Professional Documents
Culture Documents
YAYINLARI
ATATÜRK DEVRİ
FİKİR HAYATİ
I
Hazırlayanlar
MEHMET K A P L A N — İ N C İ ENGİNÜN
ZEYNEP K E R M A N — N E C A T BİRİNCİ
ABDULLAH UÇMAN
İ Ç İ N D E K İ L E R
ÖNSÖZ V I I - XXXIV
L MİLLİ DEVLETİN DAYANDIĞI TEMEL KAVRAM-
LAR
GAZI BAŞKUMANDANIMIZIN HUZURUNDA 1
1924 TEŞK1LAT-I ESASİYE K A N U N U „' 15
T E K A M Ü L MEPKÜRE Sl/Ziya Gökalp 31
ISTİD A/Ziya Gökalp 34
İ K İ N C İ ISTIDA/Ziya Gökalp 36
İNKILAP/Hüseyin Cahit [Yalçın] 39
BUGÜNÜN ÎNKILABI/Suphi Nuri [İleri] 43
M İ L L Î T A A Z Z U V D A AHENK/Suphi Nuri [ileri] 47
M İ L L E T İ N TECDIDt/Celâl Nuri [İleri] 52
H A L K FIRKASI/Suphi Nuri [ileri] 58
Y E N İ L İ Ğ E DOGRU/Celâl Nuri [ileri] 64
MÜNCILIKTEN SONRA BÂNILÎK/Ahmet Emiıı
[Yalman] 63
MECLİS AÇîLIRKEN/Ağaoğlu Ahmet 73
GİDİLECEK YOL/Ağaoğlu Ahmet 77
G A R P VE ŞARK/Ağaoğlu Ahmet 83
BÜYÜK ADAM/Raif Necdet [Kestelli] 88
CUMHURİYET KANUN-I ESASISI/Mahmut Esat
[Bozkurt] 92
M İ L L İ ŞUUR/Ağaoglu Ahmet 9?
MİLLİYET MEFKÛRESt NEDİR?/Mustafa Şekip
[Tunç] 102
Onay : 22/5/1981 gün ve 831.0 - 917
BÜYÜK İNKILAP/Mehmet Emin [Erişirgil] 109
Birinci baskı, Aralık 1981
CUMHURİYET KANUNLARİ/Necmettin Sadık [Sa-
Baskı sayısı : 10,000
dak] 112
Başbakanlık Basımevi — A N K A R A
MİLLİYET VE INSANIYET/Halil Nimetullah [Öz-
M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K C E R E Y A N I N I N ESASLARI/Ağaoğlu
türk] 236
Ahmet 115
Daha önce de belirttiğimiz gibi, biz, bu kitaba umumiyetle İmparatorluktan kalan ve savaşlarla tahrip edilmiş bulunan
gazete ve dergilerde çıkan yazıları aldık. Geniş okuyucu kitlesine sosyal bünye, sağlam ve insicamlı bir yapıya, sahip değildir. Suphi
hitap eden bu yazılardan, devrin ruhu, kanunların kuru maddele- Nuri «Millî Taazzuvda Ahenk» (1922) başlıklı yazısında, şu soruyu
sorar :
rinden veya ilmî makalelerde ileri sürülen mücerret fikirlerden da-
ha canlı gözükür. Bununla beraber, konferanslara, ilmî mâhiyette- «Acalba bugün Türk içtimaî, iktisadî ve siyasî ailesinde her
ki yazılara da yer verilmiştir. türlü ihtisas erbâbı aynı kuvvette midir? Yani acaba Türk mima-
Çeşitli yazarlara ve yıllara alt olan bu makalelerde, tek bir rîsi, Türk ticareti, Türk mahkemesi, Türk mektebi, âlemin hay-
ran olduğu Türk ordusu kadar mükemmel midir?» Gaye, her İh-
şahsın kafasından ve kaleminden çıkan eserlerdeki insicamın bu-
tisas şubesinin «dünyanın en iyi ordusu olan Türk ordusu seviye-
lunmaması tabiîdir. Onları özetlemek güç olduğu gibi, böyle bir
sine çıkarılmasıdır».
teşebbüs, yazarlarının heyecanlarını kattıkları üslûplarını da zede-
ler. Seçilen metinler umumî olarak : Necmeddin Sadık [Sadak] 1925 de yazdığı «Cumhuriyet Ka-
a) Millî devletin dayandığı temel kavramlar nunları» adlı yazıda, «inkılâp, tam mânâsıyla ruhî bir inkılâptır,
b) Millî iktisat ancak bu ruhî inkılâbın neticeleri hariçte gözle görünmelidir. Mil-
letlerin hayatında yegâne İnkişaf ve tekemmül âmili olan içtimaî
c) Millî kültür ile ilgili yazılar vicdan, yalnız ruh halinde, manevî ve mübhem bir mevcut şeklinde
olmak üzere üç kısma ayrılmıştır. kalmaz, hariçte müessese şeklinde tezahür eder. Bu müesseseler
Birinci kısma giren yazılarda umumiyetle Atatürk'ün şah- örf, anane, âdet gibi gayr-i vâzıh ve gayr-i sâbit, yahut kanun, ni-
siyeti, yeni Türk devletine verilecek şekil ve inkılâplar üzerinde zam gibi mütebellir ve sâbit birtakım şekiller arzeder» diyerek,
durulmuştur. Bu devir yazarlarının hemen hepsi, inkılâpçı bir ru- «yeni Türkiye'yi vücuda getiren» yeni ruh ve yeni zihniyetin «mü-
ha sahiptirler. Yeni Türk Devleti'nin mazi ile alâkası olmadığım esseselerde tezahür» etmesi gerektiğine işaret eder.
ve olmaması gerektiğini ileri sürerler. Onları bu düşünceye götü-
Halil Nimetullah öztürk «Türk İnkılâbının Şümulü» (1927)
ren başlıca sebep, Osmanlı Devleti devrine ait bütün fikir ve mü-
adlı yazısında, «Türk inkılâbının mazlum şark»ı uyandıracağım
esseselerin saltanat ve hilâfet müessesesine ve o devrin şartlarına
ifade eder. Aynı konuya Mehmet Emin Erişirgll de (1927) «İnkı-
bağlı olduğu inancıdır. Saltanat ve hilâfet kaldırıldığına ve şart-
lâbımızı Tanıttırmak Hususunda Vazifelerimiz» adlı yazısında te-
lar değiştiğine göre, eskiye ait her şey değiştirilmeli, cumhuriyet
mas eder ve inkılâbı yabancıların gördükleri fakat anlayamadık-
rejimine ve günün şartlarına uydurulmalıdır.
larından şikâyet ettiklerinden bahisle inkılâbın, «âmil ve sebepleri»
Celâl Nuri tleri 1922 yılında yazdığı «Milletin Tecdidi» baş- nin tahlil edilerek bir ideoloji şekline sokulmasını teklif eder.
lıklı makalesinde şöyle der :
İnkılâp kürsüsünün kuruluğu dolayısıyla vermiş olduğu Milliyetçilik bu devrin anafikirlerinin en önemlisidir. Cumhu-
konferansında (1934) ismet inönü, Osmanlı nizamı ile Türk riyetten önce millî edebiyat akımı ile başlayan ve gelişen bu fikir,
nizamı arasındaki farkları belirttikten sonra Yeni Türkiye Cumhu- Cumhuriyet devrinde de devam eder. Milliyetçilik millî devlet ku-
riyetinin dayandığı ana prensipler üzerinde durur. Burada dikka- rulduktan sonra sağlam bir temele oturur ve gelişme imkânını bu-
ti çeken nokta Türkiye Cumhuriyeti'nin kendi millî varlığını koru- lur. Atatürk'ün kurduğu cumhuriyet, Türk milliyetine hakiki şah-
mayı başlıca gaye edinirken, başka milletlerin haklarına saygılı ve siyetini kazandırır. Bu devirde her şey milliyetçilikten ilham alır.
insanlığa hizmet etme gayeleri üzerinde de durulmuş olmasıdır. Ağaoğlu Ahmet 1925'de verdiği bir konferansta bu vakıayı 'şöyle
Türk inkılâbının peşin nazariyelerden değil, ihtiyaçlardan doğduğu- belirtiyor : «Lisan, din, edebiyat, hukuk, iktisadiyât, maarif, hükü-
nun belirtilmesi de önemlidir, inönü bu fikri şöyle ifade eder : met, devlet, hep millîleşmektedir, hep Türk şuur-ı millîsinden mül-
hem olmaktadır».
«Birtakım nazarî prensipleri ilk anda birden ifade, ilân eden
Ağaoğlu, milliyetçiliğin yaratıcı bir faaliyet olduğunu ileri
ve onları tatbike çalışan usul yerine, bizde millî ülküyü ve büyük
sürer : «O, toplayıcı, o imarcıdır, hedefi millet ve vatanın heyet-i
ana hatları gözde tutan ve tatbikatta her lüzum karşısında, müte-
umumîsi olduğundan yerlilik, yahut sınıf endişeleri ona bigânedir.
akiben, fakat durmadan tedbirini bulan usul câri olmuştur. Türk Onun aşk ve muhabbeti vatanın bütün kısımlarını, milletin bütün
inkılâbı usulünün bu mânâsının amelî ve daha muvaffakiyetli oldu- evladım şâmildir. Onun için ne aristokrat, ne burjuva, ne ame-
ğu sâbittir». le ve ne de köylü vardır. Onun nazarında bir tek varlık mevcuttur :
Bu devir aydınlarının üzerinde durdukları önemli kavramlar- Vatan evladı! O, bütün vatanın ve bütün milletin bilâ-istisna ve
dan biri de lâikliktir. Lâiklik ile çağdaşlık ve milliyetçilik arasın- bilâ - nihaye inkişafım, teâlisini, saadet ve refahmı arzu eder».
da münasebet vardır, inkılâp «lâik devlet»i zarurî kılmıştır. Meh-
(«-Tarihî devirler arasında milliyet»: 1926)
met Emin Erişilgil «Büyük inkılâp» (1925) adlı makalesinde
Mehmet izzet «Türk'ün Rolü» (1927) adlı makalesinde bu-
şöyle diyor : «Devlet asrımızda bir dünya müessesesidir, onu uh-
revî gayelere hâdim kılmak ancak asrî mahiyetinden çıkarmakla gün için de değer taşıyan fikirler ileri sürer. Tarihi boyunca fü-
kabil olabilir. Dünyevî mâhiyetini kaybetmiş bir devletin zamanı- tuhat yapan Türkün bugünkü rolü «şark milletleri üzerinde fikrî
mızda yaşayabilmesi yalnız müşkil değil, imkânsızdır. Onun için hâkimiyettir.»
devletin bekasım muhafaza için kendisini uhrevî vazâifte göster- Fuad Köprülü de milliyetçiliğin gayesini şöyle özetler : «Mil-
mek isteyen fikir ve zümrelerin tahakkümünden kurtarmaya ça- letimizi Avrupa'nın en mesut ve müreffeh ve en mütemeddin mem-
lışması zarurî idi». Bu, dinin ruhuna da uygundur, inkılâbımız, leketleriyle aynı seviyeye çıkarmadan evvel gayemize vardığımızı
devletin hürriyetini temin ettiği kadar, dini de asıl mecrasına ve istirahata hak kazandığımızı iddia edemeyiz».
sevk suretiyle ona hürriyetini kazandırmıştır.
Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat adlı önemli bir eser yaz-
Çağdaşlık ve lâiklik prensipleri Osmanlı Devleti'nin hayatı- mış olan (1925) Mehmet Izzet'in bu kitabı hakkında Mustafa Şe-
na şekil veren şeriata dayalı kanunlar ile eski maarif sisteminin kip Tunç'un bir tenkit ve tanıtma yazısını almak suretiyle iki
değiştirilmesini icap ettirmiştir. Atatürk devrinin en önemli inkı- şahsın görüşlerini bir arada vermiş olduk. Mehmet izzet «milliyeti
lâpları hukuk ile maarif sahasında olur. Hukuk çok ayrıntılı ve bir vâkıa olmaktan ziyade bir mefkure, bir irade, şuurlu bir iman
mücerret bir konu olduğu için sadece anaflkirleri ortaya koyan gibi» kabul etmektedir. «Yalnız bu ideal ilmî ve felsefî bir terbiye-
birkaç yazının antolojiye alınmasıyla yetinilmiştlr. nin mahsulü olmal'dır. Yoksa coşkun hamivet veya politika taassu-
bu gibi kör hayaletler milliyet aşkını temsil edemezler».
Bu devir yazarları, milliyetçiliğe yeni yorum ve tarifler ge-
tirirler. Ziya Gökalp'in milliyetçilik görüşüne de cephe alan ya- M. Nermi «devlet müesseselerinde İfadelenen milliyetçilik»
zarlar, milliyetçiliği daha ziyade Türkiye sınırları içinde çağdaş telâkkisinin geniş ölçüde incelenmesi ihtiyacını «Milliyetçilik ve
bir devlet yaratma şeklinde yorumlarlar. Devlet» (1926) adlı yazısında belirtir.
medeniyetin esası olan ilmin ve tekniğin Avrupa'da en 1leri ıje-
Mahmut Esat Bozkurt ise Türk milliyetçiliğini «bir fikir ce- kilde tecelli etmesi ve durmadan kendi kendisini yenilemesidir.
reyanı» değil, «bir hars vahdeti» olarak değerlendirir (Türk Milli- Türk aydınları, Tanzimat'ın başından beri, muasırlaşmak ile Av-
yetçiliği, 1928). rupa medeniyeti ve Avrupa medeniyetinin esası olan ilim ve tek-
nik arasında münasebet kurmuşlardır. Bu bakımdan yeni Türki-
Halil Nimetullah [öztürk] «Milliyet ve İnsaniyet» adlı yazı-
ye Devleti'nin temel prensiplerinden olan çağdaşlaşma veya mua-
sında (1928) ferdin, «kendinden sâdır olacak her nevi fiillerin,
sırlaşma onların temayüllerine tamamiyie uygun düşmüştür. Ay-
amellerin cemiyet hayatına, millî harsına uygun bir surette sudû-
dın zümrenin, bilhassa üniversite hocalarının, Atatürk'ün inkılâp-
runu temin etmek için, vicdanının gösterdiği yoldan gitmek sure-
larını büyük bir heyecanla desteklemelerinin sebebi, batı mede-
tiyle millî hayatı yaşadığını ve böylece asıl insanlığını idrak» edece-
niyetine, ilim ve tekniğe büyük değer vermesidir.
ceğini, «ruhunda milliyet duygusunu duymamış olan bir mevcudun
insaniyet ile bir alâkası» olamayacağını ifade ederek milliyetçilik M. Nermi «Milliyetçilik ve İlimler» (1926) adlı yazısında
ile beşeriyetin münasebeti üzerinde durur. milliyetçiliğin modern cemiyetin «faal vâkıalarından biri olduğu-
Bu devir aydınlarının sürekli olarak işledikleri önemli ko- nu» ileri sürerek milliyetçilikle modern ilimler arasında münase-
nulardan biride köy ve köycülüktür. Türk Ocakları Cumhuriyet bet kurar. Modern bir cemiyet yani bir millet yaratabilmek
devrinde köycülüğü başlıca gaye haline getirir, ikdam gazetesi için çağdaş ilim ve teknikten istifade etmek lâzımdır. Ortaçağ ce-
başyazarı Ahmet Cevdet başmakalelerinde sık sık köy meseleleri miyetine mabet hâkimdir. Bu devirde millet yoktur, ümmet var-
üzerinde durur. Bazı pratik teklifler yanında, Cumhuriyet genci dır. Millet vâkıası ortaya çıkınca içtimaî hayata din değil, ilim
için en büyük hedef olarak şunu gösterir : «Türkiye'de kurtarılma- yol gösterir.
mış, medeniyetin nuru ile tenvir edilmemiş, insanlık hayatından
Zeki Mesut, «Avrupalılaşmak, Asrileşmek» (1926) başlıklı
nasibini almamış bir tek köy kalmayıncaya kadar halk için çalış-
yazısında çok kullanılmaktan bu iki kelimenin «âdeta yıpranmış»,
mak... Türk gençleri için asıl vatan Türk köyleridir».
«hakiki mânâlarını kaybetmiş» olmalarına dikkati çekerek, bunu
Halkçılık fertleri cemiyetle birleştirir. «Fert cemiyetin müş- «tekâmül-i millîmiz» bakımından zararlı bulur. «Asrîleşmenin ha-
terek emellerini ne kadar çok hisseder ise hayata o kadar merbut kiki mânâsı, Avrupalı zihniyeti, Avrupalı metodu ile çalışmak ve
ve yaşamaya o mertebe kabiliyetli bir insan olur» diyen Avni Baş- maddî ve manevî millî kıymetleri arttırmaktır».
man gençlere Türk köylerini «asıl vatan» olarak gösterir, ve on-
ları çalışmaya davet eder (Halka Doğru, 1927). Sadrl Ethem (Ertem), asrîlik ile istihsal tarzı ve hukuk sis-
temi arasında münasebet bulur. Cumhuriyet öncesi Türkiye'sine
Atatürk devrinde köy ve köylü konusunda pek çok yazı ya- «feodal hukuk» ve «feodal arazi sistemi» hâkimdir. «Her muasır
zılmış, edebî eserlerde de köye ve köylüye büyük önem verilmiş hükümetin teşekkülü» feodal hukukun inhilâli ile başlar». Sadri Et-
ve köy kalkınması devletin başlıca gayelerinden biri olmuştur. Baş- hem, «hiçbir ihtilâl, hiçbir inkılâp örneğini maziden almaz» der
langıçta idealist bir gaye olarak alınan köycülük daha sonra ilmi (1927).'
bir konu haline girmiştir. Köycülüğün bu safhasına ait yazılar ik-
tisat ve maarif bölümüne alınmıştır. Birinci kısma giren makalelerde, Türkiye Cumhuriyeti'ne şe-
O devir yazarlarının kullandıkları en önemli kelimelerden kil veren daha birçok fikir vardır. Her yazar, bunları kendisine
biri, daha önce Ziya Gökalp'in de ideolojisinde önemli bir pren- göre serbest bir şekilde ortaya koymuştur. Bunlar, zamanla birle-
sip olarak kabul ettiği «asrîleşmek» kavramıdır. Asrî, muasır ve şerek sistemli, hattâ birer cümle veya kelime ile özetlenen ilkeler
modern kelimelerini o devir yazarları sık sık kullanırlar. Osman-
haline getirilmiştir. Buraya alınan makaleler kronolojik olarak
lı Devleti'nin üzerine dayandığı esaslar eskimiş ve o bu yüzden
çökmüştür. Buna göre yeni Türk Devleti her sahada modern fi- okunduğu takdirde, onların zamanla nasıl meydana geldikleri ve
kirleri esas almalıdır. Asrîlik ile Avrupalılık veya Avrupalılaş- şekil aldıkları daha iyi görülür.
ma hemen hemen aynı mânâda kullanılır. Bunun sebebi çağdaş
Millî İktisat, ticaret ve sanayi : sanatkâra, sanatkârın çiftçiye ve çiftçinin tüccara ve bunların hep-
Atatürk, büyük bir kumandan olmasına rağmen, milletlerin sine, yekdiğerine ve ameleye muhtaç olduğunu kim inkâr edebi-
hayatında kılıçtan ziyade sabanın daha önemli rol oynadığına ka- lir».
nidir : «Kılıç ile fütuhat yapanlar sabanla fütuhat yapanlara mağ- Atatürk, iktisadî meselelere karşı alâkasını ömrü boyunca
lup olmağa ve binnetice terk-1 mevki etmeğe mecburdurlar». Ata- muhafaza etmiş ve Türkiye'nin barış içinde, ileri, müreffeh bir ül-
türk'ün 1923 yılında İzmir'de yapılan İktisat Kongresi'ni açış nutku- ke haline gelmesini en büyük gaye edinmiştir.
na bu düşünce hâkimdir. Ona göre Osmanlı Devleti'nin yıkılmasının
Atatürk sosyal zümre ve tabakalar arasında bir ayırım yap-
başlıca sebebi, iktisadiyâta değil, fütuhata önem vermesidir. Hal-
mamakla beraber, köylüye büyük ehemmiyet verir. 1922 yılında
buki milletlerin «İtilâ ve inhitat sebebi bir iktisat meselesinden
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşmasında «Türkiye'nin
başka bir şey değildir». Osmanlı hükümdarları Türk halkını sa-
sahibi ve efendisi kimdir?» diye sorar ve bu soruyu şöyle cevap-
vaştan savaşa koştururken, onun iktisadî hayatla meşgul olmasına
landırır : «Türkiye'nin sahib-i hakikisi ve efendisi, hakiki müstah-
engel olmuşlardır. İstiklâl Savaşı'nı kazanan Türk milleti bundan
böyle enerjisini barış içerisinde, kendi refah ve saadeti için harca- sil olan köylüdür. O halde herkesten daha çok refah, saadet ve
yacaktır. «Siyasî, askerî muzafferiyetler ne kadar büyük olursa servete müstahak ve elyak olan köylüdür». 1 Kasım 1937 tarihin-
olsunlar, iktisadî muzafferiyetlerle tetvic edilmezlerse, husule ge- de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 5. dönem 3. toplanma yılı açış
len zaferler pâydâr olmaz, az zamanda söner. Bu itibarla, en kuv- konuşmasında da şöyle der :
vetli ve parlak zaferimizin dahi temin edebildiği ve daha edebile- «Millî ekonominin temeli ziraattir. Bunun içindir ki, ziraatte
ceği semerât-ı nâfiayı tesbit için, iktisadiyâtımızın, hâkimiyet-i ik- kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yapılacak
tisadiyemizin temin ve tarsin ve tevsii lâzımdır». programlı ve pratik çalışmalar, bu maksada erişmeyi kolaylaştıra-
caktır.
Atatürk, diğer meseleler gibi, iktisadî meselelerin de demok-
ratik usullerle halledilebileceğine inandığı için, bu İktisat Kongre- Fakat, bu hayatî işi, isabetle amacına ulaştırabilmek için,
si'ni toplamıştır. Ve o, bu kongreye Erzurum ve Sivas kongreleri ilk önce, ciddi etüdlere dayalı bir ziraat siyaseti tesbit etmek ve
kadar ehemmiyet verir. Kongreye katılan delegeler, çeşitli sosyal onun için de, her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavra-
tabakalara mensupturlar. Onlar «doğrudan doğruya halkın içinden yabileceği ve severek tatbik edebileceği bir ziraat rejimi kurmak
geldiklerinden memleketimizin halini, ihtiyacını ve milletimizin lâzımdır. Bu siyaset ve rejimde, önemli yer alabilecek noktalar
emellerini ve elemlerini yakından bilirler. Onların söyleyecekleri başlıca şunlar olabilir :
sözler, alınması lüzumunu beyan edecekleri tedbirler, doğrudan
Bir defa memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bun-
doğruya halkın lisamndan söylenmiş gibi telâkki olunur. Bu, en bü-
dan daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen topra-
yük isabetlere mâliktir. Zira halkın sesi, hakkın sesidir».
ğın, hiçbir sebep ve suretle, bölünemez mâhiyet alması. Büyük çift-
Atatürk iktisadiyâtı bir bütün telâkki eder : «İktisat demek, çi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliği, arazinin
her şey demektir. Yaşamak için, mesut olmak için, mevcudiyet-i bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus kesafetine ve toprak verim
insaniye için ne lâzımsa, onların kâffesi demektir. Ziraat demektir, derecesine göre sıralanmak lâzımdır.
ticaret demektir, sa'y demektir, her şey demektir».
Küçük, büyük bütün çiftçilerin iş vasıtalarını arttırmak, ye-
Bundan dolayı Atatürk, sosyal zümreler ve sınıflar arasın- nileştirmek ve korunmak tedbirleri, vakit geçirilmeden alınmalıdır.
da, bir ayırım gözetmez. «Bizim halkımızın menfaatleri yekdlğe- Herhalde, en küçük bir çiftçi ailesi, bir çift hayvan sahibi
rinden ayrılır sunûf halinde değil, bilâkis mevcudiyetleri ve mu- kılınmalıdır; bunda, ideal olan öküz değil, beygir olmalıdır, öküz,
hassala-I mesaîsi yekdiğerine lâzım olan sınıflardan ibarettir. Bu ancak bazı şartların henüz temini güç bölgelerde hoş görülebilir.
dakikada sâmilerim çiftçilerdir, sanatkârlardır, tüccarlardır ve Köylüler, için, umumiyetle pulluğu pratik ve faydalı bulurum,
ameledir. Bunların hangisi yekdiğerinin muarızı olabilir? Çiftçinin Traktörler, büyük çiftçiye tavsiye olunabilir. Köyde ve yakın köy-
lerde, müşterek harman maklnalan kullandırmak, köylülerin ay-
rılamayacağı bir âdet haline getirilmelidir» (Atatürk'ün Söylev ve bir Türkiye yaratma ideali, Yeni Türk Devleti'nin hayat felsefesinin
Demeçleri, I, s. 394 -395). temeli haline gelir. Türkçülüğün Esasları adlı kitabındaki «iktisa-
dî Türkçülük» bahsinde Ziya Gökalp da Atatürk'ün görüşlerine
Parti kongrelerinde, delegelerin memleketin iktisadî duru-
yakın fikirler ileri sürer. Ona göre, «Türklerin içtimaî mefkûresl
muyla ilgili sözlerini dikkatle dinleyen Atatürk, gerçekçiliği hiç bir
zaman elden bırakmaz. Türkiye'nin bütün iktisadî meselelerini bir ferdî mülkiyeti kaldırmaksızm, içtimaî servetleri fertlere gasbet-
anda halletmesi imkânsızdır. «Zaman mefhumunu idrak etmek lâ- tirmemek, umumun menfaatine sarfetmek üzere muhafaza ve ten-
zımdır. Dünyayı dümdüz zannettikleri zaman dünyayı dümdüz te- miyesine çalışmaktır». Gökalp ziraatçilik kadar sanayie de pnem
lâkki edenler onun beş altı bin senede vücuda geldiğini zannetmiş- verilmesini ister. «Çiftçiliği hiçbir zaman elden bırakacak değiliz,
lerdir. Halbuki dünyanın mâhiyeti meydana çıktıktan sonra anla- fakat asrî bir millet olmak istiyorsak, mutlaka büyük sanayie mâ-
şıldı ki, dünya beş altı bin değil ancak milyonlarca seneler zarfın- lik olmamız lâzımdır. Avrupa inkılâplarının en ehemmiyetlisi, ik-
da meydana gelebilmiştir» (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II, An- tisadî inkılâptır. İktisadî inkılâp ise, nahiye iktisadı yerine, millet
kara 1959, s. 261). iktisadının ve küçük hırfetler yerine büyük sanayiin ikame edil-
mesinden ibarettir». Gökalp iktisadî sahada liberalizmin aleyhin-
Atatürk'ü devletçiliğe mecbur eden halkın büyük zaruretler dedir. Ona göre, «millet iktisadı ve büyük sanayi ancak himaye
içinde bulunması ve her şeyi devletten istemesidir : usulünün tatbikiyle husule gelebilir». Gökalp'ın arzu ettiği şeyler-
«Vatandaşların şunu isterim, bunu isterim demesi, şunu bu- den biri de memleket iktisadiyâtının ilmî ve objektif olarak ele
nu yapmağa mecburum demektir... Halkımız tab'an devletçidir ki, alınmasıdır.
her türlü ihtiyacı devletten talep etmek için kendisinde bir hak gö-
rüyor» (aynı eser, s. 261-262). O devir aydınları, yabancı sermaye üzerinde de dururlar. Ah-
met Emin Yalman yabancı sermayenin faydalı ve tehlikeli tarafları
Bununla beraber, Atatürk'ün anladığı devletçilik, sosyalizm-
üzerinde durur : «Ecnebi sermayenin memleketimiz hakkında mu-
den farklıdır. 1935 yılında 5. İzmir Enternasyonal Fuarı'nın açılı-
ayyen telâkkileri vardır, öteye beriye biraz bahşiş dağıtmak su-
şında, başbakana vermiş olduğu direktifte şöyle der :
retiyle her emellerine muvaffak olacaklarını zannederler. Bu telâk-
«Türkiye'nin tatbik ettiği devletçilik sistemi 19'uncu asır- ki eski imparatorluğun istibdat devrinden kalma bir mirasıdır».
dan beri sosyalizm nazariyatçılarınm ileri sürdüğü fikirlerden alı- Ziya Gökalp ise «Ecnebi Sermaye» başlıklı yazısında (1924) mem-
narak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye'nin ihtiyaç- leketimize yabancı sermaye girmesini, «kan nakli» ameliyesine
larından doğmuş, Türkiye'ye has bir sistemdir. Devletçiliğin biz- benzeterek, «benim itikadımca, cihan harbinden beri iktisadî za*
de mânâsı şudur : Fertlerin hususî teşebbüslerini ve şahsî faaliyet- fü'd-deme uğrayan vatanımızın kansız kalan damarlarına ecnebi
lerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleke- sermayesi aşılanmasıyla bu sevgili vatan yeni bir hayata nâil ola-
tin bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeylerin yapılamadığını gözönünde caktır» der. Yalnız dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, bu
tutarak memleket iktisadiyatını devletin eline alması.... sermaye ile kurulan şirketlerin Türk müesseseleri olmasıdır. Bu
yabancı sermayeler, memleketimizin gelişmesine hizmet ettikleri
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türkiye vatanında asırlardan
gibi, kendi menfaatlerini de gözeteceklerdir. Bundan çekinmek doğ-
beri kendi teşebbüsleriyle yapılmamış olan şeyleri bir an evvel yap-
mak istedi. Ve görüldüğü gibi kısa bir zamanda yapmaya muvaf- ru değildir. Gökalp Durkheim'a dayanarak buna «mütekabil tufey-
fak oldu. Bizim takip ettiğimiz bu yol liberalizmden başka bir sis- lîlik» adını verir. Yunus Nadi ve Necmeddin Sadık da Gökalp gibi,
temdir» (Kemal Arıburnu, Atatürk'ün Millî Ekon-omi üzerindeki ecnebi sermayenin memlekete temin edeceği faydalar üzerinde du-
Düşünceleri, Ankara 1973, s. 55). rurlar.
Atatürk'ün 1923'te İzmir İktisat Kongresi'ni açış nutkunda iktisat, ticaret ve sanayi, hayata bakış tarzı, eğitim, öğre-
ileri sürmüş olduğu fikirler matbuatta derin akisler uyandırır. Onu tim ve organizasyon ile de yakından ilgilidir. Bazı yazarlar, mese-
yorumlayan çeşitli yazılar yazılır. Fütuhat değil, ileri, müreffeh lenin bu yönüne de ehemmiyet verirler. Dikkate şayan olan nokta,
o devirde, herkesin iktisattan bahsetmesine rağmen, Türkiye'de he-
nüz iktisadın bir ilim konusu haline gelmemiş olmasıdır. 1927 yı- ku, millî maarif hakkında taşıdığı fikirleri ortaya koyması bakı-
lında Hayat mecmuasında çıkan «Memleketimizde iktisat İlmi» mından önemlidir. Atatürk'e göre terbiye, çağdaş ve millî olmalı-
başlıklı imzasız bir makalede şöyle deniliyor : dır : «Eski devrin hurâfâtmdan ve evsâf-ı fıtriyemizle hiç de mü-
nasebeti olmayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelebilen
«Evvela itiraf edelim ki, iktisat ilmi için Türkiye'de hemen
bil-cümle tesirlerden tamamıyla uzak, seci-i milliye ve tarihimizle
hemen hiçbir şey yapılmıyor... Şimdiye kadar gerek Türkiye ve
mütenasip bir kültüre dayanmalıdır... Kültür, haraset-i fikriye, ze-
cihan iktisadiyâtına, gerekse umumiyet üzere iktisat âlemine dair
minle mütenasiptir. O zemin milletin seciyesidir». Çocuklarımfe ve
Türkçe ilmî bir tek eser bile intişar etmemiştir. Ciddi bir iktisat
gençlerimiz yetiştirilirken, onlara, millî bir ruh aşılanmalı, «bil-
mecmuamız yok».
umum yabancı anâsırla mücadele lüzumu ve efkâr-ı milliyeyi ke-
Türkiye'nin iktisadî şartlarını objektif olarak inceleyen ilmî mal-i istiğrak ile mukabil fikre karşı şiddetle ve fedakârâne müda-
araştırmaların henüz gelişmemiş olması bu konuda birbirine zıt gö- faa zarureti telkin edilmelidir». Atatürk'e göre genç nesiller hiçbir
rüşlerin ileri sürülmesine ve atılan adımların değişik şekillerde yo- müşkil karşısında boyun eğmeyen, sabır ve sebatla çalışan öğret-
rumlanmasına sebep olur. Ziraat Mekteb-i âlisi müdürlerinden Ce- menler olmalıdırlar, öğretmenlere bu bakımdan büyük vazifeler
vat Rüştü «Ziraî Nüfus ve Makina» (1927) başlıklı makalesinde, düşmektedir.
sanayiin plansız olarak gelişmesinin sosyal bünyeyi sarsacak anor-
25 Ağustos 1924 günü Ankara'da ilk defa toplanan Muallim-
mal sonuçlar doğuracağım işaret ederken, ismail Husrev (Tökin),
ler Birliği Kongresi'nde de Atatürk çağdaşlık ve millîlik esaslarına
aynı yıl, aynı dergide çıkan «Sanayi Siyasetimiz» adlı yazısında,
verdiği ehemmiyeti tekrarladıktan sonra, sözü çağdaş medeniyete
Türkiye'de sanayiin ön plana alınmasını müdafaa ederek, «sanayi-
getirerek, çağdaş medeniyetin ilme dayandığını belirtir ve şöyle
leşme siyasetimize karşı menfî fikirler besleyen unsurlar, inkılâp-
der :
ların dost gözüken düşmanlarıdır» ithamında bulunur.
«Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, ha-
Türkiye'de sanayi ilerledikçe, devletçiliğe verilen önem de yat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşid ilimdir, fendir. İlim
artar. Gençlik yıllarını Sovyet Rusya'da geçirmiş ve orada eğitim ve fennin haricinde mürşid aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir».
görmüş bir yazarlar kadrosu, Atatürk inkılâplarını Marksist görü-
şe yakın, devletçiliğe ağırlık veren bir açıdan yorumlamaya ça- Aynı konuşmasında Atatürk, daha sonra üzerinde geniş ola-
lışırlar. Şevket Süreyya Aydemir «Yeni Devletin iktisadî Fonksi- rak duracağı millî tarihe de temas eder : «Bizim milletimiz derin,
yonları» (1934) başlıklı konferansında, «millî kurtuluş devletinin amîk bir maziye mâliktir.... Bu düşünce bizi altı asırlık Osmanlı
iktisaden plancı ve müdahaleci bir devlet olması» gerektiği tezini Türklüğünden çok asırlık Selçuklu Türklerine ve ondan evvel bu
müdafaa eder. devirlerin her birine muadil olan büyük Türk devrine kavuşturur».
Türk milletinin millî şuura sahip olması için, tarihini bilmesi lâ-
Atatürk devri aydınları, Atatürk gibi iktisat, ticaret ve sa- zımdır : «Türk kendi ruhunu, benliğini, hayatını unutmuş, nereden
nayiin memleketin mukadderatıyle ilgili olduğuna inandıkları geldiği belirsiz birtakım rüesânın şuursuz vasıtası olmak mevkiine
için, makalelerinde bu konuları ele alırlarken, ilmî düşüncelerle is- düşmüştür. Atatürk'ün «hanedan tarihi» yerine «millet tarihi»ni
tatistiklerin yanısıra, ideolojik mâhiyette heyecanlı sözlere de yer koyması bu inanca dayanır. Ona göre tarihi yaratan millettir. Ata-
verirler. Bu görüşler «Atatürk Devri Türk Edebiyatı»na ayrılan 3. türk bu münasebetle millet yerine kendi şahsını yüceltenleri de
cilde alman metinlerde de görüleceği üzere, edebiyata, şiir, hikâye "büyük bir tevazu ve nezaketle hakikati görmeğe çağırarak, kendi-
ve romana da tesir eder. sine ilham ve kuvveti nereden aldığını soran bir dinleyiciye şöyle
cevap verir : «Bu fikir ve duyguların menbaı, bizzat memleket ve
Millî kültür : millettir. Milletin büyük arzu ve temayülüne temas etmek, onun
Atatürk, millî devlet ve millî iktisat gibi, millî kültür me- icabâtına hasr-ı mevcudiyeti hareket düsturu bilmek hakiki yolda
selelerinin de demokratik usullerle halledilmesine inandığı için, yürüyebilmek için esastır. Bir milletin efradına hâkim olmak, lâ-
1921 yılında bir Maarif Kongresi toplar. Onun bu kongreyi açış nut- zimü'r-riaye bulunmak icap eden milletin müşterek arzusu, ma'-
lensin, ülkesinin yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti,
şerî fikridir. Bir insanın memleket ve milletine nâfi bir iş yapar- dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır».
ken, nazardan bir an uzak bulundurmamağa mecbur olduğu düs-
Atatürk'ün bu fikri de diğer fikirleri gibi devrin aydınları
tur milletin hakiki temayülüdür».
tarafından geniş olarak işlenmiş ve yorumlanmıştır. Atatürk dev-
O devir aydınlarının hemen hepsi Atatürk'ün konuşmaların- rinde dil ve harf inkılâbı konusunda yazılan yazılar büyük bir ye-
da sık sık üzerinde durduğu milliyetçilik ve çağdaşlık prensiplerine kûn tutar. Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, Cumhuriyet'in 50. yılı dola-
inanırlar. Atatürk'ü onlardan ayıran ve onları Atatürk'ün etrafın- yısıyle çıkardığı Cumhuriyet Döneminde Türk Dili (1973) adlî kita-
da birleşmeğe sevkeden taraf, onun bu fikirleri sadece söylemekle bında Atatürk ve Atatürk devri dil hareketlerini incelemiştir. Biz,
kalmaması, aksiyon haline getirmesi, gerçekleştirmesi, müessese- bu antolojiye o devir gazete ve dergilerinde çıkan dil ve harf in-
leştirmesidir. kılâbıyle ilgili yazılardan bir kısmını aldık. Bu makalelerde çeşitli
görüşler ortaya konulmuştur. Bunlar arasında Halil Nimetullah
Atatürk devri, denilebilir ki, Türk milliyetçiliğinin altın ça-
Öztürk'ün «ilim Lisanımızda Birlik» (1928) başlıklı makalesi bu-
ğıdır. O devirde Türk dili, Türk tarihi, Türk edebiyatı ve güzel sa-
gün için de üzerinde düşünülmesi gereken fikirleri ihtiva eder.
natları çağdaş ve millî bir düşünceyle ele alınır. Bazı yazarların bu
Hasan Cemil Çambel « ö z Dil» (1929) başlıklı makalesinde, «Bir
devri «millî bir rönesans» devri diye tavsif etmeleri yerinde bir gö-
milletin ruhunun bütün ulvi ve mukaddes ihtizazını millî olmayan
rüştür. Gerçekten de Türk milleti Atatürk devrinde geniş, yara-
bir lisanla ifade etmek mümkün olmadığını» ileri sürer.
tıcı bir milliyetçilik şuuruna kavuşur. Bu devirde açılan okullardan
çağdaş düşüncelere sahip yeni, milliyetçi bir nesil yetişir. Edebiyat:
Atatürk devri yazarları eserlerinde geniş okuyucu kitlesinin
Atatürk devrinde mlllt kültürle ilgili yazılar büyük bir ye-
rahatça anladığı, bizim için bugün «klasik» sayılabilecek bir dil
kûn tutar. Bu kitaba onlardan bir kısmı alınmış ve konularına kullanırlar. Denilebilir ki, Türkçede en güzel edebî eserler o devir-
göre, dil, edebiyat, tarih, felsefe, güzel sanatlar, yeni insan görüşü, de yazılır. Bu serinin üçüncü kitabım teşkil edecek olan Atatürk
yeni Türk kadını ve maarif gibi başlıklar altında toplanmıştır. Devri Türk Edebiyatı adlı ciltte seçilen metinlerle bu gerçeği orta-
ya koymağa çalışacağız.
