You are on page 1of 44

KOU İLETİŞİM FAKÜLTESİ

Göstergebilim Ders Notu


Radyo Sinema ve Televizyon Bölümü 3. Sınıf
Yrd. Doç. Dr. S. Zeynep Varli Gürer
GÖSTERGEBİLİM

Görme

Görme edimi sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz.
İnsanoğlu konuşmadan önce görerek dünyayı tanımaya ve anlamlandırmaya başlar. Bu dünyayı
sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştirmez.
Düşündüklerimiz ya da inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler. Örnek vermek gerekirse
insanların Cehennemi’in varolduğuna bugünkünden daha çok inandıkları Ortaçağda ateşin
bugünkünden daha başka bir anlam taşıdığı kuşku gerektirmeyen bir gerçektir. Ateş onlara göre her
şeyi yutan, kül eden bir şeydir. Oysa ilk insanlara göre ateş pişirmeden, korunmaya vazgeçilmez bir
araç niteliği taşımıştır.

GÖSTERGEBİLİM NEDİR?

Göstergebilim en kısa ve bilinen anlamı ile göstergelerin bilimidir. Gösterge ilke olarak bu bilimin
temelidir. Gösterge ise bir kavramla bir işitim imgesini birleştirir. Kitle iletişim araçlarına ait metin ya
da türlerin birer gösterge sistemi olarak incelenmesini konu edinmektedir. Bu bağlamda reklam
afişleri, reklam filmleri, sinema filmleri, giysiler, fotoğraflar, metinler vb. bunlar göstergebilimin
inceleme alanlarını oluşturur. James Monaco’ya göre, göstergebilim , fizik, biyoloji gibi bir bilim dalı
değildir, daha çok mantıksaldır. Göstergebilim, bize filmin yaptıklarını nasıl yaptığını tanımlamaya
hizmet eden açıklayıcı bir sistemdir. Filmi açıklaması zor ama anlaması kolaydır. İletişim çalışmaları
kapsamında, metin olarak filmlere, televizyon ve radyo programlarına, reklam posterlerine
göndermede bulunulmaktadır.

Göstergebilim, iletişim için kullanılan her şeyin, sözcükler, görüntüler, trafik işaretleri, sesler, çiçekler,
müzik ve tıbbi semptomlar gibi pek çok şeyin incelenmesidir. Göstergebilim, göstergelerin iletişimde
bulunma yolları ve onların kullanımlarına egemen olan kurallar üstünde durmaktadır. Örneğin, sol
yüzük parmağında var olan yüzük, evli olmanın göstergesidir. Gösteren yüzük gösterilen evlilik.
Göstegebilimin ilk sorguladığı şey, anlamın ne olduğundan çok nasıl yaratıldığıdır.

GÖSTERGEBİLİMİN TARİHSEL GELİŞİMİ

Yapısalcılık 1950’li yıllarda Roland Barthes ve Levis Strauss’un çalışmalarıyla popüler olmaya
başlamıştır. Yapısalcılık görünen olay ve olguları anlamak için onların altında yatan yapıya bakmak
gerektiği düşüncesi hakimdir. Yapısalcılık özellikle dil ve kültüre ilişkin çalışmalar üzerinde olmuştur.
Her türlü dilsel süreci bir şifreleme olarak değerlendirir. Bu şifrelemenin çözümü için de dilin yapısı
açığa çıkartılmalıdır. Aslında yapısalcı kültür ve dil incelemelerinin kökeni 1928’de Vilademir Propp’un
yaptığı Masal’ın Biçimbilimi adlı çalışmaya kadar götürülebilir. Masalların ve hikayelerin birbirinden
farklı konuları olmasına rağmen binlerce masalın ve hikyanenin yapısal olarak birbirine benzediği
sonucuna varmıştır.

Göstergeleri inceleyen bir bilim dalı olarak göstergebilim, insanın gösterge oluşturma, göstergelerle
sistem kurma ve bunlar kanalıyla iletişimde bulunmasını amaçlamaktadır.

İsviçreli Ferdinand de Saussure (1857-1913) göstergebilimin kurucularındandır. Saussure’e göre


göstergebilim Yunanca “SEMION” (gösterge) ve “LOGIE” (bilim) sözcüklerinden meydana gelmiştir.
Dünyanın diğer bir ucunda ise, göstergebilimin bağımsız bir bilimdalına dönüşmesini sağlayan
Amerikalı felsefeci Charles Saunders Peirce (1839-1914) Saussure’den habersiz gösdtergebilimle
ilgilenmiş ancak semiology yerine semiotics deyimini kullanmış ve mantıkla olan ilişkisi üzerine
durmuştur. Peirce için önemli olan göstergenin mantıkla olan ilişkisidir. Göstergebilime yaptığı katkı
göstergeleri çeşitli niteliklerine göre sınıflandırması olmuştur. Bu sınıflama günümüz göstergebilim
normlarında hala geçerliliğini korumaktadır. Modern göstergebilim kuramcıları arasında Roland
Barthes’ın çalışmaları yerini almaktadır.Fransız yaz ve düşünce ustası olarak tanınan Barthes
göstergebilimin bağımsız bir bilim dalı olarak nitelik kazanması konusunda çalışmalar yapmıştır.
Bundan sonraki tartışmalar, göstergebilim-dilbilim arasında odaklanan ilişki üzerine yoğunlaşmıştır.
Bu bağlamda Barthes, göstergebilimi dilbilimden daha geniş bir bilim dalı olarak görmektedir.

Prag dilbilim ekolünden olan dilbilimci Roman Jakobson’a göre, dilsel iletişimi inceleyen dilbilim
merkezdir. İkinci sıradaki göstergebilim daha geneldir ve her türden iletişimi inceler, dilsel iletişimi de
içine alır.

İtalya’da Umberto Eco, gösterge ve dil kavramlarıyla, insanı zihin yapısı arasındaki ilişkiler üzerinde
düşünmeye başlamıştır. Modern göstergebilimin gelişmesinde Avrupa göstergebilimi çerçevesinde
çalışan Louis Hjemslev, Algirdas Julien Greimas, Roman Jacobson, Julia Kristava gibi pek çok
dilbilimcinin katkıları olmuştur. Modern göstergebilim kuramı çoğu zaman ideolojinin rolüne ağırlık
vererek Marksist yaklaşımla iç içe çalışmaktadır.

Göstergebilim son yıllarda medya kuramları arasında en önemli yaklaşımlardan biri olmaya
başlamıştır. Sinemaya, televizyona, tiyatroya, tıp alanına, mimariye, veterinerliğe ve iletişimle ile ilgili
pek çok alana uygulanabilmektedir. Bazı göstergebilimciler her şeyin göstergebilimsel açıdan
çözümlenebileceğini öne sürmektedir. Yorumlamaya dayalı bir bilim dalı olduğu için göstergebilim,
küçük/büyük her şeyin anlamını açan bir anahtar gibi görülmüştür. Bir nevi dedektiflik vazifesi görür.

Göstergebilim ilk girişimlerinde model olarak dilbilimi almış ve dilbilimsel kavramları iletişim alanında
kullanmışlardır. Bunlar, filmler, televizyon dizi ve programları, moda, reklamlar vb. enformasyon
aktaran her şey olabilir. Bu iletişimsel fenomenlere text (metin) denmektedir. Ele aldığımız metni
meydana getiren göstergeler sistemi üzerinde dikkatimizi odaklarız. Böylece bir filmde veya bir
reklam afişinde bir an için görülen lüks bir salon (koyluk, antika bir masa, kristal avize, şık bir vazo,
geniş tablolar vs. ) gösterenler olarak değil; sosyal durum (zenginlik-fakirlik), zevk, zarafet, incelik
türünde anlamlar taşıyan göstergeler sistemi olarak algılanabilmektedir. Göstergebilimsel çözümleme
metinlerin içinde bulunan anlamla ilgilenir, başka bir deyişle anlam göstergelerden ve göstergeler
arası ilişkilerden ortaya çıkar.

1960’lı yıllardan sonra göstergebilim alanındaki çalışmalar hızlanmıştır.

Gösterge Kavramı

Göstergebilimde anlamın en küçük birimine gösterge denilmektedir. Kendisi o şey olmadığı halde, o
şeyi çağrıştırarak iletişim sağlayan ve bir başka şeyi temsil eden her şey göstergedir. Örnek vermek
gerekirse, Evliliğin göstergesi yüzüktür ama yüzük=evlilik değildir. Başka bir örnek de şu olabilir:
sıcaklığı ölçtüğümüz derece bize sıcaklık hakkında bilgi veren bir araçtır. Bu aracı kullanabilmek için
sayıları okumayı öğrenmiş olmamız ve her sayının bizim amacımız açısından taşıdığı değer hakkında
bir fikrimiz olması gerekir. Bu bilgiye sahipsek kaynar suya elimizi daldırıp yanmamıza gerek kalmadan
o aracı yani göstergeyi kullanabiliriz. Bu somut bir nesnedir ve bize bir durum hakkında bilgi verirler.
Başka bir deyişle durumun kendisi değildirler ama o durum hakkında bir bilgiyi iletirler.Bu işi yapmak
için üretilmiş olurlarsa olsunlar bu işi kendi kendilerine yapamazlar bizim onları uygun olarak
kullanmamız gerekir. Dereceyi suya sokmazsanız suyun değil odanın sıcaklığını gösterir.

Aşağıda yer alan trafik işaretleri, sürücüleri arabanın önüne çıkacak hayvanlar konusunda uyarıyor.
Bunlar da bir göstergedir ama yukarda bahsedilen gibi bir araç değildir. Bunların işleme geçmeleri için
bir şey yapmak gerekmiyor bizim onları algılayıp yorumlamamız yeterli. Bizimle bir çeşit iletişim
kuruyorlar.

AS

Sahip olduğumuz bir sürü ön bilgi sayesinde bu görüntülerde geyik, inek ve ayı olduğunu
anlayabiliyoruz. Ayı’yı bir trafik işaretinde görmeye alışık olmasak da etraftan gelen ipuçlarına
bakarak görüntüyü dikkat ayı çıkabilir şeklinde yorumluyoruz. Gördüğümüz yalnızca bir trafik
işaretinin görüntüsü. Bu görüntü, bir trafik işaretin, çağrıştırıyor, gerçek bir trafik işaretinin yerini
alıyor. Hiç trafik işareti görmemiş birisi bu görüntüyü bizim gibi yorumlayamayabilir.

Trafik işaretlerini tanıyan bizler, örneğin aşağıdaki iki görüntüyü yine ayı olarak tanıyoruz ama
bunların bir trafik işareti olmadığını biliyoruz.

Bu iki ayı görüntüsü gerçek bir ayının yerini tutuyor ama çağrıştırdığı anlamlar farklı. Sözü edilen tüm
bu göstergeler ister üç boyutlu bir araç olsunlar, ister iki boyutlu birer resim olsunlar, başka bir şeyin
yerini tutuyorlar. Bu başka şey, bir durum, bir eylem, bir varlık olabiliyor. Yani göstergeler o şeyin
kendisi değiller, gene de bize bir mesaj iletiyorlar, bildiğimiz bir şeyi çağrıştırıyorlar ya da bir yorum
yapmamızı sağlıyorlar. Ancak bu iletinin yerini bulabilmesi için bizim o göstergeyi yorumlayacak,
tanıyacak, anlayacak önbilgiye sahip olmamız gerekiyor.

İşlev açısından hep anlam aktarma özelliği taşır. Bu bakımdan, insanoğlunun anlama gücü gösterge
üreten bir düzenek, göstergeler de anlam aktaran araçlardır.

Göstergeler, kelimelerden, görüntülerden, seslerden, renklerden, kokulardan, tatlardan,


davranışlardan ve nesnelerden biçim almaktadır. Fakat asıl anlamı olmayan bu tür şeyler biz anlamla
onları keşfettiğimiz zaman gösterge halini almaktadır. Biz nesneleri göstergeler gibi tanıdık gelenekler
ile ilişkili olduklarında büyük ölçüde bilinçsizce yorumlarız. Göstergelerin anlamlı kullanımı
göstergebilimi ilgilendirmektedir.1 Göstergebilim, göstergeler ve kodlar, mesajı üretmede, dağıtmada
ve yorumlamada kullanılan göstergeler üzerine çalışmaktadır. Mesajlar, göstergelerden oluşmuş gibi
görünmektedir ve kod olarak adlandırılan göstergeler sistemi ile aktarılmaktadır.2 Göstergebilim,
göstergeler arasındaki ilişkileri araştırarak hem de gösterge türlerini saptayıp sınıflandırmaya
çalışarak göstergeleri tanımlamaya çalışmaktadır. Toplum yaşamını ilgilendiren her türlü gösterge ile
iletişim amaçlı tüm gösterge dizgelerini açımlamaya çalışan göstergebilim, bu dizgelerle taşınan
anlamların oluşum aşamalarını ve yapılandırılışını incelemektedir.

Göstergebilim temel inceleme birimi olan göstergeye çeşitli bilim adamlarının yaklaşımları farklı
olmaktadır. Bu doğrultuda;

1-Saussure’ün Gösterge Kavramı: Saussure’e göre, “dil göstergesi, bir nesneyle bir adı birleştirmez,
bir kavramla bir işitim imgesini birleştirir.” Her gösterge görüntü, nesne, ses “gösteren” (göstergenin
fiziksel boyutu ile temsil ettiği kavram yani “gösterilen”den (göstergenin kavramsal boyutu)
oluşmaktadır. Göstergebilimde “gösterge” sözcük, görüntü ya da anlam üreten herhangi bir şey
olabilir. Her gösterge, gösteren yani göstergenin maddesel, fiziksel varlığı ve gösterilen denilen
kavramdan oluşur.

Gösterge

↙ ↘

İşitim İmgesi Kavram

Gösterge: “kedi” sözcüğü

Gösteren: “k-e-d-i” ses dizisi

Gösterilen: “kedi” kategorisi

Saussure’un önerisine göre, dilde gösteren ile gösterilen arasında nedensiz bir ilişki bulunmaktadır.
Yazılı dilde YAĞMUR göstergesi altı harfin bir araya gelmesinden oluşan gösteren ve havadaki buharın
su damlaları durumunda yere düşmesi olarak kabul ettiğimiz bir olgu, yağmur kavramı olan
gösterilenden meydana gelmektedir. Dilbilimsel anlamda gösterge bir KAVRAM ile bir SES İMGESİNİN
birleşimidir.

Saussure, dili bir yapı gibi ele almakta ve bu yapı içindeki olguları tek tek incelemektedir. Saussure,
yeni bir bilim dalı olarak bilim dünyasına önerdiği bu disipline Semiology adını vermiştir. Avrupa’da
bu yeni bilim dalı ile uğraşanlar Saussure’un takipçisi olmuş be sözcüğü kullanmayı yeğlemişlerdir.

Saussure ve Pierce arasındaki farklılıkların en önemlisi; semiotics’in göstereni incelemesine karşın,


semiology’nin gösterileni incelemesidir.

2-Peirce’ın Gösterge Tanımı ve Gösterge Süreci: Amerikalı mantık bilimci Charles Saunders Peirce,
Saussure’dan habersiz göstergebilim ile ilgilenmiş, ancak göstergebilim (semiology) yerine Semiotics
deyimini kullanarak göstergelerin mantık ile ilişkisi üzerinde durmuştur. Bundan sonra onun takipçisi
olan Amerikalı bilim adamları da Semiotics sözcüğünü bu disiplin için kullanmıştır. Ona göre

1
Daniel Chandler, The Basics Semiotics, Second Edition, Oxon, Routlage, 2007, s.13.
2
Sandra Morıarty, “Visual Semiotics Theory”, Edited By Ken Smith, vd., Handbook Of Vısual
Communıcatıon Theory Methods and Medıa, New Jersey, Lawrence Erlbaum Assocıates, 2005, s.227.
göstergelerin mantıksal işlevi önemlidir. Pierce’ın gösterge tanımı şöyledir: “Bir gösterge, bir kişi için
herhangi bir şeyin yerini, herhangi bir bakımdan ya da herhangi bir sıfatla tutan şeydir. Bu kişinin
zihninde eşdeğerli bir gösterge ya da belki daha gelişmiş bir gösterge yaratır. Yarattığı bu göstergeyi
ben birinci göstergenin yorumlayanı olarak adlandırıyorum. Bu gösterge bir şeyin yerini tutar; yani
nesnesinin. Bu Semiosis Süreci diye adlandırılır.

Gösterge

↙ ↘

Yorumlayan Nesnesi

Semiosis Süreci anlamın oluşturulma sürecidir. Anlamlama sürecinde gösterge ya da gösteren, onun
nesnesi ve yorumlayanı olarak tanımlanır. Nesne dış dünyadaki göstergenin yerinde duran şeydir,
yani gösterge aslında onun içinde vardır. Yorumlayan ise, o sırada gösterge ile nesnesi arasındaki
ilişkiyi üreten zihinsel etkidir.

Peirce’ın göstergebilim alanına getirdiği en büyük katkı göstergelerin dış dünyada üç biçimde, ikon,
belirti ve simge olarak bulunduklarını belirlemesidir.

Pierce göstergeleri üçe ayırmaktadır. İkonlar, Belirtiler ve Simgeler.

Boyut İKON BELİRTİ SİMGE


Gösteren Benzeme Sebep/Sonuç Saymaca
Örnekler Fotoğraf Duman/Ateş Haç/Bayrak
Süreç Tanınabilir Düşüncede canlanır Öğrenilmek zorundadır

İKON GÖSTERGELER (Görüntüsel Gösterge)

Görüntüsel göstergenin özelliği temsil ettiği şeye benzemesidir. Gösterge bir fotoğraf ya da harita
örneğinde olduğu gibi nesnesini temsil eder, İkon’dur. İkonlar nesnelerine aynen benzemektedir.
Fotoğraf tam anlamıyla ikonik bir gösterge örneğidir. İkon, belirttiği şekli doğrudan temsil eder,
canlandırır. Bir resim, bir desen ve bir fotoğraf bu tür özellik taşır.

