You are on page 1of 581

Doç. Dr.

Abdurrahman KÜÇÜK
DÖNMELER TARİHİ
Gözden geçirilmiş ve genişletilmiş
İlaveli Yeni Baskı

Rehber Yaymcıljk
Fevzi Çakmak Sk. 13/ 2 Kızılay/ANKARA
Tel : 229 00 39
REHBER YAYINLARI : 4
Araştırma - İnceleme Dizisi
Birinci Baskı : Mart 1990

Kapak ; Özkul EREN


Tashih : Zülfikâr GÜNGÖR
ABDURRAHMAN KÜÇÜK : 1945 yılında Erzincan İli
Tercan İlçesi, Gökçe köyünde doğdu. Orta öğretimini
Erzincan’da tamamladıktan sonra 1965 yılında dışarıdan
Erzurum îlköğretmen okulunu bitirerek ilkokul öğret­
meni oldu.
Öğretmenlik yaptığı zamanlarda A.Ü. İlahiyat Fa-
kültesi’ndeki öğrenim hayatım da bir taraftan devam
ettirdi. 1974 yılında A.Ü. İlahiyat Fakültesi’nden mezun
oLdu, Aynı yıl İlahiyat Fakültesi’nde ^Dinler 2>^'n/ı?»nden
doktoraya başladı.
Temmuz 1978’de aSabatay Sevi ve CemcLati üzerin^
de. Bir Araştırma» başlıklı tezi ile Dînler Tarihi Kürsü­
sünden ^(cloktoT)} ünvanını elde etti. 1982 yılında
chmcı doçenU, 1986 yılında da «doçenU oldu.
Halen A.Ü. İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyeliği
\e Dinler Tarihi Anabilim Dalı Başkanlığını yürütmek­
tedir.
Evli ve dört çocuk babası olan yazarın, bu eserden
başka Dinler Tarihi, Renan Müdafaanamesi gibi yayım­
lanmış eserleri vardır. Yazarın ^Ermeni Kilisesh) adlı
orijinal araştırma eseri de baskıya hazırlanmaktadır.
Doç. Dr. Abdurrahman Küçük, Fransızca ve Arap­
ça bilmektedir.

('Dönmeler Tarihi» Elif Matbaasında, dizilmiş ve


basılmıştır. Tel : 341 40 i:^ ANKARA
İ Ç İ N D E K İ L E R

Ö NSÖZ................................. .............................................. ,9
G İR İŞ ...................................... , .................................... 15
a. Yahudi Soyu ve Seçilmiş Olma Anlayışı 18
b. Hz. Muhammed ve Y ah u d iier.................... 26
I. BÖLÜM
A - - Hz. MÜHAMMSD’DEN SONRA MÜSLÜ-
MANLAR İLE YAHUDİLER ARASINDAKİ
İLİŞKİLER 49
a. Hz. Muhammed’den Sonra Müslümanlar
ve Yahudiier ... ... ........................................ 49
b. Abdullah B. Sebe ve E tk ile r i..................... 53
B — TÜRKLER VE YAHUDİLER 71
a. Genel Hatlariyle Türkler ve Yahudiier ... 71
b. Torlak Kemal ve Bedreddin S im avî......... 80
c. Fâtih Sultan Mehmed Döneminde Yahu-
diler ve Fâtih ’in ölüm ü M eselesi.............. 90
d. 1492 İspanya Yahudi Zulmünden Sonra
Türk ve Yahudi M ünasebeti..................... 108
n . BÖLÜM
MESİHLİK VE MEHDİLİK 137
A — KELİME VE TERİM OLARAK MESİH VE
MEHDİ 137

a. Kelime ve Terim Olarak M esih ............... 137


b. Kelime ve Terim Olarak M eh d î............... 139
İÇİMDEKİ LCR

B — YAHUDİLİKTE MESİH VE KABBALA 141


a. M esih................................................................... 141
b. Mesih’in Gelmesini Hazırlayan Şartlar,
Mesîh Devrinde Yapılacak İşler ve Siy on
İdeali .................. . ......................................... 157
c. Yahudi Tarihinde Mesîhî Hareketler ... 162
d. Kabhala ve K abbalizm ................................. 166
C — HIRİSTİYANLIKTA MESİH ............................ 176
D — İSLÂM’DA MESİH VE MEHDİ 184
a. İslâm’da Mesih ...................... ...................... 184
b. İslâm’da Mehdî ve M ehdîlik...................... 203
III. BÖI.ÜM
MÜNÂFIKLIK VE DÖNMELİK..................... 219
A — KELİME OI.ARAK MÜNAFIK VE DÖNME 220
a. M ünafık............................................................. 220
b. Dönme .............. ... ........................................ 221
B — TERİM OLARAK MÜNÂFIK VE DÖNME 221
1. Münafık ve M ünafıklık..................... ......... 221
2. Dönme ve Dönm elik............................... . ... 231
a. Umûmî Mânada Dönme ve Dönmelik 231
aa. İhtida ve M ü lıted î................... ........ 232
ab. İrtidat ve M ü rte d ...................... ... 233
ac. Münafıklık ve Münafık ................. 235
ad. Tedeyyün ve M ütedeyyin............... 237
b. Husûsî Mânada Dönme ve Dönmelik 242
c. Münâfıklar ile Dönmeler Arasındaki
Ortak Husûslar ............. ............................ 246

6
DÖNMELER TARİm

IV. BÖLÜM
r:ABATAY SEVİ VE MESİHLİĞİ ÎLE İLGİLİ
GELİŞMELER 249

A ..- 3ABATAY SEVİ’NİN ADI, MENŞEİ VE


GENÇLİĞİ ............... : ............. ........................... 249

B - MESİHLİK İDDİASI VE SABATAY SEVİ 263

a. Sabatay Sevi’nin Mesîhliğini Hazırlayan


Şartlar ......... ... .............................................. 263
b: Sabatay Sevi’nin Yahudi Geleneğine Gö­
re Mesîhliğini İlanı (l! Defa) .................... 272
c. Sabatay Sevi'nin Mesîhlik Seyahatleri ... 280
d . Sabatay Sevi’nin Mesîhliğini İkinci Defa
İ lâ n ı ............... ... ..................................-.......... 303

C — SABATAY SEVİ’NİN MÜSLÜMAN OLUŞU


VE SONRASI 335

a. Sabatay Sevi’nin Müslüman O lu şu ......... 335


b. Sabatay Sevi’nin Müslüman Olması İle
İlgili Tarihî V esik alar.................................. 341
c. Sabatay’ın İslâm’ı Kabul Ettikten Sonra
Yahudiliğini Devam Ettirmesi ve Sonra­
ki Durum ... ......... ............................ ......... 349
d. Sabatay Sevi’nin Ölümü ......... ................ 387

D — SABATAY SEVİ’NİN PRENSİPLERİ 388

a. Sabatay Sevi’nin Müslüman Olmadan


Önceki Prensipleri ... ... ... ...................... 388
b. Sabatay Sevi’nin Müslüman Olduktan
Sonraki Pren sip leri........................................ 392

7
İÇİNDEKİLER

E — SABATAY SEVİ’NÎN ÖLÜMÜNDEN SON­


RAKİ DURUM VE GRUPLAR ...................... 401
a, Sabatay Sevi’den Sonra Takibedilen Yol
ve Bölünmeler ... ............................................ 401
b. Dönme G ru p la r......................... ................ 413
ba. Yakubüer Veya Hamdi Beyler ......... 413
bb. Karakaşlar (Müminler, Onyollular,
Osman Baba Partisi) ... ...................... 423
bc. Kapancılar (Papular, İbrahim Ağa
Partisi) ............... ......... ... ... ............... 426
F — UMÛMİ OI.ARAK DÖNMELERİN İNANÇ,
ADET, AN’ÂNE VE BAYRAM LARI............... 438
a. İnançları ................................ .. ... ......... 433
b. Âdet, An'âne ve Yaşayışları ......... .......... 442
c. B a y ra m la rı....................................................... 45 g

V. BÖLÜM
SON YÜZYILDA, GÜNÜMÜZ TÜRKİYESİNDE
DÖNMELİK VE DÖNMELER ÜZERİNDEKİ
TARTIŞMALAR 467
a. Türkiye’de Dönmeler Hakkmdaki Yazı­
lan İJk Matbu «Risale)) ve G örü şler......... 467
b. Dönmelerin Karakaşlar Grubuna Men­
sup Mehmet Rüştü’nün TBMM’ne Ver­
diği Dilekçe, Dilekçe Etrafındaki Tartış­
m alar ve Sonrası ... ... ................................. 478
c. Günümüzde Dönmeler ve Etkileri ......... 534
SONUÇ............... .................................................... ............ 552
BİBLİYO GRAFYA.................................................. ... ... 571
ÖNSÖZ

Milletlerin, tophımlann tarihinde öyle olaylar var-


Oır ki bîTaktıkları izler yüzyıllar sonra bile, bilim adam-
Uırının çalışmalarına konu olmaktadır. Sabatay Sevi
veya Dönmelik diye bilinen olay da bunlardan biridir. Bu
olay, Yahudiler arasından çıkmasına rağm en, sadece
Yahudi cemaatiyle sımrlı kalmamış, Türklerle ilgili bir
hal almış ve tesirleri günüm üze kadar gelmiştir.
Çağdaş Dinler Tarihi’nde DÖnmelerinkine benzer
çok as olaya rastlanynaktadır. Çünkü hu cemaatin yüz-
yıllardır devmn etmesine rağm en, son yüzyıla kadar,
inançları ve âdetleri konusunda çok az belgeye sahip
olunınuştur. Gizli olarak varlıklarını d.evanı ettiren Dön-
meler, kendileriyle ilgili bilgi ve belgeleri uzun zaman
saklamayı başarmışlardır. Bunlarla ilgili dokümanlar
ele geçince ve çoğalınca araştırmalar da artmıştır. He­
m en belirtmek zorunö.ay\z ki, ülkemizde ortaya çıkan
ve gelişme gösteren bu olayla ilgili ilk ciddî çalışmayı
yapanlar Yahudi asıllı, bilginlerdir (J. Kastein, A. Ga-
Lante, G. Scholem ı^s. gibi) . Dönmeler konusunda bizde
ç.iddî çalışmaların yapılmamış olma sebepleri arasında,
(.mevzulanna temas edebilme cesareti gösterenleri çe­
şitli gizli yollardan âdeta cezalandırmış':^ olmaları gös­
terilmektedir. Aslında, bundan daha çok, bunlar hak­
kında fazla dokümana sahip olunmaması ve varlıkları­
nı T ürklerden saklamayı büyük oranda başarmalarıdır.
Halbuki bir şey ne kadar gizli devam ederse, o kadar
şaibeli; ne kadar açık olursa, o kadar töhmet ve zan-
dan uzak olur. Bu düşünce içerisinde biz, Sabatay Sevi
Olayı'nı, Dönmelik konusunu araştırma mevzuu yaptık.
Bulabildiğimiz bütün dökiimanlan değerlendirm e yolu-

9
ÖNSÖZ

na gittik. Ancak 'Dönraelerle, Sabatay Sevî olayı ile iL


gili clökümanlann hepsi 'bundan ibaret değildir. Fakat
biz, bizzat Dönme diye bilinen kimselerle temas kura­
rak bazı çevrelerce töhm et altında tûtulan insanların
gerçek durumlarım ortaya koymayı çok istiyorduk.
1.924'lü yHlardan beri,. ısrarla, hu cemaatin yok olduğu
işlendiği için, böyle bir imkânı yakalamak m üm kün ola­
madı. Şayet böyle bir imkan doğarsa ,her an değerlen­
dirmeye ve dökümanlara dayanarak verdiğim bilgilerde
bir yanlışlık görüldüğünde doğrusu ile değiştirmeye ha­
zır olduğumu da belirtmekte yarar görmekteyim.
Bu konudaki çalışmalarıma başlarken büyük bir
yük ve sorumhduk altında olduğumu farkettim. Çünkü
bu tip konularda vebal de bulunmaktadır. Bunun için,
Ülkemizde ilk ciddî ve ilmi araştırma olacak bu çalış­
mamda, hiç bir etki altında kalmamaya, hissi olmama^
ya, kaynaklardaki bilgileri ortaya koymaya ve yer yer
de karşılaştırma yapmaya dikkat ettim.
Bununla beraber, bütün bu ölçülere, sonuna kadar
riayet ettim diyebilmek zordur. Çünkü biz de bir beşe­
riz, beşer yanılabilir. Yanılmama?'lık yalnız Allah'a m ah­
sustur. Fakat şunu açıklıkla söyleye bilirim ki; hiç kim­
seyi yermeği düşünmediğim: gibi, inancalarından dolayı
kınamak yolunu da seçmedim. Meseleyi objektif olarak
ortaya koymaya ve günümiize kadar karanlıkta kalmış
bir iiOlayı» aydınlatmaya'çalıştım. Böylece ilim âlemi-
7t.e, Türk Tarihi’ne ve Kültür tarihine katkıda bulum
mayı görev saydım.
Elinizdeki bu ikinci baskıyı, tenkit ve tavsiyeleri de
gözönünde tutarak, ilk baskısında bulamamış ve göre-
m.emiş olduğum dökümanlarla yeniden gözden geçire­
rek, yeni bir plan, yeni bir anlayışla birincisinden çok
farklı olarak hazırladım. Eksiklerine rağm en ilk baski-
10
DÖNMELER TARİHİ

Si, hem Türkiye’de^ hem İslâm Dünyası’nda ve hem de


BaLı’da ilgi ile karşılanmış, hu konuda yazılanlara re-
hrans olmuştur. Ayrıca Türkiye MüU K ültür Vakfı'^
mn, Tarih dalında, 1979 yüı vJüri Özel Armağanına^)
lâyık'' görülmüştür. Bu, tarafım ûdan bir lütûf olarak
değerlendirilmiştir.
Açıkça 'belirtmekte yarar vardır ki konuvıus, bütün
iiDönmelernî kapsamamaktadır. Çünkü içlerinde, ger.
çekten hidayete ermiş, samimi Türk ve samimî Müslü­
man olanların bulunduğunu kabul ve onları diğerlerin­
den tenzih ediyoruz. Eserde üzerinde durduğumuz, ve
ağırlık verdiğimiz, Yahudi iken Müslüman olmuş, fakat
■fıer ne sebeple olursa olsun- Müslümanlıkları gösteriş­
ten ibaret kalan, Yahudi inanç ve geleneklerinden ko-
pamayan, Sabatay Sevi'nin Prensiplerine sıkı sıkıya
bağlı olarak gizli bir şekilde varlıklarını günüm üze ka­
dar getiren Dönmeleredir.
Tarihte ve günüm üzde (^Dönmen ve (^DÖnmelikn di­
ye bilinen olayın başlangıcı İzmir Yahudileri’nden Sa­
batay Sevi ve Cernaati’ne dayanmaktadır. Sabatay Sevi,
dağılmış olan Yahudileri «Arz-t Mev’ûd^m (Filistin) gö^
tilreceği ve aSiyon İdeali^^ni gerçekleştireceği iddiasiyle,
1666 yılında, Mesıhliğini ilân etmiştir. Bu ((Mesîhî Olay»,
OsmanlI İmparatorluğu’nun çeşitli yerlerindeki Yahudi-
ler arasında yayılması, Hıristiyanlardan ve Bektaşiler-
den bazılarının da seınpatisini kazanması, bazı huzur­
suzluklara yolaçmıştır. Padişah IV. M ehmed, bu
i<Olayi) ın aslını öğrenm ek istemiş ve Sabatay Sevi Di­
van huzuruna çıkarılmıştır. IV. M ehmed'in de Kafes
arkasından takip ettiği Divan*da Sabatay Sevimden <.<Me-
s-ih)) olduğunu isbat etmesi istenmiştir. Bunun üzerine

11
ÖNSÖZ

O, ba.'iit bir haham olduğzınu açıklamış v s kendisini İdil


hale getiren Yahadileri suçlayarak dâvasını inkâr et­
miştir. Fakat Divan’da dıırumun ciddiyetini gören ve
Sabatay'a tercilm anhk yayan dönme Hayatizâde, ona
Müslüman olmasvfiı tavsiye etmiş ve o da Müslüman ol-
muştur. Ancak SabatayHn Müslümanlığı sadece görü­
nüşten ibaret kalmıştır. Bıı sahi e Mesih, kendisine bağ-
lanmtş olan taraftarlarına da, udâvâlan^>'na en iyi hiz­
metin görünüşte Müslüman Türk, hakikatte ise kendi
inançlarına bağlı kalınarak ya'pilacağını açıklayarak
şekli ihtidâyı tavsiye etmiş ve hattâ emretmiştir. Saba-
tay’ın ölüm ünden sonra, tarajiarlarından bir kısmı, ye­
niden Yahudiliğe dönerken, birkısmı da, bu nşekli ihti-
dâ^^yı günüm üze kadar getirmiştir. Bu Olay tarihte
i<Dönmelik» olarak bilinegelmiştir.

«Dönmeye kelimesi, umûmî olarak, fikir, kanaat, din


vs. değiştirmeyi ifade etmektedir.. Husûsî olarak ise
iiDonvıC)) : araştırma konumuzla ilgilidir ve bağlı ol-
aukları eski din ve milliyeti terketnıeyen, başka kisve,
başka din altında eski inanç, âdet ve an'ânelerini devam
ettiren, taşıdıkları kisveyi kendi asıl idealleri doğrul-
tuşunda bir paravana olarak kıdlanarılara has bir te-
Timdir. A?na bu terimin, hasın ve yayın organlarında,
birbirinin yerine kullanüÛAğına, birbirine karıştırıldığı-
na şahit olduk. Bu çalışr/iadÂ, konuyla ilgisi bulunan
kelime ve terim ler arasındaki nüansları da açığa kavuş­
turmaya çalıştık. Özelliği dolayısiyle bu eserimize nDÖN-
MELER TARİHÎ^^ adım vermeyi uygun bulduk. Çünkü
^iDönmelih) hadisesi, tarihi gelişimi içinde, kronolojik
olarak ele alınmış ve günüm üze kadar getirilmiştir.
Bu eser; bir Giriş, beş Bölüm ve bir sonuçtan ibaret-

12
DÖNMELER TARİHİ

tır. Giriş ve î. Bölüm 'de: Yahudi’nin seçilmiş olma inan


cı, Yahudi -Müslüman- Türk münasebetleri üzerinde
durulmuş ve Osmanlı imparatorluğu dönemindeki olay­
lardaki etkileri konu edilmiştir. II. Bölüm’de; YdhuöA-
iik, Hıristiyanlık ve îdâm 'daki Mesih ve Mehdi anlayış­
ları üzerinde dAtralmuştur. ÎU. Bölürn’d e; Münâfıklık
Dönmelik ve bunlara bağlı tabirlere açıklık getirilmiş;
Dönmelik ile Münâfıklık arasındaki henzeflikler ortaya
konulmuştur. IV. BÖliim’de; Sahatay Sevfnin Mesîhli-
ğini ilân etmesi, bunu takip eden gelişmeler ve Dönme­
lerin gruplan, inanç, âdet ve hay ram lan ele alınmış­
tır. V. Bölüm’de; Günümüzde Dönmeler üzerindeki tar­
tışmalar, Dönmelerin etkileri ve durumları açıklanmış­
tır. Sonuç’ta, Dönmelerin vo.rolup olmadıkları ve varlı­
ğını devam ettirenlerin durumları değerlendirilmiştir.
Burada, beni böyle önemli, bir konuda çalışmaya
sevkeden, yardımlarım esirgemeyen Sayın Hocam Prof.
Vr. Hikmet Tanyu’ya; kaynak temini^ maddî ve manevî
yardımları dolayışiyle Av. M. Tünay Çifter’e; her türlü
yardım ve tavsiyede bulunanların cümlesine ve bu bas-
‘kıyı gerçekleştiren R ehber Yayıncılık’a teşekkürü bir
borç bilmekteyim.

Doç. Dr, A bdıırrahm an KÜÇÜK


ANKARA, 26.11.1989 ^

13
G ÎR İŞ

Yahudi iman esasları arasında «Mesih» e inanç da


yeralmaktadır. Bu inancm tabiî sonucu olarak, XVIII.
yüzyıla kadar, hemen hemen her yüzyılda^ Yahudiler
arasından çeşitli «mesîİDiler çıkmıştır. Tarihî, araştırm a­
lar, ortaya çıkan bu mesUıierin sahte olduğunu; fakat
Ya,hudiler’in bu konudaki zaallanndan istifade ederek
çeşitli dinî ve siyasî karışıklıklara yol açtıklarını ortaya
koymuştur. Tarih, bu sahte mesîhlerden ya şöyle böyle
bahsetmiş veya basit bir olay gibi geçiştirmiştir. Saba-
tay Sevi de bunlardan birisi olmuştur. Eğer o da, di­
ğerleri g^ibi, bir iz bırakmadan tarihe karışmış olsaydı,
iadece Yahudiİeri ilgilendirip Türkleri ilgilendirmemiş
bulunsaydı, belki bir araştırma konusu olmazdı. HaİbU'
ki bu Sabatay Sevi, Osmanİi Imparatorluğu’nda dinî,
siyasî ve sosyal bir hareket meydana getirmiş ve Avru­
pa’da da İsım , yapmıştır. Onun arkasında bıraktığı iz,
'hayatında uyandırdığı heyecan ve cereyandan daha et­
kili olmuş; günümüze kadar tesirini göstermiş, çeşitli
çalkantılara sebebiyet vermiştir. Böyle olmamış olsaydı,
diğer amesîh» iddiasında bulunanlar gibi, kendiliğinden
l.arihe karışır ve Dinler Tarihi için bir araştırma konu­
ttu olmazdı.

Sabatay Sevi, bazı ülkelerde müstakil çalışma ve


incelemelere konu olmuş, hakkında hemen her dilde
eser yazılmıştır. Buna karşılık, hareketin merkezi olan
Türkiye’de herkesin istifade edebileceği, İbrahim Alâat-

15
GİRİŞ

tin GÖvsa’nın Sabatay Sevi ('•'O adlı eseri hariç, bir ça­
lışma mevcut değildir. Gövsa da girişte şöyle demekte­
dir : «Bütün bulabildiklerimi daha iyi bir tertip ile sı­
ralayarak Sabatay Sevi hakkında tarihî ve İçtimaî m a­
hiyette küçük bir tetkik tecrübesi olarak meydana koy­
mayı gerek bugün o mevzuu merak edenler, gerekse ile­
ride meseleyi genişleterek etraflı bir tetkik yapacak olan-
iar için iaydah saydım» (1), Bir başka eser, (d^izde

" İbrahim A lâ a tlin Gavsa, «Sabatay Se\/i>k başlıklı 97 sahifeliic eseri


ile, bu konuda, Lâtin h a rfle riyle ilk çalışmayı ortaya koym uştur. Bun­
dan önce, yazan belli olmayan «Dönmeler» adr île 1919/1335-1338
de İstanbul'da basılan 15 sah ifelik bir «risale» ve buna cevap ma-
hiyelinde olan Sadık {Em. Bnb.) tarafmdan 1919‘da İstanbul’da basılan
«Dönmelerin Hakikati» başlıklı başka b ir «risale» bulunm aktadır. Bu
iki risale Arap h a rfle riyle Türkçe (üsm anlıca) yazılm ıştır. Bunların
dışmda Abraharn G alante’nin <‘Nouveaux Documents Sur Sabatai Se­
vi» başlıklı, 1935 yslında, İstanbul’da basılan 125 sa h ife lik Fransızca
eseri bulunm akladır. Bu eser, T ürkiye’de yazılm ış ve basılm ış eser­
lerin en m ükem m elidir İ. A lâ s tiin Gövsa, da, büyük ölçüde, Galan-
te'nin bu Fransızca eserinden istifade e tm iş tir. A ynca Seiâhattin
Galip tarafm dan «Belgelerle Türkiye'de Dönm eler ve Dönmelik» adı
ile. İstanbul’da 1977’de, 157 sah ifelik küçük boy b ir eser ne şred il­
m iştir. Bu eser, büyük oranda Gövsa’mn çalışm asından yararlanıla­
rak hazırlanmış ve bir iki gazetedeki bilg ile rle takviye edilm iş bir
çalışmadır. '
G elişim Y ayın lan’nın çıkardığı D inler Tarihi A n siklo ped isi'n in I-
c ilt 126. sahifesınde, «Yalancı Peygamberler» başlığı altında, ne ko­
nuşmalarında, ,ne eserlerinde ve' ne de taraftarlarınca kendisine bu
isnada yol açacak b ir şey biilunmamasma rağmen, Said-i Nursî ve
Zağrebli Hırvat ibrahini'e yalancı peygamber olarak geniş yer veril-,
rnesi, aksine akisleri günt'rnü^e kader devam eden Sabatay Sevi'-
den birkaç satırla, sadece Müslüm an olması ve Yahudilerin ihtida-
sma sebep olm asiyle, ge çiştirilm esin e b ir anlam verm ek olduk­
ça zordur.
1 İbrahim A lâ attin Gövsa, Sabatay Sevi, İstanbul (1939-1940?), 5.

16
DÖNMELER TARİHİ

‘d ö n m e ’ diye anılan Sabataistlere dair olan olaylar


koca bir kitap dolduracak kadar büyüktür ve bu, başlı
başına bir mevzudur» (2 ). diyerek konunun önemine
dikkat çekmektedir. Biz de bu mevzuu etraflıca ince­
leyip, açıklığa kavuşturmaya çalıştık. Bunu, tarafsız
ve İlmî ölçüler içinde yapmaya azamî gayret sarf ettik.
Sabatay Sevi; Milâdî XVII. yüzyıl ortalarında (1626-
1676) yaşamış, dinî ve siyasî birtakım dâvâlar gütmüş,
dağılmış olan Yahudiİeri «S i y o n»a götüreceği ya-
diyie «M e s î h 1 i ğ i n i» ilân etmiştir. 16 Eylül 1666'da
mesîhliğinin isbatı istenince kurtuluşu Müslüman ol­
m akta bulmuştur. Ancak o, Müslüman olduktan sonra
da, Yahudiliğini devam ettirmiş, ta r^ ta r îa n da aynı
niinval üze^^^^ etmişlerdir. İşte bu iki yüzlü du-
ru î^ an n d a «D ö n m e» diye adlandırılmışlardır.
Bizde «dönme» olarak bilinen cemaatın başlangıcı bu­
raya dayanmaktadır. Hemen her memlekette bu konu­
nun ele alınması, asıl Türkiye’yi ilgilendirmesine rağ­
men, bizde etraflıca bir incelemenin -bugüne kadar- ya­
pılmamış olması, bir kayıtsızlık olarak m ütalâa edile-
ibilir. Bu konu, 1 Ocak 1924 tarihinde K a r a k a ş
R ü ş t ü B e y’in T, B. M.,Meclisi’ne verdiği bir dilek­
çe ile ortaya çıkmış; o günün gazete ve mecmualan bun­
dan bahsetmiştir. Bu gazete ve mecmualar, konuyu
İçinden çıkılmaz bir halde işlemişlerdir.
Günümüze kadar Sabatay Sevi hakkında yazılan
eserler lehinde ve aleyhinde olmak üzere yüzü aşkın­
dır. Bunlar ya bizzat Sabatay Sevi’yi konu almışlar, ya
«Dönme» mevzuu adı altında veya başka konu içinde

2 Cevat Rifat Atllhan, Islâm’ı Saran Tehlike ve Siyonizm, . İstanbul


1935. 36.

17
GİRİŞ

bunu işlemişlerdir. Aleyhinde yazılanların çok olduğu­


nun iddia edilmesine rağmen, lehinde olanlar da ya­
bana atılamaz cinsindendir. Aleyhinde olanlar, daha zi­
yade, Müslüman olması ve Müslümanhğınm sahte oldu-
{^unun anlaşılmasmdan sonraki durumu yönünden ol­
muştur.
Konumuz icabı bizi, İslâm'ın başlangıcından sonra­
ki Yahudilik ilgilendirmektedir. Bununla beraber İs­
lâm’dan önceki Yahudi tarihine de kısa bir göz atm ak­
ta l'ayda vardır. Çünkü konumuzun gelecek kısımları,
bunlarla bir noktada birleşecek kadar ilgilidir.
d) Yahudi Soyu ve Seçilmiş Olma Anlayışına
Kısa Bîr Bakış :

Kur’ân-ı Kerîm’de 25 defa Yahudi (9 Yahûd, 10 Ha-<


du, 6 Huden), 41 defa Benî İsrail (îsrailogullan) ve 1
defa da İsrail sözü geçmektedir. Bu terimlerle hep aynı
kavmin insanları, Yahudiler kastedilmektedir. Bunla,rm
dışında Hz. İbrahim, Hz. Yakûb, Hz. İshak, Hz. Musa
vb. peygamberlerden bahsedildiğinde K ur’ân’da Yahudi-
lere temas edilmektedir (3). Yahudi Kutsal Kitabı’-
nda (*) ise kainatın yaratılmasından Yahudi ırkının
kökenine ait bilgiler ve tarihî gelişmeleri etraflıca yer

3 Qkz. Muhammed Fuad Abdulbalcî, M u’cemu'l Mufehres lî Elfaz’ıl


Kur'ân, el-Keı-im (Valıûd, hadıı, huden, Benî İsrail vd. i<elîmeler için
* Yahudi Kutsal Kitabı, Yalıudilerce TANAH, Hıristiyanlarca Eski Ahit
(Ancien Testament), Müslümanlarca Ahd-i Atîl<, Tevrat olarak isim­
lendirilir. Kur’ân’da Tevrat olarak zikredilen kitabı nHz. Musa'ya ve­
rilen ve Yahudi Kutsal Kitabı içinde Tora (Kanunğ Şeriat) olarak
isimlendirilen kısmı karşıladığ:. yoksa Yahudiler'in elinde bugün
bulunan 39 kitaptan ibaret olan koleksiyonu karşılamadığı anlaşıl­
maktadır.

18
DÖNMELER TARİHÎ

almaktadır. Bundan dolayı Yahudiler, Kutsal Kitapla­


rına uyarak, kendilerinin İbrahim oğlu İshak’tan (Av-
raham oğlu Yitshak) türediklerine inanırlar. B u İshak
(Yitşhak), İbrahim oğludur. Onlar,
Arapları, baba İbrahim olmakla beraber. Sarâ’nm kö-
lesi Hacer*den geldikleri için, köle çocuğu olarak küçüm-
şer y e . kendilerim dışında görürler. Kendilerini asîl
ve Yehova’nın (Tanrı) seçkin, imtiyazlı bir ırkı sayar­
lar (4). Eski Ahit’te (Tanah) Hz. İbrahim’in biri cari-
yesi Hacer’den doğan İsmail, diğeri kansı Sârâ’dan do­
ğan İshak olmak üzere iki oğlu vardır. Yahudilerin İs^
hak’ın soyundan gelmeleri Eski Ahit’te şöyle belirtilmek­
tedir : «Ve çocuk büyüdü sütten kesildi; ve İshak’ın
sütten kesildiği günde, İbrahim büyük bir ziyafet yap­
tı. Ve Sara Mısırlı Hacer’in İbrahim’e doğurmuş oldu­
ğu oğlunun güldüğünü gördü. Ve İbrahim’e dedi : Bu
cariyeyi ve oğlunu dışarı a t; çünkü bu cariyenin oğlu
benim oğlumla, İshak’la, beraber mirasçı olamayacak­
tır. Ve oğlundan dolayı bu şey İbrahim’in gözüne kötü
göründü. Ve Allah İbrahim’e dedi : Çocuktan dolayı
ve cariyenden dolayı gözünde kötü olmasın; Sârâ’nm
sana söylediği her şeyde onun sözünü dinle; çünkü ser
nin zürriyetin İshak’ta çağrılacaktır.» (5)
Yahudiler, Ahdi Atîk’in bu rivayetini şu şekilde
tefsir ederler : İsmail ve ^İshak Babalan
İbrahim’dir. İsmail, Arap kabilelerinin babasıdır. İslâm
Peygamberi İsmail ^ibi Arap olduğundan, ona mensup
o l^ ğ u gibi, İslâm’ı kabul etmiş Arap olmayan millet-
ler de i s m ^ mensup addolunur. İşha^^^ oğlu Y a ’-

4 Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türl<ler (TBVT),


İstanbul 1976, 1/24.
5 Kitab-ı Muloddes (Ahdi Atîk : Tanah], Tekvin, X X I/8 -1 3 .

19
GİRİŞ

kûb’a Tanrı (Yahve) tarafından «İsrail» (=^) lakabı ve­


rilmiştir. Bundan «Benî İsrail» namıyle anılan
Yahudiler^ İshak ve İsmail dolayısiyle, bütün Müslüman-
1ar ve İslâm ailesine mensup olan Türkler ile kardeş­
tirler. Bu, eski İbrani dinî edebiyatında böyle kabul
olunduğu gibi, halk indinde de böyle kabul edilmiş; İb-
ranîce’de Türkiye’ye «Türk Memleketi» denildiği gibi
'.'İsmaü Memleketi» de denilmiştir. Mektep görmemiş
Yahudiler indinde Müslüman olan Mısırlılar, Cezayirli­
ler, Afganlar v.b. Türktürler. Tarih b a k la n d a n İbranî-
ier ye Araplar Sâmî, lisanları Sami, örf ve âdetleri he-
jn e n hemen birdir. Tevhid ve zahiri ibadetler yönünden
bir Oldukları gibi aralarında iman ve din ihtilafı da
yoktur ( 6 ).
İsmail ile İshak’m babaları bir, anneleri ayn kar­
deş oldukları malûmdur. Hz. İbrahim, Sârâ’nm ç o c u ^
olmadığından Hacer’le evlenmiş ve ondan İsmail olmuş­
tur. Daha sonra Sârâ bu duruma üzülmüş ve Cenâb-ı
Hakk ona, merhamet ve inayeti ile, ihtiyarlığmda İs-
hak’ı vermiştir (7). Bazı kaynaklarda, Türkler'in Nuh'un
oğlu Yafes’in soyundan geldikleri ( 8 ) rivayet edilmek­
tedir. Mudar ve Rebi’a nâmlariyle iki kola ayrılan Arap
kabilelerinin Hz. İsmail’in evlatları olduğu ve Kureyş
kabilesinin de Mudar kolunun en hâlisi bulunduğu be-
iirtilnıektedir (9). Yahudiler ise, soy kütüklerini Nuh’un

• Bkz. Tekvin, X X X i l/ 2 8 - 3 0 .
6 Bkz. Prof. Avram Galanti, Türkler ve Yahudiler, İstanbul 1947, 7.
7 Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, İstanbul 1969, .1/9.
8 Bkz. Ebulgazi Bahadır Han, Türklerin Soy Kütüğü, Haz. Muharrem
Ergin, Tercüman 1001 Temel Eser, sf. 2 2 -2 3 .
9 Bkz. Zeynü’d-din Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Lâtifi’z-Zebîdî, Sahîh-i By-
hârî Muhtasarı Tecrid-i Sarîh Tercemesi, Ter. Ahmed Nalm, Ankara
1972, 11/813-614.

20
DÖNMELER TARİHİ

oğlu Şam’dan başlatarak Hz. İbrahim’e, ondan îshafc’a,


İshak’tan Yakub’a ve onun oğullarma dayandırmakta­
dır (Bkz. Tekvin, X-L B ap lar).
Tarihlerini ve soy kütüklerini Kutsal Kitapları’na
(Tanah) dayandıran Yahudiler, bütün dünyada banşı
ve iyiliği yaymakla görevlendirildiklerine inanmaktadır.
Yalıudilik genelde, iki prensip üzerine bina edilmek­
tedir :« T a n n ’nın birliği ve İsrail’in seçkinliği» (*), Bu
seçilmişlik Yahve tarafından, Hz. İbrahim’e, «senin zür-
riyetin düşmanlannın kapısına hâkim olacaktır; zürri-
yetinde yerin bütün milletleri mübarek kılınacaktır»
(Tekvin, X X II/1 8 ) şeklinde; Hz. Yakub’a da, «Baban
îbrahimin Allahı ve İshakm Allahı Rab benim; üzerin­
de yatm akta olduğun diyarı sana ve senin zürriyetine
vereceğim; senin zürriyetin yerin tozu gibi olacak, şar­
ka, garba, şimale ve cenuba (yani doğu, batı, kuzey ve
güney) yayılacaksın; yerin bütün kabileleri sende ve
zürriyetinde mübarek kılınacaktır» (Tekvin, X X I II /1 3 -
15) şeklinde yapılmaktadır. Tesniyede bu, «sen Allah’ın
Rabbe mukaddes bir kavimsin; Allah’ın Rab yeryüzün­
de olan bütün kavîmlerden Kendine has kavim olarak
seni seçti» (Tesniye, V II/ 6 ) biçiminde belirmektedir.
Yeryüzünde mevcut dinler arasında «Tevhid» nok-
ta sında İslâm’a en yakın din, Yahudiliktir. Ancak Tan­
rı Yahudi ler’d mi^llîleşmekte, sadece bir kavme hasre-
diimekte; yorulmak, dinlenmek ve güreşmek gibi İnsanî
®ilMl^?^Ş'^.Y.!';®ı|J^hdırılmaktadır. (**) Bunun yanında
Meİek, Âhiret, Peygamjber anlayışı ve inancı açık ola-

Bkz. H. Martin James Loewe, «Judaism», Encyclopedia of Religions


And Ethics, VD/581
Bkz. Tanah, Tekvin, M /2 -3 , XX/28; X II/3 - 4 vdy.

21
GİRİS

rak görülmemektedir. îm an esasları ;T an n ’mn birliği,


Musa’nın en büyük peygamber olıı§u ve, gecikmiş olsa
da, ffMesîh»in geleceği prensipleri etrafında oluşmakta­
dır. Bundan dolayı Yahudiler’in, Tanah’ın rivayetlerini
tefsir ederek, İslâmla Yahudiliğin iman ve ibadetleri
yönünden ihtilâfı olmadığını belirtmeleri isabetli görül­
memektedir. Çünkü Hz. Muhammed, son Peygamberedir.
Ona inen K ur’ân son Kitap’tır. Bunlar İslâm’da imanın
şartlarından ikisidir. İslâm’da imanın şartlarm dan biri­
ni inkâr «küfürw olarak görülmektedir. Bu hususu
Hikmet Tanyu şöyle belirtmektedir : «İslâmiyetle Yar
hudilik arasında türlü şekillerde sıkı bir münasebet ol­
muştur. İslâmiyet, daha açık bir ifadeyle Kur’ân, Musa’­
yı Peygamber ve Tevrat’ı Allah tarafından vahyedilmiş
kabul eder, fakat hemen tesbit edilmediğini, çok son-
ralan yazıldığı için esasından tamam en saptırıldığını
belirtir... Dinler Tarihi, ilmî araştırm alar sonunda, bu
ciheti kesinlikle teyid etmiştir. K ur’ân-ı Kerîm’in 18
yerinde Tevrat kelimesi geçmekte, Hz. Musa’dan 34 Sû-
re’de balısedilmekte, 13 Sûre’de de Yahudilere değinil­
mektedir. Bu bahislere rağmen iki din arasında çok
önemli farklar yardır. Yehova ve Allah, Ahiret, Kurban,
Kıyamet, Ruhun Ölmezliği vb. İslâmiyet, itikat ve amel
bakımından temel olarak Kitap, Sünnet gibi iki kayna-
ğa dayanırken, Yahudilikte değişiktir.» (10) Bu ve bu­
nun gibi benzer farklar bile, ikisinin aynı olmadığına
yeter zannederiz. K ur’ân, geldiği gibi zaptedilmiş, içine
hiç bir kul sözü karıştırılmamış ve tenakuzlar bulun­
mayan bir mucizedir. Fakat bugünkü Tey
sa zamanında kaydedilmemiş, ondan asırlarca sonra ya-
2:ılmış, muhtevasına kul sözü karıştırılmış ve tenakuz-

10 Bkz. Tanyu, TBYT, 1/38-39.

22
DÖNMELER TARİHİ

1ar yeralmış bir kitaptır.


Hemen şunu da diyebiliriz ki, Yahudiler Mesîh
S6vk-1 tabisiyle yaşadıkları halde, Hz. Muhammed’e
(S.A.V.) imân etmemelerinin ve ona en büyük düşman­
lık duymalarının izahı mümkün değildir. Halen İbranî,
Kudüs (Yeruşalâym) Üniversitesi’nde Yahudiler e göre,
Mesih’in gelip gelmediğinden bahseden «Seyfer ha-İka-
rim» okutulup incelettirilmektedir (11). Halen bir Me­
sih’in gelmesini bekleyen bu Yahudiler, Hz. Muham­
med’e inanmamıştır. Onların inancm a göre Mesîh, Y a­
hudiler arasından çıkacak ve onlan kurtuluşa götüre­
cektir.
Bir başka husûs da şudur : İslâm kaynakların­
ca Hz. İbrahim, Allah’tan salih bir oğul ister; Al­
lah da ona, İsmail’i verir. Hz. İsmail, ona yardım ede­
cek çağa gelince, rüyasında, üç gün üst üste onu boğaz­
lıyor olarak görür ve bunu oğluna söyler. İsmail de,
(iemrolımduğün şeyi yap. Beni inşallah sabredenlerden
bulacaksın» der.
Hz. İbrahim ahdini yerine getirmek üzere oğlu İs­
mail’i kurban etmeye götürür. Onu yanüstü yatırır.
Tam keseceği sırada Allah (e.C.) tarafından bir KOÇ
gönderilir ve, bilindiği gibi, bu koç kesilerek kurban
borcu ifâ edilmiş olur. Bu ahdinden dolayı Hz. İbrahim
mükâfatlandırılır ve salihlerden olmak üzere İshak ile
müjdelenir ( 12 ).

11 Bkz. Tanyu, TBYT, J/36.


12 Bkz. Ö. Nasuhi Bilmen, K u r’ân-J Kerim Türkçe IVleâ!-i  lis i ve Tef­
s iri, VI/2993; Pikri Yavuz, K ur’ân-ı Kerîm Türkçe Meâl-i  lis i, es-
S affat Sûresi, Â yet : 99-114.

23
GİRİŞ

Eski Ahit (Tevrat), kurban hadisesini şöyle anlat­


maktadır : «Şimdi oğlunu, sevdiğin biricik oğlunu, îs-
hak’ı al ve Moriya diyarına git ve orada sana söyleye­
ceğim dağlann birinin üzerinde onu yakılan kurban
olarak takdim et» (13) ve hikâye devam etmektedir.
Kurbamn vuku’ bulduğu yerin adı «Yehova - yire» ko­
nulmaktadır. İbrahim’e zürriyetinin düşmanlarının ka-
' pısına hâkim olacağı va’dedilmektedir. Bir başka yerde
İshak’m azîz kılındığı ve îshak da oğullarmdan Esav’ı
çok sevdiği; fakat diğer oğlu Ya’kûb’un, babası İshak’ı
kandırıp Esav yerine kendisini azîz kıldırdığı; diğer
kardeşlerini kendisine kul olarak verdiği ve Yahudile-
lin de bu azîz olan Y a’kûb’un soyundan geldikleri (14)
yer almaktadır. Yahudilerin kendilerini daima efendi,
diğer milletleri köle olarak görmeleri Kutsal Kitapla­
rındaki bu ve benzeri ifadelere dayanmaktadır.
Yahudilerin kendilerini Yahudi olarak isiinlen-
dirmeleri Hz. Y a ’kûb’un Yuda veya Yahuda admdaki
oğluna nisbetledir. Hz, Y â’kûb’un oniki oğlundan dör­
düncüsünün adı olan Yahuda (Yuda)> oniki oğlun so-
yuna ad olmuş ve onlar Yahudi olarak adlandırılmış­
tır. Böylece onlar, hem Hz. Y'a’kûb’a Tann tarafından
verildiği kabul edilen «İsrail» lakabından meydana ge­
len «Benî İsrail» (İsrailoğulları), hem de Yahudi olarak
isimlendirilmiştir. Bu isimler hep aynı kavmin insanla-

13 Bkz. Tekvin, X X ll/2 -3 , 10-18.


•14 Bkz. Tekvin, X X V 1 1-X X V H 1 . Baplar.
' Şehrîstanî, Yahudi kelimesinin Arapça «hade» ( ) kökünden
«dönmek» ve «tevbe etmek» anlamına geldiğini; bu ismin Yahudi-
lere verilmesinin de Hz. Musa'nm «Biz sana dönüp yalvardık» sözü
sebebiyle olduğunu belirtmektedir. (Bkz, Şehristanî, el Mil©! ve’n-Ni-
hal, 1/210),

24
DÖNMELER TARİHÎ

rmı belirtmektedir. Türkiye’de kullanılan «Musevî» adı,


Türkiye dışında Türkçe bilmeyen Yahudilerce bilinme­
mekte ve kullanılmamaktadır (15).
Îslâmî ilimlerde, Tefsir’de «İsrailiyât» kelimesi kul­
lanılmaktadır. Bu kelime İsrâiliyye’nin çoğuludur ve Y a­
hudi kelimesine oranla husûs ifade etmektedir. «Her
İsrailî Yahudi olduğu halde, her Yahudi İsrailî neseb
.şayüffîaz.)),, İsrâiliyât teriminden, Yahudi kültür ve me­
deniyetinden tefsire aktarılan rivayetler ve tesirler an­
laşılmaktadır. Diğer dinlere nisbetle Yahudilikten ge­
len haberler ve Müslümanların onlarla münasebeti da­
ha fazla olmuştui*. Bundan dolayı tefsirde «İsrâiliyât»
önemli bir yer tutm aktadır (16). Biz de, Yahudileri,
Kur’ân’da çok sık bahsedilmesi, Müslümanlarla yakın
münasebetler içinde olması, «Ehl-i Kitab» kabul edil­
dikleri için Hz. Muhammed’in ilk dönemlerde onlarla
dostâne geçinmesi ve sonradan İslâm’a zarar vermek
istemeleri yönünden ele alıp incelemeyi uygun bulduk.
Allah, Hz. Muha önce gönderdiği her
peygambere kendilerine inanılacağına, tastik edileceği-
ne ye m^ yardım edileceğine söz ver­
miştir, Buna, karşılı^^ onlardan da kendilerine inanacak
ve tasiiik edecek h^^ ulaştırma sözü almış­
tır. Bu söz gereği olarak peygamberler üzerlerine düşen
hak ve vazifeleri yerine getirmişlerdir. Yüce Allah, Hz.
Muhammed’e hitaben bu hususu şöyle açıklamaktadır :
ı<Allah peygamberlerden şöyle ahid almıştı : Size kitap
ı^e hikmet verdim sizde olanı tasdik eden bir peygamber

15 Tanyu, TBYT, 1/28.


16 Bkz. Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûiü, Ankara 1976, 240;
Abdullah Aydemir, Tefşlrde Israiliyat, Ankara 1979, 6 -3 5 .

25
GİRÎŞ

gelince, ona muhakkak inanıp kendisine yardım edecek­


siniz, ikrar edip bu ahdi kabul ettiniz mi? demişti. On­
lar da, ikrar ‘ettik’ demişlerdi. Bunun üzerine Allah on­
lara : Öyle ise (birbirinize) şahitlik edin, ben de sizin­
le beraber şahitlik ederim, demişti.» (*) Böylece Allah,
«bütün peygamberlerden, kendilerine inanılmak ve kar­
şı gelenlere karşı kendilerine yardım edilmek üzere,
söz almıştır. Peygamberler de, iki kitap ehlinden (Tev­
ra t’a ve İncire inananlardan) kendilerine inanıp söz­
lerini doğrulayanlara dinlerini bildirdiler.» (17)
b) Hz. Muhammed ve Yahudüer :
Böylece Hz. Muhammed, ahdini yerine getirmek
jçin peygamberliğini, yakından başlamak üzere tabliğ
ediyor. (*) Hz.. Hatice, Hz. Ali, Hz. Ebubekr ve Zeyd ta.
Haris ilk Müslümanlardan oluyor. Hz. Muhammed İ s ­
lâm’ı ilk önce gizli yaymaya başlıyor, daha sonra «Sa­
na emrolunanı açıktan açığa beyân et, müşriklerden
yüz çevir» (**) âyetinin hükmüyle hareket ediyor; fa­
kat Mekke müşriklerinin mukavemetiyle karşılaşıyor.
Buna rağmen, Hak bildiği yolda, bir ân bile olsa, tered­
düt eseri göstermiyor. O, her Hac zamanı Kâbe’ye gidi­
yor, ziyarete gelenlere İslâm’ı anlatıyor. Yine böyle bir
iiamanda Medine’nin Hazrec kabilesinden yedi kişi geli­
yor. Hz. Muhammed onlarla konuşuyor; İslâm’ı anla-

* A N İmrân, 81.
17 İbn Hişam, es-Siretü’n Nebeviyye (Hz. Muhammed'in Hayatı), Çev.
İzzet H aşan-N eşet Çağatay, Ankara 1971, 1/148.
* «Yakın akrabalarını uyar, mü’minlerden sana tabi olanlara rahmet
ve himaye kanatlarını indir. Şayet sana asi olup karşı dururlarsa,
onlara : ‘Ben sizin yaptıklarınızdan tamamiyle uzağım’ de» (Şu’ara,
214-216).
Hicr, 94.

26
DÖNMELER TARİHİ

tıyor ve Kur’ân’dan âyetler okuyor. Bu Medinelilerin


-ki daha önce bir peygamberin geleceğini duymuşlardı-
gönülleri İslâm’a ısımyor; fakat kabileleri arasında vu-
kubulmuş olan ayrılığı kaldmp, birlik sağlandıktan son­
ra, gelecek bu mevsimde tekrar görüşmek üzere ayrılı­
yorlar. Medine’de istedikleri durumu meydana getirdik­
ten sonra Hz. Peygamber’i Medine’ye davet ediyorlar.
İslâm tarihinde «Hicret» olayı dediğimiz olay vuku bu­
luyor.

Hicret olayı sırasındaki Medine’nin durumu şöyle


tasvir ediliyor : c c Y a h u d ü e r, Arap, ya^^^^^ îslâ-
miyetten^a^^ yayılmış ve yanmadada Yahudi
kolonileri kurulmuştu. Bu kolonilerin en tanınmışı Yes-
f i b ’d e d in adı ile anılmıştır.»
Romalıların Şam’ı ele geçirip Yahudileri çiğnemeleri ve
öldürmelerinden sonra, Yahudilerin üç kabile olarak
^Beni Nadir, Kaynuka, K urayza), burada yerleşmişler­
dir (18). Arnold, Yesrib (Medine) şehrinin hayli zaman-
danberi Yahudilerin işgali altında bulunduğundan, bun­
ların millî felâketlerinden, İm parator Adriyan’ın hü­
kümeti altında maruz kaldıkları zulümlerden dola­
yı kendi memleketlerinden kaçıp burada yerleşmiş
olduklarım; (19) Ahbânyyun da, «Hz. Muşa za­
manında gelmiş olduklanniM; (20) Kutluay ise, ((Arar
bistan, Yemen, Hicaz, Irak ve İran’da yaşayan Yahudi
cemaatlerinin bu bölgelere ne zaman yerleşmiş olduk­

la Bkz. Ahmpd Emin, Fecrü’l İslâm, Ter. Ahmed Serdaroğlu, Ankara


1976, 5 5 -56 .
19 T. W. Arnold, İntişar-ı İslâm Tarihi, Ankara 1971, 51.
20 Cerrahoğlu, A,g.e„ 24.

27
GiRİŞ

lannm kesinlikle bilinmediğini» ( 21 ) ifade etmektedir.


Yahudilerin kendi memleketlerini bırakıp buraya, yer­
leşmeleri, «Arz.1 Mev’ud»un istilasmdan sonra olduğu
muhakkaktır. Ne zaman gelirlerse gelsinler, Hz. Muham-
med Medine'ye geldiği sırada burada yoğun bir Yahudi
kitlesi bulmuştur.
Babil Kralı Buhtunnasar (Nabukadnazar), Kudüs’ü
zaptedip Yuda Krallığı'na son verdiği (M.Ö. 586) , Tev­
rat’ı imha edip «Mabed’i yakıp yıktığı, îsralloğulla-
n ’ndan bir kısmmı esir aldığı sırada bazı Yahudi grup­
ları Hicaz taraflarına gitmiş; Vadı’l Kurâ, Teymâ ve
Yesrib’e yerleşmiştir. O, sıırada, orada, Cürhümlüler’den
bazı topluluklarla Amâlikâ’nm kalıntıları bulunmaktar
dır. Yahudiler, önceleri, onlarla iyi geçinmiş; zamanla
çoğalınca onları oradan kovup şehri ele geçirmiş ve
uzun zaman Yesrib’de (Medine) yaşam aya başlamışlar­
d ır-( 22 ).
Yesrib (Medine) şehrinde, Yahudiler’den başka,
putperest olan Evs ve Hazrec kabileleri vardı. Bunlar
birbirleriyle iyi geçinemiyorlardı. Yahudiler, bunlara,
«Yakında bir peygamber gelecek; biz ona tâbi olacağız
ve onunla birlikte sizi Âd ve İrem gibi yok edeceğiz»
diyorlardı.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Hazrec'den yedi ki­
şi, Hz. Muhammed’le konuştuktan sonra kendi araların-
da «Şüphe yok, Yahudilerin zuhur edeceğini söyledikle­
ri peygamber budur, haydi kendisine ilk katılan biz

21 Doç. Dr. Yaşar Kutluay, Tarihle ve Günümüzde İslâm Mezhepleri,


[TGİM), Ankara 1968, 13.
22 Bkz. el-Belâzurî, Futuhu'l Buldan, Çev. Mustafa Fayda, Ankara 1987,
19-20; Tanyu, A.g.e., 1/73.

28
DÖNMELER TARİHİ

olalım» şeklinde girmişlerdir. Bu, İs-


lâm’m dönüm noktası olmuştur (23). Böylece Peygam­
beri Medine'ye davet etmişlerdir,
Yahudilik’te, «Tevrat’m Hz. Musa’ya indirilmesiyle
din tamamlanmamakta», o yerine Yeşu'u (Yohoşu’a)
bırakmakta, nebiler birbirini takip etmektedir. Tevrat’ın
üüzûlünü takibeden yüzyıllar içinde gelen nebiler sil­
silesi «Malaki» ile sadece Ahd-i Atik’de sona ermekte;
fakat istikbalde zuhûr edecek ve MESÎH’in haberciliği­
ni yapacak olan Eliyahu’ya intizar ümidi sebebiyle «Nü­
büvvet» müessesesi açılmaya hazır bir kapı olarak dur­
maktadır. Yine Peygamberlik hususundaki düşünceleri
de; peygamber, yeryüzünde Allah’m hükümranlığınım
temsilcisidir, birbirine bağh uzun bir peygamberler sil­
silesi vardır; bu, Musa’da bitmemiştir; dünyanın sonu­
na kadar onun yerini alacak bir nebî bulunacaktır (24).
Halbuki, İslâm’da Peygamberlik Hz. Âdem’le başlar, Hz.
Muhammed’le son bulur (25). Fakat o (Hz. Muham^
med) , Allah’ın Resûlü ve Peygamberlerin sonuncusudur.
Allah’ın emirleri de Hz, Muhammed’e bildirilen, hiç bir
değişikliğe uğramadan onun ölümüne kadar devam
eden ve ondan sonra da değişmeden günümüze kadar
gelen, bundan sonra da değişmesi mümkün olmayan
K ur’ân^ı Kerîm’le son bulmuştur.
Hz. Muhammed (S.A.S.), Medine’ye (Yesrib) var­
dığı zaman, Medine halkı, bir kurtarıcının geleceği hak­
kında bir fikre sahip bulunuyordu. Onlar, Hz. Mu-

23 Arnold, A.g.e., 50.


24 Bkz. Yaşar Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhepleri (İYM },. Ankara
1965, 211-213.
25 el-Ahzâb, 40.

29
GİRİŞ

hammed’in Allah’ın Resûlü olduğu talebini anlama­


ya, Mekke müşriklerinden daha müsaitti. Putpe­
restler için böyle bir fikir tamamiyle meçhuldu (26).
Çünkü, bütün dünya putperestliğin zulmet ve cehaleti
içinde yuvarlanıp giderken, Hz. İbrahim’in Allah naza-
rjyesini teyid eden Hz. Musa’nın şenatı Allah’ın «BİR»-
liğini bir daha ortaya atmış ve «Âhirzaman Peygambe­
ri» nin geleceğini tebşir etmişti. Bunun için Ehl-i Ki-
tab’ın Hz. Muhammed’e iman etmesi, onun tek peygamr
ber olduğunu desteklemesi lâzımdı. Ehl-i Kitab’m İslâm
karşısındaki durumları hiçte böyle olmamıştır.
Hz. Muhammed, Mekke’den Medine’ye «Hicret» et­
tiği sırada Medine Yahudileri, Fatyûn isminde gayet ah­
lâksız bir reisin idaresinde, vaziyete hâkimdiler. Fat-
yûn, hain ve zalimdi. «Bu adam, evlenecek h er kızın
mutlaka kendi evinde bir gece geçirmesini istemiş., ve
bunu kabul ettirmişti. Yahudiler bu namus dışı hareke­
te zorla tahammül ediyorlardı. A3mı hareket, Ensar’a
da tahmil edilmek istendiğinden bunlar derhal isyan et­
mişlerdi. Ensar’ın reisi, bu durum karşısında isyan edip
Fatyûn’u öldürmeye muvaffak olmuştur» (27). Bu ah­
lâk dışı olayı bütün Yahudilerin kabul etmesi mümkün
değildir; am a kabul edenlerin varolduğunu yukarıdaki
kaynak bildirmektedir. Yahu dilerin istemeyerek de olr
sa boyun eğmek zorunda kaldıkları bu olaydan, ancak
Medineli Müslümanlar sayesinde kurtuldukları ve Müs­
lümanların putperestlere olduğu kadar Ehl-i Kitap’tan
olanlara da hidayet yolunu gösterdikleri malûmdur.
Hz. Muhammed, Medine’ye «Hicret» ettikten son^

26 Amold, 51,
27 Mevlana Şibiî, A sm Saadet, Ter. Ö. Rıza, İstanbul 1928, 1/281 -282.

30
DÖNMELER TARİHİ

ra, Yahudilerin reislerini yanına celbetmiş, onlarla bir


ciostluk ve ittifak muahedesi akdeylemiş; fakat Yahu-
diler, çeşitli bahanelerle, bu muahedeyi bozup Müslü­
manların aleyhine dönmüşlerdir. Bütün ticaret merkez,
lerini elde edip, Müslümanlara fahiş faizlerle borç pa­
ra vererek, onlan müşkül duruma sokmuş ve rehin ola­
rak Müslüman çocuklarını istemişlerdir. Medine’nin en
kıymetli topraklarını ellerine geçirmek suretiyle servet
sahibi olan Yahudiler, zina ve kumara son derece düş­
künlük göstermişlerdir (28). Bununla ilgili olarak Tal-
mut’da şöyle bir maddenin bulunduğu belirtilmekte­
dir ; «Eğer Yahudi olmayan bir insan zarurete düşer­
se, ona vereceğiniz paraya o kadar bü 3mk faiz koyunuz
ki; o adam, altından kalkamasm, bütün maJmı satm a­
ya mecbur olsun. Yahudinin bu gibi şeylerden istifade
etmesini, kendisinden başkasını ezmesini bilmesi şart­
tır» (29). Eğer Talm ut’ta böyle bir hüküm varsa, de­
mek ki'Yahudiler, Talm ut’un emrini yerine getirmeye
çalışarak, Müslümanları ezme siyaseti gütmüşlerdir.

Yahudilerin servet sahibi olmak arzulanna ve bu


servetlerini baskı unsuru olarak kullandıklarına -bugün
olduğu gibi- o gün de şahit olmaktayız. Halbuki Hz.
Muhammed, Yahudileri Ehl-i Kitap olarak kabul ediyor
ve onları kendi taraflarına almaya çalışıyordu. Ziya
Şakir, bu hususta, şöyle diyor : «İslâm’ın zuhur etme­
si, önce Yahudilerin üzerinde hiçbir sarsıntı husûle ge­
tirmemişti. Çünkü îslâm sadece putperestlikle mücade­
leye girişmiş, Yahudilere ve Hıristiyanlara (Ehl-i Kitap)

28 Bkz. Ziya Şakir, «Neşredilmemiş Vesikalara Göre Türkiye Yahudileri»,


M illet Mecmuası, 1947, sf. 15.
29 Şahap Tan, Yahudileri Tanıyalım, İstanbul 1968, 85.

31
GİRİŞ

nazarı^ ile baktığı için, onlara çok geniş bir müsamaha


göstermişti» (30). Kur'ân’da; « (Yahudi ve Hıristiyanlar-
dan) Düşmanlıkta ileri gidenler müstesna olmak üzere
Yahudi ve Hıristiyanlarla en güzel şeki’de mücadele
edin (yumuşak ve tatlı söz söyleyerek hakkı anlatın.
Düşmanlıkta ileri gidenlerle ise, savaşın). Bir de deyin
ki : «Biz hem bize indirilene (Kur’ân’a ), hem de size
indirilene (Tevrat ve İncire) iman ettik. Bizim İlâhımız
ve sizin İlâhınız BİR’dir, yalnız Ö'na itaat ederiz» (31).
buyurulmaktadır. Ömer Nasuhi Bilmen, bu âyetin tef­
sirini şöyle yapmaktadır : «Bu mübarek âyetler, Ehl-i
îslâmın Ehl-i Kitab’ı ne veçhile din-i İslâm’a dâvet ve
onlar ile mübahase edeceklerini bildiriyor ve o Peygam-
ber-i Zişân’a verilen K ur’ânı Mübîn’e ehl-i kitabın ve bir
kısım müşriklerin imân etliklerini, onu ancak kâfirlerin
inkâr eylediklerini haber veriyor... (ve ehl-i kitap ile)
de yani; Yahudiler ve Nasâra taifeleriyle de onlan ir-
şâd için (en ziyade güzel suretten başkalarıyla mücade­
le etmeyin) gazaba, hiddete mağlup olmaksızın kemâl-i
nfk ile, hayırhahâne bir surette mübahaseye, onları
ikaza çalışın.» (32)

Allah’ın (C.C.), Peygamberine hitaben, «İşte bun­


dan dolayı sen davet et ve emr olunduğun gibi istiKa-
mette bulun ve onlann hevâlanna tâbi olma ve de ki ;
Allah’ın indirmiş olduğu Kitab’a iman ettim ve aranız­
da adaletle hükmetmekle emrolundum. Allah bizim de
Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz
bizedir, sizin amelleriniz de size aittir. Bizimle sizin

30 Ziya Şal<lr, A.g.m, 11.


31. Ankebût, 46.
32 ö . N. Bilmen, Kur an-ı Kerîm'in Türkçe Meâi-i Âlisi ve Tefsiri, V/670.

32
DÖNMELER TARİHİ

aranızda husumet yoktur.» (*) Bu âyet şöyle tefsir edi­


liyor : «Bir hüccete ihtiyaç kalmamıştır, hak zahir ol­
muştur, Size karşı bizde nefsanî bir husumet yoktur
ki, ondan dolayı sizi takbih ve teşhir etmiş olalım. Biz
yalnız Allahımız’ın emrine riayet, insaniyete hizmet,
içindir ki, sizi din-i İslâm’a davet ediyoruz, aramızda
Dir din kardeşliğinin tecellisini temine çalışıyoruz» (33)
Görülüyor ki, ilk zamanlar Ehl-i Kitab’a karşı bir
kardeşlik hissi ye onlarla iyi münasebet kurma tavsi­
ye ediliyor. Hz. Muhammed de bu yolu seçerek onlarla
andlaşma yapıyor. Islâm’ın ilk yıllarında bu durumu
teşvik eden âyet ve hadis hayli çoktur. «Hz. Muham­
med (S.A.V.) halkın ahenk ve huzur içinde yaşamasını
ve İçtimaî birlik vücuda getirmelerim istemiş ve bu
maksatla bir takım andlaşmalar da yapmıştı. Muhacir­
lerle Ensâr arasında imzalanan andlaşma içine Yahu-
diler de dahil edilmiştir. Bu andlaşmada şöyle denil­
mektedir' : ‘Bize tâbi olan Yahudilere gelince : Onlara
da yardım edilir. Onlar da müsavi muameleye tâbi olup
zulme uğramazlar. Onlara karşı gelinmez. Mı^lümanla-
rın sulhu birdir. Yahudiler, beraber muharip oldukça,
müzminlerle müttefik muamelesi görürler. Benî Nadir
Yahudileri müzminlerle beraber olan bir ümmettir. Ya-
hudilerin dini kendilerine, mü’minlerin dini kendileri­
ne aittir. Yahudi] erin köleleri de kendileri gibidir. Mu-
hammed’in müsaadesi olmadan kimse çıkarılamaz, inti­
kam yasaktır. Yahudilerin nafakaları kendilerine, Müs­
lümanların nafakaları da kendilerine aittir» (34).

* Şûrâ, 15.
33 Bilmen, VII/3231.
34 Ali Himmet Berki - Osman Keskioğlu, Hâtemü'l Enbiya Hazreti Mu­
hammed ve Hayatı, Ankara 1960, 11/209-211.

33
GİHİŞ

Kur’ân -1 Kerîm, en çgk Yahudilerden ve onların


inatçılığından bahsederek Müslümanlara ibret dersi de
vermektedir. Yine onlar, Islâm’ın huzurunda,- bu dini
dağıtmak için çok gayret sarfetmişlerdir. Hz. Peygam-
ber’in sağlığında, onlardan Müslüman olanların adedi
bir kaç tanedir (35). Buharî’de yer alan bir haberde
Peygamberimiz, «Bana Yahudilerden 10 kişi iman et­
seydi, bütün Yahudiler de iman ederlerdi» (*) buyur­
maktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in açık hükümlerine ve Pey­
gamberdin müsamahasına rağmen, Yahudilerden Müs^
lüman olanların sayısı -sağlığında- sayılabilecek bir öl-
çüdedir. Hz. Muhammed’in vefatından sonra, Müslüman
clanlarm sayısı artmış .görünmektedir. Yahudilerden
Müslüman olanların sayısı arttıkça, nifak da artmıştır.
Bu nifak, daha ziyade, Peygamber’in ölümünden sonr
ra, İslâmî kaynaklarda olmuştur (tefsir vb. gibi). Cerrah-
üğlu, bu konuda, şöyle demektedir : «Bu gibi menkûlat,
zamanla çoğalmış, gafil olan müfessirler kitaplarını,
çeşitli merviyatla doldurmuşlardı. Bu rivayetlerin îslâ-
ımyete girişi bidayetteki Müslümanların kültürlerinin
zayıflığında aranacağı gibi, İslâmiyet’e diğer dinlerden
gelenlerin şahsî durumlarında da aram ak lâzımdır. On­
lardan bir kısmı menfaat dolayısiyle Müslüman olmuş,
h attâ bu dinî düşman olarak görmüş, onu zayıflatmak
için, ona zararlı olabilecek şeyleri de sokmuştur. Onlarr
dan diğer bir kısmı, hakîkaten samimî Müslüman ol­
muşlar, psikolojik bir hâl olarak bir ömür yaşadıkları
dinin, zihinlerine yerleştirdiği alışkanlıktan kurtulama­
mış, ellerinde olmayarak eski dinlerinde gördükleri câ-

35 Cerrahoğlu, 250.
” Sahihu’l-Buhan, Babu'l Menakıbu’l Ensar, 52 (îV/269).

CA
DÖNMELER TARİHİ

zip şeyleri yeni dinde de görmek istemişlerdir» (36).


A, İnan, «Her yerde ve her zaman insan toplulukları
birbirinin aşağı yukarı aynı olduğu için eski kavimler-
de olduğu gibi Müslüman kavimlerde de birçok hura­
feler İslâm dininin emirleri imiş gibi yerleşnaiştir. Muh­
telif dinlere mensup olan kavimler Müslüman olduktan
sonra bu hurafeler çoğalmaya başlamıştır. Çünkü her
kavim İslâm cemaatine eski dinlerinden birşeyler ge­
tirmişlerdir. Bu putperestlik devrinin kalıntıları olan
hurafeler, Dinler Tarihi ara§tırm alanndan anlaşıldığına
göre, İlâhî gerçek din (İslâm) için her devirde bulaşıcı
bir İ ç t i m a î hastalık’ olmuştur» diyor ve
gerçek din bilginlerinin her devirde bunlarla mücadele
ettiğini, fakat bazı müfessirlerin, İsrailiyât (Tevrat,
Talmud ve benzeri kitaplardan) ile Samî kavimlerin
folklor malzemjslerinden faydalanarak, yaptıkları tefsir­
lere, bilmeyerek, bir takım hurâfeler ve hikâyelerin,
Kur'ân-ı Kerîm’in esas talim atına aykırı olarak, girmer
sine sebep olduğunu; bu hususta Hârût’la Mârût hak-
kmdaki hurâf elerin İslâmiyet’in melekler hakkındaki
talim atına aykırı bulunduğunu (37) kaydediyor. Zaten
samimî olarak kendi dininden dönüp İslâm’ı kabul eden-
lere diyecek birşeyimiz yoktur. İslâm inancına göre
eğer bilmeyerek hata işlenmiş ise Allah affetmek,
te; çünkü Peygamberimiz «Ameller ancak niyetlere
göredir» (38) buyurmaktadır. Fakat, asıl mesele; ina­
nır görünüp de, inanmayanlardır. Buhlann gayesi el­
bette İslâmiyet’i yıkmak olacaktır. Bir kaleyi içer­
den fethetmek, dışardan fethetmekten daha kolay­

36 Cerrahoğlu, 246.
37 Prof. Abdulkadir İnan. Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul 1976, 178-179.
38 ez-Zebîdî, Sahîh-i Buhâr^ Muhtasarı, 1. Cilt, 1. hadis.

35
GİRİŞ

dır. Buna da, daha çok EhM Kitaptan olanlarda şa­


hit oluyoruz. Çünkü putperestlerin, inançları belirli
ve sağlam bir kaynağa dayanmadığı için, eski inanç­
larını yaşatmaları mümkün değildir. Ama, Ehl-i
Kitap (Yahudi ve Hıristiyanlar) için bunu de­
mek mümkündür. Hele bunlar, Yahudiler gibi, kendile­
rini, Kutsal Kitaplarınm öğretilerinden; necip bir ırk ol­
duklarına ve Hz. Musa'nın peygamberliğinin devam etti­
ğine inandıran bir millet olursa... Onlann bu tip inanç-
jannı bugüne kadar yaşattıklarını görmek mümkündür.
Müslüman gibi görünüp, eski dinlerinde sebat etmiş
Yahudiler yanında Hıristiyanları da zikredebiliriz. An­
cak konumuz Yahudiler olduğu için, onlara, burada yer
v^ermeyi lüzumsuz görüyoruz.
Tevrat’ın çeşitli kişiler tarafından kaleme ahndığı
ve Musa’dan 1000 yıl sonra, ancak bugünkü şekle gel­
diği düşünülürse, bu kadar uzun bir müddet içerisinde,
çeşitli etkiler arasında, Musa’ya ne derece sadık kalına­
cağım tahmin etmek güç olmasa gerektir. Böyle plun-
ca da, çelişkilerin, birbirini tutmaz tekrarların olması
tabiî görülebilir (39).
Kısas-ı Enbiya’da, «Hz. Muhammed, Bedr Gazve-
si’nden muzaffer dönünce, din-i îslâm pek ziyade kuv­
vet buldu. Bvınun üzerine, (Medine’deki Yahudiler)
‘Tevrat’ta mezkûr olan Nebiyyi Ahirü’z-Zaman budur’
demeye başladı ve henüz imân etmeyenlerden bazıları
imân eyledi, bazıları da zahiren İslâm’a girdi. îşte bu
cihetle ehl-i İslâm içinde bir hayli münâfıklar peydâ
oldu» (40). diye zikredilmektedir. Bedr Gazvösi’nden

39 Tanyu, TBYT, 1/74.


40 Ahnrıed Cevdet Paşa, Kısastı Enbiya, 1/157.

30
DÖNMELER TARİHİ

sonra, Yahudilerle yapılan aniaşmarun akabinde, YahUr


dilerden olan K â’b b. Eşref, Mekke’ye gidip Kureyş’i
Khl-i İslâm aleyhine tahrik etmiştir (41). Bu tahrik ve
teşvikler Uhud Gazvesinden sonra daha da artm ıştır.
Uhud Gâzvesi’nden sonra Yahudiler, fikir ve tavır-
larmı değiştirmişlerdi. Hz. Muhammed, Müslümanlarla
andlaşma yapan Yahudilerin andlaşmaya olan sadakat­
lerini öğrenmek için, Kuba yakmmdaki Beni Nadir Ya^
hudilerine, aralannda Hz. Ebu Bekr, Ömer, Ali gibi as-
hâbdan on zâtla gitti. Bunlar, İslâm aleyhinde bulun­
mamak üzere, Hz. Muhammed’le anlaşmışlar ve onun
Kütüb-ü Semaviyye’de (İlâhî Kitaplar) va’dolunan
«Âhir Zaman Nebisi» olduğunu söylemeye başlamışlar­
dı. Fak at bir taraftan da Mekke ve Medine münafıkları
ile muhabere ediyorlardı, Peygamber, Yahudiler’e gidiş
gayesini ve teklifini açıklayınca ilkin iyi karşılanmış,
fakat sonradan aralarında bir dedikodu başlamış ve bir­
kaç kişi bir araya toplanıp aralarında birşeyler konuş­
m uştur Bu, Feygamber’i öldürmek için bir hazırlıktır.
Suikasd, Hz, Muhammed’in oturduğu damın başına çı­
kıp büyükçe bir taş atmak şeklinde olacaktır. Bu işi ye­
rine getirmeyi de Amr b. Cihâş üzerine almıştır. Amr b.
Cihâş dama taşı atmak için çıkmış; fakat bundan ha­
berdar olan Hz. Muhammed, derhal oradan kalkmış ve
Medine’ye dönmüştür. O, Medine’ye dönünce, Muham­
med b. Mesleme’yi Benî Nadîr-e elçi göndermiş, andlaş-
mayı bozduklanndan ve Peygamber’e karşı suikasd ha­
zırladıklarından dolayı, on gün zarfında, memleketlerin­
den çıkıp başka bir yere gitmelerini emretmiştir. (42).

41 Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, 1/160.


42 Bkz. Taberî, M ille tle r ve Hüküm darlar Tarihi, Çev. Z, K, U g a n -A .
Tem ir Ankara 1955, 11/466-472.

37
GİRfŞ

Âdetleri üzere Yahudiler sıkıştıkları vakit inanmış


g'örünmeyi, rahata kavuştuklan zaman düşmanlıklan ve
kendi inançları doğrultusunda yaşamayı alışkanlık ha-
line getirmişlerdir. Aynı şeyi Hz. Musa’ya karşı da yap­
tıklarını Kur’ân-ı Kerîm şöyle belirtmektedir : «(Ey îs-
railoğulları, hem hatırlaym ki), Bir vakit sizi ve ata­
larınızı Fir'avn avanesinden kurtarmıştık, sizi azabın
kötüsüne süjrüp oğullanmzı boğazlıyor, kızlarınızı ha­
yatta (diri) tutm ak istiyorlardı ve bunda, sizin için
Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı. Yine ha-
tırlaym ki, bir vakit sizden ötürü denizi yardık da he­
pinizi kurtardık, F ir’avn avanesini ise, sizler bakıp du­
rurken, suda boğduk. Bir vakit de Musa’ya, Tûr’da vahy
için kırk gece vâde vermiştik. O, Tür’a gittikten sonra,
siz, buzağıyı tanrı edindiniz ve bu halinizle zalimlerden
oldunuz» (43). Bir başka Âyet’te, «İtaat için sağlam
söz verdikten sonra, arkasından döneklik ettiniz» denil­
mektedir. (*)
îsrailoğulları, Tevrat’ın hükmünce amel edecekleri­
ne söz verdikten sonra bu sözlerinden dönmüşlerdir..
Yahudilerin sözü daima zahiren olmuş, bâtınen bir şey
vuku’ bulmamıştır. Bundan dolayı onların sözüne gü.
venilemeyeceği kanaati yaygınlaşmıştır. Ancak Müslü­
man olmuş bir kısım insanı bundan istisna ediyoruz.
Çünkü içlerinden samimi olarak İslâm’ı kabul etmiş
ölanîar bulunmaktadır. Bunlardan birkaç örnek verece­
ğiz.
Hz. Muhammed Medine’ye vasıl olup, Hz. Halid
Snsâri’nin hanesine misafir olduğunda, bunlardan

43 Bakara, 4 9 -5 1 .
* Bakara, 64.

38
DÖNMELER TARİHİ

Abdullah b; Selâm'ıri durumu şöyle anlatılır : «O


gün Medine ahalisi, Hz, Halid’in hanesine gelip Resûl-i
Ekrem'i ziyaret ettikleri sırada Ulemâ-ı Yahud’dan (Ab­
dullah b. Selâm) dahi geldi ve dikkatle Hz. Peygamber’in
yüzüne baktı ^bu yüz yalancı yüzü değildir’ deyip he­
men îsiâm ile müşerref oluverdi» (44),
yine Medine’de, ilim, fazilet ve servet sahibi Mu-
hayrik isminde bir Yahudi vardır. O, Hz. Muhammed’in
İlâhi kitaplarda zikredilen «Âhir Zaman Peygamberi»
olduğuna inanmış; fakat birdenbire dindaşlarından ay­
rılıp İslâm’ı kabul edememiştir. Muhayrik’in Uhud Gaz-
vesi’nde İslâm’ı kabul ettiğini Ahmed Cevdet Paşa şöyr
le anlatm aktadır : «Gazve-i Uhud günü, diğer rüesa-yı
Yahud’un yanına gidip ‘Kütüb-i Semaviyeye nazaran
bugün Uhud’da cenk ve cihâd eden Zât-ı Şerif’in Ne-
biy-yi Ahirü’z-Zaman olduğundan şüphe yoktur. Ona
yardım etmek üzerimize farzdır’ dedikte onlar da ‘bu­
gün yevm-i sebttir. Bir işe yapışamayız. Muharebeye
nasıl gidelim’ demişlerdir.

Muhayrik ‘Onun şeri’ati yevm-i sebt resmini nesli


etti. Kalkınız gidelim, o Nebiy-yi Zişân’a yardım ede­
lim’ demiş ise de dinlememişler. O dahi artık dayana­
mayarak ilân-ı İslâm ederek .Huzûr-ı Nebevî’ye geldi :
'Y a Resûlallah! Eğer ben şehid olursam cümle emva­
limi umur-i cihada sarfet’ diye vasiyet etti. Bâdehû
kendisini ortaya attı ve merdâne cenk ederek şehid olup
dâr-ı Cemiet’e gitti. İşte onun hakkında Resûl-i Ekrem,
((‘Muhayrik, millet-i Yahûd’un en hayırlısıdır’ dedi» (45).

44 Ahmeci Cevdet Paşa, Kısas-! Enbiya, 1/120-121.


45 A. Cevdet Paşa. Kısas-ı Enb., 1/180; Ayrıca Bkz. el-Belâzurî, 24.

39
GİRİŞ

Bu arada Yahudi olup, İslâm’a girip, Hz. Muham-


med’in zevcesi olma mertebesine yükselen ve samimî
Müslüman olan Hz. Safiye’yi de zikredelim (Bu husûs-
ta ileride geniş bilgi verilecektir).
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Hz. Muhammed’in
sağlığmda, Müslüman olan Yahudilerin sayısı ü ç-b eş
kadardı. Bu ilk Müslüman olanlar, samimî olarak ka­
bul edilebilir. Daha sonra Müslüman olanlara, tereddüt­
le bakılabilir.
Yaihudilerin büyük din âlimlerinden olan Abdul­
lah b. Selâm, Hazreti Muhammed’le temas edince, onun
Tevrat’ta zikri geçen son Peygamber olduğunu anlanuş
ve Müslüman olmuştur, Abdullah b, Selâm’ı kendileri­
nin âlimlerinden ve mürşidlerinden sayan Yahudiler,
İslâm’ı kabül etmesinden sonra onun aleyhinde söylen­
medik söz bırakmamışlardır. Biraz evvel övgüde bulun­
dukları bu adamm hakkında birçok şeyler uydurup Y a ­
hudi mahallelerine yaymışlardır. Bu hâdise de, Yahudi­
lerin İslâm aleyhtarlığını körüklemiş ve Mekke’de müş­
riklerle uğraşan Hz. Muhammed, Medine’de de Yahudi­
lerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Bunlar Ehl-i Kitap
olduklarından karşılarına peygamberler tarihine ait so­
rular çıkarıyorlardı. Bu mücadelede hileye başvurmak,
tan çekinmiyorlardı. Tevrat’ta olan şeyleri bile ayaklar
altına alıyor ve Peygamber’e sorulmayacak şeyler soru­
yorlardı. Ortalığı karıştırmak için hile ve yalan yolunu
tercih ediyorlardı. (46)
Bedr Gazvesi’ndeki başarıyı takiben, Uhud Gazve-
Bi’nde ganimet sevdasına düşüp, harbin sonuna kadar

46 Berki - Kesl<ioğlu, A.g.e,, 11/222

40
DÖNMELER TARİHİ

bulundukları yerlerden ayrılmaması gereken Müslüman-


1ar yerlerini terkedince savaş, Müslümanların şehîd
vermelerine sebep olmuştur. Uhud'da şehid olanlar def­
nedildikten sonra, ResûU Ekrem, Medine’ye gelmiştir.
«Şühedânm evlâd ve iyâl ve akrabaları ağladıkça gü-
ruh-ıı münafıkin, memnun olurdu, İslâm’ın bu mağlu­
biyeti üzerine Yehûd taifesi dahi şımarmıştı» (47). Bu
ve benzeri olaylar Hz. Muhammed’in bunlara karşı ke­
sin tavır almasına sebep olmuştur.
Yahudiler; bunlarla yetinmeyerek, her türlü ikilik,
düşmanlık tohumları ekmeğe, ortalığı karıştırmağa,
türlü olaylar çıkarmağa çalışmış ve İslâm’a karşı bü­
yük bir düşmanlık d ay muşlardır. K ur’ân-ı Kerîm, Ya^
hudiler hakkında çok dikkate değer âyetlerle, bu du­
rumu, belirtmiştir.
Yahudiler; hem Hz. İsa’yı, hem de Hz. Muhammed’i
peygamber tanımıyor ve İslâm dininin kendi kitap­
larından alındığını ileri sürüyorlardı. Hattâ işi silâhlı
direnişe bile götürmüşlerdi. 628 yılında Yahudi kalesi
olan Hayber, Müslümanlar tarafından zaptedildi. B u ra­
sı Hz. Muhammed zamanında Yahudiliğin merkezi idi.
Medine’den suçlan dolayısıyla çıkarılmış Yalıudiler de
Hayber Şehrine yerleşmişlerdi. Yahudilerin, İslâm düş-
manlariyle anlaşmalar yapmaları, onlara yardım etmek­
leri, başlangıçta iyi olan ilişkileri bozmuştu. Hendek
savaşında Benî Kurayza Yahudiler İslâm düşmanlarıyla
anlaşmışlardı (48). Peygamberimize suikast tertip et­
meye teeşbbüs eden Benî Nadir Yahudilerine on gün
mühlet verilmiş; ancak, Yahudiler çıkıp gitmeye hazır­

47 A. Cevdet Paşa, Kısas, 1/188.


48 Bkz. Belâzurî, 3 0 -4 0 ; Tanyu, 1/104-105.

41
GfRlŞ

lanırken, münafıkların reisi Abdullah îbni Ubey îbni


Selül onlara «Yerinizde sebat ediniz. Biz size yardım
ederiz, Yahud-i Benî Kurayza ile muâhid ve müttefiki­
niz olan Kabile-i K atafân dahi imdad ederler» diye giz­
lice haber göndermiş olduğundan Benî Nadir, evvelki
çıkıp gitme niyetlerinden vazgeçip, çıkmayacaklarını
bildirnuş ve, elinden geleni geri koymaması için, Hz.
Muhammed’e haber göndermişlerdi (49).
Münafıkların bu halini beyan etmek üzere aşağıda
meâllerini verececeğimiz âyetlerin nazil olduğu ifade
edilmektedir (50). Âyetler bu hâdiseyi şöyle anlatm ak­
tadır : ((Şu münafıklık yapan kimseleri görmüyor mu­
sun? Ehl-i Kitap'tan küfreden kardeşlerine şöyle diyor­
lar : Andolsun, eğer siz yurtlarınızdan çıkarılırsanız,
Vj İ z de, sizinle beraber çıkarız. Sizin hakkınızda ebedî
olarak kimsf3ye itaat etmeyiz ve size karşı harp yapılır­
sa muhakkak size yardım ederiz. Haîbııki Allah, onların
yalancı olduklarına şehadet ediyor. (*)
Münafıkların hali Kur’ân-ı Kerîm’de çok yerde zik­
redilmektedir. Hattâ, Cenâb-ı Hak, Hucûrat Sûresi’nde
bunları şöyle uyarmaktadır : «(Ganimet hevesi ile gö­
rünüşte İslâm’ı kabül eden bazı) ' Bedeviler; «Biz ger­
çekten iman ettik» dediler.» (Ey Resûlüm, onlara) de
ki : (Siz kalplerinizle iman etmediniz, ancak biz (kılıç
korkusundan ve İslâm nimetinden faydalanmak için)
Müslüman gözüktük deyin; henüz imân kalplerinize gir­
memiştir.» İmanlarında sadık olanlan da şöyle açıkla­

49 A. Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, 1/194-195.


50 Bkz. Berki-Keskîoğlu, Hâtem ü't Enbiya, 11/289; Elmalı Hamdi Yazır,
Hak Dini Kur'ân D ili, VII/4855.
* el-Haşr Sûresi, 11-13,

42
DÖNMELER TARİHİ

maktadır : «Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’a


ve Peygamberine iman etmişlerdir; sonra (im an^nnda)
Rüpheye düşmemiş; Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla
savaşmışlardır. İşte böyle kimseler imanlarında sadık
olanlardır,» (51)
Bu âyet-i kerîmelerin ışığında, zahiren Müslüman
olanlarla gerçekten iman edenleri ayıracağız. Konumu­
mun mihveri badur. Ölçümüz de bu olacaktır.

Yahudiler, Müslümanlara karşı, silahlı direnişlerde


de bulunmuştur. Çeşitli suçlan dolayısiyle, yerleşmiş
bulundukları, Medine’den kovulan Yahudiler’in çoğu
Haytaer’de toplanmıştır. Medine’nin Şam yönünde ve
Medine’ye dört konaklık bir mesafede bulunan Hayber,
büyük bir şehirdir. Âraplann en büyük ticareti Şam’la
olmaktadır. Yahudilerin Şam yolu üzerinde böyle top­
lanıp bir kuvvet oluşturması, İslâm için zararlı görül­
müştür. Ancak o güne kadar Müslümanlar, Mekke müş­
rikleri ile uğraştıklarından, Şam tarafını düşünmeye
fırsat bulamamışlardır. Mekkelilerle Hudeybiye’de an­
laşma yapılınca, Şam tarafını düşünme fırsatı doğmuş­
tur.
Hz. Muhammed zamanında Yahudilerin merkezi
ve kalesi olan Hayber, 628 yılında, Müslümanlar tarafın­
dan zaptedilmiştir. Hz. Muhammed, 200 atlı, 1500- 1600
piyade ile Medine’den çıkıp Hayber’e gelmiştir. O, önce
barış ve anlaşma teklifinde bulunmuş; fakat teklifi red­
dedilmiştir. Bunun üzerine Yahudilerin kumandanı Mer-
hab ile Hz. Ali çarpışmış; Hz. Ali ve birlikleri galip gel­
miştir. Savaşta Yahudilerden 93 kişi ölmüş ve Müslü-

51 Hucurat, 14-15.

43
GİRİŞ

raanlardan 15 kişi şehid olmuştur (52). Hz. Muhammed’e


Hayber’de kaldığı günlerde bir suikast da düzenlenmiş­
tir. Yahudilerın ileri gelenlerinden, olan ve savaşta ya-
kmları ölen Zeynep adında bir Yahudi kadını, Hz. Mu-
hammed’i arkadaşlariyle beraber yemeğe davet etmiş ve
kızartılmış koyun etine zehir katarak, onları, öldürme­
yi planlamıştır. Ancak Ha. Muhammed yapılan planı
anlamıştır (53),

Bu olayı Enes b. Mâlik şöyle nakletmektedir : «Hay-


ber’de bir Yahudi, Nebî’ye, zehirleyerek kızartılmış bir
koyun takdim etmişti. Resûl-i Ekrem, bundan yemiş,
kendisiyle beraber Bişr İbn-i Berrâ da yemişti. Sonra
Resûl4 Ekrem, Ashaba, ‘bu et zehirlidir, yemeyiniz’ de­
mişti. Bu hiyaıieti yapan Yahudi kansı getirildi. (Kadın
cürmünü itiraf etti). Bunun üzerine Ashâb tarafından,
‘Bu kadım öldürelim mi, ya Resûlallah?’ diye soruldu.
Peygamber de, ‘Hayır, öldürmeyiniz!’ buyurdu. (Resûl-i
Ekrem nefsi için ahz-i intikam i’tiyadında değildi). F a ­
kat bilâhare, Bişr, zehirden dolayı vefat edince, kadın
kısas edildi. Bu bir lokma zehirli etin tesirini zaman
zaman Resûl-i Ekrem küçük dili üzerinde hisseder­
di» (54).
Bu zehirleme ile ilgili bir başka rivayet de Ebu Hu-
reyre’den nakledilmektedir : «Hayber fetholunduğu zar
man Nebî’ye (S.A.S.) (Haris kızı Zeynep tarafından) içi

52 Tanyu, TYBT. I/.104.


53 Şiblî, Asr-ı Saadet, 1/447-455; A, Cevdet Paşa, Kısas-J Enbiya,
1/237-240; Berki — Keskioğlu, Hâtemü’l Enbiya, 11/331 -338; ez-
Zebîdî. Sahîh-i Buharı Muh. 11/301: Tanyu, TBYT, 1/105.
54 ez-Zebidî, Sahîh-i Buhart Muhtasarı, V III/44 ; Berki — Keskfoğlu.
Hatemü'l Enbiyâ, 11/337-338; Şiblî, Asr-ı Saadet, 1/454-455.

44
DÖNMELER TARÎHİ

zehirli (kızartılmış) bir koyun hediye edilmişti. (Bunun


zehirli olduğunu vahiy ite bilen) Nebî, Ashâba, ‘Hay-
öer’de ne kadar Yahudi varsa onları bana toplayınız!’
buyurdu. Ashâb da toplayıp getirdiler. Resûlluliah bun­
lara hitâb ederek (Burada çeşitli sorular sorarak, yar
lanlarını ortaya çıkarıp doğru söylemeye teşvik ettikten
sonra, koyunla ilgili soruyu soruyor), ‘Şu koyuna zehir
koydunuz m u?’ diye sordu. Yahudiler, ‘Evet, koyduk!’
dediler. Resûlullah, ‘Bu cinayete sizi ne şevketti?’ de­
mişti. Yahudiler de, ‘Biz şöyle düşündük ; Eğer sen ya-
la.ncı (Peygamber) isen (koyunu yer ölürsün) biz de
müsterih oluruz. Eğer hakîkî bir jÇeygamber isen sana
bir zarar erişmez!’ diye cevap verdiler» (55).
Görülüyor ki Yahudiler, Hz. Muhammed’i yok et­
mek için bir kaç defa benzeri teşebbüslerde bulunmuş­
tur. Bu zehir hadisesini, sadece Zeynep adlı kadımn ter­
tibi olarak düşünmek zordur. Bunun bütün Hayber Ya-
hudilerince tertiplenmiş, planlanmış olduğu anlaşılmak­
tadır. Hz, îsa Olayı’nda olduğu gibi Hz. Muhammed’i de
ortadan kaldırmaya, dâvasına engel olmaya çalışmış­
lardır. Çünkü Yahudi Kutsal Kitapları’nda ve öğreti­
lerinde Peygamberlerin irken Yahudi olacağı işlenmek-
tedir. Bunun için Yahudi ırkından olmayan veya sadece
Yahudileri kurtarmayı, hedef alrhayan kimseleri «Pey­
gamber veya kurtarıcı» kabul etmezler. En büyük Pey­
gamber olarak da Hz. Musa’yı görürler. Bundan dolayı,
iJk fırsatta, çıkan Hak Peygamberleri ortadan kaldır­
mayı gaye bilmişlerdir. Fak at Yahudiler arasından çı­
kacak ve Yahudileri «Arz ı Mev’ûdwa götürecek «Me­
sih» i beklemelerinde herhangi bir endişe, kopukluk ol-

55 ez-Zehiöh Sahîh-i Buhari, V lll/466.

45
GİRİŞ

marmştır.
Yahudilerin Hz. Muhamnıed’e karşı intikam hissi
iJe dolu olduklarını gösteren başka bir olay, ona sihir
yapmış olmalarıdır. Bu, Hz. Aişe’den rivayet edilen bir
hadîste yeralmaktadır. Yapılan sihrin tesiri konusunda
çeşitli görüşler bulunmaktadır. Sihir ister tesir etsin, is­
ter etmesin; takat önemli olan böyle bir şeye teşebbüs
edilmesidir. Yahudilerden görülen bu kadar ihanete
rağmen Müslümanlar, herhangi bir intikama kalkışman
mış ve onlara daima şefkat göstermiştir.
Hz. Muhamnıed, Hayber’de yenik düşen Yahudile­
rin canlarını bağışlamış, onları vergiye bağlamış ve on­
lara iyi muamele etmiştir. Hayber arazisi, Beytü’l mal
için fetholunmuştur. Bu fetihten sonra harp ganimet­
leri taksim olunurken Huvey b. Ahtab’ın kızı Safiye,
Hz. Muhammed tarafından, Dihyetül-Kelbî’ye verilmiş­
tir. Ancak onun Kelbi’ye verilmesine çeşitli itirazlar
olunca Hz. Muhammed, onu kendisine almıştır. Sahabe,
Peygamber’ih onu cariye olarak mı, yoksa zevce olarak
mı alıkoyacağını merak etmeye başlamıştır. Resûl-i Ek­
rem, Safiye'yi hicap ve perde arkacına alınca, onun
oümmühâtri mü’minîn» sırasına geçeceği anlaşılmıştır.
Daha sonra da onunla evlenmiştir (56). Hayber’den
«altı mib) uzakta bulunan bir yere varınca, zifaf için k a
naklamak emredilmiş, fakat Safiye buna razı olmamış­
tır. Hayber’den «on iki mil» uzaklıktaki «Sahbâ»ya var
rınca zifaf vuku’ bulmuştur. Daha önceki itirazının se­
bebi Safiye'den sorulunca o, önceki yerin Yahudilere
yakın olduğu için Peygambere zararlannın dokunabile­

56 Bkz. A. Cevdet Paşa, Ktsas-ı Enbiya, 1/238-240; Tanyu, TBVT,


l/IO S -106.

46
DÖNMELER TARİHİ

ceğini düşünmüş olduğunu söylemiştir. O’nun Peygam,-


ber için bu endişesi, büyük muhabbete sebep olmuştur.
Bir rivayette, Safiye’nin yüzünde dayak izi tesbit edilip
sebebi sorulunca, onun şöyle dediği belirtilmektedir :
«Bir gece rüyamda sanki ayı gökten inip koynuma gir­
miş gördüm. Zevcim Kinâne’ye hikâye ettim. Sen şu
üzerimize gelen Arap Meliki’nin (Hz. Muhammed.’i kas-
dederek) zevcesi olmağa göz dikmişsin, diyerek yüzüme
bir tokat aşketti ve izi kaldı» (57). Safiye’nin kocası Kl-
nâne, Hayber Savaşı’nda ölenler arasındadır.

Safiye binti Huvey, Yahudi olduğu için, Ashâb ve


Peygamberin hanımları arasında tereddüt meydana ge­
tirmiştir. Ancak, gerek kendi tutumu ve gerekse Hz.
Muhammed’in güveni, bu tereddütü gidermiş; onun di­
ğer Yahudilere benzemediğini ve İslâm’ı samimî olarak
kabul ettiğini göstermiştir.

Hayatı boyunca Hz. Safiye, Hz. Muhammed’e çok


bağlı ve saygılı olmuş, yakın davranmıştır. Hz. Muham­
med’in ölüm döşeğini çevreleyen diğer eşleri arasında
Hz. Safiye, «Keşke, senin uğradığın hastalığa ben uğr
rasaydım, senin yerine yatan ben olsaydım» diye Hz,
Muhammed’e olan sevgisini ve bağlılığını dile getirmiş­
tir. Bu söz üzerine Peygamberin diğer zevceleri birbiri­
ne bakışıp göz kırpmışlardır. Hz. Muhammed, onların
bu yaptıklarının farkına varmış ve «Safiye bu sözünde
sadıktır» diyerek onun sadakatini, samimiyetini teyid
etmiştir (58). Hicri 50. yılda vefat eden Hz, Safiye’-
den, Hz. Muhammed hakkında, mühim hadîsler nakler

57 e2-Zebidî, Sahîh-i Buhari, 11/309-310.


58 Bkz. Berk-i — Keskioğiu, Hatemu’l-Enbiya, 11/339.

47
GİRİŞ

dilmiştir (59). Rivayetlere göre Safiye’nin inanmasının


samimiyeti konusunda bir şüphe yolîtur ve o, diğer Ya-
hudiler'den farklıdır. Çünkü Yahudilerden İslâm’ı ka­
bul edenlerin büyük çoğunluğuna Müslümanlar, hep
şüphe ile bakmış ve onlara pek güvenememiştir.

59 Bkz. ez-Zebidr, Sahîh-i Buhan Tec. IV/46, VI/330 vdy.

43
L BÖLÜM

A — Hz: MUHAMMED’DEN SONRA MÜSLÜMANLAR


İLE YAHUDİLER ARASINDAKİ İLİŞKİLER

a) Hz. Muhammedi'den Sonra Müslümanlar ve Ya^


hudiler :
İslâm’ın tabiî gelişmesi ve yayılması; Müslüman ol-
mâyanlarm İslâm’ı seçip benimsemesiyle olacaktı. Hz.
Muhammed de^ önce, putperestleri Müslüman etmeğe
uğraşmış; Ehl-i Kitap’tan olanleın bir kenara bırakmış-
tı. İslâm’ın günden güne gelişip yayılması, bir kısım
insanları da Müslüman olmaya sevketmişti. O zaman
Müslümanlar, İslâm’ı kabul edenlerle uğraşmıyor, her-
kesin gerçekten ihtida ettiğine inanıyorlardı. Peygamber
zamanında bunların ne derece İslâm’ı kabul ettiği me­
selesi üzerinde durulmuyordu. Zaten onlar da, mümkün
olduğu kadar, böyle bir şüpheye fırsat vermekten kaçı­
nıyor, zahiren hepsi Müslüman görünüyordu. İman de­
receleri ancak, Cenâb-ı Hakk’a malûmdu. Hattâ, «Biz
gerçekten iman ettik« diyenlere karşı Allah, Peygam­
berine, onlara şöyle demesini bildiriyor : «Siz kalpleri­
nizle iman etmediniz. Ancak Müslüman gözüktük de­
yin. Henüz iman kalplerinize girmemiştir» (*). Bu Âyet’-
ten Müslüman olmuş olanlardan bazılannm görünüşte
Müslüman oldukları, imanlarının tam sağlam olmadığı
ortaya çıkıyor ki; bunların ne olduğnı, Hz. Muhammed’-
in vefatından sonra belli olacaktır.
Bu durumu, Arnold, şöyle izah ediyor : «Bazı Arap

* Hucurât, 14,

49
MÜSLÜMANLAR İLE YAHUDİLER ARASINDAKİ İLİŞKİLER

kabilelerinin ne kadar sathî bir surette Müslüman ol­


dukları Peygamber’in irtihalinin hemen akabinde bü­
yük ölçüde vukua gelen ‘dinden dönmelerden anlaşılır.
Bu gibilerin siyasî icaplardan dolayı İslâm’ı kabul et­
tikleri ortaya çıkar. Bunlar, daha sonra büyük bir millî
hareket şeklini alan cereyana kendilerini kaptıran ta ­
kımdandırlar. îlk ihtida edenlerin tuğyan (taşkınlık)
tlolu şevk ve hevesleri, sonradan İslâm’a gelen bu gi­
bilerin hesaplı ve ihtiyath tutumlarında bulunmaz. Bu­
nunla beraber bunlar içinde bile; din için samimî bir
şevk ile duygulu oldukları ve -evvelce benzerlerini gör­
düğümüz veçhile- kendi cemaatlerine dinî telkinatta
bulunmak gayreti ile canlarını fedaya hazır bulunduk­
ları halde Müslüman saflarını sıklaştırmaya gelenler
bulunmuştur» (1). Bunlar arasında gerçekten İslâm’ı
İcabul edenler ve bu uğurda savaşanların -az da olsa-
var olduğu inkâr edilemez.

İslâm’ın nûru dünyaya yayıldığı zaman Yahudi ışı­


ğı büsbütün sönmüş; fakat o, yolundan bir adım bile^
dönmemiş ve güneş gibi hakikatlere daima sırtım çe­
virmiştir. Yahudiler, İslâm’ın saf, âlî ve ulvi varlığı
önünde biat etmesi lazımken, en büyük mücadelesini
İslâm ve onun Peygamberi ile yapmıştır.

Hz. Muhammed’in zekâsı ve devamlı mücadelesi


önünde Yahudi mağlup ye perişan edilmiş; fakat o, bun.
dan aslâ ibret almamış, (^şer ve meFanetine» (2) Hz.
Muhammed zamanında da ve ondan sonra da devam

1 Bkz. T. W. Arnold, İntişâr-ı İslâm Tarihi, Ankara 1971, Akçağ Yay.


sf. 80.
2 Bkz. Cevat Rifat Atilhan, Gizli Devlet ve Fesat Programı, İstanbul
1972, 106.

50
DÖNMELER TARİHİ

etmiştir. İslâm’a karşı takip ettiği siyasetin merkezini,


kaleyi içten yıkmak oluşturmuştur.
Napolyon’un, Yahudiler, Mûsa zamanmdan beri ci­
billiyetlerinin icabı olarak daima ihtikâr (vurgun) ve
hile yolunda yürür (3) dediği belirtilmektedir. Yahudi-
lerin, vurgun vurmak için zahiren Müslüman ve bâti-
nen eski iriançlannı yaşattıkları ve bu vesile ile İslâm’­
dan Öç alma yolunu tuttukları ileri sürülen görüşler ara-
smdadır.
Yahudilerin ilim sahiplerinden olup Hz. Ebu Bekr
devrinde Müslüman plan, Hz. Ömer devrinde de Müs­
lüman olduğuna dair rivayetler bulunan ve Hz. Osman
devrinde ölen (Ebu îshak diye künyelenen) K a’bu’l-Ah-
bar (Ö. 32/652-3), Yemen Yahudilerindendir. O, Müs­
lüman olduktan sonra, Medine’ye gelmiş, sonra Şam ve
Hımıs'ta ikamet etmiştir. Müslümanlar arasında ilmi­
ne hürmeten «H i b r» (Yahudi âlimi) denmiştir.
Ka’bu’I-Ahbâr, İslâm’da, ilk «siyonist» olarak gösteril­
mektedir. Hz. Ömer, onun Peygamber’den herhangibir
şey rivayet etmesine mani olmuş, yalan rivayetlerde bu-
lunmasmdan dolayı onu dövmüş ve daima murakabe
altında bulundurmuştur. Bundan dolayı Kâ’b’ın Hz.
Ömer’in katlinde büyük rol oynadığı ileri sürülmüştür.
«Kâ’b’ın Müslüman olduktan sonra da Yahudiliğini de­
vam ettirdiğine dair örnekler vardır.» (4)
Hz. Ömer 638’de Kudüs’e girdiği zaman beraberin-
dç Müslümanlığı benimseyen K â’bu’l-Ahbâr’m da (5)

3 Bkz. Atilhan, Gizli Devlet ve Fesat Programı, 110; Şahap Tan, Ya-
hudlleri Tamyal'ım, İstanbul 1968, 88.
4 Bkz. Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 252-253.
Bkz. Tanyu, TBVT, 1/108.

51
MÜSLÜMANLAR İLE YAHUDİLER ARASINDAKİ İLİŞKİLER

olduğu belirtilmektedir. İslâm’ı kabul etmiş olmasmda


herhangi bir tereddüt yoktur. Ancak, Müslüman olduk­
tan sonra, eski an’ânesini yaşattığı, bunları Müslüman-
lara aşılamağa çalıştığı ve Hz. Muhammed'den yalan
rivayet ettiği söylenmektedir.
Her ne olursa olsun bu tip insanlara güvenilme-
mesi, eski inançlarında sebat etmiş olmalarına bağlan­
maktadır.
Müslümanlar, Yahudilerden gördükleri kötülük ve
ikiyüzlülüğe (riyakârlığa) rağmen, oiolardan intikam
almağı düşünmek şöyle dursun, onlan himaye etmiş­
lerdir. (iHalife Ömer ül’Faruk 640 tarihinde İskenderiye’­
yi fethettiği vakit orada hiç de iyi bir durumda; olma­
yan 45.000 Yahudiyi himayelerine almışlar ve onları
fena akıbetlerinden korumuşlardır. O zamana kadar ga­
yet kötü muamele gören İsrailoğulları, ancak Müslüman
bayrağı altında hürriyet ve adalet mefhumlannı tanı^
mışlardı» ( 6 ).
Yahudi olan Avram Galanti de, aym hususu tekid
eder mahiyette şöyle diyor : «Yahudiler, İslâm memlcr
ketlerinde himaye görmüşlerdir. Milâdın 640 senesinde
İskenderiye’yi fethetmiş olan Halife Ömerü’l-Faruk hu
şehirde 40.000 Musevi bularak himayesi altına almış­
tır... Türkiye Musevîleri, bu memlekette en geniş ve
en hararetli bir himayeye mazhâr olmuşlardır. İslâm
devletlerirün eskidenberi Yahudilere karşı olan bu hi­
mayesi Musevî alemince büyük takdir ve nünnetdarlık-
la yâd ve zikredilir...» (7)

6 C. R. Atilhan, İslâmî Saran TehÜke ve Siyonizm, 27.


7 Prof, Avram Galanti, Türkler ve Yahudiler, 7.

52
DÖNMELER TARİHİ

Aklı başında Yahudilerin bu himayelerden minnet


duydukları ve duymalarının lâzım geldiği çok yerde
ifade edilmektedir. Ama, Müslümanlann başanlanm çe­
kemeyip, hasî&lik edenler de az değildir. Bunlara^ kısa
da olsa, Türkler ve Yahüdiler bahsinde yer verilecektir.
Müslümanlar, kendi aralarında birlik ve beraberli­
ği sağlayarak yayılma ve gelişme gösterdikleri bir sıra­
da, birbirlerine düşmeleri sebepsiz olamazdı. Çünkü;
her şeyin bir sebebi vardır. îşte bu sebeblerden biri ola­
rak, bir Yahudi gösterilmektedir.
h) Abdullah B. Sebe ve Etkileri :
Müslümanlar arasına büyük bir ikilik, çatışma so­
karak İslâm'ı sarsmak, za’fa uğratm ak ve inananları
parçalamak isteyenlerin başında Abdullah b. Sebe adın­
da «dönme» bir Yahudi bulunmaktadır. İbn Sebe, za­
hiren Müslüman olmuş; fakat hakikatte Islâm’a karşı
derin kin dujonuş bir kimsedir. Gâyesi İslâm’ı sarsmak­
tır. Bu gayeye ulaşmak için o, halk arasmda İslâm dam­
gası altında, bir çok hurafeler yaymaya başlamıştır.

İbn Sebe, Basra, Küfe, Mısır vb. yerleri dolaşmış;


idareden şikayetçi olan ve eski an’anelerine bağlı halk
arasına tefrika sokmaya, İran, Hıristiyan ve Yahudi
inançlarıyla ilgili teferruatı İslâm’danmış gibi gösterip
Din’e dahil etmeye çahşmıştır. Hz. Osmancın şehit edil­
mesinde ve Müslümanların birbirine düşman olmasında
büyük rol oynamıştır. Hz! Ali’nin şehid edilmesinden
sonra da İran, Hind, Mısır, Yahudi ve Hıristiyan inanç­
larında yer alan bazı husûslan Hz. Ali'ye atfetmiş; onun
«ilâh» olduğunu, ölm.ediğini, göğe çekildiğini, dünyayı
düzeltmek ve adaletle doldurmak için yakında geleceği

53
MÜSLÜMANİ AR İLE YAHUDİLER ARASINDAKİ İLİŞKİLER

İnancını yaymıştır. BÖylece bir «Sebeiyye» fırkası orta­


ya çıkarmıştır ( 8 ).

Abdullah b. Sebe ile ilgili olarak Taberî şöyle demek­


tedir : «Abdullah b. Sebe, San’ah bir Yahudidir ve an­

nesi siyahidir. Osman zamanında Müslüman olmuş,


sonra Müslüman diyarlarda sapık fikirler yaymaya baş­
lamıştır. Önce Hicaz’da iken sonra Basra, Küfe ve Şam’a
gitmiştir. Şam’da kimseyi yoluna ram edememiş, Şam
halkı onu şehirlerinden çıkarmış, bunun üzerine o da
Mısır’a gitmiş, orada şöyle konuşmuştur : Tuhaftır, in­
sanlar İsâ’mn (9) ileride döneceğini kabul ederler de
Muhammed de dönecektir diyeni yalanlarlar. Oysa Al­
lah (C.C.) şöyle buyurmuştur ; ‘ (Ey Muhammed)
Kur’ân’a uymayı sana farz kılan Allah, seni, döneceğin
yere döndürecektir’ (*). Böyle olunca Muhammed, dön­
meye İsa’dan lâyıktır. Bu görüşü kabul edildi, halk
‘Ric’a t’ hakkında konuşmaya başladı. Abdullah b. Sebe,
bundan sonra şunu ileri sürdü : Bin tane Peygamber
ve her Peygamberin de bir vâsisi vardır. Ali de Muham-
med’in vâsisidir. Bundan sonra şöyle dedi : Muhammed,
Peygamberlerin sonuncusu, Ali de vâsilerin sonuncusu­
dur. Daha sonra şunu ortaya attı : Peygamberlerin va­
siyetini tutmayıp, hilâfına hareket edenden, haksız ola-

8 Bkz. M. Şemseddin (Günaltây), Hurâfattan Hakîkata, İstanbul 1332,


8 3 -88 : Tanyu, TBYT, 1/109.
9 Bu husûsla ilgiii açıklamalar, «Mesîhlik» Bölümü'nde ele alınacaktır.
Kasas, 85. (Abdullah b, Sebe’nin Hz. Muhammed’in ikinci gelişi
olarak tefsir etmeye çalıştığı bu Âyeti, İbn Abbas, Peygamberimizin
Mekke’den çıkması olayı karşısında çok üzüldüğünü, Allah’ın onu
teskin etmek üzere bu âyeti indirdiğini ve Mekke'ye yeniden döne­
ceğini müjdelediğini açıklamakladır).
DÖNMELER TARİHİ

rak ümmetin başına geçenden daha zâlim kimse olur


mu? Osman, hilâfeti, hakkı olmayarak ele geçirmiştir,
bu Allah’ın elçisinin vasiyetine aykırıdır. Ey nâs! Ha­
rekete geçiniz, emirlerinizi zorlayınız, Emr-i bi’l-Ma’ruf
ve Nehy-i anll-Münker’i izhar ediniz; insanları bu yola
çağırmız. Faaliyetine bu yolda devam-ile bütün mem­
leketlere bu fesadı yaydı, gizli mektup gönderme yolu
ile kendi görüşünde olanlarla haberleşti, emr-i bi’l-ma-
ruf ve nehy-i ani’l-münker’i izhar ettiler...» ( 10 )
Houtsma da; Sebe’nin İslâm’ı Hz. Osman devrinde ka­
bul ettiğini, Hicaz, Basra ve Kufe’de serserice dolaştık­
tan sonra, oralardan kovulmuş bulunduğunu ve Suri­
ye yoluyla Mısır’a gidip orada, Osman’ın idaresinden
şikayetçi olan kimselere iltihak etmiş olduğunu ( 11 )
belirtmektedir.
Abdullah b. Sebe, Hz. Ali için «Sen İlâhsmi) demiş
ve Sebeiyye fırkası da; Cuz’i ilâhî’nin tenasüh ile Ali’­
den sonra İm am lara geçtiğini savunmuştur. Şia’dan Gâ-
liye fırkası da bunun bir benzerini söylemiştir ( 12 ).
Hattâ, Şiîliğin kurucusunun da bu Abdullah b. Sebe ol­
duğu görüşü, hâkimdir. Şiîliğin kurucusu olarak göste­
rilen Abdullah b. Sebe, Hz. Ali’nin, Peygamber’in vasisi
olduğunu, dolayısiyle Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer’den de­
ğil de Hz. Osman’dan hilâfete daha lâyık bulunduğunu
savunmuş ve delil olarak da şu görüşü ileri sürmüştür :

10 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Tarihu'r-Rusûl ve'l Müluk,


E. .1. B riM 964, İV /2942-2943.
11 M. TH. Houtsma, «Abdullah b. Saba», İslâm Ansiklopedisi (ÎA), İs­
tanbul 1950, 1/40.
12 Bkz. Şehristanî, el-MiIel ve’n-Nihal, Tahkîk : Muhammed Seyyid Gey-
lanî. Beyrut 1975, 1/174; A. Cevdet Paşa, Kısas, 11/164-165; Ah-
med Emin, Duha’MsIâm, Kahire 1946, 1/252-253.

55
MÜSLÜMANLAR İLE YAHUDİLER ARASINDAKİ İLİŞKİLER

•:<Yuşe brNûn Mûsâ’mn vasisidir, o Mûsâ’nın yerine geç*


miştir. Ali için de durum böyledir» (13). Böylece o, Pey­
gamberlerin bir vasisi olacağını savunmaktadır. Eğer
böyle ise, Hz. Ebû Bekr’den ve Ömer’den de önce hilâ*-
l'eti alması lâzımdır. Neden sadece Osman’dan efdâl de­
diği düşündürücüdür. Çünkü, onları kabul etmekle bir
nebze hakkı kabul etmiş ve bu yolla Müslümanları kan­
dıracağını düşünmüş olsa gerektir. Yoksa, âdil hareket-
lerinde bir şüphe olmayan bu iki halifeyi inkâr etmesi,
aâvasmı güçleştirecektir. Böyle hareket etmekle haktan
yana gözüküp bâtıla rahatça hizmet edebilmektedir.
Şiiliği ile ilgili olarak Tanyu; «Şiiliği, Yemenli bir
Yahudi olan ve sözde dönmüş görünen Abdullah b. Se-
be (Seba)’nin kurduğu ileri sürülmektedir. Şiilikle iliş-
ivisi bulunan bazı bilginler, onun uydurma olduğunu
söylemekte ve böyle bir şahsın değil, başka şalııslann
icraatının bu ad altında birleştirildiğini iddia etmekte,
böylece Abdullah b. Sebe’yi reddetmeye veya inkâra
özenmektedirler» (14) demektedir.

Bu hususta, Murtaza’l-Askerî’nin, H. 1381/M. 1961’-


de Mısır’da tab’edilen «Abdullah b. Sabâ» adlı eserim
Türkçe’ye «Abdullah b. Sabâ Masalı» (Bir Yalancımn
Düzmeleri) diye 1969’da çevirip Önsöz ekleyen Abdül-
bâki Gölpınarlı Önsözünde, bazı rivayetleri de vererek;
Abdullah b. Sabâ’nın bir masal olduğuna, bu masalı
uyduran Seyf b. Ömer’in güvenilir bir kişi olmadığına;
tarihçilerin, Yahudi dönmesi olarak belirttikleri bu ki­
kinin Yahudiyken de Yûşa hakkında aynı inancı benimr

13 BIcz. Şehristanî, 1/174; Yaşar Kutluay, İsiâm ve Yahıudj Mezhepleri


(TGİM), 5 8 -6 2 .
14 Tanyu, TBYT, 1/109

56
DÖNMELER TARİHİ

sediğine, Müslüman olunca, aynı inancını Hz. Ali’ye ta t­


bik ettiğine yer vermektedir,
Gölpmarlı, Abdullah b. Sebe hakkında ileri sürülen
görüşleri özetledikten sonra, bu zât hakkındaki düşün­
celerinde Dr. Tâhâ Hüseyin’in şüpheye düştüğüne, Be-
lâzurî’nin ((Ensâbu’l-Eşrâf«mda bu husûsa yer vermedi­
ğine, sadece Taberi’nin Seyf b. Ömer’den naklettiğine
dikkati çekiyor ve Müslüman tanınan bir Yahudinin şe­
hirleri gezip halkı ayaklandırmasının mümkün olamıya-
cağım, h atta bu işi başardığı halde valilerin işe el a t­
mamasını belirterek, bunu Şia düşmanlarının uydurdu­
ğunu kaydediyor. O, kitap yazan bazı şahısların da eser­
lerinde, îbn Sabe’nin hurâfî bir destan kahramanı ol­
duğunu açıkladıklarını, sonra Murtaza’L-Askeri’nin de
«Abdullah b. Sabâ» adlı eserinde, bu masalı uyduran
Seyf b. Ömer olduğunu, bu Ömer’in de böyle uydurma
kişiler icad ettiğini, Taberî’nin de buna dayanarak bilgi
A’^erdiğini belirtiyor (15).
Tahâ Hüseyin, Abdullah b. Sebe’yi şahıs olarak tam
inkâr etmemekle beraber, onun tesirinin ileri sürüldüğü
kadar olamıyacağı üzerinde durur. Buna delil olarak o,
şunları gösteriyor : 1. î ’on Sebe hakkında rivayet
edilenler hak esasına ve gerçek tarihe dayansa idi te­
sirini Sıffin’de de gösterirdi. 2. Hz. Ali taraftarları hü­
kümet konusunda ihtilâf ettikleri zamanda tesirini gös­
terirdi. 3. Sulhu istemeyen ve ondan nefret eden, ona
meyleden veya ortak olanlan da tekfir eden yeni hizibde
de (Haricîler) te’siri görülürdü. Onun halbuki bunlarda
zikrini görmüyoruz.

15 Bkz. Murtaza’I Askerî, Abdullah b. Sâbâ Masalı (Bir Yalancının Düz­


meleri), Çav. Abdülbâkî Gölpmarlı, İstanbul 1974, Önsöz.

57
MÜSLÜMANLAR İLE YAHUDİLER ARASINDAKİ İLİŞKİLER

Dr. Tahâ Hüseyin, bu iki durumu bir sebebe bağlı­


yor. O da şudur ; îbn Sebe, vehimdir, eğer vehim de­
ğil, gerçekten varsa da, tarihçilerin tasvir ettikleri gibi
bir kişi değildir. Şîa diâşmanları bunu böyle büyütürler.
Haricîlerin Melik ve Hilâfet konusunda bir iddiaları
olmadığı ve devamlı isyan ettikleri için İbn Sebe’nin
tesiri söz konusu olamazdı (16).
Kutluay, Sıffin, Hakem Olayı ve Haricîlerin ortaya
çıkışlarını İbn-i Sebe'ye bağlıyor. O, böylece birbirine
tamamen zıd olan Haricilik v,e Şiîlik’in menşede aynılık
gösterdiğini, fakat bu aynılığın bütün Şiî mezhebleri
için vârid olmadığını ilâve ediyor, (17).

Dr. Tahâ Hüseyin; Belâzurî’nin, Abdullah b. Sebe


iie Sevdâ'nm aynı kişi olmadığını, İbn Sevdâ’nın Ab­
dullah îbni Vehb el-Hemedâni olduğunu ileri sürdüğü­
nü; Hz. Ali ile Hz. Osman döneminde İbn-ı Sebe ve as-
babından, bir yer hariç -Sebe’nin başkalanyle Hz. Ali’ye,
Hz. Ebu Bekr’den sual etmeye gelmesi, onun da onları
kovmasını- bahsetmediğin?. (18) kaydetmektedir.

Dr. Tahâ Hüseyin gibi Belâzurî de, Abdullah b. Se­


be’nin mevcud birisi olduğu kanaatindedir. Ancak, ba­
zı kaynakların Abdullah b. Sebe ile Sevdâ’yı aynı kişi
olarak göstermesine rağmen, Belâzuri, bunları ayırmak­
tadır. Böyle olunca, Abdullah b. Sebe mevcuttur, mev­
cut olan bir kişinin de, hâliyle, kendine göre yapacağı
işler olacaktır.

16 Bkz. Dr. Tâhâ Hüseyin, el~Fitnetü’l Kübra, Mısır 1964, 11/90>91.


17 Bk/. Doç. Dr. Yaşar Kutluay. Tarihte ve Günümüzde İslâm Mezhepleri
(TGİM), 5 8 -6 2 .
18 Bkz. Dr, Tâhâ Hüseyin, Fitnetü'I Kübrâ, 11/91.

53
DÖNMELER TARİHİ

Dr. Mahmud Kasım, «Dirâsâtün fi’l-Felsefeti’l-İslâ-


miyye» adlı eserinde, Hz. Ali’nin hilâfeti zamanındaki
nifakın başının İslâm kisvesine bürünmüş Yemenli bir
Yahudi Abdullah b. Sebe olduğunu, onun siyasî ve dinî
fitneyi çıkaran, hileli mahkemeyi çizen bulunduğunu
kaydediyor ve Müslümanlarm çok işini fesad ettiği için
de tenkid ettiğini belirtiyor. Eserin başka bir yerinde,
Mesih İsâ. b. Meryem gbi Hz. Ali’ye ulûhiyet isnad eden
îbni Sebe’nin Gnosticisme (*) cemiyetine dahil olduğu­
na, Batinı fikirlerle uğraştığına, Kur’ân’m bazı âyetle­
rini te’vil edip, Kabbala görüşlerini İslâm’a dahil etme­
ğe çalıştığına da yer veriyor.

Mahmud Kasım, Tahâ Hüseyin’in görüşlerini de


tenkid ediyor ve şöyle diyor : «Tahâ Hüseyin de biliyor
ki, Abdullah b. Sebe, bu husûsla da kalmadı, tâ Hakem
Olayı’na kadar gitti. Ebu Musa el-E§’ârî’nin seçilmesir
nin altında bu husûsun olması lâzımdır... Dr. Tahâ Hü­
seyin’in söylemek isteyip de söyleyemediğini biz söyle­
yelim : Hz. Ali’nin propagandistleri zındıklardandı ve
bunların elçisi Yemenlidir. Bu görüş Yemen’de kurulan
gizli cemiyetler hakkında bahisler açar...» (19)

Murtaza’l-Askerî’nin eserini incelediğimizde gördük


ki, A. Gölpınarlı’nın Önsöz’ünde bahsettiği «Ric’at» inan­
cı, Cemel Vak’ası vb. şeylere, kitapta, fazla yer verilme­

* Gnosticisme : Bu terim, Yunanca «gnose» kelimesinden türetilmiş-


tii'. Gnostisizm, İlâhî bilgiye bütünüyle varılabileceğini savunan ek­
lektik Hıristiyan tasavvufudur. M. S. II. yüzyılında Yahudilikle Pla-
tonculuğu, Hıristiyanlıkla kaynaştırmaya çalışan ilâhiyatçıların bir
ürünüdür. Kabbala da bir Yahudi Gnostisızmidir.
-19 Bkz. Dr. Mahmud Kasım, Dirâsâtün f i’l Felsefeti’l Islamiyye, M ısır
1970, 214-227.

59
MÜSLÜMANLAR İLE YAMÜDİLL'R ARASINDAKİ İLİŞKİLER

miş, sadece eser sahiplerinin görüşleri ele alınmış, bu


kitaplarda sadece hilafet konusu ve Seyf b. Ömer’in
güvenilir bir kişi olmadığı üzerinde durulmuştur. Bunun
yanında, Hartum Üniversitesi eski tarih Prof. İhsan Ab-
bas’ın, Murtaza’l Askeri’ye bu kitabı hakkında yazdığı
mektuba, konunun özüyle İlgili bir cevap verilmemiştir.

