Professional Documents
Culture Documents
Fuat Keyman - Değişen Dünya Dönüşen Türkiye
Fuat Keyman - Değişen Dünya Dönüşen Türkiye
FUAT KEYMAN
E. Fuat Keyman, Koç Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve Koç
Üniversitesi Küreselleşme ve Demokratik Y önetim Merkezi'nin direktörüdür. Demokra
tikleşme, küreselleşme, uluslararası ilişkiler ve Türkiye'de devlet-toplum ilişkileri üzeri
ne çalışmaktadır. Keymen'in Türkiye'de ve yurtdışında yayımlanmış çok sayıda kitap ve
makalesi bulunmaktadır. Kitapları arasında, Globalization, State, ldentity/Difference:
Towards a Critical Social Theory of lnternational Relations (Humanities Press, New
Jersey, 1997); Türkiye ve Radikal Demokrasi (Alfa, İstanbul, 2000); Global-Yerel Ek
2000, Ali Yaşar Sarıbay ile birlikte); Liberalizm, Devlet,
sende Türkiye (Alfa, İstanbul,
Hegemonya (Everest, İstanbul, 2002); Türkiye'de Devlet Sorunu: Küreselleşme, Mo
dernleşme, Demokratikleşme (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2005), Ci
tizenship in a Global World: European Questions and Turkish E:ıcperiences {Küreselle
şen Dünyada Vatandaşlık: Avrupa Soruları, Türkiye Deneyimleri] (Routledge, Londra,
Ocak 2005, Ahmet İçduygu ile birlikte) ve Remaking Turkey: Globalization and Alter
native Modernities {Türkiye'yi Yeniden-inşa Etmek: Küreselleşme ve AlternatifModern
leşmeler) (Lexington, Oxford) adlı eserler bulunmaktadır.
d
••
ISTANBUL Bll.GI ÜNİVERSiTESi YAYINl.ARI
E. FUAT KEYMAN
DECIŞEN DDNYA. DONDŞEN TDRKIYE
ISBN 975-6176-17·2
© BiLGi iLETiŞiM GRUBU YAYINCILIK MOZIK YAPIM VE HABER A]ANSI LTD. ŞTI.
YAZIŞMA ADRESi: INÖNÜ CADDESi, No: 28 KUŞTE PE ŞiŞLi 34387 lsTANBUL
TELEFON: 0212 311 60 00 • 217 28 62 / FAKS : 0212 347 10 11
www.bllgiyay.com
E-POSTA yayin@bilgiyay.com
DACITIM dagilim@bilgiyay.com
ı Giriş
283 Kaynakça
289 Dizin
Giriş
ürkiye'de siyasal alanın son on yılına kısa bir bakış, farklı ve bir
T birlerine karşıt iki Türkiye tablosunu ortaya çıkartır. 1 995-2000
dönemi içinde karşımızda, ciddi bir siyasal istikrar ve demokrasi eksi
ği sorunu yaşayan, ciddi ekonomik krizlere gebe, kültürel hayatı kim
lik-temelli çatışmalar içeren, bireysel hak ve özgürlüklerin kısıtlı oldu
ğu, devlet seçkinleri ve siyasi aktörler düzeyinde yolsuzluk ve rüşvet
sorunlarının yapısallaştığı, dış politikasında tepkili ve içe kapanık, iç
politikada da milliyetçi ve devlet-merkezci siyaset anlayışının güvenlik
ideolojisi yoluyla demokratikleşme taleplerini bastırdığı bir Türkiye
var. Bu dönemde Türkiye'de siyaset, meşruiyet, temsiliyet ve yönetim
krizlerini eşzamanlı yaşıyor ve devlet-toplum/birey ilişkilerinde ayrım
cılık ve müşteri temelli siyaset yapma anlayışı tamamiyle kendi iç rant
ilişkilerine dönmüş ve toplumsal sorunlara ve taleplere gözünü kapat
mış bir durumda. Yine bu dönem içinde, siyasal istikrar arayışları dev
let-toplum ilişkilerinin demokratik düzenleme mekanizmalarını ara
yan bir zihniyette gerçekleşmiyor. Aksine çözüm, varolan istikrarsız ve
toplumdan kopuk siyasal alan içinde aranıyor ve " merkez sağ ve mer
kez sol partileri kendi içlerinde birleştirme" çabalarına dönüşüyor. Fa-
2 giriş
TÜRKİYE'NİN DÖNÜŞÜMÜ
Beş önemli tarihsel gelişmenin 2000'li yıllarda Türkiye'nin yaşamaya
başladığı dönüşüm sürecinin ortaya çıkmasında etkili ve belirleyici ol
duğunu söyleyebiliriz. Bu gelişmeler aşağıdaki gibi sıralanabilir:
(i) Türkiye-AB ilişkileri ve demok ratik leşme: Aralık 1 999 ile
Aralık 2004 arasındaki beş yılda Türkiye'nin AB ilişkilerinde ciddi
bir " derinleşme ve belirginleşme süreci" yaşandı. 1 999 Aralık'ta ve
rilen " aday statüsü" kararı, sonrası 2004 Aralık'ta alınan "Kopen
hag siyasi kriterlerini tamamlaması halinde gecikmesiz tam üyelik
müzakerelerinin başlaması" koşullu kararı ve sonunda, 17 Aralık
2004'te verilen "3 Ekim 2005 'te tam üyelik müzakerelerinin başla
tılması" kararı: tüm bu kararlar, bir tara ftan Türkiye-AB ilişkilerin
de derinleşme ve belirginleşme yaratırken, Türkiye üzerinde de "sis
tem-dönüştürücü" etki yaratan kararlardı. Bu süreç içinde derinleş
me ve belirginleşme, Türkiye'nin Kopenhag siyasi kriterleri dediği
miz, demokratikleşme sürecinde atacağı adımları, yapacağı reform
ları ve bu reformları uygulama sürecine sokmasını gerektiriyordu.
Türkiye bu adımları atma siyasi iradesini gösterdi ve çok önemli de
mokratikleşme reformları gerçekleştirildi ve bu reformların yaşama
geçirilme süreci başladı. Türkiye-AB ilişkileri, bu anlamda, siyasal
a lanın ve devlet-toplum/birey ilişkilerinin demokratik bir tarzda dü
zenlenmesi sürecini başlattı ve " demokratikleşme" siyasetin ana
4 giriş
içeren Radikal İki (ve dördü de Zaman gazetesi Yorum Bölümü için
yazdığım) yazılarımdan oluşuyor. ilk bakışta gazete yazılarından oluşan
bir kitap çalışması olarak gözükse bile, yazılarımın içeriği ve yazılış tar
zı günlük sorunlardan daha çok, daha önce vurguladığım gibi, Türki
ye'nin içinden geçtiği, dış politika ile iç politikanın eklemlendiği ve de
mokratikleşme-sürdürülebilir ekonomik kalkınma-güvenlik ekseninde
oluşan süreçler ve sorunlar üzerine belli bir "kamusal entelektüel du
ruş" u içeriyor. Bu anlamda, çalışmada yer alan yazılar, Türkiye'yi de
mokratikleşme-modernleşme çerçevesinde çözümlemeyi öneren, bu
öneri içinde, yöntemsel olarak, Türkiye'yi iç faktörlere ve süreçlere bağ
lı "yerel ve içe dönük okuma" yerine, "küresel-bölgesel-ulusal-yerel et
kileşim ağı içinde anlama" çabası içinde olan ve demokratikleşmenin
" farklı, istikrarlı ve güçlü bir Türkiye" yaratmanın önkoşulu olduğunu
savunan bir "entelektüel duruşu" kamusallaştırmış yazılar. Hızla deği
şen dünya içinde demokratikleşen bir Türkiye'nin, hem kendi ekono
mik ve sosyal adalet sorunlarına çözüm bulabileceğini, hem kendisini
Avrupa'nın geleceğinde önemli bir oyuncu konumuna yükseltebileceği
ni, hem de kendi bölgesi içinde "kilit konumda bir ülke" olacağını sa
vunan "kamusal entelektüel" bir duruş, Değişen Dünya, Dönüşen Tür
kiye'ye anlam veriyor. Bu nedenle de, 2002-2004 yılı içinde yazdığım
farklı yazılarıma anlam veren bu duruşu bir bütünlük içinde oknyucu
ya sunmak için, elinizdeki kitabımı hazırlama kararı verdim.
Değişen dünya içinde Türkiye'nin 2000'li yıllarda içine girdiği
dönüşüm süreci üzerine "kamusal entelektüel" müdahaleleri içeren bir
çalışma olarak okunabilecek olan Değişen Dü,;ya, Dönüşen Türkiye,
son kertede tüm sorumluluk bende olmakla birlikte, dostlarım ve mes
lektaşlarımla yaptığım tartışmaların bir ürünü olarak düşünülmeli. Bu
bağlamda da, çok kişiye değerli katkıları temelinde teşekkür borçlu
yum. Akademik çalışmalarım yanı sıra, okumalarımı, çalışmalarımı ve
düşünmelerimi kamusal entelektüel düzeye taşımam, Radikal İki yayın
yönetmeni Tuğrul Eryılmaz'ın ve editörü Nilgün Toptaş'ın yazılarımı
yayınlamaktan, düzeltmeye ve başlıklarını daha anlamlı kılmaya kadar
geniş ve olumlu katkıları olmadan gerçekleşemezdi. Tuğrul ve Nilgün'e,
10 giriş
TÜRKİYE, AB VE DEMOKRATİKLEŞME
Müzakere temelinde ve göreceli kazanım/göreceli kaybedim ekseninde
hareket eden yeni siyaset anlayışı üzerine yapılan Kopenhag Zirve-
türkiye-abd ilişkileri ve demokratikleşme 17
maktır. Önümüzdeki üyelik süreci uzun değil, aksine gerekli bir süre
dir. Ve en önemlisi, demokratik bir Türkiye yaratma kararı Türki
ye'nin, dolayısıyla bizim kararımızdır ve Kopenhag Zirvesi öncesi can
lanan siyaseti canlı tutarak, siyasal aktörlerle sivil toplum arasındaki
katılımcı ve müzakereci işbirliğini sürekli kılarak gerçekleştireceğimiz
bir karardır.
Türkiye-ABD İlişkileri ve Hegemonyanm
Değişen Yüzü
ürkiye çok hızlı bir şekilde kendisi için çok ciddi sonuçlar doğu
T rabilecek birsavaşa sürükleniyor. Başbakan Abdullah Gül'ün Or
tadoğu'da barış olasılığını canlı tutma girişimleri çok önemli olmakla
birlikte, ABD'nin İngiltere ortaklığı içinde lrak'a açacağı savaş her gün
biraz daha gerçeklik kazanıyor. Başladığı zaman, Türkiye savaşın
önemli bir parçası olacak. Bu nedenle, Kopenhag Zirvesi'nden sonra,
Irak sorunu Türkiye'de siyasi, sivil ve akademik söylemin ana madde
si oldu. Bu durumun uzun süreli olma olasılığı çok yüksek.
ABD'nin lrak'a karşı savaş girişimini nasıl değerlendirmeliyiz?
Irak Savaşı'nın Türkiye üzerinde sonuçları nelerdir? Türkiye, ABD'nin
lrak'a karşı başlatacağı savaşa karşı kendisini nasıl konumlandırmalı
dır? Bu sorulara yanıt aranırken, Türkiye'de yapılan tartışmalarda or
taya çıkan eğilim, savaşın kaçınılmaz olduğunun kabulü ve bu kabul
üzerinde savaşın bir olası sonucu olarak ortaya çıkacak Kuzey lrak'ta
bir Kürt devleti kurulması olasılığının Türkiye üzerindeki etkilerini ve
savaşın çok ciddi bir ekonomik krizden geçen Türk ekonomisi için
olumsuz sonuçlarını tartışmak oldu. Bu eğilim doğru olmakla birlikte
sınırlıdır. Sınırlıdır, çünkü Irak Savaşı'nın Türkiye üzerindeki Kuzey
20 dış politika ve demokratikleşme
TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ VE
GÜVENLİK-DEMOKRASİ KARŞITLIGI
ABD hegemonyasının değişen niteliğiyle Türkiye-ABD ilişkileri yeni
bir boyut kazanmaktadır. Uzun dönemli sürecek bir savaş(lar) orta
mında yaşanacak ve güvenlik temelli sürdürülecek "iki-devlet arası"
bir ilişki biçimi Türkiye-ABD ilişkilerini tanımlayacaktır. Bu ilişki bi
çiminde, Türkiye'nin gereksinim duyduğu demokratikleşme, ekono
mik büyüme ve Avrupa entegrasyonu süreçlerinin, güvenlik, ulusal çı-
türkiye-abd ilişkileri ve hegemonyanın değişen yüzü 23
(*) Joseph E. Stigliız, Globalization and its Discontents, W.W. Norton & Company, 2002.
küreselleşme, abd ve türkiye 27
(*) Naomi Klein, No Logo, Flamingo, 2001 (Türkçesi: No Logo, Bilgi Yayınları, Ankara, 2002).
28 dış politika ve demokratikleşme
TÜRKİYE VE SAVAŞ
Türkiye'nin her zaman gücü ile ilgili vurguladığı jeopolitik konumu,
bugün temel sorunu oldu. Irak ile sınırı olan Türkiye üzerinde ABD dış
politikasının Irak'a karşı başlatacağı savaşın çok ciddi sonuçları olaca
ğı kesin. AKP yönetimi, özellikle Abdullah Gül bugüne kadar savaşı en
gelleme bağlamın da önemli girişimlerde bulundu. Eğer lrak'ın silahsız
landırılması siyasal bir yolla çözülürse, Türkiye bu anlamda önemli bir
rol oynamış olacak ve uluslararası sistemde önemli bir prestij kazana
cak. Abdullah Gül her fırsatta barış için girişimlerini son noktaya ka
dar götüreceğini söylüyor. Bu noktada, AKP yönetimini eleştirmek de
ğil, desteklememiz gerektiğini düşünüyorum.
Fakat ABD'nin tektaraflı olarak savaşı başlatmak istediği bu
gün, AKP yönetimi bir yol ayrımında; ya ABD askerlerinin Türkiye' de
konuşlandırılmasına ve geçiş hakkına evet diyecek, ya da savaşın çık
maması için girişimlerini sürdürecek ve silah denetçilerinin raporu te
melimde BM Güvenlik Konseyi kararını bekleyecek. Birinci yol, ABD
dış politikasının yukarıda belirttiğim yeni niteliklerini Türkiye'nin ka
bul etmesi anlamına geliyor. Bu yolu Türkiye'nin hem ahlaki hem de
stratejik açılardan seçmemesi gerektiğini düşünüyorum.
İkinci yolun seçimi, Türkiye için gerçekçi seçenektir.