Dil :
Bu devir edebiyatçılarını ilgilendiren artık dil meselesinden
Millî kültürün temeli olan dil konusu Türk aydınlarını Tan- çok muhteva ve şekil meseleleridir. Halide Edib Adıvar ve Yakup
zimat'ın başından beri meşgul etmiştir. Bunun başlıca sebebi, ay- Kadri Karaosmanoğlu hikâye ve romanlarında istiklâl Savaşını
dınların saraya karşı halka istinat etme ve gazeteler vasıtasıyle çok canlı bir şekilde tasvir ederler. Halide Edib'in Ateşten Gömlek
efkâr-ı umumiye yaratma ihtiyacını hissetmeleridir. Devlete vergi adlı romanım konu alan film, ülkede büyük ilgi uyandırır. Büyük ak-
veren ve askerlik yapan halkın politik ve sosyal konularda fikir- tör Ertuğrul Muhsin'in başrolü oynadığı bu filme, hükümetin mü-
lerini serbestçe ifade etme hakkı bulunduğunu ileri süren Şinasi'- saadesiyle bütün teçhizatıyla birlikte, topları ve uçaklarıyla bir
nln gazete dilini halkın anlayacağı bir şekle sokmak iste- fırka da katılmıştır.
mesinden bahsetmesi, bu bakımdan manâlıdır. Ziya Gökalp'm gün-
lük konuşma dili ve halk kültürünü, millî kültürün temeli ve kay- Ziya Gökalp «Roman» (1924) başlıklı makalesinde Türk ya-
nağı olarak ele alması da halkçılık akımıyle yakından alâkalıdır. zarlarını millî ve içtimaî romanlar yazmaya teşvik eder. Roman-
Atatürk 1930 yılında Sadri Maksudî'nin Türk dilini düzeltme ve ların ruhlar üzerinde büyük tesir icra ettiğine inanan Ziya Gökalp
geliştirme yollarını göstermek maksadıyle kaleme aldığı Türk Dili romancılara şöyle seslenir : « A h romancılar, ah romancılar! Bu-
İçin adlı kitabının başma konulan bir notta şu dikkate şayan cüm- gün siz elinizdeki kuvveti biraz bilseydiniz, az zamanda memleke-
leleri yazar : tin ahlâkını değiştirebilirdiniz». Ziya Gökalp roman nev'inin geliş-
mesi için batının terbiyevi bütün romanlarının güzel bir dille Türk-
«Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî çeye çevrilmesini tavsiye eder. Atatürk devrinde roman nev'i çok
vo zengin olması, millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. gelişmiş ve batıdan bir hayli roman Türkçeye çevrilmiştir.
Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla iş-
1923 -1938 yılları bir barış devri olduğu ve inkılâplar daha Dergiler :
ziyade politik bir mâhiyet taşıdığı için bazı yazarlar estetik me-
Türk Dil Kurumu ile Tarih Kurumu yayınladıkları dergilerde
selelerle meşgul olurlar ve eserlerinde şahsî duygularını ifade
daha ziyade ilmî mâhiyette makalelere yer verirler. Bunların dı-
ederler. Fuad Köprülü, 1926'da yazdığı «İnkılâp ve Edebiyat» baş-
şında çeşitli sosyal ve ekonomik görüşleri müdafaa eden Meslek v<ı
lıklı makalesinde bu tutumu şiddetle tenkit eder. Ona göre edebi-
Kadro gibi haftalık gazete ve dergiler de vardır. Uyanış adıyla çı-
yatta ferdî duyguları esas almak marazî bir davranış alâmetidir :
kan eski Servet-i fünun dergisi, Varlık, Kültür haftası, Yücel, Me-
şale, bunların dışında birçoğu daha ziyade edebî mahsullerle fikir
«Edebiyat tarihimizin bu dönüm noktasında, bütün sanat-
ve sanata dair makaleleri neşrederler. Başta ülkü olmak üzere he-
kârlarımıza, münekkitlerimize, edebiyat nnzariyecilerimize düşen
men her vilayette çıkan ve çeşitli adlar taşıyan Halkevi dergileri
vazife, o yıkılan temelsiz binanın yerine nasıl bir âbide kuracağımızı
bir yandan çıktıkları yörenin halk kültürü mahsullerini derlerken,
tayin etmektir. İçtimaî hayatın her sahasındaki derin inkılâplarla
bir yandan da devrin ideolojisini yaymaya çalışır, üniversitenin vo
hem - âhenk olarak, ortaya bugünkü hayatın istediği yeni «'bediî
meslek kuruluşlarının çıkardıkları dergiler de vardır.
kıymetler», sanata yeni cereyanlar vermeye mecburuz. Bu yeni
edebiyat, asıl ilhamlarını millî harsdan, halkın rufundan almak
için tamamiyle «asrî» ve «hayatî» bir mâhiyette olacak ve bu su- Tercüme faaliyeti :
retle Türk ruhunun «asliyet ve hususiyet»ini gösterebilecektir. Bi- Yeni Türk devleti batı medeniyetini örnek aldığı için bu de-
ze öyle bir edebiyat lâzımdır ki, ilahî nağmeleriyle en bedbin ve virde batı dillerinden yapılan tercümelere de büyük önem verilmiş-
hasta ruhlara ümit ve faaliyet versin; ferdiyetleri içtimaî mefkü- tir. Bu maksatla 1925 tarihinde Telif ve Tercüme encümeni kuru-
reler içinde eritsin; yaratacağı kahramanlarla Türk seciyesinin fa- lur. Bu encümen politik, sosyal, ekonomik ve tarihî konularla ilgili
ziletkârlıklarını tecessüm ettirsin; eski hayat şekillerinin uyuştu- birçok tercüme yaptırır.
rucu telâkkilerine, yabancı harsların meş'um tahakkümüne isyan-
kâr bir gençlik yaratsın. İşte Türk inkılâbı, edebiyat ve sanat sa- Fuat Köprülü «Tercüme meselesi» (1928) başlıklı makale-
hasında böyle bir hareket bekliyor; ve ancak böyle bir hareket, in- sinde haklı olarak «ne gibi âmiller tesiriyle olursa olsun, yeni bir
kılâbı itmam edecektir». medeniyet dairesine giren bir milletin ilk işi o medeniyete dair
eserleri kendi lisanına tercüme etmektir» der ve eski Türk tari-
Ali Canip Yöntem «Edebiyat tedrisatının yeni veçhesi»
hinden bazı örnekler verir. Tiyatrolarda oynanan adapte eserler
(1927) adlı makalesinde okullarda batı edebiyatlarına yer verilmesi
Türklerin örf ve âdetlerine uymadığı için bazı yazarlar tarafından
konusu üzerinde durur. Yeni Türk devleti milliyetçi olmakla bera-
tenkit edilmiş ve batılı eserlerin asıllarından yapılan tercümelerin
ber, garpçıdır da. Şu halde o gelişecek yeni kültürde batılı kültüre
sahnelerde oynanması istenmiştir. Vedat ö r f î ile Nurullah Ataç'ın
de yer vermelidir. Ali Canib'e göre milliyetçilik ile batı kültürü
makaleleri bu bakımdan dikkate şayandır.
arasında bir tezat yoktur.
Hilmi Ziya Ülken 1935'te Uyanış Devirlerinde Tercümenin Ro-
«Biz, edebiyatta vatan ve millet sevgisini ancak garp mede-
niyeti dairesine girdikten sonra meydana gelen eserlerde buluyo- lü adlı önemli bir kitap neşreder, ülken «tercüme bütün bir me-
ruz». Namık Kemal ve arkadaşları garplı eserlerle beslenmişlerdir. deniyeti nakletmektir» dedikten sonra, bu işin bizde olduğu gibi
Bizim «Tazminat'tan beri dahil olmaya çabaladığımız Avrupa me- dağınık ve gelişigüzel yapılmaması gerektiği üzerinde durur. Ona
deniyeti içinde liyakat göstermek için garp harsını bütün şümulü göre «medeniyet yalnız bugünün mahsullerinden ibaret değildir, ona
ile tetebbu ve temessül etmemizden başka çare yoktur».
hakkıyla nüfuz edebilmek, onun içinde yaratıcı olabilmek için mut-
Atatürk devrinde Türk edebiyatı zengin mahsuller verdiği laka köklere kadar inmek lâzımdır. Liselere batı edebiyatı dersle-
gibi edebiyat üzerine yazılan yazılar ve tartışmalar da çok canlıdır. rinin konulması ve batı zihniyetine sahip yeni nesillerin yetiştiril-
Buraya bunlardan bir kısmı alınmıştır. mesi fikri tercüme faaliyetini arttırır.
Tarih :
Osmanlı tarihi bir «hanedan tarihi» İdi. Saltanat-ı şahsiyeye Türk Tarih Kurumu (1931) ile Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültcsl'ni
(1936) kurdu. Atatürk devrinde bu iki kurum, bu konuda hayli
kargı «saltanat-ı milliye» yi kuran Türkiye Cumhuriyeti ilmî görü-
araştırma yapmıştır.
şe de uygun olmayan bu tarih görüşüne karşı «millî tarih görüşü»
nü getirdi. Bu tarih görüşü, Türk tarihinin başlangıcım milattan Millî Eğitim Bakanı Esat (Sağay)'m 1932 yılında Birinci
önceki yıllara kadar uzatıyordu. Avrupalı ilim adamları Türklerin Tarih Kongresinde söylediği açış konuşması ile Ord. Prof. Şemsed-
îslâmiyetten önce Asya'da birçok devlet kurduklarım ve medeni- din Günaltay'ın Tarih Kurumu'nun yayın organı olan Belleten'de
yet yarattıklarını ortaya koymuşlardı. 730 - 732 yıllarında Orhon çıkan makalesi Atatürk'ün büyük ilgi gösterdiği Türk tarih tezini
kıyılarında dikilen Göktürk âbidelerinin sade dili, istiklâl ve milli- ortaya koyan örneklerdir. Atatürk devrinde yazılan okul kitapları-
yetçilik ifade eden satırları, çağdaş Türk milliyetçilerine büyük bir na bu görüş hâkimdir.
heyecan veriyordu. Daha Tanzimat devrinde, Ali Suavi, Ahmed Ve-
fik Paşa, Süleyman Paşa, Avrupalı İlim adamlarının fikirlerine İstiklâl Savaşı yıllarında kahramanlık şeklinde tecelli eden
dayanarak, Türk tarih, dil ve kültürünün kaynağını Osmanlı önce- milliyetçilik duygusu Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra ileri sü-
sine, Asya ortalarına götüren yazılar yazdılar. Şıpka kahramanı rülen tarihî görüşlerle ilmî bir mâhiyet almış, çok eski çağlara
Süleyman Paşa, Atatürk'ün de içinden yetiştiği Harbiye Mektebi kadar uzanan zengin bir muhteva kazanmıştır. Bu yeni tarih gö-
için yazdığı Tarih-i âlem (1877) adlı kitabında Türklerin menşeini rüşünde savaşlardan çok kültür ve medeniyete önem verilmesi ay-
çok eski çağlara kadar çıkarıyor, «cihanın her cihetine intişar ve rıca dikkati çekicidir. Tarih anlayışına kültür, medeniyet, sanat ve
isal-i nüfuz ve iktidar eylemiş» olduklarından bahsediyordu. İktisadın hâkim olması, Selçuklu ve Osmanlı devirlerine bakış tar-
zım da değiştirmiştir. Cumhuriyet devrinde Türk tarihinin her
Daha sonra gelen Türkçüler de bu tarih görüşünü benimse- devrini ve her yönünü ilmî olarak inceleyen genç bir tarihçi nesil
diler. Batı dillerinde bu konuya dair yazılan eserleri Türkçeye çe- yetişir.
virdiler. Konuşmalarından anlaşıldığına göre, Atatürk gençlik yıl-
larından beri bu tarih görüşü içinde yetişmişti. Hanedanı değil Felsefe :
kavmi esas alan bu tarih görüşü onun millet anlayışına da uyuyor- İstiklâl Savaşı ve Atatürk İnkılâpları hayata bakış tarzını
du. değiştirir. Yeni Türk devleti lâiktir. Lâiklik ve çağdaşlık, üniversi-
te çevrelerinde akılcı bir felsefenin gelişmesini sağlar. Devrin en
Millet hayatında coğrafyanın oynadığı role önem veren ta-
büyük fikir adamı Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları (1923) adlı
rihçiler, başta Mükrimin Halil Yınanç, Türkiye tarihini Osmanlı-
kitabında Türklerde mücerret düşünceye dayalı tefekkürün bulun-
larla değil, Selçuklularla başlattılar. Onlara göre Türkiye tarihini
mayışını savaşlarla izah eder. Ona göre «bir millet muharebeler-
1071 Malazgirt zaferi ile başlatmak İcap eder. Bilindiği üzere Yah-
den kurtulmadıkça ve iktisadî bir refaha nail olmadıkça içinde
ya Kemal de bu tarih görüşünü benimsemiştir. Fakat Avrupa'da
muakale yapacak fertler yetişmez.» Bununla beraber Ziya Gökalp,
olduğu gibi Türkiye'de de Türk dili, Türk tarihi, Türk sanatı üze-
Türklerin «halk felsefesi» bakımından bütün milletlerden daha yük-
rinde çalışanlar, konularını derinleştlrdikçe, dikkatlerini Asya'ya
sek olduğunu ileri sürer. Yetişecek Türk filozoflarının vazifesi
yöneltmek ihtiyacım duyuyorlardı. Avrupalı bazı araştırıcıların
«Türk halkmdaki bu millî felsefeyi arayıp meydana çıkarmaktır.
Mezopotamya'da milattan önce büyük bir medeniyet kurmuş olan
Hilmi Ziya ülken 1933 yılında yayınladığı Türk Tefekkür Tarihi ad-
Sümerlerin Asya'dan geldiklerini ileri sürmeleri, Sümerce ile Türkçe
lı kitabında Ziya Gökalp'm bu tavsiyesini gerçekleştirmeye çalışır.
arasında benzerlik bulmaları, Türk tarihçilerinin gözleri önünde
Hilmi Ziya, Türk halk felsefesini araştırırken, eski çağlara kadar
yeni ufuklar açtı.
uzanır : «Türk hikmetine göre. âlemin nizamı iki zıt kuvvetin ara-
Türk milletine yeni bir ruh ve şahsiyet vermek isteyen Ata- sındaki a'ıenk ve imtizaçtan doğmuştur... Mesut olmnk için bu vah-
türk de bu konu ile yakından ilgilendi ve bu yönde yapılan araş- dete uygun yaşamak lâzımdır.» Hilmi Ziya Aşk Ahlâkı (1931) adlı
tırmaları teşvik etti. Bu konularda ilmî araştırmalar yapması için kitabında «küçük ve süflî arzuları aşan» bir hayat görüşünü mü-
dafaa eder. O devir aydınları, akıldan çok hayatı esas alan Berg-
son ve Nietszche gibi batılı filozofların izinden giderler. O devrin tafa Kemal'in İstanbul ve Ankara'da heykellerinin dikilmesi, Türk
en büyük dergilerinden biri olan Hayat dergisi Nietszche'nin «Ha- yazarlarını hem Mustafa Kemal'in Türk milleti için taşıdığı mânâ,
yata, hayata, hayata... Hayata daha çok hayat katalım» cümlesini hem de heykel sanatı üzerinde düşündürüyor.
düstur olarak kabul eder.
Bu yıllarda Türk halk musikisi üzerinde araştırma yapan-
Bu devirde nazarî felsefeye meyledenler de vardır. Mehmet lar, tıpkı Türk dili ve halk edebiyatı gibi onun da Orta - Asya
Emin'in 1924 yılında yazdığı Kant ve Felsefesi adlı kitap genç ne- Türk kültürü ile alâkalı olduğunu tesbit ediyorlar, öte yandaıy Ce-
sillere derin düşünme zevkini verir. Buna örnek olmak iızere Reşat mal Reşit (Rey) gibi musikişinaslar halk türkülerini batı tekni-
Şemseddin'in bu kitap hakkındaki bir tanıtma yazısını aldık. 1923 ğiyle işleyerek devrin milliyetçi sanat anlayışına uygun eserler ve-
yılında bir Türk Felsefe Cemiyeti kurulur ve bu dernek Felsefe riyor ve bunları Paris'te Avrupa'ya tanıtıyorlar. 1936 yılında «Ma-
ve İçtimaiyat adlı bir dergi neşreder. car bestekârlarının en büyüğü, en millîsi, dünyanın sayılı beynel-
milel bestekârlarından büyük Macar âlimi, piyanist» Bela Bartok'un
Bu devirde batılı filozof ve fikir adamlarının önemli eserleri
Ankara'ya gelişi, büyük bir heyecan uyandırıyor. Bunun sebebi,
de Türkçeye çevrilir. Mustafa Şekip Tunç, Bergson ile Freud'u ta-
Bela Bartok'un da halk musikisine dayanarak «millî musiki» ya-
nıtır. Fakülte dergilerinde felsefî konularda yazılara yer verilir.
ratmış olmasıdır. Bela Bartok, Türkiye'de halk kaynağından ilham
Batı medeniyeti, eski Yunan'dan beri gelişen zengin felsefeye alma fikrini pekiştiriyor, halk musikisine karşı ilgi, Anadolu raks-
bağlı olduğu için, Türk aydınları onu tanımaya ve tanıtmaya büyük larına karşı da alâka uyandırıyor.
önem vermişlerdir.
Umumiyetle çağdaş "batı resim ve heykel sanatlarını öğreten
Musiki ve Güzel Sanatlar : Güzel Sanatlar Akademisi 1933 yılından itibaren «millî sanatımı-
za ait dersler»e de geniş yer verme kararını alıyor. Abdülhak Şi-
Edebiyat, musiki ve güzel sanatlarda «millîlik» meselesi o nasi Hisar'm bu konu hakkında yazdığı «Klasik Abidelerimiz ve Gü-
devir aydınlarını en çok meşgul eden meselelerden biriydi. Onlar zel Sanatlar Akademisi» (1933) 'başlıklı makalesi dikkati çekicidir.
çağdaş ve yeni olmak endişesi ile bir yandan eskiye gitmekten çe-
kinirlerken, bir yandan da batı taklitçisi diye itham edilmekten Atatürk devrinde Güzel Sanatlar Akademisi'nden bir hayli
korkuyorlardı. Milliyetçiliğin başlıca kaynağı olarak kabul edilen değerli sanatçı yetişmiştir. Devlet bunları teşvik etmiş, Avrupa'ya
halk kültürüne ait unsurlarla çağdaş batı sanatını birleştirme fikri göndermiş ve tablolarını satın almıştır. Türk ressamlarının açtığı
bir çıkar yol olarak gözüküyor. Fakat bu sefer de sanatçılar «mo- sergiler geniş bir ilgi uyandırmıştır. Bunlar hakkında da birkaç
tifçilik» ile suçlanıyorlar. Halk sanatının sadelik ve basitliği ile yazı almış bulunuyoruz.
çağdaş sanatın karmaşıklığı da çözülmesi güç meseleler çıkarıyor,
ismail Hakkı (Baltacıoğlu) «Sanatta maziyi taklit ile maziyi tem- Yeni İnsan Tipi :
sil» (1926) başlıklı yazısında uzlaştırıcı bir yol tutuyor. Ona göre
«milliyet asrî teknikle mücehhez olan ve Türk'ten başka bir şey İstiklâl Savaşında kahraman olduğunu bütün dünyaya isbat
olmayan sanatkâr ruhunun meydana çıkardığı esrarlı heyecandır». etmiş olan Türk milleti, barış devrinde kendisine, eskisinden farklı
Asrîlik ve Türklük vazgeçilmesi mümkün olmayan prensiplerdir. yeni, çağdaş bir medeniyet kurmaya çalışırken, onu yaratacak ye-
Sanatçı bunların doğurduğu heyecanla eserine giren her unsuru ni bir nesil yetiştirmek ihtiyacını duymuştur. Bu yeni nesil, millî
birbirine kaynaştırır. vasıflarını muhafaza etmekle beraber, başka hasletlere de sahip
olmalıdır. Mustafa Şekip Tunç «Münevverlik Mefhumu» (1923) baş-
Ankara'nın modern bir şehir haline gelmesi, sanatçılara bü- lıklı makalesinde yeni Türkiye'nin «liseler ve darülfünunlar vası-
yük bir heyecan veriyor. Yakup Kadri'ye göre o «Türk milletinin tasıyla bir zümre-i münevver vücuda getirmesi» gerektiğini ileri
asırlardan beri uykuda veya müncemid bir halde duran yaratıcı ve sürüyor. Bu yapılmadıkça kalkınmamıza ihtimal yoktur. «Artık
yapıcı kabiliyetinin birdenbire uyanışı»nm bir delilidir. Gazi Mus- milliyetin yalnız propaganda ve medhiyesi devri kapanmalıdır. Mil-
liyet daha çok zekâ ve ilim terakkisinden doğan bir intibahın iik
merhalesidir». Münevver olmanın şartı ise, insanlığın yarattığı bü- smda bir intibak olmak lâzımdır, yani sınıf-ı münevverenin halku
yük eserleri çok iyi bilmektir. «Kadîm şaheserlerle ülfet peyda et-
telkin edeceği mefkûreler halkın ruh ve vicdanından alınmış olma-
meden muasırlaşmamız iddiası gevezeliktir». Bunun için yazar
lıdır... Bu millete gideceği yolu gösterirken, dünyanın her türlü il-
Avrupa medeniyetini vücuda getiren büyük eserlerin Türkçeye çev-
minden, keşfiyatmdan, terakkiyatmdan istifade edelim, lâkin unut-
rilmesini tavsiye ediyor. Ziya Gökalp «Tebessüm» (1924) başlıklı
mayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetinde-
makalesinde yeni nesillerin sıhhatli ve neşeli olmasını istiyor. Te-
yiz. Milletimizin tarihini, ruhunu, ananâtmı sahîh ve sâlim, düıjüst
bessüm milletlerin «hayat kabiliyetlerini» gösterir. Türk halkı gü-
bir nazarla görmeliyiz. Lâkin halka yaklaşmak ve halkla kaynaş-
leryüzlüdür. «Yazık ki bizde zâhid babalarla zâhid mürebbiler te-
mak daha çok münevverlere teveccüh eden bir meseledir». (Ata-
bessümü yasak ettiklerinden, münevver Türkler en az tebessüm
türkfün söylev ve demeçleri II, s. 140.) Atatürk'ün bu düşüncesiy-
eden bir sınıf teşkil etmişlerdir. Bu davranışın değişmesi lâzımdır.
le de Ziya Gökalp'm düşünceleri arasında büyük bir yakınlık var-
«Bence» diyor Ziya Gökalp, «yapacağımız inkılâpların birisi tebes-
dır.
süm inkılâbı olmalıdır.» insanların asık suratlı olmasında baskı-
nın da rolü vardır. «Amirin maiyetine, ustanın çırağına, hele köy
Yeni Türk Kadını :
ağalarının köylülere gösterdikleri yüz daima husumetlidir. Cumhu-
riyet'in en esaslı vazifesi, bütün bu tazyikleri kaldırıp yerine tatlı Türkiye'de kadınların da erkekler gibi okuma - yazma öğ-
muameleleri koymaktır. Mustafa Şekip, yeni neslin «en asrî hare- renmesi, kültür hayatına katılması ve sosyal haklara sahip olması
ketlerle» vücutlarını ve kafalarını işletmeleri gerektiğini söyler. Av- fikri Cumhuriyet'ten önce, daha Tanzimat devrinde müdafaa edil-
ni Başman «iki Nevi insan» (1926) ve «Canı Sıkılmayan insanlar» mekle beraber bu özleyişler geniş olarak Cumhuriyet'ten sonra
(1927) başlıklı makalelerinde hareketli, yaratıcı, kalıplaşmamış in- gerçekleşir. Bunda istiklâl Savaşma katılan ve Atatürk'ün gözü
san tiplerini över. M. Nermi «Yaşar'a mektuplar» (1928) başlıklı önünde saygıdeğer bir örnek olan Halide Edib ile Fransa'da An-
yazısında demokrasi ve inkılâp ile sosyal sorumluluk üzerinde du- kara hükümetinin temsilcisi Ferit (Tek) in eşi yazar Müfide Fe-
rur. «Türkiye Cumhuriyeti medeniyet ve terakki yolunda muvaf- rit'in de rolü vardır. Atatürk, halk tabakasına mensup kadınları
fakiyetle yürüyebilmek için yeni bir vatandaşa muhtaçtır» diyen savaş esnasında yakından tanımış ve onların şahsiyetlerine hay-
Zeki Mesut, makalesinde bu yeni vatandaşın özelliklerini belirtir. ran olmuştur. Bir konuşmasında onlardan şöyle bahseder :
«Yeni vatandaş topluma faydalı olan insandır».
«Türk hayat-ı içtimaiyesinde kadınlar ilmen, irfanen ve di-
Ağaoğlu Ahmet, ismail Hakkı [Baltacıoğlu] bu konuda değişik ğer hususlarda erkeklerden kat'iyen geri kalmamışlardır. Belki da-
fikirler ileri sürmüşlerdir. Bu konu maarif, çocuk terbiyesi ve genç- ha ileri gitmişlerdir. Bugün bu memleketi nazar-ı tedkikten geçi-
lik teşkilâtı ile de yakından ilgilidir. relim. Göreceğimiz iki safha vardır. Birisi tarlalarda erkeklerle be-
raber çalışan merkeplerine binerek öteberi satmak için kasabalar-
Burada Atatürk'ün Türk münevverleri tarafından unutulan daki pazar yerine giden oralarda bizzat yumurta mübayaa eden,
veya üzerinde fazla durulmayan önemli bir düşüncesini hatırlata- köyüne dönen ve mesai-i umumiyesinde kocalarına, kardeşlerine
lım. Atatürk 1923 yılında yapmış olduğu bir konuşmada halkla ay- yardım eden kadınlar. Ben bu kadınlar arasında kocalarından da-
dın zümre arasındaki farktan bahsederken şöyle der :
ha iyi iş anlayanlara ve hesap yapanlara tesadüf ettim» (a. e., s.
«Münevverân kitle-i asliyeyi kendi hedefine sevketmek ister. 86-87).
Kitle-i halk ve avam ise sınıf-ı münevvere tâbi olmak istemez.» Bu Türk kadınları Cumhuriyet'ten sonra sosyal hayatın her
durum karşısında aydın zümre, halkı telkin ve irşad etmeğe mu- sahasında olduğu gibi, edebiyat ve kültür sahasında da kabiliyetle-
vaffak olamayınca «başka vasıtalara tevessül eder, halka tahak- rini isbat etmişlerdir. Tezer Taşkıran'ın Cumhuriyetin 50. yılında
küm ve tecebbüre kalkar». Bu ise iyi bir şey değildir : «Bunda mu- çıkan Türk Kadın Hakları (1973) adlı kitabı ile Müjgân Cunbur'un
vaffak olmak için münevver sınıfla halkın zihniyet ve hedefi ara- Türk Kadın Yazarları Bibliyografyası'ndu bu konuda geniş bilgi
mevcuttur.
Ruşen Eşref Ünaydın ile Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun
1923'de Hâkimiyet-i milliye gazetesinde çıkan yazıları yeni Türk
1934 yılında Türk kadınları seçim hakkına da kavuşurlar. devletinin inkılâpçı davranış ve zihniyetini göstermek bakımından
Atatürk özlediği kadın tipini, İzmir Kız öğretmen Okulu'nda yap- dikkati çekicidir. Mehmet Emin «Anadolu'da maarif nasıl taam-
tığı bir konuşmada şöyle dile getirir (14.10.1925) : müm edebilir» (1924) başlıklı yazısında köy ve şehir şartlarına
uygun bir eğitim ve öğretim sistemi teklif eder. Avram Galanti
«Türk kadını dünyanın en münevver, en faziletkâr ve en «Türkleşmek yolu» (1925) adlı makalesinde, Türkiye'de mütecanis
ağır kadını olmalıdır. Ağır sıklette değil; ahlâkta, fazilette ağır, bir halk kitlesi vücuda getirmek için Müslüman olmayan kavimle-
vakur bir kadın olmalıdır. Türk kadınının vazifesi, Türk'ü, zihni- rin okullarında tedrisatın Türkçe yapılması gerektiğini ileri sürer.
yetiyle, bâzusuyle, azmiyle muhafaza ve müdafaaya kadir nesiller «fBir kitle dahilinde yaşayan gayr-ı mütecanis anâsır, kitleyi ihlâl
yetiştirmektir. Milletin menbaı, hayat-ı içtimaiyenin esası olan ka- ve bazen ızrar eder». Tevhid-i tedrisat kanununun gayesi de Tür-
dın, ancak faziletkâr olursa, vazifesini ifa edebilir. Her halde ka- kiye'de yaşayan insanlara ortak bir kültür ve terbiye vermek su-
dın çok yüksek olmalıdır» (a. e. s. 231). retiyle millî bir birlik kurmaktır, ibrahim Alaeddin (Gövsa) «Mu-
allim ordusu» (1928) başlıklı yazısında öğretmenlerin sosyal fonk-
1923 - 1938 yılları arasında kadınlara dair pek çok yazı neş-
siyon ve değerleri üzerinde durur. Mehmet Emin Erişirgil ile Fuad
redilmiştir. Biz bunlardan birkaçını aldık. Kadın edebî eserlerde
Köprülü üniversitelere verilmesi gereken yeni zihniyetten bahse-
daha değişik şekillerde tasvir edilir. Antolojinin III. cildinde on-
derler. Hıfzırrahman Raşid öymen'in yazısından 1936 yılında
lardan da örnekler verilecektir.
«köye göre bir pedagoji» denemesine girişildiğini öğreniyoruz. Ha-
lil Fikret Kanat, «Türkiye bir ziraat memleketidir ve nüfusunun
yüzde yetmişi köylerdedir; binaenaleyh Türkiye Cumhuriyeti'nin
Yeni Maarif Sistemi :
ve Türk milletinin atisi Türk köylüsünün kalkmmas-na bağlıdır» di-
Maarif meselesi yeni Türk devletinin üzerinde durduğu en yerek Türk köylüsünün köy öğretmenleri sayesinde kalkmdırıla-
önemli meselelerden birisidir. Atatürk'ün bu konuya dair fikirleri- bileceği fikrini ileri sürer. Daha sonraki yıllarda kurulan Köy ens-
ni daha önce gördük. İhsan Sungu, bu kitaba alınan «Tevhid-i ted- titüleri bu düşünceye dayanır.
risat inkılâbı» (1938) başlıklı yazısında Atatürk'ün maarife dair
görüşlerini özetleyerek bu inkılâbın dayandığı sosyal gerçekleri Yeni Kültür Müesseseleri :
ortaya koymuştur. Osmanlı devleti insicamsız bir sosyal bünyeye Birinci Dünya Savaşı yıllarında kurulan ve karışık ırklardan
sahipti, imparatorluğa dahil yabancı kavimlerin dil, din, örf ve mürekkep Osmanlı devletinin içinde milliyetçilik şuurunun uyan-
âdet ve kültür müesseselerine dokunmamış, hattâ onların serbest- masında büyük rol oynayan Türk Ocakları, Cumhuriyetin ilk yılla-
çe gelişmelerine imkân vermişti. Buna karşılık, unsur-ı aslîyi mey- rında da devam eder. Yeni Türk devleti milliyetçilik fikrini ve
dana getiren Türk halkım umumiyetle hakir görmüştü. Medreseler- millî kültürü bir devlet politikası olarak okullar vasıtasıyla mem-
de tedrisat Arapça yapılıyordu ve buralarda öğretilen derslerin lekete yayma vazifesini kendi üzerine alınca, Türk Ocakları muh-
dünyevî hayatla yakın ilişkisi yoktu. Halkın büyük bir kısmı oku- tevası boşalan bir kuruluş haline gelir. Necmettin Sadık (Sa-
ma - yazma bilmiyordu. Tekkeler bir nevi cehalet ve tembellik yu- dak) 1925 yılında Akşam- gazetesinde çıkan «Türk Ocakları» baş-
vası haline gelmişti. Bu hakikatleri gören Atatürk ve o devir ay- lıklı makalesinde bu konuyu ele alır ve bunların «yaşamak ve fay-
dınları çağdaş, demokratik ve millî bir maarif sistemi kurmak isti- dalı olmak için halk ocaklarına inkılâp etmesini» teklif eder. Halk
yorlardı. Bu maksatla Avrupa ve Amerika'dan mütehassıslar çağ- ocaklarının vazifesi «bulundukları yerde muntazam dersler ve
rılmış, onlardan raporlar alınmış ve çağdaş pedagojiye dair birçok konferanslar vermek suretiyle halkı tenvir ve Cumhuriyet'! deruh-
eser tercüme ettirilmiştir. Biz umumiyetle nazarî olan bu makale- te etmektir». Yazara göre, «Türk milleti uğruna birçok kanlar
lerden örnekler almadık. Daha ziyade devrin zihniyetini, eğitim ve dökmüş, Türklüğünü çoktan idrak etmiş bir heyet-1 içtimaiyeye
öğretime dair tutumunu aksettiren yazılar seçtik. Türk olduğunu hatırlatmak lüzumsuz, boş bir emektir». Avni (Baş-
maıı) 1926 yılında yazdığı «Gençlik Teşkilâtı» adlı yazısında, genç-
lere okul dışında da sosyal terbiye veren ve bir arada yaşama re
çalışmayı öğreten müesseseler kurulmasını teklif eder. Bu fikirler
zamanla tesirini gösterir ve Türk Ocakları kapatılarak, yerlerine
Halkevleri kurulur. İsmet İnönü'nün bu kitaba alman konuşması,
devletin halkevlerine vermiş olduğu önemi ve ondan beklediklerini
gösterir,.
Kültür ile politika arasında münasebet bulunmakla beraber,
bu kitaba doğrudan doğruya Halk Partisi veya o devirde kurul-
mak istenilen diğer partilerle ilgili yazüarı almadık. Bu bölüme
giren yazılar umumiyetle İlim ve kültürle alâkalıdır. Atatürk dev-
rinde Türkiye'de siyasî, iktisadî, sportif veya kültürel mahiyette
pek çok cemiyet ve dernek kurulmuştur. Bunların hepsi o devrin
zihniyetiyle ilgilidir. Biz, bunlardan birkaç örnek vermekle yetin-
dik.
liyiz. Bir de mesâî müteferrik oldukça netâyici o mesâi- Mondros Mütarekesi ahkâmının haksız ve adaletsiz
nin muhasala halinde vereceği neticeden çok dûndur. Bu- bir surette fiilen bozulmuş olmasından bütün memleket
nun için milletin ihtiyacât-ı içtimaîyesini ve mazideki za- için çok felâketler tevellüd etmiştir. Bu felâketlerin en
rarlarını tazmin ve telâfi edebilecek en mâkûl programı fecîine sahne olan yerlerden biri de İstanbul'dur. İstan-
tesbit etmeğe mecburuz. Program bütün milletçe tatbik bul yalnız ecânibin tecavüzüne, tazyikine ve tezlîline gö-
olunmalıdır. Bu ancak bir teşkil-i siyasî ile mümkün olur. ğüs germemiştir; İstanbul, aynı zamanda asırlardan beri
İşte bu hakikatin istilzam ve icbarı üzerinedir ki bü- milletin başma taşıdığı bir tâc-dârın ve onun vesâitinin
tün sunûfu yekdiğerine lâzım-ı gayr-ı müfârik olan, çün- dahi verdiği elemlerle giıyan olmuştur. İstanbul tazyiki,
kü menfaatleri yekdiğerinden tehâlüf eylemeyen halkımı- tecavüzü her yerden daha çabuk ve daha derin bir hassa-
zın müşterek ve umumî olan menâfi ve saadetini temin siyetle duyabilecek hâl-i hususîye mâliktir. Filhakika bu
için «Halk Fırkası» nâmı altında bir fırka teşkili tasav- beldede milyona yakın unsur-ı islâm vardır. Bu beldede
vur edilmektedir. Fakat millî maksatlardan ziyade şahsî büyük imparatorlukları idare için kurulmuş vâsî makina-
menfaatler esasına müstenit siyasî teşekküllerden ve bu larm binlerce hâdimleri vardır. Bu beldede bütün mem-
teşekkülâtın iğfallerinden, müsademelerinden tevellüd et- leket için, memleketin her tarafında çalışmış ve vazifesini
miş olan tarzların el'ân cezasını çekmekte olan milleti ikmal ettikten sonra istirahate geçmiş olduğunu zanne-
aynı mahiyette birtakım bî-sûd iştigallere sevketmek ka- den binlerce mütekait ve yine binlerce dul ve yetimler
dar kebâirden günah yoktur. vardır. Bütün bu saydığımız insanlar temîn-i hayat için
İstanbul surlarının dahilinde ve kurbunda mevcut olma-
Bu ifade ile beyan edilmek istenilen şudur ki, ismi
yan menâbî ve vesâit-i hayatiye ile hazin bir manzaranın
fırka olan halk teşkilinden maksadı evlâd-ı milletten bir
şahidi bulunuyorlar. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hü-
kısmının, sunfıf-ı ahâlîden bazılarının, diğer evlât ve su-
kümeti teessüs ettiği günden İstanbul idaresine vaz-ı yed
nûfun zararına menâfiini temin etmek değildir. Belki bir-
ettiği güne kadar bu hâli teessürle daima düşünmüştür.
birinden ayrı ve hariç olmayıp halk nâmı altında bulunan
İstanbul'un imdadına yetişmek için kalbinin daima dara-
umum milleti müşterek ve müttehid bir surette müşterek
bânını duymuştur. Bugün, ki bu belde ile ve orada yaşa-
ve umumî olan refah-ı hakîkiye isâl için faaliyete getir-
yanlarla temas etmiştir, elbette senelerden beri kalbini
mektir. Vuku bulması lâzım gelen mesainin tarzı ve dere-
yakan bu elîm ve hazin hâle çaresâz olmayı en mühim
cesi, hâl-i tabiîsini bulmuş herhangi bir milletin emniyet
vazâifinden addeder Ve bu vazifesini îfâ etmekle şüphesiz
ve huzur içinde takip ettiği tarzdan ve dereceden başka-
bahtiyar olacaktır. Ancak en iyi tedbiri bulmak ve onu
dır, çok fazladır. Çünkü millet ve memleketimiz en büyük
içinde bulunulan vaziyetin müsaadesini nazar-ı dikkate
ve bütün cihanda hayret-balış zaferlerinden sonra dahi
alarak nâfî bir surette derhal memnuniyet-bahş âsârını
emniyet ve huzur içinde kendini görememek bedbahtlı-
gösterebilecek tarzda tatbik etmenin bir günde ve bir
ğına mahkûmdur. Mâzi, karanlık ve meş'um mâzi millete
ayda mümkün olabileceğini iddia etmek, bittabî mantıki
ancak böyle bir miras bırakmıştır.
olamaz. Böyle bir iddia sath-bîn olanların, idare-i masla-
hat meslekçilerinin göz boyamak maksadıyle alabilecek- TEŞKİLÂT-I ESASİYE KANUNU
leri muvakkat tedbirlerin geçici ve geçtikten sonra kıy-
Birinci Fasıl
metsizliği taayyün edebilecek tatbikatıdır. Sabır ile em-
niyet etmek lâzımdır ki Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Ahkâm-ı Esasiye
Hükümeti İstanbul'u ve İstanbul'da yaşayanların kâffe- Birinci madde : Türkiye devleti bir cumhuriyettir.
f
sini lâyık olduğu veçhile düşünmektedir ve bu insanların
İkinci madde: Türkiye devletinin dini, din-i İslâm-
hâl ve âtisini temin etmek için en müsbet tedbirleri ala-
dır. Resmî dili Türkçedir, makam Ankara şehridir.
caktır.