Ayrıca Murtaza’l-Askerî’nin eserinde, Şia’nın çıkışı­


na sebep olanın ve Yahudilikten ilhamla «Ric’at» fikrini
yayanın İbn Sebe olduğuna dair tarihçilerin ileri sür­
dükleri görüşlere yeterli cevabı bulamadığımızı belirt­
meliyim. Kitapta, sadece Ibn Sebe’nin uydurma bir kişi
olduğu işlenmekte, bunun da Seyf b. Ömer’in rivayetle­
rine güvenilemeyeceğinden ileri geldiği savunulmaktadır.
Belâzurî’nin eserinde, bu rivayete yer vermemesi; Hadîs
ve Rical bilginlerinin, bu kişiyi zayıf ve terkedilmiş say­
maları; Seyf b. Ömer’in tarihî rivayetlerini de terket-
meye sebep olabilir mi? Veya Seyf b. Ömer’in bu kadar
geniş bir muhayyeleye sahip olması mümkün mü? gibi
sorular akla gelmektedir, Kaldıkl İbn Haldun, «Tabe-
ri’ye güvenmemiz, olayları doğru anlatmasmdandır.
Onun kitabı, İbn Kuteybe’nin ve başka tarihçilerin ki­
taplarından daha güvenilir bir kitaptır» demektedir. Ta-
berî’nin, tarihî olayları, güvenilir kaynaklardan aldığı
ileri sürülmektedir. Bu olayda, Taberî’nin sağlam bir
kaynağa dayanmadığını kabul edersek, diğer nakiller
için de bir genelleme yapimamız gerekmez mi? Veya bu
konuyla ilgili olarak anlatılanların hepsini zaid mi ad­
dederiz?

Asıl konu; bir fitnenin zuhurudur. Muhakkak ki,


her şeyi doğru olarak ifade etmesi gerekenler, nasıl ay­
rılığa düşerler? Bunda, bazı sebeblerin aranması yersiz

60
DÖNMELER TARİHİ

Olmasa gerek. Kur’ân ve Sünnet varken niçin bu bö­


lünme, bu düşmanlık ve bu olaylar? İşte tarih içinde
bunlarm çözülmesi gereklidir. Yoksa Abdullah b. Sebe’-
nin uydurma bir kişi olduğunu ileri sürmek meseleyi
çözmez. Mesele, ancak gerçekler ortaya serilerek halle­
dilir. Değilse, belirli bir görüşü veya fikri -taraftarı di­
ye- müdafaa etmek veya red etmek, din için de, taraf-
darlar için de bir şey kazandırmaz. Müfessirler dahi
tefsire Yahudi rivayetlerinin girdiğini kabul ediyorlar.
Böyle olunca İbn Sebe’yi hayalî bir kişi olarak kabul
edersek, bir başkasının varlığını kabul etmemiz lâzım
gelmez mi? O zaman, İslâm düşmanı olup, intikam pe­
kinde olanlar yok mu? O halde niçin böyle bir fitne
7uhur etmesin. Ammızda bile aramıza fitne ve fesat
tohumu sokarak yıkmaya çalışanların varlığı inkâr edi-
lemiyecek derecede açık değil midir? O halde, meseleye,
bir EhU Beyt meselesi olarak bakılmamah, bir dinî me-
isele olarak bakılmalıdır. Ehl-i Beyt’i eleştirmek, bizim
İslâm inancımız, yetkimiz ve konumuz dışındadır. O za­
man Ehl-i Beyt’ten olanlar sahabe arasında yer almak­
tadır. Sahabenin adâlet ve fazileti âyet (20) ve hadîs-
lerce sabittir. Hz. Muhammed (S.A.V.), bir hadîsinde,
«Sakın ashabıma sebb ü şetm etmeyiniz. Onların şeref
ve fazileti yüksektir» (21) demektedir.
Prof. Muhammed Tanci, şöyle demiştir: Şia, hilâfet­
le birlikte ortaya çıkan bir fırkadır. Hz. Muhammed
(S.A.V.) zamamnda ve Hz. Ebû Bekr'e biat edilişinden
önce bu fikir mevcut değildir. Şia, Hz. Ali’yi seven ve

20 Bkz. Bakara Sûresi, 143; Al i İmrân, 110; A 'r â f, 157; T e vbe , 100;
Feth, 18; ez-Zebidî, Sahîh-i Buharı Muhtasarı ve Ter. 1/19-24.
21 ez-Zebidî, Sahîh*l Buharı Muhtasan ve Te r., IX/342.

61
MÜSLÜMANLAR ÎLE YAHUDİ'LER ARASINDAKİ İLİŞKİLER

onun halife olmasını isteyen Müslümanların meydana


getirdiği bir fırkadır (22). Bu husûsta İbn Sebe’den ön­
ce, Şiîlikle ilgili herhangi bir aşırı hareketin olmadığı
görülmektedir. Bütün kanlı çarpışmalar ve bölünmeler
Gemel Vak’ası ile başlamaktadır. Bu vak’amn başlangı­
cı da Hz. Osman’ın şehadetine dayanmaktadır.
Hz. Osman’ın idaresinden şikayetçi olan kimseler,
birleşerek ve hattâ bir kısım Müslümanları kendi dü­
şünceleri etrafında toplayarak, Hz. Osman’ı katletmeye
karar vermiş ve kararı infaz etmişlerdir. Tabiî Hz. Os­
man’ın katli ve Hz. Ali’nin hilâfeti -istemeyerek de ol­
sa- iki tarafı birbirine dargın hale getirmiştir. Hz. Os­
man taraftarları, onun katillerinin bulunmasını istiyor­
lardı. Fakat katiller kendilerini gizlemek için başka
yollara başvuruyorlardı. Durum, öyle bir hal alıyorki,,
iki tarafı birbiriyle harb edecek vaziyete getiriyordu.
Bunun asıl sebebi, Abdullah b. Sebe ve arkadaşlarından
başkaları tarafından bilinmiyordu.
İbn Sebe, «Cemel Vak’asi))nm da içindedir. O, taraf­
tarlarıyla beraber harbi körükleme peşindedir ve arka­
daşları tarafından ileri sürülen hiçbir şeyi kabul etme­
mektedir. Çünkü her iki taraf anlaşırsa, Osman’ın ka­
tilleri cezalanacak, bu da kendilerinin sonu demek ola.
çaktır. Sebe’nin arkadaşlarından Adiyy b. Hâtem, «Şa­
yet iki taraf savaşa birgirişirlerse bizimle uğraşacak
zamanlan kaJmaz...» teklifim ileri sürmektedir : Bu­
nu başkan İbn Sebe’de tasvib ederek şöyle demektedir :
«Güzel düşündün, iki taraf bir defa kıtale başlarsa, bir­
leşmeleri ihtimali ortadan kalkar, sizinle uğraşmazlar,

22 Prof. M. Tawit Tancı, İslâm Mezhepler Tarihi 1973 Ders Notlari,


(A. Ü. İlahiyat Fakültesi 1973 Yılı Ders notları],

62
DÖNMELER TARİHİ

herkes meşguledilmiş olur, aksi halde ey Osman’ın ka­


tilleri, hepiniz 2500 yahut 2600 kişisiniz, bu durumda
kimseye karşı koymadan ezilirsiniz.,.)) (23)
Görüldüğü gibi bulanı]? suda balık avlama duru-
muna düşmüşler ve muvaffak olmuşlar da... «Cemel
Vak’ası» ile ilgili olarak Taberi’den nakledilen rivayeti
\^ermekte fayda görüyoruz :
«Cemel Vak'ası başlamadan önce iki tarafm ordu
mensupları ve liderleri, yanmn hayır, getireceğini uma­
rak huzur-u kalple yattıkları esnada, gece, bir toplantı
daha akdeden Sebeiyye, güneş doğmadan harekete geç­
meye karar verdi. (Şureyh b. Evfa’nın) ‘Geç kalmayıp,
acele de etmeden tam zamanında hareketle iki tarafın
tutuşturulması, kılıç kılıca çarpışmanın şartıdır’ şeklin­
deki görüşü uyarınca ve Abdullah b. Sebe’nin direktif­
leri ile, grup grup, gecenin karanlığında hücuma geçti­
ler. Uyanan herkes hâliyle kılıcına sarılıp ‘Ne oluyor?’
diyordu. Her iki tarafa rta uygun cevap hazırlanmıştı :
‘Basralılar baskın yaptı, davranın’ ve karşı tarafa da,
‘Kûfeliler baskın yaptı, kalkın.’ Böylece iki taraf da kar-
şıdakilerin baskınına uğTadığını zannederken, Sebeiye
kıyasıya savaşa devam ediyor, işi büyütmek için fasıla
bile vermiyorlardı. Ali’nin ‘Durun durun’ nidalanna
kimse kulak bile vermiyordu.» (24)
«İşte bu İbn Sebe ve onun tarafından veya yandaş-

23 Bkz. Kutluay, İYM, 4 5 -4 6 (Taberı, l/3163’den naklen); A. Cevdet


Paşa, 11/260; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Çağ Yayın-
lafi, İstanbul 1986, H/235.
24 Bkz. Kutluay, İYM, 46 (Taberî, 1/3182’den naklen); A. Cevdet Paşa,
Kısas, 11/258-270.

63
MÜSLÜMANLAR İLE YAHUDİLER ARASINDAKİ İLİŞKİLER

lan tarafından ortaya atılıp yayılan fikirler yüzünden


İslâm âlemi kanlı çatışmalara ve bölünmelere, sonuç­
suz düşmanlıklara sahne olmuştur. Bunlar, Yahudi ga­
yelerine uygun bir görevle, öç alma ve İslâm düşman­
lığı sonucu mudur? Bunu kesinlikle testait güçtür. Fa­
kat şurası bellidir ki o zamanki ve sonraki olaylar bu
nıeş’um rol ve faaliyeti ortaya koymaktadır.» (25)

Biz de, İbn Sebe’nin görüşlerinin dayandığı husûs-


lardan hareket ederek, kısa bir tahlilini yaptıktan son­
ra bir kanaat belirteceğiz. O, insanların, İsa’nın döne­
ceğine inandıkları halde, Hz. Muhammed’in döneceğini
söyleyeni yalanlamakta olmalarını kınamakta ve Kasas,
85 âyetini kendisine delil olarak almaktadır. Böylelikle
Âyet’teki «Meadin» lafzını yeniden dünyaya dönüş ola­
rak açıklamaktadır. Halbuki müfessirler onu Mekke’ye
dönüş olarak tefsir ve tercüme ederler. Ömer Nasuhi Bil-
ine’in tefsiri şöyledir : «Muhakkak O zât ki (O Hâlık-ı
Azimü’şşan k i), senin üzerine Kur’ân-ı farz kıldı (Sana-
Kur’ân’ın âyetlerini indirdi ve O Kur’ân’ın ahkâmına
göre güzel amelde bulunmayı sana emretti, bir vazife-i
diniye kıldı). Elbette seni dönülecek yere (Kendi vata­
nın olan Mekke-i Mükerreme’ye) iade edecektir (orayı
düşmanlardan temizleyerek fethe muvaffak olacaksın).
Bu mübarek âyetlerde Resûl-i Ekrem’e teselli bahş olu­
yor; onun ulvî vatanına avdet edeceğini bir mucize ola­
rak tebşir ediyor ve Resûli Zişan’m bir ümidi, bir me­
saisi olmaksızın kendisine Kur’ân-ı Azim’in vahy edil­
diğini bildiriyor» (26). Celâleyn ve Elmalılı tefsirlerin-

25 Tanyu, TBYT, 1/110.


26 Bilmen, Kur an-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri, V /2634-2635,

64
DÖNMELER TARİHİ

de de «Meâdin» lâfzı, Mekke olarak açıklanmıştır (27).


Fikri Yavuz da âyeti şöyle tercüme etmektedir: «Muhak­
kak ki Kur’ân-ı sana inzâl eden (Allah) seni (âhirete
göçmeden önce, hicret ederek içinden çıktığın) Mekke’ye
geri çevirecektir;) (28) . Görülüyor ki îbni Sebe, âyeti
kendi fikrine delil olmak üzere yanlış tefsir etmiştir. İs­
lâmî kaynaklara göre Peygamberler silsilesi Hz. Muham-
med’e kadar devam etmekte ve onunla bu nübüvvet ka­
pısı kapanmakta;dır. Hz. Muhammed’den sonra bir vasî
bırakılmamıştır. Ona bir vasî isnat etmek Yahudilik
inancından kaynaklanmaktadır (29). Hz. Muhammed’in
bu yolda bir vasiyetinin olmadığında bütün âlimler it­
tifak halindedir. îbn Sebe» Yahudilik görüşlerini İslâma
da sokmak istemektedir. Çünkü Yahudilikte, Tevrat’ın
Hz. Musa’ya indirilmesiyle din tamamlanmarhaktadır.
O, yerini Yeşu’ya bırakmakta; Yeşu, Musa’nm vasisi ol­
makta ve Nebiler birbirini takip, etmektedir. Mesih’in
haberciliğini yapacak olan Eliyahu’ya intizar, ümidiyle
«Nübüvvet» müessesesi daima açılmaya hazır bir kapı
cî arak durmaktadır. Fakat Kur’ân-ı ,Kerîm, bu kapıyı
Hz. Muhammed’le kesin olarak kapatmaktadır (*).
Yahudilerdeki Mesih; İsrailoğullarını zulümden kur­
taracak, onlan Kudüs’e götürecek ve «bin yılhk dün­
ya hükümranlığı»nı kuracak bir kurtarıcıdır. Şîa da,
Ehl-i Sünnet’in zorla ele geçirdiklerine inandıkları hi­
lâfeti Ehl-i Sünnet’ten alıp Ehl4 Beyt’e verecek ve dün­

27 Bkz. Celâleyn, Tefsir-i Kur'ân-ı Azim, lil. Cüz, 69; Yazır, E. Hamdi,
V/3758 - 59.
28 Fîkri^Yavuz, Kur’ân-ı Kerîm ve Meâl-i Âlisi, el-Kasas Sûresi, 85.
29 Mahmud Kasım, 215 • 216.
* Bkz. Ahzâb, 40.

65
MÜSLÜMANLAR İLE YAHÜDİLER ARASINDAKİ İLİŞKİLER

yayı huzura kavuşturacak bir kurtancı beklemektedir.


Bu kurtarıcı, Yahudilerin «Mesih»inin karşıhğı olarak
«Mehdî muntazar))dır. Halen Şîa onu bekleme halindedir.
Bu görüş, EhLi Sünnet yolunda olan bir kısım insan
tarafından da benimsenmiştir. Hatta Abdullah b. Sebe’-
nin Hz. Ali’ye gelerek «Sen sensin», yani «Sen İlahsın»
iddiasında bulunması üzerine Hz. Ali, iki çukur açılma­
sı eiîirini vermiştir. Fakat böyle bir cezalandırmadan
çıkacak dedi kodudan çekinerek onu Medain’e sürmüş­
tür (30).
Houtsma, «Kendisinin Ali’ye taabbudu (tapınması)
o kadar uygunsuz görüldü ki, Ali onu Medain’e nefy
etti (sürdü.)» (31) demektedir.
Hz. Ali'nin «İlâh» olduğu iddiasından sonra, onun
ölümünü kabul etmemek zorunlu olacaktı. Nitekim İbn
Sebe’nin de bu yolu seçtiğini görüyoruz : «Onun bey­
nini yetmiş bohça içinde getirseniz bile, biz onun gelip
idaremizi ele almadan ölmeyeceğini biliriz... Öyleyse o
ölmemştir. Kıyamet gününden önce bu dünyaya yeni­
den dönecek, cevr ile dolan arzı yeniden adaletle dol­
duracaktır. Ali’nin suretinde katledilen şeytandan baş­
kası değildir, onun öldürüldüğünü sananlar, Yahudi ve
Hıristiyanların Mesih’in öldürüldüğünü zannetmeleri
gibi, vehme düşenlerdir. O göklerdedir ve pek yakında
inerek düşmanlardan intikam alacaktır» (32). İbn Se-
be, beklenen Mehdi’nin Ali b. Ebî Talib’den başkası ol­
madığını ve «İlâh» olduğunu da söyleyerek Müslüman-

30 Bkz. Kutluay, İYM, 88.


31 M. Th. Koutsma, «Abdullah b. Saba (Bebe)*, İslâm Ansiklooedisi,
!/40.
32 Kutluay, lYM, 88.

66
DÖNMELER TARİHİ

lar arasında fitne-fesat çıkarmayı başarmıştır.


EhU Sünnetlin, hâlâ Yahudi dinine mensup olan
tbn es^evdâ’nın (Sebe) Ali ve evlâdı hakkındaki bu
gibi iddia ve te’villeriyle Müslümanlann dinini ifsada
çalıştığı (33), kanaatini taşımakta olduklarını görüyo­
ruz. Atilhan'ın görüşü de şöyledir : «İbn Sebe adındaki
Yahudinin sureti haktan görünerek, maahaza Müslü­
manlığı parçalamak, mü’minler arasına şüphe ve nifak
sokmak ve böylece nûm bütün cihanın zulmetlerini yırt­
mak istidadında olan Muhammed dininin aydınlığını
karartmak için birkaç arkadaşıyla Müslüman olmuş gi­
bi gözükerek ve yüzlerine îslâm maskesi takarak diyar
diyar, iklim iklim dolaşıp dini mübin aleyhine ne kadar
iblisâne çalıştıkları Islâm tarihini az - çok bilenlere ma­
lûmdur» (34).

Kutluay'ın kanaati, Şü hareketlerinin hepsinin,


Şiîliğin asıl kurucusu Abdullah b. Sebe’den sonra oldu­
ğu, gayesi ne olursa olsun, Ali taraftarlığını ilk olarak
bunun sistematik şekilde ortaya atmış bulunduğu şek­
lindedir. Onun önceleri «vesâyet» doktrini şeklindeki id­
diasının, zamanla daha ileri giderek, Ali b. Ebi Talib’e
uluhiyet nisbetine kadar varmış ve sistemi, daha son­
raki devirlere, bu kisve ile intikal etmiştir. Şiî fırkala­
rından bugüne kadar varlığını devam ettirenler, zaman
bakımından, Sebeiyye ve Muhtariye’den sonradır (35).
Mahmud Kasım; İslâm fitnesinin başı olarak Abdullah
b. Sebe'yi göstermekte ve «Mesîh İsa b. Merye’^ ’ ~ Ai-

33 Bkz. Kutluay, İVM, 88 (Dipnottan)


34 Atilhan, İslâmî Saran Tehlike, 28.
S5 Bkz. Kutluay. İVM, 82.

67
MÜSLÜMANLAR İLE YAHUDİLER ARASINDAKİ İLİŞKİLER

lah’ın hulûl ettiği gibi Hz, Ali’ye tenasüh yoluyla hu-


lûlü fikrim de îbni Sebe’nin ileri sürdüğünü ve bu da,
-Sebe’nin Gnoscism cemiyetine dahil olduğunu göste­
rir» (36) demektedir.
Ehl-i Sünnet de, İbn Sebe’nin, bu işlere girişirken
Yahudiliğini devam ettirdiği kanaatindedir. Zaten, bu
fikirler, o. zaman sadece Yahudilerce biliniyordu. Buna
ilâveten, Yahudilerin eskiden beri an’anelerine bağlı ol­
maları, düşmanlarına karşı daima bir peygamber bek­
lediklerini söylemeleri ve Müslümanlarla yakın temas­
larının olması; Hz. Muhammedi çeşitli tertiplerle öldür­
meye tevessül etmeleri, insanı bu kanaatin doğruluğuna
inandırıyor. Gerçi içlerinde tbn Selâm ve Hz. Safiye gibi
inananların olmasına rağmen, inanmayanların ve ina­
nır görünenlerin de varlığına şahit olmaktayız. Abdul­
lah b. Sebe'nin Müslüman kılığına girerek tefrikalar
V6 ayrılıklar vücuda getirdiğini belirtmeye çalıştık. Eğer
Sebe, gerçekten İslâm dinine inanmış olsaydı, parçala­
ma yerine birleştirmeye giderdi. Bir bütün olan MüSr
lümanlan - Hi:. Ali'nin gayretine rağmen - birbirine düşr
man etmezdi. Sonra Hz. Osman devrinde İslâm’ı kabul
etmesi de düşündürücüdür. İşte, istemeyerek insanın
aklına şu husus gelmektedir: O zaman bazı huzursuz­
luklar zuhur etmiş ve bu huzursuzluklar İslâm düşman­
ları için bulunmaz bir nimet olmuştur. Bunu da ancak
Müslüman görünerek yapmak söz konusudur. Çünkü,
Müslümanların desteğini sağlamak için onlardan görün­
mek lâzımdır. Kuvvetle muhtemeldir ki İbn Sebe, bu
yolu seçmiştir.
Asr-ı Saadet'te, Müslümanların soruları, Kur’ân-ı

36 Mahmud Kasım, Dirasatiin. 216.

68
DÖNMELER TARİHİ

Kerîm’in diliyle ve Peygamberin sözüyle cevaplandırılı­


yordu. Daha sonraki yıllarda itikat konularında ayrı-
lıklar ve farklı anlayışlar ortaya çıkmış, hattâ mezhep
toplulukları türemiştir. Bu mezheplerin tarihteki isim­
leri «F 1 r k a» dır. Kutluay, bu tip fırkalara «İ’tikadî
Mezhepler» demekte ve bu itikadi mezhepleri de iki se-
bebe bağlayarak mütalea etmektedir :
«1 — İçtimaî ve buna bağlı olarak dinî sebepler;
2 — Siyasî sebepler. Bunun için de iktidar sahibi
olmak isteyen kimselerin bu emellerini gerçekleştirmek
için dinî ve bazı kimseleri istismar etmeleri de beraber
mütalea edilmelidir» (37).
Abdullah b. Sebe’nin, bazı âyetleri ve Hz. Ali’yi is^
tismar ederek, itikadda bazı yanlış yorumlara giriştiği­
ni ve İslâm’da ilk kez lou tip hareketlerin başladığım
görüyoruz. Gelişim Yayınları’nın çıkardığı «Dinler Ta­
rihi Ansiklopedisi»nde, mezheplerin çıkışındaki dış (ha­
rici) sebepler şöyle izah edilmektedir : «Bunlardan kas-
öımız, yabancı etkiler altında İslâmiyet’e zıt bir amaç
güden mezhepleri doğuran nedenlerdir. Bu tip mezhep^
ler her ne kadar İslâm toplumlannda doğmuş ve İs­
lâm dinî metinlerim, yani Kur’ân ve Hadîs’i kullanmış­
salar da, amaçlan İslâmiyet’i yolundan saptırmaktır.
Ülkeleri fethedilmiş milletlerin bir kısmı Müslümanlığı
'kabul etmiş, ama bir kısmı da etmemiştir. Bir kısım
daha vardır ki onlar görünürde Müslüman olmuşlar,
ama gerçekte kendi dinlerinde kalmışlardır. İşte bu
grup insanlar, İslâmiyet’ten öc alma peşine düşmüşler,
eski dinleri ve kültürleri yönünde İslâmiyet’i yorumla­

37 Kutluay, TGÎM, 7.

69
MÜSLÜMANLAR İLE YAHUDİLER ARA5INDAKÎ İLİŞKİLER

maya kalkışmışlardır» (38). îbn Sebe de bu yolu seçmiş­


tir demek, iftira olmasa gerek. Çünkü Allah’ın âyetleri­
ni apaçık inkâr edip, insana «Uluhiyet» bahşetmek
imân etmemenin alâmetidir. Çünkü Kur’ân’da, «Allah’a
ve Peygamber’e inandık' ve itaat ettik diyorlar da bun­
dan sonra onlardan bir taife yüz çeviriyor. Onlar imân
etmiş kimseler değildirler)) (*) buyurulmaktadır.

Yukarıda zikredilen bu Âyet’de, İslâm’ı lisanlarıyla


kabul ve itiraf edip, kalben kabul etmeyen bir takım
ınünâfık kimselerin o çirkin hâlet-i ruhiyeleri teşhir ve
takbih edilmektedir (39). Kuz’’ân’da bu tip insanların
amellerinin boşa çıktığı şu ' şekilde beyan edilmiştir :
('Kâfir olanlann ve Allah yolundan dönenlerin bütün
amellerini Allah boşa çıkarmıştır.» «Kendilerine hak
belli olduktan sonra arkalarına (eski küfürlerine ve bâ­
tıl dinlerine) dönenleri, bu işi yapmaya şeytan şevket­
miş ye onlara ümit vermiştir» (40). İnsanın şeytanın
teşvikine uymaması, sağlam imanla ve ondan sonra da
şüpheye düşmemesiyle mümkündür.

33 Dinler Tarihi Ansiklopedisi, Gelişim Yay. 1976, 1/75-76.


* en-Nûr, 47.
39 Ö. N. Bilmen, Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâli Âlîsi ve Tefsiri, V/2371.
40 Muhammed (Kıtal) Sûresi, 1, 25.

70
B — TüRKLER VE YAHUDİLER

a) Genel Hatlanyla Türkler ve Yahudiler :


Yahudiler’in kitleler halinde Türk topraklarına yer­
leşmeleri 1492’den sonra olmuştur. Ancak bu topraklar­
da, 1492’den önce, Yahudilerin bulunup bulunmadığı
üzerinde kısaca durup sonra, asıl konumuza, 1492’den
sonraki duruma geçece^z.
Türkler, Anadolu’yu fethetmeye başladıklarında,
hemen her yerde az-çok Yahudi bulmuşlardı (41). Bu
Yahudiler, Hz, Davud’tan sonra kral olan Hz. Süley­
man’ın ölümünden sonra Kuzeyde Asur Kralı’nın son
verdiği İsrail’in, Güneyde Babil Kralı’nın son verdiği
Yahuda’nm bakiyeleri olduğu (42) anlaşılmaktadır.
Asur hükümdarı Tiglat Falasar, istimlak ve göçet-
tirme siyasetini tatbike başlayıp, İsrail devletinden ko­
yulan esir Yahudileri Asur memleketinin muhtelif yer­
lerine dağıtmıştır. Sonra bu usûl, Bâbil Kralı II. Buh-
tunnasar (Nebukadnezar) tarafından da tatbik edilmiş
ve Yahudi esirleri BabiFin muhtelif yerlerine sürülmüş­
tür (43). Babil Kralı II. Buhtunnasar (M.Ö. 605-562)
Kudüs (Yeruşalâym) şehrini istilâ etmiş ve Yehuda’yı

4t Bkz. Ziya Şakiı% «Türkiye Yahudileri», M illet Mecmuası, 9 Ekim 1947,


Sa. 88; Moshe Sevîlla - Sharon, Türkiye Yahudileri, Jerusaiem 1982,
9, 19 -24 .
42 Bkz. Meshe Sevilla ■Sharon, İsrail Ulusu'nun Tarihi, Yeruşalayim
1981, 26 29; Tanyu, TBYT, 1/82-88; Jomier, Tevrat, İncil ve Kur'ân,
Çev. Sâkıb Yıldız İstanbul 1974, 11.
43 Bkz, A. Galanti, Türkler ve Yahudiler, 8; M. Seviita - Sharon, İsrail
Ulusu'nun Tarihi, 2 9 -32 .

71
TÜRKLER ve YAHUDÎLER

ele geçirmşitir (M.Ö. 586). Kudüs tahrip edilmiş Yahu­


di devletine son verilmiştir. İsrailoğullan (Yahudiler)
esir alınıp, Babil’e sürgün edilmiştir. Yahudilerin Süley­
man Mabedi (Beyt-Ha Mikdaş) tahrip edilmiş ve Pers-
lerin' Filistin’i zaptma kadar Bâbil sürgünü devam et­
miştir (M.Ö. 586-538) (44). Fakat VII. yüzyılda Yere-
miya, Tanrı’nın Buhtannasar’ı kullanarak «Tanrı’nın
kavmini», cezalandıracağını haber vermektedir (45).
Gerek îsrail, gerek Yahuda’nm yok olmasını müte­
akip Yahudi ahalisinin bir kısmı, Mısır’a giderek, orada
koloniler teşkil etmişlerdir. Kuruş, Babirin bağımsızlı­
ğına son verdikten sonra. Benî İsrail’in memleketlerine
dönmelerine ferman çıkarmış; fakat zengin ve işleri
yolunda olanlar, bulundukları yerlerde kalmayı tercih
etmiş, ancak bir kısmı Filistin’e dönmüştür. Zamanla,
Filistin’e dönmeyen bu aileler, civar yerlere giderek, kâh
mevcudiyetlerini muhafaza, kâh içlerinde yaşamış ol-
duklan cemaatlere -örf ve âdetleriyle dinî merasimleri
muhafaza etmek suretiyle- kısmen karışarak İleri As-
ya’mn (Küçük Asya) muhtelif yerlerine yerleşmişlerdir.
Bir kısmı da Şam’dan başlayarak Kuzey’e doğru çıkmış;
Halep, Maraş ve Anadolu’ya, İzmir, İstanbul’da birer
tortu bıraktıktan sonra, Rumeli’ye (Edirne, vs. yerlere)
yayılmışlardır. Fakat Yahudiler, buralarda kuvvetlenen
Hıristiyanlardan zulüm ve hakaret görmüşlerdir (46).
Henry Ford, Yahudilerin dünyaya dağılışlarını şöy­

44 Tanyu, TBYT, 1/99.


45 Felicien Challeye, Dinler Tarihi, Çev, Semih Tiryakioğlu, 141.
46 Bkz. Galanti, Türkler ve Yahudiler, 8 -9 ; Tanyu, 1/92-95; Z. Şakir
Türkiye Yah.«, M illet Mec. 1947, Sayı : 8 6 -8 7 ; M. Sevilla - Sharon,
İsrail Ulusu’nun Tarihi, 4 3 -4 4 ,

72
DÖNMELER TARİHİ

le'^anlatıyor : «... Roma, Ortadoğu’ya hâkim olunca,


M.S. 63’de Pompeius, Kudüs’ü aldı. Ancak üç sene son­
ra yeni bir isyan patlak verdi. İsyan, 70 senesine kadar
sürdü ve General Titus tarafmdan ezildi. Kudüs yıkıldı,
bir harabe haline geldi. Bu tarihten sonra geri kalan
Yahudiler dünyaya dağıldılar^) (47). Bu dağılmadan
sonra Yahudilerin Anadolu sahillerine yerleştikleri ve
Türklerle temasta bulunduklarını Avram Galanti şu şe­
kilde belirtmektedir ; «Miladm 70 senesinde Kudüs, Ro­
ma İmparatoru Titus’un eline düştüğü vakit, binlerce
Musevî esir, Romalıların hesabına çalışmak üzere Mı­
sır’a gönderilmiş ve binlercesi memleketlerinden kovul­
muşlar dır. Bu esirleri, ihtiyarî muhacirleri ve kovulan­
ları sonra müteaddit yerlerde ve meselâ Anadolu’nun
sahillerinde görüyoruz.
Sahillerde Musevî cemaatlere tesadüf olunuyorsa
da, İleri Asya’da Türklerle beraber temasta bulunan Mu­
sevî izlere de tesadüf olunuyor. Irak Türkleri, zannolun-
duğundan daha eski zamanlarda o taraflarda bulunu­
yorlardı. Talmut'ta anbar, küpe, lâife gibi Türkçe keli­
meleri görüyoruz ki, bu kelimelerin, Musevîler ile Irak
Türkleri arasındaki temas neticesi olarak, İbranîce’ye
girmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir. Selçuk Türkleri
arazisinde Musevîler vardır.» (48)
Yahudi tarihinden kronolojik sıraya göre bahseden
Tanyu; Yeruşalaym’ın (Jerusalem -Kudüs)' Pompey ta­
rafından ele geçirilmesini, Yahudilerin dağıtılmasını,
Roma’nın Yahudileri itaati altına almaşım ve Filistin’in
zaptını (M.Ö. 63 yılı olayları arasında) zikrediyor ve de­

47 Herry Ford, Beynelmilel Yahudi. Çev. A, Avanoğlu, 1974, 11.


48 Galanti, Türkler ve Yahudiler, 9.

73
TÜRKLb-R ve YAHUDİLER

vamında şöyle d iyor: «Ağustos 70 Romalı ordu kuman­


dam, sonra kral olan Titus, Roma hakimiyeti ve baskı-
sma isyan eden Yahudilere karşı harekete geçerek Yeru-
şalaym’ı zaptetti. Bu savaş sırasında bütün şehir yândı,
yıkıldı. Beyt-Ha Mikdaş (Süleyman Mabedi), alevler
içinde kaldı. Eylül ayında, kaçan, gizlenen, son defa
karşı koyan Yahudi müdafîler yakalanıp öldürüldü.
Beyt-Ha Mikdaş’m sadece batı duvarı kaldı. Batı duvarı,
Türkler tarafından, Osmanlılar zamanında ‘Ağlama DUr
varı’ diye adlandırılan, AvrupalIların ‘Şikâyet Duvan’
dedikleri yerdir. Yüzlerce yıl Yahudiler bu duvar önün­
de toplanıp ağlamışlar, dua etmişler, eski günleri an-
mışlaxdır. OsmanlIlar zamanında Türkler bu duvan ko­
rumuşlar, hattâ onarmışlardır. Bu sebeple tamamen
tahripten kurtulmuştur. Diğer duvarlar ve Süleyman
Mabedi yıkılmıştır.

Yahudi esirler, Romalıların emrinde çalıştırılmak


üzere Mısır’a sevkediliyor. Binlerce Yahudi, Yeruşalaym
(Kudüs) ve çevresinden kovuluyorlar. Yahudiler bölük
bölük Filistin'i terkediyorlar. Bu, Yahudiler için büyük
felâket yılı oluyor.» (49) (Bunların, M.S. 70 yılında,
dünyaya dağılış haritasını, Lewis Browne, «Stranger
Than Fiction» adlı eserinin 157’nci sahifesinde vermek­
tedir) .

Hayrullah Örs; Hanibâl’ın yenilmesi ve Romalıların


Akdeniz’in tek efendileri olmasıyla bu devletin ölüm
saatinin çaldığını, bağımsız bir Yahuda devletinin kal­
madığını ve buranın bir Roma eyaleti olduğunu belir­
tir. O, «Ama Yahudilik, tarihin beşiği olan kutsal şehi-

49 Tanyu, 1/100-101.

74
DÖNMELER TARİHÎ

Tinden uzakta geçireceği iki bin yıllık yurtsuzluk dev­


resine girmeden, bir kere daha kaderiyle boğuşmaya
kalkacak, bir kere daha ‘Makus talihini’ yenmeye ça­
lışacaktır» dedikten sonra, Filistin’in Roma eyaleti ol­
masını, başmda sözde Yahuda krallarından Herodes
ailesinin bvılunmasmı, bu ailenin de, kendi menfaat­
leri için, Roma’nın Kudüs’ü yıkmasına yardım ettiği­
ni, o zamana kadar da bu şehrin, Romalıların gele­
nekleri gereğince, kutsal karakterini koruduğunu
ifade etmekte ve şöyle demektedir : «Yahudilerin bu
ızdırap yıllarında tek bir ümitleri vardır : MESİH’in
gelmesi» (50). Görülüyor ki Mesih, dar günlerinde Ya-
hudileri kurtaracak ve Kudüs’e geri getirecek veya Ku­
düs’te onları toplayacak bir kurtarıcıdır.

Yukarıdaki kaynaklarda, Yahudilerin Filistin’den


çıkarılmaları ve buradan dünyanııl çeşitli yerlerine da­
ğılmış olmaları anlatılıyor. Bütün kaynaklarda Roma
hakimiyetinden sonra yeryüzüne dağıldıklarında ittifak
vardır. Tarihler de aşağı yukarı aynı sayılır. Mühim
olan olayın cereyan edişidir. Galanti, Yahudilerin Türk-
lerle olan temasını buraya kadar getiriyor. Hattâ, Tev­
rat’ın tefsiri mahiyetinde olan Talmud’a giren bazı ke­
limelerin Türkçe oluşunu buna bağlıyor,
Yahudilerin biri Kudüs’te, diğeri Babil’de yazılan
iki Talmud’Iarı vardır; Kudüs’te yazılana Kudüs (Ye-
ruşalem) Talmud’u, Babirde yazılana da Babil Talr
mud’u denilmekledir. Kudüs Talmudu’nun tamamlan^
ması IV. yüzyılda; Babil Talmud’unun tamamlanması
ise V. yüzyılda olmuştur. Ayrıca 800 yılından sonra Ya-

50 Haymilah Örs, Musa ve Yahudilik, İstanbul 1966, 301 -302.

75
TÜRKLER ve YAHUDİLER

hudiliği kabul etmiş olan Hazar Türklerinin de Türkçe


Tevrat’larının olduğu belirtilmektedir, Selçuklular , da
1070- 1080’de Suriye ve Filistin’i; 1071'de Kudüs’ü fet-
hetmişlerdir (51). BÖylece Türklerle Yahudilerin ilk te­
ması başlamış; 1203’de Engizisyon IVlahkemelerinin ku­
rulması ve Hıristiyanların Yahudilere .zulmetmesi ile
bu temas daha da şıkîaşmıştır. Bu tarihten sonra Ya-
hudile'r, dünyanın her yerinde zulüm ve işkenceye uğ­
ramış, bulunduklan yerlerden sürülmüşlerdir. İşte bu ’
sırada imdatlarına Ttirkler yetişmiştir.
1394’de Fransa Kralı VI. Şari, bir kısım Yahudiyi
Fransa’dan çıkarmış, bunlar Türkiye’ye sığınmışlardır.
(Daha önceden kalma ufak Yahudi toplulukları Selçuk­
lu, OsmanlI topraklarmda bulunuyordu) (52). 1326’da
Sultan Orhan, Bursa’yı zaptettiği zaman, orada bir Ya­
hudi cemaati bulmuştur. Ötedenberi zulüm, işkence ve
baskı altında yaşayan Yab udiler, bugüne kadar gördük­
leri kötü muameleye bir yenisinin ekleneceği korku­
suyla, Türklerin Bursa’yı almalarından sonra, şehri bo­
şaltmış, daha sonra Türklerin ne kadar âdil ve âlice­
nap olduklarını öğrenince Burşa’ya tekrar geri dönmüş­
lerdir. Bir müddet sonra da civar şehirlerde bulunan
Yahudiler, Bursa’ya gelmişleıdir. Sultan Orhan’ın oğlu
Süleyman Paşa Gelibolu’yu; Sultan Murad Ankara’yı
aldığında buralarda küçük ve Edirne’yi aldığı zaman da
büyük bir Yahudi kalabalığı ile karşılaşmıştır. Edirne,
Trakya’da bulunan Yahudilerin ruhanî ve İçtimaî; Se­

si Bkz. Tanyu, 1/110-111; Doç. Dr. Şaban Kuzgun, Hazar ve Karay


Türkleri, Ankara 1985, 112- 130.
52 Tanyu, 1/140.

r-o
DÖNMELER TARİHİ

lânik (*) de, Makedonya Yahudilerinin dinî ve ticarî


bir merkezi haline gelmiştir. Türkler, hakimiyetleri al-
tma aldıkları unsurların dinî .ve İçtimaî vaziyetlerine
müdahale etmiyor; tam bir vicdan hürriyeti içinde on­
ların âyinlerine, âdetlerine riayet gösteriyorlardı. Türk
hâkimiyeti başladığı zaman Yahudiler, İslâm taassubu­
nun kendilerini sileceğinden korktular. Sonradan, bu­
nun, böyle olmadığını görünce rahat bir nefes aldılar.
Türklerin devamlı harblerle meşgul olmalarından da is­
tifade ederek geniş miktarda ticaret işlerine koyuldu­
lar (53).
Türklierin, padişah ve topyekûn kavmiyle, Ya-

* Türkiye'de kî Yahudi nüfusunun en fa?la bulunduğu yer Selanik'tir.


1492 İspanya sürgününden sonra Yahudiler, Türkiye'ye göç ediyor ve
özellikle Sd an ik’e II. Bayezit'ir» emriyle yerleştiriliyor. Sultan Bayezid
oradaki görevliye yerleştirilmelerini ve gerekli İnsanî muameleyi
göstermelerini tavsiye ediyor. Yirmlbeş sene içinde derlenip top­
lanıyor, geçmişteki zulüm ve işkenceleri, buranm rahat ve emin or-
tammda unutuyorlar. Buraya Fransa, İtalya ve Hollanda’dan da Ya-
hifdiier gelmeye devam ediyor. Selanik, bir Ispanyol şehri gibi olu­
yor. Onun gibi, dar sokaklar ve rıhtımlar'... Orası, Yahudi din adam-
larmın, ticaret babalarının, bankerlerin, hekimlerin ve mahir kim­
selerin buluşma yeri haline geliyor. Buradaki gayr-l müslimler, Müs­
lümanlarla eşit haklara .sahip olmuşlardır. 1521'de Kanunî Sultan Sü­
leyman, İtalyanlara husûsî imtiyazlar vererek Selânik'in canlı bir şe­
kilde büyümesine yardım ediyor. Samuel Usque, Selanik’i İsrail’in
an nes i olarak v a s ıfla n d ır ıy o r (İsrail fikrinin oluşmasmda Selanik
merkez oluyor). Bütün bunlara rağmen, 1904’te Türkiye’yi ziyaret
eden Ispanyol Senatörü, Angel Polido, Türkiye YahudiJerinin Ispan­
yol lisanını tam mânâsıyla muhafaza ettikleri ve kültürlerini de ay­
nen taşıdıklarını müşahade ediyor. (Bkz. Leon Sciaky, Fravvell To
Salanico, Sf, 108- 1 16).
53 Bkz. Galanti, Türkler ve Yahudiler, 8 -1 0 ; Atilhan, İslâmj Saran Teh­
like ve Siyonizm, 2 9 -3 4 ; Ziya Şakir, «Türkiye Yahudilerî», M illet
Mec. 1945, Sayı : 88.

77
TÜRKLER ve YAHUDİLER

hudilere gösterdikleri yakın ilgi ve samimiyeti Yahudi


tarihçisinin şöyle yazdığmı Galanti -ki bu da bir Tür­
kiye Yahudisidir- naklediyor : «Türklerin gelişi, bir sü­
lâlenin değişmesi değil, onlar (Yahudiler) için bir va­
ziyetin değişmesi idi. Yahudiler zulmetten nura, esaret­
ten hürriyete kavuşmuşlardır. Yahudiler, Türkler’e yal­
nız galip ve toprağın efendisi nazariyle değil, kendi din­
leriyle yakınlığı olan kardeş nazariyle bakmışlardır. Bil­
mukabele Türkler dahi, Hıristiyanların kendilerine ve
dinlerine karşı olan husumetini bilerek Yahudilere mu­
habbet bağlamışlai'dır. Türklerin Yahudilere itimat ve
emniyetleri vardı. Çünkü onlarda (Yahudiler), Yahudi­
liği îslâm’a yaklaştıran sünnet, oruç, ibadethânelerde'-
kj sadelik gibi âdetlerin mevcut olduğunu görmüşler­
dir» (54).
Yukarıdaki Yahudi tarihçisinin itirafına Atilhan
şöyle cevap veriyor : «Bu itiraf veyahut temiz kalpli
Türkleri avlamak için yapılan bu riyakârlık Balkan Har­
binde Türk muhasara ordusunun ve Türk milletinin
uğradığı hiyanetle en büyük bir tezat teşkil eder.
Bütün tarih boyunca ayağına çelme atılmadığı, ar­
kasına. kahpece hançer saplanmadığı her vakit muzaf­
fer olmuş ve onun her mağlubiyeti muhakkak bir hiya-
netten ileri gelmiştir. Bu hiyanetler silsilesinin % 95’i
İsrailoğullarının hissesine isabet eder.
Edirne dört taraftan düşman ordusuyla sarılıp kah­
ramanca müdafaaya başladığı ilk dakika, Yahudi tarih­
çinin kendilerini ‘zulmetten nura, esaretten hürriyete’
kavuşturduğunu itiraf ettiği Türklerin ve müdafaa or^

54 Galanti. Türkler ve Yah., 10.

78
DÖNMELER TARlHİ

duşunun can düşmanına, boğazına, iaşesine ellerini


uzatmıştı.» Ayrıca o, harb yıllarında; tuz, şeker ve di­
ğer gıda maddelerinin Yahudiler tarafından bir okka
şeker dört altın liraya -ki o zaman tuzun okkası yirmi
para, şekerin okkası altmış para imiş- satıldığını; yine,
hükümetin arama korkusundan bu gıda maddelerini
kuyulara gömüp bardakla sattıklarını ve harp yılla­
rında Bulgarlar adına casusluk ettiklerini de kaydedi­
yor (55).

Yahudi tarihçisinin itiraflarında hakikat payı var­


dır. Çünkü, o güne kadar her millet tarafından hakaret
gören, «ç ı f ı t» diye her yerden kovulan Yahudiler,
gerçek rahat ve huzuru Müslüman - Türk idaresi altın­
da bulmuştur.
Din yönündeki yakınlığa gelince : Hak dinlerin
kaynağı birdir. Bütün Hak dinler birbirini tamamlar.
Ancak Yahudilik ve Hıristiyanlık «muharref» (tahrif
edilmiş) olduğu, yani mukaddes kitapları sonradan ya­
zıldığı için asliyetini muhafaza, edememiş ve arasına kul
sözleri girmiştir. Bununla beraber, ilâhi öze ait. bazı
izlerin bulunması, inançlarda ve kıssalarda,bazı benzer­
liklerin olması normaldir ve vardır da. Ancak bu, iki
teinin aynı olduğu anlamına gelmez. İslâm son ve «en
ekmel» dindir. Diğer dinleıln eksiklerini düzeltmiş, yan­
lış noktalarını aydınlatmış ve gerçeklerini ortaya çıkar­
mıştır. Diğer husûs, Hıristiyanlara karşı Yahudiler’e
muhabbet duyulmasıdır. Bunun Hz. Muhammed devrin­
de de denenmiş olduğu, fakat müsbet bir sonuç ver­
mediğini bundan önceki bölümde incelemiştik.

55 Bkz. Atilhan, İslâmî Saran Tehlike, 29^34.

79
TÜRKI.ER ve YAHUPİLER

Atilhan’ın tenkidine gelince; yüzde doksanbeş ge­


nellendirme yapmasına katılmamız mümkün değildir.
Çünkü bir toplumun içerisinde ihanet etmiş kişilerin
bulunması, bizi, hepsi böyledir yargısına götürmez. An­
cak, hepsinin iyi olduğu, Türk milletinin bütün bu şef­
katine karşılık, ihanet etmiyecekleri yargısına da gö­
türmez. Şu tarihî bir gerçektir ki; bir milleti, dış düş­
manlardan çok, iç düşmanlar yıkmıştır.
Sultan Orhan’ın 1326’da Bursa’yı almasiyle, Yahu­
dilerle yakın temas başlamıştır. O zamandan, Yahudi
dönmesi Torlak Kemal’in 0419-20) isyanına kadar (bir
asır), Yahudilerden hükümete karşı Önemli bir isyan
olmamıştır,
b) Torlak Kemal ve Bedreâdin Simavı :
Torlak, Ansiklopedik sözlükte «genç ve beceriksiz
hovarda, alışmamış hergele» (56) ve diğer bir sözlükte
vgezginci bâtını» (57) mânâlarına geldiği görülür. Zi­
ya Şakir, tarihlerde Torlak Kemal diye geçen bu Yahu-
(iinin gerçek adının Torlak Hûd ve babasının adının
PCemal olduğunu, Şeyh Bedreddin Simavî ve kâhyası
Börklüce Mustafa'nın başlattıklan yeni «din» için ken­
dilerine böyle bir Yahudi seçtiklerini belirtiyor (58).
Ziya Şakir’in dinî olarak belirttiği bu hareketi Galanti,
İçtimaî olarak belirtiyor ve 1416’da Şeyh Bedreddin’in İç­
timaî inkılâbına iştirak iie İslâm’ı kabul eden Torlak
Kemal’m Manisalı bir Yahudi olduğunu ve bunun, o za­

E6 Bkz. Ansiklopedik Sözlük, 111/1750.


57 Bkz. Orhan Hançeriioğlu, İnanç Sözlüğü, İstanbul' 1975, 643.
58 Ziya Şakir, «Türkiye Yahudileri», M illet Mec., 9 Ekim 1947, Sayı :
88, Torlak için ayrıca bkz, Antonio Menavîno, Şeyh Bedreddin Do-
layısiyle Torlaklar, Çev. Lütfü Yücer, Ankara 1971, 47.

80
DÖNMELER TARİHİ

man İîanisa’da bir Musevî cemaati bulunduğuna delâ­


let ettiğini (59) açıklıyor.
Torlak, Manisa ve çevresinde kendi düşüncesiyle
Simavnalı Bedreddin’ih düşüncelerini karıştırarak,
Börklüce Mustafa ile beraber, Bedreddin adına isyana
girişiyor (60). Torlak Kemal, Rumlar arasına giriyor ve
Hıristiyanları ayaklandırarak bu olayda büyük rol oy­
nuyor (61). Ancak, Ord. Frof. İ. H. Uzunçarşılı, Şeyh^
İlkten Şahlığa geçmek, isteyen Bedreddin Simavî’nin
kendisine yardımcı Yahudi «dönmesi» Torlak Kemal'i
seçtiğini, o zaman kendisine Torlak Hu Kemal denildi­
ğini, âyin ve erkân-ı batılınca bir erkân tuttuğunu ve
«şeriat’»a muhalif çok işler işlediğini; taifesine «Kema-
lîler» denildiğini; Manisa tarafmda olan Torlak’ın üze­
rine Şehzade Murad ve Bayezid Paşa’nın, Börklüce is­
yanını bastırdıktan sonra, gittiğini ve avanesiyle bir­
likte Torlaki astırmak suretiyle bu Alevî kıyamını da
bastırdığını (62) kaydediyor.

Görüldüğü üzere bu isyan, Rum ve Hıristiyanlarla


beraber alevîîeri de içine almaktadır, Anadolu’da Börk­
lüce Mustafa ile Torlak KemaFın, Rumeli’de Şeyh Bed-
redin’in isyanları olmuştur... Bu isyanların akıl hoca­
lığını yapan ve sistemleştiren Şeyh Bedreddin, torunu
Hafız Halil’in yazmış olduğu manzum «Menâkıb-ı Şeyh

59 Bkz. Galanti, Türkler ve Yahucliler, 10.


GO B k z. T a n y u , 1 /1 4 0 .
61 Bkz. Z. Şakir, «Neşredilmemiş Tarihî Vesikalara Göre Türkler ve Ya-
huciiler», İVİiilet Mecmuası, .1947, X.
62, Bkz. Ord. Prof. 1.. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihî, 1/363-364.
Şeyh Bedreddin ve taraftarlarının ayaklanmaları, bastırılması hak­
kında bkz. Aşıkpaşazâde Tarihi, 9 0 -9 4 .

81
TÜRKLER ve YAHUDİLER

Bedreddin))e göre, Anadolu Selçukluları hükümdarı


Alâüddin Keykûbat’ın neslindendir, (*)
Bedreddin’in ceddi olan Abdülazîz, OsmanlIların Ru­
meli istilasında da bulunmuş ve Dimetoka Muhabere-
si'nde şehid olmuştur. Abdulazîz’in İsrail adındaki c^-
lu Dimetoka kal'ası Rum beyinin kızını almış ve bu iz­
divaçtan Şeyh Bedreddin doğmuştur (**). Bedreddin’in
doğum yeri, tahminen 770/M. 1368 tarihine doğru,
Edirne yakmmdaki (Karaağaç ile Dimetoka arasında)
3amavna Karasındır. Kendisi, «Samavna»ya veya,
sonradan yakıştırma suretiyle yanlış olarak, Kütah­
ya'nın Simav kasabasına nisbet edilerek Bedreddin Si-
mavî denilmiştir (63). Tahsilini Konya, Mekke ve k a ­
hire gibi o devrin en mühim ilim merkezlerinde yaptı­
ğı ; Mısır Sultanı Baruk, Timur-Leng ve muhtelif Osman­
lI hükümdarlarıyla temasta bulunduğu; fıkıh, tasavvuf
ve siyâset sahasında şöhret sahibi olduğu yolunda riva­
yetler vardır (64).
Şeyh Bedreddin, 1397'de, şeyhinin vefatı üzerine, bir
müddet Kahire'de onun yerine şeyh olmuş ve sonra Ana­

* Uzünçarşılı, bu konuyu, dipnotta şpyIe izah ediyor : «Saltanat kur­


mak için meydana çıkanlar ve muvaffak olanlar bu hareketlerini
meşrû göstermek için kendilerinin eski hükümdar sülâlelerinden
birisine mensup oiduklannı iddia edegelmişlerdir ve bunu isbat için
sitsilenâmeler tertip ettirmişlerdir, Menakıb-ı Şeyh Bedreddin müel'
lifinin Şeyh Bedreddin’I Selçukîlere mensup göstermesi de bu ka­
bilden olsa gerektir.** (Uzünçarşılı, 1/360),
Bu durumda Şeyh Bedreddin'in bir tarafı Türk ve İslâm olmayan
bir köke dayanır. Felsefesinde, ayrılıkları, taviz vererek, ortadan
kaldırmasında bunun tesiri olsa gerektir.
63 Bkz. Uzünçarşılı, Osmanlı Tarihi, 1/360; İsmail Hâmi Danişmend,
İzahlı OsmanlI Tarihi Kronolojisi, 1/162,
64 Bkz. Danişmend. İ. O. Tarihi Kro. 1/162,

82
DÖNMELER TARİHİ

dolu’ya dönmüştür, Anadolu’da Karaman, Germiyan,


Aydm elinde Tire ve diğer Alevîlerle meskûn yerleri
dolaşmış, bu dolaştığı sıralarda Bâtırü akidesini yayma­
ğa başlamış ve gezdiği yerlerde hep alevî Türkmenler­
le temas kurarak maksadına göre, onlan hazırlamak
istemiş; daha sonra Rumeli’ye geçip Edirne’de yerleş­
miş ve kendisini ziyarete gelenlerle görüşerek, yavaş ya­
vaş, faaliyetini genişletmiştir. Şeyh Bedreddin’in bu
faaliyeti, Osmanlı devletinin parçalanıp, şehzadelerin
birbiri'yle mücadele ettiği zamana tesadüf etmektedir.
Bunun şöhreti her tarafta duyulunca, Edirne’de hüküm-
darlığmı ilân eden Musa Çelebi, Bedreddin’i kazasker
tayin etmek suretiyle, nufuzunun yayılmasına yardım
etmiş ve Şeyh de bundan istifade etmesini bilmiştir.
Onun bu çalışmasının gayesi, hükümdarlığı elde etmek
gibi görülmektedir. Şeyh Kazaskerliği sırasında, Börk-
iüce Mustafa’yı da kethüdalığa getirmiştir. Musa Çelebi
yerine tahta geçen Çelebi Sultan Mehmed, onu bu gö­
revden uzaklaştırmış ve iki oğluyla beraber İznik’te ikâ­
mete memur etmiştir (65). Şeyh Bedreddin, burada
ikâmet ederken, kethüdası ve sonra halifesi olan Börk-
lüce Mustafa’nın Karaburun taraflarında faaliyette bu­
lunduğunu haber almış; çocuklannı İznik’te bırakarak
Kastamonu’ya kaçmış, oradan Sinop’a geçmiş ve sönra
da Eflâk voyvodasının yanına gitmiştir.
Börklüce Mustafa, Karaburun’da, İzmir’de Urla ya­
rımadasının kuzey tarafında; Yahudi dönmesi Torlak
Kemal, Manisa’nın kızılbaşlarla meskûn (66) mıntıka-

65 Bkz. Uzunçarşılı, 1/362-363.


66 Bkz. I. H. Danjşmend, i/1 7 9 -1 8 0 (Hedef olarak Alevîlerle meskûn
yerlerin seçilmesi düşündürücü olması lâzımdır).

83
TÜRKLER ve YAHUDİLER

larmda çalışarak Anadolu’da; Şeyh Bedreddin de, Rume­


li’de bir isyan hazırlığına girişir. Bedreddin, Eflâkdan
Osmanh topraklarına geçer; Silistre, Dobruca ve Delior­
man’da taraftarlar bulur. Bunları başına toplar ve
ayaklanma mıntıkası olarak, alevîlerle meskûn olan De-
lierman’ı seçer (67).
Bu durumu bir komünist ihtilâli olarak nitelendi-,
ren İ, Hâmi Danlsmend şöyle diyor ; «Bu komünist ih­
tilâlinin aynı zamanda hem Anadolu’da, hem Rumeli’de
olması.çok esaslı surette tertib edildiğini gösterir. Bil-
hassa^ İsfendiyâr Bey’le, Prens Mirçe’nin bu tertibata da­
hil oldukları ve müşterek maksatlarının da Fetret dev-,
rinden henüz çıkmış olan Osmanlı devletinin başına
eskisinden daha büyük bir buhran açmaktan ibaret ol­
duğu muhakkaktır... Manisa taraflarında da gene bu
teşkilâta mensup Torlak Kemal isminde bir Yahudi, bin­
lerce taraftar bulmuş ve buıilar da bazı menbâlarda
(Kemâlîler) ismini almıştır : Bu harekete bir Yahudi-
nin de iştirak etmesi Şeyh Bedreddin'in din ve mezhep
farklarına bakmamasmdandır» (68). Yahudinin bu ha­
reketini Şeyh Bedreddin’in din ve mezhep farkına bak­
mamasının yanında, o güne kadar dönmüş görünen Ya-
hudilerin, fırsatı ganimet bilerek, gâyelerini gerçekleş­
tirme fırsatı olarak görmelerinde aramak, kanaatimizce
daha isabetli olur. Faaliyetini alevîler arasında yürüt­
mesindeki sebep ise, fikirlerini kabul ettirmek ve birliği
daha rahat bozmak için alevîleri en müsait topluluk
olarak görmesindendir. Hedefin bu şekilde seçilmiş ol­
masını daha fazla izaha lüzum görmüyoruz.

G7 Bkz. Uzunçarşılı, 1/363.


68 Danişmend, 1/179- 180.
DÖNMELER TARİHİ'

Anadolu tarafında ilk önce Karaburun hareketi


bastırılıp Börkiüce Mustafa idam edilmiş (*), ondan son­
ra da Manisa taraflarmdaki Kemalîler cezalandırılıp,
Torlak Kemal öldürülmüştür. Sonra da Şeyh Bedreddin
üzerine gidilmiş; yakalandıktan sonra ulemadan mü­
rekkep bir heyet tarafından sorguya çekilip, muhakeme
edilmiş ve idam fetvasını kendisi imzalamıştır (Ölümü
tahminen 1420-1421).

Şeyh Bedreddin Simavî’nin fıkıh sahasındaki görüş


ve düşünceleri» «Camiu’l-Fusuleyn»de; tasavvuf ve fel-^
sefe konusundaki görüş ve düşünceleri «Varidat» adlı
eserinde toplanmıştır. Varidat Bedreddin Simavî’nin en
meşhur eseridir. O, bu eserinde, «Panteizm» e varan gö­
rüşleri savunmaktadır. Vâridat’ta Taı^n için şöyle de­
mektedir : «Hak, etkili olması bakımından ilâhtır, et­
kilenmesi bakımından kuldur, yaratıktır, zorlanmıştır,
mahkûmdur, kahredilmiştir. Dolayısiyle bütün eylemler,
tümü ile Hakk’ındır; suretler ise onun aletleridir. Ama
kul, Hakk’ın ancak kul suretinde bulunabileceğini bil-

Şeyh Bedrecidin’in taraftarlarından teslim olanları, Beyazid Paşa,


Ayasuluk'a gelirm iş, sorgulamalar) yapıldıktan sonra işin başını
anlam ış ve âsiler Dede Sultan Börkiüce M ustafa'nın gözö önünde
öldürülm üştür. O nlar ölürlerken «Yetiş Dede Sultan» diye bağır­
m ışlardır. Dede Sultan Börkiüce de etleri tahtaya mıhlanm ış ola­
rak şehirde teşh ir edilm iştir. Dukas, Sakız Adası'nda Börkiüce
M üiitafa'ya inanmış olan kişiyle görüşmüş ve onun sahte peygam ber
dediği Börkiüce hakkındaki fikrini sormuş, o da Dede Sultan'ın öl­
mem iş olduğunu, Sisam A d a s ı’na giderek eskiden olduğu gibi ya­
şamakta olduğu cevabını verm iştir (Bkz. Prof. İ. H. Uzunçarşıh, Os­
m an lI Tarihi, 1/364). Görüldüğü gibi Börklüce’nin taraftarları, onun
ölm ediğine inanm aktadır. Bcylece, herhalde, tek ra r gelip kendile­
rini kurtaracaklarını b eklem ektedirler. Bu, bir nevi, «M esîh» inancı
anlayışını yansıtm aktadır

85
TÜRKLER ve YAHUDİLER

ınediğinden, kendinde Hakk’m varlığı dışında bir ira­


de, bir eylem, bir varlık bulunduğunu sanır. Bu anlayış­
sızlık, aletin varlığı, onu yapanın varlığına bağlı olduğu
halde, aletle meydana getirilen eserin, dalgınlık yüzün­
den, alet tarafmdan yapılmış olduğunu sanmak gibi­
dir. Böyle düşünüp böyle görmek, anlayışsızlıktan ileri
geldiği için çirkindir. Eğer Hakk'ı ve kendinin Hakk
olduğunu bilerek iradeyi ve eylemi kendine mal ederse,
çirkinlik ortadan kalkar. Çünkü özel bir eylem, özel bir
suretten doğar. Bu aşamada bu eylemi yapan Hakk su­
retinin de, kendini bu suretle gösterdiğini düşünesin!
Buna göre, ermiş kişi, «‘yaptım, ettim diyebilir; cahil
diyemez’» (69). Aynı eserin başka yerinde Şeyh Bedred-
din, kitaplarda gelen ve ağızlarda dolaşan cennet, huri,
köşkler, ağaçlar, meyveler, ırmaklar, işkence, ateş... ve
benzerlerinin anlamlannın açık olmadığını; bunların
ancak seçkin kişiler tarafından bilinen başka anlamla­
rının olduğunu ileri sürer (Bkz. Varidat, s. 61, 73). Be­
denin dirilmesi hakkındaki görüşü de şöyledir : «Bu
vücut için süreklilik, yoktur; yok olduktan sonra da
parçaları eski hallerine dönmek üzere birleşemezler.
CMüleri diriltmekten maksat bu değildir.
Huri, köşkler, ırmaklar, ağaçlar, meyveler... ve ben­
zerlerinin hepsi hayâlde gerçekleşir, duyumlarda değil.
Cin de öyledir ve adı bunu doğrular. Çünkü duyumlar­
dan gizlenmiştir. Onu gören, dıştan gördüğünü sanır.
Oysa hayal kuvvetiyle görmüştür; gördüğü gerçek de­
ğildir» (Aynı eser, s. 62-63).

69 Şeyh Bedreddin, Vâridât, İnceleme ve Çev. Cemil Yener, Elif Ya­


yınları 1970, 6 8 -6 9 . AVnca Pante'zm hak. görüşleri için bkz. sf.
80-100.

86
DÖNMELER TARİHİ

Şeyh Bedreddin’in Hz. İsa ve cesetlerin dirilmesi


hakkındaki görüşü ise şu şekildedir : «İsa Aleyhisse-
lam, madde olan vücudu ile ölü, ruhû ile diridir. İsa,
Tanrı’mn ruhudur; yani onun ruh yönü daha üstündür.
Ruh için ölüm olmayacağından ‘İsa ölmedi' dediler. Bu,
büyük ihtimalle ‘maddî varlığı ölmedi’ demek değildir.
Böyle bir şeyin olmaiyacağını anlayasm! Sekiz yüz sekiz
(1405) yıhnda bir Cuma günü gördüğüm yeşilli iki ki­
şiden birinin elinde İsa. Aleyhisselâm’ın cesedinin öldü­
ğünü herkese duyuruyorlardı.

Cesetlerin dirilmesi, avamın düşündüğü anlamda


gerçekleşemez. Yer yüzünde insan cinsinden hiç bir var­
lığın kalmayacağı bir zaman gelebilir. Sonra anasız ve
ba;basız, topraktan bir insan türer ve üreyerek çoğaliD)
(Varidat, 73).

Felsefesinin esası «Panteizmce (Vahdet-i Vücud)


dayanan Bedreddin Simavî, madde âleminin ezelî ve
ebedî olduğunu; Allah’ın mahlûkattan ayrı bulunmadı­
ğım savunur. İslâmî anlayıştaki ((Haşr» ve «Ahiret»
inancım kabul etmez. O, Melek ve Şeytan mefhumlannı
da «İyilik» ve «Fenalık» kuvvetlen şeklinde anlar.
«Cennet ve Cehennem, câhillerin zannettiği gibi olma­
yıp, bu dünyadaki iyilik ve kötülüklerin ruhlardaki tatlı
ve acı tezahürleri» olduğunu kabul eder. «Bu vaziyete
göre şiddetli bir Materialiste (Maddeci) demektir. Ce­
miyeti alâkadar eden fikirleri de büsbütün mevzûata
mugayirdir. Şeyh Bedreddin bu cephesi itibariyle çok
şiddetli bir komünisttir; arazi ve emvalin taksimini,
Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Yahudilik arasındaki
farkların ve İslâm dininde ‘Muharremat’ ismi verilen
memnûniyetlerin helâl sayılmasmı terviç (revaç) eder.

87
TÜRKLER ve YAHUDİLER

Yalnız kadın meselesinde iştiraki tecviz edip etmediği


pek belli değildir; hattâ müridlerine izafe edilen ‘mum
söndürme’ âdetinin kendisiyle alâkadar olup olmadığı
da şüpheli kalmış bir meseledir^) (70). Bu hareket, Mu­
sa Çelebi’den sonra başlamış olmasına rağmen Musa
Çelebi’nin bu fikirlerin tesiri aitmda kaldığmı ve Sü­
leyman Çelebi’yi sarsmak, Müslümanlarla beraber Hı-
ristiyanları da kazanmak için bu fikirlerden istifade et­
me yoluna gittiği ihtimali üzerinde durulmaktadır. I.
Mehmet tahta geçince, Musa Çelebi’nin kadiaskeri ve
taraftarlarını sürmüştür.
Bu İsyancıların fikirlerine göre, dünya, insanların
ortak malıdır. Mülkiyet, mal topluca kullanılmalıdır.
Şahsiyet ve ferdiyet reddedilmiştir. Her güzel şey Cen­
net, her kötü şey Cehennem’dir. İbadetin sınırı, biçimi
yoktur. Cesedin yeniden dirilmesi imkânsızdır. Bunları
savunanlar, onların bu gibi fikirlerini, görüşlerini akılcı
ve gerçekçi bulmaktadırlar. Ancak bu fikir ve düşünce-,
lerin ne akılcılıkla, ne de gerçeklikle ilgisi vardır. Bu
nasıl bir gerçek, nasıl bir akılcılıktır ki; insanın nasıl
ve neden yaratıldığı hatırlanmamaktadır. însan top­
raktan yaratıldığına göre yemden yaratılmaması için
hangi engel, hangi sebep mevcuttur?
Her güzele tapınmayı, kadın erkek farkı gözetme­
meyi benimseyerek bir nevi demagoji ve ona karşı yıkıcı
bir takım hareketlere, öldürücü bir mücadeleye girişme,
hangi gerçekçi, hangi güzellik ilkesine uygundur? însâ-
mn, nefsin bekâsını, insan hakları ile ilgili varlığına
uygun, ölçülü ve meşru bir mülkiyet, mal anlayışı ve
aile müessesesini yıkmak kime ne kazandırır? Ayrıca

70 Danişmend, 1/161-162; Uzunçarşılı, 1/367.

38
DÖNMELER TARİHİ

Avfüpa H açlı z ih n iy e tin in ' karşısında îslâm ’ın savunu­


culuğunu yapan bu toplum u zaafa uğ ratmak, yıkm ak,
iç savaşa itm ek ancak düş manlara y ara r ve onlara bir
hizm et olur. B unu da aslen kendisini T ürk ve M üslü­
m an hissetm eyenler içinde bulm ak m üm kündür (71).
N azım H ikm et, M ateryalist ' (K om ünist) fikirleri,
M arks’ta n önce Şeyh B edreddin Sim avî’nin savunduğ u­
nu ve kendisi de fik irlerin i ondan aldığım (72) İfade
etm ekte; M arks'la Şeyh B edreddin arasm da bir bağ
kurmağa çalış maktadır. Böylece de o, savunduğ u ko­
m ünist fik irleri meşrulaştırmak için b ir kaynak bulm a
gay reti içine girm ektedir.
B ir Y ahudi yazarın, T ürkçe olarak, K udüs’te bası­
lan eserinde, T orlak K em al ile ilgili k an aatin i aynen
verm ekte y arar görüyorum : «Şeyh B edreddin isyanın­
da T orlak K em al önem li bir rol oynamış olm akla b irlik ­
te, hem bu 'sosyalist ideolojide’, hem de isyan fikrinde
bir Y ahudi etkisinden söz etm ek zordur. Üstelik Torlak
Kemal dinini bırakarak -muhtemelen propaganda yap~
lığı Müslüman çevrelerine yoJbanct görünmemek için-
Müslümanltğa geçmiştir. B ununla birlikte, B izans zul­
m ü altın d ak i eylem sizlikten sonra, O sm anlı yönetim i­
nin hem en ilk y ıllarınd a bir Y ahudınin -olum lu ya da
olum suz- bu denli, ciddi ve faal rol oynam a durum una
gelmiş olm ası kayda değer bir olaydır. Bu olay, herşey-
den önce, bazı Yahudiİerin ve belki de genel olarak O s­
manlI - Y ahudi cem aatlerin in kısa süre içinde yeni kül­
tü rlerin e 'en teg re’ o ld u k lan n a işarettir» (M oslıe Sevil-
71 -Bkz. Tany-j, T3YT, 1/141 - 1 4 2 .
72 Bkz. Vatan G azetesi, 20.10.1949 (A hm et Emin Yalman, Nazım Hik-
m e t’le Röportaj).

89
TÜRKLER ve YAHUDİLER

la-Sharon, Türkiye Yahudileri, Kudüs İbrani Üniver­


sitesi, Yahudi Kültürü Türkçe Yayınları Serisi 1, Jeru-
salem 1982, sf. 23-24).
Yukarıda bahsettiğimiz olayda, büyük rol oynadığı
ileri sürülen Torlak Kemal'in aslen Yahudi olduğunu
ve sonradan İslâm’ı kabul ettiğini görüyoruz. Samimî
bir Müslümanın bu fikirlere, bilerek, rağbet etmeyeceği
malûmdur. Böyle olunca, Torlak Kemal, karşımıza bir
'.(Yahudi dönmesi» olarak çıkmaktadır. İsyan, ne sade­
ce Ziya Şakir’in dediği gibi dinî, ne de Galanti’nin belirt­
tiği gibi İçtimaîdir. İsyan hem dinî, hem İçtimaî ve hem
de felsefîdir. Çünkü, onlar, hem yeni bir din getirme,
hem de İçtimaî düzeni değiştirip yerine maddeci bir dü­
deni hâkim kılma, fikirlerini de felsefî bir temele oturt­
ma gayreti içine girmiştir. Bu fikirler, o sırada yüksel­
me devrine adım atmakta olan Osmanlı İmparatorlu-
ğu’nu içten çökertmeye ve muhtemelen yıkmaya matuf
bir hareket olsa gerektir. Benzer örneklerini, İslâm’ın
yayılması sırasında da görmüştük. Kendisini gerçek
Türk ve Müslüman hissetmeyenler ,sahte kisveye bürü­
nerek, sinsî emellerini gerçekleştirmeye çalışırlar. Çün­
kü bilirler ki gerçek çehreleriyle ortaya çıkmaları, in-
sanlann aldatılıp arkalanndan sürüklenmelerine yar­
dımcı olamaz.
c) Fatih Sultan M ehmet Döneminde Yahudiler
ve FatihHn Ölümü Meselesi :

Torlak’ın isyanına kadar Türkler, Yahudileri hâki­


miyetleri altına aldıklan unsurların en zararsızı olarak
telâkki ediyorlardı. Fakat Bedreddin Simavî vak’asında
Torlak’ın oynadığı hüyük rol, derhal Türk devlet erkâ­
nının gözlerini açmaya ve Yahudilere karşı da ihtiyatlı

90
DÖNMELER TARİHİ

oirrianın lüzumunu anlatmaya kâfî gelmiştir. Bu durum


Yahudilere tesir etmiş olacak ki, İstanbul’un almmasm-
da bitaraflı lıklarmı muhafazaya mecbur olmuşlar-
dir (73).
Torlak Kemal hadisesinin Türk devlet erkâmmn
gözlerini açtığmdan ve İstanbul’un alınmasında taraf­
sızlık gösterdiklerinden bahsedilmesine rağmen bu du­
rum, kaynaklara göre, çeşitli yorumlara müsaittir.
Fâtih’in, ^9 Mayıs 1453 Salı günü «Bismillah Allahu
Ekber» sedalarıyla İstanbul'u fethettikten sonra, Jus-
tinien’in, Süleyman Mâbedi’nden üstün gördüğü «Ey
Süleyman! Ben seni bile mağlup ettim!» diyerek övün­
düğü ve 915 sene, 5 ay, 5 gün kilise olarak duran Aya-
Sofya’ya girip «Secde-i Şükran» a kapanmış, iki rek’at
namaz kılmış ve ilk ezanı okutmuştur. «OsmanU İmpa­
ratorluğunun azamet ve istilâ devrinde her kal’a ve her
şehir fethedildikçe riayet edilmiş eski bir an’âne var­
dır : Ordu içeri girip burçlara bayrak çekilirken sur­
ların üstünden ezan sesleri yükselir ve şehrin en bü­
yük kilisesi derhal camiye tahvil edildikten sonra ilk
Cuma namazı, bu ilk camide kılınır» (74). Kaldıki, İs­
tanbul’un ahnması Hz. Muhammed tarafından önemli
görülmüş ve onun övgüsüne nâil olmuştur. Bu kutsal
şehrin fethi, Evliya Çelebi’ye göre on defa denenmiştir.
Bunun için İstanbul önemliydi ve bu zafer, onbirinci
kuşatmada Sultan Mehmet’e (Fâtih) nasip olmuştur.

73 Bkz. Ziya Şakir. «Neşredilmemiş Vesikalara Göre Türkiye Yahudi-


leri». M illet Mecmuası, 9 Ekim 1947, Sayı : 88, sf. 15; Moshe Se-
villa-Sharon, Türkiye Yahudileri, 24 -2 5 .
74 I. H. Danîşmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, 1/260.

91
TÜRKLER VG YAHUDİLER

G alanti, «T ürkler ve Y ahudiler» adlı eserinin


10. sahifesinde, F a tih 'in İstanbul’u fethettiğ i zam an ora­
da, biî'i R abbani, diğeri K araî olm ak üzere iki M usevî
cem aatinin varlığ mdan bahsetm ektedir.
Z iya Şakir; F â tih ’in İstanbul’u aldığmda orada
büyük bir Y ahudi mezarlığ ınm olduğunu; B izans ta rih ­
çilerinin riv ayetlerin e göre, X II. asn'da henüz Y ahudi-
lerin İstanbul’a girmediğ ini, sadece bugün ((Beyoğlu»
adm ı taşıyan «Pera^’da ikâm .et ettik lerin i kaydediyor.
Y ine B izans tarih çilerin in rivayetlerinden anlaşıldığına
göre, İstanbul’un feth i sırasında, şimdi «Yeni C am ianın
bulunduğ u yerde b ir Y ahudi m ahallesi b ulun m akta ve
bu cam inin sahil ta ra fın a isabet eden yerdeki kapıya
«Porta ebrayka», yani «Çıfıt kapısı» denilm ektedir. X IÎ.
asırd a sadece Beyoğlu’nd a oturan Y ahudiler, onu tak ip
eden asırlard a yavaş yavaş İstanbul içlerine sokulpuş-
ia r ve T ürk ler İstanbul’u aldıklarında orada b ir Y ahudi
m ahallesi bulmuş lardır (75).
G alanti, ötedenberi T ürkiye’ye sığman Y ahudilere,
hüküm et .Türkiye k apıların ı açm akla h içb ir siyasî dü­
şüncede bulunmamış m ı ve b u nları sırf «Tanrı m isa-
i'irîeri» diye m i kabul etmiştir? sorusunu soruyor ve bu
sorulara ta rih te n cevap verirken İstanbul’la ilgili ola^
rak şöyle diyor : «F âtih S ultan M ehm ed, İ stanburu fe t­
h ettik ten sonra, h arp esnasında ölenlerin b ırak tık ları
boşluk ve ahalisinin büyük bir kısm ının şehri terk e t­
m esi yüzünden İstanbul’un nüfusu azalmıştı. Pek çok
nıcziyctlere- sahip olan, F âtih , yüksek siyasî görüşü ikti-
75 Ziya Şakir, «'Neşredilmemiş Tnrihî Vesikalara Göre Türkiye Yahudi-
leri, Fatih Yahtfdilere irn tiyazb r verdi», M ille t M ecm uası, 16 Ekim
1Ö47, Sa. 89.

02
DÖNMELER TARİHİ

zasınca, yeni p ay itah tım em niyetli u n su rlarla zenginleş­


tirm eyi düşünerek A nadolu’nu n pek çok yerinde yaşa­
yan E rm enileri ve Y ahudileri İstanbul’a davet etmiş ve
bazı ahvalde de zorla getirmiş tir. O sıralard a A nadolu’­
dan gelen Y ahudiler arasın d a B alat, T ire, A ntalya, Si­
nop Y ahudileri vardı ki ş ehirlerinin isim lerine izafeten
İ stanburda ib ad ethan eler inşa etmişlerdi. B undan baş­
ka zorla İstanbul’a g etirilen b ir tak ım Y ahudilerin in ­
şa ettik leri ibadethaneye ‘S ürgünlerin ib ad eth anesi’ adı
verilmiştir)) (76). G alan ti’n in bu ifadesine göre, İstan-
■bıil’da Y ahudi bulunmadığ ı ve F a tih ’in İstanbul’u n n ü ­
fusunu ikm âl etm ek için A nadolu’n u n çeşitli yerlerin-
fle bulunan Y ahudileri buraya getirttiğ i, h a tta zor kul-'
îandığı görülüyor. H albuki, bölüm ün baş langıcında be­
lirttiğ imiz gibi, B âbil sürgününden sonra Y ahudilerin
İ stanbul'da da bir to rtu b ırak arak E dim e tarafm a geç­
tik lerin i kaydetmiş tik. G alanti, aynı zam anda, eserinin
bir başka yerinde ise; «O nikinci asırda İstanbul’u zi­
y aret eden meşhur seyyah B enyam in de Tudele, İstan­
bul’da Y ahudilerin ipek endüstrisiyle uğraştıklanm ya­
zıyor» (77) dem ektedir.
Başka bir kaynağa göre de F âtih , İstanbul’u îe t-'
İlettikten sonra, im ar işine başlamış ve şehrin nüfusu^
nu artırm ak için A nadolu ve R um eli’n in çeşitli yer­
lerinden (*) m uhtelif u n su rlara m ensup in san lar ge­
tirtmiş; «Üsküp» şehrinden gelenleri «Ü sküplü M ahal-
76 G alanti, Türkler ve Yahudiler, sf. 1G.
77 Avram Galanti; a.g.e., s. 114.
‘ Evliya Ç elebi, Yedi iklimden s ayısız.ad am ların toplandığını kayde­
diyor. (Evliya Çelebi Seyahatnam esi'nden S eçm eler Atsız, D evlet
Kitapları M . Eğitim Basımevi, İstanbul 1971).

93
TÜRKLER ve YAHUDİLER

lesi» adı verilen yere; «Mora')dan getirdiği Rum ailele­


rini, Haliç sahilindeki «Fener» e yerleştirmiştir. Önce
«Selanik»ten (**) getirttiği aileleri (Elli Cemaat) Ya­
hudi Mahallesi’nde ve sonra «Sefed»den (***) getirtti­
ği aileleri de «HaskÖyyde iskân etmiştir.
Daha sonra, muhtelif yerlerden gelen Yahudi aile­
leri de kendi arzularıyla «Kuzguncuk» a yerleştirilmiş­
tir. Yahudiler, bu Kuzguncuktu «Kudüs toprağı» olarak
kutsal saymışlardır. Burada ikameti arzu ettikleri gibi,
cenazelerinin de oradaki mezarlığa defnedilmesini is­
temişlerdir (78).
Anlaşıldığına göre, İstanbul’da bir Yahudi mahal­
lesi bulunmaktadır. İstanbul’a sadece Yahudiler değil
diğer unsurlar da çağrılmış ve kendi istekleri dog”-
rultusunda yer verilmiştir. Yahudi aileleri kendi istek­
leriyle kutsal saydıkları Kuzguncukla yerleştirilmiştir.
Bu iskân işi, Galanti’nin iddia ettiği gibi, Yahudilere
duyulan ihtiyaçtan ileri gelmemiştir.
Fâtih’in İstanbul’u fethi esnasında bîtaraflık gös­
teren Yahudiler, Rumlar gibi, husûsî imtiyazlar kazan­
dılar. Yahudiler, fırka mücadeleleriyle birbirlerini yiyen
Rumların herhangi bir taarruza karşı uzun zaman mu­
kavemet edemeyeceklerini görüyor ve Bizans’ın son
günlerinin geldiğini anlıyorlardı. Bir taraftan da, Türk
hükümetinin hâkimiyeti altına giren Pimetoka, Gümül-
cine, Ohri, Karakarye, Yanbolu’daki Yahudilerle muha­

** 1429'da Selanik şehri Türklerin eline geçtiği zaman Selanik Muse-


vîlert iki mâbede malik idiler. Yanya’da bir Musevî cemaati vardı.
(Bkz. Prof. Avram Galantl. Türkler ve Yahudiler, sf. 10).
* * * Sftfed, Eski Beyrut vilâyetinin Akka sancağında bir kaza merkezîdir.

94
DÖNMELER TARİHÎ

bereler ediyor; Türklerin din ve mezhebe hürmetlerini,


âdilâne idarelerini, istilâ kudret ve kuvvetlerini öğreni­
yorlardı. Bu muhaberelerde baş rolleri II, Sultan Mu-
rad’m Divan-ı Hümayun tercümanı licvi isminde bir Ya­
hudi oynuyordu. Aslen İspanyalı olan Levi, gençliğini
İtalya, Fransa, Polanya'da geçirmiş; sonra Edirne’ye
gelerek Sultan Murad'ın hizmetine girmişti. Bu zeki
adam gezdiği yerlerde lisan öğrenmekle kalmamış; o ta­
rihteki umumî siyaset hakkında da birçok şeyler öğren­
mişti. Bu yüzden o da, Bizans İmparatorluğunun deva­
mı ve bekasından ümidini kesmiş; bu imparatorluğun
etrafını çeviren Türk çemberinin, yakın bir zamanda
daralarak BizanslIların hayatlarına son vereceğine ka­
naat getirmişti.
Bu Levi, II. Sultan Murad’m vefatından sonra, II.
Sultan Mehmet tahta geçince, saray halkı arasında tek­
rar saraya girmiştir. İstanbul’dan Edirne’ye sık sık ge-
len Yahudi tüccarlar, tercüman alarak Levi ile temasta
bulunuyorlardı. Levi de bunları, vaziyetten haberdar
ediyordu ve vuku bulacak harbe bitaraf kalmalarım
tavsiye ediyordu. İstanbul’daki Yahudiler, Edirne’de bü­
yük bir harb hazırlığının olduğunu haber alıyor ve ken-
di aralarında gizli toplantılar yaparak; Bizans’m Türk
hücumlarına karşı mukavemet edemiyeceğini ve bu sü­
re içerisinde bitaraf kalmayı kararlaştınp, neticeyi Fâ­
tih’e duyuruyorlardı (79). Bunu bir sadakat olarak gö­
ren Fâtih, onlara, bir takım imtiyazlar verdi. Bu imti­

78 Ziya Şakir, «Türkiye Vahudileri», M illet Mecmuası, 1947, sayı ; 90,


sf. 15.
79 Bkz. Ziya Şakir, «Neşredilmemiş Tarihi Vesikalara Göre Türkiye Ya-
hudileri, Fatih Yahudilere İmtiyazlar Verdi, M illet Mecmuası, 16
Ekim 1947, Sayı ; 89; M. Sevilta-Sharon, Türkiye Yahudileri, 2 4 -2 5 ,

95
TÜRKLER ve YAHUDİ'LER

yazların başında dinî âyinlerini serbestçe icra etm ek


geliyordu. Bu m esele hakkında da Ş eyhülislâm M ehm et
i'e n a rî’den ^b ir fetva alındığı ve bu fetv an ın ccMezburlar
(adı geçenler) seb (sövm e, saym a) olunm ayıp, kadîm i
üzre kinseler h alleri üzere kalıp kendilerine ve cüm le
kinselerine ve dahi olunm ak ve evlerinde sû ret (m ukad­
des ş ahsiyetlerin resim leri) ve m ihrab olm adıkça Tev­
ra t okuyup ây inleri üzerine ibâdetlerine kim se m ani
olm am ak...» (80) şeklinde olduğu belirtilm ektedir.
Y ahudiler aslında, tâ . B ursa’nın, 1326’da, S u ltan
O rhan ta rafın d a n ahndığı zam an aynı endişeyi duymuş­
lardı. H er yerde zülüm ve işkence gördüklerinden, bu­
n a kıyasla, B ursa’yı boşaltmışlar; fak at, T ürklerden bu-
iju n aksine şefkat görünce^ te k ra r B ursa’ya geri dönmüş­
lerd ir (81).
İ stanbul'un fethin e b ir başka yönden bakacak olur­
sak, orada da T ürklerin lehine bir bekleyiş görürüz. B u­
nu Prof. O sm an T u ran ’dan aynen' naklediyoruz : «İs­
lâm ’ın K ur’ân ây etleri ve Hz. M uham m ed’in hadîsleri
ile tak d is ettiği M ekke, M edine ve K udüs’te n sonra, ay­
n ı İlâhi sebepler ve T ürklerden kazandığ ı yeni kudsiyet
u n su rları sayesinde, İstanbul’un da dördüncü M ukad­
des Şehir olduğu hakkm da bir şüphe olam az. L âkin,
ta rih te yaşamış kudsiyet duygularına rağmen, şehrin
bu h u sû sîy etleri üzerinde durulmamış tı. İslâm dini ve
m illetlerine şâmil olan bu husûsîyetlerin m ukabil Hı­
ristiy an lık tarih in d e İstanbul’un ne böyle bir kudsiyeti
vardır ve ne de ona a it bazı m anevî u n su rlar b ü tü n H ı­
ristiy an dünyasınca m akbul sayılmış tır. Z ira K udüs,
f.Û Bkz, Ziya Şakir, a.g.e,, seyi ; 59.
81 Bkz. Cevat R ifat Atilhan; İslâmî Saran Tehlike ve Siyonizm, sf. 29.

96
DÖNMELER TARİHİ

İskenderiye, Antakya ve Roma şehirleri Hz. İsa’nın Ha­


varileri (Apoter) tarafından ziyaret edilmiş ve bu bel­
delerde kilise teşkilatlan kurulmuş, fakat İstanbul Hı­
ristiyanlıkta böyle bir manevî imtiyaz kazanamamış,
sadece Şarkî Roma’mn payitahtı ve Ortodoksluğun mer­
kezi olmuştur.
Filhakika İstanburun bir yandan dinî bir kudsiye-
te sahip olmaması ve imparatorların elinde siyasî âlet
olan Patrikhane’nin manevî menşe ve otoriteden mah­
rum bir merkez halinde bulunması, öte yandan da As­
ya ve Avrupa Hıristiyanları ile Ortodoks B izanslIlar ara­
sında mevcut tarihî düşmanlık, papazlar ve keşişler
müstesna, bü Türk fethinin Katolik dünyasında ciddî
bir akis bırakmamasına sebep olmuştur. Nitekim Türk-
lere karşı Haçlı Seferleri'ni yapan Katolik Avrupa, aym
zamanda B izanslIları da kurtarmak istiyordu. Lâkin
AvrupalIlar kendilerini barbar ve dinlerine düşman sa­
yan Ortodoks B izanslIların daimi hile ve hiyanetlerine
üğramışlardı. Bu karşılıklı nefret dolayısiyledir ki 1204’^
te hazırlanan Haçlı Seferi İstanbul’a dönmüş, bu şehir,
'tarihinde ilk defa büyük tahribat,- yağma ve kıtallere
maruz kalmış, kiliseler dahi bu vahşetten kurtulama­
mıştır. Bu münasebetle birkaç misal kayda şayandır.
Gerçekten meşhur Macar Kumandanı Hunyadi Yanoş,
Kosova (1448) mağlubiyetini bîr türlü unutamıyor; ama
yakınlan kendisini, ancak ‘Rumlar yok oluncaya kadar
Hıristiyanların talihi açılmayacağından, Türklerin îs-
tanburu alması lâzımdı’ diyerek teselli ediyorlardı. Ve­
nedikli Barbaro da aynı duygulan ifade ediyor : ‘Allah
İstanbul’un Türklerin eline düşmesini arzu etti; Rum-
’ar aleyhinde en sert ve acı hükmünü verdi’ diyordu.

97
TÜRKLEH vü YAHUDİLEH

Bu Katoliklere mukabil bir Rus Vekayinamesi’nin


kanaati daha manâlıdır : ‘Rumlarm ahlâkî sukutları
ve zulümlerine mukabil Türkler din hürriyeti ve ada­
leti temsil ediyor, bu sebeple İstanbul’un Sultan Meh-
med’in âdil idaresine geçmesi İlâhî bir emirdir’ derken,
Bizans’tan alman Ortodoksluğa ve kültürel tesirlere
rağmen, Rus efkârına da tercüman oluyordu.
Bununla beraber Fâtih Sultan Mehmed’e ve Türk-
lere karşı Rumların düşünce ve duyguları çok daha mü­
him idi. Filhakika İmparator ve hükümeti OsmanlIlara
karşı, papanın yardımını almak ve Katolik olmak şartı
i]e, bir anlaşma yaptılar; Ayasofya da artık bir Katolik
kilisesi oldu. Lâkin başta papazlar olmak üzere dindar
halk dinlerini satan idarecilere karşı nefret duymuş ve
artık kirlendiğine inandıklaıı bu büyük mabede bir da­
ha girmemişlerdi. Muahhar Patrik Genadios da kah­
rından manastıra kapanmıştır. Bu duruma mukabil Os-
manhlarm Anadolu’da ve Rumeli’de hüküm süren adâ-
let, dinî ve İçtimaî hürriyetlerini gören Rumlar, İstan­
bul’da Katolik şapkası yerine Türk sangı görmeyi ter­
cih ediyor; Frenklerin maddi-manevî zulümlerini de
unutmuyorlardı. Esasen Türkler karşısında daima ye­
nilen BizanslIlar arasmda OsmanlIların İstanbul’u ala­
caklarına dair öyle bir takım kehânetler ve efsaneler
doğmuş ve yayılmıştır ki, bu inançlar ile de bizzat Rum­
lar kendllerirü mahkûm etmişlerdir» (82).
Rus Vekayinâmesi, görüldüğü gibi, Rumlann ahlâ­
kî sukut ve zulümlerine mukabil Türklerin din hürri­
yetini ve adaleti temsil ettiğini ve bu sebeple de îstan-

82 Prof. Dr. Osman Turan, «İstanbul’un Fethi ve İslânn'ın Dördüncü


Mukaddes Sehrı», Tercüman Gazetesi, 29.5.1977.
DÖNMELER TARİHİ

burun Türkler tarafından, alınmasının İlâhî bir emir


olduğu gerçeğini belirtmekten kendini alamıyor. Yine
Kumlar, Katolik şapkası yerine Türk sanğı görmeyi ter­
cih ediyor ve İstanbul’un Türkler tarafından alınacağı
gerçeğine kendilerini inandırıyor. Böyle olunca, İs­
tanbul ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde meskûn olan
Yahudiler, bu haberleri rahatlıkla duymuş ve vaziyetle­
rini tesbit etmiş, buna göre de bitaraf kalıp, neticeyi
beklemiş olabilirler. Yoksa bu, sadece Türkleri istedik­
leri ve onlara yakınlık duydukları için bitaraf kaldık­
ları anlamına gelmez. Yahudiler menfaatlerini herşeyin
üstünde görürler. Yükselme devrine girmiş, dünyada
sulh ve sükûnurı Türklerle kaim olacağını, değil Yahu-
İer, bütün dünya kabul etmiştir.
Yahudilerin, Bizanshlardan hakaret ve baskı gör­
düklerini; gerek tarihçilerin kayıtlarından, gerekse Şey­
hülislâm Molla Fenarî’nin fetvasının başına «Mezbur-
1ar seb olunmayıp» ibaresini koymasından ve gerekse
Fâtih’in onlara karşı gösterdiği yakınlıktan anlıyoruz.
Böyle olmasına rağmen, saray ve devlet erkânı arasın­
da -II. Murad devrinden intikal eden tercüman Levi ile-
meşhur «Hekim Yakup» gibi şahsiyetler eksik değildi.

Bazı araştırrriacılarca Fâtih’in dördü İranlı, biri


Türk, biri Arap ve biri de Musevî olmak üzere yedi Ta­
bibi var4ı. Bunlardan «Hekim Yakup», sanatta büyük
şöhret kazanmıştı. «Şakayık ve Âlî’ tarihlerinde de ya­
zılı olduğu veçhile eğer Karamanlı Mehmet Paşa’nın
himmet ettiği (Lârî) ismindeki İranlı tabib rekabete
kalkışmasaydı, hiç şüphe yok ki Hekim Yakup Fâtih’in
sıhhat ve hayatı üzerinde çok mühim bir rol oynıyacak-
tı. ‘Hammer’in dediği gibi Belki de Mehmed-i Sânî’nin

99
TÜRKLFR ve YAHUDİIER

eyyâm-1 hayatım tahdit’e muvaffak olacaktı» (83). Bit


başka kaynakta ise şöyle belirtilmektedir : «Yahudiler
(bunlar) İspanya, Portekiz ve Avrupa’dan kovulup bi­
zim Cenâb-ı atıfetimizde saadet, servet ve refaha kavuş­
tukları halde en büyük nankörlük ve hiyanetini bize
yapmışlar ve Fâtih Sultan Mehmet Han’ı zehirleyerek
öldürmüşlerdİDJ (84).
Fâtih’in erken sayılabilecek bir yaşta ölümü, çeşitli
şüphelere yol açmıştır. Bu şüphelerden biri onun zehir­
lenmesi ile ilgilidir. Bu şüphe de özellikle Franz Babin-
ger’in görüşlerinden yaygınlık kazanmıştır. Babinger,
OsmanlIlara karşı Haçlılarla her zaman ittifak eden
Venediklilerin, Eğribcz adasının almmasından sonra,
düşmanlıklarının arttığını ve bundan dolayı Fâtih’i ze­
hirleme işine teşebbüs ettiklerini belirtmektedir. Vene­
diklilerin bu zehirleme işine 14 defa teşebbüs ettikleri­
ni ve sonunda İtalya’dan kaçıp Türklere sığman, Yahu­
di asıllı olup ihtida eden ve Yakup adım alan Maestro
Lacopo’yu bu iş için seçtiklerini; 30 yıl Saray’da çalışıp
B’âtih’in de itimadını kazanıp husûsî hekimleri araşma
giren Yakub’u büyük rüşvet karşılığında zehirleme işi­
ne ikna ettiklerini (85) ileri sürmektedir.
Fâtih’in ölümünü zehirlenmeye bağlayan yazarla­
rın, özellikle Babinger’in, görüşlerini çürütmek ve Fâ­
tih’in, ölüm sebebini ortaya çıkarmak için «Fatihlin Ölü­
mü Meselesi» başlığı ile bir makale yazan Ş. Tekindağ,

83 Ziya Şakir, «Türkiye Vahudileri», M illet Mecmuası, 1947, Sayı ; 91.


84 Atilhan, Dünya İhtilâlcileri, Yelken Matbaası 1973, s. 48 (dipnot)
85 Bkz. Franz Babinger, «»Venediklilerin Fâtih'i Zehirleme Teşebbüsü»,
Çev. Şevki Yazman. Hayat Tarih Mecmuası — Mayıs 1979, 1/17-20.
hanşumûl bir devlet kurmak imkânına sahip olan Fâ-

100
DÖNMELER TARİHİ

('Şüphesiz, îstanbura hâkim olmak suretiyle Hıristiyan


ve îslâm dünyasını hâkimiyeti altmda toplamak ve ci-
lıanşumûl bir devlet kurmak imkanına sahip olan Fâ­
tih’i objektif bir düşünce lle tedkik eden müellifler mev­
cuttur. Bununla beraber, Hıristiyanlık taassubu ile ha­
reket edip indi bir takım mütalaalar serdeden müel-'
lifler, mağluplar hakkında hududsuz m^sâmaha göste­
ren Fâtih’e bâzı müfrit hareketler İsnad etmektedirler.
Nitekim, Fâtih’in iyi bir insan olmadı^ peşin hükmü
ile hareket eden Babın ger de, kaynakları yanhş veya
İşine geldiği şekilde tefsir ederek bir takım neticelere
varmak istemektedir» (86) dedikten sonra, Fâtih’in ölü­
mü konusundaki faraziyelere yer vermekte; Doğulu ve
Batılı kaynaklarda Fâtih’in zehirlenerek öldüğüne dair
bir işaret bulunmadığına temas etmektedir (87).
Tekindağ, Fâtih’in çağdaşı yazarların (Neşri, Dur­
sun Bey, Edirneli Rumî vb.), «Fâtih’in dört gün süren
bir sancıdan sonra öldüğü ve bunun zehirlenmeden
ileri gelmesinin muhtemel olduğu«nu söyleyen Bau-
dler (88) hariç, zehirlenmeden bahsetmedikleri için bu
iddiaları reddetmekte ve Aşık Paşazâde’nin «vefatına
sebep ayağında zahmet vardı, tabibler ilâcından âciz
oldular. Âhir tabîbler cem’oldular, ittifak ettiler, aya­
ğından kan aldılar. Zahmet ziyâde oldu. Şarab-ı fariğ
verdiler. Allah rahmetine vardı» demesini şu şekilde
açıklamaktadır : «Umûmiyetle artiritik bünyelerde gö­
rülüp hemen bütün Osmanlı padişahlarına arız olan

8ö -M .,!Ç . Şebabettin Tekindağ, «Fâtih’in Ölümü M eselesi», İ. Ü. Ede­


biyat Fakültesi Tarih Dergisi, İstanbul 1966, X V l/9 5 -9 6 .
87 Bkz. Tekindağ, a.g.m. 9 6 - 108,
Ü3 St. IVlichel Baudier, İnventaire de rH is to ire G enerale des Turcs,
Paris 1620, s. 144 (Tekindağ, a .g .m .-s . 9 9 ’dan naklen).

101
TÜRKIER VG YAHUDİLER

damla (nikris) hastalığı ile müzmin romatizma gibi


şâir bedenî hastalıklara mübtelâ olan Fâtih, geçiş sıra­
sında daha da hastalanarak, bütün müzmin hastalık­
larına azan a’zalannm tıkanması eklenince yatağa düş­
müş ve kendisine önce ilm-i tıbda gayretle mahir ol­
duğu bilinen Tabîb-ı hâs Lârî müdâhale etmiş, muvaf­
fak olamayınca da Yakup Paşa tekrar getirilmiştir. An­
cak, Yakup Paşa, Karamânî Mehmed Paşa taraftan
Lârî’nin ilacını tasvip etmeyip müdahaleden çekinmesi
üzerine, konsültasyon yapan tabîbler, ayağından kan
almak istemişler, çaresiz kalınca da, Y ^ u p Paşa’nm
hastaları kayettirip tedâvi etmek üzere kullandığı meş­
hur şurup (şarâb ı fariğ) u vererek sancısını azaltmak
yolunu tutmuşlardır. Fakat şarab-ı fâriğ tesirini gös­
termemiş... vefât etmiştir.

Müphem bir ilâç hattâ zehir olarak tefsir edilen şa-


rab-ı fâriğ'e gelince; Aşık Paşa-Zâde’nin nazmen beyân
ettiği kısımda şerbet ile şarâbı aynı mânada kullandığı
nazarı itibâra alınacak olursa, Şekayik’de HeKim Yakup
Paşa’nın hastaları kay ettirip iyi etmek üzere kullandı­
ğı şurub (şerbet) u, şarâb-ı fâriğ olarak kabul etmek
İcab eder» (89).
Fâtih’in yakınlarından olan ve onun tarihini yazan
Tursun Bey, ölüm hadisesine fazla yer vermemiştir. O,
Fâtih’in bünyesinde m.ştraz bulunduğunu, ızdırap çekti­
ğini, buna rağmen iradesinden bir şey kaybetmediğini;
bünyesinin zayıflığının ona vaktin geldiğini hatırlattı­
ğını, bundan dolayı Allah’a yalvarmağa başlayıp Keli-
me-i Tevhid ile tevbe ve istiğfarı dilinden düşürmediği-

i)9 Bkz. Tekindağ, a.g.m. 101-102 ve ayrıca bkz. sf. 98-107.

102
DÖNMELER TARİHİ

ni, dünya malını ve saltanatı bırakarak, mübarek ru­


hunun Allah’a kavuştuğunu (90) yazmaktadır.
A. de Lamartine de, Cihan Hakimiyeti adlı eserin
de» «Kanı gibi şiddetli ve hızlı bir hastalık onu pençe­
sine almıştı. Ordusuyla yola koyulduktan kısa bir za­
man sonra başgösteren hastalık sonunda hayata göz­
lerini kapadı. Hizmetinde bulunan hadımlar ve hekim­
ler ölümü ordudan gizlediler, sadece aniden hastalandı­
ğını ve Istanbura dönüp hamamlara devam etmesi ge­
rektiğini duyurdular» demekte ve Bayezid’e değil, Cem
Sultan’a padişahlığın verilmesini arzu eden ve o doğ­
rultuda çalışan Mehmed Nişanı Paşa’mn, Bayezid’in ilk
olarak İstanbul’a gelip yeniçerilerin kalbini kazanaca­
ğı endişesiyle, şehirde kalan garnizona emir vererek
Sultan Çayırı’nda toplanmalarını istediğini, alışılmış
buyruğu yerine getiren çeriler Üsküdar’a doğru yol alan
hadımlar ve muhafızlarla korunan kapalı bir tahtere-
van gördüklerini, tahterevanın kendilerine gösteril­
mesini istediklerini, açılan perdelerle ancak Fa­
tih’in ölümünün gözler Önüne serildiğim, bunun üze­
rine devlet ç^ ın d a bir cinayet olduğunu sanarak arka­
daşlarını intikam almaya çağırdıklarını ve nümayiş ya­
parak, zor kullanarak Avrupa kıyısına ayak basıp, Ya­
hudi mahallesini yağmaladıktan sonra, saraya hücur^
ederek, tahtı Cem Sultan aleyhine gasbetmekle isuçla-
dıkları Vezirri Azâm’ın kafasını kestirdiklerini (91) kay­
detmektedir.

öû Tursun Bey, Fâtih’in Tarihi (Tarih-i Ebul Feth), Haz. A hm et Tezba-


şar, Tercüman 1001 Temel Eser, s. 1 6 0 -1 6 1 ,
91 A, de Lam artine, Cihan H âkim iyeti (Türkiye Tar'ihi), Haz. İVİ. R. Üz­
men, Tercüman 1001 Tem el E.ser, 111/567-569.

103
TÜRKLER ve YAHUDİLER

Burada da, ölüm olayına, aniden hastalandığı ve


İstanbul’a dönüp hamamlara devam etmesinin gerekti­
ğini söylemeleri ve yeniçerilerin Vezir-i Âzam’ı katledip
Yahudi mahallesini yağmalamaları olayda, şüpheli bir
durum olduğu intibaını uyandırmaktadır.
Danişmend, Fâtih’in ölüm sebebinin Osmanlı kay-
naklarmda sessiz geçiştirildiğini, bazılarının babasından
vâris olan «niksir» (damla) hastalığından bahsettikle­
rini; ancak Aşık Paşazâde’nin şüphe uyandıracak bir
ifâde kullandığını (bu ifâdeyi Tekindağ'ın. görüşü kıs­
mında, yukarda kaydettik) ve Fâtih’in çağdaşı bu yaza,
rın onun ağzından hekimlerin kendisine kıydığım be­
lirten şu mısralara yer vermektedir :
Tabibler şerbeti kim verdi Hâne
O Hân içti şarabı kaane kaane
Ciğeri doğradı şerbet o Hânm
Hemin dem zaıi itti yâne yâne
Dedi niçüri bana kıydı tabibler
Boyadılar ciğeri canı kaane
............................. » (*)
Danişmend, Âşık-Paşazâde’nin «Şarab-ı Fariğ» dedi­
ği ilâcın ne olduğunu, bu ilâcı içince Fatih’in niçin «ci­
ğeri doğranarak» hemen can vermiş ve neden dolayı
müverrih Fatih’in ağzından hekimlerin kendisine «kıy.
ılıklarını» kaydetmek lüzumunu hissetmiştir? demekte
ve bütün bunların faydasız veya yanlış bir tedaviden
şikâyet mahiyetinde olabileceği gibi, şüpheji bir ilâca
ait birtakım imâlarla tefsir edebilmek imkânmm varol­
duğunu ve bazı kaynaklarda da bu şüpheyi teyid ede-

Aşıkpâşâzâde Tarihi, İstanbul 1332, sf. 219.

104
DÖNMELER TARİHİ

Dilecek ifadelerin bulunduğ unu kaydetm ektedir (92).


Uzunçarşılı da, F a tih ’in zehirlenm ek suretiyle öldüğüne
dair rivay etin v ar olduğunu (93), ancak bunun hekim
Lâri4 Acem î’n in m i, yoksa hekim Y ahudi Y akub ta ra ­
fından m ı olduğ unun kesin olarak anlaşılamadığmı be­
lirtm ektedir.
T ü tü n cü , F â tih ’in ölüm ü konusunda, B audier'in ve
B abinger’in görüşlerine yer verdikten, onun 240 m ilyon
T ürk lirası karşılığında Y ahudi dönm esi Y akup ta ra fın ­
dan zehirlendiğ ini b e lirttik ten sonra, benzeri b ir teşeb­
büssün Yalco isim li başka b ir Y ahudi’den geldiğini kay^
detm ektedir. Y ine o, 1866 tarih in d e ölen A kadem i (En-
cüm en-i Dâniş) üyesi ve bir hekim olan H ayrullah Efen-
di'n in «Y ahudi doktor Y akup Paşa’nm nice zam andır
şürdürdüğü yanlış ve kasıtlı tedaviye, ancak bu günlerde
son verecek ve F â tih ’in en verim li çağında ölüm ünü h a­
zırlayacaktır» şeklindeki görüşüne tem as etm ekte ve
Playrullah E fendi ile aynı k a n a a tte olduğunu belirte­
rek şöyle dem ektedir : «Kişiler ayrı ayrı, fak at teşebbü­
sün geldiği ta ra f b ir olm ak üzere, F âtih , değişik ta rih ­
lerde tü rlü sulkastlere uğradı. B ü tün su ik astler Vene­
dik C um huriyeti tarafın d an idare ediliyordu. Gerçeğe
^akm b ir biçim de belli olan netice şudur : F âtih , Y ahu­
di dönm esi Y akup Paşa ta ra fın d a n zehirlenerek öldü­
rülmüş tür» (94),
B ü tün bu söylentilerin ışığı a ltın d a durum u değer­
lendirdiğ imizde, F â tih ’in ölüm ü ile ilgili görüşleri şöyle
özetleyebiliriz :
92 i. H. Danışm end, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronoiojisi, 1 /3 5 0 -3 5 1 .
93 i. H. Uzunçafşılı, Osmanh Tai'lhl, Il[/t4 4 .
94 Ziya Tütüncü, Fâtih Sultan M eh m et, İstanbul 1971, s. 185, 1 9 9 -2 0 2 .

105
TÜRKLER VG VAHUDİLER

1) Fatih’in, atalanndeın mevrus olan damla hasta­


lığından,
2) Zehirlenmeden,,
3) Yanhş tedaviden. Bunlarm herhangi birinden
olabileceği gibi, her üçünün birden olması da mümkün­
dür. Bunların yamnda eceli ile ölmüş olması da müm­
kündür. ((Ecel geldi cihana, baş ağnsı bahane» sözüne
uygun bir durum ortaya çıkıyor. Tabiî her şey bir sebebe
dayanır. Ölüm olayı da, Fâtih’in cihan imparatoru Ol­
ması dolayısiyle, düşmanlarının çok olabileceği, bazı
kaynakların da ifade ettiği gibi, «eğer biraz daha ya­
şasaydı dünyaya hakim olacağı» düşüncesine itibar eder­
sek, onun bu emeline ulaşmaması için düşmanları onu
jfok etmeyi düşünebilir. Vaktinden önce yok olması ise,
ancak suikastle mümkündür. Bunun da Fâtih’e yakın
olan ve yakınlığı da gösterişten ibaret olan birisi tara-
fmdan yapılması mümkündür. Bu durum da hekim Ya-
kub’a, uymaktadır.
Bunun için, zehirlenme olayının-bu görüşü ileri
sürenlerde - Yahudi hekim Yakup tarafından yapıldığı
kanaatini uyandırmış olması mümkündür. Ancak bu
olayın kesin olarak aydınlatılmasını tarihçilere bırakı­
yoruz.
Budin muhafızı Mehmet Paşa’nın aniden ölümünün
Müslümanları şüpheye düşürdüğü, bu şüphenin Yahudi
Hekim başı üzerinde toplandığı ve Hekimbaşı sıkıştırı­
lınca «Bu kırkıncı oldu. Daha önce otuz dokuz Mehmet
öldürdüm. Eğer yakalanmasaydım, Peygamberinizin
adım taşıyan daha çok Mehmetleri öldürecektim» diye­
rek suçunu itiraf ettiği (95) ileri sürülmektedir.

95 Şahap Tan, Yahudileri Tanıyalım, 18.

106
DÖNMELER TARİHİ

Yukarıda verilen bilginin sıhhatini tetkik imkâ­


nını bulamadık. Ancak Fâtih’in erken ölümü bazı şüp­
helere yol açmış, bazı kaynaklar zehirlenmesi üzerinde
durmuş ve bunun Yahudiler tarafından gerçekleştiril­
diğine yer vermiştir. Bütün bunlara rağmen Yahudiler
tarafmdan mı, yoksa başkaları tarafından mı zehirlen­
diği hususu Isiraz karanUkta kalıyor. Hattâ, bu zehirlen­
me işinin başka bir sebebe dayanabileceği de ileri sürü­
lüyor. «Fatih, İstanbul’u fethettikten sonra, Osmanlı
Devleti, İmparatorluk olmuştur. Ama Fâtih, Kayser-i
Rum, yani Şarkî Roma İmparatoru olarak madalyalar
bastırmıştır ve bütün saltanat devrine bakarsanız, Ro-
ma’yı da alarak Garbi ve Şarkî Roma İmparatorlukla^-
nnı şahsında toplamak niyetinde olduğu anlaşılır. Bel­
ki de bu sebebledir ki, Fatih’in zehirlenerek öldürüldü­
ğü söylenir» (96), Görüldüğü gibi, bir zehirlenme olayı
var, ama bunun hangi sebebden ileri geldiği meçhul-
dur. Bunun bir Yahudi oyunu olabileceği insanın aklı­
na en uygun olanıdır. Çünkü; zehirlenme olayı bir tek
olmayıp tarihte bununla ilgili başka örnekler de var­
dır* Kısaca, zehirin Yahudilerin bir silâhı olduğu ve
Hz, Muhammed’i de onların zehirlediği ileri sürülmüş­
tür. Buna sebep de; onların Kutsal Kitap’larmda, «Ve
Allah’ın Rabbın sana teslim edeceği bütün kavimleri bi­
tireceksin; gözün onlara acımayacak; ve onların ilâh­
larına kulluk etmeyeceksin; çünkü o sana tuzak olacak­
tır» (*) şeklinde yer alan cümlelerin bulunması ve
insanlara acımasız bir düşmanlık aşılanmış olması gös­
terilmektedir, Bu nefretin onlara, çocukluk çağında ve­
rildiğini Luther’in şöyle belirttiği kaydedilmektedir :

96 Burhan Felek, «İstanbul'un Fethi», M illiyet Gazetesi, 3.6,1977,


* Tesniye, V ll/16 .

107
TÜRKLER ve YAHUDİLER

ffOnlar, Yahudilerden gayri insanlara zehir gibi bir nef­


rete sahiptirler. Bu nefret onlara çocukluk çağından iti­
baren ebeveynleri ve hakanları tarafından telkin edil­
mekte ve bu zehir onlar tarafından içirilmektedir, o de­
recede ki bu his onların murdar iliklerine kadar İşle-,
miştir.
Et ve kan, ilik ve kemik nasıl değişmezse Yahudi-
lorin kibiri ve kıskânçhğı da değişmez. Onlar öyle ka­
kacak ve öylece çürüyecektir» (97). Böyle bir telkin, genç
dimağlara aşılanırsa, onların da, bu doğrultuda hareket
etmesi normal, olsa gerektir. Çünkü kendilerini üstün
çrk ve kendi dışındakileri aşağılık mahluk olarak gö­
rüp, bu uğurda da, kutsal kitaplarının emri doğrultu-
vS’jnda, istenilen şeyleri yapmayacaklarını iddia etmek
mümkün değildir.

Avrupa’daki Yahudilerin tarihi, zincirleme bir sür­


gün etme, yağma, katliam ve öldürmeler dizisidir. Bun­
lar M.S. I. binde tek tek olayİ3.r halinde vuku bulur ki;
buna bir sükûn devri denilebilir. Ancak Yahudilet için
asıl azap ve işkenceler devri, onbeşinci yüzyıldır.

ü) 1492 İspanya 7Admünclen Sonra Türk ve


Yahudi Münasebetleri :

Haçh Seferleri sırasında Yahudiler, insan kurban


etmek, Hnistiyanlarm kutsal ekmeğini (hostie) kirlet­
mekle suçlanmışlardır. Bundan dolayı Kudüs’te Yahu-
dilere karşı Hıristiyan katliamları başlamış, binlerce
idamlar olmuş ve bulundukları yerlerden sürülmüşler­
dir. Bu sürgünler birbirini takip etmiş; 1290’da toptan

97 Bkz. Ati Ihan, Dünya İhtilâlcileri, 46,

10 8
DÖNMELER TARİHÎ

İngiltere’den, 1394’te Fransa’dan ve, Ispanya’da Müslü­


man hâkimiyetinin son bulmasıyla, 1492’de Ispanya’dan
koyulmuşlardır (98). Bu Yahudiler, ondöıt asırdanberi
İspanya Hıristiyanlan arasında yaşamakta ve müsâma-
ha ile karşılanmaktadır. Ancak bu müsamaha, birtakım
hasîs menfaatlerle veya şiddetli vaazlarla halk arasında
düşmanlığa yol açmıştır. Halk arasında meydana gelen
bu düşmanlığı ortadan kaldırmak İçin sarf edilen gay­
retler netice vermemiştir. İspanya kralları, bu durum­
dan müteessir olmakla beraber, Ispanya’da dinî birliğin
kurulması arzusunu taşımaktadırlar. Bunun için Endü­
lüs ve Aragon’daki Yahudiler'in kovulmasını emretmiş­
lerdir (1483 ?4486). Bu karar yerine getirilmediğinden
31 Mayıs 1492’de, yeniden, «Yahudiler dört ay içinde,
ya Hıristiyan dinini kabul edecek veya Ispanya’yı ter-
kedecek» emri verilmiştir.
Din değiştirmeyi kabul etmeyip göçü tercih eden
Yahudiler’in sayısı belli değildir. Bu konuda verilen ra­
kamlar 200.000 ile 500.000 arasında değişmektedir. Do­
ğu Avrupa ile Afrika’nın kuzeyinde meskûn olup eski
İspanyol dilini konuşan sefardete’ler (*) bunların to­
runlarıdır (**). Yine kesin sayıları bilinmeyen diğer Ya-
hudilçr, Hıristiyanlığı kabul etmek zorunda kalmıştır.

98 Bkz. Haymilah Örs, Musa ve Yahudilik, İstanbul 1966, 336.


* Sefardete (Sefardote, sefardin); Güney Yahudileri'ne, İspanyol Ya-
hudîlerine verilen isimdir.
** Bu Yahudllerin büyük bir kısmi, Türkler'in himayelerine sığınmıştır.
Bunlardan bazıları, hiçbir cebir ve tazyik ile karşılaşmadan, kendi
istekleri ile Müslüman olmuştur. Türkler’in himâyesindeki Vahudi-
ler, Türkier’den gördükleri müsamaha sayesinde, her türlü âdet­
lerini muhafaza ederek, en'zengin ticaret ve sanayi erbabını teşkil
etmişlerdir.

109
TÜRKLER ve YAHUDİLER

î'akat bu din değiştirenler arasında eski dinlerine gö­


re yaşayanların ve ilk dinlerine dönenlerin bulunması
lıalkın ve ruhban sınıfının güvensizliğine yol açmıştır.
Yahudiler’in din değiştirmelerindeki samimiyetsizlik,
Öinî meselenin kesin olarak halledilmemesine sebep ol­
muştur (99).

Bulundukları yerden kovulan Yahudiler'den Ispan­


ya’ya gelip yerleşenler, el işleri, ticaret ve kültür saha-
lannda kendilerini göstermişlerdir. Krallar, siyasî ve
dinî sebeplerle, cebir ve şiddete baş vurmuştur. Buna
karşılık İspanya Kilisesi, zor yoluyla Yahudiler’in din
değiştirmesini yasaklamış; ikna ve nasihat yoluyla Hı­
ristiyanlığa kazanılmalarına müsaade etmiştir (100).
Buna rağmen Yahudiler, İspanya yarımadasında, Hıris­
tiyan halktan, memurlardan, krallardan ve ruhbanlar­
dan zulüm görmüş, işkence altında yaşamıştır. Bu zu­
lüm ve işkenceler dayanılmaz noktaya gelince isyan et­
mişler ve bunun cezasını da çok ağır ödemişlerdir. Ka-
tolikler, Yah udilerin din değiştirmelerini ve kızlannı
Hıristiyanlarla evlendirmelerini istemiş; buna uymayan­
ları Engizisyon Mahkemelerinden geçirerek diri diri
yakmış veya kılıçtan geçirmişlerdir. Bu zulüm Ispan­
ya’da Müslüman hâkimiyetinin kurulmasına kadar de­
vam etmiştir. Yahudiler Müslümanları «Halâskârları-
mız!» diye karşılamışlardır (101). Ispanya’da Müslüman
hâkimiyetinin sona ermesiyle yeniden Yahudilere kar-

99 Bkz. Loui Bertrand, İspanya Tarihi, Çev. Galip Kemalî Söylemezoğ-


lu-N urulıah Ataç, İstanbul 1940, s. 142- 143; Galartti, Türkler ve Ya-
hudlter, 16.
100 Bertrand, 38.
101 Bertrand. 141 -143.

no
DÖNMELER TARİHİ

şı Hıristiyanların düşmanlığı ve zulmü başlamıştır.


Ispanya’nın altın çağının başlangıcı kabul ettikle­
ri Kastille (Castille) Kralı IV. Henri’nin kız kardeşi Isa-
bele ile Aragon Kralrmn oğlu Ferdinand evlenmiştir
(1492). Bu 1492 tarihi, aynı zamanda, Gırnata Müslü­
man Devleti’nin çöküşü ve Kristof Colomb’un Ameri-
kayı keşfetmesinin tarihidir. Müslüman Devletten son­
ra Katolik kralları, Yahudilerin zahiren Katolik olduk­
larını, din değiştirmelerinin sahte olduğunu, Gırnata
Muharebesinde düşmanlarına gizlice yardım ettiklerini,
faizler ve rehinlerle servetlerini artırdıklarmı, fitneye
yol açtıklarını bahane ederek şiddete baş vurmuştur:
Yahudilerin ya Katolik olmaları veya memleketi terket-
meleri istenmiştir. Bu Yahudilerden 300.000 kadarı Is­
panya’yı terketmiştir. Bunlardan bir kısmı Türkiye’­
ye (*), bir kısmı Portekiz’e (**) gidip yerleşmiştir. Tür­
kiye’ye gelenlerin torunları, bugün bile, «İspanyol Ya-
hudisi» diye çağrılarak diğer Yahudilerden ayrılmakta­
dır (102).

• Türkiye’de, eskidenberi, bir Yahudi topluluğu bulunduğu bilinmek­


tedir. O zaman, dünyada dağınık halde bulunan Yahudiler, araş­
tırmaları sonucu, Yahudilerin en rahat yaşadıkları yer olarak Tür-
kîye’yi bulmuşlardır. 1394’de Fransa'dan çıl^anlan yahudiler, Yıldı­
rım Bayezid’in merhametine Ütica edip Edirne'ye: asıl muhacir ka­
filesi olarak Yahudiler 1492’den sonra gelmeye başlamış ve 11. Ba-
yezid'in emriyle İstanbul ve Selânik’e yerleştirilmişlerdir. (Geniş
bilgi için bkz. Ziya Şakır; Türkiye Yahudileri, M ille t\M ecm uasi,
30 Ekim 1947. Prof. Dr. Hikmet Tanyu; Tarih Boyunca Yahudiler
ve Türkler, C. 1, sf. 140- 145; Sharon, Türkiye Yahudileri, 2 9 -3 0 ).
“ Portekiz’e gidenler de, daha sonra oradan kovulur ve sığınma yer­
leri Osmanlı İmparatorluğu olur.
102 Français Pietri, L’tspagne du Sieecla d’Or, Paris 1959, s. 59, 65-66:
Tanyu, 1/144-1 45; Theodor Fritsch, Tarih Boyunca Yahudi Mesele­
si. Çev, ■. Münir Abdurrahman, İstanbul 1972, s. 83

111
TÜRKLER ve YAHUDİLER

Bertrand, İspanya halkının -kralların müsamahası­


na rağmen- Yahudilere karşı böyle bir kin duymalarmı
açıklığa kavuşturmuyor. Sadece siyasî ve^ dinî bir birlik
kurma arzusundan ileri geldiğini belirtiyor. Halbuki
sadece bu şartlar, halkın bu kadar hassasiyet gösterme­
sine sebep teşkil edemez. Eövle olunca, Frisch’in (103)
bir vakayinameye dayanarak ileri sürdüğü ile Pietri’-
nin (104) belirttiği sebepler ve Ziya Şakir’in «Şiddetle
hüküm süren Engizisyon Mahkemesi’nin zulüm ve iş­
kencesine tahammül edemeyerek Hıristiyan olan, fakat
gizlice kendi dinlerine sadakat gösteren ve ‘Maran’ adı
verilen bu dönme Yahudilerin sırlarının ifşa edil­
miş» (105) olması şeklinde mütalâa ettiği görüşler hak­
lılık kazanıyor. Diğer hususlarda da bu kaynaklar ara^
smda bir mutabakata rastlanır.
Avram Galanti de bu hususta şöyle diyor : «1492
yılında, İspanya Krah Katolik Ferdinand ve eşi Isabel-
ie zamanında İspanya Yahudilerinin memleketten çı­
karılması emri verilmişti. :eirkaç asırdan beri orada yer­
leşmiş bulunan ve dinlerine her zaman sadık kalmak
isteyen Yahudilerin bir kısmı memleketi terk ederek
Fransa, İngiltere, Felemenk, İtalya ve Türkiye’ye git­
mişlerdir. İşleri dolayısiyle Ispanya’dan ayrılmak iste­
meyenler, zahiren Katolik dinini kabul etmişlerse de
zımnen yahudiUği muhafaza ediyorlardı. Bundan baş­
ka ‘Tehcir', Portekiz yahudilerine de tatbik edilmiştir.
Zahiren Katolik geçinerek İspanya ve Portekiz’de
kalmış, iş ve servet sahibi olmuş Yahudiler, eski din­

103 Bkz. Frîtsch, a.g.e. sf. 8 2 -8 5 .


104 Bkz, Pietri. a.g.e. sf. 5 8 -6 0 .
105 Ziya Şakir «Türkiye YahtJdileri», M illet Mec. 30 Ekim 1947.

112
DÖNMELER TARİHİ

lerine ^dönmek arzusu güderek bu iki memleketten-ya-


viaş yavaş ayrıJmağa ve bunların bir kısmı da
1532 senesinden itibaren Türkiye’ye iltica etmeğe
başlamışlardır)) (106). Bu bilgileri veren Avram Galan-
ti’nin kendisi de bir Yahudi'dir. Görülüyor kî; baskı,
zülüm ve öldürmeler onları dinlerinden vazgeçiremiyor.
Onlardan Hıristiyan olmuş olanlar, sırf menfaatleri ica­
bı, servet sahibi olmak, çıkar sağlamak ve işkenceden
kurtulmak için Katolik (Hıristiyan) görünüyor. İs­
teklerini elde edince, ortamı müsait bulunca eski din*
lerine geri dönüyor. Zaten dönmüş göründükleri zaman
bile, eski dinî yaşantılarında, gizli olarak devam edi­
yorlar. Böyle olunca, Müslüman olmaları nasıl izah
edilir? Bu durumları ilerideki bölümlerde inceleyeceği­
miz için burada tatsllâta girmeyeceğiz.
Galanti; 1492’de Türkiye’ye gelen Yahudiler’in ma­
nevî harslara sahip olduğunu, beraberlerinde getirdik­
leri matbaa sayesinde bu harsları devam ettirdiklerini,
bu matbaalarda, Arapça ve Türkçe baskı yasak oldu-
lüriÜan, başka dillerde baskı yapıp Türkçe’den istifade
edemediklerini, bundan dolayı bildikleri İspanyolca mu­
hit içinde kaldıklarını belirtiyor (107).. Galanti, Yahu-
dilerin Türklerle kaynaşmamalanna bunu sebep göste­
ren bir tutum içine giriyor. Bunu sebep olarak görmek
mümkün değildir. Asıl sebebi, Türklerle kaynaşmak is­
tememelerinde, erimek endişelerinde aramak daha doğ­
ru olur. Çünkü Fritsch’in kaydettiği, «Yabancı fatihler
gelip geçiyor. Biz iteat ederiz, ama ayakta kalırız» (108),

106 Avram Galanti. Türkler ve Yahudiler, sf. 16.


107 Galanti, Türkleı* ve Yahudiler, 148.,
108 Theodor Fritsch, Tarih Boyunca Yahudi Meselesi. Çev. Münir Ab-
durrahman, sf, 77.

