka” niteliğindedir. Verdikleri krediler ticari kredi, esnaf kredisi,
tarımsal kredi, emlak kredisi ve tüketim kredisidir. Bu dönemde kurulan yerli sermayeli
bankalar Tablo 5’te özetlenmiştir.

Tablo 5: 1909- 1923 Yılları Arasında Türkiye’de Kurulan Yerli Sermayeli


Bankalar
 
Ülkeye Giriş 
  Banka İsimleri
Tarihleri
  Tarımsal Kredi Veren Bankalar
1914 Milli Aydın Bankası
  1917 Manisa Bağcılar Bankası
Ticari Kredi Veren Bankalar
  1911 Konya İktisad‐i Milli Bankası
1913 Adapazarı İslam Ticaret Bankası
 
1915 Karaman Milli Bankası
1916 Akşehir Bankası
1919 Adapazarı Emniyet Bankası
1920 Konya Türk Ticaret Bankası
1922 Afyon Terakki ve Servet Bankası  
Kaynak: Gündüz Ökçün, 1909- 1930 Yılları Arasında Anonim Şirket Olarak Kurulan Bankalar,
Türkiye İktisat Tarihi Semineri, Ankara, 1975, ss.36-40 yararlanılarak tarafımızdan hazırlanmıştır.

Cumhuriyet’in ilanından önce ülkemizde bankacılığın durumunu gösteren


kısıtlı veriler mevcut olmasına rağmen 1920 yılında ulusal bankalardaki tasarruf

42
mevduatı miktarının 543 bin lira, yabancı sermayeli bankalardaki tasarruf mevduatı
miktarının da 1 milyon 133 bin lira olduğu bilinmektedir. Diğer bir deyişle ülkedeki 1
milyon 676 bin liralık toplam tasarruf mevduatının % 32,3’ü ulusal bankalara, % 67,7’si
yabancı bankalara aittir. Ayrıca bu dönemdeki tasarruf mevduatı hesaplarından 766’sı
ulusal bankalara, 1.072’si de yabancı bankalara aittir.87 1921 yılındaki duruma göz
atarsak ülkedeki toplam tasarruf mevduatı miktarının yabancı ve yerel sermayeli
bankalar arasında hemen hemen eşit dağıldığını söylemek mümkündür. Bu tarihte 2
milyon 428 bin liraya ulaşan toplam tasarruf mevduatının % 46,9’u ulusal bankalara %
53,1’i yabancı bankalara aittir. Ayrıca ulusal tasarruf mevduatı hesaplarının sayısı
1.560’a çıkarken yabancı bankalardaki tasarruf mevduatı hesap sayısı 1.751 olmuştur.
Toplam mevduat da 13 milyon 157 bin lira olmuştur.88 Bu veriler bize ulusal bankaların
ve yabancı bankaların Cumhuriyet Dönemi’ne eşit büyüklükte girdiklerini
göstermektedir.

Cumhuriyet döneminde Türkiye’de yabancı bankaları incelerken 1980 öncesi


ve 1980 sonrası dönem olarak ele almak gerekmektedir. 1980 öncesi dönem Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk yıllarıdır, planlı döneme geçiş devridir ve ülkenin takip ettiği kapalı
ekonomi politikasının yaşandığı dönemdir. 1980 sonrası dönem de Türkiye’nin dış
dünyaya açıldığı ve hızla ekonomide liberalleştiği dönemdir.

Yukarıda ifade edilen bu iki dönem, aşağıdaki bölümlerde detaylı olarak ele
alınacak ve bu dönemlerde ülkedeki yabancı bankaların durumu da ayrıntılı bir şekilde
incelenecektir.

2.2.2. Türkiye Cumhuriyeti’nde 1980 Öncesi Bankacılık Sektörü ve


Yabancı Bankalar
Türkiye’de 1980 öncesi yabancı bankacılığını Cumhuriyet’in ilk yılları ve
planlı döneme giriş olarak iki ana başlıkta incelemek doğru olacaktır.

Daha önceki bölümde vurgulandığı gibi her ne kadar Cumhuriyet dönemine


ulusal ve yabancı bankalar eşit büyüklükte girmiş gibi görünür. Ancak bu dönemde

                                                            
87
Haldun Derin, Türkiye’de Devletçilik, İstanbul, 1940, s. 51. 
88
Oya Siler, “The Development of National Banking in Turkey”, Türkiye İktisat Tarihi Semineri, Ankara:
Hacettepe Üniversitesi Yayınları, 1975, s. 508. 

43
kredi veren bankaların çoğunlukla yabancı sermayeli bankalar olduğu gözle görülür bir
gerçektir. Bu durumu, zamanın ekonomi bakanı 1923’de toplanan İzmir İktisat
Kongresi’nde “Kredi kuruluşlarından yoksun bir Türkiye, ekonomik gelişimini
yürütemez ve daha uzun asırlar yabancılar için çalışan bir sömürge niteliğinden
kurtulamaz” sözleriyle doğrulamıştır.89 Bu dönemde faaliyet gösteren yerli sermayeli
bankalarda varlıklarını yabancı sermayeye bağımlı olarak sürdürmektedir. Bu sebeple
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye, ulusal bankacılığı geliştirmeye yönelik
çalışmalara daha fazla yoğunlaşmıştır.

Öncelikle faaliyette olan Ziraat Bankası’nın sermayesi artırılmış ve faaliyetleri


yeniden düzenlenmiştir. 1924 yılında Türkiye İş Bankası, 1925 yılında Türkiye Sanayi
ve Maadin Bankası, 1927 yılında Emlak ve Eytam Bankası kurulmuştur. Bunlara ek
olarak Türkiye Sanayi Bankası ve Sümerbank’ın kuruluşu da yine bu döneme
rastlamıştır. 1923-1933 döneminde ülkemizde 25 adet yerel banka kurulmuştur.

Bu dönemin bankacılık açısından en önemli gelişmesi, 1930 yılında kurulan


“Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” olmuştur. Bunlara ek olarak 1935 yılında
Etibank, 1937 yılında Denizbank ve 1938 yılında T. Halk Bankası ve Halk sandıkları
kurulmuştur.90

Diğer taraftan bu dönemde kurulan bazı ulusal sermayeli bankalar yabancı


sermayeli şirketler ile işbirliği yapmış ve yeni ortaklıklar kurmuşlardır. Bu durum da
bize, ulusallaşmaya odaklanılmış olan bu dönemde bile Türkiye Cumhuriyeti’nin
yabancı yatırıma açık olduğunu göstermektedir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında bankacılığın ulaştığı boyut şöyle özetlenebilir:

• 1926 yılı sonunda Türkiye’de toplam 42 banka faaliyet göstermektedir.


Bunun üçü özel yasa ile kurulmuştur, üçü ticaret bankasıdır, 18’i yabancı banka, 18’i de
yerel bankadır.

                                                            
89
Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Kongresi, 1923 İzmir, Haberler- Belgeler- Yorumlar, 3. Basım, Ankara:
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1981, s. 335.  
90
Artun, a.g.e., s. 44. 

44
• 1929 yılı sonunda Türkiye’de faaliyet gösteren banka sayısı 59’a
yükselmiştir. Bu artışın sebebi, sayıları 37’ye ulaşan yerli bankalar olmuştur.
• 1932 yılı sonunda ülkede faaliyet gösteren banka sayısı 59’da sabit
kalmıştır. Bunların 36’sı yerel banka, 4’ü özel yasa ile kurulmuş banka, 4’ü ticaret
bankası ve 15’i yabancı sermayeli bankadır.
• 1923 yılında % 59,7’si ulusal bankalarda, % 40,3’ü yabancı bankalarda
toplanan tasarruf mevduatının dağılımı 1932 yılında sırasıyla % 94,6 ve % 5,4 olmak
üzere ulusal bankalar lehine değişmiştir. 1923 yılında 3,9 milyon TL olan toplam
tasarruf mevduatı, 1932 yılında 39,6 milyon TL’ye çıkmıştır. Buna ek olarak yine aynı
yıllarda mudi saysı da 8.055’den 119.280’e yükselmiştir. 91

1980 öncesi Türkiye’de bankacılığa bakarken ülke’nin planlı döneme geçiş


aşamasında da bu sektörün durumunu yakından incelemek gerekmektedir. Türkiye 1960
yılından itibaren planlı döneme geçmiştir. Bundan önceki dönem (1939-1950 yılları
arası), İkinci Dünya Savaşının yaşandığı ve bittiği dönemdir. Türkiye, savaşa
girmemişti ama savaştan etkilenmişti. Ülkede iç ve dış borçlanma bankacılık sektörü
dolayısıyla artmıştır.

Bu dönemde Türkiye’de 10 ulusal banka ve iki yabancı banka kapanmış ve beş


özel sektör bankası açılmıştır. Bunlar Yapı Kredi Bankası (1944), T. Garanti Bankası
(1946), Akbank (1948), Türkiye Kredi Bankası (1948), Türkiye Tutum Bankası
(1948)’dır.92 Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: 1940’lı yıllar Türkiye’nin bugünkü özel
sektör bankacılığının temelinin atıldığı yıllar olmuştur.

1950-1961 yılları arasında Türk bankacılık sektörünün diğer sektörlere paralel


olarak ulusallaşmaya odaklandığı görülmektedir. Bu politika sonucu Türkiye’de
İstanbul Bankası (1953), Türk Ekspres Bank (1953), Şekerbank (1954), İşçi Kredi
Bankası (1954), Pamukbank (1955), Çay Bank (1958) ve Maden Kredi Bankası (1958)
kurulan başlıca özel sermayeli bankalardır. Bunlara ek olarak T. Vakıflar Bankası
(1954), Turizm Bankası (1955) ve T. Öğretmenler Bankası (1959) özel yasa ile
kurulmuş ve 1952’de Denizbank da Denizcilik Bankası’na dönüştürülmüştür. Ayrıca

                                                            
91
Artun, a.g.e., ss. 44-45. 
92
Ökçün, a.g.e., Ankara, 1975, s. 46. 

45
bazı uluslararası sermaye kuruluşlarıyla kapitalist gelişimi desteklemek amacı ile 1950
yılında T. Sınai Kalkınma Bankası kurulmuştur.93

Bu dönemde Türkiye’deki bankacılığın iki temel özelliği vardır:

1. Bankalar, hükümet tarafından uygulanan ulusallaşma politikası sonucu


ticaret ve sanayi sermayesiyle bütünleşmeye başlamıştır. Bu konuda öncülüğü İş
Bankası yapmıştır.
2. Bu dönemde Türkiye’de dünyaya hâkim olan ve hızla gelişen kapitalizme
yetişmek amacı ile mevduat toplayıp vahşice kredi dağıtan birçok banka kurulmuştur.
Bu bankaların amacı, yeni yeni ayağa kalkmakta olan Türkiye Cumhuriyeti’nde maddi
açıdan zengin olan birey sayısını artırıp insanları kapitalizm taraftarı yapmaktır. Ancak
bu bankaların hepsi 1960 sonrasında kapatılmıştır.

Bu dönemde bankacılık sektörünün durumunu sayısal olarak özetleyelim:

• 1948 yılında toplam ödenmiş sermayesi 36,5 milyon TL olan Türk


bankacılık sistemi, 1961 yılını 2,8 milyar TL’lik ödenmiş sermaye ile kapatmıştır.
• İhtiyatları 97,3 milyon TL’den 593 milyon TL’ye
• Toplam mevduatları 996,3 milyon TL’den 8 milyar 541 milyon TL’ye
• Toplam kredileri 1 milyar 187 milyon TL’den 9 milyar 362 milyon
TL’ye
• Şube sayısı da 516’dan 1.715’e yükselmiştir. 94

Türkiye 1963 yılından itibaren planlı döneme girmiştir. Bu dönemden önce


1960-1963 yılları arasında Türk bankacılık sektöründe birçok banka tasfiye edilmiş,
birçoğu kendiliğinden faaliyetlerine son vermiş veya birkaçı aynı çatı altında birleşerek
faaliyetlerine devam etmiştir. Bu kısa dönemde bankacılıkta yaşanan bu büyük tasfiye,
1980 yılına kadar ülkede banka kurulma hızını oldukça yavaşlatmıştır. 1963-1979 yılları
arasında Türkiye’de sadece beş banka kurulmuştur, bunların ikisi yabancı ortaklıdır.
Kurulan bankalar Sınai Yatırım ve Kredi Bankası (1963), Devlet Yatırım Bankası

                                                            
93
Artun, a.g.e., s. 46. 
94
Recep Önal, Aydın Esen, Süer Kırçak, Mali Sektör Araştırması, 1971-1975 Döneminde Türk Mali Sistemi, Maliye
Bakanlığı, Ankara, 1978, ss. 46-47. 

46
(1964), Amerikan-Türk Dış Ticaret Bankası (1964), Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım
Bankası (1976) ve Arap-Türk Bankası (1977)’dır.

Türk Ekonomisi dışa açılmadan önce (Ocak 1980 kararnamesi ile) 1978 yılında
Türk bankacılık sisteminin geldiği nokta şöyle özetlenebilir:

• Türkiye’de 1978 yılı sonunda toplam 44 banka faaliyet göstermektedir.


Bunların dördü kalkınma ve yatırım bankası, sekizi ihtisas bankası, dördü yabancı
banka ve 27’si ticaret bankasıdır. Bunlardan 14’ü de özel yasa ile kurulmuştur.
• Bu 44 banka, yurt çapında toplam 5.485 şube ve 124 bin çalışan ile
hizmet vermektedir.
• Merkez Bankası ile yatırım ve kalkınma bankaları hariç 1978 yılı
sonunda Türkiye’de bankaların toplam mevduatı 323 milyar TL ve toplam kredileri 295
milyar TL’dir.
• Yine aynı yılın sonunda bankaların toplam ödenmiş sermayeleri 20,4
milyar TL, iştirakleri 15,4 milyar TL, bilanço toplamları 619,5 milyar TL, defter değeri
21,3 milyar TL ve ihtiyat akçeleri 13,2 milyar TL’dir. 95

Nisan 1979 sonunda da Türk bankacılık sisteminin şube sayısı 5.536’ya


çıkmıştır. Defter değerleri 21,7 milyar TL, ödenmiş sermayeleri 20,5 milyar TL ve
ihtiyat akçeleri toplamı da 14,6 milyar TL’ye yükselmiştir. 1979 yılında Türk bankacılık
sisteminin genel özellikleri şöyle özetlenebilir:

(a) Türk mali sisteminin en önemli öğeleridir

(b) Piyasa modeli oligopolisttir

(c) Faaliyet gösteren özel bankaların hemen hemen hepsi birer sanayi/ticaret
sermayesi grubuyla bütünleşmiştir

(d) Sisteme asıl olarak yedi büyük ticaret bankası hâkimdir.96

                                                            
95
Önal ve diğerleri, a.g.e., s. 52. 
96
Artun, a.g.e., s. 53. 

47
2.2.3. Türkiye Cumhuriyeti’nde 1980 Sonrası Bankacılık Sektörü ve
Yabancı Bankalar
Dünyada gelişen ekonomik konjonktüre paralel olarak Türkiye de 24 Ocak
1980 kararları ile finansal liberalleşme yoluna girmiştir. Bundan önceki dönemde dışa
kapalı bir ekonomi politikası uygulayan Türkiye, bu kanun ile birlikte dünyaya açılmak
için ilk adımı atmıştır.

Hem dünyada patlak veren petrol krizi ve bunun etkisi hem de ülkenin içinde
bulunduğu siyasi (terör olayları) ve ekonomik dar boğaz (ödemeler dengesi krizi);
Türkiye’nin bu sürece girmesini kaçınılmaz kılmıştır. Türkiye, bu adımı atmaya adeta
mecbur kalmıştır.

Türkiye, 24 Ocak 1980’de uygulamaya koyduğu kararlar ile öncelikle


ödemeler dengesini iyileştirilmeyi, kaybolan uluslararası kredibiliteyi yeniden
kazanmayı, enflasyonu düşürmeyi ve kıtlıkları gidermeyi hedeflemiştir. Bu kararlara
paralel olarak da Türkiye’de yüksek oranlı bir devalüasyon yapılırken (1$=47.1 TL’den
70 TL’ye çıkarılmış) Kamu İktisadi Teşebbüsü (KİT) mal ve hizmet fiyatları
arttırılmıştır. Ayrıca ihracat sübvansiyonlarının artırılması, ithalatın serbestleştirilmesi
ve yeni bir vergi reformu hazırlanması yönünde çalışmalara da başlanmıştır.97 Dış
ticaret rejiminin ve finansal sektörün liberalleştirilmesiyle başlayan bu reform süreci,
1989 yılının sonunda politika belirleme ortamının bütün özelliklerini değiştirecek bir
yenilik olan sermaye hareketlerinin liberalleştirilmesiyle doruk noktasına ulaşmıştır.98

Bu dönemde finansal piyasaların serbestleştirilmesine yönelik olarak yapılan


önemli reformlar sırasıyla şöyle sıralanabilir:

1. 1980 öncesi yürürlülükte olan sabit kur sisteminden esnek kur sistemine
geçiş yapılmıştır.
2. Ülke içindeki tasarrufları finansal sisteme çekerek ve finansal kuruluşlar
arasındaki rekabeti artırarak finansal sektörün derinleşmesini sağlamak amacı ile faiz
oranları üzerindeki devlet denetimi kaldırılmıştır.

                                                            
97
Mustafa Işık, “Yabancı Bankaların Türk Bankacılık Sektöründeki Payı ve Ekonomik Gelişmeye Katkısı”, Yüksek
Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık, İstanbul, 2006, s. 11. 
98
TCMB, Küreselleşmenin Türkiye Ekonomisine Etkisi, Ankara, Haziran 2002, s. 4.  

48
3. 1981 yılında Sermaye Piyasası Kanunu yürürlüğe girmiştir ve daha sonra
Sermaye Piyasası Kurulu kurulmuştur.
4. Mayıs 1985 yılından itibaren devlet iç borçlanma senetlerinin ihalelerine
başlanmıştır.
5. 1986 yılında İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) ikinci el Devlet
İç Borçlanma Senedi (DİBS) piyasası faaliyete girmiştir. Ayrıca Merkez Bankası
bünyesinde Bankalar arası para piyasası faaliyete başlamıştır. Bunlara ek olarak Merkez
Bankası 1987’de açık piyasa işlemlerine başlamıştır. 1988’de de döviz ve efektif
piyasaları faaliyete başlamıştır.
6. Sermaye hareketlerinin liberalleştirilmesine 1980 yılında başlanmış ve
1989 yılında tamamlanmıştır. Böylece yabancı bankaların Türkiye’de faaliyet
göstermeleri için uygun bir ortam hazırlanmıştır.
7. Bu dönemde Türk bankacılık sektöründe de birçok kurumsal ve yasal
reformlar yapılmıştır. Bunların en önemlileri 1983’de Bankalar Kanunu’nda yapılan
değişiklik, TMSF’nin kurulması ve 1985’de yürürlüğe giren yeni Bankacılık
Kanunu’dur. Bu düzenlemeler ile sektöre yeni banka girişleri kolaylaşmış, uluslararası
piyasalardan fon tedarik edilmesi serbest bırakılmış, sektörde yer alan bankaların
yabancı para cinsinden işlem yapmalarına izin verilmiş ve bankaların uluslararası
kriterlere uygun yapılanma içerisine girmesine imkân tanınmıştır.99,100

1990’lı yıllarda ölçeğinin ve sektörünün önemi olmadan gerçekleşen birleşme


ve satın almalar, dünyada küresel bir akıma dönüşmüştür. Birleşmiş Milletler Ticaret ve
Kalkınma Konferansı (United Nations Conference on Trade and Development-
UNCTAD), her yıl yaklaşık 4,000 antlaşmanın gerçekleştiğini belirtirken bu dönemde
küresel ölçekte satın alma ve birleşme operasyonlarının değerinin yıllık ortalama % 42
oranında yükselerek ciddi boyutta arttığını vurgulamaktadır. Ayrıca yine bu
operasyonların zirveye ulaştığı 1999 yılında ise UNCTAD verilerine göre 24,000

                                                            
99
Ömer Faruk Çelik, Aslan Yiğidim, Türk Bankacılık Sektöründe Kriz, 1. Basım, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım,
2001, s. 14. 
100
TCMB, Küreselleşmenin Türkiye Ekonomisine Etkisi, a.g.e., s. 11.  

49
operasyonu içeren birleşme ve satın alma işlemlerinin toplam değeri 2,3 trilyon dolara
kadar çıkmıştır.101

Dünyadaki bu eğilimden bankacılık sektörü de doğal olarak etkilenmiştir.


1990-2002 yılları arasında bankacılık sektöründe 13.500 anlaşma gerçekleşmiş ve bu
operasyonların toplam değeri 2,5 trilyon doları bulmuştur. Dikkatli olarak
incelendiğinde birleşme ve satın alma işlemlerinin sayısının ve değerinin özellikle
1990’lı yılların sonunda belirgin biçimde arttığı görülmektedir. 1997 ile 2000 yılları
arasında yıllık 1.325 birleşme ve satın alma operasyonu gerçekleşmiştir. Bu rakam
1990-1996 dönemine göre % 52’lik bir artışı ifade etmektedir. Yine bu dönemde yıllık
78 milyar dolardan 408 milyar dolara çıkan birleşme ve satın alma işlemlerindeki değer
artışı ise çok daha dikkat çekicidir.102

Türkiye’de finansal piyasalar deyince akla ilk bankalar gelmektedir. Bu


sebeple Türkiye’nin izlediği finansal liberalizasyon sürecinde bankacılık sektöründe
yaşanan gelişmeler detaylı olarak incelenecektir. Türkiye’de uygulanan liberalizasyon
politikaları sonucunda bankaların bilançolarında ciddi boyutta büyümeler olmuş,
sektöre giriş kolaylaşmıştır. Böylece ülkede yerli/yabancı banka sayısında ve
istihdamda önemli artışlar gözlenmiştir. Bunlara ek olarak artan rekabet ve dünya mali
piyasaları ile bütünleşmenin sonucunda da ülkemizde bankaların sunduğu hizmetlerin
çeşitliliği artmıştır.

Sektöre yeni yerli/yabancı bankaların girişine izin verilmesi ve mevduat/ kredi


faiz oranlarının serbest bırakılması sonucu rekabet artmıştır. Bu, klasik mevduat
bankacılığının yerine bankaların hem kaynak hem de plasman çeşitliliğinin arttığı bir
ortamda faaliyet göstermesine sebep olmuştur. Bu dönemde banka fonlarının bir
bölümü; sermaye piyasası işlemleri, devlet iç borçlanma senetleri ve hazine bonoları
alımı ve döviz işlemlerinde kullanılmıştır. Banka müşterilerine tüketici kredileri, kredi
kartları, döviz tevdiat hesabı, leasing, factoring, forfaiting, swap, forward, future,
option, otomatik vezne makineleri, satış noktası terminalleri gibi yeni ürün ve hizmetler
                                                            
101
ILO, “The Employment Impact of Mergers and Acquisitions in the Banking and Financial Services Sector:
Report for Discussion at the Tripartite Meeting on the Employment Impact of Mergers and Acquisitions in the
Banking and Financial Services Sector”,Geneva, 2001, s. 3. 
102
Dario Focarelli, “The Pattern of Foreign Entry in the Financial Markets of Emerging Countries”, The Bank for
International Settlements Paper,2005, ss. 1-11. 

50
sunulmuştur. Ayrıca bilgisayar sistemleri ile diğer teknolojik yeniliklerden
yararlanılması ve personel eğitimine önem verilmesi sonucu sektörde verimlilik
artmıştır.103

Türkiye Cumhuriyeti’nin uygulamaya başladığı liberal politikalar sonucunda


ülkede faaliyet gösteren yabancı banka sayısı 1980-1993 dönemi arasında 4’ten 20’ye
yükselmiştir.104 1980 yılında 43 olan banka sayısı, 1990 yılında 66’ya, 1999 yılında
81’e yükselmiştir. Bu dönemde yabancı bankalar ağırlıklı olarak toptancı bankacılık
faaliyetinde bulundukları için yabancı bankaların mevduat ve kredi pazarındaki payları
oldukça düşük kalmıştır.105 Toptancı bankalar büyük ölçüde dış ticaretin finansmanını
sağlar. Leasing, factoring, forfaiting, menkul kıymet ihracında aracılık ve kısa vadeli
kredi işlemlerine ağırlık vermişlerdir. Uluslararası mali piyasalardan sağlanan
finansman miktarını arttırmışlardır.106

Tablo 6: 1980- 1999 Yılları Arasında Türkiye’de Banka Sayısı

1980 1990 1994 1999 2000


Ticari Bankalar 31 54 55 62 61
Kamu  8 7 6 4 4
Özel 19 25 29 31 29
Yabancı  4 22 20 19 17
TMSF ‐ ‐ ‐ 8 11
Kalkınma ve Yatırım Bankaları 6 10 12 19 18
Kamu  4 3 3 3 3
Özel 2 4 6 13 12
Yabancı  ‐ 3 3 3 3
  TOPLAM 37 64 67 81 79  

Kaynak: BDDK, “Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı: Gelişme Raporu-V”, Kasım
2002, s.1.

                                                            
103
Ekrem Keskin, Emre Alphan İnan, Melike Mumcu, Pelin Erdönmez, 50. Yılında Türkiye Bankalar Birliği ve
Türkiye’de Bankacılık Sistemi (1958-2007), Yayın No: 262, İstanbul: TBB, 2008, ss. 14-15. 
104
Sevim Nur Kafalı, “The Strucuture Of The Turkish Banking Sector After The 1994-2000 and 2001 Financial
Crises”, Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2005, s. 10. 
105
Keskin ve diğerleri, a.g.e., s. 15.  
106
İlker Parasız, Para, Banka ve Finansal Piyasalar, 5. Basım, Bursa: Ezgi Kitapevi Yayınları, 1994, ss. 125-127.  

51
Tablo 7: Türk Bankacılık Sektörünün Rakamsal Olarak Gelişimi
(Milyon Dolar)
1980 1990 1994 1999 2000
Toplam Aktifler 20.785 58.171 52.552 133.533 155.237
Toplam Krediler 11.168 27.342 20.559 40.206 50.931
Menkul Değerler Cüzdanı 1.339 5.997 5.955 22.955 17.848
Mevduat (Bankalar Arası Mevduat Dahil) 10.188 32.564 33.191 89.361 101.884
Tasarruf Mevduatı 4.288 19.343 24.190 58.807 64.352
TL 4.288 11.914 8.612 24.701 26.628
YP ‐ 7.429 15.578 34.106 37.724
Mevduat Dışı Kaynaklar 1.289 11.760 9.019 22.934 29.435
Yurt Dışı Kaynaklar ‐ 3.460 2.675 12.073 16.284
Özkaynaklar + Kar 1.147 5.903 4.409 7.840 11.367
Toplam Aktif/GSMH (%) 28,6 38,2 40,3 71,7 76,9
Toplam Krediler/GSMH (%) 15,4 17,9 15,8 21,6 25,2
Menkul Değerler Cüzdanı/GSMH (%) 1,8 3,9 4,6 12,3 8,8
Tasarruf Mevduatı/GSMH (%) 5,9 12,7 18,5 31,6 31,9
Kamu Bank. Aktifleri/Top. Sek. Aktifleri(%) 44,1 44,6 39,6 34,9 34,2
Bilanço Dışı İşlemler/Toplam Aktifler (%) ‐ ‐ 49,5 103,5 100,8  

Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği,


http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Istatistiki_Raporlar.aspx. (14/05/2005).

Bankacılık sektöründe artan yabancı sermayeli banka, sektörde rekabeti


hızlandırmıştır. Bankaların sundukları servis kalitesi ile ürün çeşitliliğinin artmasına
sebep olmuştur. Sektörde yaşanan bu gelişim ve değişim, Türk bankacılık sektörünün
hızla gelişmesine ve büyümesine yol açmıştır.

1980 finansal liberalizasyon reformlarına paralel olarak uygulanan pozitif reel


faiz politikaları sonucu, mevduatın GSMH'ye oranı, 1980'li yıllar boyunca hep artış
göstermiştir.107 1980 yılında 125.312 olan bankacılık sektöründeki toplam personel
sayısı, 1990 yılında 154.089’a, 1999 yılında 173.988’e yükselmiştir.108

1990’lı yıllar, bankacılık sektörünün dışa açılması ve uluslararası finans sistemi


ile bütünleşmesi açısından önemli ilerlemelerin yaşandığı yıllar olmuştur. 1980 yılında
Türk bankacılık sektöründe 4 olan mali iştirak veya şube statüsündeki yabancı
sermayeli banka sayısı, 2000 yılında 18’e çıkmıştır. Yabancı sermayeli bankaların
sektördeki payı 1992’de % 3,7’iken 2000 yılında % 5,4’e yükselmiştir. Ancak bu

                                                            
107
Işık, a.g.e., s. 24. 
108
TBB, Türk Bankacılık Sistemi, Bankacılar Dergisi, , Eylül 2005. 

52
dönemde yabancı bankaların sektör içindeki ağırlığı, Türkiye ile benzer gruptaki
ülkelerle karşılaştırıldığında hâlen düşük düzeydedir.109

Tablo 8: Aralik 2000 İtibariyle Türk Bankacılık Sektörü


 
Toplam Aktif  Toplam Krediler  Toplam Mevduat  Özkaynak 
(Milyon Dolar) (Milyon Dolar) (Milyon Dolar) (Milyon Dolar)
Kamu 53.151 13.727 41.095 1.450
Özel 73.588 27.753 44.349 8.056
İlk Beş Banka 50.530 20.490 30.102 7.265
Diğer 23.058 7.263 14.247 791
Yabancı 8.403 1.438 3.300 547
TMSF Bünyesindeki Bankalar 13.192 3.311 13.141 ‐3.263
Mevduat Bankaları Toplamı 148.334 46.229 101.885 6.790
Kalkınma ve Yat. Bankaları 6.902 4.701 0 1.362
Genel Toplam 155.236 50.930 101.885 8.152  

Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği, http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Istatistiki_Raporlar.aspx.


(14/05/2005)

Bankacılık sektöründe yerli ve yabancı banka sayısının artması ile birlikte


kamu bankalarının sistem içindeki ağırlığı azalmıştır. Bankacılık sektörünün toplam
aktifleri içinde kamu bankalarının payı, 1980 ve 1990 yıllarında % 45 civarında iken bu
oran 2000 yılında % 34 düzeyine gerilemiştir.110

24 Ocak 1980 kararları neticesinde Türk bankacılık sektörü, 1980 yılından


2000 yılına kadar (20 yıllık süreçte) çok hızlı büyüme süreci yaşamıştır. Özellikle
1990’lı yıllarda yabancı yatırım için artırılan teşvikler sonucu artan yabancı sermayeli
bankalarla sektördeki büyüme daha ivmelenmiştir. Aynı dönemde yerli özel sermayeli
banka sayısında da ciddi ölçüde artış olmuştur.

1980 yılında sadece 20,8 milyar dolar olan Türk bankacılık sektörünün bilanço
büyüklüğü, 2000 yılı sonu itibariyle 155 milyar dolara yükselmiştir. 1980 yılında 20,8
milyar dolar olan bankacılık sektörünün toplam aktif büyüklüğü GSMH’nın yüzde

                                                            
109
Işık, a.g.e., s. 29. 
110
TCMB, 2000 Yıllık Raporu, 2001, s.15. 

53
28,6’sıni oluştururken 1990 yılında 58,2 milyar dolara (% 38,2) ve 2000 yılında 155
milyar dolara (% 76,9) yükselmiştir.111

Tablo 9: 1980- 2000 Yılları Arası Türk Bankacılık Sektörü’nün Aktif Yapısı
 
Kamu  Yabancı 
Yıl Özel Bankalar TOPLAM
Bankaları Bankalar
1980 795,2 737,5 47,8 1.580,5
1981 1.337,8 1.418,7 88,1 2.844,6
1982 2.070,7 2.148,6 140,3 4.359,6
1983 3.231,6 2.709,4 235,5 6.176,5
1984 5.055,4 4.243,9 412,3 9.711,6
1985 7.664,3 6.826,4 563,0 15.053,7
1986 11.440,5 11.501,7 967,2 23.909,4
1987 19.235,8 18.865,6 1.295,9 39.397,3
1988 30.389,4 30.113,8 2.468,7 62.971,9
1989 52.483,1 46.484,4 3.452,6 102.420,1
1990 78.880,0 73.831,3 5.958,6 158.669,9
1991 131.533,8 137.697,5 9.911,7 279.142,9
1992 254.816,5 256.232,8 20.662,0 531.711,3
1993 394.499,2 548.720,9 39.584,1 982.804,1
1994 813.032,4 993.808,6 61.710,9 1.868.551,9
1995 1.547.218,9 2.134.420,0 68.503,6 3.750.142,6
1996 3.428.987,0 4.721.312,0 267.343,0 8.417.642,0
1997 6.696.989,0 10.727.069,0 911.713,0 18.335.771,0
1998 12.865.583,0 20.608.903,0 1.613.497,0 35.087.983,0
1999 25.182.230,0 35.679.111,0 3.765.998,0 64.627.339,0
2000 35.705.236,0 49.434.115,0 5.644.828,0 90.784.179,0  

Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği,


http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Istatistiki_Raporlar.aspx. (14/05/2005).

Sektörün pasif yapısında da benzer gelişmeleri görmek mümkündür. Pasiflerin


en önemli kalemi olan mevduat, 1980 sonrası dönemde hızla artmıştır. 1980 yılında 4,3
milyar dolar olan toplam tasarruf mevduatları 2000 yılında 64,4 milyar dolar düzeyine
ulaştı. 1980 yılında mevduatın toplam pasifler içerisindeki payı % 49 iken bu oran 2000
yılında % 65,8’e yükselmiştir.112 Mevduatın içinde de Döviz Tevdiat Hesapları (DTH)
1980 sonrası dönemde yüksek enflasyon sonucu Türk lirasından kaçış eğilimi ile
birlikte artış göstermiştir. 1981 yılında DTH’lerin toplam mevduata oranı % 0,2 iken
2000 yılı sonunda bu oran % 46,1’e yükselmiştir.113

                                                            
111
BDDK, Yeniden Yapılandırma Programı, 15 Mayıs 2001, s.23. 
112
Işık, a.g.e., s. 34. 
113
Işık, a.g.e., s. 35.
 

54
Bu dönemde ayrıca mevduat dışı kaynaklar da artmıştır. Bankacılık sektörü
yeni piyasalarla tanışmıştır. Dışa açılmayla birlikte sektör, yurt dışı piyasalardan fon
temin edebilme imkânına kavuşmuştur. Bunun sonucu olarak yurt dışı bankalardan
sağlanan sekuritizasyon ve sendikasyon kredileri, bankacılık sektörünün pasifleri
arasında önemli bir yer tutmuştur.

Toplam Pasif İçinde Yabancı Banka 
Payı
7,0%
6,0%
5,0%
4,0%
3,0%
2,0%
1,0%
0,0%
0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 0
8 8 8 8 8 8 8 8 8 8 9 9 9 9 9 9 9 9 9 9 0
9 9 9 9 9 9 9 9 9 9 9 9 9 9 9 9 9 9 9 9 0
1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 2
 

Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği,


http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Istatistiki_Raporlar.aspx. (14/05/2005).

Şekil 1: Türk Bankacılık Sektörü’nde Toplam Pasif İçinde Yabancı Bankaların


Payı

Ancak 1980 sonrası Türk finans piyasalarının serbestleşme döneminde kamu


finansman açıklarının artması ile ortaya çıkan yüksek enflasyon, bankacılık sektörünün
aktif-pasif yapısının bozulmasına yol açmıştır.

Bu dönemde bankacılık sektörünün gelir-gider yapısına bakıldığında faiz


gelirlerinin 1980’li yılların başında sadece kredilerden alınan faizlerden oluştuğu göze
çarpar. İlerleyen zamanda kamunun yüksek borçlanma ihtiyacı sebebiyle menkul
değerlerden alınan faizlerin öneminin arttığı görülür. Bunun sonucu olarak bankacılık
sektörü DİBS portföylerinden elde ettiği faizlere dayalı olan bir gelir yapısına sahiptir.
2000 yılı öncesi dönemde var olan yüksek enflasyon sebebi ile sektör, kârlılığı arttığı
için faiz dışı gelirlere fazla önem verir. Gelişmiş Batı ülkelerinde bankacılık hizmet

55
gelirleri olarak adlandırılan “ücret ve komisyonlar” faaliyet gelirleri içerisinde önemli
bir yer tutmaya başlar.

Tablo 10: 1989- 2000 Yılları Arasında Banka Gelir –Gider Rasyoları
 

Net Faiz Gelirleri/T.  Faiz Gelirleri/T.  Faiz Giderleri/T. 


Aktifler Gelirler Giderler
TBS YB TBS YB TBS YB
1989 2,0 5,6 78,9 82,0 78,6 75,1
1990 5,6 8,9 84,6 90,1 72,0 67,7
1991 8,1 15,2 92,2 98,9 71,5 65,9
1992 8,5 14,8 91,4 91,4 72,1 59,1
1993 10,2 15,4 95,9 110,7 69,0 55,8
1994 10,8 26,1 102,6 99,2 76,6 56,3
1995 8,0 17,6 91,3 95,8 76,9 62,9
1996 10,0 16,6 94,5 99,9 76,0 68,6
1997 10,1 21,7 99,4 119,1 81,2 72,9
1998 11,1 24,4 99,6 117,4 79,4 71,5
1999 6,7 14,2 95,1 85,9 80,7 72,7
2000 3,8 9,4 94,3 91,1 71,1 63,9  

Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği,


http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Istatistiki_Raporlar.aspx. (14/05/2005)

Bu döneme ait kârlılık rasyolarına kısaca incelendiğinde sektörün aktif kârlılık


oranının (ROA) 1990’lı yıllarda görece yüksek olduğu ama 1999 ve özellikle 2000
yılında ciddi düşüş olduğu görülmektedir. Bu da aktif kârlılık oranın krizin öncü
göstergesi olabileceğini gösterme açısından önem taşımaktadır. Öz kaynak ve sermaye
kârlılığı oranlarına bakılacak olursa bunlarda da benzer bir trend olduğunu söylemek
mümkündür. Bu oranlarda dikkat çeken bir diğer husus yabancı sermayeli bankaların
kârlılık oranlarının sektörün kârlılık oranlarının üzerinde olduğudur.

1980 yılında kapalı ekonomiden açık ekonomiye geçen ve liberal ekonomi


uygulamaya başlayan Türkiye, her ne kadar bu yeni politikaların olumlu yanlarını gözle
görülür şekilde yaşadıysa da 1994 yılında içine girdiği kriz, bu dönemin negatif
taraflarının görülmesi ve irdelenmesi için bir başlangıç olmuştur.

56
Aşağıdaki tabloda (Tablo 11) bu dönemde bankacılık sektörünün kârlılık
oranları özetlenmiştir.

Tablo 11: 1989- 2000 Yılları Arasında Banka Karlılık Rasyoları


 

Net Dönem Karı/T.  Net Dönem  Net Dönem 


Aktifler Karı/O.Özkaynak Karı/O.Ödenmiş 
TBS YB TBS YB TBS YB
1989 2,2 3,9 30,3 56,1 52,8 81,1
1990 2,8 3,6 36,0 46,2 62,3 58,2
1991 2,7 6,6 36,0 76,7 56,4 95,0
1992 2,8 8,2 42,9 102,6 62,0 132,1
1993 3,5 5,5 54,7 75,6 87,9 97,8
1994 2,2 12,7 34,0 178,7 59,0 247,2
1995 3,4 7,5 55,7 93,2 100,8 152,7
1996 3,9 6,9 64,3 78,8 119,0 109,6
1997 3,4 6,8 54,1 98,5 80,6 123,0
1998 2,7 7,1 44,9 106,7 59,6 139,0
1999 ‐0,6 8,2 ‐14,9 124,2 ‐12,7 160,0
2000 ‐3,1 0,7 ‐72,8 11,1 ‐61,8 13,1

Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği,


http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Istatistiki_Raporlar.aspx. (14/05/2005).

1993 yılının son aylarında mali piyasalarda istikrarsızlık artmış, döviz


kurlarında aşırı dalgalanmalar meydana gelmiş, bütçe açıkları giderek artmaya başlamış,
ithalat artmış, dış borç ödeme şartları sebebiyle dış denge bozulmuş, Hazine düşük
faizle borçlanma talebinde olduğu için piyasalardan borç alamamış ve Merkez Bankası
kaynaklarına yönelerek likidite hacmini arttırmıştır. Derecelendirme kuruluşları
Türkiye’nin kredi notunu indireceklerine dair açıklamalar yapmış, kamu kâğıtlarının
faiz getirileri ve repo kazançları vergilendirilmeye başlanmıştır. Bütün bunların bir
sonucu olarak Türk Lirası’ndan (TL) kaçış hızlanmıştır. Piyasadaki likidite fazlası döviz
piyasasına girerek kurlarda aşırı bir baskıya sebep olmuştur.114

Bunun sonucu olarak siyasi otorite, elindeki yüksek döviz rezervlerini satarak
dövize olan yoğun talebi azaltabileceğini ve piyasadaki parayı İMKB’ye çekebileceğini
düşünmüştür. Ancak olaylar böyle gelişmemiş ve kriz patlak vermiştir. Siyasi otoritenin
                                                            
114
1994 Krizi ve Sonrasında Türk Bankacılık Sistemindeki Gelişmeler, 2009, http://www.krizveiflas.com/node/155
(02/12/2009) 

57
planı; büyük bankaların yüksek devalüasyon beklentisi ve İMKB’nin sınırlı hacimde
($52 milyon) hareket ediyor olması sebebiyle tutmamıştır. Sonuç olarak Ocak 1994’te
19.000 TL/$ olan döviz kuru ve 7 milyar dolar olan Merkez Bankası rezervi, Nisan
1994’te sırasıyla 38.000 TL/$ ve 3 milyar dolar olmuştur. Bunun üzerine siyasi otorite,
5 Nisan 1994’te kararlılık önlemi paketi ilan etti ve özellikle döviz borcu yüksek olan
bankaların (Marmara Bank, TYT Bank ve Impex Bank) faaliyetlerini durdurdu. Burada
altı çizilmesi gereken nokta şudur: Bu zor şartlara rağmen Türkiye’de bankalar bu
dönemde dış yükümlülüklerini zamanında ödemiş, böylece kendi risklerinin ülke riski
hâline dönüşmesini engellemişlerdir.

Bu dönemde alınan önlemler sonucu, satışı gerçekleştirilmiş DİBS’lerin


nominal faiz oranları hızla düşmüştür. Bu arada devlet, bütün mevduatları sigorta
kapsamına almıştır. Böylelikle finans sektöründe istikrar sağlanırken kredi faizleri
önemli oranda indirilmiştir.

Bankacılık sektörü, 1994 yılında yaşanan ekonomik krizle birlikte gelen hızlı
bir küçülmenin ardından 1996 yılında yüksek bir performans göstermiştir. 1995 ve 1996
yıllarında ekonomideki büyüme ve kârlılık bankacılık sektörüne de yansımıştır. 1996
yılında sektör dolar cinsinden % 21,7 büyümüş ve toplam aktifleri 83,3 milyar dolara
ulaşmıştır. Bankacılık sektörü, 1997 yılında da milli gelir artış hızının üzerinde bir hızla
büyümüştür. 1997 yılının ikinci yarısından itibaren enflasyonun ve faizlerin yükselme
eğilimine girmesi, günlük repo işlemlerinden doğan kaynak maliyetini artırmıştır. 1998
yılında yaşanan ekonomik krizin yanı sıra enflasyonu düşürmek için yürütülen para
programları, iç talebi oldukça daraltarak enflasyonu yavaşlatmıştır. Uygulanan sıkı para
ve maliye politikaları sonucunda enflasyon gerilemiş, 1997 sonunda % 91 olan TEFE ve
% 99 olan TÜFE, 1998 sonunda sırasıyla % 54,3 ve % 69,7’ye düşmüştür. Diğer
taraftan uygulanan para politikaları, ekonomik kriz ve ardından gelen erken seçim
tartışmalarının oluşturduğu siyasi istikrarsızlık, faizlerin düşmesine engel olmuştur.

1999 yılında da holding bankası olan Yurtbank, Esbank, Sümerbank, Egebank,


Yaşarbank olmak üzere beş ticari bankanın hisse senetlerinin tamamı TCMB nezdindeki
TMSF’ye devredilmiştir. Ayrıca bir yatırım bankası olan Birleşik Yatırım Bankası’nın
bankacılık lisansı iptal edilmiştir.

58
1999 yılının Haziran Ayı’nda 4389 sayılı Bankacılık Kanunu yürürlüğe
girmiştir. Bu kanun, yürürlülükte olan Bankalar Kanunu’nda köklü değişiklikler
yapmıştır. Bu değişikliklerin en önemlisi Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu’nun (BDDK) kurulmasıdır. BDDK, bankaların faaliyete başlamaları,
faaliyetlerinin izlenmesi, denetlenmesi, denetim sonuçlarının karara bağlanması,
faaliyetlerinin sona erdirilmesi ile ilgili kararların alınması ve uygulanması amacıyla
kurulmuştur.115 Ayrıca Hazine Müsteşarlığı’nın bankacılık ile ilgili bütün görevleri de
bu kuruma devredilmiştir. BDDK, 31 Haziran 2000’de resmen faaliyete başlamıştır.
Kurumun temel hedefleri; bankacılık sektörünün etkinliğini ve rekabet kabiliyetini
artırmak, sektöre güveni kalıcı kılmak, sektörün ekonomi üzerinde yaratabileceği
zararları asgariye indirmek, sektörün dayanıklılığını geliştirmek ve tasarruf sahiplerinin
hak ve menfaatlerini korumak olarak açıklanmıştır.116

Bu kanun ayrıca banka sahibi olmayı ve banka kurmayı zorlaştırırken geri


dönmeyen kredilerden kaynaklanan riskleri minimize etmek için de kredi plasmanına
yeni sınırlamalar getirmiştir. Bunlara ek olarak bankaların sermaye yetersizliğine
düşmesi hâlinde uygulanan yaptırımlar daha da ağırlaştırılmış ve risk izleme birimine
sahip olmak bankalar için zorunlu tutulmuştur.117

Aralık 1999’da 4491 sayılı Bankalar Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair


Kanun ile 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun bazı maddeleri değiştirilmiştir. Yapılan
düzenleme ile BDDK’nın oluşumu ve işleyişi, genel risk ve kredi sınırları, mevduat
sigorta fonunun kapsamı, yapılanması ve özel finans kurumlarına ilişkin yeni kurallar
getirilmiştir. 2000 yılında da bankacılık sektöründe bir dizi yenilik yapılarak sektörü
daha sağlıklı bir yapıya kavuşturma girişimleri devam etmiştir. Bunlardan en önemlisi
26 Ağustos 2000’de TMSF Yönetmeliği’nin çıkarılmasıdır.

Türkiye 24 Ocak 1980 kararları ile dış dünyaya kapılarını açması ilk etapta
bankacılık sektörünü olumlu etkilemiş olsa da bu süreç yaklaşık 10 yıl sürmüştür. Daha

                                                            
115
TBB, Bankalarımız 2000, Mayıs 2001, s. 1-11. 
116
Melek Acar Boyacıoğlu, “1980 Sonrası Türk Bankacılık Sektörü’ndeki Gelişmeler, Krizlerin Sektör Üzerindeki
Etkileri ve İyileştirici Öneriler”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, s. 527,
(http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makaleler/Melek%20ACAR%20BOYACIO%C4%9ELU/523-538.pdf),
21/06/2008 . 
117
Çolak ve Yiğidim, a.g.e., s. 14. 

59
sonra 1990’lı yılların başında patlak veren ekonomik kriz, Türkiye’yi bankacılık
sistemini tekrar gözden geçirme yoluna itmiş ve çeşitli birçok yeni düzenlemeler
yapmasını sağlamıştır. Yapılan bu düzenlemeler ile Türk bankacılık sektörünün global
bankacılık sektörüne entegre olmasının kolaylaştığını söylemek mümkündür. Türkiye,
kendi sektörünü kuvvetlendirmek yerine yabancı yatırımcıyı bu sektöre çekmeyi
yeğlemiştir ve bu stratejiye uygun düzenlemeler yapılmıştır.

2.2.4. 2000 Sonrası Dönemde Türkiye’de Bankacılık Sektörü ve


Yabancı Bankalar
24 Ocak 1980 kararları ile liberalleşen Türkiye özellikle bankacılık sektöründe
1990’lı yıllarda yaşadığı olumlu gelişmeleri malesef 2000’li yıllarda devam
ettirilmemiştir. 21. yüzyılı Türkiye, ciddi iki tane ekonomik kriz ile karşılamıştır.
Krizlerden ilki Kasım 2000’de faizlerin aşırı yükselmesi sonucu patlak vermiştir.
İkincisi ise Şubat 2001’de döviz talebine olan aşırı talep sonucu ortaya çıkmıştır.

Bu krizler en çok Türk Bankacılık sistemini etkilemiş ve sistemde çok


büyük/önemli değişikliklerin yapılmasına sebep olmuştur. Bu dönemde sektörün
kendine ait yapısal problemleri ve genel makroekonomik ortamdaki istikrarsızlıklar,
Türkiye’nin bu krize girişini kamçılayan diğer etkenlerdir.

2000-2001 yıllarında yaşanan krizlerden Türk bankacılık sektörünün çok darbe


almasının sebepleri şöyle sıralanabilir:

1. Bankaların yetersiz öz kaynaklara sahip olmaları

2. Sektörde kamu bankalarının sayılarının görece olarak çok olması ve bunun


sektöre negatif etkileri

3. Sektörde faaliyet gösteren bankaların görece küçük ölçekli olması ve parçalı


bankacılık yapısına sahip olmaları

4. Bankaların yetersiz iç kontrol ve risk yönetimi sistemlerine sahip olmaları

5. Banka bilançolarının saydamlığının yetersiz olması

60
6. Bankaların zayıf aktif kalitesine sahip olmasıdır.

Yukarıda ifade edilen bu yapısal problemler sonucu Türk bankaları bu


dönemde temel fonksiyonu olan aracılık hizmetlerini etkin ve yeterli ölçüde yerine
getirememiş ve Türk bankalarının sistemik risklere karşı duyarlılıkları artmıştır. Bu da
krizde Türk bankacılık sektörünün çok büyük darbe almasına sebep olmuştur.

21. yüzyıla Türk bankacılık sistemi yıkıcı iki kriz ve ekonominin yeniden
yapılandırılmasına yönelik altyapıyı oluşturmak amacıyla hükümet tarafından
uygulamaya konulan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ile girmiştir. 2001-2002
yıllarında çok negatif yorumlanan bu kriz, günümüzde olumlu etkileri ve sonuçları ile
değerlendirilmektedir. O zamanlar ülke içinde tedbir alarak üstesinden gelinebilen bu
kriz, 2008 yılında yaşanan global krizi Türk bankacılık sektörünün minimum
etkilenerek atlatmasını sağlamıştır. Halihazırda Türk bankacılık sektörü yaşanan son
global mali kriz ertesinde dünyadaki en sağlam bankacılık sektörüne sahip birkaç ülke
ile beraber anılmaktadır.

Türk bankacılık sektörünü ağır vuran bu krizin etkisi ile 2000 yılında iki
bankanın bankacılık izni iptal edilmiş ve faaliyette olan banka sayısı 79’a gerilemiştir.
Bunu 2001 yılında TMSF kapsamındaki beş bankanın Sümerbank bünyesinde
birleştirilmesi takip etmiştir. 2001 Eylül ayı itibariyle Türkiye’de faaliyet gösteren
banka sayısı 68’e gerilemiştir. Daha sonra uygulanan yeniden yapılandırma programı
sonucu yaşanan tasfiye, kapanış ve birleşmelerle önemli ölçüde bir konsolidasyon süreci
yaşanmıştır. Faaliyette bulunan banka sayısı 2002 sonunda 59, 2003 sonunda 55, 2004
sonunda 53, 2005 sonunda 51 ve 2006 sonunda 50’ye düşmüştür. 2008 sonu itibariyle
de bu sayısı yine 50’de kalmıştır.118

                                                            
118
BDDK, Finansal Piyasalar Raporu, Sayı: 12, Ankara, 2008, s. 17. 

61
Tablo 12: 2000- 2008 Yılları Arasında Türkiye’de Faaliyet Gösteren Banka Sayısı
 

  2000 2001* 2002 2004 2006 2007 2008


Banka Sayısı 79 68 59 53 50 50 50
  Kamu Mevduat Bankaları 4 3 3 3 3 3 3
Özel Mevduat Bankaları 29 24 20 18 14 12 11
TMSF Bünyesindeki Bankalar 11 9 2 1 1 1 1
Yabancı Mevduat Bankaları 17 16 15 13 15 17 18
Kalkınma ve Yatırım Bankaları 18 16 14 13 13 13 13

Kaynak: BDDK, “Finansal Piyasalar Raporu”, Sayı: 12, Ankara, 2008, s.18.
*Eylül sonu itibariyle.

Bankacılık sektörümüzü bu sağlam yapıya ulaştırabilmek için Türkiye’de 2001


yılının ikinci yarısından itibaren sektör için yeniden yapılandırma programı yürürlüğe
girmiştir. Bu kapsamda

• İlk olarak sistemde ağırlığı olan kamu bankalarının yeniden


yapılandırılmasına karar verilmiştir. Bu doğrultuda 6 Temmuz 2001’de Emlak
Bankası’nın bankacılık lisansı iptal edilerek aktiflerinin bir bölümü Ziraat Bankası’na
devredilmiştir.
• İkinci olarak TMSF bünyesindeki bankaların yeniden yapılandırılması,
tasfiyesi, devri ve satışı gündeme gelmiştir. Bu kapsamda 2001 yılının Ağustos ayında
Sümerbank, Oyak Grubu’na satılmış ve 20 Eylül 2001’de Demirbank’ın HSBC Bank’a
devir sözleşmesi imzalanmıştır.
• Son olarak da özel bankaların mali yapılarının güçlendirilmesi gerektiği
üzerinde durulmuştur. Bu program kapsamında da 2001 yılında mali bünyesi zayıf olan
ve güçlenmesi mümkün gözükmeyen beş banka TMSF’ye devredilirken Osmanlı
Bankası Körfez Bank’ı devralmıştır.

Uygulanan bu yeniden yapılandırma programına paralel olarak bankacılık


sistemini daha etkin ve rekabetçi bir yapıya kavuşturacak, sektörün dayanıklılığını
geliştirecek ve sektöre güveni kalıcı kılacak yasal ve kurumsal düzenlemeler de bu
dönemde yapılmıştır.

62
Bu dönemde ayrıca Türkiye’de uygulanan IMF istikrar politikaları ve AB
üyelik süreci sonucu, Türk bankacılık sektöründe yabancı bankaların sayısı ciddi oranda
artmıştır. 2000 yılında yabancıların sektördeki oranı % 30 civarlarında iken günümüzde
% 50’lere gelmiştir.119 Aynı dönemde dünyada da Türkiye ile aynı trendi takip eden
gelişmekte olan ülkeler mevcuttur. Mesela Doğu Avrupa’da yabancı bankaların piyasa
payı 1995 yılında % 11 iken günümüzde % 65’lere ulaşmıştır.120 Buna benzer durumlar
Latin Amerika, Asya, Afrika ve Ortadoğu’daki diğer gelişlen ekonomilerde de
yaşanmıştır.

2000’li yıllarda bankaların durumu sayısal olarak ele alınacaktır. İlk olarak bu
dönemde bankaların bilançolarının aktif ve pasif durumu ele alınacak, daha sonra da
gelir tabloları incelenecektir. Burada ayrıca yabancı bankaların bu başlıklar altındaki
gelişimine göz atılacaktır.

Çok büyük bir kriz yaşanmış olmasına rağmen bu dönemde Türk bankacılık
sektörünün aktif yapısında ciddi bir büyüme gözlenmiştir. Bu büyüme, genel ekonomik
büyümenin üzerinde gerçekleşmiştir. 2000 yılında 155 milyar dolar olan aktif
büyüklüğü, 2008 yılında 447,5 milyar dolara çıkmıştır. Bunun en önemli sebebi,
sektörde uygulanan “yeniden yapılandırma” programı olarak gösterilmektedir. Toplam
aktiflerdeki bu artışın yapısal sebebi kredilerde TL bazında yaşanan % 29’luk artıştır.
2000 yılında bankacılık sektörünün toplam aktif büyüklüğü GSMH’nın % 76,9’unu
oluşturmuştur. Bu oran 2008 yılında % 77,1 olarak gerçekleşmiştir.121

Bu arada şunu belirtmekte yarar var: 2007’de Amerika’da patlak veren, asıl
olarak 2008’de zirve noktasına çıkan ve bütün dünyayı etkisi altına alan sorunlu ipotekli
kredi krizi, küresel olarak bankacılık sektörünün zor bir dönem geçirmesine sebep
olmuştur. Ancak Türk bankacılık sektörü bu krizden en az etkilenen grup olmuştur.
2008 yılı sonu itibarıyla gösterdiği görece iyi performans da dikkat çekmektedir. Ancak
Türk bankacılık sektörünün yakaladığı bu büyüme performansını, 2008 yılının son
çeyreğinden itibaren hissedilmeye başlanan ekonomideki yavaşlama nedeniyle ileriki
yıllarda iyi şekilde devam ettirmesi biraz güç görünmektedir.
                                                            
119
Akgeyik ve Yavuz, a.g.e., s. 3. 
120
İTO, a.g.e., s. 11. 
121
BDDK, Sayı: 12, a.g.e., s. 18.  

63
Bu dönemdeki dikkat çeken en önemli unsur, bankacılık sektörü toplam
aktifleri içinde artan yabancı bankaların payıdır. 2000 yılı sonu itibarıyla bu pay % 6,2
iken 2008 sonu itibarıyla bu oran % 15,3’e çıkmıştır. Bunun sebebi de mali açıdan zayıf
olup TMSF tarafından el konulan yerli sermayeli bankaların yabancı sermayeli
bankalara satılmış olmasıdır.

Tablo 13: 2001- 2008 Yılları Arasında Bankaların Aktif Yapısı (Milyon TL)
 

Kamu  Yabancı  TMSF'deki 


Yıl Özel Bankalar TOPLAM
Bankaları Bankalar Bankalar
2001 70.813,1 118.163,0 6.789,9 10.823,5 206.589,5
2002 67.831,5 119.471,4 6.624,3 9.310,1 203.237,3
2003 83.134,4 142.270,9 6.943,4 7.136,5 239.485,1
2004 106.902,8 175.936,6 10.346,9 1.938,4 295.124,6
2005 124.485,9 237.043,2 20.715,9 1.858,5 384.103,5
2006 143.362,4 265.615,0 59.323,6 1.215,3 469.516,4
2007 163.585,2 293.529,7 84.335,4 842,7 542.293,1
2008 207.701,9 369.603,1 104.797,6 834,4 682.936,9  

Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği,


http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Istatistiki_Raporlar.aspx. (14/05/2005).

Bunun yanında 2000 yılı sonunda (enflasyon muhasebesine göre olmayan) 101
bin dolar olan toplam mevduat, 2008 yılı sonunda 297 milyar dolara fırlamıştır.
Mevduattaki bu artışın en önemli sebebi yine uygulanan “yeniden yapılandırma
programı” sonucu bankacılık sektörüne artan güven olarak gösterilmektedir.

Tablo 14: 2000-2008 Yılları Arasında Türk Bankacılık Sistemi’nin Mevduat Yapısı
(Milyar TL)
 
Toplam  Değişim  Yabancı  Değişim  YB Mevduat/Toplam 
Mevduat (%) Bankaların  (%) Mevduat (%)
2000 68.442.406,0 ‐ 2.216.683,0 ‐ 2,4
2001 147.520.532,2 116 2.415.264,0 9 2,4
2002 142.387.988,0 ‐3 3.457.186,0 43 2,4
2003 160.812.250,1 13 3.545.181,0 3 2,2
2004 197.393.862,0 23 6.201.928,0 75 3,1
2005 253.578.919,0 28 12.242.551,0 97 4,8
2006 312.832.244,0 23 46.417.936,0 279 14,8
2007 356.983.744,0 14 51.467.026,0 11 14,4
2008 453.484.686,0 27 60.234.091,0 17 13,3  
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği,
http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Istatistiki_Raporlar.aspx. (14/05/2005).

64
Ancak Türk bankacılık sektöründe son üç yıldır küçük montanlı mevduatın
payında azalma gözlenmektedir. Bu azalış eğiliminin devam etmesi beklenmektedir.
Bunun yanı sıra sektörün yapısal bir sorunu olarak görülen mevduatların kısa vadeli
olması, tortu mevduatlarla dengelense de mevduatın vadesini arttırıcı yöndeki
politikaların oluşturulması gerekmektedir. Sektörde mevduatın vadesini artırmaya
yönelik yapılacak olan çalışmalar da sektörün aracılık işlevine olumlu katkı sağlayacak
önemli unsurlardandır.

Türk bankacılık sektöründe verilen krediler de bu dönemde ciddi oranda


artmıştır. Kredilerdeki sıçramanın sebebi, bu dönemde düzelen makro ekonomik veriler
sonucu düşen faiz oranları ve TL’nin değer kazanması olarak gösterilebilir. Ayrıca bu
dönemde sektörde artan yabancı sermayeli bankaların kredi verme konusundaki agresif
stratejileri de gözardı edilmemelidir. 2000 yılı sonunda 34,2 milyar TL’lik mevduata
sahip olan sektör, 2008 yılı sonu itibarıyla mevduat rakamını 366,9 milyar TL’ye
çıkarmıştır. 2000 yılında yabancı sermayeli bankaların mevduatları toplam mevduatın
yalnızca % 2,8’ini oluştururken bu rakam 2008 sonunda % 17,6’ya sıçramıştır.

Aynı dönemde Türkiye’de özelleştirmeler yoğun olarak yaşanmıştır.