Üçüncü madde: Hâkimiyet bilâ-kayd ü şart milletin-
İstanbul bizzat Türk ve İslâm olan anâsırın medî-
ne-i dilrübâsı olarak kalmak tabiî olduğu kadar, o insan- dir.
ların hayatını, refahını temin edecek esbâbı düşünmek ve Dördüncü madde: Türkiye Büyük Millet Meclisi,
tatbîk etmek de tabiîdir. Bütün memleketimizin her şu- milletin yegâne ve hakiki mümessili olup, millet nâmına
be-i mesaîdeki memur ihtiyacı düşünülürse İstanbul'da hak ve hakimiyeti istimal eder.
mevcut memurlarımızın âtîye ait hiçbir endişeye düşme-
Beşinci madde: Teşrî selâhiyeti ve icra kudreti Bü-
lerine mahal yoktur. Yeniden mütehassıs memur yetiştir-
yük Millet Meclisi'nde tecelli ve temerküz eder.
mek kolay bir şey olmadığı muhtac-ı izah değildir. Elbette
mevcut olan memurlarımız lüzumu gibi tavzif olunacak Altıncı madde: Meclis, teşrî salâhiyetini bizzat isti-
ve mazîde olduğundan daha müsait ve daha refah-bahş mâl eder.
şerâit dahilinde sarfedecekleri mesaî ile yeni Türkiye'yi Yedinci madde : Meclis, icra salâhiyetini, kendi tara-
tarsîn edeceklerdir. Milletimiz ve efrâd-ı milletten olmakla fından müntahab reisicumhur ve onun tayin edeceği bir
beraber hâdim-i millet olan memurlarımız, zâbitlerimiz icra vekilleri heyeti marifetiyle istimâl eder.
daima ve daima muhabbet-i millîye ve vataniye ile ve bü-
yük bir safvet ve necâbet-i ruhiye ile mütehallî bulunmuş- Meclis, hükümeti her vakit murakabe ve ıskat ede-
lardır. Bu kadar nezih olan milletin efradından bazıları- bilir.
nın lüzumundan fazla saf olmaktan başka bir kusur gös- Sekizinci madde: Hakk-ı kaza millet nâmına usulü
termemiş olanlarına karşı vazifemiz, onları şunun ve bu- ve kanunu dairesinde müstakil mahâkim tarafından isti-
nun mesâvî-i idâresi devrinde tesadüfen bulunmuş ol- mâl olunur.
makla maznun mevkiinde bulundurmak değil, belki on-
lara su-i sevk ve idare kabiliyetinde olanların bir daha İkinci Fasıl
aynı devri ihya etmelerine mümanaat lâzım geldiğini sa-
Vazife-i Teşriiye
mimi bir suretle anlatmak olmalıdır.
Dokuzuncu madde: Türkiye Büyük Millet Meclisi
(Tariin, nr. 99, 20 Kânun-ı Sani 1339/1923.) kanun-ı mahsusuna tevfikan millet tarafından müntahab
mebuslardan müteşekkildir.
Onuncu madde: On sekiz yaşım ikmal eden her er- ve selâmetine ve milletin bilâ-kayd ü şart hâkimiyetine
kek Türk mebusân intihâbına iştirak etmek hakkını haiz- mugayir bir gaye takip etmeyeceğime ve cumhuriyet esas-
dir.
larına sadakattan ayrılmayacağıma (Vallahi)
On birinci madde : Otuz yaşını ikmal eden her erkek
On yedinci madde : Hiçbir mebus meclis dahilindeki
Türk mebus intihâp edilmek salâhiyetini haizdir.
rey ve mütalaasından ve beyanatından ve meclisteki rey
On ikinci madde: Ecnebi hizmet-i resmîyesinde bu- ve mütalaasının ve beyanatının meclis haricinde irad ve
lunanlar mücazât-ı terhîbiye veya sirkat, sahtekârlık, do- izharından dolayı mesul değildir. Gerek intihabından ev-
landırıcılık, emniyeti suistimal, hileli iflâs cürümlerinden vel ve gerek sonra aleyhine cürüm isnat olunan bir mebu-
biriyle mahkûm olanlar, mahcûrlar, tâbiiyet-i ecnebiye sun maznûnen isticvabı veya tevkifi veyahut muhakeme-
iddiasında bulunanlar, hukuk-ı medeniyeden ıskat edilmiş sinin icrası heyet-i umumiyenin kararına menuttur. Ci-
olanlar, Türkçe okuyup yazmak bilmeyenler mebus inti- nai cürmümeşhud bundan müstesnadır. Ancak bu takdir-
hap olunamazlar. de makam-ı aidi meclisi derhal haberdar etmekle mükel-
On üçüncü madde : Büyük Millet Meclisinin intihâbı leftir. Bir mebusun intihâbından evvel veya sonra aleyhine
dört senede bir kere icra olunur. sâdır olmuş cezaî bir hüküm infazı mebusluk müddetinin
hitâmına kadar ta'lik olunur. Mebusluk müddeti esnasın-
Müddeti biten mebusların tekrar intihap edilmeleri da mürur-ı zaman cereyan etmez.
caizdir.
Sâbık meclis lâhik meclisin içtimaına kadar devam On sekizinci madde: Mebusların senevî tahsisatları
eder. kanun-ı mahsus ile tayin olunur.
Yeni intihabâtm icrasına imkân görülmediği tak- On dokuzuncu madde: Tatil esnasında reisicumhur
dirde içtima devresinin bir sene temdidi caizdir. veya meclis reisi lüzum görürse meclisi içtimaa davet
edebileceği gibi azadan beşte biri tarafından talep vuku
Her mebus yalnız kendini intihap eden dairenin de-
bulursa meclis reisi dahi meclisi içtimaa davet eder.
ğil, umum milletin vekilidir.
Yirminci madde: Meclis müzakerâtı alenîdir. Ve har-
On dördüncü madde: Büyük Millet Meclisi, her se-
f i y e n neşrolunur.
ne teşrin-i sâni ihtidasında davetsiz toplanır.
Fakat nizamnâme-i dahilîde münderic şerâite tevfi-
Meclis azasının memleket dahilinde devir, tedkik kan meclis hafî celseler dahi akdedebilir ve hafî celseler
ve murakabe vazifelerinin ihzârı ve teneffüs ve istirahat- müzakerâtmın neşri meclisin kararma menuttur.
leri için senede altı aydan fazla tatil-i faaliyet edemez.
Yirmi birinci madde: Meclis, müzakerâtını, kendi
On beşinci madde : Kanun teklif etmek hakkı mec- nizamnâme-i dahilîsi mucibince icra eder.
lis azasına ve icra vekilleri heyetine aittir.
Yirmi ikinci madde: Sual ve istizah ve meclis tahki-
On altıncı madde: Mebuslar meclise iltihak ettikle- katı meclisin cümle-i salâhiyetinden olup şekl-i tatbiki
rinde şu şekilde tahlif olunurlar. (Vatan ve milletin saadet nizamname-i dahilî ile tayin olunur.
Yirmi dokuzuncu madde: Yukarıdaki maddeleı
Yirmi üçüncü madde: Mebusluk ile hükümet memu- mucibince mebusluk sıfatı zâil veya sâkıt olan veyahut
riyeti bir zat uhdesinde içtima edemez. vefat eden mebusun yerine bir diğeri intihap olunur.
Yirmi dördüncü madde : Türkiye Büyük Millet Mec-
Otuzuncu madde: Büyük Millet Meclisi, kendi zabı-
lisi heyet-i umumiyesi her teşrin-i sani iptidasında bir
tasını reisi marifetiyle tanzim ve idare eder.
sene için kendisine bir reis ve üç reis vekili intihap eder. f
Yirmi beşinci madde : intihap devresinin hitâmından Üçüncü Fasıl
evvel meclis aded-i mürettebinin ekseriyet-i mutlakasıyla Vazife-i Îcrâîye
intihabât tecrid olunursa yeni içtima eden meclisin inti-
Otuz birinci madde: Türkiye reisicumhuru Büyük
hap devresi ilk teşrin-i sanîden başlar.
Millet Meclisi heyet-i umumiyesi tarafından ve kendi azası
Teşrin-i sânîden evvel vaki olan içtima, fevkâlade miyânından bir intihap devresi için intihap olunur.
bir içtima addolunur.
Vazife-i riyâsat yeni reisicumhurun intihabına kadar
Yirmi altıncı madde: Büyük Millet Meclisi ahkâm-ı
devam eder. Tekrar intihap olunmak caizdir.
şer'iyenin tenfîzi, kavânînin vaz'ı, tadili, tefsiri, fesh ve il-
gası, devletlerle mukavele, muahede ve sulh akdi, harp Otuz ikinci madde: Reisicumhur devletin reisidir.
ilânı, muvazene-i umumiye-i maliye ve devletin umum he- Bu sıfatla merasim-i mahsusada meclise ve lüzum gör-
sab-ı kat'î kanunlarının tedkik ve tasdiki, meskûkât dar- dükçe icra vekilleri heyetine riyaset eder. Reisicumhur,
bı, inhisar ve mâlî taahhüdü mutazammın mukavelât ve riyaset-i cumhur makamında bulundukça, meclis münaka-
imtiyazâtın tasdik ve feshi, umumî ve hususî af ilânı, ceza- şat ve müzakeratına iştirak edemez ve rey veremez.
ların tahfif ve tahvili, tahkikat ve mücazât-ı kanuniyenin
tecili, mahkemelerden sâdır olup kat'iyet kesbetmiş olan Otuz üçüncü madde : Reisicumhur hastalık ve mem-
idam hükümlerinin infazı gibi vazaifi bizzat kendi ifa leket haricinde seyahat gibi bir sebeple vazaifini ifa ede-
eder. mez veyahut vefat, istifa vesair sebep dolayısıyla cumhu-
riyet riyaseti inhilal ederse Büyük Millet Meclisi reisi ve-
Yirmi yedinci madde: Bir mebusun vatana hıyanet
kâleten reisicumhur vazaifini ifa eder.
ve mebusluğu zamanında irtikâb töhmetlerinden biriyle
müttehem olduğuna Türkiye Büyük Millet Meclisi heyet-i Otuz dördüncü madde: Cumhur riyasetinin inhilâ-
umumiyesi aza-yı mevcudesinin sülüsân ekseriyet-i ârâsıy- linde meclis müctemi ise yeni reisicumhuru derhal inti-
la karar verilir veyahut on ikinci maddede münderiç ce- hap eder.
râimden biriyle mahkûm olur; mahkûmiyeti kaziyye-i Meclis müctemi değilse reis tarafından hemen içti-
muhkeme halini alırsa mebusluk sıfatı zâil olur.
maa davet edilerek reisicumhur intihap edilir. Meclisin
Yirmi sekizinci madde: istifa, esbâb-ı meşrua dola- intihap devresi hitam bulmuş veya intihabâtm tecdidine
yısıyla mahcûriyet, bilâ-mezuniyet ve mazeret iki ay mec- karar verilmiş olursa reisicumhuru gelecek meclis intihap
lis'e adem-i devam veyahut memuriyet kabulü hallerinde eder.
mebusluk sâkıt olur.
Otuz beşinci madde : Reisicumhur meclis tarafından yenin emir ve kumandası hazarda kanun-ı mahsusuna tev-
kabul olunan kanunları on gün zarfında ilân eder. Teşki- fikan Erkân-ı harbiye-i umumiye riyasetine ve seferde
lât-ı esasiye kanunu ile bütçe kanunları müstesna olmak İcra vekilleri heyetinin inhâsı üzerine reisicumhur tara-
üzere ilânını muvafık görmediği kanunları bir daha mü-
fından nasbedilecek zata tevdi olunur.
zakere edilmek üzere esbâb-ı mucibesiyle birlikte keza on
gün zarfında meclise iade eder. Kırk birinci madde : Reisicumhur hıyanet-i vataniye
halinde Büyük Millet Meclisine karşı mesuldür. Reisi-
Meclis mezkûr kanunu bu defa da kabul ederse, cumhurun ısdar edeceği bilcümle mukarrerattan müte-
onun ilânı reisicumhur için mecburidir. vellit mesuliyet otuz dokuzuncu madde mucibince mez-
Otuz altıncı madde: Reisicumhur, her sene teşrin-i kûr mukarreratı imza eden başvekil ile vekil-i aidine raci-
sânide hükümetin geçen seneki faaliyetine ve o sene ittihaz dir. Reisicumhurun hususât-ı şahsiyesinden dolayı mesu-
edilmesi münasip görülen tedbirlere dair bir nutuk irad liyeti lâzım geldikte işbu Teşkilât-ı esasiye kanununun ma-
eder veyahut başvekile kıraat ettirir. sûniyet-i teşrîiyeye taallûk eden on yedinci maddesi mu-
cibince hareket edilir.
Otuz yedinci madde: Reisicumhur, ecnebi devletle-
rin nezdine Türk Cumhuriyeti'nin siyasî mümessillerim Kırk ikinci madde: Reisicumhur, hükümetin inhâsı
tayin ve ecnebi devletlerin siyasî mümessillerini kabul üzerine daimi malûliyet veya şeyhûhet gibi şahsî sebepler-
eder. den dolayı muayyen efradın cezalarını ıskat veya tahfif
Otuz sekizinci madde: Reisicumhur, intihabı aka- edebilir. Reisicumhur, Büyük Millet Meclisi tarafından it-
binde ve meclis huzurunda şu suretle yemin eder: ham edilerek mahkûm olan vekiller hakkında bu salâhi-
yeti istimâl edemez.
«Reisicumhur sıfatıyia cumhuriyetin kanunlarına
ve hâkimiyet-i millîye esaslarına riayet ve bunları müda- Kırk üçüncü madde: Reisicumhurun tahsisatı ka-
faa, Türk milletinin saadetine sâdıkane ve bütün kuvve- nun-ı mahsus ile tayin olunur.
timle sarf-ı mesâî, Türk devletine teveccüh edecek her teh- Kırk dördüncü madde: Başvekil, reisicumhur câni-
likeyi kemal-i şiddetle men, Türkiye'nin şan ve şerefini binden meclis azası miyanından tayin olunur. Sair vekil-
vikaye ve ilâya ve deruhte ettiğim vazifenin icabâtına ler baş vekil tarafından, meclis azası arasından intihap
hasr-ı nefs etmekten ayrılmayacağıma» (Vallahi). olunarak heyet-i umumiyesi reisicumhurun tasdikiyle
Otuz dokuzuncu madde: Reisicumhurun ısdâr ede- meclise arzolunur.
ceği bilcümle mukarrerat başvekil ile vekil-i aidî tarafla- Meclis müetemi değilse arz keyfiyeti meclisin içti-
rından imza olunur.
maına ta'lik olunur.
Kırkıncı madde : Başkumandanlık Türkiye Büyük
Hükümet hatt-ı hareket ve siyasî nokta-i nazarını
Millet Meclisi'nin şahsiyet-i maneviyesinde mündemiç
azamî bir hafta zarfında meclise bildirir ve itimat talep
ölüp reisicumhur tarafından temsil olunur. Kuva-yı harbi-
eder.
Kirle beşinci madde: Vekiller başvekilin riyaseti al-
tında icra vekilleri heyetini teşkil ederler. Nizamnameler reisicumhurun imza ve ilânıyla ma-
mulün-bih olur; nizamnamelerin kavânîne mugayereti id-
Kırk altıncı madde : İcra vekilleri heyeti hükümetin
dia olundukta bunun merci-i halli Türkiye Büyük Millet
umumî siyasetinden müştereken mesuldür. Vekillerden
her biri kendi salâhiyeti dairesindeki icraattan ve maiye- Meclisi'dir.
tinin ef al ve muamelâtından ve siyasetinin umumî istika- Dördüncü Fasıl r
metinden münferiden mesuldür. Kuvve-i Kazaîye
Kırk yedinci madde: Vekillerin vazife ve mesuliyet- Elli üçüncü madde: Mahkemelerin teşkilâtı, vazife
leri kanun-ı mahsus ile tayin olunur. ve salâhiyetleri kanunla muayyendir.
Kırk sekizinci madde: Vekâletlerin adedi kanunla Elli dördüncü madde: Hâkimler bilcümle davaların
tayin olunur. muhakemesinde ve hükmünde müstakil ve her türlü mü-
Kırk dokuzuncu madde: Mezun veyahut herhangi dahelâttan âzâde olup ancak kanunun hükmünde tâbidir-
bir sebeple mazur olan bir vekile, icra vekilleri heyeti aza- ler.
sından bir diğeri muvakkaten niyabet eder. Ancak bir ve- Mahkemelerin mukarreratını Türkiye Büyük Millet
kil bir vekâletten fazla niyabet edemez. Meclisi ve icra vekilleri heyeti hiçbir veçhile tebdil ve
Ellinci madde: Türkiye Büyük Millet Meclisince tağyir ve tehir ve infaz ahkâmına mümanaat edemez.
icra vekillerinden birinin Divan-ı Âlî'ye şevkine dair veri- Elli beşinci madde: Hâkimler kanunen muayyen
len karar vekâletten sukutunu dahi mutazammındır. olan usul ve ahval haricinde azlolunamazlar.
Elli birinci madde : İdarî dava ve ihtilâfları rüyet ve Elli altıncı madde: Hâkimlerin evsafı, hukuku, va-
hal, hükümetçe ihzâr ve tevdi olunacak kanun lâyihaları zaif, maaş ve mahsusatları ve suret-i nasb ve azilleri ka-
ve imtiyaz mukavele ve şartnameleri üzerlerine beyan-ı nun-ı mahsus ile tayin olunur.
mütalâa, gerek kendi kanun-ı mahsusu ve gerek kavânin-i
Elli yedinci madde : Hâkimler kanunen muayyen va-
saire ile muayyen vazaifi ifa etmek üzere bir şûrâ-yı devlet
zaiften başka umumî ve hususî hiçbir vazife deruhte ede-
teşkil edilecektir. Şûrâ-yı devletin rüesâ ve azâsı vazaif-i
mezler.
mühimmede bulunmuş, ilim, ihtisas tecrübeleriyle müte-
meyyiz zevat miyanından Büyük Millet Meclisince intihap Elli sekizinci madde: Mahkemelerde muhakemat
olunur. alenîdir. Yalnız usul-i muhakemat kanunu mucibince bir
muhakemenin hafî cereyanına mahkeme karar verebilir.
Elli ikinci madde: İcra vekilleri heyeti, kanunların
suver-i tatbikiyesini irae veyahut kanunun emrettiği hu- Elli dokuzuncu madde : Herkes mahkeme huzurunda
susâtı tesbit için ahkâm-ı cedîdeyi muhtevî olmak ve şû- hukukunu müdafaa için lüzum gördüğü meşru vesaiti is-
râ-yı devletin nazar-ı tedkikinden geçirilmek şartıyla ni- timalde serbesttir.
zamnameler tedvin eder. Altmışıncı madde : Hiçbir mahkeme vazife ve salâ-
ı
hiyeti dahilinde olan davaları rüyetten imtina edemez. Va-
Beşinci Fasıl
zife ve salâhiyet haricinde olan davalar ancak bir karar
ile reddolunur. Türklerin Hukuk-ı âmmesi
Altmış sekizinci madde: Her Türk hür doğar, hür
Divan-ı Âlî
yaşar. Hürriyet, başkasına muzır olmayacak her türlü ta-
Altmış birinci madde : Vazifelerinden münbais hu-
sarrufatta bulunmaktadır. f
susatta icra vekilleriyle şûrâ-yı devlet ve mahkeme-i tem-
yiz rüesâ ve azasını ve başmüddeiumumiyi muhakeme et- Hukuk-ı tabiiyeden olan hürriyetin herkes için hu-
mek üzere bir Dîvan-ı Âlî teşkil edilir. dudu başkalarının hudud-ı hürriyetidir. Bu hudut ancak
kanun marifetiyle tesbit ve tayin edilir.
Altmış ikinci madde : Divan-ı Âlî azalığı için on biri
Altmış dokuzuncu madde : Türkler kanun nazarında
mahkeme-i temyiz, onu şûrâ-yı devlet rüesâ ve azası miya-
nından ve kendi heyet-i umumiyeleri tarafından ledel-ik- müsavi ve bilâ-istisna kanuna riayetle mükelleftirler. Her
tiza rey-i hafî ile yirmi bir zat intihap olunur. türlü zümre, sınıf, aile ve fert imtiyazları mülga ve mem-
nudur.
Bu zevat rey-i hafî ve ekseriyet-i mutlaka ile içlerin-
Yetmişinci madde: Şahsî masûniyet, vicdan, tefek-
den birini reis ve birini reis vekili intihap ederler.
kür, kelâm, neşr, seyahat, akd, sa'y ve amel, temellük ve
Altmış üçüncü madde : Divan-ı Âlî bir reis ve on dört tasarruf, içtima, cemiyet, şirket hak ve hürriyetleri Türk-
aza ile teşekkül ve ekseriyet-i mutlaka ile karar ittihaz
lerin tabiî hukukundandır.
eder.
Yetmiş birinci madde: Can, mal, ırz, mesken her
Mütebaki altı zat ledel-icab heyetin noksanını ikmal
türlü taarruzdan masundur.
içiin ihtiyat aza vaziyetindedirler. İşbu ihtiyat aza üçü
mahkeme-i temyiz, üçü şûrâ-yı devletten müntehap aza Yetmiş ikinci madde : Kanunen muayyen olan ahval
arasından olmak üzere kura ile tefrik olunurlar. ve eşkâlden başka bir suretle hiçbir kimse der-dest ve
tevkif edilemez.
Reisliğe ve reis vekilliğine intihap olunanlar bu ku-
raya dahil olmazlar. Yetmiş üçüncü madde : İşkence, eziyet, müsadere ve
angarya memnudur.
Altmış dördüncü madde: Divan-ı Âlî'nin müddeiu-
mumiliği başmüddeiumumilik tarafından ifa olunur. Yetmiş dördüncü madde : Menâfi-i umumiye için lü-
zumu usulen tahakkuk etmedikçe ve kanun-ı mahsus mu-
Altmış beşinci madde: Divan-ı Âlî'nin kararlan
cibince değer pahası peşin verilmedikçe, hiçbir kimse-
kat'idir.
nin malı istimval ve mülkü istimlâk olunamaz.
Altmış altıncı madde: Divan-ı Âlî mevzû kanunlara
tevfikan muhakeme icra ve hüküm ita eder. Fevkalâde ahvalde kanun mûcibince tahmil olunacak
nakdî, aynî ve sa'y ve amele müteallik mükellefiyetler
Altmış yedinci madde: Divân-ı Âlî görülen lüzum
müstesna olmak üzere hiçbir kimse hiçbir fedâkârlığa
üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla teşkil
olunur. icbar edilemez.
Yetmiş beşinci madde: Hiçbir kimse mensup ol-
duğu din, mezhep, tarikat ve felsefî içtihadından dolayı caatın neticesi müstediye tahriren tebliğ olunmak mec-
muaheze edilemez. Asayiş, âdâb-ı muaşeret-i umumiye ve buridir.
kavânine mugayir olmamak üzere her türlü ayinler ser- Seksen üçüncü madde: Hiç kimse kanunen tâbi ol-
besttir. duğu mahkemeden başka bir mahkemeye celb ve sevk-
Yetmiş altıncı madde : Kanun ile muayyen olan usul olunamaz. '
ve ahvâl haricinde kimsenin meskenine girilemez ve üzeri Seksen dördüncü madde: Vergi, devletin umumî
taharri edilemez. masarifine halkın iştiraki demektir.
Yetmiş yedinci madde: Matbuat, kanun dairesinde Bu esasa mugayir olarak hakiki veya hükmî şahıs-
serbesttir. Ve neşredilmeden evvel teftiş, muayeneye tâbi lar tarafından veya onlar nâmına rüsûm, âşâr vesair te-
değildir. kâlif alınması memnudur.
Yetmiş sekizinci madde: Seferberlikte, idare-i örfiye Seksen beşinci madde : Vergiler ancak bir kanun ile
halinde veyahut müstevli emrâzdan dolayı kanunen müt- tarh ve cibâyet olunabilir.
tehiz tedabir icâbâtından olarak vazedilecek takyidât
Devlet, vilâyet idare-i hususiyeleri ve belediyelerce
müstesna olmak üzere seyahat hiçbir suretle takyîdâta
teâmülen cibâyet edilmekte olan rüsûm ve tekâlifin kanun-
tâbi tutulamaz.
ları tanzim edilinceye kadar kemâkân cibâyete devam olu-
Yetmiş dokuzuncu madde: Ukudun, sa'y ve amelin, nabilir.
temellük ve tasarrufun, içtimaatın, cemiyetlerin ve şirket- Seksen altıncı madde: Harp halinde veya harbi icap
lerin hudud-ı hürriyeti kanunlar ile musarrahtır. ettirecek bir vaziyet hudusunda veya isyan zuhurunda ve-
Sekseninci madde: Hükümetin nezaret ve muraka- yahut vatan ve cumhuriyet aleyhinde kuvvetli ve fiilî te-
besi altında ve kanun dairesinde her türlü tedrisat ser- şebbüsât vukuuna müeyyed kat'i emârât görüldükte İcra
besttir. vekilleri heyeti müddeti bir ayı tecavüz etmemek üzere
umumî veya mevziî idare-i örfiye ilân edebilir ve keyfiyet
Seksen birinci madde : Postalara verilen evrak, mek-
hemen meclisin tasdikine arzolunur. Meclis idare-i örfiye
tuplar ve her nev'i emanetler selâhiyetdâr müstantik ve
müddetini, indelicab tezyîd veya tenkis edebilir. Meclis
muhakeme kararı olmadıkça açılamaz. Ve telgraf ve tele-
müctemi değilse derhal içtimaa davet olunur.
fon ile vâki olan muhaberâtın mahremiyeti ihlâl oluna-
maz. îdare-i örfiyenin fazla temadisi meclisin kararına
mütevakkıftır.
Seksen ikinci madde: Türkler, gerek şahıslarına
gerek âmmeye müteallik olarak kavânin ve nizamata mu- İdare-i örfiye, şahsî ve ikametgâh masûniyetlerinin,
halif gördükleri hususatta merciine ve Türkiye Büyük Mil- matbuât, müraselat, cemiyet, şirket hürriyetlerinin mu-
let Meclisine münferiden veya müctemien ihbar ve şikâ- vakkaten takyîd veya ta'lıki demektir.
yette bulunabilirler. Şahsa ait olarak vuku bulan müra- İdare-i örfiye mıntıkasıyla bu mıntıka dahilinde tat-
bik olunacak ahkâm ve muamelâtın suret-i icrâsı ve harp
halinde dahi masûniyet ve hürriyetlerin tarz-ı takyîd ve azilleri ve terfî ve terakkileri kanun-ı mahsus ile muay-
ta'Iîki kanunla tesbit olunur.
yendir.
Seksen yedinci madde: İbtidaî tahsil bütün Türkler Doksan dördüncü madde: Kanuna muhalif olan
için mecburî, devlet mekteplerinde meccanidir. umûrda âmire itaat, memuru mesuliyetten kurtaramaz.
r
Seksen sekizinci madde: Türkiye ahalisine din ve
Umûr-ı malîye
ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle «Türk» ıtlak
olunur. Doksan beşinci madde: Muvazene-i umumiye kanu-
nu müteallik olduğu sene-i mâliyenin duhulünde mevki-i
Türkiye'de veya hariçte bir Türk babanın sulbünden icraya konulabilmek için lâyihası ve merbutu bütçeler ve
doğan veyahut Türkiye'de mütemekkin bir ecnebi babanın cedveller nihayet teşrin-i sâninin ihtidasında meclise tak-
sulbünden Türkiye'de doğup da memleket dahilinde ika- dim olunur.
met ve sinn-i rüşde vusulünde resmen Türklüğü ihtiyar
eden veyahut vatandaşlık kanunu mûcibince Türklüğe ka- Doksan altıncı madde : Devlet emvalinden muvaze-
bul olunan herkes Türk'tür. Türklük sıfatı kanunen ne haricinde sarfiyat caiz değildir.
muayyen olan ahvalde izâle edilir. Doksan yedinci madde : Muvazene-i umumiye kanu-
nunun hükmü bir seneye mahsustur.
Altıncı fasıl
Doksan sekizinci madde : Hesab-ı kat'i kanunu mü-
Mevadd-ı müteferrika teallik olduğu sene bütçesinin devre-i hesabiyesi zarfın-
Vilâyât
da istihsal olunan vâridât ile yine o sene vuku bulan te-
Seksen dokuzuncu madde: Türkiye coğrafî vaziyet diyâtın hakiki mıkdannı mübeyyin kanundur. Bunun şe-
ve iktisadî münasebet nokta-i nazarından vilâyetlere, vi- kil ve taksimâtı muvazene-i umumiye kanununa tama-
lâyetler kazalara, kazalar nahiyelere münkasımdır ve na- miyle mütenâzır olacaktır.
hiyelerde kasaba ve köylerden terekküp eder.
Doksan dokuzuncu madde : Hesab-ı kat'i kanunu-
Doksanıncı madde: Vilâyetlerle şehir, kasaba ve nun lâyihası müteallik olduğu senenin sonundan itibaren
köyler hükmî şahsiyeti hâizdir. nihayet ikinci senenin teşrin-i sânisinin ibtidâsına kadar
Doksan birinci madde: Vilâyetler umuru tevsî-i me- Büyük Millet Meclisine takdim olunmak mecburidir.
zuniyet ve tefrîk-i vazâif esası üzerine idare olunur.
Teşkilât-ı esasiye kanununa ait zevâbıt
Memurin Yüzüncü madde : Büyük Millet Meclisine merbut
Doksan ikinci madde: Hukuk-ı siyasiyeyi hâiz her ve devletin vâridât ve masarifâtım kanun-ı mahsusuna
Türk ehliyet ve istihkakına göre devlet memuriyetlerinde tevfikan murakabe ile mükellef bir Divan-ı muhasebat
istihdam olunmak hakkını hâizdir. müessestir.
Doksan üçüncü madde : Bilumum memurla nn evsa-
Yüz birinci madde : Divan-ı muhasebât umumî mu-
fı, hukuku, vazâifi, maaş ve mahsusatı vesuret-i nasb ve
tabakat beyannamesini, taalluk ettiği hesab-ı kat'i kanu-
nunun maliyece Büyük Millet Meclisine takdimi tarihin-
den itibaren nihayet altı ay zarfında meclise takdim
eder.
Yüz ikinci madde : İşbu Teşkilât-ı esasiye kanunu-
nun tadili aşağıdaki şerâite tâbidir :
Muvakkat madde : Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne O halde, Millî Mîsâkımızm feyizli semeresini Yunan
intihap edilen ve edilecek olan bil-umum mensûbîn-i as- ordusunu mağlup ederek mukaddes yurdumuzdan kov-
keriyenin tâbi olacakları şerait hakkındaki 19 Kânun-ı mağa münhasır görmemeliyiz. Milletimizi içtimaî vicda-
evvel 1339 tarihli kanun ahkâmı bâkidir. nın şuursuz tabakasından yükselterek şuurlu tabakasına
çıkaran ve ona saltanat ve hâkimiyet hakkının bizzat
16 Ramazan 1342 ve 20 Nisan 1340/1924
kendisinde olduğunu anlatan da yine Millî Mîsâkımız de-
ğil midir? Milletimiz bu ilâhî mesele ile mâzisini ve istik-
(1925 - 1926 Türkiye Cumhuriyeti Devlet salnamesi
balini vâzıh bir surette görmeğe başladıktan sonradır ki,
İstanbul 1926, s. 28-44.)
artık mukadderatını doğrudan doğruya kendini temsil
etmeyen hiçbir kuvvete tefviz etmeyerek kendi kendini ricî temamimizi, yalnız haricî istiklâlimizi temin eden as-
bizzat idare etmeyi en büyük bir fariza görmeğe başladı keri bir misâktı. Milletin haricî hudutlarını, haricî emni-
ve artık Beynelmilel Milletler Meclisine siyasî rüşde vâ- yet ve temâmiyetini temine çalışan haricen siyasî bir
sıl olmuş asri bir cemiyet halinde girmek hakkını istih- peymândı. Bu, diğer peymânların hepsinden mukaddem
kaken iktisap etti. olmakla beraber, hiçbir zaman kâfi değildir. Eğer ban-
dan sonra gayet seri bir surette milletimizin dahilî ha-
Şimdi Millî Mîsâkımız dairesinde bir sulh yapaca- yatı inkişaf etmeyecekse, haricî istiklâlimiz yeniden
ğız : Buna, hattâ en bedbin olanların bile şüphesi kal- sektelere uğrayabilir. Yeniden tehlikelere düşebilir. O
madı, fakat, Millî Mîsâkımız dairesinde sulh yaptıktan halde istiklâl mefkûresi tamamiyle tahakkuk ettikten
sonra, biz yine eskisi gibi mîsâksız mı kalacağız? Gaye- sonra, biz aramasak bile, yeni bir mefkûre kendiliğinden
sine vâsıl olan bir mîsâkm artık hayatta bir rolü kalma- infilâk edecektir. Bu yeni mefkûre, tekâmül mefkûresi-
mış demektir. Millî Mîsâkımız sayesinde daha yeni nail dir. Hazret-i Peygamber, İslâm devletinin istiklâlini te-
olmağa başladığımız ve henüz tamamiyle olgun bir hale min eden Bedir muzafferiyetinden avdet ettiği sırada
getiremediğimiz millî şahsiyetimize artık veda mı ede- «Cihâd-ı asgardan cihâd-ı ekbere dönüyoruz» buyurmuş-
ceğiz? Yeniden millî şuurumuzu, millî vicdanımızı kayıp tu. Şimdi biz de aynı haldeyiz. İstiklâl mücâhedesi ci-
mı edeceğiz? hâd-ı asgarımızdı. Onu bitirince cihâd-ı ekberimiz olan
Şüphesiz, bugün millî ruhumuzun cevheri bu mu- tekâmül mücâhedesine başlayacağız. Fakat, bu mücâhe-
kaddes mîsâktır. Hepimiz «Millet» adını verdiğimiz içti- de çok uzun sürecektir. Demek ki daima millî bir Mîsâ-
maî benliğimizin en vâzıh şahsiyetini, bu mîsâkm toplu kımız mevcut olacaktır.
ve canlı manzumesinde görüyoruz. Hakiki metbûumuz
odur. Teşriî, kazaî, icraî bütün kuvvetlerimiz ondan ne- (İleri, nr. 1679, 8 Tegrm-i evvel 1338/1922.)
beân ediyor. Nazarımızda hâkimiyet, saltanat, velâyât-ı
âmme gibi kudretler bile onun gölgelerinden başka bir
şey değildir. Zira milletin bütün iradesi bu mîsâkta top-
lanmış gibidir. Bundan başka milletimizin manevî şira-
zesi ve içtimaî tesanüdünün en kuvvetli bağı da o değil
midir? Biz bundan sonra onsuz nasıl yaşayabiliriz? Şim-
di, Millî Mîsâkımız tamamiyle tahakkuk etmekle, artık
milletimizin müşterek peymânları ve müşterek taahhüt-
leri kalmayacak mı? Halkla hükümet arasında içtimaî
bir mukavele bulunmayacak mı? Artık müşterek bir ahd
ü peymânın bu kadar zengin olan feyizlerinden mahrum
mu yaşayacağız? Bence, hayır! Millî Mîsâkımız yalnız ha-
Göster şimdi, ilmî, harsî hedefler:
Âlim, şair, kumandan da hep asker...
Her şey olur: Yalnız işte, emir ver...
Kurtar bizi meskenetten, hırmandan!