BELİRTİ GÖSTERGELER

Belirti türü gösterge, bir neden-sonuç ilkesine dayanır. Eğer bir yerde duman varsa ateş de var
demektir. Dumanın ateşin sonucu olduğunu bildiğimiz için, ateşi görmesek de var olduğunu
düşünürüz. Burada gösterge yağmur ve duman gibi tam olarak nesnesine bağlanır, BELİRTİDİR.
Peirce’ın belirttiği üzere, nesnesi ortadan kalktığı zaman kendisini gösterge yapan özelliği yitirecek
olan ama yorumlan bulunmadığında bu özelliği yitirmeyecek olan bir göstergedir. Toprağın ve yerlerin
ıslak olması az önce yağan yağmurun belirtisidir. İnsan vücudundaki yüksek ateş de bir hastalığın
belirtisi sayılabilir.
SİMGE GÖSTERGELER

Simge, temsil ettiği şeyle olan ilişkisini bir uzlaşım sonucunda kurar. Sözlükteki her sözcük, bir
uzlaşıma dayanır, dolayısı ile simgedir. O dili konuşanlar, bu sözcüğün ne anlama geleceği konusunda
uzlaşmışlardır. Simgelerde biçimle içerik arasındaki ilişki nedenli değil uzlaşmaya bağlıdır. Gösteren ile
gösterilen arasında doğal bir bağ bulunmaktadır.

3-Roland Barthes’a Göre Gösterge Süreci:

En basit tanımı ile gösterge, kendisi o şey olmadığı halde, o şeyi çağrıştırarak iletişimde bulunan
araçtır. Göstergenin biçim ve içerikten oluşan ikili bir yapısı vardır. Gösteren “biçim”, gösterilen ise
“içerik”tir.

Gösterge

↙ ↘

Gösteren Gösterilen

Biçim İçerik

Barthes’a göre, gösteren, gösterilen bir de bu iki terimin çağrışımsal toplamı olan gösterge vardır.
Barthes göstergebilime yananlam kavramını getirerek gösterilen boyutunda daha derinlemesine
okumalara gereksinim olduğunu öne sürmektedir. Gösterge kavramında en çok üstünde durulan
“gösterilen”dir. Yani kavramın, içeriğin gerçek dünya ve kültürle olan ilişkisidir. Gösterilen hiçbir
zaman dışımızdaki nesnelerin birebir kopyası değil aksine onların soyutlanmasıdır. Kavramlar elbette
nesnelere bağlı olarak oluşur, ancak bu oluşum bir soyutlama sürecinden geçer.

Göstergelerin Özellikleri

A-Gösteren/Gösterilen İlişkisi

Göstergeyi oluşturan gösteren/gösterilen öğeleri aslında bir bütünün ayrılmaz parçaları olarak iç
içedir. Saussure’e göre, bu öğeler birbirine sıkı sıkıya bağlıdır ve aralarında çağrışım ilişkisi vardır.
Gösterge- İnsan

↙ ↘

Gösteren Gösterilen

Süperman Süper Kahraman

Cesaret, Güç, Kahramanlık, Kurtarıcı

Gösteren Açısından Gösterge Türleri

Göstergeleri işitme, görme, tat alma, koku alma ve dokunma duyusuna ait olanlar diye duyu
organlarımızın sayısına göre beş kümeye ayırmak mümkündür.

1-Kulağa yönelik göstergeler

2-Göze yönelik göstergeler

3-Koku göstergeleri

4-Tat göstergeleri

5-Dokunmayla iletilen göstergeler

Tren düdüğünün sesi yaklaşmakta olan trenin gösterenidir. Temiz kokan bir mekan insana mutluluk,
ferahlık duygusu verir. Siren sesi saklanma uyarısı ya da felaket habercisi olabilir. Yumuşacık bir kürke
dokunmak farklı bir duygu uyandırabilir.

B-Nedensizlik İlkesi

Dilbilimde gösterenle, gösterilen arasındaki önemi büyük olan bu ilişki nedensiz, güdümlenmemiş ve
anormaldir. Ağızdan çıkan sözcükle onun alıcıda uyandırdığı kavram arasında mantıksal herhangi bir
bağıntı yoktur. Kedi sözcüğü ile hayvan olan kedi arasında herhangi bir bağlantı söz konusu değildir.
Göstergenin nedensizliği yani göstereni gösterilenle birleştiren bağ nedensizdir. Bu nedensizlik ilkesi
dilbilime özgü kurallardandır. Gösteren ve gösterilen arasındaki bağ uzlaşmaya dayanır, doğal değil
toplumsaldır.

E-V ses dizisi ile EV Kavramı arasında hiçbir ilişki yoktur. Bu kavrama yönelik İngilizler “h-o-u-s-e ses
dizisini kullanmaktadırlar.

Ders 2____________________________________________________________________________

GÖSTERGEBİLİMDE KAVRAMLAR

A-METİN
Göstergebilimsel çözümlemelerde üzerinde çalışılan materyale metin denilmektedir. Metnin
kapsamına yazılı metinlerden başka, çözümlemeye tabi tutulan bir fotoğraf, reklam afişi, TV dizisi,
film vb. girmektedir.

Göstergebilimsel çözümlemede üzerinde inceleme yapılan metin ortaya konur, bazı elemanlar
anlamlandırma için toplanırken diğerleri dışarıda bırakılır ve uzaklaştırılır. Metin okunması gereken bir
söylem ve mesajlar bütünüdür.

Metinde mesajlar dizisel ve dizimsel olmak üzere iki eksende düzenlenmektedir.

B-DİZİ

Birbirinin yerine geçebilecek göstergeler arasındaki ilişki dizi ilişkisidir. Dizi bir sistemdir. Bu sistem
içerisinden seçim yapılır. Örneğin alfabedeki harfler bir dizidir. Bu alfabe sisteminden seçilen harflerle
sözcükler yaratılmaktadır. Dizilerin iki temel özelliği vardır:

1-Bir dizideki tüm birimlerin bazı ortak özelliklere sahip olması gerekiyor. Hepsi de belli bir sisteme ait
olmalarını sağlayan bazı ortak özellikleri paylaşmak zorundadır. Örneğin alfabede yer alan simgelerin
harf olma özelliği vardır orada noktalama işaretleri bulunmaz.

2-Dizideki her birimin diğerinden bariz bir biçimde ayırt edilmesi gerekmektedir. Bu özelliklere de
ayırt edici özellikler denmektedir.

Dizi ilişkisinde en önemli eylem anlamı oluşturmada katkısı olacak elemanın seçilmesidir. Seçim
dizgenin içinden yapılır ve bu dizgeden tek bir birim seçilir.

Örnek

Menü’den Yemek Seçme

ÇORBALAR ANA YEMEK SALATA TATLI


Ezogelin İmam Bayıldı Mevsim Şekerpare
Mercimek Hünkar Beğendi Çoban Tulumba
Mantar Tavuk Sote Söğüş Sütlaç
Dizi ve Dizimsel Sıralama

Bu listede yer alan başlıklar altındakiler Dizi’yi oluşturmaktadır. Televizyonda da değişen çekim
ölçekleri diziye örnektir. Dizideki her birimin diğerlerinden kolay ayırt edici özelliklere sahip olmaları
gerekmektedir.

Film ve Televizyonda Dizi İlişkisi

Televizyonda kesme, bindirme, kararma-açılma, efektler gibi çekimler arasındaki geçişler, çekim
ölçekleri, kamera hareketleri, kamera açıları dizi örnekleridir.

Film ve Televizyonda Kullanılan Teknik Kod Dizi Örnekleri :


Çekim Ölçekleri Dizisi

Ayrıntı Çekim-Yüz Çekim-Baş Çekim-Omuz Çekim-Göğüs Çekim-Bel Çekim-Diz Çekim-Boy Çekim-Genel


Çekim-Uzak Çekim-Çok Uzak Çekim

Kamera Hareketleri Dizisi

Pan (sağa-sola açı hareketleriyle çevrinme)

Tilt (Yukarı-aşağı açı hareketi)

Dolly (içe-dışa mekanizmayla kaydırma)

Truck (sağa-sola paralel kaydırma)

Zoom in/out (içe-dışa optik kaydırma)

Crane (yukarı-aşağı mekanizmayla kaydırma)

Öznel (Sübjektif) Kamera

Çekim Açıları Dizisi

Normal Açı

Alt Açı

Üst Açı

Çekim yaparken çekim açıları gibi, çekim ölçeklerinden biri diğerinin yerini alabilir. Çekim yaparken,
çok uzak çekimin en ayırt edici özelliği doğal çevreyi de özne ile birlikte vererek izleyende mekan
duygusunu yaratabilmesidir. Buna karşın yakın çekimde, izleyici oyuncuyla özdeşleşmekte ve bir
yakınlık kurmaktadır, bu da mekanı oyuncudan soyutlamak anlamına gelmektedir. Bunu gibi çekim
hareketleri, çekim açıları, kurgudaki geçiş özellikleri, renk seçimi, oyuncu seçimi, aydınlatma türleri,
dekor ve kıyafetler, mercek çeşitleri vb. dizi kapsamına girmektedir. Kısaca sonuçlandırmak gerekirse,
göstergelerin dizisel özelliklerinde “seçme” ön plandadır. Seçimin olduğu her yerde ANLAM
bulunmaktadır. Çoğu zaman seçilmeyen birimler de seçilen şeyin anlamını belirlemektedir. Aşağıda
verilen örnekte film çeken yönetmen, bir adamın şehre girmesi çekimi için seçebileceği bir dizi
seçenek (koşarak, trenle, eşiyle, atıyla, yürüyerek dizisi) arasından birini seçer. Senaryo yazarı ya da
yönetmen kente girme biçimleri dizi içinden “koşarak” şıkkını seçebilir ve “Adam koşarak kente girdi”
dizimini kurabilir. Çekim aşamasında yapılan seçimler yalnız bununla kalmaz yönetmen çekim
ölçekleri, kamera hareketleri, kamera mercekleri, filtreler, aydınlatma, oyuncu tercihi, renk, dekor ve
kıyafet vb. diziler arasından anlatıma en uygun olanını seçer. Çekimlerde yapılan seçimler
sonucundan da kurguda bileştirilerek önce sahne ve planlarını oluşturur. Filmin tümü izlendiğinde
dikine uzanan eksenin dizisel boyutu, yatay olarak uzanan eksenin ise dizimsel boyutu oluşturduğu
görülmektedir.

Anlam; SEÇME ve BİRLEŞTİRME yoluyla yaratılmaktadır.


Foto

Göstergebilimci tarafından kullanılan yapılsalcı yöntem, dizisel olarak ikili ya da birbirinin zıttı
karşıtlıkların ortaya çıkarılmasını içermektedir. Tercih edilen okumaları biçimlendiren bu tür
karşıtlıklar, metinlerin yapısındaki derin ya da gizli anlam düzlemi olarak görülmektedir. Aşağıdaki
ikilikler belli ideoloji anlatımlarında en çok kullanılan karşıtlıklardır: erkek/kadın, yaşlı/genç, biz/onlar,
kahraman /kötü adam, düzen/kaos, zengin/fakir, eski/yeni, özgürlük/bağımlılık,
yukardakiler/aşağıdakiler, güçlü/zayıf, varlık/yokluk…

C-DİZİM

Saussure ve onu izleyen dilbilimciler göstergeler arasında iki yapısal ilişkinin varlığını sürmektedir;
seçmeye dayanan dizisel ve birleştirmeye dayalı olan dizimsel ilişki. Çeşitli dizilerden seçilen birimler
bir araya getirilerek anlamlı yapısal bir bütün oluşturmak için birleştirilmektedir. Bu birleşime dizim
denilmektedir. Televizyonda bir an için görünen bir çekim, belli bir anlam oluşturmak için özenle
seçilen birimlerin birleştirilmesinden oluşmaktadır. Filmlerin kurgusu dizimdir. Bir evin döşenmesinde
kullanılan koltuklar, masa ve sandalyeler, tablolar, duvar kağıdı vs gibi öğelerin seçimi dizime örnektir.

Örnek:

Özel bir gece için dışarı çıkacak bir hanım, giyinirken; elbiseler dizisinden abiye bir gece elbisesi,
ayakkabı dizisinden gece ayakkabısı, çantalar dizisi içerisinden dore bir çanta, aksesuar dizisi içinden
kolye seçerek uygun bir giyinme tarzı oluşturulur.

Bir gardırobun içindeki giysiler=dizi

Seçilerek giyilenler=dizim

Dizimlerin kuruluşu toplumdaki uzlaşmalara göredir. Sofra kurmanın bir dizim olduğu
düşünüldüğünde Japon sofrasının, Hint sofrasına ya da Batılı bir sofraya göre farklı olmasının sebebi o
toplumdaki uzlaşımların farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Kurallar ve uzlaşımlar dizimlerin
önemli yanlarıdır. Dizilerden alınan birimler bu kurallar ve uzlaşımlar yolu ile birleştirilmektedir. Bu
kurallara, dilde sözdizimi, giyimde moda veya zevk, müzikte melodi, filmde başarılı kurgu adı
verilmektedir. Sonuç olarak göstergeler iki yolla, diziler ya da dizimler oluşturarark kodların
içerisinden örgütlenir.

D-ARTZAMANLILIK/EŞZAMANLILIK

Bir dizimde seçilen birimler zaman akışı içerisinde ardı ardına dizilebilirler. Örneğin sözcüklerin yan
yana gelerek cümle kurması, bir filmin kurgusunda çekimlerin ardı ardına dizilerek sahneleri,
sahnelerin sekansları, sekansların bölümleri getirmesi, melodilerde notaların ardı ardına dizilerek
anlamlı bir yapı oluşturması verilebilir. Bu düzene dizimin artzamanlı boyutu denilmektedir. Bu
birimlerin aynı zaman dilimi içerisinde bir arada bulunmalarına dizimin eş zamanlı boyutu adı
verilmektedir.

Sinema filmleri ya da TV programları her ikisinin de yan yana kullanıldığı dizimlere çok iyi bir örnek
oluşturmaktadır. Çekim aşamasında hazırlık yaparak çerçevesini düzenlemekle uğraşan bir yönetmen,
çeşitli dizilerden seçtiği birimlerle çekime hazır hale getirdiği planında aslında eş zamanlı bir dizim
yapmaktadır. Aynı zaman diliminde bir arada görünecek birimleri (oyuncu çekim ölçeği, aydınlatma
türü, kamera hareketi, mercek çeşidi, dekor, kostüm, renklerin seçimi, replikler vb.) eşzamanlı olarak
çerçeve içinde dizilmektedir. Filmin kurgusu ise bu enstantanelerin filmsel zaman içerisinde art arda
dizilmesi ile anlam kazanmaktadır.

Bir metnin eşzamanlı çözümlemesinde, onun parçaları arasında var olan ilişkilere bakılmakta,
artzamanlı çözümlemede ise anlatının geliştiği yol incelenmektedir. Başka bir deyişle bir metnin eş
zamanlı çözümlemesi, metnin içinde bulunan karşıtlıkların araştırılmasıdır. Buna karşılık artzamanlı
çözümlemede, anlatının öyküsünü biçimlendiren “olaylar dizisi” üzerine odaklanılır. Eş zamanlı
çözümleme DİZİSEL, artzamanlı çözümleme DİZİMSEL çözümlemedir.

E-KODLAR

İnsanların anlamlı mesajları değiş tokuş etmeleri için, sistemle aşina olmalarına olanak verecek
şekilde düzenlenmiş bir göstergeler sistemi olarak tanımlanmaktadır. Kod, belli bir toplum içinde belli
bir kültürel uzlaşmaya dayanan anlam sistemidir. John Berger’e göre de, kültür içinde öğrenilmesi
gereken, oldukça karmaşık çağrışım kalıplarıdır. John Fiske, “anlamlandırma sistemi” olarak
tanımlandığı kodlarda bir takım temel özellikler belirlemektedir. Bunlar:

1-Kodlar, içlerinden seçim yapılan bir çok birimden oluşurlar. Bu birimler kurallar ya da uzlaşımlar
aracılığı ile birleştirilirler. Bu dizimsel bir boyuttur.

2-Tüm kodlar anlam taşırlar. Kendilerinden başka bir şeye göndermede bulunan göstergelerdir.

3-Tüm kodlar kullanıcıları arasındaki bir anlaşmaya ve paylaşılan ortak kültüre dayanırlar.

4-Tüm kodlar, toplumsal ya da iletişimsel bir işlevi yerine getirirler.

5-Tüm kodlar, uygun medya ve/veya iletişim kanalı ile aktarılabilirler.

Gizli yapılar olarak da adlandırılan kodlar, iletişim araçlarında bulunan göstergeler, ve simgeleri
yorumlama tarzını ve yaşam biçimini etkilemektedir. Tüm kültürel ve toplumsal etkinlikler veya
ürünler kodlanmıştır. Kodlar bir kültürde üyelerin paylaştığı anlam sistemleridir. Kod ve aktarıldığı
kanal arasında önemli bir ilişki söz konusudur, kanalın fiziksel niteliği aktarılacak kodun da doğasını
belirlemektedir. Örnek vermek gerekirse, telefon, sözel dil ve dilötesi (tonlama, vurgulama vb)
kodlama ile sınırlıdır ama televizyon görüntü ve ses kanallarını kullanan bir iletişim aracıdır.
Televizyonda yayınlanan bir ana haber bülteninde hem görsel kanala özgü olarak canlı yayın, stüdyo
çekim, dış çekim, grafik ve animasyon gibi teknik kodlar kullanılırken aynı anda sesli kanala özgü
konuşma, müzik, dış efekt sesle kullanılmaktadır.

Kod Türleri

Herhangi bir metnin veya uygulamanın göstergebilimsel analizi sırasında birçok farklı kod ve onların
birbirleriyle ilişkileri iç içe girmiş durumdadır. Daniel Chandler göstergebilim literatüründe, medya,
iletişim ve kültürel çalışmaların içeriğinde en fazla rastlanan kodları aşağıdaki gibi sınıflandırmaktadır:

Sosyal Kodlar: Tüm göstergebilimsel kodlar “sosyal kodlar”dır)

 Konuşulan dil kodları (sesbilimsel, sözdizimsel vb.)


 Beden kodları (bedensel ilişki, yakınlık, dış görünüş, jest ve mimikler)
 Ticari kodlar (moda, giyim, otomobiller)
 Davranış kodları (protokoller, rütüeller, oyunlar ve rol yapma)

Metinsel Kodlar: Sunulan kodlardır.

 Bilimsel kodlar
 Estetik kodlar (Şiir, drama, resim, heykel gibi çeşitli sanat dalları içindeki kodlar)
 Tür, retorik ve biçem kodları (anlatı öğeleri-olaylar dizisi, karakter, aksiyon, diyalaog, dekor
vb-yorum, fikir vb.)
 Kitle iletişim kodları (fotoğrafa, televizyona, sinemaya vb. özgü kodlar)

Yorumlama Kodları

 Algısal kodlar: görsel algılama gibi


 İdeolojik kodlar: Liberalizm, sosyalizm, feminizm, kapitalizm vb.