Parçalanan Dünya, Savaş ve Türkiye
bir döneme girerken, ABD ve İngiltere gibi biz de, bu savaşın çok kısa
sürmesi, sivil kayıpların çok az olması ve bu savaş sonrası hepimizin
üzerinde ciddi tehlikeler yaratabilecek etnik ve dinsel çatışmaların çık
maması için dua edeceğiz. Aksi takdirde, eğer savaş uzarsa ve herkesin
korktuğu gelişmeler bir bir ortaya çıkmaya başlarsa, "Türkiye için en
kötü değil fakat kötüler içinde en iyi seçenek" olarak düşünülen sava
şa taraf olmak seçeneği, bizi içinden kolay kolay çıkamayacağımız bir
bataklığa sokacak. O zaman elimizi uzatamayacağımız bir uluslarara
sı örgütün ya da aktörün desteği de olmayacak. Bu nedenle, sadece ah
laki düzeyde değil, stratejik olarak da, İngiltere'den sonra ABD'nin
ikinci büyük stratej ik destekçisi konumunda olan Türkiye için, bu sa
vaşın kısa sürede bitmesi ve lrak'la sınırlı kalması çok önemli.
TÜRKİYE'NİN TERCİHLERİ
Türkiye'nin tercihleri temelinde yapılan tartışmalara baktığımız zaman
üç ana. eğilimin ortaya çıktığını görüyoruz. Birincisi, ulusalcı ve izolas
yonist diyebileceğimiz eğilim. Bu eğilim, Türkiye'nin çıkarlarının ABD
ve AB'nin dışında olduğunu söylemekte, ABD-AB eksenini zararlı, ya
yılmacı ve Türkiye için sorun yaratıcı görerek, Türkiye'nin bu eksen dı
şında yeralarak Avrasya denilen oluşuma eğilmesini ve Rusya ve Çin
gibi ülkelerle de ikili ilişkilerini geliştirmesi gerektiğini önermektedir.
44 dış politika ve demokratikleşme
TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ
Daha önce belirttiğimiz gibi Türkiye-ABD ilişkileri önemli bir mütte
fiklik ilişkisi olmakla birlikte, coğrafi, kültürel, ekonomik ve siyasi bir
derinliğe sahip ilişkiler değildir. Avrupa'dan farklı olarak, Türkiye ile
ABD arasında ciddi bir coğrafi uzaklık vardır ve bölgesel oluşumların
çok önemli olacağı küreselleşen dünyada coğrafi yakınlık ülkelerin dış
politika tercihleri için önemli bir faktördür. Kültürel düzeyde de, Tür
kiye'nin modernleşme sürecinin Batılılılaşma temelinde olması ve Av-
48 dış politika ve demokratikleşme
TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ
Aksine, daha önce belirttiğimiz gibi Türkiye-AB ilişkileri coğr'-fi, kül
türel, ekonomik ve siyasi derinliğe sahip ilişkilerdir. Türkiye-AB ilişki
leri bir müttefiklik değil, karşılıklılık esasına dayanan bir entegrasyon
ve bütünleşme ilişkisidir. Bu ilişkiler özünde stratej ik ortaklığa daya
nan, çokboyutlu, kültürel, siyasi ve ekonomik maliyeti, katkısı ve ge
tirisi yüksek ve sistem-dönüştürücü nitelikte ilişkilerdir. "Kültürel ve
coğrafi düzeylerde ", Türkiye-AB ilişkileri Avrupa kimliğinin çokkül
türlü bir moderniteye dönüştürülmesini içeren, ama aynı zamanda da
Türk modernitesinin demokratik ve çoğulcu bir nitelik kazanmasını
talep eden ilişkilerdir. " Siyasi düzeyde" , Türkiye-AB ilişkileri tam üye
lik sürecini içeren ve siyasi bütünleşme olgusunu içeren ilişkilerdir. Ay
nı zamanda da, Türkiye' de devletin demokratik, etkin, şeffaf ve _so-
savaş sonrası dünyada türkiye'nin tercihleri (11): niye avrupa birtiği? 49
TÜRKİYE VE SAVAŞ
Türkiye bugüne kadar savaşa dolaysız taraf olmayarak çok doğru bir
karar almıştır. Bilinçli ya da bilinçsiz, savaşın karmaşık ve beklenme
dik gelişmeler içeren uzun dönemli bir süreç olduğunu kavrayarak ve
böylece savaşa taraf olmayarak, Türkiye doğru ve saygın bir karar al
mıştır. Bugün, savaşın gidişatına baktığımız zaman, ABD öncülüğün
deki koalisyon ordusuna karşı giderek artan halk direncini gördüğü
müz zaman, dünya ölçeğinde gücünü koruyan savaş karşıtı küresel si
vil inisiyatifi kaale aldığımız zaman ve en önemlisi savaşın insanlığa
karşı bir suça dönüşme olasılığını ciddiye aldığımız zaman, Türki
ye'nin savaşa taraf olmamasının hem ahlaki hem de stratej ik açıdan ne
kadar önemli olduğunu görürüz. Dahası, Türkiye güçlünün yanında
yeralması gerekir diyen savaş yandaşı tutumun yarattığı, ilk önce ABD
tarafından cezalandırılma, sonra dünyadan izole edilme ve en son ola
rak Arjantinleşme ve ekonomik kriz gibi kabus senaryolarının aksine,
54 dış politika ve demokratikleşme
savaş süreci de özünde ekonomik değil, siyasi bir süreçtir ve siyasi ola
rak çözümlenecektir. Türkiye tutarlı bir dış politika sürdürdükçe, ken
di içinde güçlü oldukça ve savaşa insani ve ilkeli yaklaştıkça, bu siya
si çözüm sürecinde önemli bir aktör olarak yer alma şansına sahiptir.
Yapılması gereken kabus senaryoları üretmek, korku ortamı yarat
mak, savaşa sadece güç ve kısa dönemli çıkar temelinde yaklaşmak de
ğildir: aksine ilkeli olmak, uzun dönemli düşünmek ve komşumuzda
ki yangını değil insanlık dramını içimizde hissederek dış politikamızı
belirlemektir.
"Amerikan Yüzyıll" ve Türkiye
" arihi insanlar yapar, ama kendi seçtikleri koşullar altında de-
T ğil." Kari Marx'ın yaptığı bu önemli yöntemsel saptama,
Marx öğretisinin sadece siyasal ekonomi değil, aynı zamanda sosyolo
ji, antropoloji, siyaset kuramı ve tarih gibi önemli bilim alanları için
de de merkezi bir konuma oFurtulmasını sağlamıştır. Marx bu sapta
masında bize şu ikazda da bulunuyor: tarihsel gelişmeler ve değişimler
aktörlerin (devletlerin, siyasal seçkinlerin, liderlerin) kararları temelin
de oluşur, ama bu kararlar aktörlerin seçmedikleri ama içinde yaşadık
ları sistemden, sistemsel dönüşümlerden bağımsız değillerdir. Daha da
önemlisi, sistemi ve sistemsel dönüşümleri doğru hesaba katan karar
ları alan aktörler tarihsel gelişim içinde başarılı olurken, bunu yapa
mayanlar başarısız olurlar.
Türkiye'de devlet-merkezci ve neoliberal görüşler, aralarındaki
farklara rağmen, uluslararası sistemi ve sistemsel dönüşümleri doğru
okuyamamakta veya salt güvenlik temelli gücü abartılmış bir Türkiye
vizyonunu, ya da salt serbest pazar temelli ve zayıflığı abartılmış bir
Türkiye vizyonunu savunmaktadırlar. Bu durum Türkiye'yi sürekli
korkular, cezalandırmalar, yalnızlaşmalar ve krizler içinde yaşayan bir
58 dış politika ve demokratikleşme
Cennet ve Güç
1 1 Eylül sonrası dünyada uluslararası sistemi ve yaşadığımız sistemsel
değişimi çözümlemede Türkiye için ikinci önemli gönderim noktası
Amerika-Avrupa ilişkileri ve bu ilişkilerde bugün yaşanan ciddi kırıl
madır. Bu bağlamda, çok önemli bir kitap bu yıl, yeni Amerikan mu
hafazakarlarının ideologlarından olan Robert Kagan tarafından Cen
net ve Güç "' adıyla yayımlandı. Kagan'a göre, artık Amerika'nın ve
Avrupa'nın aynı dünya vizyonunu paylaştığı, benzer çıkarlara sahip
olduğu ve temelde İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra gelişen transatlan-
(*) Robert Kagan, Of Paradise and Power: America and Europe in the New World Order, Knopf,
2003.
6o dış politika ve demokratikleşme
DEMOKRATI.AR VE ÇOKTARAFLILIK
2004 yılında başkanlık seçimi yaşayacak ABD'de yeni muhafazakarla
ra siyasal olarak en güçlü ve medyada en fazla yer bulan eleştiri demok
ratlardan geliyor. İlginç olarak demokratlar, lrak'a karşı savaşı ve Sad
dam rej iminin savaş yoluyla yok edilmesini eleştirmiyorlar. 1 1 Eylül
sonrası dünyada, Afganistan ve lrak'a karşı savaşı destekliyorlar. Kitle
imha silahlarının niçin bulunamadığını da pek sorgulamıyorlar. Genel
demokrat eğilim, "olan oldu, şimdi geriye dönüp savaş üzerine konuş
ma zamanı değil, önemli olan bugün lrak'ta yaşadığımız siyasal karma
şa ve güvensizlikle nasıl etkili bir biçimde ilgileneceğiz ve başarılı bir
kriz çözüm mekanizması geliştireceğiz" tümcesi ve sorusu üzerinde
odaklanıyor. Burada yapılan temel eleştiri, yeni muhafazakarların savaş
:;onrası dönem ve lrak'ın yeniden yapılanmasıyla ilgili ciddi bir hazırlı
ğının olmadığı ve üstelik böyle bir durumda bile tektaraflı davranılarak
Saddam sonrası lrak'ı ciddi bir siyasal karmaşayla yüzyüze bıraktıkla
rı eleştirisi. Bu bağlamda, demokratlar BM öncülüğünde bir çokuluslu
yapının lrak'ı yeniden yapılandırması gerektiğini, Amerika-Avrupa iliş
kilerinin düzeltilmesini ve ABD hegemonyasının güvenlik ekseninde ol
sa bile çoktaraflılık ilkesiyle dünya üzerinde pekiştirilmesini savunuyor
lar. Sonuçta, 2004 başkanlık seçimi hazırlıklarının başladığı bir dönem
de, yeni muhafazakarlar-demokratlar çekişmesi ve ilişkisi içinde Irak te-
66 dış politika ve demokratikleşme
lık" üzerine yazdığı yazıda Ahmet İnsel'in çok doğru olarak tespit et
tiği gibi, CHP'den farklı olarak, AB sürecinin dış politikadan çok da
ha fazla iç politika olgusu, hatta Türkiye'nin en temel iç politika gün
demi olduğunu kavrayan AKP demokratikleşme sürecini AB uyum ya
salarıyla bağlayarak, bu alanda çok önemli adımlar attı. Şüphesiz ki,
yasal düzenlemelerin uygulama alanına geçirilmesi, bu demokratikleş
me adımının ne kadar yapısal ve uzun-dönemli olduğunu bize göstere
cek. Benzer biçimde, Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem
de yaşadığı en ciddi ve vahim ekonomik krizden çıkışla ilgili süreci de
AKP olumlu götürdü. Ekonomik alanda düzelme, büyüme ve krizden
çıkmayla ilgili düzenlemeler AKP döneminde de devam etti. Sağlanan
ekonomik iyileşmenin de ne kadar yapısal olduğunu ve nereye kadar
işsizlik ve yoksulluk sorunlarını çözeceğini göreceğiz. Bununla birlik
te, demokratikleşme ve ekonomik kalkınma alanlarında AKP'nin
68 dış politika ve demokratikleşme
gibi net ve ilkeli bir pozisyon aldı ne de net bir dille ABD'ye Türki
ye'nin yapamayacaklarını söyledi. Sonuçta, AKP'nin "artık duygusal
değil realist olmalıyız" söylemine rağmen, tezkere reddedildi. ABD'yle
ciddi bir kriz başladı. Kazanan AKP değil, Türkiye oldu.
Savaş sonrası Irak'ın yeniden yapılandırılması döneminde de
benzer bir süreci yaşıyoruz. Bu sefer sorun lrak'a asker yollama. BM
Güvenlik Konseyi'nde lrak'a asker gönderme ve yeniden yapılandırma
sürecinde BM'nin rolü üzerine tartışmalar yeni başladı. Kofi Annan
yaptığı çok önemli konuşmada ABD tektaraflılığını ciddi bir biçimde
eleştirdi. Bu eleştiri katılımcı ülkeler ve uluslararası ilişkilerde giderek
kabul gören bir nitelikte. Sanki böyle bir durum yokmuş gibi, BM'de
karar alınmadan, AKP yine ABD'yle ikili ilişkiler temelinde müzakere
ler yapıyor, yine faydacı davranıyor_ye_.eri önemlisi savaşın dışında ka
lan Türkiye'nin Ortadoğu açısından kilit konumunu hiç düşünmeden
ilkesiz bir temelde asker gönderme sorununa yaklaşıyor. Ankara'da
Hindistan başbakanı " biz BM kararını bekleyeceğiz" derken, Abdul
lah Gül, BM kararı son kertede önemli değil diyebiliyor. ABD yöneti
minin tektaraflı hareket tarzına karşı hem ABD içinde hem de dünya
da çoktaraflılık ilkesi temelinde eleştiriler varken, AKP tektaraflılıkla
ilgili hiçbir sorun yaşamıyor.
Daha da önemlisi, hangi ilke temelinde Türkiye'nin lrak'a asker
yollayacağını bilmiyoruz. Kuzey Irak sorunu mu, ABD'yle ikili ilişki
ler çerçevesinde yapılan bir antlaşma sonucu mu, yoksa insani amaçla
mı, hangi temelde AKP lrak'a asker yollama sorununa yaklaşıyor, bu
bilinmiyor. Yine bir belirsizlik dönemi, yine net ve kesin bir konum
alınmadan Irak sorununun tartışılma süreci, yine bir ilkesiz ama fay
dacı dış politika anlayışı: Türkiye'nin alacağı çok önemli bir karar
böyle bir ortam içinde verilecek.
NİYE ACELECİLİK?
Bu noktada yanıtlanması gereken soru şu: niçin AKP asker gönderme
kararında bu kadar aceleci davrandı? Önceki sayfalarda vurguladığım
akp ve dış politika (ıı) 73
Irak etnik savaş potansiyeli taşıyan, terör ile direnişin birbirine karış
tığı ve tam anlamda istikrarsız, güvensiz bir alana dönüştürüldü. İçi
boş yol haritaları söylemi içinde, İsrail-Filistin sorunu tam bir çözüm
süzlük girdabına sokuldu. Ve en önemlisi, dünya siyaseti önleyici sa
vaş ideolojisinin hakimiyeti içinde her gün daha da derinleşen bir meş
ruiyet krizine girerken, uluslararası adalet kuramının öncü isimlerin
den Thomas Pogge'nin vurguladığı gibi, bugün yaşanan küresel boyut
taki insani trajedinin temel kaynağını oluşturan fakirlik ve açlık çok
daha fazla sayıda insanı yok ediyordu.
