You are on page 1of 282

KÜLTÜR BAKANLIĞI

YAYINLARI
ATATÜRK DEVRİ
FİKİR HAYATİ
I

Hazırlayanlar

MEHMET K A P L A N — İ N C İ ENGİNÜN
ZEYNEP K E R M A N — N E C A T BİRİNCİ
ABDULLAH UÇMAN

KÜLTÜR BAKANLIĞI Y A Y I N L A R I : 468


.1 >' "» t ' *
ATATÜRK DİZİSİ : 10
Kapak : Grafik Stüdyo 5

İ Ç İ N D E K İ L E R

ÖNSÖZ V I I - XXXIV
L MİLLİ DEVLETİN DAYANDIĞI TEMEL KAVRAM-
LAR
GAZI BAŞKUMANDANIMIZIN HUZURUNDA 1
1924 TEŞK1LAT-I ESASİYE K A N U N U „' 15
T E K A M Ü L MEPKÜRE Sl/Ziya Gökalp 31
ISTİD A/Ziya Gökalp 34
İ K İ N C İ ISTIDA/Ziya Gökalp 36
İNKILAP/Hüseyin Cahit [Yalçın] 39
BUGÜNÜN ÎNKILABI/Suphi Nuri [İleri] 43
M İ L L Î T A A Z Z U V D A AHENK/Suphi Nuri [ileri] 47
M İ L L E T İ N TECDIDt/Celâl Nuri [İleri] 52
H A L K FIRKASI/Suphi Nuri [ileri] 58
Y E N İ L İ Ğ E DOGRU/Celâl Nuri [ileri] 64
MÜNCILIKTEN SONRA BÂNILÎK/Ahmet Emiıı
[Yalman] 63
MECLİS AÇîLIRKEN/Ağaoğlu Ahmet 73
GİDİLECEK YOL/Ağaoğlu Ahmet 77
G A R P VE ŞARK/Ağaoğlu Ahmet 83
BÜYÜK ADAM/Raif Necdet [Kestelli] 88
CUMHURİYET KANUN-I ESASISI/Mahmut Esat
[Bozkurt] 92
M İ L L İ ŞUUR/Ağaoglu Ahmet 9?
MİLLİYET MEFKÛRESt NEDİR?/Mustafa Şekip
[Tunç] 102
Onay : 22/5/1981 gün ve 831.0 - 917
BÜYÜK İNKILAP/Mehmet Emin [Erişirgil] 109
Birinci baskı, Aralık 1981
CUMHURİYET KANUNLARİ/Necmettin Sadık [Sa-
Baskı sayısı : 10,000
dak] 112
Başbakanlık Basımevi — A N K A R A
MİLLİYET VE INSANIYET/Halil Nimetullah [Öz-
M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K C E R E Y A N I N I N ESASLARI/Ağaoğlu
türk] 236
Ahmet 115

İ N K I L A P SAHASINDA Y E N İ BİR H A M L E DAHA/ T Ü R K MİLLİYETÇİLİĞİ/Mahmut Esat [Bozkurt] 241


Mahmut [Siirt Mebusul 123 G A Z İ ' N İ N E N B Ü Y Ü K ESERİ/Hamdullah Suphi [Tan- '
A S R I TÜRK DEVLETİ VE MÜNEVVERLERE DÜ- rıöver] 246
Ş E N VAZİFE/Akçuraoğlu Yusuf 128 B U O N YİL/Yaşar Nabi [ N a y ı r ] 254
DÜNKÜ B A Y R A M MERASİMİ KARŞISINDA/ Şa- İ N K I L Â P İDEOLOJİSİNDE H A L K Ç I L I K / N u s r e t Kemal 257
mili Rıfat 147
İ N K I L Â P KÜRSÜSÜNDE/Ismet inönü 264
K A N U N - I MEDENÎ/Falih Rıfkı [ A t a y ] 151 İ N K I L Â P H U K U K U M U Z / N e c i p Ali [Küçüka] 275
TARİHÎ DEVİRLER ARASINDA MİLLİYET/ Ağa- KÖYCÜLÜGÜMÜZ/Selâhattin Kandemir 280
oğlu Ahmet 154
K E M A L İ Z M , H A Y A T V E İDEAL/Peyami Safa 288
K Ö Y HEKİMLIĞİ/Ahmet Cevdet 161 T Ü R K İ Y E ' D E İDEOLOJİ K A V G A L A R I N A Y E R Y O K -
K Ö Y L Ü L E R İ D İ N L E Y İ N İ Z / A h m e t Cevdet 164
TUR/Şakir Doğay 292
M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K V E I L I M L E R / M . Nermi 168
M İ L L İ Y E T ŞUURU/Yaşar Nabi [Nayır] 295
ESKİ VE Y E N İ NESLİN DÜŞÜNCELERİ A R A S I N D A / O N BEŞ Y I L I M I Z / Y a ş a r Nabi [ N a y ı r ] 298
Mehmet Emin [ E r i ş i r d i ] 171
M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K VE DEVLET/M. Nermi 179 H. M İ L L Î İ K T İ S A T
A V R U P A L I L A Ş M A K , ASRÎLEŞMEK/Zeki Mesut 182 İ K T İ S A T K O N G R E S İ N İ A Ç I Ş NUTKU/Gazi Mustafa
İNKILÂBIMIZI T A N I T T I R M A K HUSUSUNDA VAZÎ- Kemal Paşa 303
FEMİZ/Mehmet Emin (Erişirgil] 187 İ K T İ S A D I TÜRKÇÜLÜK/Ziya Gökalp 321
H A L K A DOÛRU/Avni [Başman] 192 İ K T İ S A D Î E S A R E T E K A R Ş İ / A h m e t Emin [Yalman] 326
TÜRK İNKILABININ KARAKTERİ/Sadri Ethem İ K T İ S A D I Z A F E R H A Z I R L I Ğ I / A h m e t Emin [Yalman] 330
[Ertem] 196 E C N E B İ SERMAYESİ/Ahmet Emin [Yalman] 335
CUMHURİYETİMİZİN YILDöNÜMÜ/Köprülüzade T Ü R K L E R İ N E N Z A Y I F N O K T A S I VE E N K U V V E T -
Mehmed Fuad 204 L İ N O K T A S İ / Z i y a Gökalp 341
T Ü R K ' Ü N ROLÜ/Mehmet tzzet 207 , T E Ş K İ L Â T Ç I L A R / Z : y a Gökalp 346
T Ü R K ' Ü N ROLÜ/Mehmet Emin [Erişirgil] 212
İKTİSADÎ ADEM-t MERKEZİYET/Ziya Gökalp 351
TÜRK İNKILABININ ŞÜMULÜ/Halil Nimetullah
E C N E B İ S E R M A Y E S i / Z i y a Gökalp 355
[Öztürk] 216
B O L U ' D A N E L E R GÖRDÜM - Y O L L A R / F a l i h Rıfkı
T Ü R K K U D R E T İ : M U S T A F A KEMAL/Yusuf Akçura 220
[Atay] 359
KÖYCÜLÜK/Hamdullah Suphi [Tanrıöver] 224
E C N E B İ SERMAYESl/Necmettin Sadık [Sadak] 365
LAİKLİK KARŞISINDA VAZİFELERİMIZ/Mehmet
Emin [Erişirgil] 228 B İ R A Z İ K T I S A D I Y A T / C e l â l Nuri [ileri] 368
BEYAZ ZAMBAKLAR MEMLEKETİNDE/Mehmet IŞ Ö Ğ R E N M E N İ N Ç A R E S İ N İ B U L M A L I / A h m e t Cevdet 375
Emin [Erişirgil] 233 MEMLEKETİMİZDE İKTİSAT İLMİ 379
İKTİSADÎ SİYASETİMİZDE E N EMİN YOL/Mehmet
Emin [Erişirgil] 383

Z İ R A Î N Ü F U S VE M A K İ N A MESELESi/Cevat Rüştü 383


S A N A Y İ SİYASETİMİZ/İsmail Husrev [Tökin] 394 Ö N S Ö Z t
ÖNCE T A S A R R U F , S O N R A TASARRUF/Celâl Nuri
«Atatürk Devri Fikir Hayatı» adını taşıyan hu kitap, daha
[ileri] önce Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanan «Devrin Yazarlarının
Y E R L İ MALİ/Mahmut 404
Kalemiyle Millî Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal» başlıklı kitabın
ANKARA'NIN G Ü Z E L L İ K L E R İ / Abdülhak Sin asi devamıdır ve onun gibi devrin yazarlarının kaleminden çıkma seçil-
[Hisar] 407 miş makalelerden mürekkeptir. Atatürk'ün büyük Nutulc'u ve de-
Y E N İ DEVLETİN İKTİSADÎ FONKSİYONLARI/Şev- meçleri Türk Tarih Kurumu, Kültür Bakanlığı ve başka müesse-
ket Süreyya [Aydemir] 415 seler tarafından basıldığı için, onlardan bu kitaba, yön verici bir-
kaç konuşma dışında, metin alınmamıştır. Bu kitabın maksadı da,
S A N A Y İ L E Ş E N TÜRKİYE/Samet Ağaoğlu 433
Atatürk'ü yaşadığı devir, hareket ve fikirlerinin uyandırdığı tesir
T Ü R K T O P R A K L A R I N I N ADAMİ/Şevket Aziz [Kansu] 436
ve büyük şahsiyetinin memlekete yaydığı ışık içinde ortaya koy-
SOY DÜZENİ/Nusret Köymen 439
maktır.
T A R I M İNKILABI/Yusuf Kemal Tengirşek 442
D E V L E T F A B R İ K A C I L I K E D E B İ L İ R MİYMİŞ, EDE- Atatürk, Türk aydınlarının Tanzimat'ın başından beri öz-
M E Z M İ Y M İ Ş »/Abidin Daver 445 ledikleri yeni insan tipini temsil eden büyük bir örnek olduğu için
T Ü R K İ Y E ' D E S A N A Y İ L E Ş M E İŞİ hemen hepsi onun etrafında toplanırlar, yazıları ve konuşmalarıy-
la onun hareket ve sözlerini yorumlarlar. Bunlar doğrudan doğru-
TÜRKİYE'DE TOPRAK REFORMU/Hüseyin Avni
ya Atatürk'ten bahsetmeseler bile, onun yarattığı inkılâp ve dün-
[Şanda] 456
ya görüşüyle yakından ilgilidirler.
R A K A M L A R N E D İ Y O R ? /Ağaoğlu Ahmet 459
NÜFUS SAYIMI 465 Atatürk, Türk tarihinde, kelimenin tam mânâsıyla, devir
hattâ çağ yaratmış bir insandır. Bu bakımdan, yarattığı devir ve
M İ L L Î EKONOMİ, K L A S İ K EKONOMİ/Münir Serim ... 475
çağa ait eserler de onun şahsiyetinin bir parçası sayılır. Atatürk
KAGIT/Peyami Safa 479
ile Atatürk devri aydınları arasında yıllarca devam eden bir dia-
K A Y S E R İ F A B R İ K A S I GÜNDE 40.000 M E T R E İŞ ÇI- log vardır. Atatürk devri bu dialogdan doğar. Bu kitapta topla-
KARIYOR/Sahir Uzel 481 nan makaleler o devir aydınlarının, ona vermiş oldukları direkt
veya endirekt cevaplan ihtiva eder. Bunları anlamak ve değerlen-
T A Y Y A R E İŞİNE VERDİĞİMİZ E H E M M İ Y E T İ ART-
dirmek için devrin tarihi ile Atatürk'ün nutuk ve demeçlerini göz
T I R M A Ğ A MECBURUZ/Yunus Nadi [Abalıoğlu] 485 önünde bulundurmak lâzımdır.
KAYSERİ KOMBİNASINDA Y A P I L A N BEZLERİN
K O L E K S İ Y O N U ÖNÜNDE/Yunus Nadi [Abalıoğlu] ... 488 Bu kitap bir inceleme değil, inceleme yapacakların istifade
edecekleri metinlerden ibarettir. Hemen İlâve edelim ki, buraya o
TÜRKIYE ZIRAATINDE K A L K I N M A ŞARTLARI/YU-
devre ait yazılardan pek azı alınabilmiştir. Atatürk'ü, içinde ya-
nus Nadi [Abalıoğlu] 491
şadığı ve yarattığı devir İle İlgisi bakımından anlamak isteyenle-
E N T E R N A S Y O N A L İ Z M İ R F U A R I ' N D A N GEÇMİŞE rin, o devre ait kaynaklara gitmeleri zaruridir. 1928 yılında yeni
V E GELECEĞE BİR BAKİŞ/Yunus Nadi [Abalıoğlu] 495 harflerin kabulü dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kuruluş
yıllarına ait kaynaklara gitmek bugünkü nesil için zorlaşmıştır. devrin eski devirlerden farklı olduğunu ehemmiyetle belirtir. OH
Bu kitap hazırlanırken, bilhassa genç nesillere, kısmen de olsa, manii tarihi bir imparatorluk tarihidir. «Maalesef itirafa mecbu-
devri, o devrin kalemleriyle tanıtma gayesi güdülmüştür. ruz ki, biz, henüz şimdiye kadar hakiki ilmî müsbet mânâsıylu
millî bir devir yaşayamadık. Binaenaleyh millî bir tarihe mâlik
Bu devir her yönüyle tanınmaya değer. Zira bugünkü Tür- olamadık... Osmanlı tarihinde bütün gayretler bütün mesaî mille-
kiye Cumhuriyeti ve hemen bütün müesseselerinin temelleri o tin arzusu, âmâli ve ihtiyacât-ı hakikiyesi nokta-i nazarından de-
günlerde atılmıştır. ğil, belki şunun, bunun âmâl-i mahsusasmı, ihtirasâtım tatmin
Atatürk, daha 19 Mayıs 1919 tarihinde, Samsun'a çıkma- nokta-i nazarından vuku bulmuştur» Atatürk'e göre, Osmanlı Dev-
dan önce, Osmanlı Devleti'nin tarihe karışacağını sezmiş ve Türk leti' nin «saltanat-ı şahsiye»ye dayanması ve «fütuhat»ı gaye edin-
milletinin ancak yeni esaslara dayalı, yeni bir devlet kurmak su- mesi, «unsur-ı aslî» olan Türk halkının gelişmesine, refah ve saadete
retiyle yaşayabileceğine hükmetmiştir. Onun dehası, bu vakıayı ulaşmasına engel olmuştur. «Saltanat-ı şahsiyede her hususa tâc-
görmekle kalmaması, harekete geçerek, tarihin şartlarından istifa- dârların arzusu, iradesi ve emeli hâkimdir. Mevzu-ı bahs olan yal-
de etmek suretiyle, yeni Türk devletini kurmuş olmasıdır. Büyük nız odur. Milletin emelleri, arzulan, ihtiyaçları mevzu-ı bahs ol-
Nutuk'unia Atatürk girişmiş olduğu hareketin bir «bütün» olduğunu maktan çok uzaktı. Bütün millet âmâl ve iradâtmdan tecerrüd et-
ve «bir silsile-i mantıkiye ile mütalâa olunursa, ilk günden bugüne miş bulunuyordu. Çünkü tâcdârlar kendilerini Allah tarafından
kadar takip ettiği umumî istikametin ilk kararın çizdiği hattan gönderilmiş bir şahsiyet farzederlerdi. Bir de tâcdârlarm etrafını
ve teveccüh eylediği hedeften asla inhiraf eylememiş olduğunu» alan menfaat - perestân vardı. Onlar da padişahların zihniyetleriyle
belirtir : zihniyetlenirler ve padişahın bu zihniyetini, bu arzusunu bir lâzi-
me-i semaviye ve bir lâzime-i Kur'aniye gibi herkese telkin eder-
«Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuş-
lerdi. Bu, gayet koyu ve sürekli telkinât karşısında hakikaten bir
tu. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç
gün bütün halk bu arzu ve iradelerin yapılması lâzım gelen ve
Türk'ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da
bilâ-kayd ü şart icap eden iradât-ı semaviye gibi olduğuna kani
taksimini teminle uğraşılmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun
olurlardı. Böyle idare ve hâkimiyetten tecerrüde rıza gösteren bir
istiklâli, padişah, halife, hükümet, bunlar hepsi medlulü kalmamış
milletin akıbeti elbette felâkettir, elbette musibettir». Osmanlı hü-
birtakım bî-mânâ elfâzdan ibaretti... Bu vaziyet karşısında bir tek
kümdarları, Türk halkını imparatorluğu vücuda getiren yabancı
karar vardı. O da hâkimiyet-i millîyeye müstenit, bilâ - kayd ü
kavimler uğruna harcamışlardır. «Teşkilât-ı dahiliyelerini, siya-
şart müstakil, yeni bir devlet tesis etmek» (Nutuk, 1960, s. 12).
set-i hariciyelerine uydurmak mecburiyetinde kalınca, zaptettikleri
«Millî irade» ve «hâkimiyet-i millîye» yeni Türk Devleti'nin memâlikte bulunan bütün anâsırı lisanları, dinleri, ananeleri, her
temelini teşkil eder. Bu iki kavram Osmanlı Devleti'nin asırlardan şeyi başka başka olan ve birçok milletlerden ibaret bulunan bu
beri üzerine dayandığı «saltanat» veya «hâkimiyet-i şahsiye» kav- anâsırı olduğu gibi muhafazaya kalkıştılar ve onlara bütün bu
ramlarına zıttır. Atatürk, Anadolu harekâtına kutsal bir mânâ ver- şeyleri mahfûz bırakabilecek istisnalar, imtiyazlar bahşettiler. Bu-
diği «millî irade» fikriyle başlar. Erzurum ve Sivas kongrelerini na mukabil, unsur-ı aslî uzun seferler yapmakla, fütuhat meydan-
teşkilden maksadı, Türk halkını ve aydınlarını bu fikir etrafında larında ölmekle, zaptolunan memleketlerin kendisi ve halkını bes-
toplamak ve onu tam olarak tecelli ettiren Türkiye Büyük Millet lemekle ve onlara bekçilik etmekle kendi kendini tahrip ediyordu».
Meclisi'ni kurmaktır. Atatürk, gece, gündüz çalışmak suretiyle bu
gayesine ulaşır ve bu meclisin başkumandanı olarak istiklâl Har- Bu satırlar Atatürk'ün «millî irade» ve «millî hâkimiyet» kav-
>bi'ni idare eder ve ülkeyi düşmanlardan kurtarır. O, yeni Türk ramlarına neden büyük ehemmiyet verdiğini çok iyi belirtir. Yeni
Devleti'ni kurarken de «millî irade» ve «millî hâkimiyet» kavram- Türk Devleti, bu temel kavramlar' üzerine kurulur. Atatürk'ün biz-
larına dayanır. zat kaleme aldığı Teşkilât-ı esasiye kanununun birinci maddesinde
Bu devir Türkiye tarihinde yeni bir devirdir. 1923 yılında belirttiği üzere, «hâkimiyet bilâ-kayd ü şart milletindir», 102'nci
İzmir'de yapılan İktisat Kongresi'ni açış nutkunda, Atatürk, bu maddeye göre «işbu kanunun şekl-i devletin cumhuriyet olduğuna
«Nesl-i âti bizden başka bir zihniyete, başka bir hassasiyeti*,
dair l'inci maddesinin tadil ve tağyiri hiçbir suretle teklif dahi başka mesaî usullerine mâlik olmalıdır. Şu devr-i tarihîmizde gö«
edilemez». Ehemmiyeti dolayısıyla Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun terdiğimiz celâdet ve azimkârlığa yeni bir sermaye de ilâve edile-
metni bu kitaba alınmıştır. cek olursa, İşte, Türkler bir millî rönesansa, tekrar doğuşa, maz-
har olurlar». Fakat gelecek neslin yetiştirilmesi için mevcut usul-
Yeni Türkiye Devleti'ne şekil veren kanunların hepsi Türki- lerin «kat'iyen terki» gerekmektedir.
ye Büyük Millet Meclisi tarafından yapılmıştır. Bu meclis ise,
Atatürk'ün şahsiyetine ve onun fikirlerine inanan, çoğu istiklâl Ağaoğlu Ahmet «Meclis Açılırken» (1923) başlıklı yazısın-
Savağı'na katılmış olan insanlardan müteşekkildir. Atatürk'ü ve da yeni devletin merkezi olan Ankara'da yeni bir âlemin doğduğu-
Atatürk devrini anlamak için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin nu belirterek, bu devletin «dayanacağı esasların, mülhem olacağı
çıkardığı kanunların da incelenmesi lâzımdır; zira onlar da Ata- fikirlerin, takip edeceği istikamet ve vâsıl olması lâzım gelen he-
deflerin de tamamen yeni ve bambaşka olacağım» söyler.
türk'ün şahsiyet ve fikirleriyle ilgilidir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, biz, bu kitaba umumiyetle İmparatorluktan kalan ve savaşlarla tahrip edilmiş bulunan
gazete ve dergilerde çıkan yazıları aldık. Geniş okuyucu kitlesine sosyal bünye, sağlam ve insicamlı bir yapıya, sahip değildir. Suphi
hitap eden bu yazılardan, devrin ruhu, kanunların kuru maddele- Nuri «Millî Taazzuvda Ahenk» (1922) başlıklı yazısında, şu soruyu
sorar :
rinden veya ilmî makalelerde ileri sürülen mücerret fikirlerden da-
ha canlı gözükür. Bununla beraber, konferanslara, ilmî mâhiyette- «Acalba bugün Türk içtimaî, iktisadî ve siyasî ailesinde her
ki yazılara da yer verilmiştir. türlü ihtisas erbâbı aynı kuvvette midir? Yani acaba Türk mima-
Çeşitli yazarlara ve yıllara alt olan bu makalelerde, tek bir rîsi, Türk ticareti, Türk mahkemesi, Türk mektebi, âlemin hay-
ran olduğu Türk ordusu kadar mükemmel midir?» Gaye, her İh-
şahsın kafasından ve kaleminden çıkan eserlerdeki insicamın bu-
tisas şubesinin «dünyanın en iyi ordusu olan Türk ordusu seviye-
lunmaması tabiîdir. Onları özetlemek güç olduğu gibi, böyle bir
sine çıkarılmasıdır».
teşebbüs, yazarlarının heyecanlarını kattıkları üslûplarını da zede-
ler. Seçilen metinler umumî olarak : Necmeddin Sadık [Sadak] 1925 de yazdığı «Cumhuriyet Ka-
a) Millî devletin dayandığı temel kavramlar nunları» adlı yazıda, «inkılâp, tam mânâsıyla ruhî bir inkılâptır,
b) Millî iktisat ancak bu ruhî inkılâbın neticeleri hariçte gözle görünmelidir. Mil-
letlerin hayatında yegâne İnkişaf ve tekemmül âmili olan içtimaî
c) Millî kültür ile ilgili yazılar vicdan, yalnız ruh halinde, manevî ve mübhem bir mevcut şeklinde
olmak üzere üç kısma ayrılmıştır. kalmaz, hariçte müessese şeklinde tezahür eder. Bu müesseseler
Birinci kısma giren yazılarda umumiyetle Atatürk'ün şah- örf, anane, âdet gibi gayr-i vâzıh ve gayr-i sâbit, yahut kanun, ni-
siyeti, yeni Türk devletine verilecek şekil ve inkılâplar üzerinde zam gibi mütebellir ve sâbit birtakım şekiller arzeder» diyerek,
durulmuştur. Bu devir yazarlarının hemen hepsi, inkılâpçı bir ru- «yeni Türkiye'yi vücuda getiren» yeni ruh ve yeni zihniyetin «mü-
ha sahiptirler. Yeni Türk Devleti'nin mazi ile alâkası olmadığım esseselerde tezahür» etmesi gerektiğine işaret eder.
ve olmaması gerektiğini ileri sürerler. Onları bu düşünceye götü-
Halil Nimetullah öztürk «Türk İnkılâbının Şümulü» (1927)
ren başlıca sebep, Osmanlı Devleti devrine ait bütün fikir ve mü-
adlı yazısında, «Türk inkılâbının mazlum şark»ı uyandıracağım
esseselerin saltanat ve hilâfet müessesesine ve o devrin şartlarına
ifade eder. Aynı konuya Mehmet Emin Erişirgll de (1927) «İnkı-
bağlı olduğu inancıdır. Saltanat ve hilâfet kaldırıldığına ve şart-
lâbımızı Tanıttırmak Hususunda Vazifelerimiz» adlı yazısında te-
lar değiştiğine göre, eskiye ait her şey değiştirilmeli, cumhuriyet
mas eder ve inkılâbı yabancıların gördükleri fakat anlayamadık-
rejimine ve günün şartlarına uydurulmalıdır.
larından şikâyet ettiklerinden bahisle inkılâbın, «âmil ve sebepleri»
Celâl Nuri tleri 1922 yılında yazdığı «Milletin Tecdidi» baş- nin tahlil edilerek bir ideoloji şekline sokulmasını teklif eder.
lıklı makalesinde şöyle der :
İnkılâp kürsüsünün kuruluğu dolayısıyla vermiş olduğu Milliyetçilik bu devrin anafikirlerinin en önemlisidir. Cumhu-
konferansında (1934) ismet inönü, Osmanlı nizamı ile Türk riyetten önce millî edebiyat akımı ile başlayan ve gelişen bu fikir,
nizamı arasındaki farkları belirttikten sonra Yeni Türkiye Cumhu- Cumhuriyet devrinde de devam eder. Milliyetçilik millî devlet ku-
riyetinin dayandığı ana prensipler üzerinde durur. Burada dikka- rulduktan sonra sağlam bir temele oturur ve gelişme imkânını bu-
ti çeken nokta Türkiye Cumhuriyeti'nin kendi millî varlığını koru- lur. Atatürk'ün kurduğu cumhuriyet, Türk milliyetine hakiki şah-
mayı başlıca gaye edinirken, başka milletlerin haklarına saygılı ve siyetini kazandırır. Bu devirde her şey milliyetçilikten ilham alır.
insanlığa hizmet etme gayeleri üzerinde de durulmuş olmasıdır. Ağaoğlu Ahmet 1925'de verdiği bir konferansta bu vakıayı 'şöyle
Türk inkılâbının peşin nazariyelerden değil, ihtiyaçlardan doğduğu- belirtiyor : «Lisan, din, edebiyat, hukuk, iktisadiyât, maarif, hükü-
nun belirtilmesi de önemlidir, inönü bu fikri şöyle ifade eder : met, devlet, hep millîleşmektedir, hep Türk şuur-ı millîsinden mül-
hem olmaktadır».
«Birtakım nazarî prensipleri ilk anda birden ifade, ilân eden
Ağaoğlu, milliyetçiliğin yaratıcı bir faaliyet olduğunu ileri
ve onları tatbike çalışan usul yerine, bizde millî ülküyü ve büyük
sürer : «O, toplayıcı, o imarcıdır, hedefi millet ve vatanın heyet-i
ana hatları gözde tutan ve tatbikatta her lüzum karşısında, müte-
umumîsi olduğundan yerlilik, yahut sınıf endişeleri ona bigânedir.
akiben, fakat durmadan tedbirini bulan usul câri olmuştur. Türk Onun aşk ve muhabbeti vatanın bütün kısımlarını, milletin bütün
inkılâbı usulünün bu mânâsının amelî ve daha muvaffakiyetli oldu- evladım şâmildir. Onun için ne aristokrat, ne burjuva, ne ame-
ğu sâbittir». le ve ne de köylü vardır. Onun nazarında bir tek varlık mevcuttur :
Bu devir aydınlarının üzerinde durdukları önemli kavramlar- Vatan evladı! O, bütün vatanın ve bütün milletin bilâ-istisna ve
dan biri de lâikliktir. Lâiklik ile çağdaşlık ve milliyetçilik arasın- bilâ - nihaye inkişafım, teâlisini, saadet ve refahmı arzu eder».
da münasebet vardır, inkılâp «lâik devlet»i zarurî kılmıştır. Meh-
(«-Tarihî devirler arasında milliyet»: 1926)
met Emin Erişilgil «Büyük inkılâp» (1925) adlı makalesinde
Mehmet izzet «Türk'ün Rolü» (1927) adlı makalesinde bu-
şöyle diyor : «Devlet asrımızda bir dünya müessesesidir, onu uh-
revî gayelere hâdim kılmak ancak asrî mahiyetinden çıkarmakla gün için de değer taşıyan fikirler ileri sürer. Tarihi boyunca fü-
kabil olabilir. Dünyevî mâhiyetini kaybetmiş bir devletin zamanı- tuhat yapan Türkün bugünkü rolü «şark milletleri üzerinde fikrî
mızda yaşayabilmesi yalnız müşkil değil, imkânsızdır. Onun için hâkimiyettir.»
devletin bekasım muhafaza için kendisini uhrevî vazâifte göster- Fuad Köprülü de milliyetçiliğin gayesini şöyle özetler : «Mil-
mek isteyen fikir ve zümrelerin tahakkümünden kurtarmaya ça- letimizi Avrupa'nın en mesut ve müreffeh ve en mütemeddin mem-
lışması zarurî idi». Bu, dinin ruhuna da uygundur, inkılâbımız, leketleriyle aynı seviyeye çıkarmadan evvel gayemize vardığımızı
devletin hürriyetini temin ettiği kadar, dini de asıl mecrasına ve istirahata hak kazandığımızı iddia edemeyiz».
sevk suretiyle ona hürriyetini kazandırmıştır.
Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat adlı önemli bir eser yaz-
Çağdaşlık ve lâiklik prensipleri Osmanlı Devleti'nin hayatı- mış olan (1925) Mehmet Izzet'in bu kitabı hakkında Mustafa Şe-
na şekil veren şeriata dayalı kanunlar ile eski maarif sisteminin kip Tunç'un bir tenkit ve tanıtma yazısını almak suretiyle iki
değiştirilmesini icap ettirmiştir. Atatürk devrinin en önemli inkı- şahsın görüşlerini bir arada vermiş olduk. Mehmet izzet «milliyeti
lâpları hukuk ile maarif sahasında olur. Hukuk çok ayrıntılı ve bir vâkıa olmaktan ziyade bir mefkure, bir irade, şuurlu bir iman
mücerret bir konu olduğu için sadece anaflkirleri ortaya koyan gibi» kabul etmektedir. «Yalnız bu ideal ilmî ve felsefî bir terbiye-
birkaç yazının antolojiye alınmasıyla yetinilmiştlr. nin mahsulü olmal'dır. Yoksa coşkun hamivet veya politika taassu-
bu gibi kör hayaletler milliyet aşkını temsil edemezler».
Bu devir yazarları, milliyetçiliğe yeni yorum ve tarifler ge-
tirirler. Ziya Gökalp'in milliyetçilik görüşüne de cephe alan ya- M. Nermi «devlet müesseselerinde İfadelenen milliyetçilik»
zarlar, milliyetçiliği daha ziyade Türkiye sınırları içinde çağdaş telâkkisinin geniş ölçüde incelenmesi ihtiyacını «Milliyetçilik ve
bir devlet yaratma şeklinde yorumlarlar. Devlet» (1926) adlı yazısında belirtir.
medeniyetin esası olan ilmin ve tekniğin Avrupa'da en 1leri ıje-
Mahmut Esat Bozkurt ise Türk milliyetçiliğini «bir fikir ce- kilde tecelli etmesi ve durmadan kendi kendisini yenilemesidir.
reyanı» değil, «bir hars vahdeti» olarak değerlendirir (Türk Milli- Türk aydınları, Tanzimat'ın başından beri, muasırlaşmak ile Av-
yetçiliği, 1928). rupa medeniyeti ve Avrupa medeniyetinin esası olan ilim ve tek-
nik arasında münasebet kurmuşlardır. Bu bakımdan yeni Türki-
Halil Nimetullah [öztürk] «Milliyet ve İnsaniyet» adlı yazı-
ye Devleti'nin temel prensiplerinden olan çağdaşlaşma veya mua-
sında (1928) ferdin, «kendinden sâdır olacak her nevi fiillerin,
sırlaşma onların temayüllerine tamamiyie uygun düşmüştür. Ay-
amellerin cemiyet hayatına, millî harsına uygun bir surette sudû-
dın zümrenin, bilhassa üniversite hocalarının, Atatürk'ün inkılâp-
runu temin etmek için, vicdanının gösterdiği yoldan gitmek sure-
larını büyük bir heyecanla desteklemelerinin sebebi, batı mede-
tiyle millî hayatı yaşadığını ve böylece asıl insanlığını idrak» edece-
niyetine, ilim ve tekniğe büyük değer vermesidir.
ceğini, «ruhunda milliyet duygusunu duymamış olan bir mevcudun
insaniyet ile bir alâkası» olamayacağını ifade ederek milliyetçilik M. Nermi «Milliyetçilik ve İlimler» (1926) adlı yazısında
ile beşeriyetin münasebeti üzerinde durur. milliyetçiliğin modern cemiyetin «faal vâkıalarından biri olduğu-
Bu devir aydınlarının sürekli olarak işledikleri önemli ko- nu» ileri sürerek milliyetçilikle modern ilimler arasında münase-
nulardan biride köy ve köycülüktür. Türk Ocakları Cumhuriyet bet kurar. Modern bir cemiyet yani bir millet yaratabilmek
devrinde köycülüğü başlıca gaye haline getirir, ikdam gazetesi için çağdaş ilim ve teknikten istifade etmek lâzımdır. Ortaçağ ce-
başyazarı Ahmet Cevdet başmakalelerinde sık sık köy meseleleri miyetine mabet hâkimdir. Bu devirde millet yoktur, ümmet var-
üzerinde durur. Bazı pratik teklifler yanında, Cumhuriyet genci dır. Millet vâkıası ortaya çıkınca içtimaî hayata din değil, ilim
için en büyük hedef olarak şunu gösterir : «Türkiye'de kurtarılma- yol gösterir.
mış, medeniyetin nuru ile tenvir edilmemiş, insanlık hayatından
Zeki Mesut, «Avrupalılaşmak, Asrileşmek» (1926) başlıklı
nasibini almamış bir tek köy kalmayıncaya kadar halk için çalış-
yazısında çok kullanılmaktan bu iki kelimenin «âdeta yıpranmış»,
mak... Türk gençleri için asıl vatan Türk köyleridir».
«hakiki mânâlarını kaybetmiş» olmalarına dikkati çekerek, bunu
Halkçılık fertleri cemiyetle birleştirir. «Fert cemiyetin müş- «tekâmül-i millîmiz» bakımından zararlı bulur. «Asrîleşmenin ha-
terek emellerini ne kadar çok hisseder ise hayata o kadar merbut kiki mânâsı, Avrupalı zihniyeti, Avrupalı metodu ile çalışmak ve
ve yaşamaya o mertebe kabiliyetli bir insan olur» diyen Avni Baş- maddî ve manevî millî kıymetleri arttırmaktır».
man gençlere Türk köylerini «asıl vatan» olarak gösterir, ve on-
ları çalışmaya davet eder (Halka Doğru, 1927). Sadrl Ethem (Ertem), asrîlik ile istihsal tarzı ve hukuk sis-
temi arasında münasebet bulur. Cumhuriyet öncesi Türkiye'sine
Atatürk devrinde köy ve köylü konusunda pek çok yazı ya- «feodal hukuk» ve «feodal arazi sistemi» hâkimdir. «Her muasır
zılmış, edebî eserlerde de köye ve köylüye büyük önem verilmiş hükümetin teşekkülü» feodal hukukun inhilâli ile başlar». Sadri Et-
ve köy kalkınması devletin başlıca gayelerinden biri olmuştur. Baş- hem, «hiçbir ihtilâl, hiçbir inkılâp örneğini maziden almaz» der
langıçta idealist bir gaye olarak alınan köycülük daha sonra ilmi (1927).'
bir konu haline girmiştir. Köycülüğün bu safhasına ait yazılar ik-
tisat ve maarif bölümüne alınmıştır. Birinci kısma giren makalelerde, Türkiye Cumhuriyeti'ne şe-
O devir yazarlarının kullandıkları en önemli kelimelerden kil veren daha birçok fikir vardır. Her yazar, bunları kendisine
biri, daha önce Ziya Gökalp'in de ideolojisinde önemli bir pren- göre serbest bir şekilde ortaya koymuştur. Bunlar, zamanla birle-
sip olarak kabul ettiği «asrîleşmek» kavramıdır. Asrî, muasır ve şerek sistemli, hattâ birer cümle veya kelime ile özetlenen ilkeler
modern kelimelerini o devir yazarları sık sık kullanırlar. Osman-
haline getirilmiştir. Buraya alınan makaleler kronolojik olarak
lı Devleti'nin üzerine dayandığı esaslar eskimiş ve o bu yüzden
çökmüştür. Buna göre yeni Türk Devleti her sahada modern fi- okunduğu takdirde, onların zamanla nasıl meydana geldikleri ve
kirleri esas almalıdır. Asrîlik ile Avrupalılık veya Avrupalılaş- şekil aldıkları daha iyi görülür.
ma hemen hemen aynı mânâda kullanılır. Bunun sebebi çağdaş
Millî İktisat, ticaret ve sanayi : sanatkâra, sanatkârın çiftçiye ve çiftçinin tüccara ve bunların hep-
Atatürk, büyük bir kumandan olmasına rağmen, milletlerin sine, yekdiğerine ve ameleye muhtaç olduğunu kim inkâr edebi-
hayatında kılıçtan ziyade sabanın daha önemli rol oynadığına ka- lir».
nidir : «Kılıç ile fütuhat yapanlar sabanla fütuhat yapanlara mağ- Atatürk, iktisadî meselelere karşı alâkasını ömrü boyunca
lup olmağa ve binnetice terk-1 mevki etmeğe mecburdurlar». Ata- muhafaza etmiş ve Türkiye'nin barış içinde, ileri, müreffeh bir ül-
türk'ün 1923 yılında İzmir'de yapılan İktisat Kongresi'ni açış nutku- ke haline gelmesini en büyük gaye edinmiştir.
na bu düşünce hâkimdir. Ona göre Osmanlı Devleti'nin yıkılmasının
Atatürk sosyal zümre ve tabakalar arasında bir ayırım yap-
başlıca sebebi, iktisadiyâta değil, fütuhata önem vermesidir. Hal-
mamakla beraber, köylüye büyük ehemmiyet verir. 1922 yılında
buki milletlerin «İtilâ ve inhitat sebebi bir iktisat meselesinden
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşmasında «Türkiye'nin
başka bir şey değildir». Osmanlı hükümdarları Türk halkını sa-
sahibi ve efendisi kimdir?» diye sorar ve bu soruyu şöyle cevap-
vaştan savaşa koştururken, onun iktisadî hayatla meşgul olmasına
landırır : «Türkiye'nin sahib-i hakikisi ve efendisi, hakiki müstah-
engel olmuşlardır. İstiklâl Savaşı'nı kazanan Türk milleti bundan
böyle enerjisini barış içerisinde, kendi refah ve saadeti için harca- sil olan köylüdür. O halde herkesten daha çok refah, saadet ve
yacaktır. «Siyasî, askerî muzafferiyetler ne kadar büyük olursa servete müstahak ve elyak olan köylüdür». 1 Kasım 1937 tarihin-
olsunlar, iktisadî muzafferiyetlerle tetvic edilmezlerse, husule ge- de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 5. dönem 3. toplanma yılı açış
len zaferler pâydâr olmaz, az zamanda söner. Bu itibarla, en kuv- konuşmasında da şöyle der :
vetli ve parlak zaferimizin dahi temin edebildiği ve daha edebile- «Millî ekonominin temeli ziraattir. Bunun içindir ki, ziraatte
ceği semerât-ı nâfiayı tesbit için, iktisadiyâtımızın, hâkimiyet-i ik- kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yapılacak
tisadiyemizin temin ve tarsin ve tevsii lâzımdır». programlı ve pratik çalışmalar, bu maksada erişmeyi kolaylaştıra-
caktır.
Atatürk, diğer meseleler gibi, iktisadî meselelerin de demok-
ratik usullerle halledilebileceğine inandığı için, bu İktisat Kongre- Fakat, bu hayatî işi, isabetle amacına ulaştırabilmek için,
si'ni toplamıştır. Ve o, bu kongreye Erzurum ve Sivas kongreleri ilk önce, ciddi etüdlere dayalı bir ziraat siyaseti tesbit etmek ve
kadar ehemmiyet verir. Kongreye katılan delegeler, çeşitli sosyal onun için de, her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavra-
tabakalara mensupturlar. Onlar «doğrudan doğruya halkın içinden yabileceği ve severek tatbik edebileceği bir ziraat rejimi kurmak
geldiklerinden memleketimizin halini, ihtiyacını ve milletimizin lâzımdır. Bu siyaset ve rejimde, önemli yer alabilecek noktalar
emellerini ve elemlerini yakından bilirler. Onların söyleyecekleri başlıca şunlar olabilir :
sözler, alınması lüzumunu beyan edecekleri tedbirler, doğrudan
Bir defa memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bun-
doğruya halkın lisamndan söylenmiş gibi telâkki olunur. Bu, en bü-
dan daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen topra-
yük isabetlere mâliktir. Zira halkın sesi, hakkın sesidir».
ğın, hiçbir sebep ve suretle, bölünemez mâhiyet alması. Büyük çift-
Atatürk iktisadiyâtı bir bütün telâkki eder : «İktisat demek, çi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliği, arazinin
her şey demektir. Yaşamak için, mesut olmak için, mevcudiyet-i bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus kesafetine ve toprak verim
insaniye için ne lâzımsa, onların kâffesi demektir. Ziraat demektir, derecesine göre sıralanmak lâzımdır.
ticaret demektir, sa'y demektir, her şey demektir».
Küçük, büyük bütün çiftçilerin iş vasıtalarını arttırmak, ye-
Bundan dolayı Atatürk, sosyal zümreler ve sınıflar arasın- nileştirmek ve korunmak tedbirleri, vakit geçirilmeden alınmalıdır.
da, bir ayırım gözetmez. «Bizim halkımızın menfaatleri yekdlğe- Herhalde, en küçük bir çiftçi ailesi, bir çift hayvan sahibi
rinden ayrılır sunûf halinde değil, bilâkis mevcudiyetleri ve mu- kılınmalıdır; bunda, ideal olan öküz değil, beygir olmalıdır, öküz,
hassala-I mesaîsi yekdiğerine lâzım olan sınıflardan ibarettir. Bu ancak bazı şartların henüz temini güç bölgelerde hoş görülebilir.
dakikada sâmilerim çiftçilerdir, sanatkârlardır, tüccarlardır ve Köylüler, için, umumiyetle pulluğu pratik ve faydalı bulurum,
ameledir. Bunların hangisi yekdiğerinin muarızı olabilir? Çiftçinin Traktörler, büyük çiftçiye tavsiye olunabilir. Köyde ve yakın köy-
lerde, müşterek harman maklnalan kullandırmak, köylülerin ay-
rılamayacağı bir âdet haline getirilmelidir» (Atatürk'ün Söylev ve bir Türkiye yaratma ideali, Yeni Türk Devleti'nin hayat felsefesinin
Demeçleri, I, s. 394 -395). temeli haline gelir. Türkçülüğün Esasları adlı kitabındaki «iktisa-
dî Türkçülük» bahsinde Ziya Gökalp da Atatürk'ün görüşlerine
Parti kongrelerinde, delegelerin memleketin iktisadî duru-
yakın fikirler ileri sürer. Ona göre, «Türklerin içtimaî mefkûresl
muyla ilgili sözlerini dikkatle dinleyen Atatürk, gerçekçiliği hiç bir
zaman elden bırakmaz. Türkiye'nin bütün iktisadî meselelerini bir ferdî mülkiyeti kaldırmaksızm, içtimaî servetleri fertlere gasbet-
anda halletmesi imkânsızdır. «Zaman mefhumunu idrak etmek lâ- tirmemek, umumun menfaatine sarfetmek üzere muhafaza ve ten-
zımdır. Dünyayı dümdüz zannettikleri zaman dünyayı dümdüz te- miyesine çalışmaktır». Gökalp ziraatçilik kadar sanayie de pnem
lâkki edenler onun beş altı bin senede vücuda geldiğini zannetmiş- verilmesini ister. «Çiftçiliği hiçbir zaman elden bırakacak değiliz,
lerdir. Halbuki dünyanın mâhiyeti meydana çıktıktan sonra anla- fakat asrî bir millet olmak istiyorsak, mutlaka büyük sanayie mâ-
şıldı ki, dünya beş altı bin değil ancak milyonlarca seneler zarfın- lik olmamız lâzımdır. Avrupa inkılâplarının en ehemmiyetlisi, ik-
da meydana gelebilmiştir» (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II, An- tisadî inkılâptır. İktisadî inkılâp ise, nahiye iktisadı yerine, millet
kara 1959, s. 261). iktisadının ve küçük hırfetler yerine büyük sanayiin ikame edil-
mesinden ibarettir». Gökalp iktisadî sahada liberalizmin aleyhin-
Atatürk'ü devletçiliğe mecbur eden halkın büyük zaruretler dedir. Ona göre, «millet iktisadı ve büyük sanayi ancak himaye
içinde bulunması ve her şeyi devletten istemesidir : usulünün tatbikiyle husule gelebilir». Gökalp'ın arzu ettiği şeyler-
«Vatandaşların şunu isterim, bunu isterim demesi, şunu bu- den biri de memleket iktisadiyâtının ilmî ve objektif olarak ele
nu yapmağa mecburum demektir... Halkımız tab'an devletçidir ki, alınmasıdır.
her türlü ihtiyacı devletten talep etmek için kendisinde bir hak gö-
rüyor» (aynı eser, s. 261-262). O devir aydınları, yabancı sermaye üzerinde de dururlar. Ah-
met Emin Yalman yabancı sermayenin faydalı ve tehlikeli tarafları
Bununla beraber, Atatürk'ün anladığı devletçilik, sosyalizm-
üzerinde durur : «Ecnebi sermayenin memleketimiz hakkında mu-
den farklıdır. 1935 yılında 5. İzmir Enternasyonal Fuarı'nın açılı-
ayyen telâkkileri vardır, öteye beriye biraz bahşiş dağıtmak su-
şında, başbakana vermiş olduğu direktifte şöyle der :
retiyle her emellerine muvaffak olacaklarını zannederler. Bu telâk-
«Türkiye'nin tatbik ettiği devletçilik sistemi 19'uncu asır- ki eski imparatorluğun istibdat devrinden kalma bir mirasıdır».
dan beri sosyalizm nazariyatçılarınm ileri sürdüğü fikirlerden alı- Ziya Gökalp ise «Ecnebi Sermaye» başlıklı yazısında (1924) mem-
narak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye'nin ihtiyaç- leketimize yabancı sermaye girmesini, «kan nakli» ameliyesine
larından doğmuş, Türkiye'ye has bir sistemdir. Devletçiliğin biz- benzeterek, «benim itikadımca, cihan harbinden beri iktisadî za*
de mânâsı şudur : Fertlerin hususî teşebbüslerini ve şahsî faaliyet- fü'd-deme uğrayan vatanımızın kansız kalan damarlarına ecnebi
lerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleke- sermayesi aşılanmasıyla bu sevgili vatan yeni bir hayata nâil ola-
tin bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeylerin yapılamadığını gözönünde caktır» der. Yalnız dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, bu
tutarak memleket iktisadiyatını devletin eline alması.... sermaye ile kurulan şirketlerin Türk müesseseleri olmasıdır. Bu
yabancı sermayeler, memleketimizin gelişmesine hizmet ettikleri
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türkiye vatanında asırlardan
gibi, kendi menfaatlerini de gözeteceklerdir. Bundan çekinmek doğ-
beri kendi teşebbüsleriyle yapılmamış olan şeyleri bir an evvel yap-
mak istedi. Ve görüldüğü gibi kısa bir zamanda yapmaya muvaf- ru değildir. Gökalp Durkheim'a dayanarak buna «mütekabil tufey-
fak oldu. Bizim takip ettiğimiz bu yol liberalizmden başka bir sis- lîlik» adını verir. Yunus Nadi ve Necmeddin Sadık da Gökalp gibi,
temdir» (Kemal Arıburnu, Atatürk'ün Millî Ekon-omi üzerindeki ecnebi sermayenin memlekete temin edeceği faydalar üzerinde du-
Düşünceleri, Ankara 1973, s. 55). rurlar.

Atatürk'ün 1923'te İzmir İktisat Kongresi'ni açış nutkunda iktisat, ticaret ve sanayi, hayata bakış tarzı, eğitim, öğre-
ileri sürmüş olduğu fikirler matbuatta derin akisler uyandırır. Onu tim ve organizasyon ile de yakından ilgilidir. Bazı yazarlar, mese-
yorumlayan çeşitli yazılar yazılır. Fütuhat değil, ileri, müreffeh lenin bu yönüne de ehemmiyet verirler. Dikkate şayan olan nokta,
o devirde, herkesin iktisattan bahsetmesine rağmen, Türkiye'de he-
nüz iktisadın bir ilim konusu haline gelmemiş olmasıdır. 1927 yı- ku, millî maarif hakkında taşıdığı fikirleri ortaya koyması bakı-
lında Hayat mecmuasında çıkan «Memleketimizde iktisat İlmi» mından önemlidir. Atatürk'e göre terbiye, çağdaş ve millî olmalı-
başlıklı imzasız bir makalede şöyle deniliyor : dır : «Eski devrin hurâfâtmdan ve evsâf-ı fıtriyemizle hiç de mü-
nasebeti olmayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelebilen
«Evvela itiraf edelim ki, iktisat ilmi için Türkiye'de hemen
bil-cümle tesirlerden tamamıyla uzak, seci-i milliye ve tarihimizle
hemen hiçbir şey yapılmıyor... Şimdiye kadar gerek Türkiye ve
mütenasip bir kültüre dayanmalıdır... Kültür, haraset-i fikriye, ze-
cihan iktisadiyâtına, gerekse umumiyet üzere iktisat âlemine dair
minle mütenasiptir. O zemin milletin seciyesidir». Çocuklarımfe ve
Türkçe ilmî bir tek eser bile intişar etmemiştir. Ciddi bir iktisat
gençlerimiz yetiştirilirken, onlara, millî bir ruh aşılanmalı, «bil-
mecmuamız yok».
umum yabancı anâsırla mücadele lüzumu ve efkâr-ı milliyeyi ke-
Türkiye'nin iktisadî şartlarını objektif olarak inceleyen ilmî mal-i istiğrak ile mukabil fikre karşı şiddetle ve fedakârâne müda-
araştırmaların henüz gelişmemiş olması bu konuda birbirine zıt gö- faa zarureti telkin edilmelidir». Atatürk'e göre genç nesiller hiçbir
rüşlerin ileri sürülmesine ve atılan adımların değişik şekillerde yo- müşkil karşısında boyun eğmeyen, sabır ve sebatla çalışan öğret-
rumlanmasına sebep olur. Ziraat Mekteb-i âlisi müdürlerinden Ce- menler olmalıdırlar, öğretmenlere bu bakımdan büyük vazifeler
vat Rüştü «Ziraî Nüfus ve Makina» (1927) başlıklı makalesinde, düşmektedir.
sanayiin plansız olarak gelişmesinin sosyal bünyeyi sarsacak anor-
25 Ağustos 1924 günü Ankara'da ilk defa toplanan Muallim-
mal sonuçlar doğuracağım işaret ederken, ismail Husrev (Tökin),
ler Birliği Kongresi'nde de Atatürk çağdaşlık ve millîlik esaslarına
aynı yıl, aynı dergide çıkan «Sanayi Siyasetimiz» adlı yazısında,
verdiği ehemmiyeti tekrarladıktan sonra, sözü çağdaş medeniyete
Türkiye'de sanayiin ön plana alınmasını müdafaa ederek, «sanayi-
getirerek, çağdaş medeniyetin ilme dayandığını belirtir ve şöyle
leşme siyasetimize karşı menfî fikirler besleyen unsurlar, inkılâp-
der :
ların dost gözüken düşmanlarıdır» ithamında bulunur.
«Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, ha-
Türkiye'de sanayi ilerledikçe, devletçiliğe verilen önem de yat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşid ilimdir, fendir. İlim
artar. Gençlik yıllarını Sovyet Rusya'da geçirmiş ve orada eğitim ve fennin haricinde mürşid aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir».
görmüş bir yazarlar kadrosu, Atatürk inkılâplarını Marksist görü-
şe yakın, devletçiliğe ağırlık veren bir açıdan yorumlamaya ça- Aynı konuşmasında Atatürk, daha sonra üzerinde geniş ola-
lışırlar. Şevket Süreyya Aydemir «Yeni Devletin iktisadî Fonksi- rak duracağı millî tarihe de temas eder : «Bizim milletimiz derin,
yonları» (1934) başlıklı konferansında, «millî kurtuluş devletinin amîk bir maziye mâliktir.... Bu düşünce bizi altı asırlık Osmanlı
iktisaden plancı ve müdahaleci bir devlet olması» gerektiği tezini Türklüğünden çok asırlık Selçuklu Türklerine ve ondan evvel bu
müdafaa eder. devirlerin her birine muadil olan büyük Türk devrine kavuşturur».
Türk milletinin millî şuura sahip olması için, tarihini bilmesi lâ-
Atatürk devri aydınları, Atatürk gibi iktisat, ticaret ve sa- zımdır : «Türk kendi ruhunu, benliğini, hayatını unutmuş, nereden
nayiin memleketin mukadderatıyle ilgili olduğuna inandıkları geldiği belirsiz birtakım rüesânın şuursuz vasıtası olmak mevkiine
için, makalelerinde bu konuları ele alırlarken, ilmî düşüncelerle is- düşmüştür. Atatürk'ün «hanedan tarihi» yerine «millet tarihi»ni
tatistiklerin yanısıra, ideolojik mâhiyette heyecanlı sözlere de yer koyması bu inanca dayanır. Ona göre tarihi yaratan millettir. Ata-
verirler. Bu görüşler «Atatürk Devri Türk Edebiyatı»na ayrılan 3. türk bu münasebetle millet yerine kendi şahsını yüceltenleri de
cilde alman metinlerde de görüleceği üzere, edebiyata, şiir, hikâye "büyük bir tevazu ve nezaketle hakikati görmeğe çağırarak, kendi-
ve romana da tesir eder. sine ilham ve kuvveti nereden aldığını soran bir dinleyiciye şöyle
cevap verir : «Bu fikir ve duyguların menbaı, bizzat memleket ve
Millî kültür : millettir. Milletin büyük arzu ve temayülüne temas etmek, onun
Atatürk, millî devlet ve millî iktisat gibi, millî kültür me- icabâtına hasr-ı mevcudiyeti hareket düsturu bilmek hakiki yolda
selelerinin de demokratik usullerle halledilmesine inandığı için, yürüyebilmek için esastır. Bir milletin efradına hâkim olmak, lâ-
1921 yılında bir Maarif Kongresi toplar. Onun bu kongreyi açış nut- zimü'r-riaye bulunmak icap eden milletin müşterek arzusu, ma'-
lensin, ülkesinin yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti,
şerî fikridir. Bir insanın memleket ve milletine nâfi bir iş yapar- dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır».
ken, nazardan bir an uzak bulundurmamağa mecbur olduğu düs-
Atatürk'ün bu fikri de diğer fikirleri gibi devrin aydınları
tur milletin hakiki temayülüdür».
tarafından geniş olarak işlenmiş ve yorumlanmıştır. Atatürk dev-
O devir aydınlarının hemen hepsi Atatürk'ün konuşmaların- rinde dil ve harf inkılâbı konusunda yazılan yazılar büyük bir ye-
da sık sık üzerinde durduğu milliyetçilik ve çağdaşlık prensiplerine kûn tutar. Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, Cumhuriyet'in 50. yılı dola-
inanırlar. Atatürk'ü onlardan ayıran ve onları Atatürk'ün etrafın- yısıyle çıkardığı Cumhuriyet Döneminde Türk Dili (1973) adlî kita-
da birleşmeğe sevkeden taraf, onun bu fikirleri sadece söylemekle bında Atatürk ve Atatürk devri dil hareketlerini incelemiştir. Biz,
kalmaması, aksiyon haline getirmesi, gerçekleştirmesi, müessese- bu antolojiye o devir gazete ve dergilerinde çıkan dil ve harf in-
leştirmesidir. kılâbıyle ilgili yazılardan bir kısmını aldık. Bu makalelerde çeşitli
görüşler ortaya konulmuştur. Bunlar arasında Halil Nimetullah
Atatürk devri, denilebilir ki, Türk milliyetçiliğinin altın ça-
Öztürk'ün «ilim Lisanımızda Birlik» (1928) başlıklı makalesi bu-
ğıdır. O devirde Türk dili, Türk tarihi, Türk edebiyatı ve güzel sa-
gün için de üzerinde düşünülmesi gereken fikirleri ihtiva eder.
natları çağdaş ve millî bir düşünceyle ele alınır. Bazı yazarların bu
Hasan Cemil Çambel « ö z Dil» (1929) başlıklı makalesinde, «Bir
devri «millî bir rönesans» devri diye tavsif etmeleri yerinde bir gö-
milletin ruhunun bütün ulvi ve mukaddes ihtizazını millî olmayan
rüştür. Gerçekten de Türk milleti Atatürk devrinde geniş, yara-
bir lisanla ifade etmek mümkün olmadığını» ileri sürer.
tıcı bir milliyetçilik şuuruna kavuşur. Bu devirde açılan okullardan
çağdaş düşüncelere sahip yeni, milliyetçi bir nesil yetişir. Edebiyat:
Atatürk devri yazarları eserlerinde geniş okuyucu kitlesinin
Atatürk devrinde mlllt kültürle ilgili yazılar büyük bir ye-
rahatça anladığı, bizim için bugün «klasik» sayılabilecek bir dil
kûn tutar. Bu kitaba onlardan bir kısmı alınmış ve konularına kullanırlar. Denilebilir ki, Türkçede en güzel edebî eserler o devir-
göre, dil, edebiyat, tarih, felsefe, güzel sanatlar, yeni insan görüşü, de yazılır. Bu serinin üçüncü kitabım teşkil edecek olan Atatürk
yeni Türk kadını ve maarif gibi başlıklar altında toplanmıştır. Devri Türk Edebiyatı adlı ciltte seçilen metinlerle bu gerçeği orta-
ya koymağa çalışacağız.
Dil :
Bu devir edebiyatçılarını ilgilendiren artık dil meselesinden
Millî kültürün temeli olan dil konusu Türk aydınlarını Tan- çok muhteva ve şekil meseleleridir. Halide Edib Adıvar ve Yakup
zimat'ın başından beri meşgul etmiştir. Bunun başlıca sebebi, ay- Kadri Karaosmanoğlu hikâye ve romanlarında istiklâl Savaşını
dınların saraya karşı halka istinat etme ve gazeteler vasıtasıyle çok canlı bir şekilde tasvir ederler. Halide Edib'in Ateşten Gömlek
efkâr-ı umumiye yaratma ihtiyacını hissetmeleridir. Devlete vergi adlı romanım konu alan film, ülkede büyük ilgi uyandırır. Büyük ak-
veren ve askerlik yapan halkın politik ve sosyal konularda fikir- tör Ertuğrul Muhsin'in başrolü oynadığı bu filme, hükümetin mü-
lerini serbestçe ifade etme hakkı bulunduğunu ileri süren Şinasi'- saadesiyle bütün teçhizatıyla birlikte, topları ve uçaklarıyla bir
nln gazete dilini halkın anlayacağı bir şekle sokmak iste- fırka da katılmıştır.
mesinden bahsetmesi, bu bakımdan manâlıdır. Ziya Gökalp'm gün-
lük konuşma dili ve halk kültürünü, millî kültürün temeli ve kay- Ziya Gökalp «Roman» (1924) başlıklı makalesinde Türk ya-
nağı olarak ele alması da halkçılık akımıyle yakından alâkalıdır. zarlarını millî ve içtimaî romanlar yazmaya teşvik eder. Roman-
Atatürk 1930 yılında Sadri Maksudî'nin Türk dilini düzeltme ve ların ruhlar üzerinde büyük tesir icra ettiğine inanan Ziya Gökalp
geliştirme yollarını göstermek maksadıyle kaleme aldığı Türk Dili romancılara şöyle seslenir : « A h romancılar, ah romancılar! Bu-
İçin adlı kitabının başma konulan bir notta şu dikkate şayan cüm- gün siz elinizdeki kuvveti biraz bilseydiniz, az zamanda memleke-
leleri yazar : tin ahlâkını değiştirebilirdiniz». Ziya Gökalp roman nev'inin geliş-
mesi için batının terbiyevi bütün romanlarının güzel bir dille Türk-
«Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî çeye çevrilmesini tavsiye eder. Atatürk devrinde roman nev'i çok
vo zengin olması, millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. gelişmiş ve batıdan bir hayli roman Türkçeye çevrilmiştir.
Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla iş-
1923 -1938 yılları bir barış devri olduğu ve inkılâplar daha Dergiler :
ziyade politik bir mâhiyet taşıdığı için bazı yazarlar estetik me-
Türk Dil Kurumu ile Tarih Kurumu yayınladıkları dergilerde
selelerle meşgul olurlar ve eserlerinde şahsî duygularını ifade
daha ziyade ilmî mâhiyette makalelere yer verirler. Bunların dı-
ederler. Fuad Köprülü, 1926'da yazdığı «İnkılâp ve Edebiyat» baş-
şında çeşitli sosyal ve ekonomik görüşleri müdafaa eden Meslek v<ı
lıklı makalesinde bu tutumu şiddetle tenkit eder. Ona göre edebi-
Kadro gibi haftalık gazete ve dergiler de vardır. Uyanış adıyla çı-
yatta ferdî duyguları esas almak marazî bir davranış alâmetidir :
kan eski Servet-i fünun dergisi, Varlık, Kültür haftası, Yücel, Me-
şale, bunların dışında birçoğu daha ziyade edebî mahsullerle fikir
«Edebiyat tarihimizin bu dönüm noktasında, bütün sanat-
ve sanata dair makaleleri neşrederler. Başta ülkü olmak üzere he-
kârlarımıza, münekkitlerimize, edebiyat nnzariyecilerimize düşen
men her vilayette çıkan ve çeşitli adlar taşıyan Halkevi dergileri
vazife, o yıkılan temelsiz binanın yerine nasıl bir âbide kuracağımızı
bir yandan çıktıkları yörenin halk kültürü mahsullerini derlerken,
tayin etmektir. İçtimaî hayatın her sahasındaki derin inkılâplarla
bir yandan da devrin ideolojisini yaymaya çalışır, üniversitenin vo
hem - âhenk olarak, ortaya bugünkü hayatın istediği yeni «'bediî
meslek kuruluşlarının çıkardıkları dergiler de vardır.
kıymetler», sanata yeni cereyanlar vermeye mecburuz. Bu yeni
edebiyat, asıl ilhamlarını millî harsdan, halkın rufundan almak
için tamamiyle «asrî» ve «hayatî» bir mâhiyette olacak ve bu su- Tercüme faaliyeti :
retle Türk ruhunun «asliyet ve hususiyet»ini gösterebilecektir. Bi- Yeni Türk devleti batı medeniyetini örnek aldığı için bu de-
ze öyle bir edebiyat lâzımdır ki, ilahî nağmeleriyle en bedbin ve virde batı dillerinden yapılan tercümelere de büyük önem verilmiş-
hasta ruhlara ümit ve faaliyet versin; ferdiyetleri içtimaî mefkü- tir. Bu maksatla 1925 tarihinde Telif ve Tercüme encümeni kuru-
reler içinde eritsin; yaratacağı kahramanlarla Türk seciyesinin fa- lur. Bu encümen politik, sosyal, ekonomik ve tarihî konularla ilgili
ziletkârlıklarını tecessüm ettirsin; eski hayat şekillerinin uyuştu- birçok tercüme yaptırır.
rucu telâkkilerine, yabancı harsların meş'um tahakkümüne isyan-
kâr bir gençlik yaratsın. İşte Türk inkılâbı, edebiyat ve sanat sa- Fuat Köprülü «Tercüme meselesi» (1928) başlıklı makale-
hasında böyle bir hareket bekliyor; ve ancak böyle bir hareket, in- sinde haklı olarak «ne gibi âmiller tesiriyle olursa olsun, yeni bir
kılâbı itmam edecektir». medeniyet dairesine giren bir milletin ilk işi o medeniyete dair
eserleri kendi lisanına tercüme etmektir» der ve eski Türk tari-
Ali Canip Yöntem «Edebiyat tedrisatının yeni veçhesi»
hinden bazı örnekler verir. Tiyatrolarda oynanan adapte eserler
(1927) adlı makalesinde okullarda batı edebiyatlarına yer verilmesi
Türklerin örf ve âdetlerine uymadığı için bazı yazarlar tarafından
konusu üzerinde durur. Yeni Türk devleti milliyetçi olmakla bera-
tenkit edilmiş ve batılı eserlerin asıllarından yapılan tercümelerin
ber, garpçıdır da. Şu halde o gelişecek yeni kültürde batılı kültüre
sahnelerde oynanması istenmiştir. Vedat ö r f î ile Nurullah Ataç'ın
de yer vermelidir. Ali Canib'e göre milliyetçilik ile batı kültürü
makaleleri bu bakımdan dikkate şayandır.
arasında bir tezat yoktur.
Hilmi Ziya Ülken 1935'te Uyanış Devirlerinde Tercümenin Ro-
«Biz, edebiyatta vatan ve millet sevgisini ancak garp mede-
niyeti dairesine girdikten sonra meydana gelen eserlerde buluyo- lü adlı önemli bir kitap neşreder, ülken «tercüme bütün bir me-
ruz». Namık Kemal ve arkadaşları garplı eserlerle beslenmişlerdir. deniyeti nakletmektir» dedikten sonra, bu işin bizde olduğu gibi
Bizim «Tazminat'tan beri dahil olmaya çabaladığımız Avrupa me- dağınık ve gelişigüzel yapılmaması gerektiği üzerinde durur. Ona
deniyeti içinde liyakat göstermek için garp harsını bütün şümulü göre «medeniyet yalnız bugünün mahsullerinden ibaret değildir, ona
ile tetebbu ve temessül etmemizden başka çare yoktur».
hakkıyla nüfuz edebilmek, onun içinde yaratıcı olabilmek için mut-
Atatürk devrinde Türk edebiyatı zengin mahsuller verdiği laka köklere kadar inmek lâzımdır. Liselere batı edebiyatı dersle-
gibi edebiyat üzerine yazılan yazılar ve tartışmalar da çok canlıdır. rinin konulması ve batı zihniyetine sahip yeni nesillerin yetiştiril-
Buraya bunlardan bir kısmı alınmıştır. mesi fikri tercüme faaliyetini arttırır.
Tarih :
Osmanlı tarihi bir «hanedan tarihi» İdi. Saltanat-ı şahsiyeye Türk Tarih Kurumu (1931) ile Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültcsl'ni
(1936) kurdu. Atatürk devrinde bu iki kurum, bu konuda hayli
kargı «saltanat-ı milliye» yi kuran Türkiye Cumhuriyeti ilmî görü-
araştırma yapmıştır.
şe de uygun olmayan bu tarih görüşüne karşı «millî tarih görüşü»
nü getirdi. Bu tarih görüşü, Türk tarihinin başlangıcım milattan Millî Eğitim Bakanı Esat (Sağay)'m 1932 yılında Birinci
önceki yıllara kadar uzatıyordu. Avrupalı ilim adamları Türklerin Tarih Kongresinde söylediği açış konuşması ile Ord. Prof. Şemsed-
îslâmiyetten önce Asya'da birçok devlet kurduklarım ve medeni- din Günaltay'ın Tarih Kurumu'nun yayın organı olan Belleten'de
yet yarattıklarını ortaya koymuşlardı. 730 - 732 yıllarında Orhon çıkan makalesi Atatürk'ün büyük ilgi gösterdiği Türk tarih tezini
kıyılarında dikilen Göktürk âbidelerinin sade dili, istiklâl ve milli- ortaya koyan örneklerdir. Atatürk devrinde yazılan okul kitapları-
yetçilik ifade eden satırları, çağdaş Türk milliyetçilerine büyük bir na bu görüş hâkimdir.
heyecan veriyordu. Daha Tanzimat devrinde, Ali Suavi, Ahmed Ve-
fik Paşa, Süleyman Paşa, Avrupalı İlim adamlarının fikirlerine İstiklâl Savaşı yıllarında kahramanlık şeklinde tecelli eden
dayanarak, Türk tarih, dil ve kültürünün kaynağını Osmanlı önce- milliyetçilik duygusu Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra ileri sü-
sine, Asya ortalarına götüren yazılar yazdılar. Şıpka kahramanı rülen tarihî görüşlerle ilmî bir mâhiyet almış, çok eski çağlara
Süleyman Paşa, Atatürk'ün de içinden yetiştiği Harbiye Mektebi kadar uzanan zengin bir muhteva kazanmıştır. Bu yeni tarih gö-
için yazdığı Tarih-i âlem (1877) adlı kitabında Türklerin menşeini rüşünde savaşlardan çok kültür ve medeniyete önem verilmesi ay-
çok eski çağlara kadar çıkarıyor, «cihanın her cihetine intişar ve rıca dikkati çekicidir. Tarih anlayışına kültür, medeniyet, sanat ve
isal-i nüfuz ve iktidar eylemiş» olduklarından bahsediyordu. İktisadın hâkim olması, Selçuklu ve Osmanlı devirlerine bakış tar-
zım da değiştirmiştir. Cumhuriyet devrinde Türk tarihinin her
Daha sonra gelen Türkçüler de bu tarih görüşünü benimse- devrini ve her yönünü ilmî olarak inceleyen genç bir tarihçi nesil
diler. Batı dillerinde bu konuya dair yazılan eserleri Türkçeye çe- yetişir.
virdiler. Konuşmalarından anlaşıldığına göre, Atatürk gençlik yıl-
larından beri bu tarih görüşü içinde yetişmişti. Hanedanı değil Felsefe :
kavmi esas alan bu tarih görüşü onun millet anlayışına da uyuyor- İstiklâl Savaşı ve Atatürk İnkılâpları hayata bakış tarzını
du. değiştirir. Yeni Türk devleti lâiktir. Lâiklik ve çağdaşlık, üniversi-
te çevrelerinde akılcı bir felsefenin gelişmesini sağlar. Devrin en
Millet hayatında coğrafyanın oynadığı role önem veren ta-
büyük fikir adamı Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları (1923) adlı
rihçiler, başta Mükrimin Halil Yınanç, Türkiye tarihini Osmanlı-
kitabında Türklerde mücerret düşünceye dayalı tefekkürün bulun-
larla değil, Selçuklularla başlattılar. Onlara göre Türkiye tarihini
mayışını savaşlarla izah eder. Ona göre «bir millet muharebeler-
1071 Malazgirt zaferi ile başlatmak İcap eder. Bilindiği üzere Yah-
den kurtulmadıkça ve iktisadî bir refaha nail olmadıkça içinde
ya Kemal de bu tarih görüşünü benimsemiştir. Fakat Avrupa'da
muakale yapacak fertler yetişmez.» Bununla beraber Ziya Gökalp,
olduğu gibi Türkiye'de de Türk dili, Türk tarihi, Türk sanatı üze-
Türklerin «halk felsefesi» bakımından bütün milletlerden daha yük-
rinde çalışanlar, konularını derinleştlrdikçe, dikkatlerini Asya'ya
sek olduğunu ileri sürer. Yetişecek Türk filozoflarının vazifesi
yöneltmek ihtiyacım duyuyorlardı. Avrupalı bazı araştırıcıların
«Türk halkmdaki bu millî felsefeyi arayıp meydana çıkarmaktır.
Mezopotamya'da milattan önce büyük bir medeniyet kurmuş olan
Hilmi Ziya ülken 1933 yılında yayınladığı Türk Tefekkür Tarihi ad-
Sümerlerin Asya'dan geldiklerini ileri sürmeleri, Sümerce ile Türkçe
lı kitabında Ziya Gökalp'm bu tavsiyesini gerçekleştirmeye çalışır.
arasında benzerlik bulmaları, Türk tarihçilerinin gözleri önünde
Hilmi Ziya, Türk halk felsefesini araştırırken, eski çağlara kadar
yeni ufuklar açtı.
uzanır : «Türk hikmetine göre. âlemin nizamı iki zıt kuvvetin ara-
Türk milletine yeni bir ruh ve şahsiyet vermek isteyen Ata- sındaki a'ıenk ve imtizaçtan doğmuştur... Mesut olmnk için bu vah-
türk de bu konu ile yakından ilgilendi ve bu yönde yapılan araş- dete uygun yaşamak lâzımdır.» Hilmi Ziya Aşk Ahlâkı (1931) adlı
tırmaları teşvik etti. Bu konularda ilmî araştırmalar yapması için kitabında «küçük ve süflî arzuları aşan» bir hayat görüşünü mü-
dafaa eder. O devir aydınları, akıldan çok hayatı esas alan Berg-
son ve Nietszche gibi batılı filozofların izinden giderler. O devrin tafa Kemal'in İstanbul ve Ankara'da heykellerinin dikilmesi, Türk
en büyük dergilerinden biri olan Hayat dergisi Nietszche'nin «Ha- yazarlarını hem Mustafa Kemal'in Türk milleti için taşıdığı mânâ,
yata, hayata, hayata... Hayata daha çok hayat katalım» cümlesini hem de heykel sanatı üzerinde düşündürüyor.
düstur olarak kabul eder.
Bu yıllarda Türk halk musikisi üzerinde araştırma yapan-
Bu devirde nazarî felsefeye meyledenler de vardır. Mehmet lar, tıpkı Türk dili ve halk edebiyatı gibi onun da Orta - Asya
Emin'in 1924 yılında yazdığı Kant ve Felsefesi adlı kitap genç ne- Türk kültürü ile alâkalı olduğunu tesbit ediyorlar, öte yandaıy Ce-
sillere derin düşünme zevkini verir. Buna örnek olmak iızere Reşat mal Reşit (Rey) gibi musikişinaslar halk türkülerini batı tekni-
Şemseddin'in bu kitap hakkındaki bir tanıtma yazısını aldık. 1923 ğiyle işleyerek devrin milliyetçi sanat anlayışına uygun eserler ve-
yılında bir Türk Felsefe Cemiyeti kurulur ve bu dernek Felsefe riyor ve bunları Paris'te Avrupa'ya tanıtıyorlar. 1936 yılında «Ma-
ve İçtimaiyat adlı bir dergi neşreder. car bestekârlarının en büyüğü, en millîsi, dünyanın sayılı beynel-
milel bestekârlarından büyük Macar âlimi, piyanist» Bela Bartok'un
Bu devirde batılı filozof ve fikir adamlarının önemli eserleri
Ankara'ya gelişi, büyük bir heyecan uyandırıyor. Bunun sebebi,
de Türkçeye çevrilir. Mustafa Şekip Tunç, Bergson ile Freud'u ta-
Bela Bartok'un da halk musikisine dayanarak «millî musiki» ya-
nıtır. Fakülte dergilerinde felsefî konularda yazılara yer verilir.
ratmış olmasıdır. Bela Bartok, Türkiye'de halk kaynağından ilham
Batı medeniyeti, eski Yunan'dan beri gelişen zengin felsefeye alma fikrini pekiştiriyor, halk musikisine karşı ilgi, Anadolu raks-
bağlı olduğu için, Türk aydınları onu tanımaya ve tanıtmaya büyük larına karşı da alâka uyandırıyor.
önem vermişlerdir.
Umumiyetle çağdaş "batı resim ve heykel sanatlarını öğreten
Musiki ve Güzel Sanatlar : Güzel Sanatlar Akademisi 1933 yılından itibaren «millî sanatımı-
za ait dersler»e de geniş yer verme kararını alıyor. Abdülhak Şi-
Edebiyat, musiki ve güzel sanatlarda «millîlik» meselesi o nasi Hisar'm bu konu hakkında yazdığı «Klasik Abidelerimiz ve Gü-
devir aydınlarını en çok meşgul eden meselelerden biriydi. Onlar zel Sanatlar Akademisi» (1933) 'başlıklı makalesi dikkati çekicidir.
çağdaş ve yeni olmak endişesi ile bir yandan eskiye gitmekten çe-
kinirlerken, bir yandan da batı taklitçisi diye itham edilmekten Atatürk devrinde Güzel Sanatlar Akademisi'nden bir hayli
korkuyorlardı. Milliyetçiliğin başlıca kaynağı olarak kabul edilen değerli sanatçı yetişmiştir. Devlet bunları teşvik etmiş, Avrupa'ya
halk kültürüne ait unsurlarla çağdaş batı sanatını birleştirme fikri göndermiş ve tablolarını satın almıştır. Türk ressamlarının açtığı
bir çıkar yol olarak gözüküyor. Fakat bu sefer de sanatçılar «mo- sergiler geniş bir ilgi uyandırmıştır. Bunlar hakkında da birkaç
tifçilik» ile suçlanıyorlar. Halk sanatının sadelik ve basitliği ile yazı almış bulunuyoruz.
çağdaş sanatın karmaşıklığı da çözülmesi güç meseleler çıkarıyor,
ismail Hakkı (Baltacıoğlu) «Sanatta maziyi taklit ile maziyi tem- Yeni İnsan Tipi :
sil» (1926) başlıklı yazısında uzlaştırıcı bir yol tutuyor. Ona göre
«milliyet asrî teknikle mücehhez olan ve Türk'ten başka bir şey İstiklâl Savaşında kahraman olduğunu bütün dünyaya isbat
olmayan sanatkâr ruhunun meydana çıkardığı esrarlı heyecandır». etmiş olan Türk milleti, barış devrinde kendisine, eskisinden farklı
Asrîlik ve Türklük vazgeçilmesi mümkün olmayan prensiplerdir. yeni, çağdaş bir medeniyet kurmaya çalışırken, onu yaratacak ye-
Sanatçı bunların doğurduğu heyecanla eserine giren her unsuru ni bir nesil yetiştirmek ihtiyacını duymuştur. Bu yeni nesil, millî
birbirine kaynaştırır. vasıflarını muhafaza etmekle beraber, başka hasletlere de sahip
olmalıdır. Mustafa Şekip Tunç «Münevverlik Mefhumu» (1923) baş-
Ankara'nın modern bir şehir haline gelmesi, sanatçılara bü- lıklı makalesinde yeni Türkiye'nin «liseler ve darülfünunlar vası-
yük bir heyecan veriyor. Yakup Kadri'ye göre o «Türk milletinin tasıyla bir zümre-i münevver vücuda getirmesi» gerektiğini ileri
asırlardan beri uykuda veya müncemid bir halde duran yaratıcı ve sürüyor. Bu yapılmadıkça kalkınmamıza ihtimal yoktur. «Artık
yapıcı kabiliyetinin birdenbire uyanışı»nm bir delilidir. Gazi Mus- milliyetin yalnız propaganda ve medhiyesi devri kapanmalıdır. Mil-
liyet daha çok zekâ ve ilim terakkisinden doğan bir intibahın iik
merhalesidir». Münevver olmanın şartı ise, insanlığın yarattığı bü- smda bir intibak olmak lâzımdır, yani sınıf-ı münevverenin halku
yük eserleri çok iyi bilmektir. «Kadîm şaheserlerle ülfet peyda et-
telkin edeceği mefkûreler halkın ruh ve vicdanından alınmış olma-
meden muasırlaşmamız iddiası gevezeliktir». Bunun için yazar
lıdır... Bu millete gideceği yolu gösterirken, dünyanın her türlü il-
Avrupa medeniyetini vücuda getiren büyük eserlerin Türkçeye çev-
minden, keşfiyatmdan, terakkiyatmdan istifade edelim, lâkin unut-
rilmesini tavsiye ediyor. Ziya Gökalp «Tebessüm» (1924) başlıklı
mayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetinde-
makalesinde yeni nesillerin sıhhatli ve neşeli olmasını istiyor. Te-
yiz. Milletimizin tarihini, ruhunu, ananâtmı sahîh ve sâlim, düıjüst
bessüm milletlerin «hayat kabiliyetlerini» gösterir. Türk halkı gü-
bir nazarla görmeliyiz. Lâkin halka yaklaşmak ve halkla kaynaş-
leryüzlüdür. «Yazık ki bizde zâhid babalarla zâhid mürebbiler te-
mak daha çok münevverlere teveccüh eden bir meseledir». (Ata-
bessümü yasak ettiklerinden, münevver Türkler en az tebessüm
türkfün söylev ve demeçleri II, s. 140.) Atatürk'ün bu düşüncesiy-
eden bir sınıf teşkil etmişlerdir. Bu davranışın değişmesi lâzımdır.
le de Ziya Gökalp'm düşünceleri arasında büyük bir yakınlık var-
«Bence» diyor Ziya Gökalp, «yapacağımız inkılâpların birisi tebes-
dır.
süm inkılâbı olmalıdır.» insanların asık suratlı olmasında baskı-
nın da rolü vardır. «Amirin maiyetine, ustanın çırağına, hele köy
Yeni Türk Kadını :
ağalarının köylülere gösterdikleri yüz daima husumetlidir. Cumhu-
riyet'in en esaslı vazifesi, bütün bu tazyikleri kaldırıp yerine tatlı Türkiye'de kadınların da erkekler gibi okuma - yazma öğ-
muameleleri koymaktır. Mustafa Şekip, yeni neslin «en asrî hare- renmesi, kültür hayatına katılması ve sosyal haklara sahip olması
ketlerle» vücutlarını ve kafalarını işletmeleri gerektiğini söyler. Av- fikri Cumhuriyet'ten önce, daha Tanzimat devrinde müdafaa edil-
ni Başman «iki Nevi insan» (1926) ve «Canı Sıkılmayan insanlar» mekle beraber bu özleyişler geniş olarak Cumhuriyet'ten sonra
(1927) başlıklı makalelerinde hareketli, yaratıcı, kalıplaşmamış in- gerçekleşir. Bunda istiklâl Savaşma katılan ve Atatürk'ün gözü
san tiplerini över. M. Nermi «Yaşar'a mektuplar» (1928) başlıklı önünde saygıdeğer bir örnek olan Halide Edib ile Fransa'da An-
yazısında demokrasi ve inkılâp ile sosyal sorumluluk üzerinde du- kara hükümetinin temsilcisi Ferit (Tek) in eşi yazar Müfide Fe-
rur. «Türkiye Cumhuriyeti medeniyet ve terakki yolunda muvaf- rit'in de rolü vardır. Atatürk, halk tabakasına mensup kadınları
fakiyetle yürüyebilmek için yeni bir vatandaşa muhtaçtır» diyen savaş esnasında yakından tanımış ve onların şahsiyetlerine hay-
Zeki Mesut, makalesinde bu yeni vatandaşın özelliklerini belirtir. ran olmuştur. Bir konuşmasında onlardan şöyle bahseder :
«Yeni vatandaş topluma faydalı olan insandır».
«Türk hayat-ı içtimaiyesinde kadınlar ilmen, irfanen ve di-
Ağaoğlu Ahmet, ismail Hakkı [Baltacıoğlu] bu konuda değişik ğer hususlarda erkeklerden kat'iyen geri kalmamışlardır. Belki da-
fikirler ileri sürmüşlerdir. Bu konu maarif, çocuk terbiyesi ve genç- ha ileri gitmişlerdir. Bugün bu memleketi nazar-ı tedkikten geçi-
lik teşkilâtı ile de yakından ilgilidir. relim. Göreceğimiz iki safha vardır. Birisi tarlalarda erkeklerle be-
raber çalışan merkeplerine binerek öteberi satmak için kasabalar-
Burada Atatürk'ün Türk münevverleri tarafından unutulan daki pazar yerine giden oralarda bizzat yumurta mübayaa eden,
veya üzerinde fazla durulmayan önemli bir düşüncesini hatırlata- köyüne dönen ve mesai-i umumiyesinde kocalarına, kardeşlerine
lım. Atatürk 1923 yılında yapmış olduğu bir konuşmada halkla ay- yardım eden kadınlar. Ben bu kadınlar arasında kocalarından da-
dın zümre arasındaki farktan bahsederken şöyle der :
ha iyi iş anlayanlara ve hesap yapanlara tesadüf ettim» (a. e., s.
«Münevverân kitle-i asliyeyi kendi hedefine sevketmek ister. 86-87).
Kitle-i halk ve avam ise sınıf-ı münevvere tâbi olmak istemez.» Bu Türk kadınları Cumhuriyet'ten sonra sosyal hayatın her
durum karşısında aydın zümre, halkı telkin ve irşad etmeğe mu- sahasında olduğu gibi, edebiyat ve kültür sahasında da kabiliyetle-
vaffak olamayınca «başka vasıtalara tevessül eder, halka tahak- rini isbat etmişlerdir. Tezer Taşkıran'ın Cumhuriyetin 50. yılında
küm ve tecebbüre kalkar». Bu ise iyi bir şey değildir : «Bunda mu- çıkan Türk Kadın Hakları (1973) adlı kitabı ile Müjgân Cunbur'un
vaffak olmak için münevver sınıfla halkın zihniyet ve hedefi ara- Türk Kadın Yazarları Bibliyografyası'ndu bu konuda geniş bilgi
mevcuttur.
Ruşen Eşref Ünaydın ile Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun
1923'de Hâkimiyet-i milliye gazetesinde çıkan yazıları yeni Türk
1934 yılında Türk kadınları seçim hakkına da kavuşurlar. devletinin inkılâpçı davranış ve zihniyetini göstermek bakımından
Atatürk özlediği kadın tipini, İzmir Kız öğretmen Okulu'nda yap- dikkati çekicidir. Mehmet Emin «Anadolu'da maarif nasıl taam-
tığı bir konuşmada şöyle dile getirir (14.10.1925) : müm edebilir» (1924) başlıklı yazısında köy ve şehir şartlarına
uygun bir eğitim ve öğretim sistemi teklif eder. Avram Galanti
«Türk kadını dünyanın en münevver, en faziletkâr ve en «Türkleşmek yolu» (1925) adlı makalesinde, Türkiye'de mütecanis
ağır kadını olmalıdır. Ağır sıklette değil; ahlâkta, fazilette ağır, bir halk kitlesi vücuda getirmek için Müslüman olmayan kavimle-
vakur bir kadın olmalıdır. Türk kadınının vazifesi, Türk'ü, zihni- rin okullarında tedrisatın Türkçe yapılması gerektiğini ileri sürer.
yetiyle, bâzusuyle, azmiyle muhafaza ve müdafaaya kadir nesiller «fBir kitle dahilinde yaşayan gayr-ı mütecanis anâsır, kitleyi ihlâl
yetiştirmektir. Milletin menbaı, hayat-ı içtimaiyenin esası olan ka- ve bazen ızrar eder». Tevhid-i tedrisat kanununun gayesi de Tür-
dın, ancak faziletkâr olursa, vazifesini ifa edebilir. Her halde ka- kiye'de yaşayan insanlara ortak bir kültür ve terbiye vermek su-
dın çok yüksek olmalıdır» (a. e. s. 231). retiyle millî bir birlik kurmaktır, ibrahim Alaeddin (Gövsa) «Mu-
allim ordusu» (1928) başlıklı yazısında öğretmenlerin sosyal fonk-
1923 - 1938 yılları arasında kadınlara dair pek çok yazı neş-
siyon ve değerleri üzerinde durur. Mehmet Emin Erişirgil ile Fuad
redilmiştir. Biz bunlardan birkaçını aldık. Kadın edebî eserlerde
Köprülü üniversitelere verilmesi gereken yeni zihniyetten bahse-
daha değişik şekillerde tasvir edilir. Antolojinin III. cildinde on-
derler. Hıfzırrahman Raşid öymen'in yazısından 1936 yılında
lardan da örnekler verilecektir.
«köye göre bir pedagoji» denemesine girişildiğini öğreniyoruz. Ha-
lil Fikret Kanat, «Türkiye bir ziraat memleketidir ve nüfusunun
yüzde yetmişi köylerdedir; binaenaleyh Türkiye Cumhuriyeti'nin
Yeni Maarif Sistemi :
ve Türk milletinin atisi Türk köylüsünün kalkmmas-na bağlıdır» di-
Maarif meselesi yeni Türk devletinin üzerinde durduğu en yerek Türk köylüsünün köy öğretmenleri sayesinde kalkmdırıla-
önemli meselelerden birisidir. Atatürk'ün bu konuya dair fikirleri- bileceği fikrini ileri sürer. Daha sonraki yıllarda kurulan Köy ens-
ni daha önce gördük. İhsan Sungu, bu kitaba alınan «Tevhid-i ted- titüleri bu düşünceye dayanır.
risat inkılâbı» (1938) başlıklı yazısında Atatürk'ün maarife dair
görüşlerini özetleyerek bu inkılâbın dayandığı sosyal gerçekleri Yeni Kültür Müesseseleri :
ortaya koymuştur. Osmanlı devleti insicamsız bir sosyal bünyeye Birinci Dünya Savaşı yıllarında kurulan ve karışık ırklardan
sahipti, imparatorluğa dahil yabancı kavimlerin dil, din, örf ve mürekkep Osmanlı devletinin içinde milliyetçilik şuurunun uyan-
âdet ve kültür müesseselerine dokunmamış, hattâ onların serbest- masında büyük rol oynayan Türk Ocakları, Cumhuriyetin ilk yılla-
çe gelişmelerine imkân vermişti. Buna karşılık, unsur-ı aslîyi mey- rında da devam eder. Yeni Türk devleti milliyetçilik fikrini ve
dana getiren Türk halkım umumiyetle hakir görmüştü. Medreseler- millî kültürü bir devlet politikası olarak okullar vasıtasıyla mem-
de tedrisat Arapça yapılıyordu ve buralarda öğretilen derslerin lekete yayma vazifesini kendi üzerine alınca, Türk Ocakları muh-
dünyevî hayatla yakın ilişkisi yoktu. Halkın büyük bir kısmı oku- tevası boşalan bir kuruluş haline gelir. Necmettin Sadık (Sa-
ma - yazma bilmiyordu. Tekkeler bir nevi cehalet ve tembellik yu- dak) 1925 yılında Akşam- gazetesinde çıkan «Türk Ocakları» baş-
vası haline gelmişti. Bu hakikatleri gören Atatürk ve o devir ay- lıklı makalesinde bu konuyu ele alır ve bunların «yaşamak ve fay-
dınları çağdaş, demokratik ve millî bir maarif sistemi kurmak isti- dalı olmak için halk ocaklarına inkılâp etmesini» teklif eder. Halk
yorlardı. Bu maksatla Avrupa ve Amerika'dan mütehassıslar çağ- ocaklarının vazifesi «bulundukları yerde muntazam dersler ve
rılmış, onlardan raporlar alınmış ve çağdaş pedagojiye dair birçok konferanslar vermek suretiyle halkı tenvir ve Cumhuriyet'! deruh-
eser tercüme ettirilmiştir. Biz umumiyetle nazarî olan bu makale- te etmektir». Yazara göre, «Türk milleti uğruna birçok kanlar
lerden örnekler almadık. Daha ziyade devrin zihniyetini, eğitim ve dökmüş, Türklüğünü çoktan idrak etmiş bir heyet-1 içtimaiyeye
öğretime dair tutumunu aksettiren yazılar seçtik. Türk olduğunu hatırlatmak lüzumsuz, boş bir emektir». Avni (Baş-
maıı) 1926 yılında yazdığı «Gençlik Teşkilâtı» adlı yazısında, genç-
lere okul dışında da sosyal terbiye veren ve bir arada yaşama re
çalışmayı öğreten müesseseler kurulmasını teklif eder. Bu fikirler
zamanla tesirini gösterir ve Türk Ocakları kapatılarak, yerlerine
Halkevleri kurulur. İsmet İnönü'nün bu kitaba alman konuşması,
devletin halkevlerine vermiş olduğu önemi ve ondan beklediklerini
gösterir,.
Kültür ile politika arasında münasebet bulunmakla beraber,
bu kitaba doğrudan doğruya Halk Partisi veya o devirde kurul-
mak istenilen diğer partilerle ilgili yazüarı almadık. Bu bölüme
giren yazılar umumiyetle İlim ve kültürle alâkalıdır. Atatürk dev-
rinde Türkiye'de siyasî, iktisadî, sportif veya kültürel mahiyette
pek çok cemiyet ve dernek kurulmuştur. Bunların hepsi o devrin
zihniyetiyle ilgilidir. Biz, bunlardan birkaç örnek vermekle yetin-
dik.

Bu kısa önsözde kitaba alman makalelerde öne sürülen fi-


kirlerden birkaçına özet olarak temas edilmiştir. Makaleleri oku-
yanlar, bunların daha geniş ve derin bir şekilde ele alındıklarını I
görecekler ve daha başka fikirler ve yorumlarla da karşılaşacak-
lardır. Türk tarihinin akışı içinde mânâsı çok derin olan İstiklâl MİLLİ D E V L E T İ N
Savaşı'nın doğurduğu yeni Türkiye Devleti, ilham aldığı yeni kav-
ramlarla, yeni dünya görüşüyle, bu dünya görüşüne dayanan sos- DAYANDIĞI
yal müesseseleri, kültürü, iktisadî özleyişleri, bu özleyişleri ger-
çekleştirmek için yapmış olduğu teşebbüslerle, yeni kültür anlayışı TEMEL KAVRAMLAR
ve edebiyatı ile bir bütündür. Onun ilmî olarak incelenmesi için,
o devirde yazılan kaynaklara gitmek şarttır. Biz seçtiğimiz maka-
lelerle, devrin fikir hayatının ne kadar zengin olduğunu ortaya
koymağa çalıştık.

Atatürk devrinde, Atatürk'ün ve onun izinden giden aydın-


ların fikirlerine uymayan yazılar da neşredilmiştir. Biz devrin dü-
şünce hayatında önemli rol oynamayan bu nevi yazıları kitaba al-
madık. Devrin ruhunu ifade eden ve yaşanılan hayata şekil veren
makaleleri seçtik.

Bu makalelerde devre has terimler, fikirler ve kavramlar


tekrarlanır. Okuyucu ve araştırıcılara kolaylık olsun diye, bunlar-
dan dikkati çekenler indekste gösterilmiştir.
Bu kitabı hazırlarken İstanbul Belediye Kütüphanesi ve
Hakkı Tarık Us Kütüphanesi ilgililerinin yardımlarını gördük.
Kendilerine teşekkür ederiz.
GAZİ BAŞKUMANDANIMIZIN HUZURUNDA

İzmit, 18 Kânun-ı sâni Perşembe

Saat üç, Gazi Başkumandanımız İstanbul erkân-ı


matbuatını tekrar kabul buyuracaklar. Hepimiz bu müs-
tesna lutf-ı tâliin verdiği bî-pâyân bir meserretle karar-
gâh binasına geldik ve aynı teşrifatsız ve tekellüfsüz yol-
lardan geçerek, aynı beşûş ve mültefit elleri sıkarak bü-
yük müncînin hücre-i mesaîsine girdik. Burası yüksek
pencerelerden sokulan ilk karanlıklarla boş bir salondan
ziyade bir kışla odasına daha çok benziyor. Çıplak duvar-
lar, sade ve mütevazi bir masa, çarçabuk tedarik ediliver-
miş birkaç parça eşya, dışarda boğuk akisleri işitilen as-
ker adımları, karşıda iki senenin iştiya'k-ı huzuruyla kay-
gısız ve rüyasız bir uykuya hazırlanan tabiat, sonra bun-
ların ortasında tıpkı büyük şâhikalara inen mucizeler gibi
bir şâheser-i hilkat: Mustafa Kemal Paşa... Sırlarına akıl
ermeyen ve yalnız büyüklüklerinin tesiri duyulan gizli
kuvvetler kalplerde nasıl dindârâne bir ra'şe uyandırır-
sa, ben de şimdi öyle bir şey duyuyorum. Daha iki gün
evvel, yine bu odada, tam altı ısaat iki arkadaş gibi hasbı-
hal ettiğimiz bu sima acaba niçin bugün daha heybetli,
bu bakışlar niçin daha nâfiz ve derin, bu ses niçin daha
ilâhî ve müessir, hülâsa bu insan niçin daha ulvî görünü-
yor? Yarattığı ihtilâlden ve yaşattığı inkılâptan daha bü-
yük bulduğum bu adamda nasıl bir ateş var ki, isyanı vc
âsileri yaktıktan sonra, şimdi de zulmetleri ve gafletleri
tenvir ederek istikbâl yolcularının başında bir meş'ale-i ihtilâl fırtınasının koynundaki kuvvet tahripkâr değil, an-
hidâyet gibi parlıyor. Düşünmeğe, kendi mantığımla he- cak müessis ve bânî kuvveti olabilir. Mustafa Kemal Paşa
sap yapmağa vakit bulamıyorum. Çok fazla bir tazyik-i bu kuvveti kullanırken maziden yüzümüzü ve gözümüzü
nesîmî altında kalbin hassa-i teneffüsü nasıl sıkışırsa, çevirerek yalnız istikbâlin ikazına ve asrm icabına tev-
benim de kudret-i muhakemem öylece daralmıştı. İçinde fik-ı hareket etmek lâzım geldiğini o kadar kati, öyle
bulunduğum varlık sahasıyla gözlerimi kaldırdığım mu- azimkâr bir lisanla söylüyor ki siz nazar-ı hayalinizle o
cize şâhikası arasında ne hissimin ve ne de idrak ve iha- kuvvetin yaşatacağı inkılâbı ve bu fırtına içinden doğacak
tamın ölçemeyeceği kadar uzun bir mesafe var. Ben bu yeni Türkiye'yi arıyorsunuz. Gazi Paşa size burada en
mesafenin yalnız uğultularını duyabiliyorum ve yalnız kıymetdâr irfanı ve en kuvvetli imanıyle yardım edecek,
şunu anlıyorum ki, bu uğultu bir gün samedânî bir hay- şüphe ve tereddütlerinizin bütün düğümlerini çözerek
kırma ile uykularından uyanan insanların nuranî bir el müstakbel faaliyet-i millîyenin seyir ve tekâmül safhala-
arkasında bayırları tırmandıktan sonra yıldırımlar doğu- rını size birer birer gösterecek, en yükseğinden en vazî'ine,
ran demir kitleler halinde kan ve ateşle çarpışmalarından, hayır böyle demeyeyim, çünkü hâkimiyet-i millîye her
ihtilâlin keskin çığlıklarıyla inkılâbın rehâkâr seslerin- fertte mütesâviyen mevcut bir kuvvettir; en büyüğünden
den, gazab-ı Hâlik'a uğramış şer ve günah sürülerinin fer- en küçüğüne kadar herkesin vazifesini, mevkiini bildire-
yadıyla intikam-ı ezelîye susamış adi ü hak ordularının cektir.
çıldırtıcı sayhalarından ibarettir. Büyük müncî şimdi kar-
şımızda, tarihten daha yüksek bir nâsiye ile, bize bu me- ikincisi de altı saat süren bu mülâkatın cidden çok
safenin mânâsını, mâhiyetini, mâverasını izah ediyor. O değerli ve kıymetli muhteviyâtmdan İstanbul karilerini
söyledikçe zannediyorsunuz ki, bir eliyle milletin giri- mahrum bırakmak bir İstanbul gazetecisi için bir dere-
bân-ı mukadderatına yapışmış, öteki eliyle tarihin o ceye kadar vazife-nâ-şinaslık olacağını görüyorduk.
uğultusunu idare ediyor. Siz belki dinlemekten, vukuât Gazi Paşa Kumandan'ın huzurunda mahzâ tenevvür
arkasında hayal ve idrakinizi koşturmaktan yorulursu- için bulunduğumuzu bilmekle beraber, memleketin vazi-
nuz; merhalesiz ve istirahatsiz bir sa'y ile kitle-i şuûnu yet-i dahiliye ve siyasiyesi ve milletin faaliyet-i müstak-
silip süpüren dest-i kazânm her biri bir mucize yaratmış belesi hakkında beyanâtta bulunmalarım istirhamdan
tecellîleri adese-i rü'yetinizin mukavemetini sarsacak, kendimizi alamadık. Bu istirhamımız derhal kabul buyu-
ilâhî bir pota içinde yanan ve tutuşan bu cevherin beyaz ruldu. Paşa Hazretleri söze başladılar:
ziyası gözlerinizi kamaştıracaktır. Fakat yürüyeceksiniz,
— İstanbul'un kıymetli erkân-ı matbuatı ile böyle
çünkü ordusuyla, azim ve meramıyla, ilim ve irfamyla,
bir temasa mazhar olduğumdan dolayı suret-i mahsusada
küçüğü ve büyüğüyle, iradesi ve zaafıyla, hülâsa bütün
memnun bulunuyorum. Memnuniyetimin en mühim se-
anâsır ve erkânıyla millet yürüyor, çünkü yaratmak bir
bebi, bence de tabiî olarak şâyân-ı arzudur ki benim ve
hak olduğu zamanlarda yaşatmak bir vazifedir. Uzun
bil-cümle rüfeka-yı mesaîmin vaziyet-i dahiliye ve harici-
asırların hamûle-i ananesini taşıyan Türk âleminde kopan
yeyi nasıl görmekte olduğumuzu ve âtiye ait mesâil-i mil-
lîyemizin nasıl olması lâzım geleceği tasavvurunda bulun-
duğumuzu bütün millet ve cihan bir an evvel bilsin. Bu- na mâni olmak gibi mesuliyetlerin fâili olmak doğru ol-
nu teminde bil-cümle matbuatın olduğu gibi çok mühim madığı kanaat-i samimiyesindedir. Şimdiye kadar olduğu
olan istanbul matbuatının ifa edeceği hizmetin derecesi gibi bilhassa bugün bütün gayreti samimi olarak istih-
suhûletle takdir olunabilir. sal-i sulh için her türlü tedâbire tevessül etmektir. Vc
bütün kalbini bilâ-istisna cihana açık olarak göstermeği
Sorduğunuz meseleler hakkında iki gün evvelki ve
temine çalışmaktır. İtilâf devletlerinin bu hakikati anla-
bugünkü mülâkatlarımızdan çok teferruatlı ve hattâ mü-
yamamalarına ihtimal vermemektedir. Eğer devletlerin
nakaşalı surette müdâvele-i efkâr edildi. Siz arzu ettiğiniz
ve milletlerin konferansdaki mümessilleri bu ihtimalin
her nokta ve bütün teferruat üzerindeki beyanatımı din-
hilâfında harekete devamda ısrar gösterirler ve cihan-ı
lediniz; bu suretle muttali olduğunuz hususâtın birkaç
insaniyet ve medeniyetin tehâlükle intizar eylediği sulhü)-.
kelime ile hulâsasını yapalım:
akdini akîm bırakırlar ise Türkiye Büyük Millet Meclisi
ve Hükümeti bundan çok müteessir olacaktır. Bu insanî
İCAP EDERSE DAHA FEDAKARLIĞA HAZIRIZ
teessürü kendisini elbette zaaf ve tereddüd-i kalbe dûçâr
Millet üç buçuk seneden beridir iktilıâm ettiği müş- edemez. Üç buçuk seneden beri istihsali uğrunda ihtiyar
kilât ve fedakârlığın mütebâriz ve müsbet netâyicini gör- olunmadık fedakârlık kalmayan hukuk-ı asliye-i millîye-
mekle, tâkip olunan hatt-ı hareketin mutlaka hedef-i saa- sini behema'hal istihsal ve teminden ibaret olan vazifesi-
dete vusûlünden emindir. Bugünkü muvaffakiyeti behe- ni, yine bütün milletin kabiliyetine, kudretine, azmine ve
mahal tesbit ve te'yîd ettirmek için, lüzum gösterilirse, kendisine olan emniyet ve itimadma istinaden şimdiye
şimdiye kadar olduğundan daha vâsî bir azim ve itminan- kadar olduğundan daha büyük bir faaliyetle ifâya devam
la fedakârlığını ve gayretini idameye müheyyâdır. Mille- edecektir.
tin mutlak sulh veya mutlaka harp arzusu gibi, başlı ba-
şına bir ifade-i kat'iyesi yoktur. Millet ananesinin bâriz Türkiye Büyük Millet Meclisinin muzaffer orduları
bir şiârının ifadesini kullanmaktadır. «Hayırlı olanı iste- yeni zaferler istihsali aşkından müstağni değildirler. Fa-
riz!» Hayırlı olan, bizi şimdiye kadar hayır ve selâmete kat bu zafer aşkı milletin selâmet ve saadetini temin aş-
isâl edenlerin hükmedecekleri tarzdır. Milletin bu ifade kından münbaistir. İkincisinin husulü, birinciyi hâsıl ı
ile kasdettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun hü- telakki ettirebilir.
kümetidir. Bunların düşündüğü behemehal sulhü istihsal
DAHİLİ SA'Y VE FAALİYETLERİMİZ
etmektir.
Hükümet hâl-i harb ve hâl-i intizarın devamına rağ-
SULHA HERKES MUHTAÇTIR
men milleti, şimdiden yeni usulümüzde idarenin müte-
Buna milletin ve memleketin ihtiyacı olduğu kadar keffil olduğu menâfî-i hakikiyeden müstefîd edebilmek
bütün cihan-ı medeniyetin kat'î ihtiyacı vardır. Bir kere için lüzumu veçhile çalışmakta, her gün yeni bir teşeb-
hâl-i harbi idame etmekle evvelâ arzu-yı millîyi yerine ge- büs almalkta veya yeni bir teşebbüsün esaslarını düşün-
tirememek, sâniyen cihan-ı medeniyetin huzur ve sükûnu- mektedir. Memleketin en hücra köşelerinde bile huzur
değildirler. Memleketi mamur ve milleti mesut el inek
ve âsâyiş-i halk o derece temin edilmiştir ki, bunu za- için tasavvur ve teşebbüs edilen bütün bu işlerde takip
man-ı sâbıkm en sâkin bir devresindeki hâl ile mukaye- olunacak programın esas noktalarına fiilen tevessül edil-
se etmek nâ^be-mahal olur. Herkes emniyetle ve bilhas- miş addolunabilir. Bu mebdein mütekâmil hutûtu amik
sa çak büyük ümitlerle tarlalarında veya sanatları başın- tedkikât ile tersim edilecektir. Bilhassa faaliyet-i iktisadi-
da faaliyete geçmiş bulunuyor. Ve sa'y ve amellerinin yeyi istinât ettireceğimiz esaslar her türlü vukufla 'bera-
kendilerinden gasbedilmeyecek semerelerinin iktitâfm- ber bilhassa doğrudan doğruya memleketimizin toprak-
dan emindirler. İktisat, maarif işleri, muavenet-i içtimai- larını koklayarak ve bu topraklarda bizzat çalışan insan-
ye himmetleri şimdiden kabil-i temas yeni neticeler ver- ların sözlerini işiterek tespit olunacaktır.
miştir. Ziraat mektepleri, mevcut olanlardan maada, Bur-
sa'da, Balıkesir'de, İzmir'de, Adana'da, Erzincan'da beş YENİ TÜRKİYE BİR DEVLET-t İKTİSADİYE
mektebe mâlik olmakla tezyîd edilmiştir. Harbin ve inkı- OLACAKTIR
lâbâtm atâlete koyduğu Ziraat bankaları yeniden hâl-i
Sanayi ve ticaretimiz için dahi aynı mütalaa yapıla-
faaliyete vaz'edilmiş ve birçok şubeler ihdâs ederek hal-
caktır. Bunun içindir ki şubatın on beşinde İzmir'de bel-
kın muavenetine şitâp etmeğe başlamıştır. Birçok mül-
ki beş bin kişinin toplanabileceği bir kongre yapılacak-
teci ve muhacirler refah ile münasip yerlere sevkedile-
tır. Bu kongre bizzat millete ve bir taraftan da diğer mil-
rek iskân edilmiştir. Bunun daha iyi temini için hususî
letlere anlatılacaktır ki, yeni Türkiye Devleti temellerini
muavenet bankaları tesis edilmek üzeredir. Köylülere
süngü ile değil, süngünün dahi istinat ettiği iktisadiyâtla
mühim miktarda iki buçuk milyon liralık âlât ve edevât-ı
kuracaktır. Yeni Türkiye Devleti cihangir bir devlet ol-
zirâiye tevzi edilmiş ve bu husustaki tevziâta devam edil-
mayacaktır.
mektedir. Ayrıca köylülere âlât ve edevât-ı zirâiye ve bun-
ları icabında tamir etmek için sermayenin yüzde yetmi- Fakat yeni Türkiye Devleti bir devlet-i iktisadîye ola-
şine iştirak edeceğimiz bir şirket ile anlaşılmak üzere- caktır. Ve bu devleti en kuvvetli temeller üzerinde çok az
dir. Bu, çiftçilerin çok memnuniyetini ve menfaatini mû- zamanda kurmak hususunda Japonlardan az müstaid ol-
cib olacaktır. Nâfia teşebbüsâtı karîben fiile münkalib madığını bilfiil ispat edecektir.
olabilecek ümîdbahş bir zemindedir. Bunun neticesinde
Hindistan ile Avrupa arasındaki hutût-ı iktisâdiye-
memleketin bil-cümle merâkiz-i mühimmesi yek-diğerinc
yi, Süveyş'ten, Boğazlar'dan ve Kafkasya'dan geçen yol-
az zamanda şimendiferle kesb-i irtibat edecektir. Mü-
ları elinde bulundurmakla ancak kabiliyet-i hayatiyesini
him hazâin-i madeniye açılacaktır, memleketimizin baş-
mahfûz tutacağına zâhib olan eski Osmanlı imparator-
tan nihayete kadar harap manzarasını ma'mûreye tahvil
luğu ile bu yollan terketmiş olan ve kabiliyet-i hayâtiye-
etmekten ibaret olan gayenin temel taşlan her yerde göz-
sini izhâr ve ispat için bu yollara ihtiyacı olmadığını be-
leri tesrîr edecektir. Çalışmak ve mesut olmak ihtiyacın-
yan eden yeni Türkiye arasındaki farkı, hayat, kabiliyet,
da bulunan bütün halkımız için, ameleler için, geniş ve
tekemmülî farkını görmek için çok zaman intizarda bıra-
emin çalışma sahaları davetlerini yapmakta gecikmeye-
kılmayacaktır.
cektir. Tüccarlarımız yüzlerinin güleceği günden uzak
ECNEBİ ŞİRKETLERE KARŞI SİYASETİMİZ
sal eylemiştir. Bunun usulen ve siyaseten ifade dahi olu-
Bu saydığım teşebbüsât-ı iktisadiye ve sınaiye için- nacağına şüphe yoktur. «Teşkilât-ı Esasiye Kanunu»nun
de bahsettiğim şirketlerin, istiklâl ve hâkimiyet-i millîye- ruh-ı aslîsi ise bu kanunun kitaplara geçmesinden evvel,
mize hürmetkâr milletlerin emniyetle hükümetimizle te- milletin dimağında ve vicdanında temerküz eylemiş ol-
mas eylemeleri ve kanunlarımız dairesinde anlaşmaları masıyla ve ancak bunun ifadesi olmak üzere tesis ettiği
ile faaliyete geçebileceklerini söylemeye hâcet yoktur. meclise verdiği vazife-i aslîye ile ve senelerden beri ah-
Filhakika memleketimizi az bir zamanda mamûr etmek kâmım fiilen tatbik edegelmekte olmasıyla ve en nihayet
için milletimizin gayr-ı kâfi sermayesi karşısında haricin kanun şeklinde enzâr-ı cihana vaz'eylemesiyle tahakkuk
sermayesinden, vesâitinden, ihtisasından istifade etmek eylemiştir. Hâkimiyet bilâ-kayd u şart milletindir. Ve ar-
hakîki menfaatimiz iktizâsındandır. Hükümetimiz, iza- zu ve irade-i hakikî-i millîyi tatbîk eder ve ancak bu sa-
hına lüzum olmayan esasâtm riayetkân kalacak olan her yede millet mukadderatına sahip olur. Hâdisât ve tecâ-
devlet ve millete karşı bu hususta emniyet ve samimiyet- rib-i tarihiyemiz bize milleti koyun sürüsü halinde key-
le ahz-ı mevkî edecektir. fen, arzu ve ihtirasların ve hiçbir surette tatmin edile-
meyen menfaatlerin istihsâline sürüklemekle mahvını
YENİ TÜRKtYE'NIN İKİ UMDESİ müntec mahiyete inkılâp eden idare tarzlarının artık
memleketimizde mahall-i tatbiki kalmadığını göster-
İçinde bulunduğumuz vaziyette çok kuvvetli oldu-
miştir.
ğumuzu temin ve teşebbüsât-ı müstakbelimizde beheme-
hal muvaffak olacağımızı vaad eden keyfiyet, milletin in-
HÂKİMİYETİN BİR ZERRESİ BİLE
kılâp ile ve mücadele ile tesîs etmiş olduğu bugünkü hü-
TERKEDİLEMEZ
kümetimizin şekli ve mahiyetidir. Hükümetimiz Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hükümeti millîdir, tamamiyle mad- Millet hâkimiyetini değil, hâkimiyetin bir zerresini
dîdir, hakîkat-peresttir. Mevhum mefkûreler arkasında, o dahi âhara terk ve ferâğm mûcip olabileceği felâketin, iz-
mefkûrelere vâsıl olmak için değil, fakat isâl etmek hul- mihlalin, hüsranın elemini her an kalp ve vicdânında his-
yasıyla milleti kayalara çarparak, bataklıklara batırarak, setmektedir. Zaten iradenin ve hâkimiyetin gayr-ı kabil-i
en nihayet kurban ederek mahvetmek gibi cinayetten ha- tecezzi ve taksim olduğunu ilmen ve hakikaten düşün-
zer eden bir hükümettir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'- dükten sonra böyle bir nazariyenin fiilen tatbikine kal-
nin bütiin programlarının umdesi şu iki esastır: kışmak ancak nazarî ve sun'î bir işe bizzarure tevessül
etmekten başka bir suretle kabil-i tefsîr değildir. Millet
îstiklâl-i tam, bilâ-kayd u şart hâkimiyet-i millîye. ve memleketimiz için ise bu zaruret mündefî olmuştur.
Çünkü milleti hâkimiyetinden mahrum eden hâil, mille-
Birinci umdesinin ifadesi «Misâk-ı Millî »dir; ikinci
tin galeyân ve bi-hakkın tuğyanıyla biraz zahmetli ve fa-
ve hayatî olan umdesinin beyânı «Teşkilât-ı Esasiye Ka-
kat binnetice muvaffakiyetli surette ortadan kaldırıl-
nunundur. Millet, Misâk-ı Millînin medlûlünü güzîde ev-
mıştır. Mâdûmun ihyâsına kalkışmak ise bittabi gayr-ı
lâtlarından teşkil ettiği kahraman ordularıyla fiilen istih-
mümkünün mümkün olduğu zehâb ve butlânında temer-
MİLLET ÇALIŞKAN OLMALIDIR
REFAH VE SAADET YALNIZ ÇALIŞKANLARIN
rüd olur. Bu, mütemerridlerin, »ki milletin hüsranını bi- HAKKIDIR
lerek veya bilmeyerek tâliptirler, nedâmet-i hakikiyesini
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümeti, memle-
ve hüsran-ı elimini mûcip olmaktan başka bir netice ver-
ketin bütün vicdanlı ve namuskâr münevverânı, millete
mez.
ve memlekete karşı evvelâ bu millet ve memleketin birer
Artık millete karşı namuskârâne, açık, kati ilân-ı evlâdı olmak itibariyle, sâniyen, mensup oldukları heyet-i
hakikat edenler çoktur. Milletimiz ise hakayıkı hüsn-i te- içtimaiyenin cihan-ı medeniyette kadr ve menziletini
lakkiye ve icabâtmı tatbike çok müsait ve müstaiddir. Bu yükselttikçe bunun kendileri için ne derece mûcib-i şeref
istidâdı ispat için yakın tarihin bile verebileceği misal- ve bahtiyârî olacağını düşünmekle kendilerine mütevec-
cih vazifenin memleketi ve milleti medeniyet-i hâzıranın
ler mebzuldür. Felâketini müdrik milletimiz ne şeyhülis-
ve icabât-ı insaniyenin zaruri kıldığı mertebe-i tekemmü-
lâmların muktezâ-yı dindir diye irticaa dâvet eden fetva-
le getirmek için bütün mevcudiyetleri ile her türlü şu'
larına ve ne de halife ve padişahın camilerden çalman abât-ı mesaide en doğru yollan aramak, bulmak ve bunun
âyât ve ehâdis-i nebeviye ile müzeyyen ve müzehheb san- en doğru olduğunu millete anlatmakla beraber üzerinde
cakları başlarında taşıyan hilâfet ordularına ve ne de mü- seri ve geniş hatvelerle yürümeği ve bütün milleti yürüt-
cadele-i millîyeye devamın hiçbir şey istihsal edilemedik- meği temin etmektir. Bunda muvaffakiyetin istilzâm ey-
ten başka büsbütün mûcib-i mahv ve izmihlâl olacağını lediği evsafı düşünürsek, bu evsaftan mevcut olanlarını
mevki-i istifadeye koymak ve mevcut olmayanlarını istih-
beyan ile milleti istiklâl ve hâkimiyetinde müsamahakâr
sale çalışmak hususundaki gayretin ne kadar vâsî ve ne
kılmağa sarf-ı makderet eden Babıâli ricâlinin mesaî-i ga-
kadar ciddi olması lâzım geleceğini takdir ederiz. Hedef-i
filâne ve câhilânesine ve en nihayet ne de tayyareleriyle millî mâlûm olmuştur. Ona isâl edecek yolları bulmak
halife ve padişahın beyannamelerini muharip ordumuz müşkül değildir; mühim olan, çetin olan o yollar üzerin-
saflarına atan ve halife nâmına hareket ettiğini söyleyen de çalışmaktır. Denilebilir ki hiçbir şeye muhtaç değiliz.
Yunan ordusunun iğfalâtına zerre kadar iltifat göster- Yalnız tek bir şeye çok ihtiyacımız vardır: Çalışkan ol-
medi ve gösteremez ve göstermeyecektir. Bilhassa bun- mak' Emrâz-ı içtimaiyemizi tedkik edersek asıl olarak
bundan başka, bundan mühim bir maraz keşfedemeyiz,
dan sonra kat'iyen göstermeyecektir. Çünkü bu millet
maraz budur. O halde ilk işimiz bu marazı esaslı surette
asırlardan beri bu gibi mürtecilerin, cahillerin, riyakâr- tedavi etmektir, milleti çalışkan yapmaktır, servet ve
ların, menfaatperestlerin, serserilerin sözlerine inanmak onun netice-i tabiiyesi olan refah ve saadet yalnız ve an-
safvetini gösterdiğinden dolayıdır ki, bugün çamurdan ve cak çalışkanların hakkıdır.
sazdan izbelerde oturmağa mahkûm, çıplak ayaklarıyla HALK FIRKASI'NIN HİKMET-1 TEŞKİLİ
ve çıplak vücutlarıyla çamurların, karların, yağmurların Bilâ-istisna bizim efrâd-ı milletimiz çalışmağa hâ-
bî-âmân şamarları altında yeniden aklını başma topla- hişgerdir. Fakat sarfolunan mesâiden azâmî istifade
mak mecburiyetinde kalmıştır.
sa'yde tatbik olunan usul ile mütenasiptir. Evvelâ usul- İSTANBUL VE İSTANBUL MEMURLARININ
lerimizi en çok semare-bahş tarz-ı medenîde tesbit etme- VAZİYETİ

liyiz. Bir de mesâî müteferrik oldukça netâyici o mesâi- Mondros Mütarekesi ahkâmının haksız ve adaletsiz
nin muhasala halinde vereceği neticeden çok dûndur. Bu- bir surette fiilen bozulmuş olmasından bütün memleket
nun için milletin ihtiyacât-ı içtimaîyesini ve mazideki za- için çok felâketler tevellüd etmiştir. Bu felâketlerin en
rarlarını tazmin ve telâfi edebilecek en mâkûl programı fecîine sahne olan yerlerden biri de İstanbul'dur. İstan-
tesbit etmeğe mecburuz. Program bütün milletçe tatbik bul yalnız ecânibin tecavüzüne, tazyikine ve tezlîline gö-
olunmalıdır. Bu ancak bir teşkil-i siyasî ile mümkün olur. ğüs germemiştir; İstanbul, aynı zamanda asırlardan beri
İşte bu hakikatin istilzam ve icbarı üzerinedir ki bü- milletin başma taşıdığı bir tâc-dârın ve onun vesâitinin
tün sunûfu yekdiğerine lâzım-ı gayr-ı müfârik olan, çün- dahi verdiği elemlerle giıyan olmuştur. İstanbul tazyiki,
kü menfaatleri yekdiğerinden tehâlüf eylemeyen halkımı- tecavüzü her yerden daha çabuk ve daha derin bir hassa-
zın müşterek ve umumî olan menâfi ve saadetini temin siyetle duyabilecek hâl-i hususîye mâliktir. Filhakika bu
için «Halk Fırkası» nâmı altında bir fırka teşkili tasav- beldede milyona yakın unsur-ı islâm vardır. Bu beldede
vur edilmektedir. Fakat millî maksatlardan ziyade şahsî büyük imparatorlukları idare için kurulmuş vâsî makina-
menfaatler esasına müstenit siyasî teşekküllerden ve bu larm binlerce hâdimleri vardır. Bu beldede bütün mem-
teşekkülâtın iğfallerinden, müsademelerinden tevellüd et- leket için, memleketin her tarafında çalışmış ve vazifesini
miş olan tarzların el'ân cezasını çekmekte olan milleti ikmal ettikten sonra istirahate geçmiş olduğunu zanne-
aynı mahiyette birtakım bî-sûd iştigallere sevketmek ka- den binlerce mütekait ve yine binlerce dul ve yetimler
dar kebâirden günah yoktur. vardır. Bütün bu saydığımız insanlar temîn-i hayat için
İstanbul surlarının dahilinde ve kurbunda mevcut olma-
Bu ifade ile beyan edilmek istenilen şudur ki, ismi
yan menâbî ve vesâit-i hayatiye ile hazin bir manzaranın
fırka olan halk teşkilinden maksadı evlâd-ı milletten bir
şahidi bulunuyorlar. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hü-
kısmının, sunfıf-ı ahâlîden bazılarının, diğer evlât ve su-
kümeti teessüs ettiği günden İstanbul idaresine vaz-ı yed
nûfun zararına menâfiini temin etmek değildir. Belki bir-
ettiği güne kadar bu hâli teessürle daima düşünmüştür.
birinden ayrı ve hariç olmayıp halk nâmı altında bulunan
İstanbul'un imdadına yetişmek için kalbinin daima dara-
umum milleti müşterek ve müttehid bir surette müşterek
bânını duymuştur. Bugün, ki bu belde ile ve orada yaşa-
ve umumî olan refah-ı hakîkiye isâl için faaliyete getir-
yanlarla temas etmiştir, elbette senelerden beri kalbini
mektir. Vuku bulması lâzım gelen mesainin tarzı ve dere-
yakan bu elîm ve hazin hâle çaresâz olmayı en mühim
cesi, hâl-i tabiîsini bulmuş herhangi bir milletin emniyet
vazâifinden addeder Ve bu vazifesini îfâ etmekle şüphesiz
ve huzur içinde takip ettiği tarzdan ve dereceden başka-
bahtiyar olacaktır. Ancak en iyi tedbiri bulmak ve onu
dır, çok fazladır. Çünkü millet ve memleketimiz en büyük
içinde bulunulan vaziyetin müsaadesini nazar-ı dikkate
ve bütün cihanda hayret-balış zaferlerinden sonra dahi
alarak nâfî bir surette derhal memnuniyet-bahş âsârını
emniyet ve huzur içinde kendini görememek bedbahtlı-
gösterebilecek tarzda tatbik etmenin bir günde ve bir
ğına mahkûmdur. Mâzi, karanlık ve meş'um mâzi millete
ayda mümkün olabileceğini iddia etmek, bittabî mantıki
ancak böyle bir miras bırakmıştır.
olamaz. Böyle bir iddia sath-bîn olanların, idare-i masla-
hat meslekçilerinin göz boyamak maksadıyle alabilecek- TEŞKİLÂT-I ESASİYE KANUNU
leri muvakkat tedbirlerin geçici ve geçtikten sonra kıy-
Birinci Fasıl
metsizliği taayyün edebilecek tatbikatıdır. Sabır ile em-
niyet etmek lâzımdır ki Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Ahkâm-ı Esasiye
Hükümeti İstanbul'u ve İstanbul'da yaşayanların kâffe- Birinci madde : Türkiye devleti bir cumhuriyettir.
f
sini lâyık olduğu veçhile düşünmektedir ve bu insanların
İkinci madde: Türkiye devletinin dini, din-i İslâm-
hâl ve âtisini temin etmek için en müsbet tedbirleri ala-
dır. Resmî dili Türkçedir, makam Ankara şehridir.
caktır.
Üçüncü madde: Hâkimiyet bilâ-kayd ü şart milletin-
İstanbul bizzat Türk ve İslâm olan anâsırın medî-
ne-i dilrübâsı olarak kalmak tabiî olduğu kadar, o insan- dir.
ların hayatını, refahını temin edecek esbâbı düşünmek ve Dördüncü madde: Türkiye Büyük Millet Meclisi,
tatbîk etmek de tabiîdir. Bütün memleketimizin her şu- milletin yegâne ve hakiki mümessili olup, millet nâmına
be-i mesaîdeki memur ihtiyacı düşünülürse İstanbul'da hak ve hakimiyeti istimal eder.
mevcut memurlarımızın âtîye ait hiçbir endişeye düşme-
Beşinci madde: Teşrî selâhiyeti ve icra kudreti Bü-
lerine mahal yoktur. Yeniden mütehassıs memur yetiştir-
yük Millet Meclisi'nde tecelli ve temerküz eder.
mek kolay bir şey olmadığı muhtac-ı izah değildir. Elbette
mevcut olan memurlarımız lüzumu gibi tavzif olunacak Altıncı madde: Meclis, teşrî salâhiyetini bizzat isti-
ve mazîde olduğundan daha müsait ve daha refah-bahş mâl eder.
şerâit dahilinde sarfedecekleri mesaî ile yeni Türkiye'yi Yedinci madde : Meclis, icra salâhiyetini, kendi tara-
tarsîn edeceklerdir. Milletimiz ve efrâd-ı milletten olmakla fından müntahab reisicumhur ve onun tayin edeceği bir
beraber hâdim-i millet olan memurlarımız, zâbitlerimiz icra vekilleri heyeti marifetiyle istimâl eder.
daima ve daima muhabbet-i millîye ve vataniye ile ve bü-
yük bir safvet ve necâbet-i ruhiye ile mütehallî bulunmuş- Meclis, hükümeti her vakit murakabe ve ıskat ede-
lardır. Bu kadar nezih olan milletin efradından bazıları- bilir.
nın lüzumundan fazla saf olmaktan başka bir kusur gös- Sekizinci madde: Hakk-ı kaza millet nâmına usulü
termemiş olanlarına karşı vazifemiz, onları şunun ve bu- ve kanunu dairesinde müstakil mahâkim tarafından isti-
nun mesâvî-i idâresi devrinde tesadüfen bulunmuş ol- mâl olunur.
makla maznun mevkiinde bulundurmak değil, belki on-
lara su-i sevk ve idare kabiliyetinde olanların bir daha İkinci Fasıl
aynı devri ihya etmelerine mümanaat lâzım geldiğini sa-
Vazife-i Teşriiye
mimi bir suretle anlatmak olmalıdır.
Dokuzuncu madde: Türkiye Büyük Millet Meclisi
(Tariin, nr. 99, 20 Kânun-ı Sani 1339/1923.) kanun-ı mahsusuna tevfikan millet tarafından müntahab
mebuslardan müteşekkildir.
Onuncu madde: On sekiz yaşım ikmal eden her er- ve selâmetine ve milletin bilâ-kayd ü şart hâkimiyetine
kek Türk mebusân intihâbına iştirak etmek hakkını haiz- mugayir bir gaye takip etmeyeceğime ve cumhuriyet esas-
dir.
larına sadakattan ayrılmayacağıma (Vallahi)
On birinci madde : Otuz yaşını ikmal eden her erkek
On yedinci madde : Hiçbir mebus meclis dahilindeki
Türk mebus intihâp edilmek salâhiyetini haizdir.
rey ve mütalaasından ve beyanatından ve meclisteki rey
On ikinci madde: Ecnebi hizmet-i resmîyesinde bu- ve mütalaasının ve beyanatının meclis haricinde irad ve
lunanlar mücazât-ı terhîbiye veya sirkat, sahtekârlık, do- izharından dolayı mesul değildir. Gerek intihabından ev-
landırıcılık, emniyeti suistimal, hileli iflâs cürümlerinden vel ve gerek sonra aleyhine cürüm isnat olunan bir mebu-
biriyle mahkûm olanlar, mahcûrlar, tâbiiyet-i ecnebiye sun maznûnen isticvabı veya tevkifi veyahut muhakeme-
iddiasında bulunanlar, hukuk-ı medeniyeden ıskat edilmiş sinin icrası heyet-i umumiyenin kararına menuttur. Ci-
olanlar, Türkçe okuyup yazmak bilmeyenler mebus inti- nai cürmümeşhud bundan müstesnadır. Ancak bu takdir-
hap olunamazlar. de makam-ı aidi meclisi derhal haberdar etmekle mükel-
On üçüncü madde : Büyük Millet Meclisinin intihâbı leftir. Bir mebusun intihâbından evvel veya sonra aleyhine
dört senede bir kere icra olunur. sâdır olmuş cezaî bir hüküm infazı mebusluk müddetinin
hitâmına kadar ta'lik olunur. Mebusluk müddeti esnasın-
Müddeti biten mebusların tekrar intihap edilmeleri da mürur-ı zaman cereyan etmez.
caizdir.
Sâbık meclis lâhik meclisin içtimaına kadar devam On sekizinci madde: Mebusların senevî tahsisatları
eder. kanun-ı mahsus ile tayin olunur.
Yeni intihabâtm icrasına imkân görülmediği tak- On dokuzuncu madde: Tatil esnasında reisicumhur
dirde içtima devresinin bir sene temdidi caizdir. veya meclis reisi lüzum görürse meclisi içtimaa davet
edebileceği gibi azadan beşte biri tarafından talep vuku
Her mebus yalnız kendini intihap eden dairenin de-
bulursa meclis reisi dahi meclisi içtimaa davet eder.
ğil, umum milletin vekilidir.
Yirminci madde: Meclis müzakerâtı alenîdir. Ve har-
On dördüncü madde: Büyük Millet Meclisi, her se-
f i y e n neşrolunur.
ne teşrin-i sâni ihtidasında davetsiz toplanır.
Fakat nizamnâme-i dahilîde münderic şerâite tevfi-
Meclis azasının memleket dahilinde devir, tedkik kan meclis hafî celseler dahi akdedebilir ve hafî celseler
ve murakabe vazifelerinin ihzârı ve teneffüs ve istirahat- müzakerâtmın neşri meclisin kararma menuttur.
leri için senede altı aydan fazla tatil-i faaliyet edemez.
Yirmi birinci madde: Meclis, müzakerâtını, kendi
On beşinci madde : Kanun teklif etmek hakkı mec- nizamnâme-i dahilîsi mucibince icra eder.
lis azasına ve icra vekilleri heyetine aittir.
Yirmi ikinci madde: Sual ve istizah ve meclis tahki-
On altıncı madde: Mebuslar meclise iltihak ettikle- katı meclisin cümle-i salâhiyetinden olup şekl-i tatbiki
rinde şu şekilde tahlif olunurlar. (Vatan ve milletin saadet nizamname-i dahilî ile tayin olunur.
Yirmi dokuzuncu madde: Yukarıdaki maddeleı
Yirmi üçüncü madde: Mebusluk ile hükümet memu- mucibince mebusluk sıfatı zâil veya sâkıt olan veyahut
riyeti bir zat uhdesinde içtima edemez. vefat eden mebusun yerine bir diğeri intihap olunur.
Yirmi dördüncü madde : Türkiye Büyük Millet Mec-
Otuzuncu madde: Büyük Millet Meclisi, kendi zabı-
lisi heyet-i umumiyesi her teşrin-i sani iptidasında bir
tasını reisi marifetiyle tanzim ve idare eder.
sene için kendisine bir reis ve üç reis vekili intihap eder. f
Yirmi beşinci madde : intihap devresinin hitâmından Üçüncü Fasıl
evvel meclis aded-i mürettebinin ekseriyet-i mutlakasıyla Vazife-i Îcrâîye
intihabât tecrid olunursa yeni içtima eden meclisin inti-
Otuz birinci madde: Türkiye reisicumhuru Büyük
hap devresi ilk teşrin-i sanîden başlar.
Millet Meclisi heyet-i umumiyesi tarafından ve kendi azası
Teşrin-i sânîden evvel vaki olan içtima, fevkâlade miyânından bir intihap devresi için intihap olunur.
bir içtima addolunur.
Vazife-i riyâsat yeni reisicumhurun intihabına kadar
Yirmi altıncı madde: Büyük Millet Meclisi ahkâm-ı
devam eder. Tekrar intihap olunmak caizdir.
şer'iyenin tenfîzi, kavânînin vaz'ı, tadili, tefsiri, fesh ve il-
gası, devletlerle mukavele, muahede ve sulh akdi, harp Otuz ikinci madde: Reisicumhur devletin reisidir.
ilânı, muvazene-i umumiye-i maliye ve devletin umum he- Bu sıfatla merasim-i mahsusada meclise ve lüzum gör-
sab-ı kat'î kanunlarının tedkik ve tasdiki, meskûkât dar- dükçe icra vekilleri heyetine riyaset eder. Reisicumhur,
bı, inhisar ve mâlî taahhüdü mutazammın mukavelât ve riyaset-i cumhur makamında bulundukça, meclis münaka-
imtiyazâtın tasdik ve feshi, umumî ve hususî af ilânı, ceza- şat ve müzakeratına iştirak edemez ve rey veremez.
ların tahfif ve tahvili, tahkikat ve mücazât-ı kanuniyenin
tecili, mahkemelerden sâdır olup kat'iyet kesbetmiş olan Otuz üçüncü madde : Reisicumhur hastalık ve mem-
idam hükümlerinin infazı gibi vazaifi bizzat kendi ifa leket haricinde seyahat gibi bir sebeple vazaifini ifa ede-
eder. mez veyahut vefat, istifa vesair sebep dolayısıyla cumhu-
riyet riyaseti inhilal ederse Büyük Millet Meclisi reisi ve-
Yirmi yedinci madde: Bir mebusun vatana hıyanet
kâleten reisicumhur vazaifini ifa eder.
ve mebusluğu zamanında irtikâb töhmetlerinden biriyle
müttehem olduğuna Türkiye Büyük Millet Meclisi heyet-i Otuz dördüncü madde: Cumhur riyasetinin inhilâ-
umumiyesi aza-yı mevcudesinin sülüsân ekseriyet-i ârâsıy- linde meclis müctemi ise yeni reisicumhuru derhal inti-
la karar verilir veyahut on ikinci maddede münderiç ce- hap eder.
râimden biriyle mahkûm olur; mahkûmiyeti kaziyye-i Meclis müctemi değilse reis tarafından hemen içti-
muhkeme halini alırsa mebusluk sıfatı zâil olur.
maa davet edilerek reisicumhur intihap edilir. Meclisin
Yirmi sekizinci madde: istifa, esbâb-ı meşrua dola- intihap devresi hitam bulmuş veya intihabâtm tecdidine
yısıyla mahcûriyet, bilâ-mezuniyet ve mazeret iki ay mec- karar verilmiş olursa reisicumhuru gelecek meclis intihap
lis'e adem-i devam veyahut memuriyet kabulü hallerinde eder.
mebusluk sâkıt olur.
Otuz beşinci madde : Reisicumhur meclis tarafından yenin emir ve kumandası hazarda kanun-ı mahsusuna tev-
kabul olunan kanunları on gün zarfında ilân eder. Teşki- fikan Erkân-ı harbiye-i umumiye riyasetine ve seferde
lât-ı esasiye kanunu ile bütçe kanunları müstesna olmak İcra vekilleri heyetinin inhâsı üzerine reisicumhur tara-
üzere ilânını muvafık görmediği kanunları bir daha mü-
fından nasbedilecek zata tevdi olunur.
zakere edilmek üzere esbâb-ı mucibesiyle birlikte keza on
gün zarfında meclise iade eder. Kırk birinci madde : Reisicumhur hıyanet-i vataniye
halinde Büyük Millet Meclisine karşı mesuldür. Reisi-
Meclis mezkûr kanunu bu defa da kabul ederse, cumhurun ısdar edeceği bilcümle mukarrerattan müte-
onun ilânı reisicumhur için mecburidir. vellit mesuliyet otuz dokuzuncu madde mucibince mez-
Otuz altıncı madde: Reisicumhur, her sene teşrin-i kûr mukarreratı imza eden başvekil ile vekil-i aidine raci-
sânide hükümetin geçen seneki faaliyetine ve o sene ittihaz dir. Reisicumhurun hususât-ı şahsiyesinden dolayı mesu-
edilmesi münasip görülen tedbirlere dair bir nutuk irad liyeti lâzım geldikte işbu Teşkilât-ı esasiye kanununun ma-
eder veyahut başvekile kıraat ettirir. sûniyet-i teşrîiyeye taallûk eden on yedinci maddesi mu-
cibince hareket edilir.
Otuz yedinci madde: Reisicumhur, ecnebi devletle-
rin nezdine Türk Cumhuriyeti'nin siyasî mümessillerim Kırk ikinci madde: Reisicumhur, hükümetin inhâsı
tayin ve ecnebi devletlerin siyasî mümessillerini kabul üzerine daimi malûliyet veya şeyhûhet gibi şahsî sebepler-
eder. den dolayı muayyen efradın cezalarını ıskat veya tahfif
Otuz sekizinci madde: Reisicumhur, intihabı aka- edebilir. Reisicumhur, Büyük Millet Meclisi tarafından it-
binde ve meclis huzurunda şu suretle yemin eder: ham edilerek mahkûm olan vekiller hakkında bu salâhi-
yeti istimâl edemez.
«Reisicumhur sıfatıyia cumhuriyetin kanunlarına
ve hâkimiyet-i millîye esaslarına riayet ve bunları müda- Kırk üçüncü madde: Reisicumhurun tahsisatı ka-
faa, Türk milletinin saadetine sâdıkane ve bütün kuvve- nun-ı mahsus ile tayin olunur.
timle sarf-ı mesâî, Türk devletine teveccüh edecek her teh- Kırk dördüncü madde: Başvekil, reisicumhur câni-
likeyi kemal-i şiddetle men, Türkiye'nin şan ve şerefini binden meclis azası miyanından tayin olunur. Sair vekil-
vikaye ve ilâya ve deruhte ettiğim vazifenin icabâtına ler baş vekil tarafından, meclis azası arasından intihap
hasr-ı nefs etmekten ayrılmayacağıma» (Vallahi). olunarak heyet-i umumiyesi reisicumhurun tasdikiyle
Otuz dokuzuncu madde: Reisicumhurun ısdâr ede- meclise arzolunur.
ceği bilcümle mukarrerat başvekil ile vekil-i aidî tarafla- Meclis müetemi değilse arz keyfiyeti meclisin içti-
rından imza olunur.
maına ta'lik olunur.
Kırkıncı madde : Başkumandanlık Türkiye Büyük
Hükümet hatt-ı hareket ve siyasî nokta-i nazarını
Millet Meclisi'nin şahsiyet-i maneviyesinde mündemiç
azamî bir hafta zarfında meclise bildirir ve itimat talep
ölüp reisicumhur tarafından temsil olunur. Kuva-yı harbi-
eder.
Kirle beşinci madde: Vekiller başvekilin riyaseti al-
tında icra vekilleri heyetini teşkil ederler. Nizamnameler reisicumhurun imza ve ilânıyla ma-
mulün-bih olur; nizamnamelerin kavânîne mugayereti id-
Kırk altıncı madde : İcra vekilleri heyeti hükümetin
dia olundukta bunun merci-i halli Türkiye Büyük Millet
umumî siyasetinden müştereken mesuldür. Vekillerden
her biri kendi salâhiyeti dairesindeki icraattan ve maiye- Meclisi'dir.
tinin ef al ve muamelâtından ve siyasetinin umumî istika- Dördüncü Fasıl r
metinden münferiden mesuldür. Kuvve-i Kazaîye
Kırk yedinci madde: Vekillerin vazife ve mesuliyet- Elli üçüncü madde: Mahkemelerin teşkilâtı, vazife
leri kanun-ı mahsus ile tayin olunur. ve salâhiyetleri kanunla muayyendir.
Kırk sekizinci madde: Vekâletlerin adedi kanunla Elli dördüncü madde: Hâkimler bilcümle davaların
tayin olunur. muhakemesinde ve hükmünde müstakil ve her türlü mü-
Kırk dokuzuncu madde: Mezun veyahut herhangi dahelâttan âzâde olup ancak kanunun hükmünde tâbidir-
bir sebeple mazur olan bir vekile, icra vekilleri heyeti aza- ler.
sından bir diğeri muvakkaten niyabet eder. Ancak bir ve- Mahkemelerin mukarreratını Türkiye Büyük Millet
kil bir vekâletten fazla niyabet edemez. Meclisi ve icra vekilleri heyeti hiçbir veçhile tebdil ve
Ellinci madde: Türkiye Büyük Millet Meclisince tağyir ve tehir ve infaz ahkâmına mümanaat edemez.
icra vekillerinden birinin Divan-ı Âlî'ye şevkine dair veri- Elli beşinci madde: Hâkimler kanunen muayyen
len karar vekâletten sukutunu dahi mutazammındır. olan usul ve ahval haricinde azlolunamazlar.
Elli birinci madde : İdarî dava ve ihtilâfları rüyet ve Elli altıncı madde: Hâkimlerin evsafı, hukuku, va-
hal, hükümetçe ihzâr ve tevdi olunacak kanun lâyihaları zaif, maaş ve mahsusatları ve suret-i nasb ve azilleri ka-
ve imtiyaz mukavele ve şartnameleri üzerlerine beyan-ı nun-ı mahsus ile tayin olunur.
mütalâa, gerek kendi kanun-ı mahsusu ve gerek kavânin-i
Elli yedinci madde : Hâkimler kanunen muayyen va-
saire ile muayyen vazaifi ifa etmek üzere bir şûrâ-yı devlet
zaiften başka umumî ve hususî hiçbir vazife deruhte ede-
teşkil edilecektir. Şûrâ-yı devletin rüesâ ve azâsı vazaif-i
mezler.
mühimmede bulunmuş, ilim, ihtisas tecrübeleriyle müte-
meyyiz zevat miyanından Büyük Millet Meclisince intihap Elli sekizinci madde: Mahkemelerde muhakemat
olunur. alenîdir. Yalnız usul-i muhakemat kanunu mucibince bir
muhakemenin hafî cereyanına mahkeme karar verebilir.
Elli ikinci madde: İcra vekilleri heyeti, kanunların
suver-i tatbikiyesini irae veyahut kanunun emrettiği hu- Elli dokuzuncu madde : Herkes mahkeme huzurunda
susâtı tesbit için ahkâm-ı cedîdeyi muhtevî olmak ve şû- hukukunu müdafaa için lüzum gördüğü meşru vesaiti is-
râ-yı devletin nazar-ı tedkikinden geçirilmek şartıyla ni- timalde serbesttir.
zamnameler tedvin eder. Altmışıncı madde : Hiçbir mahkeme vazife ve salâ-
ı
hiyeti dahilinde olan davaları rüyetten imtina edemez. Va-
Beşinci Fasıl
zife ve salâhiyet haricinde olan davalar ancak bir karar
ile reddolunur. Türklerin Hukuk-ı âmmesi
Altmış sekizinci madde: Her Türk hür doğar, hür
Divan-ı Âlî
yaşar. Hürriyet, başkasına muzır olmayacak her türlü ta-
Altmış birinci madde : Vazifelerinden münbais hu-
sarrufatta bulunmaktadır. f
susatta icra vekilleriyle şûrâ-yı devlet ve mahkeme-i tem-
yiz rüesâ ve azasını ve başmüddeiumumiyi muhakeme et- Hukuk-ı tabiiyeden olan hürriyetin herkes için hu-
mek üzere bir Dîvan-ı Âlî teşkil edilir. dudu başkalarının hudud-ı hürriyetidir. Bu hudut ancak
kanun marifetiyle tesbit ve tayin edilir.
Altmış ikinci madde : Divan-ı Âlî azalığı için on biri
Altmış dokuzuncu madde : Türkler kanun nazarında
mahkeme-i temyiz, onu şûrâ-yı devlet rüesâ ve azası miya-
nından ve kendi heyet-i umumiyeleri tarafından ledel-ik- müsavi ve bilâ-istisna kanuna riayetle mükelleftirler. Her
tiza rey-i hafî ile yirmi bir zat intihap olunur. türlü zümre, sınıf, aile ve fert imtiyazları mülga ve mem-
nudur.
Bu zevat rey-i hafî ve ekseriyet-i mutlaka ile içlerin-
Yetmişinci madde: Şahsî masûniyet, vicdan, tefek-
den birini reis ve birini reis vekili intihap ederler.
kür, kelâm, neşr, seyahat, akd, sa'y ve amel, temellük ve
Altmış üçüncü madde : Divan-ı Âlî bir reis ve on dört tasarruf, içtima, cemiyet, şirket hak ve hürriyetleri Türk-
aza ile teşekkül ve ekseriyet-i mutlaka ile karar ittihaz
lerin tabiî hukukundandır.
eder.
Yetmiş birinci madde: Can, mal, ırz, mesken her
Mütebaki altı zat ledel-icab heyetin noksanını ikmal
türlü taarruzdan masundur.
içiin ihtiyat aza vaziyetindedirler. İşbu ihtiyat aza üçü
mahkeme-i temyiz, üçü şûrâ-yı devletten müntehap aza Yetmiş ikinci madde : Kanunen muayyen olan ahval
arasından olmak üzere kura ile tefrik olunurlar. ve eşkâlden başka bir suretle hiçbir kimse der-dest ve
tevkif edilemez.
Reisliğe ve reis vekilliğine intihap olunanlar bu ku-
raya dahil olmazlar. Yetmiş üçüncü madde : İşkence, eziyet, müsadere ve
angarya memnudur.
Altmış dördüncü madde: Divan-ı Âlî'nin müddeiu-
mumiliği başmüddeiumumilik tarafından ifa olunur. Yetmiş dördüncü madde : Menâfi-i umumiye için lü-
zumu usulen tahakkuk etmedikçe ve kanun-ı mahsus mu-
Altmış beşinci madde: Divan-ı Âlî'nin kararlan
cibince değer pahası peşin verilmedikçe, hiçbir kimse-
kat'idir.
nin malı istimval ve mülkü istimlâk olunamaz.
Altmış altıncı madde: Divan-ı Âlî mevzû kanunlara
tevfikan muhakeme icra ve hüküm ita eder. Fevkalâde ahvalde kanun mûcibince tahmil olunacak
nakdî, aynî ve sa'y ve amele müteallik mükellefiyetler
Altmış yedinci madde: Divân-ı Âlî görülen lüzum
müstesna olmak üzere hiçbir kimse hiçbir fedâkârlığa
üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla teşkil
olunur. icbar edilemez.
Yetmiş beşinci madde: Hiçbir kimse mensup ol-
duğu din, mezhep, tarikat ve felsefî içtihadından dolayı caatın neticesi müstediye tahriren tebliğ olunmak mec-
muaheze edilemez. Asayiş, âdâb-ı muaşeret-i umumiye ve buridir.
kavânine mugayir olmamak üzere her türlü ayinler ser- Seksen üçüncü madde: Hiç kimse kanunen tâbi ol-
besttir. duğu mahkemeden başka bir mahkemeye celb ve sevk-
Yetmiş altıncı madde : Kanun ile muayyen olan usul olunamaz. '
ve ahvâl haricinde kimsenin meskenine girilemez ve üzeri Seksen dördüncü madde: Vergi, devletin umumî
taharri edilemez. masarifine halkın iştiraki demektir.
Yetmiş yedinci madde: Matbuat, kanun dairesinde Bu esasa mugayir olarak hakiki veya hükmî şahıs-
serbesttir. Ve neşredilmeden evvel teftiş, muayeneye tâbi lar tarafından veya onlar nâmına rüsûm, âşâr vesair te-
değildir. kâlif alınması memnudur.
Yetmiş sekizinci madde: Seferberlikte, idare-i örfiye Seksen beşinci madde : Vergiler ancak bir kanun ile
halinde veyahut müstevli emrâzdan dolayı kanunen müt- tarh ve cibâyet olunabilir.
tehiz tedabir icâbâtından olarak vazedilecek takyidât
Devlet, vilâyet idare-i hususiyeleri ve belediyelerce
müstesna olmak üzere seyahat hiçbir suretle takyîdâta
teâmülen cibâyet edilmekte olan rüsûm ve tekâlifin kanun-
tâbi tutulamaz.
ları tanzim edilinceye kadar kemâkân cibâyete devam olu-
Yetmiş dokuzuncu madde: Ukudun, sa'y ve amelin, nabilir.
temellük ve tasarrufun, içtimaatın, cemiyetlerin ve şirket- Seksen altıncı madde: Harp halinde veya harbi icap
lerin hudud-ı hürriyeti kanunlar ile musarrahtır. ettirecek bir vaziyet hudusunda veya isyan zuhurunda ve-
Sekseninci madde: Hükümetin nezaret ve muraka- yahut vatan ve cumhuriyet aleyhinde kuvvetli ve fiilî te-
besi altında ve kanun dairesinde her türlü tedrisat ser- şebbüsât vukuuna müeyyed kat'i emârât görüldükte İcra
besttir. vekilleri heyeti müddeti bir ayı tecavüz etmemek üzere
umumî veya mevziî idare-i örfiye ilân edebilir ve keyfiyet
Seksen birinci madde : Postalara verilen evrak, mek-
hemen meclisin tasdikine arzolunur. Meclis idare-i örfiye
tuplar ve her nev'i emanetler selâhiyetdâr müstantik ve
müddetini, indelicab tezyîd veya tenkis edebilir. Meclis
muhakeme kararı olmadıkça açılamaz. Ve telgraf ve tele-
müctemi değilse derhal içtimaa davet olunur.
fon ile vâki olan muhaberâtın mahremiyeti ihlâl oluna-
maz. îdare-i örfiyenin fazla temadisi meclisin kararına
mütevakkıftır.
Seksen ikinci madde: Türkler, gerek şahıslarına
gerek âmmeye müteallik olarak kavânin ve nizamata mu- İdare-i örfiye, şahsî ve ikametgâh masûniyetlerinin,
halif gördükleri hususatta merciine ve Türkiye Büyük Mil- matbuât, müraselat, cemiyet, şirket hürriyetlerinin mu-
let Meclisine münferiden veya müctemien ihbar ve şikâ- vakkaten takyîd veya ta'lıki demektir.
yette bulunabilirler. Şahsa ait olarak vuku bulan müra- İdare-i örfiye mıntıkasıyla bu mıntıka dahilinde tat-
bik olunacak ahkâm ve muamelâtın suret-i icrâsı ve harp
halinde dahi masûniyet ve hürriyetlerin tarz-ı takyîd ve azilleri ve terfî ve terakkileri kanun-ı mahsus ile muay-
ta'Iîki kanunla tesbit olunur.
yendir.
Seksen yedinci madde: İbtidaî tahsil bütün Türkler Doksan dördüncü madde: Kanuna muhalif olan
için mecburî, devlet mekteplerinde meccanidir. umûrda âmire itaat, memuru mesuliyetten kurtaramaz.
r
Seksen sekizinci madde: Türkiye ahalisine din ve
Umûr-ı malîye
ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle «Türk» ıtlak
olunur. Doksan beşinci madde: Muvazene-i umumiye kanu-
nu müteallik olduğu sene-i mâliyenin duhulünde mevki-i
Türkiye'de veya hariçte bir Türk babanın sulbünden icraya konulabilmek için lâyihası ve merbutu bütçeler ve
doğan veyahut Türkiye'de mütemekkin bir ecnebi babanın cedveller nihayet teşrin-i sâninin ihtidasında meclise tak-
sulbünden Türkiye'de doğup da memleket dahilinde ika- dim olunur.
met ve sinn-i rüşde vusulünde resmen Türklüğü ihtiyar
eden veyahut vatandaşlık kanunu mûcibince Türklüğe ka- Doksan altıncı madde : Devlet emvalinden muvaze-
bul olunan herkes Türk'tür. Türklük sıfatı kanunen ne haricinde sarfiyat caiz değildir.
muayyen olan ahvalde izâle edilir. Doksan yedinci madde : Muvazene-i umumiye kanu-
nunun hükmü bir seneye mahsustur.
Altıncı fasıl
Doksan sekizinci madde : Hesab-ı kat'i kanunu mü-
Mevadd-ı müteferrika teallik olduğu sene bütçesinin devre-i hesabiyesi zarfın-
Vilâyât
da istihsal olunan vâridât ile yine o sene vuku bulan te-
Seksen dokuzuncu madde: Türkiye coğrafî vaziyet diyâtın hakiki mıkdannı mübeyyin kanundur. Bunun şe-
ve iktisadî münasebet nokta-i nazarından vilâyetlere, vi- kil ve taksimâtı muvazene-i umumiye kanununa tama-
lâyetler kazalara, kazalar nahiyelere münkasımdır ve na- miyle mütenâzır olacaktır.
hiyelerde kasaba ve köylerden terekküp eder.
Doksan dokuzuncu madde : Hesab-ı kat'i kanunu-
Doksanıncı madde: Vilâyetlerle şehir, kasaba ve nun lâyihası müteallik olduğu senenin sonundan itibaren
köyler hükmî şahsiyeti hâizdir. nihayet ikinci senenin teşrin-i sânisinin ibtidâsına kadar
Doksan birinci madde: Vilâyetler umuru tevsî-i me- Büyük Millet Meclisine takdim olunmak mecburidir.
zuniyet ve tefrîk-i vazâif esası üzerine idare olunur.
Teşkilât-ı esasiye kanununa ait zevâbıt
Memurin Yüzüncü madde : Büyük Millet Meclisine merbut
Doksan ikinci madde: Hukuk-ı siyasiyeyi hâiz her ve devletin vâridât ve masarifâtım kanun-ı mahsusuna
Türk ehliyet ve istihkakına göre devlet memuriyetlerinde tevfikan murakabe ile mükellef bir Divan-ı muhasebat
istihdam olunmak hakkını hâizdir. müessestir.
Doksan üçüncü madde : Bilumum memurla nn evsa-
Yüz birinci madde : Divan-ı muhasebât umumî mu-
fı, hukuku, vazâifi, maaş ve mahsusatı vesuret-i nasb ve
tabakat beyannamesini, taalluk ettiği hesab-ı kat'i kanu-
nunun maliyece Büyük Millet Meclisine takdimi tarihin-
den itibaren nihayet altı ay zarfında meclise takdim
eder.
Yüz ikinci madde : İşbu Teşkilât-ı esasiye kanunu-
nun tadili aşağıdaki şerâite tâbidir :

Tadil teklifi meclis aza-yı mürettebesinin lâ-akall TEKÂMÜL MEFKÛRESİ


bir sülüsü tarafından imza olunmak şarttır.
Millet, müşterek duygular, müşterek mefkûreler
Tadilât ancak aded-i mürettebin sülüsân ekseriyet-i bilhassa müşterek mîsâklar etrafında toplanan mütesâ-
ârâsıyla kabul olunabilir. nit bir zümredir. Her fert kendi mihveri etrafında dönen
İşbu kanunun şekl-i devletin cumhuriyet olduğuna ayrı bir âlem olduğu halde yirmi milyon ferdi kendi etra-
dair olan birinci maddesinin tadil ve tağyiri hiçbir su- fında döndürerek hepsinden bir tek manzûme-i şemsiye
retle teklif dahi edilemez. vücuda getiren bu müşterek mefkûre yahut müşterek mî-
sâk değil midir?
Yüz üçüncü madde : Teşkilât-ı esasiye kanununun
Millî mefkûremiz yokken, mîsâkımız akdedilmeden
hiçbir maddesi hiçbir sebep ve bahane ile ihmal veya
evvel, biz şuurlu bir millet miydik? Şüphesizdir ki ha-
tatil olunamaz. Hiçbir kanun Teşkilât-ı esasiye kanununa
yır! O zaman, bir saray vardı, bir de onun raiyyeleri
münâfi olamaz.
vardı. Henüz millî bir şuurdan mahrum olan millet, onun
Yüz dördüncü madde : 1293 tarihli Kanun-ı esasi raiyyesi olduğu gibi, vatan da onun mâlikânesiydi.
ile mevadd-ı muaddilesi ve 20 Kânun-ı sâni 1337 tarihli
Biz hakiki bir millet gibi yaşamağa ancak Millî Mî-
Teşkilât-ı esasiye kanunu ve müzeyyelât ve tadilâtı mül-
sâkımızm doğmasıyla başladık. Zaten beş on seneden
gadır.
beri gençlik arasında belirmeğe çalışan millî mefkûremi-
Yüz beşinci madde : Bu kanun tarih-i neşrinden zin resmî ve siyasî bir kıymet alması da Millî Mîsâkı-
itibaren mer'iü'l-icradır. mızm doğmasıyla başladı.