Ders 3_____________________________________________________________________________

SOSYAL KODLAR

Sosyal kodların en başında konuşulan ve yazılan dile ilişkin kodlar gelmektedir. Dile ilişkin kodlar
dilbilimin inceleme alanına girmektedir. Konuşulan dil dışında akalan sözsüz iletişim kodları konuşma
ve yazılı dile göre daha evrensel sayılmaktadır. Anlamları açsısından bu kodların benzerlikleri bulunsa
da hepsi kültüre göre biçimlenmektedir. Örnek Amerikan filmlerinde gösterilen masanın üstüne ayak
uzatmak onlarda rahatlık göstergesi olabilirken biz de saygısızlık olarak yorumlanmaktadır. Başka bir
deyişle her toplumun kültürel yaşamında sözsüz iletişim öğeleri dağarcığı ve bunların kullanılma
biçimleri kendine özgüdür. Yüz ifadeleri, sözcükleri söyleyiş tarzı, ses tonları, vurgulama, bedenin
duruşu, giyim-kuşam, el-kol hareketleri gibi çeşitli kodlar kişilerin arasındaki iletişimde çeşitli mesajlar
aktarmakta ve kişiler arası iletişimin inceleme alanına girmektedir.

Örnek: Hangi çalışanına zam yaparsın?

Sözsüz İletişim Kodları:

1-Bedensel Temas ve Yakınlık Kodları:

Kime, ne zaman nerede dokunduğumuz ve ne kadar mesafe içinde bulunduğumuz, ilişkilerimizin


tanımlanmasında bilinçli ya da farkında olmadan ileti alışverişi sağlayan sözsüz bir koddur. Bu kod
değişik kültürden insanlar arasında en çok farklılaşandır. Her kültürde kişisel mesafenin sınırları
değişik ölçeklerde olmaktadır. İnsan bulunduğu her yerde, evde, işte, gezmede, eğlencede, konserde,
maçta, tiyatroda, taşıma araçlarında kişisel alan elde etmek, bu alanı korumak, kollamak, savunmak
çabası içinde davranırlar. Mesafe, insanlararası ilişkilerde kişilerin birbirlerine verdikleri değeri, önemi
gösteren ve kendilerini ilişki içine koydukları yer konusunda bize bilgi veren en temel belirleyicidir.

Mesafe, öneminin farkında olanlar tarafından kontrol edilebilir bir iletişim öğesidir. Kişinin diğer
insanlarla arasına koyduğu uzaklık, onlara karşı olan duygularını ifade eder. Kendimizi çok yakın
hissettiğimiz kişilere yaklaşır, hatta onlara temas ederiz. Ama pek de hoşnut olmadığımız kişiler söz
konusu olunca onlardan uzaklaşamaya ve aramıza mesafe koymaya çalışırız.

Çok genel bir ifadeyle söylemek gerekirse, batı ve kuzey toplumlarında mesafe, doğu ve güney
toplumlarına kıyasla daha uzaktır.

İnsanlar birbirleriyle ilişkilerini esas olarak dört bölgede düzenler. Özel bölge (mahrem alan), kişisel
bölge, sosyal bölge ve ortak bölge. Çeşitli kaynaklarda bu bölgelere farklı mesafeler verilerse de aşağı
yukarı özel bölge 0-50 cm. Kişisel bölge, 50-120 cm, sosyal bölge 120-360 cm., genel alan 3.6
metreden daha fazla olan bir uzaklıktır. Tüm bu alanlar ülkeden ülkeye be ülke içindeki yörelere göre
değişebilir. Metrekare başına az sayıda insan düşen yerlerde bu alanlar otomatikman
genişlemektedir. Kırsal alanda yetişmiş insanların bu özel bölgeleri, şehirde büyüyenlere göre çok
daha geniştir.

Özel Alan

Özel alan sadece anne babamız, sevgilimiz, eşimiz ya da çok yakınlarımızın girebildiği bölgedir. Bu
alana başka biri girerse kalp daha hızlı atmaya ve stres yükselmeye başlar. Kaçma isteği veya
saldırganlık hissi duyulur. Anakara metrosunda da Londra metrosunda da çok az insanı gülerken
görebiliriz çünkü herkesin özel alanı rahatsız edilmektedir. Asansörde de yaşadığımız aynı duygudur.
Bir de bu alan sorgularda hiçe sayılmaktadır. Batıda etrafı açık bir sandalyeye oturtulan sanık
sorgulanırken, polis hep yandan yanaşarak ve yanına iyice yaklaşarak özel alanını taciz edip
dokunarak soruları sorar. Erkan Yolaç, evet-hayır programını sunarken yarışmacının hep yakınında
durur ve özellikle sık sık yakınına çekme bahanesiyle dokunurdu. Mahrem bölgesi rahatsız edilen bu
insanlar konsantrasyonlarını kaybedip rahatlıkla evet-hayır diyerek yarışmayı kaybederlerdi. Statlarda
izlenen maçlarda, konserlerde de bu alan olmadığı için arbede ve holiganlık daha kolay
yaşanmaktadır.

Kişisel Alan

Bu alana uzun sürekli çalıştığımız iş arkadaşlarımız, dostlarımız girebilir ve iletişim için iyi bir alandır.
Ama çalıştığımız şirkete kargo getirmek için giren adam 1.20’den daha yakına girerse rahatsızlık
hissederiz. Bu mesafenin aşılması bizde rahatsızlık yaratır ve geri çekilerek veya uzaklaşarak mesafeyi
korumaya çalışırız.

Sosyal Alan

Bir yabancının bulunması gereken alandır. Bu mesafe toplantılarda, davetlerde, birbirlerini az tanıyan
insanlar arasında konur. İş ortamında ise bu mesafenin korunmasında büro araçları, masalar,
koltuklar, sehpalar, çiçek veya çeşitli aksesuarlar yardımcı olur. Üstünlük kurmak ve kontrol etmek
istediklerinizle yaklaşabilir, sizi kontrol etmek isteyenlerden uzak durabilirsiniz.

Ortak Alan

3.60 ve sonrası ortak alandır ve bu bölgeye herkes girebilir. Otobüs durakları, tren istasyonları, büyük
otellerin lobileri gibi topluma açık yerlerde birbirlerini hiç tanımayan insanların korumaya özen
gösterdikleri mesafe en az 3.60’dır.

http://visual-memory.co.uk/daniel/Documents/S4B/sem08.html

Aşağıdaki şekilde Barnlud’un 1975 yılında şemalaştırdığı kültürden kültüre değişen “Dokunma
Kodları”nı görmekteyiz. Amerikalı ve Japonları’ın anne ve babaları ile hem cinsleri (same-sex frisends)
ve karşı cinslere (opposite-sex friends) ne ölçüde dokunabildiğiniz gösteren bu şemada büyük
farklılıklar hemen göze çarpmaktadır. Yine Amerikan kültüründe iki erkeğin yolda karşılaştıklarında
birbirlerini selamlarken yanak yanağa öpüşmeleri hoş karşılanmazken, bizim kültürümüzde bu
durumun hiç yadırganmadığı söylenebilir.

2-Jest ve Mimik Kodları:

Daha önce birbirlerini hiç görmemiş insanlar, ilk kez karşılaştıklarında, kısa sürede birbirleri hakkında
bir izlenim oluştururlar. Kişinin güvenilir veya güvenilmez, hoş veya nahoş, önemsenecek veya
önemsenmeyecek, uyumlu veya uyumsuz olduğu gibi algılamaları içeren bu ilk izlenimler, 30-35
saniye gibi kısa bir sürede oluşur. Yapılan araştırmalarda, “gözle” alınan mesaj ilk izlenimin yüzde
altmışını, “kulakla” alınan mesajın ise yüzde otuzunu oluşturduğu belirlenmiştir. Kişinin “ne
söylediğini” belirten içerik ise ilk izlenimin ancak yüzde onunu oluşturmaktadır.
Söz %10

Ses Tonu
Beden Dili %30
%60

Bu sonuçlardan şunu anlıyoruz ki, ilk karşılaştığımız zaman nasıl göründüğümüz, nasıl bir yüz ifadesine
sahip olduğumuz ve nasıl konuştuğumuz, ne konuştuğumuzdan daha önemlidir.

Sözsüz iletişim mesajları çoğu durumda, sözlü iletişim mesajlarından daha güvenilirdir. Çünkü
insanların gerçek duygu ve düşüncelerini rahatlıkla yansıtabilir. Bunun yanında tek bir sözsüz iletişim
işaretini de iletişimin gerçekleştiği ortam ve koşullardan ayırarak değerlendirmek hatalı olur. Örneğin,
kolların kenetlenmesi; değişik ortam ve durumlarda korkma, savunma ve üşüme gibi farklı duyguları
içerebilir.

İnsan iletilerini aktarmada en temel araç olan konuşulan dil, çoğu zaman kişinin yaşadığı duygu ve
coşkuları anlatmakta yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, sözel iletişimin tamamlayıcısı olan jest ve
mimik kodlarını sıklıkla kullanır, karşımızdakine sinyaller yollarız. Yüz kaslarının anlatım amaçlı
kullanımı mimikleri; baş, eli kol, ayak, bacak ve bedenin kullanımı da jestleri oluşturmaktadır. Jestler
esas jest ve ikincil jest diye ikiye ayrılamaktadır.

Esas Jest

Esas jest ve mimikler duygularımızı destekleyen, onları somutlaştıran hareketlerimizdir. Örneğin


sohbet sırasında göz kırpma, başı sallama, kolları açma gibi işaret ve hareketler iletmek istediğimiz ve
programladığımız bir mesajı içeren jestlerdir. Baş ile selam vermek veya el sallamak gibi hareketlere
esas jestler denir. Esas jestler başlangıçlarından bitişlerine kadar iletişimin bir parçasıdır.

İkincil Jest

Esas olarak anlatıma katkıda bulunmayan ve kendiliğinden refleks olarak ortaya çıkan bu hareketlere
ikincil jest ve mimik denmektedir. Örneğin kendiliğinden gelen ve hiç beklemediğimiz bir anda bizi
bulan esneme ve hapşırma. Bu iç tepkilere bağlı olan ikincil jestler, ortamın özelliklerine göre
giydirilmeye ve şekillendirilmeye başlarsa esas jeste dönüşmüş olabilir. İkincil jestlerin esas jestlere
dönüşmesi ortama, kişinin içinde bulunduğu ve birlikte olduğu kişilere takınmak istediği tavra
bağlıdır. Örnek vermek gerekirse bir tiyatro seyri esnasında kişi hapşırığını tutmaya çalışır ve özür
diler bir ifade takınır. Ama istemediği halde eşi camları açmışsa ve bundan rahatsız oluyorsa
hapşırması çok daha farklı olur.

İkincil jestlerin pek çoğu sosyal değildir. Çünkü bunlar bedenin kendiliğinden olan ihtiyaçları ile
harekete geçerler. Rahat bir beden duruşu sağlamak için kollarımızı birleştiririz, bacak bacak üstüne
atarız, dik veya yan otururuz. Bütün bunları kendimiz için yaparız. Örneğin bir arkadaşımız veya
patronumuzla aramızda ayak üstü başlayan bir konuşma pek hoşlanmadığımız ve ilgilenmediğimiz bir
konu üzerinde gelişerek uzarsa, bedenimizi dinlendirmek için elimizle bir masaya veya duvara
yaslanırız. Ayaklarımızın üzerinde ağırlığımızı dengeli olarak dağıtmamız türünden hareketlerin hepsi
ikincil jestlerdir ve karşımızdaki kişi olsa da olmasa da uzunca bir süre ayakta durunca yapacağımız
hareketlerdir. Ancak aynı zamanda ayağımızı değiştirme ve kollarımızı kullanma biçimimiz, göğsümüz
ve ayak uçlarımızın baktığı yön konuşma ile ilgili düşünce ve duygumuzu yansıtır.

Esas jest ile ikincil jesti ayırmak için kendi kendimize şu soruyu sorabiliriz. “Eğer ben yalnız olsaydım
bu hareketi yapacak mıydım?” Cevap “hayır” ise bu hareket esas jesttir. Cevap “evet” ise bu hareket
kendiliğindendir ve ikincil jest grubuna girmektedir.

Yüz kaslarının kullanımıyla oluşan mimikler ve özellikle ruhun aynası olarak adlandırılan göz ifadeleri
önemli anlamlar taşıyabilmektedir. Konuşurken karşısındakinin gözlerinin içine bakan, kısık değil açık
tutan, bakışlarını yere değil kişiye yönelten kişiler olumlu; aksini yapanlar ise olumsuz olarak
değerlendirilmektedir. Birisinin gözlerinin içine dik dil bakma eylemi, egemenliğe karşı bir meydan
okuma tavrı olarak görülür. Bununla birlikte mutluluk, korku, kızgınlık, üzüntü ve tiksinti gibi altı
temel duyguyu aktaran ve diğer sosyal kodlara göre kültürler arasında daha az farklılaşan yüz
ifadelerinin bulunduğu bilinmektedir.

3-Duruş Kodları:

Kişinin duruş pozisyonu, görünümü bir koddur ve bazı iletiler taşımaktadır. Bedensel duruş büyük
ölçüde istenç dışı olan ama önemli toplumsal sinyaller iletebilen bir koddur. Duruş aynı zamanda
endişe, gerilim ve rahatlama gibi duygusal durumların bir göstergesi olabilir.

Merkezlerini ölçülü bir şekilde dünyaya açan insanlar büyük çoğunlukla diğer insanlarla sağlıklı ilişkiler
içindedir. Bu tür insanlar kendi haklarını korudukları gibi karşısındaki kişinin haklarına da saygı
duyarlar.
Göğüs açıklığı kapalı olan kişiler Resim’deki gibi genel olarak hayat enerjileri düşük ve yaptıkları işten,
bulundukları durumdan memnun olmayan, kendilerini güven içinde hissetmeyen kişilerdir. Bu
çekingen ve kapalı bir beden duruşudur. Böyle bir görünüşe sahip olan kişilerin genelde ses tonları
zayıf ve tereddütlüdür. Haklarını aramakta zorluk çekerler.

Merkezin çok fazla açılması, omuzların geriye doğru gitmesi ve kolların genişleyerek yana doğru
uzanması ile olur. Kişinin sınırlarını genişlettiği bu görünüş onun dışarıdan gelen her türlü uyarana
daha şiddetli karşılık vereceğini düşündürür. Bu görünüşteki kişi genelde diğer insanların hak ve
duygularına da duyarsızdır.

ÜSTÜNLÜK BELİRTEN HAREKETLER


İşaret parmağını kağıt üzerine uzatarak, yapılan bir hatayı sekreterine işaret eden bir yönetici hiçbir
mazereti kabul etmeyeceğini açıkça ortaya koymaktır. Sekreterin elinin tersini göstererek yöneticisine
verdiği karşılık nezaket ölçülerini zorlamaktadır.

Aynı şekilde kendisine bir şey söylemeye çalışan astını elinin tersiyle kendisinden uzaklaştıran yönetici
ona değer vermediğini göstermektedir ve bu hakarettir.

Başını geri atarak kendini yükseğe ve uzağa alan, elleriyle sınırını çizen ve durumu bütünüyle kontrol
ederek şartları dikte eden bir hakimiyet jesti, karşı tarafta gerginlik ve direnç yaratır.

Ellerini bedeniyle bütünleştirilmiş, başı geride ve yukarıda bir jest de, “Buranın sahibi benim, benim
dediğim olur” mesajını vermektedir.

Masasında arkaya yaslanarak, elleri ensede kenetlemek, kesin sahiplik ve üstünlük jestidir. Bu kişi,
kendi alanındaki üstünlüğünü ve hiçbir konuda tartışma kabul etmeyeceğini karşı tarafa göstermek
istemektedir.
Resimlerdeki, jestler üstünlük belirten jestlerdir. İnsanlar bazen bunları elinde olmadan yaparlar.
Ancak bu tür davranışlar çoğunlukla karşı tarafta düşmanca ve saldırganca duygular uyanmasına yol
açarak direnç oluşturur. Büyük çoğunlukla bu işaretler alıcı tarafından bilinçli olarak yorumlanmaz,
ancak kaynağını insanın doğasından aldığı için yine de tepki doğurur. Bu sebeple bu tür üstünlük
belirten davranışlardan kaçınmakta yarar vardır. Yapılan davranışlar üzerinde küçük değişikliklerin çok
olumlu sonuçları olabilir. Birinin omzunu yukarıdan tutmak yerine Resim 45, sırtını veya kolunu
tutarak ve diğer elini açarak, dostça bir gülümsemeyle yaklaşmak çok farklı sonuçlar verir. Böyle bir
yaklaşım kucaklamanın yerini tutacak bir izlenim yaratır. Resim46

Dinleme Değerlendirme ve Eleştiri Jestleri

Bir dinleyicinin konuya duyduğu ilgiyi bedenin üst bölümünün, kolların, elin ve başın kullanışı ortaya
koyar. Dinledikleri konuya ilgi duyanların çoğunlukla bir ellerinin kapalı olarak yanakta durduğu ve
işaretparmağının da şakak boyunca yukarı baktığı görülmüştür.

Konuya ilgi duyan kişi ilgisini en belirgin olarak bedenini öne eğerek gösterir Resim61. Bu şekilde kişi
bedeniyle beraber bütün duyu organlarını gelen mesaja açmış olur.
Benzer şekilde başın hafif yana yatması da dinleyicinin konuya ilgi duyduğunun işaretidir. Resim62
Darwin bu jestin insan ve hayvanlarda ortak olduğunu, hayvanların da çevrelerine ilgi duydukları
zaman başlarını yana eğdiklerini söylemiştir.

İster bir ürünü tanıtır veya satarken, ister toplulukta konuşma yaparken dinleyicilerin bu jestleri
yapmaları ve hafif öne eğilerek sizi dinlemeleri doğru yolda olduğunuzu gösterir. Siz eğer konuşan
birini dinleme durumundaysanız bu iki jeste ilave olarak, arada başınızı hafifçe öne doğru eğerseniz
konuşmacının kendini daha rahat hissetmesini sağlarsınız.

Eğer el yanağa değmekten çıkıp, avuç başa destek olmaya başlamışsa dinleyicinin ilgisi kaybolmuş,
bunun yerini sıkıntı almış demektir.