Bu anlamda, bugün yaşadığımız 1 1 Eylül sonrası dünya, terö
rizmin kendisi kadar sonuçlarının da vahim olabileceği gerçeğini bize
gösteren bir dünya. Terörizme karşı küresel savaş çok önemli bir ol
gu, ama bugün biliyoruz ki, bu savaşın hangi temelde ve hangi yolla
yapılacağı kararı da, yaratacağı sonuçlar açısından eşit ağırlıklı bir
öneme sahip. Bush yönetimi bu kararı uluslararası adalet ve demok
ratik dünya yönetimi temelinde almayı tercih etmedi; tam aksine dün
ya siyasetini savaşa indirgeyen bir dış politika anlayışını dünya üzeri
ne empoze eden bir anlayışla terörizme yaklaştı. Sonuç, güvensizlik,
istikrarsızlık ve belirsizlik içeren bir dünya tablosu oldu. Tam da terö
rizmin istediği, beslendiği bir dünya düzeni, terörizme karşı küresel
savaş adına yaratıldı.
TÜRKİYE'DE 11 EYLÜL
Hiç şüphesiz ki, bir hafta arayla İstanbul'da yaşadığımız korkunç te
rör eylemleri "Türkiye'nin 1 1 Eylülü"dür. New York gibi küresel bir
metropol olan İstanbul'da patlayan ölüm arabaları, en genelde bölge
sel düzeyde kilit bir ülke olan Türkiye'yi istikrarsızlaştırmayı ve belir
sizlik/güvensizlik duygularının hakim olduğu bir risk toplumuna dö
nüştürmeyi amaçlıyor. 22 Kasım'da International Herald Tribune'da
çıkan önemli yazısında Soli Özel'in vurguladığı gibi, öldürme ve ölme
yi fetişleştiren bu eylemler, daha somut düzeydeyse, ilk önce sinagog
lara karşı, sonra, ABD başkanı Bush'un tek büyük müttefiki olan Bla
ir'i ziyaretine tekabül eden günde İngiliz Konsolosluğu ve bankasına
ıürkiye, terör ve güvenlik 77
TÜRKİYE VE GÜVENLİK
Eğer AKP yönetimi 1 1 Eylül sonrası dünyanın ve terörün siyasi niteli
ğini iyi anlasaydı, teröre karşı çok etkili bir biçimde karşı koyuş koya
bilirdi. Hem ılımlı bir İslami kimliği yaşama geçirme, hem de muhafa
zakar-demokrat bir merkez sağ parti olma iddiasında olan AKP, terö
rün adını koymaktan kaçmak ve İslam-terör ilişkisi üzerine duygusal
tepkiler vermek yerine, ikili bir siyasal/kuramsal manevrayla, net bir bi
çimde İstanbul'da yaşanan terör eyleminin İslamcı bir örgüt tarafından
yapıldığını, fakat bu olgunun İslam'a genelleştirilmemesi gerektiğini
söyleyebilirdi. Bu yolla, AKP etkin bir biçimde ne kaynaklı olursa olsun
terörizme karşı mücadele edeceğini ve bu mücadelenin 1 1 Eylül sonra
sı dünyada İslam'ı düşman-öteki olarak kodlayan oryantalist yaklaşı
mın ciddi bir eleştirisini de içereceğini açıkça ortaya koyabilirdi. Böyle
78 dış politika ve demokratikleşme
ANNAN PLANI VE AB
1974'ten bugüne Kıbrıs sorununa uluslararası temelde bir çözüm bul
ma çabaları ve önerileri gündeme geldi. Bu anlamda, Annan Planı ilk
çözüm önerisi değildi, ama, ciddi eleştirilecek ve değiştirilmesi gereken
boyutları olsa da, bugüne kadar yapılan en ciddi ve kapsamlı çözüm
önerisiydi. Birinci olarak, Annan Planı, hem Kuzey Kıbrıs'ın egemen-
82 dış politika ve demokratikleşme
Avrupa için önemini ve bir üye olarak ciddi konumunu ayakları yere
basan bir yöntem içinde vurguladılar; 2) her ikisi de, Türkiye-AB iliş
kilerinin tek taraflı değil, aksine karşılıklı-faydaya ve öneme dayanan
bir ilişki olduğunu tutarlı ve inandırıcı bir temelde açımlamadılar ve 3)
aynı zamanda her ikisi de, Kopenhag siyasi kriterlerinin uygulamaya
sokulmasında hala Türkiye tarafından yapılacak olan ciddi ve inandı
rıcı bir çaba ve çalışmanın olduğunu kabul ederken ve Türkiye'nin bu
bağlamda ciddi bir siyasi iradeye sahip olduğunu söylerken, Avru
pa'nın Türkiye'ye karşı olan muğlak ve ikircikli tutumunu eleştirdiler
ve Gül'ün deyişiyle diğer aday ülkelerden farklı olarak "AB'nin Türki
ye'nin önüne kırmızı bir halı sermediğinin" altını çizdiler.
Maastricht'te yapılan toplantıda bir kere daha ortaya çıktı ki, kendi
demokratikleşme ve sürdürelebilir ekonomik kalkınma sorunlarına
çözüm arayan ve bunu yaparken de uluslararası ilişkilerin değişen ya
pısını iyi okuyarak "aktif ve olumlu" bir dış politika izleyen bir Tür
kiye kendisini ciddi, güçlü ve kendinden emin bir aktör olarak ortaya
koyma kapasitesine sahip oluyor. Ziya Öniş'le Türkiye-AB ilişkileri ve
Türkiye'de demokratikleşme süreci üzerine yaptığımız çalışmalarda da
belirttiğimiz gibi, ister Türkiye-AB, Türkiye-IMF, Türkiye-ABD ilişki
lerinde, isterse Kıbrıs sorunu ya da Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde
olsun, Türk dış politikası kendisini tamamen güvenlik sorununa en
dekslediği ve böylece demokratikleşme ve ekonomik kalkınmayı ikin
ci plana attığı zaman başarılı olamıyor. Dış ilişkilerinde savunmacı ve
sadece kendisini dışarıya karşı korumaya dönük bir negatif eğilim içi
ne giren Türk dış politikasının etkili olması da olanaklı değil. Aksine
demokratikleşme ve ekonomik kalkınma çabalarını etkili bir dış poli
tika aracı olarak gören, güvenlik sorununa yaklaşırken savunmacı ol
mak yerine aktif olmayı tercih eden ve içe kapanmak yerine dışa dö
nük, yapıcı ve olumlu bir dış politika anlayışını yaşama geçiren bir
Türkiye kendinden emin ve güvenli bir ülke imajına sahip oluyor ve
böyle algılanıyor. Maastricht'te bu çok net olarak ortaya çıktı. Örne-
türk dış politikası ve ab 85
çok doğru bir kararla Irak işgalinin dışında kalmış bir Türkiye var.
AB'yle ilişkilerinde oyunu doğru oynayan bir Türkiye, artık kendisi
köşeye sıkışan ve defansif olan bir ülke değil, aksine Kopenhag kriter
lerini uygulamaya geçirmede ciddi bir siyasi irade gösterdiği sürece,
Avrupa'daki anti-Türkiye lobilerini ve söylemlerini köşeye sıkıştıran
ve onları ciddi bir meşruiyet krizine iten bir ülke. Aynı zamanda, " 1
Mart tezkeresi"ni destekleyenlerin aksine, Irak işgalinin dışında kalan
Türkiye'nin ne kendi içinde ekonomik ve siyasal istikrarsızlık oldu, ne
de Türkiye'nin ABD dış politikası için önemi azaldı. Aksine, savaşın
dışında kalan Türkiye, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi dediği yeni
den yapılanmanın kilit ülkelerinden birisi konumunda ve ABD için
önemi giderek artıyor.
iyet sorunu taşıdığı bir proje. Dolayısıyla söylem ile söylemi dile geti
ren aktörün kesişmediği bir projeden konuşuyoruz, "Genişletilmiş Or
tadoğu Projesi"ni konuşurken. Tektaraflı ve " ben güçlüyüm istediğimi
yaparım" anlayışıyla dış politikaya yaklaşan, dünyayı " benimle olan
lar ve düşmanlar" gibi iki karşıt kampa ayıran Bush yönetiminin de
mokrasi söyleminin inandırıcılığı ve güvenilirliğinin olmadığı bir dün
yada yaşıyoruz. ABD-Avrupa ilişkilerinin ciddi olarak kırıldığı,
ABD'nin müttefikleriyle ilişkilerinin giderek bozulduğu ve tüm dünya
da ABD'ye karşı tepkinin arttığı bir dönemde, "Genişletilmiş Ortado
ğu Projesi" söylem düzeyinde önemli, aktör düzeyinde ise ciddi meş
ruiyet sorunu olan bir proje. Bu nedenle de, bu proje nasıl daha fazla
güvenilirlik ve inandırıcılık kazanır, nasıl daha fazla aktör tarafından
desteklenir, nasıl siyasi geçerlilik ve meşruluk kazanır, v.b. sorular bu
gün çok önem kazanan sorular. Bu sorulara yanıt içinde de, belli olan
bir gerçek var: Türkiye'nin bu projenin yaşama geçmesinde önemli bir
rol oynayacağı.
NATO ZİRVESİ
İşte böyle bir tarihsel bağlamda NATO Zirvesi Türkiye' de, İstanbul' da
yapılıyor. Ama bu zirvenin içeriğini tartışmadan önce hemen söyleme
miz gerekiyor ki, 1 1 Eylül sonrası dünyanın ne kadar vahim bir dün
ya olduğunu, Türkiye'de bir kere daha bu zirveyle yaşıyoruz. NATO
Zirvesi İstanbul'da günlük yaşamı terörize eden bir yapıda gerçekleşi
yor: güvenlik adına insanların yaşam alanları yok ediliyor, belli yerle
re gitmeleri yasaklanıyor, çalışmaları engelleniyor. NATO Zirvesi için,
bir kere daha bireysel hak ve özgürlüklerimizi devlet çıkarı adına bel
li bir süre ertelememiz isteniyor ve bu traj ikomik durum her gün sivil
insanların öldüğü bir işgali tartışan zirve ile turizm arasında bile ilişki
kurularak devlet ve hükümet tarafından meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Devletin ve hükümetin İstanbul'da yaşayan insanlardan yarattıkları
günlük yaşam sıkıntısı temelinde özür dilemesi gerekirken, aksine bu
zirve için hepimizden fedakarlık istiyorlar; bu zirveye demokratik tep
kilerini koymaya çalışanları eleştiriyorlar, hatta azarlıyorlar ve böyle-
106 dış politika ve demokratikleşme
MEDENİYETLER ÇATIŞMASI
1 990'1ı yılların başında oluşan, "serbest pazar + liberal demokrasi = ye
ni dünya düzeni" denklemine dayalı çağrılara karşı, en ciddi ve etkili
tepki, yine Amerika içinden, Amerkan devletçi, güvenlik ve çatışma ek
senli dış politika anlayışının önemli isimlerinden Samuel Hunting
ton'dan geldi. Huntington'a göre, Soğuk Savaş'ın bitimi uluslararası
ilişkilerde çatışmanın bitimi ve barışın inşası anlamına gelmiyordu; evet
düşman öteki Sovyetler Birliği yenilmiş ve dağılmıştı, evet ABD askeri
ve siyasi güç üstünlüğü bağlamında dünyada alternatifsizdi, ama çatış
ma bitmemişti. Dünya yeni bir çatışma alanına giriyordu, bu kültürel
düzeyde yaşanacak " medeniyetler arası çatışma"ydı ve düşman Öteki
de genel anlamda Batı medeniyeti dışında kalan medeniyetler, somutta
da İslam idi. Yaşadığımız dünyayı din-kültür ilişkisi temelinde medeni
yetlere ayıran Huntington, hem bu medeniyetlerin kültür temelinde sa
bit bir kimliğe sahip ve tarih içinde değişmez olduğunu söylüyordu,
hem de medeniyetler arasındaki ilişkinin barış, tolerans ve karşılıklı iliş
kiye dayanmayan, özünde çatışma içeren ilişkiler olduğunu öneriyordu.
Soğuk Savaş sonrası dünya kültürün önemli olduğu medeniyetler arası
çatışmayı içeren bir dünyaydı. Bu anlamda da, devletler dış politikala
rını bu çatışmaya göre konumlandırmak zorundaydılar.
Huntington'un medeniyetler arası çatışma kavramı, 1 990'lı
yıllarda ve bugün akademik olarak eleştirilse de, siyasi ve ideolojik
olarak çok etkili bir kavram olarak giderek popülerleşti. Medeniyet-
tUrl<iye-ab ilişkileri ve medeniyet çatışması 111
AB VE DÜNYA SİYASETİ
Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği için alınacak kararda, bu iki farklı Avru
pa vizyonunun hangisinin belirleyici olduğu, Avrupa'nın dünya siyase
ti içindeki yerini ve önemini de belirleyecek. Demokratik normlar ve
çokkültürlü bir kültürel kimlik/vatandaşlık anlayışıyla hareket eden si-
türkiye-ab ilişkileri ve farklı avrupa vizyonları 117
TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ
Bugün Türkiye-AB ilişkileri ciddi bir dönüm noktasındadır. AB'nin
Türkiye için Aralık ayında alacağı karar, sadece Türkiye'nin değil, ay
nı zamanda Avrupa'nın da geleceğinin nasıl şekilleneceğini belirleye
cek bir karardır. Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğinden önemli kazançlar
sağlayacağı doğrudur, ama bilmeliyiz ki, Avrupa da Türkiye'nin tam
!ürkiye·ab ilişkileri ve farklı avrupa vizyonları 119
KARŞILIKLI-KAZANÇ İLKESİ
Yine 2000'li yıllar içinde yaşadığımız değişim ve dönüşümler, Türki
ye'nin yaşadığımız dünya için önemini arttırdı. 1 1 Eylül teröründen
sonra uluslararası ilişkilerin terör ve savaşa endeksli, medeniyetler-ara
sı çatışmayı körükleyici, sosyal adalet sorunlarını ve demokratikleşme
yi ikinci plana atan yapısı, bu dönem içinde belki de dünyada demok
ratik reform sürecine ağırlık veren tek ülke Türkiye'yi önemli, kilit bir
konuma getirdi. Türkiye yaptığı demokratikleşme hamleleriyle ve bu
hamleleri ileriye götürmek üzerine gösterdiği siyasi iradeyle, " modern
leşme, demokratikleşme ve İslam ilişkisi"nin zorunlu olarak çatışma
içereceğini savunan medeniyetler-arası çatışma tezine alternatif bir ül
ke konumunda oldu. Müslüman bir toplumun seküler bir cumhuriye
te sahip olabileceğini, İsl:im'la demokrasinin beraber yaşayabileceğini
ve modernitenin sadece Batı'ya ait olmadığını, farklı coğrafyalarda da
gelişebileceğini sergileyen Türkiye, 1 1 Eylül sonrası dünyada önemli
ve kilit ülkelerden birisi oldu. Ama hemen altını çizmeliyiz ki, Türkiye
bu kilit konumunu, ağırlıklı Müslüman bir nüfusa sahip olduğu için
türkiye-ab ilişkileri ve "hakkaniyet ilkesi" 123
kazanmadı, tam aksine modern bir siyasal yapıya sahip olduğu için ve
daha da önemlisi bu yapının içerdiği demokratikleşme gereksinimleri
ni karşılamak üzerine yaptığı hamlelerle kazandı. Türkiye'nin 1 1 Ey
lül sonrası dünya içindeki önemi, bu anlamda, demokratik/liberal/mo
dern bir siyasal yapıyla Müslüman bir nüfusun bir arada yaşayabilme
sini sergilediği için ortaya çıktı. Bu nedenledir ki, kadın sorunu teme
linde yaşanan zinanın suç sayılmasını istemek, namus cinayetleri, po
zitif ayrımcılığa karşı olma eğilimleri, demokrasi-İslam ilişkisindeki
dengeyi ikincinin ağırlığı temelinde bozan girişimlerdir. Türkiye de
mokratikleştiği, demokrasiyi hem zihinsel hem de kurumsal düzeyde
toplumsal yaşamda yerleşikleştirdiği sürece, 1 1 Eylül sonrası dünyada
ki önemi ve kilit konumu devam edecektir.