113
TÜRKLER ve YAIIUDİLER

cümlesi bunların gayelerini en bariz bir şekilde açıkla­


maktadır.
İspanya Yahudilerine Türkiye kapılarını açan II,
Bayezid, bunların bir kısmını Selanik ve İstanbul’a, bir
kısmını da Osmanlı İmparatorluğuna tâbi olan Sakız
adasına yerleştirmiştir. Türklerin hüsn-i niyyetini duyan
Yâhudiler, bulundukları yerlerdeki zulme daha fazla
tahammül etmeyerek, XVI. yüzyılda göçlerine devam
etmişlerdir. Ispanya’dan kaçıp kurtulan Yâhudiler, ön­
ce Fransa, sonra da Almanya’da çektikleri eziyetlere
dayanamayarak, Polonya ve Rusya'ya göçetmişlerdir.
Fakat, XVII. yüzyılda Kazaklar, Ispanya’ya taş çıkar­
tacak bir zulümle Yahudileri ezmiş, küıçtan geçirmiş­
tir (109). Bunların da son durağı Türkiye olmuştur,
Türkler 1517’de Kudüs’ü ve bütün bölgeyi zaptedince
Filistin’de bulunan 5.000 kadar Yahudi’ye dinî serbesti
tanımıştır.
1522 senesinde Kanuni Sultan Süleyman Rodos
adasını fethedince Sakız’da bulunan Yahudileri daha
iyi şartlarla buraya yerleştirmiş ve Rodos eivannd;^ bu­
lunan İncirli Adasındaki (Nyssiros) kükürt madenleri­
nin işletmesini de onlara vermiştir (110), Bu Rodos ada­
sının fetih işine 1480’de Fâtih Sultan Mehmet, Mesîh
Paşa’yı görevlendirmiş; fakat başarısızlıkla neticelen­
miştir. Papa da adayı idare eden şövalyelerin reisini

109 Bkz. Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Tarih Boyunca Yâhudiler ve Türkler,
sf. 145; Avrain Galanti, Türkier ve Yâhudiler, sf. 16*24; Hayrul-
lah Örs, Musa ve Yahudilik, sf. 348; M. Sevilla - Sharon, Türkiye
Yahudileri, 24 -30 .
110 Prof. Dr. Hikmet Tanyu, 5/145; Prof. Avram Galanti, sf. 17-18:
Cevat Rıfat Atilhan, İslâmî Saran Tehlike ve Siyonizm, sf. 3 8 -3 9 .

114
DÖNMELER TARİHİ

Kardinal rütbesiyle taltif etmiştir. Bunun üzerine şö­


valyelerin reisi zaferi ihsan eden Allah’a şükretmek için,
adada oturan (St. Jean Şövalyeleri zamanında adada
yahudiler varmış) Yahudileri Hıristiyan olmaya davet
etmiştir. «Yahudilerin bir kısmı bu teklifi kabul etme­
yerek ölümü ve esareti tercih ettiler. Diğer bir kısmı
ise, yapılan işkencelere dayanamayarak Hıristiyanlığı
zorla kabul etmişlerdir. 1521’de Rodos adası, Kanunî
Sultan Süleyman zamanında Türklerin eline geçmiş,
esir edilen ve zorla Hıristiyanlığı kabul eden Musevîler-
den kalanlarla, o müddet içinde doğan nesil tekrar Ya-
İıudiliğe avdet etmişlerdir)^ (İH ).

15254526 yılında Türkler (Kanuni), Budapeşde’yi


fethedince, Budin ve Estergon’da durumları iyi olmayan
Yahudileri gemiler tahsis ederek İstanbul'a. nakledi­
yor (112). Peçevî, Kanunı’nin Budepeşte (932/1525) se­
ferini anlatırken, Budin sahrasına İslâm askerlerinin
ayak basmasından sonra, kalenin kadın ve erkeklerinin
yalvararak toprağa yüz sürdüklerini, tasdik edip, itaat­
kâr olan kâfirin malına ve iyâline hüsran ermeyeceği­
nin ilân edildiğini kaydediyor ve şöyle devam ediyor :
rıisti’mân (aman dileme) eden kefere reâyadan ve Ya-
hudiden talib olanlardan bir nice bin hâne ehil ve ev­
lâdı ile gemilere konulup dâr-ul-îslâm’a sürgün oldu.
Yedikule semtinde onlardan bir, nice hâne iskân ettir­
diler. Ve Yahudi taifesinin kimini' Selânik’e ve kimini

111 Prof. Avram Galanti, Türkler ve Vahudiler, sf. 75; İsmail Hâmî
Danişmend, İzalılı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, 11/76-7,
112 Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Tarih Boyunca, Yahudiler ve Türkler, 1/145;
Ziya Şakir, Türkiye Yahudileri, 3ü Ekim 1947, IVİİllet Mecmuası;
Avram Galanti, Y. K., sf. 17-18.

115
TÜRKLER ve YAHUDİLER

de sair memleketlere gönderdiler...» (113)


1527’de, Mohaç Muharebesi’ni takiben, Budin Ya-
hudilerini sefaletten kurtarmak için, kadırgalar tahsis
edilerek istedikleri yerlere yerleştiriliyor. Sultan Süley-
man’m Macaristan’ın istilâsmdan sonra, oradaki Yahu-
dilerden çoğu Türkiye’ye celbedilerek, Plevne, Nlğbolu
ve bilhassa Edirne’ye yerleştiriliyor. Bunlar da, Türkler
gibi, geniş bir hürriyet içinde, vatandaşlık haklarından
tamamen istifade ediyorlar. Kanunî’nin bu lûtfunu Ya-
hudiler. Mesih’in gelişi şeklinde yorumlayıp, takdirle
karşılıyor ve «— Her halde, halaskar olan Mesih (114)
geldi. Bize saadeti o getirdi» diyorlar (115). Benzeri bir
ifadeyi Almanya'dan kaçan iki haham dile getiriyor. On­
lar, Türkiye yolunun hayat yolu olduğunu ve Kudüs’e
kadar emniyet içinde bulunduğunu belirtiyor ve bu ra­
hat yere gelmelerini tenbih ediyorlar (116). îşte bu ra­
hat, huzur ve emniyet yurduna akın akın devam eden
’Vahudi göçü zamanla da İdarî mekanizmayı ele geçi­
recektir. Kanunî Sultan Süleyman, Macaristan’ı çiğne­
yip Budin kalesine dayanmca, orada bulunan Yahudi-
1er bir heyet teşkil ederek -başlarında Ya’sef Nassi: ol­
duğu halde- Kanunî Sultan Süleyman’ı karşılıyor. Yâ’-
sef Nassi, böylece padişahın nüfuzunu kazanıyor. Bu
Nassi, çeşitli yerleri gezip Yahudilere bir yurt satın al­
mak istemiş; buna muvaffak olamayınca, kendisi gibi
(Maıan, dışı Hıristiyan,’ içi Yahudi) olan 500 kadar Ya-
hudiyle Türkiye’ye gelmiş, sarayda nüfuz ve itibar sahi­

İ13 İbrahim Peçevi. Peçevî Tarihi, 1283/1866, 1/99.


114 Kanuni'nin bu lütfûnu, Mesih'in gelip onları kurtaracağına benze­
tirler.
115 Ziya Şakir, «Türkiye Yahudileri», MiHet Mecmuası, Sayı : 92, 1947.
1İ 6 Galanti, «Türkiye ve Yahudiler», sf. 32.

116
DÖNMELER TARİHİ

bi olmuş, bu yüzden, sarayın nüfuzundan istifade ede­


rek ırkdaşlanni memleketin her şubesine yerleştirmiş­
tir (IIT).
II. Bayezid devrinden sonra, Türkiye’ye iltica eden
Yahudilerin ilk işleri kendilerini himaye eden Türklerin
servet ve meblâğlarmı ellerine geçirmek olmuştur. Para,
Yahudi eline geçince, yalnız kendi işlerini değil, dev^
letin İdarî ve inzibatî şeklini de değiştirmiştir. Birkaç
Yahudinin meskukâttan çalması ve servet yapması yü­
künden asırlarca Türk ve Müslüman kanı dökülmüştür.
Kanunî Sultan Süleyman zamanında Ya’sef Nassi’-
nin Saray’a intisabiyle başlayan Yahudi nüfuzu, II. Se­
lim zamanında gittikçe artmıştır. Ticaret, gümrük ve il­
tizam işleri Yahudilerin eline geçmiştir. Yahudilerin
Türkiye toprağının feyziyle yaşadıklan, II. Selim’in Pi-
yale Paşa’ya yazdığı bir hükümde şöyle ifade edilmiştir :
«... Yahudiler, Türkiye toprağının feyziyle yaşarlar,
Türk’ün hayat menbalarını keselerine tahvil etmeye
uğraşırlar. Yahudilerin bu mesâlikleri Türkiye’nin şef­
kat ve atıfetine kabul edildikleri günden itibaren baş­
lamış, o günden itibaren Türkler arasında Yahudi düş­
manlığı tevlid eylemiştir...» (318). Türkler’de bu Yahu­
di düşmanlığı; Yasef Nassi’nin arkadaşlarını memleke­
tin her köşesine yerleştirmesi, Lehistan’la Türkiye ara­
sındaki balmumu ile Eflâk ve Boğdan’da şarap ticare­
tini şahsına mahsus inhisar altma almacı, İstanbul’da'
ki Yahudilerin akçalan kırparak meskûkâtm bozulma­

l ı? Bl<z. Ahmet Refik, Türk Tarihi Encümeni Mecmuası, Nu. 83, sf, 368-9.
Ziya Şakir, «Türkiye Yahudileri«, M illet Mecmuası, Sayı ; 94.
118 Ahmet Refik, Türk Tarihi Encümeni Mechıuasr, Nu. 83, sf. 36 8 -9 ,
(1924).

117
TÜRKLER ve YAHUDİ'LER

sına sebep olmaları, paranın değerini kaybetmesi vb.


sebeplerde aranacağı gibi, Fâtih devrinden beri yüksek
i-cademedeki devlet memuriyetlerinin dönme ve devşir­
melerin eline geçmesinde'aramak daha yerinde olur.
I. Murad devrinde açılan E n d e r u n , Fatih’'
ten itibaren Türk’ten başka her milleti Osmanlı ida­
resine ortak eden bir makina haline gelmiştir. Bu ma­
kineyi Dânişmend şöyle ifade etmektedir : «Tabiî böy­
le bir makinenin kurulması demek, Türk unsuru hariç
olmak üzere bütün milletlerin iştirak edebileceği bir
yabancı köle idaresi kurmak demektir. Bütün unsurla-
rnı elbirliğine müstenid bir imparatorluk siyaseti belki
faydalı ve hattâ zarurî olabilir. Fakat bu gibi impara-
torluklarm hepsinde bir hâkim millet esası vardır; Os­
manlI sisteminin eksik tarafı işte bu hayatî esasın ih-
jnalinde gösterilebilir. Bu vaziyet, bilhassa Fatih dev­
rinden Kanuni devrine kadar Türklerle devşirmeler
arasmda şiddetli bir gerginlik ve hattâ siyasî mücade­
le zuhuruna sebep olmuştur. ,8o7/1453’de îstanbul’un
lehini müteakip Çandarlı Halil Paşa’nm (*) azliyle
görevden uzaklaştınimış olan Türk unsurunun yerine
Alahmut Paşa ile dönmeler ve devşirmeler zümresi geç­
miştir. 24 sene süren bu dönmeler (**) devri, son köle

Çandarlı Halil Paşanın düşürülmesinde dönmeler ve devşirmelerin


rolü olmuştur. Bizans tarihçilerinden Kritovulos, Halil Paşa’nın kat­
linde gizli bir sebebin olnıaâı ihtimali üzerinde durur. (Bkz. I. Hâmî
Dânişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. I, sf. 267, 2 7 i).
Buradaki «dönme» kavramı, konumuzdaki Yahudi dönmesi değil, fa­
kat başka din ve ırktan olan dönmeler kastediliyor, Yahudiler de
olabilirse de belki o zaman çok az ve yüksek İdarî mekanizmaya
tam nüfuz edememişlerdir. Yahudiler. idarî mekanizmaya Kanuni
zamanında Yasef Nassi ile girmişlerdir. Konumuzdaki dönmelik,
1648’den sonra sistemleşmeye başlamıştır.

118
DÖNMELER TARİHİ

Gedik\Ahmet Paşa’nın (Arnavut’tur), Arnavutluk me­


selesinde Fâtih’e bile itaatsizlik etmesi, 882/1477 tari­
hinde azline ve hapsine, Karamam Mehmet Paşa ile
Türk unsurunun işbaşma gelmesine sebep olmuştur.
Fakat bu durum, II. Bayezit devrindeki saltanat deği­
şikliğine kadar sürmüş, bu karışıklıktan istifadeyle Ka-
ramanî Mehmet Paşa öldürülerek, 4 sene kadar mahrum
oldukları iktidar mevkiine yeniden gelmişlerdir,
«Her türiü vatan ve millet şuurundan tamamiyle
mahrum olduklan için Osmanh devletine karşı samimi­
yeti her türlü münakaşaya müsait bir din hissinden
başka bir alâka -beslemelerine imkân olmayan bu ya­
bancılar kerhen ihtida ettirildikten sonra OsmanlI
Cem’iyetine kölelikle intisab etmiş ve bundan dolayı
Türk unsuruna daima kötü gözle bakmış adamlardır.»
diyen Dânişmend, bu bilgileri verdikten sonra, Fâtih
Vrıymetinde bir devlet reisinin nasıl bir zihniyetle bun-
lan memleketin başma musallat ettiğinin de ehemmi­
yetle tetkikinin zarurî ve elîm bir mesele olduğunu be­
lirtiyor (119). Fâtih’in ordusunda büyük miktarda Hı­
ristiyan askerlerinin bulunduğu ve Osmanh askerî sı­
nıfına alınmak için, din değiştirmenin şart olmadığı
kayda değer bir nokta olarak zikrediliyor. Fâtih Sultan
Mehmed’in malî konularda uyguladığı siyasî tedbirle­
rin zaman zaman bozulduğu ve o zaman, İtalya’da istib­
dat idarelerinde tatbik edilen bu İktisadî - malî usûlleri
mültezim olan bir çok Italyan’ın memlekete soktuğu
tahmin olunmaktadır. İşitilmedik, görülmedik bid’atlerin
ihdası, bir İtalyan Yahudisi olan hekim Yakup (Jakop)
Paşa’ya atfedilmekte ve tarafgirlikleri ise tenkid edil-

119 Danişmend, İzahlı Osınanlı Tarihi Kronolojisi, 1/354.

119
TÜRKL1£R vc YAHU D İLER

mektedir ( 120).
Kanuni*nin> 974/1566’d.a,, ölümü ve yerine oğlu Sul­
tan II. Selim’in geçmesi, ile sarayda Yahudi nüfuzu da­
ha da artmıştır. Çünkü, II. Selim'in (Sarı Selim) en
sevdiği gözdelerinden olup, padişahın, kadınlığı şerefini
iktisap etmiş olan Şehzade Murad’ın (III. Sultan Mu-
rad) annesi Nûr-Bânû Sultan bir Yahudi kızıdır. Ken­
disine ilk defa olarak Mehd-i Ulyâ (padişah anası) un­
vanı verilmiş ve zekâsı sayesinde, kocasını çok büyük
bir dirayetle idare edip, sarayın ruhunu teşkil etmiştir.
Nûr-Bânû Sultan, zekâsını kocasının ölümünde de gös­
termiş, ölümünü, oğlu (Sultan) Şehzade Murad Mani­
sa’dan gelinceye kadar gizlemiştir. III. Sultan Murad,
Lahta çıktığı zaman, sarayda bir kadınlar saltanatı baş­
lamıştır. Dânişmehd, - Sultan Murad’m anası bir Ya­
hudi dönmesi olan ve Osmanlı sarayında Yahudi nüfu­
zuna kapı açan Nûr-Bânû Sultanadır» demektedir (121) .
Nûr-Bânû Sultan sayesinde, sarayda Yahudi tesiri art-
rnıştır. Tâ III. Mehmed devrinde Kira ve İstekira adında­
ki kadınlar da Yahudi olup vezirlere hükmeder duruma
gelmişlerdir. Sipahiler; «Sultan Selim-i Sânı asrından
beri bu Yahudi tegallubundan bıktık, usandık» diye fer-
yad etmişlerdir. Sipahiler, birgün kendilerine verilen
ulûfenin kırık bir kızıl akça olduğunu; paranın değe­
rinin düştüğünü ve paranın azamî kısmının Yahudi Ki-
ra’nın adamları elinde toplandığını haber almış; Şey-
hü’Lİslâm Sunullah Efendimden, aldıklarının helâl olup
o’Jmadığını sormuş; «Değildir» cevabını alınca gümrük-

(20 Bkz. Halil İnalcık. «Mehtnet ll.« İslâm Ans. 11/519, 533.
121 Bkz. İsmail Hâmi Danismend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi,
111/ 1 .

12 0
DÖNMELER TARİHİ

leri İltizam etmiş ve Kira kadım yakalayıp büyük, oğlu


ile beraber öldürmüşlerdir.
Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nm muhalefetine
rağmen, Suitan Selim'in iradesini kullanarak yaptırdığı
Kıbrıs Seferi, Yahudi entrikası olarak gösterilmiştir.
Bu entrika, saraya hulül etmiş ve itibar kazanmış Yahu­
di 1er tarafından tezgahlanmıştır. Bunlaruı en etkilisi de
-Joseph Nassi (Yasef Nassi) ’dir. Kanunî devrinde Saray’a
girmiş olan Nassi^ Portekiz Yahudilerindendir; Hıristi­
yanlığı kabul etmiş görünmekle beraber Yahudiliğini
devam ettiren «Maran))]ardan (dıştan Hıristiyan içten
Yahudi olan) dır. O, Engizisyon altında bulunan Yahu-
dileri bir yere toplama, «si^ronizmui gerçekleştirme eme-
li taşımaktadır. İstanbul’a gelmeden önce Venedik’e gi­
dip bir ada satın almak istemiş, fakat muvaffak ola­
mamıştır, Bunu Osmanli İmparatorluğu’nda da dene­
miş; ve en müsait yer olarak Kıbrıs’ı seçmiştir. Niyeti,
Kıbrıs alındıktan sonra, kendi krallığı altında Yahudi-
ler'i orada toplamaktır. Bunun için II. Selim’i Kıbns’m
fethine ikna etmiştir ( 122).
Galanti, II. Selim devrinde, Kıbrıs adası Türklerin
eline geçince (1570), adanın istikbâlini emniyetli un-
suirlarla sağlamak için, Anadolu’dan gelen Türklere, Er-
menilere ve bu arada 500 Yahudi’ye de orada yerleşme
emri verildiğini (123) kaydetmektedir. Bir yeri millîleş-

122 Naîmâ Mustafa , Efendi, Naîniâ Tarihi, Çev. Zuhuri Danışman, İs­
tanbul 1967, 1/237-238, 255; I. H. Danişınend, İzahlı Osmanli Ta­
rihi Kronolojisi, 11/388, 11/1 ;Ahmet Refik,, Türk Tarihi Encümeni
İVlecmuası, 1924, Sayı ; 83. sf, 363-369; Ziya Şakir, «Türkiye Ya­
hudi'leri», Sayı ; 97. (M illet Mecmuası, 11 Aralık 1947).
123 Galanti, Türkler ve Yahudîler, sf. 19.

12 1
TÜRKLER YAHUDİLER

fİrmek için, azınlıkları da emniyetli unsur sayıp, Kıb­


rıs’a göndermeleri millî siyasete uygun düşmez. Takip
edilen siyaset ve o güne kadarki azmlıkların bıraktığı in­
tiba, devlet erkânının gözünü açmış olmalıdır. Çünkü,
bu azınlıkların Türkleşmesi İslâmlaşması için köklü
bir teşebbüs olmadığı ortada iken, bunun, Galanti’nin
dediği gibi olmasına imkân yoktur. Ancak yukanda da
izah ettiğimiz gibi, sarayda hâkimiyet kuran Yahudi
tesiriyle mümkün olabilir. Bu da Yahudilerin, fırsatları
nasıl değerlendirdiğini ve «Siyonizm» ideallerini gerçek­
leştirmek için hangi kanallardan hareket ettiğini gös­
terir.

Türkiye topraklarına Yahudi akını bunlarla kal­


maz. 1674’de Osmanlı ordusu, Lehistan’a girerek Kamıi-
nick (Kaminik) muhasarasını yardıktan, Chockzim
(Şokzim) kalesini zaptedip Rusları ric’ata mecbur ettik­
ten sonra, burada felâket ve sefalet içinde ola,n Yahu-
diler, İstanbul ve Edirne’ye gönderilmişlerdir. Daha son­
ra, 1191/1782 yılında liChistan ihtilâli ye taksimi yüzün­
den 150-200 Yahudi hanesi, hükümetin emriyle, İzmir ve
Selânık’e nakledilmiştir. Nihayet 1891 -1892 yıllarında
Rusya’da uygulanan korkunç katliamlardan canlannı
kurtaran Yahudiler (II. Abdülhamit devrinde) (*), İs­
tanbul, İzmir, Selânik ve İskenderiye’ye yerleştirilmiş­
lerdir (124).

Abdülhamid’i Siyonizm emellerine âlet edip, Filistin’i alamayınca,


aleyhinde türlü desiseler çeviren ve onu «Kızıl Sultan» diye dün­
yaya tanıtan bu Yahudiler olduğu ileri sürülüyor.
124 Bkz. Avram Galanti, Türkler ve Yahudiler, sf. 17-18; Tanyu, Tarih
Boyunca Vahudileı* ve Türkler. 1/234; Atilhan, İslâmî Saran Tehlike
ve Siyonizm, sf. 39 -40 ; Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, 1/78,

122
DÖNMELER TARİHİ

XVI. yüzyılın sonu ve XVII. yüzyılın başlarında


Yahudilerin yayılması en yüksek noktasına erişmiş ve
('İkinci Mâbed»in yok edilmesiyle başlayan büyük hicret
hareketlerine bir sakinlik gelmiştir. 1492‘de Ispanya’­
dan, bir müddet sonra da Portekiz ve diğer yerlerden
çıkan Yahudiler; Türkiye’nin büyük ve verimli şehirle­
ri olan İstanbul, İzmir, Selanik, Edirne, Bursa vs.’yi ken­
dilerine yurt edinmişlerdir. Türkiye’de, İspanyolcayı
uerketmemiş ve mânevi harslarını yaşatmışlardır. Bu
mânevi harslarını muhafazaya âmil olan matbaaya sa­
hip oldukları için, Türkçe ve Arapça (125) dışındaki dil­
lerde, eserler yayınlayarak kültürlerini devam ettirmiş-,
lerdir. İçinde bulundukları çevrenin sosyal ve kültürel
durumu onlar için hiçbir şey ifâde etmemektedir. On­
lar bulundukları her yerde yabancı olarak kalmışlardır.
Bunu, akşamdan sabaha ne olacaklannı bilemediklerine
ve hâkimiyeti altına girdikleri İmparatorlann onlara pa­
raları oranında itibar etiklerine bağlamışlardır. Ya­
hudiler böylece paranın, mal ve mülkün her şey oldu­
ğunu; fakat kendileri için henüz bir şey ifâde etmedi­
ğini anlamış ve kendi devletlerine sahip olma yollarını
denemeye girişmişlerdir (126).
Yahudilere göre, belirli bir yer olmadıkça, mal-mülk,
hiçbir şeydir. İspanya hariç, göç ettikleri dünyanın hiç­
bir köşesi, onlar için bir buluşma yeri değildir. Bazı şey-

1k5 Matbaalarda Türkçe ve Arapça'nın kullanılması yasak olduğundan


diğer dillerde matbaa kullanıldığı rivayet edilmektedir, (A. Galanti;
Türkler ve Yahudiler, sf 148.)
126 Josef Kastein, Sabbatai Zew, Berlin 1930, 7 - 8 ; Prof. Avrem Ga­
lanti, Türkler ve Yahudiler, sf : 148; M. Sevilla-Şharon, Türkiye
Yahudileri. 29 -30 .

123
TÜRKLER ve YAMUDİLER

ler düşünür, şarkılar söyler, masallar anlatırlar ve bay­


ramlar kutlarlar, fakat bunların hiçbirine kendllerininki
^rözüyle bakmazlar. Bu yaptıkları işler, fikrî bir geliş­
meden doğmuyor ve zamanm fikrî hareketleri onlarm
problemlerine çözüm getirmiyor. Yapılan harbier de on-
iarnı hakları için olmuyor. İmân esaslarını yaşatmak,
tabiata hükmetmek için kendilerini dinleyen bir kimse
arıyor ve herşeylerinin kendi dört duvarları arasında
kalmasından yakınıyorlar. Kendilerini kenara itilmiş
bir topluluk olarak kabul ediyor ve kendi kültürlerine
yer verilmesini istiyorlar. Ziraatçı (*) bir millet olarak,
o güne kadar, kabul edildiklerini; fakat inançlarının es­
kiliğinden dolayı kendilerine düşmanlık duyulduğunu
ileri sürüyorlar. Ziraat insanları bir yere bağlan-
dığ] için, onları, bir yere bağlı kılmayan dünya­
nın bütün serbest şeyleriyle (*■'•) uğraşmaya baş-

«Yahudileı* esasDjı çiftçi ve çoban bir kavimdir. İstiklâllerini kay*


bettikten sonra memleketlerinden çıkarılmışlar ve topraklarından
ınıahrunı kalmışlardır. Sürüldükleri yerlerde toprak işlerine koyul­
muşlarsa da bir müddet sonra, zamanın dinî taassubu yüzünden^ sü­
rüldükleri yerlerden tekrar çıkarılmışlardır. Bu vaziyetin yarattığı is­
tikrarsızlık ve emniyetsizlik yüzünden ziraat işleriyle meşgul ol­
mayı birakmış, başka sanatlara ve bu arada da ticarete, ticaretin
doğurduğu para işlerine sarılmışlardır. İstiklâllerini kaybettikten
sonra Yahudileri çiftçi yaptırmayan tarih, onları tüccar ve sarraf
yaptıran yine tarihtir.» (i^rof. A. Galanti; Türkler ve Yahudiler,
sf. 103). Tevrat, Yahudilerin ziraat işleriyle uğraşmalarını emreder.
Bkz. Levililer, 23/10 ve 22 ve 40; Tekvin, 26/12; Çıkış. 2 3 /1 0 -1 1 ;
Tesniye, 2 4 /1 9 -2 2 ).
Yahudilerin tercih ettikleri serbest meslekleri Lenç, şöyle sıra­
lıyor : Tüccar, komisyoncu, borsacı, sar\af. gazete muharriri, ya­
zar, yayınevi sahibi, politikacı, aktör, müzisyen, hukukçu ve dok­
tor (Bkz. Theodor Frltsch; Tarih Boyunca Yahudi • Meselesi, sf.
34 -35).

124
DÖNMELER TARİHİ

iıyorİar {12Y). İşte bütün bunlar, sıkıntı ve zulüm


altında olmalarının işareti kabul ediliyor ve bir kur­
tarıcının, «Mesîh))in gelme zamanını sabırla bekli­
yorlar. Onları kurtuluşa kavuşturacak Mesîh Türkiye’­
de zuhûr ettiğine göre bütün şikâyetleri Türkiye’den
olmalıdır. Halbuki, onların Türkiye’de nasıl bir yaşantı
içinde olduğunu, o zamanki bir Yahudi yazarı şöyle an-
.latmaktadır : «Ecdadmm izini takibeden Sultan Baye-
zid, Allah’ın köleleri olan Hz. İbrahim’in zürriyetini iyi
kabul etti ve bazı kıralların yaptıkları gibi onları hu­
zurundan kovmadı. Şayet btı (Bayezid’in muamele,
si) (*) olmasaydı, İspanya, Aragon, Portekiz ve SL
cMya'dan kovulmuş olan yahudilerin artığı ve İsrail’in
hatırası mahvolacaktı. , Yine Türkiye’ye göç eden Por­
tekizli Yahudi Samuil Usque de, bir şiirinde, «Türkiye’­
de hürriyetin (**) kapılarım açık, kayıtsız ve şartsız,
Yahudi dininin serbestliği için meydan bulacaksın. Bu
kapılar asla kapanmaz. Orada imanını yenileştirebilir­

127 Kastein, Sabbatai Zewi, sf. 7 -9 .


* Sultan Bayezit, yurtsuz kalan bu Yahudilerin ricalarını reddetmecfi.
Devlet ricaline, ~ Siz, Ferdinando’ya ai<ıllı bir hükümdar, derdiniz.
Halbuki o, Yahuüileri memleketinden tardetmekle mühim bir un­
sur ve servet kaybetti, demiş ve onları memnuniyetle kabul edip
hakarette bulunanları da ölümle tehdit etmiştir. (Bkz. Ziya Şakir.
«Türkiye Yahudileri», M illet Mecmuası, Sayı ; 92; Sharon, Türki'
ye Yahudileri, 30).
Alman İmparatoru Kıral Fredrik, II. Bayezid'in «Benim zavallı,
bîçare, ç ı f ı t ku ll a r ım » d i y e r e k v a ta n ın a YahudÜeri, kabul etmesini
bir gaflet olarak gösterir. (Bkz. Şahap Tan, Yahudileri Tanıyalım,
sf. 50.)
Yahudiier. «Hürriyet» sözcüğünü, hâkimiyet anlamına alırlar. Hâ­
kim olmadıkları yerlerde ise zulümden yakınırlar. (Bkz. Theodor
Fritsch; Tarih Boyunca Yahudi Meselesi, sf. 45.

125
TÜRKLF.R ve YAHUDİLER

sin, yabancı örf ve âdetlerinden kendini kurtarabilirsin.


Yalan-yanlış din telkinlerini terk edebilirsin, eski ha­
kikatlerini tekrar alabilirsin» (128) diyor. Bu Samuel
Usque, Selânik’i, İsrail’in annesi olarak görüyor (129).
Selanik, îsrail fikrinin oluşmasına merkez oluyor.
Yahudiler, Ispanya’dan kovulan Yahudiler’in Tür­
kiye’ye sığmışlarmm 400. yıldönümünde, Tüi:kler’in
yapmış oldukları iyilikleri dile getirmiş ve teşekkürle-
rini sunmuştur. Bu vesile ile «el Tiempo» gazetesinde
çıkan şu şiirin, «Eğer insanlar bize karşı oldukları za­
man OsmanlIlar bizimle olmasaydı : Bizi canlı canlı yu­
tacaklar.» ibarelerinde Türklerin rolü önemle belirtil­
meye çalışılmıştır (ISO).
«le Drame Juif» adh eserde de, Yahudiler’in Os­
manlI İmparatorluğu’nda fazlasiyle serbestlikten yarar­
landıkları, gelişip çoğaldıkları; ticaret ve endüstrü ile
uğraştıkları, hekim, diplomat ve maliyeci olarak çahş-
tıkları (131) beliıtilmektedir. Buna rağmen, Yahudiler,
yine kendilerini bir yabancı olarak görmüş ve beraber
yaşadıkları milletle aralarında bir uçurum bulunduğu­
nu kabul etmiştir (132).

Bu hususta T. Fritsch şöyle diyor : «Yahudilik öte-


denberi zamana uymayı ve zaman cereyanlannı kendi
hizmetinde kullanmayı ustacasma bilmiş ve becermiş­
tir... Yahüdiler, para kuvvetiyle kamuoyunu etkileme­

128 Galanti, Türkler ve Yahudiler, sf. 35,


!29 Leon Sciaky, Faravvell to Saîanico, New York 1946, 114-115.
130 Bkz. A. Galante; Cinquieme recueii de decuments concernant ies
Jutfs de Tuırquie, İstanbul 1955, 5 -8 . ‘
131 Robert De Beauplan, Le Drarrıe Juif, Paris 1939, s, 30,
132 Theodor Fritsch, Tarih Boyunca Yahudi Meselesi, s. 104.

126
DÖNMELF.R TARİHİ

ye gittikçe daha çok, daha kolay muvaffak oluyorlardı.


İtalyan Yahudisi ve Mason Montefiore’nin soydaşlarını
şu aşağıdaki sözlerle uyarması boşuna değildi : Nafi­
le yere devletleri iflâsa sürüklüyor ve devlet istikraz­
ları yapıyorsunuz. Milletleri aldatmak ve bunaltmak
için dünyadaki bütün gazeteleri elimize geçirmediği­
miz (133) surece hâkimiyetimiz sadece bir kuruntudan
ibaret kalmaya mahkumdur. Gerçekten Yahudiler bu
alanda parlak başarılar elde etmişlerdir» (134).
Yeni zaman gelişmelerinin çoğunun asıl mucudi
olan Yahudiler, bunları, kendi üstünlüklerini en kolay
şekilde gösterebilecekleri alanlara yöneltmişlerdir (135).

Yahudiler, gittikleri bütün memleketlerin zengin­


lik kaynaklarını ellerine geçirmelerine rağmen, Tanrı’-
nın «Ele geçirmek için vardığın her ülkede daima bir
yabancı olarak kal» sözünü temel kabul edip her gittik­
leri yerde misafir olarak kalmış; kendilerini yabancı
sayıp, içinde bulundukları memleketin mukadderatına
bağhlık duymamışlardır. î ’akat, mal - mülk sahibi olmak­
la ve bulundukları yerlerde hâkimiyet kurmaya çalış­
makta bir beis görmemişlerdir (136). Böyle ayn ayrı
ülkelerde yabancı olarak kalmalarına rağmen aynı duy­
guları paylaşmış ve dinî yaşantılarını sürdürmüşlerdir.

1919 sene evvel, yani M. S. 70 yılında, İstiklâllerine


son verilip, yer yüzüne dağıtılmış olan Yahudiler dinî

133 Türkiye’de bu plânın aynen tatbik edilmiş olduğu ve bazı gazete­


leri ele geçirmeye çalıştıktan ileri sürülmektedir.
134 Theodor Fritsch, Tarih Boyunca Yahudi Meselesi, sf. 103.
135 Fritsch, a.g.e. sf. 35, 108
136 Fritsch, a.g.e. sf. 5 2 -5 4 ve 65,

127
TÜRKL.F.R ve YAHUDİLER

ve kültürel yaşantılarını muhafaza ettirmiş (137),


dualarında daima Filistin’i anmış ve Mesih’in gelip
onları atalarının memleketine döndüreceği inancını ta­
şımışlardır (138), Benzerini, 9 Mayıs 1942’de New York’-
da yapılan S i y o n i z m K o n. g r e s i’ne, D. Ben-
Gourıon, sunduğu raporda, Filistin’in, ne halkı ve ne
de kültürü itibariyle Türk olduğunu, Yahudilerden baş­
ka hiç kimsenin Filistin’e benimdir diye sahip çıkmadı­
ğını ve Yahudilerin hayat boyunca, oraya, İsrail’in va­
tanı gözüyle baktıklarını (139) ifade etmiştir. Bu, Os­
manlI İmparatorluğunun uyguladığı siyasetten ileri
gelse gerekir. Galanti, «Yahudi mekteplerinde, dinî se­
beplerden dolayı, her vakit İbranîce okunurdu ve oku­
nuyor» diyor: Hattâ o, sokakta oynayan 5 - 6 yaşlarında
4 - 5 çocuğun İspanyol yahudicesiyle konuştuklarını gör­
düğünü; bunların niçin Türkçe konuşmadıklannı ken­
di kendine soruyor ve cevabını da «Çünkü, anneleri
Türkçe bilmezler» diye veriyor (140). Halbuki bu Ya-
h udilerin. 1492’den beri, kitle halinde Türkiye'ye gelip
rahat ve huzur içinde yaşadıklarını, çeşitli kaynaklar­
dan, geçmiş sahifelerde verdik. O zamandan beri, Ya-
hudiler, memleketin ticaret, endüstri, san’at, gümrük
işlerini ellerinde tutmuş, piyasaya hâkim olmuş; ku­
maş, kauçuk, çorap, ipek, çuha ve yün fabrikalarının
sahibi olmuşlardır. Ayrıca altın ve gümüş işleri ve iş­

1.?ı7 Rübei-t De Beauplan; l.e Dram e Juif, Önsöz, 7; A dli M otan;


Dinler Tarihi, H ü rriyet Yayınlan, sf. 83.
11^8 Âbraham Revıısky, Les Juifs En Palestine, Paris 1936, 7 - 8 . Bu
eser, Siyoniznnden ve Siyonizm ’in Filistin’e dönüş ideali olduğun­
dan bahsetm ektedir.
139 DavicI Ben-Gourion, La Palestine Dans Le M onde D'Apres G uerre,
19. rue de Teheran - P a ris -8 e , 4,
140 A. Galanti, Türk Harsı ve Türk Yahudisi, sf, 1,13-115.

128
DÖNMELER TARİHİ

çiliği de Yahudilerin hâkimiyetindedir (141). Türkiye’­


de ilk defa devlet otoritesine karşı gelen ve ticarete
hile karıştıranların Yahudiler olduğu; o tarihe kadar
Türkler’in ticaret işlerinde çok dümst davra-ndıkları ve
en küçük hilekârlıktan nefret ettikleri ileri sürülmek­
tedir (142).
«Yahudilik tarihi ve inancı, Yahudiliğin bir gün
bütün dünyayı kaplayan yeni bir inancı beklediği ve um­
duğu noktasında ayrıca dikkati çekici bir mahiyet arze-
diyor..,)) (143). Yahudiler bu ideallerine ulaşmak için
Kapitalizm’den Komünizm’e kadar bütün yollan deniyor
ve kendi hedefleri için kullanıyor (144). Bütün dünya­
da başlayan bu hareketler, Türkiye’de de kendisini kı­
sa zamanda gösteriyor. Özellikle bu hareketlerin Yahu­
dilerle meskûn olan yerlerde vuku bulması câlib^i dik­
kattir. Bu beynelmilel akımlara göz attığımızda; teme­
linin ya Yahudiye dayandığını veya Yahudi’nin onu
kendi emeli doğrultusunda kullandığım görürüz.
Beynelmilel bir hüviyete sahip olan Masonluk, ge­
lenek ve sembolleriyle, eski Mısır’a ve Yahudiliğe dayan­
dığı; üt opist mahiyette insanlık, dünya vatandaşlığı,
enternasyonalizm gibi kozmopolit ülküleri benimser gö­
ründüğü halde, sadece kendi mensuplanmn menfaatini
ön plâna aldığı, Yahudi emellerine, ülkülerine vasıta
olduğu, İsrail devletinin kurulması için bir araç hali­

141 Prof. Avram Galanti; Türkler ve Yahudiler, sf. 113-115; Ziya Şa­
kır, «Türkiye Yahudileh», M illet Mecmuası, Sayı : 94; Antoine
Galland; 1672- 1673 Senesi Hatıraları, 1/112,
142 Bkz. Ziya Şakir, a.g.m,, M illet Mec. Sayı : 94, 20 Kasım 1947.
143 Tanyu, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, 1/228.
144 Bkz. Louis Marschalko, Yahudi. Çev, Cüneyd Emiroğlu. sf. 52.

129
TÜRKLER ve YAHUDİLER

ne geldiği ve ard plânda Yahudiliğin beynelmilel hima­


yesinin bulunduğu ileri sürülerek, tenkide uğramıştır.
Masonluk bir Yahudi örgütü olarak kurulmuş, daha
sonra Yahudi olmayanları da içine almıştır (145).
Bir Ingiliz yazarın, «Mason, sun’î bir Yahudidir»
dediği kaydedilmektedir (146). Masonların düsturu şu
esaslarda toplanır : «Hürriyet (özgürlük), Müsavat
(eşitlik), Uhuvet (kardeşlik)» (147). Buradan da bakın­
ca, OsmanlI împaratorluğu’nun bütün fikrî gelişmele­
rinde ve hareketlerinde, bir Yahudi unsur veya dönme­
ler görülür. Yahudi Prof. Avram Galanti’nin bunu te-^
yi d eden cümlelerini aynen veriyorum ; «Museviler, bu
memleketin yükselmesi için^ çok faydalı unsurdur. Ben,
Türklerin terakki yolundaki satvetli adımlarma kaniim.
Türklerin bu terakki ve yükselme hizmetlerine Musevi-
ier (Yahudiler) dahi iştirak etmişlerdir. İstihdaf (amaç)
edilen gaye de istikbâle (") yardım etmektedir» (148).
Bunun için, 1738’de, îzmir, İstanbul, Selanik ve Halep’te
İngiltere’ye bağlı mason mahfilleri açılmaktadır (149).

Din ve milliyeti reddeden, ruhî, insani ve dünyevî


her meseleyi İktisadî âmille, tarihî maddecilik, sınıf mü­
cadelesi ve işçi diktatörlüğüyle halledeceğine inanan
Kari Marks’ın Mason bir haham ailesine mensup Ya­

145 Bkz. Tanyu; a.g.e., 1/2 1 8 /2 2 7 -2 2 8 .


146 Bkz. Theodor Fritsch, Tarih Boyunca Yahudi Meselesi, sf. 90.
147 Hikmet Tanyu, a.g.e,, 1/164.
" İstikbâlden, her halde, Yahudiierlu İsrail'e dönmesi l;:asdedilse ge­
rek. Çünkü zaman bunu böyle teyid etmiştir. Bütün bu gayretler
1948’de İsrail Devletinin kurulmasına hazırlık olmuştur.
;48 Avram Galanti, Türkler ve Yahudiler, Önsöz.
149 Bkz.Hikmet Tanyu, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler. 1/233.

130
DÖNMELER TARİHİ

hudi olduğ^u belirtilmektedir. Marksizm’le Kapitalizm’in


ikiz kardeş olduğu; her ikisinin de arkasında Yahudili­
ğin bulunduğu; Türkiye’de de bu tür akımlarm yayıl­
ması ve benimsenmesi için çalışanlaım başında Yahu-
dilerin ve Yahudi dönmelerinin geldiği ileri sürülmek­
tedir (150).
1889 senesinde Edvar d Drurhont tarafından yazıl­
mış «La France Juıve» isimli eserin 131. sahifesinde,
l'Sithat Paşa için, «Macaristanlı bir hahamın oğlu olan
Mithat Paşa, Türk devletinde malum yenilikleri yapma­
ya başlamıştır. Yahudi prensiplerine dayanan mektep­
ler açtırmış ve bu mekteplerde ihtilâlci doktrinler öğ­
retmiştir» (151) denildiği kaydedilmektedir. Bunun
yanmda, onun,, asîl bir ailenin ve bir kaza kadısının oğ­
lu olduğu (152) ve 10 yaşında Kur’ân-ı Kerîm’i ezberle­
diği (153) de ileri sürülmektedir,
Theodor Fritsch, eserinde, şu görüşlere yer veriyor :
«Liberalizm ile Yahudi dostluğu, başlangıçta, aynı
olmamasına rağmen 1830’da Paris’ten gelen, liberal dal­
ga, liberalizmi de Yahudileştiriyor. 1330’larda düşman­
ların kalesi gözüyle baktıkları Üniversitelerdeki Öğren­
ci Cemiyetlerine girip yuvalanıyorlar. Her türlü başkal­
dırma ve isyan hareketlerini, genel merkez rolü oyna­
yan Paris’ten (*) yürütüyorlar. Almanya’da, Yahudi-

150 Bkz. Tanyu, a.g.e., 1/241, 254 - 264.


151 Kemal Fedai Coşkuner. «Yakın Tarihimiz ve Siyonizm», Orta Doğu
Gazetesi, 10 Ocak 1976.
^52 i. Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. IV, sf. 239,
153 Bkz. Hikmet Tanyu, Aynı Eser, 1/259.
* Bizdeki Meşrutiyet hareketi ve onunla beraber giren lâikliğin de
Fransız kaynaklı olması düşiindürijcüdür. Fransa’da Yahudiler, Li­
beral, Lâik ve Sol akımlan desteklemişlerdir.

131
TÜRKLER ve YAHUDİLER

lere diğer haklar tanınmasına rağmen, devlet makam­


larına alınma hakkı tanınmıyor. Seheb olarak da; on­
ların bu hakkı general, bakan ve hatta millî eğitim ba­
kanı olmak için istemiş olmaları gösteriliyor. Alman­
ya'da 1848'de siyasî partilerin zuhuru ile iki tip parti
kuruluyor : Birinciler; Alman milletini ve milliyetçili­
ğini her şeyin üstünde tutanlar. İkinciler; Zentrum
Partisiyle ilerici partiye ve sosyal demokrat partiye ay­
rılıyor. «Nasıl ki Zentrum (*) Partisi mensuplan (Biz
hepimiz Cezvitiz) diyorsa, burfuT^a ve sosyal demokrat­
ların hepsi ya Yahudidir, ya da Yahudi dostu. Sosyal
demokrasinin babası komünistlik manifestosunun yaza­
rı Yahudi Marks (Mordehai)’dir». Yahudi kendi millî
varlığının özünü ne kadar inat ve sebatla koruyorsa,
onu rastgele bir milliyete büründürerek örtmekte de
aynı gayreti gösterir. Yahudilik eski çağlarda da millî
çözülmelerin etkenli bir mayasıdır» (154).
«Azınlık veya heterojen gurupların, içinde bulun­
dukları toplumun değişmesine göre politik tercihlerinin
de değiştiğine ilgi çekici Örnek Y a h u d i 1 e r’dir.
Fransa’da azınlık olan Yahudiier bu ülkede liberal, lâik
ve sol akımlan desteklemişlerdir. Ama Filistin’de (ken­
di) toplumlanna gidince, aynı kitleler, milliyetçi, mur
hafazakâr ve sağ eğilimlere yönelmişlerdir...
Heterojen gruplar, daima gelenekçilik karşısında
olacaktır. Çünkü ‘gelenek’ onları toplumun bütünlü­
ğü içinde ‘heterojen’ hale getiren unsurları taşımakta­
dır. Heterojen gruplar, lâik ve ümanist akımlara yöne­

Zentrum; Eskî Alman MilJet Meclisinde, ko yu m u h a fa z a k â r mer­


kez partisi.
154 Tlıeodor Fritsclı, Tarih Boyunca Yahudi IVleselesi, sf. 71, 1 0 8 -1 1 0 .

132
DÖNMElUR TARİHİ

leceklerdir. Çünkü dm farkının kaybolması veya önemi­


ni kayl^etmesi, onlan dini çoğunluk içinde dinî azmlık
olmaktan çıkaracaktır. Ümanist akımların gelişmesi,
onlan diğer kültür normlan bakımından aynı duruma
getirecektir.
Böylece heterojen gruplar, geleneksel kültürle ilgisi
azalmış ve gelenekçilik iddiasında olmayan, dışa açık
partilere yöneleceklerdir. Kültürel kıstaslann yerini in-
sanlann din ve kültür vasıflariyle ilgili olmayan İkti­
sadî kıstaslar alacaktır. Dünyanın her yerinde sol akım­
ların öncelikle azınlıklar ve heterojen gruplar arasında
tutulmasmın sebebi budur. Nitekim Türkiye’de de sos-
5’'alist alamlar ilk desteğini Osmanh döneminde azın­
lıklarda bulmuştur. Osmanh Mebusan Meclisindeki
Rum, Ermeni, Yahudi milletvekilleri sol ve sosyalist
eğilimli idiler veya (Burjuva Ümanizmi) mânâsında bir
Batılâşmaya bağ'Iı idiler» (155).
İşte bu azınlıklardan biri olan Yahudiler, Türkiye’­
nin en verimli şehirlerine yerleşip, emniyet ve huzur (*)
içinde, mal - mülk sahibi olmalarına rağmen, Filistin’e
dönüp, Yahudi devletini kurup «Beyt Ha Mikdaş)>ı ( =
Süleyman Mabedi) inşa edip dinî âyinlerini serbestçe

155 Taha Akyol, «Azınlıkların Politik Eğilimleri>y, Hergün Gazetesi,


17 Hazii-an 1977.
" Bir İspanyol tarihçisi, «Avrupa Hıristiyan m ın Yahudiye karşı yap'
tığı muamele, tıpkı bir kartalın avına karşj yaptığı muameleye
benzerken, Türkiye’de yaşayan Yahudi Cemaatleri, bağlarmın ve
asma çadırlarının gölgesi altında, Sultanlann mübarek toprakla­
rında -ki o topraklarda mevsimlerin dönüşü Yahudilerin an'anevî
bayramlarının tes'îdiyle ahenkdardır- şen güneşte, bolluk içinde,
rahatlıkla yaşayarak inkişaf ederler.» diyor (A. Galanti, T. ve Ya­
hudiler. sf. 36).

133
TÜRKLER ve YAHUDİLER

İcra etme idealini taşıyan Siyonizm’i düşünüyorlardı.


vS i y o n i z m, Yahudi milliyetçiliği için toplanma nok­
tasıdır. Bu siyonizmi değerlendiren Atilhan, «Dünya
üzerinde yekdiğeriyle çarpışmakta olan ve gayeleri ar­
zı istilâ ve bütün mevcudatı istismar olan ana cereyan­
ların direktif aldığı bugünkü Siyonizmin bir cephesi de
demokrasidir...» (156) demektedir. Yahudilerin, Fi­
listin'e ulaşmak için gizli komünist partisine iltihak et­
melerini tavsiye eden ve Cenevre’de çıkan «Filistin Ha­
berleri» broşürünün 24 Temmuz 1947 tarihli sayısında
yer alan yazıyı Prof. Abraham Galanti’nin eseilnden
aynen veriyoruz : «Anadolu Ajansının, Cenevre özel
muhabirinin 3 Ağustos 1947 tarihli bir telgrafı İstanbul
gazetelerinin 4 Ağustos tarihli nüshalarında intişar et­
miştir. Telgraf metni şöyledir :

‘Cenevre’de iki aydan beri çıkan «Filistin Haber­


leri’ 24 Temmuz 1947 tarihli sayısında (1946 -1947 si­
yasî icmali) başlığı altında bir muhtıranın genel hat­
larını neşretmektedir. Bu muhtıra Yahudi idaresi tara­
fından Birleşmiş Milletler komisyonununa tevdi edil­
miştir ve 9 fasla ayrılmıştır ki 71 sayfalık bir broşür­
dür. Bu broşürde İngiliz - Amerikan komisyonunun ra­
porundan ve bundan doğan neticelerden bahsedilmekte
ve bu muhtıranın neşrindenbçri vukubulan hâdiseler
gözden geçirilmektedir. Yahudi idaresi bugün Türkiye’­
den Yemen’e ve Irak’tan Fas’a kadar bütün Müslüman
Orta - Şarık’ta yaşamakta olan 900.000 kadar Yahudinin
içinde bulundukları korkunç şartların bir tablosunu çi­
ziyor. Muhtırada ileri sürüldüğüne göre, Yahudi genç­
liği için iki şarttan birini seçmek mecburiyeti vardır.

156 Atilhan, Gizli Devlet ve Fesat Programı, (V. baskı), İst. 1972, s. 58.

134
DÖNMELER TARİHİ

Bu da ya «n tehlikeli yollardan Filistine erişmek, yahut


ta, hâkimiyetleri altında küçültücü bir hayat sürmek
zorunda kaldıkları insani duygulardan uzak derebeylik
hükümetlerine karşı savaşmak için gayri-kanuni bir
k o m ü n i s t p a r t i s i’ne iltihak etmektir.
Yahudi idaresinin muhtırasında, Yahudilerin bütün
memleketlerde tedricen soyulmaları yolunda ne gibi
usûller kullanıldığı, Yahudilerin ticaret hayatından ih­
raç edilmiş oldukları Türkiye’de bir sömürge idaresi­
nin örsü ile ateşi başına vurmuş bir yerli halkın çekici
arasında ezildikleri anlatılmaktadır.
Cenevre Sionist .Mecmuası’nda bahsolunan rapor,
sene iptidasında kaleme alınan İngiliz - Amerikan ko­
misyonunun tahkikatı üzerine Yahudi ajanının neşre­
dip Birleşmiş Milletler komisyonuna tevdi ettiği rapor­
dur.
Bu rapor üzerine ifadesine başvurulan İstanbul Ya­
hudi Cemaati Reisi Henri Seriano, böyle bir rapordan
haberdar olmadığını ve Türkiye’de yaşayan Yahudilerin
bütün Türk vatandaşları gibi eşit muamele gördükleri­
ni beyan ederim diyor» (157).
Yahudiler bu duyguyu ve Ispanya’da geliştirmiş ol­
dukları Yahudi Mistisizmi’ni, Kabbala’yı gittikleri yer­
lere yaymışlardır. XIII. yüzyılda yazıldığı tahmin edi­
len Kabbala’mn iki kitabından biri olan Zohar’da kur­
tuluşun ve «Mesih» in gelmesinin yakın olduğu kehâne­
ti yer almaktadır (158). Kabbala, mistik bazı izahlarla
«Mesîh»in geliş tarihinden bahsetmektedir. Mesih’in

157 Prof. Avram Galanti, Tüıkler ve Yahudiler, sf. 188.


158 Hayrullah Ö rs, M usa ve Yahudilik, sf. 436.

135
TÜRKLER ve YAHUDİLER

gelişi, oraya buraya dağümış olan Yahudüerin atala­


rının topraklarına dönüşün müjdecisi kabul edilmekte-
dir. Mesih’in gelişi ile ilgili çok çeşitli tarihler üzerinde
durulmuş; sonunda 1648 veya 1666 tarihinde karar kı-
İmrmştır (159).
İzmir'de Mordehay Sevi adında bir Yahudinin oğ.
lu olan Sabatay Sevi, çocukluğunda Kabbala üzerinde
çalışmış ve Yahudilerin bekledikleri «Mesihy inancı ona
cazip gelmiştir. Buna göre kendisini hazırlamış ve gü­
nü gelince de «Mesîh»liğini ilân etmiştir. Mesih'i bir
kurtarıcı olarak bekleyen Yahudiler. arasında bir hare­
ket başlamıştır. Sabatay Sevi hareketine girmeden, on­
ların genel ismi olan «Dönmeliğe» temas etmeden, bu
hareketi hazırlayan Mesîhlik hareketine bakmakta fayda
olduğu kanaatindeyim. Çünkü bu fikir, hem Hıristiyan,
hem de Müslümanlar arasında bir yer işgal etmektedir.

159 Bkz. Abraham Galante, Nouveaux, Documents Sur Sabbatai Sevi,


İstanbul 1935, s. y -IO .

136
DÖNMELER TARİHİ

II. BÖLÜM

M ESİHLİK VE M EHDÎLÎK :

Genel olarak, mehdi ve mesîh kavramları, birbiri­


nin eşanlamlısı olarak kullanılmakta, hemen bütün din­
lerde «beklenen bir kurtarıcı»yı ifâde etmekte ve ortak
bir «fenomen» şeklinde yeralmaktadır. Ancak; «Mesîh
inamşı», diğer dinlerden daha farklı bir şekilde, Yahu­
dilik ve Hıristiyanlıkta önemli bir yer tutmakta ve bir
«kurtuluş ülküsü)) halinde iman esasları arasına gir­
mektedir. İslâm'da ise mesîh ve mehd.î inancı, Yahudi
lik ve Hıristiyanlıkta olduğu gibi, iman esasları arasın­
da bulunmamakta; fakat Müslümanlar arasında ve İs­
lâm kültüründe bir (canlayış» olarak yaşamıaktadır. İs­
lâm kültüründe mehdî ve mesîh ayrı ayrı roller taşı­
maktadır.
Biz, dinlerde «kurtarıcı bekleme ülküsü» halinde
ortak bir fenomen olan Mesîh ve Mehdî’nin kelime ve
terim anlamları üzerinde durduktan sonra, İlahî men­
şeli üç dindeki anlayışı ayrı ayrı ele alacağız.
A) Kelime ve Terim Olarak Mesih ve Mehdi
a) Kelime ve terim olarctk Mesîh :
Mesîh kelimesinin, Arapça'ya, Aramîce «Meshîhai)
veya,İbranîce «ha-Mashiah» dan geçtiğini (1) savunan­
lar bulımduğu gibi, Habesce, «Mesîh» olabileceğini (2)

1 Bkz. C. w. Emmet,,«lVlessiah». Encyclopacdia of Religion and Ethics


İERE), Ed. : J. Hastings, New York 1951, V lll/571; M. Bu, «Messiah»,
The Jevvish Encyclopaedia (JE), VIH/505; A. J. Wensinck, «Mesîh»,
Islâm' Ansiklopedisi (İA), V lll/124; Henri Cazelles, «Messianisme»,
Dictionnaire des Religions, France 1982, sf. 1095.
2 Bkz. VVensfnck, Mesîh», İA, Vlll/124.

137
MESİHLİK ve MEHDİLÎK

de İleri sürenler bulunmaktadır.


Kök itibariyle «beklenilen kurtarıcı» ya verilen bir
sıfat olarak Mesih kelimesi Arapça’da, meshedilmiş,
günahlardan temizlenmiş, yağ' ile yağlanmış, güzel yüz­
lü, sıddîk, kezzâb (yalancı), yürüyen, seyahat eden,
t'ölçmek», silmek (3) anlamlarına gelmektedir. Bu keli­
me aynı zamanda Hz. İsa’nın sıfatı olarak da kullanıl­
maktadır.
Türkçe’de Mesîh, sıfat olarak, üzerine yağ sürül­
müş; özel isim ve lâkab olarak, Hz, İsa karşılığında kul-
ianılmakta ve «DeccaİHa da lâkab olarak verilmekte-,
dir (4).
Fransızca Larousse’da Mesih; kutsal, yağ sürülmüş,
yağlanmış, meshedilmiş anlamını ve Tanrı tarafından
gönderilen, saygı duyulan Jesus-Christ’i (İsa) ifade et­
mektedir. Bunun yanında peygamberler tarafından ken­
disinin haber verildiğini ileri süren yalancı ve sahte
mesîhler de bu kelime ile karşılanmaktadır. Kitabı Mu-
kaddes’te (Bible) Mesîh, genel anlamda, «kutsal» ma­
nasına gelmekte ve kutsal bir yetkiye haiz bütün insan­
lar, krallar ve peygamberler için kullamimakta; özel
anlamda, İsrailoğullarını kurtarması gereken ilâhî bir
elçiyi işaret etmektedir (5).
Terim olarak Mesih; günü geldiğinde yeryüzüne

3 Bkz. İbn Manzûr, üsânu’l-Arab,.jBeyrut (t.y.l, 11/492-493; Larousse


du XK 'e Sİecle, Paris İ93 1, li/593 - 596; IV/829; Müncİd, Beyrut 1973,
760-761.
4 Bkz. Ahmed Asım, Kamus Tercümesi, İst. 1305, 1/976; Ş. Sami, Temel
Türkçe Sözlük, İst. 1986, 111/863; Kazım Kadrî, Türk Lügati, İst. 1945,
IV/385; Ferit Deveiioğiu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, An­
kara 1970, 748; Türkçe SözlCık, T.D.K. Yay. Ankara 1981, 11/826.
5 Bkz, Larousse du X X ’e Siecle. Paris 1932, IV/829.

138
DÖNMELER TARİHİ

inerekv^Yahudileri kurtaracak, bozulan düzeni yeniden


kuracak, dünyayı adaletle dolduracak İlâhî bir temsil­
cidir. Bunun dışında Hıristiyanlık’ta ve İslâm’da Mesîh,
Hz. İsa’dır.
Hıristiyanlara göre Mesîh olarak İsa ikinci defa ge­
lecek ve bozulan düzeni yeniden kuracaktır. İslâm kül­
türünde de Kıyamet’ten önce Hz. İsa inecek ve Dec-
cal’ın öldürülmesine yardım edecektir.
İlâhî menşeli üç dinde de, istılahî olarak, ortak bir
«fenomen)) şeklinde, Kıyamet’ten önce, bozulan düzeni
Islâh etmek, adaleti sağlamak üzere bir «kimse» nin gel­
mesidir. Yahudilere göre bu, Hz. Davut soyundan biri­
si olacak ve yalnız Yalıudileri Jiurtaracaktır, Hıristiyan-
lara göre ise bu, Hz. İsa olacaktır ve ikinci gelişiyle
iîerçekleşecektir. İslâm’da ise bu, «Mehdi» şeklindedir;
belirli bir kimse değildir ve Hz. İsa sadece ona yardım­
cı durumundadır,
ö) Kelime ve Terim Olarak Mehdi :
Türkçe lügatîarda «hidayete eren, doğru yola gi­
ren, doğru yolda bulunan» (6) anlamlarında kullanılan
Mehdi kelimesi, Arapça’da, «kendisine rehberlik edilen,
Allah tarafından yol gösterilen» (7) mânasındadır. Bu
mânası ile «Mehdi», Allah’m hidâyetine nâil olan kim­
se demektir. Çünkü Allah’ın güzel isimlerinden (Es-
mâü’l-hüsna) birisi de; Hidâyet eden. Yol gösteren, Reh­
ber anlamına gelen «el Hâdî»dir (8), Kur’ân’ın bir çok

6 Bkz. Şemseddin Sâmi, Kamûs-ı Türkî, İst. 1317, 11/1436; Ferit De^
velioğlu. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ank. 1970, 719.
7 Bk2 . İbn ManzCır. Lisânu'l-Arab, XV/354; D.B. Macdonald, «Mehdî»,
. İA. Vll/474.
8 Bkz. Karan, Nemi, XXVII/81; Hacc, X Xll/54; Rûm, X X X /5 3 .

139
MESİHLİK ve MEHDİÜK

âyetinde İlâhî istekamet, yol fikri yeralmaktadır. Bun-'


dan dolaja «Mehdî»s hidâyete nail olan, kendisine Al­
lah tarafından yol gösterilen anlamını içermektedir.
Mehdî'ye mutlak surette yol gösterildiği için, bu keli­
me, geçmişte bazı kimseler ve gelecekte de Kıyamet ile
alâkalı bir «kimse» için kullanılmaktadır (9).
İslâm kültüründe, Mehdî kelimesi, Kıyâmet’ten ön­
ce gelmesi beklenen «birisi:) için kullamimaya banlama­
dan önce, «hidâyete eren» halîfelerden Ebu Bekr, Ömer,
Osman ve Ali için kullanılmıştır. Müşriklere doğru yo­
lu jgösterdiği ve onları Allah'a kullulî etmeye yönelttiği
için Hz. Muhammed’e de «Mehdî» denilmiştir. Hz. Ali’yi
diğer üç halîfeden ayırmak gayesiyle ona «hâdıyen,
mehdîyyen» (doğru yolu gösteren, kendisine rehberlik
edilen) sıfatı verilmiştir. Yine bu keüme, Hz. Hüseyin’e,
şehid edilmesinden sonra, «el Mehdî ibnu’l Mehdî»
(Mehdî oğlu Mehdî) şeklinde ve «müceddid’liğine işa­
ret olmak üzere, Emevî halifelerinden Ömer İbn Abdil-
azîz hakkında, bir şeref ünvanı olarak, kullanılmış­
tır ( 10).
Mehdî tâbiri, Hz. Ali’nin oğlu Muhammed b, el-Ha-
nefiyye için de kullaniîmiştır. Hz. Hüseyin’in Kerbelâ-
da şehid edilmesi Müslümanları çok sarsmış ve «bir kur-
tancı»ya ihtiyaç olduğu inancını ortaya çıkarmıştır.
Halkın bu manevî buhraıundan istifade etmek isteyen­
ler, Muhammed b. el-Hanefiyye’yi halifelik iddiasında
bulunmaya teşvik etmiş ve ona «Vasi’nin oğlu Mehdî»
adını vermişlerdir. O da istemeyerek bu ünvanı kullan-.

9 Bi<z. İbn Manzûr, XV/354; Macdonald, V ll/4 7 4 -7 5 .


10 Bkz. İbn Manzûr, XV/3S4; Macdonald, V II/475; Ethem Ruhî Fığlalı,
«Mesih ve Mehdî İnancı», A.Ü.İ.F. Dergisi, Ankara 1981, X X V /
197-198.

140
DÖNMELER TARİHİ

mış ve Kaysânîler fırkasının kurucusu olmuştur. Mu-


hammed b. el-Hanefiyye ölmüş; fakat ölümü kabul edil­
memiştir. Öldükten sonra onun tekrar geleceği fikri yer-,
leştirilmiş ve döneceği zaman beklenir olmuştur. Böy-
lece o, daha sonra îsnâ Aşeriyye Şiîlerinin dönmesini
bekledikleri ve Mehdî adını verdikleri Onikinci imam-
iarı gibi, «Mehdî Muntazar» (Beklenen Mehdî) haline
gelmiştir. Bununla Mehdî fikrine «ricat» fikri de eklen­
miş ve Şiîlerin dönmesini bekledikleri «gizli imamları»
için benimsenmiştir ( 11).

Müslümanlar arasında, Mehdî terimi, Kıyâmet^ten


önce gclecek, bozulan düzeni yeniden kuracak ve ada­
leti hâkiin kılacak «bir şahıs» için kullanılır hale gel­
miştir.

B — Yahudilikte Mesîfı ve Kabbala :

a) Mesih :

Babil sürgününden sonraki hemen her yüz yılda,


Yahudileri «Arzı Mey’ûd^^a götürecekleri iddiasiyle, çok
sayıda «Mesih» ortaya çıkmıştır. Bu iddiada bulunan­
lar, Yahudilerin nasıl bir Mesîh beklediklerini incele­
yerek, kendilerini o vasıflara göre hazırlayarak veya o
vasıflara haiz olduklarını savunarak mesîhlik dâvası
gütmüşlerdir. Tarih içerisinde bu durum öyle bir hal
almış ki; «Mesih» ve Yahudi bir ve aynı şey sayılır ol­
muştur.
Mesîh inancının menşeî ile ilgili çeşitli görüşler bu­

11 Bkz. Macdonald, V II/4 7 5 -7 6 ; Fığlalı, a.g.e., 198; Şehristam, El-Milel


ve’n-Nihal, tahkik ; Muhammedi Seyyid Keylanî, Beyrut 1975,
1/147-149.

J41
M î:SİHLİK ve MEHDİLİK

lunmaktadır (12). Bu görüşler arasında, Yahudilikteki


Mesîh inancının kaynağım, Mezopotamya ve eski Mısır
inanışlarında; İran’ın eski dinî inanışlarından Zerdüş-
tilikte ve Yahudi Kutsal Kitabı’nda, dinin kendi iç bün­
yesinde görenler vardır.
Mezopotamya’da, «zamanın günden güne kötüleşe­
ceği, günahların dünyayı saracağı, haJkm beklediği
j^urtuluşu ise Tann’nın kendisi veya göndereceği bir
tıükümdarm gerçekleştireceği, dünyayı tekrar düzeltece­
ği» inancı bulunmaktadır. Bu inancın M.Ö. 2000 yılla-
mıda Mısır’ı etkilediği, oradan îsrailoğullanna, Babil’-
den İran’a, İran’dan Hindistan’a ve Budizm yoluyla
Çin’e kadar gittiği ileri sürülmektedir (13).
Yahudilikteki Mesîh inancının Zertdüştîlikten gel­
diğini iddia edenler, M.Ö. 586 yılında başlayan Babil
esaretinin 538 yümda İranlIlar vasıtasiyle sona ermesi
ve Yahudiler’in yaklaşık iki yüz yıl İran hâkimiyetin­
den hareket etmektedir. Zerdüştîlikte, «Düalizm)) (İki-
ı'ilik) ilkesi gereği, İyiliğin temsilcisi Ahura Mazda ile
kötülüğün temsilcisi Angra Mainyu’nun mücadelesinde,
Ahura Mazda’ya yardım için «Saoşyant» adında bir
«kurtarıcı»mn geleceği, ((iyilik» tarafının galip geleceği
ve insanların bu Saoşyant sayesinde kurtulacakları
inancı bulunmaktadır. Bu inancın, Babil esareti yılla­
rında, İran mitolojisindeki Yahudilere, Davud soyundan
bir «Mesîh»^ geleceği, onun sayesinde «Tanrı Krallığı» mn
kurulacağı ve seçkin kavim olan Yahudilerin delâletiy­
le yeryüzündeki bütün insanların kurtulacağı fikrinin

12 Bkz. Ekrem Sarıkçıoğkı, Dinlerde Mehdi İnancı ve Tasavvurları, Er­


zurum 1976 {Basılmamış Doçentlik Tezi], 16-19.
13 Bkz. Sarıkçiüğlu, a.g.e., 16-17, Henri Cazelles, «Messianisme», Dic-
tionnaire des Reiiglons (DR), France 1982, 1096^

142
DÖNMELER TARİHİ

aşılandığı ileri sürülen görüşler arasındadır (14). Wıs-


caerk, bu inancın Yahudiliğ-e Zerdüştîlikten geçtiğini
kabul etmekle beraber, aynen değil; fakat ilk element­
lerini alarak kendi içlerinde geliştirdiklerini savunmak­
tadır (15).
Me^h kavramanının ne zaman ve nasıl doğduğu­
nun kesin olarak cevaplandırılmasmın zor olduğunun
ileri sürülmesine (16) rağmen, Yahudi fikriyatımn son
zamanlarında, Yahudi Kutsal Kitabı’nm (Tanah) Da-
tıiel bölümünde «insan oğluna benzer» birinin gökten
bulutlarla beraber gelip «ebedî bir saltanat» kuraca­
ğı (17) gibi fikirlerin yeralması bazı araştıncılan, Me­
sih fikrinin Zerdüştîlikten alındığı kanaatine sevket-
miştir.
Bu fikrin menşei ile ilgili diğer bir görüş, her dinin
psikolojik ve sosyolojik şartlarına göre doğması, geliş­
mesi şeklindedir. Yahudilikte de bu fikir vardı; fakat
daha belirgin bir şekil almasında İranî düşünceden et­
kilenmiş diyenler de bulunmaktadır. Guignebert, İran
düşüncesindeki «HayiD) denilen şeyin Yahudilikteki
«Mesîh» ile aynı olduğunu: ancak Yahudilikteki Mesîh-
le beraber «beklenen» kelimesinin kullamimasımn onun
daha önce var olduğunun ^delili bulunduğunu ileri sür.
mektedir. Mesih’in Musa döneminde de beklendiğini ve

14 Bkz. Herve Rousseau, Dinler : Tarihî ve Sosyal İncelemeler, çev. :


Osman Pazarlı, İst. 1970, 77 -79 ; Felicien Challeye. Dinler Tarihi,
Çev. : Semih Tiryakioğlu, İst. 1970, 101 -105; Hayrullah Örs, Musa
ve Yahudilik. İst. 1969, 428; Yaşar Kutluay, Tarihte ve Günümüzde
İslâm Mezhepleri, Ankara 1968, 17.
15 Sarıkçıoğlu, 17.
ie Bkz. M. Bu, «Messiah», JE. V IIl/51 2.-
17 Kitab-ı Mukaddes, Daniel, V llI/1 3 -2 8 ; Ayrıca bkz. V ll(-X lf. Bablar.
MESİHLİK ve MEHDİLİK

Davud’un «Beklenen Mesîh» olarak vasıflandınldığını


belirten bazı araştırıcıların görüşünden destek alan
Guignebert, Mesîh fikrinin Babil sürgününden önce
Yahudi 1er arasında yaşadığı kanatine ulaşmakta­
dır (18).
Bu konudan bahseden kaynakların büyük çoğun­
luğu, Yahudilikteki «Mes|h inanci))mn, Babil esaretin­
den^ İran’ın yardımiyle kurtulup ikiyüz yıl kadar İran
kontrolünde kaldıkları sırada, İran’ın dinî inancı olan
Zerdüştîlikteki fikirlerden etkilendiğine yer vermekte­
dir. Aslında bu fikir, hemen hemen her dinde değişik
şekil ve adlar altında, fakat aym mahiyette olmak üze­
re bulunmaktadır. Bu da, ya bir peygamberden veya
bir din kurucusundan sonra, bozulan düzeni İslah et­
mek, insanları doğru yola sevketrnek ve «dini tamam­
lamak» üzere «birisi» nin gelmesi şeklindedir. Hemen
her dinde var olan bu anlayış, çeşitli yorumlara sebep
olmuştur. Neticede bu kapı, yalnız İslâm’la kapanmış­
tır. Çünkü dinin tekâmülü İslâmla olmuş; hiç bir
dinde olmayan özellik, yani Kur’ân’ın korunmasını Al­
lah’ın üzerine alması, İslâm’da bulunmaktadır. Diğer
dinlerde olan gelecek bir din tamamlayıcısı da İslâm’da
yoktur ve Hz. Muhammed peygamberlerin sonuncusu­
dur. Böylece bu kapı İslam’la kapanmıştır. Bununla
beraber yeryüzünde mevcut hemen her dinin mensup­
lan, kendi kutsal kitaplarınca veya geleneklerinde bu­
lunan bu kabil bilgi ve işaretleri öne çıkararak, yorum­
layarak bazı inanç ve anlayışlara ulaşmışlardır. Bun­
lardan birisi de «Mesîh inancı» dır. Yahudi Kutsal Ki­

18 Bkz. Guignebert, JesLis, Paris 1938, 183-185, 323-330; A h m e t Çe­


lebi, M ükâranâtu’l-Edyân; el-Yahudiyye, Kahire 1984, 1/211 -212.

144
DÖNMELER TARİHİ

tabı’rîda (*) da, kültürlerinde de dağınık olarak bu


inanca rastlanmaktadır. Ancak bu inancın «Mesîh» şek-
Jini alması Babil sürgününden sonradır. Bunun için Ya-
hudilerdeki «Mesîh» fikrinin doğuşu yabancı tesirliere
ve özellikle İrani tesirlere bağlanmaktadır. Bize göre,
îran düşüncesi, Yahudilikte dağınık olarak bulunan bir
fikrin sistemleşmesine sadece yardım etmiş, dinlerde
ortak bir fenomen olan «Mesîh» anlayışına Yahudi ka­
rakterinin kazandırılmasını sağlamıştır.
Yahudilikteki bu Mesih. Davud şovundan gelecek,
adı «îmmanuel» (Tanrı bizimle) olacak. Beyt-lehem’de
bakire bir kızdan doğacaktır (19). Bu Mesîh, ilâhî ni-
leiikte, Tanrı gücünü taşıyan bir kişiliğe sahip olacak ve
Tanrı Yahve’nin temsilciliğim yapacaktır. Yahudi pey­
gamberleri tarafından geleceği ileri sürülen bu «Me­
sîh» in ilâhî ve cismanî iki yönü bulunacaktır. İlâhi Me­
sîh, Yahve’nin hizmetkârı olup, Tann’nın ruhunu ben­
liğinde taşıyacaktır. Cismanî Mesîh ise, Davud soyun-
dan yüce bir kral olacaktır (20). Yahudilerde Mesîh,
İnsanî tabiata sahiptir, fakat «meshedilme)sinden do­
layı kutsal bir güce kavuşmuştur. Tanrı’nın himayesin­
den dolayı da masumdur, suç işlemez. O, Tanrı’nm özel
lütfuna sahiptir ve O’nun yeryüzündeki vekilidir (21).
İsrail kralları da, Tanrı tarafından seçildikleri için,
İlâhî güce sahiptir ve Tann Yahve’nin takdisine maz-
har olmaktadırlar. Bu takdis kutsal yağ ile gerçekleş^
tirilmektedir. Kralın yağlanması Tanrı’nın rUhu ile ol­

‘ Bkz. Tesniye, XV1I/15.


19 KM.. İşaya. V ll/14; Mika, V /2 .
20 Challeye, 142-144; Orhan Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, İst. 1975,
403 - 404.
2t Sarıkçıoğju, 77.

145
MESİ^TLİK ve MEHDİLİK

makta ve onlar da «Mesîh» olarak görülmektedir. O,


sadece Tanrı’nın seçilmişi değil, fakat aynı zamanda
O'nun oğludur (22). Krallıkta Hz, Davud’un Önemli bir
yeri olduğu gibi, Mesîhlikte de önemli bir yeri vardır.
Yahudilikte beklenen Mesih, Davud soyundan olacak­
tır. Mesîhlik tarihinde peygamber Nathan’m mucizesi
önemli bir rol oynamaktadır. Bu mucizeye göre Davud-
Tanrısı ve kendisi için ev yapacak; Tanrı ona baba, o
da ona oğul olacak; soyundan gelenler kendisinden son­
ra duracağı gibi krallığı ve tahtı ebedî kalacaktır (23) .
Millî bir kriz anında İşaya, Nathan^ın mucizesine da-
yanarsık, Yahudileri kurtaracak olan İmmanuel’in do^
ğacağını haber vermekte (24) ve onun Davud’un tahtı
üzerine oturacağını, zamanında olacak işleri, mucizeleri
teferruatı ile anlatmaktadır (25). O, kral gibi krallık
edecek, akıllı davranacak, memlekette doğruluk ve ada­
letle hükmedecektir. Onun günlerinde Yahudiler kur­
tulacaktır (26). Hezekiel, yeni bir «Davud» ilan etmek­
tedir. O,, ona sadece prens ünvanı vermektedir (27) . Ze-
kerya ise «mesholunmuş^ları ikiye çıkarmaktadır (28).
Yunan zulmü altında, M.Ö. II. yüzyılda, Yalıudi
ruhbaniyetinin otoritesi tamamen gücünü kaybetrmşti.
O zaman, «sonun» yaklaştığım haber vetecek ve pey­
gamberliği mühürleyecek, Yahudileri bulunduklan sı-

22 Bkz. KM, I. Samuel. X /6 /X V i/1 3 , X X iV /6 -9 ; li. Samuel, )/6, VJI/14;


Mezmurlar, 11/7; LXXXIX/27; C X / U 3 .
23 Bkz. II. Samuel, V ll/1 - IS .
24 Bkz. İşaya, V|l/14.
25 Bkz. İşaya, IX ve XI. Bablar.
26 Bkz. Yeremya, X X Ill/5.
27 Bkz. Hezekiel, X X X lV /2 3 - 2 4 .
28 Bkz. Zekerya, lV/11 -14.

146
DÖNMELER TARİHİ

kmtiUan kurtaracak mesîhî. bir dalga başlıyor (29). Son


mesîhî mucize olarak, «tnöanoğlu» bulutlar arasından
görünüyor. Bütün göklerin altındaki krallıkların büyük­
lüğü, «Yüce Olanın Mukaddeslerinin halkına» verile­
cek ve onun krallığı ebedî krallık olacak, bütün salta­
natlar ona baş eğecek, kulluk edecektir (30), îşte
Daniel ile Yahüdilere verilen bu müjde ve ümit, yıllar­
ca, onları çeşitli yorum ve olaylarla, ayakta tutmaya ya­
ramıştır. Bug'üne kadar da Yahüdiler, bu mucizenin
gerçekleşmesini beklemişlerdir.
Yâhudilere göre, Hz. Musa, tahminen M.Ö. 1250
yıllarında, îşrailoğullarını Mısır’dan, Firavun’un )zuh
münden kurtararak «millet» olma şuuruna kavuştur­
muş; «Arzı Mev’ûd»a götürmek üzere yola çıkarmış;
fakat «va’dedilen diyarao ulaşamadan vefat etmiştir.
Yerine geçen Yeşu zamanında «Ken’an Ülkesi»ne vanl-
mış; dinî merasimler ve takdimelerin yerine getirilmesi
için bir «mezbah» inşa edilmiştir. Hz. Davud’un salta­
nat döneminde Kudüs merkez edinilmiş ve «Mâbed»in
(Beyt ha-Miktaş) inşa çalışmalarına başlanmıştır. Ma­
bet'in bitirilmesi Hz. Süleyman döneminde olmuş ve
bu dönemde Yahudi krallığı en muhteşem devrini ya­
şamıştır. Hz. Süleyman’ın ölümü ile Yahudi krallığı gü­
neyde Yahuda, kuzeyde İsrail olmak üzere ikiye bölün­
müştür. İsrail krallığı M.Ö. 722 yılında Aşur; Yahuda
krallığı M.Ö. 586 yılında Babil tarafından işgal edilmiş,
Mabet yakılıp yıkılmış ve Yahudi bağımsızlığı son bul­
muştur. Yahudilerin Babil esareti, M.Ö. 538 yılındaki
İran hâkimiyetine kadar sürmüştür. Yahüdiler, M.Ö.
332 yılında Büyük İskender’in istilasına kadar, İran

29 Bicz. Daniel, IX /1 -2 7 .
30 Bkz. Daniel. Vll/1 -27.

147
MESÎHLİK ve MEHDİLİK

kontrolünde kalmış ve İran İmparatorunun yardımiyle


Mâbed’i yeniden yapmışlardır. Ancak Mâbed, daha son­
ra Yunan tanrılariyle dolmuştur. M.Ö. 163’de Yahudi
1er Mabedi ele geçirip Yunan tanrılarından temizlemiş
lerdir. M.Ö. 157’li yıllarda siyasî ve dinî yönden bağım
bir Yahudi devleti kurulmuştur. Bu devlet de M.S
70 yılında Romalıların hâkimiyetleri ve Mâbed’in tah
ribiyle son bulmuştur. Böylece Yahudiler, 1948 yılına
kadar devam edecek olan yabancı hâkimiyetine ve sür­
güne mahkûm edilmişlerdir (31).
M.S. 70 yılında Mâbed’in Romalılar tarafından yı­
kılması, Yahudilerin dinî ve siyasî bağımsızhğına son
vermiştir. Yahudiler için bağımsızlık simgesi olan Mâ-
bed’in tahribi, günlük ve mevsimlik bir takım ibadet­
leri, kurban takdimlerini icra edilemez dürüma düşür­
müştür. Bu durumdan kurtulmak için Bar Kohba’mh
idaresinde giriştikleri isyan da kanlı şekilde bastırılmış­
tır. Bundan sonra Yahudiler. Kutsal Kitap yorumlaıına,
tefsirlerine, geleneklere ve «apocaliptik» vizyonlara sa­
rılmış, onlardan bazı ipuçları çıkarmaya çalışmışlardır.
Bu ipuçları arasında, Yahudileri esaret ve sürgünd-en
kurtarıp «Arz-ı Mev’ûd))a götürecek; Mâbed’i yeniden
bina edecek «bir kurtarıcı»mn geleceği bulunmaktadır.
Bir ümit haline gelen bu «kurtarıcı», Yahudilerin tek
tesellisi, kurtuluş gününün müjdecisi «Mesih» dir. Bu
Mesîh, Ahdi Atîk’te (Tânah) ve onun yorumu durumun­
da olan şifahî gelenekte etraflıca işlenmiş; bir doktrin

31 Bkz, Ahmet Çelebi, Mukai-enâtu'l-Edyân : El-Yahudiyye, 1/71-100;


P. Hitti, İslâm Tarihi, çav. : Salih Tuğ, İst. 1980, 1/65-68; Hikmet
Tanyıı, Tarih Boyunca Türkler ve Yahudiler. İst. 1976, 1/82-102;
Örs. 245-68; Nişim Bahar. İbranî Tarihi, (III. Kısım), İst. 1969,
5 -2 2 , 114-128.

148
DÖNMELER TARİHİ

halinKalmış ve müesseseleşmiştir. Daha sonra Yahudi


iman esasları arasına girmiştir (32). Buna bağlı olarak
İsrailoğulları, peygamberlerinin verdikleri sözlere uy-
şun olarak, sürgünden kendilerini kurtaracak, Mâbedl
yeniden inşa edecek ve diğer din mensuplarına galebe
çalacak bir «Mesih»in geleceğine kesin olarak inanmış­
lardır. Onlar, esaret ve sürgünü günahlarının bir ce­
fası görmekte ve Allah’ın adaleti gereği bu cezanın so-
na ereceğini düşünmektedirler. Bu da, Davud oğlu
^^Mesih» ile olacaktır. O, Kudüs’ü düşmanlardan temiz^
ieyecek ve kavmiyle oraya yerleşecektir. Yahudiler, bu­
lundukları yerlerden Filistin’e toplandıklarında yeniden
dirilme zamanı da gelmiş olacaktır. Süleyman Mabedi
yeniden yapılacak, Allah’ın nuı*u yine onun üzerine yer­
leşecek ve genç - İhtiyar, efendi-köle bütün İsraillilere
nübüvvet nuru ihsan edilecektir. Bu mukaddes devir,
r.amamn sonuna, yani bu dünya yerini diğerine terk
edene kadar devam edecektir (33).
Yahudilikte, Tanah’ın ilk beş kitabını teşkil eden
f'Tora))nm (Tevrat) Hz. Musa'ya indirilmesiyle «din»
tamamlanmamaktadır. O, yerini Yeşu’ya bırakmakta ve
nebiler birbirini takibetmektedir. Tora’nın İndirilmesini
takibeden yüzyülar içinde gelen nebiler silsilesi, Ahd-ı
Âtîkı’te (Tanah) Malakı ile sona ei’mekte; fakat ileride
gelecek ve «Mesih«in haberciliğini yapacaJc olan îlya’yı
bekleme ümidi sebebiyle «Nübüvvet» müessesesi açıl­
maya hazır bir kapı gibi durmaktadır (34). Bu kapı,

oP Kurt Hmby, «Messianisme Jutf», DR, 1098.


33 Bkz. I. Samuel, X /S -8 , X X lV /6 ; tl. Samuel, 1/11-16, V I I/ 1 -29; Mez-
murlaır, 110 (C X )/1 -3 ; İşaya, V ll/1 4 -1 7 , IX ve XI. Bablar; Yerem-
ya, X X l l l / 5 - 8 ; Dantel, VII ve IX Bablar.
34 KM, Malaki, IV /4 -6 ; Yaşar Kııtluay, 211.

149
MESİHLİK ve MEHDİLİK

bugüne kadar da kapanmış değildir. Çürikü Yahudiler,


ner sıkıntıya düştüklerinde va’dedilen kurtarıcıyı bek­
lemişlerdir. îlya'nın haberciliğini yapacağı «Mesîh«, ço­
ğu zaman, Yahudilerin siyasî ve maddî zaferini sağla­
yacak büyük bir kral, kudretli bir şef olarak tasavvur
edilmektedir.
Yahudiliğin ilk baba dini olduğunu, onlara mükâ­
fat olarak seçilme, sonuç olarak da dünya hâkimiyeti
va’dedildiğini ileri süren Freud; Musa’nın, Yahudilere,
Tanrı’nın seçkin kavmi bulundukları şuurunu aşılaya­
rak, sıkıntı anlarında bile bu mirası iyi değerlendirme­
ye sevkett^ğini; Mâbed’in Romalılar tarafından sonra,
haham Yahanan ben Sakai’nin özel müsaade ile Tev­
rat’ın (Tora) tetkik ve tefsiri için bir okul açtırdığım
ve Kutsal Kitab'ın bu şekilde incelenmesi sayesinde da­
ğılmış olan kavmin biraraya toplanabildiğini (35) be­
lirtiyor. Gerçekten Yahudilik, biri Allah’ın birliği, di­
ğeri ise İsrail’in seçilmiş milleti olması gibi iki temel
üzerine kurulmuştur (36). Bu seçilmişlik, Talmud ve
Siyon önderlerinin protokollarında mübalağalı bir şe­
kilde yorumlanmaktadır. Daniel Kitabı’nda da ebedî
lıaj^at işlenmekte ve bu hayatın da sadece Yahudilerin
hakkı olduğu vurgulanmaktadır. Ancak sahip oldukları
bu üstünlük onlara mesuliyet yüklemekte; bu mesuli­
yeti taşıyamamalan, Allah’a verdikleri söze riayet et­
memeleri intikam ve cezalandırılmalarına yolaçmak-
tadır (37).
Beklenen Mesih inancının doğmasında, seçilmiş ve

35 Sigmund Fı-euci, Musa ve Tektannctlık, çsv. : Erol Sevil, 93-129.


3ö Bkz. KM, Çıkış, X X /2 -4 ; Levililer, X X /2 4 -2 6 ; Tesniye, V II/6 -1 6 ;
A, Çelebi, El-Yahudiyye, 1/208.
37 Bkz. KM, Daniel, IX. Bap ve diğer iıablar; Çelebi, 1/208.

150
DÖNMELER TARİHİ

üstün ıhill et olma fikrinin de rolü bulunmaktadır. Çün­


kü onlar, kendilerini, zannettikleri gibi, beşerin en ha­
yırlısı ve temizi göremediler; belâ ve musibetlerden kur­
tulamadılar. Onların düşünürleri, bu musibetlerden ve
uçurumlardan Yahudi)eri çıkaracak ve istedikleri mev­
kilere ulaştıracak bir «kurtarıcım fikrine yöneldiler. Bu
kurtarıcıya da «IVIesîh - Muntazır» adım verdiler ve
(■sema)>nın elçisi olarak vasıflandırdılar. Onu, kendile­
rini irşâd ve hidâyetiyle hak ettikleri şan ve şöhrete
ulaştıracak bir kumandan olarak da gördüler,
Guignebert’e göre Mesîh, normal bir insan değil,
semavî bir insandır; gönderilme vaktine kadar sema­
na kalacak, Tanrı onu gönderdiğinde kendi kuvvetini
verecek ve o «insanoğlu)) lakabını taşıyacak. Tanrı ile
insan arasında bir tabiata sahip olacaktır (38).
Yahudi Kutsal Kîtabı’nm (Ahd-i Atık), çeşitli dö­
nemlerde, incelenmesi neticesinde elde edilen ipuçları,
Talmud’da yeralan «meshedilmiş» kralla ilgili kısımlar
«Mesîh»in geleceğine delil kabul edilmiştir. Bu, Orta­
çağdın en büyük Yahudi düşünürü Musa ibn Mey-
mun’un tesbit ettiği «Onüç Prensip» içerisinde de yeral-
mıştır. îbn Meymun’un tesbit ettiği bu «Onüç Prensip));
Yahudilerin iman esasları olarak bugüne kadar kabul
edilegelmiştir. Böylece Mesih inancı Yahudi iman esas­
ları arasına girmiştir (39).
Freud, Musa’nın kavmi tarafından katledildiğinin
Hoşea’nm kitabında hata kabul etmez bir şekilde belir-

33 Bkz. Guignebert, Jesus, 323-357; Çelebi, 1/210-211.


39 Bkz. Ö rs, 4 3 2 -4 3 3 ; Kutkıay, 17; İbrani Din Bilgisi (Ö zetle t), Ha-
ham başılık Yaym ları. İst. 1969, 1 9 -2 1 ; H. Ziya Ülken, İslâm Fel­
sefesi, 181 -18?.

151
MESfHÜK ve MEHDİLİK

lendiğini; fakat bu kavimde, Bâbil esaretinin sonun­


da, katlettikleri bu adamın dirilerek onları ebedî hu-
Kur diyarına götüreceği umudunun canlandığım; sür­
günde bulundukları sırada çektikleri sıkıntıların onla­
ra hürriyet fikrini ve birbirlerine bağlılığı geliştirdiğini
kaydediyor. O, Musa’ya atfedilen suçluluk durumunun
Mesih’e dönüşünü, kavmine kurtuluş ve dünya hakimi­
yeti vermesi için bir tahrik unsuru olduğunu; Musa
ük Mesih ise, İsa Mesîh onun halefi ve devamı olduğu-
iıu işaret ediyor ve seçilmiş bir kavim olmanın onlara
yüklediği sorumluluğu ve bunun yeterli olmayacağını
da şöyle dile getiriyor : «Bir halka devamlı ruhî tesir­
ler meydana getirebilmek üzere kendilerinin Tanrı ta­
rafından seçilmiş olduklarını telkin etmek yeterli de­
ğildir. Bu teminat yeterince isbatlanmış olarak inanç­
ların pekiştirilmesi bakımından sunulmalıdır. Musa di­
ninde hicret böyle bir delil teşkil eder. Tanrı ve O’nun
temsilcisi olan Musa bunun böyle olduğunu bıkmadan,
usanmadan tekrarlamıştır». Freud, Yahudiler arasında­
ki dayanışmanın başkaları tarafından nefretle karşılan-
masmın normal, fakat onlann ev sahiplerinden, farklı
davranmalarmın affedilmez hata olduğunu da ifade
ediyor (40).
Daha başlangıçta Yahudiler, Mesih’in Davud nes­
linden, muzaffer, fethedici bir kral olduğunu zannet­
mekte ve onu «Allah’ın oğlu» olarak isimlendirmekte­
dirler. Onun, İsrail'i kurtaracak, Yahudileri Filistin’de
toplayacak ve Tevrat’ın hükümlerini tatbik edici ola^
rak geleceğine itikad ediyorlar. Onlar, zaman zaman,
Davud neslinden olmasa da düşmanlarıyle savaşanlara
'«Mesîh» adını verirler. Bu bekleyişleri arasında Mesîh

40 Freud, Musa ve Tektanrıcılık, 41, 90, 9 3 -9 9 , 129.

152
DÖNMELER TARİHl

g;elmûyince, Mesih’in güvenilir, âdil, dinî ve içtimaiyatı


düzene koyan bir İslahatçı olarak ileride geleceği inan­
cıyla beklemeye koyulurlar (41).
Bütün bunlara rağmen Yahudilerin iman esasları
arasında yer alan Mesîh> onların umudu haline gelmiş­
tir. Aslında bu umut Yahudi dininin bir vasfıdır. Her
kes, Yehova’nın kavmine' büyüklük ve mutluluk vere­
ceği çağı güvenle bekler. Btı çağda, îsrailoğullan sür­
günden kurtulacak, Süleyman Mabedi yeniden inşa edi­
lecek; Tanrı'mn nuru onlar üzerine yerleşecek, seçkin
kavim olup İsrail’e toplanacak ve aTanrCnın Devleth^ni
kuracaklardır. Bu görüşün bazan millî çerçeveden ta­
şıp, bütün milletlere de şâmil olduğu görülmekte-
dir (42), O gün, onlar için-, sevinç ve bayram günüdür.
Ondan. sonra, onların çalıştığını başkaları yemeyecek,
bina edip de başkaları oturmayacaktır (43). Bütün
bunlar, çileli bir milletin kurtarıcı beklediği ve umut
âleminde yaşattıkları şeyin hakikat olmasını istemenin
bir gayreti şeklinde yorumlanmaktadır. Daniel, IX /
24 - 27’de Yahudilerin bekledikleri Mesih’in vasıfları ve
geleceği zaman belirtilmiştir.
Örs de, her çileli milletin bir kurtarıcı beklediğini,
bu kurtarıcı beklemenin umutsuzluğa düşüldüğü zaman­
larda daha fazla görüldüğünü ve «... Osmanlı İmpara­
torluğunun güçlü zamanlannda Allalı’tan gayri tabiat
üstü varlıklardan yardım, beklenildiğine pek az rastla­
nıldığı halde, çöküş zamanlannda ‘Mehdî’ ve benzeri
inançlara çok rastlandığını, Yahudilerin de, devletlerini

41 Çelebi, E(-Yahudiyye, 1/210-211.


42 KM. İşaya, 11/3-4; Mika, lV /2 -3 ; Daniel, V l/2 6 -2 7 ; V II/1 3 -2 8 .
43 İşaya, LK V/17-25,

153
MESİHÜK ve MEHDİÜK

kaybedince ümitlerini ‘David’ soyundan tiir kralın gel­


mesine bağladıklarını» (44) kaydediyor.
Aslında yahudüer, kendi îiefislerinin (ve ihtirasla-
'f\nın esiri olmuşlardır'. Buna rağmen onları hiçbir şey
hür kılamaz. Onların hürriyet anla.yışı, dünya hâkimi­
yeti fikri olsa gerek. Zaman da hunu gösteriyor. Çünkü
Yahudilik Hz. Musa’ya Sîna dağında Tevrat’ın verilme­
siyle başlar. Hz. Musa'dan önce Firavun’un onlara kö­
tü davrandığım ve. Tanrı’ya feryad ettiklerini; Rabbın
da seslerini işitip onlan Mısır’dan çıkardığını -ki bu
Hz. Musa’nın çıkarışı- Tevrat’ta görüyoruz (45). Tev­
rat’ın çeşitli bölümlerinde, ideal bir kralın geleceği ve
lıer şeyi düzelteceğini vaadeden yerlere rastlıyoruz, fa­
kat bu kral için Mesih dendiğine rastlamıyoruz. Mese­
lâ; «İşte, Davud’a ' salih bir kök sürgünü çıkaracağım
günler geliyor. Rab diyor, bir kral gibi krallık edecek
ve akıllı da\Tanacak ve memlekette, doğruluk ve ada.
let edecek! Onun günlerinde Yahuda kurtulacak ve İs­
rail emniyette oturacak; ve onu çağıracakları isim şu­
dur : Y e h o V a s a l â h ı m ı z . » Bir başka yerde
de şöyledir : «... İsrail üzerine hükümdar olacak adam
oana senden çıkacak ve onun çıkışı eski vakitten, ezeîî
günlerdendir.» Ve «Ey Sion kızı, büyük sevinçle coş; ey
Yeruşalim kızı, bağır; işte kralın âdildir ve kurtarıcı­
dır; alçak gönüllüdür, ve bir eşek üzerihe, evet, eşek
yavrusu üzerine binmiş, sana geliyor». Mevcut' metin­
lerdeki en kesin ibare Malaki’dedir : «İşte, Rabbın bü­
yük ve korkunç günü gelmeden önce, ben size peygam­

44 Örs, 427.
45 Bkz. Tesniye, X X V I / 6 - l O .

154
DÖNMELER TARİHİ

ber İNİ y a’yı (Eliyahu) göndereceğim» (46). Bu İlya


(Eliyah’j ) , Yah udilere i^öre, Mesih’in habercisi olan pey­
gamberdir. Malaki de Mesih’ten önceki son peygamber­
dir. Tevrat’ın çeşitli bölüm ve baplarında görülen ifa­
delerde bir Mesih lâfzı geçmiyor, kral lâfzı geçiyor ve
bu kral lâfzı da Yahudilerin bekledikleri kurtarıcının
vasıflarını havidir. Bu cümleler, daha'sonra, çeşitli tef­
sirlerle başka şekle bürünecek ve Mesîh intizarı dc^a-
Caktır. Bu Mesîh, tahminen M.S. 70 yıUnda kutsal Ma­
bedin yıkılmasından sonraki yıllarda yazılan Talmüd’da
yer alıyor. Talmud’un (") Sanhedrin '97 a -97 b’de şöy­
le denildiğini Örs kaydediyor ; «Elia’mn sinagogunda
şöyle öğrettiler ; Dünya altı bin yıl duracak; iki bin yıl
şaşkınlık, iki bin yıl yo) gösterme, iki bin yıl da ME-
StH’in zamanı. Ama bizim pek çok olan suçlarımız yü­
zünden bunlar geciktikleri gibi geçtiler (Yani Mesih’in
gelmesi gecikti)» (47)-
Yedi , asır önce Yahudi muharrirlerinden Moşe ben
Majemin şunu söylüyor ; «Tevrat, bize yeni bir cümle
sermekte ve çeşitli renklerde ‘Mesih’in geleceğini ve
Yahudiliğin bütün dünyaya hakim olmasının ergeç ha­

' TALMUD : İbraııice «çalışma» d em eklir. M.S. II. yüzyılda yaşamış


Yühiıda ha-Nass: isminde bir hahamın yazdığı Mişna ve Gemara adh
iki yorum kitabından olîrşmaktadır. Tevrat'ın tefsiri mahiyetfnde
olan Talmud, dinî kanunların yorumlarım ve kanunlara göre yeni
problemlerin çözümlerini kapsayan, hayatla birlikte değişen ve ge­
lişen problemleri kıyas yoluyla çözümleyen derleme bir kitaptır.
Çeşitli problemler ve dinî konular üzerinde hahamların tartışmala­
rını da içine alan bu kitaplar ayrı din merkezinde düzenlennrıiş-
tir. Filistin (Kudüs) ve Bâbi! Talmud’u olmak özere iki ayrı Talmud
vardır.
4o KM, Yeremya, X X l l l / 5 - 6 : Mika, V /2 - 5 ; Zekerya, IX /9 ; Malaki.
İV /5 .
47 Örs, 43.

155
MESİHLÎK ve MEHDİLİK

kikat olacağını bildirmektedir» (48).


Yahudiler, Tevrat’ta geçen kral lâfızlarını «Me­
sih» e hamledip onu daha da genişleterek eserler vücu­
da getirmişlerdir. Onlar, siyasî hayatlarının son bulma­
sı ve Hz. İsa'nın gelmesi olayından sonra, tehlikeli gün­
ler yaşamışlardır. Onlar için tek kurtuluş, Mesih’in gel­
mesidir. O yüzyıllarda, Hz, İsa’nın gelmesi onlan h£|,yâl
kınklığma uğratmıştır, çünkü onların beklediği Mesih,
Davud soyundan olacak, kendilerini Romahlann elin­
den kurtaracak, dağılmış olan Yahudileri nArz-ı Me-
vû'dy>a tavlayacak hır kişidir. Halbuki Hz. İsa’da bu va­
sıflar bulunmuyor. O, insanlan doğru yola getirecek Al­
lah’ın bir Peygamberidir. Yahudiler, Hz. İsa’yı, o gün­
lerde «M e s î h i m» diye ortaya çıkan Theudas gibi
kabul edip, sahte Mcsîh muamelesine tabi tuttular.
Çünkü, Kitab-i Mukaddes’te sık sık işlenen tema şöyle-
d ir : Günahı bitirecek, suçlan sona erdirecek, fesat için
Kefaret edecek, ebedî salahı içeri getirecek; Yeruşalim’i
eski haline koyacak; mesholunmuş (Mesîh) gelecek­
tir (49). Halbuki İsa, S e b t (Cumartesi) g ü n ü-
n ü ihlâl ediyor, Yahudilerin beklediği dünya hakimi­
yeti fikrini gerçekleştiiTniyor. Bu vasıflarla Yahudilerin
anladığı ve bekledikleri Mesîh olamıyor. Böyle olunca,
onların Mesîh’i, şartlar tamamen elverişli olunca gele­
cektir.
Gerşom Şalom (Gers^öm Scholem), Mesîhî hareke­
tin doğmasına birçok faktörlerin etki ettiğini, bu nok­
tada tarihçilerin yanıldıklarını ve Sabatay’m çıkışına,
o dönemdeki bazı hareketlerin sebep olduğunu ileri sü­
rüyor. O, Polonya Yahudi Felâketinin; harpler, kıtlık,

48 C evat Rifat AtÜhan, Dünya ihtilalcileri, 28.


49 KM, Daniel, IX /2 3 - 2 7 .

156
DÖNMELER TARİHİ

ciinSe Tanrı yolundan sapmaların Mesîhlik çağım ha­


zırladığını; bunun da, yabancı idarenin zulüm ve bas­
kısını tatmış bir neslin acı tecrübesinin bir neticesi ol­
duğunu kaydediyor. Yine Şalom, Mâbed’in yıkılmasının
Yahudilerde varolan kurtuluş ümidini ve Kudüs’e dö­
nüş fikrini söndüremediğini, Apocaliptik literatürün
sürekliliği, Ortaçağ boyunca bir çok Mesîhî hareketin,
geçmiş tarihin yemden arzu ile yazılmasına sebep ol­
duğunu ve bu Mesîhliğin, «ceza görenlerin ceza veren­
lerden öç almasınm» detaylarının etrafhca işlendiği
Talmuftan kaynaklandığını (50) belirtiyor,
b) Mesih’in Gelmesini Hazırlayan Şartlar, Mesih
Devrinde Yapılacak İşler ve Siyon İdeali :
Yahudilikte Mesîh gelmeden Önce olacak şeyler
şöyle özetlenebilir :
Dünyada ahlâksızlık, dinsizlik hâkim olacak; in­
sanlarda utanma duygusu azalacak, pahalılık artacak­
tır. Tanrı’nın düşmanları Kudüs’e saldıracaktır. Âlim­
ler meclisi fahişeler yuvası olacak; Tevrat âlimlerinde
bilgi kalmayacaktır'. Günahtan çekmenler küçük görü­
lecek, büyük küçük farkı kalkacak, küçükler büyükleri
saymayacak; oğul babasına, kız anasına, gelin kayna­
nasına karşı gelecektir. Felâketler birbirini takip ede­
cek, savaş, hastalık ve benzeri şeyler insanları saracak­
tır. Dünyada verim azalacak: bağ, bahçe ve tarlalar
bakımsız kalacak, ülke çöle dönecektir, Kudüs harap
alacak; yabanî eşeklerin ve sürülerin gezinti yeri hali­
ne gelecektir. Babilliler İsrail ülkesine ayak basacak;

50 Bkz. Gershom Scholem, Sabbatai Sevi, The Mystical Messiah, İb-


raniceden İngilizceye çev. : R. J. 2wi Werblowsl<y, Bollingen Se-
ries XCIII, Pri n ceton 1975, 1 ■10.

157
MESİHLİK ve MEHDİLİK

Fars (İran) atlan İsrailcğullarının mezarlarını çiğne­


yecektir (51).
Yukarıda belirtilen şartlar vukubulduğunda Me-
ijîh'in gelmesi yaklaşmıştır. Bu durumda Yahudiler,
Kabbala’ya baş vurarak, «Mesîh»in geleceği yılı ve ayı
t esbit etmeye çalışmışlardîi. Tesbit edilen tarih tutma-
,v]nca veya i(Mesîh»im diye ortaya çıkanların sahte ol­
dukları anlaşılınca: tevil yoluna sapılmış ve ileriye bı­
rakılan tarihler verilmiştir. Mesih’in gelmesi gecikince
bunu, Sebt gününü ihlâl etmelerine ve günahkârlık­
larına atfetmişlerdir.
Tann’nın yeryüzündeki vekili kabul edilen Mesîh,
Yahudilere olduğu kadar Yahudilerin dışındaki millet­
lere de hükmedecektir. O, inananlara Tannanın rahme-
tmi, inanmayanlara, küfredenlere de lanetini getirecek­
tir. Mesih’in hâkimiyetini kabul etmeyenler, ilâhî ce­
zaya uğrayacaktır. Âdil bir hükümdar olarak o, Da­
vud’un tahtından dünyayı idare edecektir (52). Bu
laht, Siyon tepesinde yükselecektir.
Yahudi literatüründe ve Mesih anlayışında «Si­
yon» önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü Yahudi tari-
binin en parlak dönemi, Hz. Davud ve Hz. Süleyman
dönemleridir. Hz. Davud, Kudüs’ü alarak Yahudiler’in
en parlak devresini başlatır. Onun oğlu Hz. Süleyman
da, babası tarafından hazırlatılan yere, Mâbed’i yaptı­
rır ve «Ahid Sandığıx-ni;’Mâbed’in bir odasına koydu­
rur (53). Mâbed’in yapılmasından sonra orası Yahudi-

51 Sarıkçıoğlu, 3 0 -3 1 .
52 Bkz. KM. İşaya. lV /2 -5 , lX /b '-7, X I/2 - 1 0 ; Yeremya, X X I | l / 5 - 8 :
44. V II/2 5 -2 8 .
53 BI<2 . II. Samuel, V - IX . Bablar; I. Krallar, V -1X . Bablar.
Daniel, 11/37, 44, V II/2 5 -2 8 .

158
DÖNMELER TARİHİ

lei'-^içm merkez olur ve sürgün döneminde de hep ora­


ya dönme hayaliyle yaşarlar. Bunun için Mesih anla-
yışmda ((Siyon tepesi» önemlidir. Mesîh, «Tanrı’nm
evi»ni Siyon tepesinde inşa edecektir. Bütün milletler
ona akacak ve şöyle diyeceklerdir : «Gelin, Rabbm da-
ğma, Yakubun Allah’mm evine çıkalım; kendi yolları­
nı bize öğretecek ve onun yolunda yürüyeceğiz. Çünkü
Şeriat Siondan, Rabbin sözü Yeruşalimden (Kudüs)
çıkacak. Ve milletler arasında hükmedecek, çok kavim­
ler hakkında karar verecek; kılıçlarını sapan demirleri
ve mızraklarını bağcı bıçaklar: yapacaklar; millet mil­
lete karşı kılıç kaldırmayacak ve artık cengi Öğrenme­
yecekler» (54).
Mesîh devrinde, «Rabb evinin dağı» Siyondan yük­
selecek ve diğer dağlardan daha fazla ihtişama sahip
olacak (55), cennet bahçelerine benzeyecektir (56). Me­
sih'in getirdiği dinî ve ahlâkî hayatın bir mükâfatı ola­
rak mahsûl artacak; çöller verimli hale gelecek; orda
akasyalar, zeytin ve selviler yetişecek;, ağaçlar da de­
vamlı meyve verecektir. O gün, sular fışkıracak, step­
lerden dereler akacak ve derelerde göller oluşacak; dağ­
lar, tatlı şarap, tepeler süt akıtacaktır. Rabb’ın evin­
den bir kaynak çıkacak ve Şittim yâdisini sulayacak;
çöller de Aden bahçesine dönecektir. Tabiat eski halini
alacaktır.. Ayın ışığı güneşinki gibi parlak; güneşin
ışıkları da bugünkünden yedi kat fazla olacaktır (57).
Bu devirde, hayvanlar vahşiliklerini kaybedecek;

54 KM, İşaya, 11/2-4; Mika, lV /1 -2 .


55 Bkz. İşaya, il/2 - 4 ; Mika, I V /1 -4 ; , Zekerya, V lll/2 -4 .
56 Bkz. İşaya, l-l(51)/3; Amos, IX /1 3 -1 4 ; Yoel, 111/18.
57 Bkz. İşaya, X X X / 2 6 ; X X X I1 /1 5 . XL1/18-19: LIII/3, LV/13,LX/13;
Yoel, IİI/1 8 -2 1 ,

.159
MESİHLİK ve MEHDÎLİK

kurt kuzu ile beraber oturacak; kaplan oğlakla beraber


yatacak; buzağı, genç aslan ve besili sığır birarada ola­
cak ve bunları küçük bir çocuk güdecektir. İnekle ayı
otlanacak ve aslan da sığır gibi saman yiyecektir. Em­
zikteki çocuklar, yılan deliği üzerinde oynayacak ve el­
lerini yılan deliğine soktuklan halde zarar görmeye­
ceklerdir (58).
Mesih, halkını ve ülkesini düşmanlara karşı koru­
yacak; hâkimiyetini denizden denize ye Irmaktan ye­
rin uçlarına kadar yayacak; dağılmış olan İsrailoğulla-
rını biraraya toplayacaktır (59). Mesîh, ülkesini ilâhı
kanunlara göre yönetecek; hâkimiyeti altındaki bütün
milletleri sulh ve refah içinde yaşatacak; harbi kaldı­
racak, kılıç ve mızrak gibi harp âletlerini ziraat âlet­
lerine dönüştürecek; millet millete karşı kılıç kaldırma­
yacaktır. Ceng öğrenilmeyecek; harp arabaları, ok ve
yay kırılacak; kanlı çizme ve elbiseler yakılacaktır (60).
Mesîh devrinde, Kudüs ve halkı zulüm, sefalet ve
yokluktan kurtulacak, sulh ve sükûna kavuşacaktır.
Yahve’nin milleti (Yahudiler), kendi evine, bağına, bah­
çesine ve tarlasına kavuşacak; artık ondan sonra, on­
ların bina ettiğinde başkası oturmayacak, onların dik­
liğini başkası yemeyecektir (61). Çünkü bu dönem,
Tanrı’nın «İsrail evi» ile, «Yahudi evi» ile c(ahd»ini ye­
nilediği bir dönemdir. Dünya Rabb’ın bilgisiyle dola­
cak; herkes Yahve’yi bilöcek ve O’nun enûrlerini yü­
reklerinde duyacaklardır. Tanrı da onların fesatlarını

be KM, İşaya, X I/6 - 9 .


59 Bkz. KM, İşaya, X XVİİİ/12; Zekeryfl, IX/10.
30 Bkz. KM, İşaya, İI/4 ; Mika, IV /3 -4 .
61 Bkz. Sankçıoğlu, 38, 39, 42.

160
DÖNMELER TARİHİ

bağışlayacak ve suçlarını aramayacaktır (62). Rab


Sion’dan ve Yeruşalimden (Kudüs) seslenecek; gökle
yer sarsılacak, takat Yahve kendi kavmi için sığınacak
yer ve İsrailoğ-ulları için hisar olacaktır. Kudüs mu­
kaddes olacak ve artık onun içinden yabancılar geçme­
yecektir (63).
İşte ,bu vasıfları taşıyan Mesih gelmeden önce,
onun bir habercisi olan İlya gelecektir. Malaki’de o -şöy­
le müjdelenmektedir : «Kulum Musa’nın şeriatını, ka­
nunları ve hükümleri anın, o şeriat ki, Horeb’de bütün
İsrail için ben ona emrettim. İşte, Rabbm büyük ve
korkunç günü gelmeden Öneef, ben size peygamber îlya’-
yı göndereceğim. O da babaların yüreğini oğullara ve
oğulların yüreğini babalarına döndürecektir; ta ki, ge­
lip dünyayı lanetle vurmıyayım» (64).
llya’nın bu gelişi herhangi bir bayram gününe te­
sadüf etmeyecektir. O, Mesih’in gelmesinden üç gün
önce, Filistin dağlarında görünecek ve Mesih’i müjdele­
yecektir. Mesîh geldiğinde ona hizmet edecek; Yahudi-
lerin aile hayatlarını düzenleyecek, dinî meseleleri hal­
ledecek; kudret helvasını, kutsal suyu ve kutsal mesh
yağını, Harun’un değneğini geri getirecektir (65).
Bu Mesîh devrinin ne kadar süreceği ihtilaflıdır.
Ancak Mesih’in ölümünden sonra bütün insanlar öle­
cek, hiçbir canlı varlık kalmayacak ve dünya yedi gün
sessizlik içinde kalacaktır. Belirli bir zaman sonra da

62 Bkz. KM, Işaya, L X V /l3 -2 5 .


63 Bkz. KM, İşaya, X l/9 ; Yeremya, X X X / 3 1 -34.
63 KM, Yoel, 111/16-17.
64 KM. Malakî, IV /4 - 6 .
65 Bkz. Sarıkçıoğlu, 105.

161
MESİHl.İK ve MEHDİLİK

(dıaşr ve hesap günü» gelecektir (66).


Yahudilikte yer alan, etraflıca işlenen, iman esas­
ları arasına giren ve Yahud ilerin ideal hir dönemini
başlatacak bu Mesih kimdir ve ne zaman gelecektir?
Yahudilerin hu zaafından istifade ederek tarihte çok
sayıda «Mesîh« ortaya çıkmıştır. Böylece sahte Mesîh-
Jer devri başlamıştır. Ortaya çıkan bu Mesîhler, bekle­
nen «ideal düzeni» kurmaya muktedir olamadıkları
için «sahte Mesîhler» olarak adlandırılmışlardır. Onlar*
dan da kısaca bahsedeceğiz.
c) Yahudi TarihinĞe Mesîhî Hareketler :

Esâret altında sıkıntıları artan Yahudiler, Tanah’ta


haber verilen ve Talmut’ta etraflıca işlenmiş (67) olan
f<Kral»ı (Mesîh) beklemeye başlamışlardır. Hattâ, daha
Mâbed Romahlar tarafından tahrip edilip dinî ve siya­
sı bağımsızlığa kesin olarak son verilmeden önce, Ya­
hudi Kutsal Kitabı'nda yeralan bilgilere ( 68) göre, Me-
iSihliğini ilan edip Yahudilerl siyasî bağımsızlıkları için
etrafında toplamaya çalışanlar olmuştur. Ahd-i Atîk’-
teki bu tür fikir ve düşüncelerden İstifade ederek Me-
sîhliklerini ilân edenleri şu şekilde özetleyebiliriz :
Miladî 44 yılında Theudas, Mesîh olarak ortaya çık­
mış ve kendisini «Mesîh» kabul ettirmeye çalışmıştır.
O, Roma Valisi üzerine kuvvet göndermiştir. Gönderdi­
ği kuvvetin bir kısmı öldürülmüş; bir kısmı da Theudas
ile beraber esir düşmüş ve Theudas’ın boynu vurulmuş­

r>S Bkz. Sankçıoğlu, 38, 39, 42.


67. Bkz. A. Cohen, Le Talmud, Pskis 1933, 413-424; Abraham Galente,
Nouvaux Docunıenis sur Sabbatai Sevi, 9 -1 0 .
fi8 Bkz. KM, Yeremyeı, X X | l l / 5 - 6 ; M ika V / 2 - 5 ; Zekerya, lX/9; Ma-
laki, lV /5 vd.

162
DÖNMELER TARİHÎ

tur. Ona inananların 400 kadar olduğu ve bu yüzyılda


ortaya çıkan Mesîhlerin de 50-60 civarında bulunduğu
ileri sürülmüştür.

M.S. 66-70’deki isyanın başında bulunan Menahem


de «Mesîh» olduğunu iddia etmiştir.

Tarihte asıl Mesîhî hareket, Roma İmparatorluğu­


nun Yahudi bağımsızlığına son vermesiyle başlamıştır.
Bu tarihten sonra ortaya çıkan Mesîhler, halk arasın­
daki bazı düşünce ve inançlardan faydalanarak, Yahu-
dileri Roma tahakkümünden kurtaracakları vadiyle işe
başlamışlardır. Bu hareketler, XVII. Yüzyılın ikinci ya­
rısına kadar devam etmiş ve Ortaçağ’da «Mesîh» lerin
sayısı oldukça artmıştır. Bımlardan, Sataatay Sevi ha­
riç, tarihte fazla bir iz kalmamıştır. Ortaya çıkan bü­
tün bu Mesîhlerin ortak gayesi; İsrailoğullarmı bağım-
sızhğa kavuşturarak Filistin’i istilâ, orada «Süleyman
Mabedi»ni inşa etme ve «dünya hâkimiyeti»ni yeniden
canlandırmadır.

Mesîhî hareketler, Mâbed’in tahribinden 60 yıl ka­


dar sonra, Simon Bar Kohba (Koziba) ile yeniden can­
lanmıştır. Bar Kohba, miladî 132-135 yıllarında, Ro-
ma’ya karşı bir isyan vücuda getirmiştir. O, başarılı
olmuş ve adına paralar bastırmıştır. Ancak ömrü üç
yıl kadar sürmüştür. Rom.ahlar, bu isyanı korkunç şe­
kilde bastırmış ve Siyon tepesine «Jüpiter Tapınağı» nı
yaptırarak Yahudilerin oraya girmelerini yasaklamış­
lardır. Romalılar, Yahudilere sadece yılın belirli günle­
rinde Mâbed’in geri kalan Batı Duvarını (Ağlama Du­
varı) ziyaret etme ve ağlayabilme müsaadesi vermiş­
lerdir. Bu müsaade ile Yahudiler, tarihte eşine pek rast­
lanmaz bir millî bağlılık örneği göstererek, iki bin yıl

163
MESİHI.İK ve MEHDİLİK

bu duvarın dibinde ağlamış ve yok olmuş devletlerini


anmışlardır. Onlar, iki bin yıllık bir bekleyişten sonra,
1948 yılında, İsrail’e dönebilmeyi başarmışlardır.
Bar Kohba, Mesîhliğini ilân ettiği zaman, Rabbi
Akiba (Öl. 135) tarafından «Kral Mesîh» olarak karşı*
lanmıştır. Akiba, onun Mesîhliğini, Aîîd-i Atîk’teki «Ya-
kup’tan bir yıldız çıkacak» (Sayılar, XXIV/27) cümle*
îiini «Yakup’tan Koziba (Kohba) çıkacak» şeklinde yo-
rumlayş/rak, kabul etmiştir. Kohba Mesîhim diye orta­
ya çıktığında Akiba, «İşte Kral Mesîh» diyerek onu ta­
nımıştır. Yine aynı dönemde bir başka Rabbi, Jokha-
nan' b. Torta, Akiba'ya «Davud’un oğlu (Mesîh) geldiği
zaman senin mezarında ot bitmiş olacak» şeklinde hi­
tap ederek Kohba'nın Mesîh olmadığım ileri sürmüş­
tür. Zaten îsrailoğullarmın kurtuluşunu gerçekleştir­
mek isteyen Bar Kohba da gayesine Ulaşamadan ölmüş
ve «Mesîh)) olmadığı ortaya çıkmıştır.
Bar Kohba’dan tahminen 300 yıl sonra Mesîh ola­
rak Giritli Moşe çıkıyor. Talmud’daki bir hesaba göre
Mesîh, 440 veya 441 yılında zuhur edecektir. Moşe 441’-
de Girit Yahudileri arasında^ İsrailoğullarım Mısır’dan
çıkaran Moşe (Musa) ile aynı şahıs olduğunu, Musa’­
nın kavmini Kızıldeniz’den geçirdiği gibi, Yahudileri
Akdeniz’den geçirip «Kutsal Arz»a götüreceğini iddia
ediyor. Yahudiler, ellerindeki servetlerini tasfiye edi­
yor ve varlıklannı dağıtıyorlar. Mesîh çağında paraya
ihtiyaç olmayacağı için Moşe, belirli gün gelince, on­
ları, bir buruna getirip tepe üstü denize atlatıyor. De­
nizciler yardımı ile bir kısmı kurtuluyor diğer bir kıs­
mı telef oluyor. Yahudiler aldatıldıklarını anlıyorlar;
fakat Moşe’yi bulamıyorlar.
Moşe’den takriben 300 yıl sonra Serene zuhur eder.
164
DÖNMELER TARİHİ

O dâ,^Yahudileri götürüp müstakil bir devlet kuracağı­


nı vaadeder ve dinde bazı reformlar yapmaya çalışır.
Şikâyet üzerine Halife YezidMn huzuruna çıkarılır; ne
yaptığı sorulunca «Sırf Yahudilerle eğlenmek için böy­
le hareket ettim» cevabım verir.
1146 -1160 yıllarında İran Yahudileri arasında, Me-
nahem Ben Solomon (Arapçası : İbn er-Ruhi) adı ile
bilinen David Alroy Mesîhlik davası güder. Bu da, II.
Haçlı Seferi sırasında Füistm ’in Hıristiyanların eline
geçmesi, Aljıhasî hilaf etinin zayıflaması ve Yahudilerden
alınmakta olan vergilerin ağırhğı sebebiyle artık ken­
dilerinin de kurtulma zamanının geldiğine inanarak or­
taya çıkar. Amedİye kalesini ele geçirip devlet kurmayı
tasarlar; fakat kaleyi ele' geçirme safhasında iken ye­
nilir ve öldürülür. Taraftarları da. onun ölümüne inan-
mayıp, tekrar «rücu))unu beklemeye devam ederler. Bu
bekleyişten istifade eden iki açıkgöz, bu «Mesîh» adı­
na işe girişir ve şehir Yahudilerini «Kutsal Yer» e götü­
recekleri va’diyle etraflarına toplarlar. Onlar Yahudile-
rin malını, mülkünü paraya te’vil edip kendilerine tes­
lim etmelerini isterler. Yahudileri, karanlık bir gecede,
^eşil elbiselere bürünmüş olarak surlardan aşağıya at­
latır ve kendileri de paralan alarak kaybolur. O sene
o:Âmut - Tayârân» diye anılır.
XIII. yüzyıldan itibaren «Kabbalist Mesîhler))in
ortaya çıktığı görülür. XIII - XVII. yüzyıllarda Abraham
Abulofya, XIV. yüzyılda Aser Lemmlein, Niseim Ben Ab­
raham, David Reubeni, İzak Luria ve XVI. yüzyılda Sa-
muel Molto v.s.. Mesîhlik iddiasında bulunmuşlar
165
MESİHLİK ve MEHDÎLİK

dır (69). Bunların sonuncusu İzmirli Yahudi Mesîh


S a b a t a y S e v i’dir.
Bar Kohba ve sonraki Mesîhlerin gayesi, Yahudi­
'leri Filistin’e götürüp orada , devlet kurmak; Giritli
M oşe’den sonrakilerin gayesi de, Müslüman hâkimiye­
tindeki Yahudileri kurtarmak ve Filistin’e götürmek­
tir.