54 55
Şu ciheti de ilâve edelim: Yapılacak programı tatbik et- vilayât-ı müstahlasada 90.000 yetimin hayatını Ibu suretle
mek gerektir. kurtarmağa sâî olmuştur. Tevfik'e tevfik temenni ederim.
Bilmem nedendir? Bizde, sairlerin yaptıklarına, is- Milletin tecdidi için ibtida sıhhiye, sâniyen maarif,
tihsal ettikleri müteyemmin neticelere bakmak itiyadı sâlisen nafia umurunu muhkem birer kazığa bağlamalı-
yok. Misâl : Kastamonu'daki sanayi mektebini gezdim : yız. Sıhhiye işlerinden başlamak tabiî bir sıradır. Malar-
Terzilik şubesi... mevcutmuş, lâkin lâğvedilmiş? Çünkü ya ve emrâz-ı zührevîye, bir Yunan ve bir Ermeni ordu-
idare-i hususiye-i vilâyet öyle tensib etmiş; taşçılık şube- su gibi karşımızda menhusâne sırıttıkça maarife bakma-
si, keza. Nefis bir bina, bîvâye birkaç genç. Netice : Hiçe ğa vaktimiz kalmaz.
yakın. Halbuki Amerikanlar, yine bizim memleketimizde
olmak üzere, mahzâ Ermeni çocuklarını yetiştirmek için, işte, münevverânımızm en âcil işi, her şeye takdi-
meselâ Bağçeçik'te, Elaziz'de, Merzifon'da dârü's-smaa men şu vâsî, şu fesîh vatan derûnunda, bir batın zarfın-
şeklinde mektepler tesis etmişler. dan, yani alet-takrib 1955 senelerine doğru, lâ-akall yirmi
beş milyonluk genç, dinç, tüvânâ, sâlim, bizden daha iyi
Müessesât-ı hayriye bunların iptidaî sermayesini te- düşünür, bizden daha ziyade ciyâdetle hisseder ve bizden
min etmiş. Devşirilen Ermeni etfâline îbn Sina, Îbn Rüşd, daha başka bir gayretle çalışır bir Türk milleti vücuda
îbn Bâcce okutulmuyor. İştigal saatlerinin yarısı derse, getirmektir.
diğer yarısı çalışmaya, sanata hasredilmiş. Ilık devirde
çocuk müstahsil değil, bunun içindir ki mektep onun ma- (İleri, nr. 1731, 29 Teşrin-i sâni 1338/1922)
sârifini kendisine karzen veriyor, ikinci devirde çocuk,
hem okuyor, hem de icra ettiği sanat sayesinde iptidâ ma-
sârifini çıkarıyor, sâniyen ilk devirde ettiği istikrazâtı ya-
vaş yavaş ödüyor. Üçüncü devirde ise para kazanıyor ve
şahadetnâmesini alınca elinde açacağı dükkân veya dâ-
rü's-smaa için mehmâ-emken bir sermayeye mâliik oluyor.
Usul-i muhakeme-i hukukîyenin, usul-i muhakemât-ı İşte, ikinci Türkiye Büyük Millet Meclisi için, mille-
cezaîyenin, teş'kil-i mehâkim kanununun kırk küsur se- ti ebediyen kendisine medyun-ı şükran bırakacak bir sa-
nelik tatbikinden anlıyoruz ki, bunlar bize göre değildir. ha-i iştigal.
Biz, bunları münhasıran Code Napolyon'dan - o da yarım
(İleri, nr. 1756, 24 Kânuıı-ı Evvel 1338/1922.)
yamalak olmak üzere- tercüme etmişiz. Yahu dünyada
Milletlerin hayatlarında birbirinden pek başka iki
safha vardır. Biri muhite uyup tevakkuf halinde bir ha-
yat geçirmek, ikincisi muhiti kendi ihtiyaçlarına uydu-
rarak gittikçe yükselir bir hayata kavuşmak... Biz şim-
Ahmet Emin [Yalman] diye kadar bazı münferit ve tesadüfi hareketler müstes-
na olmak üzere umumiyet itibariyle muhite esir olup
M Ü N C Î L İ K T E N SONRA B Â N İ L İ K kaldık. Milletimizin mevcudiyetine sahne olan muhit ya-
ni memleket, her tarafında yol ve şimendiferler, sahille-
rinde limanlar yapılmak suretiyle toplu ve yekpare bir
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'nin yarınki hayatı-
hale gelememiştir. Her tarafında bataklıklar var. Eski
mızda hâiz olacağı mevki mühim bir millî meseledir,
zamanlardan beri pek çok milletlerin ve medeniyetlerin
herkesi şiddetle alâkadar eder. Meseleyi sathî surette mu-
mezarı böyle sıtmalı bataklıklar olmuştur. Milletimiz ge-
hakeme edenlerde bir fikir vardır. Diyorlar k i : «Paşa
rek bu ve gerek umumun sıhhatini tehdit eden diğer bir-
Hazretleri yarın umumî hayat içinde faal bir vaziyette
çök tehlike uçurumlarına karşı âciz ve gayr-ı mücehhez-
bulunmasın. Millî bir abide gibi milletin başı üstünde
dir. Topraktaki tabiî hazineler olduğu gibi duruyor. Top-
yeri olsun. Millî bir buhran dakikasında yeniden faali-
raklarımızın tenebbüt kudretinden en kadîm vasıtalar-
yete gelsin. Daima bir müncî rolü oynasın».
la asgarî derecede istifade ediyoruz. Husule gelen şeyler
Eğer haricî mücadele biter bitmez bizim için tabiî ekseriyetle yalnız mevziî ihtiyaçları idare ediyor. Müsteh-
bir hayat başlayacak olsaydı, bu mütalâa pek doğru olur- lik vaziyette bulunan sahiller halkı ekmeğine varıncaya
du. Mustafa Kemal Paşa gibi bir müncî ve bir rehberi, kadar ekser gıdalarını hariçten tedarik ©diyor. Toprak
siyasî hayatın ebedî küçüklükleri içinde görmeğe kimse hasılâtı en basit derecede olsun mamul bir hale getiri-
razı olmazdı. Fakat haricî mücadele bitince bizim için es- lemiyor. Bazen kendi mahsulât-ı arzîyemiz birkaç misli
ki ve tabiî bir hayat avdet edecek değildir. Vaziyeti bu bedele mukabil, bize mamul bir halde iade ediliyor. Bir
surette telâkki etmek, Türk milletinin misilsiz fedakâr- taraftan canlı ve umumî bir iktisadî hayat mevcut olma-
lıklarını semere itibariyle hiçe indirmek bugünkü muvaf- ması ve memleketin kendi kendini doyuramaması, di-
fakiyetlerimiz üzerinde uykuya dalmak olur. Bizim için ğer taraftan harp ve hastalıkların halkı kırması netice-
fevkalâde mücadele devri tam mânâsıyla devam edecek- sinde nüfus kesafeti o kadar düşüktür ki, bugünkü halin-
tir. Müstakil surette yaşamak ve inkişaf etmek hususun- de yüksek derecede umumî mahiyette bir terakki hareke-
daki gayelerimiz yalnız haricî engelleri ber-taraf etmek- tini kâfil olamaz. Terakkiyi kâfil şerait zincirleme sure-
le tahakkuk etmiş sayılmaz. Elde ettiğimiz inkılâp im- tiyle birbirine bağlıdır. Nüfus olmazsa servet olmaz.
kânlarından sonuna kadar istifade ederek her sahada ha- Servet olmayınca irfan yükselmez ve ihtiyaçların seviye-
kiki inkılâplar geçireceğiz. Bizim için yaşamak kelime- si artmaz ve umumî münasebetlerde ve siyasî hayatta
sinin mânâsı ancak ondan sonra teessüs edecek mi'li kullanılan silâh ve vasıtaların mahiyeti ile muhit-i mad-
hayata izafe edilebilir. dî şeraiti arasında sıkı bir irtibat vardır. Şerait değiş-
millî nokta-i nazardan daima müteyakkız bulunmak icap
medikçe, en yüksek bir şahsî azim ve irade bile devam-
edeceğini de unutamayız.
lı neticeler husule getiremez. Mesela yol, şimendifer,
millî bir iktisat siyaseti, iktisadî teşkilât, millî tesanüt, Ancak bir kısmını kısaca işaret ettiğimiz nâ-mahdut
emniyet, asayiş, ziraî bankalar mevcut olmadıkça, müs- işler, vazifeler ve tehlikeler Türk Milleti için fevkalâde
tahsil sınıfını muhtekir ve mütegallibelerin elinden kur- bir mücadele vaziyeti hâsıl etmektedir. Kuvvetlerimiz her
tarmağa hâdim her kanun kağıt üzerinde kalır. Her te- cihetle mahduttur. Bu vaziyette bulunan bir millet fey-
şebbüs dostâne bir nümayiş mahiyetini geçmez. kalâde tehlike dakikalarında kudretini tecrübe ettiği,
hürmet ettiği ve sevdiği bir rehberin sevk ve idaresine
Muhitteki maddî şeraitten başka, hayatımızın her muhtaçtır. Bu rehber Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'dir.
şubesinde de fevkalâde mücadelelere ihtiyaç vardır. Li- Memleket fevkalâde ihtiyaçlar içinde bulunurken, Paşa
sanımızın bugünkü hâli demokrat bir cemaatin umumî Hazretleri gibi bir kuvvetin gayr-i faal bir ihtiyaç kuvve-
tealisini temine kâfi değildir. Bir gazete okuyup anla- ti mevkiinde kalması kat'iyen tecviz edilemez. Paşa Haz-
yacak ve yanlışsız bir mektup yazacak kadar iktidar, ha- retleri nin yeri millî salâh mücadelesinin fiilî başkuman-
vâsa mahsus bir imtiyazdır. Sonra medenî ihtiyaçlarımız danlığıdır. Bugüne kadar olan haricî mücadelemizde mu-
sâbit şekiller almamıştır. Harsî müesseselerimiz inkılâ- vaffakiyet tevlid eden esbab şahıslarla değil, meselelerle
ba muhtaçtır. İçtimaî münasebetlerimiz müşevveştir. Be- çarpışmayı istilzam eden yarınki dahilî mücadelemizde
diî zevkler inkişaf etmemiştir. Ahlâkî mikyasların bugün- aynen tekrar edilmelidir. Umum millet tarafından seve
kü hayata telifi, vatanın harice karşı müdafaası haricin- seve kabul edilecek bir misak-ı millîmiz olmalı, bu mi-
deki sahalarda da, vatan merbutiyet ve alâkası, menfa- sak aynı mücerreb rehberin sevk ve idaresiyle kuvveden
at-ı umumiye duygusu, vazife hissi uyandırılması icap fiile çıkmalıdır.
ediyor.
Yapılacak işler muayyendir. Bütün mesele dahilde
Gözümüz nereye baksa kapanmağa muhtaç bir ya- akîm ve muzır şahsî mücadeleler açılmaksızın bunların
raya tesadüf ediyor. Her tarafta ehemmiyet bekleyen bir yapılmasmdadır. İntihap edilecek şekil ve maksada en
nakîsa, tasfiyeye ihtiyaç gösterir müşevveş bir vaziyet muvâfik bir şekil olmalıdır. Bu şeklin en esaslı lâzımesi,
var. Âdeta bir seviyeye çıkmak için yapmamız lâzım ge- bugüne kadar münci vazifesini gören Mustafa Kemal Pa-
len nihayetsiz işlerden başka bu vatana karşı hiçbir ala- şa Hazretlerinin doğrudan doğruya millî bir istikbalin
ka ve merbutiyet göstermeksizin, Türk milletinin iktisa- bânîliği vazifesini deruhte etmeleri ve Türk milletinin
dî hayatını kemiren, mukabilinde külfet olmadan nimet heyet-i mecmuasını yeni gayelere doğru yürütmeleridir.
gören mukbil unsurların kısmen aramızda kaldığını, Bu zeminde bir faaliyet sayesinde millî bünyede az çok
bunlara karşı millî bir cephemiz olması lâzım geleceği- tahavvül ve salâh husule geldikten, menfaat ve sınıf ih-
ni, yarın hariçten aramızda tefrika ihdasına ve bizi işi- tilâfları tebarüz ettikten ve siyasî hayatın umumî seviye-
mizden alıkoymağa çalışacak ecnebiler ve ecnebî mu- si yükseldikten sonra, fırkanın hayatımızda yeri ve mâ-
harrikleri bulunacağını, dünyanın bugünkü mütezelzel
nâsı olabilir. Zaten biz öyle zannediyoruz ki, bu fırka fik-
vaziyeti mutlaka kasırgalar koparacak, bunlara karşı
ri Paşa Hazretleri nazarında istikbal için hazırlanacak bir
harekettir. Önümüzdeki intihabâta kadar teşkilât şöyle
dursun, ihtiyaçlardan mülhem iyi bir program bile ha-
zırlanamaz. Şöyle intihabatta Paşa Hazretleri millî bir
imar ve salâh programıyla ortaya çıkarlar. Türk milleti- r
ne istikbale ait vazifelerini bildirirler ve gelecek mecliste
MECLÎS A Ç I L I R K E N
kendi etraflarında kuvvetli bir mesaî bloku toplarlarsa,
memleketin umumî işleri sâlim ve sâkin bir çığıra girmiş Millî harekete merkez oluncaya kadar Anadolu şe-
olur. hirleri arasında bile pek vazî bir mevkide olan ve tarihî
şöhreti, iki Türk padişahının Türkleri mecnunâne bir
(Vaıldt, nr. 1831, 16 Ocak 1923)
hırsla sevkettikleri müdhiş bir melhemeye sahne olmak-
tan ibaret bulunan Ankara, bugün, bütün bir cihanın,
bütün bir beşeriyetin ve bir medeniyetin, emsali, şark
tarihinde ender görülmüş bir intikal ve teceddüt devri-
nin bir kaynağı, bir yanar ocağı olmuştur. Yıldırım Be-
yazıt devrinden beri kalın bir sütre-i nisyan ve samûta
bürünerek, değil cihanın, hattâ civar beldelerin bile dik-
kat ve itinasını celbetmemiş olan Ankara, bugün birden-
bire bütün medenî beşeriyetin nazarlarını kendi üzerin-
de temerküz ettirmekte ve şarkın bütün ümitlerini ken-
disinde toplamaktadır. Bu tozlu ve çamurlu şehirde yeni
bir âlem doğuyor ve bu âlemin ne olacağına medenî be-
şeriyet derin bir merak ve tecessüsle ve şark âlemi de
azîm bir heyecan ve istiğrakla intizar ediyor.
Ankara iktisab etmiş olduğu bu mevkii, bu ehem-
miyet ve kıymeti müdriktir. Burada azîm bir faaliyet ve
heyecan hükm-fermâdır.
Türk basübadelmevtinin mukaddes mehdi olan o
vaz' ve mahviyetli B.M.M. binası hummâ-âlûd bir faali-
yetle tamir, tertip ve tanzim olunmuştur. Onun yanıba-
şında muhteşem bir binanın duvarları yüzlerce amelenin
mesaîsi sayesinde her gün yükselmektedir. Bu bina yeni
teşekkül eden Halk Fırkası'nın mahfili olacaktır.
Binanın karşısında ve şehirden istasyona doğru gi- rem Ali Fethi Bey ile meclis-i reis-i sânîsi muhterem Ali
den yeni tamir olunmuş caddenin üzerinde muazzam Fuad Paşa ve arkadaşları üzerine tahmil olunan vazife-
bir otel yapılmaktadır. ler hakikaten pek ağır ve pek vâsidir.
Unutmamalıdır ki, Ankara'da yeni baştan, yeni bir
İntihap olunan yeni mebusların kısm-ı küllisi takım
devlet teessüs ediyor. Bu devletin istinat edeceği esas-
takım Ankara'ya gelmişlerdir. Bir iki haftadan beri sabah-
lar, mülhem olacağı fikirler, takip edeceği istikamef ve
tan akşama kadar mebusan dairesinin etrafındaki bahçe-
vâsıl olması lâzım gelen hedefler tamamen yeni ve bam-
de veyahut dairenin içindeki odalarda muhtelif kümeler
başkadır. Bil-fiil ve bil-kuvve devlet reisi mâhiyet ve ma-
teşkil ederek meclisin âtideki faaliyetlerinden hararetle
kamında bulunan Mustafa Kemal Paşa Hazretleri tara-
bahsediyorlardı. Nihayet Mustafa Kemal Paşa Hazret-
fından intihabâttan evvel ilân edilen ve intihabâtm ruhu-
leri de İzmir'den avdet buyurdular. Ağustosun dördün-
nu teşkil eden umdelerde mündemiç olan bu esasların,
den dokuzuna kadar fırka içtimaları ile iştigal olundu.
bu istikamet ve hedeflerin tahakkuku Halk Fırkası ve o-
Ağustosun on birinde meclis resmen küşad edildi.
nun mebusân grubu ve hükümeti için bir namus ve şeref
Halk fıAasının içtimaında meclis, reis ile heyet-i meselesi olduğu gibi, yeni kurulan devlet için de bir ha-
vekile ve divan-ı riyaset azalarını tayin etmiştir. Bu zevat yat memat meselesidir. Fakat bunların tahakkuku da
arasında yeni sima olmak üzere yalnız Adliye vekâletine kolay bir ameliye değildir. Sarsılmaz bir itidal ile memzûc
intihab olunan Seyit Bey kaydolunabilir. Mütebâkisinin keskin bir idrak, vâsi bir vukufla tev'em kırılmaz bir
kâffesi harekât-ı milliye esnasında milletin mukadderatı- azim ve sebat, mücerreb ellerle hem-âhenk geniş gören
nı idare etmiş olan zevattan ibarettir. Umumiyetle dene- gözler ve müsmir usuller üzerinde müstenit ve durmak
bilir ki, yeni meclis de eski heyeti aynen ibka edecektir. bilmez bir faaliyet ister!
Yeni mebusları bu tarz-ı harekete sevkeden mütalâalar Önümüzde dikilmiş ve icrası mübrem ve gayr-ı ka-
şunlardır: Evvelâ kendi kendini yoklamak, yeni sîmâla- bil-i tevakki faaliyetin sahası o kadar geniş ve mütead-
rın mâhiyet ve kıymetini tedkik için vakit kazanmak ve diddir ki, çerçevesini bile şimdiden çizmek ve tayin et-
sâniyen Millî Mücahede esnasında bunca kudret ve ma- mek hiçbir ferdin kudreti dairesinde değildir. Halkçılık
haret ibraz etmiş olan zevatı bir de sulh esnasında imti- ruhuna müstenit bir devletin şekil ve mâhiyetini tayin
han ve tecrübe etmektir. Meclis yapılacak işlerin ehemmi- ve onun tarz-ı faaliyetini tesbit eder yolda bir devlet ma-
yet ve ciddiyetini takdir ederek, bunların icrasının evve- kinesi kuracak bir kanun-ı esasî vücuda getirmek, dev-
la tecrübe olunmuş zevatın ellerine tevdi etmek istedi. letin kuvvetlerini yeni baştan ve aynı prensibe sadık ka-
Meclisin bu tarz-ı hareketi muvafık mıdır, değil midir? larak tertip ve tanzim etmek ve aynı zamanda da mem-
Burasını âti gösterecektir. leketi yeni iktisadî, sınaî ve irfanî sahalara sevkederek,
tamamen başka bir mâhiyette olan ve başka ilhamâttan
Bu nokta-i nazardan, yeni heyet-i icraiye ile yeni di- mülhem olan bir medeniyet zümresinden çıkarmak ve
van-ı riyasetin mevki ve vaziyetleri bir kat daha kesb-i diğer bir medeniyet zümresine sevketmek, her hüküme-
ciddiyet ve ehemmiyet ediyor. Heyet-i vekile reisi muhte- tin kısmetine isabet etmiş nasiplerden değildir!
Filhakika bu muazzam ameliyenin icrasında başlıca
rolü meclis oynayacaktır. Fakat hiçbir zaman unutma-
malıdır ki, her yerde olduğu gibi, bizde de meclisleri sevk
ve idare eden başlıca âmil kuvve-i icraiye ile meclis divan-ı
riyasetidir. Meclislerin derece ve mâhiyet-i faaliyetlerini,
aldıkları istikametleri her yerde kuvve-i icraiye ile di-
van-ı riyasetleri tayin ederler. Bunun hikmet ve esbabı
da pek vâzıhtır. Usul-i meşrutiyetle idare olunan her GİDİLECEK YOL
memlekette - ve hele bizim gibi tamamen demokrasi esas-
larına müstenit memleketlerde-memleketin idaresi daima B.M. M. açıldı. Mebuslarımız derin bir şevk ve he-
ekseriyeti haiz olan fırkanın elindedir. Hâkim fırka ise vesle faaliyete koyuldular. Encümenler bilâ-ârâm içtima
daima iş başına, hükümet ve riyaset makamına en muk- ediyorlar. Bir tarafta Halk Fırkası'nm nizamname-i da-
tedir, en dirayetli ve en mücerreb azalarım getirir. Bu hiliyesi hararetle müzakere olunurken, diğer taraflarda
gibi zevat zaten fırka içinde faaliyet ve istidadlarıyla te- yeni kanun-ı esasî, sulhnâme, maarif teşkilâtı, vesair
mayüz etmiş olduklarmdandır ki, fırka hükümeti eline projeler tedkik olunmaktadır. Her şey yeni meclisin ça-
alır almaz, iş başına getirilirler ve binaenaleyh hükümet lışmaya, bu mülk ve devleti yeni baştan kurmaya azmet-
mevkiinde dahi ekseriyetin aldığı tavır ve hareketler üze- miş olduğuna delâlet ediyor.
rine azîm tesirler icra ederler. Hülâsa son söz mecliste ol-
Fakat acaba gidilecek yol ne olacaktır? Nereye
makla beraber, kuvve-i icraiye ile divan-ı riyasetler muk-
doğru istikamet alacaktır?
tedi ve rehber vazifesini ifa ederler ve meclisin alaca-
ğı istikametleri tayin ederler. Ankara muhitinin en yüksek ve en kudretli şahsi-
yeti hiç şüphe yoktur ki, Mustafa Kemal Paşa Hazret-
Bu nokta-i nazardan, biz şimdilik âtiye emniyetle
leri'dir. Bu bir adesedir ki, bütün temayülât, bütün ar-
bakabiliriz. Ellerine tevdi-i umûr ettiğimiz zevat mazi-
zular, onda bâriz ve müşahhas bir tarzda aksediyor.
deki faaliyetleriyle memleketin emniyet ve itimadım, şük-
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'nin dört seneden beri irad
ran ve minnettarlığını kazanmış zevattır. Şimdiye ka-
etmiş olduğu nutuklar dikkatle tedkik olunursa, her
dar bunların geçirmiş oldukları tecrübeler büyük mu-
nutkun Ankara inkılâbında yeni bir merhaleye, yeni bir
vaffakiyetlerle neticelenmiştir. Sulh zamanında aynı de-
inkişafa delâlet ettiği taayyün eder.
recede muvaffak olacakları ümidi iledir ki, bu kere de
memleket kendi mukadderatını onların ellerine tevdi Bu kerre de müşarünileyh meclis riyasetine intihab
etti ve tabiatıyla son hükmünü bu ümidinin derece-i ta-
olunması münasebetiyle malum olduğu veçhile bir nutuk
hakkukuna ta'lik ediyor.
irad etti. Bu nutuktan istikbal için düstur ve program
(Vatan, nr. 137, 15 Ağustos 1923.) olmak üzere âtideki fıkrayı kaydediyoruz. Nutukta diyor-
lar k i :
Dünyanın belli başlı milletlerini esaretten kurta- gîz levhalara, aynı dil-hıraş manzaralara tesadüf etmiyor
ran, hâkimiyetlerine kavuşturan büyük fikir cereyanları musunuz? Bu asırlarca böyle devam edegelmiştir! Asır-
köhne müessesata ümit bağlayanların, çürümüş idare larca aynı siyah toprak üzerinde aynı zavallı, menkûb,
usullerinde reha kuvveti arayanların bî-aman düşmanı- mefluç, her türlü refah ve saadetten mahrum kitleler sü-
dır! Avusturya, Almanya, Rusya, hattâ dünyanın en mu- rünüp gelmişlerdir! Batınlar batınları takip etmiş, fakat
hafazakâr bir medeniyetine mensup Çin İmparatorluğu yine aynı siyah toprak, aynı kaza, aynı itiyat, aynı tea-
büyük fikir cereyanının sadmeleriyle gözlerimizin önün- mül, aynı zihniyet! Kader, kısmet, tevekkül.. Bu yekdi-
de devrilmiştir. İşte efendiler, yeni Türkiye Devleti de ci- ğerine karışmış iradesiz, cansız, hareketsiz mahlukatın
hana hâkim o büyük ve kadir fikrin Türkiye'de tecelli- nasibi olagelmiştir!
sidir, tahakkukudur!
Acaba Türk dört seneden beri bunca fedakârlıklara,
Şimdi r i k ' a ( * ) i l e dizilen bu cümleleri nutkun bi- bunca meşakkat ve ıztıraplara, bu yalçın dağlan, bu ıssız
raz yukarısında mündemiç âtideki cümle ile takrîb ediniz : ovalan, bu Altay'dan getirdiği kağnı ile sapanı ve bütün
bu mahrumiyetleri aynen ibka için mi tahammül etmiş-
Bir an için teferruattan tecerrütle vatan dediğimiz
tir? Öyle ise yazıklar olsun dökülen kanlara, feda olunan
kudsî mevcudiyete umumî bir nazarla bakalım! Onun
canlara, viran edilen hânumânlara ve bugün her Türk
hayat nâmına, ümran nâmma her mazhariyetten mahrum
evinde akan yetimlerin, dullann gözyaşlarına! Bütün
bir siyah toprak sahasından ibaret bırakılmış olduğunu
bunlar beyhude! Zira o halde er geç yine aynı düşman
görüyoruz!
istilâlarına maruz kalacağımızdan zerre kadar şüphe et-
memelidir!
îşte size bir düstur-ı istikamet, bir yol işareti!
Fakat bereket versin ki, ne millet heyet-i umumiyesi
Evet vatan dediğimiz o kudsî mevcudiyet ümran
ile ve ne de milleti temsil edenler böyle düşünmüyorlar.
nâmma her türlü mazhariyetten mahrum bir siyah top-
Millet heyet-i umumiyesi ile icra etmiş olduğu muhay-
raktan, hayat nâmına her türlü zevkten mahrum zavailı
yirü'l-ukul mucize ile kendisinin şarkta en kudretli, en
bir kitleden başka nedir? Ve bu yalnız bizde mi? İran'a,
zinde, en canlı bir orduya sahip bir varlık olduğunu is-
Afganistan'a, Hindistan'a, Çin'e, Tunus'a, El-cezair'e,
bat etti. Hür ve serbest yaşamak, hayatın bütün manevî
Marakeş'e bir nazar atfediniz!. Her yerde aynı melâl-en-
ve maddî nimetlerine mazhar olmak içindir ki, o bir yan-
dan bütün cihana karşı isyan etti ve diğer taraftan da da-
*Metinde italikle dizilen bu kısım, gazetede farklı bir yazı hildeki bütün esaret zincirlerini kırdı. Şimdi o kendi reh-
şekliyledir.
berlerinden, kendi zimamdarlanndan, önünde mânisiz
açılmış olan vâsi hayat sahasının tanzimine intizar edi-
îkiııciler ise, memleket ve milletin bî-nihaye istikba-
yor.
lini düşünmekten ziyade, içinde yaşadıkları dakikaları dü-
şündüklerinden tabiatıyla tarihte hiçbir iz bırakmazlar
Milleti temsil eden ve milletin bütün ümitlerini ken-
ve iltizam ettikleri idare-i maslahat usulü ile değil bir
disinde cem'eyleyen en kudretli şahsiyet ise ilk fırsattan
milletin mukadderatını, hattâ kendi mukadderatlarını
bil-istifade bu tanzim ameliyesinin mâhiyetini irae etti. bile tayinden âciz olurlar. Daima tezatlar içinde bocâla-
yarak, nihayet idare etmek istedikleri ruz-merrenin hadi-
Şimdi mesele şundan ibarettir: Gayeye varmak için
sâtı içinde kaybolup gitmeğe mahkûmdurlar.
her türlü maniaları bir azm-i kat'i ile kırarak sebatkâr
hatveler ile yürünecek midir? Veyahut tarihin beş yüz Memleket ve devlet nokta-i nazarından günün en
mühim meselesi bizce bu iki ruhtan hangisinin galebe
senede bir elde edilemeyen bu dönüm noktasında Türk
çalacağından ibarettir. Bilhassa içinde bulunduğumuz bu
yine o meşum «siyasetçilik» ruhunu önüne dikilmiş bu-
başlangıç günlerinde bu mesele ehemmiyet-i mahsusayı
lacak mıdır? hâizdir. Zira, bir taraftan memlekete hâkim ve hükümet
ve idareyi elinde tutan «Halk» fırkasının programı ile ni-
«Siyasetçilik» diyoruz. Zira vaziyet ve memleketi zâmnâmesi tedkik edilirken, diğer taraftan da kanun-ı
görmek ve anlamak iki türlü olur: Birisi yüksek ve esasî gibi devletin mâhiyet ve istikametini irae edecek bir
umumî bir bakışla memleketin ruhuna ve temayülât-ı ha- temel atılmaktadır. îki ruhtan birisinin tefevvuku tabi-
kikiyesine hulul ederek vâsi ve esaslı tedbirler ile memle- atiyle bu mühim ve esaslı teşebbüsler üzerine aksede-
keti şâh-rah-ı selâmet ve saadete isâl etmek, bu tarz hare- cektir.
ket yüksek siyasiyûnun, büyük mücedditlerin tarzıdır. Mâlum olduğu üzere, Tanzimat devri Türkiye tari-
hinde idare-i maslahat usulünün hâkim devridir. Devrin
Diğeri de teferruata saplanmak, hususî tezahürattan vermiş olduğu umumî netice mâlumdur. Millî hayatın
mülhem olarak, tevehhüm ve tevahhuşlara uymak ve ida- herhangi bir şubesinde içinden çıkılmaz karışıklıklar, ha-
re-i maslahat tarîkini iltizam eylemek... Bu tarz-ı hareket, litalar ihdas etti. Muayyen, âhenkdar bir saha ve zemin
endişe-i ruz-merre ile meşbû olan «siyasetçilerin» takip üzerinde yürümediğinden ve bütün sahaları, zeminleri
ettikleri meslektir! yekdiğerine karıştırmak istemiş olduğundan, memleketi
herhangi bir sahaya has olan faziletten, nimetten mahrum
Birinciler, tarihte daima derin izler bırakıp giderler. etti ve neticede millî vücut üzerine azîm bir zaaf çöktü.
O gibiler kendi nefislerinden ziyade memleket ve milleti İttihat ve Terakki devri de kendisini aynı idare-i
düşünürler ve yaptıkları ameliyede muvaffak oldukları maslahat zihniyetinden kurtaramadı. Bir gün evvel attığı
halde bütün bir milletin ve devletin ebediyen saadet ve hatve bir gün sonraki hatvesine bir tezat teşkil etti, bun-
selâmetini temin etmiş olurlar! lar yekdiğerini muattal bıraktı. Esaslı ve derin bir ısla-
hat icra olunmadı. Muayyen, ahenkdâr, muntazam bir
usul teessüs edemedi!
(Vatan, nr. 144, 22 Ağustos 1923.) Anlaşılıyor ki Tevhid-I efkâr sahibi Velid Bey'le şah-
siyâta dökülmeden görüşmek pek güçtür. Aramızda ta-
haddüs eden bahsin mevzuu malumdur. Sabık Heyet-i ve-
kile reisi Rauf Beyefendi'nin çekilmesi münasebetiyle Ve-
lid Bey birkaç makale neşrederek, müşarünileyhi muha-
fazakâr ve ananeperver cereyanın lideri gibi gösteriyor-
du. Biz bu iddiayı cerhederek memlekette vâki olan en
cezri harekâtın başında bulunan ve en derin ananeleri
birer birer söküp atan Rauf Bey'in kendi kendisini inkâr
etmeden muhafazakâr ve ananeperver bir cereyanın ba-
şına geçmesi imkânı olmadığını ileri sürmüştük. Binaena-
leyh Velid Bey, ya bizim iddiamızı delâil ve sübûtla redde-
decekti veyahut bu iddianın isabetini kabul edecekti. Hal-
buki Velid Bey bize cevaben yazmış olduğu iki uzun ma-
kalede, asıl mevzua asla temas etmemiş ve itiyadı veçhile
birçok lüzumsuz ve mevzumuzla kat'iyen alâkası olma-
yan şeylerden bahisle, kendisinin ve karilerinin vakitle-
rini izaa etmiştir.
işte pek selâhiyetli ve haşmetli bir ağızdan sâdır ol- Elîm müşkilât içinde hiç yoktan yarattığı ordu ile
muş tılsımlı bir cümle, bir hüküm ki Türk ruhunu ilâhî kazandığı mucizevî zafer, beşeriyeti müsbet ve mütekâ-
bir ra'şe-i gurur, millî ve medenî bir ra'şe-i iftiharla mü- mil inkılâplara mazhar eden nurlu isyanların en mehîbi,
ebbeden tehziz ve tehyic etse lâyıktır. D'Annunzio gibi bü- en iradelisi ve şaşaalısı olmuştur.
tün mânâsıyla hür ve serâzâd, büyüklüğünün füsun ve
Fakat Mustafa Kemal Paşa denilen çelik azimli bü-
kudretini bizzat kendi ruhunda duymuş bir adamm böy-
yük asker yalnız Yunan ordusunu hârikalı ve bârikalı bir
le neticesi tekmil cihana ve insanlığa şâmil muazzam bir
sürat içinde izmir'de denize dökmekle, zulüm ve istilâ-
hüküm verebilmesi için elbette istinâd ettiği mühim vesi-
nın cezasını vermekle iktifa etmemiş, zaferden sonra ta-
kalar, müheyyiç tahassürler ve tefekkürler olacak...
kip eylediği yüksek ve insanî siyasetle de «emperyalizm»in
Kalbimi lâhûtî bir heyecan ve bâkir bir felsefe-i gu- samimi hasmı olduğunu cihana göstermiş, Avrupa'nın çok
rurla mesut eden şu hükümden benim çıkardığım ilk mu- medenî geçinen muhteris ve mutaassıp diplomatlarına bir
tarrâ mânâ şudur ki Mustafa Kemal Paşa'nın büyüklüğü numune-i ziyâ, bir ders-i kemâl vermiştir.
memleketlerin yâbis hudutlarını aşmış, ruh-ı beşerde sa-
işte fikrimce büyük askeri, asrın büyük adamı de-
mimi bir ma'kes bulmuştur. Evet, pek yüksek bir müte-
fennin, pek mümtaz bir sanatkâr gibi... Farazâ bir Pas- recesine yükselten şâ'hikavî hassa!. Filhakika parlak
teur, bir Edison, bir Shakespeare veya Bethoveen gibi harpler kazanmış mağrur ve hodbîn hükümdarlar ve ku-
Türk dâhisinin de büyüklüğü sade milletine münhasır mandanlar gibi «militarizmsin satvetli ihtiraslarına ve
kalmaktan kurtulmuş, âlem-şumûl olmaya başlamıştır. dalgalarına kapılmayan, vatanının saadetini selâmet-i ci-
han ile telife çalışan, ruhu milletini insaniyet için hadd-i
Çünkü dehasının şiddetli rûzgârıyla siyaset-i cihan
azamide müfid ve mesut bir unsur yapmak emel i necî-
mihverini değiştirdi... Çünkü şahsiyetinin esâtîrî kudre-
biyle çarpan muzaffer ve müsalemetperver bir serdar, an-
tiyle zulüm ve zulmete ziyâ ve sevda aktı... Filhakika o,
cak şu semâ-paye rütbeye lâyıktır : Büyük adam...
Bu nükteden dolayıdır ki, Mustafa Kemal, hunin Her halde sinesinden büyük adam yetiştirebilen bir
şaşaa-i şöhreti asırların ufuklarını tutuşturmuş Napoleon millet büyüklüğün kıymet ve ulviyetini takdirde tekâsiil
Bonaparte'dan büyük ve yüksektir. Bu cazip manzara-i göstermez. Hiçbir vakit unutmamalıdır ki Mustafa Ke-
itilâ karşısında mağrur ve müftehir olmak yalnız mazlum mal Paşanın büyüklüğü Türk milletinin büyüklüğüdür!..
Türklerin değil, medenî vahşetlere sahne olmuş zalim yir-
minci asrın da hakkıdır!.. Onun için bu pek şerefli, pek emsalsiz büyüklük
abidesini bütün kudsiyet ve taravetiyle, bütün safvet ve
Yakın bir mazinin o köhne ve ahmak Turan ve Kı- şetaretiyle muhafaza, hem Gazi'nin hem Türk milletinin
zıl elma politikasını, milletin sebeb-i felâketi olan o kara borcudur!..
ve meşum ihtirası düşündükçe hâlin bu afif, bu şafak-
Haziran 1923
âmiz siyaseti nazarlarda ne büyük bir kudsiyetle, ne de-
(Ziya ve Sevda, İstanbul 1924, s. 158-161.)
rin bir ciyadet ve taravetle incilâ ve inkişaf ediyor...
İşte bunun içindir ki, millet derecesine varmış olan Millîleşmek ise, milletin hakiki duygularına, hakiki
kitleler arasında millî cereyanın lâ-yenfekk neticelerin- hislerine tercüman olmakla beraber, milletin fertlerini
den birisi de, veli ve vasilerin, papas tahakkümlerinin, müşterek gaye ve emellere doğru sevketmek demektir.
kral tecebbürlerinin izalesi ile tac ve tahtların uçmasıdır. İşte buna binaendir ki, Türk millî cereyanının büyük üs-
tadı merhum ve mağfur Ziya Gökalp Bey bu cereyanı şu
Şimdi bir sual: Milyonlarca insanların yığınından
üç vecize île ifade ederdi: Dilde birlik, dinde birlik, di-
ibaret olan bir cemaatin efrâdı arasında bu tesanüt, bu
lekte birlik!