Yerli/yabancı birçok yatırımcı bu özelleşen kurumların finansmanının az sayılamayacak
kısmını Türkiye’de faaliyet gösteren yerli/yabancı sermayeli bankalardan karşılamıştır.
Bu durum, sektörün bu dönemdeki kredi hacminin artışının en önemli sebeplerinden
birisidir. Ancak 2007 yılında dünyanın içine düştüğü ekonomik kriz kredilerin büyüme
hızına sekte vurmuştur. Önümüzdeki dönemde makroekonomik göstergelerde ve
ekonomik bekleyişlerdeki olumsuzlukların devam etmesi hâlinde kredilerdeki
yavaşlamanın sürmesi ve menkul kıymetlere yapılan plasmanların bir miktar artması
beklenmektedir.

Ancak 2009 yılının özellikle ikinci yarısında başlayan global toparlanma


sinyalleri bu riskin yavaş yavaş gözardı edilmeye başlanmasına sebep oluyor. Bir
görüşe göre bu iyimserlik geçicidir ve 2010 yılında 2008’den daha büyük bir kriz ve
piyasalarda çöküş beklenmektedir. Bu durumun gerçekleşmesi hâlinde bankacılık
sektörü hem global bazda hem de ülkemizde onarılması daha güç yaralar açabilir. Türk
bankacılık sektörü, her ne kadar yapısını güçlendirmiş olsa da global bankacılık sektörü

65
ile artan entegrasyonu, olası global krizlere karşı olan dayanıklılığını azaltmaktadır.
Ülkemizde faaliyet gösteren yabancı bankaların yaşayacağı bir olumsuzluk bütün
sektörü olumsuz etkileyebilir.

Tablo 15: 2000-2008 Yılları Arasında Türk Bankacılık Sistemi’nin Kredi Yapısı
(Milyar TL)
 

Toplam  Değişim  Yabancı  Değişim  YB Kredi/Toplam 


Krediler (%) Bankaların  (%) Krediler (%)
2000 34.204.350,0 ‐ 966.289,0 ‐ 2,8
2001 43.208.220,0 26 1.355.439,0 40 3,1
2002 56.370.271,0 30 2.248.292,0 66 4,0
2003 69.990.148,0 24 2.772.263,0 23 4,0
2004 103.241.145,0 48 4.790.020,0 73 4,6
2005 153.059.052,0 48 10.473.002,0 119 6,8
2006 218.063.925,0 42 33.393.982,0 219 15,3
2007 280.453.091,0 29 52.774.641,0 58 18,8
2008 366.900.914,0 31 64.731.471,0 23 17,6  

Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği,


http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Istatistiki_Raporlar.aspx. (14/05/2005).

Sektörün aracılık işlevinin takibinde kullanılan kredi/mevduat oranı da bu


dönemde bayağı artmıştır. Yani bankalar topladıkları mevduatları krediye dönüştürme
oranlarını artmıştır. Bu da sağlıklı bankacılık faaliyetinin yapıldığının bir kanıtıdır.
Özellikle 2001 yılında yaşanan krizin akabinde uygulanan “yeniden yapılandırma
programı”nın bu olumlu gelişmelerdeki etkisinin gözardı edilmemesi gerektiğini
tekrar vurgulamak kaçınılmazdır.

Tablo 16: 2000- 2008 Yılları Arasında Türk Bankacılık Sektörü’nde


Kredi/Mevduat Oranı
 
Toplam  Toplam  T.Krediler/T.  YB Krediler/YB 
YB Krediler YB Mevduat
Krediler Mevduat Mevduat (%) Mevduat (%)
2000 34.204.350,0 68.442.406,0 50,0 966.289,0 2.216.683,0 43,6
2001 43.208.220,0 147.520.532,2 29,3 1.355.439,0 2.415.264,0 56,1
2002 56.370.271,0 142.387.988,0 39,6 2.248.292,0 3.457.186,0 65,0
2003 69.990.148,0 160.812.250,1 43,5 2.772.263,0 3.545.181,0 78,2
2004 103.241.145,0 197.393.862,0 52,3 4.790.020,0 6.201.928,0 77,2
2005 153.059.052,0 253.578.919,0 60,4 10.473.002,0 12.242.551,0 85,5
2006 218.063.925,0 312.832.244,0 69,7 33.393.982,0 46.417.936,0 71,9
2007 280.453.091,0 356.983.744,0 78,6 52.774.641,0 51.467.026,0 102,5
2008 366.900.914,0 453.484.686,0 80,9 64.731.471,0 60.234.091,0 107,5  
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği,
http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Istatistiki_Raporlar.aspx. (14/05/2005).

66
Toplam aktiflerin içinde kredi payına baktığımız zaman, kredilerin bu dönemde
aktiflerin en önemli kalemi hâline geldiğini söylemek mümkündür. 2000 yılında toplam
kredilerin toplam aktiflerin içindeki ağırlığı % 32,8 iken 2008 sonunda bu oran % 52
gibi çok önemli bir rakama çıkmıştır. Diğer yandan yalnızca Türkiye’de faaliyet
gösteren yabancı sermayeli bankalarda bu orana bakacak olursak değişimin daha agresif
olduğunu söyleyebiliriz. 2000 yılında % 17,1 olan bu oran 2008 yılında % 61,8’e
sıçramıştır.

Tablo 17: 2000- 2008 Yılları Arasında Türk Bankacılık Sektörü’nde Kredi/Toplam
Aktifler Oranı

Toplam  Toplam  T.Krediler/T.  YB Krediler/YB 


YB Krediler YB Aktifler
Krediler Aktifler Aktifler (%) Aktifler (%)
2000 34.204.350,0 104.283.106,0 32,8 966.289,0 5.644.828,0 17,1
2001 43.208.220,0 169.221.332,0 25,5 1.355.439,0 5.053.498,0 26,8
2002 56.370.271,0 212.675.488,2 26,5 2.248.292,0 6.624.348,0 33,9
2003 69.990.148,0 249.749.773,0 28,0 2.772.263,0 6.943.398,0 39,9
2004 103.241.145,0 306.451.565,0 33,7 4.790.020,0 10.346.884,0 46,3
2005 153.059.052,0 396.970.059,0 38,6 10.473.002,0 20.715.900,0 50,6
2006 218.063.925,0 484.857.262,0 45,0 33.393.982,0 59.323.609,0 56,3
2007 280.453.091,0 561.171.879,3 50,0 52.774.641,0 84.335.416,0 62,6
2008 366.900.914,0 705.870.774,0 52,0 64.731.471,0 104.797.554,0 61,8  

Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği,


http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Istatistiki_Raporlar.aspx. (14/05/2005).

Uygulanan “yeniden yapılandırma programı” 2000 yılı sonrası dönemde


bankacılık sektörünün kârlılığını da olumlu anlamda etkilemiştir. Sektörün kârlılığında
gözle görülür iyileşmeler olmuştur. Bu dönemde aktif kârlılığa bakalım. Kriz yılları
olan 2000-2001’de zarar gösteren bu rasyo, 2002’den itibaren hızla toparlanmaya
başlamış ve 2008 yılına kadar bu artış sürmüştür. 2008 yılında ise dünyada patlak veren
global krizin etkisi ile bu rasyoda hafif bir düşüş gözlenmiştir. Her ne kadar bizim
bankacılık sektörünün krize karşı duyarlılığı diğer dünya ülkelerine göre görece olarak
düşük olmuş olsa da bu kriz maalesef bizim ülkemizi de etkilemiştir. Öz sermaye ve
ödenmiş sermaye kârlılıklarında da benzer trend gözlenmiştir. Yine bu dönemde de
yabancı bankaların kârlılık rasyoları yine sektörün kârlılık rasyolarının üzerinde
gerçekleşmiştir. (Tablo 18)

2000-2001 krizinin de etkisiyle kredi hacminin düşmesi, kamu ve TMSF’ye


devredilen bankalara verilen menkul değerler, kredilerden alınan faizlerin düşmesine

67
sebep olurdu. Menkul değerler cüzdanından elde edilen faizlerin yükselmesini sağladı.
Ayrıca bu dönemde yüksek enflasyon ortamında mevduata verilen faizler, faiz giderleri
içerisinde önemli bir yer tutmuştur.

Tablo 18: 2000- 2008 Yılları Arasında Türk Bankacılık Sektörü’nün Karlılığı
 
Net Dönem  Net Dönem  Net Dönem 
Karı/T.  Karı/O.Özkaynaklar Karı/O.Ödenmiş Sermaye
TBS TBS YB TBS YB
2000 ‐3,1 ‐72,8 11,1 ‐61,8 13,1
2001 ‐6,6 ‐76,5 3,2 ‐105,2 6,7
2002 1,1 9,2 5,9 19,6 16,4
2003 2,2 15,8 11,2 41,7 36,3
2004 2,1 14,0 11,9 43,6 43,6
2005 1,4 10,6 15,5 28,5 55,3
2006 2,3 18,9 20,5 43,4 52,6
2007 2,6 19,5 15,2 47,0 31,3
2008 1,8 15,4 10,5 34,6 21,1  

Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği,


http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Istatistiki_Raporlar.aspx. (14/05/2005).

Krizin yaralarının sarılmasıyla birlikte 2002 yılından itibaren bankacılık


sektörünün yapısında önemli değişiklikler yaşanmıştır. Bu dönemde düşen faiz oranları
ile faiz ve kar marjları daralmış ve yabancı bankaların sektöre girişi ile artan rekabet
bankaları daha etkin çalışmaya zorlamıştır. Bu nedenle sektörün faiz dışı gelirleri yani
bankacılık hizmet gelirleri (ücret ve komisyonlar) hızla artmıştır. Kredilerden alınan
faizler de kredi miktarındaki genişlemeye bağlı olarak artış göstermiştir. Sonuç olarak
2000-2001 krizi ertesinde uygulamaya konulan “yeniden yapılandırma programı” işe
yaramış ve sektörün hızla bankacılık işlemlerinden para kazanma gücünü arttırmıştır.
Özellikle sektöre giren yabancı sermayeli bankalar, rekabeti arttırarak yerli sermayeli
bankaların bu konuda gelişmelerine katkıda bulunmuşlardır.

68
Tablo 19: 2000- 2008 Yılları Arasında Türk Bankacılık Sektörü Gelir- Gider
Rasyolar (%)
 
Net Faiz  Faiz Gelirleri/T.  Faiz Giderleri/T. 
Gelirleri/T.  Gelirler Giderler
TBS YB TBS YB TBS YB
2000 4,6 8,1 94,3 91,1 71,1 63,9
2001 10,9 11,5 111,8 76,5 78,5 69,0
2002 6,0 11,0 86,2 74,7 76,5 51,4
2003 4,5 9,1 76,3 63,6 72,1 34,8
2004 5,8 6,5 82,4 63,6 67,4 42,2
2005 4,5 12,1 80,5 70,9 62,1 49,3
2006 4,2 5,0 82,2 74,4 69,9 56,0
2007 4,6 5,6 83,1 84,6 71,6 60,6
2008 4,4 6,1 86,3 89,6 72,0 62,0  

Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği,


http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Istatistiki_Raporlar.aspx. (14/05/2005).

1988 yılında Basel Komitesi’nin dünya bankacılık sektörüne hesaplama


zorunluluğu getirdiği sermaye yeterliliği rasyosu (SYR), ülkemizde de kullanılan bir
rasyodur. Basel Komitesi’ne göre hesaplanan sermaye yeterliliği rasyosunun en az % 8
olması gerekmektedir. Ülkemizde de 2002 yılına kadar bu rasyo minimum % 8 olarak
hesaplanmaktaydı. 2000-2001 yıllarında yaşanan kriz sonrası BDDK, bu rasyonun
2002’den itibaren en az % 12 olarak hesaplamasını tavsiye etmiştir. Ülkemizde faaliyet
gösteren bankalarında SYR’si hep bu oranın çok üstünde olmuştur. Türk bankacılık
sektörünün 2008 yılında yaşanan global krizden etkilenmesinin sebebi olarak da sahip
oldukları yüksek SYR gösterilmektedir.

Tablo 20: 2002 Yılı İtibariyle Türkiye’de Faaliyet Gösteren Bankaların Sermaye
Yeterlilik Rasyoları (%)
 

TBS YB
2002 24,2 32,6
2003 30,9 36,2
2004 28,8 26,9
  2005 24,2 17,4
2006 22,0 16,0
2007 19,1 14,5
 
2008 18,1 16,7  
  Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği,
http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Istatistiki_Raporlar.aspx.
(14/05/2005).

69
Yukarıdaki tabloda (Tablo 20) 2002- 2008 yılları arasında, Türk Bankacılık
Sektörü’nün ve ülkemizde faaliyet gösteren yabancı bankaların SYR’leri detaylı olarak
sıralanmıştır.

2.2.5 Günümüzde Türk Bankacılık Sektörü ve Yabancı Bankalar

2007 yılının ikinci yarısından itibaren başta gelişmiş ülke piyasalarında olmak
üzere etkisini artıran finansal kriz, oluşturduğu yoğun belirsizlikle hane halkı, şirketler
ve finansal aracı kurum bilançolarında yaptığı bozulmalar sonucu, dünya çapında
yaygın ekonomik bir krize dönüşmüştür. Bu durum da küresel ölçekte büyüme, ticaret
hacmi ve sermaye hareketleri üzerinde daraltıcı bir sonuç doğurmuştur. Uluslararası
kırılgan makroekonomik ortamın oluşturduğu dışsal şoklar, Türkiye ekonomisini de
etkilemektedir. 2008 yılının üçüncü çeyreği itibarıyla kesintisiz 27 çeyrektir büyüyen
ülkemizin ekonomisinde şu an itibarıyla belirgin bir yavaşlama görülmektedir.122

Türkiye, 2002-2006 döneminde yıllık ortalama % 7,2 oranında büyümüştür.


Ancak bu hız, 2007 yılının ikinci yarısından itibaren zayıflamaya başlamış ve 2007 yılı
genelinde % 4,6'ya gerilemiştir. Sonuç olarak ülkemiz, 2002-2007 yıllarını kapsayan altı
yıllık dönem için yıllık ortalama büyüme oranı % 6,8'e düşmüştür. 2008 yılının I.
çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre büyüme oranı % 6,7 ile beklentilerin
üstünde gerçekleşti. 2007 yılı I. çeyrek büyüme hızının (% 8,1) oldukça altındadır.
2008'in II. çeyreğinde büyüme hızı % 2,3 seviyesine gerilemiş, III. çeyrekte ise 2002
yılının I. çeyreğinden bu yana en düşük değeri olan % 0,5'e kadar düşmüştür. Yani
ekonomi durma noktasına gelmiştir. Böylelikle 2008 yılının ilk üç çeyreği için büyüme
hızı % 3,0 olmuştur. Ancak 2008’in son çeyreğinde Türkiye ekonomisi % 6,2 oranında
daralmıştır. Bu da 2008 yılının yıllık büyüme oranını % 1,1’e çekmiştir.123

Türk finans sektörünün aktif büyüklüğü, bir önceki yıla göre 177,7 milyar TL
artarak 2008 yılında 947,8 milyar TL’ye ulaşmış, finansal sektör aktiflerinin GSYİH’ye
oranı % 99,8 olarak gerçekleşmiştir. 2007 yılsonuna göre Türk bankacılık sektörünün
toplam aktifleri nominal olarak % 26 oranında artmıştır. Küresel ekonomik kriz göz
önüne alındığında Türk bankacılık sektörünün büyüme performansının ekonomiye
                                                            
122
BDDK, Sayı:12, a.g.e., s. iii. 
123
İstanbul Ticaret Odası, 2008 Yılında Türkiye ve Dünya Ekonomisi, Ekonomik Rapor, İstanbul, 2008, s. 30. 

70
önemli katkı sağladığı görülmektedir. Bankacılık sektörü 2008 yılında da büyümeye
devam etmiştir. Şube sayısı 1.187 adet, personel sayısı 14.907 kişi artmıştır. Sektörde
faaliyet gösteren banka sayısında herhangi bir değişiklik meydana gelmemiştir.
Sektörün finansal sağlamlığını yansıtan göstergeler, 2008 yılında genel olarak olumlu
seyrini sürdürmüştür. Bunlara ek olarak sektörün sermaye yeterliliği de bu dönemde
istikrarlı bir seyir izlemiştir. 124

2008 yılının ilk üç çeyreğinde Türk bankacılık sektörü kredi arzını artırırken
son çeyrekte artan riskler ve likiditenin önem kazanması ile daha ihtiyatlı bir yaklaşımla
hareket etmiştir. Sonuç olarak verilerden anlaşıldığı gibi yılın ilk üç çeyreğinde
bankalar, kredi kullandırmaya ağırlık vermişlerdir. Bu dönemde sağlanan kaynakların %
75’i kredi olarak kullandırılmıştır. Yılın son çeyreğinde yaşanan finansal krizin
ekonomiye yansıması sonucunda sektör, kredi stokunun kalitesini korumaya yönelmiş,
bunun için kredi standartlarını yükseltmiştir. Sonuç olarak yılın son çeyreğinde
bankacılık sektörünün kredi stokunun artış hızı yavaşlamıştır.125

2008 sonu itibarıyla Türk bankacılık sektöründe yabancı para net genel
pozisyonu sıfır civarındadır. Bu da sektörün kur riskinin düşük olduğuna işaret
etmektedir. Yılın ilk yarısında artan bilânço dışı işlemlerin toplam aktiflere oranı,
yılsonuna doğru azalarak 2007’deki seviyesine gelmiştir. Ekonomideki durgunluğun
yılsonuna doğru belirginleşmesi, takipteki alacakların brüt kredilere oranının % 3,6’ya
yükselmesine sebep olmuştur.

Tablo 21: Banka Gruplarının Sektör Payları (%)


  2007 2008
Banka Şube Banka Şube
Mevduat Bankaları 33 7.570 32 8.741
Kamu Bankaları 3 2.203 3 2.416
Özel Bankalar 11 3.625 11 4.290
Fondaki Bankalar 1 1 1 1
Yabancı Bankalar 18 1.741 17 2.034
Kalkınma ve Yatırım Bankaları 13 48 13 49
Kamu Bankaları 3 23 3 23
Özel Bankalar 6 12 6 12
Yabancı Bankalar 4 13 4 14
  TOPLAM 46 7.618 45 8.790  

Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği, Bankalarımız 2008, Mayıs 2009, s. I- 37.

                                                            
124
BDDK, Sayı:12, a.g.e., s. iii. 
125
TBB, Bankalarımız Kitabı 2008, İstanbul, 2009, s. I-7. 

71
Bankacılık sektörünün toplam aktifleri 2008 yılında geçen yıla göre % 26
oranında büyüyerek 733 milyar TL’ye ulaşmıştır. Toplam aktiflerdeki artışa en büyük
katkıyı % 29 oranında artan krediler yapmıştır. Döviz kurlarında yaşanan artışın yol
açtığı kur etkisi, YP varlıkların TP varlıklardan daha hızlı büyümesine neden olmuştur.
2007 yılına göre % 35 oranında artan mevduat, toplam yabancı kaynaklar içinde % 70
civarındaki istikrarlı payını korumaktadır. Ancak sektörün toplam kaynakları açısından
vade kısalığı devam etmektedir. Bankaların toplam öz kaynaklarının bir önceki
yılsonuna göre % 20,6 oranında artması, gelecekte mümkün olabilecek dalgalanmalara
karşı mali bünyelerini korumalarına ve reel sektörü destekleme kabiliyetlerini
sürdürmelerine yardımcı olacaktır.126

Bankacılık sektörünün mevduat ağırlıklı kaynak yapısı devam etmektedir. 2008


yılı sonu itibarıyla toplam kaynakların % 62’sini mevduat oluşturmaktadır. 2008 yılında
DTH bir önceki yıla göre % 56,3 artmıştır. Bu artışın özellikle yılın son çeyreğinde
yaşandığı görülmektedir. Bu artışın sebebi olarak da aynı dönemde nominal döviz
kurlarında yaşanan artışın etkili olduğu söylenebilir.

2008 yılında bankacılık sektörünün net dönem kârı, 2007 yılı sonuna göre %
10,5 oranında azalmıştır. Bu dönemde faiz giderlerinin faiz gelirlerine göre faiz dışı
giderlerin ise faiz dışı gelirlere göre daha yüksek oranda artması, sektörün kârlılığını
olumsuz etkilemiştir. Gelir kalemlerinin toplam gelirler içindeki dağılımı, sektörde
müşteri odaklı kârlılık eğiliminin devam ettiğini göstermektedir. Kredilerden alınan
faizler, ücret ve komisyonlar ile bankacılık hizmet gelirleri toplamı, sektörün
gelirlerinin % 64,6’sını oluşturmaktadır. Bunun yanında sektörde mevduat ağırlıklı
finansman yapısının devam ettiği görülmektedir. Nitekim mevduata verilen faizler,
toplam giderlerin % 54’ünü oluşturmaktadır. Buna karşılık mali piyasalara ödenen
faizlerin payı % 12,6 düzeyinde bulunmaktadır. Bankacılık sektörünün aktif ve öz
kaynak kârlılığında ise büyük oranlarda olmamakla beraber 2007 yılı sonundan itibaren

                                                            
126
BDDK, Sayı:12, a.g.e., s. iv. 

72
görülen düşme eğilimi, yılın son çeyreğinde de devam etmiştir. Söz konusu oranlar
sırasıyla % 2 ve % 16,8 düzeyine gelmiştir.127

Türkiye’de 2008 yılında 32’si mevduat, 13’ü kalkınma ve yatırım, dördü


katılım olmak üzere 49 banka faaliyet göstermiştir. Öte yandan sermayesinin % 51’i
yurt dışında yerleşik yatırımcılara ait olan mevduat bankalarının sayısı 17, kalkınma ve
yatırım bankalarının sayısı da dört olmuştur. Bu sayıya yurt dışında yerleşik
yatırımcılarla stratejik ortaklık anlaşması yapan dört banka dâhil edildiğinde bu sayı
25’e yükselmektedir. Bu bankalardan 13 tanesi Avrupa, beş tanesi Ortadoğu, dört tanesi
ABD ve birer tanesi de Asya ve Afrika bölgesi kaynaklıdır. Bu dönemde TMSF
bünyesinde yalnızca bir banka bulunmaktadır.128

Tablo 22: Bankacılık Sektöründe Grupların Sektör Payları (%)

  Toplam Aktifler Toplam Mevduat Toplam Krediler


2007 2008 2007 2008 2007 2008
Mevduat Bankaları 97 97 100 100 96 96
Kamu Bankaları 29 29 36 36 23 24
Özel Bankalar 53 53 50 51 54 54
Yabancı Bankalar 15 15 14 13 19 18
Kalkınma ve Yatırım Bankaları 3 3 ‐ ‐ 4 4
TOPLAM 100 100 100 100 100 100  
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği, Bankalarımız 2008, Mayıs 2009, s. I- 41.

2008 yılında bankacılık sektörünün toplam öz kaynakları % 13 oranında


artarak 83 milyar TL (54 milyar dolar) olmuştur. Dolar bazında bakıldığında öz
kaynaklar % 14 oranında daralmıştır. Bu dönemde öz kaynaklardaki artışın sınırlı
kalmasının sebepleri sermaye artışının yavaşlaması ve kârın nominal olarak
gerilemesidir. Öz kaynaklar 2002 yılından beri ilk kez dolar bazında gerilemiştir. Bunda
TL’nin başlıca yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi etkili olmuştur.129 Bu
duruma sebep olarak dünyada yaşanan global krizin arttırdığı belirsizlik gösterilebilinir.
Yaşanan bu belirsizlik sonucunda İMKB gerilemiş ve yatırımcılar pozisyonları kapatıp
dolar almaya yönelmişlerdir. Bu çok uzun süren bir süreç olmamıştır. Ancak TL dolar

                                                            
127
BDDK, Sayı:12, a.g.e., s. v. 
128
TBB, Bankalarımız 2008, a.g.e., s. I-8. 
129
TBB, Bankalar Kitabımız 2008, a.g.e., s. I-47. 

73
karşısında çok fazla da güçlenememiştir. O yüzden bankacılık sektöründeki bu durumun
ileriki dönemlerde de devam etmesi beklenmektedir.

Tablo 23: Bankacılık Sektörünün Özkaynakları (Aralık 2008 itibariyle)


 

Yüzde değişim  Yüzde değişim  Toplam Aktiflere 


Milyon TL Milyon Dolar
(TL) ($) Oranı (%)
Mevduat Bankaları 72.060 47.352 12 ‐15 10,5
Kamu Bankaları 17.321 11.382 3 ‐22 8,4
Özel Bankalar 40.900 26.876 4 ‐13 11,0
Fon Bankaları 659 433 ‐1 ‐25 79,0
Yabancı Bankalar 13.180 8.661 18 ‐10 12,6
Kalkınma ve Yatırım Bankaları 10.635 6.989 19 ‐10 46,3
SEKTÖR TOPLAMI 82.695 54.341 13 ‐14 11,7  
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği, Bankalarımız 2008, Mayıs 2009, s. I- 47.

Sektörün kârlılığa ilişkin göstergelerinde 2008 yılında düşüş yaşanmıştır.


Sektörün net kârı % 11 oranında azalarak 12.774 milyon TL olmuştur. Sektörün net kâr
rakamlarına daha detaylı bakalım. Kamu bankalarında net kârın % 13, yabancı
bankalarda % 18 ve özel sermayeli mevduat bankalarında % 9 oranında azalırken
kalkınma ve yatırım bankalarında % 7 oranında artmıştır.130

2008 yılında sektörün net aktif kârlılığı % 2,6’dan % 1,8’e, öz kaynak kârlılığı
ise % 19,5’tan % 15,4’e gerilemiştir. Aşağıdaki tabloda da görüleceği gibi aktif kârlılığı
ve öz kaynak kârlılığı bütün banka gruplarında gerilemiştir.

Sektörün sermaye yeterlilik oranı, Aralık 2008’de % 18 olarak gerçekleşmiştir.


Bu da sektörün olası bozulmalara karşı güçlü sermaye yapısını muhafaza eden ihtiyatlı
bir yaklaşım içinde olduğunu göstermektedir.

                                                            
130
TBB, Bankalarımız Kitabı 2008, a.g.e., s. I-48.  

74
Tablo 24: Türk Bankacılık Sektörünün Aktif ve Öz kaynak Karlılığı (2008)

Aktif Karlılığı  Özkaynak 
(%) Karlılığı (%)
Mevduat Bankaları 1,7 16,4
Kamu Bankaları 1,9 22,5
Özel Bankalar 1,8 15,8
Fon Bankaları 9,6 12,2
Yabancı Bankalar 1,3 10,5
Kalkınma ve Yatırım Bankaları 4,0 8,7
SEKTÖR TOPLAMI 1,8 15,4  

Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği, Bankalarımız 2008, Mayıs 2009, s. I- 48.

Bankacılık sektöründe 2009 Eylül ayı itibarıyla 49 banka faaliyet gösterirken


sektörün organik büyümesindeki yavaşlama eğilimi devam etmektedir. Bankacılık
sektörü 2009 yılının Eylül ayı itibarıyla geçen yılın aynı dönemine göre % 17,4
büyüyerek 798,4 milyar TL’lik aktif büyüklüğüne ulaşmıştır. Bu artışta 9,1 puan
menkul değerler portföyünden gelirken kredilerin büyümeye katkısı 2,1 puan olmuştur.
Büyümeye katkılarda dikkat çekici bir başka eğilim de bankaların ellerinde tuttukları
nakit ve nakit benzeri aktiflerin payında ve büyümeye katkısındaki artıştır. Bu bileşen
2008 sonunda ve 2009 yılının üçüncü çeyreği itibarıyla toplam aktif büyümesinin %
23’ünü sağlamıştır. Bu dönemde aktif büyüklüklerine göre Türk bankacılık sektöründe
kamu sermayesinin payı % 28,3, özel sermayenin payı % 32 ve yabancı sermayenin
payı da % 39,7’dir.131

Sektörün kredileri geçen yılın aynı dönemine göre yalnızca % 4 artmıştır.


Burada altı çizilmesi gereken husus, bu dönemde sektörde menkul kıymetler portföyüne
yapılan plasmanların arttığıdır. Bu eğilim bankaların aracılık fonksiyonu açısından
olumsuz olarak değerlendirilmektedir.

Ayrıca sektörün öz kaynakları da artış yönünde eğilimine devam etmektedir.


Öz kaynakların toplam kaynaklara oranı Eylül ayında % 13,2’ye yükselmiştir. Öz
kaynaklardaki artışta yüksek dönem kârı, ödenmiş sermaye tutarındaki artış ve bünyede
bırakılan kâr büyüklüğü etkili olmuştur.

                                                            
131
BDDK, Finansal Piyasalar Raporu, Ankara, Eylül 2009, s. 28-30. 

75
Bankacılık sektörünün toplam kârı, 2009 yılının üçüncü çeyreği sonu itibariyle
geçen yıla göre % 41 artarak 15,7 milyar TL’ye ulaşmıştır. Bunun arkasındaki en
önemli sebep, net faiz gelirlerinin bir önceki yıla göre % 36’lık artışıdır. Faiz dışı
gelirler içinde de bankacılık hizmet gelirlerinin geçen yıllara göre gerilediği dikkat
çekmektedir. Sektörün sermaye yeterlilik oranı Eylül 2009’da % 20 gibi yüksek bir
seviyede gerçekleşmiştir.

2010 yılı içinde hem genel olarak hem de bankacılık sektöründe iyileşmenin
devam etmesi beklenmektedir. Bu yıl ekonominin, 2010 yılında % 3,1 oranında
büyümesi öngörülmektedir.

76
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRK ENERJİ SEKTÖRÜNÜN CUMHURİYET DÖNEMİNDEKİ
GELİŞİMİ ve YAPISAL ÖZELLİKLERİ
 

Avrupa’da 18. ve 19. yüzyıllarda yeni buluşların üretimde uygulanması ve


buhar gücüyle çalışan makinelerin, makineleşmiş endüstriyi doğurması sonucu
Avrupa'daki sermaye birikimini arttıran “Sanayi (Endüstri)” devrimi sonucu önem
kazanan enerji ve enerji üretimi, günümüz dünyasındaki en büyük güçler savaşının tek
unsuru olarak yorumlanmaktadır. Çünkü dünya enerji kaynakları sınırlıdır ve enerji
talebi oldukça yüksektir. Bilindiği gibi, dünya enerji ihtiyacının yaklaşık %80’i fosil
yakıtlardan sağlanmaktadır. Yeni enerji kaynakları ticari olarak üretime geçmez ise,
fosil yakıtlar yaklaşık 70 yıl sonra tükenecek ve bu da büyük bir dünya enerji krizine
sebep olacaktır. Tüm dünya, yaşanması muhtemel olan bu enerji krizinin önüne
geçebilmek için yıllardır çalışmaktadır ve bu konuda bayağı yol kat edilmiştir.

Enerji krizi tehlikesi ile Türkiye de karşı karşıyadır ve bu enerji krizi


tehlikesine karşı tüm dünya gibi Türkiye de strateji belirlemelidir. Türkiye, fosil enerji
yakıtları bakımından fakir bir ülkedir ve bu yüzden de kullandığı enerji kaynakları
(petrol ve doğal gaz) açısından net ithalatçı konumundadır. Türkiye, dünyada çıkması
muhtemel enerji krizi ile baş edebilmenin en iyi alternatifi olarak görülen yenilenebilir
enerji kaynakları (su, rüzgâr, güneş, vs.) açısından zengindir.

Türkiye, başta jeopolitik konumu, zengin yer altı zenginlikleri ve bol


yenilenebilir enerji kaynakları ile dünya enerji sektöründe ayrı bir öneme sahiptir.
Türkiye için en önemli konu olan enerjinin planlama çalışmaları, 1963 yılında kurulan
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na (ETKB) bağlı Enerji Dairesinde başlamıştır. Bu
tarihten sonra bu kurum farklı isimler altında faaliyet göstermiş ve en son 1982 yılında
yine Enerji Bakanlığı’na bağlı Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kuruluna
dönüştürülmüştür.132

                                                            
132
Oktay Apaydın, “Türkiye Enerji Kongrelerinde Ortaya Çıkan Sonuç ve Önerilerle İlgili Gelişmeler”, Türkiye 6.
Enerji Kongresi Teknik Oturum Tebliğleri, Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi, Ankara: Ajans-Türk
Matbaacılık, İzmir,1994, s. 181. 

77
Türkiye’de ayrıca enerji politikalarının geliştirilmesinde, kalkınma planlarına
yol gösterici olarak Genel Enerji Özel İhtisas Komisyonları kurulmuştur. Bu
komisyonların amacı; Türkiye’nin genel enerji envanterini gözden geçirmek, sektörsel
enerji gereksinimini saptamak, talebin karşılanması için birincil enerji kaynaklarının
etkin bir biçimde kullanılmasına yönelik tedbirleri belirlemek ve uzun vadeli enerji
politikalarının hazırlanmasına yardımcı olmak olarak sayılabilir.133

Özellikle son yıllarda, hem yerli özel sektörün hem de yabancı sermayenin çok
büyük kaynak ayırdığı ve yatırım yaptığı/yapacağı bir sektör olarak dikkat çeken Türk
Enerji Sektörü, bu bölümde detaylı olarak incelenecektir.

3.1 1980 Öncesi Türkiye’nin Enerji Politikaları


Türkiye’nin bağımsızlığını kazandığı Kurtuluş Savaşı ertesinde kurulan
Türkiye Cumhuriyeti, zayıf ekonomisini güçlendirebilmenin yolunu çizmek için 17
Şubat - 4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir'de Mustafa Kemal ve arkadaşları “İzmir
İktisat Kongresi”ni toplanmışlardır. Bu kongrede, sanayileşmenin en önemli unsuru
olan enerji sektörü ile ilgili de bazı kararlar alınmıştır. Bunlar kısaca şöyle özetlenebilir;

1. Ereğli – Zonguldak havzası ile Soma ve diğer kömür yataklarının içinde


bulundukları zor durumu düzeltecek tedbirlerin alınması,
2. Bütün milli kuruluşların, demir yollarının, fabrikaların yerli kömür
kullanmalarının sağlanması, hatta tarım makinelerinin de yerli kömür ile işletilmesi,
3. Kok ve antrasit dışında ülke ihtiyacını karşılayan maden kömürlerimizin
dış rekabete karşı korunması,
4. Ereğli- Zonguldak havzasının jeolojik yapısının tespit edilmesi,
haritalarının iyi bir şekilde hazırlanması, ayrıca bölgede mülkiyet durumunun ve
sınırların belirlenmesi ve bu konularla ile ilgili olarak görülmekte olan davaların kısa
zamanda kesin bir sonuca bağlanması kararlaştırılmıştır.134

                                                            
133
DPT. İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Genel Enerji Özel İhtisas Komisyonu Raporu. Ankara: DPT Yayınları
No:471-ÖİK 74,1966. 
134
Cumhuriyetten Günümüze Enerji Sektörü, http://www.genbilim.com/content/view/1462/84/ (07 Mayıs 2009)

78
Sanayide motor kullanımının çok düşük bir seviyede olduğu bu dönemde,
Türkiye’de hâkim olan görüş enerji ihtiyacını zorunlu durumlar dışında yerli
kaynaklardan, özellikle maden kömürü ile karşılanması yolunda olmuştur. Kısacası,
Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkmış olan genç Türkiye Cumhuriyeti, her konuda olduğu
gibi enerjide de millileşme ilkesini benimsemiştir ve bu doğrultuda enerji politikaları
çizmiştir.

İleriki yıllarda, İzmir İktisat Kongresi’nde alınan liberal kararların başarılı


olmadığı görülmüş ve 1930’ların başlarında sanayi ve madencilikte olduğu gibi enerji
alanında da Türkiye Cumhuriyeti “devletçilik” ilkesini benimsemiştir.

1933- 1950 yılları arasında enerji sektörü açısından dikkat çekici olan konu,
sanayileşme yolunda ilerleme ve dünyaya adapte olmaya karar veren Türkiye
Cumhuriyeti’nin hızla yeni sanayi alanları hazırlamış olması ve sanayileşme sonucu
ülkede aratacak olan toplam enerji talebinin hangi kaynaklardan karşılanabileceği
noktasını da tespit etmeye çalışmış olmasıdır. Her ne kadar bu dönem incelendiğinde,
enerji ve enerjiyi sağlama konusunda ülkede sistemli ve geniş kapsamlı bir enerji
modeli hazırlanamadığı görülse de, enerji konusunun oldukça gerçekçi bir yaklaşımla
ele alındığı anlaşılmaktadır.

Bu yılların diğer önemli gelişmesi de, enerji sektörünün çeşitli cepheleri ile
uğraşacak birçok kamu müesseselerinin kurulmuş olmasıdır. Bunların bir kısmı
ülkemizin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını bulmak ve ekonomik bakımdan ne derece
yararlanılabilir olduğunu saptamakla görevlendirilmiştir. Diğer kurumlar ise bilinen
kaynakları işleterek üretimde bulunmakla görevlendirilmiştir. Bu kurumlar arasında
Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü, Etibank ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi gibi
günümüzde hala faaliyet gösteren ve Türkiye enerji bacağında önemi olan kuruluşlar da
vardır.135

                                                            
135
Cumhuriyetten Günümüze Enerji Sektörü, http://www.genbilim.com/content/view/1462/84/ (07 Mayıs 2009)

79
1950 – 60 döneminde Demokrat Parti (DP) hükümeti geçmiş yöneticilere
kıyasla daha liberal bir ekonomik politika takip ederek, Türkiye Cumhuriyeti’nin
ekonomik bakımdan kalkınmasını esas almıştır. Daha önceden de belirtildiği gibi,
ekonomik kalkınmanın en önemli aşaması sanayileşmedir ve bunun en önemli noktası
da Enerji sektörüdür.

Günümüz dünyasında ve Türkiye’sinde önemi artmış ve yatırım yapılan önemli


enerji üretim alanı haline gelen yenilenebilir enerji konusunda ilk adımlar 1960’lı
yıllarda atılmıştır. Bu dönemde, hidroelektrik ve termik santraller kurmak ve bunları bir
iletim sistemi içerisinde bütünleştirmek yolunda önemli kararlar alınmıştır. Ayrıca
kömür, petrol ve linyit üretimini arttırmak yolunda da çabalar harcandığı
gözlemlenmektedir. Yine bu dönemde, enerji üretim ve tüketimi sanayileşmeye,
kentleşmeye ve ekonomik büyümeye paralel olarak artmış ve tüketilen enerji içinde
ticari olanların payı yükselmeye başlamıştır. Bunlara ek olarak, Elektrik enerjisi
üretiminin artış hızı 1955-1960 yılları arasında %12, 1960-1961 yıllarında ise %7 ye
kadar gerilemiştir.136

1950 – 60 döneminde enerji kaynakları araştırma, yatırım ve üretimiyle


uğraşmak üzere kurulan başlıca kamu müesseseleri; Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü,
Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı, T.C. Petrol Dairesi, Başbakanlık Atom Enerjisi
Komisyonu ve Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu’dur.137

Türkiye Cumhuriyeti, 1963 yılından itibaren “Planlı döneme” geçiş yapmıştır.


Bununla beraber, 1961 ve 1982 Anayasaları ülkenin sosyal ve ekonomik kalkınmasının
planlı olarak gerçekleşeceğini, ayrıca bu kalkınma planlarının ise Devlet Planlama
Teşkilatı (DPT) tarafından yapılacağını hükme bağlamıştır.138 DPT, günümüze kadar iki
adet 15 yıllık Perspektif Plan, dokuz adet Beş Yıllık Kalkınma Planı ve üç adet birer
yıllık Geçiş Programı ile Plan dönemlerine ait Yıllık İcra Plan ve Programları
hazırlamış ve uygulamıştır. DPT tarafından hazırlanan bu planların ve yıllık
programların ana hedefi milli tasarrufu arttırmak, yatırımları toplum yararına gerektiği

                                                            
136
DPT, Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1973- 1977), s.567. 
137
Cumhuriyetten Günümüze Enerji Sektörü, http://www.genbilim.com/content/view/1462/84/ (07 Mayıs 2009) 
138
Yalçın Elmas, “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyeliğinde Enerji Sektörünün Yapısal Uyum Sorunu”, Yüksek
Lisans Tezi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bolu, 2006, s. 4. 

80
öncelikle yöneltmek ve iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla
gerçekleştirmektir.139

Bu çalışmada da bu dönemde enerji sektörü ile ilgili gelişmeleri incelerken;


birinci, ikinci ve üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planlarında (BYKP) enerji sektörünün
durumu, genel hatlarıyla ele alınacaktır.

I.BYKP döneminde (1963 – 1967) ülkemizde dört adet ticari (kömür, linyit,
petrol ürünleri ve hidrolik enerji); üçü adet de ticari olmayan (odun, tezek ve tarım
artıkları) toplam yedi çeşit yakıt, ülkenin enerji ihtiyacını karşılamak için
kullanılmaktadır.

Türkiye'de bu dönemde kullanılan enerjinin %54’ü ticari olmayan kaynaklardan


sağlanmaktadır. Bunun sonucu olarak da bu dönemde, millî ekonomimizde enerji
kaynaklı büyük kayıplar olmuştur.140 Türkiye’de enerji tüketimi 1950’den 1960’a kadar
olan dönemde yılda ortalama %4,3 oranında artış göstermiştir. Bu dönemi takip eden
yıllarda, hem artan nüfus hem de artan sanayileşme ile birlikte, Türkiye hep enerji açığı
ile karşılaşma riskini hesap ederek, enerji politikası takip etmek zorunda kalmıştır.

Hızla büyüyen ve sanayileşen Türkiye’de, elektrik üretim ve tüketim dengesini


kurabilmek her zaman üzerinde durulması gereken bir husus olmuştur. Türkiye’nin
1960’lı yıllarda elektrik üretiminde en önemli avantajı, hidrolik enerji üretim
potansiyelinin çok yüksek olmasıdır. Birinci BYKP’nın kapsadığı dönemde Türkiye’nin
kullanılabilir hidrolik potansiyeli yılda 53 milyar kwh olarak hesaplanmıştır ancak, Ülke
yine aynı dönemde bu potansiyelden çok az yararlanmıştır.141 Bu dönemde Türkiye’de
nüfusunun yalnızca %30,5’i elektrik kullanmaktaydı ve elektrik üretimi devletin
tekelinde idi. Bu da ülke açısından bir avantaj olarak görülebilir, çünkü ürettiği elektrik
ile ülkedeki talebi karşılayabilme imkânı yüksektir ve elektrik üretme potansiyelini
artırmak için aldığı önemleri hayata geçirmesi için ülkeye zaman kazandırmaktadır.
Ancak, günümüz Türkiye’sine bakıldığında, bu avantajların zamanında iyi ve ülkenin
lehine kullanılmadığı görülmektedir. Birinci BYKP Dönemi’nde elektrik üretimi
                                                            
139
Vural, Akın. “Ülkemizin Enerji Politikaları”, Türkiye 6. Enerji Kongresi Teknik Oturum Tebligleri, Dünya
Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi, Ankara: Ajans-Türk Matbaacılık, İzmir,1994, s. 55. 
140
DPT, I. BYKP (1963 – 1967), a.g.e., s.373. 
141
DPT, I. BYKP (1963 – 1967), a.g.e., s.379.   

81
birincil enerji kaynaklarını kullanarak elde edilmiştir. İçinde bulunulan dönemde
Türkiye’de, maden arama ve bulma işleri çoğunlukla Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü
tarafından yapılmıştır. Maden üretiminde devlet sektörünün payı (bu tarihler için)
%75’dir.

Türkiye, sahip olduğu maden yatakları konusunda da şanslı bir ülkedir.


Özellikle, elektrik üretiminde ve sanayide kullanılan kömür ve linyit yatakları çok
zengin ve verimlidir. Ancak o dönemde de şimdi de Türkiye, sahip olduğu zengin
kömür ve linyit yataklarından yeterli ve efektif ölçüde faydalanamamış ve bu rezervleri
çok iyi değerlendirememiştir. Ancak, bu dönemde Türkiye’nin az sanayileşmiş olması
sebebi ile ülke, maden ihtiyaçlarının çoğunu yurt içi üretimden sağlamıştır. Birinci
BYKP Dönemi’nde, Türkiye'de 29 çeşit maden çıkarılmış ve bunlardan belli başlı 18’
inin durumu Tablo 30’da detaylı olarak gösterilmiştir.142

Tablo 25: Madenciliğin 1961’deki Durumu


 
Madenler Rezerv Durumu Üretim
  Bilinen Saf Rezerv (Bin Ton) Ağırlık (Bin Tutar (Milyon TL)
Taş Kömürü ‐ 1.500.000 3.771,0 437,7
Linyit ‐ 847.000 2.609,0 90,8
Demir ‐ 85.000 840,0 58,8
Krom ‐ 60.000 400,0 102
Bakır 2 20.000 723,0 13,3
Kurşun 7 3.000 6,0 1,4
Çinko ‐ ‐ 4,0 1,4
Manganez ‐ ‐ 40,0 9,7
Civa ‐ ‐ 0,1 3,5
Antimuan ‐ ‐ 2,9 4
Zımpara ‐ ‐ 8,5 0,8
Kükürt ‐ ‐ 31,0 1,5
Borasit ‐ 150.000 55,0 17,5
Barit ‐ ‐ ‐ ‐
Amyant ‐ ‐ 7,5 5,7
Magnezit ‐ ‐ 1,0 0,2
Lületaşı ‐ ‐ 0,1 3,3
Pirit 2 8.700 110,0 11  

Kaynak: DPT, I. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1963 – 1967), Ankara, 1963, s.192.

                                                            
142
DPT, I. BYKP (1963 – 1967), a.g.e., s.379.

82
Net petrol ithalatçısı olan Türkiye’de, bu dönemden itibaren Türkiye Petrolleri
A.O. ve yabancı özel teşebbüslerce petrol aranmaya başlanmıştır. Petrol ürünleri
dağılımı ise hem özel sektör hem de Devlet sektörü tarafından yapılmaktadır.

Tablo 26: 1963- 1967 Yılları Arasında Türkiye Petrol Sanayi’nin Durumu
   

Tüketim (1) Batman (2) Rafineri Kapasiteleri (Bin Ton)


İzmit (3) Mersin (4)
Ham Petrol ‐ 580,0 1.000,0 3.200,0
Benzin 467,9 84,0 262,0 528,0
Gazyağı 364,2 9,5 100,0 289,0
Motorin 648,4 59,0 208,0 823,0
Fuel‐ Oil 250,0 290,0 373,0 1.104,0
L.P.G. ‐ ‐ 20,0 ‐  

Kaynak: DPT, I. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1963 – 1967), Ankara, 1963, s.199.
(3) ve (4) rafineri işletmelerinde bir esneklik vardır; buradaki kapasite motorine göre verilmiştir.
(4) Mersin rafinerisi 1962 yılında işletmeye açılmıştır. 143

Kamu sektörünün enerji sektörüne yaptığı yatırımların oranının 1963’te %8,9


iken 1968’de %13,8’e çıkmıştır. Özel sektörün de enerji sektörü için yatırımlarının
oranı sabit kalmıştır.144

II. BYKP dönemi (1968- 1972) başında taş kömürü eşdeğeri olarak açıklanan
toplam enerji, 22 milyon ton iken dönem sonunda 30 milyon tona yükselmiştir.145 Buna
paralel olarak bu dönemde, ticari yakıt olarak tanımlanan yakıt çeşidinde de hızlı artış
olduğu gözlemlenirken; ticari olmayan yakıtın tüketim miktarı değişmemesine rağmen
toplam tüketim içindeki payı azalmıştır. Bu plan dönemi içerisinde altının çizilmesi
gereken bir diğer husus da, Türkiye’de artan enerji talebi karşısında bu talebi
karşılayabilmek için petrol ürünlerinin daha fazla kullanılacak olmasıdır. Bu da
beklenen bir durumdur.

İkinci BYKP döneminde enerji sektörüne toplam 8,9 milyon TL (1965 fiyatları
ile) yatırım yapılmıştır. Bunun 100 bin TL’si genel enerji yatırımı, 100 bin TL’si kok ve

                                                            
143
DPT, I. BYKP (1963 – 1967), a.g.e., s.199. 
144
Cumhuriyetten Günümüze Enerji Sektörü, http://www.genbilim.com/content/view/1462/84/ (07 Mayıs 2009). 
145
DPT, II. BYKP (1968 – 1972), s.553. 

83
hava gazı yatırımı geriye kalanı ise elektrik enerjisi yatırımıdır.146 Bu yatırımın da
devlet tarafından yapıldığı göz ardı edilmemelidir.

Günümüzde ülkemizde tüketilen ve hızla tüketimi artan doğal gaza verilen


önem, ilk bu dönemde ortaya çıkmaktadır. Bu dönemde dünyada kömür, petrol ve
hidrolik enerji yanında yeni bir enerji kaynağı olarak yer alan doğal gaz için Türkiye’de
de aramaların başlanmasına karar verilmiş ancak, ülkemizde henüz üretime elverişli
doğal gaza rastlanmamıştır. Net petrol ithalatçısı olan ülkemizin günümüzde enerji de
dışa bağımlılığını daha artıran doğal gazı komşu ülkelerden ithal etme fikri de ilk bu
planlı dönemde ortaya çıkmıştır.

Yine bu dönemde kamu ekonomisi içerisinde önemli bir yer tutan KİT’lerin
sermayesinin iştiraki ile oluşturulacak karma teşebbüslerde, sermaye ve idare
üstünlüğünün sınırlı sayıda özel teşebbüse devredilmesi de öngörülmüştür. Kamu
sektörünün enerji sektörüne yaptığı yatırımların oranı 1968’de %13,8’dir. Bu dönem
sonunda yani 1973’te bu oran %13,1’e gerilemiştir. Özel sektörün yatırım oranları ise
bu dönemde %0,6’dan %0,5’e düşmüştür.

Elektrik üretimi %12 artan bu planlı dönemde, sektöre 5 milyar TL’lik yatırım
bütçelenmiştir. Elektrik sektörü 1967 yılında 800 milyon TL civarında katma değer
yaratmıştır.1471971 yılı sonunda Türkiye enterkonnekte sistemde (Kuzey-Batı ve Orta
Anadolu’yu kapsayan alt sistemin Batı Anadolu ile bağlantısını sağlayan enterkonnekte
sistem, 1963 yılında kurulmuştur) 20 hidroelektrik, 7 termik olmak üzere 27 bölge
santralı faaliyet göstermekteydi ve bunlardan 23’ü Türkiye Elektrik Kurumu, 3’ü
Çukurova Elektrik Anonim Şirketi ve biri de Kepez Anonim Şirketi tarafından
işletilmekteydi.148 Ayrıca yine bu planlı dönemde, Nükleer enerji kaynaklarından
faydalanma imkânlarının araştırılması ve nükleer enerji santralleri kurulmasına
çalışılmasına devam edilmiştir. Görüldüğü gibi bundan yaklaşık 30-40 yıl önce nükleer
enerjinin önemi kavrayan ve üzerinde duran Türkiye’nin hala bir nükleer enerji
santraline sahip olamaması çok dikkat çekicidir.

                                                            
146
DPT, II. BYKP, a.g.e., s.555. 
147
DPT, II. BYKP, a.g.e., s.559. 
148
DPT, III. BYKP, a.g.e., s.567. 

84
İkinci BYKP döneminde, kamu sektörü yatırımlarında ağırlığın petrol ve maden
aramalarına verileceği vurgulanmış ve kamu sektörü için öngörülen 3 milyar TL’lik
yatırımın yaklaşık 1,5 milyar lirası aramalara ayrılmıştır. Bu miktarın 900 milyon lirası
maden, 600 milyon lirası da petrol aramalarında kullanılmıştır.

Ülkemizde kullanılan ve yerli enerji üretim kaynaklarının başında gelen taş


kömürü üretiminin, bu planlı dönemdeki yıllık ortalama artış hızı %5 olmuştur. Bu
dönemdeki koşullarda bu üretim hızının daha çok artmasına elverişli olmadığı için
başka enerji kaynaklarından da faydalanma gereği ortaya çıkmıştır. Bu sebeple de fuel-
oil ve linyit tüketimi (bu dönemde linyit tüketimi %13 artmıştır) hızla artmıştır. Bu
dönemde ham petrol ithalatı yapılmaya başlandığı göze çarpmaktadır. Buna sebep
olarak da, 1962 yılında ülkemizde Batman rafinerisine ek olarak iki yeni rafinerinin
hizmete girmesi gösterilmektedir. Bilinen işlenebilir ham petrol rezerv miktarı 45
milyon tondur ve bu rezervler artı yeni açılan kuyularla ülkemizdeki petrol üretimi bu
dönemde 2,5 milyon tona ulaşmıştır.149

III. BYKP döneminde (1973- 1977) Türkiye’de kullanılan birincil kaynakları


hala linyit, taşkömürü, petrol ürünleri, hidrolik enerji (ticari enerji kaynağı), odun ve
tezek’tir (gayri ticari enerji kaynağı). Kullanılan ikincil enerji çeşitleri ise elektrik, kok
ve havagazıdır. Bu planlı dönem ayrıca, Ülkede kullanılan birincil enerji kaynaklarına
ilave olarak dünyanın çeşitli ülkelerinde yaygın şekilde kullanılan ve diğer birincil
enerji türleri içinde yer alan doğalgaz, nükleer ve jeotermal enerji kaynaklarının
kullanıma başlanması hedeflemiştir.150 Kişi başına birincil enerji tüketimi 1962 yılında
petrol eşdeğeri olarak 432 kg. iken, Üçüncü Plan dönemi sonunda yaklaşık 798 kg.'a
ulaşmıştır.151

Bu dönemde enerji sektörü için atılan ilk adım, kömür dâhil madencilik
sektörünün hukuki ve idari sorunlarının çözümü ve petrol ihtiyacının karşılanabilmesi
tedbirlerinin alınmasıdır. Yine bu dönemde, Yol, Su ve Elektrik İşleri Genel Müdürlüğü
(YSE) , Türkiye Elektrik Kurumu Genel Müdürlüğü (TEK) ve Enerji ve Tabi Kaynaklar
Bakanlığı gibi kamu kuruluşlarının kurulduğu da görülmektedir. Ayrıca, enerji sektörü
                                                            
149
DPT, II. BYKP, a.g.e., s.358. 
150
DPT, III. BYKP, a.g.e., s.565. 
151
DPT, IV. BYKP (1979 – 1983), Yayın No: 1664, Ankara, 1979, s. 394. 

85
için 39,4 milyar TL’lik (1971 yılı fiyatları ile) yatırım bütçelenmiştir. Bu miktarın 23
milyar TL’lik kısmı sırf elektrik enerjisi için ayrılırken; 1 milyar TL’lik kısmı nükleer
enerji, kok ve havagazı sektörleri için kullanılmış, 15,4 milyarlık kısmı da maden ve
petrol ürünleri sektöründe kullanılmıştır.152 Kamu, 1973’de yatırımlarının %13,1’ini
enerji sektörüne ayırmış; bu rakam 1979’da da %22,2’ye ulaşmıştır. Özel sektörün
enerji sektörüne, yaptığı yatırım bu dönem de hem sabit kalmış hem de çok az miktarda
gerçekleşmiştir.153

Türkiye’de yaşanan 1971 askeri muhtırasından sonra 1973’ten itibaren maden-


petrol ve enerji sektörlerinde tekrar devletçilik ilkesi benimsenmiştir. Buna paralel
olarak, özel teşebbüs ve yabancı şirketlerin petrol alanındaki çalışmalara
itirazlar/kısıtlamalar getirilmiş ve öncelik kamu kesimine verilmiştir. Buna rağmen, özel
şirketlerin yurtiçi ham petrol üretimdeki payı bu yıllarda %60’ın üzerinde
gerçekleşmiştir.

Üçüncü Planlı dönemin başında, net elektrik tüketimi içinde sanayin payı %73
dolayında iken bu değer bu dönemin sonunda, sanayi talebi tam karşılanarak %71
olmuştur. Ayrıca, yine bu planlı dönemde, köy ve şehir aydınlatması için kullanılan
elektrik enerjisinin payı ve miktarı da artmıştır. Hidrolik enerji açısından önemli olan
“Keban Santrali” bu dönemde devreye alınmıştır. Ancak, ülkemizde enerji üretimi için
kullanılan birincil enerji kaynaklarındaki azalma engellenememiştir ve 1977 yılı
sonunda Türkiye’de artan enerji talebinin ancak yarısı ulusal kaynaklardan
karşılanabilmiştir.

Ayrıca, Bulgaristan ile enerji bağlantısı gerçekleştirilmiştir. Bulgaristan'dan


alınan enerji ile birlikte, ülkede 1977 yılı toplam brüt elektrik enerji arzı Plan hedefini
aşarak 21.056 Gwh olmuştur ki bu da söz konusu dönemde, yılda ortalama %13,3
oranında elektrik enerjisi artışı demektir. 1962 yılında 118 Kwh olan kişi başına elektrik
enerjisi kullanımı, 1977 yılında yaklaşık 510 Kwh değerine ulaşmıştır.154 Yine aynı yıl
sonunda, Türkiye elektrik üretim tesislerinin kurulu gücü 4.556 MW'a ulaşmış, bunun
4.466 MW'nı enterkonnekte sisteme bağlı santraller oluşturmuştur. Kurulu gücün 3.587
                                                            
152
DPT, III. BYKP, a.g.e., s.576. 
153
Cumhuriyetten Günümüze Enerji Sektörü, http://www.genbilim.com/content/view/1462/84/ (07 Mayıs 2009). 
154
DPT, IV. BYKP, a.g.e., s.395. 

86
MW'lık bölümü (yaklaşık %80'i) Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) tarafından, 325,8
MW'ı da imtiyazlı şirketlerce işletilmiştir.155

Bu dönem içinde hazırlanan “Uzun Dönemde Gelişme Hedefleri” ile 1987


yılına kadar uzanan 15 yıllık dönemin elektrik enerjisi ana planı da belirlenmiştir. Bu
plan öncelikle, yatırımlarda öz kaynaklardan yararlanılacağını belirtmiştir. Ayrıca,
Türkiye’de hidrolik enerji aleyhine bozulan termik/hidrolik denge düzeltilecek ve
enerjinin sürekliliği, güvenirliği ve ucuzluğu sağlanacaktır.156

Bu Planlı dönemde madencilik sektörünün gayri safî yurtiçi hâsıla içindeki


payı 1972’de %1,85’den, 1977’de %2,41’e çıkmıştır. Bu da, Türkiye’nin bu sektöre
yatırım yaptığını ve yaptığı yatırımların işe yaradığını göstermektedir.

Bu dönemde ayrıca Türkiye, sanayileşmede iyice yol almış, ekonomisinin


içyapısı çeşitlenmiş ve kentleşmede de ciddi olarak artış olmuştur. Bu da ülkemizin
petrole olan talebini artırmıştır ancak, yurtiçinden petrol sağlama çalışmalarında bir
gelişme olamamış ve var olan petrol sahaları da verimliliğini kaybetmiştir. Dolayısıyla,
ülkemizin dışarıdan petrol alma ihtiyacı daha da artmıştır. Ancak, bu dönem 1970 -1974
Petrol Krizi’ne rastladığı için 1973 yılında nerdeyse dört kat artan petrol fiyatları
ekonomik olarak Türkiye’yi çok zorlamıştır.

3.2 1980- 2000 Yılları Arasında Türkiye’nin Enerji Politikaları


Türkiye, kapalı ekonomik düzenden açık ekonomik düzene 24 Ocak 1980
yılında yayınlanan serbest piyasa ekonomisi dışa açılma programı ile resmen geçiş
yapmıştır. Bu programın ideolojik çerçevesi, piyasa ekonomisine devlet müdahalesinin
en aza indirilmesi, özel girişime dayalı pazar ekonomisinin oluşturulması ve
yabancılarla rekabetin, özel girişime dürtü ve fiyat denetiminin temel öğesi
sayılmasıydı.157 Bu sebepten dolayı 1980 yılı, Türkiye ekonomi ve siyasi tarihinde bir
dönüm noktası olarak görülmektedir. Enerji sektörü de bu açılımdan etkilenmiştir.

                                                            
155
DPT, IV. BYKP, a.g.e., s.397. 
156
DPT, III. BYKP, a.g.e., s.570. 
157
Gülten Kazgan, Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929 – 2001), “Ekonomik Politik” Açısından Bir İrdeleme,
1. Basım, İstanbul: Bilgi İletişim Grubu Yayıncılık, 2005, s.196. 

87
IV. BYKP döneminde (1979- 1983) Türkiye’de kullanılan birincil enerji
kaynakları aynen kullanılmış, özellikle linyit ve hidrolik yoğun olarak tüketilmiştir. Öte
taraftan yine bu dönemde de, ticari olmayan yakıtların ticari yakıtlarla ikamesi, (üretime
bağlı olarak) yeterince sağlanamamıştır.