Bu konumun Türkiye-AB ilişkileri üzerinde de ciddi etkileri ol
du. 2000'li yıllara kadar, bu ilişkiden sadece Türkiye'nin siyasal ve
ekonomik fayda sağlayacağını, kazançlı çıkacağını savunan görüşün
'
aksine, bugün bu ilişkilerin "karşılıklı-kazanç ilişkisini" simgelediğini
savunan görüş ağırlık kazanıyor. Avrupa'nın siyasal kimliğinin şekil
lenmesinde, Avrupa'nın ekonomik ve demografik sorunlarının çözü
münde ve belki de en önemlisi Avrupa'nın bugün ciddi bir gereksinim
duyduğumuz demokratik dünya yönetimine katkısının belirlenmesin
de, Türkiye'nin tam üyeliğinin önemli bir yeri olduğu bugün daha net
bir biçimde ortaya konuluyor. Verheugen'in Türkiye'ye olumlu bakışı
nın altında, önemli ölçüde, bu karşılıklı kazanç ilişkisi yatıyor. Bağım
sız Türkiye Komisyonu tarafından hazırlanan Türkiye raporu bu iliş
kiyi farklı boyutları içinde inceliyor ve Türkiye'nin AB için önemini
vurguluyor. Bugün AB'nin karşısında, karşılıklı kazanç ilişkisine gire
ceği ve 1 1 Eylül sonrası dünyanın önemli ve kilit ülkelerinden biri olan
Türkiye var. Fakat unutmamalıyız ki, Türkiye bu konumu, hem iç hem
de dış politikası içinde demokratikleşme üzerine yaptığı hamlelerle,
demokratik bir toplum vizyonuna sahip olma için gösterdiği siyasi ira
deyle ve "demokratikleşme-ekonomik kalkınma ve güvenlik ilişkileri
ni beraber ve bağlantılı düşünmesiyle kazandı.
n
124 dış polilika ve demokralikleşme
HAKKANİYET İLKESİ
Bu bağlamda, hem Verheugen'in, hem de Dışişleri Bakanı Gül'ün
vurguladıkları gibi, Türkiye-AB ilişkilerinin " objektif ve hakkaniyet
li olması" gerekmektedir. Türkiye üzerine bu yıl sonu alınacak karar,
objektif ve hakkaniyetli olmalıdır. Fakat ne Verheugen, ne de Dışişle
ri Bakanı Gül, bu objektifliğin ve hakkaniyetliliğin ne olduğunu açık
lamaktadırlar. Aksine, ben "hakkaniyet ilkesi"nin Türkiye'nin bu yıl
sonu istediği tam üyelik müzakerelerinin gecikmeksizin başlaması
için yaptığı ve yapacağı girişimlerin temel ilkesi, etkin manevra aracı
olduğunu düşünüyorum. AB'den " objektif ve hakkaniyetli" olmasını
isterken, bu kavramların içini doldurmalıyız. Hakkaniyetli olma, bir
ilke olarak, Türkiye-AB ilişkilerini çerçeveleyen temel normatif ilke
olmalıdır.
"Hakkaniyet ilkesi"nin yaşama geçmesi için, üç ana normatif
koşulun yaşama geçmesi gerekir: (i) AB Türkiye ile ilgili kararını alır
ken, "evrensel ve herkese karşı eşit mesafeli " olmalıdır. Bu anlamda,
diğer aday ülkelere bugüne kadar nasıl davranılmışsa (evrensellik),
Türkiye'nin tam üyeliğiyle ilgili karar da aynı temelde alınmalıdır (eşit
mesafelilik). Daha somut söylersek, Türkiye'nin coğrafi ve kültürel
kimliğine referansla alınacak bir karar, hakkaniyetli olamaz. Özel sta
tü talebi bu nedenle de hakkaniyet ilkesine ters bir ilkedir. (ii) Hakka
niyet ilkesi içinde evrensel ve herkese karşı eşit mesafeli olmayı yaşa
ma geçirecek olan temel koşul, Türkiye'nin Kopenhag siyasi kriterleri
ni tam üyelik müzakerelerine başlamak temelinde ne ölçüde bugüne
kadar karşılayıp, karşılayamadığıdır. Burada, Kopenhag siyasi kriter
lerinden ne anladığımız önemlidir. Bu kriterlerin hakkaniyetli ve ob
jektif olması için, devlet-toplum/birey ilişkilerinin demokratikleşmesi
ekseninde tanımlanması gerekir. Siyasal kriterler böyle tanımlandığı
zaman, Türkiye'nin demokratikleşme alanında önemli yasal düzenle
meler yaptığını ve bu düzenlemeleri uygulamaya geçirmede belli eksik
liklerinin olduğunu görürüz. Türkiye bu eksiklikleri tamamlamak için
siyasal iradeyi gösterdiği ölçüde, tam üyelik müzakerelerinin gecik
meksizin başlama istemi objektif ve hakkaniyetlidir. (iii) Çünkü, uygu-
türkiye-ab ilişkileri ve "hakkaniyet ilkesi" 12 5
lama süreci tam üyelik müzakereleri boyunca, hatta tam üye olma
içinde de devam edecektir. Burada da, uygulamadan ne anlaşıldığı
önemlidir. Demokratik toplumlarda, demokratikleşme süreci bitmez,
sürekli olarak kendini-yeniler. Bu nedenle de, uygulama süreci, bugün
AB üye ülkeleri içinde de devam etmek zorundadır. Bu demokratik
toplumları, otoriter ve totaliter toplumlardan ayıran temel özellikler
den biridir. Verheugen'in bir konuşmasında belirttiği gibi, "Türki
ye'den Kopenhag siyasi kriterlerini yüzde yüz uygulamaya sokmasını
beklemek objektif ve hakkaniyetli değildir" O zaman, aynı beklentinin
bugünün gelişmiş demokrasilerinden de talep edilmesi gerekir.
Bu bağlamda, bugün Türkiye AB'den objektif ve hakkaniyetli
olmasını isterken, hakkaniyetli olmayı normatif bir ilke olarak görme
li, içini doldurmalı ve "evrensellik", "herkese eşit mesafelilik", "de
mokratikleşme olarak Kopenhag kriterleri" ve " uygulamanın bir süreç
olarak anlaşılması " temelinde talep etmelidir.
Türkiye-AB ilişkilerinde Dönüm Noktası
1 999 yılı sonu AB'den "aday ülke" statüsünü aldıktan sonra Türki
ye-AB ilişkilerinde ciddi bir " belirginlik" sürecine girildi. 2002 yı
lı sonunda Kopenhag Zirvesi'nde Türkiye'nin tam üyelik müzakerele
rinin başlamasıyla ilgili karar bu belirginliği daha da derinleştirdi, da
ha da netleştirdi. Karar şuydu: 1993 yılında tam üyelik koşulu olarak
yürürlüğe sokulan " Kopenhag Kriterleri"ni karşıladığı takdirde Tür
kiye tam üyelik müzakerelerine "gecikmeksizin" başlayabilecekti. Bu
gün, bu belirginleşme sürecinde bir dönüm noktasına geldik. 17 Ara
lık'ta AB Türkiye ile ilgili kararını alacak. Bu karar öncesi, 6 Ekim'de
Türkiye ile ilgili ilerleme raporu yaptığı tavsiyelerle birlikte kabul edil
di. Rapor müzakerelerin başlamasına ışık yakarken, özellikle demok
ratikleşme ve göç alanındaki belli koşulları da içerdi. Türkiye daha net
bir katılım müzakerelerinin başlaması tavsiyesini hak eder bir durum
da, ama bununla birlikte rapora olumlu yaklaşmalıyız. Rapor Türki
ye'nin Avrupa için önemini vurgulamakla birlikte, Avrupa içindeki
kaygılara da yer veriyor. Fakat, bu raporla birlikte Türkiye'nin tam
üyelik sürecinde yaşanan belirginlik durumunun daha bir netlik ka
zandığını söyleyebiliriz.
128 dış politika ve demokratikleşme
mesiyle ilgili ciddi bir siyasi irade gösterdikçe, karşımızda tek bir Av
rupa yok: farklı Avrupa'lar var. Bu farklılaşma farklı Avrupa vizyon
larının ortaya çıkması ve tartışılması temelinde ortaya çıkıyor. Avru
pa'nın küreselleşen dünyada geleceğiyle ilgili, Avrupa kimliğinin han
gi temelde kurulacağıyla ilgili ve Avrupa'nm sınırlarının nerede bitece
ğiyle ilgili tartışmalarda, bu farklılaşmayı, dolayısıyla farklı Avrupa
vizyonlarını görebiliyoruz. Tüm bu tartışmaların, tüm bu farklılaşma
ların içinde en önemli referans noktalarından birisi Türkiye. Bu an
lamda, Türkiye önemli bir ülke, Türkiye ile ilgili karar çok ciddi ve
önemli bir karar. Bu ciddiyetin ve önemin üç-boyutlu olduğunu düşü
nüyorum:
(i) Türkiye-AB tam üyelik ilişkileri: bu bağlamda, yukarıda be
lirttiğim gibi, önemli nokta, Türkiye'nin Kopenhag kriterlerini karşıla
mada başarısı önemli unsur. Avrupa kendisinin " hukukun üstünlüğü
nü", dolayısıyla evrensel demokratik normları biriricil alan bir siyasi
mekan olduğunu, Türkiye kararıyla pekiştirecek. Ağırlıklı Müslüman
bir nüfusa sahip bir ülkeyi siyasi kriterler temelinde kendi içine dahil
etmesiyle, AB'nin dinsel/kültürel değil, ama siyasal-demokratik bir
mekan olduğu düşüncesi doğrulanacak.
(ii) Avrupa kimliği: bu bağlamda, Türkiye'nin tam üyeliği, Av
rupa ortak kimliğinin çokkültürlülük üzerine kurulacak, demokratik
normlara sahip bir siyasal kimlik mi olacağını, yoksa içe kapalı, din
sel/kültürel referanslı ve kendinden farklı olanı dışlayan bir nitelik mi
içereceğini büyük ölçüde belirleyecek. Avrupa'nın hem kendi içinde,
nüfusu yirmi milyona varan Müslüman kesimleriyle onları ötekileştir
meyen bir ilişkiye girmesinde, hem de dünyaya kendisini demokratik
bir bütünleşme mekanı olarak sunmasında, demokratik bir Türki
ye'nin oynayacağı rol çok önemli.
(iii) Avrupa'nın küresel demokratik düzen içinde rolü: medeni
yetler-arası çatışmalar ideolojilerinin hakimiyetinde savaşa indirgen
miş 11 Eylül sonrası dünyada, hem terörizme karşı küresel mücadele
içinde, hem de küresel demokratik bir dünya düzeninin kurulma ola
sılığında, Avrupa'nın rolünün ne olacağı sorusu bugün yanıtı olmayan
130 dış politika ve demokratikleşme
(*) J. Pilger, The New Rulers of the World, Londra, Verso Books, 2002 [Türkçesi: Dünyanın Yeni
Efendileri: Küresel Yağmacılığın Gerçek Yüzü, çev. Ali Çimen, Tirnaş Yayınları, lsranbul, 2003].
(**) George Orwell, Nineteen Eighry-four, Penguin Books, Londra, 1990 [Türkçesi: Bin Dokuz Yüz
Seksen Dört, çev. Nuran Akgören, Can Yayınları, İstanbul, 1999].
132 dış politika ve demokratikleşme
ması, terörizme karşı küresel mücadele adına yapılan böyle bir sava
şın, lrak'ta ve dünyada gördüğümüz gibi, terörizmi körükleyen sonuç
lara yol açması ve tam da 11 Eylül terörünü gerçekleştirenlerin istedi
ği gibi dünyayı karanlık bir geleceğe sürüklemesi. Bu anlamda, "meş
ruiyet ekseninde" lrak'a bakan dünya, Bush yönetiminin gitmesinin
bugün bir gereklilik olduğunu gördüğü için Kerry'i ağırlıklı olarak
destekliyor. Bugün Kerry'yi desteklemek, terörizme karşı küresel sa
vaşta, farklı yöntemlerin tartışılması için (ufak da olsa) bir açılım sağ
layabileceği umuduyla oluşan bir destek. Farklı yöntemin temelinde
de, uluslararası bir norm olarak meşruiyet ilkesi var.
U
• • çüncü Dünya kurgusu içinde yer alan toplumlarda ve Hindistan
örneğinde milliyetçilik ideolojisi üzerine yaptığı önemli çalışma
larla tanınan Partha Chatterjee bu yıl çıkan The Politics of the Gover
ned * [Yönetilenin Siyaseti] adlı kitabında, cumhuriyet yönetiminin
üzerine oturduğu " halk egemenliği " kavramının üzerinde durur. Chat
terjee'ye göre, 1 789 Fransız burjuva devrimiyle birlikte, halk egemen
liği kavramı üzerine inşa edilmiş cumhuriyet yönetiminin modern top
lumun temel tanımlayıcı siyasal referans noktalarından biri olduğunu
ve giderek küreselleştiğini görüyoruz. Cumhuriyet, hem ulusal düzey
de, hem de uluslararası ilişkiler düzeyinde modern zamanlara anlam
veren bir yönetim biçimi. Halk egemenliği kavramını arkasına alarak
cumhuriyet, " modern zamanlarda etkili toplum yönetimi " sorusuna
temel yanıtlardan birisi.
Bununla birlikte, modern toplumla cumhuriyet arasındaki iliş
kiyi tartıştığımız zaman, ilginç bir ikilemle karşılaşıyoruz. Bir taraftan,
dinsel ya da kişisel temelde kurulmuş geleneksel otoriteye karşı halk
(•) Partha Chanerjee, The Politic.s of the Governed: Reflection.s on Popular Politic.s in Most of the
World, Columbia Universiıy Press, New York, 2004 .