XIII. yüzyıla kadar ortaya çıkan «Mesîh» lerin Me-


sîhlikleri, XIII. yüzyıldan sonra çıkanlannki kadar,
sağlam bir kaynak, hesap ve tarihe dayanmamaktadır.
XIII. yüzyıldan sonraki «Mesîh» 1er, «Kabbala» öğreti­
lerinden ve oradaki hesaplardan istifade ederek ortaya
çıkmışlardır. Bundan dolayı bu Mesîhler, «Kabbalist
Mesîhler» olarak adlandırılmıştır. Mesîhliğin yayılıp be­
nimsenmesinde ve bu Mesîhlerin ortaya çıkmasında,
Kabbala ve Kabbalizm'in çok önemli bir yeri bulunmak­
tadır. Bunun için «Kabbala ve Kabbalizm»e de kısaca
temas etmeyi faydalı gördük.
d) KaHbala ve Kabbali^m :

Kelime olarak «gelenek» (an’ano) anlamına gelen


îbrarûce «Kabbalah», «almak, anlamak, kavramak»
manalarına geldiği gibi, «ilham edilmiş, ihata edilmiş
bilgi veya geleneksel bilgi» manalarına da gelmektedir.
Kabbalah, «hokmah nistarah» (gizli bilgi, hikmet) ola­
rak da adlandırılmaktadır (70).

69 Bkz. Kutluay, İslâm ve Yahudi Mezhepleri (lY M ), 200 >207: Örs,


303, 313, 435; Cohen, Le Talmud, 416; Tanyu, 1/100-102; Challeye,
Dinler Tarihi, 146; Hruby, «Messlanisme Ju/f», DR, 1 0 9 8 - 1100.
70 Bkz. L, G. «Cabala«, The Jevvish Encyclopedie, 111/456; Isidore Leob,
«Cabbale», La Grande Encyclopedie, (GE), Paris 1902, V lll/587;
Hruby, «Cabbale», Histoite des Religions (HR), 219.

166
DÖNMELER TARİHİ

Terim olarak Kabbala, harf ve sayı esasına daya­


nan Yahucli mistisizmine ait geleneği ifade etmektedir.
Yahudi mistisizmi ve gnostisizmi (sezgi bilmi) olan
Kabbala; Tanrı, insan ve Kainat hakkındaki bâtını mis­
tik doktrinleri ihtiva etmektedir. Yahudi kabbalistler,
Kabbala’nın eski bir «ilim» olup nakil yoluyla geldiğini
ileri sürmüş ye onu gizli şeyleri açığa çıkaran bir bilim
hahne getirmişlerdir (71).
Kabbala’nm menşei hakkında çeşitli görüşler bu­
lunmaktadır. Bir kısmı, Kabbala’yı vahiy mahsulü ka­
bul edip Hz. Âdem’e kadar geri götürmektedir. Diğer
bir kısmı ise, onu, Pers, Babil, Neo-Platohizm, Hellenik
tesirlere ve Apokaliptik etkilere bağlamaktadır (72).
Başlangıcı çok eskilere götürülmesine rağmen gerçek
Kabbala’nm tarihinin XII. veya XIII. yüzyıldan daha
geriye gitmeyeceği belirtilmektedir (73).
■ Talmut ve Mişna'nın başlangıcı gibi bakılan Kab­
bala, ilk kaynağını Tanah’m (Ahd-i Atik) Daniel Kita-
bı’nın V ve XII. baplarında bulur; İşaya VI ile Hezekiel
I ve XI. baplardaki bilgilerden de istifade eder. Kabba-
la’nın yazılı olaral^ en eski ifadesi Rabbi Akiba’ya atfo-
lunur. kabbala’da Talmudî ve hahamlığa ait dünyadan
ayrı bir dünya bulunduğu ileri sürülür. Ondaki bütün
düşünce ve mülahazalar, bozuk dünya düzenini yeni­
den kuracak ((Mesîh»in bh" gün geleceğine dair bekle­
yişin etrafında dönüp dolaşıyor. Kabbalistlere göre Kab­
bala, aklın ve mantığın kabul etmeyeceği yüce bir ni-

71 Bkz. H. Loewe, «Kabbala», Encyclopaedia of Religion and Ethcs


(ERE), New York 1951, Vll/622; İ. Loeb, VIII/587; Hmby, 219; Pa-
pus, (Dr. G. Encausse), Lg Cabbale, Paris 1937, 50, 72 -10 0.
72 Bkz. L.G., <^Cabbaie», JE, 111/456; Hruby, «Cabbale», HR. 219.
73 Bkz. Loeb, «Cabbale», GE. VIII/587.

167
MESİHLİK ve MEHDİÜK

zarm ihtiva etmekte, gayb ilimleriyle uğraşmakta;


Kâinat ve Allah’m.tabiatı üzerine kutsal bir doktrinden
bahsetmektedir.
Kabbala’dan kaynaklanan Kabbalizm, ancak İspan­
ya hareketinden sonraki Mesîhi akmıla daha iyi anla­
şılır. Bu hareketten önce Kabbala, Mesîhlikle daha az
ilgilenmiştir. İlk kabbalistler, eski gnostik ve felsefî fi­
kirlerden yararlanarak, Tann’ya ruhî yönden ulaşmak
için, mistik ve senıbolik görüşlere kendilerini terke-
der; Kutsal Kitab’m harflerine, zahirî anlamları dışm-
da bâtmî anlamlar vererek istedikleri sonuca ulaşmaya
çalışırlar (74).
H. Ziya Ülken, Kabbalizra hareketini ve İslâm Dün­
yasındaki etkilerini şöyle belirtmektedir : «... Yahudi­
likte Tevrat ve Zebur’un dış anlamı ile kalmayarak ki­
tabın harflerinden gizli anlamlar çıkaran ve böylece
istedikleri anlamlan yükleyen cereyan idi. İslâm Âle­
minde ilk defa hu eğilim Sufîler’den Hakîm Tirmizi’de
görülüyor. Hallacı Mansur, bazı Kur'ân Sûrelerinin ba­
şında anlamları bilinmeyen harflerde böyle gizli anlam­
lar olduğu şeklindeki bu görüşten faydalanmak suretiy­
le ‘T ve S'ler kitabı (Kitab at Tavasin) yazmıştı. İbn
al-Arabî de bu görüşe katıldı. Kur’ân’m başındaki
‘E L M’ üzerinde türlü yorumlar yaptı. Bâtınîler de bu
yorumlardan faydalandılar ve onun sınırlarını sonsuza,
genişleterek İslâm doktrinine istedikleri bütün fikirleri
sokmaya çalıştılar. Onların sonraki yüzyıllarda aldığı
yeni bir şekil Fazlullah Esterabadî’nin «Cavidan-ı Kebîr»

74 Bkz. Josef Kastein, Sabbatai Sevi, Berlin 1930, 2 4 -26 ; Scholem,


S. Sevi, 15; Abraham Galante, Nouveaux Documents sur Sabbatai
Sevi (NDSS), İst. 1935, 5; Loeb, GE. V IIİ/5 8 7 -5 8 9 ; Papus, La Cab-
bale, 2 8 -31 .

168
DÖNMELER TARİHİ

adlı^ kitabı ile Hurufîlik şeklini aldı. İbn Firişte’nin


Aşk-riâme’sinde noktavîlik derecesine kadar ilerledi. Bu
aşırı yorumlamalar Yıldırım Bayezid zamamnda Bek­
taşî tarikatı içerisine sokuldu. Yavuz’un temizleme gay­
retlerine rağmen, Bektaşi edebiyatı yakın zamanlara
kadar Hurufîlik tesiri altında gelişti» (75).
kutluay, Kabbala’yı Rabbinizm Talmutçuluğuna
karşı bir hareket olarak görmekte ve İslâm Dünyası’nın
tesirinde kalmaktan kurtulamayıp «İhvanu’s-Safa^nın
taklitçisi olduğunu ileri sürmektedir. O, bu şekliyle Kab-
balizm’in Ortaçağ boyunca Yahudiler arasında varlığı­
nı hissettirdiğini; Sabatay Sevi'nin de bu hareketin
mensubu bulunduğunu ve bunun, XIX. yüzyılda, Do­
ğu Avrupa ve Rusya Yahudileri arasında «Hasidût» adı
altında yeniden hayat bulduğunu belirtmektedir (76).
kabbalizm'i, ihvan as-Safa’nm tam mukallidi ola­
rak göremeyiz. Ancak, ondan, son şeklim almasında,
faydalanmış olabilir. Çünkü «Kabbala» hareketi dok­
trinlerinin bir bölümü, milâdî IX, veya X. yüzyılda doğ­
muş; fakat gelişmesi XIII. yüzyılda tamamlanmıştır,
İhvan as-Safa milâdî XI. yüzyılda vücut bulmuştur,
Kabbala’nın son şeklini almasında, ondan yararlanmış
olabilir. Bununla beraber Kabbalanın, sûfîler, Vahdet-i
Vücut’dilar ve Bâtınîler üzerine tesir ederek türlü ce­
reyanların doğmasına sebep olduğu ileri sürülen görüş­
ler arasındadır.
Abdülkadir İnan, İslâm dininde yasak olan, hattâ
şirk sayılan tılsım ve afsunların menşeinin, Yahudile-
rin «Kabbala» mistisizmi olduğunu, XIII. 3rüz.3alda ki-

75 H. Ziya Ülken, İslam Felsefesi, 24 -2 5 .


76 Bkz. Kutluay, İslâm ve Yahudi Mezlıepleri, 200.

169
M ESİHLİK V9 ^ylEHD^LİI<

tap halinde bir araya getirildiğini, İspanya Yahudileri


vasıtasıyla Müslumanlara geçtiğini (77) ileri sürmek­
tedir.
Kabbala, 'materyalizme karşı olan, ruh ve madde
diye iki ilke kabul eden, İslâm âleminde Yahudi filo­
zofları diye bilinen filozofların hareketlerinden büyük
ölçüde etkilenmiştir. Bu ikicilikte, iki ilke birbirini sı-
hjrlamaktadır : Ruh veya Tanrı hareketlerinde hür de­
ğildir ve iradesine göre meydana çıkmaz. Bu sistemin
meziyeti, ahlâkî kötülüğün varlığını açıklamasıdır. Bu
ikicilik, Zerdüşt ve Mesîhlikte de çözülmüş değildir.
Kötülük de iyiliğe karşı bir Tanrı gibi ileri sürülmekte­
dir. Bu güçlüğü çözebilmek için «Sudur» teorisi ortaya
çıkmıştır. Yaradılış, varlıkların Tanrı ışığında derece,
derece çıkmasıdır. Tanrı'cian çıkan bu varlıklar, ilk kay­
naktan uzaklaştıkça karanlığa dalmaktadır. Madde de
onların en uzağı ve kötülüğün kaynağı olarak kabul edil­
miştir. Bu doktrin İskenderiye’de doğarak Doğu ve Batı’-
da yayılmış ve Kabbala da bunun dallarından biri olarak
kabul edilmiştir. .Kabbala’ya göre : «Hiç bir cevher mut­
lak yokluktan çıkmamıştır. Var olan her şey bir ışıktan,
Allah’tan gelir, Allah, ancak kendinden çıkanlarla, gö­
rünenlerle anlaşılabilir. Meydana çıkmamış, görünme­
miş Allah bilinemez ve soyuttur. Bu anlamda Allah
'Gaybların Gaybrdır. O’na bu bakımdan Mutlak Kör­
lük de denilebilir (Âmâ-i Mutlak). Böylece âlem son­
suz ışıktan yaratılmış ve sonsuz birliktir. Hiç bir şey
onu sınırlayamaz. Çünkü o herşeydir ve hiç bir şey
onun dışında değildir. O, hür olarak ve kendi bilgeliği
İle meydana (gelir) çıkar ve böylece ilk sebep, sebeple­
rin sebebi olur. Gerektirilmemiş ve karanlık varlıktan

77 Bkz. Abduikadir İnan. Eski Türk Dini Tarihi, 1976, 220.

170
DÖNMELER TARİHİ

doğan ilk gerektirme 'zuhur’un başlangıcı ‘Büyük Âlem’


ve İlk Adam’ (Adam Kadmon) ’dur. Oradan, aşağı âlem­
ler ve ‘Küçük alem’ olan insan meydana gelmiştir» (78).
Kabbala’ya göre Tanrı kendisini dışlaştırmış ve ev­
rendeki tierşey bu dışlaşma ile olmuştur. Bu oluşma,
Sefirot (daireler) adı verilen ve Hikmet’in otuz iki yo-
runu gösteren, otuz iki daire aşamasiyle gerçekleşmiş­
tir (*). Bundan maksat; varlığın kendi k^endine tekâ­
mül edişini tavsif, hudutsuz olan bilkuvve (tasavvurî)
yarlığın hakikî mahdut varlık haline nasıl geldiğini
göstermektir. Ayrıca bu dairelerden herbiri, Tevrat’ın
Tanrı’ya verdiği adlardan biri ve sonuncusu Adonai
adını alır. Hepsi birden Adam Kadmon’dur (Örnek
İnsan). Bu Sefirotlar, Allah’ın kabbalistik kavramlan-
dır. İlk on daire yaratıcı sözdür (Kelâm) ve Allah’ın iç
dünyasını meydana getirir. Bundan sonra gelen yirmi
iki daire, bu yaratıcı sözü meydana getiren İbranî al­

78 Ülken. 170-171.
* Bu otuziki daire : 1 — içinde herseyin tohum halinde bulunduğu
ilk birleşik madde, 2 — Can veren hava, 3 — Su, 4 — Ateş, 5 —
Baş yönü, 6 — Ayak yönü, 7 — Sağ, 8 — Sol, 9 — Ön, 10 — Arka.
(Bu Kutşal O N ’un ilk dört dairesi, varlığın öğelerini, son altı daire
de varlığın U2 aydaki yerini gösterir), 11 — Öz, 12 — Nicelik, 13 —
Nitelik, 14 — Görelik, 15 — Etki, 16 — Edilgi, 17 — Zaman, 18 —
Uzay, 19 — Sahibolma, 20 — Karşıtlık (Bu ikinci ON'da, varlığın
durumu ve alabileceği biçimler gösterilmiştir). 21 — Sonsuz, 22 —<
Akıl, 23 — Zekâ; (Bu kutsal ÜÇ-, birinci üçlemedir ve zihin âlemini
kurar). 24 — Bağuş, 25 — Adâlet, 26 — Güzellik; (Bu üç de ikinci
üçlemedir ve ahlâk âlemini kurar), 27 — Güç, 28 — Yer kaplama,
29 — Ölçü; (Bu kutsal üç, üçüncü üçlemedir ve maddî âlemi ku­
rar). 30 — Zihin âlemi, 31 — Ahlâk âlemi, 32 — Maddî âlem (Üç
üçlemeden meydana gelen bu kutsal dokuzlu son üçleme Tanrı
krallığını kurar). (Bkz. I. Loeb, «Cabbale» GE, V llI/589 - 590; O. Han-
çerlioğlıı, İnanç Sözlüğü, 287).

171
MESİHLİK ve MEHDİLİK

fabesinin yirmi iki harfini (79) karşılar. Her harf, aynı


zamanda bir sayıdır. İlâhı sır, bu harf ve sayılarda giz­
lenmiştir, okumasını bilene açılır. Bunların, anlama ve
tahayyülle kavramlamayacağı, yaratıkların yapısiyle
anlaşılabileceği ve kâinatın mistik tahayyülünün onun
sembolik karakterini vereceği ileri sürülmektedir. Her-
şey «Bir)) den çıkar ve O’na döner. Herşey yaratandan
çıkar ve yine O’na döner. Kabbalist, kestirme yoldan
Sefirot’un dünyasına erişir. Burada yükselme; cismen
değir de, ruiıî yönden Tanrı’ya yükseliş olarak izah edil­
mektedir (80).
XIII. yüzyılda çeşitli fikirlerin tesiri ile yeniden
kaleme alınan ve tamamlanan panteist bir görüşteki
Kabbala, İbn Çebirol’un panteizme^meyleden «Yenbuu’l-
Hayat» (Hayat Kaynağı) eserindeki fikirlerden; yine
Yahudi filozoflarından İbn Meymun’un (Maimonide di­
ye tanınan Moise Ben Meymun) nass haline getirdi­
ği ve on üç esasta topladığı Yahudilerin iman esasları^
nm on İkincisindeki Mesih’in g'eleceğine inanmadan ya­
rarlanmıştır.
İbn Meymun (Û35-12Ü4^, her ne olursa olsun Me­
sih’in geleceğini, dünyanın düzenini değiştireceğini ve
İsrail’in kendi devletini kuracağını belirtmiştir. O, bu
fikirleriyle, Yahudi, ilahiyatına ve düşüncesine tesir et­
miş; Mesih’in geleceği zaman ve şartların tesbiti çalış­
malarını hızlandırmıştır 0 1 ).

79 Bahsedilen bu yirmi iki harf için bkz. Papus, La Cabbale, 72-81;


Abraham Galante, ÎMDSS, 6; KM> Mezmurlar, 119. Bap.
90 Papus, La Cabbale, 67-81; Scholem, SS. 16; Loeb, «Cabbale», GE.
V ill/5 8 7 -5 8 9 ; Hruby, «Cabbale», DR, 219-220; Hançerlioğlu, 287.
C1 Bkz. Galante, WDSS, 10; Örs, 334; Kutluay, lYM, 129; İbranî Din
Bilgisi, İst. 1969, 19-21.

172
DÖNMELER TARİHİ

Gizli Doktrin olan Kabbala, teorik ve pratik olmak


üzere iki kısma ayrılır. Pratik Kabbala, yazı ile tesbit
edilmemiştir. O, «maji» (magie)Rin genel teorisine gö­
redir ve sembollerden yararlanır. Teorik Kabbala, yazı
ile tesbit edilmiştir. Eskatoloji ile ilgili çeşitli çalışmalar
yapılmış olmasına rağmen bunların en eskisi, Teorik
Kabbala’ya ait olanlardır. Bunlar Sefer Yesirah ve
Sefer ha-Zohar olmak üzere iki tanedir. Bunların ya­
zılması pek eski değildir. Ortaçağ sonuna doğru tamam­
lanmıştır. Yesira ve Zohar doktrinleri XIII. yüzyılda
gelişmeye başlamıştır. Yesira X, yüzyılda doğmuş; Zo­
har XI. yüzyılda başlamış ve yeni felsefî fikirlerin te­
siriyle baştan başa kaleme alınarak XIII. yüzyılda top-.
lanmıştır. Yesira’da, sayılar ve harfler, Tann sözünün
unsurları ve âlemde var olan sembolleri gibi görülmüş;
harfler halindeki bu tecelli doktrini daha sonra Zohar
kitabında genişletilmiştir (İbranîce’de, Yesira = Jezirah
yaratma; Zohar, ışık, parlaklık mânâlarına gelir). Zo­
har ismi, Danierdeki bir cümleden (XII/3) alınmıştır.
>'ohar"da, Hind ve Kaldenîlerinkine oldukça yakın ve­
himler (kurgu) yeralmaktadır. Kebbalist dünyanın en
meşhur eseri sayılan «Zohar))in içinde gaipten ha­
ber verme vardır. Zohar’ın, Tevrat’ın ilk beş kitabı (To­
ra)’nm kabbalistik şerhi olduğu da ileri sürülmekte­
dir (82).
Zohar’da, Mesih’in ne zaman geleceği, İbranî alfa­
besinin harflerinin matematiksel değerleriyle, hesap
ediliyor. Bu, Themuria, Ghemataria ve Notaria diye ad­
landırılan üç hesap sistemi üzerine, dayanır :

82 Bkz, Papıjs, La Cabbale, 17-31; Kastein, Sabbatai Sevi, 4 0 -4 1 ; Ga-


lante, NDSS, 5 - 6 ; L.G„ «Cabbala», JE, 111/456; Loeb, GE, V !ll/5 8 9 -
591; H, Loewe, ERE, Vll/622; Hurby. DR, 219-220; Ülken, 170;
Tanyu, TBYT, 1/112; Challeye, 146- 147.

173
MESİHLİK ve MEHDİÜK

1) La Themuria : Bir kelimenin hakikî mânâsın­


dan başka bir mânâda kullanılmasıdır.
2) La Ghematarla : Bir kelimeyi teşkil eden harf­
lerin matematiksel değerlerinin mecmu’udur.
3) La Notaria : Bir kelimenin aynı mânâda başka
harflerinin yardımı ile yapılmış yeni kelimele­
rin teşkilidir (83).
Zohar, gelecekte, 408 yıl sonra insanların yeni bir
hayata kavuşacaklarını bildirmektedir. Burada, kaste­
dilen zaman, Yahudi hesabına göre, yaratılıştan başla­
mak üzere, 5408 yılıdır. Eu yıl, milâdî takvime göre
1648’dir. Bu tarih, Zohar'a göre, Mesih’in geliş tarihi­
dir. Kabbalistler de, onu, Tora’nm (Eski Ahit) Levili-
İer, 25/13. cümlesine istinad ettiriyorlar. Orada «Jübi­
le (Yubil) (*) yılında sizden herbiri kendi mülküne dö­
necek» deniliyor. Burada, bütün hesap, (ZAT) kelime­
si üzerine bina ediliyor. Bu kelimenin İbranî harflerine
göre matematiksel değeri 408 ediyor. Şöyle ki ;
Z = 7 ,(l.y
A = 1 (. IG)
T = 400 ( -n - -n )
Kabbalistler, bu 408’e 5000 yılını ekleyerek miladî
1648 yılını karşılayan, İbranî takvimine göre (**), 5408

83 Galante, NDSS, 5; Papus, U Cabbaie, 31.


’ Jübile (Yubil) : Hz. Musa’nın şeriatının her elli yıida bir kere icra
olunarak, borçların feshini ve esirlerin azadını icap ettiren âyin-i.
LimünriL Elli yılda bir gelen azadlık ve MeseVret yılı. (Ş. Sami; Ka-
mus-u Frânsevî, Jübile maddesi, Kitab-ı Mukaddes, sf. 125).
** Yahudi Takvimi, Yaradılış zamanını başlangıç olarak altr. Onlara gö­
re; Dünyanın yaradılışı M.Ö. 3760 yıl öncedir. Yahudüer, bugün de
bu takvimi kuşanıyorlar. Şu anda, 1988 yılı karşılığı yaklaşık ola­
rak 5748’dir.

174
DÖNMELER TARİHİ

yıhnı elde ederler. Bu, Jübile (Yubil) ayının icra edil­


diği tarihtir. Jübile ayının icrası, sonuncu «Mesîhoin
gelişine tekabül ediyor. O tarih de 1648’dir ve «Mesîh»
de bu tarihte gelecektir. Kabbalistler, Yahudi Kutsal
Kitabı’ndaki «Harun Şu’nunla mukaddes yere girecek­
tir» (Levililer, X /3) cümlesinde geçen «Şu»yu da «Z
A T» kelimesi ile izah ediyorlar. Harun’un girişi, «Me­
sih» in gelişini işaret etmektedir. Bu da 1648 yılı olacak­
tır. Tefsire göre bu tarihte bizzat «Mesîh»in kendisi
gözükecektir (84).
Bazı. Kabbalistler de «Le Sanctuaire» (Beyt ha-Mik-
daş) daki «Sakrus» kelimesinin matematiksel değerine
sarılarak, Mesih’in gelişini bir sene sonraya götürüyor­
lar. Bu kelimenin harflerinden 409 sayısı elde ediliyor.
Yine Mesih’in doğum sancıları olarak, Polonya Yahudi­
lerinin Chmielnicki askerleri tarafından zulüm görme­
leri kabul ediliyor. «Hebli (?) - Mesih» kelimeleri, Me­
sih’in sancıları olarak kabul ediliyor. Bu iki kelimenin
matematiksel değeri de 408 etmektedir. Bu 408, 5000’e
eklenince; 5408 = 1648 elde edilir ki «Mesîh» olarak
kabul edilen Sabatay 22 yaşındadır (85).
Örs, Polonya’daki Yahudi katliamının, onların
inançlarını sarsacak yerde, ümitlendirdiğini; bu ümit,
Mesih’in mutlak geleceği yolunda olduğunu kaydediyor
ve şöyle devam ediyor : «Hattâ Kazak sergerdesinin
adının İbranî harfleriyle yazılmış şekli olan H.M.Y.L.’-
den iT^ânâlar çıkarıldı ve bunlara ‘Hevle Maşiah Yabo
Le’ Olam’ yani ‘Mesih’in doğum sancıları dünyaya ge­
liyor’ kelimelerinin baş harfleri olarak anlam verildi.

84 J. Kastein, 40 -41 ; Galante, NDSS. 1ü; Papus, 72-79.


(İS Galante, NDSS. 11.

175
MESİHÜK ve MEHDİLİK

Kabbala ile hsırf mistiğine kapılmış olan Yahudiler için


bu bir müjde idi. îşte tam bu bekleyişin en yüksek de­
receye eriştiği sırada İzmir’de çıkan yeni Mesîh de bir­
denbire Avrupa ve Yakın Doğu Yahudilerinin beklediği
kahraman oluverdi» (86 ).
Polonya katliamı 1648 -1649’dur. Esaret ve katliam
da Mesîh işareti olarak kabul edildiğine göre, Örs ve
Galante’nin verdiği bilgiler birbirini destekler mahiyet­
tedir.
Bu hesap, Zohar’m XIII. yüzyılda yazılıp tamam­
landığı nazarı itibara alınırsa, aydmlanmış olur. Zohar,
Mesih’in gelişini, gelecek 408 yıl sonra olarak belirt­
mektedir. Bu 408 yıhnı geriye götürürsek, Zohar’m ke­
sin yazılış tarihi olan 1240 yılı ortaya çıkar. Bu 1240’ı,
milâdî yıl itibariyle 3760’a ilâve edersek; 5000 yılı elde
edilir. Bu 5000’i geçmiş yıl kabul edilip, 408’i de Zo­
har’m kehâneti olarak ele alırsak; ikisinin toplamı olan
yıl Kutsal Kitab’ın haber verdiği ve Talmud’un da şart*
lanm etraflıca işlediği «Halaskarın» (kurtancı) gelip,
İsraillileri Filistin'e geri döndüreceği yıl oluyor.
C) Hîristiyanlıkta Mesih :

Hıristiyanlık Yahudiliğin bir devamı olarak görül­


mektedir (*). Ancak, Hıristiyanlığın Yahudiliğin mira-
£;ına konabilmesi, Yahudiljk’in tamamen yok olmasma
bağlanmaktadır, O da, Roma’ya karşı olan savaşında öl-

36 örs, 437.
* Louis M archalko, Hıristiyanlığın Yahudilikten çıkm a olduğu görüşü­
nün tarihin b ir yalanı olarak görüyor ve Hıristiyanlığın Yahudi ırk­
çılığını tam am en reddederek ortaya çıktığını savunuyor (Blcz. L.
M arschalko, Cihanı Yutm aya Hazırlanan Sinsi C anavar Yahudi (The
W orld Conqueros), Ç ev. Cüneyd Emiroğlu, İstanbul 1976, s. 35).

176
DÖNMELER TARİHİ

müş gitoi görünmesine rağmen, yaşamakta inat etmek­


tedir. İsrailoğulları, yenilgiyi kabul etmeyerek, Kutsal
Kitap’larma ve onun yorumlarına sanlarak, inanç ve
geleneklerini koruyarak Tanrı’nm göndereceği kurtarıcı
Mesih’i beklemeye başlamış ve onun gelişine kadar her
şeye katlanmış; bu ümitle, yaşayış tarzlarında ve inanç­
larında herhangi bir değişikliğe razı olmamışdır (87).
Yahudilerin beklediği bu «kurtarıcı» Hıristiyanla-
ra göre İsa’dan başkası değildir. Onlara göre Yahudi
Kutsal Kitabı’nda yeralan bütün vasıflar İsa’nın şah­
sında gerçekleşmiştir. O, İbrahim soyundan, Yahudi
boyundan, Davut ailesinden olarak Beytlehem’de doğ­
muştur (88 ). Bu vasıflarıyle o, Yahudilerin beklediği
Mesîh inancına uymaktadır. Böylece onunla Tanrı Kral­
lığı başlamıştır, Ancak bu krallık, Yahudilere mahsûs
olan geçici bir krallık değil, evrensel ve mistik bir kral­
lıktır (89).
Hz, İsa’mn doğumu ile Yahudiler, tarihin en teh­
likeli ve haya;tî anını yaşamışlardır. Çünkü onlar, ken­
dilerini düşmanların elinden kurtaracak, Mâbed’i yenL
den ihya edecek ve İsrailoğullarını bir araya toplayacak
millî kurtarıcı olan «Mesîh»i beklemektedir. Her ne ka­
dar İsa’da Mesîhî bazı şartlar bulunsa da o, sadece Ya-
hudiler’i değil, bütün insanhğm kurtarıcısı olduğunu
söylemiştir. Bu durum, Yahudileri hayâl kmklığına uğ­
ratmış ve sarsmıştn’. Uğradıkları hayal kınklığımn ar­
kasından İsrailoğulları, İsa’yı kendi inançlarına aykırı
hareket edip konuşmalar yapmak suretiyle halkın inan­
cım bozduğu gerekçesiyle, ele vermişlerdir. O, Hıristi-

&7 Bkz. Örs, 335; Kulluay, İYM, 9.


Ö8 Bkz. K M , M atta, 1 ve II. Bablar; Luka, t /2 6 - 3 3 .
29 Rousseau, 79, 107.

177
MESİHL.İK ve VİEHDİLÎK

yanlara göre, Romalıların elinde, Yal>ucliler’în teşvik


ve İsrarı ile, çarmıha gerilerek öldürülmüştür. Ancak,
ölümünden üç gün sonra dirilmiş, taraftarlarına görü­
nüp hitap etmiş ve, daha sonra, «Babası»nın yanına
çıkarak sağında oturmuştur. O, beklenen şartlar yerine
gelince, oradan tekrar dünyaya gelecektir (90).
Mesih inarıcında, kim olduğu konusuna kadar, Ya-
hudiler ile Hıristiyanlar aynı tutuma sahiptir. Yahudı-
ier, İsa’yı Mesîh kabul etmeyip dünyayı sulh ve sükûna
kavuşturacali âdil birisini beklemeye dfevam etmekle Hı­
rı stiy anlardan ayrılmaktadır. Hıristiyanlar ise, Mesih’in
İsa olduğunu; fakat «ikinci gelişi» ile görevini tamam­
layacağını kabul etmektedir (91) .
Hıristiyanlığın ilk açıklaması, İsa’nın Mesîh olduğu
açıklamasıdır. Pentecot (Pentecote) (*> gününde Fet-
rus, diğer havarilere şöyle hitap etmektedir : «Bütün
İsrail evi gerçekten bilsin ki; kendisini haça gerdiğiniz
İsa’yı Tanrı hem Rab, hem. Mesîh yapmıştır» (92). Ta­
rih bakımından İncil yazarlarının sonuncusu Yuhanna
da İsa’nın Tann'nın Oğlu Mesîh olduğuna inanmala^
rı (93) için eserini yazdığını belirtmektedir. Ancak bu

90 Bkz., KM, Matta, II, X X V I!, X X V II; Markos, XV, XVI; L u k a ,X X ll,
X X IV ; Yuhanna, XIX, X X , X X i . Bablar; Kutluay, 18; L. Marschaİ-
ko, Yahudi, 22.
91 Jacque Jornıeı*. Tevrat, İncil v-e Kuran, Çev. : Sakıp Yıldız, İst, 1974,
173; Örs, 335.
" Yahudi Pesah BayfamîndiMi gün sonra kutlanan Haftalar (Şavuot)
Bayramına tekabül eden ve Kutsal Ruhun Havarilere indiği günün
hatıraîjına kutlanan Hıristiyan bayramıdır (Bkz. E. Cothenet, i^Pen-
tecüt», DR, 1322; Pentecot’ta Kutsa! RuK'un Havarilere inişi için
bkz. Resullerin İşleri. II. Bapj.
9?. KM, Resullerin İşleri, 11/36.
93 KM, Yuhanna, X X / 3 i .

178
DÖNMELER TARİHİ

Mesîİ^ (Christ) isminin, İsa’nın taraftarları için kulla­


nılması Antakya’da olmuştur. Bu tarihten sonra İsa’^
ya (Mesih) inananlara Hıristiyan denilmiştir. Pavlus’un
Mektupları’nda İsa - Mesih (Jesus - Christ) şeklinde kul­
lanılmıştır (94). Bu ünvan «Rabbimiz İsa-Mesîh» şek­
linde Hıristiyanlar arasında yaygınlaşmıştır (95).
Dikkati çeken husûs, ne Ahd-i Atîk’te (Tanah), ne
sonraki Yahudilikte Mesih’in kim olduğu konusunda
kesin bir açıklığın ve birliğin bulunmamasıdır. Diğer bir
husûs da, Hz. İsa’nın direkt olarak Mesîh ünvanını kul­
lanmamasıdır. O, İnciiler’de yeralan bilgilere göre, ilk
defa, şakirtlerine «Halkın dediğine göre ben kimim?))
diye sormakta ve onlar da halkın onun kim olduğu hak-
kındaki tahminlerini söylemektedirler. Bunun üzerine
îsa, havarilerine «Ya siz, ben kimim dersiniz?)) sorusu­
nu yöneltmekte ve Petrus’tan «Sen Mesîhsin» cevabı­
nı almaktadır. Bunun kimseye söylenmemesi için onla­
ra sıkı sıkz tenbih edilmekte ve arkasından da «İnsan­
oğlu» olduğu vurgulanmaktadır (96).
İsa’nın haberciliğini Zekeriya oğlu Yahya (=‘0 ya­
pıyor. Oha Mesîh olup olmadığı sorulduğunda, Mesîh
olmadığı cevabım veriyor. Bunun üzerine Mesîh olma­
dığı halde niçin vaftiz ettiği sorulduğunda Yahya, «Ben,

S4 Bkz. Pavlus'un Romalılara (1/1), Korintoslulara 1 ve li (1/1), Galat-


yahlora (1 /1 -4 ), Efososlulara, (1 /1 -3 ), Selaniklilere, 1 ve II (1/1)
vd. mektupları.
35 Edouard Cothenet, «Messiahisme - Nouveau Testament», DR, 1097.
9G KM, Markûs, V lll/2 7 -3 1 : Matta, X V !/1 3 -2 0 .
Zekeriya ve Yahya, İslâm’da, bireı- peygamberdir. ,Hz. Zekeriya Al­
lah’a dua eder ve Allah da ona Kelime'yi (İsa) lastik edici, salih-
lerden bir Peygamber olarak Yahya’yı müjdeler (Bkz. Kur’ân, Â U
îmrân, 111/38-39).

179
MESİHLİK ve M EH D İLİK

SU İle vaftiz ediyorum; aranızda biri duruyor da, siz


onu bilmiyorsunuz; benden sonra gelen odur» diyor ve
kendisine gelmekte olan îsa’yı, «İşte dünyanm güna-
hmı kaldıran Allah Kuzusu>ı olarak takdim ediyor. Ay­
rıca Yahya, İsa'nın, kendinden sonra gelmesine rağmen,
kendisinden önce olduğunu açıklıyor ve İsa’nın kendisi­
ni îsraiioğullarına tanıtması için kendisinin su ile vaf­
tiz ettiğini; İsa’nın ise «Kutsal Ruh» ile vaftiz edece^
ğini bildiriyor (97). Yahya olayında da açıkça Mesîh
lafzı geçmemektedir. Ancak Eski Ahîd’de (98) yaralan
kurtarıcının bir eşek yavrusu üzerinde geleceği haberi
İsa tarafından gerçekleştiriliyor (99). Luka İncirinde
de İsa’nın doğumunda Mesîhlik mucizesi gerçekleştiği
belirtilmektedir (100). İsa’nın Mesîh olduğuna Hıristi­
yanlarca gösterilen bir başka delil de Sanheedrin önün­
de «... eğer Allah’ın Oğlu Mesîh isen bize söyle» soru­
suna İsa’nın «Söylediğin gibidir; fakat sana derim :
Şimdiden sonra İnsanoğlunun Kudret’in sağında otur­
duğunu ve göğün bulutları üzerinde geldiğim görecek­
siniz» ( 101) şeklindeki cevabıdır. İsa’nın bu cevabı,
mahkemece «küfrüne» şahit kabul edilip ölümü liaket-
liğine hükmediliyor. Bunun üzerine «Ey Mesîh!» diye
alay ediliyor ve hakarete uğruyor (102). Netice olarak
İsa, haça geriliyor (lOvS).
İsa’n ın «Haça gerilm esi» hadisesi H ıristiyan ilâhi-
97 Bkz. KM, Yühanna, 1/19-34;
98 KM, Zelcerya, lX/9.
99 Gkz. KM, Matta, [î/8 -1 2 .
100 Bkz, KM, LukfJ, I/2G - 34, ll/ü -1 2 .
Î 01 KM, Matta, X X V I/6 3 -6 4 ; Uıka, X X ll/6 7 - 7 1 .
102 Bkz. Matta, X X V I/6 5 -6 S : Luka, X X ||/7 1 .
103 Bkz. KM. Matta, X X V II/3 4 -4 4 ; Markos, X V /2 2 -3 2 ; Luka, X X I I I /
3 3 -33 ; Yuhanna, X |X /1 7 - 3 0 .

180
DÖNMELER TARİHİ

yatıhda büyük yer tutmakta ve inanç esasları arasına


girmektedir. Bu «Haç» olayı üzerine doktrinler gelişti­
rilmiş ve Hz. Âdem’den beri devam eden insanlığın gü-
nahmı kaldırmak için kendisini feda ettiği esası benim­
senmiştir. Buna göre İsa, «kurtuluş fidyesi» dir ve beşe­
riyetin boynundaki «aslî suç»u kaldırmıştır. Bunun için
o, çarmıha, geriimiş, gömülmüş, daha sonra dirilerek
görevini tamamlamış ve Tanrı’mn yanma çıkıp otur­
muştur, Oramdan ölüleri ve dirileri yargılamak için tek­
rar gelecektir (*)
İsa,- Haç’a gerilmeden önceki vaazlarında, Musa’nın
şeriatında, peygamberlerin sözlerinde ve mezmurlarda
yeralan şeylerin yerine geleceğini; öldükten üç gün son­
ra dirileceğini; gökte ve yerde bütün hâkimiyetin kendi­
sine verildiğim söylüyor ve taraftarlarına «Baba, Oğul
ve Kutsal Ruh» ismiyle insanları vaftiz etmelerini öğüt-
lüyor (104) . Bu cümlelere dayanarak Hıristiyanlar, Tes-
lis’e (Üçleme) ve o «üçlük» etrafında insanları kurtar­
maya çalışırlar, Hıristiyanlar, «Vahiy Çağı»nın îsa ile
kapandığına, bundan sonra yapılacak olan şeyin İncil’i
yaymak ve bütün insanlara duyurmak olduğuna; böy-
lece herkes vazifesini yapmış olarak, İsa’nın ölüleri ve
dirileri yargılamak için bulutlar üzerinden geleceği «Kı­
yamet Günü»nü beklemeleri gerektiğine inanırlar (105).
Ancak dünyanın sonunun ne zaman geleceğini soran­
lara İsa şu cevabı veriyor : «Sakın kimse sizi saptır­
masın. Çünkü bir çoklan : Mesîh benim, diye benim

* Bkz. M atta . X X V l I / 1 - 66 , X X V l!l /1 - 20; M arkos, X V /1 - 47. X V I/


1-2 0 : Luka. X X l l l / l - 5 6 ve X X IV , Bap; Yuhanna. X IX ve X X .
Baplar; Korintosiulara I. !Vlek. X V /3 . 22; Îbranîlere Mektup, X lll/1 2 .
104 Bkz. KM , M atta , X X V I I I / 1 6 - 2 0 .
105 Jomier, 176.

181
MEŞİNLİK ve MEHDİLİK

İsmimle gelip bir çoklarmı saptıracaklar. Siz cenkler ve


cenk sözleri işiteceksiniz. 3akm, sıkılmayın; çünkü bun­
ların vaki olması gerektir; fakat daha sonu değildir.
Çünkü millet millete karşı, ülke ülkeye karşı kalkacak­
tır; yer yer kıtlıklar ve zelzeleler olacak ve bütün bun­
lar ağrıların başlangıcıdır. O zaman sizi sıkıntıya koya­
caklar ve öldürecekler; benim ismimden dolayı bütün
milletler sizden nefret edecekler... Bir çok yalancı pey-
[;amberler kalkıp bir çoklannı saptıracaklar» (106). İsa,
Kıyamet geldiğinde, dünyanın yaratılışından bu tarafa
görülmemiş sıkıntıların olacağı; güneşin kararacağı,
ayın ışık vermeyeceği, yıldızların gökten düşeceği, gök
lerin kudretinin sarsılacağı vb. gibi husûslann olacağı
nı bildiriyor. O zaman <'tşte Mesîh burada yahut şurada»
denilirse inanmamalarını; çünkü yalancı Mesîh ve ya
lancı peygamberlerin çıkıp büyük alâmetler ve hârika
1ar yaparak «seçilmişleri» bile saptırabileceklerini, bun
lara inanılmamasını tenbih eden İsa, ccKıyamet Günü»
nü «Babamdan başka kimsenin bilmeyeceğini haber v&
rıyor (107).
Hıristiyanlara göre Mesih’in çeşitli görünüşleri Mez-
murlar’da dile getirilmiştir (108). O, İsa’dır. İsa «Tanrı
Krallığı»ndaki rolünü açıklamıştır. Mesîh ünvanı onun
için bir imtiyazdır. İlk Kilise, İsrail’in ümidinin ve kesin
kurtuluşunun İsa ile olacağım; onlan da onun doldu­
racağını kabul etmiştir (109). St. Paul (Pavlus), bundan
dolayı, «Tanrı’nm ne kadar vaidleri varsa, Eveti onda-

106 KM, Matta, X X lV /3 - 1 4 .


107 KM, Matta, X X lV /1 5 - 3 8 .
108 Bkz. KM, M ezm urlar, il ve CX. Bablar.
109 E. Cothenet, DR, 1097.

182
DÖNMELER TARİHİ

dırV ( 110) demektedir.


Hıristiyan inancının temelinde Mesih’in iki defa
gelişi vardır. Birinci gelişinde hakarete uğradı ve başa­
rısız oldu. Ancak ikinci gelişi, dünyanın sonunda, ola^
cak ve zafere ulaşacaktır (111), Hıristiyanlarca Mesih’in
İsa olduğunda hiç şüphe yoktur. O, ikinci gelişiyle gö­
revini tamamlayacaktır. Ancak bu ikinci geliş zamanı
Hıristiyanlığın ilk yıllarından itibaren tartışmalı bir
konu olmuştur. Onun çok yakında geleceği ve «Kıya-
met))in başlayaicağı inancına sahip o.lanlar, dünya iş-
ierini bir tarafa bırakıp «Öbür dünya» yı garanti etme­
ye yönelmişlerdir. Böylece dünya işlerine önem verme-
yen «zühd hayatı», yanı «Ruhbaniyet» ağırlıklı bir din
ortaya çıkmıştır. Daha sonraki yüzyıllarda İsa’nın geli­
şi ile ilgi değişik tarihler verilmiş ve verilen tarihte gel­
meyince tevil yoluna gidilmiştir.
Hıristiyanlar, Mesih olarak İsa’nın yakında yeryü­
züne inerek bin senelik «Tanrı Krallığıonı kuracağına,
ölülerin dirileceğine ve Tann’nm bütün düşmanlan ezi-
linceye kadar hüküm süreceğine; dönüşünden önce ona
düşman olan ccDeccaloın çıkacağına inanmaktadır. On­
lar, zaman zaman, İsa ve Kilise’ye düşman olanları da
f.'Deccal»a benzetmişlerdir (112) .
Yuhanna’nm Mektuplarında ve Vahyi’nde Dünya­
nın sonu (Eskatolojl) ile ilgili olaylarla Mesih’in (İsa)
geleceği işlenmektedir (113). Bu bilgiler ışığında Me­
sih’in «Bin yıllık Saltanatı» nı kurmak için geleceği za­

110 KM, Pavlus’un Korintoslulâra ll<inci Mektubu, 1/20,


111 Cothenet, DR, 1097.
112 Bkz. Jomier, 139-140; Chall^ye. 196-197.
113 KM, Yuhanna’nm Mektuplar: ve Vahyi.

183
MESİHLİK ve MEHDİÜK

manın miladî 1666 olarak tesbiti bile yapılmıştır (114).


Bu tarih, bazı Yahudilerce de «Mesîh»in geliş zamanı
olarak kabul edilmiştir.
Görüldüğü üzere, vîlk Dinler» den başlayıp Yahudi­
likte sistemleşen ve Hıristiyanlıkta birinci defa İsa ile
gerçekleşen, fakat gelecekte «Tannanın bin yıllık Sal*
tanatı’nı kuracak «Mesîlı Ülküsü» (*) şekline dönüşen
bir «Mesîh)) inanışı bulunmaktadır. Hattâ İslâm’a bile
«Mehdî» şeklinde girmiş ve yaşamaya devam etmiştir.
Aslında bütün bunlann sistemli şeklini ve başlangıcını
Yahudilikte görüyoruz. Orada tam bir kurtuluş müjdesi
şeklinde yer almaktadır. Bu, Hz. İsa’nın «Çarmıh»a ge­
rildiğinde onunla «Yahudilerin Kralı Mesîh» diye alay
edilmesinde de; İsa’dan sonra Yahudiler arasından sah­
te Mesîhlerin çıkmasında da, Yahudilerde Mesih inan­
cının nasıl bir öneme sahip olduğunu gösterebilir. İs­
lâm’da da bu konuya kısaca temas etmçmiz gerekmek­
tedir.
D) İslâm'da Mesth ve Mehdî :

a) İslâm'da Mesîlı :

İlâhi dinler birbirini takip etmekte; bir sonrakinin


gelmesi ile bir öncekinin hükmü kısmen veya tamamen

114 Bkz. Kastein, 4 0 -4 2 .


Rum Patriğinin bir mektubunda şunlar yazılı olduğu belirtilmekte'
dir : «Müddet-i devri İslâm tamam olmağa az kalmıştır; velvele-î
din-i İsevî tekrar âlemgir olacaktır; ona göre tedarike olunuz. An
karip (yakmdaj cümle vilayetler IWesîhîlerin eline girip ashab-ı sa­
lip (Hıristiyanlar) ve nakus (çan) tamamen memâlike mâlik olsa
gerektir» (Hammer Tarihi, X I/1 6). Görüldüğü gibi, Hıristiyanlar'da,
Mesîh gelince Hıristiyanların Müslümanlara ve dünyaya hâkim ola­
cak, her tarafı çan sesleri kaplayacak inancı dikkati çekmektedir.

184
DÖNMELER TARİHİ

kalkmakta; bu dinî gelenek «İslâmî bir çizgi»de, kendi


içinde tekâmül etmekte ve îslâm ile (115) noktalan­
maktadır.
Geçmişten bahseden, hal üzerinde duran ve gele­
cek için yol gösteren İslâm, hızla yayılıyordu. İslâm’ın
yayılışını önlemeye muvaffak olamayan diğer din men­
supları, kendi inançlarını muhafaza ve müdafaa duru­
munda kalıyorlardı. Onlann din bilginleri, bu arzuyla,
çeşitli vesileler bulup İslâm’a hücum ediyor ve onun
kendi dinlerinden daha doğru olmadığım isbata çalışı­
yorlardı. Yahudilikte «Tektann» inancının bulunması,
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İsa hakkında âyetlerin yeralması
gibi husûslar çeşitli şekillerde te’vil ediliyordu. Bu te’-
villerde Allah’ın «Kelâm)* sıfatı ile ilgili âyetler rol oy­
nuyordu. Onlara göre Allah’ın bütün sıfatlan gibi Ke­
lâm sıfatı da kadîmdir. Bundan dolayı Allah’ın Kelâm’ı
olan Kur’ân-ı Kerîm de kadîmdir. Allah’ın Kelimesi de
Kelâm’ı gibi kadim olduğuna, ve Kur’ân’da Hz. İsa için
«Kelimetullah» denildiğine göre, o halde o da (İsa) ka­
dîmdir, dolayısiyle İsa da Allah’tır. Çünkü ezelî ve ebe­
dî olmak yalnız Allah’a mahsustur (116).
Ehl-i Kitab’ın kadîmdir dediği «Kelimetullah» lafzı
ise Kur’ân’da şu şekilde geçmektedir : «Ey Ehl-i Kitap,
dininizde haddi aşmayın. Allah’a karşı sadece hak olanı
söyleyin. Meryemoğiu Mesih İsa, Allah’ın Resûlü ve
Meryem’e bıraktığı kelimesidir. O, Allah’tan bir ruhtur.
Artık Allah’a ve O’nun Resûllerine iman edin de Allah
üç’tür demeyin. Bundan vazgeçmeniz sizin için daha
hayırlı olur. Allah, ancak bir tek ilahtır, çocuğu olmak­

115 Maide, 3.
116 Kutluay, Tarihle ve Günümüzde İslâm Mezhepleri (TGİM), 20.

185
MESİHÜK ve MF.HDİÜK

tan da münezzehtir...» (117).


Bu Âyette geçen «kelime>-nin, Hıristiyanların iddia
ettiği gibi, kadîm olduğuna delalet eden bir işaret gö­
rülmemektedir. Aynca Hnistiyanlardan, Allah’a «Üç­
tür» demeyi bırakıp, tek ilah olduğunu ve Hz. İsa'nın
Allah’ın resûlü bulunduğunu kabul etmeleri istenmek­
tedir.
Âl-i İmrân Sûresi 45 - 46. Âyetlerinde bu husûs da­
ha da açıklığa kavuşmaktadır : «Melekler: ‘Ey Meryem,
Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdeliyor. Onun
ismi Meryemoğlu Mesih İsa’dır. Dünyada da, âhirette
de şanı yücedir, hem de Allah’a yakın olanlardandır.
Beşikte iken de, yetişkin iken de insanlara konuşacak
ve o, sâlihlerden olacaktır’ demişlerdir!». Meleklerin bu
müjdesi, Hz. Meryem’i şaşırtmıştır. O, «Ey Rabbim, ba­
na hiçbir kimse dokuiımamışken nereden benim bir ço­
cuğum olabilir?» demiş ve Allah da «Doğrudur, sana
hiçkimse dokunmamıştır; fakat Allah dilediğini yara­
tır ve bir şeyi murad edince ona sadece ‘ol’ der, o da
hemen oluverir» buyurmuştur (118).
Âyetlerde geçen «Meryemoğlu Mesîh İsa» terimin­
deki İsa isim, Mesih lâkab ('O ve İbn Meryem (Mer­
yemoğlu) de sıfat olarak açıklanmaktadır (119). Ham-

117 Nisâ, 171.


118 Âl-i İmrân, 47.
Jacque Jomier, müfessirlerin Mesîh'i bir şeref unvanı farzetnnele-
rinJn «Kurtuluş Tarihi» içindeki tariiıî önemini kavrayamamalartn-
dan ileri geldiğini iddia etmekledir (Bkz. Jacque Jomier, T e v ra t-İn ­
cil ve Kur’ân, Çev. Sakıp Y ’Idı?. İstanbul 1974, sf. 144-145).
119 Bkz. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur an Dili, 11/1102; Ömer
Nasuhî Biimetı, Kuran-ı Kerîm'în Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri,
1/336; vHasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerim, 1/90-91.

186
DÖNMELER TARİHİ

dİ Yazır, Hıristiyanların tanrılaştırdığı ve üç şahıs de­


dikleri İsa’nın biri lâkab, biri isim ve biri de sıfat ol­
mak üzere vasfı bulunduğunu; bundan dolayı onun oğul
fakat «Allah’ın oğlu» değil, Meryem’in oğlu olduğunu;
mübarek ve «Ruhü’l Kuds)> ile müeyyed kılındığını be­
lirtmekte ve şöyle demektedir : «İsa, Allah’tan bir ke­
limedir, lâkin cemi’i kelimât değildir, hem de vahid’dir,
cem’i değildir. Allah’tan bir kelimeye Allah’ın bir keli­
mesi denebilirse de Allah denemez. İsa, bir kelime olmak
üzere Allah’a mütealliktir. Bir oğul, bir veled olmak üze­
re ise ancak Meryem'e muzaftır» (120),
Hz. İsa için bir lâkab olduğu belirtilen Mesîh (121)
kelimesi Kur’ân’da hem Mesih İbn Meryem (122), hem
Mesîh İsa İbn Meryem (123) ve hem de yalnız başına
Mesîh (124) şeklinde geçmektedir. Ancak, bu âyetlerin
hiçbirinde, bu kelime, Yahudi ve Hıristiyanlıktaki an­
lamda, yani «beklenen kurtarıcı» anlamında, kullanıl­
mamaktadır. Bu âyetlerde «Mesîh» ile Hz. İsa’nın kas-
dedildiği anlaşılmaktadır. Bununla beraber, Yahudilerin
bekledikleri «Mesîh» ile Hıristiyanlann dönüşünü bek­
ledikleri «Mesîh» konusunda, İslâm’ın ve Müslümanla­
rın tavrı, anlayışı nasıldır? Kur’ân, Yahudi ve Hıristi­
yanların «Mesîh» konusundaki görüşlerine açık olarak
yervermemiştir. Buna rağmen «Mehdi» inancı ile birlik­
te «Mesîh» anlayışı İslâm kültüründe ve Müsiümanlar
arasında önemli sayılabilecek bir yer tutmaktadır.
Kur’ân’da, İsa İbn Meryem (Meryemoğlu İsa), mu­

120 Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili; 11/1102.


121 Bkz. Şemseddin Sarrıi, Kamusu'l-Âlâm, İst. 1316, Vl/4284.
122 Bkz. Mâide, 17, 72, 75; Tevbe, 31.
123 Bkz. Al-i İmrân, 45; Nisâ, 157, 171.
124 Ni sâ, 172: Mâ i d e . 72.

187
MESİHLiK ve MEHDİLİK

cizevî olarak doğmuş ve îsrailoğullarma gönderilmiş


Allah’ın bir peygamberidir (125). O, kendinden önce
gelen Tevrat’ı tasdik eden (126), İsrailoğullanna Kitab’ı,
hikmşti, Tevrat ve înciFi öğretecek, onları Allah’a kul
olmaya yöneltecek bir nebidir (127). Buna rağmen İs-
railoğulları onu inkâr ederek, Hıristiyanlar da onu «Al­
lah’ın oğlu» ve hattâ ((Allah)) okluğunu söyleyerek aşı­
rılığa kaçmışlardır (128). Halbuki o, sadece Allah’ın bir
kulu ve peygamberinden başkası değildir (129) . Yahu-
diler onu yalanlamış ve «öldürdük)) demişlerdir (130).
Aslında ne öldürmüş ve ne de asmışlardır; onlara öyle
görünmüştür, onl^r sadece kuru bir zanna kapılmışlar­
dır (131). Allah onu kendi katma ref’etmiş, yükseltmiş
ve yüceltmiştir (132). Onun ref’inin bedenle mi, ruhla
mı; beden ve ruh diri olarak mı, yoksa beden ölü, ruh
diri olarak mı ref’olunduğu ve Kıyamet’ten önce dönü­
şü hususları oldukça kapalıdır. Bu konu, müfessirleri,
ilk devirlerden beri hayli meşgul etmiş; değişik açıkla­
ma ve yorumlara götürmüştür (133).

İslâm bilginlerinin ve müfessirlerinin değişik yo­


rumlara ve anlayışlara gitmesine, Kur’ân’da bu konu­
daki âyetlerin kapalılığı ve buna karşılık hadîslerde
çeşitli şekillerde bilgilerin bulunması sebep olmuştur.

■İ25 Bkz. Bakara. 87, 253; Âî-i İmrân, 45 - 46, 49, 59; Nisâ 172.
t26 Bkz. ÂI-i İmrân. 50; Saff, 6 .
127 Bkz. Âl-i İmrân. 48, 5 2 -53 .
128 Bkz. Âl-i İmrân, 5 3 -57 ; Nisâ, 171: IVlâide, 17, 7 2 -73 ; Tevbe, 30-31.
129 Bkz.'Âl-i İmrân, 61; Nisâ, 172; Mâide. 75.
130 Bkz. Nisâ, 156-157.
131 Bkz. Nisâ, 157.
i52 Bkz. ÂI-i İmran, 55; Nisâ 158.
133 Bkz. Fığlalı, 184.

188
DÖNMF.LER TARİHİ

Allalî, Âl-i İmrân Sûresi 55. Âj^et’te şöyle buyurmakta­


dır : «Ey İsa! Ben, seni, eceline yetireceğim, kendime
yükselteceği m(iıınî mütevefiıke ve râü’uki ileyye), in­
kâr edenlerden seni tertemiz ayıracağım; sana uyan-
/an, Kıyamet Gününe kadar, inkâr edenlerin üstünde
tutacağım. Sonra dönüşünüz Bana’dır. Ayrılığa düştü­
ğünüz husûslarda aranızda hükmedeceğim^). Nisa Sû­
resi 155 - 159. âyetlerinin de bu Âyetle beraber mütalâa
edilmesi, konunun bütünlüğü ve anlaşılması bakımın­
dan, gereklidir : «Sözleşmelerini bozmaları, Allah’ın
âyetlerini inkâr etmeleri, peygamberleri haksız yere
öldürmeleri, ‘kalplerimiz perdelidir’ demelerinden ötü­
rü Allah, inkâriarma karşılık, onların kalblerini mühür­
ledi. Onun için, pek azı hariç, onlar iman etmezler. Bu,
bir de inkârlarından, Meryem'e büyük bir iftirada bu­
lunmalarından ve 'Allah’ın Resûlü Meryemoğlu İsa Me­
sih’i öldürdük’ demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldür­
mediler ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü. Ayrı­
lığa düştükleri şeyde, doğrusu şüphededirler, bu hu-
sûstaki bilgileri ancak zanna uymaktan ibarettir, kesin
olarak onu öldürmediler; bilâkis Allah onu Kendi katı­
na yükseltti (bel rafa’ahullahu ileyhi). Kitap ehlinden,
ölmeden önce, İsa’ya inanmayacak yoktur. O, -gerektiği
gibi inanmadıklarından- Kıyamet Günü onların aley­
hine şâhid olur.»

Allah,_Hz. İsa’ya, kendini ve annesini «tanrı» edin­


melerini insanlara söylem.ediğini ortaya koymak ve on­
ların aşırılıklarını gösterebilmek bakımından sorular
sormakta, cevaplar almakta ve doğru olanı §öylece orta-
5^a koymaktadır : «Allah, ey Meryemoğlu İsa! Sen mi
msanlara ‘Beni ve anamı Allah’tan başka iki tanrı ola­
rak benimseyin’ dedin? İsa da ‘Haşa, hak olmayan sö~

189
MEŞİNLİK ve MEHDİLİK

2ü söylemek bana yaraşmaz; eğer söylemişsem, şüphe­


siz Sen onu bilirsin. Sen benim içimde olan herşeyi bi­
lirsin, fakat ben Şeninkini bilmem; doğrusu görülmeye­
ni bilen ancak Şensin’ demişti. «Ben onlara sadece
‘Rabbim ve Rabbınız olan Allah’a kulluk edin’ diye ba­
na emrettiğini söyledim. Aralarmda bulunduğum müd­
detçe onlar hakkmda şâhiddim; beni öldürdüğünde (fe-
lemmâ teveffeytenî) onları Sen gözlüyordun. Herşeye
şâhid Şensin» (Maide, 116-117).
Yukarıdaki âyetlerde, düşmanlarının Hz. İsa’yı öl­
dürmedikleri, Allah’ın onu kendine yükselttiği ve on­
ların bu konuda şüpheye düştükleri; «Çarmıh» hadisev.
si ve dolayısiyle Hz. İsa’nın Çarmıh’ta onların elinde
ölmediği ortaya konulmaktadır. Kur’ân’daki bu ifade^
1er, İslâm Dünyası’nda, bazı âlimlerce, Hz. İsa’nın öl­
mediği ve Kıyâmet’ten önce geleceği şeklinde yorumla­
nırken, bir kısım âlim de onun öldüğünü ve yükseltil­
menin manevî olduğunu savunmuşlardır (134). Bu yo­
rumlarda, Kur’ân’daki ifadelerin kapalılığı yanında, ha­
dîslerde, onun Kıyâmet’ten önce döneceğine dair hü­
kümlerin bulunması rol oynamış ve bundan dolayı da
bazı müfessirler âyetleri o doğrultuda te’vil etme yo­
lunu benimsemişlerdir.
Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir hadîste Hz. Mu-
lıammed’in (S.A.S.) şöyle dediği belirtilmektedir : «Ha^
yatım yedinde (elinde) olan Allah’a yemin ederimkj
Meryemoğlu İsa, muhakkak yakında, Muhammed üm-

134 Nüzûl-i İsa konusundaki haber ve yorum lar için bkz, İmam Celâlüd-
dîn Abdurrahm an Suyûtî, Nuzûlıı Isa b. M eryem Ahırı'z-Zam an,
Tahkîkli neşr. : M uham m ed Abdullah Abdulkâdir Atâ, Beyrut 1985,
1 9 -8 6 . Zeki Ünal. Nüzûl-i îs". M eselesi, İzm ir 1982 (Basılm am ış
öğretim üyeliği Tezi), 4 0 -5 7 .

190
DÖNMELER TARİHİ

meti arasında bir hâkîm-,i âdil olarak inecektir. O, Sa­


lih’i (Haç) kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıra­
cak, mal çoğalacak, hattâ, hiç kimse mal kabul etmez
alacaktır». Ebu Hureyre’den gelen diğer bir hadîs ise
^öyledir : aMeryemoğlu (İsa), gökten sizin yanınıza in­
diği zaman devlet reisiniz kendinizden, namazda ima­
mınız olduğu halde bakalım nasıl olursunuz?» (135).

Hz. İsa’nın nuzûlü, açık olarak, Deccal’ın çıkışı ile


İlgili ahâd haberlerde (*) yeralmaktadır. Bu haberler­
de; Kıyamet'in kopmasına dair on alâmet (136) arasın­
da Hz. Isa’nın «inişi», iniş yeri, inişinden sonraki faali­
yetleri ve Deccal ile çarpışması (137), Hz. Muhammed’in
halifesi ve bir ümmeti,olarak, Müslümanların imamı
durumunda olan Mehdî’nin arkasında namaz kılı-

135 Sahîh-i Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, VI/532,


IX/182; Sahîh-i Müslim ve Tercümesi, Ter. : Mehmet Sofuoğiu,
İs t 1967, 1/203-206.
* Ahâd Haber : Bir tek şahsm rivayet ettiği haberdir. Istilâhpia ise,
mütev'âtirin şartlannt bünyesinde toplamayan haberdir. Ahâd haber,
Seyhan’ın (Buharı ve Müslim) Sahîh'lerinde naklettikleri mütevâtir
derecesine ulaşmayan haberlerdir. Buharî ve müslim, topladıkları
haberlerde, sahihi sahtiesinden ayırmak hususundaki titizlikleri, ki­
taplarının ulenıâ arasında birinci derecede kabul görmüştür. Buharî
ve Müslim'in naklinde ittifak ettikleri hadîs, ikisinden birinin nak-
liyle tek kaldığı hadîse; Buharî’nin. naklinde tek kaldığı hadîs, Müs­
lim ’in naklinde tek kaldığı hadîse nisbetle üstünlüğü kabul edil­
miştir. Buharî ve Müslim’in hadîs kitapları, İslâm Dünyası'nda,
Kur’ân’dan sonra, en sahîh kitap kabul edilmiş; kitaplarma «Sahî-
hân» ve kendilerine de «Seyhan» denilmiştir (Bkz. İbn Hacer’il-Aska-
lânî, Nuhbetu’l-F/ker Şerhi, Çev- Pi'of. Dr. Talat Koçyiğit, Ankara
1971, sf. 2 9 -3 8 ).
136 Bkz, Ebu Davud, Sünen, İst. 1881, lV/491,
137 Bkz. Buharı, Camiu’s-Sahîh, İst. 1981. lV/143; es-Suyûtî, ed-Oür
rü’l-Mensûr fi’l-Tefsîr bi'l-Me'sOr, Beyrut (t,y,), 11/245.

191
MeSİHLİK ve MEHDİLİK

sjı (138), dünyada kalış süresi (139) ve ölüp Hz. Mu-


Jıam m ed’in yam na göm ülm esi (140) iş lenmektedir.
Mesîh ve Deccal konusunda rivayet edilen hadîsleri
destekleyen açık bir âyete Kur’ân’da rastlanmamakta-
dır. Bununla beraber bazı müfessirler, Nisa Sûresi’nin
150. Âyetini delil olarak almakta, te’vil ve tefsir etmek­
tedir. Bu Âyetin tefsiri ise şöyle iki şekilde yapılmak­
tadır : 1 — Ehl-i Kitap’tan (Yahudi ve Hıristiyan) her­
kes, kendi ölümünden önce, Hz, İsa’ya iman edecektir.
2 — Hz. İsa’mn vefatından önce yeryüzüne indiği za^
man iman edecektir. O zaman bütün insanlar İslâm’a
nail olacak ve bir İslâm milleti halinde bulunacaklar-^
dır. Bu ölümünden önceden kasıt; Yahudilerin onu in*
kârdan, Hıristiyanların da ona «ulûhıyet)) (tanrılık)
İsnadından vazgeçmeleri, tevbe etmeleridir (141).
Mevdûdî, Âhir zamanda Mesih'in gökten yere inme­
si meselesinin, tâ başlangıçtan bugüne kadar, Müslü­
manların üzerinde ittifak ettikleri bir konu olduğunu;
Kitap, Sünnet ve İcma-i Ümmet’e dayandığını; her ne
kadar Kur’ân onu, açık olarak, belirtmemişse de, Nisâ
150. Âyetle ez-Zuhruf 61. Âyetinin bu meseleye işaret
ettiğini ve Müfessirlerin de bu iki âyeti Mesih’in son
zamanda gökten yere ineceği şeklinde yorumladıklarını
ifade etmektedir (142).

138 Bkz. Ebu Davud, Sünen, IV /495-500; es-Suyûtî, ed-Dürırü'l-Mensur,


11/242-245; Fığlalı, 185.
13ü Bkz, Ebu Davud, Sünen, IV/497.
140 es-Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûı*, 11/245; Fığlalı, 185.
141 Hamdi Yazır, lil/1519 - 1520; Bilmen, 11/703; Celâleyn, TefsîM Ce-
laleyn, i. cüz. s. 92; Ebu'l-Âlâ e!-Mevdudî,^ Kadiyanllik Nedir?,
çev. : Ahsen Batur, İst. 1975, 146.
142 Bkz. Mevdudî, 145-146.

192
DÖNMELER TARİHÎ

"'Mevdûdî’nin bahsettiği ikinci âyette (birinci âyet


olan Nisâ 159’clan daha önce bahsedildi) şöyle denilmek­
tedir : «O, i'^) kıyametin kopacağmı bildirir; o- saatin
geleceğinden şüphe etmeyin, Bana uyun. Doğru yolda
budur» (ez-Zuhruf 61).
Bu Âyet de iki şekilde tefsir edilmektedir : 1 — Hz.
İsa’mn inişi Âhiretin varolduğuna, 2 — Kıyamet Günü’-
nün yaklaştığma delil teşkil ettiğidir, Müfessirlerin
büyük çoğunluğu ikinci görüşü benimsemişlerdir (143).
Buna rağmen Mevdudî; Kur’ân’da Hz. İsa’mn inişinin
açık kelimelerle belirtilmemesiyle birlikte, Kıyâmet’ten
önce ineceğini işaret ettiğini; Hz. Muhammed’in 24 as-
habmdan 75’den fazla, bu konuda, hadis rivayet edildi­
ğini ve onların güvenilir kimseler olduğunu belirtmekte
ye Peygamberin, Meryemoğlu tsa'nın Kıyâmet’ten önce
yeryüzüne ineceğini haber vermesinin şüpheye yer ver­
meyecek kesin hususlardan bulunduğunu; ilk asırdan
günümüze kadar âlimlerin, fakîhlerin, müfessirlerin ve
muhaddislerin, İsa’nın Kıyâmet’ten önce yeryüzüne bir
defa daha ineceği konusunda icmâ ettiklerini ve bu me­
selenin peygamberliğin son bulması inancı ile çelişme­
yeceğini ileri sürmektedir (144).
Kur’ân-ı Kerîm’de, Âl-i İmrân Sûresi 55 ve Nisâ
Sûresi 158. Âyetlerinde Hz. îsa’nın «refoi konusunda da
kesin bir açıkhk yoktur. Bu âyetlerde, Hz. îsa’mn Çar­
mıhla gerilmediği veya Çarmıh’ta ölmediği, «ref» olun­
duğu açıktır. Ancak ref olunma hadisesinden diri ola-

" Âyet'te geçen «O» zamiri Hz. İsa ile. «saat» da Kıyâmet ile-tefsir
edflmektedir (Bkz. Celâleyn, II. cüz, sf. 165; Yazır, Vl/4281; Bilmen,
Vll/3290-3292):
143 Bkz. Yazır, Vl/4281; Bilmen, V I1/3292-3293; Çantay, 111/900.
".44 Bkz. Mevdudî, 145-148.

193
MESİHLİK ve MEHDİLİK

rak Allah katında bulunuyor, oradan gelecek anlamı da


çıkmamaktadır. Çünkü Arapça'da (tref» kelimesi, «bir
şeyi yukarıya koymak, manen yüceltmek, yükseltmek,
kaldırmak» (145) manalarına gelmektedir. Kur’ân’da,
bir çok âyette, «ref» ve bu kökten gelen kelimelerin (146)
de bu anlamlarda kullanıldığı dikkati çekmektedir (147).
Kur’ân’daki muhtelif âyetlerde «ref» kelimesi ma­
nevî yükseklik, üstünlük ifade etmektedir. «Buna rağ­
men bir kısım müfessirler, Hz. İsa’nın geri gelişine
fric’at) dadr haberlerin gerçekleşmesini veya başka: bir
Uadeyle doğrulanmasını sağlamak için Nisa Sûresi’nin
158. âyetini maddî anlamda ele almakla kalmamış, ref’e
bir de ‘sema’ kelimesini ekleyerek ,İsa b. Meryem’in ,can­
lı olarak bedeniyle semaya kaldırıldığım (ref’) ve hâlen
orada canlı olduğunu, ayrıca bu konudalîl 'innî müte-
veffîke ve rafı’ uke ileyye’ (ÂU îmrân, 55) âyetindeki
kelimelerde ‘takdim-te’hîr’ bulunduğunu ve böylece âye­
tin ‘seni Kendime kaldırıp, sonra eceline yetireceğim’
seklinde anlaşılması gerektiğini ve aynca Nisa Sûresi’
nin 159. âyetinde geçen ‘kable mevtihi’ (ölümünden ,
ön ce)' sözündeki ‘huva’ (o) zamirinin îsa’ya râci oldu­
ğunu, dolayısiyle de âyetin İsa’nın ölümünden önce
Kitâp ehli ona inanacaktır’ anlamında açıklanmıasuıı
söylemişler ve yine ‘İnsanlarla beşikte iken de, yetişkin
iken de iyilerden olarak konuşacaktır’ (Â14 İmrân, 46;
Maide, 110) ve ‘O, Kıyamet’in kopacağım bildirir..!’

145 Bkz. jbn Manzûr, V iH /129-131.


146 Bkz. Bakara, 63. 93, 127, 253; Âl-i İmrân, 55; Nisâ, 154, 158; En’am,
83, 165; Yusuf. 76, 100; Ra’d, 2; Meryem. 57; Nur, 36; Fâtır, 10,
15; ZuhruP, 32; Hucurat, 2 ; Rahman, 7; Vakıa, 3, 34; Mücadele, 11;
Nâziat, 28; Gâşiye, 13, 18; AVâf, 176; Tür, 5; Abese, 14.
147 Krş. için bkz. Fığlalı, 186-'187,

194
DÖNMELER TARİHÎ

(Zuhruf, 61) âyetlerinin de onun nuzûlu, başka bir de­


yişle ölmediğine birer işaret olduğunu belirtmişler­
dir» (148).
Bunun yanmda, onun, yalnızca ruhunun ref’olun-
. duğunu, manen yükseltilerek «melekût âlemi» ne kaldı-
nldığmı ve Kıyamet’ten önce başka, bir bedenle
diriltilip gönderileceğini de söyleyenler buîunmak-
tadır. Bunlar, âyetlerde bir taskdim ve tehire lü-
zûm görmemekte ve gündelik dildeki anlamıyle
ele alıp manen ref’in söz konusu olduğunu savun­
maktadırlar. Bunlar, ayrıca, «kable mevtihi»deki (ölü­
münden önce) «hu» (o) zamirini de İsa’ya değil, Ehl-i
Kztâb’a hamlederler, «Ölüm meselesinde de yalnız İsa’­
nın değil, bütün peygamberlerin ruhları 'hayy’dır, diri-
(iUr, canlıdır. Onların ruhlannın eceli, ümmetlerinin
ecellerine bağlıdır. Bu bakımdan Hz. İsa, Yahudilerin in­
kârlarından, Allah’ın Yüce Kudreti ile aşağılanmaktan
kurtarılmış ve manen yüceltilerek, Yahudilerin çirkin
isnadlarından temize çıkarılmıştır. Nitekim Hz. İsa’nın
tabiî bir ölümle öldüğüne, âyetlerin açıkça buna işaret
ettiğine, dilde de, Kur’ân’da da ölüm kelimesinin böyle
anlaşıldığına ve Hz. İsa’nın nuzûlünün de îmanla ilgili
bir husûs olmadığına, dolayısiyle İsa’nın cesedi ile se­
mâya yükseltildiğine ve orada şu ana kadar canlı oldu­
ğuna ve âhir zamanda oradan dünyaya ineceğine dair
ne Kur’ân’da ne de Resûlullahm hadîslerinde’ tatminkâr
birşey bulunmadığı için, bu konuları inkâr eden kişi­
nin, kesin delillerle sabit olmuş bir şeyi inkâr etmiş ol­
mayacağına ve bu yüzden de ne dînden ne de îmândan

148 Fığlalı, 187- 188.

195
MESİHLİK ve MEHDİLİK

çıkacağına dair bir fetvâ verilnûştir» (149).


Yahudiler, gizli hileye sapıp Hz. İsa’yı öldürtmek
istedikleri zaman Allah onların hilelerini boşa çıkarmış;
onu Kendi katına yüceltmiş, yükseltmiştir. Öldürülen
Isa’ya benzetilmiş ve onlar da o konuda şüpheye düş­
müşlerdir. Öldürdüklerinin Hz. îsa olduğu husûsunda
hiçbir bilgileri bulunmamakta ve sadece zanna uymak­
tadırlar (150).
Allah’ın Hz. İsa’yı Kendine yükseltmesi olayı, Yahu­
di ve Hıristiyanlar arasında çeşitli yorumlara ve tartış-
m_alara yola^mıştır. Yahudiler onun «Haç» ta öldüğüne
inanırken, Hıristiyanlar da öldükten sonra dirilip taraf­
tarlarına göründüğüne, ondan sonra Tanrı’nın yanına
çıkıp sağında oturduğuna ve oradan tekrar gelip «Tanrı
Kırallığı»m kuracağına, Kıyamet’ın de bundan sonra
kopacağına inanmaktadır. Bu arada Müslümanlardan
bir kısmı arasında da Hz. İsa’nın geleceği ve Kıyamet
alâmetlerinden olan Peccâl’ı öldüreceği şeklinde bir
inanç bulunmaktadır. Buna, yukarıda temas edilmiş
Olan âyet ve hadîslerle Kıyamet alâmetlerinden bahse­
den hadîsler yolaçmıştır. Bu tür hadîslerde, dünyanın
son zamanlarında Deccarın çıkacağı yeralmakta ve
onunla beraber vuku’bulacak şeyler zikredilmektedir.
Hadîslerde «deccal»; yalancı, hilekâr anlamında da;
karıştırmak, iyiyi - kötüyü, hakkı-batılı birbirine karış^
tiran anlamında da kullanılmıştır (151). Hz. Ebu Be­

149 Fığlatı, 188- 189. Aynca İsa’nın Ref’i konusundaki Ezher fetvası
için bkz. Prof. Mahmut Şeltut, «İsa’nın Ref’i», Çev. : E. Ruhî Fığ-
lalı, A.Ü.İ.F.D. Ankara, 1978, X X I II / 3 1 9 -324.
150 Bk2 . Âl-i İrnı-ân, 54 -55 ; Nisâ, 157- 158.
151 Bkz. Sahîh-i Buhaıî Muhtasan Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi,
IV /519-526, 1X /183-184. X ll/4 1 1 -4 1 2 .

196
DÖNMELER TARİHİ

kir, Hz. Muhammed’in (S.A.S.) kızı Fâtıma’nın izdiva-


çma talip olduğunda Peygamberimiz, ona, «Emin ol,
kızımı Ali’ye vadettim; yoksa deccâl değilim» cevabını
vermiştir (152). Müslim’in Sahîhi’nde yaralan bir ha­
dîste, «Hemen otuz kadar yalancı deccâllar türeyip
/lepsi nübüvvet iddia etmedikçe Kıyamet kopmayacak-
tır» (153) denilmektedir. Çünkü bu tür iddialara Hz.
Muhammed'in kendi döneminde de rastlanmaktadır. O
devirde, Ensâr'm Bçnî Megâle soyundan İbni Sayyâd,
nübüvvet iddiasında bulunmuş; yalancı ve karıştırıcı
olmasından dolayı «Deccâl» olarak vasıflandınlmış-
5ir ( i 54). Görüldüğü gibi bu hadîslerde deccâl; yalancı,
aldatıcı, riyakâr vb. anlamlarda kullanılmıştır.
Buharî ve Müslim’de Ebû Musa’dan (el-Eş’arî) ri­
vayet edilen bir hadîste Resûl-i Ekrem şöyle buyurmak­
tadır : «îrısanlar için öyle bir zaman gelecektir ki; bir
adam altın sa,dakayla dolaşacak da elinden o sadakayı
alacak fakir bulamayacaktır. Yine o sırada kadınlar çok,
erkekler az olacak; bir erkeğin himayesine kırk kadının
sığındığı görülecektir)) (155). Şârih Aynî, yeryüzünde
birtakım fitneler zuhûr edip insanlar birbirini katlet­
meğe başladıkları sırada bu sosyal hal ve vaziyet zuhûr
edecek; 'herkes yakım; akrabası olan kadınlarla iffetli
Müslüman kadınlarını himaye mecburiyetinde kalacak
ve her erkeğin hissesine çok sayıda kadın gurubu dü­
şecek ve bu da Kıyamet alâmetlerinden olacak; sonra

:52 Sahih-i Buharı Muh. Tec. Sarîh Tei-. IX/184.


153 Müslim, Camiu's-Sahîh, «Kitabu’l-Fiton», İst. (t.y.), jV /2 24 0.
•;54 Bkz. Sahîh-i Buharî Muhtasar; Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi,
lV /5 20 -522 .
155 Zebîdî, Sahîh'i Buharı Muh., V/152.

197
MEŞİNLİK ve MEHDİLİK

İsâ, Deccâl ve küffârı katledecek, İslâm diyarında kâ­


fir kalmayacak, şeklinde bir izahta bulunmakta­
dır (156). Bu hadîsin metninde İsâ ve Deccal lafzı geç­
memektedir; ayrıca Kıyamet ile ilgili açık bir işaret de
j.''örülmemektedir. Ancak Şârih, hadîsi şerh ederken, yo­
rum yapmaktadır.
Yine Hz. Aişe’den rivayet edilen bir hadîste, Hz.
Muhammed’in «Mesîhî Deccâl fitnesinden Allah'a sığı­
nırım» şeklinde, namazın sonunda, dua ettiği yeralmak-
tadır (157). Bu hadîsin izahında, Mesih’in, hem Hz.
İsa'ya, hem de Deccâl’a ıtlak olunduğu; İkincisinin dai­
ma «Deccâl» kaydiyle birinciden ayrıldığı belirtilmekte­
dir. Bunun yanında Deccâl’a Mesîh denilmesinin; on­
dan (deccâl’dan) hayrın silinmesi veyahut gözlerinden
birinin silik olup tek gözlü, bulunmasından dolayı oldu­
ğu şeklinde yorumlanmaktadır (158). Deccâria Mesîh’i
ayıran başka bir rivayet de Müslim’de bulunmaktadır.
Orada, Hz. Muhammed’in kendini Kabe yanında gördü­
ğünü ve birisine rastladığını; ona kim olduğunu sordu­
ğunda «Meryemoğlu Mesih», sonra sağ gözü şaşı biri­
siyle karşılaşıp kim olduğunu sorduğunda da «Mesih
Deccâl» cevabını aldığj yeralmaktadır (159).
Âyet ve hadîslerde görüldüğü gibi Mesîh, iki şekil­
de kullanılmıştır. Biri, sıddık, takdis edilmiş vb. anlam­
lara gelen Mesîh; hakkı tastik edici ve doğrulayıcı ol­
masından dolayı Hz. İsa’ya alem olmuştur. Diğeri yalan­

İ56 Bkz. Zebidî, Sahih-i Buharı M uh. V /1 5 3 .


!57 Bkz. aynı eser. 11/879-884; Tirmizî, Sünen, İst. 1981, V/525.
158 Bkz. Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi,
11/879-884.
159 Bkz. Sahîh-i Müsiim ve Tercemesi, Cev. : Mehmet Sofuoğlu,
1/234-235.

.1.98
DÖNMELER TARİHİ

cı, karıştırıcı, hakkı batıl gibi göstermeye çalışan, sah­


te mesîhleri de kapsayan Mesîh olup «Deccâl» için kul­
lanılmıştır. Birincisi, Hz. İsa’nın lâkabı ve bir vasfı ola­
rak nitelendirilirken İkincisi, «Deccâl«ı vasıflandırır ol­
muştur. Bunun için biz, «Mesıhlık» iddiasiyle ortaya
çıkan sahte mesîhleri de «Deccâl» la aynı anlamda görü­
yor ve sıddik mânasında olup Hz. îsâ’ya lâkap, sıfat ol­
muş Mesih’ten ayırıyoruz. Özel anlamda Mesîh, Hz. îsâ’­
ya has bir vasıftır; îsâ’dan başka «mesîhler)) sahte ve
yalancıdır.
Âyet, hadîs ve tefsirlerde görüldüğü gibi Hz. İsa’ya
Mesîh lâkabının verilmesi; onun şan ve şöhret sahibi
olmasından, Allah’a yakın bulunmasından ve «ref» in­
den dolayıdır. Buradaki Mesîh, Yahudi ve Hıristiyanla­
rın anladığı anlamda bir «Mesîh» değildir, Hz. İsâ’ya
Mesîh ünvammn verilmesi; Yalıudilerin bekledikleri
kurtarıcı olarak ona san]ıp hidayete ermeleri için olsa
gerektir. Hz. İsa’nın şan - şöhret sahibi olması, Allah’a
yakın bulunması vasfı, belki, Yahudileri, bekledikleri
«kurtarıcı» ya uyması bakımından, kendisine bağlaya­
bilirdi. Fakat bu özellikleri bile Hz. îsâ’ya Yahudileri
bağlamaya yetmemiş ve onlardaki «Mesîh» beklentisini
sona erdirmemiştir. Yahudiler batıl inanç ve hissî
tutumlarını devam ettirmiş ve son peygamber olan Hz.
Muhammed’i de kabullenmemişlerdir. Halbuki muhar-
ref olmayan Yahudilik ve Hıristiyanlıkta «son Peygam­
ber» in geleceği bildirilmiştir. Nitekim bunun bir tezâ-
hürü olarak, Hz. Muhammed amcası Ebû Talib ile Şam
seyahatine çıktığında, Busra’da Rahip Bahira, daha ön­
ceden bildiği vasıfları sayesinde Resulullah’ı tanımış ve
amcasına, Yahudilerle Hıristiyanların onu tanıyıp fena­
lık edebilecekleri ve bunun için Muhammed’i hemen

199
MESİHLİK ve MEHDİLİK

götürmesi tavsiyesinde bulunmuştur (160). Ayrıca, Me­


dine’de, ilim, fazilet ve servet sahibi Muhayrik adında
İjir Yahudi, İlahî Kitaplarda Âhir Zaman Nebisi’nin zik-
redildiğini ve Yahudilerin ona inanıp yardım etmeleri­
nin gerektiğini söylemiştir (161). Yine Medine’deki Ya-
hudiler, «Tevrat’ta yazılı olan âhir zaman Peygamberi
buduD) demeye başlamış; bazıları iman etmiş, bazıları
da iman etmiş gözükmüş ve böylece İslâm’da bir hayli
münâfik ortaya çıkmıştır (162). Asimda, daha önce de,
Medine Yahudileri «Âhir Zaman Peygamberi»nin gele­
ceğinden haberdârdılar. Çünkü onlar bunu bir üstün­
lük vasfı sayıyor ve oradaki müşrik Araplara yakında
bir Peygamberin geleceğini, ona tâbi’olacaklarmı söylü­
yorlardı (163). Ancak böyle bir Peygamber, yani Hz.
Muhammed gelip onları iman etmeye çağırdığında Ya-
hudilerin azı hariç ona inanmamışlardır. Eğer onlar o
Peygambere uymuş olsalardı, bu sonu gelmez tedirgin­
likten kurtulup dünyevî ve uhrevî kurtuluşa erebilirler-
di. Onlar, Hz. îsâ’yı Hz. Davud soyundan gelmedi baha­
nesiyle reddettikleri gibi, Hz. Muhammed’i de inatları
ve ırkçılıkları uğruna kabul etmemiş; hattâ İslâm tari­
hi boyunca açık ve gizli ciüşmanlıklarmı -azı hariç- de­
vam ettirmişlerdir.
Önceki sahifelerde temas ettiğimiz, Buharî ve Müs­
lim’de yeralan hadîste geçen salib’in (haç) kırılması,
Hıristiyanlığın yürürlükten kalkacağı; domuzun öldü-

160 Bkz, İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyy (Hz. Mııhammed’in Hayatı),


Çev. : İzzet H aşan-N eşet Çağatay. Ankara 1971, 111-112.
161 Bkz. Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-t Erıbiyâ, İst. 1969, 1/180.
162 Bkz. Cevdet Paşa, 1/157.
163 Bkz. T,W. Amold, İntişar-ı İslâm Tarihi. Çev. : Haşan Gündüzler,
Ankara 1971, 50.

2 00
DÖNMELER TARİHİ

rüiüp cizyenin kaldırılması, İslâm'ın dışında kalan bü­


tün din mensuplarına tanınan müsamahanın son bu­
lacağı; Hz. İsa’nın âdil bir hâkim olarak inmesinin de,
ona yapılan iftiraların, o yolda meydana getirilen hu­
rafelerin kökünün kazınıp Islâm’ın her yere hâkim ol­
ması ve bütün hakikatlerin anlaşılması şeklinde te’vil
edilebilmektedir (164).
Mevdûdî; İsa’nın bizzat kendisinin ineceği husûsun^
da İcma4 Ümınet oldugTinu; onun nüzûlünden maksa­
dın Âhir Zaman’da bir «Deccâl»ın ortaya çıkarak ken­
disinin Mesîh olduğunu ilân edeceğini ve bütün Yahu-
dilerin .de ona tâbi’olup yeryüzünde fitne çıkaracakla­
rım ve bu fitnenin kökünü kurutup insajıları «Deccâl»ın
şerrinden kurtamıak üzere Allah’ın Mesih’i dünyaya
göndereceğini ileri sürmektedir. O, İsâ’mn «HaçMi kır­
ması V(â «Domuz» u öldürmesinden bahseden sözlerini
bütün âlimler, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki
savaşı sona erdireceği ve ikisirün tek bir millet haline
geleceği şeklinde tefsir ettiklerini; «deccâl»ın ölümüyle
de bütün Yahudilerin tarumar olacağı; savaş, cizye ve
haracın kalkmasını ise muhaddislerin bütün milletlerin
ortadan kalkıp sadece İslâm ümmetinin bakî kaldığı
zaman harbin son bulacağı anlamında icma ettiklerini
kaydetmektedir,
MeVdûdî; hadîslerde zikredildiğî ve İslâm âlimleri­
nin anladığı veçhile, Mesih’in nuzûlü inaricının nübüv­
vetin son bulması inanciyle çelişmeyeceğini kesin ola­
rak kabul etmek gerektiğini; hadîslerin ona yeniden
iman etmeye çağırmadığım, zaten Müslümanların ona
iman ettiklerini ve Deccâl’ın katledilmesinde onun Müs-
lümanlara katılacağını; o zaman inecek olan İsâ’nın,

164 Bkz, Müslim, Camiu’s-Sahîh, 1/203-204.

201
MEŞİNLİK ve MEHDİLİK

Allah’ın bir peygamberi olarak değil, Hz. Muhammed’e


ve şeriatına tâbi’ olai'ak geleceğini, yeni hükümler ge­
tirmeyeceğini, Hz. Muhammed’in getirdiği hükümlere
uyarak görevini ifâ edeceğini; çünkü onun peygamber­
liğinin Hz. Muhammed’in gönderilmesiyle son bulduğu­
nu savunmaktadır (165). Bazı İslâm bilginleri de, İsa’­
nın nüzulünün vuku'bulacağmı, ancak bunda İslâm’a
muhalif bir durum olmayacağını; onun da Hz. Muham­
med’in şeriatiyle amel edeceğini ve onun ümmetinden
olacağım; çünkü İsâ’nm şeriatının Hz. Muhammed’in-
kiyle neshedildiğini ve ancak Hz. Muhammed’in şeriatı­
nın bakî kalacağını ileri sürmektedir. Bazı bilginler ise
İsâ’nın Hz. Muhammed’in halifesi olacağı kanaatinde­
dir <166).
Buharî ve Müslim’de yeralan ve önceki sahifelerde
zikrettiğimiz hadîslerin birincisinde Hz. Isa’nın âdil bir
hâkim olarak vasıf]andnniması Allah’ın adaletini hâkim
kılacak, doğru yoldan sapmış olanlan hakka çağıracak
bir müceddid olması yönünden bir teşbih; «Domuz»u
öldüreceğinden kasıt, Deccâl olsa gerektir.
İkinci hadîste de bir soru sorulmaktadır. Bu da,
Müslümanların Ehl-i Kitab’m bu hal karşısındaki ta­
vırlarının nasıl olacağım ve Hz. İsa bile olsa doğru yol­
da bulunan Müslümanlara uyacağını beyan etmekle o
güne kadar İsâ’yı bekleyen Hıristiyanlarla «Mesîh» bek­
lemekte olan Yahudiler için bir tenbih, ihtar olmalıdır.
Hz. İsâ çıkacaksa, bir peygamber olması mümkün
değildir; çünkü peygamberlik müessesesi Hz. Muham-

165 Bkz. Mevdudt. Kadiyânilik Nedir?, 145.


166 Bkz. IVlevdudt, 2 1 7 -2 2 3 .

202
DÖNMELER TARİHİ

raed. İle son bulmuştur (167). O halele İsa, Hz. Mu-


hammed’ın ümmetinden olacak veya, Taftazânî ve Hay-
semî’nin ileri sürdükleri gibi, Hz. Muhammed’in bir ha­
lifesi olacaktır. Böyle bir gelişte de fe-vkalede bir hal ol­
mayacaktır. Çünkü, yerde ve gökte olanlar Allah’ın
(iKûn» emriyle olduğu ve buna da inandığımıza göre,
eğer Allah Hz. İsa’yı yeniden göndermek isterse bu da
O’na zor değildir. Ancak onun bir aşeriat» getirmesi
sözkonusu olamaz, o, İslâm ile ikmâl edilmiş, tamam-
İanmıştır.
îslâm Dünyasında ve Müslümanlar arasında Mesih
ile beraber Mehdî inancı da yaşamaktadır. Kutluay, Ya­
hudilikteki «Mesih’i intizâr inancı»nın Hıristiyanlıkta
vjsa’nın rücu’u» inancına dönüştürüldüğünü ve bazı
sapık mezhepler yoluyla tslâm Dünyası’na da «Mehdi’yi
intizâr» şeklinde geçtiğini belirtmektedir (168), Böyle
olunca İslâm’da Mehdî ve Mehdîlik üzerinde de kısaca
durmamız gerekmektedir.
b) İslâm’da Mehdi ve Mehdîlik :

Müslümanlar arasında, «Mesîh» inancı ile beraber,


«zulümle dolmuş dünyayı adaletle dolduracak» bir
«Mehdî inancı» da bulunmaktadır. Ancak, Mesîh gibi,
Mehdî konusunda da Kur’ân’da açık bir hüküm yoktur.
Kur’ân^âan sonra, I^sîümaıılar yanında, ikinci derecede
önemli kaynaklardan sayılan, Sahîhân denilen Buharî
(256/870) ve Müslim’in (261/874) hadîs kitaplarında da
«Mehdimden sozedilmemektedir. Bmıun yanında İmam
Azanı Ebu Han ite, el Eş’arî, el Maturidî ve benzeri Sün­
nî kelâm bilginleri de bu konuya temas etmemiş ve

167 Bİ<2. Ahzâb, 40.


168 Kutluay, lYM, 133.

20Î
MESİHLİK V© MEHDİLİK

eserlerinde yer vermemiştir. Çünkü Mehdîlik, daha son­


ra, ((imamet» ile ilgili ve onun bir parçası olarak ortaya
çıkmıştır, Ehl-i Sünnet’e göre (dmamet» inanç esasla-
rındân değildjrf Bunun için ilkdevir eserlerinde (dma"
met» konusu ele alınmamıştır. Sonraları, insanlar ara­
sında sapık inançlar ortaya çıkınca, kelâmcılar bu ko­
nulara eğilmiş; «imamet», «mehdîlik» gibi husûslara da
yer vermişlerdir (169).
Sahîhân’da yeralmadığı halde Tirmizî, İbn Mace,
Ebu Davud, İbn Hanbel gibi muhaddîslerin eserlerinde
«Mehdi» konusunun işlenmesi (170), Müslüman halkın
kültüründe «Mehdî İnanışı»nm canlı olarak yaşamasına
yolaçmıştır. Ancak bu tür hadîsler, çeşitli yönlerden
tenkidden kurtulamamış, lehte ve aleyhte görüş beyan
edenler olmuştur. İbn Haldun, Mukaddime adlı eserin­
de bunları toplamış ve değerlendirmiştir.
İbn Haldun, «bütün asırlar boyunca Müslümanlar
arasında yayılan fikir ve haberlere göre Kıyamet yak­
laştığında peygamberler ailesi azasından bir zât zuhur
ederek dini kuvvetlendirecek, adaleti hâkim kılacak ve
Müslümanlar da ona tâbiiyet edeceklerdir. Bu zât bü­
tün İslâm yurtlarını idare ve hükmü altına alacak, bu
İslahatçı ‘Mehdi’ adı ile anılacaktır. Nihayet sahîh ha­
diste anlatıldığı gibi... Kıyâmet’in yaklaşmasının bir
alâmeti olan Deccâl zuhur edecek ve Kıyametin diğer
alâmetleri de gözükecektir:' Bundan sonra İsa gökten

169 Bkz. Avni İlhan, Meh(Jîlik, İzmir 1976, 8 5 -86 ; Macdonal(J, «Meh­
dî», İA, V II/476: Fığlah, 201 -202.
ı70 Bkz. tii'mizî, Sünen, «Kitabu’l-Fiten», IV /5 05 -506 ; Ebu Davud, Sü­
nen, «Kitabu’l-Mehdi», IV /4 72 -473 ; İbn Mace, Sünen, «Kitabu’I-Fi-
ten», İst. 1981, li/1 3 6 6 - 1367; Ahmet b. Hanbel, Müsned, İst. 1982,
1/84, 11/41.1, 111/27, V/277.

20 4
DÖNMELER TARİHÎ

iıîerek Deccârı öldürecek veyahut Mehdî’nin Deccâl’ı


-öldürmesine yardım edecek; İsa, Mehdî’nin arkasmda
iiamaz kılacaktır» demekte ve Mehdî’nin zuhurunu ka­
bul eden bilginlerin bunu, hadîs üstatları tarafmdan
rivayet edilen hadîslerden istidlâl ettiklerini; inkâr
edenler ise, bazı eser ve haberlere dayanarak bu hadîs­
leri red ve ta’n ettiklerini belirtmektedir (171).
Mehdî hakkında n a k ili!e n hadîsler lehinde ve
aleyhinde olan âlimler çıkmıştır. Muhaddislerden Tir-
mizî, Ebu Davud, Bezzaz, İbn Mâce, Hâkim, Taberanî ve
Stou Ya’lâ Musulî; Mehdî hakkında rivayet edilen hadîs­
leri, bir kısım senetlerle, sahabelerden Ali, İbn Abbas,
İbn Ömer, İbn iVIes’u i Ebu Hureyre, Enes, Ebu Sâid
Hudrî, Ümmi Habibe, Ümmi Seleme, Sevbân, Kurre b.
lyas, Ali Hilâli ve Abdullah ta. Hâris b. Cüz’e isnad et­
mişlerdir. .Mehdî’nin zuhurunu , kabul etmeyenler ise,
bu hadîsleri inkâr etmiş; doğruluğuna tan ve itirazda
bulunmuşlardır, İbn Haldun, Ebu Bekir b. Ebu Heyse-
rne’nin, Ebu Bekir İskâfın «Feva’ldu’l-Ahbar» adlı ese­
rinde Muhammed b, Münkedir’in Câbir’den, onun dal
; Mâlik b. Enes’ten rivayet ettiği hadîse göre Peygamberin
«Mehdî’nin zuhurunu inkâr eden kimse kâfir olur ve
Deccâl’in zuhuru haberini yalanlayan kimse yalan söz
söyler» dediğini; bu sözlerin ne kadar esassız ve müba^
lağah olduğunu; Enes’în rivayetinin doğru olup olma­
dığım Allah’ın bileceğini; ayrıca hadîs imamlarının Ebu
Bekir İskaf’ı hadîsler uyduran bir adam olarak tanıdık­
larını kaydetmektedir (172).
Tirmizî ile Ebu Davud, Asım b. Ebi Necud’dan, o

171 Bkz, ibn Haldun, Mukaddime, Çev. : Zâkir Kadri Ugan, İst. 1968,
11/137- 138.
172 Bkz. İbn Haldun, 11/138- 140.

205
MEŞİNLİK ve MEHDİLİK

da Zırr b. Hubeyş’ten, o da Abdullah b. Mes’ut vasıta-


siyle Peygamber'den şu hadisi naklederler : ((Dünyanın
ömrü bir gün kalmış olsa dahi benim evlâdımdan veya­
hut benim ailemden birini göndermek üzere Allah o gü­
nü uzatır (*). Allah’ın göndereceği bu adamın adı adı­
ma, babasının adı benim babamın adına uygundur.))
Diğer rivayetlerinde ise, «Benim aileme mensup olanlar­
dan biri zuhur edip Arsp ülkelerine sahip olmadık­
ça Kıyâmet kopmaz. Onun adı benim adıma uygun­
dur» (173). Bu iki hadîs güzel (hasen) ve sahih hadîs­
lerden sayılmıştır. Bir kısmı, Asım’ın rivayetlerini doğ­
ru; bir kısmı onun rivayetlerinde yanılabileceğim; bir
kısmı da, onun hadîslerinin zabıtsız ve hıfzının da kötü
olduğunu ile sürmüşlerdir. Ebu Davud da bu hadîsi,
Ali’ye dayanan bir râvî silsilesinden şöyle naklediyor :
(vDünyanın sona ermesine bir gün kalmış olsa dahi Al­
lah benim ailemden birini gönderir, o zât zulüm ile do­
lu olan dünyayı adaletle doldurur» (174). Bu râvîler
arasında Kattan b. Halife de vardır.

Iclî, «Kattan’m rivayet etiği hadîsler makbul ise


de onun hadîslerinde Peygamber ailesine az çok taraf­
tarlık gözüküyor» demektedir. îbn Mu’in de onun Şiî
olduğunu; Ahmet b. Abdullah b. Yunus da ondan hiçbir
ş^ey alınmayacağım; Darekutnî ise onun rivayetlerinin
ctelil olarak alınamayacağını; Ebu Bekir b. Ayyâs, Kat-
tan’ın mezhebinin kötü öldüğünü; Cürcânî ise, imanı
bozuk olduğu için onun rivayetinin kabul edilmiyece-

* Eğer Allah, böyle birisini görK^ermeyi muraci ederse: dünyayı uzat­


maya lüzum kalmadan onu önceden gönderir.
173 Rkz. Ebu, Davud, Sünen, IV /4 72 -473 ; Tirmi?.î, lV/505.
174 Bkz. Ebu Davud, lV /4 72 -473 .

206
DÖNMELER TARİHİ

ğini belirtmektedir (175).


Bu hadîslerin çeşitli şekillerde rivayet edildiği gö­
rülüyor. Ancak öz hepsinde hemen hemen aynıdır. Zu­
lümle dolmuş dünyayı adaletle dolduracak birisidir.
Bazı rivayetlerde Mehdî; peygamber soyundan gelecek;
beş, yedi yahut dokuz yıl yaşayacakdır. Bir başka riva­
yette, Tirmizî, Mehdi’nin avuç avuç para dağıtacağını
belirtiyor ve bu hadîsin hasen olduğunu, amel edilebi­
leceğini kaydediyor. Tirmizî bu hadîsin, Müslim’in Câ-
bir^den naklettiği «Ümmetimin hayatımn son gün­
lerinde biri halifelik eder, o halife mal ve para­
ları avuç avuç verir, servet çok olduğu için para ve
malım saymaz.)) hadîsinin tefsiri mahiyetinde olabilece­
ğini belirtiyor, tbni Said’in rivayetinde ise bu hadîs,
«Sizin halifeleriniz arasında mal ve paralan avuç avuç
(saymadan) veren bir halife gelir» şeklindedir. Müs­
lim’in rivayetlerinde Mehdî lâfzı geçmiyor (176), Mal
l olluğu ve kimsenin mal, para kabul etmez olacağı ile
ilgili hadîsler Buhari’nin Sahih’leri arasında, Kıyamet
alâmetleri ile ilgili olarak zikredilmektedir. Burada da
Mehdî lâfzı geçmemektedir. Buhari şârihleri, Hz.
Ömer’in tedbirleri neticesinde Hz. Osman devrinde bu
halin görüldüğünü kaydetmektedir (177).
Mehdî ve onun dünyamn sonu geldiğinde zuhuru­
na dair rivayet edilen hadîslerin azı müstesna hepsi
tenkid edilmektedir. Mehdî’nin zuhurunu inkâr edenler,
Haşan Basrî'nin şu hadîsini de delil olarak alırlar : «İsa
b. Meryem müstesna olmak üzere Mehdî yoktur». Bu

175 Bkz. İbn Haldun, 11/142-143.


176 8 k2 . İbn HaJdun, 11/143-150.
177 Bkz. Buharî M ühtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, V U I/472,
X ll/3 Û 7 -3 0 8 .

207
MESİHLİK ve MEHDİÜK

hadîsi Haşan Basri'den rivayet eden Muhammed b. Ha-


lid Cendi’nin güvenilir olduğunu söyleyenler, yanında,
onun kimliğinin bilinmediğini de ileri sürenler vardır.
Bundan başka «îsa b. Meryem’den başka Mehdi yok­
tur» hadîsi, «İsa’dan başka beşikte iken konuşan yok­
tur» şeklind.e açıklanarak tMehd» beşik anlamına ham-
iedilmiştir (178). îbn Haldun, bu tür açıklama ile Meh-
riî’nin geleceği yolunun kesilmek istendiğini; ancak Cü-
raye (Cüreyc) hadisesinde (179) çocuğun konuşması
gibi harikalarla bu görüşün reddedildiğini belirtmekte­
dir.
Sufilerden Mehdî hakkında en çok söz söyleyen zât,
Muhiddin İbn Arabî ile îbn Kissı olmuştur. Bunlar, az­
gınlık ve kötülük çağından sonra hakikat ve hidayet
yolunun peygamberler tarafından aydınlatıldığını; Pey­
gamberliğin arkasından halifelik, halifeliğin arkasmdan
hükümdarlığın geldiğini, velayetle Fatıma evlâdından
zuhur edecek kimseye, onun arkasından Deccâl’ın hu­
rucuna ve bunu küfür çağının takip edeceğine işaret
ederler. M. İbn Arabî, «Anka-î Mağrib» adiz eserinde,
dünyanm sonu geldiğinde zuhur edecek olan Mehdı’yi
'•Hatemü’l-Evliya = Velîlerin sonuncusu» adı ile anmış;
Mehdî’nin Fatıma evlâdından olduğunu, Cümel hesabı­
na göre 683 hicri yılında zuhur edeceğini söylemiş; far
kat bu çağ gelip geçtiği halde Mehdî zuhur etmeyince,
onu doğum yılına hamlederek, 710 hicıi de zuhur ede­

178 Bkz. İbn Haldun, 11/165-166.


179 Cureyc ve diğ er beşikte konuşanları için bkz. Buharî, Sahîh, İst.
1257, 11/60-61, IH /1 0 8 -1 0 9 . IV /1 4 0 ; AyrH, U m detü ’l-Kârî li Şerhi
Sahîhi’l-Bııharî, l l l / 7 M - 7 1 7 , V I/1 5 9 -1 6 0 , V II/4 6 9 ; İbn H acer el-As-
kalanî, F eth ıı’l-Bâri. M ıs ır 1304, lV /2 8 0 -2 8 1 , 4 8 0 -8 3 , V /1 2 6 -1 2 7 ,
VI/Ö 11; İbn Kesir, El-Bidaye ve'n-Nihaye fİ'l-T arih , M ıs ır 1932,
1/136; Kasım Kufralı, «Cureyc - Curayc», İA, İst. 1977, 111/247,

208
DÖNMELER TARİHİ

ceğini ve 26 yaşında olacağım ileri sürmüştür. Kindî


de, «Ebced hesabı» ile Deccâi’m 743’de çıkacağım, İsa’­
nın da hicrî 698’de gökten yere ineceğini iddia etmiş-
lii (180).
Şiî fırkaları bu hususta rivayet edilen hadîsleri de-
JU olarak kabul ederek «Tmanıet» ve «Halifeliğin», Pey­
gamber ailesine döneceğini beklerler. îmamiyye ve Ra-
fızıler, bu delillerden hareketle, Ali’nin Ebu Bekir ve
Ömer’den daha faziletli olduğunu; Peygamber’in «İma­
met» i Ali’ye vasiyet etmiş bulunduğunu; Ebu Bekir ve
Ömer’den bezmelerinin bu delillere dayandığını; îsma-
iliyye de «hulûl» tarikiyle «İmam» m ulûhiyetini iddia
ederler. Bunlardan bazıları ruhun tenasühü (ölen
İmam’ın ruhunun imam olacak zâta intikali) yoluyla
ölen İmam’ın dirileceği; bazıları da ölmüş olan imamın
«ric’at»ını beklerler.
İsnaaşeriyye (12 İmama inananlar); Onikinci İmam
Muhammed bin Asker’i Mehdî lâkabiyle anar ve onun
annesiyle Hille’de bir bodrumda gizlendiğine, zamanın
sonu geldiğinde, -dünyayı adaletle doldurmak için ge­
leceğine inanır. Bunlar, bugüne kadar, bodrumun ka­
pısına gelip onu çıkmaya çağırır (='0 , çıkmayınca çağır­
mayı ikinci güne bırakıp dağıhrlar (181).
Ehl-i Sünnet’e göre Yahudiliğini devam ettiren Ab­
dullah b. Sebe (Sevda), Tevrat’taki v^âyet doktrinini

180 Bkz. Ibn Haldun, 11/169-176.


* S abatayistler (D önm eler) de, Sabatay’ı çağırırlar. G elm eyince ça­
ğırm a işini İkinci gürle bırakarak dağılırlar.
•Î81 Bkz. İbn Haldun. 11/167-168; Kutluay, İY M , 1 0 8 -1 1 3 ;- M uhsin Ab-
dulhamid, İslâm 'a yönelen Y ıkıcı H areketler, Çev. M . Saim Yep-
ro m -M a sa n Güleç, sf. 47.

209
MESİHLİK ve MEHDİÜK

ve. daha ilerisim söyleyerek, Müslümanların dinini if­


sada çalışmış; Yahudilerin ve Hıristiyanların İsa’nın
katli konusundaki görüşlerini Hz. Ali için kullanmış
grubu Mehdî’nin, Ali b. Ebi Talib’den başkası olmadı^
ğmı savunmuştur (182),
Şiî fırkalarından «Gulat» adını alanlar, daha ileri
giderek, imamların ilâhhğına kail olmuştur. Bundan do­
layı «Mehdî» iddiasıyle çok sayıda kimıse ortaya çıkmış­
tır. Hattâ bazıları, Mehdî olduklarım ilân ederek orta­
ya çıkıp, etraflarına inanan bir zümre toplamış; fakat
öldükten sonra bu gürûh dağılmış ve böylece de hedef­
lerine ulaşamadıklan görülmüştür. Her yüzyılda haber
verilen Mehdî’nin kendisi olduğu iddiası ile ortaya çı^
kan insanların sayısı da az olmamıştır (183).
Bir kısım araştırıcı, Şia gruplarınca inanılan «Meh-
dî-i Muntazar» fikrinin Yahudilikteki «Mesîh-i Munta-
zar» fikrinden alındığı kanaatindedir (184). Yine Şiî-
Bâtmî bir mezhep olduğu kabul edilen Babaîliğin ku­
rucusu kendinin beklenen «Mehdî»; Kadiyanîliğin ku­
rucusu Mirza Gulam Ahmed de kendisinin «Mehdî-Me^
sîh» olduğunu iddia ve ilân etmiştir (185) .
Yaşar Kutluay, Mehdî konusunda şöyle diyor :
((‘Kurtaran', ‘Hidayete erdiren’ gibi anlamları olan Meh-

^S2 Bkz. Şehristanî, 1/173-174; , Kutluay, lYM, 8 7 -89 ,


183 Bkz. İbn Haldun, 1/500-502.'
î84 Bkz. Ahmet Çelebi,"Mukareiıâtu'l-Edyân, Kahire, 1966, i/190; Kut­
luay, İYM, 78-112; Dinler Tarihi Ansiklopedisi, Gelişim Yay,, 1976,
1/83, 105-106.
185 Bkz. H. Tanyu, TBYT, 1/241 -253; Kutluay, TGİM, 137- 144; Mevdudî,
Kadiyanilik Nedir?; Muhsin Abdulhamid, 161-163; Fığlalı. Ahme-
diye Mezhebi (Kadiyanilik), (Basılmamış Doçentlik Tezi), Ankara
1976.

210
DÖNMELER TARİHİ

dî müessesesi bilhassa Şiî mezheplerinde çok yer tut­


maktadır. Bir liderin önderliğinde isyana girişen bir
mezhep, başarı kazanamayıp liderini kaybedince hemen
onun ölmediğini, bunun görünüşte bir ölüm olduğunu
ileri sürüp, tekrar rücuûnu beklemektedir. Başlangıç
tan sona kadar bu akide bütün Şiî mezheplerinde bu
İunmaktadır. Aynı tarihî maceraları geçiren haricîlerin
bazı kollarında, îsmailîlerde ve hattâ Sûnnîlerde Mehd
görüş ve rivayetlerine rastlamr.
Hıristiyanlık ve Yahudilikteki Mesîh ve mesîhlerin
ric/atlerini intizar görüş ve akideleri ile Mehdî akide­
leri arasında bir bağ bulunup bulunmadığı üzerinde
durmaya lüzum görmüyoruz. Her iki cephede de İçti­
maî şartların tesiriyle aynı yola gidildiği şeklindeki gö­
rüş kabul edilmiş görülmektedir. Tatmin olunmayan,
başarı kazanamayan kitleler, ümmetlerini böyle bir ide­
ale bağlamakta olabilirler. Gerçek ne olursa olsun, müs­
takbel bir kurtarıcı fikri cemaatler arasmda daima ya^
şayagelmiştir. Bu fikirden hareket ile son yüzyıl içeri­
sinde iki büyük hareket meydana gelmiştir. Bunlar ön­
ce Bahaîlik (1817-1892), az sonra da Ahmedılik (Kadi-
yânilik, 1835 1908) hareketleridir (186).
Şehristanî, Şia’nın Galiye (='0 grubuna dahil olanla­
rın «İraam))ları konusunda çok aşırı gittiklerini; bazan
Yaratan’ı yaratığa, bazan da yaratığı (imam’ları) Yara-
tan’a benzettiklerini kaydediyor ve şöyle diyor : «Onla­
rın bu görüşlerinin kaynağı; Hulûliye, Tenasûhîye, Ya­
hudi ve Hıristiyan inançlarıdır. Çühkü Yahudiler, Ya-
ratan'ı yaratığa; Hıristiyan 1ar da yaratığı Yaratan’a

’ 86 Kutluay, TGİM, ^37.


* Hz. Ali veya soyundan gelenlere ya da başka şahıslara müfrit
görüşler atfedenlere «Gulât» veya «Galiye» denilir. Aşırı Alî taraf­
tarlığı olarak da ifade edilir.

211
MESİHLİK ve MEHDİLİK

benzetmişlerdir. İşte bu benzetmeler, Şia’mn aşınlaxı-


nm zihmlerine yeretmiş ve bununla da ‘îmam’larma
tanrılık isnadına varmışlardır» (187).
İbn Haldun'un Mukaddime’sini tercüme eden Z.
Kadrî Ugan, eklediği notta (Halifelik’le ilgili 77. not)
şöyle diyor : «... Şiilik, İslâmlığın düşmanı ve İ&lâm’a
kin besleyen yahut ancak hayatın icabı olarak îslâm-
iığı kabul eden Zerdüşt, Yahudi, Hıristiyan ve Brahman
gibilerin ata ve babalannm dini öğretilerini İslâmlığa
sokmak ve karıştırmak isteyenlerin bir sığınağı olmuş­
tur». Devammda o, Kur’ân tefsirleri ve hadîsler aracına
Tevrat, İncil ve Talmut gibi İsrailiyât unsurlarımn ka­
rıştırıldığım; Şiîlikteki Ali’ye «İlâhlık» isnadı, İmamla­
rın öldükten sonra dirilmeleri veya kimseye görünme­
den yaşamaları; Yahudilerin pek cüz’i azap görecekle­
rine inandıkları gibi, Şiîlerin de Şiî olanların cüz’î bir
azap göreceğine inanmaları; Peygamberliğin arkasının
kesilmemesi gibi inançların Yahudilikten Şiîliğe geçti­
ğini kaydediyor. Ruhların tenasühü, Tann’ya cismanî.
vasıllann isnadı, Tann’nın insanlara huiûlü gibi Brah­
man ve Mecusî akidelerinin hep Şiîlikte görüldüğü;
İmam’m Tanrı’ya nisbetinin, Tlıristiyanhktaki İsa’nın
Tanrı’ya lüsbeti şeklinde Şiîlik inancı arasına sokuldu­
ğu ve pek çok müsteşrik, Şiî akidesinin temehnin Ya­
hudilik (Vellihausen’e göre); Fars akideleri (Dozi’ye
göre) olarak gösterdiğini ileri sürdüklerine de yer ve­
rilmektedir (188).
Keskioğlu da, «Mehdîlik nazariyesi, Yahudilikten
gelmedir. Nüzûl-î İsa akidesine de benzer» demektedir.

187 Şehristanî, 1/173.


188 Bkz. İbn Haldun, 1/675-677.

212
DÖNMELER TARİHİ

O, bu hususta, hiç bir âyet bulunmadığı gibi, sahîh hiç­


bir hadîsin de olmadığım; halbuki şimdiye kadar yüz­
lerce Mehdî türediğini ve İslâm’ın başına belâ kesildi­
ğini; bu hususu da Ömer Seyfettin’in (Mehdi) (*)
adlı hikâyesinde güzel işlediğini kaydetmektedir.
Muhsin Abdülhamid; bu fikrin esas ve kökleri iti­
bariyle şark inançlarından, Hıristiyanlıktan ve bilhassa
Yahudilikten İslâm toplumuna intikal etmiş olan ric’at
(geri dönüş) fikrine dayandığını; bu fikri Abdullah b.
Sebe’nin terennüm ettiğini ve Hz. Muhammed’e tatbik
ektiğini belirtmektedir. Şiîlerin maruz kaldığı haksızlık­
ların, kendilerinde intikam hisleri doğurduğunu ve bu
esnada zihinlerine Mehdîlik fikrinin yerleştiğini; Kur’-
an’da Mehdî’nin geleceğiyle ilgili âyet bulamayınca ha­
dîse sığınmak zorunda kaldıklarını; bu yüzden birçok
hadîs uydurup cemiyete yaydıklarını ileri sürmekten­
dir (189).
H. 910'da ölen, kendisini Mehdî olarak ilân eden
hirisi ile ilgili «Mezhep imamlan« ve bazı âlimler görüş
beyân ederek onun sahte, asılsız ve bâtıl olduğuna dair
fetvalar vermişlerdir (190) . Ancak, bu âlimler, Âhır-Za-
ma'n^da bir Mehdî’nin çıkacağını kabul eder görünüyor­
lar.
Muhamrned Tanci; Şiîlerin, Mehdî meselesini siya­
sî bir hareket olarak aldıklarını; Mehdî’nin Ehl-i Beyt’-
ten olacağını söyledikten sonra, Ehli Sünnet tarafından
zorla zaptedilmiş Hilâfet’i, onlardan kurtararak Ehl-i

* Bkz. Ömer Seyfettin. »Mehdî», Bomba. İstanbul 1973, sf, 108-115-


■589 Bkz. Muhsin Abdulhamit 4 7 -49 .
190 Bkz. Ali Yumuşak, Mehdîlik Meselesinde Bazı İslâm A lim lerinin
Görüşleri, A.Ü. İlahiyat Fakültesi (Lisans Tezi)

213
MESİHLİK ve A/lEHDİLİK

Beyt’e iade edeceğini iddia ettiklerini; Ehl-i Sünnet ise


Mehdî’nin, hidâyet etmek, doğru yolu göstermek fiiliy­
le ilgili olduğundan, bu vasıfları taşıyan her Müslüman
âliminin Mehdî olabileceğini; müciddidlerin de insan­
ları din üzere doğru yola götürdükleri, iyiyi ve güzeli
tavsiye ettikleri için birer «Mehdî» olabilecekleri görü­
şüne sahip olduklarını (191) ifade etmektedir.
Bu husûsu, insanın bir zaafı olarak gören Gövsa
şöyle diyor : «Galbden haberler beklemek ve harikula­
deliklere ihtimal vermek, insahların umumî bir zaafı­
dır. İslâm avamı arasmda da Mehdî ve Deccâl inanış­
ları buna benzer. Mehdî, kurtarıcı ve doğru yolu gös­
terici bir timsal, Deccâl ise, dünyayı karıştıracak, alt -
üst edecek bir tiptir ve İkincisi güya Kıyâmet’e yakın
zamanlarda zuhur edecek ve îsa, gökyüzünden inip
onu öldürerek, insanları, onun şerrinden kurtaracak­
tır. Bu tarzdaki müphem rivayetler ve inanışlar bazı
devirlerde hâdiselerin ilcasile (zorlamasiyle) yahut mad­
dî ihtiyaçların tazyiki ile ve bUhassa cehaletin ve es­
rarengiz meselelerle uğraşmanın fazlahğı nisbetinde,
kuvvet kazanmıştır» (192),
İbn Haldun; bu hususta bir gerçek kabul edip kat’î
bir hüküm verecek bir şey varsa, o da; gerek dine dave­
tin ve gerek devletin ancak kudretli ve şevketli bir asa-
öiyyet sayesinde yayılacağı ve kurulabileceği; hu asa-
biyyetin o din ve devleti üstün kılmak için çalışması,
karşı koymak isteyenleri defetm esi ve Tann'mn iradesi
yerini buluncaya kadar hu şekilde hareket etmesinin
lâzım geldiğini belirtiyor ve ahmak tabiatlı, tecrübesiz,
kendilerini doğru yola sevkeâecek akıl ve bilgileri ol-

1Ö1 Muhammed Tawtl et-Tanci, A.Ü.İ.F. 1972 yılı Mezhepler Tarihi


Ders Notları.
192 İbrahim Alaattin Gövsa, Sabatay Sevi, İst. 1939, 10.

21 4
DÖNMELER TARİHİ

mduan kimselerin ancak Falıma neslindenim deyip or­


taya çıkanların davetlerine uyduklarını, bu hâlin, Arap­
ların göçebelik devrinde yollarının kesilmesi, yağma
edilmeleri ve dinî bilgilerinin eksikliğinden ileri geldi­
ğini (193) ifade ediyor.
Mehdi ile ilgili hadîsler iki grupta mütalâa edilmek­
tedir :
1 — Metninde, «Mehdî)) kelimesi geçen hadîsler.
2 — Metninde, Mehdî ismi geçmeksizin, sadece
âdil bir halifenin zuhur edeceğini haber veren
hadîsler.
Muhaddisler, âdil halifeden maksadın «Mehdî» ol­
duğu görüşündedirler (194).
Bazı hadislerde Mehdî’nin EhU Beyt’ten, Fatıma
evladından (195) olacağı işlendiğinden dolayı bu hadis­
ler çeşitli şüphelere ve tenkidlere yolaçmıştır. Bununla
beraber Mehdîlik, daha ziyade, Şia’nın inanç akideleri
arasında yer almakta ve inanç esaslarının kilit taşla­
rından (*) birini oluşturmaktadır. Bunlarda Ali neslin­
den bir Mehdî, Yahudilenn Davud soyundan bir Mesih
beklemeleri akidelerine çok benzemektedir. Bu da, yu-

193 Bkz. ibn Haldun, 1/323, H /179- 184.


194 Ebu’l-Â’lâ et-Mevdudî. 225. (Bu eserde Mehdiiikle ilgili hadisler
yeralmaktadır. Metninde «Mehdi» lafzı bulunan hadisler, daha çok,
F.hl-i Beyt'le ilgilidir. Bunlarda da, Ehl-i Beyt'e bir merbutiyet
açıkça görülmektedir).
195 Bkz. Ebu Davud. Sünen, lV /4 7 2 -473; İbn Mace, Sünen, 11/1366-
1367; Ahmet b. Hanbel, 1/84, 11/1367-1368,
' Şiîlik’te Mehdî inancının yeri, önemi ve gelişmesi hakkında bkz.
E. Ruhi Fıglalı, «Mesîh ve Mehdî inancı Üzerine«, A.Ü.İ.F.D.
X X V /2 0 3 - 209.

215
MEŞİNLİK ve MEHDIUK

kanda görüş beyan eden âlimlerin Şiîlikln, Yahudili­


ğin tesirinde kaldığı görüşlerini kuvvetlendirmektedir.
Çünkü İslâm’a giren Yahudiler, eski inançlanndan ge­
tirdikleri an’anelerini, çeşitli kisveler altmda, özellikle
bu akidelerine imkân veren olaylardan istifade ederek
yerleştirmiştir. Ancak bu inançlar, diğer Ehl-i Sünnet’-
ten olan halk araşma da girmiştir. Mehdi; hidayete er­
diren, doğru yolu gösteren anlamındadır. Böyle olunca
Iıer müceddid, bir Mehdî'dir. Ayrı bir vasıfta Mehdî
beklemek ve her mehdiyim diyene inanmak çeşitli hu­
zursuzluklara yol açar ve açmıştır. Çünkü, hayli kimse
(■Mehdiyim)) deyip orta\a çıkmıştır. Eğer bu Kıya­
met alâmeti olarak kabul edilse idi, şimdiye kadar çok
kıyametler kopardı. Kıyâmet’in ne zaman kopacağını
ancak Allah’ın bileceği ve Hz, Muharamed’in Son Pey­
gamber olduğu ve O’ndan sonra Peygamber gelmiyece-
ği beyan duyurulmaktadır (196). Böyle olunca; «Pey­
gamberim» iddiasıyla ortaya çıkanların yalancı olduğu
da bilinmektedir.