Dördüncü Plan döneminde altı çizilen en önemli konu, özellikle bir önceki Plan
döneminde çok artan petrol talebinin, ülke kalkınmasında darboğaz yaratmaması için
alınması gereken önlemler olmuştur. Bu önlemlerin iki ana bacağı vardır. Bunlardan ilki
petrol kullanımında tasarruf yapılması, ikincisi de petrolün ikame olanaklarının
değerlendirilmesidir. Bu doğrultuda, IV. BYKP döneminde, petrol araştırmaları
hızlandırılmış, buna ek olarak da yenilenebilir alternatif enerji kaynaklarının ve güneş
enerjisinin kullanımı için araştırma ve geliştirilme çalışmalarına önem verilmiştir. Yine
bu dönemde, ülkenin karşı karşıya kaldığı enerji açığının kapatılmasında en büyük katkı
linyitten gelmiştir.158

Bu dönemde Türkiye’nin enerji sektörü ile ilgili benimsediği esas ilke yine
enerji talebinin, yurt içi kaynaklardan karşılanmasıdır. Diğer taraftan, sanayileşmesi ve
nüfusu hızla artan ülkemizde yaşama şartları da yükselmektedir ki bunlar da enerji
talebini ivmelendiren hususlardır. Bu sebepten ötürü IV. BYKP döneminde, enerji
talebinin zamanında, kararlı ve güvenilir bir şekilde sağlanması için yatırım
programlarına alınan enerji tesislerinin başta finansman olmak üzere tüm sorunların
öncelik ve ivedilikle çözüme kavuşturulması kararlaştırılmıştır. Ayrıca, ülkemizin kendi
rezerv kaynaklarının işletilmesi geliştirilmiş, daha verimli hale getirilmiş ve hızla yeni
rezerv kaynakları aranmıştır. Enerji üretimi, iletimi ve dağıtımında kullanılan tüm
yatırım mallarının yurt içinde üretimine ve bu alanda imalat sanayinin kurulmasına
öncelik tanınmış, enerji üretim ve dağıtımında teknolojik gelişmeler yakından izlenerek
ülke koşullarına uyarlanması sağlanmıştır. Ayrıca, nükleer teknolojiye geçiş çabaları da
bu dönemde yoğunlaşmıştır.159 Bu doğrultuda, nükleer enerji tesislerine, gerekli
hammaddenin ulusal kaynaklardan sağlanabilmesi amacı ile olası nükleer enerji

                                                            
158
DPT, IV. BYKP, a.g.e., ss.398- 400. 

88
rezervinin kesin potansiyelinin nitelikleriyle birlikte saptanması ve nükleer teknolojinin
geliştirilmesi için çalışılmıştır. 160

Tüm bunlar yapılırken; enerji tüketiminin her aşamasında tasarruflu ve


rasyonel kullanım ilkesine uyulması için gerekli önlemler alınmış,  tüm enerji
hammaddelerinin ülke çapında fiyat eşleştirmesi yapılmış, bunların bölgeler arasında
aynı fiyat düzeyinde satılması sağlanmıştır. Bunun yanında, TEK ve EİE İdaresi kuruluş
yasalarında gerekli iyileştirme ve düzenlemeler yapılmış ve EİE İdaresinin bağımsız bir
enerji araştırma ve projelendirme kurumu haline gelmesi için gerekli düzenlemeler
yürürlüğe girmiştir. Ayrıca, ülke nüfusunun tümünün elektriğe kavuşturulması amacıyla
elektrik enerjisinin üretimi ve ülke yüzeyine iletilmesi TEK yasası doğrultusunda tüm
ülke ihtiyacını karşılayacak biçimde bir kamu hizmeti olarak yürütülmüş ve bölge
ülkeleriyle elektrik enerjisi alış verişi dengeli olarak yaygınlaştırılıp artırılmıştır.161

Beşinci BYKP’ döneminin (1985- 1989) en önemli hedeflerinden biri enerji


sektörünün ekonomik gelişmeyi destekleyici bir yapıya kavuşturulmasıdır. Bu dönemde
hızla dışa açılımını tamamlamaya çalışan Türkiye’nin, giderek ve hızla artan
sanayileşmesi ve kentleşmesi sonucu artan birincil enerji ve elektrik taleplerinin yeterli
ve güvenilir bir şekilde karşılanabilmesi amacıyla yatırımlarına ağırlık verilmiştir.
Enerji hammaddelerinin arama ve üretiminde ilk defa bu dönemde ağırlıklı olarak kamu
dışı kaynaklara da önem verilmiş ve bu doğrultuda özel sektör/yabancı sermaye
girişimleri desteklenmiştir. Ancak, üretimde yerli kaynakların kullanılmasına ağırlık
verilmeye devam edilmiştir.162

Bu dönemde de linyit, Türkiye enerji kaynakları rezervi içinde önemli bir paya
sahip olmaya devam etmiş ve enerji açığının kapatılmasında öncelikli yerini
korumuştur. Ancak, orta ve uzun dönemde hidrolik enerji potansiyelinden en yüksek
düzeyde yararlanılması hedeflenmiştir.163

Diğer BYKP’larında olduğu gibi bu dönemde de enerji üretimini artırmak için


öncelik; güvenilir ve ucuz kaynaklara verilmiştir. Bunun yanı sıra, yeni ve ülkemizin
                                                            
160
DPT, IV. BYKP, a.g.e., ss.406- 407. 
161
DPT, IV. BYKP, a.g.e., ss.406- 407. 
162
DPT, V. BYKP (1985 – 1989), Ankara, 1984, s. 103. 
163
DPT, V. BYKP, a.g.e., s.103. 

89
enerji dışa bağımlılığını azatlamada çok önemli yeri olan yenilenebilir enerji
kaynaklarından (güneş, jeotermal, biyogaz başta olmak üzere) kısa sürede yararlanmak
için de gerekli girişimler desteklenmiştir. Ayrıca, enerji kaynağı olarak gelişmiş
mamulün satın alınabilmesine de destek verilmiştir. Yine bu dönemde, önceki planlı
dönemlerde belirlenen “Enerji Ana Planı”nın hızla tamamlanması hedeflenmiştir.

Türkiye, yenilenebilir enerji kaynakları açısından zengin bir ülkedir. Net petrol
ve doğal gaz ithalatçısı olan Türkiye’nin, enerjide bağımlılık oranını azaltabilmek için
elindeki en önemli koz, sahip olduğu yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmaktır.
Bunun için yalnızca kamu eli ile değil aynı zamanda özel sektör desteği de gereklidir.
Özel sektörün bu alana çekilmesi ve yatırım yapabilmesi için devletin teşviki şarttır.
Enerjide devletin elinin olmasının gerekliliği kaçınılmaz bir gerçek iken; özel sektörün
desteği olmadan da devletin tek başına bu sektörü geliştirmesi çok zor bir durumdur.

Beşinci BYKP döneminde, artan yurt içi petrol talebine paralel olarak yurt içi
petrol kaynaklarının artırılması amacı ile ham petrol arama ve üretiminde özel sektöre
ve dış kaynaklara da ağırlık verilmeye ve bu alandaki faaliyetler teşvik edilmeye devam
edilmiştir.

Yine bu dönemde, dünya enerji sektörünün ana damarı haline gelen doğal gaz
alanında, Trakya ve Çamurlu sahalarındaki arama ve değerlendirme çalışmaları
hızlandırılmış, ayrıca komşu ülkelerden doğal gaz temini projeleri değerlendirilmiştir.164
Bu da petrolde dışa bağımlı olan ülkemizi, doğal gazda da dışa bağımlı hale getirmek
için atılan ilk adım olarak değerlendirilebilinir. Bilindiği gibi günümüzde Türkiye
doğalgazı yoğunlukla İran’dan ve Rusya’dan almaktadır ve bu konuda kendi kaynakları
yetersizdir. Ayrıca, Ülkemizde sanayi ve konut enerji kaynağı olarak doğal gazın yeri
büyük olduğu için bu dışa bağımlılık ülkemizin belini her geçen gün daha da
bükmektedir.

Türkiye bu dönemde, komşu ülkelerle elektrik enerjisi bağlantıları sağlama


kararı da almıştır. Ayrıca, elektrik enerjisinde kaliteyi yükseltmek için tedbirler
alınmaya da başlanmıştır.

                                                            
164
DPT, V. BYKP, a.g.e., s.105. 

90
Enerji sektöründe temel amacın, ekonomik ve sosyal kalkınmanın sağlıklı bir
tarzda desteklenebilmesi için, bütün kullanıcı kesimlere, yerinde, zamanında, güvenilir,
ucuz ve kaliteli enerjinin sağlanması165 olduğunu açıklayan Altıncı BYKP (1990- 1994),
bu sektör için esas alınan başlıkları şöyle sıralamıştır;

i. Ekonomik olması şartı ile yerli veya ithal bütün enerji kaynaklarının
değerlendirilmesi,
ii. Yurtiçi/yurtdışı, kamu/özel bütün yatırım ve finansman kesimlerinden ve
imkânlarından faydalanılması,
iii. Birincil ve ikincil enerji taleplerinin, güvenilir bir arz yapısı içinde ülke
ve kullanıcı için en ekonomik tarzda karşılanmasıdır.166

VI. BYKP döneminde, kullanılan enerji kaynaklarında ithal kaynaklar ağırlığını


korumaya devam etmiş ve Türkiye’nin enerji olarak dışa bağımlılığı bir kat daha
artmıştır. Türkiye’nin ekonomik büyüme ve sanayileşme hedeflerine paralel olarak
birincil enerji talebi bu dönemde %8,0'lik bir artış göstermiş ve 1994 yılı sonunda da
76,4 milyon ton petrol eşdeğerine ulaşmıştır. Ayrıca, enerji kaynaklarımız içinde
küçümsenmeyecek yere sahip olan gayri ticari enerji kaynakları kullanımının
düşürülmesi ve ticari enerji kaynakları payının ise %90'a yükseltilmesi
hedeflenmiştir.167

VI. BYKP’ı döneminde dikkat çeken ikinci konu ise doğal gaz kullanımını
yaygınlaştırmak için somut adımlar atılmasıdır. Böylelikle doğal gaz, yeni enerji
taleplerinin bir bölümünü karşılarken; sanayi, enerji ve teshin sektörlerindeki petrol
ürünleri ve linyit tüketimi ile kısmen ikame edecektir. Bu da Türkiye’nin enerjide dışa
bağımlılığını daha da artıracaktır.

Bir önceki BYKP’nda gerçekleşen yoğun elektrik sektörü yatırımları


neticesinde, bu dönemde elektrik sektörü yatırımlarına çok odaklanılmamıştır. Bu sektör
için planlan yatırımlar da, üretimden dağıtım ve iletim tarafına kaydırılmıştır. Bu

                                                            
165
DPT, VI. BYKP (1990 – 1994), Ankara, 1989, s.257. 
166
DPT, VI. BYKP , a.g.e., s.257. 
167
DPT, VI. BYKP , a.g.e., s.257. 

91
dönemde bu sektör için toplam yatırımlar, 1988 yılı fiyatlarıyla 16,9 trilyon lira olarak
bütçelenmiştir. Bu dönem sonunda elektrik santrallerinin kurulu gücü yıllık ortalama
%7,9 büyüyerek 22.650 MW olurken; üretim kapasiteleri de %8,1'lik bir artışla 1994
yılı sonunda 107,8 milyar kwh 'a yükselmiştir. Bu dönem sonunda (1994 yılında), 88,5
milyar kwh seviyesine ulaşan elektrik talebi, %21,8 gibi yüksek bir üretim yedeği ile
karşılanmıştır. Bu dönemde, üretimin %40'ı hidrolik, %60'ı ise termik santrallerden
sağlanmıştır.168

Altıncı Plan döneminde Ülkemizde, birincil enerji tüketimi yıllık ortalama


%5,2, elektrik tüketimi ise %11 civarında artmıştır. Öte taraftan birincil enerji
kaynakları üretimindeki artış da yılda%3,2 düzeyine kalmıştır. Bu sebeple de ithal enerji
kaynaklarının enerji tüketimi içindeki payı da artmıştır ve artmaya devam
edecektir.169Buradan da anlaşılabileceği gibi, kişi başına birincil enerji ve elektrik
tüketim oranları Türkiye’de hala gelişmiş ülke ortalamalarının oldukça gerisindedir. Bu
dönemde, enerji üretiminde en önemli gelişmeler, hidrolik enerji ve petrolde izlenmiştir.

Tablo 27: Elektrik Enerjisi Kurulu Güç, Üretim ve İthalat Değerleri

Kurulu Güç Enerji
Yıllık  Toplam  Yıllık 
Yıllar Miktar    % Artış Üretim    İthalat    % Artış
Artış      Arz  Artış      
(MW) (Gwh) (Gwh)
(MW) (Gwh) (Gwh)
1984 8.459,0 1.524,0 22,0 30.614,0 2.653,0 33.267,0 3.697,0 12,5
1985 9.096,0 637,0 7,5 34.219,0 2.142,0 36.361,0 3.089,0 9,3
1986 10.113,0 1.017,0 11,2 39.695,0 776,0 40.471,0 4.114,0 11,3
1987 12.493,0 2.380,0 23,5 44.353,0 572,0 44.925,0 4.455,0 11,0
1988 14.429,0 1.936,0 15,5 48.013,0 381,0 48.394,0 3.469,0 7,7
1989 15.462,0 1.033,0 7,2 51.800,0 350,0 52.150,0 3.756,0 7,8
1990 16.715,0 1.253,0 8,1 56.980,0 350,0 57.330,0 5.180,0 9,9
1991 17.072,0 357,0 2,1 63.180,0 350,0 63.530,0 6.200,0 10,8
1992 18.590,0 1.518,0 8,9 70.250,0 400,0 70.650,0 7.120,0 11,2
1993 20.830,0 2.240,0 12,0 78.390,0 450,0 78.840,0 8.190,0 11,6
1994 22.650,0 1.820,0 6,7 88.000,0 600,0 88.500,0 9.660,0 12,3

Kaynak: DPT, VI. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1990 – 1994), Yayın no: 2174, Ankara, 1989,
s.264.

                                                            
168
DPT, VI. BYKP, a.g.e., 1989, s.258. 
169
DPT, VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996 – 2000), Ankara, 1995, s.136. 

92
Bu raporun bir diğer önemli noktası da, başta hidrolik enerji olmak üzere,
jeotermal ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından daha büyük
oranlarda yararlanılabilmesi için bir sürü tedbir alınmış olmasıdır. Ayrıca, nükleer enerji
teknolojisine geçiş için çalışmalara da devam edilmiştir. Bu dönemde, özelleştirme
çalışmaları sürmüş ve AT (Avrupa Topluluğu) ile entegrasyon sürecinde sektör
politikalarının Topluluk politikalarına uyum sağlanması yönünde çalışmalara da devam
edilmiştir.

Yedinci Planlı dönemde (1996- 2000), enerji sektörü için artan nüfus ve gelişen
ekonomiye paralel olarak, enerji ihtiyaçlarının sürekli ve kesintisiz bir şekilde, mümkün
olan en düşük maliyetlerle karşılayabilmek temel amaç olarak benimsenmeye devam
etmiştir.

Türkiye’de petrol üretimi 1991 yılında 4,5 milyon ton ile tarihindeki en yüksek
düzeyine ulaşmıştı ve böylelikle yerli petrolün toplam petrol arzı içindeki payı %20 gibi
az bir miktarda kalmıştır.170 Ancak daha sonraki yıllarda bu gelişme böyle devam
etmemiş ve petrol üretimi tekrar gerileme sürecine girmiştir. Bu planlı dönemde petrol
alanındaki önemli sayılabilecek bir diğer gelişme de, yurt dışında ortak üretim
girişimleri oluşturulmasıdır. Bu dönemde, özellikle Mısır ve Kazakistan'da yapılan
yatırımlardan olumlu sonuçlar alınırken; Azerbaycan ve diğer Orta Asya Türk
Devletlerinde ortak petrol üretimine yönelik girişimler henüz sonuçlanmamıştır.

                                                            
170
DPT, VII. BYKP , a.g.e., s.136. 

93
Tablo 28: Birincil Enerji ve Elektrik Enerjisi Üretim ve Tüketiminde Gelişmeler
 

1989  1994  1995  2000  Yıllık Ortalama 


Birim
Gerçekleşme Gerçekleşme Gerçekleşme Tahmin Artış (%)

Birincil Enerji I. Plan II. Plan


Üretim TEP 27.827,0 32.553,0 33.955,0 40.885,0 3,2 3,8
Tüketim TEP 52.149,0 63.982,0 66.200,0 85.800,0 4,2 5,3
Kişi Başına Tüketim TEP 948,0 1.057,0 1.074,0 1.284,0 2,2 3,6
Elektrik Enerjisi
Kurulu Güç MW 15.806,0 20.857,0 21.277,0 27.930,0 5,7 5,6
Termik MW 9.209,0 10.993,0 11.413,0 15.770,0 3,6 6,7
Hidrolik MW 6.597,0 9.864,0 9.864,0 12.160,0 8,4 4,3
Üretim Gwh 52.043,0 78.256,0 84.100,0 122.000,0 8,5 7,7
Termik Gwh 34.103,0 47.681,0 51.400,0 83.000,0 6,9 10,1
Hidrolik Gwh 17.940,0 30.575,0 32.700,0 39.000,0 11,3 3,6
İthalat/ İhracat Gwh 559,0 ‐539,0 ‐500,0 ‐ ‐ ‐
TÜKETİM Gwh 52.602,0 77.717,0 83.600,0 122.000,0 8,1 7,9
Kişi Başına Tüketim kWh 956,0 1.284,0 1.356,0 1.825,0 6,1 6,1  
Kaynak: DPT, VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996- 2000), Ankara, 1995, s.139.
Not: 2000 yılı tahminlerinde, Plan dönemi için GSYİH’de öngörülen %5-6,6 büyüme aralığı içinde % 6’lık
ortalama büyüme esas alınmıştır.

Türkiye’de 1994 sonunda elektrik santrallerinin kurulu gücü 20.857 MW'a,


üretim kapasitesi ise 101 milyar kWh'e ulaşırken; 78 milyar kWh'e yaklaşan talep de
yüksek bir yedekle ve kesintisiz olarak karşılanabilmiştir.171 Bu plan, hızlı artışını
sürdüren elektrik talebinin önümüzdeki yıllarda da kesintisiz ve emniyetli bir şekilde
karşılanabilmesi için yatırımlarda sürekliliğin sağlanmasının zorunlu olduğunu
vurgulamıştır. Ancak, görülmektedir ki, yapılan yatırımlar hem yetersiz kalmış hem de
geçmiş yıllara kıyasla oranı azalmıştır. Bunun sebepleri olarak da, özelleştirme
çalışmalarından ve özel kesimden beklenen katkıların sağlanamaması, kamu
yatırımlarının aşağıya çekilmesi ve mevcut çevre mevzuatı ve uygulamasındaki
sorunların sektörde yatırımların planlı bir şekilde sürdürülmesini olumsuz şekilde
etkilemesi sayılabilir. Sektörde, elektrik arzında yetersizliğe sebep olan önemli bir sorun
da dağıtım hatlarında ve şebekelerde görülen yüksek orandaki kayıp ve kaçaklardır.

Yedinci BYKP döneminde, sektörde azalan doğal kaynaklar, artan/daha da


artması beklenen maliyetler ve artan talep doğrultusunda, uzun dönemde güvenilir ve
                                                            
171
DPT, VII. BYKP , a.g.e., s.137. 

94
düşük maliyetli bir enerji arz sisteminin kurulmasının kaçınılmaz olduğu sonucuna
varılmıştır. Bu dönemde bu doğrultuda yapılanlar şöyle özetlenebilinir; yurtiçi enerji
kaynakları geliştirilmiş ve tüketimdeki payı zaman içinde artmış, ithal kaynakların
temini için gerekli projeler başlatılmış, ürün bazında ve kaynak ülke bazında
çeşitlendirmeye gidilmiştir.

Birincil enerji tüketimi yılda ortalama %4,5 oranında büyürken; birincil enerji
üretimi yıllık sadece %1,3’lük artış göstermiştir.172 Bunun sonucu olarak da, enerji
talebini karşılamada yurtiçi üretimin oranı düşmüştür. Yine bu dönemde ayrıca, birincil
enerji tüketiminde doğal gaz ve hidrolik enerji payları yükselirken, petrol ürünleri ve
gayri ticari enerji payında düşüşler olmuştur.

Bu dönem ayrıca, enerji kaynaklarının üretimine dönük madencilik


yatırımlarına ağırlık verilmesi gerektiğini, yenilenebilir enerji kaynaklarının
kullanımının yaygınlaştırılması ve nükleer teknolojinin kısa sürede ülkeye transferi ve
adaptasyonu üzerinde önemle durulmasının gerekliliğini ve önemini vurgulamıştır.

Yine aynı dönemde, yurtiçi enerji kaynaklarının miktar ve kalite olarak yetersiz
ve yüksek maliyetli olması, ithal enerji kaynakları için gereken döviz ihtiyacı ve aşırı
enerji kullanımının çevre sorunu yaratması bu sektörün en önemli problemleri olarak
ortaya çıkmıştır. Bunlara çözüm olarak da, sanayide ve toplumsal yaşamın her
kesiminde enerji yoğunluk değerlerinin aşağıya çekilmesi, verimliliğin artırılması ve
tasarruf programlarının hayata geçirilmesinin sağlanması gerektiği söylenmiştir.

3.3 2000 Yılı Sonrası Dönemde Türkiye’nin Enerji Politikaları


1980 yılında dünyaya açılan Türkiye ekonomisi, 2000 yılına kadar bu yeni
düzene alışma çalışmaları yapmıştır ve bu süreçte ekonomik ve sosyal refah açısından
(özellikle tüketim ve yatırım olarak) çok büyük ilerleme kaydetmiştir. Ekonomik ve
sosyal kalkınmanın temel girdisi durumunda olan enerji sektörünün liberalleşmesi
doğrultusunda da bu dönemde, bir sürü yasal ve siyasi adım atılmıştır. Bu konu ile ilgili
somut gelişmeler ancak 2008 yılında gerçekleşmeye başlamıştır.

                                                            
172
DPT, VIII. BYKP (2001 – 2005), s.145. 

95
Öte taraftan bu gelişmelere ek olarak, artan nüfus, şehirleşme, sanayileşme ve
teknolojinin yaygınlaşması sonucu ülkemizde enerji tüketimi de kaçınılmaz olarak
büyümüştür. Buna karşılık enerji tüketiminin mümkün olan en alt düzeyde tutulması,
enerjinin en tasarruflu ve verimli bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Ancak 2000
yılına gelindiğinde, Türkiye’nin hala ekonomik ve sosyal gelişimi destekleyecek,
çevreyi en az düzeyde tahrip edecek, asgari miktar ve maliyette enerji tüketimi ve arzını
hedef alan politikası yoktur.

2000 yılına kadar olan dönemde enerji sektörü için yapılan yatırımlar yetersiz
kalmıştır. Bunun temel nedeni bu dönemde, özel sektörden beklenen yatırımların
beklenenden daha düşük oranda kalmış olmasıdır. Ayrıca, sektörün rekabete açılmasını
sağlayacak yeniden yapılanma ve düzenleyici kurulun kurulması çalışmalarının, 1996
yılı içinde tamamlanması beklenirken; bugüne kadar hala tamamlanamamıştır.
Dolayısıyla, sektör hala devletin tekelindedir. Bu da maliyetleri ve tarife fiyatlarını
rekabet olamadığı için yukarı çekmektedir.

Bu dönemde ayrıca, enerji de dışa bağımlılık özellikle doğal gazın enerji


kaynakları arasındaki payı gittikçe daha da artmış ve Türkiye’de halen enerji açığı
ihtimalinin varlığı güçlenerek devam etmiştir. Gerçekçi olmayan doğal gaz ithalatı ve
kaçak elektrik kullanımı bu döneme damgasını vuran enerjinin sektörünün yaşadığı
önemli zorluklar olmuştur.

Sekizinci BYKP Döneminde (2001- 2005), birincil enerji talebinin, amaçlanan


ekonomik büyüme hızı paralelinde, yılda ortalama %6,1 artış göstermiştir. Toplam
birincil enerji tüketimi 106 milyon tep’e, kişi başına birincil enerji tüketimi de 1.506
kep’e ulaşmıştır. Öte taraftan, birincil enerji üretiminde beklenen düşük artış hızı
nedeniyle ithal kaynakların toplam tüketim içindeki payı artmıştır.173 Bu da daha
önceden altı çizilen enerji sektöründe artan dışa bağımlılığın ispatı olarak ortaya
çıkmıştır. Bu rapor döneminde Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığı %62 gibi yüksek
bir seviyededir. Bu bağımlılığın da kısa-orta vadede azalması pek mümkün
görülmemektedir ama hedef, uzun vadede bu bağımlılığın azaltılması olmalıdır.

                                                            
173
DPT, VIII. BYKP, a.g.e., s.152. 

96
Kalkınma planlarında da, Türkiye’nin bu gerçeği kavradığı ve bunun için önlemler
aldığı görülmektedir.

Tablo 29: Birincil Enerji ve Elektrik Enerjisi Üretim ve Tüketiminde Gelişmeler

1995  1999  2000  Yıllık Ortalama 


Birim 2005 Tahmin
Gerçekleşme Gerçekleşme Gerçekleşme Artış (%)

Birincil Enerji I. Plan II. Plan


Üretim TEP 26.320,0 28.133,0 28.134,0 29.825,0 1,3 1,2
Tüketim TEP 63.148,0 74.560,0 78.780,0 105.970,0 4,5 6,1
Kişi Başına Tüketim TEP 1.045,0 1.158,0 1.206,0 1.506,0 2,9 4,5
Elektrik Enerjisi
Kurulu Güç MW 20.952,0 26.117,0 27.391,0 42.783,0 5,5 9,3
Termik MW 11.074,0 15.546,0 16.219,0 27.311,0 7,9 11,0
Hidrolik MW 9.878,0 10.571,0 11.172,0 15.473,0 2,5 6,7
Üretim Gwh 86.247,0 116.440,0 124.200,0 193.900,0 7,6 9,3
Termik Gwh 50.620,0 81.646,0 92.860,0 145.250,0 12,9 9,4
Hidrolik Gwh 35.627,0 34.794,0 31.340,0 48.650,0 ‐2,5 9,2
İthalat/ İhracat Gwh ‐ 2.330,0 3.000,0 2.200,0 ‐ ‐
TÜKETİM Gwh 696,0 285,0 400,0 1.000,0 ‐ ‐
Kişi Başına Tüketim kWh 85.645,0 118.485,0 126.800,0 195.100,0 8,2 9,0  

Kaynak: DPT, VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001- 2005), Ankara, 2000, s.14.

Birincil enerji kaynakları açısından, bu dönemde altının çizilmesi gereken


husus doğal gaz konusundadır. Çünkü bu dönemde, tüketim içinde kaynak bazında en
büyük artışın doğal gazda olması beklenmektedir. Plan dönemi sonunda, doğal gaz
talebi 35 milyar m³ düzeyine yükselmiştir. Bu doğal gazın da %50’si elektrik
üretiminde, %30’u sanayide ve %20’si de binalarda kullanılmıştır.174 Burada dikkat
çeken husus, Türkiye’de üretimi yok denecek kadar az olan doğal gazın elektrik
üretiminde bu kadar yoğun kullanılmış ve kullanılacak olmasıdır. Daha önceden de
vurgulandığı gibi Türkiye’nin enerji gibi önemli bir konuda dışa bağımlılığını bir kat
artıracak olan bu gelişmenin avantajları ve dezavantajları kesinlikle tartışılmalı ve ona
göre enerji planı yapılmalıdır.

Sekizinci BYKP döneminde sektörsel bazda en göze çarpan gelişme, elektrik


talebindeki yüksek artıştır. Elektrik sektörünün toplam birincil enerji tüketimi içindeki
payı da bu dönem sonunda %35’lere kadar çıkmıştır. Ülke elektrik talebi yılda ortalama
%9 oranında artmış; toplam elektrik tüketimi de dönem sonunda 195,1 milyar kWh’e
                                                            
174
DPT, VIII. BYKP, a.g.e., s.152. 

97
ulaşmıştır. Diğer yandan, kişi başına elektrik tüketimi ise 2.773 kWh’e ulaşmıştır.
Dönem sonunda ayrıca, elektrik santralleri kurulu gücü 15.392 MW artışla 42.783
MW’a, santraller üretim kapasitesi de 234 milyar kWh’e ulaşmıştır. Bunun sonucu
olarak da, bu Plan dönemi sonunda sistem kurulu güç yedeği %37’ye, üretim kapasite
yedeği ise %20’ye ulaşmıştır.175

Bu dönemde elektrik enerjisi projelerinin, uzun yatırım süreleri, yüksek


finansman gerekleri ve sektörün kendine has üretim ve tüketim yapısı sonucu optimal
bir sistem yaklaşımıyla planlanması ihtiyacı devam etmiştir. Bu sebepten ötürü de
mevcut enerji kaynaklarının ekonomik boyutlarda mümkün olan en üst düzeyde
kullanılması, yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesi, ithalatta ülke ve kaynak
açısından çeşitlendirmeye gidilerek güvenli bir yapı oluşturulması hedeflenmiştir.176

Sekizinci BYKP döneminde, elektrik sektöründe kamu ve özel kesimin bir


arada faaliyet gösterebileceği yeni bir yapılanmaya gidilerek düzenleyici kurullar
oluşturmaya karar verilmiştir. Buna paralel olarak, özel kesimin optimal sistem
planlaması yaklaşımı içinde enerji yatırımlarına yöneltilmesine, enerji yatırımlarında
sürekliliğin sağlanmasına, rekabete açık bir üretim ve dağıtım sisteminin
gerçekleştirilmesine çalışılacaktır. Buna ek olarak, elektrik enerjisi maliyetlerinin
Avrupa Birliği ülkelerinin ortalama düzeyinde tutulması için de çaba sarf edilecektir.

Bu dönemde doğal gaz sektöründe de, elektrik sektörüne paralel sorunlar


ortaya çıkmaya başlamıştır. Çünkü yapılan doğal gaz ithalat bağlantıları ve projeleri
sağlıklı bir talep çalışmasına dayanmamaktadır. Ayrıca bu dönemde, müracaat
aşamasındaki çok sayıda özel doğal gaz santral projesinin potansiyel talep kaynağı
olarak kabul edilmesi sonucu, yakın dönem için aşırı bir gaz bağlantısı yapılmıştır. Bu
da doğal gaz ithalat bağlantılarının ve boru hattı güzergâhlarının gerçekçi talep
çalışmalarına dayandırılması gerektiğini göstermektedir. Bunlara ek olarak, yine bu
dönemde ağırlığı ve önemi daha da çok hissedilen doğal gaz sektöründe yeniden
yapılanma aşamasında, bölgesel özel gaz dağıtım şirketlerinin oluşumu ve böylece
doğal gaz kullanımının ülke çapında yaygınlaşması üzerinde önemle durulacak olması

                                                            
175
DPT, VIII. BYKP , a.g.e., s.152. 
176
DPT, VIII. BYKP, a.g.e., s.227. 

98
dikkat çekici ana başlıklardır.177 Ayrıca, nükleer enerjinin uzun dönem gelişim planları
üzerinde de bu dönemde önemle durulmuştur.

Enerji sektöründe devletin payını azaltmayı hedefleyen Türkiye, bu rapor


döneminde özel kesimin enerji yatırımlarına yönlendirilmesinin, aşırı garantilerle değil,
sağlıklı işleyen bir proje seçim, değerlendirme, denetim ve işletim yaklaşımıyla
mümkün olacağını vurgulamış ve bunun dünyadaki büyük ve finansal açıdan güçlü
şirketleri sektöre çekmenin tek yolu olduğunu belirtmiştir. Bu da, Türk Enerji
Sektörü’ne olan yabancı ilgisini kamçılamış ve sektördeki özelleştirmeleri
desteklemiştir.

Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı (2007- 2013), enerjinin sürekli, güvenli
ve asgari maliyetle teminini esas almıştır. Ayrıca bu Plan, enerji politikasının ana
unsurları olarak; nükleer enerji dâhil alternatif enerji kaynakları da dikkate alınarak arz
güvenliğinin sağlanmasını, çevresel etkilerin en düşük düzeyde tutulmasını, enerji
endüstrisinin rekabetçi bir yapı içinde sanayinin uluslararası rekabet edebilirliğine katkı
sağlamasını ve üretici/tüketici ülkeler arasında transit konumun geliştirilmesini
belirlemiştir. 178

Bu dönemde enerji arz güvenliğinin sağlanması için birincil enerji


kaynaklarına erişimin garanti edilmesi, ithal kaynaklara olan bağımlılığın asgari
düzeyde tutulması, elektrik üretim, iletim ve dağıtım yatırımlarının zamanında
yapılması, rafineriler ile petrol ve doğalgaz depolama tesislerinin yeterli hale getirilmesi
amaçlanmıştır.179

Dokuzuncu BYKP Dönemi’nde alınan bir diğer önemli karar da, kamunun
enerji sektörü yatırımlarını ciddi oranda azaltmasıdır. 2006 yılında 2.529 milyon TL
olan kamunun enerji sektörü yatırımı, toplam yatırımlar içindeki payı %14,2 iken
2013’de aynı miktarda yapılması planlanan bu yatırımın payının toplam kamu
yatırımları içinde %6’ya kadar gerilemesi beklenmektedir.

                                                            
177
DPT, VIII. BYKP ,a.g.e., ss.144-146. 
178
DPT, IX. BYKP (2007 -2013), Ankara, 2006, s.114. 
179
DPT, IX. BYKP , a.g.e., s.114. 

99
Bu Plan döneminde birincil enerji talebinde, ekonomik ve sosyal kalkınmaya
paralel olarak yıllık ortalama %6,2 oranında artış öngörülürken; enerji tüketimi içinde
doğal gazın 2005 yılında %28 düzeyinde olan payının %34’e yükselmesi, petrol
ürünlerinin payının ise %37’den %31’e gerilemesi beklenmektedir. Diğer yandan,
Dokuzuncu Kalkınma Planı döneminde elektrik talebinde, sanayi üretim ve hizmetler
sektöründeki gelişmelere paralel olarak, yılda ortalama %8,1 oranında artış olacağı
tahmin edilmektedir.180

Tablo 30: Enerji Hedefleri

2007 ‐ 2013*
Birincil Enerji Talebi (BTEP) 6,2
Elektrik Enerjisi Talebi (GWH) 8,1  

Kaynak: DPT, IX. Beş Yıllık Kalkınma Planı (2007 -2013), Ankara, 2006, s.68.
*Dönem içindeki gelişmeleri göstermektedir.

3.4 Enerji’de Türkiye’nin Mevcut Durumu


Türkiye’de 2002 yılından itibaren yaşanan güçlü ve istikrarlı ekonomik
büyüme ile sosyal refah artışı, Ülkemizde ki enerji tüketiminde de büyük artışa yol
açmıştır. Son altı yılda birincil enerji tüketimi %36, elektrik enerjisi tüketimi ise %49
oranında yükselmiştir.181

Ancak, 2007’de ABD’de patlak veren ve 2008 yılının son çeyreğinden itibaren
ülkemizde de negatif etkisini hissettiren global ekonomik kriz neticesinde Türkiye’deki
ekonomik faaliyetler hız keserken; enerji maliyetleri global bazda artan enerji fiyatları
sonucu ciddi şekilde yükselmiştir. Bu da, Ülkemizdeki enerji talebini daraltmıştır. Son
otuz yılda Türkiye’de elektrik talebinde ikinci ve en yüksek düşüş, 2001 krizi
sonrasında ve 2009 yılında yaşanmıştır.

2009 yılında da Türkiye Ekonomisi’ndeki gerilemenin devam etmesi sonucu;


özellikle petrol ve doğal gaz talebindeki azalma ile birlikte birincil enerji tüketimi %6,7
oranında düşüş göstermiştir. Böylece 2008 yılında 106,5 milyon ton petrol eşdeğeri
(MTEP) olarak gerçekleşen birincil enerji tüketimi, 2009 yılında 99,4 MTEP’e

                                                            
180
DPT, IX. BYKP, a.g.e., ss.67-68. 
181
DPT, 2010 Yılı Programı, s. 109. 

100
gerilemiş ve kişi başına enerji tüketimi 1.423 kilogram petrol eşdeğerinden (KEP) 1.312
KEP’e düşmüştür.182

Ayrıca, 2008 yılı sonunda 41.818 MW olan elektrik santralleri toplam kurulu
gücü, 2009 yılında %5,9 oranında artarak 44.300 MW'a ulaşmıştır.183 Bu dönemde
erişilen bu kurulu güç, talebin oldukça üzerinde olmuştur. Diğer yandan, gerek
santrallerin tam kapasitede çalışmasında yaşanan sıkıntılar gerekse barajların doluluk
oranlarının düşüklüğü nedeniyle kurulu kapasitedeki rahatlık, güvenli yedek marjında
aynı rahatlığı sağlamamaktadır. Buradan da şu sonuca varılabilinir; bu dönemde
yaşanan talep daralması fırsat olarak kullanılmalı ve santral rehabilitasyonlarının
yapılarak ileriki dönemlerde arz-talep dengesinin rahatlatılması sağlanmalıdır.

DPT’nin 2010 yıllık raporuna göre; 2008 yılında 198,4 milyar kWh olarak
gerçekleşen elektrik üretimi, 2009 yılında %1,8 azalarak 194,8 milyar kWh’e
düşmüştür. 2009 yılında elektrik üretimindeki yakıt payları sırasıyla doğal gaz için %48,
linyit için %21,4 ve hidrolik için %18,6 olarak gerçekleşmiştir.184

Türkiye’nin 2003 yılı ve öncesindeki net elektrik ithalatı; 2004 yılından


itibaren net ihracata dönüşmüştür ve net dış satış 2009 yılında 0,5 milyar kWh olarak
gerçekleşmiştir. Buna ek olarak Türkiye’de, 2004 tarihli Elektrik Enerjisi Sektörü
Reformu ve Özelleştirme Stratejisi Belgesi kapsamında elektrik enerjisi sektörünün
serbestleştirilmesi ve dağıtım özelleştirmesinde önemli ilerleme kaydedilmiştir. Bu
çerçevede; sektörde hukuki altyapı iyileştirilmiş, dengeleme ve uzlaştırma uygulaması
başlatılmış, toptan satış piyasası önemli bir hacme ulaşmış, piyasa açıklık oranı
piyasanın yarısına yaklaşmış, kamu şirketlerinin serbest piyasaya adaptasyonu için
kendi aralarında geçiş dönemi sözleşmeleri yürürlüğe konulmuş, ulusal düzeyde eşit
tarifenin temini için fiyat eşitleme mekanizması uygulanmaya başlanmış, DSİ
hidroelektrik santralleri EÜAŞ’a devredilmiş, EÜAŞ portföy üretim grupları
oluşturulmuş, TEDAŞ özelleştirme kapsam ve programına alınarak 20 adet bölgesel
dağıtım şirketi olarak yapılandırılmış, geçiş dönemi için bu bölgelere ait tarifeler
belirlenmiştir ve bu dağıtım şirketlerin hemen hemen hepsinin özelleştirilmesi 4046
                                                            
182
DPT, 2010 Yılı Programı, s. 110. 
183
DPT, 2010 Yılı Programı, s. 110. 
184
DPT, 2010 Yılı Programı, s. 110. 

101
sayılı Özelleştirme Kanunu kapsamında tamamlanmıştır.185 Ayrıca, 140MW’lık kurulu
güce sahip olan elektrik üretim bacağı da 2009’da özelleşmiştir. 2008 yılı verilerine
göre gerçekleştirilen özelleştirmeler sonucu özel sektörün elektrik dağıtımındaki payı
%20,1, toplam kayıp-kaçaktaki payı %10 ve elektrik üretimindeki payı %50,6 olmuştur.

Bu belgede ayrıca; piyasa yapısının arz güvenliğinin sürdürülmesi ilkesi


çerçevesinde geliştirilmesi, kapasite mekanizmasının oluşturulması, TEİAŞ dışında yeni
bir piyasa işleticisinin teşekkülü, 2015 yılına kadar piyasa açıklık oranının %100’e
çıkarılması, elektrik tarifelerinin tasarrufu ve verimliliği artıracak şekilde belirlenmesi,
dağıtımın 2010 yılı sonuna kadar büyük ölçüde özelleştirilmesi, piyasada faaliyet
gösteren kamu şirketlerinin özel şirketlerdeki hisselerinin satılması, portföy üretim
gruplarının son hale getirilmesi, bazı santrallerin rehabilitasyon ihtiyacı ve ilave ünite
yapılabilme imkanı çerçevesinde tekil olarak özelleştirilebilmesi, üretim
özelleştirmesine bu yıl içinde başlanması, TEİAŞ’ın kurumsal kapasitesinin
güçlendirilmesi, üretim yatırımlarının yüksek tüketim bölgelerinde yapılmasının iletim
tarifesi yoluyla teşvik edilmesi, Avrupa iletim şebekesi (UCTE) ve komşu ülkelerle
iletim kapasitesinin artırılması öngörülmüştür. Bunlara ek olarak, elektrik üretiminde
kaynak kullanımına ilişkin hedefler ortaya konulmuştur. Bu hedefler; nükleer enerjinin
2020 yılına kadar asgari %5 paya ulaşması, yenilenebilir enerjinin (büyük hidrolikler
dâhil) payının ise 2023 yılında %30’a ulaşmasıdır.186

Türkiye 2009 yılında yenilenebilir enerji üretimi ile ilgili ciddi yol kat etmiştir.
Ülkemizde rüzgâr enerjisi kurulu gücü 2009 yılında önceki yıla göre 1,8 kat, jeotermal
santral kurulu gücü de 2,7 kat artarken; toplam elektrik üretimi ise 1,7 kat artarak
yaklaşık 1,7 milyar kWh olmuştur.187 Böylece rüzgâr ve jeotermal elektrik üretiminin
toplam elektrik üretimi içindeki payı yaklaşık %1’e ulaşmıştır.

2009 yılında Türkiye ayrıca, jeopolitik konumunun verdiği avantaj ile


uluslararası enerji akışında merkezi bir transit güzergâhı olma yolunda önemli adım

                                                            
185
2009 Dönemi Özelleştirme Uygulamaları, 
http://www.oib.gov.tr/program/uygulamalar/2007_uygulamalar/2009_uygulamalar_tr.htm (15/02/2010) 
186
DPT, 2010 Yılı Programı, s. 111. 
187
DPT, 2010 Yılı Programı, s. 112. 

102
atarak Ankara’da 13 Temmuz 2009 tarihinde Hükümetler Arası Nabucco projesinin
gerçekleştirilmesine yönelik anlaşma imzalamıştır.

Bilindiği gibi Türkiye ayrıca, 50 milyon ton/yıl kapasiteli Bakü-Tiflis-Ceyhan


petrol boru hattının 2006 yılında faaliyete geçmesinin ardından Ceyhan’ın uluslararası
bir enerji merkezi haline getirilmesi hedefi kapsamında Ceyhan Enerji İhtisas Endüstri
Bölgesinde altyapı çalışmalarına da hızla devam etmektedir.

Türkiye, 2010 yılında ekonominin yeniden büyüme sürecine girmesinin sonucu


olarak birincil enerji ve elektrik enerjisi tüketiminin ekonomik büyümeye paralel olarak
artmasını beklemektedir. Ayrıca, birincil enerji tüketiminin yaklaşık %6,5 oranında
artarak 105,8 MTEP’e, kişi başına birincil enerji tüketiminin ise%5,3 oranında bir
artışla 1.381 KEP’e ulaşacağını tahmin edilmektedir. Üretim tarafında ise, 2009 yılında
28,4 MTEP olarak gerçekleşen birincil enerji üretiminin, 2010 yılında az bir artışla 29,2
MTEP’e çıkması beklenirken; birincil enerji talebinin ithal kaynaklardan karşılanma
oranının da 2010 yılında %72,4 olması beklenmektedir.188

Elektrik üretim ve tüketim tarafında ise, 2009 yılında 194,3 milyar kWh olarak
gerçekleşen elektrik tüketimi, 2010 yılında %4 oranında bir artış ile 202 milyar kWh’e
çıkması tahmin edilmektedir. 2009 yılında 2.565 kWh olarak gerçekleşen kişi başına
elektrik tüketiminin de, 2010 yılında 2.637 kWh’e yükselmesi beklenmektedir. Bunlara
ek olarak, 2010 yılında elektrik santralleri toplam kurulu gücünün %3,8 oranında
artarak 46.000 MW'a ulaşacağı tahmin edilirken; elektrik üretiminin %4 artışla 202,5
milyar kWh’e çıkması beklenmektedir. Ayrıca, elektrik üretiminde doğal gaz yakıtlı
santrallerin %49,1, linyit yakıtlı santrallerin %20,1 ve hidrolik santrallerin %17,8’lik
paylarla ilk sıraları alması beklenmektedir. Rüzgâr ve jeotermal elektrik üretiminin
payının ise %1,3 olarak gerçekleşmesi öngörülmektedir.189

3.5 Türkiye’deki Enerji Kaynakları


Dünya nüfusunun hızla artması, sanayileşme çabasının süreklilik arz etmesi,
ülkelerin gelir seviyelerindeki artış ve teknolojik gelişmeler, enerjiye olan talebi sürekli
arttırmaktadır. Buna karşılık dünyada enerji üretimi aynı ölçüde artış
                                                            
188
DPT, 2010 Yılı Programı, s. 113. 
189
DPT, 2010 Yılı Programı, s. 113. 

103
kaydedememektedir. Bilindiği gibi, ekonomik kalkınma ile enerji arasında yakın bir
ilişki vardır. Maliyeti düşük ve ikmal problemi bulunmayan bir enerji, yatırım ve
kapasite artırımını daha rahat bir şekilde gerçekleştirecektir. Yatırım artışı da milli gelir
ve istihdamın artmasına yol açarak tekrar daha fazla enerji talebiyle karşılaşarak sürekli
büyüme sağlayacaktır.

Gelişmekte olan ülkeler arasında önemli bir yeri olan Türkiye, artan nüfusu ve
ilerleyen teknolojik yatırımları bakımından “enerji” tüketimi bakımından başı çeken
ülkeler arasında yer almaktadır. Yukarıdaki bölümlerde de belirtildiği gibi Türkiye,
günümüzde yoğun olarak kullanılan ve birincil enerji kaynaklarından olan fosil enerji
kaynakları açısından zengin bir ülke olmamasına rağmen jeopolitik konumu itibariyle
enerji kaynağı olan ülkelerin ve enerji akış yollarının (Bakü- Ceyhan Boru Hattı,
Nabucco Projesi gibi) ortasında bulunan bir ülkedir. Bu da, Türkiye için çok büyük bir
avantajdır.

Öte yandan, kıt fosil kaynaklarının tükenme ihtimali doğrultusunda yerine


geçebilecek enerji kaynakları açısından Türkiye, zengin bir ülkedir. Bu kaynaklara
literatürde “yenilenebilir enerji kaynakları” denilmektedir. Bunlar kısaca, su, güneş,
rüzgâr gibi kaynağı tükenmeyen enerji kaynaklardır. Buna ek olarak, “nükleer enerji” de
dünyada önemli yeri olan birincil enerji kaynağıdır ve bu kaynak da halen Türkiye’de
kullanılmaya başlanmamıştır.

Günümüzde enerji talebinin sürekli artması, fosil yakıtların rezerv ömürlerinin


kısalması ve en önemlisi çevre bilincinin gelişmesi sonucunda ucuz, temiz ve güvenilir
kaynak arayışları hem dünyada hem de Türkiye’de hız kazanmıştır. Bunun başında da
yenilenebilir enerji kaynakları gelmektedir ki; ülkemiz bu bakımdan avantajlıdır.
Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığını azalması için de önemli olan enerjinin bu kolu
ile ilgili son birkaç yıldır çok ciddi ve önemli adımlar atılmıştır.

Yukarıda çizilen çerçeve kapsamında, çalışmanın bu bölümünde dünyadaki


enerji kaynakları ve ülkemizin bu kaynaklar açısından durumu ve stratejilerini detaylı
olarak incelenecektir.

104
3.5.1 Birincil Enerji Kaynakları
Dünyada ve ülkemizde yoğun olarak kullanılan enerji kaynakları “birincil
enerji kaynakları”dır. Bahsedilen birincil enerji kaynakları, fosil (yenilenemeyen,
tükenebilir), yenilenebilir (tükenmeyen) ve nükleer kaynaklardan oluşmaktadır. İkincil
enerji kaynakları ise, birincil enerjinin dönüştürülerek elektrik ve hidrojen gibi başka
enerjiler elde edilmesi olarak tanımlanmaktadır.190

Dünyada birincil enerji tüketiminin yaklaşık %80’i, çevreye verdikleri olumsuz


etkilere rağmen fosil enerji kaynakları tarafından karşılanmaktadır. Bilinen başlıca fosil
yakıtlar; petrol, kömür ve doğal gaz, asfaltit, bitümlü şist, turba, uranyum ve toryumdur.

Türkiye, çok çeşitli birincil enerji kaynaklarına sahip bir ülkedir. Türkiye’de
taşkömürü, linyit, asfaltit, ham petrol, doğal gaz, uranyum ve toryum gibi fosil kaynak
rezervleri ile hidrolik enerji, jeotermal enerji, güneş enerjisi, deniz dalga enerjisi,
biomas enerji gibi tükenmez kaynak potansiyelleri bulunmaktadır. Ancak Türkiye’nin,
dünyada halen yoğun olarak kullanılan fosil kaynakların, özellikle akışkan fosil
yakıtların görünür rezervleri yeterli düzeyde değildir. Kömür, jeotermal ve hidrolik
enerji rezerv ve potansiyeli ise dünya kaynak varlığının %1’i civarındadır.191

7,4%

Petrol

31,5%
Gaz
29,5%
Kömür

Hidro&Yenilenebilir
31,5%

Kaynak: BP, Statistical Review of World Energy, Haziran 2009.

Şekil 2: 2008 Sonu İtibariyle Türkiye Birincil Enerji Tüketimi Kaynakları

                                                            
190
Selman Tezekici, “Türkiye’de Enerji Sektörü ve Elektrik Enerjisi Talep Projeksiyonu (Kaynaklar- Politikalar)”,
Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2005, s.5. 
191
T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı Stratejik Plan (2009- 2013), 
www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/.../teut.doc (19/01/2010) 

105
Aşağıdaki bölümde Türkiye’deki fosil kaynaklara daha detaylı göz atılacaktır.

3.5.1.1 Türkiye’de Kömür Kaynakları


Dünya birincil enerji ihtiyacının yaklaşık %25’i kömürden karşılanırken;
günümüzün vazgeçilmez unsuru olan dünya elektrik üretiminin de yaklaşık %39’u
kömürden üretilmektedir. Başta Polonya, G. Afrika, Hindistan, Avustralya, Çin olmak
üzere birçok ülkede elektrik üretiminde kömür yaygın olarak kullanılmaktadır.192

Türkiye’nin toplam kömür rezervi 13,6 milyar tondur (dünyada kömür


rezervleri toplamı 909 milyar tondur). Bunun 1,3 milyar tonu taşkömürü (560 milyon
tonu görünür) ve 12,3 milyar tonu da linyit rezervdir.193 Bunlarda zaten Türkiye’de
yoğun olarak çıkan iki kömür çeşididir.

Tablo 31: 2008 Yılında Türkiye Toplam Kömür Rezervi

Rezervler (milyon ton) Pay 


Soma 663 25,8%
Tavşanlı 283 11,0%
Milas 278 10,8%
Yatağan 161 6,3%
Seyitömer 153 6,0%
Ilgın 102 4,0%
Orhaneli 99 3,9%
Çan 83 3,2%
Diğer 746 29,0%
TOPLAM 2.568 100,0%  

Kaynak: Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu, 2008 Yılı Faaliyet Raporu, s.5.
 

Türkiye’nin toplam taşkömürü rezervi de 1.35 milyar tondur194 (dünyada


toplam taşkömürü rezervi 478 milyar tondur) ve bilinen en büyük taşkömürü havzası
Zonguldak civarında, yaklaşık 200 km. uzunluğunda ve 8 ile 20 km. arasında değişen

                                                            
192
Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü, Taşkömürü Sektör Raporu, Mayıs 2009.,s.30. 
193
DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Aralık 2009, s.23. 
194
Kömür, http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%B6m%C3%BCr (20/01/2010) 

106
genişlikte bir alanı kapsayan kuzeybatı Anadolu taşkömürü havzasıdır.195 1980’li yıllara
kadar, başta demir-çelik sektörü olmak üzere, ülkemiz taşkömürü ihtiyacının tamamına
yakınını karşılayan bu havza, artan ülke taşkömürü talebi karşısında gerekli üretim
yapısının oluşturulamaması sonucunda, ülke ihtiyacına cevap veremez hale gelmiştir.
Günümüzde ülke taşkömürü ihtiyacının yalnızca %10’u havza üretiminden
karşılanabilmektedir. 

Bunun yanı sıra, Antalya-Kemer ve Diyarbakır-Hazro yörelerinde yaklaşık


rezervi 20 milyon ton olan ve önemli ekonomik değeri bulunmayan iki küçük
taşkömürü yatağı bulunmaktadır.196

Türkiye’de taşkömürü üretiminin tamamı Zonguldak Havzası’ndan ve Türkiye


Taşkömürü Kurumu tarafından yapılmaktadır. Zonguldak Havzası’nın jeolojik rezervi
1.325 milyar ton olup; bunun %41’i (yaklaşık 550 Milyon ton) görünür rezervdir.
Türkiye’nin toplam taşkömürü rezervleri dünya taşkömürü rezervleri ile
kıyaslandığında %0.13’lük bir payla önemsiz miktardadır. Toplam taşkömürü
rezervlerimiz Çin’in bir yıllık üretimi kadar olmakla birlikte, ülkemizin mevcut ve
muhtemel taşkömürü tüketim değerleri dikkate alındığında, taşkömürü varlığımızın
azımsanacak bir değerde olmadığı görülmektedir.

Taşkömürü üretimi, büyük ölçüde insan gücüne dayalı emek-yoğun olarak


gerçekleştirilmektedir. Ülkemizde taşkömürü, demir çelik fabrikalarında tüketilmek
üzere kok üretiminde, ısınma ve sanayi sektöründe ve elektrik üretmek üzere termik
santrallerde kullanılmaktadır. Gelişmiş ülkelerde de gelişmekte olan ülkelerde de,
elektrik enerjisi ve çelik üretimindeki en önemli girdi olan kömür, ülkelerin ve
Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma planlarında ve enerji planlamalarında önemli bir
yere sahiptir.

                                                            
195
Tezekici, a.g.e., s.8.  
196
Mustafa Özcan Ültanır, 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Enerji Stratejisinin Değerlendirilmesi, İstanbul:
TÜSİAD Yayınları,1998, s.57-58. 

107
Tablo 32: Türkiye Toplam Kömür Rezervi
 
TTK Üretimi  Özel Sektör  Havza Toplamı 
Yıllar
(Ton) Üretimi (Ton) (Ton)
2000 2.259.227 135.019 2.394.246
2001 2.356.865 137.097 2.493.962
2002 2.244.385 74.647 2.319.032
2003 2.011.178 47.943 2.059.121
2004 1.880.847 65.124 1.945.971
2005 1.665.846 511.355 2.177.201
2006 1.522.698 795.931 2.318.629
2007 1.675.283 817.092 2.492.375
2008 1.586.532 1.043.909 2.630.441  
Kaynak: Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü, Taşkömürü Sektör Raporu, Mayıs,
2009, s.21.

Kömür ithalatının ivme kazanmaya başladığı 1980’li yılların başında ülke


toplam taşkömürü tüketiminin %80’i, sonlarına doğru ise %45’i yerli kaynaklardan
karşılanırken; 2007 yılında 25.224.000 ton olarak gerçekleşen taşkömürü tüketiminin
sadece %10’u yerli kaynaklardan (TTK ve havza üretiminden) karşılanmıştır.

Türkiye’nin kendi ürettiği kömür kendi tüketimini karşılayamamaktadır. Bu


sebepten ötürü Türkiye, kömür açığını ithalat ile karşılamaktadır. Türkiye’nin kömür
ithalatında; Rusya, Güney Afrika, Avustralya, ABD, Çin ve Kanada’nın önemli payları
vardır. Ülkemizin 2007 “Madencilik Ürünleri” ihracatı 1.660 milyon dolar olurken;
sadece kömür ithalatı 2.027 milyon dolar olmuştur.197

Türkiye’de 2007 yılında 2.46 milyon ton taş kömürü üretilirken, bu rakam
2008 yılında %5,6 artışla 2,6 milyon tona çıkmıştır. Ayrıca, 2007 yılında 22,95 milyon
ton olan taş kömürü ithalatı 2008 yılında %15 azalarak 19,49 milyon tona gerilemiştir.
Bu gerilemenin arkasındaki en önemli sebep; ülkemizde taş kömürü üretiminin artmış
olmasıdır. Bundan sonraki yıllarda da bu trendin devam etmesi beklenmektedir. Çünkü,
yaşanan global ekonomik krizin sonucu olarak artan doğal gaz fiyatları, ülkemizde
özellikle ısınma ve elektrik üretim sektörlerinde yerli kömür kullanımını teşvik etmiştir.

                                                            
197
Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü, Taşkömürü Sektör Raporu, a.g.e.,s.22. 

108
Tablo 33: Türkiye Taş Kömürü Üretim, Tüketim ve İthalat Dengesi (Bin Ton)
 
Yıllar Üretim İthalat Stok Değişimi Toplam Tüketim
1994 2.839 5.463 ‐110 8.192
1995 2.248 5.941 359 8.548
1996 2.441 8.272 179 10.892
1997 2.513 9.874 150 12.537
1998 2.156 10.361 629 13.146
1999 1.990 8.864 508 11.362
2000 2.259 12.990 144 15.393
2001 2.357 8.028 654 11.039
2002 2.319 11.693 ‐182 13.830
2003 2.425 16.166 1.056 19.647
2004 2.070 16.427 ‐407 18.904
2005 1.900 17.360 ‐161 19.099
2006 2.319 20.286 ‐193 22.412
, 2007 2.492 22.946 214 25.652  
Kaynak: Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü, Taşkömürü Sektör Raporu, Mayıs, 2009, s.22

Ülkemizin başta petrol olmak üzere fosil enerji kaynaklarında dışa bağımlılığı
sürekli artmakta, toplam ülke ithalatı içerisinde en önemli pay bu kaynaklara
ayrılmaktadır. İzlenen enerji politikaları neticesinde ülkemizin enerji tüketiminde dışa
bağımlılık payı %70’ler seviyesine kadar çıkmıştır.

Türkiye’de taşkömürü tüketiminin büyük bölümü sanayi sektörü (çimento


fabrikaları, şeker fabrikaları ve diğer sanayi tesisleri) ve kok fabrikaları (demir-çelik
tesislerinde) tarafından yapılmaktadır. 1970 yılında 1,8 milyon ton olan kok fabrikaları
(demir-çelik tesisleri) taşkömürü tüketimi, 1990 yılında 4,7 milyon ton, 2000 yıllında
ise 4 milyon ton/yıl seviyelerinin üzerine çıkmıştır. Türk demir-çelik sektöründe 2007
yılı taşkömürü tüketimi 4,73 milyon ton olurken; çimento sektöründe de yaklaşık 1,5
milyon ton/yıl olarak gerçekleşmiştir. 2007 yılında ayrıca, ısınma amaçlı olarak 9,5
milyon ton taşkömürü ithal edilmiştir.198

                                                            
198
Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü, Taşkömürü Sektör Raporu, a.g.e.,ss.22-23. 

109
Tablo 34: Türkiye’de Taşkömürü Kullanımının Tüketicilere Göre
Sınıflandırılması (Bin Ton)
 
Tüketiciler 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007
Elektrik Santralleri 1.980 2.214 2.051 3.668 4.565 5.259 5.447 5.912
Demir‐ Çelik ‐ ‐ ‐ ‐ ‐ 89 89 293
Kok Fabrikaları 4.191 3.551 3.506 4.032 4.328 4.218 4.745 4.443
İç Tüketim 57 7 62 50 46 40 40 184
TOPLAM 6.228 5.772 5.619 7.750 8.939 9.606 10.321 10.832
Çimento 1.236 951 1.014 1.259 1.879 1.982 2.215 1.666
Şeker 90 90 79 60 59 71 72 13
Demir dışı metal 72 72 85 80 89 94 94 163
Petrokimya 55 55 75 ‐ ‐ ‐ ‐ ‐
Diğer Sanayi 7.124 3.430 6.259 7.712 7.123 6.823 9.200 10.848
TOPLAM 8.577 4.598 7.512 9.111 9.150 8.970 11.581 12.690
Konut 714 796 859 984 904 935 865 865
TOPLAM 15.519 11.166 13.990 17.845 18.993 19.511 22.767 24.387  

Kaynak: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, http://www.enerji.gov.tr/index.php (23/06/2009).

Anadolu topraklarının jeolojik evriminin linyit kömürü oluşumuna uygun olması


dolayısıyla Ülkemizin hemen hemen her bölgesinde linyite rastlamak mümkündür.
Kısacası, Türkiye’de Zonguldak havzası dışında bulunan tüm kömürler linyit
kömürüdür.