138 dış politika ve demokratikleşme
CUMHURİYET-DEMOKRASİ İLİŞKİSİ
Cumhuriyet ile demokrasi arasında tarihsel, olgusal ve kuramsal bir
nedensellik ilişkisi yoksa, o zaman cumhuriyetin demokratik olması
için ne gereklidir? Cumhuriyetin demokratik bir toplum yönetimi te
melinde hareket etmesi için, üzerine oturduğu halk egemenliği kavra
mının demokratik ilkeler temelinde yeniden yapılanması gerekmekte
dir. Halk egemenliği kavramının sınırlarının bireysel ve kültürel hak
lar ve özgürlükler temelinde çizilmesi; bir toplum içinde azınlık konu
munda bulunan toplumsal kesimlerin siyasi, ekonomik ve kültürel hak
ve özgürlüklerinin anayasal güvence altına alınması ve bir toplumu
oluşturan farklı kültürel kimlikler arası ilişkilerin birbirini yok etme
değil, birlikte yaşama etiği ve sorumluluğu temelinde düzenlenmesi,
cumhuriyetin demokratik toplum yönetimini içermesinin önkoşulları
dır. Cumhuriyetin demokrasiyle ilişkisi, bu nedenle bir "yeniden yapı
lanma süreci"dir, dolayısıyla cumhuriyetin demokratik temelde ve
" haklar ve özgürlükler dili " yoluyla yeniden yapılanmasıdır. Halk ege
menliği kavramı cumhuriyetle modern olan arasındaki ilişkiyi kurar-
cumhuriyet projesi ve avrupa birliği 139
nuçları Bush ve Kerry arasında nicel anlamda küçük bir oy marjini ol
duğunu gösterse de, nitel düzeyde seçim çok güçlenmiş bir Bush yöne
timini ortaya çıkardı.
KORKU-GÜVENLİK-LİDERLİK İLİŞKİSİ
Tüm dünyada ciddi bir popülarite sorunu yaşayan ve İslam dünyasın
da "Amerika'ya karşı nefret" denen toplumsal olgunun ciddi boyutla
ra ulaştığı bir başkanlık döneminden sonra, Bush yönetiminin bu se
çim başarısı nasıl açıklanmalı ? Bu bağlamda temel öğenin, Amerika ve
Amerika-dışı dünya arasında bugün yaşadığımız dünyanın algılanma
sındaki "zihniyet farkı" olduğunu düşünüyorum. Amerika bu seçimi
" korku siyaseti "nin egemenliği içinde yaşadı. Amerikan toplumunun
terörizme karşı güvenlik içinde olması için "kendinden emin ve irade
sahibi bir lidere" gereksinim içinde olduğu düşüncesi seçim sürecinin
temel gündemi yapıldı. Terör korkusu içinde olan bir topluma kendin
den emin ve iradeli bir liderin daha güvenli bir ortam yaratacağı stra
tejisi, Bush yönetiminin tek ve temel stratej isiydi. Kitle imha silahları
nın Irak'ta bulunamamasının ve geçmiş Irak yönetimiyle terör odak
ları arasında ilişki olduğu savının ispatlanamamasının Bush yönetimi
nin lrak'ın işgali kararını "ciddi bir meşruiyet sorunu"yla karşı karşı
ya bırakması; savaş nedeniyle ABD ile tarihsel transatlantik müttefik
leri arasında giderek artan kopuşlar ve en önemlisi· lrak'ın işgalinin
yaşadığımız dünyayı daha güvensiz bir konuma soktuğu düşüncesinin
dünya ölçeğinde yaygınlaşması: bu olguların hiçbiri Bush yönetiminin
" korku-güvenlik-liderlik ilişkisi" üzerine kurduğu basit seçim strateji
sini zayıflatamadı. Amerika kendisine ve dünyaya korku temelinde
yaklaştı. Irak sorununu, bu sorun içinde bugüne sayıları yüzbine var
dığı söylenen ölüm oranını, transatlantik ilişkilerinde yaşanan kırıl
maları ikinci plana attı. Kendi güvenlik sorununu birincil öneme geti
rip, Bush yönetiminin ikinci dönemine yeşil ışık yaktı. Korku meşru
iyeti, güvenlik değişimi yendi. Seçim sonucunda oluşan durum, korku
nun zaferinin ve dünyanın kaygısının eşzamanlı beraberliği olarak ta
nımlanabilir.
korkunun zaferi ve dünyanın kaygısı 145
DÜNYA VE MEŞRUİYET
Bu sonucun hem dünya siyaseti, hem de Amerika üzerinde çok önem
li sonuçları olduğunu da söylemeliyiz. Bu seçimde çok net olarak bir
toplumsal olgu ortaya çıktı: dünyanın bir süper güç ve hegemon ola
rak ABD'nin küresel konumuna bakmasıyla, Amerikan toplumunun
dünyaya bakması arasında çok ciddi bir fark, bir karşıtlık ilişkisi var.
Dünya ABD başkanlık seçimlerine, bugün yaşanan Irak sorunu, Orta
doğu'nun giderek kaosa giden istikrarsız yapısı ve terörizme karşı kü
resel mücadelede Bush yönetiminin gösterdiği başarısızlıklar temelin
de yaklaştı ve "değişimin önemini" vurgulayarak yüksek oranda
Kerry'i destekledi. Terörizme karşı küresel mücadele adına işgal edilen
Irak, dünyayı daha güvensiz bir ortama sürükledi. Irak ve Ortadoğu
bölgesinde en azından minimum düzeyde bile bir istikrar sağlanama
dığı, İsrail-Filistin sorununun giderek çözümsüzlüğe gittiği ve bu süre
cin terörizme alt yapı hazırladığı bir dönem yaşanıyor. Bu sorunlarda
yaşanacak başarı için, ABD'nin küresel rolünde bir değişimin olması
gerekli. Bu değişim, uluslararası bir norm olarak meşruiyet ilkesine
önem veren, BM ve NATO gibi örgütlerin rölünü ve etkinliğini güçlen
direcek "çoktaraflı bir dış politika" anlayışını destekleyen ve transat
lantik ilişkilerde, dolayısıyla ABD-AB ilişkilerindeki düzelmenin küre
sel demokratik yönetim için önemini vurgulayan bir zihniyetle olasılık
kazanabilirdi. Bu olasılık dünyanın gözünde, Kerry başkanlİğındaki
demokratların ABD'nin yönetimine soyunmasıydı. Bu nedenle de,
ağırlıklı olarak dünyada paylaşılan ortak düşünce, ABD yönetiminde
oluşacak bir değişimin, dolayısıyla demokratların Kerry başkanlığında
yönetime gelmesinin, hem Amerika toplumu için, hem de dünya. siya
seti için olumlu sonuçlar doğuracağıydı.
Seçimde Bush'un Kerry'e karşı tercih edilmesi ve seçim süresin
ce ve sonrasında Amerika'da yapılan yorumların Bush yönetiminin dış
politika anlayışının değişmeyeceği üzerinde birleşmesi temelinde, se
çim sonucunun dünyada ciddi bir hayal kırıklığı ve geleceğe dönük
ciddi bir kaygı yarattığını söyleyebiliriz. İkinci Bush yönetimi sürecin
de dünya ile Amerika arasındaki küresel sorunların çözümünde oluşan
146 dış politika ve demokratikleşme
pek işe yaramamış olan ve Avrupa ile AB'ye üye olmayan Kuzey Afri
ka ve Ortadoğu ülkeleri arasında işbirliği yaratmak amacını tanımla
yan " Barselona süreci"nin yeniden canlandırılmasında AB'yle tam
üyelik müzakerelerine başlamış Türkiye'nin önemli bir rol oynayabile
ceği düşüncesi, 17 Aralık kararını tarihi bir karar yapıyor. Bu da bize,
yukarıda belirttiğim gibi, 17 Aralık kararının, dünyada, basit ve tek
nik bir "tam üyeliğe başlama kararı" olarak algılanmadığını gösteri
yor: aksine dünya, alınan kararı Türkiye'nin çok daha gerisine giden
ve Avrupa'nın bugün çok gereksinim duyduğumuz küresel demokratik
yönetimin kurulmasında "ne rol oynayacağı " sorusu bağlamında dü
şünüyor. Bu anlamda, alınan karar uluslararası ilişkiler içindeki sonuç
ları açısından "tarihi bir karar" olma potansiyelini taşıyor. Şüphesiz
ki, alınan kararın yaşama geçirilmesinde, Türkiye'nin üzerine düşenle
ri yapması kadar, belki de daha da önemli olarak AB'nin göstereceği
siyasi ve olumlu irade belirleyici olacaktır.
başlatan bir karadır. Bugün artık karşımızda, bizim dışımızda bir Av
rupa yok: " karşılıklı ilişki" içinde olduğumuz, tam üyelik sürecini baş
lattığımız bir Avrupa var. 1 999'da aday statüsü aldığımız, 2002'de bu
statüden tam üyelik müzakere sürecine başlamanın belli koşullara
bağlandığı AB'ye tam üyelik sürecimiz, bugün ciddi bir netlik ve belir
ginlik kazanmış durumda. AB, 17 Aralık'ta Türkiye'ye belki de ilk de
fa net bir mesaj verdi: tam üyelik müzakerelerine başlamak. Nasıl ar
tık Türkiye'nin karşısında ve dışında bir Avrupa yoksa, bu kararla Av
rupa'nın karşısında ve dışında da bir Türkiye yok. Bugün Türkiye-AB
ilişkilerinden konuşmak, artık "karşılıklı bağımlılık ve karşılıklı fayda
ya dayanan bir bütünleşme ilişkisinden" konuşmaktır. Bu süreç, "Tür
kiye'nin Avrupa dönüşümünü" nitelediği kadar, "Avrupa'nın Türki
ye'yi içselleştirmesini" de nitelemektedir. Bu anlamda, 1 7 Aralık kara
rı ve bu karar temelinde gösterilen siyasi irade, Türkiye'yi bağladığı
kadar, Avrupa'yı da bağlamaktadır.
1 7 Aralık Zirvesi'nde yaşadığımız hayal kırıklıklarından, ya
pılan diplomasi hamlelerinden ve sonuç olarak elde ettiğimiz başarı
dan alacağımız en önemli ve ilk ders şudur: Türkiye'nin tam üyelik
müzakere süreci de ciddi tartışmaların, mücadelelerin, çatışmaların
ve hayal kırıklıkların yaşanacağı bir süreç olacaktır. Türkiye'nin " bir
müzakere olarak siyaset" anlayışına kendini hazırlaması gerekmek
tedir. Türkiye ne kadar demokratikleşmesine ve sürdürülebilir eko
nomik kalkınmasına hız ve derinlik kazandırırsa, bu süreçte elde
edeceği kazanımlar da o kadar artacaktır. Türkiye'nin bunu yapma
sı için artık elinde tarihi bir 1 7 Aralık kararı ve bu kararın kendisini
ve Avrupa'yı eşzamanlı bağlayıcı niteliği vardır. 1 7 Aralık kararının
Türkiye'yi ve Avrupa'yı " eşzamanlı bağlayıcı" yapısını kavrayarak,
örneğin, önümüzde duran Kıbrıs sorununa yaklaşmalıyız, bu kavra
yışla Kıbrıs sorununda çözüm arayan aktif bir politika üretmeliyiz ve
unutmamalıyız ki, çözüm arayan Türkiye Avrupa'nın dışında değil,
artık Avrupa'nın içinde tam üyelik iddiasında ve sürecinde olan bir
Türkiye'dir.
TÜRKİYE' DE
DEMOKRATİKLEŞME
VE KİMLİK
Türkiye'de Devlet Sorunu
ve Demokratikleşme
DEVLET-TOPLUM İLİŞKİSİ
Eğer, en genelde ve siyaset kuramı düzeyinde, siyaset insanla ilgili bir
etkinlikse ve insanların oluşturduğu toplumun yönetimiyle ilgili bir
müzakere ve karar alma süreciyse, siyasetin bittiği nokta da insanın
yok olduğu andır. İnsanların yaşamadığı bir mekana ve zamana top
lum diyemeyeceğimiz için, siyaset insanla vardır. Bu anlamda, siyase
tin temel amacı insan varlığının fiziki, ekonomik ya da düşünsel dü
zeylerde ortaya çıkabilecek yok olma anının engellenmesidir.
Türkiye'de, özellikle 1990'lı yıllardan bugüne, siyasetin bitim
anları üç-boyutta kendisini gösterdi. Aralarına hiyerarşik bir öncüllük
ilişkisi koymadan bu boyutları şu şekilde açımlayabiliriz. Birinci bo
yut, depremlerde yıkılan binaların içinde kalarak ölen insanların ya
rattığı siyasetin bitim anıdır. Bu bağlamda, Türkiye bir deprem bölge
si olmasına ve "deprem değil, güvenlik içermeyen binalar öldürür"
gerçeğine rağmen, yaşanan depremlerden hiç ders almayan, toplumsal
sorunlara ve taleplere sadece ideolojik olarak bakan ve kendisini dev
let-siyasetçi-müteahhit ilişkisi içinde yaşama geçiren devlet merkezci
siyaset anlayışı, Türkiye'nin temel sorunlarından birisi, belki de en
önemlisidir. Siyasetin amacı çocukların ölümünü engellemek olmalıdır.
Laiklik sorununun çözümü, ne ölen çocukları bize getirecektir, ne de
türkiye'de devlet sorunu ve demokratikleşme 163
SİYASET VE DEMOKRATİKLEŞME
Siyasetin tüm bu bitim anlarıyla ilgili sorunlardan şu önermeyi çıkar
tabiliriz: Türkiye'de demokratikleşme sürecinin yapılanması ve derin
leşmesi için laiklik sorununun çözümü önemlidir. Ama daha da önem
li olan, toplumdan kopuk siyaset anlayışının yerini devlet-toplum/bi
rey ilişkilerini bireysel haklar ve özgürlükler temelinde kuracak, sür
dürülebilir ekonomik kalkınma için uzun dönemli çözümler arayacak
ve siyaseti toplumsal sorunlara ve taleplere yanıt verebilen bir yönetim
sanatına dönüştürecek yeni bir siyaset anlayışının yaratılmasıdır. Bin
göllü çocukları uykularında yakalayan ölümü depremin değil, belli bir
siyaset anlayışının davet ettiğini unutmayalım.