İslâm Ansiklopedisi’nde, Şiîlerle Sünnîler arasında­


ki mühim bir nokta şöyle ifade ediliyor ; «MehdîHk
mes'elesi, Şiî itikadının esası bir kısmını teşkil ettiği
halde, Sünnî itikadında öyle değildir. Her Sünnî Müs­
lüman, Kıyâmet hakkındald düşüncelerinin bir nokta­
sı olarak, dini yeniden kuracak bir kimse olacağını ka­
bul eder, fakat buna Mehdî denileceğini kabul etmez.
İki Sahîh’in hiç birisinde (Müslim ve Buhari’de) ‘Meh­
dî’ bahis mevzuu edilmez. Aynı şekilde, Sünnî kelâm
âlimleri bundan bahsetmezler)) (197).

196 Bkz. Lokman, 34; Ahzâb, 40.


197 Macdonald, <-Mehdî«, İA, Vlî/476.

21G
DÖNMELER TARİHİ

M. Abdülhamid, bu hususta şöyle görüş beyan et­


mektedir ; «Bu itikadî mes’ele, İslâm toplumunun ve
bütün insanlığm varlığı ile ilgilidir. Hakikatte hiç bir
kıymet ifade etmeyen ve inanç gerektirmeyen zannî
haberlere dayandırılması da mümkün değildir. Bu ha­
berlerin bir an için sahîh olduğunu düşünsek bile Kur’-
ân-ı Kerîm her ana mes’elede gerekli açıkhğı getirmiş
ve kat’î sözü söylerniştir. Çok önemli bir itikadî mevzu
olmasına rağmen Kur’ânı Kerîm’de buna dair bir ha­
berin bulunmayışı, meselenin bâtıl olduğuna ve yoklu­
ğuna kuvvetli ve yeter bir delildir» (198).
Bazı kaynaklar, Yahudilikteki Mesîh inancı ile İs>
lâm’daki Mehdî inancını aynı görmüş olmalı ki, Me­
sih’ten ve Kabbala’dan bahsederken Mehdîlikten bah-
sediyorlar (199).

Hıristiyan an’ânesine göre, İsa’nın doğuşunda, men­


sup olduğu ailede, doğduğu memlekette ve ölümünde;
Mukaddes Kitapların haber verdikleri bütün şartlar
tahakkuk etmiştir. Fakat Yahudiler, İsa’yı Mesîh olarak
kabul etmedikleri içi];ı, asırlarca «Mesîh»! beklemişlerdir.
Onlar, vatanlarını kaybettikten sonra, gelecek Mesih’in
kendilerine vatanlarım iade edeceğini ve onun başkan­
lığında devletlerini kuracaklarmı ümit etmiş; Mesih’i
yalnız bir Peygamber olarak değil, aym zamanda (Hz.)
Davut soyundan bir kral olaraJt, büyük bir devlet ku­
racak ‘ve bütün dünyaya Yahudiliğin hükümran olma­
sını sağlayacak yüce bir kişi olarak görmüşlerdir. Din­

188 M. Abdülhamid, 52.


199 Bkz. Kamii Paşa, Tafih-i Siyasî, İst. 1327, 11/104; Abraham Galante,
NDSS, 12; J. v6n Hammer, Osmanh Devleti Tarihî, Çcv. M eh­
met Ata, İst. 1947, X l/1 6 5 - 168.

217
MESİHLİK ve MEHDİLİK

ler Tarihi, eski nıilletlerin hepsinde buna benzer inanç­


ların yaşadığını kaydetmektedir. Bu inançla, hemen he­
men her yüzyılda mesîhlik iddiasında bulunan kişiler
zuhur etmiştir (200). Hz. îsa, Allah katından bir Me­
sih olarak gelip, memleketler fethedecek bir ordu ge­
tirmeyince, Yahudiler onun mesîhli^ne inanmadı
ve onu öldürmek için tuzaklar kurdular. O günden bu
tarafa Yahudiler, kendilerine va'dedilen Mesih'in ge­
lişini beklemektedirler. Kitapları da, onun getireceği
altm çağın renkli hülyaları ile doludur (201). Yahudi­
lerce Tanrı'nın devleti MESÎH’le kurulacaktır (202).
Bu gelecek Mesih, Hz. Davud’un tahtı üzerinde otura­
cak, adaleti sağlayacak, kurt kuzu ile, kaplan oğlak­
la, buzağı arslanla bir arada olacak ve İsrail’in sür­
günlerini de Mesih toplayacaktır (203).
Yahudiler arasında, her memlekette, her devirde,
Mesihlik iddia eden kimseler çıkmış ve taraftar bulmuş­
tur. Hâlâ da bu görüş yaşamakta (=‘') ve taraftar bul­
maya devam etmektedir. İşte bunlardan biri SABATAY
SEVİ’dir.

'<^00 Gövsa, 10; Örs, 357; Mehmet Taplamacıoğlu, Karşılaştırmalı Din­


ler Tarihi, Ankara 1966, 176.
201 Bkz. Mevdudî, 214.
202 Bkz. Örs, 357.
203 KM, İşaya, Vtl/14, IX /6.-7, X )/1 -1 3 .
" Fransız Sorbon IJniversitesi Profesörlerinden Yahudi Bash, 23 Ni­
san 1916 tarihinde Gustave Herve’nin gazetesine «Yahudilere Hi­
tabe» başlığı altında şunları yazdığj kaydedilmektedir : «Arka­
daşlar, gün yakındır, her şe y bunu haber veriyor. Devâsâ topların
gürültüsünden ve mitralyözlerin şimşeklerinden sonra Mesîh, sizin
Mesîhiniz zuhCır edecektir...» (Bkz. C. Rıfat Atilhan, Gizli Devlet
ve Fesat Programı, sf. 48],

218
111. BÖLÜM

MÜNÂFIKLIK VE DÖN M ELİK (*)

KMünâf:iki> iİQ »Dönmen kavramları, lügat ve ıstı-


lahî mânaları arasında yakın benzerlikler bulunan iki
kelimedir. Bu iki kavram arasında her ne kadar yakm
benzerlik ve hattâ eşanlamlılık bulunsa da; Müslüman -
Türk Toplumu’nun, binni diğerinin yerine kullanma­
mağa, umûm ve husûs farkına riâyete âzâmî derecede
önem verdiği dikkat çekmektedir.
Münafık kelimesi Arap toplumu arasına İslâmiyet
ile girdiği gibi (1); <^Dönme^) kelimesi de Türk toplu­
mu arasına Sabatay Tzevi (Sevi) ve cemaatinin Müs­
lüman olmuş görünmesiyle girmiştir. nDönme» ve aDön-
melikf) tâbiri, ilk önce, Türkler tarafından belirli bir ce­
maate alem olmak üzere kullanılmış; Türkler dışında,
İslâm âleminde- (2) ve Batı’da da bu tâbir aynen mu-

Bu bölümde' herhangi bir kimseyi töhmet altında btrakmamak için ras­


gele kullanılan «münafık» ve «dönme» tâbiri üzerinde değil, münâ-
fıkliğı Kur'ân’a; dönmeliği de kaynaklann ittifak ettiği, aslına uygun
şekle göre incelemeye çalıştık.
1 Bkz. Ahmed Emîn, Fecrü’i-îslâm, Çev. Ahmet Serdaroğlu, Ankara 1976,
sf. 94.
2 Bkz. Muhammed Harb Abdullhamîd, «Yehûdu’d Dönme», el Arabî,
Kuvvet 1980, sa. 225, sf. 4 2 -49 ; Muhammed Cuma el-Adyî, «Hel
Küllü’l Edyâni’s-Semâviyye Ted u ile’l-Hayr?», ed DaVet, Riyâd 1982,
sf. 18-19 (Bu İki diergicie «ed Dönme» şeklinde kullanılmıştır).

219
DÖNMELER TARİHl

hafaza edilmiştir (3).


Biz, bu iki kelimenin, etimolojisine girmeden, ara­
larındaki benzerlikleri ortaya koymak, ifade ettikleri
husûsları sergilemek için kelime ve terim anlamları
üzerinde duracağız.
A — Kelime Olarajc Münâfık ve Dönme :

a) Münâpk : Nifak çıkaran; mürâî, riyakâr, iki


yüzlü; mütereddid, kararsız; dalavereci, aldatıcı; kalbi
iıasta; özü-sözü bir olmayan kimseler için kullanıldığı
jçibi (4); kendini dost suretinde gösteren; sözünde dur­
mayan ;§irk ve küfrünü gizleyip imân ettiğini, Müslü­
man olduğunu açıklayan; zahiren inanmış göründüğü
halde bâtmen kâfir olan; imân etmediği halde kendini
öyle tamtan; bir kararda kalmayan dönek kimseleri tav-
>sîf etmek için kullanılmaktadır (5).

3 Bkz. N. Slousch, «Les Deunmeh», Revue du Monde Musulman, Pa­


ris 1908, X ll/4 8 3 -4 9 5 ; J.l. Bendt, Die Dönmes oder Mamm în Sa-
lonichi, in Ausland 1888; H. Hruby, «Le Judaism et L’idee Mes-
sianique«, Shalom. Chıretiens a l'ecoute des grandes Reİigions,
Desclee de 8rowr 1972, sİ. 320-322 (I. H, Dalmais'İn Direktörlüğün­
de hazırlanmış): Abraham Galrnte, Nouveaux/ Documehts Sur Saba-
tai Sevi, İst. 1935; Gershom Scholem, Le Messîanisme Julf, İngi­
lizce’den Fransızca’ya Ter. Bernerd Dupuy, Calmann-Levy 1974, sf,
210: R. Gottheil, -Donmeh», The Jevvısh Encyc., IV/633.
Bkz, Ahterî Karahisarî, Ahterî Kebir, İst. 1319, il/349; M. Salâhî, Ka-
mûs-i Osmanî. İst. 1322, IV. kısırn, sf. 535; Ş. Samî, Kamûs>i Türkî, İst.
1317, sf. 1409; Muallim Naci, Lûgat-j Nâcî, sf. 840; F. Develioğlu,
OsmanlIca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, sf. 865; İbn Manzûr, Lisânu’t-
Arab, Beyrut 1970, 111/693-94; Türk Ansk. X X V /3 0 .
5 Bkz. Kamûs-i Osmanî, sf. 535; Kamûs-i Türkî, sf- 1409; Ahterî-I Ke­
bir. 11/349; Lûgat-i Mâcî, sf. 840; Lisanu’fArab, 111/693-94; H. Tahsin
Emiroğlu, Esbâb-ı Nüzûl, Konya 1965, Xll/265; Sahîh-i Buharı Tec-
rîd'i Sarîh Tercemesi, (3. Baskı), Ankara 197Û, 1/33.

220
MÜNAFIKLIK ve DÖNMELİK

-b) Dönme : İsim olarak dönmek eylemini içine


alır. Dönmek; yönelmek, avdet etmek, geri gelmek, de­
ğişmek; bir yandan bir yana dönmek; söylediği bir fi­
kir veya düşünceden vazgeçmek; bırakılan bir işe veya
konuya yeniden başlamak anlamındadır. Dönmek’den
«dönek» de gelir : sözünde durmayan, sık sık inanç ve
düşünce de^ştiren, kaypak.
«Dönme» kelimesi, din değiştirme, başka bir dinde
iken Müslüman olma, «mühtedî» karşılığında da kulla-
mhr. Aynca, grup, parti, demek ve siyasî kanaatlerdeki
değişiklikler de bu kelime ile ifade edilir (6). Fransızca
v‘renegat« ve «convertl»; İngilizce «convert»; Almanca
vrenagat», bu kelime karşılığında kullanılır (7).
B — Terim Olarak Miinâftk ve Dönme ;

1) Münafık ve Münafıklık : Asr-ı Saâdet’te zâhi-


ren Müslüman olduklarını açıklayıp, bâtınen küfürleri­
ni sürdüren; İslâm’m başlangıcından beri Allah’a ve
Ahiret Günü’ne inamnadıkları halde, mecburen ve is­
teksiz olarak Hz. Muhammed’e uymuş olan kim&eleri
işaret etmek; onlann hallerini Peygamber’e ve dolayı-
sıyle Ümmeti'ne açıklamak için Kur’ân-ı Kerîm’de nifak,

6 Bkz. H. Kâzsm Kadri, Türk Lügati, İst. t928. 111/80-803; Kamûs-i


Türkî. sf. 634; Ansiklopedik Türkçe Sözlük, İs t 1964, sf. 128; Mey­
dan Larousse, 111/861-62, 895; F'. DevellioğlUj OsmanlIca-Türkçe
Sözlük, sf. 67, 854; Özer Özenkaya, Toplumbilim Terimler Sözlüğü,
Ankara 1975. st. 37; Bekir Sıtkı Saykal, Tarih Terimleri Sözlüğü,
Ank. 1974. sf. 42.
7 Bkz. Dlctionnaire de la Lanque France, Paris 1873, 1/975 ve IV/1614;
Larousse du X X e Siecle, Paris 1929, il/456; Grand Larousse, 111/472;
Petit Robert, Paris 178, sf. 388, 1603; Ş, Sami, Kamûs-i Fransevî,
İst. 1905, 1/600 ve 11/1876; Fahir İz. İngilizce Türkçe Sözlük, Ankara
1971; J. Kastein, Sabbatai ZeVi^i, Berlin 1930, 313-328.

221
DÖNMELER TARİHİ

münâfıkûn ve münâfi'kat kelimeleri kullanılmıştır (8).


Kur’ân’da, inanmadıkları halde, «Allah’a Âhiret
Günü’ne inandık)) diyen ve böylece iman eden kimse­
leri aldatmağa çalışan bir kısım insanlar işaret edil­
mekte (9); bu kimselerin yalancı olduğu, riyakârlık
ettiği ve kalplerinde hastalık bulunduğu (10); yeryü­
zünde fesat çıkarmak istedikleri (11); iki yüzlü olduk­
ları ve iki cemaat arasında bocaladıkları (12); Allah’a
inananlara oyun etmek istedikleri (13); dış görünüşle­
ri ile içlerinin bir olmadığı, gösteriş içinde bulunduk­
ları Ü4) ifade edilmektedir. Bu hal üzere olari kimse­
lerin, Hz. Mulıammed’e geldiklerinde de, «Şehâdet ede­
riz ki, sen muhakkak Allah’ın Peygamberisin)) dedik­
leri; bunu Allahda bildiği halde onların yalan söyledik­
leri; yemini kalkan olarak kullandıkları; imandan son­
ra küfretmiş oldukları; düşmanlık içinde bulundukla­
rı Peygamber’e hatırlatılmakta ve bunlardan sakınma­
ları istenmektedir (15).
Bu kimselerin mü'min olmadıkları ile ilgili olarak

8 Bkz. Bakara, 8 -2 0 ; Nisâ, 138-143; Mâide, 33; Tevbe, 64-74; Ah-


zab, 12-18, 48; Hadîd, 13-14; Haşr, 11; Münâfîkûn, 1-1 1 ; Lîşan’ü’l-
Arab, 111/964 965; et'TabeH, Muhammed b. Cerîr, Câmîu'l-Beyân fî
Tefsıri’l-Küran (Tefsîm't-Taberî),- M ısir 1321, .1/89; Elmalı Hamdi Ya-
zır, Hak Dini Kuran Dili, İst. i971, VII/4997; İ. Parmaksızoğlu, «Mü­
nafıklar», Türk Ans. X X V /3 0 ; / . Buhl. «Münafıklar», İslâm Ans.
Vlll/800.
9 Bkz. Bakara Sûresi, 8 -9 .
10 Bkz. Bakara, 10; Ahzab, 12; Münâfikûn, 1 -4 .
11 Bkz. Bakara, 11-13; Tevbe, 67; Ahzâb, 14.
12 Ökz. Nfsâ, 131 -143; Tevbe, 65.
13 Bkz. Nisâ, 141-143; Tevbe, 65, 66, 68, 73; Mâide, 33.
14 Bkz. Münâfikûn. 1 -4 .
15 Münâfikûn, 1 -4 .

222
MÜNAFJKLIK ve DÖNMEÜK

Bakara Sûresi’ncle şöyie denilmektedir : «insanlar ara­


sında öyle kimseler vardır ki Allah'a ve Âhiret Günü’ne
iman ettik derler de mü’min değillerdir. Allah’ı ve iman
edenleri aldatmağa çalışırlar, halbuki sırf kendilerini
aldatırlarda farkında değildirler... Onlara Mü’minler’in
iman ettiği gibi iman edin denildiği zaman ‘Biz de o
akılsızların iman ettiği gibi mi iman edeceğiz?’, bir de
iman edenlerle karşılaştıklannda ‘biz de iman ettik’
derler. Şeytanları İle baş başa kaldıkları zamanda ‘Emin
olun, biz sizinle beraberiz. Biz ancak alay edicileriz’
derler» (16). Bu kimselerin hallerini beyan ve vasıfla­
rım ortaya koyan âyetler, Kur’ân’ın çeşitli sûrelerine
dağılmış; ekseriyeti Bakara Sûresi’nde yeralmış ve Mü-
’^ıâfıkûn Sûresi’ne de ad olmuştur.
İslâm’ın başlangıcında insanlar üç kısma ayrılmak­
tadır : Mü’min, Münafık, Münkir. Münafıklar, kâfirler
arsasında sayılmakta ve onların en tehlikelisi olarak
gösterilmektedir. Bakara Sûresi’nde mü’minler hakkın­
da dort, sözleri ile hareketleri aynı olan kâfirler hak­
kında iki âyet nazil olduğu halde, sözleri ile hareket­
leri birbirine benzemeyen münafıklar hakkında onüç
âj^et nazil olmuş ve bu onüç âyetle kâfirler sımfı hak­
kında nazil olan âyet sayısı onbeşe ulaşmıştır (17). Bu
onüç âyetin (Bakara, 8 - 20) de Medine ve civanndaki
bir kısım münâfıklar hakkında nazil olduğunda ittifak
vardır. Bunlar da; Evs ve Hazrec kabilelerine mensûp
bazı kimseler ile onların reisleri makamında bulunan
Abdullah İbni Ubeyy b. Selûl ve gizli cemiyet rolü oyna­
yarak, Hz. Muhammed’e ve Müslümanlar’a düşmanlık

16 Bkz. Bakara, 8 -15.


17 Bkz. E.H. Yazır, a.g.e. 1/216-218; Taben, a.g.e. 1/89-90; H. Tahain
Emiroğlu, a.g.e, 1/19-22

:223
MESİHLİK ve MEHDİLİK

et^nek için, iman etmeyenlerle gizli itifak yapan, za­


hiren iman etmiş görünen bir «Münafık Zümresi»ni
teşkil etmeği başaran Yahudiler'dir. Müslümanlar’m
ibadetlerine, bütün dinî husûsiyetlerine zâhiren iştirak
eden, elaltmdan da entrika çevirmeğe çalışan bu mü*
j:ıâfıklar grubu; zahirî olanı da yaptıklarından dolayı
İslâm Cemaati’nden de tardolunmamaktadırlar. Küfür­
lerini açık olarak beyan edenlerden daha ziyâde bu gi­
bilere karşı tedbirli olmak lâzım geldiğinden ve İslâm
cıisiplini açısından da bu hususa dikkat etmek önem,
taşıdığından Cenâb-ı Hakk’ın bu onüç âyeti inzal bu­
yurduğu ifade edilmektedir (18). Âyet’te (19) geçen
«Hud’a» kelimesi, «Başkasma karşı zâhiren selâmet ve
sedâd îhâm eden bir emir izhâr edip bâtında onu ızrar
edecek bir şeyi gizlemektir» şeklinde tarif edilmiş­
tir (20). Esasmda gizlilik mânası taşıyan «hud’a» ke­
limesinin aldatma, oyun, hile, dalavere, düzen mâna-
lanna geldiği ilgili âyetlerden anlaşılmaktadır. Ayrıca,
İslâm Dini’ni zâhiren kabul edip yaşar göründükleri
halde, gizliden gizliye ona düşmanlık besleyip başka
şekilde hareket edenler de kastedilmektedir.
Zaten bu zümrenin ehemmiyetini ve tehlikesini or­
taya koymak bakımından, doğrudan doğruya onların
ismini taşıyan «Münâfikûn Sûresi»nin inzâlı, üzerinde
durmağa değer bir husustur. Bu Sûre’de münâfıklarm
halleri beyan edilmiştir. Çnların korktukları başlarına
gelmiş; Allah, onları Mü'minler’e tanıtmış ve onlardan

18 Sahih-i Bukan Muhtararı Tecrid-i Sarih Tercemesi, X l/2 0 2 -2 0 6 ; Tef-


sîru’t-Taberî, 11/89-90; Yazır, a:g.e. 1/220-238; H.T. Emiroğlu, a.g.e.
1/19-22.
19 Bkz. Bakara, 9.
20 Bkz. E. Hamdi Yazır, a.g.e. 1/223.

224
DÖNMELER TARİHİ

çekinmelerini ihtâr etmiştir (21). Bu Sûre’nin şu olay


üzerine inzal olduğu nakledilmektedir : Mureysî Gazve-
si’nden sonra, Ensâr ve Muhacirinden iki kişinin kavga
etmesi üzerine Münâfıklar’m Reisi Abdullah b. Ubeyy
taifesini, Medine’ye dönüşte, Muhacirler’i kovmak üzere
teşvik eder. Bunu da Z ^ d b. Erkam’ın duyup Peygam-
ber’e haber vermesi üzerine Ubeyy çağınlıp bu durum
ondan sorulur. O, bunu, yemin ederek inkâr eder. Bu
nun üzerine Münâfıkûn Sûresi inzal buyurulur (22)
Nakledilen olayda zikredilen bu taife, mü’min görüne
rek Müslümanlar’m sırlanna muttali’ olmuş ve aldık
lan sırlan Müşrikler’e ve Yahudi’lere iletmişlerdir (23)
Yahudiler ise, düşmemi ıkta Müşriklerden daha ileride­
dir. Bunlann müphem ve iki yüzlü tutumları, Kur'ân-ı
Kerîm tarafından kınanmaktadır.
İslâm’ın yayılması kaışısında açıktan bir şey yapa-
mayanlann hîle ve desise yoluna saptıklan bilinmekte­
dir. Bunlann başında Yahudiler’in geldiği ve hattâ
«Münafıklar Zümresi)) ni gizliden gizliye bunlann oluş­
turduğunun ileri sürüldüğünü daha önce zikrettik.
İman edenlere karşı düşmanlıkta en ileri gidenlere bun­
lar arasında rastlanmaktadır. Çünkü Tevrat’ta Allah’ın
en seçkin kavmi oldukları işlenmekte, kendilerinden
başkasına bir fazilet tanınmamakta, Hz, Musa’dan son­

21 Bkz. Münâfikûn, 1 -1 1 .
22 Bkz. Taberî, X X V llI/6 3 - 71; Yazır, a.g.e. V II/4996-5016; O. N. Bil;
men, Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meali Âlîsi ve Tefsiri, İst. 1966,
V IIİ/3 7 3 0 -3 6 ; H. Basri Çahtay, Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-i Keı-im,
İst. 1976, 11/1046-52: Emiroğlu, a.g.e. X II/2 6 0 -6 3 ; A. Cevdet Paşa
Kısas-ı Enbiya, İst. 1969, 1/199-200; Buhari Tercemesl (3. Baskı),
X İ/203 - 205.
23 Bk^. Emiroğlu, a.g.e. 1/22 • 23.

225
MÜNAFIKLIK ve DÖNMELİK

ra kimseye Peygamberlik verilmemektedir (24). Onlar,


yurtlarmdan çıkarıldıktan sonra, hileden başka çıkar
yol bulamamakta; İslâm’ın yayılmasına mâni’ olmak
;e onu yoketmek için en süflî vasıtalara baş vımnakta-
dırlar. İçlerinden bir çokları, bir gün «müslüman» ol­
makta, ertesi gün «müslümanhkMtan dönmekte ve bu
suretle herkesi şaşırtmak, İslâm’ı herkesin gözünden
düşürmek istemektedirler (25). Kur’ân-ı Kerîm; «Kitap
Ehlinden bir tâit'e (Yahudiler) şöyle dedi : «Kendileri­
ne indirilene (Kur’ân’a) iman edenlerle gündüzün ev­
velinde iman edin, âhirinde inkâr edin. Olur ki (müz­
minler dinlerinden) dönerler» (26) dediklerini, onların
bu dönekliği alışkanlık haline getirdiklerini (27), pek
azı müstesna iman etmeyeceklerini (28) beyân buyur­
maktadır.
O zaman Medine'de üç grup vardı. Bunların her-
biri desise, entrika ve sûikastler tertip ediyor ve bu iti­
barla Müslümanlar üç cepheli bir husûmet karşısında
kalıyorlardı. Bunlar : Müşrikler, Yahudiler ve Münâfık­
lar idi. Medine’de Münâfıklar’ın Reisi Abdullah b. Ubeyy
b. Selûl idi. Bunlar İslâm’ın dost kalıbına girmiş dü§-

24 Bkz. Kitab-t Mukaddes (Tevrat], Tekvin, Bab : X X II,, XXV11-XXVIII,


Tensiye, Bab : Vil; Yeremya, 11/4-5; V /1 9 -2 0 , V II/9 -1 0 , X V I/
11-13; Dainel, X; Hoşea. IX /1 7 , X l/1 4 .
'A5 Bkz M, Şiblî, A s m Saadet,,Çev. Ö. Rıza Doğrul. İst. 1977, 1/276;
Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrıd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, 11/
309-310, V III/-Î4, 466; Berki - Keskioğlu, Hatemu’l Enbiya, 11/222,
289, 331 -339; A. Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, İst. 1969. 1/168,
194-195, 238-240; Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailîyât, Ank. 1979.
sf. 51.
26 Bkz. Âl-i İmran, 72,
27 Bkz. Bakara, 51, 63 -64, 83, 92 93 v.d.
28 Bkz. Bakara, 88.

226
DÖNMELER TARİHİ

manlarıydı. .Çünkü Ubeyy’in, Medineli Araplar tarafın­


dan hükümdarlığı ilân edilmek üzere idi'. Hz. Muham-
med’in gelmesi üzerine bu ış gerçekleşemedi. Müşrik­
ler, Peygamber’i öldürmesi için kendisine mektuplar
yazıyor ve o da bu vesile ile çeşitli kanşıklıklar çıkar­
mağa çalışıyordu. Yahudiler ise, onun başında bulundu­
ğu Münafıklar Grubu’nu kolaylıkla kendi taraflanna
almayı ve Müslümanlar aleyhine kullanmayı başarıyor­
lardı. Eskidenberi Ubeyy, Yahudiler ile ittifak halinde
idi. O, Yahudiler’in Medine’den çıkmamalarını istiyor
ve Hz. Muhammed’e karşr onları destekliyordu (29).
Hattâ Ahmet Çelebi, İslâmiyet’in ilk devirlerinde
görünüşte (cmüslüman» olan, fakat aslında münafık
olan Yahudiler’in ismini vermekte; bunlann İslâm kis­
vesi altında Yahudilik’e hizmet edip İslâm’ı yıkmayı
amaçladıklarını kaydetmektedir (30). Böyle olunca, Ya­
hudiler ile Münâfıklar arasındaki ittifakın kolay sağ­
lanmasında bu kişilerin rolü olduğu hatıra gelmektedir,
Yahudi ve Müşrikler’in temasları neticesinde Mü-
ı>âfıklar’ın bir kısmmm, Peygamber’in emanete halel
getirdiğini ileri sürerek, A^üslümanlar arasına şüphe

29 Bkz. Şiblî, a.g.e. 1/223-224, 277; Taberî, M illetler ve Hükümdarlar


Tarihi, Çev. Z. K. Ugan ve A. Temir, Ank. 1955, C. II, k. II, sf,
466-472; Elmalı Hamdi Yazır, a.g.e, V II/4855 - 5& (Haşr Sûresi, 11
ve 12. âyetleri tefsiri): A. Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, 1/193-194;
Buhari. Tercümesi (3. Baskı), lV/341 -350 ve XI/72; Muhammed b.
Hamza, XV. Yüzyıl Başlarında Yapılmış «Satır-Arası» Kur'ân Ter­
cümesi. Haz. Ahmet Topaloğlu, İst. 1976, C. I, Giriş, IV. Bölüm,
sf. 83: l\/luhammed Hamidııllah, İslâm Peygamberi, Ter, M . Said
IVlutlu, İstanbul 1972, C. 1, sf. 136-137, 154, 173.
30 Bkz. Ahmet Çelebi, Yahudilik, Çev. A, M. Büyükçınar - O. F. Har­
man, İst, 1978, sf. 336-339.

227
MÜNAFIKLIK ve DÖNMELIK

sokmaya (31), Uhud Gazvesinde nifak çıkarmaya uğ­


raştıkları; bunları Cenâb-ı Hakk’ın açığa çıkardığı (32)
Mureysî ve Hendek Gazvesi’nde yalan haber yayarak
Müzminleri fitneye sevketmeye çalıştıkları (33);
Tebük Seferi’ne giderken alay ettikleri ve bu durumları
sorulunca yalandan yemin ettikleri; kıltik anlarda Pey­
gamberi zor durumda bırakmaya gayret sarfettikleri
görülmektedir (34).
Kablerind,ekinin aksine konuştukları için mürâîler
olarak tavsif edilen bu kimseler, kararsız biı- durumda
bulunmalarından dolayı, bazen Mü’minler ile, bazen
onların düşmanlan ile birleşmekte; Yahudiler ile de gizli
ittifak sağlamaktadırlar (35). Bu kimseler, inananlar,
düşmanları karşısmda fena bir duruma düşünce, îs-
lâm’m kendilerini aldattığını ileri sürmektedirlei' (36),
Mü’minler ile beraber olduklarında da <(Bi5i de sizinle
beraber değil miyiz» demekte; kendi aralarında da Pey-
gamber’e ve ilâhı vahye karşı tenkitlerde bulunmakta­

31 Bkz. Âl-i İmran, 155-161, Bu âyettenn Teisirlerî için bkz, Elmalı,


a.g.e. U/1022-121S; Ö. N. Bilmen, a.g.e. 1/488/489.
32 Bkz. Âl-ı İmran, 160-168; Elmalı, a.g.e. H /1222-1233; Bilmen.
1/496-499; Çantay. 1/110-111; A. C. Paşa, a.g.e. 1/166, 188; Şjhlî,
1/260; Buharı Tercemesi, IV/343, X /1 9 4 -1 9 5 ; Hamidullah, a.g.e.
1/173; Muhammed b. Hamza, a.g.e., 86.
53 Bkz. Ahzab, 1, 12- 18, 43, 60, 73; Elmalılı, Vl/3875 - 82, 3929, 3935;
Bilmen, V İ/2 7 7 9 -9 1 , 2818, ,2839-40; Emiroğlu, a.g.e. 1/19-22; Çan­
tay, 111/1047-48; Buhari Ter. iV /343-344; Cevdet Paşa, 1/197-218.
:-i4 Bkz. Tevbe, 38, 39, 4 1 -4 8 , 49, 6 5 -78 , 81. 63, 90 *9 6; Elmalılı,
lV/2587; Bilmen, 111/1292-1306; Buhari Ter. X/408 - 416; A. C. Paşa.
1/136-144; Muhammed b. Hamza, Kur’ân Tercemesf, Haz. Dr. A.
Topaloğlu, Giriş, sf. 92.
35 Bkz. Nisâ, 136-144.
36 Bkz. Enfâl. ‘49. ‘

228
DÖNMELER TARİHİ

dırlar (37). Öte yandan, bu iki yüzlü durumlarının


Peygamberce bildirilmesinden de korkuyorlar (38).
Korktuklan başlanna geliyor. Allah, bu kimseler hak­
kında Münâfikûn Sûresi’ni inzâl buyuruyor (39). Ora*
da, bu kimselerin dış görünüşleriyle Peygamber’e hoş
göründükleri, fakat düşman olduklan (40), Hz. Mu-
hammed'in kuvvetinin azalmasım arzu edip, onu ora­
dan çıkarmayı düşündükleri açıklanıyor (41).

Hiç bir tarafça güvenilmeyen, itimat edilmeyen bu


kimseler, reislerinin ölümü ve İnananlar’m başarısı kar^
şısında seslerini kesmek zorunda kalmışlardır; Ancak
bu gruptaki insanlar her zaman mevcut olabilir. Onlar,
Kur’ân-ı Kerîm’e göre İslâm'a en zararlı zümredir. Çe­
şitli din ve inançtaki insanlar, onları İslâm’a, dolayı-
sıyle iman edenlere karşı en tesirli silâh olarak kulla­
nabilirler. Hz. Muhammed’den sonra bunları açığa vu­
racak, yani kendisine vahiy gelecek kimse olmayacağına
göre, bu gibi kimiselerin bulunması ve oyunlarını oyna­
ması da muhtemeldir. Ancak bu kimselerin iman de­
recesini ölçecek bir (dmanometre^ bulunmadığına göre,
münafıklan tesbit zorlaşmaktadır. Böyle olunca da, an­

37 Bkz. NIsâ, 141; Hadid, 14,


38 Bkz. Tevbe, 64.
39 Bkz. Münâfikûn, 1-11
40 Bkz. Münâfikûn, 4.
4î Bkz. Münâfikûn, 8.

2 29
MÜNAFIKLIK ve DÖNMELİK

cak, sözleri ile davranışları arasındaki uygunluğa (*)


göre hüküm vermek durumu ile karşı karşıya kalına­
caktır. Bu ise çok ölçülü ve dikkatli olmayı gerektirir.
Çünkü, Münafıklık İmanda ve amelde olmak üzere iki
kısma aynimaktadır. İtikâdî münafıklığın karşılığının
küfr, amelî münafıklığın karşılığının günahkârlık oldu­
ğunu; her münafığın mürâî, fakat her mürâînin müna­
fık olmadığı, riyâ’nın imana muhalif olmayarak bazı
amelde de olabildiği, asıl münafıklığın imanda olduğu
ifade edilmektedir (42).
Münâfıklar’ın yalan söylemeleri ve iki yüzlü hare­
ket etmelerinden dolayı, onlar için, elem verici bir azap
olduğu; münafıklar ile kâfirlerin hepsinin Cehennem’-
de toplanacağı (43) ve münâfıklann Cehennemin en
aşağı tabancasında yer alacakları (44) Kur’ân’da açıkça
zikredilmektedir.
Münafıkların en bariz vasıfları şöyle hulâsa edile-
bilir : Zahiren inanmış görünüp, bâtınen inkâr etmek
veya eski inançlarında sebat etmek; İnananları aldat­
mak, aralarına fitne, fesat sokmak, çoğalmalarına en­
gel olmak; gizliden gizliye Müslümanlarla düşmanlık

• Münâfıkm alâmetleri ile ilgili olarak iki hadîs rivayet edilmektedir.


Bunlardan biri Ebû Hûreyre'den rivâyet edilmekte ve münâfıklığm
alâmetleri üç olarak zikredilmektedir : «Söz söylerken yalan söyler.
Va’dettiği zaman sözünde durıjtaz. Emânete hiyânet eder». Abdullah
b. Amr'dan rivâyet edilende ise, münâfıkhğın almetleri dört olarak
zikredîlmekte ve yukarıdaki hadîse ilâveten «Husûmet zamanmda
haktan ayrılmak» yeralmaktadır (Buhârî, İman, 24; Müslim, İman,
107; Tirmizi, İman,' 14; Nese'i, İman, 20).
4^. Bkz. Emiroğlu, a.g.e. XII/265.
^3 Bkz. Nisâ, 140; Tevbe, 68, 73-74,
44 Bkz, Nisâ, 145.

230
DÖNMELER TARİHİ

yakmak İçin İki yüzlü hareket etmek. Bu husûsiyetleri


taşıyan taife, kâfirlerden daha tehlikeli görülmektedir.
Kâfirlere bir azap, bunlara iki azap vardır. Hakikatte de
inanmadığmı açıkça söyleyen ve düşmanlığını açıkça or­
taya koyan kimse, inandım dediği halde kalben inanma­
yan ve samimî olmayan kimseden daha az tehlikelidir.
Yani İkincisi birincisinden daha tehlikelidir. Bunlar, ikili
oynadıkları için hep endişe içindedirler. Hallerinin açı­
ğa çıkabileceği endişe ve korkusu ile yaşadıkları için
kendi kendilerine azap etmektedirler. Kalben küfrettik­
lerinden dolayı da Cehennem azabına müstahak olduk­
ları âyetlerde açıkça ortaya konulmaktadır.
2) Dönme ve Dönmelik :
Terim olarak «Dönme» yi iki şekilde incelememiz
gerekmektedir : 1. Umûmî Mânası (XVII, Yüzyıldan
önceki mânası), 2. Yusûsî Mânası (XVII. Yüzyıldan son­
raki mânası).
a) Umûmî Mânada Dönme ve Dönmelik : Eski
Türkçe’de; değişme, başka hale girme (45); dinî veya
siyasî bir inancın, bir kanaatin yerine bir başkasının
benimsenmesi (.debeddüh kelimesi ile ifade edilmiş­
tir (46). Başka bir dinden İslâm Dini’ne geçenlere
‘.m ühtedü veya vavdeth denilmiştir (47). Bağlı olduğu
dini bırakarak başka bir dine girenler için genel olarak
r^dönme» veya «avdetim tâbiri de kullanılmıştır (48).
Dinsizlikten veya bir başka dinden İslâm Dini’ne
dönenlere nmühtedh, bu olaya da nhtida)); dinsiz ya-

45 Bkz, Katnûs-i Türkf, sf, 375; Lûgat-î Naci, sf. 311; Develioğlu, 1252.
46 Bkz, Ö. Özenkaya, a'g.e. sf. 37.
47 Bkz. B. S. Baykai, a.g.e. sf. 42; Türk Ans. X1V/41; Kamûs-i Türkî,
sf. 955; Develioğlu, sf. 67, ,854; D, Mehmet Doğan, Büyük Türkçe
Söziük, Ankara 1981, sf. 57, 726.
48 Bkz. Türk Anş. XIV/41.

231
MÜNAFIKLIK ve DÖNMELİK

>şamayı tercih edenlere veya İslâmiyet’ten başka bir


dine girenlere ((mürtedn, bu olaya nrtidady); hiçbir di­
ne sahip olmayan, dinsiz yaşamaktan vaz geçerek her­
hangi bir dini kabul edene amütedeyyim), bu olaya
c^tedeyyün» denilmiştir. İslâmiyet’ten ba§ka bir dine
girme nhtida^^ değil, «tedej^yün)) kelimesi ile ifade edil­
miştir. İslâm Dini’ne mensup olmayan bir kimse, İs­
lâm Dini’nden başka, herhangi bir dinden diğerine dö­
necek olursa bu İslâm hukukuna göre «irtidad» sayıl­
mamaktadır (49).
Bu duruma göre, bu kısmı dört şekilde mütalaa
edebiliriz :
aa) Diğer bir dinde iken veya dinsizken İslâmi­
yet’i kabul eden (mühte,dı),
bb)' İslâmiyet’ten ayrılarak başka bir dini kabul
eden (m ürted),
cc) Zahiren iman etitği halde bâtmen inanmayan,
İslâm kisvesi altında başka bir dini inancı taşıyan (mü~
nâfık),

dd) İslâm dışında herhangi bir dine bağlanan


(m ütedeyyin).

aa) İhtida ve Mühledî : İslâm’ın zuhurundan


önce «dönmelik», kendi dinî inançlarını bırakarak baş­
ka bir dini benimseme, İslam’dan sonra da bağlı oldu­
ğu dini bırakarak İslâm’ı kabul etme şeklinde mütalaa
edilmektedir. İslâm’dan sonra bağlı olduğu dini bıraka-

^19 Bkz. Türk Ansiklopedisi. XiV/41; Ö. N, Bilmen, Hukuk-ı İslâmîyye


ve İstilahat-ı Ftkhiyye Kamusu, İstanbul .1976, 111/340-341, IV /5 -Ö ;
Kamûs-i Türkî, 232, 391.

232
DÖNMELER TARİHİ

r^k îslâm’ı kabul etme «ihtida» olarak nitelendirilmiş;


ihtida edene de «mühtedi» denilmiştir.
İhtida; doğru yola girme, hidayete erme, başka bir
dini bırakaraJc İslâm’ı kabul etme, Müslüman olma, ha­
lini düzeltme anlamma şelen Arapça bir kelimedir, tâ­
birdir. îhtida edene, İslâm’ı kabul edip Müslüman olana
da mühtedî denilmektedir (50). Bu iki kelime, İslâm’ı
kabul ettikten sonra yüzçevirmeyen ve onda sebat eden­
lere şâmildir. Kur’ân’da bunlar, «mti’min» olarak vasıf-
landınlır ve onlar için va’dedilen nimetlere, müjdelere
yerverilir ; <fKâfir olanların ve Allah Yolu’ndan dönen­
lerin bütün amellerini Allah boşa çıkanr. İnanıp ya­
rarlı iş işleyenlerin ve Muhammed’e Rableri tarafından
bir hak olarak indirilene (Kur’ân) inananlann kötü­
lüklerini Allah örter ve hallerini düzeltir. Bu, inkâı*
edenlerin bâtıla ve inananların Rablerinden gelen ger­
çeğe (Kur’ân’a.) u3Hîialarmdan ötürü böyledir. işte Al­
lah, insanlara kendilerinin misallerim böyle anla­
tır» (51).;
bb) îrtid â t ve M ürted : İslâm’ı kabul ettikten
sonra dönmek, tastik ettikten sonra tekzib etmek «ir-
tîdât» olarak adlandırılmaktadır (52). İslâm’a girmiş
olmasına rağmen «irtidât» eden, îslâm'ı bırakarak baş­
ka bir dine dönen, imandan sonra inkâr ile kâfir olan
kimseye «mürted» denilmektedir (53). Allah, kendileri­
ne hidayet nasibolduktan sonra arkalanna, eski inanç-

50 Pakalın, Osmanh Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü,-11/607; Mey­


dan Larousse, VI/239.
51 Muhammed (Kıtal), 1 -3 .
52 Bkz. Ö. N. Bilmen, Huku!<-ı İslâmiyye ve Istllâhat-i Ftkiyye Kamu­
su, IV /5 -1 0 .
53 Bkz. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri vç Terimleri Sözlüğü, M/624.

23 3
MÜNAFIKLIK ve DÖNMELİK

larma dönenlerin (irtidât edenlerin) şeytan’m teşvikl­


ice kapıldıklarını açıklamaktadır (54). İrtidât eden kim­
selerin münafıklardan olduğu ve inanmayanlarla anla­
şarak mü’minleri işüpheye düşürüp «Yollarından» çe­
virmeye çalıştıkları görülmektedir (55).
İslâm’ı zahiren ve bir gayeye yönelik olarak kabul
etmiş kimseler, Hz. Muhammedin irtihalinden sonra
(veski küfür»lerine avdet ederek, Müslümanlar arasında
fitne uyandırmaya çalışmışlardır. Hz. Muhammed’in
hastalanması ve vefatı üzerine dinden dönme olayları
i^örülmeye başlamıştır. Bu, «Ridde« olayı diye adlandı­
rılmıştır. Peygamberdin hastalık haberini duyan Hıristi­
yan ve Yahudiler, fırsattan istifade, İslâm’ı henüz ye­
ni kabul etmiş olan kabile mensuplarını dinden dönme-
ye teşvik etmişlerdir. B u tür olaylar, Hz. Ebubekir za­
manında daha da artmış; Zekat’ın kendilerine uygulan­
mamasını isteyip mes’ele çıkarmak isteyenler olmuş;
fakat çeşitli tedbirlerle önlenmiştir. Bunların yanında
İslâm’ın kısa zamanda genel tasvib görüp yayılması
karşısında bazı macera.perestler «peygamberlik» iddiası
ile ortaya çıkıp Devlet düzenini bozmaya'teşebbüs et^
mişlerdir. Bu ve benzeri olaylar; İslâm’ı menfaat saikiy-
le ve sathî olarak kabul edenlerden gelmiş; Müslüman­
ların güçlenmesi ve İslâm’ın kalblere nüfûz etmesiyle
ortadan kalkar gibi olmuştur (56). Ancak «nifak hare­
ketleri» hemen hemen İslâm Dünyası’nda hiç eksik

54 Bkz, Muhammed (Kıtal), ?5.


55 Bkz. Muhammet:!, 26; Bilmen, Kui-'ân-ı Kerîm’in Türkçe Meali Âlisî
ve Tefsiri, V/l/3398 - 3400.
56 Bkz. Y. Kutluay. Tarihte ve Günümüzde İslâm Mezhepleri, 34; Bah­
riye Üçok. İslâmdan Dönenler ve Yalancı Peygamberler. Ankara
1967, 1 7 -34 .

234
DÖNMELER TARİHİ

blmamıştır.
VIII. yüzyılda Ispanya’ydı hâkim olan Müslüman-
1ar, Emir’e itaat edildiği müddetçe dinlerine, dillerine
ve hattâ onları idare eden şeflerine bile dokunmayacak­
larım va’detmiş ve bunun ürerine bazı şehirler teslim
olnıuştur. Bunun neticesinde İspanyol halkının büyük
bir kısmı, Müslümanlar tarafından fethedilen toprak­
lara, bilhassa Endülüs’e yerleşmişlerdir. Bu Hıristiyan-
lara Mozarabes (Araplaşmış) ismi verilmiştir. Diğer
taraftan da Müslümanlara tanınan bazı haklardan isti­
fâde etmek isteyen bazı Hıristiyan. İspanyollar', tslâm-ı
kabul etmişlerdir. Bu suretle dinini değiştirenlere re-
negat (mühtedî, dönme) denilmiştir. Ispanya’daki Müs­
lüman hâkimiyetinden sonra Müslüman olan bu Hıris-
tiyanlar, dahili harplerde büyük rol oynamışlaTdır.
Bunların ayaklanmaları Müslümanları tehlikeye düşür­
müştür. IX. yüzyılın sonuna tesadüf eden bu ayaklan­
mayı, ihtilali daiıa önce Müslüman olmuş Ömer b. Haf-
sun adında birisi yönetmiştir. Bu Ömer, yeniden İslâm’ı
terkederek Hıristiyanlık’a dönmüştür. Ispanya’ya Müs­
lümanların hâkim olması ile İslâm’ı kabul etmiş görü­
nen Hıristiyan İspanyollar; Müslüman hâkimiyetinin
?:ayıflayıp yofkolma noktasına p;eldiği sırada; Hıristiyan­
lığa avdet etmişlerdir (57). Bunlar da «mürted» olarak
nitelendirilmiştir.
CC” M ünâfîklîk ve M ünâfık : İslâm kisvesi altın­
da başka bir dini veya inancı taşıyanlara münafık; bu
duruma da münafıklık denilmektedir. Münâfıklar. hiç­
bir zaman kendi eski dinlerinden, inançlarından vaz-

57 Bkz. Louis Bertrand, İspanya Tarihi, Çev. G. K. Söylemezoğlu, N.


Ataç. 41 -49.

23 5
MÜNAFIKLIK ve DÖNMELİK

geçmemişlerdir. «îki yüzlü» olarak da adlandjnlan bu


kimselere, genel anlamı içinde «dönme» denilebilir. Bu
«dönme)) kelimesi emir anlamına almdığında, o zaman
bir fikirden, bir inançtan, bir kanaatten veya bir din­
den kesin olarak vazgeçmemeye tenbihtir. Bu, sonradan
kabul ettiği dine, inanca veya fikre ait olabileceği gibi,
geçmişteki dinî inanca ve fikıe de ait olabilir. Böyle
olunca «dönme» terimi; din değiştirme mânâsına gel­
diği gibi, değiştirmeme, ahdini bozma, ve «iki yüzlü»
anlamına da gelir.
Münafıklık kısmında, Kur’ân’daki âyetler ışığında,
onlara temas edilmiş, Yahudilerin «gizli cemiyet» rolü
oynadıklarına ve Münafıklan Müslümanlar aleyhine
kullandıklanna değinilmişti. Zaten Kur’ân; Yaiıudileri,
müphem, iki yüzlü tutumlarından dolayı kınamakta;
itaat için sağlam söz verdikten sonra döneklik ettikle­
rini belirtmekte; Hz. Musa’ya söz verdikten sonra A l­
lah'ı bırakıp «Buzağı»yı ilâh edindiklerini ve. azı müs­
tesna verdikleri sözleri tutmadıklarını açıklamakta­
dır (58).
Müslümanlar arasında ikiyüzlülüğün benimsenme­
si, münafıklar grubunun oluşması İslâm’ın muzaffer ol­
masından sonra olmuştur. Bu c^urumu Ahmed Cevdet
söyle belirtmektedir ; «Resûl-i Ekrem Bedir’den muzaf­
fer olarak döndükten sonra, İslâm dini pek ziyade kuv­
vet buldu ve bütün düşmanların gözleri yıldı.
Medine’deki Yahudiler, ‘Tevrat’ta yazılı olan âhir
zaman Peygamber’! budur’ demeye başladılar. Bazıları
imân etti, bazıları da imân etmiş göründü. İşte bu su­
retle Müslümanlar arasında birçok münafıklar peydâ

58 Bkz. Bakara, 51 *57, 63 -6 4 , 83 -85 , 92-93; Nûr, 47; Hücûrât, 14.

236
DÖNMELER TARİHİ

C l f c (59).
Zahiren İslâm’ı kabul etmi§ olanların ne kadar sat­
hî bir surette Müslüman oldukları Peygamber’in irtiha-
Unin hemen akabinde vukua gelen «dinden dönme» 1er-
den anlaşılmaktadır. Bu gibilerin siyasî icaplarla İslâm’ı
kabul etmiş oldukları ortaya çıkmaktadır. Bunlar, da­
ha sonra büyük bir «millî hareket» şeklini alan cereyana
kendilerini kaptıran takımındandır. İlk ihtida edenlerin
tuğyan dolu şevk ve hevesleri, sonradan İslâm’a gelen
bu gibilerin hesaplı ve ihtiyatlı tutumlannda rastlan-
mamaktadır (60). Aynı şekilde, siyasî gayelerle Müslü­
man olanlara Hz. Osman ve Hz. Ali döneminde de ı-ast-
lanmaktador. Abdullah İbn Sebe’nin Müslümanlığının
sahte olduğu, arkadaşlarmı kandırmak için Müslüman
gibi göründüğü, Hz. Osman aleyhindeki isyamn tek
sorumlusu bulunduğu ve Hz. Ali’ye <dlâhlık» iddiasmı
yaydığı (61) ifade edilmektedir. Bu İbn Sebe de Yahu-
diir.
Yahudilerle ne zaman bir ahd yapılmışsa içlerin­
den büyük çoğuniuğımun bu ahdi bozdukları Kur’ân’da
söyle belirtilmektedir : «Onlar, her ne zaman biı* ahd
üzere anlaşmışlarsa içlerinden bir kısmı o ahdi bozma­
mış mıdır? Zaten onların çoğu inanmazlar» (62).
dd) Tedeyyün ve Mütedeyyin : Hiçbir dine sahip

59 Ahmed Cevdet, Kısas-ı Enbiya, 1985, 1/166.


ÖO T. W. Arnold, İntişar-ı İslâm Tarih», 80,
61 Bkz. İbn Hazm, Kitab'ul FasI ft'I Milel ve*l Ehvâ ve’n Nihai, 11/115;
Şehristanî, El M ilel ve'n Nihal, 1/174; Yaşar Kutluay, Islâm ve Ya­
hudi IVlezhepleh, 42; Y. Kutluay, Tarihte ve Gönümüzde İslâm Mez­
hepleri, 45; Sabri Hizmetli, «Tarihî Rivayetlere Göre Hz. Osman'm
Öldürülmesi», A.Ü.İ.F.D., Ankara 1985, X X V N /1 6 9 - 172.
62 Bakara, 100.

237
MÜNAFIKLIK ve DÖNMELİK

cimayan, dinsiz yaşam aktan vazgeçerek herhangi bir


dini kabul edene «Mütedeyyino; bu olaya da «tedeyyün»
denilmektedir. .Dinsiz yaşayan bir kimsenin, dinsiz ya­
şamaktan vazgeçerek herhangi bir dini kabul etmesi,
din sahibi olması da; sahip olduğu dine sıkıca bağh ol­
ması da bu terimlerle karşılanmaktadır (63) . Bu du­
rumda, dinsiz yaşamaktan vazgeçerek herhangi bir dine
girme «tedeyyün» ile ifade edildiği gibi, İslâm dışmda-
ki dinlerden herhangi birine girme ve hattâ din değiş­
tirmesine rağmen eski dinine sıkı sıkıya bağlı kalmak
da «tedeyyün», «mütedeyyin» içinde mütalaa edilebil­
mektedir. Bu durumun, daha ziyade, Hıristiyanlıktan
Yahudilik’e, Yahudilikten Hıristiyanlık'a veya diğer din­
lerden bunlann herlıangi birine girme şeklinde vuku
bulduğu görülmektedir.
İspanyahlar, Müslüman hâkimiyetinden sonra, dini
ve millî bir birlik kurmaya teşebbüs etmiş ve bazı zecrî
tedbirler almışlardır. Bu tedbirler, Müslüman ve Yahu-
dilere Hıristiyanlığı kabul ettirme şeklinde olmuştur;
1492 yılında, İspanya Kralı Katolik B’erdinand ve
eşi Isabelle, dinî bir birlik kurmak için, «Yahudiler, 4
ay içinde ya Hıristiyan dinini kabul edecekler, yahut da
Ispanya’yı terkedecekler» emrini vermişlerdir. Bunların
bir kısmı din değiştirmeyi kabul etmeyerek, hicret yo­
lunu tutmuş, Türkiye dahil, birçok memleketlei'e dağıl­
mışlardır. İşleri yolunda olan' bir kısım Yahudi de göç
etmeyerek Hıristiyan dinini kabul etmişlerdir. Ancak,
ahali ve ruhban, Yahudilerin samimiyetinden şüphelen-
mişlerdir. Bunlar arasında ilk dinlerine d ö n e n l e r

63 Bkz. Türk Ansik. XIV/41; Meydan Larousse, X ll/2 .

238
DÖNMELER TARİHİ

görülmüştür (64), Abraham Galanti, «İşleri dolayısiyle


Ispanya’dan ayrılmak istemeyenler, zahiren katolik di­
nini kabul etmişlerse de zımnen Yahudiliği muhafaza
ediyorlardı. Zahiren Katolik geçinerek İspanya ve Por­
tekiz’de kalmış, İş ve servet sahibi olmuş Yahudiler, es­
ki dinlerine dönmek arzusu güderek bu iki memleket­
ten yavaş yavaş ayrılmaya başlamışlar ve bunların bir
kısmı da 1532 senesinden itibaren Türkiye’ye (65) ilti­
ca etmeye başlamışlardı.-) ( 66) demektedir. Ziya Şakir;
Yahudilerin Hırisstlyanhklanmn s a h t e olduğunu,
c... Bu Musevîler, İspanya ve Portekiz’de şiddetle hü­
küm süren E n g i z i s y o n M a h k e m e l e r i’-
nin zulüm ve işkencelerine tahammül edemeyerek hı-
rjstiyanlığı kabul etmişlerdi. Fakat gizlice kendi dinle­
rine karşı sadakat göstermektelerdi.
M a r a n (67) adı verilen bu dönmelerin nihayet
sırları ifşa edilmişti. Birçoklan öldürülmüş ise de, bir
kısmımn hapse atılmasına ve mühim bir kısmının da
Ispanya’dan tardedilmesine karar verilmişti)) ( 68) şek­
linde açıklamaktadır. İstanbul’a gelen Musevî aileleri,
Maran denilen, kendilerini Hıristiyan dinine dönmüş
gibi gösteren Yahudilerden meydana gelmektedir (69).

64 L. Bertrand, İspanya Tarihî, 141-143,


65 1492 yılında İspanya'dş tebcîii-i dîn etmeyerek (din değiştirmeyen­
ler) göç edenlerin (l. göç) ağırlık merkezini Türkiye teşkil etmek­
tedir. Hıristiyanlık'; kabul edip orada kalanlar, daha sonra, Yahudi-
lîk inançlarını yaşamak için tekrar Türkiye'ye gelmişlerdir (II. göç).
66 Abraham Galanti, Türkler ve Yahudiler, 16.
67 Maran ; Dışı Hıristiyan içi Yahudi. (Bkz. A, Galanti, Türkler ve Ya-
hidiler, Yahudilere «domuzlar» anlamında «Maranos» denildiği de
kaydedilmektedir (Bkz. H. Örs, Musa ve Yahudilik, 436).
68 Ziya Şakir, ‘'Neşredilmemiş Vesikalarla Türkiye Yahudileri», M illet
Mecmuası, 30 Ekim 1947, Sa. 91.
69 Bkz. Z. Şakir, a.g.m. Sa. 94,
23'J
MÜNAFIKLIK ve DÖNMELİK

Umumî mânâdaki dönmelik, sadece Yahudilere has


olmayıp diğer din ve ırktakiler için de kullanılmaktadır.
Meselâ, Fâtih’in Sadrazamı Mahmut Paşa hakkında
şöyle denilmektedir : «Rum baba ve Arnavut anneden
dünyâya gelmiş olan Mahmut Paşa, hıristiyan olarak
‘V a f t i z ’ edilmişti. Çocukluğunda devşirme olarak
almmış, sarayda yetiştirilmiş ve eğitimle Müslüman ya­
pılmıştı. Sözde Hz. Muhammed’in dinine sâdıkmış gibi
görünmesine rağmen, hayatının sonuna kadar ilk dini­
ni ve ait olduğu ırkı unutmamış, görevi sırasında kar­
şılaştığı kâfirlere karşı -onlann kanından olduğundan-
daima müsamahalı davranmıştır» (70).
İsmail Hâmi Danişmend’in «İzahlı Osmanlı Tarihi
Kronolojisi» adlı eseri incelendiğinde bu tip dönmeler­
den bahsedildiği görülür.
Ispanya’da 11 Şubat 1502’de çıkarılan bir Kilise
karan; Castille ve Leon Müslümanlarını'ya tebdil-i din
veyahut Ispanya’yı terk etmeye mecbur tutmaktadır.
Kral Feı^nand, Arap tabi’leri bulunan asilzadelerin
teşvikiyle, Endülüs Müslümanlarının cebren dinlerini
değiştirmekten, Engizisyon’u (Inquistition) menetmiş-
tir. Hıristiyan yapılan Müslümanlara, bundan böyle
(dVT o r i s c o s (Araplar)» adı verilmiştir (71).
Bu tür olaylai’ her dinde az da olsa görülmektedir.
Ancak bazısında bu zecrî tedbirlerle, bazısında isteye­
rek ve bazısında da bir plân icabı olmaktadır.
Yahudi, «Kendi millî varlığımn özünü ne kadar

70 A. de Lamartine, Cihan Hakimiyeti (Türkiye Tarihi), Haz, M . R.


Üzmen, 111/555.
71 Bkz. L Bertrand, 132- 133.

240
DÖNMELER TARİHİ

İnat ve sebatla koruyorsa, onu rastgelç her hangi bir


milliyete büründürerek örtmekte de aynı gayreti gös­
terir» (72). Türkiye'ye İltica eden Yahudiler bu durum­
larını muhafaza etmiş; Türkiye’ye gelmeden önce, En­
gizisyon işkencelerinden korkarak zahiren Hıristiyan
olan Yahudiler, Türkiye’ye geldikten sonra Yahudilik’e
avdet etmişlerdir. Diyamn bir nevi müşaviri durumun­
da olan Musevî banker Y a s e f N a s s i bunlar­
dan biridir (73). Bu Yahudiler İspanya ve Portekiz’de,
İspanyol gözükerek, devletin kilit noktalannı, bilhassa
kilisenin büyük mevkilerini ellerine geçirdikleri halde
Yahudilikten kopmamışlardır. Zira bir Yahudinin, bir
başka yerîn koyu vatanperveri kesilse dahi, Yahudilik­
le alâkasını kestiğini iddia edememektedir (74) . Bu du­
rum Osmanlı İmparatorluğu içinde de devam etmiştir.
Yahudiler, İspanya ve diğer yerlerden Türkiye’ye
gelince, Yahudi mistisizmini, Kabbala’yı da beraberin­
de gittikleri yerlere yaymışlardır. Kabbalacıların X III.
yüzyılda yazıldığı tahmin edilen ana kitabı «Z o h a r«
da kurtuluşun, Mesih’in gelmesinin yakın olduğu ke­
haneti işlendiğinden (75) Yahudiler bununla avunu­
yor, kurtuluş günlerini; Mesih’i bekliyorlardı. Bu sıra­
da Mesîh olarak S a b a t a y S e v i ortaya çıkı­
yor ve Yahudilerin bir kısmı onun mesîhliğine inana­
rak, kurtuluş günlerinin sevinci içinde yaşıyorlardı.
Bu Mesih’in zuhûm ve tebdil-i din etmesinden sonra
('D ö n m e))lik başlıyor.

72 Bkz. Teodor Fritsch, Tarih Boyunca Yahudi Meselesi, 71,


73 A. Galanti, Türkler ve Yahudiler, 122.
74 Bkz. Cevat R. Atilhan, Dünya İhtilalcileri, 31.
75 Bkz. H. Örs. Musa ve Yahudilik, 436.

241
MÜNAFIKLIK ve DÖNMELİK

Bu husûsların hepsi do din değiştiraıeyi, dönmeyi


ve bir din sahibi olmayı tazammun etmesine rağmen,
konumuz olan -husûsi mânada- «Dönmelik» değildir.
ö) Husûsî Mânada Dönme ve Dönm elik : kDöu-
7ne», XVII. Yüzyıldan itibaren Türkiye’nin muhtelif
şehirlerinde, bilhassa Selanik’te, Müslüman adı ve kı­
yafeti altmda yaşayan «Gizli iViüslüman - Musevî • Ce­
maatı» fertlerine, CsrnanİJ. Türkleri tarafından, Yahu-
dilik’ten İslâm’a döndüklerini belirtmek maksadı ile
verilen bir isimdir. Müslüman adı ve kıyafeti altında
yaşayan, fakat Yahudi inanış ve âdetlerini devam et­
tiren «Dönmelerde, eskiden nezaket kastı ile «avde­
ti» (*) de denilmiştir (76). Bir başka kaynakta da şöy­
le denilmektedir : «Bu tâbir (Dönme); 1912 Balkan
îlarbi'nden evvel Osmanlı imparatorluğu hudutları için­
de bulunan Selânik şehrinde mukim bir kısım Osm.anlı
vatandaşlarını ifade etmektedir. Evvelce iVîusevî dinin­
de bulunmakta iken bazı siyasi sebeplerle İslamjyet’i
kabul etmiş olmaları yüzünden kendilerine dinden dön­
müş" mânasına Dönme denilmekte idi. Ancak îsiâm ol­
muş bulunmalarına rağmen ne eski dindaş ve ırkdaş-
ları olan Yahudiler ne de Selanik şehrinin aslen Türk -
İslâm sekenesi ile sihri hiçbir rabıta kurmayarak kendi
aralarında yaşama yolunu tutmuşlardı» (77). Osmanlı
Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü’nde de şöyle be-

" Avdetî : 1666 yılı olaylarından sonra Yahudilikten İslâm’a dönen­


lere — yüksek tsba^a tarafir.dan— nszâket icabs, «dönme» ile aynı
anlama geldiğinden, verilen addn* ve sadece Yahudiler için kulla­
nılmıştır.
76 M eydan Larousse, 111/862; Hayat Ans. 11/1000; İslâm Ans. 111/646;
Dönm eler, Semsi İVlat. İstanbul 1335-1338.
77 Türkiye Ansiklopedisi, Ankara 1953, M/190.

242
DÖNMELER TARİHİ

rirtilm-cktedir ^: aOsmanlı idaresindeki muliteiİL şehir­


lerde ve hasseten Selanik’te M üslüm an adı ve kıyafeti
altında yaşayan bir cem aat tabakası hakkında kullanı­
lan bir tâbirdir. M uhtelif din sahiplerinden M üslüm an
olanlara nıühtedî denildiği; dönm e tâbiri yalnız halk
tarafın d an kullanıldığı halde bunlar hakkında nıühtedî
tâbirinin hiçbir yerde ve hiçbir zam an istim al olujıma-
rnası ve yüksek tabaka taraf nidan bir dereceye kadar
nezaket rnaksadıyle■avdeti denilmesi, ¥i'ûsevîlik’ten ■îs^
lâm ’a döndüklerini belirtm ek m aksadından ileri gelmiş­
tir)) (78).
Diğer bazı kaynaklarda d a «zahiren îslâm D ini’ni
kabul etmiş olm alarına rağmen bâtm en eski inanç ve
yaşayışlarında k ara r kılmış olm alarından dolayı bu isim
verilmiştir» denilm ektedir. K aynaklarda, diğer bir din ­
den İslâm’a dönmüş olanlara «mülıtedi)) denildiği h al­
de, bunlar için bu tâbirin kullanıldığına rastlanm am ak-
tadır. N ezaket k astı ile «avdeti)) denildiği -bu da dön­
me ile aynı anlam a gelm ektedir- görülm ektedir. Bu tâ­
bir her tü rlü (zahirî ve batm î) din değiştirme için kul­
lanılabilm ektedir. Y ukarıda da belirtildiğ i'gibi, İslâm’ı
gerçekten kabul edip, hidâyete erm enin karşılığı «ih­
tida)) dır. İhtida eden kimseye de «mühtedi)) denilm ek­
tedir. Y ahudiler için bu tâbirin kullanılm am ası dikkat
çekicidir. Bu, geçmişten ders alınm anın bir sonucu ol­
sa gerektir. Çünkü; İsJâm’m zuhurundan bu. tarafa vu-
kii’bulan olayların M üslüm anlar’ı i’tidâre şevketmiş
78 M . Zeki Pakaltn, Osmanlı Tarih Deyim leri ve Terim leri Sözlüğü,
İst. 1946, 1 /4 7 4 -4 7 5 .

2 İ3
MÜNAFIKLIK ve DÖN M ELİK

olması muhtemeldir (79).


Kur’ân-ı Kerîm’de iman etmekle Müslüman gözük­
mek birbirinden ayrılmış ve mü’minin tarifi şöyle yapıl­
mıştır ; «Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve
Resûlü'ne iman ettikten sonra şüpheye düşmeyip mal­
larıyla, canlarıyla Allah yolunda clhad etmektedirler,
işte sâdıklar onlardıro (80)
Husûsî mânada «Dönme ve Dönmelik», Mesih iş­
tiyakı ve Kudüs’e dönüp Süleyman Mabedini yeniden
ihya etme hayalleriyle yaşayan bir kısım Yahudinin
geldikleri bir dönüm noktasını ifade etmektedir. Yahu-
diler «Siyon» hayalleri içerisinde yaşayıp, kurtuluş müj­
decisi Mesih’in geliş zamanını «Kabbala»ya göre 1648
olarak tesbit ederken; bahsedilen kurtancınm kendisi
olduğunu ileri sürerek, İzmir’den Sabatay Sevi isminde
birisi çıkmaktadır. Sabatay’ın 1648’de ilân ettiği
ci «Mesîhliği» uzun sürmemekte; ilerisi için, Yahudi-
ler^in meskûn oldukları yerleri gezip omlarda bulunan-
larm ümitlerini canlandırmaya çalışmaktadır. Bu ara­
da da o, Hıristiyanlar’ın bir «Mesîh» bekleyişi içinde bü-
landuklannı ve bunun için de 1666 tarihini tesbit et-
niiş olduklannı öğrenmektedir. Böylece 1666 tarihi için
hazırlanmakta ve bu zamana kavuşunca da ikinci de­
fa ((Mesîhliğini» ilân etmektedir. Mesîh olarak «taç»

79 Gershom G. Scholem, Le Messianisme Juif, İng, Fransızca'ya Ter.


Bernard Dupuy, Calmann-Levy 1974, sf. 219 >221-, K. Kruby, a.g.e.
sf. 321 -322; M- Danon, Amulettes Sabbatıennes, Paris 1910 sf.
5 -1 1 ; Dönmeler, sf. 7 -1 5 ; N. Slouch, a.g.m. sf, 483-495; Enver
Esenkova, «Türkiye'deki Azınlıklar Problemi», M illî Savunma Akade-
misi X. devre (Küriferans, basılmamış), 18 Ocak 1962, sf, 19-24;
Yılmaz öztuna, Büyük Türkiye Tarihi. İstanbul 1979, X ll/1 9 7 -1 9 8 .
80 Hucurat Sûresi, 14-15.
DÖNMELER TARİHİ

giymekte ve Yahudüerl «Arz-ı Mevûd»a götüreceği va’di


île çeşitli karışıklıklara sebep olmaktadır. Dünyayı (Ml-
hassa Osmanlı İmparatorluğu’nu) 38 kraJlığa bölmek­
te,- kendisini krallar kralı olarak ilan etmekte ve Ku­
düs’ü başkent düşünüp emirler yağdırmaktadır.

Uzun zamandan beri Girit Seferi ile meşgul olan


ve bunu Yahudiler’in bir iç meselesi olarak kabul eden
OsmanlI İmparatorluğu, o zamana kadar ses çıkarma­
dığı bu mesele, İmparatorluğun değişik yerlerine ulaşıp
çeşitli kanşıklıklara sebep olunca, olaya el koymak zo­
runda kalmıştır. Sahte Mesîh Sabatay, Padişah IV. Meh-
med’in Kafes arkasından takibettiği Divan huzuruna
çıkarılmış ve «Mesîh» liginin isbatı istenmiştir. O da,
basit bir hahamdan başka bir şey olmadığını ve sırf
Yahudiler’i aldatmak için bu yola başvurduğunu açık­
lamıştır. Saray hekimi ve kendisi gibi «dönme» olan Ha-
yatı-zâde*nin (Moche ben Raphael Abravanel) tavsiye-
siyle «Müslüman» olmuştur. Kendisine Mehmet ismi
iie Kapıcıbaşıük ünvanı verilmiştir. Dönme Hayatı-zâ-
de’nin Sabatay’a Müslüman kisvesi altında dâvasına
daha iyi hizmet edebileceğini empoze ettiği çeşitli kay­
naklarca ileri sü rü lm ek tir. Her ne olursa olsun sahte
«Mesih», Müslüman olduktan sonra da dâvasından vaz-
geçniemiş; Yahudi inanç ve âdetlerini devajn, ettirmiş­
tir. Bu durumu dâvâsı için daha faydalı görmüş ve ta-
raftarlarma da şeklî ihtida yolunu tavsiye etmiştir. Ta-
taftarları da bu yolu benimseyerek «Müslüman» olmuş­
lardır. Bunların ne derece Müslüman oldukları sonra­
ki zamanlarda, hattâ günümüzde, görülecektir. Bütün
yerli ve yabancı kaynaklar, bu «din değiştirme olayı­
nın» sahte olduğu; bunların asla Müslüman olmayıp
Yahudiliğe bağh inançlannı devam ettirdikleri husû-

245
MÜNAFIKLIK ve DÖNMELİK

sunda hem-fikirdirler.
Z aten inanç, âdet, bayram ve felsefelerine bakıldı­
ğında; bunların M üslüm anlıkları tartışılabilir. İşte
1666 yılından bu ta ra fa M üslüm an - Tü.rk kisvesine bü­
ründükleri halde bunu içlerine sindirem eeyn, eski in an ç­
larından bir tü rlü kopam ayan; zahiren T ürk-M üslii-
m an görünüp T ürk - M üslüm an ismi, bâtm en Y ahudi
isim ve inançlarını taşıyan; içleriyle dışları farklı olan
Du kim selere «Dönme» denilm ektedir.
Y ukarıda zikredildiği üzere Y ahudilikten İslâm’a
girenlere verilen «Dönme» ismi, dönm ek m astarından
olumsuz em ir m ânasında ve onların asla kendi dinle­
rinden başka bir dini kabul etm eyeceklerini belirtm e,
eski inançlarından vaz geçmemeği tenbih m ahiyetinde
olan «dönme» anlam ında olsa gerektir. Bu, Â yet'teki
((onlar asla dönmezler^) (81) hükm ünde olm altdır,
C) M ü n â fîk la r ile D ö n m e le r Arasındaki O rta k
Husûs’yetler
1. M ünafıklık, Abdullah b. übe^^y'in başında bu­
lunduğu ve aralarında Y ahndiler'in de yeraldığı bir züm ­
reyi ifade için K u r’ân ile, gelen bir tâbirdir. Dönm elik
ise, Y ahudi B abatay Bevi’nin başında bulunduğu bir
ceiTiaatın M üslüm an olması ile T ürkler tarafın d an kul-
jianılan bir tâbirdir.
Gi Bakara, 18.
’ Bıırada, münâfıklıktan kastımız ilikadî münâftklıklır. Dönmeleri ele
a lırk e n 'tle , bülOn Y.'-ihudî rlönmelerîni kastetm ediğim izi, içlerinden
sâiTîimî olaıiîarînın bLiİLip.abiIeceğini gözönünd.e ttılarak bir te frik
yeıoıvıiiyı zarfın' gördük, Zalen kastim iz bu ö lç ü le r içerisine giren­
lerdir. Bli ölçü içerisine girm eyenler kendiliğinden te frik edilnniş
dem ektir.

248
DÖNMELER TARİHİ

2. M ünafıklar, im an etm edikleri halde inandıkla-


r.mır bazı dönm eler de, M üslüm an olm adıkları halde
M üslüm an olduklarını açıklarlar.
3. M ünafıklar zahiren M üslüm an oldukları halde,
lûâtmen küfürde, eski inançlarında sebat ederler. Dön­
m eler de, zahiren M üslüm an göründükleri halde, bâtı-
2ien kendi inançlarında, bilhassa Y ahudi inançlarında
sebat ederler,
4. M ünafıklar, M üslüm aniar yanında inandıkları­
nı, inkârcılarıh yanında da inkarcı olduklarını, M üslü­
m anlıklarının sahte bulunduğunu açıklarlar. Dönmeler
de M üslüm anlar’m yanında M üslüm an olduklarını, geri
kalan Y ahudiler’ı de M üslüm an etm ek iein onlarla be­
raber olduklarını; Y ahudiler arasında,ise Yahudi olduk­
larım , M üslüm anlıklarnım sahte olduğunu açıklarlar.
5. M ünafıklar da, Dönmeler de iki yüzlü hareket
ederler.
6. M ünafıklar ne tam M üslüm aniar arasında ve
ne, de tam olarak Müşrikler arasında yeralabilm ekte-
dirler. Dönm eler de ne M üslüm aniar arasına, ne de Ya-
iıudiler arasına tam olarak girebilnıektedirler. Bu du­
rum ları dolayısiyle hiç bir grup bunlara itim ad etm e­
m ekte ve iki m enzil arasında kalm aktadırlar.
7. H er iki grup da İslâmî bazı davranışları zahirî
olarak yapm akta ve M üslüm anların gözlerini boyam a­
ğa çalış maktadırlar.
8. Her ikisinde de eski inançlarına hizm et etm ek
konusu gibi görünm ektedir.
9. Her iki grup da m ürâidir ve gösteriş içindedir-
247
MÜNAFIKLIK ve DÖNMELİK

10. İnanmadıkları halde kendilerini öyle göster­


me gayreti her iki grupta da hâkimdir.
11. Endişeli olmak, her iki grubun ortak vasfıdır.
12. Münafıklık, umûm; Dönmelik, husûs ifade et­
mektedir.

248
IV BOLÜM

S â B A TA Y SEVİ (TSVİ) VE MfiJSİHLİĞÎ İL E


İL G İL İ G E LİŞM E LE R

A ) SABATAY SEVİ^NÎN A D I, M ENŞEİ VE


G E N Ç L İĞ İ

Bugüne kadar, Doğu’da ve Batı’da, yüzü aşkın


eserde, ya bizzat Sabatay Sevi konu edilmiş veya baş­
ka konuları ihtiva eden eserlerde kendisine yer veril­
miştir. Ancak, bu eserlerde, adı çeşitli şekillerde yazıl­
mış/doğum yeri ve yılında da bir beraberlik sağlanama^
mıştır.
İncelediğimiz eserlerde isminin yazılış şekilleri özet
olarak şöyledir :
1 — Fransız, Alman ve Ingiliz Ansiklopedilerinde;
«Sabatay Zevi», (fSabatay Zebi», «Sabatai Sewi)>, «Şab-
betay (Şabatay) Sebi», «Şabbatay Zevi», «Sabbetai Ze-
wi)), «Şabtay Sevi» vs. olarak yazılmıştır.
2 — Tarihlerimizden Raşid Tarihi, Abdi Paşa’nm
Vekayinâmesi ve Fındıklı Mehmed Efendi’nin Silâhdar
Tarihi'nde, isim zikredilmeyerek, «Haham» ve «Yahu­
di-i Meşhur»; Kâmil Paşa’nm Tarih-i Siyasî’sinde de,
f'Sapatay Levi» olarak kaydedilmiştir.
3 — Vatan Gazetesi, «Sabatay Sivi»; Abraham G«ı-
lante, «Sabatai Sevi» ve Josef Kastein, «Sabatai Ze-
vi^i»; İbrahim Alâeddin Göysa da, Vatan gazetesinin bu

2 49
SABATAY SEVİ ve MESİH LİGİ

züm re m ensuplarına ait olduğu ve oradaki tarih î tef­


rika da Sabatayistlerden birinin kalem iyle yazıldığı için
iiakikî telâfluzu onların daha iyi bileceği h a tıra gele­
bilirse de isim Musevî adı olduğundan, Musevi telâffu­
zuna itibar edip, G alante’nin «Sabatay Sevi» im lâsım
lercih etmiştir.
4 — Yahudi Gershom Scholem ’un (Garşom Şalom),
İsrail’de, İbranîce olarak yazdığı eserde, Şabatay (Saba-
tay) Zevi (T svi); H ikm et Tanyu, Şabtay Tsvi (S ivi);
Yaşar K utluay da Şabtay Sivi şeklini tercih etmişlerdir.
Bu ifadelerden hangisinin onun ismini, gerçek ola­
rak, ifade edebileceği hususunu ve yukarıda başlık ola­
rak «Sabatay Sevi» şeklini tercih edişimizi iki sebebe
dayandırdık ; 1 H erhangi bir ismin, kelim enin doğ­
ru telaffuzunun, şüphesiz, o lisanı bilen veya k u llan an ­
lar tarafın d an yapılabileceğidir. 2 — Bu kelim enin, is­
m in ya kutsal bir kaynağa dayandırılm ası veya o kay­
nağa uydurulm ası için m ensupları tarafın d an kullanılış
^:eklidir.
Biz, bu iki şıktan birincisini, yani îbranîce’ye vakıf
H ikm et T anyu ve Yaşar K utluay’ın ^imlâsı ile Yahudi
tiaham lannın telaffuzunu esas aldık (1). Bu esasa gö­
re de başliğı ((Sabatay Sevi» olarak yazm ayı uygun bul-
ciuk. İkinci şık olarak da, ism in m.enşei olabilecek ke-
iimeler üzerinde durduk.
İbranîce’de ccSabatay Sevi» diye yazm ayı tercih et-
Bkz. Prof. Di". Hikm et Taı;yu, Tariîı Boyunca Yahıicliler ve Türkier,
1/148; Doç. Dr. Yaşar KuUuay, Siyonizm ve Türkiye, Ankara 1973,
D'üa. Dr, Yaşar Kutluay, İslâm vn Yahudi M ezhepleri, 2 2 -2 3 ; A n­
kara 1965, 200.

250
DÖNMELER TARİHİ

tiğimiz bu keiime, «S B T Y , T S V Y))


harfleriyle yazılm aktadır. Sadece sessiz harflerden iba-
j'et olan bu kelim enin okunuşu ve yazılışı «semaimdir.
Bu sessiz harflerden ibaret olm a İbranîce’niıı özelliği-
C'jr. H arflerin okunm asında Ijrzi. nokta ve harekeler
kullanılm aktadır. Bu işaretler olmadığı zam an kelime-
ie'rin okunm ası 2 oriaşmakta ve h a ttâ değişik şekiller­
de okunması, çok tabiî görülm ektedir. B unun için Ya-
hudiîer dışındaki kim seler, bu kelimeyi okurken veya
yazarken değişik şekilleri benimsemiştir. Y ukarıdaki
îbranîce kelimede herhangi bir İşaret olmadığı için baş­
taki' h arfi «S» şeklinde okum ak kurala uygun görün­
m ektedir: F ak at «Ş» olarak okunraası da m üm kündür.
B undan'dolayı «S» okuyanlar cSabatay»; «Ş» okuyanlar
<(Şabatayw şeklinde telaffuz etm ektedir. B u kelim enin
G-rtasmdaki «B» h arfin i şiddete okuyanlar «Sabbatay-
batay», cezimli okuyanlar «Sabatay - Şabatay» şeklin-
ue telaffuz etmiş veya ya:?mıştır. Ayrıca «Şabtay - Sab-
tayjun İbranî gram eri, «Sabbatay - Şabbatay))in da hal-
k m telaffuzu olması da m üm kündür.

İbramce’de-22 h arf vardır ve bu 22 Ivd it Kabbalis-


tik hesaplarda kullanılm aktadır. T anah’ın M ezm urlar
içitabı’nda 119. cu babında 22 h arfin başhk olarak yer­
il'dığı bölüm ler bulunm aktadır. Bu harflerden Kabba-
listik hesaplarda yararlanmış , olm ası. m uhtem eldir. B u­
rada _ «e>i . şm diye,yazılmıştır (2) (Ashnda İbra-
nice'de «S» (e) harPi ile, «Ş» (e*) harfi
ile gösterilm ektedir).
K abbalistlerin «Sabatay Sevi»nin Mesîhliğine hük-
2 Kîtab-ı M ukaddes (Tansh], M ezm uH ar, B a p '; 119, K'itab-ı Mukaddes
Şir|<Gl:i, İstanbul' 1969.

251
SABATAY SEVİ ve MESÎHLİĞİ

mettikleri Tanah (Ahdi Atik) cümlelerinden bir kaçını


inceleyelim : 1 — «Rab’den birşey diledim, onu ara­
rım : Rabbin cemalini g^örüp, O’nun mabedinde hayıun
olmak için, hayatımın bütün günleri Tann’mn evinde
oturmaktır» (3).
Galan te, buradaki «oturmak» kelimesinin İbrani-
ce’de «Chibti - Sabtay» veya/«Chabbetai - Şabbetay» ola­
rak telaffuz edildiğini ve bu Şabtay ile «Tann’mn evi»
arasında ilgi kurulduğunu belirtmektedir (4).
2 — Mezınurlar LXVIII/18’deki «Sen yükseğe çık-
tm, sürgünleri sürdün» cümlesi Talmud’da, meleklerin
engellemelerine rağmen, v;ŞexiatD> almak için Musa’mn
göğe .çıktığı şeklinde tefsir edilmektedir. Sabatay’m
propagandistleri de bu şerhe sarılmakta ve «Mesîh» ola­
rak gelişinin Mezmurlar’m yazarı tarafından (Hz. Da-
vud) keşfedilmiş olduğu sonucunu çıkarmaktadır. Çün­
kü cümlenin sonundaki kelimelerle Sabatay Sevi’nin
kelimeleri birbirine benziyor, fakat aradafei fark, bura­
da «T S V» şeklinde yazıldığı halde, Mezmur cümlesin­
de «Sivi» şeklindedir. Bunlardan biri diğerinin yerine
kullanılabilmektedir.
3 — Eski Ahid'in (Tanah) «Neşideler Neşidesi» ki-
tabmm II. Bab’ının 9. cümlesinde «Sevgilim bir ceyla­
na benziyor» ifadesi yeralıyor. îbranicesi «dome dodi
Ijsvi» olan bu cümleden YaJ^udi mistikleri yararlam-
yor. Onlar, cümledeki «I-isvi» kelimesinin sonundaki
kSvİ» ile Tanrı ve Sabatay Sivi arasında bir ilgi kuru­
yor, sonuçta da «Tanrı Slvi’ye benziyor» hükmünü çı*

3 Tanah (Ahd-i A tık), Mezmurlar, X VI/4.


4 Bkz. Prof. Abraham Galanie, Nouveaux Documents sut- Sabbateaî
Sevi, sf. 14.

252
DÖNMELER TARİHİ

karıyor (5).
4 — İbranîce’de Tann’nır» birçok vasıflarından bi­
ri olan «Kadir» anlamına gelen «Chaddai)) kelimesinin
telaffuzu ayrı ayn ele alınıp matematiksel değerleri
üzerinde duıulduğunda, Sabatay ,Sivi üe^aym toplamı
verdiği için, Sabatay Sivi’nin Tann’ya eşit olduğu neti­
cesine varılıyor ( 6).
Ahd-i Atîk’in (Tanah) bu «âyet))lerinde Sabatay
Öevi’ye bir kutsiyet atfedildiği görülmektedir. Ancak
ismi, Tanah’ın bu cümlelerine dayandınlabileceği gibi,
kutsallık kazandıracak başka «âyetalere de dayandın-
labilir. Tevrat’m (Tora) Tekvin kitabının II/ 1-4, Çı-
kış’m XX/ 8- l l ve Tesniye’nin V/12-15 cümlelerinde
Tanrı’nm Cumartesi’ni mübarek kıldığı yeralmaktadır.
Mübarek mânâsına Şabat - Sebt’ten Şabatay hSabatay
da olabilir. İstanbul Halıambaşıliğı’nm çıkardığı bir ki-
tapçücta «Sebt» günü «Şabat.'^ şeklinde yazılmıştır (7).
Sabatay (Şabatay) isminin Şabat’tan (Sebt - Cumarte­
si) gelmesi de mümkündür. Çünkü Müslümanlar ara­
sında da, özellikle, Cuma, günü doğan çocuklam «Cu­
ma» adı veııne geleneği vardır. Şabatay’ın da Cumar­
tesi günü doğmuş olması ve ona kutsiyet atfetmek için
bu adın verilmiş olması da mümkündür.
Sabatay Sevi’nin, adı gibi, doğum yeri, yılı ve men­
şei de ihtilâfUdır. İspanyol asılh bir Yahudi olan aUe-
den, 7 Temmuz 1626 yılını gösteren İbranî takvimine

5 Bkz. Abraham Galante, a.g>e., sf. 15.


6 B k ı. Abraham Galante, Nouveaüx Decuments sur Sabbatei Sevi
(NDSS). sf. 15.
7 Bkz. İbranî Din Bilgisi (Özetler) — Haharnbaşılık, İstanbul 1969,
sf. 36.

253
SABATAV' SEVİ ve MESİHLİĞİ

göre 5380 (S) senesi Ab ayınjıı 9’unda İzmir’de doğmuş­


tur. Sataatay’ın doğduğu ev, İzmir’de «Lambard» soka-
ğındadır ve şimdi bazı değişikliklere uğramıştır (9).
Bu 9 Ab, Y ahudilerce <(yas günü>:ı kabul edilen-aîkinci
Mâbed))in yıkıldığı tarih e rastlam aktadır. Sabatay, gö­
rüleceği gibi, bunu doğum günü şerefine bayıam a çe­
virmiştir. İslâm Ansiklopedisi, Şabtay’m doğum yılını
1632 olarak gösterm ektedir (10). Birinci defa Mesîhli-
ğin ilân ettiği 1648 yılında, 22 yaşında olduğunda b ü ­
tü n kaynaklar ittifak etm ektedir. Eğer 1632”yi kabul
edersek; 16 yaşında olduğu ortaya çıkm aktadır. Bu yaş,
çocuk yaşı kabul edilirse Ş abtayın mesıhliğine, in an m a­
yı zorlaştırır. O halde 22 yaşa itibar edersek, o zam an
1626 yılını doğum yıh olarak kabul etm em iz uygundur.
V atan gazetesi'nde de H. 1036/M. 1626 senesinde E dir­
ne’de doğduğu (11) kaydedilm ektedir.
Sabatay Sevi, Ispanyol asıllı Morali bir bakkalın ço­
cuğu M ordehay Sivl'nin oğludur. M ordehay Sivi (Türk-
jer arasınd a K ara Menteş lâkabiyle bilinm ektedir, İVIo-
8 İbrani Takvimi, dünyanın yaradılışını, Hz. Is a ’nın doğumundan önce
(i\/1.Ö.) 3760 o[arai< alır. Bugün de aynı takvim i k u lla n ır,v e 1989 yıl/
5749’a tekabül eder.
9 Bkz. Josef Kaslein, Sabbatai Z ew i der M essias von îzm ir, Berlin
1930, st. 21; Prot. A. Galante, Nouveaux Decum ents sur Sabbetai
Sevi, İst. 1935, 3, 17; İbrahim Alâeddin Gövsa, Sabatay Sevi, sf. 15;
The Jevvvish Eıicyclopedla, X ! /İ8 ; Meydan Larousse, X /8 0 Q ; M.
Slousch, «les Deuntneh», Revue du M onde M usulm an, 484; Türk
Ansiklopedisi, X1V/41; la Grande Encyclopedie, X i X / 4 ; Encyclope-
die Annerican, X X l V / 7 8 ; Grand Larousse, IX / 4 7 1 ; X X ’e S iecle de
Larousse, V l/9 9 ; CGİlier's Encyclopedie, New York 1961, X V !/6 5 3 ;
Encyclopedia Britannica, X IX / 8 5 1 .
10 Bkz. İslâm Ansiklopedisi, İI1/64G.
11 Bk^. Vatan G azetesi, Kanunisâni 1924, Nu. 272,

254
DÖNMELER TARİHÎ

ra'cia,n gelip İzmir'e yerleşmiştir.. M ora’da fakir bir ta-


vııkçu olan M ordahav’ın, M ora’ya İspanya Engizisyo
nu baskısı sonunda geldiği tah m in edilm ektedir. İzmir’­
de tellâllık, tacirlik v.e bu m eyanda tavukçuluk da yap­
mıştır. O sm anlIlarla V enedikliler arasındaki savaş' so ­
nucu, îz m irln Doğu ticaretinin m erkezi olm asından
ijonra, bir İngiliz ticaret şirketinde m üdür olmuş ve ol­
dukça zenginleşmiştir (12).
«Bjr T arih Müdekkiki-) (*) m ahlasiyie V atan ga^
zetesinde «Tarihin E srarengiz Bir Sahifesi» başlığı al­
tında on seri m akale yazan yaz-ar, «... Bu çocuğun ba­
bası 'pTorSâ^iîaT'^evi zengin bir tüccardı. Avrupa ta ­
rihlerinin bczılan Morali olduğunu iddia ederler. F akat
Benî İsrail tarihlerine nas;aran Edirneli olduğu m uhak­
kaktır. E dirne’nin iîenginlerindendir. O rada Sarrafbaşı
diye m a’ruidur» (13) dem ektedir.
Ziya Şakir, Sabatay’m E dirne’de dünyaya geldiğini,
babasm m ise II. S ultan Bayezit devrinde M ora’ya, ge­
lip yerleşmiş Sivi ailesine m ensup İspanyol m uhacir-
12 .'osef Kastein. Sabbatai Z ew i, d er Messias von İzm ir, Berlin
1930, 21; Prof. Abraham Galmnte, Nouveaux Decum ents sur Sab-
betai Sevi, 47; The Jevvish Encyclopedia, X l/2 1 8 ; İ. A. Gövsa, Sa’
batay Sevi, sf. 15; iVieydan Larousse, X /8 0 1 ;. Türk Ansiklopedisi,
X IV /4 1 ; İslâm Ansk. lü /6 4 6 ; S eb ilü ’f-Reşâd M ecm uası, X X 1 I!/1 7 2 ;
La Grande Encyc. X2CX!X/4; N., Slousch, «les Deunmeh», Revue
c!u Monde M usulm an (R M M j, V o l, Nu : X II, Decem bre 1908, 484.
«Bir Tarih M üdekkiki» adı altında, Vaian G azetesinde 10 gün d e­
vam eden seri m akaleler yazan, bunu, Avrupa'da bir doktora tezi
oiarak hazırladığını, ancak bundan vazgeçerek gazetede yayınla­
mayı uygun bulduğunu kaydediyor. Böyle bir tezi A m erika’da, Ah-
mad Emin Yalm an'ın hazırladığı ileri sürülm ektedir.
13 Vatan G azetesi, «TarihinıE srarengiz Bir Sahifesi», Kanunisânî 1924,
İMumara 272.

255
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

lerinden Mordohay Sivi olduğunu, genç iken Edirne’ye


yerleştiğini, orada ticaret işlerine giriştiğini, az zaman
zarfında bir hayli para kazandığım ve Sarrafbaşı ün-
vanını almış bulunduğunu belirtmektedir (14), Görül­
düğü üzere Ziya Şakir, Vatan gazetesi’ndeki görüşlere,
katılmaktadır. Halbuki diğer kaynaklar İzmir’de doğ-
duğrunda ittifak etmektedir. Şayet, Sabatay Sevi, Edir­
ne’de doğup büyüse idi; «Mesîhliği))ni, İzmir’de değil,
Edirne’de yaymaya başlardı. Çünkü, kendisinin «cez-
beli hali», şahid olanlarca bilinir. Bütün Hak Peygam­
berler ve yalancı peygamberler kendi toplumlan için­
den zuhur etmiştir. Bunların üstün olan vasıflan an­
cak kendilerini tanıyanlarca bilinir ve kabul edilir. Ay­
nı zamanda kendilerine taraftar olacak ve koruyacak
müridleri, ancak oralarda bulabilir. Bir başka yönden,
eğer Şabtay Edirne’de doğmuş olsaydı, Padişah, onu
Edirne’ye sürgün eder miydi? Ayrıca, Vatan’m iddia et­
tiği gibi, Benî İsrail tarihlerinin Edirne olarak göster­
melerine de rastlamıyoruz.
Gershom Scholem, <(Sabbatai (Şabtay) Sevi» adlı
İbranîce eserinde Sabatay’m doğum yeri olarak İmir’i
gösteriyor (35).
Galante, İzmir’in Karakaş semtindeki «Bahri Ba­
ba» mezarlığında, yanyana yeralan ve üzerinde İbranî-
ce aym kitâbevi taşıyan iki'mezar tesbit etmiş; bu me­
zarlardan birinin Sabatay’ın babası Mordehay Sevi’ye,
diğerirün de onun kardeşi olma ihtimalini taşıyan İsak

14 Bkz. Ziya Şakir, «Türkiye Yahudileri», Millet Mecmuası, 8 Ocak 1948,


Sayı : 101.
15 Bkz. Gershom Scholem. Sabbatai (Şabtay) Sevi, İsrail 1957 (5717),
(ibranice), 1/83.
\

256
DÖNMELER TARİHİ

Sevi’ye ait olduğunu ve bu iki mezara ait îbranîce ki­


tabeyi 1903 yılında kopya ederek eserine aldığını belirt­
miştir (16). Aslında bu, kesin bir delil teşkil etmez, an­
cak bu doğrultuda olan kanaati desteklemeye yardım
eder. Bunun yanında Edirne’de doğduğuna dair bir ip­
ucu, bir işaret de yoktur. Ayrıca onun «peygamber»
olma iddiasmdaki Gazzeli Nathan’ın yaymlamış oldu­
ğu «beyannâme))de de İzmir olarak geçmektedir (17).
Mordehay Sevi’nin üç oğlu oluyor ve bu oğullar
onun hayatını kolaylaştıran bir lütuf olarak kabul edi­
liyor. Josef ve Elias’m baba mesleği ticaretle meşgul ol­
masına, küçük oğul Sabatay’ın da tahsiline karar verili­
yor. Bu tahsil, onu, sadece haham yapabilecek olan
Kutsal Kitab’a münhasır değildir. Küçüklüğünden beri
okumaya bilhassa din kitaplarım tetkike meraklı olan
Sabatay'ın bu merakının önüne geçemeyen ailesi, ha­
ham olarak yetişmesini istiyor. Haham olma isteğinin,
ona, dindar olan annesinden geldiği de ileri sürülüyor.
Sabatay, İzmir’in tanınmış hahamlarından İsak
d.Alba’nm öğrencisi oluyor. İsak d’Alba, ona, Tevrat ve
Talmud’u okutuyor, mistisizm (yani Kabbala’yı) öğre­
tiyor. O, Talmud öğreniminden çok, Kabbala öğrenimi­
ne merak salıyor (18). (Bazı kaynaklar, Mordehay Se-
vfnin, Sabatay’m doğumuyla, işlerinin düzeldiğini ve
bu çocukta bir fevkalâdelik farketmiş olduğımu, aynı
zamanda çocukta fevkalâde zekâ izleri gördüğünü, her

18 Bkz. A. Galante, Htstoire des Juifs d'Anatolie, İstanbul 1957, sf, 253.
17 Bkz. A Galante, Nouveaux Documents Sur Sabatai Sevî, sf. 110.
18 Bkz. Prof. Abraham Galante, Nouveaux Pecuments sur Sabbatal
Sevi, 17; İ. Alâettin Gövsa, Sabatay Sevi, 15; Josef Kastein; Sab-
beta! Zewi, der Messian von İzmir, 21 -22; Meydan Larousse, X/810.

257
SABATAY SEVİ ve MESiHLİĞİ

İstediğini yerine getirdiğini, tahsil, ve terbiyesine çok


ehemıniyet verdiğini kaydediyorlar).
Sabatay, ilk tahsilini gördükten sonra, o zamanın
en meşhur Kabbalist bilginlerinden R a v â s k â p â ’-
nın ilahiyat ve mistisizm derslerine devam ediyor (19).
Buradaki Ravaskapa, Rabbi Josef Eskapa olmalıdır. Jo-
sef Kastein’e göre Şabatay Sevi, Rabbi Josef Eskapa’nın
İdaresi altındaki «Yeşiba» okuluna gönderiliyor. O, ze­
ki ve çalışkanlığıyla dikkati çekiyor. Babasının Talmu-
dist isteğine rağmen o Kabbalist olmayı arzu ediyor.
Öğretimi sırasında onun ilgisi Talmud’dan daha çok
Klabbala üzerine oluyor. Oradaki mistik izahlar, ona,
daha cazip geliyor. Sevi, bilim dili olarak kullanılan îb-
ranîce’yi tenkid ediyor, bir zamanların temiz ve klâsik
îbranîce'sine hayranlık duyuyor, onu tekrar dirilteceğiy-
le de övünüyor ( 20).
Burada Sabatay’ın öğrenimi ile ilgili iki husûs kar-
vsımıza çıkıyor : 1 — İzmir hahamlarından îsak d’Al-
ba’nın, 2 — Josef Eskapa’nın idaresindeki «Yeşiba» oku­
lunun öğrencisi olması. Bunlardan hangisi onun birin­
ci, hangisi ikinci öğretmeni olduğu, kaynaklarda, belli
değildir. Ancak Sabatay’ın Kabbalist öğretimini Eska-
pa’dan okuduğunu, Mesîhliği sırasında hocasının da
fikrinin alındığını, hocasının Sabatay hakkındaki görüş­
lerini nazarı itibare ahrsak bu ikinci hocası ve onun
öğretimi de aynı zamanda tahsilinin ikinci kısmı olu­
yor. İsak d.Alba'dan da ilk tahsilini aldığı ve bu öğre­
tim sırasında Kabbala’ya merak saldığı da düşünülür-

19 Bk^. Bir Tarih Müdekkiki, «T. Esrarengiz Bir Sahifesi«*, Vatan Ga­
zetesi, Kanunisanî 1924, Nu. 272; Ziya Şakir, «Türkiye Yahudileri»,
8 Ocak 1948, Sayı : 101 -102.
20 Bkz. Josef Kastein; Sabbetai Zewi, der Messias von İzmir, sf. 22.

25 8
DÖNMELER TARİHİ

se; burada umumî bilgileri aldığmı ve kabiliyeti doğ­


rultusunda yetiştirilmek üzere Rabbi Josef Eskapa'ya
teslim edildiği anlaşılır.
Sabatay, dünyayı 38 krallığa taksim ettiği beyan­
namesinde, 37 nci kral olarak Rabbi Akiba’yı görevlen­
diriyor. Ona, «benim ikinci öğretmenim» diyor (21). O
zaman, Sabatay, Eskapa’mn idaresindeki okulda Rabbi
Akiba’nın öğrencisi olmuş ve belki Eskapa’dan da ders
almaştır.

Sabatay Sevi, 15 yaşında Kabbala’yı öğrenmiş, bil­


hassa gelecekten habeı veren pratik Kabbala onun çok
iıoşuna gitmiştir. Orada, Allah ve meleklerle konuşma­
lardan, her türlü mucizelerden bahsedilmektedir. Ço­
cuk yaşta birisi, kendisini bu gibi cazibeli şeylere ra­
hatlıkla kaptırabilmektedir. Sabatay da kendisini bun­
lara kaptırarak, sık sık oruç tutmuş, kutsallaşmak için
sık sık yıkanmış ve bir nevi inziva hayatı yaşamış­
tır (22). Bir taraftan da, hahamların meclisine devam
etmiş; mübaheselere ve münakaşalara kanşmış, görüş
ve kanaat beyan etmiştir. Sabatay’ın bu hali ailesini
düşündürmüş ve onun halini evlenme istediğine bağla­
mıştır. Bir başka husus da, mistisizmle uğraşan^birinin
evli bulunmasıdır. Ayrıca, «Mesîhlik çağı» yaklaşdığın-
dan evlenecek çağa gelenlerin evlendirilmesinin gerek­
liliğidir. Bu inançlar doğrultusunda, Sabatay 15 yaşm-

21 Bkz. Prof. A. Gafante, Nouveaux Decuments sur Sabbetai Sevi,


sf. 118.
22 Bkz. A. Galante, Aynı eser, sf. 17; Jevvish Encyclopedîa, X I/2 1 8 -9 .

259
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

da evlendirilmiş (23), fakat o, Dirınci zevcesine yaklaş­


mamıştır. Kadının mahkemeye (Hahamlara) başvurup
boşanma talebinde bulunması üzerine Sabatay, hiçbir
şey söylememiştir. Kadının söylediklerini kabul etmiş
ve Mahkeme (Hahamlar) boşanmasına karar vermiştir.
Ailesi, ilk hanımından hoşlanmadığına kanaat getirdik­
lerinden ,ikinci kez evlendirmişlerdir. Ancak Sevi, etraf­
ta vuku .bulan dedikodular karşısında, kendisini haklı
göstermek için, bu kadınlardan hiç birinin kendisine
İlâhî olarak takdir edilmediğim, kendisinin hiç evlen­
meyeceğini, çünkü Tevrat’la evlendiğini ileri sürmüş­
tür. Bütün bunların Kabbala’nın onun üzerindeki bir
tesiri olarak yorumlanmaktadır. Hattâ, Kabbala’nın
fantezilerine iyice girince aklî muvazenesini kaybettiği
de ileri sürülmektedir,
Sabatay, 18 yaşına gelince bir grup gence öğret­
menlik yapmaya başlıyor. Bu ve mistisizm üzerindeki
çalışmaları ona yeni bu hazırlanılma fırsatı kazandırı­
yor. Ö sırada bütün dünya İktisadî ve İçtimaî inkılâb-
lara hazırlanıyor; yeni deniz yollarının keşfedilmesi üze­
rine Ortaçağ’a ait fikirler sarsılıyor, müceddid olarak
ortaya çıkanlar rahatlıkla nazarı dikkatleri celbediyor.
Bu sırada Luther’in Avrupa’da uyandırdığı akis-
lerin tesiri de devam etmektedir. İşte bu ahvâl içerisin­
de Avrupa, büyük bir telâş ve heyecan devresi geçiri­
yor. Her tarafta hüküm sürmeğe başlayan dinsizlik ve
ahlâksızlık, hahamları, papazlan, din adamlarını, hü-

23 Son Saat Gazetesi, H. 1056/M. 1646’da 17 yaşında iken 1. defa ev­


lendirildiğini belirtiyor. Halbuki doğumu 1626 olduğuna göre 1646’da
20 yaşında olması lâzım. Böyle olunca 17 yaş ve 1646 tarihi doğru
değildir. Bu basit mesele biie, bu tefrikanın alelusul' yazıldığmı or­
taya koyar (2 Haziran 1927).

260
DÖNMELER TARİHİ

lâsa bütün düşünen insanları endişelendiriyor. Bu ha­


lin düzelmesi için,, bir «Halâskâr))in gelmesi bekleniyor.
Yahudiler, îsak Laria’ya göre, Kabbala’nm işaret ettiği
.'fMesîh))in gelmesinin yaklaştığı kanaatine vanyor ve
Zohar’a göre «Mesîh»in geliş tarihinin 1648 olacağını
belirtiliyor, Hıristiyanlar arasında da bir «Mesih»in
beklentisi fikri yer alıyordu (24). Benzeri durum, her
devirde olduğu gibi, bir kısım Müslümanlar arasında
da bir «Mehdî» beklem.e fikri halinde yaşamaktaydı. İş^
te bu şartlar arasında yetişen ve bu mistik fikirleri bi­
len Sabatay, neden «Mesih» olmasın? Zaten çocuklu­
ğundan, beri de yaşıtlarından farklı bir yaşantı içinde
olması, onun bu arzusunu'kolaylaştırmaktadır.
Sabatay, yaşıtlarından farklı bir hayat yaşamakta,
yeni şeyler aramakta ve aceleci bir durum sergilemek­
tedir. Yahudi halkının başaramadığı şeyleri Talmud’a
havale etmesine rağmen Sevi, ondan tatmin olmamakta
akıntı içerisinde «aç» ve meraklı bir durum sergilemek­
tedir. Yahudi halkı, başaramadığı şeyleri Talmud’a ha­
vale etmesine rağmen Sevi, ondan tatmin olmamakta
ve daha ötesim arzulamaktadır. Bu durum, onun ço­
cukluk, ve gençliğini yaşamamasına, «gerçek» diye bir
anlayışa sahip olmamasına bağlanmaktadır. Ona göre
bir gerçek vardır. O da; «Kabbala’nın dünyasızdır. Kab-
bala, bir harikalar diyarıdır. Onda, bütün va’dedilenler,
dünyanın herşeyi ve uhrevî saadete kavuşmanın bütün
sırlan yeralmaktadır. Teorik ve pratik olmak üzere iki
kısımdan ibaret olan Kabbala’da, bozulmuş dünyanın

24 Bkz. Prof. Abraham Galante, N o u v e a u x , Decum ents sur Sabbetai


Sevi, sf. 18. Bir Tarih M üdekkiki, «Tarihîn Esrarengii Bir Sahifesi»,
Vatan G azetesi, Kânunisâni 1924, Nu. : 272; Ziya Şakir, «Türkiye
Yahudileri», IVlillet M ecm uası, 15, Ocak 1948, Sayı : 102.

26 1
SABATAY SEVİ ve ^ylESİHLİĞİ

düzenini yeniden sağlayacak «Mesîh))in bir gün gele­


ceğine dair düşünceler ve mülahazalar bulunmaktadır
Bundan dolayı «Mesîh»in bir gün geleceği ile ilgili bek
leyiş sergilenmektedir. Bu Kabbala’da belirtilen nefs
alıştırmalannı gerçekleştiren her dürüst ve temiz kim
se, kötülükleri yenip vdüzenli dünya» yı gerçekleştire
bilir. Bu da ancak «Mesih)) tarafından başarüabilecek
tir. işte, bu dünyada, o duygular içerisinde, gençliğim
yaşayamayan, Sabatay yetişmektedir. O, «İlâhî niteli
ğe» ulaşabilmek için, yemeyerek, içmeyerek ve vücudu
na işkence ederek bir nevi inziva hayatı yaşıyor, Böy
lece şöhrete ulaşıyor ve etrafında da kendisi gibi «aç«
meraklı insanlar istiyor. Etrafına topladığı gençler de
riyazet yapmaları telkininde bulunuyor. Kendisi de ço
ğu zaman bir köşeye çekilip dua ediyor ve «Mesîhi şaı
küar» söylüyor. Hattâ nefs murakabesinden sonra alm
nm parladığı ve vücudundan güzel kokular yayıldığı
propaganda ediliyor. Onun bu özellikleri yanında dış
görünüşü ve z'erâfetiyle de etrafındakileri etkilediği
ileri sürülmektedir.
Sabatay’ın inziva hayatına ve «]VIesîh))lik arzusuna
babasının o günkü jş durumunun da etkili olabile^
ceğ;i üzerinde durulmaktadır. Babası, o zaman,
İngiliz ticaret şirketinde çalışmakta ve şirketteki Hıris;'
tiyanlarla bazı konulan konuşmaktadır. Bu tartışma
konuları arasında «Mesîhain geleceği ile ilgili hususlar
da bulunmaktadır. O, Hıristiyanların da bir «Mesih»
beklediklerini görmekte ve bu bilgileri eve geldiğinde
aktarmaktadır, inziva hayatı yaşayan Sevi’nin de bun-
lardan kendisine hisse çıkarması, riyazet hayatını sert­
leştirmesi ve kendini tamamen «Mesih» adayı görmüş

262
DÖNMELER TARİHİ

Olması pek tabiî görülmektedir (25).


Sabatay’m bu yaşama tarzı, ve «Mesîhiik» hevesi,
onun anormal bir adam olması ihtimali üzerinde du-
rulmasma yolçamaktadır. Hattâ onun çocukluğundan
beri sık sık sara nöbetleri geçirdiği; bundan dolayı ha­
diselerin ve okuduğu' hurafelerin kolayca etkisinde kal-
ciığı da rivayetler arasındadır. Gferekçe olarak da zayıf
ve manen hasta mizaçta olan adamların bile bir gaye
uğrunda kuvvetli bir irade gösterebildikleri, kendi uy­
durdukları sıfata bazen kendilerinin de inanacak kadar
zaaf ve garabet örnekleri, sergileyebildikleri ifade edil­
mektedir (26).
İlâhî tecelli, zorlama ile değil, ancak lütûf işidir.
Peygamberler, bu lütûf üzere gelir ve İlâhî tecelliye maz-
har: olurlar. Bu kapı da Hz. Muhammed (S.A.S.) ile ka­
panmıştır. Ondan sonraki olaylar bir zorlama ve bir
kendi kendini aldatmadır. Bunun aldatmaca ve sahte­
kârlık olduğu ciddî olarak Mesîhliğin isbatı istendiğin­
de, gelecek kısımlarda, ortaya çıkacaktır.
B — M E S ÎE L İK İD D İA S I VE SAB A T A Y SE V İ
a) Sabatay Sevi’n in Me&ıhliğini Hazırlayan Şart­
lar :
Sabatay Sevi’nin gençlik yılları, Avrupa’nın Otuz
Yıl Savaşları (1618 - 1648) sırasında geçmiştir. Bu sa­
vaşlarda Yahudilerin yaşadığı yerler yakılıp yıkılmış­
tır. 1648/49 yüında Polonya’da «Chmielnickuin Yahudi
katliamı (27) başlamıştır. Bu eziyet ve sıkıntılar sonun-

25 Bkz. Josef Kastein, Sabbetai Zewi, der Messias von İzmir, 2 3 -30 .
26 Bkz. İbrahim Alâettin Gövsa, Sabatay Sevi, 16.
27 Bkz. N Slousch, «les Deunmeh», RMM, VI/4S4; Prof. Dr, Ahmet
Çelebi, Mukarenetu'l-Edyân, 1/193.

26 P.
SABATAY SEVİ ve MESİHLiĞI

da Yahu(^iler, ümidi, eski kaynaklam tetkikinde bul­


muşlardır. Bu kaynaklarda, Mesih’in gelişi, zamanı ve
şartlan işaret edilmiştir. Onlara göre «Mesîh»in gelişi;
dağılmış olan Yahudileri, ecdatlarının topraklarına dön­
dürecek ve kurtuluşu gerçekleştirecektir. Bu kurtuluş
fikri ve Filistin’de toplanmaları İsrail Peygamberleri­
nin sözleri arasında yeraJmaktadır (28).
Yahudüerin «-Mesîhlik ÇağiDmn geleceği ile ilg ili
umûmî fik irleri :

1 — Esaretin başgöstermesi (Bu, dünya ile «Me-


sîhlik Çağ'D) arasındaki fark olarak gösteriliyor). Bu ha­
yatın sosyal şartlarını iyileştirecek ve sosyal adâleti sağ­
layacak birinin gelmesi; esaret ve gaddarlığı ortadan
kaldıracak «Mesîhlik Çağı»nın başlaması şeklinde yo­
rumlanıyor.
2 — Paranın kesede bollaşması. Bunun da, sosyal
bir karışıklığı ve onu takip edecek olan yeni bir zama­
nın zuhurunu doğurabilecek genel bir sefâlet fikrini tav­
sif ettiği belirtiliyor.
3 ~ Bütün devletlerin «Liberal Fikirleri» kabul et­
mesi (Sadukîlerin hâkimiyeti).
ab) Yahudilerin M illî karakterdeki fikirleri :
1 — Yahudi polis ve kadınlarının ahlâkının bozul­
ması.
2 — Yahudilerin kibirlerinin görünmesi.
3 — Yahudilerin iki şefi olması (Yahudiler, harp

28 Bkz. Kitab-ı Mukaddes, îşâyâ, Bap ; 27/13; Hezekîel', Bap : 28/25;


34/13: 37/1 -17; Amos, 9 /1 4 -1 5 .

264
DÖNMELER TARİHİ

esiri' olarak Babil’e götürüldüklerinde iki şefe sahipti­


ler).
4 — İnancın azalması, v.s. (29).
En büyük Tevrat yorumcusu kabul edilen Moşe ben
Maymonides (İbn Meymun), normal seyrine devam
eden yaşadığımız dünyanın «Mesîhi Çağ» olduğunu,
ancak normal seyrine devam eden dünya ile «Mesîhi
Çağ» arasında bir fark bulunduğunu ve bu farkın da
İsrail’in kendi devletini kurmasının oluşturduğunu be­
lirtmektedir (30).
Bu testait ve yorumlar, Filistin’de yeniden bir .«Da-
vud Evi» kurulması fikrini Yahudiler arasında canlan-"
diriyor. Bu mistik dalga, Avrupa’nın zulüm gören aha­
lisi üzerinde tesirini gösteriyor. Mesîh Çağı’mn geldiği
hem Yahudileri, hem de Hıristiyanları meşgul ediyor.
Bu da, Kabbalistik bir tarihle tesbit ediliyor (XVII. yüz­
yılın ilk çeyreğinde, Selanik’te, mistik okullar, kendi-
lerini Kabbala’mn tercüme ve tefsirine vermişlerdi).
Bunlar, İtalya, Hollanda ve Fransa’daki cemaatlerle
münasebette idiler. Bunların hepsi de, Mesih’in gelece­
ğine İnanıyor ve beklenilen Mesih’in İzmir’de yaşayan
«Mukaddes» bir adam olacağını, süsleyerek hikâye edi­
yorlardı (31). Avrupa’daki Yahudiler ve Hıristiyanlar
bu fikirde iken, İznûr’de, onbeş yaşından (1641) beri,
kendisini Kabbala’nın fantezilerine kaptırmış Sabatay
Sevi yetişiyordu (32). O, günlerce oruç tutuyor, yaz-kış
demeden yıkanıyor ve kendisine işkenceler uyguluyor-

29 Bkz. Abraham Galante, NDSS.8-10.


30 Bkz. Abı-aham Galante, NDSS, ,10.
31 Bkz. Leon Scraky, Farewll To Salonica, New York 1946, 115-117.
32 Bkz. İbrahim Alâettin Gövsa, Sabatay Sevi. sf. 16,

265
SABATAY SEVİ ve MESİHLÎĞİ

du. Bu hâl ona tesir edip aklî muvazenesini kaybetti­


ği (33) ileri sürülüyordu. Sevi, çocukluğundanberi İsak
Luria'nın mistisizminin tesirinde kalmış, onu kendisine
rehber olarak almış ve gece-gündüz bu inançlarla uğ­
raşıp, kendisine taraftar toplamakla meşgul olmuş­
tur (34), Bu sırada babası, Mordehay da şöhrete ulaştı­
ğından evinde Yahudi hahamları, Rum, Katolik papaz­
ları ve yabancı münevverler toplanıyordu. Bu toplan­
tılarda çeşitli münakaşalar oluyordu. Sabatay Sevi de
bu toplantılara katılıyor; konuşulanları dinliyor ve on­
lardan zevk alıyordu. Onlardan Yahudiliğin hikmet ve
felsefesini öğrendiği; diğerlerinin fikirlerinden de isti­
fade ediyordu (35). Zamanla genç Sabatay da
bu konuşmaJara girmeye başlıyordu. Ö sırada,
her tarafta hüküm sürmeye başlayan dinsizlik, ahlâk­
sızlık v.s. bütün hahamları, papazları ve din adamla­
rını meşgul ediyordu. Bu üzücü halin düzelmesi için
Mesih'in gelmesi gerektiği kanaatini taşıyorlardı (Yu­
karıda belirttiğimiz gibi Mesıhî şartlar tahakkuk etmiş­
tir. O halde Mesîhlik Çağı bu çağdır). Bu Mesîhî Yıl,
Hıristiyaniara göre ^1666, Yahudi Kabbalistlere göre
(Zohar’da da işaret edilen) 1648 yılıdır (36). Yahudi-
lerden bir kısmı Hıristiyanların bildirdiği 1666 yılına
o kadar inanıyorlardı ki, Manasseh b. Israei adındaki bir
Yahudi, CromweI ve İngiltere Parlamentosu’na yazdığı

33 The Jewish Encyciopedia, Xif/219.


34 Encyclopedia Britannica, «Sabatai Sebi«, X IX /7 8 7 .
35 Bkz. Ziya Şakir, «Bugüne kadar ortaya konma>Tiış vesika, tarihî hâ­
diselere dayanarak Türkiye Yahudileri», IVlillet Mecmuası, 15 Ocak
1948, Sa. 102, sf. 14.
36 Bkz. Ziya Şakir, «Türkiye Yahüdileri», M illet Mecmuası, Sayı : 102,
sf. 14; Encyclopaedia Britannica, X iX /8 5 1 ; The Jewish EncyciO'
pedı, Xl/219.

266
DÖNMELER TARİHİ

mektupta, Yahudilerin İngiltere’ye yeniden kabulünü


istiyor ve bu (Mesih’in gelişi) tarihten de bahsediyor­
du. Mordehay Sevi, İngilizlerle dalma temasta O'lmasın-
clan dolayı bu ümitleri sık duymuş, ve kendisi buna
inanmış ve tabiî oğluna da etki etmiştir (37). Zaten
Kendini mistik eserleri tetkike veren Saba tay, bu
fikirleri duyunca, her ikisini birleştirmek suretiyle me-
sîhliğini hazırhyor olmalıdjr. Ama ne zaman?..
İşte bu zamanı ve şartları değerlendirip, ondan ne­
ticeler çıkaran Sabatay’ın şu hükme vardığı kaydedi­
liyor : «Mevcut olan dinler, yüzlerce ve hâttâ binlerce
sene evvel va’zedilmiştir. Bunlar, artık bugünkü insan­
ları tatmin edecek vaziyette değildir. Beşeriyet, her gün
yeni bir âleme doğru yüıniyor. Medeniyette yeni bir ta-
lam ihtiyaçlar başgösteriyor. Halbuki mevcut olan şe­
riatların ağır baskıları altında insanlar eziliyor. Biraz
ferahlamak, geniş nefes almak istiyorlar. Fakat buna
imkân göremiyorlar. Onun için gitgide dinden uzakla­
şıyorlar, dinden uzaklaştıkça da ahlâklarım kaybedi­
yorlar)). Ziya Şakir, «Sabatay, yalnız bu hükmü vermek­
le kalmamıştı. Buna çareler de aramaya başlamıştı.
Ve o, bu çareleri bulduğu takdirde artık bir (IVTesih)
olacak, beşeriyeti dinsizlikten ve ahlâksızlıktan kurta­
racaktı» diyor ve, devamında, Sabatay’m bu dâvayı ta-
mamiyle benimsediğini ve kendisini Allah tarafından
bu iş için halkedildiğine inandırdığını; mütemadiyen
köşelere çekilip düşündüğünü belirtiyor (38). Sabatay’m
evliliğinden de bahsediyor ve S a r a isimli bir ka-

37 Bkz. The Jevvish Encyclopedi, Xl/219; Vatan Gazetesi. 12 Kanuni-


sânî 1924, Nu. 272.
38 Bkz. Ziya Şakir, «Türkiye Yahudiieri», M illet Mecmuası, 15 Ocak
1,948, Sayı : 102, sf. 14.

267
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞl

tolik kızı İle birinci defa evlendirildiğini ileri sürüyor.


Halbuki, birinci ve ikinci evliliği vuku bulduktan ve
onlardan aynldıktan sonra, Mesîhliğini yaymak için
çıktığı seyahatta, Kahire’de, S a r a ile dördüncü ev­
liliğini yapıyor (Bu konuyu ileride ayrıca işleyeceğiz).
XVII. asır ortalarında da Mesîh intizarı, birçok hâ-
üişenin tesiriyle, cahil halk arasında umumî bir ihti­
yaç halini almıştır. Luther’in Protestanlık inkılâbını
takip eden mezhep mücadeleleri, İngiltere’de «Pürita-
nizmoin ( = Aşırı dinci, tutucu bir Hıristiyanlık anla­
yışı) ortaya çıkışı ve bu mezhebe dahil olan Cromwerin
İngiltere’de bir diktatörlük kuracak derecede kudret
kazanması; o asrın mânevi vasfına misâl teşkil etmek­
tedir. Engizisyon (Inquisition) Mahkemeleri’nin zul­
münden kaçıp dünyanın muhtelif köşelerine yayılan ve
bu arada Türkiye’ye iltica eden Yahudilik âleminde
büyük buhranlar, ıstıraplar uyanmıştır. Manevî teselli
bulmak ihtiyacı, hahamları ve Yahudi düşünürlerini
Kabbala tetkikleri ve eski metinlerden deva aramak
merakına düşürm.üştür. Halk da bu türlü haber ve işa­
retlere eskisinden fazla bağlanmıştır. Aslında bu bağ*
lanışın Yahudi âleminde sarsı^tılar yapacağına Spino-
za’nın hayatı örnektir. 1632 -1677 yılları arasında ya­
şayan, Amsterdam’da doğup La Haye’de ölen bu genç
Yahudi düşünürü, haham olmak üzere mistik eserleri
tetkik etmiş ve Kutsal Kitab’ın yanlışlıklarla dolu ol­
duğunu ileri sürmüş, bu hususta eserler, yayınlamıştır.
Bu fikirlerinden dolayı Sinagog’dan ve Yahudi cema­
atından tardedilmiştir (39).

39 İbrahim Alâettin Gövsa, Sabatay Sevi, i l : Hayfullah Öfs, Musâ ve


Yahudilik, 4; Leon Sciaky, Frawe!l To Salonica, 108-115.

268
DÖNMELER TARİHİ

Spinoza, Felsefesini Etika’da (Ethica) açıklıyor :


v(Bu Tanrı bilgisiyle ulaşılan bir âhiret mutluluğu öğ­
retisidir. Felsefesinin amacı : İnsanlar arasında ilişki­
yi mümkün kılan iyi’yi aramaktır. Bu iyinin keşfi ih­
sana, ebediyete kadar sürekli ve yüce bir sevinç sağla­
yacaktır. Bu âhiret mutluluğu incelemesi, gizlere (sır­
lara) yer vermeyen bir felsefe mutlak bir akılcılık ola­
rak sunulmaktadır. Tanrı bilinebilir, çünkü insamn an­
lığı (anlayışı) Tanrı’mnkiyle biçimsel olarak özdeştir,
însan yanılıyorsa, nüfuz edilemez bir Tanrı, dualarla
yumujşatılabilen tanrısal (İlâhî) bir güç, kısacası bazan
insan görünüşü olan bir Tanrı tasarlıyorsa, bunun se­
bebi kendi benliğini ve zihninin imkânlarını tanımama­
sıdır. Ahlâk, sadece Tann’yı değil, inşam da inceler; sev­
gileriyle, tutkulariyle bütün insan ruhunu, bireysel var­
oluşun bütün ımsurlarmı tahlil eder. Fakat bu yöneliş,
^omut bireyin eğitimini, sonra da onun kozmik bütün­
de hücre bütünleşmesini sağlayacak bilgiyi vermeyi
amaçlar. Düşünülen, niteliğin zihnî tahliliyle insan, in-
m m n T anrı’da gerçekleşmesi demek olan m utlak hür­
riyete ulaşabiliri) (40)
Sabatay Sevi, bu man6:vî ortamda yetişiyor. İnziva­
ya çekilip KabbaJİst hesaplara göre Mesih’in zuhurunu
hayâl ediyor. Bu hesap, Tevrat’taki bazı sözlerin mate­
matiksel değerleri üzerinde oluyor ve onlardan 1648 yı-
h elde ediliyor (Biz bu hesaba «KABBALA»yı izah eder­
ken yer verdik). Yahudilikte Mesih’in gelmesi için, bü­
tün dünyadaki Yahudilerin büyük bir tazyik altına düş­
müş, maddi - manevî güçlükler içinde bunalmış olması
şarttır (41).