Şimdi bu nokta-i nazardan yukarıda saydığımız
âmillerin hiç olmazsa mânâlarını tedkik edelim. Baka- Alelâde Türk hattâ günde beş kere Allah'ı ile icra
lım Osmanlılık devri devam ettiği müddetçe, bu ümniy- ettiği râz-ı niyâzm mânâsını anlamaktan men'olunmuş-
yeyi ne dereceye kadar temin ediyordu. tur. Allah'ı ile kendisinin bilâ-vasıta doğrudan doğruya
görüşmesi hakkı unf u hiddetle inkâr edilmiştir. Vaktiyle
Başlayalım lisandan: Lisanın en yüksek tezahürü
İstanbul Türk ocağında bu hususa ait verdiğim bir kon-
edebiyattır.
feransta, Hazret-i Kur'ân'm Türkçe'ye tercümesi ve na-
Tâ son zamanlara kadar Osmanlı edebiyatı, gerek maz ve duaların Türkçe icrası lüzumundan bahsettiğim
mevzu ve gerek tarz-ı ifadesi itibariyle Türk milletine ta- için, İslâmiyet'i Arapların bir malı gibi telâkki eden Arap
mamen yabancı kalmıştır. Mevzu itibariyle padişahlar ve
milliyetperverlerden Abdülaziz Çaviş Efendi ikinci gün
ekâbir hakkında yazılmış olan kasideler ve medihnâme-
Bayezit Camiinde Türk ahalisine hitaben icra ettiği bir
lerden başka, Türk hayatı bu edebiyatın tamamen hari-
mev'izede benim tecdîd-i iman ve nikâh etmekliğim lü-
cinde kalmıştır. Bir tek Türk manzarasının levhasını, bir
zûmundan bahseyledi ve Türkleri benim aleyhime tahrik
tek Türk köyünün, Türk köylüsünün, Türk amelesinin,
etti!
Türk esnafının tasvirini orada bulamazsınız! Tahrirî li-
sanın tarz-ı ifadesine gelince, garâib ve acâibden ibaret Bu suretle dini asırlarca Türk vicdanı ile Türk şuuru
olan Bâbıâli üslûbu bir tarafa bırakıldığı halde bile yine haricinde tutmuş olanlar, bununla kifayet etmeyip, Türk-
tâ son zamanlara kadar milletin binde bir neferi bu ede- ler arasına nifak, şikak ve fesat ilkası için daima dini
biyat lisanından bir şey anlayamazdı! Millî mefkûre, ellerinde en mutad âlet ve vasıta olarak kullanmışlardır.
millî vahdet ve tesanüde gelince, eski Osmanlı edebiyatı Bu âlet Türk milletini, Türk vatanını düşünenlere karşı
bu sahaya da tamamen yabancı kalmıştır. Türklüğe ve dolayısıyla İslâmiyete kastetmiş olanlar ta-
rafından daima istimal edilegelmiştir. Cinci Hoca'dan
Demek ki her millet efrâdı arasında en kuvvetli bir
başlayarak Derviş Vahdetî'ye ve Şeyh Said'e kadar her
râbıta, bir tesanüd ve vahdet âmili olan lisan bizde ta-
mamen aksine kullanılmıştır. Lisan bizde bir âmil-i tef- zaman aynı dava aynı tarzda ileri sürülmüştür, ve her
rika olmuştur. Münevverler ile ahali arasına geçilmez bir zaman Türk vatanı bundan müteessir olmuştur.
uçurum açılmıştır. Bugün bile bu uçurum hâlâ da devam Şimdi geçelim hukuka: Bu da Türk hayatına, Türk
ediyor.
vicdanına tamamen yabancı idi. Kanun demek cereyan
Geçelim dine: Din de aynı tarzda sû-i istimâle, sû-i eden hayatın geçici anlarını tanzim ve muayyen esaslara
istifadeye maruz kalmıştır. Evvela asırlardan beri Türk,
irca etmek demektir.
dininden mehcûr edilmiştir. Dinin en mevsûk menbaı
olan Hazret-i Kur'an'la Türk arasında, azîm bir hâil vaz'- Binaenaleyh kanun evvela hayattan alınmalı ve sâ-
edilmiştir. Alelâde Türk Arapça anlayamadığından ve niyen hayat gibi müteharrik ve mütehavvil olmalıdır.
Kur'ân'm Türkçeye tercümesi men'edildiğinden, Türk Halbuki hakikatte Osmanlılık zamanında bütün kanunla-
dini ilhamâtın bu en mukaddes menbamdan mahrum
rımız hayattan alınmadığı gibi, hayatı bir takım sabit vc
edilmiştir.
gayr-i mütehavvil esaslara bağlayıp durdurmakta idi.
Tamamen başka muhitlerde, başka şartlar arasında enmüzeci olduğunu bilâ-perva yazdı. Bunu biz protesto
yaşamış bir Ebu Davud'un, bir Ebu Yusuf'un vaz'etmiş ettik. Abdülmecid sadrazama yazdığı bir mektupla:
olduğu esaslar, sekiz asır sonraki Türk hayatını tanzim «Bu küstah kesânın» memleket haricine çıkarılmalarını
etmekte idi. Hukuktaki bu tarz Türk'ü öldürmekten, talep etti!
incimâda sevkeylemekten başka bir şey ifade etmezdi.
Fakat Türk milleti için imtihan günleri geldi. Müta-
Sizi yormamak için milliyet cereyanının diğer esas- reke oldu; Türk milleti dün kendine kardeş dindaşların,
larını tedkik etmiyorum. Onlar da bu gördüğümüz bugün düşmanlar ile birleşerek kendisi hakkında düş-
esaslar gibi sû-i istimâle uğramıştır. Onlar da vicdan-ı mandan ziyade kasdettiğini gördü. Türk milleti dün ken-
millîden nebeân ederek, vahdet ve tesaniidü temin ede- disine Türk padişahı diyerek Türk'ün semâhati sâyesin-
cek yerde, bilâkis vicdan-ı millîye yabancı kalmış ve ih- de dünyada hiçbir hükümdarın görmediği bir debdebe
tilâf ve tefrikayı mucip olmuştur. ve haşmet temin etmiş olanları, düşmanlar ile teşrik-i
mesaî eder gördü: Türk dün kendisine Türk şeyhülis-
işte Türk millî cereyanının başına geçmiş olanların
lâmı, Türk müftü'l-enâmı diyenleri, bugün dini, imam
maksatları bütün bu âmilleri, vaz'-ı hakikilerine irca et-
düşman paralarına satılmış gördü!
mekten ibaretti. Yani lisandan başlayarak devlet ve hü-
kümete kadar Türk hayatının bütün tecelliyâtında Türk İşte o zaman Türk vicdan-ı millîsi teessüs etti! Bu
şuur ve vicdan-ı millîsinin in'ikâsmı ve bütün bu saha- vicdan azîm, derin heyecan içinde yerleri ve gökleri tit-
larda tesanüt ve vahdeti temin edecek muntazam ve reten bir na'ra kopardı; bu na'ranm ifade ettiği mânâ
âhenkdâr bir yürüyüşü istihsal etmekti! şöyleydi:
Türkçülük cereyanının mürşidleri, ilk evvela büyük Ey Türk, mukadderatını eline al! Hayatına yalnız
bir istihza ile karşılandılar. Bilâhare cereyanın ciddiyet kendi vicdanın, kendi şuurun hâkim olsun! Lisan, din,
ve salâbeti taayyün edince bu istihza azîm bir hiddet ve hukuk, hükümet, devlet hep senindir, bunların hepsi
gazaba tebeddül etti. Makam-ı saltanattan başlayarak, yalnız senin şuurunun, senin vicdanının ma'kesi olmalı-
bütün eski üslûp, eski edebiyat taraftarları, eski tarz te- dır!
fekkür erbâbı, eski devlet ve hükümet sistemi âşıkları ve
Bunları eline al ve yüksel ve yükseldikçe bunları
bütün gayr-ı Türk unsurlar müttehit bir cephe ile hücu-
da kendinle beraber yükselt!
ma başladılar! İftiralar, isnatlar, ithamlar, tehziller, tez-
yifler yapmağa başladılar. Biz Peygamber'in . yerine Efendiler! Zinde ve ber-hayat milletler için ihya,
maazallah Cengiz'i, Kur'an'm yerine de Cengiz'in yasa- teceddüt ve hayat hamleleri menbaı olmak faziletini ta-
sını geçirecekmişiz! Biz Rusya'ya, İngiltere'ye, Fransa'ya, şıyan felâket, Türk milletine dört senelik kısa bir zaman-
daha ne bileyim kimlere satılmış adamlar imişiz! Muhar- da asırların tecrübelerini verdi. Milletin a'mâk-ı vicda-
rirlerden birisi o zaman veliahd olan ve bilâhare ma- nında kaynaşan bu teceddüt ve hayat hamleleri yine mil-
kam-ı hilâfeti ihraz eden Abdülmecid Efendi tarafından letin a'mâk-ı derûnundan kopup gelen ve milletin hakiki
himaye olunan bir mecmuada, Türk milletinin mücrim tercümanı olan bir kahramanın ağzı ile ifade olundu:
Bu kahraman Mustafa Kemal Paşa'dır.
(Tiiriv yurdu, C. II, nr. 11, Ağustos 1341/1925, a. 389 - 395.) Her şeyden evvel kaydetmeliyiz ki, bu mukarrerâtı
ittihazdan hükümetin esbâb-ı mucibesi pek kuvvetlidir.
Bu esbâb-ı mucibeden sarf-ı nazar olunsa bile, medenî bir
millet olmağa, teceddüdün bütün icabâtmı bir an evvel
tatbike karar verdikten sonra, bunları kabul etmek bir
zaruret halindedir. Herhalde bunlar teceddüt ve temed-
dün kararının tabiî neticelerinden başka bir şey değildir.
Bu meşkûr kararların hülâsası şudur:
Bu kanunların her biri, o kanunların vaz olunduğu Dev adımlarla bugünkü müterakki insaniyetin müş-
devirleri, asırlarca aşıp giden Türk milleti hakkında feci terek medeniyetine doğru koşan Türk milleti, bu kanunla
bir iftira idi; Türk milletini kendi memleketinde, kendi mazinin şimdiye kadar ayaklarına dolaşan birçok fuzulî
cemiyet hayatında görmeyip de onun nasıl yaşadığına, müdahalelerinden kurtulacaktır.
ölü kanunların sûretâ mer'i ahkâmından hükmetmek lâ-
Cumhuriyet inkılâpçılarına has olan şuur, azim ve
zım gelseydi - nitekim bedhahlar daima böyle yapmışlar-
mutlaka tam ve mükemmel yapmak hissi kanun-ı mede-
dır-Türk milleti ile Asya'nın herhangi ibtidaî ve geri bir
nînin süratle tekvinine sebep olmuştur; kanun-ı medenî
izdihamı arasında hiçbir fark görmemek lâzım gelecekti.
cumhuriyet eserinin en büyük noksanını tamamlıyor.
Hakikat böyle değildir.
(Hâktmiyet-1 millîye, ur. 1655, 11 Şubat 1926 )
Biz kanun-ı medenî ile iki şey yapıyoruz : Evvelâ
Türk milletinin yeni hayat ve medeniyete doğru ilk adı-
mım attığı günden beri yaptığı emr-i vâkilere zıt kanun
ve ahkâm müstahaselerini ortadan kaldırıyoruz; sâniyen
kat'î ve sarih menfaatlere ait olduğu için, bizzarure tat-
kim olan avâmil-i tabiata, artık hâkim olmuştu: Karaya
demiıyolları, denize vapurları ile ve havaya da tayyare-
leri ile hâkim oldu.
Milliyet devrinin bu icazkâr neticeleri-bu cereyanın
mâhiyet ve tâbiatından mütevellit bir hâdisedir! Zira mil-
liyet cereyanı mâhiyeti itibariyle bile-müsbettir, yaratıcı,
yapıcı ve ibdâkârdır.
İSTANBUL TÜRK OCAĞI'NDA AĞAOĞLU
Milliyet ve vatan gibi kimsenin şahsen benimsemek
AHMET BEYEFENDÎ'NÎN VERDİKLERİ imkânı olmayan mücerret ve zihnî mefhumları hedef itti-
KONFERANS haz ettiğinden, bu cereyan esas itibariyle gayr-endîşdir.
İstinat ettiği kuvvet aşktır, muhabbettir, fedakârlıktır.
TARİHÎ DEVİRLER ARASINDA MİLLİYET Ayırmak, ihtilâf, dağıtmak, tahrip etmek, onun ruhuna
muhaliftir. Bilâkis o toplayıcı, o imarcıdır. Hedefi millet
Fikrî ve hissî cereyanların muhtelif devirleri arasın- ve vatanının heyet-i umumiyesi olduğundan, yerlilik veya-
da tarih-i beşeriyet milliyet cereyanı devri kadar velut ve hut sınıf endişeleri ona bigânedir. Onun aşk ve muhabbeti
feyz-nâk birisini irae etmiyor. vatanın bütün kısımlarını, milletin bütün evladını şâmil-
Büyük Fransız inkılâbının infilâkinden sonra tekev- dir! Onun için ne aristokrat, ne burjuva, ne amele ve ne
vün etmiş olan bu cereyanı temsil eden on dokuzuncu asır de köylü vardır! Onun nazarında bir tek varlık mevcut-
bu kaziyyenin şahididir. tur. Vatan evladı! O bütün vatanın ve bütün milletin-bilâ
istisna ve bilâ-nihaye inkişafını, teâlisini, saadet ve refahı-
Hiçbir devir ve hiçbir asır on dokuzuncu asır ka- nı arzu eder.
dar velut ve feyz-nâk olmamıştır. Millet cereyanına tutul-
muş olan garp beşeriyeti bu asırda hakkıyla mucizeler Binaenaleyh milliyet cereyanı hürriyetçidir, müsa-
vaatçıdır, adaletçidir, imarcıdır ve terakki ve tekâmülcü-
gösterdi. Faaliyet-i beşeriyenin herhangi bir sahasında
dür.
hiçbir devir ve asırda ibraz olunamayan muvaffakiyetler
ihraz edildi. Cereyanın ruhunda münderiç bu hususiyetlerdir ki,
on dokuzuncu asırda infilâk ederek yukarıda tadâd ettiği-
Edebiyat, sanayi-i nefise, ulûm ve fünun-ı müsbite, miz mucizeleri ibdâ etti.
tarih, içtimaiyât, felsefe, iktisadiyât hayret-bahş bir sürat-
le inkişaf ederek, ondan evvelki devirlerin tahayyül bile Efendiler! Aynı cereyan bizde de aynı mucizeleri ib-
edemedikleri şahikalara vardı. Artık beşeriyet tabiata, kâi- dâ etmektedir. Bundan on dört sene evvele irca-ı nazar
nata hâkim olmuştu; milliyet mefkûresi ona, hilkat ve ta- ediniz! Ocağınızın ilk kuruluş gününü hatırlayınız! Bir
biatın esrarı arasında serbest dolaşmak için, yeni kanat- avuç Türkçülerin etrafında kopan o ne istihza, şüphe, te-
lar vermişti, o her gün bu esrardan birisini keşfederek, reddüt, istihfaf ve hattâ istihkar sadaları idi! O ne iftira,
kendisini ihata eden ve o zamana kadar kendisine hâ- isnat ve zem ve şetm seyelânı idi.
Türkçüler vahdeti bozuyorlarmış. Türkçüler lisanı Milliyetçilik bizi kendi kınımıza girmeğe, mazimize
bozuyorlarmış, Türkçüler vatana ihanet ediyorlarmış. rücua, tefahhus-ı nefs etmeğe sevkeder; tekâmülcülük ya-
Türkçüler, devleti uçuruma sevkediyorlarmış! Hulâsa boz- ni garpçılık ise açılmağa, dışarıya doğru atılmağa, müte-
guncu bir güruh ki tahammülü câiz değildir! madiyen değişmeğe sevkeyler. Bu iki cepheli yürüyüş zâhi-
ren mütezâddır. Fakat bu tezat sırf zâhirîdir. Hakikatte
Fakat on dört sene sonra? ise bunlar yekdiğerini ikmal ve itmam eder ve daha doğ-
On dört sene evvel kurduğumuz o mütevazı ve hakîr rusu birisi diğerini istilzam eder.
ve fakir ocağımızın şulesi bugün bütün memleketi kapla- Mazimizi araştırmaktan, kınımıza girerek kendimizi
mış, memleketin her tarafında bir nur menbaı açmış ve tefahhus eylemekten maksadımız nedir?
yanı başında yüz yetmiş beş evlat tadâd etmektedir!
Kendimizi tanımak, benliğimizi öğrenmek, tabir-i
Bütün dünyanın hürmet ve sitayişiyle takdis ettiği âharla şuurlaşmaktır!
bir deha birinci Türkçü olmakla iftihar ettiğini tekrar et-
Biz bu ameliyeyi yaparken görüyoruz ki, bizim benli-
mekten zevk alıyor ve seyahatleri esnasında ilk ziyaret et-
ğimiz bilhassa birkaç hususlarda tecelli ediyor, lisan, ede-
tiği yer, yine sizin ocağmızdır!
biyat, musiki, hukuk, din, âdet, tarz-ı maişet, tarz-ı tefek-
Fakat yalnız bu mu? kür, tarz-ı tecessüs ve ilh... Fakat bu avâmili araştırır-
ken bile asıl gayemiz bunların azamî derecede inkişaf ve
Dikkat ediniz! Ocağınızın mefkûresi, bugün milletin
tekâmülünü temindir.
kalb ve dimağına hulûl etmiş, bütün millet bugün ondan
mülhemdir ve mütarekenin ilk gününden bugüne kadar, Zira şahsiyet-i milliyenin vâsıta-ı tecellisi olan bu avâ-
Türk milletinin ibraz edegelmekte olduğu bütün mucize- mil ne kadar inkişaf ve tekâmül ederse, tabiatıyle o şah-
ler, sizin mefkûre ve idealinizin mütemadi inkişafından siyet de o derecede inkişaf ve tekâmül etmiş olur. Fakat
başka bir şey değildir! Bugün ocağınız milletin düşünen bu tekâmül ve inkişafı nasıl temin edebiliriz? Tabiatıyle
kafası, hisseden kalbi, çalışan eli, yürüyen ayağı olmuştur. bizden daha mütekâmil muhitlere müracaat ederek enmu-
Ankara'yı ziyaret eden ecnebiler bu kafanın ne kadar kuv- zecler ve metodlar aramakla!
vetle düşündüğünü, bu kalbin ne kadar hararetle hisseyle-
Mesela bir milletin en tabiî ve en mahrem tercümam
diğini, bu el ve ayakların ne kadar süratle yürüdüklerini
olan lisanın inkişafını temin ettirmek istersek, nasıl hare-
müşahede ederek hayret ediyorlar.
ket edeceğiz? Tabiatıyle başka ve bizden daha mütekâmil
Fakat hayret edilecek bir şey var mıdır? milletlerin enmuzeclerine ve yollarına peyrev olmakla!
Yüz elli sene evvel asrî Avrupa'yı yapan aynı âmil, işte burada el-yevm birçoklarını meşgul eden bir me-
yüz elli sene sonra Türkiye'yi yapmaktadır. seleye temas ediyoruz.
Yukarıda dedik ki, milliyetçilik hususiyetlerinden Bize diyorlar ki : «Madem ki bütün millet, bütün
birisi de, tekâmülcülüktür! işte bunun içindir ki, biz hem devlet Türkçü oldu, mademki mefkûreniz tahakkuk etmiş-
tir, artık Türk ocaklarına ne lüzum vardır?
milliyetçi ve hem garpçıyız.
Bu tarz tefekkür doğru mudur? Türk ocaklarına ar- ve birçok zahmetlerden sonra-vâsıl olduğumuz netice-kon-
tık ihtiyaç kalmamış mıdır?» ferans şeklinde gayr-ı mecburî haftada bir kere ders ve-
Türkçülük cereyanında da her yeni cereyanda ol- rilmesine rıza gösterildi! Devlet adamlarına gelince, Türk
duğu gibi iki devrin yekdiğerini takip etmesi tabiîdir. namı onlar için ihtiraz edilmesi lâzım gelen bir ateşti!
Şimdiye kadar bu cereyan henüz birinci devrinde kalmış- Kendilerine dindar diyenlerden bahs bile etmiyorum!
tır ki, zemin hazırlamak, çalılıklarını kaldırıp bir saban Bunlar Türkçülüğü küfür bile addederlerdi. Bir gün İstan-
geçirmekten ibarettir. bul Türk ocağında milliyete ait verdiğim bir konferansın
ferdasında hocalardan birisi Bayezıt camii'nde tecdîd-i ni-
Efendiler! Şimdiye kadar bizim bugünkü yaptığımız, kâh etmekliğim lüzumundan bahsetti! Türk kitleleri ara-
Türk varlığını isbat etmekten ibarettir. sında dahi tekevvün etmiş olan bu tahribkâr zihniyeti
Türkçülük cereyanından evvel Türk inkâr edilmek- kaldırmak lâzımdı! İşte bizim şimdiye kadar yaptığımız
teydi ve yalnız başkaları tarafından değil, Türk'ün kendi ameliye!
tarafından dahi inkâr edilmekteydi. Babalarımız Türklük-
Bugün Türk namı şeref ve haysiyet alemi olmuştur
lerini idrak etmeden evvel ölüp gittiler. Bunlardan kim
ve herkes onu taşımakla iftihar eder.
oldukları sorulduğu zaman «Elhamdülillah îslamım» de-
mekten başka cevap alınamazdı! Türk müverrihleri tara- Türkçülerin istihsal ettiği bu netice büyüktür, kıy-
fından yazılmış olan Türk tarihlerinde, Türk tezyif ve tah- metlidir, fakat buna rağmen Türkçülük cereyanının ilk
kir ediliyordu, «etrak-i bî-idrak» gibi terkiplere tarihle- devresidir, mihaniki ve hazırlama devridir.
rimizde tesadüf etmek ender değildir. Hattâ halk arasında
bile Türk hakkında pek galîz kelimeler kullanmak âdet Bunu mutlak ikinci yani ekip biçmek devri takip et-
melidir.
olmuştu. Bir zamanlar vardı ki, Türk tebaasından olanlar
kendi milliyetleri ile fahrettikleri halde Türk olduğunu Trrklüğü kabul ettirmek kifayet etmez. Bir de Türk-
söylemekten çekiniyordu! lüğü teşkil eden avâmil ve müessirâtın neden ibaret oldu-
Muhtelif âmillerin tesiriyle husule gelmiş olan bu ğunu tesbit ve onların inkişafını temin etmek lâzımdır.
hâlet-i ruhiye milliyet nokta-i nazarından pek vahimdi, Yukarıda dedik ki bu icrâ ve avâmil, Türk lisanından, ede-
biyatından, bediîyâtından, hukukundan, iktisadiyâtından,
pek tehlikeliydi.
dininden, tarihinden, ilh... dan ibarettir. Bugün bu saha-
Türk varlığı inkâr ve tahkir edildiği gibi, ona ait lar henüz meçhul bir halde kalmaktadır. Henüz onlara
herşey de inkâr ve tahkir edilmekteydi. Bakû'de bir Türk- temas etmeğe başladık.
çe lisanı olduğunu ve bu lisanın da bir sarf ve nahvi oldu-
ğunu isbat edinceye kadar başımda kıyametler koptu! İşte efendiler! Türk ocaklarının ikinci devr-i faali-
Keza İstanbul Darülfünunu'nda bir Türk tarihi dersi ve- yetinin mevzuları! Ne vâsi bir saha! Bu sahada dolaşıp
rilmesi lüzumunu anlattınncaya kadar ben, merhum Zi- bir neticeye varabilmek ne kadar gayret, ne kadar mesaî
ya ve diğer arkadaşlarımız akı karadan seçtik! Nihayet
ve ne kadar zaman ister!
Binaenaleyh, Türk ocaklarının hayatı henüz tüken-
memiştir. Efendiler! Aksine olarak iddia edebiliriz ki, o
henüz pek yeni başlıyor ve bilhassa bundan sonra yaşa-
yacaktır.
îşte ocaklar annesi olan bu mübarek ocağın bana
telkin ettiği fikirler. Sinnen sizin ağabeyleriniz de vaktiy-
le bu mübarek mabedden nur ve ilham alıyordu, o nur vs KÖY HEKİMLİĞİ
ilhamdır ki, hayatımızın rehberi olmuştur. Fakat ta-
Anadolu'da gezginci bir muhabirimiz vardır. Hangi
biatın gaddar bir hükmü ile ve seneler geçtikçe bu nur
kasabada, hangi köyde bir ihtiyacın tesviyesi lüzumunu
ve ilham tabiatiyle kuvvet ve taravetini kaybetmektedir.
hissetse, şâyân-ı ıslah bir hal görse onu yazmak vazife-i
Ah! Ne olurdu! Goethe'nin Faust'u gibi bizi de sihirkârbir
himayetkâranesini bilâ-ihmal ifa ediyor. İşte hasbî bir va-
el otuz yaşımıza iade etseydi ve biz de yeniden başlayarak
tan hâdimi ki mütetebbi olduğu kadar da mütehassıs...
aranızda çalışmağa koyulsaydık! Sizin yapacağınız işler
Hem halka, hem hükümete hizmet etmekle mübahî olu-
bizlere nisbeten ne kadar mühimdir! Bize düşen vazife te-
yor.
mizlik yapmak, çalıyı çırpıyı kaldırmaktı! Siz ise ekecek-
siniz, biçeceksiniz! Fakat emin olunuz ki, size haset değil Bu zat ahiren köylerde hekimlikten bahsetti ve bana
yalnız gıpta ediyoruz. Zira sizi eker biçer görürken biraz bu yolda söz söylemeğe fırsat verdi. Kendisine teşekkür
da biz iftihar hissi duyuyoruz. Ve sizin muvaffakiyetinize ederim.
dua ederken, biraz da kendimizin temâdimizi düşünüyo-
ruz!» Köy tababeti Almanya ve Rusya'da kadınlara hava-
le edilmiş bir vazifedir. Bu vazifeyi pek müşfikane bir
(Tiirk yurdu, C. III, nr. 17, Mart 1926, s. 534-537.) tarzda ifa ederler.
Yeni Türkiye, milliyeti nasıl idrak ediyor? 1. Kurun-ı vustaî imparatorluk tesisatım yıktı, dine
müstenit hukuk artık tarihin bir faslıdır. Filhakika mua-
Günlerimiz, günlerimize benzemiyor, her adımda ye- sır devletler arasında hukukunu dinî esaslardan alan mil-
ni bir manzara önümüze çıkıyor, an-be-an maziden uzak- letin arzulan yerine, Arap fıkhı ve müsbet ilim ve millî
laşıyoruz. Ananelerin çenberi içinde geçen günlerimiz bir- hâkimiyet yerine fetva ile yaşamak isteyen, kısaca tabiriy-
birinin aynı idi. Ruhlarda yaşayan emeller pek az farklar- le insanlan Allah nâmma idare eden bir devlet, bu asır
la aynı tarihin potasından dökülmüştü. Zamanın mihani- ve bu millet için uçan zâhifeden farklı bir şey değildi. Bu-
ki olmaktan başka ne meziyeti vardı? Filhakika bu za- günkü hayvanât nesilleri arasında uçan zâhife nasıl gayr-ı
manlarda can sıkıntısıyla «güneş altında yeni bir şey tabiî bir teşekkül ise, muasır millet için de dinî devlet ay-
yoktur» diyebiliyorduk. Biliyorduk ki, ölüler dirileri idare nı mahiyetteydi. Hilâfetin ilgası, şer'iye vekâletinin mesul
ediyor, anane ve tarih hayatı yedeğine almış sürüklüyor- vekiller arasından çıkarılması, Teşkilât-ı esasiye kanunu-
du. Bugün artık bunu söylemeğe imkân yoktur. Her gün nun vicdan hürriyeti ve milletin hâkimiyetini bütün pü-
bize yeni bir ruh hamlesinden haber veriyor. Baş döndü- rüzlerden kurtarması, devlet tesisatı itibariyle Türk inkı-
ren bir hızla tarihin geçilmez diye yâdettiği zirvelerden lâbının bir cephesini gösterir.
bir kartal gibi süzülüyoruz. Kulaklarımızda yeni âlemin
2. Türk inkılâbı yalnız kurun-ı vustaî devleti yık-
esrarını duymuş insanlara mahsus bir zevk var, içimizde
makla kalmamış, onun küçük bir nümunesi olan aile hu-
uğultuya benzer bir âhenk süzülüyor :
kukunu da değiştirmiş, babanın ve kocanın aile içindeki
gayr-ı mesul hâkimiyeti yerine müsavî fertlerden mürek-
— İleri, biraz daha ileri...ileri...daha ileri!..
kep bir heyet vücuda getirmiştir. Yeni medenî hukuk bu-
Yeni bir merhaleyi sarsılarak heyecanla, ihtirasla nun en güzel misalidir. Muasır devlet ancak muasır aile
ile beraber yürüyebilir. Nitekim otokrat devletlerde de
aşan yeni Türkiye'nin hareketleri şuursuz bir fırtına, bir
babanın aile içinde küçük çapta bir imparator olması bir
yangın alevi değildir. Onun, maziye kahhar, yeniye rahim
zarurettir.
olan bütün hareketleri bir fikir manzumesine irca edilebi-
3. Türk inkılâbı iktisadî safhada da kendini hisset-
lir. En «realist» insanlar bile onun hakkında şu hükmü
tirmiştir. İnkılâp Türkiye'yi iktisadî râbıtadan mahrum
vermekte tereddüt göstermezler :
parçalar halinde buldu. Çünkü imparatorluk büyük sana-
yi devrine girmeği teşci edecek vaziyette değildi. O, küçük önünde silik ve mânâsızdı. Mesela Tanzimat'tan evvel vc
sanayii bile Avrupa burjuvazisinin ajanlığını yapmak için sonra edebiyatta hükümran olan ruh, imparatorluğun ter-
feda etmişti. İmparatorluğun iktisat cephesi Türkiye'yi biyedeki nokta-i nazarını gayet bâriz surette gösterir. Yal-
ecnebi sermayesine istismar için tamamiyle terketmek nız eski şair değil, Edebiyat-ı cedide sanatkârı da, o dev-
şeklinde idi. Halbuki bugün iktisadî taazzuvlarm Türki- rin muharriri de, mütefekkiri de kendini «kupkuru» rricf-
ye'deki gayesi ( a ) büyük istihsal, ( b ) büyük sanayi, ( c ) humculuktan kurtaramamıştır.
temerküz, ( ç ) ihtisastır. Meselâ Ahmed ŞuayıbBey bir devrin mütefekkir ka-
Türkiye'nin büyük istihsal ve büyük sanayi devresi- fası idi. Onun fikirlerinde hâkim olan kuru mefhumlar-
ne girmek için duyduğu iştiyak ve inkılâp hükümetinin dan başka ne vardı? Cenab Bey'in şiirlerinde de gördüğü-
bu husustaki temayülü çok aşikârdır. müz şey mücerret mefhum halinde bir estetik değil midir?
Meşrutiyet devrinin siyasî mücadeleleri de mücerret mef-
Köylünün ve müstahsilin himayesi, büyük istihsalin humlar üzerinde cereyan ederdi, başmuharrirler hep bi-
her suretle teşviki inkâr edilemez bir hakikattir. İstihsal rer mefhum için yazı yazarlardı. Hürriyeti, parlamenta-
sahasındaki bu faaliyete mukabil, sermayenin temerküzü rizmi «anlayış»ta, Meşrutiyet devri hiç de şe'niyeti gören
etrafında da büyük bir faaliyet göze çarpıyor. Temerküz bir vaziyette değildi.
ve terâkümün bizdeki şekli «şirket ve devlet inhisarı» ha-
linde inkişaf ediyor. Millî devletlerin teşekkülü anında Türkiye Cumhuriyeti terbiyecîliğinin en bâriz sıfatı
Fransa'da, İspanya'da tesadüf edilen bu şekil Türkiye'de şe'niyete susamış olmasıdır. Her muasır millet hayatında
de kendini hissettirmektedir. Şimendifer siyasetinin Tür- da bu mefhumdan hayata, mücerretten müşahhasa geçişi
kiye'nin harsî birliğinin ve iktisadî vahdetinin bir işareti görürüz. Türk inkılâbı bir bakıma göre de hayatın mef-
olduğunu anlamayan kalmamıştır. humları yıkan bir hamlesidir.
5. Yeni Türkiye, Fırat'ın şark sahasında öyle bir te-
4. Türkiye inkılâbı bütün bu hareket ve fikir tarz-
şekkül bulmuştu ki bunu idame edemezdi. Orada dinî ve
larını hayata tatbik edecek bir terbiye siyaseti de vücuda
iktisadî bir nevi teşekkül vardı ki, netice olarak feodal
getirmiştir. hukuku ve feodal arazi sistemini vücuda getiriyordu. Dinî
İmparatorluk iş için ve hayat için değil, birtakım nüfûz ile müterâfık olan bu arazi hâkimiyeti köylüleri
mefhumları bellemek için insan hazırlardı. Tanzimat'tan meslek sahibi olmaktan men'eder, kurun-ı vusta serileri
evvel medrese, ondan sonra mektep birer laf değirmeni haline koyardı. Arazi ile birlikte efendi değiştiren halk
yetiştirmek için kurulmuştu. Eğer iyi insan yetişti ise, kitlesi tam bir feodal tebaası olmaktan daha başka bir
bunu bu müesseselerin malı addetmek hatadır. mahiyeti hâiz değildi. Fırat nehrini aştıktan sonra onun
şark sahilinde tesadüf edilen «efendi köyleri», «bey köyle-
Bir harfin telâffuzu etrafında ihtilâle kadar giden
r i » ( ' ) sözleri feodal hukukun bir remzi mâhiyetinde idi.
softa ile kuru mefhumcu Tanzimat maarifçileri arasın-
da şekilden başka fark yoktur. İkisi de «şe'niyet» denen
% Efendi köyü mütegullibeye ait, Allah köyü müstakil köy hal-
şeyden gafil olarak yaşardı. Onun için hayat bunların kına münhasır köyler demektir.
198 199
kıa denecektir ki, yeni bir şey değildir. Türkiye milliyeti
Aynı zamanda bu arazi hâkimiyeti öyle bir netice tevlid idrak edeli bir hayli zaman oldu. Onun düsturu bile vardı:
etmişti ki, devletin hâkimiyeti ile halk arasında yeni bir « — Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim, Av-
tabaka türüyordu. Bu, ya bir aşiret reisi, yahut da bir rupa medeniyetindenim!»
mütegallibe, derebeyi idi... Halbuki asrî devlet kendi bün-
Fakat bu düsturu bugünkü hayatımız ve muasır mil-
yesi üzerinde böyle tufeyli bir teşekküle taraftar olamaz,
letler hayatına tatbik ettiğimiz zaman, onun kül halinde
her muasır hükümetin teşekkülü feodal hukukun inhilâ-
artık bir tarih menkıbesi haline girdiğini görürüz. Çün-
liyle başlar. Derebeyi iktisat sistemi ile yaşayan kocaman
kü hayatımızın inkişafı bilhassa bizim İslâm ümmet ha-
bir ülke, yeni hukuk ve iktisat önünde ya galip, ya mağlup
yatına ait olan râbıtalan sökmekle başlar. Bu belki dünkü
olmaya mahkûmdu. Muasır devlet galip geldi. Türkiye'nin
hayata ve dünkü hayatın tenakuzlarına istinat eden düs-
bu cephesi de asrî bir şekil aldı. Millet taazzuvu ikmal
turlar için bir yanlıştır. Çünkü İslâm ümmetini, Türk mil-
edildi. letini, Avrupa medeniyetini mezceden aziz üstadım milli-
6. Türkiye inkılâbı yalnız bu kıymetlerin tebeddü- yeti tarihten çıkarıyor. Aynı zamanda maziden gelen hız-
lünü ifade etmez. «Morphologie social» itibariyle de Tür- la bize bir istikamet çiziyordu. Filhakika o zaman bu ta-
kiye milliyet devrine ait kıymetlerin inkişaf edebileceği rih hayatımızda da hâkimdi. Biz yeniye rağmen eskinin
bir vasat olmuştun idare ettiği teşekküller içinde idik. O kadar ki, asrî mil-
Türkiye bugünkü hudutları itibariyle tam bir millet letler arasında teokratik bir devlet başımızın üstünde bir
manzarası arzeder. Bugün harsının hudutları, siyasî hu- sfenks gibi yükseliyordu.
dutlarından daha geniş olan bir Türkiye vardır. Halbuki Üstad Ziya Gökalp bir taraftan tarihten milliyeti çı-
imparatorluğun bünyesi bize, tamamiyle zıddiyeti ifade karırken, günün «realitesini» de ifade etmek istiyordu.
ederdi. Harsın hudutları siyasî hudutlar içinde kaybol- Kurun-ı vustaî bünyesiyle yaşamak isteyen o realite fil-
muş bir imparatorluk bizim hayatımıza hâkim olan hiç- hakika ancak tenakuzları ekleyerek yaşayabilirdi. Zıtlan
bir kıymeti idrak edemezdi. Roma İmparatorluğu, Abbasi teklifte büyük bir maharet gösteren üstad, şe'niyete de
saltanatı, Osmanlı İmparatorluğu, Şarlman Devleti bün- muvafık olmak üzere milliyeti :
ye itibariyle millî bir devlet için anâsır hazırlamaktan
« — Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim, Av-
mahrumdu, halbuki asrî devlet teşekkül için hiç olmazsa
rupa medeniyetindenim» diye şiârlandınyordu. Filhakika
«millî bir morfoloji»ye sahip olmuştur. Buğun milliyet
Ziya Gökalp Bey'in bu üçüzlü düsturu ileri sürdüğü za-
devrini yaşayan muasırlarımızın hayatında her şeyden
man, medrese ile darülfünunu, devlet hazinesiyle evkafı
evvel mütecanis, müttehid bir millet kesafeti vardır.
telif eden, millî iktisatla fetvayı mezceden bir imparator-
Türk inkılâbının karakterlerini bu safhalarda hülâsa luk vardı. Bu ihtiyar müessese acayip bünyesiyle bir de
etmek mümkündür. Bu inkılâp seciyesi ve bu hayatın milletler halitası idi. Bu devrin filozofu çözülen impara-
hamlesi £ r u r î olarak bir millöt hayatı yaratmaya doğru torluk râbıtasını temin için bütün dinî hukuk müessese-
gitmektedir-. Türk inkılâbının seyri muasır millet erin an- lerini muhafaza ediyor, bu tenakuzun şaheser nümunesi
ladığı mânâda millîleşmekten başka birşey değildir. Va-
olarak «muasır İslâm devleti» telâkkisi meydana çıkıyor- beraber, büyük vatan fikrini, çok romantik telâkkileri
du. Emr-i vâkiin felsefesi başka türlü olamazdı. Hem im- bugünün yegâne realitesi olan büyük sanayi devrinin ese-
paratorluğa, hem de imparatorluğun en fedakâr unsuru ri olarak görüyoruz. Bizde de milliyet hareketlerini an-
olan Türk milletine bâr olan düstur meydana çıktığı za- cak bu zâviyeden tedkik imkânı vardır. Onun için İslâm
man, Osmanlı parlamentosu bir Babil kulesi idi ( 2 ). Bugün ümmetindenim, Türk milletindenim, Avrupa medeniyetin-
milliyeti ancak muasır milletlerin anladığı gibi izah ede- denim yerine : «Türküm ve Avrupalıyım!» diyoruz. '
biliriz, artık millet hayatının fevkinde bir mabedi vahdet-
ten bahsedilemez. Onun için dünkü imparatorluk içinde, (Hayat, C. n , nr. 29, 16 Haziran 1927, s. 53 - 54.)
biraz da imparatorluk için hazırlanmış olan düstur yeri-
ne bugün:
Fertlerin kıymeti, nasıl muhitlerine olan tesirleriyle Ne için bu manevî zincirleri kırmak ihtirasını duy-
ölçülmek icap ederse milletlerin kudreti de insaniyet duk? Çünkü hiç olmazsa bir asırdan beri garptan gelen
içinde ifa ettiği ve edeceği geniş vazife ile taayyün eyler. ve günden güne geniş bir surette yayılan itikatlar bizi
Her milletin mazide medeniyet sahasında yaptığı hizmet- bu yola sevkeyliyordu. Bu inkılâpla yalnız ecnebî tasal-
leri araştırması kısmen, kendi kudretinin şuuruna mâlik lutundan kurtulan bir vatan değil, medenî âlemde eser-
olmak istemesine ve bu sayede istikbal için emniyet ve ler vücuda getiren bir Türkiye yaratmağı istihdaf eyli-
kuvvet elde eylemek arzusuna müstenittir. Millî tarihi- yorduk. Âmili en küllî, en insanî olan hareketlerin tesir-
mize bakarken bizde de aynı ihtiras hâkim olmalı ve ma- leri millî hudut içinde kalamaz. Bu hareketler müsait
zimizi istikbal için bir kuvvet olmak itibariyle tedkik ey- olan zeminlere doğru yayılırlar. Bu zemin hiç şüphe yok
lemeliyiz. Dünkü vak'alarm bugünkü ve yarınki faaliye- ki, Türkiye'nin etrafındaki şark âlemidir.
tini tayin için kıymeti olmayacaksa, onları tedkik eyle-
Binaenaleyh Türk inkılâbının tabiatı bize yakııı
mekten ne çıkar? Dün şarkta medenî âbideler vücuda
şark âlemi üzerine müessir olmak kudretini veriyor, bu
getiren, en geniş bir sahada hükümet etmek kudretini
kudretten istifade etmek bizim için insanî bir borçtur;
gösteren Türk, elbette yarın için başka şekilde şark âle-
bunu nasıl yapabiliriz? Mademki inkılâbımızın en mühim
mine müessir olmak kuvvetini hâizdir. Bu iktidarın
âmili garptan aldığımız fikirler, itikatlardır, o halde
şuuru bize yeni ufuklar arattırır. O zaman bir taraftan bize düşen vazife bu fikirleri, itikadâtı yapmak, başka
son inkılâbın mânâsı, diğer cihetten Türkiye'nin coğrafî bir tabirle ilmî, en asrî itikatları bunlardan haberi olma-
vaziyeti, teveccüh etmemiz lâzım gelen istikameti işaret yan yerlere nakleylemektir. Türkiye'nin coğrafî vaziyeti
eder.
ve mazîsi buna çok müsaittir. Elverir ki bizde bunu ya- mek lâzımdır. Bu ihtirastır ki, dahilde Türkiye'yi refaha
pabilecek manevî kudret olsun. sevkeder, hariçte hürmet davet eder. Büyük garp millet-
lerine bakarken, onların ne gibi vesâitle mücehhez oldu-
Bu sayede insaniyetin bir kısmı üzerinde mürşidlik
ğunu değil, nasıl bir ihtirasla, nasıl bir ruhla bu hale gel-
vazifesini görmüş olacağız, bu sayede Türkiye şark mil-
diklerini düşünmek lâzım gelir. O vakit görürüz ki, dai-
letleri için bir ilim merkezi haline gelecek ve o zaman
ma uzak da olsa, yüksek !ve hudutları taşan mefkûrelçrdir
insaniyet içinde kıymetli bir mevkîimiz olabilecek...
ki, kuvvetli faaliyetleri doğurmuştur.