Bir topluluk karşısında konuşurken karşınızdakilerin bir bölümünün bu durumda olduğunu görürseniz,
dinleyicilere yönelteceğiniz birkaç soruyla konuşmanıza kısa bir ara vererek, onların zihinsel olarak
tazelenmesini sağlayın.

Buna karşılık işaretparmağı dik olarak yanak boyunca uzanır, avuç içi çeneye destek olur ve
ortaparmak da yatay olarak dudağın çevresinde durursa, bu durum genellikle dinleyicinin,
konuşmacının kendisi veya söyledikleri konusunda olumsuz düşüncelere sahip olduğunun işaretidir.
Bu konuşma sırasında bu jestle karşılaşıldığında uygun olan, ya dinleyiciyi de konuya katmak veya
konuşmayı sürdürmemektir. Dinleyicinin eline bir şey vermek, onun bir hareket yapmasını sağlamak,
bu jestin-dolayısıyla da olumsuz tavrın- değişmesine yol açabilir.

Birçok kişi bu jestin ilgi işareti olduğunu düşünür. Ancak elin çeneye destek vermesi açık bir eleştiri
işaretidir Resim66-67. Bacak bacak üstüne atmak, geri çekilmek ve merkezin kapanması kişinin
konuşmacı veya konu ile ilgili eleştiri dozunun arttığının işaretidir.

İster bir konferans şeklinde olsun, ister bir grup önünde tanıtım biçiminde olsun, konuşmacı
konuşurken dinleyicileri izleyin; birçoğunun değerlendirme ve eleştirme jestleri yaptıklarını
göreceksiniz. Eğer konuşmacı sözünü keser veya bitirir ve karşısındakilere fikirlerini sorarsa bu jestler
derhal kaybolur. Dinleyicilerin bir elleri kalkarak çenelerini tutmaya, okşamaya, kaşımaya başlarlar.

Dinleyicinin elini çenesine götürmesi, onun bir karar noktasında olduğunu gösterir. Kararın konuşmacı
adına olumlu veya olumsuz olduğunu anlamak için, daha sonraki jestleri dikkatle izlemek gerekir. Eğer
çene tutma (sıkma, okşama, kaşıma) hareketini, kolları kavuşturma, geri yaslanma davranışı izlerse,
karar olumsuzdur. Bu takdirde konuşmacının, dinleyicilerdeki olumsuz kararın söze dökülerek ifade
edilmesini beklemeden, savunduğu fikrin ana hatlarını ve temel dayanaklarını kısaca
tekrarlanmasında yarar olabilir.

Çene tutma hareketini öne eğilme ve sandalyenin ucuna oturma davranışı izlerse, konuşmacının
savunduğu fikrin dinleyici tarafından olumlu karşılandığını düşünmek yerinde olur.

El Sıkışma

Beden dili hakkında hiçbir fikri olmayanlar bile, elini sıktıkları kişiyle ilgili bazı şeyler düşünürler. El
sıkma biçimi insanın kişiliğini ortaya koyma yollarının en başta gelenlerinden biridir.

İnsanların el sıkma biçimlerinde esas olarak üç mesaj hakimdir. Üstünlük, eşitlik ve boyun eğme.
Yapılan bir araştırmada başarılı üst düzey yöneticilerin büyük çoğunluğunun hem el sıkışma işlemini
başlatan kişiler olduklarını, hem de avuç içleri yere bakar şekilde el sıkıştıklarını ortaya koymuştur.

Avuç İçinin Yönü

Avuç içinin yere bakması, karşıdaki kişinin elini bütünüyle yatay olarak sıkmak anlamına gelmez.
Üstünlük belirten el sıkışı karşıdaki kişiye göre avuç içinin hafif yere dönük olması demektir. İnsanlar
mağara döneminden bu yana karşılarındaki kişi için hiçbir tehlike taşımadıklarının işareti olarak onlara
avuçlarını göstermişlerdir. Öteden beri kollarını kaldırarak avuç içlerini göstermek, teslim olmak
anlamına gelmektedir. Bu sebeple el sıkışırken avuç içinin hafif yukarı dönük olması Resim69’da
sağdaki kişi için karşısındakinin üstünlüğünü kabul etmek anlamına gelir.
Güvenli ve dengeli bir el sıkışma, ellerin dik olarak ve avuçların birbirlerini bütünüyle kavramasıyla
gerçekleşir. Böylece her iki insan da kendi varlığını karşısındaki hissettirmemiş olur.

Özel Duyguların Yansıtılması

Karşımızdaki kişiye dürüstlüğümüz ve kendi duygularımızın sıcaklığı konusunda güven vermek


istediğimizde, onun elini iki elimizle sıkarız. Kendisine uzatılan eli, iki elle birlikte kavramak, karşıdaki
kişiye samimiyet, güven gibi özel duygular beslediğini göstermenin açık yoludur.

Politikacılar ve doğulu iş adamları tarafından kullanılan bu el sıkışma biçimi, o insanlar için büyük
çoğunlukla gerçek duyguları yansıtmaktan çok bir gösteri niteliğindedir. İnsanın uzun bir aradan sonra
karşılaştığı dostunun elini bu şekilde sıkması yadırganmaz ama ilk defa karşılaştığı veya çok az tanıdığı
bir kimseyle bu şekilde el sıkışması o kişiden bir çıkar beklentisi içinde olduğunu düşündürür.

Benzer şekilde el sıkışırken, sol eliyle karşısındaki kişinin kolunu veya omzunu tutmak da o kişiye karşı
duyulan özel duyguları gösterir. Karşıdaki kişinin kolunu veya omzunu tutan kişi böylece, onun
mahrem alanına girmekte sakınca görmediğini ifade etmiş olur. Bu el sıkışma biçimi yakın arkadaşlar
arasında kabul edilebilecek bir el sıkışma biçimidir. Aksi takdirde insanlarda rahatsızlık yaratır.

Buna rağmen bu el sıkışma biçiminin kullanılabileceği ve karşıdaki kişi üzerinde olumlu etki
bırakabileceği durumlar vardır. Örneğin şirketin üst düzey yöneticisinin takdir ettiği bir genç memura
bu şekilde yaklaşması, onu derinden etkiler ve yöneticisine ve işine karşı çok olumlu duygular
geliştirmesine sebep olarak, çalışma motivasyonunu da yükseltir.
Kol Kavuşturma Engeli

Bir canlının kendisini güvende hissetmediği zaman bir cismin arkasına saklanması doğal bir korunma
davranışıdır. Bebeklerde hayatlarının ilk yıllarında başlayarak masaların, sandalyelerin, dolapların
altına ve arkasına saklanır. İnsan büyüdükçe kendisini tehdit eden durumları yaşadığında, saklanma
davranışı biraz daha incelik kazanır ve altı yaş dolaylarında çocuk, cisimlerin arkasına saklanmak
yerine kollarını kavuşturarak kendisini koruyucu bir engel oluşturur ve bu engelin arkasına gizlenir.

Bu davranışı yaşamın daha ileri dönemlerinde, örneğin gençlik dönemlerinde bacak bacak üstüne
atmayla oluşturan engel izler.

Yedi yaşından itibaren kollarını kavuşturup, bedenini geriye çekip, başını öne eğerek durduğunda,
daima kendisini zorlayan veya tehdit eden bir durumun varlığı söz konusudur. Bu davranış, daha
sonraki yıllarda da bir hayat boyu devam eden olumsuz, savunmaya yönelik bir tavırdır ve kişinin
kendisini tehdit altında hissetmesinin en açık işaretidir.

Örnek vermek gerekirse, yapılan bir araştırmada bir iş mülakatı sırasında adaya bildiği konulardan
soru gelince cevap verirken oturduğu koltuktan öne eğiliyor, yüzü, elleri ve kollarıyla ifadesini
destekleyen jestler kullanıyordu. Hakim olmadığı konularda soru gelince de aday koltuğa yaslanıyor,
kendisini geri çekiyor ve kollarını kavuşturuyordu.

Birçok kimse kollarını alışkanlıktan kavuşturduklarını veya kendilerini böyle daha rahat hissettiklerini
söylerler. Yapılan bir araştırmada orta eğitimin bir sınıfındaki öğrencilere belirli bir dersi izlerken her
zamanki gibi rahat ve gevşek oturmaları, kollarını kavuşturmayıp, ayak ayak üstüne atmamaları
söylenmiş; diğer sınıftakileri ise aynı dersi izlerken kollarını kavuşturmaları ve ayak ayak üstüne
atmaları talimatı verilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre, kollarını kavuşturan grubun öğrenme ve
hatırlama miktarının %38 daha düşük olduğu, öğretmene ve öğretilen konuya karşı çok daha fazla
eleştirici oldukları görülmüştür. Burada ortaya çıkan bir diğer bulgu da kollarını kavuşturan bir
dinleyicinin, konuşmacıya karşı sadece olumsuz bir duygu içinde olmakla kalmayıp, söylenenlere de
daha az dikkat ettiğidir.

Kollarını alışkanlıktan veya rahat ettikleri için kavuşturduklarını söyleyenler, gerçekte korunmaya
yönelik ve savunucu bir duyguya sahip oldukları için kendilerini iyi hissetmektedirler.
İnsan dinlediği ile aynı fikirde değilse kollarını kavuşturur. Bu çok sayıda izleyenin olduğu konferansda
da yüz yüze kurulan ikili ilişkiler için de geçerli bir durumdur. Unutulmaması gerek bir gerçek insanın
diliyle çok kolay, bedeni ile çok zor yalan söylediğidir.

İnsanlar kollarını çoğunlukla istenmeyen bir durumdan kaçınmak ve kendilerini korumak için
kavuştururlar. Bu davranış en sık insanın kendisini yabancıların arasında güvensiz hissettiği
asansörlede, kafelerde, kuyruklarda, parti veya geniş sosyal toplantılarda görülür.

Gizli (Örtük) Kol Kavuşturma Engeli

İnsanlar bazen, yabancılarla çevrili oldukları bir kokteyl partide kollarını tam olarak kavuşturmak
yerine, bir kollarını sarkıtıp, diğer kollarıyla bedenlerini kapatabilirler.

Bu gibi durumlarda rahatsızlık arttığı zaman, bacaklarla yeni bir engel daha oluşturulur. Böylece kişi
kendini tehdit altında hissettiği dış dünyaya karşı savunmuş olur. İnsanlarla çevrili ve ayakta durulan
bir ortamda ortaya çıkan bu jest de kişinin durumla ilgili rahatsızlığının ve kendini tehdit altında
hissetmesinin bir ifadesi olarak yorumlanır.

Çok sık görülen bir başka örtük savunma davranışı elleri önde kavuşturmaktadır. Böylece kişi kendi
sınırlarını daraltır. Bir topluluk önünde konuşanlarda, bir ödüle layık görülenlerde ortaya çıkabilen bu
jest, karşıdaki kişi veya kişilere gösterilen bir saygının da ifadesidir. Desmond Morris’e göre bu jest
korku veren bir durumda çocuğun elinin annesi tarafından tutulması sırasında duyulan rahatlığın
yaşanmasına imkan sağlar.
Örtük kol kavuşturma engelleri çoğunlukla sık sık topluluk karşısında bulunmak zorunda olan
politikacılar, satıcılar, televizyon sunucuları gibi kimselerde görülür. Bunun, sık sık topluluk önüne
çıkan bu kimselerin güvensizlik ve iç gerginliklerini saklamaya dönük bir tavır olduğu saptanmıştır.

Öte yandan saatini veya kol düğmesini tutarak oluşturduğu engel, kişinin kendisini güvende
hissetmesine yardımcı olur.

Kadınlar ellerinde çanta taşıdıkları için bu jesti daha az dikkat çekerek yaparlar. Bu jestlerin, sinirlilik,
iç gerginliğin işareti olarak yorumlanmasının sebebi, gerçek bir amaca yönelik olmamalarıdır.

Kokteyl partiler insanlarda gerginlik yaratan toplantılardır. Özellikle toplantının başlangıcı ev sahipleri
için de, misafirler için de rahatsızlığın en yoğun olduğu zamandır. Bu sebeple insanlar iç gerginliklerini
hafifletmek için çoğunlukla farkında olmadıkları birçok hareket yaparlar. Kadınların saçlarını,
erkeklerin bıyık veya sakallarını düzeltmeleri, kıyafetlerine çeki düzen vermeleri, elbiselerin üzerinden
hayali iplik toplamaları, ellerini ovuşturmaları hareketlerin başlıcalarıdır.

Kokteyl partilerde iç gerginliği ortadan kaldıracak en önemli araç içecek ve yiyeceklerdir. İçecek ve
yiyecek insanları meşgul ederek, ellerini doldurarak gerginliği hafifletmek için önemli rol oynar. Bir
kokteyl partiye katılan kişi harareti olmadığı halde içer, karnı aç olmadığı halde yer.

Saklanma Davranışları

Güneş gözlüğü gözleri güneşten korumak; çanta veya dosya, çeşitli eşya ve belgeleri taşımak amacıyla
kullanılır. Kapalı mekanda insanların güneş gözlüğü ile oturması kişinin kendisini ve duygularını
gizleme yönünde bir davranış olarak değerlendirilir.

Hiç kimse gözlerini görmediği bir insanla olumlu bir ilişki kuramaz ve hele bu insanla yeni tanışıyorsa,
sıcak bir duygu besleyemez. Bu sebeple güneşli bir ortamda bile olsa, biriyle konuşurken gözlüğü
çıkarmakta yarar vardır.

Benzer şekilde çanta veya dosyayı göğsün üzerinde tutmak, kişinin güvensizliği ve iç gerginliğinin
işaretidir. Kişi böylece kendisini dünyaya karşı bir zırhla kaplamış olur. Bu jeste kadınlarda daha sık
rastlanır. Kadınlar özellikle çantalarını bir koruyucu olarak kullanırlar. İnsan kendisinin, fikirlerinin ve
duygularının kabul göreceğinden şüpheye düşerse, ihtiyaç duyduğu dayanağı bu tür objelerde arar.
Kişinin oturduğu koltuğun kolları da çevreye fazla ipucu vermeden kişiye dayanak görevi yapabilir.
Karşısındaki kişi tarafından duygu veya fikir düzeyinde zorlanan insan, ihtiyaç duyduğu desteği
oturduğu koltuğun kollarında arayabilir. Böyle gergin bir oturuşla rahat bir oturuş arasındaki fark,
kişinin bedeninin üst kısmını kullanma biçiminde gizlidir. Kendini baskı altında hisseden kişi başını ve
göğsünü geri çekerek oturur ve omuzları hafif kalkıktır. Oysa rahat bir oturuş sırasında omuzlar
serbest, baş ve göğüs hafif öne eğiktir.

İnsanların duygularının anlaşılmasını zorlaştıran doğal engellerden biri de sakaldır. Özellikle yüzlerin
bütününü sakal arkasına gizleyen insanların dış dünyayla etkileşimleri azalmış olur. Bir başka açıdan
sakalın dikkat çekiciliği ve toplumda nispeten az rastlanması başlangıç için bir ilgi ve iletişim aracı
olarak görülebilir. Kısaca ifade etmek gerekirse sakal ilgi çekmek, farklı olmak ve duyguları gizlemek
için iyi bir araçtır.

Seçilen Yer

Bir odaya girdiğimizde seçtiğimiz yer kendimize olan güvenimiz ve o mekan içinde bulunanlar
arasında kendimizi nerede gördüğümüz konusunda fikir verir.

Yapılan araştırmalar, odaya girdiklerinde kapıya yakın koltuk veya sandalyeye oturanların özgüvenleri
düşük kimseler olduğunu ortaya koymuştur. Kapıya yakın koltuğa oturmak aynı zamanda kişinin
kendisini diğer kişilerden daha az değerli ve önemli gördüğünün işaretidir. Bu kişilerin oturma
biçimleri incelendiğinde de, çoğunlukla sandalyeye ve koltuğun ucuna oturmak, kalkamaya hazır
olmak gibi durumdan rahatsızlığın ve düşük özgüvenin diğer belirtileri de bulunmuştur.

Buna karşılık girdikleri odada ev sahibine veya merkeze yakın yer seçenlerin özgüvenleri yüksek ve
kendilerinden hoşnut kimseler oldukları ve bu kimselerin aynı zamanda koltuklarını ve sandalyelerini
dolduracak biçimde oturdukları görülmüştür.

Ön sıralarda, özellikle ön sıralarda, insanlar kendilerini savunmasız ve çıplak hissetmektedirler.


İnsanın önündeki koltuk ve diğer dinleyiciler doğal bir korunma yaratır ve güven duygusu verir. Bu
sebeple de boş bir salonda dinleyiciler orta sıralardan başlayarak salonu doldururlar.

Benzer şekilde bar cafe ve benzeri eğlence yerlerine insanlar arkadaş olabilecekleri, ilişki kurup
konuşabilecekleri birilerini bulmak için giderler. Buralara gelenler büyük çoğunlukla ya sırtlarını bir
köşeye dayayarak ve diğer insanları gözleyebilecekleri bir kenara otururlar. Oysa bu yerler kişinin
görülmek istediği diğer insanlar tarafından kolayca fark edilebileceği yerler değildir.
Ders 4__________________________________________________________________________

4-Görünüm Kodları:

Argyle, görünüm kodlarını, iradeye bağlı olanlar yani saç, elbiseler, cilt, bedensel süsler ve makyaj ile
daha az kontrol altında tutulabilenler yani kilo, boy vb. olarak ikiye ayırmaktadır.

Kişilerarası iletişimde izlenim yaratma açısından giyim-kuşam kodunun rolü, özellikle toplumsal kimlik
ve statülerin belirlenmesi ile duyguların dışavurumu açısından oldukça önemlidir. İnsanoğlu
giyinmeye başladıktan sonra kullandığı giysilere ve süslere bir takım özellikler yüklemeye başlamıştır.
Toplumsal sınıflaşmanın çok fazla olmadığı toplumlarda bile, en azından yaşa, cinsiyete göre kişilerin
giysileri farklılık gösterebilmektedir. Örneğin bir üniforma ya da takım elbiseyle, spor bir eşofman
takımın kültürel anlamda iletişi aracı veya kod olarak taşıdığı farklı anlamlar ve iletiler mevcuttur.