40 Meydan Larousse, X/519.


41 İbrahim Alâettin Gövsa, Sabatay Sevi, 12.

269
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

Bu tür hurafeler, Hıristiyanlık âlemini de meşgul


etmiştir. İngiltere’de, tskoçya sahillerine uzak denizler­
den gelme bir filonun yanaştığı; bu donanmanın yel-
kendlerinin ipekten olduğu,' mürettebatının İbrani dili
konuştuğu ve bayraklannın üstünde « İsrail’in On İki
Kabilesi» kelimelerinin ya,zıh bulunduğu (42) hikâyesi
uydurulmuştur. Bu rivayetler, Hıristiyanlık âleminde
ele, Yahudilik âleminde de yakında bir değişikliğin ala­
cağı intibaını uyandırmıştır,
Sabatay’ın inziva hayatını ve iki defa evlendirilme-
î^ine rağmen hanımlarına yaklaşmamasını, kudsiyetine
etrafını inandırmak kastiyle yapmış olduğu; sonraki
ijayatmda kadınlara pek düşkün ve bazlarına çok mağ­
lup bulunduğu; ilk gençlik zamanına ait olarak hikâye
edilen bu «perhizkârlığınj. taraftarlannın onu yükselt­
mek ve kudsileştirmek için isnad ettikleri bir masaldan
ibaret olduğu; yahut, anormal mizacının bu ilk gençlik
çağlarında daha fazla buhran içinde bulunmasından
kaynaklandığı ileri sürülmektedir (43).
Bu acaip hâl ve düşünceler içinde kendisini yetiş­
tiren Sabatay; babasının evinde toplanan haham ve pa­
pazlarla bir mübahase esnasında, dinlerin islâha muh­
taç olduğunu söylüyor. Sabatay’ın ortaya attığı bu fi­
kir, küfür ve dinsizlik olarak nitelendiriliyor. O gün­
den sonra, Sabatay’la hahamlar arasında bir mücadele
başlıyor. Hahamlar, onun delirdiğine kanaat getiriyor,
öldürtmek için teşebbüse geçiyor; fakat İzmir’de tanın-

42 Abraham Galante, NouveaLix Docutnents Sur S. Sevi, 12.


43 İbrahim Alâettin Gövsa, Sabatay Sevi, 17.

270
DÖNMELER TARİHİ

rnış bir şahsiyet (='), onun tarafım tuttuğu için birşey


yapamıyor. Bunun üzerine İzmir Yahudileri iki kısma
ayrılıyor. Bir kısmı hahamlara, bir kısmı da Sabatay’a
taraftar oluyor. Sabatay’a taraftar olanlar, kıyâmet’in
kopacağına yakın -Yahudi itikad.ınca- Mesih dünyaya
gelecektir. Madem ki 1666’da Mesîh ortaya çıkacak ve
Kıyamet de kopacaktır, o halde neden bu Sabatay ol­
masın diyorlar. İzmir’de cereyan eden bu hâdiseler her
tarafa yayılıyor ve dünyanın, her tarafmdaki Yahudi-
1er arasında akisler uyandırıyor. Sabatay, kısa bir za­
man zarfmda, Yahudiler arasında meşhur oluyor (44).
Bu tartışmalar devam ederken Sabatay kesin olarak Me­
sih olduğunu ileri sürmüyor. O, fikirlerini kabul ettire­
cek bir grup öluştumıaya çalışıyor. Etrafındakilere bir
Mesih’in gelebileceğine dair manidar sözler sarf ediyor.
Zaman ve zemini yokluyor, kendisine isnad ettiği kud-
si'yeti ve etrafının dikkatini celbedebilecek delilleri ileri
sürerek bunu yavaş yavaş hissettirmek istiyor. Çünkü,
kendisi, kendinin Mesîhliğine çoktan inanmıştır (45).
Yahudiler, cehalet ve daralma zamanlarında dün­
yaya bir Mesih’in gelip kendilerini esaret ve sıkıntıdan
kurtaracağını bekliyorlardı. «Kıyamet falan sene

Z ıy a Şakîr, bu kişiyi Nâthan Benjamen olarak gösteriyoı-. Aslında


bu Gazzali Abraham Benjamen Nathan olmalıdır. O sırada Saba-
tay, henüz onunla tanışmamıştır. K udüs s e y a h a ti s ıra s ın d a G azze'-
ye uğradığmda onunla tanı$acaktır. Burada Z. Şakir, bir başkası ile
karıştırmış olmalı veya bir başka Nalhan olmalıdır ki biz başka bir
Benjamen iMathana rastlamadık. Onun bahsettiğ ibu kişi, Joseph
Çelebi olabilir.
44 Ziya Şakir, «Türkiye Yahudileri», M illet Mecmuası, 15 Ocak 1948,
sf. 14.
15, Vatan Gazetesi, «Tarihin Esrarengiz Bir Sahifesi», 12 Kanunisânî
1924, Nu. 272; İbrahim Alâettin Gövsa, Sabatay Sevi, sf. 18.

271
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞI

Kopacak)) tarzındaki kehânetlerin uyandırdığı akis


gibi, bir müneccimin meşhur bir eseri de, Avrupa’­
nın her tarafında, «Mesîh intizarı)) husule getirmiş­
tir. Bu müneccim, yıldızlar arasında okuduğuna göre,
H. 1058/M. 1648 yılında, beklenilen Mesih’in zuhur
edeceğini ilân ediyor ve bu rivayet mübalâğalı şekil­
de yayılıyor. Bû Mesih’in idm olduğu, nerede, ne su­
retle zuhur edeceği merakla bekleniyor. Sabatay Sevi,
bu rivayetleri biliyor ve bunlar -küçüklüğündenberi sa­
ra nöbetleri geçiren- kendi üzerinde kolayca telkinler
icra ediyor. Kendisinin Mesîhliğine kesin olarak nefsini
inandırıyor ve şöhreti de her tarafa yayılıyor. Bu du­
rum karşısında hahamlar telâşa kapılıyor. Mesih’in zu-
hûr etmesi lâzım gelen 1648’de hahamlar^ Sabatay’ın
Yahudillk’e ait bazı sırları açığa vurduğunu ileri sü­
rerek ayaklanıyor ve nümayişler yapıyor. Bütün bu
sıkLştırmalar, Sabatay'ı korkutacak, zarar verecek yerde,
ona, daha çok ehemmiyet verilmesine vesile oluy'or (46).
h) Sabatay Sevi'nin Yahudi Geleneğine Göre Me-
sîhliğini İlâ n ı (I. Defa) :
M. 1648. Sabatay Sevi, .1648 senesinin bir kısmı geç­
tiği halde Mesîh olarak ortaya çıkan kimse olmadığı­
nı görür. O halde, 1648’de Yahudilerin beklediği «Me­
sih» kendisinden başkası değildir. Kanaatine göre, ge­
çirilecek zaman yoktmv Bu işi, önce kendisine en ya­
kın ve mahrem olanlara açıyor. Zaten onlar, inanmak
için hazırlandıklarından, hiç bir müşkülât göstermi­
yor (47). Yirmi iki yaşındaki genç Kabbalist, o gü-

46 Vatan Gazetesi, A.g.m, 12 Kanunisânî (Ocak) 1924, Nu. 272.


47 Vatan Gazetesi-, A.g.m. 12 Kanunisânî (Ocak) 1924, Nu. 272; Gövsa,
Sabatay Sevi, 18-19; Josef Kastein, Sabatai Zewi, 67.

272
DÖNMELER TARİHİ

nü heyecanla bekliyor. O güne kadar kimse ortaya çık­


madığına göre, Tanrı’nın son teyidini almamış demek­
tir. Eğer kendisi de ortaya çıkmazsa, bu ümit çökmüş
olacaktır. Sabatay, kendisinden başka birisi ortaya
çıksa da, gerçek (fMesîh» kendisinin olduğuna inanıyor.
Arkadaşları arasında açığa vurduğu bu fikri (Mesîh-
lik ), halk içinde de göstermesine ihtiyaç duyuyor. Çün­
kü; ortaya çıkmamış bir fikir meşru değildir. Ama, böy­
le bir hâl, hayatına da m.al olabilir; fakat bunu da gö­
ze almanın lâzım geldiğine, kendi kendine düşünüyor.
Sinagog’a bu yarım şuurla geliyor (48). Mesîhi, Meh-
dîlik şeklinde alan Sebilu’r-Reşâd Mecmuası, bu husus­
ta, şöyle diyor : «Sabatay ‘Kabbala’ tesmiye kılınan
teşkilâta dahil olmuş ve günün birinde bir Cumartesi
âyini esnasında kendini ‘Mehdi’ ilân etmiştir. Pek katı
ifadede bulunduğu için Sinagog’dan dışarı atılmış ve
hahamlar kendisini Yahudi cemaati arasından tard et­
mişlerdir» (49). Sabatay Sevi, Sinagog’da, Talmud’un
yasağına rağmen «Tetragramme))’yi { ‘^) (J.H.V.H. ve­
ya y.H.W.H.) ilân ediyor. Sabatay’ın bu yaptığını Sü­
leyman Mabedi mevcut olduğu zaman, Kudüs’de, an­
cak Yüce Kral (MESİH) söyliyebilir (50). Bunu, «Mu-
î-îa, îsrailoğullarına saygı icabı, onun adını (Yahve ve­
ya Yahova) anmaktan sakmmalarını ve ona işaretle ik-

48 Josef K a s te in , Sabatai Zevvi, 37 - 68.


49 SebilüV-ReşâcI, X X Ill/2 0 3 .
'‘ T e t r a g r a m m e : Sadece,. Mesih'in geldiği, Süleyman M a­
bedi (Beyt-Ha-Mikdaş) mevcut olduğu zaman, kurtuluş nişânesi
olarak, Yüce Kral (MESİH) tarafından açıklanabilecek Tanrı (Yah-
ve)'niıı, Yahudilerin söylediği gibi değil, yazıldığı gibi tam olarak
söylenmesidri), (Bkz. Abraham Galante; Nouveaux Decuments Sur
S., Sevi, 18).
50 A. Galante, Les Juifs des İzmir, 238; The Jevvish Ene., Xl/219.

273
SABATAY SEVİ ve MESİH LİGİ

tifa etmelerini öğretmişti» denilmekte ve Smith’in de


bu görüşü benimsediği, bu görüşe ilâve alarak şu görü­
şü ileri sürdüğü kaydedilmektedir : «İbranîce’de (Lord)
kelimesinin karşılığı ‘Yehvâ’dır. M, 500 senesinde kadar
İbranî lûgatmda, sesli harf kullanılmıyordu. O, tarih­
ken sonra sesli harfler kullanılmaya başladı. Bu sebep­
le (Je Yehvâ kelimesi ‘Yahova (Jehovah)’ haline geldi.
Bunun içindir ki, ‘Yahova’, yahut ‘Yahofa’ kelimesi
’Efendi ve îlâh’ mânâsmadır» (51). Sinagogda bulu­
nanlar, 3abatay’m bu emirleri tanımayacak kadar ap­
tal olmadığına göre, Tanrı-yı mı tanımıyor diye tahmin­
lerde bulunuyor. Fakat, sofuluğu ile tanındığı için, bu­
na da ihtimal vermiyorlar. Çünkü onla:r, O’nun, «Kab-
bala», bilgisi ve tuhaf hallerinden dolayı, Yahudileri
Kudüs’e götürüp İsrail devletini kuracağına inanıyor­
lar. Onun <(Yahve»yi ağzına alışının gayesi «Kabbalis-
tik ve Rabbinik» bilgilere aşina olanlar tarafından an^
laşılıyor. Ama her ne sebeple olursa olsun bu bir hata­
dır diyorlar, Synagog (Sinagog) da bulunan halk duala­
rına devam ediyor. Kimsenin Sabatay’la ilgilenmemesi
t;anını sıkıyor. Kendi kendine «Ben bütün bu
^sıkıntıları buradaki bu susma için mi çektim?»
diye soruyor. Dua edenler arasmda bulunan Isak
Syiveyra, Sabatay'ı anlıyor. Şylveyra, gerçek Mesih gel­
diğinde halkın onu inkâr edeceğini bildiği için, Saba-
tay’a ilk taraftar oluyor ve kendisine Sabatay tarafın­
dan bir taç veriliyor. Syiveyra, ona, Moşe Pinherra
atalyan Rabbisi Josef PJrgas'ın kaymbii’aderidir. Ölm.
1689 ve Moşe Calmari adında iki mürid daha ge­
tiriyor. Bunlar küçük bir cemaatin nüvesini teşkil edi­
yor. Bunlar sormadan, şart koşmadan, onun Mesîhliği-

51 A. Çelebi, Mukayeseli Dinler Tarihi Açısından Yahudilik, 174.

274
DÖNMELER TARİHİ

ne İnanıyor ve kimseyi şüphelendirmeden taraftar ka­


zandırmaya çalışıyorlar. Öğrenciler arasına dahi sira­
yet ediyorlar. O zaman bir okuldaki öğrenciler meşhur
bir hahamdan «Mesih’i nasıl tanıyacaklarını» soruyor­
lar. Haham da; «Herkesin ona inanmasından ve kimse­
nin ondan şüphelenmemesinden tanıyacağız» diyor (52),
Meydan Larousse’da İzmir’de Mesîhliğini ilân edin­
ce geniş bir taraftar kitlesi bulduğu (53) kaydediliyor.
Sabatay’ın, Tann’nın adını, yersiz ağzına, alması çe^
şitli olaylara sebep oluyor. Bu olaylar sırasında zaman
yeteri kadar huzursuzdur. Polonya’da Chmelmckı’nın
katliamı (1648 - 1649) sürüyor. Bu katliamdaki Yahudi
kurbanları sayısı tesbit edilemeyecek bir sayıya ulaşı­
yor. Bir müddet sonra durum normale dönüyor ve teh­
dit altmda H ıristiyan olan Yahudiler, yeniden Yahudi­
liğe dönüyor. Fakat, bir müddet için kendilerine ipekli,
sırmalı v.s. li elbiseler, giymeyi yasaklıyor ve ızdırapla-
nnı şiirlerde dile getirmeye çalışıyorlar.
Her ne Is^dar dış dünyada bu tür olaylar cereyan
ediyorsa da, onlardaki Mesîh fikri bir ideal olarak yer
alıyor; fakat gerçekleştirme yoluna girmiyorlar. Bu
olaylardan sadece Sabatay Sevi hoşnut değildir. Çünkii
o, sınırı aşan adımı atmıştır, geri almak istemiyor. Bu
olayların işe yarayacağını ve bir «Mesıhcilik)) patlama­
sının olacağını tahmin ediyor. Bunun da, kendisi ola*
cağım bekliyoi'. Bir Mesih bekleyenler de, bu sıkıntılı
îmlarmda, onu amyorlar. Fakat, Mesîh taraftan olan­
lar da, kendi aralannda büyüyen bu adamı kabul et­
mek istemiyorlar; ama onun kurnazlığına da hayran-

52 Kasteîn, Sabatai Zewi, 6 8 -7 0 ; The Jevvish Encyclopedia, Xl/219.


63 Bkz. Meydan Larousse, 111/862.

275
SABATAY SEVİ ve MESİHLIĞİ

İlk duyuyorlar. Onun, Taıın’nm adını küstahça ağzına


almasına da göz yumamıyorlar (54).
Başhaham Joseph Escapa başta olmak üzere İzmir
hahamları, Sabatay’m bu cür’eti karşısında teessür ve
heyecanla hareket geçip, Bet-Din’in (=‘=) iki üyesini,
onu yola getirmeleri için görevlendiriyorlar. Ancak o,
kendisine nasihat için gelenlere de Mesihliğini ilân edi-'
yor. Bunun üzerine İzmir’in hahamları bir araya gelerek
onun ve taraftarlarının ölümü hakettiklerine karar ve­
riyorlar ve Sabatay’ı afaroz ediyorlar (55). Fakat bu
afâroz işine, onun ruhî halini bilen Josebpy Escapa
karşı çıkıyor. Escapa, hahamlara, ^«Ona ehemmiyet ver­
memelerini ve onun ancak böyle bertaraf edilebileceği­
ni » söylüyorsa da onlar taunu nazarı itibare ■almı­
yorlar. Yahudilikte, Tanrı’nm adını yetkisiz olarak ağ­
zına alana «Ölüm cezası» verilir. Escapa, bu işi kefa­
retle halletme yoluna gidiyor ve kefaret parasını da
cemaatin üzerine almasını teklif ediyor. Fakat bunun
sonuca bir etkisi olmayacağını savunup, onu afaroz
ediyorlar. Joseph Kastein, bu afaroz işinin Sabatay’ı
etkilemediğini, onun en büyük Mesîhi hareketine vesi­
le olduğunu, İzmir’de uzun zaman kalamayacağı ve ora­
dan ayrılması lâzım geldiğini anladığını belirtiyor. Bu­
nunla beraber hahamlar, onu, Cemaat ve Tora önünde
şu hükümle lanetleyip tard ediyorlar : «Yatarken, kal­
karken, dışarı çıkarken lanetlenmiş olsun. Tann, onu
affetmesin. Onun adı göğün altından silinsin. Onunla
kimse arkadaşlık etmesin ve ona lütufta bulunmasın.

54 Kastein, Sabatai Zewi, sf. 74-75.


‘ Bet-Din : Başhahamın başkanlığında dört üyeden oluşan Yahudi din
kurulu.
55 Abraham Galante, Les Juifs des İzmir, sf. 238.

276
DÖNMELER TARIHI

Önu kimse barındırmasın ve elinden bir şey okumasın.»


Bu bilgiyi verdikten sonra Joseph Kastein; «Eğer onu
kendi haline bırakıp bir değer vermeselerdi, o kendi
haline sönerdi ve onlar bu taniimi yayınlamakla onun
değerini artırdılar» (56) diyor. Biz burada Joseph Kas-
tein’in fikrine katılıyoruz. Çünkü; bazı insanlarda meş-
İmr elma yönünde bir eğilim görülür. Bu meşhur olma,
menfi yönden de, müsbet yönden de olur. Eğer Saba-
tay’a ehemmiyet verilmeyip bir kenara atılsa idi, bu de-
rece ilgi toplayamazdı, İnsan psikolojisinde yasağa kar­
şı bir arzu vardır. Bu arzuyu tatmin etmek ister, 3a-
batay da afaroz edilip bir değer atfedilince, diğer insan­
lar onda fevkalâde bir hâl (durum) olduğuna kail ol­
dular, O zamanki fevkalâde durum Mesih’in gelmesi­
dir, haîk arasmda (cMeyveli ağaç taşlanır» sözü gere­
ğince, onda birşeylerin var olduğu yargısını uyandırmış
olabiür. Bu hâl, çocukluğundanberi devam eden tutu­
mu.-bazı kaynakların ifade ettiği gibi- fizikî yapısı, il­
mi ve güzel konuşmasını da eklersek, daha iyi anlaşı­
lır. Bütün bunlar onun lehine bir gelişmedir.
Bu ızdıraplar, eskidenberi tasavvur edilen Mesih’in
ızdırablan olarak kabul ediliyor. Afaroz ve ızdıraplar,
Mesih’in tanınmasına yardım ediyor ve onun için iti-
mad kaynağı oluyor. Sabatay, yanındakilere, «Onu ko­
van şehir, onu bir kral olarak karşılıyacak» diyor. O,
Selânikli Chaim Dow ve İzmirli Schalom tsrael’e Mesîh-
liğini tebliğ ediyor; onları mümessil tayin ediyor ve
sürgün müddetince verdiği talimata göre hareket et­
melerini istiyor (57).

56 Josef Kastein, Sabatai Zev^t, 76-78.


57 Josef Kastein, Aynı eser, 79.

277
SABATAY SEVİ ve MESİHLÎĞİ

İzmir'de hahamların mukavemetiyle karşılaman Sa-


batay, burada daha fazla kalamayacağını anlıyor ve
•-fMesîhIiği»ni kabul ettirecek bir yer bulmaya kararlı
uj'arak seyahate çıkıyor. Bu durumu, İ. A. Gövsa, bir
frenk darb-ı meseli olan «Nul n’est prophete dans son
pays = (Kimse kendi memleketinde Peygamber ola­
m az)» sözü ile açıklıyor ve Sabatay’ın en büyiik muka­
vemeti kendi memleketinde gördüğünü belirtiyor (58).
Bizde de bu darb-ı meselin değişik şekilleri vardır. Bun«
lardan biri, «Ev danası öküz olmaz» şeklidir. Bu, o çev­
renin çocuğunun, o çevre halkı arasında, daima çocuk
olarak görüldüğünü ve ne olursa olsun, çocukluk zama.
nma göre değerlendirildiğini ifade eder.
Josef Kastein, Sabatay’ın bu muhalefet karşısında
hiçbir kuvvet ve iradeye sahip olmadığını^ kurtuluşu
kaçmakta bulduğunu (59) -belirtiyor.
Vatan Gazetesi, çocukluğunu bildikleri 22 yaşında
bir gencin karşılarına çıkıp, «Mesîhim!)) demesinin Ya­
hudi ulemâsını kızdırdığını belirtiyor ve şöyle devam
ediyor : «Nümayişler son dereceyi buldu. Bütün Muse­
vî uleması bir araya geldiler. ‘Sevi’nin katline fetva ver­
diler. ‘Sevi’, İzmir’de dikiş tutturamıyacağını anladı,
daha müsait bir faaliyet sahası aramak üzre 1648 se­
nesinde İstanbul’a hareket etti» (60).
Gövsa da, Yahu(^i hahamlarının bir araya gelip,
onun ölümü hale ettiğine karar verdiklerini belirtiyor

58 İbrahim Alâettin Gövsa, Sabatay Sevi, 19.


59 Josef Kastein, Sabatai Zewi, 78,
60 Vatan Gazetesi, «Tarihin Esrarengiz Sahifesi», 2 Kanunisânî 1924,
No : 272 Sahifesi).

278
DÖNMELER TARİHİ

ve şöyle diyor : «Musevî hahamları için böyle hir fetva


vermek kolay, fakat onun icrası cesarçte mütevakkıf ve
bu takdirde hükümetin cezasma uğramak muhakkaktı.
Bundan dolayıdır ki fazla amelî kıymeti olmadığım bil­
diği bu karardan Saba tay Sevi yılmamıştır. Ve yine bir
müddet İzmir’de yaşamıştır. Ancak kendi memleketin­
de muvaffak olmak için ilk önce başka yerlerde muvaf­
fakiyetin daha emin olduğunu takdir etti ve seyahate
karar verdi» (61), Sabatay, Osmanlı İmparatorluğu ida­
resi altmda bulunan bir zümrenin, verdikleri ölüm ka­
rarının infazının mümkün olamıyacağını' biliyor olma­
lıdır. Ancak, afaroz işlemini kendi âdetleri doğrultusun­
da gerçekleştirmeleri mümkündür. Osmanlı İmparator-
luğu, başından beri bunlara dinî imtiyazlar tanımıştır.
Sabatay’m İzmir’den ayrılış ve İstanbul'a geliş se­
nesi üzerinde ihtilâflar vardır. Vatan Gazetesi, 1648’de
İstanbul’a hareket ettiğini; Gövsa, 1648’de Mesîhliğini
ilânından sonra biraz daha kalıp 1650’de hareket etti­
ğini belirtiyor. Jewish Encyclopedi, 1651 civarında,
(Gratz’in 1654’de) İzmir’den çıkarıldığına, fakat nereye
gittiğinin kesin olarak bilinmemesine rağmen İstan­
bul’a gitmiş olacağına (62) yer veriyor. Galante, birkaç
zaman sonra, 1650’de taraftarlarının büyük üzüntüsü
arasında İzmir’i terkedip İstanbul’a gittiğini (63); bazı
kaynaklar da, 1651’de İzmir’den ayrıldığım (64) kayde­
diyor. Josef Kastein, Sabatay’ın seyahatinin bir plân
dahilinde olmadığım, tesadüfi yer değiştirdiğini ve bu

61 İbrahim Alâettin Gövsa, Sabatay Sevi, 19.


62 The Jevvish Encyclopedia, Xl/220.
63 Abraham Galante, Les Juifs d.es İzmir, 238.
64 Bkz. Loen Sciaky, Farevvell To Salonica, 118: La GrancJ Encyclo-
pedie, X X l X / 4 ; Encyclopaecİie Britannica, X IX /7 8 7 .

279
SABATAY SEVİ ve MESİHLİGİ

yer değiştirmelerinin hedefinin kendisine taraftarlar


bulmak için olduğunu ifade ediyor. Ayrıca İstanbul’a
gitmeden Mbra’ya ugTadığı, orada duramayıp Atina’ya
gittiği; fakat afaroz haberlerinin orada duyulmuş öldü­
ğünü öğrenince yoluna devam ettiği de (65) belirti­
liyor. Ziya Şakir ise, 1648"de, ansızm karar verip bir İn­
giliz gemisine binerek İzmir’den Selânik’e gittiğini; fa­
kat, asıl maksadının İstanbul’a gitmek olduğu için, ora­
da fazla kalmayıp İstanbul’a hareket ettiğini (66); Josef
Kastein de, Mora ve Atina’dan sonra Selânik’e, Seiâ-
nik’ten sonra İstanbul’a geçtiğini belirtiyor (67) '; an­
cak diğer kaynaklar bu Selanik seyahatini İstanbul’dan
sonra gösteriyor (68).
C — Sabatay SevVnin Mesîhiik Seyahatleri :
M. 1648 - 49. Sabâtayin İzmir’den hareketi (69).
Bazı kaynaklar bunu 1650 (veya 1651) olarak göstermiş­
lerse de Sabatay’m, afaroz edilmesinden sonra İzmir’de
uzun zaman kalması, kendisi ve dâvası bakımından sa­
kıncalı olacağı için, hemen hareket etmiş olması en
uygun olanıdır.
Bazı kaynaklar değişik tarih veriyorlarsa da bu, Sa-

65 Josef Kastein, Sabatai Zewi, 79-81.


66 Ziya Şakir, «Türkiye Yahudileri», M iilet Mecnnuası, Sayı : 102, sf. 14.
ü7 Josef Kastein, a.g.e., 80.
58 Bkz. A. Gaiante, Nouvesux D'ecuments Sur S. Sevi 18-19; A.
Galante, Les Jııifs des İzmir, 238-239; Vatan Gazetesi, 13 Ka-
nunisânî 1924, Nu, 273 «Tariflin Esrarengiz Sahifesi»; İ. A. Gövsa,
Sabatay Sevi, 19; Jewisb Encyclopedia, XI/220; Leon Sclaky, Fa-
rewell To Sslonica, 117-118.
ü9 Sabatay Sevinin-bu seyahatleri ile ilgili bir harita, Lewis Brovvne’-
nin «Stranger Ihan Fiction»! adlı eserinin 265. sahifesinde yeral-
maktadır.

280
DÖNMELER TARİHİ

batay’ın İstanbul’a hemer değil, birkaç yeri yokla­


dıktan sonra gitmiş olabileceği ihtimalini veriyor. Za­
ten, Josef Kaslein; Mora, Atina ve Selânik’e uğradıktan
.«onra İstanbul’a geldiğini ifade ediyor,
M. 1649 - 50. Mora ve Atina’yı ziyareti. İzmir Sina-
gög’undaki hadisesi, kendisinden önce buralara ulaşmış
olduğu için, buralarda uzun zaman kalmasını zorlaştırı­
yor. Ziya Şakir, Sabatay’m Selanik’© de çıktığını ve
orada bir müddet kaldığmı; fakat, asıl maksadının İs­
tanbul olduğu için, fazla kalmadığını belirtiyor. Kastein
de; -diğer kaynaklanıl İstanbul’dan sonra Selanik’te
faaliyetini anlatmasının aksine- Selanik’te faaliyette
bulunduktan sonra İstanbul’a gittiğini kaydediyor. Bri-
tannica Encyclopediada, Selânik’e gittiğini ve oradan
İstanbul’a geçtiğini belirtiyor (C. 19, sf. 851).
Burada, Sabatay’ın, Selânik’e birinci defa uğradığı­
nı, ancak fazia bir faaliyette bulunmadan İstanbul’a
geçtiğini ve Kastein’in belirttiği;hususun ikinci Selanik
seyahati olacağını tahmin ediyoruz. Çünkü; İzmir’den
Mora yolu ile Atina, Selanik ve İstanbul’a gitmesi da­
ha uygundur.
M. 1650-51. Sabatay Sevi; İstanbul’a geliyor. Ora­
da, Sabatay’ı, kendisi tarafmdan uydurulan bir belge
ile, Mesih olarak ilân eden Abraham Yachi adında bir
haharnla tanışıyor. Bu haham; Eski Ahîd’den olmak
üzere «Mezamiri Süleyman Tefsiıi» namiyle uydurduğu
kitabı, eski bir risale tavsiyesiyle, Sabatay Sevi’ye ve­
riyor. Bu vesika, Mesih’in Yahudilerin iddia ettikleri
gibi 1648’de değil, Hıristiyanların belirttiği 1666’da ge­

281
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

leceği ve Sabatay Sevi isminde birisi olacağını (70) işa­


ret ediyor. Bu vesikada :
«Ben, Abraham, kırk yıl müddetle bir mağaraya
kapatılmıştım ve mucizeler çağının -gelmeyişine şaşı-
vorken; o zaman bana şöyie hitap eden bir ses işittim :
Hilkat’ın 5386 (1626) senesinde Sabbetay isminde bir
erkek çocuk dünyaya gelecek ve büyük ejderhayı yene:
cek. O, gerçek Mesîh olacak ve silâhsız döğüşecek» (71).
(fTann’nm (Benim) tahtına oturacak» (72). «Onun ül­
kesi ebediyyen devam edecek ve ondan (=") başka İs­
rail’in hiçbir kurtarıcısı olmayacaktır» (=‘=*).
Josef Kaâtein, bu belge için diyor ki : «Bu durum­
da bir aldatan ve bir aldatılan mevcut değildi. Biri bir
araç veriyor, diğeri de bn aracı alıyor. Her ikisi de ama­
cın zaruretine inanıyor. Bu inanışa bakılırsa, bu belge
hakikîdir. Onun muhtevasma ve Sabatay’ın Mesîhliğine
inanan herkes, o belgeye vicdan rahatlığında başvura­
bilir» (73). Şayet bu belge hakikî idiyse, Sabatay'ın ger-

70 Prof. Abraham Galante, Neuveaux Decuınents Sur S. Sevi 18: Prof.


Abraham Galante. Les Juifs des İzmir, 238; Vatan Gazetesi, «Ta­
rihin Esrarengiz Bir Sahifeşî», 13 Kantınisânî 1924; İbrahim Alâet-
1in Gövsa, Sabatay Sevi, 19-20; Meydan Larousse, X/800.
71 A. Galante. Nouve?,ux Decuments Sur S. Sevi, 18-19; A. Galante,
Les Juifs des İzmir, 239; Jevvish Encyclopedia, Xl/220; Josef Kas-
tein. Sâbatai Zewi, 88 -89 .
72 Jewish Encyclopedia, X l/220|''Josef Kastein, a.g.e., 8 8 -89 .
Rosanes, (C. IV, p. 57'de)' bu doküman Yachni'ye boşuna ma!e-
dildiğini. Gazzali Nauhan’m, bir yerde bulduğu bu belgenin birkaç
pasajını değiştirip Sabatay Sevinin ismini yazdığını belirtiyor (Bak.
A. Galante, Nouveaux Decumehts, 19, Dipnot).
Josef Kastein, Sabatai Zewi, 8 8 -8 9 (Bu kısımlar, diğer kaynak-
Sevi’nin bir oğlu olacak, deniliyor).
73 Kastein, S. Zewi, 88-89,

282
DÖNMELER TARİHİ

çek Mesîh olması gerekirdi. Fakat görüyoruz ki o, sı­


kışınca böyle bir iddianın olmadığım, basit bir haham
olduğunu ileri sürüyor. Divan huzurunda kelleyi kur­
tarmak için Müslüman oluyor. Bu olay bile, belgenin
sahte olduğuna yeter bir delildir. Ayrıca Kastein, Yach-
ni bu belgeyi Sabatay’a verince, aralarında anlayışlı bir
susuşun olduğunu da kaydediyor. Bu susuş, olsa olsa iki
hilekânn suçluluk susuşudur. Çünkü, biri sıhhatinden
şüphe ediyor ve karşısındakine : Buna inanayım mı? de­
mek istiyor. Belgeyi veren de, anla işte... Sahte ama
işine yarar anlamında susmuş olsa gerektir. Burada ej­
derhadan kasıt Yahudilere zulmedenler -ki, o zaman
çoğ-unluk OsmanlI împaratorluğu’nun idaresinde olduk-
lerina göre Türkler olmalı- ve Mesîh de büyük zalimin
(Türkler olmalı) [Bu Türklerin onları nasıl koruyup
müsamaha ettiklerini ve yabancı yazarların, özellikle
Yahudi olanların, Türklerin onlara karşı olan iyi niyet­
lerini belirttiklerine yer vermiştik] kibrini kıracak biri­
si olarak görülmektedir.
Sabatay Sevi’nin babası Mordehay Sevi, çalıştığı
İngiliz şirketinde, Hıristiyan, birisi ile tartışmaya giriyor,
ikisi de birbirinden ayrı düşünce ve görüşte olmaları­
na rağmen, dünyanın kurtarıcısı olan Mesîh’n gelece­
ğinde birleşiyorlar. Tartışmalar sırasında, Mordehay,
'(Zohar»ın buhranlı olayların vuku bulacağı ve Jübile
(Yubil) yılında herkesin (Yahudilerin) kendi mülküne
(Filistin’e) döneceği zamanı 5408 (1648) olarak belirt­
tiğini ifade ediyor. (Bunlar ancak Mesîh sayesinde ola­
cağına göre, o, bu yılda gelecek demektir). Fakat İn­
giliz, Mesih’in gelmesi hususunda Mordehay’la aynı fi­
kirde olmasına rağmen, 1648’i değil, 1666 yılını kabul
ediyor. Yahudi lerin «Zohar^ına karşılık Hıristiyanların

2 83
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

da Yuhannis *(Johannis) ’inin olduğu ve onda Mesih’in


(İsa) bin yıllık saltanatı başlangıcının 1666 olarak
hesaplandığı ileri sürülüyor. Kastein, Mordehay’ın eve
döndüğünde bu durumu anlatmış olabileceğini ve Sa-
batay'ın da bu düşünceden, dolayısiyle haberdar olabi­
leceğini (74) ilâve ediyor. Eğer bu olay gerçekten vuku’
bulmuşsa, Sabatay, Abraham Yachni'nin belgesinden
evvel bu fikre sahiptir. Yachni’nin belgesiyle kendisine
bir dayanak bulmuş oluyor.
Hıristiyanlann 1666 yılı hikâyesini duyan ve Yach-
ni’nin uydurma belgesini vahiy kabul eden Sabatay,
geçici bir müddet için, «Mesih’im» iddiasından vazgeç­
ti. 1666 senesini bekleyen bir hazırlığa ve ele geçirdiği
belgeyi, propaganda aracı olarak, Yahudiler arasına
vaymaya başladı. Buna bir dinî eser şekli verildiği için
Musevîlerin boş kuruntuları bir kat daha kuvvetlendi.
Bundan dolayı da, Sevi’nin nüfuz ve itibarı arttı (75).
İzmir Başhahanu Joseph Escapa (Josef Eskapa), İstan­
bul’daki meslekdaşlanna, İstanbul’da bulunan, bir müd­
det sonra da Selânik’e geçecek olan Sabatay Sevi ve
taraftarlarının hareketlerine karşı uyanık olmalarını
yazdı (76). Fakat İstanbul’da dedi-kodu, şikâyetler ve
nümayişler başladı. Sevi, İzmir’de olduğu gibi, İstan­
bul’da da duramayacağını anladı; etrafındakilere dik­
katli ve sabırlı olmalarını tavsiye edip, Selânik’e hare­
ket etti (77). İstanbul’da üç şene kaldı ve 1654’de, Se­
lanik için ayrıldı (78). Onun, Selânik’e Abraham Yach-

74 Josef Kastein, Sabatai Zewj, aS-42.


7i> Vatan Gazetesi, 13 Kanunisânî 1924; Jewish Encyc., XI/220.
7(3 A. Galante, Nüuveaux Deciimenis Sur S, Sevi, 19.
77 Vatan Gazetesi, 13 Kanunisânî 1Ö24, Nu, 273.
7Ü Leon Sciaky, Farewell- To Saionica, 118,

284
DÖNMELER TARİHİ

ni’nin tavsiyesi ile gittiği (79) ileri sürülüyor.


M. 1654, Selanik’e (-.) gidiyor. O sıralarda, Selanik
Musevî muhiti Kabtoalistik meselelerle uğraştığı için,
bu genç hahamın ismi kendisinclen evvel buraya; var­
mıştı. Sabatay Selânik’e gelince, İzmir ve İstanbul’da
uğradığı muam.eleden ibret aldığından, Mesîhlik mese­
lesini açmadan önce etrafını yokluyor. Onların Mesîh
hakkındaki fikirlerini öğreniyor ve kendisine bir bilgin
süsü veriyor. Mesih’in geleceği hususunda görüşler be­
yan ediyor. Bu görüş ve kanaatleriyle Yahudi halkının
sempatisini kazanıyor. Zaten, buradaki Yahudi kesafe­
tini bildiği için, taraftar bulacağını da hesap etmiştir.
Çünkü Selânik,' Kabbala öğretisinin kale kurduğu bir
yerdir. Sabatay geldikten sonra, Selânik’i, onbeş gün
devam eden çalkalanma ve çılgınca bir neşe kaplıyor :
ziyafetler, halaylar v.s.. Selanik Yahudilerinin bu sem­
patisinden istifade ederek ora hahamlarının büyük
çoğunluğunu bir ziyafette topluyor. Bu ziyafet esnasın­
da Sabatay, MesîhUkle ilgili bahisler açıyor ve kendisi-,
nin hiç evlenmeyeceğini beyan ediyor. Beraberinde ge­
tirdiği «Sefer Tora»dan (Tevrat’ın elle yazılmış toma­
rı) evlenme ile ilgili bahsi,okutuyor ve onunla evlendi-

79 Meydan Larousse, X/8Û0.


" Selanik, Yahudilerin hürriyet ve bağımsızlık içinde yaşadıkları yer­
dir. Burada her çeşit İspanyol şivesi, İtalyanca ve Almanca da gö­
rülüyor. [Diğer bazı hususları dipnotlarda verdik). Selânik'de o za­
man, 10.000 Türk; 4.000 Yunanlı ve 22.000 Yahudi yaşamaktadır.
Burada, 30 tane Sinagog ve binlerce Kabbala öğretimi görenleri
barındıran evler vardır.
N. Slousch; Selânik şehrinin Türkiye' aktüaiitesinde cereyan
eden olaylarda, 1908 ihtilâlinde önemli rol oynadığını ve kendile­
rine «Dönmeler veya Maamin» diye adlandırılan cemaatin 1908
Türk ihtilalinde çok etkili olduklarını kaydediyor (Bak. Slcusch «Les .
Deunme'h». Revue du Monde Mü^ulman, V I/1 3 0 -8 ).

285
SABATAY SEVİ ve MESİHLIGl

ğini ilân ediyor (80). Bununla da yetinmiyor, İzmir’de


yaptığı gibi, Tetiagramme (J.H.V.H.)’yi de açıkça söy-
lüj'^or. Bu durum karşısmda şaşırmış olan hahamlar,
ona, bu hareketin sebebini soruyor. O da, «Mesîhim»
cevabını veriyor (81). Bu sözü küfür addeden haham­
lar şiddetle aleyhine geçiyor (82). Kastein, bu sözü söy­
ledikten sonra, bir susuşla karşılaştığını, kimsenin bir
şey demediğini; ancak masanın son tarafında «bu adam
delidir» diye bir ses yükseldiğini ve toplantının dağıl­
dığını kaydediyor. Sabatay, gidenlerin arkasından, «Ne­
den tekzib ediyorsunuz? Bu Kutsal Tomar hakikati Se­
lindin zevcesi olmalıdır» diyor. Çıkanlar da onu acaip,
şaşkın bir şekilde ve «Kakçık» diye bir ifade ile karşılı-
yor. Sevi, orada en son kaian Joseph Escapa’nın akra­
bası İsak Levi’ye «Mesih» olduğunu açıklıyor ve kim­
seye bir müddet açmaması için yemin ettiriyor (83).
Bu durum, oradaki Yahudilerin arasında ikilik çıkarı­
yor (84). Hahamlar, onun şehri terketmesini istiyor.
Sevi de karşı koymaya cesaret edemiyor (85); fakat
istediği olmuş ve oraya tohumunu saçmıştır. Bu tohum
zamanla filizlenecek ve bu akımın meıkezi olacaktır.
Selanik’te evine misafir olduğu bir Yahudi, Sevi’-

80 Bkz. Jüsef Kasîein, Sabatai Zewi, 80 -81 ; Abraham Galante, Les


Juifs des İzmir, 239; İ. A. Gövsa, Sabatay Sevi, 19 -21 ; Vatan Gar
zetesi, 13 Kanunisânî 1924; Xeon Sciaky; Pareweil T o . Salonica,
118; Jevvish Encyclopeclia, X I/2 20 -221 ; A. Galante, Nouveaux De-
cuments Sur S. Sevi, 19.
81 Galante, Nouveaux, 19.
82 Galante, Les Juifs des İzmir, 239.
83 Josef Kastein, Sabatai 2ewi, 82 -83 .
84 Leon Sciaky, Farevvell To Salonica, 118.
85 A. Galante, Nouveaujc, 19; J. Kastein, a.g.e., 83; Jevvish Encyclo-
pedia, XI/220.

286
DÖNMELER TARİHİ

ye, kızını verdiği; o da, evvelce kendisine verilen iki


kız gibi bu üçüncü ki2:ı da aldığı, ancak yanına yaklaş-
madiği ve Selanik’ten ayrılırken -Mesîhliğe mahsus saf-
vetini muhafaza için- kızı boşadığı rivayet ediliyor (86).
Sabatay, 1658’de, Atina’ya gitmek üzere'Selanik’ten ay­
rılıyor (87).
M. 1658’de Sabatay Atina’ya gidiyor. Orada da ta­
kip edildiğini, rahat ve huzur bulamayacağını anlıyor
ve İzmir’e, İzmir’de de fazla kalmayarak İstanbul’a ha­
reket ediyor (88).
M. 1658. Sabatay ikinci defa İstanbul’da, Onun için
İstanbul önemlidir. Orası Osmanlı İmparatorluğu’nun,
imparatorluk merkezidir ve oradaki hahamların özel
bir değeri vardır. Buradaki Yahudiler, İstanbul’un gelir.
Ve refahından istifade ediyorlar. Bunun için Sabatay,
İzmir’de fakir, İstanbul’da da zengin Yahudilerin tarafı­
nı tutuyor. Çünkü zenginlik olmadan hiçbir şey yapıla-
mıyacağını biliyor ve aynı zamanda da Yahudi burjuva-
zlrûn sempatisini kazanıyor. İstanbul’da Elia Car-
radchione ve Abraham Yachni gibi güvenilir arkadaşlar
buluyor. Bunlardan İkincisinden çok istifadesi oluyor. O
Yachni, Sinagoglarda «vaiz» olarak bulunuyor; Kab^
bala’yı yorumluyor ve yabancı eserleri tercüme i§i ile
uğraşıyor (Sabatay’a I. İstanbul ziyaretinde Mesîhliğiy-
le ilgili bir belge vermişti). Her ikisi de, aynı hayâl âle­
minde yaşamaianndan, aralarında ruhî bir akrabalığa
sahiptirler. Bunun için de müşterek çalışıyorlar. Bu
ç,alışmaları esnasında bir Yahudi astronomi belgesi bu-

86 i. A. Gövsa, Sabatay SevL 2ü; Vatan Gazetesi, 13 Kanunisânî 1924.


87 Galante, Nouveaux Decuments Sıir S. Sevi, 19.
88 Galante, Les Juifs des İzmir, 239; Galante, Nouveauy. Decuments
Sur S. Sevi, 19; Gövsa, Sabatay Sevi, 20; Meydan Larousse, X/800.

287
SABATAY SEVİ V3 MESÎHLİĞİ

luyorlar. O belgede «Mesîh, Jüpiter ve Satürn gezegen­


lerinin balık burcunda birleştiklerinde, doğacalvtır» ya­
zılıdır (89). Sabatay, bu balık ile Yahudi mahallelerini
geziyor. Soranlara, İsrail’in kurtuluşunun «Balık Bur­
cu» nda olacağını söylüyor (90). Gövsa, «Sabatay men­
suplarının âyinlerindeki balık remzi, işte buradan kal­
mıştır.» diyor (91). Ona, böyle çocukça hareketinin had­
dini bildirmek için, hahamlarca bir rehber görevlendi­
riliyor ve döğdürülüyor.
Eğer Sabatay kendi fikrinin delice tesirinde ol­
masaydı zelil hale düştüğü bu yeri hemen terkederdi;
fakat o, bunu, Mesîhlik acılarının zincirine ekliyor ve
İstanbul’u önemli bulduğundan terk, etmek istemiyor.
Sabatay, o sırada, İstanbul’a, Kudüs için Mizwah, ( —
;2orla alınan sadaka) toplamaya gelen Davit Capio ile
tanışıyor ve Kudüs fakirleri için ona fazla yardım ya­
parak kendisine çekiyor (3u olayı Davit de tabiî ki Ku­
düs’e döndüğünde yayacak ve ilerisi için ona lehte bir
puan olacaktır).

Yine 1659’da İstanbul’da bir yangın oluyor ve yan­


gından Yahu diler zarar görüyor. Buna sebep olarak
Sabatay’m dövülmesi gösteriliyor (92). Bu olaylar üze­
rine yeniden faaliyete geçen, hahamların takibinden
kurtulmak için İstanbul’u terkederek İzmir’de bulunan
babasının yanma gidıypr. Burada Mesîhliğinin birinci

89 Josef Kastein, Sabatai Zewi, Ö3-85.


90 Josef Kastein, Sabatai Zewi, 86; Gövsa, Sabatay Sevi. 21; Galan-
te, Nouveaux Decuments Sur S. Sevi, 19.
91 i. A. Gövsa, Sabatay Sevi, 21,
92 Josef Kastein, Sabatai Sevi, 85-87.

288
DÖNMELER TARİHİ

devresi bitiyor (93).


M. 1659. Sabatay, İzmir'e babasının yanma dönü­
yor. Üç sene kadar İzmir’de rahat bir hayat geçiriyor.
Hiç bir şeye karışmadan, zamanını, etrafını yoklamak
ve gelecek zaman için yapacaklarını düşünmekle geçi­
riyor.' Bu sırada Hıristiyan mistü^leri arasında 1666'da
bir «Mesîhlik Çağlanın başlayacağına ve Müslüman
ınistikler arasında da aynı tarihte «Mehdi)) nin zuhur
edeceğine dair dedikodular dolaşıyordu. Bu dedikodu^
lardan haberdar olan Sevi, Mesîhlik hareketine yeniden
başlamaya karar veriyor (94).
Gövsa, Sevi’nin bu üç senelik bekleyişinin sebebini
şöyle açıklıyor : «Belki de bu intizar 1648’de muvaffa­
kiyet vermeyen Mesîhlik ^teşebbüsünün tekrarı için
1666 tarihini beklemekten ileri gelmiştir. Çünkü, ken­
disine ilk İstanbul seyahatinde uydurma bir vesika ile
Mesîhlik müjdesini veren Abraham Yaçini (Yachni) ad­
lı hahamın Mesîhlik devresi için Hıristiyanlarca dahi
muteber olan bu tarihî beklemesini tavsiye etmiş ol­
duğu da rivayet ediliD) (95). Sevi, ileride hükümdarlık
merkezi olarak düşünülen «Arz-ı Mev-udü» şimdiden
ziyaret etmeyi ve orada gelecekteki muvaffakiyeti için
zemin hazırlamayı düşünmüş olacak ki; Filistin’e git­
mek karariyle 1662 veya 1663’de gemiye biniyor. Çünkü
İstanbul ve Selanik onun hareketine muhalif' olduğun­
dan kendisine yeni faaliyet alanı arıyor. Bindiği gemi
Suriye’de Tripoli’ye geldiğinde Sabatay fikrini değişti­
rerek önce Mısır’a gitmenin uygun olacağını düşünü-

93 Prof. A. Galante, Nouveaux Decuments Sur S. Sevi, 19; I. A. Göv­


sa, Sabatay Sevi, 21.
94 A. Galante, Nouveaux Decuments Sur S. Sevi, 19-20.
ö5 Gövsa, Sabatay Sevi, 21.

289
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

yor; İskenderiye’ye, oradan da Kahire’ye gidiyor (96).


Slousch, İstanburdan sonra Selânik’e gittiğini, orada çok
sayıda taraftar kazandığını ve hahamlar gitmesini is­
tediği İçin turuna devam edip Mısır’a hareket ettiği­
ni (97); Vatan Gazetesi de, Mora yoluyla Gazze’ye, ora­
dan Mısır’a gittiğini (98) belirtiyor. Burada Sabatay’ın,
Mora yoluyla İskenderiye’ye, oradan Kahire’ye ve Kahi-
re’den Gazze’ye geçmesi en uygun olanıdır. Çünkü hedef
Kudüjs olduğuna göre Gazze’den orayla münasebet kur­
ması daha kolay olacaktır. Kaynaitlann 1663’de Kudüs’­
te göstermeleri sebebiyle de en uygun hat bu olsa ge­
rektir.
M. 1662/63. Sabatay Sevi, Kahire’de. O sıralarda
Kahire’de psmanlı İmparatorluğunun emrinde sarraf-
başı olarak bulunan, gayet zengin ve sözü geçen bir Y a ­
hudi, Raphael Joseph Tchelebi (Çelebi) vardır. Buna
Türkler «Yusuf Çelebi» ismini vermişlerdir. O, zengin­
liğini, Talmudist ve Kabbalistlerin ihtiyacına harcıyor,
kendisi mistik bir yaşantı sürüyor ve bu tür insanlara
da sempati besliyor. Onun evi, Talmudist ve Kabbalist-
ierin randevu yeridir; orada onlara ziyafetler veriyor.
Bu ziyafetlerden birinde Sabatay da bulunuyor. Saba-
tay’ın hazır bulunduğu bu davetlerde, onun hazır ce-
vaplığı, çekici ses ve vücudu ile sarrafbaşmm dikkatini
celbettiği rivayet eıdiliyor. Sarrafbaşı Joseph Tchelebi,
1648’de gelmeyen Mesih’in 1666’da geleceğine ve onun
semadan inip cihana Sultan olacağına inanıyor. Buna
rağmen Sabatay, ihtiyatkârlık ederek, şimdilik Mesih-
iiği açmıyor, Aslında Sabatay, Kahire’yi plâmnı uygu-

îî)6 Abraham Galante, Nouveaux, 20; I. A. Gövsa, Sabatay Sevi, 21.


û7 N. Slüusch, «les Deunmeh». RMM, V!/485.
98 Vatan Gazetesi, 13 Kanunisânî (Ocak) 1924.

290
DÖNMELER TARİHÎ

layabilecek b ir yer gibi görüyorsa da; 1666 yılı yaklaş­


tığı ve Mesîhliğ inin ilâm için bir şeyler yapm ası gerek­
tiği k an aatinded ir. O, id d iaların ın gerçekliğ ini teyid
edecek m ucizelerinin olacağını üm it ettiği o m ukaddes
şehir Jerusalem ’e (K udüs) gitm eye k a ra r veriyor. K a.
h ire’de istediğ ine ulaşmış; zengin ve söz sahibi birisini
kendisine bağlamıştır. O nun için b urad a uzun m üddet
kalam ıyor ve 1663’de K udüs’e h arek et ediyor (99).
M. 1663. S abatay Sevi, K udüs’de (Jarusalem ). O
tarih te, K udüs Y ahudileri büyük b ir sefalet içinde bu<
lunm aktadır. Polonya «Chm lelnicki» katliam ından
sonra m uhacirlerin gelm esi ile sefalet gittikçe artmış­
tır. B unlar, Polonya m uhacirlerine yardım toplam ak için
B erberi devletlerine; H ollanda, Polonya, İtalya’ya a ra ­
cılar göndermiş lerdir. Bu aracılar arasın d a olan Slom on
Navoro da İtalya'da b ir H ıristiyan kızına âşık olmuş ve
H ıristiyan d inin i k abul ederek topladığı p araları bu
uğurda harcamış tır. E ir başkası d a gittiği yerlerden
fazlaca bir yardım toplayamamış tır. Bu durum k a r­
şısında şehirden ayrılm ayı uygun bulmuş lardır (100).
V atan G azetesi de, S abatay’ın K udüs’e gittiğ inde,
oranın Y ahudilerini pek sefil bulduğ unu; A raplarla a ra ­
ların d a bir geçimsizliğ in olduğunu ve m uhacerete h azır­
landıklarını; b u n lar S abatay’ı k u rtarıcı b ir kuvvet ola-
99 Bk2. N, Slousch, a.g.m., lV /4 8 5 ; G alanle, Nouveaux Documents
Sur S, Sevi, .205; Gövsa, Sabatay Sevi, 2 1 -2 2 : Leon Sciaky Fa-
revvell To Salonica, 1 1 8 - IlG : Jevvish EncycJopedia, X I/2 2 0 ; Vatan
G azetesi, 13 Kanunisânî (O cak) 1924; Son Saat Gazetesi, 29 M a ­
y ıs - 3 Haziran 1924; Gershon Scholem , Sabbatai Sevi (İbranice),
1 /1 4 3 -1 5 0 ; C. R. Atilhan, İslâmî Saran Tehlike v e Siyonizm, 3 5 -3 6 .
100 Prof. Abraham G alante, Noı.ıveaux Documents Sur S. Sevi, 20,

291
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

rak kabul edip ayaklarına kapandıklarını (101) kayde­


diyor. D im ont; A rabistan’da, Y ahudileri T ürklerden
ku rtaracak , Y ahudi ordusuna em ir verecek b ir «Mesîh«
beklediklerini, S abatay Sevi de bundan istifade ederek,
İstanbul’a yürüyüp S u ltan ’ı devireceğ ini ilân ettiği­
ni (102) b elirtiyor.'S lousch; S abatay’m ,'K u d ü s’e Siy on
Dağı’nm tepesinde Mesıhliğini ilân etm ek için geldiği­
ni ve K udüs Y ahudilerinin S abatay’ı törenle karş ıladık­
larını, bazan çocuklarının Hz. İsa gibi onu tak ib ettik -
ierini ve «Rabbi! Rabbi! = Efendim iz! Sahibim iz!» di­
ye çağ ırdıklarım (103) ifade ediyor. S abatay, K udüs’te
yoksulluk içinde çırpm an bir cem aat ve esrarengiz (m is­
tik) iş aretlerden m edet um an birkaç haham la karşıla­
şıyor (104) ! K udüs’teki zem in, S abatay ’ın dâvâsını aç­
m aya m üsait olduğu halde -eski tecrübelerinden istifa ­
de ederek- açm ıyor. O nların itim ad ın ı kazanm ak için
dindarlık num uneleri gösteriyor ve b ü tü n gece M eza­
m ir okuyor. Böylece hem avam tab ak asın a kendisini sev­
diriyor ve hem de etrafın d a kendisini ta k d ir eden bir
kalabalık topluyor. Sofu bir haham tavriyle K udüs’ün
m übarek yerlerini ve evliya m ezarlarını da ziyaret edi­
yor, d u alar okuyor. E trafındak i kalabalığ ı böyle­
ce artırıyor. Bu safhada um ulm adık b ir olay olu­
yor. Bu olay; Y ahudilerin O sm anlı İmparatorluğu’na
h er zam an ödem ekte oldukları vergileri ödeyecek p a ra ­
yı bulam am alarıdır. Jodeph Tchelebi (Çelebi) ile Saba.-
tay ’ın arasın ın iyi ve Joseph T chelebi’n in de zenginli­
ğiyle meşhur olduğu biliniyor. O nunla ve oradaki M u­
sevî cem aatiyle tem as kurm ası için S abatay, K udüs
101 Vatan G azetesi, ^3 Kanunisânî (Ocak) 1924.
102 M ax l. Dim ont, God and H istory, A m erica 1962 (14. bsk.), 2 7 5 -2 7 6 .
;03 N. Slousch, «ies D o ıın m eli), R M M , V l/4 6 5 .
104 Afjraham Galante, Nouvesux Documents Sur S. Sevi, 2 0 - 2 1 .

292
DÖNMELER TARİHİ

delegesi seçiliyor. Bu görev, kendisine hem servet ve


hem de itib a r kazandıracağ ı için m em nuniyetle görevi
kabul ediyor. D erhal K udüs M usevî C em aatinin vekili
olarak K ahire’ye gidiyor (105).
M. 1663/64./64. Sabatay, K ahire’ye ikinci defa K u­
düs delegesi olarak gidiyor. D aha önce de tanışıklığı
ülan R aphael Joseph T chelebi’yi ziyaret ederek d u ru ­
mu anlatıyor. Bu ziy arette hem Joseph Tchelebi ve hem
de onun delâletiyle Y ahudi cem aatından m ühim bir m ik­
ta r p ara kopa[rm aya m uvaffak oluyor. Bu başarısı, hem
K ahire (M ısır) ve hem K udüs Y ahudileri arasında
prestijini artırıy o r (106), Sevi birinci K ahire se­
yahatinde üzerinde durmadığ ı M esîhlik m es’elesini bu
sefer açm aya k ararlıd ır, Josef Çelebi’ye, İsrail halkını
kurtarm ak için yakında b ir «M esîh))in geleceği hakkın-
daki delilleri anlatıyor. Bu delilleri kendisi üzerinde
hissettiğ ini dç söyleyerek dâvası için b ir zem in h azır­
lıyor (107). Bu zem ini h azırlark en b ir başka hâdise im -
aadına yetişiyor. Bu, S ara adında genç b ir kızdır.
Bu genç kız, S ârâ; Polonya’daki C hm ielnicki k a t­
liam ı (1648/49) sırasında a ltı {*) yaşında iken baba-
105 Bkz. Jewish Encyclopedia, Xî,/?.2 0 ; N. Slousch a.g.m., V I/4 8 5 ; Ga­
lalite, Nouveaux Docum ents Sur S. Sevi, 2 0 -2 1 ; 'Gövsa, Sabatay
Sevi, 2 2 -2 3 ; Vatan Gazetesi, 13 Kanunisânî (Ocak) 1924.
TOe BI<2. 105 noiu dipnottaki kaynaklar.
1C7 A. Galante, Nouveaux Docum ents Sur S. Sevi, 21.
Sârâ'nın babasını kaybettiği yaşı A. Galante «On» olarak gös teri­
yor v e S abatay’la evlendiği zurnan da 22 yaşında idi diyor. Galar\-
te ’nin görüşlerini aynen kabul eden î. A . Gövsa da aynı yaşları
veriyor. Chm ielnicki katliam ı 1649’da yuku buluyor. Bu zamanda
10 yaşında olsa Sabatay’la evlenirken 26 yaşında olması gerekir,
O zaman da bir çelişlci söz konusudur. Biz burada Vgtan G azetesi,
- Jevvish Encyclopedia ve Leon Sciaky’m belirttiği «Aitı Yaş»ı esas
aldık.

293
SABATAY SEVİ ve MESİHLÎĞİ

sını kaybetmiş ve K atolik rahibeler tarafın d an terbiye


edilmiştir. L eh istan M an astın ’n a k ap atıld ık tan on yıl
sonra A m sterdam ’a (H ollanda), orada birkaç yıl kaldık­
ta n sonra L ivom a’ya (İtalya) getirilmiş tir. L ivom a M a­
n astırın d a kapah bulunduğ u sırada bir yolunu bulup
kaçmıştır. L ivorna M anastırında kapalı bulunduğ u sıra ­
da güzelliği, büyüleyici bir tesir hasıl etmiş; herkesin
kendisinden bahsetm esine vesile olmuştur. Bu ilgiler
S ârâ’ya, «Ben M anastırda kalacak kız m ıyım ? B ana ge­
niş bir h ay at alan ı lâzım dır. Meşhur bir kad ın olm alı­
yım,.» fikrin i telk in etmiştir. S ârâ, Şark ve G arb’da
kendisinden bahsedilen İzmir’de bir delikanlım n «Me­
sih» diye o rtaya çıktığını duymuş ve bundan istifade
ederek meşhur olm ak istemiştir. B unun için, bulundu­
ğu M anastır’dan kaçmıştır (108). v
V atan G azetesi, M anastır’dan kaçan S ârâ’nm , b ir
yolunu bulup M ısır’a vardığmı ve orada Sevi’ye m ülaki
olup şu hikâyeyi anlattığ ım kaydediyor : «Ben aslen
M usevîyim . K üçük yaşımda K atolik rahibeleri beni çal­
dılar, bir M anastıra kapadılar. H ıristiyan dinince talim
ettiler. B ir gece kapalı bulunduğ um y e re 'b ir n û r dahil
oldu. B ana : ‘Âlem’e intizam verecek ‘M esih’ dünyaya
geldi. Şimdilik dünya âdeti üzerine yaşıyor. îsm i ‘Sa-
batay Sevi’dir. 1666 senesinde h ak ik at tezah ü r edecek
ona m ülâki ol. Sen, A llah tara fın d a n ona nam zetsin.
O nunla evlen’ dedi. M anastırda bulunduğ um odanın her
ta ra fı kapalı olduğu halde n û r içinde M anastır’dan çık­
ıtla Bkz. Leon Sciaky, Farevvell To Salonica, 1 1 8 -1 1 9 ; G alante,
NouveauH Documents Sııı- S. Sevi, 2 1 ; i. A, Gövsa, Sabatay Sevi,
24; N. Slousch, Revue du M onde M usulm an, V I/4 8 5 -4 8 6 ;
Jevvislı Encyclopedia, X l / 221; Vatan Gazetesi; 13 Kasım 1924 (3.
T e frilo , Nu. 273); Gershom Scholem, Sabataî Sevi, 1 /1 4 5 -1 5 0 .

294
DÖNMELER TARİHİ

tim . K endim i bir m ezarlıkta buldum . Sonra da buraya


gelebildim .» ve devam m da da şöyle belirtiliyor : «Sârâ,
bu efsaneleriyle evvelâ kendi m aksadım husule getirdi.
(Sevi) bu suretle ayağma gelen bir fırsatı kaçıram azdı.
E fsanelerden' istifade etraek ve bunu b ir m ucize diye
herkese satm ak m aksadıyla hem en Sârâ ile evlen­
di (109). B undan başka kendisinin de (S ârâ)yı rüyada
^'Ördüğünü ve gayibden gelen b ir sesin : ‘Bu kız sana
i'am zeddir. O nunla hem en evlen’ dediğini de herkese
yaydı. B ir çoklan h er iki hikâyeyi h arfi h arfin e doğru
diye telâk ki ettiler. Bu m üstakbel M esih’in en büyük
m ucizesi diye telâkki edildi ve b ü tü n cihan M usevîleri
arasm da pek büyük bir tesir bıraktı» (110). G alante,
C hm ielnicki’n in silâhlı kuvvetleri tarafın d an gerçekleş-
tirilen Y ahudi kıyım ı zam anında H ıristiyanlar ta ra fın ­
dan k açırılan ve K atolik terbiyesiyle yetiş tirilen bu genç
kızın bulunduğ u m an astırd an kaçtığ ını; civarda bir
m ezarlıkta gizlendiğ ini, mezarlığa bir ölü göm m ek için
giden Y ahudiler’in onu bir göm lekle bulduklarını kayde­
diyor. Z ira, menşeini sorduklarında «Meir» ism inde bir
baham ın kızı olduğunu, m an astırda H ıristiyan (K ato­
lik) terbiyesi ile yetiştirildiğini ve kapalı bulunduğ u
m an astırd an babasının ru h u n u n gelerek onu k u rtarıp
mezarlığa bıraiktığını anlatıyor. Söylediklerine delil ola­
rak da vücudundaki izleri gösteriyor. Y ahudiler onu
A m sterdam ’daki kardeşi Sam uel’in . yanına gönderiyor­
lar. Bu şehirde yaşaa:ken M esih’in k an sı olacağını söy­
lüyor.
K atolik ism i E lânâ, Y ahudi ism i Sârâ olan bu genç
109 Bkz< Son Saat Gazetesi, 25 M ayıs 1 9 2 7 -A ğustos 1927 (Sonuna ka­
dar devam eden tefrikalarında bu evliliği hikâye kabilinden tşler).
110 Vatan G azetesi, «Tarih'in Esrarengiz Bir Sahifesi», 13. Ocak 1924,
Nu. 273.

295
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

koz, A m sterdam ve Livorno ş ehirlerinde serseri bir h a ­


yat sürdüğü; h afif meşrep olduğu ve hayli m acera ge­
çirdiği rivayet ediliyor. Meşhur olm ak isteyen tau kız,
oir rüya hadisesi uyduruyor. B unu duyan S abatay da
bu kızla evleneceğine d air gaibden h ab er aldığını söy­
lüyor. T araftarla rı da, bu safça uyâurulmuş m asala
inanıyor v e'b u n u M esînlik m ucizesi olarak görüyor. Sa-
Datay, L ıvorna'ya 22 yaşındaki kızı getirm esi için b ir
elçi gönderiyor. S ârâ geldikten sonra^ Josef Çelebi’n in
evinde evleniyorlar (Bu, S abatay’ın dördüncü evliliği­
dir) .
Josef Çelebi, bu evliliğin kendi evinde O lm asından
çok m em nuniyet duyuyor. Ç ünldi İsrail’in k u rtarıcısın a
bu kadın ın yassıldığında bir ştiphe olmadığına, inam yor.
S abatay’ın bu evliliği, Hoşea (111) P eygam ber'in h afif
meşrep bir kadınla evlenm esindeki a n ’âneye tam am iy-
le uygundur (112).
Son S aat G azetesi, S ab^tay’ın kadın tan ım ay aca­
ğından bahsederek S ârâ’yı kabul etmediğ ini ve S ârâ’-
n ın ağ layarak ay ak ların a kapandığ ını (113) yazıyor.
Yine Son S aat G azetesinde S abatay’ın b ir Y ahudinin
f‘vind.e aşk alem i yapa,rken Subaşı’nm baskının a uğra­
dığını; Subaşı’yı evinde gören S abatay’ın sara h a sta lı­
ğına tu tu lu p , ağzından köpüklerin geldiği ve onlarla
beraber olan Josef (Y usuf) Çelebi’n in kaçıp gizlendiği;
Subaşı, Sabatay, S ârâ ve Josef Çelebi’yi M ısır Valisi
İbrahim Paşa’n ın y an ın a elleri kelepçeli götürdüğ ü ve
'>11 Bkz. Kitab-ı M ukaddes, Hoşea, Bap : 1 / 2 ; «Rab Hoşea'ya dedi ;
G it kendine kötü bir kadın ve zina çocukları a l...»
112 Bkz. Prof. Abraham Galante, Nouveaux Docum ents Sur S. Sevi, sf.
21 - 22 .
113 Bkz. Son Saat G azetesi, 5 Haziran 1927, sf. 4.

296
DÖNML^EH T/\nİH İ

.Sabatay’m m ucize gösterm esi bekleniyorken kendisini


M usa’ya, valiyi de F irav un’a benzeterek hikâye an latm a­
ya kalktığı ve neticede rü$vet vererek paçayı k u rta r­
dıkları (114) hikâyesi devam edip gidiyor...
M ihrâb M ecm uası. aT arihin Coğrafyası;') isim li eser­
den, S abatay’ın M ısir’da hapse atıidığmı ve orada Hol­
landalI b ir fahişe ile evlendiğini (115) naklediyor.

B urada o rtay a çıkan gerçek; h er ikisinin de ru h


hastası olduğudur. R uh h a stala n , kendilerini bazan bir
kral, bazan da «Peyg-amber« olarak görürler. B unların-
ki de bundan başka bir şey. değildir. Meş hur'olmak sev­
dasında b ulu n an iki zavallı.. Bu iki zavalhm n u y durdu­
ğu y alan lara in an an bir grup saf vatanda§.. Bu v a tan ­
daşlar, kendilerini bu idealle yetiş tirdikleri için, ortay a
çıkıp sizi «Arz-ı M evud»a götüreceğ im diyen h erk ere
inanıyor. Ç ünkü böyle şartlanmışlardır. Geçtiğimiz
sayfalarda bu çeşk id d ialarla, ortay a çıkıp Y ahudileri
aldatan sah te M esîhlerden bahsetmiş tik. S abatay Sevi
de b u nlard an biridir. A yrıca V atan’m iddia ettiği gibi
S ârâ'nm M ısır’a gelip S abatay’a başından geçenleri an ­
latm ası uzak bir ih tim aldir. Diğer kay nakların b elirt­
tiği gibi, getirilmiş olm ası daha m antıkîdir. Sevi’n in
hafif meşrep bir kadm la evlenm esi hem Hoşeâ Peygam -
ber’in a n ’ânesine benzerlik ve hem de Hz. İ brahim'in
k arısının ad ın ın S ârâ olm asına b ir' uygunluk sağlaya­
rak, dâvasına m ucizevi b ir renk vermiş olm ası ihtim ali
de kuvvetlidir.

114 Bkz. Son Saat Gözetesi, 25 Haziran 1927 [Tefrika).


115 15kz. Mihi^âb. M ecm uası, 1924, sf. 1 5 1 -1 5 2 . (C am îlie V aliaux Üe
Jean Brunkes tarafından, t e ’lif ediîip 1921’de yayınlanan «Tarihin
Coğrafyası» adii eserin 5 9 4 -5 9 7 ‘ncl sayfalarından).

297
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

M. 1664/65. S abatay, S arraf başından ve oradaki


h a lk tan topladığı yardım larla yanında k arısı S ârâ ve
birçok ta ra fta rı ile El Arîş yoluyla K udüs’e dönerken
Gazze (116) şehrine uğruyor. O rada A braham Benja^
rjıen N athan ('■‘') ile tanışıyor. Bu, G azzalî N athan veya
''Peygam ber» N athan olarak adlandın! iyor. N athan, Sa-
batay’ı, G azze'ye gelm eden önce duymuş ve ondan isti­
fade ederek meşhur olm ak istemiştir. B unun için de
ı?ir rüya gördüğ ünü ve rüyasında S abatay’m hakik î Me­
sih olduğ unun haber verüdiğini yayıyor. Beş asırlık ol­
duğunu rivayet ettiği b ir vesikayı da S ahatay’a veri­
yor. B una karşılık, «M esih’in peygam beri)) olarak tan ın -
m asını istiyor. Y ahudi a n ’ânesinde peygam berlik M ala-
i-:i’de bitm iyor. M esih’in haberciliğ ini yapacak E lia
Peygam ber gelecektir. İşte-Nathan da, bu, peygam ber
olm ak sevdasındadır. Sabatay, bu genç ve zengin N at-
h a n ’dan istifad e edebileceğini düşünerek teklifim kabul
ediyor. N athan, p arasın ın ve gençliğ inin b ü tü n h a ra ­
retiyle, S abatay’ın Mesîhliğini ilân a ve ta ra fta r kazan-
nCi Gazze, M ıs ır’ın bir şehri ikon, A r a p -İs ra il harplerinde (1948, 1956,
1967 ve 1973) İsrail'in eline geçmi>ştir. Halen İs ra il’in elinde bir
şehir m erkezidir.
" Abraham Benjamen Nathan (1644- 1680); Sabatay’la karşılaştığın-^
da yirm i, yirm ibir yaşiannda bulunuyor. Babası fak ir bîr aileyei,
mensuptur. Altı yaşında iken babası Elisee Levi, Yahudi cem aati­
ne yardım toplam ak için seyahate gönderilm iştir. Tahsil ve te r­
biyesi için haham JacolS Hadges’e v e rilm iş tir. Bir gün Gazze'nin
zenginlerinden Sam uel Lisbona’dan Hadges'e b ir m ektup gelir.
M ektupta: Talebeleri arasında seçeceği bir genci, kendisine da­
m at yapm ak istiyor. Çünkü kızı tek gözlü. Nadges de N atham ’ı
nemzed gösteriyor. Böylece, fakir Nathan birdenbire zengin oluyor.
Zengin olduktan sonra da meşhur olm ak istiyor (İ. A . Gövsa, Sa­
batay Sevi, sf. 2 6 -2 7 ).

298
DÖNMELER TARİHİ

maya çalışıyor (117). Sabatay, Kudüs için Gazze’yi ter-


kediyor.
M. 1665. S abatay Gazze’den K udüs’e gidiyor. Ka-
h ire’de topladığı p aralarla Y ahudi cem aati arasın d a n ü ­
fuz sahibi oluyor. A yrıca, îstan b u l’d a A braham Y açhni’-
nin belgesi, Josef Çelebi’n in itim adı ve parası, G azze’-
de zengin genç N athan ve onun eline tutuşturduğu bel­
ge ile kendisine güveni a rta n Sabatay; K udüs’te, «Me-
bîh»liğini saklam aya lüzum görm eyerek açığa vuru-
$'or (118).
J. Von Ha;mmer, K udüs’tek i bu M esîhlik (iddiası-
nm ) ilânım şöyle ifade ediyor : «Bu defa zuhu r eden
D eccal, S abatay Sevi nam ında İzmir’de doğmuş bir Ya-
hudi idi ki üç kadın ald ık tan sonra K adüs’te görünerek
ıslah atçı olm ak üzere Arz-ı Vücud ile îyd-i M abed’in
lağvmı beyan etmiş ve nih ay et IVIesîh’ olm ak dâvâsin-
da bulunmuş tur. Bu ünvan ile b ü tü n m em âlik-i Os­
m aniye ' Y ahudilerine kâğıt yazdı; ancak o n altı asır
m ukaddem Aziz P avlus’un M ektupları zm ir ve Selanik
ş ehirlerini ih tilâle vermiş olduğu gibi S abatay Sevi de
daha ziyade bunlarm ahalisini ittih a z eylediğ inden biL
hassa İzmir ve Selanik sinagogları heyecana geldi. Sa­
batay kendisine : ‘İlk yaratılmış , A llah’ın yegâne oğiu,
M esîh, M unci'i İsrail (îsra irin k u rta rıc ısı)’ U nvanları-
m verdi» (119).
117 Bkz, Prof. A. Galante, Nouveaux Documents Sur S. Sevi, 2 2 -2 3 ;
Jewish Encyciopedia, X !/2 2 1 ; N, Slouch, Revıie du M onde Mu-
SLilman, V I/4 3 6 .
1İ 8 Bkz. Prof. A. G alante, Nouveaux Documents Sur S. Sevi, 23;
Jevvish Encyciopedia, X l /2 2 1 : M ax İ. Dimont, Gocl and History,
275.
119 J. Von Ham m er, Osmanlı Devieti T a r ih i' (HamiTier Tarihi], X I/1 6 6 ,

299
SABATAY SEVİ ve MESİHLÎĞİ

S abatay’m bu hareketini^ şehrin h ah am ları küstah-


İJk telâk ki ediyor, «çünkü Sabatay, F ilistin fu k ara­
sına dağıtmak üzere K ahire’deki sarrafbaş mdan aldığı
ve onun eliyle K ahire cem aatinden topladığı p araları
kendi cebine indirmiş ve hususî işlerinde kullanmış tı.
R ivayete göre bu p ara; S ara ile kardeş inin L ivorna’dan
celbi esnasında, kafilenin o uzun seyahatinde sarfedil-
miş olacaktı.
B ununla beraber a rtık p ara ile adam avlamağa da
ihtiyacı yoktu. Y anındaki m üridlerin ve ş öhretinin ver­
diği tesirle ona in an an lar günden güne artıyordu. Bil-
lıassa Gazze’den b irlik te gelmiş olan N athan, hem ken­
di peygamberliğ ini hem de onun Mesîhliğini ilân etmiş
oluyor, çığ ırtkanlık yapıyordu^' (120). S abatay’la b era­
ber K udüs’e gelen N athan, Peygam ber Elie (İlya) ol­
duğunu, gökten bir ses işittiğini ve ona «Bir sene ve
b irk a ç .ay sonra D avud’u n oğlu, M esih’in krallığı yeni­
den kurulacak.» denildiğ ini (121), klasik Îbranîce
ile K udüs Y ahudi cem aatlerine, bu haberi yerm ek
İçin, bir genelge gönderiyor (122). Bu ifşaat yu rd u n
dört köşesindeki Y ahudiler arasında duyuluyor. A yrı­
ca N athan, M esih’in bir aslan üzerine binmiş, aslanın
ağzında yedi başlı ejderha olduğu halde geleceği ve
dünyanjn onun ta ra lın d a n kan dökülm eden fethedile­
ceğini (123) ilân ediyor.
H ayrullah Örs, Sabatay-’ Sevi ve N ath an için şöyle
diyor : «Sabbatay Zvi (1626- 1676) b ilg in .b ir K abbala’-
120 i. A. Gövsa, Sabatay Sevi, 2 7 -2 8 .
121 Galante, Nouveaux Documents Sur Sabatai Sevi, 23.
122 Bkz. N. Slousch, »Les Deıınm eh», Revue du M onde Musuîm an,
V I/4 8 6 .
123 Jewish Encyclopedia, X l/2 2 1 .

300
DÖNMELER TARİHİ

cı İdi. O nu sadece itizal yoluna sapmış biri olarak değil,


biraz da^ İlk Siyonist olarak düş ünebiliriz. Ç ünkü, d a­
ğılmış olan İsrail evlât.larının yeniden K utsal Y u rt’la-
n n a dönmelerini telk in etm ekteydi. Belki de bu sırad a
henüz M esîhlik iddiasında bulunm aıya bile pek niyeti
yoktu. Ama K udüs’e g itti, orada G azze'Iı teolog N athaıı.
(1644-1680) onun henüz pek çekingenlikle ileri sü r­
düğü Mesîhiiğine tan ık h k etti. N athan, cezbeye gelen
ve h ayâller gören, tıpkı İlkçağ nebileri gibi biriydi. O nun
‘T an rı İlhamiyle’ Sabbatay Zvi’n in Mesîhliğini kabul
ve ilân edişi, zati bunu bekleyen Y ahudiler arasınd a
büyük b ir coşkunluk ve ü m it uyandırdı. 1665 Ekim
ayından 1666 K asım ım a kad ar süren bu heyecan y ılla­
rın d a M esih’in geldiği m üjdesi b ü tü n m em leketlerdeki
Y ahudiler arasın d a yayıldı. B irçokları artık büyük gö­
çe hazırlanıyorlardı, k efaret âyinleri yapılıyor, yüzyıl­
lard ır süregelen K ıyam et tasarım lan tek konuşma ko­
lluları haline geliyordu» (124).,
Sabatay Sevi’yi, H. Örş’ün ileri sürdüğü gibi «İlk
Biyonist» olarak görem iyoruz. Sabatay, siyonistlerin ne
ilki' ve ne de sonuncusu olmuştur. Y ahudiler, M.S. 70
yjimds, tam am en K udüs’ten sürü lüp yurtsuz kalınca
üu fik ir onlarda canlanmış tır. Bu ta rih te n sonra çıkıp
M esîhliklerini ilân edenlerin hepsi aynı fik irleri savun­
muş ve aynı ideal uğ runda m ücadele etmiş lerdir. A yrı­
ca, N ath an ’Ja tanış mcaya ve o da Sevi’n in Mesîhliği-
ne tam klık edinceye kadar, S abatay’m böyle b ir fik ri­
n in olmadığını da söylem ek çelişkidir. Sabatay, tâ Me--
sihliğini 1648’de ilân etm,iş, tu tm ay ınca H ıristiyan m is­
tik lerin in tay in ettiği 1666 için kendini hazırlamış ve bu
uğurda ta ra fta r toplam aya g ay ret sarfetmiş tir. F ak at
124 Örs, Musa ve Yahudilik, sf. 4 3 7 -4 3 8 .

301
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

Sabatay'î, Siyonizvıi sistemleştiren ve bu idealin ger­


çekleşmeme yardımcı olan biri olarak görebiliriz.

K udüs h alıam lan n ın düş manlıkları karş ısında Sa-


batay, K utsal Şehri terketm eye k a ra r veriyor (125). B u­
rad a birşey yapamayacağ ını anlıyor ve, İ mparatorluk
m erkezi olduğ undan, Önemli saydığı İstantaura gitm ek
için İzmir’e h arek et ediyor. K udüs’te n aynlm adan, İs-
la n b u ra vardığ ında, ta ra fta rla rın muhteşem karşılama
tören lerin in beklenm edik olaylara setaeb olabileceğ im dü­
şünerek, M esih'in geleceğim hab er verm ek üzere, M ısır
V9 A vrupa’ya elçiler gönderiyor. B u elçiler arasında,
S abbatai R aphael ve M ath atia Bloch yer alm aktadır.
K ayınbiraderi, Sam uel Prim o’yu d a kendisine sekreter
seçiyor. S ab at ay, yanında karısı S ârâ, sekreteri Sam uel
ve m aiyeti bulunduğ u halde K udüs’ten h arek et ediyor.
H aleb h a ttın d a giderken, oraya da uğruyor ve orada
Y ahudi cem aati tara fın d a n h araretle karş ılanıyor. Ha-
leb’de ikâm et etiği esnada, D aniel P into ve M oise Ga-
lan te’n in de a ra la n n d a bulunduğ u dört haham , M esih’in
gelişini hab er verm ek ve karşılama şölenini görm ek
için İzmir kafilesine k atılıyo r (126).
Bu akım ın İsrail’de 1665 yılında yayıldığı, Abra-
ham N athan ve H aim E skanezi’n in ona yardım cı ol­
dukları, h ah am lar ta rafın d an ta rd edilm esi üzerine İz­
m ir’e h arek et ettiği, bu h arek etin i S affet (İsrail’de bir
şehir) ve H alep yoluyla yaptığı (127) belirtiliyor.
125 Bkz. N. Slousch, Revue du M onde MusuJman, sf. 486; A . Galante,
NoLiveauK Documents Sur Sabatay. Sevi, sf. 23; Gershom Scholem,
Sabatai Sevi, 1 /2 0 0 -2 0 4 .
126 Bkz. A. G alante, Nouveaux, 2 3 -2 4 .
127 Bkz. Gershom Scholem , Sabatai Sevi (tbranîce], 1 /1 6 1 -2 1 0 ,

302
DÖNMELER TARİHİ

d) Sabatay Sevi’nin Mesîhliğini İkinci Defa İlân ı:

M. E ylül 1665. S abatay Sevi İzmir’de. Sevi, İzmir’e


ta ra fta rla rın ın coşkun tezah ü rleri arasın d a giriyor. O n­
lar, 1666'da gelece'k olan M esih’in, zam am m n yaklaştı-
ğmı ve bu hâdisenin İzmir’de vukuunu istiyor. Bu m ak­
satla İzmir’e çağrıldığı rivayet ediliyor.'S abatay, bu çağ,
c(Mesîhlik Çağı» olduğu için, onu d ah a önce afaroz eden
meslekdaş larına açıkça m eydan okum a ile korkm adan
İzmir’e giriyor. Doğum şehrinin halk ı onu karş ılamak
için çok muhteşem, bir tö ren düzenliyor ve «K ralı­
mız; M esîhim iz!)) çığlıkları ile karşılıyor. F ak at o, Me­
sîhliğini açm ada tered d ü tlü ve zam an da henüz gelm e­
miştir. A ncak Sabatay, h ah aralar tarafın d an iyi k a r­
şılanmıyor.
^ A ralık 1665/O cak 1666. Sabatay, Mesîhliğini ilân
ediybr.
Izîniî’- h a h a m la n , h aham Ju d a M ortero’n un evinde
toplanıyor ve S abatay’m Mesîhliğini ilân ın a karşı alın a­
cak tedb irleri görüşüyor. B u sırada, İzmir Başhahamı
Haim B enbanaste, İstanbul Başhahamı Jam tob B en Y a­
kar ve 25 arkadaş ının S abatay’ı öldürm e tavsiyesini
okuyor; İzmir h ah am ları da aynı görüşe katılıyor. F a­
k at onlar, bu k a ra rı uygulayam ıyor. Bu k arard an h a ­
berdar olan Sabatay, şehirden uzaklaşıp civar ,b ir yerde

303
SABATAY SEVİ ve MEGİHLİĞİ

oturm ayı uygun buluyor. Bir m üddet sonra H anuka (*)


B ayram ı için İzmir’e geliyor. H aham M oise G alante, si­
nagogdaki du ad an sonra, S abatay Sevi’n in gerçek M esîh
olduğuna inandığ ım açıklıyor. K asım ları g ittik çe aza-
lan ve ta ra fta rı çoğalan S abatay Sevi, kendine güven
duyuyor ve birkaç gün sonra, başaracağına em in olarak,
M esih olduğunu açıkça ilân- ediyor. Bu bin yıldan beri
Y ahudilerin ta rih in in sedasını veremediği andır; açık
olarak dünya nizam m ın K abbala’ya göre kurulacağ ı
andır (128).
A ralık 1665. S abatay Sevi bu açıklam ayı, sinagog­
daki Y ahudi to p lan tısınd a yapıyor. T araftarla rı coşkun
" Hanuka : Kislev ayının 2 5 ’ine tesadüf eden ve 8 gün süren bir
Yahudi bayram ıdır. M .Ö . 167 senesinde İsrail topraklarında hüküm
süren Suriye Kralı A ntiokııs Epifanes, Yahudi dininî yokedip onun
yerine Yunanhların putperestliğini yaymağa çahşm ıştır. M usevilsr
rin, Hasmonay aiiesine mensup M atatya adındaki kâhin, az bir
askeriyle Antiokus'u yenm iştir. Onun yerine geçen oğlu Yeuda,
M illî Kurtuluş ve din hürriyeti için çarpışm aya devam edip Kudüs'ü
ele geçirerek, M âbed'i putlardan tem izlem iş v e M âbedde devamlı
yonması gereken M ENO RA [yedi kollu Şamdan) için hususî yağ
Antiokus'un orduiarj tarafırıdan yok edilm iştir. Büyük aram alar­
dan sonra küçük b ir yr:ğ ölçeği bulunmuştur. M ucize olarak öl­
çekteki yaç) 8 gün yanm ıştır. Bu olayı hatırlam ak için 8 gün kan­
dil yaktim aktadır. «Bu ka<-sıc5!!, İtSeal ve haklı dâvanın tahakkuku
yoSunda gösterüetî kaht-amanUk v e sanatkârlığın bir sem bolü» ola­
rak görülm ektedir. Bayra^m da burîun anısı için yapılm aktadır. (Bkz.
İbranî Dinbilgisî, Ö zetler, Başbakanlık Yayınevi, İstanbul 1969, sf.
42).
128 Bkz. Prof. A. Galsnte, NoLiveüux Cocuments Sur S. Sevi, 24; Jo-
se f Kastein, Sabatai Sevi, 163- 165; Leon Sciaky, Farevveil To Sa-
lonica, 1 1 9 -1 2 0 ; Gershom Scholem , Sabatai Sevi, 1 /3 3 8 -3 5 0 ; N.
Slousch, Revue du M onde Mi'SilIm an. V I/4 8 6 ; Jevvish Encyclopedia.
X l/2 2 1 .

304
DÖNMELER TARİHİ

bir tezah ü ratla bu Mesîhliği kutluyor. Hepsi b ir ağız­


dan; «K ralım ız! M esîhim iz! Çok Yaşa!» diye bağırı­
yor (129). Sabatay, Peygam berlerin m utad yaşı olan
kırk’a vasıl olmuştur (130). Belki bu yaş işini de zam a­
nında hesaplamış tır.
S abat ay’m ta ra fta rla rın ın çılgınca neşesi engel ta ­
nım ıyor; alay lar teşkil ederek ve önlerine çalgılar k a ta ­
rak sokaklarda «Sabatay Sevi»nin Mesîhliğini ilân edi­
yorlar. Bu h â l karş ısında, aleyhinde olan h ah am lardan
bazısı, M esih’in ta ra lın a geçiyor; bazısı da, başka ta ra f­
lara göç ediyor. H em en hem en b ü tü n İzmir Yahudiliğ i
S abatay’m eline geçiyor; bazı' h ah am ları azlediyor ve
bazılarına yeni görevler tevdi ediyor. H alk arasındaki
itibarı günden güne büyüyor. Y alnız Y ahudilerj değil,
H ıristiyanlar bile onun hikâyesini b ü tü n ülkeye yayı­
yor. Öyle ki S abatay’ın bizzat T an rı ilân edilm esine k a­
dar ileri gidiliyor. O da, bu durum dan istifad e ederek,
sürgünde bu lunan Y ahudilere M esîhlik m esajlarını gön­
deriyor. A m sterdam (H ollanda), H am burg (B atı A lm an­
ya), Avignon (F ransa) , Polonya ve İran’da Sabatay Se­
vi, «îsrail K ralı, İsrail T anrısının M esih’i» olarak k a­
bul ediliyor. Ç u M esîh onîarı F ilistin ’e götürecek bir
'".Sion)) önd^^ridir. O nlar da m ülklerini sâtarak agöçe»
hazırlıyorlai^ (131).
K astein, S’â :batay’m 1665 senesinin yaz sonunda, bir
Sabat günü, büyük hayâl gördüğ ünü, o hayâlde; Dün-
129 Bkz. Leon Sciaky, a.g.e., 1 1 9 -1 2 0 ; Jevvisch Encyclopedia, X l/2 2 1 ;
Josef Kastein, Sabalai Z ew i, 17"!; H. Örs, M usa ve Yah. 439,
1'30 J, Voıı Hatnm er, Ham m er Tarihi (Osm . İmp. Tarihi), X l/1 6 7 .
131 İM, Slousch, Revue riu IVlondG M usulm ane, V I/4 8 6 -4 8 7 ; The Je-
wish Encyclopedia, X[/221 -2 2 2 ; Vatan Gazei;esi, 14 Kanunisânî
1924; Gövsa, Sabatay Sevi, 29.

305
SABATAY SEVÎ vb MESİHLİĞİ

3 'anm yaratıldığ ı sa a tte çarpışan ışığın gök kubbesini


ay d ın latan ateşten h arfleri ve h arflerin m eydana g e tir­
diği yazıyı okuduğ unu ve o yazıda, «Sizin k u rtarıcın ız
M esih geliyor. B ir m elek gibi giyinmiş olarak geliyor.:
Bu dünyadan olm ayan b ir ses geliyor. B ugünden, bu
aylardan sonra, siz, D avid’in evinden gelen M esih’in
İınparatorluğunu göreceksiniz» h aberin i okuduğu­
nu (132) kaydediyor.
A lm an bilginlerinden H einrich Oldenburg,- bu d u ­
rum u, Spinoza’ya, «B ütün dünya, İ sraillilerin tek rar
kendi m em leketlerine dönüşü ş ayiasından bahsediyor,,.
Bu hab er teyid edilebilir m i, bu bir devir g etireb ilir mi?))
diye yazıyor.. Sipm oza da, bu yaygın vesile ile,
Y ahudilerin kendi k rallık ların ı kurabilecekleri İh-
llm ali üzerinde duruyor (133). Bu tü r şayialar
b ü tü n halk arasınd a yayılıyor ve h a tta bazıları
tarafın d an gerçek olarak kabul ediliyor, b a h a önce de
bazıları, bu yeni k rallık için, hicrete hazırlanmış , m al
ve m ülklerini satmış lardı. Ç ünkü «Mesih Çaği))nda b u n ­
la ra ihtiyaç olm ayacaktı. Y ine daha önceleri «Mesîhlik))
iddiasında bulunanlar, «M esîhlik Çaği))nda m al ve m ül­
ke ihtiyaç olmayacağ ından, Y ahudiler’den, ellerindeki
m alı paray a çevirm elerini istemiş ve p araların ı ellerin ­
den alarak kaybolmuş lardı. O zam an S abatay Sevi'nin
Mesîhliğine ve onları K utsal p iy a r’a götüreceğ ine na­
sıl inanıldığ ına ve nasıl hayâl kırıklığ ına uğ radıklarına
dâir, o günkü güne a it b ir gündem i H ayrullah Ö rs’ün
eserinden aynen naklediyoruz. G ündem şöyledir ;
«Bir tak ım ları, neleri var, neleri yoksa hepsini; ev-
132 Josef Kastein, Sabatai Zew i, sf. 143,
133 Bkz. H. M ., «Shabbethai Zebi», The Jevvish E n c y clo p e d ia ,'X l/2 2 1.

306
DÖNMELER TARİHİ

lerini, dükkân tezgâhlarım sa ttıla r ve h erg ü n a rtık k u r­


tulacaklarım um dular. K aym babam , T an rı rahm et e t­
sin, H am eln’de otu ru rd u ; o da evini-barkım , b ü tü n ev
eşyasını, b ü tü n m alların ı yüz-üstü b ırak tı ,H i]desheim
şehrinde oturm aya g itti, H am burg’a, bizim eve de içi
Mr sürü çamaşır ve y atak tak ım ları ile yiyecek dolu
iki fıçı yolladı; b u n lar çeşitli yiyeceklerle, bezelye, fa­
sulye, k u ru et, k u ru erik gibi dayanabilecek şeylerle
0 0 lu idi; çünkü T an n cam na rah m et etsin, zavallı
adam, H am burg’dan kolayca K utsal D iyar’a gidilebilir
sanıyordu. Bu fıçılar bir yıldan fazla evim de durdu;
sonunda, etlerin ve öteki yiyeceklerin h arap olm am ası
ipin yiyecekleri çıkarm am ızı ve bezlerin h arap olm am a­
sı için yiyecekleri boş altmamızı yazdı. B undan sonra
da, b u n ların hepsi üç yıldan fazla zam an bizde kaldı;
hep yola çıkacağmı um uyordu, am a T an rı bundan hoş-
hud olmadı.)) (H am eln’li G lückei’in, 1646 1724 g ü n ­
dem inden) (134).
S abatay ve ta ra fta rla rı, bazı dinî âd etleri değiştir­
m eyi de plânlıyorlardı. Ç ünkü; Y ahudiler arasında, Me-
sîhlik devrinde birçoklarının h usûsiyetlerin i kaybede­
ceği an ’ânesi yaş amaktaydı. B unlar da, birinci basam ak
olarak, «On Tevet)> (135) orucunu eğlence ve ziyafete
dönüştürdü (136). O nlar, K rallar kralı, k u rtarıcı d ü n ­
yaya geldiğini, ah alin in çektiği ızdıraplarm sona erdi­
ğini, ü zü n tü lerin neş'eye dönüştüğünü ilân ediyor ve
an’ânevî âd etleri terkedip, onun yerine şehevî, içkili ve
134 Hayrullalı Örs, M usa ve Yahudilik, sf. 438.
135 Tevet : 10 Tevet, Kudüs’ün düşman tarafından alındığı gün
yapılm ası âdet olan m atem günü orucudur,
!36 Josef Kastein, Sabatai Zevvi, 68; The Jevvîsh Encyclopedia, X I/2 2 2 .
X l/2 2 2 ,

307
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞI

eski Y unan şölenlerini yaşıyorlardı. S abatay, K rallar


K ralı o larak y akın ların a İmparatorluğu (O sm anlı İ m ­
paratorluğ u) dağ ıtmaya başlıyordu (137). Bu olaylar
cereyan ederken S abatay’ın kardeşi İlyas (E lias), karşı
çıkıyor ve S ab atay’a T ürklerin düş manlıklarmı çeke­
ceğini söylüyordu. S abatay da, «Bu b ü tü n Y ahudilerin
ızdırap çekm esinden iyidir» (^') diyordu (138). Bu a ra ­
da M esih’in (Sabatay Sevi) sekreteri, h aham Binio,
Y ahudi prenslerine karşı dinî refo rm ların bir serisine
başlıyordu (139). Bu, ('dini tecdid» nam ına, S abatay’ın
b ir ih tilâli olarak (140) gösteriliyordu.
Sabatay, bu durum dan çok m em nundur. «Arz-ı
Mev’ud)) ziy aretinin tah m in etiği sem eresi h asıl olmuş­
tu r. Ç iinkü, oraları seyah ati sırasında S ârâ ile evlen­
miş ve bu esrarengiz evlenm e h e r ta ra fa yayılmış tır.
A vrupa ve benzerî yerlerde ona ehem m iyet verenlerin,
in an an ların bulunm asının ve Gazze’de N ath an'ın , onun
geleceğini hab er verm esinin, İzmir Y ahudileri üzerinde
tesir ettiğine şüphe yoktur. A yrıca N ath an ’ın elçileri,
N ath an 'ın ve H aleb’in kendisine in an d ık lan m ve bağ­
ıllık ların ı ileten m ektupları getiriyorlardı. Bu durum
onu daha da şımartmış ve kesin em irler verm esine yol-
137 Bkz. Leon Sctaky, Faf-ewell To Salonica, 1 2 0 -1 2 1 .
' S abatay’ın bu görüşünün, Yahudi fırkalarından olan «M utaassıp-
lar»ın şu görüşü ile benzerlik gösterdiği g örülm ektedir. M utaassıp­
lar şöyle diyor : «Ölmek Vahudi olmayan birine boyun eğm ekten
daha kolaydı.» (D r. A h m et Çelebi; Yahudilik, İst. 1978, sf. 231).
Yine bu, Kııtab-ı M ukaddes'te Yerem ya Peygam berlerin sözleri ara­
sında, yabancılara kulluk etm e ile ilgili tenkıdlerin bir gereği ol­
m alıdır. (Bkz. Yerem ya, Bap : 2 / 4 - 5 ; 5 /1 9 - 2 0 ; 7 /9 - 1 0 ; 1 6 /1 1 -1 3 ).
138 J o s e f'K a s te in , S. Z ew i, 165.
139 N. Slousch, Revue du M onde Musulm an, V I/4 8 6 -4 8 7 ,
140 S eb ilu ’r-Reşâd, C. 23, gf. 172 (Yeni Gün G azetesi’nden).

308
DÖNMELER TARİHİ

açmıştı (141),
S abatay Sevi, az zam anda üm idinin fevkinde hasıl
olan neticeden hayli mağrur oldu. H attâ günün birinde
kalabahk bir aJayla İzmir kadısını ziyaret etti. Bu ziya­
ret ve m ü lakat esnasında büyük kardeşi Elie’yi yanına
tercüm an olarak almıştı. Ç ünkü S abatay iyi T ürkçe b il­
m ez ("O s serbest m eram ını ifade edem ezdi. Kardeşi ise
ticaret işlerindfe yetiştiği, m em leket halk ı ile m ünase­
bet halinde yaşadığı iein kâfî derecede T ürkçe konuşu­
yordu (142).
Yahudiliği tehdid eden bu son -tehlike karşısında
İzmir h ah am ların d an bazıları, heyecanlanıyor ve İz­
m ir kadısından rabbinizm k adar T ürkiye’ye de zararlı
bir h arekete son verm esini rica ediyor (143). B urada
iki husus v ar : 1. Sevi ve ta ra fta ria rm m K adı’yı ziya­
reti. 2. H aham ların ihbarı. B irincisi biraz uzak ih tim al­
dir. Ç ünkü S abatay, kendisinin ne olduğunu biliyor.
T ara ftarla rı istemiş olsa bile, o, yalancılığ ının o rtay a
çıkm asını istem ez, İkincisi ise m üm kün görünüyor.
Ç ünkü S abatay «dinî tecdit» nam m a bazı giriş imlerde
bulunmuş tur. Taassup, içinde olan h ah am lar ile bir kı­
sım -halk buna taham m ül edem iyor ve bu h areketi din-
leıi için tehlikeli görüyor. Bu tehlikeyi atlatm an m yo­
lu, K adı ve onun vasıtasiyle idareyi haberdar etm ek­
tir. G alante’nin, Yahudiliğ i büyük bir tehlikeden k u r­
141 Josef Kastein, a.g.e., 1 6 5 -1 7 0 .
* Ziya Şakir, Sabatay’ın Türkçe bildiğini ileri sürm ektedir. Halbuki
-ileride görüleceği gibi- Müslüm an olurken de tercüman kullan­
m ıştır. Türkçe bilse tercüm ana ihtiyaç duymazdı.
142 i. A. Gövsa, S. Sevi, 3(V; A, Galante, Nouveai)x, 23 (İ. A. Gövsa'-
nm, buradan istifade etiği görülüyor).
143 N. Slousch, Revue du iVlonde M usulm an, 487.

309
SABATAY SEVİ ve MESiHLİĞI

tardığı için IV. M ehm et’e Y ahudilik âlem inin m innet


duym asm ın lâzım geldiğini kaydetm esi de m anid ar­
dır (144).
B irinci görüşe göre, İzmir K adısı, S abatay’a, ziya­
re tin in ve İzmir'de uyandırdığ ı h arek etin m ânâsını so­
ruyor. Bu soru üzerine. K adının önünde S abatay, ne
iîöyleyeceğini şaşırıyor ve m ucize göstereceğ ini üm id edi­
yor. Böyle birşey zu hur etm eyince, b^ir m üddet durak­
lıyor ve sonra S ııltan ın aleyhinde b u lunan üç Y ahudi-
nin cezalandm im ası için ziyarete geldiği cevabım ve­
riyor (Bu hâl, S abatay’ın desise ve kurnazlığ ına b ir mi*
sald ir). Şikâyet ettiği Y ahudiler, Padişah’ın değil, biz-
zat kendi aleyhinde b u lu nanlardır. Sabatay, «Sultan»
kelim esiyle bizzat kendisini kastediyor. Bu suretle hem
yanındakileri tatm in ediyor, hem -de hüküm ete -güya-
bağlılığım teyid etmiş oluyor (145). S abatay, h alk a ra ­
sında K ö^ı'yı görevinden atacağı şayiasını yayıyor; fa-
k a t rak iplerin i K adı’ya şikâyet ediyor. K endisine in an ­
m ayanları, rakip lerini zecrî tedbirlerle o rtad an k ald ır­
m ayı da plânlıyor (146). «Ona in an an avam k ü tlesin in
kendisine A llah’a ta p a r gibi tapın m aya baş ladıkları ve
yüzünü görünce secdeye kapandıkları rivayet edilir.
Sabatay, İzmir’de geçen bu m uvaffakiyetli zam an' es­
nasında eskiden perhizkâr bulunduğ u k ad ın lara karşı
büyük b ir düş künlük göstermiş tir, K ansı S ârâ da za­
ten hafifmeş reb olduğ undan, M esih’in karısı olm aktan
gelen istisn aî vaziyetinden ve b ü tü n g ü n ah lara karşı
sigortalı gibi olm aktan m ütevellid b ir serbetî içinde
144 Galante, Les Juifs des İzm ir, 251.
145 A. Gaiante, Nouveaux Docıım ents Sur S. Sevi, 25.
■146 Josef Ksstein, S. Zew i, 1 7 7 -1 8 1 .

310
DÖNMELER TARİHİ

birçok erigenlerle düşüp kalkmıştır» (147). D im ont, Sâ-


râ ’yı, beynelm ilel fahişe olarak tavsif ediyor ve Y ahudi
yayınlarında; hem azizlik, hem de fahişeliğin bir kadm -
da birleş mesinin ilk olmadığ ını ve Ho§e^ (148) Pey-
gam ber’in de G öm er gibi b ir fahişe ile evlendiğini (149)
ifade ediyor.
S abatay 1665 y ılının son günlerinde (T. 30 A ralık),
Mesîhliğini ilân ettiğ inin ertesi günü, A llah’ın m azha­
riy etine n ail olduğunu, S ârâ’ya yaklaşabileceğini ilân,
ediyor. K astein, S ârâ’ya o güne k ad ar yaklaşmadığına
y a ta k çarş afının delil gösterildiğ ini; ancak, S ârâ’nm
kızlığımn b urada bir hile olduğunu, onun çeşitli erkek­
lerle beraber yaşantısı olduğunu belirtiyor, A ynca, ilk
k arısın a yaklaşmadığı gibi, buna da yaklaşmadığının
ileri sürülm esini K astein, S ârâ’nm fahişeliğim örtm ek
için böyle b ir oyuna başvurulduğunu, yoksa, bundan b ir
ödün m ü beklediğ ini, S abatay kendini tem ize m i çık ar­
m ak i,stediğini soruyor ve neticede, bunün gerçek olm a­
dığım, oyun ve hile olduğunu savunuyor (150).
S abatay’m uyandırdığ ı harek et, yalnız İzmir’de de­
ğil, Sakız, Rodos, İstanbul, Selanik, E dim e, Sofya, Bel-
grad; Almar^ya, Polonya vb. yerlerde bulunan Y ahudi
cem aatlerini de sarıyor. M istik a n ’âneye göre, M esih’i
görenlerin yere kapanm asım n lâzım geldiği ve bundan
dolayı ona ilk tesadüf eden kadın, çocuk, erkek ve b ü ­
tü n inanmış Y ahudilerin yere kapandığı kaydedili-

147 Gövsa, Sabatay Sevi, 3 0 -3 1 .


148 Bkz. Kitab-ı M ukaddes, Hoşea, Bap : 1/2.
149 Msx I. Dimont, J rvvs God H is to ry , America CSignet] 1962, 275.
150 Bkz. Josef Kastein, Sabatai Z ew î, 172.

311
SABATAY SEVİ ve MESİHLÎĞİ

yor (151).
Sevi, Y ahudi dinî âyin ve m erasim lerinde bazı de­
ğişikliklere gidiyor : 10 Tevet ve 17 Tam uz’da K udüs’ün
kuş atılması ve düşmesini h atırlam ak için, tu tu la n m a­
tem oruçlarını, eğlenceye çeviriyor. B unları yaparken,
Z ekarya Peygam berin şu sözlerine dayanıyor : «Ve ba-
ivâ ord ular RABJ3İNÎN şu sözü geldi; O rduların R abbi
şöyle diyor : D ördüncü ayın orucu ve beşincinin orucu
ve yedincinin orucu ve onuncunun orucu, Y ahuda evi
için, m eserret ve güzel sevinç ve güzel bayram lar ola­
caktır...)) (152) S abatay kendisini sürgünde bulun an
Y ahudileri k u rtaracak ve onları Y ahuda evine döndüre­
ceğine göre m atem in son bulm ası gerekiyor. Bu deği­
şiklikleri de, Y ahudi cem aatlerine, b ir beyannam e ile
duyuruyor. Josef K astein, B abatay’m Peygam berlerin
sijzlerini söylediğine, fak at derunî m ân âların ı bilm edi­
ğine yer veriyor (153).
S abatay Sevi’nin, Y ahudi dinî âyin ve m erasim le­
rinde yaptığı bir diğer değişiklik de şudur : H er cum ar­
tesi, sinagogda yapılan âyinden sonra O sm anlı İmpara-
to ru ’n u n (S ultan IV. M ehm ed) adını anm ak âd etti. B u
adeti, Padişahın adı yerine kendi adının (S abatay Se­
vi) konulm asını em i'ederek değiştiriyor. Böylece Saba­
tay, Y ahudi krallığ ının m anevî ta h tın a oturmuş olu­
yor. B ütün dünya hüküm darlık tacın ı giym esi de y akın­
dır. İzmir’de böyle bir taç giym e m erasim i de yap ılı­
yor (154) (Bu m erasim e a it olarak neşredilmiş bir gra-
!5'1 Galante, Nouvûaux DocLiments Stır S. Sevi, 25; Gövsa, Sabatay
Sevi, 31,
!S2 Kitab-ı MükcKİdes, Zakarycı, Bap : V llI/1 8 - 2 0 .
1.03 Josef Kastein, S. Z ew i, 371.
154 M eydan Larousse, X /8 0 0 ; Jo.sef Kastein, S. Zev-vi, 168.

312
DÖNMELER TÂVRÎHİ

var, G...Sçtıöİem’in eserinde yer alm ak tad ır). C em aat


de onu, a rtık bir k ral olarak kabul ediyor ve çeşitli
m em leketlerden «İsrail Kralı»;nı görm eye gelenler; bir
protokol dahilinde içeri alm ıyor (155).
M esih’in geldiği haberi, O sm anh împaratoriuğ 'Lrn-
daki Y ahudilerin ru h î h alleri üzerinde büyük etki yap­
mıştır. U sun zam andan beri (dVIesîh» bekleyen bu Ya-
hudiîer, gelen «M esîh«in karşısına g ü n ah ların d an . te ­
mizlenmiş olarak çıkm ak için, günlerce oruç tutmuş,
toprağa çırılçıplak gömülmüş, om uzlarında m um yak­
tırmış, kışın çıplak ayakla gezmiş ve kendilerini kam çı-
latmıştır. Bu sırad a çalışma bırakılmış, dükkanlar ka­
patılmış; . sadece elinde çok m obilyası olanların onları,
Y ahudilerin dış ındakilere olm ak şartiyie, satm alarm a
m üsaade edilmiştir. B ununla beraber Y ahudilerin ken­
di araların d a yardımlaş masına önem verilmiş; zengin­
lerin fsiM rlere yardım ı teşvik edilmiştir. O zam an sa­
dece S elanik’te 400 fak ir bulunm aktadır. Bu fakirlere
de iyiliksever zenginlerin yardım ı devam etm ektedir.
A yrıca, bu arada, on ve daha küçük yaştaki çocukları
evlendirerek çoğalm.aya (;") gayret etm ektedirler (156).
T evrat’ın (Bkz. 1/28) «Sem ereli olun, çoğalın ve y er­
yüzünü doldurun» em rine uygun olarak çocuklarını
evlendirmiş olan M esih'in ı^eldiğine inanmış Y ahudiler,
8ab atay’ırı M üslüm an olm asından sonra, evlendirdikleri
Î55 Galante, NûuVGauK, Docum enis Sur S. Sevi, 2 5 -2 6 ; Gövsa, 3 1 -3 2 .
* Eski A h it'te (Tevrat) : «Ve A îlâh onlan mübarek kıldı ve onlara
dedi ; «Sem ereli olun, çoğalın ve yeryüzünü doldurun ve onu tâbî
kılın; denizin balıklarına vs göklerin kuşlarına, yer üzerinde ha­
reket eden her canlı şeye hâkim olun.» [Tekvin, Bap : 1 /2 8 ). Sa-
batay tara fta rla rı ,bu kutsal em re uyuyor.
156 Bkz. Ricauf, H istoire de L'Etrıpire O ttom an, 11/176 ■ 178’den nak­
leden Galante, Nouveaux Documents, 2 6 -2 7 .
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

çocuklarını ta lâk yoluyla ayırmış lardır. H ıristiyan ların


bir M esih beklem eleri (daha önce bahsetmiş tik) ve h a t­
tâ b azılarının Y ahudilerin bu dâvasına sahip çıkarak,
onlara, «Biz, sizinle K utsal Şehre gideceğiz» dem eleri­
dir. A yrıca, bazı cahil M üslüm arılar arasm da d a bir he­
yecan uyanmış ve b ir «bektaşi»nin, birkaç kişilik grubu
ile, S abatay’ın Mesîhliğini kabul ettiğini belirtm esidir.
İstanbul’daki E rm enilerden bazıları, da, h ah am lardan ,
S abatay’m gerçek M esih, cPeygam ber» veya İsa olup
olmadığını sormuş; onlar da, onun, «Mesîh» değil, b ir
yalancı olduğunu söylemiştir, İngiltere, H am burg v.s..
yerlerde de taunun tartış ması y ap ılm ak tadır (157). Bu
M esîhî dalga, b ir ta ra fta n , O sm anlı m em leketinde tâ
B udin’e; diğer ta ra fta n , L ehistan, A lm anya, H ollanda,
İngiltere, İtalya ve K uzey A frika’ya k ad ar yayılmıştır.
İran ‘Y ahudileri arasın d a bir h arek et uyandırmış tır ve
onlar : «Bizim M esîhim iz geldi, a rtık to prak bellem e­
yiz, vergi verm eyiz» cüye tutturm uş lardır (158).
H areketin, yalnız Y ahudilerle sın ırlı kalm ayıp diğer
din m ensuplarından da bazı ta ra fta r bulm ası S abatay
ve ta ra fta rla rın ı iyice coşturuyor, a.zdırıyor. O nlar, ön­
lerine çalg ılar k atarak , halay lar te rtip ederek sokaklar­
da gezm eye başlıyor. Bu hâdise îzm ir’de şiddetli çekiş­
m elere sebep oluyor. S abatay ta ra fta rla rın ın , İzmir’in O'
zam anki em niyetiyle görevli olan «Y eniçeri B ölük Baş­
la n a n ı (*) p ara ile ta ra fla rın a çektikleri ve bunun için
!E7 Abraham Galante, Nouveaux Documents Sur S. Sevi, 28.
158 İslâm Ansiklopedisi, [1/646.
* Vatan G azetesi, İzm ir Valisi olarak gösteriyor ki bu uzak bir ihti­
maldir. Ancak Vatan G azetesi, bunu, valinin olaya müdahale e t­
m em esinden çıkarm ış olabilir. Fakat olayın, Yahudiler arasında
cereyan ettiğ i ve onlara münhasır olduğu için ilgilenm em iş ola-
bilir. Bu tü r ihlim ailerden hprekoilo, valinin, on.larm tarafm ı tu t­
tuğu yargısına varmak mümkün değildir.

314
DÖNMELER TARİHİ

de o ıllan n olaya m üdahale etm edikleri rivayet edili­


yor (159). B unları bir zafer kabul eden sah te M esîh,
kendini «K rallar kralı» ilân ediyor ve b ü tü n dünyayı
kendi hükümranlığ ı a ltın d a toplayacağ ına inanıyor. Bu
inançla dünyayı 38 m üridi arasın d a taksim ediyor ve
onları da «Kral>' olarak isim lendiriyor. K rallar kralı
(M esîh) olarak, Y ahudilerin ikâm et ettik leri yerlere
birçok genelgeler gönderiyor ve o nlara «Ben sizi k u r­
tarm ay a gelen, T a n n ’m n oğluyum» diyerek görülmemiş
bir hab er veriyor. Bu genelgenin metrni şöyledir ;
T an rı’n ın tek ve ilk doğan oğlu Sabatay Sevi’den,
İsrairin M esih’i ve k u rtarıcısm dan b ü tü n İsrailoğulla-
rin a selâm ! M adem ki biz, şerefli büyüklerim iz İbrahim,
îsak ve Y akub’un görm eyi arzu ettik leri (söyledikleri)
T an rı’nm büyük g ünü nü görm e şerefine nail olduk, a r­
tık acı günleriniz sevince, oruç günleriniz eğlenceye dö­
nüşmelidir. îşte bu nun için T an rı size ifadesi güç te ­
selliyi verdi. T am burlarla, org larla sevincinizi ilân edi­
niz. A sırlardanberi size vadettiğ ini bugün yerine g etir­
miş olana, bu suretle, ş ükranınızı ifade eyle 3dniz. Eski-
denberi yaptığ ınız ib adetleri yapınız. Ü züntü g ü n leri­
nizi, benim gelişim şerefine, P u r i m (Şeker B ay­
ram ı) adı altın d a bilinen neşeli günlere (bayram lara)
çevirin. H içbir kim se hiçbir işe koyulm asın, sadece ne­
şelensin. Yaşayın!» (160).
B ir başka genelgesinde buna yakın ifadeler yer ai-
m aktadır. Son bölüm ü ise şöyledir : «N ihayet h içb ir
159 İbrahim A lâettin Gövsa, Sabatay Sevi, 33; Vatan G azetesi, 14 Ocak
1924.
160 Prof. Abraham Gaîante, NoJveat.ıx Documents Sur S. Sevi, 102;
Prof. Dr. A h m et Çelebi, İVkıkarenetii’l-Eclyân, 1/193; IVleydan La-
roıısse, X /8 0 0 ; The Jewish Encydopedia, X f/2 2 2 ,

315
SABATAY SEVİ ve MESİHÜĞI

şeyden çekinmeyiniz. Çünkü sizin hâkimiyetiniz bütün


milletlere şâmil olacaktır ve siz yalnız dünya yüzündeki
mahlûklara deg’il, denizlerin dibindeki mahlûklara bile
hükmedeceksiniz. Bütün taunlar sizin teselliniz ve haz-
zmız içindir »(161).

Sabatay, dünyayı 38 krallığa (162) böldükten son­


ra, K udüs’ü m erkez edeceğini ve k ralların d a E lie ta ­
rafın d an S ion'un büyük şehrinden id are edileceğini ta ­
m im ediyor. G alante, o tam im in şöyle başladığmı kay­
dediyor : «Ben, D avud’un oğlu Süleym an, cihan ın ü s­
tün de ve altın d a bulunan herşey üzerinde hâkim olm a-
hyım . Ben kendi m erkezim i, M ukaddes Şehir’de, K u­
d ü s'te tesis edeceğim ve orası dünyanın en güzel m em ­
leketi olacak, Ju d a’n ın k ralları kardeşim E lie’n in k u ­
m andası a ltın d a bulunacaktır. Bu şehir Ju d ^’nm k ral­
ların ın m erkezi olacak ve kardeşim güzel b ir ta ç taşı­
yacaktır» (163). B urada Y ahudilerin M esih anlayışına
tercüm an oluyordu. O nlar M esih’i; dağılmış olan Y ahu-
dileri F ilistin ’e toplayacak ve Y ahudi dünya hâkim iye­
tin i sağ layacak ilahi bir kişi olarak görüyorlardı. Sa-
hatay bunu dile getirmiş tir. B eyannam ede geçen Elie
ise; T ev rat’ta M esih’te n önce onun haberciliğ ini yapan
bir Peygam ber olarak tav sif ediliyor ki, bunu, Sabatay,
G azze’de N ath an ’la tanış masında anlaşma konusu yap-
ımştı. O, dünyayı 38 k ralın a taksim ederken T ürkiye’­
yi, kendisine Mesîhliği hazırlayan belgeyi veren ve ona
yardım cı olan R abbi Abraham Y achni’ye vermişti. Böy-
iG1 A. G alante, Nouveaux Docurnems Sur Sabatay Sevi, 112.
162 Sabatay S e v in in 38 Krallığının listesi, Prof. A. Galante, «Nouveaux
Documents Sur Sabbata: Sevi» adlı eserin 1 1 4 -1 1 8 , sahifelerinde'
yer aim aktadır,
163 A- Galante, Nouveaux Documents Sur S. Sevi, 114,

516
DÖNMELER TARİHİ

i8ce~ona minnet borcunu ödemiş oluyordu.


Yine S abatay İzmir’de iken, dâvâsını güçlendiren
başka bir olay oluyor. K endini aldatm adan başka,-baş-
k alan n ı da ald atm ak için birçok hilelere başvurduğu,
her fırsa tta m ucizeler gösterm eye çalıştığı ve bunların
en enayicesi «İhya-yi Em-vat» olayıdır. Bu olay şöyle
cereyan ediyor : L ivorna’dan İzmir’e Josef Penhaz is­
m inde b ir İtalyan Y ahudisi geliyor. Bu Y ahudinin İzmir
tü c c a rla rın d a , alacağı v ar ve b u n ları toplam ak istiyor.
B unu ra h a tç a tah sil etm ek için de Sevi ve ta ra fta rla ­
rın ın desteğini sağJamayı düşünüyor. B unun için halk
arasında Sevi aleyhinde b ir teşebbüsün olduğunu taraf-,
ta rla rın a bildiriyor. B unlar da hem en Sevi’ye h aber ve­
riyor. Sevi de bunu tezvir kabul edip, Penhaz’ın iyice
dövülm esini em rediyor. Bu em ir üzerine halk, P enhaz’m
kaldığı eve nüm ayi^kârâne gidiyor. Bu durum u pence­
reden gören Penhaz; b u n lara karşı birşey yapam ayaca­
ğını anlıyor ve hile yoluna sapıyor. Boylu boyunca uza­
nıyor ve kendisine ölü süsü veriyor. Sevi ta ra fta rla rı
.eve dolduğ unda Penhaz’ı hareketsiz b ir vaziyette bulu­
yor. Bu h âl karşısında şaşırıyor ve «Mucize! Mucize»
diye bağ ırıyorlar. H em en araların d a istişare ederek,
durum dan Sevi’yj h ab erd ar ediyorlar. Sevi, İtalyan Ya-
hud isin in hilesini hem en anlıyor. K urnazca d avran arak
bu hileden faydalanm aya k a rar veriyor ve P enhaz’ın
kaldığı eve gidiyor. Penhaz’m durum u bir m ucize gös­
term eye uygundur. Sevi, ölüyü affedip diriltm eye k a­
ra r verdiğini yanm dakilere bildiriyor. Penhaz’ın yanına
yaklaşıp b ir iki dua okur gibi yapıyor: Sahte ölü hem en
diriliyor ve her ikisi kısa b ir süre birbirine bakıyor. Bu
m en faat üzerine b ir ittifa k tır. Penhaz ayağa kalkıyor
v.e yüksek bir sesle Sevi’n in kendisine h ay at verdiğini;
3r
SA8ATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

ona im ân ettiğini açıklıyor. B unun üzerine Sevi, b ü tü n


alacaklarını tah sil edip kendisine veriyor. B una karşı­
lık sah te M esîh de ta ra fta rla rı . abasında «M uhyi Em -
vat» (= Ö lüleri d irilten ) sıfatın ı kazanıyor,
«Bir ta rih m üdekkiki», S abatay'm hu tü r hileleri-
i iin çokluğuna ve «bugünkü m ânâsıyla propagandanın
ne dem ek olduğunu da bu adam keşfetmiştir)) dense
yeri bulunduğ una; onun, saf dillilere y u ttu rm ak için, bu
tü rlü hileleri mübalağ alı şekilde duyurduğ una; düş­
m anlarının m aksadını önceden sezm ek suretiyle önüne
çceçtiğine ve p ara yoluyle kendisini him aye ettirdiğ ine
yer verm ektedir (144). Bu olayda iki ihtim al v ard ır :
1 — Penhaz ile S abatay d ah a önce anlaşmış ol­
m alıdır. Bu anlaşma ile h er ikisi de kazançlı çıkacak­
tır. Penhaz, S abatay Sevi’nin delâletiyle Y ahudilerde
olan alacağını toplaj^acak; Sabatay da, onun sırtın d an ,
m ucizevî bir şahsiyet olacaktır.
2 — Eğer böyle bir anlaşma yoksa bile, eve gelen
Sabatay, adam ın halinden ölmemiş olduğunu anlamış­
tır. B ir insanın uzun m üddet nefes alm adan durm ası
m üm kün değildir. B unu anlam ak için doktor olm aya
da ihtiyaç yoktur. Bu ve benzeri olaylar; Sevi’n in k u r­
nazlığını ve fırsa tla rı değ erlendirmede m âhir olduğu­
nu gösterir. O, bu tü r basit ku rn azlık larla cahil, saf
Y ahudi h alk ın ı aldatmış ve' zaten o güne k ad ar olan
oaşansı da hep bu sayede olmuştur. K endisini m istisiz-
ıne verm esi onun ru h h alin e tesir etmiş ve norm al d ü ­
şünme gücünü engellemiş tir. Max I. D ım ont, S abatay’m
bu tü r harek etlerin i, ru h h astalık ların d an P aranoya’-
164 Vatan G azetesi, 15 Kanunisânî 1924.

318
DÖNMELER TARİHİ

ya (165), Gövsa da Nevropat’a (166) bağlamaktadır.