Türkiye'nin son inkılâbı karşısında ecnebi dostları-
mızla düşmanlarımızı düşündüren en mühim nokta, Tür- Dârülfünun meselesinin mevzu-ı bahs edildiği bu za-
kiye'nin şark âleminde îfa edeceği vazife olmuştur. Eğer manda, ben de İzzet Beyefendi gibi «Türk'ün Rolü» üze-
Türkiye muhât olduğu kitlelere müessir olamayacak hale rinde tevakkuf eylemek lâzım geldiği kanaatindeyim. Hâ-
gelmiş, onlarla manevî irtibatı münkatı olmuş ise o hal- len bizde dârülfünuna tabib, avukat, muallim yetiştiren
de yeryüzündeki ehemmiyeti azalmış demektir. Böyle bir bir tedris müessesesi gibi bakanlar çoktur. Daima muha-
vaziyet, elbette düşmanlarımızı, daha doğrusu şark mil- keme ederken daha ucuz bir tarzda tabib, avukat, mual-
letlerini kendi menfaatleri için kullananları memnun lim yetiştirmek yolu yok mudur? gibi düşünmeğe müte-
eder. Hakikatte ise Türk inkılâbı onlardan manen ayrıl- mâyiliz. Halbuki dârülfünun Türk'ün yeryüzünde ifa ede-
mış gibi görünmesine rağmen bu irtibatı ihlâl eyleme- ceği vazifenin alemdârı, manevî tesanüdün desteği olma-
miştir. lıdır. Dârülfünunun ilmî velâyetidir ki. Türkiye'de en
hasbî ve insanî ihtiras olan ilim ruhunu yayacaktır. İlim
Bilâkis Anadolu Türk'ü şark milletleri içinde yürün-
ihtirası öyle bir kudrettir ki o hudut tanımaz. Bu ihtiras-
mesi mukadder olan yolu göstermiştir. Ancak, şarkta ha-
tan doğacak olan eserler, Türk'ün şark âlemi üzerinde
kiki bir mürşid vazifesini görebilmemiz için gidilmesi la-
ifasıyla mükellef olduğu vazifeye ehil olduğumuzu isbat
zım gelen yolu tenvir etmemiz, lâzım gelen manevî mal-
eyleyecektir. Türkiye'yi hiç olmazsa şark âlemi için ilim
zemeyi yani ilmî, asrî itikatları bizde bulabilmelerini te-
merkezi haline getirmek kadar bize heyecan verecek bir
min eylememiz lâzımdır.
mefkûre olabilir mi?
Bazı insanların ruhunda en insanî, en yüksek mef-
kûreler yer edemez. Onlar ancak gündelik hayat üzerin- (Hayat, C. n , nr. 52, 24 Tegrin-i sâni 1927, s. 501-502.)
de düşünebilirler. Bütün faaliyetlerini basit bir alış-ve-
riş zihniyetiyle muhakeme ederler. Bunlar için Türkiye'yi
her sahada şark âlemi için ilim neşreden hale getirmek
faaliyeti ve hırsı, beş dönüm arazi ekmek emelinin bile
dûnundadır. Bunlar garplılaşmayı, bazı kanaatleri taklit-
ten, bazı makineleri memlekete sokmaktan ibaret zan-
neylerler. Halbuki hakiki ve medenî bir millet olabilmek
için insaniyet içinde bir mevki kazanmak hırsını besle-
lerde, başka muhitlerde o kadar akisler bırakmayacağı
zannını tevlid edebilir.
Halbuki mazîde ve diğer milletlerde vukua gelen in-
kılâplar nasıl millî hudutları aşmış, diğer muhitlerde ak-
TÜRK İ N K I L Â B I N I N ŞÜMÜLÜ sini göstermiş, insaniyet tarihinde mühim tahavvülleı? vü-
cuda getirmiş ise, Türk inkılâbı da aynı feyyaz rolü ifa
Türk inkılâbı edecektir.
Türk inkılâbının mâhiyet ve şümülü, bugünkü mü-
nevver zümre için her vakit tedkik ve tetebbu edilmeye Türk inkılâbının şümûlü
değer ve bu tetebbu neticesi olarak meydana yeni yeni
Türk hayatının böyle garp âleminden ayrı kendine
hakikatler çıkarmağa yarar başlı başına vâsi bir mevzu-
göre bir yürüyüşü olmasını, kendi âleminde yaşıyor gö-
dur.
zükmesini vücuda getiren âmiller ne olursa olsun Türk'ün
İnkılâbın bizzat içinde bulunduğumuz ve içinde ya- tarihinde oynadığı rol her vakit kendi öz hudutlarını aşa-
şadığımız için ihtimal birçoklarına göre artık tabiî bir ya- rak, diğer muhitlere akisler bırakmış, vücuda getirdiği
şayış halini almış olan bu yeni hayat, henüz içine girdiği- medeniyet hareketleri millî kalmayarak diğer devletlere,
miz, henüz yaşamağa başladığımız ve tutacağı en doğru
milletlere örnek olmuş, onların hayatlarında mühim mü-
istikameti henüz asri usullerle araştırmak devresinde bu-
him tesirler ika etmiştir.
lunduğumuz yeni bir doğuştur.
Vâkıa inkılâp millî bir sahada vukua gelir ve millî Tarihi hayat, coğrafî vaziyet, her vakit diğer millet-
varlıkta yeni bir oluş, yeni bir gidiş olarak tecelli eder. leri arkasından sürükleyecek ve diğer milletlere rehberlik
Filhakika inkılâp bir halden diğer hale geçmek, ölmekte edecek tarihî hareketleri Türk'e mukadder kılmıştır.
olan varlığı bırakıp yeni bir varlığı edinmekten ibaret Tarihte bu yoldaki rollerini şerefle ifa eden Türk,
olunca, bunun tecelli sahası millî hayat, tekevvün sahası asrın tarihinde de en parlak bir faslı kendine ayırmıştır.
da millî hudutlar dahili olmak lâzım gelir gibi gözükür. Avrupa milletlerinden pek büyüklerini, olduklarından
Türk inkılâbı ise bu vasıflardan daha öteye geçemez, ken- pek başka türlü vaziyete sokan Umumî Harp badiresinden
dine mahsus birtakım bâkir unsurları ihtiva edemez ze- sonra, kendi varlığını yine tarihteki yüksek mevkiiyle,
habını verir. Çünkü garp âleminden birçok cihetlerden yine kendi tarihî varlığıyla mütenasip bir surrete meyda-
ayrılmış, kendi hudutları dahilinde, kendine mahsus ha- na koymuş olan yegâne millet Türktür.
yat tarzıyla muasır medeniyetten geri kalmış ve kendi
köhne müesseseleriyle ananevi varlığını idame etmekte İşte ruhunda böyle asil bir cevherin lâyezâl hamle-
bulunmuş olan bir milletin sinesinde vukua gelmekte lerini taşıyan ve tarih dediğimiz asırlara ait nakilleri dev-
olan inkılâbın mâhiyeti ne kadar azametli olursa olsun rederi büyük kitabın en şerefli menkıbelerini kendi müs-
yine kendi dar hudutları dahilinde kalacağı, başka âlem- tesna varlığı teşkil eden Türk milleti, asrımızın tarihin-
de de yine gözleri kamaştıran parlak inkılâbıyla ruhunda-
ki o asil cevherin lâyemut olan ve hiç sönmeyecek olan varlığımızı muasır medeniyette alması lâzım gelen mev-
âteşîn hamlesini bir defa daha göstermiştir. kie çıkarmış oluruz. Böylece bütün içtimaî müesseselerde
inkılâbın feyyâz eserleri kendini göstermiş ve bu suretle
Her hamlesi tarihte başka bir devir yaratan Türk,
muasır medeniyette kendi mevkiini almaya başlamış olan
asrımız tarihinde de hiçbir milletin yapamadığı inkılâbı
«Türk harsı» şark kavimleri için bir «ilim» ve «medeni-
vücuda getirmekle, yine o eski rehberliğini meydana koy-
yet» menbaı olur.
muş oluyor.
İşte inkılâbın evlâdı olan bugünkü nesle düşen bu
Bugün de henüz kendine gelmemiş, henüz kendi var-
lığının hayatı için ne kıymetdar bir zaman, ve başka hiç- vazifeler bir taraftan millî ise, diğer taraftan insanîdir.
bir şey onun yerine ikame edilemez bir zaman olduğunu Türk'ün mazide oynadığı rollerden çok şerefli olan
düşünemeyen şark kavimleri için Türk inkılâbı kadar bu medeniyet hareketi ise hiç şüphe yok ki, bugünkü ne-
kıymetdar bir rehber olamaz. sil için gözleri kamaştıran bir mefkûre teşkil eder. Asrı-
Türk inkılâbının mazlum şark kavimlerine vereceği mızın tarihi bugünkü Türk neslinden bu şerefli vazifele-
intibahı, neşredeceği varlık duygusunu, hayat hamlesini, rin ifasını bekliyor.
muasır medeniyetin hiçbir kitabı bu kadar canlı, bu ka-
(Mili! mecmua, C. IX, nr. 99, 1 Kânun-ı e v v e l 1927, s. 1590 -
dar câzibeli bir surette veremez. Bu kavimler için Türk 1591.)
inkılâbı, henüz misli yazılmamış bir eser, ruhları sarsacak
bir kitap, vicdanları titretecek bir hareket ve hayat mec-
muasıdır.
Arkadaşlar, Türk köylüsü ve Türk münevveri uçu- (Türk Yurdu, C. 21-1, nr. 19S-2, Şubat 1928, ıs. 51-52)
rumla birbirinden ayrılmış iki yabancı adamdı. Bir levha
halinde gözünüzün önüne getiriyorum. Genç bir dokto-
run, sırf kendi arzusuyla ve ocağın ilhamıyla bozuk köy
yollarında, menfaat aramaksızın muztarip bir köylüye
ilaç ve tedavi götürdüğünü seyrediniz. Vatan toprakları
bu manzaraları görmek için, ne kadar zaman bekledi.
Garp dünyasının en uzak müstemlekelere, vahşi kıtalara,
ayrı dinden ve ayrı ırktan birtakım insanlara, iman, me-
deniyet, şefkat ve tedavi tevzi eden misyonerlerine mu-
kabil bizim misyonerlerimizin durması, geri dönmesi de-
ğil, büyümesi, bütün memleketi kucaklaması lâzım gelen
bu şefkat hareketinin nihayetsiz bir inkişafını emreder.
Bu hareketle aralarında, dün uçurum olan Türk münev-
veri ve Türk köylüsü el ele veriyor, dost ve kardeş oldu-
ğunu idrak ediyor.
GAZİ'NİN EN BÜYÜK ESERİ Meclis üzerinde birkaç gün zarfında tabiat gibi ka-
dir ve mütenevvi olan ruhunun hâkimiyetini kurdu. Ana-
Mahmut Beyefendi.
dolu'da onun ilk mücadelesi dimağlar ve vicdanlar üze-
Mektubunuzu aldım, çok müşkil olan sualinize ha- rinde cereyan etti. İlk zaferini bu sahada kazandı.
tıralarımı yoklayarak cevap vermeye çalışacağım. On se-
Meclisle beraber memleketin içinde kaybolabileceği
nelik bir zamandır ki Reis'imizin yanında bulunuyorum.
muhtemel buhranlara o, bu hâkimiyetiyle nihayet ver-
Onu Anadolu haritaları üstünde üç yüz neferi koşturdu-
mişti. Meclisin bütün azasıyla dahil olduğu, şekline alışıl-
ğu gecelerde, beş bin lira bulmak için zahmet çektiği gün-
mamış, yeni usulde, garip bir hükümet kurulmuştu.
lerde tanıdım. İlk defa, eski bir ziraat mektebi olan Er-
kân-ı Harbiye'nin çıplak bir odasında karşı karşıya gel-
Eserinin birinci safhası budur.
dik. O, bana deruhte ettiği korkunç, büyük işe rağmen
düşünmüş, karar vermiş, sâkin, müsterih bir adam gibi İkinci İnönü muharebesinin mühlik bir ânında, va-
göründü. Ellerinde, çenesinde, yüzünde ve bütün bün- tan müdafaasını üzerine alan bir adam, ne nevi ıztırap-
yesinde, adalı kuvvetten hiçbir eser yoktu. Derunî sesli lara maruz olabilir, bunu onun yüzünden seyrettim. Er-
bu ince, kumral adamın sinirlerinde yeni 'bir âlem halk- kân-ı Harbiye'nin misafir salonunda gece haberleri bir-
etmeğe müsait kuvvetler gizli olduğunu tahmin etmek birini takip ediyordu. «Sol cenâhın bütün siperleri işgal
hakikaten zordu. edilmiş, düşman süvarileri cephenin arkasında görülmüş-
tü. Şifreleri açıp kendisine takdim ediyorlardı. Adnan
Güneşli bir günde, 23 Nisan'da Millet Meclisini aç-
Bey, Halide Hanım, Londra sefirimiz Ferid Bey, Câmi Bey
tı. Sokak Arapça dua ile dolmuştu. Meclisin kapısı önün-
oturuyorlar. Fevzi Paşa, Salih Bey (şimdi Salih Paşa),
de kurbanlar kestik, hacı, hoca ve şeyh kalabalığı, biz
Şemseddin Bey, diğer üç erkânı harp zabitiyle ayakta
içeri girdikten sonra yazılı bayraklarıyla geri döndü.
duruyorlardı. Muharebe kaybedilse ne olacaktı? Bize ba-
Onun ilk nutkunu rutubete bırakılmış bir sünger gibi
kan gözleri, onu görüyordu:
iliklerime kadar içerek dinledim. Bu nutuk bir pencere
idi, derinlikler üzerine açılmıştı. Onu dinledikten sonra Eskişehir düşecek, garbi Anadolu elimizden çıka-
Reis'i bulduğumuza kanaat getirdik. cak, belki cenubî Anadolu'nun mühim bir kısmıyla tema-
sımız kalmayacaktı. Daima iyi veya fena vak'anm fev-
Memleketin ve kendimizin talihimizi ona bıraktık.
kinde kalan imanlı ruhu, o gece son müsait haber gelin-
Onun emri altında kırık tekne, denizlere ve fırtınalara ve
ceye kadar kani ve nikbin göründü. 0, zaten her felâket-
büyük meçhule doğru yeniden açılıyordu.
ten sonra, «mademki ben varım iümit kaybolmamıştır»
demeğe kendinde kuvvet buluyor hissini verirdi. Bir za-
Afyon önünde aylarca süren bir beklemeden sonra,
man sonra, İkinci İnönü saatlerinde bir an düşündüğü
artık Türk ordusunun bir şey yapamayacağı fikri, Mec-
felâket tahakkuk etti. Eskişehir, Kütahya Ve Afyon düş-
lis 'te ve Avrupa'da yer bulmağa başlamıştı. Birkaç gün
tü. Garbî Anadolu elimizden çıktı. Şimendifer hattının
için İnebolu'ya indim, ordumuza gizli mühimmat satan
koskoca bir parçasını düşmana terkettik. Yunan orduları,
sâbık bir Fransız zabitiyle görüştüm. Bana dedi ki: «Bi-
Ankara üzerine yürüyordu. Bir sabah erken, Millet Mec-
raz kımıLdayamaz mısınız? Cephede ufak bir hareket sizi
lisi'nde toplandık. Ondan malumat alacaktık. İzmir'i, İs-
ölgün görünmekten kurtaracaktır. Mevziî bir taarruz,
tanbul'u, işgal edilmiş vatan parçalarını kurtaracaktık.
merkezde, cenahlarda biraz mücadele elzem görünüyor.
Halbuki, bütün tarihimizde bir defa istilâ görmemiş yer-
Acaba bu mümkün değil midir?»
ler düşman eline geçiyordu. O zaman Ankara'da tek olan
eski, emektar otomobiliyle geldi. İçeri girer girmez yüzü- Ankara'ya döner dönmez Reis'in ziyaretine gittim
müzdeki kederi ve suali farketmişti. Bir Anadolu hari- ve bu sözleri naklettim; sesini indirerek gizli bir şey söy-
tası istedi, getirdik. Kırmızı boya kalemle, Sakarya arka- leyen tavırla haber verdi:
sında, geniş, uzun bir hat çizdi ve bu hattı bize göstere- — Beş gün sonra cepheye gidiyorum, mevziî taarruz
rek: «Düşmanı burada tepeleyeceğiz!» dedi. İnandık, ni- değil, umumî bir taarruz yapacağım. Düşman cephesinin
çin inandık, nasıl inandık, hâlâ bilmiyorum. bir parçasını değil, hepsini sökeceğim. Afyon'u, Kütah-
Bu işi üzerine aldı ve düşmanı çizdiği hat üzerinde ya'yı, Eskişehir'i, İzmir'i, Bursa'yı hepsini alacağım, bi-
tepeledi. O, Sakarya'dan Ankara'ya bir çocuk gülümse- raz sabret!
mesiyle dönmüştü. Mağlubiyetimizle bittiği takdirde Türk Kendimi tutamadım: «Paşam» dedim, «bu sözler
istiklâlinin mutlak ve mutlak sonu olacak bir muhare- ne kadar resmî nikbinliğe benziyor, ben bu kadar isteme-
beyi şahsî müdahalesiyle kazanmıştı. Yakup Kadri ve dim». «Hayır,» dedi, «göreceksin, bekle...»
Ruşen Eşrefle Çankaya'dan iniyorduk. İstikbâline geç
Malazgirt ovalarında, Selçukî Alparslan'la Diyojen
kalmıştık. Yolda otomobilini durdurdu, biz de arabadan
arasında başlayan muharebe, imparatorun esareti, iki yüz
indik.
bin kişilik Bizans ordusunun mağlubiyetiyle neticelenmiş-
— Hamdullah memnun musun? diye sordu. ti. O zamandan beri Türklük ve Yunanlılık Anadolu'da,
Ne diyebilirdim? Gözlerim yaşardı. Minnetle elleri- bazen açıktan açığa, bazen gizli şekilde mücadelesine de-
ne sarıldım ve sıktım. Memnunum demek mümkün mü vam ediyordu. Gazinin son hücumu Anadolu'da Rumlu-
idi! Yüzüne baktım, muzaffer Başkumandan, vatanını ğun tam bir tasfiyesiyle nihayete erdi.
kurtaran Gazi, ihdâs ettiği büyük vak'anın çok fevkinde
Malazgirt Muharebesi Dumlupınar'Ia kat'î bir neti-
kalmıştı.
ceye varmıştı. İsmet Paşanın bir davet telgrafıyla İzmir'e
Düşmandan sonra bir de kendi içinde vakayı yen-
gittim. Başkumandan muzaffer ordularına işaret ettiği
mişti. Akdeniz sahillerine varmıştı. Onu, Igüzel bir köşkün önün-
de, urgan gibi kol atmış sarmaşık güllerin yeşil tavanı al-
gençler, muallimler, doktorlar ve diğerleri heyecandan
tında, Akdeniz'in güneşli suları karşısında konuşurken bayılacak hale gelmişlerdi.
gördüm. Çünkü vicdan hürriyetine doğru atılmış muhteşem
Mecliste aylarca söyleyen adamı seyretmiştik, şimdi bir adımdı.
söylediklerini yapan adamı seyrediyorduk. Bu ne güzel Günün birinde Hamidiye'nin güvertesinde onu İstan-
bir eserdi... bul'a girerken gördüm. Deniz karadan daha kalabalıktı.
Biraz sonra igarbla siyasî mücadelesine başladı. Ci- Her noktada bir göz onu görmek için aranıp duruyordu.
han Harbi'nin en büyük muzafferi olan Lloyd George u Sâhiller, minareler, kubbeler, damlar insan yığınlarından
kararmıştı. Sultanlar, halifeler şehri, «Millet Reisi»ni ka-
yerinden iskat etti. Şarkın muhtemel vârisi Kostantin'i
bul ediyordu. Atılan toplar, İstanbul'un taş duvarları ara-
Atina'dan kovdu. Cihan saltanatını kuran İngiltere'nin
sında büyük bir kalp çarpıntısı gibi vurup duruyordu.
yenilmez armadası Marmara ufuklarına dumanlarını ve
memleket halkına meş'um hâtırasını bırakarak nesi var-
Başmuallim harf ve lisan ıslâhatına başladı.
sa topladı, geri gitti.
Mükemmel bir hatip, düşman ordularını kovmuş
Afrika sahillerinde, zenci memleketlerinde yerleşir
muzaffer bir kumandan, yeni bir devlet vücuda getirmiş
gibi, Anadolu sahillerinde yerleşeceklerini zanneden müs-
bir teşkilâtçı, istediklerini zorla mağrur düşmanlarına ka-
temlekeci devletler, Fransa, İtalya, Yunanistan ve İstan-
bul ettirmiş bir siyasî, cesur, son derece cesur bir ısla-
bul boğazlarından yeni bir Cebelitarık kurmak isteyen
hâtçı, her noktada güvenilir toplayıcı bir Reis.. Onun baş-
İngiltere topraklarımızdan kovulmuştu. Bu çok güzel bir
lıca evsafı bunlardır. Memleket ve dünya karşısında ma-
eserdi.
lum olan cephesini bu çizgiler, bu vasıflar teşkil eder.
Lozan'da maziyi tasfiye etti. İyi ve hür bir istikbal Hususî hayatında en küçük, en nâçiz arkadaşına, sof-
için temeller koydu. Bu eser çok güzeldi. rasından ayağa kalkacak kadar nâzik bir evsahibidir.
Askerî ve siyasî zaferlerini bir sıra ıslahât takip Resmî sıfatlarım bir köşeye bırakarak hafif, derunî
etti. Köhne bir Asya köşesinde dinî bir cemaatten en yük- sesiyle çok sevdiği memleket şarkılarını, halk türkülerini
sek mefhumuyla bir millet çıkarmak için başkalarının söylerken, kaç defa kendi kendime sordum: O Mustafa
hattâ söyleyemeyecekleri şeyleri birer birer kanunlar ha- Kemal, bu Mustafa Kemal midir?
linde ortaya attı. Şimdi sualinize cevap veriyorum: En güzel eseri
hangisidir? Fransız ihtilâli Nötre - Dame'da tiyatro oynat-
Hilâfet gitti, saltanat gitti, meşihat gitti, tekkeler, tı. O, şimdi içinde ibadet edilen bir mabettir.
medreseler gitti, dinîhir âlem işaretiyle göçtü ve devril-
Son günlerde, Fransız Millet Meclisi'nde, Herriot
di. ile Poincare arasında cereyan eden mücadeleden sonra
Günün birinde Kastam.â»ıu'dan, yalnız beş altı arka- Combes'un vaktiyle papazlardan aldığını Poincare kısmen
daşıyla, başında şapka olarak avdet ettiğini gördük. Onun geri verdi.
hakiki zümresi, istikbal kalabalığına karışmış münevver
İktidar kapısının halkası bir tahlisiye simididir. Sa-
Mussolini Vatikan'la müzakere ve itilâf etti.
ray döküntüleri, medrese düşkünleri, her devrin artığı
İspanya'da iki defa Cumhuriyet tecrübesinden son- olan gün adamları ona sımsıkı sarılırlar. Çok mutî olduk-
ra krallık tekrar iktidara geçti. Bir aralık cihan matbuatı ları için çok itaat isteyenler onlardan memnun kalırlar.
iran'da bir cumhuriyet hareketinden bahsetiler. Halbuki Bunlar inkılâbın asıl evlâtlarını iktidar mevkiinden aldık-
Serdar Sipeh Ahund'la anlaştı ve başına Kaçarların, Safe- ları kuvvetle yavaş yavaş tehlikeli göstermeğe ve uzaklaş-
vilerin, Gaznevîlerin tacı gibi bir taç geçirdi. tırmağa başlarlar.
Türk milletinin içinde yaşadığımız ve devam etmek- Osmanlı nizamı dediğimiz zaman, idare eden adam-
ları ve müesseseleri ile içtimaî heyetinin ana kanunlarını
te olan inkılabı, ecnebi istilâsına ve Osmanlı nizamına
murat ediyorum.
karşı çifte cepheli bir savaş ile başlamıştır. Türk inkılâ-
bı Türk milletinin kurtuluş savaşıdır. Ecnebi istilâsına Osmanlı nizamı son asırların fennî ve içtimaî terak-
karşı vatan müdafaası gibi, nisbeten sade bir manzara ile kilerine karşı, bünyesini tedricî olarak değişen ve yükse-
başladığı ilk günde bile, inkılâp, Osmanlı nizamını kendi len tekâmülden uzak tutmak gayretiyle, dört duvarı kalın
karşısında bulmuştur... Kurtuluş Savaşı, her hamlesinde bir hücre içinde çalıştılar. Bütün ıslahat teşebbüsleri, mu-
vaffak olanlarıyla beraber, hep o hücrenin duvarları ara-
muvaffakiyeti, bir ecnebi darbesini reddederken, Osman-
sındaki sahaya münhasır kaldı. Türk milletini, aradığı ya-
lı nizamının temellerinden birini yıkmakla elde etmiştir.
şayış ufuklarından kalın duvarlarla ayırmak tertibi içinde
Anlaşılıyor ki, inkılâbımız dahilî ve millî mâhiyeti itiba-
vuku bulan bu çırpınmalar, Türk milletinin kurtuluş da-
riyle Osmanlı içtimaî heyetinin vakit vakit gösterdiği ıs-
vası ile münasebettar olamazdı.
lahat teşebbüslerinin bir devamı veya tekâmülü değildir.
Bilâkis Türk inkılâbına Osmanlı nizamı amansız bir zıt Bunun içindir ki, Türk inkılâbının hamleleri, Os-
ve hasım vaziyeti almıştır. Şu halde Osmanlı nizamı artık manlı ıslahat ve hattâ ihtilâl hareketlerinin devamı ve
tekamülü değildir.
Türk milletine kurtuluş temin edecek bir muhitin bütün
şerâitini kaybetmiş ve hakikaten o zamanlar, açıktan söy- Osmanlı nizamı, Türk milletini ecnebi istilâsına ve
lendiği gibi, Osmanlı milleti ve cemiyeti nazariyesi için- esaretine kadar sürükledi. Kendi sevk ve idaresinin neti-
de Türk milletine hayat verecek usare kalmamıştı. Geçir- cesi olarak, ecnebiler Türk milletinin bütün varlığına el
koydukları vakit boyun eğdi. Osmanlı nizamı, kendisinin
diğimiz son yarım asırlık hadiseler, Osmanlı devrindeki
Türk milletini kurtarmağa iktidarı olmadığına inanmıştı.
vatanperverlerin ve mücahitlerin Osmanlı câmiasmdaki
ıslahat ve kurtuluş teşebbüslerinin yanlış temelde ve Türk Asırlarca bocalayarak, nihayet en sert kayaya çarp-
milletinden başka bir bünye üzerinde çabaladıklarının tıktan sonra, tabiî hedefine varmış gibi rıza ile ve alıştığı
ifadesidir.
şündü k i : Kâmilen ele geçtikten sonra, maddî vasıtalar-
miskin tevekkül ile teslim oldu. Artık Osmanlı nizamı
dan gittikçe daha ziyade mahrum bulunacaktı. O halde,
Türk milleti aleyhine ecnebilerin elinde vasıta olmak ro-
içine düştüğü felâkette, en müsait ve vasıtalı olduğu za-
lüne hazırlanmıştı.
man gene bu zamandı. Ancak maddî vasıtaların riyazî ve
Hanımlar, efendiler! amelî tesirleri galebe çalarak mücadeleyi uçsuz bucaksız
Hazin ve acı bir hakikattir ki, Osmanlı nizamı, ec- bir yola sürebilirdi. Tarih, Türk milletinin bütün bıj ih-
nebilerin emrettikleri bu son rolü benimsemiş, yeryüzün- timalleri gözönüne alarak harekete geçmiş bulmaktadır.
den kaybolmadan, son enerjisini toplayarak ecnebilerle Türk inkılâbının başında verilen karar-ki bu ecnebi taar-
birlikte, Türk milleti aleyhinde savaşmıştır. Türk milleti- ruzuna karşı sonsuz mücadele kararıdır - inkılâbın her za-
nin Osmanlı devrine ait harikulâde eserlerini beraber ya- man temel taşı ve esas yapısı kalacaktır. Türk inkılâbı
şadıktan sonra katılaşarak ve duygusuzlaşarak, nihayet ancak bu temel üzerinde yaşayabilir ve yükselebilir. Bu
milletin mevcudiyet ve ilerleyiş şartları ile her türlü mü- itibarla harice karşı millî varlığı korumak için inkılâbın
nasebeti kaybeden bir mâhiyet içinde onun hangi çukur- tecrübeden geçen müdafaa prensiplerini gözden geçirme-
lara kadar düştüğünü mütalaa etmek, tarih için ibretli ve liyiz. Bunların birincisi millî müdafaa, millî varlık savaşı-
istifadeli bir şeydir. Biraz evvel dediğim gibi, Türk inkı- dır. Hakikati, katı ve kaba mahiyeti ile olduğu gibi ka-
lâbı, Türk kurtuluş davası olarak ecnebi istilâsına karşı, bul etmelidir. Millî mücadelede harice karşı vatan müda-
bir dereceye kadar sade ve askerî - siyasî mâhiyette baş- faasını kazanmak Türk milletinin varlığını hariç elden
lar. Ve fakat daha ilk anında Osmanlı nizamına karşı büıı- kurtarmağı temin etti. Harice karşı müdafaanın kaybedil-
yevî - millî ve siyasî inkılâplara girer. Millet varlığını anla- mesi, millî varlığın kaybedilmesini intaç ederdi. Vatan
yışta esaslı farkı ise, kuvvet önünde imparatorluğun tes- yeniden bir taarruza uğrarsa, taarruzun hedefi ve netice-
limiyetine karşı Türk inkılâbının red ve mücadele kararın- leri aynı olacaktır. Böyle savaştan behemahal muzaffer
da bulacaksınız. çıkmalıdır. Böyle bir savaşa ancak taarruza uğradığımız
muztar vaziyette girilebilir.
Bu mücadelenin çetin safhalarını profesör arkadaş-
larımdan dinleyecek ve öğreneceksiniz. Ben size bu kara- İkincisi, haricin taarruzuna karşı vatan müdafaası,
rın millî mânâsına işaret edeceğim. vatanın canlı ve cansız bütün kudretlerinin sarfını ister.
Hiç bir fedakârlık ve sıkıntı, müdafaa mücadelesinin neti-
Bir defa, teklif olunan teslimiyet tam karşılığı ile, cesi ile mukayese edilmez. Behemahal muvaffak olmalı,
yani Türk milletinin müstakil varlığının kendi tarafından muvaffak oluncaya kadar uğraşmalı, Muvaffakiyet uğrun-
emir ve ihtar edilmesi suretinde tecelli etmiştir. Bu tecel- da vatanın bütün vasıtalarını harcamalıdır.
li Türk milletini büyük savaş önünde bulunduruyordu.
Gerçi böyle bir savaş için lâzım olan maddî vasıtalardan Hiçbir nâ-müsait şart ve vaziyet, hiçbir nazariye ve
millet mahrum vaziyette bırakılmış idi. Fakat buna rağ- muhakeme, mücadelenin gevşetilmesini icap edemez.
men Türk milleti kendi vicdanında müstakil mevcudiye-
Üçüncüsü, millî savaş mutlaka muzafferiyctlc neti-
tinden mahrum olarak yaşamak istidadını görmedi. Millî
celenir. Tecavüz eden düşman ne kadar çok, ne kadar
vicdanın ihtilâli kendine yol gösterdi. Diğer taraftan dü-
kuvvetli olsa, millî müdafaada imanımız ve vatanın ve sahadaki tecelliyâtı temel olarak işte bu suretle ifade olu-
milletin tabiî şartlan zafere bizi tevcih edecektir. nabilir.
Bu, böyle olmuştur ve böyle olacaktır. Bu müşahede, içinde bulunduğumuz rejimin, geçen
rejimlere karşı siyasî inkılâbının esas fârikasıdır.
Hülâsa: Harice karşı millet müdafasının mâhiyeti,
"İçtimai ve ahlâkî sahada da Türk inkılâbının mânâ-
millî müdafaanın istediği vasıta ve fedakârlığın hudutsuz-
sı tedkik edilmeğe değerdir. Türk inkılâbı, insaniyet 'ül-
luğu ve zafere iman; yeni Türk devletinin milletler ara-
küsünü takip eder. İnsan cemiyeti, kâinatın en kıymetli,
sında vaziyetini ve siyasî prensibini Lozan Sulh muahede-
en kudretli varlığıdır. Kâinat içinde insan cemiyetleri,
sinin şu mâhiyetinde bulacaksınız. Bu mahiyet, milletle-
beraber çalışacak ve beraber çalışma sayesinde kolaylık-
rin istiklâline hürmet esasına ve milletlerin birbiriyle mü-
larını ve saadetlerini arttıracak imkânlara mâliktirler.
savât üzere konuşmalanna istinat eder.
İnsanların çarpışmalannın ve yaşamak için birbiri-
DEVLET SİSTEMİ ni öldürmeğe mecbur olmalannm sebepleri, dar, hastalık-
lı zihniyetlerin hüküm sürmesi, muhtelif insan cemiyetleri
Türk inkılâbı ilk anda halk devletini kurdu, Büyük
arasındaki fikrî, manevî ve fennî anlayış ve buluş seviye-
Millet Meclisi nin halk hükümeti, Osmanlı devleti karşı-
lerinin farkıdır. Ancak bu sebeplerin insan cemiyetleri
sında hem mevcudiyeti ile, hem de onun esasları ile müte-
üzerindeki tesirleri bir hakikattir. İnsanlık yüksek ülkü-
madiyen çarpışma vaziyetinde bulundu. Bu çarpışmalar
Osmanlı devletinin hilâfet ordulan ve kuva-yı inzibatiyesi sünü gütmek, bir vazife olduğu kadar, mevcut acı ha-
ile bir cephede, memleket dahilinde ve millet ordulan ge- kikatin icaplarını gütmek de insanlık ülküsüne varmanın
risinde kaldırdığı kitleler diğer cephede ve sonra halk amelî olan tek yoludur.
devletinin siyasî ve idarî biinvesi üzerinde bozguncu enka- Türk milleti olarak varolmak ve büyük insan ailesin-
zı ve anâsm ile üçüncü cephede çetin ve amansız olarak de yüksek bir cemiyet olarak yaşamak Türk inkılâbının
oereyen etmiştir. Bunların teferruatını aynca dinleyeceksi- gayesidir. Türk inkılâbı büyük insan ailesinin saadetine
niz. hizmet etmeyi vazife sayar. Ve bu hizmete imkân bulmak
için, Türk cemiyetinin birçok kudret sahibi olmasını en
T. B. M. Meclisi müessesesinde vücutlanan halk dev-
esaslı şart bilmektedir.