Türkiye kömür rezervleri içindeki en büyük pay linyite aittir ve Ülkemizin 12,3
milyar tonluk linyit rezervi vardır (dünya rezervinin sadece %2,98’idir). Türkiye’nin
linyit rezervleri ağırlıklı olarak düşük ısıl değerde olması sebebi ile daha çok termik
santrallerde elektrik üretmek amacı ile tüketilmiştir. Türkiye’de 2007 yılında üretilen
satılabilir linyitin %85’i termik santrallerde tüketilirken; sanayide %10’u, ısınma
sektöründe ise % 14’ü tüketilmiştir.  Ülkemizde linyit sektöründe faaliyet gösteren
kuruluşların başında bir kamu kuruluşu olan Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu ve
Elektrik Üretim A.Ş. gelmektedir. Üretimin yaklaşık % 90’lık kısmı bu kuruluşlar
tarafından gerçekleştirilmektedir.199

Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığının giderek artması ve enerji maliyetinin


yüksek olması sonucu Ülke, yerli kaynaklara daha fazla yönelme eğilimine gitmiştir.
Bu amaç doğrultusunda Türkiye 2005 yılında, TKİ koordinatörlüğünde “Linyit
Rezervlerimizin Geliştirilmesi ve Yeni Sahalarda Linyit Aranması” Projesi başlatmıştır.
                                                            
199
Türkiye Kömür İşletmeleri Kurulu, Kömür Sektör Raporu (Linyit), Ankara, 2009, ss.2-7. 

110
Bu projeye teknik olarak MTA, ETİ Maden, TPAO, EÜAŞ, TTK ve DSİ’nin katılımı
mevcuttur. Bu proje doğrultusunda Trakya havzasında, Soma havzasında ve Karapınar
havzasında yeni kömürler bulunmuş, bilinen sahalarda ise rezerv artışları yapılmıştır.
Türkiye’de 2008 yılında 84 milyon ton linyit üretilmiştir.200

Türkiye’nin 2020 yılında üreteceği toplam enerjinin % 42’sinin kömürden


olacağı, bunun yalnızca % 12’sinin yerli kömür üretimi ile % 30’unun ise ithalat yolu
ile karşılanacağı tahmin edilmektedir.201

Öte yandan, Ülkemizdeki nüfus artışına ve Gayri Safi Milli Hâsıla artışına
paralel olarak kömür kullanım miktarları da her yıl artmaktadır.  Ancak görülüyor ki
Türkiye, 1970’li yılların sonundan beri kömür aramalarına yeterli kaynak
ayıramamaktadır. Bunun en önemli sebebi Ülke’nin kalıcı enerji politikalarının
olmamasıdır. Ayrıca, kömür için geliştirilen enerji senaryoları halen bilinen rezerv
değerlerine dayandırılmakta ve rezervin gelecek 20 yıl içinde hiç artmayacağı kabul
edilmektedir. Bu yanlış varsayımlar, Türkiye’yi kendinde bulunmayan enerji
kaynaklarına yönlendirmekte ve dışa bağımlılık hızla artmaktadır. Oysa ki kömür, diğer
fosil yakıtlara göre daha ucuz aranmakta, kömürle çalışan termik santrallerdeki enerji
maliyeti, petrol ve doğal gazlı santrallerdekinden daha düşük olmaktadır. Bu sebepten
ötürü ülkemizin öncelikli hedefi en azından kömürde dışa bağımlılığı azaltmak
olmalıdır.

Türkiye’de ki enerji mevzuatı kömürün aleyhindedir. Kömür üzerindeki bu


ekstra vergiler kömür tüketimini caydırırken, doğalgaz üzerinden alınan vergilerin
düşüklüğü, dışarıdan ithal edilen enerjinin tüketimini teşvik etmektedir.202  Dünya’da
modern arama yöntemleri ile kömür aramaları önemli rezerv artışlarına sebep olurken;
Türkiye’de 1989’dan bu yana arama yapılamamıştır. Rezerv ve üretimlerin 2020 yılına
kadar aşamalı olarak artırılması ile kömür enerji üretiminde önemini koruyarak ve
güvenilir enerji kaynağı olarak dışa bağımlılığın azalacağı düşünülmektedir.

                                                            
200
Türkiye Kömür İşletmeleri Kurulu, Kömür Sektör Raporu (Linyit), a.g.e.,s.12. 
201
Güven Önal, “Dünya ve Türkiye’de 21. Yüzyılda Kömürün Enerjideki Yeri ve Önemi”, Türkiye VIII. Enerji
Kongresi, C.I, Ankara, DEK TMK, 8-12 Mayıs 2000, s.125. 
202
Zafer Çağlayan, “Elektrik Enerjisindeki Kaos Krize Dönüşmüştür”, Asomedya, Kasım 2000, s.77. 

111
Tablo 35: Türkiye’de Toplam Kömür Üretim ve Tüketimi
 
Üretim  Tüketim 
Yıllar
  (Milyon Ton) (Milyon Ton)
1998 13,90 24,00
  1999 13,30 22,60
2000 13,90 25,50
  2001 14,20 21,80
2002 11,50 21,20
  2003 10,50 21,80
2004 10,50 23,00
  2005 12,80 26,10
2006 13,40 28,80
  2007 15,80 31,00
2008 17,80 30,40  
 

                                     Kaynak: BP, Enerji İstatistikleri Raporu, Haziran 2009, s.34.

3.5.1.2 Türkiye’de Petrol Kaynakları


Dünya ve Türkiye enerji sektöründe ciddi bir ağırlığı ve önemi olan petrol,
koyu renkli, yapışkan ve yanıcı bir sıvıdır. Metan, etan, propan, bütan gibi çeşitli
hidrokarbonların bileşiminden oluşan petrolün yoğunluğu kimyasal bileşimine ve
yapışkanlığına (viskosite) göre değişmektedir.203 Türkiye enerji hammaddesi açısından
zengin bir ülke olmasına karşın, günümüze kadar yapılan araştırmalar petrol açısından
yeterli rezerv kaynağına sahip olmadığını ortaya çıkarmıştır. Ülkenin sadece %14’lük
bir bölümünde petrol var olduğu araştırmacılar tarafından saptanırken bunun nedeninin
Anadolu’nun tektonik evrimine bağlı olarak çok kıvrımlı ve kırıklı, engebeli, karmaşık
bir jeolojik yapıya sahip olması olduğu da belirtilmiştir.204 Bu yapı aynı zamanda
Türkiye’deki petrol arama çalışmalarını oldukça zorlaştırmakta ve arama yatırımları
maliyetlerinin artmasına neden olmaktadır. Bu sebepten ötürü de, bugüne kadar ülkemiz
için belirtilen petrol bulunabilmiş değildir.

Türkiye’de petrol arama faaliyetleri ilk 1933 yılında çıkarılan 2189 sayılı petrol
kanunu ile kurulan “Petrol Arama ve İşletme İdaresi”nce başlamıştır. 1934 yılında
yapılan ilk derin sondaj (1.351m) ise başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra,
ülkemizdeki petrol aramalarının bilimsel ve teknik yönden daha sitemli bir şekilde

                                                            
203
Naci Bayraç, Füsun Yenilmez, Türkiye’de Petrol Sektörü, www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/Naci1.doc
(20/02/2010). 
204
Türkiye II. İktisat Kongresi, Altyapı, Enerji ve Ulaştırma Komisyonu Tebliğeri, İzmir, 1981, s.106. 

112
yürütülmesi için 1935 yılında MTA kurulmuştur. 1940 yılında Raman dağında ilk
ekonomik petrol bulunmuştur.205 Daha sonra yapılan başka sondajlar sonunda da 1951
yılında Raman dağının Gorzon strüktüründe 50 tonun üzerinde petrol bulunduğu tespit
edilmiştir. Bunu takiben, 1954 yılında 6326 sayılı Petrol Yasası çıkarılarak yerli ve
yabancı firmaların da petrol arama ve üretim çalışmaları yapmalarına imkân
sağlanmıştır.206

Çıkan petrol yasası ile birlikte, Türkiye’de petrol arama işi TPAO’ya ve
yerli/yabancı özel şirketlere devredilmiş ve bunun sonucu olarak da ülkede petrol
aramaları artmıştır. Ancak, 1970’lerde Libya’da petrol bulunması ile Türkiye’de petrol
arayan yabancı petrol şirketleri de dâhil olmak üzere çoğu yabancı yatırımcı rotasını
Libya’ya çevirmiştir ki; bu ülkemizdeki aramaları durma noktasına getirmiştir.

Türkiye’de 1954- 1988 yılları arasında petrol arama bölgesi; 18 bölge olarak
belirlenmiş ve 19’u yerli 142’si yabancı şirket olarak toplam 161 petrol şirketi arama-
işletme faaliyetinde bulunmuştur. Bu şirketlerden 13’ü ülkemizde ikinci kez arama
faaliyetine de katılmışlardır. 1998 yılının sonuna kadar yapılan çalışmalar sonucunda;
açılan 2.889 adet kuyuda 5.752.292 m. sondaj yapılmış ve 98 adet petrol sahası
keşfedilmiştir.207

Yapılan Teorik hesaplamalar, Türkiye’nin petrol rezervinin 284 milyon varil ya


da 41,7 milyon ton208 (Türkiye’nin ortalama petrol tüketimi yıllık 170 milyon varil
civarındadır) olduğunu göstermektedir. Bu miktar ülkemiz açısından son derece yetersiz
kalmaktadır. Dolayısıyla, enerji sektöründe ağırlığı olan petrol için Türkiye’nin yaptığı
ithalat anlaşmaları giderek artmaktadır. Türkiye, 2005 yılında petrol ithalatına 12,4
milyar dolar öderken; bu rakam 2008 yılında 27 milyar dolara çıkmıştır. Türkiye’nin
petrol ithalatı yaptığı başlıca ülkeler; Suudi Arabistan, Irak, İran, Libya, Rusya ve
Suriye’dir. 2007 yılında Türkiye 2,1 milyon ton ham petrol üretmiştir.

                                                            
205
Reşat Aktan, Türkiye İktisadı, Ankara: Sevinç Matbaası, 1972, s.112. 
206
Mehmet F. Akkuş, “Türkiye Açısından Petrol ve Doğal Gaz”, Enerji Dünyası, Ayın Toplantısı, C.III, No:12, Şura
Özel Sayısı, Aralık 1998, s.66-72. 
207
DPT, Petrol ve Doğal Gaz, Madencilik Ö.İ.K., Enerji Hammaddeleri Alt Komisyonu, Petrol ve Doğal Gaz
Çalışma Grubu Raporu, Ankara, 2001, s.55.  
208
DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009,a.g.e., s.15. 

113
Ülkemizde üretilen ve ithal edilen ham petrol Türkiye’nin sahip olduğu beş
rafineri tesisinde işlenmektedir. Bunlardan dördü, Türkiye’nin en büyük üretim ve
rafineri şirketi olan Tüpraş’a (Kırıkkale, Batman, İzmit ve İzmir) aittir ve ülkenin
toplam rafineri kapasitesinin %85’ini oluşturmaktadır. Kalan beşinci rafineri olan
Ataş’ın ise % 51’i Exxon Mobil, % 27’si Shell, % 17’si Bp- Amoco ve % 5’i Marmara
Petrole aittir. Beş rafinerinin toplam üretim kapasitesi 32 milyon ton/yıldır.209

Tablo 36: 2007 Yılı Sonu İtibariyle Türkiye’deki Ham Petrol Rezervleri
 

Rezervuardaki  Üretilebilir  Kümülatif  Kalan Üretilebilir 


Şirketler
Petrol* Petrol Üretim Petrol
Milyon Ton Milyon Ton Milyon Ton Milyon Ton
Toplam 978.644.204 167.253.486 128.510.006 38.743.480
Diğer 286.399.476 69.146.945 58.481.105 10.665.840
TPAO 692.244.728 98.106.541 70.028.901 28.077.640  
Kaynak: A.Uğur Gönülalan,“Türkiye Petrol Arama Üretim Sektörünün Durumu, Geliş(e)meme Nedenleri
ve Çözüm Önerileri”, Türkiye 11. Enerji Kongresi, İzmir, 21-23 Ekim 2009, s.9.
* İspatlanmış, muhtemel ve mümkün rezervler toplamıdır.

Tablo 37: Türkiye’de Petrol Üretim ve Tüketeimi


 
Üretim  Tüketim 
  Yıllar
(Milyon Ton) (Milyon Ton)
1998 3,22 29,60
  1999 2,94 29,50
2000 2,75 31,10
  2001 2,55 29,90
2002 2,44 30,60
  2003 2,38 31,00
2004 2,28 31,00
  2005 2,28 30,20
2006 2,18 29,50
  2007 2,13 30,50
2008 2,16 32,30  
 

Kaynak: BP, Enerji İstatistikleri Raporu, Haziran 2009, s.12.,


http://www.pigm.gov.tr/istatistikler.php. (23/06/2009).

Ülkemizde ham petrol yukarıda sayılan bu beş rafineride işlenerek LPG (sıvı
petrol gazı), rafineri yakıt gazı, jet yakıtı, nafta, benzin, gazyağı, motorin, fuel oil,

                                                            
209
DEKTMK, 2002 Türkiye Enerji Raporu, Aralık 2002, s.61.  

114
solvent, makine yağları ve parafin şeklinde petrol ürünü olarak tüketime arz
edilmektedir. Türkiye rafineride işlenen ham petrolün % 90’ı ithalat yoluyla temin
edilmektedir.

Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de kıt fosil kaynağın git gide azalması sonucu
kullandıkları petrole alternatif ikame kaynaklara yönelme eğilimindedir. Bu eğilim
özellikle doğal gaza doğru olmuştur. Ancak, petrol ve doğal gazın ikamesi sınırlı olduğu
için günümüzde petrol hala önemini korumaya devam etmektedir. Son yıllarda petrol
fiyatlarının artması ve teknolojik gelişmeler Türkiye’de petrol arama işlerini yeniden
kamçılamıştır ve ülkemiz petrol ihtiyacını yerli kaynaklardan karşılamak için
çalışmalarını hızlandırmıştır. Son sekiz yıllık dönemde (1999-2008), Türkiye 32 adet
petrol kuyusu açmış ve bunların beşinde de sondaj yapmıştır. Bu rakam, Türkiye’nin
son 40 yıldır 58 adet kuyu açtığı dikkate alınırsa bu rakam yüksektir.

Son yıllarda Türkiye’nin denizlerde yaptığı çalışmalar şöyle özetlenebilir;

1. Limanköy Projesi: 1999 yılında TPAO ve Amerikan Şirketi olan


Arco’nun Batı Karadeniz’de, biri 864m su derinliğinde diğeri de 683m su derinliğinde
açılan ve kuru olarak saptanan iki adet petrol kuyusu arama projesidir. Maliyeti 36
milyon dolar olmuştur.
2. İskenderun Körfezi Projesi: 2001 yılında TPAO ve yine Amerikan
Şirketi olan El-Paso Production Turkey’nin İskenderun Körfezi’nde 231m derinlikte
açtıkları ve kuru olarak saptadıkları üç adet petrol kuyusu arama projesidir. Maliyeti 45
milyon dolardır.
3. Hopa Projesi: 2005 yılında TPAO, İngiliz Şirketi BP Exploration Turkey
BV ve Amerikan Şirketi Chevron Turkey B.B.’nin birlikte Doğu Karadeniz’de üç farklı
hedef seviyeleri tespit etmek için yapılmış bir projedir. Bu proje kapsamında, 1.529m
derinliğinde bir kuyu açılmış ve bu kuyu, 4.700m’de petrol ve doğal gaz emarelileri var
diye tanımlanmıştır. Maliyeti yaklaşık 175 milyon dolar olmuştur.210

Bunlara ek olarak; Karadeniz’de 2004- 2008 yılları arasında yapılan ve halen


yapılmakta olan yoğun sismik program, bu bölgeyi büyük petrol şirketlerinin ilgi odağı
                                                            
210
DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009,a.g.e., s.16.
 

115
yapmıştır. TPAO, Brezilya Milli Şirketi olan Petrobas Oil and Gas B.V. ile Ağustos
2006 yılında “arama- üretim- paylaşım anlaşması” imzalanırken; İngiliz şirketi olan
ExxonMobil ile de Kasım 2008’de “arama- üretim- paylaşım anlaşması” imzalamıştır.
Sonuç olarak, Karadeniz’de yapılan bu yatırımlar, Türkiye açısından son derece
stratejik öneme sahiptir.

Ayrıca TPAO, Ege ve Akdeniz’de de arama yatırımlarında geleceğe dönük


ümitli sonuçlar elde etmiştir. Türkiye denizlerde, 2008 yılı dâhil olmak üzere son beş
yılda toplam yaklaşık 65.000 km2 boyutlu ve 10.000 km2 üç boyutlu sismik program
gerçekleştirmiştir. Buradan elde edilen verilerle de ülkemizin önümüzdeki yıllarda
sondaj çalışmalarına ağırlık vermesi beklenmektedir. Bunlara ek olarak TPAO, enerjide
dışa bağımlılığı azaltmak ve ülkemizin arz güvenliğini sağlamak için yurtdışında da
petrol aramalarına başlamıştır. TPAO yurtdışında özellikle, Kazakistan, Azerbaycan,
Şah Deniz ve Alov’da petrol arama faaliyeti yapmaktadır. Ayrıca, TPAO’nun Libya,
Irak ve Suriye’de de petrol arama çalışmaları mevcuttur. TPAO çok yakında Güney
Amerika ve Küba’da da petrol arama faaliyetlerine başlayacaktır. Türkiye, Kasım 2009
itibariyle günlük 35 bin varil petrolünü yurtdışı üretimden sağlamıştır.211

Türkiye, her ne kadar petrol üretimi olmayan ülkeler kategorisinde yer alsa da,
jeopolitik konumu, petrol üretiminde söz sahibi olan ülkelere komşu olması ve Asya ile
Avrupa kıtası arasında köprü vazifesi görmesi açısından en az petrol üreten ülkeler
kadar enerji açısından avantajlıdır. Ancak, ülkenin bu avantajını ne kadar efektif
kullanıp kullanamadığı, sahip olduğu petrolü ne kadar efektif arayıp aramadığı gibi
tartışılması ve incelenmesi gereken bir konudur. Bilindiği gibi ülkemizin tüm enerji
ihtiyacının % 70’i ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Türkiye enerji tüketiminde petrolün
ve doğal gazın payı küçümsenmeyecek boyuttadır ve her geçen yıl da bu rakam
artmaktadır. Bu durum, Türkiye’nin boru hatlarına olan ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır.
Türkiye de, boru hatlarını projelendirecek, yapabilecek, işletebilecek ve bu teknolojiyi
ihraç edebilecek donanıma sahiptir.212

Türkiye’nin sahip olduğu boru hatlarına kısaca göz atmak gerekirse;


                                                            
211
DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009,a.g.e., ss.17-18. 
212
DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009,a.g.e., ss.17-18.
 

116
1. Irak- Türkiye Ham Petrol Boru Hattı: Irak’ın Kerkük ve diğer üretim
sahalarından elde edilen ham petrolü Ceyhan (Yumurtalık) Deniz Terminali’ne ulaştıran
boru hattıdır. 1976 yılında işletmeye alınmıştır. Yıllık taşıma kapasitesi 35 milyon ton
olan bu boru hattının kapasitesi 70,9 milyon tondur.213 Birleşmiş Milletler tarafından
Irak'a verilen izinler doğrultusunda 2008 yılında Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı ile
taşınan ham petrol miktarı 135,522 Bin varildir.214
2. Batman- Dörtyol Ham Petrol Boru Hattı: 4 Ocak 1967’de TPAO
tarafından işletmeye açılan bu hat, Batman ve çevresinden çıkarılan ham petrolü
tüketim noktalarına dağıtmak üzere kurulmuştur. 10 Şubat 1984 tarihinde BOTAŞ’a
devredilen bu hattın yıllık taşıma kapasitesi 3,5 milyon ton ve uzunluğu da ise 511 km’
dir. 2008 yılında, Batman-Dörtyol Ham Petrol Boru Hattı ile taşınan ham petrol miktarı
11.060 Bin varildir.215
3. Ceyhan- Kırıkkale Ham Petrol Boru Hattı: Ekim 1983 tarihinde
TPAO’dan devralınan ve Eylül 1986 yılında işletmeye açılan bu boru hattı, Kırıkkale
Rafinerisi ham petrol ihtiyacını karşılamaktadır. Söz konusu boru hattının uzunluğu 448
km ve yıllık taşıma kapasitesi de beş 5 milyon tondur.  Ceyhan-Kırıkkale Ham Petrol
Boru Hattı ile 2008 yılında 21.427 bin varil ham petrol taşınmıştır.216
4. Şelmo- Batman Ham Petrol Boru Hattı: Batman`ın Kozluk ilçesinde
Pemi Şirketi`ne ait Şelmo petrol sahasında üretilen ham petrolü Batman Terminali’ne
taşıyan boru hattıdır ve uzunluğu 42 km olup, yıllık taşıma kapasitesi 800.000 tondur.217
5. Bakü- Tiflis- Ceyhan (BTC) Ham Petrol Boru Hattı Projesi: Başta Azeri
petrolü olmak üzere bölgede üretilecek yılda 50 milyon ton düzeyinde ham petrolün,
Ceyhan’da inşa edilecek deniz terminaline ve buradan da tankerlerle Dünya pazarlarına
ulaştırmayı amaçlayan bu boru hattı projesi, Türkiye’nin gündeminde 1991 yılından
itibaren yer almaktadır. BTC Ham Petrol Boru Hattı Projesi, Bakü’de başlayıp
Ceyhan’da son bulacak olup, uzunluğu 1.774 km’dir. Bu hattın Azerbaycan’daki kısmı
440 km., Gürcistan’daki kısmı 260 km. ve Türkiye’deki kısmı 1.074 km. olarak

                                                            
213
Tezekici, a.g.e., s.25. 
214
Botaş, Batman-Dörtyol Ham Petrol Boru Hattı, Ham Petrol Boru Hattı Taşımacılığı,
http://www.botas.gov.tr/index.asp (20/02/2010) 
215
Botaş, a.g.e. 
216
Botaş, ag.e. 
217
Tezekici, a.g.e., s.26. 

117
planlanmaktadır.218  Projenin finansmanının %30’u proje taraflarınca karşılanacakken,
%70’i de uluslararası finans kuruluşları ve ticari bankalarca karşılanacaktır. Proje’nin
toplam yatırım maliyeti 2,4 milyar dolarak olarak hesaplanmıştır. Türkiye kesiminin
tahmini maliyeti ise kamulaştırma dâhil 1,4 milyar dolarken; proje sırasında yapılan
yenilikler ve değişiklikler ile bu maliyet 3 milyar doların üzerine çıkarmıştır. Ancak
Türkiye kesiminin tüm finansmanı, Türkiye tarafından değil; bizzat projeye iştirak eden
şirketlerce karşılanacaktır.219 Bu projenin ömrü 40 yıl olarak açıklanmıştır ancak,
taraflar istediği takdirde 10’ar yıllık dönemler olarak iki kez uzatılma hakkı vardır. Bu
boru hattı, Türkiye içinde Erzurum, Erzincan, Sivas, Pınarbaşı ve Kozan’dan Ceyhan’a
ulaşacaktır. Ayrıca, Basra Körfezi petrolünün rafineriye 15 günde ulaşacakken; Hazar
Petrolü de iki günde ulaşabilecektir. BTC ham petrol boru hattı yeni yapılacak Ceyhan
terminali ile birlikte Türkiye’nin petrol stok kapasitesini iki milyon m3 artıracaktır. BTC
Projesi’nden sağlanacak dolaylı kazançlar dikkate alınmazsa, Türkiye’nin bu Proje’den
“geçiş vergisi ve işletmecilik hizmetleri“ karşılığında; taşınacak kapasiteye bağlı olarak,
1-16. yıllar arasında 140 ile başlayıp 200 milyon dolara varan, 17-40. yıllar arasında ise
200 ile başlayıp 300 milyon dolar civarına çıkan yıllık gelir elde etmesi beklenmektedir.
Ayrıca bu Proje, Türkiye’nin bölge ülkeleri içerisindeki mevcut stratejik önemini ortaya
koyarken; Türkiye’ye doğu-batı enerji koridoru üzerinde stratejik bir rol vermiştir. BTC
Projesi ile Türkiye, Güney Kafkasya ve Orta Asya’yı, Türkiye ve Akdeniz’e bağlaması
planlanan ve “Doğu-Batı Enerji Koridoru” olarak adlandırılan sağlam bir güvenlik
koridoru oluşturmayı ve bu sayede Batı’nın çok önem verdiği bir mesele olan “enerji
arz güvenliği” açısından sağlam bir temel atılmasını garantilemiş olmaktadır. BTC ile
jeopolitik gücünü sağlamlaştıracak Türkiye ayrıca, Türk Boğazları’ndaki aşırı trafik
yükünden kaynaklanan geçiş risklerinin en aza indirilmesi açısından da açık ve önemli
bir avantaj sağlayacaktır.220Kısacası Türkiye, bu proje ile uluslararası petrol piyasasının
önemli bir merkezi olabilecektir.

3.5.1.3 Türkiye’de Doğalgaz Kaynakları


Türkiye’nin doğal gaz ile tanışması 1970’li yıllarda yaşanan petrol krizi sonucu
olmuştur. Bu dönemde Türkiye de dünya ile birlikte petrole alternatif kaynak bulma
                                                            
218
Tezekici, a.g.e., ss.26-27. 
219
BTC, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi, s.1., http://www.btc.com.tr/proje.html (21/02/2010). 
220
BTC, a.g.e., s.1. 

118
arayışına girmiştir ve 1976’da Türkiye doğal gaz üretimine bağlanmıştır ancak bu
üretim çok az miktardaydı. Asıl olarak doğal gaz dönemi Türkiye’de, 1984’de eski
SSCB ile Türkiye arasında imzalanan anlaşma ve 1987’de başlayan doğal gaz ithali ile
başlamıştır.221

Türkiye’de 2008 yılı sonunda toplam doğal gaz rezervi 6,8 milyar m3 olarak
bilinmektedir. Ülkemizdeki bazı doğal gaz sahaları; Hamitabat, Umurca, Yulaflı,
Değirmenköy, Karaçalı, Kuzey Marmara, Silivri, Çamurlu, Güney Karaçalı, Barbeş,
Derin, Hayrabolu, Tekirdağ Sığ ve Katin’dir. Bunlara ek olarak, Türkiye’nin
Karadeniz’de yaptığı doğal gaz aramalarının olumlu sonuçlar vereceği ve sahip olduğu
rezervlerin artacağı beklenmektedir. Bilindiği gibi TPAO ve birkaç yabancı şirket,
Ayazlı Projesi ile Batı Karadeniz’de 2004- 2006 arasında 16 kuyu açmış ve bunun 14’ü
gazlı çıkmıştır. Yapılan açıklamalara göre, bu kuyuların tamamından Türkiye doğal gaz
üretmeye başlarsa, yıllık doğal gaz üretiminin %50’sini buradan yapmış olacaktır.

Türkiye’deki doğal gaz üretiminin büyük çoğunluğu TPAO tarafından


yapılmaktadır. Türkiye’de doğal gaz üretimi 1976 yılında 15 milyon m3, 1986 yılında
457 milyon m3, 2009 yılında ise 1 milyar m3 olarak gerçekleşmiştir. Diğer taraftan,
ülkemizdeki doğal gaz tüketimi 2008 yılında 34 bin TEP olmuştur.

Doğal gaz tüketimindeki artışın ve doğal gaza olan talebin her sektörde hızla
artmasının sebepleri; doğal gaz iletiminde yaşanan olumlu gelişmeler, doğal gaz
kullanımındaki kolaylık, elektrik üretiminde doğal gazın yüksek verimi, doğal gazın
çevreyi daha az kirletmesi ve doğal gazın diğer yakıtlara göre ucuz olmasıdır.222
Türkiye’de doğal gazın yalnızca elektrik üretimindeki payı %50’dir.

Türkiye, doğal gaz ihtiyacını da petrol gibi ithalat yolu ile karşılamaktadır.
Türkiye doğal gaz ithalatına 1987 yılında 438 milyon m3 ile başlamıştır. Son yıllarda
Türkiye, doğal gaz ikmal problemini ortadan kaldırmak için ithalatla ilgili bir dizi
anlaşmalar yapmıştır. Ülkemizde doğal gaz ithalatı yapılan bu anlaşmalar doğrultusunda

                                                            
221
Mustafa Özcan Ültanır, “Türkiye’de Doğal Gaz Sıkıntısı”, Enerji, C.IV, No:2, Şubat 1999, s.18. 
222
F. Behçet Yücel, “Türkiye’nin Kalkınmasında Enerji ve Teknolojinin Önemi”, Enerji Dünyası, No:30, Haziran
2000, s.34.
* -161 0C de sıvılaştırılmış doğal gazdır. 

119
ya gemilerle ya da boru hatları yoluyla gerçekleşmektedir. Türkiye doğal gazının büyük
bir kısmını, Rusya, Cezayir, Nijerya ve İran’dan ithal etmektedir.

Tablo 38: Türkiye’de Doğal Gaz Üretim ve Tüketimi


 
Üretim  Tüketim 
  Yıllar
(Milyar m3) (Milyar m3)
1998 5,65 10,30
  1999 7,31 12,40
2000 6,39 14,60
  2001 3,12 16,00
2002 3,78 17,40
  2003 5,61 20,90
2004 7,07 22,10
2005 8,96 26,90
 
2006 9,07 30,50
2007 8,93 35,10
  2008 10,14 36,00

Kaynak: BP, Enerji İstatistikleri Raporu, Haziran 2009, s.27.,


http://www.pigm.gov.tr/istatistikler.php (23/06/2009).

Türkiye’nin fiili doğal gaz ithalatları aşağıda sıralanan anlaşmalar veya boru
hatları ile yapılmaktadır.

1. Marmara Ereğlisi LNG* İthal Terminali: 1994 yılında işletmeye alınan


bu terminalin sürekli enjeksiyon kapasitesi 685.000 m3/saat’tir.223 Bu terminalin kurulu
kapasitesi 4 milyar m3/yıl doğal gaz eşdeğeri iken, daha sonra bu kapasite 5,4 milyar
m3/yıl olarak artırılmıştır. Cezayir ve Nijerya’dan ayrıca spot olarak ithal edilen LNG
bu terminal yoluyla Türkiye’ye girmektedir.224

2. Cezayir-Türkiye LNG Alım Anlaşması: 1988 yılında Sonatrach firması


ile BOTAŞ arasında imzalanan bir anlaşmadır. Bu anlaşma doğrultusunda ilk olarak
1994 yılında 418 milyon m3 LNG ithal eden Türkiye; 2000 yılından itibaren kontrat
miktarında alım gerçekleştirmiş ve 2002 yılında LNG alımını 4.078 milyon m3 olarak
realize etmiştir. Bu anlaşma 20 yıl süreyle geçerlidir.

3. Nijerya-Türkiye Alım Satım Anlaşması: Türkiye, 1995 yılında Nijerya


ile doğal gaz ithalat anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşmaya göre Türkiye, 1,2 milyar
m3/yıl doğal gaz eşdeğeri LNG’yi 22 yıl süreyle satın alacaktır. İlk alım, 1999 yılında
                                                            
223
BOTAŞ, Sıvılaştırılmış Doğal Gaz (LNG) İthal Terminali, http://www.botas.gov.tr/index.asp (21/02/2010). 
224
Tezekici, a.g.e.,s.32. 

120
77 milyon m3 olarak gerçekleşmiş olup, 2001 yılında anlaşma miktarına ulaşılmış ve
2002’de 1.274 milyon m3 LNG ithal edilmiştir.225

4. Rusya Federasyonu- Türkiye (Batı) Doğal Gaz Boru Hattı: Avrupa


terminali olarak da adlandırılan bu boru hattı, Türkiye’nin ilk doğal gaz boru hattıdır.
1986 yılında BOTAŞ ve Rusya Federasyonu resmi şirketi olan Gaz Export ile
imzalanan ve 25 yıllık bir süreci kapsayan bir anlaşma ile 1987 yılından beri hizmet
vermektedir. Bu anlaşma 6 milyar m3/yıl doğal gaz için imzalanmıştır.226 Bu doğal gaz
boru hattı, 1998 de yapılan ticari anlaşma ile geliştirilmiş ve ek 8 milyar m3/yıl doğal
gaz alımı için Rusya Federasyonu ile yeni bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmaya
Trusgaz konsorsiyumu da dâhil olmuştur ve geliştirilen hat ile 23 yıl süreyle gaz alımı
gerçekleştirilecektir. Bu birliktelik, 2002 yılında toplam 11.603 milyon m3 doğal gaz
taşımıştır. Batı doğal gaz boru hattı ayrıca, Bulgaristan sınırındaki Malkoçlar
istasyonundan Türkiye’ye girmektedir.227

5. İran- Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı: Türkiye’nin İran ile 1996 yılında
yaptığı anlaşma ile hizmete giren bu hat, 25 yıl süre ile İran’dan Türkiye’ye 10 milyon
m3 doğal gaz taşıyacaktır. Ülkemize Doğu Beyazıt’tan giriş yapan bu hattan Türkiye
gaz alımlarına 2001 yılında başlarken; alımlarının 10 m3’ü bulması 2007 yılını
bulmuştur.228

6. Rusya Federasyonu- Karadeniz- Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı (Mavi


Akım): Rusya Federasyonu ile 1997 yılında bir anlaşma ile hizmete giren bu boru hattı,
25 yıl boyunca Rusya Karadeniz tabanından geçerek Türkiye’ye Samsun- Çarşamba
ilçesinin Durusu ölçüm istasyonundan girip 16 milyar m3 doğal gaz taşımak üzere inşa
edilmiştir. Bu hattan planlanan gaz alım tarihi 2002 yılı olmasına rağmen ilk gaz alımı
2003 yılında yapılmıştır. 2003 Ağustos ayı itibariyle 329 milyon m3 doğal gaz mavi
akım boru hattı ile ülkemize girmiştir.229

                                                            
225
Tezekici, a.g.e.,s.32. 
226
M. Özcan Ültanır, “Türkiye’de Doğal Gaz sıkıntısı”, Enerji, C.IV, No:2, Şubat 1999, s.19. 
227
M. Özcan Ültanır, 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Enerji Stratejisinin Değerlendirilmesi, İstanbul:
TÜSİAD, Aralık 1998, s.172. 
228
Tezekici, a.g.e.,s.33. 
229
Tezekici, a.g.e.,s.33. 

121
7. Azerbaycan-Türkiye (Şahdeniz) Doğal Gaz Boru Hattı Projesi: Mart
2001’de Azerbaycan ve Türkiye arasında yapılan hükümetler arası anlaşmanın
doğrultusunda BOTAŞ ve SOCAR’ın (Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi) imzaladığı
doğal gaz alım/satım sözleşmesidir. Bu sözleşme ile 15 yıl süre ile 6,6 milyar m3
Azerbaycan doğal gazı Gürcistan üzerinden Türkiye’ye taşınacak ve Avrupa pazarlarına
ihraç edilebilecektir. Bu kapsamda geliştirilen bu boru hattı projesinin yapım ihalesine
üç faz halinde çıkılmış ve Faz-I ve Faz-II kısımlarının sözleşmeleri Mayıs 2005
tarihinde imzalanırken; Faz-III kısmının sözleşmesi de Eylül 2005 tarihinde
imzalanmıştır. Ayrıca, Kars ili Posof ilçesindeki Türkiye-Gürcistan sınırından başlayan
yaklaşık 113 km uzunluğunda ve 42’’ çapındaki Azerbaycan-Türkiye Doğal Gaz Boru
Hattı Projesi Faz-I kısmı Haziran 2006’da tamamlanmış ve proje kapsamında Ardahan
iline gaz arzı sağlanmıştır. Buna ek olarak, Erzurum-Horasan yönünde uzanan yaklaşık
113 km uzunluğunda ve 42’’ çapındaki olan bu projenin Faz-II kısmı Mart 2007
tarihinde tamamlanmış ve Kars iline gaz arzı sağlanmıştır.230

8. Hazar Geçişli Türkmenistan- Türkiye- Avrupa Doğal Gaz Boru Hattı


Projesi: Ekim 1998 yılında Türkmenistan ve Türkiye hükümetleri arasında imzalanan
anlaşma doğrultusunda Türkmenistan’da üretilecek doğal gaz, Hazar geçişli bir boru
hattı ile Türkiye’ye ve ülkemiz üzerinden de Avrupa’ya taşınacaktır. 1991 yılından
1998 yılına kadar da iki ülke arasında, projenin gerçekleştirilmesine yönelik pek çok
mutabakat zaptı, protokol ve anlaşma imzalanmıştır. Bu proje kapsamında,
Türkmenistan’dan Türkiye’ye 16 milyar m3/yıl ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya 14
milyar m3/yıl olmak üzere toplam 30 milyar m3/yıl Türkmen doğal gazı taşınacaktır.
Ancak, Avrupa’ya taşınacak doğal gazın ticari anlaşması henüz yapılmış değildir.
Mayıs 1999 tarihinde, Aşkabad’da, BOTAŞ ile Türkmenistan arasında 16 milyar
m3/yıllık doğal gaz alımı için 30 yıl süreli ve gaz teslimatlarının 2002-2004 döneminde
başlaması öngörülen bir anlaşma imzalanmıştır. Ancak, boru hattının inşası tarafında
yaşanan bazı aksiliklerden ötürü bu proje hala devreye girememiştir.

9. Avrupa Doğal Gaz Ringi Projesi: Avrupa’nın orta ve uzun dönemde


doğal gazda çıkacak talep fazlasının bir bölümünü karşılamak amacı ile Rusya

                                                            
230
BOTAŞ, Azerbaycan-Türkiye Doğal Gaz Boru hattı Projesi, ,http://www.botas.gov.tr/index.asp (21/02/2010). 

122
Federasyonu, Orta Doğu, Hazar havzası ve Güney Akdeniz ülkelerinden gelecek olan
doğal gazın Avrupa’ya taşınılmasının düşünüldüğü projedir. Bu projenin iki bacağı
vardır. Bir tanesi, Türkiye-Yunanistan Doğal Gaz Boru Hattı Projesi diğeri de Türkiye-
Bulgaristan-Romanya-Macaristan-Avusturya Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’dir.
Türkiye-Yunanistan Doğal Gaz Boru Hattı Projesi, Avrupa Doğal Gaz Ringi Projesi’nin
birinci aşaması olup; boyutu 36” çapında ve 211 km’si Türkiye, 85 km’si Yunanistan
sınırlarında olmak üzere toplam 296 km uzunluğundadır. Proje ile ilgili olarak
hazırlanan Hükümetler arası Anlaşma, Şubat 2003 tarihinde Selanik’te imzalanırken;
doğal gaz alım satım anlaşması Aralık 2003 tarihinde BOTAŞ ve DEPA arasında
imzalanmıştır. Yunanistan’a yapılacak gaz arzının 2006 yılında 250 milyon m³ ile
başlaması ve 750 milyon m³’e ulaşması öngörülmüştür. Yapımına Temmuz 2005
tarihinde düzenlenen Temel Atma ve Kaynak Töreni ile başlanan bu hattın Kasım 2007
tarihinde açılış töreni yapılmıştır. Türkiye- Bulgaristan- Romanya- Macaristan-
Avusturya Doğal Gaz Boru Hattı Projesi ile Türkiye’den Avrupa’ya doğal gaz arzı için
Bulgaristan, Romanya, Macaristan’dan geçen ve Avusturya’ya bir hat ile Orta Avrupa
ana gaz boru hattına bağlantı yapılması amaçlanmıştır. İlgili ülke şirketleri ve BOTAŞ
arasında imzalanan değişik protokollerin ardından Ekim 2002 tarihinde bir işbirliği
anlaşması imzalanmıştır.231

10. Irak - Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı Projesi: Bağdat civarındaki doğal
gaz yataklarının saha geliştirme, üretim, gaz işleme ve boru hattı yapımı işlemlerinden
oluşan karmaşık bir projedir.232 Bu proje ile Irak’ta üretilecek olan 10 milyar m3 doğal
gazın Türkiye’ye getirilmesi amaçlanmaktadır. 1996 yılında Irak ve Türkiye bakanları
konuyla ilgili bir çerçeve anlaşması imzalamışlardır. Bu Proje, geçmişte Amerika’nın
Irak’a koyduğu ambargo sebebiyle, bugün ise Irak’taki siyasi belirsizlik sebebiyle
yürürlüğe girememiştir.

11. Mısır - Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı Projesi: Doğal gaz arz
kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve doğal gaz arz açığının bir kısmının da Mısır'dan
sağlanacak gaz ile karşılanması amacı ile Şubat 2000 tarihinde Mısır ve Türkiye
hükümeti arasında imzalanan protokoldür. Bu proje kapsamında Mart 2004 tarihinde
                                                            
231
Tezekici, a.g.e.,ss.36-37. 
232
Ültanır, “21. Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Enerji Stratejisinin Değerlendirilmesi”, a.g.e., ss.176-177. 

123
Kahire'de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı ile Mısır Arap Cumhuriyeti Petrol Bakanı
arasında Mısır Doğal Gaz Şirketi EGAS ile BOTAŞ arasında Türkiye'ye gaz ithalatı ve
Türkiye üzerinden Avrupa'ya gaz iletimi hususlarına ilişkin Çerçeve Anlaşma
imzalanmıştır. Söz konusu anlaşma uyarınca, Mısır’ın Türkiye’ye yılda 2-4 milyar m3;
Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına ise yılda 2-6 milyar m3 gaz ihraç etmesi
öngörülmüştür.233 Projenin yürürlüğe girmesi, EPDK’nın yapacağı arz-talep dengesi
çalışmaları sonucunda bir arz açığı saptanması durumunda geçerlilik kazanacaktır.234

12. Nabucco Boru Hattı Projesi: Temmuz 2009’da Avusturya, Macaristan,


Romanya, Bulgaristan ve Türkiye arasında Asya Kıtası’ndan Avrupa’ya doğalgaz
taşıyacak Nabucco Boru Hattı Projesi imzalanmıştır. Türkiye’den %60'ı geçecek olan
Nabucco’nun toplam maliyeti 8 milyar dolar iken bunun 4,8 milyar dolarlık kısmı
Türkiye'ye yapılacaktır. Projenin ilk yıllarında Azeri doğalgazının taşınması
öngörülürken; sonraki yıllarda Mısır, Türkmenistan, Katar, Suriye ve hatta Rus gazını
da Avrupa'ya taşınması mümkün olabilecektir. Bu projenin biran evvel realize edilmesi
beklenirken hiçbir gelişme olmaması Türkiye’yi Rusya Federasyonu ile Karadeniz’de
Türk Karasularından geçecek olan “Güney Akım” projesi ile ilgili anlaşmayı imzalamak
durumunda bırakmıştır.

13. Güney Akım Projesi: Rusya’nın Nabucco Projesi’ne alternatif olarak


geliştirdiği ve Rus Gazprom ile İtalyan Eni arasında imzalanan bir projedir. Bu proje,
Kafkas doğal gazının Karadeniz altından Balkanlar’a oradan da Avrupa’ya sevkini
öngörmektedir. Bu boru hattının uzunluğu 900 km maliyeti ise 10 milyar dolardır.
Türkiye de bu projeyi desteklemektedir.

Ülkemizde yapılan doğal gaz alım anlaşmaları ve döşenen boru hatları ile
kullanımı hızla yaygınlaşan doğal gazın, bu durumu daha da güçlenerek devam
edecektir. Doğal gaz, göreceli olarak ucuz olması, temiz olması, kullanım kolaylıkları
sunması, iletim ve dağıtımın son kullanıcıya kadar ulaşılıyor olması ve zahmet
gerektirmemesi sebebi ile talebi yüksek olan bir fosil kaynaktır.

                                                            
233
BOTAŞ, Mısır- Türkiye Doğal Gaz Boru hattı Etüdü, http://www.botas.gov.tr/index.asp (21/02/2010). 
234
TC Resmi Gazete, Doğal Gaz Piyasası Kanunu (Elektrik Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılması ve Doğal Gaz
Piyasası Hakkındaki kanun), 02 Mayıs 2001Çarşamba, Kanun No:4646, Kabul Tarihi 18.04.2001, Geçici 4. Madde. 

124
Tablo 39: Türkiye’nin Yaptığı Doğal Gaz Alım Anlaşmaları
 
Miktar (Plato)  İmzalanma 
Mevcut Anlaşmalar Süre (Yıl) Devrede
  (Milyar m3/yıl) Tarihi
Rusya Fed. (Batı) 6 14.Şub.86 25 Devrede
Cezayir (LNG) 4 14.Nis.88 20 Devrede
  Nijerya (LNG) 1,2 09.Kas.95 22 Devrede
İran 10 08.Ağu.96 25 Devrede
Rusya Fed. (Karadeniz) 16 15.Ara.97 25 Devrede
  Rusya Fed. (Batı) 8 18.Şub.98 23 Devrede
  Türkmenistan 16 21.May.99 30 ‐
  Azerbaycan 6,6 12.Mar.01 15 Devrede  
 
                           Kaynak: http://www.botas.gov.tr/index.asp (23/06/2009).

Türkiye jeopolitik konumu sebebiyle petrol ve doğal gaz rezervlerine yakındır ve


bu da Ülkemize bir avantaj sağlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında Türkiye için doğal
gaz çok önemli bir enerji kaynağıdır. Türkiye’de özellikle 1995’li yıllardan beri enerji
talep artışı doğal gaza endekslenmiştir ve bu doğrultuda plansız doğal gaz alım
anlaşmalarının imzalanmıştır. Ancak tüketim için gerekli olan yurt içi iletim ve dağıtım
hatlarının yapımı bu ivedilikle gerçekleşmemiştir ve bunun sonucunda da Türkiye,
alınacak doğal gazın tüketilmesi problemi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu noktada da arz,
talebi körüklemiş ve sürekli talep fazlası olduğu izlenimi ortaya çıkmıştır.

Türkiye’de doğal gaz 1995 yılına kadar santral ve sanayi alanında ağırlıklı
olarak kullanılmakta idi. Daha sonra, konut sektörüne de kullanılmaya başlayan doğal
gaz Türkiye’deki arz problemini körüklemiştir. Ülkemizdeki doğal gaz anlaşmaları,
dağıtım-iletim-depolama bakımından alt yapı henüz gerçekleşmeden yapılan ‘al ya da
öde’ şeklindeki anlaşmalardır. Türkiye, maalesef gelecek 20 yıl boyunca doğal gaza
endeksli bir enerji politikası izlemek zorunda kalmıştır.

Bu arada Türkiye’de doğal gaz piyasasındaki aksaklıkları gidermek üzere bir


“Doğal Gaz Piyasası Kanunu” çıkarılmıştır. Bu kanunla, doğal gazın kaliteli, sürekli,
ucuz, rekabete dayalı esaslar çerçevesinde çevreye zarar vermeyecek şekilde
tüketicilerin kullanımına sunulması için, doğal gaz piyasasının serbestleştirilerek mali
açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir piyasa oluşturulması hedeflenmiştir. Ayrıca, bu

125
piyasada bağımsız bir düzenleme ve denetleme sağlanmasının gerekliliği de
vurgulanmıştır.235

Bu kanun ile doğal gaz piyasasının yeniden yapılandırılması, liberalizasyon ile


rekabet ve verimliliğin arttırılması hedeflenmiştir. Bu kanuna göre, özelleştirmenin
aşama aşama yapılması yine rekabeti sağlayarak fiyatlara olumlu katkı sağlayacaktır.
Ancak, yapılan alım anlaşmalarının ‘al ya da öde’ şeklinde olması, özel sektöre devrin
nasıl/hangi fiyattan yapılacağı ve satıcı ülkenin tutumu bu kanunda belirlenmemiştir.
Ancak Türkiye, topraklarından geçecek olan boru hatları ile kendi gaz ithal kaynaklarını
geliştirmek, enerji arz güvenliğini sağlama almak, ‘al ya da öde’ sisteminden çıkmak,
daha ucuza gaz alarak ithalat faturasını azaltmak ve ticari kazanç sağlamayı
beklemektedir.

Tablo 40: Yıllar İtibariyle Doğal Gaz İthalat, İhracat ve Satış Miktarları
 
İthalat        İhracat       Satış        
Yıl
(Miktar m3) (Miktar m3) (Miktar m3)
1987 433,00 ‐ 521,56
1988 1.136,00 ‐ 11.886,13
1989 2.986,00 ‐ 3.152,72
1990 3.246,00 ‐ 3.372,52
1991 4.031,00 ‐ 4.131,60
1992 4.430,00 ‐ 4.520,77
1993 4.952,00 ‐ 4.952,47
  1994 5.375,00 ‐ 5.251,16
1995 6.858,00 ‐ 6.792,74
1996 8.040,00 ‐ 7.905,92
1997 9.874,00 ‐ 9.720,77
  1998 10.233,00 ‐ 10.270,68
1999 12.358,00 ‐ 12.381,53
2000 14.822,00 ‐ 14.566,00
  2001 16.368,00 ‐ 16.027,00
2002 17.624,00 ‐ 17.377,69
2003 21.188,00 ‐ 20.937,95
2004 22.174,00 ‐ 22.108,39
  2005 27.028,00 ‐ 26.865,68
2006 30.741,00 ‐ 30.494,03
2007 36.450,00 31,00 35.064,16
  2008 37.793,00 443,00 36.024,00
2009* 33.619,00 721,00 32.135,00

Kaynak: http://www.botas.gov.tr/index.asp (21/02/2010)


* Aralık Ayı itibariyle gerçekleşme miktarlarıdır. 
 
3.5.1.4. Türkiye’de Uranyum ve Toryum
Nükleer enerji hammaddeleri olan uranyum ve toryum, günümüzde nükleer
enerjiye (özellikle Türkiye’de) verilen önem sonucunda gündeme çıkmış önemli enerji
kaynaklarıdır.
                                                            
235
Nusret Cömert, “Türkiye Doğal Gaz Sektöründe Yapısal ve Yasal Gelişmeler”, Enerji, C.VII, No:3, Mart 2002,
s.22. 

126
Türkiye toryum aramalarına 1960 yılında MTA tarafından başlamış ve aynı yıl
Eskişehir- Sivrihisar- Kızılcaören köyünde toryum yatağı bulmuştur. 1976 yılına kadar
sahanın potansiyelinin belirlenmesine çalışılmış ve 380.000 ton görünür toryum tespit
edilmiştir ve bu rezerv ile Türkiye, Dünya’nın en büyük toryum rezervlerine sahip
ülkesidir.236

Türkiye’de uranyum aramaları 1950’li yıllarda yine MTA tarafından yapılmış


ve 1990 yılından sonra da hiçbir arama çalışması yapılmamıştır. Yapılan aramalar
sonucu, Türkiye’de 9.129 ton uranyum rezervi tespit edilmiştir. Ülkemizdeki uranyum
yatakları; Manisa- Köprübaşı, Uşak- Fakılı, Aydın- Küçükevler, Yozgat- Sorgun, ve
Aydın-Demirtepe’de yer almaktadır.237 Ancak, Türkiye’nin bu yatakları ile ekonomik
uranyum üretimi söz konusu olmadığı için Türkiye’de aramalar durmuştur. Ancak,
Türkiye’de bilinenin üzerinde uranyum olduğu tahmin edilmektedir.

Türkiye’de uranyum ve toryum rezervleri pek fazla etüt edilememiştir. Ancak,


özellikle son yıllarda toryum kullanan nükleer santral tiplerinin gelişmesi Türkiye
açısından önemli bir fırsattır. Bu sebepten ötürü Ülkemiz, toryum rezervinin kesin
tespitini yapmalı ve uranyum–toryum aramalarına devam etmelidir. Nükleer enerjiye
yatırım çalışmalarının sonuna gelen Türkiye için bu konu çok büyük önem arz
etmektedir.

3.5.2. Yenilenebilir Enerji Kaynakları


Yenilenebilir enerji kaynakları, tanım itibariyle sürekli olarak yenilenen enerji
kaynaklarıdır. Doğada çok farklı şekillerde bulanabilen bu enerji kaynakları, doğrudan
ve ya dolaylı bir şekilde güneşten ve ya yer kabuğunun derinliklerinden çıkarılan ısıdan
elde edilirler. Yenilenebilir enerji türleri içinde hidrolik, biyokütle, biyo yakıtlar,
jeotermal, güneş, rüzgâr, okyanus kaynakları ve hidrojen yer almaktadır.

Yenilenebilir enerji kaynakları bilindiği gibi çok eski çağlardan beri su


pompalanmasında, tahılları öğütmede, ürünleri kurutmada, su ısıtılmasında ve yelkenli
gemilerde kullanılmaktadır. Ancak, sanayi devrimi ve buharlı makinelerin icadı ile

                                                            
236
DPT, Özel İhtisas Komisyonu Raporu, s.27. 
237
DPT, Uranyum- Toryum Çalışma Grubu Raporu,Uranyum-Toryum, Madencilik Ö.İ.K., Enerji Hammaddeleri
Alt Komisyonu, Ankara, 1996, s.15. 

127
dünyada yenilenebilir enerji kullanımı azalmışken; 1970’li yıllarda yaşanan petrol krizi
ve 1990’lı yıllarda gelişen çevre bilinci ile yenilenebilir enerjinin yıldızı tekrar
parlamıştır. Günümüzde dünya enerji üretiminde yenilebilir enerjinin payı %18’dir.

2008 yılında, 106,27 Mtep olan Türkiye toplam birincil enerji arzının %9’u
(9,319 Mtep) yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanmıştır. Bunun da yüzdesel
dağılımı Şekil 3’de gösterilmektedir.

0,72%
4,50% Biyokütle
10,80% 0,01%
  Hidrolik‐Jeotermal 
elek.
  Jeotermal Isı ve 
51,64%
Diğer
32,20%
Güneş Isı
 

 
                        

Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara, s.29.

Şekil 3: Türkiye Yenilenebilir Enerji Arzının Kaynaklara Göre Dağılımı (%)

T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından açıklanan yenilenebilir


enerji hedeflerine göre Türkiye elektrik üretiminde bu kaynakların payının 2023 yılında
%30’a çıkması beklenmektedir. Ayrıca, 2023 yılına kadar teknik ve ekonomik olarak
değerlendirilebilecek hidroelektrik potansiyelinin tamamını kullanmak, rüzgâr enerjisi
kurulu gücünü 20.000MW’a çıkarmak, 600MW’lık jeotermal potansiyelinin tamamını
kullanır hale getirmek, güneş enerjisinin elektrik üretiminde kullanımını
yaygınlaştırmak ve ülkenin potansiyelini maksimum düzeyde kullanmak da diğer
hedefler arasında yer almaktadır. Bunlara ek olarak, diğer yenilenebilir enerji
kaynaklarını da üretim planlamaları, gelişmeler ve mevzuat düzenlemeleri ile kullanım
potansiyellerine bağlı olarak geliştirilecektir.

Özetle, Türkiye’nin enerjide ithalat bağımlılığının azaltılması ve arz


güvenliğinin sağlanması için yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının artırılması
ülkemizin enerji politikasının en önemli unsuru olmuştur.

128
3.5.2.1 Türkiye’de Hidrolik Enerji (Su) Kaynakları
Türkiye’nin temel yenilenebilir enerji kaynağı hidrolik enerjidir. Hidrolik
enerjinin kaynağını da su oluşturmaktadır. Hidrolik enerjinin elde edilmesinin en yaygın
şekli, nehirler üzerine barajlar inşa ederek büyük su rezervuarlarında suyu biriktirmek
ve bu suyun potansiyel enerjisini elektrik enerjisine dönüştürmektir ve bunu yapmak da
hidrolik santraller ile mümkündür.238

Hidrolik çalışmalar için Türkiye genelinde 25 ana akarsu havzası ayrılmıştır ve


bu havzaların ortalama yıllık toplam akışları 186 milyar m3’dür. DSİ verilerine göre
Türkiye’nin hidroelektrik potansiyeli 433 milyar kWh’dır ve bu potansiyelin ancak 216
milyar kWh’lik durumu teknik olarak değerlendirilebilir durumdayken; bunun da 140
GWh’lik kısmı ekonomik olarak değerlendirilebilir durumdadır.239

Türkiye’de HES’lerin kurulu gücü her geçen gün artarken; ülkenin sahip
olduğu toplam kurulu güç ve bunun toplam enerji üretimindeki payı düşüş eğilimi
göstermektedir. Türkiye’nin sahip olduğu toplam HES kurulu gücü 2000 yılında
11.175,2MW iken (toplam kurulu gücün %41’i); 2008’de bu rakam 13.828,75MW’a
çıkmıştır (toplam kurulu gücün %33’ü).

Tablo 41: Türkiye Teknik ve Ekonomik HES Potansiyeli (Ekim 2009 İtibariyle)

HES Dağılım Kurulu Güç‐ MW Üretim Kapasitesi ‐GWh


İşletmede olan 14.254 49.700
İnşaatı devam eden 8.046 18.300
Programda olan 22.700 72.000
TOPLAM 45.000 140.000  

Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara., s.31.

Son yıllardaki gelişmelere paralel olarak çıkarılan 3096 ve 4628 sayılı


kanunların yürürlüğe girmesi ve 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kanunu (YEK) ile
verilen teşviklerle Türkiye’de HES tesislerinin inşası ve işletilmesi işine kamunun
yanında özel sektör de katılabilmektedir.

                                                            
238
Yunus A. Çengel, “Dünyada ve Türkiye’de Jeotermal, Rüzgar ve Diğer Enerjilerin Kullanımı”, Yenilenebilir
Enerji Kaynakları Sempozyumu ve Sergisi, Kayseri, 12-13 Ekim 2001, s.1. 
239
DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009,a.g.e., s.31. 

129
2009 yılı Ekim ayı itibariyle ülkemizde 14.254MW kurulu güce sahip 207 adet
HES tesisi devreye alınmış ve bunların tamamı EÜAŞ ve özel sektör tarafından
işletilmektedir. Bu sayı her geçen gün artmaktadır.

Tablo 42: İşletmedeki HES’lerin Dağılımı (Ekim 2009 İtibariyle)

Toplam Kurulu  ToplamÜretim 
Kurum/Kuruluş Adet
Güç (MW) Kapasitesi (GWh)
EÜAŞ 106 11.628 41.375
YİD (3096‐ 3996) 18 970 3.880
Serbest Üretim Şirketleri, 
73 994,2 2.386
Otoprodüktör Otop Grubu (4628)
Özelleştirilmiş 7 92 1.939
İşletme Hakkı Devri 3 570 160
TOPLAM 207 14.254,2 49.740,0  

Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara, s.32.

Ülkemizde hidrolik kaynaklardan elektrik enerjisi üretimi, toplam elektrik


üretiminin 2000 yılında %24’ü iken; bu oran 2008 yılında %16,7’ye kadar düşmüştür.
Ancak Türkiye, son yıllarda karşı karşıya kaldığı elektrik açığı riskine geliştirdiği
projelerde en önemli yeri sahip olduğu bol su kaynakları sebebi ile HES yapımına
vermiştir ve bu konuda özel yatırımcıyı da ciddi olarak desteklemektedir. Kısacası,
gelecekte Türkiye’nin en önemli yenilenebilir enerji kaynağı hidrolik olacak gibi
görünmektedir.

 
24.23222.538
25.000
20.000 15.086
15.000 EPDK'ya Başvuran HES 
10.000 Projelerinin Gelişme 
5.000 1.583 1.547 556 Durumları Toplam Kurulu 
617 235 994 73
Güç‐ MW
0
EPDK'ya Başvuran HES 
Projelerinin Gelişme 
Durumları Adet

Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara, s.33.

Şekil 4: EPDK'ya Başvuran HES Projelerinin Gelişme Durumları

130
3.5.2.2 Türkiye’de Rüzgar Enerjisi
Rüzgâr, güneş enerjisinin kayaları, denizleri ve atmosferi her yerde eşit ısıtması
sebebiyle oluşan sıcaklık ve basınç farkları sonucu oluşmaktadır. Kısaca rüzgâr enerjisi,
hız enerjisine (kinetik enerjiye) dönüşmüş güneş enerjisidir. Teorik olarak güneşten
gelen enerjinin yaklaşık %1-2’si rüzgâr enerjisine dönüşmektedir.240 Rüzgâr enerjisi,
tükenmeyen, yenilenebilir, çevreci, fosil yakıtları ikame edici olması, yerli kaynak
olması, elektrik enerjisine dönüşümünün kolay olması, girdi olarak nakliye masrafının
olmaması gibi özelliklerinden dolayı son yıllarda ülkemizde kullanımı en hızlı gelişen
bir enerji kaynağıdır.241

Rüzgâr kaynakları açısından da zengin olan Türkiye’nin en iyi rüzgâr


kaynakları yıllık ortalama değerler esas alındığında, kıyı şeritleri, yüksek bayırlar,
dağların tepesi ve açık alanların yakınlarıdır. Türkiye’nin 50m yükseklikte rüzgâr
potansiyeli olduğu bölgeler; Ege, Marmara ve Doğu Akdeniz’dir ve 7 m/s’den büyük
rüzgâr hızları göz önüne alındığında da ülkemizin rüzgâr potansiyeli
47,849.44MW’dır.242

Tablo 43: Türkiye Rüzgâr Potansiyeli (50m yükseklikte)

Rüzgar  Rüzgar  50m'de Rüzgar  50m'de  Toplam  Rüzgarlı Arazi  Toplam Kurulu 


Kaynak  Sınıfı Gücü Yoğ.  Rüzgar Hızı  Alan (km2) Yüzdesi Güç (MW)
Orta 3 300‐ 400 6.5‐ 7.0 16.781,39 2,27 83.906,00
İyi  4 400‐ 500 7.0‐ 7.5 5.851,87 0,79 29.259,36
Harika 5 500‐ 600 7.5‐ 8.0 2.598,86 0,35 12.994,32
Mükemmel 6 600‐ 800 8.0‐ 9.0 1.079,98 0,15 5.399,92
Sıradışı 7 >800 >9.0 39,17 0,01 195,84
TOPLAM 26.351,27 3,57 131.755,44  

Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara, s.34.

Türkiye, şebekeye bağlı rüzgâr enerjisi ile elektrik üretimine 1998 yılında
başlamıştır. 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kanunu’nun çıkması ile de özellikle 2005
yılından itibaren hızla artarak 2009 Ekim sonunda toplam 26 adet rüzgar santrali ile
birlikte 646,45MW’lık kurulu güce ulaşmıştır. Bu santral Marmara Bölgesi (Balıkesir,

                                                            
240
Selçuk Karadeli, Rüzgar Enerjisi, Ankara: 2001, Temiz-Enerji Vakfı Yay. No:5, s.1. 
241
Mahmut Güngör, Mahmut Fırat, “Türkiye’de Rüzgâr Enerjisi Potansiyeli ve Geliştirilmesi”, I. Ege Sempozyumu
ve Sergisi, Pamukkale, Mayıs 2003, s.374. 
242
DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009,a.g.e., s.34.
 

131
İstanbul, Çanakkale), Ege Bölgesi (İzmir, Manisa, Aydın, Muğla) ve Doğu Akdeniz
(Osmaniye, Hatay) kıyılarındadır.

340,25
350
300 251,2
250
200
Adet
150
100 55 Kurulu Güç‐ MW
50 13 11 2
0
Marmara  Ege Bölgesi D. Akdeniz 
Bölgesi Kıyıları
 

Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara, s.36.