Muvakkat madde : Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne O halde, Millî Mîsâkımızm feyizli semeresini Yunan
intihap edilen ve edilecek olan bil-umum mensûbîn-i as- ordusunu mağlup ederek mukaddes yurdumuzdan kov-
keriyenin tâbi olacakları şerait hakkındaki 19 Kânun-ı mağa münhasır görmemeliyiz. Milletimizi içtimaî vicda-
evvel 1339 tarihli kanun ahkâmı bâkidir. nın şuursuz tabakasından yükselterek şuurlu tabakasına
çıkaran ve ona saltanat ve hâkimiyet hakkının bizzat
16 Ramazan 1342 ve 20 Nisan 1340/1924
kendisinde olduğunu anlatan da yine Millî Mîsâkımız de-
ğil midir? Milletimiz bu ilâhî mesele ile mâzisini ve istik-
(1925 - 1926 Türkiye Cumhuriyeti Devlet salnamesi
balini vâzıh bir surette görmeğe başladıktan sonradır ki,
İstanbul 1926, s. 28-44.)
artık mukadderatını doğrudan doğruya kendini temsil
etmeyen hiçbir kuvvete tefviz etmeyerek kendi kendini ricî temamimizi, yalnız haricî istiklâlimizi temin eden as-
bizzat idare etmeyi en büyük bir fariza görmeğe başladı keri bir misâktı. Milletin haricî hudutlarını, haricî emni-
ve artık Beynelmilel Milletler Meclisine siyasî rüşde vâ- yet ve temâmiyetini temine çalışan haricen siyasî bir
sıl olmuş asri bir cemiyet halinde girmek hakkını istih- peymândı. Bu, diğer peymânların hepsinden mukaddem
kaken iktisap etti. olmakla beraber, hiçbir zaman kâfi değildir. Eğer ban-
dan sonra gayet seri bir surette milletimizin dahilî ha-
Şimdi Millî Mîsâkımız dairesinde bir sulh yapaca- yatı inkişaf etmeyecekse, haricî istiklâlimiz yeniden
ğız : Buna, hattâ en bedbin olanların bile şüphesi kal- sektelere uğrayabilir. Yeniden tehlikelere düşebilir. O
madı, fakat, Millî Mîsâkımız dairesinde sulh yaptıktan halde istiklâl mefkûresi tamamiyle tahakkuk ettikten
sonra, biz yine eskisi gibi mîsâksız mı kalacağız? Gaye- sonra, biz aramasak bile, yeni bir mefkûre kendiliğinden
sine vâsıl olan bir mîsâkm artık hayatta bir rolü kalma- infilâk edecektir. Bu yeni mefkûre, tekâmül mefkûresi-
mış demektir. Millî Mîsâkımız sayesinde daha yeni nail dir. Hazret-i Peygamber, İslâm devletinin istiklâlini te-
olmağa başladığımız ve henüz tamamiyle olgun bir hale min eden Bedir muzafferiyetinden avdet ettiği sırada
getiremediğimiz millî şahsiyetimize artık veda mı ede- «Cihâd-ı asgardan cihâd-ı ekbere dönüyoruz» buyurmuş-
ceğiz? Yeniden millî şuurumuzu, millî vicdanımızı kayıp tu. Şimdi biz de aynı haldeyiz. İstiklâl mücâhedesi ci-
mı edeceğiz? hâd-ı asgarımızdı. Onu bitirince cihâd-ı ekberimiz olan
Şüphesiz, bugün millî ruhumuzun cevheri bu mu- tekâmül mücâhedesine başlayacağız. Fakat, bu mücâhe-
kaddes mîsâktır. Hepimiz «Millet» adını verdiğimiz içti- de çok uzun sürecektir. Demek ki daima millî bir Mîsâ-
maî benliğimizin en vâzıh şahsiyetini, bu mîsâkm toplu kımız mevcut olacaktır.
ve canlı manzumesinde görüyoruz. Hakiki metbûumuz
odur. Teşriî, kazaî, icraî bütün kuvvetlerimiz ondan ne- (İleri, nr. 1679, 8 Tegrm-i evvel 1338/1922.)
beân ediyor. Nazarımızda hâkimiyet, saltanat, velâyât-ı
âmme gibi kudretler bile onun gölgelerinden başka bir
şey değildir. Zira milletin bütün iradesi bu mîsâkta top-
lanmış gibidir. Bundan başka milletimizin manevî şira-
zesi ve içtimaî tesanüdünün en kuvvetli bağı da o değil
midir? Biz bundan sonra onsuz nasıl yaşayabiliriz? Şim-
di, Millî Mîsâkımız tamamiyle tahakkuk etmekle, artık
milletimizin müşterek peymânları ve müşterek taahhüt-
leri kalmayacak mı? Halkla hükümet arasında içtimaî
bir mukavele bulunmayacak mı? Artık müşterek bir ahd
ü peymânın bu kadar zengin olan feyizlerinden mahrum
mu yaşayacağız? Bence, hayır! Millî Mîsâkımız yalnız ha-
Göster şimdi, ilmî, harsî hedefler:
Âlim, şair, kumandan da hep asker...
Her şey olur: Yalnız işte, emir ver...
Kurtar bizi meskenetten, hırmandan!

Sürümüzde bir kurt çoban kalmasın;


Tepemizde gizli düşman kalmasın;
ISTÎDÂ Düşmanların dostu hakan kalmasın :
Kurtar bizi bu yaldızh yılandan!
Gazi Paşa Hazretleri'ne
Abdülhamid gerçi kızıl sultandı,
Buna nisbet yine o bir insandı.
Bu yurt mahrum düzenlikten, ümrandan...
Çok masumlar fetvasına aldandı:
Köylülerin nasibi yok irfandan;
Kurtar bizi artık kara sultandan!
Ey kurtaran bizi zâlim Yunandan!
Kurtar bizi daha birçok düşmandan!
(Küçük Mecnıua, Diyarbakır, nr. 20,
23 Tegrin-i evvel 1338/1922, s. 8.)
Medeniyet, gerçi bize uzaktır'
Mefküremiz güneş kadar parlaktır...
Bütün millet yükselmeğe müştâktır:
Kurtar bizi cehâletten, noksandan!

Harpte nasıl ün aldıysa her nefer;


Tezgâhta da sanatına versin fer...
Kazanalım her hünerde bir zafer:
Kurtar bizi iktisadî buhrandan!

Mektep, müze, dârülfünûn isteriz;


Halkçılığa uyar kanun isteriz...
Terakkimiz her an koşsun isteriz:
Kurtar bizi beyne'l-milel hüsrandan!

Sen dâhisin, buna çoktan inandık...


Mefkûresiz rehberlerden pek yandık...
Garpta şarklı yaşamaktan usandık :
Kurtar bizi bu karanlık zindandan!
Kahramanlar soyu olan bu millet,
Arslanları görmek ister başında...
Tehlikeli anda ona kim medet
Eylemişse odur ancak mutemet...

Tepesinde kahramanlar olunca.


Bu memleket dâim gitmiş ileri...
İ K İ N C İ ÎSTÎDÂ İlk sıraya haris fertler dolunca
Paslı kalmış kalbindeki cevheri...
Gazi Paşa Hazretleri'ne
Bu milletin hali olur pek yaman,
Sen deyince « Sulhten sonra isterim: Kılavuzu olmazsa bir kahraman...
Herkes gibi bir fert olmak, hür olmak». Gazi Paşa! Ulu Tanrı aşkına,
Hepimizde doğdu büyük bir vehim: Elinden bu mülkü çürük bırakma!
Gerçekten mi bu kıyamet kopacak?
Acı, kurtardığın yurdun halkına.
Yeniden mi başlayacak felâket? Öksüz gibi boynu bükük bırakma!
Düşecek mi yine derde memleket? Mektebinde onu okut, çalıştır...
Hayır, asla! Yoktur buna bir imkân: Yavaş yavaş halkçılığa alıştır..
Fert olamaz bir milletin beşîri...
Neticeden anlaşılır isabet:
Hürdür belki mefkûresiz bir insan, Yoktur senin gibi Türk'ü anlayan...
Hür olamaz vazifenin esîri... Bilen, ancak yapabilir bir hizmet,
Kimse yarım bırakamaz bir işi, Sensin asrı bilen, mülkü anlayan.
Eserinin borçlusudur her kişi...
Bu milletin sen tutmazsan elinden,
Gazi Paşa! Gerçi fazla yoruldun, Yanlış yola gidebilir cehlinden...
İhtimal ki rahata da muhtaçsın. Sen yalnız bir büyük insan değilsin;
Lâkin Türk'ün tılsımını sen buldun. Sende saklı "nice meçhul kuvvetler...
İksir gibi bu millete ilâçsın...
Yalnız dâhi ve kahraman değilsin;
Türk çocuktur yaşayamaz babasız,
Hep sendedir bize mevhûb nusretler:
Karanlıkta, kılavuzsuz, lâmbasız...
Artık çiftlik deşil bir hür memleket, Türk feyzinin kaynağısın, taş durma!
«Mâlikâne» yazılamaz taşında... İçten gelen hamleleri durdurma!
Tekâmülün zenbereği dehândır,
Tali'imiz sende etmiş tecellî...
Bizi mev'ud terakkiye ulaştır:

Bu da senin vazifendir besbelli...


Hüseyin Cahit [Yalçın]
Türk, harsını Garp'tan ödünç alamaz; /
Nurlanırken cihan nursuz kalamaz.
İNKILÂP
(Küçük Mecmua, Diyarbakır, nr. 21,
30 Tegrin-i evvel 1338/1922, s. 14.) Altı yüz senelik saltanat esasına müstenit Osmanlı
Devleti'nin bünyesinde derin, muazzam bir inkılâp vücu-
da geldi. Eski asırlar, üç kıta-ı cihan üzerinde muzaf-
ferâne hükümrân olan Osmanlı İmparatorluğu'nu bugün
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti istihlâf ediyor.
Artık tarihe karışan o büyük imparatorluğun aksâmı
içinden şimdi son asrın yetiştirdiği hürriyet ve istiklâl
hisleriyle meşbû, canlı, büyük bir millet doğuyor. Bir
milletin kendi hayat ve mukadderatına bizzat hâkim ol-
ması, gayesine nihayet muvasalat eden memleketimizin
hârikalarla muhat olan bu muvaffakiyetini bî-pâyan bir
saadetle tes'îd ederken şanlı hâtıralarla, Türklüğün par-
lak zaferleriyle muhalled bir hayata mâlik mazimizi de
kemal-i hürmetle selâmlarız.

Vakayi-i siyasiye ve içtimaiyeyi mantık kavâidine


tevfikan evvelden keşif ve tahmine kalkışmak, müfekkir-
leri ekseriya hataya sevkeder. Çünkü bu hey'et-i içtimai-
yeyi istiklâle doğru sürükleyip götüren esbâb o kadar
muğlak, girift ve kısmen meçhul şeylerdir ki, en yakın
neticeleri bile tayinde mantığın âciz kaldığı defaat ile gö-
rülmüştür. Vakayi bir cereyan-ı tabiî ve mantıkî takip
ederken hiç tahmin edilemeyecek nâgeh-zuhûr tesirât onu
başka taraflara sevkeyler.
Fakat mütarekeden beri memleketimizde cereyan
eden vakayi-i siyasiye hiç böyle bir arızaya uğramamış-
tır. Kat'i bir mantık bu neticeyi ilk gününden keşfcdebi- Hükümdar, milletine karşı silâh çekerken, ef-
lirdi. Mütareke'nin akabinde bütün Türkler uğranılan râd-ı hânedân bârid bir yabancı tavrıyla Mücahede-i
müdhiş felâketin verdiği ıztırap ve nevmîdî arasında bir millîyeden uzak dururken Anadolu'da zavallı Mehmetçik-
çare-i halâs düşünürken, hemen hemen müttehiden her ler millî kumandanların ve reislerin âvâze-i davetine ica-
kalpden bir feryat yükseldi: «Padişahın etrafında topla- betle millî gaza meydanına koştular. Kimsesiz, metrûk,
nalım!» denildi. Büyük, küçük, herkes âdeta bir millî hıyanete uğramış zavallı Anadolu'nun içinde milletin hı-
muhafaza-ı nefs sevk-i tabiîsine tebaiyetle bir nokta-i it- hundan çıkmış bir teşkilât-ı idare vücuda geldi; bin türlü
tihad ve içtimâ arıyordu ve bunu padişahta görüyordu. noksanlar arasında az çok bir intizam ve mükemmeliyet
kesbetti. Ordular çıkarıldı. Milyonlarla masârife göğüs ve-
Hânedân-ı saltanata karşı bu kadar hürmet besle- rildi. Nihayet bir devlet makinası işlemeye başladı. îşte
yen bir milleti nihayet saltanatı kendi eline almağa sevk- bu devlet vatanı kurtardı. Bize kendi topraklarımız üze-
edecek derecede rencide ve nevmid edenler, bugünkü ne- rinde yüksek alın ile, gurur ve iftihardan kabaran göğüs-
ticeden hiç hayrete düşmemelidirler. lerle yaşamak hakkını verdi.
Herkesin, etrafında birleşmek istediği padişahın ilk
Şekl-i idaremiz vakayiin, ihtiyaçların vücuda getir-
işi efrâd-ı vatandan bir kısm-ı azîmini «hâriç-ez-millet»
diği bir hususiyet arzetmekle beraber, esas itibariyle bir
addetmek, onlara «ilân-ı harb u cihad» eylemek oldu.
cumhuriyet olduğu aşikârdır. Bu bâbda nazariyât saha-
Uzun harplerden, mahrumiyetlerden, felâketlerden ezil-
sında muhakeme yürütürsek deriz k i : Bütün milletlerin
miş olan millet, Yunanlıların İzmir'e taslît edilmesi ve
şekl-i idaresi bir saltanat-i milliyenin tesisine doğru yü-
Sevr muahedenâmesi ahkâmının tatbikine kalkışılması
rüdüğünü tarih bize gösteriyor. Geçmiş asırlar için pek
üzerine, muhafaza-ı namus ve hayat için son hamle-i gay-
tabiî olan hükümdarlık mefhumu bugünkü zihinlerde
reti ile silâha sarıldığı zaman, milletinin başında bulun-
kendisine pek güçlükle yer bulabilir. Bugün medenî dün-
ması lâzım gelen padişah haricî düşmanlarla birleşti. Mil-
yada eski hükümdarlık fikirleri artık ortadan kalkmış-
letine karşı silâh çekti! Bu dakikadan itibaren saray ida-
tır. Hükümdar bulunan memleketlerde bile meşrutiyet-i
resi ölmüştü ve ölmesi lâzım gelirdi. Hayat ve istiklâl is-
idare ve mesuliyet-i vükelâ esasları hükümdarlığı ana-
teyen, bu uğurda en temiz, en genç, en fedakâr evlatla-
nevi bir şekil haline indirmiştir. Binaenaleyh, esas itiba-
rının kanını akıtan, silâhsız kollarıyla düşmana karşı
riyle bizim bu son inkılâbımız tekâmül-i siyasîyemizin
koymak için çırpınan milleti hükümdar ezmeğe çalışıyor,
en son ve en tabiî bir hadde muvasalat etmiş olmasın-
dahilde fitneler çıkarıyordu. Artık bu millet ile ne alâ-
dan ibaret görülmek iktiza eder. Meselenin bütün ruhu bu
kası kalmıştı? Onun başında bulunmayı, o milletin timsali
nazariyâtı saha-ı tatbikata kovmağa cidden ehil ve lâyık
olmayı nasıl aklına getirebilirdi?
olduğumuzu fiiliyat ile teyid etmektedir.
Aynı zamanda bu milletin asker ve zâbit olarak
Bizdeki cumhuriyetin şekli için söylenecek sözler
besleyip yetiştirmiş olduğu şehzadeleri de milletin bu
vardır. Tefrik-i kuvâ esasından inhiraf edilerek, tevhid-i
istihlâs mücadelesine yabancı kaldılar. Hiçbirini Millî
Mücahede safları arasında görmedik. kuvâ cihetine gidilmesi mahzurlu görülebilir. Fakat bü-
tün bunlar esasa taalluk eden noktalar değildir. îlerde
tecrübe, ihtiyaç ve lüzum şeklinde tadilâtı icap etmek ta-
biîdir.

Fakat bunları münakaşa etmenin sırası ise bugün


değildir. Bugün bilâ-kayd u şart, milletin hakiki varlığı
esasına istinat eden inkılâbın bize tahmil ettiği vazife ve
mesuliyetlerin ciddiyeti ve ehemmiyeti karşısında yek-vü- BUGÜNÜN İ N K I L Â B I
cut olmanın sırasıdır. Etrafında toplanacak nokta arıyor-
duk. îşte bütün hissiyât ve efkâr ihtilâfâtı fevkinde bir
nokta-ı ittihadı artık bulduk: Vatan!
Memleketimizde, şehrimizde fevkalâde vukuat ve
10 temmuz inkılâbı güneş yüzlü, altın saçlı, gürbüz hadisât vücuda geliyor. Biz hayat mücadeleleri ile ve he-
bir çocuk doğurmuştu. Bu çocuk bin türlü tehlike ve nüz alışamadığımız saltanat-ı millîye mefhumlanyla uğ-
ıztırap içinde hayat ve tecrübenin pençesinde uğraşa uğ- raştığımızdan, içinde yaşadığımız, fâili ve şâhidi bulun-
raşa büyüdü, bugün rüşdünü ilân ediyor. Şimdi onun duğumuz hadisâtı anlayamıyoruz. Ne oluyor, ne bitiyor,
elinde binlerce senelik şanlı Türklüğün hürriyet ve is- kimiz, neyiz, bunu kimse bilmiyor. Herkes anlamak isti-
tiklâl bayrağı dalgalanıyor. Arkasından bütün millet yor.
müttehiden haykıralım:
Gözlerimiz, kulaklarımız, kalblerimiz Ankara'ya
Yürü, istikbal senindir! matuf bekliyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi'mizin ka-
rarlarını, emirlerini, intihaplarını, âmirlerini, memurla-
(Benin, nr. 22, 4 Teşrln-i sânı 1338/1922.) rını bekliyoruz. Bunlar ne kadar çabuk gelirlerse, biz o
kadar çabuk rahat edeceğiz ve şehrimiz o kadar iyi sükûn
ve istirahatını bulacaktır. Ankara'da yüz bir pâre top atı-
larak bayramlar yapıldı ve birtakım tarihî kararlar ve-
rildi. Bunlar nedir? Altı asırlık Osmanlı İmparatorluğu
tarihe intikal ettirilip yerine Türkiye hükümeti getirilmiş-
tir. Bunun mânâsı büyüktür. Bunun netâyicini henüz
anlayamıyoruz, göremiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa,
artık biz kendimiz bizzat idaremizi elimize alıyoruz. Ar-
tık saltanat-ı millîye fiilî bir surette tatbik olunmağa baş-
lıyor.
Üç seneden beri Anadolu'da saltanat-ı millîye icrâ-yı
ahkâm eyliyor, fakat İstanbul'umuz busrünlerde bu sal-
tanata mazhar oldu. Herhalde biz Anadolu'dan aşağı kal-
mayız. Ve şehrimizi mükemmelen idare ederiz. Artık asır- mamıştı. Paşaya yeni vazifesini gösteren bir taraftan
larca hatalar irtikâp ede ede sürüklene durmuş olan vukuât, diğer taraftan Anadolu mücâhedesinin ruhudur.
Bâb-ı âlî hükümeti mevcut değildir. Bugün itiraz kolaydır. Propaganda, muhalefet, entrika
kolaydır. İş Refet Paşa gibi bütün mesuliyeti üzerine
Artık İstanbul'daki memurlar, hâkimler, askerler alarak inkılâplar yapmaktır. Yarın hâl-i tabiî gelinceye
ve zabitler hep Ankara'dan emir alıyorlar ve hep Türkiye kadar ve Büyük Millet Meclisi'nin bil-cümle kavânin ve
Büyük Millet Meclisi'ne intisapla iftihar ediyorlar. Bu evâmiri harfiyen ve tamamiyle icra edilinceye kadar tabiî
gibi vukuât, büyük hadisât bir günde, bir emirle netice- birçok uygunsuzluklar olabilir. Çünkü biz de insanız ve
lenemez. Bir devreden diğerine geçmek için tabiî birçok insanlar da kusurludur. Fakat dua edelim, temenni ede-
müşkilât zuhuru melhuzdur. Muvakkaten karışıklıklar, lim, çalışalım da Refet Paşa kârında bir saat evvel mu-
intizamsızlıklar, anlaşılmazlı'klar ve hattâ anarşi bile vaffak olsun ve bu müşkil istihale devresini mümkün
vukua gelebilir. Fakat bu fevkalâde vukuât ve müşkilât mertebe az ziyanla geçirelim.
bir fırtınanın korkunç dalgaları gibidir, biraz sonra hava
sükûnet bulup deniz eski halini alır. İşte İstanbul'umuz
BUGÜNÜN K A D I N I
da bugün pek tabiî olan bir tebeddül-i hükümet fırtınası
geçiriyor. Fırtınayı idare eden Refet Paşa'dır. Müşarüni- — 2 —
leyh asıl şimdi tarihe geçecektir.
Yeniden bir hayata giriyoruz. Bu hayat hukuk ve
Refet Paşa'nın vazifesi nedir? İcraatı nasıldır, me- hürriyet hayatıdır. İstiklâlimizi artık elimize aldık, kanlı
suliyeti ne kadardır? Programı neden ibarettir? Bütün harplerde düşmana galebe çaldık. En nazik dahilî mesâ-
bunları vukuât biliyor. Refet Paşa bir Türkive Büyük ilde başımıza üşüşen birtakım meş'um kimselerden kur-
Millet Meclisi nâmına tabiî olan vukuât-ı fevkalâdeyi Türk- tuluyoruz. Artık kendi kendimize kalıp kendi işimizle
lerin lehine olmak üzere neticelendirmeğe memurdur. Al- meşgul olacağız. Bu yeni hayatımızda biz yanımızda ka-
lah kendisine muvaffakiyet ihsan buyursun. Çünkü giriş- dınlarımızı da buluyoruz. Şimdiye kadar kadınların pek
miş olduğu yeni ve müşkil mücâhede kolay bir şey değil- bâriz bir sönük hayatı vardı. Bugünden sonra kadınları-
dir. Tasavvur olunsun! Asırlarca devam eden bir impara- mız da hayata bizimle beraber karışıyorlar. Yeni hayatta
torluk ortadan kaldırılıyor. Eski hayat, eski hukuk, ana- kadınlarımızın mevkiini tayin etmek lâzımdır. Vâkıa bu
nât hep birden tarihe gömülüvor. Yeni bir şevler vücuda keyfiyet Anadolu'da halledilmiş gibidir. Yarın da İstan-
getirilmek isteniliyor. Köhne Bizans'da yeni bir hayat ve bul'da kadın meselesi asrî bir surette halledilecektir. Ma-
yeni bir ruh doğuyor. Bu nedir? Bu ruhu, bu hayatı bize lum olduğu üzere, Türklerin ekseriyetini şehirliler değil,
Anadolu inkılâbı, Anadolu ordusu, Anadolu zaferi verdi. köylüler teşkil ediyor. Köylerimizde kadınla erkek ara-
Refet Paşa da şimdi bizi bu yeni hayatımıza alıştırıyor. sında müsavât vardır. Bu müsavât içtimaî ve iktisadîdir.
Ne büvük vazife, ne müşkil iş! Refet Paşa geçen gün İs- Yarın belki siyasî de olur. Zaferimize erkeklerimiz kadar
tanbul'a gelirken bugün deruhte etmiş olduğu ağır vazi- kadınlarımız da yardım etti. Anadolu köylüsünde fevka-
feyi bilmiyordu. Bu hususta hiç kimseden bir emir al- lâde samimiyet ve müsavât olduğundan kaç göç de yok-
tur. Türkler kadınlarını hayatta beraberlerinde götürü-
yorlar. Kadınları yükseltmek için her türlü hukuk ve im-
tiyazâtı kendilerine veriyorlar. Kadın bu yeni hukuk ve
imtiyazâtı ile terakki edecek, yükselecektir. Fakat te-
rakki etmek ve yükselmek demek sukut etmek demek de-
ğildir. Yani Türkler kadınlarını içtimaî ve iktisadî hayat- M İ L L Î TAAZZUVDA Â H E N K
ta erkekler gibi faal görmek isterler. Bu faaliyet millete
faideli bir surette tecelli etmelidir. Kadının terakkisi, Bir millet terakki ve tekâmül yolunda ilerledikçe,
yükselmesi, incelmesi de bu demektir. Yoksa kadınlara garp medeniyetine yaklaştıkça iş bölümü hususunda tabi-
hukuk vermek onların kelebekleşmelerine müsaade et- atıyla büyür, genişler, taazzuv eder. Eskiden bir padişah
mek demek değildir. Millî vazifesini unutup beynelmi- ve bir iki vezir koca Osmanlı Devleti'nin bütün işlerini
lelci olmak Türk kadınına yaraşmaz. Köylüsüyle, şehirli- görürdü. Avnı adam hem sadrazam, hem serasker hem
siyle Türk kadını dinimizin, milliyetimizin emrettiği veç- hâkimdi. Fakat zaman geçtikçe, ihtiyaçlar çoğaldıkça, ih-
hile terakki ve tekâmül etmeli ve fakat hiçbir vakit tisaslar tebellür ettikçe artık bir adamda birçok hassalar
şarklı hassasını kaybetmemelidir. ve meziyetler bulunamayacağı anlaşıldı ve yavaş yavaş
Yani yarınki Türk kadınları bir erkek kadar ser- her iş ehline bırakılmağa başlandı. Medeniyette bir mil-
best ve bir erkek kadar müterakki olmakla beraber, hiç- let ne kadar ilerlerse, ihtisas da o nisbette kendini gös-
bir vakit kadınlığına halel getiren faaliyete teşebbüs et- terir ve erbâbına muhakkak lâyık olduğu makamları
memelidir. Bu mesele pek naziktir, bir makale ile izah verir.
edilemez. Yalnız İstanbul hanımlarının içinde yaşadığı- Bugünkü Türk milleti ve Türk Devleti'nde işbölü-
mız büyük inkılâp karşısında ne gibi bir rol oynavacak- mü acaba asri bir şekilde tanzim edilmiş midir? Her işin
larmı tahkik etmek istedik. En selâhiyetdar ricâlimizle başına erbâbı geçirilmiş midir? Ya o işin erbabı yoksa
görüştük. Anadolu kadınından misal alarak şunu söyle- nasıl idare-i maslahat edilmiştir? Bütün bunları tetkik
yebiliriz ki, Türk köylüsü gibi Türk şehirlisi de içtimaî etmeliyiz. Acaba yarınki Türkiye'mizi pek medenî bir şe-
ve iktisadî hayatta erkeklerle aynı derecede müsavi ola- kilde idare etmek için nelere ihtiyacımız vardır?
cak ve kadınlarımızın tellisi bazı hafif meşreplerin te-
lâkkisi gibi hoppalıkta ve şıklıkta değil, bilâkis tahsil ve Türkiye'yi ciddi bir surette terakki ve tekâmül et-
tirmek için ne yapmak lâzımdır? Buna muvafık bir ce-
terbiyede ve hayat-ı içtimaîye ve iktisadîyedeki faideli vap verebilmek için bugünkü millî taazzuvumuzu tedkik
ve millî rollerinde olacaktır. Yani iyi şeylerde kadınlara edip âhengin bulunup bulunmadığını anlaımaklığımız lâ-
azamî serbesti ve fena yollarda azamî istibdat. zım gelir. Malûmdur ki bir milleti tam bir istiklâl ile me-
denî bir âlemde ileri götüren uzuvlann başlıcası asker-
(İleri, nr. 1708, 6 Teşrin-i sâni 1338/1922.)
leri, hâkimleri, mebusları, diplomatları, muallimleri, he-
kimleri, mühendisleri vesairedir. Ahenk demek bu muh- sürer. Biz işte bu tabiî devreleri nazar-ı itibara alarak te-
telif şubelerin, ihtisasların atbaşı gitmeleri demektir. rakki ve tekâmülümüzü temin etmeliyiz. Bu ise millî ta-
Acaba bugün Türk içtimaî, iktisâdi ve siyasî ailesinde azzuvumuzun âhengiyle olur. Biz ordumuza lâyık bir ida-
her türlü ihtisas erbâbı aynı kuvvette midir? Yani acaba re, bir mektep, bir mahkeme, bir borsa... yapacak olur-
Türk mimarîsi, Türk ticareti, Türk mahkemesi, Türk sak o vakit kendimizi kurtarmış oluruz. Aksi takdirde
mektebi âlemin hayran olduğu Türk ordusu kadar mü- âhenksiz, tenasüpsüz bir kitleye, bir vücuda benzeri/.
kemmel midir? îşte mesele budur. Bugün vaziyetimiz bir
insanın vücuduna teşbih edilecek olursa ve ordumuz baş Bu hakikatleri burada yazmaktan maksadımız, me-
olarak telâkki edilirse, derhal görülür ki, kocaman bir deniyet yolunda takip ettiğimiz gayeye vâsıl olurken, hiç-
başın zayıf ve küçük bir vücudu vardır. Bu başın istinat bir ihtisas şubesini hakîr görmemekliğimiz ve bugün ol-
ettiği gövde, bacaklar ve kollar o başa göre değildir. Yani duğu gibi herkesi, her işe ehil zannetmemekliğimiz için-
dünyanın en iyi bir ordusuna mâlik olan Türklerin maat- dir. Eğer Türkler yetiştirdikleri ordu kumandanları ka-
teessüf mehâkimi, mektepleri, tüccarı, sanatkârları vesa- dar .muktedir valiler, sefirler, mühendisler, hâkimler ve
iresi henüz pek geridedir. îşte ibu suretle karşımızda te- tüccarlar yetistirevdiler, bu vatan çoktan herhangi bir
ressüm eden büyük başlı ve küçük vücutlu Türkiye'de Avrupa memleketi kadar müterakki bulunurdu.
tam bir âhenk görülmüyor. Gönül isterdi ki, işbölümün-
de her ihtisas şubesi yekdiğerine rekabet edercesine te- Bugün olan olmuş ve (maziye avdet imkânı kalma-
kâmül etmiş bulunsun ve şanlı orduya lâyık (bir surette mıştır. Yarım hazırlarken biz bari gayet fennî ve makul
diğer şubeler de ilerlemiş olsun. esaslar dairesinde hareket etmeliyiz ve her şeyden evvel
is bölümüne, ihtisasa son derece ehemmiyet vermeliyiz,
Bir ordu demek, bir /memleket demektir. Bir ordu- dikkat etmeliyiz. Bu ise kadirşinaslıkla olur, erbâbını gi-
yu vücuda getirebilmek ve ondan azamî istifade istihsal dip aramakla kabildir. Eğer Türklerde mütehassıslar
edebilmek bütün milletin çalışmasıyla, ihtisas dairesinde yoksa hiçbir vakit kaybetmeyerek Avrupa'dan muktedir
muavenet etmesiyle kaimdir. Acaba bizde de öyle mi olu- muallimler getirmeliyiz ve ez-cümle, bugün pek tabiî bir
yor? Bizim ordumuzun silâhlarını yapan ecnebî fabrika- surette müşahede ettiğimiz veçhile, artık her işin ıbaşına
lar, elbiselerini dokuyan yine ecnebilerdir. Hayvanlarımı- bir zabit koymaktan vazgeçmeliyiz.
zın eğer takımlarını, arabalarımızın dingillerini, ecza de-
Bize bu sütunları doldurtan isâi'k dün gazetemizde
polarımızın muhteviyâtını biz hep hariçten getirtiyoruz.
neşrettiğimiz muhterem Ziya Gökalp Bev'in Gazi Paşa
Bazı sanatlar ve meslekler vardır ki, bizde henüz müte-
Hazretlerine hitaben tertip ettikleri «îstida» manzume-
hassıs Ve erbâbı yoktur. Vâ'kıa şimdiki halimizle tarihte
sidir. Üstad, bu manzumesinde Mustafa Kemal Paşaya
emsali görülmemiş pek büyük işler yapmağa muvaffak
hitap ediyor ve diyor k i : «Her şey olur, yalnız iste, emir
olabildikse de, bu fevkalâde bir haldir ve her vakit teker-
ver - Kurtar bizi meskenetten, hırmândan!». Ziya Gök-
rür edemez. Milletlerin hayatında fevkalâde zamanlar ol-
alp'in hakkı var. Bugün Türkiye'nin mukadderâtı tek bir
makla beraber adî ve tabiî zamanlar çoktur ve daha uzun adamın elindedir. O da başkumandanımız ve reisimiz
^j *0 % .
Mustafa Kemal Paşa'dır. Bugüne kadar Paşanın bir tek
le kabildir. Birinci Misâk-ı Millîyi temin eden Büyük Mil-
kaygısı vardı : O da memleketin hudutlarım ve istiklâlini
let Meclisi herhalde umumî intihabâttan evvel bize arzu
kurtarmak. Hamdolsun, bu ilk gaye temin olunmak üze- ettiğimiz, muhtaç bulunduğumuz sulh Misâk-ı Millîmizi
redir. Bundan sonra hiç şüphesiz başkumandanımız rkâfi vermelidir. Bu misâkın teminini birincisi gibi Mustafa
miktar vakit bulup, üstadın dediği veçhile, bizi zalim Yu- Kemal Paşa deruhte eylemelidir. Biz her şeyden evvel
nan'dan kurtardığı gibi daha birçok düşmandan kurta- gayr-ı tabiî vaziyetten çıkıp tabiîleşmek istiyoruz, ^ani
racaktır. Bu düşmanların en büyüğü cehalettir, adem-i ih- ordumuza lâyık ihtisas şubelerine mâlik olmayı arzu edi-
tisastır, nobranlıktır, nâdânlıktır. Biz bu aczimizle her yoruz. Muktedir kumandanlar ve büyük bir ordu yetişti-
şeyi yapmak iktidarında olduğumuzu zannediyoruz. Er- ren memleketimiz neden beş on sene zarfında bize asker-
bâb-ı ihtisasımızı hiçe sayıyoruz, hele ehlini mahalline lerimize mümasil memurlar, sefirler, hâkimler, muallim-
koymakta hiç de isabet etmiyoruz. Yukarıda dediğimiz ler ve mühendisler yetiştirmesin? Bu mesut neticeyi te-
gibi vâkıa bu suret-i idare fevkalâde zamanlarda tecviz min etmek pek kolaydır ve kabildir. Yalnız dünkü «ampi-
edilirse de, asri hayata giren bir millette kat'iyyen kabul rik» usulsüz icraatımızdan kurtulup artık yarının Türki-
edilemez. ye'sini «rasyonel» fennî ve ilmî esasât dairesinde hazır-
Ziya Gökalp: «Mefkûresiz rehberlerden pek yan- lamalıyız. Millî taazzuvda âhenk temin olunabilirse, hiç
dık!» diyor. Tabiî bu rehberler düne aitti. Bugünkü reh- şüphesiz, az bir zamanda memleketimiz kurtulmuş ve te-
berimiz ise, hiç şüphesiz, pek büvük bir mefkûreye sa- rakki ettirilmiş olurdu.
hiptir ve mefkurenin ilk kısmı olan hakk-ı hayatımızı kur-
tarmıştır. Bize millî hudut ve istiklâl vermiştir. Mefkûre-
nin ikinci kısmı ise, sulhten sonra muhakkak Mustafa (ileri, nr. 1720, 18 Teşrin-i sani 1338/1922)
Kemal Pasa tarafından temin edilecektir ve vine üstadın
dediği gibi: «Garpta şarklı yaşayıştan usandık - Kurtar
bizi bu karanlık zindandan!», «Göster şimdi ilmî, harsî
hedefler - Âlim, şâir kumandan da hep asker». îste bizim
uzun sütunlarla anlatmak istediğimiz hakikatleri Ziya
Gökalp Bev bir iki /mısra ile daha nafiz bir surette Gazi
Paşa'ya arzediyor. Bilmiş olalım ki, Mustafa Kemal Pa-
şa'nın vazifesi bitmemiştir ve yarınki vazife dünkünden
pek büvüktür. Çünkü istihlâs ve istiklâl harbi üç sene
sürdüğü halde, ihtisas, terakki ve tekâmül mücâhedesi
ise yirmi, yirmi bpşfsene^İT^s^ktir. Biz her şeyden evvel
garplı bir milletiz ve bir sâai-^vyel tamamiyle garplı ol-
mağa çalışmalıyız. Bu ise evvela bft sulh Misâk-ı Millîsiy-
mediğimiz bir haslet vardır ki, o da, maarif ve sanayi hu-
susunda mütemadiyen, ımütevâliyen, müstemirren göste-
rilecek sebat ve gayrettir. Avrupa ve Amerika âlemi ise
bugünkü kemalini, ancak bu surette, bu sa'y ve gayrete
medyundur. O âlem, mazî itibariyle bizlerden daha zen-
gindir : Bir taraftan Yunan-ı İkadîm, kadîm Rama, garp
M İ L L E T İ N TECDİDİ lisanlarım, bediiyatını, mevzuat-ı hukukiyesini, Benî İs-
rail de kavânin-i ruhiyesini, Rönesans devri ise tarz-ı te-
Ankara, 16 Teşrin-i sâni 1922 fekkürünü, tarz-ı temsilini, Feodalite (Derebeylik) asrına
gelince, o da muaşeret hususundaki inceliğini, ilâahirihi,
Sernâmemi görenler iğlâk taraftan olduğumu zan- vermiştir. Bütün bu avâmil karışmış, meydana cihan-ı
nedecekler. .. Filvaki, ben de makalenin bir karii olsay- garp gelmiştir. '
dım, bu kelimeleri bir bayii müphem ve muakkad göre-
Bizim ise, itiraf edelim, mazimiz onlara niöbetle za-
cektim. Fakat aşağıdaki tavzihatımdan tamamen anlaşı-
yıftır: Biz, yalnız ve yalnız meâli-i İslâmiyeye tevârüs
lacaktır.
ettik.
Memleketimizde binlerce senelik bir hâlet-i fik-
Fakat görüyoruz ki, bunca avâmil birleşmeden esas-
riyenin bıraktığı türlü türlü manevî marazlar, bunlara
lı, pâyidâr, sademattan korkmaz bir cemiyet meydana
ilâveten eünâgûn maddî, cismânî hastalıklar, hisse, mua-
gelmiyor. Meselâ Fransız milleti deyip de geçmeyelim:
şerete, tabiata müteallik nev-â-nev rahatsızlıklar var. Fer-
Bunun mayasında Franc, Celtiaue gibi iki [seciye sahibi ır-
dâ-yı zafer, bir devr-i muaheze olmadığından bu hususta
kın esasatı rû-nümâdır. Bundan başka Fransa Romanın
sözü kısa kesiyoruz. Zafer bize ispat etti ki, bunca bed-
lisanım, Yunan'm irfanım olduğu gibi telâkki bil-kabul
bahtlığından sarf-ı nazar, milletimiz asla mütereddi de-
etmiştir. İşte Fransa bunlann bir muhassala-i bedîasıdır.
ğilmiş. Daha doğrusu milletin tekâmül sahasında son
merhaleye vanp da ondan sonra tereddi ve tedenni yolu- Biz şimdiye kadar - tekrar edelim - yalnız meâlî-i İs-
nu tuttuğu iddia olunamaz. Bilâkis binlerce nevâkısıyla lâmiyeyi almışız. Bundan sonra hür, müstakil, mütekâ-
beraber, bu milletin bir zindeliği, hattâ bir gençliği, azîm mil, münkeşif, müterakkî bir millet olarak Y a s a y a b i l m e k
bir kuvve-i iradiyesi, bir !kabiliyet-i azknkârânesi mev- için «El hikmetü dâlletü'l-müslimîn» ( * ) hadis-i şerifi feh-
cuttur. Şu saydığımız hasletler mevcut olmasaydı tarihi- vâ-yı münîfiııce daha birçok müddaharattan istifadeye
mizin şu en son safhasındaki gayreti gösteremezdik. mecburuz. Büvük Petro Rusya'sı, Motsohito Japonya'sı
maziye veda ederken, nasıl, olduğu gibi Avrupa'nın âlivâ-
Fakat şu cihete dikkat edelim: Galebe ve zaferimiz tını, usullerini kabul etmişse, biz de, onları aynen iktiba-
birdenbire, ânî (spontane) inkişaf etmiş hasâil-i irsiye, sa memuruz. Binaenaleyh Imilletimizin tecdidi lâzım geli-
cibilliyet-i viodaniyemizin neticesidir. Şuna emin olunuz, yor. Yani, nesl-i âti bizden başka bir zihniyete, başka bir
Türk milleti daima bu seciyesini ibraz etmiştir. İzhar ede-
( * ) «Hikmet, müslümanlann kaybolmuş malıdır.»
hassasiyete, başka mesaî usullerine mâlik olmalıdır. tutmuyor, bir eli çolak, yüzü ise, ağzı, burnu, gözleri gö-
Şu devr-i tarihimizde gösterdiğimiz celâlet ve azimkârlı- rülmeyecek derecede kerahetli bir yara ile örtülü. Şâyân-ı
ğa yeni bir sermaye de ilâve edilecek olursa, işte Türkler terahhum bir mahluk, vesselâm. Agleb-i ihtimal bu yara-
bir millî Rönesans'a, tekrar doğuşa mazhar olurlar. lar bir illet-i zühreviyenin alâim-i bârizesidir. Fakat adam
hastalığından haberdar değil. Ailesi de varmış. Artık bu-
Şimdiki tahsil ve terbiye, sa'y ve amel usullerine nun derece-i sirayetini ve muhitinin bundan nasıl müte-
(daha doğrusu usulsüzlüklerine) devam edersek, hüsran essir olacağını bir kere düşününüz.
muhakkaktır. Bu tarzda yaşanmaz: Anadolu'da modern
bir şehre tesadüf etmek mümkün değildir. Süleyman Nu- Y o k . . . Bu olmaz! Bu milletin bedeni de, dimağı da
man Paşa üstadımızın dediği gibi, Anadolu'da, abdestha- tazeleştirilmeğe muhtaçtır. Münevverler, reşidler, vasiler,
nelerden ıslahata başlamalıdır. Vilayât-ı şarkiyemizde veliler her türlü ihtilafâttan evvel nesl-i âtiyi siyanet ve
köy evleri topraktan yapılmış bir mezardır. Esâs-ı beyti- himayete ve nüfusu teksir ve teksife mecburdurlar. Müs-
ye, ihtiyacât-ı medeniyeye gayr-ı kâfidir. Yemek, içmek takbel programımız bundan başka bir şey olamaz.
hususundaki âdetlerimiz bile fennî ve hattâ insanî olmak- Muharebeler, lehül-hamd bitiyor. Askerin terhis
tan uzaktır, bedenlerimiz metruktür. «Kırlangıç» ıtlak edildiği gün bayram edeceğiz. Bu asker, köylerine yayıl-
olunan göz mütetabbibleri, her sene, memlekette perde malı ve vecibe-i tenasülü ifa etmelidir. İnşaallah bundan
ameliyatı bahanesiyle ne kadar Ve ne kadar göz çıkarı- sonra harp asrı ebediyyen, hiç olmazsa uzun müddet için,
y o r l a r ! . . . Medreseler binlerce evlâd-ı vatanı cahil edi- kapanır. Bir kazada - harpten masûn olmak şartıyla-nü-
yor. Mukassî bir hava, zindan gibi bir oda, köhne ve küf- fusun bir batında (33 sene) altı defa arttığını tahkik et-
lenmiş dersler, metruk ve mensî bir usul, oraya girenin tim. Yer vâsî, menâbi-i servet ise kâfidir.
dimağî kabiliyetlerini söndürüvor. Köylüye hiçbir kim-
se hayat yollarını göstermemiştir. ... Fakat nesl-i âtiyi bizim gibi mi yetiştireceğiz?
Eğer fikrimiz bu ise, biz emanete hıyanet ediyoruz. Usul-
Bu teşrihâtı daha uzatalım mı? Ne faide... lerimizi kat'iyen terketmeliyiz. Ordunun terhisinde tasar-
ruf edeceğimiz makadır var. Bunu müteakip, bütün ev-
Asıl mesele, şu teşhis üzerine, nesl-i âtiyi kurtarmak- kaf-ı îslâmiyeyi (camilerin masârif-i zaruriyeleri çıktık-
tır. İmparatorluk asırlarının bitmez tükenmez muharebe- tan sonra) maarif-i mahalliyeve devretmeğe mecburuz.
leri, ihtilâlleri, ihtilaçları nüfusu tüketmiştir. Misâk-ı Zannederim ki, bu yekûnlardan birini nâfıaya, ötekini
Millî hudutları dahilinde bugün olsa olsa 11.500.000 nü- maarife hasredecek olursak, bir dereceve kadar ceniş ne-
fus kalmıştır. Bu halkın, el-yevm, sermaye olmak üzere fes alabiliriz. Hazine-i hassa ilga edildi: Bu da bir kârdır.
yalnız bî-pâyân bir azim ve imanı, yaşamak hususunda
lâ-yetezelzel bir iradeti ve sükût-ı ruhu vardır. İmparator- Memlekette en aşağı 300.000 yetim var. Bunların
luk idaresi bu milletin ne maneviyâtına bakmıştır, ne de yeknesak bir surette terbiye edilmesi milletin borcudur.
cismanivâtına!... Kastamonu ile Çankırı arasında kağnısı- Demek ki vesâit ma'dûm değildir. Yalnız terbiye
nı süren bir biçareye tesadüf ettim: Bacağının biri hiç keyfiyetine yeni ve millî bir istikâmet vermek elzemdir.

54 55
Şu ciheti de ilâve edelim: Yapılacak programı tatbik et- vilayât-ı müstahlasada 90.000 yetimin hayatını Ibu suretle
mek gerektir. kurtarmağa sâî olmuştur. Tevfik'e tevfik temenni ederim.
Bilmem nedendir? Bizde, sairlerin yaptıklarına, is- Milletin tecdidi için ibtida sıhhiye, sâniyen maarif,
tihsal ettikleri müteyemmin neticelere bakmak itiyadı sâlisen nafia umurunu muhkem birer kazığa bağlamalı-
yok. Misâl : Kastamonu'daki sanayi mektebini gezdim : yız. Sıhhiye işlerinden başlamak tabiî bir sıradır. Malar-
Terzilik şubesi... mevcutmuş, lâkin lâğvedilmiş? Çünkü ya ve emrâz-ı zührevîye, bir Yunan ve bir Ermeni ordu-
idare-i hususiye-i vilâyet öyle tensib etmiş; taşçılık şube- su gibi karşımızda menhusâne sırıttıkça maarife bakma-
si, keza. Nefis bir bina, bîvâye birkaç genç. Netice : Hiçe ğa vaktimiz kalmaz.
yakın. Halbuki Amerikanlar, yine bizim memleketimizde
olmak üzere, mahzâ Ermeni çocuklarını yetiştirmek için, işte, münevverânımızm en âcil işi, her şeye takdi-
meselâ Bağçeçik'te, Elaziz'de, Merzifon'da dârü's-smaa men şu vâsî, şu fesîh vatan derûnunda, bir batın zarfın-
şeklinde mektepler tesis etmişler. dan, yani alet-takrib 1955 senelerine doğru, lâ-akall yirmi
beş milyonluk genç, dinç, tüvânâ, sâlim, bizden daha iyi
Müessesât-ı hayriye bunların iptidaî sermayesini te- düşünür, bizden daha ziyade ciyâdetle hisseder ve bizden
min etmiş. Devşirilen Ermeni etfâline îbn Sina, Îbn Rüşd, daha başka bir gayretle çalışır bir Türk milleti vücuda
îbn Bâcce okutulmuyor. İştigal saatlerinin yarısı derse, getirmektir.
diğer yarısı çalışmaya, sanata hasredilmiş. Ilık devirde
çocuk müstahsil değil, bunun içindir ki mektep onun ma- (İleri, nr. 1731, 29 Teşrin-i sâni 1338/1922)
sârifini kendisine karzen veriyor, ikinci devirde çocuk,
hem okuyor, hem de icra ettiği sanat sayesinde iptidâ ma-
sârifini çıkarıyor, sâniyen ilk devirde ettiği istikrazâtı ya-
vaş yavaş ödüyor. Üçüncü devirde ise para kazanıyor ve
şahadetnâmesini alınca elinde açacağı dükkân veya dâ-
rü's-smaa için mehmâ-emken bir sermayeye mâliik oluyor.

Bu mektepler, hüsn-i idare sayesinde, ihem kendile-


rini geçindirir bir hale gelmiştir, hem de Ermeni milleti-
ne faide-bahş olmuştur.

Aynı muhit dahilinde, biz, acaba, sanayi ve ziraat


mekteplerini böyle idare edemez miyiz? Kâzım Karabe-
kir Paşa buna yakın muvaffakiyâta, havali-i şarkiyede nâ-
il olmuştur, işte size bir misal, bir nümune... Sıhhiye
vekilül-vekili Doktor Tevfik Rüştü Bey biraderim de,
tafa Kemal Paşa ve arkadaşları ortaya çıktılar. Milletin
vekillerini bir araya topladılar. Az zamanda meydana ye-
ni bir devlet çıktı. Bu devletin kuvvetli bir ordusu, müt-
tehid bir milleti, mâkul bir hükümeti ve pek faal bir mec-
lisi vardı. İhtiyaç bütün bu uzuvları doğurmuştu.
t
Herkesin bir tek gayesi, bir tek kaygısı olduğu der-
HALK FIRKASI hal anlaşıldı: Hürriyet ve istiklâlimizi temin edinceye Jka-
dar mücadele etmek, fedakârlık ve kahramanlık göster-
Geçenlerde sermuharririmiz Halk Fırkasına dair mek: ve muhakkak kazanmak. Binaenaleyh idare, hükü-
uzunca bir makale neşretti. Mustafa Kemal Paşa sulh im- met ve ordu ile beraber siyasî bir muhit olan Büyük Mil-
za ettikten sonra bu 'nâmda bir siyasî fırka tesis edecek- let Meclisi de, azasının muhtelif zihniyet ve kanaatma
miş. Şimdiden ârâ-yı milliyeye müracaatla bu fırka ha!k- rağmen, dava-yı millî mesâilinde müttehiden hareket et-
kmda herkesin fikrini bildirmesi talep ediliyor. Bu mü- ti. Büyük Millet Meclisi Misâk-ı Millî'nin teminine kadar
him ımeseleye dair fikrimizi söylerken mevzuu iki kısma vazife görecektir. Vazifesi vatan kurtarmaktır. Ondan
ayırmak mecburiyetindeyiz: Biri mazive, diğeri de istik- sonrasını yeniden intihap edilecek mebuslar, meclisler
bale ait. Hâl-i hazır, mazi ile biraz tedkik edilecektir. düşünsün. Büyük Millet Meclisi hamdolsun mukaddes ve
büyük vazifesini bihakkın ifa etti. İnşaallah üç dört haf-
«İhtiyaç uzvu doğurur» derler. Ne kadar doğru bir
taya kadar oldukça muvafık bir sulh muahedesi imza ede-
fikir. Harb-i Umumîyi ziyan ettikten, İzmir'i Yunanlıla-
bileceğiz. Büyük Millet Meclisi'nde yukarda ta'dat ettiği-
ra kaptırdıktan sonra, Türkiye'de ve Türklerde bir ihti-
miz sebeplerden dolayı bir filika, bir gaye ve bir cereyan
yaç hâsıl oldu : Ölmemek, yaşamak, kurtulmak, hür ve
bulunmak lâzım geliyordu.
müstakil olmak. İşte bu pek mukaddes, pek kuvvetli bir
ihtiyaç idi. Bu ihtiyacı tatmin için bir uzuv Sâzımdı: Türk Üç senedir meclis bîtarafane çalıştı. Mümkün mer-
ordusu. Orduvu vücuda getirmek, idare eylemek, besle- tebe fırka komedyalarından, fırka entrikalarından uzak
mek için de bir hükümet. Asırlardan beri devam eden Os- yaşadı. Meclisin her azası aynı gayenin husulü için itti-
manlı padişahlarının hükümeti acz ve hıyanet içinde çır- fak etmiş bulunuyordu. Bu böyle olmakla beraber, pek
pınıyordu. Zaten felâketlerimizi hep o hükümet başımıza tabiî ve insanî tesirlere binaen, Büyük Millet Meclisi'nde
getirmemiş miydi? mebuslar iki kısma ayrıldılar. Bu iki kısım, siyasî veya
Binaenaleyh yeni bir hükümet tesis etmek zarurî ilmî iki kutbu temsil etmiyor. Aralarındaki fark sırf şah-
idi. Bu hükümet kimden kuvvet alacaktı? Tarihten mi? sîdir. Yoksa ne siyasî, ne de ilmîdir. Yani programların-
Hanedandan mı? Padişahtan mı? da muhalefet yok gibidir. Belki de mufassal bir program-
Hayır! Bütün kuvvetin menbaı millet idi. Türk mil- ları bile yoktur. Nitekim her kısmın içinde birbirine zıt
leti merkezin her türlü sukut ve iflâsına rağmen seciye- fikirli, hisli, zihniyetli mebuslar da vardır. Binaenaleyh
sini, meziyetlerini, kudretini muhafaza edebilmişti. Mus- Büyük Millet Meclisi'nde tam mânâsıyla siyasî fırkalar
yoktur ve olamazdı da. Belki Mustafa Kemal Paşa taraf- Bakalım bizim mütalaamızı şimdi meclis ne dere-
tarları ve aleyhtarları olabilirdi ve nitekim de oldu. ceye kadar kabul edecek?
Fakat iş böyle yürümezdi. Harp devresi bittikten Bütün bu mütalaat mazi ve hâl-i hazır kısmına dair-
sonra memleketi imar ve idare devresi başlayacak. Bu ise di. Biraz da istikbal kısmını tetkik edelim :
müdafaa-i millîye gibi ittifak-ı tam ile olmaz. Belki fi-
Mustafa Kemal Paşa'nın tesis etmek istediği sfıyasî
kirlerin, hislerin, programların, menfaatlerin mücadelesi
Halk Fırkası'nm programı ne olacaktır? Bu hususta mem-
ile olur. Bunun için farını hazırlamak, yarınki meclis için
leketin münevverleri ne fikir ve mütalaada bulunacaklar?
daha asrî bir taazzuv vücuda getirmek lâzım gelecek. Ye-
ni ihtiyaçlar yeni uzuvlar doğuracaik. î$te bütün (bunları Sermuharririmiz bu meseleye dair olan başmakale-
düşünmek, hazırlamak vazifesiyle mülkellef bulunan rei- sinde uzun uzadıya fikrini izah etti. Yeni fırka yeni mec-
simiz Mustafa Kemal Paşa daha şimdiden işe başladı. liste be-tahsis şunları temin edecekmiş : Teşkilât-ı Esa-
Halk Fırkası nâmıvla siyasî bir fırka vücuda getirmek is- siye ve intihabât kanununu tafsil; bilcümle kanunlarımı-
tiyor. Mühim meselelerin (biri de sulhü hangi meclis im- zı asrîleştirmek; vergileri adaletleştirmek; arazi kanun-
za edecek ve devletin şeklini hangi meclis tayin eyleye- larını medenîleştirmek; E v k a f ı istibdal ve Umûr-ı nâfıa
cek? Lütfi Fikri Bey bu .meseleyi en evvel ortava çıkardı ve iktisadiyeyi hükümet sosyalizmi ile tedvir; askerliği
ve dedi k i : «Bu meclis harbi yapmak ve zaferi kazanmak- İsviçre usulü millet-i musallahaya tebdil; maarif-i umu-
la mükellefti. Devletin şeklini ve muahedenin imzasını mîyeyi cezrî bir surette ıslah, vesaire...
başka bir meclise bıraksın».
Bu muazzam (programdan sonra sermuharririmiz şu
Hukuk-ı esasiye itibariyle belki Lütfi Fikri Bey hak- sözleri söylüyor: «Bundan sonra Halk Fırkası evvelen
lıdır. Fakat Biivük Millet Meclisi azalarının intihap maz- teşkilâtının ciyadetiyle, inzibatiyle, sonra da halka me-
batalarında «selâhiyet-i vâsia» ile mebus intihan edildik- nâfi-i maddiye temini ile re's-i kâra sahip olmağa çalış-
leri musarrahtır. Bu «selâhiyet-i vâsia» fevkalâde ve ta- malıdır. Bu hususta, tabir caizse, fırka diktatörlüğüne
rihî zamanlarda nereve kadar gidebilir? Bize kalırsa bu bile gitmek memleket için mahz-ı hayr ve mahz-ı men-
meclisin üç vazifesi daha vardır: faattir».
Sermuharririmizin bu halk siyasî fırkası progra-
1. Mükemmel bir intihap kanunu vücuda getirmek; mını biz kâfi görmüyoruz. Maksat güzel ve nazarî bir
program yapmak ise, on senedir memleketimizde türe-
2. Teşkilât-ı Esasiye kanununu tevsî ve takviye ede-
yen bilcümle siyasî fırkaların programlarından birini la-
rek son tecrübe ve ihtiyaçlardan istifade etmek;
alettayin intihap edivermek kâfidir.
3. Sulh muahedesini imza eylemek. Çünkü, itiraf Çünkü her siyasî firaka programı iyidir, güzeldir, par-
edelim, vazife ancak bu üç maddenin ikmal ve teminin-
laktır. Fakat itiraf etmeli ki, bu parlak programlara mâ-
den sonra bitecektir. Ve bu ağır vazifeyi, bu tarihî şerefi
lik fırkaların hiçbiri memleketimizi ne idare, ne de ihya
ve mesuliyeti başka bir meclise bırakmak doğru değildir.
edebildi. Re's-i kâra gelebilen fırkaların ilk yaptıkları iş
programlarını yırtmak ve devleti istedikleri gibi kullan- Bize kalırsa, maksat bilcümle hükümet şubelerinin
mak oldu. Binaenaleyh biz Türkler, ne yalan söyleyelim, ıslahına dair maddeler tanzim ederek (bir program yap-
artık parlak siyasî fırka programlarından korkuyoruz. mak ise, reisimiz Mustafa Kemal Paşa hepimizin merbut
Bunlara itimadımız kalmadı. Bu makaleye başlarken ih- olduğumuz programına şu maddeleri dercetmekle iktifa
tiyaç uzvu doğurur demiştik. Yarın ihtiyaç pek tabiî ola- etmelidir: f
rak memlekette ve mecliste iki fırka doğuracaktır. Bu iki
fırkanın programlan yine aynı olacaktır. Çünkü memle- 1. Memlekette hatır Ve iltimas yoktur. Bâdema ha-
kette birbirine zıt iki fırka, iki zihniyet, iki menfaat yok- tır ve gönül için bir insan ne memur, ne tüccar, ne de
tur. Daha uzun seneler bizde, başka yerlerde de görüldü- mahkûm olabilir.
ğü gibi, biri re's-i kârda 'bulunan, diğeri de re's-i kâra geç- 2. Kabahatli olanlar yirmi dört saatte en ;ağır ce-
mek isteyen insanlann fırkalan bulunacaktır. Yarınki za ile cezalandırılacaktır.
mecliste fikir mücadelesinden ziyade vekâlet koltuğu mü-
cadelesi olacaktır. Bu ise pek tabiî ve pek zarurîdir. Çün- 3. Rüşvetin cezası idamdır.
kü biz Selâhaddin, Kara Vâsıf, Hakkı Hâmî Beyler, Mer-
4. Halkın ticaretine, ziraatine, sanatına, kâr u kis-
sinli Cemal Paşa ile Rauf, Fethi, Yusuf Kemal, Safa, Ha-
bine riayetle işlerine zerrece engel olanlar mücrimdir.
san Fehmi beylerin ilmî hazırlıklannda, fennî akidele-
rinde, siyasî içtihatlannda hiç de bir avrılık göremiyo- 5. Büyük Millet Meclisi reisine her Türkün şikâyet-
ruz. Bugün memlekette yaşayan ve re's-i kâr etrafında do-
nâme arzına hakkı vardır. Bu şi'kâyetnâmelere (bir ay zar-
laşan otuz ile elli yaşındakilerimiz hep avnı topraktan
yoğrulduk. Aynı Harbiye veya Hukuk mekteplerinin, ay- fında cevap verilecektir.
nı muhitin, aynı zihniyetin çocuklanyız. Hepimiz burju- 6. Memurlar âmirlerinin uşağı değildir. Memuriye-
valıktan fazlasını göremiyoruz. Hepimizin tahsili noksan-
te 'müsabakayla girilir. Terfi, tebdil, azil ve tekaüd ka-
dır. Hepimizin tecrübesi azdır. Hepimiz de parasızız. Bi-
nunlarladır. Memurların meclise hakk-ı şikâyetleri vardır.
naenaleyh bu memleket bugünlük iki muhalif siyasî fır-
ka besleyecek kadar zıt ilme, zıt zihniyete ve zıt akîdeye 7. Bâdemâ «eski tas eski hamam» ve «testiyi kıran
mâlik adam yetiştirmemiştir. Yarınki fırkalann isimleri:
da bir, suyu getiren de bir» darbımeselleri Türkçemizde
1. Re's-i kârda bulunan fırka; 2. Re's-i kâra geçmek is-
teyen fırka, olacaktır. Belki on, on beş seneye kadar maa- istimal edilmeyecek, edilemeyecektir.
rifin, ihtiyacın, zaruretin yardımıyla vatanımızda cidden İşte bir Türk olmak haysiyetiyle Halk Fırkası (hak-
yekdiğerine zıt fikirli insanlar meydana çıkar da, iki (ve-
kındaki düşüncelerimi evvelâ efkâr-ı umumîyeye, sonra
ya üç fikir fırkası vücut bulur.
da pek muhterem başkumandan ve reisimiz Mustafa ıKe-
Sivasî fırkalar meselesini de bövlece kanaatimize gö- mal Paşa'ya arzeyliyorum.
re tedkik ettikten sonra Halk Fırkası'mn programına ge-
lelim : (İteri, nr. 1756, 24 Kânun-ı evvel 1338/1922.)
kaidenin bir tek müstesnası varsa, o da idare-i nevâhi ka-
nunnâmesidir. Mahiyeti itibariyle gayet mühim olan bu
düsturun henüz bütün mevaddı kabul edilmiş değildir.
Müzakerât da pek ağır gidiyor. Haftanın bir günü bu ka-
nunun müzakeresine hasredildiği halde, yine, zuhur edejn
müstacel mevad, bunun münakaşasını ta'vik etmektedir.
Y E N İ L İ Ğ E DOĞRU Kavânin-i maliyemiz, saltanat-ı Osmaniye zamanın-
da pek gelişigüzel yapılmıştır. Bunların hemen hiçbirin-
Ankara, 18 Kânun-ı evvel 1922
de bir isabet-i ıttırad görünmez. Zaten mali kapitülâsyon-
Birtakım ıslahat ve icraat vardır ki, bunlara muvaf- lar bizim hürriyet-i iktisadiye ve maliyemizi fena halde
fak olabilmemiz için birçok vesâite ihtiyaç görülür. Me- ta'lil ediyordu. Aşâr, /dünyaca metrûk, gayr-ı fennî, gayr-ı
selâ maarifimizin, nâfıamızın, iktisadiyatımızın ıslahı için muhıkk, gayr-ı âdil eski bir vergidir. Ziraatı köstekler;
her şeyden evvel para lâzımdır. Binaenaleyh nakit veya- emlâk vergisinin çok su götürür yeri vardır; arazi vergi-
hut itibar edininceye kadar bu sahada biraz tevakkuf sinin ne olduğunu anlayan varsa aşk olsun. İlâahir.
edersek, pek ziyade muâteb olmamamız iktiza eder.
Halbuki biz bu usulleri takrir ettikten sonra ulûm-ı
Lâkin iki türlü teceddüt vardır ki, bu hususta ta'al- maliye Avrupa'da yeni bir feyze nâil oldu. İlim, her ver-
lül câiz olamaz. Bu iki kalem teceddüt için lâzım gelen giyi, hem ide her memlekette olmak üzere ayrı ayrı ted-
para pek azdır. Bir mikdar hulûs-ı niyet ve birçok kuv- kik etti. Filvaki ilim son sözünü söylemedi ise de, yeni
ve-i teşebbüsiye kâfi geîir. Ve şuna eminim ki, bunlar maliyecilik birtakım eski tekâlifi bugün Nuh zamanından
meydana gelinceye kadar yukarıda paraya mütevakkıf kalma gibi görüyor.
olduğunu yazdığımız ıslahat ve icraat pek ziyade kolay-
İşte bu tekâliftir ki, zürra'mızı, erbâb-ı sanayiimizi,
laşmış olur.
tüccarımızı müşkil bir vaziyete koymuştur. Usûl-i mali-
Bunlar da, fikr-i âcizânemce, vergi usullerimizin ve yemizde de istikrar yoktur. Kanunlar isık sık tadile uğ-
külliyât-ı kanuniyemizin yeni baştan tanzim ve tensi- ramıştır.
kidir.
Halbuki bizden ayrılan devletler, ilk iş olmak üze-
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bu devre-i intiha- re, sâbık Osmanlı Devleti'nin kavânîn-i maliyesini tedkik
biyesi vatanın tahlisi ameliye-i mühimmesiyle geçti. Fa- ve tebdil etmişlerdir. Mademki yeni Türk devlet-i tmillî-
kat ikinci meclis, kuvveti dimağa ve bazuya vererek bü- yesi de eski Osmanlı İmparatorluğu'nun enkazı üzerinde
tün külliyat-ı kanuniyeyi ve baştan aşağıya kadar usul-i kurulmuştur, 'bizim de bu feyyaz esere iktifa etmemiz icap
tekâlifi tecdid etmek mecburiyetindedir. etmez mi?
Mecliste, şimdiye kadar, ancak idare-i maslahat ka- Yeni devletler maziye çivili değildirler. Avustralya
nunları ile âcil ve mübrem kanunlar tanzim edildi. Bu devleti, mâder-i vatanı olan Büyük Britanya'dan daha ko-
Fransız kanunlarından başka menâbi-d düstûriye yok mu-
lay kanun yapar. Çünkü o köhne memleket binbir alâ-
dur? Mukayese-i kavânin ile iştigal eden ulemâ pekâlâ
ka ile maziye merbuttur. Teşebbüsât-ı teşriîyesinde yal-
bilirler ki, yeni kanunlar Fransız Code'larmdan pek (mü-
nız ilim ile iktifa edemez. Halbuki meselâ Kanada yeni
kemmeldir.
açılmış bir memlekettir. Bir kanun tanzim ederken ka-
nunun en son fütuhatından istifade edebilir ve kuvvet Bir yeni devleti takviye edecek yegâne şey onun ida-
alır. Bizim Battal Bey bi'l-vefâmıza mukabil Avustralya- re ve teşkilâtında göstereceği teceddüttür. Birinci Napol-
da Aot Torrens kanunu mucibince emvâl-i gayr-ı menku- yon bu dakikayı lâyıkıyla takdir ettiğinden henüz impa-
le düyûn senedâtı ciro edilebilir! Almanya'da Handfesten rator olmadan -yani sadece konsül iken- hemen kavâni-
kaidesince bu gibi senedât poliçelerden ıdaha suhuletle nin Ikülliyât şeklinde tedvinini emretmiştir.
kabil-i devrdir!...
Şura-yı devlet, inkılâp senesi olan 1789'dan itiba-
Ortada bunlar gibi mühim, müfıd, cemîl usûller var- ren karargîr olan kavânini tensike memur edildi. 1804'de
ken bizim kurun-ı vustâdan kalma usullere bağlı olma- Code Napolyon intişar etti. Usul-i muhalkeme-i hukukiye-
mız şâyân-ı teessüftür. ye usul-i muhakemât-ı cezaîyeye dair olan kanunlarla ce-
za kanununu 1806-1810 seneleri zarfında ikmal edildi.
Binaenaleyh alel-umum vergiye taallûk eden kavâ-
ninle beraber emvâl-i gayr-ı menkuleye mütedair bütün İşte bizim için taklit ve tatbik edilecek güzel bir
usullerimizi değiştirmeliyiz ki, «müceddit» ünvanına liya- usul! Ve ben şunu zannederim ki, muhafazakârlığa, köh-
kat iktisap edelim. ne-füruşluğa iltifat etmezsek, biz de, azamî beş sene zar-
fında, hem bir külliyat-ı kanunîye, hem de yeni bir usul-i
İşlerimize en büyük mâni bir kanuıı-ı cedid-i mede-
tekâlif vücuda getirebiliriz. Bunun için milyonlara, mil-
niyemizin bulunmamasıdır. Avrupa devletlerinde bile ka-
yarlara iftikarımız yoktur. Olsa olsa, belki, Avrupa'dan
vânin-i medeniye, kavânin-i ticariyeye nisbetle gayet geri
bir iki muallim, bir iki mütehassıs «istikraz» ederek onla-
addediliyor. Bir müellifin kavlince «Kanun-ı ticaret, ka-
rın re'y-i istişarîsinden müstefîz oluruz.
nun-ı medenînin daima ilerisindedir ve ona karşı her va-
kit keşşaflık vazifesini ifa eder. Bizim Mecelle-i Ahkâm ı Filvaki bir milletin tekâmülünde kavânin-i mevzûa
Adliyemiz ise Avrupa kanun-ı medenîlerinden bin sene ikinci derecede kalır. Bununla beraber kanunların ehem-
daha geridir!... Halbuki Mecellenin mukaddimesi ittihaz miyeti inkâr olunamaz. Hususuyla fena bir kanunun dai-
kılınan 99 kaide-i fıkhiye her türlü teceddüdâta müsait ma faaliyet-i millîyeyi işgal ettiği daima görülmüş şeyler-
ve müstaittir. dendir.

Usul-i muhakeme-i hukukîyenin, usul-i muhakemât-ı İşte, ikinci Türkiye Büyük Millet Meclisi için, mille-
cezaîyenin, teş'kil-i mehâkim kanununun kırk küsur se- ti ebediyen kendisine medyun-ı şükran bırakacak bir sa-
nelik tatbikinden anlıyoruz ki, bunlar bize göre değildir. ha-i iştigal.
Biz, bunları münhasıran Code Napolyon'dan - o da yarım
(İleri, nr. 1756, 24 Kânuıı-ı Evvel 1338/1922.)
yamalak olmak üzere- tercüme etmişiz. Yahu dünyada
Milletlerin hayatlarında birbirinden pek başka iki
safha vardır. Biri muhite uyup tevakkuf halinde bir ha-
yat geçirmek, ikincisi muhiti kendi ihtiyaçlarına uydu-
rarak gittikçe yükselir bir hayata kavuşmak... Biz şim-
Ahmet Emin [Yalman] diye kadar bazı münferit ve tesadüfi hareketler müstes-
na olmak üzere umumiyet itibariyle muhite esir olup
M Ü N C Î L İ K T E N SONRA B Â N İ L İ K kaldık. Milletimizin mevcudiyetine sahne olan muhit ya-
ni memleket, her tarafında yol ve şimendiferler, sahille-
rinde limanlar yapılmak suretiyle toplu ve yekpare bir
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'nin yarınki hayatı-
hale gelememiştir. Her tarafında bataklıklar var. Eski
mızda hâiz olacağı mevki mühim bir millî meseledir,
zamanlardan beri pek çok milletlerin ve medeniyetlerin
herkesi şiddetle alâkadar eder. Meseleyi sathî surette mu-
mezarı böyle sıtmalı bataklıklar olmuştur. Milletimiz ge-
hakeme edenlerde bir fikir vardır. Diyorlar k i : «Paşa
rek bu ve gerek umumun sıhhatini tehdit eden diğer bir-
Hazretleri yarın umumî hayat içinde faal bir vaziyette
çök tehlike uçurumlarına karşı âciz ve gayr-ı mücehhez-
bulunmasın. Millî bir abide gibi milletin başı üstünde
dir. Topraktaki tabiî hazineler olduğu gibi duruyor. Top-
yeri olsun. Millî bir buhran dakikasında yeniden faali-
raklarımızın tenebbüt kudretinden en kadîm vasıtalar-
yete gelsin. Daima bir müncî rolü oynasın».
la asgarî derecede istifade ediyoruz. Husule gelen şeyler
Eğer haricî mücadele biter bitmez bizim için tabiî ekseriyetle yalnız mevziî ihtiyaçları idare ediyor. Müsteh-
bir hayat başlayacak olsaydı, bu mütalâa pek doğru olur- lik vaziyette bulunan sahiller halkı ekmeğine varıncaya
du. Mustafa Kemal Paşa gibi bir müncî ve bir rehberi, kadar ekser gıdalarını hariçten tedarik ©diyor. Toprak
siyasî hayatın ebedî küçüklükleri içinde görmeğe kimse hasılâtı en basit derecede olsun mamul bir hale getiri-
razı olmazdı. Fakat haricî mücadele bitince bizim için es- lemiyor. Bazen kendi mahsulât-ı arzîyemiz birkaç misli
ki ve tabiî bir hayat avdet edecek değildir. Vaziyeti bu bedele mukabil, bize mamul bir halde iade ediliyor. Bir
surette telâkki etmek, Türk milletinin misilsiz fedakâr- taraftan canlı ve umumî bir iktisadî hayat mevcut olma-
lıklarını semere itibariyle hiçe indirmek bugünkü muvaf- ması ve memleketin kendi kendini doyuramaması, di-
fakiyetlerimiz üzerinde uykuya dalmak olur. Bizim için ğer taraftan harp ve hastalıkların halkı kırması netice-
fevkalâde mücadele devri tam mânâsıyla devam edecek- sinde nüfus kesafeti o kadar düşüktür ki, bugünkü halin-
tir. Müstakil surette yaşamak ve inkişaf etmek hususun- de yüksek derecede umumî mahiyette bir terakki hareke-
daki gayelerimiz yalnız haricî engelleri ber-taraf etmek- tini kâfil olamaz. Terakkiyi kâfil şerait zincirleme sure-
le tahakkuk etmiş sayılmaz. Elde ettiğimiz inkılâp im- tiyle birbirine bağlıdır. Nüfus olmazsa servet olmaz.
kânlarından sonuna kadar istifade ederek her sahada ha- Servet olmayınca irfan yükselmez ve ihtiyaçların seviye-
kiki inkılâplar geçireceğiz. Bizim için yaşamak kelime- si artmaz ve umumî münasebetlerde ve siyasî hayatta
sinin mânâsı ancak ondan sonra teessüs edecek mi'li kullanılan silâh ve vasıtaların mahiyeti ile muhit-i mad-
hayata izafe edilebilir. dî şeraiti arasında sıkı bir irtibat vardır. Şerait değiş-
millî nokta-i nazardan daima müteyakkız bulunmak icap
medikçe, en yüksek bir şahsî azim ve irade bile devam-
edeceğini de unutamayız.
lı neticeler husule getiremez. Mesela yol, şimendifer,
millî bir iktisat siyaseti, iktisadî teşkilât, millî tesanüt, Ancak bir kısmını kısaca işaret ettiğimiz nâ-mahdut
emniyet, asayiş, ziraî bankalar mevcut olmadıkça, müs- işler, vazifeler ve tehlikeler Türk Milleti için fevkalâde
tahsil sınıfını muhtekir ve mütegallibelerin elinden kur- bir mücadele vaziyeti hâsıl etmektedir. Kuvvetlerimiz her
tarmağa hâdim her kanun kağıt üzerinde kalır. Her te- cihetle mahduttur. Bu vaziyette bulunan bir millet fey-
şebbüs dostâne bir nümayiş mahiyetini geçmez. kalâde tehlike dakikalarında kudretini tecrübe ettiği,
hürmet ettiği ve sevdiği bir rehberin sevk ve idaresine
Muhitteki maddî şeraitten başka, hayatımızın her muhtaçtır. Bu rehber Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'dir.
şubesinde de fevkalâde mücadelelere ihtiyaç vardır. Li- Memleket fevkalâde ihtiyaçlar içinde bulunurken, Paşa
sanımızın bugünkü hâli demokrat bir cemaatin umumî Hazretleri gibi bir kuvvetin gayr-i faal bir ihtiyaç kuvve-
tealisini temine kâfi değildir. Bir gazete okuyup anla- ti mevkiinde kalması kat'iyen tecviz edilemez. Paşa Haz-
yacak ve yanlışsız bir mektup yazacak kadar iktidar, ha- retleri nin yeri millî salâh mücadelesinin fiilî başkuman-
vâsa mahsus bir imtiyazdır. Sonra medenî ihtiyaçlarımız danlığıdır. Bugüne kadar olan haricî mücadelemizde mu-
sâbit şekiller almamıştır. Harsî müesseselerimiz inkılâ- vaffakiyet tevlid eden esbab şahıslarla değil, meselelerle
ba muhtaçtır. İçtimaî münasebetlerimiz müşevveştir. Be- çarpışmayı istilzam eden yarınki dahilî mücadelemizde
diî zevkler inkişaf etmemiştir. Ahlâkî mikyasların bugün- aynen tekrar edilmelidir. Umum millet tarafından seve
kü hayata telifi, vatanın harice karşı müdafaası haricin- seve kabul edilecek bir misak-ı millîmiz olmalı, bu mi-
deki sahalarda da, vatan merbutiyet ve alâkası, menfa- sak aynı mücerreb rehberin sevk ve idaresiyle kuvveden
at-ı umumiye duygusu, vazife hissi uyandırılması icap fiile çıkmalıdır.
ediyor.
Yapılacak işler muayyendir. Bütün mesele dahilde
Gözümüz nereye baksa kapanmağa muhtaç bir ya- akîm ve muzır şahsî mücadeleler açılmaksızın bunların
raya tesadüf ediyor. Her tarafta ehemmiyet bekleyen bir yapılmasmdadır. İntihap edilecek şekil ve maksada en
nakîsa, tasfiyeye ihtiyaç gösterir müşevveş bir vaziyet muvâfik bir şekil olmalıdır. Bu şeklin en esaslı lâzımesi,
var. Âdeta bir seviyeye çıkmak için yapmamız lâzım ge- bugüne kadar münci vazifesini gören Mustafa Kemal Pa-
len nihayetsiz işlerden başka bu vatana karşı hiçbir ala- şa Hazretlerinin doğrudan doğruya millî bir istikbalin
ka ve merbutiyet göstermeksizin, Türk milletinin iktisa- bânîliği vazifesini deruhte etmeleri ve Türk milletinin
dî hayatını kemiren, mukabilinde külfet olmadan nimet heyet-i mecmuasını yeni gayelere doğru yürütmeleridir.
gören mukbil unsurların kısmen aramızda kaldığını, Bu zeminde bir faaliyet sayesinde millî bünyede az çok
bunlara karşı millî bir cephemiz olması lâzım geleceği- tahavvül ve salâh husule geldikten, menfaat ve sınıf ih-
ni, yarın hariçten aramızda tefrika ihdasına ve bizi işi- tilâfları tebarüz ettikten ve siyasî hayatın umumî seviye-
mizden alıkoymağa çalışacak ecnebiler ve ecnebî mu- si yükseldikten sonra, fırkanın hayatımızda yeri ve mâ-
harrikleri bulunacağını, dünyanın bugünkü mütezelzel
nâsı olabilir. Zaten biz öyle zannediyoruz ki, bu fırka fik-
vaziyeti mutlaka kasırgalar koparacak, bunlara karşı
ri Paşa Hazretleri nazarında istikbal için hazırlanacak bir
harekettir. Önümüzdeki intihabâta kadar teşkilât şöyle
dursun, ihtiyaçlardan mülhem iyi bir program bile ha-
zırlanamaz. Şöyle intihabatta Paşa Hazretleri millî bir
imar ve salâh programıyla ortaya çıkarlar. Türk milleti- r
ne istikbale ait vazifelerini bildirirler ve gelecek mecliste
MECLÎS A Ç I L I R K E N
kendi etraflarında kuvvetli bir mesaî bloku toplarlarsa,
memleketin umumî işleri sâlim ve sâkin bir çığıra girmiş Millî harekete merkez oluncaya kadar Anadolu şe-
olur. hirleri arasında bile pek vazî bir mevkide olan ve tarihî
şöhreti, iki Türk padişahının Türkleri mecnunâne bir
(Vaıldt, nr. 1831, 16 Ocak 1923)
hırsla sevkettikleri müdhiş bir melhemeye sahne olmak-
tan ibaret bulunan Ankara, bugün, bütün bir cihanın,
bütün bir beşeriyetin ve bir medeniyetin, emsali, şark
tarihinde ender görülmüş bir intikal ve teceddüt devri-
nin bir kaynağı, bir yanar ocağı olmuştur. Yıldırım Be-
yazıt devrinden beri kalın bir sütre-i nisyan ve samûta
bürünerek, değil cihanın, hattâ civar beldelerin bile dik-
kat ve itinasını celbetmemiş olan Ankara, bugün birden-
bire bütün medenî beşeriyetin nazarlarını kendi üzerin-
de temerküz ettirmekte ve şarkın bütün ümitlerini ken-
disinde toplamaktadır. Bu tozlu ve çamurlu şehirde yeni
bir âlem doğuyor ve bu âlemin ne olacağına medenî be-
şeriyet derin bir merak ve tecessüsle ve şark âlemi de
azîm bir heyecan ve istiğrakla intizar ediyor.
Ankara iktisab etmiş olduğu bu mevkii, bu ehem-
miyet ve kıymeti müdriktir. Burada azîm bir faaliyet ve
heyecan hükm-fermâdır.
Türk basübadelmevtinin mukaddes mehdi olan o
vaz' ve mahviyetli B.M.M. binası hummâ-âlûd bir faali-
yetle tamir, tertip ve tanzim olunmuştur. Onun yanıba-
şında muhteşem bir binanın duvarları yüzlerce amelenin
mesaîsi sayesinde her gün yükselmektedir. Bu bina yeni
teşekkül eden Halk Fırkası'nın mahfili olacaktır.
Binanın karşısında ve şehirden istasyona doğru gi- rem Ali Fethi Bey ile meclis-i reis-i sânîsi muhterem Ali
den yeni tamir olunmuş caddenin üzerinde muazzam Fuad Paşa ve arkadaşları üzerine tahmil olunan vazife-
bir otel yapılmaktadır. ler hakikaten pek ağır ve pek vâsidir.
Unutmamalıdır ki, Ankara'da yeni baştan, yeni bir
İntihap olunan yeni mebusların kısm-ı küllisi takım
devlet teessüs ediyor. Bu devletin istinat edeceği esas-
takım Ankara'ya gelmişlerdir. Bir iki haftadan beri sabah-
lar, mülhem olacağı fikirler, takip edeceği istikamef ve
tan akşama kadar mebusan dairesinin etrafındaki bahçe-
vâsıl olması lâzım gelen hedefler tamamen yeni ve bam-
de veyahut dairenin içindeki odalarda muhtelif kümeler
başkadır. Bil-fiil ve bil-kuvve devlet reisi mâhiyet ve ma-
teşkil ederek meclisin âtideki faaliyetlerinden hararetle
kamında bulunan Mustafa Kemal Paşa Hazretleri tara-
bahsediyorlardı. Nihayet Mustafa Kemal Paşa Hazret-
fından intihabâttan evvel ilân edilen ve intihabâtm ruhu-
leri de İzmir'den avdet buyurdular. Ağustosun dördün-
nu teşkil eden umdelerde mündemiç olan bu esasların,
den dokuzuna kadar fırka içtimaları ile iştigal olundu.
bu istikamet ve hedeflerin tahakkuku Halk Fırkası ve o-
Ağustosun on birinde meclis resmen küşad edildi.
nun mebusân grubu ve hükümeti için bir namus ve şeref
Halk fıAasının içtimaında meclis, reis ile heyet-i meselesi olduğu gibi, yeni kurulan devlet için de bir ha-
vekile ve divan-ı riyaset azalarını tayin etmiştir. Bu zevat yat memat meselesidir. Fakat bunların tahakkuku da
arasında yeni sima olmak üzere yalnız Adliye vekâletine kolay bir ameliye değildir. Sarsılmaz bir itidal ile memzûc
intihab olunan Seyit Bey kaydolunabilir. Mütebâkisinin keskin bir idrak, vâsi bir vukufla tev'em kırılmaz bir
kâffesi harekât-ı milliye esnasında milletin mukadderatı- azim ve sebat, mücerreb ellerle hem-âhenk geniş gören
nı idare etmiş olan zevattan ibarettir. Umumiyetle dene- gözler ve müsmir usuller üzerinde müstenit ve durmak
bilir ki, yeni meclis de eski heyeti aynen ibka edecektir. bilmez bir faaliyet ister!
Yeni mebusları bu tarz-ı harekete sevkeden mütalâalar Önümüzde dikilmiş ve icrası mübrem ve gayr-ı ka-
şunlardır: Evvelâ kendi kendini yoklamak, yeni sîmâla- bil-i tevakki faaliyetin sahası o kadar geniş ve mütead-
rın mâhiyet ve kıymetini tedkik için vakit kazanmak ve diddir ki, çerçevesini bile şimdiden çizmek ve tayin et-
sâniyen Millî Mücahede esnasında bunca kudret ve ma- mek hiçbir ferdin kudreti dairesinde değildir. Halkçılık
haret ibraz etmiş olan zevatı bir de sulh esnasında imti- ruhuna müstenit bir devletin şekil ve mâhiyetini tayin
han ve tecrübe etmektir. Meclis yapılacak işlerin ehemmi- ve onun tarz-ı faaliyetini tesbit eder yolda bir devlet ma-
yet ve ciddiyetini takdir ederek, bunların icrasının evve- kinesi kuracak bir kanun-ı esasî vücuda getirmek, dev-
la tecrübe olunmuş zevatın ellerine tevdi etmek istedi. letin kuvvetlerini yeni baştan ve aynı prensibe sadık ka-
Meclisin bu tarz-ı hareketi muvafık mıdır, değil midir? larak tertip ve tanzim etmek ve aynı zamanda da mem-
Burasını âti gösterecektir. leketi yeni iktisadî, sınaî ve irfanî sahalara sevkederek,
tamamen başka bir mâhiyette olan ve başka ilhamâttan
Bu nokta-i nazardan, yeni heyet-i icraiye ile yeni di- mülhem olan bir medeniyet zümresinden çıkarmak ve
van-ı riyasetin mevki ve vaziyetleri bir kat daha kesb-i diğer bir medeniyet zümresine sevketmek, her hüküme-
ciddiyet ve ehemmiyet ediyor. Heyet-i vekile reisi muhte- tin kısmetine isabet etmiş nasiplerden değildir!
Filhakika bu muazzam ameliyenin icrasında başlıca
rolü meclis oynayacaktır. Fakat hiçbir zaman unutma-
malıdır ki, her yerde olduğu gibi, bizde de meclisleri sevk
ve idare eden başlıca âmil kuvve-i icraiye ile meclis divan-ı
riyasetidir. Meclislerin derece ve mâhiyet-i faaliyetlerini,
aldıkları istikametleri her yerde kuvve-i icraiye ile di-
van-ı riyasetleri tayin ederler. Bunun hikmet ve esbabı
da pek vâzıhtır. Usul-i meşrutiyetle idare olunan her GİDİLECEK YOL
memlekette - ve hele bizim gibi tamamen demokrasi esas-
larına müstenit memleketlerde-memleketin idaresi daima B.M. M. açıldı. Mebuslarımız derin bir şevk ve he-
ekseriyeti haiz olan fırkanın elindedir. Hâkim fırka ise vesle faaliyete koyuldular. Encümenler bilâ-ârâm içtima
daima iş başına, hükümet ve riyaset makamına en muk- ediyorlar. Bir tarafta Halk Fırkası'nm nizamname-i da-
tedir, en dirayetli ve en mücerreb azalarım getirir. Bu hiliyesi hararetle müzakere olunurken, diğer taraflarda
gibi zevat zaten fırka içinde faaliyet ve istidadlarıyla te- yeni kanun-ı esasî, sulhnâme, maarif teşkilâtı, vesair
mayüz etmiş olduklarmdandır ki, fırka hükümeti eline projeler tedkik olunmaktadır. Her şey yeni meclisin ça-
alır almaz, iş başına getirilirler ve binaenaleyh hükümet lışmaya, bu mülk ve devleti yeni baştan kurmaya azmet-
mevkiinde dahi ekseriyetin aldığı tavır ve hareketler üze- miş olduğuna delâlet ediyor.
rine azîm tesirler icra ederler. Hülâsa son söz mecliste ol-
Fakat acaba gidilecek yol ne olacaktır? Nereye
makla beraber, kuvve-i icraiye ile divan-ı riyasetler muk-
doğru istikamet alacaktır?
tedi ve rehber vazifesini ifa ederler ve meclisin alaca-
ğı istikametleri tayin ederler. Ankara muhitinin en yüksek ve en kudretli şahsi-
yeti hiç şüphe yoktur ki, Mustafa Kemal Paşa Hazret-
Bu nokta-i nazardan, biz şimdilik âtiye emniyetle
leri'dir. Bu bir adesedir ki, bütün temayülât, bütün ar-
bakabiliriz. Ellerine tevdi-i umûr ettiğimiz zevat mazi-
zular, onda bâriz ve müşahhas bir tarzda aksediyor.
deki faaliyetleriyle memleketin emniyet ve itimadım, şük-
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'nin dört seneden beri irad
ran ve minnettarlığını kazanmış zevattır. Şimdiye ka-
etmiş olduğu nutuklar dikkatle tedkik olunursa, her
dar bunların geçirmiş oldukları tecrübeler büyük mu-
nutkun Ankara inkılâbında yeni bir merhaleye, yeni bir
vaffakiyetlerle neticelenmiştir. Sulh zamanında aynı de-
inkişafa delâlet ettiği taayyün eder.
recede muvaffak olacakları ümidi iledir ki, bu kere de
memleket kendi mukadderatını onların ellerine tevdi Bu kerre de müşarünileyh meclis riyasetine intihab
etti ve tabiatıyla son hükmünü bu ümidinin derece-i ta-
olunması münasebetiyle malum olduğu veçhile bir nutuk
hakkukuna ta'lik ediyor.
irad etti. Bu nutuktan istikbal için düstur ve program
(Vatan, nr. 137, 15 Ağustos 1923.) olmak üzere âtideki fıkrayı kaydediyoruz. Nutukta diyor-
lar k i :
Dünyanın belli başlı milletlerini esaretten kurta- gîz levhalara, aynı dil-hıraş manzaralara tesadüf etmiyor
ran, hâkimiyetlerine kavuşturan büyük fikir cereyanları musunuz? Bu asırlarca böyle devam edegelmiştir! Asır-
köhne müessesata ümit bağlayanların, çürümüş idare larca aynı siyah toprak üzerinde aynı zavallı, menkûb,
usullerinde reha kuvveti arayanların bî-aman düşmanı- mefluç, her türlü refah ve saadetten mahrum kitleler sü-
dır! Avusturya, Almanya, Rusya, hattâ dünyanın en mu- rünüp gelmişlerdir! Batınlar batınları takip etmiş, fakat
hafazakâr bir medeniyetine mensup Çin İmparatorluğu yine aynı siyah toprak, aynı kaza, aynı itiyat, aynı tea-
büyük fikir cereyanının sadmeleriyle gözlerimizin önün- mül, aynı zihniyet! Kader, kısmet, tevekkül.. Bu yekdi-
de devrilmiştir. İşte efendiler, yeni Türkiye Devleti de ci- ğerine karışmış iradesiz, cansız, hareketsiz mahlukatın
hana hâkim o büyük ve kadir fikrin Türkiye'de tecelli- nasibi olagelmiştir!
sidir, tahakkukudur!
Acaba Türk dört seneden beri bunca fedakârlıklara,
Şimdi r i k ' a ( * ) i l e dizilen bu cümleleri nutkun bi- bunca meşakkat ve ıztıraplara, bu yalçın dağlan, bu ıssız
raz yukarısında mündemiç âtideki cümle ile takrîb ediniz : ovalan, bu Altay'dan getirdiği kağnı ile sapanı ve bütün
bu mahrumiyetleri aynen ibka için mi tahammül etmiş-
Bir an için teferruattan tecerrütle vatan dediğimiz
tir? Öyle ise yazıklar olsun dökülen kanlara, feda olunan
kudsî mevcudiyete umumî bir nazarla bakalım! Onun
canlara, viran edilen hânumânlara ve bugün her Türk
hayat nâmına, ümran nâmma her mazhariyetten mahrum
evinde akan yetimlerin, dullann gözyaşlarına! Bütün
bir siyah toprak sahasından ibaret bırakılmış olduğunu
bunlar beyhude! Zira o halde er geç yine aynı düşman
görüyoruz!
istilâlarına maruz kalacağımızdan zerre kadar şüphe et-
memelidir!
îşte size bir düstur-ı istikamet, bir yol işareti!
Fakat bereket versin ki, ne millet heyet-i umumiyesi
Evet vatan dediğimiz o kudsî mevcudiyet ümran
ile ve ne de milleti temsil edenler böyle düşünmüyorlar.
nâmma her türlü mazhariyetten mahrum bir siyah top-
Millet heyet-i umumiyesi ile icra etmiş olduğu muhay-
raktan, hayat nâmına her türlü zevkten mahrum zavailı
yirü'l-ukul mucize ile kendisinin şarkta en kudretli, en
bir kitleden başka nedir? Ve bu yalnız bizde mi? İran'a,
zinde, en canlı bir orduya sahip bir varlık olduğunu is-
Afganistan'a, Hindistan'a, Çin'e, Tunus'a, El-cezair'e,
bat etti. Hür ve serbest yaşamak, hayatın bütün manevî
Marakeş'e bir nazar atfediniz!. Her yerde aynı melâl-en-
ve maddî nimetlerine mazhar olmak içindir ki, o bir yan-
dan bütün cihana karşı isyan etti ve diğer taraftan da da-
*Metinde italikle dizilen bu kısım, gazetede farklı bir yazı hildeki bütün esaret zincirlerini kırdı. Şimdi o kendi reh-
şekliyledir.
berlerinden, kendi zimamdarlanndan, önünde mânisiz
açılmış olan vâsi hayat sahasının tanzimine intizar edi-
îkiııciler ise, memleket ve milletin bî-nihaye istikba-
yor.
lini düşünmekten ziyade, içinde yaşadıkları dakikaları dü-
şündüklerinden tabiatıyla tarihte hiçbir iz bırakmazlar
Milleti temsil eden ve milletin bütün ümitlerini ken-
ve iltizam ettikleri idare-i maslahat usulü ile değil bir
disinde cem'eyleyen en kudretli şahsiyet ise ilk fırsattan
milletin mukadderatını, hattâ kendi mukadderatlarını
bil-istifade bu tanzim ameliyesinin mâhiyetini irae etti. bile tayinden âciz olurlar. Daima tezatlar içinde bocâla-
yarak, nihayet idare etmek istedikleri ruz-merrenin hadi-
Şimdi mesele şundan ibarettir: Gayeye varmak için
sâtı içinde kaybolup gitmeğe mahkûmdurlar.
her türlü maniaları bir azm-i kat'i ile kırarak sebatkâr
hatveler ile yürünecek midir? Veyahut tarihin beş yüz Memleket ve devlet nokta-i nazarından günün en
mühim meselesi bizce bu iki ruhtan hangisinin galebe
senede bir elde edilemeyen bu dönüm noktasında Türk
çalacağından ibarettir. Bilhassa içinde bulunduğumuz bu
yine o meşum «siyasetçilik» ruhunu önüne dikilmiş bu-
başlangıç günlerinde bu mesele ehemmiyet-i mahsusayı
lacak mıdır? hâizdir. Zira, bir taraftan memlekete hâkim ve hükümet
ve idareyi elinde tutan «Halk» fırkasının programı ile ni-
«Siyasetçilik» diyoruz. Zira vaziyet ve memleketi zâmnâmesi tedkik edilirken, diğer taraftan da kanun-ı
görmek ve anlamak iki türlü olur: Birisi yüksek ve esasî gibi devletin mâhiyet ve istikametini irae edecek bir
umumî bir bakışla memleketin ruhuna ve temayülât-ı ha- temel atılmaktadır. îki ruhtan birisinin tefevvuku tabi-
kikiyesine hulul ederek vâsi ve esaslı tedbirler ile memle- atiyle bu mühim ve esaslı teşebbüsler üzerine aksede-
keti şâh-rah-ı selâmet ve saadete isâl etmek, bu tarz hare- cektir.
ket yüksek siyasiyûnun, büyük mücedditlerin tarzıdır. Mâlum olduğu üzere, Tanzimat devri Türkiye tari-
hinde idare-i maslahat usulünün hâkim devridir. Devrin
Diğeri de teferruata saplanmak, hususî tezahürattan vermiş olduğu umumî netice mâlumdur. Millî hayatın
mülhem olarak, tevehhüm ve tevahhuşlara uymak ve ida- herhangi bir şubesinde içinden çıkılmaz karışıklıklar, ha-
re-i maslahat tarîkini iltizam eylemek... Bu tarz-ı hareket, litalar ihdas etti. Muayyen, âhenkdar bir saha ve zemin
endişe-i ruz-merre ile meşbû olan «siyasetçilerin» takip üzerinde yürümediğinden ve bütün sahaları, zeminleri
ettikleri meslektir! yekdiğerine karıştırmak istemiş olduğundan, memleketi
herhangi bir sahaya has olan faziletten, nimetten mahrum
Birinciler, tarihte daima derin izler bırakıp giderler. etti ve neticede millî vücut üzerine azîm bir zaaf çöktü.
O gibiler kendi nefislerinden ziyade memleket ve milleti İttihat ve Terakki devri de kendisini aynı idare-i
düşünürler ve yaptıkları ameliyede muvaffak oldukları maslahat zihniyetinden kurtaramadı. Bir gün evvel attığı
halde bütün bir milletin ve devletin ebediyen saadet ve hatve bir gün sonraki hatvesine bir tezat teşkil etti, bun-
selâmetini temin etmiş olurlar! lar yekdiğerini muattal bıraktı. Esaslı ve derin bir ısla-
hat icra olunmadı. Muayyen, ahenkdâr, muntazam bir
usul teessüs edemedi!

Acaba biz yine aynı yol üzerinde bocalayacak mıyız?


Acaba yüz seneden beri tecrübe olunan bu yolu yine bazı
evhamlara kapılarak takip edecek miyiz? Yoksa kat'i hat-
veler ile azimkârâne bir sebatla hedefe doğru yürüyerek
memleketi nihayet bu «halitacılıktan» kurtaracak mıyız? GARP VE ŞARK

(Vatan, nr. 144, 22 Ağustos 1923.) Anlaşılıyor ki Tevhid-I efkâr sahibi Velid Bey'le şah-
siyâta dökülmeden görüşmek pek güçtür. Aramızda ta-
haddüs eden bahsin mevzuu malumdur. Sabık Heyet-i ve-
kile reisi Rauf Beyefendi'nin çekilmesi münasebetiyle Ve-
lid Bey birkaç makale neşrederek, müşarünileyhi muha-
fazakâr ve ananeperver cereyanın lideri gibi gösteriyor-
du. Biz bu iddiayı cerhederek memlekette vâki olan en
cezri harekâtın başında bulunan ve en derin ananeleri
birer birer söküp atan Rauf Bey'in kendi kendisini inkâr
etmeden muhafazakâr ve ananeperver bir cereyanın ba-
şına geçmesi imkânı olmadığını ileri sürmüştük. Binaena-
leyh Velid Bey, ya bizim iddiamızı delâil ve sübûtla redde-
decekti veyahut bu iddianın isabetini kabul edecekti. Hal-
buki Velid Bey bize cevaben yazmış olduğu iki uzun ma-
kalede, asıl mevzua asla temas etmemiş ve itiyadı veçhile
birçok lüzumsuz ve mevzumuzla kat'iyen alâkası olma-
yan şeylerden bahisle, kendisinin ve karilerinin vakitle-
rini izaa etmiştir.

Ezcümle meselâ bizim nerenin mebusu olduğumuzu


bilemediğini, daire-i intihabiyemizin ismini tahattur ede-
mediğini, kendisinin tâ ezelden hâkimiyet-i milliye taraf-
darı olduğunu, hâkimiyet-i milliye etrafında birçok çı-
ğırtkanların dolaştığını yazıyor. Biz makalemizde ne me-
busluğumuzdan, ne daire-i intihabiyemizden, Velid Bey'in
hâkimiyet-i milliye tarafdarı olup olmadığından ve ne de
çığırtkanlardan bahsetmiştik. Hasmı ilzam etmek için bu Lâkin buna mukabil kimse sizin mesleğinizin ne ol-
gibi mânâsız, kimseyi alâkadar etmeyen ve nefsü'l-emrde duğunu tayin edemiyor. Asıl dolaşıklık, müphemiyet, ka-
de tek bir paralık kıymeti olmayan haşviyata tevessül et- rışıklık sizin zihniyetinizdedir. Bütün su-i tefehhümler
mek ciddiyete yakışmaz. Maksat bizi şahsiyata dökmek oradan, yalnız oradan geliyor!
ve gazetelerde küfür ve şütûm sütunları açmak ise, Velid
Siz meslek itibariyle nesiniz? Hangi manzume-i e f -
Bey bizi mazur görsünler. O yolda kendisini takip ede-
kârı temsil ediyorsunuz?
meyeceğiz.
inkılâpçı bir terakkiperver misiniz? Veyahut ciddi
Bu cihet kaydedildikten sonra, Velid Bey'in maka-
bir muhafazakâr mısınız? Ciddi bir muhafazakâr iseniz,
lesindeki câlib-i dikkat bir noktaya rücû ediyoruz. Velid
saltanatın ilgasına, hâkimiyet-i milliyenin ve hem de biz-
Bey diyor k i :
deki gibi teşri ve icra kuvvetlerini bir tek mecliste cem'e-
«Hilâfetin saltanattan ayrılması ve saltanatın ilgası den en son sistem hâkimiyet-i milliyenin nasıl tarafdarı
meseleleri zuhûr ettiğinden beri, zaten biz ne yazdıksa, olabilirsiniz? Yok inkılâpçı bir terakkiperver iseniz «garp
ne kadar hulûs ve hüsn-i niyetle ve bilhassa gıll u gıştan medeniyetine ihtiyacımız yok, şark medeniyeti bize kifâ-
âri olarak neşriyatta bulunduksa, mutlaka yanlış anla- yet eder» gibi bir fikri nasıl perverde edebilirsiniz? Nasıl
şılmış ve mutlaka bize gayr-ı muhik isnadatta bulunula- anane ve teamülperest olabilirsiniz?
rak müdafaatımıza da daima mugalata ile cevap veril-
miştir. İşte, dolaşık, müphem ve meçhul cihet! Ve bunca
şikâyetinizi mucip olan anlaşılamamamzm sebebi?
Filhakika muarızlarımızın nazarında biz behemahal
hâkimiyet-i milliye esasının aleyhdarı ve saltanat taraf- Bir taraftan inkılâpların en esaslısı olan saltanatın
darı bir gazeteciyiz. Fakat bu zamanda alenen saltanat ilgasını ve bilâ-kayd ü şart mutlak bir hâkimiyet-i milliye-
tarafdarlığı etmenin pek tehlikeli bir oyun olmasına bi- nin teessüsünü kabul ediyorsunuz, diğer taraftan da şark
naen asıl maksadımızı, muhafazakârlık kisvesi altında medeniyetini olduğu gibi muhafaza etmek istiyorsunuz!
gizliden gizliye terviç ile meşgulüz. O cihetle mesela «Müs- Bu iki temayül bir şahısta nasıl içtima eder?
lümanlık yegâne bâis-i terakki ve itilâmızdır» veyahut
Şark medeniyetini temyiz eden hususâttan en esas-
«Garp medeniyetine ihtiyacımız yok, şark medeniyeti bi-
lısı, saltanat-ı şahsiye ve mutlaka müesesesidir. Padişah-
ze kifayet eder» unvanıyla bir makale yazdık mı, bütün
lara ulûhiyet mâhiyeti veren ve padişahlığa teabbüd âde-
bu yazılarda takip ettiğimiz gaye, mülga saltanat ve pa-
tini icat eden şarktır. Ben tek bir şark kavmi bilmiyo-
dişahlık hakkında dolaşık bir tarîkle propaganda yap-
rum ki, tarihinde hâkimiyet-i milliye esasını kabul etmiş
maktan ibarettir.»
olsun. Yalnız İslâmiyet, mebdeinde bu umumî şark ana-
Azizim Velid Bey! Aldanıyorsunuz. Kimse sizin sa- nesine karşı bir aksülamel yapmak istedi. Fakat o da mu-
mimiyetinizden şüphe etmiyor. Kimse sizi saltanat lehin- vaffak olamadı. Otuz üç sene süren asr-ı saadetten sonra
de dolaşık bir tarîkle propaganda yapmakla itham etmi- Muaviye'nin cülûsu ile şarkın eski ananesi yine galebe
yor. çaldı ve âlem-i İslâm üzerinde dahi saltanat-ı şahsiye ile
istibdat usulünün en müdhişi hükümran olmaya başladı.
İşte asıl dolaşık, karışık yer! Yoksa tekrar ediyo-
Bu hal tamamen garptan mülhem olan Osmanlı inkılâbı-
rum, emin olunuz ki kimse ne sizin samimiyetinizden ve
na kadar devam etti. Yalnız o zaman bazı âlimler İslâmi-
ne de sizin hamiyetinizden tereddüt etmez. Tereddüt olu-
yet'in de bidayette hâkimiyet-i milliye esasına müşabih
nan şey sizin zihniyetinizdir. Siz tamamen mütehalif, mü-
esaslar vaz'etmek istemiş olduğunu tahattur ettiler.
tezad ve kat'iyen kabil-i meze olmayan Kandehar ile Pa-
İşte size hakikat-i tarihiye! İşte size hâkimiyet-i mil- ris'i karıştırdıkça, karışıklık, dolaşıklık bâki kalacaktır.
liye nokta-ı nazarından şark medeniyeti! Bunları ayırdığınız ve «işte ben şahsım ve milletim için
Kandehar'ı veyahut Paris'i tercih ediyorum» dediğiniz
Hâkimiyet-i milliye zihniyeti bize münhasıran garp-
gün kimsede tereddüt kalmaz, zihniyetiniz tamamen ta-
tan gelmiştir ve bütün şarkın bütün medeniyetine, bütün
ayyün eder.
ananelerine tamamen muhaliftir. O halde siz nasıl hem
hâkimiyet-i milliye tarafdarı oluyorsunuz ve hem de şark (Vataıı, nr. 158, 5 Eylül 1923.)
medeniyeti bize kifayet eder, garp medeniyetine ihtiyacı-
mız yoktur diyorsunuz?

Sonra bir suale dahi müsaade ediniz:

Azizim Velid Bey! Elinizdeki kalemi, önünüzdeki


mürekkebi, karşınızdaki kâğıdı nereden aldınız? Bağdat'
tan, Semerkant'tan, Kandehar'dan, Lahor'dan mı, yoksa
Almanya'dan mı? Taşıdığınız elbisenin kumaşlarını, şek-
lini nereden aldınız? Yukarıda tadad ettiğimiz yerlerin
hangi birinden? Daha ileri gidiyorum: Şahsiyetinize hu-
lûl ediyorum! Kafanızda taşıdığınız fikirleri, malumatı
nereden aldınız? İktisâb-ı ilm ü fazl, iktibâs-ı marifet için
Basra'ya, Şiraz'a, Hive'ye, Kabil'e mi gittiniz? Yoksa Pa-
ris'e mi? Şahsınız için garbı tercih ettiğiniz, elbisenizden
ruhunuza kadar her şeyi garptan bizzat iktibas etmiş ol-
duğunuz halde aynı şeyi milletin diğer efradına, milletin
heyet-i umumiyesine diriğ buyuruyorsunuz? Neden şah-
sen ve derûnen Paris'i Kandehar'a tercih ettiğiniz halde,
millete hitap ettiğiniz zaman Kandehar'ı Paris'e tercih
buyuruyorsunuz ?
insaniyet-i umumiyenin bir cüz'ü olan mevte mahkûm
mazlum Türkiye'yi ibdâ ve kahramanlıkla esaretten ve
ölümden kurtarmıştır. O, insanlığı küçülten ve kirleten
siyasî haydutluğun, hırs-ı istilânın, tabir-i marufuyla «em-
Raif Necdet [Kestelli]
peryalizm »in tarihî bir celâdetle cezasını vermiştir. Onun
kartal ruhu yalnız Türk tarihinde değil, tekâmülât-ı beşe-
BÜYÜK ADAM riye tarihinde de müessir ve feyyâz bir iz, bir hava bırak-
mış; asrın cereyan-ı felsefesine nevvar bir kanal açmış,
italya'nın ve asrın büyük şairi, bugünkü sanat ve
adle ve nura meftun insaniyet-i mütefekkirenin temâyii-
hassasiyet âleminin levend ve bülend şehriyârı D'Annun-
lât-ı ruhiyesini geniş bir mikyasta tatmin ve taltif et-
zio diyor k i : «Asrımızın büyük adamı Türk'tür; ve bu
Türk de Mustafa Kemal Paşa'dır... miştir.

işte pek selâhiyetli ve haşmetli bir ağızdan sâdır ol- Elîm müşkilât içinde hiç yoktan yarattığı ordu ile
muş tılsımlı bir cümle, bir hüküm ki Türk ruhunu ilâhî kazandığı mucizevî zafer, beşeriyeti müsbet ve mütekâ-
bir ra'şe-i gurur, millî ve medenî bir ra'şe-i iftiharla mü- mil inkılâplara mazhar eden nurlu isyanların en mehîbi,
ebbeden tehziz ve tehyic etse lâyıktır. D'Annunzio gibi bü- en iradelisi ve şaşaalısı olmuştur.
tün mânâsıyla hür ve serâzâd, büyüklüğünün füsun ve
Fakat Mustafa Kemal Paşa denilen çelik azimli bü-
kudretini bizzat kendi ruhunda duymuş bir adamm böy-
yük asker yalnız Yunan ordusunu hârikalı ve bârikalı bir
le neticesi tekmil cihana ve insanlığa şâmil muazzam bir
sürat içinde izmir'de denize dökmekle, zulüm ve istilâ-
hüküm verebilmesi için elbette istinâd ettiği mühim vesi-
nın cezasını vermekle iktifa etmemiş, zaferden sonra ta-
kalar, müheyyiç tahassürler ve tefekkürler olacak...
kip eylediği yüksek ve insanî siyasetle de «emperyalizm»in
Kalbimi lâhûtî bir heyecan ve bâkir bir felsefe-i gu- samimi hasmı olduğunu cihana göstermiş, Avrupa'nın çok
rurla mesut eden şu hükümden benim çıkardığım ilk mu- medenî geçinen muhteris ve mutaassıp diplomatlarına bir
tarrâ mânâ şudur ki Mustafa Kemal Paşa'nın büyüklüğü numune-i ziyâ, bir ders-i kemâl vermiştir.
memleketlerin yâbis hudutlarını aşmış, ruh-ı beşerde sa-
işte fikrimce büyük askeri, asrın büyük adamı de-
mimi bir ma'kes bulmuştur. Evet, pek yüksek bir müte-
fennin, pek mümtaz bir sanatkâr gibi... Farazâ bir Pas- recesine yükselten şâ'hikavî hassa!. Filhakika parlak
teur, bir Edison, bir Shakespeare veya Bethoveen gibi harpler kazanmış mağrur ve hodbîn hükümdarlar ve ku-
Türk dâhisinin de büyüklüğü sade milletine münhasır mandanlar gibi «militarizmsin satvetli ihtiraslarına ve
kalmaktan kurtulmuş, âlem-şumûl olmaya başlamıştır. dalgalarına kapılmayan, vatanının saadetini selâmet-i ci-
han ile telife çalışan, ruhu milletini insaniyet için hadd-i
Çünkü dehasının şiddetli rûzgârıyla siyaset-i cihan
azamide müfid ve mesut bir unsur yapmak emel i necî-
mihverini değiştirdi... Çünkü şahsiyetinin esâtîrî kudre-
biyle çarpan muzaffer ve müsalemetperver bir serdar, an-
tiyle zulüm ve zulmete ziyâ ve sevda aktı... Filhakika o,
cak şu semâ-paye rütbeye lâyıktır : Büyük adam...
Bu nükteden dolayıdır ki, Mustafa Kemal, hunin Her halde sinesinden büyük adam yetiştirebilen bir
şaşaa-i şöhreti asırların ufuklarını tutuşturmuş Napoleon millet büyüklüğün kıymet ve ulviyetini takdirde tekâsiil
Bonaparte'dan büyük ve yüksektir. Bu cazip manzara-i göstermez. Hiçbir vakit unutmamalıdır ki Mustafa Ke-
itilâ karşısında mağrur ve müftehir olmak yalnız mazlum mal Paşanın büyüklüğü Türk milletinin büyüklüğüdür!..
Türklerin değil, medenî vahşetlere sahne olmuş zalim yir-
minci asrın da hakkıdır!.. Onun için bu pek şerefli, pek emsalsiz büyüklük
abidesini bütün kudsiyet ve taravetiyle, bütün safvet ve
Yakın bir mazinin o köhne ve ahmak Turan ve Kı- şetaretiyle muhafaza, hem Gazi'nin hem Türk milletinin
zıl elma politikasını, milletin sebeb-i felâketi olan o kara borcudur!..
ve meşum ihtirası düşündükçe hâlin bu afif, bu şafak-
Haziran 1923
âmiz siyaseti nazarlarda ne büyük bir kudsiyetle, ne de-
(Ziya ve Sevda, İstanbul 1924, s. 158-161.)
rin bir ciyadet ve taravetle incilâ ve inkişaf ediyor...

Türk vatanında ikbal ve istiklâlle, hürriyet ve hâ-


kimiyetle yaşamak; Türk vatanını medenî ve müterakki
hiçbir memleketten geri kalmayacak tarzda mamur ve
mesut yapmak... îşte D'Annunzio tarafından asrın büyük
adamı telakki edilen Mustafa Kemal Paşa'nın gaye-i
emeli; amâkında nur ve ziya fışkıran umde-i siyasiyesi...
Bu umde asırlardan beri ıztırap ve zulmet içinde inleyen
bir milletin ihtisâsât ve ihtiyacatma tamamen cevap
verdiği için payidâr olacak; ve bu ulvî prensipten, bu de-
mokratik meşîme-i siyasiyeden canlı ve şanlı, medeniyet
ve müsalemet için müfid ve feyyaz bir millet-i iktisadiye
doğacak; sonra da büyük adam, çelenkler ve çiçekler
içinde, tarihin müebbed sine-i takdisinde yaşarken Türk
milletini ve yirminci asrı temsil eden kudretli şahsiyetin-
den yeni vatana ve gelecek asırlara demet demet şükû-
fe-i nûr u huzur saçılacak!..