Sembolik İletişim Aracı Olarak Giyim

Giyim sözsüz iletişimin “anlam ifade etme” işlevinde son derece önemli rol oynamaktadır. Renklerin
dili ve giyim - kuşam dili, özellikle toplumsal kimlik ve statülerin belirlenmesi ve duyguların dile
getirimi açısından yadsınamaz bir öneme sahiptir. Giyimi, beden dili ile birlikte, kişinin karşıya
vereceği mesajda tamamlayıcı ve güçlendirici bir unsur olarak kullanmak doğru bir tercih olacaktır.3

Kitle iletişim araçlarının yoğun ileti trafiği arasında ve ileri teknoloji ürünlerinin sanal bir
dünya yaratması sebebi ile yalnızlaşan günümüz insanı kendini ifade etmenin değişik yollarını arama
çabasına girmiştir. Yüz yüze iletişimden kopan bireyler hem içinde bulundukları toplum tarafından
dışlanmamak ve o topluma aidiyetlerini pekiştirmek hem de diğer insanlardan ayrılabilmenin yollarını
aramaktadır. Sözsüz iletişimin bir yönü olan giyim, bireylerin ilk etapta birbirleri hakkında fikir sahibi
olmalarına öncülük etmektedir. Günümüzde pek çok sayıda insan kendisini moda ile ifade etme yolu
tercih etmektedir.4 Beden dilinin kurucu öğeleri olarak giysiler amaçlanmış ya da amaçlanmamış bir
“söz” aktarmaktadırlar. Üzüntüyü belli eden, sevinci ortaya koyan sportif ya da piknik kıyafetleri, iş
ortamlarında giyilen resmi kıyafetler, kişinin kimliği, sosyal statüsü, eğitim düzeyi, ruh hali gibi bir dizi
insanlık durumunu betimlemektedir.5 Georg Simmel’e göre, moda, kendi benliğinin farkına varmak ve
göze çarpmaya, ilgi çekmeye ve biricikliğe gereksinim duyan bireylerin bireyselliklerini dışa vurdukları
asli bir faaliyet alanı olarak işlev görmektedir. Bu fikri benimseyen kişiler yoksun oldukları bireyselliği
dışa vurma aracı olarak modaya ihtiyaç duymaktadırlar. Moda, insanların içsel özgürlüklerini
korumasını ve bu şekilde bireyin toplumun bütünü ile ilişkisinde içinde bulunduğu konumu dışsal
olarak göstermesini sağlayan önemli bir toplumsal araçtır.6

Giysilerin araç olarak kullanıldığı iletişim boyutunda kişi, duygu, düşünce ve inançlarını
yansıtarak diğer insanlar tarafından anlaşılmak ister. Sözcükleri kullanmadan, sessiz bir şekilde, ama

3
Soner Yurdakul ve Özge Ural, “İletişimde Giyimin Yeri”, Gazi Üniversitesi Endüstriyel Sanatlar Eğitim
Fakültesi Dergisi, Sayı: 23, 2008, s.45-46.
4
Rıza Sam, “Kitle İletişimin Tüketim İdeolojisi ya da Üretilen Tiryakiliğin Büyüsü”, Doğu Batı Düşünce
Dergisi, Yıl:8, Sayı:30, Kasım-Aralık-Ocak 2004/05, s.152
5
Mete Çamdereli, İletişime Giriş, İstanbul, Dem Yayınları, 2008, s.64.
6
Georg Simmel, Modern Kültürde Çatışma, Çev. Tanıl Bora, Nazile Kalaycı, Elçin Gen, İstanbul, İletişim
Yayınları, 1. Basım, 2003, s.46-47.
giysileri aracılığıyla konuşarak kendini ifade eder.7 Giyim, başkaları üzerinde yaratılmak istenen
olumlu etkiyi gerçekleştirmede kişinin toplumdaki yerini belirlemede bir araç olarak kullanılmaktadır.8

Kişi simgesel değer taşıyan nesneleri tüketmeye eğilimlidir ve bu yolla kendisini çevreleyenler
sayesinde, kendi simgesel dünyasına yatkın değerler aracılığı ile kimliğini belirlemeyi amaçlamaktadır.
Giyimin iç’i dışarıya vurduğu düşüncesi, her sınıftan bireyin davranışını giysi ile doğru orantılı olarak
düzenlemesi gerekliliğini doğurmaktadır. Kişi kendi iç kimliğine en yakın dış görünümü seçerek
kendini ifadede bir ara yol bulur. Kişi bir anlamda hissedip de söyleyemediklerini ve gizlediklerini dışa
vurmanın yolunu giysi ile bulabilir. Giysi, gerçek ben ile oynanan rol arasında bir köprü atma ve
uzlaşma yoludur. Giysiler sosyal kimliği göstermeye yarayan nesnelerdir diğer bir taraftan da iç
nedenle seçilmiş olanlar ile içeriye pencere aralamaktadır. Birey, iç’i dışarı vurmanın yolu olarak
giysiyi seçmekle, kendini dış gözlerin, ötekilerin bakışlarına, yorumlarına sergilemekte ve açmaktadır.
Giyim, kendini toplum içinde yapılandırmanın, görsel haliyle kimliğini başkalarına anlatmanın bir
yoludur.9

Giyinme tarzı, taşınan rozetler, içinde bulunduğumuz gelir grubunu, eğitim düzeyimizi,
toplumsal çevrelerimizi ele veren mimik jest ve konuşma tarzımız birer dil biçimidir. İnsan ile insanın
karşıladığı, ilişki kurduğu her durumda, her mekanda ayrı bir dil biçimi içinde kodlanmış iletişim süreci
yaşanır.10 Oskay, bu durumu şu şekilde açıklamıştır;

“Durakta otobüs bekleyen insanlardan iyice giyimli olanlara, daha sıradan giyimli olanların
genellikle otobüse binerken yol verdiklerini, öncelik tanıdıklarını, ayaklarına basmamak için daha özen
gösterdiklerini hissetmişsinizdir.Bu davranış düzenlemelerinde kimlerin kimlere öncelik göstermeleri
gerektiğini kültürümüz öğretmiştir. Karşılaşma ortamlarından kimin kim olduğunu söyleyen, insanlar
arasındaki sözel iletişim değil giyim kuşam nesnelerinin görünümlerinin oluşturduğu dilsel
kodlamalardır.”11

Her toplumun kendi içinde değişen görünümle ilgili işaret dili vardır. Çoğunlukla giysiler
milliyetlerin etnik kökenlerinin belirleyicisi olan en önemli işaretleridir. Örnek vermek gerekirse,
Eskimo, Afrikalı, Kızılderili, Arap, Japon, Asyalı gibi farklı milletlerin kendine özgü giysi, makyaj ve
aksesuarları vardır. Hemen herkes bu görünümlerden milliyeti tahmin edebilir. Giysiler, dönemlere
göre de değişik anlamlar taşıyabilmektedir. Modern dünyada bütün giysi kodları başlangıçtaki
anlamlarını yitirmiş olsalar da giyildikleri toplumda, dönemde, onlara yeni anlamlar yüklenir ve yeni
şeyler söylerler. Birbirine karışan giysi kodları yeni kültür grupları içinde o gruba özgü bir dil
oluşturmaktadırlar. Ortak giysi kodlarının yanı sıra bireyin kişilik yapısıyla ilgili de giysiler mesajlar
iletmektedir. Giysinin temizliği ütüsü, sadeliği, abartısı, şıklığı, rüküşlüğü, kalitesi, markası,
popülaritesi, özgünlüğü; kişilerin, eğitimi, görgüsü, zevki ve ruh dünyası ile ilgili pek çok veriyi
sunmaktadır. Giysiler korunma, örtünme, dikkat çekme dışında, etkin bir iletişim şekli olarak
kullanılmaktadır.12

Toplumsal Yapılarda Giyimin Değişen Rolü ve Fonksiyonları


Farklı kültürlerde farklı sosyolojik gelişmelere, dinsel inanışlara bağlı olarak ve zaman
içerisinde kıyafet yapıları farklılaşmış kimi zamanda yakınlaşmıştır. Geçirdiği bu evreler doğrultusunda
7
Pınar Kasapoğlu Akyol, “Küreselleşen Moda Bağlamında Blucin Kültürü Üzerine Bir Araştırma”, Millî
Folklor Uluslar arası Kültür Araştırmaları Dergisi, 2010, Yıl 22, Sayı 86, s.188. (Çevrimiçi)
http://www.millifolklor.com/tr/sayfalar/86%20pdf/16.pdf , 26.10.2010, s.188.
8
Mahmut Tezcan, “Giyim Olgusuna Sosyo Kültürel Bakış ve Türkler’de Giyim”, (Çevrimiçi)
http://www.education.ankara.edu.tr/ebfdergi/pdfler/1983-16-1/255-276.pdf 05.10.2010, .s.256.
9
Münir Göle, a.g.m., s.147-150.
10
Ünsal Oskay, İletişimin ABC’si, İstanbul, Der Yayınları, 4. basım, 2005, s.3.
11
A.e., s.3-4.
12
Hafize Pektaş, Moda ve Postmodernizm, Doktora Tezi, Danışman Doç. Dr. Alaybey Karoğlu, Konya, Selçuk
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006, s.21-22.
giyim sadece bedeni dış dünyadan korumaya yaramamış aynı zamanda içinde belli başlı iletiler de
taşımıştır. Burada giyimin toplumsal yapılar içinde hangi tür fonksiyonlar edindiği aydınlatılmaya
çalışılacaktır.

Korunma ve Örtünme Aracı Olarak Giyim


İnsanların temel ihtiyaçları beslenme, barınma, giyinme şeklinde sıralanabilir. Vücudumuzun
açıkta kalan yerleri yaralanmaya, çizilmeye, sinek ve böceklerin saldırısına müsait bir alan teşkil
etmektedir. Bütün bunlar olumsuz dış etkenlerden korunmak için giyinmeye başladığımızı
düşündürtmektedir.13 İnsanın sahip olduğu ten içinde bulunduğu dünyada onu dış çevrelerden
koruyamadığı için giyinme ihtiyacı doğmuştur. Giyilen giysi insanı hem coğrafi etkenlerden hem de
biyolojik çevreden korumaktadır. Soğuktan ve sıcaktan korunma ihtiyacı giyimi ortaya çıkarmıştır.14
İlkel kıyafet en ilkel malzemelerden yapılarak korunmak amacı ile kullanılmıştır.15

İlkel insanın başlıca telaşı hayatta kalabilmek adına yiyecek bulabilmek olmuştur. Örtünme
güdüsü daha sonra gelişmiştir. Örtünmenin ilk sebebi soğuktan korunmak olmuştur. Bu ihtiyaç da
bölgeye ve mevsimlere göre değişiklik göstermiştir. Örtünmede ikinci aşama da insanın üreme
organını koruma ihtiyacından doğmuştur. Bu amaçla daha çok bedeninin cinsel organlarının
bulunduğu kısmını kapattıkları anlaşılmıştır. Bu hareket utanma duygusundan çok kutsal nitelik
yükledikleri üreme organlarını korumaya yöneliktir. Örtünmede bitki lif ve yapraklarından ayrıca da
hayvan postlarından yararlanılmıştır.16 Giyim yolu ile insan, yeryüzünün neresinde olursa olsun
bedenini hava gibi dış etmenlerden korumuştur. İnsanın elde ettiği ilk nesne giyim olmuştur
denilebilir.17

Yapılan araştırmalar doğrultusunda, insanoğlunun ilk kez son buzul çağında yaşanan ve
Paleolitik denilen dönemde bedenini örtmek ihtiyacı duyduğunu ortaya çıkarmıştır.18 Bilinen ilk
insanlarda giysi yapmak Neandertal insanını M.Ö. 200 binli dönemlerden yaklaşık M.Ö. 30 binlere
kadar kurtarmıştır. Bu dönemlerde dünya üzerindeki sıcaklık önemli ölçüde yükselmiş aynı zamanda
düşmüştür. İlk insanların kompakt kas organları ile korunmuş vücut ısısı o zamanlardaki hava
şartlarına adapte olmalarını sağlamıştır. Fakat gelişmiş beyinleri sayesinde kullanışlı aletler yaparak,
tüylü mamutları, ayı, geyik gibi beraber yaşadıkları hayvanları avlamışlardır. Neandertaller bu noktada
kendilerini bu hayvanların kalın tüyleri ile nasıl sıcak ve kuru tutacaklarının da yolunu bulmuşlardır. Bu
keşif ile giyim doğmuştur. Arkeologlar ilk insanların derileri kendi beğenileri doğrultusunda
şekillendirdiklerini, kafalarını ve kollarını sokacak delikler açtıkları kürkler ile bedenlerini
kapladıklarına inanmışlardır. Daha sonra keşfedilen keskin tığ veya sivri uçlu aletler ile hayvan
derilerinde küçük delikler açarak derileri bağlamakta kullanmışlardır. Bu yöntem sayesinde de beden,
bacak, baş ve ayakları korumanın ilk yöntemlerini keşfetmişlerdir.19

İnsan dünyada var olduğu andan itibaren doğa karşısında mücadele içinde bulunmuş ve
hayatta kalma savaşı vermiştir. Bedenen bu savaşta güçsüz olan insanoğlu yıllar içinde beynini
kullanarak içinde bulunduğu çevreye adapte olmaya çalışmıştır. Örtünmek, bedeni olumsuz hava
koşullarına ve doğa şartlarına rağmen ayakta tutmuştur. İlk insanların temel ihtiyacı dışında
örtünmeye başka bir anlam yüklemediği düşünülmektedir. İnsanlar sistemli bir şekilde yaşamaya
başladıktan sonra giyim yapıları değişmiş ve ona başka anlamlar yüklemeye başlamışlardır. Zaten

13
Hafize Pektaş, a.g.e., s.17.
14
Nurullah Abalı, a.g.e., s.15-17.
15
Gönül Bayezit Tizer ve Neriman Sapmaz, a.g.e., s.2.
16
Sabahattin Türkoğlu, a.g.e., s.4-5.
17
Mahmut Tezcan, a.g.m., s.255.
18
Sabahattin Türkoğlu, a.g.e., s.1.
19
Sara Pendergast and Tom Pendergast, a.g.e.,V.1, s.5-6.
giyim hakkındaki veriler de insanların toplu halde düzgün örgütler halinde yaşamaya ve dili
kullanmaya başlamalarından sonra artış göstermiştir.20

Örtünme ise giyimin psikolojik boyutlarından bir tanesidir. İnsanlar, bazı şeyleri başkalarına
göstermek istemez. Kişi göstermek istemediği bedeninin bölümlerini örtünme yolu ile kapatarak
başkalarının algılamasına engel olmaktadır.21 Aile topluluğunun kurulması ile birlikte örtünme
başlamıştır.22 Sosyal yaşama geçen insanlar utanma duygusu ile birlikte örtünmüşlerdir. Toplumsal
belleğimiz içerisinde kutsal kitaplarda yer verilen “Adem ile Havva” hikayesi ile örtünme Tanrı
buyruğu olarak kabul edilmiştir. Bu dini olgu bizim giyinme davranışlarımızı ve çıplaklık karşısındaki
duygularımızın temelini oluşturmaktadır.23 Toplum içinde yaşayan bireylere nelerin utangaçlık konusu
olacağını aşılamıştır. Mahcubiyet normları, genellikle giyim ve süslenmeye ilişkin alanlarda
mevcuttur.24 Farklı toplumsal yapılar, zamanlar, kültürler ve dinsel inanışlar çerçevesinde örtünme
biçimleri de farklılık göstermektedir. Oldukça açık bir göğüs dekoltesini rahatlıkla kullanan Viktorya
çağı kadını asla ayak bileklerini göstermemiştir.25 Giyinme, utanç ve günahkârlık duygularının bir
sonucu olarak korunmadan çıkarak örtünme boyutuna ulaşmıştır.

Dış etkenlerden korunma ihtiyacından doğan giyim, ilkçağlarda basit bir korunma amacı
gütmüşken tarihi evrimi içinde gelişimini tamamlayarak bugünkü halini almıştır.26 Yine dış
etkenlerden korunma giyinmenin temel işlevini oluştursa da bunun yanına pek çok yeni fonksiyonlar
da eklenmiştir.