Şekil 5: Rüzgâr Santrallerinin Bölgelere Göre Dağılımı


 

Ülkemizde hâlihazırda EPDK’nın lisans verdiği toplam 3.000MW’dan fazla


kurulu güce sahip olan rüzgâr santrallerinin yalnızca %19’u işletmede (645MW), %25’i
inşa halinde geri kalanı da çeşitli sebeplerden dolayı (kredi bulma, santral kurma,
gerekli izin alma, tirbün siparişi vb.) beklemektedir. Bunun yanında, Kasım 2007’den
itibaren 31,918MW’lık 724 adet proje de iki yılı aşkın süredir inceleme ve
değerlendirme aşamasındadır. Türkiye’de rüzgâr santralleri yatırımlarının aksamasının
en önemli sebebi yönetmeliklerde çok sık değişiklik yapılması ve yeni kurallar
getirilmesidir.

3.5.2.3. Türkiye’de Jeotermal Enerji


Jeotermal enerji, yerkabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş ısının
oluşturduğu, kimyasallar içeren sıcak su, buhar ve gazların oluşturduğu jeotermal
kaynaklardan ve bunların oluşturduğu enerjiden doğrudan veya dolaylı yollardan
faydalanarak, elektrik enerjisi üretimi, ısıtma/soğutma uygulamaları, proses ısısı temini,
ve kurutma işlemleri gibi endüstriyel amaçlı kullanımlarda işe yarayan yenilenebilir

132
enerji çeşididir. Dolayısıyla jeotermal enerji yeni, yenilenebilir, sürdürülebilir,
tükenmez, ucuz, güvenilir, çevre dostu, yerli ve yeşil bir enerji türüdür.

Türkiye jeotermal enerjisi üretmek için iki çeşit kaynağa sahiptir. Bunlardan
biri, 3 km derinlikten daha sığ derinliklerdeki hidrotermal kaynaklar; diğeri de
yerküredeki ısı akışı kullanılarak elde edilen jeotermal potansiyelidir. Ülkemizde
bugüne kadar 40 adet orta yüksek sıcaklıklı jeotermal (hidrotermal) saha incelenmiş ve
bunların kurulu güç potansiyeli 661MW olarak belirtilmiştir. Türkiye hâlihazırda,
çoğunluğu Menderes ve Gediz’de olmak üzere 15 adet jeotermal sahasına sahiptir.

MTA tarafından Türkiye’de elektrik üretimine uygun birçok saha keşfedilmiş


olsa da,1984 yılında işletmeye alınan 15MW kurulu güce sahip Sarayköy Jeotermal
Santrali’nden başka 2008 yılında hiçbir terminal kurulmamıştır. Bunun en önemli
sebebi de Türkiye’nin bu konuda çözmekte zorlandığı yasal ve idari zorluklardır.
Ancak, 2005 yılında çıkan 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kanunu ve 2007’de
yürürlüğe giren 5686 sayılı Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular Kanunu ile
ülkemiz bu alanda gerekli düzenlemeleri yapmıştır ve böylece 2008 yılı sonunda ki
toplam 29,8MW’lık kurulu güce sahip üç jeotermal santralini, 2009 Ekim itibariyle
toplam kurulu gücü 77,2MW olan dört santrale çıkartmıştır ve halihazırda da toplam
kurulu gücü 89,5MW olan üç santralin inşası sürmektedir.243

Tablo 44: Elektrik Üretimine Uygun Jeotermal Sahalar


 
Jeotermal Alan Sıcaklık (Co) Durum  Potansiyeli (Mwe)
Denizli‐ Kızıldere 200‐ 242 Kurulu güç 15MW, özelleştirildi 85
Aydın‐Germencik 200‐ 232 Kurulu güç 47,4MW, işletmede 130
İzmir‐ Balçova 136 Konut ısınması ve termal uygulama 5
İzmir‐ Dikili 130 Sera Isıtması 30
Çanakkale‐ Tuzla 174 Kurulu güç 7,5MW 2009'da işletmeye girdi 80
Aydın‐ Salavatlı 171 Kurulu güç 8MW, ilave 9,5MW inşa ediliyor 65
Kütahya‐ Simav 162 Konut ısınması ve termal uygulama 35
İzmir‐ Seferihisar 153 3,2MW proje aşamasında, sondajlar devam 35
Manisa‐ Salihli‐ Caferbeyli 150 MTA tarafından ihale edildi 20
Aydın‐ Sultanhisar 145 MTA tarafından yeniden ihale edilecek 20
Aydın‐ Yılmazköy 142 MTA tarafından ihale edilecek 20
Aydın‐ Hıdırbey 143 ‐ 10
 
Aydın‐ Atça 124 MTA tarafından ihale edildi 5
Manisa‐ Alaşehir‐ Kavaklıdere 213 MTA tarafından ihale edildi 30
Aydın‐ Umurlu 155 MTA tarafından ihale edildi 25
Aydın‐ Nazilli 188 MTA tarafından yeni bulundu, saha geliştiriliyor 5
TOPLAM Teknik ve Ekonomik Potansiyel 600

Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara, s.38. 
                                                            
243
DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, a.g.e., s.38.
 

133
77,2
80
70
60
  50
40 29,8 Adet
30
  15 15 Kurulu Güç‐ MW
20
10 1 1 3 4

  0
1984 2007 2008 2009‐
Ekim
              

Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara, s.39.

Şekil 6: Türkiye’nin Jeotermal Enerji Santrallerinin Yıllara Göre Değişimi

3.5.2.4 Türkiye’de Biyokütle Enerjisi


Biyokütle tanım olarak; biyolojik kökenli fosil olmayan organik madde
kütlesidir. Ana bileşenleri karbonhidrat bileşikleri olan bitkisel veya hayvansal kökenli
tüm doğal maddeler biyokütle enerji kanyağı, bu kaynaklardan elde edilen enerji ise
biyokütle enerjisi olarak tanımlanmaktadır. Biyokütle enerjisi, literatürde biomas enerji
olarak da bilinmektedir.244

Biyokütle enerjisinin avantajları; her yerde yetiştirilebilinmesi, üretim ve


çevrim teknolojilerinin iyi bilinmesi, her ölçekte enerji üretimi için uygun olması, düşük
ışık şiddetlerinin yeterli olması, depolanabilir olması, 5-350C arasında sıcaklık
gerektirmesi, sosyo-ekonomik gelişmelerde önemli olması, çevre kirliliği
oluşturmaması, (NOx ve SO2) salımlarının çok düşük olması, sera etkisi oluşturmaması
olarak sayılabilir. Böylece atmosferde CO2 dengesi sağlaması ve asit yağmurlarına yol
açmamaktadır. Dezavantajları da düşük çevrim verimine sahip olması, tarım alanları
için rekabet oluşturması ve su içeriğinin fazla olması olarak sayılabilir.

Türkiye’de biyokütle enerjisi, klasik sınıflandırma içerisinde yani odun, tezek


ve bitki artıklarından üretilmektedir. Türkiye’de odun ve tezek üretim ve tüketimi 2001
yılına kadar düşerken; bitki artıkları üretim ve tüketimi artmıştır. Türkiye’de 1970
yılında genel enerji tüketimi içinde odunun payı %20,4 iken 2001 yılında bu oran
                                                            
244
Mustafa Acaroğlu, “Türkiye’de Biyokütle (Biomas) Enerji Potansiyeli ve Değerlendirilmesi için Öneriler”,
Türkiye VIII. Enerji Kongresi, C.II, Ankara, DEK TMK, 08-12 Mayıs 2000, s.161. 

134
%6,4’e kadar gerilemiştir. Buna ek olarak, hayvan ve bitki artıklarının payı ise 1970’de
%11,3 iken, 2001 yılında % 1,8 seviyesine inmiştir.245

Ülkemizde biyokütle enerjisi, elektrik üretiminde kullanılan linyit ve taş


kömürünün tümünün yerini alabilecek bir potansiyele sahiptir ve toplam enerji tüketimi
içinde odun ve bitki artıklarının payı %8,2 ile yenilenebilir enerji kaynakları arasında en
yüksek seviyededir. Buna ek olarak, T.C. Tarım Bakanlığı’nın 2005 yılı verilerine göre
mısır, arpa, çavdar, yulaf, darı, pirinç, tütün, pamuk, ayçiçeği, yer fıstığı ve soya gibi
tarla ürünleri kullanılabilir atıklardan oluşan Türkiye’nin biyokütle potansiyeli
12.963,319 tondur. Ayrıca, 2008 yılında ülkemizin yenilenebilir ve atık santrallerinin
toplam kurulu gücü 59,65MW’dır ve üretilen elektrik enerjisi de 2,199GWh/yıl’dır.246

Türkiye’de son zamanlarda organik atık, biyokütle ve biyogazdan enerji


üretimine yönelik hem kamu hem de özel sektör yatırımları hız kazanmıştır. Özellikle
büyükşehir belediyeleri çöp atıklarından enerji üreten tesis yatırımlarına yönelmiştir ve
2006 yılından sonra devreye girmeye başlayan bu tesisler, ülkemizde biyokütle
enerjisinden elektrik üretimini de artırmıştır. Bunlar; Ankara’da 40 MW, İstanbul’da
125 MW, İzmir’de 30 MW ve Adana’da 45 MW güçte faaliyet gösteren çöp
santralleridir.

40 36,224
35
30
25 İşletme ‐ T. Kurulu Güç 
20 (MW)
15
İnşa‐ T. Kurulu Güç 
10 5,843
4,12 5,66
2,89 (MW)
5
0
Biyogaz Biyokütle Çöp Gazı 
(LFG)
 

Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara,
s.41.

Şekil 7: EPDK’dan Lisans Alan Biyogaz, Biyokütle ve Çöp Gazı Santrallerinin


Durumu

 
                                                            
245
Tezekici, a.g.e., s.71. 
246
DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, a.g.e., s.40. 

135
Tablo 45: EPDK’daki Biyogaz ve Biyokütle Projelerinin Durumu

EPDK  İnceleme‐ Değerlendirme Lisans Verilen Sonlandırılan


Projeler Adet MW Adet MW Adet MW
Biyogaz 1 3,48 13 54,68 1 15
Biyokütle 1 4,00 1 5,80 1 10  
 
             Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara, s.41. 

3.5.2.5 Türkiye’de Güneş Enerjisi


Isı ve ışık kaynağı olan güneş enerjisi, dolaylı olarak da rüzgâr, hidrolik,
okyanus akıntıları ve dalga enerjilerinin de kaynağını oluşturmaktadır.247 Güneşten
yeryüzüne gelen ışınlardan faydalanmak için bu ışınların toplanması gerekmektedir. Bu
toplama işlemi; ilk olarak ısı elde etmek için, ikinci olarak da elektrik enerjisi
üretiminde güneş enerjisini kullanmak için gereklidir.

Türkiye, 360-420 kuzey enlemleri arasında olmasından dolayı, güneş enerjisi


potansiyeli açısından zengin konumdadır. Ülkemizin yıllık ortalama güneşlenme süresi
2.640 saat (günlük toplam 7,2 saat) olup, ortalama toplam ışınım şiddeti 1.311
KWh/m2-yıl (günlük toplam 3,6 KWh/m2) olarak hesaplanmıştır248 ve Türkiye’nin yıllık
güneş enerjisi elektrik üretimi teknik potansiyeli de 380 milyar kWh olarak
belirlenmiştir. Ayrıca, ülkemizin yıllık güneşlenme süresi 2.740 saat/yıl (günlük 7,5
saat) iken ortalama yıllık radyasyon oranı ise 4,17 kWh/m2-gün (1.522 kWh/m2-
yıl)’dır.249 Türkiye’nin en fazla güneş enerjisi alan bölgesi güney kısmı olan Güney
Doğu Anadolu Bölgesi, Akdeniz Bölgesi ve Güney Ege Bölgesi’dir.

Ülkemizde güneş enerjisi ilk 1986 yılında özellikle konut sektöründe ısınma
amaçlı olarak üretilmeye ve tüketilmeye başlanmıştır. Ayrıca, güneş enerjisinin en
yaygın kullanıldığı diğer alan da sıcak su ısıtma sistemleridir. Bunlara ek olarak, güneş
pilleri (güneş- pv), orman gözetleme kuleleri, Türk Telekom, deniz fenerleri, üniversite
ve kurumlar başta olmak üzere bazı yerlerde küçük güçlerin karşılanmasında, araştırma
amaçlı, otoyol ve park aydınlatmasında, su pompalama ve su arıtma sistemlerinde
                                                            
247
John O.M. Bockris, T. Nejat Veziroğlu, Debi Smith, Güneş Enerjisi, I. Basım, İstanbul: İletişim Yayınları, 1993,
ss.59-60. 
248
Macide Altaş, Hanife F. Özkan, Emel Çelebi, 2002 Enerji İstatistikleri, DEK TMK Türkiye IX. Enerji Kongresi,
İstanbul, 24-27 Eylül 2003, s.63. 
249
DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, a.g.e., ss.41-42. 

136
küçük güçlerde çatılarda veya binaya entegre olarak kullanılmaktadır. Türkiye’de
kullanılmakta olan güneş pili sistemlerinin toplam kapasitesi 3.000 kWh’tır.

Türkiye, güneş enerjisi potansiyeli bakımından zengin sayılabilecek bir ülke


olmasına rağmen; güneş enerjisinden yeterince faydalanamamaktadır. Çünkü
ülkemizdeki düzenlemelerde güneş enerjisini teşvik edici hiçbir itici güç
bulunmamaktadır. Örneğin, 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kanunu’nda elektrik
üretiminin desteklenmesinde kaynağa göre farklı fiyat uygulaması yoktur, kanunla
verilen teşvikli tarifenin fiyatları güneş elektrik enerjisi üretimi için oldukça yüksektir.
Ancak, bu kanunun değişiklik teklifinin yenilenebilir enerji kaynak türü, kullanılacak
teknolojiler ve küçük ölçekli üreticilere göre farklı fiyat önerisi bu sektörü ve güneş
enerjisi yatırımcılarını destekleyecek gibi görülmektedir. Buna en güzel örnek de,
Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde AYT Grup ve Alman Sitizin ortaklığı ile temeli atılan
ve 2010 yılı Haziran ayında üretime geçmesi planlanan güneş fabrikası ile Anel Grup ve
İnci Holding arasında 20MW gücündeki güneş enerjisi santrali kurmak ve işletmek için
imzaladıkları sözleşmedir.

3.5.3 Türkiye’de Nükleer Enerji


Nükleer enerji üreten nükleer güç santralleri ile termik santraller birbirleri ile
benzer özellikler taşımaktadırlar. Her iki santral tipinde de elde edilen buharın ısıl
enerjisi, türbinde mekanik enerjiye ve mekanik enerji de jeneratörlerde elektrik
enerjisine dönüştürülerek elektrik üretilmektedir. Bu santraller arasındaki temel fark;
buharın elde ediliş yöntemidir. Bütün nükleer reaktör tiplerinde bölünmeden açığa
çıkan enerji buhar üretiminde kullanır ve bu buhar üretimi doğrudan reaktörün korunda
ya da buhar üreteçlerinde yapılır. Bu nedenle nükleer reaktörlerdeki bölünme
reaksiyonu termik santrallerde fosil yakıt yakmakla aynı işleve sahiptir.250

Günümüz nükleer santrallerinin tamamına yakını doğal uranyum veya % 2-4


oranında zenginleştirilmiş uranyum kullanmaktadırlar. Bu reaktörler 30-40 yıl ömürlü

                                                            
250
Fatoş A. Alpan, Nükleer Güç Santrallarının Genel Tanıtımı,
http://elektroteknoloji.com/Elektrik_Elektronik/Teknik_Yazilar/NUKLEER_GUC_SANTRALLARiNiN_GENEL_T
ANiMi.html (20/02/2010).  

137
nükleer santrallerdir. Ancak toryum yakıtı kullanan santraller konusunda araştırma ve
geliştirme çalışmaları devam etmektedir.251

Nükleer reaktörler, elektrik üretiminin yanı sıra, tıp ve sanayide kullanılan


yararlı radyoizotopların üretilmesinde de kullanılırlar. Kanser tedavisinde, boru
kaynaklarının tahribatsız muayenesinde kullanılan Kobalt-60, Tiroit bozukluklarının
teşhis ve tedavisinde kullanılan İyot-131, doktorların vücut içini görme amacıyla
kullandıkları çeşitli tarayıcı cihazlarda kullanılan Teknesyum-99, akciğer
havalanmasının ve kan akışının ölçülmesinde yararlanılan Ksenon-133, bu izotoplara
örnek olarak verilebilir. Nükleer santrallerde elde edilen fazla enerji ise, ev ve
seralarımızın ısıtılması, tuzlu sudan içilebilir su elde edilmesi, petrol üretimi gibi
alanlarda kullanılmaktadır.252

Dünya’nın en zengin toryum rezervlerine sahip olan Türkiye (38.0000 ton)


açısından toryum kaynaklı nükleer enerji teknolojileri büyük önem arz etmektedir.
Ülkemiz, 1955 yılından beri nükleer enerji için çalışmalar yapmaktadır ancak hala
somut sonuçlara ulaşamamıştır.

Türkiye, 1955 yılında 1. Cenevre Konferansını takiben ABD ile “Nükleer


Enerjinin Barışçıl Amaçlarla Kullanılmasına Dair İşbirliği Anlaşması” nı imzalayan ilk
ülkedir. 1956 yılında İstanbul Üniversitesi ile İstanbul Teknik Üniversitesi anlaşarak bir
nükleer araştırma merkeziyle (Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi -
ÇNAEM) bir araştırma reaktörü kurulması için ortak bir komite oluşturmuştur.
Ülkemizde, 27 Ağustos 1956’ da 6821 sayılı yasayla Atom Enerjisi Komisyonu (AEK)
kurularak ülkemizdeki bütün nükleer faaliyetleri yürütecek bir kurum oluşturulmuştur. 
22 Haziran 1957 tarihinde 7015 sayılı yasa ile UAEA’ya üye olunmuştur. 28 Ekim 1960
tarihinde “Nükleer Enerji Alanında Hukuki Mesuliyete dair Paris Sözleşmesi”
imzalanmış ve bu sözleşme 8 Mayıs 1961 tarihinde 299 sayılı yasayla onanmıştır. Daha
sonra AEK, Temmuz 1982 ’de çıkarılan 2690 sayılı yasayla nükleer faaliyetleri

                                                            
251
H. Mehmet Şahin, “Nükleer Atıkların Yakıt Olarak Yeniden Değerlendirilmesi”, IV. Ulusal Temiz-Enerji
Sempozyumu Bildiriler Kitabı, İstanbul,16-18 Ekim 2002, s.100. 
252
Nükleer Reaktörler Enerji Dışında Bir Şey Üretir mi?, http://www.taek.gov.tr/tr/sss/121-nukleer/321-ns-enerji-
disinda.html (20/02/2010). 

138
yürütmek üzere doğrudan Başbakan’a bağlı Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK)
adlı bir kurum haline getirilmiştir.

Yukarıda ifade edilen gerek AEK gerekse de TAEK kuruluş kanunlarında


Türkiye atom enerjisini ancak sulhçu amaçlarla kullanacağını açıkça beyan etmiştir. Bu
maksat ile 28 Ocak 1969 tarihinde uluslararası “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme
Antlaşması (NPT, Nonproliferation Treaty)” imzalamış ve 2225 sayılı yasayla 29 Mart
1979 da yasalaştırmış ve Nisan 1980 ’de TBMM ’den geçirmiştir. Böylelikle, nükleer
silah yapmaya teşebbüs etmeyeceği ve nükleer silah yapmaya kalkışan ülkelere de bu
konuda yardım etmeyeceği güvencesini vermiştir. Türkiye 1981 ’de UAEA ile
imzaladığı Denetim Anlaşması ile de mevcut ve kurulacak bütün nükleer tesislerde
Ajans’ın nükleer maddeler üzerindeki denetimini kabul etmiştir.

Türkiye, 1965 ’de yılında yayınlanan “Atom Enerjisi Komisyonu İkinci Beş
Yıllık Plan” başlıklı bir belge ile nükleer enerji ile ilgili durumunu açık olarak ifade
etmişti ve nükleer santraller ile ilgili ilk çalışmalar, EİE bünyesinde kurulan bir çalışma
grubu tarafından 1965’den itibaren yürütülmeye başlanmıştır. Bu gruba beş yabancı
firmanın oluşturduğu bir konsorsiyum yardımcı olmaktaydı. Bu çalışmalar sonucunda
ülke şartlarına göre bir nükleer teknoloji seçilmiş, ilk nükleer enerji üretim santralinin
400 MW güçte tabii uranyumlu, basınçlı ağır sulu bir reaktör (CANDU) olması
öngörülmüştür ve 1967 yılında 280 MW gücünde, Kanada yapımı olan bir CANDU
reaktörü alım projesine başlanmışsa da, bu proje sonuçlandırılamamıştır.

Daha sonra tekrar, 1972 yılında TEK bünyesinde Nükleer Santraller Dairesi
kurulmuştur. Bu yeni daire her şeyi sil baştan yaparak, reaktörleri yeniden bir
değerlendirmeye tabi tutacağını ve ona göre karar vereceğini ilan etmiştir. Bu
çalışmalarda kendisine yardımcı olmak üzere İsviçre ağırlıklı bir konsorsiyum ile
anlaşmıştır ve 1975 yılında Silifke’nin 60 km kadar batısında, deniz kenarındaki
Akkuyu mevkii nükleer santral alanı olarak uygun bulunmuştur ve UAEA, 1983 yılında
Akkuyu’nun yer güvenliği ile ilgili raporunu TAEK’e vermiştir.

1977’lerde açılan santral ihalesine sadece ASEA-ATOM firması kendi imalatı


olan BWR için teklif vermiştir. Firmayla olan müzakerelerin 1979’da kesilmesine karar

139
verilmiştir ve sebep olarak Türk tarafının finansmanın %85 yerine %100 olmasını
istemesi gösterilmiştir. Ancak asıl sebepler, o tarihlerdeki ekonomik kriz ile projeye
dönük siyasi soğukluktur denebilir. 1979 yılında, nükleer santraller ciddi olarak
gündemde iken, ikinci bir nükleer santral için yapılan yer seçimi sonucunda, Sinop’da
uygun bir yer tespit edilmiş ancak kesin bir karara varılamamıştır.253

Bunu takiben, 1982 ’de TAEK başkanlığı aracılığıyla Atomic Energy of


Canada Limited, Siemens-Kraft Werk Union ve General Electric firmalarından teklifler
istenmiş ve 1983 yılında bu firmalarla pazarlık görüşmeleri başlamış, 1984’de bir
anlaşma sağlanmıştır. Bu anlaşmaya göre, anahtar teslimi esasına göre Akkuyu sitinde
bir tane PHWR ve PWR tipi reaktör, daha sonra yer seçim işlemleri devam eden Sinop
sitinde ise 2 adet BWR tipi reaktör kurulması kabul edilmiştir. Bu sırada hükümet
tarafından anahtar teslim inşaat modeli Yap-İşlet-Devret modeline çevrilince; Siemens-
Kraft Werk Union ve General Electric firmaları ihaleden çekilmişlerdir. Geriye kalan
Atomic Energy of Canada Limited bu modeli kabul edip, Türkiye ile 1985 ’de bir ön
anlaşma imzalamıştır. Fakat araya giren bazı etkiler ve yapımcı firma tarafından Yap-
İşlet-Devret modeli için istenen enerji satın alma garantisi gibi sebepler yüzünden çıkan
anlaşmazlık sonuncu, bu firma da 1986 ’da ihaleden çekilmiştir. Sonuç olarak Türkiye,
bir nükleer santral projesini daha hayata geçirememiştir.254

1993 yılında toplanan Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu, nükleer enerjiden


elektrik üretimini ülke meselelerindeki önem sırasını değiştirip üçüncü sıraya
koymuştur. Budan sonra, 1994 yılında nükleer enerji konusunu yeniden gündeme
gelmiş ve Enerji Bakanlığı, fizibilite etüdü ile santral ihale şartnamesinin hazırlanması
gibi konuları içeren bir müşavirlik hizmetini, açılan uluslararası ihale sonucunda bir
Türk firmasıyla G. Kore (KAERI) firmasının oluşturduğu konsorsiyuma vermiştir. Bu
çalışmalar da 1996 yılında tamamlanmış ve Akkuyu Nükleer Santralı ihalesi Aralık
1996 yılında ihaleye çıkmıştır. Ancak bu ihale de çeşitli aksaklıklar sonucunda iptal

                                                            
253
Türkiye Nükleer Enerji Platformu, “Enerji Üretimi için Faaliyetler, http://www.trntp.org/turkiyede-nukleer-
enerji/74-enerji-ueretimi-cin-faaliyetler.html (04/05/2009) 
254
Türkiye Nükleer Enerji Platformu, “Enerji Üretimi için Faaliyetler, http://www.trntp.org/turkiyede-nukleer-
enerji/74-enerji-ueretimi-cin-faaliyetler.html (04/05/2009)
 

140
edilmiştir. Son olarak, ülkemizde Nükleer Enerji İhalesi Ocak 2009’da yapılmış, ihaleyi
bir Rus firma kazanmıştır. Ancak, bu konu ile ilgili de henüz kesin karar verilmemiştir.

3.5.4 Türkiye’de Hidrojen Enerjisi


Hidrojen 1500'lü yıllarda keşfedilmiş, 1700'lü yıllarda yanabilme özelliğinin
farkına varılmış, evrenin en basit ve en çok bulunan elementidir. Renksiz, kokusuz,
havadan 14,4 kez daha hafif ve tamamen zehirsiz bir gazdır. Güneş ve diğer yıldızların
termonükleer tepkimeye vermiş olduğu ısının yakıtı hidrojen olup, evrenin temel enerji
kaynağıdır ve -252,77 °C'de sıvı hale getirilebilir.255

Hidrojen bilinen tüm yakıtlar içerisinde birim kütle başına en yüksek enerji
içeriğine sahiptir (üst ısıl değeri 140,9 MJ/Kg, alt ısıl değeri 120,7 MJ/kg). 1 Kg
hidrojen 2,1 Kg doğal gaz veya 2,8 Kg petrolün sahip olduğu enerjiye sahiptir. Ancak
birim enerji başına hacmi yüksektir. Hidrojen tabiatta serbest halde bulunmaz, bileşikler
halinde bulunur. En çok bilinen bileşiği ise sudur. Isı ve patlama enerjisi gerektiren her
alanda kullanımı temiz ve kolay olan hidrojenin yakıt olarak kullanıldığı enerji
sistemlerinde, atmosfere atılan ürün sadece su ve/veya su buharı olmaktadır. Hidrojen
petrol yakıtlarına göre ortalama 1,33 kat daha verimli bir yakıttır.256

Hidrojenden ayrıca, enerji elde edilmesi esnasında su buharı dışında çevreyi


kirletici ve sera etkisini artırıcı hiçbir gaz ve zararlı kimyasal madde üretimi söz konusu
değildir. Hidrojen gazı farklı yöntemlerle elde edildiği gibi su, güneş enerjisi veya onun
türevleri olarak kabul edilen rüzgâr, dalga ve biyokütle ile de üretilebilmektedir.
Araştırmalar, mevcut şartlarda hidrojenin diğer yakıtlardan yaklaşık üç kat pahalı
olduğunu ve yaygın bir enerji kaynağı olarak kullanımının hidrojen üretiminde maliyet
düşürücü teknolojik gelişmelere bağlı olacağını göstermektedir.

                                                            
255
Heinz G. Klug, Reinhard Faass, “Cryoplane: Hydrogen Fuelled Aircraft- Status and Challenges”, Air and Space
Europe, Vol.III, No:3/4, 2001, s.252. 
256
John O’M. Bockris, T. Nejat Veziroğlu ve Debi L. Smith, Geleceğin Enerjisi:Güneş-Hidrojen, Çev.: Ömer Faruk
Noyan, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2001 ss.179-182. 

141
Hidrojen, enerji yoğunluğu, kullanım verimi, kullanım güvenliği, tahrik etme
faktörü, kirletici etkileri, çevresel zararlar gibi faktörler dikkate alındığında diğer enerji
kaynaklarına göre üstündür.257

Ülkemizde hidrojen, geleceğin enerjisi olarak tanımlanmakla beraber, henüz


öncelikli alanlar arasına girememiştir. Bu konu üzerinde araştırma kuruluşları ve
üniversitelerce sınırlı şekilde çalışma yapılmaktadır. Ülkemizde suni gübre sanayi
(25.000 m3), bitkisel yağ (margarin) üretimi (16.000m3), petrol arıtım evleri (rafineri)
(1.200 m3), petrokimya endüstrisi (30.000m3), hidrojene hayvansal yağ üretimi (200-
300m3) ve çeşitli yerlerde kullanılmak üzere basınçlı silindirlerde gaz veya sıvı hidrojen
üretimi (6.000m3) sadece sanayide kullanılmak üzere yapılmaktadır. Enerji üretimi
amacı ile ticari boyutlu hidrojen üretimi henüz mevcut değildir.

Bunlara ek olarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin hidrojen ile çalışan beş


adet otobüs projesi gündemde idi ancak, onunla ilgili de henüz bir gelişme olmamıştır.
Ayrıca, ülkemizde Birleşmiş Milletler Uluslararası Hidrojen Enerjisi Teknolojileri
Merkezi (ICHET) kurulmuştur ki; bu da hidrojen enerjisinin Türkiye’de uygulama alanı
bulması yönünde bir avantajdır.

3.5.5 Türkiye’de Elektrik Enerjisi


Sosyal ve ekonomik yaşantımızın vazgeçilmez bir unsuru ve itici bir gücü olan
elektrik enerjisi, ikincil bir enerji türüdür. Elektrik enerjisinin hem kullanımı kolay hem
de temizdir ancak depo edilemez, bu yüzden talep oluştuğu anda talep kadar
üretilmelidir. Bu da, elektrik üretiminin çok planlı yapılması gerektiğini ortaya
çıkarmaktadır. Bu yüzden de, genelde bu iş devlet eli ile yapılmaktadır.

Türkiye’de de elektrik üretimi ve dağıtımı devlet eli ile yapılmaktaydı. Devlet


bu işi, 1994 yılına kadar TEK vasıtası ile yaparken; bu yıldan sonra TEAŞ ve TEDAŞ
vasıtası ile yapmıştır. Ancak, Türkiye 2001 yılından itibaren elektrik sektöründe serbest
piyasa modeline geçmiş ve üretim, iletim, dağıtım ve satış hizmetlerini birbirinden
ayırmıştır. 2001 yılında ayrıca, elektrik piyasasını düzenlemek ve denetlemek için
ülkemizde EPDK kurulurken; bu Kurum 2002 yılında faaliyete geçmiştir.
                                                            
257
Adnan Midilli, “On hydrogen and hydrogen energy strategies I: current status and needs”, Renewable and
Sustainable Energy Reviews, Vol.IX, No:3, 2005, ss.255–271. 

142
Bu süreçte elektrik sektörünün gelişimine göz atılacak olunursa; Türkiye’de
elektrik sektörünü kamunun düzenleyip denetlediği ve planlamanın benimsendiği bir
sektör olduğu dikkat çekmektedir. 1970- 1984 yılları arasında elektrik üretimi 3,6 kat
artarak 8,6 milyar kWh’den 30,6 milyar kWh’ye yükselmiştir. TEK’in yanında özel
sektörün de hizmet yaptığı, fakat sektörün yönetimi ve denetiminde kamunun etkili
olduğu sektör, 1985- 2000 döneminde ise elektrik üretimini 4 kat artarak 30,6 milyar
kWh’den 124,0 kWh’ye çıkarmıştır. Sektörde serbestleşmenin hüküm sürdüğü ve
kamuya yatırım yasağı getirildiği 2001- 2009 yılları arasında da elektrik üretimi 1,5 kat
artarak 124,0 milyar kWh’den 190,0 kWh’ye yükselmiştir.258

Tablo 46: Türkiye’de Elektrik Talep Gelişimi

Puant Güç  Enerji Talebi 
Değişim (%) Değişim (%)
Talebi (MW) (GWh)
1998 17.799 5,2% 114.023 8,1%
1999 18.938 6,4% 118.485 3,9%
2000 19.390 2,4% 128.276 8,3%
2001 19.612 1,1% 126.871 ‐1,1%
2002 21.006 7,1% 132.553 4,5%
2003 21.729 3,4% 141.151 6,5%
2004 23.485 8,1% 150.018 6,3%
2005 25.174 7,2% 160.794 7,2%
2006 27.594 9,6% 174.637 8,6%
2007 29.249 6,0% 190.000 8,8%
2008 30.517 4,3% 198.085 4,3%  
Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara, s.60.
 

Türkiye’de, kurulu güç toplamında kamu payı 1984 yılında %85 iken 2007
yılında %58,6 seviyelerine gerilemiştir. Bunun yanında, toplam elektrik üretiminde
kamunun payı %87,2 iken 2007 yılında bu rakam %48,3’e gerilemiştir. Buna ek olarak,
kamu santrallerinin kurulu güç ve üretim miktarları 2008 yılında 1984 yılına göre 3,5
kat büyürken; özel sektör santrallerinin kurulu gücü bu dönemde 14 kat artmıştır.
Toplam üretim miktarları da 26 kat büyümüştür.

                                                            
258
DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, a.g.e., ss. 59-69. 

143
Tablo 47: Türkiye Kurulu Gücünün Kamu ve Özel Sektör Olarak Gelişimi

KURULU GÜÇ (MW)
  KAMU SANTRALLARI ÖZEL SANTRALLAR TÜRKİYE TOPLAMI
Termik  Hidrolik Toplam Pay (%) Termik  Hidrolik Toplam Pay (%) Termik  Hidrolik Toplam
1984 3.545,4 3.644,2 7.189,6 85,0% 1.041,4 230,6 1.272,0 15,0% 4.586,8 3.874,8 8.461,6
 
1985 4.150,4 3.644,2 7.794,6 85,5% 1.096,4 230,6 1.327,0 14,5% 5.246,8 3.874,8 9.121,6
1990 8.264,2 6.465,1 14.729,3 90,3% 1.289,1 299,2 1.588,3 9,7% 9.553,3 6.764,3 16.317,6
1995
  9.650,6 9.207,6 18.858,2 90,0% 1.440,9 655,2 2.096,1 10,0% 11.091,5 9.862,8 20.954,3
2000 11.274,6 9.977,3 21.251,9 77,9% 4.795,4 1.216,8 6.012,2 22,1% 16.070,0 11.194,1 27.264,1
2001 10.954,6 10.108,7 21.063,3 74,3% 5.686,0 1.583,1 7.269,1 25,7% 16.640,6 11.691,8 28.332,4
 
2002 10.954,6 10.108,7 21.063,3 66,1% 8.636,4 2.151,1 10.787,5 33,9% 19.591,0 12.259,8 31.850,8
2003 10.803,1 10.990,2 21.793,3 61,2% 12.186,3 1.607,4 13.793,7 38,8% 22.989,4 12.597,6 35.587,0
 
2004 10.794,9 10.994,7 21.789,6 59,2% 13.364,8 1.669,6 15.034,4 40,8% 24.159,7 12.664,3 36.824,0
2005 11.474,9 11.109,7 22.584,6 58,1% 14.442,4 1.816,5 16.258,9 41,9% 25.917,3 12.926,2 38.843,5
2006 12.554,9 11.161,0 23.715,9 58,5% 14.880,3 1.968,6 16.848,9 41,5% 27.435,2 13.129,6 40.564,8
 
2007 12.524,9 11.350,3 23.875,2 58,6% 14.710,5 2.191,6 16.902,1 41,4% 27.235,4 13.541,9 40.777,3
2008 12.524,9 11.455,9 23.980,8 57,3% 15.070,1 2.766,3 17.836,4 42,7% 27.595,0 14.222,2 41.817,2  
 
         Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara, s.62. 

Tablo 48: Türkiye Üretiminin Kamu ve Özel Sektör Olarak Gelişimi


 

  ÜRETİM (GWh)
KAMU SANTRALLARI ÖZEL SANTRALLAR TÜRKİYE TOPLAMI
  Termik  Hidrolik Toplam Pay (%) Termik  Hidrolik Toplam Pay (%) Termik  Hidrolik Toplam
1984 14.426,0 12.260,0 26.686,0 87,2% 2.761,1 1.166,7 3.927,8 12,8% 17.187,1 13.426,7 30.613,8
1990 30.698,0 22.156,0 52.854,0 91,9% 3.697,3 991,5 4.688,8 8,1% 34.395,3 23.147,5 57.542,8
1995 45.090,0 33.105,0 78.195,0 90,7%
 
5.616,9 2.435,6 8.052,5 9,3% 50.706,9 35.540,6 86.247,5
2000 65.462,0 27.772,0 93.234,0 74,6% 28.547,4 3.140,2 31.687,6 25,4% 94.009,4 30.912,2 124.921,6
2001 65.954,0 20.409,0 86.363,0 70,4% 32.698,8 3.663,5 36.362,3 29,6% 98.652,8 24.072,5 122.725,3
 
2002 51.028,0 26.304,0 77.332,0 59,8% 44.639,5 7.427,9 52.067,4 40,2% 95.667,5 33.731,9 129.399,4
2003 33.070,0 30.027,0 63.097,0 44,9% 72.119,8 5.363,8 77.483,6 55,1% 105.189,8 35.390,8 140.580,6
  2004 27.349,0 40.669,0 68.018,0 45,1% 77.208,2 5.472,9 82.681,1 54,9% 104.557,2 46.141,9 150.699,1
2005 38.416,0 35.046,0 73.462,0 45,4% 83.920,6 4.573,7 88.494,3 54,6% 122.336,6 39.619,7 161.956,3
2006 46.037,0 38.679,0 84.716,0 48,1% 85.892,4 5.691,4 91.583,8 51,9% 131.929,4 44.370,4 176.299,8
  2007 61.345,0 30.979,0 92.324,0 48,2% 93.961,2 5.269,5 99.230,7 51,8% 155.306,2 36.248,5 191.554,7
2008 69.297,0 28.419,0 97.716,0 49,2% 94.841,8 5.859,4 100.701,2 50,8% 164.138,8 34.278,4 198.417,2  
 

 Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara, s.62. 

Günümüz Türkiye Elektrik Sistemi’nde doğal gaz yakıtlı kurulu gücün diğer
kaynaklara göre payı daha büyüktür. 1984 yılında, doğal gaz sistemde hiç bulunmazken;
2008 yılında doğal gazın sistemdeki payı %36 seviyesine çıkmıştır. Bu sebepten ötürü,
doğal gaz ülkemiz için iki kat daha önemli hale gelmiştir. Ancak son zamanlarda,

144
ülkemiz yenilenebilir enerji kaynaklarından da elektrik üretmeye başlamıştır ve her
geçen gün bunların üretimdeki payı da artmaktadır.

Tablo 49: Kurulu Gücün Kaynaklara Göre Gelişimi


 

Taş  İthal  LPG +    Doğal  Termik 


Linyit Fuel Oil Motorin Atık Hidrolik Jeotermal Rüzgar
Kömürü Kömür NAFTA Gaz Toplam
1984 219,9 0,0 2.621,6 1.100,5 627,3 0,0 0,0 0,0 4.569,3 3.874,8 17,5 0,0
1985 219,9 0,0 3.181,6 1.100,5 627,3 0,0 100,0 0,0 5.229,3 3.874,8 17,5 0,0
1990 331,6 0,0 5.246,4 1.202,2 545,6 0,0 2.210,0 0,0 9.535,8 6.764,3 17,5 0,0
1995 326,4 0,0 6.456,2 1.148,9 204,2 0,0 2.924,5 13,8 11.074,0 9.862,8 17,5 0,0
2000 335,0 145,0 6.919,1 1.260,8 229,5 95,3 7.044,0 23,8 16.052,5 11.175,2 17,5 18,9
2001 335,0 145,0 6.966,4 1.608,4 235,5 155,7 7.153,5 23,6 16.623,1 11.672,9 17,5 18,9
2002 335,0 145,0 6.958,6 2.009,0 235,5 155,7 9.702,1 27,6 19.568,5 12.240,9 17,5 18,9
2003 335,0 1.465,0 6.904,0 2.331,1 235,5 166,6 11.509,6 27,6 22.974,4 12.578,7 15,0 18,9
2004 335,0 1.510,0 6.904,5 2.307,6 214,4 47,2 12.798,4 27,6 24.144,7 12.645,4 15,0 18,9
2005 335,0 1.651,0 7.585,8 2.253,3 215,9 36,5 13.789,5 35,3 25.902,3 12.906,1 15,0 20,1
2006 335,0 1.651,0 8.664,5 2.163,7 214,4 21,4 14.265,8 41,3 27.357,1 13.062,7 22,9 59,0
2007 335,0 1.651,0 8.671,2 1.766,3 206,4 21,4 14.577,6 42,7 27.271,6 13.394,9 22,9 146,3
2008 335,0 1.651,0 8.205,0 2.225,8 206,4 21,4 14.890,8 59,7 27.595,1 13.828,8 29,8 363,7  

Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara., s.67

Tablo 50: Elektrik Enerjisi Üretiminin Kaynaklara Göre Gelişimi (1984- 2008)
 
Taş  İthal  LPG +    Doğal  Termik 
Linyit Fuel Oil Motorin Atık Hidrolik Jeotermal Rüzgar
Kömürü Kömür NAFTA Gaz
  Toplam
1984 705,6 0,0 9.412,7 6.710,6 336,2 0,0 0,0 0,0 17.165,1 13.426,3 22,1 0,0
1985 710,3 0,0 14.317,5 7.028,6 53,4 0,0 58,2 0,0 22.168,0 12.044,9 6,0 0,0
1990 620,8 0,0 19.560,5 3.920,9 20,8 0,0 10.192,3 0,0 34.315,3 23.147,6 80,1 0,0
 
1995 2.232,1 0,0 25.814,8 5.498,2 273,8 0,0 16.579,3 222,3 50.620,5 35.540,9 86,0 0,0
2000 3.175,9 643,1 34.367,3 7.459,1 980,6 871,1 46.216,9 220,2 93.934,2 30.878,5 75,5 33,4
2001 2.705,7
  1.340,3 34.371,5 8.816,6 904,0 645,6 49.549,2 229,9 98.562,8 24.009,9 89,6 62,4
2002 2.646,1 1.447,0 28.056,0 9.505,0 270,9 967,9 52.496,5 173,7 95.563,1 33.683,8 104,6 48,0
2003 2.693,6 5.969,4 23.589,9 8.152,7 4,4 1.039,1 63.536,0 115,9 105.101,0 35.329,5 88,6 61,4
  2004 2.478,0 9.520,1 22.449,5 6.689,9 7,3 973,1 62.241,8 104,0 104.463,7 46.083,7 93,2 57,7
2005 2.695,1 10.281,1 29.946,3 5.120,7 2,5 359,3 73.444,9 122,4 121.972,3 39.560,5 94,4 59,0
2006 3.073,6 11.143,0 32.432,9 4.232,4 57,7 50,3 80.691,2 154,0 131.835,1 44.244,2 94,0 126,5
 
2007 3.289,7 11.846,7 38.294,7 6.469,5 13,2 43,9 95.024,8 213,7 155.196,2 35.850,8 156,0 355,1
2008 3.290,8 12.566,8 41.858,1 7.208,6 266,2 43,6 98.685,4 219,8 164.139,3 33.269,8 162,4 846,5  
 

Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara, s.68. 

Daha önceden de belirtildiği gibi Türkiye’nin, 2009 yılı itibariyle elektrik


darboğazı yaşayacağı beklenirken; yaşanan global mali krizin sanayi sektörüne vurduğu
darbe ile bu beklenti ertelenmiştir. Türkiye, bu darboğaz ile karşı karşıya kalmamak için
yatırımlarına hız vermelidir.

145
Tablo 51: 2008 Yılı Elektrik Üretimi ve Yakıt Cinslerine Göre Dağılımı
Taş  İthal  Doğal 
2008 Linyit Fuel Oil Hidrolik Jeoterm al Rüzgar
Köm ürü Köm ür Gaz
Gwh 3.291 12.569 41.858 7.209 98.685 33.270 162 847
% 1,65 6,3 2,1 3,6 49,7 16,8 ‐ ‐  

                    Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara, s.72.

Tablo 52: 2023 Yılı Elektrik Üretimi ve Yakıt Cinslerine Göre Dağılımı
 
Taş  İth al  Do ğ al 
2023 Lin y it Fu el Oil Hid ro lik Jeo term al Rü zg ar
K ö m ü rü Kö m ü r Gaz
Gw h 5.000 15.000 120.000 10.000 100.000 136.000 4.800 50.000
% 1,1 3,3 26,6 2,2 22,2 30,2 1,1 11,0      
 

                     Kaynak: DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Yayın no: 0013/2009, 2009, Ankara, s.72.

Ülkemizde gelecek yıllar için elektrik sektörü beklentileri şöyle sıralanabilir;

1. EÜAŞ’ın başlattığı işletmedeki termik ve hidrolik santrallerin


rehabilitasyon çalışmalarının sonuçlandırılması ile DSİ Genel Müdürlüğü tarafından
inşa edilmekte olan hidrolik santrallerin tamamlanması sonucunda sisteme en az 20
milyar kWh tutarında elektrik enerjisi kazandırılacaktır.
2. Kaçak elektrik kullanımının önlenmesi ile kazandırılacak miktar 25
milyar kWh’ye ulaşacaktır. Böylelikle, sistemin toplam elektrik üretim kapasitesi 230
milyar kWh’den 255 milyar kWh’ye yükselecektir ki; bu da 2014 yılı sonuna kadar
beklenen talebi karşılayabilecek bir rakamdır.
3. TEİAŞ talep tahminlerine göre, ülkemiz elektrik talebi 2018 yılında
335.815Gwh olarak beklenirken; 2023 yılında bu rakam 450 milyar kWh olacaktır.
Buna karşılık, 205 milyar kWh’lik elektrik üretimi yapabilecek yatırımın tamamlanması
beklenmektedir ve böylece ülkemizin toplam elektrik üretim kapasitesi 435 milyar kWh
olacaktır. Bu da, ülkemizin 2023 yılı talebini karşılayabilecek bir rakamdır.
4. 2023 yılı sonrasındaki dönemde de, birincil enerji kaynaklarının dışında
sisteme 34 milyar kWh üretim kapasiteli hidrolik santralleri ve 94,0 milyar kWh üretim
kapasiteli rüzgâr santralleri ile 128,0 milyar kWh’lik üretim kapasitesi ekleyecektir.
Buna ayrıca, nükleer enerji ve güneş enerjisi kapasiteleri de eklenecektir.

146
5. Bunlara ek olarak, Türkiye birincil enerji kaynaklarında dışa olan
bağımlılığını azaltmak için bu kaynakları arama ve çıkarma çalışmalarına daha fazla
maddi kaynak ayıracaktır. Ayrıca Türkiye, elektrik kullanımında tasarrufa gitmenin
yollarını bulup, bu kaynağı daha idareli ve daha efektif kullanarak, kullanım süresini
uzatmayı da hedeflemektedir.259

3.6 2008 Yılında Türk Enerji Sektöründe Yabancı Sermaye ve


Gerçekleşen Birleşme/Satın Almalar
Türkiye, sahip olduğu jeopolitik konum sebebiyle her zaman yabancı
yatırımcıların ilgi odağı olmuştur. Bu durumdan, finans sektörü kadar enerji sektörü de
nasibini almıştır. Özellikle, ülkemizde yaşanan 2001 finansal krizi ertesinde dünyadaki
hızlı globalleşmeye de paralel olarak, Türkiye’ye yabancı sermaye yatırımı (girişi) çok
artmıştır. Bu yabancı ilgisi, yukarıdaki bölümlerde detaylı olarak anlatıldığı gibi
öncelikli olarak finans sektörüne olmuştur. Ülkemize giriş yapan yabancı sermayeli
büyük bankaların varlığı diğer sektörlere de yabancı girişini hem kamçılamış hem de
arttırmıştır.

Bu dönemde, Türkiye’nin uyguladığı yoğun özelleştirme programı da yabancı


girişini artıran diğer önemli etkendir. Ülkemizin enerji sektörü de yine aynı dönemde
takip edilen enerji sektörü liberalleştirme politikaları sonucu, özelleştirmelerden en çok
payını alan sektörlerden biridir. Türkiye özellikle, elektrik üretim/dağıtım, doğal gaz
arama/dağıtma, petrol arama, nükleer enerji gibi konularda özelleştirme yoluna gitmiştir
ve bu konuda yasal olarak da önemli adımlar atmıştır. Türk enerji sektöründe
özelleştirmeleri kamçılayan bir diğer husus da sektörde artan yenilenebilir enerji
ilgisidir. Hem yerli hem yabancı yatırımcılar, Türkiye’deki yenilenebilir kaynaklara
hızla yatırım yapmaktadırlar.

Türkiye’de enerji sektörüne yabancı yatırımcılar genellikle Türk yatırımcılarla


ortak olarak girmeyi tercih etmektedirler. Finans sektöründe olduğu gibi bu sektörde
yalnız başına faaliyet göstermek için yatırım yapan yatırımcı yok denecek kadar azdır.

                                                            
259
DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, a.g.e., ss. 70-72.
 

147
Bunun en önemli sebebi de, sektör için yapılan yasal düzenlemelerin halen son hali
almış olmamasıdır.

Bu gelişmelere paralel olarak, 2008 yılında, dünyada yaşanan büyük global


krize rağmen Türk enerji sektöründe toplam 6,6 milyar dolarlık özelleştirme ve/ve ya
satın alma işlemleri gerçekleşmiştir ki; bu da 2006 yılından beri Türkiye’nin
gerçekleştirdiği en büyük özelleştirme ve/ve ya satın alma miktarıdır.260 Hatırlatmakta
yarar var, 2006 yılında bu sektördeki özelleştirme hacminin yüksek olmasının sebebi
Tüpraş’ın özelleştirmesinin bu yıl gerçekleşmiş olmasıdır. 2008’de enerji sektörü
özelleştirme ve/ve ya satın alma hacmindeki artışın en önemli sebebi alt yapı
hizmetlerinin özelleştirilmesi ve satılmasıdır.

Tablo 84’de 2007 ve 2008 yıllarında ülkemizde gerçekleşen özelleştirme


adetleri, dağılımları ve değerleri verilmiştir.

Tablo 53: 2007 ve 2008 Yıllarında Türkiye’de Gerçekleşen Toplam Enerji


Özelleştirmeleri
 

2007 2008 YoY Change


Sayı Değer ($milyon) Ortalama Değer Sayı Değer ($milyon) Ortalama Değer Sayı (%) Değer (%)
Altyapı Hizmetleri 20 1.050 53 16 6.000 375 ‐20 471
Petrol ve Gaz 3 170 57 3 649 216 0 282
TOPLAM 23 1.220 110 19 6.649 591 ‐17 445  

Kaynak: Price Waterhouse Coopers, Energy Deals 2008 Annual Review, İstanbul, 2009, s.4.

Gerçekleşen özelleştirmelerin 3,5 milyarlık kısmı (%53) yerli- yabancı


ortaklığı tarafından yapılırken; yalnızca yabancılar tarafından imzalanan anlaşmaların
değeri ise 1,9 milyar dolardır (%29).

                                                            
260
Price Waterhouse Coopers, Energy Deals 2008 Annual Review, İstanbul, 2009, s.4. 

148
  18%

Yerli Yatırımcı

Yabancı Yatırımcı
53%
Yerli ‐ Yabancı ortak 
29% yatırımcı

 
Kaynak: Price Waterhouse Coopers, Energy Deals 2008 Annual Review, İstanbul, 2009, s.5.

Şekil 8: 2007 ve 2008 Yıllarında Türkiye’de Gerçekleşen Toplam Enerji


Özelleştirmelerinin Dağılımı

Türkiye’nin enerji sektörüne yatırım yapan yabancı yatırımcıların çoğu Batı


Avrupa Ülkeri’dir. Bu ülkeler; Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda ve Avusturya’dır. Bu
ülkelerden gelen yatırımcıların hemen hemen hepsi kendi ülkelerinin enerji
sektörlerinde faaliyet gösteren büyük firmalardır. Batı Avrupa Ülkeleri’nin Türkiye
Enerji Sektörü ile ilgilenmesinin en önemli sebebi; Avrupa’nın karşı karşıya kalacağı
enerji darboğazı riskidir ve bunun için en yakın ve verimli kaynaklar Türkiye
topraklarında veya Türkiye üzerinden geçmektedir.

149
Tablo 54: 2008 Yılında Türkiye’de Gerçekleşen Özelleştirme ve Satın Almalar
 
Alyapı Hizmetleri
  Gerçekleşme Tarihi Özelleşen/Satılan Kurum Satılan Payı (%) Alan Yatırımcı Alan Yatırımcının Ülkesi Satılma Bedeli ($milyon)
05.03.2008 Ankara Doğal Gaz Elek. Üretim 100 Zorlu Enerji Elek. Üretim Türkiye 510
15.03.2008 Başkent Gaz 90 Global‐ Energaz‐ ABN Amro Türkiye‐ Hollanda 1.610
  23.04.2008 Kayseri Gaz 40 EWE AG Almanya 78
06.06.2008 Özarsu Elektrik 70 Yeşil Enerji (Global) Türkiye 4
01.07.2008 Başkent Elektrik Dağıtım 100 Sabancı‐ Verbund‐ Enerjisa Türkiye‐ Avusturya 1.225
  01.07.2008 Sakarya Elektrik Dağıtım 100 AkCEZ Türkiye‐ Çek Cumhuriyeti 660
11.07.2008 Bares Elektrik Üretim 100 Italgen SpA İtalya 51
  30.07.2008 Taşyapı Enerji Grubu 50 Cogentrix Energy Amerika açıklanmadı
15.08.2008 Izgaz 90 GdF Suez Fransa 232
25.09.2008 Meram Elektrik Dağıtım 100 Alsim Alarko Türkiye 440
  25.09.2008 Aras Elektrik Dağıtım 100 Kiler Holding Türkiye 129
28.09.2008 Borasco 60 OMW Avusturya açıklanmadı
08.10.2008 Ak Enerji Üretim 37 CEZ Çek Cumhuriyeti 303
  23.10.2008 Kayseri Gaz 40 EWE AG Almanya açıklanmadı
23.10.2008 Bursa Gaz 40 EWE AG Almanya açıklanmadı
  09.12.2008 Polat Enerji 50 EdF Novelles Fransa açıklanmadı
Total 5.242
Petrol ve Gaz 
  29.07.2008 Akpet 100 Lukoil Rusya 555
08.08.2009 Akcakoca Doğal Gaz Projesi 27 Petrol Ofisi Türkiye‐ Avusturya 80
  23.08.2009 Koç Statoil 50 Aygaz Türkiye 14
Total 649
TOTAL 5.891

Kaynak: Price Waterhouse Coopers, Energy Deals 2008 Annual Review, İstanbul, 2009, ss.6- 8.

Türkiye’de önümüzdeki yıllarda enerji sektöründeki özelleştirmelerin ve


yabancı girişinin yoğun olacağı aşikârdır. Başta elektrik üretim ve dağıtımı olmak üzere
doğal gaz arama/dağıtma, kömür, yenilenebilir enerji yatırımları, petrol arama
yatırımları bu konuda başı çekecektir. Geçekleşen özelleştirmelerin ya da satın
almaların sonucunda da sektördeki yabancı payı artacaktır.
Finans ve enerji gibi bir ülkenin can damarı olan iki sektörde yabancılaşmanın
bu kadar yoğun olması dikkat çekmesi gereken bir husustur. Değişen ve gelişen dünya
şartlarına uymak şüphesiz kaçınılmaz olup, yapılacak yasal düzenlemelerin ülkenin
kaynakları dikkate alınıp ülke menfaatine göre düzenlenmelidir. Hem jeopolitik
konumu açısından hem de sahip olduğu enerji kaynakları (özellikle yenilenebilir enerji)
açısından avantajlı olan Türkiye, bu avantajını başta ödediği enerji faturasını azaltmak
için daha sonra da enerji arz güvenliği için kullanmalıdır.

150
 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ENERJİ SEKTÖRÜNDE FAALİYET GÖSTEREN ŞİRKETLERİN
YABANCI SERMAYE KULLANIMLARINA YÖNELİK ANKET
UYGULAMASI
 

4.1. Uygulamanın Amacı


Türkiye’de özellikle yaşanan 2001 krizi sonrasında piyasada faaliyet gösteren
birçok banka ve finansal kurum el değiştirip yabancı sermaye gruplarının yönetimine
geçmiştir. Şüphesiz ki, bu durum her sektörden firmayı yakından ilgilendirmektedir.
Yeni yatırım kararlarının alınmasında ya da daha önceden planlanan yatırımların devam
ettirilmesinde, yani ülkede reel sektörün finansal ihtiyaçlarının karşılanmasında oluşan
bu yeni bankacılık sektörü yapılanmasının etkilerinin olumlu ya da olumsuz olarak
ortaya konması hem literatür için hem de Türkiye’nin geleceği açısından son derece
önemli bir konudur.

Bu sebeplerden dolayı, bu çalışmada yapılan anketin amacı, seçilen (enerji


sektörü) sektörde faaliyet gösteren firmaların Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı
sermayeli bankalara bakış açısını incelemek, bu firmaların finansman ihtiyaçlarını
karşılamak için yabancı sermayeli bankaları tercih edip etmediklerini ve yabancı
bankaların Türkiye’ye yönelmeleri konusundaki bakış açılarını değerlendirmektir.
Ayrıca bu anket, seçilen sektörde faaliyet gösteren firmaların yabancı kaynak kullanım
imkânlarından yararlanma durumlarını incelerken, bunun firmaların özelliklerinden
nasıl etkilediğini de ele almaktadır.

Hem dünyada hem de Türkiye’de, tüm sektörlerin bel kemiği olan enerji
sektörünün bu uygulama için seçilmesinin sebebi, Türkiye’de her geçen gün bu sektöre
daha da önem verilmesi ve ileriki yıllarda da en büyük yatırımların yapılacağı sektörün
enerji sektörü olarak görülüyor olmasıdır. Buna ek olarak, enerjinin Türkiye’nin
jeopolitik konumu açısından stratejik olarak büyük önem arz etmesi de bu sektörün
seçilmesinin diğer önemli sebebidir.

151
4.2. Uygulamanın Metodolojisi
Uygulamanın metodolojisinde kullanılan araştırmanın modeli, enerji
sektöründe faaliyet gösteren firmaların profilinin, yabancı sermayeli bankalardan
yabancı kaynak kullanımlarında etkili olup olmadığının tespit edilmesi şeklinde
kurulmuştur.

Hazırlanan araştırma modeli üç başlıkta analiz edilmiştir. Bunlardan birincisi;


katılımcı firmaların profillerinin detaylı olarak çıkarılması, ikincisi anket sorularına
katılımcı firmaların verdiği yanıtların frekans tablolarının ve yüzdeliklerinin
belirlenmesi, üçüncüsü de firma profillerinin kullanılan değişkenlerde etkisinin varyans
analizleri (ANOVA) ile ölçüldüğü fark testlerinin yapılıp, sonuçlarının
değerlendirilmesidir.

Bu araştırmada veri toplama yöntemi olarak anket uygulaması yapılmıştır.


Şirket özellikleri ve araştırmada kullanılacak değişkenleri ölçmek üzere bir anket formu
hazırlanmış ve seçilen örneklem grubuna uygulanmıştır. Uygulama, araştırma şirketinin
uzman elemanları tarafından firma yetkilileri ile telefon görüşmesi yapılarak
gerçekleşmiştir.

Anket formu uygulanırken, firma yetkilileriyle telefonda yaklaşık 20-25 dakika


görüşme yapılmıştır. Ancak bazı firma yetkilileri, vakitlerinin yetersiz olmasından
dolayı e-mail adreslerine bu formun gönderilmesini istemişler ve formu doldurarak
yaklaşık bir hafta içerisinde geri dönüş yapmışlardır.

İstanbul Ticaret Odası’ndan ulaşılan listelerde enerji sektöründe faaliyet


gösteren 1.367 firma telefonla aranmış ancak sadece 300 firma ile anket uygulaması
yapılabilmiştir. Sonuç olarak, anketin geri dönüş oranını % 22 olmuştur.

4.3 Uygulamanın Değişkenleri


Araştırmanın uygulama kısmında, daha önceden de belirtildiği gibi Türkiye
Enerji Sektörü’nde faaliyet gösteren firmaların ülkemizde artan yabancı sermayelere
bakışını incelemek için İstanbul’da faaliyet gösteren enerji firmalarına anket
uygulanmıştır. Anket formu firma yetkililerinin rahatlıkla cevaplayabileceği, firma

152
açısından sorun yaratmayacak, cevaplayıcıyı zor durumda bırakmayacak ortalama
sorulardan hazırlanmıştır.

Uygulanan anket kısaca, enerji sektöründe faaliyet gösteren firmaların yabancı


kaynak kullanıp/kullanmadığını, kullandığı takdirde hangi tür finansal kurumları tercih
ettiğini, iş yapacağı finansal kurumların yabancı sermayeli olup/olmasının önemini,
2001 krizi sonrası ülkemizde farklı bir yapılanmaya giren finansal sisteme bakış
açılarını ve bu sistemin onlar üzerindeki etkilerini incelemektedir.

Araştırmanın anket formu üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm, araştırmaya


katılan firmaların yabancı kaynak kullanım sıklığını belirlemeye yönelik 8 madde
altında toplanmış 19 alt maddeden oluşan 5’li likert tipi sorulardan oluşmaktadır. İkinci
bölüm, katılımcı firmaların 2001 krizi sonrasında artan yabancı sermayeli banka ve
finans kurumlarına olumlu/olumsuz yönleriyle bakış açısının tespit edilmeye çalışıldığı
7 klasik sorudan oluşmaktadır. Son bölüm ise katılımcı firmaların profil özelliklerinin
öğrenilmesine yönelik hazırlanan 6 sorudan oluşmaktadır. Uygulanan anket Ek. 2’de
yer almaktadır.