Bilmem, Türkiye'nin yegâne azimkar müncisi ve


müteceddidi olan Gazi'nin ıslâhât ve teceddüdât vadisin-
deki bu daha mühim ve mukaddes ikinci gazasına bütün
ruhuyla iştirak etmeyecek temiz bir vatandaş tasavvur
olunabilir mi?..
nasıl bir telâkkiye mazhar olacağını da bilemeyiz. Bunun-
la beraber elde mevcut maddelere göre vaziyeti şimdiden
tahlil etmek, encümenin yeni hedefini kavramak güç bir
şey olmayacaktır.
Mahmut Esat [Bozkurt]
1336 Teşkilât-ı Esasiyesi vahdet-i kuvâ nazariyele-
rine istinat ediyordu. İnkılâbın ve vatan müdafaasının
CUMHURİYET KANUN-I ESASİSİ
halk hâkimiyetine, millet iradesine müstenit bulunması
1336-1920 Teşkilât-ı Esasiyesi noksandı. Şüphe yok ve muvaffak olması için bu, behemahal lâzımdı. Dahilde
ki bunun ikmali Türkiye'nin asrî bir devlet, bir cumhu- ve hariçte hayatına kasdedilen bir millet, bâdireli günler-
riyet halinde tecelli edebilmesi için zarurî idi. Bu zaruret de muazzam işleri başarmaya azmeden halk, idare dizgin-
Teşkilât-ı Esasiye kanununun birinci Millet Meclisince lerini bilâ-kayd ü şart ve bilfiil elinde tutar. Bu kuvâ-yı
tasvibe iktiranı gününden beri gözden ırak kalmamıştı. umumiye, devleti bir noktada câmianın maddî şahsiyetin-
Hattâ Teşkilât-ı Esasiyeyi yazanlar, müdafaa edenler bile de cem'eden vahdet-i kuvâ esasâtma müstenit bir kanun-ı
bunu görüyorlardı. Ancak isteniyordu ki Türk ihtilâlinin esasî tanzimi ile mümkün olabilirdi. Saltanat devirlerin-
çok mühim esasâtı ihtiva eden bu büyük eserini, teakup den müdevver esasâtm mutlaka imhası lâzımdı. Halk hâ-
edecek hadiselerin mantığı, inkılâbın inkişafâtmı itmam kimiyetinin, yeni idarenin, inkılâbın mânâ ve meşruiyet
etsin. Bugün vaziyet oldukça tebellür ve tavazzuh etmiş ifade edebilmesi için bu, ilk şarttı. Öyle oldu. Türkiyemi-
bulunuyor. Kanun-ı Esasî Encümen-i Alî'si Cumhuriyet zin dünkü ihtiyaçlarına tevafuk eden yukarıdaki devlet
Teşkilât-ı Esasiyesini faaliyete hazırlamaktadır. Şu kadar tarzı bugün gününü görmüş ve yaşamış, terkedilmesi lâ-
ki yeni projenin ihzar olunan maddeleri 1336 Teşkilât-ı
zım gelmiş bir sistem inidir? İşin dönüm noktalarından
Esasiyesinde inkılâbın kabul ettiği hukuk-ı esasiye pren-
birisi de budur: Bize göre, Teşkilât-ı Esasiye sadece ihti-
siplerinden ayrı esaslara, başka nazariyâta istinat etmek-
lâl ihtiyacâtını ifade eden bir eser değildi. Vahdet-i kuvâ
tedir. Bu, hesaba dahil olmayan bir tecellidir. Çünkü Teş-
nazariyelerinin bir tecelliyâtı idi. Çetin ve aşılması çok
kilât-ı Esasiye prensiplerinin tağyiri değil, teferruatın bu
güç inkılâbı demir omuzlan üzerinde götüren bu eser,
esaslara göre tanzimi mültezimdi. Kanun-ı Esasî Encü-
mânâsını asr-ı hâzır hukukîyâtının en son nazariyâtıyla
meni ne gibi sebeplere binaendir ki ihtilâlin hukuk-ı esa-
da izah etmiş oldu. Türkiye, asrî bir cumhuriyet halinde
siye prensiplerine muvafık düşmeyen yeni bir lâyiha ha-
teessüs ve teşekkülü mefkûre olarak kabul etmiş bulu-
zırlamak lüzumunu görmüştür? Encümeni dinlemezden
nuyor. En son hukuk-ı esasiye nazariyâtına göre tecehhüz
yeni projenin esbâb-ı mucibesini okumazdan evvel bu
etmekten müstağni kalabilir mi? Bize göre hayır. Uzun
bâbda bir şey söylemek zordur. Encümence ikmal olunan
bu son lâyihanın Halk Fırkası'nca ve Millet Meclisince meşrutiyet ve kanun-ı esasî tecrübelerinden sonra, mem-
leketiımizin idare usullerine en çok tevafuk edenin bu sis- halk hâkimiyetini takviyeye en ziyade kabiliyetli kanun-
tem olduğu anlaşıldı. Sistem tatbik edildi, muvaffak da ları yapmaktan müstağni kılamaz. Şüphe yok ki, siyasf
oldu. kanunların memleketin huyuna uyması mutlaka lâzımdır.
Kanun-ı Esasî Encümeni'nin tesbit ettiği maddeler Ve iyi kanunlar her halde kötülere müreccahtır. Halkın
arasında vahdet-i kuvâ izlerine tesadüf olunduğu gibi, terbiyesi ne olursa olsun.
tefrik-i kuvâ, parlamentarizm esasâtma temas eden kai- Kanun-ı Esasî Encümeni'nce tesbit olunan maddele-
deler de görülmektedir. Bir surette ki, Cumhuriyet Ka- rin ayrı ayrı tahlilini müteakip yazılarımıza bırakıyoruz.
nun-ı Esasisinin hangi tipe mensup olduğunu göstermek Şimdilik şunu işaret edelim ki, asr-ı hâzır hukuk-ı esasiye-
bile güçleşiyor. Hele hâkimiyet-i milliye bahsinde, herhan- sine göre hâkimiyet-i milliye üç sistemle tecelli ediyor.
gi bir hukuk-ı esasiye sistemiyle telifi kabil olmayan ci-
hetler de mevcuttur. Bunlar teferruat kabilinden şeyler 1. Tefrik-i kuvâ,
olsaydı bir diyeceğimiz kalmazdı. Fakat esasâta ilişen 2. Vahdet-i kuvâ,
noktalardır. Nazariyâtta yerini bulamayan, her telden 3. Parlamentarizm.
çalan büyük kanunlar halk hâkimiyeti için çok tehlikeli-
Hakikatte birinci ve üçüncü esaslar, ikinciyi yani
dirler. Anarşiye, ihtilâllere müncer olurlar. Çünkü çok
bütün selâhiyetlerin millete aidiyeti esasım ref'etmezler.
elastikidirler. Tevillere müsaittirler. Zaman zaman bir sı-
Hattâ denilebilir ki, bu iki esas vahdet-i kuvâ sisteminin
nıfın, bir zümrenin hattâ bir şahsın bile tahakküm silâhı
şu ve bu şekilde tatbikatıdır. Fakat bunlar o kadar eski-
olabilirler. Hürriyet nâmına halkın boynunu esarete uza-
miş, o kadar yıpranmış müessesâttır ki, kızağa çekilmeleri
tırlar. Osmanlı İmparatorluğu tarihi bu gibi faciaların
hususunda müellifler arasında ihtilâf yok gibidir, çünkü
pek acı örnekleriyle yüklüdür.
hâkimiyet-i milliye bu iki sistemin yıpranmış âletleri ara-
Kanun-ı Esasî Encümeninin ihzar ettiği yeni madde- sında benliğini pek zayıf bir tarzda gösterebilmektedir.
lere göre hâkimiyet-i millîye Millet Meclisi'nde tecelli edi- Her ikisi de zümre veya sınıf hükümetinden başka bir şey
yor; Türkiye reisicumhuru mebus olamıyor; parlamenter ifade edemiyorlar. Şimalî Amerika reisicumhuru müte-
usullerde olduğu gibi hükümetin muvafakati ile meclisi veffâ Wilson, Devlet eserinde tefrik-i kuvâyı böyle görüyor.
feshedebiliyor. Şu birkaç madde mefhumu arasında bü- Hukuk-ı esasiye ulemâsından Duguit'e göre parlamenta-
tün kanun-ı esasî sistemlerini seyredebiliriz. Hattâ görül- rizm hükümet diktatörlüğüne en müsait bir usuldür. On
memiş ve duyulmamışları bile. iki senelik meşrutiyet tarihimiz bu tezin canlı bir misali-
dir. Yeni kanun-ı esasiler vahdet-i kuvâya, meclislerin ve
Denebilir ki, en iyi kanunlar bile her türlü suistimal- milletlerin mutlak hâkimiyetine doğru yürüyorlar. Millet-
lere elverişlidirler. İş, halkın içtimaî, siyasî vaziyetini, ter- ler icra heyetlerinin idare ettikleri hürriyetten çok yorgun
biyesini buna müsaade etmeyecek bir hale koymaktır. Bu düşmüşlerdir. Tefrik-i kuvâ nazariyeleri Duguit'nin güzel
mutlak ise Cumhuriyet Kanun-ı Esasisi yapmaya ne lü- teşbihince, Hıristiyanların teslisi gibi bir hayaldir. Bize
zum vardı? Bu çok basit bir hakikattir. Meselenin bütün göre devletin iş şubeleri vardır. Bunlar birtakım vazife-
ehemmiyeti bunda olsa bile bizi, kötülüğe en az müsait, lerle tavzif olunurlar. Selâhiyet sahipleridirler. Selâhiyet-
lerinin derecesi şu ve bu memlekete göre değil, her mem-
leketin siyasî, içtimaî, iktisadî vaziyet ve tahammülüne
göre yine millet veya mümessili olan meclis tarafından
takdir olunur. 1336 Teşkilât-ı Esasiyesinin ancak bu şarj-
lar dahilinde ikmaline taraftar olabiliriz. Bunun esasâtm-
dan herhangi bir sistem hesabına fedakârlık etmek inkılâ-
bın yarısını vermekle birdir. M İ L L Î ŞUUR

Niçin encümen bu esası değiştirmek lüzumunu his-


Millî şuuru tekevvün ve inkişaf etmemiş olan ce-
setmiştir? Hatırımıza birçok miktar cevaplar geliyor. De-
maatlar zeval ve esarete mahkûmdurlar İlmen derece-i
nebilir ki kuvvetli bir hükümet lâzımdır. Fakat vahdet-i
sübuta varmış olan bu hakikat, hayat ve tatbikatın her
kuvâ buna neden mâni olsun? Yine denilebilir ki, meclisin
günkü tecellileri ile de teeyyüd etmektedir.
mutlak selâhiyetlere mâlik olması parlamento diktatörlü-
ğüne müncer olabilir. Bizde böyle şey olmadı. Tarihin kay- Millî şuur, millî «benlik» in şuurlanması, yani ef-
dettiği diktatörlükler, istibdadlar meclislerin değil, hükü- râd-ı millet tarafından bilinmesi ve benimsenmesi demek-
metlerin hesabınadır. Bütün dünya meşrutiyet tarihinde tir. Bu ise, yalnız efrâd-ı milletin müşterek bir mefkûre
bir ve nihayet iki meclis istibdadına müsadif olabiliriz. etrafında toplanarak umuma ait menâfii müdafaa ve ma-
Fakat milletlere istibdadı icraî kuvvetler tattırdı ve ni- zarratları def'de müştereken hareket etmeleri ile tecelli
hayet meclisin istibdadı milletin diktatörlüğüdür. Millet, eder.
meclisi her zaman kontrol edebilir. Bu ise hürriyetin en Milli şuurun teessüs ve tekevvününde başlıca âmiller
kudretli zâminidir. Cumhuriyet mesuliyet ise, vahdet-i şunlardır: Lisan, din, edebiyat, bediiyât ve müşterek ta-
kuvâ bunu her sistemden fazla temin edebilir. Şu halde rih. Zira efrâdı toplayan müşterek fikirler, müşterek his-
inkılâp prensipleri neden bir köşeye bırakılıyor? Nerede ler, müşterek anane ve âdetler, müşterek hâtıralar bun-
kaldı ki, tefrik-i kuvâ ve parlamentarizm cumhuriyete mü- lardan doğar ve bunlar ile muhafaza edilir! Fakat bunla-
sait oldukları kadar şahsî saltanata da kabiliyetlidirler. rın da millî şuura husule getirebilmeleri için, şuurlu olma-
Mutlak surette halk hâkimiyetini ifade eden vahdet-i kuvâ ları yani millîleşerek, millet efrâdmı muayyen ve müşte-
yalnız cumhuriyete tahammül edebilir. îşin inceliği, Türk rek bir mefkureye doğru sevketmeleri lâzımdır. Ne ha-
inkılabının dehası buradadır. lita halinde olan ve milletin ekseriyetince anlaşılamayan
bir lisan, ne halk kitlelerine kapalı kalan bir din, ne
(Vatan, nr. 312, 21 Şubat 1924.)
kozmopolit bir edebiyat ve bediiyât ve ne de sarayların
ve sultanların keyiflerini ve tercüme-i hallerini ifade eden
bir tarih bu vazifeyi ifa eder.
Millî şuurun adem-i mevcudiyetine delâlet eden emâ-
rât ve alâmetler de şunlardan ibarettir: Nifak ve şikak.
Muayyen ve müşterek gaye ve emellerin mefkutiyeti. Ef-
ederek, bu zümreleri yekdiğerine içtimaî ve iktisadî sa-
râdm yekdiğerine karşı yabancılığı ve akl-ı selimi hayret-
hada takarrübden men'ettiği gibi, İslâmlar da Sünnî, Şiî
lere sevkeden adi ve mânâsız sebepler ve sâikler dolayı-
ve İsmailî nâmıyla üç büyük fırkaya ayrılarak, daima
sıyla, efrâd-ı millet arasına şiddetli ve devamlı husumet-
kendi aralarında ;nizâ ve münakaşada bulunuyorlar.
lerin suhuletle girebilmesi! Herhangi bir muhit ve cemaat
Times gazetesinin kaydettiği bazı hâdiseler, bu dinî vazi-
arasında bu alâmet ve işaretlerin zuhur ve tecellisini gör-
yetin ika ettiği tesirler hakkında ibret-âmiz dersler ver-
dünüz mü, o muhit ve cemaatin şuursuz olduğuna, cesa-
mekte ve Hindistan'daki İngiliz hâkimiyetinin hakiki es-
met ve aded-i nüfusu ne olursa olsun, zeval ve esarete
bâbmı ortaya 'koymaktadır. Hindistan baştanbaşa dinî
mahkûm bulunduğuna hükmedebilirsiniz.
tarz-ı telâkkiler dolayısıyla aynı ırka mensup adamlar
Bizi yukarıdaki mütalaaları serdetmeğe sâik olan arasındaki mukateleler için kanlı bir sahne haline gel-
âmil, son günlerde İngilizce Times gazetesinde okuduğu- miştir. Mebzuleıı dökülen bu kanın sebebi biliyor musu-
muz bir makale oldu! Bu makale Hindistan'a hasredilmiş nuz nedir? İnek!.. İnek, Mecüsîlerce mukaddes ve eti ha-
ve Hindistan'da son zamanlarda zuhur eden hâdiseleri ranı bir hayvandır. İslâmlarca ise, kutsiyetten âri ve eti
kaydediyordu. helâl olan bir şeydir. İşte bu husus, o kanlı hâdiselerin
mebdeini teşkil eder. Mukaddes mabudlarının İslâmlar
Herkesçe malumdur ki, el-yevm Hindistan'da üç yüz tarafından boğazlanmasını gören mutekid Mecusîler bu
elli milyona yakm, yani bütün küre-i arzdaki beşeriyetin hale tahammül edemiyorlar ve İslâm hemşehrilerinin
beşte biri kadar bir kitle sâkindir. Bu kitle tamamen aynı üzerine hücum ediyorlar. Onlar da bittabi mukabele edi-
ırka mensuptur. Fakat bu cesîm kitle millî şuurdan mah- yorlar ve mukatele asırlardan beri her gün her şehirde
rum olduğu için kendisinin altıda biri miktarında olan devam edip gidiyor!
İngilizlerin elinde mahkûm ve esirdir!
Bari hiç olmazsa İslâmlar kendi aralarında ve Mecu-
Times gazetesi Hindistan'ın bugünkü halini tasvir
sîler de kendi aralarında mütesanid ve müttefik olsalar!
ederken, bu garip hâdisenin esbâbmı da irae etmiş oluyor.
Hayır! Nerede! Yukarıda da zikrettiğimiz veçhile Mecusî-
Evvelâ lisan kendi vazifesini ifa etmiyor. Hindistan'- ler kendi aralarında binlerce zümrelere inkısam etmişler-
da tahrirî olmak üzere başlıca istimal edilen Hindistanî, dir... Bu zümreler yekdiğerine takarrüb etmezler. Eder-
Ordu ve Sanskrit lisanlarından hiçbirisi kitleler tarafın- lerse yekdiğerini telvis etmiş olurlar. İngilizlerin «untouc-
dan anlaşılmamaktadır. Ve efrâd yekdiğerine yabancı kal- hable» yani gayr-i kabil-i temas dedikleri bir kast vardır
maktadır. Müşterek hislerin ve gayelerin tahanımurunu ki, bütün Hindistan'da elli milyonluk bir kitleyi hâizdir.
temin eden âmil mevcut değildir. Bu kasta mensup olan zavallılar, şehirlere girmezler, baş-
ka kastlara mensup olanlara elli hatveden ziyade takar-
Sâniyen, din vazifesini ifa etmiyor. Din nokta-i na-
rüb edemezler. Zira nefesleri bile temas ettiği her şeyi
zarından Hindistan başlıca iki kısma ayrılmaktadır:
telvis eder!
Mecusîler ve İslâmlar. Fakat Mecusî dini, efrâd-ı ahaliyi
iki bin yedi yüz yirmi dört kast veya zümreye taksim İslâmlara gelince bunlar arasında da Ali, Muaviye
ve İsmail kavgası berdevamdır. Her muharrem ayı âdeta
Sıffîn muharebesi yeniden başlar, yekdiğerine kız verip ve camide birleşemeyen insanlar, tabiatıyla bankalarda,
almazlar, camide birlikte namaz kılmazlar, yekdiğerinin ticarethanelerde ve imalâthanelerde de birleşemiyorlar.
âyinine iştirak etmezler. Hindistan'ın bu halinden bizim için alınacak ne ka-
Dinen bu kadar tefrikalara uğramış olan kitle ara- dar ibret dersleri vardır! Times'ın yukarıda zikrettiğimiz
sında hiç olmazsa edebiyat ve bediiyât, müşterek hisler, makalesinin mütalaasını bütün münevverlerimize, bütün
müşterek gayeler tevlit etse. Filhakika son zamanlarda mütefekkirlerimize tavsiye ederim! İngiltere'de de mez-
garptan gelen bir cereyanın tesiriyle bu sahada tecrübe- hep, fikir ve içtihad ihtilâfları ve münakaşaları vardır.
ler yapılmaya başladı. Fakat bunlar henüz ummanda bir Fakat sosyalistinden konservativine, papasından feyleso-
katre kabîlindendir. Umumiyetle ve her tarafta edebiyat funa kadar unutmaz ki, bütün bunların fevkinde İngil-
dinî mâhiyette olduğundan, edebiyat bile dinin telkin et- tere'de bir İngilizlik vardır. Şuur-ı millî bu hususu İngi-
tiği ihtilaf ve tefrikaları teyid ve idame etmektedir. Be- liz kalbinde derince hakketmiştir, ve İngiltere'de mezhep
diiyâta gelince, tabiatıyla böyle bir muhitte bediiyât esa- fikir ve içtihad ihtilâfı, hiçbir zaman husumeti, nifakı,
sen inkişaf edemez. Tarihî hâtıralar ise, asırlardan beri şikakı mucip olmadığı gibi, İngiliz birliğini de ihlâl ede-
devam eden bu kavgaların, bu ihtilafların izlerinden baş- mez. İşte İngiliz hâkimiyetinin menbaı ve işte önümüze
ka bir şey olmadığından, tabiatıyla o da müşterek bir vaz'edilmiş ve üzerinde uzun düşünülecek iki nümune!
gaye ve duygunun tekevvününe hizmet edemiyor!
(Hâkimiyet-i millîye, nr. 1189, 8 Ağustos 1340/1924.)
İşte üç yüz elli milyonluk bir kitleyi hâiz olan Hin-
distan esaret ve mahkûmiyetinin hakiki sebebi. Bundan
vâsi mikyasta istifade ederek hâkimiyetlerini temin etmiş
olan İngilizler, tabiatıyla bu halin ref'ine değil, devam ve
takviyesine çalışıyorlar. Tertip ve tanzim ettikleri bütün
siyasî, idarî, içtimaî teşkilât ve tertibatta daima o müte-
halif ve mütezâd avâmil ve anâsırı yekdiğerine karşı koy-
maya, mütemadiyen bunların tesâdümlerini temin ede-
cek vasıtaları istihzâra sarf-ı dikkat ederler!
Bu sayede İngilizler yalnız manevî hâkimiyetlerini
değil, aynı zamanda da maddî ve iktisadî hâkimiyetlerini
de temin etmektedirler. Manen birleşemeyen, mütemadi-
yen yekdiğeriyle kavga eden "ikanlar, tabiatıyla madde-
ten de birleşerq,ezler, iktisadî müşterek menfaatleri de
müdafaadan âciz olurlar. Onun içtadir ki, Hindistan'da
el-yevm en bi/yük şirketler, en faal teşebbüsler İngilizle-
rin ellerinde ^emÇrküz etmiştir. Matbuatta, parlamentoda
kumandan gibi mevzuunu idare eden İzzet Bey, bu tâbi-
yeyi intihap etmekle çok sevdiği tenkidin can damarını
bulmuş olduğunu gösteriyor.

Bunun için evvela kendi ilim ve maharetini asla


Mustafa Şekip * [Tunç] göstermeyerek mütemadiyen hasmına hücum ettiriyor ;ve
onu söyletiyor... Aynı zamanda hile yapıldığını hissettir-
memek için de azar azar kuvvet ve kudretini göstermekte
M İ L L İ Y E T MEFKÛRESİ NEDİR?
kusur etmiyor. Fakat asıl hamleyi, en kahhar darbeyi sona
bırakıyor. Bunun için ilk muharebeler pek ateşli ve ruhlu
İzzet Bey ahiren neşrettiği milliyet nazariyeleri ve değildir. Pişdar muharebelerini teşkil eden ırk, coğrafî
millî hayat namındaki tenkidi eserinde kendi kendine bu muhit, iktisat meseleleri bin-nisbe sönüktür. Çünkü he-
suali soruyor ve buna cevap vermek için milliyeti teşkil nüz daha çok maddî kuvvetler çarpışmaktadır. Kalbinin
ettiği zannolunan ırk, coğrafî muhit, iktisat, lisan, millî hararetini, mefkûresinin hamlesini, iradesinin cehdini
seciye, anane, tarih, hars, medeniyet unsurlarını birer bi- ilim ve zekânın kumandası altında bulundurmak isteyen
rer tahlil ve tenkit etmek suretiyle milliyetin cevher ve İzzet Bey'in bu kadar sıkı kayıtlar altında ne kadar müş-
mâhiyetini meydana çıkarmak istiyor. Bilhassa son on kilâtla yazı yazacağı pek kolay anlaşılır. Karilerin şimdi-
beş sene zarfında gına getirecek kadar tekrarlanmış gibi ye kadar bu eserle alâkadar olduklarını göstermemesinin
görünen bu mevzulara teveccüh edebilmek için müstesna bir sebebi de ihtimal ki, üslûptaki bu tutukluktur. Fakat
bir kudret ve cesaret lâzımdı. Bu ciheti pek iyi takdir her yiğidin bir yoğurt yiyişi olmazsa kıymetleri nasıl tef-
eden İzzet Bey tekrar hissini vermemek için mevzuuna rik olunur?
tenkitçi ve felsefî bir tefekkürün bütün inceliklerini sarf-
ediyor. Bu husustaki kudret ve maharetine üslûbu da İzzet Bey en büyük kudretini felsefesinin şîmesi
bihakkın yaver olsaydı, eserin tesir ve cazibesi emsalsiz olan inkârda göstermiştir. Onca milliyet ne ırk, ne muhit,
olurdu. Mamafih bu kusur bütün kariler için varit değil- ne servet, ne lisan, ne seciye, ne anane, ne tarih, ne hars,
dir. ne de medeniyettir. «Milliyete toprağa, ırka, iktisada, li-
sana, seciye veya ananeye irca etmek isteyenler ve milliye-
Felsefî lisanın hususî güzelliklerinden anlayanlar
tin haddizatında ne olduğunu değil, belki neden başka
müellifin birçok yerlerde tarz-ı tefekkürünü lisanıyla bes-
başka milletler mevcut olduğunu göstermeğe çalışıyor-
telemeğe muvaffak olduğunu göreceklerdir. Başlangıçta
lar»... «Harsın millî olması insanları ayırmasından değil,
bir adamdan ziyade bir müellifle karşılaştığınızı hissetti-
vahdeti şuura gelmekle beraber millî cehdin esasını teşkil
ren bu eser, yavaş yavaş İzzet Bey'in ruhuyle dolmağa
eden vâkıanın mâhiyetini göstermesindedir». Hars husu-
başlıyor ve nihayet müellifle eser yek-vücut oluyor. Düş-
siyetlerinin ehemmiyetini izam ve bunların mevcudiyetini
mana karşı evvela çekile çekile hareket edip, onu matlup
müdafaada taannüd eden gayesi pek mahdut ve muvak-
noktaya getirdikten sonra var kuvvetiyle atılan mahir bir
kat olan siyasettir. İzzet Bey ilmin siyasete âlet edilmesi-
( * ) Darülfünun Ruhiyat muallimi
102
ne karşı pek içlenmiştir. O derece ki, eserinin başlıca sâiki yor. Şuurlu olmak itibariyle hür bir cehit ibraz ediyor,
bu suistimal karşısında bir münekkidin duyduğu istik- insaniyetin muayyen bir istikametinde kemalini tahakkuk
rah ve ıztıraptır. İzzet Bey aynı nefreti «gözümü kapa- ettirmeğe çalışıyor.
rım, vazifemi yaparım» tarzındaki dogmatik ve kör imana «Böyle bir mefkûre ancak kalpte doğar ve kalbe is-
karşı da duyuyor. tinat eder. Bundan dolayı Ziya Bey'in hars ile kalp arasın-
da müşabehet görmesi pek doğrudur. Milliyet hissi dinî
Çünkü onca millî hayat artık her türlü tenkitten bir bağdır, bir imandır. Fakat her iman millî iman değil-
müctenib anane ve hissiyâta değil, belki birçok tezahüratı dir».
itibariyle daha ziyade tenkitçi ve tecrübeci ilim ve akla
yakındır. Milliyeti bir vâkıa olmaktan ziyade bir mefkûre, Mevzuuna karşı mukaddimede tamamen bî-taraf gibi
bir irade, şuurlu bir iman gibi kabul eden İzzet Bey, bu görünen İzzet Bey, şüphe ve inkârlarını yaptıktan sonra
kanaatleriyle akılcı olmaktan ziyade entegral bir realist hissiyâtım zabtedemez bir hale geliyor. «Fânî varlığımızı
hissini veriyor. Yalnız bu ideal, ilmî ve felsefî bir terbi- aşmak için artık son bir fırsat irae eden milliyet mefkû-
yenin mahsulü olmalıdır. Yoksa coşkun hamiyet veya po- resini ilahî bir cereyan gibi yaşamak lâzım geleceğini
litika taassubu gibi kör hayaletler milliyet aşkını temsil aklen tenkit ve teemmül ettikten sonra, kalben tastikde
edemezler. Bir de millî hayat ne mazide, ne de haldedir. tereddüt etmiyor. Milliyete imanın ancak bu şartla asrî
O daha çok bir istikbaldir. Binaenaleyh hakiki milliyet- bir iman olabileceğini anlatmak isterken «milletin Leyla
gibi söylemesi için bizim Mecnun olmamız şart değildir»
çiler, iman-ı kâmil sahibi olan mefkûreciler de vardır.
demekle peygamberâne dogmatizme güzel bir de fiske
Millî cereyanın esasında öyle «ruhî bir enmuzec» vardır
atıyor. İzzet Bey milliyet mefkûresi karşısında yalnız ca-
ki, bunun gayesi «tabiata binaen ve tabiat içinde mefkû-
hil ve körlerden, siyaset ve devlet adamlarından şüphe et-
reyi tecelli ettirmek, beşerî hürriyeti temin eylemektir».
miyor. Bu şüphesini «halkın rağbetini kazanmak için
Bu itibarla «hakiki millî hayattır ki beynelmileldir ve
mevzuuna millî renk veren sanatkâr» lara da teşmil edi-
beynelmilel sahada inkişaf eder». «Esasında beşerin tabiî
yor. Ve bunlar nazarında milliyet düsturunun kıymet ve
hayatını inkâr veya ifna temayülünü taşıyan itikatlar ise
hakikati faydasıyla ölçülür «bir zarif hayal» den başka
ne millî, ne de beynelmilel olabilirler. Onlar ancak lâ-mil-
bir şey değildir, diyor. Milliyet mefkûresinin ilmî bir kis-
lîdirler».
ve altında siyasete âlet edilmesi sâniasından bî-zar olmuş
«Hayat, ruh ve cemiyet hadiselerinde herhangi bir mütefekkirlerimize felsefî bir tefekkürle tercüman olan
bütün, eczasının mecmuundan ibaret addolunamaz» diyen İzzet Bey'in bu eseri biraz gecikmiş olmasaydı büsbütün
İzzet Bey «pluraliste» yani kesretçilik temayülü göster- başka bir intiba ile karşılanırdı. Mamafih bu kusuru İz-
mekle millî hayatı da anâsıra kabil-i irca görmüyor. Mef- zet Bey'in kasdına atfetmek asla hatıra gelemez. Çünkü
kûre ile yaşayan ve mefkûreyi tahakkuk ettirmek için onun bütün ruhuyle sevdiği ve kıymet verdiği tarz-ı ten-
kit öyle alelacele yapılamazdı. Milliyetçiliğe siyaset ve
yaşayan, harsta hem sâikini, hem hedefini bulan milliyet
menfaat gözüyle bakanlara karşı «Biz bu siyasî bakışa
bu vasfıyle gerek maddî tabiatın, gerek manevî tabiat de-
karşı tamamen yabancıyız. Bu ufak kitapta milliyetin
mek olan tarihî ve ruhî muayyeniyetin fevkine yükseli-
nun için dinin mâhiyetini ve din ile milliyet münasebet
mânâsı ve ehemmiyeti siyasî menfaatlere göre değil, be-
leri hakkındaki muhtelif mütalaa ve şehadet-i tarihiye
şerî kıymetlere nazaran tayin edilmeğe çalışılacaktır. Ma-
leri gözden geçiriyor:
mafih itiraf ederiz ki, mütefekkirlerin nazariyattaki te-
reddütleri bu pratik siyasetçi vaziyetine hak verdirecek «Dinde iki unsur gözetmek mümkündür ki, bunlar-
mâhiyettedir» diyen genç mütefekkir, hem siyasete âlet dan birine dinin sureti, diğerine muhtevası diyebiliriz.
olmayacak, hem de tereddütten âzâde bulunacak bir mil- Birincisi hissî bir şekildir, kudsiyet duygusundan ibaret-
liyet telâkkisine sahip olmak için meseleyi esaslı bir su- tir; ikincisi ise her dini diğerinden tefrik eden bazı iti-
rette tedkik ve tetebbu etmeğe muhtaçtı. Bu itibarla yani katların, menâsik ve esatirin heyet-i mecmuasıdır».
ilim hesabına gecikmiş değil, bilâkis en lâyık bir hatt-ı
hareket ihtiyar etmiştir. «Öyle zannediyorum ki milliyet duygusunun da
böyle dindarane bir hissi, muhtelif edvânın müşterek
«Bu tenkidi vaziyet ne müellifin şahsına hastır, ne olan suretini beraberinde taşıdığını kimse inkâr edemez»
de sadece menfîdir. Tenkit etmek köhne kabuklarımızı dedikten sonra, hükmünü teyit edecek misalleri Fransız,
çatlatan bir kudretin -uzakta veya yakında- mevcudiye- İtalyan, Türk, Rus milliyetperverlerinin fikirlerinde gös-
tini tebşir eder. înkâr ediyoruz: Yeniden yeniye ortalığı teriyor. Meselâ «Türk ediblerinden bazıları Türkün ulu
kapladığını, filiz verdiğini hissettiğimiz canlı kuvvetlerin dininden bahseyledikleri vakit elbette dinin muhtevasını
cevelan sahasını genişletmek için! kasdeylemiyorlar. Çünkü bu muhtevalar Sibirya'dan Ma-
car ovasına ve Anadolu'ya kadar pek mütenevvi, muhte-
Kendini kâh ırk, kâh lisan, kâh toprak, kâh iktisat lif, kısmen yekdiğerine zıttır. Onların düşündükleri, da-
veya tarih hudutları ve kayıtları dahiline habsetmek iste- ha doğrusu hissettikleri ululuk Türklüğün kudsiyetidir».
yen siyasetin tahakkümünden kurtuluncadır ki, milliyet
bir mefkûredir. Yani bizden bilâkayd ü şart, suret-i mut- «Din ile milliyet yekdiğerine tevafuk da edebiliyor-
lakada fedakârlık talep eden, itaat isteyen bir mukaddes lar, taarruz da...
gayedir».
Millî olmak isteyen beşeriyet bir müddea ile bir na-
Biraz imalı ve müphem olan bu satırlarla halkçılı- kîz-ı müddeanm terkibini vücuda getirmek gayretinde.
ğın azamî inkişafına işaret eden müellif millivetçiliği İnsan hürriyetini arıyor, fakat onu menfî bir tarzda, is-
halkçılık mefkûresinin zarurî bir müttefiki addediyor. tinkâf ederek değil, belki müsbet ve tam olarak, tabiata
hâkimiyetini tesis ederek, binaenaleyh tabiata da bir kıy-
El-hâsıl milliyet mefkûresini beşerî mefkûreden uzak met vererek tahakkuk ettirmek istiyor..
ve ayrı görmeyen İzzet Bey, bütün eserini bu fikrin teşrih
Aradığımız hürriyet dindar zâhidin zanneylediği
ve telkinine hasretmiş ve beşerî ahenk hakiki milliyet
gibi bir tek anda bütün tabiî ve haricî gayelerden fera-
mefkûrelerinin bir senfon isidir, demek istemiştir. gat ile vücuda gelemez. Belki ancak uzun, eziyete ve sab-
Eserin neticesi milliyet ile din arasındaki müşareket ra mütevakkıf bir sa'yin mahsulü olabilir ki, onun ne za-
man hitam bulacağım kimse kestiremez. Bunun neticesi
ve mübayenet noktalarının tahliline hasredilmiştir. Bu-
olarak nefs ile âfâkî tabiat arasında hiçbir yarık kabul
etmeyen dininde muhitini ve muhitine olan esaretini
in'ikâs ettiren, vücudunda hayvaniyetini idame eden ipti-
daî insanla milliyetinde toprağa, ırkına, diğer tabiî ve iç-
Mehmet Emin ( * ) [Erişirgil]
timaî mu'taata ehemmiyet veren muasır insan arasındaki
farkı görüyoruz. İptidaî insan için tabiat ve tabiat ile
BÜYÜK İ N K I L Â P t
mülevven cemiyet doğrudan doğruya bir mu'tadır. Onun
itmam ve ikmali, tashih ve tadili mevzuubahs değildir. Büyük Millet Meclisi'nin son verdiği kararla geçir-
Orada cemiyet bir vakıadır. Muasır insan için ise cemiyet diğimiz inkılâp tarihe «Büyük İnkılâp» ünvanıyla geçme-
daima asla ihtiyaç gösterir; edebiyat ile, ilim ile, sanayi lidir.
ile, adalet ile tekemmüle muhtaçtır. Bu itibarladır ki,
Meşrutiyet haltâ cumhuriyetin ilânı bile bu kadar
milliyet bir vâkıa olmaktan ziyade bir mefkûredir. Mu'ta
elerin bir tahavvülü ifade etmiyordu. Vâkıa denebilir ki,
olmaktan ziyade menşedir, irade mahsulüdür ve onun
cumhuriyet ilân edilince artık kanun vaz'ında millî hâki-
içindir ki, siyasî sahada demokrasi ile müttefiktir».
miyetin bilâ-kayd ü şart ilânı, tedrisatta bulunan mües-
(Milli mecmua, nr. 7. 24 Kânun-ı sâni 1340/1924, s. 99-101.) seselerin aynı gayeleri istihdaf edecek veçhile tensiki za-
ruret iktisap etmişti.
Filhakika mantıken böyle idi, ancak mantıken ol-
ması lâzım gelen bir teşkilâtın hayatta teessüs etmediği
çok zaman görülebilir. İçtimaî hayatta hiçbir zaman za-
ruret görmüyorum. Cumhuriyet ilân edebilir, fakat cum-
huriyet teşkilâtı içinde yekdiğeriyle mübareze halinde bu-
lunan müessesâtı ibka eyleyebilirdik, bu halde inkılâp
meşrutiyet ihtilâli gibi tamamen siyasî mâhiyette kalabi-
lirdi. Siyasî tahavvülü içtimaî bir inkılâpla tetvic edebil-
mek için bir irade, bir dehâ lâzımdı. Son tahavvül bu
iradenin, bu dehanın tesiri mülâhaza edilmedikçe kabil-i
izah değildir.
Türkiye bu büyük inkılâpla tamamen yeni bir devre
girmişti. Şimdiye kadar devlet teşkilâtında mübâriz iki
kuvvet vardı. Tanzimattan beri bu iki kuvvet yekdiğeriyle
mücadele ediyorlar. Memleketin kuvveti ve cidalde sarf-
edilmek yüzünden ekseriya müsbet terakki hatveleri ata-

( * ) Darülfünun Tarih-i Felsefe muallimi


mıyorduk. Bu kuvvetlerden biri devleti tamamen dünyevî
ve medenî gayelere istihdaf ettirmek isteyenlerin cehdi, sıtası yapmak, uhrevî gayeye hâdim kılmak fertte hürri-
diğeri umumî müessesâtı tamamen dinin nüfûzu altında yeti, binnetice böyle bir imanı selbedeı. Cebr ile iman
görmek isteyenlerin aks-i amelleri idi. Devlet, asrımızda yekdiğerinin zıddıdır. Hakiki iman ihtiyârm mahsulüdür.
bir dünya müessesesidir, onu uhrevî gayelere hadim kıl- O halde devleti dinin bekçisi yapmakta ne fayda vardır?
mak ancak asrî mâhiyetinden çıkarmakla kabil olabilir. Bazı ecnebi mütefekkirleri islâmiyet'i edyân-ı saire
ile mukayese ederken, Müslümanlığın sırf hukukî kavâid
Dünyevî mâhiyetini kaybetmiş bir devletin zamanı-
vaz'ettiğini, insanlığın manevî kudretini arttıracak ahkâmı
mızda yaşayabilmesi yalnız müşkül değil, imkânsızdır.
muhtevi olmadığını, binaenaleyh diğer dinler gibi ferdin
Onun için devletin bekasını muhafaza için kendisini uh-
kudretini artıramayacağını söylerler. Bence bu îslâmi-
revî vazâif göstermek isteyen fikir ve zümrelerin tahak-
yete bir iftiradır, islâmlık her din gibi imana ehemmiyet
kümünden kurtarmağa çalışması zarurî idi. Tanzimattan
vermiştir. Yalnız islâmiyet bir aralık din gibi devlet de
beri devam eden mücadelenin kısmen sırrı bunda idi. O
kurduğu için islâm ulemâsı asıl manevi cihetleri ta'mik
vakitten beri devlet tedricen yalnız kendi dünyevî gaye-
etmekten ziyade, kurulan devletin teşkilâtı, hukuku üze-
sinin hâkim olması, diğer bir kuvvetin nüfuzuna tâbi bu-
rinde çalışmışlardır. Bugün bu teşkilât ve hukuk bir ilim
lunmaması için çalıştı. Dini devlet üzerinde hâkim kılmak
olmuştur. Din onu bırakmalı, fertlerin ruhunu kuvvetlen-
isteyenler yalnız devleti bu asırda yaşayabilecek teşkilât-
dirmeğe çalışmalıdır. Ancak böyle olursa büyük Pevgam-
tan mahrum bırakmakla kalmıyorlar, benim itikadımca
ber'in eseri pâyidar olur. Bu saha dururken din namına
hiss-i dinîye de zarar veriyorlardı. Çünkü temini imkânı
devlet teşkilâtına, hukuka, ilme müdahale etmek, imam
olmayan bir gaye için mübareze ettikçe kendileri gerile-
için zarardan başka bir şey tevlid etmez ve etmemiştir.
yecekler, kendileri ricat edecekler. Her ricat ferdin vic-
danından bazen emsalsiz faaliyet menbaı olan hiss-i dinîyi Onun için son büyük inkılâp, devletin hürriyetini te-
de zayıflatacaktı. Nitekim öyle oluyordu. Buna mukabil min ettiği kadar, dini de asıl mecrâsına sevk suretiyle
kendi müddeaları nokta-i nazarından ne kazanabilirlerdi? onun hürriyetini kazandırmıştır.
Bence hiç... Din birtakım müessesât ve eşkâlden ibaret Türk genci devletin ve dinin hürriyetini kazandıran
değildir, o müessesât ve şekiller her dinde mütemadi ta- bu büyük inkılâbın eserini itmâm etmek gibi şerefli bir
havvüle uğramıştı. Dinde bir esas, bir ruh var ki, asıl mefkûre için çalışmalıdır.
mahiyetini onda aramalıdır. Bu esas ferdin imanla ruhuna
verdiği kuvvet ve salâbettir. Böyle bir iman, böyle bir his Her mevcudât önlerini tenvir eden bir kuvvete muh-
vücuda gelebilmesi için, fert kendi muhtariyetini duymalı, taçdırlar. Devlet de, dinde hürriyetini alınca her ikisi de
bir cebrin, bir korkunun neticesi olmaksızın, böyle bir mâhiyetlerini, hareketlerini, istikbalini aydınlatacak bir
imanı vicdanında hissetmelidir. Daha açıkça söylemek lâ- nûra müftekırdırlar. Buda ancak «İlim» olabilir. Onun
zım gelirse, fert hakiki dindar olabilmek için imanı kendi için bu «Büyük inkılâp» her zamandan fazla ilme, nûra
kendine, kendi ruhuna nüfuz ile, kendi cehd-i hususiye- ihtiyacımızı arttırıyor.
siyle elde eylemelidir, halbuki devleti iman telkininin va- (Millî Mecmua, nr. 11, 20 Mart 1340/1924, s. 162-163.)
Ruh, zihniyet, telâkki farkları... Bunların hepsi ma-
nevî neviden müphem kelimelerdir. İnsanları ruhun, zih-
niyetin ,telâkkinin mevcudiyetine inandıran şey, bunların
haricî ve maddî tezahürleridir. Bir millet içinde değişen,
Necmeddin Sadık [Sadak] toprak, insan ve eşyadan ibaret kalsa bu tebeddül h;çbir
şey ifade etmez. Yeni bir millet, yeni bir devlet, eski in-
CUMHURİYET KANUNLARI sanlardan mürekkep olmakla beraber, yeni bir zihniyetin,
yeni telâkkilerin, yeni bir ruhun mahsulüdür. Fakat bıj
Bir nutuk söylerken, yahut bir yazı yazarken : «Eski yeni ruh, yeni telâkki yalnız ağızda ve söz halinde kalma-
Osmanlı Türkiye'si ölmüştür, onun yerine yeni bir Tür- malı, hakikate inkılâp etmelidir. İnkılâp, tam mânâsında
kiye kaim olmuştur!» cümlesini sık sık kullanıyoruz. Cum- ruhî bir inkılâptır, ancak bu ruhî inkılâbın neticeleri ha-
huriyet idaresinden bahsederken, bu idarenin eskilerden riçte gözle görünmelidir. Milletlerin hayatında yegâne in-
bambaşka, yeni tarzda bir hayatın menbaı olduğunu iddia kişaf ve tekemmül âmili olan içtimaî vicdan, yalnız ruh
ediyoruz. Fakat maziye karışan, ebediyen tarihe intikal halinde, manevî ve müphem bir mevcut şeklinde kalmaz,
eden Türkiye hangisidir, yeni doğan Türkiye hangisidir? hariçte müessese şeklinde tezahür eder. Bu müesseseler
Türkiye devleti asırlardan beri işgal ettiği topraklar üs- örf, anane, âdet gibi gayr-ı vâzıh ve gayr-ı sâbit, yahut ka-
tündedir; mekânı değişmemiştir. Yalnız hudutları ufal- nun, nizam gibi mütebellir ve sâbit birtakım şekiller
mıştır. Toprak hususunda bir değişiklik yoktur. Bu top- arzeder.
raklar üzerinde oturanlar mı değişti? Bu yeni dediğimiz
devlet hudutları içinde yaşayan insanlar, tarihe karışan Yeni Türkiye'yi vücuda getiren bu yeni ruh ve yeni
eski Türkiye'den kalan nesillerdir. zihniyet de bu müesseselerde tezahür etmelidir. Bugün ya-
şadığımız hayatın maziye nisbetle yeni bir hayat olması
Yeni Türkiye'nin insanları, eski Türkiye'nin sâkin- için, yalnız eski ile alâkamızı kat'ettiğimizi söylemek ki-
leri ve çocuklarıdır. Bu kadar meraretle bahsettiğimiz fâyet etmez; maziye ait bütün müesseselerin ve bu mües-
mazi, bizim yabancımız değildir. Binaenaleyh insanlarda seselerin en mühimi olan medenî ve içtimaî kanunlarımı-
da bir değişiklik yoktur. Toprak, insan, eşya... Haricî zın değişmesi lazımdır. Son senelerde vukua gelen içti-
manzara itibariyle de yeni ile eski dediğimiz ve kat'i hatt-ı maî tebeddüller, millî vicdanda ve onu ma'kesi olan örf-
fâsıllarla ayırdığımız iki mevcudiyet arasında hiçbir fark te derin tahavvüller husule getirmiştir. Örfteki bu ta-
yoktur. Fakat buna çare bulmak için derhal: «İnsanların havvülleriıı, kanunları da değiştirmesi zaruridir. Halbuki
ruhu değişti» diyoruz. Eski Türkiye Devleti ile yeni doğan yeni Türkiye -Teşkilât-ı Esasiye kanunu müstesna- hâlâ
Türkiye arasında derin bir düşünüş, bir zihniyet farkı var- acı bir mazi addettiğimiz eski devletin kanunlarıyla idare
dır. Onlar hayatı başka türlü anlarlardı. Devlet ve millet edilmektedir. İçtimaî hayatın temelini teşkil eden bütün
hakkındaki telâkkileri başka idi; bizim zihniyetimiz, te- müessese ve muamelâtımızda eski usuller, eski nizamlar
lâkkilerimiz hayatı ve kâinatı görüş tarzımız büsbütün câridir. Denilebilir ki, teceddüdperver Türkiye Cumhuri-
başkadır... yeti şekli içinde, eski muhafazakâr Osmanlı İmparatorlu-
ğunurı ruhu yaşıyor. Meselâ, aile müessesesini idare,eden
kanunlarımız, pederşâhî aile usullerinden kalmadır.
Bunun için her şeyden evvel bu kanunların yeni zih-
niyete, vicdan-ı içtimaînin yeni temayüllerine, yeni örfe
tetabuk etmesi lâzımdır. Ancak o zaman yeni bir Türki- r
ye'den, mazi ile alâkamızı kestiğimizden bahsedebiliriz. M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K C E R E Y A N I N I N ESASLARI
Geçen gün Adliye Vekili Mahmut Esat Bey'in, kanun- (Ağaoğlu Ahmet tarafından Adapazarı Türk Ocağı'nın kü-
ları tadil ile meşgul olan komisyonda irad ettiği nutuk, bu gâdı münâsebeti İle Adapazarı'nda İrad edilen hitabe)
nokta-i nazardan büyük bir ehemmiyeti hâizdir. Adliye ve-
Muhterem efendiler!
kili, ismet Paşa'dan aldığı bir telgraf üzerine, kavanîn ko-
misyonlarının vazifelerini tesrî etmelerini rica etmiş, Tür- Mevzuumuz milliyet cereyanının esasları ile bu ce-
kiye Cumhuriyeti'nin yeni kanunlarda aradığı evsafı bü- reyanın son inkılâpla olan alâkalanın tedkik etmektir.
yük bir vuzuh ve kat'iyetle ifade etmiştir. Aranızda herhangi biriniz kendi nefsini tefahhus ede-
rek fiil ve hareketlerinin menba ve menşelerini araştırır-
Mahmut Esat Bey, ez-cümle, «inkılâbın büyük kara-
sa, derhal görecektir ki, bu menba ve menşeler umumi-
rma ilk ma'kes, ilk tecelligâh kanunlarımız ve hukukiya-
yetle iki noktaya râcidir: Ya fikir veyahut his.
tımız olacaktır» demekle yukarıdan beri izah etmek is-
tediğimiz hakikat-i içtimaiyeyi bir cümlede hülâsa etmiş- İnsan hareket etmeden evvel düşünür veyahut hisse-
tir. Adliye vekilinin yine pek doğru söylediği gibi, hal-i der. Beşerin her fiili bir tefekkür ve tahassüs neticesidir.
hâzırdaki kanunlarımızın mehazları yalnız dindir, şeriat- O halde milyonlarca fertlerin yekunundan ibaret
tır. Bu kanunlar, artık bugün yeni Türkiye'nin ihtiyaçla- olan insan kitlesi için bu fertlerin tefekkür ve tahassüs-
rım temin edememektedir. Din ile devlet işlerini ayıran lerini tanzim ederek muayyen bir gayeye sevketmek ve
bir hükümetin her şeyden evvel, bu lüzumsuz irtibatı ka- aralarında âherik ve muvazeneyi temin eylemek birinci
nunlardan kaldırması lâzımdır. Cumhuriyet'in ilk işi, bi- derecede hayatî bir meseledir. Aksi halde yani bu nizam
lâ-istisna bütün kanunlarımızı asrın ve milletin yeni ihti- ve âhengi ve fertler arasında muayyen bir tesanüdün hu-
yaçlarına, yeni zihniyetine tevfik etmek olmalıdır. Hükü- sûlünü temin edecek bir âmil bulunmazsa tabiatiyle here
metin bu meselede gösterdiği azim ve alâkayı memnuni- ü mercî hâkim olur, herkes bir tarafa çeker, tabir-i âmiyâ-
yetle kaydederiz. nesi ile söz ayağa düşer, içtimaî hayatın devamı imkân-
sız olur.
(Akşam, nr. 2402, 19 Haziran 1925.)
Dünyada hiçbir beşerî kitle mevcut değildir ki, böyle
bir nâzım ve âmilin taht-ı tesirinde bulunmasın. Fakat ce-
maat ve kitlelerin derece-i tekâmülüne göre bu âmilin ma-
hiyeti değişir.
Kendi içinden ve kendi şuur ve vicdanı ile bu âmili
temin edemeyen ve cemaat ve kitlelerin başına daima ha- fikir ve his birliği, bu gaye ve emel vahdeti nasıl tekev-
riçten ve sırf cebir ve tahakküm ile hareket eden bir âmil vün eder, bu ümniyye hangi âmillerin tesiri ile hâsıl
geçer ve o kitleyi istediği tarafa sevkeyler. olur?
Bu suale cevap verirken, bendeniz yine sizi, yine
Böyle bir vaziyette bulunan kitle ve cemaatlere aşi-
kendi kendinizi tefahhus etmeğe, murakabe eylemeğe da-
ret, kabile, kavim, tâife gibi tabirler tatbik olunur. Bun-
lar şuursuz ve idaresiz birtakım varlıklardır ki, kendi vet edeceğim. Her birinizi, komşunuz olan zâta bağlayan
iradeleri haricinde ve dışarıdan gelen ve onlara tahak- alâkaların neden ibaret olduğunu soracağım?
küm eden iradelerin şevki ile hareket ederler. Bazen baş- Hiç şüphe yoktur ki, biraz düşündükten sonra her
larına bir papas konar ve din nâmına onları sevkeyler; biriniz derhal bana diyeceksiniz: Evet beni şu komşuya
bazen bir kral, bir sultan geçer ve kendi haşmet ve aza- bağlayan birçok alâkaların, râbıtalarm, bende mevcut ol-
metleri nâmına istedikleri surette yürütürler. duğunu hissettim!
Sırf insan sürülerinden ibaret olan bu gibi beşerî Başta bir lisan vardır, yani o esrarengiz âmil ki,
kitlelere millet lakabı ve nâmı verilmez. milyonlarca insanlara tercüman olur ve milyonlarca in-
Millet tarifi, yalnız ma'şerî vicdanları tekevvün et- sanların yekdiğeri ile anlaşmasını temin ederek, bunlar
miş kendi iradesi ile hareket eden ve efrâdı tefekkür ve miyanında derin ve kırılmaz bir bağ rolünü oynar! Son-
tahassüs sahalarında gaye itibariyle birleşen cemaatlere ra din gelir, dinin aramızda tevlit ettiği müşterek itikat-
verilir. Bu gibi beşerî kitlelerin efrâdı hariçten gelen ce- lar, müşterek itiyatlar, daha sonra müşterek bir musikî,
bir ve tahakküm âmillerine tahammül edemezler. Zira bir hukuk, bir tarih, müşterek bir anane, bir âdet, bir
bunların arasındaki tesanüd ve âhenk esaslarını temin tarz-ı hayat, müşterek bir hükümet, müşterek bir devlet
eden nâzım ve âmil, şuur ve vicdanlarında kendi kendine ve ilââhiri!
ve derûnen vücuda gelmiş olan gaye ve emel birliğidir. Bu Demek ki, fertleri yekdiğerine rabtederek araların-
ma'şerî şuurun tekevvünü, bu gaye ve emel birliği da vahdet ve tesanüdü temin edecek vasıtalar bu saydı-
sâyesinde, bu gibi cemaatler artık hiçbir vasî ve veliye ğımız âmillerden ibarettir.
herhangi nâm altında olursa olsun, ihtiyaç hissetmezler
ve kendi mukadderatlarına kendileri hâkim olarak, kendi İşte bu âmillerin millîleşmesidir ki ,şuur ve vic-
kendilerini idare ederler. dan-ı millînin tekevvününü temin eder.

İşte bunun içindir ki, millet derecesine varmış olan Millîleşmek ise, milletin hakiki duygularına, hakiki
kitleler arasında millî cereyanın lâ-yenfekk neticelerin- hislerine tercüman olmakla beraber, milletin fertlerini
den birisi de, veli ve vasilerin, papas tahakkümlerinin, müşterek gaye ve emellere doğru sevketmek demektir.
kral tecebbürlerinin izalesi ile tac ve tahtların uçmasıdır. İşte buna binaendir ki, Türk millî cereyanının büyük üs-
tadı merhum ve mağfur Ziya Gökalp Bey bu cereyanı şu
Şimdi bir sual: Milyonlarca insanların yığınından
üç vecize île ifade ederdi: Dilde birlik, dinde birlik, di-
ibaret olan bir cemaatin efrâdı arasında bu tesanüt, bu
lekte birlik!
Şimdi bu nokta-i nazardan yukarıda saydığımız
âmillerin hiç olmazsa mânâlarını tedkik edelim. Baka- Alelâde Türk hattâ günde beş kere Allah'ı ile icra
lım Osmanlılık devri devam ettiği müddetçe, bu ümniy- ettiği râz-ı niyâzm mânâsını anlamaktan men'olunmuş-
yeyi ne dereceye kadar temin ediyordu. tur. Allah'ı ile kendisinin bilâ-vasıta doğrudan doğruya
görüşmesi hakkı unf u hiddetle inkâr edilmiştir. Vaktiyle
Başlayalım lisandan: Lisanın en yüksek tezahürü
İstanbul Türk ocağında bu hususa ait verdiğim bir kon-
edebiyattır.
feransta, Hazret-i Kur'ân'm Türkçe'ye tercümesi ve na-
Tâ son zamanlara kadar Osmanlı edebiyatı, gerek maz ve duaların Türkçe icrası lüzumundan bahsettiğim
mevzu ve gerek tarz-ı ifadesi itibariyle Türk milletine ta- için, İslâmiyet'i Arapların bir malı gibi telâkki eden Arap
mamen yabancı kalmıştır. Mevzu itibariyle padişahlar ve
milliyetperverlerden Abdülaziz Çaviş Efendi ikinci gün
ekâbir hakkında yazılmış olan kasideler ve medihnâme-
Bayezit Camiinde Türk ahalisine hitaben icra ettiği bir
lerden başka, Türk hayatı bu edebiyatın tamamen hari-
mev'izede benim tecdîd-i iman ve nikâh etmekliğim lü-
cinde kalmıştır. Bir tek Türk manzarasının levhasını, bir
zûmundan bahseyledi ve Türkleri benim aleyhime tahrik
tek Türk köyünün, Türk köylüsünün, Türk amelesinin,
etti!
Türk esnafının tasvirini orada bulamazsınız! Tahrirî li-
sanın tarz-ı ifadesine gelince, garâib ve acâibden ibaret Bu suretle dini asırlarca Türk vicdanı ile Türk şuuru
olan Bâbıâli üslûbu bir tarafa bırakıldığı halde bile yine haricinde tutmuş olanlar, bununla kifayet etmeyip, Türk-
tâ son zamanlara kadar milletin binde bir neferi bu ede- ler arasına nifak, şikak ve fesat ilkası için daima dini
biyat lisanından bir şey anlayamazdı! Millî mefkûre, ellerinde en mutad âlet ve vasıta olarak kullanmışlardır.
millî vahdet ve tesanüde gelince, eski Osmanlı edebiyatı Bu âlet Türk milletini, Türk vatanını düşünenlere karşı
bu sahaya da tamamen yabancı kalmıştır. Türklüğe ve dolayısıyla İslâmiyete kastetmiş olanlar ta-
rafından daima istimal edilegelmiştir. Cinci Hoca'dan
Demek ki her millet efrâdı arasında en kuvvetli bir
başlayarak Derviş Vahdetî'ye ve Şeyh Said'e kadar her
râbıta, bir tesanüd ve vahdet âmili olan lisan bizde ta-
mamen aksine kullanılmıştır. Lisan bizde bir âmil-i tef- zaman aynı dava aynı tarzda ileri sürülmüştür, ve her
rika olmuştur. Münevverler ile ahali arasına geçilmez bir zaman Türk vatanı bundan müteessir olmuştur.
uçurum açılmıştır. Bugün bile bu uçurum hâlâ da devam Şimdi geçelim hukuka: Bu da Türk hayatına, Türk
ediyor.
vicdanına tamamen yabancı idi. Kanun demek cereyan
Geçelim dine: Din de aynı tarzda sû-i istimâle, sû-i eden hayatın geçici anlarını tanzim ve muayyen esaslara
istifadeye maruz kalmıştır. Evvela asırlardan beri Türk,
irca etmek demektir.
dininden mehcûr edilmiştir. Dinin en mevsûk menbaı
olan Hazret-i Kur'an'la Türk arasında, azîm bir hâil vaz'- Binaenaleyh kanun evvela hayattan alınmalı ve sâ-
edilmiştir. Alelâde Türk Arapça anlayamadığından ve niyen hayat gibi müteharrik ve mütehavvil olmalıdır.
Kur'ân'm Türkçeye tercümesi men'edildiğinden, Türk Halbuki hakikatte Osmanlılık zamanında bütün kanunla-
dini ilhamâtın bu en mukaddes menbamdan mahrum
rımız hayattan alınmadığı gibi, hayatı bir takım sabit vc
edilmiştir.
gayr-i mütehavvil esaslara bağlayıp durdurmakta idi.
Tamamen başka muhitlerde, başka şartlar arasında enmüzeci olduğunu bilâ-perva yazdı. Bunu biz protesto
yaşamış bir Ebu Davud'un, bir Ebu Yusuf'un vaz'etmiş ettik. Abdülmecid sadrazama yazdığı bir mektupla:
olduğu esaslar, sekiz asır sonraki Türk hayatını tanzim «Bu küstah kesânın» memleket haricine çıkarılmalarını
etmekte idi. Hukuktaki bu tarz Türk'ü öldürmekten, talep etti!
incimâda sevkeylemekten başka bir şey ifade etmezdi.
Fakat Türk milleti için imtihan günleri geldi. Müta-
Sizi yormamak için milliyet cereyanının diğer esas- reke oldu; Türk milleti dün kendine kardeş dindaşların,
larını tedkik etmiyorum. Onlar da bu gördüğümüz bugün düşmanlar ile birleşerek kendisi hakkında düş-
esaslar gibi sû-i istimâle uğramıştır. Onlar da vicdan-ı mandan ziyade kasdettiğini gördü. Türk milleti dün ken-
millîden nebeân ederek, vahdet ve tesaniidü temin ede- disine Türk padişahı diyerek Türk'ün semâhati sâyesin-
cek yerde, bilâkis vicdan-ı millîye yabancı kalmış ve ih- de dünyada hiçbir hükümdarın görmediği bir debdebe
tilâf ve tefrikayı mucip olmuştur. ve haşmet temin etmiş olanları, düşmanlar ile teşrik-i
mesaî eder gördü: Türk dün kendisine Türk şeyhülis-
işte Türk millî cereyanının başına geçmiş olanların
lâmı, Türk müftü'l-enâmı diyenleri, bugün dini, imam
maksatları bütün bu âmilleri, vaz'-ı hakikilerine irca et-
düşman paralarına satılmış gördü!
mekten ibaretti. Yani lisandan başlayarak devlet ve hü-
kümete kadar Türk hayatının bütün tecelliyâtında Türk İşte o zaman Türk vicdan-ı millîsi teessüs etti! Bu
şuur ve vicdan-ı millîsinin in'ikâsmı ve bütün bu saha- vicdan azîm, derin heyecan içinde yerleri ve gökleri tit-
larda tesanüt ve vahdeti temin edecek muntazam ve reten bir na'ra kopardı; bu na'ranm ifade ettiği mânâ
âhenkdâr bir yürüyüşü istihsal etmekti! şöyleydi:

Türkçülük cereyanının mürşidleri, ilk evvela büyük Ey Türk, mukadderatını eline al! Hayatına yalnız
bir istihza ile karşılandılar. Bilâhare cereyanın ciddiyet kendi vicdanın, kendi şuurun hâkim olsun! Lisan, din,
ve salâbeti taayyün edince bu istihza azîm bir hiddet ve hukuk, hükümet, devlet hep senindir, bunların hepsi
gazaba tebeddül etti. Makam-ı saltanattan başlayarak, yalnız senin şuurunun, senin vicdanının ma'kesi olmalı-
bütün eski üslûp, eski edebiyat taraftarları, eski tarz te- dır!
fekkür erbâbı, eski devlet ve hükümet sistemi âşıkları ve
Bunları eline al ve yüksel ve yükseldikçe bunları
bütün gayr-ı Türk unsurlar müttehit bir cephe ile hücu-
da kendinle beraber yükselt!
ma başladılar! İftiralar, isnatlar, ithamlar, tehziller, tez-
yifler yapmağa başladılar. Biz Peygamber'in . yerine Efendiler! Zinde ve ber-hayat milletler için ihya,
maazallah Cengiz'i, Kur'an'm yerine de Cengiz'in yasa- teceddüt ve hayat hamleleri menbaı olmak faziletini ta-
sını geçirecekmişiz! Biz Rusya'ya, İngiltere'ye, Fransa'ya, şıyan felâket, Türk milletine dört senelik kısa bir zaman-
daha ne bileyim kimlere satılmış adamlar imişiz! Muhar- da asırların tecrübelerini verdi. Milletin a'mâk-ı vicda-
rirlerden birisi o zaman veliahd olan ve bilâhare ma- nında kaynaşan bu teceddüt ve hayat hamleleri yine mil-
kam-ı hilâfeti ihraz eden Abdülmecid Efendi tarafından letin a'mâk-ı derûnundan kopup gelen ve milletin hakiki
himaye olunan bir mecmuada, Türk milletinin mücrim tercümanı olan bir kahramanın ağzı ile ifade olundu:
Bu kahraman Mustafa Kemal Paşa'dır.

Mustafa Kemal Paşa'mn zuhûru ile Türk milleti


kendisini ifade etti. Ve Türk millî cereyanı kendi şuur
ve vicdanını buldu. Bu kahramanın ve onu ihata eden
İsmet, Fevzi paşalar gibi ricalin rehberliği ile millî âmil- Mahmud ( * ) f
lerin kâffesi, mecrâ-yı hakikilerine irca olunmaktadırlar.
Lisan, din, edebiyat, hukuk, iktisadiyat, maarif, hü- İ N K I L Â P SAHASINDA Y E N İ BİR HAMLE DAHA
kümet, devlet hep millîleşmektedirler, hep Türk şuur-ı
millîsinden mülhem olmaktadırlar. Bu devletin bâni ve İki gün evvel Gazi Paşa Hazretlerinin riyasetleri al-
nigehbânı olan Türk, nihayet devletin hakiki sahibi ol- tında, in'ikad eden heyet-i vekilede pek mühim mukar-
muş ve bu sıfatla tabiatı ile efendi olmak, kendi mukad- rerât ittihaz olunmuştur. Bu mukarrerâtın ehemmiyeti,
deratına hâkim olmak, hayatının bütün şuabâtına kendi esas ve mâhiyeti itibariyle değildir. Bilâkis onlar bugünkü
rengini, kendi şahsiyetini vermek ister. Artık Türkçülük hayatın en zarurî icapları adandır. Eğer senelerden beri
cereyanının bütün umdeleri tahakkuk etmiştir. Bize, yani vicdan ve müfekkiremizi tazyik eden hissiyât ve ananât-
Türk gençlerine, kendilerini bilen Türk ihtiyarlarına yal- tan bir an tecerrüt ederek mâhiyetlerini ted'kik edersek,
nız bir vazife kalıyor : Bu vazife de, Türk millî mefkû- bu neticeye varacağımız muhakkaktır. Yine muhakkak-
resini, Türk millî vicdanını bu kadar azametle ifade eden tır ki, meselâ yirmi sene sonra evladımız ve belki bizzat
rehber etrafında toplanarak müttehit bir cephe ile, da- biz bile bu işleri bir zaman mühim bir mesele olarak
hil ve hariçden gelecek bütün sadmelere göğüs germek- aldığımızı düşündüğümüz vakit hayretler içinde kalaca-
tir. Biz de vazifemizi ifa eylersek, millî mefkürenin en ğız. Bununla beraber, bu mukarrerât ne kadar basit ve
yüksek umdesi olan bu ciheti temin edersek, Türk'ün tabiî olursa olsun, bugün için inkılâp tarihimizde belli
saha-i tarihte birçok mucizeler ibraz edeceğine iman ede- başlı bir hadise teşkil, içtimaî hayatımızda mühim bir
biliriz mânâ ve safha arzettiği de inkâr olunamaz.

(Tiiriv yurdu, C. II, nr. 11, Ağustos 1341/1925, a. 389 - 395.) Her şeyden evvel kaydetmeliyiz ki, bu mukarrerâtı
ittihazdan hükümetin esbâb-ı mucibesi pek kuvvetlidir.
Bu esbâb-ı mucibeden sarf-ı nazar olunsa bile, medenî bir
millet olmağa, teceddüdün bütün icabâtmı bir an evvel
tatbike karar verdikten sonra, bunları kabul etmek bir
zaruret halindedir. Herhalde bunlar teceddüt ve temed-
dün kararının tabiî neticelerinden başka bir şey değildir.
Bu meşkûr kararların hülâsası şudur:

(») Sürt mebusu.


1. Mevcut tekkeler, tarikatlar ve zaviyeler mensup Bizzat bazı munsif sâliklerinin de itiraf ettikleri
ve sâliklerinde pek çok masum vatandaşlar bulunduğuna veçhile, memleketimizdeki tekke ve zâviyeler; âdeta mes-
şüphe olmamakla beraber, erbâb-ı kasdın bu miiessesât kenet ve cehalet ocaklarına inkılâp etmiştir. Bu ocaklar,
vasıtasıyla masumları idlâle fırsat buldukları ve zahiren fazla olarak erbab-ı fesad için icabında en müsait bir ze-
samimi içtihat ve iktisat nâmına makasıd-ı muzırrâ-yı si- min-i faaliyet arzediyor. /
yasiye takip edebildikleri ve daima takip edebilecekleri,
Tarih ile biraz me'lüf olanlar; Türkiye'de tarikatleri
binaenaleyh Teşkilât-ı Esasiye'deki madde-i mahsusanın
doğuran, tekkelere vücut veren esbâb ve sevâiki çok iyi
kayd-ı mâniaya temas halinde bulundukları anlaşıldığın-
bilirler.
dan sedd ve ilga olunmuşlardır.
Malumdur ki, hülefâ, iilemâ ve medresecilerin umum
2. Memleketin her tarafından ulemâ kisvesini ken- halk üzerinde dinî ve hattâ siyasî tahakkümlerini son de-
diliğinden hâmil olabilen zevât ve şahsın efkâr ve ahaliyi receye vardırmaları, tekke ve tarikatlerin teessüsüne se-
temsil, mucibe ve maksatlarına göre teşviş için selâhiyet bep olmuştu.
takındıkları göründüğünden, ilmiye kisvesini giymeğe
Bugün o icaptan o esbabdan, o tahakküm ve tazyik-
selâhiyeti olanlar tesbit edilmelidir.
ten bahsolunabilir mi? Hikmet-i vücutları kalmamış olan
3. Vatandaşların kıyafetleri ve tarz-ı telebbüsü gibi müessesâtı idame etmek; millî ve içtimaî vahdeti ihlâlden
münhasıran içtimaî ve medenî esbâba merbut olup, iti- başka bir netice vermez.
kad-ı vicdanî ile esasen irtibatı bulunmayan mesâil üze- Ulemâ kisvesinin nisbeti ve bu kisveyi taşıyacak
rinde efkârın teşevvüş ve tereddüde ilka edildiği anlaşıl-
olanların tayini de pek musip olmuştur.
dığından, bilumum devlet memurlarının kıyafetleri, dün-
ya yüzündeki medenî milletlerin müşterek ve umumî kı- Ulemânın kisve-i ilmiyenin şeref ve imtiyazı bu su-
yafetlerinin aynı olmak üzere tesbit olunmuştur. retle daha ziyade muhafaza ve ilâ olunmuş olur. Zira ilim-
den hiç nasibi olmadığı halde, âlim kisvesini taşıyan bazı
Kaydettiğimiz bu üç maddenin esas ve mâhiyetle- cehele yüzünden ilmin ve dinin gördüğü zararların hadd
rini tedkikten sonra hükümetin bu kararlardaki isabeti- ü hesabı yoktur.
ne hükmetmemek, insaf ve şuuru olanlar için kabil de-
Devlet memurları için de dünya yüzündeki medenî
ğildir. Her memleketteki siyasî ve içtimaî müesseseler milletlerin müşterek ve umumî kıyafetlerinin örnek ittihaz
için mıkyas-ı kıymet o müesseselerin millî hayatta, iç- edilmesini çok tabiî bulmak lâzımdır. Türk Cumhuriyeti
timaî ve iktisadî sahada husule getirdiği tesirlerden, fay- memurlarının olduğu gibi, halkının da muhtelif ve garip
dalardan ibarettir. Türkiye'deki tekke ve tarikatlerin bu kıyafetlerle görünmesi hiç de mûcib-i şeref değildi. Ha-
yattaki rakiplerimize kendimizi saydırmak ve telkin-i hür-
nokta-i nazarda ilmî ve amelî hiçbir faydası olmadığı
met etmek için onlardan hiçbir farkımız bulunmadığını
muhakkaktır. Bunu isbat içinse deliller aramağa kalkış-
göstermek lâzımdır. İzaha lüzum yoktur ki, kıyafet ve
mak abestir. Çünkü eser meydandadır. kisve ile, itikadat arasında hiçbir nisbet yoktur.
Dergâhlarda, tekke kapılarında hayatlarını miskinâ-
Medenî milletlerin kıyafet ve bazı âdetlerini takab- ne tevekkül ile bir lokmaya vakfedenler de müsterih ol-
bül etmek, behemehal onların seyyiâtını da kabul ve tat- sunlar ki, Türk vatanı; evlâdını refah ve rahat içinde ya-
bik etmeği istilzam etmez. Bu zeminde vâki olacak teş- şatabilecek serveti sinesinde saklamaktadır. Ancak bu
vişlere, mugalatalara hiçbir vesile ile meydan vermeme- servetten mütena'im olmak için hayatın bir mücadeleden
lidir. ibaret olduğunu bilmek ve ona göre hareket etmek lâzıırf-
dır.
Ahlâk ve hareketimizin istikametini millî vicdan ve
millî terbiyemiz tayin edecektir. İnkılâp sahasında yapılan bu yeni hamle ile tekrar
sâbit oldu ki, inkılâp ve teceddüt zümresinin temayülâtı
Milliyet aşkı, millî gurur ruhlarımızda hâkim ol-
ile milletin hakiki arzusu arasında tam bir âhenk câridir.
dukça -hangi kıyafete girersek girelim- vicdanımızın ma- Eğer bugün devletin idare mesuliyetini üzerlerine almış
kûs bir tesir altında kalmasına imkân yoktur. Ahkâm-ı olan ricâl-i muhtereme milletin kemale, teceddüde ve iti-
mevzuadan suhuletle anlaşılıyor ki, hükümet bu mukarre- lâya müteveccih olan bu heyecanını tatmin edecek ted-
râtı ittihaz ederken, tamamen şefkat ve adalet hislerinin birleri ittihazda ihmalkâr davranırlarsa, tarihe ve ensâl-i
tesiri altında hareket etmiştir. Mânâ-yı mevcudiyeti hal- âtiyeye karşı mesuliyetten teberri edemeyeceklerine emin
kın menâfiine hâdim olmak, her vatandaşın hukuk ve re- olsunlar!
fahını gözetmekten ibaret olan cumhuriyet hükümetinden
başka bir suret-i hareket beklenebilir miydi? (Hâkimiyet-i milliye, ıır. 1519, 6 Eylül 1341/1925 )

Kabil-i inkâr değildir ki, her inkılâp hareketi vuku •


bulduğu sahada tesir ve şumulü nisbetinde birçok zümre
ve şahısları derece derece mutazarrır eder. Hükümet; işte
bu gibilerin hayat ve maişetlerinde müzayakaya dûçar
olmamalarını teminen kararnameye bazı kayıtlar ilâve et-
miştir.

Tekkelerle tarikatlerin bugün memleket için fayda


yerine mazarrat verdiği muhakkak olmakla beraber, bü-
tün mensuplarının mücrim olduğunu iddia etmek doğru
bir şey değildir. Şüphe yok, bunların ekserisi masum ve
mazlum vatandaşlardan ibarettir. Tekkelere intisapları;
kasd-ı mahsusa değil, fakat yanlış bir itikada mebnidir.
Binaenaleyh, bu müesseseleri tecrîm ederken bütün men-
sup ve sâliklerini tecrîm etmekten sakınmalıyız. Hükü-
metin mukarrerâtma ve kavânîn-i mevcudiye riayetkâr
olan hiçbir ferdi muahezeye hakkımız yoktur.
hâsıl olarak, Türkiye'nin her tarafına yayılan nahoş bir
gulgule halini almaya başladı. İşte tam bu sırada Kürdis-
tan isyanı başladı.
Akçuraoğlu Yusuf Mütarekeden itibaren vâkıaların bu suretle sıralan-
masında, zincirlenmesinde, bence derunî ve aslî bir âmil,
ASRI TÜRK DEVLETİ VE MÜNEVVERLERE müsebbibü'l-esbab olan bir müessir vardır ki, o da, tü-
kenmez hayat kuvvetleriyle dolu Türk milletinin mah-
DÜŞEN VAZİFE
volmamak, ölmemek, yaşamak istemesi, vücut ve beka
iradesidir. Türk padişahlıklarından biri olan Osmanlı sal-
— Darülfünun konferanslarından —
tanatı münkariz olduğu, düşmanlar Türk milletinin haya-
Hanımlar, efendiler, tına kastettikleri sıralarda bu millet yaşamak için yeni,
müstakil ve zaman ve mekâna uygun, yani asrî bir dev-
Söze başlarken, geçen birkaç senenin-ki Türk tari- let kurmak irade etti. Birkaç seneden beri görüp geçirdi-
hinde çok mühim bir devredir- başlıca vâkıalarmı muhte- ğimiz vâkıalar, işte bu iradenin, asrî devlet kurmak ira-
rem sâmilerime kısaca hatırlatmak isterim : Mütareke desinin ef'âl sahasında tecellisiyle, o tecellinin celb ve
mukavelesi ve Sevr muahedesiyle itilaf devletleri Osmanlı tahrik ettiği aksü'l-hareketlerden ibarettir. Büyük Millet
saltanatının müstakil hayatına tamamen nihayet verdik- Meclisi Hükümeti, bu irade-i milliyeyi hüsn-i ifaya çalış-
ten maada, Türk milletinin imhası için de zanlarınca kâfi tı; o hükümetin tabiî bir şekl-i mütekâmili olan cumhu-
tedâbir ittihaz etmişlerdi; fakat Anadolu'da tekevvün eden riyet, Türk asrî devletini tahakkuk ve takarrür ettirmeyi,
Türk millî kuvveti, Türk milliyetini imhaya uğraşan İngi- bugün en esaslı vazifesi addetmektedir.
liz, Fransız, İtalyan, Yunan ve Ermeni müstevlilerini Türk
Efendiler, asrî devlet nedir? Ben size asrî devletin
ilinden kovmaya muvaffak oldu. Onlarla teşrik-i mesaî et-
yalnız bazı evsâfını arz ile iktifa edeceğim:
miş olan Osmanlı hanedanını da arkalarından gönderdi.
Bu suretle Türkiye'de ne müstevli ecnebi, ne de ferdî sal- 1. 19 uncu asrın ortalarına doğru Avrupa'da enmu-
tanat ve hilâfet kaldı; müstakil Türkiye Cumhuriyeti doğ- zecî şeklini almış olan asrî devlet (L'etat moderne) de,
du. kuvve-i hâkime o devleti tesis eden milletin kendisidir
ve binaenaleyh asrî devlette kuvve-i hâkime takassüm et-
Türk kuvvetinin bu yeni tecellisini, Türklerin hepsi,
mez, birdir. Efrad-ı millet hukuken müsavidir; bir ferdin
Müslümanların çoğu sürür ve heyecanla selâmladılar, al-
diğerine tahakküm ve tagallübe hakkı yoktur. Millet nâ-
kışladılar. Lâkin bu umumî sürür ve heyecan çok sür-
mına hüküm, kuvvet ve salâhiyeti, milletin kavânin-i mu-
medi. Şurada burada, bilhassa sultan-halifelerin eski
ayyene ile tasrîh ettiği müessese ve zevata, o kavânîn dai-
payitahtında Türk millî kuvvetine, onun teşebbüs ve hare-
resinde tahdid ve hasr olunmuştur. Ferdin ferde tahak-
ketlerine karşı itiraz ve muhalefet sesleri işitilmeye baş-
küm ve tagallübünü intaç eden müesseseler kalkmıştır.
ladı; bu sesler gittikçe arttı ve aralarında bazı iltisaklar
Bu nevi müesseselerin en mühimi, arazisinin temellük.
tasarruf ve idaresi usulü olduğundan, asri devletler, mü-
kuken de devletin idame sultası, ferdin hürriyetine ter-
him ıslâhat-ı arziye (Reforme agraire) icrâ edildikten
cih olunur, zira devlette bütün efrad-ı milletin hukuk ve
sonra, ancak teessüs edebilmiştir. Milletin, halkın, dev-
menâfii mündemiç ve mütecellidir.
lette, mütesavi hukuku hâiz olarak, hâkim olmasına «de-
mokrasi» denilir. Binaenaleyh asri devletler demokra- 5. Asrî bir devletin vasf-ı esasisi, halk hâkimiyeti
tiktir. (demokrasi) dir, hürriyetperverlik (liberalizm) değildir.
Asrî devlette hâkim olan halk, daha doğrusu halkın ekse-
2. Asri bir devletin en mühim unsuru olan millet, riyeti, kendi menâfiini, mahdut zümrelerin hürriyetine
yek-cinstir: Ekseriya aynı lisanla konuşur; efradının se- feda etmez. Asrî devletlerin teşekkülünde demokrasi ve
viye-i ilmiye ve fikriyesi, hukukî, ahlâkî, bedîî, hattâ si- liberalizm prensipleri çarpışmış ve alelekser demokrasi-
yasî fikir ve hisleri, çok mütefâvit değildir; asri bir dev- ye karşı irticaî bir mahiyet alan liberalizm yenilmiştir.
lette millet, aynı kültürün (harsın) mahsulüdür, bundan Fransız, Alman, İtalyan, Rus hattâ kısmen İngiliz demok-
nâşi, hiç olmazsa, ekseriyeti aynı ideale (mefkûreye) mec- ratları, alelhusus sosyal demokratları tamamen liberal
luptur. Binaenaleyh asri bir devlet, millîdir. değildirler.
3. Asri bir devlet, içinde kendisinden gayr-ı hukukî
ve dinî ve siyasî bir sulta (autorit£) kabul etmez. Mebde 6. Asrî devletler, sanayi ve ticaret şirketlerine ben-
ve münteha kendisidir. Binaenaleyh asrî bir devlet istik- zerler. Asrî devleti teşkil eden heyet-i içtimaiyenin her
lâl-i tammı hâizdir. Diğer bir devletin hiçbir suretle mü- ferdi, muayyen iktisadî menafi ile o heyete, yani devlete
dahele, nüfuz ve hattâ tesirine tahammül edemediği gibi, merbuttur. Bir şirket-i ticariyenin nef'ü zararında şerik-
kendi dahilinde istiklâl hareketinde mâni olabilecek hiç- lerden her biri hissedar olduğu gibi, devletin nef'ü zara-
bir müessesenin vücuduna da müsaade etmez. Avrupa'nın rında dahi teb'asının hissesi mevcuttur. Bunu sarih bir su-
asrî devletleri enmuzecî şekillerini alıncaya kadar, kendi- rette bilen efrad-ı millet, devlet denilen büyük teşebbüs-i
lerinden hariç bir kuvvet, bir sulta olan katolik kilise- iktisadinin muvaffakiyetine, inkişaf ve refahına şuurlu
siyle mütemadi münazaa mecburiyetinde kalmışlardır. olarak hizmet eder. Hükümetler, bu büyük şirketin mü-
(Anglikanizm, Gallıkanizm, kültürkampf... ilh). dirân-ı umûru demektir. Hükümetin birinci vazifesi, bu
faaliyet-i iktisadîyevi hüsn-i idare etmektir. Binaenaleyh
4. Asrî bir devlet, efrad-ı milletin hürriyetlerini, asrî devlet, iktisadîdir.
kendi istiklâl ve sultasına halel gelmemek üzere, kanun-
larla temin etmiştir. Bu nokta-i nazardan, asrî devlet hür- İşte efendiler, vasıflarından bazılarını şimdi size
riyetperver (liberal) dir. arzettiğim asrî devletidir ki, Türk milleti, kendi memle-
ketinde kurmak istemiştir. Şarkta Türk'ün tesis etmek is-
Avrupa asrî devletlerinde dinî ve iktisadî ıslahat,
tediği bir devlet, garpta asırlarca vukua gelen tehavül ve
asırlarca yapılagelmiş ve her devlette kültür ve ideal, vah-
tekâmül mahsulüdür. Asrî devletler, Avrupa'da kurun-ı
dete yaklaşmış olmasından dolayı alelekser, efradın hür-
ahîre ihtidalarından itibaren teşekküle başladı ve yavaş
riyeti, devletin sultasıyla tezat teşkil etmez. Asrî bir dev-
yavaş tekâmül etti. Avrupa'da asrî devletlerin anâsır-ı
lette bazı hürriyetlerin vekayide tarz-ı tezahürü devletin
müessesesi, intibah, dinî ıslâhât ve ihtilal (La Renaissan-
sultasına mütezâd bir şekil alırsa, yalnız fiilen değil, hu-
ce. La Reformation, La Revolution) hareketlerinden te- zarrır müesseseler, bittabi kendilerini muhafaza ve mü-
vellüd etmiştir. Rönesans, Avrupa'nın büsbütün ayrılma- dafaaya uğraşırlar. Lâkin bütün bu tarihî müsademeler-
dığı fakat çok unuttuğu tarih-i kadîm müesseselerini di- de, hareket aks-i hareketi yendi ve beşeriyet mukadder
riltti, Yunan ve Romanın hayat ve kâinata nazarını, ilmî, gayesine doğru ilerlemekte devam etti.
bediî, ahlâkî ve siyasî görüşlerini ihya etti. Reformation,
nasraniyeti ,yani Avrupa'nın dinini hayata muhib ve ha- Efendiler, muhtasıran menşelerini göstermeye' ça-
dim olacak bir hâle getirdi. Nihayet revolution (Fransa lıştığım asrî devlet, maruzatımdan anlaşılır ki, beşerî me-
ihtilaliyle ona takaddüm ve onu takip eden iktisadî ve deniyetin son safha-i tekâmülünde, yani Avrupa medeni-
siyasî revolution'lar), ferdin ferde mahkûmiyet ve esare- yetinde husule gelmiştir; asrî devlet, Avrupa medeniyeti-
tini kaldırdı ve bu mahkûmiyet ve esaretin menşe-i aslîsi nin bir mahsulü bir semeresidir. Asya'nın henüz yaşa-
olan arazi meselesini halletti, bu suretle zeamet tarz-ı ida- yan şark ve aksâ-yı şark medeniyetleri, kendiliklerinden,
resi (le rögime feodal) ilga edilmiş oldu ve binnetice bu kendi derûnî kuvvetleriyle <-asrî devleti» ihdas edemediler.
tarz idarenin aksamından olan krallıkların ve imnara- Bu şâyân-ı teessür ve telehhüf bir vâkıadır, fakat ne yapa-
torlukların ortadan kalkmasına yol açıldı. İhtilâl siyasî- lım bir vâkıadır! Aksâ-yı şark ve şark medeniyetlerine
lere takaddüm ederek, onların husulünü icap ettiren ihti- mensup milletler, asrî devlet halinde teşekkül ve taazzi ede-
lâl-i iktisadî sermayenin temerküzü, büyük sanayi, büyük bilmek için, garp, yani Avrupa medeniyetine girmek mec-
istihsal ve büyük sermayenin tahassülü vâkıalarıyla teza- buriyetinde kaldılar. Japonya, azim ve cesaretle, sürat ve
hür etti ve bu vâkıalardır ki, zeamet taız-ı içtimaîsinden şiddetle garp medeniyetine atlayarak asrî bir devlet tesis
tamamen kurtulmuş olan garp medeniyetinin evsaf-ı mü- edebilmiş gibidir; Çin ve mülhekatı daha batî bir yürü-
meyyizesinden en mühimlerini husule getirdi ve o mede- yüşle aynı gayeye doğru yürüyorlar. Şark Islâmî medeni-
niyetin diğer medeniyetlere tefevvukunda esas âmiller- yetinde aynı hadise, birçok asırdan beri meşhuddur. Müs-
den oldu. takil, nim-müstakil yahut mahkûm şark Îslâmî milletleri,
cenup Türkleri, İranlılar, Afganlılar, Araplar, Hintliler,
Bilirsiniz ki, Avrupa'da intibah, ıslahat ve ihtilâl ha-
Şark ve şimal Türkleri... ilh. cümlesi, «medeniyet değiş-
reketleri, fasılalarla vukua gelmiştir. 15'inci asırda başla-
tirme» vetire-i tarihiyesinin içinde elyevm kavnaşmakta-
yan intibahı, 16'ncı asrın ıslâhat-ı dinivesi binnısbe az
dır.Bu azîm ve vahîm hadise-i tarihiye, aksâ-yı şark ve
fasıla ile takip etmişse de, ihtilâl hareketleri ancak iki
şark Islamî kavimlerinin ferden ve içtimaen idame-i ha-
asır sonra derin ve şumullü bir şekil alabilmiştir. Tarihin
yatlarını temin arzu-yı tabiîsinden neşet ediyor; kâinata
bütün mütefekkirlerce müsellem «her hareketi bir aks-i
hâkim tenazu'-ı beka kanun-ı tabiîsinin bir safhasından
hareket takip eder kanunu, bu üç büvük hareket-i tarihi-
başka bir şey değildir...
yede dahi tamamen tezahür etti: İntibaha karşı karan-
lıkçılık (L'obscurantisme), ıslahat-ı diniveve karsı cizvit-
Efendiler, Türklerin en kavî ve mütekâmil bir kısmı
lik (le jesuitisme), ihtilâle karşı irtica (la reaction) ha-
olan cenup Türkleri kendi memleketlerinde mutlaka asrî
reketleri hâdis oldu. Zira, her tehavül, her inkılâp, mües-
bir devlet tesis etmek istiyorlar; bu Türk milletinin, mil-
ses bazı menâfi ve efkâra mugayir ve muhaliftir; muta-
letçe bekasını istihdaf eden irade-i kat'iyesidir. Yüz yıldan
beri Osmanlı saltanatını çalkandıran ve bugün Türkiye
tevlid ettiği gibi, garp medeniyetine geçmedeki müşkilâtın
Cumhuriyetine azametli ve cüretli hamleler yaptıran, hep
da tezayüdüne bâis oluyor. Garpta fasılalarla vukua gelip,
işte bu iradedir.
irticalarla çarpışarak, kanlı fedakârlıklar sayesinde niha-
Efendiler, asri devlet, Avrupa medeniyeti mahsulü yet galebe çalabilen intibah-ı dinî ıslahat ve ihtilâl hare-
olduğu için, asri devlet kurmak isteyen Türkler, tıpkı Ja- ketlerinin semerâtını, biz kısa bir zamanda elde etmeye
ponlar gibi, eskiden dahil oldukları medeniyetten Avrupa mecburuz ve bunun için o hareketlere karşı çıkan me-
medeniyetine atlamak mecburiyetinde kaldılar ve bugün vâniin cümlesine birden hemen bir anda göğüs germek
bu mecburiyetten mütevellit mesâili, kavî bir azim, bü- mevkiindeyiz. Avrupa'da birkaç asırda yapılmış olan vâ-
yük bir şecaatle halle çalışıyorlar. Şimdi şahidi olduğu- kıalar, Türkiye'de birkaç on seneye sıkıştırmak icap edi-
muz vâkıa-ı azîme, «medeniyet değiştirmek» gibi, her ka- yor. Türkiye asri devleti, az zaman zarfında, muvaffaki-
vim için gayet çetin ve pek çok hatar ve tehlikelerle mu- yetle tesis olunamazsa, fırsatm elden kaçırılmış olmak
hat bir ameliyenin icrasıdır. Bu ameliyenin muvaffakiyet- tehlikesi vardır.
le hitamı, Türklerin müstakbel hayatlarını temin edecek-
tir. Aksi takdirde, Avrupa medeniyeti, Amerika, Afrika Efendiler,
ve hattâ Asya'nın bazı kavimleri gibi, Türkleri de temsil
Şark medeniyeti, intibah, ıslâhat-ı diniye ve ihtilâl
tarikiyle yani hüviyet-i hususiyelerini, şahsiyet-i milliye-
hareketlerini muvaffakiyetle geçirerek tekâmül etmiş ol-
lerini ifna ederek, içine alacak veyahut büsbütün imha
madığından, el-yevm, mâverâî fikir manzumelerine tâbi
edecektir. Kendi iradeleriyle tebdil-i medeniyete izhar-ı
skolastik ve ta'lîlî usul-i tefekküre mahkûm bir haldedir;
iktidar eden milletler, harslarını ve binaenaleyh şahsiyet-i
bu cihetle müncemid ve kısırdır. Tehavül (L'evolution)
milliyelerini muhafaza edebilirler; cebren, yani temsil su-
kanun-ı tabiîsine, hayat ve tabiattan istikra ile tetâbuk
retiyle tebdil-i medeniyet ettirilen kavimler, harslarını,
etmek istemez. Fikriyât sahasında ona bilâkis mukave-
hüviyet-i hususiyelerini kaybederler...
met emelindedir. Bu nokta-i nazardan muhafazakârdır.
Efendiler, tekrar ediyorum, asri bir devlet tesisi ga- Şark medeniyeti hal-i hâzırında fikrî sultaları, serbest te-
yesiyle halline çalıştığımız en mühim mesele, işte şu fahhus ve tecrübeye, azade tedkik ve tenkide; müessesât-ı
«tebdil-i medeniyet» meselesidir. mevcudenin muhafazasını, müesseselerin yeni ve mütekâ-
mil eşkâlini taharri, hulâsa maziyi istikbale tercih eder.
Şark medeniyetinin tekâmül devrelerinde Avrupa Şark medeniyetinin bugün de mevcut müesseseleri ku-
medeniyetinin intibah, dinî ıslahât, iktisadî ve siyasî ih- run-ı vustâîdir. Hukuken mâveraî ve ta'lîlî fıkıhın çerçe-
tilâllerine müşabih vâkıât mecmuaları hâdis olup muvaf- vesinden harice tamamen çıkamamış, iktisaden küçük ser-
fakiyetle geçmiş bulunsaydı, bugün şark-ı îslâmide dahi maye, ibtidaî ziraat, küçük sanayi, küçük ticaret tabir-i
asri devlet, kendiliğinden teessüs etmiş olurdu; «tebdil-i marufuyla esnaf teşkilâtından ilerleyememiş; içtimaen
medeniyet» zarureti hâsıl olmazdı. Mezkûr vâkıât mec- zeamet tarz-ı idaresini değiştirememiş, büyük burjuva
mualarının şark medeniyeti havzasında kendiliğinden (La grande bourgeoisie) sınıfını doğuramamış; siyaseten
cereyan etmemiş olması tebdil-i medeniyet mecburiyetini de dinî-za'îmî, şeyhlik, ağalık, beylik ve halife-sultanlık-
köylüler, yani küçük çiftçilerle medeniyet-i garbiyenin
lardan daha mütekâmil eşkâl-i siyasiye yükselememiş- verdiği inkişaf-ı iktisadîden müstefid olamayan şehirli-
tir. (Sami ananeden gelme, dinî ve müsavatça ibtidaî lerdir. Hülâsa şarkta anâsır-ı irtica ruhanîlerle za'îmler;
cumhuriyet tarzı, îran, Bizans ve Turan tesiriyle pek ça- anâsır-ı inkılâb, unsur-ı terakki ve inkişaf, çiftçilerle şe-
buk unutulmuştur); şark akvâmınm milliyet mertebesi- hirlilerdir. Bununüçündür ki, şark kavimlerini medeni-
ne irtikası, o akvamın ancak mahdut tabakalarında mü- yet-i garbiyeye idhal etmek isteyenler, bu iki sınıf-ı içti-
şahede olunur; şarkta milliyet fikri henüz takarrür et- maiye, köylü çiftçilerle şehirli sanatkâr ve tüccarlara is-
miş değildir. tinat ediyorlar ve tamamen haklıdırlar.
İşte efendiler, fikrî, içtimaî ve siyasî evsaf-ı esasiye- Şark kavimlerinin galip ve kahir bir ekseriyeti kıs-
sinden belli başlılarını arzettiğim şark medeniyetinin ef- men azade, kısmen esir (serf) çiftçilerden müteşekkil ol-
kâr ve müessesat-ı mevcudesinin muvazene-i hazırasından duğu için, bunlara istinat eden bir kuvvet, irticacı züema
müstefid bulunanlar, gayet tabiî olarak, her türlü tahav- ve ruhaniyûn kuvvetlerini ezmeye daima ve tamamen ka-
vüle muhalefet ve mukavemet edeceklerdi. Ve bu muha- dirdir. Binaenaleyh azim, usul ve fikr-i takip ile devam
lefet ve mukavemetlerinde, medeniyetin menşelerinde bu- edecek tebdil-i medeniyet hareketinde hâdis olabilecek
lunmakla kudsîleşmiş ve asırlardan beri devam etmekle mevâni ve müşkilât elbette izale edilebilecektir. Ancak teb-
kökleşmiş fikir ve hislere istinat edeceklerdi ve öyle de dil-i medeniyet hareketinin hasımları ve taraftarları, sınıf
oldu. Bugün muayyen ve müşahhas olarak görüyoruz ki, ve müessese olarak, sarih bir surette tayin edilmek ve ha-
medeniyet tebdili, asrî devlet teşkili yolundaki hareket- sımların menba-ı hayatları kurutulmak, müesseselerinin
lere en ziyade müşkilât ihdas eden kimseler, şark mede- temelleri sökülmek lâzımdır, yani ta ferdî halife- sultan-
niyetinin fikriyatını istismar eden ruhanîler (mollalar, lığa kadar giden zeamet rejimi, zeamet sistemi, zeamet
ahundlar, şeyhler... ilh) ile bu medeniyetin içtimaî tarz-ı hukuku, yalnız hukuken (de jure) değil, fiilen (de facte)
taarruzîsinden istirfâh eden za'îmler (ağalar, beyler, han- lağv ve kal' olunmalıdır; daha açık bir ifade ile şahsın
lar, sultanlar...ilh) dir. Şark zeamet sistemi de, garp zea- şahsa tâbiveti, o tâbiyeti ihdas eden, halk eden büvük ara-
met sistemi gibi ruhanîler teşkilâtıyla müşterekü'l -men- zi ve köylülerin bir şeyhe, bir hanedana mahkûmiyeti
faa bulunduğundan, bu iki uzviyet-i içtimaiye, muhafaza- kat'iyen kaldırılmalıdır.
kârlığın temelidir. Son kürt hadise-i irticaiyesi ümerâ ve
meşâyihin yani za'îm ve ruhanîlerin ittifakıyla ika edil- Ruhanîler, bizzat erbab-ı zeametten değilse, birer
diğini bugün hepimiz biliyoruz. Osmanlı saltanatının meş- bey, ağa, hâsılı (seigneur feodal) değiller ise, sırf manevî
rutiyet devresinde hâdis olan 31 Mart vak'a-ı irticaiyesi sultalarını, ancak erbab-ı zeamete istinat ile temin edebi-
de Arnavut beyleriyle İstanbul hocalarının müşterek me- lirler. Erbab-ı zeametin ortadan kalkması, ruhanîlerin ze-
saîleri neticesiydi. val bulmalarını veya diğer sınıfın meselâ şehirlerin ve
köylü çiftçilerin hizmetine intikal etmelerini intaç eder.
Efendiler, medeniyet-i şarkıyenin şekl-i hazırından
Bu son takdirde, bazı memâlik-i İslamiyede emsali görül-
en müteneffi olan ruhanîlerle za'îmler ise, en mutazarrır
düğü üzere bu son sınıfın ideolojisine hâdim olur, mürteci-
olanlar da esaret-i zaimiye (le servage) altında yaşayan
likten müceddidliğe geçer ve o zaman tebdil-i medeniyet Çünkü Osmanlı saltanatı bekasını temin için bir taraftan
ameliyesine aleyhdar değil teşvikkârdır. Bu münasebetle garp medeniyetine girmek zaruretini hissetmekle beraber,
şurası da bilinmelidir ki, benim derin ve kat'i kanaatime diğer taraftan şark medeniyetinin devlet sisteminde son
göre, erbab-ı zeamete müstenit mürteci ruhanîler, belki merhale-i tekâmülü olan dinî, zaîmî ve gayr-ı millî bir im-
şuursuz olarak, kendi sınıflarıyla beraber, din-i İslamın da paratorluktan, hilâfetle memzuç padişahlıktan ayrılmı-
inkırazına uğraşıyorlar, din-i İslâmın tealisi için, onun yordu. Zaten halife- padişahlık sisteminin mahiyeti, garp
hâdimleri, medeniyetin en mütekâmil safhasıyla itilaf ede- medeniyet-i hazırasmın menâbi-i asliyesinden olan inti-
bilmelidirler... bah, ıslâhat-ı diniye ve ihtilâlin ruhlarına mugayirdir:
Hâsılı efendiler, garp medeniyetine girmek ve bu Anane-i diniyeyi temsil ve müdafaa etmekle mükellef hilâ-
suretle asrî bir devlet tesis edebilmek için, mutlaka yapıl- fet, esasında laik intibah hareketine ve ıslahat-ı diniyeye
ması lâzım gelen işlerden birisi ve belki birincisi şark-ı îs- rıza gösteremezdi; zeamete istinad eden padişahlık, kendi
lâmîde ve binaenaleyh Türkiye'de zeametin hukuken ve müttekâlarını kırmadan siyasî ve içtimaî bir ihtilâle mü-
fiilen ilgasıdır. Ve bu mühim teşebbüste milletin en kavi sait olamazdı; nihayet intibah ihtilâl ve ıslahat-ı diniye,
mesnedi, tarz-ı zeametten çok mutazarrır köylüler, çiftçi- millî hareketlerin mebdeleri olduğundan, akvâm-ı muhte-
ler olacaktır. Fakat o köylülerin ilga-yı zeamet ameliyesin- lifeyi, milliyet prensibine makûs ideal ve menfaatlerle
den derhal müteneffi olabilmeleri temin edilmelidir; yani asâ-yı saltanata baş eğdiren bir imparatorluk, kendisine
Türkiye'de bir «ıslahat-ı arziye» (reforme agraire) yapıl- mezar kazacak olan milliyet hareketinin hudus ve inkişa-
malıdır. fına mümaşât edemezdi. Hâsılı Osmanlı împaratorluğu'-
nun facia-ı hayatı, hem garp medeniyetine girmek, hem
Zaten efendiler, garpta ihtilâl hareketlerinin en esaslı girmemek mecburiyetleri tezadında, âdeta temerküz et-
fütûhatı, zeametin ilgası olmuştur; Türkiye Cumhuriyeti miş gibidir.
dahilinde zeametin sözde değil, hakikatte kalkması, ihtilâl
semerelerinden en kıymetlisinin iktitafı demektir. Bu ısla- Lâkin Türkiye Cumhuriyeti, böyle aslî bir tezada ma-
hat yapılmakla garp medeniyetinin iktisadî - içtimaî saha- ruz değildir; anane-i diniyeyi ıslâhat-ı diniyeye karşı mü-
sında çok büyük bir hatve atılmış olur. Bu suretle Tür- dafaa, teşkilât-ı zaîmiyeyi muhafaza, mütezâd âmâl ve me-
kiye Cumhuriyeti, asrî devlet evsaf-ı esasiyesinin en mü- nâfi-i milliyeyi mâverâî idealler veya sun'i vasıtalarla te-
himlerinden olan ferdin ferde adem-i mahkûmiyeti esasını, lif gibi zaruretlerden kurtulmuş bir haldedir. Türk mille-
faaliyâtta kısmen tatbik etmiş bulunur. tinin hayatını temine kâfil asri bir devlet halini iktisab
gayesiyle, Türk Cumhuriyeti'nin garp medeniyetine geç-
Efendiler, meye çalışmasında, cumhuriyetin mahiyetinden sudur
edecek aslî bir mâni göremiyorum. Ancak şark medeni-
Osmanlı imparatorluğu da asrî devlet olmak iste-
yetinin şekl-i hâzırı ile Osmanlı saltanatının bıraktı&ı bazı
mişti; bilhassa Üçüncü Sultan Selim'den itibaren bu mak-
miraslardır ki, medeniyeti tebdil, asrî Türk Devletini tesis
sada müteveccih icraat cümlenizin malumudur. Lâkin Os-
mesaîsinde amelî ve tatbikî bir hayli mevanî ve müşkilât
manlı saltanatına asri devlet olabilmek mukadder değildir.
ihdâs etmektedir.
Efendiler, şark medeniyetinin şekl-i hazırından hâdis miyorlar; imparatorluk zamanından tadı damaklarında
olma mevâni ve müşkilâttan bazılarını teşrih ettim ve kalan müstemleke rejiminin idamesi için fırsatlara intizar,
bunlara karşı alınabilecek tedâbir hakkında da bazı maru- daha doğrusu fırsatların ihzanyla iştigal ediyorlar. Asrî
zâtta bulundum. Şimdi, Osmanlı saltanatından müntakıl devlet, tarifi mucibince, hariç ve dahilde tamamen müs-
zararlı miraslara dair de birkaç söz söyleyeceğim : takil olmak iktiza ettiğinden, Türkiye Cumhuriyeti bu inti-
zarları boşa çıkarmak, bu bâbdaki hazırlıkların önüne
Efendiler, geçmekle muvazzaftır. Bu vazifesini hüsn-i ifa eden cum-
Türkiye Cumhuriyetinin asrî bir devlet haline inkı- huriyete karşı, Türkiye'yi bir hıtta-ı istismar görmek iste-
lâbında, Osmanlı imparatorluğu miraslarından en ziyade yen Avrupa devletleri, bittabi her türlü müşkilât ve me-
müşkilât ihdas edeni, zannediyorum ki, imparatorluğun vâni ihdas edeceklerdi ve filvaki ediyorlar.
Avrupa devletleriyle olan tarz-ı münasebâtıdır. Bu mü- Bu suretle efendiler, Türkiye'nin asrî bir devlet, yani
nasebâtın bilhassa son devrelerinde, Avrupa devletleri tam müstakil bir devlet olmasını istememekte, Avrupa
saltanat-ı Osmaniyeyi bazen münferit, bazen müşterek hi- devletlerinin menâfii ile Türkiye dahilinde yaşayan erbab-ı
mâyeleri altına almaya kalkışmışlar ve memâlik-i Osma- zeametin ve onlara müstenit ruhanîlerin iyi düşünülmemiş
niyeyi siyaseten nîm bir müstemleke, iktisaden tam bir menâfii birleşiyor. İyi düşünülmemiş diyorum, zira er-
müstemleke (colonie) telâkki etmişlerdir. Bu telâkki, yal- bab-ı zeametin asrî Avrupa devletleri müstemlekelerinde
nız arzu ve âmâlin tercümesi değil, vekayi ve şeniyetin ifa- de hakk-ı hayatlan yoktur. Türkiye'de imtiyazlarını kay-
desidir : Vâkıa harb-i umumîye kadar, memâlik-i Osma- betseler bile, müsavi hukuklu ehl-i vatan sıfatıyla yaşaya-
niye fiilen müteaddid Avrupa devletlerinin müşterek bir bilirler; fakat Avrupa müstemlekelerinde daima hukuku
müstemleke-i iktisadiyeleri halinde idi; harb-i umumînin nâkıs ikinci sınıf ahaliden add ve itibar olunacaklardır.
galipleri, bu müşterek müstemleke-i iktisadiyeyi, münka- Gariptir, şark-ı Islâmînin medeniyet-i garbiyeye duhulü
sım birer müstemleke-i siyasiye haline ifrağ edeceklerdi aleyhinde, daima ve her tarafta zaîmler, ruhanîler ve ecne-
ve saltanat-ı Osmaniye bu suretle parçalanarak münkariz bilerden mürekkep bir ittifak-ı müselles teşekkül etmiştir!
olacaktı. Türkiye'nin müstemleke telâkkisini menfaatle- Burjuvazi ve demokrasiye müstenit Avrupa devletleri, İs-
rine uygun bularak, kabul eden gayr-ı müslim ve gayr-ı lâm memleketlerinde zaîmlere ve onlara merbut şeyh ve
Türk Osmanlılar az değildi, hattâ Türkler bile yok değildi. hocalara dayanarak müstemleke siyasetini yürütüyorlar.
Avrupa devletlerinin arzulan, yerlilerden bazılannm bu
Efendiler, Türkiye'nin asrî bir devlet halinde taazzi-
arzuya tevfik-i hareket etmeleri, bir mühim âmilin, Tür-
sine ihdas-ı müşkilât eden daha birtakım imparatorluk mi-
kün âmâl ve menâfiinin ve kıymet-i hakikiyesinin ivi tak-
rasları var: Bunlardan birisi hilâfet-saltanat fikir ve ha-
dir edilip hesaba katılamamasından nâşi, mukadderat-ı
tırasıyla ona uzviyen merbut hanedan meselesidir. Zahiren
tarihiveye tevafuk etmedi. Saltanat-ı Osmanivenin inhilâl
ideolojik ve hissî görünen bu meselenin mahiyet-i hakiki-
ve inkırazı sıralannda, bir kuvve-i siyasiye, bir vücud-ı
yesi tamamen iktisadîdir: Hilâfet - saltanat müessesesin-
siyasî, «Türkiye Devleti» tekevvün etti. Lâkin Avrupa dev-
den müteneffi olan veya olmakta bulunduğunu zanneden
letlerinden bazılan hâlâ eski telâkkilerini değiştirmek iste-
kimseler, o ideal ve hissi taşırlar. Zaten menâfi-i iktisa-
diye, hemen daima muayyen fikir ve mefkûrelere müncer Bugünkü vaziyet, efendiler, şudur:
olur ve muayyen hâlet-i hissiye tevlid eder. Bu ananeyi,
Türkiye Cumhuriyeti asrî bir devlet olmaya çalışır-
bir müesseseyi müdafaa etmek isteyenler, şuurlu veya şu-
ken, önüne gerek mensup olduğu şark medeniyetinin ma-
ursuz bir surette, şahsî veya zümrevî menfaatlerini müda-
hiyetinden münbais, gerekse Osmanlı İmparatorluğu'nun
faa ederler. Hilâfet - saltanat müessesesinden müntefi bu-
aslî teşkilatından ve müteahhir tereddiyatından müntakil
lunanlar, saraydan geçinen ve saraydan geçinenlerden ge-
hukukî, içtimaî, iktisadî, ananevi, diplomatikî bir hayli
çinen zümrelerdir ki, mıkdarları, bilhassa İstanbul'da pek
mevâni çıkıp dikilmiştir. Ve bu mâniaları temsil eden şa-
az değildi. Bunlara hilafet - saltanat müessesesinin yaşa-
hıslar, müesseseler, zümreler, cumhuriyetin hamlelerine
dığı zamanlarda yüksek ve kârlı câh, mansıb ve iş sahibi
karşı, el-yevm, az çok mütesanid bir cephe teşkil etmekte-
olanlar da ilâve edilmelidir. Bu zümrelerden başka, ilcâât-ı
dirler. Ecnebilerle zaîmler, cephenin en kuvvetli kısmıdır;
muhtelife ile kasr u tahdid edilen askerî ve mülkî teşki-
ruhanîler alelekser setr kıtaatı gibi kullanılıyorlar. Bu
lâtta kadro harici kalanların bazıları da, yanlış görmek
cephe-i irtica yalnız müdafaada kalmakla iktifa etmiyor,
veya yanlış düşünmek sâikasıyla tâli'sizliklerinin sebebini,
bazen hayli şiddetli mukabil taarruzlara da geçivor. Son
mezkûr müessesenin inhidamında ararlaı. Nihâyet, cere-
Kürdistan isyanında görüldüğü gibi Türkiye Cumhuriyeti,
yan-! tarihîyi, epeyce tedkik ve taakkul edememek yüzün-
çok mahdud bir zamanda bu irtica cephesini mağlup ve
den hilâfet - saltanat müessesesinin vücut veya adem-i vü-
makhur etmeye mecburdur. Bugün cumhuriyete tarihin
cuduyla, İstanbul'un merkez-i hükümet olup olmaması
tahmîl ettiği vazife budur. Cumhuriyet bu vazifesini ta-
meselesini karıştıranlar da vardır.
mamen başaramazsa, yalnız kendisinin vücudu değil, Türk-
Böylece efendiler, İstanbul meselesi de, hilâfet-sal- lerin müstakil hayatı tehlikeye girer... Bu cihetle her hangi
tanat meselesine bağlanır. Menâfi-i hayatiyelerinin elyafı, sınıf ve zümreden olursa olsun, bütün Türklerin umumî
İstanbul'un asırlar zarfında örülmüş nesc-i teşkilâtında ve şumullü menfaatleri cumhuriyetin muvaffakiyetini is-
mündemiç kimselerle İstanbul'un iktisadî, bediî, menâfi tilzam eder.
ve lezaizini daha umumî, daha payidar fevâide feda ede-
Bazı sınıf, zümre ve eşhasın dalâlet nazarları, vazi-
meyenlerin bazıları İstanbul'da ferih ve fahûr ikamet ede-
bilmelerini, saltanat-hilâfet müessesesinin rücuundan yet-i hazıra ve âtiyeyi iyi kavrayamamaktan neşet ediyor;
beklemektedirler. Efendiler, bunlar son derecede aldanı- bunların ekserisi, ahval-i cihana vâkıf değildir. Bu cihet-
yorlar! Bilmiyorlar veya bilmek istemiyorlar ki, İstan- ten belki bir derece mazur görülebilirler Fakat bugünkü
bul'un tekrar Türklere merkez-i hükümet olabilmesi, Tür-
ve yarınki vaziyetleri en iyi anlamış olması ve Türklerin
kiye hudutlarının garb-i şimalî ve garpta hiç olmazsa, Bal-
necat ve hayatı ancak Türkiye'nin asrî bir devlet halinde
kanlar'dan, Makedonya'dan ve Adalar denizi ortalarından
geçmesine bağlıdır... taazzisiyle mümkün olduğuna kanaat-i tamme hâsıl etmiş
olunması icap eden bir zümrenin, müteâmil tabiriyle mü-
İşte imparatorluğun zararlı miraslarından da birka-
nevverlerin yanlış düşünüp yanlış hareket etmelerine hiç-
çını saydım. Şimdi bütün bu teşrihâtıma nazaran bugünkü
vaziyet nedir? bir özür bulunup gösterilemez.
Efendiler, Türk münevverlerinin asırlardan beri gaye kışları hiçbir heyet-i içtimaiyede, bütün efrad-ı cemiyetin
ve emelleri, millî ve asrî bir Türkiye'nin teessüsü değil her türlü hürmetlerinden siyyanen ve tamamen istifade
miydi? Mukadderat-ı tarihiye, bu gayenin kuvveden fiile edebilmeleri sayesinde vukua gelmiş değildir; bilâkis bu
çıkmasına imkân bahşettiği sıralarda, Türk münevverle- idarelerin azim ve şiddetle teessüsü sayesindedir ki, ef-
rinden bazılarının itizalleri nasıl câiz olabilir? Fikren bu- rad-ı cemiyetin hürriyetleri kısmen temin edilebilmiştir.
günkü vetire-i tarihiyenin devam ve inkişafına taraftar
oldukları halde, fiilen ona mevâni ihdasıyla uğraşan mü- Fransız ihtilâlinde convantion ve salle au pubfic ol-
nevverlerin mevcudiyeti, münevverler arasında dahi, şuu- masaydı, Fransızlar bugün hâiz oldukları siyasî hürriyet-
run eksik, kanaatlerin nâ-tamam olduğunu gösterir. Bu leri acaba kazanmış bulunurlar mıydı?
nevâkısın ikmal ve itmamına çalışmak fırsattır. Bu yol-
Efendiler, bir hakikat-i tarihiyeyi asla hatırdan çı-
daki mesaînin asıl sahası, mektepler ve bilhassa darülfü-
karmayınız: İnkılâp devirlerinde hürriyet, inkılâpçılar-
nunumuzdur. Fakat diğer sahalar da ihmal olunamaz. Mü-
dan ziyade mürtecilere hizmet etmiştir; zira yapılmış,
nevverler zümresinden muayyen ve tam bir kanaat sahibi
kökleşmiş fikirlerin ve menfaatlerin müdafaa-i hürriyeti
olanlar, tarihimizin şu çok mühim anında, her yerde ve
demektir. Her inkılâp bir veya birkaç sınıfın tamamiyet-i
her şeye karşı kanaatlerini beyan ve neşretmekle mükel-
hükümrânisi ile muvaffak olabilmiştir. Zira, yeni fikir ve
leftirler; bu mükellefiyeti ifa etmeyen'eri Türk tarihi
menfaatler kuvvetle temin olunabilir.
münevverlerimiz cephesinin firarileri diye zikredecektir.
Nihayet şunu da unutmayınız ki, her inkılâp harbin-
Efendiler, tarih bize naklettiği bütün inkılâpların
muayyen gayelere vusul azminde bulunan şuurlu bir de muayyen sınıfların erkân-ı harbiyesi ideologlarından,
ekalliyetin metin, fedakâr ve icabında şedid faaliyet ve yani münevverlerinden teşekkül eder.
harekâtla vuku bulduğunu gösterir. Eğer bizim münevverlerimiz de idealleri olan asrî
Hiçbir inkılâp ilân edilen birtakım umde ve düstur- devletin Türkiye'de cidden teessüsünü, takarrürünü isti-
ların tesir-i sehharıyla husule gelivermiş değildir. Umde yorlarsa, cümlesi, bu gaye uğrunda çalışanların erkân-ı
ve düsturlar .temin olunacak gayeleri irâe eder ve bir de- harbiyesine dahil olmalıdırlar. Bütün münevverler, irticaa
receye kadar neşr-i fikre yarar. Gayeye vusul bulmadan karşı müttehid bulunmazlarsa, müşterek gayeye hıyanet
akdem, o gayeyi ifade eden umde ve düsturlar, inkılâp
etmiş olurlar.
hareketinin nâzımı olamaz.
Efendiler, usul ve ta'biye ihtilâfları, harpte mağlu-
Efendiler, medeniyet tebdili, yeni bir devlet tesisi
biyetin avâmilindendir. Bâ-husus kâfi malumata müste-
gibi azîm inkılâplar, her kavmin hayatında en buhranlı
zamanlardır. Bövle buhranlı zamanlarda gaye-i âmâl olan nit sâlim bir düşünce, bugün tatbik edilen ta'biyeden gay-
umde ve düsturlar, nâzım-ı hareket telâkki olunursa, ne- risini bulup gösteremez. Tarihin mütenevvi misalleri, hele
tice adem-i muvaffakiyettir. Meşrutiyet-i idarenin, hâki- bizim son tecrübelerimiz, bu hususta kâfi delâil teşkil
miyet-i milliyenin, idare-i cumhuriyenin saha-i tarihe çı-
eder.
Hanımlar, efendiler!
İçinde yaşadığımız büyük tarihî devreyi tecsîm ile
büyük adamın emir ve kumandası altında birleşen harp
erleri, Türk milletinin muhafaza-ı hayat sevk-i tabiîsini
dâhiyâne idare ederek, şahidi olduğumuz askerî zaferleri
/
temin ettiler; o büyük adamın etrafına toplanan tam
şuurlu, sarih kanaatli münevverler de, yine milletin mu- DÜNKÜ BAYRAM MERASİMİ KARŞISINDA
hafaza-ı hayat sevk-i tabiîsine dayanarak, asri Türk devle-
tini kurabilirler. Türk münevverlerinin bugünkü vazifesi, Cumhuriyetin şerefli bayramını, Türk'ün dört bin se-
işte, bu muazzam işe, el birliğiyle, dağılmaksızın sarıl- nelik tarihi selâmlıyor. Ankara sokaklarında yedi sekiz
mak ve itizallere kapılmaksızm, müttehiden çalışmaktır. aydan beri bilâ-fasıla çalışan ve tesis eden kollar, bir an
için çekiçlerinin madenî uğultusunu tatil etmiş, dinleni-
Erenköy, 27 Haziran 341
yor.
(TUrfc yurdu, C. n , nr. 13, Teşrin-i evvel 1341/1925, s. 1 - 1 6 . )
Mektepler artık medenî bir memlekete yakışan ta-
lebesini, kışlalar gürbüz, sıhhatli askerini, yapılar iş adam-
larını ortaya dökmüşler; caddelerden bir şevk ve sürür
akıyor.
Türkler, yer, gök şahit derler. Bu sürûra yer şahit,
gök şahit; şehrin yeni binaları üzerinde birbirini kovala-
yan, süzüle süzüle geçen, dönen, yükselen, eğlenen tayya-
reler sanki neşe ve heyecanla çırpman yürekleri gözlerin
bakışlarından alıyor, uzak uzak ufuklara götürüyor. Tay-
yarelerin kanadı bu toprakta bir iki asırdan beri isminin
tam ve hakiki medlûlüyle ilk defa kurulmaya başlayan
zafer takları üstünden geçerken, eski bir garp şairinin
güzel bir sânihasmı hatıra getirmemek kabil değildir.
Onun dediği gibi, yapılan zafer taklan ne kadar yüksek
olursa olsun, galip bir millet bunlann altından tevazu ile
başını eğmeden geçemez. İşte cumhuriyetin neşeli mesut
ve muzaffer çocukları kendi zafer taklannın altında geç-
memek için üzerinde uçuyorlar!

Bugün burada her şeyin lisanında eskilerin tahdis-i


nimet dediği şükranın duygulu belâgati var. Sanki her
bulduğu bir yoldur. Fakat sende en derin hakikatlere te-
şey..., taşlar, topraklar, ağaçlar, kurtaran ve ihya eden
mas eden, en nüfüzlu, en ihatalı bir görüş, nazariyatın
bir büyüklüğün verdiği derin hürmeti, ürperen bir raşe
fevkinde bir inkişaf ve terakki düsturunu bu asrın içti-
gibi asabında hissediyor.
maiyatına müsbet vâkıalarla nakletti.
Bu, onlara ilk defa göklerden değil, gönüllerden ak-
Biz millî tekâmüllerin bazen bütün kuvvetini irade
seden bir mucizedir. Millî vicdan, maddî hakikatlerde
ve teşebbüste bulduğunu senin ilhamlarınla öğrendik/Ar-
bulduğu bir kıblenin karşısında ibadete benzeyen bir is-
tık herkes anladı ki, fikre ait terakkiler mütereddi ana-
tiğrakla memleketin mesut mazhariyetlerini düşünüyor.
nelerin ruhlarda bıraktığı, asırlarca biriktirdiği yosunlu
Hiç bir millet dört senelik tarihinde ölümün ve izmih-
ve yeşil paslar altında ancak çürümeğe mahkûm bir isti-
lâlin elleriyle uzattığı mühlik bir zehirden sonra, bir gün
dat olabilir. Bütün uzvî inkişaflar gibi onlar da şe'nileş-
dünyayı titreten bir zaferin ebedî şereflerini, bir gün ce-
meğe, tahakkuka muhtaç olduğu noktada, kendisine ha-
hil ve esareti himaye eden taassup ve saltanat ocakları-
yat verecek bir kuvvet, bir hareket bulmalıdır.
nın yıkıldığını, yine bir gün medenî inkişafların bir an
içinde husule geldiğini idrak etmemiştir. Geri kalmış zümrelerin sanki yeşil olduğu için ken-
dilerince mukaddes bir renge benzediği için ( * ) sevdikleri
Cumhuriyet bayramının bir arada ifade ettiği bütün bu intân halinde paslar, bu yosunlar topraklarda ezilir ve
bu şeyler, büyük bir harika olmağı istemeyen en tabiî dağılırken görüyoruz ki, orada yaşayan ve yeşeren şeyler
bir hâdisât silsilesi gibi hayatın cereyanına karışıyor, he- vardır.
nüz şiirin, edebiyatın o yanık ve sevdalı ruhu bile heye- Milletin büyük mürşidi, eşi olmayan mürebbi! Feyizli
canlarla üstüne titrediği bu muazzam inkılâbı duyduğu, adımlarının arkasında genç bir nesil, şerefi ve saadeti
anladığı kadar terennüm edemedi. fethetmek için yürüyor. Garpta bugünkü terbiye kendi
Fakat hakikat ne kadar munis, ne kadar mütevazı varlığını ancak kendi tatbikatında aravan bir usul, bir
olmayı isterse istesin, bu tarihî mucizelerin önünde insan- ananedir. Onun bütün muvaffakiyeti fertlerde içtimaî ka-
lara bilâ-ihtiyar eğilmek huzu'unu veren yaratıcı bir kuv- biliyetleri inkişafa getirmektir. Fakat mademki uzuvlar
vet, ilâhî bir azim ve deha vicdanların manevî uzvivetin- vazifeleri yaratmaz ve mademki vazifeler uzuvları tevlid
de kendisini hürmetle işaret eden bir şahadet parmağı eder, bir gün gelecekti ki, terbive insanlarda veni veni
ibdâ ediyor. kuvvetlerin hudusunu ilmî idmanlarla temin edecekti.
Medeniyet âleminde bunun ilk misali sende görülüyor.
Büyük ve muhterem Gazi! Hangi vicdan seni mu-
kaddesatının derinliklerinde hissetmez? Diyorlar ki, vâkı- Bütün ufukların korkunç karanlıklar içerisinde bo-
alar hiçbir zaman mefkureye erişemez, fakat sen vâkıa- ğulduğu bir zamanda, genç ruhlara uzaktaki bir selâmet
ve kurtuluş noktasını görmek için ümit, iman ve itimat
ların erişemediği bir mefkûre değil, mefkûrelerin erişe-
ile bakmayı talim ettin. Millet bugün istikbali başka bir
mediği bir vâkıasm!
rü'yet melekesiyle görüyor.
Diyorlar ki, her felsefe yahut tefekkür mesleği ara-
yan ve tedkik eden dimağların kendilerini aldatmak için (*) Yegil renk Emevîlerden kalmıştır.
Dumlupınar'da düşmanı takip eden esatîrî Türk or-
dusunun efrâdı omuzlarının üstünde uçan bir kanat bul-
dular. Onlara o kanatlan sen verdin, senin itminanın
verdi.
Falih Rıfkı [Atay]
Mekteplerde senin ismin başlı başına bir derstir.
Hiçbir şey bilmeyen masum bir köylü çocu&u yalnız seni
bildiği, işittiği için vatan, millet, fedakârlık ve inkılâp KANUN-I MEDENÎ
mefhumlarını biliyor. Sen bu derin ve tarihî mefhumun-
Kanun-ı medenî Büyük Millet Meclisi'nin kürsüsüne
da bir kitap, bir câmiasın.
kadar geldi; muhterem mebuslarımız belki bu hafta için-
Büyük münci! de Türk inkılâbının bu güzel ve büyük eserini müzakereye
başlayacaktır.
Şark dinleri kurulalı Tanrı'nm yazdığı yazı, alınla-
rın çizgilerinde aranır. Demek ki, tarihle kader aynı sa- Kanun-ı medenî, bir milletin insaniyet içinde kemal
hife üstüne yazılıyor. Her mesut inkılâp, uykusuz ve mü- ve rüşdünün derecesini gösteren en sağlam miyardır; bir
tefekkir bir gecenin düşünen bir alındaki derin izinden milletin yaşayış ve düşünüş tarzı, seviyesi, hayat ve cemi-
doğmuştur. yete verdiği kıymetler ancak kanun-ı medenîsinde oku-
nur.
Senin yüksek nâsiyende istikbalin en muhayyel ümit-
Kanun-ı medenî tabirinin daha ilk hamlede herkesin
leri, halin keşfettiği bir şev, bir hakikat olmak için temas
aklına getirdiği bir sual vardır ki, ilk satırlarda ona cevap
edecek bir çizgi, bir tefekkür izi arar. İnkılâbı sen yarat-
veremem : Acaba yeni kanun-ı medenî ile Türk milletinin
tın. Düne kadar şarkın küflü hurafeler uyuyan ufuklann-
kabiliyet, ihtiyaç ve temayüllerine zıt ve onu bugün sev-
da, bugün garbın dört beş asırlık ziyası ve harareti kay-
diği ve benimsediği bir tarz-ı hayattan başka bir tarz-ı ha-
nıyor.
yata adliye ve zabıta kuvveti ile intikal ettirmek isteyen
Halbuki sen, garp içinde görünmemiş bir siyaset ve ahkâm mı vaz'ediyoruz, yoksa bu kanunla Türk milletinin
deha enmuzecisin. Cumhuriyetin bu mesut bavramında ilk teceddüt günlerinden beri mütemadiyen değişen ka-
sana in'itaf eden nazarlar, mavi derinliklerinden gizli bir biliyet ve ihtiyaçlanna, Türk milletinin ferdî ve içtimaî
nur intişar eden o nâfiz gözlerinde istikbalin en büyük tekâmülleı ine cevap mı veriyoruz?
zaferlerini okuyorlar. Seni tebrik etmek için huzurunda
Kanun-ı medenî ile bertaraf ettiğimiz kanunlann,
başlarımızı eğerken, ruhlarımız itminanla ve ümitle yük-
Türk milletinin seviyesine ve ihtiyaçlanna uygun oldu-
seliyor. İşte büyük Cumhuriyet bayramının duygusu ve
ğunu kim iddia edebilir? Türk milleti birkaç nesilden be-
hâtırası!
/ / \ \ ri mütemadi emr-i vâkilerle bu kanunlann birçoğunu za-
(Hâkimiyet-i milliye, nr. 156«, 30 Tegriıı-i evvel 1341/1925 ) ten müstahase haline getirmiştir. Yazılı olduğu için ve
resmen iptal edilmediği için şimdi dahi câri olması lâ-
zım gelen öyle ahkâm vardır ki, biz bunları ancak efsa-
nevî zamanlara ait masallar gibi dinliyoruz. Kurun-ı vus- bik olunan ahkâm yerine, Türk milletinin şimdiki sevi-
tâdan kalma kanunların ahkâmının tasavvur ettiği ka- yesine, ihtiyaçlarına ve temellerine uygun ahkâm vaz'edi-
dınla bugünkü Türk kadını arasında zerre kadar münase- yoruz.
bet kalmış mıdır? Mahkeme-i şer'iyelerin daha geçen se-
Ezbere bir kanunla, istediğimiz gibi olmayan Türk
neye kadar istinat ettikleri izdivaç, talâk ve tecdid-i nikâh
milletini değiştirmek istemiyoruz. Bilâkis değişen Türk
sistemleri şimdiki insaniyete karşı aklı başında bir mille-
milletinin şerâit-i hayatîyesini mazinin tazyik ve tahakkü-
ti hicaptan yere geçirecek safsatalardır.
münden kurtarmak istiyoruz.
Herhangi bir asır, bir cemiyetin herhangi bir devri Nice senelerden beri devam eden kitap ve hayat mü-
için gayet doğru olan şeyler, zaman ve cemiyet değiştik- badelesi, hayatın mukadder olan galebesiyle nihayete eri-
ten sonra, gayet mânâsız ve muzır ucubeler haline gele- yor.
bilir.
Bu eser tam ve sarih olmalıdır. İhtimal bazı eski ka-
îlk teceddüt günlerinden beri hayat mütemadiyen nunlar bu münasebetle uzun senelerden beri devam eden
değişmiş, lâkin kitap hiç değişmemiştir. İnkılâpçılıkta müzmin ve mânâsız münakaşaları nüksettirmeğe çalışa-
seleflerimiz olanlar «emr-i vâkilerle» iktifa etmişler ve caklardır. Bunlara tavizât ve hakk-ı sükût olarak güzel
Türk milletinin şerâit-i hayatîyesini ta'zîb eden, müşkilâ- kanun-ı medenîmizin üç kelimesi bile feda edilemez. Ka-
ta uğratan kanunları bu emr-i vâkilere nazaran ıslah ve nun-ı medenînin müzakeresine ancak millî menfaatlerin
tadil etmek cesaretini göstermemişlerdir. bî-tarafâne ve sâlim müşahedesi ve akıl hâkim olmalıdır.

Bu kanunların her biri, o kanunların vaz olunduğu Dev adımlarla bugünkü müterakki insaniyetin müş-
devirleri, asırlarca aşıp giden Türk milleti hakkında feci terek medeniyetine doğru koşan Türk milleti, bu kanunla
bir iftira idi; Türk milletini kendi memleketinde, kendi mazinin şimdiye kadar ayaklarına dolaşan birçok fuzulî
cemiyet hayatında görmeyip de onun nasıl yaşadığına, müdahalelerinden kurtulacaktır.
ölü kanunların sûretâ mer'i ahkâmından hükmetmek lâ-
Cumhuriyet inkılâpçılarına has olan şuur, azim ve
zım gelseydi - nitekim bedhahlar daima böyle yapmışlar-
mutlaka tam ve mükemmel yapmak hissi kanun-ı mede-
dır-Türk milleti ile Asya'nın herhangi ibtidaî ve geri bir
nînin süratle tekvinine sebep olmuştur; kanun-ı medenî
izdihamı arasında hiçbir fark görmemek lâzım gelecekti.
cumhuriyet eserinin en büyük noksanını tamamlıyor.
Hakikat böyle değildir.
(Hâktmiyet-1 millîye, ur. 1655, 11 Şubat 1926 )
Biz kanun-ı medenî ile iki şey yapıyoruz : Evvelâ
Türk milletinin yeni hayat ve medeniyete doğru ilk adı-
mım attığı günden beri yaptığı emr-i vâkilere zıt kanun
ve ahkâm müstahaselerini ortadan kaldırıyoruz; sâniyen
kat'î ve sarih menfaatlere ait olduğu için, bizzarure tat-
kim olan avâmil-i tabiata, artık hâkim olmuştu: Karaya
demiıyolları, denize vapurları ile ve havaya da tayyare-
leri ile hâkim oldu.
Milliyet devrinin bu icazkâr neticeleri-bu cereyanın
mâhiyet ve tâbiatından mütevellit bir hâdisedir! Zira mil-
liyet cereyanı mâhiyeti itibariyle bile-müsbettir, yaratıcı,
yapıcı ve ibdâkârdır.
İSTANBUL TÜRK OCAĞI'NDA AĞAOĞLU
Milliyet ve vatan gibi kimsenin şahsen benimsemek
AHMET BEYEFENDÎ'NÎN VERDİKLERİ imkânı olmayan mücerret ve zihnî mefhumları hedef itti-
KONFERANS haz ettiğinden, bu cereyan esas itibariyle gayr-endîşdir.
İstinat ettiği kuvvet aşktır, muhabbettir, fedakârlıktır.
TARİHÎ DEVİRLER ARASINDA MİLLİYET Ayırmak, ihtilâf, dağıtmak, tahrip etmek, onun ruhuna
muhaliftir. Bilâkis o toplayıcı, o imarcıdır. Hedefi millet
Fikrî ve hissî cereyanların muhtelif devirleri arasın- ve vatanının heyet-i umumiyesi olduğundan, yerlilik veya-
da tarih-i beşeriyet milliyet cereyanı devri kadar velut ve hut sınıf endişeleri ona bigânedir. Onun aşk ve muhabbeti
feyz-nâk birisini irae etmiyor. vatanın bütün kısımlarını, milletin bütün evladını şâmil-
Büyük Fransız inkılâbının infilâkinden sonra tekev- dir! Onun için ne aristokrat, ne burjuva, ne amele ve ne
vün etmiş olan bu cereyanı temsil eden on dokuzuncu asır de köylü vardır! Onun nazarında bir tek varlık mevcut-
bu kaziyyenin şahididir. tur. Vatan evladı! O bütün vatanın ve bütün milletin-bilâ
istisna ve bilâ-nihaye inkişafını, teâlisini, saadet ve refahı-
Hiçbir devir ve hiçbir asır on dokuzuncu asır ka- nı arzu eder.
dar velut ve feyz-nâk olmamıştır. Millet cereyanına tutul-
muş olan garp beşeriyeti bu asırda hakkıyla mucizeler Binaenaleyh milliyet cereyanı hürriyetçidir, müsa-
vaatçıdır, adaletçidir, imarcıdır ve terakki ve tekâmülcü-
gösterdi. Faaliyet-i beşeriyenin herhangi bir sahasında
dür.
hiçbir devir ve asırda ibraz olunamayan muvaffakiyetler
ihraz edildi. Cereyanın ruhunda münderiç bu hususiyetlerdir ki,
on dokuzuncu asırda infilâk ederek yukarıda tadâd ettiği-
Edebiyat, sanayi-i nefise, ulûm ve fünun-ı müsbite, miz mucizeleri ibdâ etti.
tarih, içtimaiyât, felsefe, iktisadiyât hayret-bahş bir sürat-
le inkişaf ederek, ondan evvelki devirlerin tahayyül bile Efendiler! Aynı cereyan bizde de aynı mucizeleri ib-
edemedikleri şahikalara vardı. Artık beşeriyet tabiata, kâi- dâ etmektedir. Bundan on dört sene evvele irca-ı nazar
nata hâkim olmuştu; milliyet mefkûresi ona, hilkat ve ta- ediniz! Ocağınızın ilk kuruluş gününü hatırlayınız! Bir
biatın esrarı arasında serbest dolaşmak için, yeni kanat- avuç Türkçülerin etrafında kopan o ne istihza, şüphe, te-
lar vermişti, o her gün bu esrardan birisini keşfederek, reddüt, istihfaf ve hattâ istihkar sadaları idi! O ne iftira,
kendisini ihata eden ve o zamana kadar kendisine hâ- isnat ve zem ve şetm seyelânı idi.
Türkçüler vahdeti bozuyorlarmış. Türkçüler lisanı Milliyetçilik bizi kendi kınımıza girmeğe, mazimize
bozuyorlarmış, Türkçüler vatana ihanet ediyorlarmış. rücua, tefahhus-ı nefs etmeğe sevkeder; tekâmülcülük ya-
Türkçüler, devleti uçuruma sevkediyorlarmış! Hulâsa boz- ni garpçılık ise açılmağa, dışarıya doğru atılmağa, müte-
guncu bir güruh ki tahammülü câiz değildir! madiyen değişmeğe sevkeyler. Bu iki cepheli yürüyüş zâhi-
ren mütezâddır. Fakat bu tezat sırf zâhirîdir. Hakikatte
Fakat on dört sene sonra? ise bunlar yekdiğerini ikmal ve itmam eder ve daha doğ-
On dört sene evvel kurduğumuz o mütevazı ve hakîr rusu birisi diğerini istilzam eder.
ve fakir ocağımızın şulesi bugün bütün memleketi kapla- Mazimizi araştırmaktan, kınımıza girerek kendimizi
mış, memleketin her tarafında bir nur menbaı açmış ve tefahhus eylemekten maksadımız nedir?
yanı başında yüz yetmiş beş evlat tadâd etmektedir!
Kendimizi tanımak, benliğimizi öğrenmek, tabir-i
Bütün dünyanın hürmet ve sitayişiyle takdis ettiği âharla şuurlaşmaktır!
bir deha birinci Türkçü olmakla iftihar ettiğini tekrar et-
Biz bu ameliyeyi yaparken görüyoruz ki, bizim benli-
mekten zevk alıyor ve seyahatleri esnasında ilk ziyaret et-
ğimiz bilhassa birkaç hususlarda tecelli ediyor, lisan, ede-
tiği yer, yine sizin ocağmızdır!
biyat, musiki, hukuk, din, âdet, tarz-ı maişet, tarz-ı tefek-
Fakat yalnız bu mu? kür, tarz-ı tecessüs ve ilh... Fakat bu avâmili araştırır-
ken bile asıl gayemiz bunların azamî derecede inkişaf ve
Dikkat ediniz! Ocağınızın mefkûresi, bugün milletin
tekâmülünü temindir.
kalb ve dimağına hulûl etmiş, bütün millet bugün ondan
mülhemdir ve mütarekenin ilk gününden bugüne kadar, Zira şahsiyet-i milliyenin vâsıta-ı tecellisi olan bu avâ-
Türk milletinin ibraz edegelmekte olduğu bütün mucize- mil ne kadar inkişaf ve tekâmül ederse, tabiatıyle o şah-
ler, sizin mefkûre ve idealinizin mütemadi inkişafından siyet de o derecede inkişaf ve tekâmül etmiş olur. Fakat
başka bir şey değildir! Bugün ocağınız milletin düşünen bu tekâmül ve inkişafı nasıl temin edebiliriz? Tabiatıyle
kafası, hisseden kalbi, çalışan eli, yürüyen ayağı olmuştur. bizden daha mütekâmil muhitlere müracaat ederek enmu-
Ankara'yı ziyaret eden ecnebiler bu kafanın ne kadar kuv- zecler ve metodlar aramakla!
vetle düşündüğünü, bu kalbin ne kadar hararetle hisseyle-
Mesela bir milletin en tabiî ve en mahrem tercümam
diğini, bu el ve ayakların ne kadar süratle yürüdüklerini
olan lisanın inkişafını temin ettirmek istersek, nasıl hare-
müşahede ederek hayret ediyorlar.
ket edeceğiz? Tabiatıyle başka ve bizden daha mütekâmil
Fakat hayret edilecek bir şey var mıdır? milletlerin enmuzeclerine ve yollarına peyrev olmakla!

Yüz elli sene evvel asrî Avrupa'yı yapan aynı âmil, işte burada el-yevm birçoklarını meşgul eden bir me-
yüz elli sene sonra Türkiye'yi yapmaktadır. seleye temas ediyoruz.

Yukarıda dedik ki, milliyetçilik hususiyetlerinden Bize diyorlar ki : «Madem ki bütün millet, bütün
birisi de, tekâmülcülüktür! işte bunun içindir ki, biz hem devlet Türkçü oldu, mademki mefkûreniz tahakkuk etmiş-
tir, artık Türk ocaklarına ne lüzum vardır?
milliyetçi ve hem garpçıyız.
Bu tarz tefekkür doğru mudur? Türk ocaklarına ar- ve birçok zahmetlerden sonra-vâsıl olduğumuz netice-kon-
tık ihtiyaç kalmamış mıdır?» ferans şeklinde gayr-ı mecburî haftada bir kere ders ve-
Türkçülük cereyanında da her yeni cereyanda ol- rilmesine rıza gösterildi! Devlet adamlarına gelince, Türk
duğu gibi iki devrin yekdiğerini takip etmesi tabiîdir. namı onlar için ihtiraz edilmesi lâzım gelen bir ateşti!
Şimdiye kadar bu cereyan henüz birinci devrinde kalmış- Kendilerine dindar diyenlerden bahs bile etmiyorum!
tır ki, zemin hazırlamak, çalılıklarını kaldırıp bir saban Bunlar Türkçülüğü küfür bile addederlerdi. Bir gün İstan-
geçirmekten ibarettir. bul Türk ocağında milliyete ait verdiğim bir konferansın
ferdasında hocalardan birisi Bayezıt camii'nde tecdîd-i ni-
Efendiler! Şimdiye kadar bizim bugünkü yaptığımız, kâh etmekliğim lüzumundan bahsetti! Türk kitleleri ara-
Türk varlığını isbat etmekten ibarettir. sında dahi tekevvün etmiş olan bu tahribkâr zihniyeti
Türkçülük cereyanından evvel Türk inkâr edilmek- kaldırmak lâzımdı! İşte bizim şimdiye kadar yaptığımız
teydi ve yalnız başkaları tarafından değil, Türk'ün kendi ameliye!
tarafından dahi inkâr edilmekteydi. Babalarımız Türklük-
Bugün Türk namı şeref ve haysiyet alemi olmuştur
lerini idrak etmeden evvel ölüp gittiler. Bunlardan kim
ve herkes onu taşımakla iftihar eder.
oldukları sorulduğu zaman «Elhamdülillah îslamım» de-
mekten başka cevap alınamazdı! Türk müverrihleri tara- Türkçülerin istihsal ettiği bu netice büyüktür, kıy-
fından yazılmış olan Türk tarihlerinde, Türk tezyif ve tah- metlidir, fakat buna rağmen Türkçülük cereyanının ilk
kir ediliyordu, «etrak-i bî-idrak» gibi terkiplere tarihle- devresidir, mihaniki ve hazırlama devridir.
rimizde tesadüf etmek ender değildir. Hattâ halk arasında
bile Türk hakkında pek galîz kelimeler kullanmak âdet Bunu mutlak ikinci yani ekip biçmek devri takip et-
melidir.
olmuştu. Bir zamanlar vardı ki, Türk tebaasından olanlar
kendi milliyetleri ile fahrettikleri halde Türk olduğunu Trrklüğü kabul ettirmek kifayet etmez. Bir de Türk-
söylemekten çekiniyordu! lüğü teşkil eden avâmil ve müessirâtın neden ibaret oldu-
Muhtelif âmillerin tesiriyle husule gelmiş olan bu ğunu tesbit ve onların inkişafını temin etmek lâzımdır.
hâlet-i ruhiye milliyet nokta-i nazarından pek vahimdi, Yukarıda dedik ki bu icrâ ve avâmil, Türk lisanından, ede-
biyatından, bediîyâtından, hukukundan, iktisadiyâtından,
pek tehlikeliydi.
dininden, tarihinden, ilh... dan ibarettir. Bugün bu saha-
Türk varlığı inkâr ve tahkir edildiği gibi, ona ait lar henüz meçhul bir halde kalmaktadır. Henüz onlara
herşey de inkâr ve tahkir edilmekteydi. Bakû'de bir Türk- temas etmeğe başladık.
çe lisanı olduğunu ve bu lisanın da bir sarf ve nahvi oldu-
ğunu isbat edinceye kadar başımda kıyametler koptu! İşte efendiler! Türk ocaklarının ikinci devr-i faali-
Keza İstanbul Darülfünunu'nda bir Türk tarihi dersi ve- yetinin mevzuları! Ne vâsi bir saha! Bu sahada dolaşıp
rilmesi lüzumunu anlattınncaya kadar ben, merhum Zi- bir neticeye varabilmek ne kadar gayret, ne kadar mesaî
ya ve diğer arkadaşlarımız akı karadan seçtik! Nihayet
ve ne kadar zaman ister!
Binaenaleyh, Türk ocaklarının hayatı henüz tüken-
memiştir. Efendiler! Aksine olarak iddia edebiliriz ki, o
henüz pek yeni başlıyor ve bilhassa bundan sonra yaşa-
yacaktır.
îşte ocaklar annesi olan bu mübarek ocağın bana
telkin ettiği fikirler. Sinnen sizin ağabeyleriniz de vaktiy-
le bu mübarek mabedden nur ve ilham alıyordu, o nur vs KÖY HEKİMLİĞİ
ilhamdır ki, hayatımızın rehberi olmuştur. Fakat ta-
Anadolu'da gezginci bir muhabirimiz vardır. Hangi
biatın gaddar bir hükmü ile ve seneler geçtikçe bu nur
kasabada, hangi köyde bir ihtiyacın tesviyesi lüzumunu
ve ilham tabiatiyle kuvvet ve taravetini kaybetmektedir.
hissetse, şâyân-ı ıslah bir hal görse onu yazmak vazife-i
Ah! Ne olurdu! Goethe'nin Faust'u gibi bizi de sihirkârbir
himayetkâranesini bilâ-ihmal ifa ediyor. İşte hasbî bir va-
el otuz yaşımıza iade etseydi ve biz de yeniden başlayarak
tan hâdimi ki mütetebbi olduğu kadar da mütehassıs...
aranızda çalışmağa koyulsaydık! Sizin yapacağınız işler
Hem halka, hem hükümete hizmet etmekle mübahî olu-
bizlere nisbeten ne kadar mühimdir! Bize düşen vazife te-
yor.
mizlik yapmak, çalıyı çırpıyı kaldırmaktı! Siz ise ekecek-
siniz, biçeceksiniz! Fakat emin olunuz ki, size haset değil Bu zat ahiren köylerde hekimlikten bahsetti ve bana
yalnız gıpta ediyoruz. Zira sizi eker biçer görürken biraz bu yolda söz söylemeğe fırsat verdi. Kendisine teşekkür
da biz iftihar hissi duyuyoruz. Ve sizin muvaffakiyetinize ederim.
dua ederken, biraz da kendimizin temâdimizi düşünüyo-
ruz!» Köy tababeti Almanya ve Rusya'da kadınlara hava-
le edilmiş bir vazifedir. Bu vazifeyi pek müşfikane bir
(Tiirk yurdu, C. III, nr. 17, Mart 1926, s. 534-537.) tarzda ifa ederler.

Almanya'da kasabalar yahut büyük köyler yanında


dispanserler vardır. Orada kadınları bu vazife için kısa
bir müddet zarfında tedris ve talim ederler. Kadınlar bu
müddeti ikmal ettikten sonra, bin-nisbe az bir maaşla
köyler için gezginci bir tabib olarak tayin edilirler. Fakat
bunların tahsili öyle mühim ve karışık hastalıkları teda-
viye müsait değildir. Başlangıçlarda birtakım malum has-
talıkları, malum olan yolda tedavi ederler. Dispanserler-
den ilaç alırlar. Bu kadınlar köy köy gezerler. Köylüle-
rin sıhhatlerine ettikleri hizmet çok büyüktür. Bâ-husus
mühim bir hastalık görürlerse, asıl etibbâya haber isal
ederler.
Rusya'da bu vazife ebelere havale edilmişti. Onlar geliyordu. İstasyonlarda bir hayat görmek ne bahtiyarlık
hem hastaları tedavi ederler, hem de doğumlara yardım olur. İstasyon memurları, isterdim ki, bir de medeniyet
ederler. Bunların içinde bir tanesini tanımıştım. Çok ma- ve teceddüt misyonerliği etsinler, memleketle alâkadar
lumat sahibiydi. Hele hıfz-ı sıhhat hakkındaki vukufu şâ- olsunlar. Anadolu şimendifer idaresinin yerinde olsam, bu
yân-ı dikkat bir derecede idi. memurlara bir tahrirât-ı umumiye göndererek, hattâ fi-
dan ve tohumlar da göndererek muhitlerini şenlendirmek,
Bizim memleketimiz için ne yapmalıdır? Her yere
imar etmek, alâkasız durmamak lüzumunu anlatırdım.
erkek etibbâ göndermek bizim için mümkün değil. Köylü-
Ben Avrupa'da gezdiğim yerlerde ekseriyen ne meraklı is-
lerse pek muhtaç. Herhalde herkes teslim eder ki, bu
tasyon memurlarına tesadüf etmiştim. Bu fikir, medeni-
memleket için her şeyden evvel yapılacak iki şey vardır :
yet ve imarın bir eseridir. İstasyon memurları, mektep
Biri köyün ve köylülerin pek harap olmuş sıhhatlerini
muallimleri gittikleri yerlerde ne gayretli bir imar âmili
muhafaza, ikincisi de iktisadî tedbirler ittihaz etmek.
olabilirler. ,
Hükûmet-i Cumhuriyemiz şimdilik bu iki maksadı
icraya muvaffak olursa memleketi âtiyen suret-i kat'iyede Ve kezalik memleketimin ahvâl-i hususiyesini na-
kurtarmış olur. Küsurunu da bundan sonra gelenler zar-ı dikkate alarak mektep muallim ve muallimelerine
yapsınlar. Biz köylerin hastalarını tedavi etmekle her şey- hıfz-ı sıhhata ve müdâvata ait bazı malumat verirdim. Bi-
zim memleketimiz için ayrıca organizasyona ihtiyaç var-
den ziyade nüfusumuzun tezâyüdüne hizmet etmiş olaca-
dır. Her şey için ayrı tahsisat bulacak zengin bir millet
ğız.
değiliz. Bizim eski mahalle mekteplerimizde muallimlerin,
Kaç kere kadınlardan istifade çaresini bulmayı tav-
mahalle imamlığı gibi müşkil vazifeleri de vardı. Bir kere
siye ettim. Meselâ ilk mektepler muallimliklerinin kadın-
düşünelim, müsta'merâta giden misyonerlerde ne kadar
lar tarafından ifa edilmesine lüzum gösterdim. îşte köy ve
mütenevvi malumat vardır. Bunlar ansiklopedik insanlar-
kasaba ibtidaî tababetleri için de kadınlardan istifade ede-
dır. Bizim köylerimiz de oldukça yalnızlık içinde yaşadık-
biliriz, zannındayım. Bunları darülfünunlarda yetiştire-
larından, köylülerin imdadına yetişecek malumata bilhas-
cek değiliz. Almanya gibi müterakki bir memleket bile
sa muallim ve muallimelerin sahip olmaları sayesinde
ibtidaî tabibeleri ayrıca yetiştiriyor; ilk mektebi bitirmiş
büyük istifadeler temin olunur. îşte darü'l-muallimînleri-
yahut ibtidaî tahsilden hissedar olmuş herhangi bir kadın
mizde yalnız çocuk okutmak ve terbiye etmek ilmiyle
için bu tabiblikler pek münasip olurdu. Eğer başka türlü
meşgul olmayıp, müsta'merâta gidenlerin vazifelerine
çareler varsa, fen'im el-matlub onlara tevessül edilir.
benzer vazifeler de deruhte etmek lâzım gelir. Bir darü'l-
Etibbâmızı bildiklerini söylemeğe davet ediyorum. Ben
muallimîne devam eden talebeye söylenecek, öğretilecek
düşünüyorum.
neler vardır. Onları yalnız kitapların içine defnetmemeli-
Meselâ şimendifer istasyonları yanında eczahaneler dir. Bizim memleketimizde kitap sahifeleri haricinde, gö-
tesis olunamaz mı? Ankara'ya giderken o istasyonların rülmeğe lâyık ve mücessem hakikatler vardır. Bunları tak-
bir temdin ve ıslah merkezi olabilmeleri ihtimalini gö- rir etmeği bildiğimiz anda bizde de adam yetişmeğe baş-
zümün önüne getirmiştim. Hattâ istasyonların ağaçlar ve lar.
çiçekler dikilmek suretiyle imar edilmeleri de hatırıma (ikdam, 13 Mayıs 1926.)
bugün, Türk de, Türkiye de bu gördüğümüzden başka
türlü bir şey olurdu. Nasıl ki müterakki memleketlerde
öyledir.