Ieti-ki onun açık ifadesi Cumhuriyettir - Türk milletinin
mukadderatı üzerinde kayıtsız ve şartsız, bütün selâhiyet- Anlıyoruz ki, Türk milletinin hususi benliğini meyda-
leri kendinde toplamıştır. T. B. M. Meclisinin Türk milleti na çıkarmak ve sağlamlaştırmak, Türk inkılâbının amelî
için lâzım ve faydalı gördüğü hiçbir tedbiri kendi idrakin- vazifeleri içinde en esaslıdır. Kadın, erkek her Türk böyle
den ve karanndan başka tâbi tutuğu bir miyar yoktur. bir cemiyetin kudretli uzvudur.
Saltanat ve imtiyaz hukuku ve şeriat ahkâmı gibi kayıtlar Türk inkılâbının hayat telâkkisi sadedir. Ve tabiat
Türk Cumhuriyeti ve T. B. M. Meclisi için mevcut olma- kanunlarına müstenittir. Hayat, sevilecek, korunacak ve
yan, müessir olmayan şeylerdir. Türk inkılâbının siyasî yaşanacak bir şeydir. Varlığın hiçbir sıkıntısı ister kendi-
sinin, ister başkasının hayatına hürmetsizlik için hak ver- Hanımlar, efendiler!
mez. Hayat kıymetini hor görmek, insan için bir hastalık,
Türk inkılâbı, Türk milletinin kurtuluş savaşı oldu-
bir soysuzluk tezahürüdür. Diğer taraftan, hayat cemiyet
ğu gibi, kurtuluşun hedefi olarak da Türk milletinin yük-
için feda edilmelidir. Hayatın cemiyet için feda edilmesi
sek bir cemiyet olmasını tesbit etmiştir. Türk inkılâbı, di-
istidadı olmayan muhitte insan tabiatın tecavüzlerine kar
ğer insan cemiyetlerine karşı taarruzî ve istilaî hırslan
şı zebun ve âcizdir. Bu sebeple o muhitlerde hayat zaten
reddeder. Fakat Türk milletinin yüksek bir cemiyet olma-
mütemadi bir ıztıraptan başka tecelli göstermez. Bâhu-
sı hedefi, inkılâbın devamını icap ettirmektedir. Hayatı-
sus, insanların birbirine tasallutu gibi bir vâkıa, bir ha-
mızın inkılâbi mahiyeti, cemiyetin saadeti ve terakkisi
kikat olarak, bugün mevcut olan vaziyet içinde hayat sev-
için hiçbir dogmaya körükörüne saplanmış olmamasıdır.
gisinin, korunmasının tek çaresi, cemiyet için feda edile-
Bu nokta, Türk inkılâbının muhafazakâr eski rejimlere
bilmesi yolunda mevcuttur. Bu sebeple hayatın cemiyet
karşı olduğu gibi, tesbit olunmuş çerçeve içinde olan yeni
için tehlikeye atılması bir vazifedir. Hayatın devamı ve
iddia ve rejimlere karşı da ayırdımı ve üstünlüğüdür. Biz
ebediyeti demek ülkünün ve milletin ve soyun devamı de-
Türk milletini yükseltmek için dar ve dogmatik telâkkile-
mektir. Devam ve ebediyetin lezzeti derece derece her in-
re kendimizi bağlamış değiliz.
san için bu üç istikamette temin olunabilir.
İnkılâbın davası başlıca iki istikamette tecellî et-
Türk için en muhterem varlık, her şeyden evvel Türk
mektedir :
milletidir. Türk milletinin varlığı Türk devleti ile Cumhuri-
Birinci ve daimî vazife istikameti şudur: Geçilen
yet ile cisimlenir. Devletin menfaatlerini ona karşı vazife-
yollardan hiçbir sebep ve suretle geriye dönmemeli, hiç-
leri hayatın mesut olması için esas tutmak lâzımdır.
bir sebep ve suretle kazandıklanmızdan kayıp ve feda et-
Bu esas, her milletten ziyade Türk milleti için ehemmiyet-
memeliyiz.
lidir. Çünkü Türk milleti yeni esaslar üzerinde henüz ku-
rulmaktadır. Kurulma devrinde her müessese gibi, büyük Türk inkılâbı bu hususta çifte cepheli bir dikkat ve
müessese, yani millet müessesesi daha ziyade duygulu ve müdafaaya mecburdur. Çifte cephe, hariçten taarruz ih-
dikkatli olmalıdır. timallerine karşıdır. Bir inkılâp için ölüm darbesi, her
şeyin kazanılmış ve emin bulunduğunun zannedilmesidir.
Fert ve cemiyet hayatının mesut olması için esas
mesele tabiata karşı daha vasıtalı, daha kudretli olmak- İnkılâbın ikinci faaliyet istikameti müsbet, dinamik,
tır. Bu, ancak çalışmakla temin olunabilir. yapıcı istikamettir. Türk milletinin yüksek bir seviyeye var-
mış bir cemiyet olması için ilerlemek ve yürümek mec-
Millet efradının beraberlikle ve sevgi ile çalışmak buriyeti ve bu sebeple yeni ihtiyaçlann ve yeni engelle-
tabiatı, bir cemiyetin yüksek ahlâk fârikasıdır. Kendi ha- rin izalesi bizim daimî vazifemizdir. İnkılâbın bu dinamik
yatı, ailesi ve milleti için çalışamayacak halde bulunmak devamı, hepimizi uzun ve çetin yola koymuştur. İnkılâp-
bir felâkettir. Çalışmak imkânı olduğu halde çalışmamak, çılar geniş halk kitlesi içinde onun yeni ve ileri kudret ol-
kendini veya cemiyetini diğerlerin çalışması ile yaşatmak ması için çalışırken, çok zorluklarla uğraşacaklardır. Geniş
zihniyeti ise, en büyük ahlâksızlıktır. halk kitlesine inkılâbm temiz ve ülkülü nizamını anlat-
mak ve bu yolda maddî mahrumiyetlere katlanmak lâ- Hanımlar, efendiler!
zımdır. Uğraşacağımız en mühim hastalık, cehalet ve ta-
Size Türk inkılâbının daimî seyrini mütalaa eder-
kip edeceğimiz en feyizli yol müsbet ilim yoludur. Tabiat-
ken onun ihtiyaçtan doğan ve daima ihtiyaçla beraber
taki her kudret için mikyas ve bu sebeple hudut vardır.
yürüyen mâhiyetine dikkatinizi celbetmeliyim. Birtakım
Henüz hududu keşfedilmemiş olan tabiat kudreti insan
nazarî prensipleri ilk anda birden ifade, ilân eden ve on-
zekasıdır. însan zekâsının yapıcı ve yaratıcı kudretini te-
ları tatbike çalışan usul yerine bizde, millî ülküyü ve'bü-
min eden, mütemadiyen artıran şey ise, müsbet ilimler-
yük ana hatları gözde tutan ve tatbikatta her lüzum kar
dir. Türk inkılâbı müsbet ilimde yüksek seviyeye varan
şısında, müteakiben, fakat durmadan tedbirini bulan usul
evlatlarının kudreti ve bunların millet muhabbet ve hiz-
câri olmuştur. Türk inkılâbı usulünün bu mânâsının amelî
metindeki yararlıkları ve Türk milletinin yüksek kabili-
ve daha muvaffakiyetli olduğu sâbittir. İnkılâp hedefleri-
yetiyle feyiz ve inkişaf bulabilir.
nin bizim usulümüzde verdiği neticelerin büyüklüğü devir
Hanımlar, efendiler! devir hulâsa yapıldığı zaman kolayca anlaşılabilir.
Türk inkılâbına dair bu umumî ve hulâsa görüşler Türk inkılâbının devamlı olması, hayatın dinamik
arasında iktisat cephesi üzerinde söyleyeceklerim kısa ve olan şartlarına uygun bir tabiat hadisesidir. Türk inkılâ-
sadedir. İnkılâbın iktisadî anlayışı ve tedbiri, alâkadar ar- bı mütemadi bir işleyiş hamlesi gözü ile görülürse, onun
kadaşımın konferanslarına mevzu olacaktır. Söylediğim durmasını istemek değil, onun durmasından sakınmak
umumî prensiplerde kâfi derecede işaret bulunduğuna lâzımdır.
dikkatinizi uyandırmak benim için kâfidir. Türk inkılâbı-
nın hedefi millî kurtuluş ve yükseliş davası olduğuna gö- Millî inkılâbı mütalaa ederken vakit vakit ilk bakış-
re, bizim için kitlenin iktisadî ihtiyacını temin etmek esas ta eksik ve zıt görülebilecek manzaralarında inkılâbın zik-
vazifemizdir. Fertlerinin iktisaden kudretli ve verimli ol- zak yaptığını zannetmemelisiniz. Bir ana istikametin hiç
masına istinat eden bir cemiyet kudreti aramak bizim için gerilemeden mütemadiyen ve musırran devam ettiğini
uzun yoldur. Bâhusus bugünkü kudretli cemiyetler bile farketmelisiniz. Yeni Türk cemiyetinin yeni hayat pren-
fertlerini hayatın ve beynelmilel şerâitin karşısında ferdî sipleri Türk inkılâbının seyrine tamamiyle hâkim olmuş-
mücadelelere terketmek imkânını bulamamışlardır. Me- tur.
sele her millet için kendi şerâitine uygun ölçüyü bulabil- Hanımlar, efendiler!
mektedir. Türk inkılâbı cemiyetin iktisaden yükselmesi
için devletçe tedbirler almağı vazife sayar. Devletçi ted- Bu kürsü İnkılâp Tarihi'nin kürsüsüdür. Türk inkı-
birler ferdî faaliyetler için faydalı sahayı ancak genişlet- lâb'nı anlatmak için onun bugün açık olarak hedefini ve
meğe ve verimli kılmağa yarar. Türk inkılâbı katı ve dog- hulâsa olarak umumî seyrini söylemek istedim. Biz inkı-
matik duvarlar arasında otomatik tedbirler yolunu tut- lâbın evvelâ tabiî seyri öğrenilerek takip ettiğimiz sistem
mamıştır. İktisat sahaları her şeyden evvel amelî bir faa- üzerinde bir hüküm çıkarılmasını iltizam ettik. Hüküm-
liyet meydanıdır. Burada her mevzuun, millî bünye ve şe- lerin ve prensiplerin hayat ve tatbikat sahasından çıkarıl-
râit içinde ayrıca mütalaa edilmesi lâzımdır. masını daha faydalı bulduk ve buluyoruz.
Konferanslarımda mücadelenin her safhası için in-
kılâbın sevkeden ve tedbir alan yüksek şahsiyetini görü-
yorsunuz. Bu şahsiyet, en büyük inkılâpçı Mustafa Ke-
mal'dir.
Necip Ali [Küçüka]
Türk inkılâbını anlamak ve sevmek, Türk inkılâbı-
nın muvaffakiyetine hizmet etmek, büyük reis Mustafa
Kemal'i anlamak ve sevmek ve onun ülkülerini tatbik et- İ N K I L Â P HUKUKUMUZ
meğe candan çalışmakla bir ve beraberdir.
Devlet mefhumu, hürriyet ve daha birçok mefhum-
(Ülkü, C. I I I , nr. 14, Nisan 1934, s. 81-87.) lar gibi hukuk mefhumu da muhtelif zaman ve muhitler
içinde ayrı ayrı telâkkilere tâbi olmuştur. Bir asır evvelki
hukuk telâkkisiyle bugünkü hukuk telâkkisi arasında Ti-
bet'in yüksek dağlarında mücerret ve derûnî bir hayat ya-
şayan bir Buda rahibiyle Sorbonne'daki bir hukuk profe-
sörünün bu mefhumu anlayı şiarı kadar derin ve esaslı
farklar vardır. Cemiyetin içtimaî temayüllerinin, fikrî ha-
reketlerinin ve nihayet iktisadî şartlarının müşterek bir
ifadesi olan hukuk mefhumunun bu hareket ve şartlara
tâbi olarak daimî bir değişme içinde bulunması da gayet
tabiîdir. Fransız inkılâbına kadar hukuk mefhumu Allalı'
ın her türlü aklıselimi kendilerine bahşettiğini iddia eden
hükümdarların ağzından çıkan sözlerle, din kaideleri ve
bir de cemiyetin içinde yaşayan ananelerden ibaret sayılır-
dı. Fransız ansiklopedistlerinin ve ona takaddüm eden
ilim cereyanlarının tesirleri altında kalan Fransız inkı-
lâpçıları «tabiî hukuk» nazariyesine inanmışlardı. İşle
hukuk-ı beşer beyannamesinin ve onun üzerine kurulan
Fransız inkılâp hukukunun dayandığı esaslı temel bu
«tabiî hukuk» nazariyesi olmuştu. Tabiî hukuk nazariye-
sini ebedî bir hakikat gibi kabul edenler cemiyete ve
onun şartlarının takip ettiği seyre nüfuz edememişlerdi.
İnkılâpçılar o zamana kadar görülmedik bir dehşetle es-
ki müesseselere hücum ettikleri halele ve bütün iddiala-
rına rağmen hukukî telâkkilerinde eski sistemlerden ay-
rılmamışlardı. Mücerret bir mevcudiyet halinde anladık- ne veçhile vârid olursa, isabet ondadır» diyorlardı. Bu su-
ları hukuka, belki de bilmeyerek, metafizik bir varlık iza- rette fikir ve mütalaa yürütenlerin adedi o zaman haki-
fe etmişlerdi. Profesör Duguit'nin dediği gibi, insanlar bir katen çoktu. Herhangi bir mesele hakkında çıkan iradeyi
şeyi izaha muktedir olamayınca, ona derhal tabiatın üs- anlatabilmek için kullanılan parlak ve süslü kelimelerin
tünde bir varlık izafe edivermişlerdir. Hukuk, kendisine delâlet etikleri fikirde hâkim olan zihniyet tedkik edilir-
böyle bir varlık izafe edilince ve tabiat ve cemiyet şartla- se, bu mânâyı daima buluruz. Osmanlı devletinin 24 MeşT-
rından müstakil bir benliğe mâlik olunca az çok statik bir rutiyet'ine kadar çıkan kanunları da biraz daha şekillen-
mahiyet arzeder. dirilmiş bir iradeden başka bir şey değildi. Fıkıh esasları
ise menbalarını tamamiyle Kur'an ve sünnetten almıştı.
Şu hale göre, inkılâptan evvelki hukuk telâkkisi ile
Bunlar değişmez ezelî kaidelerdi; icma-ı ümmet, kıyası
inkılâptan sonraki telâkki arasında derin bir sistem far-
fukaha bizim zannettiğimiz mânâda serbest münakaşa
kı olmaktan ziyade bir renk farkı vardır. Yalnız insanla-
esaslarına müstenit değildi. Nassın kalın çerçeveleri için-
ra verilen hürriyet hakkıdır ki, sonradan başka görüşlerin
de fikirler hapsedilmişti. Tanzimat ve 93, 24 Meşrutiyet'
ve başka sistemlerin doğmasına ve inkişafına imkân ver-
leri birinci kısım hukuk menbaını az çok tadil etmişse
miş ve Fransız inkılâbı bu sayede feyizli olmuştur. Bizde
de, ikinci kısım hukuka müessir olmamıştı. Kanun-ı esa-
Tanzimat hareketinin, 93 ve hattâ 24 Meşrutiyetinin bü-
side şer-i şerifin hükümlerinin icrası ve ona mugayir ka-
yük bir inkılâp hareketi sayılmamasının hakiki sebepleri,
nun yapılmaması kaydı mevcuttu.
ortaya yeni ve radikal bir hukuk sistemi koyamamasından
ileri gelmiştir. Bizde bir asır evvel hukuk menbaları ira- içtimaî hayatı tanzim eden medenî hükümler değiş-
de-i seniyve ve fıkıh idi. Padişahların herhangi bir mesele-
medikçe, siyasî hakların muasır telâkkiye göre verilmesin-
ye dair olan fikir ve nokta-i nazarları bir kanun hüküm
de o kadar büyük bir fayda yoktur, işte büyük inkılâbı-
ve mahiyetinde idi. Bizde bilhassa devlet ricali arasında
mıza kadar devam edip gelen vaziyetin mümkün olabi-
yarım asır evvelki fikir ve zihniyeti anlatmak için Midhat
Paşa muhakemesinden bir misal getirmek isterim. Abdül- len hülâsası şu idi :
aziz'in hal'i meselesinden dolayı tevkif edilip muhakeme-
1 — Siyasî haklar bahsinde eskisine nisbeten bir
si yapılan Midhat Paşa hakkında ne muamele yapılması
icap edeceğini Abdülhamid bir kere de sâbık ve haldeki parça fark vardı. Padişahların nihayetsiz arzu ve iradeleri-
vükelâsından sormuştu. Verilen cevaplar üçe ayrılabilir. ne pek az bir set çekilmişti. Artık padişah ilk ceza kanu-
Mühim bir kısmı Abdülaziz gibi kusursuz bir padişahı numuzda tarif ve ifade edildiği veçhile istediği zaman
tahtından indirmek cüretinde bulunduğundan dolavı hak- herhangi bir adamı öldürtemeyecekti. Reşid Paşanın Gül-
kında en şiddetli kanunî hükümlerin tatbikini istiyor. Bir hane Hattını okuduğundan dolayı gösterdiği cesareti teb-
kısım zevat ise hakikaten büyük bir cesaretle mahkeme
rik edenlere: «Her an ölmektense bir defa ölmeği tercih
kararının tesir altında verilmiş bir karar olduğunu söyle-
yerek affa mazhar olması temennisinde bulunuyorlar. ettim» diye mukabele ettiği meşhurdur. Reşid Paşa'dan
Üçüncü bir kısım ise «ilham-ı Rabbani kalb-i şahaneye her sonra Âli ve Fuad Paşalar Abdülaziz'in istibdadına hayli
karşı koymuşlardı. Fakat Abdülhamid vaziyeti gene eski
Bu hudut bugün teşkilât-ı esasiye kanununun beşinci fas-
hale çevirmek istedi ve kısmen de muvaffak oldu. Bu hal
lında çizilmiştir. Bu hududun çerçevesinin genişletilip da-
24 Meşrutiyet'ine kadar devam etti.
raltılması içtimaî temayüle ve millî zaruretlere bağlıdır.
2 — Asıl hukuk mevzuuna dahil olan meseleler fık-
Kanaatimizce Türk inkılâbının bilhassa hukukî sahada ya-
hın ezelî kanunları içinde ebedî bir hayat iddiasında idi.
rattığı bu eser çok büyüktür. Bize göre, bugünkü esaslı-
işte, büyük inkılâbımız bunu yıktı. Şu hale göre inkılâbı-
mızın kendisine göre bir hukuk telâkkisi mevcut olup mızda ve prensiplerimizde değişiklik yapmağa şimdilik
bunun ayırt edici prensipleri de vardır: kat'i bir zaruret mevcut değildir.
ÎZMlR İKTİSAT K O N G R E S İ ( * )
Efendiler,
şarktaki devamh ve h â ^
t
daha ECNEBİ SERMAYESİ
W bulunuyorlar ^ ^ a h m o^teda
Iundugunu, bu Türkiye'nin iktisadî istiklâline riayet edd" Londra'daki müzakereler bugün, yarın bitecektir.
Üç devletin mütehassısları mukabil tekliflerimiz hakkın-
S d t m S ı ^ - T edeceğini' fakat — n daki nokta-i nazarlarını tesbit etmişlerdir. Şimdi murah-
îKtısadı menfaatler üzerinde ecnebi sermayesivle tesri t • haslar umumî bir celse akdederek elde edilen neticeleri
mesaiye ve bu sermayeye her türlü hürmeT ^ t u v et"; konuşacaklar ve sonra bize muayyen bir teklifte buluna-
f a k d i ^ r r h ^ â °,duğunu -emlekefen " v e caklardır. Bunun üzerine yeni bir münakaşa safhası açıl-
takdir edecek ve yeni inkişafa başlayan vaziyetten isdfa
deye muvaffak olacaktır? y lstIta" masına kuvvetli surette ihtimal verilebilir.
(Cumhuriyet, nr. 9, 15 Mayıs 1924) — İktisadî hayat, siyasî ve askerî 'hayatlara benze-
mez. Birincisi pek az ma'şerî vicdana taalluk eder. İkin-
cisi ise tamamiyle ondan kuvvetini alır. 'İktisadî hayatta
altının, elmasın, incinin, dantelanm, kürkün kıymetçe
yükseklikleri ma'şerî vicdanın onlara fazla kıymet ver-
mesinden ileri geliyor. Fakat ekmeğin, peynirin, etin, pa-
tatesin kıymetlerini fertlerin uzvî ihtiyaçları tayin edi-
yor. Evvelkilerin maddî faydaları olmadığı halde iktisadî
kıymetleri çok fazladır. İkincilerin iktisadî kıymetleri
maddî faydalarının neticeleridir. Demek ki, iktisadî ha-
yatın ekseri tecellileri maddeden doğuyor ve ona istinat
ediyor. Charles Gide'e göre, iktisadî faaliyetlerin temel-
leri maddî ihtiyaçlardır. Bana göre, bediî ihtiyaçları da
maddî ihtiyaçlara ilâve etmelidir. O zaman, iktisadî hadi-
seler refaha taalluk eden hadiselerdir, denilebilir. Altının,
elmasın, incinin, dantelanm, kürkün çok kıymetli olma-
ları bu şeylerin bediî güzellikleri dolayısıyledir. Bu bediî
kıymetler istisna edilirse, iktisadî hayatm ma'şerî hayatla
hiçbir alâkası yoktur. İktisadî tekâmül, meslekî teşkilât-
la, binaenaleyh taksim-i a'malle ve ihtisas zümrelerinin
teşekkül etmesiyle alâkadardır.
Memleketimizde taksim-i a'malin derinleşmesi, hü- âmme değil, velâyet-i meslekiye salahiyetdardır. Mesela,
kümetin elinde değildir. Taksim-i a'mal, içtimaî kesafetin avukatlara ait meseleleri «baro»nun hukukî velâyetine
çoğalması demek, nüfusun artması demektir. Nüfusun arzetmelidir. Tabibliğe ve eczacılığa müteallik maddeleri
artması, doğuş vasıtasıyle olduğu gibi, muhaceret jtarî- tabibler cemiyetinin velâyet-i tıbbiyesi halleder. Pedago-
kıyle de hâsıl olur. ji meselelerinin halli Darülfünun'la muallimler cemiyeti-
Hükümet muhaceret meselesine çok ehemmiyet ver- nin meslekî velâyetine muhtaçtır. Velâyeti, yalnız velâ-
mekle iki gaye takip ediyor. Birincisi, milletdaşlarımızı yet-i hassa ile velâyet-i âmmeden ibaret farzetmemelidir.
zâlimlerin elinden kurtarmak, ikincisi memleketimizde iç- Taksim-i a'malin ve ihtisasın derin bulunduğu bir mem-
timaî kesafeti arttırmak. Bugün hariçte, Balkan devletle- lekette meslekî velâyet de kuvvetli olur. Taksim-i a'mal
rinin zulmü altında bir milyondan ziyade Türk var. Bun- ve ihtisas kuvvetli bulunmayan yerlerde, ihtisasa muhtaç
ların anavatanda toplanmaları, milletimizin içtimaî hac- olan işlerin halli de velâyet-i âmmeye kalır. Halbuki velâ-
mini arttıracaktır. yet-i âmmeyi hâiz bulunan zatların bütün bu ihtisas işle-
rini bilmesi mümkün değildir. Her ihtisas dairesine ait
Hükümet diğer taraftan da şimendifer, banka, borsa bilgileri büyük ulemâlardan ve hezar-fenlerden ziyade,
gibi iktisadî âmiller vücuda getirmeğe çalışıyor. Bu âmil- mütehassısı bilir. Allâme her şeyi bilen demektir; hezar-
ler vücuda gelirse, iktisadî faaliyet kendi kendine inkişaf fen her şeyi yapan demektir. Bugün artık bunlara kimse
edecektir. Çünkü, ferdî uzviyetler maddî ihtiyaçlarının itimat etmiyor. Kıymet, yalnız az çok ihtisası bulunan
tatminini istiyorlar, ferdî ruhlar da refah istiyorlar, hat- kimseye veriliyor ve bunlara da ancak kendi ihtisasları
tâ bazen lüks bir hayat istiyorlar. îşte, iktisadî faaliye- dairesinde kıymet veriliyor. İhtisaslarının haricine çıkar-
tin âmilleri bunlardır. Hükümet, yalnız vasıtaları ihzar larsa, bunlara da artık kıymet verilmiyor. Bu hâlet de bir
edebilir. İktisadî hayatı inkişaf ettirecek taksim-i a'mal- terakki eseridir. Taksim-i a'malin vücudu tamamiyle in-
dir. Onu da vücuda getirecek hükümet değildir. O halde, kişaf etmeden evvel lüzumu anlaşılıyor. Taksim-i a'malin
iktisadî teşkilâtları kendi başına bırakmak mı lâzım? inkişafı, büyük şehirlerde nüfusun çoğalmasına ve mut-
Eğer bunlara hükümet müdahale edecekse, bu suale tasıl hareket etmesine mütevakkıf. Teessüf olunur ki, tak-
«evet!» diye cevap veririm. Dünyanın her tarafında, ikti- sim-i a'mal hükümetin elinde değil. Fakat muhacir cel-
sadî hayat, siyasî hayata «gölge etme, başka ihsan iste- biyle, izdivacın teşvikiyle ve doğan çocukların hıfzıssıh-
mem» demektedir. haya istinaden yaşamalarının teminiyle nüfus üzerinde
Sosyolojinin (hakiki müessisi olan Durkheim «Ben müessir olabilir. Yollar, şimendiferler, bankalar, borsa-
bütün diğer sahalarda merkezciyim. Yalnız iktisadî saha- lar yapmakla iktisadî hayatın mecralarını hazırlamış
da adem-i merkeziyetçiyim» diyor. Buradaki adem-i mer- olur.
keziyetten maksat, hükümetin iktisadî işlerde merkez ol- Bu sözlerden, bizde «hükümet iktisadî işlere hiç
mamasıdır. müdahale etmesin» mânâsını çıkarmamalı. Ben, bilâkis
Görülüyor ki, iktisadî işler velâyet-i âmmenin hükümetin bir «millî iktisat» programına mâlik olmasını
kolayca halledebileceği işler değil. Bu işlerde velâyet-i son derece lüzumlu görenlerdenim.
O halde, «iktisadî adem-i merkeziyet»ten maksadı-
nız nedir? Hükümetin iktisadî işlerde de merkez olma-
masını niçin istemiyorsunuz? Çünkü, bugünkü günde her
devletin memurları hep siyasî kuvvetler tarafından iş ba-
şına getirilmiş siyaset adamlarıdır. Siyaset adamlarının
ise, mutlaka hepsi iktisat mütehassısı değildir. Charles
ECNEBİ SERMAYESİ
Gide diyor k i : «Bulgaristan'dan daha büyük şirketlerin
bir saat gibi intizamla işlemesi, şirketlerin siyasî memur-
Dün yine meçhul filozofla konuştuk. Ona sordum:
lar tarafından idare edilmeyip, iktisatçı memurlar tarafın-
dan idare edilmesindendir. O halde bir devletin idaresi — Bazı kimseler ecnebi sermayesinin memleketimi-
iktisatçı memurlar tarafından yapılabilmiş olsaydı, o ze girmesinden sakınıyorlar. Bu hususta fikriniz nedir?
devlet de iktisat işlerinde tamamiyle muvaffak olurdu.
Fakat maatteessüf, bugün bütün devletlerin memurları Şu yolda cevap verdi:
siyasî memurlardır. Bütün iktisadî işleri yalnız iktisat
— Sermayenin bir memleketten çıkıp diğer memle-
mütehassısları tarafından idare olunan bir devlet vücu-
kete girmesi, kanın bir uzviyetten alınıp başka bir uzvi-
da geldiği gün «Devlet iktisat işlerine karışmamalı» kai-
yete nakledilmesi gibidir. Sermaye, bir ülkenin iktisadî
desi ortadan kalkar. Çünkü, devlet iktisatça sela'hiyet sa-
kanı mesabesindendir. Sermayesiz bir memleket, kansız
hibi olan ellerde bulundukça, iktisadî işlere karışabilir.
bir vücuttan farksızdır. Bir vücuda iktisadî bir «nakl-i
Fakat, bugünkü gibi bütün işler siyasî memurların elin-
dem» ameliyesi yapabilmek için, başka memleketlerin ik-
de iken karışamaz.
tisadî kanına yani sermayesine müracaat ihtiyacındayız.
(Cumhuriyet, nr. 83, 31 Temmuz 1924 ) Benim itikadımca, Cihan harbinden beri iktisadî za'fü'd-
deme uğrayan vatanımızın kansız kalan damarlarına ec-
nebi sermayesi aşılanmasıyla, bu sevgili vatan yeni bir
hayata nâil olacaktır.
İzmit vilayetinin yaptığı hesaba göre, bir kilomet Bolu vilayeti gibi ahalisi kâfi gelen yerlerde mü-
re şose sekiz bin liraya çıkıyor. Bu kadar pahalı yollan kellefiyet-i bedeniye kanununun tatbikini bir sene daha
hangi bütçe ile başa çıkaracağız? geciktirmek hatadır. Eskiden bu usul iyi bir vali elinde
semere vermiş, fena valiler elinde ancak suiistimale yara-
Ya ziyan olup giden havalelerden Mudurnu yolu üs- mıştır. Zannederim, Düzce civarında beş kilometrelik bir
tünde tesviye-i türabiyesi yapılmış bir kısım var, üç sene- yolun yalnız tesviye-i türabiyesi için - eldeki deftere göre -
den beri taşı dökülmüş, yalnız silindir geçmemesi yüzün- yirmi bin kişinin çalışmış olması lâzım geliyordu. Yani
den harap olmuştur. her köy, memura biraz rüşvet vererek, çalışmıştır diye ve-
Vila3'et her sene bir defa şosenin bir tarafını sökü- sika alıyordu.
yor; havale muntazam gelmediğinden borca batıyor, köy- Bolu vilayeti gibi yerler kışın bir yol kongresi ak-
lüler geçerken: detmeli, inşa edilecek yollan tesbit ve hesap etmeli, inşa-
sını senelere taksim etmeli, hastalarla ihtiyarlardan baş-
— Geçen sene bozuk düzen işliyorduk. Bu sene ta-
ka bilâ-istisna herkes, başta mebusları, valileri, kayma-
şını söktüler, şimdi hiç gidemeyeceğiz, diyorlardı.
kamları olduğu halde her sene mükellefiyetlerini bil-fiil
Vilayette araba fiatı, erzak fiatı, eşya fiatı, bütün ifa etmelidirler.
hayat fiatı sonbahardan itibaren artıyor. Sırf yolsuzluk
Nafia bütçesindeki yol parası israf olup gidiyor. O
yüzünden vilayetin «servet-i umumiye» sinin her sene uğ-
kadar hesapsızlıklar var, şâyân-ı hayrettir. Adapazarı - Ge-
radığı zarar bu şoseyi her sene yeniden inşa edebilir.
rede şosesinin İzmit vilayeti hissesine düşen ufak bir kıs-
Sırf nakliyat yüzünden geçinen köyler vardır. Bun- mı için -yirmi kilometre kadar bir şey- geçen seneden
lar bir manda arabası yükü Bolu'dan Adapazarı'na yedi
beri yüz on bin lira verilmiş, elli bin lira daha verilecekti.
günde on iki liraya taşıyorlar! Bedbaht köylünün çalış-
Bolu vilayetinin hissesine düşen kısım için, ki bütün şo-
kanlığını ve kanaatkârlığını tasavvur ediniz ve bu köylü-
nün bizden istediği şudur: « Y o l yapınız, gidebilelim!» se demektir, bir sene yalnız yirmi beş bin lira verilmiştir.
Halbuki lâ-akall yüz yirmi bin lira lâzımdı. Verilen para
yolu yapmağa değil, ancak yapılmak için bozmağa yara-
mıştır.
Gelecek yaz yol seferberliğini ilân etmek için hazır- Bugün Cumhuriyet'in başmakalesinde Yunus Nadi
lanmalıyız. Bey ecnebi sermayesinden bahsederken çok mâkul fikir-
ler dermiyan ediyor. Memleketini seven, vatanının ima-
Bolu'daki müşahadelerimden aldığım ilk ders bu- rını isteyen her Türk gazetecisi için bu bahiste de mâkul
dur. olmak pek tabiîdir. Fakat Yunus Nadi Bey'in bu fikirleri-
ne kıymet verdiren evvelâ Halk Fırkası'na mensup nüfuz-
(Cumhuriyet, nr. 165, 22 Ekim 1924 )
lu bir mebus olması, sâniyen gazetesinin hükümete ve
fırkaya nâşir-i efkâr addedilmesidir. Binaenaleyh herhan-
gi mühim bir meselede ileri sürdüğü fikirler, bir gazete-
cinin şahsî temennileri hududunu aşar.
(Türk inkılâbı, istanbul 1926, s. 219-226.) — Bu bir organizasyona benziyor, siz de hiç söz
söylemeden parayı veriyorsunuz!
Sâlisen, Darülfünunumuzda iktisat ilminin mevkii 2 — Bir mecmua tesisi... Nazarî ve amelî en yeni
cereyanları, en mühim hadiseleri millî ve beynelmilel mik-
sadece bir «yardımcı ilim» derecesindedir. Binaenaleyh
yasda adım adım takip eden canlı bir iktisat mecmuasına
Darülfünunumuz «iktisatçı-» yetiştiremiyor. Türkiye'de-
da şiddetle ihtiyaç vardır. Böyle bir mecmua hususî bir
ki mevcut mahdut iktisatçılarımız ya Avrupa'da tahsil et-
teşebbüsün mahsulü olamaz. Çünkü «kâr» bırakmaz. Bu
mişlerdir. Ya bizzat okuyarak, çalışarak kendi kendileri-
işi ancak maddî zararı göze alabilecek resmî müessese-
ni yetiştirmişlerdir. Çünkü Tıp Fakültesi'nde fizik ve
ler başarabilirler. Yine Maarif ve Ticaret vekâletleri ve
kimya ne ise, Hukuk Fakültesi'nde de «iktisadiyat» odur.
Ticaret odaları böyle bir mecmuanın meşri için teşrik-i
Nasıl ki Tı'b Fakültesi'nden bir hikmet-şinas veya kimya-
mesaî ederlerse, memleketimizde iktisadî terbiyenin te-
ger yetişmezse, Hukuk Fakültesi'nden de bir «iktisatçı»
essüsü için büyük bir adım atılmış olur.
çıkamaz.
3 — Bir «iktisatçılar cemiyeti» tesisiyle münferit
İşte «olan» budur. Aksinin isbat edilmesini çok is-
iktisatçıların müşterek bir «teşekkül» içinde fikrî (faali-
terdik.
yetlerinin temini.
Ne yapmalı!... Memleketimizde tabiblerin, muallimlerin, ziraatçile-
1 — Bir iktisat kütüphanesi yaratılmalı. Darülfünun rin, kimyagerlerin ve daha birçok meslek erbâbının mes-
talebesi bile müderrislerin notlarına kalmışlardır. Elimiz- lekî cemiyetleri olduğu halde, iktisatçılar daha henüz böy-
le bir «birlik» kuramamışlardır. Burada meslekî teşek-
küllerin lüzum ve faydalarından bahsedecek değiliz.
Böyle bir teşekkül memleketimizde fikrî, iktisadî fa-
aliyet için bir merkez, bir merci olabilir. Neşredeceği bir
mecmua ile tertip edeceği konferanslarla, çıkartacağı bül-
tenlerle çok nâfi bir hizmette bulunabilir.
Aynı zamanda memleketimizde pek harc-ı âlem ol- İKTİSADÎ SİYASETİMİZDE EN EMİN YOL
mağa başlayan «iktisad»ın ilmî otoritesini tesis eder.
Türkiye, iktisadî hayatına bir veçhe vermeğe karar
4 — Müstakil bir İktisat Fakültesi ihdası. (Avrupa
verecek mühim bir anda bulunuyor. İktisadî hayatımı-
darülfünunlarında, bilhassa Almanya'da, «iktisadiyat» git-
za mâni olan kayıtlar büyük Izaferle ortadan kalktıktan
tikçe müstakil bir fakülte halinde taazzuv ediyor. Bu ce-
sonra, milletimizin ve hükümetimizin en kısa bir zaman-
reyanı biz de takip ederek, darülfünunumuzda müstakil
da memleketin servet ve menâbiini işleterek mümkün
bir İktisadiyat Fakültesi açmalıyız.
olan iktisadî refaha ermek üzere büyük bir iştiyak duy-
«İktisadiyat» Hukuk Fakültesinde bir «sığıntı» gibi duğu, yüksek bir azim gösterdiği en bedbin gözlere bile
kaldıkça bu ilmin memleketimizde inkişafına imkân batacak derecede âşikârdır. Ancak bugün, iktisadî haya-
yoktur. tımıza nasıl bir veçhe verirsek, memleketin iktisadî he-
defe müteveccih kuvvetlerinden azamî derecede istifade
Darülfününumuzda «iktisadiyat ilmi» yalnız üç-dört
edebiliriz? Hangi yolda yürürsek mahdut bir zümrenin
«kürsü»ye inhisar ediyor. Halbuki bu ilmin istiklâlini te-
değil, umumun iktisadî refahını temin ederiz? Yekdiğeri-
min edebilmek için, ona en aşağı on beş-yirmi «kürsü»
ne hasım olacak ve içtimaî nizamı bozacak zümrelerin te-
ayırmak lâzım gelir.