Sınıflı Toplumlarda Statü Göstergesi Olarak Giyim


İnsanlığın gelişmesi giyimi de yakından etkilemiştir. Giyim toplumsal bir nitelik kazanmış ve
kişiler sınıfsal durumlarına göre kıyafetler kullanmaya başlamışlardır. Böylece giyim insanların
toplumsal durumlarını sembolize eder biçime dönüşmüştür.27 Derecelerin egemen olduğu geleneksel
toplumlarda giyim; kişinin içinde bulunduğu sosyal sınıfın özelliklerini taşımıştır. Adet’e dayalı giyimde
toplumsal statü önem kazanmıştır. 28

Statü, insanların giyinme biçimlerinden oluşan izlenimlerle, kim olduğunun, ne iş yaptığının,


ekonomik durumunun anlaşılabilmesi durumunu içermektedir. Giysilerin etiketleri ve marka, statü
anlamında belirleyicilik içeren, aynı zamanda gösterişi de içinde barındıran semboller olarak hem
moda endüstrisi hem de tüketiciler tarafından kullanılmaktadır.29 Giyimin içinde yer aldığı moda,
ekonomik açıdan servetin gösterişi açısından tüketimidir aynı zamanda hiyerarşik açıdan, kişinin
içinde bulunduğu toplumsal konumu saptama, belirli bir tabakanın üyesi olduğunu gösterme
aracıdır.30

13. yüzyılın sonlarına doğru elbiseler aracılığı ile varlığın gösterimi Avrupa’da geleneksel hale
gelmiştir. Böylece bireyin bir sınıfla bağlantısı kolaylıkla ortaya konabilmiştir.31 Haçlı seferlerinden
sonra Doğu’dan Batı’ya gelen zengin kumaş ve mücevherler, soylular arasında ve soylular ile ortaya

20
Phyllis Tortora, “Ancıent World: Hıstory Of Dress”, Encyclopedia of Clothing and Fashion, Ed. Valerie
Steele, Volume 1, Farmington Hills, Thomson Gale, 2005, s.51.
21
Nurullah Abalı, a.g.e., s.19.
22
Gönül Bayezit Tizer ve Neriman Sapmaz, a.g.e., s.2.
23
Hafize Pektaş, a.g.e., s.18.
24
Mahmut Tezcan, a.g.m., s.271.
25
Hafize Pektaş, a.g.e., s.19.
26
Şükran Komsuoğlu, vd., a.g.e., s.1.
27
A.e., s.1.
28
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, a.g.e., s.28-31
29
G. Senem Gençtürk Hızal, a.g.m., s.68.
30
Mahmut Tezcan, a.g.e., s.267.
31
Katalin Medvedev, “Socıal Class And Clothıng”, Encyclopedia of Clothing and Fashion, Ed. Valerie Steele,
Volume 3, Farmington Hills, Thomson Gale, 2005, s.197.
çıkan şehir burjuvazisi arasında kıskançlığa dayalı bir statü rekabetinin simgesel araçları olmuştur. 14.
yüzyılda kıyafet gerçek ya da sahte statü iddiası ile yakından ilişkili hale gelmiş ve Avrupa’da kişisel
harcamaları düzenleyen tutumluluk yasaları çıkartılarak alt tabakanın aristokrasiye özgü kumaşları ve
modelleri kullanması yasaklanmıştır. Bu yasalar pratikte pek uygulanmasa da 18. yüzyıla kadar
geçerliliğini korumuştur. Avrupa’da kıyafetler yüzyıllar boyunca sınıf ayrımını belirleyen bir gösterge
olmuştur.32 Hem Paris hem de Londra’da yayınlanan tüzükler ile, toplumsal hiyerarşideki her mevki
için, kılık kıyafet kanununa “uygun” bir takım giysi belirlenmiş ve bu mevkiye ait olanların başka bir
mevkiden kıyafet giymeleri yasaklanmıştır.33 Toplumsal hiyerarşi ve düzenin sağlanmasında giysiler
rol oynamıştır.34 Geleneksel yapıya sahip toplumlarda, kıyafet statüyü belirleyici bir fonksiyon
üstlenmiştir. Alt tabaka üst tabakanın kıyafetini taklit edememiştir.35 Geleneksel toplumda, şehir
hayatındaki giyim çeşitliliği ast-üst ilişkisine dayanan tabakalaşmış hiyerarşik yapıdan etkilenmiştir.
Her sınıfın sahip olduğu giyim tarzı bellidir ve değişim çok yavaş gerçekleşmiştir.36

Kıyafet, kültürün, görgü kurallarının, ahlaki değerin, ekonomik durumun ve sosyal gücün
belirtisi olmuştur ve böylece sosyal ilişkilerin yapısında ve müzakere edilmesinde bunların yanı sıra
sınıf farklılıklarının uygulanmasında güçlü bir araç niteliği taşımıştır. Giysi türleri, elbisenin uzunluğu
ve genişliği, belirli malzemelerin kullanılması, renkler ve dekoratif unsurlar, elbisede kullanılan
katman sayısı belli bir sınıfsal kategori ile sınırlandırılmıştır. Örneklerle çoğaltmak gerekirse
Japonya’da giyilen kimononun rengi, dokuması, giyiliş yolu, kuşağın boyutu ve sertliği ve teçhizatı onu
giyenin sosyal rütbesini ve soyluluğunu göstermiştir.37 Osmanlı’da da başa takılan farklı kavuklar ile
değişik görev ve dereceler ortaya konmuştur.38

Sanayi öncesi toplumlarda, giyim davranışları kişinin toplumsal yapıdaki konumunu açıkça
göstermiştir. Giyim toplumsal sınıf ve cinsiyet kadar mesleği, dini ve bölgesel kökeni de göstermiştir.
Batılı toplumlar sanayileştikçe toplumsal katmanlaşmanın giyim davranışlarındaki etkisi de
dönüşmüştür. Sınıf ve cinsiyetin ifade edilmesi diğer toplumsal bilgi türlerinin iletilmesinden önce
gelmeye başlamıştır. 19. yüzyıl sanayileşen toplumlarında, sınıf bağları kimliğin en belirgin
yönlerinden bir olmuştur. Toplumsal sınıfların giyim davranışları arasındaki farklar, sanayileşen
toplumlardaki farklı sınıflara üye bireyler arasındaki ilişinin niteliğini yansıtmıştır.39

Günümüzde ise giyim yolu ile bir kişinin sosyal duruşunu belirlemek, daha incelikli, seçmece
ve kuralsız hale gelmiştir. Değerlendirmenin anahtarı 2000’li yılların başında genelde detaylardadır.
Yüksek statü, mükemmel kesilmiş ve tam oturan giysiler, doğal ve pahalı kumaş kullanımı ve marka
giyim tarafından gösterilmektedir. Kişinin sınıf eğilimlerini genellikle gözlük, saat ya da ayakkabı gibi
aksesuar seçimleri göstermektedir.40 Özellikle günümüzde lüks tüketimin en önemli harcama
alanlarından bir olan giyim bu bağlamda statü belirleyici özelliğini de korumaktadır.

Demokratik Toplum, Eşitlik ve Giyim


Demokratik toplum, kendi ihtiyaç ve durumlarını anlayan, onları toplumsal grupların ihtiyaç
ve durumları ile bağdaştıran ve kendi kişisel çıkarlarını ve düşüncelerini kamusal alanda dile getiren
kişilerden oluşmaktadır. Giysinin buradaki fonksiyonu kimliği gözler önüne seren ve liberal bireycilikle
ve de bireysel siyasi kararlardan ortaya çıkan toplumsal biçimler ile ilişkilendiren fikirler destesinin bir

32
Fred Davis, a.g.e., s.73.
33
Richard Sennett, a.g.e,, s.97.
34
Katalin Medvedev, a.g.m., s.197.
35
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, a.g.e., s.23.
36
Nurullah Abalı, a.g.e., s.150.
37
Katalin Medvedev, a.g.m., s.197-198.
38
Zeki Tez, a.g.e., s.233.
39
Diane Crane, a.g.e., s.14-15.
40
Katalin Medvedev, a.g.m., s.199.
parçası olmasıdır. Bağımsız düşünceye ve seçim hakkına sahip liberal birey fikri, demokratik toplum
için bir dayanak noktasıdır.41

Avrupa’da toplumun demokratikleşme yönünde adım attığı bir zaman dilimi olarak kabul
edilen 1789 yılına kadar, daha çok saray etrafında devam eden giyim zevki Fransız İhtilalin eşitlik ve
hürriyet ortamından istifade ederek toplumun bütün katmanlarında etkili bir duruma gelmiştir.
İhtilalden sonra ortaya çıkan hürriyet ortamı sınıf farklılıklarının kıyafet yoluyla kesin çizgilerle
birbirinden ayrılması kuralının ortadan kalkmasını sağlamıştır.42 Kostüm tarihçileri, 19. yüzyılda
giyimin bütün toplumsal sınıflarda benzer giysileri benimsedikleri için demokratikleştiği sonucuna
varmışlardır.43 Devrimden sonra ortaya çıkan insan haklarının getirdiği en önemli hak önceleri
kanunlarla kısıtlanan ve katı kurallarla belirlenen taklit edebilme hakkıdır. Bütün baskıcı tutumların
ardından ihtilal sonrası giyim kuşam ve moda alanında liberal ekonominin de etkisiyle büyük bir
canlılık dönemine geçilmiştir.4419. yüzyılın sonlarında, giysiler büyük kitlelerin ulaşabilecekleri ilk
tüketim malları olarak bir anlam taşımıştır.45

1930’larda yaşanan ekonomik kriz ve depresyon yıllarının ardından, moda tüm sosyal sınıflara
yayılmaya başlamış ve demokratikleşmiştir. Giyim, ısmarlama terzi ürünü olmaktan çıkmış ve ucuz bir
çözüm olan hazır giyim yerleşmeye başlamıştır.46 Kitlesel boyutta, tek bir kişi için değil "herkes için"
giysi üretilmesi, diğer bir ifadeyle hazır giyimin doğuşu, moda demokrasisinin de doğuşunu hazırlamış
ve gündelik moda olgusuna zemin hazırlamıştır.47 Seri üretim ile orta kalite giyim gelişmiş ve kitlelerin
ulaşması sağlanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde kıyafet devrimi iki yönlü olmuştur. Bunlardan
ilki giyimi ev yapımı ve ısmarlama olmaktan çıkararak hazır giyim veya fabrika yapımı haline
getirmiştir. İkincisi ise kıyafetin giyilmesi ile ilgili olmuştur. Sınıfsal gösterge olarak kullanılan giysiden
herkesin benzer kıyafetleri giydiği demokratik bir giyime geçilmiştir. Moda, her zaman kişinin kimliği
özelliğini taşımıştır ve seri üretim ile birlikte her bireyin tanımlanması için eşitlik sağlanmıştır.48 İkinci
dünya savaşı sonunda Batı Avrupa’da kadın ve erkek giyiminin belirgin özelliği toplumsal farklılığın
giysi üzerinde ortadan kalkması olmuştur.49 Hollywood sineması 1950’lerde giyimde
demokratikleşmeyi kot pantolon ve tişört giymeyi popülerleştirme vasıtasıyla resmi olarak
başlatmıştır. 1960’lar, yaş, sınıf ve cinsiyete dair sınıfsal kalıpların yeniden belirlendiği bir dönem
olmuştur.50

Statünün belirlenmesi dışında giyim cinsiyetler arası farkları da ortaya koyan bir gösterge
olmuştur. Her toplum kendi yapısı içerisinde kadına ve erkeğe yüklediği anlamlar doğrultusunda giyim
kalıplarını da çizmiştir. Ortaçağ döneminde dişilik ve erkekliğin ortaya konması sınıf, yaş, cinsiyet ve
milliyete göre farklılık göstermiştir. Erkek ideali, oran, güç, asalet ve zarafet üzerine odaklanmıştır,
kadınlık ideali de küçük bedenleri, inceliği ve abartılı renkleri kapsamıştır. 51 Geçmişten itibaren erkek
ve kadın arasındaki bu ayrım kesin hatlarla belirlenmiştir. Özellikle 20. yüzyılın başında etkili olmaya
başlayan feminist hareketler ile vurgulanmaya başlayan kadın erkek eşitliğine dair tutumlar kıyafet
alışkanlıklarında da kendini göstermiştir. Giyimde cinsiyete dair öğeler ortadan kaldırılmış daha
önceki bölümlerde bahsedildiği gibi ortak giyim modası başlayarak cinsler arasındaki giyim farkı
ortadan kaldırılmaya ve eşitlik vurgulanmaya çalışılmıştır.

41
Deborah Durham, a.g.m., s.122.
42
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, a.g.e., s.29-31.
43
Diane Crane, a.g.e., s.16.
44
Hafize Pektaş, a.g.e., s.61.
45
Diane Crane, a.g.e., s.92.
46
Çağla Ormanlar, a.g.m., s.51.
47
G. Senem Gençtürk Hızal, a.g.m., s.69.
48
Marilyn Revell DeLong, “Fashıon, Theorıes Of”, Encyclopedia of Clothing and Fashion, Ed. Valerie Steele,
Volume 2, Farmington Hills, Thomson Gale, 2005, s.25.
49
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, a.g.e., s.35.
50
Jennifer Park, a.g.m., s.382-383.
51
Marilyn Revell DeLong, “Fashıon, Theorıes Of”, s.24.
Katı kurallar ile hatları belirlenmiş olan giyim yapıları gün geçtikçe toplumla beraber
demokratikleşmeye başlamıştır. Çağdaş toplumlarda, sınıflara bağlı ne giyilmesi gerektiğini gösteren
kurallar bütünü bulunmamaktadır. Fakat yazılı olmayan kurallar bütünü ile toplumsal yapı içerisinde
yer alan bireylerin giyimleri bir şekilde biçimlendirilmektedir.

Başkaldırı Sembolü Olarak Giyimin Kullanılması


Toplumun oluşturduğu giyim kalıpları ile insanlar bir standartta tutulmakta ve yaratılan moda
ile de buna hizmet edilmektedir. Yaratılan moda ile davranışlarımızı düzenleyici yaptırım gücü olarak
kuralları ortaya koymakta ve bizlerden de bunlara uymamız beklenmektedir. Moda ile yaratılan
yaşam tarzı ile insanları kendinden geçiren bir tür meydan okuma değeri ortaya konarak, belli bir
şekilde hareket edilmesi sağlanmaktadır.52 Toplum özgürlük alanı olarak sunulan moda ile ne kadar
özgürleşeceğimizi belirlemektedir. Yani genel kalıpları belirleyen toplum, bunların dışına çıkmadan
seçimlerimiz konusunda bizi özgür bırakmıştır. Geleneksel yapılara ve toplumsal baskıya karşı çıkan
genç kuşak çeşitli zaman dilimlerinde başkaldırının bir göstergesi olarak giyimi aktif olarak
kullanmıştır.

Demokratik toplumlarda, marjinaller, azınlıklar ve diğer ayrı grupların simgesel olarak


kendilerini toplumdaki diğerlerinden farklılaştırma isteği anti-modanın oluşmasına zemin
hazırlamaktadır.53 Bu gruplar modanın dayatmalarına karşı çıkarak kendilerini ifade etmek için kendi
modalarını yaratmışlardır. Bireyler ait oldukları alt grubu (eşcinseller, siyahi olanlar vb.), kültürel
olarak egemen toplum kesimlerinden kıyafet ve başka davranışlar yoluyla farklı kılmaya çalışırlar.
Toplumun küçük gördüğü niteliklerine vurgu yaparak bunu gerçekleştirmişlerdir.54

Yakın dönem tarih içerisinde 1940’larda savaş ekonomisi, yokluk zamanları ve depresyon
anti-modanın doğmasını sağlamış ve alternatif giyim biçimleri ortaya çıkmıştır. Gençler arasında
yaygın olan “swing” modası ile yetişkin giyim kalıplarına bir başkaldırı söz konusu olmuştur. Aynı
şekilde 1960 ve 1970’lerde de gençler giyim sanayinin kendilerine benimsetmeye çalıştıkları moda
çizgilerini küçümseyerek bunun dışına çıkma eğilimi göstermişlerdir. Hippiler de toplumsal düzeni
reddeden bir gençlik kitlesi olarak toplumsal baskılara karşı çıkmışlardır. Bu dönemde bluejeanler
popülerleşmiş uzatılan saçlar ve sakallar da protestonun simgesi olmuştur. Geleneksel saygı
kurallarının dışına çıkılmıştır.55 Bu dönemde moda, özgürlüğün ifade biçimi ve gençliğin protest tavrını
belirleyen “karşı moda” olarak yeni bir açılım kazanmıştır.56

1960’ların hippi’leri, 1980’lerin punk’ları karşı kültürün elemanları olarak, her gün işe giden
orta sınıf dünyasının değerleri karşısında duyduğu sıkıntıyı ifade etmeye çalışmıştır. Anti-moda
biçimleri arasında en güçlü simgeselliği taşıyan bu karşı kültürlerin oluşturdukları olmuştur.57

1950’lerin ortalarına doğru yetişkin kültürüne yani uyum ve düzene karşı bir gençlik hareketi
gelişmeye başlamıştır. Bu dönemde, gençler kendi ayırt edici stillerini yaratmışlardır. Fransa’da
kendini “varoluşçular” olarak nitelendiren gençler, eski giysiler giyerek modayı hor gördüklerini
göstermeye çalışmışlardır. Amerika’daki benzer bir grup da kendisini “asi” olarak nitelendirmiştir. Her
iki grubun kadın ve erkekleri blue jean tercih etmişler ve deri ceket giymişlerdir. 1950’lerin
ortalarında gençlik stili daha etkili olmaya başlamıştır. Rock’n Roll müziğin tüm dünyada yayılması ile
birlikte gençler ebeveynlerinin değerlerine karşı çıkmanın ana yollarından birisi olarak giyimi

52
Rıza Sam, a.g.m., s.152.
53
Fred Davis, a.g.e., s.185.
54
A.e., s.199.
55
Çağla Ormanlar, a.g.m., s.58-76.
56
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, a.g.e., s.35-36.
57
Fred Davis, a.g.e., s.201.
kullanmışlardır. Asi rock severin üniforması, blue jean, tişört, deri ceket ve siyah botlardan
oluşmuştur.58 Siyah deri ceketin içinde barındırdığı anlamı Crane kitabında şu şekilde açıklamıştır:

“İster siyasi, ister toplumsal isterse sanatsal olsun her tür isyankar siyah giyer. Siyah deri
ceket, estetik ya da politik olarak isyancı bir duruşu ifade etmek isteyenlerce kullanılmakla
beraber blue jean’nin popülaritesine ulaşamamıştır.”59

Gençlerin müzik alt kültürleri, sınırlı sayıda sembolik giysiden oluşan görsel bir dil
kullanmaktadır. Bu giysiler, egemen kültüre karşı çıkmak ya da olumlamak ya da bunlar yerine
cinsiyetle ilgili öğelerin sembolik yıkımını ifade etmek için kullanılmıştır. Müzik tarzlarındaki her yeni
çeşitlilik beraberinde yeni giyim tarzlarını getirmiştir. Gençler için bu akımlar evrensel giyim
kalıplarının sonunu ifade etmektedir.60

Bir Başkaldırı Sembolü Blue Jean


Bazı kıyafetler başkaldırıyı sembolize etmede önemli bir rol oynamıştır. Bunlardan bir tanesi
de blue jean’dir. Blue jeanler 1930’lu ve 1960’lı yıllar arasında orta sınıf, işçi sınıfı kadınları, hippiler,
solcular, sanatçılar ve marjinal gruplar tarafından giyilmeye başlanmış ve bundan dolayı da blue
jean’lere yeni anlamlar yüklenmiştir. Kullanılmaya ilk başlandığı zamanlarda, “iş, güç, fiziksel emek”
anlamını ifade eden bluejeanler, zamanla “boş zaman”ı vurgular hale gelmiştir. Daha sonra,
devrimciler için “özgürlük, eşitlik ve sınıfsızlık” gibi yan anlamlar kazanmıştır.61 II. Dünya Savaşı’ndan
sonra, jeanler artık demode olmaktan çıkmış ve anti-modanın yaygın farkındalığı halini almıştır.
Unisex kot pantolonlar, gençlik, özgürlük ve asilik ile ilişkilendirilmeye başlamıştır.62 Her iki cinsiyetin
kot giymesi Amerika’da lisedeki giysi sınırlamalarının dışına çıkılması anlamına gelmiş ve gençlerin
davranışları konusunda endişeleri olan yetişkinlere karşı başkaldırıyı simgelemiştir.63 1980’lerde blue
jean belli bir sınıf, cinsiyet, yaş, şehir veya ülkeyi temsil etmekten uzaklaşmıştır.