Eğer köylülerimiz zihinleri, fikirleri açık, görgüleri


fazla, terakkiyât-ı medeniyeye akıl erdirmiş memurlarla
temasa gelmiş olsalardı, o nahiyeler ve köyler bugünkü
KÖYLÜLERİ D İ N L E Y İ N İ Z gibi metruk bir harabe halinde kalmazlardı. Bugünkü gi-
bi yoldan, köprüden, ağaçlardan, şoseden mahrum olmaz-
Bugünkü nüshamızda Pazarköy ile Düzköy heyet-i lardı.
ihtiyarîyeleri tarafından gönderilmiş bir mektup münde-
riçtir. Bu varakanın başlangıcı aynen şudur : Nahiye merkezi gözümün önüne geliyor, diğer yerler-
de gördüğüm nahiye merkezi... Mektepleri, belediyeleri,
«Her birimiz, kırkar altmışar yaşlarındayız. Şim- hükümet konakları, telgrafhaneleri, telefon hatları, koo-
diye kadar nahiyemizin hiçbir tarafına vali, müfettiş, peratif mağazaları, banka şubeleri, tertemiz, nazîf ibadet-
gazeteci geldiğini görmedik ve dedelerimizden duymadık!» haneleri, muntazam mezarlıkları, dantelah pencerelerinin
Şu birkaç satır, eski Türkiye'deki vilayât idaresinin önünden çiçekleri sarkmış, meyve ağaçlarıyle ihata edil
mâhiyetini meydana koyduğu gibi köylerimizdeki teden- miş evleri... İşte nahiye merkezi. Bizim köyler kurulduğu
ninin dahi hikmet ve sebeplerini pek açık anlatır. Zavallı zaman oraya fen memuru ve mühendis olarak kimse gel-
köylülerimiz kendi kendilerine kalarak, dertlerini anlata- miş değildir. Köylerimiz bir deli alacasına benzer. İçlerin-
cak kimse bulamamışlar, payitahttaki hükûmet-i merkezi- de oturana kasvet gelir. Köylünün evi, içinde yatılır, otu-
yeler ise gûyâ iş görüyorlarmış gibi kâğıt üzerinde kanun- rulur bir insan yurdu değildir. Avrupa nahiyelerinde dai-
lar, nizamlar yapıp durmuşlardır. Şimdi bu memleketin ma cevelanda mühendisleri bulursunuz. Yollara bakarlar,
neden harap olduğunu anlıyorsunuz, değil mi? Nahiye bunları tamir ettirirler, köprüleri muayene edip tecdit et-
idarenin âdeta canıdır. O yıkık bir halde olunca, onun üst tirirler, bataklık araziyi kuruturlar, köylülerin bi'r-rıza
tarafındaki tabakalarda mamuriyet olmasının imkânı yok- tarlalarını mesâha edip mübadele ederler, mahsulâta bir
tur. İşte bu hakikat bizim memleketimizde tahakkuk et- hastalık geldiği gibi ziraat memurları soluğu köyde alırlar.
miştir. Köye bakılmamış, köy harap bırakılmış, köylünün Köylülerle beraber tedkikat icra ederler. Bir telefon edil-
imdadına koşulmamış olduğu için kazalar, sancaklar, vi- diği gibi nahiyenin doktoru nerede ise yetişir, reçeteler ec-
lâyetler de harap olup kalmışlardır. zahanelerde yapılır. Köyün umûr ve hususâtına bakar bir
heyet-i âkile vardır. Nahiyenin merkezine gittiğinizde
Kırkar, altmışar yaşlarındaki köylü amcalar, o satır- orada dinlenecek bir yer bulursunuz. Kahve, çay, çikolata
ları yazdırırken içlerinin nasıl yanmış olduğunu bize ne mevcut, ekmek, peynir, tereyağı, reçel, yumurta, süt, bal
müessir bir belâgatle anlatıyorlar. Eğer onların köylerine gibi soğuk me'kulat hazır. Bunları hiç merak etmeden yi-
vaktiyle hükümetler bakmağa tenezzül etmiş olsalardı, yebilirsiniz. Tâhir çeşmelerden bilek gibi soğuk sular akar.
Hattâ bazılarında kadınlar için çamaşırhaneler vardır. sakalları sokaklarda tıraş ettirirmiş, mümânaat edenlerin
Belediyenin kapısında her gün, köyün müstahsalâtı piya- sakallarıyle beraber başları da uçmuştur.
sası da muharrerdir.
Köylü dayıların gazete muhabirlerinin köyleri dolaş-
Bunlar bizde yapılamaz mı? Yapılamayacakları ol- mamalarından şikâyetleri ne kadar müessirdir. Evet, eğer
sa da, yapılabilecekleri az değildir. Fakat köy ve nahiye biz gazeteciler memleketimizi dolaşmak zahmetini ihtiyar
halkını bu medenî hayata alıştıracak memurlar ister. Mu- etseydik ve bu seyahatlerimizde gözümüze çarpan yolsuz-
hitin tesiri inkâr edilemez. Bizim köylerin harabîsi, şaşkın- luklar hakkında hükûmet-i merkeziyenin nazar-ı dikkatini
lığı, sıkıntısı hep iyi muhitten mahrumiyetin neticesidir. celbetseydik, eminim ki, hükümet müfettişlerinden yüz
Yoksa Türk köylüsü iyiyi, kötüyü çok iyi farkeder bir in- kat ziyade bu vatanın selâmetini hazırlardık. Fakat biz
sandır. Akrabamdan olup, Peşte şehrinde memuren bulu- memleketin acılarından ziyade havaî ihtirasları tasvir ile
nan bir efendi bana naklediyordu ki Anadolu'nun hattâ meşgul oluyoruz. Edebiyatımızda da köy için bir hisse
ücra yerlerinden tahsil için gelmiş talebe içinde şâyân-ı yoktur.
hayret erbab-ı zekâya tesadüf etmiş. Yalnız zekâ değil, te-
lakkiyât-ı medeniye emrinde fevkalâde müstait imişler. (İkdam, 30 Haziran 1926.)
Bir sene kaldıktan sonra bu efendilerin iktisap ettikleri
medenî muaşeret tesiratı inanılmaz bir derecede kendini
gösteriyormuş. Ben bunları işittiğim zaman çok memnun
oldum. Fakat avdetlerinde içine düşecekleri muhitte efen-
dilerde acaba ne gibi tahassüsat ve tesirat peydâ olacak,
burası câ-yı sualdir. Konya'da çıkan Babalık refikimize
Ermenek'ten yazılan bir mektupta, mekteplerin imtihan-
ları ve çıkan talebe hakkında şu mütalaayı okudum :

«Aile ve muhitten emdikleri bütün vâkıata mektebin


aşılaması icap eden vâkıat galebe çakmıyordu. Vatan, mil-
let, cumhuriyet mefhumları ve bu mefhumların çocuk ru-
hu üzerindeki aşklı izlerini daha kuvvetli görmek isterdim.
Çocukların ruhundan tamamen efsanevî lekeler silineme-
mişti. Hülasa çocuk nereden geldiğini, nereye gideceğini
tayinde biraz bocalıyordu».
Hakikaten büyük olan ve bizi perişan eden Rusla-
rın Petro'su Rus muhitini adama benzetmek için ne kadar
garip tedbirlere kadar müracaata mecbur oldu. O zaman-
lar Ruslar uzun sakallar salıverdiklerinden imparator bu
derece iptidaîdir. Siyasî bir heyete, bir devlete mensup
fertler arasında umumî bir temas hatıra gelmez. Fakat
iktisadî hayat; köyden şehre, şehirden daha geniş saha-
lara uzanırken yeni vaziyetler kendisini hissettirmeğe
başlamıştır. Mübadele hayatını tanzim eden usuller umu-
mileşmiş, mahallî zihniyetin ufku ehemmiyetli surette/ge-
nişlemiştir. Biz, biliyoruz k i : Orta zamanın siyasî teşek-
M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K VE İLİMLER
külleri; «feodal» teşekküİlerdi. İktisadî hayatın inkişafı;
bu feodal teşekküller arasındaki münasebetlere büsbütün
Dresden, 12 İkinci Teşrin 1926 yeni iktisadî zaruretler ilâve etti. Biz şimdi görüyoruz ki,
milliyetçiliği tedkik ederken orta zamanın iktisadiyâtı
Biz, «milliyetçilik»i umumî hayatın faal bir «vâkı-
ile, iktisadiyât tarihiyle, feodal teşekküllerin hukukî inki-
ası» olarak mütalâa etmek istediğimiz vakit tedkik sa-
şaflarıyla temasa gelmek mecburiyetindeyiz.
hamızın gittikçe genişlediğini görürüz. Çünkü: Milliyet-
çilik telâkkisini hazırlayan, ona şuurumuzda muayyen bir Orta zaman cemiyetinin en ehemmiyetli münasebet-
«mahiyet» veren âmiller; çok muhteliftir. Bu âmilleri tes- lerinden biri de «mabed»di. Muhtelif ırklara mensup ce-
pit edebilmek için tarih safhalarının felsefî bir surette miyetler muayyen mabedlerin etrafına toplanmışlardı.
münakaşası kâfi değildir. Milliyetçilik; mademki mo- Kendilerini «millet» değil, «ümmet» halinde hissediyor-
dern cemiyetin faal vâkıalarından biridir, o halde biz, mo- lardı. Mabedlerin orta zamanda temsil ettikleri zihniyet;
dern cemiyeti hazırlayan cereyanlarla temasa gelmek «milliyet fikri»ne kat'iyyen müsait olmayan bir zihniyet-
mecburiyetindeyiz. Biz, modern cemiyet dediğimiz vakit, tir. Biz, orta zamanın sonlarına doğru görüyoruz k i : Ma-
bunun orta zaman (kurün-ı vustâ) cemiyetinden herhal- bedin «ümmet» telâkkisi hususundaki selâhiyeti sarsılı-
de çok başka bir şey olduğunu anlarız. Orta zamanın ken- yor. Bu sarsıntıyı husule getiren âmillerden biri de «mis-
disine göre bir dünya telâkkisi, idare teşkilâtı, hukuku, ik- tik» cereyandır. Biz şimdi yeni bir mesele ile karşı kar-
tisadiyâtı, ilmi vardı. Modern cemiyette biz bu hususiyete şıya kalıyoruz: Mistik cereyan nasıl doğdu? Bu cereya-
tesadüf etmiyoruz. Biz, şimdi büsbütün yeni bir mesele nın milliyet fikrinin inkişafına müsait olan içtimaî neti-
karşısında kalıyoruz. O halde modern cemiyet nasıl te- celeri ne idi? Bu mevzu da milliyet fikrinin anlaşılması
şekkül etti? Modern cemiyet mefhumu, bizde vak'aları için büyük bir ehemmiyeti hâizdir.
bütün ilimlerin sahasına uzanan geniş bir mânevî dünya-
nın hayalini uyandırır. O vakit biz her şeyden evvel eski Orta zamanda ferdî selâhiyetler yoktur. Bütün se-
cemiyetin hayatında büyük bir rol oynayan maddî hayat, lâhiyeti temsil eden müessese mabeddir. Daha kısa bir
mübadele muhitini gözümüzün önüne getiririz : Köylerin tâbirle orta zaman kültürünün (hars) merkez noktası
kendi kendine bir iktisat muhiti vardır. Bu muhitin biraz mabeddir. Felsefe bile, orta zamanın meşhur tâbiriyle,
sonra daha ziyade genişleyereik şehir iktisadiyâtım vücu- «ilâhiyâtm hizmetçisi»dir. Fakat daha sonra «mistik» ce-
da getirdiğine şahit oluruz. Yollar, nakliyât vasıtaları son reyanla sertliğini kaybeden mabed selâhiyetinin haricin-
de yeni selâhiyetlerin doğduğuna şahit oluyoruz: Galile,
Giordano Bruno, ilh... Biz, orta zaman mefhumundan, bir-
çok müverrihlerin kabul ettiklerinden başka bir şey an-
lıyoruz. Onun için yeni cemiyetin müsbet bir surette te-
essüsüne kadar devam eden devri orta zaman tesirlerine Mehmet Emin [Erişirgil]
tâbi bir devir telâkki etmek daha ziyade mantıkidir. Ma- f
bed haricinde teşekkül eden yeni selâhiyetlerin fert ve ESKÎ VE Y E N Î N E S L İ N DÜŞÜNCELERİ
hukuk telâkkisi hususunda çok büyük bir tesiri olmuş-
ARASINDAKİ FARK
tur. Fakat bütün bu selâhiyetler; müsbet ilimlerin ilk
devrini izah eden sîmâlardır. O halde müsbet ilimler, mil- İstiklâl Harbi'nin memleket bünyesinde yaptığı te-
liyet fikrine müsait muhitin doğmasına ne suretle yardım siri tedkik etmek, Türk münevver zümresinin düşüncele-
etmişlerdir? ri üzerinde bıraktığı rehakâr izleri araştırmak bugünkü
nesil için bir vazifedir. Son inkılâp, yalnız Türkiye'de za-
Orta zaman cemiyetinin ruhunu esaslı surette de-
ten müstehaseden başka bir şey olmayan bir takım aki-
ğiştiren âmillerden biri de Yunan ve Roma eski zamanına
deleri silip götürmekle kalmamıştır. Aynı zamanda Türk
ait eserlerdir. Görülüyor ki, milliyetçilik fikrinin inkişafı-
münevver zümresinin düşünceleri üzerinde de azîm tesir-
nı temin eden muhitin tedkik ve tahlil edilecek çok geniş
ler yapmıştır. Denilebilir ki, İstiklâl Harbi'nden evvel mü-
problemleri vardır ve biz, milliyetçilik «vâkıa»smı müna-
nevver zümrenin ekseriyetinin harekâtına hâkim olan
kaşa ederken, orta zaman edebiyatının umumî karakteri-
fikirler yine bugünkü nesilde yeni bir düşünce tarzı, ha-
ni de gözönünde bulundurmak mecburiyetindeyiz. Çün-
yat hakkında yeni bir telâkki, hulâsa yeni bir felsefe ka-
kü; milliyetçilik telâkkisi, devlet telâkkisi, hukuk telâk-
im olmuştur.
kisi, hulâsa umumî telâkki itibariyle çok başka, çok ye-
ni bir vaziyettir. Biz, bütün bu inkişafın muhtelif safha- İtiraf etmeliyiz, bu son inkılâbı vücuda getirenler
larını muhtelif makalelerde takip etmeğe çalışacağız. memleket dahilinde sadece softa zihniyetiyle çarpışmadı-
lar, münevver zümre içinde bir takımlarının fikir ve ka-
(Hayat, C. I, nr. 1, 2 Kânun-ı evvel 1926, s. 15-16.) naatlerini değiştirmek için de uğraştılar. Yalnız kurûn-ı
vustâî telâkkilere karşı muzaffer olmadılar, aynı zaman-
da bir takım mefhumlara saplanmak yüzünden vekayii,
hâdisatı göremeyen, garp âleminin on dokuzuncu asrın
bilhassa nısfında vücuda gelen fikrî tahavvülâtını idrak
edemeyen bir zümrenin kuru ilminin de hakikatten ne ka-
dar uzak olduğunu pek aşikâr surette meydana koydular.
Onun içindir ki, inkılâp münevver zümrenin fikir
ve kanaatlerinde azîm bir tahavvül yaptı. Dimağları bu
tahavvüle müsait olmayanlar da eski kanaatlerinin ezici
tesiri altında âdeta kuruyup kaldılar. 1 — Bu nesil ferdiyetçi idi, yani fert için müeenvl
ve tabiî bir hak farzediyorlar, saadeti bu «hakk»ın temi
İstiklâl Harbi, münevverlerin kanaatlerinde ne gibi ninde buluyorlardı. Böyle oldukları için bir nevi ko/.nıo
ta'havvül vücuda getirdi? Daha evvelki nesil hayat hak- politliğe mütemayil idiler, onlarca en yüksek cemiyet mii
kında nasıl bir telâkkiye mâlik idiler? İstiklâl Harbi için- cerret ferdî «hak»ları temin eyleyebilen cemiyetlerdi. Bi
de yetişen, o harbin ve son inkılâbın tesiri altında kalan naenalevh nasıl ve nerede böyle bir cemiyet varsa orta
neslin hayat telâkkisi nedir? Bu makalede onu göster- meclûb idiler.
mek, bilhassa bu iki telâkki arasında hangisinin bugünkü
2 — İnsanlığı bilhassa, her türlü kayıttan âzâdc te-
ilmî ve felsefî tefekkürâta uygun olduğunu araştırmak is-
fekkürde görüyorlar, serbest tefekkürü insanlığın en bü-
tiyoruz. Bir zamanın, bir zümrenin kanaatlerini en ziya-
yük nişânesi addediyorlardı. Binaenaleyh ne millî his-
de tebarüz ettiren, vâzıh bir hale koyan; o zamanda yeti-
lere, ne de hakiki hayatın eseri olan iradeye büyük bir
şen, o zümre içinden çıkan büyük mütefekkirler ve felse-
kıymet veriyorlardı. Kendilerini hür ve rahat bırakan her
fî eserler yazan muharrirlerdir. Maatteessüf daha evvelki
müessese karşısında lâkayt kalabilirlerdi. İnsanlığın için-
münevver zümreler arasında bu derece yükselmiş seviye-
den gelip taşan sevk-i tabiîlerin, hayatî kudretlerin ehem-
de kimse de yoktur. Meselâ, Servet-i fünûn nesli arasın-
miyetini bilmiyorlar, cidâle atılmaktaki zevki o kadar
da o zümrenin hayat hakkındaki telâkkisini bâriz ve insi-
anlamıyorlardı.
camlı bir surette yazan bir mütefekkir mevcut değildir.
Fakat biz onların parça parça yazılarından, bilhassa ha- 3 — Bu nesil için sükûn esas idi. Vâkıa sultanların
reketlerinden, iyiliğe, güzelliğe, hakka dair telâkkilerin- istibdadına karşı âsî vaziyette idiler. Fakat bu halleri
den istidlâl ederek hayat düşüncelerini meydana çıkara- kendi zihmlerindeki mücerret «hak» mefhumunun çiğ-
biliriz. Hiç şüphe yok ki, Servet-i fünûn neslinin en ziya- nenmesinden mütevellit rahatsızlığın aks-ül ameliydi. Yok-
de okuduğu ve hazmetmek istediği eserler on sekizinci sa muayyen bir mefkûrenin istihsali için sarfı lâzım ge-
asrın Fransız feylesoflarıdır. Bunlar Diderot'nun, Rous- len kudreti kendilerinde bulamıyorlardı. Çünkü saadeti
seau'nun bilhassa Voltaire'nin fikirlerinden bir kısmını mefkûrenin istihsali için lâzım gelen mücadelede aramı-
şöyle böyle tanıyorlardı. Fakat, hiçbiri lâyıkıyla bu mü- yorlar, bilâkis sükûn içinde tefekkürde görüyorlardı. Ser-
tefekkirleri tedkik etmiş, ne gibi tesirler altında felsefe- bestçe düşünmeğe müsait herhangi bir saha içinde yaşa-
lerini ortaya koymuş olduklarını bilmiyorlardı. Daha fe- dıkları zaman mesut olacakları kanaati vardı. Bir züm-
nası, on dokuzuncu asırdaki ilmî terakkiyâtm, içtknâî ta- renin müşterek kanaatini onların içinde en yüksek şahsi-
havvüllerin hayat hakkında nasıl bir telâkki meydana yete mâlik olanların fikirlerinde araştırmak lâzım gelir.
koyduğunun farkında değildiler. Böyle oldukları için or- Servet-i fünûn münevverlerinin hayat hakkındaki kanaat-
taya koydukları fikirler bu asra intibak etmek cehdinde lerini de bu zümrenin en yüksek siması olan Tevfik Fik-
olan Türk milletine hiçbir zaman bir mefkûre olamıyor- ret'te aramalıdır. Tevfik Fikret'in hayatını, eserlerini ted-
du. Bunları bizden ayıran başlıca vasıf şunlardır: kik ediniz, bu kanaatleri bâriz surette görebilirsiniz. Tev-
fik Fikret lisanında «hakk»ın, «fazilet»in mânâsını araş
tırınız, göreceksiniz ki şair bu mücerret kelimelere semâ- İstiklâl Harbine takaddüm eyleyen bu devrin tefek-
dan inme birer mefhum gibi tapmıştır. Hak ile cemiyetin, kürâtı üzerinde en çok müessir olan ve aynı zamanda o
fazilet ile hayatın münasebetini görmemiş, hakkı cemiye- zamanın düşüncelerini tebellür ettiren Ziya Gökalp mer-
tin herhangi bir devr-i tekâmülünde fertlere temin eyle- humdur. Ziya Bey, zamanının tahassüsâtmı en kuvvetli
diği bir selâhiyet, fazileti hayatı kuvvetlendiren bir kıy- bir surette duymakla kalmamış, bunları insicamlı bir
met gibi telâkki eylememiştir. felsefeye rabta uğraşmıştır. Ancak Ziya Bey'in eserlerin-
de kendi şahsiyetinin mühim bir unsuru vardır:
Tevfik Fikret için fertlerin içinden gelen ne millî
tahassüslerin, ne sevk-i tabiîlerin, hülâsa hayatın en bü- Ziya Bey, mistik bir ruha mâlikti. Ruhen tatmin edi-
yük esası olan iradenin büyük bir kıymeti yoktu. Kendisi lebilmesi için kudsî bir mevcuda itikat eylemeğe ve o
için serbestçe düşünmeğe müsait bir muhit bulunca irfa- varlığı da imkân mertebesinde fertlerin fevkine çıkarma-
nı «tebdil-i tâbiiyet» edebiliyordu. Vâkıa bu halde de fer- ğa adeta mecbur idi. Onun için «vicdan-ı içtimâî»yi mâ-
yad eyledi. Ancak bu feryadın mensup olduğu «cemiyet»e fevkattabiiye mücerret bir varlık haline getirmiş, ina-
müessir olarak onun yükselmesini istemekten ziyade böy- nılması lâzım gelen mefkûrelere kudsiyet vermiş, ideali-
le bir muhitten mahrum olan insanlara karşı duyduğu ne uygun harekette bulunan devlet adamlarını vahye maz-
merhametin yüksekten ifadesi gibiydi. har mâ-fevkalbeşer olarak göstermeğe çalışmıştır. Bu te-
lâkki mefkûrelerimizle, ferdi, tabiatı ve alelıtlak mevcu-
Bu zümrenin bazı dimağlarına pek yanlış tefsir edi-
dâtı ayırmağa, bunlar arasında rabıta görmemeğe doğ-
len bir de «tekâmül» kanaati girmişti. Bunlara göre fert
ru gider. Bilhassa fertleri pek infiâlî bir vaziyete sokar,
ve cemiyet, muhitin tesiri altında batî tahavvülâta uğra-
sevk-i tabiîlerimizi, şuurumuzda kaynaşan hayatî kuvvet-
yabilirdi. Şark da, Türkiye de bir takım ecnebi tazyikleri
leri uyutur. Nitekim «Gözümü kaparım, vazifemi yapa-
altında tahavvül edebilirdi. Ancak garp milletlerinin se-
rım» düsturu fert ruhunu hiç hesaba katmayan, hakikati,
viyelerine çıkabilmek için bir takım merhalelerden ge-
vazifeyi tecrübelerimiz fevkinden gelen bir emir gibi gös-
çecekti. Bunlar, millî hayatın hamlesinden hiçbir şey
teren bir düşüncenin eseridir.
beklemiyorlar, ümitlerini hep haricî müessirâta bağlıyor-
lardı. «Hayat» ve «irade»nin kudretine inanmayanlar için
elbette bir cemiyeti ilerletecek müessir ancak hariçte ola-
bilir. En mühim hakikat, hayat ile temastan, tecrübeden
1324 (1908) İnkılâbı işte bu itikatta bir münevver çıkar. Zamanımızın en esaslı vasfı «hakikat» için en ge-
zümre buldu. Türlü türlü felâketler bu akideleri saraha- niş mânâda «tecrübe»den başka miyâr kabul etmemesi-
dir. Türk gençliği düşman taarruzu karşısında millî ha-
ten tekzip eyledi. O vakit kuvvetli bir «milliyetçilik» doğ-
yatı kurtarmak için cihada girince en geniş bir tecrübe
du. Milliyetçilik, Türkçülük bir kere gençliği ferdiyetçi
sahası bulmuştu. Diğer cihetten hayat ve memât musa-
olmaktan kurtarmış, sonra millî hamleye, binaenaleyh ha- raası insanlığın en esaslı kabiliyetinin ne olduğunu gös-
yat ve iradeye kıymet vermeyi öğretmişti. termişti. Onun için İstiklâl Harbi, gençliği, doğrudan doğ-
rüya tabiat ve hayat ile temas ettirmiştir; mâziden müs- 5 — Saadet iradedir, binaenaleyh mes'udiyeti kuv-
takil, mücerret nazariyât bu cidalde işe yaramayınca bit- vetli a'mâlde, şedid bir hayat yaşamakta aramalıdır. Sü-
tabi sarsılmış, tecrübenin, yaşayışın telkin eylediği «ha- kûn içinde kalmağı istemekle hakikî saadetin, kuvvetli
k i k a t l e r yerleşmeğe başlamıştır. Böylece bugünkü ne- hazzm düşmanı oluruz. Mefkûre bizi a'mâle kuvvetle sü-
sil yavaş yavaş mâziden ayrılmış, az veya çok şuurlu ye- rükleyeceği için saadet içtimâi bir ideal arkasında koş-
ni temayüllere ve akidelere sahip olmuştur. Genç nesle makla istihsal edilir.
telkin eyleyeceğimiz itikatlar bu tecrübenin bize doğrulu-
ğunu gösterdiği hakikatler olabilir. İstiklâl Harbi'nin öğrettiği bu hakikatler bir Türk
mütefekkiri tarafından birbirine merbut fikirler haline
İstiklâl Harbi'nin bize öğrettiği en umumî ve fel- konulur, tabiatın ve tarihin kanunlarına tevafuku göste-
sefî hakikatler bilhassa şunlardır: rilirse yeni neslin inanabileceği felsefe meydana çıkar.
1 — İnsanlığın kudreti «irade»dir. Fikirler amal-
den, hayattan evvel ve onların hâkimi değildir. Bilâkis
fikirlerimiz amellerden, hayattan doğar. Onun için bir Zaten bu tarzda düşünce, garbın bugünkü felsefî te-
fikir ne derece irade kudretini arttırıyor, hayatı kuvvet-
fekkürâtma en uygun olanıdır. İnsaniyetin tefekkürâtı ta-
lendiriyor, a'mâli tensik eyleyebiliyorsa o derece doğ-
rihine bakılırsa birtakım esaslı mihverler ayırmak müm-
rudur.
kün olur. Meselâ, eski Yunanlılarda bilhassa Eleatlarla
2 — Madem ki irade ve a'mâl esastır. İnsanlığı yük- başlayan fikrî ve felsefî cereyan âlemdeki tenevvü ve ta-
selten sadece tefekkür değil, amel ve iradedir. Çünkü havvülün esasını teşkil eyleyen «varlığı, mevcudu» ara-
fikrin doğruluğu, bizi tabiat ve cemiyet üzerinde mües- mak mihveri etrafında döndü. Kurûn-ı vustânm felsefî
sir yaptığı zaman anlaşılır. Doğru fikirler, sevkettiği iş- tefekkürü Allah'ın sıfatını şerh ve izah etmek çerçevesi
leri yaparken bizi muvaffak eden, yeni tecrübelerle tek- içinde kaldı. Rönesans feylesofları hadisâtı «tabiat» de-
zip olunmayan düşüncelerdir. dikleri ve pek ta'mik eylemedikleri bir mefhuma rabta
3 — İrade esas olunca yaşamanın gayesi onu takvi- çalıştılar. On yedinci asır feylesofları hâdisatm esası olan
ye etmek, hayatı zenginleştirmektir. Medeniyetin dere- «cevher»in mahiyetini araştırıp durdular. On sekizinci
cesi şiddet-i hayatı arttırmakla kaimdir. Hayatın şiddeti- asır felsefesi vâkıâtı aklî mebdelere irca eylemek, hâdi-
ni azaltan her akide muzırdır. Onun içindir ki dinî kisve- sâtı fikir çerçevesi içine sokmak esasına müstenittir. On
ye bürünen bazı itikatlar hayatın şiddetini azalttığı için dokuzuncu asırdadır ki, hayatî ilimlerin terakkisi saye-
yanlış ve tehlikelidir. sinde şe'niyeti mücerret fikir çerçevesi içine sokmanın,
4 — Fert içtimâîleştikçe şedid ve zengin bir hayat âdeta orada dondurup bırakmanın doğru olmadığı anla-
yaşar. En kuvvetli irade içtimâi ve millî bir mefkûrenin şıldı. Bilâkis akıl ve fikrin; şe'niyetin, hayatın eseri o!
kuvvetle hissedilmesinden doğar. Şedid bir hayat da kuv- duğu meydana çıktı. Bu asırdadır ki, insanda en mukad-
vetli bir iradenin eseridir. dem, en esaslı vasfın amel olduğu tezahür etti.
Fikir, amel, hayatı tensik ettikçe, onun yolunu ay-
dınlatan bir kuvvet oldukça kıymeti vardı. Yoksa tefek-
kür ona hâkim olmağa, onu zapteylemeğe, zayıflatmağa
kalkarsa faidesini tamamen kaybeder. «Hakikatsin, «fa-
ziletsin mefkûre olması, hayatı kuvvetlendirdiği, zengin-
leştirdiği, iradeyi amele en çok salih, cemiyete en çok
müessir bir hale soktuğu nisbettedir. Bunların kıymeti-
M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K VE DEVLET
ni takdir itibariyle fert için başka miyar mevcut değil-
dir. Guyau, Nietzsche hattâ hamle-i hayat nazariyesiyle
Dresden, 2.12.1926
Bergson, James... ilh. Hep bu cereyanın mümessili ol-
dular.
Muhtelif milletlerin son tarihî inkişaf safhalarını
Görülüyor ki, İstiklâl Harbi'nin terbiyesi altında ye- tedkik ettiğimiz vakit feodal devletlerde hiçbir rol oyna-
tişen neslin harekâtını idare eden az veya çok şuurlu mayan yeni bir telâkki ile, milliyetçilikle (nasyonal i m ı )
mebdeler, garpta felsefî tefekkiirâtm vardığı netayictir. karşı karşıya geliriz. Bu telâkki niçin bu kadar geç te-
Yalnız bu nesil bütün bunları kitaptan değil tecrübeler- şekkül etmiştir, çok muhteşem âbideler, eserler bırakan
le; yaşamak için senelerce kudretli bir surette çarpışır- geniş mâziler, neden bu telâkkiye yabancı kalmıştır? İş-
ken öğrendi. Onun içindir ki bu neslin akideleri sağlam- te bizi her şeyden evvel yeni tahlillere, yeni münakaşala-
dır. Onun içindir ki, yalnız düşünmekle kalmıyorlar, dü- ra sürükleyen mesele budur.
şünceleri fiil ve irade halinde tezâhür edebiliyor. Daha
Hiç şüphesiz, milliyetçilik; kuru bir iddia, bir içli
evvelki nesil kendilerini kitaplarda araştırdılar, pek çok
mâî heyetten fışkıran sezilmiş bir kuvvet gururu, roman
zaman hayata göz yumdular.
tik bir yurt sevgisi değildir. Böyle bir milliyetçiliği dev-
Şimdi böyle bir mütefekkire ihtiyacımız var ki İs- let denilen en yüksek cemiyet müessesesiyle mukayeseye
tiklâl Harbi neslinin tecrübeden, hayattan öğrendikleri- kalkışmak, müsbet esaslardan ehemmiyetli surette u/ak
ni bir sistem, bir manzume-i efkâr haline sokabilsin, tabi- laşmak demektir. Çünkü, biz, kuvvet gururunu, roman
atın kanunlarıyla birleştirerek bir kül halinde izah ede- tik yurt sevgisini eski Yunanlılarda da, Romalılarda da
bilsin. Bu sayede tecrübenin verdiği bu kanaatler fert- görebiliriz. Onun için «milliyet» telâkkisine canlı bir ınaıı
lerin bundan sonraki hareketlerine müessir imanlar ha- tık veren unsurları büsbütün başka sahalarda aramak
line gelebilsin, Türk milleti kendi içinden böyle bir mü- mecburiyetindeyiz. Asrımızın ilmî ve içtimâi bir ıvnk la
tefekkir, böyle bir feylesof bekliyor. şıyan münakaşalarında «kültür» (hars) gibi, «ılkâr-ı
umumiye» gibi hudutları çizilmemiş birçok umumî mef-
(Hayat, C. X, nr. 3, 16 Kânun-ı evvel 1926, s. 42-43.) humlara tesadüf ederiz. «Milliyetçilik» mefhumu da böy-
le bir şeydir. Fakat umumî hayatta bu kadar geniş bir
ehemmiyet kazanan «milliyetçilik» mefhumu; şimdiye
kadar esaslı ve müsbet bir surette tahlil edilmemiştir. «ifadelenen» milliyetçiliğin çok başka bir karakteri ol-
Almanya'da, İtalya'da, Fransa'da bu mevzu ile meşgul malıdır. İşte biz onun için, milliyetçilik telâkkisini tah-
olanların yazıları, bize hakiki bir itminan verecek mahi- lil ederken, devletle olan irtibatlarını da münakaşa et-
yette değildir. Milliyetçiliği, bazıları yaşanan faal bir kül- mek zaruretini hissediyoruz.
tür tarzında anlıyor, bazıları da onu doğrudan doğruya
Biz, «milliyetçilik» telâkkisinin Fransa'dan, Alman-
bir devlet şuuru telâkki ediyor. Acaba hakikat neden iba-
ya'dan ilh. alınmış bir «şey» olduğuna kanî değiliz. Bizde
rettir?
Nietzsche'çiler, Bergson'cular, Durkheim'ciler, Croce'ci
Avrupa'nın muhtelif siyasî teşekküllerinde «milli- ler olabilir. Fakat milliyetçiliği böyle bir şey zannetmek,
yetçilik» telâkkisinin muhtelif inkişaf devreleri vardır. onu hiç anlamamak demektir. Çünkü «milliyetçiliğin»
Biz, bunu ileride tedkik edeceğiz. Fakat şunu söylemek çok başka ve yaşayan bir mevzuu ( o b j e ) vardır: Cemi-
isteriz ki, bu muhtelif inkişaf devreleri; bize «milliyetçi- yet. Bizim cemiyetimizin inkişaf safhaları ile Fransız ce-
lik» telâkkisinin çok geniş hayat sahaları ile alâkadar ol- miyeti çok mütehalif manzaralar gösterir. Tarih ve milli-
duğunu gösterir. Biz, burada küçük bir mukayese yap- yetçilik telâkkisi birbirinden ayrılamaz. Bütün ihtilâller,
mak mecburiyetini hissediyoruz: inkılâplar da böyledir. Fakat biz, münakaşalarımızda yal-
nız haricî benzeyişlere göre karar vermeğe alışmışızdır.
Fransa milliyetçiliği, ilk devirlerinde «devlet aleyh- Bundan daha hatalı bir şey tasavvur edemeyiz. Biz milli-
tarladır. Çünkü, bu telâkkiyi doğuran muhit ile eski dev- yetçilik telâkkisinin inkişaf safhalarını tedkik ettiğimiz
let müessesesi arasında her hususta çok geniş farklar vakit ehemmiyetli farkları daha yakından görmüş olaca-
vardır. Alman «milliyetçiliği» ise tamamiyle bunun aksine- ğız. «Milliyetçilik» telâkkisinin bize açtığı tedkik sahası
dir. Çünkü bu telâkki, devlet muhitine mensup zümrede çok geniştir. Milliyet telâkkisi nedir, mahiyeti nedir? su-
canlanmıştır. Biz, bu iki milletin o devre ait felsefî devlet alinin cevabını, biz, bu telâkkinin geçirdiği teşekkül dev-
telâkkilerini mukayese ettiğimiz vakit de aynı neticeye relerinden alabiliriz. İşte biz, gelecek makalemizde bunu
varırız. Bu yalnız Fransız ve Alman «milliyetçilik» telâk- tahlil etmeğe çalışacağız.
kisine ait bir hususîlik değildir; biz bunu İtalyan, Rus,
ilh. «milliyetçilik» telâkkilerinde de buluruz. Onun için (Hayat, C. I, ur. 4, 23 Kânun-ı evvel 1926, s. 64 - 65.)
milletlerle; «milliyetçilik» telâkkileri, millî idealleri
(mefkûre) arasında ciddî münasebetler aramak mecbu-
riyeti vardır. Milletlerle «millî idealleri» arasındaki renk-
ler, tehâlüfler; «milliyetçilik» telâkkisinin devletle olan
alâkasını daha ziyade ehemmiyetlendirir. Çünkü faal ola-
mayan, yalnız Eflâtunî bir mahiyet gösteren bir «milli-
yetçiliksin hakikaten müsbet bir kıymeti yoktur; «Millî
devlet» de, böyle bir vaziyette nihayet bir «devlet»tir, fa-
kat millî değil... Demek oluyor ki, devlet müessesesinde
icat ettiği halde biz ancak bunu, o da nice patırtılardım
sonra, yüzlerce sene sonra kabul ettik... Tevakkuf, r i c a l
ve nihayet ölümdür. Bunun acı neticeleri siyasî, içtimaî
ve iktisadî hayatımız üzerinde derhal hissedilmeğe baş-
Zeki Mesut landı. Ateş bacayı sarınca Osmanlı Devletinin bazı mü-
nevver ricâli «asrîleşmek» çarelerine tevessül etmekten
AVRUPALILAŞMAK, ASRÎLEŞMEK geri kalmadılar. Ancak bütün bu yüz seneyi mütecaviz
bir zamandan beri yapılan teşebbüslerden kat'i bir seme-
işte gençlerimizin, münevverlerimizin bilhassa son re alınamadı... Çünkü tedbirler nâkıstı. Ve hattâ birçok
zamanlarda dillerinden düşmeyen iki kelime... Hayatta defalar da fikirler ve teşebbüsler samîmi değildi. Teced-
bazen pek çok zikredilen ve fakat mânâları üzerinde te- düt cereyanlarına iki büyük düşman vardı ki, bunların
vakkuf edilmeyen birçok kelimelere tesadüf ederiz. Ha- başı ezilmedikçe hakiki bir inkılâp yapmanın imkânı yok-
reketlerimizi, onlar ile izaha çalışırken ifade ettikleri ru- tu. .. Bu amansız düşmanlardan biri din taassubu, diğeri
hu tahlile lüzum görmeyiz. Bana öyle geliyor ki, Avrupalı- de saltanat istibdadı idi... Bu iki büyük mâniayı da ber-
laşmak, asrîleşmek kelimeleri de kesret-i istimâl yüzün- taraf ederek Türk'e hakiki medeniyet yolunu gösterecek
den âdeta yıpranmışlar ve hakîki mânâlarını kaybetmiş- dehâ nihayet meydana çıktı... Bugün inkılâp tam ve kâ-
lerdir. Bu şüphesiz tekâmül-i milliyemiz nâmına bir za- mildir.
rardır. Onun için bu iki kelimenin mefhumu üzerinde bi-
Türk hayat-ı içtimâîyesini, gıpta ile tedkik ettiğimiz
raz ısrar etmeğe lüzum görüyoruz.
Avrupa medeniyeti derecesine çıkarmak için ve onu Av-
Büyük Türk inkılâbının derin mânâlarından ve ga- rupa ilim ve tekniğinin bütün vesâiti ile teçhiz etmek için
yelerinden biri de asrîleşmektir, inkılâbın bu mefkûresini şimdi hiçbir mâni, hiçbir engel yoktur. Akl-ı selimimi-
de tahakkuk ettirmek için asrîleşmek mefhumunu tahlil zin, takdir kudretimizin bize tavsiye ettiği müsbet yol-
ve tedkik etmek lâzımdır. Türk heyet-i ictimâîyesi bir larda serbestçe yürüyebiliriz. Yalnız kaybedilecek zama-
zamanlar, bilfarz Fatih ve Kanunî devirlerinde pekâlâ as- nımız olmadığı için adımlarımızı kat'iyetle ve bir daha
rî idi. O vakit hayata hâkim olan maddî ve mânevî kıy- geriye dönmemek üzere atmak mecburiyetindeyiz. Hede-
met ve kuvvetler bizim cemiyetimizde de müterakkî ve fimiz bugünkü medeniyetin -buna Amerika da dahil ol
mütekâmil bir halde idi. Malum dünyanın milletleri ara- duğu halde menşei itibariyle Avrupa medeniyeti div<>
sındaki mevkiimiz parlak ve yüksek idi. Sonraları vazi- ruz- kabiliyet-i hayatiyeyi tezyid ve gerek devleti, gerek
yet değişti. Avrupa milletleri skolastik zihniyetinden, din ferdi terfih ve ikdâr eden icâbâtım kabul etmek olduğu
taassubundan kurtularak müsbet ilim sahasında yol al- na göre bunların mâhiyet ve tarih-i tekâmülü üzerimle
mağa başladıkları halde, biz birçok sebepler dolayısıyla vâzıh ve meş'ûr bilgilerimiz olmak lâzımdır.
geride kaldık. O feyizli cereyanlara iştirak etmedik. En
Herkes bilir ki, gerek içtimâî ve gerek ferdî hayatın
basit bir misal... Avrupa tıbâat fennini 1426 tarihinde
iki safhası vardır. Bunların birincisi istihsal, ikiıu isi dc
istihlâk safhasıdır. İstihsal zor, fazla dikkat ve saye arz-ı Avrupa medeniyetinin en mühim vasf-ı fârikı sa'y ve ıs
iftikar eder bir hayat vetiresidir. Bunun için nisbeten tihsaldir. Avrupa'da hayat ancak bu suretle kolaylaşmış
meşakkatli ve elemlidir. Buna hayatın tevlit ve zahmet azamî refah ve konfor bu sayede taammüm etmiştir, l a
devresi de diyebiliriz. boratuarlarda saatlerce göz nuru döken âlimlerden en bu
İstihlâke gelince, bu hazır bir şeyi ihtiyaçlarımızın sit işçi kızlarına varıncaya kadar herkes bu medeniyetin
tatmini uğrunda sarfetmekten ibarettir. Bundan kolay doğmasına, yükselmesine yardım etmiştir. İtiraf etmeli
ne var ki... Hem bu zevkli ve hazlı bir şeydir. Hele sar- yiz ki, Avrupa yüksek bir derece-i medeniyete vâsıl olmuş
fettiğimiz, eritip bitirdiğimiz şey kendi sa'yimizin mah- olmasına rağmen, yine bizden çdk çalışır. Çünkü şu lıa
sûlü ise, istirahat-i vicdan ve çalışmanın mükâfatına maz- kikat onun zihninde yerleşmiştir: Terakkinin en biiyiik
hariyet gibi mânevi zevkler hazzımızı daha ziyade arttı- sırrı metodik bir sa'ydır. Yeni yeni istihsalleriyle medeni
rır. Bu da hayatın lüzumlu ve aynı zamanda zevkli bir yet mirasına servetler, kıymetler ilâve edilmedikçe, bu
vetiresidir. İstihsal, istihlâk, zahmet ve haz birbirlerini it- nun devam edemiyeceği ve muhrib kuvvetler tesiri altın
mam ederler, birisinin kıymet ve ehemmiyetini ancak da ezileceği şüphesizdir. Bugünkü medeniyet arka üze
diğerinin kıymet ve ehemmiyeti ile ölçeriz. Yalnız şu ci- ri yatıp yıldızları temâşâ ile vücuda getirilecek mistik bir
heti unutmamak lâzımdır ki, hayatta istihsal daima istih- hayat şekli değildir. O, ancak tabiat kuvvetlerinin müs-
lâke takaddüm eder. Medeniyet ve terakki ancak bu ta- bet bilgiler sayesinde insaniyet emrinde istihdamından
biî nizamın muhafazası sayesinde mümkün olur. doğan bir mücadele-i hayat ifadesidir. Ancak çalışan, pek
çok çalışan cemiyetlere nasip olan bir nimettir. Bu haki-
Şimdi gelelim asrîleşmek bahsine... Bu kelimeyi en kat bizim zihnimize de iyice yerleşmelidir. Asrîleşmenin
çok kullanan ve aykırı bazı hareketlerini bununla mazur hakiki mânâsı, Avrupalı zihniyeti, Avrupalı metodu ile
göstermek isteyen bir kısım gençler medeniyet hayatı- çalışmak ve maddî, manevî millî kıymetleri arttırmaktır.
nın ancak istihlâk ve hazzı istihdaf eden safhasını taklit Bu medenî hayatın zarurî olan ilk safhasını teşkil eder.
etmekle Avrupalılaştıklarına kani oluyorlar ve bununla Bu safha yukarıda söylediğimiz gibi güçtür. Gençlerden
işin olup bittiği zannmda bulunuyorlar. Bilfarz sosyete çok enerji, çok fedakârlık ister... Fakat gayr-ı kabil-i ieti-
hayatmda(î) kadın eli öpmeyi, Avrupa likörlerinin isim- nâbdır. Bunsuz medenî bir hayat kurmak kabil değildir.
lerini ezber saymayı, iyi çarliston oynamayı öğrenmek, İstihlâk için evvelâ istihsal lâzımdır. İstihsal olmadan,
asrîliğin en bellibaşlı alâmetlerinden sayılıyor... Şüphe- Avrupa hayatının yalnız istihlâke ve isticlâb-ı hazza taal-
siz bunlar da lâzım... Bunları öğrenmek de iyi... Fakat luk eden safhasının taklidi, varyetelerde arkasında frak,
sırasında. başında silindir dans eden zencilerin ifade ettiği medeni-
Avrupalı istihsal ettiği şeyi istihlâk etmez. Bu cüm- yet karikatürünün benimsenmesinden başka bir şey de-
le ile yalnız iktisadî bir mânâyı kasdetmiyorum. Düşün- ğildir.
cem daha umumîdir... Demek istiyorum ki, Avrupalı ha-
Hayattan zevk almak için evvel-emirde o hayatı ka-
yatı kazanmadan, hayata hâkim olmadan hayattan zevk
zanmış olmak lâzımdır. Ve zaten eğlence de haddizatında
almağa kalkışmaz... İnkâr kabul etmez bir hakikattir ki,
yeni bir sa'y devresine girmek için bir nevi teneffüs, ha
zırlık değil mi?.. Zevkin, eğlencenin tam ve kâmil olması,
ancak müsmir bir sa'yı, îfâ edilen bir vazifeyi takip et-
mesi ile mümkündür. Bazı gençlerimizde, henüz genç
yaşında iken görülen bezginlik, neş'esizlik, ancak hayat-
taki rollerini oynayamamaktan ileri gelmektedir. Gaye-
Mehmet Emin [Erişirgil] ,
siz, lüzumsuz bir istihlâk ve eğlence hayatı kadar insanı
bîzâr eden, yıpratan bir şey yoktur. Hakîki saadet, neşe,
sa'ydedir. Bunu sa'yı takip eden eğlencelerimizde bütün İ N K I L Â B I M I Z I T A N I T T I R M A K HUSUSUNDA
kesafet ve şiddetiyle hissederiz. Bundan evvelki cemiyet VAZİFEMİZ
hayatımızın menfî kıymetlerinden biri de bizi, hayatı fe-
yizlendiren, neşelendiren eğlencelerden tahzîr etmesi idi. Türk inkılâbım, onun istihdaf ettiği gayeyi harice
Mümine dünyada saadet yoktur tarzındaki bu bâtıl iti- karşı tanıttırmak, yeni nesle bu inkılâp mefkûresini aşı-
kadı söküp attık. Ancak bunun yerine koyacağımız düstur lamak için yapılan mesaî, sarfına mecbur olduğumuz faa-
evvelâ sa'y, sonra eğlence olmalıdır. Yeni hayatımızı yal- liyet yanında maatteessüf çok zayıftır. Yeni Türkiye'yi
nız bu suretle tarsîn ve biz Türklere de mukadder olan anlamak için Ankara'ya gelen ve birçok temaslarda bu-
dünya saadetini yalnız bu tarz hareketle temin edebiliriz. lunan ecnebi muhabirler Türk milletinin gösterdiği kud-
ret karşısında, büyük Gazi'nin şahsiyeti önünde derin
Asrîleşmek hakiki mânâsıyla bundan ibarettir. bir hürmet duyuyorlar. Fakat Türkiye'deki derin tahav-
vülün mahiyetini kavrayamıyorlar. Bunu bizzat birkaç
(Hayat, C. I, nr. 4, 23 Kânun-ı evvel 1926, s. 66 - 67.)
ecnebi muhabir bana açıktan açığa söylediler, «Türkiye'
de azîm bir tahavvül var, çok kuvvetli bir iradenin eseri-
ni görüyoruz. Fakat inkılâbın istikametini anlayabilmek-
liğimiz için bu kudretin içtimaî âmillerine, müessirlerine
nüfuz etmekliğimiz lâzım... Bunu yapamıyoruz» diyorlar.

Bir şeyi anlamak onu vücuda getiren âmilleri, se-


bepleri tahlil eylemekle mümkün olur. Bir inkılâbı anla-
yabilmek ve anlatabilmek ve istikbali hakkında tahmin-
lerde bulunabilmek için evvelâ bu inkılâbı hazırlayan içti-
maî âmilleri tedkik lâzımdır. Biz inkılâbın içinde olduğu-
muz için onun revişini duyabiliriz. Fakat duymak, anla-
mağa ve anlatmağa kâfi değildir. Duyulan şeyin sebepleri
üzerinde düşünmedikçe, bir sistem dahilinde ortaya kon-
madıkça, anlaşılmış ve binaenaleyh yabancıya anlatılabi-
lecek hale gelmiş olmaz. Onun içindir ki bir fikir cereya-
ııının, bir içtimaî tahavvülün «ideolojisi» yapılmadıkça neşretmemiş olan bir memlekette bütün tarihçiler orı bı-ş,
yabancılar için daima müphem kalır. Diğer cihetten müs- yirmi asır evveline çıkarlarsa, bugünkü hayatımızı avdın
takbel nesle bugünün mefkûresini telkin etmeğe mecbur lataca'k vesikaları kimden bekleyeceğiz?
olan mürebbilerin, inkılâbı, bugünün fikir cereyanlarım Türk tarihinin mazisini tenvir aşkını en çok aşılayan
anlamış olması, yani bu cereyanı esbabı itibariyle bir ta- Ziya Gökalp merhum olmuştu. Ziya Bey hars ve mkdeııi
raftan maziye raptetmesi, diğer taraftan mazi ile onun yeti yekdiğerinden tamamen ayıracak veçhile tarif ettik
arasındaki farkları vazıh bir surette görmesi icap eder. ten sonra, Türk harsını tedvin edebilmek üzere bu mazi
Bu da bir inkılâbın «ideolojisi» yapılmasıyla kabildir. nin tenvirini istiyordu. Ziya Bey zamanında bu tez haki
Halbuki maatteessüf büyük Türk inkılâbının bir katen fikrî bir inkılâp idi, çünkü Ziya Bey eski i m para
sistem dahilinde, sebep ve âmilleri araştırılmamış, Türk torluğun İslâmî tesirden kurtulması ve bu yolda ilerle
milletinin azîm ruhî tahavvülünü gösteren bir eser orta- meşini istiyordu. Bunun için Türk'ün Islânıdan evvel bir
ya konmamıştır. Bugünkü hayatı vâzıh bir hale koyan, medeniyeti olduğu filkrini yaymak lâzımdı. Nazarları bu
aydınlatan fikrî eser yalnız büyük Gazinin en yüksek, en çok uzak maziye götürmek, o zaman için, ilerlemenin şar-
derin tefekkür eseri olan Nutuk'larıdır. Elimizde onun tıydı. Çünkü Türk milleti İslâmiyetten evvelki mazisini
haricinde, inkılâbın ne hedefini, ne de sebep ve âmilleri- bilmekle kendi varlığının, kendi medeniyetinin islâm ak-
ni gösteren bir eser vardır. vâmından ayrı olduğunu hisseyleyecek, İslâm içinde kal-
dığı zamanı yalnız bir merhale addeyleyecek ve binaena-
Bu büyük noksanı izale eylemek darülfünunun va- leyh bu merhaleyi geçmek ve muasır medeniyete intibak
zifesidir. Darülfünun son bir asır zarfında Türk milletin- eylemek için lâzım gelen şerâiti hâiz olduğuna inanacak-
deki azîm tahavvülü merhale merhale tenvir etmeli ve fi- tı. Bu tıpkı Luther'in İsa devrine rücu etmek mebdeiyle
kir cereyanlarının teakübünü ve sebeplerini gösterecek hareket ederek Hıristiyanlık için yeni bir istikbal açması
tedkikatta bulunmalıdır. Ta ki yaşadığımız devrin hiç ol- gibiydi. Ziya Bey bunda muvaffak oldu. Ziya Bey gözleri
mazsa yakın sebeplerini hem kendimiz bilelim, hem baş- maziye doğru sevk için neşriyatta bulununken tamamen
kalarına gösterebilelim. Halbuki son zamanlardaki neşri- hasbî hareket etmiyordu. Şuna hiç şüphe etmemelidir ki,
yata bakarsanız bütün müderrislerimizin tedkik merkezi- büyük mütefekkir her şeyden evvel amel ve hayatı göz
ni İslamiyetten evvelki Türk hayatına hasretmiş görürsü- önünde tutan bir inkılâpçıydı.
nüz. Bu tedkikat Türk hayatını tenvir etmek itibariyle el-
bette faydalıdır, millî tarihimizi tedvin için lâzımdır. Fa- Halin ihtiyacını, fikirde inkılâp yapmanın yolunu
kat bugünkü hayatımızın yakın sebeplerini tenvir eyleye- gayet iyi görürdü. Türk şuurunu uyandırmak ve ona ham-
cek tarihî tedkikatı tamamen ihmal ederek de gözlerimizi le vermek için gözleri maziye çevirttirmişti. Şimdi Türk
hep birden, çok uzak asırlara çevirirsek, bugünkü haya- milleti şuurunu çok kuvvetle duydu, bugün İslâmî sulta-
tımızı nasıl anlayacağız ve nasıl anlatacağız? Son bir as- larla eli kolu bağlı değildir. Zamanımız için en mühim ili
rın Türkiye hayatının muhtelif cephelerine, siyasî, iktisa- tivaç mazinin tedkiki sayesinde vicdanlara hürriyet ver-
dî, fikrî hayatına ait vesikalar ve tamamen ilmî tedkikler mek değil, bugünkü halin vuzuhuna yardım etmek ve
yarını tenvir etmektir. Tarihçilerimiz bugünkü hayatın en etmiştir. Bu farkı lâyıkıyla anlayabilmek için tlıin'kii
yakın sebeplerini gösterecek vesâiki neşreylemeğe ve ya- Türkçülüğün iyice bir tarihi yapılması ve bu suretle bıı
kın mazi ile bugünü ayıran noktalan tedkik etmeğe mec- günkü fikir cereyanlarıyla mukayese edilmesi lâzımdır, o
burdur. vakit hal tamamen tenevvür edecektir.
Yakın mazinin bu suretle tedkiki hali anlatır, hal Türkçülükte olduğu gibi iktisadî telâkkilerimizde de
birtakım temayüllerin mecmuudur. O vakit bu temayül- bütün içtimaî ve siyasî hayatımızda da, girdiğimiz yolun
ler vuzuh peyda eder, bu suretle istikbal aydınlanır. mazi ile farkı ancak bu yakın tarihin bütün vesâikiyle
neşredilmesi ve tertip kabiliyetini hâiz mütefekkirlerin
Yakın bir mazinin, mesela son bir asır zarfında Tür-
bu vesâiki usulü tahtında tedkik eylemesiyle kabil ola-
kiye'deki fikir cereyanlarının tedkikinin hali nasıl tenvir
caktır. Tarihçilerimiz bu şedid ihtiyaç mevcut değilmiş
eyleyeceğini, buna ne derece muhtaç olduğumuzu mah-
gibi hareket eder ve mütemadiyen on asır evvelki zaman
dut bir misal ile anlatmak istiyorum : Türkiye'nin son
da dolaşırlarsa, gençlik üzerinde müessir olmalarına hiç
asır fikir tarihinin en mühim vak'ası hiç şüphe yok ki,
bir ihtimal yoktur. Şurayı bilmeliyiz ki, bu vadide mesaî
Türkçülük cereyanıdır. Türkçülük nasıl başladı, ne gibi
Ziya Bey zamanında bir fikir inkılâbı idi. Şimdi ise, bu,
sebeplerle doğdu, ne gibi fikir cereyanlarıyla, ne gibi te-
sadece hayat üzerine tesiri tamamen bil-vasıta olan hasbî
mayüllerle çarpıştı. Bunların tedkiki her halde Türkiye'-
bir taharridir. Bu nevi âlimlere de, müverrihlere de mem-
nin son devir tarihini tenvir etmek için lâzımdır. Bu hu-
leketin ihtiyacı vardır, fakat hayatın istediği taharriyâtı
susta etraflı yapılacak bir tedkik inkılâba takaddüm ey-
daha evvel yapmak şartıyla... Bunu yapmaksızın uzak asır-
leyen devri bize vâzıhan gösterir. Türkçülüğün vuzuh
larla uğraşılırsa gençlik mütemadiyen «bugünün yakın
peyda etmesi bilhassa Balkan harbiyle başlar. Bu zaman-
sebeplerini araştırınız, çünkü biz halin anlaşılmasını ve
dır ki Ziya Gökalp Türkçülüğün ideolojisini yapmıştır.
insan için kabil olduğu derecede istikbalin aydınlatılma-
Türkçülük cereyanının hududunu, ihtiva ettiği temayülle-
sını istiyoruz» diyeceklerdir.
ri bir manzume-i fikriye halinde yalnız onun eserlerinde
görebiliriz. Şimdi bu eserlerin iyi bir tarzda tedkiki inkı-
(Hayat, C. I, nr. 24, 12 Mayıs 1927, s. 461-462.)
lâba takaddüm eyleyen devrin en mühim fikir cereyanını
bize gösterir. Fakat o tarihten sonra Türkiye, harb-ı umu-
minin mağlubiyet felâketini görmüş, bunun neticesi ola-
rak yeniden hortlayan eski fikirlerle çarpışmış, büyük za-
fer ve inkılâbı yapmıştır. Bütün bu vekayiden sonra yine
menbaını millî ruhtan alan bir Türkçülük vardır. Acaba
Ziya Bey'in ideolojisini yaptığı Türkçülük bugünkü Türk-
çülüğün aynı mıdır? Şüphesiz ki hayır... Dünkü istekleri-
mize, dünkü fikirlerimize çok heyecanlı bir devrin yaşayı-
şı ve çok kuvvetli bir rehberin ibdâ'kâr fikirleri inzimam
but ve yaşamaya o mertebe kabiliyetli bir insan olur. Fer-
din bu emellerden mahrumiyeti derece derece lâkaydlık,
bedbinlik, bezginlik tevlit eder ve bazı hallerde bu onu
intihara kadar götürür.

Büyük inkılâbımız dün rüya olan müşterek millî


emellerimizin en bârizlerini tahakkuk ettirdi: Müstakil
HALKA DOĞRU ve modern bir millet olduk; vustaî bağlardan kurtulduk;
ferdî arzularımız için geniş bir hürriyete erdik; günden
Yirmi sene evvel idadide okurken bize «tûl-i emel»i güne terakki ediyoruz. Kadınlarımız insanî haklarına sa-
faydasız bir üzüntü, boş bir hülya, mânâsız bir iştiyak gi- hip oldular... Tahakkuk eden bütün bunlar eğer en esaslı
bi göstermişlerdi. O zamandan bugüne kadar değişen emellerimiz ise, kendimizi artık tam bir ruh itminanı ile
kıymetler ve hükümler arasında bu da değişti mi, bilmi- daimî olarak mesut addetmeliyiz. Halbuki inkılâbın bu
yorum; yalnız, şunu anlıyorum ki, bütün emellerinin ta- muazzam zaferlerinin pek haklı olarak tevlit ettiği büyük
hakkukunu görmüş olan insanın bu neticeden mesut ola- sürürün heyecanı soğudukça, ruhumuzun itminanı da
bilmesi için, ya pek basit ruhlu, yahut da pek kısa ve ba- azalıyor... Dünün gençliği tamamen müstakil, tamamen
yağı emelleri olması lâzımdır. Asıl bahtiyar olanlar ruhu millî, kuvvetli ve modern bir Türk «vatanı» için iştiyak
emellerle dolu iken ölenlerdir. Hayatları şedîd olan bu çekiyordu. Bugünün gençleri ona kavuştular. Dünün gen-
insanlar mertçe ölürler... Ölmemek için, ölüme kahraman- ci ateşli bir milliyet mefkûrecisi idi, bugünkü gencin mil-
ca mukavemet ederler. Gözü açık giden bu insanların lî mefkûresi nedir?
ölümleri ne şanlı bir mağlubiyettir! Emeli .biten, hayattan
bıkan, yaşamaya kanıksayan insanların âkıbetleri ise ha- Emellerin tahakkuk safhası olan ameller, geride ne
zin ve acıklı bir levhadır. Onların ölümlerinde bir mün- kadar kâmin (latent) emel kudreti varsa o kadar mües-
tehirin aczi ve bitkinliği vardır... Kolaylıkla teslim olur- sir olurlar. Bugünkü gencin kâmin kudretleri nedir? Millî
lar ve dünyadan sessiz sadasız çekilirler. Birinciler, düş- inkılâbın tahakkuk ettirdiği dünkü rüyalardan henüz ha-
manı ile döğiişe döğüşe ölen bir askere, ikinciler ise silâ- kikate çıkmayanı kalmadı mı? Tahakkuk eden emel za-
hını hasmına teslim ederek âkıbetine gözü kapalı kavu- ferleri bütün millî kitlelere sirayet etti mi? Yüzde sekseni
şan bir korkağa benzetilebilirler. köylü olan Türk halkı tamamen millîleşti mi? Modernleş-
ti mi? Vustaî hayattan kurtuldu mu? Millî ve beşerî ni-
Arzulardan ve iştihalardan kuvvetli olan emeller ce- metlerden hisse almaya, millî ve beşerî harsdan tele/züz
miyet hayatının mevlûduaur ve kıymetleri de iştirak eden- etmeye kadir oldu mu? Zevklerimize, neşelerimize ortak
lerin kemiyetleriyle ölçülür. Cemiyetin müşterek emelleri mıdır? Bu sualler bugünün Türk gençleri için, ruhlarını
cemiyetdaşlarm tesanüdünü ve hayat kabiliyetlerini art- tamamen dolduracak emel ilhamları veremez mi? Bunlar
tıran manevî bir kudrettir. Fert, cemiyetin müşterek bugünün gençleri için yeni bir mefkûre malzemesi ola-
emellerine ne kadar çok hissedar ise, hayata o kadar mer- maz mı?
Türk gençleri için asıl vatan Türk köyleridir: Orada,
Eğer Türkiye yalnız mektep görebilmiş mahdut bir
tek bir insan değil, kitleler, daha doğru ve daha güzel bir
kısım insanlardan ibaret değilse, eğer bu mahdut insan-
hayat iştiyakı ile ölüyorlar. Orada ırkı, kanı biz «münev-
ların iktisadî temellerini teşkil eden müstahsil köylü kit-
v e r l e r l e müşterek olan insanlar tabiatın ve rustaîliğin
lesi Türkiye'nin belkemiğini teşkil ediyorsa; eğer garbın
esiridirler; bizim hürriyetimizden nasip almak istiyor-
en son modellerine göre giyinen, en modern evlerde aza-
lar; bizden insanlık yardımı bekliyorlar.
de yaşayan Türk kadın ve erkeği; hâlâ paçavralara sarı-
nan, kovuklara sığman ve senenin üç yüz altmış beş günü- Kararmaya başlayan eski meşaleyi yeniden canlan-
nü, âzâde münevverleri beslemek için, tabiatla pençe dırmak lâzımdır:
pençeye çarpışarak geçiren köylüleri kendisinden ayrı bir
«kast» addetmiyorsa, bugünün Türk genci için en büyük Gençler, halka doğru ve halk için!
millî emel şu olmalıdır:
(ilayat, C. I, nr. 25, 19 Mayıs 1927, s. 481-482.)
Türkiye'de kurtarılmamış, medeniyet nuru ile ten-
vir edilmemiş, insanlık hayatından nasibini almamış bir
tek köy kalmayıncaya kadar halk için çalışmak.
Gençlik için en gür neşe menbaı emellerdir. Ruhun
haricindeki menbalardan gelen neşe nadiren saftır ve dai-
ma geçicidir. Gençlere temiz ve devamlı neşe veren bir
kaynak lâzımdır. Bu kaynağı herkes kendi ruhunda bula-
bilir. Elverir ki, o ruhun millî cemiyetle bir ittisali olsun.
Büyük Amerikan şairi James Russell Lovvell «Vatan»
adlı enfes bir şiirinde insanın hakiki vatanı neresidir,
diye soruyor, buna mutad tarzlarda cevap verdikten son-
ra «Hayır» diyor «insanın hakiki vatanı bu derece dar ola-
maz». Ve sonra hakiki vatanın neresi olacağmı birkaç gü-
zel mısra ile şöyle anlatıyor:
«Nerede insan kalbi sürürün defne tacını ve elemin
zincirlerini taşırsa, nerede insan ruhu daha doğru ve da-
ha güzel bir hayat için çırpınırsa;
Nerede bir esir hürriyet iştiyakını çekerse, nerede
bir insan yardıma muhtaç ise...
îşte senin ve benim için hakiki büyük vatan orası-
dır».
Türkiye muasır millet olmak için ihtilaçlar geçiriyor.
Bu hüküm Türkiye'nin muasır bir millet olmasını iste-
yenlerin telâkkisinden daha çok, hayatın ve Türk inkılâ-
bının insanlara verdiği intibaın bir mahsulüdür. Türk in-
Sadri Ethem [Ertem]
kılâbından evvel ve sonraki Türk hayatını karşılaştırmak
bu hükmü daha çok teyid edecektir. Türk inkılâbı şunları
TÜRK İ N K I L Â B I N I N KARAKTERİ yaptı :

Yeni Türkiye, milliyeti nasıl idrak ediyor? 1. Kurun-ı vustaî imparatorluk tesisatım yıktı, dine
müstenit hukuk artık tarihin bir faslıdır. Filhakika mua-
Günlerimiz, günlerimize benzemiyor, her adımda ye- sır devletler arasında hukukunu dinî esaslardan alan mil-
ni bir manzara önümüze çıkıyor, an-be-an maziden uzak- letin arzulan yerine, Arap fıkhı ve müsbet ilim ve millî
laşıyoruz. Ananelerin çenberi içinde geçen günlerimiz bir- hâkimiyet yerine fetva ile yaşamak isteyen, kısaca tabiriy-
birinin aynı idi. Ruhlarda yaşayan emeller pek az farklar- le insanlan Allah nâmma idare eden bir devlet, bu asır
la aynı tarihin potasından dökülmüştü. Zamanın mihani- ve bu millet için uçan zâhifeden farklı bir şey değildi. Bu-
ki olmaktan başka ne meziyeti vardı? Filhakika bu za- günkü hayvanât nesilleri arasında uçan zâhife nasıl gayr-ı
manlarda can sıkıntısıyla «güneş altında yeni bir şey tabiî bir teşekkül ise, muasır millet için de dinî devlet ay-
yoktur» diyebiliyorduk. Biliyorduk ki, ölüler dirileri idare nı mahiyetteydi. Hilâfetin ilgası, şer'iye vekâletinin mesul
ediyor, anane ve tarih hayatı yedeğine almış sürüklüyor- vekiller arasından çıkarılması, Teşkilât-ı esasiye kanunu-
du. Bugün artık bunu söylemeğe imkân yoktur. Her gün nun vicdan hürriyeti ve milletin hâkimiyetini bütün pü-
bize yeni bir ruh hamlesinden haber veriyor. Baş döndü- rüzlerden kurtarması, devlet tesisatı itibariyle Türk inkı-
ren bir hızla tarihin geçilmez diye yâdettiği zirvelerden lâbının bir cephesini gösterir.
bir kartal gibi süzülüyoruz. Kulaklarımızda yeni âlemin
2. Türk inkılâbı yalnız kurun-ı vustaî devleti yık-
esrarını duymuş insanlara mahsus bir zevk var, içimizde
makla kalmamış, onun küçük bir nümunesi olan aile hu-
uğultuya benzer bir âhenk süzülüyor :
kukunu da değiştirmiş, babanın ve kocanın aile içindeki
gayr-ı mesul hâkimiyeti yerine müsavî fertlerden mürek-
— İleri, biraz daha ileri...ileri...daha ileri!..
kep bir heyet vücuda getirmiştir. Yeni medenî hukuk bu-
Yeni bir merhaleyi sarsılarak heyecanla, ihtirasla nun en güzel misalidir. Muasır devlet ancak muasır aile
ile beraber yürüyebilir. Nitekim otokrat devletlerde de
aşan yeni Türkiye'nin hareketleri şuursuz bir fırtına, bir
babanın aile içinde küçük çapta bir imparator olması bir
yangın alevi değildir. Onun, maziye kahhar, yeniye rahim
zarurettir.
olan bütün hareketleri bir fikir manzumesine irca edilebi-
3. Türk inkılâbı iktisadî safhada da kendini hisset-
lir. En «realist» insanlar bile onun hakkında şu hükmü
tirmiştir. İnkılâp Türkiye'yi iktisadî râbıtadan mahrum
vermekte tereddüt göstermezler :
parçalar halinde buldu. Çünkü imparatorluk büyük sana-
yi devrine girmeği teşci edecek vaziyette değildi. O, küçük önünde silik ve mânâsızdı. Mesela Tanzimat'tan evvel vc
sanayii bile Avrupa burjuvazisinin ajanlığını yapmak için sonra edebiyatta hükümran olan ruh, imparatorluğun ter-
feda etmişti. İmparatorluğun iktisat cephesi Türkiye'yi biyedeki nokta-i nazarını gayet bâriz surette gösterir. Yal-
ecnebi sermayesine istismar için tamamiyle terketmek nız eski şair değil, Edebiyat-ı cedide sanatkârı da, o dev-
şeklinde idi. Halbuki bugün iktisadî taazzuvlarm Türki- rin muharriri de, mütefekkiri de kendini «kupkuru» rricf-
ye'deki gayesi ( a ) büyük istihsal, ( b ) büyük sanayi, ( c ) humculuktan kurtaramamıştır.
temerküz, ( ç ) ihtisastır. Meselâ Ahmed ŞuayıbBey bir devrin mütefekkir ka-
Türkiye'nin büyük istihsal ve büyük sanayi devresi- fası idi. Onun fikirlerinde hâkim olan kuru mefhumlar-
ne girmek için duyduğu iştiyak ve inkılâp hükümetinin dan başka ne vardı? Cenab Bey'in şiirlerinde de gördüğü-
bu husustaki temayülü çok aşikârdır. müz şey mücerret mefhum halinde bir estetik değil midir?
Meşrutiyet devrinin siyasî mücadeleleri de mücerret mef-
Köylünün ve müstahsilin himayesi, büyük istihsalin humlar üzerinde cereyan ederdi, başmuharrirler hep bi-
her suretle teşviki inkâr edilemez bir hakikattir. İstihsal rer mefhum için yazı yazarlardı. Hürriyeti, parlamenta-
sahasındaki bu faaliyete mukabil, sermayenin temerküzü rizmi «anlayış»ta, Meşrutiyet devri hiç de şe'niyeti gören
etrafında da büyük bir faaliyet göze çarpıyor. Temerküz bir vaziyette değildi.
ve terâkümün bizdeki şekli «şirket ve devlet inhisarı» ha-
linde inkişaf ediyor. Millî devletlerin teşekkülü anında Türkiye Cumhuriyeti terbiyecîliğinin en bâriz sıfatı
Fransa'da, İspanya'da tesadüf edilen bu şekil Türkiye'de şe'niyete susamış olmasıdır. Her muasır millet hayatında
de kendini hissettirmektedir. Şimendifer siyasetinin Tür- da bu mefhumdan hayata, mücerretten müşahhasa geçişi
kiye'nin harsî birliğinin ve iktisadî vahdetinin bir işareti görürüz. Türk inkılâbı bir bakıma göre de hayatın mef-
olduğunu anlamayan kalmamıştır. humları yıkan bir hamlesidir.
5. Yeni Türkiye, Fırat'ın şark sahasında öyle bir te-
4. Türkiye inkılâbı bütün bu hareket ve fikir tarz-
şekkül bulmuştu ki bunu idame edemezdi. Orada dinî ve
larını hayata tatbik edecek bir terbiye siyaseti de vücuda
iktisadî bir nevi teşekkül vardı ki, netice olarak feodal
getirmiştir. hukuku ve feodal arazi sistemini vücuda getiriyordu. Dinî
İmparatorluk iş için ve hayat için değil, birtakım nüfûz ile müterâfık olan bu arazi hâkimiyeti köylüleri
mefhumları bellemek için insan hazırlardı. Tanzimat'tan meslek sahibi olmaktan men'eder, kurun-ı vusta serileri
evvel medrese, ondan sonra mektep birer laf değirmeni haline koyardı. Arazi ile birlikte efendi değiştiren halk
yetiştirmek için kurulmuştu. Eğer iyi insan yetişti ise, kitlesi tam bir feodal tebaası olmaktan daha başka bir
bunu bu müesseselerin malı addetmek hatadır. mahiyeti hâiz değildi. Fırat nehrini aştıktan sonra onun
şark sahilinde tesadüf edilen «efendi köyleri», «bey köyle-
Bir harfin telâffuzu etrafında ihtilâle kadar giden
r i » ( ' ) sözleri feodal hukukun bir remzi mâhiyetinde idi.
softa ile kuru mefhumcu Tanzimat maarifçileri arasın-
da şekilden başka fark yoktur. İkisi de «şe'niyet» denen
% Efendi köyü mütegullibeye ait, Allah köyü müstakil köy hal-
şeyden gafil olarak yaşardı. Onun için hayat bunların kına münhasır köyler demektir.

198 199
kıa denecektir ki, yeni bir şey değildir. Türkiye milliyeti
Aynı zamanda bu arazi hâkimiyeti öyle bir netice tevlid idrak edeli bir hayli zaman oldu. Onun düsturu bile vardı:
etmişti ki, devletin hâkimiyeti ile halk arasında yeni bir « — Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim, Av-
tabaka türüyordu. Bu, ya bir aşiret reisi, yahut da bir rupa medeniyetindenim!»
mütegallibe, derebeyi idi... Halbuki asrî devlet kendi bün-
Fakat bu düsturu bugünkü hayatımız ve muasır mil-
yesi üzerinde böyle tufeyli bir teşekküle taraftar olamaz,
letler hayatına tatbik ettiğimiz zaman, onun kül halinde
her muasır hükümetin teşekkülü feodal hukukun inhilâ-
artık bir tarih menkıbesi haline girdiğini görürüz. Çün-
liyle başlar. Derebeyi iktisat sistemi ile yaşayan kocaman
kü hayatımızın inkişafı bilhassa bizim İslâm ümmet ha-
bir ülke, yeni hukuk ve iktisat önünde ya galip, ya mağlup
yatına ait olan râbıtalan sökmekle başlar. Bu belki dünkü
olmaya mahkûmdu. Muasır devlet galip geldi. Türkiye'nin
hayata ve dünkü hayatın tenakuzlarına istinat eden düs-
bu cephesi de asrî bir şekil aldı. Millet taazzuvu ikmal
turlar için bir yanlıştır. Çünkü İslâm ümmetini, Türk mil-
edildi. letini, Avrupa medeniyetini mezceden aziz üstadım milli-
6. Türkiye inkılâbı yalnız bu kıymetlerin tebeddü- yeti tarihten çıkarıyor. Aynı zamanda maziden gelen hız-
lünü ifade etmez. «Morphologie social» itibariyle de Tür- la bize bir istikamet çiziyordu. Filhakika o zaman bu ta-
kiye milliyet devrine ait kıymetlerin inkişaf edebileceği rih hayatımızda da hâkimdi. Biz yeniye rağmen eskinin
bir vasat olmuştun idare ettiği teşekküller içinde idik. O kadar ki, asrî mil-
Türkiye bugünkü hudutları itibariyle tam bir millet letler arasında teokratik bir devlet başımızın üstünde bir
manzarası arzeder. Bugün harsının hudutları, siyasî hu- sfenks gibi yükseliyordu.
dutlarından daha geniş olan bir Türkiye vardır. Halbuki Üstad Ziya Gökalp bir taraftan tarihten milliyeti çı-
imparatorluğun bünyesi bize, tamamiyle zıddiyeti ifade karırken, günün «realitesini» de ifade etmek istiyordu.
ederdi. Harsın hudutları siyasî hudutlar içinde kaybol- Kurun-ı vustaî bünyesiyle yaşamak isteyen o realite fil-
muş bir imparatorluk bizim hayatımıza hâkim olan hiç- hakika ancak tenakuzları ekleyerek yaşayabilirdi. Zıtlan
bir kıymeti idrak edemezdi. Roma İmparatorluğu, Abbasi teklifte büyük bir maharet gösteren üstad, şe'niyete de
saltanatı, Osmanlı İmparatorluğu, Şarlman Devleti bün- muvafık olmak üzere milliyeti :
ye itibariyle millî bir devlet için anâsır hazırlamaktan
« — Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim, Av-
mahrumdu, halbuki asrî devlet teşekkül için hiç olmazsa
rupa medeniyetindenim» diye şiârlandınyordu. Filhakika
«millî bir morfoloji»ye sahip olmuştur. Buğun milliyet
Ziya Gökalp Bey'in bu üçüzlü düsturu ileri sürdüğü za-
devrini yaşayan muasırlarımızın hayatında her şeyden
man, medrese ile darülfünunu, devlet hazinesiyle evkafı
evvel mütecanis, müttehid bir millet kesafeti vardır.
telif eden, millî iktisatla fetvayı mezceden bir imparator-
Türk inkılâbının karakterlerini bu safhalarda hülâsa luk vardı. Bu ihtiyar müessese acayip bünyesiyle bir de
etmek mümkündür. Bu inkılâp seciyesi ve bu hayatın milletler halitası idi. Bu devrin filozofu çözülen impara-
hamlesi £ r u r î olarak bir millöt hayatı yaratmaya doğru torluk râbıtasını temin için bütün dinî hukuk müessese-
gitmektedir-. Türk inkılâbının seyri muasır millet erin an- lerini muhafaza ediyor, bu tenakuzun şaheser nümunesi
ladığı mânâda millîleşmekten başka birşey değildir. Va-
olarak «muasır İslâm devleti» telâkkisi meydana çıkıyor- beraber, büyük vatan fikrini, çok romantik telâkkileri
du. Emr-i vâkiin felsefesi başka türlü olamazdı. Hem im- bugünün yegâne realitesi olan büyük sanayi devrinin ese-
paratorluğa, hem de imparatorluğun en fedakâr unsuru ri olarak görüyoruz. Bizde de milliyet hareketlerini an-
olan Türk milletine bâr olan düstur meydana çıktığı za- cak bu zâviyeden tedkik imkânı vardır. Onun için İslâm
man, Osmanlı parlamentosu bir Babil kulesi idi ( 2 ). Bugün ümmetindenim, Türk milletindenim, Avrupa medeniyetin-
milliyeti ancak muasır milletlerin anladığı gibi izah ede- denim yerine : «Türküm ve Avrupalıyım!» diyoruz. '
biliriz, artık millet hayatının fevkinde bir mabedi vahdet-
ten bahsedilemez. Onun için dünkü imparatorluk içinde, (Hayat, C. n , nr. 29, 16 Haziran 1927, s. 53 - 54.)
biraz da imparatorluk için hazırlanmış olan düstur yeri-
ne bugün:

«Avrupalı Türküm» sözünü tekrar edebiliriz. Hayat,


hakikat ancak bunu emrediyor. Belki tarihe kapanmış
olanlar, hayatı yalnız tarihe göre sevk-i idare etmek iste-
yenler milliyetin bu tarzda idrakinden bir mânâ çıkara-
mayacaktır.

Fakat bu şekilde düşünenler hiç olmazsa milliyeti


büyük sanayi devresiyle müterâfık olan bir hayat telâkki
etmemektedirler. Halbuki Türkiye bugünkü kadar hiçbir
zaman milliyetçi olamamıştır. Türk, at eti yiyip, kımız içil-
diği veyahut Orta-Asya yaylalarında seyyar medineler
halinde yaşadığı, hattâ Viyana surları önünde döğüşüldü-
ğü devirlerden daha çok milliyetçidir. Türkiye'nin bu dev-
resi tarihe tahassürden değil, hayatın bir hamlesinden
doğmuştur. Eğer bunu tarihin halketmesini bekleseydik,
onun nasihatlerine göre yeni bir şey yapmamak, impara-
torluğun bünyesini idame etmek lâzımdı. Hiçbir ihtilâl,
hiçbir inkılâp örneğini maziden alamaz. Mesela bugün-
kü Fransa ne eski Kelt ve Goluva harsına, ne de İngilte-
re Anglo - Saksonların yalnız korsanlık hikâyelerine isti-
nat eder. Bugün Avrupa'da biraz vakti geçmiş olmakla

(2) 1908 meclis-l mebusamndan 119 Türk, 71 Arap, 15 Arnavut,


ir
8 Kürt, 23 Rum, 10 Ermeni, 4 Bulgar, 3 Sırp, 1 Hıristiyan Ara-
bi, 2 Ulah mebus vardı.
yük mâniler çıkarıldığım, teceddüde ve inkılâba düşman
bir muhit yaratabilmek için türlü türlü maskeler altında
müthiş bir ihtirasla çalışıldığını da unutmayalım. İnkı-
lâp düşmanları belki her şeyi hesaplamışlardı; lâkin,
Köprülüzâde Mehmed Fuad
Türk milletinin asırlarca fedakârlıklar, tecrübeler mah-
sulü olan «hiss-i selim»ini düşünmedikleri için, zillet ve
CUMHURİYETİMİZİN YILDÖNÜMÜ hüsranla karşılaştılar. Türk milletinin, felâket ve ıztırap
günlerinde kendisine ümit ve reha yollarını gösteren bü-
29 Teşrinievvel 1927! . . . Bugün, Türkiye Cumhuriye- yük müncîden ayrılarak, meçhul ve bulanık ihtiraslar pe-
ti dördüncü senesini tamamlayarak beşinci yıldönümüne şine takılacağını ümit etmek, olsa olsa, bir «delilik ve
başlıyor. Dört seneden beri, büyük müncînin gösterdiği küstahlık»tı. Maatteessüf memleketin içinde ve dışında
hedefe doğru ve onun çizdiği yol üzerinde sarsılmaz bir bunu irtikâp edenler oldu... O büyük müncîye karşı ki,
azim ve iman ile yürüyen Türk gençliği, böyle yıldönüm- memleketin en fedakâr ve azimli çocuklarını ümitsizlik
lerinde, bir taraftan maziye, diğer taraftan müstakbale içinde bunaltan zulmet ve nevmidî anlarında bile, ilahî
bakarak, kendi kendisiyle hesaplaşmak ihtiyacmdadır. bir meşal-i reha gibi kudret ve safvetini bir an kaybet-
Bu ihtiyaç ne kadar tabiî ise, bu cins hesaplaşmalar da memiş, yeis ile boşalan milyonlarca kalbi tek başına azim
fertler ve milletler için o nisbette terbiyetkârdır. ve iman ile doldurmak mucizesini göstermişti...
Bu geçen dört senelik hadiseleri dimağımızda bi-
Dört seneden beri geçtiğimiz yolları böyle ümit ve
rer birer sıralayıp canlandırdıktan sonra ilk duyacağımız
itminan ile gördükten sonra, gözlerimizi istikbale çevir-
his, şüphesiz, derin bir hazz-ı vicdanîdir. Milletlerin ha-
mek, ve daha ne uzun, ne meşakkatli merhaleler kat'ına
yatı için hattâ bir «an» bile olmayan bu kısa zaman zar-
mecbur olduğumuzu yine aynı azim ve itminanla düşün-
fında, Türk milleti maddeten ve manen ne muazzam bir
mek mecburiyetindeyiz. Ferdî işlerde çok kanaatkâr ve
inkılâp geçirmiştir! Kurun-ı vustâdan kalan hilâfet ve
ihtirastan âzâde olan Türk gençliği, memleket işleri mev-
saltanat müesseseleriyle onun asırlarca istinâdgâhı olan
zu-ı bahis olunca, azamî nisbette «idealist» olmayı ve
medrese ve tekkenin ilgası, devletin eski «teokratik» si-
Türk milleti için en yüksek temeddün ve teâli gayelerini
masını değiştirerek hakk-ı teşriini kurun-ı vustâî müesse-
istihdaf etmeyi kendisine bir vazife bilir. Milletimizi Av-
selerden müstakil bir şekilde, istediği gibi kullanmağa
rupa'nın en mesut ve müreffeh, en mütemeddin millet-
başlaması, taassup ve irticaın âdeta son ilticagâhı saya-
leriyle aynı seviyeye çıkarmadan evvel, gayemize vardı-
bileceğimiz fes ve sarığın ortadan kaldırılması, bütün
ğımızı ve istirahata hak kazandığımızı iddia edemeyiz.
bunlara ilâveten iktisadî ve malî sahalarda ve bilhassa
İşte bu nokta-i nazardan bakınca, yapmağa mecbur oklu-
maarif ve nâfıada yapılan birçok mühim işler, Türk mil-
ğumuz işlerin ne kadar çok ve ne kadar müşkil olduğunu
letinin dört seneden beri medeniyet ve itilâ yolunda na-
ilk nazarda anlamamak imkânsızdır: Avrupa memleket-
sıl kuvvetli adımlarla yürüdüğünü kâfi derecede vuzuh-
leriyle memleketimiz arasında maddî ve manevî herhan-
la gösterebilir. Bu yolda yürürken ara sıra karşımıza bü-
gi sahada yapılacak küçük bir mukayese, bize bu haki-
kati gösterebilir. Bugünkü Türk gençliği böyle bir mu-
kayese karşısında şaşıracak, azim ve imanını kaybede-
cek bir gençlik değildir, çünkü Mondros ve Sevr, sonra
Dumlupınar ve Lozan'ı görmüş, yeni Türkiye Cumhuri-
yeti'nin nasıl doğduğuna bizzat şahit olmuştur. Bundan
böyle kat'ına mecbur olduğumuz yolların uzunluğu, müş-
kilâtı, maniaları, bu gençliği nevmidîye değil, bilâkis da- TÜRK'ÜN ROLÜ
ha faal, daha mücehhez, daha azim kâr olmağa icbar edi-
Muazzam bir sahne, bir şark sarayı tasavvur ediniz.
yor. Büyük Gazi'nin mukaddes Vediası olan «Cumhuri-
Eğer benim gibi fakir bir muhayyileye mâlik iseniz, bir
y e t i bütün varlığıyla müdafaaya yemin etmiş olan Türk
şaire iltica ediniz, mesela Fransız şairi Le Comte de Lis-
gençliği, omuzlan üstündeki yükün ne kadar ağır, fakat
le'in «Vahşi şiirler»indeki şu mısralan okuyunuz:
ne kadar şerefli olduğunu artık lâyıkıyla idrak etmiştir...
Dans le Tadje-mahal pave de pierreries,
(Hayat, C. II, nr. 49, 3 Teşrin-i Sâni 1927, s. 441.) Aux domes incrustes d'eblouissantes fleurs
Qui melent le reflet de leurs mille couleurs
Aux ondulations des blanches draperies,
Sous le dais d'or qui flambe et ruisselle en lueurs...
Böylece muhayyilenizde az çok renk peydahlayan, te-
ferruatı vuzuh kesbeden bu elmaslı, çiçekli, altınlı muh-
teşem sahneye lâyık aktörleri bulmak için bir müverrihe
müracaat edin, derhal size hükmünü verecektir: Bin se-
neden beri şark saraylarının tabiî hükümdarları Türk'tür,
bin seneden beri Türk'ü tanıyan her şark kavmi onu efen-
di, sultan olarak tanımıştır: Hint'te böyle, Mısır'da böy-
le, iran'da böyle, bütün şarkta böyle!
Eski moda tarih felsefesiyle meşgul olanlar bu sat-
hî müşahededen kolaylıkla bir hüküm çıkarabilirler ve
derler k i : Her ırkın mukadderat-ı tarihiyesi olduğu gibi
Türkün de mukadderatı, yani tarih sahnesinde ifa ede-
ceği muayyen bir rol vardır. Bu da şarkın efendisi olmak-
tır. «Alın yazısı» sade fertler için değildir. Milletlerin de
alnında yazılı olan bir tâli vardır. Demek ki Fransız şai-
rin bir Türk hükümdan için söylediği şu sözleri bütün
bir ırka teşmil edebiliriz!
L'empire a reconnu le maître qui se leve
Harb-i umumî mütarekesinden itibaren birinci sua-
Et balaye le sol dun front bleme d'effroi:
le herkes «hayır» cevabım verdi. Sebebi de malumdur.
C'est le sabre d'Allah, le flambeau de la foi!
Bir kere imparatorluk ortadan kalkmıştı, demokrasi his-
II est ne le dernier, mais l'ange arme du glaive
leri kuvvetlenmişti. Evvela Türkler, sonra hemen bütün
Le marqua de son signe, et dit: -Tu seras roi!-
diğer şark kavimleri yalnız kendi iradelerine itaat etmek
O halde Türk ırkını, o dünya tarihi sahnesine gire- istiyorlardı. Türk'ün tesis ve idame edeceği bir impara-
liden beri, tahsis eden vasf-ı mümeyyiz «kavî olmak, hâ- torluk nizamı artık mevzu-ı bahis olamazdı. Fakat bu-
kim olmak» iradesinden ibarettir denebilir. Fakat ben nunla Türk'ün tarihteki rolü bitmiş mi addolunmak lâ-
tarihî mukadderata inananlardan değilim, ırkların rolle- zımdı? Tarihî vak'aların askerî zaferlerden, siyasî ve hu-
rim peşinen ezberlemiş oyunculardan ibaret olduklarım kukî tanzimattan ibaret olmadığını hisseden mütefekkir-
kabul edemem. Her sahnede olduğu gibi tarih sahnesin- ler derhal manevî, bâtmî kıymetlere teveccüh ettiler :
de de rolüne geç kalan, yahut şaşırıp beceremeyen aktör- Türk, denildi, tarihte seciyesiyle bir mevki iktisap etmiş-
ler olduğunu görüyorum. tir ve edecektir. Onda misafirperverlik, kanaatkârlık,
mahviyet i l h . . . gibi faziletler müşahhas bir timsal bu-
Mamafih, oldukça kesîr müşahitlerin, geçmişte,
Türkleri şarkta hâkim ve diğer kavimleri tâbi vaziyetin- lurlar. Diğer milletlerin <de kendine has olan kıymetleri
de gösterdiklerini de inkâr edemem. Şu kadar var ki, bu vardır ki, harslarında tecelli eder. Böylece bütün millet-
hâkimiyetin mânâsı derinleştirilmeğe muhtaçtır. Hâkim ler «müşterek insaniyet simasının» elzem bir parçasını
olmak, aynı zamanda tanzim etmek, bir kanunu, dinî ve- teşkil ederler. Türk'ü onlar arasından çıkaramavız, aksi
ya lâ-dînî bir şeriatı mutâ kılmak, anarşiye nihayet çek- takdirde insaniyet zenginlikten kaybetmiş, manevi feyzini
mek demektir. Kendi kendine bir nizama mâlik olmak- kısmen olsun kurutmuş olur.
tan -hiç olmazsa şimdiye kadar- âciz gözüken Hint'te
Hüsn-i niyet ile ileri sürülen bu iddianın bir mezi-
asırlarca müddet devlet nizamını kuran Türklerdir. Di-
yeti vardı: Türk'ün insanî kıymetlerden bir kısmını nel-
ğer birçok memleketlerde de öyle. Hâkimiyeti bu derin
sinde tam olarak tahakkuk ettirdiğinden hakk-ı vücu-
mânâda anlarsak, Türk ırkının şarktaki sultanlığı zorba
bir kuvvetin kuru kuruya tezahürünü çok aşan bir yük- dunu tasdik ve kabul ettirmek, Türk gençlerine itimat
sek kıymet iktisap eder: Aynı imparatorluk içindeki ka- ve kuvvet vermek arzusundan mülhem olmak. Fakat di-
vimler arasında sulh, hukukî nizam ve adalet mefkûresi- ğer mahzurları da görüldü. Bir kere burada ferdî fazilet-
nin hâdimi ve âleti olur. Türk imparatorluğu ile tanzi- lerle millî faziletler yekdiğerine karıştırılıyordu, fert için
matı bir tutanlar hiç aldanmamışlardır! muhakkak fazilet ve meziyet olanın, millet için de bir li-
yakat teşkil edeceği zannolunuyordu. Diğer taraftan üç
Şark tarihinin şimdiye kadar kendisine ayırmış ol- beş sene zarfında vekayi, Türk milletinin müziç misafir-
duğu bu rol ile Türk iktifa edebilir mi? Edemezse onun leri, evsahibinden üste çıkmak istedikleri zaman kolun-
yeni rolü ne olacaktır? Milletler arasında kıymetini, is-
dan tutup atacak ve şayan-ı hayret cüretkârlıklar göste-
tikbalde mevkiini ne ile muhafaza edecektir?
recek bir seciyeye mâlik olduğunu isbat ediyordu.
O zamandan beri tarihte'Türk'e yeni bir rol, yeni bir
hususî hedef göstermek isteyen neşriyata tesadüf etme- nu ilave etmek şartıyla. Türk ise bu yolda maetteessüf
dim. Lâkin buna dair tesis edilecek bir münakaşanın çok geri kalmıştır, şimdilik yapabildiği şey garplıların peşin-
faydalı olacağına eminim. Türk gençleri, hiç olmazsa on- den iri terakki adımları atmaktan ibarettir. Acaba Türk'
lardan en yüksek duygulu ve açık zihinli olanlar, yüksek ün, Türk olduğu için ve garplıların önüne geçerek takip
millî hedefler taşımağa ve bu millî hedeflere de beynel- edeceği bir hedef gösterilemez mi? Yoksa Türk tarih sah-
milel tarih içinde bir mevki vermeğe muhtaçtırlar. Eski nesinde bir figüran vaziyetinde kalmağa mı mahkûm et-
zamanlarda Türk'ün terbiyesi ırkın tesis etmiş olduğu im- mek isteniyor?
paratorluğun askerî ve şer'i hukukî hedeflerine göreydi,
mefkûresi bu hedeflerden ibaretti. Şimdi, maziye bir da- Zanmma göre bugünkü coğrafya bu sualin cevabını
ha dinlemeyecek surette gömülmüş olan bu hedefler ye- vâzıh olarak verir. Bugün birçok İslâm ve şark milletle-
rine «misafirperverlik ile tevazuu» mu ikame edeceğiz? rine medeniyetin yeni hedeflerini tanıttıran Türklerdir.
Bu cılız ağacın gölgesinde ruh ferahlanıp kuvvet kazana- İster matbaacılık, gazetecilik gibi sanatlar, ister tıp gibi,
bilir mi? hukuk gibi, pedagoji gibi, riyaziye gibi ilimler mevzu-ı
bahis olsun. Garbın bugünkü hayatının amelî ve nazarî
İhtimal merhum Ziya Gökalp kadar yeni bir mef- umdelerini birçok İslâm ve şark milletlerine tanıttıran,
kûre tohumu saçmak, Türk tarihine yeni bir mânâ ver- onlann fikrî inkişafına hâdim olan Türklerdir. Bundan
mek ihtiyacını eserlerinde gösteren bir mütefekkirimiz on altı sene evvel içtimaiyatçı Levi-Brühl şark milletleri-
daha yoktur. Fakat onun Türk Medeniyeti Tarihine ba- nin uyanmasından bahsederken «bu harekette Türklerin
kınız, İslâm dininin nüfûzundan müstakil olarak Türk' rolü pek büyük ve ehemmiyetli olur» demişti. O zaman
ün benliğine has olan hedefi neden ibaret görüyor: «İyi ben, Suriyelilerin ve Arnavutlann Türk milletinden uzak-
giyinmek, iyi yaşamak»! Vâkıa Ziya'nm pek ham olarak laşmak istediklerine bakarak müderrisimin fikrine tama-
ortaya attığı bu fikrin işlenmesi pekâlâ mümkündür. men iştirak edememiştim. Fakat şimdi görüyorum ki, ta-
rih, Türk'e şarkta yeni bir hâkimiyet rolü, maneviyât
Denilebilir k i : Toy ve şölen ziyafetlerine bakarak üzerine, şark milletlerinin inkişaf-ı fikriyesi üzerine hâ-
ve onları esas ittihaz ederek «iyi yaşamak» düsturunu kimiyet rolü hazırlamaktadır. Vazifemiz de bu şerefli ro-
maddî, âdeta hayvanî bir mânâda anlamamalıdır. «İyi le lâyık olduğumuzu isbat eylemektir.
yaşamak» bütün kuvvetlerimizi tam olarak inkişaf etti-
rip yaşamak demektir, bu kuvvetlerin şahı ise manevî
hayatımızda tecelli edendir. O halde iyi yaşamak tabiata
hâkim olarak, dünya üzerinde insanlık saltanatını kura- (Hayat, C. II, nr. 50, 10 Teşrin-i sâni 1927, s. 463-464.)
rak ve hürriyeti kazanarak yaşamak demektir. Türk bun-
dan böyle ancak bu gayeyi tanır. Bu reyi kabul ediyo-
rum. Lâkin bu gayenin yalnız Türklere değil, garp me-
deniyeti çerçevesine dahil bütün milletlere de ait olduğu- İtizar : Fransızca mısraları tercüme etmeğe çalıştım, fakat
muvaffak olamadım.
Türkiye'nin geçirdiği inkılâp ve tahavvülün âmilleri
iyice tedkik olunursa, görülür ki, bunun bir cephesi ta-
mamen millî ve fakat diğer cephesi tamamen insanîdir.
Şimdiye kadar hür yaşamış olan Türk, Umumî Harp'ten
mağlup çıkınca ve bilhassa anavatanm hemen her tarafı
işgal altma girmek üzere olduğunu görünce, millî tahaf-
fuz-ı nefs hissi ile en yüksek kahramanlığı gösterdi, va-
TÜRK'ÜN ROLÜ tanını esaretten kurtardı. Bunun âmilleri tamamen millî-
dir. Neticesi de millî Türk devletinin teessüsü olmuştur.
Hayat'm geçenki nüshasında müderris îzzet Beye- Fakat ecnebî işgalinden kurtulan milletin ananevi zincir-
fendi en mühim bir meseleye temas ettiler: İmparator- leri kırması, medenî âlem içinde mevki kazanmak için
luk devrinde şarkı nizama sokmağı ve hükümet etmesini geniş bir inkılâp yapmak istemesi, hem âmilleri, hem ne-
bilen Türk, bu rolünü bıraktıktan sonra «insaniyetsin bu ticesi itibariyle insanî bir harekettir. Bir kere hiç kimse
köşesinde hangi vazifeyi yapmağa namzettir, meselesi- şüphe edemez ki, bu inkılâbın sâikleri, en yüksek fikir-
nin bizim için hâiz olduğu ehemmiyeti ortaya koydular. ler, en insanî mefkûrelerdir.

Fertlerin kıymeti, nasıl muhitlerine olan tesirleriyle Ne için bu manevî zincirleri kırmak ihtirasını duy-
ölçülmek icap ederse milletlerin kudreti de insaniyet duk? Çünkü hiç olmazsa bir asırdan beri garptan gelen
içinde ifa ettiği ve edeceği geniş vazife ile taayyün eyler. ve günden güne geniş bir surette yayılan itikatlar bizi
Her milletin mazide medeniyet sahasında yaptığı hizmet- bu yola sevkeyliyordu. Bu inkılâpla yalnız ecnebî tasal-
leri araştırması kısmen, kendi kudretinin şuuruna mâlik lutundan kurtulan bir vatan değil, medenî âlemde eser-
olmak istemesine ve bu sayede istikbal için emniyet ve ler vücuda getiren bir Türkiye yaratmağı istihdaf eyli-
kuvvet elde eylemek arzusuna müstenittir. Millî tarihi- yorduk. Âmili en küllî, en insanî olan hareketlerin tesir-
mize bakarken bizde de aynı ihtiras hâkim olmalı ve ma- leri millî hudut içinde kalamaz. Bu hareketler müsait
zimizi istikbal için bir kuvvet olmak itibariyle tedkik ey- olan zeminlere doğru yayılırlar. Bu zemin hiç şüphe yok
lemeliyiz. Dünkü vak'alarm bugünkü ve yarınki faaliye- ki, Türkiye'nin etrafındaki şark âlemidir.
tini tayin için kıymeti olmayacaksa, onları tedkik eyle-
Binaenaleyh Türk inkılâbının tabiatı bize yakııı
mekten ne çıkar? Dün şarkta medenî âbideler vücuda
şark âlemi üzerine müessir olmak kudretini veriyor, bu
getiren, en geniş bir sahada hükümet etmek kudretini
kudretten istifade etmek bizim için insanî bir borçtur;
gösteren Türk, elbette yarın için başka şekilde şark âle-
bunu nasıl yapabiliriz? Mademki inkılâbımızın en mühim
mine müessir olmak kuvvetini hâizdir. Bu iktidarın
âmili garptan aldığımız fikirler, itikatlardır, o halde
şuuru bize yeni ufuklar arattırır. O zaman bir taraftan bize düşen vazife bu fikirleri, itikadâtı yapmak, başka
son inkılâbın mânâsı, diğer cihetten Türkiye'nin coğrafî bir tabirle ilmî, en asrî itikatları bunlardan haberi olma-
vaziyeti, teveccüh etmemiz lâzım gelen istikameti işaret yan yerlere nakleylemektir. Türkiye'nin coğrafî vaziyeti
eder.
ve mazîsi buna çok müsaittir. Elverir ki bizde bunu ya- mek lâzımdır. Bu ihtirastır ki, dahilde Türkiye'yi refaha
pabilecek manevî kudret olsun. sevkeder, hariçte hürmet davet eder. Büyük garp millet-
lerine bakarken, onların ne gibi vesâitle mücehhez oldu-
Bu sayede insaniyetin bir kısmı üzerinde mürşidlik
ğunu değil, nasıl bir ihtirasla, nasıl bir ruhla bu hale gel-
vazifesini görmüş olacağız, bu sayede Türkiye şark mil-
diklerini düşünmek lâzım gelir. O vakit görürüz ki, dai-
letleri için bir ilim merkezi haline gelecek ve o zaman
ma uzak da olsa, yüksek !ve hudutları taşan mefkûrelçrdir
insaniyet içinde kıymetli bir mevkîimiz olabilecek...
ki, kuvvetli faaliyetleri doğurmuştur.
Türkiye'nin son inkılâbı karşısında ecnebi dostları-
mızla düşmanlarımızı düşündüren en mühim nokta, Tür- Dârülfünun meselesinin mevzu-ı bahs edildiği bu za-
kiye'nin şark âleminde îfa edeceği vazife olmuştur. Eğer manda, ben de İzzet Beyefendi gibi «Türk'ün Rolü» üze-
Türkiye muhât olduğu kitlelere müessir olamayacak hale rinde tevakkuf eylemek lâzım geldiği kanaatindeyim. Hâ-
gelmiş, onlarla manevî irtibatı münkatı olmuş ise o hal- len bizde dârülfünuna tabib, avukat, muallim yetiştiren
de yeryüzündeki ehemmiyeti azalmış demektir. Böyle bir bir tedris müessesesi gibi bakanlar çoktur. Daima muha-
vaziyet, elbette düşmanlarımızı, daha doğrusu şark mil- keme ederken daha ucuz bir tarzda tabib, avukat, mual-
letlerini kendi menfaatleri için kullananları memnun lim yetiştirmek yolu yok mudur? gibi düşünmeğe müte-
eder. Hakikatte ise Türk inkılâbı onlardan manen ayrıl- mâyiliz. Halbuki dârülfünun Türk'ün yeryüzünde ifa ede-
mış gibi görünmesine rağmen bu irtibatı ihlâl eyleme- ceği vazifenin alemdârı, manevî tesanüdün desteği olma-
miştir. lıdır. Dârülfünunun ilmî velâyetidir ki. Türkiye'de en
hasbî ve insanî ihtiras olan ilim ruhunu yayacaktır. İlim
Bilâkis Anadolu Türk'ü şark milletleri içinde yürün-
ihtirası öyle bir kudrettir ki o hudut tanımaz. Bu ihtiras-
mesi mukadder olan yolu göstermiştir. Ancak, şarkta ha-
tan doğacak olan eserler, Türk'ün şark âlemi üzerinde
kiki bir mürşid vazifesini görebilmemiz için gidilmesi la-
ifasıyla mükellef olduğu vazifeye ehil olduğumuzu isbat
zım gelen yolu tenvir etmemiz, lâzım gelen manevî mal-
eyleyecektir. Türkiye'yi hiç olmazsa şark âlemi için ilim
zemeyi yani ilmî, asrî itikatları bizde bulabilmelerini te-
merkezi haline getirmek kadar bize heyecan verecek bir
min eylememiz lâzımdır.
mefkûre olabilir mi?
Bazı insanların ruhunda en insanî, en yüksek mef-
kûreler yer edemez. Onlar ancak gündelik hayat üzerin- (Hayat, C. n , nr. 52, 24 Tegrin-i sâni 1927, s. 501-502.)
de düşünebilirler. Bütün faaliyetlerini basit bir alış-ve-
riş zihniyetiyle muhakeme ederler. Bunlar için Türkiye'yi
her sahada şark âlemi için ilim neşreden hale getirmek
faaliyeti ve hırsı, beş dönüm arazi ekmek emelinin bile
dûnundadır. Bunlar garplılaşmayı, bazı kanaatleri taklit-
ten, bazı makineleri memlekete sokmaktan ibaret zan-
neylerler. Halbuki hakiki ve medenî bir millet olabilmek
için insaniyet içinde bir mevki kazanmak hırsını besle-
lerde, başka muhitlerde o kadar akisler bırakmayacağı
zannını tevlid edebilir.
Halbuki mazîde ve diğer milletlerde vukua gelen in-
kılâplar nasıl millî hudutları aşmış, diğer muhitlerde ak-
TÜRK İ N K I L Â B I N I N ŞÜMÜLÜ sini göstermiş, insaniyet tarihinde mühim tahavvülleı? vü-
cuda getirmiş ise, Türk inkılâbı da aynı feyyaz rolü ifa
Türk inkılâbı edecektir.
Türk inkılâbının mâhiyet ve şümülü, bugünkü mü-
nevver zümre için her vakit tedkik ve tetebbu edilmeye Türk inkılâbının şümûlü
değer ve bu tetebbu neticesi olarak meydana yeni yeni
Türk hayatının böyle garp âleminden ayrı kendine
hakikatler çıkarmağa yarar başlı başına vâsi bir mevzu-
göre bir yürüyüşü olmasını, kendi âleminde yaşıyor gö-
dur.
zükmesini vücuda getiren âmiller ne olursa olsun Türk'ün
İnkılâbın bizzat içinde bulunduğumuz ve içinde ya- tarihinde oynadığı rol her vakit kendi öz hudutlarını aşa-
şadığımız için ihtimal birçoklarına göre artık tabiî bir ya- rak, diğer muhitlere akisler bırakmış, vücuda getirdiği
şayış halini almış olan bu yeni hayat, henüz içine girdiği- medeniyet hareketleri millî kalmayarak diğer devletlere,
miz, henüz yaşamağa başladığımız ve tutacağı en doğru
milletlere örnek olmuş, onların hayatlarında mühim mü-
istikameti henüz asri usullerle araştırmak devresinde bu-
him tesirler ika etmiştir.
lunduğumuz yeni bir doğuştur.
Vâkıa inkılâp millî bir sahada vukua gelir ve millî Tarihi hayat, coğrafî vaziyet, her vakit diğer millet-
varlıkta yeni bir oluş, yeni bir gidiş olarak tecelli eder. leri arkasından sürükleyecek ve diğer milletlere rehberlik
Filhakika inkılâp bir halden diğer hale geçmek, ölmekte edecek tarihî hareketleri Türk'e mukadder kılmıştır.
olan varlığı bırakıp yeni bir varlığı edinmekten ibaret Tarihte bu yoldaki rollerini şerefle ifa eden Türk,
olunca, bunun tecelli sahası millî hayat, tekevvün sahası asrın tarihinde de en parlak bir faslı kendine ayırmıştır.
da millî hudutlar dahili olmak lâzım gelir gibi gözükür. Avrupa milletlerinden pek büyüklerini, olduklarından
Türk inkılâbı ise bu vasıflardan daha öteye geçemez, ken- pek başka türlü vaziyete sokan Umumî Harp badiresinden
dine mahsus birtakım bâkir unsurları ihtiva edemez ze- sonra, kendi varlığını yine tarihteki yüksek mevkiiyle,
habını verir. Çünkü garp âleminden birçok cihetlerden yine kendi tarihî varlığıyla mütenasip bir surrete meyda-
ayrılmış, kendi hudutları dahilinde, kendine mahsus ha- na koymuş olan yegâne millet Türktür.
yat tarzıyla muasır medeniyetten geri kalmış ve kendi
köhne müesseseleriyle ananevi varlığını idame etmekte İşte ruhunda böyle asil bir cevherin lâyezâl hamle-
bulunmuş olan bir milletin sinesinde vukua gelmekte lerini taşıyan ve tarih dediğimiz asırlara ait nakilleri dev-
olan inkılâbın mâhiyeti ne kadar azametli olursa olsun rederi büyük kitabın en şerefli menkıbelerini kendi müs-
yine kendi dar hudutları dahilinde kalacağı, başka âlem- tesna varlığı teşkil eden Türk milleti, asrımızın tarihin-
de de yine gözleri kamaştıran parlak inkılâbıyla ruhunda-
ki o asil cevherin lâyemut olan ve hiç sönmeyecek olan varlığımızı muasır medeniyette alması lâzım gelen mev-
âteşîn hamlesini bir defa daha göstermiştir. kie çıkarmış oluruz. Böylece bütün içtimaî müesseselerde
inkılâbın feyyâz eserleri kendini göstermiş ve bu suretle
Her hamlesi tarihte başka bir devir yaratan Türk,
muasır medeniyette kendi mevkiini almaya başlamış olan
asrımız tarihinde de hiçbir milletin yapamadığı inkılâbı
«Türk harsı» şark kavimleri için bir «ilim» ve «medeni-
vücuda getirmekle, yine o eski rehberliğini meydana koy-
yet» menbaı olur.
muş oluyor.
İşte inkılâbın evlâdı olan bugünkü nesle düşen bu
Bugün de henüz kendine gelmemiş, henüz kendi var-
lığının hayatı için ne kıymetdar bir zaman, ve başka hiç- vazifeler bir taraftan millî ise, diğer taraftan insanîdir.
bir şey onun yerine ikame edilemez bir zaman olduğunu Türk'ün mazide oynadığı rollerden çok şerefli olan
düşünemeyen şark kavimleri için Türk inkılâbı kadar bu medeniyet hareketi ise hiç şüphe yok ki, bugünkü ne-
kıymetdar bir rehber olamaz. sil için gözleri kamaştıran bir mefkûre teşkil eder. Asrı-
Türk inkılâbının mazlum şark kavimlerine vereceği mızın tarihi bugünkü Türk neslinden bu şerefli vazifele-
intibahı, neşredeceği varlık duygusunu, hayat hamlesini, rin ifasını bekliyor.
muasır medeniyetin hiçbir kitabı bu kadar canlı, bu ka-
(Mili! mecmua, C. IX, nr. 99, 1 Kânun-ı e v v e l 1927, s. 1590 -
dar câzibeli bir surette veremez. Bu kavimler için Türk 1591.)
inkılâbı, henüz misli yazılmamış bir eser, ruhları sarsacak
bir kitap, vicdanları titretecek bir hareket ve hayat mec-
muasıdır.

Harsda inkılâba doğru


Şu kadar ki inkılâbı tam olduğu gibi vermek, inkı-
lâbı millî varlığın bütün safhalarında nasıl olması lâzım
geldiğini göstermek için içtimaî müesseselerde vücuda ge-
tireceği tahavvülleri, değişmeleri itmam etmeye doğru
harekete başlamak lâzım gelir.

İnkılâbı bütün içtimaî hayatta itmam etmeye doğru


başlanılacak hareketler nasıl millî vazifelerimiz ise, Türk
inkılâbının içtimaî sahadaki yürüyüş tarzını diğer ka-
vimlere de göstermek suretiyle bu millî olan vazifelerin
yanında bir de insanî vazifeler kendini gösterir.

İnkılâba karşı olan borcumuzu ödemiş olmak için,


inkılâbı hayatımızın bütün safhalarında yürüterek millî
ğı sıralarda, Türk kudreti yine böyle bir mümessilini ya-
rattı.
Müttefikler kuvveti Osmanlı saltanatının pâyitahtm-
Yusuf Akçura da ve vilâyetlerinde tamamen hâkim bir efendi, sop Os-
manlı sultanı Büyük Britanya İmparatorluğu'nun himaye-
sini kabul etmiş bir köle, Osmanlı orduları hamiyyet ve
TÜRK K U D R E T İ : MUSTAFA KEMAL
fedakârlığı kaybolmamakla beraber, inzibat ve idaresi
«Rica ile, merhamet dilenmekle bir mühtel olmuş bir küme, gayr-i Türk Osmanlılar, Türklü-
millet ve cevletin gerefl kurtarılamaz.. ğün imhasına uğraşan bir düşman cephesi, hasımlarına
Türk milleti, ensâl-i âtiye bunu unutma- diş gıcırdatan Türkler bile rub asırdır fasılasız devam
malıdır!»
eden harplerle yorgun ve başlarına gelen felâketlerden
Gazi Mustafa Kemal (Büyük Nu- mütehayyir ve alacakları tedâbir hakkında mütereddit
tnk'tan)
bir kalabalık iken, teşahhus etmiş Türk kudretinin, Mus-
Osmanlı İmparatorluğu'nu öldüren hasımlar, aynı tafa Kemal'in milletine hitap eden ilâhî ve âmir sesi işi-
darbe ile Türk'ü de öldürmüş olduklarına zâhib oldular tildi : «Celâdet gösteriniz!»
ve bunda çok yanıldılar. Asya'da bunca hanlıklar ve ha-
kanlıklar kuran ve bir devleti münkariz olunca, onun ye- Bu, Türk ruh-ı müşterekinin efrâdma yol göstermesi
rine ekseriya evvelkinden daha kuvvetli diğer bir devlet idi. Ve bu kumanda ile İstiklâl harbi başladı.
doğuran Türk halkı, bu kadir ve velut millet, yaralı, yor-
İstiklâl harbini, yalnız askerî ve siyasî bir mücahede
gun, fakat canlı ve ayakta duruyordu. Anadolu'da Selçuk
addetmek doğru bir görüş değildir. Osmanlı İmparator-
saltanatı dağılınca, ondan daha kuvvetli Osmanlı salta-
natım tesis eden bu millet, Osmanlı saltanatı dağılınca da luğu'nun yıkıldığına şahit olan Türk milleti, her cihetle
ondan daha kuvvetli diğer bir devlet, kendi nâmını taşı- müstakil bir devlet ve bir heyet-i içtimaîye kurmaya çalış-
yan milli ve muasır bir devlet kurmaya azmetmiş bulu- tı ki, işte bu birçok cephelerden taarruz ve müdafaayı icap
nuyordu. etiren cehd ve gayretin mecmuu İstiklâl Harbini teşkil
eder.
Bu milletin mayasında saklı hârikulâde kudret, pek İstiklâl Harbi'nin hedef-i aslîlerinden birkaçını bugün
kadim bir maziden beri, ara sıra dünyanın en büyük dev- sarahatle tayin ve tespit edebiliriz:
letlerini kuran, tarihin seyirlerini değiştiren, dinleri, me-
deniyetleri ellerinde oynatan kahramanlar halinde tecelli 1 — Osmanlı saltanatı parçalanırken asıl Türk yur-
ederdi. Tuğrul'lar, Alpaslan'lar, Cengiz'ler, Timur'lar, Ek- duna da girmiş olan yabancıları sürüp çıkararak, üstüne
ber'ler, Yavuz'lar hep o millî kudreti şahıslarında izhar müstakil bir Türk devleti kurulacak memleketi düşman-
edenlerdendir. Osmanlı İmparatorluğu dağılıp yok olaca- lardan temizlemek;
2 — Osmanlı saltanatının zayıfladığı zaman büsbü-
sili, İstiklâl Harbi, şarkın dinî, içtimaî ve siyasî istibdadıy-
tün tebârüz etmiş olan iktisadî ve adlî istiklâlsizliğini, ye-
la garp emperyalizminin iktisadî mezâliminin Türk boy-
ni teşekkül edecek Türk devletine sirayet ettirmemek;
nuna taktığı zincirlerden Türk'ü kurtarmak için girişilen
3 — Osmanlı saltanatını iyi idare edemeyerek niha- çok mu'dil ve çok mürekkep millî faaliyet ve harekete
yet inkırazını müeddî olmuş olan idare-i ferdîye usulü ile alem olmuştur. ,
o idarenin başında bulunan Osmanlı hânedanmı yeni
(Türk Yılı, istanbul 1928, s. 53 - 56.)
Türk devletine de musallat etmemek için, tarz-ı idareyi
değiştirmek ve Osmanlı ailesini Türk vatanından harice
atmak;

4 — Zamanımız devlet ve cemaat idaresinde muvaf-


fakiyetsizliği sâbit ve âşıkâr bulunan dinî kanunları yal-
nız fertle mabûdu arasındaki münasebâta hasrederek,
şâir bil-cümle kanunları Türk milletinin ihtiyacına ve za-
manımız hukuk ve siyaset nazariyelerine göre vaz ve tat-
bik etmek ve bu suretle yeni Türk devlet ve cemaatini
laik prensiplere istinat ettirmek;

5 — Laik devlet ve cemaatte yeri kalmayan hilâfet


müessesesini ortadan kaldırmak;

6 — Vüstaî ve feodal bir seviye-i medeniyeden yük-


selememiş olan şark havza-i medeniyesinden, garp daire-i
medeniyesine geçmek;

7 — Vüstaî medeniyetlerde mühim bir mevkî tutan


hurafî anane ve müesseseleri yıkmak... İşte bu mühim
hedeflere vusul mümkün olursa, Türk milleti, umumî
harpte galip gelerek kendisini imha etmek isteyen düş-
manlarına ve onların yamaklarına karşı hürriyet ve istik-
lâlini temin etmekle kalmayacak, asırlarca kendisini fena
idare ve istismar ederek inkırazını hazırlayan saltanat ve
hilâfete, kapitülasyonlarla müessesât-ı mâliyeye, şarkın
vüstaî cihan telâkkisi ile feodal teşkilât-ı içtimaîyesine
karşı da hürriyet ve istiklâlini kazanmış olacaktır... Ha-
Köylü bana din kitaplarına mahsus bir veciz lisan-
la şu cevabı verdi:
— Abdülhamid zamanında bize paşalar « V e r ! » dedi-
Hamdullah Suphi [Tannöver] ler, verdik, «Öl» dediler, öldük. Onlar gitti, yerine başka
paşalar geldi, onlar da bize « V e r ! » dediler, verdik, « Ö l ! » de-
diler, öldük. Bunlar da gitti, yerine siz geldiniz. Siz de
KÖYCÜLÜK
« V e r ! » dediniz, verdik, « Ö l ! » dediniz, öldük. Şimdi me-
Aziz arkadaşlar; ben köycülük hakkında ileri sürü- rakla bekliyoruz. Bize ne zaman « A l ! » diyeceksiniz.
len bu nokta-i nazara şiddetle muarızım. Türk ocağı bir Bu köylüye fikirlerden, ortaya atılan yeni düstur-
istikrar müessesesidir. Karar vermeden evvel çok düşü-
lardan, nazarî surette idare farklarından bahsetmek el-
nür, düşünerek karar verdi mi, kabul ettiği esası bir da-
bette mümkün değildir. Amelî köylü fiil halinde karşısı-
ha terketmez. Her sene başladığımız eski işleri bırakır,
na çıkan iyiliği derhal takdir eder. Görüyorsunuz, hükü-
birtakım yeni işler için teşebbüslere girersek, müessese-
mizin halk nezdinde emniyet kazanmasının imkânı metimiz müessir bir sıhhî mücadele açmış ve bunun ne-
ydktur. ticeleri taraf taraf meyvelerini vermeğe başlamıştır. Hal-
kın lehine bellibaşlı farklar vücuda getiren kanunlar tat-
Köycülük, ocağın kabul ettiği çok müfid bir esastır.
bik ettik. Yalnız aziz arkadaşlar, maziden bize kalan mi-
Buna sadık kalmak lâzım gelir. Beş altı sene evvel ihti-
yar bir köylü lisanından işittiğim sözleri size tekrar ede- ras korkunç bir harâbîdir, perişanlıktır. Bu toprakta bü-
ceğim. Bu kıymet ve bu belâgatta bir sözü, hayat mekte- tün cemiyetlerin vazifesi, hükümetin her sahada açtığı
binde yetişmiş, ruhu hayat tecrübeleriyle dolu amelî in- mücahedeye, kendi vesâiti, kendi iktidarı nisbetinde yar
sanlar söyleyebilir... Köylüye sordum : dıım etmektir. Biz köycülüğü yalnız köylülerimizin mec-
Hükümetin Ankara'ya gelmesinden memnun mu- cani muayenesi ve tedavisi, onlara gönderdiğimiz biraz
sun? «Evet» dedi. kara tahta, biraz tebeşir... bunlar ve bunların doğrudan
— Niçin? doğruya vereceği neticeler nokta-i nazarından düşünmü-
— Eşeğin sırtına ne koysam, tavuk, bulgur yahut yoruz. Biz köycülüğü aynı zamanda siyasî bir düşünce ile
çalı, Ankara'ya gidince hepsi para oluyor. yeni devri ve inkılâbı köylüye sevdirmek, bugünkü adam-
Tekrar sordum: ların dünkülerden çok farklı olduğunu göstermek için
— Yalnız bunun için mi memnunsun? muhafaza etmek istiyoruz. Köylüler doktorlarımızı, hü-
Bir şey demedi. Ben iyi anlatmak istedim: kümetin memurları addediyorlar. Hattâ geçenlerde has-
Bugünkü hükümet vergi memuru, jandarması, mah- ta olduğu için muayene gününü geçiren bir doktorumuz-
kemesi ve diğer adamlarıyla senin için eskisinden daha dan köylüler Sıhhiye Vekâletine şikâyet ettiler. Bu şikâ-
iyi midir? Daha kötü müdür? yet bile, ne güzel bir hâdisedir.
Üç, beş, sekiz, on saatlik yollardan sizinle bayramlaşma-
Uzun asırlar kendisine bir şey vermek üzere bir de- ğa gelen köylüler, yaz toprağı gibi derin çatlaklarla ay-
fa aranmamış olan zavallı köylülerimizden biri, doktor
rılmış katı elleriyle sizin ellerinizi sıktıkları gün, müesse-
Şükrü Yusuf Bey'e: «Ham dolsun Ankara'da bizi düşü-
senizin en büyük bayram günüydü. Birbirini sıkan bu
nenler var» dedi. İster misiniz ki üç dört seneden beri
şehrimizin etrafında müessesenizin bu şefkat ve itina- münevver ve köylü eli, senelerdir hasretini çektiğimiz bir
sından müstefid olan köylüler, yarm kendi içlerinde : «Bu kavuşmanın hâsıl olduğunu bize gösteriyor. Bu neticeleri
dostluk da süreksiz, yalancı bir şeymiş!» diyebilsinler. veren bir hareketten Türk ocağı vazgeçebilir mi?

Arkadaşlar, Türk köylüsü ve Türk münevveri uçu- (Türk Yurdu, C. 21-1, nr. 19S-2, Şubat 1928, ıs. 51-52)
rumla birbirinden ayrılmış iki yabancı adamdı. Bir levha
halinde gözünüzün önüne getiriyorum. Genç bir dokto-
run, sırf kendi arzusuyla ve ocağın ilhamıyla bozuk köy
yollarında, menfaat aramaksızın muztarip bir köylüye
ilaç ve tedavi götürdüğünü seyrediniz. Vatan toprakları
bu manzaraları görmek için, ne kadar zaman bekledi.
Garp dünyasının en uzak müstemlekelere, vahşi kıtalara,
ayrı dinden ve ayrı ırktan birtakım insanlara, iman, me-
deniyet, şefkat ve tedavi tevzi eden misyonerlerine mu-
kabil bizim misyonerlerimizin durması, geri dönmesi de-
ğil, büyümesi, bütün memleketi kucaklaması lâzım gelen
bu şefkat hareketinin nihayetsiz bir inkişafını emreder.
Bu hareketle aralarında, dün uçurum olan Türk münev-
veri ve Türk köylüsü el ele veriyor, dost ve kardeş oldu-
ğunu idrak ediyor.

Aziz arkadaşlar; Türk köylüsü ırkımızın köküdür.


Köke giren hastalıkların tedavisi için başladığımız ihti-
mamdan nasıl vazgeçersiniz. Sözlerimizin başında size
ihtiyar çiftçiden bahsederken, o bana «Merakla bekliyo-
ruz, ne vakit al diyeceksiniz» demişti. Diğer köylü ^An-
kara'da bizi düşünenler var» dediği vakit, evvelki sual
cevabını almış oldu demektir. İdare raporumuzun bir
kısmında, bayram günleri ocağınızın merdiveninde ayak
seslerini duyduğunuz köylü kalabalığından bahsettiler.
Diğer cihetten manevî hayatımızı yükseltmek için
takip edilecek faaliyet de bütün bu zanları tekzip etme-
lidir. Bu itibarla en mühim vazife maarif adamlarımıza
terettüp ediyor. Bir kere, halk tabakasını iyi bir vatan-
daş, iyi bir insan yapmağa hizmet eyleyecek olan ilk tah-
sili tamim için bütün kudreti sarf mecburiyetindeyiz. Hal-
L A İ K L İ K KARŞISINDA VAZİFELERİMİZ
kın maneviyâtı üzerinde âmil olan müesseselerin mühim
Teşkilat-ı esasiye kanununda laik devlet fikrine mu- bir kısmının kendiliğinden yıkıldığı bir sırada; onlar da
halif bir iki cümle kalmıştı. Halk Fırkası inkılâbın hede- içtimaî hayatın icap eylediği «vicdan»ı kuvvetlendirecek,
fiyle teâruz teşkil eyleyen bu fıkraları da kaldırmağa ka- tabiattan yılmaz ve tükenmez bir sa'y ile istifade ruhu-
rar verdi. Bu tadilâtı Millet Meclisinin de kabul eyleye- nu verecek ilk tahsil ve terbiye her zamandan fazla ehem-
ceğine şüphe yoktur. Millet Meclisi Teşkilat-ı esasiye ka- miyet kesbeder. Cemiyetin itikad ve âdetleri pek batî te-
nunundaki bu fıkraların tayymı kabul ettikten sonra ar- kâmüle tâbi olduğu devirlerde bu müesseseler fertlerin
tık şeklen de olsa laik devlet esasına muhalif hiç bir mad- maneviyâtını teşkilde bir terbiye âmili olur. Fakat bizim
de kalmıyor demektir. Türkiye'nin her nevi dini alâka ve gibi derin inkılâp yapmış, «hayat»a uymayan müessese-
murakabenin tesiri altından kurtulmuş bir devlet olma- leri yıkmış olan bir memlekette, vatandaşlar bilginin te-
sı şark için, hattâ medenî dünya için çök ehemmiyetli bir min eyleyeceği şuurdan, telkin edilmiş vazife hissinden
vakadır. Tarihin bu hadiseyi âlemşümul mahiyetiyle mu- mahrum bırakılırsa, memleketin âtisi içtimaî tesanüt
hakeme eyleyeceğine şüphe etmiyorum. noktasından çok tehlikeli bir akıbete namzet bulunur.
Hariçte Türkiye'nin geçirdiği tahavvülü cihanşümul Böyle bir âti endişesi imkân mertebesinde kuvvetimizi
bir hadise şeklinde mütalaa edenler maatteessüf çok az- ilk tahsili tamim için sarfeylemeği emreder. Halbuki bu
dır. Türkiye'nin son senelerdeki hayatına hariçten bakan- hususta çok büyük gayret sarfına muhtaç bir haldeyiz.
lar, bu tahavvüllerde cihanın gidişinden sezilmiş bir Vâkıa istatistikler cumhuriyet devrinde ilk tahsilin kuv-
fikrin, tamamen idrak olunmuş bir gayenin hâkim oldu- vetle inkişafını sarih bir surette gösteriyor : 926 - 927 ted-
ğunu bir türlü kabul edemiyorlar, bu tebeddülleri ekse- ris senesi içinde neharî ve resmî ilk mekteplerimiz 5663
riya bir şekil değiştirme tarzında görüyorlar. Bu kadar iken 927-928 senesinde 6063 oluyor. Bir sene evvel bu
muttarit, müteselsil inkılâp hadiselerinin nâzım ve hâ- mekteplere devam eden talebe 384.341 iken bugün 416.828'
kim bir fikre tâbi olmadığı nasıl iddia edilebilir? Memle- dir. Bu inkişafa rağmen hedeften çok uzağız. Eğer Tür-
ketin mütefekkirlerine düşen vazife bu tahavvül ve inkı- kiye'deki 45.000 köyden ancak 5.100 köyde mektep ve
lâpların cemiyetin ruhundaki tebeddül ve tahavvüle isti- muallim bulunduğunu düşünürsek, bu husustaki gerili-
nat ettiğini göstermek; şurada burada iddia edildiği gibi ğimizin derecesini tasavvur edebiliriz. Vâkıa bu 45.000
bir şekil değiştirmeden ibaret bulunmadığını anlatmak adedinin ifade ettiği köylerden bir kısmı maatteessüf ha-
olmalıdır. kiki köy mâhiyetinde değildir. Bu rakamın mektep açma-
ğa müsait olan nısfım düşündüğümüz zaman bile, yal-
nız köyler için ne kadar mektep ve muallime ihtiyacı- nasıl yaratabileceğiz? Cemiyete nâfi akideleri ruhlarda
mız olduğunu takdir edebiliriz. Bu rakam gece uyku uyut- nasıl kuvvetlendireceğiz? İslâmiyet muasır hayata uygun
turmayacak derecede müfekkiremizi işgal eylemelidir. Bu bir şekil olarak bu ihtiyacı tatmin edebilir mi? İşte bun-
muallimsiz ve mektepsiz köylerdeki vatandaşlar yalnız
lar öyle suallerdir ki, hepimizi meşgul eylemelidir..
asker ocağında şuurlu bir terbiye alabiliyor demektir. As-
kerlik müddetinin kısalığına göre bittabi terbiye-i aske- (Hayat, C. III, nr. 72, 12 Nisan 1928, s. 381-382.)
riye haricinde bunlara lâzım gelen malumat ve icap eden
telkinler gayet mahdut kalmaktadır. O halde bu vatan-
daşları şuurlu bir halde «yeni hayat»a hazırlayamıyoruz.
Büyük bir inkılâp yapan bir «memleket»in en ehemmi-
yetli vazifelerinden biri, imkân mertebesinde az bir za-
manda her insana, her vatandaşa lâzım gelen asgarî tah-
sili tamim eylemek, lâzım gelen telkini yapmaktır.

Düne kadar mütefekkirler Türk devletinin dinî nü-


fûz altından kurtularak serbestçe inkişafına müsait bir
hal temini vazifesi karşıcında idiler. İnkılâp ile bu gaye
hâsıl oldu.

Fakat şimdi başka bir mesele muvacehesindeyiz:


İçtimaî tesanüdü zaafa uğratmamak ile, halk tabakaları
arasında aynı tahassüsü temin eylemekle mükellefiz. Ruh-
ların vecd tevlit eyleyecek içtimalara ihtiyacı vardır, bü-
tün halk tabakalarım aynı tahassüs ile içinde yaşatacak,
aralarında râbıta tevlit eyleyecek itikatlar lâzımdır. Vic-
danların bu ihtiyacım nasıl temin edeceğiz? Diğer cihet-
ten durgun ve sâkin yerlerdeki mutavassıt fertlerin vic-
danları boş olursa, her nevi akidelerin yayılmasına müsa-
it bir muhit hazırlanmış demektir. Böyle bir muhit ise
memleket için tehlikeli olabilir. Memleketi bundan koru-
mak vazifesi yine mütefekkirlere aittir. Mefkûre hayatı
vecdli içtimalarla kuvvetlenir, bazı ruhlar akidelerle bes-
lendiği zaman cemiyette nâfi olabilir. O vecdli içtimaları
giyinme tarzlarını gösterirken, Grigori Petrof'un kitabın-
dan sahifeler okurdum. Kumandan olsaydım, zabitlerimin
müctemi bulunduğu mahfillere bu kitabın bazı sahifele-
rini kopya eder asardım. Fikirlerin amel ve hayat üzerine
müessir olduğuna çok kuvvetle inandığım için bu hitap-
lardan neticeler beklerdim.
Mehmet Emin [Erişirgil] f
Halkın refahını yalnız iktisadî muhitin kendiliğin-
BEYAZ ZAMBAKLAR MEMLEKETİNDE den inkişafında bekleyenlere hayret ediyorum. Bu inki-
şafta yapılacak fikir ve kanaatlerin tesirine ehemmiyet
vermeyenlere şaşıyorum. Ziraatin ilerlemesini herkes
Tarım ve Terbiye azasından Ali Haydar Beyefendi
istiyor, fakat köylüye toprakla, iklimle mücadele edecek
Grigori Petrof'un Beyaz Zambaklar Memleketinde ismin-
ruh ve terbiyeyi vermezseniz, bu terakkiye senelerce bey-
deki eserini tercüme etti, bastırdı. Bu ufak kitapta bazı
hude yere intizar edip durursunuz. Kazanan bir halk isti-
tetkik ve müşahedelerin halk muhabbetini aşılamak is-
yorsunuz. Kazanmanın yolunu halkın sevk-i tabiîsinden,
teyen mev'izelerle birleştiğini görüyorsunuz; bu nevi
yıllanmış itiyatlarından nasıl bekleyebilirsiniz? Şu top-
eserlere çok ihtiyacımız vardır. Senelerce devleti kurtar-
rak yığınından ibaret köylerin ortasından çirkefler akan
mak, memleketi düşman istilâsından, halkın faaliyetine
sokakların kalkmasını samimi olarak arzu eyliyorsanız,
engel olan bağlardan kurtarmak için en büyük mücade-
bunlardan iğrenen bir halk kitlesi yaratmak mecburiye-
leyi yapmış olan bugünkü nesle daha henüz yapacağı iş-
tindesiniz. İşte Beyaz Zambaklar Memleketinde hepimize
lerin başlangıcında olduğunu daima hatırlatmağa mec-
bunu kuvvetle telkin ediyor. Böyle bir telkin eğer herke-
buruz. Bu ufak risalenin kıymeti bilhassa bu noktadadır.
sin ruhunda kuvvetli bir mefkûre uyandırırsa, inkılâbın
Uzun mücadelelerden çıkan milletlerde bazen yorgunluk
istikbalden beklediği «mesut halk kitlesi» doğabilir. Bu
görülür, böyle bir yorgunluk ruhî kuvvetin zayıfladığına,
gayeyi yapacak mütefekkirlere, bu uğurda sessiz sadasız
mefkûreler peşinde koşacak «kudret» in azaldığına delâlet
çalışacak kahramanlara ihtiyaç var, belki bu nevi müte-
eder. Bizim için en mühim tehlike budur. Bundan korun-
fekkirlerin yazıları bilinen şeyleri tekrarlamaktan ibaret
mak için de her zaman halk karşısında vazifelerimizi ih-
addedilecek, belki bu nevi kahramanları tezyif eyleyenler
tar eyleyen eserlere ihtiyaç vardır. Haydar Bey'in tercüme
bulunacak, fakat Türkiye halkının bu hakiki yardımcıları
ettiği kitap, gözleri halka çevirmek lüzumunu ihtar eyle-
kendi abidelerini kendileri dikerek dünyadan gitmiş ola-
yen hitaplardır.
caklardır.
Elimde olsa, Haydarpaşa - Ankara arasında seyahat
Beyaz Zambaklar Memleketinde yalnız vaaz ve nasi-
eyleyen her yolcunun eline bu kitabı verir, bu eseri okut-
hattan ibaret değildir, «binbir bataklık memleketinin»
tururken bir taraftan da civarda toprak yığınından ibaret
nasıl bir sa'yla «beyaz zambaklar memleketine» tahavvül
olan köylere baktırırdım. Muallim olsaydım, çocuklara
edebildiğini bize gösteriyor. Bir halk mürşidi Senel-
bulunduğum şehrin kenar sokaklarını gezdirirken, evler
içinde konuşulan sözleri onlara tekrarlarken, yeme, içme,
man'ın, bir köy doktorunun, halk arasında yetişen bir re-
çel kralının yaptıklarını hatırlatıyor. Ruhlar üzerinde iş- yapmak suretiyle memleketi terakki ettirmek vehmini kal-
lemenin nasıl insanlar yaratabileceğini anlatıyor. Eserin dırmak istiyor, her ferdi diğerine kuvvetle rapteyleyen,
en güzel sahifelerinden biri de kışlaların nasıl bir halk köylüsüyle şehirlisi, âlimiyle daha az bileni aynı his duyan
mektebi olduğunu tasvir eden sahifelerdir. Bu sahifeler insanlardan terekküp eden bir «cemiyet» mefkûresini neş-
bizim için baştan aşağı bir programdır. Köylerinin onda reyliyor. Yükselenler ve öğrenenler kudretlerini halka
birinde muallim ve mektebi olmayan bir memleketteyiz, medyun olduğu ve kendisinde olan kuvvet ve meziyet-
birtakım köylerde daha senelerce muallim bulundurmak leri onlar için sarfeylemek mecburiyetinde bulunduğu fik-
imkânını elde edemeyeceğiz. Onun için köylülerimizin ek- rinin kudret ve asaletini anlatmağa çalışıyor.
serisi ilk ve hakiki terbiyesini kışlada alacaktır. Finlerin Kitabı okuyup bitirdikten sonra etraftaki toprak
kışlalarına soktukları ruh aynen bizim emellerimizi de hü- köyler yıkılıyor, her işi ancak alay için, ancak gönlünü
lâsa ediyor, Petrof genç Fin zabitlerinin ağzından şu söz- eğlendirmek için bahseyleyen ateşsiz hodgâm ruhlar yanı-
leri söyletiyor: nızdan gidiyorlar, yalnız halk muhabbetini, halk aşkını
«Bizim yeni millî ordumuz ruhen yeni, itiyatları iti- duyuyorsunuz. O vakit Beyaz Zambaklar Memleketi ne
olduğunu anlıyorsunuz.
bariyle yeni, lıizmet-i askeriyelerinin neticeleri itibariyle
yeni olmalıdır... Nefer benim daha az tahsilli bir karde- (Hayat, C. ni, nr. 74, 26 Nisan 1928, s. 425-426)
şimdir. Vatan anne onu talim ve terbiye edilmek üzere
kışlaya göndermiştir. Nefer terhis edildikten sonra vatan
anne zabitlere soracaktır:
Kimleri ne suretle hazırladınız bakalım? Sizin elle-
rinize tevdi ettiğim yüz binlerce ham gençleri ne suretle
yetiştirdiniz?
Zabit neferin yalnız kardeşi, yalnız ağabeysi değildir.
Zabit neferin muallimidir. Zabit onun ahvâl-i sıhhiyesin-
den mesuldür. Neferin dimağı zabitin eline verilmiştir.
Onun zihninin açılmasından ve terakkiyât-ı fikriyesinden
mesuldür. Zabitin eline neferin kalbi mevdu'dur. O nefer-
lerde sağlam bir seciye husule getirecek, onlara vicdan te-
mizliği, âdâb-ı muaşereti, insanlara karşı muameleyi öğ-
retecek, onlara vatan muhabbetini telkin eyleyecektir».