4.4. Uygulamanın Sonuçları


Uygulanan anketin sonuçları üç ana bölümde incelenecektir. İlk bölüm, ankete
katılan şirketlerin profillerinin ortaya koyan soruların cevaplarını inceleyen bölümdür.
İkinci bölüm, ankete katılan enerji sektöründe faaliyet gösteren firmaların yabancı
sermayeli bankalardan finansman sağlama ile ilgili görüşlerini ortaya koyan soruların
cevaplarını inceleyen bölümdür. Bu iki bölüm; anket sorularına verilen cevapları
frekans tabloları ve grafikler ile incelemiştir. Üçüncü bölümde ise, anket sorularına fark
testleri yapılmıştır. Uygulamada üç ya da daha fazla kategoriye sahip gruplarda varyans
analizi (one way ANOVA ) kullanır. Ankette yanıtlar 5’li likert ölçeği şeklinde
alındığından, bu anket için uygun olan analiz de ANOVA’dır. Varyans analizi
yapılırken; ilgili grupların varyanslarının eşit olup olmadığına “Homogenity of
Variance” testiyle bakılmıştır. Fark görülen testlerde farklılığın kaynağını görebilmek
için de Çoklu Karşılaştırma (post-hoc) testlerinden “Bonferroni” tercih edilmiştir.

153
Bu anket, İstanbul’da faaliyet gösteren enerji sektörü firmalarına Ağustos-
Eylül 2009 döneminde uygulanmıştır.

4.4.1. Şirket Bilgileri


  Bu bölümde ankete katılan şirketlerin özelliklerini tespit etmeye yönelik sorulan
soruların cevapları, frekans tabloları oluşturularak incelenmiştir.

Tablo 55: İşletmenin Faaliyet kolu


Yüzde olarak 
Faaliyet Kolları Frekans
dağılım
Elektrik Enerjisi 105 35,00%
Hidroelektrik Enerjisi 57 19,00%
Nükleer Enerji 1 0,33%
Rüzgar Enerjisi 23 7,67%
Jeotermal Enerji 3 1,00%
Güneş Enerjisi 2 0,67%
Diğer 109 36,33%
TOPLAM 300 100,00%  

Ankete katılan firmaların %35’i elektrik enerjisi sektöründe faaliyet


göstermektedir. Hidroelektrik enerjisi sektöründe faaliyet gösteren firmaların oranı
%19, rüzgâr enerjisi sektöründe faaliyet gösteren firmaların oranı %7,67, jeotermal,
nükleer ve güneş enerjisi sektörlerinde faaliyet gösteren firmaların oranları ise
diğerlerine göre bayağı azınlıkta ve sırasıyla %1,00, %0,33 ve %0,67’dir.

Tablo 56: İşletmenin faaliyet yılı

Yüzde olarak 
Faaliyet Yılları Frekans
dağılım
1 yıldan az 7 2,33%
1‐ 5 yıl 107 35,67%
5‐ 10 yıl 69 23,00%
10‐ 20 yıl 50 16,67%
20 yıl ve üzeri 67 22,33%
TOPLAM 300 100,00%

Yukarıdaki tabloya göre ankete katılan firmaların çoğunluğu (%35,67)


sektörde 1-5 yıl arası faaliyet göstermekte iken, %23 oranındaki kısmının faaliyet süresi

154
5- 10 yıl arası, %22,33 oranındakilerin faaliyet süresi 20 yıl ve üzeri, 10-20 yıl arası
faaliyet gösteren firmaların oranı ise %16,67’dir. Azınlığın (%2,33) faaliyet yılı ise 1
yıldan az olarak ortaya çıkmaktadır. Buradan da, ankete katılan firmaların enerji
sektöründe tecrübeli oldukları sonucuna varılabilir.

Tablo 57: İşletmenin sermayesi


 
Yüzde olarak 
İşletmelerin Sermayeleri Frekans
  dağılım
100 bin TL ve altı 98 32,67%
  101 bin TL ve 250 bin TL arası 36 12,00%
251 bin TL ve 500 bin TL arası 26 8,67%
  501 bin TL ve 1 milyon TL arası 12 4,00%
1 milyon TL ve üzeri 128 42,67%
TOPLAM 300 100,00%  

Ankete katılan firmaların sermayelerine bakıldığında, yarıya yakın çoğunlunun


(%42,67) sermayesinin “1 milyon TL’nin üzerinde” olduğu görülmektedir. En düşük
seviye olarak ankette yer alan “100 bin TL ve altı” sermaye grubu ise ikinci sırada
(%32,67) yer almaktadır. Buradan da, ankete katılan şirketlerin yarısının güçlü sermaye
yapısına sahip olduğunu ve diğer yarısın aynı oranda güçlü sermaye yapısı olmadığı
sonucuna varılabilir. Yani, bu sektörde faaliyet gösteren şirketler sermaye açısından ya
çok güçlü ya da zayıf sayılabilecek durumdadır. Diğer gelir gruplarının dağılımı ise,
“101 bin TL ve 250 bin TL” arası için %12,00, “251 bin TL ve 500 bin TL” arası için
%8,67, “501 bin TL ve 1 milyon TL” arası için de %4,00 olarak tabloya yansımıştır.

Tablo 58: İşletmenin yıllık ortalama satış cirosu

Yüzde olarak 
İşletmelerin Satış Ciroları Frekans
dağılım
100 bin TL ve altı 75 26,22%
101 bin TL ve 250 bin TL arası 36 12,59%
251 bin TL ve 500 bin TL arası 13 4,55%
501 bin TL ve 1 milyon TL arası 13 4,55%
1 milyon TL ve üzeri 149 52,10%
TOPLAM 286 100,00%  

Tablodan anlaşılacağı üzere firmaların yıllık ortalama satış cirosu “1 milyon


TL’nin üzerinde” olanların oranı %52,10 olarak görülmektir ki; bu da bize katılan

155
firmaların yarısının KOBİ261 statüsünde olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan, satış
cirosu “100 bin TL ve altı” olan şahıs şirketi ya da mikro işletme statüsünde olanların
oranı da %26,22 olarak ortaya çıkmıştır. Dikkat edilirse, firmaların sermaye durumları
ile satış ciroları paralellik göstermektedir. Ayrıca, satış cirosu “101 bin TL ve 250 bin
TL arası” olanların oranı %12,59 iken “251 bin TL ve 500 bin TL arası” ile “501 bin TL
ve 1 milyon TL arası” olanların oranı da birbirine eşit ve %4,55’dir.

Tablo 59: İşletmede Çalışan Toplam Personel Sayısı


Yüzde olarak 
İşletmelerin Personel Sayısı Frekans
dağılım
1‐2 kişi 29 9,76%
3‐ 5 kişi 49 16,50%
5‐ 8 kişi 32 10,77%
8‐ 10 kişi 15 5,05%
10 kişi ve üzeri 172 57,91%
TOPLAM 297 100,00%

Yukarıdaki tablo incelendiğinde, ankete katılan firmalarda çoğunluk olarak


(%57,91) çalışan personel sayısı “10 kişi ve üzeri”dir ki; bu da ankete katılan firmaların
çoğunun yine KOBİ statüsünde olduğunu bize göstermektedir. Ayrıca, ankete katılan
firmaların %16,50’sinin çalışan personel sayısı “3-5 kişi”, %10,77’sinin çalışan sayısı
“5-8 kişi ”, %9,76’sının çalışan sayısı “1-2 kişi” ve %5,05’nin çalışan sayısı da “8-10
kişi” olarak ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak, ankete katılan tüm şirketler KOBİ statüsüne
uygundur.

                                                            
261
KOBİ: Küçük ve orta büyüklükteki işletmeler ilgili yöneltmelikte (Madde 5) aşağıdaki gibi sınıflandırılmıştır;
a) Mikro işletme: On kişiden az yıllık çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hâsılatı ya da mali bilançosu bir milyon
Türk Lirasını aşmayan çok küçük ölçekli işletmeler,
b)Küçük işletme: Elli kişiden az yıllık çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hâsılatı ya da mali bilançosu beş
milyon Türk Lirasını aşmayan işletmeler,
c) Orta büyüklükteki işletme: İki yüz elli kişiden az yıllık çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hâsılatı ya da mali
bilançosu yirmi beş milyon Türk Lirasını aşmayan işletmeler. 

156
Tablo 60: İşletmelerin hukuki yapısı

 
Yüzde olarak 
İşletmelerin Hukuki Yapısı Frekans
dağılım
Anonim Şirket 154 51,68%
Limited Şirketi 113 37,92%
Şahıs Şirketi 31 10,40%
TOPLAM 298 100,00%  

Ankete katılan işletmelerin hukuki yapılarına bakılırsa; katılanların yarısı


(%51,68) “Anonim Şirket” statüsündedir ki; Türkiye’de ticari faaliyet göstermek üzere
oluşturulan en yaygın yapılanma şeklinin “Anonim Şirket” olduğu ve yabancı sermaye
ile kurulacak şirketler için de “Anonim Şirket” şeklinde oluşum tavsiye edildiği
düşünülürse, bu da şaşırtıcı bir sonuç değildir. Enerji sektöründe yabancı sermayeli
şirketlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Ankete katılan firmaların %37,92’si
“Limited Şirket” statüsünde ve %10,40’ı da “Şahıs Şirketi” statüsünde faaliyet
göstermektedir.

4.4.2. Anket Sorularına Verilen Yanıtlar


Bu bölümde ankete katılan şirketlerin yabancı kaynak kullanımına ve
Türkiye’de artan yabancı sermayeli bankalardan yabancı kaynak kullanımına bakış
açılarını tespit etmeye yönelik sorulan soruların cevapları, frekans tabloları
oluşturularak incelenmiştir.

Tablo 61: İşletmenin Yabancı Kaynak Kullanma Durumu

Yüzde olarak 
Verilen cevaplar Frekans
dağılım
Evet 72 24,16%
Hayır 227 76,17%
TOPLAM 299 100,00%  

Yukarıdaki tablodan da görüleceği gibi ankete katılan firmaların büyük


çoğunluğu (%76,17) yabancı kaynak kullanmadıklarını beyan ederken; yalnızca
%24,16’sı yabancı kaynak kullandıklarını belirtmişlerdir. Bu sonuç, ankete katılan
firmaların güçlü sermayeleri olduğu göz önüne alındığında pek şaşırtıcı
gözükmemektedir.

157
Tablo 62: İşletmelerin Türkiye'de Faaliyet Gösteren Yerli Sermayeli Bankalardan
veya Finansman Kurumlarından Yabancı Kaynak Kullanma Dağılımı

Yüzde olarak 
Kullanım Sıklığı Frekans
dağılım
Hiç 6 8,70%
Nadiren 8 11,59%
Zaman Zaman 27 39,13%
Genellikle 15 21,74%
Her Zaman 13 18,84%
TOPLAM 69 100,00%  

Ankete katılan firmalardan yabancı sermaye kullananların büyük oranı (%91,3)


Türkiye’de faaliyet gösteren yerli sermayeli bankalardan veya finansman kurumlarından
yabancı kaynak kullandıklarını ifade etmişlerdir. Diğer taraftan, bu kurumlardan hiç
yabancı kaynak kullanmıyorum diyenlerin oranı da %8,7’dir. Sonuç olarak, yabancı
kaynak kullanan enerji sektörü firmalarının büyük çoğunluğu yerli sermayeli finansal
kurumlarını tercih etmektedir. Bu soruda özel olarak kullanma sıklığı
değerlendirildiğinde ise katılımcı firmaların en fazla seçtiği seçenek orta sıklık olan
%39,13’lük oran ile “zaman zaman” seçeneğidir.

Tablo 63: İşletmelerin Türkiye'de Faaliyet Gösteren Yabancı Sermayeli


Bankalardan ve ya Finansman Kurumlardan Yabancı Kaynak Kullanım Sıklığı

Yüzde olarak 
Kullanım Sıklığı Frekans
dağılım
Hiç 21 32,31%
Nadiren 8 12,31%
Zaman Zaman 24 36,92%
Genellikle 12 18,46%
Her Zaman 0 0,00%
TOPLAM 65 100,00%  

Ankete katılan firmalardan Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı sermayeli


bankalardan veya finansman kurumlarından yabancı kaynak kullandıklarını ifade eden
firmaların oranı toplam (nadiren, zaman zaman, genellikle) %67,69’dur. Bu sonuç,

158
Türkiye’de faaliyet gösteren yerli sermayeli bankalardan veya finans kurumlarından
kaynak kullanım sıklığı ile paralellik göstermekte iken; oran olarak bakıldığında yerli
sermayeli bankalardan kullanım oranı yabancı sermayeli bankalara göre daha yüksektir.
Ancak, bu değerlendirmede bu kurumlardan hiç kaynak kullanmayanların oranı da
küçümsenmeyecek miktardadır (%32,31). Ayrıca, genellikle kullananların oranı
%18,46, nadiren kullananların oranı ise %12,31 olarak ortaya çıkarken; her zaman bu
kurumlardan kaynak kullanan ise hiç yoktur.

Tablo 64: İşletmelerin Yurtdışında Faaliyet Gösteren Bankalardan ve ya


Finansman Kurumlarından Yabancı Sermaye Kullanım Sıklığı
 

Yüzde olarak 
 
Kullanım Sıklığı Frekans
dağılım
Hiç 21 30,88%
 
Nadiren 7 10,29%
Zaman Zaman 18 26,47%
  Genellikle 15 22,06%
Her Zaman 7 10,29%
  TOPLAM 68 100,00%  

Firmaların yurtdışında faaliyet gösteren bankalardan veya finansman


kurumlardan yabancı sermaye kullanım sıklığı tablosuna göre katılımcıların %30,88’i
bu kurumlardan hiç kaynak kullanmadığını belirtirken; %26,47’si zaman zaman bu
kaynağı kullandığını, %22,06’sı ise genellikle kullandığını açıklamıştır. Kullanım sıklığı
oranı nadiren ile her zaman olanların oranları da birbirine eşit ve %10,29’dur. Bu
sonuçlar, bir önceki tabloya (Tablo 100) paralel çıkmıştır. Katılımcıların farklı sermaye
gruplarına  ait finansal kurumlardan yabancı kaynak kullanımları ilgili son üç tablo
(Tablo 99, Tablo 100, Tablo 101) beraber değerlendirildiğinde eğilimin, Türkiye’de
faaliyet gösteren yerli sermayeli finansal kurumlara olduğu görülmektedir.

159
Tablo 65: Kullanılacak Yabancı Kaynağın Maliyetinin Yabancı sermaye Kullanma
Kararına Etkisi
 
Yüzde olarak 
Etki Derecesi Frekans
   dağılım
Hiç Etkisi Yok 0 0,00%
Kısmen Etkili 7 9,72%
  Orta Düzeyde Etkili 4 5,56%
Büyük Ölçüde Etkili 26 36,11%
  Çok Etkili 35 48,61%
TOPLAM 72 100,00%  
 

Yukarıdaki tablodan görüleceği üzere, yabancı sermaye kullanma kararında


%48,61 katılımcıya göre “kaynağın maliyeti” çok etkilidir. Bu sonuç da şaşırtıcı
değildir. Ankete katılan şirketlerin hepsinin kar amacı ile faaliyet gösteren firmalar
olduğu düşünüldüğünde kaynağın maliyetinin önemli olması kaçınılmazdır. Bu faktörün
hiçbir etkisinin olmadığını düşünen hiçbir firma yoktur. Dolayısıyla bu faktör, farklı
oranlarda firmaların yabancı sermaye kullanma kararında etkilidir. Bu faktörün etki
düzeyi dağılımları ise sırasıyla %36,1 oranında  büyük ölçüde etkili, %9,7 oranında
kısmen etkili, %5,6 oranında orta düzeyde etkilidir.

Tablo 66: Kullanılacak Yabancı Kaynağın Vade Yapısının Yabancı Sermaye


Kullanma Kararına Etkisi
 
Yüzde olarak 
Etki Derecesi Frekans 
dağılım
Hiç Etkisi Yok 5 7,25%
 
Kısmen Etkili 3 4,35%
Orta Düzeyde Etkili 0 0,00%
  Büyük Ölçüde Etkili 30 43,48%
Çok Etkili 31 44,93%
  TOPLAM   69 100,00%  

Kaynağın vade yapısının yabancı sermaye kullanma kararına etkisi


dağılımlarına bakıldığında, ankete katılan firmaların yarıya yakın oranı (%44,93) bu
faktörün çok etkili olduğunu belirtirken; diğer yarıya yakın oranı da (%43,48) bu
faktörün büyük ölçüde etkili olduğunu açıklamıştır. Bu faktörün hiç etkisi yoktur
diyenlerin oranı %7,25, kısmen etkili diyenlerinki de %4,35’dir. Bunun yanında, orta

160
düzeyde etkili diyen hiçbir katılımcı firma yoktur. Bu değişkenin de yabancı kaynak
kullanımda etkisinin büyük olması beklenen bir sonuçtur. Çünkü yabancı kaynağın vade
yapısı da en az maliyeti kadar önemlidir ve genelde vadesi uzun olan kaynaklar tercih
edilmektedir.

Tablo 67: Türkiye’nin Genel Makroekonomik Durumunun Yabancı Sermaye


Kullanma Kararına Etkisi
 

 
Yüzde olarak 
Etki Derecesi Frekans
  dağılım
Hiç Etkisi Yok 12 17,39%
Kısmen Etkili 13   18,84%
Orta Düzeyde Etkili 25 36,23%
Büyük Ölçüde Etkili 11 15,94%
 
Çok Etkili 8 11,59%
TOPLAM 69 100,00%  
 

Türkiye’nin genel makroekonomik durumunun yabancı sermaye kullanma


kararına etkisi olduğunu (kısmen etkili, orta düzeyde etkili, büyük ölçüde etkili, çok
etkili) ifade eden katılımcı firmaların toplam oranı %82,61’dir. Ankete katılan
firmaların çoğunluğu, yabancı kaynak kullanmada bu faktörün etkisi olduğunu
düşünmektedir. Ancak, bunların kendi aralarındaki dağılımına bakıldığında; çok etkili
diyenlerin oranı %11,59, büyük ölçüde etkili diyenlerin oranı %15,94, orta düzeyde
etkili diyenlerin oranı %36,23 ve kısmen etkili diyenlerin oranı da %18,84’dür. Bunlara
ek olarak, Hiç etkisinin olmadığı yönünde görüş beyan eden firmaların oranı da
%17,39’dur. Bu da beklenen bir sonuçtur çünkü makroekonomik durum kaynağın
maliyetini ve vade yapısını direk olarak etkilemektedir.

161
Tablo 68: Kaynak Veren Kurumun Yerli veya Yabancı Sermayeli Olmasının
İşletmelerin Yabancı Sermaye Kullanma Kararına Etkisi
 
Yüzde olarak 
Etki Derecesi Frekans   dağılım
Hiç Etkisi Yok 39 50,65%
Kısmen Etkili 24 31,17%
 
Orta Düzeyde Etkili 7 9,09%
Büyük Ölçüde Etkili 6 7,79%
  Çok Etkili   1 1,30%
TOPLAM 77 100,00%  

Kaynak veren kurumun yerli veya yabancı sermayeli olmasının ankete katılan
firmaların yabancı sermaye kullanım kararına etkisi, yarıdan fazla çoğunluğa (%50,65)
göre hiç yoktur. Diğer taraftan, kısmen etkili diyenlerin oranı da %31,17’dir ki; bu da
küçümsenecek bir oran değildir. Diğer seçeneklerin çoğunluğu birbirine yakındır ve bu
iki seçeneğe göre çok düşük oranlardadır. Bunlar sırası ile orta düzeyde etkili diyenlerin
oranı %9,09, büyük ölçüde etkili diyenlerin oranı %7,79 ve çok etkili diyenlerin oranı da
%1,30’dur. Buradan da, enerji sektöründe faaliyet gösteren firmalar için yabancı kaynak
alacakları kurumun sermaye sahipliliğinin yerli ya da yabancı olması çok önemli
değildir sonucu çıkabilir ancak daha önceden de bahsedildiği gibi etkili diyenlerin oranı
da az değildir.

Tablo 69: İşletmelerin Yabancı Kaynak Sağlayabilme İmkânlarının


Değerlendirilmesi

  Yü zd e o larak 
V erilen  cev ap lar Frekan s
d ağ ılım
Evet  
35 12,03%
Hayır 256 87,97%
   TOPLAM 291 100,00%  

Yukarıdaki tablodan da görüldüğü üzere ankete katılan firmalar, yabancı


kaynak bulmak istediklerinde büyük çoğunlukla (%87,97) güçlük çekmemektedirler.
Sadece katılımcıların %12,03 gibi az bir oranı, yabancı kaynak bulmada güçlük
çektiklerini belirtmiştir. Ankete katılan firmaların çoğunlukla anonim şirket olduğu göz
önüne alındığında, bu sonuç da gayet normal ve beklenen bir sonuçtur.

162
Tablo 70: Türkiye’de Artan Yabancı Sermayeli Banka ve Finansman
Kuruluşlarının İşletmelerin Yabancı Kaynak Sağlayabilme İmkânlarına Etkisi
 
Yüzde olarak 
Etki Derecesi Frekans
  dağılım
Hiç Etkisi Yok 12 32,43%
  Kısmen Etkili 6 16,22%
Orta Düzeyde Etkili 7 18,92%
  Büyük Ölçüde Etkili 2 5,41%
Çok Etkili 10 27,03%
TOPLAM 37 100,00%  
 

Türkiye’de artan yabancı sermayeli banka ve finansman kuruluşlarının


firmaların yabancı kaynak bulmada güçlük yaşamasına etkisi, ankete katılan firmaların
%32,43’üne göre hiç yoktur. Diğer taraftan, bu durumun yabancı kaynak sağlamaya
etkisi olduğunu düşünenlerin oranı da %67,57’dir. Bu da, enerji sektöründe faaliyet
gösteren firmaların yabancılaşan Türk Bankacılık Sistemi’nden etkilendiğini
göstermektedir.

Tablo 71: Türkiye’de Kredi Maliyetlerinin Yüksek Olmasının İşletmelerin


Yabancı Kaynak Sağlayabilme İmkânlarına Etkisi

  Yüzde olarak 
Etki Derecesi Frekans
dağılım
  Hiç Etkisi Yok 8 21,62%
Kısmen Etkili 5 13,51%
Orta Düzeyde Etkili 6 16,22%
 
Büyük Ölçüde Etkili 8 21,62%
Çok Etkili 10 27,03%
  TOPLAM 37 100,00%  

Türkiye’deki kredi maliyetlerinin yüksek olmasının firmaların yabancı kaynak


bulmada güçlük yaşamasına etkisi %78,38 oranında katılımcıya göre vardır. Bunların
dağılımına bakılacak olursa; çok etkili diyenlerin oranı %27,03, büyük ölçüde etkili
diyenlerin oranı %21,62, orta düzeyde etkili diyenlerin oranı %16,22 ve kısmen etkili
diyenlerin oranı da %13,51’dir. Bu da, yukarıdaki tabloda (Tablo 102) incelenen
kaynağın maliyetinin yabancı sermaye kullanma kararına etkisi ile paralel bir sonuçtur
ve maliyet faktörünün yabancı kaynak kullanmada ki önemini bir kez daha
vurgulamıştır. Diğer taraftan, etkisinin hiç olmadığını düşünenlerin oranı ise %21,62’dir

163
ki; bu oran da küçümsenmeyecek düzeydedir.

Tablo 72: İşletmelerin Kendi Bünyesindeki Yetersizliklerin Yabancı Kaynak


Sağlayabilme İmkânlarına Etkisi
 

 
Yüzde olarak 
Etki Derecesi Frekans
dağılım
Hiç Etkisi Yok  3 8,11%
Kısmen Etkili 8 21,62%
Orta Düzeyde Etkili   15 40,54%
Büyük Ölçüde Etkili 3 8,11%
Çok Etkili 8 21,62%
 
TOPLAM 37 100,00%  

Firmaların kendi bünyesindeki yetersizlikler, farklı düzeylerde toplam %91,89


oranında katılımcıya göre firmaların yabancı kaynak bulmalarında güçlük
yaşamalarında etkilidir. Ancak, büyük ölçüde etkili diyen katılımcılar ile hiç etkisi
yoktur diyen katılımcıların oranları birbirine eşit ve %8,11’dir. Buradan da, Türkiye’de
faaliyet gösteren yerli/yabancı finansal kurumların profesyonel çalıştıklarını ve
gerçekten verdikleri kredinin geri dönüşünü hemen hemen garantiledikleri sonucuna
varılabilir. 2001 krizinden sonra finansal piyasa denetleyicisi ve düzenleyicisi olan
BDDK da sektörün böyle çalışması için tedbirler almış, düzenlemeler yapmıştır ve bu
sonuç BDDK’nın muvaffak olduğunu göstermektedir.

Tablo 73: Uygulanan Şirket Politikasının Yabancı Kaynak Sağlayabilme


İmkânlarına Etkisi

 
Yüzde olarak 
Etki Derecesi Frekans
dağılım
Hiç Etkisi Yok 16   43,24%
Kısmen Etkili 4 10,81%
Orta Düzeyde Etkili 9 24,32%
Büyük Ölçüde Etkili 6   16,22%
Çok Etkili 2 5,41%
  TOPLAM 37 100,00%  

164
Uygulanan şirket politikaları, farklı düzeylerde toplam %56,76 oranında
katılımcıya göre firmaların yabancı kaynak bulmalarında güçlük yaşamalarında
etkilidir; bu da beklenen bir sonuçtur. Yabancı kaynak kullanıp/kullanmama,
kullanılacak oran vs. gibi faktörler tamamen firmaların finansman politikası ile ilgilidir.
Diğer yandan, bu faktörün hiç etkisi olmadığını düşünenlerin oranı da neredeyse
katılımcıların yarısıdır (%43,24).

Tablo 74: İşletmelerin 2001 Krizi Sonrası Türkiye’de Faaliyet Gösteren


Bankalardan Yabancı Kaynak Kullanımına Bakış Açılarının Değerlendirilmesi

Yüzde olarak 
Verilen cevaplar Frekans
dağılım
Evet 96 32,43%
Hayır 200 67,57%
TOPLAM 296 100,00%  

Uygulanan anketin sonuçlarına göre, 2001 krizi sonrası finansman sorununu


çözmek için banka kredisi kullanmayan katılımcılar yarıyı aşkın çoğunluktadır
(%67,57). Banka kredisi kullananların oranı ise %35,3’tür. Buradan da krizin etkisinin
ne kadar büyük ve güçlü olduğu görülebilmektedir. 2001 krizinde bilindiği gibi
ülkemizin finansal kurumları çökmüş ve yeniden yapılandırılmıştır. Dolayısıyla, bu
dönemde bu kurumlardan kaynak kullanmak çok cazip değildi ancak, ülkemizin
finansal kurumları bu krizden gerekli dersi almış ve günümüzde güçlü- tercih edilir
pozisyona gelmişlerdir.

Tablo 75: İşletmelerin 2001 Krizi Sonrası Türkiye'de Faaliyet Gösteren Yerli
Sermayeli Bankalardan ve ya Finansman Kurumlarından Kredi Kullanma Sıklığı
 

Verilen cevaplar
 
Frekans
Yüzde olarak 
dağılım
Hiç 10 11,90%
  Bir kere 11 13,10%
İki kere 11 13,10%
  Üç kere 11 13,10%
Daha fazla 41 48,81%
TOPLAM 84 100,00%  
 

165
Firmaların 2001 krizi sonrası Türkiye’de faaliyet gösteren yerli sermayeli
bankalardan ve ya finansman kurumlarından yabancı kaynak kullanma sıklığına
bakıldığında, ilgili kurumlardan üç kereden daha fazla kredi kullananlar yarıya yakın
çoğunluktadır (%48,81). Bir, iki ve üç kere kullananlar birbiriyle eşit oranda ve
%13,10’dur. Hiç kullanmayanların oranı ise %11,90’dır. Bu da, sektörde faaliyet
gösteren firmaların yabancı kaynak kullanımında yerli sermayeli finansal kurumları
tercih ettiklerini bir kez daha kanıtlamaktadır.

Tablo 76: İşletmelerin 2001 Krizi Sonrası Yurtdışında Faaliyet Gösteren


Bankalardan ve ya Finansman Kurumlarından Kredi Kullanma Sıklığı

Yüzde olarak 
Verilen cevaplar Frekans
dağılım
Hiç   58 69,05%
Bir kere 10 11,90%
  İki kere 7 8,33%
Üç kere 0 0,00%
Daha fazla 9 10,71%
 
TOPLAM 84 100,00%  

Firmaların 2001 krizi sonrası yurtdışında faaliyet gösteren yerli sermayeli


bankalardan ve ya finansman kurumlarından yabancı kaynak kullanma sıklığına
bakıldığında; bu kaynaktan hiç faydalanmayanların oranı %69,05 gibi yüksek bir
orandır. Buradan da, ülkemizde faaliyet gösteren finansal kurumların globalleştikleri ve
global rekabette güçlerini kanıtladıkları sonucuna varılabilinir ki; ülkemizdeki firmalar,
yabancı kaynak kullanma ihtiyacı hissettiklerinde ülke içinde kolayca bunu
halledebilmektedirler. Ancak bir, iki ve daha fazla bu şekilde kredi kullananların oranı
beraber değerlendirilirse; yaklaşık %30,95 çoğunluk yurtdışında faaliyet gösteren
finansman kurumlarından kredi kullanmıştır. Sektörde faaliyet gösteren yabancı
sermayeli firmaların varlığı göz önüne alındığında, bu sonucun da normal olduğu
söylenebilir.  

166
Tablo 77: İşletmelerin 2001 Krizi Sonrası Bankacılık Dışındaki Diğer
Finans Kurumlarından Kredi Kullanma Sıklığı

Yüzde olarak 
Verilen cevaplar Frekans
dağılım
Hiç 66 78,57%
Bir kere 1 1,19%
   İki kere 7 8,33%
Üç kere 1 1,19%
   Daha fazla 9 10,71%
TOPLAM 84 100,00%  

Ankete katılan firmalar, 2001 krizi sonrası diğer finansman kuruluşlarından


(factoring şirketleri, leasing şirketleri, yatırım şirketleri vs.) büyük çoğunlukla (%78,57)
kredi kullanmamıştır. Üç kere ve daha fazla sıklıkta bu kaynaktan kredi kullananların
oranı ise %11,90 ile ikinci sırada yer almaktadır. Bir ve iki kere kullananların oranları
birbirine eşit olup; %1,19’dur. Buradan da, bu sektörde faaliyet gösteren firmaların
yabancı kaynak kullanırken genellikle bankaları tercih ettikleri sonucuna varılabilir.

Tablo 78: İşletmelerin Banka Kredisi Sağlama Kararlarında Yüksek Faiz


Oranlarının Etki Dağılımı
 

  Yüzde olarak 
Etki Derecesi Frekans
dağılım
Hiç Etkisi Yok 11 12,64%
 
Kısmen Etkili 10 11,49%
Orta Düzeyde Etkili 13 14,94%
  Büyük Ölçüde Etkili 18 20,69%
Çok Etkili 35 40,23%
  TOPLAM 87 100,00%  

Yukarıdaki tablodan görüleceği gibi ankete katılan firmalar için banka kredisi
sağlamada yüksek faiz oranı %40,23 çoğunlukla çok etkili bir güçlük olarak çıkmıştır
ki; bu da beklenen bir sonuçtur. Yüksek faiz oranları, kredi maliyetlerini artırdığı için
kredi kullanacak firmalar açısından çok etkili bir faktördür. Ayrıca, büyük ölçüde etkili

167
diyenlerin oranı %20,69, orta düzeyde etkili diyenlerin oranı %14,94 ve kısmen etkili
diyenlerin oranı da %11,49’dur ki; etkili diyenlerin toplamı %87,36’dır. Bu faktörün hiç
etkilemediğini düşünen katılımcıların oranı ise yalnızca %12,64’dür. Banka kredisi
kullanma kararında etkisi önemli olan faiz oranları, bu değerlendirme ile de bir kez daha
ne kadar önemli bir faktör olduklarını gözler önüne sermiştir.

Tablo 79: Türkiye’de Faaliyet Gösteren Bankaların Kredi Arzında Uyguladıkları


Bürokratik İşlemlerin Fazla Olmasının İşletmelerin Kredi Talebine Olan Etkisinin
Dağılımı
 
Yüzde olarak 
Etki Derecesi Frekans
  dağılım
Hiç Etkisi Yok 13 14,94%
Kısmen Etkili 26
  29,89%
Orta Düzeyde Etkili 23 26,44%
Büyük Ölçüde Etkili 9 10,34%
  Çok Etkili 16 18,39%
TOPLAM 87 100,00%  
 

Bürokratik işlemlerin fazla olması, firmaların banka kredisi taleplerini farklı


düzeylerde toplam %85,06’lık oranda etkilemektedir. Bu faktörün hiçbir etkisi
olmadığını düşünen katılımcıların oranı da %14,94’dür. Bu faktörün etki düzeyleri
sırasıyla, kısmen (%29,89), orta düzeyde (%26,44), çok (%18,39) ve büyük ölçüde
(%10,34) olarak sıralanmaktadır ki; bu da yine Türkiye’de bankaların profesyonel
çalıştıklarının bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Bürokratik işlerin fazla olması
kurumların yaptıkları işi ciddiye aldıklarını göstermektedir.

Tablo 80: İşletmelerin Banka Kredisi Sağlama İmkânlarında Türk Bankacılık


Sektörü’nün Uyguladığı Düşük Kredi Limitlerinin Etkisinin Dağılımı
 

  Yüzde olarak 
Etki Derecesi Frekans
dağılım
  Hiç Etkisi Yok 20 22,99%
Kısmen Etkili 8 9,20%
Orta Düzeyde Etkili 28 32,18%
  Büyük Ölçüde Etkili 18 20,69%
Çok Etkili 13 14,94%
TOPLAM 87 100,00%  
 

168
Firmaların banka kredisi sağlamada Türk Bankacılık Sektörü’nün uyguladığı
düşük kredi limitlerinin262 etkisin dağılım tablosu değerlendirildiğinde, bu faktör farklı
derecelerde toplam %77,01 oranında etkilidir. Hiç etkisinin olmadığı görüşünde
olanların oranı ise %22,99’dur. Buradan da, kredinin maliyeti ve vade yapısının yanında
finansal kurumların sunduğu kredi limitlerinin de kredi alacak firmalar için önemli
olduğu kanaatine varılabilinir ki; bu da beklenen bir sonuçtur.

Tablo 81: İşletmelerin Faaliyet Gösterdikleri Sektörün Kredi Kapsamında


Olmayışının Banka Kredisi Sağlama İmkânlarına Etkisinin Dağılımı
 
Yüzde olarak 
Etki Derecesi Frekans
  dağılım
Hiç Etkisi Yok 45 51,72%
Kısmen Etkili 15   17,24%
Orta Düzeyde Etkili 15 17,24%
Büyük Ölçüde Etkili 5 5,75%
  Çok Etkili 7 8,05%
TOPLAM 87 100,00%  
 

Firmaların banka kredisi sağlamada çektiği güçlüklerden sayılabilecek, faaliyet


gösterilen sektörün kredi kapsamında olmayışının etkisi yarıdan fazla çoğunlukta
katılımcıya (%51,72) göre hiç yoktur. Bu faktörün etkisin kısmen ve orta düzeyde
olduğunu düşünen katılımcı firmaların toplam oranı (%34,48) diğer etki derecelerine
göre daha fazladır ve birbirine eşit orandadırlar. Buna ek olarak, büyük ölçüde etkili ve
çok etkili diyenlerin oranı da sırası ile %5,75 ve %8,05’dir. Buradan varılacak sonuç;
firmalar kredi alırken verilen teşviklere çok bağlı hareket etmemektedirler. Yani, ihtiyaç
duyduklarında piyasa koşullarından kaynak kullanmakta çekinmemektedirler.

                                                            
262
Bankaların işletmelere kullandırmayı planladığı kredi miktarının göreceli olarak az olmasıdır.  

169
Tablo 82: İşletmelerin Banka Kredisi Kullanma Kararında Özellikle 2001
Yılından Sonra Artan Yabancı Bankaların Kredi Politikalarının Etkisinin
Dağılımı
 

  Yüzde olarak 
Etki Derecesi Frekans
dağılım
Hiç Etkisi Yok 20   23,26%
Kısmen Etkili 26 30,23%
Orta Düzeyde Etkili 18 20,93%
Büyük Ölçüde Etkili 14   16,28%
Çok Etkili 8 9,30%
TOPLAM 86 100,00%  
 

Firmaların banka kredisi sağlamada çektiği güçlüklerden sayılan, özellikle


2001 yılından sonra artan yabancı sermayeli bankaların kredi politikalarının farklı
derecelerde toplam %76,74 oranında etkisi vardır. Ancak, bu faktörün etkisinin çok
olduğunu (büyük ölçüde etkili, çok etkili) düşünen katılımcıların oranı toplam
%25,58’dir; kısmen ve orta düzeyde etkili diyenlerin oranı ise sırası ile %30,23 ve
%20,93’dür. Hiç etkisinin olmadığını düşünenlerin oranı da %23,6 olarak
görülmektedir. Kısacası, 2001 krizi ertesinde hem yabancılaşan hem de yeniden
yapılanan bankacılık sektörünün kredi verme konusundaki tutumu değişmiş ve bundan
da sektörde faaliyet gösteren şirketler etkilenmiştir. Ancak, bu etki düzeyi çok kuvvetli
değildir.

Tablo 83: 2001 Finansal Krizi Sonrası Türkiye’de Artan Yabancı Sermayeli
Bankalar İşletmelere Finansman Açısından Avantaj / Dezavantaj Sağladı Mı?
 
Yüzde olarak 
  Frekans
dağılım
Evet, avantaj sağladı 92 30,77%
Evet, dezavantaj sağladı   52 17,39%
Ne avantaj ne de dezavantaj sağladı 155 51,84%
TOPLAM 299 100,00%  
 

2001 finansal krizi sonrası Türkiye’de artan yabancı sermayeli bankalar,


firmalara finansman açısından yarıdan fazla çoğunluğa (%51,84) göre ne avantaj ne de
dezavantaj sağlamıştır. Bu bankaların avantaj sağladığını düşünenlerin oranı %30,77
iken dezavantaj sağladığını düşünenlerin oranı ise %17,39’dur. Bu sonuç da, enerji

170
sektöründe faaliyet gösteren firmaların 2001 krizi sonrası Türk Bankacılık Sektörü’nün
yabancılaşmasından çok etkilenmediğini göstermektedir. Daha önceden de vurgulandığı
gibi, bu sektörde faaliyet gösteren firmaların küçümsenmeyecek oranının yabancı
sermaye etkisi altında olduğu düşünülürse; bu da beklen bir sonuçtur.

Tablo 84: 2001 Finansal Krizi Sonrası Türkiye’de Artan Yabancı Sermayeli
Bankalar İşletmelere Yabancı Kaynak Sağlama
Noktasında Hangi Açıdan Avantaj Sağladı?
 

Yüzde olarak 
Frekans
  dağılım
Maliyet açısından 39 41,49%
  Kredi çeşidi açısından 13 13,83%
Kredi miktarı açısından 27 28,72%
Bürokratik işler açısından 5 5,32%
  İstenilen teminatlar açısından 10 10,64%
TOPLAM 94 100,00%  
 

Tabloya bakıldığında, ankete katılan firmaların %41,49’u Türkiye’de artan


yabancı sermayeli bankaların maliyet açısından avantaj sağladığını belirtmiştir. Buna ek
olarak, %28,72’si kredi miktarı açısından, %13,83’ü kredi çeşidi açısından, %5,32’si
bürokratik işler açısından ve %10,64’dü de istenilen teminatlar açısından yabancı
sermayeli bankaların avantaj sağladığını açıklamıştır. Bu bankaların güçlü sermayelerini
göz önünde bulundurduğumuzda maliyet açısından avantaj sağlamaları normaldir.
Ancak, bu durum değerlendirilirken bu dönemde Türkiye’nin makro ekonomik
durumundaki olumlu gelişmelerin etkisi de göz ardı edilmemelidir.

Tablo 85: 2001 Finansal Krizi Sonrası Türkiye’de Artan Yabancı Sermayeli
Bankalar İşletmelere Yabancı Kaynak Sağlama Noktasında Hangi Açıdan
Dezavantaj Sağladı?
 

  Yüzde olarak 
Frekans
dağılım
Maliyet açısından   20 30,77%
Kredi çeşidi açısından 1 1,54%
Kredi miktarı açısından 6 9,23%
  Bürokratik işler açısından 22 33,85%
İstenilen teminatlar açısından 16 24,62%
TOPLAM 65 100,00%  
 

171
2001 finansal krizi sonrası Türkiye’de artan yabancı sermayeli bankalar
firmalara yabancı kaynak noktasında en fazla (%33,85) bürokratik işler açısından,
ikinci olarak (%30,77) maliyet açısından, üçüncü olarak da (%24,62) istenilen
teminatlar açısından dezavantaj sağlamıştır. Bunlara ek olarak, kredi miktarı (%9,23)
ve kredi çeşidi (%1,54) açısından dezavantaj sağladı diyenlerin oranı ise oldukça azdır.
Bu sorunun sonucu, bir önceki sorunun sonucu ile çelişiyor gibi görünse de buradan
yabancı sermayeli bankaların aslında maliyet açısından ne avantaj ne de dezavantaj
sağladığı sonucuna varılabilir. Yani, bankanın yabancı sermayeli olması sattığı ürünlere
fiyat avantajı sağlamamaktadır, bu yine bankaların kendi uyguladıkları kredi
politikalarına bağlı bir durumdur.

Tablo 86: Türkiye’de Faaliyet Gösteren Bankaların Mevcut Kredi Sistemleri


Hakkında Katılımcı İşletmelerin Görüşlerinin Dağılımı
 
Yüzde olarak 
Frekans
  dağılım
Artan yabancı sermayeli bankalar 
56 19,18%
kredi alımını zorlaştırdı
Artan yabancı sermayeli bankalar   
131 44,86%
kredi alımını kolaylaştırdı
Kredi verilen sektör sayısı çok    50 17,12%
kısıtlı
Kredi kullanırken herhangi bir 
  55 18,84%
sektör kısıtlaması yok
TOPLAM 292 100,00%  
 

Türkiye’de faaliyet gösteren bankaların mevcut kredi sistemi hakkındaki


katılımcı firmaların yarıya yakın çoğunluğu (%44,86) artan yabancı sermayeli bankalar
kredi alımını kolaylaştırmıştır görüşüne hâkimdir. Diğer taraftan, artan yabancı
sermayeli bankalar kredi alımını zorlaştırdı diyenlerin oranı %19,18’dir. Bunu takiben,
kredi kullanırken herhangi bir sektör kısıtlamasının olmadığını düşünen katılımcıların
oranı %18,84; kredi verilen sektör sayısının çok kısıtlı olduğunu düşünenlerin oranı ise
%17,12’dir. Buradan, artan yabancı sermayeli bankaların enerji sektöründe faaliyet
gösteren firmaları olumlu etkilediği sonucuna varılsa da, bu sektörde faaliyet gösteren
firmaların yabancı sahipliliğinin küçümsenmeyecek oranda olduğu göz ardı
edilmemelidir.

172
Tablo 87: Türkiye'de Faaliyet Gösteren Yabancı Bankaların Enerji Sektöründe
Faaliyet Gösteren İşletmelere Yönelik Sunduğu Hizmetlerden İşletmelerin
Yararlanma İmkânlarının Dağılımı
 

 
Frekans
Yüzde olarak 
dağılım
Gayri nakdi krediler 43 14,58%
Nakdi krediler 41 13,90%
AB Yatırım Bankası 16 5,42%
Mikro kredi/şirket kredi kartı 9 3,05%
Kullanmadı 186 63,05%
TOPLAM 295 100,00%  

Ankete katılan firmaların, Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı bankaların


enerji sektöründe faaliyet gösteren firmalara yönelik hizmetlerinden yararlanmayanların
oranı %63,05’dir. İşletmelerin en çok yararlandıkları finansal ürünler, %14,58 oranı ile
gayri nakdi krediler ve %13,90 oranı ile nakdi kredilerdir. Bunlara ek olarak, AB
Yatırım Bankası hizmetinden yararlananların oranı %5,42 iken, mikro kredi/şirket kredi
kartı hizmetinden yararlananların oranı ise %3,05’dir.

Tablo 88: Yabancı Sermayeli Bankaların Türkiye'ye Yönelmesi Hakkında


Katılımcı İşletmelerin Görüşlerinin Dağılımı
 

  Yüzde olarak 
Frekans
dağılım
Faydalı oldu  
165 55,56%
Hiçbir etkisi olmadı 38 12,79%
Negatif etkisi oldu, kredi 
  72 24,24%
alma koşulları zorlaştı
Fikrim yok 22 7,41%
  TOPLAM 297 100,00%  

Ankete katılan firmaların yarısından fazlası (%55,56), yabancı sermayeli


bankaların Türkiye’ye yönelmesinin faydalı olduğu görüşündedir. Yabancı sermayeli
bankaların Türkiye’ye yönelmesinin negatif etkisi olduğunu ve kredi alma koşullarının
zorlaştığını düşünen firmaların oranı ise %24,24’dür. Yabancı sermayeli bankaların
Türkiye’ye yönelmesinin hiçbir etkisi olmadığını düşünenlerin oranı da %12,79’dur.
Katılanların sadece %7,41’i bu konuda fikir sahibi olmadıklarını beyan etmiştir. Sonuç
olarak, genelde enerji sektöründe faaliyet gösteren firmaların ülkemizde artan yabancı

173
sermayeli bankalara bakışı olumlu gibi gözükmektedir. Bu sektörde faaliyet gösteren
firmaların yabancı sahipliliğinin küçümsenmeyecek oranda olduğu göz ardı
edilmemelidir.

Tablo 89: İşletmelerin "Yaşanan Global Mali Kriz Türkiye'de Faaliyet Gösteren
Yabancı Sermayeli Bankalara Bakış Açınızı Negatif Yönde Etkiledi" Görüşüne
Katılma Dereceleri Dağılımı
 

  Yüzde olarak 
Frekans
dağılım
Kesinlikle katılıyorum  
60 20,07%
Katılıyorum 65 21,74%
Kısmen katılıyorum 90
  30,10%
Katılmıyorum 73 24,41%
Fikrim yok 11 3,68%
TOPLAM 299 100,00%  

Katılımcı firmaların "Yaşanan global mali kriz Türkiye'de faaliyet gösteren


yabancı sermayeli bankalara bakış açınızı negatif yönde etkiledi" görüşüne katılma
dereceleri dağılımına bakıldığında, kesinlikle katılıyorum, katılıyorum ve kısmen
katılıyorum seçenekleri beraber değerlendirilirse %71,91 oranında çoğunluğun bu
görüşe katılmış olduğu görülüyor. Katılmayanların oranı ise %24,41 iken fikir beyan
etmeyenler %3,68 ile en az oran olarak tabloya yansımıştır. Sonuç olarak, 2007 – 2008
yıllarında yaşanan global krizin Türk enerji sektöründe faaliyet gösteren firmaları da
etkilediği aşikardır.

4.3.Fark Testleri
Bu bölümde, ankete katılan şirketlerin özelliklerinin, bu şirketlerin yabancı
kaynak kullanımına ve Türkiye’de artan yabancı sermayeli bankalardan yabancı kaynak
kullanımına bakış açıları üzerindeki etkilerini tespit etmek için fark testleri uygulanmış
ve bunların varyans analizleri tek tek yapılmıştır.

Tablo 90: İşletmenin Faaliyet Koluna Göre Sermaye Kaynaklarının Kullanım


Sıklıklarının Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Sermaye Kaynağı Faaliyet Kolu N Ss Kaynak KT SD OKT F P


Türkiye'de faaliyet Elektrik 37 3,1892 1,15079 Gruplar
gösteren yerli arası 2,999 3 1,000 ,725 ,541
Hidroelektrik 19 3,2632 1,19453

174
sermayeli bankalar Rüzgâr 1 3,0000 . Grup içi
veya finansman 89,610 65 1,379
Diğer 12 3,7500 1,21543
kurumları
Total 69 3,3043 1,16700 Total 92,609 68
Türkiye'de faaliyet Elektrik 33 2,2727 1,12563 Gruplar
gösteren yabancı arası 2,358 3 ,786
Hidroelektrik 19 2,4211 1,12130
sermayeli bankalar
ve ya finansman Rüzgâr 1 3,0000 . Grup içi ,604 ,615
kurumları 79,427 61 1,302
Diğer 12 2,7500 1,21543
Total 65 2,4154 1,13044 Total 81,785 64
Yurtdışında faaliyet Elektrik 33 2,9091 1,44403 Gruplar
gösteren bankalar arası 5,654 3 1,885
Hidroelektrik 19 2,5263 1,46699
veya finansman
kurumları Rüzgâr 4 3,2500 1,50000 Grup içi 122,46 ,985 ,406
64 1,914
Diğer 12 2,2500 ,96531 4
Total Total 128,11
68 2,7059 1,38282 67
8
 

İşletmenin Faaliyet koluna göre sermaye kaynakları kullanım sıklıklarının


varyans analizinde p değerleri > 0,05 olduğundan üç sermeye kaynağında da değişik
faaliyet alanlarına göre herhangi bir farklılık görülmemiştir.

Faaliyet koluna göre Türkiye’de faaliyet gösteren yerli sermayeli bankalar veya
finansman kurumlarından kaynak kullanma sıklığı aynıdır.

Faaliyet koluna göre Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı sermayeli bankalar


ve ya finansman kurumlarından kaynak kullanma sıklığı aynıdır.

Faaliyet koluna göre Yurtdışında faaliyet gösteren bankalar veya finansman


kurumlarından kaynak kullanma sıklığı aynıdır.

Tablo 91: İşletmenin Faaliyet Yılına Göre Sermaye Kaynaklarının Kullanım


Sıklıklarının Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Sermaye Kaynağı Faaliyet Yılı N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Türkiye'de faaliyet 1 yıldan az 3 3,3333 ,57735 Gruplar


gösteren yerli arası 1,495 4 ,374
sermayeli bankalar 1- 5 yıl 18 3,2778 1,44733
veya finansman 5- 10 yıl Grup içi
kurumları 14 3,5714 1,39859
91,113 64 1,424 ,263 ,901
10- 20 yıl 14 3,2857 ,82542
20 yıl + 20 3,1500 1,03999 Total
92,609 68
Total 69 3,3043 1,16700
Türkiye'de faaliyet 1 yıldan az 3 1,0000 ,00000 Gruplar 17,282 4 4,321 4,019 ,006

175
gösteren yabancı 1- 5 yıl 15 2,6667 ,89974 arası
sermayeli bankalar
ve ya finansman 5- 10 yıl 14 2,0714 ,82874 Grup içi
kurumları 64,503 60 1,075
10- 20 yıl 14 3,1429 1,02711
20 yıl + 19 2,1579 1,30227 Total
81,785 64
Total 65 2,4154 1,13044
Yurtdışında 1 yıldan az 3 4,0000 ,00000 Gruplar
faaliyet gösteren arası 18,915 4 4,729
bankalar veya 1- 5 yıl 15 2,6000 1,05560
finansman 5- 10 yıl Grup içi
kurumları 17 1,9412 1,39062
109,203 63 1,733 2,728 ,037
10- 20 yıl 14 3,1429 1,46009
20 yıl + 19 2,9474 1,39338 Total
128,118 67
Total 68 2,7059 1,38282
 

İşletmenin Faaliyet yılına göre sermaye kaynakları kullanım sıklıklarının


varyans analizinde Türkiye'de faaliyet gösteren yerli sermayeli bankalar veya
finansman kurumları’ında p değerleri > 0,05 olduğundan değişik faaliyet alanlarına göre
herhangi bir farklılık görülememiştir. Fakat Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı
sermayeli bankalar ve ya finansman kurumları ve Yurtdışında faaliyet gösteren
bankalar veya finansman kurumları maddelerinde p değeri < 0,05 olduğundan değişik
faaliyet alanlarına göre farklılık vardır.

Faaliyet yılına göre Türkiye’de faaliyet gösteren yerli sermayeli bankalar veya
finansman kurumlarından kaynak kullanma sıklığı aynıdır.

Faaliyet yılına göre Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı sermayeli bankalar ve


ya finansman kurumlarından kaynak kullanma sıklığı farklıdır. Post-hoc testlerinden
Bonferroni‘den çıkan sonuca göre farklılığın kaynağı, faaliyet süresi 1 yıldan az
(ortalama 1,00) ve 10-20 yıl (ortalama 3,14) arasında olan gruplardan geldiği tespit
edilmiştir. Faaliyet yılı 10-20 yıl olan firmalar, faaliyet yılı 1 yıldan az olan firmalara
göre Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı sermayeli bankalardan yabancı kaynak
kullanımını daha fazla yapmaktadır. Bu da beklenen bir sonuçtur ve yabancı sermayeli
bankaların yerli sermayeli bankalara göre daha sıkı kredi verme koşullarının olduğunun
ve daha profesyonel çalıştıklarının ispatıdır.

Faaliyet yılına göre Yurtdışında faaliyet gösteren bankalar veya finansman

176
kurumlarından kaynak kullanma sıklığı da farklıdır. Post-hoc testlerinden
Bonferroni‘den çıkan sonuca göre farklılığın kaynağı, faaliyet süresi 1 yıldan az
(ortalama 4,00) ve 5-10 yıl (ortalama 2,94) arasında olan firmalardan gelmektedir.
Faaliyet yılı 1 yıldan az olan firmalarda bu kurumlardan kaynak kullanım sıklığı,
faaliyet yılı 5-10 yıl olan firmaların kullanım sıklığından fazladır ki; bu da bir önceki
seçeneği desteklemektedir. Faaliyet yılı kısa olan şirketler, ülkemizde kaynak bulmakta
zorlandıkları için yurtdışı imkânlara yönelmektedir. Ayrıca, buradan enerji sektöründe
faaliyet gösteren firmaların çoğunun yabancı sermayeli olduğu sonucuna da varılabilinir
ki; kolayca gidip yurtdışında faaliyet gösteren finans kurumlarından kredi temin
edebilmektedirler.

Tablo 92: İşletmenin Sermayesine Göre Sermaye Kaynakların Kullanım


Sıklıklarının Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Sermaye Kaynağı Sermaye (TL) N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Türkiye'de faaliyet 100 bin ve altı 7 2,2857 ,75593 Gruplar


gösteren yerli arası 16,588 4 4,147
sermayeli bankalar 101 bin - 250 bin 3 3,3333 ,57735
veya finansman 251 bin - 500 bin Grup içi
kurumları 2 1,5000 ,70711
76,021 64 1,188 3,491 ,012
501 bin -
3 4,0000 ,00000
1milyon
1 milyon + 54 3,4630 1,16089 Total
92,609 68
Total 69 3,3043 1,16700
Türkiye'de 100 bin ve altı 7 1,4286 ,53452 Gruplar
faaliyet gösteren arası 20,657 4 5,164
yabancı sermayeli 101 bin - 250 bin 3 1,3333 ,57735
bankalar ve ya 251 bin - 500 bin Grup içi
finansman 2 1,0000 ,00000
kurumları 61,128 60 1,019 5,069 ,001
501 bin -
3 1,6667 ,57735
1milyon
1 milyon + 50 2,7200 1,08872 Total
81,785 64
Total 65 2,4154 1,13044
Yurtdışında 100 bin ve altı 7 1,0000 ,00000 Gruplar
faaliyet gösteren arası 39,026 4 9,757
bankalar veya 101 bin - 250 bin 3 3,3333 1,15470
finansman 251 bin - 500 bin Grup içi
kurumları 2 1,5000 ,70711
501 bin - 89,091 63 1,414 6,899 ,000
3 1,0000 ,00000
1milyon
1 milyon + 53 3,0377 1,28546 Total
128,118 67
Total 68 2,7059 1,38282
 

177
 İşletmenin sermayesine göre sermaye kaynaklarının kullanım sıklıklarının
varyans analizinde, tüm maddelerde p değerleri < 0,05 olduğundan sermaye
kaynaklarının kullanım sıklıkları farklılık göstermektedir.

Sermayesine göre Türkiye'de faaliyet gösteren yerli sermayeli bankalar veya


finansman kurumlarından kaynak kullanma sıklığı (p<0,05) farklıdır. Bonferroni
testinde bu farklılığın, sermayesi 501 bin – 1 milyon olan şirketlerle (ortalama 4,00),
251 bin - 500 bin (ortalama 1,5) ve 100 bin ve altı (ortalama 2,28) olan şirketler
arasında olduğu tespit edilmiştir.

Sermayesine göre Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı sermayeli bankalar ve


ya finansman kurumlarından kaynak kullanma sıklığı farklıdır (p<0,05). Bonferroni
testinde bu farklılık, 1 milyon ve üzeri sermayesi olan şirketler ile (ortalama 2,7)
diğerleri arasındadır. Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı sermayeli bankalar ve ya
finansman kurumlarından kaynak kullanma sıklığı diğer gruplarda daha azdır.

Sermayesine göre Yurtdışında faaliyet gösteren bankalar veya finansman


kurumlarından kaynak kullanma sıklığı farklıdır (p<0,05). Bu farklılık, sermayesi 1
milyon ve üzeri olan şirketler ile (ortalama 3,00), 100 bin ve altı (ortalama 1,00), 251
bin - 500 bin (ortalama 1,5), 501 bin – 1 milyon (ortalama 1,00) olan şirketler
arasındadır. Ayrıca, sermayesi 101 bin - 250 bin olan şirketler ile (ortalama 3,3), 100
bin ve altı (ortalama 1,00), 251 bin - 500 bin (ortalama 1,5), 501 bin – 1 milyon
(ortalama 1,00) sermayeli şirketler arasında da farklılık olduğu görülmektedir. 1 milyon
ve üzeri sermayesi olan şirketlerle, 101 bin - 250 bin sermayesi olan şirketlerin
diğerlerine göre yurtdışında faaliyet gösteren bankalar veya finansman kurumlarından
kaynak kullanma sıklığı daha fazladır.

Sonuç olarak, sermayesi güçlü olan şirketlerin yabancı kaynak elde etmesinin
daha kolay olduğu görülürken; sermayesi zayıf olan şirketlerin yurtdışında faaliyet
gösteren finansal kurumlardan kaynak kullanma sıklığının yüksek olması da bu
şirketlerin bazı özel krediler (AB Teşvik Kredileri gibi) kullanmış olabileceklerini
göstermektedir.

178
Tablo 93: İşletmenin Yıllık Ortalama Satış Cirosuna Göre Sermaye Kaynakları
Kullanım Sıklıklarının Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Sermaye Kaynağı Yıllık Ciro(TL) N Ss Kaynak KT SD OKT F P

100 bin ve altı 14 3,6429 1,33631 Gruplar


arası 9,365 4 2,341
Türkiye'de faaliyet 101 bin -250 bin 2 4,0000 ,00000
gösteren yerli 251 bin -500 bin 2 2,0000 ,00000 Grup içi
sermayeli bankalar
82,953 61 1,360 1,722 ,157
veya finansman 501 bin -1
kurumları 2 2,0000 1,41421
milyon
1 milyon + 46 3,3043 1,13274 Total
92,318 65
Total 66 3,3182 1,19175
100 bin ve altı 14 2,0714 1,14114 Gruplar
Türkiye'de arası 5,176 4 1,294
101 bin -250 bin 2 2,0000 ,00000
faaliyet
gösteren 251 bin -500 bin Grup içi
yabancı 2 2,0000 ,00000
75,533 57 1,325 ,977 ,428
sermayeli 501 bin -1
1 1,0000 .
bankalar veya milyon
finansman 1 milyon + 43 2,5581 1,18125 Total
kurumları 80,710 61
Total 62 2,3871 1,15026
100 bin ve altı 14 2,0000 1,30089 Gruplar
arası 25,042 4 6,260
101 bin -250 bin 2 1,0000 ,00000
Yurtdışında 251 bin -500 bin 2 1,0000 ,00000 Grup içi
faaliyet gösteren
102,804 60 1,713 3,654 ,010
bankalar veya 501 bin -1
finansman 1 2,0000 .
milyon
kurumları 1 milyon + Total
46 3,0652 1,34002
127,846 64
Total 65 2,6923 1,41336
 

İşletmenin yıllık cirosuna göre sermaye kaynakları kullanım sıklıklarının


varyans analizinde, Türkiye'de faaliyet gösteren yerli sermayeli bankalar veya
finansman kurumları ve Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı sermayeli bankalar veya
finansman kurumları maddelerinde p değerleri > 0,05 olduğundan anlamlı bir farklılık
görülememiştir. Ancak, yurtdışında faaliyet gösteren bankalar veya finansman
kurumları maddesinde ise p<0,05 olduğundan, işletmenin yıllık cirosuna göre sermaye
kaynakları kullanım sıklıklarının farklı olduğu görülmektedir.

Yıllık ciroya göre Türkiye'de faaliyet gösteren yerli sermayeli bankalar veya
finansman kurumlarından kaynak kullanma sıklığı aynıdır.

179
Yıllık ciroya göre Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı sermayeli bankalar ve ya
finansman kurumlarından kaynak kullanma sıklığı aynıdır.

Yıllık ciroya göre Yurtdışında faaliyet gösteren bankalar veya finansman


kurumlarından kaynak kullanma sıklığı farklıdır. Post-hoc testlerinden Bonferroni
testine göre bu farklılığın kaynağı, cirosu 1 milyon ve üzeri olan şirketlerle (ortalama
3,06) cirosu 101 bin -250 bin (ortalama 1,00) ve 251 bin -500 bin (ortalama 1,00) olan
şirketler arasındadır. Yapılan fark testlerine göre, cirosu 1 milyon ve üzeri olan
şirketlerin diğerlerine kıyasla yurtdışında faaliyet gösteren bankalar veya finansman
kurumlarından daha sık kaynak kullandığı ortaya çıkmıştır.