Devlet-Merkezcilik,
Bireycilik ve Demokratikleşme
DEMOKRATİKLEŞMEYİ SAVUNMAK
1 990'lardan bugüne, Türk siyasetini niteleyen denetleme, yasaklama
ve ötekileştirme yoluyla toplumsal taleplere ve sorunlara yaklaşma
eğilimi, amaçladığı normalleşme ve istikrar yerine, " demokrasi eksiği"
olan, ekonomisi ciddi kriz olasılıklarını sürekli içeren, on milyon insa
nının açlık ve fakirlik sınırında yaşadığı, siyasetinde rüşvet ve yolsuz
luğun istisna değil yapısal olduğu ve geleceğe güveni olmayan bir Tür
kiye tablosuyla sonuçlanmıştır. Bu tablo, Avrupa İnsan Hakları Mah
kemesi'ne yapılan müracaatlarda en yüksek sıralardan birini alan ve
uluslararası ilişkilerinde AB, IMF ve ABD'yle yaşadığı müzakere sü
reçlerinde "demokrasi eksiği ve ekonomik istikrarsızlık sorunu" yü
zünden her zaman tam istediğini alamayan bir Türkiye'yi de içermek
tedir. Bu tablo aynı zamanda, denetleme ve yasaklama yoluyla yakla
şılan İslami kimliğin 1 990'larda yükselişinin son noktası olan AKP'nin
tek başına iktidar olduğu bir Türkiye'yi de bize sunmaktadır. Bu ne
denle de, demokratikleşmeyi yaşadığımız sorunlara çözüm olarak gör
meyen, siyaseti kendi çıkarlarını ve iktidarlarını korumaya indirgeyen
ve bu eylemlerini de "devleti ve ulusu koruma " adına meşrulaştırma-
cumhuriyet ve demokratikleşme 173
(*) John Rawls, A Theory ofJustice, Harvard Univenity Press, Massachuseru, 2003 (1971].
(...) John Rawls, Political Liheralism, Columbia Univenity Press, NY, 1995 (1993].
(*'**) John Rawls, The Law of Peoples, Harvard University Press, Mass., 1999 [Halkların Yasası,
çev. Gül Evrin, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlan, lstanbul, 2003].
(**-) John Rawls, Lectures on the History of Moral Philosophy, Harvard University Press, Mass.,
2000.
siyasal liberalizm ve john rawls'u türkiye'ye tanıştınnak 181
mel ilke olarak savunmak hatalıdır. Bunun yerine çoğulcu toplumun li
beral yönetimi, toplumsal katmanlara " hak ve özgürlüklere" ve "fır
sat eşitliğine" sahip vatandaşlar olarak yaklaşır (benzerlik ilkesi) . Bu
nunla birlikte, liberal yönetim sosyal adalet sorununu dışlayamaz ve
bu nedenle de, fırsat eşitliğini yaratacak bir toplumsal temeli oluştur
mak için, toplumun "en dezavantajlı gruplarına" sağlık, eğitim gibi
alanlarda yardım eder (fark ilkesi) ve toplumsal refahı geliştirmeyi
amaçlar. Bu anlamda, Rawls'un siyasal liberalizmi, neoliberalizme
karşıt olarak, serbest pazarı savunurken sosyal adalet sorunuyla da il
gilenen ve küçültülmüş devlet değil aksine refah devletini savunan bir
yönetim anlayışıdır.
Üçüncü olarak, Rawls siyasal liberalizme dayalı toplum yöneti
mi içinde devletin bireyci ve faydacı bir anlayışla değil, aksine "evren
sellik" ve " farklı kimliklere eşit mesafelilik" ilkeleriyle hareket etmesi
gerektiğini savunur. Seküler devlet, haklara sahip vatandaşlarına hu
kukun önünde eşitlik ilkesiyle yaklaşırken, farklı kültürel, dinsel, etnik
ve cinsel kimliklere sahip vatandaşlarının ifade özgürlüklerini, hepsine
ve her birine eşit mesafeli kalarak güvence altına alır. Siyasal liberalizm
içinde demokratik devletin hukukun üstünlüğü temelinde toplumu yö
netmesi de, bu anlamda, evrensellik ve farklı kimliklere eşit mesafeli
lik ilkeleriyle hareket eder.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Rawls'un bu düşüncelerini
uluslararası ilişkiler ve kamusal akıl alanlarında geliştirdiği Halkların
Yasası ve Kamusal Akıl Düşüncesinin Yeniden Ele Alınması kitabının
Türkçe tercümesini yayımladı. Rawls'u Türkiye'ye tanıştırma bağla
mında da çok önemli bir iş yaptı. Eleştirel yönleri olsa bile, Rawls'u
okumak ve tartışmak, Türkiye'de yaşadığımız demokrasi eksiğine çö
züm arayanlar için çok önemli, sosyal adalet sorununa çözüm arayan
sosyal demokratik ve özgürlükçü sol düşünceler için çok önemli, bi
reysel hak ve özgürlüklere sahip etkin vatandaşlık anlayışını yaşama
geçirmeye çalışan sivil toplum örgütleri ve vatandaş inisiyatifleri için
çok önemli ve laiklik sorununa demokratik çözüm arayışı içinde olan
lar için çok önemli.
182 türkiye'de demokratikleşme ve kimlik
KİM BU 'BİREY'?
Fakat ilginç olarak, neoliberalizm bireyi hem küreselleşmenin taşıyıcı
öznesi, hem de yaşanan sorunların çözümü olarak gündeme getirirken,
bu bireyin kim olduğunu, kendisiyle, çevresiyle, kendinden kültürel
olarak farklı olanlarla, doğayla, devletle, ekonomiyle nasıl bir ilişki bi
çimi kurduğunu bize söylemiyor. Risk toplumunda ya da risk dünya
sında bireyden konuşurken, nasıl bir toplumsal aktörden konuşuyo
ruz? Vatandaşlık ve kimlik üzerine yazdığı kitaplarla bu alanın dünya
da önemli isimlerinden olan, Kanada York Üniversitesi'nden Engin
Işın'ın "nevrotik vatandaş " "" çalışması, bu sorulara çok önemli bir ya
nıt veriyor. lşın'a göre risk toplumunun bireyleri, kendileri ve çevrele
riyle, korku, endişe ve güvensizlik temelinde ilişkiler kuran "nevrotik
(*) Engin F. lşın, "Neurotic Citizen", Citizemhip Studies, Rouıledge, Londra, Eylül 2004, c. 8, sa
yı 3, s. 21 7-235.
200 türkiye'de demokratikleşme ve kimlik
(*) Michael Edwards, Civil Society, Poliry Press, Maiden, Mass., 2004.
dünyada ve türkiye'de sivil toplum 205
merkezi yeniden inşa etme iddiasında olan bir "merkez sağ parti" kim
liğindedir. Daha somut düzeydeyse, "Hey Sen" çağrısı ekonomik so
runların siyasal ve kültürel sorunlara karşı birincil önemini dile geti
rirken, bu sorunların çözümünün sadece "finansal istikrar ve güven"
temelinde değil, daha da önemli olarak " üretim ve sosyal adalet" te
melinde de aranması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda da,
AKP dinsel inançlara ve özgürlüklere duyarlı bir İslamcı parti olarak
temelde değil, ekonomik sorunları çözme iddiasında olan bir "merkez
sağ parti" olarak kendisini tanımlamaktadır. AKP'nin siyasi merkezi
yeniden inşa etme eylemi kültürel/dinsel değil, ekonomi temelinde ola
caktır. Bu temelde dile getirilen "Hey Sen" çağrısı işsizlik, yoksulluk ve
ekonomik durgunluk gibi sorunları çözme iddiasındadır ve toplumla
küçük ve orta ölçekli sermaye sınıfından işsiz ve yoksullara kadar ge
niş bir yelpazede organik bir bağ kurmayı başarmıştır. En somut dü
zeydeyse, "Hey Sen" çağrısı, hem AKP'nin ekonomi yönetimini tanım
layan, hem de AKP'yi CHP ve diğer sağ partilerden ayrıştıran bir
"ekonomik modeli " dile getirmektedir. Radikal İki de seçim sonuçla
'
3 KASIM VE TÜRKİYE
Hemen altını çizmemiz gerekir ki, 3 Kasım 2002'de yapılan genel se
çim, 1 995 ve 1 999 genel seçimlerden iki-boyutlu ciddi bir farklılaşma
gösteren ve bu anlamda kendine özgün bir nitelik taşıyan bir seçimdi.
1 994 yerel seçimlerinde sonra yapılan 1 995 genel seçimi ve 28 Şubat
süreci içinde yapılan 1 999 genel seçimi, Türkiye'de İslam'ın yükselişi,
Refah Partisi olgusunda yoğunlaşan siyasal İslam sorunu, Güneydoğu
ya da Kürt sorunu, etnik terör ve Abdullah Öcalan'ın yakalanması ola
yı, v.b. sorunların tartışıldığı "ideoloji zemini"nde yapılan seçimlerdi.
Bu anlamda, istikrar, normalleşme, rejimi koruma, devlet egemenliği,
laiklik gibi ideoloj i temelli referanslar bu seçimlerin temelini oluştur
muştu. Tercih ve oy verme, büyük ölçüde ve ağırlıklı olarak, ideoloji te
melinde yapıldı. 1 995 ve 1999 seçimlerinin aksine, 3 Kasım seçimi te
melinde "ekonomi" olan bir seçimdi. Tarihinin en derin ekonomik kri
zinden geçen, ekonomisi ciddi bir biçimde küçülmüş ve ciddi bir işsiz
lik ve yoksulluk sorunuyla yüzleşen Türkiye' de, 3 Kasım seçiminde ya
pılan parti tercihi ve oyverme ekonomik sorunların kaynağı olan parti
lere tepki, bu sorunları çözme iddiasında bulunan partileri deneme te
melinde oluştu. Sonuçta, belli bir ekonomik program temelinde top
lumla bağ kuran iki parti parlamentoya girme hakkını kazanırken, bu
partilerden AKP herkesin beklediğinden çok daha fazla oy alarak tek
başına iktidar oldu. 3 Kasım genel seçimini 1 995 ve 1 999 seçimlerin
den ayıran ikinci boyut, seçimlerde önemli rol oynayan "aktörler"le
ilişkilidir. 1 995 ve 1 999 seçimlerinin aktörleri sadece siyasi partilerken,
3 Kasım seçimi Türkiye'de siyasi partiler kadar, AB ve IMF gibi "ulus
devlet-üstü aktörler" in ve TÜSİAD, TOBB, MÜSİAD, SİAD'lar ve sivil
toplum örgütleri gibi "ulus devlet-altı aktörler"in de önemli olduğu bir
seçimdi. Seçimde başarılı olan AKP ve CHP bu örgütlerin siyaset, eko-
3 kasım, akp ve muhafazakar-liberal senıez 22 5
mız gereken Genç Parti'nin % 7.2'lik bir oy oranına sahip olması da,
bu siyaset anlayışına eşitsizlik, ötekileştirme ve yoksulluk sorunları te
melinde gelişen "nihilist tepki "nin bir sonucudur.
ğiyle ilgili ciddi bir kavşak noktasına gelen Türkiye'de, ana muhalefet
partisi konumunda olan CHP tarafından yapılması. Bu bağlamda şu
öneriyi yapmak istiyorum: CHP'nin ve Türkiye'de ciddi bir gereksinim
duyulan sosyal demokratik ve sol söylemin bu muhafazakar ve devlet
merkezci tercihi yapmaya ne lüksü vardır ne de ciddi bir kavşak nokta
sında olan bir Türkiye bu tercihi uzun süre taşıyabilir.
2000 yılından beri Türkiye'nin yaşadığı ve kendisini geleceğiy
le ilgili karar almaya zorlayan üç tarihsel kırılma noktasını kısaca çö
zümleyerek bu önermeyi desteklemeye çalışacağım. Birinci tarihsel kı
rılma noktası 19 Şubat 2000 ekonomi kriziyle başladı ve devam edi
yor. 19 Şubat krizi Türk ekonomisinin çökmesini simgelerken, bunun
temel nedeninin de yolsuzluklar ve rant temelinde hareket eden devlet
merkezci zihniyetin yarattığı yönetim krizi olduğunu biliyoruz. Bu ne
denle de, "sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın ve istikrarın" yaratıl
masının temel koşulu olarak "devletin yeniden yapılandırılması ve et
kin, verimli, sorumlu, şeffaf ve demokratik bir yönetim aygıtına dö
nüştürülmesi" görüldü. İkinci kırılma noktası 2000 yılında yapılan
Helsinki Zirvesi ile başlayan ve 2002 Kopenhag Zirvesi ile devam eden
Türkiye-AB ilişkilerinin giderek belirginlik kazanmasıyla ortaya çıktı.
Bu belirginlik ve AB'ye tam üyelik için Türkiye'nin Kopenhag kriter
lerini uygulamaya geçirme zorunluluğu, hem devlet-merkezci Türk
modernleşmesinin demokratikleşmesi hem de devlete karşı görevlere
dayalı vatandaşlık anlayışından bireysel hak ve özgürlüklere dayalı va
tandaşlık anlayışına geçiş anlamına geliyordu. Kopenhag kriterlerinin
" demokratikleşme"nin temel koşulu olarak bir taraftan devletin de
mokratikleşmesini, diğer taraftan da bireyin ve sivil toplumun devlet
merkezci zihniyete karşı güçlenmesini talep etmesi, Türkiye'de devlet
ve siyasal seçkinlere demokratikleşmenin ne anlama geldiğini gösterdi.
Üçüncü kırılma noktası 2003 yılında ABD'nin tek taraflı olarak ve
kendi çıkarları temelinde dünyayı yeniden yapılandırma projesinin ilk
ayağı olan Irak Savaşı'yla (işgaliyle) oluştu. Bu süreçte, 1 990'lı yıllar
içinde devlet-merkezci siyasetin demokratikleşme ve ekonomik kalkın
ma sorunlarını istikrar ve normalleşme adına ikinci plana atarken kul-
232 türkiye'de iktidar, muhalefet ve sosyal demokrasi
2 004 yılı Türkiye için çok önemli b i r yıl; siyasi iradenin doğru yön
de ve dünyanın değişen yapısının iyi okunması temelinde kullanıl
ması gerektiği bir yıl. Bir taraftan Irak sorununun giderek çetrefilleşen
niteliği, diğer taraftan Kıbrıs sorunu ve en belirleyici olarak AB tam
üyelik müzakereleri için kesin tarih alma olasılığı; hepsi de, Türki
ye'nin 2004'te yaşayacağı ve çok ciddi bir siyasi irade temelinde karar
lar alması gerektiği sorunlar/süreçler. Bu sorunlarla/süreçlerle çok bo
yutlu, çok taraflı, sadece güvenlik temelinde değil, fakat demokratik
leşmeyi ve sürdürülebilir ekonomik kalkınmayı ön plana çıkartan bir
siyasi iradeyle yaklaşmak, Türkiye'nin 2004 yılını başarıyla bitirmesi
nin ön koşuludur. Fakat, aynı zamanda da, hala dünyaya Soğuk Savaş
mantığıyla güvenlik temelinde bakan, tek boyutlu ve iki taraflı bir dış
politika anlayışına sahip olan ve böylece lrak'ı Kuzey lrak'a, Kıbrıs'ı
jeopolitik bir güvenlik sorununa ve AB'yi devlet egemenliği eksenine
indirgeyen bir Türkiye'nin de, 2004'ü ciddi sorunlarla geçirme olasılı
ğı da çok yüksektir.