Bu satırlar baştanbaşa bir programdır. Grigori Pet-


rof sınıflar yaratmak, her sınıfı diğerinin istismarına âlet
Tabiattan genel bu mu'talardır ki, bizim maddî olan var-
lığımızın inkişaf ve bekasını temin ederler ve biz tabi-
atın sinesinde olmakta olan bu maddî şe'niyetlerin ferdî
hayatımızı mütemadiyen yenileştiren ve sağlamlaştıran
Halil Nimetullah ( * ) [Öztürk] mu'tâ lan ile bu hayatımızı yaşanz.
r
Tabiat ile benliğimiz arasındaki bu mütemadi itti-
« M İ L L İ Y E T » VE « İ N S A N İ Y E T » sal ve münasebetler neticesinde bizde tekevvün etmekte
olan bu maddî varlığın mecmuu bizde «ferdiyet: indivi-
Ferdiyetimiz
dualite»imizi vücuda getirir.
İnsan denilen mevcudun iki nevi varlığı vardır: Biri
Şahsiyetimiz
ferdî varlık, diğeri içtimaî varlık.
Ferdî varlığımız, bize maddî mevcudiyetimizin istil- Fakat benliğimizi terkip etmekte olan varlığın böy-
zam ettiği ihtiyaçlardan doğar. Hayat sahibi olan diğer le yalnız ferdiyetimizden ibaret olmadığını, ruhumuzda
mevcutlar gibi, bizim de asıl insanlık hayatımızdan başka başka neviden bir varlığın daha bizde yaşamakta olduğu-
olarak kendi mevcudiyetimizi yaşatacak olan cismanî, uz- nu hisseder ve asıl bu «maddî» olmayan, «manevî» olan
vî temayüllerimizin mecmuu bu varlığı vücuda getirir. varlığımızın diğer mevcutlardan başka olarak «insanlık»
Meselâ yemek, içmek ilh. gibi uzvî olan hazlarımızı, elem- dediğimiz hayatı bizde yaratmakta olduğunu duyarız. Me-
lerimizi tatmin 'eden ihtiyaçların mecmuunu vücuda ge- sela kendi duygularımızı, düşüncelerimizi diğerlerine söy-
tiren ve bu suretle bizde insanlık hayatının dûnunda ola- lemek ve bu suretle benliğimizi kendimizden hariçte âdeta
rak, bizi diğer hayat sahibi mevcutlar gibi aynı seviyede neşretmek için kullandığımız dilimiz vardır. Sonra kendi
yaşatan, bu ferdî hayatımızdır. gibilerimizle olan muamelelerimizde hayırlı ameller iş-
lemek, diğerlerine muavenette bulunmak için içimizden
Ferdî olan bu hayatımızı idame etmede, bu varlığı- gelen bir «diger-bîn: altruiste» sevgi vardır. Sonra mese-
mızın sâlim bir surette tenemmî ve inkişafında bize reh- la güzellik karşısında duyduğumuz heyecanlar, güzel şey-
berlik edecek olan kuvve «şuur» umuz olup, biz bu haya- lerle ruhumuzu avutmak için bizden sâdır olan birtakım
tımızı şuurumuzun gösterdiği gayelere gitmek suretiyle derûnî meyiller, «bediî duygular» vardır, ilh.
yaşarız.
İşte içtimaî hayat dediğimiz ve benliğimizi kendinin
Bu neviden olan varlığımızın husul bulmasında baş- başka neviden olan tecellileriyle dolduran bu varlıktır
lıca âmil «tabiat» tır. Çünkü benliğimizin haricinde olmak-
ki, ferdiyetimizin fevkinde olarak bizde asıl insan hayatı-
ta olan maddî şe'niyetin, ve bu şe'niyetten kendi varlığı-
nı yaşatır.
mıza gelmekte olan mu'tâlarm tekevvün sahası tabiattır.
Bu asıl insanlık hayatını bize veren âmil ise, «cemi-
( * ) İstanbul Darülfünunumda mantık müderrisi. y e t t i r . Biz de herhangi bir cemiyete mensup olmak dola-
«Milliyet» ve «İnsaniyet»
yısıyladır ki, kendi insanlığımızı duymaya ve bu duygu-
nun tekâmülü derecesine göre insanlıktaki mertebemi- Şu halde insanın şahsiyetini vücuda getiren âmil ce-
zin arttığını hissetmeye başlarız. Yoksa ferdin kendi ferdî miyet olduğuna, cemiyet ise içtimaî müesseselerin mec-
varlığı içinde kaldığım, cemiyet ile olan alâkasının kesildi- muundan ibaret bulunduğuna göre, cemiyetin kendi var-
ğini farzedelim; ferdî hayatın dar çemberi içinde kalan lığından ferdin ruhuna nefhettiği içtimaî varlık ne kadar
ve tabiat ile kendi arasındaki münasebetlerden mütevel- derin, ne kadar heyecanlı olursa, ferdin şahsiyeti de' o
lit maddî hayatın donuk, katı mevcudiyeti içinde heye- kadar kuvvetli, imanlı olmuş olur.
cansız, duygusuz bir varlıktan başka bir şey yaşamamak-
Cemiyet hayatını vücuda getiren içtimaî müessese-
ta olan o fert artık kendi insanlığını idrak edebilmiş de-
lerin mecmuu «hars : culture»ı teşkil eder. Ferdin ken-
ğildir. İnsanî olan hislerden, heyecanlardan mahrum olup,
dinden içtimaî varlığını hakkıyla edinmesi, cemiyetin tam
âdeta herhangi maddî bir cüz-i fert hayatını idame ede-
bir ferdi olması, kendi cemiyetinin harsım ruhunda de-
cek olan öyle bir ferdin kendi gibilerle olan alâkalarında,
rin bir surette duymasıyla o harsın bütün tecellîlerini
münasebetlerinde de bir donukluk göze çarpar.
kendi varlığında yaşamasıyla, yani ruhunda «millî hars :
culture nationale»mı yaşamasıyla vücut bulur.
İnsandaki bu «asil varlık»ı yaratan âmil cemiyet ol-
duğuna göre, ruhumuzda «cemiyet duygusu: sens social» Ferdin içtimaî varlığında tecellî edecek her nevi a-
ne kadar tekâmül eder ve bu ilâhî duygu benliğimizi rıe mellere harsî «kıymet»i verecek kuvve ise «vicdan» dır.
kadar kaplarsa, vicdanımızın da o kadar kendi asıl insan- Fert kendinden sâdır olacak her nevi fiillerin, amellerin
lığımızı hissettiğini duyarız. cemiyet hayatına, millî harsına uygun bir surette sudûru-
nu temin etmek için, vicdanının gösterdiği yoldan gitmek
Cemiyet içtimaî müesseselerin mecmuundan ibaret suretiyle «millî hayat»ı yaşamış ve böylece asıl insanlığı-
bir varlıktır. Ferdin kendi varlığı ile cemiyetin varlığı ne nı idrak etmiş olur. Çünkü - gördüğümüz gibi-fertle asıl
kadar birleşmiş, fert kendinde cemiyet hayatının bütün insanlık hayatını verecek olan âmil cemiyet olup, cemiyet
oluşlarını, gidişlerini ne kadar benimsemiş ve onun ruhun- içtimaî müesseselerin mecmuu olan harsı fertte hakkıyla
da içtimaî varlık ne kadar heyecanlı, vecdli bir halde ya- yaşatarak onun şahsiyetini, yani insanlığını vücuda geti-
şamış olursa, fert de o kadar insanlığını edinmiş olur. rir. Şu halde insanın asıl insanlık hayatını yaşaması, ken-
Ferdin ruhunda kendi cemiyetine karşı olan bu derin ir- di millî harsını ruhunda derin bir surette duymasıyla,
tibat, fert ile cemiyet arasına hiçbir yabancı unsurun kendinden sâdır olacak her nevi amelleri millî olan kıy-
girmesinden mütevellit asıl «birlik» ruhlarda millî mef- metlerine göre ölçecek olan vicdanının gösterdiği sîreti
kûreyi ateşler. takip etmesiyle mümkün olur.
İşte ferdin cemiyet ile olan bu sıkı alâkası, ferdin Demek ki, ferdin ruhunda «insaniyet : humanite»
içtimaî varlığını heyecanlı, imanlı bir halde yaşaması dediğimiz yüksek insanlık duygusunun tecellîsi olan ken-
fertte, ferdiyetinin fevkinde olarak onun «şahsiyet: per- di «milliyet: nationalite»ini idrak etmesiyle ve kendinde
sonnalite»ini vücuda getirir.
millî harsım heyecanlı, imanlı bir halde yaşamasıyla vücut
bulur. Böylece evvela «millî» mertebeyi bulduktan, yani
kendi milliyetini hakkıyla idrak ettikten sonradır ki, fert
«insanî» dereceye çıkmış ve «insaniyet âlemi» dediğimiz
büyük cemiyete intisap etmiş olur. Yoksa kendi milliye- Mahmut Esat [Bozkurt]
tini idrak etmemiş, ruhunda «milliyet» duygusunu duy-
mamış olan bir mevcudun «insaniyet» ile bir alâkası ola- MAHMUT ESAT BEYEFENDÎ'NÎN NUTUKLARI
maz. (Türk Milliyetçiliği)
Eski «Osmanlı cemiyeti» zamanında içtimaî hayat
Muhterem efendiler!
millî olmayan müesseselerin sultası altında fertleri ken-
di milliyetlerinden mahrum kılar, millî hayatı yâd kaide- Vatanımda Türkçülüğün ilk mübeşşirlerinden bazı-
lerin velâyeti altında boğarak millî harsımızı ruhlarda larının ve yine cümlenizin arasında bulunmaktan müte-
yaşatmaz bir halde idi. vellit sürür ve heyecanlarımı ifade edemem. Yüzüme ba-
kınız, bunu anlayacaksınız... Millî şuurun fikriyât saha-
Bugün bütün güzelliğiyle meydana çıkmakta olan
sında inkişâfı yolunda dehrin binbir cefasına göğüs vere-
«Türk cemiyeti» ise kendi varlığını millî harstan almak-
rek dönmeyen, yürüyen bu muhterem zevâta ve güzîde
ta bulunmuş, fertlere kendi milliyetlerini hakkıyla idrak
heyetinize nâçiz davetimi kabulünüzden dolayı hararetle,
edecek hür bir saha açmıştır.
istical ile teşekkürlerimi iblâğ ve takdime müsaadenizi
Bugünkü nesli teşkil eden ferdler için, bugünkü rica ederim.
Türk cemiyetinin varlığını vücuda getiren «millî hars»ı
İlk seneler siz, saçlarınızı millî şuurun terakkî ve in-
hakkıyla edinmeye başlayarak, «milliye t »ini bulmaya ve
kişafı yolunda ağarttınız. Biz de gözlerimizi yine aynı
bu suretle «insaniyet»ini idrak etmeye çalışmak, bugünün
cidal yolunda kapayacağız. Milliyetini duymayan, sevme-
millî vazifelerindendir.
yen acaba cihanda ne duyar, ne sever? ... Bilmem ki bu
(Millî Mecmua, C. X, nr. 110, 15 Mayıs 1928, s. 1766-1767) güzel toplanma vesilesiyle, Mahmut Esat adında bir arka-
daşınız size muasır milletçilikten ne duyup, ne anladığım
söyleyebilir mi ? Müsaade eder misiniz? Diyorlar ki milli-
yetçilik fütuhâtçılıktır, sergüzeştcûluktur. Bence hayır!
Biliriz ki, insanın kendine, kendi vaziyetine hususî bir iti-
na atfetmesi asr-ı hâzır desâtir-i hukukiyesince devletin te-
minatı altına alınmış, muâraza kabul etmez muazzez hak-
lardandır. Yine biliriz ki, aile hukukunun masûniyeti mua-
sır medeniyetin temellerindendir. Fertlerin aile haline in-
kılâbından ve nihayet ailenin büyük bir teşkil ve mikyasta
tecellisinden başka bir şey olmayan milliyetçilik de mua-
sır hukuk-ı beynelmilelce aynı telâkkiye mazhar olması Tahakküm ve tecebbürün yeri hapishanelerdir, gi-
lâzım gelen temiz bir varlık, asil bir davadır. Tabiat, tarih yotinlerdir, darağaçlarıdır. Muasır medeniyette nufûz ve
ve muasır hııkukiyât kanunlarının vâzıh bir ifadesi olan silah istimali devletin hakkıdır. Devlete ait olan bu huku-
milliyetçilik, asr-ı hâzır medeniyetinin bu rütbe kuvvetli ku fertlerin istimaline yer veren veya müsamaha eden mil-
bir mu'tâsmı kendine mesnet yapınca, onun fütuhâtçılıkkı, letler, bir gün bunların ellerindeki silahı ya kendilerinin
sergüzeştcûlukla tavsifi bâriz bir haksızlık olmaz mı? veyahut da vatanlarının göğsüne sıkarlar ve böyle bir
Bana gelir ki, bu haklı cereyandan telaş edenlerdir ki, fü- kanlı facia ile tarihin seyrindeki rollerine nihayet ve-
tuhâtçılık yollarını açık bırakmak istediklerinden hak- rirler.
kıyla şüphe olunabilir ve korkulur. Çünkü hakkı istemek
Türk milliyetçiliği ne dinciliktir, ne de dinsizliktir;
değil, onu tanımamaktır ki, fütuhâtçılıkla ithama değer.
laikliktir. Irkdaşm vicdanı bir kudsiyettir ki, bunun ha-
Türk milliyetçiliği bir fikir cereyanı, bir hars vahde- rîmine hiçbir el değemez. Din siyasetidir ki, Türk mille-
tidir. Fikir ve harsların hudutları yoktur. Milliyetçilik düs- tinin inhitat âmili olmuştur. Şahidim tarih ve hâdisât-
turunun infaz ve tahakkuku cebir ve zor istimalinden tır. Irkdaş istediği kanaatla âmil olur. Esasen din, Allah
müstağnidir. Zira milliyetçilik kan /vahdetine müstenit ol- ile fert arasında bir telâki yoludur. Herkes Allah'ını ken-
duğu kadar, ondan ziyade fikir cereyanı, bir hars birli- di idrak ve mânâsına göre arar bulur. Mezhep ihtilafâtının
ğidir. Tarih ve hâdiseler fikirlerin cebir ve zora, silahlara Türk milleti için ne vahîm, ne dilsûz âkibetler tevlit etti-
değil, silahların, cebir ve zorun bir gün er geç hars ve ği meçhûlümüz değildir. Daima hasîs menfaatlere vasıta
fikirlere teslim olduklarını yazıyor ve söylüyor. Türk olan bu kara tehlike ile mücadele, Türk ocaklarının belli
milliyetçiliğinin ideali, dünya mıntıkaları değil, birbiri- başlı bir sahası olmalıdır. Mezhep ve kıta Türklüğü, yani
nin sevgisiyle titreşen gönül iklimleridir. Tarihin en alın- Şiî, Sünnî Türk, Rumeli, Anadolu ve bilmem daha nere
maz mağrûr kalelerini yerle yeksân kılan cebir ve izor, Türklüğü yoktur. Vicdan, hars ve fikir Türklüğü vardır.
silahlar biliriz ki, gönülleri kırarlar, fakat alamazlar ve Bence Türk milliyetçiliği, devleti, iktisadî, içtimaî,
nihayet kırılırlar, parça parça dökülürler. Türk milliyet- siyasî sahalarda halkçı ve cumhurî olarak kabul eder;
çiliği bu sevgi etrafında cıvıldayan, dertleşen ve titreşen milletdaşları arasındaki refahta neseb temini, muvaffak
gönülleri istiyor. Bugün beşerin tarihinde hangi mukad- olmak isteyen Türk milliyetçiliğinin umde-i esasiyesi ola-
des bir dava bu kadar asil bir sima ile görünmüştür? Han- rak kaydedilmeğe değer fikrindeyim.
gi insanî bir matlabm elleri, etekleri kandan, kan lekele-
rinden bu kadar temiz, bu kadar uzak kalmıştır? Cumhuriyet sistemine gelince, bunu, dürüst milliyet-
çiliğin hukukî ifadesinden başka bir suretle telâkkiye aklî
Türk milliyetçiliğinde devlet mefhumu, laik, halk- ve mantıkî imkân yoktur kanaatindeyim. Cumhuriyetin
çı cumhuriyetle ifade olunabilir. Bu devletin mukaddera- Latincesi ammenin malı demektir. Milliyet bu mefhumda
tında hâkim ve nâzım âmil yalnız fikirlerdir. Burada şah- da mündemiçtir. Diyebilirim ki: Laik, halkçı cumhuriyet
sî tecebbür ve tahakkümlerin rolü yoktur. sistemiyle samimi bir surette mücehhez olmayan devlet-
ler, tam ve şâmil mânâsıyla milliyetçiliği ifade edemez-
İcr. Nazarımda böyle siyasî teşkiller Sezar zihniyetiyle Yukarıda işaret ettiğim âmâlar bir gün tufanları
kavranan kurûn-ı ûlâ milliyetçiliğinden ileri geçemezler. andıran bu seller altında boğulurken, hakikati anlaya-
Türk milliyetçiliği muvaffak olmak için behemahal caklar, fakat hakikatle bir olmağa vakit bulmadan tebâh
tereddütsüz ve fütursuz, garbın muasır medeniyetini sü- olup gideceklerdir. Bu onların alınyazısıdır. Milliyetçi-
ratle benimsemek mecburiyetindedir. Geçen üç dört sene lik emekçilerinin tâcdârı fikirlerdir. Fikirler yalnız ken-
içinde bu aşk yolunda yapılan hamleler, geçen 13 asrı, bü- dilerini benimseyerek tatbikatta tecellî ettirenleri muk-
tün bâtılaları yıkıp târümâr edecek kadar kuvvetlidir. tedâ tanırlar. Beşeriyet tarihinin fikir yolunda muktedâ
diye tanıdığı şahsiyetler o kadar az ve nihayet bunlar
Teceddüt yolunda atılan adımlar ne kadar kat'i olursa ol-
büyük Türk şâiri Fuzûlî'nin Mecnûnu ile Leylâ'sının bir-
sun, küçük noksanlar bunları her vakit nâ-tamam bıraka-
birine karışıp bir olmaları gibi mefkûreden tefriki o ka-
rak tehlikeye atacak kadar müessir olabilirler. Bu nokta-i
dar müşkil kimselerdir ki, ben Türk tarihinde Buna Gazi
nazarımı ikmal ederken kendisine jmensup olmakla yegâ-
Mustafa Kemal'i misal verebilirim. Ona bakınız, yüzün-
ne şerefi duyduğum ırkımın bugün güzel dilini Latin harf-
de ve âsârında Türk milletinin âmâlini görürsünüz. Türk
leriyle ifade ettiğini görmeği, hararetle dilediğimi söyle-
milletine bakınız, onda büyük lideri teşhis edersiniz. îşte
mekten men-i nefs edemem. muktedâ...
Milliyet cereyanlarındaki şuur ve kararlar mazinin,
halin, âtinin hakikat alevlerinden nur alarak doğan hare- 1 — Tarih birliği,
ketler, hâdiselerdir. Menşe ve kaynaklarını bir iki cümle 2 — Dil, lehçe birliği,
evvel işaret etmeğe çalıştığım muasır milliyet hareketle- 3 — Hars birliği.
rinin şahsî âmâle baş eğmesine, birtakım meçhul muz-
işte Türk milletinin hayatiyâtı.
merlere vasıta olmasına imkân yoktur. Çünkü milliyetçi-
lik cereyanları fikir ve mefkure hareketleridir. Bu hare- Diyorlar ki, Türk milliyetçiliği şovenizmdir. Hayır,
ketlerin şahsî âmâle vasıta olabileceğini mümkün gören- eğer şovenist olsaydık, garbı ve güzelliği bu kadar tehâ-
ler, tarihin, halin, tarihten ve halden daha çok kuvvetli lükle alır mıydık? Bilmem ki hayatta şovenist olmamak
olan istikbalin nasıl melıib hakikatlerle yüklü, taşkın ola- için yedi ceddini inkâr mı lâzımdır? itiraf ederim ki,
rak gelmekte olduğunu göremeyen âmâlardır. Muasır mil- buna liyakatim yoktur.
liyet hareketi bir aşk, bir ideal, bir ilim akınıdır. Onun Muhterem efendilerim!
kitabı ancak vatanlar, milletler, câmialar olabilir. Milli- Milliyetler bir ellerinde tarihi ve bir ellerinde müs-
yetçiliği şahsî maksatlarına vasıta kılmayı umanlar bu takbel asırları tutan ve yapan hâkimlerdir. Diğer içtimaî,
varlığı Kleopatra devirlerindeki zihniyetle kavramaktan siyasî, iktisadî meslek ve sistemlerin bugüne kadar bu
ileri geçemeyenlerdir. ana hâdise etrafında nihayet peyk olmaktan ileri geçe-
Millî (şairimiz Mehmed Emin Bey Türk Sazında di- medikleri de, ayrıca kayda değer müsbet bir hakikat bir
yor ki : şe'niyettir.
Milliyetler, asırlardan kopup gelen sellerdir.
(Türk Yurdu, C. 21-7, nr. 195-1, Kânuıı-ı sâni 1928, s. 57-59.)
Önlerine ne çıkarsa yıkar, söker, devirir.
O zaman çok heyecanlı, çok kuvvetli ve çok müna-
kaşalı oîan Millet Meclisinde, evvelâ bir hatip olarak
mücadele etti. Yeni Reis'in münakaşa kuvvetini beğen-
memek, lisanmdaki nâdir vuzuh ve mantığı ve sesindeki
derin, esrarengiz iman perdesini duymamak mümkün
Hamdullah Suphi [Tanrıöver] değildi. r

GAZİ'NİN EN BÜYÜK ESERİ Meclis üzerinde birkaç gün zarfında tabiat gibi ka-
dir ve mütenevvi olan ruhunun hâkimiyetini kurdu. Ana-
Mahmut Beyefendi.
dolu'da onun ilk mücadelesi dimağlar ve vicdanlar üze-
Mektubunuzu aldım, çok müşkil olan sualinize ha- rinde cereyan etti. İlk zaferini bu sahada kazandı.
tıralarımı yoklayarak cevap vermeye çalışacağım. On se-
Meclisle beraber memleketin içinde kaybolabileceği
nelik bir zamandır ki Reis'imizin yanında bulunuyorum.
muhtemel buhranlara o, bu hâkimiyetiyle nihayet ver-
Onu Anadolu haritaları üstünde üç yüz neferi koşturdu-
mişti. Meclisin bütün azasıyla dahil olduğu, şekline alışıl-
ğu gecelerde, beş bin lira bulmak için zahmet çektiği gün-
mamış, yeni usulde, garip bir hükümet kurulmuştu.
lerde tanıdım. İlk defa, eski bir ziraat mektebi olan Er-
kân-ı Harbiye'nin çıplak bir odasında karşı karşıya gel-
Eserinin birinci safhası budur.
dik. O, bana deruhte ettiği korkunç, büyük işe rağmen
düşünmüş, karar vermiş, sâkin, müsterih bir adam gibi İkinci İnönü muharebesinin mühlik bir ânında, va-
göründü. Ellerinde, çenesinde, yüzünde ve bütün bün- tan müdafaasını üzerine alan bir adam, ne nevi ıztırap-
yesinde, adalı kuvvetten hiçbir eser yoktu. Derunî sesli lara maruz olabilir, bunu onun yüzünden seyrettim. Er-
bu ince, kumral adamın sinirlerinde yeni 'bir âlem halk- kân-ı Harbiye'nin misafir salonunda gece haberleri bir-
etmeğe müsait kuvvetler gizli olduğunu tahmin etmek birini takip ediyordu. «Sol cenâhın bütün siperleri işgal
hakikaten zordu. edilmiş, düşman süvarileri cephenin arkasında görülmüş-
tü. Şifreleri açıp kendisine takdim ediyorlardı. Adnan
Güneşli bir günde, 23 Nisan'da Millet Meclisini aç-
Bey, Halide Hanım, Londra sefirimiz Ferid Bey, Câmi Bey
tı. Sokak Arapça dua ile dolmuştu. Meclisin kapısı önün-
oturuyorlar. Fevzi Paşa, Salih Bey (şimdi Salih Paşa),
de kurbanlar kestik, hacı, hoca ve şeyh kalabalığı, biz
Şemseddin Bey, diğer üç erkânı harp zabitiyle ayakta
içeri girdikten sonra yazılı bayraklarıyla geri döndü.
duruyorlardı. Muharebe kaybedilse ne olacaktı? Bize ba-
Onun ilk nutkunu rutubete bırakılmış bir sünger gibi
kan gözleri, onu görüyordu:
iliklerime kadar içerek dinledim. Bu nutuk bir pencere
idi, derinlikler üzerine açılmıştı. Onu dinledikten sonra Eskişehir düşecek, garbi Anadolu elimizden çıka-
Reis'i bulduğumuza kanaat getirdik. cak, belki cenubî Anadolu'nun mühim bir kısmıyla tema-
sımız kalmayacaktı. Daima iyi veya fena vak'anm fev-
Memleketin ve kendimizin talihimizi ona bıraktık.
kinde kalan imanlı ruhu, o gece son müsait haber gelin-
Onun emri altında kırık tekne, denizlere ve fırtınalara ve
ceye kadar kani ve nikbin göründü. 0, zaten her felâket-
büyük meçhule doğru yeniden açılıyordu.
ten sonra, «mademki ben varım iümit kaybolmamıştır»
demeğe kendinde kuvvet buluyor hissini verirdi. Bir za-
Afyon önünde aylarca süren bir beklemeden sonra,
man sonra, İkinci İnönü saatlerinde bir an düşündüğü
artık Türk ordusunun bir şey yapamayacağı fikri, Mec-
felâket tahakkuk etti. Eskişehir, Kütahya Ve Afyon düş-
lis 'te ve Avrupa'da yer bulmağa başlamıştı. Birkaç gün
tü. Garbî Anadolu elimizden çıktı. Şimendifer hattının
için İnebolu'ya indim, ordumuza gizli mühimmat satan
koskoca bir parçasını düşmana terkettik. Yunan orduları,
sâbık bir Fransız zabitiyle görüştüm. Bana dedi ki: «Bi-
Ankara üzerine yürüyordu. Bir sabah erken, Millet Mec-
raz kımıLdayamaz mısınız? Cephede ufak bir hareket sizi
lisi'nde toplandık. Ondan malumat alacaktık. İzmir'i, İs-
ölgün görünmekten kurtaracaktır. Mevziî bir taarruz,
tanbul'u, işgal edilmiş vatan parçalarını kurtaracaktık.
merkezde, cenahlarda biraz mücadele elzem görünüyor.
Halbuki, bütün tarihimizde bir defa istilâ görmemiş yer-
Acaba bu mümkün değil midir?»
ler düşman eline geçiyordu. O zaman Ankara'da tek olan
eski, emektar otomobiliyle geldi. İçeri girer girmez yüzü- Ankara'ya döner dönmez Reis'in ziyaretine gittim
müzdeki kederi ve suali farketmişti. Bir Anadolu hari- ve bu sözleri naklettim; sesini indirerek gizli bir şey söy-
tası istedi, getirdik. Kırmızı boya kalemle, Sakarya arka- leyen tavırla haber verdi:
sında, geniş, uzun bir hat çizdi ve bu hattı bize göstere- — Beş gün sonra cepheye gidiyorum, mevziî taarruz
rek: «Düşmanı burada tepeleyeceğiz!» dedi. İnandık, ni- değil, umumî bir taarruz yapacağım. Düşman cephesinin
çin inandık, nasıl inandık, hâlâ bilmiyorum. bir parçasını değil, hepsini sökeceğim. Afyon'u, Kütah-
Bu işi üzerine aldı ve düşmanı çizdiği hat üzerinde ya'yı, Eskişehir'i, İzmir'i, Bursa'yı hepsini alacağım, bi-
tepeledi. O, Sakarya'dan Ankara'ya bir çocuk gülümse- raz sabret!
mesiyle dönmüştü. Mağlubiyetimizle bittiği takdirde Türk Kendimi tutamadım: «Paşam» dedim, «bu sözler
istiklâlinin mutlak ve mutlak sonu olacak bir muhare- ne kadar resmî nikbinliğe benziyor, ben bu kadar isteme-
beyi şahsî müdahalesiyle kazanmıştı. Yakup Kadri ve dim». «Hayır,» dedi, «göreceksin, bekle...»
Ruşen Eşrefle Çankaya'dan iniyorduk. İstikbâline geç
Malazgirt ovalarında, Selçukî Alparslan'la Diyojen
kalmıştık. Yolda otomobilini durdurdu, biz de arabadan
arasında başlayan muharebe, imparatorun esareti, iki yüz
indik.
bin kişilik Bizans ordusunun mağlubiyetiyle neticelenmiş-
— Hamdullah memnun musun? diye sordu. ti. O zamandan beri Türklük ve Yunanlılık Anadolu'da,
Ne diyebilirdim? Gözlerim yaşardı. Minnetle elleri- bazen açıktan açığa, bazen gizli şekilde mücadelesine de-
ne sarıldım ve sıktım. Memnunum demek mümkün mü vam ediyordu. Gazinin son hücumu Anadolu'da Rumlu-
idi! Yüzüne baktım, muzaffer Başkumandan, vatanını ğun tam bir tasfiyesiyle nihayete erdi.
kurtaran Gazi, ihdâs ettiği büyük vak'anın çok fevkinde
Malazgirt Muharebesi Dumlupınar'Ia kat'î bir neti-
kalmıştı.
ceye varmıştı. İsmet Paşanın bir davet telgrafıyla İzmir'e
Düşmandan sonra bir de kendi içinde vakayı yen-
gittim. Başkumandan muzaffer ordularına işaret ettiği
mişti. Akdeniz sahillerine varmıştı. Onu, Igüzel bir köşkün önün-
de, urgan gibi kol atmış sarmaşık güllerin yeşil tavanı al-
gençler, muallimler, doktorlar ve diğerleri heyecandan
tında, Akdeniz'in güneşli suları karşısında konuşurken bayılacak hale gelmişlerdi.
gördüm. Çünkü vicdan hürriyetine doğru atılmış muhteşem
Mecliste aylarca söyleyen adamı seyretmiştik, şimdi bir adımdı.
söylediklerini yapan adamı seyrediyorduk. Bu ne güzel Günün birinde Hamidiye'nin güvertesinde onu İstan-
bir eserdi... bul'a girerken gördüm. Deniz karadan daha kalabalıktı.
Biraz sonra igarbla siyasî mücadelesine başladı. Ci- Her noktada bir göz onu görmek için aranıp duruyordu.
han Harbi'nin en büyük muzafferi olan Lloyd George u Sâhiller, minareler, kubbeler, damlar insan yığınlarından
kararmıştı. Sultanlar, halifeler şehri, «Millet Reisi»ni ka-
yerinden iskat etti. Şarkın muhtemel vârisi Kostantin'i
bul ediyordu. Atılan toplar, İstanbul'un taş duvarları ara-
Atina'dan kovdu. Cihan saltanatını kuran İngiltere'nin
sında büyük bir kalp çarpıntısı gibi vurup duruyordu.
yenilmez armadası Marmara ufuklarına dumanlarını ve
memleket halkına meş'um hâtırasını bırakarak nesi var-
Başmuallim harf ve lisan ıslâhatına başladı.
sa topladı, geri gitti.
Mükemmel bir hatip, düşman ordularını kovmuş
Afrika sahillerinde, zenci memleketlerinde yerleşir
muzaffer bir kumandan, yeni bir devlet vücuda getirmiş
gibi, Anadolu sahillerinde yerleşeceklerini zanneden müs-
bir teşkilâtçı, istediklerini zorla mağrur düşmanlarına ka-
temlekeci devletler, Fransa, İtalya, Yunanistan ve İstan-
bul ettirmiş bir siyasî, cesur, son derece cesur bir ısla-
bul boğazlarından yeni bir Cebelitarık kurmak isteyen
hâtçı, her noktada güvenilir toplayıcı bir Reis.. Onun baş-
İngiltere topraklarımızdan kovulmuştu. Bu çok güzel bir
lıca evsafı bunlardır. Memleket ve dünya karşısında ma-
eserdi.
lum olan cephesini bu çizgiler, bu vasıflar teşkil eder.
Lozan'da maziyi tasfiye etti. İyi ve hür bir istikbal Hususî hayatında en küçük, en nâçiz arkadaşına, sof-
için temeller koydu. Bu eser çok güzeldi. rasından ayağa kalkacak kadar nâzik bir evsahibidir.
Askerî ve siyasî zaferlerini bir sıra ıslahât takip Resmî sıfatlarım bir köşeye bırakarak hafif, derunî
etti. Köhne bir Asya köşesinde dinî bir cemaatten en yük- sesiyle çok sevdiği memleket şarkılarını, halk türkülerini
sek mefhumuyla bir millet çıkarmak için başkalarının söylerken, kaç defa kendi kendime sordum: O Mustafa
hattâ söyleyemeyecekleri şeyleri birer birer kanunlar ha- Kemal, bu Mustafa Kemal midir?
linde ortaya attı. Şimdi sualinize cevap veriyorum: En güzel eseri
hangisidir? Fransız ihtilâli Nötre - Dame'da tiyatro oynat-
Hilâfet gitti, saltanat gitti, meşihat gitti, tekkeler, tı. O, şimdi içinde ibadet edilen bir mabettir.
medreseler gitti, dinîhir âlem işaretiyle göçtü ve devril-
Son günlerde, Fransız Millet Meclisi'nde, Herriot
di. ile Poincare arasında cereyan eden mücadeleden sonra
Günün birinde Kastam.â»ıu'dan, yalnız beş altı arka- Combes'un vaktiyle papazlardan aldığını Poincare kısmen
daşıyla, başında şapka olarak avdet ettiğini gördük. Onun geri verdi.
hakiki zümresi, istikbal kalabalığına karışmış münevver
İktidar kapısının halkası bir tahlisiye simididir. Sa-
Mussolini Vatikan'la müzakere ve itilâf etti.
ray döküntüleri, medrese düşkünleri, her devrin artığı
İspanya'da iki defa Cumhuriyet tecrübesinden son- olan gün adamları ona sımsıkı sarılırlar. Çok mutî olduk-
ra krallık tekrar iktidara geçti. Bir aralık cihan matbuatı ları için çok itaat isteyenler onlardan memnun kalırlar.
iran'da bir cumhuriyet hareketinden bahsetiler. Halbuki Bunlar inkılâbın asıl evlâtlarını iktidar mevkiinden aldık-
Serdar Sipeh Ahund'la anlaştı ve başına Kaçarların, Safe- ları kuvvetle yavaş yavaş tehlikeli göstermeğe ve uzaklaş-
vilerin, Gaznevîlerin tacı gibi bir taç geçirdi. tırmağa başlarlar.

Milâttan beş asır sonra Mani ve muakkibi Mazdek Halbuki :


iran'da, malda ve kadında iştirak üzerine müesses bir Türkiye'nin Tanzimat'tan ilk Meşrutiyete ilk Meş-
mezhep çıkarmışlardı, iran'da ve Anadolu'da zaman za- rutiyetken 324 (1908) ihtilâline ve ondan tCumhuriyet'e
man geri ve insanlara ümit veren böyle bir meslek zuhu- kadar birbirini takip eden ve yerin göğün bütün belâlarıy-
ru âdetti. la uğraşan bir inkılâp hareketi ve onu vücuda getiren bir
Şimalde Kızıl Rusya'da bu neviden bir ihtilâl üze- mücâhit zümresi vardır. Bu hareket, duyan, düşünen,
rine Moskova şehremânetinin duvarları üstüne : «Din mil- inanan bir aşk ve iman zümresinin hareketidir.
letlerin afyonudur» diye bir cümle yazdılar. Gazinin «Ben Mustafa Kemal değil, biz Mustafa Ke-
mal» dediği, bu zümredir.
Bugünkü Rusya, papası tekrar elinden tuttu, ona
Gazi gibi hür düşünür, hür karar verir, her işte bir
eski rütbelerini iade etti; ve Rus toprakları üstünde asır-
yol bulmak için emre muhtaç olmaz, Cumhuriyet fazilet-
dîde din âyinleri cereyan ediyor.
leri içinde terbiye edilmiş yeni bir nesil Gazi'nin en güzel
Milletlerin itiyat kuvveti müthiştir. İrs ve anane, in- eseri olacaktır.
kılâbı kendine doğru çeker ve indirir. İtiyat, dâhilerin Hilkatin en güzel eseri olan Reis'imizin en güzel ese-
yukarı doğru kaldırmak istediği ruhları, asırların yastığı ri, evet, bu olacaktır.
üstünde eski uykusuna davet eder. Korku ile değil, aşkla, imanla, ona ve eserine sadık
Çarlar, memleketlerindeki müftü teşkilâtından mem- kalacak yepyeni bir zümre...
nundu. Ne fikirlerde fuhşa delâlet eden bir hürriyet, ne kalp-
Fransız müstemlekât nâzın bundan beş sene evvel lerde ihtiyara yer bırakmayan bir korku ve inzibat...
mecliste bir suale cevap verirken: «Tunus'ta ulemâdan Onun en güzel eseri, yaratmaya davetli olduğu en
çok memnun olduğunu» söyledi. « İhtilâl hareketlerini ya- mübarek eser yarın kalbi müsterih olarak, kurtardığı va-
panlar, Türk aslından gelen bazı yabancılardır» dedi. Esa- tanı ve yaptığı muhteşem inkılâbı ellerine emanet edebi-
rete uğramış bütün Müslüman memleketlerinde yeni ida- leceği bir gençliktir, yani :
reler ulemâdan çok memnundurlar. Bizde de birbirini ta- Cumhuriyet'ten sonra Cumhuriyetçi...
kip eden bütün idarelerin ulemâdan ve eşraftan çok mem-
(Milliyet, nr. 1199, 16 Haziran 1929)
nun oldukları gibi.
Şimdi şen ve mesut cıvıltılarla doldurdukları mo-
dern mektep binalarının sevimli muhitinde, yaşamak zev-
kini teneffüs eden Cumhuriyet yaşındakiler, penceresiz,
küflü medrese odalarını, yalınayak çocukların tozlu tahta-
lara diz çökerek iki yana sallana sallana ilâhi okudukları
havasız ve güneşsiz dershaneleri tanımamış oldukları için
BU ON Y I L
inkılâbın kıymetini hakkıyle hiçbir İzaman anlayamaya-
Yalnız memleketimiz değil, bütün dünya bugün genç caklardır. Onlara Cumhuriyet, balıklar için su nasılsa, o
Türkiye Cumhuriyeti'nin onuncu yılını kutluluyor. Bir eşi kadar tabiî görünecektir.
henüz dünya yüzünde görülmemiş bir kahramanlık desta-
Kağnıyle şimendiferin, kara sabanla traktörün, tez-
nını yarattığının ertesi gün, hakkı olan istirahat ve sükû-
gâhla fabrikanın, cehaletle ilmin ve tekkeyle kütüphane-
nu yine kendisi tepen ve bu defa düşmanların en korkun-
nin mücadelesini adım adım takip etmiş olan bizler bile
cu olan itiyatlar ve ananelerle çetin, amansız bir mücade-
yeni devre alıştık ve dünü, dünün o kara günlerini ne ka-
leye girişerek, bu sahada da bir misli görülmemiş yeni bir
dar çabuk unuttuk. iHalbuki geçirdiğimiz bu fevkalbeşer
zafer mucizesi yaratan bu en yaşlı fakat ten genç milletin
inkılâp asla tabiî bir hadise değildi. İnsan mantığı bu ka-
önünde bütün dünya şimdi takdir ve hürmetle eğiliyor.
dar seri ve kökten bir değişmeyi tabiî bir «evolution» ola-
Bu on yılın destanını bir makalenin dar çerçevesi içe- rak kabul edemez.
risine sığdırmak için de bir mucize isterdi. Bu on yıl ki, Bu inkılâp mucizesi bugün dillendi, bugün ses, renk,
daha dün ortaçağ devrini yaşıyor denilen bir milleti bir ışık ve heyecan halinde büyüklüğünü ve eşsizliğini bize
hamlede medenî devletlerin ön safına almıştır. On asrı on haykırıyor. Bugün biz, bu on yılın tekrar önümüzde bir
yıla sığdırmak için ancak o mucize deha lâzımdı. O muci- resm-i geçit yaptığına şahit oluyoruz ve inkılâbın bilan-
ze dehadır ki, Avrupa'nın anbean ölümünü beklediği çosunu görüyor ve tedkik ediyoruz. Gözlerimize fırlayan
«hasta adamı»nı on yıl gibi kısa bir müddet zarfında genç rakamlar ne kadar vâzıh ve ciltlerce kitaptan ne kadar da-
ve gürbüz bir atlet halinde koydu. O atlet şimdi er mey- ha beliğdir.
danında, daima önde ve daima muzaffer olarak yarışmak-
Saltanat, asırlarca, kendi çalınmış mevkiini koru-
tadır.
mak endişesiyle Türk milletini, istediği gibi oynayabilmek
Cehennemi bir süratle giden bir trenin içindekiler o için, arslanlarma afyon yutturan bir canbaz gibi idare etti.
Onu asırlık bir uykuya yatırmak için, din perdesi altında,
sürati farkedemezler; onu ancak, yanlarından bir ok
uyuşturucu bir zehirden hiç farkı olmayan bir taassupla
gibi sıyrılıp uçan katarı dışardan görenler anlayabilir. Biz
besledi, hayatı öğrenmek ve kendini tanımak İmkânlarını
ki bu cehennemi süratle uçan trenin içindeyiz, elbette ki ondan esirgedi. Nihayet onu bir gün pençeleri zincirli ve
onu lâyıkıvle anlayamayacak, takdir edemeyeceğiz. tırnakları kesilmiş olarak düşmana sattı. Fakat asırlık uy-
kusundan uyanan arslan, satılık bir mata olmadığım ispat
ederek kapitülasyon denilen zincirlerini parçaladı ve bü-
tün haklarını çarpışarak aldı. Onun içindir ki Cumhuriye-
tin çocukları kızıl saltanatın adım bile ürpererek anarlar
ve o devrin kara yıllarını bir kâbus gibi hatırlarlar.
/
Asırlarca süren uyuşukluğun aksülâmel yıllarını ya-
şıyoruz, bütün kuvvetlerimiz bu medenileşme savaşı uğ-
İ N K I L Â P İDEOLOJİSİNDE H A L K Ç I L I K
runda seferber. Türk bu on yıl içinde bütün kahramanlık
destanlarının şan ve şerefini gölgede bırakan bir medeni- Türk inkılâbının üzerine aldığı en büyük vazife mu-
yet savaşı yaptı. Bu medeniyet savaşı devam ediyor ve ga- hakkak ki «halkçıhk»tır. Halkçılık bir anlayış ve bir ülkü-
yelerimize son olmadığı için, daha çok devam edecek. dür. Anlayış olarak halkçılık şu demektir: Vatandaşlar
İnkılâp gönüllerimizde heyecan ve aşk halinde yaşı- arasında fertlerin veya zümrelerin fertler ve kümeler üze-
yor, onu memleketin gözle takip edilebilir bir süratle ye- rinde herhangi bir şekilde tahakkümüne meydan verecek
. nileşmesinde ve gençleşmesinde seziyor, onu içimizde duy- irsî veya kisbî farklar tanımamak, devlet eliyle yapılan
duğumuz hedefe bir an e v v e l yaklaşmak hızından anlıyor bütün işlerde, bütün vatandaşları eş tutmak. Fakat, bu
ve seviyoruz. ancak bir görüş tarzı, bir hareket noktasıdır; hakikatte bu
Biz inkılâba o kadar karışmışız ve onun ateşiyle ilik- esasları tam mânâsıyla ve etrafıyla tatbik sahasına koy-
lerimize kadar öyle dolmuşuz ki, bu temiz ve hayat verici mağa muvaffak olmuş bir tek cemiyet yoktur. Binaena-
havadan uzak yaşamak ihtimalini bir an için tasavvur bi- leyh, bir vâkıa olmaktan ziyade bir prensip ve ülkü olan
le, beyinlerimizi yakan bir işkence olur. halkçılık bize şu yakın hedefleri gösterir: Millet içinde
Ey dünkü sefil ve zelil köle mevkiinden birdenbire en umumî ve geniş müşterek vasıflar itibariyle en büyük
bütün haklara sahip vatandaş mevkiine çıkarılan Türk ka- kümeyi teşkil eden tabakayı «halk» olarak, yani cemiyet
dını, sana bu hakları veren Cumhuriyete minnetini hiçbir ölçüsü ve temeli olarak ele almak ve bu tabakayı manen
zaman lâyıkıyle ifade edemeyeceksin. ve maddeten yükselterek ve adetçe arttırarak memleket-
Ey dün memleketi uğrunda kanını sebil eden Türk te tam mânâsıyla hâkim kılmak ve bu tabakanın altında
yiğidi, kurtardığın anayurdu sana lâyık bir vatan yapmak ve üstünde bulunan zümreleri tasfiye işine başlayarak bir
için savaşların en mukaddesine girişmiş olan Cumhuriyeti halk milleti kurmak ülküsüne doğru yürümek.
asla değeri kadar sevemeyeceksin. Bu görüşü kabul edersek, Türkiyede «halk» denince
Ve ey sen, dünün ölüm kokulu havasız medreselerin- umumî ve geniş vasıflarla on iki milyonluk bir küme teş-
den üniversitenin olgun ve yaratıcı muhitine yükseltilen kil eden köylüyü anlamak lâzımdır. Halkçılık esas itiba-
Türk genci, bilhassa sen bütün rüyalarını hakikat yapan riyle her türlü sınıflanmağa muarız olduğu halde halkçılı-
Cumhuriyeti ve o Cumhuriyeti kurduktan sonra sana ema- ğa bir hareket noktası bulabilmek için, böyle bir sınıflan-
net eden Büyük Kumandanı hiçbir zaman lâyıkıyle takdis ma yapmak zarureti vardır. Yoksa, halkçılık hiçbir zaman
edemeyecek ve övemeyeceksin. sözden işe geçemez. Bundan başka halkçılık, sınıfı inkâr
(Varlık, nr. 8, 29 Teşrin-i evvel 1933, s. 115.)
ni vasıtalar vermiştir. Bu vasıtalar maddî ve manevî ol-
eden bir mezhep olmaktan ziyade, sınıflan kendi inkişa-
muş, muhtelif zamanlarda kümelerin zaaflarına göre gâh
fıyla kaldırmağı gaye edinmiş bir harekettir. Hangi itikada
maddî vasıtalar, gâh manevî vasıtalar revaç bulmuştur. Si-
sâlik olursak olalım, ister idealist, ister materyalist göz-
hirbazlık ve kâhinlikle başlayan ruhî tahakküm vasıtalan
lükle görelim, biz istesek de istemesek de smıf denilen
din ile en kuvvetli şekline varmıştır. On sekizinci asırda
şey, hemen her cemiyette olagelmiştir ve bugün de vardır.
medeniyetin maddî inkişaf yolunda süratle yürümesi on
Yalnız, taktığımız gözlüğe göre sınıfa vereceğimiz isim ile
dokuzuncu asrın iktisadî tahakkümünü doğurmuştur. Ay-
tarif değişebilir.
nı asırlarda milliyet ve ırk nazariyelerinin inkişafı ileri ve
Sınıf fertlerin tahteşşuurundaki tahakküm ve inkı- geri milletler ve yüksek ve aşağı ırklar telâkkilerini ve bu
yad vetirelerinden doğmuş bir müessesedir. Bu itibarla suretle yabancı kültür tahakkümü meydana getirilmiştir.
bu ikilik belki hiçbir zaman büsbütün kalkmayacaktır; Yirminci asrın da millî renkte bir fikrî tahakküm nizamı-
belki kalkması da istenilecek bir şey değildir. Fakat «hay- na sahne olması tehlikesi vardır.
v a n c a olan tahakküm ve inkıyad vetirelerini insana daha
Beşeriyetin bilhassa son iki asırlık tecrübesi göster-
yaraşır «rehberlik» ve «takipçilik» vetireleri şekline sok-
miştir ki, tahakkümlerin en güç katlanılanı yabancı bir
mak kabildir. Büyük rehberlerin aydınlattığı devirlerde
siyaset ve kültür tahakkümü ile dışardan veya içerden ik-
gördüğümüz bu nizam niçin bir gün bütün beşeriyete ve
tisadî tahakkümdür. Binaenaleyh, halkçılık en evvel ya-
bütün zamana şümullendirilemesin? Niçin dünyada bir
bancı bir siyaset ve kültür tahakkümü ile iktisadî tahak-
«üsttekiler» ve «alttakiler» rejimi yerine «baştakiler» ve
küme düşmandır. Dünya harbinden beri dünyanın her ta-
«peştekiler» nizamı tam ve şuurlu olarak kurulamasın?
rafında olan ihtilâller ve inkdâplar, bilhassa bu iki çeşit
Gücü yetenin üste çıkması yerine en lâyık görülenin başa
tahakküme karşı yapılmaktadır. Halk ruhî tahakküme
geçirilmesi neden kabil olmasın? Şüphesiz bu kolay olma-
karşı da büyük bir tahammülsüzlük göstermektedir. Bu
yacaktır. Buhranın seraplar gösterdiği, inansızlığın insan-
tahammülsüzlüğü dünyada büyük bir kuvvet almış bulu-
lan kudurttuğu, çıplak et üstünde şaklayan materyalizm
nan lâiklik cereyanında görüyoruz.
kırbacının içleri gıcıkladığı, en kirli paralann ruhları sa-
tın aldığı bu zamanda belki birçok kimseleri bu gibi şey- Görülüyor ki, dünyadaki hadiselerin izahını maddî
leri dinlemeğe ve düşünmeğe razı etmek bile güç olacak- ve tarihî zaruretlerin mihanikiyetinden ziyade halkın üze-
tır. Fakat kâinatın en büyük sırlan karşısında yılmayan rine bastırılmış olan tahakkümlere karşı inkişaf etmekte
insan «bir insan cemiyetinin dizginlerini hiçbir fert veya olan şuuruyla karşı koymakta bulunmasında aramak lâ-
zümrenin eline vermeden, kendi kendine doğrudan doğruya mızdır. Halk her memlekette binlerce seneden beri şu ve-
idare etmesi» ülküsüne inan ve cesaretle yürüyecektir. İle- ya bu isim altında üzerine bastırılan tahakkümlere karşı
ri mânâsında «halkçılık» bu demektir. İlk insanlar tahak- patlamalar yapmış ve birçok tahakkümleri yıkmıştır. Bu
küm vasıtası olarak belki kol kuvvetini kullanmışlardır. kadar uzun ve acı tecrübelerden ve daima, muvakkat dahi
Beden ve madde kuvvetinin tahakküm vasıtası olarak kul- olsa, kendi lehine neticelendirdiği mücadelelerden sonra
lanılmasını bugünkü cemiyette bile görüyoruz. Sonra zo- düşmanını tanımış ve onunla nasıl mücadele edeceğini
kanın inkişafı tahakküm etmek isteyenlerin eline yeni ye- şuurlaştırmış bulunuyor. Halkın düşmanı tahakkümdür.
Halkçılık, cemiyet içinde tahakküm zihniyetinin büyüme- kılâbı böyle bir inkılâptır. Türk inkılâbı işe başladığı za-
sine mani olmak ve şayet bu zihniyet büyüyecek olursa man önünde şu hedefler vardı :
onunla mücadele etmek demektir. Halkçılık artık insiyakı
1. Memleketi siyasî istila ve tahakkümden kurtar-
hamlelerle düşmanlarını boğan eski isimsiz kahraman de- mak,
ğildir; o, uzun bir inkişaf seyriyle ve çetin tecrübelerle ol-
2. Taassubun ve şeriatın manevî tahakkümünden
gunlaşmış, boğduğu ejderlerin destanıyla övünmekten zi- kurtarmak,
yade ileride karşısına çıkabilecek tehlikeleri şimdiden ön-
leyen şuurlu bir kuvvet olmuştur. 3. Yabancı kültürlerin tahakkümünden kurtarmak,
4. Yabancı memleketlerin iktisadî tahakkümünden
Eskiden beri birçok fikir adamları şu hataya düş- kurtarmak,
müşlerdir : Halk idare etmez, edilir. Bugün de aynı düstu-
ru açık söyleyenler ve kapalı geveleyenler az değildir. Bu- 5. Saltanat tahakkümünden kurtarmak.
gün hiçbir yerde tam manâsıyla kendi kendini idare eden Yapacağımız iş o kadar güçtü ki, eğer işin azametini
veya edebilecek bir halde bulunan bir «halk» olmaması da madde ile ölçmüş ve hadisâtın şevkiyle - hadisenin ister
bunun «olamayacağına» delil sayılamaz. Bir kere kabul et- önünde, ister arkasında - yürümüş olsaydık bunların hiçbi-
mek zarureti vardır ki, halk kendi tarafından o selâhiyet rini yapamazdık. Hadisâtın arkasında sürüklenen veya
verilmeden fertlerin veya zümrelerin tepeden idaresine ra- önünde koşan değil, bilâkis hadiseleri doğrudan doğruya
zı olmamaktadır; bundan başka halk şuuru, fert ve zümre kendi yapan şuur ve irade sahibi bir halk ve rehber saye-
şuurundan daha sâlim olduğu gibi muvaffakiyet için de sinde Türk inkılâbı başarıldı.
daha ziyade lüzumludur. Binaenaleyh, beşeriyet için de tek Birinci inkılâp hamlesinde muvaffak olan Türk inkı-
kurtuluş yolu halkın kendi kendini idare etmeği öğrenme- lâbı, büyük işinin ikinci bölümünde de muvaffak olmak
si ve bilhassa manevî seviyesinin bu ehliyete yükselmesi- için aynı irade ve ülkü kuvvetiyle yürüyecektir. Bu ikinci
dir. bölüm, halkçılığın memlekette tam bir muvaffakiyete doğ-
Halk hâkimiyeti için yapılan bir inkılâpta halkı ken- ru yürümesi, yayılması ve kökleşmesidir.
dini idare etmek şuur ve ehliyetine vardırmak ve bu şuur Her şeyi madde ile ölçmeğe ve anlatmağa materya-
ve ehliyetin istediği ruhî ve fikrî seviyeye yükseltmek için lizm ve her hadiseyi maddeye ve onun mihanikî kanunla-
yapılması icab eden şeyleri şu cephelerden mütalaa etmek rının kuyruğuna bağlayan veya önünde süren telâkkiye de
kabildir : determinizm dediğimize göre, görülüyor ki, Türk inkılâbı
1. İnkılâp ideolojisinde halkçılık, 2. Terbiyede halk- yapısı itibariyle her ikisine de yabancıdır. Türk inkılâbı
çılık, 3. Cemiyette halkçılık, 4. İktisatta halkçılık, 5. bir ülkü ve irade işidir ve o yolda inkişaf etmektedir. Ta-
İdarede halkçılık. biat dışında ve üstünde bir kuvvetin yumruğu altında piş-
miş bir fatalist ruh Türk inkılâbına ne kadar aykırı ise,
Halkçılık başka rejimlerden farklı olarak işe önce-
insanları makine çarklarının iradesiz yürüyen dişlerine
den verilmiş teferruatlı kararlardan ziyade umumî hedef-
döndürmek isteyen materyalist ve determinist zihniyet de
lerle başlar ve fikriyatını hadisât üzerinde işler. Türk in-
ona o kadar zıttır.
Bu itibarla, inkılâplarımızı, bizi, hadisâtın dünyanın
En düşman olduğu şey, fert veya zümre diktatörlüğü
her tarafında eş tezahürler doğurmakta olduğu zehâbına
olan Türk rejiminin bu itibarla faşizm, nazizm v.s. gibi
sürükleyecek bir zaruretçilikle izahtan sakınmamız lâzım-
fert veya zümreye kontrolsüz selâhiyet veren idare şekil-
dır. Çünkü alelâde zamanlarda zararı sahibinin çevresin-
lerini de kendine yakın saymasına imkân yoktur.
den dışarı çıkmayacak olan böyle bir telâkki, sıkıntının ve r
endişenin ruhları kavurduğu bir zamanda yayılmak yolu- Türk halkçı rejiminin gayesi kırbaçlı ve dizginli bir
nu bularak herhangi bir tehlike karşısında en ziyade muh- idareye doğru gitmekten ziyade, sevgi ve ülküye dayanan
taç olduğumuz bir anda millî irademizi felce uğratabilir. bir halk ve devlet birliği kurmak, halktan çıkan devleti
Dünyada birçok hadiseler birbirine benzeyebilir, tıpkı her halktan ayrı bir şey yapmamaktır.
insanın muayyen azaları olduğu gibi, ama bu eşlik bir mi-
haniki zarurete delâlet etmez. Bilhassa dışardan pek ben- (Ülkü, C. I I I , nr. 13, Mart 19-34, s. 41-44.)
zer görünen şeylerin içleri o kadar değişiktir ki...

Türk inkılâbı üzerinde sâlim bir kafa ile düşünebil-


mek için, onu öteki inkılâplardan ayırmak lâzımdır. Dün-
ya inkılâp hareketleri içinde mühim bir yer tutan marksiz-
min materyalizm ve determinizm gibi felsefî esaslarından
başka, içtimaî ve iktisadî görüşleri de Türk inkılâbına
zıttır. Meselâ, marksizm içtimaî telâkkisinde üstün bir a-
mele sınıfı kabul eder ve köylüyü de ameleleştirerek, ce-
miyetin sevk ve idaresini ferdî mevcudiyetini silmeğe ça-
lıştığı bu amele kümesinin diktatörlüğüne vermeği he-
def edinir; iktisatta ise ferdî mülkiyeti kaldırarak, dev-
let mülkiyetini onun yerine koymak ister ve dünya görü-
şünde beynelmilelcidir. Vâkıa son zamanlarda neo - mark-
sizm ismi verilebilecek bir milliyetçi ve halkçı marksizm
türemek istidadını göstermekte ise de, bu marksizmin
dahi ana hatları Türk inkılâbına uymaktan uzaktır. Türk
inkılâbı ferdî mülkiyeti kabul eder, köylüyü mülkünden
tecritle değil, belki ameleyi mülklendirmek suretiyle mü-
tecanis bir halk kütlesi yaratmağı düşünür; memleke-
ti diktatörlükle değil, tam bir halk hâkimiyeti ile idare
etmeği ister. Milliyetçi Türk inkılâbının beynelmilelciliği
ise milletler arasında sulh, medeniyet ve kültür yolunda
bir el birliğinden öteye geçmez.
Bugüne kadar geçen tecrübeleri geçirmiş ve tarihin
Osmanlı inkısamı için tertip ettiği dram sahnelerini gör-
müş ve yaşamış adamlar olarak, tekrar otuz sene evveline
dönmemiz kabil olsa, yapılacak şeyin ne olduğunu düşü-
nebiliriz. Osmanlı nizamı yerine Türk milleti nizamı, Os-
manlı Meclis-i Mebusanı, saltanatı ve hilâfeti yerine Tür-
İsmet İnönü
kiye Büyük Millet Meclisi, laik cumhuriyet gibi başka
müesseseler koymak icap ederdi. Osmanlı devrini görmüş
İ N K I L Â P KÜRSÜSÜNDE İSMET PAŞA'NIN DERSİ olanlar, bu fikirlerden herhangi birinin ortaya konmasına
Osmanlı nizamının asla mütehammil olmadığını iyice ha-
Hanımlar, efendiler! tırlarlar.

Türk milletinin içinde yaşadığımız ve devam etmek- Osmanlı nizamı dediğimiz zaman, idare eden adam-
ları ve müesseseleri ile içtimaî heyetinin ana kanunlarını
te olan inkılabı, ecnebi istilâsına ve Osmanlı nizamına
murat ediyorum.
karşı çifte cepheli bir savaş ile başlamıştır. Türk inkılâ-
bı Türk milletinin kurtuluş savaşıdır. Ecnebi istilâsına Osmanlı nizamı son asırların fennî ve içtimaî terak-
karşı vatan müdafaası gibi, nisbeten sade bir manzara ile kilerine karşı, bünyesini tedricî olarak değişen ve yükse-
başladığı ilk günde bile, inkılâp, Osmanlı nizamını kendi len tekâmülden uzak tutmak gayretiyle, dört duvarı kalın
karşısında bulmuştur... Kurtuluş Savaşı, her hamlesinde bir hücre içinde çalıştılar. Bütün ıslahat teşebbüsleri, mu-
vaffak olanlarıyla beraber, hep o hücrenin duvarları ara-
muvaffakiyeti, bir ecnebi darbesini reddederken, Osman-
sındaki sahaya münhasır kaldı. Türk milletini, aradığı ya-
lı nizamının temellerinden birini yıkmakla elde etmiştir.
şayış ufuklarından kalın duvarlarla ayırmak tertibi içinde
Anlaşılıyor ki, inkılâbımız dahilî ve millî mâhiyeti itiba-
vuku bulan bu çırpınmalar, Türk milletinin kurtuluş da-
riyle Osmanlı içtimaî heyetinin vakit vakit gösterdiği ıs-
vası ile münasebettar olamazdı.
lahat teşebbüslerinin bir devamı veya tekâmülü değildir.
Bilâkis Türk inkılâbına Osmanlı nizamı amansız bir zıt Bunun içindir ki, Türk inkılâbının hamleleri, Os-
ve hasım vaziyeti almıştır. Şu halde Osmanlı nizamı artık manlı ıslahat ve hattâ ihtilâl hareketlerinin devamı ve
tekamülü değildir.
Türk milletine kurtuluş temin edecek bir muhitin bütün
şerâitini kaybetmiş ve hakikaten o zamanlar, açıktan söy- Osmanlı nizamı, Türk milletini ecnebi istilâsına ve
lendiği gibi, Osmanlı milleti ve cemiyeti nazariyesi için- esaretine kadar sürükledi. Kendi sevk ve idaresinin neti-
de Türk milletine hayat verecek usare kalmamıştı. Geçir- cesi olarak, ecnebiler Türk milletinin bütün varlığına el
koydukları vakit boyun eğdi. Osmanlı nizamı, kendisinin
diğimiz son yarım asırlık hadiseler, Osmanlı devrindeki
Türk milletini kurtarmağa iktidarı olmadığına inanmıştı.
vatanperverlerin ve mücahitlerin Osmanlı câmiasmdaki
ıslahat ve kurtuluş teşebbüslerinin yanlış temelde ve Türk Asırlarca bocalayarak, nihayet en sert kayaya çarp-
milletinden başka bir bünye üzerinde çabaladıklarının tıktan sonra, tabiî hedefine varmış gibi rıza ile ve alıştığı
ifadesidir.
şündü k i : Kâmilen ele geçtikten sonra, maddî vasıtalar-
miskin tevekkül ile teslim oldu. Artık Osmanlı nizamı
dan gittikçe daha ziyade mahrum bulunacaktı. O halde,
Türk milleti aleyhine ecnebilerin elinde vasıta olmak ro-
içine düştüğü felâkette, en müsait ve vasıtalı olduğu za-
lüne hazırlanmıştı.
man gene bu zamandı. Ancak maddî vasıtaların riyazî ve
Hanımlar, efendiler! amelî tesirleri galebe çalarak mücadeleyi uçsuz bucaksız
Hazin ve acı bir hakikattir ki, Osmanlı nizamı, ec- bir yola sürebilirdi. Tarih, Türk milletinin bütün bıj ih-
nebilerin emrettikleri bu son rolü benimsemiş, yeryüzün- timalleri gözönüne alarak harekete geçmiş bulmaktadır.
den kaybolmadan, son enerjisini toplayarak ecnebilerle Türk inkılâbının başında verilen karar-ki bu ecnebi taar-
birlikte, Türk milleti aleyhinde savaşmıştır. Türk milleti- ruzuna karşı sonsuz mücadele kararıdır - inkılâbın her za-
nin Osmanlı devrine ait harikulâde eserlerini beraber ya- man temel taşı ve esas yapısı kalacaktır. Türk inkılâbı
şadıktan sonra katılaşarak ve duygusuzlaşarak, nihayet ancak bu temel üzerinde yaşayabilir ve yükselebilir. Bu
milletin mevcudiyet ve ilerleyiş şartları ile her türlü mü- itibarla harice karşı millî varlığı korumak için inkılâbın
nasebeti kaybeden bir mâhiyet içinde onun hangi çukur- tecrübeden geçen müdafaa prensiplerini gözden geçirme-
lara kadar düştüğünü mütalaa etmek, tarih için ibretli ve liyiz. Bunların birincisi millî müdafaa, millî varlık savaşı-
istifadeli bir şeydir. Biraz evvel dediğim gibi, Türk inkı- dır. Hakikati, katı ve kaba mahiyeti ile olduğu gibi ka-
lâbı, Türk kurtuluş davası olarak ecnebi istilâsına karşı, bul etmelidir. Millî mücadelede harice karşı vatan müda-
bir dereceye kadar sade ve askerî - siyasî mâhiyette baş- faasını kazanmak Türk milletinin varlığını hariç elden
lar. Ve fakat daha ilk anında Osmanlı nizamına karşı büıı- kurtarmağı temin etti. Harice karşı müdafaanın kaybedil-
yevî - millî ve siyasî inkılâplara girer. Millet varlığını anla- mesi, millî varlığın kaybedilmesini intaç ederdi. Vatan
yışta esaslı farkı ise, kuvvet önünde imparatorluğun tes- yeniden bir taarruza uğrarsa, taarruzun hedefi ve netice-
limiyetine karşı Türk inkılâbının red ve mücadele kararın- leri aynı olacaktır. Böyle savaştan behemahal muzaffer
da bulacaksınız. çıkmalıdır. Böyle bir savaşa ancak taarruza uğradığımız
muztar vaziyette girilebilir.
Bu mücadelenin çetin safhalarını profesör arkadaş-
larımdan dinleyecek ve öğreneceksiniz. Ben size bu kara- İkincisi, haricin taarruzuna karşı vatan müdafaası,
rın millî mânâsına işaret edeceğim. vatanın canlı ve cansız bütün kudretlerinin sarfını ister.
Hiç bir fedakârlık ve sıkıntı, müdafaa mücadelesinin neti-
Bir defa, teklif olunan teslimiyet tam karşılığı ile, cesi ile mukayese edilmez. Behemahal muvaffak olmalı,
yani Türk milletinin müstakil varlığının kendi tarafından muvaffak oluncaya kadar uğraşmalı, Muvaffakiyet uğrun-
emir ve ihtar edilmesi suretinde tecelli etmiştir. Bu tecel- da vatanın bütün vasıtalarını harcamalıdır.
li Türk milletini büyük savaş önünde bulunduruyordu.
Gerçi böyle bir savaş için lâzım olan maddî vasıtalardan Hiçbir nâ-müsait şart ve vaziyet, hiçbir nazariye ve
millet mahrum vaziyette bırakılmış idi. Fakat buna rağ- muhakeme, mücadelenin gevşetilmesini icap edemez.
men Türk milleti kendi vicdanında müstakil mevcudiye-
Üçüncüsü, millî savaş mutlaka muzafferiyctlc neti-
tinden mahrum olarak yaşamak istidadını görmedi. Millî
celenir. Tecavüz eden düşman ne kadar çok, ne kadar
vicdanın ihtilâli kendine yol gösterdi. Diğer taraftan dü-
kuvvetli olsa, millî müdafaada imanımız ve vatanın ve sahadaki tecelliyâtı temel olarak işte bu suretle ifade olu-
milletin tabiî şartlan zafere bizi tevcih edecektir. nabilir.

Bu, böyle olmuştur ve böyle olacaktır. Bu müşahede, içinde bulunduğumuz rejimin, geçen
rejimlere karşı siyasî inkılâbının esas fârikasıdır.
Hülâsa: Harice karşı millet müdafasının mâhiyeti,
"İçtimai ve ahlâkî sahada da Türk inkılâbının mânâ-
millî müdafaanın istediği vasıta ve fedakârlığın hudutsuz-
sı tedkik edilmeğe değerdir. Türk inkılâbı, insaniyet 'ül-
luğu ve zafere iman; yeni Türk devletinin milletler ara-
küsünü takip eder. İnsan cemiyeti, kâinatın en kıymetli,
sında vaziyetini ve siyasî prensibini Lozan Sulh muahede-
en kudretli varlığıdır. Kâinat içinde insan cemiyetleri,
sinin şu mâhiyetinde bulacaksınız. Bu mahiyet, milletle-
beraber çalışacak ve beraber çalışma sayesinde kolaylık-
rin istiklâline hürmet esasına ve milletlerin birbiriyle mü-
larını ve saadetlerini arttıracak imkânlara mâliktirler.
savât üzere konuşmalanna istinat eder.
İnsanların çarpışmalannın ve yaşamak için birbiri-
DEVLET SİSTEMİ ni öldürmeğe mecbur olmalannm sebepleri, dar, hastalık-
lı zihniyetlerin hüküm sürmesi, muhtelif insan cemiyetleri
Türk inkılâbı ilk anda halk devletini kurdu, Büyük
arasındaki fikrî, manevî ve fennî anlayış ve buluş seviye-
Millet Meclisi nin halk hükümeti, Osmanlı devleti karşı-
lerinin farkıdır. Ancak bu sebeplerin insan cemiyetleri
sında hem mevcudiyeti ile, hem de onun esasları ile müte-
üzerindeki tesirleri bir hakikattir. İnsanlık yüksek ülkü-
madiyen çarpışma vaziyetinde bulundu. Bu çarpışmalar
Osmanlı devletinin hilâfet ordulan ve kuva-yı inzibatiyesi sünü gütmek, bir vazife olduğu kadar, mevcut acı ha-
ile bir cephede, memleket dahilinde ve millet ordulan ge- kikatin icaplarını gütmek de insanlık ülküsüne varmanın
risinde kaldırdığı kitleler diğer cephede ve sonra halk amelî olan tek yoludur.
devletinin siyasî ve idarî biinvesi üzerinde bozguncu enka- Türk milleti olarak varolmak ve büyük insan ailesin-
zı ve anâsm ile üçüncü cephede çetin ve amansız olarak de yüksek bir cemiyet olarak yaşamak Türk inkılâbının
oereyen etmiştir. Bunların teferruatını aynca dinleyeceksi- gayesidir. Türk inkılâbı büyük insan ailesinin saadetine
niz. hizmet etmeyi vazife sayar. Ve bu hizmete imkân bulmak
için, Türk cemiyetinin birçok kudret sahibi olmasını en
T. B. M. Meclisi müessesesinde vücutlanan halk dev-
esaslı şart bilmektedir.
Ieti-ki onun açık ifadesi Cumhuriyettir - Türk milletinin
mukadderatı üzerinde kayıtsız ve şartsız, bütün selâhiyet- Anlıyoruz ki, Türk milletinin hususi benliğini meyda-
leri kendinde toplamıştır. T. B. M. Meclisinin Türk milleti na çıkarmak ve sağlamlaştırmak, Türk inkılâbının amelî
için lâzım ve faydalı gördüğü hiçbir tedbiri kendi idrakin- vazifeleri içinde en esaslıdır. Kadın, erkek her Türk böyle
den ve karanndan başka tâbi tutuğu bir miyar yoktur. bir cemiyetin kudretli uzvudur.
Saltanat ve imtiyaz hukuku ve şeriat ahkâmı gibi kayıtlar Türk inkılâbının hayat telâkkisi sadedir. Ve tabiat
Türk Cumhuriyeti ve T. B. M. Meclisi için mevcut olma- kanunlarına müstenittir. Hayat, sevilecek, korunacak ve
yan, müessir olmayan şeylerdir. Türk inkılâbının siyasî yaşanacak bir şeydir. Varlığın hiçbir sıkıntısı ister kendi-
sinin, ister başkasının hayatına hürmetsizlik için hak ver- Hanımlar, efendiler!
mez. Hayat kıymetini hor görmek, insan için bir hastalık,
Türk inkılâbı, Türk milletinin kurtuluş savaşı oldu-
bir soysuzluk tezahürüdür. Diğer taraftan, hayat cemiyet
ğu gibi, kurtuluşun hedefi olarak da Türk milletinin yük-
için feda edilmelidir. Hayatın cemiyet için feda edilmesi
sek bir cemiyet olmasını tesbit etmiştir. Türk inkılâbı, di-
istidadı olmayan muhitte insan tabiatın tecavüzlerine kar
ğer insan cemiyetlerine karşı taarruzî ve istilaî hırslan
şı zebun ve âcizdir. Bu sebeple o muhitlerde hayat zaten
reddeder. Fakat Türk milletinin yüksek bir cemiyet olma-
mütemadi bir ıztıraptan başka tecelli göstermez. Bâhu-
sı hedefi, inkılâbın devamını icap ettirmektedir. Hayatı-
sus, insanların birbirine tasallutu gibi bir vâkıa, bir ha-
mızın inkılâbi mahiyeti, cemiyetin saadeti ve terakkisi
kikat olarak, bugün mevcut olan vaziyet içinde hayat sev-
için hiçbir dogmaya körükörüne saplanmış olmamasıdır.
gisinin, korunmasının tek çaresi, cemiyet için feda edile-
Bu nokta, Türk inkılâbının muhafazakâr eski rejimlere
bilmesi yolunda mevcuttur. Bu sebeple hayatın cemiyet
karşı olduğu gibi, tesbit olunmuş çerçeve içinde olan yeni
için tehlikeye atılması bir vazifedir. Hayatın devamı ve
iddia ve rejimlere karşı da ayırdımı ve üstünlüğüdür. Biz
ebediyeti demek ülkünün ve milletin ve soyun devamı de-
Türk milletini yükseltmek için dar ve dogmatik telâkkile-
mektir. Devam ve ebediyetin lezzeti derece derece her in-
re kendimizi bağlamış değiliz.
san için bu üç istikamette temin olunabilir.
İnkılâbın davası başlıca iki istikamette tecellî et-
Türk için en muhterem varlık, her şeyden evvel Türk
mektedir :
milletidir. Türk milletinin varlığı Türk devleti ile Cumhuri-
Birinci ve daimî vazife istikameti şudur: Geçilen
yet ile cisimlenir. Devletin menfaatlerini ona karşı vazife-
yollardan hiçbir sebep ve suretle geriye dönmemeli, hiç-
leri hayatın mesut olması için esas tutmak lâzımdır.
bir sebep ve suretle kazandıklanmızdan kayıp ve feda et-
Bu esas, her milletten ziyade Türk milleti için ehemmiyet-
memeliyiz.
lidir. Çünkü Türk milleti yeni esaslar üzerinde henüz ku-
rulmaktadır. Kurulma devrinde her müessese gibi, büyük Türk inkılâbı bu hususta çifte cepheli bir dikkat ve
müessese, yani millet müessesesi daha ziyade duygulu ve müdafaaya mecburdur. Çifte cephe, hariçten taarruz ih-
dikkatli olmalıdır. timallerine karşıdır. Bir inkılâp için ölüm darbesi, her
şeyin kazanılmış ve emin bulunduğunun zannedilmesidir.
Fert ve cemiyet hayatının mesut olması için esas
mesele tabiata karşı daha vasıtalı, daha kudretli olmak- İnkılâbın ikinci faaliyet istikameti müsbet, dinamik,
tır. Bu, ancak çalışmakla temin olunabilir. yapıcı istikamettir. Türk milletinin yüksek bir seviyeye var-
mış bir cemiyet olması için ilerlemek ve yürümek mec-
Millet efradının beraberlikle ve sevgi ile çalışmak buriyeti ve bu sebeple yeni ihtiyaçlann ve yeni engelle-
tabiatı, bir cemiyetin yüksek ahlâk fârikasıdır. Kendi ha- rin izalesi bizim daimî vazifemizdir. İnkılâbın bu dinamik
yatı, ailesi ve milleti için çalışamayacak halde bulunmak devamı, hepimizi uzun ve çetin yola koymuştur. İnkılâp-
bir felâkettir. Çalışmak imkânı olduğu halde çalışmamak, çılar geniş halk kitlesi içinde onun yeni ve ileri kudret ol-
kendini veya cemiyetini diğerlerin çalışması ile yaşatmak ması için çalışırken, çok zorluklarla uğraşacaklardır. Geniş
zihniyeti ise, en büyük ahlâksızlıktır. halk kitlesine inkılâbm temiz ve ülkülü nizamını anlat-
mak ve bu yolda maddî mahrumiyetlere katlanmak lâ- Hanımlar, efendiler!
zımdır. Uğraşacağımız en mühim hastalık, cehalet ve ta-
Size Türk inkılâbının daimî seyrini mütalaa eder-
kip edeceğimiz en feyizli yol müsbet ilim yoludur. Tabiat-
ken onun ihtiyaçtan doğan ve daima ihtiyaçla beraber
taki her kudret için mikyas ve bu sebeple hudut vardır.
yürüyen mâhiyetine dikkatinizi celbetmeliyim. Birtakım
Henüz hududu keşfedilmemiş olan tabiat kudreti insan
nazarî prensipleri ilk anda birden ifade, ilân eden ve on-
zekasıdır. însan zekâsının yapıcı ve yaratıcı kudretini te-
ları tatbike çalışan usul yerine bizde, millî ülküyü ve'bü-
min eden, mütemadiyen artıran şey ise, müsbet ilimler-
yük ana hatları gözde tutan ve tatbikatta her lüzum kar
dir. Türk inkılâbı müsbet ilimde yüksek seviyeye varan
şısında, müteakiben, fakat durmadan tedbirini bulan usul
evlatlarının kudreti ve bunların millet muhabbet ve hiz-
câri olmuştur. Türk inkılâbı usulünün bu mânâsının amelî
metindeki yararlıkları ve Türk milletinin yüksek kabili-
ve daha muvaffakiyetli olduğu sâbittir. İnkılâp hedefleri-
yetiyle feyiz ve inkişaf bulabilir.
nin bizim usulümüzde verdiği neticelerin büyüklüğü devir
Hanımlar, efendiler! devir hulâsa yapıldığı zaman kolayca anlaşılabilir.
Türk inkılâbına dair bu umumî ve hulâsa görüşler Türk inkılâbının devamlı olması, hayatın dinamik
arasında iktisat cephesi üzerinde söyleyeceklerim kısa ve olan şartlarına uygun bir tabiat hadisesidir. Türk inkılâ-
sadedir. İnkılâbın iktisadî anlayışı ve tedbiri, alâkadar ar- bı mütemadi bir işleyiş hamlesi gözü ile görülürse, onun
kadaşımın konferanslarına mevzu olacaktır. Söylediğim durmasını istemek değil, onun durmasından sakınmak
umumî prensiplerde kâfi derecede işaret bulunduğuna lâzımdır.
dikkatinizi uyandırmak benim için kâfidir. Türk inkılâbı-
nın hedefi millî kurtuluş ve yükseliş davası olduğuna gö- Millî inkılâbı mütalaa ederken vakit vakit ilk bakış-
re, bizim için kitlenin iktisadî ihtiyacını temin etmek esas ta eksik ve zıt görülebilecek manzaralarında inkılâbın zik-
vazifemizdir. Fertlerinin iktisaden kudretli ve verimli ol- zak yaptığını zannetmemelisiniz. Bir ana istikametin hiç
masına istinat eden bir cemiyet kudreti aramak bizim için gerilemeden mütemadiyen ve musırran devam ettiğini
uzun yoldur. Bâhusus bugünkü kudretli cemiyetler bile farketmelisiniz. Yeni Türk cemiyetinin yeni hayat pren-
fertlerini hayatın ve beynelmilel şerâitin karşısında ferdî sipleri Türk inkılâbının seyrine tamamiyle hâkim olmuş-
mücadelelere terketmek imkânını bulamamışlardır. Me- tur.
sele her millet için kendi şerâitine uygun ölçüyü bulabil- Hanımlar, efendiler!
mektedir. Türk inkılâbı cemiyetin iktisaden yükselmesi
için devletçe tedbirler almağı vazife sayar. Devletçi ted- Bu kürsü İnkılâp Tarihi'nin kürsüsüdür. Türk inkı-
birler ferdî faaliyetler için faydalı sahayı ancak genişlet- lâb'nı anlatmak için onun bugün açık olarak hedefini ve
meğe ve verimli kılmağa yarar. Türk inkılâbı katı ve dog- hulâsa olarak umumî seyrini söylemek istedim. Biz inkı-
matik duvarlar arasında otomatik tedbirler yolunu tut- lâbın evvelâ tabiî seyri öğrenilerek takip ettiğimiz sistem
mamıştır. İktisat sahaları her şeyden evvel amelî bir faa- üzerinde bir hüküm çıkarılmasını iltizam ettik. Hüküm-
liyet meydanıdır. Burada her mevzuun, millî bünye ve şe- lerin ve prensiplerin hayat ve tatbikat sahasından çıkarıl-
râit içinde ayrıca mütalaa edilmesi lâzımdır. masını daha faydalı bulduk ve buluyoruz.
Konferanslarımda mücadelenin her safhası için in-
kılâbın sevkeden ve tedbir alan yüksek şahsiyetini görü-
yorsunuz. Bu şahsiyet, en büyük inkılâpçı Mustafa Ke-
mal'dir.
Necip Ali [Küçüka]
Türk inkılâbını anlamak ve sevmek, Türk inkılâbı-
nın muvaffakiyetine hizmet etmek, büyük reis Mustafa
Kemal'i anlamak ve sevmek ve onun ülkülerini tatbik et- İ N K I L Â P HUKUKUMUZ
meğe candan çalışmakla bir ve beraberdir.
Devlet mefhumu, hürriyet ve daha birçok mefhum-
(Ülkü, C. I I I , nr. 14, Nisan 1934, s. 81-87.) lar gibi hukuk mefhumu da muhtelif zaman ve muhitler
içinde ayrı ayrı telâkkilere tâbi olmuştur. Bir asır evvelki
hukuk telâkkisiyle bugünkü hukuk telâkkisi arasında Ti-
bet'in yüksek dağlarında mücerret ve derûnî bir hayat ya-
şayan bir Buda rahibiyle Sorbonne'daki bir hukuk profe-
sörünün bu mefhumu anlayı şiarı kadar derin ve esaslı
farklar vardır. Cemiyetin içtimaî temayüllerinin, fikrî ha-
reketlerinin ve nihayet iktisadî şartlarının müşterek bir
ifadesi olan hukuk mefhumunun bu hareket ve şartlara
tâbi olarak daimî bir değişme içinde bulunması da gayet
tabiîdir. Fransız inkılâbına kadar hukuk mefhumu Allalı'
ın her türlü aklıselimi kendilerine bahşettiğini iddia eden
hükümdarların ağzından çıkan sözlerle, din kaideleri ve
bir de cemiyetin içinde yaşayan ananelerden ibaret sayılır-
dı. Fransız ansiklopedistlerinin ve ona takaddüm eden
ilim cereyanlarının tesirleri altında kalan Fransız inkı-
lâpçıları «tabiî hukuk» nazariyesine inanmışlardı. İşle
hukuk-ı beşer beyannamesinin ve onun üzerine kurulan
Fransız inkılâp hukukunun dayandığı esaslı temel bu
«tabiî hukuk» nazariyesi olmuştu. Tabiî hukuk nazariye-
sini ebedî bir hakikat gibi kabul edenler cemiyete ve
onun şartlarının takip ettiği seyre nüfuz edememişlerdi.
İnkılâpçılar o zamana kadar görülmedik bir dehşetle es-
ki müesseselere hücum ettikleri halele ve bütün iddiala-
rına rağmen hukukî telâkkilerinde eski sistemlerden ay-
rılmamışlardı. Mücerret bir mevcudiyet halinde anladık- ne veçhile vârid olursa, isabet ondadır» diyorlardı. Bu su-
ları hukuka, belki de bilmeyerek, metafizik bir varlık iza- rette fikir ve mütalaa yürütenlerin adedi o zaman haki-
fe etmişlerdi. Profesör Duguit'nin dediği gibi, insanlar bir katen çoktu. Herhangi bir mesele hakkında çıkan iradeyi
şeyi izaha muktedir olamayınca, ona derhal tabiatın üs- anlatabilmek için kullanılan parlak ve süslü kelimelerin
tünde bir varlık izafe edivermişlerdir. Hukuk, kendisine delâlet etikleri fikirde hâkim olan zihniyet tedkik edilir-
böyle bir varlık izafe edilince ve tabiat ve cemiyet şartla- se, bu mânâyı daima buluruz. Osmanlı devletinin 24 MeşT-
rından müstakil bir benliğe mâlik olunca az çok statik bir rutiyet'ine kadar çıkan kanunları da biraz daha şekillen-
mahiyet arzeder. dirilmiş bir iradeden başka bir şey değildi. Fıkıh esasları
ise menbalarını tamamiyle Kur'an ve sünnetten almıştı.
Şu hale göre, inkılâptan evvelki hukuk telâkkisi ile
Bunlar değişmez ezelî kaidelerdi; icma-ı ümmet, kıyası
inkılâptan sonraki telâkki arasında derin bir sistem far-
fukaha bizim zannettiğimiz mânâda serbest münakaşa
kı olmaktan ziyade bir renk farkı vardır. Yalnız insanla-
esaslarına müstenit değildi. Nassın kalın çerçeveleri için-
ra verilen hürriyet hakkıdır ki, sonradan başka görüşlerin
de fikirler hapsedilmişti. Tanzimat ve 93, 24 Meşrutiyet'
ve başka sistemlerin doğmasına ve inkişafına imkân ver-
leri birinci kısım hukuk menbaını az çok tadil etmişse
miş ve Fransız inkılâbı bu sayede feyizli olmuştur. Bizde
de, ikinci kısım hukuka müessir olmamıştı. Kanun-ı esa-
Tanzimat hareketinin, 93 ve hattâ 24 Meşrutiyetinin bü-
side şer-i şerifin hükümlerinin icrası ve ona mugayir ka-
yük bir inkılâp hareketi sayılmamasının hakiki sebepleri,
nun yapılmaması kaydı mevcuttu.
ortaya yeni ve radikal bir hukuk sistemi koyamamasından
ileri gelmiştir. Bizde bir asır evvel hukuk menbaları ira- içtimaî hayatı tanzim eden medenî hükümler değiş-
de-i seniyve ve fıkıh idi. Padişahların herhangi bir mesele-
medikçe, siyasî hakların muasır telâkkiye göre verilmesin-
ye dair olan fikir ve nokta-i nazarları bir kanun hüküm
de o kadar büyük bir fayda yoktur, işte büyük inkılâbı-
ve mahiyetinde idi. Bizde bilhassa devlet ricali arasında
mıza kadar devam edip gelen vaziyetin mümkün olabi-
yarım asır evvelki fikir ve zihniyeti anlatmak için Midhat
Paşa muhakemesinden bir misal getirmek isterim. Abdül- len hülâsası şu idi :
aziz'in hal'i meselesinden dolayı tevkif edilip muhakeme-
1 — Siyasî haklar bahsinde eskisine nisbeten bir
si yapılan Midhat Paşa hakkında ne muamele yapılması
icap edeceğini Abdülhamid bir kere de sâbık ve haldeki parça fark vardı. Padişahların nihayetsiz arzu ve iradeleri-
vükelâsından sormuştu. Verilen cevaplar üçe ayrılabilir. ne pek az bir set çekilmişti. Artık padişah ilk ceza kanu-
Mühim bir kısmı Abdülaziz gibi kusursuz bir padişahı numuzda tarif ve ifade edildiği veçhile istediği zaman
tahtından indirmek cüretinde bulunduğundan dolavı hak- herhangi bir adamı öldürtemeyecekti. Reşid Paşanın Gül-
kında en şiddetli kanunî hükümlerin tatbikini istiyor. Bir hane Hattını okuduğundan dolayı gösterdiği cesareti teb-
kısım zevat ise hakikaten büyük bir cesaretle mahkeme
rik edenlere: «Her an ölmektense bir defa ölmeği tercih
kararının tesir altında verilmiş bir karar olduğunu söyle-
yerek affa mazhar olması temennisinde bulunuyorlar. ettim» diye mukabele ettiği meşhurdur. Reşid Paşa'dan
Üçüncü bir kısım ise «ilham-ı Rabbani kalb-i şahaneye her sonra Âli ve Fuad Paşalar Abdülaziz'in istibdadına hayli
karşı koymuşlardı. Fakat Abdülhamid vaziyeti gene eski
Bu hudut bugün teşkilât-ı esasiye kanununun beşinci fas-
hale çevirmek istedi ve kısmen de muvaffak oldu. Bu hal
lında çizilmiştir. Bu hududun çerçevesinin genişletilip da-
24 Meşrutiyet'ine kadar devam etti.
raltılması içtimaî temayüle ve millî zaruretlere bağlıdır.
2 — Asıl hukuk mevzuuna dahil olan meseleler fık-
Kanaatimizce Türk inkılâbının bilhassa hukukî sahada ya-
hın ezelî kanunları içinde ebedî bir hayat iddiasında idi.
rattığı bu eser çok büyüktür. Bize göre, bugünkü esaslı-
işte, büyük inkılâbımız bunu yıktı. Şu hale göre inkılâbı-
mızın kendisine göre bir hukuk telâkkisi mevcut olup mızda ve prensiplerimizde değişiklik yapmağa şimdilik
bunun ayırt edici prensipleri de vardır: kat'i bir zaruret mevcut değildir.

A ) Hukuk menbaları hükümdarların elinden alına-


(Ülkü, nr. 15, Mayıs 1934* s. 161-163.)
rak ve gökten indirilerek cemiyete verilmiştir.
B ) Eskiden hukuk tamamiyle statik bir telâkkiye
tâbiydi. inkılâp hukuku tamamiyle dinamik esaslara da-
yanır. Büyük Millet Meclisi bu hareketin merkezidir. Türk
inkılâbına göre hukuk cemiyet haricinde veya üstünde de-
ğildir. Bizzat cemiyetin içindedir. Hukuku cemiyet doğu-
rur. Adasında sâkin ve yanlız hayat yaşayan Robenson için
herhangi bir hukuk telâkkisi tasavvur edilebilir mi ? Bina-
enaleyh en geniş mânâsıyle hukuk telâkkisi cemiyetin va-
ziyetine, içtimaî ve iktisadî şartlarına tâbidir. Cemiyetin
temayülü ne ise. hukuk da onunla âhenkleşmek ıztırarında-
dır. Gerek fertlerin birbirleriyle ve gerek fertlerin cemiyet-
le olan münasebetlerinde gözetilen esaslarda devlet ve
amme menfaatleri hâkimdir. İki şahsın mütekabil iradele-
rinin bir nokta üzerinde birleşmesinden hâsıl olan akid ve
mukavelelerin bir hüküm ifade edebilmesi için, teşkilât-ı
esasiye, borçlar kanunu ve kanun-ı medenîdeki esaslara
uygun olmaları icap eder. Bu itibarla devlete mümkün
olan en büyük salahiyet verilmiştir.

Cemiyet lüzum gördükçe devletin salâhiyetlerini da-


ha bazı hususlara teşmil edebilir. Fakat bunun cemiyetçe h
görülen icap ve vaziyete göre çizilmiş bir hududu vardır. N
Dava görülüyor, prensipler gerçekleşiyor, sosyete
kendini bulmak ve bilmek işinde canla başla uğraşıyor.
Biz işte, böyle büyük ve genel savaş ortasında son zafere
ermek için, hiçbir şeyi ihmal etmemek, hiçbir yerde za-
yıflık ve şaşkınlık göstermemek kaygusuyla didiniyoruz.

KÖYCÜLÜĞÜMÜZ Bu ulusal savaşta köyle candan bağlılığı olanlarımız


ve kendisine bu alanda iş bulanlarımız var. Bunlar bu
Bugün hemen her aklı başında Türk'ün köyle, köycü- önemli durum içinde savaşın almakta olduğu önüne geçi-
lükle ilgili olduğunu görüyoruz. Bu ilgi, köyü sevmekten, lemez şiddeti görerek, onun iyi yönetilmesini, stratejik
köylüye karşı derin bir sempati duymaktan başlayarak de- durumunun sağlam prensip ve düşünceler üzerine kurul-
rece derece yükseliyor, köyün içine girerek onu kurtaracak masını istiyorlar. Şimdi herkes söylüyor :
müsbet teşebbüslere kadar varıyor. Şimdi artık eskisi gi-
Köy davası bir devlet işidir.
bi:
Köyü ancak devlet kuvveti kurtarabilir.
Köyü sevelim, köylüyü kurtaralım... gibi propagan-
Köyün kurtarılması için şunlar lâzımdır.
dalara hâcet kalmamıştır. Bugün iş zamanıdır pratik yol-
da yürüme devridir. Bundan sonra köy hakkındaki bütün Bir yığın sistem, teori, prensip münakaşaları olu-
düşünce ve görüşmelerimiz tamamiyle maddî, fiilî alan yor. Ve tabiatıyla devlet «terbiyevî ve ihzari olan ulusal
üzerinde yapılmalıdır. kalkınma programını» adım adım kovalıyor.
Köycülük, artık ulusal bir dava olmuştur. Onun pra- Ancak, ihtiyaçlar o kadar büyük ve çok ki, yapılan
tik tarafları hakkında birçok yazılar yazılıyor; bilhassa işler hiç kimseyi - haklı olarak - kandırmıyor, doyurmuyor.
devlet, bütün kuvvetiyle köy dirimi işini kovalıyor. Yeni Asırlardan beri bakımsız kalan yurdun çatlak ve kuru
rejim, üstüne kurulduğu yüksek prensiplerini siyasal ve bağrı bir iki serpim yağmurla ıslanamıyor. Daima istiyor,
sosyal alanlarda gerçekleştirmek için hemen her çareye istiyoruz. İşte bu sonsuz istek ve bitmek bilmeyen ihtiyaç-
başvurarak ulusal ülküye bir an önce kavuşmaya savaşı- tır ki, terakki dediğimiz beşerî vargıya bizi ister istemez
yor. sürüklüyor.
Şimdi, bir yandan devlet örgütlerinin bütün yurdu Türk köylüsünün kalkınması başlı başına bir devlet
ve bu arada köylüyü kalkındırma işinde gütmekte olduğu işidir diyenler doğru söylüyorlar, fakat bu doğru söz bi-
sağlam ve doğru politikanın tatbikatını, diğer yandan da zim kövcüliik davamızın kurtarılmasına ne derece yardım
Halkevleri gibi devlet dışında çalışan kültürel örgütlerin edebiliyor. Köy dirimi devlet işidir demekle ne kastedili-
bu politikayı daha müsbet ve verimli bir surette ulusal yor? Devlet şu veya bu çeşit örgüt ve kanunlarla genel
varlığa mal etme denemelerini yakmdan biliyor ve görü- bir köy dirimi başarılabilir, diye ortaya konulan görüşme
yoruz. konusunun, bizi sonunda pesimizme kadar götürebileceği
düşünülmüyor mu?
Zira, köy davasını daima bir devlet işidir diye dü- vaziyetini izahtan ziyade onun nasıl kotarılması lâzım
şünmek, bizim ferdî ve ahlâkî tavrımızı hiçe indiriyor. geldiğini araştırmaktır:
Sanki devlet bizden başka bir yaratılışta, bizden ayrı bir Köylerimizin sayısını biliyoruz. Geriliğini, teşkilât-
varlıkmış gibi bir sanı meydan alıyor. sızlığını, bakımsızlığını da şöyle üstünkörü bildiğimizi sa-
nıyoruz. Halbuki bildiğimiz ne varsa bizi aktif teşebbüse
Halbuki devlet demek biz demek değil miyiz? Aca- götürmekten çok uzaktır. Bütün bu bilgilerimiz, ilfhî,
ba ben ve biz olmasak devlet olur mu? müsbet değerde değildir.
itiraf etmeliyiz ki, köycülüğümüz, bilhassa sosyal ve
Ben daima şöyle düşünmekteyim : ilmî bir konu olması bakımından, henüz romantik devrini
Köycülük her şeyden önce ulusal bir ödevdir, ister yaşamaktadır. Ampirik düşünmeğe ve çalışmağa alışmış
bir kamun direktörü, bir köy öğretmeni, bir ilçebay ol- olan eski rejim münevverlerinden farkımız pek azdır. Bir
sun, ister Halkevinin çatısı altında çalışan gönüllü bir er... ihtiyacı duymak ve idrak etmek başka, onu gidermek yo-
Herkes için köy dirimi üzerinde çalışmak en başta gelen lunda inisiyatif almak başkadır... Bu sebepledir ki, Türki-
ulusal bir ödevdir. ye köycülüğü henüz tam mânâsıyla sosyal ve ilmî bir ka-
rakter alamamıştır.
Meseleyi bu şekilde ileri sürünce, artık köycülük bir
Türkiye için ölüm dirim meselesi olan köycülük her
devlet işidir, değildir gibi düşüncelere yer kalmaz sanı-
şeyden önce bir ilmî mevzuu, sonra bir teşkilatı, bu teş-
yorum.
kilatın dayanacağı sosyal iş sistemlerini, bu iş sistemleri-
Köy davası ulusal bir davadır, bu davada devlete, nin hareket noktası olan siyasal ve sosyal prensipleri ha-
ferde, müesseselere düşen mâhiyeti bir, fakat pratik ka- tıra getirir.
rakteri birbirinden ayrı ödev ve işler vardır. Böyle dü- Devlet eli yurdun her ihtiyacını karşılamağa çalışır-
şününce ulusal ahlâk alanına girmiş oluruz. Gerçek ola- ken, aynı zamanda sosyetenin ve devletin temeli olan fert
rak da «Köycülük ulusal bir ahlâktır». ve müesseseler de kendi hesaplarına bu çalışmalara hep
Bu hükmümüzün doğruluğuna inandıktan sonra ar- birlikte ortak olurlar veya bu çalışmaları tamamlayan ayrı
tık her köycünün, yani bu ulusal davada kendi payına dü- iş alanlarında savaşırlar. Bütün bu savaşmalar hep bir
şeni yapmak gücünde bulunan ister işyar, ister serbest kaynaktan kuvvet alır:
her münevver Türk'ün bu işte muvafak olması için birta- Ulusal birlik ve o birliğin temeli olan kudret. Bu-
kım bilgiler edinmesi ve bu bilgilerini pratik alanda dene- günkü devlet, tamamiyle ulusal bir yapı ve karakter taşı-
mesi lüzumu kendiliğinden anlaşılır. dığı için bütün kuvvetini ulustan alır ve ulusa verir. Şu
halde köycülük işinde Halkevlerinin rolü devletin bu
Sözü bu noktaya getirince hemen söylemeliyiz ki, alandaki çalışmalarına yardım etmek ve bu çalışmaları
Türk köycülük hareketinde köycülere fikir ve iş kılavuz- daha çok sosyal alanda tamamlamaktan ibarettir.
luğu yapacak hiçbir şey yazılmamış ve yapılmamıştır. Böyle düşününce devlet dışındaki köycülük işlerinin
Yazılan ve söylenen şeyler bu davanın kendisine aittir. devleti kuran iş sistemi ve prensiplerinden örnek alması
Halbuki asıl önem verilmesi zarurî olan nokta, davanm lâzım geleceği düşünülebilir. Fakat, acaba Halkevleri için
bu kadarı yetişir mi? Yani yalnız bu sistem ve prensiple- Yani, bir köycülük programı sade bir iş programı
rin öğrenilmiş olması köycülük alanındaki türlü çalışma- değildir. Onun dayanacağı birtakım ilmî, fikrî prensip vc
ları yönetmek için bize her tarafı iyi çizilmiş bir program usuller vardır. îş programına buna göre bir temel koy-
gibi yoj gösterebilir mi ve böyle bir genel iş programı na- mak lâzımdır.
sıl çizilebilir?
Şu halde : Türkiye'de köycülük ödevini yapmak/için
Halkevleri talimatnamesi köycülerin iş alanını gös- hazırlanacak rastgele bir iş programından verimli sonuç-
termiş, varılacak noktayı açıkça tesbit etmiştir. Talimat- lar beklenemez. Zira köy alanında, spor alanında olduğu
nâme, Halkevlerinin savaşacağı bin türlü zorlukları da ön- gibi sade vücut kuvvetiyle iş görülemez. Köycülük, bütün
ceden haber vererek bu çatı altında iş görmek isteyenle- maddî, manevî kudretlerin çarpıştığı bir «meydan sava-
rin nasıl bir enerji ile ileri atılmaları lâzım geldiğini söy- şadır. Burada tekniksiz, stratejisiz, usulsüz, sistemsiz
lemiştir. bir adım ileri atılamaz. İtiraf etmelidir ki, köycülük iş-
Tabiatıyla bu talimatnâme yapılacak işlerin her lerinde görülen pek az muvaffakiyeti köycülerimizin sağ-
noktası hakkında ayrı ayrı yol gösteremezdi. O ancak ge- lam ve temelli bir programla çalışamamış olmalarmda-
nel ödevleri izah edebilirdi. Pratik alanda nasıl yürünece- dır. Halkevlerine kayıtlı bulunan biz münevverlerin bü-
ğini her şubenin üyeleri tayin etmek lâzım gelirdi. yük bir ihmalimiz vardır. Bu ihmal şudur:
Şimdiye kadar da böyle olmuştur. Her Halkevi ve
Köycülük yapacak olan Türk gençlerini aydınlata-
onun her şubesi kendi alanına ait iş programını kendi
çizmiştir. Köycüler şubesi de muhitine göre çalışma prog- cak yazılar yazılmadı; köy nedir, nasıl bir sosyal kurum-
ramları hazırlamıştır. dur, bunun bünyesi, fonksiyonu, sosyal karakteri nasıl te-
şekkül eder, köy nasıl bir sosyal grupmandır, Türkiye'de-
Fakat, bugüne kadar alman deneme sonuçlarına ba-
ki köylerin coğrafî, ekonomik, tarihsel, sosyal durumunu
kılırsa, bilhassa köycüler şubesine ait çalışmaların, daha
nasıl izah edebiliriz. Bir köy nasıl tedkik olunur. Köylü
özlü ve genel bir iş programı çerçevesi içine alınmasının
kimdir, nasıl çalışır, kendisini muhite ne suretle intibak
zaruri olduğu görünmektedir.
ettirir, köylünün psikolojisi hakkında neler bilmelidir.
Köycüler şubesinin varacağı hedef malumsa da bu
Türk köyünün geri kalmasının türlü sebepleri nelerdir...
hedefe kavuşmak için hangi noktalardan hareket edilme-
Bir sosyal grupmanın geri kalması ne demektir. Sosyolo-
si icap edeceği henüz lâyıkıyla tespit olunamamıştır. Hiç
jik bakımdan bir köy üzerinde nasıl müessir olmak müm
bir şubenin köycüler şubesi gibi özel bir karakter ve ödevi
kündür. Köyün yalnız başına fonksiyonu nasıldır. DijVr
yoktur. Bu şube, bugünkü Türk rejiminin en baş davası
grupmanlarla, şehirlerle olan türlü münasebetlerinin
olan «köy dirimi» ile savaşacağı için, bir asker gibi bu sa-
mâhiyeti nedir?
vaşa hazırlık yapması, önceden ilmî, pratik birtakım bil-
giler edinmesi ve herhalde bir askerden daha çok manevî Hususiyle memleketimizde sosyal araştırmalara vc
disipline sahip olması mecburî ve zarurîdir. Bu mecburi- gençliğe fikri malzeme verecek şekilde çalışmadık Otur-
yeti görmeyince ve onun varlığı kabul edilmeyince köy- duğu mahallenin sosyal yaşayışı hakkında likı i olmayan
cülük üzerinde konuşulamaz. bir şehirlinin köycülük yapmağa kalkışması kadar zor bir
şey yoktur. Şehirde yaşayan bir insanın köydeki sosyal, ması lâzım birtakım temel bilgiler vardır. Bunlar hak-
ekonomik yaşayış hakkında ancak basit ve ampirik bir kında hiç olmazsa bir fikrimiz olması zarurîdir.
fikri olabilir.
İşte bu yazımızda bu zarurete kısaca işaret ediyor
Hususiyle memleketimizde sosyal araştırmalara ve ve diyoruz ki: Türk köycüsü artık rastgele çalışmamalı,
bunların usullerine dair hiçbir şey bilinememektedir. İn- muayyen ve müsbet bir iş programı olduğu halde köyün
san vücudunun biyolojik teşekkülünü bilmeyen bir heki- içine girmelidir.
min o vücudun herhangi bir hastalığını tedavi etmesi na-
sıl mümkün değilse, bir sosyal grupmanın nasıl kuruldu- Bunun için de Halkevlerindeki köycülük çalışma-
ğunu ve çalıştığını bilemeyen herhangi bir kimsenin de o ları iki genel şubeye ayrılmalıdır:
grupmanın üzerinde müessir olabilmesi imkânı pek azdır. 1. İlmî alanda çalışan köycüler.
Bu sebeplerledir ki, bir köycülük iş programının her- 2. Amelî alanda çalışan köycüler.
halde birtakım ilmî usullerden ilham ve kuvvet alması
zaruridir. Malumdur ki usul, bizi muvaffakiyete götürecek Birinciler, köycülüğün ilmî esasları hakkında yazı
yolda kullanacağımız vasıtalar ve bu vasıtaların kullanma yazmalı, konferanslar vermeli, kılavuzlar hazırlamalı, bu
hususunda en verimli kaidelerin hepsidir. işin edebiyatını kurmalı. İkinciler de birincilerin hazır-
ladığı programa göre köy içinde müsbet ve fiilî surette
Sosyal bir iş alanında muvaffak olmanın usulü, bir çalışmalıdır.
motoru iyi işletme usullerine benzemez. Bir mimarın, bir
elektrik mühendisinin, bir öğretmenin kendi işini müsbet Bir başka yazımızda bu konuyu daha etraflı bir su-
ve verimli bir surette görebilmesi için kullanacağı usuller- rette işlemeğe çalışacağız.
le bir sosyal grupmanın üzerinde çalışacak olan herhangi (Ülkü, C. VI, nr. 31, Eylül 1935, s. 32-36.)
bir sosval iş amelesinin kullanacağı usuller arasında çok
büyük farklar vardır.

Biz, her köycünün âlim, teknisyen olması lâzımdır


iddiasında bulunmuyor ve burada usul denince tama-
miyle ilmî mânâda bir usulden bahsetmiyoruz. Sosyal sa-
nat denilen pratik mâhiyette düşünce ve işlerin yönetil-
mesine yarayan, fakat kökü gene ilimde bulunan birta-
kım genel kaideler murat ediyoruz. Bu kaideler, ampirik
bir çalışma tarzı güdenler için bile az çok faydalı sonuç-
lar verecek mâhiyettedir.

Şu kadar ki, bu kaideleri öğrenmeden önce veya


öğrenmekle beraber onları tatbik ederken bizde bulun-
kir cereyanlarının tekâmülü ve taazzuvu olsa bile, bir
ideoloji haysiyetiyle hiçbir peşin düşünceye maledile-
mez. Türk inkılâbının bir kitabı varsa canlı bir tarihtir
ve hayatın tâ kendisidir.
Kemalizm iki büyük millî zaruretten doğdu : Biri
Türk yurdunun ve Türk birliğini içeride bozgundan ve
KEMALİZM, HAYAT VE İDEAL dışarıda salgından kurtaran Millî savaş; öteki de bu yur-
du ve bu birliği kurtardıktan sonra Türk toprağını ve ka-
Kitaptan ve hayattan doğan ihtilâller vardır. Birin-
fasını betonla inşa. Burada bina ve kafa aynı istihaleyi
cilerin hareket noktası ideal, ikincilerin hareket noktası
geçiriyor. Kemalizm ahşap binaların ve ahşap kafaların
realitedir.
yıkılması ve betonlaşmasıdır.
Kitaptan ve idealden doğan nazariyeci ihtilâller, ha- Kemalizmi doğuran iki büyük millî zaruret de hiç-
yatla temasa geldikçe, sırt sırta uğradıkları hayal inki- bir peşin düşüncenin mahsulü değildir. Biri millî bir ken-
sarlarıyla, ancak büyük prensiplerine kıyarak, ilk hedef- dini koruma insiyakına, öteki de hızla gelişme ve yüksel-
lerine aykırı istihaleler içinde gerçekleşebilirler. Spekü- me iştiyakına bağlıdır.
lasyonunu yaptıkları dar mefhumların geniş hayat önün-
Bu tarihten birkaç yıl önce Kemalizmin dogmatik,
de geçirdiği büyük tasfiye, bu inkılâpları Hoca'nın deve-
nasçı ve akîdeci bazı izahları yapılmak istendi. Bunlar
kuşuna döndürür. Kitaptan ve idealden değil, hayattan
«ihtidada vücut vardı, madde vardı» prensibiyle Avru-
ve realiteden doğan ihtilâller, bilâkis, evvelden çizilmiş
pa'nın yıllanmış materyalist akidelerine, yahut «fert yok,
ve geniş ihtimallerle tesadüflerin gizli âmillerini hesaba
cemiyet var» gibi Gökalp artığı, fakat gene Avrupa milli-
katmamış hiçbir programın kapalı çerçevesi içinde bo- yetçiliği temellerine, yahut da istihsal vasıtalarının dev-
calamaya mahkûm olmadıkları için, kendilerine y a l n ı z letleştirilmesi ilh... gibi sosyalist iktisat nazariyelerine
müşahedeyi ve tecrübeyi rehber ederek bütün ihtimalleri bağlı fikir hareketleriydi. O zaman (1932-1933) Kema-
kavrayan geniş bir imkân âlemi içinde gerçekleşirler. lizmi Avrupa ideolojilerinden mülhem kapalı sistemler
Bunlar da realiteden doğar ve bu idealin hududunu ge- içine hapsetmenin imkânsızlığına dair yüzlerce yazı yaz-
ne realite tayin eder. Evdeki pazarla çarşı arasındaki me- dım ve bu tehlikeli dogmatizmle mücadele ettim. Bura-
safe, bütün hayal inkisarlarını bertaraf edecek kadar kı- da iftiharla söyleyebilirim ki, bütün o yazılarımla Halk
saltılmıştır. Daha doğrusu bu hesap çarşının içinde ya- Partisi'nden hiç de farklı düşünmemiş olduğumu, sonra-
pılır. dan, Genel Sekreter Şükrü Kaya'nın ve o zaman İktisat
Gerçekleşmeden evvel, bir sistem halinde, Kema- vekili Celâl Bayar'ın muhtelif beyanatlarında gördüm.
lizmin hiçbir kitapta yeri yoktu. Türk inkılâbının izahı-
O yazılarımdan bir müddet sonra, Ankara'da ilk
na başlamak ancak vukuundan yıllarca sonra mümkün
matbuat kongresini kendi başkanlığı altında toplayan
olabiliyor. Kemalizm, kendinden evvelki bazı dağınık fi-
Şükrü Kaya: «Kemalizm, sağ veya sol formüllerin dar
Kemalizmi garp sistemlerinden ilham alan kapalı
çerçevesi altına alınamaz» demişti. Fakat onun dördün- görüşlerle izah mümkün olamayacağını Avrupalılar da
cü parti kongresinde programı tahlil etmek için söyledi- anlamaya başlamışlardır. Türk inkılâbı için en güzel ki-
ği nutuk, Türk inkılâbının karakterini güzel olduğu ka- taplardan birini eski Avusturya'nın Ankara elçiliği sabık
dar da sarîh bir ifade içinde ortaya koyar: müsteşarı Norbert von Bischoff yazdı. Adı Ankara'dır ve
«Türk demokrasisi bir nas, bir âyet değildir. Bir Burhan Belge tarafından Türkçeye çevrilerek Ulus tara-
ruh, bir espri ve bir mânâdır. Yapılan işler akıl denilen fından basılmıştır. îki sene evvel memleketimizde çıkan
bir süzgeçten geçirildikten sonra, muhit denilen bir ica- bu kitapta, bizim sekiz, on seneden beri üstünde kuvvet-
ba uydurularak tatbik edilirse fayda verir, kök tutar. Zi- le ısrar ettiğimiz noktayı Avrupalı bir müşahit ağızdan
gana dağının üzerine portakal ağacı dikilemez. Biz, filân
da teyid eden satırlar şunlardır:
millet yahut filân yerde böyle yapmışlar, biz de aynını
tatbik edelim diyenlerden değiliz. Biz memleketimize uy- «Sevk ve idarenin tamamen hayata göre yapılma-
gun olanı, ulus işine elvereni tatbik ederiz. Ulus işlerin- sı, inkılâbı ve devletle cemiyetin inşası işini önceden ka-
de taklit ve dış görüşle beğendirme yerine hayata uygun bul edilmiş bir idealle karşılaştırılmak külfetinden kur-
yollan doğru buluruz». tarmıştır. Çünkü, böyle bir karşılaştırma nasıl olsa acı
Bugünkü Türkiye'nin kudretli Başvekili Celâl Ba- neticeler ve inkısar-ı hayaller doğuracaktı; zira hakikat-
yar da, 1935 yılında îktisat vekili iken, îzmir Fuarı'nm ler dünyasının idealler dünyasına tamamen uyması im-
açılış nutkunda Atatürk'ten aldığı direktifi şöyle hulâsa kânsızdır. Türk inkılâbında ise, ideal, yeni devlet yara-
ediyordu: tılır yaratılmaz ortaya çıkmıştır ve bu, yeni Türk dünya-
«Türkiye'nin tatbik ettiği devletçilik sistemi X I X sının inşasıdır. Bu suretle, hakikatle ideal birbirini bul-
uncu asırdan beri sosyalizm nazariyatçılannın ileri sür- muştur. Böyle olmakla beraber üstünlük hakikatindir.
dükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem Ve ideale bir yer verilmesi hakikate yer verilmekte olma-
değildir. Bu, Türkiye'nin ihtıyaçlanndan doğmuş, Türki- sından dolayıdır, tdeal, tek başına bir hayata mâlik ola-
ye'ye has bir sistemdir. maz ki, eskiyi devirip gelen yeni, hakikatin önüne bir mâ-
ni gibi dikilsin.
«Devletçiliğin bizce mânâsı şudur:
Burada eski tslâm sinfonyasınm ilk zamanlarında
Fertlerin hususî teşebbüslerini ve şahsî faaliyetleri-
kulağa çarpan, fakat sonralan unutulan bir motifi ile ye-
ni esas tutmak; fakat büyük bir milletin ve geniş bir
niden karşılaşmış oluyoruz: Hayat, doktrinden (akide-
memleketin bütün ihtiyaçlannı ve birçok işlerin yapıl-
den) üstündür» ( ' ) .
madığını göz önünde bulundurarak, memleket iktisadiyâ-
tını devletin eline almak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti (Türk inkılâbına bakışlar, Cumhuriyet'in 15 inci yılı münasebetiyle,
(İstanbul 1938, s. 199-202.)
Türkiye vatanında asırlardan beri ferdî ve hususî teşeb-
büsle yapılmamış olan şeyleri bir an evvel yapmak iste-
di ve kısa bir zamanda yapmağa muvaffak oldu. Bizim
takip ettiğimiz bu yol görüldüğü gibi, liberalizmden de (1) Ankara, s. 212 (Not metne aittir).

başka bir sistemdir».


Gerçi eskiden de Türk inkılâbının prensiplerini be-
nimsemeyen, enternasyonalist cereyanların propagandacı-
lığını yapanlar yok değildi. Fakat bunlar, hiç olmazsa va-
ziyetlerini açıkça ilân etmekten çekinmeyecek kadar
Şakir Doğay mertçe hareket ediyorlardı. Halbuki, bahsettiğimiz adam-
lar riyakârdırlar. Gayelerine varmak için her vasıtayı
TÜRKİYE'DE İDEOLOJİ KAVGALARINA meşru sayan bir sinikliğe sahiptirler. Onun için de riya-
YER YOKTUR kârdırlar. Türk inkılâbı, Kemalizm kelimeleri dillerinden
düşmez. Kemalizm prensiplerine taban tabana zıt olan
Gazete ve ajans haberleri, ideoloji manisinin dün- ifsat edici programlarına Kemalizmi bir kalkan yapma-
ya yüzünde yaptığı korkunç ve tüyler ürpertici tahripleri ğa kalkışırlar. Gizliden gizliye, saman altından su yürü-
gözlerimizin önüne seriyor. İspanya'da, aynı ırktan ve türler. Birbirlerini tanır, korur ve aralarında nikahsız
aynı kandan kardeş insanlar, öldüresiye boğuşmakta, ma- konuşurlar, fakat kitle huzuruna çıktıkları zaman daima
sum çocuk ve kadınların kanı seller gibi akmaktadır. De- yüzlerinde nikab vardır.
mokrasi ifratının kendisini sürüklediği uçuruma yuvar- Bunlar ideoloji ve doktrin manisinin en had şekline
lanmamak için çırpman Fransa'ya bakınız: İdeolojik ih- bizzat müptelâ oldukları halde, mukabil ideolojinin izle-
tiraslarla gözlerini kan bürümüş politikacıların yarattık- rini bir verde vehmedince, yüksek perdeden feryadı ba-
ları bir nefret, kin ve korku havasıyle karşılaşacaksınız. sarlar. Fakat kendi zihniyetlerine uygun propagandaları
alkışlamaktan çekinmezler.
Türkiye, İstiklâl harbinden beri başdöndürücü iler-
lemesini, içte ve dışta kazandığı emniyet ve muvaffaki- Kullandıkları teknik hepsinde o kadar müşterek ve
yetleri millî birliğini en sağlam temeller üzerinde kur- aynıdır ki, bunları tefrik ve maksatlarını teşhis etmek
muş olmasına borçludur. Büyük ve dâhi bir başın etra- pek kolaydır. Faaliyetlerini biraz dikkatle takip etmek
fında Türk milleti bugün yekpare ve tek idealli bir kitle- bunun için kâfi gelir. Sempatilerine, dostluklarına dikkat
dir. Millî menfaatlerimizin gerektirdiği yolda, Türk mil- edince, aralarındaki tesanüdün büyüklüğü derhal göze
leti bu millî birliğin samimi ve sıcak havası içinde yarma çarpar.
doğru en büyük bir itimatla yürüyor. Ezberlenmiş doktrinlerin mestîsi içindedirler. Etra-
fındaki bütün hâdiseleri, ancak bu yabancı ideoloji men-
Fakat, son zamanlarda, içimizde yabancı ideolojile-
şurundan görürler. Bu ideolojiyi benimseyenlerin her şe-
rin ithalât komisyonculuğunu yapan yarı münevverler tü- yi gözlerinde mükemmel ve muhalif olanların her şeyi
rediğini görmemezlikten gelemeyiz. Gerçi, koca Türk mil- dünyanın en kötüsüdür. Dünkü yobaz medrese softasın-
letinin içinde ancak bir avuç insandan ibarettirler. Fakat dan farkları, yalnız inandıkları prensiplerdedir. Yoksa
bunların faaliyetleri, millî birliğimizin ferah verici man- zihniyet, tıpatıp birbirinin aynıdır. Aynı inatçı kafa, aynı
zarası içinde gönül bulandıran bir kara nokta olarak ka- dar görüş zaviyesi, aynı mistik humma, aynı sadık ve fe-
lıyor. dakâr mümindirler. Yalnız dinleri değişmiştir.
Hayır, Türk gençliğinin bu dar zihniyetli adamların
idhalât malı tohumlarına açık zemin teşkil etmesine mü-
saade etmemeliyiz. Ekilecek tohumlardan binde birinin
tutması ihtimali bile bizi telaşa düşürmeye ve buna kar-
şı tedbir almaya sevketmelidir.
Yaşar Nabi [Nayır] /
Türkiye'de Türk milliyetçiliğinden, Kemalizm ide-
olojisinden başka politik akça geçemez ve geçmemelidir.
Politika sarraflarına, yerlerini yanlış intihap etmiş ol- M İ L L İ Y E T ŞUURU
duklarım anlatmak lâzımdır.
İleride tarihlerin devrimizden bir milliyet asrı diye
Sevgi, tesanüt, birlik, Türk gençliği için istediğimiz bahsetmesi pek muhtemeldir. Gerçekten, harp ertesinde
ve özlediğimiz yegâne şeylerdir; bunlar ve bu idealimiz sosyal cereyanlar görülmemiş bir şümul kazanmasına rağ-
ancak, aramıza, yabancı cereyanların nüfuz etmemesiyle men, hiçbir zaman milliyet zihniyeti, bugünkü kadar
kabildir. Her ifrat cereyanı bir reaksiyon doğurur ve ba- dünyanın gidişine hâkim olmamıştır.
zı demokrasi memleketlerinde şahit olduğumuz vahim iç- On dokuzuncu asrın insanî ve insaniyetçi felsefesi,
timaî buhranlar da bu ifrat ve tefrit cereyanlarının do- büyük harbin korkunç here ü merci içinde erimiştir.
ğurduğu fırtınadan başka bir şey değildir. Harpten sonra, milletler arasında ebedî sulh ve âhengi te-
Kardeşi kardeşe düşman eden gayzlar ve kinler, mine kâfi geleceği sanılmış elan intibah cereyanı, hakikat-
Türk topluluğu içinde yer almamalıdır. Türk gençliğini te, doymuş ve tatmin edilmiş galiplerin, mağlupların zaafı-
ayıran hiçbir hakiki menfaat ayrılığı yoktur. Ancak, ba- na fazla güvenmelerinden ileri gelen ve realiteye ne ka-
zı yabancı ideolojilere âlet olduklarından habersiz bir- dar az uyduğu zamanla meydana çıkacak olan bir mu-
takım gayr-i memnunlar aramızda böyle bir ikilik var- vakkat mestîden ibaret kalmıştır.
mış hissini uyandırmağa ve partizanlar yaratmağa çalış- Harp, yarattığı miidhiş sefalet ve felâket sahnele-
maktadırlar. Son derece mantığa ve realiteye bağlı insan- riyle insanlığa istikbal için bir ders olmaktan ziyade, mil-
lardan mürekkep olan Türk milleti arasına hayaller veya letler arasında kin ve rekabet hislerini bileyen, müsama-
gizli menfaatler peşinde koşan parazitlerin karışması an- hayı ortadan kaldıran bir vasıta olmuştur.
cak teessür ve teessüfle karşılanacak bir hadisedir. Büyük harp, milyonlarca insan ve milyarlarca ser-
vet yanında, insanlar arasında ebedî bir sükûn ve nizam
Türk gençliğini, bu gibilerin icraatına karşı uyanık
kurmayı tasarlamaktan asla geri durmamış olan şair ve
olmağa, güzel vaadler ve hayallerle onu avlamağa çalı-
filozofların hülyalarını da kızgın kazanında yakıp kül et-
şanlara karşı müteyakkız davranmağa davet etmeliyiz.
miştir.
Her şeyin üstünde Türklük ve Türkiye, yegâne ide- Bugüne kadar imparatorlukların sancakları altında
alimizdir. en muhtelif ırklardan insanların kardeş kardeş yaşadık-
(Varbik, nr. 111, 15 Şubat 1938, s. 611.) ları ve kendi millî benliklerini, geniş bir müsamahadan
istifade ile, idame ettikleri çok görülmüştür. Fakat büyük
cavüz halinde kendini koruyabilmesi için, bir milletin asıl
sulh zamanlarında bu şuura en geniş ölçüde sahip olması
harpten sonra, milliyet hisleri son derecede galeyana gel-
lâzımdır.
miş olan hâkim unsurlar, kendi hükümleri altındaki top-
Bir milleti teşkil eden fertlerin ne kadar büyük bir
raklarda yaşayan diğer ırktan insanları ya temsil, yahut
ekseriyeti bu şuura ermişse, o milletin bünye itibariyle o
da imha için bütün gayretleriyle faaliyete geçmişlerdir.
derece sağlam ve mukavim olduğunu isbata hacet yok-
Bugün ortada duran büyük sıkıntı ve ihtilaflardan pek
tur, sanırız. Millî şuursa, yalnız bayram günlerinde koİlek-
çoğunun menşeinde bir azlıklar meselesi bulunduğunu
tif tezahürlerle ve bayrak sevgisiyle ifade edilemez.
müşahade etmek mümkündür.
Millî şuur, bize bütün hareketlerimizi milletin en bü-
Evvelce revaçta olan beşerî terbiyenin yerini, şimdi yük hayrına göre ayar etmeyi, vatan uğruna yalnız harp
hemen bütün ülkelerde bir millî terbiye almıştır. Gençli- zamanında canımızı değil, fakat her icap ettiği zaman şah-
ği, millî menfaatleri müdrik, onları korumak için hiçbir sî menfaatlerimizi feda etmeyi emreder.
engelden yılmaz bir zihniyette yetiştirmek ve bu zihniye-
Türk gençliğini, biz, işte asıl bu şuurla teçhiz etme-
tin müdafaası için lüzumlu bütün askerî vasıflara sahip
ye; ona milletin hakiki menfaatlerini öğretmeye ve millî
etmek için en sulhçü memleketlerde bile büyük gayretler
menfaatleri şahsî menfaatlerinin önüne geçirmek itiyadı-
sarfedildiğine şahit olmaktayız. Şovenlik artık bir ayıp ol-
nı aşılamaya çalışmalıyız.
maktan çıkmış, iftihar edilen bir vasıf haline gelmiştir.
Bugün Japonya bu derece büyük bir harp potansi-
Millî emellerin tahakkuku için her vasıtayı meşru yeli gösterebiliyorsa, bunun sırrını her Japonyalının fer-
sayan ve diğer milletlerin hukukunu çiğnemekten çekin- den bu şuura son derece sahip olmasında aramalıyız.
meyen bir zihniyetin dünyada yarattığı anarşi havası, hiç- Harbeden milletine faydalı olmadığı için kendisine hara-
bir millete, sulhçü olduğu ve hiç kimsenin hakkında gözü kiri yapan seksenlik mütekait general, Japonyalının mil-
bulunmadığı için huzur içinde yaşayabileceği emniyeti bı- liyet aşkına parlak bir misaldir.
rakmamıştır. Böyle bir emniyetin, bugünkü şartlar için-
İmparatorluk devrinin kötü telkinleri altında aslî
de bir diğer adı da gaflet olur.
meziyetlerinden pek çok şeyler kaybetmiş olan milletmıi-
Onun için, insanî düşünce ve temayülleri ne olursa ze, kahramanlığın meyhanede bıçak çekerek fiyaka yap-
olsun, bütün milletlerin, bugün, bu millî hodbinlik yarı- makta değil, milleti için, millî ideali için kendini ve hasis
şma iştirak etmeleri bir zaruret olmuştur. menfaatlerini feda etmekte arandığını ve bir milletin ha-
Milliyet hırslarının bu derece keskinleştiği bir devir- kiki kahramanlarının sayısı nisbetinde büyük olduğu-
de, bilhassa küçük milletler için gözlerini dört açmak ve nu anlatmalıyız.
tam bir millî şuura mâlik olmak şarttır. Türk milleti. İs- Bu aslî cevher Türk milletinde ziyadesivle mevcut-
tiklâl harbi'ni, yüksek bir şefin idaresi altında, bu milli tur. Onun üzerinde işlemek için bütün gayretlerimizi se-
şuurun tam bir tezahürünü göstermesi sayesinde kazan- ferber etmeliyiz.
mıştır.
(VarUk, nr. 123, 15 Ağustos 1938, s. 33.)
Fakat milletlerin tehlikeye maruz oluşları yalnız har-
bettikleri zamanlara münhasır değildir. Herhangi bir te-
Yaşar Nabi [Nayır]
dıkça bir ölüm ürpermesi geçirmemek hangi Türk'ün elin-
ON BEŞ Y I L I M I Z den gelir?
Uçurumun başında Türk milleti tarihinin sayısız fe-
Cumhuriyet on beşinci yılını idrak etmiştir. Bu me-
lâket anlarında olduğu gibi, bir kere daha kendini zorla-
sut günde başımızı bir an ardımıza çevirerek, kat'etmiş
dı ve başsızlıktan muztarip başına dünyanın nâdir gör-
olduğumuz mesafeyi ölçmek lüzumunu hissetmemiz pek
düğü çapta bir şef geçirdi. Bundan ötesi malumdur. Kur-
tabiîdir. îlk müşahedemiz şudur: On beş yıl önce, en nik-
tuluş ve yükseliş yolunda durmadan koşan ve koştûkça
bin bir tahminle bugünkü merhaleyi tasarlamak, büyük
büyüyüp azametleşen bir çığ!
Şef müstesna, kimsenin hatırından geçemezdi. Başarılan
Cumhuriyet on beş yaşındadır. On beş yaş basit bir
eser, bütün ümitleri geride bırakmış olan bir dev adımdır.
fâni için hattâ erginlik çağı bile değildir. Ebedî bir mil-
On beşinci yılda artık bir tasfiyeden bahsedebiliriz. letin hayatı için ise bu müddet olsa olsa bir andır. îşte
Mazi, bütün köhne müesseseleri, sapa istikametleri ve bugünkü merhalemiz bilgisiyle mağrur pek çok garplının
harap binalarıyle çökmüş ve tamamen yıkılmıştır. İleri aklına sığdıramadığı bu mucize, işte böyle bir anın mah-
yürüyüş, unutmayalım ki, bugüne kadar mazinin bütün sulü olmuştur. Bir an ki, Türk milletinin bütün atavik
mânialarıyle dolu taşlı ve dikenli bir sahada olmuştur. Fa- kudret ve kabiliyetine hayran dünyanın önünde bir kere
kat artık, önümüzde, ayağımıza takılarak yürüvüşümüzü daha isbat etmesine kâfi gelmiştir.
yavaşlatacak en küçük bir engel kalmamıştır. Büyük ese- Morg masasında mermerin soğuk teması Avrupa'
rimizden aldığımız hızla, büvük Türkiye hedefine doğru nm asırlık hastasını bir hamlede iyi etmeğe kâfi gelmiş-
yürüyüşümüzün, önümüzdeki yıllarda ne kadar daha tir. O artık, ihtiyar ve sarsak bir medeniyetin en şerefli
süratli ve emniyetli olacağı hususunda tereddüt etmemi- ve en genç vârisidir. Medeniyet yolunun bu gürbüz ve
ze imkân var mıdır? som kuvvet atleti kadar gözü ve gönlü okşayan manzara
İnkılâp rejimi, bugün, en çetin bir imtihandan en tasavvur edilebilir mi?
mükemmel neticeyle çıkmanın şerefini taşıyor. Bu kadar On beş yılın, yani bu harikalı anın bilançosu: Onu
parlak bir bilanço çıkarmak hangi muhasibe nasip ol- buraya, birkaç zavallı sütuna sığdırmaya kalkışmak an-
muştur. cak çılgınlık olur. Esasen hangi kitap, hangi dev hacim,
Sevinç ve iftiharımızın lâyık olduğu seviyeye erişme- gördüğümüz, duyduğumuz, sezdiğimiz muazzam eseri,
si için dünü, Türklüğün kara ve hazin günlerini gözlerimiz gördüğümüz, sezdiğimiz kadar bize anlatabilir?
önünde canlandırmalıyız. Bu irtifaa sıçrayış ne korkunç
Son yılların hep birbirini kovalayan sefalet ve felâ-
bir uçurumun dibinden olmuştur.
ket haberlerinin ağırlığı altında çökmüş bir halde geçiren
Avrupa'nın asırlık hasta adamı nihayet Sevr mor- Osmanlı devleti yerinde bugün, bir imar ve inşa humması
gunda teşrih masasına yatırılmış, harîs neşterler altında içinde, her günü yeni bir muvaffakiyete şahit olan kud-
parçalanmak derecesine gelmişti. Şerefsiz, haysiyetsiz, retli ve yarından emin Türkiye Cumhuriyeti var. Asırlar-
ümitsiz bir hal ve mukadder bir istikbal: Adem. ca müddet sonra, yabancı ellere terkedilmiş olan ülkeleri
Dünyanın en şerefli ve en asil bir milleti, Türk mil- mesut etmek için malından, kanından ve canından her fe-
leti için hazırlanan âkıbet buydu. O yılların hâtırasını an- dakârlığa katlanmış olan anavatan, üstünde barındırdığı
öz milletinin bahtiyarlığından başka bir gayesi olmayan
inkılâp rejiminin elinde, şimdi asırlık yaralarını sarmış,
ağlamaktan başka itiyatlarını kaybetmiş olan gözlerini,
mesut tali'ine gülümsetmeğe çalışıyor.
Yapıcı ve yaratıcı Türk dehâsının nelere kadir oldu-
ğunu, bize anavatanın bu mucizeli diriliğinden iyi ne an-
latabilir?
Her şeyimizi bu cumhuriyete borçluyuz. İstikbali-
miz, millî birliğimiz hariçte her gün biraz daha artan
itibarımız ve bunun neticesi olan millî haysiyetimiz, hu-
dutlarımızı her türlü muhtemel düşmanlara karşı aşılmaz
bir çelik duvar gibi çeviren kahraman ordumuz, vatana
kan damarları gibi yayılan çelik ağ, iktisadî istiklâlimizi
sağlam temeller üzerinde kurmakta olan genç endüstri-
miz, cehaletin asırlarca hüküm sürmüş olduğu bir ülkeye
bilgi ve ülkünün ışığını yayan yeni harflerimiz ve bu sa-
yede genişleyen maarifimiz, imar hareketimiz, hattâ dili-
miz ve tarihimiz.
Türk milletine dünyanın en eski dili olan dilini ve II
dünyanın en eski tarihi olan tarihini öğretmek için bile m i l l i
büyük Şefin rehberliği lâzım geldi.
Bugün, millî birliğimizin büyük ve eşsiz güveni için- i k t i s a t
de idealimizin muhteşem Türkiye'sini kurmak işiyle uğ-
raşırken, mazinin hazin ve acıklı hâtıralarını asla hatırı-
mızdan çıkaramayız.
Maziyi hatırlamak, bize her şeyimizi kazandırmış
olan Cumhuriyet inkılâbına ve onun ulu Önder'ine karşı
bir vicdan ve vazife borcumuzdur.
Fakat eşsiz zaferimiz bizi sarhoş etmiş değildir. Şuu-
rumuza ve idrakimize tam bir hâkimiyet içinde, vatanı ve
milleti lâyık olduğu seviyeye çıkarmak için bizim ve biz-
den sonraki nesillerin daha ne kadar çalışmamız icap et-
tiğini biliyoruz. Hiçbir engel, bizi büyük idealimizin mu-
kaddes yolundan çeviremeyecektir.
Sevdiğimiz ve candan bağlı olduğumuz vatanda yer-
yüzünün cennetini vücuda getirmek işini tamamlamadık-
ça hızımız asla eksilmeyecektir.
(Varlık, ur. 128, 1 İkiııcl teşrin 1938, s. 113-114.)
r

ÎZMlR İKTİSAT K O N G R E S İ ( * )

Efendiler,

Aziz Türkiyemizin iktisadî taâlisi esbabını aramak


ve bulmak gibi vatanî, hayatı ve millî bir gaye-i mukadde-
se için bugün burada toplanmış olan sizlerin, muhterem
halk mümessillerinin huzurunda bulunmakla çok mesut
ve bahtiyarım. Efendiler, uzun gafletlerle ve derin lâkaydî
ile geçen asırların bünye-i iktisadiyemizde açtığı yaralan
tedavi etmek, tedavi çarelerini aramak ve memleketi ma-
muriyete, millî bir refaha, saadete ve servete isal edecek
yolları bulmak için vuku bulacak mesaînizin çok kıymet-
li ve muvaffakiyetli netayice iktiran etmesini temenni
eylerim.