Tablo 94: İşletmede Çalışan Personel Sayısına Göre Sermaye Kaynakları


Kullanım Sıklıklarının Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Sermaye kaynağı Personel N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Türkiye'de faaliyet 1- 2 kişi 3 3,6667 ,57735 Gruplar


gösteren yerli arası 3,008 2 1,504
3- 5 kişi 4 2,5000 1,00000
sermayeli bankalar
1,097 ,340
veya finansman 10 kişi + Grup içi
61 3,3279 1,19333 89,109 65 1,371
kurumları
Total 68 3,2941 1,17256 Total 92,118 67
1- 2 kişi 3 3,6667 ,57735 Gruplar
Türkiye'de faaliyet arası 5,104 2 2,552
gösteren yabancı 3- 5 kişi 4 2,5000 1,00000
sermayeli bankalar 2,039 ,139
veya finansman 10 kişi + 57 2,3333 1,13913 Grup içi 76,333 61 1,251
kurumları Total Total
64 2,4063 1,13695 81,438 63
1- 2 kişi 3 2,3333 1,15470 Gruplar
Yurtdışında faaliyet arası ,430 2 ,215
gösteren bankalar 3- 5 kişi 4 2,7500 ,50000
,108 ,898
veya finansman 10 kişi + Grup içi
kurumları 60 2,7167 1,45079 127,600 64 1,994
Total 67 2,7015 1,39278 Total 128,030 66

İşletmenin personel sayısına göre sermaye kaynakları kullanım sıklıklarının


varyans analizinde, p değerleri > 0,05 olduğundan üç sermeye kaynağında değişik ciro
grupları arasında anlamlı bir farklılık görülmemiştir.

Personel sayısına göre Türkiye’de faaliyet gösteren yerli sermayeli bankalar


veya finansman kurumlarından kaynak kullanma sıklığı aynıdır.

180
Personel sayısına göre Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı sermayeli bankalar
ve ya finansman kurumlarından kaynak kullanma sıklığı aynıdır.

Personel sayısına göre Yurtdışında faaliyet gösteren bankalar veya finansman


kurumlarından kaynak kullanma sıklığı aynıdır.

Sonuç olarak, bir işletmenin personel sayısı ile yabancı kaynak kullanım
sıklığının hiçbir ilişkisi yoktur.

Tablo 95: İşletmenin Hukuki Yapısına Göre Sermaye Kaynakları Kullanım


Sıklıklarının Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Sermaye kaynağı Hukuki yapı N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Türkiye'de faaliyet Anonim Gruplar


Şirket 56 3,4107 1,20268 arası 4,314 1 4,314
gösteren yerli
sermayeli bankalar Limitet Grup içi 3,243 ,076
12 2,7500 ,86603 87,804 66 1,330
veya finansman Şirket
kurumları Total 68 3,2941 1,17256 Total 92,118 67
Türkiye'de faaliyet Anonim Gruplar
52 2,5385 1,16251 4,848 1 4,848
gösteren yabancı Şirket arası
sermayeli bankalar Limitet Grup içi 3,924 ,052
12 1,8333 ,83485 76,590 62 1,235
veya finansman Şirket
kurumları Total 64 2,4063 1,13695 Total 81,438 63
Anonim Gruplar
Yurtdışında faaliyet Şirket 55 2,9636 1,34665 arası 21,103 1 21,103
gösteren bankalar
Limitet Grup içi 12,828 ,001
veya finansman 12 1,5000 ,90453 106,927 65 1,645
Şirket
kurumları
Total 67 2,7015 1,39278 Total 128,030 66

İşletmenin hukuki yapısına göre sermaye kaynakları kullanım sıklıkları, ilk iki
seçenekte p değerleri > 0,05 olduğundan sermeye kaynakları ve değişik ciro grupları
arasında anlamlı bir farklılık görülememiştir. Ancak, son seçenekte p < 0,05
olduğundan, yurtdışında faaliyet gösteren bankalar veya finansman kurumlarından
kaynak kullanımında hukuki yapının, kaynak kullanım sıklığında farklılık yarattığı
sonucu çıkmaktadır.

Hukuki yapıya göre Türkiye'de faaliyet gösteren yerli sermayeli bankalar veya
finansman kurumlarından kaynak kullanma sıklığı aynıdır.

181
Hukuki yapıya göre Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı sermayeli bankalar ve
ya finansman kurumlarından kaynak kullanma sıklığı aynıdır.

Hukuki yapıya göre Yurtdışında faaliyet gösteren bankalar veya finansman


kurumlarından kaynak kullanma sıklığı farklıdır (p<0,05). Çoklu karşılaştırma
Bonferroni testine göre bu farkın anonim şirket ile (ortalama 2,96), limited şirket
(ortalama 1,5) arasında olduğu görülmektedir. Anonim şirketler, limited şirketlere göre
yurtdışında faaliyet gösteren bankalar veya finansman kurumlarından daha sık yabancı
kaynak kullanmaktadır. Türk enerji sektöründe faaliyet gösteren yabancı sermayeli
şirketlerinin hepsinin hukuki yapısının anonim şirket olduğu göz önüne alınırsa, çıkan
bu sonuç normaldir.

Tablo 96: İşletmenin Faaliyet Koluna Göre Yabancı Sermeye Kullanmada Etkili
Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu

Faktörler Faaliyet Kolu N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Kaynağın Elektrik 37 4,4054 ,89627 Gruplar


maliyeti arası 6,870 3 2,290
Hidroelektrik 19 4,0526 ,97032
Rüzgâr 4 5,0000 ,00000 Grup içi 2,775 ,048
56,116 68 ,825
Diğer 12 3,7500 ,96531
Total 72 4,2361 ,94187 Total 62,986 71
Kaynağın Elektrik 37 4,1081 1,26455 Gruplar
vade yapısı arası ,382 3 ,127
Hidroelektrik 19 4,2632 ,93346
Rüzgâr 1 4,0000 . Grup içi ,096 ,962
86,168 65 1,326
Diğer 12 4,0833 1,08362
Total 69 4,1449 1,12819 Total 86,551 68
Genel makro Elektrik 37 2,9730 ,95703 Gruplar
2,872 3 ,957
ekonomik Hidroelektrik 19 2,8947 1,59495 arası
durum Rüzgâr 1 3,0000 . Grup içi ,624 ,602
99,679 65 1,534
Diğer 12 2,4167 1,37895
Total 69 2,8551 1,22805 Total 102,551 68
Kaynak veren Elektrik 38 1,6579 ,99394 Gruplar
kurumun yerli arası 4,849 3 1,616
Hidroelektrik 19 2,2105 ,97633
ve ya yabancı
Rüzgâr 4 1,7500 ,50000 Grup içi 1,676 ,180
sermayeli 70,398 73 ,964
olması Diğer 16 1,5625 1,03078
Total 77 1,7792 ,99503 Total 75,247 76

İşletmenin Faaliyet koluna göre yabancı sermeye kullanmada etkili olan


faktörlerden kaynağın maliyeti hariç diğer maddelerde p değerleri > 0,05 olduğundan

182
varyans analizinde anlamlı farklık gözlemlenmemiştir. Kaynağın maliyetinde ise p <
0,05 olduğundan farklılık gözlenmiştir.

Faaliyet koluna göre kaynağın maliyeti farklılık göstermektedir. Yapılan


Bonferroni testine göre diğer kolda faaliyet gösteren şirketler için (ortalama 3,75),
elektrik, hidroelektrik, rüzgâr alanında faaliyet gösteren şirketlere göre kaynağın
maliyeti daha az etkilidir. Bu da beklenen bir sonuçtur. Çünkü Türkiye enerji
sektöründe faaliyet gösteren firmaların çoğu elektrik, hidroelektrik ve rüzgâr alanında
faaliyet göstermektedir. Dolayısıyla, bunların kaynak kullanım sıklığı da daha fazla
olur.

Faaliyet koluna göre kaynağın vade yapısı aynıdır.

Faaliyet koluna göre genel makro ekonomik durum aynıdır.

Faaliyet koluna göre kaynak veren kurumun yerli ve ya yabancı sermayeli


olması değişkenlik göstermemiştir.

Tablo 97: İşletmenin Faaliyet Yılına Göre Yabancı Sermeye Kullanmada Etkili
Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Faktörler Faaliyet Yılı N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Kaynağın 1 yıldan az 3 4,3333 ,57735 Gruplar


maliyeti arası 7,390 4 1,848
1- 5 yıl 18 4,5556 ,98352
5- 10 yıl 17 4,1765 ,95101 Grup içi
55,596 67 ,830 2,227 ,075
10- 20 yıl 14 3,6429 1,21574
20 yıl ve üzeri 20 4,4000 ,50262 Total
62,986 71
Total 72 4,2361 ,94187
Kaynağın 1 yıldan az 3 4,0000 ,00000 Gruplar
vade yapısı arası 4,525 4 1,131
1- 5 yıl 18 4,2778 ,95828
5- 10 yıl 14 4,1429 ,77033 Grup içi
82,025 64 1,282 ,883 ,479
10- 20 yıl 14 4,5000 1,09193
20 yıl ve üzeri 20 3,8000 1,50787 Total
86,551 68
Total 69 4,1449 1,12819
Genel 1 yıldan az 3 3,0000 ,00000 Gruplar
makroekono arası 7,963 4 1,991 1,347 ,262
mik durum 1- 5 yıl 18 2,9444 1,34917

183
5- 10 yıl 14 3,4286 1,01635 Grup içi
94,587 64 1,478
10- 20 yıl 14 2,6429 1,15073
20 yıl ve üzeri 20 2,5000 1,31789 Total
102,551 68
Total 69 2,8551 1,22805
Kaynak 1 yıldan az 3 1,3333 ,57735 Gruplar
veren arası 1,913 4 ,478
kurumun 1- 5 yıl 26 1,8077 ,84943
yerli veya 5- 10 yıl Grup içi
yabancı 14 1,5714 ,75593
sermayeli 73,334 72 1,019 ,470 ,758
10- 20 yıl 14 2,0000 1,24035
olması
20 yıl ve üzeri 20 1,8000 1,06066 Total
75,247 76
Total 77 1,7792 ,98381

İşletmenin faaliyet yılına göre yabancı sermeye kullanmada etkili olan


faktörlerin varyans analizinde p değerleri > 0,05 olduğundan faktörlerde anlamlı farklık
gözlemlenmemiştir.

Faaliyet yılına göre kaynağın maliyeti aynıdır.

Faaliyet yılına göre kaynağın vade yapısı aynıdır.

Faaliyet yılına göre genel makro ekonomik durum aynıdır.

Faaliyet yılına göre kaynak veren kurumun yerli ve ya yabancı sermayeli


olması değişkenlik göstermemiştir.

Tablo 98: İşletmenin Sermayesine Göre Yabancı Sermeye Kullanmada Etkili Olan
Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Sermaye Kaynağı Sermaye (TL) N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Kaynağın maliyeti 100 bin ve altı 7 3,8571 1,46385 Gruplar


arası 10,787 4 2,697
101 bin -250
3 4,3333 ,57735
bin
251 bin -500 Grup içi
2 3,5000 2,12132
bin 3,461 ,012
52,199 67 ,779
501 bin -1
3 2,6667 ,57735
milyon
1 milyon + 57 4,3860 ,77354 Total
62,986 71
Total 72 4,2361 ,94187
Kaynağın vade 100 bin ve altı 7 1,7143 1,11270 Gruplar 50,955 4 12,739 22,904 ,000

184
yapısı 101 bin -250 arası
3 4,3333 ,57735
bin
251 bin -500 Grup içi
2 3,0000 2,82843
bin
35,595 64 ,556
501 bin -1
3 4,0000 ,00000
milyon
1 milyon + 54 4,5000 ,60657 Total
86,551 68
Total 69 4,1449 1,12819
Genel 100 bin ve altı 7 3,2857 1,60357 Gruplar
makroekonomik arası 2,974 4 ,744
durum 101 bin -250
3 3,0000 ,00000
bin
251 bin -500 Grup içi
2 2,0000 1,41421
bin ,478 ,752
99,577 64 1,556
501 bin -1
3 3,0000 ,00000
milyon
1 milyon + 54 2,8148 1,24498 Total
102,551 68
Total 69 2,8551 1,22805
Kaynak veren 100 bin ve altı 8 2,7500 1,38873 Gruplar
kurumun yerli veya arası 14,910 4 3,728
yabancı sermayeli 101 bin -250
6 1,6667 ,51640
olması bin
251 bin -500 Grup içi
5 2,4000 1,51658
bin 4,448 ,003
60,336 72 ,838
501 bin -1
3 2,6667 ,57735
milyon
1 milyon + 55 1,5455 ,81236 Total
75,247 76
Total 77 1,7792 ,99503

İşletmenin sermayesine göre yabancı sermeye kullanmada etkili olan faktörlerin


varyans analizinde, genel makroekonomik durum maddesinde p > 0,05 olduğundan bu
faktörlerde anlamlı farklık gözlemlenmezken; diğer üç faktörde p < 0,05 olduğundan
farklılık vardır.

Sermayesine göre kaynağın maliyetinden etkilenme farklıdır. Bu farklılık


yapılan Bonferroni testine göre, sermayesi 1 milyon TL ve üzeri olan şirketler ile
(ortalama 4,38), sermayesi 501 bin -1 milyon (ortalama 2,6) şirketler arasındadır. Yani,
sermayesi 1 milyon TL ve üzeri olan şirketler, sermayesi 501 bin -1 milyon olan
şirketlere göre daha çok etkilenmektedir. Buradan, sermayesi 1 milyon TL ve üzeri olan
şirketlerin daha fazla yabancı kaynak kullandığı sonucuna varılabilir.

Sermayesine göre kaynağın vade yapısı p < 0,05 olduğundan farklıdır. Bu


farklılık Bonferroni testine göre, sermayesi 1 milyon TL ve üzeri (ortalama 4,5) olanlar
ile sermayesi 100 bin ve altı (ortalama 1,7) olanlar arasındadır. Bu, beklenen bir

185
sonuçtur ki; güçlü sermayeye sahip olan şirketler daha avantajlı vade yapıları ile kaynak
kullanma imkânı elde edebilirler.

Sermayesine göre genel makro ekonomik durum farklılık göstermemektedir.

Sermayesine göre kaynak veren kurumun yerli ve ya yabancı sermayeli olması


farklılık göstermiştir (p<0,05). Bonferroni testine göre bu farklılık, sermayesi 100 bin
ve daha az (ortalama 2,7) olan ile 1 milyon TL ve üzeri (ortalama 1,5) olan şirketler
asında tespit edilmiştir. Sonuç olarak, sermayesi güçlü olan şirketler yabancı sermayeli
kurumlardan daha kolay kaynak kullanabilmektedir, dolayısıyla kaynak kullanım sıklığı
fazladır.

Tablo 99: İşletmenin Yıllık Satış Cirosuna Göre Yabancı Sermeye Kullanmada
Etkili Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Faktörler Yıllık ciro (TL) N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Kaynağın 100 bin ve altı 14 4,3571 ,63332 Gruplar


maliyeti arası 14,670 4 3,667
101 bin -250 bin 2 3,0000 ,00000
251 bin -500 bin 2 2,0000 ,00000 Grup içi
46,490 64 ,726 5,049 ,001
501 bin -1 milyon 2 3,5000 2,12132
1 milyon + 49 4,3265 ,87530 Total
61,159 68
Total 69 4,2029 ,94837
Kaynağı 100 bin ve altı 14 4,2143 ,42582 Gruplar
n vade arası 12,802 4 3,200
yapısı 101 bin -250 bin 2 4,0000 ,00000
251 bin -500 bin 2 2,0000 ,00000 Grup içi
73,683 61 1,208 2,650 ,06
501 bin -1 milyon 2 3,0000 2,82843
1 milyon + 46 4,2826 1,18627 Total
86,485 65
Total 66 4,1515 1,15349
Genel 100 bin ve altı 14 3,4286 1,08941 Gruplar
makroeko arası 11,720 4 2,930
nomik 101 bin -250 bin 2 3,0000 ,00000
durum 251 bin -500 bin Grup içi
2 1,0000 ,00000
88,537 61 1,451 2,019 ,103
501 bin -1 milyon 2 2,5000 2,12132
1 milyon + 46 2,8261 1,23476 Total
100,258 65
Total 66 2,8939 1,24194
Kaynak 100 bin ve altı 18 1,7222 ,95828 Gruplar
veren arası 9,967 4 2,492 2,532 ,052
kurumun 101 bin -250 bin 2 3,0000 ,00000

186
yerli ve ya 251 bin -500 bin 2 2,0000 ,00000 Grup içi
yabancı 64,962 66 ,984
sermayeli 501 bin -1 milyon 2 3,5000 2,12132
olması
1 milyon + 47 1,6383 ,98743 Total
74,930 70
Total 71 1,7606 1,03461

İşletmenin yıllık satış cirosuna göre yabancı sermeye kullanmada etkili olan
faktörlerin varyans analizinde (kaynağın maliyeti ve kaynağın vade yapısı hariç) p
değerleri > 0,05 olduğundan faktörlerde anlamlı farklık gözlemlenmemiştir. Ancak,
kaynağın maliyetinde ve kaynağın vade yapısında farklılık vardır.

Ciroya göre yabancı sermaye kullanmada kaynağın maliyeti farklılık


göstermektedir. Bu farklılık, yapılan Bonferroni testine göre cirosu 100 bin TL ve altı
(ortalama 4,35) olan şirketler ile cirosu 1 milyon TL ve üzeri (ortalama 4,32) olan
şirketler için geçerlidir. Yani, bu iki gruba giren şirketler diğer gruplardan farklıdır.
Çünkü kaynağın maliyeti en fazla büyük şirketleri ve küçük şirketleri etkilemektedir.

Ciroya göre kaynağın vade yapısı farklılık göstermemiştir.

Ciroya göre genel makro ekonomik durum farklılık göstermemiştir.

Ciroya göre kaynak veren kurumun yerli ve ya yabancı sermayeli olması


farklılık göstermemiştir.

Tablo 100: İşletmede Çalışan Kişi Sayısına Göre Yabancı Sermeye Kullanmada
Etkili Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Ölçek Personel N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Kaynağın 1- 2 kişi 3 5,0000 ,00000 Gruplar


maliyeti arası 1,894 2 ,947
3- 5 kişi 4 4,2500 1,50000
5- 8 kişi 0 . . Grup içi 1,065 ,351
10 kişi ve + 60,500 68 ,890
64 4,1875 ,92367
Total 71 4,2254 ,94411 Total 62,394 70
Kaynağın 1- 2 kişi 3 4,0000 ,00000 Gruplar
vade yapısı arası 3,419 2 1,710 1,349 ,267
3- 5 kişi 4 3,2500 1,50000

187
5- 8 kişi 0 . . Grup içi
10 kişi ve + 82,389 65 1,268
61 4,1967 1,12279
Total 68 4,1324 1,13169 Total 85,809 67
Genel makro 1- 2 kişi 3 3,3333 1,15470 Gruplar
ekonomik arası 11,441 2 5,720
durum 3- 5 kişi 4 1,7500 ,50000
5- 8 kişi 0 . . Grup içi 4,082 ,051
10 kişi ve + 91,089 65 1,401
61 2,8525 1,20880
Total 68 2,8529 1,23705 Total 102,529 67
Kaynak veren 1- 2 kişi 6 2,5000 1,22474 Gruplar
kurumun yerli arası 7,822 3 2,607
ve ya yabancı 3- 5 kişi 5 2,6000 1,34164
sermayeli 5- 8 kişi Grup içi 2,810 ,055
olması 1 1,0000 .
66,809 72 ,928
10 kişi ve + 64 1,6719 ,90947
Total 76 1,7895 ,99754 Total 74,632 75

İşletmenin personel sayısına göre yabancı sermeye kullanmada etkili olan


faktörlerin varyans analizinde p değerleri > 0,05 olduğundan faktörlerde anlamlı farklık
gözlemlenmemiştir.

Personel sayısına göre kaynağın maliyeti farklılık göstermemiştir.

Personel sayısına göre kaynağın vade yapısı farklılık göstermemiştir.

Personel sayısına göre genel makro ekonomik durum farklılık göstermemiştir.

Personel sayısına göre kaynak veren kurumun yerli ve ya yabancı sermayeli


olması farklılık göstermemiştir.

Tablo 101: İşletmenin Hukuki Yapısına Göre Yabancı Sermeye Kullanmada Etkili
Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Faktörler Hukuki Yapı N Ss Kaynak KT SD OKT F P


Kaynağın Anonim Şirket 59 4,2881 ,83151 Gruplar
maliyeti arası 1,376 1 1,376
Limitet Şirket 1,556 ,216
12 3,9167 1,37895
Grup içi 61,018 69 ,884
Total 71 4,2254 ,94411 Total 62,394 70
Anonim Şirket 56 4,4464 ,76085 Gruplar
Kaynağın vade arası 31,303 1 31,303
yapısı Limitet Şirket 12 2,6667 1,43548 37,90 ,000
Grup içi 54,506 66 ,826
Total 68 4,1324 1,13169 Total 85,809 67

188
Anonim Şirket 56 2,8750 1,26581 Gruplar
Genel makro arası ,154 1 ,154
Ekonomik Limitet Şirket 12 2,7500 1,13818 ,100 ,753
durum Grup içi 102,375 66 1,551
Total 68 2,8529 1,23705 Total 102,529 67
Kaynak veren Anonim Şirket 63 1,6032 ,88972 Gruplar
kurumun yerli arası 15,886 2 7,943
ve ya yabancı Limitet Şirket
12 2,8333 ,93744 9,870 ,000
sermayeli Grup içi 58,746 73 ,805
olması Total 76 1,7895 ,99754 Total 74,632 75

İşletmenin hukuki yapısına göre yabancı sermeye kullanmada etkili olan


faktörlerin varyans analizinde (kaynağın vade yapısı ve kaynak veren kurumun yerli ve
ya yabancı sermayeli olması hariç) p değerleri > 0,05 olduğundan faktörlerde anlamlı
farklık gözlemlenmemiştir.

Hukuki yapısına göre kaynağın maliyeti farklılık göstermemiştir.

Hukuki yapısına göre kaynağın vade yapısında p < 0,05 olduğundan farklılık
vardır. Bu farklılık, yapılan Bonferroni testine göre anonim şirket (ortalama 4,4) ile
limited şirket (ortalama 2,6) arasındadır ki; bu da beklenen bir sonuçtur. Anonim
şirketler, limited şirketlere göre daha avantajlı vade yapılarında kaynak kullanma
imkânına sahip olduğu için kaynak kullanım sıklıkları da daha fazla olmaktadır.

Hukuki yapısına genel makro ekonomik durum farklılık göstermemiştir.

Hukuki yapısına kaynak veren kurumun yerli ve ya yabancı sermayeli


olmasında p<0,05 olduğundan farklılık göstermiştir. Bu farklılık, yapılan Bonferroni
testine göre limited şirket (ortalama 2,8) ile anonim şirket (ortalama 1,6) arasındadır ki,
bu da beklenen bir sonuçtur. Anonimin şirketlerin, limited şirketlere göre her türlü
kurumdan kaynak kullanma imkânının daha fazla olduğu burada da ortaya çıkmıştır.

Tablo 102: İşletmenin Faaliyet Alanına Göre Yabancı Kaynak Bulamamada Etkili
Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Faktörler Faaliyet alanı N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Elektrik 17 3,0000 1,73205 10,270 3 3,423 1,345 ,277


Ülkemizde Gruplar

189
artan yabancı Hidroelektrik 4 2,0000 ,81650 arası
sermayeli
banka ve Rüzgâr 2 1,0000 ,00000 Grup içi 84,000 33 2,545
finansman
kuruluşları Diğer 14 3,0000 1,61722
Total 94,270 36
Total 37 2,7838 1,61821

Elektrik 17 3,1765 1,87867


Gruplar
4,098 3 1,366
arası
Hidroelektrik 4 3,7500 1,25831
Ülkemizdeki
kredi
Rüzgâr 2 2,0000 ,00000 Grup içi 79,578 33 2,411 ,566 ,641
maliyetlerinin
yüksek olması
Diğer 14 3,2143 1,18831
Total 83,676 36
Total 37 3,1892 1,52457

Şirketinizin Elektrik 17 3,0588 1,24853


Gruplar
kendi 13,419 3 4,473
arası
bünyesindeki Hidroelektrik 4 2,7500 ,95743
yetersizlikler
Rüzgâr 2 1,0000 ,00000 Grup içi 40,905 33 1,240 3,609 ,051

Diğer 14 3,6429 1,00821


Total 54,324 36
Total 37 3,1351 1,22842

Uyguladığınız Elektrik 17 2,0588 1,47778


Gruplar
şirket 8,539 3 2,846
arası
politikanız Hidroelektrik 4 3,2500 ,50000

Rüzgâr 2 1,0000 ,00000 Grup içi 55,191 33 1,672 1,702 ,186

Diğer 14 2,5000 1,22474


Total 63,730 36
Total 37 2,2973 1,33052

İşletmenin faaliyet alanına göre yabancı kaynak bulamamada etkili olan


faktörlerin varyans analizinde p değerleri > 0,05 olduğundan anlamlı farklık
gözlemlenmemiştir.

Faaliyet koluna göre Türkiye’de artan yabancı sermayeli banka ve finansman


kuruluşları faktörü farklılık göstermemiştir.

Faaliyet koluna göre Türkiye’deki kredi maliyetlerinin yüksek olması faktörü


farklılık göstermemiştir.

190
Faaliyet koluna göre şirketin kendi bünyesindeki yetersizlikler faktörü farklılık
göstermemiştir.

Faaliyet koluna göre uygulanan şirket politikası faktörü farklılık


göstermemiştir.

Tablo 103: İşletmenin Faaliyet Yılına Göre Yabancı Kaynak Bulamamada Etkili
Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Faktörler Faaliyet Yılı N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Ülkemizde 1 yıldan az 2 1,0000 ,00000 Gruplar


artan yabancı arası 9,729 4 2,432
sermayeli 1- 5 yıl 4 3,2500 ,50000
banka ve 5- 10 yıl 4 2,2500 1,50000 Grup içi
finansman 84,541 32 2,642
10- 20 yıl ,921 ,464
kuruluşları 10 2,7000 2,00278
20 yıl ve üzeri 17 3,0588 1,59963 Total
94,270 36
Total 37 2,7838 1,61821
Ülkemizdeki 1 yıldan az 2 5,0000 ,00000 Gruplar
kredi arası 13,511 4 3,378
maliyetlerinin 1- 5 yıl 4 3,2500 1,25831
yüksek olması 5- 10 yıl Grup içi
4 4,2500 ,50000
70,165 32 2,193 1,540 ,214
10- 20 yıl 10 2,9000 1,44914
20 yıl ve üzeri 17 2,8824 1,69124 Total
83,676 36
Total 37 3,1892 1,52457
Şirketinizin kendi 1 yıldan az 2 2,60000 ,00000 Gruplar
bünyesindeki arası 18,310 4 4,577
yetersizlikler 1- 5 yıl 4 2,7500 ,95743
5- 10 yıl 4 2,6000 1,29099 Grup içi
36,015 32 1,125 4,067 ,009
10- 20 yıl 10 2,5000 ,84984
20 yıl ve üzeri 17 3,8824 1,16632 Total
54,324 36
Total 37 3,1351 1,22842
Uyguladığınız 1 yıldan az 2 1,0000 ,00000 Gruplar
şirket politikanız arası 4,300 4 1,075
1- 5 yıl 4 2,2500 ,50000
5- 10 yıl 4 2,7500 1,50000 Grup içi
59,429 32 1,857 ,579 ,680
10- 20 yıl 10 2,4000 ,96609
20 yıl ve üzeri 17 2,2941 1,64942 Total
63,730 36
Total 37 2,2973 1,33052

191
İşletmenin faaliyet yılına göre yabancı kaynak bulamamada etkili olan
faktörlerin varyans analizinde (şirketin kendi bünyesindeki yetersizlikler hariç) p
değerleri > 0,05 olduğundan faktörlerde anlamlı farklık gözlemlenmemiştir.

Faaliyet yılına göre Türkiye’de artan yabancı sermayeli banka ve finansman


kuruluşları faktörü farklılık göstermemiştir.

Faaliyet yılına göre Türkiye’deki kredi maliyetlerinin yüksek olması faktörü


farklılık göstermemiştir.

Faaliyet yılına göre şirketin yabancı kaynak bulamamada, kendi bünyesindeki


yetersizlikler maddesinde p<0,05 olduğundan farklılık vardır. Bu farklılık, yapılan
Bonferroni testine göre faaliyet süresi 20 yıl ve üzeri olan şirketler (ortalama 3,8) ile
faaliyet süresi 10-20 yıl arası şirketler (ortalama 2,5) arasındadır.

Faaliyet yılına göre uygulanan şirket politikası faktörü farklılık göstermemiştir.

Tablo 104: İşletmenin Personel Sayısına Göre Yabancı Kaynak Bulamamada


Etkili Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Faktörler Personel N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Ülkemizde 1- 2 kişi 4 2,5000 1,00000 Gruplar


artan arası 24,398 3 8,133
yabancı 3- 5 kişi 6 4,3333 1,21106
sermayeli 5- 8 kişi Grup içi
banka ve 1 3,0000 .
finansman 69,872 33 2,117 3,841 ,058
8- 10 kişi 26 2,6923 1,54322
kuruluşları
10 kişi ve + 37 2,7838 1,61821 Total
94,270 36
Total 4 2,0000 1,41421
Ülkemizdeki 1- 2 kişi 6 3,6667 ,81650 Gruplar
kredi arası 10,304 3 3,435
maliyetlerini 3- 5 kişi 1 5,0000 .
n yüksek 5- 8 kişi Grup içi
olması 26 3,1923 1,60048
73,372 33 2,223 1,545 ,221
8- 10 kişi 37 3,1892 1,52457
10 kişi ve + 4 2,7500 ,50000 Total
83,676 36
Total 6 3,0000 ,63246
Şirketinizin 1- 2 kişi 1 3,0000 . Gruplar
kendi arası ,959 3 ,320
bünyesindeki 3- 5 kişi 26 3,2308 1,42289 ,198 ,897
yetersizlikler 5- 8 kişi Grup içi
37 3,1351 1,22842 53,365 33 1,617

192
8- 10 kişi 4 3,5000 ,57735
10 kişi ve + 6 2,8333 ,40825 Total
54,324 36
Total 1 1,0000 .
Uyguladığınız 1- 2 kişi 26 2,0385 1,42775 Gruplar
şirket arası 10,935 3 3,645
politikanız 3- 5 kişi 37 2,2973 1,33052
5- 8 kişi 3 2,6667 ,57735 Grup içi
52,795 33 1,600 2,278 ,098
8- 10 kişi 1 1,0000 .
10 kişi ve + 13 2,5385 1,56074 Total
63,730 36
Total 20 2,6500 1,38697

İşletmenin personel sayısına göre yabancı kaynak bulamamada etkili olan


faktörlerin varyans analizinde p değerleri > 0,05 olduğundan faktörlerde anlamlı farklık
gözlemlenmemiştir.

Personel sayısına göre Türkiye’de artan yabancı sermayeli banka ve finansman


kuruluşları faktörü farklılık göstermemiştir.

Personel sayısına göre Türkiye’deki kredi maliyetlerinin yüksek olması faktörü


farklılık göstermemiştir.

Personel sayısına göre şirketin kendi bünyesindeki yetersizlikler farklılık


göstermemiştir.

Personel sayısına göre uygulanan şirket politikası farklılık göstermemiştir.

Tablo 105: İşletmenin Hukuki Yapısına Göre Yabancı Kaynak Bulamamada Etkili
Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Faktörler Hukuki yapı N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Ülkemizde artan Anonim Şirket 27 2,6667 1,51911 Gruplar


yabancı arası 2,270 2 1,135
sermayeli banka Limitet Şirket 9 3,0000 2,00000
ve finansman ,420 ,661
Şahıs Şirketi 1 4,0000 . Grup içi 92,000 34 2,706
kuruluşları
Total 37 2,7838 1,61821 Total 94,270 36
Ülkemizdeki Anonim Şirket 27 3,2222 1,57708 Gruplar
kredi arası 1,453 2 ,727 ,301 ,742
maliyetlerinin Limitet Şirket 9 3,2222 1,48137

193
yüksek olması Şahıs Şirketi 1 2,0000 . Grup içi 82,222 34 2,418
Total 37 3,1892 1,52457 Total 83,676 36
Şirketinizin Anonim Şirket 27 3,1852 1,41522 Gruplar
kendi arası 1,361 2 ,681
bünyesindeki Limitet Şirket 9 2,8889 ,33333
yetersizlikler ,437 ,650
Şahıs Şirketi 1 4,0000 . Grup içi 52,963 34 1,558
Total 37 3,1351 1,22842 Total 54,324 36
Uyguladığınız Anonim Şirket 27 2,0741 1,41220 Gruplar
şirket politikanız arası 5,878 2 2,939
Limitet Şirket 9 3,0000 ,86603
1,727 ,193
Şahıs Şirketi 1 2,0000 . Grup içi 57,852 34 1,702
Total 37 2,2973 1,33052 Total 63,730 36
 

İşletmenin hukuki yapısına göre yabancı kaynak bulamamada etkili olan


faktörlerin varyans analizinde p değerleri > 0,05 olduğundan faktörlerde anlamlı farklık
gözlemlenmemiştir.

İşletmenin hukuki yapısına göre Türkiye’de artan yabancı sermayeli banka ve


finansman kuruluşları faktörü farklılık göstermemiştir.

İşletmenin hukuki yapısına göre Türkiye’deki kredi maliyetlerinin yüksek


olması faktörü farklılık göstermemiştir.

İşletmenin hukuki yapısına göre şirketin kendi bünyesindeki yetersizlikler


farklılık göstermemiştir.

İşletmenin hukuki yapısına göre uygulanan şirket politikası farklılık


göstermemiştir.

Tablo 106: İşletmenin Faaliyet Koluna Göre Banka Kredisi Sağlayamamadaki


Etkili Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Faktörler Faaliyet Alanı N Ss Kaynak KT SD OKT F P


Yüksek faiz Elektrik 38 3,8421 1,02736 Gruplar
oranları arası 9,938 4 2,485
Hidroelektrik 18 3,7778 1,55509
Rüzgâr 3 4,3333 ,57735 Grup içi 1,227 ,306
166,016 82 2,025
Güneş 1 2,0000 .
Diğer 27 3,2593 1,81007 Total 175,954 86

194
Total 87 3,6437 1,43038
Bürokratik Elektrik 38 3,1579 1,40513 Gruplar
işlemlerin fazla arası 10,779 4 2,695
olması Hidroelektrik 18 2,4444 1,24722
Rüzgâr 3 3,3333 1,15470 Grup içi 1,592 ,184
Güneş 138,830 82 1,693
1 1,0000 .
Diğer 27 2,7778 1,18754 Total
149,609 86
Total 87 2,8736 1,31895
Düşük kredi Elektrik 38 2,8947 1,26895 Gruplar
limitleri arası 2,996 4 ,749
Hidroelektrik 18 3,1667 1,46528
Rüzgâr 3 3,6667 ,57735 Grup içi ,397 ,810
154,820 82 1,888
Güneş 1 3,0000 .
Diğer 27 2,8148 1,49453 Total
157,816 86
Total 87 2,9540 1,35465
Çalıştığınız Elektrik 38 1,8684 1,14304 Gruplar
sektörün kredi arası 11,535 4 2,884
Hidroelektrik 18 2,5556 1,58011
kapsamında Rüzgâr Grup içi
olmayışı 3 3,0000 1,73205
131,453 82 1,603 1,799 ,137
Güneş 1 1,0000 .
Diğer 27 1,7778 1,15470 Total
Total 142,989 86
87 2,0115 1,28944
Özellikle 2001 Elektrik 38 2,9211 1,49561 Gruplar
yılından sonra arası 7,189 4 1,797
artan yabancı Hidroelektrik 18 2,2778 1,27443
sermayeli Rüzgâr 3 3,0000 ,00000 Grup içi
149,041 82 1,818 ,989 ,418
bankaların kredi Güneş 1 2,0000 .
politikaları
Diğer 27 2,4444 1,21950 Total
156,230 86
Total 87 2,6322 1,34782

İşletmenin faaliyet alanına göre banka kredisi sağlayamamadaki etkili olan


faktörlerin varyans analizinde p değerleri > 0,05 olduğundan faktörlerde anlamlı farklık
gözlemlenmemiştir.

İşletmenin faaliyet alanına göre yüksek faiz oranları faktörü farklılık


göstermemiştir.

İşletmenin faaliyet alanına göre bürokratik işlemlerin fazla olması faktörü


farklılık göstermemiştir.

İşletmenin faaliyet alanına göre çalışılan sektörün kredi kapsamında olmayışı


faktörü farklılık göstermemiştir.

İşletmenin faaliyet alanına göre 2001 yılından sonra artan yabancı sermayeli
bankaların kredi politikaları faktörü farklılık göstermemiştir.

195
Tablo 107: İşletmenin Faaliyet Yılına göre Banka Kredisi Sağlayamamadaki Etkili
Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu

Faktörler Faaliyet Yılı N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Yüksek faiz 1 yıldan az 1 3,0000 . Gruplar


oranları arası 6,424 4 1,606
1- 5 yıl 27 3,5556 1,47631
5- 10 yıl 14 3,5714 1,39859 Grup içi
169,530 82 2,067 ,777 ,543
10- 20 yıl 17 4,1765 1,07444
20 yıl ve + 28 3,4643 1,59820 Total
175,954 86
Total 87 3,6437 1,43038
Bürokratik 1 yıldan az 1 2,0000 . Gruplar
işlemlerin fazla arası 11,910 4 2,977
olması 1- 5 yıl 27 3,1481 1,23113
5- 10 yıl 14 2,1429 1,09945 Grup içi 1,77 ,142
137,699 82 1,679
10- 20 yıl 17 3,1765 1,01460
20 yıl ve + 28 2,8214 1,56474 Total
149,609 86
Total 87 2,8736 1,31895
Düşük kredi 1 yıldan az 1 2,0000 . Gruplar
limitleri arası 7,698 4 1,924
1- 5 yıl 27 3,2222 1,33973
5- 10 yıl 14 2,8571 1,56191 Grup içi
150,118 82 1,831 1,05 ,386
10- 20 yıl 17 3,2353 ,90342
20 yıl ve + 28 2,6071 1,47421 Total
157,816 86
Total 87 2,9540 1,35465
Çalıştığınız 1 yıldan az 1 1,0000 . Gruplar
sektörün kredi arası 9,249 4 2,312
kapsamında 1- 5 yıl 27 2,0000 1,56893
olmayışı 5- 10 yıl Grup içi
14 2,4286 ,93761
133,739 82 1,631 1,41 ,235
10- 20 yıl 17 2,3529 1,45521
20 yıl ve + 28 1,6429 ,95119 Total
142,989 86
Total 87 2,0115 1,28944
Özellikle 2001 1 yıldan az 1 1,0000 . Gruplar
yılından sonra arası 4,626 4 1,156
artan yabancı 1- 5 yıl 27 2,4815 1,42425
sermayeli 5- 10 yıl 14 2,8571 1,70326 Grup içi
bankaların kredi 151,604 82 1,849 ,625 ,646
politikaları 10- 20 yıl 17 2,8235 1,62924
20 yıl ve + 28 2,6071 ,83174 Total
Total 156,230 86
87 2,6322 1,34782

İşletmenin faaliyet yılına göre banka kredisi sağlayamamadaki etkili olan


faktörlerin varyans analizinde p değerleri > 0,05 olduğundan faktörlerde anlamlı farklık
gözlemlenmemiştir.

İşletmenin faaliyet yılına göre yüksek faiz oranları faktörü farklılık


göstermemiştir.

196
İşletmenin faaliyet yılına göre bürokratik işlemlerin fazla olması faktörü
farklılık göstermemiştir.

İşletmenin faaliyet yılına göre çalışılan sektörün kredi kapsamında olmayışı


faktörü farklılık göstermemiştir.

İşletmenin faaliyet yılına göre 2001 yılından sonra artan yabancı sermayeli
bankaların kredi politikaları faktörü farklılık göstermemiştir.

Tablo 108: İşletmenin Sermayesine Göre Banka Kredisi Sağlayamamadaki Etkili


Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Faktörler Sermaye (TL) N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Yüksek faiz 100 bin ve altı 25 4,1600 1,17898 Gruplar


oranları arası 18,613 4 4,653
101 bin - 250 bin 4 4,2500 1,50000
251 bin - 500 bin 2 4,0000 ,00000 Grup içi
157,341 82 1,919 2,425 ,055
501 bin - 1milyon 4 4,5000 1,00000
1 milyon + 52 3,2692 1,49660 Total
175,954 86
Total 87 3,6437 1,43038
Bürokratik 100 bin ve altı 25 3,6000 1,29099 Gruplar
işlemlerin fazla arası 26,686 4 6,672
olması 101 bin - 250 bin 4 3,5000 1,29099
251 bin - 500 bin 2 3,0000 ,00000 Grup içi
122,923 82 1,499 4,450 ,003
501 bin - 1milyon 4 2,5000 1,91485
1 milyon + 52 2,4615 1,14552 Total
Total 149,609 86
87 2,8736 1,31895
Düşük kredi 100 bin ve altı 25 3,0400 ,93452 Gruplar
limitleri arası 7,875 4 1,969
101 bin - 250 bin 4 3,7500 1,25831
251 bin - 500 bin 2 4,0000 ,00000 Grup içi
149,941 82 1,829 1,077 ,373
501 bin - 1milyon 4 3,5000 ,57735
1 milyon + 52 2,7692 1,55444 Total
157,816 86
Total 87 2,9540 1,35465
Çalıştığınız 100 bin ve altı 25 2,0400 1,27410 Gruplar
sektörün kredi arası 21,529 4 5,382
kapsamında 101 bin - 250 bin 4 2,0000 1,41421
olmayışı 251 bin - 500 bin 2 2,0000 ,00000 Grup içi
501 bin - 1milyon 121,460 82 1,481 3,634 ,056
4 3,2500 1,25831
1 milyon + 52 1,7500 1,18611 Total
142,989 86
Total 87 2,0115 1,28944
Özellikle 2001 100 bin ve altı 25 2,8400 1,67531 Gruplar
yılından sonra arası 4,139 4 1,035
artan yabancı 101 bin - 250 bin 4 2,5000 1,29099
sermayeli 251 bin - 500 bin Grup içi ,558 ,694
bankaların 2 3,0000 ,00000
152,091 82 1,855
kredi 501 bin - 1milyon 4 3,2500 1,25831
politikaları 1 milyon + 52 2,4808 1,21252 Total 156,230 86

197
Total 87 2,6322 1,34782

İşletmenin sermayesine göre banka kredisi sağlayamamadaki etkili olan


faktörlerin varyans analizinde (bürokratik işlemlerin fazla olması maddesi hariç) p
değerleri > 0,05 olduğundan faktörlerde anlamlı farklık gözlemlenmemiştir.

İşletmenin sermayesine göre yüksek faiz oranları faktörü farklılık


göstermemektedir.

İşletmenin sermayesine göre banka kredisi sağlayamamada bürokratik


işlemlerin fazla olması faktöründe fark vardır. Yapılan Bonferroni testine göre bu fark,
sermayesi 100 bin TL ve altı (ortalama 3,6) olan şirketler ile sermayesi 1 milyon TL ve
üzeri (ortalama 2,46) olan şirketler arasındadır. Küçük sermayeli şirketler, bürokratik
işlemlerin fazlalığından ötürü yabancı kaynak kullanmada çok daha zorlanmaktadır.

İşletmenin sermayesine göre çalışılan sektörün kredi kapsamında olmayışı


farklılık göstermemektedir.

İşletmenin sermayesine göre 2001 yılından sonra artan yabancı sermayeli


bankaların kredi politikaları faktörü farklılık göstermemektedir.

Tablo 109: İşletmenin Yıllık Cirosuna Göre Banka Kredisi Sağlayamamadaki


Etkili Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Faktörler Yıllık Ciro N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Yüksek faiz 100 bin ve altı 19 4,5263 ,77233 Gruplar


oranları arası 17,661 4 4,415
101 bin -250 bin 6 3,5000 1,37840
251 bin -500 bin 4 3,0000 1,63299 Grup içi
501 bin -1 milyon 143,482 79 1,816 2,431 ,054
2 4,0000 1,41421
1 milyon + 53 3,4906 1,47574 Total
161,143 83
Total 84 3,7143 1,39337
Bürokratik 100 bin ve altı 19 2,7895 1,03166 Gruplar
işlemlerin 101 bin -250 bin arası 1,727 4 ,432
6 2,5000 1,51658
fazla olması
251 bin -500 bin 4 2,7500 1,50000 Grup içi
147,832 79 1,871 ,231 ,920
501 bin -1 milyon 2 2,5000 ,70711
1 milyon + 53 2,9623 1,45394 Total
149,560 83
Total 84 2,8690 1,34236
Düşük kredi 100 bin ve altı 19 2,6316 1,34208 Gruplar
limitleri arası 3,555 4 ,889
101 bin -250 bin 6 3,3333 1,03280 ,455 ,768
251 bin -500 bin 4 3,0000 1,63299 Grup içi 154,254 79 1,953

198
501 bin -1 milyon 2 3,5000 ,70711
1 milyon + 53 3,0000 1,44115 Total
157,810 83
Total 84 2,9524 1,37888
Çalıştığınız 100 bin ve altı 19 2,4211 1,57465 Gruplar
sektörün arası 15,019 4 3,755
101 bin -250 bin 6 3,0000 1,09545
kredi 251 bin -500 bin 4 2,0000 ,81650 Grup içi
kapsamında 124,933 79 1,581 2,374 ,059
501 bin -1 milyon 2 3,0000 1,41421
olmayışı
1 milyon + 53 1,7358 1,16274 Total
139,952 83
Total 84 2,0238 1,29853
Özellikle 100 bin ve altı 19 1,8421 1,34425 Gruplar
2001 arası 21,529 4 5,382
101 bin -250 bin 6 2,6667 1,36626
yılından
251 bin -500 bin 4 2,7500 2,75379 Grup içi
sonra artan 131,138 79 1,660
yabancı 501 bin -1 milyon 2 2,0000 ,00000 3,242 ,016
sermayeli 1 milyon + 53 2,9057 1,13110 Total
bankaların
Total 152,667 83
kredi 84 2,6667 1,35623
politikaları

İşletmenin yıllık cirosuna göre banka kredisi sağlayamamadaki etkili olan


faktörlerin varyans analizinde (özellikle 2001 yılından sonra artan yabancı sermayeli
bankaların kredi politikaları maddesi hariç) p değerleri > 0,05 olduğundan faktörlerde
anlamlı farklık gözlemlenmemiştir.

İşletmenin cirosuna göre yüksek faiz oranları faktöründe farklılık


gözlenmemiştir.

İşletmenin cirosuna göre bürokratik işlemlerin fazla olması faktöründe


farklılık gözlenmemiştir.

İşletmenin cirosuna göre çalışılan sektörün kredi kapsamında olmayışı


faktöründe farklılık gözlenmemiştir.

İşletmenin cirosuna göre banka kredisi sağlayamamada 2001 yılından sonra


artan yabancı sermayeli bankaların kredi politikaları faktörü, p < 0,05 olduğundan
farklılık göstermektedir. Bu farklılık, cirosu 1 milyon TL ve üzeri (ortalama 2,9) olan
şirketler ile cirosu 100 bin TL ve altı olan şirketler (ortalama 1,8) arasındadır. Yabancı
sermayeli bankalardan yıllık satış cirosu yüksek olan şirketlerin kaynak alması, cirosu
az olanlara göre daha kolay olduğu için kaynak kullanım sıklığı da daha fazladır.

199
Tablo 110: İşletmenin Çalışan Sayısına Göre Banka Kredisi Sağlayamamada Etkili
Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Faktörler Personel N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Yüksek faiz 1- 2 kişi 6 4,3333 ,81650 Gruplar


17,419 4 4,355
oranları 3- 5 kişi 7 4,7143 ,75593 arası
5- 8 kişi 5 2,6000 2,19089 Grup içi
8- 10 kişi 158,116 81 1,952 2,23 ,073
3 4,0000 1,00000
10 kişi + 65 3,5385 1,42606 Total
175,535 85
Total 86 3,6512 1,43705
Bürokratik 1- 2 kişi 6 2,3333 1,21106 Gruplar
işlemlerin fazla arası 5,176 4 1,294
olması 3- 5 kişi 7 3,0000 1,00000
5- 8 kişi 5 3,4000 1,14018 Grup içi
143,662 81 1,774 ,730 ,574
8- 10 kişi 3 3,6667 1,15470
10 kişi + 65 2,8462 1,38328 Total
148,837 85
Total 86 2,8837 1,32326
Düşük kredi 1- 2 kişi 6 2,5000 1,51658 Gruplar
limitleri arası 1,933 4 ,483
3- 5 kişi 7 3,1429 ,89974
5- 8 kişi 5 3,0000 1,41421 Grup içi ,253 ,907
154,962 81 1,913
8- 10 kişi 3 3,3333 ,57735
10 kişi + 65 2,9692 1,42488 Total
156,895 85
Total 86 2,9651 1,35861
Çalıştığınız 1- 2 kişi 6 2,6667 1,96638 Gruplar
16,809 4 4,202
sektörün kredi 3- 5 kişi 7 1,8571 1,46385 arası
kapsamında 5- 8 kişi 5 1,4000 ,89443 Grup içi
olmayışı 125,144 81 1,545 2,72 ,055
8- 10 kişi 3 2,0000 1,00000
10 kişi + 65 1,8385 1,17096 Total
141,953 85
Total 86 2,0233 1,29230
Özellikle 2001 1- 2 kişi 6 1,7000 1,67332 Gruplar
yılından sonra arası 18,780 4 4,695
3- 5 kişi 7 2,0000 1,73205
artan yabancı 5- 8 kişi 5 2,2000 ,83666 Grup içi
sermayeli 137,313 81 1,695 2,77 ,033
8- 10 kişi 3 2,6667 2,08167
bankaların kredi
politikaları 10 kişi + 65 2,6923 1,21093 Total
156,093 85
Total 86 2,6079 1,35513
 

İşletmenin çalışan sayısına göre banka kredisi sağlayamamadaki etkili olan


faktörlerin varyans analizinde p değerleri (özellikle 2001 yılından sonra artan yabancı
sermayeli bankaların kredi politikaları maddesi hariç) > 0,05 olduğundan faktörlerde
anlamlı farklık gözlemlenmemiştir.

İşletmenin çalışan sayısına göre yüksek faiz oranları faktörü değişkenlik


göstermemiştir.

200
İşletmenin çalışan sayısına göre bürokratik işlemlerin fazla olması faktörü
değişkenlik göstermemiştir.

İşletmenin çalışan sayısına göre çalışılan sektörün kredi kapsamında olmayışı


faktörü gruplara göre değişkenlik göstermemiştir.

İşletmenin çalışan sayısına göre 2001 yılından sonra artan yabancı sermayeli
bankaların kredi politikaları faktörü farklılık göstermiştir. Bu farklılık Bonferroni
testine göre, çalışan sayısı 1-2 kişi olan şirketler ile (ortalama 1,7) çalışan sayısı 10 kişi
ve üzeri olan şirketler (ortalama 2,69) arasındadır. Çalışan sayısı 1-2 kişi olan şirketler
şahıs şirketi ve mikro şirket kapsamındayken; çalışan sayısı 10 kişi ve üzeri olan
şirketler ise KOBİ kapsamındadır. Dolayısıyla, bu sonuç da beklenen bir sonuçtur.
Çünkü mikro ölçekli şirketlerin kredi kullanma (ve ya bulma) oranı KOBİ’lere göre
daha azdır. Zaten bu yapıdaki şirketler, kredi bulmada da KOBİ’ler kadar şanslı
değillerdir.

Tablo 111: İşletmenin Hukuki Yapısına Göre Banka Kredisi Sağlayamamadaki


Etkili Olan Faktörlerin Varyans Analizi (ANOVA) Tablosu
 

Faktörler Hukuki Yapı N Ss Kaynak KT SD OKT F P

Yüksek faiz Anonim Şirket 61 3,4754 1,52323 Gruplar


oranları arası 9,367 2 4,684
Limitet Şirket 22 3,9545 1,13294 2,339 ,103
Şahıs Şirketi 3 5,0000 ,00000 Grup içi 166,168 83 2,002
Total 86 3,6512 1,43705 Total 175,535 85
Bürokratik Anonim Şirket 61 2,6885 1,23208 Gruplar
işlemlerin fazla arası 8,437 2 4,219
olması Limitet Şirket 22 3,4091 1,50108
2,494 ,089
Şahıs Şirketi 3 3,0000 1,00000 Grup içi 140,400 83 1,692
Total 86 2,8837 1,32326 Total 148,837 85
Düşük kredi Anonim Şirket 61 2,9180 1,46396 Gruplar
limitleri arası 5,820 2 2,910
Limitet Şirket 22 2,9091 ,97145
1,599 ,208
Şahıs Şirketi 3 4,3333 1,15470 Grup içi 151,075 83 1,820
Total 86 2,9651 1,35861 Total 156,895 85
Çalıştığınız Anonim Şirket 61 1,8361 1,11326 Gruplar
sektörün kredi arası 9,608 2 4,804
kapsamında Limitet Şirket 22 2,5909 1,65210
olmayışı 3,013 ,055
Şahıs Şirketi 3 1,6667 ,57735 Grup içi 132,346 83 1,595
Total 86 2,0233 1,29230 Total 141,953 85
Özellikle 2001 Anonim Şirket 61 2,5410 1,31115 Gruplar 12,961 2 6,480 3,758 ,027

201
yılından sonra Limitet Şirket 22 2,5909 1,36832 arası
artan yabancı
sermayeli Şahıs Şirketi 3 4,6667 ,57735 Grup içi 143,132 83 1,724
bankaların kredi
Total 86 2,6279 1,35513 Total 156,093 85
politikaları

İşletmenin hukuki yapısına göre banka kredisi sağlayamamadaki etkili olan


faktörlerin varyans analizinde (2001 yılından sonra artan yabancı sermayeli bankaların
kredi politikaları hariç) p değerleri > 0,05 olduğundan faktörlerde anlamlı farklık
gözlemlenmemiştir.

İşletmenin hukuki yapısına göre yüksek faiz oranları faktörü farklılık


göstermemiştir.

İşletmenin hukuki yapısına göre bürokratik işlemlerin fazla olması faktörü


farklılık göstermemiştir.

İşletmenin hukuki yapısına göre çalışılan sektörün kredi kapsamında olmayışı


farklılık göstermemiştir.

İşletmenin hukuki yapısına göre banka kredisi sağlayamamada 2001 yılından


sonra artan yabancı sermayeli bankaların kredi politikaları faktöründe p < 0,05
olduğundan farklılık vardır. Bu farklılık Bonferroni testine göre, şahıs şirketi (ortalama
4,66) ile anonim şirket (ortalama 2,6) ve şahıs şirketi (ortalama 4,66) ile limited şirket
(ortalama 2,5) arasındadır. Sonuç olarak, anonim şirket ve limited şirket statüsünde olan
şirketler, şahıs şirketlerine göre daha kolay kaynak bulabilmektedirler.

4.5 Uygulamanın Değerlendirmesi


Yapılan anketin sonuçlarına göre; Türkiye’de faaliyet gösteren enerji
şirketlerinin çoğunluğu (ankete katılanların %76,17’si) yabancı kaynak kullanma
ihtiyacı hissetmemektedirler. Bunun sebebi; Türkiye’de faaliyet gösteren enerji
şirketlerin çoğu yabancı ortaklı olup; sermaye ihtiyaçlarını yabancı ortaklarından
sağlamış durumdadırlar. Dolayısıyla anketin değerlendirmesi, yabancı kaynak kullanma
ihtiyacı duyan azınlık grubun verdiği cevaplar üzerinden yapılacaktır.

202
Yabancı kaynak kullanma ihtiyacı duyan şirketler için de kredi alacakları
bankanın yerli/yabancı sermayeli olması çok etkili bir kıstas olarak ortaya çıkmasa da,
bu şirketlerin yerli sermayeli bankalardan kredi kullanma oranları (%91,3), yabancı
sermayeli kurumlardan kredi kullanma oranlarına (%67,7) göre bayağı yüksektir. Sonuç
olarak, yerli sermayeli bankalar yabancı sermayeli bankalara göre daha çok tercih
edilmiştir.

Şirketlerin yabancı kaynak kullanmasında etkili olan birincil faktörler; kredinin


maliyeti ve kredin vadesi olarak ortaya çıkarken; ülkenin genel makro ekonomik
durumu da ikincil etkili faktör olarak ortaya çıkmıştır.

Bunlara ek olarak, şirketlerin yabancı sermaye kullanmasını zorlaştıran


faktörler arasında bankanın yerli/yabancı sermayeli olması çok etkili değilken;
Türkiye’deki yüksek kaynak maliyetinin etkisi çok yüksektir. Bunun yanında,
şirketlerin kendi bünyesindeki yetersizlikler ve uyguladıkları politika da onların yabancı
sermaye kullanımını zorlaştıran diğer faktörler olarak ortaya çıkmıştır.

Ankette, Türkiye’de yaşanan 2001 krizinin de şirketlerin kredi kullanma


eğilimini baltalayan önemli bir faktör olduğu ortaya çıkmıştır. Bu dönem sonrası, kredi
ihtiyacı duyan şirketlerin çoğu (%88,1) yine yerli sermayeli bankaları tercih etmişlerdir.

Enerji sektöründe faaliyet gösteren şirketler (diğer şirketlerde de olduğu gibi)


için kredi kullanım kararlarını etkileyen faktörler; kredinin faiz oranı, kredi alınırken
uygulanan bürokratik işlemlerin fazlalığı, bankaların sundukları kredi limitleri ve
bankaların yabancı sermayeli olması olarak ortaya çıkmaktadır.

Ankete katılan firmaların yarısı (%51,84), 2001 krizi sonrası Türkiye’de artan
yabancı sermayeli bankalar için ne avantaj ne de dezavantaj sağladığını
belirtmektedirler. Bu da, bankacılık sektöründeki yabancılaşmanın enerji sektörü
üzerinde etkisinin çok olmadığını göstermektedir. Ancak, bu durumdan avantaj
sağladıklarını söyleyen grup da küçümsenmeyecek kadar çoktur (%30,7). Sonuç olarak,
ülkemiz bankacılık sektöründeki yabancılaşma enerji sektörünü olumlu etkilemiş olarak
görülmektedir.

203
Artan yabancı sermayeli bankalar, sundukları kredinin maliyeti, miktarı ve
çeşidi açısından enerji sektöründe faaliyet gösteren şirketlere avantaj sağlarken; artan
bürokratik işler ve istenen teminatlar açısından da dezavantaj sunmuştur. Sonuç olarak,
ankete katılan firmaların hemen hemen yarısı (%44,86) ülkemizde artan yabancı
sermayeli bankaların kredi alımını kolaylaştırdığını savunurken; küçümsenmeyecek bir
oran da (%19,18) bunun tam aksini söylemiştir. Bunun yanında, Türkiye’deki yabancı
sermayeli bankaların bu sektörde faaliyet gösteren firmalara yönelik sundukları
hizmetlerden bu şirketlerin çoğu (%63,1) faydalanmamıştır.

Dünyada yaşanan son global mali kriz, enerji sektöründe faaliyet gösteren
firmaların çoğunluğunun (%71,9) yabancı sermayeli bankalara bakış açılarını negatif
yönde etkilemiştir.

Bunların yanında yapılan fark testlerinde, işletmelerin faaliyet yılları,


sermayeleri, ciroları ve sahip oldukları hukuki yapı, özellikle yabancı sermayeli
bankalardan kredi kullanım sıklıklarını etkilediği ortaya çıkmıştır. Yani, faaliyet yılı
uzun olan, sermayesi ile cirosu yüksek olan ve hukuki yapısı anonim şirket olan
işletmeler, yabancı sermayeli bankalardan kaynak kullanmak istediklerinde daha
avantajlı konumdadırlar.

Ankete katılan şirketlere göre, kullanacakları yabancı kaynağın maliyetini;


işletmelerin içinde bulundukları faaliyet alanları, işletmelerin sermayeleri ve
işletmelerin yıllık ciroları etkilerken; kaynağın vade yapısın da ise işletmelerin
sermayesi ve hukuki yapısı etkili olmaktadır. İşletmelerin sermayeleri ve sahip oldukları
hukuki yapıları, yabancı sermayeli bankalardan kaynak kullanmalarında farklılık
yaratan faktörlerdir. Hukuki yapısı anonim şirket olan ve sermayesi güçlü olan şirketler
özellikle yabancı sermayeli kurumlardan kaynak sağlamada daha avantajlı
konumdadırlar. Şirketlerin kendi yapısal sorunları, kredi alırken bankaların
uyguladıkları bürokratik işlerin fazlalığı, şirketlerin hukuki yapısı ve ülkemizde artan
yabancı sermayeli bankalar, şirketlerin yabancı kaynak bulmasını zorlaştıran en önemli
faktörler olarak ortaya çıkmıştır.

204
SONUÇ

Dünya finansal sisteminin tarihsel gelişiminde 1970’li yıllar dönüm noktası


olmuştur. 1970 öncesi dönem ise, finansal sistemin kontrollü olduğu dönem olarak
kabul edilmektedir. 1970 sonrası dönem ise finansal deregülasyonun (libaralizasyonun)
dünyaya hâkim olmaya başladığı dönem olarak kabul edilmesine rağmen aslında
liberalizasyon kavramı, XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda İngiltere’de başlayan sanayi
devriminin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Bu akıma göre, bütün bireyler ekonomik çıkarlarını göz önünde bulundurarak


hareket ederler. Dolayısıyla, kendi çıkarları peşinde koşarken toplumsal çıkarlara da
hizmet etmiş olurlar. Bu sebepten dolayı da kamu otoritesi, kişilerin bireysel girişim
haklarını hiçbir şekilde kısıtlamamalıdır. Bu görüş ayrıca, ekonomik sistemde ki fiyat
mekanizmasının da bu sistemin otomatik düzenleyicisi olduğunu savunmaktadır. Bu da
liberal akımın “görünmez el” yasasıdır. Kısaca, finansal liberalizasyonun varlığından
söz edebilmek için finansal piyasaların üzerindeki tüm kısıtlamaların kalkmış ve
finansal piyasalarda oluşacak tüm dengelerin piyasa arz/talebine göre belirleniyor
olması gerekmektedir.