Aslında her iki ruh hastalığının da onda varolduğunu
söylemek mümkündür.
Sabatay’m, Yahudi an’ânesinde yaptığı değişiklik,
dünya hakimiyetini hedef alan ve dünyayı 38 krallığa
taksim ettiği beyannâmesi, halkta ihtilâf ve coşkunluk
meydana getirdi. Şimdiye kadar harekete sempati ile ba­
kan birçok haham ve halkta köke ait olan bu değişiklik,
imânevî bir darbe yarattı. İzmir’in tamnmış talmudistle-
rinden Sloman Algazi ve hahamhğın diğer üyeleri, bu
hareket karşısında, onlardan ayrıldı (167). Slousch, İz­
mir haharifilarından bazıları-, Kadı’dan, dinî tehdit eden
ve «Rabbinizm« kadar TiArkiye’ye de zararlı olan bu ha­
rekete son veıtnesini istediklerini kaydetmekte (Bu hu­
susu geçmiş sahifelerde ikinci görüş olarak ileri sürmüş­
tük) ve devamında,, «Kadı, korktu ve Mesih’i Başkent
îİstanbul) otoritelerine gönderdi» (168) ifadesine yer
vermektedir. Vatan Gazetesi de, «fakat mesele o kadar
alevlendi ki İzmir Kadısı sükûta razı olmayarak mese­
leyi İstanbul’a arzetti (H. 1077/M. 1666)» (169).
Sabatay ve taraftarlarının günden güne artan taş­
ımlıkları karşısında durum, İstanbul’a bildiriliyor. Du­
rumun İstanbul’a bildirildiğinin haberi kendilerine ulaş­
tırılmasına rağmen Sabatay ve taraftarları, buna aldı­
rış etmiyor ve kendilerine çeki düzen vermeye yanaş­
mıyor. Bunun üzerine mesele bizzat Sadrazam Köprü-

165 Bkz. M ax I. Dim ont, Jew s God and History, 275.


166 Bkz. .i. A. Gövsa, S. Sevi, 35.
1Ö7 Jewish Encyclopedia, X l/2 2 2 ; Türk Ans. X 1 V /4 1 .
163 İSİ. Slousch, A.g.m ., Revue du M onde İVlusulman, 487.
169 Vatan G azetesi, 14 Ocak 1924.

319
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

İÜ Fazıl Ahmet Paşa’ya intikal ettiriliyoi'. O da., mese­


lenin aslım öğrenmek İçin, Sabatay'ın tahkikat evrakiy-
Je birlikte derhal İstanbul’a gönderilmesini emrediyor.
Bunun üzerine yakalanan sahte Mesîh, taraftarları kar­
cısında «Mesihlik» tavrını bozmuyor; onlara, İstanbul'a
gitmesi için 'Tann’dan. emir aldığmı ve vazifesinin en
büyük kısmını orada ifâ edeceğini bildiriyor (170).
Sabatay Sevi’nin İzmir’den ayrılış sebepleri arasın-,
da, şehir otoritelei'lnin zorlaması yanında, Mesîhin ke­
hâneti ve İstanbul’da bir mucize vuku bulması ümidi
olduğu da ileri sürülüyor (171).
Sabatay’ın İzmir’den ayrılıp İstanbul’a gitmesi,
içendi isteği haricinde olduğu görülmektedir. Gerçi, Ku­
düs’ten ayrılırken İstanbul’a gitmek üzere İzmir’e hare­
ket etmiştir. Fakat, İzmir’de gayesine tam ulaşamadığı
muhakkaktır. Gayesine ulaşmadan elbette İzmir’den
ayrılmak istemezdi. Ancak, o zaman Sabatay’a karşı
olan haham ve Yahudilerin, Kadı’y^ şikâyeti; Kadı ve
Türk yönetiminin meselenin İzmir’den ziyade İstanbul’­
da halledilmesinin uygun olacağı kanaatine ulaşmış ol­
ması gerçeğe daha yakındır. Böylece Sabatay, İstan-
bul’a hareket ediyor. 7/dten tutuklu olarak İstanbul’a
gönderilmesi (172) ve Sadrazam’m duruma müdahale­
si, bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Taraftarlarının,
Babatay’m, İstanburda mucize göstermesini bekleme­
leri, onun Tanrının emriyle gittiğini söylemesinden ile­
ri geliyor. Mademki Tanrı emriyledir, o halde onun,
orada mucize gösterip, Padişahın yerini almasını düşün-

170 Bkz, i. A. Gövsö, S. Sevi, 38 -39.


171 The Jew!Sh Encyclopedia, X !/2 2 2,
"172 Vatan G azetesi, 14 Ocak 1924.

320
DÖNMELER TARİHİ

meteH ve böyle hareket etmeleri akla yatkındır. Çünkü


o, dünyayı taksim ettiğine ve Mesîhliğin şartlarından,
biri de dünya hâkimiyeti olduğuna göre, bu işe o göz­
le bakıyor olmalüar. Bir başka husûs da; ona inanan­
ların inançlarını bu doğrultuda şartlandırmak ve bu
hâl karşısında kendilerine teselli sunmak şeklinde mü­
talâa olunabilir.
Şubat 1666. Sabatay İstanbul’da. Ocak 1666’nın ilk
günlerinde taraftarlarından bir kaçı ile bir yelkenliye
bindirilen Sabatay, deniz yolculuğunun fırtınalı engel­
lere uğraması yüzünden 39 günlük bir seyahat sonun­
da Çanakkale’ye geliyor. Müridlerinden bir kısmı da
karayoluyla onu takip ediyor. Çanakkale’ye geldiklerin­
de Sadrazam, en süratli vasıtalarla İstanbul’a gönderil- ■
meşini emrediyor. Bu emir üzerine Küçükçekmece’ye,
oradan da İstanbul’a götürülüyor. Sabatay, İstanbul’a
Şubat 1636’da varıyor. Tzmir’li Mesîh, Subaşı (Emniyet
Müdürü) tarafından sorguya çekiliyor. İzmir Kadı’smm
şahitliği ve İsrarına rağmen Sabatay herşeyi inkâr edi-
^^or. Subaşı’ndan mükemmel bir dayak yedikten sonra
zincire vuruluyor (173).
Sabatay’ın 1666 yılı başında İstanbul’a gidişi heye­
canı doruk noktasına çıkarmıştır. Taraftarları, Saba­
tay’ın Padişah IV. Mehmed’den Kudüs Krallığı’nı ala­
cağına ve «Beklenilen Devrin» başlayacağına inanmak-
Ladır. Hattâ bu inanç o kadar kuvvetli ki; o sırada çı­
kan bazı İbranîce kitaplarda, tarih olarak, «Nebiliğin
ve devletin yenileşmesinin birinci yılı» cümleleri görül­
mektedir. Tebaasının din işlerine karşı hoşgörülü dav­
ranan Devlet’e bukadar aşırılığın biraz fazla gelmiş
------------------- — - -

173 Prof. A. Galante, Nouveaux Documents Sur S. Sevi, sf. 29.

321
SABATAY SEVÎ ve MESİH LİGİ

olacağını kaydeden Örs; Sevi’nin tutuklandığına, fakat


o zaman da küçük suçlar için uygulanan «i d a
cezasının buna uygulanmadığına ve prensler gibi ha-N
pishanede yaşamasının şaşılacak bir durum olduğuna
yer veriyor. Hapis yeri olarak da Gelibolu’yu gösteri­
yor (174). Bu husûsa zaman zaman cevap verildi, an­
cak yeri gelince yine de cevap verilecektir. Şunu belir­
teyim. ki hapsi, Gelibolu’da değil, Aydos’dadır (Kum-
kale). İstanbul Zindan Kapısı’ndan oraya çeşitli tavas-
sütlarla gittiğinin kesinliği ortadadır.
Sabatay Sevi’nin, Subaşı tarafından sorguya çekil­
mesi, Sadrazam’ın onu bizzat sorguya çekecek kadar
mühimsememiş olmasına bağlanmaktadır (175). Bir
başka kaynak da şu bilgiyi vermektedir : «Sabatay
1666’da Şubat’ta İstanbul’a geldi. Yolda durduruldu ve
kollarına kelepçe vurularak Subaşı Mustafa Paşa’nın
huzuruna götürüldü. Orada yüksek bir görevli, onu bir
tokatla karşıladı. O, bunun üzerine Hz. İsa m;isali di­
ğer yanağını çevirdi. Kralların kralı, Türk otoriteleri
önünde Kutsal Şehrin (Kudüs) basit bir hahamı oldu­
ğunu açıkladı; fakat hapse atılmaktan kurtulama­
dı.') (176). Başka bir kaynakta, sorgusu sırasında kendi­
sini suçsuz göstermeye çalıştığı ve kendisini Mesîh ilân
eden Yahudileri suçladığı (177) ifade edilmektedir,
Sabatay Sevi’nin İstanbul’a getirildiği haberi halk
arasında yayılınca şehrin, bütün Yahudileri heyecana
kapılıyor. Ona iyice bağlanan taraftarları, hapse atıl-

174 Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik, 436.


175 Bkz. İbrahim A lâettin Gövsa^ Sabatay Sevi, 39.
176 isi, SİOLtseh, «ies Deucımeh». ilevLie du M onde M usuim an, V I/4 8 7 .
177 Jewish Encyciopedia, X I/2 2 2 .

322
DÖNMELER TARİHİ

masından ye’se düşmüyor; zindandaki ıstıraplarını ya­


rınki zaferinin bir şartı olarak tefsir ediyor (178). Bi­
lâkis rüşvetler ve diğer sebepler sayesinde elde ettikleri
müsamahakâr davranışlar, Mesîhlik hülyâlannın kuv­
vetlenmesi için harcanıyor. Aynca, Mesih’in Türkiye’­
de yaptığı şeyler, mucizevî olay olarak telâkki ediliyor,
irazzaiı Nathan ve Samuel Primo tarafından çıkarılan
hayreti mucip şayialar; Yahudiler ve diğer birçok va­
tandaş arasında yayılıyor. Bu şayialar, Yahudilerin
umudlarmı daha yüksek bir seviyeye çıkarıyor (179).
Gerek İstanbul’da olan ve gerekse diğer yerlerden
akıp gelen taraftarları, hapishane tarafında dolaşıyor;.
Sevi’nin bir mucize gösterip kurtulmasını bekliyor. İç­
lerinden bir kısmı, hapishaneye giderek (kurtulmasım
istedikleri bu Sevi’yi) mahpusu zi}^aret ediyor; diğer
bir kısmı da, o civarı «tavaf» ederek nümayişler yapı­
yor (180).
«Mesih» taraftarları, Yeniçerilerin nıjfuzlu adam-
larından bazılariyle Zindan memurlarından bir kısmı­
nı, çeşitli yollarla, elde ediyor. Bu elde edilen adamlar
sayesinde, sokaklarda nümayişler yapılıyor ve hapisha­
nedeki sahte «Mesih)) rahatça ziyaret ediliyor. Zindan-
da yanma giren taraitarları, ayaklarına kapandıkları
Sabatay tarafından takdis ediliyor. Bu durum, o zaman
vücuda getirildiği rivayet edilen gravürlerle canlandı-
rjlmaktadır (181).

178 Abraham Gal'ante, NouveaLix Docum ents Sur S. Sevi, 29.


179 The Jevvish Ene., X I/2 2 2 .
1SÛ Vatan G azetesi, 14 Ocak' 1924.
■İ81 İbrahim A lâettin Gövsa, S. Sevi, 40; Vatan Gazetesi, 14 Ocak
1924.

323
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

Mesîhlik meselesi, sadece Yahudiler arasında değil,


bir kısım Müslümanlar arasında da taraftar buluyor.
Bunlar, Satoatay’ın «kutsal görevione inanmaya başlı­
yor. Bu durum, Sabatayistlerm' Bektaşi dervişlerinden
birini ve dolayısiyle de taraftarlarını elde etmeleri sa­
yesinde ((Bektaşîler» arasında cereyan ediyor (182).
Bundan sonra Sabatay Sevi lehinde birçok imâli
söz sar'fediliyor ve onun Mesîhlik meselesi umûmî bir
mahiyet kapsanıyor. Her çeşit din ve mezhepten safdil
veya menfaatçi bazı İnsanlar, Sabatay’a inanmaya baş­
lıyor. Müslümanlardan da ona inanan sadece Şiîler'-
den az bir gruptur. Çünkü Şiîlikteki (cMehdîlik» inan­
cının Yahudilikteki «Mesîhlik» inancından doğduğu ve
Şiîliğin çıkışında Yahudilerin rolleri bulunduğu ileri sü-
rıilen görüşler arasmdadır. Bu temel yakınhğın yanın­
da işe ment'aatçilerin de katılması, olayın rengini de­
ğiştiriyor. Bunlar, ötedenberi, Osmanlı İmparatorluğu’-
nu yıkmak isteyen, fakat fırsat bulamayan menfaat
şebekeleridir. Aslında bu, İmparatorluğun etnik yapısı
bakımından, normal sayılabilir. Yoksa inanmış bir Müs-
lümanın sahte olduğu apaçık ortada olan bir dâvanın
peşinden gitmesi beklenemez, Bu, uzun zamandan beri
airit Seferi ile meşgul olan ve aynı zamanda da geri­
lemeye başlamış bulunan İmparatorluğun mevcut du­
rumundan istifade etmenin bir gayreti gibi gözükmek­
tedir. Bu durumdan istifade ile Yahudilerin «Sion» ide­
alini ve diğer azınlıkların da kendi muhtariyetlerini
gerçekleştirme arzusuna kapıldıkları anlaşılmaktadır.
Zaten bu mesele, samimî Türk ve Müslüman arasında
bir akis bulamamıştır.

182 N. Slûusch, A.g.m ., Revue du M onde M usulm an, sf. 487 tVol. V I);
Vatan Gazetesi, 14 Ocak 1924,

324
DÖNMELER TARİHİ

Türkler, cereyan eden bu olayı, biraz merak ve bi­


raz da alayla takip ediyor. O zaman Yahudiler, sokak­
larda, kendilerine tayin edilen kıyafetlerle gezmeğe
mecbur olduklarından, hemen tanınabilmektedir. Bu-
îiun için her Türk, çarşıda, pazarda rastgeldi^i Yahu-
diyle, «Çıfıt geldi mi? Haham geldi mi? Peygamber gel­
di mi?» gibi sorularla alay etmektedir (183).
Mutaassıp taraftarları, Sâbatay’m İstanbul’da hap­
sedilmesini eski bir keşfin vukuunun başlangıcı kabul
ödiyor. Bu keşfin şöyle olduğu belirtiliyor : «Mesih, do­
kuz ay ortadan kaybolup sonra bir dişi arslana binmiş
L'ulunduğu ve arslanı yedi başlı yılanlardan yapılmış
gemlerle idare eder olduğu halde Sabbation ırmağının
öte tarafındaki Yahudi kardeşlerle muhatap olarak zu­
hur edecek ve artık ondan sonra yegâne hâkim-1 âlem
olacaktır» (184),
Olaylar bu safhaya geldikten sonra Sadrazam Köp­
rülü Fazıl Ahmet Paşa’nın duruma müdahale ihtiyacı
duyduğunu ve Sabatay’ı huzuruna çağırıp konuştuğunu
belerten «Bir Tarih Müdekkîki') şöyle bir iddiada bulu­
nuyor : «Düzme Mesih’in boş bir adam olmadığım an­
ladı ve İlmî vukufunu takdir etti. Fakat umûmî heye^
(tanlar ve tefrikalar üzerine Sevr’nin İstanbul’da kalma­
sı tehlikeli görüldüğünden Aydos kaleMne nefyedilmesi^
ne ve orada kal’a-bend olmasına karar verdi» (185).
Sadrazam’a atfedilen «Mesih’in boş bir adam olma­
dığı» hikayesi, taraftarlarınca Sabatay’ı yüceltmek için
uydurulmuştur (186). Bazı kaynaklar, birkaç seneden

183 Bkz. Galante, Nouveaux, 29; Gövsa, 40.


1.84 J. Von Ham m er, H am m er Tarihi, X /1 6 6 .
185 Vatan G azetesi, 14 Ocak 1924.

325
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

beri debdebeli .bir hayat yaşamaya alışan Sabatay’ın


hapishanede muzdarip olmaya başladığını, taraftarları­
nın onu memnun eden ihtiramlarına rağmen, zincire
vurulmuş bir kral gibi zindan köşesindeki intizann uza7
masına tahammülü kalmadığını kaydediyor ve bu du­
rum karşısında Sevi, ziyaretine gelen müridlerine, Sad-
razam’ın sarrafı Mordehay Kohen’in oğlu Yuda (Juda)
Çelebi’ye müracaat etmelerini söylüyor. Yuda Çelebi
vasıtasiyle Sadrazam’ın sarrafı Mordehay Kohen, Fazıl
Ahmet Paşa’nın ayaklarına kapanıyor ve ona, Saba-
tay'ın bu hapishanede çok rahatsız olduğunu bildiriyor
ve başka bir hapishaneye nakledilmesi için yalvarıyor.
Fazıl Ahmet Paşa da, onun Çanakkale’ye sürülmesini
ve Kumkale’de (Aydos) hapsedilmesini, emrediyor. Şa-
batay, kâtibi (kayın biraderi) Sarnuel ve birkaç müridi
jJe Kumkale’ye (Aydos) sürüldüğü zaman rahat bir ne-
les alıyor. Çünkü burası îstanbuFdaki zindana nazaran
rahat, havadar, serbest ve aynı zamanda Merkeze de
uzaktır (187).
Slousch, o kadar ünlü Sadrazam Köprülü Ahmet
Paşa’nın Sabatay’a karşı gelmeğe cesaret edemediğini;
onu başkentten uzaklaştırmaktan memnunluk duydu­
ğunu ve şerefli bir mahpus gibi Aydos (Kumkale)
karasına gönderdiğini (188) iddia ediyor.
Gövsa ise, Sabatay’nı İstanbul’dan gönderilme se­
bebini şöyle açıklıyor : ,«Zaten fazla ziyaretten, Yahudi
tehaccümünden hapishane muhafızları da şikâyetçi idi­
ler. Nihayet sahte Mesîh ve Mehdî dedikoduları bütün
İstanbul’u kaplamış bulunuyor, sefer zamanmda her-

185 Bkz. Gövsa, S. Sevî, 39.


187 A. Galante, Nouveaux, 2 9 -3Q.
188 Bkz, Slousch, Revue du Mende Musulman, VI/4,87.

326
DÖNMELER TARİHİ

k(5sin_. buhran ve galej^ân içinde bulunduğu sıralarda


böyle bir adamın umıYrai heyecanı arttırması ihtimali
de hatıra geliyordu» (189) .
Sadrazam, Sabatay’dan korktuğu için Aydos’a (Kum-
kale) gönderdi, ifadesinin gerçekle ilgisi yoktur. Yu­
karıda, bazı kaynaklardan naklettiğimiz bilgilere göre,
Sabatay’ın kendi isteği ve bu isteğe sarrafbaşmın ön­
ayak olması ile gerçekleştiğini ifade etmiştik. O zaman
da, Sadrazam’)n bir emriyle vezirlerin bile kellesi gi­
derken Sabatay’ın sürgün edilmesiyle yetinilmesi, Ya­
hudilerce Sadrazamdın Sabatay’a beslediği bir hürme­
tin. eseri olarak tefsir ediliyor. Burada, sarrafba§ının ha-
tınnm hesaba katılmadığı görülüyor. Sarrafbaş mm ha.'
tırımn onun kellesini kurtarması yanında, böyle bir yo­
la gidilseydi, ona körü körüne inanan bir topluluk in­
dinde, «göğe çekildi» zehabına yol açılacaktı. Böyle hiç­
bir değeri olmayan ve günden güne ne olduğu açığa
çıkan birisine kutsiyet kazandırmak, akıllı olan hiç kim­
senin yapacağı iş değildir.
M. Nisan 1666. Sabatay Aydos’da (Kumkale). Ay-
dos karasına hapsedildikten sonra onu ziyaret edenle­
rin sayısı artmağa başladı. Dünyanın her tarafında he
yecanlı bir merak vardı. Danimarka, Hollanda ye Al
manya’dan birçok kimseler iş ve güçlerini bırakıp, Ay
dos’a (Kumkale') hususî gemiler ve hedij^elerle koşu
yorlardı. Yahudilerin büyük bir kısmınca onun Aydos’
ta ziyareti, Krıdüs ziyaretine bedel tutulmuş; hacı ol
mak için Kudüs yerine Aydos’a koşmağa başlamışlardı
Orası «Güvenilir Yer» olarak isimlendiriliyor; parası ol
mayanlar, ziyaret edebilmek için, mallanm, mülklerin

189 Gövsa, S. Sevi, 41.

327
SABATAY SEVİ ve MESİHLÎĞI

satıp geliyorlardı. Çünkü; Mesih’in gelmesiyle Kıyamet


kopacağına, Yahu dilerin ise bambaşka bir hayata maz-
har olacağına ve bu dönemde paraya ihtiyaç kalmaya­
cağına göre çahşmaya da lüzum olmadığına inandık­
larından kendilerini takdis ettirmek için Sabatay’ın
yanına koşuyorlardı. Böyle kalabalık ve paralı bir gü­
ruhun kaleye akını, orada, hem asayişi ve hem de ti­
caret hayatını etkiliyordu. Bütün bunlara rağmen, mu­
hafızlar, durumu hükümete haber vermiyorlardı. On-
iar da, gelen ziyaretçilerden bir nevi vergi aldıkları için,
hallerinden memnundu. Ziyaretin bu kadar fazlalığı,
kendi işlerine de yaradığı için olacak ki; Devlet otori­
telerini bu husustan haberdar etmeye lüzum duymu-
3Tjrlardı (190).

Sabatay’m Aydos’a gittiği zaman, Yahudilerin Ha­


mursuz (Pesah) Bayramı (15 Nisan) idi. O, «Kanuncu
ihlâl ederek, kendi yağında pişirilmiş kuzu kestiriyor
ve arkadaşlarıyla yiyordu (lt)l). Aydos’ta, Sabat^y,
prens gibi yaşıyor, misafirler kabul ediyor, onlarla mü-
bahaselere giriyor ve onlara ümidler veriyordu (192).
Bu durum, Saba:tay’ı yeniden şımartıyordu. O, dünyada
bulunan bütün Yalmcii cemaatlerine bir ‘Beyânnâme’
yayınlıyordu. Bu beyâmıâme’de; Yahudilerin, Kudüs’ün
işgalinden dolayı matem günü olarak kutladıkları 9
Ab’ı kendi doğum günü şerefine bayrama çevirdiğini;
çünkü kendisinin (Sabatay Sevi) yeryüzündeki bütün
kralların üstünde olduğunu; böylece bundan sonraki

IDO Bkz, GalfintR, Notıveaüx Documents, 3 0 -3 1 ; Vatan Gazetesi,


14 Ocak 19^4; Jewish Ene., X I/2 2 2 ; N. Slousch, Revue du M on­
de M usLilm an, V l/4 8 7 .
191 The Jevvish Encylopedia, X l/2 2 2 .
VJ2 Vatan G azetesi, 15 Ocak 1S24,

328
DÖNMELER TARİHİ

]3ayramlarincla da bu usulün takip edilmesinin ve en


güzel elbiselerini giyinmiş olmalarının gerektiğini; Hı-
ristiyanlarla bu günde konuşulmayacağım bildiriyordu.
Ayrıca dualarına «Ey Yüce Tann Sen rahmet et» ile
başlamalarını, onları seçkin kavim yapan Tanrı’ya şük-,
retmelerini, Sevi’yi duaları arasında anmalarını emredi­
yor; her Şabbat (Cumartesi) ve bayramlardaki dua niza-
mı ve âdetlerinde bazı değişikliklere de gidiyordu (193).
Alışıla gelen dualara başka ilâveler de yapıyor. Resmî
İJir eda ile, «Yasaklananları tekrar veren (müsaade
eden) Tanrı’ya şükrolsuiD' diyor (Burada, herhalde, ilâ­
hı emirle bazı yasaklamaları kaldırdığını ifade etmek is-
tiyor). Bir başkası, «Yakub’un Allah’ının Mesih’i, kra-
vimız, kutsal ve dürüst Sabatay Sevi’yi koru» gibi dua
edilmesim, istiyor. Hemen hemen bütün havralarda
Sabatay’m isminin baş hari'leri (S. S.) yazılıyor. Ham­
burg’da şûra,' yalnız Cumartesi için değil, Pazartesi ve
Perşembe günleri de S. Sevi için dua edilmesi âdetini
getiriyor. Birçok dua kitabına Kral David’le (Hz. Da-
yud) beraber Sevi’nin resimleri bastırılıyor ve emirleri
toplanıyor. Sevi 17 Temmuz ve 9 Nisan oruçlarım bay­
ram günü çeviriyor (194).
Bu yüzden birçok kimse, yollarda, felâket ve sefa­
letlere uğruyor. Bazı Avrupa devletleri, bu hâdise yü­
zünden, Yahudiierin memleketlerine ait iteatlerini kay­
bettiklerini ve tebaalarının itikatlerini sarstıklarım ileri
sürerek, Osmanlı hükümeti nezdinde teşebbüslerde bu­
lunuyor ve bu gülünç hâdiseye bir an evvel son verme­
sini istiyor (195).

193 Prof. A , Galante, Nouveaux Documents Sur S. Sevi, 1 1 9 -1 2 0 .


194 The Jewish Encyclopedia, X I/2 2 3 .
195 Vatan G azetesi, 14 Ocak 1924.

329
SABATAY SEVİ ve MESİH LİGİ

Slousch da, Sabatay’ın «Krallar Kralı» gibi büyük­


lük hastalığına tutulup, dünyayı taraftarlarına dağıt­
masının, politik ve dinî Yahudiliği, dünya çapında, bü­
yük bir tehlikeye götürdüğünü (196) ifade ediyor. Tam
bu sırada, Aydos’a (Kumkale)» Nehemya Kohen (Ne-
hemie Cohen) admda, Sabatay gibi 'Bir muhteris oldu-
ğvı anlaşılan, PolonyalI birisi geliyor. Bu da, zama-
nm bir modası olan Mesîhliği, yalnız başına Sabatay’a
kaptırmayıp kendisine de bir hisse çıkarmayı umuyor.
Kohen, Polonya’dan Aydos’a gelen ziyaretçilerle Mesih’i
kalede ziyarete geliyor. Bu gelişin, Sabatay’m taraftar­
larından olup ziyaretine gelen iki talmudistin, Polon­
ya’da (memleketlerinde) Nehemie Cohen adında biri-^
nin Peygamberlik iddia etiğini Sabatay’a söylemeyi ve
Sabatay’m da onu, görüşmek için, davet etmesi üzerine
gerçekleştiği rivayet ediliyor (197).
Hangi şekilde olursa olsun ikisinin karşılaşması
gerçekleşmiştir. Sevi, âdeti üzre Kohen ile de mübaha-
;>e ve münakaşaya girişiyor. Bu münakaşalar esnasın­
da Kohen; Kutsal Kitap ve hahamların tefsirlerine; gö­
re biri Efrayim’in (İbrahim), öteki Davud’un oğlu ol­
mak üzere iki «Mesih»in .gelmesi gerekeceğini; bunlar­
dan birincisi (fEfray im oğlu», Davud’un oğlu Mesih’in
Jıaberciliğini yapacak, dinin yayıcısı ve İkincinin hiz­
metkârı olacağını; İkincisi (Davudoğlu), Yahudileri Ku­
düs’e toplayacak ve Davud’un (Hz. Davud) tahtına otu­
racağını ileri sürüyor. Mesih’in ikiliği üzerindeki tartış­
ma devam ediyor; fakat Sabatay, bunu kabul etmiyor.
Çünkü Nehemya Kohen, Efrayimoğlu (I. Mesih) olmak
istiyor. Her ne kadar Davud’un oğlu olma şerefini Sa-

1Ü0 N. SiüLisch, Rüvue clu M onde Musulm an, V I/4 8 7 .


197 The Jewislı Encyclopedia, X I/2 2 3 .

330
DÖNMELER TARİHİ

batay’a bırakıyorsa da Sabatay, Mesîhlik tahtına or­


tak kabul etmiyor.
İki haham arasındaki bu tartışma, rivayete göre,
ü|Ç gün üç gece devam ediyor. Sabatay’ı kandırmak
übai'dini kaybeden Kohen, onun şiddetle aleyhine dönü-
yor>©ü-tüiTf sırlarmı ortaya dökerek saltanat dâvasında
bulunduğu iddiasını Edirne Sarayı’na ulaştırıyor.
Bir rivayete göre de, aralarında kavga çıkıyor ve
Sabatay’ın taraftarları Kohen’i katletmeyi düşünü­
yor. Bunun üzerine de Kohen, İstanbura gidiyor ve
îdüslüman oluyor. Bundan sonra Sabatay’m aleyhinde
propagandaya girişiyor. Kohen, İstanbul’dan Edirne’ye
gelerek Sultanla (IV., Mehmed) görüşmek istiyor. An­
cak görüşmeden önce. Sadaret Kaymakamı Mustafa
Paşa’mn huzuruna çıkıyor ve ona; Sabatay’ın, Filistin’i
İmparatorluktan ayımlayı, saltanat tacını Şultan’ın ba­
şından alıp kendi basma koymayı hedef alan entrikaları-
rji anlatıyor. O, aynca, Aydos kalesi muhafızlarını,
dünyanın her yanından gelen Yahudilerle Sabatay’ın
münasebet kurması hususunda, ihmâl ve hiyanetle suç­
luyor. Sabatay için başka bir suç da Çanakkale Müslü-
maniarmdan geliyor. Ekonomik karakterde olan bu
suç; Şeyh Mahmud adında birinin başkanlığında Edir­
ne’ye ulaştırılıyor. Bu heyet, Yahudilerin buraya hü­
cum etmeleri neticesinde, bölge halkının maruz kaldığı
hayat pahalılığından, kıtlıktan şikâyet etmek ve bu
duruma son verilmesini istemek için Edirne’de bulu­
nuyor, Kaymakam, Müfti Vanî Efendi’nin huzurunda,
Vekiller Ileyeti’nin müzakeresinden geçmiş bir raporu

331
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

Edirne’de bulunan Sultan’a veriyor (198).


Ziya Şakir, İzmir hahamlarının, onun Selânik ve
îstanbul’daki muvaffakiyetlerini duyunca hiddete kapı­
lıp, Edirne’ye adamlar koşturduklarını; orada bulunan
IV. Mehmed ile Kaymakam Merzifonlu Kara Mustafa
Paşa’ya arzuhaller verdiklerini ve arzuhalde; Sabatay’m
Mesîhlik iddiasına kalkarak şeriatı tahkir ve cemaat
arasına tefrika soktuğunu ileri sürerek şikâyette bulun­
duklarını belirtiyor ve şöyle diyor : «Herhangi bir şah­
ımın, Mesîhlik iddiasında bulunması, ne Sadaret Kay­
makamı Merzifonlu Mustafa Paşa’nın ve ne de Şeyhül­
islâm ("O Vanî Efendi’nin umurunda bile değildi. Sa-

198 Bkz. Prof. A. G alaıite, Nouveaux, 3 1 -3 2 ; Galante, Les Juifs des


İzm ir, 250; G alante, Hostoire des Juifa d'Istanbul, 20; Slousch,
Revue du M onde M ıısulm an, 487; Gövsa, S. Sevi, 4 3 -4 5 ; Vatan
G azeiesi, 14 Ocak 1924; Jevvish Ene., X I/2 2 3 ; İslâm Ans., lli/6 4 7 ;
J. Von Hanım er, Osmanlı İmp. Tarihi, X l/1 6 7 .
Ham m er, X l/8 8 ve Tarih-i Raşid, 1/633’de, M . 1662'de Suni-zâde'-
nin azledilm esiyle yerine M inkârizâde g etiriliyor. M inkârîzâde Yah­
ya Ef, H. 1084/1673 tarihinde azlediyor ve yerine Ali Ef. Şeyhülis­
lâm oluyor. Antoine Galland, Minkârîzâde Yahya Ef.’ntn 1663’de
Şeyhülislâm olduğunu kaydediyor. (Bkz. İstanbul’a A it H atıralar,
11/27 dipnot). Y.ıinnaz Öztuna, [Türkiye Tarihi, sf. 90’da) 1668 y ı­
lında M inkârîzâde'yi Şeyhülislâm olarak gösteriyor, Ham m er,
1668'de Vânî Ef.’yi vaiz olarak gösteriyor (X l/1 8 8 -1 9 2 ).
Bu kaynakların verdiği bilgiye göre, M inkârîzâde Yahya Ef., on
yıl Şeyhülislâm lık yapm ıştır. Yine buradan Vanî E fe n d iy i vaiz ola­
rak görüyoruz. Ancak Vanî Efehdi’yi Şeyhülislâm olarak görenler,
IV. M eh m e d ’in, Vanî E fe n d iy e verdiği değerden ve isminin çok
geçm esinden hareket etmivŞ olabilirler. IV. M ehm ed'in, Vanî Efen­
d iy e verdiği değer gözden kaçmıyor. Sultan IV. M ehm ed, oğlu
M u s ta fa ’nm eğitim ini de Vanî E fe n d iy e v erm iştir. Görüldüğü gi­
bi Vanî Efendi hiç bir zaman Şeyhülislâm olm am ıştır.
Başbakanlık Arşivindeki Ali Emiri kayıtlarında da V anî Efen-
di'nin o devirde Şeyhülislâm olmadığı görülm ektedir,

332
DÖNMELER TARİHİ

batay’ın Musevî şeriatım tahkir etmesine de ehemmiyet


vermemişlerdi. Ancak, cemaat araşma tefrika ve nifak
sokma meselesi, Kara Mustafa Paşa’mn işine gelme­
mişti. Çünkü, memleketin asayişini haleldâr edecek bir
vakamn,\ devletin başma bir gaile çıkarması muhtemel­
di...». Ayı^a o,J;stanbul kadısına ve Yeniçeri Ağası­
na, Sabatay’ınT'Edime’ye nakli için, emir gönderildiği­
ni (199) de kaydediyor.
A. Galand; üç adamın, Sabatay’ı kadınlarla beraber
şarap içerken gördüklerini iddia ettiklerini, kardeşinin
de, Sabatay’m kurtulması için Padişaha bir istida tak­
dim ettiğini ve bunun üzerine Edirne’ye götürülme em­
rinin geldiğini ve Vanî Efendi’nin de bu işte çok dahli
olduğunu (200) kaydediyor. Bunun yanında tutuklan­
manın İzmir Kadısının raporu ile olduğu da ileri sürül­
mektedir ( 201 ).
Bir kaç şikâyet ve raporun bir araya gelmesi ya­
nında, bazı Avrupa devletlerinin de bu hadiseye son
vermesi için Osmanlı İmparatoiTina (Padişah’a) müra­
caatta bulunması, muhtelif dedikoduların her tarafta
yaygınlaşmış olması, İznnr’li sahte Mesih meselesine
hükümetin ciddî ve kat’i bir çözüm bulmasım gerektir­
miştir.
Tabii ki, memleketin asayişinden sorumlu olan
mevkiler,' memleketin dirlik ve düzenini düşünecekler-

199 Ziya Şakir, «Türkiye Yahudileri», M ille t M ecm uası, 15 O cak 1948.
2Ü0 A ntoine Galland, İstanbul'a A it Günlük A n ılan (1672 senesi ha­
tıra la rı), 1/ 2 1 0 - 211.
201 Josef Kastein, Sabbaiıaı Zew , 254.

333
SABATAY SEVİ ve M ES İH LİGİ

cîir. 1645 senesinden, yani Sultan İbrahim devrinden be­


ri (21 sene) Girit seferi ile meşgul olan İmparatorlu­
ğun, bu arada başka bir ola:ym doğmasma göz yumma­
ması tabiîdir.

M. Eylül 1666. Sabatay Edirne’de. «Edirne saray


dan Çanakkale’ye gönderilen Kapıcılar Kethüdası, ri­
vayete göre, İzmirli hahamı derhal idam etmek ve ba­
şım saraya götürmek emrini almıştı. Fakat sonradan,
arkasından yetişen ikinci bir emir üzerine onu Edirne’­
ye getirmeye memur olmuştur. Güya, orada öldürülme­
sinin sonradan mahzurlu görünmesi, ileride Mesih’in
gök’e çekilmiş olması hurafesinin meydana çıkmasına
vesile vermemek için imiş». Gelibolu yolu ile Sabatay
Sevi Edirne’ye getirilmiş, Sadrazam Köprülü Fazü Pa­
şa Girid’de bulunduğu için, önce Sadrazam Kaymakamı
Mustafa Paşa’nın huzuruna çıkarılmış ye o da alıp Sa­
raya götürmüştür ( 202 ).

Sabatay’ın Edirne’ye gelişi çeşitli dedikodulara se­


bep olmuştur. Ona, top ve tüfek’in işlemediği, ateşin
yakmadığı, suya atılmca boğulmayacağı kanaati yayıl­
mıştır. Ondan her an bir mucize beklenmiş; bunun için
Edirne halkı, onu görmek için, yoUara dökülmüş ve sa-
raym etrafında toplanmıştır (203).

202 Gövşa, Sabatay Sevi, 4 4 -45 .


203 Ga|ante, Les Juirs des İzmiır, 250.
DÖNMELER TARİHİ

c — SABATAY SEVtN ÎN MÜSLÜMAN, OLUŞU VE


SONRASI

a) Sahatay S e û ’nin MüsIvman Oluşu :

M. 16 Eylül (=‘^) 166C^cla" Sabatay Sevi Divan huzu­


runda. Divan; Edirne’de, Sarây-ı Hümâyun’da, Rebiul-
evvelin 16'ncı Perşembe ' günü Sadrazam' Kaymakamı
Mustafa Paşa, Şeyhülislâm Minkârîzâde Yahya Efendi
ve Padişah imamı meşhur vaiz Vanî Efendi’den oluşmak­
tadır. IV. Mehmed de, Kafes arkasından müzakereyi ta­
kip etmektedir (204). Ziya Şakir, Rumeli Kazaskeri Ab-
durr^him Efendi ve Anadolu Kazaskeri FeyzuHah Efen-
di’nin de Divan’da bulunduklarmı (205) kaydediyor.
Fakat Vakanüvisler, Kazaskerleri kaydetmiyor.
Divan, Sabatay Sevi’nin huzura getirilmesini em-
lediyor. Sabatay, Türkçe bilmediği için, tercümanlığını
Yahudi Dönmesi Hayati-Zâde yapıyor. Galante, IV.
Mehmed devrini (1648 -1686) anlatırken Hayati-zâde
için şöyle diyor : «IV. Sultan Mehmed devrinde Yahu­
di doktor Moche Ben Raphael Abravanel, İslâmiyet’i

* Jewish Encyciopedîa, 16 Eylül; Vatan Gazetesi, 11 Eylül; Gershom


Scholem, 16 Eylüi; Slousch, 14 Eyiül 1666 olarak belirtiyor. Os-
manii Tarihleri, Rebluievvel'in 16’sı diyorlar. Bunlardan Nişancı
Abdurrahman Paşa 13 Rebiulevvel olayları arasında zikrediyor ve
huzura çıkanlm asını I 6 'sı olarak gösteriyor. Herhalde 14’ünde
Edirne S a ra y ın a g etirildi, fakat sorgusu 16’sında yapıldı.
204 Bkz. Nişancı Abdi Paşa, Vekayinâm e, 2 24 ; Fındıklı. Sîlâhdar
M ehm ed Elendi, Silâhdâr Tarihi, 1/431 ; Raşid Efendi, Tarih-i Raşid,.
1/133 ; Gövsa. Sabatay Sevi. 46; Türk Ansiklopedisi, X IV /4 1 ;
İslâm A nsiklopedisi, 111/847 .
205 Ziya Şakir, «Türkiye Yahudileri», 22 Ocak 1948.

335
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

kabul edip Hayati-zâde ismini alarak IV. Mehmed’in


hizmetine girdi.
Hayati-zâde, İbranîce ve İspanyol Yahudicesinden
başka bir lisan bilmeyen sahte Mesîh Sabatay’m Edir­
ne'de Sultan’m huzurunda olan mahkemesinde tercü­
man olarak bulunda» (206), Başka kaynaklar da bu
ifadeyi te’yid ediyor (207).
Vatan Gazetesi, Mısır ve Kudüs’te uzun zaman kal­
dığı için Arapça bildiğini ve Vanî Efendi, ile Divan’da
y^rapça konuştuğunu; Padişahın da divanda hazır bulu­
nup sorıılar sorduğunu (208) kaydediyor. Halbuki Va-
kanüvisler, padişahın Divan arkasında bir yerde, görün­
meden, müzakereyi takip ettiğine yer veriyorlar, .
Z. Şakir, iyi Türkçe bildiğini ve Kaymakam
Mustafa Paşa’nın sorularına Türkçe cevap ver­
diğini, tercüm^an kullanm.adığını (209) işaret ediyor,
îyi Türkçe bilmediğini, İzmir Kadısı huzuruna çık­
tığında da gördük. Orada, tercüman olarak kardeşini
kullanmıştı. [Ziya Şakir, Türkçe, Rumca ve İngilizce
öğrendiğini kaydediyor (210). Sevi’nin Kabbala öğreni­
mi sırasında İbranîceyi diriltraek istediğini ve İspanyol
îbranice’sini bildiğini bazı kaynaklar zikretmektedir. Va­
tan Gazetesi’nin iddia ettiği gibi Vanî Efendi ile konuş­
mammış, tercümanlığını Dönme Hayati-zâde yapmıştır.
Vanî Efendi’nin Şeyhülislâm olmadığım, önceki sayfa­

206 Abraham Gaiante, Meciecirıs Juifs au Service de la Turqle, İs­


tanbul 1938, 1 3 - 14.
207 Bkz. Türk Ansiklopedisi, X1V/41; İslâm Ansiklopedisi, 111/647 (Ha-
yati-Zâde'nin teı-cüman olarak bulunduğunu kaydediyorlar).
208 Vatan G azetesi, 14 Ocak (924.
?09 Bkz, Ziya Şakir, «Türkiye Yaluıdileri». 22 Ocak 1948.
Yahudilik.
210 Bkz. Ziya Şakir, «Türkiye Yahudileri», M ille t M ecm uast, 15.1.1948.

336
DÖNMELER TARİHİ

larda da belirtmiştik. Bazı kaynaklar iyi Arapça bildi­


ğini de iddia ediyor] (211),
Sabatay’m tercümanlığını yapan dönme Hayatı-zâ-
de, İspar^yol İbranîcesii^ ona, (cpünyayı karıştıran sen,
eğer mucize gösterme v^ îen d in i koruma gücün varsa
onları göster; kendini ve milletini kurtar» diyor. Mah­
kemenin kurulduğu yerin yanında hadiseyi gizlice ta­
kip eden (padişah» Sultan, bir mucize konusu seçiyor
ve Hayatı-zâde vasıtasiyle Sahatay’a bildiriyor. Mucize
Konusu şudur : Sabatay, çırılçıplak soyulacak. Vücu­
dunu en maharetli okçular nişan alacak. Eğer atılan
oklar vücuduna işlemezse, o zaman Sultan da kendisi­
nin Mesîhliğini tanıyacak. Sultanın bu teklifi karşısın­
da Sahatay, M e s î h o l d u ğ u n u i n k â r i l e ,
basit bir haham olduğunu; bu işin Yahudilerce uydu­
rulduğunu ve kendisine «M e s î h» ünvanının onlar
tarafından verildiğini açıkhyor. IV. Mehmed, bu cevapla
yetinmeyerek, Hayatı-zâde vasıtasiyle ona Müslüman
olmasını teklif ediyor (212). Bu ikinci teklif (Müslüman
olması için olan teklif) Sabatay’ı bir an derin derin
düşündürmüş ve mümessilleriyle birlikte bütün Yahu­
dilik Âlemi’ne kepâze olacağını gözönüne getirmiş, hat­
tâ Hekimbaşı’ya bu cihetle İspanyolca fısıldamıştır. Fa­
kat Hayatı-zâde, eğer o anda Müslüman olmazsa uğ­
rayacağı' işkenceleri kendisine bütün fecaatiyle tasvir
etmiş; hattâ, bir rivayete göre, Müslüman ismi ve kı­
yafeti altında da isterse işinde devam edeceğini (fik­

211 Bkz. M ax I. Dimont, Jews God and History, Ameril<a 1962, 275:
Josef Kastein, S. 2 e w i, 181.
212 Prof. Abraham Galante, Les Jııifs des İzmir, 2 5 0 -2 5 1 ; J. Von
Ham m er, Osm anlı İm paratorluğu Tarihi, X l/1 6 7 .

3 37
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

ren de olsa) telidn etmiştir (*). Sabatay, başka kurtu­


luş yolu kalmadığını anlayınca, Ş e h a d e t K e l i -
1X1 e s i’ni geveliyerek M ü s l ü m a n olduğunu söyA,
femiştiD) (213),
Divan önüne çıkmadan. Dönme Hayatı-zâde’nin ona
Müslüman olmasını tavsiye ettiği; o da, durumun teh­
likesini kavrayarak huzura çıkmadan İslâm’a geçtiği
ve kıyafetini değiştirdiği (214.) de kaydediliyor.
«Bir Tarih Müdekkiki» mahlası ile yazan yazar ise;
Öabatay’a mucize göstermesi istendiğinde, basit bir in­
san olduğımu, daima ulûm (ilimler) ile iştigal ederek,
hakikati aradığını açık bir lisan ile anlatmağa başla­
dığını ve ilmini gösterdiğini; Vanî Efendi’nin de, ara­
dığı hakikatin İslâm’da bulunduğunu izah ederek, Müs­
lüman olmağa davet ve teşvik ettiğini; Sevi de hemen,
İslâm’ı kabul edip, talebi üzerine Mehmed Aziz Efendi
adını aldığını (215) belirtmektedir. ((Aziz» isminin, ken­
disi veya taraftarları tarafından onu (Sevi’yi) yükselt­
mek için verildiği rivayet ediliyor. Hâl böyle iken bu
yazarm, tarafgirliği yine de elden bırakmadığı görülüyor.
«Söylediği sözlerde ilmini gösterdi» deniliyor. Ancak
bu sözlerin ilim ifade eder hiçbir yanı yoktur. O, o gü­
ne kadar, yaptıklarını inkâr edip, kendine inananlaorı

* Herhalde, Müslüm an kisvesi altında Yahudiliğini devam e ttirm e ­


sinin fikrini Hayatı-zâde’den alm ıştır. Çünkü o ' da Yahudilikten
İslâm ’a dönmüş ve belki de tavsiye ettiği yolu takip ettiği İçin,
bunun dâvasına hizm et yönünden daha hayırlı olduğunu denem iş­
tir.
213 i. A. Gövsa, S. Sevi, 47.
214 The Jevvish Encyclopedia, X I/2 2 4 .
215 Vatan G azetesi, 15 Ocak 1924.

338
DÖNMELER TARİHİ

suçlamasiyle, hern taraftarlarına hakaret etmiş ve hem


de sahtekârlığım ortaya koymuştur.
I

İlim, daima gerçekleri araştırır. İlimle iştigal eden


de gerçekçidir. Sabatay’ın ise'gerçekle bir ilgisi yoktur.
Vanî Efendi ile muhatab olmadığmı kay,detmiştik. Olsa
olsa Vanî Efendi ona, «Kelime-i "'Şeha'det» getirtmiştir.
Ziya Şakır ise, Sabatay’m Mesih olmadığını açıkladık­
tan sonra, Şeyhülislâmın, «İmdi böyle dersin... Bu mec­
listen sonra, halâsa mecâl yoktur. Ya imana gelirsin.
Sfa, hemen çim.di katlolunursun... Nihayet, Müslüman
olursan, inayetlû Padişahımızdan seni şefaat edelim.»
dediğini; o da, Müslümanlığı kabul ederek, huzû ve hu-
şû ile şehadet getirdiğini ve böylece cellâtların elinden
hayatım kurtardığım kaydediyor. Ayrıca Sabatay gibi
birisinin îslâm'ı kabul etmesi, hem meciistekilerin ve
hem de Padişahın hovşuna gittiği için ona, libas-ı fâhir
ile bir kese para verdiğini (216); Vatan Gazetesi de,
îîmine hürmeten verildiğini (217) belirtiyor. Bu iki kay­
nağın, ona her fırsatta bir kudsiyet atfetmelerine bir
anlam vermek zordur. Herhalde, hayâllerinde canlan­
dırdıkları husûsîyetleri, onda varmış gibi görmek ve
göstermek arzularını dile getirmek istiyorlar.
16 Eylül 1666 tarihinde Divan huzurunda Müslü­
man olmuş (218), ancak Müslüman olduktan sonra
kendisine «Mehmed» ismi verilmiştir. Sabatay, «İsmi­
nin önüne bir de A y ı z adını ilâve etti. Bu suretle
ismi A z î z M e h m e t E f e n d i şekline gir­

216 Ziya Şakir, «Türkiye Yahuriilen», 22 Ocak 1948.


217 Vatan G azetesi, 15 Ocak 1924; Gershom Scholem , Sabbatai Sevi,
917.
218 Jewîsh Encyclopedia, X (/2 2 4.

339
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

dİ» (219). Aziz’in, onu yüceltmek için taraftarlarınca


verilen bir sıfat olduğu kanaatindeyiz.
«Kelime-i Şahadet» ile Müslüman olan Sabatay
(Melımet Efendi), İçoğlanlar hamamına gönderildi. Ye­
ni bir elbise verilerek, günde 150 akçelik bir gelirle,
«Kapıcıbaşılığa» tayin edildi. Karısı Sârâ da kocasım
takiple Müslüman oldu ve ‘Fatma Hanım’ adını aldı..
Ona ve Müslüman olan birçok taraftarlarına da bah­
şiş ihsan olundu» (220 ).
Mehmet adını alan Sabatay’a Padişahsın «Efendi»
lâkabını vererek şereflendirdiği ( 221 ), temiz ve «saf»
olması için de hamama gönderildiği (222) ve sahte Me-
sîhin «Mehmet Kapıcıbaşı» ismiyle bilinegeldiği de (223)
işaret edilmektedir. (G. Scholem. Sabatay’m Müslüman
olduktan sonraki fotoğrafını İbranîce oiarak hazırladığı
eserinin I. cildinin başında veriyor).
Cemal Kutay, Sabatayhn din değiştirip Müslüman
olunca hadisenin bittiğine inanmayan tek kişinin dev­
rin ünlü bilgini Vanî Mehmet Efendi’nin olduğunu be­
lirtiyor ve şu bilgiyi veriyor : «Kendisine Hünkâr Şey­
hi ünvanı verilen ve IV. Sultan Mehmet zamanında bü­
yük bir şöhret ve nüfuz sahibi olan bu Hoca, Sabatay
Sevi’nin Müslümanlığı kabul etmesi sırasında Edime

219 Ziya Şakir, «Türkiye Yahtıdİleri», 22 Ocak 1948; Jew ish Encyclo-
pedia; X I/2 2 4 .
220 Bkz. Nişancı Abdi Paşa, Vekayinam e, 224; Fındıklı M . Ağa, Silâh­
tar Tarihi, 1/341; A . G alante, Les Jüifs des İzm ir, 2 5 0 -2 5 1 ; A . Ga-
lante, Nouveaux Docum ents. 33; Vatan G azetesi. 15 Ocak 1924;
La Grand Encyc. X X l X / 4 .
221 Bkz. Encyclopedia Am ericano, X X I V /7 8 .
222 Bkz. A ntoîne Galland, İstanbul’a AiJ: Günlük A nılar, Iİ/3 .
223 Bkz. Gershom Scholem , Sabbatai Sevi, 11/703 (İbranice).

340
DÖNMELER TARİHİ

Sarayı’nda bulunmuş, hattâ kendisini dinî ve manevî


bilgiler bakımından sorguya çekmişti. Daha sonra Sad­
razam Fazıl Ahmet Paşa’ya şunları ^ylemişti :
‘Bu adamın Müslümanlığı kalbî'\hisler ve ihlâs ile
kabul ettiğine kani- değilim. Fakat d in s iz , şi^lieyi red­
deder ve kişinin imânı üzerinde hüküm, ancak Cenab-ı
Hakk’mdır. Bu itibarla ilılâs ile Müslüman olmasını ni­
yazdan başka şey yapamam. Fakat ileride görülecektir-
ki, bugün .adı Mehmet Aziz Efendi olan Sabatay. Sevi’-
nin etrafında toplananlar, kendi yollannı terketmeye-
cekler ve hattâ ayn bir cemaat teşkil edeceklerdir. Ara­
larında tefrika dahi çıkması muhtemeldir. Çünkü gizli
olan bütün mevzular, kendi bünyeleri dahilinde ifti-
raklar yaparlar’.
Aradan iki yüz seneye varan zaman geçti ve Sa­
batay Sevi’nin arkasında, çile çekerek mevkilerini mu­
hafaza eden Yahudiler, şeklen Müslüman oldular, ba­
zıları zamanla eridi, fakat esas Kol’lar, kendi özel inanç
ve yaşantılarını titizlikle muhafaza ettiler. Böylelikle
Vanî Mehmet Efendi’nin düşüncesi hak kazandı» (Bkz.
Cemal Kutay, Tarih Sohbetleri, İstanbul 1968, V IIî/
İ74).
b) Sabatay ScvVnin Müslüman ''Olması ile İlgili
Tarihî Vesikalar. :

1 — Nişancı Abdi Paşa, H. 1077/M. 1666 yıh


vak’alarını anlatırken, Rebiulevvel ayının 14 Salı ve 16
Perşembe günü olayları arasında Sabatay Sevenin Müs­
lüman oluşuna da yer veriyor. XVII. Yüzyılın lisanı ile
şöyledir :
«Bundan akdem İzmir’den bir haham zuhur edip,

341
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

taife-i yahud ziyade meyl-i rağbet etmesiyle def’i fitne


için Boğazhisarına sürülmüş idi. Ol canibe daha Yahu-
diler tecemmu’ edüp (toplanıp) i’tikad-ı bâtılları üzre
bu bizim Peygamberimizdir deyü bais-i fesad (fesat se­
bebi) ve ihtilâl olacafc mertebe ahvalleri şayi’ (şayia)
olmakla haham-ı mezbur (adı geçen) emr-ı Padişahî
j.le Edirne’ye ihzâr olunmuş (huzura getirilme) idi. Re-
biulevvelin onaltıncı perşembe gününde yeni köşkte na-
zârgâh-ı hümayûnda (padişaha ait, padişah huzurun­
da) akd-i meclis olunup (toplanılıp) Kaymakam Paşa
Ue Şeyhülislâm Efendi ve Vanî Efendi haham-j. mez­
kuru (zikredilen hahamı.) söylettiler. Şevketlü Padişa-
hımız Hz.leıi, pencereden mahfî -seyr (gizlice)'' ve isti-
ma’ı buyururlar idi. Ba’di külli k&lânı mezbur haham
ti kendi hakkında söylenen türrshâtı (saçma sözleri)
inkâr eyledi. Amma tekliî-i İslâm olumıp bu meclisten
sonra, halâsa mecal yoktur, ya imâna gelûrsün, ya he^
inen şimdi katlolunursun. Nihayet Müslüman olursan.:
‘înayetlü Padişahımızdan seni şefaat edelim deyü kat’ı
kelâm eylediklerinde,. ]ıaham-ı mezbur ; ‘Bitevfikiilahil-
melikilgafur', ol saatte mazhar-ı hidayet oiup Nûr-u
îmân ile müşerref ve mü'mini mükellef oldu. înâyet-i
Âliyye-i hüsravânîden (Padişabm yüce inayeti ile) mez-
ı)ura (adı geçene) yüz elli akça kapu ortası takaüdü
erzânî (lâyık görülme) buyurulup ve ol hinde îçoğlanı
hamamına konulup tecdid-i libas (yeni elbise) ettirilüb
(değiştirtilip) bir kürk ve üzerine hırât-ı fâhire giydü-
lülüb ve bir kese nakid (para) ihsan olundu. Ve bu
mahalde kendi ile Islâm’a gelen refikine (arkadaşına)
dahi atiyye-i âliyye ile çavuşluk sadaka buyurul-

342
DÖNMELER TARİHÎ

du» (224)'.
Burada Sabatay Sevi’nin ismi açıkça zikredilmedi-
ği; ancak «haham-ı mezbur» olarak bahsedildiği görül­
mektedir, Aynca İslâm'ı kabulü Allaiı’m yardırm ile
olduğu belirtilmektedir. Bu belki p gün için^eçerli-
dir. Ancak daha sonraki durumlarmı kaydedeçek olsa­
lardı bu lâfzı kullanmaktan kaçınırlardı. Çünlc^ o, hi­
dâyete nail olamamıştır.
2 ~ F ı n d ı k l î M e h m e t A ğ a’nın (^0
Silâhdar Tarihi’nde, I-I 1065/1654-1094/1682 yıllan ara­
sındaki vak’aları anlatılırken, H. 1077/1666 yılı vak’a-
larında bu konuya «Zuhur-u Haham» başlığıyle şöyle
yer verilmiştir :
«Bundan akdem İzmir’den bir Haham zuhur edip
taife-i yahud ziyade meyi ve rağbet etmeleriyle def’i fit­
ne için Boğazhisan’na nefyolunmuşdu. Ol canibe dahi

224 Abdurrahman Abdi Paşa, Vekayinâm e, Fazıl A h m e t Paşa Y a z m a s ı,


Köprülü Kütüphanesi, 216 numarada kayıtlı, Yarak, 224 - 225. A y n -
’ ca, Süleym aniye Kütüphanesi'nde, T a'lik yazı ile yazılm ış 3 nüs­
ha daha vardır. H er üçüncü de te tk ik etm e imkânını buldum ve
onlardan, Yumni-Zade M ustafa Efendi’ninkinin de fotokopisini al­
dım. Hepsinde aynı konu işlenm iştir.
* Hayrullah Örs, yakın zamana kadar, Sabatay Seyî ve M ezhebi hak­
kında pek az bilginin oİduğunıi; sadece Fındıklıh Silâhdar A ğ a ’-
nın eseri Silâhdar Tarihi’nde «Zuhur'u Haham» başlığı altında bilgi
olduğunu, bundan başka Osm anlı tarihlerinde bilgi bulunmadığını
kaydediyor. (Bk. M usa ve Yahudilik, sf. 437).
Ö rs’ün «Yok» dediği tarih leri tetkikim izde -bulabildiğimiz- şu
kaynaklarda y e r alm aktadır : 1 — Nişancı Abdurrahman (Abdi)
Paşa’nın. «Vekayinâm essi Vrk. 224; 2 — Fındıklılı M ehm ed Ağa'-
nm «Silâhdar Tarihi», C. I, sf. 431^ 3 — Raşid Efendi’nin, «Tarih-i
Raşid», C. I, sf. 133; 4 — Kâmil Paşa'nm, «Tarih-i Siyasî", C . II.
sf. 1 0 3 -1 4 . (Biz bunlarda yer alan bilgileri o günün lis a n iy b
kaydettik).

343
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

Yahudiler tecenunü’ edip i’tlkadı bâtılları üzre bu bizim


Peygamberimizdir deyu bais-i fesad ve ihtilâl olacaik
mertebe ahvalleri şajâ’ olmakla haham-ı mezbur emj’-i
Padişahî ile Edirne’ye ihzar ve mâh-i Rebiülevvelin on-
altmcı Perşembe günü Hasoda köşkünde nazargâh-ı
hümayûnda akd-ı meclis olunup Kaymakam Paşa ve
Şeyhülislâm Efendi ve Vanî Elendi haham-ı mezburu
söylettiler. Padişah Hazretleri pencereden muhtefî {giz-,
li) seyr ve istima’ buyurup ba’di küllü kelâm mezbur
haham ol kendi hakkmda söylenen türrehâtı inkâr ey­
ledi. Ve teklif-i İsl0,m olunup bu meclisten son­
ra halâsa mecal yoktur, ya imâna gelürsün, ya hemen
şimde katlolunursun. Nihayet Müslüman olursan, ina-
yetlü padişahımızdan seni ş&fa’ât edelüm deyü kat’i
kelâm eylediklerinde, haham-ı mezbur ‘Bitevfikillahil-
melikilg'afur’ ol saatte mazhar-ı hidayet olup nur^u
imân ile müşerref ve bir mü’min-i mükellef oldu ve
inayet-i âliye-i hüsravaniden mezbura, yevmî 150 akçe
kapu ortası teka’üd-ü erzan buyrulup ol hinde İçoğlan
hamamına konulup tecdid i libas eddürülüp bir kürk
ve üzerine bir hilât-ı fâhire giydirülüb bir kese nakid
ihsan olundu. Ve bu mahalde kendileriyle bile İslâm’a
gelen refiğine dahi atiyye-i âliye ile çavuşluk sadaka
buyuruldu» (225).
Burada konu hemen hemen Abdi Paşa’nın Vekayi-
nâme’sindekinın aynıdır, ^ncak, birkaç kelime ve tâbir
değişikliği vardır.
3 — O zamanın vak’alannı tutan, Vakanüvis R a-
ş i d E f e n d i , H. 1077/1666 senesi vak’alan arasın­
da hadiseyi şöyle kaydediyor :

225 Fındıkiılı Mehmet Ağa, Silâhdar Tarihi, 1/431.

344
DÖNMELER T A R İH İ.

«Bundan akdem İzmir'den zuhur eden haham nâ­


mına şahö-ı cuhûd nıütekadü aleyhi taife-i Yahud olup
başma cemiyet etmelerinden âsâr-ı fitne meşhud ol­
makla Bcğazhisarı’na matrud ve meb’ud olmuşken an­
da dahi ritne enrlaz nüyane-i Yahud olmağm mah-i. Re-
biulâhlrin onaltmcı günü Edirne’de rikâbı hümayûna
ihzar ve Şeyhülislâm Efendi ve Kaymakam Paşp,._iıu-
zur-u hümayûnda iken Yahudi mesfur getürülijıp ma-
cera-i hâli istifsar olundukda hakkmda şöhretj^ bulan
türrehâtı inkâr ve katlini mukarrer bildiğinden lîslâm’a
rağbet isîıâr eyledi» (226).
Burada Rebiulâhir olarak gösterilmiş, falcat bunun
Bebiulevvel olması lâzım geliyor.
Reşid Efendi de, Sabs.tay Sevi’nin isminden bahset­
mez. Ancak, «Meşhur Yahudi», «Haham» ve «Cühûd))
tabirleriyle ona işaret ediliyor.
^ ^ K â VI i l P a ş a , «Tarih-i Siyâsi»sinde,
IV. Mehmed devrini anlatırken «Sappatay Levi» ismi­
ni zikrederek şöyle diyor :
«(1077 Sene) tarihinde, İzmir’de Sappatay Levi is­
minde bir haham Mesîhlik dâvâsında bulunarak Ku­
düs’e azimetle vaki’ olan ilânatı üzerine bu keyfiyet
g'erek buralara, gerek Avrupa’da Yalrıudiler beyninde
hayli telâşı mucib olarak her taraftan vürûd eden ha­
hamlardan bazıları lehinde ve basıları aleyiıinde bu-
Jundukları haber alınmakla merkum Sappatay Levi ta-
rai’-ı Sadaretten Dersaadete celb ile tevkif ve ba’dehu
Köprülü'nün Girid’e aziîvietinde Kale-i Sultaniyye’ye
hapsolunduğu esnada aynı iddiada bulunan diğer bir

226 Vak'anüvis Raşid Efendi, Tarih-i Raşid, 1/133.

345
sAB AT AY SF,Vİ ve MESİHÜĞİ

Yahudi Edirne’de Sadrazam Kaymakamına bilmüraca’a


rfabatay'ın iddiası sahte olduğunu ifade eylemesi üze­
rine merkum (adı gecen) celb ile huzur-u şahanede
vukubulan istintakta iddiasmın vâhî (boş şey) idüğühü
itiraf etmesi ve müteakiben din-i mübîn’i İslâm’ı ka­
bul eylemesi üzerine merkum (adı geçen) sarayı hü­
mayun bahçıvanlığında istihdam olunarak müteakiben
merkumun familyası azası cümleten İslâmiyet’i kabul
e3^1edikleri gibi on sene kadar müddet zarfmda bunun
vasıtasiyle birçok Yahudiler dahi ihtida eylemiştir. Ve
o esnada Mehdîlik iddiasında bulunan bir kürd şeyhi­
nin oğlu dahi kezalik celb ile istintakında o dâvadan
feragatla taraf-ı şahaneden kendisine irad buyurulan
suallere yolunda cevap vermesile bu dahi hazine-i hü-
y)'ıayunda İç Ağahğı’na tayin buyrulmuştur)) (227).
Diğer üç kayn'akta isim zikredilmediği halde, bura­
da hem isim ve hem de «Mesihlik» dâvasında bulmıdu-
ğu kaydediliyor. Ancak bu kaynaklar, Müslüman oldu­
ğu sıralardaki durumu yansıtmaktadır ki, haklıdırlar.
Çünkü, 1665 yılından önce göze batan fazla bir olayı;
görülmemiş veya görülse de Yahudiler arasında bir
fırka veya mezhep meselesi olabileceği; dolayısiyle de
onlara dinî bir serbestlik tanıyan hükümetin, onların
iç işlerine karışması şeklinde kabul edileceği için de
kayda değer olaylar arasında yer almamış, olabilir. Da­
ha önce de belirttiğimiz gibi, gizliden gizliye cereyan et­
miş olması da mümkündür. Ne zamanki şikâyetler vu­
ku bulmuş, asayişi tehdit edici bir hâl almış ve «padi­
şahlık» sevdasına kapılmış, o zaman Hükümet müda­
hale etmiştir. Tarihçiler de bundan hareket edip, Müs-

22 7 Kâmil Paşa. Tarih-î Siyasî, 11/103-104.

346
DÖNMELER TARİHİ

lüman olduğu andan sonra, o andan önceki durumunu


da özet olarak kaydetmişlerdir. Aslında, üç kıtaya hük­
meden bir İmparatorluk için îounlar basit bir olay ka­
bul edilebilir.
Sabâtay Sevi hadisesini destekler görünen bir olay
da; onun «Mesüı» olmak davasiyle ortaya atıldığı aylar­
da, buna, benzer bir masalın cahir bir kısım Müslüman
halkı da meşgul etmiş olmasıdır. Nitekim-tam o tarihte
Musul’un İmadiye kasabasında Şeyh Abdullah isminde
hir kürd şeyhi, genç oğlu Mehmed’i «Mehdi» diye or-
taya atnuş; bu genç de «Mehdilik» dâvâsma etraüna
adamlar toplayıp çoğalmaya, fertler arasmda fitne ve
fesat çıkarmaya çalışmıştır. Üzerlerine varılınca bir
hayli mukabele olmuş; fakat sahte «Mehdîo taraftarla.-
rı hezimete uğratılmıştır. Seyyid Abdullah firardan
sonra; oğlu Seyyid Mehmed, Diyarbakır valisi ve vezir
Şeytan İbrahim Paşa tarafından bir mağarada yaka­
lanmıştır. Her ikisi Padişah’m (IV. Mehmed) huzuruna
çıkarılmış, dâvâöı hakkında sorulunca da her şeyi inkâr
etmişlerdir. Padişahm merhametine mazhar olmuş ve
hademe-i hassadan olmak üzere hazine odasına alın­
mışlardır. Babasına da bir tekke şeyhliği verilmiş­
tir (228).
Halktan bu tür inançlarından menfaat uman ki­
şilerin bu yola girdiğini belirten Hammer, «Hırstiyan-
Jar için Antechrist (Din düşmanı, Deccal) ne ise, Müs-
lümanlar için de Deccal odur» diyor. «Mehdi, Deccal
gibi dünyanın sonunda gelecek ve onun gelişi Kıya-

228 Bkz. Fındıklı Mehmed Ağa, Silâhdar Tarihi, İst. 1928, 1/434-435;
Raşid Efendi, Tarih-i Raşid, 1/136- 137.

347
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

rnet’in kopacağım haber verecektir» (229),


Bu husûsu Hammer Tarihi’nden aynen naklediyo­
ruz ;
«Sabatay, memalik-i Osmaniye Yahudilerinin iti-'
kadlannı bozmağa çalışırken Kürdistan meşayihinden
birinin oğlu da Mehdîlik iddiasında bulunur ye binler­
ce kürdü kıyam ettirirdi. Musul Beylerbeyi İmadiye
Reyi ile ittifak ederek genç Mehdinin taraftarlarını da­
ğıttı ve kendisi ile babasını derdest ederek Padişaha
g;önderdi. Sultan Mehmed-i Râbi, Vize taraflarında av­
da iken Mehdi-i Cedid onun huzuruna çıkarıldı (Şev­
val 1077/Nisan 1666). Delikanh, huzûr-ı padişahide is-
tintakınde mübeşşirlik sıfatını terk ile kendisine tev­
cih olunan suallere pek zekânümun cevaplar verdi.
Padişah bundan memnun olarak hademe-i hassadan
olmak üzere hazine odasına aldı. Babasına da bir tek­
ke şehliği verdi. xŞu surçtte Yahudi Deccal ile kürt Meh­
di, biri sarayda hizmetçi, diğeri kapıcı olarak her. ikisi
de gerek devletin, g^erek padişahın sükûn-ı haline gay-
retgüzar olmuşlardır».
1076/1665 senesinde Girit seferine azimet edildiği
ve harbin zaferle sonuçlanması için dualar edildiği sı­
rada; böyle suizanların beslenmesi veya karışıklığa se­
bep olunması memleketi bölmeye veya zayıf düşürme­
ye yönelik bir harekettir. Bundan da ancak, çıkarcılar
istifade eder.
Bu Mesîhlik veya Mehdîlik bir alışkanlık; para,
mevki elde etmenin yolu haline gelmiştir. îşte Sabatay
Sevi de bu, sıralarda Müslüman olmak yolunu tutmuş

229 J. Von Hammeı-, Tarih-i Hammer (Osmanlı İmp. Tarihi). Çeviren :


Mehmet Ata, X l/1 6 6 - 168.

348
DÖNMELER TARİHİ

ve böylece Müslüman olmuştur.

c) Sdbatay’m İslâm ’ı K abul Ettikten Sonra Ya­


hudiliğini D eva m Ettirmesi ve Sonraki Durum ^:

Sabatay Sevi’nin Müsiüman olması, Yahudiler üze­


rinde beklenmedik bir yıldırmı etkisi yapıyor. Fakat,
taraftarlarmm çoğu ona inanmakta devam ediypr. Bu­
rada da liaberciliğini yapacak olan peygamberi Nathan
imdadına yetişiyor. Bu hususta Örs, şöyle diyor : «Din
kitaplarım çok iyi bilen Gazali Nathan, onların kıyı-
smdan, köşesinden karanlık bazı sözler bulup çıkardı
ve bunları dilediği gibi tefsir ederek, yeni bir tez or­
taya attı : Mesih’in Yahudiler dışındaki milletlerin ara­
sına girmesi ve onlarda da saklı olan kutsallık kıvılcım­
larım tutuşturması ve -kendileri de bundan habersiz
olan- kutsal kişileri, velileri uyarması gerekti. Mesih'in
bu davranışı, gene Tann’mn amacının yerine gelmesi
içindi. Bununla beraber, Mesîh de bilerek ve isteye­
rek, kutsal kökünden kendini koparıyor ve İsrail’in sür­
günlüğünü bir kere de kendi nefesinde tekrarlıyordu.
«Sabatay’in dinden çıkması mistik, aynı zamanda
tarihsel olan görevinin zorunlu bir parçasıydı. Bundan
som"a o, yeniden Mesıhliğini, bütün ihtişamıyla dönün-
ceye kadar iki ayrı kişilik olarak yaşayacaktı ; İç kişi­
liği ve dış kişiJiği... Ve o mutlu sonuca kadar da bun­
lar birbirinden apayrı olarak kalacaklardı)) (230). Bir
başka kaynak, Sabataj'^ın hayatını kurtarmak için İs­
lâm’a sarıldığını, bu durumda da arkasını takip
edenlerin olduğu ve yarı Müslüman, yan Yahudi ola-

230 H. Örs, Musa ve Yahudilik, 441 -442.

349
SABATAY SEVİ vg MESİHLİĞİ

rak ikili rol o^TOmaktan çekinmediğim (231) kayde­


diyor.
Örs, Sabatay’ın Müslüman olması karşısmda ce­
maatinin i§u iki yoldan birini seçmek zorunda kaldıkla-
rmı belirtiyor ; «Yah-udi kalmak ve şeriatın bütün hü­
kümlerini harfiyen yerine getirmekle hirlikte, gizliden
gizliye, kendi inançlarım sürdürmek ya da üstadlarmm
olduğu gbi Müslüman oiniak; görünüşte bu'dinin icap­
larım yerine getirmek, ama gizlice ötekini bırakmamak.
Babataycılarm çoğu ikinci yolu tuttu» (232).
Bütün gözler Sabatay’a çevrildiği zaman Nathan
da Filistin’d.e bulunuyor, Mesihî fikirlerle uğraşıyor ve
propaganda ile meşgul oluyor. Bu sırada, Sabatay Se-
vi'nin din değiştirdiğini öğreniyor; beklemediği bir
olayla karşılaştığa için, sarsılıyor. Sabatay’m din değiş­
tirmesi karşısında cesaretinin kınimış olacağını ve ken­
disine ihtiyaç duyacağını düşünerek hem «Mesih» e, hem
de taraftarlarına cesaret vermek için, 40 kadar tarafta­
rı ile yola çıkarak Türkiye’ye doğru ilerliyor. Şam’a
uğradığında biri, Sabatay’a bağlılığını; diğeri de bütün
Yahudi cemaatlerine, onun Müslümanlığının muvakka­
ten olduğunu telkin etmek üzere iki mektup yazı­
yor (233). Edirne’de bulunan Sabatay’a 22 Hesvan 1666’-
da yandığı mektupta şöyle diyor ; «Dağılmış olan İs­
rail’i toplayan ve bizi esaretten kurtaran Efendilerin
ülfendisi, Kralımıza... Yakub’un Tanrısının Mesih’i ger­
çek Mesîh, Gökdel aslan Sabatay Sevi’ye. Gerçek onun
adı takdis edilsin ve ebediyyen yükselsin. Amin... Son-

231 Vergilius Ferm, Encys. ot Religion, New York 1945, 706.


232 H. Örs; a.g.e.. sf. 442.
233 Bkz. Josef Kasteuı, S. Sevi, sf. 337; Abraham Galante Nouveaux
documents Sur S. Sevi, sf. 3 3 -3 4 .

350
DÖNMELER TARİHİ

ra bütün kralların kralının ayaklanmn tozunu siler,


ellerinden öperim. Size, vazifesini müdrik biri olarak,
bu mektup göstermelidir ki; kanunlarımın kralının sö­
zü ile benim gözüm açılmıştır... Bugüne kadar gelen ha­
berler beni cesaretsiz kılmamıştır. Benim bir aslan yüre­
ğim vardır. Siz ne yapıyorsunuz, bunun sebebini sormak
istemiyorum. Benim gördüğüm herşey mucizevîdir ve sa­
dakatim sağlamdır. Ben ruhumu size kurban etmeye
hazınm. Ben şimdi Şam’dayım. Oradan itibaren' emri­
niz üzerine İskenderun’a gitmeye hazırım. Beji orada
Efendimizin yüzünü parlaklığı ile göreceğim. Sizin hiz­
metkârlarınızın hizmetkârı olarak ayaklarınızın tozunu
silerim. Bütün gücünüzle beni desteklemenizi ve önüm­
deki bu yolu kısaltmanızı isterim. Benim gözlerim, bi­
zi kurtaracak, bize yardım edecek Tann’ya yöneliktir.
Kötülüğün çocukları bize zarar veremiyecektir. Bun­
lar senin ayaklarına kapanan hizmetkârının sözleridir.
Nathan Benjamen)) (234).
Nathan’ın, Yahudi cemaatlerine yayınladığı beyan­
name de şöyledir :
«İsrailöğullannm tortusuna sonsuz selâmlar olsun!
Bu sözler benim Şam’a geldiğimi size haber vermek için­
dir ve işte efendimizin cephesini görüyor' gibiyim. O
Krallar Kralının İmparatorluğu, günden güne artsın î
O, bize ve oniki kabileye, kendisine oniki adam seçme­
mizi emrettiği için bu emri yaptık ve şimdi yine onun
emriyle toplanmak ve oraya gelecek olan başlıca dost­
larıyla da görüşmek üzere İskenderun’a hareket etmek
üzereyiz.
Bu münasebetle bunu da size bildireyim ki, Efen-

234 Josef Kasteln, Sabbatai Zewi, 337-338.

351
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

(iimize ait birçok garip şeyler işitmiş olacaksınız. Fakat


bunlardan asla korkmamalı ve cesaretinizi kaybetme­
melisiniz. Daha ziyade imanınız kuvvetlenmelidir. Çün­
kü onun her hareketi hayrete şayandır ve bunun mâ­
nâsını insan zihni kavramaktan âcizdir. Pek az bir za­
man içinde her şey size açıkça izah edilecektir. Siz, biz­
zat kendisi tarafından tenvir ( a y d ı n l a t ı l m a )
olunacaksınız. Bahtiyardırlar o insanlar ki; bekleyecek­
ler ve hakîkî Mesih’in irşadına mazhar olacaklardır. O
hakîkî Mesih pek az bir zaman içinde ebedî kudretini
bize tanıtacaktır. Nathan» (235)
Nathan, onun peygauıberi sıfatı iie, hem «Mesih» e
sadakatini bildiriyor ve hem ,de ona yol göstermeye ça­
lışıyor. Sabatay’la birlikte Yahudi cemaatlerine de bu
minval üzere olmalarını tavsiye ediyor. Bu durum Sa-
batay’a tesir edebilir ve onu, Müslümanlığının geçici
olduğunu beyana zorlayabilir. Çünkü; Uzun süredir hem
kendini ve hem de saf vatandaşları bu uğurda ayaklan­
dırmıştır. Hepsini silip atması mümkün değildir ve ola­
maz da. O, bu şartlar altında yetişmiş ve o fikirleri de
kafasına nakşetmiştir. O zamanki vak’alan kaydeden
tarihler, her ne kadar Allah’ın hidayetiyle diyorlarsa
da; imanın onun kalbine yer etmediği ve şeklî bir ihti­
da yoluna saptığını görmek mümkündür.
Nathan’ın beyannamelerinden, İzmir’e, oradan da
İstanbul ve Edirne’ye geçeceğinden haberdar olan İs­
tanbul hahamlan; İzmir’deki Musevî cemaatine bir
mektup göndererek Nathan’m seyahatlerine engel olun-

235 Gövsa, S. Sevi, 3 -5 4 (Gövsa, bu kısmının Abraham Galante,


Nouveaux. Documents Sur S. Sevi adlı Fransızca eserinin 120-121.
sahifelerinden Törkçeye çevirmiştir. Biz de aynen aldık.)

352
DÖNMELER TARİHİ

masını ve cemaat harici tutulmasını istiyor. Aynca, Sa-


batay’ın Sinagoglarda değiştirdiği âyin usûlünü de es­
ki haline döndürmelerini ve, özellikle Cumartesi (Şa-
bat) âyinlerinde, Sult-jın IV. Mehmed'in' adını anmak
âdetini değiştirerek Sabatav Sevi isminin konulduğunu
iıatırlatarak, bunu eski usule göre (IV. Mehmed’in söy­
lenmesi) yapılmasını istiyorlar ve bildiriyorlar. Bunun,
İsrail’in geleceği, için tehlikeli olacağını da hesaba ka­
tarak tedbirlerinin ona göre alınmasını şiddetle istiyor­
lar. îzmir hahamları da, buna karşı tedbir alıyor (236).
Sabatay’ın İslâm î kabul etmesiyle Türkiye ve di­
ğer ülkelerdeki Yuhudiler büyük bir şaşkınlığa düşüyor.
Onlara, hakaretâmiz olarak, vP u ş t 1 a r» ismi takı­
lıyor. Bu lakaptan yüzleri kızaran ve ümitsizliğe düşen
Yahudilere, Sabatay şöyle hitap ediyor : «Allah beni
bir İsmailî (yani Müslüman) yaptı; ben sizin kardeşi­
niz Kapıcıbaşı Mehmed’im. O (yani Allah), emretti, ben
de O’na itaat ettim» (237). Sevi’nin bu açıklamasımn
kaynağı, Yahudi klâsikleri arasmda Rabbi Eliezer’e ait
«Mesih İsmailîler (Müslümanlar) arasında kaybolacak.»
görüşü olduğu anlaşılmaktadır. Dünyada, genel olarak,
Türkle Müslüman eşit görülmektedir. Bundan dolayı
Sa^atay’m Türk kıyafetine bürünmesi, Müslüman ol­
ması, Sabatayistlere gore, önceden haber verilmiş­
tir (238). Yaygın olan bu kanaatten istifade eden Sa­
batay, taraftarlarında şok tesiri yapan bu ihtida ola-#
yını te’vil ederek taraftarlarının bağlılığının devamını
sağlamıştır. Taraftarları, bu ihtidayı, Kabbala’nın bif

236 Prof. Dr. A. Galante, a.g.e., 34 ve Beyânname, 122-123.


237 Prof. A. Galante, a.g.e., 251; Jewish Encys., XI/224.
238 Bkz. A. Galante, a.g.e., 16.

353
SABATAY SGVİ vo MESİHLİĞİ

kehaneti olarak tefsir etmektedir (239). Onlar, onun


gölgesinin yeryüzünde mevcut olduğunu; beyaz bir ka­
fa ve Türkler’e has kıyafetle dolaştığına inanmaktadır
Eski Mesih’in vücud ve ruhu ile göğe kaldırıldığına, bel^
li bir zamana kadar orada kalacağına, Müslüman kıya­
fetiyle dolaşan onun ftZill ^ (Gölge) ye hayali» oldu­
ğuna kanaat getirmektedirler. Bu durumda, taraftarla­
rı, eskisinden daha fazla bir gayretle, Mesih’in muci­
zelerini anlatmağa devama, ihtidasını teyide ve ona
sımsıkı bağh kalmağa gayret etmektedir (240). Onlar-,
dan bir kısmının cesaretinin kırıldığı, inanmışların vic­
dan azabı çektikleri; Müslüman ve Hıristiyanların alay
konusu oldukları; hattâ Sultan’m (IV. Mehmed) İm ­
paratorluk içindeki Yahudilerin kökünü kazıyıp, çocuk­
larını İslâmlaştırmak niyetine yöneldiğini ve feu niye­
tinin bizzat annesinin karşı çıkmasıyla engellendiği ifa­
de edilmektedir (241).
Sabatiay Sevi’nin (Mehmet Efendi) Sarayda kal­
ması, Hz. Musa’nın, Firavundun Sarayı’nda kalması­
na benzetiliyor. O, Saray’da yaşarken dahi, çift tara;flı
oynuyor ve gizli entrikalara devam ediyor. Bir tarafta
koyu bir Müslüman edası takınarak Yahudilere; diğer
tarafta Yahudiler arasında mutaassıp bir eda takına­
rak da Müslümanlara (Türklere) hakaret ediyor. Pa­
dişah ve müftü’den, Yahudileri Müslüman etmek için,
Yahudilerle irtibatını devam ettirme müsaadesi alıyor.
Sinagoglara geliyor ve oralarda kendi öz akideleriyle il-

239 Bkz. Max I. Dimont, Jews God and Hiştory, 276.


240 Bkz. Prof. A. Galante, Les Juifs des İzmir, 251; Josef Kastein,
S. Zewi, 331; İslâm Ansiklopedisi, «Dönme», 111/647.
241 Bkz. Josef Kastein, a.g.e., 331; The Jewish Eııcyclopedie,
X I/2 2 4 -2 2 5 .

354
DÖNMELER TARİHİ

gili vaazlar veriyor. Onlar şeklen Müslüman olmaya ça­


ğırıyor ve onlar da bu yolu olumlu bularak ihtida ediyor.
Bu ikili rolü, ona gerçek aMesîh» olduğu inancım yeni­
den veriyor. 1668’de, PESAH (Hamursuz Bayramı)’da,
kutsal bir ruhla yemden doldurulduğuna dair bir ilham
geldiğini ilân ediyor. Din değiştirmesine rağmen gerçek
^Mesîh» (*) olduğunu; maksadının, binlerce Müslümam
Yahudilik’e getirmek olduğunu açıklıyor. Bu konuda
bir çok kişiye de gerçek «Mesîh» olduğunu telkin edi­
yor ve inandırıyor. Ayrıca, bir çok Müslümanı kendi
düşüncesine inandırıyor ve birçok Yahudiyi de şek­
lî Müslümanlığa getirerek «D Ö N M E» mezhebini
oluşturuyor (242).
M. 1668 yılı Pesah (Hamursuz) bayramında ken*
dişine yeniden ilham geldiğini ilânla Sabatay, Edirne’­
de taraftarlarına gerçek «Mesîhn olduğunu açıklıyor.
Yazar olarak hiçbir eseri olmadığı ileri sürülen Saba­
tay’m görüşlerini sözlü olarajç yakın arkadaşlarına ver­

* İtalyan Yahudileri, bu sırada vuku bulan bu dedikodunun aslını


araştırmaları için üç kişilik bir heyeti İzmir'e gönderiyorlar. Bun­
lar, İzmir'e Sabatay Sevi ve Nathan’a mülâkî olmayı ve ayaklarına
kapanmayı düşünürlerken, onun .Müslüman olduğunu öğreniyorlar.
Bu ihtida hareketini öğrendikten sonra memleketlerine dönmek
üzere iken Sabatay’ın kardeşiyle karşılaşıyorlar. Q da; Sabatay'ın
eski varlığının göğe çıktığını ve yerine Tanrının emriyle Türk kı­
yafetiyle gezen bir «Melek» bıraktığını söyleyerek onları da bu
ikili oyuna inandırarak yolcu ediyorlar. (Bkz. A. Galant6, Nouveaux
Documents Sur S. Sevi, 34 ).
242 Bkz. Gershem Schoiem, Şabtay Sivi, 11/714 - 728 (İbranîce);
Galante, Les Juifs des İzmir, 252; The Jewish Encyclopedie,
Xl/225; La Grande Encyclopedie, X | X / 4 ; Sebllürreşad (Mecmuası),
X X I 11/203.

355
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

meye çalıştığı ve onların da Sabatay’ın söylediklerini


sonradan yazdıkları rivayet ediliyor.
Sabatay’ın 1668’deki Pesah’da vecd halinde iken
söyledikleriyle daha sonra söylediklerinin yanındaki iki
haham tarafından yazılı hale getirildiği ileri sürülmek­
tedir. Bu iki hahamın vücuda getirdikleri iki kitapçık­
tan birinin kaybolduğa zannedilmektedir. 30 yapraktan
mürekkep bu kitapçığı Rosanes, 1915 yılında, Selanik’­
teki dönmeler gizli arşivlerine girmeye müsaade ettik­
leri zaman, görmüştür. O kitapçıkta, Sabatay’m din de­
ğiştirmesinden (Müslüman olmasından) sonra Pesah
Bayramı (1668’de) gecesi masasında otururken 24.000
meleğin odasına girip ona, «Sen bizim kralımızsm, sen
l'izim peygamberimizsin, mesıhimizsin!» dedikleri kay-
dediliyor.
İkinci kitap, «Shadutha de Mehemenutha ( — İna­
nışa Şahitlik) »dir. Bu kitapta 1668’de Pesah Bayra-
mz’nda Sabatay Sevi’nin Allah’la ru’yet halini dile ge­
tiren bir bölümle ve 19 Mezamir’le ilgili bir şerh yer
almaktadır. Bu kitap, ayrıca, Sabatay Sevi’nin Müslü­
man olduktan sonra Yahudi dininin emirlerini yerine
getirdiğini de ortaya koymaktadır. Bu kitabm, Saba-
(ay’ın Müslüman olduktan sonraki ilk dökümanı
olması ve onunla taraftarlarının hissiyaıtım ve inan­
cını aksettirmesi bakımından önemlidir. Bu eserin ya­
zarının, Sabatay Sevi ile feab er, Müslüman olup olma­
dığının bilinemediği de ifade edilmektedir. Ayrıca bu
kitabın yazarı tarafından belirtilaa görüşlerle Nathan’ın
1667 - 1668’deki mektup ve kitapçığındaki görüşler ara-
smda çok farklılık vardır. Nathan, Sabatay’ın Müslü­
man oluşunu tefsirde daha aşırıdır ve onun görüşüne gö­
re Mesîh, Yahudileri kurtarmak için değil, Yahudi ol-
356
DÖNMELER TARİHİ

mayanları ortadan kaldırmak için gelmiştir. Edirne’de


olanlar ise Nathan’m ne demek istediğini anlamamış
ve Mesih'in Yahudiieri kurtarıp, Filistin’e döndüreceği­
ne inanmışlardır.
Bu ikinci kitabın bir başka bölümünde Sabaitay Se^
vi, istese, Mesîhliğini gerçekleştirebilecegni; fa!kat,-Tan-
rı’ya, can kaybı olur korkusuyla gerçekleştirmediğini
açıklıyor. Tanrı da; Zorlukların çoğunun geçtiğini be­
yan ediyor. Fakat Sabatay, topladığı buğdayların bir ta­
nesini bile kaybetmek istemediğini belirtiyor. Yine ay­
nı kitapta Sabatay’ın din değiştirmeisnin bir sır oldu­
ğunu, bütün milletlere «Mesih» fikrini kabul ettirip,
kurtuluşu öğretmek olduğu da' ifade ediliyor. Sabatay
Sevi’nin din reğiştirmesinin sahte olduğunu da belirten
><İnanı§a Şahitlik)) kitabının yazarı, «Ben bunları yaz­
mazdım, fakat inancımızda, bir şeye şahit olup da qnn
yerine getirmeyenin bütün günah boynuna olur» {(*)
inancı olduğu için yazdığını (243) kaydediyor. Bütün
bunlar söylenirken ve yazılırken Sabatay Sevi, Edirne-
sarayında Müslüman kisvesi altında yaşıyor. Ayrıca,
Yahudiieri Müslüman etmeğe uğraştığına da yetkilileri
İnandırmaya çalışıyor. Sinagoglarda vaaz etme müsa­
adesini bile, alıyor. Görüldüğü gibi, oralarda, kendi fi­
kirlerini yaymaya çalışıyor. Ashnda kendinin Yahudi­
lik dışında herhangi bir görüşü olmadığı ve herhangi
bir mezhep veya fırka oluşturmadığı, görüş ve düşün-

* Yazar bununla Yahudi Kutsal Kîtabt’ndakj (Levîliler, V /1 ) şu cüm­


leyi hatırlatıyor ; «Eğer biri suç edip, şahit olarak yemin teklifini
işittiği zaman, gördüğünü ve bildiğini haber vermezse, o zaman
haksızlığını yüklenir».
243 Gershom Scholem (Görşom Şalom), Şabtay Sivi, İsrail 1957,
11/714-720, (Ibranîce).

357
SABATAY SE'v'j ve MESİHLİĞİ

çelerini Yahudilik temeline oturttuğu gözden kaçmıyor.


1668 Pesah gecesi, Kutsal Ruh’un (Tann’mn), İs­
rail’i kurtarmak üzere Mesih’i gönderdiğine, taraftariş,*
nnm Sabatayist Yahudiliğiyle kurtuluşa ereceklerihe
İnandıkları kaydediliyor. Ayrıca Hıristiyanların, Yahu­
di olmayanların, bilhassa Türklerin de Sabatay’a inan­
dıkları, fakat bunu isbat edecek bir delil olmadığı da. Şa-
lom (Scholejn)’in eserinde yaralıyor (244). Bu hususta
delil yoktur. Buna rağmen bazı kaynaklar, Türklerden
birkaç kişinin Sabatay’m Mesîhliğine inandıklarını kay­
dediyor, Aslında bu kişiler, Türk tebaasında, Gayr-i
Türk - Müslüman unsurlar olabilir.
Jean Brunhes ile Camille Vallaux tarafından te’lif
olunmuş «Tarihin Coğrafyasu) adlı eserin 594’ncü say­
fasında bahsedilen kısmın tercümesini Mihrab Mecmu­
asından aktarıyoruz. Orada, Sabatay Sevi’nin ihtidası
ile ilgili olarak şöyle denilmektedir : «... ,Zewi Saba­
tay, bütün müridlei’inden İslâmiyet’e zahirî ve şeklî bir
ihtida talep etmiş ve bu kejrfiyet hiç bir vakit gizli bir
ihtidadan başka bir şey olmamıştır. Hz. Muhammed di­
nine iltihak etmek için Yahudi cemaatini terk etmişti,
Müridleri de aynı surette hareket ettiler. Fakat iltihak
ancak zahiriydi. Dönmeler camie giderlerse de hakîkî
Müslüman değillerdi. Müslümanların ef’al ve hareket­
lerini taklid ederlerse de, bu gösteriş hakikatte mahzâ
(sadece) Müslüman]ara karşı mücadelelerini temin için<
dir» (245).
G. Sehalom, Sabatay Sevi’nin, Müslüman olmasına

244 Gershom Scholem, Sabbatai Sevi, İngilizceye Çeviren : E. J. Zwi


VVerbIovvsky, Bollingen Serîas KCII/Princeton- 1975, 830 - 832.
245 Mihi'ab Mecmuası, X X IIl/2 0 3 .

358
DÖNMELER TARİHİ

rağmen, kimi zaman bir elinde Kur'ân, bir elinde Tev-


rat’m görüldüğünü, kimine göre tamamen İslâm inanç­
larına, kimine göre de tamamen Yahudi inançlarına
göre yaşa;dığını kaydediyor. Kimine göre de, ne Müslü­
man ve ne de Yahudi’dir; sadece kendi düşüncelerini
yaymaya çalışmıştır. Sabatay Sevi’nin İslâm’a davet,
için yaptığı konuşmaların kaynak, teşkil ^etmeyeceği;
çünkü kendi fikirlerini korkudan yayamadığı ,sadece
İslâm’a davet fikriyle uğraştığı kaydediliyor. Müslüman
olduktan sonra Musevîliğini yaşattığına misal olarak
da; Sara’dan doğan oğluna İsmail Mordehay ismini ver­
diğini, Nathan’m sünnetli -doğacağı'kehanetinde bulun-
rnasma rağmen, sünnetli gelmediğini; onu Musevî inanç-
iarma göre 8. günü sünnet ettirdiği de ifade edili­
yor (246).
Kurtuluş savaşından sonra Trakya’daki Türklerle,
Türkiye’deki azınlıklann mübadelesi söz konusu oldu­
ğu zaman; Atina’da Mustafa Efendi adındaki Yunan
Meclisi azası (Milletvekili) Yunanistan hükümetine mü­
racaat ederek mübadelenin Türk ve Kumlara münha­
sır kalmasmı istiyor. Aslında kendisi İstanbul’da Faik
Bey adında birinin kayınpederi ve bir. Selanik dönmeT
sidir. Sabatay Sevi’nin Müslümanlığıyla ilgili olara/k
şöyle diyor : «Avcı Sultan Mehmed ceddimiz, Sabatalv.
Sevi’ye cebren İslâmiyet’i kabul ettirmiştir; halbuki o^
ruhen, itikaden Musevî idi ve Musevî kaldı. Onun, ah­
ladı da aynı itikad ve ruhu taşımaktadır. İsimlerimiz
Müslüman ismidir ve ruhumuz tamamen Musevî-
dir» (247). Bu durum, Selanik'teki Müslümanların mü-

246 Gershom Scholem. Şabtay Sivi, İsrail 1957 [5717), 11/708-713 (İb-
ranîce].
2^r7 Vakit Gazetesi, 4 Kanunisânî 1924.

359
SABATAY SEVİ ve MESİHLÎĞİ

badele edilmesi sırasında ortaya çıkmıştır. Selanik’te


Müsliiman kisvesi altında yaşayan «dönmeler», Musevî
oldukiarmı iddia ederek Yunanistan’da kalmayı tercih
etmişlerdir.
Hammer; Sabatay’m Müslüman olup Kaprcıbaşılığı
kabul eyledikten sonra, bütün Yahudileri Müslüman et­
mek için çalıştığını; bunun en faydalı yol olduğunu ve
bu uğurda 10 yıl uğraştığım; ondan son^a Mora’ya sü­
rülüp 10 sene de orada yalayıp öldüğünü (248) kayde­
diyor. On sene gerçek ihtida etmiş ve bu uğurda çalı§>
mış birisinin Mora’ya sürülmesinin sebebi açıklanma­
mıştır. Ayrıca Müslüman olduktan sonra 10 sene ya^
şamıştır. Hammer, bunu 20 sene gibi gösteren bir ifa­
de kullanmıştır.
Mehmet Efendi ismini taşıyan Sabatay, Vani-zâde’-
den îslâm akaidini öğrenerek Edirne sarayında yaşar­
ken eski kanaatlerinden vazgeçmiş değildir. El altından
yine faaliyetlerine devam ediyor, Musevilerle olan te­
masını, onları hidayete eriştirmek için yaptığını söy­
lüyordu. Türkiye’nin Kudüs, Bağdad v.s. gibi uzak yer­
lerinden gelip ihtida eden Musevîler vardı. İslâm Ansik­
lopedisi, (fHükûmetin her nedense Sabatay’m faaliyetini
genişletmesini faideli gördüğü ve havralarda vaaz etme­
sine göz yumduğu hakkında rivayetler vardır (249) di­
yor. Bir başka kaynak bu durumla ilgili şöyle bir gö­
rüş beyan ediyor : «Fakat ona inananlar, kendisine
alenen Mesih gibi tapmak cesaretini göstermemekle
beraber Müslüman kisvesine büründüklerinden ve ken­
disinin 18 emrinden Î 6’cısında halkın gözünü boya-

?48 J. Von Hammer, Hammei' Tarihi, X l/1 6 7 -1 6 8 .


249 T. H. »Dönme», İslâm Ans. 111/646-647.

360
DÖNMELER TARİHİ

mak için Müslüman gibi görünmek lüzumunu tavsiye


ettiğinden olacak ki hükümet faaliyetine mani olmu-
yordu» (250).
J. Kastein, Sabatay’ın sarayda sessiz kalmasmm,
padişaha karşı bi.r kötü niyetinin ortaya çıkıp taraftar­
larının cezalandırılmasına sebep olmamak için olduğU'
nu; 'Sabatay’ın, Saray'dan memnun göründüğünü,- fakat
onun, Vanî Efendi’den Kur’ân öğrendiğini duyunca ta­
raftarlarından bir kısmının, muhalefete geçtikleorini ifa.'-.
ûe etmektedir (251).

Gövsa, Sabatay Sevi’nin (Mehmet Efendi) Padişah


ve Müftü’den Yahudileri İslâm’a çekmek için Sinagog-
iarda va’zetme müsaadesi aldığını; ancak bu müsaade­
yi kendi «Dönmelik» mezhebini tanzim etme yolunda
kullandığını kaydetmektedir (252).
Antoine Gaîland, J672 yılı 23 Ağustos Salı gününe
oesadüf eden hatırasında şöyle diyor : «Sieur Raboly,
Sicur Fantoine ile birlikte B. Büyükelçi’yi (*) görmeye
geldi. Sabatay Sevi, yahut Aziz Mehmet Efendi’nin İs-
tanbul’a gelince, oturduğu mahallenin çorbacısında Y a ­
lı udilerin gelip ziyaretleriyle kendisini rahatsız etmele­
rine mani olmasını rica etmiş, çorbacı da bu ricayı ka­
bul etmiştir. Yahudilikti terkederek sank sardıklanndan
Otuz Tüi'k’ün (Türk kıyafetinde Yahudi) refakatinde
sokaklarda yürüdükleri görülmekte olup bunların yarı-

i-:50 M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarifi Deyimler ve Terimleri Sözlüğü,


. İstanbul 1946, sf. 475.
?5î Josef Kastein, S. Sevi, 335.
252 Bkz. Gövsa, Sabatay Sevi, sf. 56.
“ A. GalîancI'ın eserinin I. cildinin «Önsöz»ünden anlaşıldığına göre
bu büyükelçi, İstanbul’daki Fransız Büyükelçisi M. de Noıııtel'dir.

361
SABATAY SL'Vİ ve MESİHLÎĞİ

sj Önünden, yansı da arkasından yürüyorlarnuş; bu va^


ziyette kendisine tesadüf eden tekmil Türkler de ona
büyük hürmet gösteriyorlarmış. Kendisi birçok kimse^
Jerin ve Galata - Üsküdar ve Balat sinagoghânelerinij
i^iyaretiyle rahatsız olmayı istemediğini yazmış idi. Aziz
Mehmed Efendi’nin duaîannı maiyetiyle birlikte ilk ön­
ce Îbranîce, sonra Türkçe söylediği ve Türklerin bunu
pek iyi bilmekle beraber ehemmiyet verip mani olma-
djklan da ilâve olundu» (253). Bu durum, Sabatay’ın
(Mehmed Efendi) Musevîleri ihtidaya teşvik için on­
larla yakın münasebet kurmasının faydalı olacağı şek­
lindeki talebine binaen olduğu ve bunun için de ona
bir müddet ses çıkarılmadığı rivayetler arasındadır.
Sabatay Sevi’nin Müslüman olmasından bir müd­
det sonra, Hıristiyan dinine mensup Dimo adında fı­
rıncı çırağı bir Arnavut, Mercada adında bir Yahudi
kızına âşık oluyor ve aşk f^kaçmaylai) neticeleniyor, BU
aşk hikâyesini anlatan biri Ermeni, diğeri Yunan olan
iki yazar, Sabatay Sevi’nin Mesîhliğini de dile getiriyor-
Jar. Bu yazarlardan PJrmeni olan ve Sabatay’ın çağdaşı
bulunan Eremiya Çelebi Kıımurdjian (1639- 1695), o
zaman İstanbul’un durumunu, mahallî rengini çok iyi
tasvir ediyor. Bu yazar, «Mesîhöin îstanbul’da alay ko­
nusu olduğunu da işaret ediyor; Hıristiyan gencinin
Yahudi kızını kaçırıp Hıristiyanlaştırmasmı, Sabatay
Sevi üzerine, Hıristiyanlığın bir zaferi olarak gösteri­
yor. Ermeni şairinin Şg^batay Sevi üzerine yazdığı bir
.«jür de vardır. Şiir, Sabatay’ın Müslüman oluşu karşı­
sında Yahudilerin nasıl sarsıldığım ve üzüldüklerini di­
le getiriyor. Bunun yanında bazılarında, onun gerçek­
ten Müslüman olmadığı; kalbinde Musevî İnancını ya-

253 Antoine Galland, IstanbLil’a Ait Günlük Hatıralar, 1/171.

362
DĞNMEi-ER TARİHİ

sattığı, ihtiçiasinın görünüşte olduğu ve zamanı gelince


zııhûr edip, onlan kurtaracağı inancının yaşadığını da
diîe getiriyor (254).
J. Kastein; Sabatay'ın Mİ3.slümanlığımn gerçek olma­
dığını; sadece tara,ftarlanna örnek olduğunu; taraftarla-
rmın da onu takip ederek Müslüman olduklaıını; fakat
mânâsının Mesîh tarafından bilineceğine inandıklarını
kaydediyor. Ayrıca, ona inananların Mesîhlerinin Müs­
lümanlığının zahirî olduğuna ve tekrar, Tanrı müsaade ■
ederse,. döneceğine inandıklarına da yer veriyor. Kas­
tein onların bu fikirlerini, kendi kendilerini inandırma­
sı olarak yorumluyor. Sabatay’ı, Ester’e ve Musa'ya ben-
zetiyorlar. Ester (^'0 , halkını kurtarmak için bir kâfir
krala tabi oluyor ve onun inancında yaşıyor. (Hz.) Mu­
sa’nın da, Habeşliler arasında onların inancıyla yaşa­
dığım kabul ediyor ve böylece de inanıyorlar. Onların
bağlılığının devamını sağlayan diğer bir husûs da; Ya­
hudi Kutsal Kitabı’nda «MesîİDûn fakir ve mücrim ol­
ması, bir eşek üzerinde geleceğinin yeralmasıdır (255J.
Fakirlik, son uçurumda, inançtan ayrılmak şeklinde
mütalâa ediliyor. Zohar’a göre ise Mesîh olduğu kabul

254 Bkz. Abraham Galante, L’Histoire des Juifs de Turquie, İst. 1952,
S9 - 9.
" Este!', Yahudi Kutsal Kitab’ında (Eski Ahit) adı geçen ve Pei's
Kralı Aheşvaroş’ia evlenerek, Yahudileri kurtardığına inanılan bir
Yahudi kızı. Ahaşveroş, Hint'ten Habeş iline kadar, yüz yirmi yedi
vilâyete hâkimdir. Yahudi kızı Ester İle evlenir. Bu kral^ Yahudi-
lerin topyekûn katlini emretmişker). Ester sayesinde bu işten
vazgeçer.
Burada Yahudiierin kralları bile nasıl elde ettiklerinin hikâ-
yesl işlenmektedir. (Bkz. Kitab-ı Mukaddes (Tanah), Ester, Bap i
1 - 10).
255 Kitab-ı Mukaddes, Zekarya, IX/9.

363
SABATAY SEVİ ve MESÎHLİĞÎ

edilmeyecek, zahiren kötü görünecek; fakat kalben iyi


olacaktır. Sabatay da bu rollere bürünüyor ve gerçek
Mesih olduğuna taraftarlarını inandırmaya çalışı­
yor (256).
Örs, Sabatay Sevi’nin bu tür hareketlerinde Nat-
han’ın tefsirinin büyük rolü olduğunu (257) kaydedi­
yor. Eserinin bir başka yerinde şöyle bir bilgi veriyor :
(•Anası, Hitit ücretli askeri Uriya’nın eski dulu Bat-Şe-
ba'nın ve nebi Natan'ın entrikalarıyla tahta geçen Sü­
leyman (Yahudilerin Slomo, Müslümanların' Hz. Süley-ı
man dedikleri Peygamberdir), aslında öyle iddia edildi­
ği gibi İsrail’in en oilge ve en akıllı hükümdarı değil-
ciî...)) (258). Bu bilgilerin ışığında olacak ki, Nathan
da, buna benzer bir rol oynuyor. Sabatay’ı entrikalarla
Mesih yapmak istiyor; o da buna inanıyor ve ikili rolü­
nü oynamaya devam ediyor.
Sabatay’ın Müslüman oluşundan sonraki durum ve
^^izli teşebbüsleriyle ilgili Vatan Gazetesi’nde yazılan­
ları aynen naklediyorum : <(Sevi»nin İslâmiyet’i kabul
etmesi, dünyanın her tarafındaki taraftarları arasında'
bir yıldırım tesirini gösterdi. Bu tesirin derecesini an­
lamak için ‘Sevi’ye yüzbinlerce insanın ne nazarla bak­
tığını hatıra getirmek lâzımdır. Musevîlik âlemi ken­
disini bir kurtarıcı addediyor. Bir tarafa gideceği za­
man halk yemeği, içmeği, işini gücünü bırakarak, oruç
,tutarak yoltınu bekliyorlardı. Kendisine hükümdar nâ­
mını yerenler. Sultan (Sevi) diyenler, önünde secdeye
kapananlar, çoktu. Londra’dan, Livorna’dan, Amster-
dam’dan, Stokholm’dan, Polonya’dan, Almanya, Ma­

256 Bkz. Josef Kastein, Sabatai Zewi, 331 -334.


257 Bkz. H. Örs, Musa ve Yahudilik, sf. 442.
258 Örs, 221.

364
DÖNMELCR TARİHİ

caristan, İspanya t® İtalya’nın birçok şehirlerinden o


zamanki seyahat meşakkatine rağmen binlerce ziyaret­
çi akıp geliyordu. O zamana kadar kendilerini esir va­
ziyetinde gören Musevîler, Allah’m kendilerine bir Me­
sih gönderdiğini ve artık kahır ve sefaletin bittiğini dü­
şünerek cüretkâr ve küstah bir ,vaziyet almaya başla­
mışlardı. Avrupa’nın birçok yerlerinde Hıristiyanlara
karşı tecavüze geçen Sevi taraftarı kitlelere bile tesa­
düf ediliyordu : ...Memleketimiz içindeki (Türkiye) he­
yecan da âdeta bir ihtilâl hareketi mahiyetini, alıyordu.
vO zaman zuhur eden bir kuyruklu,yıldız ve diğer her
hadise (Sevi) lehine tefsir ediliyordu.
(Sevi)’nin İslâmiyet’i kabul etmesi bu here ü mer­
ci bir saniyede durdurmuş, bütün cihan Musevîleri ara­
sında müthiş bir sükut-u hayal hasıl etmişti.
Şahsma yakından merbut olanJardan başka bü­
tün taraftarları dağılmışlar, Mesihlik iddiasiyle kendi­
lerini iğfal ettiğinden dolayı bir müddet aleyhinde söy­
lenmişler, sonra bu .hadiseyi unutmuşlardır. Yakın ak­
rabası, dostları ve en safdil taraftarları her hareketin­
de bir hikmet bulunduğunu farz ederek kendisini ta­
kiben Müslüman olmuşlardı. Zevcesi ,(Sârâ) kaibul-i İs­
lâm edince (Fatma kadın), iki biraderi Ahmet ve Ab­
dullah diye isimlendirilmişlerdi. Sârâ’dan doğan oğlu
(İsmail Ağa) nâmını almışdı ki bu çocuk 6 yaşında ve­
fat edince (Sevi), (Sârâ) ’yı boşamıştır. Diğer taraftar­
ları muhtelif isimler almışlar, maziye veda etmişlerdi.
Eğer (Sevi) şahsen hüsnüniyetle hareket etseydi me­
sele bir nesil içinde kapanacak, Müslüman olan aileler
asırlarca evvel geride hiçbir iz bırakmaksızın, Türk ve
Müslüman camiası içinde kaybolacaklardı.

365,
SABATAY SEVİ ve MESIHLİĞİ

Vukuatın bu tabiî seyri takip etmesine sebep, (Se­


v r ’deki nüfûz hırsıdır. Dünyanın her tarafında Mesîh
sıfatıyla muamele görmesi dolayısiyle şöhret ve azimet
başına vuiTauşdu. Kapıcıbavşılık payesiyle saraya men­
sup olması ve orada çok teveccüh görmesi hırsını tat­
min edemiyordu. Aradan bir müddet geçtikten sonra
keramet sahibi bir Mesîh sıfatiyle yeniden bir rol oyna­
mak hevesine düştü. Bazı eski taraftarianm bir araya
toplayarak gizli toplantılar akdetmeğe başladı. Mesele
saraya aksetti. Mehmet Efendi’yi çağırarak : ‘Bu ne
haldir? Sen hâlâ uslanmadın mı?’ diye sordular. O da
malum olan kavı iknasiyle : 'Aman Efendim, bir takım
akrabam ve dostlarım gibi bunları da din-i celil4 İslâm'a
t elb ve davet etmeğe çalışıyorum’ dedi. Bu sözlerle bir
müddet takibattan kurtuldu. Fakat bu hadiseden son­
ra îstanburdan başka Edirne, İzmir ve îstanbul’da Me-
sihlik dâvâsiyle iştigal ettiği haber alınınca Adriyatik
sahilinde bulunan Ülgün'e nefyedilmesine irade çıktı ve
Mehmed Efendi birkaç baltarnya terfikan Ülgün'e gön­
derdi.
İstanbul, İzmir ve Edirne’de Müslüman olan tek
tük aileler az zaman zarfında bu mesele ile olan irti­
batı kaybettiler ve Türk ve Müslüman camiası tarafın­
dan bel’ (yutulma) olund'uiar. Selânik’deki taraftarları
miktarca daha fazîa idi. İstanbul, İzmir ve Edirne’de
bulunan taraftarları' sayın Mesih’in emriyle Selanik’te
toplanmıştı. Bunlann hepsi iki yüz ailelik bir kitle teş­
kil ediyorlardı. Müslüman olduklarından dolayı Muse-
vîler tarafından türlü türlü tecavüz ve hakaretlere uğ-
ruyoıiardı. Asıl Müslüman ahali evvelâ hoş yüz göste­
rirken Mesîhlik dâvasının canlanması üzerine şüpheye
düşmüşler. Bu ikiyüz' ailenin gizli surette irtidâd etti­

366
DÖNMELER TARİHİ,

ğine hüImıetmişl^dU.x' (259). Aynı gazete, bir önceki


tefrikasında, «Sevi, İslâmiyet’i kabul edip Mehmet Aziz
Eiendi ismini almca Mesihlik hareketi kendi kendine
söndü» diyordu. Burada naklettiğimiz ayıiı kaynağın
bilgilerinden de sönmediği görülmektedir, İleride de gü­
nümüze kadar sönmediği görülecektir.
Vatan Gazetesi'nin bu iddiasına Gövsa., Sabatay’ın
ihtidasından sonra Mesîhlik hareketinin sönmediğini
ileri sürüyor şöyle diyor : «Şüphe yok ki bir Sabatajdst
tarafından yazılmış olan Vatan tefrikası Sabatay Sevi'-
nin Müslüman olduktan sonra Müslümanlıkla Musevî­
lik arasında ayrı bir inanış tarzı kurmuş olduğu haki­
kattim kapatmak emelini güdüyordu» (260).
Yine aynı gazete, bu ihtidadan, sonra şahsına mer-
bıjt olanlardan başka bütün taraftarlarının dağıldığını
ve bir müddet sonra da bu hadiseyi unuttuklarını kay­
dediyor. Bu da böyle olmamış; ancak, şekil değiştirmiş^
tir. Çünlîü Sabatay Sevi (Mehmet Efendi); Müslüman
kisvesi altında Saray’da kaldığı sürece, kendisinin ger­
çek Mesih olduğunu, fakat Yahudilik’i, Müslümanlaî
arasında kolayca yayabilmek için İslâm’a ihtida etti­
ğini açıklıyor ve Mesîh’jn dinden çıkmasının mis­
tik, tarihî görevinin parçası olduğu* ve bütün ihtişamiy-
le dönünceye kadar, iki ayrı kişilik olarak yaşayacağr
seklindeki Nathan’ın tezini destekler mahiyette kitap
neşrettiriyor. BU, gizlilik perdesi altında yürütülüyor.
Padişah ve Müftü’ye de, Yahudilerle irtibatını onları İs-
löm’a kazanmak için devanı ettirdiğini soylüyor. Bu dav-

259 Vatan Gazetesi, «Tarihin Esrarengiz Bir Sahifesi», "I6 Kanunisânî


(Ocak) 1924.
260 İbrahim A lâettin Gûvsa, Sabatay Sevi, 55.

367
SAGATAY snyi ve MESİİ İLİĞİ

ranışmın tesiriyle Kudüs, Bağdad ve diğer uzaik yerler­


den çok sayıda Yahudi gelip, Padişah’ın önünde İslâm’a
ihtida ediyor. Bu sarıklı muhtedilere Yahudiler «Mumi-
■nin»; Türkler ise «Dönmeler» adını veriyor. Bu dönmelik
işinde, îslâm lehinde, Sabatay’ı cesaretlendirmek için.
Sinagoglarda va’zetme mü sadesi veriliyor; fakat o, ken­
tli özakîdesini oralarda yaymaya çalışıyor. Sevi, birçok
kişiyi kendisinin gerçek «Mesih» olduğuna iyice inan­
dırıyor. Ancak, Müslüman ve Yahudileri öfkelendirip
bir kısmının cezasına, bir kısmının da af ar ozuna ma­
ruz kalmamak için bir müddet, bunu açığa vurmaktan
çekiniyor, cesaret edemiyor (261).
Edirne'de ihtida hareketleri birbirini takip ediyor;
öabatay Sevi’nin (Mehmet Etendi) tavsiyesiyle, Yahu­
diler kafile kafile îslâm’a giriyor. Edirne Hahambajşısı
Angiroslo Kohen, bu gidişle, bütün Yahudi ceıhaatinin
ihtida edeceği ve Yahudilerin en kuvvetli merkezlerin­
den birinin sönüp gideceği endişesine kapılıyor. Yine
rivayetler arasında, Kohen’in, şehrin ayak takımını pa­
ra ile kandırdığı, Mehmet Efendi’nin (Sabatay Sevi)
evi etrafında, onunla alay ©der sözler söylettiği ve bu du­
rum karşısında onun Edirne’yi terketmek zorunda kaldı­
ğı yer alıyor. Bu durumdan usanan Mehmet Efendi’nin,
müsaade alarak, kayınbiraderi Yakup Çelebi (Müslü­
man adı) ile Selânik’e gidip, orada da bir kısım Yahu-
diyi Müslüman ettiği ve diğer Müslüman olmayan Y a ­
hudilerin ise bunlarla mücadeleye giriştiği; bu duru­
mun iki sene gibi bir süre devam ettiği ve oradan Ül-

2G1 Bkz. Prof. Abraham Ga!c\nt6, Le? Juifs des İzmir, 252; Hayrullah
Örs, Musa ve Yahudilik, 442; Jewis Encyclopedi, XI/225.

368
DÖNMPLEn TARÎHÎ

gün’e gönderildiği lfa.de ediliyor (262). Bu kaynakta Sar


batay’ın Selanik’ten Ülgün’e gönderildiğinin kaydedil­
mesine rağmen, onun, Edirne’den Selânik’e gönderildiği
rivayeti vardır. Ancak, Saray’da iki yıl Müslüman kis­
vesi altında kaldığı (1666- 1068) anlaşılmaktadır. Bu
sırada veya İstanbul’da göz altında bulunduğu zaman
Selânikli ziyaret etmesi ve oradaki Yahudilerle temas
kurması müırîkündür. Gövsa, Mehmet Efendi adını al­
dıktan sonra Edirne ve Selanik’te bulunduğunu (263)
belirtiyor. Son Saat Gazetesi de, Selanik’ten Ülgün’e
sürüldüğünü (264) ifade ediyor.

İstanbul’da göz altında bulunduğu sırada, Müslü-


manhğınm sahte olduğu anlaşıldıktan sonra, Selanik’te
propaganda yapmasına miisaade edilmesi uzak bir ih-
tinaaldir. Vatan Gazetesi, «Mesîh»in İstanbul, İzmir ve
Edirne’deki taraftarlarının Selanik’te toplanmasını is­
tediğini ve bunların ikiyüz aile kadar olduklannı (265)
kaydediyor. Sabatay, Selanik’teki Yahudi kesafetini bi­
liyor ve oraya İsrail'in annesi (*) gözüyle bakıyor. Bun­
dan dolayı o, herhalde, burayı İsrail idealinin başlan­
gıcı ve aynı zamanda, onları böylelikle bir merkezden
idare etmenin daha kolay olacağını düşünmüş oluyor.
Vatan’ın iddia ettiği gibi İstanbul, İzmir ve Edirne’de
tek tük aileler değil, hayli bir taraftarı bulunduğu gö­

262 Bkz. Ziyc? Şakir, «Türkiye Yahudileıri», M illet Mecmuası( 29 Ocak


Î948.
263 İbrahim AlâetVin Gövsa, Sabatay Sevi, 57.
264 Son Sşat Gazetesi, 25 Mayıs 1927.
265 Vatan Gazetesi, 16 Ocak 1924.
* 'Yahudi şair Samuel Usque, Selânik’i İsrail’în annesi olarak vasıf­
landırıyor.

369
SABATAY SEVİ vo MESİHLİĞİ

rülmektedir (266).
M. 1668 Sa.batay Edirne’den İstanbul’a göz hapsine
alınıyor. İslâm'a ihtida edenlerin artmasını bekleyerij
Devlet Yöneticileri, (Mehmet Erendi adı altında) Saba^-
tay Sevi’nin çift taraflı oynadığını, Müslümanlığının,
sahte olduğunu anlıyor ve bağlanan maaşı kesiyor. Son­
ra da, faaliyetten menedereiî, Edirne’den İstanbul’a göz
hapsine gönderiyor. Burada da, bazan Müslüman, ba-
m n Yahudi gibi hareket ederek üç yıl kalıyor (267).

«Bu gizli mezhebin ilk büyükleri Saray hekimlerin­


den Guidon Daniel İsrail ' ) ve Bonafouse ile Ya-
kup’un oğlu Berakyah’tı. Musevî müelliflerince onun bu
hareketi, dinî olmaktan ziyade Padişah’m otoritesine
karşı siyasî bir hareket gibi telâklci olunmakla Muse.
vılere karşı emniyetsizliğin başlangıcı olmuş ve bunun
neticesi olarak Rumlarla Ermenilerin yerlerini almala­
rına sebep olmuştur^ (268).
Mehmet Efendi (Sabatay Sevi), propagandadan
menedilip İstanbul’a alındıktan sonra, faaliyetine de­
vanı ediyor ve Kuruçeşme’de Yahudilerle beraber Me­
zamir okurlarken yakalanıyor (269). Girit seferinden

265 Bkz. Prof. Abraham Galante, Nouveaux Documents Sur S. Sevi,


73; F. N. Hasluk, Chnstîanity and Islâm Uder the Sultans, 11/474;
Meydan Larousse, 111/862; Gershom Scholem, Sabbatai Sevi, İn-
. gilizceye Çev. R. J. Zevvi^VVerblovvsky, 899.
** Sabatay Sevi'rfin taraftarlarından olan Daniel İsrail, İzmir kadıs»
tarafından 1703 yılında şehir dışı ediliyor. 1717 yılında da orada
yaşamış olduğunun anlaşıldığı kaydediliyor. {F. N. Hasluk, Chris-
tianity and Islâm, 11/474.
267 Prof. A. Galante. Les Juifs des İzmir, 252.
268 M. Zeki Pakalın, Osm. Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 1/475.
269 İs. Ans„ 111/647-648; A. Galante, Les Juifs des İzmir, 252.

370
DÖNMELER TARİHİ

dönen Sadrazam Köprülü Ahmet Pa§a, bu durumdan


haberdar ediliyor. Buna öfkelenen Sadrazam, onu,
Kâğıthane’de ikâmete mecbur ediyor. Burada da
taraftarları onu ziyarete geliyor (270), Burada Sa-
batay Sevi’nin Sârâ’dan bir oğlu oluyor ve adım İsmail
Mordehay koyuyor. Nathan'm, onun sünnetli geleceğini
söylemesine rağmen, o, sünnetsiz doğuyor. Sabatay Se­
vi, onu, Yahudi an’ânelerine göre sekizinci günü sün­
net ettiriyor, G. Scholem, oğlunun sünnetine gelenler-
cien anlaşıldığma göre, Sevi’nin ziyaretinin yasaklanma­
klığım (271) kaydediyor. Anlaşıldığı üzere. Sevi, bura-
da, sadece göz hapsinde tutuluyor. Bu durumlarm Sa-
: batayistlerle Yahudiler arasındaki kin duygusunu kö­
rüklediği ve Yahudilerin, Sadrazamdan, onun İstanbul’­
dan uzaklaştınimasmı istedikleri rivayet ediliyor. Aynı
zamanda, onlar, 6.000 kuruşluk yol parasına tedarik ede­
rek Sabatay’a veriyorlar (2'12). Musevîlerin onun, İstan­
bul’dan uzaklaştınlmasım istemelerine sebep; İstanbul
aahamlannın İzmir hahamlarına gönderdikleri beyan­
namedeki görüşleri olsa gerektir, Bü beyanname, Galan-
te’nin «Nouveaux Documents Sur Sabatai Sevi» adlı
eserinin 122 - 123. sahifelerinde yer almaktadır. Bu be­
yanname Sabatay’ın 1666 senesinde ihtida etmesinden
sonra yazılmıştır. Fransızca’dan, Gövsa tarafmdan ter­
cüme edilen bu beyannamenin ilgili kısmanı aynen alı­
yoruz, Burada şöyle deniliyor : «Kral IV. Mehmed’i
takdis ediniz. Çünkü bu günler içinde İsrail için bir se­
lâmet ameliyesi yapmıştır. Ona karşı âsilik etmekle sa­
kın kendinizi bedbahtlığa düşürmeyiniz! Geçen hâdise-

270 Prof. A. Galante, Les Juifs, 253.


271 G ershom Scholem, Sabathai Sevi, 11/708-713 (İbranîce).
272 A, Galante, Les Juifs de İzmir, 253.

,371
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

leri düşünerek en ufak bir hareketle üzerinize büyüt


bir şüphe celbedebileceğinizi ve yalnız kendiniz için de­
ğil yakınlarınız ve bütün mallarınız için de felâkete uğ­
rayabileceğinizi hatırlayınız. Bunları düşünerek o adam
dan (yani Sabatay Sevi’den) uzaklaşınız. Artık onur
adı ağzınızdan çıkmasın!)> (273). Yahudiler bunu, İs­
rail için, bir selâmet araeliyesi olarak görüyorlar. Ya
hudi yazar Galante de; IV. Mehmed’in Musevîleri bü­
yük bir felâketten kurtardığını söyleyerek bu hareke­
tin önlenmesinin Yahudiler için önemini ortaya koyu­
yor. Çünkü bu olay, başta hahamlar olmak üzere, Mu-
sevîleri, gelecekteki zaferlerinin gerçekleşmesine enge]
olabileceği endişesine şevket mistir. Onları Filistin’e gö­
türeceğini iddia eden «Mesîlı^) ihtida ettiğine göre'’ on-
lann kurtuluş günü henüz gelmemiştir. Bunun için Ya-
hudilerin, böyle bâtıl bir dâvanın arkasına düşerek rahat
ve huzurlarından olmayı istemeyecekleri tabiîdir.
A. Galand, 1672 yılı 18 Aralık Pazar gününe ait
hatırasında şöyle diyor : (^Kendisini maruz bıraktıkları
ithamla Yahudilerin Sabbathai^ya hakikaten bir oyun
oynamış olduklarını, fakat bu oyunun muvaffak olma­
ması pek muhtemel bulunduğundan bu kadar şüpheli
bir işe girişmektense dört bin kuruş yerine on bin har­
cayarak onu öldürtmek icap ettiğine hükmettiklerini
Mr. Robiy’den öğrendim. Gerek kaymakam, gerek İs­
tanbul efendisi bu mesele ile alâkalanmayı asla kabul
etmediler ve ancak Bostancıbaşı müdahalede bulun­
du» (274). Bazı kaynakların iddia ettiği gibi Edirne’­
den değil, İstanburdah Ülgün’e gönderilmiş olduğu an-

273 i. A . Gövsa, S. Sevi, 5 1 -5 2 .