Arkadaşlar, sizler doğrudan doğruya milletimizi teş-


kil eden halk sınıflarının içinden geliyorsunuz ve onlar
tarafından müntehap olarak geliyorsunuz. Bu itibarla

( * ) Atatürk'ün bu çok önemli nutku, irad edilişinin hemen ertesi


gününden itibaren devrin gazetelerinde yer alır (Meselâ bk.
İleri, nr. 1814-1815, 20-21 Şubat 1339/1923). Nutuk, Gazi Mus-
tafa Kemal Paşa İzmir yoiları'nda da yayımlanır (Ankara
1339/1923, Matbuat Müdüriyet-i umumiyesi neşriyatı : 21).
Biz gözden geçirilmiş baskı olduğu için, bazı küçük farklılık-
lara rağmen, Atatürk'ün söylev ve demeçleri'ndeki neşrini esas
aldık.
memleketimizin, milletimizin halini, ihtiyacını ve mille- kik yaptığımız zaman, maatteessüf itirafa mecburuz ki,
timizin emellerini ve elemlerini yakından biliyorsunuz. biz henüz şimdiye kadar hakiki, ilmî, müspet mânâsıyla
Herkesten daha iyi biliyorsunuz. Sizin söyleyeceğiniz söz- millî bir devir yaşayamadık. Binaenaleyh millî bir tarihe
ler, alınması lüzumunu beyan edeceğiniz tedbirler, doğ- malik olamadık. Bu noktayı biraz izah edebilmiş olmak
rudan doğruya halkın lisanından söylenmiş gibi telâkki için hep beraber Osmanlı tarihini hatırlayalım. Osmanlı
olunur. Bu, en büyük isabetlere mâliktir. Zira halkın se- tarihinde bütün gayretler, bütün mesai, milletin apusu,
si, hakkın sesidir. Efendiler, tarih, milletlerin itilâ ve in- âmâli ve ihtiyacât-ı hakikiyesi nokta-i nazarından değil,
hitatı esbabını ararken birçok siyasî, askerî, içtimaî se- belki şunun bunun amâl-i mahsusasını, ihtirasatım tat-
bepler bulmakta ve savmaktadır. Şüphe yok, bütün bu min nokta-i nazarından vuku bulmuştur. Meselâ Fatih
sebepler, hâdisat-ı içtimaiyede müessirdir. Fakat bir mil- İstanbul'u zaptettikten sonra, yani Selçuk saltanatiyle
letin doğrudan doğruya hayatiyle, itilâsıyla, inhitatıyla Şarkî Roma İmparatorluğu'na tevarüs eyledikten sonra,
alâkadar ve münasebettar olan milletin iktisadiyatıdır. Garbî Roma İmparatorluğu'nu da zaptederek azametli bir
Tarihin ve tecrübenin tesbit ettiği bu hakikat, bizim mil- saltanat kurmak istedi. Böyle vâsi bir emel takip eyledi.
lî hayatımızda ve millî tarihimizde de tamamen mütecel- Böyle bir emeli takip ve tatbik edebilmek için bütün mil-
lidir. Hakikaten Türk tarihi tetkik olunursa bütün itilâ leti, unsur-ı aslîyi arkasından bu hedefe doğru şevketti.
ve inhitat esbabının bir iktisat meselesinden başka bir Meselâ Yavuz Sultan Selim, Fatih'in açtığı garp cephesi-
şey olmadığı anlaşılır. Efendiler, tarihimizi dolduran ni tesbit etmekle beraber bütün Asya'yı birleştirerek bü-
bunca muvaffakiyetler, zaferler veyahut mağlûbivetler, yük bir İslâm imparatorluğu vücuda getirmek üzere böy-
izmihlâl ve felâketler, bunların, kâffesi; vukua geldikleri le bir meslek-i siyasî takip etti. Unsur-ı aslîyi bunun ar-
devirlerdeki ahval-i iktisadiyemizle münasebettar ve alâ- kasından dolaştırdı. Kanunî Süleyman her iki cepheyi
kadardır. Yeni Türkiyemizi lâyık olduğu mertebeye isal âzamî derecede tevsî etmek, bütün Bahr-ı sefid'i bir Os-
edebilmek için, behemahal iktisadiyatımıza birinci dere- manlı havuzu haline getirmek, Hindistan üzerinde nüfu-
cede ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz. Çünkü zama- zunu tesis eylemek gibi çok azametli, şâhâne bir siyaset
nımız tamamen bir iktisat devresinden başka bir şey de- takip etti. Bu siyasetin tatbiki için unsur-ı aslîyi kullandı.
ğildir. Efendiler, bir milletin esbab-ı hayatiyesini, refah
ve saadetini teşkil eden iktisadiyatla iştigal etmemesi, iş- Arkadaşlar, bütün bu etvar ve harekât, tahkik olu-
tigal edememesi nazar-ı dikkati câlib bir keyfiyettir. Fa- nursa, görülür ki, bu azametli, kudretli padişahlar takip
kat biz itiraf etmeye mecburuz ki, iktisadiyatımıza lüzu- ettikleri siyaset-i hariciyede kendi emelleri, hırsları ve
mu kadar ehemmiyet vermemiş bulunuyoruz. Bir mille- arzularına istinat etmişlerdir. Büvük ve şâhâne arzuları-
tin doğrudan doğruya esbab-ı hayatiyesiyle iştigal edeme- na istinat etmekle beraber teşkilât-ı dahiliyelerini siya-
mesi, o milletin yaşadığı edvar ile ve edvarı tesbit eden set-i dahiliyelerini bu mevlûd-ı ihtirasat olan sivaset-i ha-
tarihle çok alâkadardır. Binaenaleyh biz de eğer iştigal
riciyelerine göre tanzim etmek mecburiyetinde kalmış-
edememiş isek, esbab-ı hakikiyesini geçirdiğimiz edvarda
lardır. Halbuki siyaset-i hariciye, teşkilât-ı dahiliye ve si-
ve bilhassa tarihimizde arayabiliriz. Fakat böyle bir ted-
yaset-i dahiliyeye istinat ettirilmek zaruretindedir, yani
teşkilât-ı dahiliyesinin tahammül edemeyeceği derece-i
vüsatte olmamalıdır. Yoksa hayalî, haricî siyasetler pe- lerle ticaret muahedenamesi yapmayı kendi şerefine ve
şinde dolaşanlar, nokta-i istinatlarını kendiliğinden kay- izzet-i nefsine mugayir buldu. Zira onun zihniyetine göre
bederler. Filhakika Osmanlı hakanları, asıl olan noktayı muahede, yekdiğerine müsavi milletler arasında yapılır-
unuttular. Hissiyatları ve emelleri üzerine bütün hare- dı. Halbuki Venedik o zaman Osmanlı Devletine müsavi
kât ve ef ali bina ettiler. Teşkilât-ı dahiliyelerini siyaset-i olmak şöyle dursun, onun doğrudan doğruya taht-ı vesa-
hariciyelerine uydurmak mecburiyetinde kalınca zaptet- yetinde idi. Binaenaleyh zat-ı şâhâne böyle bir hükümetle
tikleri memâlikte bütün anâsırı, lisanları, dinleri, anane- muahede yapamazdı. Fakat ona müsaadatta bulunabilir-
leri, her şeyi başka başka olan ve birçok milletlerden iba- di. Ve müsaadatta bulundu. îşte bu müsaade kelimesi ka-
ret bulunan bu anasırı, olduğu gibi muhafazaya kalkıştı- pitülasyonlar kelimesiyle tercüme edilmiştir. Halbuki bi-
lar ve onlara bütün bu şeyleri mahfuz bırakabilecekleri liyorsunuz, kapitülasyon kelimesi, bir kale içinde muha-
istisnalar, imtiyazlar bahşettiler. Buna mukabil unsur-ı sara olunan, esbab ve vesait-i tedafüiyesini kullandıktan
asli uzun seferler yapmakla, fütuhat meydanlarında öl- sonra arz-ı teslimiyete mecbur olanlar hakkında kullanı-
mekle, zaptolunan memleketlerin kendisini ve halkını bes- lan bir kelimedir. îşte böyle bir kelimeyi, padişahların
lemekle ve onlara bekçilik etmekle kendi kendini tahrip
müsaadesini tercüme ederken kullanmış bulundular. Bu
ediyordu. Bu itibarla millet, unsur-ı aslî; kendi evinde,
ufak tafsilâtı iki noktadan tekrar edeyim : Millet esbab-ı
kendi yurdunda ve kendi hakiki esbab-ı hayatiyesini istih-
hayatiyesiyle iştigalden memnu olarak diyar diyar dolaş-
sal için çalışmaktan tamamen mahrum bir halde bulunu-
tırılıyor ve bu yeni diyarlar halkı birçok istisnalara, bir-
yordu. Bu tacdarlar, milleti böyle diyar diyar dolaştır-
çok imtiyazlara malik olarak çalışıyordu. Yani fatihler,
makla, onlara kendi yurtlarını düşünmeye müsaade etme-
unsur-ı aslîyi peşine takarak kılıçla fütuhat yaparken, kı-
mekle de iktifa etmiyorlardı. Belki fütuhat dairesi dahi-
lıç sallarken zaptolunan memâlik ahalisi kazandıkları is-
line gelen halkı memnun edebilmek için, sonra ecnebile-
tisnalar, mümtaziyetlerle sabana yapışıyorlar; toprak üze-
ri memnun edebilmek için doğrudan doğruya, unsur-ı as-
rinde çalışıyorlardı. Arkadaşlar, kılıç ile fütuhat yapan-
lînin hukukundan ve menâbi-i hayatiye ve iktisadiyesin-
lar, sabanla fütuhat yapanlara mağlup olmaya ve binne-
den birçok şeyleri lutuf olarak, ihsan olarak, atiyye ola-
tice terk-i mevki etmeye mecburdurlar. Nitekim, Osmanlı
rak onlara bahşediyorlardı. Meselâ Fatih zamanında Ce-
saltanatı da bövle olmuştur. Bulgarlar, Sırplar, Macarlar,
nevizlilere ve patriğe verilen imtiyazlar ile açılan yol,
Romenler sabanlarına yapışmışlar, muhafaza-i mevcudi-
kendisinden sonra daima tevessü etmiş ve tarsîn edilmiş
bulunuyordu. Bu imtiyazat, bu istisnaiyet, hükümetin en yet etmişler, kuvvetlenmişler; bizim milletimiz de böyle
kuvvetli, en azametli zamanında vuku buluyordu. Mah- fatihlerin arkasında serserilik etmiş ve kendi anayur-
zâ ve mahzâ bir müsaade-i şâhâne bir ihsan-ı şâhâne ol- dunda çalışmamış olmasından naşi bir gün onlara mağlup
mak üzere vuku buluyordu. Cümleniz hatırlayabilirsiniz: olmuştur. Bu bir hakikattir ki, tarihin her devrinde ve ci-
Kanunî Sultan Süleyman zamanında Venediklilerle tica- hanın her yerinde aynen vaki olmuştur. Meselâ Fransızlar
ret muahedenamesi yapılmıştır. Fakat padişah Venedikli- Kanada'da kılıç sallarken oraya İngiliz çiftçisi girmiştir.
Bu medenî sabanla kılıç mücadelesinde nihayet muzaf-
fer olan sabandır. Ve Kanada'ya sahip oldu. Efendiler, kı-
lıç kullanan kol yorulur, nihayet kılıcı kınına koyar ve yet bir gün Osmanlı Devleti'nin iflâsına hükmettiler.
belki kılıç o kında küflenmeye, paslanmaya mahkûm Umûr-ı maliyesi hemen kontrol altına alınmış ve başımı-
olur. Lâkin saban kullanan kol gün geçtikçe daha ziyade za düyûn-ı umumiye belâsı çökmüş bulunuyordu.
kuvvetlenir ve daha çok kuvvetlendikçe daha çok topra-
ğa mâlik ve sahip olur. Efendiler, milletin duçar olduğu bu hazin halin, bu
sefaletin esbabını arayacak olursak doğrudan doğmaya
Efendiler, Osmanlı fatihleri, hakanları, müstevlile- devlet mefhumunda buluyoruz. Biliyorsunuz ki Osmanlı
ri, unsur-ı aslî ile beraber sabanın önünde mağlup olup devleti, saltanat-ı şahsiye ve son beş on sene zarfında da
ricate başladıktan sonra asıl felâketlerin büyüğü başladı. saltanat-ı meşrute esasına istinaden idare-i hükümet edi-
Sırf şâhâne bir ihsan olarak ecnebilere bahşedilmiş olan yordu.
ve lutf-ı mahsus olarak memleket dahilindeki anâsır-ı
gayr-ı müslimeye verilmiş olan her şey hukıık-ı mükte- Arkadaşlar, saltanat-ı şahsiyede her hususa tacdar-
larm arzusu, iradesi ve emeli hâkimdir. Mevzu-ı bahis
sebe telâkki edildi.
olan yalnız odur. Milletin emelleri, arzulan, ihtiyaçları
Fakat ecnebiler yalnız bu hukuku muhafaza ile de mevzu-ı bahis olmaktan çok uzaktır. Bütün millet âmâl
iktifa etmediler. Belki hergün onları biraz daha tezyid et- ve iradâtından tecerrüt etmiş bulunuyordu. Çünkü tac-
mek için çareler aradılar ve buldular. Anâsır-ı dahiliye, darlar kendilerini Allah tarafından gönderilmiş bir şahsi-
muhafazaya muktedir oldukları teşkilât-ı dahiliyelerine yet farzederlerdi. Bir de tacdarlarm etrafını alan men-
istinaden, haricin daima teşvikine ve tergibatına ve mü- faatperestân vardı. Onlar da padişahların zihniyetleri ile
zaheretine sığınarak devletin ve unsur-ı aslînin imhasiyle zihniyetlenirler ve padişahın bu zihniyetini, bu arzusu-
siyasî bir mevcudiyet iktisabı için çalışmaktan geri dur- nu bir lâzime-i semaviye ve bir lâzıme-i Kuraniye gibi her-
madılar. Ecnebiler bir taraftan anâsır-ı dahiliyeyi teşvik kese telkin ederlerdi. Bu gayet koyu ve sürekli telkinat
ediyorlardı, diğer taraftan da kendileri müdahale ediyor- karşısında hakikaten bir gün bütün halk bu arzu ve ira-
lar ve her müdahalede yine devlet ve milletin aleyhine ol- delerin yapılması lâzım gelen ve bilâ-kayd ü şart icap
mak üzere yeni yeni birtakım imtiyazlar, haklar alıyor- eden iradât-ı semaviye gibi olduğuna kani olurlardı. Böyle
lardı. Bu takibat-ı mütemadiye altında zaten fakir düş- idare ve hâkimiyetten tecerrüde rıza gösteren bir milletin
müş olan anayurtta, unsur-ı aslî devlete verebilecek pa- akıbeti elbette felâkettir, elbette musibettir. Arkadaşlar!
rayı güç tedarik ediyordu. Halbuki tacdarlar, saravlar, Son tevakkuf ettiğim noktada artık Osmanlı Devleti ha-
Bâb-ı âlililer behemahal debdebeye, dârâta malik olabil- kikatte ve fiilen mahrum-ı istiklâl bir hale getirilmişti.
mek için onu idame edebilmek, zevk ve ihtiraslarını te- Filhakika bir devlet ki, kendi tebeasına vazettiği bir ver-
min edebilmek için her ne bahasına olursa olsun, bu pa- giyi ecnebilere vazedemez. Gümrük muamelâtını, rüsu-
rayı tedarik etmek çaresine düşmüşlerdir. O çareler de, munu memleketin ve milletin ihtiyacatına göre tanzim et-
istikrazlar oldu. O kadar çok istikrazlar yapıyorlardı, o mekten memnudur. Ve bir devlet ki, fazla olarak ecnebi-
kadar fena şerait dahilinde istikrazlar yapılıyordu ki, ler üzerinde hakk-ı kazasını tatbikten mahrumdur. Böyle
bunların faizlerini de ödemek mümkün olamadı. En niha- bir devlete bittabi müstakil denilemez. Devletin ve mille-
kâr yerlerini çiğnediler, izmir'i, Bursa'yı, Eskişehir'i ta
tin hayatına vuku bulan müdahelât yalnız bu kadar de- Sakarya'ya kadar; sonra bütün Adana ve havalisini ve
ğil, daha fazla idi. Doğrudan doğruya milletin ihtiyacat-ı Trakya'yı, İstanbul'u, en aziz yerlerimizi çiğnediler. Fakat
hayatiyesinden olan, meselâ şimendifer yapmak için, me- düşmanların bu tarz-ı hareketinden daha elîm ve feci ve
selâ fabrika yapmak için, meselâ her şey yapmak için dev- daha çok şayan-ı teessüf olan bir nokta varsa, o da bu
let serbest değildi. Behemahal müdahele vardı. Binaena- memleketin asırlarca başında bulunan ve bu milletin ira-
leyh hayatını teminden menettirilen bir devlet müstakil de ve hâkimiyetini istimal eden insanların dahi düşman
olabilir mi? Arzettiğim gibi hakikatte devlet istiklâlini saflarına geçmiş olmasıdır. Ve arkadaşlar biliyorsunuz,
çoktan kaybetmişti ve Osmanlı ülkesi ecnebilerin serbest
bu düşmanlar yani dahilî düşmanlar, haricî düşmanların
bir müsta'meresinden başka bir şey değildi ve Osman-
yapmadığı ve yapmaya muktedir olamayacağı şenî ve fe-
lı halkı içindeki Türk milleti de tamamen esir bir vazi-
ci ef'al ve harekâtı irtikâpta tereddüt göstermemişlerdir.
yete getirilmişti. Bu netice arzettiğim gibi milletin kendi
Haricî düşman kuvvetleri, saydığım aziz vatan toprakla-
iradesine ve kendi hâkimiyetine mâlik bulunamamasın-
rında bulunurken, padişahın iradesiyle, çıkarttığı fetva-
dan ve bu irade ve hâkimiyetin şunun bunun elinde isti-
larla ve hilâfet ordularıyla bu masum millet şurada bu-
mal edilegelmiş olmasından neşet ediyor. O halde katiyet-
rada ıdlâl ve iğfal olunuyordu. Filhakika vatanımızın şu-
le diyebiliriz ki, biz millî bir devir yaşamıyorduk ve mil-
rasında burasında isyanlar başlamıştı. Zaten çoktan beri
lî bir tarihe mâlik bulunmuyorduk.
manen ve fiilen istiklâlinden mahrum edilmiş olan Os-
Meselâ, Osmanlı tarihi baştan nihayetine kadar ha- manlı Devleti'nin inkırazına muvaffakiyet hasıl olmuştu.
kanların, padişahların, şahısların, en nihayet zümrelerin Osmanlı Devleti tamamen münkariz olmuştu. Fakat
hal ve hareketini kaydeden bir destandan başka bir şey düşmanlarımız aynı zamanda Osmanlı Devleti'ni kuran
değildir. Mazinin, asırların elimize tarih diye uzattığı ki- Türk milletinin de, unsur-ı aslisinin de, bu memleketin ha-
tabın mahiyeti bundan ibarettir. Arkadaşlar, milletin hâ- kiki halkının da mahv ve muzmahil oldusunu zannetti-
kimiyetine sahip olmaması yüzünden dahil olduğu Harb-i ler. îşte bunda çok aldandılar. Osmanlı Devleti ve Os-
umumiden kıymetli evlatlarımızdan mürekkep kahraman manlı Devleti gibi çok devletler kurmuş olan Türk milleti
ordularımızın Galiçya'da, Romanya ve Makedonya'da, mahvolmamıştır. Bilakis hayatına vurulan bu darbeler-
Kafkas dağlarında, Sîna çöllerinde duçar olduğu zahmet- den, haricî düşmanların ve dahilî düşmanların bu acı ve
leri hatırlatmaya lüzum görülecek kadar çok zaman geç- nefret edilecek darbelerinden birdenbire bütün tayak-
memiştir ve en nihayet bu harb-i umumînin şeametli netice- kuzlarını, bütün intibahlarını takındı ve hayatını, şerefi-
si de cümlemizin malumudur. Bilhassa Mondros mütareke- ni, namusunu kurtarmak için kemal-i azimle başını kal-
siyle açılan mütareke devrinin manzarası, bir an için tek- dırdı; müttehiden ve mütesaniden ortaya atıldı.
rar düşünmüş olursanız göreceksiniz ki, baştan nihayete
işte milletimiz o dakikadan itibaren millî devreye
kadar bir manzara-i inhilâlden başka bir şey değildi. Dev-
girdi, halk devresinin mebdeine girdi. Millet bu metode-
letler her türlü uhûd ve hukuk-ı insaniye ve medeniyeden
den başladığı gün kendisini hedefe isal eden yolların ve
tecerrüt ederek memleketimizin en kıymetli ve en feyiz-
bizzat hedefin bulunduğu ufukların zulmetler içinde bu-
lunduğunu hepimiz hatırlarız. Fakat bu hal milletimizi
letin hukuk ve selâhiyeti iken asırlarca şunun ve bunun
yeise düşürmedi. Kemal-i azim ile mukaddes hedefe hat-
elinde kalmıştır. Artık bu hukuk ve selâhiyetin hiçbir se-
veleri attı. Efendiler, milletimiz halâs-ı kat'îye ve halâs-ı
bep ve suretle hiçbir makama ve şahsa terk ve tevdi olu-
hakikîye mazhar olabilmek için, iki umdeye istinadın
namayacağını kat'iyetle ifade etmek için bir madde-i mah-
farz ve şart olduğunu anladı; büyük ve bâriz kanaatlerle
susa koymuştur. Efendiler, milletimizin bu iki esasa İsti-
anladı. O umdelerden birincisi Mîsak-ı millînin ifade et-
naden çalışmaya başladığı günden bugüne kadar geçen
tiği ruh-ı mânâdır. İkincisi Teşkilât-ı esasiye kanunumu-
zaman, çok zaman değildir; üç buçuk dört seneden iba-
zun tesbit ettiği gayr-ı kabil-i tebdil hakayıktır. Biliyorsu-
rettir. Fakat milletimizin kazandığı muvaffakiyet, muzaf-
nuz ki Mîsak-ı millî, milletin istiklâl-i tammını temin eden
feriyet bu üç buçuk dört seneye sığamayacak kadar çok-
ve bunu temin edebilmek için iktisadiyatında inkişafına
tur, taşkındır, coşkundur, yüksektir, kuvvetlidir. Hakika-
mâni olan bütün sebepleri bir daha ve kat'iyen avdet et-
ten o irade-i seniyelerle, hilâfet ordularıyla ve bin türlü
memek üzere lağveden bir düsturdur. Teşkilât-ı esasiye
teşvikat ve tezviratla vukua getirilen isyanların kâffesi
kanunu da Osmanlı İmparatorluğu'nun, Osmanlı Devleti'
bastırılmıştır. Millet tüfeksiz, topsuz, her türlü malzeme-
nin öldüğünü idrak ve ifade ve onun yerine yeni Türkiye
siz ve parasız bulunduğu bir zamanda yeniden dünyanın
devletinin kaim olduğunu ilân eyleyen bir kanundur ve
en kuvvetli ve en muazzam ordusunu teşkile kudret-yâb
bu devletin hayatının da bilâ kayd u şart hâkimiyetin mil-
olmuştur. Ve bu ordu daha henüz hâl-i teşekkülde iken
letin uhdesinde kalmasıyla mümkün olacağını ifade eden
Birinci İnönü, İkinci İnönü, Sakarya meydan muharebe-
bir kanundur. Hâkimiyetin bilâ kayd u şart milletin uh-
lerini ve zaferlerini ihraz etmiştir. Ve en nihayet bütün
desinde kalabilmesi için, halkın bizzat kendi mukaddera-
cihanı hayretlerde bırakan, bütün cihanı ister istemez
tını idare etmesi esasını şart kılan bir kanundur. «Artık
takdirlere sevkeden en son muzafferiyeti kemal-i şiddet ve
Türkiye halkı için yegâne mümessil, teşriî ve icraî selâ-
muvaffakiyet ile ihraz ederek topraklarımızı ve mukad-
hiyeti haiz olan kendi meclisidir. Türkiye Büyük Millet
des vatanımızı çiğneyen düşman ordularım bire kadar
Meclisi'dir» diyen bir kanundur ve Bâb-ı âli hükümeti ye-
mahvetmiştir. Fakat efendiler, istiklâl-i tam için şu düs-
rine Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetini koyan bir
tur vardır. Hâkimiyet-i milliye için bir kanun vardır diyo-
kanundur.
ruz. Bugün de büyük bir muzafferiyetin âmilleri ve fail-
leri bulunduğumuzu ifade ediyorum. Bu noktada çok kati
Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve bunun
olan bir hakikati hep beraber tekrar etmek mecburiye-
hükümetinin milletten aldığı veçhile istiklâl-i tam ve bilâ
tindeyiz. Bu kadar büyük, bu kadar mukaddes ve azamet-
kayd u şart hâkimiyet-i milliye umdelerine istinaden mem-
li hedefler yalnız kâğıt üzerinde düsturlarla ve kanun
leketi mamur etmek ve milleti zengin, müreffeh ve me- maddeleriyle ve sadece hırslarla, arzularla husul bula-
sut etmekten ibarettir. Böyle olmakla beraber Teşkilât-ı maz. Tahakkuk-ı tammını temin edebilmek için yegâne
esasiye kanunu bir madde-i mahsusa ile meclisin vazife- kuvvet, hakiki en kuvvetli temel iktisadiyattır.
sini dahi tasrih eder. O vazaif ki, doğrudan doğruya mil-
Siyasî, askerî muzafferiyetler ne kadar büvük olur-
sa olsunlar, iktisadî muzafferiyetler ile tetviç edilemezler-
Halbuki bu vatan evlat ve ahfadımız için cennet yapılma-
se husule gelen zaferler pâyidar olamaz, az zamanda sö- ya lâyık, elyak bir vatandır, işte bu memleketi böyle ma-
ner. Bu itibarla en kuvvetli ve parlak zaferimizin dahi te- mure haline cennet haline getirecek olan, esbab ve avâ-
min edebildiği ve daha edebileceği semerât-ı nâfıayı tes- mil-i iktisadiye ve faaliyet-i iktisadiyedir. Binaenaleyh öy-
bit için iktisadiyatımızın, hâkimiyet-i iktisadiyetimizin le bir iktisat devri lâzımdır ki, artık milletimiz insanca ya-
temin ve tarsîn ve tevsii lâzımdır. Efendiler, bu kadar şamasını bilsin, insanca yaşamanın neye mütevakkıf oldu-
feyizli ve bu kadar kuvvetli olan yeni hükümetimizin, ğunu öğrensin ve o esbaba tevessül etsin. Cümlemizin ar-
düşmansız kalacağını farzetmek doğru değildir. Bu güzel zumuz şudur ki, bu memleketin efradı ellerinde niimune-
temellerin dahi içine kundak koyarak onu münhedim et- leriyle ziraatin, ticaretin, sanatın, sâ'yin, hayatın bir mü-
meye çalışacaklar olacaktır. Onun hayatına, feyzine karşı messili olsun. Ve artık bu memleket böyle fakir ve bu
suikastlar tertip etmeye teşebbüs edecekler bulunacak- millet hakîr değil, belki memleketimize zengin memleketi,
tır. Bütün bunlara karşı en kuvvetli silâhımız iktisadiyât- zenginler memleketi, bu yeni Türkiye'nin adına da çalış-
taki vüs'at, resânet ve muvaffakiyetimiz olacaktır. Efen- kanlar diyarı denilsin. İşte millet böyle bir devir içinde
diler, dahil olduğumuz halk devrinin, millî devrin, millî bulunuyor ve böyle bir devri ilâ edecektir. Ve böyle bir
tarihini dahi yazabilmek için kalemlerimiz sabanlar ola- devrin tarihini yazacaktır. Ve böyle bir devirde, böyle bir
caktır. Bence halk devri, iktisat devri mefhumu ile ifade tarihte en büyük makam, en büyük hak çalışkanlara ait
olunur. olacaktır. Efendiler, Türkiye iktisat Kongresi tarihte ilk
defa ihraz-ı mevki-i bülent edecek bir kongredir. Sizler
Öyle bir iktisat devri ki, onda memleketimiz mamur memleketin ihtiyacını ve milletin kabiliyetini ve bunun
olsun, milletimiz müreffeh olsun ve zengin olsun. Bu nok- karşısında bütün dünyada mevcut olan çok kuvvetli ikti-
tada bir felsefeyi size hatırlatayım : «El kanaatü kenzi lâ- sat teşkilâtını nazar-ı itibara alarak yapılması lâzım gelen
yüfnâ». Kanaati, kenzi lâyüfnâ farzetmek, fakrı fazilet tedbirleri ve tatbiki elzem olan bütün yenilikleri kemal-i
bilmek felsefesine de iktisat devri artık hitam versin. vuzuhla ifade etmelisiniz. Ta ki o tedbirler, o yenilikler
Efendiler, bu felsefeyi, mutlaka yanlış tefsir etmek tatbik olundukça memleketimiz feyizlere, nurlara müs-
yüzünden bu millete, bu memlekete çok büyük fenalık tağrak olsun. Arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi'
edilmiştir. Biliriz ki, Allah dünya üzerinde yarattığı bu niz ve hükümetiniz, tabiî milletin âmali dairesinde, terak-
kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri insanlar istifade et- kiye, teceddüde tamamen muhibdir. Tamamen taraftar-
sin, mütena'im olsun diye yaratmıştır ve azamî derecede dır. Bunun için memleket ve millete nâfi olarak ittihaz
müstefit olabilmek için de, bugün kâinattan esirgediği edeceğiniz tedabir kemal-i memnuniyetle nazar-ı dikkate
zekâyı, aklı insanlara vermiştir. Eğer vatan denilen şey alınacaktır. Buna şüphe etmiyorum. Efendiler, iktisadi-
kupkuru dağlardan, taşlardan, merzagî sahalardan, çıp- yat sahasında düşünürken ve konuşurken zannolunma-
lak ovalardan ve vatan, şehiı 1er, köylerden ibaret olsaydı, sın ki, biz ecnebi sermayesine hasım bulunuyoruz. Hayır,
onun zindandan hiçbir farkı olmazdı. Ve filhakika bu bizim memleketimiz vâsidir. Çok sa'y ve sermayeye ihti-
felsefenin sahipleri bu kıymetli vatanımızı böyle zindan yacımız vardır. Binaenaleyh kanunlarımıza riayetkâr ol-
ve cehennem yapmaktan başka bir şey yapmamışlardır.
mak şartıyle ecnebi sermayelerine lâzım gelen teminatı letin artık istiklâl-i tanımından ve hâkimiyet-i milliyesin-
vermeye her zaman hazırız ve şâyân-ı arzudur ki, ecnebi den zerre kadar fedakârlık yapamayacağını anlamamış-
sermayesi bizim sa'yimize ve servet-i sâbitemize inzimam lardır.
etsin. Bizim için ve onlar için faydalı neticeler versin; işte bunu anlayamamak yüzünden duçar-ı tereddüt
fakat eskisi gibi değil. Filhakika mazide ve bilhassa Tan- olmuşlar, duçar-ı tevakkuf olmuşlardır. Arkadaşlar, on-
zimat devrinden sonra, ecnebi sermayesi memlekette müs- lar istedikleri kadar tereddüt edebilirler. Fakat bu rhillet
tesna bir mevkie malik oldu. Ve ilmî mânâsıyla denebilir karar-ı kat'isini vermiştir. Bu millet için tereddüt devir-
ki, devlet ve hükümet ecnebi sermayesinin jandarmalığın- leri çoktan geçmiştir. Devletlerin heyet-i murahhasamıza
dan başka bir şey yapmamıştır. Artık her medenî devlet verdikleri son proje bittabi heyetimizce şayan-ı kabul gö-
gibi, millet gibi, yeni Türkiye dahi buna muvafakat ede- rülmedi. Diğer heyet-i murahhasalar gibi bizim heyet-i
mez. Burasını esir ülkesi yaptıramaz. murahhasamız da vaziyeti hükümete ve icap ederse mec-
lise arzetmek üzere memlekete avdet etmek üzeridir.
Arkadaşlar, son söz olarak demiştim ki, biz memle- Tabiî izahat ve istizahat olacaktır. Ancak bütün millet,
ketimizi artık esir ülkesi yapamayız. Belki cümlemizin bütün cihan bilsin ki, en nihayet millet istiklâl-i tammı-
nazar-ı dikkatini celbetmiş olan Lozan konferansının son mn temin edildiğini görmedikçe, yürümeye başladığı yol-
müzakeresi bu nokta ile alâkadardır. Konferansın, şim- da bir an tevakkuf etmeyecektir.
dilik ta'lika uğrayışı hep aynı meseleden, aynı noktadan
Efendiler, hiç kimseden fazla bir şey istemiyoruz.
münbaistir gibi telakki olunabilir. Ordularımız en büyük
Dünyanın her medenî milletinin tabiaten malik olduğu
bir zaferi ihraz etmişlerdi ve meşy-i muzaffernamesini
şeylerden bizi mahrum etmemelidirler ve haklarımızı
tevkif edecek hiçbir mâni mevcut değildi. Böyle bir za-
teslim etmelidirler. Çünkü hakkımız tabiîdir ve ne ka-
manda itilâf devletleri, hukuk-ı tabiîyemizi, hukuk-ı meş-
dar haklı isek bu hakkımızı müdafaa ve muhafaza için
ruamızı müzakeret ile dahi tasdik edeceklerini ve mesai- de memleketimizin, milletimizin kabiliyet ve kudreti o
lin müzakerât ile dahi hallolunacağını söylediler ve bizi kadardır. Efendiler, görülüyor ki, bu kadar kati ve yük-
konferansa davet ettiler. Milletimiz, meclisimiz ve hükü- sek bir zafer-i askerîden sonra dahi bizi sulha kavuşmak-
metimiz samimi olarak sulh taraftarı bulunduğu için, mu- tan meneden sebep doğrudan doğruya esbab-ı iktisadiye-
zaffer ordularımızı durdurdu ve heyet-i murahhasamızı dir. Mülâhazat-ı iktisadiyedir. Çünkü bu devlet, bu mil-
Lozan'a gönderdi. Aylardan beri müzakereler ve münaka- let hâkimiyet-i iktisadiyesini temin ederse, o kadar kuv-
şalar cereyan ediyor. Fakat henüz muhataplarımız bizim- vetli temel üzerinde yerleşmiş ve taali etmeye başlamış
le üç senelik, dört senelik bir hesab-ı rüyet etmiyorlar, olacaktır ve artık bunu yerinden kımıldatmak mümkün
üç yüz ve dört yüz senelik bir hesabı niyete başlamışlar- olamayacaktır, işte düşmanlarımızın hakiki düşmanları-
dır. Ve hâlâ muhataplarımız eski Osmanlı Devleti'nin ta- mızın muvafakat, bir türlü rıza göstermedikleri budur.
rihe intikal ettiğini ve bugün yeni Türkiye devletinin
Efendiler, bu fiilen vâki olmuştur. Sulh denilen
mevcut olduğunu ve bu Türkiye devletini kuran milletin
şeyin temini için ecnebilerin bu hakikati itiraf etme-
çok azimkâr ve celâdetli bir millet olduğunu ve bu mil-
mekteki tereddütlerine mantıkî mânâ vermek mümkün
değildir. Çok şâyân-ı arzudur ki, pek yakın bir zamanda
onlar da bu hakikati itiraf ederler ve bütün cihan-ı me- servetinden lüzumu kadar istifade edememeği bâis olur.
deniyetin pek büyük hâhiş ve tahassürle intizar ettiği Fakat bütün bunlar söylenildiği kadar basit ve kolay ol-
sulhun in'ikadına mâni olmak mesuliyetinden içtinap mayan şeylerdir. Bunda muvaffak olabilmek için hakika-
ederler. Biz şimdiden esbab-ı hayatiyemizi temine başla- ten memleketin ve milletin ihtiyacına mutabık esaslı
mış bulunuyoruz. Ve bittabi hal-i sulhun in'ikadmda da- program üzerinde bütün milletin müttehit ve hem-âhenk
ha büyük inkişafat oluyor. Fakat muvaffak olmak için olarak çalışması lâzımdır. Heyet-i aliyyeniz bu esasâtın
çok çalışmak lâzım olduğunu bilmeliyiz. İktisadiyat, di- en kıymetlilerini inşallah bulup ortaya koyacaksınız. Ar-
yoruz. Fakat arkadaşlar; iktisadiyat demek, her şey de- kadaşlar, bence yeni devletimizin, yeni hükümetimizin
mektir. Yaşamak için, mesut olmak için, mevcudiyet-i bütün esasları, bütün programları iktisat programından
insaniye için ne lâzımsa onların kâffesi demektir. Ziraat çıkmalıdır. Çünkü demin dediğim gibi her şey bunun
içinde mündemiçtir. Binaenaleyh evlâtlarımızı o suretle
demektir, ticaret demektir, sa'y demektir, her şey demek-
talim ve terbiye etmeliyiz, onlara o suretle ilim ve irfan
tir. Bütün bu hususatta el'an memleket ve milletimizin
vermeliyiz ki, âlem-i ticaret, ziraat ve sanatta ve bütün
ne halde olduğunu sizler çok güzel bilirsiniz. Tavsif et-
bunların faaliyet sahalarında müsmir olsunlar, müessir
mek istemeyeceğim. Ancak memleketimizin vüsati ve nü-
olsunlar, faal olsunlar, amelî bir uzuv olsunlar. Binaena-
fusumuzun bu vüsatle ne kadar gayr-ı mütenasip oldu-
leyh maarif programımız, gerek iptidaî tahsilde, gerek
ğunu da hatırlayınız. Bu vâsi ve feyizli topraklan işleye-
orta tahsilde verilecek bütün şeyler, bu nokta-i nazara
bilmek, işletebilmek için noksan olan el emeğini, behe-
göre olmalıdır. Maarif programlarımız gibi şuabat-ı dev-
mahal fennî âlât ile telâfi etmek mecburiyetindeyiz.
let için tasavvur olunacak programlar dahi, iktisat prog-
Memleketimizi bundan başka şimendifer ile ve üzerinde
ramına istinat etmekten kendini kurtaramazlar. Esaslı
otomobiller çalışır şoselerle şebeke haline getirmek mec-
bir program tatbik etmek ve bu program üzerinde bütün
buriyetindeyiz. Çünkü garbın ve cihanın vesaiti bunlar
milleti hem-âhenk olarak çalıştırmak lâzımdır.
oldukça, şimendiferler oldukça bunlara karşı merkepler
ve kağnı ile ve tabiî yollar üzerinde müsabakaya çıkış- Bizim halkımız menfaatleri yekdiğerinden ayrılır
manın imkânı yoktur. Memleketimiz ziraat memleketidir. sunuf halinde değil; bilâkis mevcudiyetleri ve muhassa-
Bu itibarla halkımızın ekseriyeti çiftçidir, çobandır. Bi- la-i mesaîsi yekdiğerine lâzım olan sınıflardan ibarettir.
naenaleyh en büyük kuvveti, kudreti bu sahada göstere- Bu dakikada samilerim çiftçilerdir, sanatkârlardır, tüc-
biliriz ve bu sahada mühim müsabaka meydanlarına atı- carlardır ve ameledir. Bunların hangisi yekdiğerinin
labiliriz. Fakat aynı zamanda sanatımızı da tezyid ve muarızı olabilir? Çiftçinin sanatkâra, sanatkârın çiftçiye
tevsi etmek mecburiyetindeyiz. Eğer sanat hususunda ve çiftçinin tüccara ve bunların hepsine, yekdiğerine ve
yine müsamahakâr olursak o halde âsâr-ı sanayide yine ameleye muhtaç olduğunu, kim inkâr edebilir?
haricin haraçgüzarı oluruz. Mahsulât ve mamulâtın mü- Bugün mevcut fabrikalanmızda ve daha çok olma-
badelâtı ve servete inkılâbı için, ticarete ihtiyacımız var- sını temenni ettiğimiz fabrikalarımızda kendi amelemiz
dır. Ticaretimizin ağyar elinde kalması, memleketimizin çalışmalıdır. Müreffeh ve memnun olarak çalışmalıdırlar
ve bütün bu saydığımız sınıflar aynı zamanda zengin ol-
malıdır ve hayatın lezzet-i hakikisini tadabilmelidir ki,
çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsin. Binaenaleyh
programdan bahsolunduğu zaman, âdeta denebilir ki, bü-
tün halk için bir «Sa'y mîsak-ı millîsi» dir. Ve böyle bir
sa'y mîsak-ı millîsi mâhiyetinde olan program etrafında
toplanmaktan hâsıl olacak olan şekl-i siyasî ise, alelâde
bir fırka mâhiyetinde tasavvur edilmemek lâzım gelir ve
badessulh vukua gelebilecek olan böyle bir şekl-i siyasî İKTİSADÎ TÜRKÇÜLÜK
şimdiye kadar olduğu gibi, milletin azim ve imanıyla ve
vahdet ve tesanüdünün birbirine müzahir olmasıyla mu- Türkler, en eski zamanlarda göçebe hayatı yaşıyor-
vaffak olacağı hakkındaki kanaatim kavîdir ve tamdır. lardı. Bu zamanlarda, Türk iktisadı çobanlık esasına
müstenitti. O zamanlarda, Türklerin bütün servetleri ko-
Efendiler, heyet-i aliyyenizin bugün akdetmiş oldu- yun, keçi, at, deve, öküz gibi hayvanlardan ve yedikleri
ğu Türkiye İktisat Kongresi çok mühimdir, çok tarihî- süt, yoğurt, peynir, tereyağı, kımız gibi hayvani mahsul-
dir. Nasıl ki Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi felâket lerden ibaretti. Giydikleri de bu hayvanların pöstekileri,
noktasına gelmiş olan bu milleti kurtarmak hususunda derileri, yünleri ve yapağıları idi. Göçebe Türklerin sa-
Misak-ı millî'nin ve Teşkilât-ı esasiye kanununun ilk te- nayii de hep hayvani mahsuller üzerinde işlerdi: Devele-
mel taşlarını tedarik hususunda âmil olmuş, müessir ol- rin ayağından «ayak» adı verilen kımız kadehleri, öküz-
muş, müteşebbis olmuş ve bundan dolayı tarihimizde, lerin oyluk kemiğinden kımız sürahileri yapılırdı. Hayva-
tarih-i millîmizde ve hayat-ı millîyemizde en kıymetli ve nın ne kemiği, ne boynuzu, ne bağırsağı, hülâsa hiçbir
yüksek hâtırayı ihraz etmiş ise, kongreniz dahi milletin şeyi atılmazdı. Her nescinden Türke mahsus bir sınaî ma
ve memleketin hayat ve halâs-ı hakikisini temine medar mule vücuda getirilirdi.
olacak düsturun temel taşlarını ve esaslarını ihzar edip
ortaya koymak suretiyle, tarihte en büyük nâmı ve çok Eski Türkler, ticarete de yabancı değildiler. İlhan-
kıymetli bir hâtırayı ihraz edecektir. Bu kadar kıymetli lık devirlerinde devletin en büyük vâridat menbaı, Çin'
ve tarihî kongrenizi küşat etmek şerefini bana bahşettiği- den Avrupa'ya ipek götüren ve Avrupa'dan Çin'e kadife
nizden dolayı hassaten arz-ı teşekkürât ederim. Ve bövle getiren Türk ticaret kervanlarıydı. O zaman Çin, Hind,
bir kongreyi akdeden sizlersiniz. Bundan dolayı sizi şâ- îran, Rusya ve Bizans arasındaki büyük ticaret yolları
yân-ı tebrik görürüm. Ve tebrik ederim. Kongre küşat tamamiyle Türklerin elinde idi. Mokan Han, îran'ın şima-
edilmiştir efendim. linden, Azerbaycan'dan ve Anadolu'dan, İstanbul'a doğru
giden bir yeni ticaret yolu açmak istedi. Fakat, İranlılar
(Atatürk'ün söylev ve demeçleri, II, Ankara 1959, s. 99-112.) bu teşebbüse mümanaat ettiler. Bıınun üzerine Mokan
Han, ipek yolunu temin için, Türk, Çin ve Bizans devlet-
leri arasında bir ittifak-ı müselles akdine çalıştı ve İran
Devleti'ni ya ortadan kaldırmağa, yahut beynelmilel tica-
ziyafetinde bütün beylerle halk tamamiyle yiyip içtikten
retin transit tarikıyla memleketinden geçmesi için zorla
sonra, Salur Kazan zevcesinin elinden tutarak sarayın-
irza etmeğe teşebbüs etti.
dan çıkardı, varı yoğu her ne varsa yağma edilmesini da-
Görülüyor ki, eski Türk ilhanlarının gayesi, Man- vetlilerden rica ederdi. Bu suretle yağmaya uğrayan Sa-
çurya'dan Macaristan'a kadar uzanan büyük Turan kıt'a- lur Kazan bir müddet sonra, yine Oğuz ilinin en zengin
smda yalnız siyasî bir emniyet husule getirmekten ibaret beyi olurdu.
değildi. Asya ve Avrupa milletleri arasında beynelmilel
bir ticaret ve mübadele teşkilâtı yapmayı da üzerlerine Türkler, mazide nail oldukları bu iktisadî refaha is-
almışlardı. tikbalde de mazhar olmalıdırlar. Hem de kazanılacak ser-
vetler, Salur Kazan'm zenginliği gibi umuma ait olmalı-
Eski Türklerin iktisada verdikleri ehemmiyeti il ad- dır. Türkler hürriyet ve istiklâli sevdikleri için, iştirakçi
larında bile görürüz: Şarkî Türkistan'da Tarancılar na- olamazlar. Fakat müsavat - perver olduklarından dolayı,
mı verilen ve garbî Türkistan'da Şartlar ismini alan iki il fertçi de kalamazlar. Türk harsına en uygun olan sistem
vardı. Bu adlardan birincisi «çiftçiler» ikincisi «tüccar- «solidarizm» yani tesanütçülüktür. Ferdî mülkiyet, içti-
lar» mânâsınadır. Kankılılar, Ağaçeriler, Tahtacılar, Man-
maî tesanüdle hâdim bulunmak şartıyla meşrudur. Sos-
dallar, Menteşler, Sürgüçler ilh... de birer sanat adını ta-
yalistlerin ve komünistlerin ferdî mülkiyeti ilgaya teşeb-
şımaktadırlar. Göktürklerin dedeleri «demirci» idi. Türk
büs etmeleri doğru değildir. Yalnız, içtimaî tesanüde hâ-
menkıbelerine göre, ilk çadırı yapan Türk Han'dır. İlk
dim olmayan ferdî mülkiyetler varsa, bunlar meşru sayı-
defa yemeklerde tuz kullanan Tavunk Han'dır. İlk araba-
lamaz. Bundan başka, mülkiyet yalnız ferdî olmak lâzım
yı yapan Kankıîı Bey'dir. Türkler, arabalarla seyahat et-
gelmez. Ferdî mülkiyet gibi, içtimaî mülkiyet de olmalı-
meye, ta İskitler devrinde başlamışlardır. Eski Türkler
dır. Cemiyetin bir fedakârlığı veya zahmeti neticesinde
gayet güzel elbiseler giymeyi, leziz yemekler yemeyi, ha-
husule gelen ve fertlerin hiçbir emeğinden hâsıl olma-
yatlarını ziyafetler ve düğünler arasında geçirmeyi sever-
yan fazla temettüler, cemiyete aittir.
lerdi. Bunun için de hiç boş durmazlar, iktisadî faaliyet-
lerle uğraşırlardı. Çok kazanırlar, çok sarfederlerdi. Fertlerin bu temettüleri kendilerine hasretmesi meş-
ru değildir. Fazla temettü lerin (plus - value) cemi-
Eski Türklerin misafirperverlikleri son dereceyi bul- yet namına toplanmasıyla husule gelecek büyük meblağ-
muştu. Dede Korkut Kitabı'nda Burla Hatun yaptığı umu- lar, cemiyet hesabına açılacak fabrikaların, tesis oluna-
mî bir ziyafetten bahsederken şu sözleri söylüyor: cak büyük çiftliklerin sermayesi olur. Bu umumî teşeb-
«Tepe gibi et yığdırdım. Göl gibi kımız sağdırdım. büslerden husule gelecek kazançlarla fakirler, öksüzler,
dullar, hastalar, kötiirümler, körler ve sağırlar için, hu-
Aç olanları doyurdum, çıplak olanları giydirdim. Borçlu-
susî melceler ve mektepler açılır; umumî bahçeler, mü-
ların borcunu verdim».
zeler, tiyatrolar, kütüphaneler tesis olunur. Ameleler ve
Bununla beraber, binlerce liraları yutan bu umumî köylüler için sıhhî evler inşa edilir. Memleket umumî bir
ziyafetler, Salur Kazan'm senede bir kere yaptığı «yağma elektrik şebekesi içine alınır. Hülâsa, her türlü sefalete
ziyafeti»ne nisbetle hiç hükmünde kalırdı. Salur Kazan'm
nihayet vererek umumun refahını temin için her ne lâ- masını intaç edecektir. İşte, bu iki müceddid kendi meni
zımsa yapılır. Hattâ, bu içtimaî servet kâfi miktara bâliğ leketleri için, birer hususî «millî iktisat» sistemi vücuda
olunca, halktan vergi almağa da ihtiyaç kalmaz. Hiç ol- getirerek, memleketlerinin büyük sanayie mâlik olması
mazsa vergilerin nevi ve miktarı azaltılabilir. için çalıştılar ve muvaffak da oldular. Bugün Amerika ile
Almanya büyük sanayi hususunda İngiltere ile boy ölçü-
Demek ki Türklerin içtimaî mefkûresi, ferdî mül-
şecek bir mertebeye yükselmişlerdir ve şimdi, onla/ da
kiyeti kaldırmaksızın, içtimaî servetleri fertlere gasbet-
İngiltere'nin açık kapı siyasetini takip ediyorlar. Fakat,
tirmemek, umumun menfaatine sarfetmek üzere, muha-
bu devre gelebilmeleri, senelerce millî iktisadın himaye
faza ve tenmiyesine çalışmaktır.
usullerini tatbik sayesinde olduğunu da pekâlâ biliyor-
Türklerin, bundan başka, bir de iktisadî mefkûresi lar.
vardır ki, memleketi büyük sanayie mazhar etmektir. Ba-
İşte Türk iktisatçılarının da ilk işi, evvelâ Türki-
zıları «memleketimiz bir ziraat yurdudur, biz ziraatçi bir
ye'nin iktisadî şe'niyetini tedkik ve sâniyen, bu objektif
millet kalmalıyız. Büyük sanayi ile uğraşmağa kalkışma-
tedkiklerden millî iktisadımız için ilmî ve esaslı bir prog-
malıyız» diyorlar ki asla doğru değildir. Filhakika, çiftçi-
ram vücuda getirmektir. Bu program vücuda geldikten
liği hiçbir zaman elden bırakacak değiliz, fakat, asrî bir
sonra, memleketimizde büyük sanayii vücuda getirmek
millet olmak istiyorsak, mutlaka büyük sanayie mâlik ol-
için her fert bu program dairesinde çalışmalı ve İktisat
mamız lâzımdır. Avrupa inkılâplarının en ehemmiyetlisi
Vekâleti de bu ferdî faaliyetlerin başında umumî bir nâ-
iktisadî inkılâptır, iktisadî inkılâp ise nahiye iktisadı ye-
zım vazifesini ifa etmelidir.
rine millet iktisadının ve küçük hırfetler yerine büyük sa-
nayiin ikame edilmesinden ibarettir. Millet iktisadı ve (Türkçülüğün esasları, Ankara 1339/1923, s. 160-1(19.)
büyük sanayi ise ancak himaye usulünün tatbikiyle hu-
sule gelebilir. Bu hususta, bize rehber olacak «millî ikti-
sat» nazariyeleridir. Amerika'da John Ray ve Almanya'da
Friedrich List, İngiltere'de Manchesterienlerin tesis ettik-
leri iktisadiyat ilminin, umumî ve beynelmilel bir ilim ol-
mayıp yalnız İngiltere'ye mahsus bir «millî iktisat» sis-
teminden ibaret olduğunu meydana koydular. İngiltere
büyük sanayi memleketi olduğu için, mamulâtını hârice
göndermeğe ve hariçten ibtidaî maddeler getirmeğe muh-
taçtır. Bu sebeple, İngiltere için faydalı olan yegâne usul,
gümrüklerin serbest olması kaidesi, yani «açık kapı» si-
yasetidir. Bu kaidenin İngiltere gibi büyük sanayie mâ-
lik olamamış olan milletler tarafından kabul edilmesi, ile-
lebed İngiltere gibi sınaî memleketlere iktisaden esir kal-
Fakat Yemen'i bu kadar büyük külfetlerle memlekete
merbut bulundurmaktaki lüzum ve hikmeti bir saniye
bile düşünmeğe lüzum görmez, halkı daha yüksek bir
hayat mücadelesi için teçhiz ettiği, memleketin muhtaç
olduğu maddî teçhizatı plan dairesinde vücuda getirfrıe-
İKTİSADÎ ESARETE KARŞI yi, gizli bir halde duran servetleri milletin istifadesi için
canlandırmayı düşünmez, düşünemezdi. Hiç uğraşmadan
1921 Londra konferansı esnasında, dostumuz Kont ceplerini doldurmayı düşünen ecnebi muhtekirinin men-
Sforza, bizim iktisadî istiklâl meselesinde sonuna kadar faatiyle eski imparatorluğun zihniyeti tamamiyle uygun
ısrar azminde olduğumuzu anlayınca, murahhaslarımıza düşüyordu.
hitaben şu sözleri söylemiştir: «Böyle yaparsanız bütün
âlemi aleyhinize çevirirsiniz. Arazi için harbetmenizi her- Son senelerde milletimiz pek derin inkılâp geçirdi.
kes anlar, fakat hiç iktisadî şartlar için harbedilir mi?» Bu inkılâbın neticeleri bugün çok şükür tamamiyle kök
tutmuş bulunuyor. Biz şimdi körü körüne «fazla arazi...»
Bu sözlerde sarîh bir mânâ vardır. Kont Sforza de- diye aklımızı kaybetmiyoruz. Yalnız millî, siyasî, iktisadî
mek istiyordu k i : «Arazi için döğüşünüz. İsterseniz top- birliğimiz için icap eden toprakları vatan addediyoruz.
raklarınızı tevsî ediniz. Fakat topraklarda iktisadî hâki- Diğer topraklar bize altın tepsi içinde uzatılsa, bugün biz
miyet, yani umumiyetle hâkimiyet meselesini işe karıştır- «hayır, istemiyoruz. Yabancı topraklarda boşu boşuna
mayınız. Bu hâkimiyet bizimdir. İktisaden bizim efendi- zabıta memurluğu etmekten bıktık. Sanat memleketi de-
liğimizi kabul etmezseniz hepimiz aleyhinize döneriz». ğiliz ki, oralara bir mahreç diye ihtiyaç duyalım. Biz yal-
nız öz vatanımızı isteriz» diyebilecek kadar idrak ve me-
Toprağın lafzen sahibi olmak, fakat mahsulü yaban-
tanet sahibiyiz. Fakat kendimizin addettiğimiz mahdut
cılara vermek, sahipler fiilen iktisadî esir mevkiinde bu-
ve muayyen topraklara tamamiyle sahip ve hâkim olmak
lunmak. .. Bizim lâyık görüldüğümüz akıbet işte bundan
isteriz. Bu hususta anladığımız hâkimiyet mefhumu, ken-
ibaretti. Bu tarzda bir tarz-ı tesviyeyi kabul edeceğimizi
di ihtiyaçlarımıza göre serbestçe bir iktisadî siyaset takip
bekliyorlardı. Çünkü eski Osmanlı İmparatorluğu'nun bu
etmekten, memleketin inkişafına hâdim çarelere, hiçbir
esas üzerine yaşadığını parlak tecrübeleri neticesinde bi-
nevi tehdidât tanımadan tevessül etmekten, halkımızı
liyorlardı. Eski imparatorluk, zahirî şevket ve tantana
daha mükemmel bir hayat mücadelesine, daha yüksek bir
üzerine müessesti. Vâsi araziye sahip olmak ve bütün
maîşet seviyesine çıkarmaktan ibarettir.
kuvveti bu araziyi cebren bir arada tutmak için sarfet-
mek bu şevket ve tantananın icabatındandı. Arazi mese- Bugün milletimizin en hassas olduğu nokta, şu nok-
lelerinde son derecede hassastı. Yemen'i imparatorluğa tadır : Bizim için, tam bir iktisadî istiklâl, en zengin ya-
merbut bulundurmak için bir buçuk, iki milyon Anadolu bancı araziye lafzen sahip olmaktan çok cazip bir şeydir.
yavrusunu israf etmekte bir dakika bile tereddüt etmezdi. Olur olmaz arazi meselelerinde harbi belki de bilâ-tered-
düt göze almayız. Aramızda bu hususta tereddüt göste-
Her şeyden evvel iktisadî esarete karşı mücadele etmiş
renler bulunabilir. Fakat iktisadî istiklâl meselesinde en olan Türk milleti, bundan sonra kimsenin boyunduruğu
şiddetli silâhlara müracaat etmekte bir saniye bile tered- altına giremez.
düt edecek bir Türk tasavvur edemeyiz. Hayır, kendi evi- Lozan'daki inkıtaı mucip olan sebepler en basit şek-
mizde bundan sonra kimsenin esiri olmayacağız. Hayatı, le irca edilince, hedefi bizi iktisaden esir mevkiinde bu-
ecnebilerin hizmetçisi veya mahmisi sıfatıyla sürünüp lundurmaktan ibaret olduğu görülür. Gerek iktisadî mad-
gitmekten ibaret diye telâkki etmeyeceğiz. Evimizin tam delerin, gerek ecnebilerin memleketimizdeki vaziyetine
mânâsıyla efendisi olacağız. Bu şart tahtında bizimle ait maddelerin hedefi budur. Bizim gözümüzü boyamak
dostluğa ve iktisadî münasebete girişmek isteyenlere bü- için bunların tali bir ehemmiyeti olduğunu söylüyorlar.
yük bir muhâlesetle elimizi uzatacağız, onlar sermayele- Mesele tâli bir mâhiyette ise neden bu kadar ısrar edi-
rini müsait iktisadî şerâit dairesinde işletmekten müste- yorlar? İstiklâle taalluk eden hususlarda sonuna kadar
fid olacak, biz memleketimizin şimendifer, yol, liman sa- ısrar göstermek bizim en tabiî vazifemizdir.
hibi olduğundan, tabiî servetlerinin hem sermaye sahiple-
rinin, hem de memleketin hayrı için işlediğinden dolayı (Vitklt, nr. 1853, 7 Şubat 1923 )
sevinecek ve istifade edeceğiz. Fakat topraklarımızda
herhangi bir mânâ ile bir inhisar, murakabe, tagallüb
emeli takip edenler, bütün milletimizi tamamiyle uyanık
ve en şiddetli mücadelelere hazır bir halde karşılarında
bulacaklardır. Bu gibilerle teşrik-i mesaî etmemekte so-
nuna kadar ısrar edeceğiz. Kendileri bizi yanlış anlamak-
tan ve ihtikâr hırsıyla yanlış hesaplara kapılmaktan mü-
tevellid hatalarını iş işten geçtikten sonra anlayacaklar
ve son pişmanlığın fayda vermediğini de öğreneceklerdir.

Karaağaç'tan vazgeçmek, Musul hakkında hususî


müzakerelere girişmek münferit bir tedbirdir. Büyük Mil-
let Meclisi hükümetinin selâhiyetini hâiz bir sulh heyet-i
murahhasası, sulh müzakereleri esnasında bu yolda tedbir-
lere müracaat edebilir. Fakat iktisadî istiklâlimizden en
küçük bir zerre bile terketmeğe ne sulh heyet-i murahha-
sasmın, ne Büyük Millet Meclisi'nin, ne de hiç kimsenin
selâhiyeti yoktur. Tam bir iktisadî istiklâl, bütün ciha-
nın tahakkümüne karşı en büyük fedakârlıklara girişen
Türk milletinin ve gelecek Türk nesillerinin hakkıdır. Bu
hak hiçbir surette, hiçbir derecede kabil-i ferâğ değildir.
Mustafa Kemal Paşanın mevkiinde bulunacak her-
hangi bir başkasının tabiî meyli bu memleketi emperya-
list bir kuvvet haline koymak ve yaldızlı hülyalara muka-
bil binnetice harabeye doğru sürüklemek olacaktı. Ciha-
nın vaziyetine nazaran emperyalizm vadisinde bizim için
IKTISADÎ ZAFER HAZıRLıĞı nâ-mahdut sergüzeşt cazibeleri vardır. Milletimiz emper-
yalizm istemiyor, sâkin bir dahilî inkişaf istiyor. Fakat
Rehber mevkiinde bulunanların vazifesi kendi di- kuvvetli birkaç rehber için emperyalizm sergüzeştlerine
mallarındaki sâbit bir fikri zorla umuma kabul ettirmek atılmak ve yavaş yavaş bunu milletin bir kısmına cazip
değildir. Memleketin ihtiyaçlarını sezmek ve bu ihtiyaç- göstermek işten bile değildir. Hariçte de bizi emperyalist
ların tahakkuku için delâlette bulunmaktır. Ortadaki ha- sergüzeştlere âlet etmek isteyenler çoktur. Ortada emper-
kiki vaziyet, hakiki imkânlar ve amelî ihtiyaçlarla telif yalizm havası eserse, mevki-i iktidarda bulunanlar nâ-mah-
kabul edemeyen birtakım sâbit ve hayalî fikirler arka- dut bir nüfuz sahibi olurlar, kanunun fevkinde keyfî bir
sında koşan rehberler bilâ-istisna hezimete uğramışlar- mevcudiyet geçirirler ve muntazam hükümet makinasını
dır. ihtiyaçları gören ve bunların husulünü hedef bilen hiçe sayarlar. En kuvvetli insanların bile zayıf damarla-
bir rehberi de mutlaka muvaffakiyet bekler. rı olduğu için bu yola mukavemet etmek güçtür.
Mustafa Kemal Paşa bu son nevi rehberliğin müşah- Mustafa Kemal Paşa en büyük kahramanlığını, nef-
hası olduğunu dün gösterdiği gibi, bugün de göstermeğe sini inzibat altında tutmak ve memleketin hakiki ihtiyaç
başlamıştır. Gazi Paşa'nın takip ettiği teceddüt ve teâli ve menfaatlerine tamamiyle mutî kılmak suretiyle gös-
programının mânâsını henüz pek çokları lâyıkıyla anlama- termiştir. Eğer Mustafa Kemal Paşa ikinci grupta bulu-
mışlardır. Fakat bu programın millî işlerimize ne kadar nan bazılarının zannettiği gibi şahsî ve keyfî kuvvet ve
müsmir bir inkişaf cereyanı vereceği az zamanda sâbit kudret arkasından koşsaydı, mutlaka emperyalizm yolu-
olacaktır. Böyle bir cereyanın tebellür etmeğe başlama- nu tutacak ve memleketin muntazam bir inkişaf geçirme-
sını hepimiz tabiî görüyoruz. Mütarekeden sonra husule sine hâil olacaktı. Halbuki Gazi Paşanın bil-fiil tuttuğu
yol, memleketi muntazam bir inkişafa mazhar etmekten
gelen ümitsiz vaziyetten bir defa kurtulmağa muvaffak
ve kanunu hâkim kılmaktan ibarettir. Şimdiye kadar sâ-
olunca, hiçbirimizde hayret etmek kabiliyeti kalmamış-
bit olmuştur ki, Mustafa Kemal Paşa samimi emellerle
tır. Her şey gözümüze tabiî görünüyor. Halbuki buna mü-
memleketi kurtarmak ve yükseltmekteki ulvî zevki cazip
masil vaziyetlerde muhtelif milletlerin geçirdiği tecrübe- buluyor, şahsî kudretteki yırtıcı, kirli zevki istihkar edi-
lere nazaran millî işlerimizin aldığı istikamet gayr-ı tabiî- yor. Bunun en yeni delili, millî iktisat kongresinde irad
dir. Müstakbel tarihimizin çok fena bir yol tutması pek edilen şâyân-ı dikkat iftitah nutkudur.
mümkündü.
Mustafa Kemal Paşanın son nutkunda çok derin ta-
rihî mânâlar vardır. Sulh meselesi muallakta bulunduğu
sırada başkumandanımızın kongre kürsüsünde biraz kılıç Mustafa Kemal Paşa harice karşı olan iktisadî prog-
şakırdatması beklenebilirdi. Bunun tamamiyle aksi vâki
ramımızı bir kelime ile izah ediyor. Bu programda hiçbir
olmuştur.
husumet mânâsı yoktur. Bilâkis her şey mütekabil men-
Mustafa Kemal Paşa yalnız kılıcıyla iş gören bir faate müstenit bir iştirak-i mesaî üzerine müessestir. Ec-
milletin sabanla çalışanlara terk-i mevki etmeğe mahkûm nebi sermayesine itimat telkin etmek ve her türlü makul
olduğunu Osmanlı müstevlilerinin sapan önünde mağlu- teminatı göstermek bizim için en tabiî bir menfaat me-
biyete uğradığını millî tealimizin tahakkuku için en bü- selesidir.
yük zımanın iktisat olduğunu, askerî zaferlerimizi ikti- Geçen gün de söylediğimiz gibi İktisat Kongresinin
sadî zaferlerle tetviç etmek lâzım geldiğini pek sarîh ve
bu sırada içtima etmesi bir hüsn-i tesadüftür. Bizi dünkü
kat'i kelimelerle söylemiştir.
vaziyette zannedenlere ve mevhum bir siyasî menfaate
En büyük millî rehberlerimizin milletin hayatını ve sarılıp kalacağımızı, hakiki iktisadî menfaatlerimizden
istikbalini bu suretle telâkki etmesi, âtimiz için en sâlim vazgeçeceğimize zâhip olanlara, Türk milleti tarafından
ümittir. Filhakika iktisadî teâli memleketin her derdi bu kongreye gösterilen ehemmiyet, en beliğ bir cevap
için deva değildir. Her istikametteki faaliyetlerin ilk şar- teşkil edecektir. Bizim iktisadî meselelerde mütekabil
tı bugünkü maddî sıkıntı ve zaruretin ber-taraf olmasıdır. menfaat esasından başka bir esas dairesinde bir sulh im-
Ancak bu sayede maîşet ve ihtiyacın seviyesi yüksele- za etmeğe razı olacağımızı zannedenler kendi kendilerini
cek, hayatımız maddeten daha cazip olacak, ümran, sıh- aldatıyorlar. Bunu belki de iş işten geçtikten sonra farke-
hat, maarif hususunda ileriye doğru gidebilecektir. Aynı deceklerdir.
zamanda siyasî hayatımızdaki dar husumet ve münaferet-
Yeni Türkiye'nin bütün kuvvetini iktisadî inkişafa
ler de bu sayede tahaffüf edecek, birbirlerine karşı her-
hasretmesi dahilî hayatımız nokta-i nazarında pek mühim
hangi bir ihtilâf halinde bulunanlar daha temiz, daha
bir şey olduğu gibi, haricî münasebetlerimizde de tesiri
müsmir, daha gayr-ı şahsî silâhlarla döğüşeceklerdir.
görülecektir. Emperyalist entrikalara kapılmağa ve giriş-
Ahlâk, içtimaî terakki, emniyet ve inzibat ile millî meğe müheyyâ bir Türkiye'nin dost ve düşmanları baş-
vüs'at-i maîşet arasında da pek sıkı bir münasebet vardır. ka, kendi haline göre çalışmaktan gayrı bir şey isteme-
yen, dünya yüzünde hakiki bir sulh ve sükûn âmili olma-
Bu takdirde hepimizin ilk hedefi, millî hayatımızın yı en cazip gaye bilen bir Türkiye'nin dost ve düşmanları
maddî şerâitini tanzim etmek ve yükselmekten ibarettir. yine başkadır. Kendi menfaatleri nokta-i nazarından ah-
İzmir İktisat Kongresi, bu yeni çığırın bir nevi med- vali anlamağa çalışarak muayyen bir vaziyet almak dev-
hali olduğu için Mustafa Kemal Paşa'nın iftitah nutkun- letlere ait bir şeydir. Millî mücadelemizin mânâsını ve
da dediği gibi millî reha ve teâli nokta-i nazarından Er- neticesini en iyi anlayan ve tahmin eden ecnebiler Fran-
zurum ve Sivas kongreleri ile hem-ayar tutulmağa lâyık- sızlar olmuştur. Bundan sonraya ait mesaîmizin hedef
tır. İzmir Kongresi yeni başlayan mesaî devresinin Er- ve mânâsını en iyi ihata edenlerin ve bize yol arkadaşı
zurum Kongresi demektir. olmayı kârlı ve istifadeli bulanların Fransızlar olması
beklenebilirdi. Dün her sevi
dostlarımız m a a t t e e s S S ^ ^ ^ v * " » »
set tutmuşlardır Birkar F r l ı 1 bir ^
takım m u L e k Î â n e L e n S T ^ T * ^

şarktaki devamh ve h â ^
t
daha ECNEBİ SERMAYESİ
W bulunuyorlar ^ ^ a h m o^teda
Iundugunu, bu Türkiye'nin iktisadî istiklâline riayet edd" Londra'daki müzakereler bugün, yarın bitecektir.
Üç devletin mütehassısları mukabil tekliflerimiz hakkın-
S d t m S ı ^ - T edeceğini' fakat — n daki nokta-i nazarlarını tesbit etmişlerdir. Şimdi murah-
îKtısadı menfaatler üzerinde ecnebi sermayesivle tesri t • haslar umumî bir celse akdederek elde edilen neticeleri
mesaiye ve bu sermayeye her türlü hürmeT ^ t u v et"; konuşacaklar ve sonra bize muayyen bir teklifte buluna-
f a k d i ^ r r h ^ â °,duğunu -emlekefen " v e caklardır. Bunun üzerine yeni bir münakaşa safhası açıl-
takdir edecek ve yeni inkişafa başlayan vaziyetten isdfa
deye muvaffak olacaktır? y lstIta" masına kuvvetli surette ihtimal verilebilir.

(Vakit, nr. 1865, 19 Şubat 1923 )


Bu yeni safhada tarafeynden biri, kimsenin malına
göz dikmeden dahilî inkişafıyla meşgul olmak isteyen, fa-
kat mukadderatına tam bir müstakil devlete yakışacak
surette serbestçe hâkim kalmakta musir olan milliyetper-
ver Türkiye'dir. Diğer taraf doğrudan doğruya beynelmi-
lel sermayedir.
Sulh müzakerelerinin ilk safhalarında karşımızda
siyasî gayeler takip eden, bize karşı kindar hisler besle-
yen devletler vardı. Bu gayelerden vazgeçilmedi, bu kin-
ler sönmedi. Fakat umumî sulh ihtiyacı az çok tesirini
gösterdi. Gizli emeller besleyen devletler, daha müsait
fırsatlara mütekarrib olmak üzere pusuya yattılar. Eski
kinler üzerine muvakkat bir perde gerildi. Şimdi karşı-
mızda hasım vaziyetinde duran kuvvet, beynelmilel ser-
mayeye ait muhtekirâne menfaatlerdir.
Bu kuvvetle bu haftalar içinde çarpışacağız, beynel-
milel sermaye eski imtiyazlı vaziyetine ait ne kurtarmak
mümkünse kurtarmak emelindedir. İstiklâl kalemizde
velev kuçuk olsun bir gedik açmağa uğraşıyor. Adlî te-
için ecnebilerin takip ettiği yol, iş becerebilen adamlara
minattan kasdedilen şey bundan ibarettir. Sonra bizi kü-
biraz bahşiş dağıtmaktan ibaretti. Bu tıpkı gümrükten
saden pürüzlü, berbat, kendisine yeniden esir olmağa mü-
mal kaçırmak için bir kolcuya bahşiş vermeğe, o kolcu-
«aıd bir vazıyette bulundurmak için elinden geleni^ yapa-
caktır Biz çok şükür tehlikeyi görüyoruz. Nereye kadar nun alacağı beş kuruşa mukabil memleketi beş bin lira-
gitmek caiz olduğunu aklımız pek iyi kesiyor. Bunun için lık bir menfaatten mahrum etmesine benzerdi.
ecnebi sermayesinin sulhun imzasından evvel tagallüb ve Meşrutiyet'ten sonra tedricî surette inkişaf ederf va-
tahakküm emelleriyle sarfedeceği son gayretlerden mağ- tanperverlik hisleri çok şükür yeni bir umumî ahlâk ibda
lup bir vaziyette çıkmayacağımızı ümit edebiliriz. etti. Artık umumî hayatımızda namus hal-i istisna değil-
dir, hâl-i tabiîdir. Ecnebilerden bahşiş alarak memleketin
Fakat iktisadî ve malî meselelerde ne kadar muvaf-
fakiyetle sulh imza edersek edelim, düşmanımızı ezmiş esaslı menfaatlerini ihlâl etmeğe müstait olanlar küçük ve
olmayacağız. Ecnebi sermayesi asıl faaliyetini ondan son- merdûd bir sınıf teşkil ederler. Bahşiş usulüyle eski tarz-
ra gösterecektir. Sulhun imzasına kadar beynelmilel ser- da iş görmeğe çalışacak ecnebiler, hatalarını pek çabuk
maye tahakküm ve tagallüb emellerinde ve eski imtiyaz- anlayacaklardır.
larından mümkün olduğu kadar çok bir kısım kurtarmak Maatteessüf iş bu kadarla bitmiyor. Ecnebi serma-
gayesinde müşterek bir kuvvet halinde bulunacak mütte- yesinin yapabileceği fenalık aramıza para saçarak 'bizi
b ı r c e P h e ^Şkil edecektir. >Fakat keseler ayrı olduğu
birbirimize geçirmekten ibaret değildir. Ortalığa pek çok
için, bu müşterek mücadeleden sonra her memleketin zehir de saçabilirler. Muayyen iktisadî işlerin yapılma-
sermayesi kendi hesabına ortaya atılacaktır. masında alâkadar devletler vardır. Muayyen işleri bizzat
istedikleri şartla yapmak, başkalarına yaptırmamak iste-
Ecnebi sermayesinin memleketimiz hakkında muay-
yenler eksik değildir. Gizliden gizliye bir inhisar vaziyeti
yen telakkileri vardır, öteye beriye biraz bahşiş dağıtmak
hazırlamaya çalışanlar da bulunacaktır. Bunlardan her
suretiyle her emellerine muvaffak olacaklarını zanneder-
biri bizim zayıf damarlarımıza basmak suretiyle propa-
ler; bu telakki eski imparatorluğun istibdad idevrinden
gandalar yapacaklardır, kısmen de şimdiden yapıyorlar.
ka mış bir mirastır. Müstebid bir saray idaresi, memle-
Para korkunç tve iğrenç bir şeydir. Muayyen bir iktisadî
keti mahdut şahısların nef'ine hâdim bir çiftlik diye te-
teşebbüsün husulüne can ii gönülden taraftar olanların
lakki eder ve herkesin soygunculuğa iştirak için her va-
veya muayyen bir şekilde tahakkukunda mahzurlar gö-
sıtaya müracaat etmesini mübah ve tabiî görür Böyle
renlerin pek çoğu çirkefe bulaşmamak için bir kenarda
bir devirde namus hal-i tabiî değildir, istisnadır. Hepimi-
durmayı tercih edeceklerdir. Meşrutiyet'in ilk senelerin-
zin hatınmızdadır. O devirde: «Filan adam ecnebi ser-
de eserleri görüldüğü gibi, bunun mantıkî neticesi mem-
mayedarlarının verdiği bahşişi kabul etmemiş, ecnebiler
leketin imarına ait faaliyetlerde akamet hâsıl etmekten
hayrette kalmış», diye namuskâr bir adamın pekrtabiî bir
ibarettir. Sonra hakiki bir âhenk ve itimat içinde çalış-
hareketinden müstesna bir kahramanlık diye bahsolu-
mağa, az zamanda çok iş görmeye muhtaç bulunduğu-
nurdu. Memleketimizde iktisadî menfaatler temin etmek
muz (bir zamanda, birbirimiz hakkında şüphe ve itimat-
sizlik beslemeye meyletmemiz de ayrıca feci bir tehlike
teşkil eder. Ecnebi sermayesiyle münasebete ait işlerin hiçbiri
gizli kapaklı olmamalıdır. Vakt ü zaman ile ilân edilerek
Düşmanımız sermayenin garip hassaları vardır. Tıp-
daha müsait şerâit gösterecek bir talip varsa, onun zuhu-
kı ateşe benzer, meydanı boş bulursa insafsızca her şeyi
runa meydan bırakılmalıdır. Her işte faydalı ve mah-
yakar, yutar, muhkem yapılmış bir ocak veya soba için-
zurlu cihetler keşfetmek mümkündür. Bütün mesele [han-
de tutuşturulursa pek hayırlı ve (faydalı bir şey olur. Biz
gi tarafın galip olduğundadır. işte efkâr-ı umumiye naza-
böyle hayırlı ve faydalı bir daire içinde faaliyette bulun-
rında bunun anlaşılması için lehte ve aleyhte noktalar
mak şartıyla ecnebi sermayesine çok muhtacız. Onsuz
açıkça ortaya konulmalı ve serbestçe münakaşa edilme-
yaşayamayız, nefes alamayız.
lidir. El altından tesir yapmak isteyen propagandalar
Bize çok fenalık edebilecek bir düşman olan serma- aleniyetten korkar ve kaçar. Bu propagandaların faaliyet
yeyi memleketimizi cennete çevirecek bir dosta tahvil et- imkânını mümkün olduğu kadar tahdit etmeliyiz. Birbi-
mek çaresi bizim elimizdedir. Sermaye kuvvetlidir. Biz rimiz hakkında kavî delillere müstenit olmadan şüpheye
bugünkü teçhizat ve teşkilâtımızla zayıfız. Kuvvetli ile düşmek ve bunu izhar etmek, ecnebi emellerine (bilme-
zayıf arasında, bir tarafın diğerine tahakkümünden baş- den âlet olmak demektir. Küçük bir bahşiş mukabilinde
ka bir tarz-ı münasebet kabil-i tasavvur değildir. Serma- memleketin büyük bir menfaatini satmak ithamı, en ağır
yede insaf, ahlâk, vicdan yoktur. Nereye kadar gitmesine bir ithamdır. Bir mebusumuzun sırf dedikoduya müste-
meydan bırakılırsa oraya gider. Zararını defederek ha- nit olarak iktisat Vekili Mahmud Esat Bey hakkında bu
yırlı cihetlerinden müstefit olmak için sermaye ile karşı- tarzda bir ithamda bulunması, sonra sözünün delile de-
laşmazdan evvel kendimizi biraz teçhiz ve takviye etmek- ğil, sımâa müstenit olduğunu itiraf etmesi, pek acı bir
ten; müsaviler arasında mevcut şekilde bir tarz-ı müna- şeydir. Böyle bir hareket namusun kadrini istihfaf etmek
sebet ihdas etmeğe çalışmaktan başka yol yoktur. demektir. Halbuki ecnebi sermayesiyle münasebetlere ait
tabiî pislikler içinde umumî hayatımızı temiz ve nezih
Şüphe ve vesveseyi kalkan diye kullanmak hiçbir bulundurabilmek için, namus meselesinde çok hassas ve
şeye yaramaz. Bu takdirde husule gelecek netice, her iş- çok hürmetkâr davranmamız İcap eder.
te aldanmak ihtimali olduğu için hiçbir işe girişmemek-
Diğer mühim bir nokta var: Şimdiki halimizde bize
ten ibarettir. Böyle bir yolu ancak her şeyden gafil ve ca-
tabiî bir düşman olan ecnebî sermayesini kıymetli bir
hil adamlar tutar. Bizim iktisadî gayemiz, mümkün ol- dost 'haline koyacak vaziyeti ihzar hususunda bizim bu-
duğu kadar az zamanda pek çok işler yaptırmak olmalı- günkü ihtisasımız kâfi değildir. En zayıf olduğumuz ihti-
dır. Hiçbir sermaye, ecnebi memlekette faaliyete giriş- sas şubesi cidden en güç ve nazik bir şube olan iktisadî
mek tehlikesini hayır maksadıyle göze almaz. Asıl olan meselelerdir. Zaafımızı ne kadar çabuk itiraf edersek, o
intifadır. Bu intifaı mütekabil ve meşrû bir surette temin kadar çabuk kurtuluruz. Bir an evvel bî-taraf memleket-
etmenin yolu, soğukkanla aranmalıdır. lere mensup namuslu mütehassıslar intihab etmeli ve
hizmetimize almalıyız. Düşmanımız sermayeyi az zaman-
da emin bir dost haline koyabilmek için bu muavenete
şiddetle muhtacız. Noksanımızı itiraf etmeyecek olursak,
yarınki iktisadî hayatımızın muhtaç olduğu salâbet, ıttı-
rad ve intizamı temin hususunda pek geç kalabiliriz.

(Vatan, nr. 2, 27 Mart 1923 )

TÜRKLERİN EN ZAYIF NOKTASI VE


EN KUVVETLİ NOKTASI

Dün ikindiden sonra yine Çınaraltı'na gittim. Meç-


hul filozof orada idi. Selâmdan, hal ve hatır soruşların-
dan sonra, bu suali sordum :

— Türkler hangi noktada çok kuvvetlidirler ve han-


gi noktada çok zayıftırlar? Buna dair fikirlerinizi lütfen
söyler misiniz?

— Türk milletinde ma'şerî vicdan çok kuvvetlidir;


bu hususta şâir şark milletlerine benzemez. Diğer şark
milletlerinde, henüz aşiret ve feodalizm teşkilâtı kalkma-
mıştır. Bu sebeple, onlarda yalnız zümrevî vicdanlar kuv-
vetlidir. Türklerde ise, aşiret ve feodalizm teşkilâtları kal-
madığı ve her Türk köyü Avrupa köyleri gibi bir «com-
mun» mahiyetinde bulunduğu için, umum millete şâmil
gayet kuvvetli bir ma'şerî vicdan vardır. Türkler, nice
defa harp ve felâket zamanlarında, bu ma'şerî vicdan sa-
yesinde, büyük kahramanlıklar ve fedakârlıklar göstere-
rek, cihan efkâr-ı âmmesinde muhterem bir mevki ka-
zanmışlardır. Türkleri askerlik hususunda birinci dere-
cede bir millet yapan işte, bu hasîsasıdır. Türklerin teh-
like zamanlarında daima bir rehberin arkasında birleşerek
harikalar göstermesi mümkündür. Hususiyle, bu rehber,
hem kahraman, hem de dâhi olduğunu fiiliyatıyle isbat
etmiş bulunursa, bütün millet, tamamiyle tereddütten ve
şüpheden âri olarak, her türlü tehlikelere onunla beraber
Fakat, taksim-i amalimizin henüz başlangıç devre-
atılmaktan çekinmez. Bu ruhî ve içtimaî kudret, Avrupa'-
sinde bulunması ve az miktarda bulunan mütehassısları-
nın en kudretli milletlerinde bile bu derecede kuvvetli
mıza da kâfi derecede kıymet vermeyerek en ziyade iş
değildir.
görecekleri mevkilerden uzaklaştırmamız, milletimizi te-
Tehlike ve harp anlarında daima Türk milletinin rakki sahasında daima yerinde sayar bir hale getirmiştir
mucizeler göstermesini bekleyebiliriz ve Türklerin hiçbir ve bu yolu takipte ısrar edersek, hiçbir zaman asrî bir
millette görülmeyen fedakârlıkları yapacağından emin millet olamayacağımızdan ve Avrupa medeniyeti câmia-
olabiliriz. Türk milletinin daima güvenebileceğimiz en sına giremeyeceğimizden emin olmalıyız.
esaslı kudreti budur.
Yine sordum:
Türklerin en zayıf noktasına gelince, bu da taksim-i
a'malinin kâfi derecede derinleşmemiş olmasından ibaret- — Bu milletin en büyük mefkûreleri nelerdir?
tir. Taksim-i a'mal, fertlerin mütehassıs olmasını ve yal-
nız mütehassıslara kıymet verilmesini icap ettirir. Bizde, Şu yolda cevap verdi:
şimdilik mütehassıslar azdır ve umumî malumat sahiple- — Bu milletin en büyük mefkûrelerini dört mefkû-
rine, hezar-fenlere daha çok kıymet veriliyor. îşte en za- rede icmal edebiliriz: 1) Milliyetçilik, 2) Halkçılık, 3)
yıf noktamız da budur. Bundan dolayıdır ki, en yüksek
Garp medeniyetçiliği, 4) Cumhuriyetçilik.
mefkûrelere doğru atıldığımız ve en cezrî inkılâpları yap-
mak cür'etini gösterdiğimiz halde, her işin mütehassısla- Türk milleti bu gayelere ulaşmak için ma'şerî vic-
rını bulamamak yüzünden, tatbikatta süratli ve hatasız dan kuvvetiyle neler yapmak mümkünse, hepsini yaptı.
olamıyoruz. Bu noktadaki eksikliğimizi itiraf ederek der- Fakat, yalnız ihtisaslar, taksim-i a'mal vc meslekî teşki-
hal çaresine tevessül etmeliyiz. Mütehassıs yetiştirmek lâtla yapılması lâzım gelen şeylere henüz başlamadı bile!
için Avrupa'ya çokça talebeler göndermemiz ve yetişmiş
Bu eksikliğimizi tamamlamağa çalışmak en büyük
mütehassıslarımız varsa, onlara dört elle sarılmamız lâ-
borcumuzdur. Bunun en süratli çaresi ve en kolay ted-
zımdır. Gustave Le Bon, başka bir filozoftan naklen di-
yor k i : «Fransa'nın birinci derecedeki elli mühendisi, elli biri, Avrupa'dan mütehassıslar getirtmektir. Ben, Avru-
kimyageri, elli mimarı, elli tabibi, elli ziraat-şinası, elli pa sermayesinin memleketimize girmesinden korkmadı-
erkân-ı harbi, elli hukukçusu, elli iktisatçısı, elli maliye- ğını gibi, Avrupa'nın siyasî mâhiyette olmayan hakiki mü-
cisi birdenbire vefat etseler, Fransız milleti bir an içinde tehassıslarına da tamamiyle güvenirim. Medeniyet beynel-
mahvolur fakat, ihtisasla alâkadar olmayan bütün idare milel olduğu gibi, onun mümessilleri olan hakiki mütehas-
heyeti bir an içinde, hayatı terketse, Fransız milleti bun- sısları da beynelmilel insanlardır. Meselâ, Pasteur'ün ke-
ların yerine daha iyilerini bularak, yine eskisi gibi yaşa-
şiflerinden bütün milletler fayda görmüşlerdir. Diğer bü-
makta devam edebilir.
tün kâşiflerin ve muhteri'leıin faydaları da, günden güne
Biz, ma'şerî vicdanımızın çok kuvvetli olması sebe- bütün medeniyet âlemine şâmil olmaktadır.
biyle, Avrupa'nın en kudretli milletlerinden biriyiz.
Ben yine sordum:
— Taksim-i a'mal bu kadar ehemmiyetli bir âmil Görülüyor ki, taksim-i a'mal, içtimaî tekâmülü iki
olduğuna göre, onun derinleşmesi büyük içtimaî değişme- büyük kısma ayıran en mühim bir âmildir, içtimaiyat
lere sebep olmak lâzımdı. Bu değişmeleri niçin görmüyo- ilmi, cemiyetleri, taksim-i a'malli olup olmamalarına gö-
ruz? re iki büyük cinse ayırmıştır:
t
Şöyle cevap verdi: 1) Kat'avî cemiyetler,

— Avrupa'da Röncsansla başlayan bütün inkılâp 2) Müteazzî cemiyetler.


lar, taksim-i a'malin cemiyet hayatında yeni bir âmil ola-
Bunlardan kat'avî cemiyetlerde yalnız müşterek vic-
rak tesire başlamasının tcibiî neticelerinden ibarettir. Me-
dan vardır. Henüz, taksim-i a'mal kâfi derecede vücuda
sela (Rönesans) medeniyette inkılâp olduğu gibi, (Re-
gelmemiştir. Müteazzî cemiyetlerde ise, ma'şerî vicdan-
f o r m ) dinde inkılâp, (Renovation) felsefede inkılâp, (Re-
dan başka, taksim-i a'mal ve onun neticesi olan ihtisas da
volution) siyasette inkılâp, (Feminizm) kadınlıkta inki-
teşekkül etmiştir. Yukarıda saydığımız inkılâplar millet-
lâp, (Sosyalizm) iktisatta inkılâp ve (îçtimaî terbiye)
lerin kat'avî cinsinden müteazzî cinsine geçtiği zamanın
terbiyede inkılâp demektir.
zarurî ve tabiî neticeleridir, işte, bugün Türkiye, bu mer-
Taksim-i a'malden evvel bu inkılâplara dair hiçbir halede bulunuyor. Düne kadar kat'avî bir cemiyettik. Bu-
ize tesadüf edilmezdi. O zaman, yalnız ma'şerî vicdandan günden itibaren müteazzî bir cemiyetiz. Şu kadar ki, bu
doğan ma'şerî müesseseler ve mefkûreler mevcut olabi- yeni hayatın henüz başlangıcındayız. Taksim-i amalde
lirdi. O zamanki insanlar yalnız ma'şerî vicdan ve ma' ileri gittikçe, yeni hayatta daha zengin olacağız ve gittik-
şerî şahsiyete mâliktiler. Ferdî vicdanla ferdî şahsiyet çe, daha ziyade müteazzî bir cemiyet oldukça, Avrupa mil-
henüz fertlerde teşekküle başlamamıştı. Fakat, taksim-i letlerine medeniyetçe de müsavi olacağız.
a'mal derinleştikten sonra, ibtida, meslekî vicdan, son-
ra da ferdî vicdan vücuda gelmeğe başladı. Ferdî vicdan, (Cumhuriyet, nr. 6, 12 Mayıs 1924 )
ferdin cemiyetteki din, ahlâk, hukuk, sanat, lisan, siya-
set, aile gibi müesseseleri kendine mahsus bir nüansla
görmesi, millî zemin üzerinde kendi ruhundan doğan na-
kışları işlemesi demektir. Ferdî şahsiyet sahibi, esaslar-
da kendi milletiyle mütesânid olmakla beraber, bunların
tefsirinde tamamiyle şahsîdir.

Taksim-i a'malden doğan bu yeni ruha ferdin istik-


lâli denilir ki, Avrupa'da bugünkü terbiyenin üç hedefin-
den biridir. Diğer iki hedef de, çocukların inzibatlı ve fe-
dakâr olarak yetiştirilmeleridir.
Filhakika, bizim memleketimizde tabiat zengin ol-
makla beraber, sermaye ve sa'y da yok değildir. Fakat
müteşebbislerimiz pek azdır. Ve onlar da küçük çapta-
dırlar. Biz ekseriya, memleketimizde sermaye yok, müte-
hassıs yok! diye şikâyet ederiz. Halbuki her şeyden ev-
vel, bizi iktisatta geri bırakan, büyük müteşebbislerimi-
zin yok olmasıdır. Müteşebbis alelâde çalışkan bir adam
TEŞKİLÂTÇILAR değil, herhangi bir sermaye sahibi de değil, «yaratıcı bir
adam»dır. Bu yaratıcı adamın yalnız bir kuvveti vardır:
Meçhul filozofa sordum : O da teşebbüste muvaffak olacağına pâyânsız bir iman ve
ümide mâlik olmasıdır. «İman ve ümit» bu ruhî kuvvet-
— Mademki Avrupa sermayesinden ve Avrupalı mü- ler yalnız iktisat sahasında değil, başka sahalarda da, bü-
tehassıslardan istifade edebiliriz; bunlardan başka biz- yük teşkilâtçılar vücuda getirmiştir.
de de az çok sermaye ve mütehassıs vardır, tabiî servet-
lerle rençber ve amelelerimizin çalışkanlığı ise her yer- Meselâ, başımızda Gazi Paşa gibi, İsmet Paşa gibi
den ziyadedir ve o halde ne için askerî ve siyasî hayatta büyük teşkilâtçılarımız olmasaydı, gösterdiğimiz askerî
olduğu gibi, iktisadî hayatta da büyük bir muvaffakiyet ve siyasî mucizeler, husule gelebilecek miydi? Hiç de
gösteremiyoruz? zannetmem. Millî müzemizi kendi başına yalnız bir teş-
kilâtçı sanatkârımız vücuda getirmedi mi? Hilâl-i ahnıer
Şu cevabı aldım : cemiyetinin bu kadar faydalı işler görebilmesi, başında-
ki teşkilâtçılar sayesinde değil midir? Bu teşkilâtçıların
— İktisadî muvaffakiyetlerin sırrı bu saydığınız
hepsinin yaratıcı olmaları, iman ve ümitlerinin pâyânsız
şeyler değildir.
ve lâ-yemut olmasının neticeleri değil midir? Şüphesiz
Vâkıa klasik iktisat kitapları, istihsal için yalnız üç Avrupa'da ve Amerika'da böyle teşkilâtçı ruhlar azdır.
âmil gösterir : Tabiat, sa'v, sermaye. Fakat, bence istih- Meselâ bir Mussolini'nin zuhuru İtalya'yı keşmekeşten
sal için bu üç âmil kâfi değildir. kurtardı. Bir Hung Stirner Fransızlara karşı menfî mu-
kavemetten âhenîn bir sed vücuda getirdi. Bir Lenin'in
Filhakika, bizde tabiat çok zengin. Sermayeyi ve teşkilâtçılığı Rusya'da yeni bir devletin esaslarını kur-
mütehassıslarla ameleleri de gerek hariçten ve gerek da- du. İmansız ve ümitsiz bir Wilson ise, cihan sahnesine çı-
hilden tedarik edebiliriz. İstihsal sahasında âmil mevcut kardığı prensiplere hayat veremedi. Çünkü evvelkilerde
olduğu halde, niçin hiçbir iş yapamıyoruz? Demek ki iman ve ümit olduğu halde, bu hasta ruhta, bu kuvvetle-
rin ikisi de mevcut değildi.
bunlardan başka, mühim bir âmil vardır ki, henüz o ek-
siktir. Âmillerin en ehemmiyetlisi olan bu dördüncü un- Hakiki imanla gerçekçi ümidin yaratıcı olmaları, bu
sur, «teşkilâtçılardır. İktisat sahasında bunlara «müte- iki kuvvetin istilâkâr bir hassaya mâlik bulunmaları sa-
yesindedir. Bu kuvvetler, iptida, bir ferdin ruhunda do-
şebbisler» adı verilir.
ğarlar. Fakat bir kere doğdular mı artık hiçbir kuvvet çtinkü memleketimizde «askerî iman» ve «siyasî
onları durduramaz, bir an içinde birçok ruhlara sirayet iman» eskiden beri terbiye edildiği halde, «iktisadî iman»
ederler, çok geçmeden, bütün'bir heyeti, bütün bir mil- henüz yeni başlamaktadır. Bizde, yalnız, ferdî menfaat
leti, bütün bir ümmeti, hattâ bütün bir medeniyet daire- duygularının, iktisadî bir intibah doğurabileceğini zanne-
sini istilâları altına alırlar. Peygamberler buna en vâzıh denler, hata ediyorlar. Dinî, ahlâkî, huhukî, siyasî, bediî,
misaller değil midir? Onlardaki iman ve ümit kuvvetleri lisanî ve felsefî intibahlar gibi, iktisadî intibah da yeni
değil midir ki, bugün hâlâ yüzlerce milyon insanları, ar- bir iman hamlesinin, yeni bir ümit hamlesinin feverânma
kalarında koşturuyor. muhtaçtır.
İnsanların, bazen şu gayelere, bazen de başka he-
Türkler pek yakında, bu ruhî kuvvetlerin askerî ve
deflere kıymet vermeleri, maşerî iman ve ümitlerindeki
siyasî feyizlerini gördüklerinden, bunların mucizevî tesir-
değişmelere tâbidir. Türk milletinin şimdiye kadar ikti-
lerini kabul için, tarihî vc içtimaî delillere muhtaç değil-
sadî bir mefkureleri yoktu. Bu asırda bir milletin hürri-
dirler.
yet ve istiklâlini temin eden, refah ve saadetini hazırla-
Fakat, bugün Türkleri şaşırtan da dünkü askerî ve yan ve namusunu kurtaran âmilin başlıca iktisadî muvaf-
siyasî mucizelerden sonra, bugün iktisat sahasında, değil fakiyetler olduğunu bilmiyordu.
mucize ve harikalar, hattâ en yabancı muvaffakiyetlere Bugün Türk milletinin ruhunda iki kuvvetli ima-
bile nâil olamamalarının sebebini bir türlü anlayama- nın tenebbüt etmeye başladığını görmekle müftehiriz. Bu
malarıdır. Evet, bu sahalardaki o büyük kudretin yanın- iki iman, terbiyevî imanla iktisadî imandır. Fakat, bun-
da, bu sahadaki iktidarsızlık nereden geliyor? Şüphesiz, lar henüz yeni filizlenmeye başladılar. Bu yeşil filizlerin
öteki sahalarda teşkilâtçılarımız mevcut olduğu halde, bu çok geçmeden şu kocaman çınar gibi Türk milletini re-
son sahada henüz bir teşkilatçımızın yetişmemesinden! fahlı gölgeleri altına alacağını göreceğiz.
Acaba iktisadî teşkilâtçılarımız zuhur ederlerse, ser- Türk miletinin ruhu, öyle yerinde sayan milletlerin
mayemizin ve tekniklerin bu fıkdanı devrinde ne iş ya- ruhu gibi kısır değildir. Türk milletinin ruhu, manevî bir
pabilirler? kimyahaneye benzer. Hangi his oraya girse ümide, han-
Bunlar evvelâ, anonim şirketler yahut kooperatifler gi fikir oraya dahil olsa imana münkalib olur, hangi ira-
tesis ederler. Mademki bunların iktisadî iman ve ümit- de oradan geçse mefkûre halini alır, hattâ diyebilirim
leri istilâî bir feyze mâliktir, bu tesisler üzerine umum ki, eğer âhir zaman dini İslâmiyet olmasaydı, yeni bir
halkın - vaktiyle, millî tehlike zamanında Gazi Paşa'nın dinin neşîmesi ancak Türk milletinin ruhu olabilirdi.
arkasından gittikleri gibi-büyük bir coşkunlukla, bu ik- Çünkü, Türk milletinin ruhunda o derecede coşkunluk ve
tisat gazilerinin de arkalarından koşacaklarına hiç şüp- taşkınlık vardır. Nasıl ki yeni bir ahlâkın, yeni bir huku-
he yoktur. Ondan sonra, sermaye ile teknisyenleri gerek kun, yeni bir sanatın beşikleri de ancak Türk milletinin
hariçte, gerek dahilde kolayca bulabilirler. ruhu olabilir. Çünkü, Türk'ün ma'şerî ruhu, o derece
feyizlidir.
— Fakat, neden memleketimizde bu iktisat gazileri
Ben ümit ediyorum ki, yakında bizde de iktisadın
henüz yetişmiyor? gazileri, o büyük yaratıcı teşkilâtçılar yani iktisadî mü-
teşebbisler yetişecektir. Gençlerimiz bir kere bunu ken-
dilerine en büyük gaye ittihaz etsinler, az zamanda mu-
vaffak olacaklarına eminim. Hiç şüphem yoktur ki, bu-
günkü Türk gençliği, hangi gayeleri istihdaf etse, az za-
manda hedefine vâsıl olur. Yalnız Türk gençlerine mille-
timizin hürriyet ve istiklâlini tamamlamak için terbiyevî
ve iktisadî mücahitler nâmıyla daha iki büyük mücahit
sınıfına muhtaç olduğumuzu ve bunları yetiştirmek için İKTİSADÎ ADEM-İ MERKEZİYET
de kalblerimizi terbiyevî imanla, iktisadî imana mukad-
des bir mabet yapmamız iktiza ettiğini bildirmemiz kâfi- Dün meçhul filozoftan iktisadî muvaffakiyetlerimi-
dir. Türk genci gayelerini bildikten sonra, onlara ulaş- zin askerî ve siyasî muzafferiyetlerimizle neden hem
makta gecikmez. âhenk gitmediğini sordum. Şu cevâbı verdi :

(Cumhuriyet, nr. 9, 15 Mayıs 1924) — İktisadî hayat, siyasî ve askerî 'hayatlara benze-
mez. Birincisi pek az ma'şerî vicdana taalluk eder. İkin-
cisi ise tamamiyle ondan kuvvetini alır. 'İktisadî hayatta
altının, elmasın, incinin, dantelanm, kürkün kıymetçe
yükseklikleri ma'şerî vicdanın onlara fazla kıymet ver-
mesinden ileri geliyor. Fakat ekmeğin, peynirin, etin, pa-
tatesin kıymetlerini fertlerin uzvî ihtiyaçları tayin edi-
yor. Evvelkilerin maddî faydaları olmadığı halde iktisadî
kıymetleri çok fazladır. İkincilerin iktisadî kıymetleri
maddî faydalarının neticeleridir. Demek ki, iktisadî ha-
yatın ekseri tecellileri maddeden doğuyor ve ona istinat
ediyor. Charles Gide'e göre, iktisadî faaliyetlerin temel-
leri maddî ihtiyaçlardır. Bana göre, bediî ihtiyaçları da
maddî ihtiyaçlara ilâve etmelidir. O zaman, iktisadî hadi-
seler refaha taalluk eden hadiselerdir, denilebilir. Altının,
elmasın, incinin, dantelanm, kürkün çok kıymetli olma-
ları bu şeylerin bediî güzellikleri dolayısıyledir. Bu bediî
kıymetler istisna edilirse, iktisadî hayatm ma'şerî hayatla
hiçbir alâkası yoktur. İktisadî tekâmül, meslekî teşkilât-
la, binaenaleyh taksim-i a'malle ve ihtisas zümrelerinin
teşekkül etmesiyle alâkadardır.
Memleketimizde taksim-i a'malin derinleşmesi, hü- âmme değil, velâyet-i meslekiye salahiyetdardır. Mesela,
kümetin elinde değildir. Taksim-i a'mal, içtimaî kesafetin avukatlara ait meseleleri «baro»nun hukukî velâyetine
çoğalması demek, nüfusun artması demektir. Nüfusun arzetmelidir. Tabibliğe ve eczacılığa müteallik maddeleri
artması, doğuş vasıtasıyle olduğu gibi, muhaceret jtarî- tabibler cemiyetinin velâyet-i tıbbiyesi halleder. Pedago-
kıyle de hâsıl olur. ji meselelerinin halli Darülfünun'la muallimler cemiyeti-
Hükümet muhaceret meselesine çok ehemmiyet ver- nin meslekî velâyetine muhtaçtır. Velâyeti, yalnız velâ-
mekle iki gaye takip ediyor. Birincisi, milletdaşlarımızı yet-i hassa ile velâyet-i âmmeden ibaret farzetmemelidir.
zâlimlerin elinden kurtarmak, ikincisi memleketimizde iç- Taksim-i a'malin ve ihtisasın derin bulunduğu bir mem-
timaî kesafeti arttırmak. Bugün hariçte, Balkan devletle- lekette meslekî velâyet de kuvvetli olur. Taksim-i a'mal
rinin zulmü altında bir milyondan ziyade Türk var. Bun- ve ihtisas kuvvetli bulunmayan yerlerde, ihtisasa muhtaç
ların anavatanda toplanmaları, milletimizin içtimaî hac- olan işlerin halli de velâyet-i âmmeye kalır. Halbuki velâ-
mini arttıracaktır. yet-i âmmeyi hâiz bulunan zatların bütün bu ihtisas işle-
rini bilmesi mümkün değildir. Her ihtisas dairesine ait
Hükümet diğer taraftan da şimendifer, banka, borsa bilgileri büyük ulemâlardan ve hezar-fenlerden ziyade,
gibi iktisadî âmiller vücuda getirmeğe çalışıyor. Bu âmil- mütehassısı bilir. Allâme her şeyi bilen demektir; hezar-
ler vücuda gelirse, iktisadî faaliyet kendi kendine inkişaf fen her şeyi yapan demektir. Bugün artık bunlara kimse
edecektir. Çünkü, ferdî uzviyetler maddî ihtiyaçlarının itimat etmiyor. Kıymet, yalnız az çok ihtisası bulunan
tatminini istiyorlar, ferdî ruhlar da refah istiyorlar, hat- kimseye veriliyor ve bunlara da ancak kendi ihtisasları
tâ bazen lüks bir hayat istiyorlar. îşte, iktisadî faaliye- dairesinde kıymet veriliyor. İhtisaslarının haricine çıkar-
tin âmilleri bunlardır. Hükümet, yalnız vasıtaları ihzar larsa, bunlara da artık kıymet verilmiyor. Bu hâlet de bir
edebilir. İktisadî hayatı inkişaf ettirecek taksim-i a'mal- terakki eseridir. Taksim-i a'malin vücudu tamamiyle in-
dir. Onu da vücuda getirecek hükümet değildir. O halde, kişaf etmeden evvel lüzumu anlaşılıyor. Taksim-i a'malin
iktisadî teşkilâtları kendi başına bırakmak mı lâzım? inkişafı, büyük şehirlerde nüfusun çoğalmasına ve mut-
Eğer bunlara hükümet müdahale edecekse, bu suale tasıl hareket etmesine mütevakkıf. Teessüf olunur ki, tak-
«evet!» diye cevap veririm. Dünyanın her tarafında, ikti- sim-i a'mal hükümetin elinde değil. Fakat muhacir cel-
sadî hayat, siyasî hayata «gölge etme, başka ihsan iste- biyle, izdivacın teşvikiyle ve doğan çocukların hıfzıssıh-
mem» demektedir. haya istinaden yaşamalarının teminiyle nüfus üzerinde
Sosyolojinin (hakiki müessisi olan Durkheim «Ben müessir olabilir. Yollar, şimendiferler, bankalar, borsa-
bütün diğer sahalarda merkezciyim. Yalnız iktisadî saha- lar yapmakla iktisadî hayatın mecralarını hazırlamış
da adem-i merkeziyetçiyim» diyor. Buradaki adem-i mer- olur.
keziyetten maksat, hükümetin iktisadî işlerde merkez ol- Bu sözlerden, bizde «hükümet iktisadî işlere hiç
mamasıdır. müdahale etmesin» mânâsını çıkarmamalı. Ben, bilâkis
Görülüyor ki, iktisadî işler velâyet-i âmmenin hükümetin bir «millî iktisat» programına mâlik olmasını
kolayca halledebileceği işler değil. Bu işlerde velâyet-i son derece lüzumlu görenlerdenim.
O halde, «iktisadî adem-i merkeziyet»ten maksadı-
nız nedir? Hükümetin iktisadî işlerde de merkez olma-
masını niçin istemiyorsunuz? Çünkü, bugünkü günde her
devletin memurları hep siyasî kuvvetler tarafından iş ba-
şına getirilmiş siyaset adamlarıdır. Siyaset adamlarının
ise, mutlaka hepsi iktisat mütehassısı değildir. Charles
ECNEBİ SERMAYESİ
Gide diyor k i : «Bulgaristan'dan daha büyük şirketlerin
bir saat gibi intizamla işlemesi, şirketlerin siyasî memur-
Dün yine meçhul filozofla konuştuk. Ona sordum:
lar tarafından idare edilmeyip, iktisatçı memurlar tarafın-
dan idare edilmesindendir. O halde bir devletin idaresi — Bazı kimseler ecnebi sermayesinin memleketimi-
iktisatçı memurlar tarafından yapılabilmiş olsaydı, o ze girmesinden sakınıyorlar. Bu hususta fikriniz nedir?
devlet de iktisat işlerinde tamamiyle muvaffak olurdu.
Fakat maatteessüf, bugün bütün devletlerin memurları Şu yolda cevap verdi:
siyasî memurlardır. Bütün iktisadî işleri yalnız iktisat
— Sermayenin bir memleketten çıkıp diğer memle-
mütehassısları tarafından idare olunan bir devlet vücu-
kete girmesi, kanın bir uzviyetten alınıp başka bir uzvi-
da geldiği gün «Devlet iktisat işlerine karışmamalı» kai-
yete nakledilmesi gibidir. Sermaye, bir ülkenin iktisadî
desi ortadan kalkar. Çünkü, devlet iktisatça sela'hiyet sa-
kanı mesabesindendir. Sermayesiz bir memleket, kansız
hibi olan ellerde bulundukça, iktisadî işlere karışabilir.
bir vücuttan farksızdır. Bir vücuda iktisadî bir «nakl-i
Fakat, bugünkü gibi bütün işler siyasî memurların elin-
dem» ameliyesi yapabilmek için, başka memleketlerin ik-
de iken karışamaz.
tisadî kanına yani sermayesine müracaat ihtiyacındayız.
(Cumhuriyet, nr. 83, 31 Temmuz 1924 ) Benim itikadımca, Cihan harbinden beri iktisadî za'fü'd-
deme uğrayan vatanımızın kansız kalan damarlarına ec-
nebi sermayesi aşılanmasıyla, bu sevgili vatan yeni bir
hayata nâil olacaktır.

Ben itiraz ettim:

— Ecnebi sermayesinin hiçbir mahzuru yok mu-


dur?
— Vardır. Eğer siyasî şartlarla memleketimize gir-
mek istiyorsa! Bugün böyle şartları kabul edebilecek bir
Türk hükümeti yoktur. Sermayenin, menşe'leri olan hü-
kümetlere tâbi anonim şirketler halinde gelmesi doğru
değildir. Memleketimizde iş görecek bütün anonim şirket- sim-i a'mal hâhiyetinde değildi. Çünkü, bu milliyetler
ler, birer Türk şirketi olmalıdırlar. arasında müşterek bir vicdan yoktu. Onlarla mütekabil
bir tufeylîlik halinde idik.
Evvelleri ecnebi sermayesinin bir mahzuru da «ka-
Bugün Avrupa ve Amerika milletleriyle de müşte-
pitülasyon» lardı. Bugün kapitülasyonlar yoktur ki, ser-
rek vicdanımız yok. Binaenaleyh, onlarla da aramızda
mayenin muzır bir şekle girmesine bâis olabilsin. O hal-
bulunan mübadeleler, beynelmilel bir taksim-i amalin te-
de, ecnebi sermayeden korkmayalım. O, harap memleke-
cellileri değildir. Onlar bizim iktisadî tufeylîlerimizdirler,
timize girerse, feyizli bulutlar gibi, memleketimizi iktisa-
biz de onların içtimaî tufeylileriyiz.
den ıska ve ihya edecektir.
Görülüyor ki, ecnebi sermaye, memleketimize tu-
Filhakika, ecnebi sermaye bir tufeyli mahiyetinde- feylî halinde girecektir. Şu kadar var ki, patolojik değil,
dir. Uzvî tufeyliler gibi, içtimaî ve iktisadî tufeyliler de normal bir tufeylî halinde girecektir. Fakat, o bizim tu-
vardır. Fakat onlara karşı biz de tufeyliyiz. Memleketi- feylimiz olduğu kadar, biz de onun tufeylisi olacağız.
miz ecnebi sermayelerle «karşılıklı tufeylîlik» rolünü oy-
namaktadır. Bazı nebatlar, bazı ibtidaî hayvanlarla birle- Şevket-i Buhari bir beytinde şöyle diyor: «Ey asma!
şerek, birbirinin tufeylisi olurlar. Bu hale teayüş-symbiose Sen susuzluktan yamyorsun; ben de humârın esiriyim.
denilir. îki taraf birbirini iaşe ederek beraberce yaşarlar. Ben sana su vereyim, sen de bana şarap ver!» ( ' ) .
Tufeylî, daima muzır bir mahluk değildir. Tarih-i tabiînin Ecnebi sermayesinin memleketimizde yaptığı hiz-
beyanına göre, kanını emdiği nebat yahut hayvana fay- metlere bir nümune göstereyim:
dalı bir hizmette bulunan tufeyliler de vardır. Bu hale Drama ve Serez muhacirleri memleketimize gelince,
Durkheim tarafından «mütekabil tufeylîlik» adı veriliyor. hükümet para vermek için davranmadan evvel, onlara
tütün tüccarları para verdiler. Hepsi tütün ekicisi olan
Mütekabil tufeylîlikler, birbirine muzır değildirler.
bu muhacirler, tütün tüccarlarının yardımıyle bu sene
Çünkü her biri yaptığı hizmetin bedelini alıyor. Bu kabîl
çok tütün ektiler. Tabiî ecnebi sermayesi, tütüncü muha-
tufeylîlikler normaldir; marazî değildirler.
cirlere yalnız onların menfaati için bu paraları vermedi.
Durkheim'a göre, millî olmayan ve beynelmilel olan Bilhassa kendi menfaati için verdi. Sene nihayetinde bu
bir taksim-i a'mal da «mütekabil tufeylîlik» mahiyetin- avanslara mukabil başka tüccarlardan daha ucuz tütün
dedir ve normaldir. Çünkü bunda da «karşılıklı hizmet» satın alacaktır.
vardır. Tütüncüler, tütün şirketlerinden yani ecnebi serma-
Durkheim'a göre bu hizmet mübadelesinin «taksim-i yeden istedikleri kadar avans aldılar. Bu para ile derfıal
a'mal» mâhiyetinde olması için hizmetlerini mübadele tütün ekmeğe başladılar. Ellerinde avuçlarında ne varsa
Yunanlılar tarafından gasbolunan bu namuslu tütün çift-
edenler arasında müşterek bir vicdan bulunması şarttır.
Meselâ, eski Türkiye'de müteaddit milliyetler beraber ya- (1) Ey tâk men esîr-i humâr u tu tegne-leb
şıyorlardı. Bunlar arasındaki hizmet mübadeleleri tak- Âbi ki mîhorî avzo şerâb dih
çileri, hükümetin yardımından evvel, ecnebi sermayesi ile
birleşerek tütün ekinlerini ektiler. Bu çiftçiler şimdi de
isteseler, tütün tüccarlarından istedikleri kadar para ala-
bilirler. Gelecek sene, çiftçi bu avansın tamamını, yahut
bir kısmını öder veyahut yeniden avans alır.
Falih Rıfkı [Atay] /
Tütün şirketlerinin muhacirlere yaptıkları ikinci
hizmet de, nefis tütün yetiştirmesini bilmeyen köylere
fennî mütehassıslar göndererek, tütünün fennî usulde BOLU'DA NELER GÖRDÜM
ekilmesini, biçilmesini, terbiye edilmesini öğretmektir. — Yollar —
Tütün şirketleri bu işi de yapıyorlar. Bolu vilâyeti orman ve tütün memleketidir ve Koca-
eli gibi, Anadolu'nun yeşil cennetlerinden biridir.
Vâkıa, şirketler bu hizmetleri de sırf kendi menfaat-
leri için yapıyorlar. Bize müfid olduktan sonra varsın Adapazarı'ndan tâ Gerede'ye kadar bir şose harabe-
kendileri de müstefid olsunlar. Adalet bunu iktiza etmez si, vilayetin beş kazasından üçüne uğrayarak geçer. Diğer
mi? ikisi, Mudurnu ve Göynük kazaları, Bolu kasabasından
Memleketimiz, eski zamanlarında, ecnebi sermaye- Geyve istikametinde Anadolu hattına doğru giden başka
den çok istifade etmiştir. bir yol üstündedir.
Memleketimizi şimendiferlerle donatan ecnebi ser- Düzce'den Gerede'ye kadar, bir köyden öbür köyü
mayeleri değil midir? Biz bugün, onları istersek satın bi- görürsünüz, nüfus o kadar mütekâsiftir. Meşhur Çerkeş
le alabiliriz. Bankalar, borsalar, sigorta müesseseleri hep ve Abaza köyleri Bolu dağının eteklerinde nihayet bulur.
ecnebi sermayesiyle husule gelmiş değil midirler? Düzce müstesna olmak üzere vilayette çiftçilik az-
dır. Hele Bolu ve Gerede kazaları ormancılıkla yaşar.
Ecnebi sermayeleri, memleketimize hariçten giren
Onun için Bolu vilayetinin iki büyük meselesi vardır : Yol
bir elektrik cereyanı gibidir. Bu cereyandan çıkarılacak
ve orman!
ziya, hararet ve hareket nasıl memleketi imar edebilirse,
ecnebi sermayeleri de öylece imar edebilir. Memleketin belki hiçbir tarafında halk, derdini ve
dermanını Bolu ahalisinden daha iyi bilmez. En cahil
«Ecnebi sermayeler geliyor!» derlerse, «hoş geldiler, köylüden yüksek tabakaya kadar bütün sınıflarla birkaç
safa geldiler» demeliyiz. Millî sermayelerimiz çoğalıncaya dakika konuşunuz : Yol ve orman işlerine dair sâbit ve
kadar memleketimize ecnebi sermayeler gelsinler, millî muayyen fikirler işitirsiniz.
teknisyenlerimiz yetişinceye kadar, ecnebi teknisyenler de
Halk her tarafta çalışkan ve uyanıktır. Buluştuğu-
gelsinler. Bunlar, ikisi beraber çalışarak memleketimizi
muz müntehab-ı sâniler bizimle o kadar samimi, o kadar
imar etsinler. Biz şimdilik tek başımıza, ne ferden, ne de
açık ve hareketli münakaşalarda bulundular ki, hayrette
hükümetçe bu işi başaramayacağız.
kaldım. İçlerinde iskemle üstüne çıkarak, tıpkı intihabat
(Cumhuriyet, nr. 112, 29 Ağustos 1924) hatipleri gibi, istedikleri ve istemedikleri şeyleri bağıra
bağıra söyleyen ihtiyar köylüler vardı.
— Üç yüz altıdan beri bu köydeyim, geçen seneki
Halkı müsbet işlerden ve bilhassa kendi işlerinden gibi sıkıntı çekmedim. Nah şurada geçen yıl bir kadın ara-
başka bahislerin alâkadar etmediğini gördüm. Hilâfet ve badan düşüp çamurda boğuldu.
medrese kelimelerini İstanbul'da bırakmıştım; yine İs-
Kışın yol müşkilâtı sebebiyle, vilayet merkezinde
tanbul'da buldum. Tekrar kani oldum ki, gündelik gazete
ve kazalarda hayat iki misli pahalı olur. Son günlerdeki
politikası ancak işsizlerin ve âvârelerin sanatıdır.
yağmurlardan bile Düzce ile Adapazarı'nda mısırın fiâtı
Takriben yüz seksen kilometrelik şose tâ üç yüz iki âdeta yarı yarıya farketti.
senesinden beri tamamlanmamıştır. Osmanlı saltanatının
— Derdiniz nedir, ne istiyorsunuz?
hükümetleri Bolu vilayetinde senede beş kilometre yürü-
selerdi, Anadolu'nun bu güzel toprağı on misli zengin ola- — Yol!
caktı.
Herkesten alacağınız cevap birdir. Dahası var: Yo-
Bunca müşkilâta rağmen, ana yol bir İstanbul cad- lumuzu bize yaptırınız, diyorlar. Nitekim bugünkü yolla-
desi kadar işlektir. Hattâ vaktiyle ahali arasında şu fık- rı da kendileri yapmışlardır. Hırsız olan İsmail Kemal'in
ra nakledilirmiş : Ayağını toprağa basmadan Adapazarı' ismi, sırf ahaliye zorla yaptırdığı yol inşaatı sebebiyle,
na gideceğini söyleyen bir adam, arabadan arabaya at- halk arasında muhteremdir.
layarak yeminini tutabilmiş.
— Kemal Bey başlamışıdı. Kemal Bey yapmışıdı.
Adapazarı'ndan yola çıktığınız vakit, şurada bir ayı
Kemal Bey'in eseridir.
kafilesine, ötede bir kurt sürüsüne rastgeleceksiniz tar-
zında, korkunç birtakım güzergâhlar haber verilir: Bağ- Her yerde bu nakaratı duyarsınız. Halk rehber ve
basan, Çatalköprüler, Nuhviran boğazı gibi! Kuru hava- iş istiyor. Gezdiğimiz kazalarda âdeta ârâ-yı umumiyeye
da sırf köprüsüzlük yüzünden Bağbasan suyunu geçmek müracaat ettik:
bir gailedir. Bazen, eğer arabanızın tekerleği biraz yana
— Hepiniz kendi yollarınızı kendiniz yapmağa ta-
kaymışsa, çukura saplanırsınız; köylerden manda kirala-
raftar mısınız?
maksızın karşıya çıkamazsınız. Nuhviran, toprağının ber-
batlığıyle meşhurdur. Çamur oldu mu geçmek ihtimali — Evet!
yoktur. Hafif yaz yağmurlarında bile bütün kasabalar cevabını verdiler «ve sizden başka şey istemiyoruz» de-
ahalisi birbirlerine sorar: diler.
Ada'ya gelirken bunun canlı bir misaline rastgeldik.
«Acaba toprak oynadı mı?»
Vilayetin iskelesi Akçaşehir'dir. Onun yolu da bir türlü
Bağbasan köprüsü yapılırsa, Çatalköprüler bozulur; tayin edilmemiştir. Geçen sene Akçaşehirliler mahsurdu,
şose üzerinde, mutlaka, kışın vilayeti mahsur bir halde bı- ihracat olmamıştı. Bu sene yine havale hikâyeleri yüzün-
rakan mânialar vardır. den aynı akıbete uğrayacaklarını hisseden Akçaşehirli-
Kendi ismindeki köyün ihtiyar babası, Muhacir İb- ler kazmalarını, küreklerini omuzlarına vurarak, âdeta
rahim Ağa, bize dedi k i :
bir huruç halinde kasabadan dışarı uğramışlar, kendi
yollarını bizzat tamire teşebbüs etmişlerdir. Adapazarı'ndan İstanbul'a şimendiferlerle gelen yü-
kün fiatı, az çok farkla karadan yedi günde Adapazarı'na
Nafıa Vekâleti «bu asırda cahil ahali yol yapamaz»
nakledilen yükün fiatına müsavidir: Manda arabasında
diyormuş. Gûyâ vekâletin fennî muavenetinden halk istiğ-
okkası yüz para, şimendiferde kilosu altmış para!
na ediyormuş gibi! Gûyâ kendi mühendislerinin ve mü-
teahhidlerinin yaptığı yol iyi imiş gibi! Yeni bitmiş bir Çamurda boğulan kadınlar, yıkık köprülerden aşşığı
şose parçası için ihtiyar köylünün tenkidini dinledim. sarkıp bilekleri kırılan hayvanlar, sulara batan, çamu-
Eğer elimde hüküm olsaydı, o yolu ona emniyet eder, ra saplanan, her adımda bir tarafı kopan arabalar, zavallı
mühendisin hatalarım ona tashih ettirirdim. köylü buna bile razı, bunu bile yapamadığı aylar var!

İzmit vilayetinin yaptığı hesaba göre, bir kilomet Bolu vilayeti gibi ahalisi kâfi gelen yerlerde mü-
re şose sekiz bin liraya çıkıyor. Bu kadar pahalı yollan kellefiyet-i bedeniye kanununun tatbikini bir sene daha
hangi bütçe ile başa çıkaracağız? geciktirmek hatadır. Eskiden bu usul iyi bir vali elinde
semere vermiş, fena valiler elinde ancak suiistimale yara-
Ya ziyan olup giden havalelerden Mudurnu yolu üs- mıştır. Zannederim, Düzce civarında beş kilometrelik bir
tünde tesviye-i türabiyesi yapılmış bir kısım var, üç sene- yolun yalnız tesviye-i türabiyesi için - eldeki deftere göre -
den beri taşı dökülmüş, yalnız silindir geçmemesi yüzün- yirmi bin kişinin çalışmış olması lâzım geliyordu. Yani
den harap olmuştur. her köy, memura biraz rüşvet vererek, çalışmıştır diye ve-
Vila3'et her sene bir defa şosenin bir tarafını sökü- sika alıyordu.
yor; havale muntazam gelmediğinden borca batıyor, köy- Bolu vilayeti gibi yerler kışın bir yol kongresi ak-
lüler geçerken: detmeli, inşa edilecek yollan tesbit ve hesap etmeli, inşa-
sını senelere taksim etmeli, hastalarla ihtiyarlardan baş-
— Geçen sene bozuk düzen işliyorduk. Bu sene ta-
ka bilâ-istisna herkes, başta mebusları, valileri, kayma-
şını söktüler, şimdi hiç gidemeyeceğiz, diyorlardı.
kamları olduğu halde her sene mükellefiyetlerini bil-fiil
Vilayette araba fiatı, erzak fiatı, eşya fiatı, bütün ifa etmelidirler.
hayat fiatı sonbahardan itibaren artıyor. Sırf yolsuzluk
Nafia bütçesindeki yol parası israf olup gidiyor. O
yüzünden vilayetin «servet-i umumiye» sinin her sene uğ-
kadar hesapsızlıklar var, şâyân-ı hayrettir. Adapazarı - Ge-
radığı zarar bu şoseyi her sene yeniden inşa edebilir.
rede şosesinin İzmit vilayeti hissesine düşen ufak bir kıs-
Sırf nakliyat yüzünden geçinen köyler vardır. Bun- mı için -yirmi kilometre kadar bir şey- geçen seneden
lar bir manda arabası yükü Bolu'dan Adapazarı'na yedi
beri yüz on bin lira verilmiş, elli bin lira daha verilecekti.
günde on iki liraya taşıyorlar! Bedbaht köylünün çalış-
Bolu vilayetinin hissesine düşen kısım için, ki bütün şo-
kanlığını ve kanaatkârlığını tasavvur ediniz ve bu köylü-
nün bizden istediği şudur: « Y o l yapınız, gidebilelim!» se demektir, bir sene yalnız yirmi beş bin lira verilmiştir.
Halbuki lâ-akall yüz yirmi bin lira lâzımdı. Verilen para
yolu yapmağa değil, ancak yapılmak için bozmağa yara-
mıştır.

Memleketimize yol yapılmasını isteyenler, mükelle-


fiyet -i bedeniye kanununu müdafaa etmelidir; ötesi
hayaldir. Zaten bugünkü inşaatta bile halkın alınteri var-
f
dır. Şikâyet işitilmemesinin sebebi, halkın kendi yolu
için istenilen fedakârlığı seve seve, isteye isteye yapma-
ECNEBİ SERMAYESİ
sındandır.

Gelecek yaz yol seferberliğini ilân etmek için hazır- Bugün Cumhuriyet'in başmakalesinde Yunus Nadi
lanmalıyız. Bey ecnebi sermayesinden bahsederken çok mâkul fikir-
ler dermiyan ediyor. Memleketini seven, vatanının ima-
Bolu'daki müşahadelerimden aldığım ilk ders bu- rını isteyen her Türk gazetecisi için bu bahiste de mâkul
dur. olmak pek tabiîdir. Fakat Yunus Nadi Bey'in bu fikirleri-
ne kıymet verdiren evvelâ Halk Fırkası'na mensup nüfuz-
(Cumhuriyet, nr. 165, 22 Ekim 1924 )
lu bir mebus olması, sâniyen gazetesinin hükümete ve
fırkaya nâşir-i efkâr addedilmesidir. Binaenaleyh herhan-
gi mühim bir meselede ileri sürdüğü fikirler, bir gazete-
cinin şahsî temennileri hududunu aşar.

Yunus Nadi Bey ecnebi sermayesinin eski zamanda


olduğu gibi, siyasî bir tahakküm vasıtası olamayacağı-
nı, ecnebi sermayesiyle birlikte memleketimize ihtisas
gireceğini, bu sayede Türklerin iş bulacağını izah ettik-
ten sonra «ecnebi sermaye ve ihtisasının memleketimize
gelmesini iyi bir gözle görmekte ve hattâ onu teşvik et-
mekte çok faydamız vardır» diyor.

Bu fikirleri artık tasvip etmeyen kalmamıştır. Büt-


çemizin tevâzünü, paramızın yükselmesi, hayatın ucuzla-
ması için en mühim bir vasıta memlekete ecnebi parası
girmesidir. Bu para imutlaka istikraz şeklinde olmayabi-
lir. Elverir ki mütemadiyen memleketten harice çıkan
paraya mukabil ve ondan daha fazla memlekete ecnebi
kambiyosu girsin. Bilhassa bütçemizin açığını kapatmak
için bundan başka hiçbir çare kalmamıştır.
re ve medenî bir hükümet mevcut olduğunu bilmelidirler.
Bütçenin mühim bir kısmı şimendifer ve liman gibi Bunu bilmek, buna emin olmak da (ancak bazı delâil ve
umür-ı nâfiaya sarfediliyor. Bütçesinde asgarî hesapla meşhudât ile kabildir. Gazetelerin yazacakları iyi maka-
kırk milyon lira açığı bulunan bir memleket her sene lelerle bu propaganda temin edilemez. Diğer taraftan hü-
yirmi yirmi beş milyon sarfederek demiryolu yapamaz. kümet, müracaat eden ecnebi sermayedarların işini azamî
Çünkü iki sene içinde 'bütçenin açığını kapamağa muvaf- surette teshil etmelidir. Halbuki ecnebi mahâfilinde An-
fak olamaz. Senenin ikinci nısfında tahsisat biter. Hem kara'da hiç iş çıkmadığı kanaati hükm-fermâdır.
memleket sıkıntı çeker, hem de parasızlık yüzünden ya-
pılan şimendiferler de bozulur. O zamana kadar sarfedi- Şuna kani olmalıyız ki, ecnebi sermayesi hangi mem-
len emekler hdba olur. Hele her tarafı bataklık ve malar- lekete olursa olsun pek güç gidiyor, çünkü her memle-
ya ile dolu, sıhhati bozuk, doktoru, hastahanesi, mektebi ket paraya muhtaçtır. Binaenaleyh bize gelecek sermaye-
olmayan, insanları mütemadiyen ölen bir memlekette nin Türkiye'ye bir teveccüh eseri olarak ve pek kolaylık-
bütçenin yirmi milyon lirası şimendifere hiç tahsis edile- la gelmeyeceğini bilmeliyiz. Buraya parasını dökecek ec-
mez. Bu paralar milletin doğrudan doğruya hayatına ta- nebi bir müessese, ancak çok kârlı bir iş diye gelebilir ve
allûk eden seri ihtiyaçlarına sarfedilir, yahut bütçenin açı- «çok para» kazanırsa Igelir. Şu halde kendi memleketimizi
ğı tenkis edilir. Memlekete şimendifer ve liman da lâzım- bir define addederek buraya iş yapmağa gelecek ecnebi-
dır, hem çok lâzımdır; fakat bu gibi umûr-ı nâfiayı ecne- lerin «çok para» kazanmak istemelerini bir açgözlülük
bi sermayesiyle yaptırmak ve o zamana kadar beklemek addetmemeliyiz. Ve bu iddiaya kızmamalıyız.
bütçemize nazaran kat'i bir zarurettir. Aynı zamanda Ecnebi sermayesi mâhiyeti itibariyle ürkek bir mah-
kendi paramızdan umûr-ı nâfiaya sarfettiğimiz meblağın,
lûka benzer. Eğer biz de buna karşı mütevahhiş ve şüp-
Avrupa'dan mubayaa edilen malzeme için ecnebi kambi-
heli davranırsak senelerce bekleyebiliriz. Hiç kimse gelip
yosuna tahavvül ettiğini Ve bu yüzden paramızın düştü-
bize yalvarmaz. Çünkü dünyanın her tarafında paraya
ğünü de nazar-ı dikkate almak mecburiyetindeyiz.
ihtiyaç vardır ve bir ecnebi nazarında her yer buradan
Fakat Yunus Nadi Bey'in de pek güzel söylediği gi- daha emindir.
bi, memleketimize ecnebi sermayesi getirmek için elimizi Hükümet bu meseleyi ciddiyetle tedkik ederek ken-
açıp beklemek, hattâ bu sermayeyi istemek, reklam yap- disine bir hatt-ı hareket tayin etmelidir.
mak kâfi değildir. Bu sermayenin Türkiye'ye gelmesini
(Akşam, nr. 2250, 15 Kânun-ı sani 1925 )
temin etmelidir.

Bu bir taraftan memleketin şerâit-i umumiyesine,


siyasî vaziyetine tâbidir. Ecnebiler Türkiye'de ihtilâl dev-
rinin kapandığına, cumhuriyet idaresinin tamamiyle yer-
leştiğine, kanunların, nizamların kolay kolay değişemeye-
ceğine, hükümetin taahhüdâtına sadık kaldığına emin ol-
malıdırlar. Yani Türkiye'de müstakar ve kuvvetli bir ida-
Malta'da -Saint-Jean de Jerusalem- şövalye (fâris)
lerinin bir hükümeti vardı; lâkin bu hükümet münhası-
ran bir memur ve muhârip tabakasından ibaret oldu-
ğundan bir millet teşkil edemedi. Bizde ise bir havas,
yani hükûmetçi, bir de avam tabakası görülüyordu ki,
ikisinin arasında her cemiyette bulunması zarurî ojan
BÎRAZ i K T l S Â D İ Y Â T muhtelif esnaf hemen hemen eksikti.
inkâr etmiyoruz, Türkler meydanında da ticaret ve
İnkılâbın nihâî zaferi, Türk milletinin kat'i istihlâsı hırfet erbâbı yok değildi; lâkin, yüksek ve aşağı tabaka-
ve medeniyet-i umumiye dahilinde edinmek istediği lara nazaran bunlar kemmiyeten pek ehemmiyetsizdi,
mevkiin temini bir tek şarta muallâktır ki o da, kelime- işte, içtimaî teşkilâttaki bu noksanın zararını, Türkiye
nin hattâ âdî mânâsıyla zenginlik, maddî ve meşrû zen- hakiki Türklerin yed-i tasarrufuna geçtiği gün görüyo-
ginliktir. ruz.
Fransız başvekili, meşhur müverrih Guizot ( ' ) mil- Osmanlı saltanatı iktisadî bir devlet değildi. Halbu-
lete : «Efendiler, zengin olunuz! (Enrichissez-vous Messi- ki her asrî devletin mebnâsı iktisadiyattır. Tarihte mad-
eurs» nasihatini verirmiş. diyyun ıtlâk olunan mesleğin iddiasına göre en büyük
muhârebelerin ve edyânın sâiki bile maddî menfaatlerdir.
İmparatorluk şekli, maattessüf, bizde ticarî ve sı- İmparatorluk vergi almak ve istikraz akdedebilmekle ya-
naî kabiliyetlerin inkişâfına mâni olmuştu. Türk, hükû- şadığından maksadın husûl bulduğu zannına kapılmıştı.
metçi bir unsurdu, eski Romalılar gibi hırfetten tiksinir- Halbuki zavallı milletimiz , bu gidişle, medâr-ı maişetin-
di. Romalılar istihsâlâtı münhasıran üserâ ve avama bı- den mahrum kalıyordu.
rakıyorlardı. Bizde de iktisadiyât Türk olmayan Osmanlı Bunun içindir ki memleketin yeni fikir ve vesâitle is-
milletlerinin elinde kaldı. Rum, Ermeni, hattâ Arap bu tismarı düşünülemedi. Nâfia umûru, demiryolları bile, ge-
sayede pek kıymetli kabiliyetler edindiler, vukuf sahibi lişigüzel, programsız ve usulsüz yapıldı. Meselâ, her şey-
oldular, hâriçle münasebetler peyda ettiler. Bir millet den evvel, mülkün iki ucunu birbirine bağlayacak bir şi-
kadrosu tam olabilmek için içtimaî tabakatın cümlesine, mendifere ihtiyacımız kat'î idi. Böyle olmadı da keyfî im-
esnafa ihtiyaç görülür. Yalnız bir hâkim tabaka teşkilât-ı tiyazlar verildi. Sulardan istifade edilmek şöyle dursun,
içtimaiyenin tamamiyetine kifâyet edemez. bunların mütemâdi zararlarına bile karşı gelinemedi.
Meşrutiyet'ten ve inkılâptan sonra ticarete heves
(1) Fransız ricâl-i devletinden ve meşhur müverrihlerinden (1787-
1874). Louis - Philippe'nin veziri olan bu zât Thiers'in rakibi
ettik veyahut buna mecbur olduk. Rum ve Ermenilerin if-
ve İngiliz politikasının meclûbu olmakla maruftur. İrtikâb ettiği tirakları üzerine ekser işler bize kaldı. Fakat tab'ımızda
hatalar 1848 iğtişâşma bâdî olmuştu. Bununla beraber büyük meknûz olması lâzım gelen bazı iktisadî fazâil henüz vü-
bir kudrete mâlik müverrihtir.ing-iliz inkılâbı tarihi, Fransa ve cut bulmadığından ticaretimiz de yarım yamalak oldu.
Avrupa medeniyeti tarihleri cümle-i âsârındandır.
Birçok müstahsen an'anâtımız vardır: Hükûmetçilikte,
askerlikte, hattâ bediiyatta bir hayli fazâilimiz ta'dad olu-
nabilir. Lâkin Türk milleti meselâ Felemenkliler, ingilizler Yeni bir tarz-ı devleti halka sevdirmek için halkın
ve şarkta bazı milletler gibi iktisadî ananelere mâlik ola- maddî menâfiini ve refâhiyetini temin ve tezyid etmek
mamıştır. Bu hasâil ise süratle elde edilemez. Bir fırsa- vâcibtir. Esasen hukuk-ı tabiiyeye münâfi bir tarz-ı idare-
tın zuhuruyla bir işten para kazanan arkadaşlarımız ken- nin halkın maddî menâfiini kollamak suretiyle pâyidâr
dilerini ticaretin de allâmesi zannettiler ve binaenaleyh olduğunun tarihî misalleri vardır : I I I . Napolyon'un impa-
gurur getirdiler, üst tarafına bakmadılar. Bunun için ratorluğu gibi. Ya bir tarz-ı devlet, bizimki gibi, hukuk-ı
her yeni zengin gibi onlar da servetlerini muhafaza ede- tabiiyeye ve meşrûiyete harfi harfine muvâfık olur ve aha-
mediler. liyi de müreffeh ederse... Onun için sukut mutasavver de-
ğildi.
Çok tekerrür eden bu hâlet ispat ediyor ki iktisadi-
Asrımızda her muntazam devlet ve millet, iktisadi-
yatta asıl olan sermayeden ziyade ticarî faziletlerdir.
yâtı bilumum teşkilâta (hattâ gayr-ı iktisadî teşkilâta)
Hayat şerâiti değiştiğinden, milletimiz ticaret ve sa- esas ittihaz etmiştir. Iktisad-ı siyasî ilminin ilk musan-
nayi sahasında mevki tutmağa ve ilerlemeğe mecburdur. nifi Adam Smith ( 3 )'den beri geçirdiği tekâmül ispat
Fakat bunun için zaman geçebilir; binaenaleyh milletin eder ki, artık hiçbir millet gayr-ı iktisadî esasâta istinâ-
iktisadî terbiyesini de murâkabe altında bulundurmak in- den yaşayamaz. Halbuki bundan evvel ziraat, ticaret ve
kılâbın vazâifindendir. sanattan başka vesaitle yaşayan devletler ve hattâ millet-
ler vardı : Umdeleri harp, fütuhât ve ganâim olanlar gibi.
Kezâlik ticaret, nâfia umûruna ibtinâ eder. Yollar,
Bu makule heyetlerde bir hâkim tabaka, bir saray, memu-
tathîr edilmiş nehirler, şimendiferler, limanlar, kanallar,
rin ve ruhanîler silsilesi, cengâverlerden mürekkep be-
mâlî müessesât, gümrük tarifeleri olmadan ticaret ve hır-
râyâ, reayâ ıtlâk olunan hukuk-ı siyasiyeden pek az nasi-
fet pek iptidaî bir şekilden ilerisine gidemez. Bunun için-
bedâr veyahut külliyen mahrum halkın mesâisiyle geçinir-
dir ki, bir iktisadî siyasetin, pek büyük tedkîkattan sonra,
ler ve fakat bu da kifayet etmediğinden harbi kendilerine
hem de gayet mutavvel olarak, celî hatlarla tesbiti ve asa-
sanat ittihaz edinirlerdi. Gayeleri, fethettikleri kişverle-
biyetkâr bir fikr-i takip ile tatbiki yine inkılâbın vazâifi
rin ahalisini kendilerine temsil etmek olmadığından mün-
cümlesindendir.
hasıran onlardan vergi aldılar. Bu devletlerin, doğrudan
Millî irfan, millî inkişaf... Bunlar iktisadiyâta menût- doğruya idare ettikleri vilâyetlerden maada, müstakil ve
tur. Schopenhaur ( 2 ) «Bifteksiz şâheser olmaz» dermiş. nîm-müstakil, muhtar veva nîm-muhtar eyâletleri de bu-
Aksi takdirde irfan ve inkişaf şöyle dursun memleketin lunurdu ki, bu ülkeler birer vâridât menbaı, çiftlik adde-
müdafaası bile kabil olamaz. dilirdi. Osmanlı saltanatı, mâzideki bu kabil devletlerin
bir enmûzecidir. Bu idare tarzı millette ve bâ-husus mil-
(2) Meşhur bedbin Alman filozofu (1788-1860). Fichte, Schelling letin hâkim tabakasında iktisâdi mezâyânm mahvını mu-
ve Hegel mesâlik-i felsefıyesinin hilafgirliğiyle ma'ruftur. cibdir. işte biz eslâfımızın bu hatasını ödüyoruz ve da-
«Bedbinlik» ve «trâdet» hakkındaki nazariyatı şâyân-ı
ha uzun müddet bu yükün altında kalacağız.
kayddır.

370 (3) Yeni iktisad-ı siyasî ilminin vâzıı, Iskoçyalı (1723-1790),


evleri görüyoruz ki, bunlar birkaç asırdan beri müstemir-
Avrupa devletlerinin birçoğu emperyalistir, yani
ren devam ediyor. Asıldan fürua intikal etmiş ticarethâ-
gerek iskân, gerek istismar müstemlekelerine mâliktir.
nelerin isimleri saymakla tükenmez. Acaba bizde yüz se-
Bu milletler de başkalarının mâsiâlarından istifade eder-
neden beri devam edegelen bir şirket değil, bir firma, ser-
ler. Fakat faaliyetleri buna münhasır değildir. Müsta'mer
vet gösterilebilir mi? Ticaretin anane haline geldiği bir
devletler görmüşlerdir ki o geniş müstemlekelerden yal-
memlekette becerikli bir tacirin oğlu, vefat eden babası-
nız vergi almakla iktifâ edilse menbâ kuruyacak ve bü-
nın ticaretini temâdî ettiriyor. Meselâ Amsterdam'daki
yük bir netice hâsıl olamayacak. Bunun için emperyalist
böyle bir evin, cihanın dört köşesiyle münasebeti ber-de-
devletler yalnız vergi tahsildarlığı ve hâkimlik şân ve şe-
vamdır. Müşteriler bir firmanın bir asırlık itiyâdâtmı bil-
refiyle (ne şan ve şeref?) iktifa etmemişler ve müstemle-
diklerinden kendisine itibar eder. Bu ticarethâneler,
keleri bir mâlikâne ve reâyâyı da demirbaş gibi işletmiş-
zamanın icabâtma da uymuşlardır. Tüccarın zekâsı ona
lerdir.
göre bir intibak hassası edinmiştir. Hele büyük sanayi,
Osmanlı İmparatorluğu nun mühim müsta'mereleri tatbikî ulûmdan da azami derecede istifade etti. Meselâ
(meselâ Yemen) olduğu halde, sakat bir siyasetin takibi Almanya, sanayi-i kimyeviyede, boyalarda, bazı ilâçlarda
neticesinde ne o ülkelerden külliyetli vergi alınabilmiş, ne o kadar ilerlemiştir ki dünya kendisinin harac-güzârıdır.
de o havali garp usulleri dairesinde istismar edilmiştir.
Bilâkis devlet hazinesi bu sebepten dolayı ağır zararlara Bizde ise bu ayarda tâcir, zâri, sanatkâr bulunmak
uğradı ve yüz binlerce Türk genci o çöllerde şehit düştü. şöyle dursun, marangoz, doğramacı, demirci, kuyumcu
makulesi hırfetkârların adedi bile ihtiyaca kâfi gelmek-
Avrupa'da usulü dairesinde ticaret, ta 1500 senele- ten pek uzaktır. Vaktiyle hakîr addedilen bu sanatları
rinden itibaren başlamış, o zamana kadar yalnız asilzâ- Rumlar, Ermeniler, Yahudiler icra ederlerdi. Onlar da
deler ve rûhânîler zengin iken, bir de, keşfiyât devrinden şimdi kalmadı. Türk ma'şerî hırfet erbâbının azlığından
bugüne değin, orta tabaka servet peyda etmiştir. «Burju- dolayı bir buhran geçiriyor.
va» denilen bu tabakanın kadîm devirde hiçbir ehemmi-
yeti yoktu. Fakat yeni dünyanın Ümit Burnu tarîkıyla Avrupa'da hükümetler iktisadî tabakatm müntahab
Hind'in, Cenubî Amerika'nın, sonraları Mutedil Okyanus'- ve mümessilleridir, bilcümle devlet müessesâtım, kuvve-i
taki adaların keşfi ve istismarı garpta orta tabakanın teşrîiyeye nüfuz etmeleri sayesinde, murâkabe ediyorlar.
refâhiyetine ve birçok iktisadî fazâili elde etmesine bâdî Rusya müstesna olmak üzere hâl-i hâzırda her devlet
olmuştur. Osmanlılık bu feyizden mahrum kaldı. «burjuva» ların elindedir, asilzâdelerle rûhânîlerin artık
İktisadın Avrupa'da ve Amerika'da birkaç asırlık hükmü kalmamıştır. Amele ise henüz hükümetlere sahip
ananesi var. Ticarî münasebetler bir günde peyda edile- olamadı. Binaenaleyh her hükümet, bugün, «burjuvazi»
mez. Hele sanayi, hem örf ve anane, hem sermaye, hem ye hizmet ediyor. Yalnız amele çoğaldığından ve kuvve-
de ilim ve âliyât meselesidir. Ziraat bile iptidaîliğinden tini de anlamağa başladığından iki tabakanın mücadelesi
çoktan çıktı. Mühim limanlarda öyle seyr-i sefâin, ban-
hissolunur bir dereceye geldi.
ka, ticaret ve komisyon, nakliyat, antrepo şirket veya
Bizde ise burjuvazi henüz tekemmül değil, teşekkül
bile edememiştir. Sermaye mefkud gibidir. Yabancı ser-
maye ise memleketimize akm edemedi. Bunun içindir ki
amele tabakamızın kemiyeten ve keyfiyeten ehemmi-
yeti büyük değildir.
Osmanlı âleminde bir orta tabaka mevcut olsaydı İŞ ÖĞRENMENİN ÇARESİNİ BULMALI
elbette hükümeti eline geçirir ve menâfiine hizmet etti-
rirdi. Halbuki vaktiyle hükümet padişah ile bir memu- Bu memleket halkım alel-umum kazanmağa müstait
rin zümresinin yed-i inhisârmda kalmıştı. Tabiîdir ki kılmak llâzımdır. İstidadı peydâ edecek mekteplerdir.
böyle bir hükümet iktisâdiyâtın inkişâfıyla alâkadar ola- Memleketi öyle teşkilâta nâil etmeli ki, herkes aklıyla ve
maz. Bunun zararını şimdi çekiyoruz. aza-yı vücuduyle işlemek çaresini elde etsin. Halbuki
memleketimizde çok boş adam olduğu gibi, halkı bıktı-
Şâyân-ı memnuniyettir ki ahalimizde bilhassa zi- ran bir de dilenci esnafı vardır.
raata, hattâ ticarete ve biraz da sanayie meyil var. Mille-
timiz, hakiki vâridât menbaının bütçe olmayıp istihsâl Dün Galata'da Perşembepazarı'nda bir dükkândan
olduğunu anlayacak bir çağa geliyor. Fakat erbâb-ı ikti- bir iki şey almak istedim. İçeri girdim. Alacağım şeylerin
sada lâzım gelen kabiliyetlerin iktisâbı, ticarî örf ve ah- gösterilmesini bekledim. Ben orada ne kadar durdumsa,
lâkın takarrürü, beynelmilel münasebâtm ve bilhassa iti- lâ-yenkatı dükkânın kapısı önüne kadın erkek, birer iki-
mâdın teessüsü için herhalde çok zaman geçecektir. Örf şer, dilenci gelip aidatını alarak gidiyorlardı.
ve ananenin hasıl olabilmesi için bir nesil kifayet etmez.
Dükkâncının önünde bir tas içinde kırk-elli kuruş
Maarif-i iktisâdiyenin taammüm ve intişârı bile bu ga-
kadar bozuk para \rardı. Dilenci dükkânın kapısı önüne
yeye varmak için kâfi değildir. Bu feyzi bize ancak tekâ-
dikilir dikilmez, dükkâncı elini tasa daldırıyor, yirmi pa-
mül temin edecektir.
ra alıp dilenciye veriyordu. O gider gitmez, birkaç daki-
Bu tekâmülün selâmetini temin etmek de inkılâbın ka sonra diğer biri geliyordu. Dükkâncıdan istizah ettim.
bir vazifesidir. Dedim iki:

(Türk inkılâbı, istanbul 1926, s. 219-226.) — Bu bir organizasyona benziyor, siz de hiç söz
söylemeden parayı veriyorsunuz!