Deri ceket ve tişörte yüklenen isyan anlamı blue jean’i de etkilemiş ve bundan sonra o da
isyan sembollerinden biri olarak kullanılmıştır. Amerikan filmlerinin de etkisiyle isyanı simgeleyen
blucin-tişört-siyah deri ceket üçlemesi genç kuşağı fazlasıyla etkilemiştir. Marlon Brando ve James
Dean’in başrol oynadığı filmlerde giydikleri bu üçlü kombinasyon asi gençliğin giyim tarzını
belirlemesinde etkili olmuştur. Blue jean ile geç tanışan Türkiye’de ise, 70’li ve 80’li yıllarda siyasî
olayların yoğun yaşandığı dönemlerde, Amerika’ya karşı olan sol görüşlü öğrenci grupları, başta
Amerikan malı olması sebebiyle tepkiyle karşıladığı blue jean’e, zamanla başka anlamlar yükleyerek
(işçi sınıfının giysisi olması nedeniyle kabullenme) ve değişiklikler yaparak (parka ya da postallarla
giyme) kullanmışlardır. Sağ görüşlü öğrenci grupları ise bu dönemlerde blue jean giymemişler ve daha
muhafazakâr olarak kabul edilen takım elbise, kumaş ya da kadife pantolon giymişlerdir.64 1980’ler ve
1990’larda reklamcılar, blue jean’e egemen kültüre karşı direnme göstergesi anlamı kazandırmış
50’lerin filmlerine göndermeler yapmışlardır.65 Günümüzde ise blue jean’e yüklenen anlam asilik veya
siyasi görüş ifadesinden çıkarak, rahatlığı ve kullanışlılığından dolayı herkesin, her yaşta giymeyi tercih
ettiği bir giysi halini almıştır.

58
Sara Pendergast and Tom Pendergast, a.g.e.,V.5, s.850-851.
59
Diana Crane, a.g.e., s.238.
60
Diana Crane, a.g.e., s.241-244.
61
Pınar Kasapoğlu Akyol, a.g.m., s.191.
62
Beverly Gordon, “American Denim: Blue Jeans and Their Multiple Layers of Meaning “ Patricia Edt. Anne
Cunningham and Susan Voso Lab, Dress and Popular Culture, Bowling Gren State University Popular Press,
1991, 33.
63
Mark Gottdiener, a.g.e., s.319.
64
Pınar Kasapoğlu Akyol, a.g.m., s.191-194.
65
Diana Crane, a.g.e., s.238.
Kıyafet parçalarına toplumsal yapılar tarafından yüklenen sembolik anlamlar giysinin
başkaldırı göstergelerinden biri olmasını sağlamıştır. Toplumun daha az hak sahibi olan kesimleri
kendini ifade etmek için kalıpların dışına çıkma yolunu seçmiştir. Bunu da görsel olarak en iyi şekilde
kıyafet ile gerçekleştirmiştir.

Fikirleri Yansıtma ve Meşrulaştırma Aracı Olarak Giyim


Demokratik toplumlarda siyasal yaşamda yer alan aktörler, iktidara gelebilmek için
seçmenlerinden yeterli sayıda oy almak zorundadır. Siyasal aktörlerin, bunu gerçekleştirebilmek için
fikirlerini karşı tarafa düzgün şekilde aktarması ve onların kararını kendileri lehine etkilemesi
gerekmektedir. Bu aşamada pek çok siyasal iletişim faaliyetinin yanında etkili lider imajının
oluşturulması da önemlidir. Oluşturulan imaj içerisinde görünüm önemli bir yer tutmaktadır. Bireyler
görünümleri (giysi, saç stilleri, bıyık-sakal, aksesuar vb. kodlar) ile karşı tarafa sözlü olmayan iletiler
göndermektedirler. Giyim, başkaları üzerinde olumlu etkiyi gerçekleştirmede ve fikirlerin
yayılmasında bir araç görev olarak yapmaktadır. Özellikle siyasal bağlamda, seçmen kendisine gelen
siyasal iletiyi sahip olduğu sosyokültürel kodlarına göre anlamlandırmakta, değerlendirmekte, bir
değer yargısı oluşturup ve yeni bir kodlama yapmaktadır. Ürettiği yeni kod üzerinden yaptığı yeni
siyasal değerlendirme neticesinde siyasal davranış kararına varmaktadır. Siyasal iletişim mecralarında
kullanılan görseller, renkler, figürler, sloganlar, kelimeler, kavramlar, sesler, müzikler, hatta siyasal
grubun seçmene yansıyan beden dili ve giyimi gibi tüm göstergeler seçmenin algısına sunulduktan
sonra seçmenin siyasal algı düzeyince yeni bir siyasal iletişim koduna dönüştürülmektedirler.66

Etnik ve dinsel kimlikler, politik ve ideolojik düşünceler ve kişisel özellikler giydiğimiz


giysilerde rol oynamaktadır.67 Giysi anlam taşıyıcı bir öğedir. Crane’e göre, özellikle giysiler ve giyim
tarzları, bir dizi ideolojik anlamın taşıyıcıları ya da “toplumsal gündemleri”dir.68 Giysiyi bir araç olarak
kullanan siyasi aktörlerden bir tanesi de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk
olmuştur. Çağdaş bir ülke oluşturmak isteyen Atatürk, seçtiği kıyafetlerde Batılı tarzı topluma
benimsetmeye ve onlara örnek olmaya çalışmıştır. Nebil Özgentürk kitabında bu konu ile ilgili olarak
şu diyoluğu aktarmıştır; “Altemur Kılıç babası Ali Kılıç’a neden Atatürk’ün frak giydiğini sormuştur.
Babası da devlete bir nizam ve şekil vermek için diye yanıtlamıştır.”69 Atatürk, giyimine ve de
görünümüne de çok özen gösteren bir lider olmuştur. Coşkun Kırca, yapılan röportajda Atatürk’ün şu
sözlerini aktarmıştır; “Ben benden beklenen şekli yaratmalıyım, yani toplum benden nasıl bir görüntü
bekliyorsa o görüntü içinde olmalıyım ki, görüntü, mevkiimin ağırlığı gibi vermek istediğim mesajı da
nakletsin.”70 Atatürk Kıyafetleri Kültür Araştırma Merkezi kurucusu Hüseyin Özkan ise, Atatürk’ün
giyimi ile ilgili şu bilgiyi aktarmıştır; “Parlamentodaki kıyafetiyle, halkın içindeki kıyafeti tamamen
farklıdır.”71 Bu bilgi doğrultusunda Atatürk, nerede nasıl giyineceğini saptayarak halka nasıl
ulaşacağını nasıl bir etki bırakıp ne tür bir mesaj vereceğini düşünen ve planlayan bir lider olmuştur.
Görünüme ve giyimine verdiği önem ile hem yeni kurulan ülkenin imajını inşa etmiş hem de halkın
çağdaş görünümü benimsemesi adına örnek olmaya çalışmıştır.

Her ideolojik düşünce diğerlerinden farklılaşabilmek ve kendi düşünce yapısını kitlelere


aktarabilmek adına çeşitli sembolik göstergeleri kullanmaktadır. Dini, felsefi ve siyasi ideolojiler,
toplumsal hayattaki yapılarda yani, düşüncede, giyimde, bıyık ve sakalda, selamlaşmada, ev ve aile
yaşamında, tavır ve hareketlerde kendilerine özgü modalar oluştururlar ve zaman içerisinde bunları

66
Mustafa Şen, “Siyasal İletişim Sosyolojisi”, TASAM Siyasal İletişim Enstitüsü, (Çevrimiçi)
http://www.siyasaliletisim.org/index.php/haber-ve-yorum-arsivi/137-makale/328-syasal-letm-sosyolojs-.html,
15.02.2011.
67
Fred Davis, a.g.e., s.127-128.
68
Diana Crane, a.g.e., s.42.
69
Nebil Özgentürk, O Daima Şıktı, İstanbul, Bir Yudum İnsan Yayınevi, 2010, s.6.
70
A.e., s.87.
71
A.e., s.116.
bir değer haline getirerek yerleştirmek isterler.72 Örneklendirmek gerekirse, 1920’lerde,
popülaritesini arttıran Nazi partisinin askeri üniforması ile deri ilişkilendirilmiştir. Nazi fırtına birlikleri,
parti amblemi olan gamalı haç taşıyan kahverengi üniformaları ile dizin üstüne kadar uzanan deri
çizmeler giymişlerdir. 1922 yılında İtalya’nın başbakanı ve Avrupa’nın ilk faşist diktatörü olan
Mussolini, “şapka devrimi” olarak adlandırılan olayda, Roma’ya 22.000 siyah gömlekli taraftarı ile
yürümüştür. Gücü ele geçirdikten sonra da siyah giymeye devam etmiş fakat siyah ipek silindir şapka
ile kendini ayrı göstermede ısrar etmiştir. İngiliz’lere karşı mücadele eden Gandhi’ye göre de,
ısmarlama İngiliz kıyafetleri ve Manchester fabrikalarında üretilip ithal edilen pamuklar, ülkesi
üzerinde kurulmuş siyasal baskıyı simgelemiştir73 ve o nedenle gösterişsiz bir pamuklu olan “khadi”
giymiştir.

Kıyafet dili ve politika dili arasında doğrudan ve kaçınılmaz bir ilişki kurulmuştur. Artık politika
dili, günümüzde esas olarak bir politikacının ne diyeceğini duymadan önce bile giydirilmiş bedenini
ekranda gördüğümüz televizyon dili olduğu gerçeği ile güçlendirilmiştir. John Grisham’ın casus romanı
Pelican Brief’deki (1992) bir pasaj bu durumu gayet güzel açıklamaktadır. Hayal ürünü bir Amerikan
başkanının danışmanı kendisinin Yüksek Mahkeme’nin iki üyesinin öldürülmesi ile ilgili yapacağı
yorumda televizyonda görünürken bir hırka giymesinde ısrar ediyor. Burada güdülen amaç güven
uyandıran bir büyükbaba figürü yaratmaktır.74 Politikacıların saç stilleri ve giyim tarzları politikacının
kim olduğuna dair önemli mesajlar iletmektedir. Ecevit’in giydiği mavi gömlek ve taktığı kasket onun
“halkçı ve barışçıl” imajını destekleyen öğeler olmuştur. Süleyman Demirel’in kullandığı fötr şapka ile
de “demokrasi” kavramı özdeşleştirilmiştir. Turgut Özal’ın şortla askeri kıta denetlemesi ve sivil
giysiler giymesi onun “statüko karşıtı büyük bir devrimci” olarak algılanmasını kolaylaştırmıştır. Tansu
Çiller’in de beyaz döpiyesleri tercih etmesi çağdaşlığa ve temiz siyasete yönelik oluşturmak istediği
imaj ile uyum göstermiştir. Cem Uzan da beyaz ve kolları sıvanmış tarzda gömlek giyerek genç, enerjik
ve çalışkan olduğunu vurgulamaya çalışmıştır.75 Benzer örneklerden biri de CHP lideri, Kemal
Kılıçdaroğlu’nun parti genel başkanlığına aday olduğu kurultaya kravatsız katılması olmuş ve o dönem
içerisinde basının çok ilgisini çekmiştir. “Halka yakın olmak”76 adına böyle bir tercih yaptığını
vurgulayan Kılıçdaroğlu, kurultayda kendisine sunulan Ecevit kasketi ile poz vererek onun siyasal
fikirlerini de önemsediği doğrultusunda görüntüsel bir gösterge sunmuştur. Bu bağlamda kıyafetler ve
aksesuarlar, düşünceleri simgeleştiren göstergeler bütünüdür. Retorikte, oratio togata olarak
adlandırılan hitabet tarzı, Antik Roma’da senatörlük togası giyenlerin hitabet tarzını hatırlatmaktadır.
Burada da görüldüğü üzere, dil, politika ve giyim arasındaki ilişki üst seviyededir.77 Siyasal aktörler,
söylemlerini destekleyecek görünümleri tercih etmekte ve kitlelere sunmak istedikleri mesajları giyim
kodları aracılığı ile de aktarmaktadırlar.

Ders 5__________________________________________________________________________

5-Renk Kodları:

• Renklerin insan ruhu üzerine etkileri yadsınamaz. Yapılan bir takım psikolojik araştırmalar
sonucunda renklerin beden ve fikir üzerinde bazı etkilerinin olduğu ortaya konmuştur.

• Renk, ürün ile tüketici arasında dikkat çeken bir duygusal bağ oluşturur.

• Renk bir insanın kıyafeti almasını etkileyen birincil nedenlerden bir tanesidir ve izleyicinin
ilgisini çekerek ayırt etmeyi sağlar
72
Nurullah Abalı, a.g.e., s.126.
73
Jacqueline Herald, a.g.e., s.8-10.
74
Patrizia Calefato, a.g.e., s.23.
75
Yusuf Devran, a.g.e., s.201-202.
76
“Tarihi kurultayda neden kravat takmadı”, (Çevrimiçi)
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=14803879, 17.02.2011.
77
Patrizia Calefato, a.g.e., s.24.
• Renkler, görsel, duyusal, bilgisel, estetik, sembolik ve psikolojik etkileri içlerinde
barındırmaktadırlar.

• Renklerin insan ruhu üzerinde yaptığı ilk tesirin soğukluk ve sıcaklık etkisi olduğu
kanıtlanmıştır.

• Sarıya yakın renkler “sıcak”, maviye yakın renkler ise “soğuk” etkisi yapmaktadır. Sıcak etkisi
yapan renkler insana yaklaşır, soğuk renkler ise uzaklaşır.

• Renklerin kodu göstergebilimsel çözümleme açısından son derece önemlidir.

• Renkler bazen duyguların, bazen belli düşünce ve ideolojilerin bazen bireylerin toplum
hiyerarşisindeki konumlarının simgeleri olarak iletişimde belli bir rol oynarlar.

• Örnek olarak kırmızı duygusal olarak tutkunun ifadesi iken ideolojide “sol” görüşün
metaforudur.

• Modern psikoloji, renklerin insan psikolojisi ve davranışları üzerinde önemli etkileri olduğunu
kabul etmektedir .

• Sarı ve turuncu renkler dalga boylarındaki fark dolayısı ile önce görülebilen renklerdendir. Saf
ya da birincil renkler olarak tanımlanan renkler, renk çarkında kullanılan temel renklerdendir.

• Saf renklerin kolay algılandığı, temizlik, arınmışlık ve huzur etkisi oluşturduğu deneylerle
kanıtlanmıştır.

• Renkler ayrıca kişisel seçimlere, kültüre, sosyal şartlara, zevklere ve de pek çok değişkene
bağlı olarak farklı anlamlar ifade edebilir.

• Her rengin insan üzerinde çeşitli etkiler bıraktığı söylenebilir; biri siyah için karamsar
tanımlamasını, bir başkası asalet tanımlamasını yapabilir.

• Renklerin anlamları kültürden kültüre göre değişim göstermektedir. Örnek vermek gerekirse
Batı’da turuncu, enerjik, mutluluk, heyecan kavramları ile özdeşleştirilirken Hindistan’da
kutsal bir renk olarak konumlandırılmaktadır. Bu nedenle de reklamcılıkta kullanımı Batı’daki
kadar yaygın değildir.

• Renkler ve anlamları, o rengi kullananın kişiliği ve karakteri hakkında karşısındakilere ipuçları


sunmaktadır.

• İnsanlar farkında olmasalar bile içinde bulundukları durumu, iç dünyalarını, o sıradaki


duygularını seçtikleri ve üzerlerinde bulundurdukları renklerle ortaya koyarlar. Her rengin
kendine özgü psikolojik bir özelliği vardır, bu yüzden de belirli mesajları iletmede etkin
biçimde kullanılırlar.

• Kansas Üniversitesi Sanat Müzesi’nde araştırma için halının altını elektronik bir sistemle
döşeyerek, duvar rengini beyaz ve kahverengi olarak değişebilir hale getirmişler ve müze
ziyaretçilerini gözlemlemişler. Fon beyaz kullanıldığında, insanlar yavaş hareketlerle daha
uzun süre kalıp daha fazla alanda dolaştıklarını tespit etmişlerdir. Fon kahverengiye
döndüğünde ise insanların müzede çok daha hızlı hareket edip, daha az alanda dolaşıp
müzeyi çok daha kısa sürede terk ettikleri belirlenmiştir. Bu nedenle dünyadaki fast food
restoranlarının hemen hemen hepsinin sandalyeleri ve masaları kahverengi, duvar boyaları
da kahverengi-şampanya-pembe karışımıdır. Renklerin insanlar üzerindeki etkisini fark eden
Batılı şirketler iş yaşamında sıklıkla kullanmaya başlamışlardır.

• Görsel algılama kodları arasında en önemlilerinden biri renk kodudur.

• Renk kodlarının psikolojik etkileri anlam üretmede anlamın algılanmasında bilinçaltını


etkilemede önemli rol oynamaktadır.

• Sıcak renkler: kırmızı, turuncu ve sarı’dır. Hava içindeki titreşimi, radyasyonu fazla olan
renklerdir. Uzaktan göze çarpan renklerdir. Bu yönüyle çekici özellikleri vardır.

• Soğuk renkler: mavi, yeşil ve mor’dur. Fizik titreşimleri zayıf renklerdir, dinlendirici ve
durgunluk özelliklerine sahiptirler.

• MAVİ

• Gökyüzü, su ve denizin rengi olan mavi, sonsuzluk ve huzurun rengidir. Dinlendirici renk
gurubunda yer alan mavi, huzurlu, yatıştırıcı bir etkiye sahiptir. Mavi, renk skalasında yer alan
yeşilimsi turkuvazdan koyu laciverte kadar gizemli bir derinlik etkisine sahiptir. Temizlik ve
saflık imajı yaratmak için su ambalajlarında, mavi renk kullanılmaktadır.

• Soğukluk ve tazelik etkisi adına yoğurt gibi ürünlerin kutularında mavi ve lacivert renge yer
verilmektedir. Basıcı ve sıkıcı etki yaratmaz tam tersine uzaklara götüren bir renktir. Bu renk
insanlarda, düşünme, karar verme ve yaratıcı fikirlerin doğmasına sebep olur. Mavi aynı
zamanda doğruluk sembolü olarak bilinmektedir. Eski insanların hastalıklardan kurtulmak için
mavi elbiseler giydiği söylenmektedir

• Mavi renk, kırmızının aksine kan basıncını düşürür, kalp atışlarını ve solunumu yavaşlatır. Aynı
zamanda insanları sakinleştirici bir etkisi bulunmaktadır. Sigmund Freud maviyi okyanussal ve
sakin diye nitelemiştir.Tansiyonu düşürdüğü söylenir. Araplar, mavi taşların, firuzenin kanın
akşını yavaşlattığına inanırlar. Batı’da intiharı azaltmak için köprü korkuluklarını maviye
boyadıkları bilinmektedir.