Bu anlamda 2004, değişim, demokratikleşme ve ekonomik kal
kınma temelinde bir siyasi irade gereksinimi ile bu iradeye güvenlik ve
240 türkiye'de iktidar, muhalefet ve sosyal demokrasi
yaptı. Kıbrıs sorununda ilk defa çözüme dönük taraf Türkiye ve Ku
zey Kıbrıs Türk kesimi oldu. Kıbrıs sorununda çözümsüzlüğün değil
çözümün Türkiye ve Kuzey Kıbrıs için daha olumlu sonuç vereceği
gerçeğini ve çözüm için müzakere sürecinin başlamasının önemini kav
rayan Türkiye'nin çabalarıyla Kıbrıs sorunu çözüm sürecine girdi. Bu
sürecin önemli bir aktörü ve taşıyıcısı konumunda olan AKP, önemli
bir başarı elde etti ve BM, AB ve ABD tarafından "dönüştürücü ak
tör" olarak nitelendi. Türkiye-AB ilişkilerinde de AKP'nin aynı "dö
nüştürücü aktör" rolünü üstlendiğini görüyoruz. Türkiye-AB ilişkile
rinin sadece dış politika değil, aynı zamanda ve daha da önemli olarak
iç politikaya içsel bir süreç olduğunu çok iyi okuyan AKP, Türkiye'nin
AB'yle tam üye olma müzakere sürecinin başlamasının başat taşıyıcı
aktörü olma konumunu sürdürüyor.
2004 yılında Türkiye'de AKP'nin, devlet-toplum ilişkilerinde
hem dönüştürücü aktör, hem de başat ve hegemon siyasi parti olma
sürecini izleyeceğiz. Peki bu süreçte CHP nereye gidiyor?
CHP NEREYE?
Kıbrıs sorunundaki açılımı, kendisini sosyal demokratik bir parti ola
rak tanımlayan CHP'nin yapması gerekirdi. En azından yapamıyorsa,
kendisini Türk milliyetçiliğini temsil eden MHP'nin ve siyasal İslam'ı
temsil eden Saadet Partisi'nin yanında konumlandırmak yerine,
AKP'nin açılımını desteklemesi ve bunu yaparken de Kuzey Kıbrıs hal
kının siyasi kimlik ve mülkiyet haklarını korumaya dönük bir çözüm
için AKP'yi zorlaması gerekiyordu. Fakat, değişen uluslararası ilişkile
rin yapısını iyi okuyamayan, günümüzün dünyasında siyaset yapma
nın özünün müzakere olduğunu kavrayamayan, Türkiye'nin bugün
çoktaraflı ve çokboyutlu bir dış politika anlayışına gereksinim duydu
ğunu göremeyen CHP'nin diplomat kökenli devlet merkezci söylemi,
Kıbrıs konusunda bir kere daha yanıldı, siyaset meydanını AKP'ye bı
raktı ve muhafazakar demokrasinin Türkiye'de hegemonik söylem ol
ma yolundaki ilerlemesine katkıda bulunmuş oldu. Kendisine 3 Kasım
seçimlerinde oy verenlere karşı siyasi ve ahlaki sorumluluğunu unutan
akp, chp ve türkiye 249
CHP'NİN KATKILARI
AKP kendi özgün siyasi açılımlarına ve akıllı siyasi manevralarına ek
olarak, CHP'nin insanı hayrete düşüren katkılarıyla, hem yerel seçim
ler sonucu, hem de Kıbrıs sorunu ve AB ilişkileri içinde, kendisini ba
şat ve hegemonik bir parti olmaya hazırlamaktadır. Bu nedenle de,
Kıbrıs sorununun tekrar müzakereye açılması sürecinde CHP'nin düş-
250 türkiye'de iktidar, muhalefet ve sosyal demokrasi
ya da demokratik sol bir söylem için uygun bir "ortam", hatta bir "ge
reklilik" yaratmasına karşın, bu söylemi taşıyacak bir siyasi aktörün
ortaya çıkmaması, varolan siyasi aktörün de (diğer deyişle CHP'nin)
bu taşıyıcı, dönüştürücü role soyunmamasıdır. Bu süreç içinde, Türki
ye'nin yaşadığı ekonomi, siyaset ve demokratikleşme sorunları, siyasi
alanın giderek ekonomik ve kültürel değişimler yaşayan toplumdan
kopması ve AB, ABD ve IMF ile sürdürülen müzakereler, hepsi, Tür
kiye'nin iyi yönetiminin, hep vurguladığım gibi, "güvenlik-sürdürüle
bilir ekonomik kalkınma-demokratikleşme sorunlarını" beraber ve
ilişkisel düşünen bir siyasal söylemi gerekli kıldığını bize gösteriyor. Bu
söylem, kuramsal düzeyde, sosyal demokratik ya da demokratik sol
bir söylem olmakla birlikte, Türkiye'de kendisini taşıyacak ve yaşama
geçirecek siyasi aktörünü bulamıyor.
Bu nedenle de, bu sorunlara çözüm bulma savında olan AKP
güçlenirken, bu sorunlara uzun-dönemli ve güçlü alternatif çözüm
önerileri üretemeyen CHP, siyasi alanı muhalefetsiz bir alan olmaya
doğru götürüyor. O zaman, nasıl bir sosyal demokrasi, nasıl bir de
mokratik sol, nasıl bir muhalefet, soruları çok önem kazanıyor. Bu so
rulara yanıtın, modern Türkiye tarihini niteleyen modernleşme ve de
mokratikleşme süreçlerinin ve bu süreçlerin içerdiği ikilemlerin çö
zümlenmesinde yattığını düşünüyorum.
MODERNLEŞME İKİLEMİ
1 923'ten bugüne Türkiye siyasi tarihini incelediğimiz zaman, ilginç bir
durumla karşılaşıyoruz. Bu tarih içinde Türkiye'de yukarıdan-aşağıya
ve devlet-merkezci bir tarzda gelişen modernleşme, özellikle siyasi mo
dernleşme süreci, ulus-devlet oluşturan bürokrasi, anayasa, yargı ve
parlamento v.b. modern kurumları kurmada başarılı oluyor. Andrew
Mango'nun Atatürk " kitabında belirttiği gibi, ulus-devlet kurma ola
rak tanımlayacağımız siyasi modernleşme temelinde gerçekleştirilen
bu başarı küçümsenmemelidir. Gerçekten de, bugün bile, Ortadoğu
(*) Andrew Mango, Atatürk, The Overlook Press, New York, Woodstock, 1999 [Atatürk, çev. Fü
sun Doruker, Remzi Kitabevi, lstanbul, 2004).
modernleşme, demokratikleşme ve sol alternatif (ı) 253
DEMOKRATİKLEŞME İKİLEMİ
Benzer bir durumu demokratikleşme sürecinde de yaşıyoruz. 1 945-50
döneminden bugüne Türkiye'de çokpartili parlamenter bir demokra
tik sistem var. Bu sistem, askeri darbeler ve müdahalelerle belli dönem
lerde kesintiye uğrasa da devam ediyor. Türkiye'de demokratikleşme
üzerine çok önemli çalışmalar üretmiş Ergun Özbudun'un belirttiği gi
bi, 1 923-1 945 arasındaki tek parti döneminden Türkiye, Latin Ame
rika ve Güney Avrupa örneklerinden farklı olarak, siyasi bir kırılma ya
da kesinti yaşamadan, CHP içindeki belli bir " reform" hareketiyle
çokpartili demokrasiye geçişini yapıyor. Bu anlamda da, demokrasiye
geçişte, yine küçümsemememiz gereken bir başarı yaşanıyor.
Fakat bu başarı, demokrasiyi yerleşikleştirme (demokratik kon
solidasyon) ve derinleştirme için geçerli değil. Demokrasiye geçişte ba
şarılı olan Türkiye, demokrasiyi toplumsal ilişkiler içine, anayasallığa,
siyasal kültüre yerleşikleştirmede ve derinleştirmede başarısız oluyor.
1 950-80 arası bu sorun üç askeri darbe ve demokrasinin kesintiye uğ
raması ve 1 990'lardan bugüne de "demokrasi eksiği" temelinde yaşa-
254 türkiye'de iktidar muhalefet ve sosyal demokrasi
,
SOSYAL DEMOKRATİK YA DA
DEMOKRATİK SOL ALTERNATİF
2000'li yıllar içinde Türkiye, hem ulusal/yerel sorunları, hem de ciddi
m üzakere süreçlerinden geçtiği uluslararası ilişkileri ekseninde, mo
dernleşme ve demokratikleşme süreçlerinde tarihsel olarak yaşadığı
ikilemleri çözmek durumundadır. Bu zorunluluk yapısal ve artık erte
lenemeyecek bir niteliktedir. Bu bağlamda da, Türkiye'de sol alterna
tif, devlet-merkezci olmak yerine, Türk modernleşmesinin demokra
tik, liberal ve çoğulcu temelde yeniden kurulmasının ve Türk demok
rasisinin devlet-toplum/birey ilişkilerine yerleşikleşmesinin ve derinleş
mesinin itici gücü olmalıdır. Ve bu itici güç olma içinde de, " demokra
tik ve güçlü bir Türkiye vizyonu"nun baş aktörü olmaya çalışmalıdır.
Bu rolün yaşama geçmesinde kullanılacak somut kuramsal ve stratejik
açılımları bir sonraki yazımda değerlendireceğim.
28 Mart Yerel Seçimleri ve
Demokratik Sol Alternatif (il)
ratik sol bir siyasi strateji muhafazakar demokrasiye karşı güçlü bir al
ternatif olabilir, aynı zamanda da kendisini milliyetçi ve sağcı ideoloj i
lerden ayrıştırabilir. Alternatif sol bir seçeneğin özgünlüğü ve gücü, bu
bağlamda, demokratikleşmede yatmaktadır ve ancak bu yolla 28 Mart
yerel seçimlerinde %75-80'lere varan sağ yükselmeye karşı kendisini
güçlendirebilir. Devlet-merkezciliğe dayanmak ya da parti içi iktidar
mücadeleri içinde kısırlaşmak yerine, yüzünü toplumsal sorunlara ve
toplumsal taleplere dönen bir CHP ya da demokratik sol alternatif, de
mokratikleşme ve modernleşme temelinde toplumla organik bağ kura
bilir ve Türkiye'yi daha iyi yönetme iddiasında olabilir.
(•) Anchony Giddens, The Progressive Manifesto: New ldeas {or the Centre-Le{t, Blackwell, Lond
ra, 2003_
258 türkiye'de iktidar, muhalefet ve sosyal demokrasi
ÜÇ-BOYUTLU ÇÖZÜMLEME
Bugünün tarihselliğini doğru okumak, her şeyden önce, yukarıda be
lirttiğim gibi, sosyal demokrasiyi ve sorunlarını üç-boyutlu bir çözüm
leme sürecine sokmayı gerektirmektedir;
(A) Siyasi bir aktör olarak sosyal demokrasinin küçülmesi ken
disini, kendilerini sosyal demokrat olarak tanımlayan partilerin yaşa
dıkları seçim başarısızlıklarında, dolayısıyla seçimlerde sürekli oy
kaybetmesinde ve toplumsal tabanlarını kaybetmelerinde gösteriyor.
Bu temelde küçülme, özünde, sosyal demokrasinin iktidar olma ve
Türkiye'yi yönetme olasılığının giderek ortadan kalkması anlamına
gelmektedir;
(B) Toplumsal bir hareket olarak sosyal demokrasinin küçülme
siyse, sosyal demokratik partilerle farklı toplumsal aktörler arasında
ki " sınıf" ya da "kültürel kimlik" temelinde kurulabilecek bağların gi
derek zayıflamasında ortaya çıkıyor. 1 990'lı ve 2000'li yıllar sosyal de
mokrasinin, toplum ile arasında kurulacak organik bağın giderek za
yıfladığı yıllar olarak da tanımlanabilir. Bu yıllar içinde, sosyal demok
ratik partilerin hem ekonomik aktörlerle (toplumsal sınıflar, sendika
lar, büyük, orta ve küçük ekonomik işletmeler), hem de kültürel kim
lik hareketleriyle (dinsel, etnik, kadın ve gençlik hareketleri) organik
bağlar kurmada zorlandığını görüyoruz. Bu anlamda, bu yıllar, sosyal
sosyal demokrasi ve türkiye 273
YENİDEN-YAPILANMA
Bugün sosyal demokrasinin Türkiye'ye yaptığı "Hey Sen ! " çağrısına
yanıt verenlerin giderek azalması, hem CHP'nin siyasi bir aktör olarak
toplum içinde güvenilirliğinin azalması, hem de sosyal demokrasinin
bir ideoloji ve toplumsal hareket olarak farklı toplumsal kesimler için
de "sosyal demokratik bir kimlik" yaratmaktaki başarısızlığı ve ken
disinin toplumla organik bağlarının yok olması şeklinde tezahür et
mektedir. Sosyal demokrasi bugün, ne toplumsal sorunlara çözüm
üretmede, ne kendisini farklı toplumsal sınıflar ve kimliklerle eklemle
mede, ne de " farklı ve demokratik bir Türkiye vizyonu" yaratmada
başarılı olmaktadır. Eğer bu sosyoloj ik ve siyasi çözümleme doğruysa,
o zaman yapılması gereken "Hey Sen! " çağrısının içini doldurmak, bu
274 türkiye'de iktidar, muhalefet ve sosyal demokrasi
yal adalet sorunlarına kalıcı, etkili ve demokratik çözüm üreten bir ni
telikte olmalı ve bu çözümü siyasal, ekonomik ve kültürel haklara ve
sorumluluklara dayalı bir demokratik vatandaşlık anlayışını topluma
yerleştirerek yapmalıdır.
Bu yazıda sosyal demokrasinin sorunları ve yeniden yapılan
ması için söylediklerim, esasında Türkiye'de solun sorunları ve yeni
den yapılanması içinde geçerlidir. Bu anlamda da, yeniden-yapılanma
sürecinin, özellikle de " farklı ve demokratik bir Türkiye vizyonu" ya
ratma girişiminin, farklı görüşler, yöntemler ve söylemler arası diyalo
ğa dayalı bir katılımcı demokratik tartışmayı içermesi gerektiğini dü
şünüyorum.
Türkiyelilik mi, Çokkültürlü
Anayasal Vatandaşbk mı?
(*) E. Fuat Keyman ve Ahmet lçduygu, Citizenship irı a Global World? Europearı Questions, Tur
kisb Experiences, Routledge, Londra, New York, 2005.
278 türkiye'de iktidar, muhaıereı ve sosyal demokrasi
DEMOKRATİKLEŞME VE ÇOKKÜLTÜRLÜ
ANAYASAL VATANDAŞLIK
Bu anlamda, yaşadığımız kimlik sorunlarının aynı zamanda vatandaş
lık alanını da kapsadığını kabul ederek kültürel kimlik ve siyasi katı
lım taleplerine yaklaşmalıyız. Bu yaklaşım bize, kimlik sorunlarının ve
taleplerinin çözümünde yeni ve etkili bir çözüm alanı verecektir. Fark
lı kimlikleri kapsayıcı, bu kimlikler arası iletişimde ortak bir dil yara
tacak, demokratik yönetim ve hukukun üstünlüğü ilkesini güçlendire
cek bu alan, vatandaşlık alanıdır. Eğer Türkiye'de vatandaşlık alanı
demokratik ve çokkültürlü bir alana dönüşürse ve varolan vatandaş
lık rejimi " kapsayıcı, eşit ve evrensel, kültürel kimlik ve siyasi katılım
haklarını genişleten ve anayasal güvence altına alan çokkültürlü bir
anayasal vatandaşlık anlayışı" temelinde yeniden kurulursa, kimlik ta
leplerine demokratik ve etkili bir çözüm bulabiliriz. Çokkültürlü ana
yasal vatandaşlık anlayışı ve uygulaması, hem kimlik sorunlarını ve ta
leplerini tanıyan bir niteliktedir, hem de bu sorunlara ve taleplere de
mokratik zeminde, farklı kimlikler arası ortak bir dil içersinde ve fark
lı kimliklerin devletle ilişkisini "gönüllü sadakat" temelinde güçlendi
ren bir tarzda çözüm getirme potansiyeline sahiptir.