— Eğer parayı Ivcrmczsem bunlar dükkânın önün-


den savuşmazlar. Müşteriler dükkâna girip alış-veriş
edemezler. Bıktık usandık ama kime şikâyet etmek lâ-
zım geleceğini bilemiyoruz. Yalnız ben değil, bütün ma-
ğazalar haraca kesilmiştir!
işte size bir tesis-i mahallî ki, dünyanın hiçbir ye-
rinde misaline tesadüf edilemez. Bu gibi işsiz güçsüzler başla, gece gündüz çalışıyorlar, şimdiki işlere bile yeti-
müessesesi bir memlekette mevcut olur ve işlemeyenler, şebilmelerine imkân yoktur. İsmet Paşa'nın selâmet ve
işleyenlerin kisbine iştirak ederlerse, orada servet-i milli- necat-ı vatana kâfil olacak şimendifer siyasetini şâmilî
ye tekevvün edemez. bir surette takibe muktedir olamayız. Çünkü mühendis-
lerimizin adedi kâfi değildir. Bence hükümet vergi ile vâ-
Bizde çalışmayanlar yalnız dilenci güruhu değildir.
ridatını arttırmayı istediği zaman, bu memleket halkını
Iş bulamayanlar yani bulmağa ehil olmayanlar sınıfının
nazarî ve amelî istihsal bilgisiyle meleke sahibi etmeği ilk
miktar ve kemiyeti dahi pek yüksektir. Çünkü memleke-
önce düşünmelidir. Milletin elinden bihakkın iş gelme-
timizde bir lise tesisi düşünülmüş, İstanbul'da da, diğer
yen bir memlekette vâridat yalnız mevcuttan alınacak ver-
vilayetlerde de her şey liseden beklenilmiştir. Bizde öte- gi ile tedarik edilemez. Çünkü çok vergi çok füturu davet
den beri maarif programlarının isabetsizliği bundan ileri eder.
gelir. Diğer memleketlerde bu programlar gayet müdek-
kikane düşünülmüştür. Bir memleket ahalisinden olanları, Sonra bir kısım halk yorulur, diğer bir kısmı hiç-
istidat ve kabiliyetlerine, arzularına göre bir meslek ve- bir şey yapamazsa, ötekilerde derman kalmaz, sermayesi
ya sanata sülük ettirecek mektepler vardır. Bunları yap- birikmez.
mayı bizde bu ana kadar maarif dairesi düşünememiş-
tir. Çünkü birkaç kere söylediğimiz veçhile Harb-i umu- Ben Ankara'da iken sabahleyin köylülerin kapımızın
mîden sonra hâsıl olan zihniyet, bizde henüz peydâ ola- önünden geçtiklerini görüyordum. Bir kurada merkebin
mamıştır. Binaenaleyh memleketimizde işsiz pek çoktur. üstüne bir kucak çalı makulesi yükletmiş, mahalle mahal-
Düşününüz bir kere 'şu memlekette dülger, duvarcı, sıva- le geçen bu adamlar ne sefildi. Sekiz saatlik yerden bu
cı gibi yapı amelesini meydana getirecek bir amelî mek- çırpıları getirdiklerini söylüyorlardı. Bu adamların istih-
tep bile yoktur. İstanbul Mekteb-i sanayiini ise bîhakkm saldeki acizlerini gördüğüm zaman içim ağladı. Köylüle-
düşünen lolmadı. Sonra bir taraftan da garplı olacağız di- rin üstlerini, başlarını, mintanlarını, tumanlarını görme-
li idi. Hayatlarını, o sayede maişetlerini kazanmak için
ye bağırıp çağırıyoruz! Bir kere daha yazmıştım ki, İs-
müdhiş bir mahrumiyet içinde, sekiz saatlik mesafeden
viçre'nin her nahiyesinde bir çırak mektebi vardır. Ora-
bir merkep yükü çalı getirmeğe mecbur oldukça refah gö-
da bütün çırak mekteplerinin mecmuu beş yüzü buluyor.
rülmez. Yine bu köylülerden bazılarının getirdikleri te-
Mühendis mektebimiz bile gayr-ı kâfidir. Fransa'da sekiz
reyağlarını gördüm. Bir şekil bile verememişler. Ayranlı
yüz bin, Almanya'da birkaç milyon mühendis vardır. Bi-
topaçlar. Peynircilik sanatı hakkında da Ankara'da ııe bir
zim mektebimizden çıkanların adedi bugün nedir bilir
vukuf, ne bir nümune göremedim.
misiniz? Hadi söylemeyeyim! Bu adedi alâ vechi's-sıhha
bilirseniz işte o zaman bizim ne kadar zamanda terakki Gerek köylüyü ve gerek şehirliyi istihsal vasıtası ola-
edeceğimizi hesap edersiniz. Bugün hükümetin şimendi- cak bir hale getirmek garp teşkilâtının mucizelerinden
fer inşaatında istihdam ettiği Türk mühendisler canla biridir. Bu mucizeyi biz de gösterdiğimizde hakikaten
garp milletleri arasına gireriz. Bunun için evvel emirde
yeni tahsil müesseselerini ve programlarını tetebbu ikti-
za eder. Bu yapılmadan başvuracağımız çarelere tevessül
edecek anâsır-ı milliyeden mahrumiyet muhakkaktır.

(İkdam, nr. 10348, 1 Şubat 1926 )


İktisat! Türkiye'de herkesin ağzında dolaşan keli-
melerden biri daha.. «Her şeyin başı iktisattır!», «bu asır,
iktisadiyat asrıdır!», («İktisadî istiklâl, iktisadî kurtuluş,
millî iktisat...» gibi bin bir şekilde ortaya atılan bu mef-
hum, âdeta, mahalle kahvesi dedikodularına bile karıştı.

Gazetelerimizde «cinayet» (kelimesinden sonra en


çok kullanılan kelime, hiç şüphesiz ki, «iktisat»tır. Hat-
tâ denilebilir ki, bu kelime için hiçbir memlekette bu
kadar reklam yapılmamıştır. Bu tezahüratı gören yaban-
cı bir göz, Türkiye'deki iktisadî alâkaya hayret ve tak-
dirle açılır. Bu işin cilâlı yüzü! Bir de iç yüzüne bakalım.
İktisat ilmi için Türkiye'de ne yapılıyor? İlmî mânâsıyle
kaç iktisatçımız var? Dariilfünun'da iktisat ilminin mev-
kii nedir?

Evvelâ itiraf edelim ki, iktisat ilmi için Türkiye'de


hemen hemen hiçbir şey yapılmıyor. Bu pek acı hakikati
her şeyden evvel tesbit etmek mecburiyetindeyiz. «Olan»ı
görmek, «olması lâzım gelen»i takdir için ilk şarttır. Bi-
naenaleyh biz «olan»ı büyük bir samimiyetle yazacağız :
Şimdiye kadar gerek Türkiye ve cihan iktisadiyatına, ge-
rekse umumiyet üzere iktisat âlemine dair Türkçe ilmî
bir eser bile intişar etmemiştir. Ciddi bir iktisat mecmu-
amız yok. Gündelik gazetelerde iktisadî meseleler cina-
yet vak'aları kadar lâübalilikle ve çok kere büyük bir (vu-
kufsuzlukla mevzu-ı bahs ediliyor! İktisadiyatımızı alâka-
dar eden en mühim, en ^hayatî meseleler hakkında bile
şümullü ve derin bir tedkike tesadüf edemedik. Meselâ,
İstanbul Ticaret Odası kongresine muhtelif (meseleler deki iktisat kitapları tamamiyle eskimiş olduklarından
hakkında verilen lâyihalar, bu gibi Avrupa kongrelerinde bugünkü ihtiyaçlara tekabül edememektedirler.
verilmesi mutad olan lâyihalara hiç benzemiyor. 'Bunlar
ne kadar «ilmî» olur ise, bizimkiler o kadar «edebî»! Bun- İktisat ilminin yeni cereyanlarından tamamiyle Ibî -
lar ne kadar «aded»e, «vâkıalar»a, «mukayese»ye istinat haberiz. Sonra mevcut eserler ihtiyaca gayr-ı kâfidir. En
ederse, bizimkiler o kadar keyfî, hayalî ve nazarî! Bunlar mühim, en canlı meseleler hakkında Türkçe nümunelik
ne kadar şümullü ve derin olur ise, bizimkiler o kadar bir eser bile yoktur. Mesela: Banka, sigorta, kooperatif,
«bir taraflı» ve sathî! valûta, istatistik ilh.. gibi meseleler hakkında Türkçe ya
hiçbir eser yazılmamıştır, yahut yazılanlar da bayatla-
Sâniyen, bir hakikati daha itiraf etmek mecburiye- mışlardır.
tindeyiz. Memleketimizde ilmî mânâsıyle «iktisatçı» par-
makla sayılabilecek kadar mahdut... Bunlar da umumiyet İşte süratle bu boşluğu doldurmak mecburiyetinde-
üzere susuyorlar. Hayatî zaruretlerin itazyiki onları ilim yiz. Ticaret ve Maarif vekâletlerinin, Ticaret odalarının
sahasından uzaklaştırıyor. Ellerindeki eserler tâbi bula- bir plan dairesinde müştereken çalışarak zengin bir ik-
mıyor. Rağbetsizlik ve alâkasızlık onları meslekleriyle tisat kütüphanesi ihdas etmeleri pek hayırlı bir iş olur-
doğrudan doğruya temas etmeyen işlere sevkediyor. Söz du. Yoksa taşbasması notlarla herhangi bir «ilim» bir
ve iş meydanı «sözde iktisatçı»lara kalıyor. memlekette teessüs edemez.

Sâlisen, Darülfünunumuzda iktisat ilminin mevkii 2 — Bir mecmua tesisi... Nazarî ve amelî en yeni
cereyanları, en mühim hadiseleri millî ve beynelmilel mik-
sadece bir «yardımcı ilim» derecesindedir. Binaenaleyh
yasda adım adım takip eden canlı bir iktisat mecmuasına
Darülfünunumuz «iktisatçı-» yetiştiremiyor. Türkiye'de-
da şiddetle ihtiyaç vardır. Böyle bir mecmua hususî bir
ki mevcut mahdut iktisatçılarımız ya Avrupa'da tahsil et-
teşebbüsün mahsulü olamaz. Çünkü «kâr» bırakmaz. Bu
mişlerdir. Ya bizzat okuyarak, çalışarak kendi kendileri-
işi ancak maddî zararı göze alabilecek resmî müessese-
ni yetiştirmişlerdir. Çünkü Tıp Fakültesi'nde fizik ve
ler başarabilirler. Yine Maarif ve Ticaret vekâletleri ve
kimya ne ise, Hukuk Fakültesi'nde de «iktisadiyat» odur.
Ticaret odaları böyle bir mecmuanın meşri için teşrik-i
Nasıl ki Tı'b Fakültesi'nden bir hikmet-şinas veya kimya-
mesaî ederlerse, memleketimizde iktisadî terbiyenin te-
ger yetişmezse, Hukuk Fakültesi'nden de bir «iktisatçı»
essüsü için büyük bir adım atılmış olur.
çıkamaz.
3 — Bir «iktisatçılar cemiyeti» tesisiyle münferit
İşte «olan» budur. Aksinin isbat edilmesini çok is-
iktisatçıların müşterek bir «teşekkül» içinde fikrî (faali-
terdik.
yetlerinin temini.
Ne yapmalı!... Memleketimizde tabiblerin, muallimlerin, ziraatçile-
1 — Bir iktisat kütüphanesi yaratılmalı. Darülfünun rin, kimyagerlerin ve daha birçok meslek erbâbının mes-
talebesi bile müderrislerin notlarına kalmışlardır. Elimiz- lekî cemiyetleri olduğu halde, iktisatçılar daha henüz böy-
le bir «birlik» kuramamışlardır. Burada meslekî teşek-
küllerin lüzum ve faydalarından bahsedecek değiliz.
Böyle bir teşekkül memleketimizde fikrî, iktisadî fa-
aliyet için bir merkez, bir merci olabilir. Neşredeceği bir
mecmua ile tertip edeceği konferanslarla, çıkartacağı bül-
tenlerle çok nâfi bir hizmette bulunabilir.

Aynı zamanda memleketimizde pek harc-ı âlem ol- İKTİSADÎ SİYASETİMİZDE EN EMİN YOL
mağa başlayan «iktisad»ın ilmî otoritesini tesis eder.
Türkiye, iktisadî hayatına bir veçhe vermeğe karar
4 — Müstakil bir İktisat Fakültesi ihdası. (Avrupa
verecek mühim bir anda bulunuyor. İktisadî hayatımı-
darülfünunlarında, bilhassa Almanya'da, «iktisadiyat» git-
za mâni olan kayıtlar büyük Izaferle ortadan kalktıktan
tikçe müstakil bir fakülte halinde taazzuv ediyor. Bu ce-
sonra, milletimizin ve hükümetimizin en kısa bir zaman-
reyanı biz de takip ederek, darülfünunumuzda müstakil
da memleketin servet ve menâbiini işleterek mümkün
bir İktisadiyat Fakültesi açmalıyız.
olan iktisadî refaha ermek üzere büyük bir iştiyak duy-
«İktisadiyat» Hukuk Fakültesinde bir «sığıntı» gibi duğu, yüksek bir azim gösterdiği en bedbin gözlere bile
kaldıkça bu ilmin memleketimizde inkişafına imkân batacak derecede âşikârdır. Ancak bugün, iktisadî haya-
yoktur. tımıza nasıl bir veçhe verirsek, memleketin iktisadî he-
defe müteveccih kuvvetlerinden azamî derecede istifade
Darülfününumuzda «iktisadiyat ilmi» yalnız üç-dört
edebiliriz? Hangi yolda yürürsek mahdut bir zümrenin
«kürsü»ye inhisar ediyor. Halbuki bu ilmin istiklâlini te-
değil, umumun iktisadî refahını temin ederiz? Yekdiğeri-
min edebilmek için, ona en aşağı on beş-yirmi «kürsü»
ne hasım olacak ve içtimaî nizamı bozacak zümrelerin te-
ayırmak lâzım gelir.
şekkülüne mâni oluruz? sualleri muvacehesindeyiz. Bu
İşte ancak bu şerâitin teminiyledir ki, memleketi- suallere verilecek cevaplardaki isabet millî bünyemizi
mizde «iktisat ilmi» yalnız «söz» ile değil, «iş» ile de bir en esaslı bir surette takviye edecektir.
ehemmiyet ve kıymet kazanabilir.
Bu meselelerde garp devletlerinin birçok asırlık tec-
(Hayat, nr. 7, 13 Kânun-ı sani 1927, s. 127-128) rübeleri bize rehberlik etmelidir.'Bir kere şu noktayı tes-
lim etmeliyiz ki, ferdî hayatımızda olduğu gibi cemiyetin
revişinde de tam bir zaruret yoktur. İnsan herhangi bir
ameli irade ederken, birtakım imkânlar karşısında bulu-
nur. Cemiyeti istikbali de böyle imkânlarla doludur.
Fert de, cemiyet de karşısına açılan bu yollardan birine
doğru gider. Yürünmesi kabil olan yollardan en eminini,
en doğrusunu da mazide yapılan tecrübeler, millî iştiyak-
lar temin eder. Bu tecrübelere vâkıf olan, millî iştiyakı leketin iktisadî refahı, imarı için iki yol düşünülebilir:
duyan devlet adamlarıdır ki, cemiyete hakiki rehber olur- Biri fertlere, sermaye sahibi olanlara veyahut haricî ser-
lar. İstikbalde teveccüh eyleyeceğimiz iktisadî imkânlar- mayenin gelmesine tavassut edenlere kıymet vermek, on-
dan biri on dokuzuncu asrm ilk nısfında bazı hükümetle- lar vasıtasıyle memlekette büyük sanayiin teessüs eyle-
rin iktisadî hayat karşısında aldıkları vaziyet olabilirdi. mesine yardım etmek; diğeri bugün mevcut mesaî erba-
Hükümet iktisadî hayatta nâzımlık vazifesini kabul etmez, bını birleştirerek onların sermayedar olmasına yardım ey-
sa'y ve sermaye erbâbmı kendi haline 'bırakır, her nevi lemek, hariçten gelecek sermayenin doğrudan doğruya bu
iktisadî faaliyeti fertlerden; onların teşkil edeceği şirket- mesaî erbâbının eline geçmesi için teşkilât yapmaktır. Bi-
lerden bekleyebilirdi. Darülfünun muallimlerinden arka- rinci şekilde bugün garpta olduğu gibi ileride bizde de
daşımız Mösyö Bonafos'un Hayat'ta intişar eyleyen kıy- kuvvetli sermaye sahibi olan bir sınıf vücuda gelecek ve
metli makalesi bunun meselâ Fransa'da ne netice verdi- bunun karşısında onlar tarafından az çok istismar olu-
ğini bize pek güzel izah etmiştir. Bir asırlık tecrübe, fiz- nan mesaî erbâbı kalacaktır. Bu iki zümrenin tipleri iç-
yokratlarla Adam Smith iktisadının istinat eylediği meb- timaî nizamı bozabilir, garp memleketlerinde gördüğü-
delerin yanlışlığını sarahaten gösterdi. Devlet umumun müz mücadele ileride memleketimizde de başlar. Ne için
nef'ini temin vazifesiyle mükelleftir. Hakiki demokrasi, Avrupa'nın tecrübelerinden istifade ederek onlarda görü-
devletin temin ile mükellef olduğu içtimaî nizam ve ada- len marazî hallerin önünü almayalım? Ne için menâfii
let, ancak hükümetin sırf ammenin nef'i için iktisadî sa- yekdiğerinden ayrı iki sınıf yaratalım? Türk cemiyetinin
hada da ifa edeceği hidemâtla husul bulabilecektir. Tür- bugünkü kuvvetlerinden biri de yekdiğerine muhâsım ik-
kiye için bu hakikat daha kuvvetlidir. Türk milletinin en tisadî zümrelerin mevcut olmamasıdır. Bu bir nimettir.
mühim kudreti halkın sa'yine müstenittir. Bu sa'yi tensik Bizde ne bir aristokrasi sınıfı, ne de yekdiğerine hasım
etmek, tona lâzım gelen sermaye muavenetini yapmak ve- sa'y ve sermaye zümresi mevcuttur. Memleketin imarı,
yahut hariçten gelecek sermayeyi birtakım tufeylî muta- iktisadî inkişafı için behemahal bu iki sınıfın vücuda gel-
vassıtların muavenetine muhtaç olmaksızın mesaî erba- mesi lâzım geldiğine inanmak, tıpkı İngiltere gibi müref-
bının eline geçecek veçhile teşkilât vücuda getirmek. Cum- feh olabilmek için, o memlekette olduğu gibi bir asilza-
huriyet Hükümeti için en esaslı bir umde olduğuna şüphe de sınıfı yaratmağı istemeğe benzer. Memleketin mesaî
yoktur. Onun içindir ki, hükümet umumun nef'ine hizmet erbâbı sermayeye muhtaçtır. Bunların kooperatifler teş-
edecek yolları devlet kuvvetiyle yaptırmayı ve işletmeyi kil etmelerine yardım etmekle, sermayeyi onlarda temer-
esas olarak kabul etmiştir. Yine onun içindir ki, millî küz ettirmek ve hükümet kuvvetini yalnız bunların lehin-
bankaların sermayesine iştirak etmekten, iktisadî işlere de istimal etmekle, yekdiğerine muhâsım sermaye ve me-
girmekten de çekinmemiştir. saî sınıfı vücuda gelmesine mâni olur ve Türk iktisadî
hayatını en kuvvetli temellere istinat ettirmiş oluruz. Bu
İktisadî siyasetimizde sarîh olarak alınacak vaziyet sayede memlekette mesaî erbabını kendi nef'i için kulla-
bir taraftan bu yolda kuvvetle yürümekle beraber, diğer nacak tufeylî bir sınıf vücuda gelmez; hariçten gelecek
cihetten mesaî erbabım sermayedar yapabilmektir. Mem- sermaye de doğrudan doğruya mesaî erbâbının eline ge-
çer.
kişafına yarayacağından başka, Cumhuriyet hükümetinin
Şimdiye kadar çok mahdut olmakla beraber, bu yol- sâiim ve âdil bir iktisadî siyaset takip edebilmesine de
da atılan adımlar ne kadar ümit verecek mâhiyettedir! zemin hazırlayacaktır. Bu suretle meslekî ve umumî ma-
izmir ziraat müdiriyeti, Vali Kâzım Paşa hazretlerinin lumatı kuvvetlenecek olan meslek erbâbı birleşmek, ser-
kooperatif ve ziraat birliklerinin kısa bir zamandaki in- maye sahibi olmak yolunu bulacaklardır. Küçük sanat ve
kişafları hakkında gazetelere vuku bulan beyanatının bir ziraat erbâbının birleşmeleri, sermaye sahibi olmaları've
suretini Hayat mecmuasına göndermiştir. Şimdiye kadar bu yolda büyük sanat ve ziraatin memlekete girmesi si-
izmir vilâyeti kooperatifler ve ziraî birliklerinin banka yaseti etrafında sarfolunacak gayrettir ki, Türkiye'yi ser-
mevduatı 131.420 liraya bâliğ olmuştur. Demek ki, mesaî mayedar ve mesaî erbâbı cidaline meydan vermeksizin
erbâbı artık taazzuv etmeğe ve bu sayede kendi istihsal- iktisaden yükseltecektir.
lerinin inkişafına çalışmağa başlamışlardır. Fakat bu kâ-
fi değildir. Yakında teşekkül edecek olan «iktisat mec- (Hayat, C. I, nr. 18, 31 Mart 1927, s. 341-342.)
lis-i âlisi» mesaî erbabının bu suretle taazzuvu ve serma-
ye sahibi olması için hükümete amelî tedbirler irâe eyler
ve iktisadî siyasetimiz bilhassa bu esasa istinat ederse,
Türkiye iktisadî hayatı garp devletlerinin birçoğunun ma-
ruz kaldığı müşkilâta uğramaksızın inkişaf eder.

Memleketin bu tarzda inkişafı kabul edilince, en


mühim vazifelerden biri de «Maarif Vekâleti»ne terettüp
eyler. Mesaî erbâbının, küçük ziraat ve sanat erbabının
birleşmek ve mensup oldukları kooperatifleri inkişaf et-
tirmek ihtiyacını duyabilmeleri için meslekî ve umumî
terbiyeye mâlik olmaları lâzımdır. Küçük sanat ve ziraat
erbâbı faaliyetlerini göreneğe tâbi tutmazlar ve meslekî
malumata sahip olurlarsa, sermaye sahibi olmak ve sanat-
larını inkişaf ettirmek iştiyakını duyarlar, o vakit birleş-
menin ve kooperatifin hakiki menfaatini idrak ederler.
Halkı hayata hazırlamakla mükellef olan «Maarif Vekâ-
leti» bu nevi terbiye vermekten, küçük sanat ve ziraat er-
bâbının göreneğe esir o'mamalarım temine çalışmaktan
nasıl vazgeçebilir? Maarif Vekili Necati Beyefendi gazete-
lere vâki olan beyanatında maarif sistemimizin genişle-
yeceğini, meslekî mekteplere ehemmiyet vereceğini söylü-
yorlar. Maarifimizin bu safhaya girmesi halkın iktisadî in-
suret-i tatbikiyesinden bâhis zamanına göre mühim bir lâ-
yiha ( ' ) yazılmıştı ki, bu lâyiha da vaktiyle ingiltere'-
nin : «Ekalîm-i baîdeye irsal ve masârif-i kesîreye tevak-
kuf eden ve be-tahsis iradları menfaatlarına mütekabil ol-
mayan «Iskân-ı arazi» misullu tertibat ile iştigal etmekten
ise nefs-i ingiltere cezairinde vâki olan sathının hamsi
miktarı olmak üzere itibar olunan hâli arazinin ziraatı
ZÎRAÎ NÜFUS VE MAKÎNA MESELESİ
enfa olduğunu ve ez-cümle «bin sekiz yüz<otuz bir (1831)
Memleketimizde umumî nüfus meselesi mevzu-ı bah- sene-i îseviyesinde ikiyüz milyon franga yani bin altı yüz
sedilirken ziraî iktisat mesâiliyle uğraşanlar için suret-i kere bin kese akçeye bâliğ olmuş fıkara vergisi tabir olu-
hususiyede ziraî nüfusumuzu hatırlamamak kabil olmaz; nur. Geriye vergiler cerihasının tedricî iltiyamı ve bil -
külliye in'idamı memul idügü....» gibi ibarâtla ziraî nü-
hattâ diyebiliriz ki, muhtelif mesleklere mensup bütün
fusun tezyidi hattâ hariçten muhacir getirilerek ziraat er-
iktisatçılar, mensup oldukları mesleğin hususî nüfusunu
bâbının iskânı mesâili bile uzun »uzadıya mevzu-ı bahse-
düşünmek ihtiyacını hissederler, mesela memlekette ziraî
dilmişti.
âlât ve edevât ve makina ile, daha doğrusu sabanla, çiftle
çubukla, bağ ve bahçe ile alâkadar ne kadar nüfus vardır? iktisat tarihimiz için mühim bir vesika addettiğimiz
Bu nüfus şehirlerin nüfusuna nazaran ne nisbettedir? Mu- bu lâyiha tamamen mütalaa edilecek olursa, görülür ki,
ayyen zamanlarda, muayyen mahallerde ne gibi temevvü- bizde ziraî nüfusun azlığı daima mühim, içtimaî, iktisadî
cât ve harekât irae ediyor? Acaba yeni inşa edilmekte olan bir mesele addedilmiş ve meselenin halli için Avrupa
demiryollarımızın Anadolu dahilindeki tevziâtı ziraî nü- memleketlerinde ne gibi usullere müracaat edilebileceği
fus üzerinde ne gibi tesiratı mucip olacak? Bizde Avrupa'- arîz ü amîk tedkik ve tetebbu olunmuşsa da, tatbikat sa-
nın bazı müterakki memleketlerinin geçirdikleri gibi içti- hasına geçmek müyesser olamamıştır.
maî istihalâtımız arasında «ziraî nüfus buhranları» da O zamandan bugüne kadar geçirdiğimiz dahilî, ha-
görülecek mi? işte bu gibi hususât - hiç şüphesiz- bir zi- ricî gavâil, mütevali muharebât, bilhassa umumî harp
raat iktisatçısını cidden tedkik ve tetebbua sevkedecek ve hâilesiyle zâyi ettiğimiz azîm nüfus mikdarı da düşünülür-
oldukça düşündürecek mesâil teşkil eder. se, bizde ziraî nüfus meselesinin bugün ne derecelerde
nazar-ı dikkate alınmağa lâyık ehemmiyetli bir mesele ol-
Hattâ bundan hemen bir asra yakın bir zaman ev- duğu kendiliğinden tezahür eder.
vel 1254'te bile bu mesele bizde bazı zimamdarların nazar-ı Bugün ziraî nüfusumuzu gösterir elimizde bir ista-
dikkatlerini celbetmiş ve ziraat erbâbmm iskânına dair tistik yoktur, belki Ziraat Vekâleti nce henüz der-dest-i tan-
muhtelif memleketlerde alınan tedâbirden ve bunların zimdir. Memleketimizde ne kadar çiftlik vardır? Büyük

(1) Bu lâyihanın Sadrazam Ali Paşa merhum kütüphanesinden


( » ) Ziraat Mekteb-i âlîsi müderrislerinden. çıkan bir nüshası nezdimizde mahfuzdur C. R.
küçük çiftçimizin adedi, bağ, bahçe, tarla, bostan sahip-
lerimizin mikdarı ne merkezdedir? Bilmiyoruz. Halbuki raî buhranı) ile azîm bir sefaletin zuhuruna şahit olun-
cumhuriyetin bahşettiği azîm fikrî bir inkdâpla terakki muştu. Hem fazla olarak bizde şehirlerin her türlü hayatî
ve temeddüne doğru büyük hamleler atarken, Ankara gi- levazımı, bediiyatı daha doğrusu asrî konforuyla cazibe-
bi dahildeki şehirlerimizin cazip bir şekil alacağına, bun- leşmesi Avrupa'dakiler gibi de olmayacaktır, çünkü on
ların etrafında günden güne kırları, tarlaları terkedenle- dokuzuncu asrın ihtiraatıyla yirminci asrın her nevi fekâ-
rin çoğalacağına, binnetice ziraî nüfusumuzun azalacağı- mülâtı aşağı yukarı bir asırlık bir zamanın müruru nisbe-
na şüphe edilemez. Çünkü terakki yolunu tutan her mem- tinde tedricî bir şekilde vuku bulmuş ve bütün sanayiin
lekette az çok bu hal müşahade edilmiştir, hem bizde sa- hayata parlak bir şekil veren mamulât ve masnuâtı da
nayi ve ticaret, ziraatimize nazaran fazlaca ilerlemekte ve zamanla vücut bulmuştur. Mesela kağnının, şaretin
demiryolları inşaatı da hükûmet-i Cumhuriyetimizin him- (chârette), omnibus, otomobil olabilmesi 'için epey bir
metiyle bir tarafta o nisbette vüsat kesbetmektedir. Bun- zaman geçmiştir. Halbuki biz bugün garbın her nevi mas-
ların pek ziyade şükrana şayan hâlât olduğunu kaydet- nuâtından, daha doğrusu hayatî güzelliklerinden hazırca
mekle beraber, diğer taraftan sanayi menbalarınm, tica- istifade ettiğimiz gibi, son inkılâbımızda dahi süratli bir
ret borsa ve pazarlarının ve bilhassa amelesi az memle- cezrîlik görülmektedir. Mesela Anadolu'nun hemen orta-
ketlerde demiryolları inşaatının iktisaden ziraî kır nüfu- sında Ankara birdenbire denilecek bir süratle her türlü
sunu avlayan birer kapan olduklarını unutmamalıdır. Hiç asrî şekilleriyle cazip bir şehir halinde kendini göster-
şüphesiz şehirlerimiz medeniyet itibariyle yükseldikçe, mekte ve demiryollarıyla âdeta kollarını bulunduğu mu-
civarındaki ziraî nüfusun - velev muvakkat olsun - mühim hite uzatmakta, vâsi inşaat ve mimarisiyle ziraî nüfusun
bir kısmını bel'edeceklerdir. Buna en güzel misal İstan- mühim bir kısmını peyderpey sinesine çekmektedir. Bil-
bul'dur, İstanbul'un sinesinde bulunan oldukça kesif nü- hassa şehirlerin böyle hemen ani denilebilecek derecede
fusun mühim bir kısmını onun cazibesine dayanamayarak seri, hemen istisnaî bir şekilde terakkiye mazhar olması
ziraî muhitlerden çiftini çubuğunu terkederek gelenlerin ez-cümle sanayi, ticarî hamlelerle birdenbire ilerlemesi,
teşkil ettiğine şüphe yoktur; hattâ çiftçiliği, rençperliği diğer taraftan çiftlik amelesini, ziraat erbâbmı ibtidaî
terkederek hamallık edenlerin bile adedi çoktur, fazla ola- bir şekilde yaşatması ziraî nüfusun şehirlere doğru muha-
rak İstanbul'a mücâvir çiftliklerindeki işlerini bile ter- ceretini mucip olur ki, bu muhacerâtın on dokuzuncu
kedenler mevcuttur. asırda bazı memâlikte görüldüğü gibi, vehamet peyda et-
mesinden oldukça endişe edilebilir. Mamafih bu endişe
Ziraî kır nüfusu ile medenî, şehir nüfusu arasında- her vakit vârid değildir, eğer şehirlerin terakkileri nisbe-
ki nisbetin daima bir memlekette nazar-ı dikkate alın- tinde daimî surette bir «nüfus-ı ziraî buhranı» olsaydı, az
ması yani bu iki nüfus arasında iktisadî bir muvazene te- çok her memleket buhran içinde pûyân olup giderdi. Şe-
sisi lâzımdır, aksi halde «ziraî nüfus buhranı» muhak- hirlerin terakkisi umumî ihtiyacı arttıracağı gibi diğer
kak gibidir. Nitekim on dokuzuncu asırda Fransa'da bu taraftan ziraat istihsalâtma olan ihtiyacı da çoğaltacak,
muvazenenin bozulması yüzünden büyük bir (nüfus-ı zi- belki bu istihsalâta büyük mahreçler temin edecektir.
Ancak arzettiğimiz gibi şehirlerdeki terakki, ticarî ve sı-
verilecek paranın faizi, amortileri vesairesi inceden ince-
ye tedkik ve tetebbu olunmalı ve hayvan kuvvetiyle ma-
naî olmakla "beraber, istisnaî bir şekilde vuku bulursa, kina kuvvetinin yekdiğeriyle teâruz ederek memlekette
ziraatin de o nisbette «extensif» olmaktan ziyade «exten- hayvanî kuvvetin çiftçiye lüzumu olan gübre sanayiâtmın
sif» bir şekle doğru yürümesi lazımdır. İşte ziraî nüfus ne suretle telâfi edilmesi lâzım geleceği de teemmül olun-
ile medenî şehir nüfusu arasındaki muvazeneyi bu yürü- malıdır. Çünkü makina kuvveti çoğalıp hayvan kuvveti
yüş temin edecektir. Ziraatin de bir memlekette «extensif» azaldıkça, o nisbette azalan çiftlik gübresi yerine kim-
bir şekil alması az çok sermayeye, makineye ihtiyaç mes- yevî gübre istimali ihtiyacı da hâsıl olacaktır ki, bu da
settirir. Bu cihetle ziraî nüfus ile bu nüfusun zaafiyeti ve ziraî iktisat nokta-i nazarından ayrıca nazar-ı dikkate alın-
adem-i kesafeti ancak ziraî makina kuvvetiyle telâfi edile- mağa lâyık bir mesele teşkil eder. Herhalde makinelerin
bilir, binaenaleyh bizde ziraî ııüfus ve makina meselesi be- hayvanla cerredilir neviden intihap edilmeleri memleketi-
raberce halledilmesi lâzım olan mesâil-i ziraiyedendir. mizde aynı zaman makina kuvveti ile hayvan kuvvetinin
Hem bu mesâilin halli seferberlik zamanında hükümetimi- telifi nokta-i nazarından pek mühimdir.
zin takip etmeğe ve şimdiden düşünmeğe mecbur bulun- Memnuniyetle haber aldığımıza göre Anadolu'nun
duğu askerî siyaset-i ziraiye için de lâzımdır, bizim gibi demiryolları istasyonlarında, âlât-ı ziraîye depolan küşat
esasen nüfus-ı ziraîsi zayıf olan bir memlekette köylünün, etmek, kredi ile köylüye satış yapmak, seyyar, sâbit har-
rençberin, çiftçinin asker olması, saban yerine ellerde tü- man teşkilâtı vücuda getirmek, kira ile zürrâın harman
fenk bulunması, diğer taraftan hariçten harp zamanında ameliyatını temin etmek, keza seyyar «trieur» teşkilâtı ile
ziraî istihsalâtın idhal edilememesi gibi tehlikeli hususât tohumluklan kalburlamak, kira ile traktör vasıtasıyla
nazar-ı mülâhazaya alınırsa, harp zamanında muhtelif cep- çiftçinin tarlalarını sürmek, sâbit ve seyyar tamirhaneler
helerdeki ziraî nüfusun istihsal kuvveti ile, eksilecek in- vücuda getirmek ve bu tamirhaneleri amelî bir çiftlik ma-
san kuvveti yerine ne nisbette ve ne suretle makina kuv- kinist mektebi halinde bulundurarak, darüleytam ve arzu
veti ikame edilmesi mesâilinin ehemmiyetle başgösterece- eden çiftçi çocuklarından amelî âlât-ı ziraîye makinisti
ğine şüphe edilemez. yetiştirmek, makinelerin aksamının istimallerini, vesaire-
sini temin etmek gibi hususâtı taahhüd eden Polonyalı bir
Herhalde şimdiden ziraî nüfus ve makina mesele-
şirketle Nafıa Vekâleti pek nâfi bir mukavele akdetmiştir.
sine ehemmiyet vermek, gerek sulh ve gerek harp zaman-
Öyle zan ve kanaatteyiz ki, bu mukavele ile Nafıa Vekâ-
larında ziraî istihsal kuvvetlerimizin tanzimini düşün-
leti memkeletimizin iktisadivât-ı ziraiyesine büvük bir hiz-
mek lâzımdır. Bir taraftan ziraî nüfus mikdarı sıhhatle
met etmiştir. Gerek Nafıa Vekâleti 'nin ve gerek Anadolu
tesbit edilirken, diğer taraftan bu nüfusun yalnız kemiyeti
dahilinde ziraî makina kuvvetinin neşr ve ta'mimine ça-
değil, ziraate olan derece-i kabiliyeti yani keyfiyeti de
lışacak olan bu şirketin memleketin en mübrem ziraî ih-
nazar-ı dikkate alınmalıdır.
tiyaçlarını nazar-ı dikkate alarak sa'y ve gayrette buluna-
Memlekete âlât-ı ziraîye idhali hususunda da gelişi caklarına şüphe etmiyoruz.
güzel âdeta bir modaya tâbi olur tarzda hareket etme- (Hayat, C. I, nr. 19, 7 Nisan 1927, s. 366-367.)
meli, makinelerin memleketimizin ihtiyacâtı, köylü ve
çiftçimizin kabiliyet ve derece-i serveti ve göreceği işle
Yukarıki fikirlerin, iktisat ilmi nokta-i nazarından
tenkidine geçmeden evvel, hâiz oldukları mürteci karak-
ter hakkında birkaç söz söylemek münasip olur. Anlayan-
îsmail Hüsrev [Tökin] lar için Millî Mücadelenin gayesi, millî hudutlar dahilin-
de siyasî ve iktisadî istiklâlimizi kazanmak ve bu sujretle
dünya milletleri arasına hür ve medenî bir millet olarak
SANAYİ SİYASETİMİZ
karışmaktır. Bu gayenin iktisadî sahada tahakkuku, an-
cak memlekette her nevi sanayiin teessüsüyle mümkün-
Bazı iktisatçılarımız, bilhassa «köylü sosyalizmi» ne dür, iktisatçı Vargan'ın dediği gibi, «bugün sanayisiz bir
mütemayil olanları, hükûmet-i cumhuriyenin takip ettiği memleket, her türlü müdafaa vasıtasından mahrumdur.»
iktisadî siyaset hakkında oldukça yanlış fikirler besliyor- Binaenaleyh millî istiklâlimiz nokta-i nazarından Türkiye'-
lar. Öyle zannediyoruz ki, bu fikirler millî halâs mücade- nin «ziraî-sınayi bir memleket vaziyetinden çıkarak, sı-
lemizin iktisadî ve siyasî gayesini kavrayamamaktan ne- nayi-ziraî bir memleket haline gelmesi» zarurîdir. Bu ha-
şet ediyorlar. Meselâ mezkûr fikirlerden memleketin sa- kikati kavramayan, sanayileştirme siyasetimize karşı
nayi siyasetine temas edenlerini alırsak, hakikatin bu mer- menfî fikirler besleyen unsurlar, inkılâpların dost gözü-
kezde olduğunu görürüz. Ezcümle diyorlar ki: «Türkiye, ken düşmanlarıdır.
ihraç ettiği ziraî mahsulât ile yaşayan bir memlekettir.
Ziraat onun iktisadî temelidir. Memleketi sanayileştirme Bunu böylece tesbit ettikten sonra, mevzuumuza in-
siyaseti, iktisadî temellerimizin zararmadır. Tesis edile- tikal edelim. Yukarda hülâsa ettiğimiz fikirler bize gayr-ı
cek sanayi köylü ve esnafın küçük iktisadiyatını dağıtır ihtiyarî klasik iktisatçıların pazar ve terâküm nazariyele-
ve onları kolunun kuvvetini satan amelelere tahvil eder. rini hatırlatıyor. Hakikaten bu fikirler, klasiklerden bazı-
Bu ise sanayiin müşterisiz kalmasından başka bir şey de- larına ait pazar nazariyelerinin su katılmamış nümunele-
ğildir. Hariçte, cihan pazarlarında ise büyük rakipler kar- ridir. Meselâ sanayiin inkişafıyla dahilî pazarların darala-
şısında inkişaf kabiliyeti bulamayız. Netice: Mühlik ikti- cağı fikri 19'uncu asrın ihtidalarında yaşamış Fransız ik-
sadî bir buhran ve halkın iştirâ kuvvetinin mahvolması- tisatçısı Simonde de Sismondi'nin pazar nazariyesinin bir
dır. Bunun için Türkive'nin yegâne iktisadî siyaseti zira- nüsha-i sâniyesidir. Cidden çok tuhaftır. Bu adamın na-
ate müteveccih olmalıdır». zariyesi, cesîm sanayi tesisatına başlamış memleketlerde
birtakım safdil münevverlerin önüne temcit pilavı gibi sü-
Yek nazarda bu fikirlerin doğruluğundan şüphe edil- rülmüş durmuştur.
mez. Mantıkî bir ahenk arzeder gibi görünürler. Fakat ik-
Mesela 19'uncu asırda Rusya'da türeyen «halkçılık»
tisadî şe'niyetleri sathî olmayan bir ilim gözüyle tedkik bu nazariyeyi dillerine dolamışlar ve Rusya'nın modern
edersek, hakikatin çok başka bir şekilde olduğunu derhal sanayi hayatına girmesinin suni olduğunu iddiaya kalkış-
farkederiz. mışlardı. Mamafih o devrin büyük iktisatçıları, Sismondi'-
ye yapıldığı gibi, bunların ağızlarını bir daha açılmamak
üzere tıkamışlardı. İşte cihan mikyasında tanınmış, oto- bınm elebaşısı büyük bir iktisatçı bu mesele hakkında
rite sahibi iktisatçılar arasında bütün ilmî kıymetini kay- şöyle diyor: «Pazar için hâiz-i ehemmiyet olan küçük
betmiş böyle çürük bir nazariye bizde de başvermeğe baş- müstahsilin saadet-i hali değildir. Asıl ehemmiyetli olan,
ladı. Fakat henüz matbuata aksedemedi. Yalnız hususî köylünün elinde para bulunmasıdır. Tabiî iktisat siste-
münakaşalarda ileri sürülüyor. Biz, böyle bir nazariyeyi minin inhitatı ile köylünün eline para geçmesi gayet ta-
daha kıvılcım halinde iken söndürmenin ilim ve siyaset biîdir. Köylü tabiî iktisat tarzından uzaklaştığı nisbette
nokta-i nazarında elzem olduğu kanaatindeyiz. kol kuvvetini satar, hayatını idame edecek eşyayı pazar-
dan tedarik eder». Aynı iktisatçı, Sismondist'ler hakkın-
Sismondi'nin ( ' ) birçok tali'li nazariyesini iktisatçı da yazdığı çok kıymetli bir eserde yine şöyle diyor: «İk-
Robbins şöyle hülâsa ediyor. Sismondi'nin fikrine göre, tisat ilmi, Sismondi'nin reddetmek istediği hakikati şöy-
sanayiin ve cesîm ziraatın inkişafıyla istihsal zarurî bir le tesbit etti: Modern iktisadiyatın inkişafı, dahilî pazarı
surette istihlâk seviyesini aşar. Ve müstehlik bulmak gibi daraltmaz, bilâkis tevsi eder».
halli müşkil bir mesele ile karşılaşır. Memleket dahilinde
müstehlik bulamaz. Çünkü inkişaf eden sanayi, halkı kol Cesîm sanayi ile emtia iktisadiyatı omuz omuza in-
kuvvetini satan ameleye tahvil etmiştir. kişaf ederler. «Ev istihsali ve el tezgâhı, mevkiini satış
istihsaline ve fabrikaya terkettiği nisbette yeni pazarlar
Haricî pazarlar bulmak meselesi de cihan piyasasın- teşekkül eder. Köylü, «fermier» 1er sermayeye kolunun
daki kuvvetli rakipler karşısında müşkilâta maruz kalır. kuvvetini satmağa başlar. «Fermier» sanayi mahsulâtını
Üstelik Sismondi buradan kapitalist sanayiin, daha doğ- iştira ederler. İstihlâk eşyası gibi istihsal âlâtı da bu mu-
rusu kapitalizmin inkişaf edemeyeceği neticesini çıkarı- hitlerde müşteri bulurlar. Vaktiyle köylünün evde imal
yor. Bu tez, âdeta yukarıki fikirlerin kopyasıdır. Mama- ettiği istihsal âletleri, yeni ihtiyaçları tatmin edemez.
fih bu fikirlerin arasında doğru olan noktalar yok da de- Bu noktaya bilhassa dikkat etmek lâzımdır. Sis-
ğildir. Mesela bir memlekette sanayiin inkişafı, içtimaî mondi'ye göre yalnız «şahsî istihlâk» mevcuttu. (Ekmek,
tehâlüfun (differenciation) seyrini tesrî eder. Köylü ve elbise vesaire istihlâki gibi). Makinelerin ve teknik mal-
esnaf tabakalarının mühim bir kısmını kol kuvvetini sa- zemenin istihlâki sermayeye aitti. İnsanların bununla
tan içtimaî sınıflara tahvil eder. Fakat bu hakikatin böy- alâkaları yoktu. Sismondi bu fikri aynen Adam Smith'-
le olması, hiçbir zaman dahilî pazarların daraldığına de- den almıştır. «Ve hülaseten diyebiliriz ki : 1 - Ziraatin mu-
lil değildir. «Tabiî iktisat» sistemi yıkılınca ve köylü, ih- ayyen sahalarda ihtisas sahibi olmasıyla, muhtelif ziraî
tiyaçlarını pazar vasıtasıyla tatmine başlayınca, tabiatıyla mıntıkalar arasında muhtelif ziraî mahsulâtın mübadele-
köylünün vaziyeti eskisine nisbeten fenalaşır. Rus inkılâ- si başlar. 2 - Ziraatte emtia mübadelesi ne kadar nüfûz
ederse, köy halkının da sanayi mahsulâtına ihtiyacı o ka-
1. Sismondi nazariyelerini şu iki büyük eserinde müdafaa etmekte- dar artar. 3 - İstihsal vasıtalarına talep tezayüd eder. Zi-
dir : J. C. L. Simonde de Sismondi, Etııdes sur I'economie poli- ra eski usul istihsal vasıtaları ne küçük ve ne de büyük
tiques, tome I, 1837; Nouveauı Principes d'economie politiğine,
köylüyü tatmin edemez».
tome I, 1927.
Bu sözler, bize, iktisatçılarımızın beyhude telaş et-
tiklerini gösteriyor. Biz onların nazariyelerini, modern
iktisadiyat karşısında mevcudiyetlerini kaybed en içtimai
tabakaların ideolojisi olarak tavsif edebiliriz.

Gelelim haricî pazarlar meselesine: Hakikaten ci-


han piyasasında büyük rakipler karşısında muvaffakiyet ÖNCE TASARRUF, SONRA TASARRUF...
oldukça müşkildir. Fakat sanayimiz, henüz doğmakta ol-
duğundan haricî pazarlara muhtaç değildir. Dahilde sa- Gazi Mustafa Kemal vatanın tahlîsiyle, inkılâpla,
nayi mahsulâtına müşteri olacak vâsi köylü tabakası var- maziyi yıkmak ve istikbali fethetmekle Türk milletine bir
dır. Şark vilâyetleri henüz emtia mübadelesinin tam hâ- şehrâh açtı. Bundan sonra hükümete de, millete de teret-
kimiyeti altına girmemiştir. Oralarda vâsi mikyasta tabiî tüp eden vazifeler vardır, inkılâbı tekâmül takip etmeli-
iktisat tarzına tesadüf ediliyor. Tesis edilecek demiryol- dir; bu tekâmülde hükümetin de, milletin de bazen muh-
ları, vaz'edilecek nakdî vergiler, oraları çok çabuk emtia telit, fakat ekseriya birbirinden ayrı vazifeleri, rolleri olsa
mübadelesine idhal eder. Bu suretle de doğacak pazar- gerektir, işi yalnız hükümete bırakmak doğru olamaz.
lar, sanayiimizi uzun zamanlar besler. İhracata başlaya- Matbuat, abuk sabuk tefrikalarla karilerin uyku kabiliye-
cak sanayi ise, büyük rakipler karşısında mevcudiyetini tini tenmiye edeceğine, biraz da millete isabet eden vazi-
muhafaza etmek için her çareye başvuracaktır. Esasen feleri ihtar etse, kendisine terettüp eden hizmeti görmüş
haricî pazarlarda muvaffakiyet, meşhur iktisatçı Togan olur.
Paragu Fisk'in dediği gibi, diyalektik tezatlar, mücadeleler Milletin vazâifinden sıklık bahsedeceğiz. Bugün ta-
içinde ya kazanılır yahut da kaybedilir. sarruf bahsini ele alıyoruz. Bedihî bir hakikattir ki, ticarî
muvazenemiz hiç de yerinde değildir: îdhalâtımız çok,
Öyle anlaşılıyor ki, mevzuubahs iktisatçılarımızın
ihracâtımız az. Vâkıa ingiltere, Fransa, Amerika gibi
nazariyeleri memleketin şe'niyetine istinat etmiyor. Bazı
memleketlerde ticaret muvazenesinin ehemmiyeti büyük
nazarî kitapların dar çerçeveleri dahilinde kalıyorlar. On-
değildir. Meselâ ingiltere'nin idhalâtı ihracâtından dai-
lara tavsiyelerimiz : Türkiye iktisadiyatmdaki hadisele-
ma ziyadedir. Lâkin ticarî muvazeneden başka bir de
rin zuhur sebeplerini, inkişaf istikametlerini çok ilmî
umumî muvazene var ki, bu, her vakit, istatistik şeklinde
usullerle tedkik etsinler ve nazariyelerini, geçmiş senele-
tespit edilemez. İngiltere'nin hariçte birçok tebaası, ti-
rin nazariyelerini ihtiva eden kitaplara uydurmasınlar».
carî müsta'merelerde memurları, müesseseleri, banka-
(Hayat, C. I, nr. 20, 14 Nisan 1927, s. 398 - 399.) ları, bilâ-istisna her denizde gemileri, birçok memleket-
lere yatırılmış sermayeleri, ilh. anavatana kâr ve temet-
tü getiriyor. Bu rakamlar gümrük cetvellerinde görülmez.
Bu takdirde Büyük Britanya'ya giren mal, oradan çıkan
emtiadan fazla olursa bunun bir ziyanı yoktur.
Yunanistan'ı tedkik edelim: Dünyanın dört köşe- idhalâtı eksiltmeden, tasarruftan, mahrumiyetten başla-
sinde, Amerika'da, Fransa'da, İngiltere'de, Hindistan'da, mıştır. Güzel bir zarf içinde, gümüşlü kâğıtlara sarılmış
Mısır'da Yunanlılar var. Bunlar kazandıklarının bir mik- çikolatayı yemesek ne oluruz? Zannederim ki, bu mah-
tarını memleketlerine gönderirler. Yunan'ın beyazlı ma- rumiyet neticesinde kıyamet kopmaz. Fakat yersek, fak-
vili bandırasını delaştıran vapurlar kendi limanlariyle alâ- rüddeme tutulmuş bir kimse gibi günden güne kansız ka-
kası olmayan bir memleketten diğerine mal naklediyor- lır, âkıbet iktisaden verem olur, gideriz.
lar. Geçende Haydarpaşa rıhtımında Cardiff kömürü lıa-
Bir milletin bu hususta, bir fertten farkı yoktu/ Pa-
mûleli bir Yunan kargosu gördüm. Satan ingiliz, alan
Türk; nakleden ve kazanan Yunan! rası varsa safâ-yı hâtırla yesin, yoksa borçlanmak bir hak
teşkil etmez. Borçlanmanın da bir haddi vardır; ilâniha-
Bizim böyle beynelmilel ticarete tevessül eden va- ye itibar bulmak kabil olamaz.
purlarımız, hariçte kazanıp tasarrufatını buraya gönderen
tebamız, ecnebi milletlerden alacağımız, denizlerin öte Mekanik nokta-i nazarından bazı inkılâbatm içinde-
tarafında vâridât getirir müsta'merelerimiz olmadığın- yiz. Meselâ hayvan ve arabanın tarihe karıştığını, bunla-
dan, umumî muvazenemizle ticarî muvazenemiz hemen rın yerine motor ve benzinin kaim olduğunu görüyoruz.
hemen birdir ve belki umumî muvazenemiz daha ziyade Bunlardan istiâne etmemek kabil değildir. Kezalik ziraat
aleyhimizdedir: Yarm istikraz kuponu şeklinde - mukabi- da mekanik oluyor. Bu sebeplerden dolayı bugün mil-
linde hiçbir şeyi almamak üzere - bilhassa Fransa'ya mil- yonlara bâliğ olan eşyayı hariçten getirtmeğe mecburuz.
yonlar göndereceğimizi unutmayalım! Getirtmezsek kurûn-ı vustâda, Asya çöllerinde yaya kal-
mış oluruz. Halbuki vaktiyle bu ihtiyaçlarımız için hari-
Bu muvazene gün geçtikçe aleyhimize dönüyor. Bu-
ce müftakır değildik.
na karşı, hükümetin gümrük tarifeleri sayesinde, ric'î bir
harekette bulunacağı tabiîdir. Fakat millete vazifeler te- Bu takdirde biz de bunların bedeline tekabül ede-
rettüp ediyor. Bu muvazeneyi asla düşünmeden züğürtlü- cek bir şey çıkarmalıyız. Maatteessüf görüyoruz ki, buna
ğümüze rağmen müsrif olmuşuz. Her gün, limanımıza, muvaffak olamadığımızdan sanayii müterakki olan mem-
bedeli milyonlara varan bazı eşya geliyor: ipekli çorap- leketlerin esiri olmağa yüz tuttuk.
lar, düzgün ve pudralar, lavanta ve losyonlar, tonilâto-
Tanesi sekiz, on liraya ten rengindeki bir veya on
larla çikolatalar, gramafon âletleri ve plâkları, nice meş-
gün dayanmayan ipekli çorapların çarçabuk yırtılıp bizi
rubat, lüks otomobilleri ve daha bin bir kalem eşya; bun-
yalınayak bıraktığına şüphe etmeyin...
lara mukabil biz Avrupa ve Amerika'ya ne gönderiyoruz?
Bu takdirde, fert itibariyle değil, bir millet olmak üzere Garp medeniyetine girmeğe karar vermek, yanlış
bu kadar idhalâta hakkımız yoktur. Bunların istihlâki tefsirlere mahal verdiğinden, bir dereceye kadar masrafı
bizim için iktisaden haraındır. ve israfı istilzam etti. Eğer muaşeret bunu icap ettiriyor-
Bulgarları.takdir ve tâh§1*j ederim. Yıkılanı yerine sa, bari hiç olmazsa, o masrafa medar olmak üzere Av-
koymak için pek meşakkatle çHlıŞan bu millet, işe iptida rupai bir şekilde sa'y ve amelimizi de çoğaltmalı idik.
Umum! harpten sonra hâsıl olan yeis ve fütur, her
yerde olduğu gibi bizde de bazı sathî eğlencelere revaç Cihan harbinden mağlûp çıkan Bulgaristan eziyetli
verdi, buna mukabil tasarruf fikrini hemen hemen söndür- çalışmak ve gûnâgûn mahrumiyetlere katlanmakla eski
dü. Meslekler müstakar değil, hiçbir işte sebat edilemi- halini iade etti. Çok çalışması ve fevkalâde tasarrufkâr-
yor. Bir kimse bugün memur, yarın tâcir, öbür gün ay- lığıyla meş/ıur Belçika, Almanya tarafından harap ve ye-
lak, daha sonra yine memur, bir müddet geçince fabrika- bâb edildiği halde, Fransa'dan evvel imarâtmı bitirdi.
tör, milyoner ve âkıbet hileli müflis oluyor. î ta lya, bu devletlerden müreffeh ve daha az zarar
Eskisi gibi istikbali iskonto ederek tasarrufta bulu- görmüş iken, faşist idaresi sayesinde muvazenetini buldu.
nan ve öyle yaşayan enmuzeçler artık kalmadı. Yevm-i Fakat rasıl? Son derece tasarrufla. Mussolini bir taraftan
cedîd, rızk-ı cedîd. Roman edebiyatımız münkeşif olsa ziraati, ticareti, bankaları, sanayii, nakliyatı bir kuman-
böyle ne «tip» 1er görecektir... Cihan tahavvülü büyük- dan gibi inzibat ve murakabe altına almak, öbür taraftan
tür : Bir anda milyonlar kazanmak, çalışmadan ve haksız mahzâ umumî hesap muvazenesine fena tesir etmesin di-
zengin olmak ve günün birinde atalardan kalma mâmele- ye, italyanların bilâ-lüzum ecnebi diyarlarına gitmelerini
ki hiçbir günah işlemeden kaybetmek ihtimalleri hesap- yasak edecek mertebe tasarrufa tı emretmekle bugün ta-
ta münderiçtir. îşte bu hâlet, ruhlarda bir anarşiye se- rihin hayran olduğu mertebe işleri düzeltilmiştir. Dün-
yada hiçbir millet kalmamıştır ki, şu harp ertesi fazla
bep olmuştur. Ferdâyı düşünen yok.
çalışmak ve fazla tasarruf umdelerini mezcederek, geçen
Lâkin buna karşı bir ric'at lâzım. Olmadığı takdir- senelerin açtığı yaraları kapamış olmasın... En geride
de iktisadî musibet, bunca kan pahasına istirdat ettiği- kalan bizleriz.
miz vatanın felâketini müstelzem olabilir. Osmanlı dev-
Tasarrufa davet hususunda hükümet, cemiyetler,
ri Türk milletini iktisadiyattan uzaklaştırmıştı. Hâkimi- büyükler ve küçükler, bilhassa münevverler hep seferber
yet Türklerin, iktisadiyat Türk olmayanların nasibi idi. olmalıyız. Şu hakikati kulağımıza küpe edelim: Milletin
Fakat artık Türkiye'de Türk olmayan otuzda bire inmiş umumî hesap muvazenesi açıktır, istihkakımızdan faz-
oluvor. Bu iktisadî boşlukları bundan bövle biz kendimiz lasını yiyoruz. Bunun için borçluyuz. Borç bir hadde ka-
dolduracağız. Bir mutavassıt burjuva tabakasına muhta- dar olur, ondan sonra itibar kalmaz. Bugünlerdeki israfı-
cız. Onu bu millet doğuracak, bunun için de türlü türlü mız derecesinde yiyecek, hususiyle abur cubur yiyecek
itiyatlar, vukuflar, faziletler edineceğiz. Lâkin bunlar za- olursak, yarın kuru ekmeğe müftakır olacağız. Bugün
mana muhtaçtır. Felemenk ve Yunan milletleri esnaf, tüc- bulduğumuzu yarın bulamamak muharebe felâketlerini
car ve gemici olabilmek için asırlar geçti. Buna intizâ- gölgede bırakır.
ren hiç olmazsa kusurlarımızdan vazgeçelim ve evvel-be- «Külü ve'ş-rebû velâ tüsrifû»(*)
evvel müsrif olmayalım. Teessüflerle, telehhiiflerle görü-
(İkdam nr. 11134, 21 Nisan 1928)
yorum ki, iktisadî kabiliyetleri elde etmek şöyle dursun,
iktisadî zemâim ediniyoruz.
(*) «Yeyiniz, içiniz, israf etmeyiniz.» (A'raf, 31)
istatistiklerin gösterdiği rakama ve muameleye tâbi şey-
lere münhasır kalıyor. Halbuki, bilvasıta veya bilâ-vasıta,
muhtelif şekillerde kaçan paralar da çok mühim bir ye-
kûn tutuyor. Bütçelerde muvazene yapmak bir dereceye
Mahmut ( * )
kadar hükümetlerin ve meclislerin elindedir. İktisadî mu-
vazenenin temini ise, halkın bu işte şuur ve fedakârlıkla
Y E R L Î MALI alâkadar olmasına bağlıdır. Avrupa ve Amerika'daki en
büyük ve en zengin memleketlerin halkının yerli malına
Bazı mevzular var ki, matbuat sayfalarında, ağızlar- rağbet etmekte, yerli mallarını hârice sürmekte ne kadar
da tekrar edile edile umum nazarmdaki ehemmiyetini sıkı bir alâkadarlık gösterdikleri göz önüne alınırsa, bu
kaybetmişe benziyor. Çünkü söylenen, yazılan şeyler, na- cephede her Türk vatandaşına düşen vazife kendiliğinden
zariyattan, tatbikat sahalarına intikal ettirilmemiştir. Ha- anlaşılır.
kikatte onların ehemmiyeti zamanla, bilhassa beşeriyet
umumî harp kasırgasını geçiştirdikten sonra, âdeta ha- Türk Talebe Birliği, bizde biraz gecikmiş olan bu
yatî bir mâhiyet almıştır. «Yerli malları» na rağbet me- harekete ön ayak oldu. Böyle şuurlu hareketlerin, irfan
selesi bu mühim ve hayatî mevzulardan birini teşkil edi- ile mücehhez zümrelerden doğmasının ayrıca bir değeri
yor. vardır. Resmî ve hususî müesseselerin maddeten ve ma
nen bu harekete müzaheret etmeleri tabiîdir.
Her memlekette «yerli malına rağmet», vatandaşlar
için, iktisadî terbiyenin alfabesidir. Bizde ise bu mesele, Milletimizin refahına taalluk eden bu gibi işlerde,
mânâsının bütün şumulü ile hayatî bir ehemmiyeti hâiz- halkımızın azmi ve heyecanı çok yüksek olur. Yeter ki,
dir. Gerçek, Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu şartla- onlara hakikatin içyüzü anlatılsın ve kendisinin bu hare-
ra göre, yalnız iktisadî terbiyenin basit bir icabı değil, kete niçin götürüldüğünü öğrenmiş bulunsun.
millî ve vatanî bir borçtur.
Eğer her vatandaş, yerli malı kullanmavı, memleke
Her şeyden evvel mütevâzin bir bütçeve mâlik ol- tin selâmeti nâmına iktisadî bir zaruret, millî bir vazife,
mak lâzımdı; bunu temin ettik. Şimdi ticarî muvazene- vatanî bir fedakârlık olduğuna kani olur ve o yolda ha-
mizi de kurmak mecburiyetindeyiz. Bu mecburiyet kat'i- reket ederse, inan etmeli ki, hayat ve maişet mücadele-
dir. Çünkü zaferin, inkılâbın ve bütün çalışmaların gayesi
sinde uğradığımız müşkilât yarı yarıya iner.
olan halkın refahı ancak bu suretle vücut bulacaktır.
Memleketin serveti, mütemadiyen harice akıp gidiyor. Ha-
Bu gibi işlerde dikkat edilecek nokta şudur:
rice verdiğimiz paranın hakiki miktarı hakkında esaslı
bir bilgimiz yoktur. Bizim bildiğimiz şeyler, yalnız resmî İşin idaresinde azamî dikkat ve hassasiyet göster-
mek, herkesin hürriyet ve izzet-i nefsine hürmet etmek,
(*) Siirt mebusu.
hiç kimseyi incitmemek... Çünkü iyi idare edilmeyen te-
şebbüsler -esaslarında ne kadar makul olursa olsunlar-
daima menfî neticeler verir.

Milliyetsever gençliğin bugünkü tutumuna bakılır-


sa, bu noktadan da endişe etmemek, muvaffakiyetten
emin olmak lâzımdır.
ANKARA'NIN GÜZELLİKLERİ
(Milliyet, nr. ll&l, 0 Nisan 1929)
Ankara garından çıkanların gözlerine Ankara'nın
yalçın, vakarlı ve yüksek seviyeli tabiatı birdenbire çar-
par. Boylarına göre yanyana sıralanmış üç tepe üstün-
de dikili ve taştan binalarıyle merkezî Ankara karşıların-
da diri, uyanık ve ayakta görünür. En yüksek tepede bir
kale burcu ve dağın ve şehrin eteklerine doğru inen eski
surlar vardır. Bu merkezî Ankara mahallesinin önünde
onu bir kuşak gibi saran, sonra her iki yandan, âtive ko-
şar gibi, dağlara doğru tırmanan yeni yahut yenileşmiş
mahalleleriyle uzun bir şehir görülür. Bir taraftan Evkaf
mahallesi, Cebeci, Yenişehir, Kavaklıdere, Çankava ve
Dikmen, diğer taraftan Hacıbayram, İsmet Pasa, Dağ ma-
halleleri, Keçiören, Etlik ve Gazi Orman Çiftliğine doğru
şehir yayılır ve dağılır.

Ankara'nın bu yayıklığı bilhassa gece elektrikleri-


nin yanarak şehrin güzel bir ziya tarlasına döndüğü za-
man görülüyor. Bu manzara insana en büyük şehirler-
den birini görmek hissini veriyor. Onun için Ankara bü-
yük mü, küçük mü bilinemez ve ben onun birkaç kere bü-
yümüşken nüfusunun hâlâ yetmiş bin kişi olmasına bir
türlü akıl erdiremiyorum.

Eski Türk payitahtlarını bırakalım, fakat Yunanlı-


ların o küçük Iconium şehri ve civarı üstüne Selçukîle-
rin kurdukları ve büvük bir sanat şehri haline getirdik-
leri Konya'dan beri Bursa, Edirne, İstanbul, Ankara! Bu,
Türklerin hükümet merkezlerini imar yolunda kaçıncı ce-
hitleri ve meydana getirdikleri kaçıncı mühim eserdir!
Canlarından kâm almak için istikballerinde daimî
Evvelden şarkın büyük İslâm şehirleri yanında Av-
bir ahiret bulunduğunu artık ummayan insanlar, yeni bir
rupalılar kendilerine mahsus mahalleler ve âdeta yeni
hızla, dünyanın kâmını verecek şehirler istiyorlar. Şehir-
bir şehir inşa ederlerdi. Bu defa eski Ankara'nın yanı ba-
liyi yetiştirmek, onda yaşadığı şehir için tam bir alâka
şında da Avrupalı bir şehir bina edilmiştir. Fakat bunun
ve âdeta bir aşk uyandırmakla kabil olur. Böyleleri şeh-
bânileri de biz, kendimiziz!
rin çemenine, yeni dikilmiş çam fidanına basmağı beledî
Ankara, eskiden ancak orta bir vilâyet merkezi idi. bir günah saymaktan başlayarak, şehirleri için kalblerin-
Ve millî mücadelenin merkezi oluşundan Lozan sulhuna de ayrı bir samimiyet ve fikirlerinde ayrı bir iman duyar-
kadar bir nevi kahramanlar siperi hizmetini gördü. Asıl lar. Bütün Ankaralılarda bu aşkı ve imanı uyandırmağa
şehrin tarihi Lozan sulhundan bugüne kadardır. Ve bu çalışmalıyız.
kadar kısa bir müddet içinde elde edilen netice ile ne
kadar iftihar etsek hakkımızdır. Ankara'da bulduklarımız, bir taraftan, vaktimizde
iktisadı ve gündelik hayatımızda kolaylığı, rahatı, temiz-
Ankara'ya ilk yoksulluk zamanlarında gelip onunla liği temin eden şeylerdir.
birlikte yoğrulan, onunla hem-hal olanların ruhî hâletle-
rini tasavvur edin! Şehrin yavaş yavaş nasıl büyüyüp gü- Bütün konfora mâlik apartmanlar, eski Ankara'yı
zelleştiğinin hikâyesini bu ilk yeni Ankaralıların ağızla- ziyaret eden Evliya Çelebi'nin «bağsız bahçesiz hane» di-
rından işitmelidir. Ankara'nın o çok mütevazı ilk bina- ye yâd ettiklerine mukabil etrafı bahçeli evler, kaldırım-
ları yapılırken, bunları nasıl fahrla ve sevinçle seyrettik- ları ağaçlı, bol elektrikli geniş ve temiz caddeler, üstle-
lerini ve bunların karşısında ne lezzet duyduklarını asıl rinde otomobillerin rahatça kaydıkları asfalt sokaklar,
onlardan dinlemeliyiz. Ankara şehremaneti de bu ilk ge- şehrin civarında atların seve seve gezindikleri yollar, şeh-
lenlerin hâtıralarını bir altın kitapta kayd ve tevsik etme- rin birçok noktalarında ağaçlı, çiçekli, havuzlu ve oturu-
li ve bu eski manzaraların bir albümünü toplamalı değil lacak sıralı meydanlar ve parmaklık içinde yerler veya
midir? bahçeler. En güzel ve sağlam binalarda, milletin çocukla-
rına açtığı birer kucak gibi, birçok mektepler. Devlet ma-
Çocuğunun büyüdüğünü, zekâsının karanlık içinde hallesinde mevcut yahut yapılmakta olan büvük, temiz
yavaş yavaş açılan bir ziya gibi kuvvetlendiğini gören bir ve cidden millete lâvık hükümet daireleri, vekâlet bina-
baba tarzında bu şehrin kat kat, ev ev büyüdüğünü; so- ları. Rahat ve âsûde bir klüp. Konserleri, korolarıyle mu-
kak sokak genişlediğini; manzara manzara açıldığını; isti- siki ihtiyacını tatmin eden bir musiki mektebi.
rahat, medeniyet ve sanat için gitgide yer kazandığını;
bünye, fikir, his için gittikçe elverişli olduğunu en samimi Bütün bunlar artık birer ihtiyaç halini almış olan
bir gururla seyretmiş olanlar, onu hususî bir eser itinası asrî şehir zevklerimizi tatmin etmektedir. Ankara'nın bu
ile sevmekte haklıdırlar. bakımdan üstünlüğü, yepyeni olduğundan hep «en yeni»
oluşudur. Burada garbın uzun tecrübelerinden istifade
edilerek birçok sahalarda birçok merhaleler atlanmıştır.
tada yalnız muvaffakiyet değil, bir de sarfolunan sa'y ve
Burada insanı gündelik bir göçebe hayatına mah- emek gözüküyor ki, bu da başlı başına güzel olan bir
kûm eden tramvay, vapur gibi müşterek nakil vasıtaları- şeydir.
na ihtiyaç yoktur. Nakil vasıtası otomobil veya otobüs-
Hizmet edenlerde, başka yerlerde unutulmağa baş-
tür.
layan bir nezaket vardır. Zira bunların âmirlerinin bir
Bunların hiçbirinden aşağı kalmayan bir fazilet ve eser yaptıklarına inanları vardır. Bu iktisadî buhran za-
asalet ve bir zevk ve istirahat menbaı da şehrin hayatın- manında, Ankara'nın vakt ü hali nisbeten iyidir. Anka-
dan ayrılmayan sessizliktir. Zaten Türk şehirlerinin en ra'nın zihniyeti işlerde müşkilât çıkarmak değil, iş çıkar-
sevimli hallerinden biri bu huzur ve sükûn verici sessiz- mak zihniyetidir. Ve zihni nafile yoracak ve dağıtacak
lik değil midir? Kalabalık şehirlerin dar, izdihamh sokak- şeylerin azlığı sayesinde, Ankara bir çalışma ocağıdır;
larında gürültüleri, adiliğin patırtıları ve hamakatın şa- Avrupa şehirleri gibi çok çalışan ve çok iş çıkarılan bir
mataları ne kadar iğrençtir! Yaygaracı ırkların doldur- yerdir.
dukları mahallerin ne cehennem kesildiğini bilenler, bu Diyebiliriz ki, Ankara'nın haşin tabiatı bu sa'y ve
sükûnet halini bir cennet sayarlar. Ankara'nın geniş ve sebat şehrine münasip bir dekor oluyor. Yetişen ağaçlar,
âsûde caddelerinde insan sürünmeden, çarpmadan yürü- hattâ Ankara'ya yakın olan Gazi Çiftliği'nde orman teş-
mek zevkini tadıyor ve insanlığına döndüğünü duyuyor. kil eden ağaçlar, beşerin tabiata galebesi imkânını teyit
Burada baş, düşüncesini; gönül, hülyasını takip edebilir. ediyor. Burada ağaç ve çiçek sevgilerinin güzelliklerine
Sükûn ve sükût asil ırkımızın en cibillî hasletlerinden bi- resmen ermişiz. Bunlardan başka, Ankara etrafındaki
ri, istiğrak ve hayal de insanlığın gündelik ve en güzel çepçevre dağların geniş, açık bir ufuk manzarası var. An-
haklarından biridir. Bir milliyetin bir başka tarifi de kara'nın gurûbları harikulâde güzeldir. Gözler bu şiire
kendimizi sükûtlarını anladığımız insanlar arasında du- bir türlü doyamaz. Seması ince saf ve geceleri, bilhassa
yurmak rahatı ve saadeti değil midir? kış geceleri insana istiğrak hissini veren berrak bir in-
celiktedir.
Yazık ki burada dar bir şehircilik mevzuu içinde
kalarak, bir an dağılmak korkusunu veren istiklâlimizin Avrupa'dan gelen 5'abancılar burada bildikleri Av-
daha kuvvetle doğduğu yer olan Ankara'nın bizim için rupa şehirleri gibi bir teşekkül buluyorlar ve bu saydığı-
harikulâde olan millî kıymetinden ancak geçerken bahse- mız güzelliklerin hiçbirine lâkayd kalmıyorlar.
debiliyoruz. Gordiom, Ankara'nın civarındadır ve melün Yabancıların bir şehre girer girmez, ilk aradıkları
kördüğümünü biz de burada çözmüşüz! konfordur. Rahat bir otel, temiz bir yemek, güzel bir bar
isterler. Ankara Palas bunlara Ankara şehrini tatmak için
Burada asıl duyduğumuz ve sevdiğimiz şey, yapıl-
-yokluğu çok hazin olacak- mükemmel bir varlıktır.
makta olan bir şehrin, halkedilmekte olan bir varlığın
eczasından olmak lezzetidir. Burada Türk'ün teşkil ve Bir milletin medeniyet seviyesi böyle ekseriyetle
tanzim etmek dehasının devamım görüyoruz ve bu her- şehirlerinin tertip ve tanzim şekli ve konforu ve bir de
kesi faal, müteşebbis, çalışkan olmağa teşvik ediyor. Or-
tarihî ve bediî kıymetleriyle ölçülür. Nakil vasıtalarının nüshası ancak bir kütüphanede bulunan el yazısı bir ki-
kolaylıkları seyahati gittikçe kolaylaştırıyor ve bu buh- tabın nihayet elimize geçmesi gibi bir şeydir. Esasen se-
ran zamanlarında turizm her milletin başvurduğu bir yahat insanlarda uyuklayan bir merakı uyandırıyor. Şeh-
çare oluyor. Her memleket kapısını seyyahlara açmak is- rin içindekilerin belki ehemmiyet vermeyecekleri şeyleri
tiyor. Artık dünyada hemen beynelmilel bir seyyah zih- en uzak yerlerden gelen yabancıların ziyaret etmesi mu-
niyeti türemiştir. Bu seyyahlar ve bu yabancılar şehir taddır ve âsâr-ı atîka, yanıbaşlarında mahalle komşula-
içinde en önce konfor aradıkları gibi, ikinci olarak da, rını değil, hep uzak diyarların yolcularını görmeğe alış-
sokağa çıkar çıkmaz görülecek tarihî güzellikler ve eski kındırlar.
eserler ararlar.
Eğer Avrupa'nın tarihî âbidelerle, sanat eserleriyle
İçimizden bazılarımız şehrin yeni kısmını, haklı
süslü şehirlerini ve millî eserler ve güzel sanat eserle-
olarak, pek beğeniyorlar da, yabancılar neden bununla
riyle, hattâ bizim memleketlerimizden götürülmüş parça-
iktifa etmiyorlar diye haksız olarak kızıyorlar. Bizim
larla tıklım tıklım dolu - ve bunlardan mahrum olan
memlekete hariçten gelenlere ve geleceklere: «Neden
Amerikalıların o kadar kıskandıkları- müzelerini hatır-
yalnız yeni binalarımıza, sokaklarımıza bakmıyorsunuz
larsak, yabancıların bu meraklarını büsbütün tabiî bul-
da bizdeki âsâr-ı atîka ile bu kadar uğraşıyorsunuz?» de-
memiz biraz safdilâne olmaz mı? Düşünelim ki, bu yol- mamız lâzım gelir.
lar ve bu binalar artık beynelmilel kıymetlerdir. Bu ge-
Hülasa bizim de bütün asrî tesisattan maada şehir-
lenlerin kendi memleketlerinde de büyük binalar, mun-
lerimizin eskiliğini ve tarihî kıymetini gösterecek tarihî
tazam sokaklar ve geniş meydanlar mevcuttur. Gelenler
Avrupa'dan değil Asya'nın eıki şehirlerinden gelmiş ol- ve millî âbidelerimize, eski eserleri ve millî sanatımızı
malıdırlar ki, bu şeylerin onlarca merak uyandıracak bir barındıran müzelere de aynı ehemmiyeti vermemiz, bun-
yeniliği ve hususiyeti olsun. Ankara, hattâ şimdikinden ları açmamız, göstermemiz lâzım gelir. Geçmiş zamanlar
daha büyük ve daha güzel olsa yabancılar ve seyyahlar bir iz bırakmadan geçmez. Ankara kadar eski bir tarihi
yine her gittikleri yerde olduğu gibi, mahallî güzellikler
olan bu şehirde ve bizim kadar hem azametli, hem ince
ve tarihî kıymetler, hülâsa nev-i şahsına münhasır veya
bir sanatı olan bir millette bu kıymetler ve güzellikler
nadir şeyler aramakta mazur olurlar.
mevcuttur. Yabancıların aradıklarının ilk kısmına An-
Yabancı bir şehre konar konmaz, bizi de celbeden kara Palas kâfi geldiği gibi, bu ikinci kısmına da Ankara
şey onun sade yeni mahalleleri değildir. Buradaki havat
kâfi gelebilecektir. Ankara'da da, başka birçok Türk şe-
bildiğimiz gündelik ve beynelmilel hayattır. Fakat hakika-
hirlerinde olduğu gibi, tarihî bir «fond» vardır ki, bu
ten mahallî bir varlığın hususiyetlerini saklayan eski
mahalleler yeni bir merakımızı tatmin eder. Her memle- şehrin kıymetine ve güzelliğine hususî bir cazibe veriyor.
ketin tarihî âsârı kendine hastır. Bir başka memleketteki Ankara hem asrî, hem tarihî bir şehirdir. Her şehre na-
varlıklara benzese de, yine bir hususiyet gösterir. Bu, sip olmayan, hattâ bazı Avrupa şehirlerinin yalandan,
sun'i olarak icat etmek istedikleri bu tarihî dekorun
kıymetini bilmeliyiz. Ve biz bu mevzuu yalnız yabancı-
ların bakımından değil, asıl kendi istifademiz ve zevkimiz
için açmak istiyoruz.

(Varlılı, ıır. 3, 15 Ağustos 1933, s. 37-38.)

Y E N İ DEVLETİN İKTİSADÎ FONKSİYONLORI ( ' )

Muhterem dinleyicilerim!

Konferansıma başlarken, inkılâbımızın bugünkü ka-


rakteristik inkişaf hamlelerinden birini hassatan işaret et-
mek isterim: Bu inkişaf hamlesi, inkılâbımızın nazarî ve
fikrî unsurlarının artık tam ve tenakuzsuz bir telâkki sis-
temi şeklinde tedvin olunması hareketidir. Meselâ bizzat
inkılâp enstitüsü ve inkılâp kürsüleri, bu fikrî araştırma
ve tedvin etme cehdinin, bu inkılâbımızı ilimleştirme ha-
reketinin son bir ifadesinden başka bir şey değildir.

Filhakika, Türk inkılâbının kendi fikrî mesnedini ya-


pabilmesi için, kendi ideolojisini, kendi yetiştirdiği mü-
nevver neslin şuuruna sindirmesi lâzımdır. Çünkü ilk an-
larında, ancak en ileri inkılâp mümessillerinin ruhunda
tekevvün eden inkılâp prensipleri, yine ancak şuur saha-
sına indiği zamandır ki kendi neslini yaratmış ve bu nesil
içinde yerleşmiş sayılabilir. Yoksa inkılâp neslinin şuu-
runda müdevven bir telâkki sistemi halinde yaşamayan,
yahut da meselâ vatan gençliğinin yalnız hissî bağlarına
dayanan bir inkılâp akışı, hiçbir zaman manevî mesnedi-
ni tam yaratmış olamaz.

Bu itibarla biz, inkılâbımızın, kendi nazarî esasları-


nı ilimleştirmek ve tedvin etmek yolunda bugün giriştiği

(1) Bu yazı, İstanbul'da Türk İktisatçılar Cemiyeti'nin 10 Mayıs


1934 günkü içtimaında verilmiş bir konferanstır.
nomik rejimdir ve hiçbir memleket için örnek olmak ih-
timali yoktur.
asîl mesaiyi, bilhassa inkılâp kürsülerinin ve onların ga-
yesine yardımcı olan neşriyatın idealistçe araştırmalarını Yine aynı suretle gittikçe daha iyi anlaşılacaktır ki
bizzat âtimizin emniyeti hesabına yeni bir zıman sayabi- bizzat keskin smıf mücadelesi, yani yüksek sermaye ile ge-
liriz. niş işçi kütlelerinin yüksek teknik etrafındaki hâkimiyet
mücadelesi, ancak yüksek sermaye ve tekniğin mütekâsif
Bizce ancak bu asil ve idealist fikir araştırmalarıdır bulunduğu memleketlerde inkişaf eden bir hâdisedir. Bu
ki bir inkılâpçı nesle hakikî münevverlik seciyesini verebi- mücadelenin beynelmilel bir şümul alması ve bir sosyalist
lir. Yine bunun içindir ki, memleketin fikrî ve inşaî mese- inkılâbının beynelmilel bir vüsat alabilmesi için bizzat bu
lelerini yakından takip etmek ve bu meselelerle fikren yüksek sermaye ve yüksek tekniğin bütün cihana aynı
daima haşır neşir olmak vasfı, kanaatimce inkılâpçı va- nisbette yayılması lâzımdı. Halbuki bizzat kapitalizm ni-
tanperverliğin ilk şartıdır. İnkılâbımızın prensipleri ile zamı, yüksek sermaye ve yüksek tekniğin bütün memle-
ve bu prensiplerin hayata tatbik davalarıyle yakından ve ketlere müsavi surette yayılmasına, âlemşümul bir mahi-
fikren alâkadar olmayan bir vatan gençliği hiçbir zaman yet almasına manidir. Çünkü bugün yüksek sermaye ve
iyi hazırlanmış sayılamaz. Çünkü memleket idare etmek yüksek teknik ancak geniş ve sanayisiz müstemlekelerin
gibi, millî işlerin en yüce fakat en çetini kendine teveccüh soyulmasıyle vücut bulabilir. Avrupa, Amerika ve Japon-
eden Türk münevverliği ancak, müdevven, tenakuzsuz ve ya'nın yüksek sermayelerini besleyen müstemlekeler sana-
inkılâpçı bir fikir sistemi ile silâhlanmak suretiyledir ki, yileştiği gün liberal kapitalizmin ve onunla beraber libe-
hâdisatm, karışık cereyanları içinde inhiraflar yapmadan ral demokrasinin ve bunlara dayanan tarih, cemiyet, ikti-
yürümek imkânını bulabilir. sat ve hukuk telâkkilerinin ömürleri zaten sona ermiş
olur.
Bu itibarla biz hepimiz, inkılâbımızın fikir araştır-
maları sahasında fütûhata giriştiği bu devrin, Türk mü- Hülâsa Avrupa'nın cemiyeti telakki sahasındaki hü-
nevverlerinin inkılâp kürsülerine, inkılâpçı neşriyata, hü- kümleri öyle hükümlerdir ki onlar her şeyden evvel Av-
lâsa inkılâpçı fikir meşgalelerine doğru kütlevî ve devamlı rupa'nın cihan üstündeki hegemonyasının yani bir taraf-
bir akış devri olmasını temenni etmeliyiz. tan Avrupa dahilinde sınıflarla sınıfların diğer taraftan
müstemlekeci memleketlerle müstemleke ve yarı müstem-
Liberal demokrasisi, ancak on dokuzuncu asır Avru-
lekeler arasında, nihayet müstemlekeci memleketlerin de
pasma uyan ve zaten onun mahsulü olan bir şeydir. Miis-
bizzat kendi aralarındaki tezadın mahsulüdürler.
temlekeci kapitalizmin, dahilde sınıf tezadının siyasî bir
ifadesidir. Bu rejimin âlemşümul bir mânâsı yoktur ve Binaenaleyh bizzat Türkiye'nin en şerefli bir şekilde
müstemlekeleriyle, sınıfları olmayan memleketler için hiç- diğer geri memleketlere örnek olduğu millî kurtuluş hare-
bir zaman örnek olamaz. Aynı suretle liberal iktisat, keza ketleri, bizzat bu Avrupa hükümranlığının hem siyasî
on dokuzuncu asrın, bizzat Avrupada doğan ve hududu hem de iktisadî sahada âlemşümullüğüne karşı bir reak-
içine hemen hemen yalnız Avrupa ile Amerika Birleşik siyon, bir inkılâp olduğu için, millî kurtuluş hareketleri-
devletlerini ve Japonya'yı o da kısmen alabilen bir eko-
nin cemiyeti ve âlemi telâkki tarzı da başka olacaktır. Biz
Avrupa'nın hem hayatta, hem ilimde tekniğini aynen ala- Bilirsiniz ki, müstemleke fikir doğurmaz ve münev-
cak, fakat cemiyeti telâkki tarzında bu tekniği kendi he- ver yetiştirmez. Fikir asil bir mahsuldür ve onun beslen-
sabımıza ve kendi menfaatimize kullanacağız. Binaenaleyh mesi için ilk şart, fikrin, bizzat onu doğuran cemiyetin
ruhunda müstakbelin rüşeymini taşıyan inkılâpçı Türk maddi ve manevî yaşayışı ile alâkalanmasıdır. Bu ise an-
münevverliği Avrupa'nın ne peyki, ne tâbii, ne hayranı de- cak hür, yani siyaseten ve iktisaden müstakil bir cemiyet
ğil, olsa olsa sadece mirasçısıdır. Çünkü teknik başka şey çerçevesi içinde kabil olabilir. Halbuki müstemlekede fi-
ve rejim başka şeydir. Biz tekniği alır fakat tekniğe tahak- kirle cemiyet arasına her şeyden evvel, müstemlekecinin
küm tarzını almayabiliriz. Zaten tarihin bütün devirlerin- kendi menfaatine uygun arzu iradesi girer.
de bu hal tekerrür edip gitmiştir. İlkçağ ortaçağa rejimi-
Aynı hal daha mülâyim bir derecede olmakla beraber
ni değil tekniğini verdi. Ortaçağ sonçağa rejimini değil,
bir yarı müstemleke için de varittir. Yarı müstemleke
tekniğini verdi. Muasır devrin son çağda aldığı da rejim
gümrüklerini ecnebî emtiasına açar ve siyasî mukaddera-
değil tekniktir. Aynı suretle kapitalist ve müstemlekeci
tını birtakım harici kuvvetlerin arzusuna uydurur. Fakat
Avrupa da bugün bir rejim buhranı içinde bulunuyorsa,
bu iktisadî tâbiiyet ve siyasî mutavaat bu kadarla kal-
bu buhranı her şeyden evvel bir atlayış alâmeti olarak te-
maz. Yarı müstemlekenin üstünde, kendisine iktisaden
lâkki etmek lâzımdır. Beynelmilel bir istismara ve halli
hâkim ve siyaseten müessir olan haricî âlemin fikrî hü-
kabil olmayan beynelmilel tezatlara dayanan bu rejim
kümranlığı da vardır. Yarı müstemlekeye fikirler, diğer
tekniğini Avrupa dahilinde nasıl isterse öyle bir rejime bı-
hazır ithalât maddeleri gibi hariçten girer. İçtimai ilim-
rakabilir. Fakat onun gerek ilim ve gerek hayatta, telâk-
ler, içtimai ilimlerin başka memleketlere uygun olan hü-
kilerinin değil fakat tekniğinin meşru beklevicisi millî
kümleri, hülâsa cemiyeti ve âlemi telâkki tarzı hazır olarak
kurtuluş memleketleridir.
alınır ve aynen kabul edilir. Eğer tetkik edersek görürüz
ki, eski Osmanlı İmparatorluğu'nda, bizzat Osmanlı mü-
Muhterem dinleyicilerim! nevverliğine hâkim olan ve içtimaî ilimler kanalından gir-
ren âlemi telâkki tarzı, böyle bir telâkki tarzı idi. Tarih
Türk münevverinin fikrî araştırmalara doğru yürü-
bilgisinde, cemiyet bilgisinde, hukuk, iktisat ve hattâ sa-
yüşe geçişinden bahsederken bir noktayı da ayrıca işaret
nat telâkkilerinde memleket münevverinin hiçbir şahsiye-
etmeliyim :
ti yoktu. Bu umumî fikir mutavaatı, hattâ esareti altında
Eski Osmanlı İmparatorluğu içinde müstakil fikir- tek tük mukavemetler kırılıp gidiyordu.
den ve müstakil fikrî şahsiyetten hiçbir zaman bahsedi-
lemez. Eski Osmanlı İmparatorluğu iktisaden, hattâ si- Çünkü bu devirde bizzat Osmanlı münevveri de ken-
yaseten nasıl bir yarı müstemleke ise fikren de, garbın dini, harp öncesi devrinde âlemşümulleşmiş olan ve hat-
hazır olarak ithal edilmiş, fikri emtiasına mukavemetsiz tâ kısmen zamanımıza kadar yaşayan bir yanlış ve zararlı
muti, yani passif bir yarı müstemlekeden başka bir şey görüşün çerçevesi dışına atamıyordu. Bu hata, Avrupa'nın
değildir. güya cihan mukadderatının mihveri olduğu yolundaki sa-
kat ve zararlı görüştür.
Avrupa'yı cihanın mümessili, Avrupa'yı cihan mu- rimlerini artıracak her vasıtayı ve her salâhiyeti temin et-
kadderatının mihveri, Avrupa'nın içtimaî hükümlerini mek milli vazifedir. Bu itibarla yurdumuzda ve kürsüleri-
bütün cihan için doğru, bütün cihan için elverişli ve aynen mizde vazife alan mütehassıs ecnebi profesörlerinin, Tür-
tatbike değer bir hakikat telâkki etmek zaafı bir hatadır kiye'nin inkılâp münevverliğiyle bu mesut işbirliğini se-
ve bu hata meselâ daha eski asırlarda arzın âlemin merke- lâmlamak borcumdur. Fakat teknik ve metot sahasında
zi, yahut insanın hilkatin gayesi sayılmaları hatası gibi hiçbir engele çarpmayan bu iş birliği cemiyet ilimleri
uzun bir devir yaşadı. Fakat bugün oropasantrizm de ar- sahasında da tam verimini verebilmesi için bu muhterem
tık jeosantrizm gibi, ontroposantrizm gibi tarihe karışıyor. misafirlerimizin yurdumuzun hususî şartlarını ve inkılâbı-
Oropasantrizm, yani Avurap'nm âlemin mihveri oluşu mızın bize has tarihî mahiyetini de ayrıca mütelâaya lâyık
Avrupa'nın bütün cihan üstündeki siyasî ve iktisadî hâ- bulmalarını da ayrıca temenni ederim.
kimiyetin, yahut müstemlekeciliğin, emperyalizmin bir
mukadder neticesi idi. Ve bu telâkki bugün artık bizzat Muhterem dinleyicilerim!
bu siyasî ve iktisadî hâkimiyetin zevaliyle beraber tasfiye Millî inkılâp, millî kurtuluş hareketi ilmî sahada, bir
olunup gidecektir.
kısım memleketlerin diğer kısım memleketler üstündeki
Bu suretle gittikçe daha iyi anlaşılacaktır ki, meselâ siyasî ve iktisadî hegemonyasının tasfiyesi demek olduğu
on dokuzuncu asrın Avrupa'nın yüksek tekniğine ve yük-
gibi nazari sahada da, millî inkılâp münevverliğinin ken-
sek ilim metoduna karşı olan, hasretimizi, fakat Avrupa'
nm liberal - demokratik, yahut sınıfçı ve sosyalist bütün dine has ve kendine uygun bir âlemi telâkki sistemi edin-
telâkkilerine karşı içimize kapanmamızı ifade eden bu mesi demektir. Bu itibarla yeni Türkiye'de inkılâp ideolo-
cümleleri bitirirken mevcut ve bizim için kıymetli bir va- jisi hareketi, yeni Türk neslinin - yahut mânâyı biraz daha
ziyeti de işaret etmek lâzımdır. tahdit edeyim - inkılâpçı ve idealist Türk münevverliğinin
Avrupa'nın bilhassa faşist memleketlerinde millî ruhî, fikrî istiklâl mücadelesinden fikren müstakilleşme
kurtuluş mücadelesi yapan memleketlerin sanayileşmeme- ve şahsiyetleşme mücadelesinden başka bir şey değildir.
leri, hattâ onlara makina ve teknik imkânların satılmama- Bu mücadele Türk milletinin Avrupa'nın âdi, müstekreh
sı hattâ bu memleketlere mensup talebelerin bile Avrupa
ve emperyalist tahakkümüne karşı siperlerde yaptığı, mü-
tekniğini öğrenmemeleri için içlerine kabul edilmemeleri
hakkında mevcut olan cereyanlar ve tezahürler malûm- tareke ve muahede meclislerinde yaptığı kahramanca is-
dur. Fakat genç Türkiye ve bütün millî kurtuluş memle- tiklâl cidalinin aynı derecede mühim ve tarihi bir deva-
ketleri daha uzun yıllar ve devirler, tekniğini ve ihtisası- mından başka bir şey değildir. Ve mesut bir tarihî mazha-
nı Avrupa'dan alacaktır ve aynı suretle kendi ilim ve tek- riyettir ki, Türk münevverinin fikren müstakilleşme ve
nik müeseselerinin içine Avrupalı âlimler ve teknisyen- şahsiyetleşme mücadelesinde de rehberi, Türk milletini,
ler getirecektir. Bu mütahassıslarm teknik üstünlüğü
İstiklâl Savaşı yollarında zafere ulaştıran aynı büyük reh-
Türk münevveri için daha uzun yıllar hürmetle iktidaya
ber kadrodur.
değer bir nümunedir. Onların çalışma imkânlarım ve ve-
müstemlekeci de olmamak hareketidir. Yani tam mânâ-
Muhterem dinleyicilerim! siyla anti - emperyalist bir harekettir. Asırlardan beri de-
vam eden ve muasır nizamın bir esas vasfını teşkil eden
Buraya kadar işaret etmeğe çalıştığım noktaların bir milletlerin milletleri istismarı aleyhine müteveccih bir
bakışta, konferansıma mevzu olarak seçtiğim (yeni devle- harekettir. Bu itibarla da tarih içinde yeni mevcut niza-
tin iktisadî fonksiyonları) bahsine yakın alâkası yok gibi mı bir cihetinden tasfiye edici bir harekettir. <
görülür. Halbuki şimdiye kadar işaret etmediğim noktala-
Diğer taraftan millî kurtuluş hareketleri sınıfların
rın bilhassa bu mevzu dolayısiyle ve bilerek üzerinde dur-
sınıfları istismarı nizamına yani sınıf hâkimiyetini teyit
dum. Çünkü yeni devletin iktisadi fonksiyonları derken
ve müdafaa eden bütün nizamlara karşı da bir tarihî re-
kasdettiğim devlet yeni ve inkılâpçı Türk devleti, bir millî
aksiyondur. Çünkü millî kurtuluş hareketleri yüksek ser-
kurtuluş devletidir. Yoksa lâalettayin bir devlet mefhumu-
mayenin ve yüksek tekniğin cihanın mahdut memleketle-
nu ve lâalettayin devlet müessesesini alsaydım bu müte-
rinde tekâsüf ettiği ve bu mahdut memleketlerden ciha-
kaddim izahata hiç de lüzum görülmezdi. Çünkü o takdir-
nın bütün parçalan üstünde hâkimiyetini yürüttüğü bir
de Türkiye, devlet müessesesi üstünde kendine uygun bir
zamanda başlamış bulunuyor. Millî kurtuluş memleket-
nazarî tefahhus sahibi olmamak ve garpte cemiyet ilimle-
lerinin bu beynelmilel teknik ve sermaye tahakkümüne
rinin bize nakil ve ithal ettiği umumi hükümleri aynen
karşı iktisadi hedefi bittabi her şeyden evvel, siyasî istik-
kabul etmek ıztırarında kalırdı.
lâlini iktisadi istiklâl ile tamamlamaktır. Meselâ bizzat
Halbuki biz burada bir millî kurtuluş devletinden Türkiye bu cehdin güzel bir misalidir. Fakat bugün cihan
hassatan inkılâpçı Türk devletinden bahsediyoruz. Çün- üstünde hâkimiyetini devam ettirmeye çalışan ve mah-
kü millî kurtuluş devleti evvelâ binnazariye bir devlet ti- dut memleketlerin inhisarı altında bulunan yüksek tek-
pidir ki onun tarihî mahiyet itibariyle eşine ve örneğine nik ve yüksek sermaye, bu mahdut memleketlerin dün-
daha eski devirlerde tesadüf etmek imkânı yoktur. Millî ya mikyasında ve asırlarca devam ettirdikleri hudutsuz
kurtuluş devleti dediğimiz zaman hem müstemlekecilik, istismarların bir hediyesidir. Bu kapitalist sermaye te-
hem de smıfçıhk illetlerinin tarihî reaksiyonunu anlıyo- merküzünün esasında her şeyden evvel müstemlekelerin
ruz. Millî kurtuluş devleti evvelâ müstemleke veya yarı ve yarı müstemlekelerin istismarı yatar. Müstemleke ve
müstemleke olmak rejimine karşı bir ihtilâl yani «Anti yarı müstemlekelerden hammaddeyi çeşit çeşit şekillerle
emperyalist» bir hareket demektir. Filvaki müstemleke say değerinden daha ucuza almak ve bu suretle bu ham-
olmaya karşı isyan tarihte çök görülmüştür. Meselâ biz- madde memleketlerinde millî bir sermaye terakümüne
zat Müttehide-i Amerika istiklâl hareketi böyle bir ihtilâl meydan bırakmadan bütün fazla kıymetleri sanayi ve
şeklinde başarılmıştır. Fakat bu hareket bir taraftan sermaye memleketlerinin elinde toplamak bu istismann
müstemlekelikten çıkmanın şerefini tahayyül ederken, umumî ve müşterek esasını teşkil eder.
lâkin diğer taraftan da içinde bizzat müstemlekeci olma- Halbuki millî kurtuluş hareketleri her şeyden evvel
nın, yani menfur bir emperyalizmin rüşeymini taşıyordu. müstemleke istismarlarına karşı bir hareket, bir aksü-
Halbuki bugünkü tarihî mânâsiyle bir millî kurtuluş ha- lâmeî olduğu için, bunlar millî sermaye terakümlerini
reketi müstemlekelikten çıkmak fakat aynı zamanda
müstemleke istismarlarına istinat ettiremezler. Fazla ola- kurtuluş hareketlerine bu devirde kemalini bulan tarihî
rak da iktisadî bir istiklâli hattâ nisbî bile olsa temin şartların objektif bir şekilde izafe ettiği tabiî ve tarihî
edebilmek için en kısa bir zaman içinde kendi sanayile- bir vasıftır. Ve herhalde millî kurtuluş hareketlerine gi-
rini, transport şebekelerini, kredi sistemlerini, büyük zi- ren memleketlerin bünyesinde, devletin fonksiyonlarım
raî istihsallerini ve dış ticaret mekanizmalarını kurmak gittikçe genişletmesiyle tam kemalini bulması, zaruri olan
mecburiyetindedirler. Bu işi yapabilmek için ellerindeki bir vasıf ve bir şiardır. '
fırsat zamanı, hemen hemen, büyük sanayi memleketleri-
nin birtakım iktisadî ve içtimaî sarsıntılar içinde bunal- Hülâsa anti-emperyalist mahiyeti, sınıf aleyhtarlığı,
dıkları şu buhran devrinden, ibarettir. Binaenaleyh millî millî planlılık millî kurtuluş devletinin aynı zamanda ik-
kurtuluş memleketlerinin bu kısa zaman içinde kendi ik- tisadî olan başlıca karakterlerinden bazılarıdır. Bu izahat
tisat kudretlerini cihan sermaye ve tekniğinin hiç olmaz- yeni devletin, yani millî kurtuluş devletinin — yahut da-
sa vasatî seviyesine çıkarabilmeleri zarureti bu memleket- ha dar mânâsiyle — yeni Türk devletinin, onu bütün diğer
lerin millî iktisadı kurma işinde, Avrupa'nmkinden gayrı devlet şekillerinden ayırması zaruri olan veçhelerini kıs-
ve tamamiyle bu devre has birtakım hususî devlet rejim- men nazarlarda canlandırır. Bu bahsi biraz daha ilerlete-
leri tatbik etmelerini tabiî kılar. Meselâ millî kurtuluş lim :
hareketlerinin millî siyasette devletçi olması ancak bu Meselâ liberal — demokratik bir cemiyette — harp
suretle izah edilebilir. Çünkü, yapacağım evvelden bilen, öncesi Avrupa'sında devlet, daha ziyade hukukî — si-
millî enerjiyi, millî sermayeyi ve bütün millî işleri en az yasî (Polico-juridique) bir müessesedir. Binaenaleyh
zamanda en verimli, ve en ârızasız şekilde işletmeyi temin münhasıran süper - stürüktürel (superstructurel) bir
eden millî bir iş plânı — ki bu kısaca iktisadî devletçilik- teşekküldür. Bu münhasıran süper - stürüktürel te-
ten başka bir şey değildir — iledir ki, millî kurtuluşun şekkül haddizatında bir tezat mahsulü olduğu gibi gayesi
iktisadî gayesi temin olunabilir. Ancak böyle muayyen de bu tezatları tasfiye etmek değil, o cemiyet içinde za-
ve plânlı bir millî devletçiliktir ki bir taraftan memleke- ten izalesi kabil olmayan birbirine zıt ve parçalı menfaat-
tin müstemleke tâbiiyetinden çıkması şartlarını temin ler üstünde bir nevi «telif-îbeyn»i, bir nevi «umuma şa-
ederken diğer taraftan memleket dahilinde yüksek men- mil nizam-ı âlem»i müdafaa etmekten başka bir şey de-
faat tezatlarının, keskin sınıf farklarının ve mücadelele- ğildir. Çünki o cemiyette sınıf, yani menfaat tezadı esa-
rinin doğmasına mani olur. Çünkü yüksek teknik, yüksek sen bünyevî (organik) bir haldir ve hükümet ise sınıf
sermaye, büyük kredi, büyük ziraî istihsal ve toplu ihra- menfaatlerini ve mücadelelerini temsil eden çok fırkah
cat işleri devlet elinde taazzuv edince, Avrupada zaten liberal — parlamanter rejimin, yani bizzat tezadın bir
bu unsurlar etrafında cereyan eden keskin sınıf müca- mahsulüdür. Binaenaleyh liberal — demokratik devletin
delesi içtimai zeminini bulamaz. Binaenaleyh millî kur- tarihi rolü ve vazifesi, bu tezatları hangi fırka yani hangi
tuluş devletinin sınıf aleytarlığı, sınıfsızlık ve imtiyazsız- sınıf hâkimse onun nâmına temdit ve idame etmekten
lık şiarı lâalettayin bir güzel temayülden ibaret değildir. başka bir şey olamaz. Bu itibarla harp öncesinde Avru-
Bu şiar ancak bu devirde doğması mukadder olan millî pa'da kemalini bulan liberal rejimin devlet hukuku men-
faat ve sınıf tezatlarına müstenit biı hukuktur. Bu rejim
yük sermaye hareketlerini benimseyici bir teşekkül ola-
feodalizmin toprak köleliğine ve loncalara istinat eden rak yerleşmektir. Liberal — demokratik rejimde olduğu
hukuk normlarını yıkmış, fakat onun yerine bir taraftan gibi cemiyetin üstünde eklenti kalan ve cemiyetin temel
sınıflar arasında başıboş bir kör döğüşünü, diğer taraf- münasebetlerine müdahale edemeyen bir süperstürük-
tan milletler arasında vahşî bir müstemleke nizamını türel unsur değil, cemiyetin bizzat bünyesine şekil veren
ikame ve müdafaa etmekten başka bir şey yapmamıştır. bir iskelet olmaktır.
Bu sınıflar arasındaki mücadele olsa olsa ancak müstem- r
lekelere karşı zulüm ve istismar mevzuubahs olduğu za- Binaenaleyh millî kurtuluş devleti iktisaden plâncı
man âdeta ortadan silinmiş ve her nedense müstemleke- ve müdaheleci bir devlet olduğu gibi, onun bu plâncılık
lere karşı harekette sınıfların menfaati derhal birbirle- ve müdahalecilik vasfı da hiçbir zaman geçici ve muvak-
riyle birleşmiştir. Meselâ müstemleke ve yarı müstemle- kat bir vasıf değildir. Çünkü o liberal - demokratik devle-
keler mutî ve mütevekkil boyunlarını eğip Avrupa ser- tin tarihî bir reaksiyonu ve liberal - demokratik nizaııı-
mayesi nâmma çalıştığı ve Avrupa'ya bol bol fazla kıy- âlemi takip eden hem siyaseten hem iktisaden müsavi
metler akıttığı zaman Avrupa'da sınıf mücadelesi derhal haklı ve sınıfsız milletler devrinin devlet tipi olacaktır.
basit bir sosyal demokrasi hareketine, yahut basit ve hiç Bu itibarla, bilhassa yeni Türkiye'nin ideolojik araş-
de ihtilâlci olmayan bir sendikalizme inkılâp edip git- tırmalarında kemal ifadesini bulan milli kurtuluş devle-
miştir. Fakat bu mazlum ve mütevekkil koyunlar biraz ti, Fransız inkılâbının, on dokuzuncu asrın smıfî kuruluş
başmı kaldırıp Avrupa'ya sağdırdıkları fazla kıymetleri ve sınıfî kurtuluş devletinin mahiyet itibariyle tamamiyle
biraz kesecek oldular mı Avrupa'da da her nedense bu zıddı olmak lâzımdır. Sınıfî kurtuluş diyorum. Çünkü
fazla kıymetlerin sınıflar arasında taksimi kavgasından Avrupai demokratik rejimde her smıf, münhasıran ken-
başka bir şey olmayan sınıf mücadelesi derhal keskin bir di menfaati ve kendi kurtuluşu için mücadele eder. Bur-
gırtlaklaşmaya inkılâp eder. Millî kurtuluş hareketlerinin juva, kapitalizm ve proletarya, sosyalizm için için çarpı-
başladığı harp sonu devri bizzat bunun canlı bir misali- şır. Filhakika bu sınıfî diktatörlük mücadelesi bazı mem-
dir. Hattâ bu gırtlaklaşma meselâ müstemlekelerini büs- leketlerde umumi formüller altında gizlidir, Fransa'da
bütün kaybeden Almanya'da olduğu gibi, müstemleke has- olduğu gibi. Bazı yerlerde aşikârdır, Rusya'da olduğu gi-
retini din haline getiren bir müttehit cepheye kadar va- bi. Fakat netice her yerde birdir. Zaten bu smıfî mahi-
rabilir. yetinden devleti tecrit ederseniz o memleketlerin hattâ
tarihlerini bile yazmak kabil olmaz. Meselâ Fransız tari-
Halbuki millî kurtuluş hareketinin devleti hiçbir
hinden 1789, 1849, 1870 ihtilâllerini, yahut meselâ Rus
zaman münhasıran hukuki - siyasî bir müessese olamaz.
tarihinden 1917/şubat veya 1917/teşrinievvel ihtilâllerini
O bir teşekküldür ki her şeyden evvel vazifesi bizzat ce-
çıkarırsanız bu memleketlerin gidişini nasıl izah edersi-
miyetin bünyesine (structure) müdahale etmek ve bu
niz?
bünyeyi imtiyazsız, sınıfsız bir yeni cemiyet şeklinde ye-
niden kurmaktır. Bu suretle de bu bünyenin içinde yal- Fakat Türk milletinin tarihinde bugüne kadar ne
nız idarî ve siyasî değil, kurucu, tanzim edici, büyük ser- bir 1849, ne de bir 1917 ihtilâli vardır ve bizim bütün mef-
mayeleri işleyici ve büyük iktisadi fonksiyonları ve bü-
küremiz bundan sonra da ne bir sınıf ve imtiyaz dikta- essese olan yeni devletin bu kuruculuk ve işleticilik vasfı
torasi, ne de bir sınıf ihtilâli olmamaktır. ona birtakım yeni vazifeler tahmil ediyor ki, bu vazife-
Türk milletinin tesirleri itibariyle alemşümul ve bü- ler her şeyden evvel iktisadî vazifelerdir. Çünkü onun
tün bize benzer memleketler için örnek olan bir 1919 - hukukî - siyasî vazifeleri, yani gerek harice karşı anti-em-
1922 millî kurtuluş cidali vardır ki, bu cidal emperyaliz- peryalist ve dahile karşı liberalizm aleyhtarlığı siyaset
me karşı siperlerde bir harp (yani istiklâl Harbi) ve da- tarihî sebeplerini devletin bu iktisadî kuruculuk tasfın-
hilî esarete karşı bir millî ihtilâl (Büyük Millet Meclisi dan almaktadır. Binaenaleyh yeni devletin huhukî'- si-
Hükümeti) şeklinde başlamış, fakat bu harbin ve ihtilâ- yasî vazifeleri onun bu iktisadî fonksiyonlarını âdeta bir
lin zaferiyle yalnız bir ihtilâl safhasında kalmayıp mille- nesiç gibi sarmaktadır. Yeni devletin iktisadî mekaniz-
tin bünyesini kül halinde tebdil edecek ve ona insaniye- ması hukuki - siyasî bünyesine âdeta bir iskelet olmakta-
tin yeni devri için kemal ve nümune bir millet manzarası dır.
verecek olan millî inkılâp safhası bu ihtilâl zaferini der- Şu halde yeni devletin iktisadî fonksiyonları, Türk
hal takip etmiştir. Bu inkılâbın zatında tarihî bir zaru- inkılâbının, bir taraftan eski Türkiye'nin yarı müstem-
ret olarak mündemiç olan ana prensipler, yani inkılâbı- leke vaziyetini tasfiye etmek, diğer taraftan vatan topra-
mızın nazarî ve fikrî unsurları yine bu inkılâbın seyri ğı üstünde imtiyazsız - sınıfsız bir milli cemiyete vücut
içinde ve her reaksiyona rağmen işlenip hayata tatbik vermek yolundaki objektif davasını tahakkuk ettirici bir-
olundukça görülecektir ki, Gazi inkılâbı hakikaten bir takım metotlar ve prensipler manzumesi olacaktır. Bu
yeni devrin, yani hem müstemlekelerden hem de sınıflar- dava ise aşikârdır ki, her şeyden evvel millî sa'yin ve
dan temizlenmiş bir yeni insaniyetin mefkûrevî misalidir. millet vasıtalarının tek elden ve muayyen hedeflere isti-
kametlendirilmesiyle kabil olabilir. Şu halde yeni dev-
Muhterem dinleyicilerim î letin millî iktisadı, her şeyden evvel yukarıda da işaret
Buraya kadar vermeğe çalıştığım izahlarda yeni ettiğimiz gibi-plânlı bir iktisattır, iktisatta plânlılık yeni
Türkiye'nin ne gibi tarihî zaruretlerle, bugüne kadar devletin iktisadî fonksiyonlarının ana mesnedini teşkil
olanlardan ayrı mahiyetli bir devlet rejimini ne için ya- eder. Burada kastettiğimiz plândan ise anladığımız mâ-
ratmak zaruretinde olduğunu tebarüz ettirmeğe çalıştım. nâyı her vesile ile tekrar etmişizdir: Türkiye'de iktisadî
Bu yeni devlet bilhassa, milletin bizzat bünyesini (stü- plan Türkiye'nin başlıca mühim sahalarındaki başlıca ik-
rüktürünü) yeniden ve yeni esaslara göre-ki bu esaslar tisadî faaliyetlerini, muayyen bir hesap dahilinde tanzim
kısaca bir taraftan müstemleke, diğer taraftan sınıf mü- etmek veya bu faaliyetlerden mevcut olmayanlarını yeni-
cadelesi aleyhtarlığı idi — kumcu bir devlet olması vas- den yaratmaktır. Yani millî rejimin iktisadî mahiyetini
fının onu nasıl, daha ziyade hukukî — siyasî bir mües- tayin eden hâkim iktisat faaliyetlerini bir millî plân da-
sese olan liberal devletten ayırdığını hasseten işaret et- hilinde almaktır. Yoksa Türkiye'nin bütün istihsal ve is-
tim. tihlâk işlerini bir merkeze rabtedip memleketi meselâ bir
Şu halde münhasıran hukukî — siyasî olmayıp ayni büyük kışla haline getirmek hiç kimsenin aklından geç-
zamanda cemiyetin bünyesini kurucu ve işletici bir mii- mez. Millî plân haricinde kalması zaten zarurî olan geniş
\
istihlâk işleriyle, küçük sermaye hareketlerini, yahut mil-
lî plân dahiline alınması bir millî zaruret olmayan ikti- keti yeniden kurmak, yollan, limanlan yapmak, maden-
sadî faaliyetleri boş yere devletin üzerine yükletmek biz- leri, ormanlan işletmek, hayvan cinsleri ıslah ve miktar-
zat devleti hareketsizleştirmekten başka bir şey vermez. lannı çoğaltmak, ziraî gıda maddeleri ve hammaddeler
Millî bir iktisat plânının mefhum bakımından tahlili ile istihsalâtını azamî arttırmakla beraber köylünün sa'yini
bunun muhtelif iktisadî faaliyet şubelerinde tatbik mese- azamî kıymetlendirmek, sanayii kurmak için lâzım olan
leleri hakkındaki fikirleri birkaç seneden beri devam eden nakit şeklinde müterakim sermaye de bugün hiç şüphesiz
neşriyatımızda sistemli bir şekilde vermeğe çalıştığım emrimizde teraküm etmiş değildir. Bütün bu kuruluş iş-
için burada bahsi genişletmeği zaten maddeten imkânsız leri için zarurî olan millî para, yahut geniş devlet kredisi
görüyorum. meselesi de yeni devletin ilk olarak halle mecbur olduğu
bir yeni iktisat meselesi olarak karşımızda duruyor. Mil-
Yeni devletin plânlı bir millî iktisat devleti olması lî paranın istikrarından bir zerre kaybetmeden devlet
zarurî bulunduğunu işaret edince, bu millî plânm çerçe- kredisi hacmini ve seyyaliyetini bütün yeni ihtiyaçlara
vesi içine girmesi zarurî olan iktisadî vazifeler kendiliğin cevap verecek bir şekilde genişletmek bahsi üstündeki
den tezahür eder. Yeni Türkiye'de şimdi milletin en bü- telâkkilerimi keza neşrolunmuş yazılarımda etraflıca iza-
yük mücadelesi bizzat Türk toprağı ile yapacağı mücade- ha çalıştığım için, burada bittabi yalnız davaya temas et-
le olacaktır. Millî kurtuluş devletinde sınıf mücadelesi ye- mek ve fakat onu tafsil edememek mecburiyetindeyim.
rini tabiatla mücadeleye bırakacaktır. Birçok yerlerde
Hulâsa, yeni iktisat ve faaliyetlerinin yaratılması,
metruk, baştan başa harap ve birçok kıymet kaynakları
yeni sanayiin kuruluşu, yeni sanayiin, büyük ziraî işlet-
henüz hattâ keşfolunmamış bile bulunan Türk toprağı-
melerinin yaratılması, köylü sa'yinin kıymetlendirilmesi,
nın baştanbaşa işlenmesi, bu toprak üstünde yaşayan vr
amele sa'yinin tanzimi ve onun alım kabiliyetinin arttırıl-
fakat âdeta haysiyet kırıcı bir yoksulluk içinde çırpınan
ması, haricî ticaret işlerinin plânlı bir millî sermaye te-
Türk milletinin giyimli, tok, şen ve kalabalık olması hulâ
rakümü menbaı olarak kullanılması, millî münakale va-
sa millî iktisadın yeniden baştan başa kurulması milli ik-
sıtalannın devlet eliyle tanzim ve hepsinin üstünde de bü-
tisat plânının ana mevzuudur. Bu geniş inşa ve kuruluş
tün bu işlere yetecek istikrarlı para, fakat çok devlet kre-
işi ise her şeyden evvel kuruluş vasıtaları ve bilhassa mil-
disi davalannı başarmak işi, yeni devlete, eski devlet mü-
lî sermaye üstündeki telâkkilerimizin plâncı ve devletçi
esseselerinde olmayan yepyeni iktisadî vazifeler tahmil
bir görüşle yeniden gözden geçirilmesini icap ettirir. Av-
etmektedir.
rupa kendisini müstemlekelerden çaldığı fazla kıymet-
lerle imar etti. Halbuki Türkiye'nin bütün sermaye kay- İçinde bulunduğumuz devir ve bu devri takip ede-
nağı nihayet dahilî pazarın istismarıdır. Şu halde biz ev- cek yıllar hiç şüphe etmeyelim ki, yeni Türk Devletine ta-
velâ haricî ticaretimizi dahilî kuruluş için bir vasıta ha- rihin tahmil ettiği bu büyük ve çetin vazifelerin şerefli
line getirmeğe, fakat münhasıran haricî ticarete bağlan- başanlması yılları olacaktır.
mamaya mecburuz. Saniyen millî sermaye, yani memle- Tarihin her devrinde bir yeni insanî vazife ile bu ta-
rihin yerine müdahale eden ve ona istikamet veren Türk
milleti, yeni devrin bu büyük ve çetin örnek olma dava-
sını da hiç şüphe etmeyelim ki, bütün tarihî kayıt ve
şartlarıyla tam olarak başaracaktır. Bütün inkılâplar
içinde nev'i kendi şahsına mahsus olan Türk inkılâbı za-
tında mündemiç olan ana istikametlerin hiçbirinden inhi-
raf etmeden aslî ve tarihî hedeflerine doğru yürüyüp gide-
cektir. SANAYİLEŞEN T Ü R K İ Y E

Muhterem dinleyicilerim! Geçen hafta memleketimiz için tarihî bir kıymeti


İnkılâbımızın bazı mevzuları üstünde her zaman mü- hâizdir. Bir taraftan şimendifer Elâziz'e girdi, diğer taraf-
dafaa ettiğim kanaatlanmdan bir kısmını umumî olsa bi- tan iktisadî kalkınmamızın başlangıcı olacak fabrikaların
le huzurunuzda da söylemeye çatıştım. Cumhuriyetimizin temelleri atıldı. Gelecek mayısta uğuldaya uğuldaya ça-
fikir araştırmalarına ve fikir münakaşalarına karşı kapı- lışan fabrikanın ve boğula boğula tüten bacanın zevkini
larını kapadığı yolunda zaman zaman gizli ve aşikâr, da- tadacağız. Büyük bir hadise karşısındayız. Türkiye sana-
hilde ve hariçte söylenmek istenen sözler. Cumhuriyet yileşiyor. Bu, iki bakımdan heyecanla seyredilecek bir
düşmanlarının bu rejime sürmek istedikleri menfur bir manzaradır. Beynelmilel bakımdan, Türkiye'nin sanayi-
lekeden başka bir şey değildir. Zaten bizzat Tiirk inkı- leşmesi müesses bir dünya nizamının yıkılışmdaki oluş-
labı ve Türkiye Cumhuriyeti, en geniş bir fikrî idrak için lardan birisidir. Cenubî Afrika'nın sulh konferansında
de yapılan en geniş fikir araştırmalarının ve en yeni fik- murahhası olan General Smith: «Beşeriyet, çadırlarının
rî prensiplerin hayat sahasına bir tatbikatından başka bir iplerini çözdü, meçhul ufuklara doğru yol almağa baş-
şey midir? Bu itibarla, fikir araştırmaları fikir münaka- ladı» demişti. Bu meçhul ufuklara doğru yürüyüşte Tür-
şaları sahasında da, bize en yüksek misalleri gösteren in- kiye'nin bir tarih ve medeniyet vazifesi vardır. Türkiye bu
kılap rehberinin ve hasseteıı milletin büyük şefinin bu vazifeyi yapabilmek için her şeyden evvel kuvvetli, mu-
öncülük ve yeni nesli teşvik edicilik kudreti neslimizin vazeneli ve tam bir istiklâl içinde inkişaf eden bir ikti-
bu cephelerde de en yüce fütuhata erişebilmesi için mii- sadî bünyeye mâlik olmalıdır. Sanayileşmek yoluyla Tür-
cerreb bir garantidir.. kiye aynı zamanda medeniyet vazifesine başlıyor.

(Kadro, ıır. 29, Mayıs 1934, s. 5-14.) Türkiye'nin sanayileşmesinin bu bakımdan birinci
sarîh mânâsı müstemleke siyasetinin iflâs etmekte oldu-
ğunu ilân etmesindedir.
Millî bakımdan bu hareket, evvelâ bir müdafaa yo-
lu ve bir inkişaf ve yayılma vasıtasıdır. Atölye taHmatna-
meleriyle beraber yeni bir ilim usulü, yeni bir tahassüs ve
tefekkür tarzı, yeni bir hayat ve çalışma telâkkisi doğa-
Kâğıt fabrikasının kurulması yeni birtakım sanayiin
çaktır. Fertçilikten cemiyetçiliğe, liberalizmden rasyona- doğmasına sebep olacaktır.
lizme doğru döneceğiz. Mihaniki bir iş bölümü içindey-
dik. Uzvî ve içtimaî bir iş bölümüne gireceğiz. Şehir ve Fabrika için senede 3000-4500 ton ağaç kömürüne
köy arasındaki uçurum bu suretle ortadan kalkacaktır. ihtiyaç vardır. Bu ise 15000 metre mik'abı odun sarfım
mucip olacaktır. Ayrıca yine bu fabrika 5000 ton selüloz
Bir amele kütlesi doğacak, bu kütlenin iş hayatın- kullanacaktır ve bu suretle memlekette bir selüloz'fab-
daki bütün tezahürlerini yaşamağa başlayacağız, yeni ve rikasının kurulması zarureti hasıl olacak ve suni ipek,
tanımadığımız cemiyet rabıtaları husule gelecek. filim, ilh.. sanayiinin de inkişafına yol açılmış olacaktır.
Beş senelik asgarî bir programla işe başlanmıştır. Kâğıt fabrikası için kaolen, reçine, şap, uzvî boya ve ma-
Bu müddet bizim için bir randıman ölçüsü olacak, her den kömürü kullanılacaktır. Kaolen Kütahya ve Silifke'de
gelecek beş sene, geçmiş beşer senelerin tecrübe ve neti- vardır. Bu suretle oradaki vatandaşlar için yeni bir iş sa-
celeriyle daha esaslı ve daha sağlam olarak çizilecektir. hası açılacaktır. Reçine Bursa ve Antalya'dan tedarik
edilecektir. Fabrikanın senevî ihtiyacı olan 250 ton şapı
Sanayileşme programı en geniş mânâsında çalışma
da Şebinkarahisar verecektir.
programı diye telâkki edilmelidir. Bu program içerisinde
çalışmanın fert için içtimaî bir borç olduğunu unutmama-
Fabrika şunları yapacaktır:
lıdır. Cemiyetin ve ferdin karşılıklı münasebetleri de bu
çalışmanın muvazene ve ahengine bağlıdır. 1 — 2000 ton her nevi karton,
Sanayileşme hareketi aynı zamanda bütün inkılâp- 2 — 4000 ton sargılık kâğıt,
larımızın ana temeli olan demokrasinin de daha kuvvetle
3 — 2700 ton yazı ve baskı kâğıdı,
tezahür etmesinin bir yoludur.
Millî ve müstakbel varlığın kurulmasına milletçe 4 — 1800 ton orta nevi yazı baskı kâğıdı,
çalışarak varmak! îşte demokrasinin en güzel mânâsı.
5 — 40 ton sünger kâğıdı,
Osmanlı İmparatorluğu asıl şimdi ölmektedir. Bunun
içindir ki, Başvekil Paşa'nm dedikleri gibi bütün Türkiye 10540 ton.
sanayileşme hareketinde müşterek bir heyecan ve sevinç
duymaktadır. En büyük ve en kuvvetli Türkiye'nin kurulmasına
Sanayileşmenin Türkiye'ye vereceği ilk menfaatleri başlanmıştır. Mesut, refah ve ışıklı günlere doğru gidi-
rakamlardan dinleyelim. Misal olarak İzmit'te temeli atı- yoruz. Buna emin olmalıyız.
lan kâğıt fabrikasını ele alıyorum : (Varüik, nr. 28, 1 Eylül 1934, s. 49.)
Günde bütün Türkiye'nin kâğıt sarfiyatı 75 ton ka-
dardır. Bu suretle senede takriben 5 milyon lira harice
gidiyor. Yeni fabrikayla bu paranın yarısı dahilde kala-
cak, yani servet teraküm etmeğe başlayacaktır.
lar kurarlarken görüyoruz. Bu ocaklardan yeni iradeli ne-
sillerin fışkırdıklarını duyuyoruz. Büyük yaylanın kökün-
de yeni bir Türk şarkısı uğulduyor. Tabiatın unsurların-
dan beşer iradesine koşan bu şarkı hayatın zaferidir.
Şevket Aziz [Kansu]
*
** f

TÜRK TOPRAKLARININ ADAMI


Bugün Türkiye'nin nüfusunu üretmek için alman ve
Türk vatanını dolaşıyoruz. Tren bizi bu güzel top- alınacak olan sıhhî, içtimaî ve iktisadî tedbirler yanında
raklarda ufuktan ufka götürüyor. Tren ulaşan kasabala- diğer bir tedbir de dahilî muhaceretler olabilir. Memleke-
rımızı ve daha içerileri görmeğe koşuyoruz. Her durak timizin tabiat şartları itibariyle nüfus kesafetine daha
her kasaba bize yeni bir yüz gösteriyor. Gözlerimiz bu çok müsait yerlerinde mevcut nüfusu daha fazla kesafet-
toprakların güzellikleri, zenginlikleri yanında bu güzel- leştirmeğe çalışmak. Bu işi sağlam bio-antropolojik me-
likleri, zenginlikleri mânâlaştıran, bu unsurlardan bir totlarla idare etmek. Bu üreyen nüfus kütlesinin fazla-
yurt yaratan insanlara dönüyor. sını memleketin nüfusu az mıntıkalarına bir plân içinde
dağıtmak. Yeni köyler kurmak. Bu köylerin halkını ve
bu halkın bereketini ilmî metotlarla tetkik ve kontrol et-
Memleketimizin nüfus meselesi Türk cemiyeti bün mek. Bu iş için daimî, ilmî-idarî bir komisyon yapmak.
yesinin en esaslı davalarından biridir. Bu herkesçe bilinen
bir davadır. Türk adamı işi, nüfus meselesi, Türk toprak-
larının altüst olması, çiftçilik tekniği ilerlemeğe mecbut
olan, sanayileşmeğe giden bu vatanın her köşesinin be-
Cemiyetlerin hayat şartları tesadüflerin eseri değil-
şer eli altında yoğrulması, yeni bir yüz alması, bir insan
dir ve tesadüflerin eserleri olamazlar. Bilgisizliğimizden
tarlası olması demektir. Bu işin halli sadece duygu ve dolayı öyle addedilen hadiseler bile muayyen icapların
arzu işi değildir. Bu işi başaracak üç insan tanrısı v a r : mahsulüdür. Bu icapları, bugün muasır cemiyet, teknik
Bilgi, irade, duygu.. vasıtaları ve bilgi ışıklarıyla kendi yaratıyor. İcapları ya-
Türk topraklarının adamını her adım başında çiftini ratan bir cemiyet bugün en ileri giden bir cemiyettir. Ta-
sürerken, fabrikaya yollanırken görmek için koşuyoruz. biat determinizmasmı cemiyet hadiselerine de mümkün
Gözlerimizi kapıyoruz : Okumuş ve teknik bilir Türk gen- olduğu kadar tatbik etmek, bu determinizmayı kullanabil-
cini, üniversite bitirmişleri bu güzel yaylalarda Türk ta mek beşerî büyük bir siyasettir. Medenî dünyanın aldatıcı
rihinin asırlarını fısıldayan ırmak boylarında, başımızın bin bir karışıklığına rağmen, ilim ve teknik ışıkları altında
üstündeki mavi göğe bizi biraz daha yaklaştıran dağ bu siyasete doğru gittiğini ve devletlerin bu siyasete sarıl-
eteklerinde, orman kıyılarında, tümen tümen yeni ocak- dıklarım görmemek kabil midir?
Türk topraklarının adamı bu toprakların üstünde
bir değil, yüz değil, bin fazlasıyla fışkırm alıdır. Burada
müspet veya menfî «eugenik» münakaşası yapacak değiliz.
Bu noktaları ileride uzun ve etraflı bir tetkike bırakıyo-
ruz. Türk nüfusu çabuk üremelidir. Bu üreme tesadüfi ol-
mamalıdır. Bu bio ve sosyo - antropolojik davayı esask bir
teknik ve plânla idare etmelidir. Dava büyüktür.

(Ülkü, C. IV, nr. 20, Birinci teşrin 1934, a. 81-82.)


SOY DÜZENI

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bu yılın ortaların-


da sesizce çıkardığı «iskân Kanunu», Türk inkılâbının
en büyük ayırdımlarma yeni açılma ve derinleşme alan-
ları vermektedir.
Türlü talimatnameleriyle geniş kavrayışlı bir bütün
yapmakta olan «iskân Kanunu», Türk inkılâbını anlamak
isteyenler için üzerinde uzun düşünülecek çok değerli bir
vesikadır. Bu kanun ve talimatnamelerinin ana prensip-
leri şöyle hulâsa edilebilir:

1. Her Türk köylüsünün -ister ziraat, ister sanat


yapsın- kendi ailesinin yiyeceğini yetiştirecek kadar top-
rağı olmalıdır.
2. Her şehirlinin de ailesi yiyeceğinin bazıları ile
satılabilir bir parça ekim ürünü yetiştirebilecek kadar
toprağı olmalıdır.
3. Sular fertlerin malı olamaz, bütün halkındır.
4. Memleket içinde kültür ayrılıklarına meydan ve-
recek nüfus kümelenmeleri olmamalıdır.
5. Memlekette sınıf ayrılıklarına meydan verecek
sosyal (içtimaî) ve ekonomik (iktisadî) kümelenmeler
olmamalıdır.
Bu hükümlerin ilk ikisi çok geniş ve çok ileri görüşlü
bir toprak düzeni siyasasına temel olacak değerde bulun-
dağıtım talimatnamesi» ni sayfalarına geçirmektedir. Bu
maktadır. İskân Kanunu'ndaki maddelerin bu büyük si-
yazının arkasında bulacağınız talimatname yalnız idare
yasasının ilk öncüleri olduğu umutlanabilir.
adamlarım alâkadar eden noktalan çıkanlarak ve başka
Son ikisi ise büyük ve derin bir yeniden kuruluşun kanun ve talimatnamelere değen yerleri notlarda gösteri-
temellerini yapmaktadır. Bu temeller üzerindedir ki Türk lerek aslında olduğu gibi verilmiştir.
yurdunun ulusal ve sosyal birliği ve bütünlüğü kurula- r
caktır. Seçimi yenilemeğe karar vermek üzere olan bugün-
kü Millet Meclisi'nin milletine yaptığı en büyük arma-
Ortadaki hüküm ise teklerin hakları arasında bütü-
ğanlardan biri İskân Kanunu'dur. Bu kanun bu meclisi
nün hakları muvazenesini kurmakta, fert mülkiyeti pren-
Türk, hattâ dünya cemiyet tarihinin en ünlü bir yerine
sibi üzerinde bölüşülmesi mümkün olmayan tabiat ver-
saygı ile yazdıracaktır. Gelecek meclis de, işkilsiz, geçen
gilerinden toplu faydalanma anlayışını ortaya koymakta-
meclisin lâfçılık ve reklâmcılık yapmadan başladığı bu
dır.
büyük ülkü yolunda vakar ve inanla yürüyecektir.
Bu kanun ve talimatnamelerde gördüğümüz en başlı
Ekonomik ve sosyal emniyetine sahip yurttaşlardan
benliklerden biri de Türk inkılâp rejiminin iradeci ayır-
pekişmiş kültürel ve sosyal bütünlüğe ve birliğe malik
dımıdır. Türk inkılabı burada herhangi bir zaruretçilik
sağlam bir yurt kurma yolunda çalışan Türk inkılabına
kuruntusunun dar ve esir görüşüyle sürüklenmemekte,
yeni bir hız vermiş olan ulus saylavlan size övgüler olsun.
çok yüksek ve geniş kavrayışlı bir soy (cemiyet) ve atam-
lık (insanlık) ülküsüyle aydınlanan bir şuur ve irade yo- (Ilkü, C. IV, nr. 22, Birinci kanun 1934, s. 302 - 303.)
lunda yürümektedir.
Bu kanun ve talimatnamelerin en göze çarpan başka
bir benliği de tatbikinde devlet gücüne olduğu kadar,
hatta daha çok, fertlerin şuur ve iradesine dayanmasında,
yurttaşların şuurunu bu görüşe açmağı ve iradesini bu
yolda harekete getirmeği hedef edinmesindedir.
îşte bunun içindir ki bu kanun ve talimatnamelerin
tatbiki vazifesi omuzlarında bulunan idare adamlarının
bu kanunun özünü iyice kavramaları ve bütün Türk mü-
nevverlerinin yardımıyla bütün halka anlatmaları, sindir-
meleri lâzımdır.
13.000 tane basılarak yurdun her tarafına dağılan
Ülkü bu yöntemde payına düşen işi yapmak özlemiyle is-
kân Kanunu talimatnamelerinin en mühimi saydığı vc işin
bütün özünü içine aldığım sandığı «bağ ve meyvelik yeri
kat vergi iltizam usulüyle icabet ediliyordu. Mültezimin
kendisi veya adamı harmanda ölçerken doğru bir surette
bunu yapamazdı. Nakden alınan yaş yeşil resmi için muh-
Yusuf Kemal Tengirşek tarın ihtiyar meclisi azasını kandırdı mı istediği gibi def-
ter yaptırarak mahsulün bazen yarısını ve hatta tamamını
alırdı. Bu ise sermayenin terakümüne kat'iyen mâni idi.
TARIM İ N K I L Â B I Meğer ki köylü sivrilip o da mültezim olsun, yahut da
iltizamı bütün köy deruhte etsin. Memleketimizde gerek
1927 tahriri memlekete 1.700.000 çiftçi ailesi olduğu-
kasabalarda, gerek köylerdeki zenginlerin çoğu aşar mül-
nu ve bunların nüfusa göre % 39, 26 çalışan kısmın % 32
tezimliğinden zengin olmuştur.
küsurunu çiftçi teşkil ettiğini gösterir. Demek ki memle-
ketimiz çiftçi memleketidir. Bunların o seneki hâsılatın- Cumhuriyet, yeni Türkiye bu işlerde ne yaptı?
dan senevi vasatı olarak bir aileye 129 lira düşüyor. Fakat
o sene kurak bir sene imiş. Normal senelere nazaran ran- Bir kere ziraat tekniğinde tam bir inkılâp oldu dene-
dımanı bulmak için buna % 50 ilâve etmek lâzımdır. Ve mez. Fakat bütün bu dertler millet tarafından kavranıl-
sonra ziraî tahrire bazı şeyler de dahil edilmiş. % 50 de mıştır. Zaten inkılâp evvelâ fikirlerde doğar, sonra tatbi-
bunun için ilâve edersek aile başına safî günde bir lira kata geçer. Burada da meclis teşekkülünün ilk senelerin-
düşüyor. Son zamanlarda gelen Amerikalı mütehassıs va- de ziraat mekteplerini düzeltelim diye bilgisizlik derdine
sati hasılatı 150 lira olarak bulmuştur. Bu tenezzül umu- çare aramak yoluna gitmiştir. Çünkü dert asıl olarak bu-
mî fiat tenezzülünün bir in'ikâsıdır. Bu hal köylünün ik- radadır. Yeni Türkiye'de aşar kaldırıldı. Bu daha ziyade
tisadî vaziyetini, yaşama ölçüsünü gösterir. Yaşama bu cesaret meselesidir. Çünkü hâlâ memleketin paraya ne ka-
olunca sermaye toplamak kabil olur mu? dar ihtiyacı olduğu düşünülürse, o zaman bütçenin 25.000.
000'luk bir gelirini teşkil eden aşarın kaldırılmasının
Onun için köylü sermaye itibarıyla de gayet fakir
ne demek olduğunu anlarsınız. Fakat aşarın kaldırılması
bir halde idi. Çiftçinin elinde nakil âleti olarak birçok
körükörüne bir cesaret değil, aşarın kalkmasıyla devlet
yerlerde kağnıdan başka birşey yoktur. Hatta bazı yerler-
başka taraflardan daha fazla para alacağını düşünmesi
de bu da yoktur. Köylünün bilgisi itibariyle de en iptidaî
idi ve bu düşüncesi de tahakkuk etti. Bazıları aşarın
bir halde olduğunu söylemeğe lüzum yoktur. Bunlar gayr-i
kalkmasını istemiyordu. Fakat cibâyetinde halkın verim
kabil-i inkârdır. Demek ki ne de olsa hangi taraftan ba-
kabiliyetinden âzâde olarak düşünülürse daha birçok iyi
kılsa çiftçimizin hali pek basit ve fakirdi. Sonra çiftçinin
vergiler vardır. Fakat mükellefi yıkmamak mâliyede en
üzerinde aşar vergisi denilen bir belâ vardı. Mahsulün
meselâ onda birini, on iki de birini almak suretiyle kon- büyük bir meseledir. İltizam usulü ise mükellefi en çok
muş bir vergi böyle olsaydı yine iyi idi. Mahsul olduğu bıktıran bir usuldür. Bu nesil buna hiç tahammül edemez.
zaman vergi alınacak, olmadığı zaman alınmayacaktı. Fa- Mültezim bir parazitten başka bir şey değildir. Buna bu
memlekette yer yoktur. Herkes alın terinin karşılığını gör-
raelidir. Yeni Türkiye'nin ilk teşebbüsü bilgiyi ziyadeleş-
tirmek yolunda olmuştur. Bunun ilk numunesi enstitüler-
dir. Millet o enstitüden çok şey bekliyor. Bunun için çok
fedakârlık yapıyor. Bundan başka türlü de ilmi memle-
kete sokamayız.