şekkülüne mâni oluruz? sualleri muvacehesindeyiz. Bu
İşte ancak bu şerâitin teminiyledir ki, memleketi- suallere verilecek cevaplardaki isabet millî bünyemizi
mizde «iktisat ilmi» yalnız «söz» ile değil, «iş» ile de bir en esaslı bir surette takviye edecektir.
ehemmiyet ve kıymet kazanabilir.
Bu meselelerde garp devletlerinin birçok asırlık tec-
(Hayat, nr. 7, 13 Kânun-ı sani 1927, s. 127-128) rübeleri bize rehberlik etmelidir.'Bir kere şu noktayı tes-
lim etmeliyiz ki, ferdî hayatımızda olduğu gibi cemiyetin
revişinde de tam bir zaruret yoktur. İnsan herhangi bir
ameli irade ederken, birtakım imkânlar karşısında bulu-
nur. Cemiyeti istikbali de böyle imkânlarla doludur.
Fert de, cemiyet de karşısına açılan bu yollardan birine
doğru gider. Yürünmesi kabil olan yollardan en eminini,
en doğrusunu da mazide yapılan tecrübeler, millî iştiyak-
lar temin eder. Bu tecrübelere vâkıf olan, millî iştiyakı leketin iktisadî refahı, imarı için iki yol düşünülebilir:
duyan devlet adamlarıdır ki, cemiyete hakiki rehber olur- Biri fertlere, sermaye sahibi olanlara veyahut haricî ser-
lar. İstikbalde teveccüh eyleyeceğimiz iktisadî imkânlar- mayenin gelmesine tavassut edenlere kıymet vermek, on-
dan biri on dokuzuncu asrm ilk nısfında bazı hükümetle- lar vasıtasıyle memlekette büyük sanayiin teessüs eyle-
rin iktisadî hayat karşısında aldıkları vaziyet olabilirdi. mesine yardım etmek; diğeri bugün mevcut mesaî erba-
Hükümet iktisadî hayatta nâzımlık vazifesini kabul etmez, bını birleştirerek onların sermayedar olmasına yardım ey-
sa'y ve sermaye erbâbmı kendi haline 'bırakır, her nevi lemek, hariçten gelecek sermayenin doğrudan doğruya bu
iktisadî faaliyeti fertlerden; onların teşkil edeceği şirket- mesaî erbâbının eline geçmesi için teşkilât yapmaktır. Bi-
lerden bekleyebilirdi. Darülfünun muallimlerinden arka- rinci şekilde bugün garpta olduğu gibi ileride bizde de
daşımız Mösyö Bonafos'un Hayat'ta intişar eyleyen kıy- kuvvetli sermaye sahibi olan bir sınıf vücuda gelecek ve
metli makalesi bunun meselâ Fransa'da ne netice verdi- bunun karşısında onlar tarafından az çok istismar olu-
ğini bize pek güzel izah etmiştir. Bir asırlık tecrübe, fiz- nan mesaî erbâbı kalacaktır. Bu iki zümrenin tipleri iç-
yokratlarla Adam Smith iktisadının istinat eylediği meb- timaî nizamı bozabilir, garp memleketlerinde gördüğü-
delerin yanlışlığını sarahaten gösterdi. Devlet umumun müz mücadele ileride memleketimizde de başlar. Ne için
nef'ini temin vazifesiyle mükelleftir. Hakiki demokrasi, Avrupa'nın tecrübelerinden istifade ederek onlarda görü-
devletin temin ile mükellef olduğu içtimaî nizam ve ada- len marazî hallerin önünü almayalım? Ne için menâfii
let, ancak hükümetin sırf ammenin nef'i için iktisadî sa- yekdiğerinden ayrı iki sınıf yaratalım? Türk cemiyetinin
hada da ifa edeceği hidemâtla husul bulabilecektir. Tür- bugünkü kuvvetlerinden biri de yekdiğerine muhâsım ik-
kiye için bu hakikat daha kuvvetlidir. Türk milletinin en tisadî zümrelerin mevcut olmamasıdır. Bu bir nimettir.
mühim kudreti halkın sa'yine müstenittir. Bu sa'yi tensik Bizde ne bir aristokrasi sınıfı, ne de yekdiğerine hasım
etmek, tona lâzım gelen sermaye muavenetini yapmak ve- sa'y ve sermaye zümresi mevcuttur. Memleketin imarı,
yahut hariçten gelecek sermayeyi birtakım tufeylî muta- iktisadî inkişafı için behemahal bu iki sınıfın vücuda gel-
vassıtların muavenetine muhtaç olmaksızın mesaî erba- mesi lâzım geldiğine inanmak, tıpkı İngiltere gibi müref-
bının eline geçecek veçhile teşkilât vücuda getirmek. Cum- feh olabilmek için, o memlekette olduğu gibi bir asilza-
huriyet Hükümeti için en esaslı bir umde olduğuna şüphe de sınıfı yaratmağı istemeğe benzer. Memleketin mesaî
yoktur. Onun içindir ki, hükümet umumun nef'ine hizmet erbâbı sermayeye muhtaçtır. Bunların kooperatifler teş-
edecek yolları devlet kuvvetiyle yaptırmayı ve işletmeyi kil etmelerine yardım etmekle, sermayeyi onlarda temer-
esas olarak kabul etmiştir. Yine onun içindir ki, millî küz ettirmek ve hükümet kuvvetini yalnız bunların lehin-
bankaların sermayesine iştirak etmekten, iktisadî işlere de istimal etmekle, yekdiğerine muhâsım sermaye ve me-
girmekten de çekinmemiştir. saî sınıfı vücuda gelmesine mâni olur ve Türk iktisadî
hayatını en kuvvetli temellere istinat ettirmiş oluruz. Bu
İktisadî siyasetimizde sarîh olarak alınacak vaziyet sayede memlekette mesaî erbabını kendi nef'i için kulla-
bir taraftan bu yolda kuvvetle yürümekle beraber, diğer nacak tufeylî bir sınıf vücuda gelmez; hariçten gelecek
cihetten mesaî erbabım sermayedar yapabilmektir. Mem- sermaye de doğrudan doğruya mesaî erbâbının eline ge-
çer.
kişafına yarayacağından başka, Cumhuriyet hükümetinin
Şimdiye kadar çok mahdut olmakla beraber, bu yol- sâiim ve âdil bir iktisadî siyaset takip edebilmesine de
da atılan adımlar ne kadar ümit verecek mâhiyettedir! zemin hazırlayacaktır. Bu suretle meslekî ve umumî ma-
izmir ziraat müdiriyeti, Vali Kâzım Paşa hazretlerinin lumatı kuvvetlenecek olan meslek erbâbı birleşmek, ser-
kooperatif ve ziraat birliklerinin kısa bir zamandaki in- maye sahibi olmak yolunu bulacaklardır. Küçük sanat ve
kişafları hakkında gazetelere vuku bulan beyanatının bir ziraat erbâbının birleşmeleri, sermaye sahibi olmaları've
suretini Hayat mecmuasına göndermiştir. Şimdiye kadar bu yolda büyük sanat ve ziraatin memlekete girmesi si-
izmir vilâyeti kooperatifler ve ziraî birliklerinin banka yaseti etrafında sarfolunacak gayrettir ki, Türkiye'yi ser-
mevduatı 131.420 liraya bâliğ olmuştur. Demek ki, mesaî mayedar ve mesaî erbâbı cidaline meydan vermeksizin
erbâbı artık taazzuv etmeğe ve bu sayede kendi istihsal- iktisaden yükseltecektir.
lerinin inkişafına çalışmağa başlamışlardır. Fakat bu kâ-
fi değildir. Yakında teşekkül edecek olan «iktisat mec- (Hayat, C. I, nr. 18, 31 Mart 1927, s. 341-342.)
lis-i âlisi» mesaî erbabının bu suretle taazzuvu ve serma-
ye sahibi olması için hükümete amelî tedbirler irâe eyler
ve iktisadî siyasetimiz bilhassa bu esasa istinat ederse,
Türkiye iktisadî hayatı garp devletlerinin birçoğunun ma-
ruz kaldığı müşkilâta uğramaksızın inkişaf eder.
Muhterem dinleyicilerim!
(Kadro, ıır. 29, Mayıs 1934, s. 5-14.) Türkiye'nin sanayileşmesinin bu bakımdan birinci
sarîh mânâsı müstemleke siyasetinin iflâs etmekte oldu-
ğunu ilân etmesindedir.
Millî bakımdan bu hareket, evvelâ bir müdafaa yo-
lu ve bir inkişaf ve yayılma vasıtasıdır. Atölye taHmatna-
meleriyle beraber yeni bir ilim usulü, yeni bir tahassüs ve
tefekkür tarzı, yeni bir hayat ve çalışma telâkkisi doğa-
Kâğıt fabrikasının kurulması yeni birtakım sanayiin
çaktır. Fertçilikten cemiyetçiliğe, liberalizmden rasyona- doğmasına sebep olacaktır.
lizme doğru döneceğiz. Mihaniki bir iş bölümü içindey-
dik. Uzvî ve içtimaî bir iş bölümüne gireceğiz. Şehir ve Fabrika için senede 3000-4500 ton ağaç kömürüne
köy arasındaki uçurum bu suretle ortadan kalkacaktır. ihtiyaç vardır. Bu ise 15000 metre mik'abı odun sarfım
mucip olacaktır. Ayrıca yine bu fabrika 5000 ton selüloz
Bir amele kütlesi doğacak, bu kütlenin iş hayatın- kullanacaktır ve bu suretle memlekette bir selüloz'fab-
daki bütün tezahürlerini yaşamağa başlayacağız, yeni ve rikasının kurulması zarureti hasıl olacak ve suni ipek,
tanımadığımız cemiyet rabıtaları husule gelecek. filim, ilh.. sanayiinin de inkişafına yol açılmış olacaktır.
Beş senelik asgarî bir programla işe başlanmıştır. Kâğıt fabrikası için kaolen, reçine, şap, uzvî boya ve ma-
Bu müddet bizim için bir randıman ölçüsü olacak, her den kömürü kullanılacaktır. Kaolen Kütahya ve Silifke'de
gelecek beş sene, geçmiş beşer senelerin tecrübe ve neti- vardır. Bu suretle oradaki vatandaşlar için yeni bir iş sa-
celeriyle daha esaslı ve daha sağlam olarak çizilecektir. hası açılacaktır. Reçine Bursa ve Antalya'dan tedarik
edilecektir. Fabrikanın senevî ihtiyacı olan 250 ton şapı
Sanayileşme programı en geniş mânâsında çalışma
da Şebinkarahisar verecektir.
programı diye telâkki edilmelidir. Bu program içerisinde
çalışmanın fert için içtimaî bir borç olduğunu unutmama-
Fabrika şunları yapacaktır:
lıdır. Cemiyetin ve ferdin karşılıklı münasebetleri de bu
çalışmanın muvazene ve ahengine bağlıdır. 1 — 2000 ton her nevi karton,
Sanayileşme hareketi aynı zamanda bütün inkılâp- 2 — 4000 ton sargılık kâğıt,
larımızın ana temeli olan demokrasinin de daha kuvvetle
3 — 2700 ton yazı ve baskı kâğıdı,
tezahür etmesinin bir yoludur.
Millî ve müstakbel varlığın kurulmasına milletçe 4 — 1800 ton orta nevi yazı baskı kâğıdı,
çalışarak varmak! îşte demokrasinin en güzel mânâsı.
5 — 40 ton sünger kâğıdı,
Osmanlı İmparatorluğu asıl şimdi ölmektedir. Bunun
içindir ki, Başvekil Paşa'nm dedikleri gibi bütün Türkiye 10540 ton.
sanayileşme hareketinde müşterek bir heyecan ve sevinç
duymaktadır. En büyük ve en kuvvetli Türkiye'nin kurulmasına
Sanayileşmenin Türkiye'ye vereceği ilk menfaatleri başlanmıştır. Mesut, refah ve ışıklı günlere doğru gidi-
rakamlardan dinleyelim. Misal olarak İzmit'te temeli atı- yoruz. Buna emin olmalıyız.
lan kâğıt fabrikasını ele alıyorum : (Varüik, nr. 28, 1 Eylül 1934, s. 49.)
Günde bütün Türkiye'nin kâğıt sarfiyatı 75 ton ka-
dardır. Bu suretle senede takriben 5 milyon lira harice
gidiyor. Yeni fabrikayla bu paranın yarısı dahilde kala-
cak, yani servet teraküm etmeğe başlayacaktır.
lar kurarlarken görüyoruz. Bu ocaklardan yeni iradeli ne-
sillerin fışkırdıklarını duyuyoruz. Büyük yaylanın kökün-
de yeni bir Türk şarkısı uğulduyor. Tabiatın unsurların-
dan beşer iradesine koşan bu şarkı hayatın zaferidir.
Şevket Aziz [Kansu]
*
** f
Şu halde mevzu-ı bahis toprak reformuyla sanayileş- Kafkasya'nın bütün servetleri onun elindeydi. De-
me siyasamız arasında bir tezat bulunmayacak mıdır? niz ticareti, Hazar denizi üzerindeki bütün gemiler, hav-
yar ve balık ticaretleri, pamuk ve sair ekinler, hayvan
(Varlık, nr. 42, 1 Nisan 1935, s. 281.) yetiştirme, maden işleri, bankacılık hep onda idi. Bakü-
lü bir Türk'ün kurmuş olduğu muazzam bir mensucat
fabrikası Moskova fabrikalarıyla yarışa girişerek onları
Kafkasya îran ve denizaşırı Türk memleketlerinden çı-
karmıştı.
Benim o zamanki görüşlerim tahakkuk etti. On bir sene evvel dört yüz elli bin lira ile kurulmuş
olan bu kurumun sermayesi bugün beş milyona var-
Memleketi düşünen, Türk'ü koruyan bir rejim mey-
mıştır. Halkın kendisine olan inan ve güvenine gelince,
dana çıkar çıkmaz Türk zekâsı belirmeğe başladı.
bunun da en doğru mikyası yapılan tevdiattır. 1934 yılın-
Geçen gün îş Bankası tarafından gazetelerle ilân da bu tevdiat 52 milyona yakın bir yekûna varmıştır.
edilen raporu siz de benim gibi elbette ki okudunuz.
Aynı zamanda banka, memleket iktisadiyatının en
Bu rapor hayalimi on bir yıl evvele çevirdi! Bu ka- işlek bir âmili olmuştur.
dar az bir zamanda ne kadar uzun bir yol yürünmüştür!
Ne büyük semereler elde edilmiştir! Bugün iştirak ettiği teşebbüsler şunlardır:
Bize dediler ki bir milyon lira semaye ile bir banka- Sümerbank'la birlikte, Sömi Antrasit Fabrikası.
cık kurulmak isteniyor. İştirak eder misiniz? O zamanlar
Ziraat Bankası'yla beraber, Turhal Şeker Fabrikası.
Ankara'da yalnız Ziraat Bankası ile Osmanlı Bankası'mn
birer şubesi vardı. Bunlar da, Ankara'yı ikiye bölünmüş Gene Sümerbank'la birlikte, Keçiborlu Kükürt Fab-
olan yangın harabelerinin öte tarafındaki kalenin içinde rikası.
Aynı banka ile beraber, Ergani madenleri.
Fakat ikinci daha mühim bir nokta vardır ki üze-
Türkiş, Kömüriş ve Kilimli şirketleriyle birlikte kö- rinde ısrar etmek lâzımdır. Bu nokta da, bu gençleri
mür madenleri. seçmek, onları hem korumak, yetiştirmek ve hem de
kullanmak kabiliyetidir! Türk, asırlarca askerî budun
Alpullu, Eskişehir şeker fabrikalarına ortaktır. olduğundan, seciyesi de askerliğe mahsus bir hal gös-
Başlıbaşına da Paşabahçesi şişe ve cam fabrikası- termektedir. O her şeyden evvel önünde bir şef, bir Ön-
nı kurmaktadır. der, bir yol gösterici ister. Şef onun için her işte ve her
şeyde bir misaldir, bir örnektir.
Bu kadar geniş ve muvaffakiyetin hakiki sırrını ne-
rede aramalıdır? Fransız mütefekkiri Tarde, içtimaî hadiseleri insan-
daki «taklit» insiyakına irca ederken izam ediyorsa da,
Hiç şüphe yoktur ki devletin bankaya karşı göster-
bu insiyakın içtimaî yaşayışla kuvvetli tesirleri olduğun-
diği kolaylıklar bu muvaffakiyete yardım etmiştir. Fakat
bu tam sebep değildir. Çünkü devletin inan ve güvenini da şüphe yoktur! Hele askerlikte yetişmiş çevrelerde bu
kazanmak da bir iştir! ! tesir pek büyüktür. Türk, asker olduğundan, şefini taklit
eder, ona uyar, onun gibi olmak ister. Binaenaleyh cid-
İş Bankası, ta ilk açılış gününden itibaren sırf bir
Türk müessesesi olmuştur. Yalnız sermayesiyle değil, di olmayan, vazifesine bağlılık göstermeyen, gevşek şef-
kullandığı eller ve idare eden kafalar itibariyle de Türk' lerin adamları da mutlak gevşek olur, vazifeye bağlan-
tür. O Türk gençlerine yüz çevirmedi, onlarla iş görmek mazlar ve tuttukları işler de semeresiz veyahut pek az
istedi ve Türk gençliği de kendisinden beklenilen er- semereli olur. Bunu biz her gün yaşayışımızın her alanın-
demleri tam olarak gösterdi. İlk gününden bu banka, da görebiliriz.
nizam, intizam, sürat ve ciddiyet itibariyle herhangi
Avrupa kurumundan ayrı olmayacağını herkese göster- Alman da asker olduğundan bizim gibidir. O da şe-
di! Herkes gözüyle gördü ki, masalar etrafında toplana- fe bağlıdır. Şef siz ve kendi başına bir tek adım atmaz ve
rak durmadan işleyen bu genç Türk erkekleri ve kızla- kendi başına kaldığı zaman şaşırır ve ne yapacağını bil-
rı da, tıpkı Avrupa kurumlarında olduğu gibi vazifeleri- mez..
ni biliyor, ona bağlıdırlar ve bu müşahade gittikçe ina-
nı ve güveni arttırdı ve nihayet yukarıdaki rakamların Fakat asker olmayan İngiliz böyle değildir. Orada
da gösterdiği gibi, bu ufacık müesese millî bir kurum şefin o kadar kıymeti yoktur. Her İngiliz başlı başına
halini aldı. bir âlemdir!
İş Bankasının verdiği bu tecrübe ve örnek üzerine-
Bana öyle geliyor ki İş Bankası'nın başına geçmiş
dir ki sonraları kurulan bütün yeni bankalarımız dahi,
olanlar, Türk seciyesinin bu hususiyetini anlamış ve ona
Türk gençliğine dayandı!
göre hareket etmiş oldukları için muvaffak oldular.
Vazifeye bağlılık, ciddiyet, işe kendisini tam ver-
mek ve aynı zamanda da elinin altmdakileri unutmamak,
işte Türk'ün şeflerden beklediği ve istediği! Bunlar oldu
mu, Türk'ün her alanda her Avrupalı kadar kabiliyet
göstereceği kuşku götürmez bir hakikattir. NÜFUS SAYIMI
(Cumhuriyet, nr. 3908, 4 Nisan 1935) Beş yılda bir yapılması kararlaşan nüfus sayımı ge-
çen aym yirmisinde yurdumuzda sıkı bir düzen içinde
yapılmıştır. Ne bir eksik ve ne de bir artık olmaması için
derin bir dikkatle yapılan bütün hazırlıklar, müspet ne-
ticeler vermiştir.
Sayımın iyi sonuçları üzerinde başbakanımız şun-
ları söylemişlerdir:
İzmir, 6 Eylül.
Ahiren İzmir'i ziyaret ederek enternasyonal fuarı
gezmiş olan komşu ve dost İran'ın askerî heyeti samimi
bir hayranlığın son heyecanıyla İzmir belediye reisini
tebrik ederken kendisine :
Harp ve ziraî istihsal 392; - yeis ve eğlence 402 içel 467, 469, 47Q
Harsî müesseselerde inkılâp 70 İçtimâî servet 324
Hasan Fehmi Bey 62
İç ve dış siyaset arasındaki münasebet 305
Hasta adam 254
İdare-i örfîye İlânı 27
Hayal ve hakikat 498
ideal ve hakikat 271
Hayat 170, 178, 181, 186, 191, 195, 203, 206, 211, 212, 215, 235, 382, İdeolojik kavga 292
384, 386, 393, 398 İhtisas ve Kalkınma 342
Hayat ve hakikat 178; - ve ideal 288; - ve kanun 119, 120; - ve kitap İkdam 163, 167, 378, 403
152; hayatı sevmek ve korumak 269, 270; hayatın tadı 320
İktisadî anane 370 - 374;- devlet 369;-hayat 383, 384, 386; - hayat
Hayvan ve makine 401
ve adem-i merkeziyet 352; - inkılâp 324; - istiklâl 326, 328,
Hazar denizi 459
329, 395; - kanunlar 475; - mefkûre ve maşerî vicdan 349; -
Haydarpaşa 232; - rıhtımı 400
siyaset 370, 371; - tahakküm 259; - terbiye 404;-Türkçü-
Hegel 370
lük 321; - yât 313, 318; - yât ve ticarî fazilet 370; iktisat
Henry V H I 473
devlet ve millet 317; klâsik iktisat, millî iktisat 477; ik-
Hereke 446
tisat devri 304, 311; İktisat Fakültesi ihdası 382; iktisat
Herriot 251
gazileri 348, 349; iktisat ilmi 395, 397; iktisat kütüphanesi
Hezarfen ve allâme 353 380, 381; iktisat Meclis-i âlisi 386; iktisat mecmuası 379,
Hilâfet orduları 10;-ve saltanat 204;-ve saltanat meselesi 141, 381; iktisat nazariyesi 477; iktisat programı 319; iktisat
142;-in ilgası 197 tarihi 389; iktisat ve ahlâk 322, 476; iktisat ve iktisat ilmi
Hindi, Hindistan 7, 78, 79, 98, 99 - 101, 207, 305, 321, 472, 400; Hin- 379- 382; iktisat ve millî kalkınma 272; iktisat ve sanayi
distan'da ingiliz siyaseti 100; Hintliler 133 5 - 8 ; iktisatçı 380; iktisatçılar 388, 396; iktisatçılar cemi-
Hirfet erbabı 373 yeti 381; iktisat vekâleti 453
Hisar, Abdülhak Şinasi 407 İleri 33, 46, 51, 57, 63, 67
Hive 86 İleri, Celâl Nuri 52, 64, 368, 399
Hukuk mektebi 62; hukuk ve cemiyet 278, 279 İleri, Suphi Nuri, 43, 47, 58
Hung Stirner 347 İlim, fen ve sanat 488; - ve inkılâp 111; - ve siyaset 104; - ve skolâs-
Hükûmetçilik 369 tik zihniyet 182
Hürriyet ve zahitlik 107 İlk tahsil 229, 230
Hüseyin Cahit (bk. Yalçın) İltizam usulü 443
İman ve Ümit 347
imparatorluk devri - millî devir 305, 306 İstihsal 377;-ve istihlâk 183-185, 396
İmtiyazsız, sınıfsız yeni bir cemiyet kurmak 420, 429 istiklâl harbi 171, 172, 175-177, 221, 223, 292, 296; -nin aslî hedef-
leri 221 - 223; - nin öğrettiği felsefî hakikatler 176;-ve
inebolu 249
yeni münevver zümre 171, 172;-ve yeni nesil 178; "istik-
İngiliz; - 1er 99, 100, 128, 131, 307, 370, 400, 463; - hâkimiyeti 99; - lik
lâl ve müdahale 309, 310; - mücahedesi 33;-savaşı 421
101
«istida» (Ziya Gökalp) 49
İngiliz inkılâbı tarihi (Goizot) 368
istikrazlar 308 f
İngiltere 120, 250, 324, 325, 388, 399, 400, 472, 473
ÎSveç 472
inkılâp devirlerinde hürriyet 145; - enstitüsü ve kürsüleri 415; - ın
İsviçre 376, 472
fikrî unsurları 428;-hukuku 275; - ideolojisi 187, 188, - ın
Iş Bankası 453, 460, 462
ideolojisini yapmak 415; 416; - ve düşünce 150; - ve iktisat
işbölümü (taksim-i âmâl) 342, 344, 349, 434, 475; - ihtisas ve terakki
197, 198; - ve ilim 111; - ve mâzi 202; - ve pederşahî aile dü-
47, 48; - ve ferdin istiklâli 344; - ve kalkınma 344
zeni 114; - ve refah 404; - tarihi kürsüsü 273; - ve tekâmül
italya 88, 180, 250, 347, 403, 471, 473; İtalyan milliyetçiliği 180
399; - çı vatanperverlik 416
İthalât ve ihracat 399
inönü, ismet 114, 122, 249, 264, 347, 377, 407
itiyat kuvveti 292
İnönü muharebeleri (I. ve I I . ) 247, 248, 313
ittihat ve Terakki devri 81
insan zekâsı 272
İzmir 6, 7, 58, 74, 89, 248, 249, 303, 311, 386, 451, 467, 470, 492,
ipek yolu 321
495-498;-liler 495;-fuarı 290, 495 - 497; - kongresi 332
Iptidâî insan - muasır insan 108; - tahsil - mecburi tahsil 28 izmit 1, 362, 363, 434, 447, 453, 479
irade ve saadet 177
Iran 78, 79, 136, 207, 252, 321, 459, 495; - lılar 133, 321 — J —
James 178
irticaa karşı 145
James Russel Lavvell 194
Isa, Hz. devri 189
Japonya 53, 133, 297, 416, 417, 472; - lı 297; Japonlar 7, 134
İskân kanunu 439, 440
John Ray 324
İslâm dini 14, 15, 189, 211; - devleti 33;-milletleri ve asrî devlet
133; - şehirleri 408; - ümmeti 201; - î medeniyet 133; - î mil- — K —
letler 133; memâlik-i tslâmiye 137; -lar 98, 99; İslâmiyet Kâbil 86
85, 86, 111, 119, 231, 349; islâmiyet ve çağdaş medeniyet Kaçarlar 252
231 Kadın işçi 483 ; 484; - lar ve köy hekimliği 161;-lar ve ülke kal-
ismail, Hz. 99 kınması 162; eski ve yeni Türk kadını 152; bugünün-, 45,
İsmail Hüsrev (bk. Tökin) 46
Ismailî 99 Kadro 432
ismail Kemal 361 Kafkasya 7, 459; Kafkas dağları 310
ismet Paşa (bk. İnönü) Kâğıt Fabrikası 479;-ve medeniyet 480
ispanya 198, 252, 292, 473 Kahramanların kılavuzluğu 37
istanbul 3, 4, 13, 14, 43, 45, 142, 248, 251, 305, 311, 321, 360, 376, 389, Kahramanlık destanı 254
407, 415, 451, 467, 468, 470; - boğazı 250; - dârülfününe 158, Kaliforniya 493
236; - hocaları 136;-ve hilâfet müessesesi 142; - Ticaret Kanada 66, 307
odası 380 Kandehar 86, 87
istasyonlar 393;-ve istasyon memurları 162 Kankılı Bey 32:2
istatistik 389, 390, 465 Kankılılar 322
Kansu, Şevket Aziz 436
Kanun-ı es asî 30, 277; - encümeni 92, 94, 95; kanunların yenilenmesi Köy araştırmaları 285; - ebeleri 162; - el sanayii 457; - iktisadiyâtı
64-66 456; - kalkınması ve devletçilik 280 - 283; - cültik 224; - cü-
Kanunî Süleyman 305, 306; - devri 182 lük ve Halk evleri 284, 287; - vülük 280, 285; - cülük ve
Kapitalizm ve sosyalizm 417; - in gelişmesi 396; kapitalist serma- Türk ocakları 224 - 226; den şehre akın 456; - ve «commun»
ye temerküzü ve müstemlekecilik 423 341; - ve köylüler 193-195; ve şehir 168; - 1er ve köylüler
Kapitülâsyon; - 1ar 256, 306 - 308, 356 164, 166; - ve köy öğretmenleri 163; - 1er ve nahiye merkez-
Karaağaç 328 leri 165; - lü 362, 363; - lüler 377; - lü hatipler 359; -/lü
Karadeniz 458, 492 sosyalizmi 394; - lünün durumu 442; - lü ve istihsal âletleri
Karaosmanoğlu, Yakup Kadri 248 397; - lü ve köy edebiyatı 167; - ve pazar 396;
Kara Vâsıf 62 Kur'an 118-120, 277; - ın tercümesi 118, 119
Kars 467, 468 Kurtuluş savaşı 264, 446, 484; - nın hedefi 271
Karşılıklı hizmet 356 Küçük mecmua 35, 38
Kastamonu 54, 56, 250, 467, 468 Küçük sanat ve ziraat erbabı 387
Kavaklıdere 407 Küçüka, Necip Ali 275
Kültür haftası 478
Kayseri 447, 454, 458, 459, 467, 468, 470, 481, 483, 484, 488-490
Kültür park (İzmir) 497
Kâzım Karabekir Paşa 56
Kürdistan isyanı 129, 143
Kâzım Paşa (vali) 386
Kütahya 248, 249, 435, 447, 467, 468
Keçiören 407
Keçiborlu 461
Kelk 202 — L —
Kemal Bey 361 Lâhur 86
Kemalizm 288, 289, 291, 293, 294 Lâiklik 228;-ve hilâfet 227;-ve milliyetçilik 243
Kılıç ve sabah 307, 308 Lâtince 243; Lâtin harfleri 244
Kırklareli 467, 469 Le Bon, Gustave 342
Kırşehir 467, 469 Le Comte de Lisle 207
Kır ve şehir nüfusu arasındaki nisbet 390 Lehistan 472
Kışla ve halk mektebi 234 Lenin 347
Kızıl elma 90 Leroy Beaulieu 445
Kitap ve hayat 153, 163, 232 Levasseur 473
Kleopatra 244 Levi Brühl 211
Kocaeli 359, 467, 468 Leylâ (Leylâ ile Mecnun'un kadın kahramanı) 245; - ve Mecnun 105
Kol ve zekânın tahakkümü 259 Liberal demokrasi ve müstemlekeci Kapitalizm 416; - liberal Ka-
Konfor ve turizm 411, 412 pitalizm ve liberal demokrasi 417; - liberal rejim ve sınıf
Konya 166, 407, 467, 468, 470; - Ereğlisi 447 tezadı 425
Kooperatifler 385, 386 Lisanın terakkisi ve demokrasi 70
Kordonboyu 495, 496 List, Friedrich 324
Kostantin 250 Litvanya 456
Kostarika 472 Lloyd George 250
Köprülüzâde Mehmed Fuad 204 Londra 335, 496; - konferaıisı 326
Louis - Philippe 368
Lozan 206, 250, 316, 329; - konferansı 316; - sulhü 408; - sulh mua- Meclis istibdâdı 96; - müzâkeratı 17; - i içtimaa davet 17
hedesi 268; - zaferi 490 Mecnun (Leylâ ile Mecnun'un erkek kahramanı) 245
Luther 189 Mecusî dini 98; - 1er 98, 99; - lik ve İslâmiyet 98 - 100
Lüks eşya ithalâtı 400, 401 Medeni Kânun 152
Lütfi Fikri 60 Medenileşme savaşı 256
Medeniyet değiştirmek 133 - 136
— M —
Medeniyet ve terakki 34, 35 (
M. Mermi 168, 179
Medrese ve tekkelerin ilgası 204
Maarif ve iktisat 319
Macaristan 322 Mehmetçik 41
Macarlar 307 Mehmed Emin (bk. Erişirgil)
Macar ovası 107 Mehmet izzet 102 - 106, 207, 212, 215
Mehmet Sadık (bk. Sadak)
Mahmut (Siirt mebusu) 123, 246, 404
Memleket şarkıları ve halk türküleri 251
Mahmut Esat (bk. Bozkurt)
Memur sınıfı 14
Mahmut Şevket Paşa 445
Menderes (çay) 498
Makedonya 142, 310,
Menteşe 498
Makine ve emniyeti 25
Menteşler 322
Malatya 467, 468, 470, 492, 494 Mersin 492
Malazgirt muharebesi 249; - ovaları 249 Merzifon 56
Malta 369 Meslekî velâyet 353
Manchesterien 324 Meslek mektepleri 376, 386
Mançurya 322
Meşrutiyet 253, 337, I. - (93 Meşrutiyeti) 276, 277; II. - (24/1908
Mandallar 322
Meşrutiyeti) 276 - 278; - devri 199
Manevî tahakküm ve lâiklik 259
Meyvacılık 492
Manevî ve maddî hâkimiyet 100
Mısır 207, 400, 471
Manisa 467-468, 470, 498
Midhat Paşa 276
Marakeş 78, 79
Militarizm 89
Maraş 467, 469, 470
Millet meclisinin vazife ve salahiyetleri 18
Mardin 467, 469
Millet-'i iktisadiye 90
Marksizm 262; neo - 262
Millet ve millîkültür 117; - in tarifi 116
Marmara 250
Millî devir 310; - devre 311; - ekonomi 303; - iktisat 303 - 324 - 325;
Mâşerî şuur 116; - vicdan 341 ,
iktisat ilmi 325, - iktisat programı 353; - iştiyak 383 - 384;
Matbuat 399; - m hizmeti 3 - 5 kurtuluş devleti 422 - 427; - kurtuluşun iktisadi gayesi
Materyalizm 258; - determinizm ve inkılâp 261 424; - misak ve millî mefkure 31 - 33; - plan 425; - sanayi
Mazdek 252 451; - sermaye 452; - sermaye terakümü 423, 431; - şuur
Mazi ve alihazır 153; - nin tasfiyesi 209; - yi tasfiye 250; - yi yık- 297; - şuur ve milli mefkure 97, 98; - tekâmül 149
mak 399 Millî mücadele 267, 333, 395; - mücahetde 40 - 41 - 74; savaş 289
Mebusan meclisi 445 Millileşmek 117, 200
Mebusların intihabı 15; - mesuliyeti 17; - yemin s ekli 16 Millî mecmua 108, 111, 219, 240
Mecelle 66; - i ahkâm-ı adliye 66 Milliyet 254, 406
Milliyet ve mefkure 104, 108
Milliyet nazariyeleri ve (millî 'hayat (Mehmet izzet) 102 Nazilli 447, 453, 454, 481
Milliyetin esası 103 Nietzsche 178, 181
Milliyetçilik akımı 154 - 155, 179 - 181 Niğde 467, 469
Milliyetçilik ve beynelmilelcilik 262; - ve feodalizm 169; - ve fü- Nötre - Dame 251
tuhatçılık 241 -242; - ve garpçılık 157; - ve halkçılık 106;
Nouveaux principes d'economie politique (J. C. L. Simonde de Sis-
ve imparatorluk 200; - ve insaniyetçilik 269; - ve modern
mondl) 396
cemiyet 168; - ve müspet ilim 170; - ve tekâmülcülük 156;
Nuh, Hz. 65 '
ve Türkçülük 174;
Nuhviran boğazı 360
Misak-ı millî 8, 31, 33, 50 - 51, 54, 59, 312
Norbert von Blschoff 291
Misyonerler 226
Nusret Kemal 257
Modern cemiyetin doğuşu 168
Nusret Köy men 439
Mokan Han 321
Nutuk (Mustafa Kemal Atatürk) 188; Büyük - 220; - u dinlerken
Mondros 206; - mütarekesi 13, 310
246
Moskova 252, 459
Nüfus kesafeti ve işbölümü 352
Motsohito 53
Nüfus kasafeti ve terakki 69
Muaviye 85, 99
Mudurnu 359, 362 Nüfus meselesi 436; - sayımı 465, 473, 474; - üretimi 437, 439 - ve
Mufla 467, 469 ülke genişliği 318
Muhiti ihtiyaçlara göre değiştirmek 69
Mussolini 252, 347, 403
_ o — Ö—
Mustafa Kemal ve Türk milliyetçiliği 122; - in siyaseti 90 Okyar, Fethi 62
Mustafa Necati 386 Orbay, Rauf 62, 83
Mustafa Şekip (bk. Tunç) Ordu, millet ve devlet 50 - 59; - ve sanayi 48
Musul 328 Oropasantrizm 420
Muş 467, 469 O r t a - A s y a 202
Mücerred düşünce ve şe'niyet 199 Ortazaman cemiyeti ve mabet 169
Münevverlerin vazifesi 144,146; - rolü 228 Osmanlı 306, 332; - alemi 374; - cemiyeti 240; - devleti 39, 47, 65, 183,
Münir Serin 475 268, 277, 301, 307, 309, 311, 312, 316; - devleti Türk milleti
Müslümanlık 111 311; - devleti ve Türkiye Cumhuriyeti 301, - devletinin sos-
Müslüman memleketler 252 yal yapısı 139, 369, 374; - devri 402; - edebiyatı 118; - ede-
Müstakil mahkemeler 15 biyatı ve Türk halkı 118; - fatihleri 308; - halkı 310; - ha-
Müstemlekecilik 426; - ve smıfçılık illeti 422; - ve karşı 141 nedanı 128, 222; - imparatorluğu 7, 39, 43, 94, 113, 138 - 140,
Müstemlekeler 419 143, 200, 220, 221, 312, 326, 372, 418, 419, 434, 456; - impara-
Mütareke 39 - 40, 121, 128, 129 torluğunun sosyal durumu 418; - inkılâbı 86; - milleti 264;
milletleri 368; - münevveri 419; - nizamı ve Türk inkılâbı
— N — 264- 268; - parlamentosu 202; - saltanatı 128- 129, 134,
220, 222, 360, 369, 371, 446; - tarihi 305, 310; - tarihî ve şahsî
Napolycm Bonaparte 67, 90 saltanat 310; - Türkiyesi 112; - ülkesi 310; - 1ar 140; - lık
Napoleen XII 371
119 ve hırfet
Nasreddin (Hoca) 288
Osmanlı Bankası 460, 461
Nayır, Yaşar Nabi 254, 295, 299
31 Mart vak'ası 136
Öztürk, Halil Nimetullah 216, 236
_ p _ Rus 131, 252; - inkılâbı 396; - milliyetçiliği 180; - muhiti 166; tari-
Pamuklu kombinası 453 - 454; - mensucat 489 hi 427; - lar 166
Paris 86 - 87, 473 Rusya 53, 78, 120, 161, 162, 252, 321, 347, 373, 395, 427, 471; kızıl -
Pasteur 88, 343 252; Sovyet-471, 490; Sovyetler 456, 474
Paşabahçesi 462 Ruşen Eşref (bk. Ünaydın)
Pazarköy 164 Rüşvet 363 f
— Z —