Türkiye’nin finansal liberalizasyon ile tanışması ise 1980’li yıllarda, 24 Ocak


1980 kararları ile olmuştur. Bu dönemde, hem dünyada patlak veren petrol krizi ve
bunun etkileri hem de ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik darboğaz,
Türkiye’nin bu sürece girmesini kaçınılmaz kılmıştır.

1980 sonrası Türkiye’nin ekonomik gelişimi incelendiğinde, dış dünya ile


tanışan ve iletişime geçen ülkede hızla artan tüketim ve bunun sonucu olarak aynı hızla
artan fiyatlar, dolayısıyla da yüksek enflasyonist ortam, sürekli mücadele edilen en
önemli konular olmuştur. Türkiye, dışa açılım ile üretim/tüketim dengesini iyi
sağlayamamış ve yaptığı ithalat her zaman ihracattan daha yüksek oranda
gerçekleşmiştir. Bu durum ülkemizi hem daimi borçlu konuma getirmiş hem de kendi
üretim avantajı olduğu alanlar da dâhil olmak üzere git gide üretim yapmaz hale

205
getirmiştir. Özetle, finansal liberalizasyon ülkemizde bir anlamda dışa bağımlılığı
artıran bir sistem olarak ortaya çıktığı ifade edilebilir.

Çalışmanın ana konusu ülkemizde artan yabancı sermayeli bankalar olduğu


için burada daha çok finanasal liberalizasyonun Türk Bankacılık Sistemi’ndeki
gelişmesi ve etkisi incelenmiştir. Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren ülkemiz
bankacılık sektörü, yabancı sermaye ile tanışmış durumdadır. Dolayısıyla, uzun süredir
Türkiye’de yabancı sermayeli bankalar faaliyet göstermektedir. Hatta Türkiye’ye
bankacılık sisteminin girmesi yabancı sermaye ile gerçekleşmiştir. Ancak önemli olan,
yakın geçmişte Türkiye’deki yabancı sermayeli bankaların gelişimindeki artıştır.

Bilindiği gibi Türkiye, 2000- 2001 yılları arasında ciddi bir finansal kriz ile
karşı karşıya kalmış ve bankacılık sistemi ciddi bir kriz yaşamıştır. Bu kriz sonrasında,
Türkiye’de faaliyet gösteren bankaların çoğu batmış ve/ve ya TMSF’ye devrolmuştur.
Daha sonraki dönemde de bu bankalar satılarak yabancı sermayeli, uluslararası
bankaların eline geçmiştir. Türkiye’de, 2000 yılı sonunda toplam 79 adet (21’i yabancı
sermayeli) banka faaliyet gösterirken; 2008 sonunda bu rakam 45’e gerilemiştir (22’si
yabancı sermayeli). Sonuç olarak, 2000 yılı sonunda sektörde yabancı sermayenin oranı
%27’lerde iken günümüzde bu oran %50’lere kadar gelmiştir. Bu dönemde ayrıca, Türk
Bankacılık Sektörü yeniden yapılandırma programına alınmış ve regülasyonları dâhil
olmak üzere hemen hemen her konuda yenilenmiştir.

Türk Bankacılık Sektörü’nde yaşanan kriz ve sonrasında yapılan yeniden


yapılandırma programının başarıya ulaştığını, 2008 yılında Amerika’da patlak veren ve
tüm dünyaya yayılan bankacılık krizinden Türkiye’nin çok fazla yara almadan atlatması
ispat etmiştir. Türk Bankacılık Sektörü, 2008 yılında aktif bazında %26 büyürken;
sektörün kredi bacağı da %31 artmış buna karşılık; Türkiye’nin büyümesi sadece %1
civarında gerçekleşmiştir. Türkiye 2009 Eylül sonu itibariyle %8 daralırken; bankacılık
sektörün aktifleri %17, kredileri ise %4 artmıştır. 2010 yılı içinde Türkiye’nin %3
civarında büyümesinin beklenmesi bankacılık sektörünün de bu sene büyüyeceğine
işaret olmaktadır.

206
Türkiye’de bir başka yabancılaşan sektör de enerji sektörü olarak ortaya
çıkmaktadır. Bilindiği gibi Türkiye, enerji de net ithalatçı konumundadır. Türkiye 2008
yılında yalnız petrol ithalatına 27 milyar dolar ödemiştir. Dolayısıyla, Türkiye’nin enerji
de dışa bağımlılığı yüksektir.

Türkiye’de de dünyada olduğu gibi enerji üretimi fosil kaynaklardan


karşılanmaktadır. Bu kaynakların en çok tüketilenleri de petrol ve doğal gazdır. Bu iki
enerji kaynağı, 2008 sonu itibariyle Türkiye’de tüketilen enerji kaynaklarının %63’ünü
oluşturmaktadır. 2008 yılında Türkiye, 2,16 milyon ton petrol üretirken; 32,3 milyon
ton petrol tüketmiştir. Diğer taraftan, Türkiye’nin aynı yıl doğal gaz tüketimi 36 milyar
m3 iken üretimi yalnızca 10 milyar m3 olmuştur. Ancak, Türkiye jeopolitik konumu
itibariyle, dünya petrol ve doğal gaz üretiminde söz sahibi ülkelere komşudur ve
Asya’daki bu kaynakları Avrupa’ya taşıma yolu üzerinde bir köprü konumundadır.
Dolayısıyla, Türkiye’nin de içinde bulduğu birçok önemli doğal gaz ve petrol boru
hatları projesi mevcuttur ki; bunlar ile Türkiye, kendi kaynaklarını geliştirecek, enerji
arz güvenliğini sağlama alacak, bu kaynakların ithalat maliyetini düşürecek ve kendine
ticari kazanç sağlayacaktır.

Türkiye’nin ayrıca birincil enerji kaynağı olarak sahip olduğu zengin taş
kömürü ve linyit yatakları vardır ki; bu madenlerde reel sektörde ve elektrik üretiminde
rahatlıkla kullanılan madenledir. Türkiye, taş kömürü ve linyit açısından petrol ve doğal
gazda olduğu kadar dezavantajlı olmamasına rağmen elindeki rezervleri tam olarak
değerlendirilemediği için bu madende de net ithalatçı konumundadır. Türkiye 2008
yılında toplam 17,8 milyon ton kömür üretirken; 30,4 milyon ton da tüketmiştir.

Diğer taraftan Türkiye’nin enerji sektöründe avantajlı olduğu konu,


yenilenebilir enerji konusudur. Bilindiği gibi, hızla sanayileşen ve sanayileşmenin aynı
zamanda da teknolojinin zirve noktalarına ulaşan günümüz dünyasının kıt birincil enerji
kaynaklarının tüketimi de maksimum düzeydedir. Bu sebepten dolayı, dünya
tükenmeyen enerji kaynaklarına (yenilenebilir enerji) doğru hızla yönelmiştir.
Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynakları bakımından zengin bir ülkedir.

207
Yenilebilir enerji kaynakları; hidrolik enerji, rüzgâr enerjisi, jeotermal enerji,
biokütle enerjisi ve güneş enerjisidir. Türkiye, yenilebilir enerji konusunda hızlı
ilerleyebilmek özel sektörü de bu işin içine sokmuştur ve en son Haziran 2009’da 5346
sayılı yenilebilir enerji kanununda değişiklik yaparak yürürlüğe sokmuştur. Bu yasanın
getirdiği yenilikler şöyle özetlenebilir;

i. Biyogaz kavramı çıkarılmış ve biokütle kavramı içerisinde


değerlendirilmiştir. Ayrıca, “çöp gazı” kavramı tanımlanmıştır.
ii. Yenilebilir Enerji Kaynak Alanlarının imar uygulamalarından korunması
amacıyla, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na derecelendirme ve re’sen imar
planlarına işlenmek üzere ilgili kurum ve kuruluşlara bildirme yetkisi tanınmıştır.
iii. 31.12.2015 tarihinden önce işletmeye girecek yenilenebilir enerji
kaynaklarına dayalı elektrik enerjisi üretim tesislerine tarife desteği sağlamak amacıyla;
fiyat, süre ve ödeme usul ve esaslarını içeren “YEK Destekleme Mekanizması”
getirilmiştir. Söz konusu mekanizmadaki fiyatlar 2010 yılı başından itibaren
uygulanmaya başlayacaktır. 2/340 esas numaralı Teklifte öngörülen fiyatlar
yükseltilmiş, 5’er yıllık süreler 10 yıla çıkarılmıştır.
iv. Yoğunlaştırılmış güneş enerjisi ile birlikte yenilenebilir olmayan diğer
enerji kaynaklarını kullanarak elektrik enerjisi üreten “Hibrit Üretim Tesisleri”
desteklenmiştir.
v. Öngörülebilir bir piyasa sağlamak amacıyla 31.12.2011 tarihinden
itibaren, 31.12.2015 tarihinden sonra işletmeye girecek üretim tesisleri için
uygulanacak alım tarifelerinin yayımlanması zorunluluğu getirilmiştir.
vi. Şirket kurma ve lisans alma yükümlülüklerinden muaf olan kurulu gücü
500 kilovatın altındaki yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı üretim tesisleri için
başvuru konusunda yönetmelik çıkarılması öngörülmüş ve Hidroelektrik Üretim
Tesislerinde su kullanım anlaşmaları için İl Özel İdareleri yetkilendirilmiştir.
vii. Çatılardan elektrik üretimini yaygınlaştırmak için, fotovoltaik güneş
enerjisine dayalı muafiyetli üretim yapan tesisler tarife desteğinin süresi ve fiyatı daha
yüksek tutulmuştur.
viii. Atık yağlardan elektrik üretimi yapan tesislerin tarife desteğinden
yararlanabilmesi için 1.000 kilovatlık kurulu güç sınırı getirilmiştir.

208
ix. 31.12.2015 tarihinden önce işletmeye giren üretim tesislerinde kullanılan
mekanik ve/veya elektro-mekanik aksamın yurtiçinde imal edilmiş olması halinde,
parçalar itibariyle tarife fiyatlarına eklemeler yapılması sağlanmıştır.
x. Yenilenebilir enerji kaynaklarında elektrik üretimi yapılan sahaların daha
etkin ve verimli kullanımı amacıyla, saha dışına çıkılmaması ve işletme anında sisteme
verilen gücün lisanslarında belirtilen kurulu gücü aşmaması kaydıyla ek kapasite
kurabilme imkânı getirilmiştir.
xi. 10 yıl süreyle sistem kullanım tarifelerini %90 indirimli olarak ödeme
imkânı getirilmiştir.
xii. Bağlantı görüşünün oluşturulması aşamasında, bu Kanun kapsamındaki
yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı üretim tesislerine öncelik tanınması
sağlanmıştır.
xiii. Otoprodüktör lisansı başvurularında bağlantı görüşünün oluşturulması
sırasında, ilgili tüzel kişinin tüketim tesisinin bağlı bulunduğu kendi mülkiyetindeki
trafo merkezi dikkate alınacaktır.
xiv. Enerji nakil hatları için alınacak bedellerde uygulanacak %85 indirimin
süresi 10 yıldan 15 yıla çıkarılmış, faydalanabilecek tesislerin işlemeye girmeleri için
öngörülen süre 31.12.2012 tarihinden 31.12.2015 tarihine uzatılmıştır.
xv. Koruma alanlarında yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı üretim
tesislerine gerekli makamlardan olumlu görüş alınması kaydıyla izin verileceği hükme
bağlanmıştır.
xvi. Hazineye ait taşınmazlar üzerindeki yenilenebilir enerji kaynaklarına
dayalı elektrik enerjisi üretim tesislerinden hazine payının alınmayacağı hükme
bağlanmıştır.
xvii. Cezalar konusunda 5346 Sayılı Kanun ile 4628 Sayılı Kanun arasındaki
paralellik sağlanmıştır.

Ancak bu konuda Türkiye, daha çok yolun başındadır. 2008 yılında Türkiye
toplam birincil enerji arzının sadece %9’u yenilenebilir enerji kaynaklarından
oluşmuştur (Dünya’da bu oran %18’dir). Türkiye’de en hızlı gelişen ve en yakın
zamanda üretime katkıda bulunabilecek yenilebilir enerji kaynakları hidroelektrik ve
rüzgârdır. Ekim 2009 itibariyle, ülkemizdeki hidroelektrik santral kurulu gücü

209
14.254MW iken rüzgâr santrali kurulu gücü ise 646,45MW’dır. Bunun yanı sıra,
ülkemizde aynı tarihte 77,2MW toplam kurulu güce sahip jeotermal enerji santralleri
bulunmaktadır. Bunlara ek olarak, ülkemizde 2008 yılsonu itibariyle toplam 59,65MW
kurulu güce sahip biokütle enerji santralleri ile 3.000kWh kurulu güce sahip güneş
enerjisi sistemleri de mevcuttur. Bunlara ek olarak Türkiye, nükleer enerji ve hidrojen
enerjisi sistemlerinden yararlanmak üzere çeşitli çalışmalar yapmaktadır.

İkincil enerji türü olan elektrik enerjisi üretiminde de Türkiye son yıllarda ciddi
mesafeler kat etmiştir. Türkiye’nin burada attığı en önemli adım, elektrik üretiminde ve
dağıtımında liberalleşmeye giderek bu işi özel sektöre devretmek için kolları sıvamış
olmasıdır ki; bunun avantaj mı dezavantaj mı olduğu ülkemizde halen tartışılır bir
konudur. Hâlihazırda, Türkiye’nin başta önemli büyük illeri (İstanbul, Ankara) olmak
üzere birçok ilinde elektrik dağıtım işi özelleşmiştir. Ayrıca, irili ufaklı birçok
otoprodüktör de özellikle sanayi kesimine elektrik üretimi yapmaktadırlar. Türkiye’nin
2008 yılı sonu itibariyle toplam (kamu ve özel sektör) 41,817,2MW kurulu gücü
bulunurken; bunun %42,7’si özel sektöre aittir. Buna ek olarak ülkemiz 2008 yılında
toplam (kamu ve özel sektör) 198.417,2GWh elektrik üretirken; bunun da %50,8’i özel
sektör tarafından üretilmiştir.

Enerji sektöründe yaşanan bu hızlı gelişme ile bankacılık sektöründe ki


yabancılaşma hemen hemen aynı zaman dilimi içerisinde gerçekleşmiştir. Enerji
sektöründe de yabancı ilgisinin yoğun olduğu düşünülürse; bankacılıkta ki
yabancılaşma ile bu sektördeki yabancılaşmanın bir ilgisi olup/olmadığını incelemek ve
enerji sektöründe faaliyet gösteren firmaların bankacılıktaki bu yabancılaşmaya bakış
açılarını ölçmek için bu çalışmada, bu sektördeki firmalara anket uygulanmıştır.

Ankete katılan şirketlerin çoğu yabancı kaynak kullanma ihtiyacı içerisinde


olmadıklarını belirtirken; yabancı kaynak kullanma eğiliminde olanların ise yerli
sermayeli bankaları, yabancı sermayeli bankalara nazaran daha çok tercih ettiklerini
belirtmişlerdir. Türkiye’de faaliyet gösteren şirketlerin çoğunun KOBİ tanımına girdiği
düşünülürse, bu profil enerji sektörüne de yanmıştır. Yerli sermayeli bankaların
(özellikle kamu bankaları) KOBİ’lere özel çok avantajlı ürünleri bulunmaktadır.
Yabancı sermayeli bankalar bu konuda kendilerini yeni yeni geliştirmeye başlamıştır.

210
Ayrıca, bu sektörde faaliyet gösteren firmalardaki yabancı payı göz önüne alındığında,
genelde yabancı kaynak kullanma ihtiyacı duyulmamasının sebebinin, ihtiyaç duyulan
kaynağın sektöre giren yabancı sermaye ile karşılanmış olmasıdır. Böyle bir kaynağı
olmayan (yerli sermayeli) kurumların bankadan kredi alma ihtiyaçları doğar ve
bunlarında yabancı sermayeli bankalardan kredi alması, yerli sermayeli bankalardan
almalarından daha zordur. Sonuç olarak bankacılık sektörüne giren yabancı sermaye,
enerji sektöründe de kendi tarafını kuvvetlendirme yolundadır.

Ankete katılan ve yabancı kaynak kullanma eğiliminde olan firmalar için


yabancı kaynak kullanma kararlarını etkileyen unsurlar, kaynağın maliyeti ve kaynağın
vade yapısıdır. Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı sermayeli bankalar, düşük faiz
oranlı ve değişik vadelerde birçok ürün piyasaya sunmaktadır ancak bunu kullandırmak
için de çok ciddi yeterlilikler istemektedir ki; özellikle Türkiye’de faaliyet gösteren yerli
sermayeli firmalar bu sıkı politikalara çok hazırlıklı değillerdir. Türkiye’de KOBİ’lerin
kredi alma işi genellikle dostluk ilişkilerine bağlı olarak yürümüştür. Ancak, 2001
sonrası yeniden yapılanan bankacılık sistemi bu tarz imkânları da bayağı kısıtlamıştır.
Anlaşılabileceği üzere, bu durum da yerli sermayeli firmaları pek destekler nitelikte
değildir. Yabancı sermayeli bankaların avantajlı ürün sunmasında, Türkiye’nin genel
makroekonomik durumunun da bu dönemde pozitif seyretmesinin etkileri göz ardı
edilmemelidir.

Anketin sonuçlarına göre, yabancı sermayeli bankalar kredi verirken; genelde


anonim şirket statüsünde faaliyet gösteren, sermayesi güçlü, yıllık satış cirosu yüksek ve
faaliyet gösterdiği yıl uzun olan firmaları tercih etmektedirler ki; bunlar da genellikle
yabancı sermayeli ve/ve ya yabancı ortaklı kurumlardır. Sonuç olarak, her durumda
artan yabancı sermayeli bankalar Türk enerji sektöründe faaliyet gösteren firmalara
(özellikle yerli sermayeli olanlara) yabancı kaynak bulma konusunda çok destekler
nitelikte olmadığı ortaya çıkmıştır.

Ankete katılan firmalar ayrıca, 2008 yılında yaşanan global mali kriz
sonucunda yabancı sermayeli bankalara bakış açılarının negatif yönde etkilendiğini
açıklamışlardır. Bilindiği gibi, 2008 yılında yaşanan global mali kriz Amerika ve
Avrupa’daki bütün bankaları çok derinden etkilerken; birçoğunun da batmasına sebep

211
olmuştur. Bu da, özellikle Türk bankacılık sektöründe yabancı sermayeli bankalara
karşı olan aşırı pozitif bakış açısına biraz sekte vurmuştur ve bu konuda tedbir
alınmasının gerekliliğini göstermiştir.

Sonuç olarak hızlı bir finansal liberalizasyon sürecine giren Türkiye, global
dünyaya entegre olurken ülke menfaatini düşünerek adım atmalıdır. Böylece global kriz
anında minimum etkilenebileceği bir düzeni kurmaya çalışarak bu politikayı, kendi
açısından stratejik önemi olan bankacılık ve enerji sektöründe muhakkak uygulamalıdır.
Ayrıca, ülkeye giren yabancı sermayeyi ülke ekonomisine katma değer yaratacak
şekilde kullanmalıdır.

Çalışma sonucunda, Türkiye’nin dikkat etmesi gereken noktalar ve alınması


gereken önlemler şöyle özetlenebilir;

a. Yabancı sermaye etkisi altına giren Osmanlı’nın bu durumundan


kurtarılarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çok büyük zorluklarla kazandığı
maddi ve manevi bu özgürlük daimi kılınmalıdır. Dolayısıyla, uygulanan finansal ve
enerji ile ilgili politikalar, Türkiye ekonomisini destekleyecek ve güçlendirecek şekilde
hazırlanmalı ve uygulanmalıdır.
b. Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı sermayeli bankaların takip ettikleri
politikalar yakından izlenmeli ve bunların sektörsel ayrım yapmadan, Türkiye’de
faaliyet gösteren yerli/yabancı şirketlere (bireylere) eşit mesafede kalarak faaliyet
göstermeleri sağlanmaktadır.
c. Türkiye, finans ve enerji sektöründe artan yabancılaşmayı popülist
politikalardan kaçınarak izlemelidir.
d. Finans ve enerji sektöründe dışa bağımlılığın artmasının, ülkenin
ekonomisine vereceği zarar dikkate alınarak alternatif plan ve politikalar
oluşturulmalıdır.
e. Türkiye özellikle enerji sektöründe, bulunduğu jeopolitik konumunun
avantajlarını kullanarak, kendi enerji faturasını önemli ölçüde minimize edebilme
imkânına sahiptir. Türkiye’nin enerji faturasının yüksekliği dikkate alındığında, bu
durumun Türkiye’ye makro ekonomik açıdan da önemli avantajlar sağlayacağı
aşikârdır.

212
f. Bunun yanı sıra, Türkiye sahip olduğu hem birincil hem de yenilenebilir
enerji kaynaklarından maksimum düzeyde yararlanma yoluna gitmelidir ki; bu da hem
ülkenin enerji faturasını zayıflatacak hem de ülkenin enerji gibi stratejik bir konuda dışa
bağımlılığını büyük ölçüde azaltacaktır.

213
EKLER:
 

EK 1: 1929- 1954 Türkiye’de Yabancı Sermaye Kanunu ile ilgili Yapılan


Düzenlemeler

1. 1447 sayılı Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları Kanunu: 1929


yılında dünyadaki ekonomik krize paralel olarak, ülkedeki döviz kontrolünü sağlamak
amacı ile yürürlüğe girmiştir. Bu kanun, menkul kıymetler ve kambiyo borsalarında
işlem görecek yabancı hisse senetleri ve tahviller ile yabancı paraları doğrudan dönemin
Maliye Bakanlığının iznine bağlamıştır. Kısacası, kambiyo ve yabancı paraların alım
satımını yasaklanmıştır.
2. 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkındaki Kanun: 1930
yılında yürürlüğe girdi. Bu kanun ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türk Parasının
konvertibilitesini kaldırırken; yatırımcılara yabancı devletlerden kredi alabilme imkânı
tanımıştır. Ancak kredi, maliye bakanlığının aracılığı ile Bakanlar Kurulunun izin
vermesi sonucu alınabilmektedir ve yapılan yatırımın sonucunda elde edilen karın bir
kısmı, merkez bankasında bloke edilir. Bloke edilen kar da ancak, ülke içerisinde
kullanılabilmek şartı ile debloke olabilir.
3. 7462 sayılı Ereğli Demir Çelik Fabrikaları Kanunu: 1960 yılında
yürürlüğe girmiştir. O zamanlarda yürürlülükte olan 6224 sayılı yabancı sermayeyi
teşvik kanununa göre de daha liberal hükümleri vardır. Bu kanun sadece, Ereğli Demir
Çelik Fabrikalarının kurulması için gerekli sermayenin ülkeye gelmesi amacı ile
çıkartılmış bir kanundur; bu yüzden geçerlilik süresi kısa olmuştur.
4. 1567 sayılı Türk Parasını Kıymetini Koruma Hakkında Kanun: 1930
tarihinde yürürlüğe giren bu kanun, hükümete Türk parası ile ilgili her konuda
kararnameler yolu ile düzenleme yapma hakkı vermiştir. Bu kararnameler ile
Türkiye’de 6224 ve 6326 sayılı kanunların kapsamına girmeyen yabancı sermayeli
kuruluşların faaliyetleri düzenlenmeye çalışılmıştır. Ülkemizde ilk defa, yatırım
yapacak yabancıların yatırım için gerekli sermayeyi dışarıdan döviz olarak getirme

214
mecburiyeti, bu kanuna dayalı olarak 1934 yılında uygulanmaya başlamıştır. Bu kanun
ayrıca, yabancı yatırımcıya hiçbir şarta tabi olmaksızın kar ve sermaye transferi yapma
hakkı tanımıştır. Ancak bu kanunda, yabancı sermayeli kuruluşların faaliyetlerine ilişkin
sınırlamalar oldukça belirsizdir. Daha sonra bu kanundaki açık, 6224 sayılı kanun ile
düzeltilmeye çalışılmıştır.
5. 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkındaki Kanun’a
dayalı 13 Sayılı Kararname: 1947 yılında yürürlüğe giren bu kararname, Türkiye
Cumhuriyeti’nin yabancı sermaye ile ilgili ilk açık düzenlemesidir. Bu kararname,
Türkiye’de yatırım yapmayı düşünen yabancıların yatırım için gerekli olan sermayeyi
dışarıdan getirmeyi zorunlu kılarken; yapılacak yatırımların Ülkenin kalkınmasına
öncülük eden sanayi, tarım ve bayındırlık alanlarında ve ya ihracatı artırıcı nitelikte
olması gerektiğini vurgulamıştır.
6. 5583 sayılı Hazinece Özel Teşebbüslere Kefalet Edilmesi ve Döviz
Taahhüdü Bunulmasına Dair Kanun: 1950 yılında yürürlüğe giren bu kanun, Turizm
sektörünü de yabancı sermaye teşvikine giren sektörler arasına almıştır. Bu kanun
ayrıca, yabancı sermaye konusunu ilk ele alan kanundur. Bu kanun, hem ülkeye hem
ülkeye gelen yabancı sermayeye transfer garantisi vermiş; hem de dışarıdan borç almak
isteyen işletmelere borçlarını döviz ile transfer etme imkânı getirmiştir.
7. 5584 Sayılı Kanun: 1950 yılında yürürlüğe giren bu kanun, Türkiye
Cumhuriyeti’nde yabancı sermaye ile ilgili çıkarılan ilk özel kanundur. Bu kanun,
yabancı sermayenin ülkemize gelmesini kolaylaştırmak ve emniyetini sağlamak için
düzenlenmiştir.
8. 5821 sayılı Yabancı Sermaye Yatırımlarını Teşvik Kanunu: 1951 yılında
yürürlüğe giren bu kanun, 5583 sayılı kanundaki yabancı sermayeye ait hükümleri
yeniden düzenlemiştir ve 6224 sayılı Kanunun temelini oluşturmuştur.
9. 6224 Sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu: 1954 yılında kabul
edilen kanun, yabancı sermayeyi Türk ekonomisine katkıda bulunması, özel sektöre
açık bir faaliyet sahasına yatırım yapması ve herhangi bir özel imtiyaz ve hak talep
etmemesi koşulları ile her alanda çalışmakta özgür bırakmıştır. Bu kanun ile birlikte
yabancı sermaye, 5821 sayılı kanun ile giremediği tarım ve ticaret sektörlerine de
girmeye hak kazanmıştır. Bu kanun ayrıca, sermaye kavramını da tanım olarak
genişletmiş ve mali konularda da birçok kolaylıklar tanımıştır. En önemlisi, yabancı

215
sermayenin kar transferindeki kısıtlamalar kaldırılmıştır. Bunlara ek olarak, yabancı
sermayeli kuruluşlarda Bakanlığın izni ile personel çalıştırabilme olanağı tanınmış ve
bu personelin kazançlarını dışarıya transfer etme imkânı verilmiştir. Sonuç olarak bu
kanun, yerli girişimlere tanınan tüm haklar, muafiyetler ve kolaylıklardan, aynı alanda
çalışan yabancı sermayeli kuruluşlara da yararlanma imkânı vermiştir. Bu Kanun, o
zamanki dünya koşullarında ve Türkiye koşullarında oldukça çağdaş, hatta o günün
koşullarından daha ileri özellikler taşıyan bir kanun idi.
10. 6326 sayılı Petrol Kanunu: 1954 yılında yürürlüğe giren kanun, yabancı
yatırımcıya Türkiye’de petrol arama, işletme ruhsatnameleri alma ve belge talep etme
hakkı tanımıştır. Ayrıca, üzerinde arama yaptığı ve ya işletme kurduğu araziyi satın
alma ve kamulaştırma hakkını vermiştir. Bunlara ek olarak, yabancı yatırımcılar petrol
arama faaliyetleri ile ilgili ihtiyaç duyduğu her türlü malzemeyi hiç gümrük ödemeden
yurtdışından ithal edebilirken; elde ettiği karları da kanunda öngörülen şartlarla ve
vergisini ödedikten sonra yurtdışına transfer edebilmektedir.

216
EK 2: Enerji Sektöründe Faaliyet Gösteren Firmalara Uygulanan Anket

1. İşletmeniz yabancı kaynak kullanıyor mu?

[ ] Evet

[ ] Hayır (Cevabınız "Hayır" ise 4. soruya geçiniz)

2. İşletmenizin aşağıdaki yabancı sermaye kaynaklarını kullanım sıklığı nedir?

Zaman Her
Hiç Nadiren Genellikle
Zaman Zaman

Türkiye'de faaliyet gösteren


yerli sermayeli bankalardan ve [ ] [ ] [ ] [ ] [ ]
ya finansman kurumlarından

Türkiye'de faaliyet gösteren


yabancı sermayeli bankalardan [ ] [ ] [ ] [ ] [ ]
ve ya finansman kurumlardan

Yurtdışında faaliyet gösteren


bankalardan ve ya finansman [ ] [ ] [ ] [ ] [ ]
kurumlarından

3. Aşağıdaki faktörlerin yabancı sermaye kullanma kararınıza etki derecesi nedir?

Hiç Orta Büyük


Kısmen Çok
Etkisi Düzeyde Ölçüde
Etkili Etkili
Yok Etkili Etkili

Kaynağın maliyeti [ ] [ ] [ ] [ ] [ ]

Kaynağın vade yapısı [ ] [ ] [ ] [ ] [ ]

217
Genel makroekonomik durum [ ] [ ] [ ] [ ] [ ]

Kaynak veren kurumun yerli ve ya


[ ] [ ] [ ] [ ] [ ]
yabancı sermayeli olması

4. İşletmeniz yabancı kaynak bulmada zorlanıyor mu?

[ ] Evet

[ ] Hayır (Cevabınız "Hayır" ise 6. soruya geçiniz)

5. İşletmenizin yabancı kaynak bulmakta çektiği güçlüklere aşağıdaki faktörlerin etki


derecesi nedir?

Hiç Orta Büyük


Kısmen Çok
Etkisi Düzeyde Ölçüde
Etkili Etkili
Yok Etkili Etkili

Ülkemizde artan yabancı sermayeli


[ ] [ ] [ ] [ ] [ ]
banka ve finansman kuruluşları

Ülkemizdeki kredi maliyetlerinin


[ ] [ ] [ ] [ ] [ ]
yüksek olması

Şirketinizin kendi bünyesindeki


[ ] [ ] [ ] [ ] [ ]
yetersizlikler

Uyguladığınız şirket politikanız [ ] [ ] [ ] [ ] [ ]

6. İşletmeniz 2001 krizi sonrası finansman sorununu çözmek için hiç banka kredisi
kullandı mı?

[ ] Evet

[ ] Hayır (Cevabınız "Evet" ise 9. soruya geçiniz)

7. Kaç kere kullandınız? Her bir finansman kuruluşu karşısındaki en uygun


seçeneği işaretleyiniz.

218
Bir İki Daha
Hiç Üç Kere
Kere Kere Fazla

Türkiye'de faaliyet gösteren yerli


sermayeli bankalardan ve ya [ ] [ ] [ ] [ ] [ ]
finansman kurumlarından

Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı


sermayeli bankalardan ve ya [ ] [ ] [ ] [ ] [ ]
finansman kurumlardan

Yurtdışında faaliyet gösteren


bankalardan ve ya finansman [ ] [ ] [ ] [ ] [ ]
kurumlarından

Diğer finansman kuruluşlarından [ ] [ ] [ ] [ ] [ ]

8. İşletmenizin banka kredisi sağlamada çektiği güçlüklere aşağıdaki faktörlerin etki


derecesi nedir?

Hiç Orta Büyük


Kısmen Çok
Etkisi Düzeyde Ölçüde
Etkili Etkili
Yok Etkili Etkili

Yüksek faiz oranları [ ] [ ] [ ] [ ] [ ]

Bürokratik işlemlerin fazla olması [ ] [ ] [ ] [ ] [ ]

Düşük kredi limitleri [ ] [ ] [ ] [ ] [ ]

Çalıştığınız sektörün kredi


[ ] [ ] [ ] [ ] [ ]
kapsamında olmayışı

Özellikle 2001 yılından sonra artan


yabancı sermayeli bankaların kredi [ ] [ ] [ ] [ ] [ ]
politikaları

9. Ülkemizde 2001 finansal krizi sonrası artan yabancı sermayeli bankalar size
finansman açısından herhangi avantaj/dezavantaj oldu mu?

[ ] Evet, avantaj sağladı (Cevabınız "Evet" ise 10. soruya geçiniz)

219
[ ] Evet, dezavantaj sağladı (Cevabınız "Evet" ise 11. soruya geçiniz)

[ ] Ne avantaj ne de dezavantaj sağladı

10. Hangi açıdan avantaj sağladı?

[ ] Maliyet açısından

[ ] Kredi çeşidi açısından

[ ] Kredi miktarı açısından

[ ] Bürokratik işler açısından

[ ] İstenilen teminatlar açısından

11. Hangi açıdan dezavantaj sağladı?

[ ] Maliyet açısından

[ ] Kredi çeşidi açısından

[ ] Kredi miktarı açısından

[ ] Bürokratik işler açısından

[ ] İstenilen teminatlar açısından

12. Ülkemizde faaliyet gösteren bankaların mevcut kredi sistemi hakkındaki


görüşlerinizi ifade eden şıkları işaretleyiniz. (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)

[ ] Artan yabancı sermayeli bankalar kredi alımını zorlaştırdı

[ ] Artan yabancı sermayeli bankalar kredi alımını kolaylaştırdı

[ ] Kredi verilen sektör sayısı çok kısıtlı

[ ] Kredi kullanırken herhangi bir sektör kısıtlaması yok

13. İşletmeniz Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı bankaların enerji sektöründe


faaliyet gösteren işletmelere yönelik hangi hizmetlerinden yararlanmıştır? (Birden
fazla şık işaretleyebilirsiniz)

220
[ ] Gayri nakdi krediler

[ ] Nakdi krediler

[ ] AB Yatırım Bankası Kredileri

[ ] Mikro kredi/ şirket kredi kartı

[ ] Kullanmadı

14. Yabancı sermayeli bankaların Türkiye'ye yönelmesi hakkında ne


düşünüyorsunuz?

[ ] Faydalı oldu.

[ ] Hiçbir etkisi olmadı

[ ] Negatif etkisi oldu, kredi alma koşulları zorlaştı

[ ] Fikrim yok

15. “Yaşanan global mali kriz Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı sermayeli
bankalara bakış negatif yönde açınızı etkiledi” görüşüne katılma derecenizi lütfen
en uygun seçeneği işaretleyerek belirtiniz.

[ ] Kesinlikle katılıyorum

[ ] Katılıyorum

[ ] Kısmen katılıyorum

[ ] Katılmıyorum

[ ] Fikrim yok

D.1. İşletmenizin Faaliyet kolu aşağıdakilerden hangisidir?

[ ] Elektrik Enerjisi

[ ] Hidroelektrik Enerji

[ ] Nükleer Enerji

[ ] Hidrojen Enerjisi

[ ] Rüzgâr Enerjisi

221
[ ] Jeotermal Enerji

[ ] Güneş Enerjisi

[ ] Diğer , belirtiniz………….

D.2. İşletmeniz kaç yıldır faaliyet göstermektedir?

[ ] 1 yıldan az

[ ] 1- 5 yıl

[ ] 5- 10 yıl

[ ] 10- 20 yıl

[ ] 20 yıl ve üzeri

D.3. İşletmenizin sermayesi;

[ ] 100 bin TL ve altı

[ ] 101 bin TL ve 250 bin TL arası

[ ] 251 bin TL ve 500 bin TL arası

[ ] 501 bin TL ve 1 milyon TL arası

[ ] 1 milyon TL'nin üzeri

D.4. İşletmenizin yıllık ortalama satış cirosu;

[ ] 100 bin TL ve altı

[ ] 101 bin TL ve 250 bin TL arası

[ ] 251 bin TL ve 500 bin TL arası

[ ] 501 bin TL ve 1 milyon TL arası

[ ] 1 milyon TL'nin üzeri

D.5. İşletmenizde çalışan toplam personel sayısı;

[ ] 1- 2 kişi

[ ] 3- 5 kişi

[ ] 5- 8 kişi

222
[ ] 8- 10 kişi

[ ] 10 kişi ve üzeri

D.6. İşletmenizin hukuki yapısı aşağıdakilerden hangisidir?

[ ] Anonim Şirket

[ ] Limited Şirket

[ ] Kollektif Şirket

[ ] Komandit Şirket

[ ] Şahıs Şirketi

223
KAYNAKÇA

1994 Krizi ve Sonrasında Türk Bankacılık Sistemindeki Gelişmeler, 2009,


http://www.krizveiflas.com/node/155 (02/12/2009)

Acaroğlu Mustafa, “Türkiye’de Biyokütle (Biomas) Enerji Potansiyeli ve


Değerlendirilmesi için Öneriler”, Türkiye VIII. Enerji Kongresi, C.II, Ankara, DEK
TMK, 08-12 Mayıs 2000.

Akgeyik Tekin ve Yavuz Arif, Türk Bankacılık Sektöründe Yabancılaşma: Risk mi


Fırsat mı?, İstanbul: Artus Basım, 2008.

Akın Vural, “Ülkemizin Enerji Politikaları”, Türkiye 6. Enerji Kongresi Teknik


Oturum Tebligleri, Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi, Ankara: Ajans-Türk
Matbaacılık, İzmir,1994.

Akkuş Mehmet F., “Türkiye Açısından Petrol ve Doğal Gaz”, Enerji Dünyası, C.III,
No:12, Şura Özel Sayısı, Aralık 1998.

Aklan Nejla Adanur, “Uluslararası Sermaye Akımları: Etkileri; Sterilizasyon


Politikaları ve Değişen Yapısı”, Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Bilimler Dergisi,
s.36. http://sbe.balikesir.edu.tr/dergi/edergi/c5s7/makale/c5s7m3.pdf (10/07/2009).

Aktan Reşat, Türkiye İktisadı, Sevinç Matbaası, Ankara, 1972.

Alpan Fatoş A.
http://elektroteknoloji.com/Elektrik_Elektronik/Teknik_Yazilar/NUKLEER_GUC_SA
NTRALLARiNiN_GENEL_TANiMi.html (20/02/2010).

Altaş Macide, Özkan Hanife F. ve Çelebi Emel, 2002 Enerji İstatistikleri, DEKTMK
Türkiye IX. Enerji Kongresi, İstanbul, 24-27 Eylül 2003.

Apaydın Oktay, “Türkiye Enerji Kongrelerinde Ortaya Çıkan Sonuç ve Önerilerle İlgili
Gelişmeler”, Türkiye 6. Enerji Kongresi Teknik Oturum Tebliğleri 4. Yayın, Dünya
Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi, Ankara: Ajans-Türk Matbacılık, İzmir,1994.

224
Artun Tuncay, İşlevi, Gelişimi, Özellikleri ve Sorunlarıyla Türkiye’de Bankacılık,
2.Basım, Ankara: Tekin Yayınevi, 1983.

Asante Yaw, “Determinants of Private Investment Behavior”, AERC Research Paper


100, Mart 2000.

Atamtürk Burak, “Gelişmekte Olan Ülkelerde ve Türkiye’de Finansal Serbestleşmenin


İç Tasarruflar Üzerine Etkisi”, Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt XXIII,
Sayı 2, 2007.

Ayadi Rym ve Pujals Georges, “Banking Mergers and Acquisitions in the EU:
Overview, Assessment and Prospects”, The European Money and Finance Forum
Paper, No: 2005/3, 2005.

Aysan Ahmet Faruk ve Ceyhan Şanlı Pınar, “Globalization of Tu.rkey’s Banking


Sector: the Determinants of Foreign Bank Penetration in Turkey”, MPRA Paper , No:
5489, 2006.

Başoğlu Ufuk, Ceylan Ali ve Parasız İlker, Finans: Teori, Kurum, Uygulama, 2.
Basım, Bursa: Ekin Basın Yayın Dağıtım, 2009.

Bayraç Naci ve Yenilmez Füsun, Türkiye’de Petrol Sektörü,


www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/Naci1.doc (20/02/2010).

BDDK, “Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı: Gelişme Raporu-


V”, Kasım 2002.

BDDK, “Finansal Piyasalar Raporu”, Sayı: 12, Ankara, Aralık 2008.

BDDK, Finansal Piyasalar Raporu, Sayı: 15, Ankara, Eylül 2009.

BDDK, Yeniden Yapılandırma Programı, 15 Mayıs 2001.

Berger Allen N., Young Robert De, Genay Hesna ve Udell Gregory F., “Globalization
of Financial Institutions: Evidence from Cross-Border Banking Performance”,
Brookings-Wharton Papers on Financial Services, Washington 2000.

225
Berkes Niyazi, 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz, 16. Basım, İstanbul: Cumhuriyet
Kitapları, 1997.

Bila Fikret, “Ponzi Tipi Kısır Döngü”, Milliyet Gazetesi, 21.07.2001,


http://www.milliyet.com.tr/2001/07/22/yazar/bila.html (11/07/2009).

Bockris John O’M., Veziroğlu T. Nejat ve Smith Debi L., Geleceğin Enerjisi:Güneş-
Hidrojen, Çev.: Ömer Faruk Noyan, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2001.

Bockris John O’M., Veziroğlu T. Nejat ve Smith Debi L., Güneş Enerjisi, I. Basım,
İstanbul: İletişim Yayınları, 1993.

Bonin John P., Iftekhar Hasan ve Wachtel Paul, “Privatization Matters: Bank Efficiency
in Transition Countries”, Journal of Banking & Finance, Cilt V., No: 29 (8-9),
August-September 2005.

Boot Arnoud W. A., “Consolidation and Strategic Positioning in Banking (The Future
of Banking)”, Topics in Corporate Finance, Number 1, September 1999.

BOTAŞ, Azerbaycan-Türkiye Doğal Gaz Boru hattı Projesi,


http://www.botas.gov.tr/index.asp (21/02/2010).

BOTAŞ, Batman-Dörtyol Ham Petrol Boru Hattı, http://www.botas.gov.tr/index.asp


(20/02/2010).

BOTAŞ, Mısır- Türkiye Doğal Gaz Boru hattı Projesi,


http://www.botas.gov.tr/index.asp (21/02/2010).

BOTAŞ, Sıvılaştırılmış Doğal Gaz (LNG) İthal Terminali,


http://www.botas.gov.tr/index.asp (21/02/2010).

Boubakri Narjess, Cosset Jean-Claude, Fischer Klaus ve Guedhami Omrane,


“Privatization and Bank Performance in Developing Countries”; Journal of Banking &
Finance, V. 29 (8-9), August September 2005.

226
Boughton James M., “On the Origins of the Fleming- Mundell Model”. IMF Working
Paper, WP/02/107, June 2002.

Boyacıoğlu Melek Acar, “1980 Sonrası Türk Bankacılık Sektörü’ndeki Gelişmeler,


Krizlerin Sektör Üzerindeki Etkileri ve İyileştirici Öneriler”, Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, s.527,
(http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makaleler/Melek%20ACAR%20BOYACI
O%C4%9ELU/523-538.pdf), (21/06/2008).

BP, Statistical Review of World Energy,


http://www.bp.com/subsection.do?categoryId=9023761&contentId=7044545.

BTC, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi,


http://www.btc.com.tr/proje.html (21/02/2010).

Buch Claudia, “Capital Mobility and EU Enlargement”, Kiel Institute of World


Economics, Kiel Working Paper, No. 908, 1999.

Burdisso Tamara ve D’Amato Laura, “The Bank Privatization Process in argentina:


Towards a more Efficient Banking System?”, Banco Central de la Republica
Argentina Working Papers, No:4.

Burdisso Tamara ve D’Amato Laura, Prudential regulations, restructuring and


competition: the case of the Argentine Banking Industry, s.10,
http://www.cemla.org/pdf/red-iv-ba.pdf (05/01/2010).

Calomiris, C. ve Powell A., “Can Establishing Market Bank Regulators Establish


Credible Discipline: The Case of Argentina, 1992-1999.”, NBER Working Paper ,
No:7715, 2000.

Cömert Nusret, “Türkiye Doğal Gaz Sektöründe Yapısal ve Yasal Gelişmeler”, Enerji,
C.VII, No:3, Mart 2002.

Cumhuriyetten Günümüze Enerji Sektörü,


http://www.genbilim.com/content/view/1462/84/ (07 Mayıs 2009)

227
Çağlarırmak Nilgün, “Finansal Liberalizasyon ve Türkiye’de Finansal Liberalizasyona
Yönelik Politikalar”, Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Eskişehir, 1996.

Çağlayan Zafer, “Elektrik Enerjisindeki Kaos Krize Dönüşmüştür”, Asomedya, Kasım


2000.

Çelik Ömer Faruk ve Yiğidim Aslan, Türk Bankacılık Sektöründe Kriz, 1. Basım,
Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, 2001.

Çengel A.Yunus, “Dünyada ve Türkiye’de Jeotermal, Rüzgar ve Diğer Enerjilerin


Kullanımı”, Yenilenebilir Enerji Kaynakları Sempozyumu ve Sergisi, Kayseri, 12-
13 Ekim 2001.

Çolak Faruk ve Öçal Tezer, Finansal Sistem ve Bankalar, İstanbul: Nobel Yayın
Dağıtım, 1999.

DEKTMK, 2002 Türkiye Enerji Raporu, Aralık 2002.

DEKTMK, Türkiye Enerji Raporu 2009, Aralık 2009.

Demirer Temel, Gericilik Döneminde Dünya ve Türkiye, İstanbul: Sorun Yayınları,


1993.

Derin Haldun, Türkiye’de Devletçilik, İstanbul, 1940.

DPT, 2010 Yılı Programı.

DPT, Altıncı BYKP (1990 – 1994), Ankara, 1989.

DPT, Beşinci BYKP (1985 – 1989), Ankara, 1984.

DPT, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1963 – 1967), Ankara, 1963.

DPT, Dokuzuncu BYKP (2007 – 2013), Karar no: 877, Ankara, 2006.

DPT, Dördüncü BYKP (1979 – 1983), Yayın No: 1664, Ankara, 1979

228
DPT, Enerji Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, Yay.No:DPT:2610-ÖİK:621,
2001.

DPT, İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1968 – 1972).

DPT, İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Genel Enerji Özel İhtisas Komisyonu
Raporu, Ankara:DPT Yayınları No:471-ÖİK 74,1966.

DPT, Petrol ve Doğal Gaz, Madencilik Ö.İ.K., Enerji Hammaddeleri Alt Komisyonu,
Petrol ve Doğal Gaz Çalışma Grubu Raporu, Ankara, 2001.

DPT, Sekizinci BYKP (2001 – 2005), Ankara, 2000.

DPT, Uranyum-Toryum, Madencilik Ö.İ.K., Enerji Hammaddeleri Alt Komisyonu,


Uranyum- Toryum Çalışma Grubu Raporu, Ankara, 1996.

DPT, Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1973 – 1977).

DPT, Yedinci BYKP (1996 – 2000), Ankara, 1995.

Dutt Amitava K., “Intrest Rate Policy in LDCs: a Post Keynesian View”, Journal of
Post Keynesian Economics, Vol.13, No.2, Winter 90-91.

Eichengreen Barry ve Flandreau Marc, The Gold Standard in Theory and History,
İkinci Basım, New York: Routledge,1997.

Elmas Yalçın, “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyeliğinde Enerji Sektörünün


Yapısal Uyum Sorunu”, Yüksek Lisans Tezi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Bolu, 2006.

Elosegui Pedro ve Pinteris George, “Privatization, Foreign Entry, and Bank Risk in
Emerging Banking Systems: Evidence from Argentina”, University of Illinois Finance
Association 2002 Meetings.

Emek Uğur, ”Finansal Piyasalarda Serbestleşmenin İktisadi Büyüme Üzerine Etkisi”,


Rekabet Dergisi, Sayı 3.

229
Focarelli Dario, “The Pattern of Foreign Entry in the Financial Markets of Emerging
Countries”, The Bank for International Settlements Paper, 2005.

Giannini Curzio, “Promoting Financial Stability in Emerging- Market Countries: The


Soft Law Approach and Beyond”, Comparative Economic Studies, Cilt.44, Summer
2002.

Gönülalan A. Uğur, “Türkiye Petrol Arama Üretim Sektörünün Durumu, Geliş(e)meme


Nedenleri ve Çözüm Önerileri”, Türkiye 11. Enerji Kongresi, İzmir, 21-23 Ekim
2009.

Grabel Ilene, “Speculation-led economic development: a post-Keynesian interpretation


of financial liberalization programmes in the Third World”, International Review of
Applied Economics, Volume 9, Issue 2, 1995.

Greenwald B. ve Stiglitz Joseph E., “Keynesian, New Keynesian and New Classical
Economics”, Oxford Economic Papers, Vol.39, 1987.

Gündem Fırat, “Finansal Liberalizasyonun Ödemeler Bilançosu Üzerine Etkileri:


Türkiye Örneği”, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İzmir, 2008.

Heather Montgomery, “The Role of Foreign Banks in Post-Crisis Asia: the Importance
of Method of Entry”, Asian Development Bank Institute Research Paper Series, No:
51, 2003.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Finansal_liberalizasyon, (20/10/2008)

http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/1025.html (12/06/2009)

http://www.obarsiv.com/ob-tarih.html, (05/11/2009)

http://www.oib.gov.tr/program/uygulamalar/2007_uygulamalar/2009_uygulamalar_tr.ht
m (15/02/2010)

230
ILO, The Employment Impact of Mergers and Acquisitions in the Banking and
Financial Services Sector: Report for Discussion at the Tripartite Meeting on the
Employment Impact of Mergers and Acquisitions in the Banking and Financial
Services Sector, Cenevre, 2001.

Işık Mustafa, “Yabancı Bankaların Türk Bankacılık Sektöründeki Payı ve Ekonomik


Gelişmeye Katkısı”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Bankacılık ve
Sigortacılık, İstanbul, 2006.

Işık Sayım, Doğan Harun ve Kadılar Cem, “Ekonomik Büyümede Para ve Fiziki
Sermaye: McKinnon tamamlayıcılık hipotezinin Türkiye için testi”, İktisat İşletme ve
Finans, 20.yıl, Ağustos 2005.

İstanbul Ticaret Odası, Ekonomik Rapor, 2008 Yılında Türkiye ve Dünya Ekonomisi,
İstanbul, 2008.

Janek, Sörg Mart, The Entry of Foreign Banks into Emerging Markets: an Application
of the Eclectic Theory, www.emselts.ee, (17/02/2008).

Jones R. W., “Factor Proportions and the Heckscher-Ohlin Theorem”, The Review of
Economic Studies, Vol. 24, No. 1 (1956 - 1957).

Kafalı Sevim Nur, “The Strucuture Of The Turkish Banking Sector After The 1994-
2000 and 2001 Financial Crises”, Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2005.

Kaminsky Graciela Laura ve Schmukler Sergio L., “Short Run Pain Long Run Gain:
The Effects of Financial Liberalization”, IMF Working Paper, No: 9787, 2003.

Karadeli Selçuk, Rüzgar Enerjisi, Ankara: 2001, Temiz-Enerji Vakfı Yay. No:5.

Karluk S. Rıdvan, Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, 1. Basım, İstanbul:


Taştan Matbaası, 1983.

Karluk S. Rıdvan, Uluslararası Ekonomi, Üçüncü Baskı, İstanbul: Bilim Teknik


Yayınevi, 1991.

231
Kaya Yasemin Türker, “Bankacılık Sektörü’nde Yeniden Yapılandırma: Arjantin
Örneği”, BDDK MSPD Çalışma Raporları, 2001/2.

Kaynar Reşat, Atatürkçülüğün Ekonomik ve Sosyal Yönü Semineri, İ.T.İ.A. 50. Yıl
Armağanı, İstanbul, 1973.

Kazgan Gülten, İktisadi Düşünce ve ya Politik İktisadın Evrimi, 13. Basım, İstanbul:
Remzi Kitabevi, 2008.

Kazgan Gülten, Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929 – 2001), “Ekonomik Politik”


Açısından Bir İrdeleme, 1. Basım, İstanbul: Bilgi İletişim Grubu Yayıncılık, 2005.

Keskin Ekrem, İnan Emre Alphan, Mumcu Melike ve Erdönmez Pelin, “50. Yılında
Türkiye Bankalar Birliği ve Türkiye’de Bankacılık Sistemi (1958-2007)”, Yayın
No: 262, İstanbul: TBB, 2008.

Klug Heinz G., Faass Reinhard, “Cryoplane: Hydrogen Fuelled Aircraft- Status and
Challenges”, Air and Space Europe, Vol.III, No:3/4, 2001.

Konopielko Lukasz,“Foreign Banks’ Entry into Central and East European Markets:
Motives and Activities”, Post-Communist Economies, Vol. 11, No.4, December 1999.

Kömür, http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%B6m%C3%BCr (20/01/2010)

Krugman Paul R. ve Obstfeld Maurice, International Economics: Theory and Policy,


İkinci Basım, New York: Harper- Collins Publishers Inc.1991.

Le Hong- Giang, Financial Opennes and Financial Integration, 00-04, Sydney: Asia
Pacific Press, 2000.

Lee Jong-Kun, “Financial Liberalization and Foreign Bank Entry in MENA”, World
Bank, 2002, Washington.

Mangır Fatih, “Finansal Deregülasyonun (1980- 2001) Türkiye Ekonomisi Üzerine


Etkileri: Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri.”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 2003.

232
Markowitz, H. M.; “Portfolio selection”, Journal of Finance, Vol 7, No 1, USA 1952.

McKinnon Ronald I., The Order of Economic Liberalization: Financial Control in


the Transition to a Market Economy, London: John Hopkins University Press, 1993.

Midilli Adnan, “On hydrogen and hydrogen energy strategies I: current status and
needs”, Renewable and Sustainable Energy Reviews, Vol.IX, No:3, 2005.

Minsky Hyman Philip, John Maynard Keynes, 1. basım, New York: Columbia
University Press, 1975.

Minsky Hyman Philip, Stabilizing an Unstable Economy, 1. basım, New Haven,


Conn: Yale University Press, 1986.

Morsy Hanan, “Essays on Globalization, Contagion and Sudden Capital Stops”,


Doktora Tezi, The George Washington University, Washington, 2006.

Mundell Robert, International Economics, I. Basım, New York: Macmillan,1968.

Murillo Rubén Hernández, “Experiments in Financial Liberalization: The Mexican


Banking Sector”, Federal Reserve Bank of St. Louis, Cilt V., No: 89 (5), Sep/Oct
2007.

Olsen Robert, “Industry reform continues, but at snail's pace: foreign investment in the
energy sector of most Latin American countries is dropping, even as it soars in the rest
of the world, The region cannot afford such a slow-down”, Petroleum Economist,
01/11/2005.

Ökçün Gündüz, 1909- 1930 Yılları Arasında Anonim Şirket Olarak Kurulan Bankalar,
Türkiye İktisat Tarihi Semineri, Ankara, 1975.

Ökçün Gündüz, Türkiye İktisat Kongresi, 1923 İzmir, Haberler- Belgeler-


Yorumlar, 3. Basım, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları,
1981.

233
Önal Güven, “Dünya ve Türkiye’de 21. Yüzyılda Kömürün Enerjideki Yeri ve Önemi”,
Türkiye VIII. Enerji Kongresi, C.I, Ankara, DEKTMK, 8-12 Mayıs 2000.

Önal Recep, Esen Aydın ve Kırçak Süer, Mali Sektör Araştırması, 1971- 1975
Döneminde Türk Mali Sistemi, Maliye Bakanlığı, Ankara, 1978.

Parasız İlker, “ Para, Banka ve Finansal Piyasalar”, 5. Basım, Bursa: Ezgi Kitapevi
Yayınları, 1994.

Price Waterhouse Coopers, Energy Deals 2008 Annual Review, İstanbul, 2009, ss.4-
8.

Ricardo David, “Principles of Political Economy and Political Taxation” The Works
and Correspondance of David Ricardo (Ed. P. Sraffa), Cilt I, Londra: Cambridge
University, 1951.

Rodoplu Hakan, “Finansal Liberalizasyonun Gelişmekte Olan Ülke Ekonomileri


Üzerindeki Etkileri: Türkiye Ekonomisi Örneği”, Doktora Tezi, Kocaeli Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kocaeli, 2004.

Ruffin Roy, “David Ricardo's Discovery of Comparative Advantage History of Political


Economy”, History of Political Economy, Volume 34, Number 4, Winter 2002.

Selçuk Nevin ve Arabul Hüseyin, “Elektrik Enerjisinde Ulusal Politika: 2000 Yılında
Türkiye’de Elektrik Enerjisinde Mevcut Durum, Sorunlar ve Çözüm Önerileri”, ASO-
İSO Ortak Yayını, Ekim 2000.

Seyidoğlu Hail, Uluslarası İktisat Teori Politika ve Uygulama, 16. Basım, İstanbul:
Güzem Can Yayınları, 2007.

Shaw Edward S., Financial Deeping in Economic Development, New York: Oxford
University Press, 1973.

Siler Oya, “The Development of National Banking in Turkey”, Türkiye İktisat Tarihi
Semineri, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları, 1975.

234
Soydemir Selim, Türkiye’de Finansal Fon Akımları (1982-1993), Ankara: SPK
Yayınları, 1998.

Şahin H. Mehmet, “Nükleer Atıkların Yakıt Olarak Yeniden Değerlendirilmesi”, IV.


Ulusal Temiz-Enerji Sempozyumu Bildiriler Kitabı, İstanbul,16-18 Ekim 2002.

Şengüler İlker, “Asfaltit ve Bitümlü Şeylin Türkiye’deki Potansiyeli ve Enerji Değeri”,


TMMOB Türkiye VI. Enerji Sempozyumu –Küresel Enerji Politikaları ve Türkiye
Gerçeği, Ankara, 22- 24 Ekim 2007.

Taylor Alan, “Argentina and the World Capital Market,: Saving, Investment and
International Capital Mobility in the Twentieth Century”, Journal of Development
Economics, Cilt. 57, No.1, Ekim 1998.

TBB, Bankacılar Dergisi, Türk Bankacılık Sistemi, Eylül 2005.

TBB, Bankalarımız 2000, İstanbul, 2001.

TBB, Bankalarımız Kitabı 2008, İstanbul, 2009.

TC Resmi Gazete, Doğal Gaz Piyasası Kanunu (Elektrik Piyasası Kanununda


Değişiklik Yapılması ve Doğal Gaz Piyasası Hakkındaki kanun), 02 Mayıs
2001Çarşamba, Kanun No:4646, Kabul Tarihi 18.04.2001, Geçici 4. Madde.

TCMB, 2000 Yıllık Raporu, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, 2001.

TCMB, Küreselleşmenin Türkiye Ekonomisine Etkisi, Ankara, 2002.

Tezekici Selman, “Türkiye’de Enerji Sektörü ve Elektrik Enerjisi Talep Projeksiyonu


(Kaynaklar- Politikalar)”, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul, 2005.

Türkiye Elektrik Kurumu, Ocak 1972.

Türkiye II. İktisat Kongresi, Altyapı, Enerji ve Ulaştırma Komisyonu Tebliğeri,


İzmir, 1981.

235
Türkiye Kömür İşletmeleri Kurulu, Kömür Sektör Raporu (Linyit), Ankara, 2009.

Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu, 2008 Yıllık Faaliyet Raporu, Ankara.

Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü, Taşkömürü Sektör Raporu, Mayıs


2009.

Uras Güngör, Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, 1. Basım, İstanbul: Formül


Matbaası, 1979.

Uygur Ercan, “Financial Liberalization and Economic Performance in Turkey”, TCMB


Araştırma Departmanı, Ankara, 1993.

Ültanır Mustafa Özcan, “Türkiye’de Doğal Gaz Sıkıntısı”, Enerji, C.IV, No:2, Şubat
1999.

Ültanır Mustafa Özcan, 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Enerji Stratejisinin


Değerlendirilmesi, İstanbul: TÜSİAD Yayınları, 1998.

Williams Barry, “ Positive Theories of Multinational Banking: Eclectic Theory Versus


Internationalization Theory”, Journal of Economic Surveys, Vol. 11, No.1.,1997.

www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/.../teut.doc (19/01/2010).

Yavan Nuri ve Kara Hamdi, “Türkiye’de Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve


Bölgesel Dağılışı”,Coğrafi Bilimler Dergisi, Nisan 2003, Cilt: 1, Sayı:1.

Yayla Münür, Kaya Yasemin Türker ve Ekmen İbrahim, Bankacılık Sektörüne


Yabancı Girişi: Küresel Gelişmeler ve Türkiye, BDDK ARD Çalışma Raporları:
Eylül 2005/6.

Yeldan Erinç, “Minsky Noktası ve Sonrası”, Cumhuriyet, 12 Mart 2008.

Yeldan Erinç, “Neoliberal Küreselleşme İdeolijisinin Kalkınma Söylemi Üzerine


Değerlendirmeler”, Bilkent Üniversitesi, Praksis Dergisi.

236
Yeldan Erinç, Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve
Büyüme, Dokuzuncu Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2003.

Yücel F. Behçet, “Türkiye’nin Kalkınmasında Enerji ve Teknolojinin Önemi”, Enerji


Dünyası, No:30, Haziran 2000.

Zarakolu Avni, “Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu”, Ankara Üniversitesi Hukuk


Fakültesi Dergisi, Cilt:11, Sayı:1, 1954.

Zhu Lili, “Impact of Foreign Entry on Banks in Emerging Markets: The Role of Pre-
Existing Competitive Environment”, Doktora Tezi, George Washington University,
Washington, 2007.

237

You might also like