Ziraat hususunda tohumlarımız gayet berbat idi. İs-


tasyonlar yapılarak tohumlar ıslah edilmektedir. Hayvan- DEVLET, FABRİKACILIK EDEBİLİR MİYMİŞ,
larımızın ıslahında aldığımız yol eskisine nazaran epeyi EDEMEZ MİYMİŞ?
ilerledi. Gerek haşarat ile, geıek hastalıklarla mücadele
noktasından çok ileriye gidilmektedir. Bir defa karşımızda Meşrutiyet rejiminin ekonomik siyasasını bilenler,
köylünün satın alma kabiliyetini arttırmak meselesi var- Mebusan Meclisinde, o vaktin Maliye nâzırının her fır-
dır. Sonra tabiatın keyfine tâbi olmamak yollarına da gi- sat buldukça «devlet fabrikacılık edemez» prensibini
dilecektir. Bunda en mühim rolü sermaye oynar. Herhal- ileri sürdüğünü unutmamışlardır. Meşhur bir ekonomi
de çok dikkatli bir program ile, ilgi ile çalışmak lâzım ge- profesörünün Leroy-Beaulieu prensiplerinden biri olan
len bir ekonomi sahası varsa, o da memleketimizde ziraat bu liberal düşünce ile Osmanlı İmparatorluğu, işlettiği
sahasıdır. Çünkü memleketimiz ne kadar sanayi leşirse sa- fabrikaların çoğunu bırakmıştı. Mahmud Şevket Paşa ol-
nayileşsin ziraata ehemmiyet vermemezlik edemeyiz. Çün- masaydı askerî fabrikalar da devletin elinden çıkacak ve
kü sanayi ilk maddesini, mevadd-ı iptidaiyesini, ziraate çok geçmeden patlayan savaşlarda, ordu, çırılçıplak, ya-
vereceğimiz ehemmiyetle iyi şartlar altında elde edebi- lınayak ve başı kabak kalacaktı.
liriz. Cumhuriyet rejimi, «devlet fabrikacılık yapamaz»
(Tünk İnkılâbı Dersleri - Ekonomik Değişmeler, prensibini bıraktı. Zaten, büyiik savaştan sonra devletin
istanbul 1935, s. 41-43.)
fabrikacılık, tüccarlık yapamayacağı, demiryolu yapıp
işletemeyeceği, vapurculuk edemeyeceği gibi eski ekono-
mi prensiplerinin modası geçmişti; buna tamamen ay-
kırı olarak her şeyi devlete yaptıran devletçilik prensibi
ortaya çıkmış ve kuvvet bulmuştu. Cumhuriyet Halk
Fırkası mutedil devletçilik prensibini tutmuştu. Bunu
yaparken eski prensipler kafalarına iyice işlemiş olanlar,
gene «devlet fabrikacılık edemez, devlet demiryolu ya-
pamaz...» diye itirazlarına devam ettiler.

Halbuki bazı Avrupa memleketleri için az çok doğ-


ru olsa bile, Türkiye için devletin fabrikacılık etmemesi,
demiryolu yapmaması ve işletmemesi, büsbütün yan-
Sümerbank, ekonomi programında yapılması ken-
lıştı. Çünkü bütün bu işleri yapacak olan sermayeyi disine verilen yeni fabrikaları kurmak için mevcut fab-
bizde devletten başka kimse bulamazdı. Avrupa serma- rikalarının çalışmasından daha güçlü bir gayretle uğ-
yesi, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra açık sözlü bir Fransız raşmaktadır. Kayseri'deki ve Konya Ereğlisi'ndeki pa-
gazetecisinin dediği gibi, en az yüzde 80 kazanç görme- muklu dokuma fabrikalarıyla İzmit'teki kâğıt fabrikası
dikçe buraya gelmezdi. Cumhuriyet Türkiyesi de Os- bu yıl açılacak ve işlemeğe başlayacaklardır. Nazilli'
manlı saltanatı gibi Avrupa sermayesi tarafından mem- deki basma fabrikası, Bursa'daki kamgarn (taranmış
leketin soyulup soğana çevrilmesine bile bile ve göz gö- yün ipliği) fabrikası, Safranbolu'daki demir, Kütahya'-
re göre razı olamazdı. daki porselen, Gemlik'teki sun'i ipek fabrikaları da bir
Onun içindir ki, devlet kollarım sıvayıp memleket- biri arkasından işe başlayacaklardır.
te büyük sermaye ve büyük teknik isteyen işleri kendi Böylece, Sümerbank, sanayileşme programının ken-
yapmağa başladı. Daha küçük işleri de bunları yapabile- di üstüne aldığı ilk parçasını vaktinden önce bitirmiş
cek kimselere, şirketlere bıraktı. Sanayileşme programı- olacaktır.
mızın ana prensibi bu olmuş, Sümerbank'ın 62 milyon
lira sermaye ile kurulmasının sebebi, gene bu olmuştur. Devlet fabrikalarını kuran ve işleten Sümerbank'ın
îç yapraklarımızda, kurulmuş ve işlemekte bulun- bu becerikliliği ve başarıcılığı gösteriyor ki «devlet fab-
muş olan Sümerbank fabrikalarının - ki bunlara asıl ad- rika işletemez» prensibi bir tekerlemeden başka bir şey
larıyla devlet fabrikaları da diyebiliriz- 1934 yılında ne değilmiş!
kadar iş çıkardıklarını gösteren birtakım rakamlar var- Avrupalı bilgisiyle yoğrulmayan, Avrupalı gibi ça-
dır. Bunlara göre, 1934 yılında 1933'ten Fesane fabrikası lışmayı bilmeyen, beceriksiz ve değersiz ellerde, devlet,
% 27, Hereke % 59, Bakırköy % 31 fazla iş çıkarmışlar- yalnız fabrika değil; kendi kendini de işletemez. Devlet,
dır. Uşak şeker fabrikasında bu artma % 7'dir. Beykoz fabrika işletemediği, vapurculuk edemediği, demiryolla-
deri ve kundura fabrikasının da işleri çoğalmış, yapılan rını kendisi yapamadığı ve çalıştıramadığı zaman kaba-
kösele ve deriler 640.000 kilodan 1.170.000 kiloya, kundu- hati, devletçilik prensibinde değil, bu işleri yapabilecek
ralar da 326.000 çiftten 502.000 çifte yükselmiştir. bilgili kafaların ve becerikli ellerin bulunmamasında
Bütün Türkiye'de 1933 yılında 2.281.000 kilogram aramalıdır.
yünlü kumaş yapılmıştı. 1934'de ise, yalnız Sümerbank'
Sümerbank, işin, can alacak yeri ve muvaffakiye-
m işlettiği Fesane, Hereke ve Kayseri-Bünyan fabrika-
ları 1.139.000 kilogram yünlü kumaş yapmışlardır. Böy- tin sırrı, yalnız makinelerde olmadığını, onları kullanan
lece bütün memleketin çıkardığı yünlü kumaşın % 50' kafa ve kolların daha mühim olduğunu anlamış, Avru-
sini bu üç devlet fabrikası yapmıştır. pa'da okumuş bilgili gençleri arayıp bulmuş, okutmak ve
Sümerbank fabrikalarının yaptıkları işlerin böyle mühendis yetiştirmek için Avrupa'ya yeniden gençler
artması çıkardıkları malların iyiliğinden, sağlamlığından göndermiştir.
dolayı piyasada tutulmasından ileri gelmiştir.
Bütün Sümerbank ve fabrikalarında Türkiye'nin
okumuş, işinde usta olmuş değerli gençliği, ne yaptığım,
ne yapacağını bilerek çalışıyor; genç Türk Cumhuriye- T Ü R K İ Y E ' N İ N SANAYİLEŞME İ Ş İ
tinin genç sanayii bu gençliğin elinde doğup büyüyor. Bu Türkiye'nin sanayileşme hareketini iki büyük ve
her Türk'ün sevinç ve kıvanç duyduğu bir başarımdır. esaslı safhaya bölmek mümkündür. Birinci safhada sa-
nayileşme hareketini, devletin yüksek himayesi altında
(Cumhuriyet, nr. 3875. 27 Şubat 1935.)
tamamen hususi teşebbüsler temsil ediyordu. Teşvik-i
sanayi kanunu ve bunun verdiği muafiyetler ve diğer
devlet himayeleri hususi teşebbüse sınai işlerde serbest
inkişaf imkânı veren bir hava yaratmak gayesinden
mülhemdi. Bu safhaya Türkiye sanayiinin liberal inkişafı
devri ismini verebiliriz.
1923 senesinden evvel Türkiye'de mevcut olup Teş-
vik-i sanayi kanunundan istifade eden sınaî müessesele-
rin sayısı 342 idi. 1923'ten sonra teşekkül etmiş mües-
seselerin sayısı 1087'ye bâliğ oluyordu. 1933 senesinde
neşredilen sınaî istatistiğe göre müesese adedi 1932'de
1473'ten 1933'te 1397'ye inmiştir.
Sanayi şubeleri 1932 1933

I. Ziraat, hayvanat-ı ehliye ve av


mahsulâtı sanayii 651 614
II. Nesiç sanayii 351 335
I I I . Kereste sanayii 134 115
IV. Maden, maden işleme, makine ta-
mirat ve imalâtı sanayii 85 77
V. Kimya sanayii 76 54
VI. Muhtelif sanayi 48 68
V I I . Kâğıt ve karbon sanayii 41 41
V I I I . Muhtelif sanayi 39 39
I X . Ebniye inşaatı sanayii 31 36
X. Sanayi-i istihraciye 17 18

Yekûn : 1473 1397


raftan millî sermayelerin kifayetsizliği, diğer taraftan İş Bankası programın sömikok, cam ve şişe sanayii
millî sanayii süratle kurarak millî bütünlüğü kurmak en- ile kükürt sanayiinin bir kısmını deruhte etmiştir. Bu üç
dişesi devleti sanayi işlerine doğrudan doğruya müdaha- fabrikanın temelleri geçen sene içinde derhal atılarak in-
leye şevketti. Devlet bir taraftan hususi teşebbüslerin işti- şaata başlanmıştır.
rakiyle, diğer taraftan bizzat kendi teşebbüsüyle memle- Hükümet, bu muazzam ve tarihî işi muvaffakiyetle
kette şimdiye kadar kurulamamış olan esaslı sanayi branş- başarabilmesi için Sümerbank'm nominal sermayesini
larım bir program dahilinde kurmak işini üzerine almış- 20.000.000 liradan 62 milyon liraya çıkarmıştır. Bu suretle
tır. Bugün tatbik edilmekte olan beş senelik sanayi prog- bankanm lüzumlu olan malî menbaı da temin edilmiştir.
ramı devletin bu yeni siyasetinin bir meyvasıdır. Devlet, bu maksat için beş sene müddetle her sene 6.000.
000 lirayı bütçesinden ayırarak İktisat Vekâletinin me-
II suliyet ve nezareti altında Sümerbank'a tevdi edecektir.
Sümerbank beş senelik programın tatbikine ilk ön-
Devlet, hazırladığı beş senelik sanayi programında ce pamuklu ile kâğıt sanayiinin tesisinden başlamıştır.
ilk adımda hammaddesi memleket dahilinde mevcut olan Bu cümleden olarak ilk temeli atılan fabrika Kayseri bez
sanayiin tesisini derpiş etmiştir. Bu sanayi şunlardır : fabrikasıdır. Kayseri'den sonra temeli 1934 Teşrin-i sani-
sinin 20'sinde atılmış olan ikinci bez fabrikası Ereğli
1. Mensucat sanayii (pamuklu, kendir, yünlü).
kombinasıdır. Üçüncü olarak da bu sene Nazilli'de bir
2. Maadin sanayii (demir, sömikok, kömür, müş- fabrika ve onu takiben dördüncü büyük kombina kuru-
takkatı, bakır, kükürt). lacaktır ki bu pamuklu fabrikaları sıra ile kaba, orta ve
ince mal dokuyacaktır. Sümerbank'm mevcut fabrikala-
3. Selüloz sanayii (selüloz, kâğıt ve karton, suni
rından olan Bakırköy bez fabrikasının tevsi edilen kısmı-
ipek).
nı hesaba katarak bu beş fabrika ile Türkiye'nin pamuk-
4. Seramik sanayii (şişe, cam ve porselen). lu ihtiyacının aşağı yukarı yüzde sekseninin dahilden te-
mini mümkün kılınmış olacaktır. Kayseri pamuklu kom-
5. Kimya sanayii (zaç yağı, klor, sudkostik, süper-
binası önümüzdeki Ağustos içinde faaliyete geçecektir.
fosfat).
Kurulmakta olan Kayseri bez kombinası yalnız Tür-
Şeker sanayii hâlen memleket ihtiyacını karşılaya-
kiye'nin değil, belki şark Avrupası'nın da en büyük ve mo-
cak şekilde kurulmuş olduğundan program harici bırakıl-
dern tesisatlarından biri olacaktır. Fabrikanın kirmen
mıştır.
adedi 33.000 dir. 1100 otomatik dokuma tezgâhı buluna-
Bu sanayii kurmak için ilk tahmin mucibince yatırı- cak ve senede 30.000.000 metre bez dokuyacaktır. Senevi
lacak sermaye miktarı takriben 44.000.000 liradır. pamuk sarfiyatı 1.600.000 kilo yerli pamuktur. İzmit kâ-
Hükümet beş senelik sanayi programının tatbiki ğıt fabrikası ise, ilk adımda memleket kâğıt ihtiyacının
yüzde ellisini verecektir. Bu suretle kâğıt miibayaası için
işini Sümerbank'a tevdi etmiştir.
Bu sene bankanın en muazzam işini demir sanayii
her sene harice verdiğimiz dövizin msfı tasarruf edilmiş teşkil edecektir. Memlekette demir sanayiinin kurulma-
olacaktır. sı yalnız millî iktisat bakımından değil aynı zamanda mil-
Diğer iki büyük pamuklu kombinasının (Nazilli ve lî müdafaa bakımından da çok ehemmiyetlidir, istihsal
dördüncü pamuklu fabrikaları) projeleri hazırlanmış, in- vesaiti sanayiinden madud olan demir sanayiinin kurul-
şa ihalesi verilmek üzeredir. Bu fabrikaların 1935 Teşrin-i ması memleket iktisadî bütünlüğünün bel kemiğini teşkil
evvelinde faaliyete geçmeleri tasarlanmaktadır. Bu fabri- edecektir. Aynı zamanda tediye bilânçomuzda mühim dö-
kalar da Kayseri'den sonra gelen büyük teşebbüslerden- viz tasarrufları da temin olunacaktır. Bankaca demir sa-
dir. Nazilli fabrikası 25.000 kirmenle çalışacak ve senede nayii işi ile yakından meşgul olunmağa başlanmıştır.
17.000.000 metre pamuklu dokuyacaktır. Senevi pamuk
sarfiyatı 2.000.000 kilodan fazladır. Ereğli fabrikası 15.000 Porselen sanayii işi ile bu sene meşgul olunacak ve
kirmenle çalışacak ve senevi 7.000.000 metre bez dokuya- 1936'da memleket ihtiyacını dahilden temin etmiş ola-
caktır. Her sene vasati olarak 1.000.000'dan fazla pamuk caktır.
sarfedecek tir. Bu iki fabrika Kayseri kombinasından
Millî sanayileşmenin ilerlemesiyle kendisine geniş
farklı olarak daha ince mal dokuyacaktır. Bu ilk üç bü-
bir pazar bulacak olan kimya sanayiinin tesisi işi de
yük fabrikanın tesisinden soma Türkiye tam bir pamuk-
1936'da esaslı surette ele alınacaktır.
lu istiklâline kavuşacaktır ki bunu programda beş sene
zarfında tahakkuk ettirmek düşünülürken hakikatte en Sanayi inkişafımızın bu ikinci safhasında, sanayi-
geç üç sene içinde başarılması mukarrerdir. leşme işinde atılan adımlar büyüktür ve Türkiye'yi yakın
şarkın başta gelen sanayi memleketi yapacaktır.
Türkiye'de merinos yününden mamûl yün ipliği
(kamgarn) fabrikası olmadığından yünlü kumaş fabrika- (Ülfeü, C. V, nr. 26 Nisan 1935, s. 88 - 92.)
ları yün ipliklerini hariçten ithal etmektedirler. Yünlü
fabrikalarımız seneden seneye inkişaf ettiğinden iplik it-
halâtımız da aynı nisbetlerde artmaktadır. Türkiye'de me-
rinosçuluğun kârlı ve câzip bir iş haline getirmek ve millî
fabrikaların ihtiyacını dahilden temin etmek maksadıy-
la program mucibince kurulacak olan kamgarn fabrikası
bu sene sonuna doğru Bursa'da faaliyete geçecektir. Ban-
ka bu kamgarn fabrikası üzerindeki bütün tedkiklerini
bitirmiş ve inşaat hazırlıklarına başlamıştır.
Bu sene Gemlik'te bir sun'i ipek fabrikasının temeli
atılacaktır ki, bu fabrika sun'i ipek istihlâki bakımından
memlekette bir tasarruf temin edeceği gibi tabiî ipeğin
bizde de harcıâlem bir metâ olabilmesine yardım ede-
cektir.
etmiş veyahut köy amelesi olmuştur. Bilhassa son buhran
senesi bu içtimaî farklılaşma ve dağılmayı fevkalâde tesrî
etmiştir.
Bizde de bir ziraî reform yapılsa bunun vereceği
Hüseyin Avni [Şanda]
netice, emtia iktisadı sisteminin insiyaki ve zarurv ka-
nunlarından olan içtimaî farklılaşma ve dağılmanın te-
TÜRKİYE'DE TOPRAK REFORMU siri altında yine bir içtimaî kutuplaşmadır. Köylüye veri-
len topraklar yine zamanla borçlanma, fiat sukutları gibi
Son günlerde, gazeteler yeni bir toprak reformun- âmillerle bir kısım köylünün veya kasabalının elinde te-
dan bahsediyor. Dahiliye Vekâleti tarafından hazırlanan merküze doğru gidecektir».
bir kanun lâyihasında, köylüyü topraksız bırakmamak Emtia iktisadiyatının hâkim olduğu bir devirde, top-
için 2000 dönümden fazla toprağı olanların toprağı, hükü- rak reformlarının nasıl bir netice verdiğini yukarıya yaz-
met tarafından satın alınacak (karşılığında bono verile- dık. Köylüyü köyünden ayırmamak, yani fabrika kuru-
cek) ve köylüye dağıtılacaktır. Böyle bir bahse girişme- lan yerlere, ticaret merkezlerine olan akını durdurmak,
den evvel bundan birkaç ay önce çıkan ismail Husrev'in köyü muhafaza etmek mevzuu konuşulurken, diğer bir
Türkiye'de Köy İktisadiyatı ismindeki eserini hatırlama- ıslahatçıdan bahsedelim. Ziraat enstitülerinde ziraî ikti-
mak kabil değildir. Avrupa sermayedarlığının Osmanlı sat profesörü Bay Falke bir konferansında diyor k i :
İmparatorluğuna giriş tarihini, köy iktisadiyatı üzerine
olan tesirlerini anlatan bu kitap, bugünkü köy iktisadiya- «Köylünün tarla işleri haricinde boş vakitleri var-
tında yapılacak reform hakkında diyor k i : dır. Elde ettiği mahsulle geçinemeyerek köylünün şehir-
lere hicret ettiğini görüyoruz. Köyü muhafaza etmek için
«Bu reformlar umumiyetle büyük arazi sahiplerinin köydeki el sanatlarını yaşatmak lâzımdır. Estetik bakım-
toprakları satın alınarak bedeli mukabilinde köylüye tev- dan, el işlerinin makine işlerine nisbetle daha makbul
zi edilmek suretiyle icra edilmiştir. Umumî harpten son- meta olduğu malumdur. Köylünün bu güzel el işleriyle
ra şarkî Avrupa'da ve Balkanlar'da yapılan ziraî reform- uğraşması, köy el sanayiinin muhafazası gerektir. Köylü,
lar içinde yalnız Estonya ile Litvanya cumhuriyetleri Sov- yaptığı bu işleri pazara sürmekle tarlası haricinde yeni
yetlere imtisalen büyük arazi sahiplerinin topraklarım bir kazanç sahası daha elde edebilir».
köylüye bilâ bedel tevzi etmiştir. Bu reformlar toprak da- Bugünkü iktisadî kanunlar ve onun köy iktisadi-
vasını halletmiş değildir. Her köylü muayyen miktarda yatı üzerindeki zarurî tesirleri gözönüne getirilirse, Bay
toprağa kavuştuktan sonra, yine konjonktür hareketleri- Falke'nin köyü el işleri ile ne dereceye kadar koruyabile-
nin tesiri altında geniş bir içtimaî farklılaşmağa ve içti- ceğininden pek haklı olarak şüphe edebiliriz.
maî dağılışa maruz kalmaktan kurtulamamıştır. Yine za-
Bunun böyle olduğunu kabul edelim; yani ziraat
manla borçlanma, fiat sukutları ilh.. gibi sebeplerle bir
enstitüleri rektörü Bay Falke'nin projesi tatbik imkân-
kısım köylü mülkiyetini kaybederek ya şehirlere hicret
larını bulsa, ne olacaktır?
Köylerden şehirlere doğru akm, bizde kesif amele sa-
nayi merkezlerini meydana getiriyor. Kayseri'de pamuk-
lu dokuma fabrikasındaki inşaat amelesinin yekûnu
4500'dür. Bu amele, civar köylerde toprağıyla veya top-
rak ameleliğiyle geçinen köylülerdir ki, Kayseri inşaat
amelesi sırasına geçmişlerdir. On bin ameleden fazla a-
RAKAMLAR NE DÎYOR
melesi olan Zonguldak kömür havzası da Karadeniz sa-
hillerinden, Erzurum, Gümüşhane vilayetlerinden gelen Hani ya! Türkler hakkında dünyada bir düşünce
köylülerle doluyor, muvakkat amele vasfını haiz olan bu yerleşmişti. Türk alışverişe, ekonomiye, hesaba, kitaba
köylüler, orada kazandıklar ıyla, tekrar köylerine döner- yaramaz derlerdi! Ben hiçbir zaman buna kanmadım;
erler. Borçlarını öderler. Tekrar kömür havzasına gelir- çünkü öyle bir çevrede doğmuştum ki dört göbekten be-
ler ( ' ) . ri askerlik yapamazdı, kendini alışverişe ve ekine vermiş-
Demek oluyor ki, köy iktisadiyatında köylünün hic- ti ve bu alanda öyle muvaffak olmuştu ki bütün komşu-
reti, sanayi merkezlerini yaşatıyor. larını yenmişti.

Şu halde mevzu-ı bahis toprak reformuyla sanayileş- Kafkasya'nın bütün servetleri onun elindeydi. De-
me siyasamız arasında bir tezat bulunmayacak mıdır? niz ticareti, Hazar denizi üzerindeki bütün gemiler, hav-
yar ve balık ticaretleri, pamuk ve sair ekinler, hayvan
(Varlık, nr. 42, 1 Nisan 1935, s. 281.) yetiştirme, maden işleri, bankacılık hep onda idi. Bakü-
lü bir Türk'ün kurmuş olduğu muazzam bir mensucat
fabrikası Moskova fabrikalarıyla yarışa girişerek onları
Kafkasya îran ve denizaşırı Türk memleketlerinden çı-
karmıştı.

Bütün bu işlerin yıllarca gözlerim önünde yürüdü-


ğünü gördüğüm ve bazılarının da yeni kurularak açılıp
büyüdüğünü seyretmiş olduğum için Türk'ün ekonomik
alanda kabiliyetsiz olduğu hakkmdaki hükümlere hiçbir
zaman inanmadım, kanmadım.

Filhakika, garp Türkleri başka şartlar içinde yaşı-


yorlardı. Bunlar bir yandan devleti korumak ve sağla-
mak için, en kuvvetli unsurlarını en işlek çağlarında as-
(1) Bu bahisler etrafında fazla malûmat almak ısteyjnler Ahmet
kerliğe ve savaş meydanlarına göndermek mecburiyetin-
Naim'in Zonguldak Havzası adlı eserine müracaat edebilirler.
de idiler. Öteki yandan da, şuursuz ve yıkıcı bir hükü- bilmem hangi deliklere sığınmışlardı!.. Matbuat müdür-i
metin, harap edici idaresi altında ezilmekteydiler. Bu umumisi olduğum için Osmanlı Bankası'na sık sık git-
halden istifade eden yabancılarla içerideki askerlik yap- mek mecburiyetindeydim. Oralara kadar gitmek, yangın
mayan unsurlar memleketin ekonomik yaşayışına hâ- harabelerinin yokuşunu tırmanmak, bir cehennem azabı
kim oldular ve servetler onların ellerinde toplandı. Bu- idi!
rada hiçbir yandan yardım ve himaye görmeyen Türk'e Bugün Ankara'nın otuz metre genişliğindeki tek
yalnız sınırlarda elde tüfek koruyuculuk etmek ve sırası tarafı asfalt, ortası çamlık muhteşem bir sokağı «Ban-
gelince de hiçbir zaman ardı arası kesilmeyen savaşlarda kalar Caddesi» adını taşıyor ve birkaç tane sırf Türk
kendilerini kurban etmek kalıyordu. bankalarının muazzam binaları, bu sokağa, herhangi
Bu şartlar arasında garp Türk'ü tabiatiyle kendisi- Avrupa payitahtının manzarasını vermektedirler. Os-
ni ne ekin ve ne de alışveriş alanlarında gösterebilirdi. manlı Bankası da bu sokağa göçmüş ve yerleştiği bina
Fakat Türk aynı Türk'tü. Hattâ irfan bakımından ötekilerin yanında pek küçük kalıyor!
batı Türk'ü daha yüksek olduğundan hiç şüphe yoktu îş Bankası'mn ilk sermayesi dört yüz elli bin lira
ki, bu şartlar değişir değişmez batı Türkleri her alanda idi ve on bir sene evvel yalnız Ankara'da şubesi vardı.
kendilerini göstermekte gecikmeyeceklerdi!
Yazılan rapordan anlaşılıyor ki bankanın, memle-
Ben bu duygularımı şimdi değil, yirmi sene evvel ket dahilindeki az çok ehemmiyeti olan şehirlerin kâf-
merhum Süleyman Nazif'le yaptığım bir polemikte an- fesinde şubeleri vardır ve dışarıda da Hamburg gibi mü-
latmıştım. him noktalarda şubeler açmıştır.

Benim o zamanki görüşlerim tahakkuk etti. On bir sene evvel dört yüz elli bin lira ile kurulmuş
olan bu kurumun sermayesi bugün beş milyona var-
Memleketi düşünen, Türk'ü koruyan bir rejim mey-
mıştır. Halkın kendisine olan inan ve güvenine gelince,
dana çıkar çıkmaz Türk zekâsı belirmeğe başladı.
bunun da en doğru mikyası yapılan tevdiattır. 1934 yılın-
Geçen gün îş Bankası tarafından gazetelerle ilân da bu tevdiat 52 milyona yakın bir yekûna varmıştır.
edilen raporu siz de benim gibi elbette ki okudunuz.
Aynı zamanda banka, memleket iktisadiyatının en
Bu rapor hayalimi on bir yıl evvele çevirdi! Bu ka- işlek bir âmili olmuştur.
dar az bir zamanda ne kadar uzun bir yol yürünmüştür!
Ne büyük semereler elde edilmiştir! Bugün iştirak ettiği teşebbüsler şunlardır:
Bize dediler ki bir milyon lira semaye ile bir banka- Sümerbank'la birlikte, Sömi Antrasit Fabrikası.
cık kurulmak isteniyor. İştirak eder misiniz? O zamanlar
Ziraat Bankası'yla beraber, Turhal Şeker Fabrikası.
Ankara'da yalnız Ziraat Bankası ile Osmanlı Bankası'mn
birer şubesi vardı. Bunlar da, Ankara'yı ikiye bölünmüş Gene Sümerbank'la birlikte, Keçiborlu Kükürt Fab-
olan yangın harabelerinin öte tarafındaki kalenin içinde rikası.
Aynı banka ile beraber, Ergani madenleri.
Fakat ikinci daha mühim bir nokta vardır ki üze-
Türkiş, Kömüriş ve Kilimli şirketleriyle birlikte kö- rinde ısrar etmek lâzımdır. Bu nokta da, bu gençleri
mür madenleri. seçmek, onları hem korumak, yetiştirmek ve hem de
kullanmak kabiliyetidir! Türk, asırlarca askerî budun
Alpullu, Eskişehir şeker fabrikalarına ortaktır. olduğundan, seciyesi de askerliğe mahsus bir hal gös-
Başlıbaşına da Paşabahçesi şişe ve cam fabrikası- termektedir. O her şeyden evvel önünde bir şef, bir Ön-
nı kurmaktadır. der, bir yol gösterici ister. Şef onun için her işte ve her
şeyde bir misaldir, bir örnektir.
Bu kadar geniş ve muvaffakiyetin hakiki sırrını ne-
rede aramalıdır? Fransız mütefekkiri Tarde, içtimaî hadiseleri insan-
daki «taklit» insiyakına irca ederken izam ediyorsa da,
Hiç şüphe yoktur ki devletin bankaya karşı göster-
bu insiyakın içtimaî yaşayışla kuvvetli tesirleri olduğun-
diği kolaylıklar bu muvaffakiyete yardım etmiştir. Fakat
bu tam sebep değildir. Çünkü devletin inan ve güvenini da şüphe yoktur! Hele askerlikte yetişmiş çevrelerde bu
kazanmak da bir iştir! ! tesir pek büyüktür. Türk, asker olduğundan, şefini taklit
eder, ona uyar, onun gibi olmak ister. Binaenaleyh cid-
İş Bankası, ta ilk açılış gününden itibaren sırf bir
Türk müessesesi olmuştur. Yalnız sermayesiyle değil, di olmayan, vazifesine bağlılık göstermeyen, gevşek şef-
kullandığı eller ve idare eden kafalar itibariyle de Türk' lerin adamları da mutlak gevşek olur, vazifeye bağlan-
tür. O Türk gençlerine yüz çevirmedi, onlarla iş görmek mazlar ve tuttukları işler de semeresiz veyahut pek az
istedi ve Türk gençliği de kendisinden beklenilen er- semereli olur. Bunu biz her gün yaşayışımızın her alanın-
demleri tam olarak gösterdi. İlk gününden bu banka, da görebiliriz.
nizam, intizam, sürat ve ciddiyet itibariyle herhangi
Avrupa kurumundan ayrı olmayacağını herkese göster- Alman da asker olduğundan bizim gibidir. O da şe-
di! Herkes gözüyle gördü ki, masalar etrafında toplana- fe bağlıdır. Şef siz ve kendi başına bir tek adım atmaz ve
rak durmadan işleyen bu genç Türk erkekleri ve kızla- kendi başına kaldığı zaman şaşırır ve ne yapacağını bil-
rı da, tıpkı Avrupa kurumlarında olduğu gibi vazifeleri- mez..
ni biliyor, ona bağlıdırlar ve bu müşahade gittikçe ina-
nı ve güveni arttırdı ve nihayet yukarıdaki rakamların Fakat asker olmayan İngiliz böyle değildir. Orada
da gösterdiği gibi, bu ufacık müesese millî bir kurum şefin o kadar kıymeti yoktur. Her İngiliz başlı başına
halini aldı. bir âlemdir!
İş Bankasının verdiği bu tecrübe ve örnek üzerine-
Bana öyle geliyor ki İş Bankası'nın başına geçmiş
dir ki sonraları kurulan bütün yeni bankalarımız dahi,
olanlar, Türk seciyesinin bu hususiyetini anlamış ve ona
Türk gençliğine dayandı!
göre hareket etmiş oldukları için muvaffak oldular.
Vazifeye bağlılık, ciddiyet, işe kendisini tam ver-
mek ve aynı zamanda da elinin altmdakileri unutmamak,
işte Türk'ün şeflerden beklediği ve istediği! Bunlar oldu
mu, Türk'ün her alanda her Avrupalı kadar kabiliyet
göstereceği kuşku götürmez bir hakikattir. NÜFUS SAYIMI

(Cumhuriyet, nr. 3908, 4 Nisan 1935) Beş yılda bir yapılması kararlaşan nüfus sayımı ge-
çen aym yirmisinde yurdumuzda sıkı bir düzen içinde
yapılmıştır. Ne bir eksik ve ne de bir artık olmaması için
derin bir dikkatle yapılan bütün hazırlıklar, müspet ne-
ticeler vermiştir.
Sayımın iyi sonuçları üzerinde başbakanımız şun-
ları söylemişlerdir:

«îşin en ehemmiyetli tarafı, sayımın doğru olarak


yapılması idi. Buna çok emek verilmiştir. Sayanların ve
sayılanların bu noktada gösterdikleri dikkat ve özen bi-
zi müsterih edecek kuvvettedir.

Sayım içinde çalışan yabancı mütehassıs da beni


bilhassa gene bu nokta üstünde tatmin etti. Türkiye, nü-
fus sayımlarında, en doğru netice alınan yerlerden biri
olmuştur.

Sayım malûmatı üzerine memleket dertlerini görüp


anlamak ve tedbirler almak yolundayız. Bu da şüphesiz,
ancak doğru istatistiklerle mümkün olabilir 16.188.767
rakamı büyük ve kuvvetli neticedir. 1927 sayımına göre
artma payı, istikbali geniş ve ferah görmek için bize hak
kazandırıyor. Güzel ülkemizi bayındıracak ve müdafaa
edecek olan bu sayıda bir millet, insanlığın istinat edece-
ği başlıca temellerden biri olabilir».
Vilâyetler Erkek Kadın Yekûn
Sayım sonunda Türkiye nüfusunun )
Erkek 7.974.925 Edirne 93.519 92.695 186.214
Kadın 8.213.842 Elâziz 126.928 126.213 253.141
Yekûn 16.188.767 Erzincan 79.891 79.092 158.983
Erzurum 190.132 196.345 386y477
olduğu anlaşılmıştır. 1927 nüfus sayımında:
Eskişehir 90.467 92.494 182.961
13.648.270 nüfus tespit edildiğine göre, Türkiye nü- Gaziantep 145.635 137.829 283.464
fusu sekiz sene zarfında 2.540.497 kişi olmak üzere bin- Giresun 126.858 132.815 259.673
de 186 nisbetinde artmıştır. Bu artış vasati olarak sene- Gümüşhane 81.330 87.974 169.304
de binde 23 nisbetine tekabül eder. İçel 121.685 124.807 246.393
İstanbul 455.939 421.167 877.106
Nüfusun vilâyetlere ve şehirlere göre dağılışını gös-
İzmir 304.072 290.488 594.560
teren rakamlar şunlardır:
İsparta 78.438 88.208 166.646
Alfabe sırasıyla illerimizin nüfusu Kars 159.164 145.080 304.244
Vilâyetler Erkek Kadın Yekûn Kastamonu 163.393 198.335 361.728
f Kayseri 151.262 161.207 312.469
Afyon 144.448 155.131 299.619 Kırklareli 95.380 77.064 172.444
Ağrı | 48.814 44.537 93.351 Kırşehir 68.363 77.321 145.684
Amasya 62.270 66.222 128.492 Kocaeli 168.484 166.489 334.973
Ankara 274.294 264.963 539.257 Konya 272.949 295.631 568.580
Antalya 115.457 125.753 241.210 Kütahya 165.768 183.004 348.790
Aydın 125.862 134.847 260.709 Malatya 204.056 207.969 412.025
Balıkesir 245.130 250.321 495.451 Manisa 208.129 216.500 424.624
Bilecik 61.105 64.312 125.417 Maraş 95.599 94.100 189.699
Bolu 114.179 132.997 247.176 Mardin 110.870 115.150 226.020
Burdur 47.310 48.556 95.866 Muğla 93.854 103.264 197.118
Bursa 216.863 225.294 442.157 Muş 80.161 77.342 157.503
Çanakkale 114.007 109.207 223.214 Niğde 119.668 127.868 247.436
Çankırı 81.827 95.905 177.731 Ordu 133.429 149.890 283.319
Çoruh 121.294 270.688 286.751 Samsun 165.616 172.229 337.845
Seyhan 200.498 185.804 336.302
Çorum 138.906 147.394 270.688
Siirt 61.284 66.586 127.870
Denizli 140.173 144.541 284.714
Sinop 96.399 107.249 203.648
Diyarbekir 107.124 107.747 214.871
Vilâyetler Erkek Kadın Yekûn Afyonkarahisar 299.619
Çorum 286.751
Sivas 214.111 221.518 435.629
Denizli 284.714
Tekirdağ 101.233 93.810 195.043
Aymtap 283.464
Tokat 150.575 159.577 310.152
Ordu 283.319
Trabzon 165.856 193.940 359.796
Çoruh 270.688
Urfa 114.744 114.450 229.194
Yozgat 261.661
Van 73.720 68.52 142.661
Aydın 260.709
Yozgat 128.052 133.609 261.661
Giresun 259.673
Zonguldak 158.298 162.405 320.703
Elâziz 253.141
Umumi yekûn 7.974.925 8.213.842 16.188.767
Niğde 247.436
Î1 sının itibariyle ve nüfus çokluğu bakımından il- Bolu 247.176
baylarımız îçel 246.393
Antalya 241.210
İstanbul 877.106
Urfa 229.194
İzmir 594.560
Mardin 226.020
Konya 562.580
Çanakkale 223.214
Ankara 539.257
Diyarbekir 214.871
Balıkesir 495.451
Sinop 203.648
Bursa 442.157
Muğla 197.118
Sivas 435.629 195.043
424.624 Tekirdağ
Manisa 189.699
412.025 Maraş
Malatya 186.214
386.477 Edirne
Erzurum 182.961
386.302 Eskişehir
Seyhan 177.731
361.728 Çankın
Kastamonu 172.444
Kırklareli
Trabzon 359.796 169.304
348.790 Gümüşhane
Kütahya 166.646
337.245 İsparta
Samsun 158.983
334.973 Erzincan
Kocaeli 157.503
320.703 Muş
Zonguldak 145.648
Kırşehir
Kayseri 312.469 142.672
Van
Tokat 310.152 128.492
Amasya
Kars 304.244 127.870
Siirt
Bilecik 125.417
Burdur 95.266 «İstatistik idaresi dün sayım sonuçlarını bildirmiş-
Ağrı 93.351 tir : Türkiye nüfusu 16.188 767'ye çıktı. 1927'den beri
Yekûn 16.188.767 2.540.497 kişi arttık. Bu nispet binde 23'tür. Sovyet Rus-
ya'dan sonra dünya rekorunu tutuyoruz.
Uray sınırlarındaki nüfusu 25 binden fazla olan şe-
hirler : Biz 1927 sayımının da pek dikkatli yapılmış oldu-
ğunu biliyorduk. Mühim olan, o gün 13.648.270, bugün
1927 1935
16.188.767 oluşumuzdan fazla, artış nisbetinin binde 20'
İstanbul 690.857 740.751
den fazla olmasıdır ( ' ) .
İzmir 153.924 170.410
Ankara 74.553 123.514 Bunun mânâsı büyüktür : Bir memlekette nüfus art-
Seyhan 72.577 76.306 mak demek, bütün sa'y ve gençlik faaliyetlerine imkân
Bursa 61.690 72.326 veren, halka güven ve sükûn veren bir idarenin varlığı
Konya 47.496 52.594 demektir. Kalabalık Türkiye, bayındır Türkiye gibi Cum-
Gaziantep 39.998 50.892 huriyet'in eseri ve şerefidir.
Eskişehir 32.341 47.080
Trakya ve Anadolu 911'den 921'e kadar tam on yıl
Kayseri 39.134 46.491
büyük küçük tam vaktinde devlete karşı, üç kıta üstün-
Edirne 34.528 36.000
de, dört harp için bütün gençliklerini kurban vermiştir.
Sivas 28.493 35.207
Diyarbekir 30.709 34.874 (1) Binde 20'den fazla artış nisbetinin değeri ne olduğunu görmek
Samsun 30.372 33.839 için diğer memleketler rakamlarına bakınız :
Erzurum 31.457 33.127 Romanya 13.3
Urfa Bulgaristan 13.6
29.098 31.252
Yunanistan 11.3
Manisa 28.684 30.746 Yugoslavya 14.4
Trabzon 24.587 28.713 Mısır 16.3
Rusya ( 1921 - 1935 vasahsi) 23.5
Maraş 25.982 28.340
İtalya 10.1
Malatya 20.737 27.233 Belçika 3.4
İçel (Mersin) 21.171 26.919 İsviçre 4.9
İngiltere 3.3
Balıkesir 25.740 26.430 Almanya 7.1
Lehistan 12.1
Bir tahlil : Fransa 1.0
İspanya 13.7
Sayımın neticeleri üzerinde F. R. Atay Ulus'ta
Kostarika 24.5
şu tahlili yapmıştır: Filistin 20.2 (Fakat bu rakam nüfus
caret rakamıdır.)
türlü tehlike, ancak, birliğimizin ve devrin hızının zayıf-
İsyanları bu hesaba katmıyoruz. Yıllarca tarlalar boş lamasından doğabilir».
kalmıştır; ocaklar tütmemiştir; Cumhuriyet kurulunca-
ya kadar, Anadolu'da sıtmaya ve hiçbir salgına karşı sa- Sayımın tarihi üzerinde kısa bir duruş 20 Teşrin-i
vaşta bulunulmamıştır. evvelde yurtta yapılan işin kıymet ve ehemmiyetini da-
ha çok tebarüz ettirecektir.
Sultan Hamîd devrinde hemen hiç ardı arası kesil-
meyen çöl isyanlarına ve 1908'den sonra Arnavutluk ve Nüfus sayımının tarihi:
Arap isyanlarına genç erkeklerini yollayan gene bu Ana-
dolu idi. Gene bu Anadolu'nun dağları ve ovaları asır- Tarihçilerin söylediğine göre dünyada ilk nüfus sa-
lardan beri sükûn ve güven yüzü görmemiştir. yımı ve istatistiği yapan memleket İsveç'tir. İsveç'te 1741
yılında ölüm, doğum ve evlenmenin kayıt ve tespitine
Anadolu'nun tenhalığı bu halkın canlılık noksanın- başlanmış ve 1742'de ilk nüfus sayımı yapılmıştır.
dan değildi: Doğanların büyümesine, büyümüş olanların
yaşamasına imkân veren şartlar ancak Cumhuriyet ida- 1907'de Berlin'de toplanan Arsı - ulusal İstatistik
resi ile varlaşabilmiştir. Kongresi'ne 1750'den 1900'e kadar nüfus sayımı ve diğer
istatistiklerle gelen İsveç istatistikte dünya birinciliğini
Bugün bu toprakların bütün yüzölçesine göre bul- kazanmıştır.
duğumuz kilometre başına yüzde 21.02 nisbeti, eğer en
iyi bizim tanıdığımız ve bildiğimiz bu Anadolu'nun tarım Fransa'da Levasseur başka başka şehir ve kasaba-
verimine göre düşünülecek olursa, memleketimizi daha ların nüfus sayımı ve mukayesesini yapmağa başlamış ise
şimdiden kalabalık ülkeler arasında sayabiliriz: Anado- de 1817 yılma kadar muntazam bir sayım yapılmamış ve
lu ancak içinde yaşayan halkın işlemesine ve geçinmesi- o tarihte ancak Paris'in nüfus sayımı yapılabilmiştir. Ni-
ne tabii artışına yeter olan bir yurttur. hayet nüfus sayımının askerlik bakımından ehemmiyetini
takdir eden Napolyon bütün doğum, ölüm ve evlenmele-
On yılda hiç şüphesiz 2C milyonu geçeceğiz. Buna
rin haber verilmesini mecburi yapmış ve haber verme-
dışarıdan gelecek göçmenleri katmıyoruz. Her jün daha
yenler için ağır cezalar koyarak nüfus istatistiklerini
artacak olan her türlü ekonomi faaliyetlerinin bu mille-
muntazam şekilde başlatmıştıı. O zaman nüfusa yazılma-
tin canlılığına ilâve edeceği hızı da hesaplamıyoruz.
mış olanlar mektebe ve işe alınmadıkları gibi, rey hak-
Yeni asır tekniği ile cihazlanmış olan Anadolu'da kından mahrum ediliyorlar, hattâ veraset ve intikal mua-
16 küsur milyonluk kuvvetli ve cesur bir halkın döğüş- melelerini dahi yaptıramıyorlardı.
türebileceği ordular, dışarıdan gelecek her türlü tehlike-
yi bir tarafa atmış demektir. İki şartla: Hiç durmadan Napolyon işi bu kadar sıkı tutmuş olmakla beraber
ilerlemek bir, bize bu mutlu günleri gösteren sükûn ve ilmî olmaktan ziyade askerî olan bir amaç güdüyordu. O
güven rejimini sıkı tutmak iki! zaman Avrupa'nın birçok memleketleri Fransa'nın idare-
si altında oldukları için bu usul Belçika, İspanya, ve İtal-
Biz yurdu her türlü tehlikeden birliğimiz ve Atatürk
ya'da da tatbik olundu. Avrupa ve Amerika'da bugün dahi
devrimini benimseyip şuurlaştırmakla kurtardık. Her
nüfus sayımı için kullanılan usuller Napolyon'un koymuş
olduğu esaslardan alınmış ve inkişaf etmiş bulunmakta-
dır.
ingiltere'de ise nüfus sayımı ve istatistik V I I I . Hen-
ly'nin o zamanın bütün içtimaî teşkilâtını ellerinde tutan
papazları ve din müesseselerini evlenme, vaftiz ve ölüm-
leri kaydetmeğe mecbur tutmasiyle 1538'de başlamıştır.
Bununla beraber şehir ve kasabaların nüfusunu ayrı M Î L L Î EKONOMİ, K L Â S İ K EKONOMİ
ayrı tespit eden bir nüfus sayımı 1801'de ve ilk muntazam
genel sayım ise 1951'de yapılmıştır. Milletin kendine mahsus Vasıfları vardır ve bu va-
sıflar onu beşeriyetten ayırır. O müstakildir. Ve diğer
Yirminci asrın başında ve bilhassa dünya harbin- milletlerin menfaatleriyle tezat teşkil edebilecek menfa-
den sonra dünyada nüfusun yalnız sayısını değil bütün atlere mâliktir. Bunun böyle olması bizzarure tekmil
mühim vasıflarını bildiren sık ve muntazam sayım yap- kozmopolit nazariyeleri redde kâfidir. Bundan maada
mayan hiçbir medenî memleket kalmamıştır. millet dediğimiz bu uzviyet klâsik iktisatçıların temsil
Türkiye Cumhuriyeti 1927'de ilk muntazam sayımı ettikleri cemiyet gibi donmuş gayr-ı müteharrik değildir.
yapmıştır. O zamanki tecrübe memleketimizde bu çok Bilâkis daima değişir ve hareket halindedir. Mütecanis-
mühim işin muvaffakiyetle yapılması için alınması lâzım ten gayr-ı mütecanise gider ve binnetice kendi içinde git-
olan tedbirleri kısmen göstermiş ve senelerden beri ya- tikçe mudilleşen hususi bir iş bölümü vücuda gelir. Ta-
pılan etraflı tetkikler ve tecrübelerle 1935 birinci teşri- biîdir ki yukarıdaki şartları haiz millet adını verdiğimiz
ninin 20'sinde bütün tedbirler alınarak ve bütün Türk bu nev'i cemiyetlerdeki iktisadî hadiseler diğer bilumum
münevverliği seferber edilerek ilmî ve muntazam bir sa- müesseseler gibi mütemadiyen değişirler. Bazı nev'i hadi-
yım yapılmıştır. seler grubu arasında görülen ve kanun adı verilen mun-
tazam rabıtalar fizik kanunları gibi lâyetegayyer ve ezelî
1972'de nüfusumuz 13.648.270 idi, 935'de 16.188.767'
değildirler. Malûm olduğu üzere tabiî fizik kanunları değiş-
yi buldu.
meyen tabiatı eşyadan doğdukları halde, iktisadî kanunlar
1927'de bir kilometre murabbama 18 kişi düşüyordu. ampirik kanunlardır. Ve âdeta riyazî bir kat'iyet ifade
Bu miktar 935'te 21.2'ye çıkmıştır. Sekiz yılda nüfusu- eden fizik kanunlarıyla hiçbir zaman mukayese edile-
muz 2.540.197 artmıştır. Artma nispeti sekiz yılda binde mezler. Hattâ daha ileri gidilerek bunlara kanun demek-
186 ve yılda binde 23'tür. Bu artış dünyada Sovyetlerden tense sadece birtakım temayüller demenin daha doğru
sonra ikinci gelmektedir. olacağı müdafaa edilebilir. Hulâsa, dünyada herşey de-
1927'de 100 nüfustan 52 si kadın, 48'i erkekti. 935' ğişir. Binaenalevh herşey nisbîdir. Mutlak hiçbir şey yok-
te 100 nüfustan 51'i kadın, 49'u erkektir. tur. İktisadî müesseseler, hadiseler arasındaki illiyet mü-
nasebetleri zaman ve mekâna göre değişirler. Binaena-
(Ülkü, C. VI, nr. 33, 2. Teşri/ı, 1935, s. 209-213.)
leyh istidlal, tetkik usulü kullanılarak değişmeyen mües-
seseler, umumî psikoloji faktörleri aramak ve bunlarla usuldür. Filhakika tabiî ilimlerde olduğu gibi 1. Sara-
beşerin mâzi ve hâl-i hazırına ait iktisadî müesseselerini hatle müşahade, 2. Tarif ve tasnif, ve 3. hadiseleri sebep-
izah edebilecek mahiyette âlemşümul nazariyeler kur- leriyle izah etmek istiyoruz. Değişmeyen bir insan tabi-
mak ne mümkün ve ne de hattâ arzu edilir bir şeydir. Bi- atını veya cemiyeti tetkik etmek için hiç şüphesiz istid-
liyoruz ki her cemiyet birtakım tekâmül safhaları geçi- lâlî usul en muvafıktır. Zira bu usul bu değişmeyen'esas-
rir. Fakat ilmin bugünkü terakkisine göre bu safhaların larda, bu ezelî hakikatlerde üzerine muhakeme binasını
umumi kanunlarını tespit etmekten daha çok uzaktayız. kurabilmek için en güzel temeller bulabilir. Halbuki
Milleti müstakil bir uzuv olarak kabul eden büyük naza- muhtelif iktisadî safhaların bâriz vasıflarını tayin ve bu
riyeden çıkardığımız neticelere nihayet vermeden şunu safhalar arasındaki illiyet münasebetlerini tespit için
da ilâve edelim ki iktisadî hadiseler diğer içtimâî hadi- hiçbir lemsî esaslara müracaat etmeden yekdiğerini ta-
selerden ayrı değildirler, insanın içtimaî faaliyetleri bir kül kip eden bütün hadiseleri inceden inceye ve objektif bir
teşkil ederler. Binaenaleyh iktisadın ahlâk, hukuk ilh. tarzda müşahade ve tetkik etmek icap eder. Yani husus-
ile olan sıkı rabıtlarını daima göz önünde bulundurmak tan umuma gitmeli, istikrâî usulü kullanmalıdır. Burada
icap eder. maksadımız sadece millî iktisadın şayan-ı dikkat vasıf-
larını meydana çıkarmak olduğundan bu nazariyenin
îktisat ne ahlâk, ne de müspet kanunlar haricinde-
şimdiye kadar izah ettiğimiz başlıca prensiplerinden tabia-
dir.
tıyla çıkan ikinci derece neticeleri ihmal ediyoruz.
Şimdi diğer bir meseleye temas ediyoruz. Mahiyeti-
ni ber-tafsil izah ettiğimiz bu millet denilen uzviyete has Hulâsa bu iki meslek arasındaki fark, bazı sathî gö-
iktisadî hadiseleri nasıl tetkik etmeliyiz? Bunun için en rüşlülerin zannettikleri gibi ne o kadar ehemmiyetsiz, ne
muvafık usul hangisidir? de zahirîdir. En mütebâriz şekilleriyle bu iki mesleği te-
lif etmenin imkânı yoktur. Zira bu iki iktisadî nazariye-
Gayet tabiidir ki, her ilmî tetkik, araştırılmak iste-
nin istinat ettikleri ilmî ve felsefî esaslar tamamen <-yek-
nilen hadiselerin nev'ine ve bir de vâsıl olunmak isteni-
diğerinden başka başkadırlar ve bittabi bunlardan çıka-
len gayeye göre taayyün eder. Millî iktisadın hedefi, mu-
ayyen bir zaman ve memleket ile alâkadar ve aynı za- rılan iktisadî nazariyelerin de birbirlerine zıt olmaları
manda daima tekâmül halinde olan birtakım hadiseleri icap eder. Millî iktisat, her millete mahsus iktisadî ha-
tetkik olduğundan biz insan ve cemiyete ait değişmez ve diselerin, tarihin muayyen bir safhasında, tamamen te-
âlemşümul esaslar koymak niyetinde değiliz. Hele ilk kâmülcü bir zihniyet ve tabiî ilimlerin kullandığı metot
prensipleri bulmak, ebedî kanunlar keşfetmek bizi hiç ile, yani realist ve müsbet bir usul dahilinde tetkiki de-
alâkadar etmez. Gayemiz sadece muayyen bir sahada bir mektir. Halbuki, klâsik iktisat, ferdi iktisadî hadiselerin
sebepler silsilesini meydana çıkarıp tespit etmektir. hiçbir zaman ve mekân kaydına tâbi olmaksızın rasyona-
Binaenaleyh, bu nev'i tetkikler için kullanılması list bir görüş ve riyazi usul ile araştırmasıdır. Binae-
muvafık olan usul, tabiî ilimlerin kullanmakta olduğu naleyh, millî iktisat ile klâsik iktisat arasındaki farklara
nüfuz edebilmek için bu iki meslekte yalnız iktisadî na-
zariyelerini yekdiğeriyle mukayese kâfi olmayıp bu na-
zariyelerin nihayetinde dayandıkları rasyonalist felsefe
ile tekâmülcü felsefeyi karşılaştırmak lâzım gelir.

(Kültür Haftası, nr. 4, 5 Şubat 1936, s. 68.)


KÂĞIT

îzmit fabrikası, iki gün evvel, ilk yerli kâğıdı çıkar-


dı.
Ekmeksiz yaşaması miimkün olduğu halde kâğıt-
sız yaşaması imkânı olmayan yegâne meslek için, yani
mesleğimiz için, 18 nisan, bir «Kâğıt Bayramı» günü sayıl-
maya değer. Ekmeğin yerine konacak bazı şeyler olduğu
halde kâğıdın yerine konacak hiçbir şey yoktur. Papirüs
devrinde değiliz.

Kâğıt bizim her şeyimizdir.


Bütün bilgilerimizi onunla aldık, gene onunla veri-
yoruz. Kâğıdın aziz delâleti olmasaydı ne öğrenebilir,
ne öğretebilirdik; ne haber alabilir, ne verebilirdik. Kula-
ğın yakından kapabildiği dar bilgisiyle dilin uzağa gitme-
yen kısa ifadesi içinde köşebaşını geçmeyen bir tecrübe,
ıttıla ve neşir sahasında kalırdık.

Kâğıt bizim ikinci dünyamızdır.


ömrümüzün en güzel yarısı onun içinde geçti. En
samimi, en neşeli veya kederli, fakat en samimi anları-
mızı onda yaşadık; bütün ruhumuzu çizgilendirerek ona
boşalttık.

Bütün tesellimiz ve bütün ahnyazımız onun üstün-


dedir. Gözümüzün nurunu en çok içen o olduğu halde
onu gözbebeğimiz kadar severiz. Nerede bir kâğıt görsek,
bir pervanenin aleve doymak bilmeyen hasretiyle onun
sıcak beyazına doğru sarkarız.

Bizi kâğıtla büyülediler, sizi kâğıtla büyülüyoruz.

Ne mukaddes, ne harikulâde büyü ki hepimizi ma-


ğara devrinden çıkardı ve tabiatın kölesi iken efendisi Erciyeş'in eteklerinde yükselen âbide :
yaptı: Buhar, elektrik, makina, tıp, kimya, ilâç, ıesim,
KAYSERİ FABRİKASI GÜNDE 40.000 METRE
şiir, roman, musiki hep onun beyazından ışık aldı; onun
İŞ ÇIKARIYOR
beyazı alnımızı ak etti.
Kayseri (Hususi)- Beni fabrikaya götüren araba
Kâğıt medeniyetin derişidir.
vilâyetin fabrika için yaptırdığı mükemmel ve munta-
İzmit fabrikasında yeni Türk kültürünün nesci doku- zam şosenin üstünden kayıp giderken, buralarının he-
nuyor. men hemen iki buçuk yıl önceki halini düşünüyor ve ko-
nuşuyorduk. İkibuçuk yıl önce bu düz ova üstünde şimdi
Âh, ilk kâğıt parçasını öpüp başıma koymak için,
kulakları tırmalayan ne gümbürtülü bir fabrika sesi, ne de
18 nisan günü, orada bulunmayı ne kadar isterdim;
uğultulu bir kalabalık vardı.
O kâğıt parçası, Türkiye'nin mesut ve büyük yarı- Yolun sağ tarafında, Kayserili müteahhit tarafından
nından bugüne gelen yazısız bir mektuptur; fakat okuma- inşaatı vakit ve zamanında bitirilen ve artık bütün çizgi-
sını bilen için onun çizgisiz yüzünde ne müjdeler var! leriyle hendeselenen omuz omuza vermiş beş yüz kişilik
bekâr ve altmış dört ailelik memur ve amele apartman-
(Cumhuriyet, nr. 4286, 21 Nisan 1936)
ları, yeşil tarlalar ortasında en uzakta bile insan gözünü
üzerinde sevinçlerle mıhlıyor.
Sola bakıyorsun, uzun ve geniş bir düzlük üstünde
kurulan miniciklerinden tutunuz da dev cüsselisine ka-
dar çeşitli çeşitli yapılardan toplanan büyük kombinanın
muhite yaydığı makine hırıltısı insana ürperti veriyor. Bun-
lara yeni yapılmış dememeli, yerden fışkırmıştır demek
daha doğru olur sanırım. İki buçuk yıl gibi çok az bir
zaman içinde, bu dümdüz toprak üstünde yepyeni ve mo-
dern bir şehir kurmak, yapmak değil, yaratmaktır. Türk
Cumhuriyeti'nin her yerde olduğu gibi, endüstri sahasın-
daki yaratış enerjisini insan ancak burada görür ve buna
ancak burada iman eder. Fabrika nâmına şimdiye kadar, Anlaşılıyor ki burada genç ve fakat olgun bir kadro
buğday öğüten beş on beygirlik un fabrikalarından baş- hazırlanıyor. Haklı. Bu muazzam fabrika, ağızdan dolma
ka birşey göremeyenler, şimdi Erciyes'in geniş ufukları- işçilerle hızlanamaz ve tam randıman alamaz. Ona kendi-
na kadar çarpan fabrikanın şu canavar düdüğüyle .saat- si gibi genç ve kudretli işçi dimağı lâzım. Bu genç dimağ
lerini ayar ediyorlar. şimdi tahta önünde öğrendiğini, bir saat sonra makipe
başında tecrübe ediyor. Ve onlar diğerleri gibi makinenin
Uzaktan fabrikaya sokuldukça, insan kafasını tatlı
yalnız dışını değil, içini de kendi içlerinden daha çok iyi
uğultularla şişiren makineler, içeriye girdikten sonra
öğreniyorlar. Mektebi fabrika doğurdu. Yarınki fabrikala-
dehşetleniyor. 1008 tezgâhın çalıştığı geniş dokuma dai-
rın işçilerini de doğuracak, bu ve bunun gibi mektepler-
resinde 1008 makinenin kalbindeki demir mekiklerin
dir. Burası okuttuğunu hazmettiren ve hazmettirdiğini
şimşek gibi şaklamaları insanı âdeta sersemleştiriyor.
bilfiil yaptıran yüksek idealli bir yer!
Bu makineler arasındaki küçük büyük Türk işçileri ne
kadar vakur ve korkusuz iş görüyor ve bu şahlanmış ma- Yemek zamanı, fabrikanın amele katındayız!.. İnce
kineler arasında ne munis ve ne güzel bir alışkanlıkla bir çatal ve kaşık sesi var. Bu ince ses o büyük makine-
çalışıyorlar!.. lerin gümbürtüsüne maya oluyor. Burada ye, şurada ça-
lış, beş yüz yataklık muazzam ve modern apartmanda
Türkiye piyasasına günde 40 bin metre çeşitli iplik
yat! Öte taraftan banyo al, şu uzun ve geniş sahada spor
kumaş yetiştiren bu 1008 tezgâhın şahlanışı, asırlardır
yap! Türk işçisi için ne saadet, ne güzel bir varlık. Şim-
bizi bir sülük gibi emen yabancı piyasalara karşı ne kuv-
diye kadar hangi Türk işçisi bu konforu gördü? Ve hangi
vetli bir haykırıştır. Bugün Erciyes ufuklarından yükse-
müessese bu kadar muntazam huzur temin etti. Türk
len bu gürültü, hariç fabrikaların ithalâtma bir paydos
milletinin, ilk bahtiyar işçileri Cumhuriyet devrinin işçile-
borusudur. Bu «paydos» borusu, birkaç ay sonra Nazilli
ridir. \
kombinasından da ötmeğe başladığı gün, gümrüklerimi-
zin kapısından bütün cihan piyasasına, kollarımız kabara Fabrikanın yeni müdürü, burada işe başladığı gün-
kabara:' den beri, fabrika mesaisine yeni bir yol açmış ve istika-
«Toprak bizimdir, pamuk bizimdir; giydiğimiz de met vermiştir. Bu yol, fabrikayı daha muntazam ve me-
öz malımızdır;» diye hep haykırabilir ve övünebiliriz; Bu todik bir çalışma ile hedefe daha az zamanda yetiştire-
övünüş günü çok uzakta değildir; cek. Müdür fazla mesaiyi temin edecek esası ve ana hat-
ları çizmiştir. Yalnız burada fabrika ,müdürünün çok
Fabrikanın hususi mektebindeyiz. Bir öğretmen
haklı bulduğum bir şikâyetini yazmaktan kendimi ala-
mavi gömlekli bir sürü küçük işçilere, çalıştıkları maki-
mayacağım : /
nelerin teknik kısımlarını, siyah bir tahta üzerine çizdiği
hatlar ve harflerle gösteriyor ve öğretiyor. Bunlar fabrika- Kadın işçi yoksulluğu. Fabrika, erkekten daha çok
nın çekirdekten yetişme işçi tohumları olacak... Küçük di- kadın işçiye muhtaçtır. Çıkrık başında iplik eğiren ka-
mağların bu dersleri kavrayışları, büyük makineler ba- dınlar, niçin fabrikaya yan gözle bakıyor ve hele Kayse-
şındaki muvaffakiyetlerinden belli. ri kadınları niçin çalışmıyor, ayaklarına kadar gelen bu
nimetten neden istifade etmiyorlar? Çıkrık başına erkek
ne kadar yaraşmazsa, fabrikaya da o kadar yakışmıyor. Bu
işler, erkekten ziyade kadın işidir. Yüzde doksan kadın
ihtiyacı duyan fabrika, bugün ancak yüzde on kadın işçi
temin edebilmiştir. Bu Kayseri kadınları için büyük bir
kusur!..
Kurtuluş Savaşı'nda ve her türlü inkilâpta, erkeğin TAYYARE İ Ş İ N E VERDİĞİMİZ E H E M M İ Y E T İ
omuz beraberi çalışan Anadolu kadını, bu sahada üzeri-
ARTTIRMAĞA MECBURUZ
ne düşen vazifeyi de benimsemiş olduğu halde Kayseri
kadınları ve Kayseri kadınlığı neden bu cesareti kendi- Ve mütemadiyen bu hakikatin memleket içinde tak-
lerinde göremiyorlar? Kimisi bunun kördüğümünü Kay- dir olunan mahiyeti, meseleyi hassas ve anlayışlı halkı-
seri erkeklerinin taassubunda arıyor, kimisi çalışmağa mızın tamamen kendine mâledeceği derecede ilerlemiş
tenezzül etmemelerinde buluyor, bazıları da az yevmiye ve ilerlemekte bulunuyor. Sayın Başkanımız bir aralık
verildiğinden bahsedip duruyor. Hayır, bu ne taassub, hava tehlikesini anlayanlarımıza tayyare miktarı itibariy-
ne de tenezzül etmemek, ne de az yevmiye verilmek gibi le asgarî bir had çizerek en aşağı şu kadar tayyaremiz ol-
düşüncelere müstenittir. Ve ben Kayserilileri bundan malıdır diyordu. Şimdi halkın inanının ve azminin bıı
tenzih ederim. Bu bence, fabrikanın ve fabrikanın ta- haddi pek az görecek kadar büyümüş olduğunuda şük-
kip ettiği yüksek idealin halka şimdiye kadar iyi tanıtıl- ranla görüyoruz. Her rastladığımız vatandaş bize bin-
mamasmdan ve fabrikanın da bu halkı iyi tanıyamamasın- lerden bahsediyor ve en evvel kendisince ihtiyar olunacak
dan ileri gelen bir sebeptir. Bu sebep acı olmakla beraber maddî ve mânevî fedakârlıkları ön safa koymak şartıyla.
her iki taraf için de iyi değildir. Kayserililerce, toprakla- Başbakanın vatansever hulusu hamiyetli milletimizin
rındaki bu nimet benimsenmeli, fabrika da şıklığına ve kendisinden isteneni çok geçen mukabelesiyle mükâfat-
gençliğine bakarak yukarıya karşı böbürlenmemelidir. lanıyor demektir.
Bu her iki taraf için de bir kusurdur.
Kayseri kombinası endüstrimize bir temel, işçilere Yapılacak işlerin ana çizgileri kararlaştırılarak böy-
verim kaynağı, işçi kadınlara emek ve namus ocağıdır. le bir programın az zamanda tamamlanması için şimdi
Yeni müdürün takip edeceği programla, çok sürmeyecek milletten ne isterse alabileceğini aziz hükümet reisimize
Kayserili her işçi kadın burada çalışacaktır. Amelelerden tebşir edebiliriz. Millet zaten uhdesine düşen vazifelerin
hakkıyla çalışan 35 kişinin bu ay aylıkları 25 liraya yük- kâffesini seve seve yapmaktan geri kalmamaktadır. Fa-
selmiştir, Müdüriyet bu çalışan işçilere üçer lira da ik-
kat aynı millet hep kendisine verilmiş olan açık direktif-
ramiye vermiş ve isimlerini listelerle ilân etmiştr. Bura-
ler üzerine kafa yorarak tayyare işinde daha ilerilere git-
da iş ölçüsü, dokunan işin az veya çokluğuna göredir.
Yevmiye emek mukabilidir. Burada az yevmiye değil, hak- mek ve bu işe başka bir ehemmiyet vermek azmiyle çe-
kıyla çalışanlara hakkıyla para veriliyor. liklenmiş bulunuyor .
(Cumhuriyet, nr. 4306, 11 Mayıs 1936.)
Kendisiyle hasbihal ettiğimiz hal ve vakti yerinde Kendi selâmetine taallûk eden işlerde çok uyanık
bir vatandaş, biz tek kelime söylemeden, bahsi kendisi olduğu kadar kahramanlığı her zaman ve bütün uzak ta-
açarak tayyare işinde kendisinin ve temasta bulundukla- rihinde fedakârlıkların en büyükleri derecesini geçirecek
rının düşüncelerine şöyle tercüman oldu : suretlerde ispat eden milletimiz için tayyare silâhına at-
Tayyare işinde memleketin hakiki ihtiyacı neyse folunan bu ehemmiyet çok ye rindedir. Bu silâh, bugüçı bü-
millet onu hiç olmazsa yüzde yirmi beş fazlasıyla temin tün milletlerin en büyük endişelerini teşkil ediyor. Haki-
etmek lüzumuna kanidir. Bütün verdiğimiz vergilerin ay- katen müessir bir silâh, hele tek taraflı, yani iki taraftan
rıca birkaç mislini bu iş için vermeğe Ve istenilirse hiç birinde olunca mühlik bir silâh. Tayyare silâhına karşı
gözlerimizi kırpmaksızm daha fazla fedakârlıklar yapma- muhtelif müdafaa vasıtalarından en müessiri şüphesiz
ğa hazır bulunuyoruz. Çocuklarımızın en cevherlilerini binnefis tayyarenin kendisidir. Tayyarenin tesirleri an-
cak tayyare ile bertaraf edilebilir. Havalarımızı bekleye-
bu mesleğe koyacağız. Zaten onlar bunu istiyorlar.
cek kendi kartallarımız bize zarar verebilecekleri daha bü-
Bu sözleri söyleyen vatandaş herhangi bir mahalle
yük zarar altında ezmek kudretiyle daima mücehhez bulu-
kahvesinin muhaverelerini nakleden biri değildir.
nacaklardır.
Onda siz birçok kazalarımızın, hattâ birçok vilâyetleri-
mizin hissiyatına tercümanlık görünüz. inşa ve tamir için çalışan tayyare fabrikalarımız
vardır. Buna yenilerinin de ilâvesini programımızın baş
Türkkuşu şubelerinin taaddüd etmesi bütün mem-
maddelerine geçirmiş olmalıyız. Hattâ şüphemiz yoktur
lekette büyük sevinçlerle karşılanmıştır. Tayyare Cemiye-
ki vazifesini pek iyi bilir hükümetimiz, bu hususu şimdi-
timizin gençliği bu meslekte yetişmeğe çağırışı her taraf-
ye kadar bütün ehemmiyetiyle ve çoktan göz önüne al-
ta heyecanlarla karşılanmıştır. Şimdi her Türk çocuğun-
mıştır.
da müstakbel bir tayyareci yıldızı olmak iştiyakı uyan-
mış bulunuyor. Mevcut tayyarecilerimizin mesleklerinde Tayyare fabrikası demek, tayyare mühendisliği, tay-
gösterdikleri kemal ve kudret onları takip edecek Türk yare işçiliği, tayyare lâboratuvarı, yüksek tayyare fen he-
gençliğinin bu sahada oynayacakları harikulâde rolün yeti, hulâsa tayyareciliğin endüstrisiyle ilmi demektir.
büyüklüğünü göstermeğe kâfidir. > Bu elemanların memlekette 'alabildiğine çoğalması hedef-
tir.
Hattâ bu yol yalnız erkek çocuklarımızda görülen
bir fevkalâdelik değildir. Kız yavrularımızda bile ilk tay- işin şimdi almış olduğu kuvvetli cereyan önünde
yareci Türk kadını Sabiha Gökçen'i takip etmek için ma- biz şundan en kat'î surette eminiz ki yakın zamanda dün-
sum, nezih ve fakat çelik kalbli Türk kadınlığına yakışır ya tayyareciliğine yeni icatlar ilâve edecek Türkler çıka-
emeller peyda olmağa başlamıştır. Hulâsa Türk milleti caktır.
tayyare silâhını kendine mâletmek için maddî ve mânevî (Cumhuriyet, nr. 4307, 12 Mayıs 1936.)
fedakârlık hamlelerinin en ilerilerini omuzlayacak bir
anlayışla ayaklanmış bulunuyor. Bizim gördüğümüz göz-
ler kamaştırıcı güzel hakikat budur.
muhal güzel eserler yaratmışlardır. Önümüzdeki Kayseri
fabrikası yapıları kolleksiyonunun ihtiva ettiği elli alt-
mış dokuma parçası, Cumhuriyet Türkiyesinin yeni en-
düstri hamleleri arasında yaratılan eserlerin örnekleridir.
Bunlar aslında bembeyaz bir ziraat mahsulü olan pamu-
ğun sanat elinde şeklini değiştire değiştire varmış ve/ver-
miş olduğu neticelerdir ki ilk bakışta pamukla araların-
K A Y S E R İ KOMBİNASINDA Y A P I L A N daki herhangi bir münasebet farzetmek bile çok güçtür.
BEZLERİN KOLLEKSİYONU ÖNÜNDE İnsanın bir başka hassası onun güzelliğe olan bağlılığıdır.
Hiçbir şey yapamadığı zaman başına kırların gelincikle-
Sümerbank mensuplarından tanıdığımız bir genç- riyle papatyalarından çelenk takan Âdemoğluna veya
le yapılmış ve yapılmakta olan fabrikaların çalışmaları Havva kızına herhangi bez parçasını düpedüz takdim ede-
üzerinde konuşuyorduk. Gösterdiğimiz alâkadan müte- mezsiniz. Onlar daima göz ve gönül avlayan güzeli tercih
hassis olarak: edeceklerdir. Binaenaleyh güzel yapmağa ve her gün da-
ha çeşitli ve daha ileri güzellikler yaratmağa mecbursu-
İsterseniz, demişti, size Kayseri fabrika mamulâ-
nuz.
tmdan bir kolleksiyon tedarik edeyim.
Memnuniyet ve teşekkürle kabul etiğimiz bu tekli- Kayseri fabrikası dokumalarından önümüzdeki kol-
fin neticesi olarak şimdi önümüzde pek güzel tertip edil- leksiyon bu şartı yerine getirmeğe muvaffak olmuştur.
miş bir kolleksiyon bulunuyor. İlim ve fen tatbikatının Pamuklu mensucatın öyleleri var ki uzaktan bakarak â-
son muhassalası olan sanat, esasen beşer kudret ve ka- deta yünlü ve hattâ ipekli diyeceğiniz gelir. Bunun bize
biliyetinin çok çekici bir tecelli sahnesidir. Ona yalnız mahsus bir muvaffakiyet olduğunu söylemek istemiyo-
ilim ve fen karışmaz, onda güzel sanatların bile hatırı sa- ruz. Endüstrileri ileri memleketlerde aynı şeylerin her
yılır bir yeri vardır. Dokuyacağınız bez parçasını ister
gün enfes ve âlâları yapılmaktadır. Zaten iş umumi he-
düz olarak, ister çizgili ve çiçekli olarak vücuda getiriniz,
yetin modern endüstrinin âdeta standardize bütün icap-
atkılarda ve çözgülerde öyle marifetler göstereceksiniz ve
renklerle aperajı öyle yapacaksınız ki ilk bakan, endüstri- larını anlayan memleketlerin hepsinde müşterek bir ma-
nin güzel sanatla imtizacındaki muvaffakiyet derece- rifet haline gelmiştir. Bize nispetle dünyanın ileri millet-
sinde bambaşka, âdeta heyecan verici bir görüşle ürper- leri arasında müşterek olan bu endüstriciliğin, Türkiye-
mekten kendini alamayacaktır. Çuval da bir sanat ese- mizde dahi, hiç olmazsa, kendi ihtiyaçlarımızın asgarisi-
ridir. Goblen halısı da. Bu iki iş arasındaki sanat farkla- ne cevap verecek surette tesisinden ibarettir. İşte önü-
rının bin bir tecellisi o kadar göz ve gönül avlayıcı zara- müzdeki kolleksiyon Kayseri fabrikasında Türk işçili-
fetlerle âdeta sonsuz bir tenevvü arzeder gider. İnsanlar ğinin bu marifeti, büyük mikyasta tahakkuk ettirmekte ol-
ilk medeniyet eserini ortaya koyduklarından beri bu sa-
duğunun söz götürmez belgesini teşkil ediyor.
hada hakikaten sayılması değil, şöyle böyle tahmini bile
Bu memleket ve millet, buharın makineye tatbi-
kinden önce endüstriden mahrum değildi. Seri iş çıkaran
makine devrini kavrayamamışız veya kavramak istemiş-
sek bile kapitülâsyon zincirleri hareketimize mâni ol-
muş, o tarihten itibaren Türkiye'de endüstri sukut ettik-
çe ederek ve mevcut çalışanlar hadiselerin kahrı altında
ezilerek ve yok olarak memleketimizde endüstri âdeta T Ü R K İ Y E ZİRAATİNDE K A L K I N M A ŞARTLARI
unutulacak hale gelmişti. Biz önümüzdeki Kayseri fabri-
kasının güzel eserlerine bakarken kapitülasyonları yıkıp
Ankara'da Ziraat enstitülerimizi bir daha gezerek
kaldıran Lozan zaferinin şaheserini görüyoruz.
üç dört saat zarfında görülebilecek bazı kısımları üze-
Yapılan işlerin güzelliği ve sağlamlığı ise Türk iş- rinde de bizarure süratli bazı tetkikler yapmağa fırsat
çisinin fıtri zekâsıyla beraber atavik kabiliyetinin, en par- bulduk. Enstitüleri bu kadar süratle de olsa bir iki gün-
lak delillerini teşkil etmektedir. de gezip gözden geçirmek mümkün olmadığını ve ola-
mayacağını evvelce de kaydetmiştik. Nitekim son defa
Bu muvaffakiyet tabiî yalnız yapıcılıkta değil, bu iş- dahi böyle oldu. Enstitüler üzerindeki tedkiklerimizi bi-
lerin ekonomik mânâ ve icaplara göre idaresinde de te- tirmiş olmaktan henüz uzak bulunuyoruz. Diğer fırsat-
celli edecektir. Yaratılacak eserlerin mükemmeliyetle- larda bu tedkikleri bitirmek kararımız devam ediyor.
riyle mütenasip olarak maliyetlerinin ucuz ve buna göre Burası bir âlemdir ve Ankara'nın kenarında bir sürü bi-
de sürümlerinin kolay ve çok olması lâzımdır ve bu şart-
na kümesinden mürekkep olmasına rağmen görmeğe
lar hele bugün dünya endüstrilerinin esas şartını teşkil
memur edildiği büyük işe göre şimdiden dar, küçük ve
etmektedir. Şüphe etmiyoruz ki Türkiye'de endüstriyi ye-
kifayetsiz bir manzara göstermeğe başlamıştır. Enstitü-
niden kurmanın şerefli vazife ve mesuliyetini omuzlarına
ler zamanla gerek binalar itibariyle gerek etrafındaki
almış olan becerikli vatandaşlar bütün bunlara dahi ge-
arazi itibariyle büyütülmek ve genişletilmek ihtiyacmda-
reken azamî dikkat ve itinayı sarfetmekten elbet hâlî
dır.
kalmıyorlar.
Sondefaki ziyaretimizin nazar-ı dikkati celbeden bir-
Kayseri kombinasından bahsolunurken bu dokuma kaç ehemmiyetli müşahadesinden bir tanesini Meyvacılık
kurumlarında bize her cihetle yardım etmiş olan Sovyet ve Sebzecilik Enstitüsünün faaliyeti teşkil etti. Bu şube-
Rusya'yı, dostlarımızı bittabi hiç unutmuyoruz. Kendile- nin başlığını üzerine almış olan Prof. Gleisberg işinin ha-
rine bundan dolayı da sonu gelmez teşekkürler borçlu kikaten ehli ve âşığı bir adamdır ve yanındaki yardımcı
olduğumuz daima gözlerimizin önünde yaşayan bir ha-
Türk gençleri yarının Gleisbergleridir. O kadar aşkla o ka-
kikattir.
dar bilgi ile, o kadar candan çalışıyorlar. İnsan bu ilim
(Cumhuriyet, nr. 4309, 14 Mayıs 1936.) adamlarının kendi işleri üzerindeki anlatışlarını dinler-
ken hattâ talebe olarak onlarla birlikte çalışmanın ne
büyük bir bahtiyarlık olacağını pek iyi anlıyor. Enstitü- lama itibariyle birçok itinalara ihtiyaç gösteriyor. Kuru-
lerin diğer şubeleri gibi burası dahi memlekete servet ve tulan kayısıların kibrit dumanından geçirilmesi ve tel ör-
saadet kaynağı olacak bir çaiışma ocağıdır. Bu, açık görü- güler üzerinde güneşe ve havaya tutulmaları fazla mas-
len bir hakikattir. raflı olmasına, çok zaman istemesine rağmen pek de iyi
Prof. Gleisberg'e göre Türkiye birçok meyvalarm neticeler vermemektedir. Enstitülerin yaptığı tecrübe-
ya ilk yetiştiği anayurdudur, yahut onların ilk geçit yer- ler halkın 10-12 saat gibi uzunca bir zamanda, fazla
lerinden biridir. Zamanla itinadan az çok mahrum olma- masrafla yaptığı ameliyeyi dört saate indirmekte ve
sı neticesi olarak Türkiye meyvacılığında aşağılama ve tel sergiler yerine tahta sergiler ikame etmek suretiyle
bozulma arızaları husûle gelmiş bulunmasına rağmen de mahsulü yer yer kara lekeli ayıplarından kurtarmak-
bugün dahi bu memleket birtakım yemişleri en iyi ve en tadır. Böylece mahsulün ağaçta yetişmesinden kurusu-
asil şekilde yetiştirmenin inhisarını kendisinde taşıyor. nun hazırlanmasına kadar gösterilecek bir parça dikkat
Anadolu şimalinde Karadeniz sahasının fındık yetiştirme- ve itina Malatya kayısılarını derhal Kaliforniya kayısıla-
si, Bursa'nm şeftalisi, İzmir'in üzümü, Aydm'm inciri rına faik bir vaziyete geçirecektir. Profesörün bu husus-
ve Anadolu cenup hudutları boyunca yetişen fıstıklarla taki kanaati tam ve kat'îdir Nitekim biz de bunu ensti-
Malatya havalisinin kayısıları bu cümledendir. Bazı mey- tülerce hazırlanmış kuru kayısılarla halkın yapageldiği
valarm âdeta inhisarlı bir vaziyette en iyi olarak yetiştik- usuller arasındaki mukayeselerimizde kendi gözlerimizle
leri bu sahalar haricinde Türkiye'nin hemen her tarafın- görüp takdir etmiş bulunduk.
da türlü meyvalarm müteaddit çeşitleri yetişmektedir. Prof. Gleisberg kayısı yetiştirme ve hazırlamasına
Meselâ Finike'den Alâiye've uzayan sahillerde dünyanın ait usullerdeki itinalı yenilik neticesinde yalnız Malatya'
en güzel limonları en mebzul bir surette yetiştirilebilece- ya, yalnız bu kayısı yüzünden yılda en aşağı iki buçuk
ği tespit olunmuştur. Zaten Antalya - Mersin mıntıka- milyon lira girebileceğini kat'î bir kanaat olarak ifade
sının narenciye fasilesi çeşitlerini yetiştirmekteki kabili- ediyor. İşte Ziraat enstitülerimizin memlekette temin
liyeti son beş altı yılın jnuvaffakiyetleriyle şimdiden kâfi edecekleri bin bir faydanın bir tek meyva ve bir tek
derecede anlaşılmış bulunuyor. mıntıka üzerindeki neticesi.
Enstitülerimizin meyvacılık ve sebzecilik şubesi bü- Bütün meyva ve sebze işlerimiz üzerinde aynı neti-
tün memleketi gezmek ve meyvalarımız üzerinde kendi celere varmak için Prof. Gleisberg muhtelif meyvalarm
yerlerinde tetkikler yapmak suretiyle muayyen neticele- muhtelif mıntıkalarda teksifi ve oralarda açılacak istas-
re varmağı istihdaf etmiş bulunmaktadır. Bütün bu tet- yonlarla en ileri usuller dahilinde yetiştirilip hazırlanma-
kiklerin maksadı meyvacılıkla sebzeciliğin Türkiye için sı yolunun takibi lüzumunu ileri sürmektedir ki hakika-
ekonomik bir kıymet, yani millî bir servet seviyesine ten bu mahsullerimize ekonomik bir kıymet vermenin en
yükseltilmesinden ibarettir. Meselâ şu tedkike bakın: kestirme yolu da bundan ibaret olmak lâzım gelir.
Malatya'nın (altın sarısı güzel kayısıları şimdiki Görülüyor ki bugünkü yazımızda da yalnız kayısı mey-
şartlar içinde gerek yetiştirme ve gerek mahsulü hazır- vasınm Malatya kısmına temas edebilmiş bulunuyoruz.
Ancak bu bir misaldir. Bursa'da yapılacak şeftalicilik
Malatya kayısıcılığının bir başka türlüsü olacak ve elma
mıntıkası olarak seçilecek yerlerse aynı vazifeyi belki da-
ha geniş bir ölçüde ve bütün dünyanın gıpta edeceği en
güzel şekillerde îfâ edip gidecektir. Dedik a, bu enstitü-
ler bir âlemdir. Biraz zaman sonra bütün Türk milletinin
kıymetini anlayacağı koca bir âlem!
ENTERNASYONAL İZMİR FUARI'NDAN GEÇMİŞE
(Cumhuriyet, nr. 4327, 1 Haziran 1936.) VE GELECEĞE BİR BAKIŞ

İzmir, 6 Eylül.
Ahiren İzmir'i ziyaret ederek enternasyonal fuarı
gezmiş olan komşu ve dost İran'ın askerî heyeti samimi
bir hayranlığın son heyecanıyla İzmir belediye reisini
tebrik ederken kendisine :

«İzmir'e böyle her yıl tekerrür eden bu kadar güzel


bir eser hediye etmiş olduğunuz için İzmirliler ileride
size mahsus bir tes'id günü yapsalar çok yerinde olur»,
demişlerdir.

Başta hükümet olmak üzere İzmir fuarına bütün


memleketçe alâka gösterildiği malûm bulunmakla bera-
ber Belediye Reisi Doktor Behçet Uz'un bu işte başçalışıcı
ve yorulmaz başarıcı olduğunu memnuniyet ve minnet-
le kabul etmek hakşinaslık icabıdır. Behçet Uz, yeni İz-
mir'in simasını her gün biraz daha belirten ve eserinin
başında heyecanlı bir aşkla mütemadiyen çalışan bir sa-
natkârdır. Bu yılki fuarla yeni İzmir'in ana çizgilerini
daha tebarüz etmiş görmekten mesut olduk. Dün gündüz
ve gece fuar sahasını dolduran kalabalık halkın şen haya-
tiyeti karşısında, hayalimiz gayriihtiyarı umumî harpten
evvelki Kordonboyu kesafetlerine kaymakla beraber
şimdiki manzara önünde o kuvvetli ve canlı geçmişi çok
sönük bulduk. Önümüzdeki kaynaşan yeni hayatın yeni
İzmir'ini ise katî bir sarahatla çok parlak istikballere Avrupa'nın levanteni burada yüzlerce yıl süren tesâlüp-
namzet gördük. Mazi belki daha zengin bir ticaretin lerle adeta başlı başına İzmir milleti denilecek bir hali-
gümrah faaliyetiyle doluydu. Fakat halin bize pek güzel taya doğru terakki veya daha doğrusu tereddi etmişti:
olarak gösterdiği, istikbalinse kuvvet ve katiyetle daha Yabancılıklarını vuzuhla tayin etmek mümkün olmayan,
parlak vaad ettiği İzmir şuurlu bir millî kültür yaratmak- yedilikle ise hiçbir alâkası bulunmayan bir halk. Bu ka-
tadır. Harpten evvelki İzmir'in ne olduğunu biliyoruz : labalıkta bol bir servetin ihtişamı vardı ama kültürel ba-
O servet faaliyetinin kozmopolit halitasında Türk'ün kımdan ona belli bir ad takmak bile kolay değildi. İzmir'
zorlukla ayırdedilebilen hissesi o kadar büyük değildir. in o devri elbette biz Türklere göre asla hasreti çekilecek
Bugünkü İzmir'i ve yarınki İzmir'i ebediyete namzet bir devir değildir.
Türk hayatı tamamiyle kendine mâlederek onu yüksel-
Kültürpark'ı dolduran fuar tesisatının bu yıl daha
ten her taşı ve her harcı kendi millî vicdanından çıkarıp
oturmuş bir manzara ile bize ayan beyan gösterdiği yeni
vermektedir. Böylelikle bugünün ve yarının İzmir'i Akde-
İzmir vatansever bir millî ruhun dalga dalga heyecanla-
niz kıyısında dünyanın gözünü kamaştıracak millî bir
rıyla ve bilhassa millî kültürün kuvvetli şuuruyla yükse-
Türk abidesi halinde yükseliyor. Bize bu hakikati ayan
liyor. İnşa halindeki bütün yeni Türkiye'yi gene inşa
beyan tecellî ettiren dünkü müşahadelerimizden cidden
halindeki İzmir'in her yıl daha fazla bir itina ile gürbiiz-
bahtiyarız.
leşen fuarında görmek mümkündür. Büyük işlerimizin
Harpten evvelki İzmir'in şimdi içinde bulunduğumuz bellibaşlıları orada mevki almıştır. Yeni Türkiye ne ya-
yaz günlerinden bir pazarı düşünün ! Akşamüstü kadın er- pıyor ve ne yetiştiriyorsa İzmir fuarına ufak tefek nümu-
kek en güzel elbiseleriyle süslenmiş bir kalabalığın Kordon- nelerini göndermiştir. Yalnız bu yıl fuarımıza yabancı
boyu'ndaki büyük kahveleri içerileri dışarıları hani iğne memleketlerin iştiraki pek az olmuştur. Fuardaki muvaf-
atsan yere düşmeyecek bir kesafetle doldurduğunu hayal fakiyetin bizzat kendimize verdiği itimatla önümüzdeki
gözümüzde canlandırdık. Bu seçme kalabalığın çok zen- yıllarda bilhassa dost memleketlerin bu yüksek işimize lâ-
gin bir şehir hayatına delâleti meydandadır. Filhakika o yık olduğu ehemmiyetle iştiraklarını talep ve temin ede-
zamanki İzmir yarı Anadolu'nun ihracat ve ithalâtım bileceğimize şüphe yoktur.
kendi elinden geçirmekle kalmayarak bütün Ege adala- Şimdi fuarımızın bize göstermekte olduğu ve yarın
rının ve hattâ Suriye ve Irak ticaretini idare eden büyük daha parlak safhalarda ispat edip gideceği daha güzel
bir merkezdi. O zaman burada Londra'dakilerle boy öl- Türk İzmir'e ait görüşlerimizi not edelim:
çüşecek toptancı büyük manifatura mağazaları vardı.
Ancak İzmir'in birinci ve ikinci kordonlarını, Frenk çar- Şimdi gerçi harpten evvelki İzmir'in içerideki ve
şılarını dolduran bu halkın zâhirde şu dinden ve bu mil- dışarıdaki o geniş hinterlandı yoktur. Fakat buna muka-
liyetten olmalarında âdeta yetmiş iki buçuğa çıkacak bü- bil Türk'ün yalnız İzmir'le onun yakın havalisinde o es-
yük ayrılıklarıyla beraber kendilerini mensubiyetini id- ki geniş hinterlandlı İzmir'ink inden belki on kere yük-
dia ettikleri milliyetlere irca etmek bile kolay değildi. sek iktisadî faaliyet yaratacak azmi ve şuuru şimdi işe
karışmış ve yürümeğe başlamış bulunmaktadır. Cumhu-
riyet Türkiyesinin başvekili dün İzmir'e ayak basarken
önüne çıkan valilere Menderes ve Bakır çaylarını ülke-
ye faydalı kılacak etiidlere ve sıtma mücadelesinin dere-
celerine ait sorgularla imtihana çekiyordu. Başı böyle İNDEKS
düşünen bir hükümetin valileri de tabiî başka türlü
hareket ediyor değillerdi, onlar da idarelerine mevdu yer — A —
lerin daha fazla verimli olması için alınacak tedbirler ü-
zerinde geceyi gündüze katarak çalışıyorlardı. Abalıoğlu, Yunus Nadi 365, 366, 485, 488, 491, 495
Abdülaziz (Sultan) 276, 277
Harpten evvelki İzmir'in tâ Suriye ve Irak münte- Abdülaziz Çaviş 119
Abbasi Saltanatı 200
halarma kadar giden geniş hinterlandından bahse hacet
Abdülhamid n 225, 276, 278, 417
bile görmüyoruz. Sadece harpten evvelki İzmir vilâyeti-
Abdülmecid Efendi 120, 121
nin merkezden başka Manisa, Aydın, Denizli, ve Menteşe Abidin Daver 445
sancaklarını da ihtiva eden koskoca bir eyalet olduğunu Act Torrens 66
hatırlayınız da şimdiki şu Türk iddiasına bakınız: Şimdi Adalar denizi 142
biz yalnız İzmir vilayetiyle çok çok Manisa ve Aydın vi- Adana 6, 311
Adapazarı 115, 359 - 363
layetleri hinterlandı içinde harpten evvelki İzmir'in bü-
Adıvar, Adnan 247
tün ziraat, ticaret ve servet faaliyetine yalnız teâdül et-
Adıvar, Halide Edip 247
mekle kalmayarak onu fersah fersah geçecek yepyeni mil- Afganistan 78, 79, 133
lî bir ekonomi hayatı yaratmak azminde ve yolundayız. Afrika 134, 250, 433
Farkın büyüklüğünü görüyor musunuz?İnamnız ki hayal Afyon 248, 249, 466, 469
konuşmuyoruz hakikati söylüyoruz. Ağaçeriler 322
Ağaoğlu Ahmet 73, 77, 83, 97, 115, 154, 459
(Cumhuriyet, nr. 4785, 8 Eylül 1937.) Ağaoğlu, Samet 432
Ağrı 466, 470
Ahmed Cevdet 161, 164, 375
Ahmed Şuayb 199
Ahmet Emin (bk. Yalman)
Ahmet Naim 456
Aile ve Okul 166
Akçaşehir 361
Akçura, Yusuf (Akçuraoğlu Yusuf) 128, 220
Akdeniz 249, 250, 496
Akşam 114, 367
Alâiye 492
Ali, Hz. 99
Atatürk (Gazi, Başkumandan, Başöğretmen, Gazi Paşa, Mustafa
Ali Fethi Bey 75 Kemal Paşa) 1, 34 - 37, 49, 50, 58 - 63, 68, 71, 72, 74, 75, 77,
Ali Fuad Paşa 75 88 - 91, 122, 148, 187, 188, 205, 206, 220, 221, 246 - 249, 253,
Ali Haydar 232 256, 274, 290, 301 - 303, 330 - 333, 347, 348, 432; - devrimi
Âlî Paşa 277, 389 472; - ün nutukları 77
Allah 2, 44, 119, 177, 275, 309, 314 Atatürk'ün söylev ve demeçleri I I 320
Alman 131, 463; - milliyetçiliği 180 Atay, Falih Rıfkı 151, 359, 470 '
Almanya 66, 78, 86, 161, 162, 180, 181, 324, 325, 373, 376, 382, 403, Atina 250
426, 472. Avrupa 7, 49, 53, 89, 130 - 132, 135, 156, 163, 180, 182, 205, 254, 289,
Alparslan, Selçukî 220, 249 300, 321, 322, 341 - 346, 356, 366, 372, 373, 380, 382, 387, 389,
Alpullu 462 391, 400, 405, 411 - 415, 417, 424, 426, 447, 461, 462, 473,
Altay 79 497; - burjuvazisi 198; - devletleri 140, 141, 372;-ilim ve
Amasya 466, 469 tekniği 418; - inkılâpları 324; - medeniyeti 133, 134, 183,
Amele 396;- kitlesi 434;-ler 319 201; - medeniyeti ve inkılâp 183; - medeniyeti ve İslâmiyet
Amerika 53, 134, 183, 315, 324, 347, 356, 372, 399, 400, 405, 416, 417, 53; - medeniyeti ve istihsal 189; - memleketleri 445;-mil-
473; müttehide-i 422; şimalî - 95; - lılar 412 letleri 182, 217; - sermayedarlığı 456; - sermayesi 446; - da
Amsterdam 373 asrî devletlerin doğuşu 131, 132;-î demokratik rejim 427;
Anadolu 41, 43, 45, 154, 73, 107, 128, 161, 166, 220, 243, 246, 247, 250, - lılaşmak, asrîleşmek 182: - lı 346, 447, 464;-lılar 291,
252, 321, 326, 359, 360, 387, 391, 393, 471, 472, 492, 496; 408; - Ulaşmak 184;-lı âlim 420;-lı devletlerin Osmanlı
- mücahedesi 45; - şimendifer idaresi 163; - Türkü 214 Devleti'ne bakışı 140; - lı Türk 202, 203; şarkî 453, 456
Anglikanizm 130 Avustralya 65, 66
Anglo - Saxon 202 Avusturya 78, 291
Ankara 43, 44, 52, 64, 73 - 75, 147, 156, 162, 187, 224, 226, 232, 248, Aydemir, Şevket Süreyya 415
249, 289, 291, 377, 389, 391, 402, 408-413, 460, 461, 466, Aydın 466, 469, 492, 498
468, 470, 491 Aymtap (bk. Gaziantep)
Ankara (Norbert von Bischoff) 291 Azerbaycan 321
Anonim şirketler 356; - ve kooperatifler 348
— B —
Antalya 435, 466, 469, 492
Arap 202, 471;-fıkhı 197 Babalık 166
Arnavut 202; - 1ar 211; - beyler 136 Bâbıâli 118;-hükümeti 44
Arnavutluk 471 Bağbasan 360
Askerlik ve maşerî vicdan 341 Bağçecik 56
Asrî - cumhuriyet 93; - devlet ve Avrupa medeniyeti 133; - devletin Bağdat 86
evsafı 129; - devlet ve demokrasi 129, 130; - devlet ve feodal Bahr-ı Sefîd (Akdeniz) 305
sistem 200; - devlet ve garp medeniyeti 137; - devlet ve ik- Bahşiş 336-338
tisat 131; - devl^fc-ViŞ'- ^StttsiğJ 130; - devlet ve millî birlik Bakır çayı 498
130; - leşme}r,ij$8;> m ^ M f S ^ n i n iki şekli 184, 185; - mil- Bakırköy 446, 453
let ve teolfr^ik^devlet 2Ö"î; - feHir zevkleri 409 - 411 Bakû 158
Asya 133, 134, 112- 250, 305, 322; 4pl, 412 Balıkesir 6, 451, 466, 468, 470
Aşarın kaldırılm^sil;4,43 Balkan devletleri 352; - 1ar 142, 456
Aşiret ve feodalizm 341
Bankalar 460 - 462 — C —
Barış, memleketi imar ve parti mücadeleleri 60-62 Câmi Bey 247
Başkumandan, Başöğretmen (bk. Atatürk) Cebeci 407
Cebelitarık 250
Başman, Avni 192
Celâdet 221, 316
Bayar, Celâl 289, 290
Celâl Nuri (bk. ileri)
Bayezıt camii 119, 159
Celtique 53 '
Bedir muzafferiyeti 33
Cemal Paşa (Mersinli) 62
Behçet Bey, Dr. (izmir Belediye reisi) 495 cemiyete ait fabrikalar ve çiftlikler 323
Belçika 403, 472, 473 Cenevizliler 306
Belge, Burhan 291 Cengiz 120, 220
Benî ismail 53 Cevat Rüştü 387
Bergson 178, 181 Cihan harbi 250, 355, 403; - pazarları 394, 396, 398; - piyasası 432
Berlin 473 Cinci Hoca 119
Beş Yıllık Program 452 Code Napolyon 66, 67
Bethoveen 88 Combes 251
Beyaz zambaklar memleketinde (G. Petrof) 232, 233, 235 Croce, Benedetto 181
Cumhuriyet 114, 243, 253, 270, 299, 300, 432, 443, 448, 471; - bayramı
Beykoz 446
147, 148, 150; - çi 253;-çilik 200; - devri 229, 482;-in ço-
Beynelmilel milletler meclisi 32; - ticaret teşkilâtı 322
cukları 256; - idaresi 112; - idaresi ve nüfus artışı 471; - in-
Bezginliğin sebebi 186
kılâpları ve medenî kanun 153; - in on beşinci yılı 299; - re-
Bilecik 466, 470
jimi 445; - Türkiyesi 446, 489, 498; hükûmet-i cumhuriyet
Bizans 44, 136, 321; - ordusu 249
162
Boğazlar 7
Cumhuriyet 345, 350, 354, 358, 365, 480, 484, 487, 490, 494, 498
Bolu 359, 362, 364, 466, 469
Cumhuriyet Halk Fırkası (bk. Halk Fırkası)
Bonafos, Mösyö 384
Bozkurt, Mahmut Esat (Adliye vekili) 92, 114, 241, 339
Britanya büyük - 65, 221, 399 — ç —
Buda rahibi 275 Çağdaş devlet, çağdaş aile 197; - medeniyete ulaşmanın yolu 11;-
Bulgarlar 202, 307, 400 medeniyet ve ilim 219
Bulgaristan 354, 403, 472 Çanakkale 466, 470
Burdur 466, 470 Çankaya 248, 407
Burjuva sınıfı 402; - ve amele 373 Çankırı 54, 466, 469
Burla Hatun 322 Çarlar 252
Bursa 249, 407, 435, 447, 451, 454, 466, 468, 470, 492, 494, 6, 313. Çatalköprü 360
Bünyan 446 Çınaraltı 341
Çırak Mektepleri 376
Bütçe 365, 366;-kanunu 29
Çiftçiler ve tüccarlar 322; çiftçilikten hamallığa 390
Büyük Millet Meclisi (bk. T. B. M. M.)
Çin 78, 79, 133, 321; - imparatorluğu 78
Büyük sermaye 446; - sanayi 132, 385; - sanayi ve emtia iktisadiyat Çoruh 466, 469
397; - şehre akın 391; - şehirlerde nüfus artışı 353 Çorum 466, 469
Dahilî ve haricî düşmanlar 311
Edebiyat-ı cedîde 199
Dahiliye Vekâleti 456
Edirne 407, 467, 469, 470
D'Annuncio 88, 90
Edison 88
Darülfünûn 215, 324
Ege adaları 496
Dede Korkut kitabı 322
Ekber 220
Demir sanayii 455; demiryolları ve ziraî nüfus 390
Demokrasi ve liberalizm 131
. . .
Elâziz 56, 433, 467, 469
El - Cezayir 79
f
Denizli 466, 469, 498
El-cezire 78
Derviş Vahdetî 119
Eleatlar 177
Devlet (Wilson) 95
Emevîler 149
Devletçilik 384, 424, 429; - ve özel teşebbüs 272, 290; - devlet kredisi
Emperyalist devletler 372; emperyalizm 321; emperyalizme kargı 89
431; devlet kuran Türk 220; devlet memuriyeti 28; devlet
Emtia iktisadiyâtı 457; - mübadelesi 397
sistemi 268
Erciyes 481, 482
Diderot 172
Ereğli 453, 454
Dikmen 407
Ergani 462
Diktatörlük ve halk hakimiyeti 262
Dilenci esnafı 375, 376 Erişirgil, Mehmed Emin 109, 171, 187, 212, 228, 232, 244, 383
Erkân-ı Harbiye 246
Din ve Çağdaş devlet 110;-ve devlet 110, 111;-ve ilim 197;-ve
Ermenek 166
millet 107; - taassubu ve saltanat istibdadı 183; dinî ka-
nunların değişmesi 114;-dinni esası 110 Ermeni 128, 202, 368, 369; - 1er 373
Divân-ı âlî 22, 24; - nin vazife ve selâhiyeti 24 Erzincan 6, 467, 469
Diyarbakır 35, 38, 466, 469, 470 Erzurum 458, 467, 468, 470;-Kongresi 320, 332
Diyojen 249 Eskişehir 247, 249, 311, 462, 467, 469, 470
Drama 357 Estonya 456
Dogmatizm ve amelî faaliyet 272, 273 Etlik 407
Dresden 168, 179 Etudes sur l'eoonomique politiques (J. C. L. Simonde de Sismondi)
Duguit, Prof. 95, 276 396
Dumlupınar 150, 206, 249 Evliya Çelebi 409
Durkheim 181. 352, 356 — F —
Dünya nimetleri 314
Fabrika 481, 482;-mektebi 482;-ve amele 483;-ve kapitülâsyon
Düşmanla işbirliği edenler 121
490
Düzce 359, 361
Falih Rıfkı (bk. A t a y )
Düzköy 164
Faşizm ve Nazizm 263
— E — Fatalist ruh ve Türk inkılâbı 261
Ebu Davud 120 Fatih, Mehmed I I 305, 306; - devri 182
Ebu Yusuf 120 Faust (Faust'un kahramanı) 160
Ecnebi istilâsına karşı millî müdafaa 264, 266, 267, 269; - profesör- Felemenk 402; - liler 370
ler 421; - sermayesi 333, 335 - 338, 355, 356, 365, 367; - ser- Felsefî düşüncenin tekâmülü 177
maye ve elektrik cereyanı 358; - teknisyen ve millî teknis- Fennî ziraat 358
yen 358; - 1er 308, 328 Feoda-lite (derebeylik) 53; feodal arazi sistemi 199, 200
Ferdî mülkiyet ve içtimâî mülkiyet 323, 324; fertçilikten cemiyet- Gaziantep (Ayıntap) 467, 469, 470
çlliğe 434; fert ve cemiyet 149, 176, 192, 234 - 240; fert ve Gaznevîler 252
millet 212 Gemilerle mal nakli 400
Ferid Bey (Londra sefiri) 247 Gemlik 454, 447
Fes ve sarık 204 Genç işçi 463
Fethi Bey (bk. Okyar) Gerede 359
Fevzi Paşa 122 Gerilik, fakirlik ve sefalet 54, 55 '
Geriye dönmemek 271
Fıkıh ve Çağdaş Hukuk 277, 278
Gezginci muhabir 161; - mühendisler 165; gezici tamirhaneler 393;
Fırat 199
gezici «trieur» teşkilâtı 393
Fichte 370
Gide, Charles 351, 354
Filistin 472
Giordano Bruno 170
Finike 492
Giresun 467, 469
Fikir hürriyeti 26; - ve hareket 115, - ve kuvvet 145
Gleisberg, Prof. 491-493
Fin Zabitleri 234
Goethe 160
Fal'ke, Prof. 457
Golova 202
Franc 53
Gordiom 410
Fransa 53, 120, 180, 181, 198, 202, 250, 292, 342, 376, 384, 390, 399, Göçebe iktisadiyâtı 321
400, 403, 427, 472, 473 Göçmenler 472
Fransa ve Avrupa medeniyeti tarihi (Guizot) 368 Göktürkler 322
Fransız ansiklopedistleri 275; - cemiyeti 181;-gazetecisi 446;-ihti- Göynük 359
lâli 145, 251; - inkılâbı 154, 275, 276, 427; - inkılâpçıları 275; Guizot 308
-inkılâp hukuku 275;-milleti 53, 128, 131, 145, 252, 307, Guyau 178
333, 334, 342, 347; Millet Meclisi 251; - milliyetçiliği 180; Gübre sanayii 393
-tarihi 427; - zabiti 249 Gümüşhane hattı 277
Frenk çarşıları (İzmir) 496 Gümüşhane 458, 467, 469
Fuad Paşa 277
—- H —
Fuzûlî 245
Hacıbayram 402
Fütuhat 306 - 308, 326, 371; - çı devlet 371 Hakiki vatan 194
Hâkimiyet-i millîye 9, 94, 95, 312
— G — Hâkimiyet-i millîye 101, 127, 150, 153
Galata 375 Hâkimlerin vazife ve salâhiyetleri 23
Galiçya 310 Hâkim tabaka 368
Galile 170 Hakkı Hâini 62
Gallikanizm 130 Halide Edib (bk. Adıvar)
Garp 38, 135; - medeniyeti 210; - medeniyeti ve hâkimiyet-i millîye Halil Nimetullah (bk. öztürk)
86; - milletleri 174, 215 Halkçılık 75, 257, 259, 260, 395
Gayr-ı müslim unsur ve Avrupa devletleri 140 Halk devri, iktisat devri 314; - hâkimiyeti 93, 96;-hilâfet ve müs-
Gazi, Gazi Mustafa Kemal, Gazi Paşa (bk. Atatürk) bet iş 360; - mümessilleri 303;-rehber ve iş 361;-ve dev-
Gazi orman çiftliği 407, 411 let birliği 263; - ve köylü 257
Halk evleri 280, 282 - 284, 287
Halk Fırkası 11, 12, 58, 60 - 62, 73 - 75, 77, 81, 93, 228, 365; - partisi
Iconium (Konya) 407
289
Irak 496, 498
Hamburg 461
İsparta 467, 469
Hamdullah Suphi (bk. Tannöver)
Hamid, sultan (bk. Abdülhamid n ) — t —
Hamidiye 251 İbn Bâce 56 '
Handfesten 66 ibn Rüşd 56
Harb-i umumi 58, 213, 217, 310, 376, 402 İbn Sina 56
Harbiye 62 İbrahim Ağa, Muhacir 360
Harf ve lisan ıslahatı 251 f cra vekillerinin vazife ve salâhiyeti 22

Harp ve ziraî istihsal 392; - yeis ve eğlence 402 içel 467, 469, 47Q
Harsî müesseselerde inkılâp 70 İçtimâî servet 324
Hasan Fehmi Bey 62
İç ve dış siyaset arasındaki münasebet 305
Hasta adam 254
İdare-i örfîye İlânı 27
Hayal ve hakikat 498
ideal ve hakikat 271
Hayat 170, 178, 181, 186, 191, 195, 203, 206, 211, 212, 215, 235, 382, İdeolojik kavga 292
384, 386, 393, 398 İhtisas ve Kalkınma 342
Hayat ve hakikat 178; - ve ideal 288; - ve kanun 119, 120; - ve kitap İkdam 163, 167, 378, 403
152; hayatı sevmek ve korumak 269, 270; hayatın tadı 320
İktisadî anane 370 - 374;- devlet 369;-hayat 383, 384, 386; - hayat
Hayvan ve makine 401
ve adem-i merkeziyet 352; - inkılâp 324; - istiklâl 326, 328,
Hazar denizi 459
329, 395; - kanunlar 475; - mefkûre ve maşerî vicdan 349; -
Haydarpaşa 232; - rıhtımı 400
siyaset 370, 371; - tahakküm 259; - terbiye 404;-Türkçü-
Hegel 370
lük 321; - yât 313, 318; - yât ve ticarî fazilet 370; iktisat
Henry V H I 473
devlet ve millet 317; klâsik iktisat, millî iktisat 477; ik-
Hereke 446
tisat devri 304, 311; İktisat Fakültesi ihdası 382; iktisat
Herriot 251
gazileri 348, 349; iktisat ilmi 395, 397; iktisat kütüphanesi
Hezarfen ve allâme 353 380, 381; iktisat Meclis-i âlisi 386; iktisat mecmuası 379,
Hilâfet orduları 10;-ve saltanat 204;-ve saltanat meselesi 141, 381; iktisat nazariyesi 477; iktisat programı 319; iktisat
142;-in ilgası 197 tarihi 389; iktisat ve ahlâk 322, 476; iktisat ve iktisat ilmi
Hindi, Hindistan 7, 78, 79, 98, 99 - 101, 207, 305, 321, 472, 400; Hin- 379- 382; iktisat ve millî kalkınma 272; iktisat ve sanayi
distan'da ingiliz siyaseti 100; Hintliler 133 5 - 8 ; iktisatçı 380; iktisatçılar 388, 396; iktisatçılar cemi-
Hirfet erbabı 373 yeti 381; iktisat vekâleti 453
Hisar, Abdülhak Şinasi 407 İleri 33, 46, 51, 57, 63, 67
Hive 86 İleri, Celâl Nuri 52, 64, 368, 399
Hukuk mektebi 62; hukuk ve cemiyet 278, 279 İleri, Suphi Nuri, 43, 47, 58
Hung Stirner 347 İlim, fen ve sanat 488; - ve inkılâp 111; - ve siyaset 104; - ve skolâs-
Hükûmetçilik 369 tik zihniyet 182
Hürriyet ve zahitlik 107 İlk tahsil 229, 230
Hüseyin Cahit (bk. Yalçın) İltizam usulü 443
İman ve Ümit 347
imparatorluk devri - millî devir 305, 306 İstihsal 377;-ve istihlâk 183-185, 396
İmtiyazsız, sınıfsız yeni bir cemiyet kurmak 420, 429 istiklâl harbi 171, 172, 175-177, 221, 223, 292, 296; -nin aslî hedef-
leri 221 - 223; - nin öğrettiği felsefî hakikatler 176;-ve
inebolu 249
yeni münevver zümre 171, 172;-ve yeni nesil 178; "istik-
İngiliz; - 1er 99, 100, 128, 131, 307, 370, 400, 463; - hâkimiyeti 99; - lik
lâl ve müdahale 309, 310; - mücahedesi 33;-savaşı 421
101
«istida» (Ziya Gökalp) 49
İngiliz inkılâbı tarihi (Goizot) 368
istikrazlar 308 f
İngiltere 120, 250, 324, 325, 388, 399, 400, 472, 473
ÎSveç 472
inkılâp devirlerinde hürriyet 145; - enstitüsü ve kürsüleri 415; - ın
İsviçre 376, 472
fikrî unsurları 428;-hukuku 275; - ideolojisi 187, 188, - ın
Iş Bankası 453, 460, 462
ideolojisini yapmak 415; 416; - ve düşünce 150; - ve iktisat
işbölümü (taksim-i âmâl) 342, 344, 349, 434, 475; - ihtisas ve terakki
197, 198; - ve ilim 111; - ve mâzi 202; - ve pederşahî aile dü-
47, 48; - ve ferdin istiklâli 344; - ve kalkınma 344
zeni 114; - ve refah 404; - tarihi kürsüsü 273; - ve tekâmül
italya 88, 180, 250, 347, 403, 471, 473; İtalyan milliyetçiliği 180
399; - çı vatanperverlik 416
İthalât ve ihracat 399
inönü, ismet 114, 122, 249, 264, 347, 377, 407
itiyat kuvveti 292
İnönü muharebeleri (I. ve I I . ) 247, 248, 313
ittihat ve Terakki devri 81
insan zekâsı 272
İzmir 6, 7, 58, 74, 89, 248, 249, 303, 311, 386, 451, 467, 470, 492,
ipek yolu 321
495-498;-liler 495;-fuarı 290, 495 - 497; - kongresi 332
Iptidâî insan - muasır insan 108; - tahsil - mecburi tahsil 28 izmit 1, 362, 363, 434, 447, 453, 479
irade ve saadet 177
Iran 78, 79, 136, 207, 252, 321, 459, 495; - lılar 133, 321 — J —
James 178
irticaa karşı 145
James Russel Lavvell 194
Isa, Hz. devri 189
Japonya 53, 133, 297, 416, 417, 472; - lı 297; Japonlar 7, 134
İskân kanunu 439, 440
John Ray 324
İslâm dini 14, 15, 189, 211; - devleti 33;-milletleri ve asrî devlet
133; - şehirleri 408; - ümmeti 201; - î medeniyet 133; - î mil- — K —
letler 133; memâlik-i tslâmiye 137; -lar 98, 99; İslâmiyet Kâbil 86
85, 86, 111, 119, 231, 349; islâmiyet ve çağdaş medeniyet Kaçarlar 252
231 Kadın işçi 483 ; 484; - lar ve köy hekimliği 161;-lar ve ülke kal-
ismail, Hz. 99 kınması 162; eski ve yeni Türk kadını 152; bugünün-, 45,
İsmail Hüsrev (bk. Tökin) 46
Ismailî 99 Kadro 432
ismail Kemal 361 Kafkasya 7, 459; Kafkas dağları 310
ismet Paşa (bk. İnönü) Kâğıt Fabrikası 479;-ve medeniyet 480
ispanya 198, 252, 292, 473 Kahramanların kılavuzluğu 37
istanbul 3, 4, 13, 14, 43, 45, 142, 248, 251, 305, 311, 321, 360, 376, 389, Kahramanlık destanı 254
407, 415, 451, 467, 468, 470; - boğazı 250; - dârülfününe 158, Kaliforniya 493
236; - hocaları 136;-ve hilâfet müessesesi 142; - Ticaret Kanada 66, 307
odası 380 Kandehar 86, 87
istasyonlar 393;-ve istasyon memurları 162 Kankılı Bey 32:2
istatistik 389, 390, 465 Kankılılar 322
Kansu, Şevket Aziz 436
Kanun-ı es asî 30, 277; - encümeni 92, 94, 95; kanunların yenilenmesi Köy araştırmaları 285; - ebeleri 162; - el sanayii 457; - iktisadiyâtı
64-66 456; - kalkınması ve devletçilik 280 - 283; - cültik 224; - cü-
Kanunî Süleyman 305, 306; - devri 182 lük ve Halk evleri 284, 287; - vülük 280, 285; - cülük ve
Kapitalizm ve sosyalizm 417; - in gelişmesi 396; kapitalist serma- Türk ocakları 224 - 226; den şehre akın 456; - ve «commun»
ye temerküzü ve müstemlekecilik 423 341; - ve köylüler 193-195; ve şehir 168; - 1er ve köylüler
Kapitülâsyon; - 1ar 256, 306 - 308, 356 164, 166; - ve köy öğretmenleri 163; - 1er ve nahiye merkez-
Karaağaç 328 leri 165; - lü 362, 363; - lüler 377; - lü hatipler 359; -/lü
Karadeniz 458, 492 sosyalizmi 394; - lünün durumu 442; - lü ve istihsal âletleri
Karaosmanoğlu, Yakup Kadri 248 397; - lü ve köy edebiyatı 167; - ve pazar 396;
Kara Vâsıf 62 Kur'an 118-120, 277; - ın tercümesi 118, 119
Kars 467, 468 Kurtuluş savaşı 264, 446, 484; - nın hedefi 271
Karşılıklı hizmet 356 Küçük mecmua 35, 38
Kastamonu 54, 56, 250, 467, 468 Küçük sanat ve ziraat erbabı 387
Kavaklıdere 407 Küçüka, Necip Ali 275
Kültür haftası 478
Kayseri 447, 454, 458, 459, 467, 468, 470, 481, 483, 484, 488-490
Kültür park (İzmir) 497
Kâzım Karabekir Paşa 56
Kürdistan isyanı 129, 143
Kâzım Paşa (vali) 386
Kütahya 248, 249, 435, 447, 467, 468
Keçiören 407
Keçiborlu 461
Kelk 202 — L —
Kemal Bey 361 Lâhur 86
Kemalizm 288, 289, 291, 293, 294 Lâiklik 228;-ve hilâfet 227;-ve milliyetçilik 243
Kılıç ve sabah 307, 308 Lâtince 243; Lâtin harfleri 244
Kırklareli 467, 469 Le Bon, Gustave 342
Kırşehir 467, 469 Le Comte de Lisle 207
Kır ve şehir nüfusu arasındaki nisbet 390 Lehistan 472
Kışla ve halk mektebi 234 Lenin 347
Kızıl elma 90 Leroy Beaulieu 445
Kitap ve hayat 153, 163, 232 Levasseur 473
Kleopatra 244 Levi Brühl 211
Kocaeli 359, 467, 468 Leylâ (Leylâ ile Mecnun'un kadın kahramanı) 245; - ve Mecnun 105
Kol ve zekânın tahakkümü 259 Liberal demokrasi ve müstemlekeci Kapitalizm 416; - liberal Ka-
Konfor ve turizm 411, 412 pitalizm ve liberal demokrasi 417; - liberal rejim ve sınıf
Konya 166, 407, 467, 468, 470; - Ereğlisi 447 tezadı 425
Kooperatifler 385, 386 Lisanın terakkisi ve demokrasi 70
Kordonboyu 495, 496 List, Friedrich 324
Kostantin 250 Litvanya 456
Kostarika 472 Lloyd George 250
Köprülüzâde Mehmed Fuad 204 Londra 335, 496; - konferaıisı 326
Louis - Philippe 368
Lozan 206, 250, 316, 329; - konferansı 316; - sulhü 408; - sulh mua- Meclis istibdâdı 96; - müzâkeratı 17; - i içtimaa davet 17
hedesi 268; - zaferi 490 Mecnun (Leylâ ile Mecnun'un erkek kahramanı) 245
Luther 189 Mecusî dini 98; - 1er 98, 99; - lik ve İslâmiyet 98 - 100
Lüks eşya ithalâtı 400, 401 Medeni Kânun 152
Lütfi Fikri 60 Medenileşme savaşı 256
Medeniyet değiştirmek 133 - 136
— M —
Medeniyet ve terakki 34, 35 (
M. Mermi 168, 179
Medrese ve tekkelerin ilgası 204
Maarif ve iktisat 319
Macaristan 322 Mehmetçik 41
Macarlar 307 Mehmed Emin (bk. Erişirgil)
Macar ovası 107 Mehmet izzet 102 - 106, 207, 212, 215
Mehmet Sadık (bk. Sadak)
Mahmut (Siirt mebusu) 123, 246, 404
Memleket şarkıları ve halk türküleri 251
Mahmut Esat (bk. Bozkurt)
Memur sınıfı 14
Mahmut Şevket Paşa 445
Menderes (çay) 498
Makedonya 142, 310,
Menteşe 498
Makine ve emniyeti 25
Menteşler 322
Malatya 467, 468, 470, 492, 494 Mersin 492
Malazgirt muharebesi 249; - ovaları 249 Merzifon 56
Malta 369 Meslekî velâyet 353
Manchesterien 324 Meslek mektepleri 376, 386
Mançurya 322
Meşrutiyet 253, 337, I. - (93 Meşrutiyeti) 276, 277; II. - (24/1908
Mandallar 322
Meşrutiyeti) 276 - 278; - devri 199
Manevî tahakküm ve lâiklik 259
Meyvacılık 492
Manevî ve maddî hâkimiyet 100
Mısır 207, 400, 471
Manisa 467-468, 470, 498
Midhat Paşa 276
Marakeş 78, 79
Militarizm 89
Maraş 467, 469, 470
Millet meclisinin vazife ve salahiyetleri 18
Mardin 467, 469
Millet-'i iktisadiye 90
Marksizm 262; neo - 262
Millet ve millîkültür 117; - in tarifi 116
Marmara 250
Millî devir 310; - devre 311; - ekonomi 303; - iktisat 303 - 324 - 325;
Mâşerî şuur 116; - vicdan 341 ,
iktisat ilmi 325, - iktisat programı 353; - iştiyak 383 - 384;
Matbuat 399; - m hizmeti 3 - 5 kurtuluş devleti 422 - 427; - kurtuluşun iktisadi gayesi
Materyalizm 258; - determinizm ve inkılâp 261 424; - misak ve millî mefkure 31 - 33; - plan 425; - sanayi
Mazdek 252 451; - sermaye 452; - sermaye terakümü 423, 431; - şuur
Mazi ve alihazır 153; - nin tasfiyesi 209; - yi tasfiye 250; - yi yık- 297; - şuur ve milli mefkure 97, 98; - tekâmül 149
mak 399 Millî mücadele 267, 333, 395; - mücahetde 40 - 41 - 74; savaş 289
Mebusan meclisi 445 Millileşmek 117, 200
Mebusların intihabı 15; - mesuliyeti 17; - yemin s ekli 16 Millî mecmua 108, 111, 219, 240
Mecelle 66; - i ahkâm-ı adliye 66 Milliyet 254, 406
Milliyet ve mefkure 104, 108
Milliyet nazariyeleri ve (millî 'hayat (Mehmet izzet) 102 Nazilli 447, 453, 454, 481
Milliyetin esası 103 Nietzsche 178, 181
Milliyetçilik akımı 154 - 155, 179 - 181 Niğde 467, 469
Milliyetçilik ve beynelmilelcilik 262; - ve feodalizm 169; - ve fü- Nötre - Dame 251
tuhatçılık 241 -242; - ve garpçılık 157; - ve halkçılık 106;
Nouveaux principes d'economie politique (J. C. L. Simonde de Sis-
ve imparatorluk 200; - ve insaniyetçilik 269; - ve modern
mondl) 396
cemiyet 168; - ve müspet ilim 170; - ve tekâmülcülük 156;
Nuh, Hz. 65 '
ve Türkçülük 174;
Nuhviran boğazı 360
Misak-ı millî 8, 31, 33, 50 - 51, 54, 59, 312
Norbert von Blschoff 291
Misyonerler 226
Nusret Kemal 257
Modern cemiyetin doğuşu 168
Nusret Köy men 439
Mokan Han 321
Nutuk (Mustafa Kemal Atatürk) 188; Büyük - 220; - u dinlerken
Mondros 206; - mütarekesi 13, 310
246
Moskova 252, 459
Nüfus kesafeti ve işbölümü 352
Motsohito 53
Nüfus kasafeti ve terakki 69
Muaviye 85, 99
Mudurnu 359, 362 Nüfus meselesi 436; - sayımı 465, 473, 474; - üretimi 437, 439 - ve
Mufla 467, 469 ülke genişliği 318
Muhiti ihtiyaçlara göre değiştirmek 69
Mussolini 252, 347, 403
_ o — Ö—
Mustafa Kemal ve Türk milliyetçiliği 122; - in siyaseti 90 Okyar, Fethi 62
Mustafa Necati 386 Orbay, Rauf 62, 83
Mustafa Şekip (bk. Tunç) Ordu, millet ve devlet 50 - 59; - ve sanayi 48
Musul 328 Oropasantrizm 420
Muş 467, 469 O r t a - A s y a 202
Mücerred düşünce ve şe'niyet 199 Ortazaman cemiyeti ve mabet 169
Münevverlerin vazifesi 144,146; - rolü 228 Osmanlı 306, 332; - alemi 374; - cemiyeti 240; - devleti 39, 47, 65, 183,
Münir Serin 475 268, 277, 301, 307, 309, 311, 312, 316; - devleti Türk milleti
Müslümanlık 111 311; - devleti ve Türkiye Cumhuriyeti 301, - devletinin sos-
Müslüman memleketler 252 yal yapısı 139, 369, 374; - devri 402; - edebiyatı 118; - ede-
Müstakil mahkemeler 15 biyatı ve Türk halkı 118; - fatihleri 308; - halkı 310; - ha-
Müstemlekecilik 426; - ve smıfçılık illeti 422; - ve karşı 141 nedanı 128, 222; - imparatorluğu 7, 39, 43, 94, 113, 138 - 140,
Müstemlekeler 419 143, 200, 220, 221, 312, 326, 372, 418, 419, 434, 456; - impara-
Mütareke 39 - 40, 121, 128, 129 torluğunun sosyal durumu 418; - inkılâbı 86; - milleti 264;
milletleri 368; - münevveri 419; - nizamı ve Türk inkılâbı
— N — 264- 268; - parlamentosu 202; - saltanatı 128- 129, 134,
220, 222, 360, 369, 371, 446; - tarihi 305, 310; - tarihî ve şahsî
Napolycm Bonaparte 67, 90 saltanat 310; - Türkiyesi 112; - ülkesi 310; - 1ar 140; - lık
Napoleen XII 371
119 ve hırfet
Nasreddin (Hoca) 288
Osmanlı Bankası 460, 461
Nayır, Yaşar Nabi 254, 295, 299
31 Mart vak'ası 136
Öztürk, Halil Nimetullah 216, 236
_ p _ Rus 131, 252; - inkılâbı 396; - milliyetçiliği 180; - muhiti 166; tari-
Pamuklu kombinası 453 - 454; - mensucat 489 hi 427; - lar 166
Paris 86 - 87, 473 Rusya 53, 78, 120, 161, 162, 252, 321, 347, 373, 395, 427, 471; kızıl -
Pasteur 88, 343 252; Sovyet-471, 490; Sovyetler 456, 474
Paşabahçesi 462 Ruşen Eşref (bk. Ünaydın)
Pazarköy 164 Rüşvet 363 f

Pazar nazariyeleri 395


— S —
Perşembepazarı 375
Peşte 166 Sabiha Gökçen 486
Petro (Büyük) 53 Sadak, Necmeddin Sadık 112, 365
Petrof, Grigori 232, 233 Sadri Ethem (Ertem) 196
Petrof 234 Safa bey 62
Peyami Safa 288, 479 Safeviler 252
Peygamber, Hz. 33, 111, 120 Safranbolu 447
Plancılık ve müdahalecilik 427 429, 430 Sain - Jean de Jerusalem 369
Poincare 251 Sakarya 248, 311, 313
Polonya 393 Salur Kazan 322, 323
Porselen Sanayi 455 Sami anane 136
Samllı Rifat 147
— R —
Samsun -167, 468, 470
Raif Necdet (bk. Kestelli) Sanat okulları 56
Rauf Bey (bk. Orbay) Sanayi .siyasetimiz 394; - ticaret ve ziraat 390; - ve ziraat 444; - leş-
Refah devleti 312; - fikir terbiyesi ve fikir adamları 233; - ve fikir me programı 434; - leşme ve devletçilik 445 - 447, 449; -
terbiyesi 233 leşme ve müstemleke siyasetinin iflâsı 433
Refet Paşa 44, 45 Sanskrit İlmini 98
Rehber ve kahramanlar 341 Şartlar 322
Reisicumhurun intihabı 19; - vazife ve salâhiyetleri 19-21 Savaş ve barış 316
Renin 42 Sa'y nıl.srtk-ı millîsi 320; - ve sermaye 315, 316
Reşid Paşa 277 Saltanat ve Cumhuriyet 259; - ve meşihat 250; - ı şahsiye ve millet
Robbins 396 309; - ın ilgası ve h3.kimiyet-i millîye 85
Robenson 278 Saray idaresinin ölümü, Cumhuriyet idaresinin doğuşu 40-44
Roma 53, 132, 170; - imparatorluğu 200; - garbî, şarkî Roma impa- Sendikallznı 426
ratorluğu 305; - lılar 179, 368 Schelling 370
Romanya 310, 472; Romenler 307 Schopenhaııer 370
Rousseau, Jean - Jacques 172 Sel&haddln Bey 62
Rönesans 132, 344; millî-54; - devri 53; - feylesofları 177 Selâhattln Kıındemir 280
Rum 202, 368, 369; - lar 373; Rumluk (bk. Yunan) Selçuk aalatanatı 220, 305
Rumeli 243 Selim I I I 138
Semeıkıınt 8(1
Senelmaıı (Beyaz zambaklar memleketinde) 233 Suriye 496, 498; - liier 211
Serez 357 Süleyman Nazif 460
Sermaye 198, 374, 384, 385, 387; - terâkümü 443; - ve müteşebbis Süleyman Numan Paşa 54
347 Sümerbank 446-448, 452, 461, 488
Servet-i fünûn nesli 172; - nin hayata bakış tarzı 172 -174 Sünnî 99, 243
Sever 206, 300; - muahdesi 40, 128 Sürgüçler 322 '
Seyhan 467, 468, 470 Süveyş 7
Seyit Bey (Adliye vekili) 74
— Ş —
Sezar zihniyeti 244
Sforza, Kont 326 Şakir Doğay 292
Şanda, Hüseyin Avni 456
Shakespeare 88
Sıffîn muharebesi 100 Şark 174; - âlemi 215; - medeniyeti ve saltanat-ı şahsiye 85; - mede-
niyeti ve şark kavimleri 135 - 137; - milletleri 211, 214; - ın
Sıhhiye vekâleti 225
Sırp 202; - 1ar 307 efendisi Türk 207; - î Türkistan 322
Şarlman devleti 200
Sınıf 258; - hâkimiyeti 423; - mücadelesi 425 - 427; - tezadı 416; - 1ar
Şebinkarahisar 435
319
Şef ve taklit 463
Sibirya 107
Şeriat ve medenî kanun 151, 152
Sihirbazlık ve kâhinlik 259
Şevket Buharî 357
Siirt 467, 469
Şeyh Said 119
Silifke 435
Şiî 99, 243
Simonde de Sismondi, J. C. L. 395 - 397
Şimendifer imtiyazı 369; - ve kağnı 318; - 1er, otomobiller ve yol
Sina Çölleri 310
şebekeleri 318
Sipeh Ahund 252
Şiraz 86
Sinop 467, 469
Şûra-yı devletin vazife ve salâhiyeti 22
Sivas 468, 470; - kongresi 320, 322
Şuurlu ekalliyet 144
Siyah toprak 78, 79
Şükrü Kaya 289
Siyasetçilik 80; siyasî memurlar ve iktisadî memurlar 354
Şükrü Yusuf, Dr. 226
Smith, Adam 371, 384, 397
Smith, General 433
— T —
Sorbonne 275
Sosyal araştırma ve metodlar 286; - sınıflar 12 Tabu iktisat sisteminin çöküşü 397
Sosyalizm ve solidarizm 323 Tahakküm ve rehberlik 258
Sovyetler (bk. Rusya) Tahtacılar 322
Sual ve istizah 17 Tanin 14
Sulardan istifade 369 Tanrıöver, Hamdullah Suphi 224, 246, 248
Sulh arzusu 4, 5; - müzakeresi 335 Tanzimat 109, 110, 199, 208, 253, 277; - devri 81; - hareketi 276; -
Suphi Nuri (bk. İleri) maarifçilerl 198
Suni ipek fabrikası 454 Tarancılar 322
Türk 14, 36, 38, 79, 118-119, 131, 165, 202, 207-208, 210-213,
Tarde (Fransız müellifi) 463
215, 217-221, 223, 243, 252, 256, 263, 269-270, 280, 300, 301,
Tarım inkılâbı 442
321-322, 325, 349, 352, 368, 373, 376, 400, 402, 448, 496; -
Tarih ve iktisat 304
âbidesi 496; - bankaları 461; - birliği 289; - cemiyeti 240, 269,
Tarih ve Türk ırkı 208 •136; yeni - cemiyeti 273; - cumhuriyeti 268, 448, 481, - de
Tarihî abideler ve sanat eserleri 413 , mokrasisi 290; - devleti 47, 139, 140, 213, 221, 222, 2,30,
Tasarruf 399, 403 264, 422, 425, 431; - dili Ve Türk tarihi 301; - genci, gençler;
Tavunk Han 322 256, 269 - 270, 285, 350, 372, 436, 462, 491; - gençliği 204 -
Tayyare işi 485 - 487 206, 297; - halkı 220; - harsı 219, 323; - iktisadı 321; - in-
Tecrübe ve muvaffakiyet 76 kılâbı 96, 151, 182, 188, 196, 197, 199, 213, 214, 216 - 218,
Tekirdağ 468, 469 257, 260 - 262, 264, 268, 269, 271 - 274, 278 - 279, 288 - 289,
Tekkeler, tarikatler ve zâviyeler 124 - 127 290- 291, 415, 429, 432, 439, 441; - inkılâp hamleleri 265 -
Teknik ve rejim 416; - ve sermaye tahakkümü 423 268; - inkılâp rejimi 440; - inkılâbının hedefleri 261; - inkı-
Tengirşek, Yusuf Kemal 62, 442 lâbının karakteri 196; - inkılâbı ve ferdî hareket 262; - in-
Terakkinin sırrı 185 kılâbı ve müsbet ilim 272; Türk işçileri 482, 489, 490; - kadını
Terbiye ve iktisat 319 256, 486; - köylüsü 226, 281, 287, 439; - köylüsü ve Türk mü-
Teşkilâtçı insanlar 347 nevveri 226; Türk köyü 285, 341; - kültürü 480; - memle-
Tegkilâtçılık 346 ketleri 459; - milleti 91, 118, 120, 121, 129, 139, 146, 151,
Teşkilât-ı esasiye kanunu 8 - 9, 15, 20 - 21, 29 - 30, 60 - 61, 113, 124, 152, 153, 201, 202, 204, 205, 209, 211, 217, 221, 245, 255,
228, 449; - nun değiştirilmesi 30, 1336 - esasiyesi 92, 93, 96 264 -267, 269- 272, 292, 296, 298, 300, 310-311, 329, 333,
Teşri salâhiyeti 15 341 - 343, 349, 368, 370, 384, 399, 402, 421, 428, 430 - 431,
Tevfik Fikret 173 - 174 486, 494 milletinin mefkureleri 343; - milletinin tarihi 427;
Tevfık Rüştü Dr. 56, 57 milliyetçiliği 242-244; - milliyetçiliğinin esası 24; - milli-
yeti 128; - münevveri 226, 416, 418, 420, 421, 440, 474; yeni
Tevhid-i efkâr 83
nesli 421; - ordusu 249, 250; - rejimi 263, 284; - tarihi 128,
Theires 368
147, 245, 236; - vatanı 119, 127, 222, 436; - yurdu 289, 440; -
Tibet 275
ler 28, 45-46, 49, 54, 58, 134, 143, 147, 208- 209, 211, 321,
Ticaret ve sanayi 318
323, 341, 348, 365, 369, 402, 408, 459-460, 462-464, 497;
Times 98-99, 101
cenup - leri 133; şark - leri 133, 469; şimal - leri 133; - lerin
Timur 220
hakları 25 - 26, 28; - lerin içtimaî mefkuresi 324; - ün millî
Toprak meselesi 132; - reformu 138, 456 rönesansı 54; - ün tarihi rolü 209- 213, 217 -218
Togar Paragu Fiskink 398
Türk Han 322
Tokat 468
Türk iktisatçıları cemiyeti 415
Tökin İsmail Hüsrev 394, 456
Türk inkılâbı dersleri - ekonomik değişmeler ( Y . K. Tengirşek) 444
Trakya 311, 471
Trabzon 468, 470 Türk medeniyeti tarihi (Ziya Gökalp) 210
Tuğrul 220 Türk sazı (Mehmed Emin) 244
Tunç, Mustafa Şekip 102 Türk Yılı 223
Tunus 78, 79, 252 Türk yurdu 122, 146, 160, 227, 245
Turan 90, 136; - kıtası 322 Türk ocağı 115, 154 - 156, 158 -160, 224, 227, 243
Turhal 461
Türk ocaklarının ikinci faaliyet devri 159 -160
Türk Talebe Birliği 405 Vahdet-i kuvve nazariyesi 93 - 94
Türkçüler 155 - 157 Vahşi şiirler (Le oomte de Lisle) 207
Türkçülük 174, 190 - 191, 241; - akımı 122, 158 - 159; - cereyanına Vâkıa ve mefkûre 148
karşı olanlar 120; - ve milliyetçilik 241 - 242 Vakit 72, 329, 334
Türkçülüğün esasları (Ziya Gökalp) 325 Van 468 - 469 f
Türkiye 3, 7, 14, 28, 47, 49, 58, 78, 81, 90, 93, 112-114, 124-125, 128-129, Vargan 395
135, 138, 140 - 145, 156, 164 - 165, 171, 174, 190, 194, 196 - Varlık 256, 294, 298, 302, 414, 435, 458
197, 198, 200, 202, 212 - 215, 228, 230, 253, 257, 285, 290, Vatan 76, 82, 87, 96, 340
292, 294, 299, 302, 303 - 304, 315 - 316, 325, 333 - 335, 345, «Vatan» (James Russel Lowell) 194
356, 366, 369, 379 - 380, 383 - 384, 386, 394 - 395, 398, 404, Vatanı cennet haline getirmek 314, 315
417, 420 - 423, 427 - 430, 433, 435, 437, 445 - 446, 448 - 449, Vatikan 252
451, 453 - 456, 466, 471, 482, 489 - 492, 497; - çe şark millet- Velâyet-i amme ve velâyet-i meslekiyye 353
leri 214; yeni-187, 196, 443 - 444 - devleti 78 Velid Bey (Tevhid-i efkâr'ın sahibi) 83-84, 86
T. B. M. M. 4, 5, 8, 11, 13 - 14, 16, 18 - 24, 26, 29 - 30, 39, 43 - 45, Venedikliler 306 - 307
59 - 60, 63 - 64, 67, 73, 77, 92 - 94, 109, 129, 151, 228, 246 -
Vergi 377; - alınması 27
247, 250, 268, 278, 312, 315, 328, 428, 439, 441
Vicdan hürriyeti 251
Türkiye Cumhuriyeti 113, 125, 128, 134, 138 - 141, 143, 199, 202, 206,
254, 290, 301, 432, 374; - devleti 312, 316; - halkı 232; - ta- Vilâyet-ı şarkîye 54
rihi 81 Viyana 202
Türkiye iktisat kongresi 315, 320 Voltaire 172
Türkiye'de köy iktisadiyatı 456
— W —
Tütün tüccarları ve muhacirler
Wilson 95, 347
—- U —
Ulah 202
Ulus 291, 470
Yabancı sermaye 343; - şirket ve sermaye 334
Urdu lisanı 98
Yahudiler 373
Urfa 468 - 470
Uşak 446 Yalçın, Hüseyin Cahit 39
Uzel, sahir 481 Yalman, Ahmet Emin 68, 326, 330, 335
Ulema sınıfının ve memurların kıyafeti 124 - 125 Yavuz Sultan Selim 220, 305
Yemen 326 - 327, 372
— Ü — Yeni bir ahlâk 349; - devir 255; - devletin esasları 75; - devletin ik-
tisadî fonksiyonları 422; - fikir cereyanları 77-78; - gaye-
Ülkü 263, 274, 279, 287, 438, 440-441, 445, 474
lere doğru 71; - hayat ve eski devlet kanunları; - köyler
Ümit burnu 372
kurmak 437; - nesil 437; - ordunun vazifesi 234; - ruh
Ünaydın, Ruşen Eşref 248
112; - terbiye sistemi 198-199
Üniversite (Darülfünun) ve Türk inkılâbı 188
Yenişehir 407
Yerli malı 404 - 405
Yıldırım Bayazıt 73
Yol 363-364; - ve çamur 361; - ve orman 359; - 1ar 370; - suzluk
362
Yozgat 468-469
Yugoslavya 471
Yunan 34, 50, 53, 128, 132, 170, 249, 400, 407; - ı kadim 53; eski 177,
179; - lılar 40, 58, 357, 407; - lılık 249; - milleti 402; - or-
dusu 31, 89, 248
Yunanistan 250, 400, 472
Yunus Nadi (bk. Abalıoğlu)
Yurdakul, Mehmet Emin 244
Yusuf Kemal (bk. Tengirşek)
Yüksek bir medeniyet seviyesine ulaşmak 271
Yünlü fabrikaları 454

— Z —

Zaruret ve deha 109; - ve irade 323; - ve peşin düşünce 289


Zabit ve nefer 234
Zeki Mesut 182
Zigana dağı 290
Zihniyet değişmesi 112
Ziraat âyetleri 392; - enstitüleri 491 -494; «extensif» - 392; - iktisa-
diyatı 393; - ve sanayi 324; - ve sanayileşme 494; - sermaye
ve makine 392
Ziraat Bankası 461
Zirarî nüfus ve makine 388; - nüfusun tezyidi 389
Ziya Gökalp 31, 34, 36, 49, 50, 105, 117, 158, 175, 189, 190, 201, 210,
289, 321, 341, 346, 351, 355; - in şahsiyeti ve hayat g-örüşü
175; - ve İslâmiyet öncesi 189
Zonguldak 458, 468
Zonguldak havzası (Ahmet Naim) 458

You might also like