Hem kimlik sorunlarına çözümle ilgili dünyada yapılan tartış
malara baktığımız zaman, hem de Türkiye-AB ilişkileriyle ilgili hazır
lanan "ilerleme raporunun" azınlıklar ve kültürel haklarla ilgili kısım
larını okuduğumuz zaman görüyoruz ki, bugün yapılması gereken
devlet-toplum/birey ilişkilerinin demokratik bir temelde düzenlenmesi
ve hak ve özgürlüklefin herkese eşit ve evrensel bir tarzda uygulanma
sıdır. Bir zamanlar Yugoslavya dediğimiz alana, bugün lrak'a, Ruan
da'ya, Somali'ye, Hindistan'a, İspanya'ya, İrlanda'ya ve v.b. yerlere
baktığımız zaman dünya pratiği bize gösteriyor ki, kimlik sorunlarına
kimlik temelli çözümler etkili olamıyor. Önemli olan, kimlik sorunla
rına kimlik temelli değil, demokratik çözüm bulmak. Bu çözüm de,
çokkültürlü anayasal vatandaşlık anlayışında yatıyor. Türk kavramın
dan Türkiyelilik kavramına geçiş, dolayısıyla alt-kimlik sorununu üst
kimlik yaratarak çözmek, iyi niyetli ama sorunlu ve zayıf bir çözüm
türkiyelilik mi, çokkültürlü anayasal vatandaşlık mı? 281
Ahmad, F., The Making of Modern Turkey, Routledge, Londra, 1 997 [Modern
Türkiye'nin Oluşumu, çev. Yavuz AJogan, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1 999].
Akdoğan, Y. , Muhafazakar Demokrasi,URL: www.akpartj.org.tr/muhafaza
�. 2003.
Asad, T., "Religion, Nation-State, Secularism", P. van der Veer ve H. Lehmann
(der.) Nation and Religion, Princeton University Press, New Jersey, 1 999, 178-
1 96 .
Bastow, S. ve Martin, ]. (der.), Third Way Discourse: European Ideologies in the
Twentieth Cenrury, Edinburg University Press, Edinburg, 2003.
Beck, U., The Rein vention of Politics: Rethinking Modernity in the Global Social
Order, Polity Press, Cambridge, 1 997.
Beck, U., The Rein vention of Politics, Polity, Cambridge, 1 997 [Siyasallığın İcadı,
çev. Nihat Ülner, İletişim Yayınları, İstanbul, 1 999] .
Berger, P., The Sacred Canopy, Anchor Books, New York, 1 967 [Kutsal Şemsiye:
Dinin Sosyolojik Teorisinin Ana Unsurlar, çev. Ali Coşkun, Rağbet Yayınları,
İstanbul, 2000].
Berger, P., "From the Crisis of Religion to the Crisis of Secularity", S. Bruce (der.)
The Sociology of Religion, Edward Elgar Publishers, Aldershot, 1 995.
Berger, P. , " Secularism in Retreat", National Inrerest, 1 996/97, 3-12.
Berkes, N., The Development of Secularism İn Turkey, Hurst & Company, Lon
don, 1 998.
Bozdoğan, S. ve Kasaba, R. (der.), Rethinking Modernity and Na tional Identity in
Turkey, University of Washington Press, Seattle, 1 997 [ Türkiye 'de Modern/eş
me ve Ulusal Kimlik, çev. Nurettin Elhüseyni, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstan
bul, 1 999].
Brzezinski, Z., The Choice: Global Domination or Global Leadership, Basic Bo
oks, New York, 2004 [ Tercih: Küresel Hakimiyet mi? Küresel Liderlik mi?,
çev. Cem Küçük, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2005].
Casanova, ]., Public Religions in the Modern World, University of Chicago Press,
Chicago, 1 994.
Casanova, ]., " Civil Society and Religion" , Social Research, 68, 4, 200 1 , 1 041 ·80.
Chatterjee, P., The Politics of The Governed, Colurnbia University Press, New
York, 2004.
(*) Kaynakça, bu çalışma için yazdığım yazıları kaleme alırken yararlandığım eserlerden oluşmak·
tadır.
284 kaynakça
Chomsky, N., Hegemony or Survival: America 's Quest lor Global Dominance,
Penguin Books, Londra, 2003.
Connolly, W., Why I am not a Secularist, The University of Minnesota Press, Min
neapolis, 1 999.
Cox, M., "Empire? The Bush Doctrine and the Lessons of History " , Held D. ve
Koenig-Archibugi M. (der.), American Power in the Twenry-Firsc Cencury, Po
lity Press, Cambridge, 2004, 2 1 -5 1 .
Çağatay, S . , "The November 2002 Elections and Turkey's New Political Era " ,
Middle East Review o f lnternacional Affairs, 6, 4, 2002, 42-48.
Çarkoğlu, A., "Turkey's November 2002 Elections: A New Beginning" , Middle
Easc Review of Jncernational Aflairs, 6, 4, 2002, 30-4 1 .
Davidson, A., Secularism and Revivalism in Turkey: A Hermeneucic Reconsidera
tion, Yale University Press, New Haven, 1 998 [ Türkiye'de Sekülarizm ve Mo
dernlik: Hermenöcik Bir Yeniden Değerlendirme, çev. Tuncay Birkan, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2002].
Dean, M., Governmentaliry, Sage, Londra, 1 999.
EU Commission Regular Report on Turkey's Progress Towards Accession (2003),
URL: http://europa.eu.int/comm/enlargement/report_2003/pdf/rr_tk_final. pdf.
EU Commission Regular Repon on Turkey's Progress Towards Accession (2004),
URL: http://europa.eu.int/comm/enlargement/report_2004/pdf/rr_tk_final. pdf.
Foucault, M., "Sociery Must be Defended" Leccures at ehe College De France,
1975-1976, Berrani M., Fontana A. ve Ewald F. (der. ) Picador, New York,
2003 [ Toplum u Sa vunmak Gerekir, çev. Şehsuvar Aktaş, Yapı Kredi Yayınla
rı, İstanbul, 2002].
Fraser, N., " Recognition without Ethics" M. Garber ve diğ., The Turn co Ethics,
Routledge, Londra, 2000, 95-127.
Gellner, E., Encouncers wich Na tionalism, Blackwell, Oxford, 1 995 [Milliyetçiliğe
Bakmak, çev. Simten Coşar, Saltuk Özertürk, Nalan Soyarık, İletişim Yayınla
rı, İstanbul, 1 998].
Giddens, A., The Third Way, Polity Press, Cambridge, 2000 [ Üçüncü Yol, çev. Ni-
hat Şad, Phoenix Yayınevi, Ankara, 200 1 ] .
Giddens, A . , The Progressive Manifesto, Polity Press, Cambridge, 2003.
Göle, N., The Forbidden Modern, University of Michigan Press, Ann Arbor, 1 996.
Göle, N., Melez Desenler, Metis, İstanbul, 2000.
Güneş-Ayara, A., "The Republican People's Parry", Turkish Srudies, 3, 2002, 1 02-121 .
Halperin, S., "The Political Authoriry of Secularism in lnternational Relations",
European Journal of !nternational Relations, 10, 2, 2004, 235-263.
Hardt M. ve Negri A., Empire, Harvard University Press, Boston, 2000 [İmpara
torluk, çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2001].
Haynes, ]., Religion in Global Politics, Longman, Londra, 1 998.
kaynakça 285
Held, D., "Global Social Democracy ", Giddens A. (der.), The Progressive Manifes
to, Polity Press, Cambridge, 2003.
Held D. ve Koenig-Archibugi M. (der.), American Power in ehe Twenty-First Cen
tury, Polity Press, Cambridge, 2000.
Heper, M., The State Tradition in Turkey, Eothen Press, Walkington, 1 985.
Heper, M. ve Keyman, F., "Double-Faced State: Political Patronage and the Con
solidation of Democracy in Turkey" , Kedourie S. (der. ) , Turkey Before and Af
ter Atatürk, Frank Cass, Londra, 1 999, 250-268.
lkenberry, J. G., " Liberal Hegemony or Empire? American Power in the Age of
Unipolarity", Held D. ve Koenig-Archibugi M. ( der.) American Power in ehe
Twenty-First Century, Polity Press, Cambridge, 2004, 83-1 1 3 .
· İnsel, A . , "The AKP and Normalizing Democracy in Turkey", South Atlantic Qu
arterly, 102, 2003, 293-308.
Kagan, R., Paradise and Power: America and Europe in ehe New World, Adantic
Books, Londra, 2003.
Kahraman, H. B., Sosyal Demokrasi Düşüncesi ve Türkiye Pratiği, Sodev, İstanbul,
2003.
Kazancıgil, A. ve Özbudun, E. (der.), A tatürk, Founder of a Modern Srare, C.
Hurst Company, Londra, 1 9 8 1 .
Keane, ]., " Secularism? " , The Political Quarterly, 3 , 5, 2000, 5-19.
Keyder, Ç., "Whither the project of modemity? Turkey in the 1 990s", Bozdoğan,
S. ve Kasaba, R. (der.), Rethinking Modernity and Nacional Identity in Turkey,
University of Washington Press, Seatde, 1 997.
Keyman, E. F., "On the Relationship Between Global Modemity and Nationa
lism", New Perspeccives on Turkey, 1 3 , 1 995, 93-120.
Keyman, E. F. , Globaliza tion, State, Identity!Difference, Humanities Press, New
Jersey, 1 997.
Keyman, E. F., "Globalization, Civil Society and Islam: The Question of Democ
racy in Turkey" , Jenson, J. ve de Sousa Santos, B. ( der.) Globalizing Instituti
ons: Case Studies in Regulation and Innovation, Ashgate Publishing, Alders
hot, 2000, 207-230.
Keyman, E. F., "Global Modemity, Identity, and Turkey", G. Özdoğan (der.), Ret
hinking State, Nation, and Citizenship, Eren Press, İstanbul, 2000b, 1 1 0- 1 3 1 .
Keyman, E. F., Türkiye ve Radikal Demokrasi Alfa , İstanbul, 200 1 .
,
Özdalga, E., The Veiling /ssue, Official Secularism and Popular Islam İn Modern
Turkey, Curzon, Richmond, Surrey, 1 998 [Modem Türkiye'de Örtünme Soru
nu, Resmi Laiklik ve Popüler İslam, çev. Yavuz Alogan, Sarmal Yayınevi, İstan
bul, 1 998).
Rodrik D., "Development Strategies for the 2 1 st Century" , Annua/ World Bank
Conference On Development Economics 2000.
Schuppert, F., "The Ensuring State", Giddens, A. (der.), The Progressive Manifes
to, Polity Press, Cambridge, 2003.
Stiglitz, J., "An Agenda for Development for the Twenty-First Century" , Giddens,
A. (der.), The Global Third Way Debate, Polity Press, Cambridge, 200 1 , 340-
357.
Tarhanlı, İ. B., Müslüman Toplum, Laik Dev/er, Afa, İstanbul, 1 993.
Toprak, B., "The Religious Right", 1. C. Schick ve A. E. Tonak (der.) Turkey in
Transition, Oxford University Press, New York, 1 987 [ Geçiş Sürecinde Türki
ye, Belge Yayınlan, İstanbul, 1 992).
Tosun, T. , Siyasette Yeniden Mevzilenmeler, Büke Yayınları, İstanbul, 2003.
Yavuz, H. M., "Politics of Fear: The Rise of the Nationalist Action Party (MHP)
in Turkey", Midd/e Eastern Journal, 56, 2002, 200-22 1 .
Dizin
sermaye 2 1 9 Taliban 64
sınıf 244, 272 tanınma 258
SİAD 1 92, 205, 215, 216, 220, 274 tarihsel blok 166
sivil 205 TBMM 3 9
sivil haklar 1 74 cek parti 5
sivil toplum 6-S, 13, 1 5 , 27, 168, 174, cekcaraflılık 33-35, 38, 39, 43, 45, 5 1 ,
1 8 1 , 203, 204, 206, 233, 265, 5 3 , 5 8 , 6 0 , 64-66, 6 9 , 70, 72, 73,
274, 277 75, 1 50,
siyasal çıkmaz 2 terör 1 32, 200, 269
siyasal İslam 224, 225 terörizm 22, 28, 32, 34, 35, 49, 63,
siyasal istikrar 5, 7, 8 64, 75, 76, 97, 1 03 , 1 34, 143
siyasal liberal 179-182 tezkere 68, 69, 71-73, 78, 90, 99,
siyasal liberalizm 174 100, 1 06
siyaset yapma alanı 240 TOBB 224
Soğuk Savaş 58, 91, 92, 1 09-1 1 1 , 239 cocalicer 240
sol 226, 23 1 , 233, 267, 270, 275 röre 1 96
Somali 280 röre cinayeti 1 95
sosyal adalec 5, 1 8 1 , 198, 1 99, 203, türban 1 1 2, 1 84-1 87, 1 92, 1 94, 1 96
215, 226, 231, 233, 238, 256, Türker 1 95
258, 267, 269-273 Türkiyelilik 280, 281
· sosyal demokrasi 230, 25 1 , 252, 274 TüSiAD 205, 2 1 5 , 224
sosyal demokrat 166, 1 6 9
sosyal demokratik kimlik 273 UBP 79
sosyal liberal 215, 226 ulus-altı 7
sosyalizm 109 ulus-devler 27, 42, 45, 1 39, 252, 257,
Sovyeder Birliği 109, 1 1 0 263
SP 4 , 89, 213, 225, 227, 249, 255, ulus-üsrü 7
262 ulusal 7
Spivak 1 93, 1 94 ulusal düzey 257
Sciglirz, Joseph E. 26 ulusalcı 43, 25 1 , 262
STÖ 204-206 Uluslararası Af Örgücü 7
scraceji 1 06 uzlaşma kültürü 2 1 7
scracejik 45, 59
scracejik orcak 44 üç-boyudu hareket 3 3
Suriye 5, 39, 150, 154 üçüncü yol 270
Sünni 132 Ürdün 72
sürdürülebilir ekonomik kalkınma 7-9
vatandaşlık 274, 277-281
Şahin 1 84 Verheugen 1 23-125
Şii 1 3 2 Vietnam Sendromu 64
296 dizin