• Mavi özellikle lacivert kozmik bir renk olarak kabul edilir, sonsuzluğu, otoriteyi ve verimliliği
çağrıştırır. O yüzden dünyadaki logoların yarısından fazlası mavi rengi kullanırlar. Bankaların
logolarında ve imaj oluşturmada en çok kullandıkları renk, mavi ve yeşildir. Maviyle
büyüklüklerini, yeşille güvenirliklerini sağlarlar. Yeşil ve mavi sağlamlığın habercisidir.

• Mavi yeme içgüdüsünü azaltan bir renktir, o nedenle fast food zincirleri bu rengi
kullanmazlar. Tüm diyet ürünler mavi yazı ve logo kullanırlar. Süt ve süt ürünleri de tazeliği
pekiştirmek için sağlıklı fakat şişmanlatıcı olmadıklarını vurgulamak için mavi rengi kullanırlar

• Huzur, Mutluluk, Umudun ve sonsuzluğun rengidir. Soğuğun sembolü. İş giysisi mavi renk
olarak kodlanmıştır, “mavi yakalılar” kol gücüne dayalı çalışanı temsil eder. 19. yüzyılda
renklendirici çivit otunun keşfi ile üniformalarda en çok kullanılan renk olmuştur. Barışın
rengidir, çünkü en çok kabul gören renk olmuştur. Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, UNESCO ve
Birleşmiş Milletler gibi kuruluşların amblemlerinde yer almasının sebebi budur.
• KIRMIZI

• Yapılan bazı araştırmaların sonuçları, kırmızının insanları uyardığını göstermiştir. Uyarılmanın


boyutu doğrultusunda, kan basıncı artmakta ve kalp atışı ile solunum hızlanmaktadır. Kırmızı,
aktif, enerjik ve dinamik yapısı ile tutkunun, aşkın, kanın ve hayatın rengidir. Ateşin rengi olan
kırmızı, cehennemin, şeytan ve şeytanlığın rengi olarak lanse edilmiştir.

• Baştan çıkarıcı, çekici, tahrik edici bir özellik taşımaktadır. Alarmın ve ikazın rengidir.
Komünizmi, başkaldırıyı ve devrimciliği simgeler. Kırmızı renk ayrıca bir statü sembolü olarak
da karşımıza çıkmaktadır. Porche, Ferrari gibi spor arabalarda sıklıkla kullanılmaktadır. Dalga
boyu yüksek bir renk olduğu için dikkat çekicidir

• Bazı milletle kırmızıyı yurtseverlik duygularını kamçılayan renk olarak görmektedirler. Kırmızı
aşkın da sembolüdür ve neşe, samimiyet ve hoşlanma hissini uyandırmaktadır. Bu renk aynı
zamanda şehvet, hiddet, işkence ve nefret gibi negatif duyguların da sembolüdür.

• Kırmızı iştah açıcı bir renktir o nedenle gıda firmalarının çoğu logolarında bu rengi kullanırlar.
Kırmızı tansiyonu yükseltir ve kan akışını hızlandırır bu nedenle hedef kitlesinde gençler olan
markalar logolarında kırmızıyı tercih ederler.

• İnsanlar kırmızı fonlu mekanlarda, zaman kavramını kaybetmeye başlıyorlar ve bu yerler


uykusuzluk yaratabiliyor. Bu sebeple tüm gece kulübü, bar türü yerlerde kırmızı fonlar ağırlıklı
olarak kullanılmaktadır.

• Genellikle otomobil firmaları, büyüklüklerini göstermek için maviyi, enerji, heyecan ve


gençliği vurgulamak için de kırmızıyı kullanırlar. Batılı firmalar maviyi tercih ederken, kültürel
özellikleri nedeniyle Japon ve Güney Kore otomobil devleri kırmızıyı tercih etmektedirler.

• Genelde, enerji ve dinamikliği ifade ettiği için gazete logolarında da kırmızı renk
kullanılmaktadır. Örneğin, Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Vatan vb. Ciddi formatta bir gazete
çıkardığı iddiasında olanlar ise maviyi tercih etmektedirler. Fikirlerin ön planda olduğunu
vurgulamaktadır. Örneğin: Radikal, Zaman gibi

• SARI

• Sıcak ve en parlak renktir. Çevreye genişleme, rahatlık ve sempatik bir enerji yayar. Genel
olarak insanların birlikte olmaktan hoşlandıkları, sempatik, atılgan, mutlu bir kişiliğe uyar. İş
ortamlarında, yüzeyselliği çağrıştırabileceği için az oranlarda kullanılmalıdır.

• Renklerin en aydınlığı olan sarı, sempati ve neşe hissi veren bir renktir. Bununla beraber soluk
sarı, karantina ve bulaşıcı hastalıkların, uğursuzluğun sembolüdür. Sarı; altının, güneşin
rengidir. Sarı yaldız ve varak aynı zamanda bir değer ve statü sembolüdür. Varlığa bağlanan
altın sarısı pozitif bir anlam taşır. Altının taşıdığı anlama paralel anlamlar yüklenmiştir.
Değerini yitirmemesi, dayanıklılığı, paslanmadan ve bozulmadan kalabilmesi ile bağlantılı
olarak ölümsüzlüğün simgesi olarak kullanılmıştır.

• Geçiciliğin ve dikkat çekiciliğin rengidir. Bu nedenle taksilerin rengi sarıdır. Dikkat çeksin ve
geçici olduğunu bilsinler diye araba kiralama firmaları genelde sarı rengi kullanırlar. Bu
nedenle bankalar logolarında sarıyı kullanmaktan kaçarlar. Paranın geçici değil kalıcı olmasını
isterler. Sembolizmde sarı, geçiciliği ve ölümü hatırlatır.

• Soluk sarı, Hristiyanlık ve İslamiyette suçu sembolize eder. Ortaçağ İkonografisinda İsa’yı ele
veren Yahuda sarı giysiler içerisinde sembolize edilmiştir. Yahudiler açısından bu renk yüz
kızartıcı eylemlerde bulunanlara atfedilmiştir. Bu nedenle,Nazi Almaya’sında Yahudilere,
sokağa çıktıklarında giysileri üzerinde “Jude” yani Yahudi yazılı sarı renkte bir kumaş parçası
ya da sarı renkte Davud Yıldızı taşıma zorunluluğu getirilmiştir. Ayrıca, İspanya’da boğa
güreşçilerinin kıyafetlerinde de sarı renk uğursuz sayıldığı için kullanılmamaktadır

• YEŞİL

• Mavi ve sarının bileşmesinden oluşan yeşil her iki rengin de özelliğini içinde barındırmaktadır.
Mavide olduğu gibi huzur verici bir etkiye sahipken sarının da canlılığını taşımaktadır.
İslamiyet’te kutsal alan ve mekanların vazgeçilmez rengi olan yeşil, cennetin ortamını
imgelediği için cennet ve muradın rengidir. Aynı zamanda, Müslümanlıkta, aile kavramının,
selametin, maddi ve manevi zenginliklerin kökleşmiş bir sembolü olarak karşımıza
çıkmaktadır. İslamiyetin yeşil bayrağından, Hz. Muhammed’in hırkasının renginden dolayı bu
renk kutsal kabul edilir.

• Hristiyanlar yeşil rengi iman ve ölmezliğin sembolü olarak kabul etmektedirler. Hristiyan
sembolizminde yeşil, haçın üzerinde kurban edilen İsa’dan esinlenilerek, insan türünün
yenilenmesiyle ilişkilendirilmiştir. Yeşil tazelik, gençlik ve biraz da hamlığı ifade etmektedir.
Yeşil, baharın, canlılığın, olumlu dinginliğin ve huzurun rengidir. Doğayı, açık havayı ve kırları
temsil eden bir renktir. Taze ve gençleştiren bir etkisi bulunmaktadır. En büyük
özelliklerinden bir tanesi dinlendirici olmasıdır.

• Kirli yeşil ise, egoizmin ve kıskançlığın sembolüdür. Ev içinde rahatlatıcı bir renktir ve
yaratıcılığı körükler. Batı’da büyük otellerin mutfakları aşçıların yaratıcılıklarını artırmak için
yeşile boyanır. Hastaneler de logo ve iç tasarımların da bu rengi tercih ederler. Çünkü
rahatlatıcı ve sakinleştiricidir. Ortaçağ’da renk karekteristiğini aldığı pigmentleri dayanıksız
olduğu için olumsuz bir şöhrete sahip olmuştur. Bu özellik riskli renk haline getirmiş ve
tesadüfi şeylerle birleştirilmiştir. Bu nedenle kumar masalarında bu nedenle yeşil renk
kullanılmıştır.

• Yeşil alanlarda insanların daha az mide ağrısı çektikleri tespit edilmiştir. Bu nedenle diyet
ürünleri ve süt ürünleri logolarında yeşil rengi tercih etmişlerdir. Yeşil güven verir. Bu nedenle
bankaların logolarında kullanmayı tercih ettikleri renklerden biridir.

• SİYAH

• Ağırlık ve ciddiyet siyah rengin karakteridir. Batı uluslarında, siyah daima keder, ölüm ve
matem rengi olmuştur. Korku ve karanlığı aynı zamanda kötülüğü ve şeytanlığı temsil
etmektedir. Resmiyetin rengi olan siyah, gizli, gizemli, dışa kapalı, bilinmeyen bir yapıyı
imlemektedir. Eski Mısır ve Kuzey Afrika ülkelerinde, siyah bulutlar yağmurun habercisi
olduğu için bereketi simgeleyen bir renk olmuştur.
• Müslümanlık ve Hristiyanlık’ta, siyahın fanilik, son ve sonluluk gibi sembolik açılımları
bulunmaktadır. Umutsuzluk ve ölüm sembolüdür. Duyguları bastırıcı, hapsedici bir etkisi
vardır. Çevreye ve topluma kapalıdır. Siyah din kitaplarında ve fresklerde, cehennemin ve
şeytanın rengi olarak sembolize edilmiştir. Saklanma, örtme ve gizleme özelliği sayesinde
büyünün ve sihrin de rengi olmuştur. Bir bitiş ve son anlamındaki siyah, gecenin ve sonsuz
evrenin rengidir.

• Siyah, gücü ve tutkuyu temsil eder. Hırsın da bir ifadesidir. Fonda kullanıldığında karamsarlığı
çağrıştırır. Işığı yok eder. Siyah konsantrasyonu en çok getiren renktir. Einstein’ın konsantre
olabilmek için perdeleri siyah, gün ışığı olmayan bir odaya girip düşündüğü söylenmektedir.

• Psikolojik olarak insanlar bu rengi saklanmak ve bir şeyleri saklamak için kullanırlar. Sürekli
siyah giyen insanlar özne konumunda olmak istemeyen insanlardır. Batı kültüründe matemin
rengidir. Resmi ritüellerde, törenlerde giyilmesi kabul görür. Diana Crane’e göre her tür
isyankar siyah giyer. Ayaklanmalarda giyilir. Özellikle siyah deri ceket estetik ya da politik
olarak isyancı bir duruşu ifade etmek isteyenlerce kullanılmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nda
savaş alanlarında ölen İtalyanların üniformalarından esinlenerek Mussolini, faşist
üniformasının sembolü olarak siyah gömleği benimsemiştir. Korsanların ve anarşistlerin
bayrağı siyahtır.

• Adalet çalışanlarının, yargıçların ve avukatların kıyafetlerinin rengi de siyahtır. Otoriteyi,


mahkum edilmeyi ve tehdidi sembolize etmektedir. Parlak siyah uzun seneler boyu, aristokrat
ihtişamının ve zenginliğinin sembolü olmuştur. Rönesans portlerinde görüldüğü üzere
mücevherlerin ihtişamının görülmesi için siyah renk giyilmiştir. Kıyafetlerde seçkinliğin rengini
temsil etmektedir.

• BEYAZ

• Açıklığı, doğruluğu, Şeffaflığı ve aydınlığı simgeler. Yanındaki renklerle güçlenir. Beyaz ve


siyah renk bir arada kullanıldığında, sembolik anlamlara sahip olmaktadır. Dünyanın oluşum
sürecinde siyah bir evren boşluğunda büyük patlama olmuş ve beyaz ışık oluşmuştur.
Aralarında var olan bu ilişki ile tüm evren ve onun diyalektik oluşumu siyah ve beyaz ile
özetlenebilmektedir. Beyaz, arılık, zafer, barış, neşe, teslimiyet, merhamet, saflık, bekaret,
masumiyet ve adaletin rengidir, yeniden diriliş ve ölümsüzlüğü sembolize etmektedir.

• İstikrarı, devamlılığı ve temizliği simgeler. Bu yüzden politikacılar genelde beyaz renkli


gömlekleri tercih etmektedirler. Antik Roma’da da seçimlere katılacak adaylar beyaz
giyinirledi. Beyaz elbiseler temiz olduğumuz imajı verir. Batı kültürünün aksine Çin’de beyaz
renk matemin rengidir. Aristokrat ayrımın rengi olmuştur. Melek saflığının sembolüdür. Beyaz
ilahi aydınlığın sembolü, papanın giysilerinin, rahiplerin tören giysilerinin, ruhaniliğin ve
azizliğin rengidir.

• GRİ Yansız, uçucu bir renktir. Solgunluğu, korkuyu, saygınlığı, alçak-gönüllülüğü ve ileri yaşı
çağrıştırır. Koyu gri tüm dünyada kir ve pislikle özdeşleştirilir. İlgi çekmekten kaçınan, meraklı
olmayan kişilerin tercihidir. Hareketsiz nesnelerin üzerine biriken tozların rengidir bu nedenle
durgun bir renktir. Ağır bir renktir, hareketsizliği ve yavaşlığı temsil eder. Puslu ve belirsiz bir
hava gibi yaratıcılığı öldürür. Beyaz ve siyah rengin birleşmesinden kaynaklandığı için her iki
renkten de anlam almaktadır. Gri, ağır başlı bir yumuşaklık ifade etmektedir. Gri renk,
temkinli, rahat ve olgun bir yaşın getirdiği bilgeliğin sembolüdür. Yaşlıların saç rengini
çağrıştırır.

• KAHVERENGİ

• Hüzünlü ve düşüncelere sürükleyicidir. Toplumsal düzene ve aileye duyulan ihtiyacı vurgular.


Doğal ve evcimen bir yapıya uyum sağlar. Çikolata veya sütlü kahve zevkinde olduğunda iştah
kabartan, çürüme veya dışkı tonuna kaydığında mide bulandıran kahverengi çelişik duyguların
rengidir. Toprağa bağlı olarak hem negatif hem de pozitif çağrışıma sahiptir. Batı’da koyu
kahverengi bolluğun, bereketin rengidir. Siyaha vekalet eden kahverengi onun tüm
sembolizmine sahiptir. Faşizmle bağı vardır. Nazi rejiminin hücum kuvvetleri olan kahverengi
gömleklilerden yola çıkarak sıklıkla kahverengi bela olarak adlandırılmıştır.

• TURUNCU

• Dinamik bir renktir. Sıcaklığı hatırlatır. Canlılık ve harekete sebep olur. Toprak rengi turuncu
dünyevi materyalizmin sembolüdür. Güneşin parlaklığını ve rahatlığını hatırlatır.

• Turuncu rengi çabuk dikkat çeker. Eğer bu renk bir ürün ve markada kullanılıyorsa bu herkes
için imajı verir. İnsanları o markaya karşı rahatlatır. Bu renk, bulunduğu grubu sayıca çok
gösterir. 1974 Dünya Kupası’nda Hollanda Milli Takımı’nın başında olan Ernst Happell, “Bu
turuncu formayla biz sahada rakip takımdan daha fazla görünüyoruz” demiştir.

• MOR

• Nevrotik duyguları açığa çıkardığı, insanları bilinçaltında korkuttuğu tespit edilen bir renktir.
Özellikle rockçıların ve uçuk solistlerin makyajlarının mor olduğu saptanmıştır. Melankolik
karakteri olan bir renktir. Keder ve hüznü ifade etmektedir. Esrar, işkence ve kontrolsüz gücü
sembolize etmektedir. Mor, kraliyet faaliyetlerini, kilise törenlerini, görkemli yaşam tarzını
temsil ettiği için soyluluğu simgeleyen bir renktir. Antik Yunan ve Roma kültüründe mor asil
sınıfı belirleyen ve giyimde yalnızca aristokratlar tarafından kullanılabilen bir renk olmuştur.

• PEMBE

• Saflık ve şehvet, çocukluk ve erişkin yaş arasındaki orta yolu temsil etmektedir. Kırmızı ile
beyazın birleşiminden oluşmuştur. Kırmızıdan ete ait bir renk olduğundan şehvetlilik,
mutluluk, kadınsılık sembolizmini almıştır. Beyazda ise, hassasiyet, saf aşk, sadakat,
yumuşaklık, gençlik göndermelerini almaktadır. Bu sebeple pembe geçmişten beri kızların
rengi olarak nitelendirilmiştir. Sıklıkla leylak rengi ile birleştirilen pembe yaygın olarak
eşcinsellere atfedilen bir renktir.

Ders Notu Kaynakça

Seyide Parsa ve Alev Fatoş Parsa, Göstergebilim Çözümlemeleri, İzmir, Ege Üniversitesi İletişim
Fakültesi Yayınları, No:27, 2014.
Dr. Zuhal Batlaş ve Dr. Acar Batlaş, Bedenin Dili, 1995, İstanbul

Ahmet Şerif İzgören, Dikkat Vücudunuz Konuşuyor, Ankara, Elma Yayınevi, 66. Basım, 2013.

Sözsüz İletişim,Yrd. Doç. Dr. Müjde Ker-Dincer

Larousse Semboller Sözlüğü, İstanbul, Bilge Kültür Sanat, 2014.

Zeynep VARLI GÜRER, “Cumhuriyet Türkiye’sinde Siyasal İktidarların Benimsedikleri Giyim Tarzları İle
İdeolojileri Arasındaki İlişkisellik ve Siyasal İçerikli Giyim Kodları Arayışı” Yayınlanmamış Doktora Tezi,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Ana Bilim Dalı, İstanbul, 2012.

You might also like