274 Antoine GaÜand, İstanbul'a Ait Günlük Hatıralar, 1/212.

372
DÖNMELER TARİHl

Jaşılıyor. Çünkü 1672’r\in son günlerinde sürgün edildi­


ği kaydediliyor (275). 18 Aralık’ta İstanbul hatıraların­
da kendisine yer veriliyor.
Yine Galland’ın 10 Şuba,t gününe ait bir hatırasın­
da, ((Moyse adh Yahudi, Sabatay Sevi’nin 30 günden-
beri Mora’ya sürülmüş bulunduğunu ve Sadrazam’ın
kendisini öldürtmesine ramak kalmış olup bundan, idam
kararını adi bir sürgüne indiren Sultan’ın himayesi sa­
yesinde kurtulduğunu söyledi» (276) demektedir. Her
'4^i hatırasında da, Müslüman olup Mehmet Efendi adı­
nı almasına rağmen, «Sabatay Sevi» olarak geçiyor. De­
mek ki, henüz halk arasında bu isimle biliniyor. Bu du­
rum ve sürgünden sürgüne gönderilmesi de onun ihti­
dasının sahte olduğunu ortaya koyuyor. Bu hatıratta,
Sultamn himayesiyle ölümden kurtulduğu belirtiliyor.
Buna, rağmen bazı kaynaklar, Sârâ’ya âşık olan Vanî
Efendi sayesinde üç defa idamdan kurtulduğunu rivayet
ediyor. Bu iddia ile, din adamlarını töhmet altında bırak;
manın yeni bir şekli görülüyor. Bu kaynaklar (277)
basit bir olayda idam uygulanırken, Sabatay’ın, Mesîh-
î:k hareketine rağmen, idam edilmemesini buna atfet­
meye çalışıyorlar. Halbuki tau, kasıtlı bir iddiadır. Böy­
le bir iddiaya başka bir yerde rastlamıyoruz .
Yahudilerin Sajbatay Sevi’ye hangi gözle baktıklarını
A. Galland’ın 1672 yıh Ocak ayına ait hatıralarından
görelim :
«Bana aşağıdaki İbranîce yazıyı verdiler ve bunun

275 Gcrshom Scholem, Sabethai Sevi, 11/708-713.


276 A. Galand, a.g.e., 11/72.
277 Bkz. Vatan Gazetesi, 16 Ocak 1924; Son Saat Gazetesi, 25 Mayıs
1927.

373
SABATAY SEv/İ ve MESIHLİĞÎ

Elie (Sabatay’m öz kardeşi olabilir) tarafından bir Ya-


hudiye Macaristan’da ve kendisine İbranî harflerini bi­
lip bilmediği sorulup, c da; cevaben bildiğini söylemesi\
üzerine verildiğini söyledi. Bu, Sabatay Sevi hakkında
yazılmıştır». İbranîce metinde her sözün baş harfi al-^
fabe sırasını takip eden yazının tam metni şöyledir ;
(vH ak îk at gelmiştir. Munci Davud, hükümran olan ve
meziyetlerle meziyetsizlikleri kaydeden ruhları ölümün
acılığından kurtarmak maksadını besleyen âdil; kendi­
sine evvelce Rabbi Sabata isnîi verilen Tsebi, adaleti
tatbik ederek hakikati zâhir kılmıştır» (278). Kendisi­
ne bir kurtarıcı nazariyle bakılan S. Sevi de bu isnada
lara lâyık olabilmek için çırpınıyor. Ne var ki bu çır-
l'mışı boşunadır; çünkü ikili rolü ve gerçek gayesi an­
laşılmıştır.
Sabatay Sevi’nin Müslüman olmasından sonra Ya-
Iradiler büyük bir hayal kırıklığına uğruyor ve yakın
bir kurtuluştan ümıtlerirn kesmeye başlıyor. Sayıları
nek azalmış aydın kimseler de teselliyi Tevrat ve Tal-
mud’u incelemekte buluyor (279). Bunun yajıında Sa­
batay Sevi’nin ikili oynaması da kendine güvenle bağ-
/anmış taraftarlarım çıkmaza sokuyor. Onlann bir
kısmı, yeniden İslâm’dan Yahudiliğe dönüyor; bir kıs­
mı Polonya'ya kaçıyor (280). Bundan sonra yapılan İş;
yeni bir «kurtancı»nm geliş zamamnı tesbit etmek olu­
yor.
Müslümanlığının sahte olduğunun iyice anlaşılma­
sına Yahudilerin ricaları. da eklenince Sabatay Sevi,
İstanbul’dan Arnavutluk’taki Ülgün’e (Dulcigno) sür-

278 A. Galand, İstanbul’a Ait Günlük Hatıralar (1672* 1673), r/27.


279 Bkz. H. Örs, Musa ve Yahudilik, 349,
280 Bkz. Gershom Scholem, Sabatai Sevi, 11/708-713 (İbranîce).

374
DÖNMELER TARİHİ

gün ediliyor (281).


M. 1672. Sabatay Sevi Arnavutluk’ta. Bazı kaynak­
lar Berat veya Ülgün (*) demektedir. Bazıları, Ülgün’ün
havası iyi olmadığından, Sevi’nin de hasta olmasından
dolayı Berat’e nakledildiğini ileri sürüyor. Berat, Arna­
vutluk’ta bir yerdir. Ülgün de yine Arnavutluk’ta de-
iliz kenarında bir kasabadır. Fakat ekseri kaynaklar Ül-
g'ün’ü alıyor. Biz de Berat’a göre merkezden daha uzak
olması itibariyle Ülgün’e itibar ettik.
Galante; eski karısı Sârâ’nın Edirne’de olduğunu,
yeni karısı Yoheved (5. karısı) ve kayınpederi Joseph
Plossof ile beraber Arnavutluk’taki Berat’a gönderildi­
ğini; orada küçük bir cemaat oluşturduğunu kaydedi­
yor (282).
Vatan Gazetesi, Mehmet Aziz Efendi adı altında
Ülgün'de ömür geçirdiğini kaydediyor ve devamla §öy-
Ve diyor : «Orada mazisini bilen yoktu. Siyasî saikalar­
la nefyedilmiş, ulemâdan bir zât diye telâkki olunuyor
ve fevkalâde hürmet görüyordu. Bir müddet sonra yal­
nızlıktan sıkıldı. Vaktiyle Selânik’te bulunduğu sırada
Joseph Plossof isminde bir adarmn kızını görmüş ve be-

i’SI Leon Sciaky, Farevvell To Salonica, 120; Vergilius Ferm, Encycio'


pedia of Religion, 706; Seb'lürreşad, X X II1 /1 7 2 .
* Selâhattin Galip; «Belgelerle Türkiye'de Dönmeler ve Dönmeiik»
adlı eserinin 85. sh.de Bağdad ve Ürgüp'de hayat sürdüğünü kay­
dediyor. i. A. Gövsa'nın «Sabatay Sevi» adlı eserinden alındığı
fark ediien: ancak orada «Berat ve Ülgün» denilmesine rağmen
büyük bir hata olarak (ki baskıda da olabilir) «Bağdad ve Ürgüp»
deniliyor. Böyle bir ifadeye hiçbir yerde rastlamadık. Bu Üfgün,
şimdi Arnavutluk’ta «Dulcigno» diye bilinen Adriya denizi kıyısında
bir yerdir.
?.82 Prof. A. Galante. Les Juifs des İzmir, 253.

375
SABATAY sevi ve MESİHLiĞI

ğenmişli. Plossof’a Müslüman olması ve kızını kendim


sine vermesi hakkında haber gönderdi. Plossof, teklifi
kabul ile ailece Müslüman oldu. Kendisi Abdülgafur
Efendi, kızı Aişe Kadın, oğlu Abdullah Yakub Efendi
diye isimlendirildi. Sevi, birçok sene, Ülgün’de Aişe
Kadın’la birlikte sakin bir ha^î'at geçirmiş, nihayet 1676
senesinde (H. 1087) elli yaşmda olduğu halde, vefat et-
miştif (283).
Burada,Vatan Gazetesinin iddiası gerçekten biraz
uzak görünüyor. O zamarıki ulaşım şartlarını da nazar-ı
itibare alırsak bu ifadenin geçersizliği kendiliğinden or­
taya çıkar. Devlet, onu Ülgün’e göndermekle, ziyaretin
azaltılmasını düşünmüştür. Böyle olunca Selânik'de
bulunduğu sırada Safcatay Sevi’nin Yoheved ile evlen­
miş olması ihtimali daha kuvvetli görünüyor. İstanbul’'
dan Ülgün'e, karısı Yoheved (Müslüman adı île Aişe)
\ e yakmlanyla gitmiş olacağı akla daha yakmdır.

Sabatay. burada, 5 seneye yakın bir zaman kaldı.


«Bu müddet esnasmda ya doğrudan doğruya, ' yahut
muhtelif vasıtalarla Mesıhlik propagandasına devam et­
miş ve bilhassa Müslüman kıyafeti altında idame edile­
cek olan yeni zümre itikad ve ibadetlerini tensik etmiş­
tir» (284). Sabatayistliğin temel inanç ve ibadetlerini
ihtiva eden 18 Emri ve mensuplarının riayet edecekleri
bayram günlerinin listesini burada tanzim ettiği riva­
yet ediliyor (Bunların kar’şılaştırmalı listesini ayrı ola­
rak vereceğiz).
Mehmet adı altında Sabatay Sevi, sürgünde oldu­
ğu zaman, Sofya, İstanbul, Selanik ve Edirne’deki ta-

283 Vatan Gazetesi, 16 Ocak 1924.


284 İbrahim Alâettin Gövsa, a.g.e.; 58.

376
DÖNMELER TARİHİ

vaftarlan ile temasım devam ettiriyor; taraftarları da


Müslüman kılığında onu takip ediyor. Berat, Sabatay
taraftarlanmn. haberleşme merkezi rolünü taşıyor. Sa-
muel Pıimo ve Rabbi AbraJrıam Gaon da onun taraftar­
ları arasındadır. PrimO, onu birkaç defa ziyaret ediyor;
lakat bu ziyaret dostâne olmuş olmalı ki; aralarında ge-
çen^ konuşmalar iişa ec^ilmiyor. Sabatay'ın yanına ikinci
s^iyaretleri 1675 yılındadır. Bundan hem S. Primo’nun
ve hem de-Nathan’m bilgileri vardır. Primo, Üsküp’te
iken Sabatay’ın cezbe hallerinden'birinin neticesi olan
bir mesaj alıyor ve kralı g'örmek için yola çıkıyor, Nat­
han’m da, bu sıralardaki ziyaretinde Onu, «depresyon»
halinde gördüğü ileri sürülüyor (285).
Sabatay’ın bizzat kendisi tarafından kaleme ahn-
mış bir eserin olmadığı ileri sürülmesine rağmen onun
Ülgün’deki hayatının son yıllarında yazılmış risale üze­
rinde bir münakaşa vardır. Pratikten çok doktriner ol­
duğu ileri sürülen ve davet üzerine ziyaretine gelen bi­
risinin, «Mystery of the Godhead»! (— = Tanrı’nın Sır­
rı), onun ağzından işitip yazdığmın tahmin edildiği
iieri sürülüyor. Birkaç sayfalık olan bu yazı, «Raza
di Mehemnutha)) olarak Sabatayist literatüründe bili­
nir ki. bu «The Mystery of the Faith» ( — İmanın Sır­
rı) dır. Bunun bir kaç kopyasının olduğu, bu kopyaların
Moskova, Oxförd, New York'da saklandığı belirtilmek­
tedir. Bunlardan bazıları nThe Mystery of the Faith by

285 Bkz. G. Scholem, Sabatai Sevi, Gev. R. J. Werblowesky, 899.

377
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

A MİRA H» ( -'O ( = AMÎRAH’m îmanının Sırrı) şeklin­


dedir (286).
«The Mystery of the Faithi) adlı eserin Ülgün’de
'Dulcigno) iken Sabatay Sevi’nin yanında bulunan bir
üahamın, ondan dııyduklannı yazdığını ileri sürenler
(.'Iduğu gibi; onun bizzat Sabatay Sevi tarafından kale­
me alındığını ileri sürenler de vardır (287). Bu kitap­
çık 1713 yılında Berlin'de <-Te Faith of Alb) ( — Her­
kesin İnancı) şeklinde değişik olarak da yayınlanmış­
tır. Bu eser için Cardoza; bizzat Türk kıyafetine gire­
rek ağzından duyduklarını aynen yazmış olduğunu, fa­
kat Sabatay'ın bizzat kaleme almayıp vaazlarında söy*
lediklerinden ibaret bulvınduğunu ifade ediyor. Bu ese­
rin içindekilerini Sabatay Sevi’nin yamndaki taraftar­
larına yemin ettirerek öğrettiği ileri sürülmesine rağ­
men, Cardoza, yazan nahamın gizli kalacağına dair ye­
min etmediğini ve bunun için de kopya edilmesine mü­
saade ettiğini ifade ediyor (288).
Bu kitapta; Kabbala'daki ölçüler ve sayılarla Tanrı
Sırn’na erişilme ve Sabatay’m Tanrı anlayışı anlatıl­
makta; Tanrı’mn, «İlk Kuvvet» ten yaratılmış bir rub
(yüksek bir ruh) olduğu, Tanrı'nın üstünde başka kuv­

" AMİRAH; taraftarlarınca Sabatay Seviye ünvan olarak verilen


«Rabbimiz ve Kralımız, Majestelerinin adı Yüce olsun» («Our Lord
and Kinçj ’ıis Majesty by exşiited») kelimelerinin İbrani alfabesi*
nin baş harflerinin oluşturduğu bir kelimedir. (Bkz, G. Scholem
A.g.e., 110 Dipnotl. Buradaki Lord kelimesinin İbranîce'de Yahve
anlamına geldiği kaydedilmektedir (Bkz. Dr. A. Çelebi, Yahudilik
174).
286 Bkz. Gershom Scholem, Sabatai Sevi, Çev. R. J. 2ewi VVerblovvsky,
901.
287 Bkz, G. Scholem, a.g.e., 902.
258 Bkz. G. Scholem, a.g.e., 903.

378
DÖNMELER TARİHİ

vet olmadığ] ifade edilmektedir. Bunun tamamen Y a ­


hudi inançlanm yansr+tığı, aralarında hiç bir farkın
olmadığı ve isimsiz olarak yayınlandığında Yahudilerin
Iıepsinin bunu okudukları belirtilmektedir. Ancak isim­
li çıkınca Sabatayistlerin görüşünü yansıttığına ina-
iuldığı için diğer Yahudilerin okumaktan kaçındıkları
da ileri sürülmektedir. Sabatay Sevi’nin Luria’nın Kab-
bala'sı için «İyi bir araba yapmış, fakat üstüne bineni
yok» (yani Tanrı’yı tasvir edememiş olduğunu tenkid
ediyor) diyor, kafasmı karıştırmış olduğu için, onu in­
kâr ediyor ve bunun için de kendisine yeni bir yol arı­
yor (289). Bu kitabın Ülgün’de (Dulcigno) yazılmış ol­
duğunda ititfak ediliyor, 3u, ister bizzat Sabatay Sevi,
isterse başkaları tarafından kaleme alınsın, mahiyeti
itibariyle Sabatay Sevi’nin ^^orüşlerini yansıtmaktadır.
Bu görüşler; Yahudilik esaslanndan ayrı olmayan, Kab-
bala mistisizmine dayanan ve İslâm’la bir ilgisi bulun­
mayan görüşlerdir. Bu fikirleri Sevi, İslâmî bir kisve
altmda iken, «Müshiman» iken beyan ediyor.
M. 1676. Sabatay Sevl’nin son bir gayreti. Sabatay
Sevi, Ülgün’de yaşarken 1676 İlkbaharında kendisine
\)ir cezbe hali geliyor ve acaip hareketler yapmaya baş­
lıyor. Türk idarecilerinin biAİunduğu yere doğru bir yü­
rüyüş yapıyor. Gece yarılan şarkılar söylüyor ve Me-
zamir’den parçalar okuyor. Bu durum, taraftarları ara-
smda, onun «İlâhlığı»na hamlediliyor. Bu haller karşı­
sında öldürülmemesi onun, kutsallığına ve tekrar, za­
manı gelince, geleceğine bağlanıyor. Sabatay Sevi, bu
karışık mizaç içinde iken, Pesah Bayramı geliyor. 1676
Pesah Bayramı (15 Nisan) sonunda son mektubunu ve

289 Bkz. G. Scholem, a.g.e., 11/774-785 (ibranîcesi).

379
SABATAY SEVİ ve MESİMLİĞİ

tieklarasyonunu yazıyor. Bu beyanname niteliğindeki


mektubuyla bütün taraftarîarına hitabediyor. Bu onun
s<l)n dokümanı olması ve onun hâlet-i rûhiyyesini gös­
termesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Bu do­
küman, daha çok, öğretici bir niteliktedir. Rab-
İji Joseph Kohen, Hebran (='=) temsilcisi olarak Sofya’da
bulunduğu zaman, bu mektubu kopya ediyor. Böylece
kaybolmaktan kurtulmasını sağlıyor. Bu mektubun,
kendi elyazması olabileceği tahmin edilen bir kopyası
Kudüs arşivlerinde bulunmaktadır. Mektup, diğer dö-
kümanlardan ayrı bir ihtimama sahiptir. Tahminen
1750 - 60 sıralarında, R. Âbraham Miranda, Selanik’teki
dönme dökümanlannı bir araya getirmiş ve o, kaim bir
kâğıt üzerine yapıştırılarak -özel İhtimamla- muhafa­
za edilmiş bu mektuptan bahsetmektedir (290).
Bu mektuba göre, Pesah festivalinin bittiği gece,
Sabatay, tunçtan bir yjlan yaparak bir sırık üzerine ko­
yuyor. Burada Sabatay açîkça Hz. Musa rolü oynamak
istiyor (291). Çünkü; Musa İsrail kabilesini Mısır’dan
çıkarınca, onlar, aç-susuz kaldıklarında isyan ediyor.
Tanrı da oniann üzerine yılanları salıyor ve yılanlar
onları ısırınca Musa’ya; «Suç ettik; çünkü Rabbe ve
sana karşı söyledik; üzerimizden yılanları kaldırsm di­
ye Rabbe yalvar» diyorlar, Rab de Musa’ya, kendine
bir yılan yapmasını, onu bir sırık üzerine koymasını ve
ner ışınlanın ona bakınca/yaşayacağını emrediyor. Mu-

* Hebron; dünyanın eski şehirlerinden biri olup Kudüs'ün 32 !<m.


batısında Ürdün’de bir yerdir. (Sami Öngör, Coğrafya Sözlüğü,
sf. 339).
290 Gershom Scholem, Sabbatai Sevi, Çev. R. J. Zewi VVerbIovvsky,
914-15.
291 Gershom Scholem, a.g.e., 915 .

380
DÖMMELER TARİHİ

f-a da, tunçtan bir yilan'yapıp,'onu bir sırık üzerine ko­


vuyor (292). îşte Musa rolünü oynamak isteyen Saba-
tay da, aynı yola başvuruyor. Aynca Kabbala hesabına
göre «Sevi» ismi, Mcsei (Musa) ile ^tynı mânâya geliyor.
rJ . -Kastein, Sabatay’ın yüzüğü üzerinde kıvrılmış bir
yılan bulunduğunu,’ bu yılanın Mısır sembolüne bir ha­
tırlatma olduğunu ve İbranîce’de (Kabbala hesabına gö­
re) yüanla Mesih’in aynı rakam değerine tekabül ettiği­
n i (293) belirtiyor. Bütün bunlar, Sabatay’ın bu mis-
’ıik hesaplarından halâ medet ummak istediğini gös­
terir.
Sabatay Sevi, Müslüman adı ve kisvesi ile yaşar­
ken, taraftarlarına, Yahudi Kutsal Kitabı’nın «âyet»-
lerinden istifade ederek mektup yazıyor. Yazdığı bu
mektupla kendisine «kutsallık» vermeğe ve «Tanny se­
viyesine yükselmeğe (294'i çalışıyor. Mektupta, •kendi­
sine inanmayanların «ateşo) atılacağına ve elinden on-
lan hiçkimsenin kurtarmayacağına (295) yer veriyor.
Diğer mektupları gibi bu mektubu da Sabatayistlerin
hareketine bir temel teşkil edecektir. Açıkça Tanah’tan
(Ahd-i Atîk) istifade ile yazılan bu mektubun metni
şeyledir :
«Sofya’da bütün iman eden kardeşlerim ve kıymetli
sevgililerim! Sîzler k i Tanrı tarafından kurtuluşa erdi­
rilecek ve sizleri Tann tekrar Sipn’a getirdiğinde onun­
la göz göze geleceksiniz (296). Bakınız size bir melek

292 Bkz. Kitab-ı Mukaddes, Saydar, Bap ; 2 T /5 -1 0 ve Tunçtan ya­


pılmış yılanın kırılması ile ilgili olarak (Bkz. II. Krallar Bap, 18/4).
293 Bkz. Josef Kastein. Sabbatai Zewi. 169-171.
294 Krş. İçin Bkz. Tanah (Ahd-i Atik), İşaya, X!V/14,
295 Krş. İçin Bkz. Tanah, Daniel, 111/15.
296 Krş. İçin Bkz. İşaya, L II/ 8 .

381
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞÎ

(yani haberci) gönderiyoıum (297) ve Mısır’daki ihti­


şamı ye orada gördüğü bazı şeyleri anlatması için bir
haberci gönderiyorum (298). Benim ismimle size ne
söylerse ona UYUNUZ VE SESİNE KULAK VERÎNÎZ;
ona tahrik edici bir tavır takınmayınız (299). Yoksa
Tann’nın hesap günü sizin günahlarınızı affetmeyece­
ğim ve Tanrı dostları göklere yükseltilecek (300) (bu­
rada Sabatay Sevi ima' edilmektedir) ve Tanrı sizi be­
nim ellerimle kurtardı (301) ve benim yanımda başka
Tanrı yoktur. Siz de ona hakîkaten itaat ederseniz ve
söylediğim herşeyi yaparsaıuz (302) o zaman ben ger­
çekten yukarı çıkacak ve sizin hâzinelerinizi doldura­
cağım (303). Tanrı katma çıkan adam böyle söyledi ki
o, semavî arslan ve semavî geyik (*), Yahudiye ve İs­
rail’in takdis ettiği Sabatay Mehmet Sevi» (304).
Sabatay’m Selanik’teki dökümanı konusunda iki
itiraz vardır. Biri, tek yaprak üzerinde iki mektup bu­
lunması ve birincisinin İkincisinden sonra yazılmış ol­
masıdır. Diğeri, imladaki acayipliklerin aynen muhafa­

297 Krş. Bkz. Çıktş, X X Ill/2 0 .


298 Krş. İçin Bl<z. Tekvin X L V /1 3.
299 Krş. Bkz. Çıkış, X X I l l / 2 î .
300 Krş. İçin Bkz. İsaya, V /lç .
301 Kış. Bkz. Daniel, lil/15.
302 Krş. İçin Bkz. Çıkış, X X IU /2 2 .
303 Krş. Bkz. Süleyman Mes. V III/21.
‘ ittihad ve Terakki Cemiyeti’nin meşhur simalarından Niyazi Bey,
«geyik»i, Cenâb-ı Hak tarafından gönderildiği içîn «takdis» edil­
miş, «mukaddes», «yol gösterici», olarak vasıflandırıyor ve «Reh-
ber-i Hürriyet» olarak görüyor (Bkz. Hami Danişmend, 31 Mart
Vakası, İstanbul 1961, sf. 10, 13).
304 Gershom Scholem, Sabbatai Sevi, ibranîceden İngilizceye Çeviren
R. J. Zewi Werblowsky. 915-916.

382
DÖNMELER TARİHİ

za edildiğine dair bil; nötun bulunması ve bu notun


emir kabuledilmesidiî: Başka bir not da, mektubun
başka topluluklara da aktarılmasiyle ilgilidir.
Mütercim, bunun orijinal olma ihtimalinin yaba­
na atılamıyacağını ileri sürmekte ve bu mektubun ilk
defa İ961’de neşredildiğini belirtmektedir (305).
Sabatay Sevi’nin Yahudilik’e bağlılığını isbat ede­
cek bir başka olay da : ölmeden birkaç gün önce, en
yakın olan Arnavutluk - Berat Yahudi cemaatinden. Ey­
lül 1676'da, çok acele olarak, Mukaddes G üller için di­
nî dua kitabı istemesidir (306). Sabatay, o zamanki
mektuplara, «Yahudi ve İsrail’in Allah’ının Mesîhi Sa-
b-atay Sevi» diye imza atıyor ve buradaki Yahudilere
yazdıklarında, Müslüman isnu olan Mehmed'den bah­
setmiyor (307).
Sabatay Sevi’nin kendi el yazması olduğu ilen sü­
rülen mektubu hakkında; aynı yaprak üzerinde iki
mektup olduğu ve birincinin İkinciden sonra yazıldığı
hususunda görüşlerin varolduğunu belirtmiştik. Biz de;
iki mektup olma ihtimali üzerinde duruyor ve birinci­
sinin davetiye niteliğinde, Berat Yahudi cemaatine dinî
dua kitabı istemesiyle ilgili; İkincisinin de Tevrat’tan
sözleri alınmış ve taraftarlarına yazılmış mektubu ola­
bileceği kanaatini taşıyoruz. Çünkü, Berat Yahudi ce­
miyetine yazdığı mektup veya davetiye onun son gün­
lerinde vuku bulmuştur. İkincisi ondan daha önce ya­
zılmıştır.

o05 Bkz. Gershom Scholem, Sabbatai Sevi, 915 (Dipnot).


206 Bkz. Gershom Scholem. a.g.e., 917.
307 Bkz, Gershom Scholem, 917.

383
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

Sabatay Sevi’nin ölümünden oniM gün önce (5 Ey­


lül 1676), Ali isminde biri ile Joseph Kaa:illo, îsak Ha­
ber veya Haber Oheb (ikisinden biri) Ülgün’e, Saba-
lay Sevi’nin yanına gidiyor. Aralarında bir toplantı olu­
yor ve Cardozo (=^), 1682 yılı İlkbaharında, İsak Haber
veya Haber Oheb’le (ikisinden biri) görüştüğünde;
onun Cardozo’ya toplantının sonucunu anlattığından
bahsediliyor. Orada, onlara, kendisine ne kadar bağlı
kalacakları sorulmuş ve Yahudileri kendi evlerine dön^
dürmelerini istemişti (308). İşte bu gün, dinî dua kita­
bının, Sabatay’a, bunlar vasıtasiyle ulaştırılmış olması
ihtimali kuvvetli görülmektedir. Bununla beraber de
gelecekte neler yapılacağı da konuşulmuş olabilir. Bü­
tün, bımları yapan, bu mektupları yazan, Yahudileı^^den
kutsal günleri için dinî dua kitabı isteyen kişiye Müs­
lüman denilmesi düşünülemez. Bu son mektubu, onun
çift rol oynamaya devam ettiğini ve Yahudi Kitabı’na
bağlı kaldığım gösterir. Kendine bağlı olanlara da, ay­
nı tutumu tavsiye eden, onun hatırı için Müslüman
olan ve kurtuluşlarını bunda arayan taraftarlarının
Müslüman - Türk olacaklarına nasıl inanılır? Veya bu
duygularından -zaman aşımı dahi olsa- kurtulacakları­
na ihtimal vermek mümkün müdür?
İşte Sabatay bu şartlar içinde yaşarken, taraftar­
ları da, birçok imansızın olduğunu, günahlar işlendiği­

* Prof. A. Galante, İzmir'de S. Sevi'nin ölümünü anmak için her se­


ne yapılan dinî törenin Cardozo ailesinin koliorından birinin baş-
kânlığmda yapıldığmı ve bLinım 1903 yılı notları arasında ,olduğu­
nu; fakat 1932’de İzmir'i ziyaret ettiğinde bu ailenin İzmir’i ter-
kettiçiini öğrendiğin ibelirtiyor. (Nouveaux, sf. 71, 72). Bahsi ge­
çen İzmirli Cardozo ile buradaki Cardozo’nun aynı şahıs olduğu
kanaatini taşımaktayız.
:^Ü8 Bkz. Scholem, 917-910.

384
DÖNMELEn TARİHİ

ni ve «Mesîhlik Çaği);^ın,' g'elmediğini Tanrı’nın «Me­


sih» e beyan etiğine inanıyor. Onlara göre, Mesîh, ken­
diliğinden, halkının kefaretini çekmek üzere İsmailîle-
lln (yani Müslümanların) yanına gitmiştir. Taraftar­
larından bazıları, Müslüman olan zâtın S. Sevi olmayıp,
onun hayali olduğu husıısımda mubahaseye girişiyor.
Buna mukabil onun daha münasip bir zamanı bekle­
mek üzere göğe çekildiğine inanıyor. Aslında bu, Yahu-
ciilik ile Hıristiyanlık’ın karışımından meydana gelen
Sabatay’m bazı takipçileri tarafından fiilen kabul edi­
len bir görüştür. Onların bu arzuları, sürgünde bile ol­
sa onu takib etmelerinin sebebi, Yahudiler için çektiği
kefaretin mümkün olduğu kadar çabuklaştırılması ga­
yesine matuftur. Yahudiler, İslâm’ı, İslâm için değil,
Yahudiliğin hatırı için kabul ediyor. Daha sonra ihtida
eden Yahudiler ve onların sülbünden gelenler, nesiller
boyu, Sabatay Sevi’nin dönmesini bekliyor ve İslâm
içinde «DÖNME» diye adlandırılan bir «Mezhep» ola­
rak kalıyor. Aslında bu, iki «Mezhep» bırakıyor : Bun­
lardan biri, Yahudilik içinde kaybolmuş (Yahudilik’in
iman esaslarını aynen kabul etmekle beraber, âdetler­
de kısmen bir değişikliğe uğramış) bir «Mezhep»; diğeri,
ne olduğu, bilinmeyen, karışık ve karmaşık, köklerinden
koparılmış, boşlukta bir inanç olan «Dönmelik»dir. Fa­
kat bu boşluk içinde, onlar, onun ümidiyle yaşamışlar­
dı r. Ancak, şu gerçek ki; onım taraftarlarından az da
olsa hayâl kırıklığına uğrayanlar olmuştur. Bir kısmı
da, kızgın ve küskün bir şekilde bu tür mistikcilerin
neyecanlarından uzak olarak, Talmutculann yollarına
dönmüştür.
Çeşitli araştırıcılar, Sabatay’m ne çeşit bir adam
olduğu hususunda karar vermeye çalışıyor. Bazıları onu,

385
SABATAY SEVİ ve MESÎHLİĞİ

saltanat ve ikbâl için, Yahudilerin ihtiyaç ve ümitle­


rinden istifade etmeyi deneyen bir şarlatan olarak gö­
rüyor. Fakat bu, onun hakîki karakterini ortaya koy­
maya yetmez. Bazılan da onu sapık bir tip olarak gös­
teriyor. Asimda o, Kabbala ve diğer mistik eserler üze­
rinde yaptığı çalışmaların kendisi üzerinde bıraktığı te­
sirle, «Mesîh))in şahsiyetinin ihtiyacı olan unsurlaıı
kendisinde görmeye çabalamıştır. Onun, «Paranoya»
veya «Nevropat)) olduğu ileri sürülmüştür. Biz de, her
ikisinin de bir arada onda bulunabildiği kanaatindeyiz.
Gershom Scholem, «Sabatay, son zamanlarında î
dininden dönmüş adamları etrafına toplamıştır; bunun
ruh halini anlamak zorduiD) (309); Josef Eskpa (Joseph
Escapa) da, «Mistik olmakla beraber hırslı insandır.
Ilırslılık da mistikliğin tam tersidlD) (310) diye belirti­
yor.
Kastein, geçmiş zamanın hesaplaşması mahiyetin­
de, Portekiz Yahudi Cemaati’nin Protokol Defteri’ne
kaydedilmiş bir şikayetin eline geçtiğini ve orada, şöyle
yazıldığını kaydediyor (özetle) : Düzenli fakir destekle­
meleri çoğalmıştır. Bu, Yahudi yolculuğunun ve göçü-:
nün sona ereceğinin bir beklentisidir. Bu beklenti so­
nucu olarak fakir desteklemeleri ve bağışlar artmıştır;
takat.bu zaman, günahlarımızdan dolayı, Tanrı Yahudi
halkına şefaat edinceye kadar, uzayıp gidecektir. An­
cak halâ acı çeken ye sükûnetle hesaplaşan daha son­
raki kimseler, Sabatay’ın adına şunu ilâve ederek söy­
lemeyi unutmayacaklar : Jimach Schemo! ( = Lanet
Olsun onun adına!) (311).

309 Gershom Scholem, Sabatai Sevi, ü /7 08 -713 (İbranîce).


:j10 Josef Kastoin, Sabbatai Zewi, 73.
C!İ1 Josef Kastein, Sabbatai Zevvi, 362.

386
DÖNMELER TARÎHj

Fakat, ne olursa olsun, o, sahte Mesîhler içinde sa­


hasında büyük bir tesir bıralcmış ve talihsiz bir nesle,
hiç olmazsa, beş-on yıl ümit've kendilerine güven his­
si vermiş; bir grup için üç s^sır bu ümidi yaşatmaya ve­
sile olmuştur. Ama bunu; hangi şekil altmda yaşatırsa
yaşatsm, yaşatmış ve «SİON» fikrini onların kafasına
koymuştur.
Dr. Herzi de, onun yolundan gitmiştir. Belki, F i­
listin’e dönüşü gerçekleştirenler de, o yoldan hareketle,
başanya ulaşmışlardır.
d) Sabatay S evfn in Ö lüm ü :

M. 17 Eylül 1676. Sabatay Sevi’nin ölümüyle ilgili


olarak çeşitli rivayetler vardır. Bazı kaynaklar, 1675
Eylülü’nde; bazıları 1676 senesinin Güzü’nde veya Ekim
i676’da Ülgün’de öldüğünü kaydediyor (312).
Amerikan Ansiklopedisi’nde, zehirlenerek veya idam
edilerek ölmüş olduğu (313) ileri sürülüyor. Fakat baş­
ka hiç bir kaynakta böyle bir ifadeye rastlanmıyor. Bü­
tün kaynaklar, sebep göstermemekle beraber, Ülgün’de
yalmzlık içinde öldüğünde ittifaJi ediyor. Tarihlerin bir
yıl farketmeşi, Ay yılıyla Milâdî yıl arasındaki farkın he­
saplanmasından gelmiş olması mümkündür. Bazılarının
ölürken 50 yaşında olduğunu belirtmeleri, onun 1676
yjlında ölmüş olması tarihini destekler.
Son Saat Gazetesi de, bir buçuk ay devam eden bir
hastalıktan sonra öldüğünü ifade ediyor. Zaten ölümü-

'sii2 Bkz. A,Galante, Nouveaux. 39; Örs. Musa ve Yahudilik, 441;


Encyc. Britannica, X lX /7 8 7 ; Encyc. de l’Islam, 1/1106; Son Saat
Gazetesi, 25 May)S .1927; İslâm Ansiklopedisi, 111/647.
313 Encyclopedia American, X X lV /7 8 .

387
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

ne bir başka sebep göstermek mümkün olmadığına gö­


re, hastalığı yüzünden ve dolayısiyle eceliyle ölmüş ol­
ması ihtimal dahilindedir.
Sabatay Sevi, son mektubunu yazdıktan birkaç ay
sonra, başarıya ulaşamamanın şuuruna ermiş bir «me­
lankolik» durumıında, Müslüman oluşunun onuncu yı­
lında (16 Eylül 1666), elli yaşım bir-ljci ay geçmişken,
17 Eylül 1676’da Ülgün’de ölmüştür (314),

D — S A B A T A Y S E V r N Î N P R E N S İP L E R İ

Sabatay Sevi’nin getirdiği prensipler iki kısımda


mütalâa edilebilir :
a) Müslüman olmadan önce, b) Müslüman olduk­
tan sonra. Şimdi bunları gözden geçirelim.
a) Sabatay SevVnin Müslüm an Olmadan Önceki
Prensipleri :

Sabatay Sevi, Müslüman olmadan önce belirli pren­


sipler koymamış; ancak Yahudilerin belirli günlerinde
ve bazı âdetlerinde şeklî değişiklikler yapmıştır. Müs­
lüman oluşuna kadar belirli prensipler koymaya lüzum
duymamıştır. Çünkü o, o zamana kadar Yahudi dinine
vc Kıtabı’na göre hareket etmiştir. Bunun yamnda Sa­
batay Sevi’nin ortaya yeni bir inanç sistemi çıkarmak
ve öteki dinlerin külfetlerinden insanları kurtarmak
iddiasiyle de ç ık t ığ ı ileri sürülmektedir. Fakat buna
rağmen, Yahudilikte, bir kaç matem gününü bayrama
çevirmekten başka dikkati çekecek bir değişiklik yap-

C-14 G, Scholem, Sabatai Sevi, Çev, R. J. Zwi Werblowsky, 917-918,

388
DÖNMELER TARİHİ

manuştır (315).
Sabatay Sevi’nin Müslüman olmadan önce ortaya
koyduğu (316) şeklî değişiklikler :
1) Yahudiler arasında «Mâbed))in yıkılışı günü
üJarak bilinen ve matem günü olan 9 Ab’ı «Doğum gü­
nü şerefine» bayrama çeviriyor. Bu günde Hıristiyan-
larla konuşulmamasını emrediyor. Bu gündeki duamn
dâ şöyle olmasını istiyor : «Sen merhamet et, ey Yüce
Tanrı» dedikten sonra şunların da ilâve edilmesini em-
rediyor : Sen bizi diğer milletlerden seçkin kıldın, bizi
sevdin ve bizimle neşelendin, bizi emirlerinle kutlulaş-
tırdırî ve bizi hizmetine çağırdın. Büyüklüğünü ve bü
yük adını aramıza yaydın. Bize Efendimizi (Sabataj)
Sevi kastediliyor) verdin. Senin ilk doğan ve çok sevi­
len oğlun ve S. Sevi için, Mısır’dan dışarı çıkarıldığımız
plnün amsını kutluyoruz». Ondan sonra Tesniye’den
^âyetler» okunmasmı ve Yeremya 31. bâb’a kadar okun-

315 H. Örs, Sabatay Sevi’nîn Şeriatın [Yahudi şeriatının) altını üs­


tüne getirdiğini, kesin olarak yasak olan şeyleri mübah saydığını
İfade ediyor (Musa ve Yahudilik, sf. 4391. Fakat, bazı matem gün'
lerini (oruçları) ve dua sistemi dışında önemli bir değişiklik veya
yenilik yaptığı görülmemektedir.
316 Bkz. Prof. Abraham Galante. Nouveaux Documents Sur S. Sevi,
25, 32, 119- 120; Max 1, Dipnot, Jew s'G o d and History, Ame­
rica 1962, 275-276; MayruÜah Örs, Musa ve Yahudilik, 439;
rika 1962. sf. 275-27G; Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik, sf. 439;
Cevat Rifat Atîlhan, İslâmî Saran Tehlike ve Siyonizm, 35; Ziya
Şakir, «Türkiye Yahudilerl», M illet Mecmuası, 15 Ocak 1948; Josef
Kastein, Sabatai Zewl, 166, 169- 170, 174; Leon Sciaky, Farevvelle
To Salonica, 1 2 0 - 121 ; Doç. Dr. Yaşar Kutluay, İslâm ve Yahudi
Mezhepleri, 208-209; The Jc'A'İs Encyclopedia, X r/222'225; T. H.,
«Dönme», İslâm Ansiklopedisi fİA), 111/646; Türk Ansiklopedisi,
XIV/41; SebilüV-Reşad Mecmuası, XXI11/172.

389
SABATAY SEVİ ve MESÎHLİĞİ

masını emrediyor. Ayrıca her Cumartesi ve bayram


günlerinde okunan «Moussaf» Ek) duadan önce,
Te^i-rat yerine götürülürken, Mezmurlar’dan 95, 91, 9Ş,
1.26 ve 113 -119 sırasma göre okıınmasmı istiyor ve eırıL
rsdiyor. Sabatay Sevi’nin T. ve II. maddede yer alan hû-
öuslara. Müslüman olduktan Konra da riayet ettiği gö­
rülüyor.
2) Kudüs Kalesinin düşme günü olup, matem gün­
leri arasında sayılan IV Temmuz’u bayrama çeviriyor.
Bunu Zekeriya Peygamberin parolası üzerine yapıyor
(Bkz. Zekeriya, 8/18). Yine Kudüs (Yeruşalaym) ku­
şatması ve Yahudiler arasmda matem olarak bilinen
10 Tevrat orucunu, bayrama ve şehevî ziyafetlere dö­
nüştürüyor.
3) Sadece Şabat günü okunması gereken duayı
ner gün okuyor.
4) l^anrı’mn adının her zaman söylenmesini inat­
la yürütüyor ve emrediyor (Bu Tanrı’nm adının yazıl­
dığı gibi söylenmesidir ki; ancak gerçek Mesîh söyliye-
bilecekti).
5) Pesah diye bilinen ve 15 Nisan’a tesadüf eden,
8 gün süren «Hamursuz Bayramlında, kendi yağında
pişirilmiş kuzuyu arkadaşlarıyla yiyor. Bu, kanunu ih-
faldır. Bu ihlâlden sonra şöyle dua ediyor : «Yasakla­
nanları tekrar veren Tanrı’ya şükrolsun».
6) Hemen hemen bütün havralarda Sabatay Se-
vi'nin isminin baş harfleri (S.S.) yazılıyor. Dualarına
şu ilâve yapılıyor : «Yakub’un Allah’ının Mesîhi, Lor­
dumuz ve Kralımız, kutsal ve dürüst Sabatay Sevi’yi
koru». Birçok dua kitabında Sabatay Sevi’nin resini,
kral Davld (Hz. Davud) ile beraber bastırılıyor.
390
DÖNMELER TARİHİ

7) Hamburg’ta (Batı Almanya), şûra tarafından,


yalnız Cumartesi değil. Pazartesi ve Perşembe günleri
de S. Sevi için dua edilmesi âdeti getiriliyor ve inan­
mayanlar da, havrada kalıp, «Amin» demeye mecbur
ediliyor.
8) «Si o n» fikrini Yahudiler arasmda sistemli
iıir şekilde oluşturuyor ve İsrairi kurtaracağını, İbranî
dilini eski satvetiyle canlandıracağını ilân ediyor.
Sabatay iŞevi'nin, Sionizm’in gerçekleşmesinde ve
İsrail’in, devlet kurmasında büyük bir yeri olduğu, Le^
vvjs Browne’nin eserinin 251. ve 351, sayfalarında su^
i'Uİan, Yahud-llerin tarihî gelişimlerini gösteren, tablo­
lardan anlaşılmaktadır (317).
9) OsmanlI Sancaklarından biri olan Filistin’i ayır­
mayı plânlıyor.

10) OsmanlI Padişahı (IV. Mehmed) yerine ken­


disinin geçeceğini, dünyayı 38 krallığa ayıracağını ve
kendisinin de «Krallar Krah» olacağını ilân ediyor. Bu
vesileyle havralarda, duadan sonra, Osmanlı Padişahı’-
nm (IV. Mehmed’in) ismini anmak âdetini değiştiri­
yor ve yerine Sabatay Sevi denilmesini emrediyor.
11) Savaşa lüzum kalmaksızın «Yahudi Devleti»-
ni kurup dünyaya hâkim olacağına inanıyor ve taraf­
tarlarını da inandırıyor.
12) Tevrat’ın «Birleşiniz ve Çoğalınız!» emri ge­
reği, 10 yaşında ve hattâ daha küçük yaştaki çocukla­
rın evlendirilmelerini emrediyor. Bu şekilde 700 kadar
çift evlendiriliyor.

317 Bkz. Levvis Browne, 8 tranger Thsn Fiction, New York 1927.

391
SABATAY sevi ve MEStHLiĞl

ö) Sabatay S evfn in Müslüm an Olduktan Sonraki


Prensipleri :

Müslüman oluncaya kadar belirli prensipler ortaya


koymayan Sabatay Sevi, Müslüman olduktan sonrai"
belirli prensipler ortaya koymaya lüzum duymuştur.
Çünkü; o zamana kadar Yahudi din, kitap ve âdetleri
üzerine âmel ediyoıdu, Müslüman olduktan sonra ta­
raftarlarına nasıl hareket edeceklerini ve nelere inana­
caklarım belirtmek için bazı prensipler ortaya koymuş­
tur. Sabatay’ın bu prensipleri «18 EmiD) olarak bilin­
mektedir.
R. Abraham Danon tarafından İbranîce olarak ya>
ymlanan ve Prof. Abraham Galante tarafından Fran-
sızcaya çevrilen bu 18 Emri Türkçe’ye çeviriyoruz:. Türk­
çe'ye çevirirken de, Yahudilik ve İslâm ile ile ilgili kı­
sımları karşılaştırmalı olarak ele alacağız.
Bu «18 Emir» şuhlardır ;
«Sabatay Sevi’nin ismiyle (318) Efendimiz, Kralı­
mız ve Mesîhimiz Sabatay Sevi’nin ‘18 Emri’ şunlardır.
Onun şerefi müzdad olsun. (Bu kısım, Yahudiler’in «On
Emir»in başında yer alan, «Allah bütün bu sözleri söy­
leyip dedi» cümlesine benzer).
1) Birincisi budur ki; Tann’nın birliğine ve ondan
uaşka Tanrı olmadığına ,dair iman muhafaza edilsin.
Onun haricinde hiç bir âmir veya hâkime hamd ü sena
etmeyiniz.
Bu, Musevîliğin temel prensiplerini oluşturan oOn

31B N. Slousch, «les Deuntneh», Revtıe clı.ı Monde Musulman, VI/491.


(Bu kaynak da A. Danon’clan aldığını belirtmektedir. Fakat, Galan*
te, bu ilk kısmı eserine aliT.amıştır).

392
DÖNMELER TARİHİ

Emirdin İkincisi olan «Karşımda başka İlâhların olma­


sın» hükmü ile; Meşe Ben Maymon’un (Maymonides)
koyduğu ve Yahudiler arasmda sadakat prensipleri ola­
rak bilinen 13 preıoslbin İkincisi «Allah birdir ve ondan
başka Allah yoktur» hükmünün birleşimidir (319).
2) İkincisi budur ki; onun Mesîhinin hakiki Mesih
elduğuna, ondan başka halâskâr bulunmadığına, efen­
dimiz, krahmız Sabatay Sevi’nin Davud neslinden gel­
diğine iman edilsin. Şerefi yüce olsun.
Bu hüküm, Kitab-ı Mukaddes’de ifadesini bulan,
J^avud soyundan bir halâskâr geleceğine ve yine Maymo-
nides’in Onikinci prensibi «Allah Mesih (Maşiah) ’I gön­
derecektir ve geciktiği halde yine beklerim» hükmü ge­
reğince konulmuş olmalıdır.
3) Üçüncü şudur ki; ne Tanrı’mn, ne de Mesihi-
liin adına yalan yere yemin edilmesin. Zira Tanrı’nın
ismi Sabatay Sevi’de mündemiçtir. Ona (Sabatay Sevi)
hiç hürmetsizlik edilmemelidir.
Bu hüküm de, «Tanrı’nın ismi Sabatay Sevi’de mün­
demiçtir» ibaresi, İbranîce’de; Tann’nm sıf.atlanndan
biri olan «kadir» mânâsına gelen kelimenin Kabbala
hesabına göre Sabatay Sevi ile müsavi olması yönünde
bir telmih vardır ki, biz onu «Sabatay Sevi)> isminin
menşeini tahkik ettiğimiz zaman anlatmıştık. Yine bu,
On Emrin üçüncüsü olan «Rab Allah’ın ismiyle yalan
yere yemin edilmesin» hükmünden çıkarılmış ve Kab-
hala’ya göre kendi .^smini Tanrı ile bir tuttuğundan ve
kendinin de Mesîhliğine inandığından ikisini bir ve be­

si 9 Ki-, için Bkz. Kitab-ı Mukaddes, Çıkış, 20/3; İbrani Din Bilgisi.
(Özetler) Başhahamlık Yayınları, İstanbul 1969, sf. 18-19; M. H
' Dolapönü, On Emir. Sıralar Basımevi, İst. 1964, sf. 7 -1 3 ,

393
SABATAY SEVİ ve MESÎHLİĞİ

raber mütalaa etmiştir (320).


4) Dördüncüsü şudur ki; Tanrı’nm adı anıldığı
/.aman saygı (ta’zim) gösterildiği gibi, Mesih’in adı anı­
lanca da aynı saygı (ta’zim) gösterilsin. Akranı arasın­
da bilgisiyle mümtaz olan herkese ta’zim edilsin.
Burada, îslâm dinindeki Allah ve Peygamberlere
ix'arşı gösterilen ta’zimi, Tanrı, ve Mesîh (kendisini kas­
tederek) için ikâ etmeyi hedef almış görünüyor.
5) Beşincisi, Mesih’in sırrını anlatmak ve tetkik
etmek için toplantıdan toplantıya gidilsin.
Sabatay’ın Müslüman olması ile çeşitli dedikodular,
rağjzdan ağıza dolaşmağa başlamıştı. Bu dedikoduları
-ki' bunlar, onun gerçek Mesîh olduğunu, Müslüman
oluşunun İlâhî bir tecelli olduğunu v e ,önceden haber
verildiğini v.s..- bilenlerin bilmeyenlere anlatması ve
onun Mesîhliğinirı gerçekliğine taraftarlarını inandır­
ması için bu hükmün te’sis edilmiş olması gerekir.
6) Altmeısı, Sabatayistler arasında katiller bulun­
masın. Hattâ Sabatayistlerden nefret eden diğer mîl-
/etlerden de kimse öldürülmesin.
Bu prensip. On Emrin altıncısı olan «Katletmiye-
çeksin,» hükmünün şerhi şeklindedir.
7) Yedincisi şudur kij Kislev ayının (Yahudi yı­
lının dokuzuncu ayı) on altıncı günü herkes bir evde
toplanarak Mesîh hakkında ve «Mesîhin imanının Sır­
rı» hakkında işittiklerini birbirine anlatsın.
Bu prensip, yukaııdaki beşinci prensiple ilgili ve

320 Krş. İçin •8 l<2 , M. H. Dolapönü, On Emir, sf. 19,

394
DÖNMELER TARİHİ

)nun tamamlayıcısı niteliğindedir. Bu prensipte ayrıca


saman da belirtilmiştir; bu zaman, Sabatay Sevi’nin
Müslüman olduğu 16 Rebiulevvel (16 Eylül) gününe te­
kabül ediyor. Bu toplantı gününde konuşmalar, herhal­
de, Sabatay Sevi'nin Müslümanlığının görünüşten iba*
l'Ol Olduğu ve onun Türk - İslâm kıyal'eti altında ger­
dek Mesîh olduğunun tevatür yoluyla anlatılmasını he-
:îef alıyor olmalıdır.
8) Sekizincisi şudur ki; aralarında zina hüküm
sürmesin. Bu, «Beria^nm bir prensibi olmasına rağmen,
lıilekârlar sebebiyle ihtiyatlı bulunmak lâzımdır.
Galante, bu emirde geçen «Beria» kelimesinin yarat­
mak .ve yaradılış mânâsına geldiğini kaydederek şöyle
diyor : «Bu enür bir taraftan zinayı menederken, diğer
cihetten ona müphem bir şekilde müsaadekâr bulunu­
yor. Sabatay taraftarları uzun zaman izdivaçta komü­
nizmi tatbik ettiler. Emirde bahsedilen bu ‘hilekârlar’
kelimesi ile kastedilenler kimlerdir? ^ize göre (Galan-
te’ye göre), Sabatayistlere ve onların mezheplerine ve
onların izdivaç sırlarına henüz vakıf olmayanlar­
dır» (321). Bir taraftan zina menediliyor; fakat di­
ğer taraftan ona müsaade ediliyor. Burada, kendilerin­
den olmayanlara yasalç, kendi aralarında serbest öldü­
ğü gibi bir anlayış ortaya çıkıyor. Bu hüküm, On Em­
rin yedincisi olan «Zina etmeyeceksin)) prensibi gereği
ve kendi düşünceleri doğrultusunda tefsiri şeklinde ikâ­
me edilmiş olabilir.
9) Dokuzuncusu şudur ki; yalancı şahitlikte bu­
lunulmasın ve kendi yakınına karşı yalan söylenmesin,

c21 Prof. Abraham ' Galante, Nouveaııx Documents Sur S. Sevi, 45


(dipnot).

395
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

kendi aralarında, hattâ Mümin olmayanlar (Sabatayist


olmayanlar kastediliyor olmalı) ^için dahi gammazlık
yapılmasm.
Bu prensip, On Emrin dokuzuncusu olan «Yalan şe-
haılette bulunmayacaksın» hükmünden çıkarılmıştır.
10) Onuncusu şudur ki; hiç kimse sarık imanma
^İslâmiyet’e) inansa dahi zorla sokulmasın. Zira, mü­
cadele üstadlarmın gi'ubuna mensup olanlar' oraya an­
cak kendiliklerinden, kendi kalbi erinin ve iradelerinin
şevkiyle girerler (Burada mücadele üstadlanndan ka­
sıt, zümre şefleri olmalıdır).
Burada, Sabatay Sevi, kendi zahiri ihtidasının
prensiplerinden birini te’sis ediyor.
11) Onbirincisi şudur ki; aralarında kıskançlar ve
kendilerine ait olmayan şeylere göz dikenler bulunma­
sın.
Bu prensip. On Emrin sonuncusu olan «EQç kimse
nin evine, barkına, karısına, hizmetçisine, öküzüne,
eşeğine, velhasıl sana ait olmayan bir şeye göz dikme-
3-eceksin» hükmünden alınmış görünüyor.

12) Onikincisi şudur ki; Kıslev ayının 16’sındaki


bayram, büyük sevinçle ilân edilsin.
Bu prensip, Sabatay Şevi’nin Müslüman olduğu gü­
ne izafetle bayram olarak kutlamyo't. Ona göre, Yahu-
dileri Filistin’e götürmek, için, yeni bir formüldür.. Bu­
tum için de, bu günü, kurtuluşa yaklaşıldığından, bay­
rama tevil ediyor.
13) Onüçüncü şudur ki; birbirine karşı merhamet­
le davranılsın ve kendine yakın olanların arzularına

396
DÖNMELER T A R İH İ,

kendi arzusu imiş gibi gayret gösterilsin.

Bu prensip, İslâm’ın aKendin için istemediğini


Müslüman kardeşin için de isteme» hükmünden hare­
ket edilerek koyulmuş olduğu kanaatindeyim.
14) Ondördüncüsü şudur ki; her gün gizlice Me­
zamir (Hz. Davud’un Mezmur’u) okunsun.
Bu hüküm, Yahudi geleneğinden almmış; fakat
Müslüman göründükleri için bunu gizli yapmaları.tav­
siye edilmiştir. Bu da, bize, Müslüman görünmelerine
rağmen, Yahudilikle bağlarını koparmadıkları ve kopar­
mamaları için de kesin emir verildiğini gösterir.
15) Onbeşincisi şudur ki; her ay, ayın doğuşu tet­
kik ve müşahade olunsun ve ayın yüzünü güneşe çevir­
mesi ve ayla güneşin karşı karşıya, yüzyüze bakışma­
ları için dua edilsin.
Galante; daha önce bir güneş tutulmasını Mesîhî
bir olay olarak yorumladıklarını, Sabâtay’m da. bu em­
riyle o anâneye bir telmih teşkil etmesi ihtimalinin ola­
bileceğini kaydediyor (322), Burada, Sabatay Sevi her
ay diye kayıt koyması, herhalde, nasıl olsa bir gün ay
tutulması vuku bulur, o zaman taraftarları, bu olayı
Mesih’in gelişi ve Sabatay’m mucizesi olarak yorumla­
maları için, olmalıdır.
16) Onaltmcısı şudur ki; Türklerin âdetlerine,
onların gözlerini örtmek maksadiyle dikkat edilsin. Ra­
mazan orucunu tatbik etmek için sıkıntı gösterilmesin
ve aynı şey kurban için de yapılsın. Gözün gördüğü heî

322 Bkz. Prof. A. Galante, Nouveaux Documents Sur S. Sevi 4 5 -4 6


(Dipnot).

397
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

şey ifâ edilsin.


İşte; «Dönmelerin^) dönmediklerini gösteren bu hü­
küm, onlar nazarında sıkı sıkıya muhafaza edilmiş. ve)
Sabatay Sevi’nin ölümünden sonra da yürürlükte kal-
ımştır. Onların gerçekten değil de şeklî bir ihtida yolu­
nu seçtiklerini göstermektedir.
17) Onyedincisi şudur ki; Müslümanlarla nikâh
akt edilmemesi lâzımdır.
18) Onsekizincişi şudur ki; çocukları sünnet et­
mek için itina olunsun. Bu mukaddes milletten haya-
fcizhğı kaldırmak içindir.
Bu Sünnet işi Tevrat’ta yer almaktadır (323). Sa-
batay, kendi oğlunu Yahudi an’ânesine ve Tevrat’ta yer
alan hükme göre sekizinci günü sünnet ettirmiştir. Hal­
buki o, o zaman çoktan Müslüman olmuştur. Burada
sünnet ettirmek için itina olunsundan kasıt; kendi yap­
tığı gibi Yahudiliğe göre yapılsın şeklinde bir tenbihtir,
«Emrettiğim 18 madde bunlardır. İçinizden bazısınm
Beria Kanununa ait olması, gövdenin henüz İsrailoğul-
1arına, şeytandan ve kabilesinde intikam almağa mü­
sait olacalî derecede kuvvetlenmemiş bulunmasından-
dır. O çağda herkes Musevî olacak, artık hiçbir emir
ve nehiy, sevap ve günah kalmayacak ve küçükten bü­
yüğe kadar herkes beni tanıyacaktır. Bana imanı olan
müridlerime şunu da haber vereyim ki; Beriâ (Hilkat)
ve Acilout (Asilut-Sudûr)’a itina etsinler; keşif ve il­
ham zamanına kadar ondan hiçbir şey eksiltmesinler.
Onlar o zaman hayat ağacının altına girecekler ve
İvepsi birer melek olacaklardır. Ezelî irade zamanının

U23 Bkz. Kitab-ı Mukaddes, Çıkış, 12/43-51; Levililer, Bap ; 1 2 /1 -8 .

398
DÖNMELER TARİHİ

bir an evvel girmesine (gelmelşine) taalluk etsin.


Amin» (324).
Sabatay Sevi; «Somıç« bölümünde, İsrailoğulları-
nm düşmanlarmdan intikam alacak duruma gelmedik­
lerini ve o yoida onian şartlandırmayı hedef aldığını;
«fMesîhlik Çağ'i)>mn er-geç g-eleceğini; herkesin o çağda
•Yahudi olacağını ve kendisinin Mesîhliğinin tanma,ca­
ğım empoze ediyor. Ayrıca, kendisine inananlann, o za­
man, melek olacaklarını ve Cennet meyvelerinden yiye­
ceklerini de işaret ederek taraftarlarım kendisine sıkı-
sıkıya bağlamaya çalıştığı görülmektedir.
Sabatay Sevi'nin bu 18 prensibinin On’u, Yahudi-
lerin 10 Emir ve Maimonide’nin 13 prensibinin bazı
maddelerinin karışımı ve tefsirinden ibarettir. Geri ka­
lan 8 prensibin ikisi Müslümanlarla evlenmeme ve on­
ları (Türk- Müslüman) gözlerini örtmek için yapmala­
rım (şeklî ihtida)' tavsiye; altısı da Yahudi köküne da­
yanan âdet ve an’ânelerdir. Müslüman olmasına rağ­
men, İslâmî emirlerden hiç bir hüküm te’sis etmemesi
rnânidârdır.
Sevi’nin bu prensiplerinden hareketle, onun, Yahu­
diliğe dayanan ve İslâm’dan da zahiren istifade eden,
bir «Yahudi mezhebi» te’sis etmiş olduğunu söyleyebi­
liriz. Bu mezheb, Yahudiler arasında bilinen mezheple­
re bir yenisi olarak dahil edilmelidir kanaatindeyiz.

Sevi, 4 4 -4 6 (Bu Onsekiz emrin Fransızcası, buradan tercüme edil­


miştir). N. Slousch, "Les Deunmeiı», Revue du Monde Musulman,
VI/491 -492 (Bu kaynak dü, 18 emri, A. Danon'dan a lm ış . Galante
ile aynı malumatı vermesine r a ğ m e n , çevirmede değişik ifadeler
324 Bkz. Prof. Abraiıam Galanta, Nouveaux Documents Sur Sabatay
kullandıkları görülmüştür).

399
SABATAY SEVİ ve MESÎHLİĞİ

Sabataycılardan, görüş ve iddiaları aynı olan, pek


vok oMesîh))in çıktığı ve bunların sonuncusunun Jacob
(Yakup) Frank (.1728- 1791) olduğu (325) kaydedili­
yor. Türk - Yahudi karışımı olan Polonya’daki aFran-
kist» hareketi Sabatayistliğin devamı olarak •bilinmek­
tedir (326). Jacob Frank, Polonya’da zuhur etmiş, Da-
vid, İsa, Muhammed ve Sabatay Sevi’den sonra «Me-
bîh«in ruhunun kendisinde karar kıldığını iddia etmiş-
lir. Türkiye’de bulunduğu sıralarda tanıdığı Selanik
öabataycılarma uyarak Müslüman olmuş; İznik'te ev­
lenmiş, sonra Polonya’da faaliyetini geliştirmiş, sonun­
da 1759’da kendisi Hıristiyan olduğu gibi, taraftarları­
na da (Sabatay Sevi gibi) aynı şekilde davranmalarım
D i l d i r m iş t ir . H ı r i s t i y a n oluşunun zahirde ve sahte oldu­
ğ u anlaşılarak hapsedilmişse de Polonya’da «Dönme­
ler» in muadili «Frankist»lerin lideri olarak tanınmış­
tır (327). Frank’m dinî merasimleri cinsî sefahat âlem­
leriyle geçmiştir (328).
Siyonizm’in gerçekleşmesi yolunda hayli çalışmaları
olan, OsmanlI împaratorluğu’ndan Filistin’i alma te­
şebbüslerinde bulunan ve bir kısım Yahudilerce «Mesîh»
olarak kabul edilen Dr. Herzi (329) de, Sabatay Sevi’-
rün yolundan gitmiş ve her zaman onun kaderini dü-

fi25 Bkz. Doç. Dr. Yaşar KutluayV İslâm ve Yahudi Mezhepleri, (İYIVl),
209.
'62<a Bkz. Colher’s Encyclopedia, XVI/658.
327 Bkz. Doç. Dr. Yaşar Kutluay, İYM, 309.
328 Bkz. Max I, Dimont, Jewe God and History, (Amerika 1962), 276.
329 Bkz. Doç. Dr. Yaşar Kutluay, Siyonizm ve Türkiye: Abdülhamid'in
Hatıra Defteri; iVI. Rtfki ErdoğdiL ■<Filistin Meselesi ve Cenevre
Konferansı»', Hergün Gazetesi, 26 Temmuz 1977.

400
DÖNMELER TARİHİ

şünmüştür (330).
İşte bütün bu akımların hedefi; Yahudileri bir
yerde toplamak ve onları Kutsal M â bed 'e kavuşturmak­
tır, B u da, 1948 yılında gerçekleştiğine göre, ikinci he-
def (iDünya Hâkimiyetir> fikrini gerçekleştirmeye kalı­
yor ki, o da, onların idealleri arasındadır. Sabatay Se-
vi’nin ölümünden sonra bu hareket, taraftarları ara­
sında devam edip gitmiştir.

E — SA B A T A Y S EVrN İlS ' Ö L Ü M Ü N D E N S O N R A K İ


D Ü R Ü M VE G R U PL A R

a) Sabatay Şevi’den Sonra Takibedilen Yol ve


B ölü nm eler::

Sabatay Sevi’nin ölümünden sonra taraftarlarmdan


ekseriyeti ona bağlı kalmıştır. Taraftarlarının büyük
çoğunluğu Selanik’te yaşamaktadır. Selanik, bir nevi
Sabatayistliğin merkezidir (331). Onun ölümüyle Saba-
tayistlik hareketi son bulmamıştır. Ona inananlara gö­
re Sabatay ölmemiş, sadece, «Dünyadan çekilmiş»tir.
Kabbalacılarm inandıkları «tenasüh», yani ruhlann be­
den değiştirmesi inancına göre Mesîh, Âdem’den bu ya­
na birçok bedenlerden geçmiştir ve buna devam ede­
cektir. Sabataycılar, Âdem’den X IX . yüzyıla kadar, Me­
sih’in ruhunun 18 kalıp değiştirmiş olduğunu kabul et-

330 Bkz. Moshe Menulhin. The Decadence of Judaism İn Our Time.


Ex Posfhon Bonner Book, 284 .
33t Bkz. Grande Larousse, IX/471; Hayrudah Örs. Musa ve Yahudilik,
sf. 442; F. N. Hüsluk, Christianity and İslam Lider the Sultans,
Oxford 1929, 11/474; La Grand Eııcyclopedia, X X l X / 4 ; Meydan
Larousse, 111/862.

401
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞI

»nekteclir (332).
Son Saat Gazetesi, Benî İsrail Tarihi’ni kaynak gös­
tererek şu bilgiyi veriyor : «Aziz Mehmet Efendi ölmüş
değildi. Nâsûttân Lâhuta huruç etmişti. İlk fırsatta el-,
bet semadan nüzul edecekti» (333). Yaşar Kutluay, Sa-
batay Sevi taraftarlarmın görüşleriyle Şiî fırkasmm kol­
lan arasmdaki fikirler arasmda tam bir paralelliğin bu­
lunduğunu, fakat bu münasebetin nerede vaki’ olduğu
hususunda elde dokümanm bulunmadığmı kaydediyor
ve devammda şöyle diyor : «Bilhassa ‘Gulât’ bölümün­
de incelediğimiz Şiî mezheplerinin çoğunda tesbit ettiği-
iTüz ‘Hulûr görüşü ile ‘Tenasüh’ fikrini bir axada mü-
taJâa -etmek lâzimdır. Harbiye, Cenâhiye, Mansûriye ve
benzeri mezheplerde gördüğümüz Allah'm veya Cüz’ü
îlâhî’nin peygamberler veya İmamlara hulûl eden ru­
hu, tenasüh yolu ile birinden diğerine geçmektedir.»
Ayrıca I. Friedlander’den naklen şu bilgiyi veriyor : «Bu
doktrirün bütün müfrit cepheleri ile ve hiç bir değişik­
liğe uğramadan SABATAY SEVİ taraftarlanmn öğretile­
rinde bulunduğu âşikârdır. Dömîie mezhebine göre Me­
sih’in ruhu ulûhiyetin bir parçasıdır. Ulûhiyeti, bede­
nen o temsil eder. Allah, zâtını her ça.ğda mükemmel
bir insanın vücudunda izhar eder, Mesih'in' bu ruhu
kendisini îsa (A.S.) ve Muhammed’de (S.A.S.) temsil
ve izhar etlikten sonra tam ifadesini Sabatay Sevi’de
bulmuştur... Sabatayistlerin kollanmn fikirleri içten
içe, hiç şüphesiz İslâmî menşeli bir doktrin olan Kab-
bala’ya bağlı olmakla beraber, Sabataycılann hulûl na-
zariyesinin Kabbala’dan değil başka kaynakların tesirin-

332 Bkz. Hayruliah Örs, Musa ve Yahudilik, sf. 441 -442.


.333 Son Saat Gazetesi, 26 Mayıs 1,927.

402
DÖNMELER TARİHİ

den geldiğim söylemek gerekire (334) tesiri, îbn-i


Sebe ile İslâmiyet’e giren Yahudi fikirlerinde aramak
yersiz olamaz. îbn Sebe’nin, Hz. Ösman’m katlinde ve
sonra oynadığı oyunları; Hz. Ali’ye isnad edilen ulûhi-
yet vasfı ve bu ulûhiyetin İmamlara intikal fikrinin Se-
öe ile başladığım, başlangıçta bazı kaynaklara göre ver­
miştik. Ancak Şiîlier ile Sabatayistler arasındaki para­
lelliği «etki» ve ^'tepki» meselesi olarak ele almak ye­
rinde olsa gerektir. (Kabbala ve İslâm İlişkilerini o bö­
lümde sunmuştuk). «Bir takım araştırıcılar Şia mezhe-
bince İnanılan ‘Beklenen Meladi’ düşüncesinin de, Ya-
hudilerdeki 'Beklenen Mesîh’ fikrinden alındığını söy­
lüyor« (335).
Gövsa şöyle diyor : «Fakat onun ölümüyle Mesîh
ölmüş değildi. Mensuplan, onu yıllarca ve asırlarca ha­
lifelerinin şahsında yaşattılar. Kendisine inananlar hâ­
lâ deniz veya ırmak kenarlarında ‘Sabatay Sevi, seni
bekliyoruz!’ diye onu çağırmak an’ânesini unutmuyor-
laD) (336): Yahudiler de hâlâ «Mesîh)) i beklemektedir­
ler (337).
Sabatay Sevi’nin sonraki ismi ve lâkabıyla Meh­
met Efendi’nin macerası, ölümü ile son bulmuyor, Se­
lanik’te yerleşmiş bulunan kayın biraderi Abdullah Ya-
kup Çelebi, Sabatay’m hastalığmı duyarak Ülgün’e gi­
diyor, Orada eniştesinin yaşamayacağına kanaat geti­
rerek geri dönüyor. Yakup Çelebi’nin (Josef Querido),
ondan halifeliği almak için gittiği ve o da, ölümünden
önce, halifeliğini vererek cemaatinin kayınbiradedne

334 Doç. Dr, Yaşar Kutluay, İslâm ve Yahudi Mezhepleri, sf., 217-218.
335 Dr. A. Çelebi, Yahudilik, İst. 1978, sf. 216.
336 i. A. Gövsa. Sabalay Sevi, sf. 69.
337 Prof. Dr. Ahmed Çelebi, Mukarenetu’l-Edyan, 1/195.

403
SABATAY SEVİ ve MESİHÜĞİ

(Yakup çeleb) itaat eylemelerini emrettiği rivayet edi­


liyor.
Yakup Çelebi, Ülgün’den Selânik’e tam 42 günde
dönmüş ve yan yolda iken Sabatay Sevi ölmüştür. Bu
İmberi öğrenen Yakub, babası Abdulgafur (Josef Pilos-
BOf ) İle birlikte Arnavutluk - Ülgün’e gitmiş ve Aişe
(Yoheved) kadım alarak geri dönmüştür. (Sabatay'm
bu beşinci karısı Aişe'yi çok sevdiği ve Aişe’nin de ko­
casının ölümünden sonra ağlamakla gözlerinin kör ol­
duğu, sonra açıldığı da rivayet ediliyor). Kocasının sev­
gisine ve inamşlanna çok bağlı olan Aişe’yi taraftarları,
öabatay’ın sadece zahirî değil, bâtını kansı olduğunu
iddia ediyor ve Selanik’te onun etrafında toplanıyor (*);
Bu Aişe (YoheVed) kadın da kardeşi Yakub Çelebi’ye
(Josef Querido) fevkalâdelik vermek için onu mezarın­
dan çıkan Sabatay’dan hâmile kalarak 12 yaşma eriş­
miş bir oğlan boyunda doğurduğu masalım ortaya at­
mış ve bu suretle Sabatay*ın Yakub’a hulûl ettiği inan­
cını yerleştirmek istemiştir (338).
«Bu kadın (Aişe), o devirde dünyada hüküm süren
iMesîh iştiyakı ile Selanik’te oğlunun (öz kardeşi Yakup)
Mesih’in ‘Lâhut’ âleminden tekrar ‘Nâsut’ âlemine in-

" İslâm Ansiklopedisi’nde; «Toplananların çoğu İVlusevî olmakla be­


raber, aralarmda Türklerin ve MakedonyalI diğer unsurların da
bulunduğunu zannettirecek emareler eksik değildir» (T. H. «Dön­
me», i. A, 111/647) denilmektedir. Fakat bu emareler nelerdir?
Bu, açıklanmamaktadır. Oisa olsa, Türk tabiiyetine geçmiş gayr-i
Türk - Müslüman unsurlar olabilir. Bunun dışında gerçek T ürk-M üs­
lüman unsurlara rastlanmamaktadır,
,?38 Bkz; Vatan Gazetesi, 17 Ocak 1924; A. Gövsa, S, Sevi, sf. 70-71;
İslâm Ans.. 111/647; Son Saat Gazetesi, 2 5 -2 6 Mayıs 1927; H.
Örs, Musa ve Yahudilik, 441.

404
DÖNMELER TARİHİ

itkal şekli olduğuna inanan ve ona Allah imiş gibi ta­


pan birçok taraftarlar bulmuştu. Bunlar Jacob Sebi’ye
İspanyolca Querldo (Sevgili) ünvamnı da takmışlardır.
Hepsinin bir M u sevi adı bulunmakla beraber, daima
Müslüman adlan ile çağırılan ve hemen hemen tama-
miyle İspanyol muhaciri Yahudilerden müteşekkil bu­
lunan hu cemaat, Cumartesi ateş tutmak müstesna ol­
mak üzere, bazı Musevî ibadet ve âyinlerine sadık kal­
mışlar...» (339). Zaten Selanik’te ziyadesiyle nazar-ı
dikkati: celbeden ve hayli yekûn teşkil eden bu «Dön­
meler», bir başa ihtiyaç duymuşlardır. Yakup Çelebi
Selanik'te, Sabatay’a ait evde kabilenin ileri gelenleri­
ni toplayıp, Sabatay Sevi’nin onu halife tayin eden
mektubunu göstermiştir. Evde toplananlar : Mustafa
Çelebi, Abdullah, Abdulgafur, Derviş, İsak Çelebi ve
Mehmet Ağa. Aişe Kadının ona atfettiği (kendi nazar­
larında) kutsiyete ve Sabatay’ın ona halifeliği verdiği-
hi ileri sürdüğü mektuba göre o cemaatin lideridir. Sa­
batay gibi kendi halifeliğini destekleyen bir de mucize
göstermeyi planlamıştır. Sabatay’la beraber Müslüman
olup, Sabatay’m inancmı Museviler arasında yaymaya
çalışan Mahmut Çelebi’nin Selânik’e geldiğini öğrenmiş
ı^e onu yanına çağırmıştır. Rivayete göre, ona, bir ko­
yun ve kuzu meselesini anlatmıştır. Yakup da evinde
istihareye yatmış ve bütün taraftarlarına haber vermiş­
tir. Bütün cemaat, Yakub'un evinde toplanmış ve Ya­
kup onlara, istiharesinin neticesini söylemiştir. O ara­
da Mehmet Çelebi arkasında kuzulu bir koyunla gelmiş;

339 T. H., «Dönme», İslâm Ansiklopedtsi, 111/647.

405
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞÎ

herkes, şaşırmış ve Yakub'un ermişliğine karar kılmış­


tır. Yakup, koyunu azat ettirmiş, ve kuzuyu kızarttır-
mıştır (*). Oyun, Sabatay’ın «Ölü Diriltmesi» gibi gü-
:^el oynanmıştır (340). Yakup böylece Selânik dönme­
lerinin lideri olmuştur.
Tahminen M. -1683. Selanik’te «DönmeJik)) esasla-
:*mm tesbiti ve yayılışı.
Halifelik meselesinden sonra, nasıl hareket edecek­
leri fikri ortaya çıkıyor. Bu iki fikirdir : 1 — Musevili­
ğe (Yahudiliğe) geri dönmek, 2 ■ Bulundukları şekil­
de devam (Müslüman görünmek, fakat Museviliği bı­
rakmamak); Museviliğe avdet etmeyi tehlikeli görüyor­
lar. Bir kısmı birinci görüşü, bir kısmı da ikinci görüşü
destekliyor. Museviliğe avdet etme görüşü ağır bası-
yorsa da, Padişah’m gazabına uğramaktan. korkuyoıv
lar (341). Bundan dolayı Safcatay’m yolunda yürünme­
sini isteyen Yakup Çelebi, ileri gelen arkadaşlariyle is-,
Lişare ederek, bu yolda uyulacak esasları şöyle tesbit
ediyor : 1 — Her kabile reisi öğle ve ikindi namazlanm
çarşı ve pazar yerlerinde kalabalıkla kılacak. 2 — Hac
mevsiminde hali vakti yerinde olan üç-beş kişi hacca
gidecek. 3 — Mevlid merasimlerinde cami ve tekkeler
Mehmet Aziz (Sabatay) Efendi'nin cemaatiyle dolacak.

Son Saat Gazetesi. «Her sene Msart’ın 22 sinde Kuzu Yeme âdeti’,
nin evveice olduğu gibi teyid ediliyorsa da halihazırda bu hurafe-
lerin mievcud olmaması zanh-i galiptir» diyor ve bu Kuzu Yeme
1087/1676 senesi İVIart ayının 22, gününe tesadüf ettiğini kayde­
diyor (26 Mayıs 1927). 22 M art’ta Kuzu Yeme, Dönme âdetleri
arasında bugüne kadar geldiği çeşitli kaynaklarda zikrediliyor; Ay­
rıca bu âdetin yaşadığını ve sadece ayın 22'sinde yenildiğini Ka-
rakaş-Zade Rüştü de itiraf ediyor.
340 Son Saat Gazetesi, 25 - 26 Mayıs 1927.
341 Bkz. Son Saat Gazetesi, 26 Mayıs 1927; I. A. Gövsa, Sabatay
Sevi, sf. 72,

406
dönm eler TARİHİ

i Cenazelerde Selânik caddelerini \y.treten tekbirler


^■etirilecek (*). Böylece, Müslüman cemaatinin mühte-
'j.i taifesi hakkındaki su-i zânlan az zamanda çok menfa­
atle giderilecektir (342). Çünkü o zaman Selanik’teki ha­
lis Müslümanlar, bir türlü sır alamadıkları «Dönmeler»
taifesinden hoşlanmıyor. Bunlan ne Müslüman, ne de
yahudi olarjak kabul etmek istiyorlar. Çünkü S, Sevi’-
rıin oluşturduğu bu fırka, o zaman, normal düşünen
bir insanın içinden çıkacağı gibi değildir. Selanik’te
200 - 300 aile kadar olan bu zümrenin, orada bulunan
halis Müslümanlardan ayrı yaşamalarmı «Bir Tarih
IVlüdekkîki)) şöyle belirtiyor ; «Sevi, dünya yüzünden
gittikten sOnra iki yüz, ailelik gurubu büsbütün şaşkın
vaziyete düştü. Gurubu bir arada tutan kuvvet dahilî
tesanütten ziyade haricî tazyikti. Selânik’in her unsu-
luna mensup ahalisi' bu küçük kütleye husûmet husu­
sunda, ittifak etmişlerdi. Muhitten gelen husûmet şaş-
km fertleri az çok birbirine yakmlaştırarak harice kar­
şı yekpare bir halde tutuyordu. Etrafındaki âlemle küt­
le halinde İçtimaî münasebetlere girişmeye imkân mü­
sait değildi. Bunan neticesi olarak gurup dahilinde iz­
divaç bir an'âne haiini aldı ki X VII. asır hurafelerinin
bugüne kadar devam edebilmesine başlıca sebeb budur.
Valnız dahilde izdivaç eden (Antropolojik tâbiriyle Endo-
gamik) iptidaî kabileler arasında ne gibi bir hayat mev­
cutsa Selanik’teki kabileler arasında da öyle bir hayat

* H. Örs, bu konuda şöyle görüş ileri sürüyor ; «Bu sırada olupbi-


tenler üzerinde ele hiçbir belge geçmemiştir. Belki de bunlar
yangında yanmış, ya da ortadan kaldırılmıştır. Bilinen sadece Yo-
sof (Abdülgafur), aynı ^»iledcn Salonho Florentin ve Mesîh’in ka­
lıbı sayılan Kerido’nı/n önderliğinde, bütün Sabataycılann Müslü­
man olduklarıdır (1683) (Bak. Musa ve Yahudilik, sf. 442-443).
342 Bkz, Son Saat Gazetesi, 26 Mayıs 1927.

407
SA8ATAY SPVİ vç M ESİHtlĞI

İnkişaf etmiştir» (343) .


Bu tefrika, dönmelerin diğer gumplardan -özellik-
Je Türk ve Müslümaniardan- ayrı bulunmasını; onlara
karşı haricî bir husûmet hissinin tesirine bağlıyor. Hal­
buki bunlar, Sabatay Sevi’njn emirlerine bağlı, g'örü-
irüşte Müslüman oldukları İçin yerli Müslümanlar, bun­
ların tutum ve davranışlarına akıl erdiremiyor. Bu züm­
re daima kendi aralanndalâ tesanüdden dolayı karşı-
smdakilerin dikkatini çekiyor. Böyle bir durum olmasa
idi, onlara husûmet duymalarına bir sebep olmazdı.
İzdivaç hususu da, yine S. Sevi’nin 18 maddelik emir­
namesinin onyedinci maddesinin hükmüdür. O mad­
de, Müslümanlarla evlenmeyi yasaklıyor. Onlar gusüle
de uymamalarından dolayı, Selanik Müslümanları, se­
nelerdir beraber yaşadıklan bu insanların Müslümanlı­
ğından birşey anlamıyor; içlerinde Türkçe konuşamn
olmadığı ve İbranîce konuştukları için de onlara kızıyor.
Son Saat Gazetesi, Yakup Çelebi’nin tesbit ettiği
esaslar üzerine şöyle devam ediyor : «Hem bu haller
hususî itikadlerine tesir edemezdi. İsteyen Mehmet
Efendi’nin evamirine (18 emrine) pek güzel mütâbaat
edebilirdi (tabi olabilirdi). Yakup Çelebi ile meşveret
meclisinin verdiği karara uymayan 3 - 5 aile İzmir’e göç
etmiş. Aziz (Sabatay Sevi) Efendi kabilesi tahminen 274
aileden ibaret kalmış. Evlenmeler bir esasa bağlanmış,
kadınlara eşit haklar yenimiş. Mirası Islâm’a göre de­
ğil, Mehmet Aziz’in (Sabatay) kavlince olacak. Bu du­
ruma Mustafa Çelebi kızıyor ve dc^rudan Museviliğe
avdet etmeyi istiyordu. Cemaat şaşkın halde, içende
başka, dışarıda başka olmaik onlara zor geliyor. Onun

343 Vatan Gazetesi, 17 Kanunîsânî (Ocak) 1924.

408
DÖNMCLER TARİHİ

İçin Museviliğe avdet etmek istiyprlaj:^) (344). Vatan


Gazetesi, Sabatay’ın Yakub’a tabi olunmasına ve ahvâ­
le intizar edilmesine dair mektubu ile kabilenin idare­
sini eline aldığını kaydediyor ve şöyle diycr : «Sabatay
Sevi’nin yerine kaim olduğunu, onun iddia ettiği haki­
katlerin yakında tezahür edeceğini, bunu bekleyenlerin
pekâlâ mertebeler kazanacaklarmı, Musevîlerin uyduk­
ları 613 emre tabi olma mecburiyeti olmadığını, Din-i
îslâm üzerine hareket edileceğini, fakat bir takım ta­
rihî hatıralara müstenid ‘Eyyâm-ı Mahsusa» = (Özel
Günler) te'sis olunacağın: kabile efradına ilân etti».
Vatan, ayrıca, Yakub bu hareketiyle Sevi’nin «âlem-
ısümûl» ve tecavüzkâr Mcvsîhlik hareketinin bir damla
halindeki enkazını, bir nevi gizli cemiyet haline koy­
muş olduğunu; fakat bu cemiyetin vaziyetinin sabit ol­
madığını ve tesadüfi surette bir araya gelmiş bir kitle
içinde yeni bir hayat kurmanın lâzım geldiğini (345)
kaydediyor. Vatan’ın iddia ettiği gibi, Sabatay Sevi ha­
reketi bir enkaz haline gelmemiş ve bütün canlılığıyla
devam etmiştir. Bunu îslâmî bir kalıba büründürerek
yaymıştır. Onu gizli bir cemiyet haline Yakup Çelebi
getirmemiş; o, Sabatay’m yazdıkları ve 18 emri içinde
yer almıştır. Yakup Çelebi ve ondan sonra gelenler de
onun fikirleri istikametinde hareket etmişlerdir. Bun^
lan tesadüfi bir araya gelmiş bir kitle olarak görmek
gerçeklerle bağdaşmaz Tesadüfi bir kitle olabilmesi
için aralarında hiç bir bağın bulunmaması lâzımdır.
Halbuki bunlar, inanç ve ideal uğruna bir araya gel­
miş ve Mesih’in liderliğinde kurtuluşa ulaşmak istemiş­
lerdir. Onun fikirlerini de isteyerek kabul etmiş ve Se-

344 Son Saat Gazetesi, 2 5 -2 6 Mayıs 1927.


345 Vatan Gazetesi, 17 Kanunisânî (Ocak) 1924.

409
s AB ATA Y SEVİ ve M ESİH LİĞİ

lânik’i merkez ittihaz etmişlerdir. Böyle bir topluluk


t.e&^adüfî bir kitle olamaz.
((YakubUik’de gizli bir mezhep ve tarikat niteliği gö-
rülüyordu. Bu mezhep kendi adamları arasmda bile sır
gibi gidiyordu. Bu gurupta topluluk sırlarını Öğrenmek
hakkı evlenmekle başlıyordu. Halbuki Osman Baba
(11. ci) ve İbrahim Ağa (III. çü gurup) guruplarjnda
çocuklara, 13 yaşına geldikleri zanıan inançlar, ibadet­
ler ve dinî törenler öğretilirdi^t (346).
Yakap Çelebi, cemaatin inanış ve âyinlerini yeni­
den düzene koymuş; fakat, ihtiyatlı olmak için, Müslü­
man âdetlerine riayeti lüzumlu’saymıştır, içlerinden bir
Kismı, Müslüman âdetlerine fazla bağlı kahnmasına kar-
:>ı çıkmıştır. Gerek bu mesele ve gerekse reislik mese­
lesi yüzünden aralannda şiddetli bir ihtilâf başlamış^
tır (1689).
1689. Sabatayistlerin İkiye ayniması. Yakub’un ra­
kipleri arasında, ilk istişare toplantısında bulunmuş
olan Mustafa Çelebi vardır. O, hâkimiyeti kendi eline
almak için fırsat kollamaktadır. Mustafa Çelebi’nin or­
saya çıkmasına ve cemaatin ikiye ayrılmasına şu iki
(jlaydan biri sebep gösterilmektedir : 1 — Bir adam di­
ğerinden bir sahtiyân (cilalanmış deri) satın almış, bir
nîüddet sonra beğenmeyerek iade, etmek istemiştir. Di­
ğeri malını geri almaya razı olm.amı§tır. Bu mesele bü­
yümüş; lehde ve aleyhte olanlar toplanmıştır. İhtilâfı,
halletmek için cemaatin reisi Yakup Çelebi’ye başvu-
i'iümuştür. O da şu hükmü yermiştir. «Mademki mal sa­
tılırken muhayyerlik şartı mevcut değildi ve malda hı-
yâr-ı ayb yoktur, iadesi lâzım gelmez», Dâvâcı bu hük­

346 Türk Ansiklopedisi, X1V/4I.

410
DÖNMELER TARİHİ

me razı olmamış; Mustal’a Çelebi ile 'Abdullah Çelebi


ele dâvâcı taraflarını tahrik etmiştii^,, .^öylece muhalif­
ler, Yakub’a karşı çıkılma fırsatı bulmuş ve gizli planlar
yapmaya başlamışır (347). 2 - - Bölünmeye sebep ola­
rak gösterilen ikinci görüş de, bir talâk meselesidir. Ka­
rısından ihanet gören bir Sabatayist, Yakub’a müracaat
ederek boşanma karan îstemiştir. Yakup, talâk’m şid­
detle aleyhinde olduğundan, izin vermemiş ; Mustafa
Çelebi de lehinde bulunarak izin verilmesini istemiş-
tjr (348).
Son Saat Gazetesi bu görüşe tamamen zıt bir gö­
rüş ileri sürüyor. Tefrikanın yazan, bu bilgileri, hangi
tarihte tab edildiği anlaşılmayan, başı-sonu belirsiz,
Jiayıtlan eskirmiş, yıpranmış, kendi yanında bulunan,
İ295/1878 - 13Ü2/1884 yıllan arasında Selanik ve Mısır’- .
da tabedilmiş olabilecek bir risalede görmüş olduğunu
ilacle ediyor. O. bilgi şöyledir : Yakup Çelebi’ye karısı
tarafından aldatılan ve bunu isbat eden bir <fDönme)> ge­
lir. Karar vermek için meciis toplanır ve kan - koca hu-
^:ura çıkarılır. Karı çek güzeldir. Erkek ağlıyor, fakat
Babatayistlikte boşanma yoktur; ama, kendilerinden ol­
mayan bir erkeğe tırnaklarını bile göstermek yasakken,
kendilerinden olmayan birisiyle buluşması, onları dü­
şündürüyor. Mademki üıtida etmiştir zora katlanması
lâzımdır. İslâm’da almak da, bıra.kmak da Allah’ın em*
ridir. Şikâyetçi de çoktan Müslüman olmuş ve
îvlehmed Efendi’nin husûsi emirlerîne riayet etmekte­
dir. Kadın huzura çıkartılır : «Aziz Efendi’nin başı için))
aiye yemin ettirilir. Kadın başını öne eğer. Şahitler de
dinlenir. Yakup Çelebi, boşanmalarına karar verir. Bu-

••547 Bkz. Vatan Gazetesi, 17 Ocak 1924.


348 Bfe. I. A. Gövsa, Sabalay Scvi, 72.

411
SADATAY SEVİ ve MESiHLİĞI

nun üzerine Mustafa Çelebi ortaya atılır : — Bre Çelebi,


senin ettiğin ne mânâdır! Rabdan korkun yok mu se­
nin. Aziz Efendi kavl-i şerifi hilâfına hareket etmek cü­
retini nefsinde mi bulursun? Hangi delille talâka em­
rettin? Yakup Çelebi cevap veriyor ; Aziz Mehmet
Efendi (R.A.) Hz.leri (*) gerçi talakı nehye ve
ana uyanı asî buyurmuş olduğu malumdur. Lâkin pak
olanlara talâkı yasak etmiştir. Yoksa pak olmayanlan,
elbette, kasdetmemiştir. Ijâzım gelen şudur : Bu hatu­
nu zevcinden ayırıp, şu andan itibaren birleşmeye-
]er (349). Buradan, Sabatay Sevi’nin hususî (yani gizli)
emirleri olduğu anlaşıhyor ve bu emirlere uyulması is­
teniyor. Ayrıca Sabatay her ne suretle olursa olsun ta­
lâkı menetmesi, ahlâksızlığa göz yumduğunu işaret
eder. Burada, «Encyclopedie de I’İslâm» (**) görüşlerin­
den hareketle. Son Saat’in verdiği Yakup Çelebi’nin ta­
lâk taraftan olduğu fikrini diğerlerinden daha kavî
görüyoruz.
Bir gece Yakub’un evinde bütün cemaat toplanı­
yor. Kaynakların bazısı birincinin, bazısı İkincinin ko.
nuşulduğunu kaydediyor. Biz, talâk meselesini daha
uygun buluyoruz. Çünkü; bölünmeye sebep olacak
önemli bir gerekçe ancak bu talâk olabilir. Öbürünün

* Sabatay Sevi, bu Azizliği nereden alıyor? Bu ifade ele geçen bel­


gede mi, yoksa vazür tarafından mı kullanılmış olduğu meçhul.
Ama kim kullanırca kullansın, ona hâlâ yüce duygularla bağlı olan
bir gurubun, onu ne gözle gördüklerini ortaya koyar,
349 Son Saat Gazetesi, 27 Mayıs 1927.
Isak Luria'nm «Kabbaia»sındaki, bir koca karısında cazibeltk bU’
lamazsa: bir başkasını seçme hakkına sahip olduğu görüşünden
hareketle Sabatay ve Yakup taraftarları sayısız evlenme ve bO'
sanmalar sebep oluyor cskz, Encyclopedie de l'lslâm, 1/1106).
1106).

41 2
DÖNMELER TARİHl

t)ir gerekçe olması ve bu mesele için hayli bir taraftar


toplaması daha zordur. Her ikisinirK^aym mecliste konu
edilmesi de mümkündür. Toplanar! cemaat huzurunda,
bu meselede, Mustafa ile Yaku;^ Çelebi arasında bir
münakaşa çıkıyor. Mustafa Çelebi ayağa kalkıyor ve
«Beni sevenler benimle beraber gelir» diyerek oradan
ayrılıyor. Ekseriyeti teşkil eden taraftarları da beraber
gidiyor. Her iki kabile arasında husumet başgöst eriyor.
İki (tarafy fırka arasında en esaslı meseleler de görüş
farkı oluyor. Bunun için, birleştirme yoluna gidenler
olmasına rağmen, muvaffak olunamıyor. Böylece Saba-
tay Sevl’nin ölümünden 13 sene sonra, 1689’da, kabile
ikiye ayrılıyor. Yakub’a sadık kalan ve 43 aile kadar
olan zümreye Yakubîler veya Hamdi Beyler (Selânık’te
belediye başkanlığı yapmıştır) ; Mustafa Çelebi’nin pe­
şinden gidenlere «Rarakaşlar, Mü’minler, On yollular ve
Osman Baba» Grubu (Partisi) adı verilmiştir (350).
b) D ön m e Gruplar :

ha) Yakubîler veya Haradi Beyler :

Mustafa Çelebi’nin ayrılmasından sonra Yakub’a


bağlı kalanlara, «Yakubîler)) adı verilir. Daha sonra,
ounlara, Selanik’te belediye başkanlığı yapmış olan
Wamdi Bey’e nisbetle, «Hamdi Beyler» denilmiştir. Ya-
kubiler, «gözle görülen ibadet ve âdet» hususunda Müs­
lüman anânelerine daha çok riayet ederler. Diğerleri ile
asıl farkları bu noktadadır. 43 ailelik gizli «Tarikat»
içinde bir takım iç sınıflar teşekkül etmiştir. Yakubî
cemaati «Ağniya» (Zenginler) ve «Zuafâ» (Fakirler) di­
ye iki gruba bölünmüş; İçtimaî eşitsizlik üzerine bina
edilen bu taksim bile iki asır devam edebilmiş ve ara-

S50 Vatan Gazetesi, 17 Ocak 1924; İ. A. Gövsa, Sabatay Sevi, 72-73.

413
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

lannda mücadeleler uyandırmıştır. İki sınıf arasında iz­


divaç olmadığı bile rivayet edilmektedir.
Bu zümrenin efradı; asırlarca kendi âleminde, mu­
hafazakâr bir şekilde hayat geçirmiş ve ticarete istidad
göstermemiştir. Büyük bir ekseriyeti memuriyete heves
etmiş ve memur olanlar arasında sonralai'i tersane emi,-
ni. sürre emini (maliye görevlisi) , saray ve şehir kethü.
dasî (kâhya) gibi yüksek mevkilere çıkanlar çok olmuş­
tur.
Bu grup, bütün yeniliklere karşıdır. Bundan dolayı
1883 -1884 yılı gençliği buna karşı cephe almış; o züm­
reye ait bir aileden doğmaktan utanç duymuş: ve isyan
etmiştir. OnJar, 1884 yılında çıkardıkları «Gonca-i Edep»
Mecmuasında, Sabatay Sevi’yi bir şarlatan olarak ni­
telemişlerdir. Bu genç grup, şiddetli yenilik taraftarı
olarak görünmüştür.
1884 yılından önce yabancı dilde tahsile müsaade
etmeyen Yakubîler (Hamdı Beyler), daha şonralan mü­
saade etmiştir. Bnnun yanında tedricî olarak tahsile izin
verilmiştir. Önce hukuk ve mülkiyeye; arkasından ec­
za cüık ve baytarlığa; daha sonra tıbba müsaade edil­
miştir. Ancak bir müddet Avrupa’da tahsile muhalefet
olmuştur (351).
Bunlar, Selânik^'te birbirine bitişik ve birinden diğe­
rine kolaylıkla geçilebilen ,'evlerde yaşıyor. Bu cemaat
ferdlerinin evlerinin birinde, yeşil abajuırlu lâmbalann
Kayıf ışığı ile aydınlatılmış gizli toplantı yerleri vardn’.
('Kab) (kahal) denilen bu yerlerde «Peyyetân» adı veri­
len dinî liderler tarafından dualar okunuyor ye «Ab-Bet-

351 Vatan Gazetesi, 20 Ocak 1924.

414
DÖNMELER TARİHİ

Uin» denilen reisler taralından vaaz ediliyor. Bu vaazlar,


bilhassa Tevrat ve Zobar’dan çıkarılıyor ve Sabatay’ın
tebcili ile neticelendiriJiycr; Sabata's^^ıri (Mesîh) ve Ya-
kup Queridon'un <(ümmet)) lerini kurtaracakları inancı
üzerinde İsrar olunduğu gibi, umumiyet itibariyle iyili­
ğe, hayra ve fukaraya yardıma teşvik olunuyor.. Bu teş­
viklerin neticesinde, ekserisi, çalışıp zarûret ve ihtiyaç
derdinden kurtulmuş bir halde yaşayan cemaat fertle­
ri, kendi aralarında fakirlere iş buluyor veya çalışma­
yanlara ise doğrudan doğruya yardım, ediyor (352).
Bunlar, hususî kıyafetlere haizdirler. Bütün erkek­
ler saçlarını ustura ile tıraş ettirir. Ökçeli ayakkabı
giymek yasaktır. Ökçeli ayakkabı giyenlerin, ökçeleri
kabile reisi tarafından kırılır.'Bunların kıyafetleri, hu­
susî âdetleri ve gizli âyinleri halk arasında dikkati çe­
ker ve dedikoduya sebep olur (353).
Bu kabilenin izdivaç ile kazanılan Sabatayistlik sır­
larına riayetkârlıklarını Vatan Gazetesi’nden aynen ve­
riyoruz :
«Zaten kabîlenin gizli hayatı izdivaç edenlere mah­
sûs bir nevî ‘Masonluk’ esrarı mahiyetinde idi. Çocuk­
ların terbiyesine hiçbir tesiri yoktu. Tamamiyle Türk,
Müslüman terbiyesi görerek büyüyen bir çocuk, etrafın­
da bir esrar perdesi görüp veya mektebdeki arkadaşla­
rından bir şeyler işitip, evinde sualler sormağa başladığı
•izaman kat’i surette red cevabı alırdı. ‘Sizin gizli bir
reisiniz varmış, gizli âdetleriniz varmış...’ gibi sözler
söyleyen bir çocuk tekdir edilir. ‘Reis ne demektir, reis

352 Son Saat Gazetesi, 25 Mayts 1927; T. H. «Dönme», İA. 111/647.


353 i. A. Gövsa, Sabatay Sevi, ,72-73.

415
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

cienince mahkeme reisi, belediye reisi anlaşılır. Onlar­


dan başka reis diye bir şey bilmiyoruz. Giz;li âdet filân
da yoktuır’ tarzmda bir cevaba m aım kalırlardı. İzdivaç
eden adam hafi (gizli) tarikatın esrarını öğrenir. Kabi­
lenin uzvu haline girerdi. Bu suretle ayrılık - gayrılık
nissi sonradan iktisap edilmiş (kazanılmış) arızî bir ma­
hiyette kalırdı» (354).
Bu tefrikanın yazan, izdivaçtan sonra öğrenilen
esrarın mahiyetinden bahsetmiyor. Bir «Masonluk»
şeklinde mütalâa edilen ve sadece evlenenledn bileceği
bu esrann çocuklardan saklannaasımn sebebi nedir?
Yine çocuklann etraflarında bir esrar perdesi görmele-
Î.İ, evlerinde sual somialan nasıl izah edilir? Bu, bizi,
gizlilikte bir ayıp vardır yargısına götürür. Çocuklann
böyle bir şeyi öğrenmeleri, ifşaya sebep olurlar endişe­
sinden gelmez mi? Gövsa, bu halin «Kuzu ziyafeti» ve
('Dört gönül bayramı» meselesi ile alâkalı olduğunun
tahmin edilebileceğini ileri sürüyor.
«Yakubilenn hükümet memurluklarında bulunma­
sı, bir kaç defa hükümetin kendileri hakkında şüphe­
lenmesine vesile olmuştur. Tahkikat .yapılmasına bile
sebep olan bu vesilelerden biri Hüsnü Paşa’nın valiliği
esnasında geçmiştir» (355). Kabile efradından Kambur
isminde birisi, Selânik eşrafından Abdullah Bey’e
g'izli sırların mahiyetini ve Yakub’un «Saadethâ-
ne» denilen evinin yerini .anlatmıştır. Bu ev, Ya-
kub’un torunları tarafından kabileye terkedilmiştir. Bu
evin köşesinde, Sabatay Sevi ve Yakub’a ait, olan bazı
eşyalar, kıymetli ve mukaddes bir hatıra gibi muhafa­

354 Vatan Gazeteci, «Tarihin Esrarenrjiz Bir Sahifesi», 20 Ocak 1924.


L'55 i. A. Gövsa, Sabatay Sevi, 74.

416
DÖNMELER TARİHİ

za edilmiştir. Abduilah Bey de Kambur’dar^aldığı ma­


lumatı Vali Hüsnü Paşa’ya bildirmiş ve 6srajT.n mey­
dana çıkarılmasmi, bu gizli hususiyetlerin %’ök edilme-
wni istemiştir. Hüsnü Paşa, müracaat üzerine, evi bas­
tırmış, yadigâr olan eşya daha evvel kaldınlrmş oldu­
ğundan, fakat burada birşey bulamamış; evde bekçi
olarak kalan ((Nimetullah Kadın» isimli bir dulu sıkış-
tırtmışsa da bir sır alamanoıştır. Bu hadise, kabileyi da^
ğıtacak yerde bilâkis kuvvetlendirmiştir (356).
Burada insanın aklına ister-istemez şu soru geli­
yor : Bu bir anlaşmalı ihbar mıydı? Hüsnü Paşa’nın
muhafızları arasında bunlardan biri mi vardı? Her iki
ihtimal de akla gelebiliyor. Şöyle ki; kamuoyunda, bun-
İarm gizli hususiyetleri olduğu revaç bulmuş ve gerçek
Müslüman ahalinin bunlara güvenmemelerine sebep
olmuştur. Bu su-i zannı ortadan kaldırabilmek için an­
laşmalı bir ihbara tevessül etmiş olmaları mümkündür.
Böylece «Bakın işte, herhangi gizli bir şey yoktur» de­
yip, zevahiri kurtarma yoluna gidebilmişlerdir.
Hamdi Beyler veya Yakubîler’in erimelerine Mithat
f*a§a’nın yol açtığı rivayet edilmektedir : Mithat Pa­
şa, Selanik’te vali (*) bulunduğu sırada, memurlar ara-
smda başı ustura ile tıraş edilmiş kimseleri görüyor ve
bunun sebebini araştırdıktan sonra; başı tıraşlılann
memur olamıyacaklannı ilân ediyor. Memurlar da bu
emre uyuyor ve saçlarını uzatıyor. Vatan Gazetesi; «İlk

356 Vatan Gazetesi, 20 Ocak 1924.


* Vatan Gazetesi, Mithat Paşa’nın Selanik Valiliğini 1921 olarak al­
mıştır ki, bunun baskı hatası olduğunu tahmin ediyoruz. İ. A.
Gövsa, '1821 olarak gösteriyor ki, o zaman henüz doğmamıştır.
Mithat Paşa 1S22-1384 yıllan arasında yaşamıştır. Mithat Paşa'-
nın Selanik valiliği 1074 yı)(ndad;r.

İV!
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

defa olarak haricî bir tesir, kabilenin dahilî nizam ye


intizamiyle tearuz (zıt ohna) etmiştir.» diyor ve Mit­
hat Paşa’mn, kabilenin ayrı şekildeki mevcudiyeti üze^
nne, akıllıca bir darbe vurduğunu da ilâve ediyor (357).
Mithat Paşa hakkmdaki bazı isnatları önceki sa-
infelerde zikrettik. Fakat, menşei ne olursa olsun,
Dönmelerin kılık-kıyafetlerinde yaptığı değişiklikle o,
onlara en büyük iyiliği yapmıştır. Vatan Gazetesinin de
belirttiği gibi, onun bu hareketi, Dönmeler üzerinde
ekılhca bir darbe kabul edilir. Çünkü, her tarafta bazı
hareket ve giyimleriyle tanınırlarken, o, bu şeklî tanına
ina farklarım ortadan kaldırmıştır,
Böylece, inanmadıkları halde inanır görünen-ger­
çek ihtida etmiş olanlan tenzih ederiz - bir zümre, Türk
ver Müslüman toplumu içine girmiştir. Gövsa ise, ne Hüs­
nü Paşa’mn tazyikinin, ne de Mithat Paşa'nın saç tu­
valetine müdahalesinin Yakubîlerin, (Yakubiliğin) ve
umumiyetle Sabatayistliğin devamına mani olamayaca*
ğmı (358) kaydetmektedir. Aslında onların, Türk - Müs­
lüman görünüşü altında günümüze kadar gelmiş olma,-
tan bu görüşü doğrulamaktadır..
Yakubîlerin İnanç ve Husûsiyetleri :
1) Sabatay Şevi’nin aksine talâk taraftarıdırlar.
2) Mirasta kadına, îslaıniyet’in aksine, yan hak
verilmektedir (Kadm - erkek eşitliği görülüyor).
3) Kendilerinden olmayan erkeklere kadınların tır­
naklarını göstermesi bile yasaktır.
4 ) İslâmî emirlere zahiren uyulması istenmektedir.

557 Bkz. Vatan Gazetesi, 20 Ocak 1924; Galante, Nouveaux Docu-


meııts Sur S. Sevi, 62,
a58 İbrahim Alâettin Gövsa, S. Sevi, 75,

418
DÖNMELER TARİHİ

Yakup Çelebi, örnek olması bakımmdarL, Hac­


ca toile gitmiştir.
5) Mustafa Çelebi kabilesinden a^rı^^rünmek için
kadınların beyaz çar yerine siyah giyinmeleri
emrediyor (Umumî dönme giyimleri : Kadınlar
beyaz çar, sarı mest; erkekler, beyaz keçekülâh
üzerine yeşil sarıktır).
6) Reise büyük bir itaat göstermekte ve kendileri­
ni herkesten ayrı tutmakdadırlar^
7) Sünnet, İslâmî âdet üzerine olmasına rağmen,
reis, kabile âdeti üzre bir dua da okumaktadır
(Sabatay Sevi, kendi oğlunun sünnetini Yahudi
an’ânesi üzerine ve 8. günü yapmıştır. Bu züm­
renin de, bu an’âneye uymuş olması ihtimali
kuvvetlidir).
8) Cemaatin esrarmı öğrenmek, evlenmekle başlar.
9) Cumartesi günleri ateş tutmamak müstesna ol­
mak üzere Yahudi ibâdet ve âyinlerine sadık kal­
mışlardır.
,1Ö) Duaları İbranîce, İspanyolca ve Lâtince yapı­
lır (359).
H. 1102/M. 1690’da Yakup Hacc’a gidiyor. Şabata-
yist cemaatin 1689’da ikiye ayrılmasının akabinde,, İs­
lâm’a uyma hususunda, kabilesine, ilk örnek göstermek
için hacca gitmeye niyet ediyor. Giderken refakatine
de Mustafa Efendi isminde birini alıp yola çıkıyor,
i^akat Mekke'den Medine'ye giderken bir deve altında
kalarak ölüyor, Mustafa Efendi «Hacı» namı ile geri dö­
nüyor. Dönüşünde, kabilesine Yakub’un ölmediğini,
«Kıble» tarafına azimet (gitme, gidiş) etmiş olduğunu

359 Bkz. Son Saat Gezetesi, 2?,-28 Mayıs 1927; Vatan Gazetesi. 19
Ocak 1924; T. H. «Dünıırıe-, İslâm Ansiklopedisi, lli/6 4 7 -6 4 8 .

419
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

bildiriyor. Kabilesi, Hacı Efendi’nin ifadesi veçhile, gü­


nün birinde avdet etmesini bekliyor. Yakub’un oğlu ol­
madığı için { * ) yerine Hacı Mustafa Efendi reis seçili­
yor. Bu reis, Yakub’un bıraktığı noktalan tamamlamak­
la meşgul oluyor. Onun zamanında medrese tahsiline
ehemmiyet veriliyor ve kabile içinden birçok «İslâm âli­
mi» ve edibler yetişmeye başlıyor. Fakat o, Hac’dan Ya­
kub’un bir takım vasiyetlerini getirdiğini söylüyor. Bun­
lar arasında; kendisine hakaret eden Mustafa ve Ab­
dullah Çelebilerle mensuplarma yüz verilmemesi ve on­
larla bir araya gelinmemesi de vardır (360).
(cHaci)) Mustafa Çelebi, Sabatay'la Yakub’un emir­
lerine muhalif olmayan şu emirnameyi hazırlıyor : 1 —
Bir Yakubî erkek saçların'ı kökünden kazuTiak mecbu­
riyetindedir. 2 — Kadınlar saçlarını ince örüklere ayı­
rıp, sekiz - on koldan salıvermelidir. 3 — Muhtaç bir
Yakubî asla dilenemez. Cemaat ya kendisine iş bulur,
ya da zenginlerin yardımı sağlanır. (Sabatay Sevi de
bu görüşleri ileri sürmüştür), 4 — îlâhlaştırma kesin­
likle yasaktır. 5 — Yakubi kadınlar, Müslüman kadın­
lar gibi, nâ-mahremlik şartına uymalıdır. 6 — (Daha
önce konulan, kadınların müsavatım kaldırıyor ve er­
kekler lehine bir düzeltme yapıyor). 7 — Çocukların

Josef Kastein, Yakub ÛLieridon’un Hac'da ölümünden sonra oğlı/


Berahya Mesih'in temsilcisi olduğunu İfade ediyor. fSabatai Zewi,
362), Galante de, Yakub'un oğlu olmadığını, Aişe isminde bîr kızı
bulunduğunu ve «Hanım» diye adlarıdırıldığını, «Damad* diye bi­
linen Hüseyin Efendi adsnda birisiyle evlendiğini kaydediyor. Ay­
rıca, Yakub’un Berahya adında bir oğlunun olduğunun ileri sürül-
düğünü: ancak belki de bunun ölmüş olduğunu söylüyor. (Nou-
veaux, 60).
360 Vatan Gazetesi. 19 Ocak 1924,

420
DÖNMELER TARİHİ

sünnetleri, ancak, reise haber verilmekle mümkündür.


8 — (Cenazeleri bir kaideye bağlamıştır). 9 — Zengin­
ler kesin olarak sadaka vermelidir/^ID\
.1
— Sadaka rast-
■ :y

gele verilmemeli, ancak cemaatın "^muntaçlanna veril­


melidir. 11 — Mum, kurban, para vs., gibi adak işlerde
reise haber verilecek ve reis adağı yerine getirecektir.
12 — (Bir aralık, İslâm dinine son derece riayet edil­
mesini emretmiştir). 13 — Yahudilerden hiç kimse, re­
isin haberi olmadan, kızlannı yabancılarla evlendirmi-
yecektir (361).
Bu evlenme yasağına iki şeyin sebep olduğu ileri
sürülüyor : Biri, Sabatay Sevi’nin (Mehmed Efendi)
o'kabîle halkının haricinde kalan yabancılarla karışma
olmayacak)) yolundaki emri; diğeri, yabancılarla evlene­
cek olan bir Dönmenin, öldüğünde, mirasına yabancılar
nn ortak olması ve böylece malların bölünmesi (362).
Hacı Efendi’den sonra, cemaatın başına, Mehmet
vö İshak Ağa adında iki reis geçiyor. Bunlar, «Zîşan»
(Şerefli) namıyla yâd ediliyor ve Yakub’un vekili sa­
yılıyor. Böylece, mezhebin ortaya çıkmasına Sabatay
Sevi şebep olduğu halde o, ihmal ediliyor ve yerini Ya^
kub alıyor. İshak’tan sonra 15 reis geliyor ve bunlara
sadece «Devletli» ünvanı veriliyor. 12. ci reise kadar, ka­
bilenin sabit bir halde kaldığı ve ondan sonra bir yok-
olmanm başgösterdiği rivayet ediliyor. Aslında bu yok
olma 1924’den sonra ve şeklen olmuştur, Yakubîlerin
reisi küçük bir müstebid hükümdar mahiyetinde oldu­

361 Bkz. Son Saat Gazetesi, 30 Mayıs 1927.


362. Bkz, Ziya Şakir, «Türkiye Yahudileri», 29 Ocak 1948;” Vakit Gaze­
tesi, 9 Kanunisânî (Ocak] 1924, ".Dönme Karakaşzâde Rüştü Bey'lo
Mülakat».

421
SABATAY SEVİ ve V1ESİHLİĞİ '

ğu ve onun emri haricinde bir şey yapılamadığı da zik­


rediliyor. Erkekler için saçlarını tıraş ettirmek, kadınlar
için saçlarını iyice örüklere ayırmak mecburîdir, buna
uymamak cezayı gerektirir. Reis, başına beyaz bir sa­
rık sararak bir hâkim tavn ile oturuyor ve meclisde
bulunanların görüşünü sorarak karar 'veriyor (363).
Yakubîler, IV. Mehmed devrinin sonuna kadar hem
Müslüman, hem de Sabatay Sevi’nin görüşlerine bağlı
kalmıştır. Kabile ihtiyarlarının. Sultan Abdülmecid'in
vefatından 2 sene sonra, 1863’de, gençleri isyana şevket­
miş olduğu rivayet ediliyor. Nihayet Hamdi Bey, Saba­
tay Sevi hurafesine hücum etmiş ve Mesîhlikten kalan
akidesini kökünden sökmeye çalışmıştır.
Hamdı Bey; «Selimiye» mektobini açmış; cem aat ço­
cuklarını bu mektepte yetiştirmeye çalışmış ve, kısa bir
zaman sonra, Yakubîler ismini Hamditaeyler’e çevirmiş­
tir. Bunlar, Balkan ve Umumî Harp’te diğer şehirlere
dağılmış; gittikleri yerlerde de gruplar meydana getir­
miştir. Sabatay'ın, ölümünden 1918 yılına kadar ihtilâf­
lar ve anlaşmazlıklar içinde devam edip gelmişler­
dir (364). Bunların, ticaretten çok, devlet memurlukla,
rina yöneldikleri; sayılarmın 4000 kadar olduğu; reis
olarak direkt Sabatay Sevi ve Yakub’u (Querido) ta-
mdıklan; tesettür taraftan ve yenilik aleyhtarı olduk­
ları ve günümüze kadar yaşadıkları kaydedilmekte­
dir (365).

363 Bkz. Vatan Gazetesi, .19 Ocak 1924.


364 Bkz. Son Saat Gazetesi, 1 Haziran 1927.
S65 Bkz.,T. H. «DönnriS», İA, 111/648-649; Mihrâb Mecmuası, 1924,
sf. 151 (Jean Brunhes ve Camille Va!laux'nın 1921 yılında yayınla
nan «Tarihin Coğrafyası» adlı eserinin 5 9 4-5 96’ncı sahîfelerin-
den naklen vermektedir).

422
DÖNMELER TARİHİ

ö) Karakaşlar (Müminler, Onyollular, Osman Ba­


ha Partisi) :
Bu zümre, 1689’da, Yakup Çele^i’nin gözle görülen
îslâmî hükümlerin yerine getirilr^ıesij/karanna karşı,
riyakârlık yapılmamasmı ve Sabatay Sevi’nin emirle­
rine uyulmasmı isteyerek, ekseriyeti teşkil eden taraf-
tarlariyle, Yakııbîlerden ayrılmış Mustafa Çelebi gru­
budur. Bunlar, Yalmtaîler gibi, iki asır aynı vaziyette
kalmamış, birçok inkılâplar geçirmiştir. Mustafa Çele­
bi, Yakub’dan ayrıldıktan sonra, Sevi'nin ye Yakub’un
ortaya koyduğu esaslardan daha karışık bir t£Lkım hu­
rafeler bulmak lüzumunu hissetmiş ve mensuplarmm
umumî cehaleti, bilhassa mensuplarının her türlü hu­
rafeye gözü bağlı olarak inanmaları, buna imkân hazır­
lamıştır, Mustafa Çelebi, Yahudilik ile Islâm'ın işine ya­
rayan taraflarım alıp, iki tarafın sâliklerini memnun
etmeyi de düşünmüştür.
Taraftarları arasında 1682 yılında Müslüman ol-
mdş Abdurrahman Efendi (Levî Şalom) isminde saf
bir adam vardır. Bunun, 1088/1677 senesinde, yani Sa-
batay Sevi’nin ölümünden tam 9 ay sonra doğan Osv
man isminde bir oğlu bulunmaktadır. Mustafa Çelebi,
Sevi’nin sağlığında, hiç kimseye söylemeyip, yalnız ken­
disine söylediği gizli emirlerden de bahsetmektedir
(Şiîlerin, Hz. Ali’ye isnadı gib i). O, Mesih’in bir gün
tekrar dünyâya geleceğini söylemektedir. Zaten kabile
arasında da Sevi’nin gökten yeryüzüne İneceği inancı
yangındır. Bütün bunlardan istifade edebilmek için o,
Osman’ın annesini vasıta yapıyor. Ona, bir dua öğretiyor
ve bunun üzerine kadın, güya^ bir rüya görüyor. Rü­
yasında; Mesih’i gördüğünü, onun baştan aşağı yeşiller
SABATAY sevi ve MESÎHLİĞİ

>;:iymiş bir vaziyette kendisine yaiklaştığmı ve Osman’ı


kucaklayarak iki yanağından öptüğünü söylüyor. Bu
rüya, Mesih’in Osman ile temsil edileceği görüşüne
destek oluyor. Mustafa Çeleüi, ortaya bir tena­
süh esası çıkarmak için, özenle bu tesadüften fay­
dalanmak istiyor. Böylece Mesih’in, Yakub’a değil de,
Osman Efendd’ye hulûl etiği tezi ortaya atılıyor. Gerek­
çeleri de şudur ; Sabatay Sevi (Mesih) öldüğü zaman
Yakup hayatta idi ve böylece ona hulûl edemezdi. Hal­
buki, Osman Efendi, onun ölümünden tam 9 ay sonra
dünyaya geldi. Bundan dolayı «Mesîh» Abdurrahman
Sfendi’nin sulbünden ana rahmine düştü ve Osman
Efendi’nin vücuduyla tekrar dünyaya geldi.
Mustafa Çelebi'nin bu sözlerine itiraz etmeksizin
inanılmıştır. İşte, K a r a k a ş l a r zümresinin ilk
§efi, sonraları Mesih'i, hattâ tanrısı sayılan Osman
Ağa (*), budur.
M. 1702 tarihinde, yani Yakubîlerin ayrıldığından 13
sene sonra, Mustafa Çelebi, Osman Efendi'yi, Sevi’nin
vekil ve mümessili olarak ilân etmiştir. O zaman, Os­
man Efendi, 25 - 26 yaşlarında, genç bir delikanlıdır.
Osman’ın, güzel kadınları bulunca köşeye sıkıştırdığı,

«Ağaltk» ünvanının kaidınlm ası üzerine S ab atayistler Osm an Ağa’^


ya Osman Oğan dem eye başladıkları ve bu ünvatiın halâ kulla-
nıldığı Yirm i Birinci Kânun 1937 tarihli Cum huriyet G azetesı’nde
neşredilm iş olan şu v e fa t ilânından anlaşılıyor :
«Selanik eşrafından M erhum Emin Lütfi kızı, Recep Osman
Oğan'ın refikası Bayan A liye uzun, azaplı b ir hastalık neticesinde,
Şişman Apartm anının bir numaralı dairesinden saat ikide Ş iş li’de»
ki M atbaa Sokağında v e fa t etm iş ve oradan kaldırılarak Üslaıdar’o
nakil ve aile kabristanına defnolunacaktır. Allah Rahm et Eylesin»
(i. A. Gövsa, Sabatay Sevi, sf. 77, Dipnot).

424
DÖNMtl-ER TARİHİ

kadın ve kızlara sarkıntılık ettiği ve bunlardan zevk


aldığı da rivayetler arasındadır. Zümrenin bütün işle
rini Mustafa Çelebi yapmakta, Osman Efendi ise onun
yazıcılığı dışında başka bir işle uğraşmamaktadır,
/'■

M. 1715. Dönmeler arasmda^biş.^a bir Mesîhlik id ­


diası ortaya çıkmıştır, Mustafa Çelebi, biraz daha ileri
giderek, 1715 yılında, Osman'ın, Sevi gibi, «Mesîh)) oL
duğunu ilân etmiş ve daha sonraları ona tanrılık isnad
edilmiştir. Fakat buna bazı itirazlar oluyor ve itirazcı-
lann başında da İbrahim Ağa adında biri geliyor. O,
Osman’a ancak bir vekil nazariyle bakılabileceğini id­
dia ediyor. Onun Mesîhliğini 13 kişi kabul ediyor, daha
sonra taraftarları tedricen artıyor. Bu durum kabile
arasında 5 sene devam eden ihtilâfı vücuda getiriyor.
Nihayet 1720’de Osman Efendi’nin ölümüyle bu mesele
tad safhaya ulaşıyor. İbrahim Ağa taraftarları, onun
Mesîh olmadığını ileri sürüyor ve buna delil olarak da;
bir Mesih’in ölmemesi, çürüyüp kokmamasınm lâzım
geleceğini ileri sürüyor. Bunun için de mezarının açıl-
masını; eğer bozulmamışsa, kendilerinin de onu Mesîh
alarak tanıyacaklarını teklif eUiyor. Ancak Osman Efen­
di taraftarları buna razı olmuyor. Böylece, daha sonra­
ları «K a p a n c 1 1 a r» diye bilinen İbrahim Ağa
jçrubu Karakaşlar’dan ayrılıyor (1720). Mustafa Çele-
bi’nin te’sis ettiği hurafeler bir buçuk asır devam edi­
yor. Kabile efradı, fakirlik ve cehalet içinde bulunuyor
ve nüfuzlu kişilerin emrine boyun eğiyor. Bu nüfuzlu
Kişiler arasında Ambarcı nâmında biri kabileyi ele ge­
çiriyor ve kabileyi çirkin yollara sevkediyor. Bundan
sonra IG reis geliyor. Meşrutiyet veya ondan sonraki yıl­
larda, Mustafa Çelebi ve Ambarcı’nın hurafâtına karşı
yeni nesil, ayaklanıyor ve İçtimaî münasebetleri ahlâkî

425
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

bir inzibat altına alıyor.


Bu grup, «Feyziye Mektebi)mi açarak, yeni nesle
ciddî bir eğitim vermiş ve iktidarlı bir muallim sımfı
yetiştirmiştir (-). Bunlar arasından esnaflıktan tica­
rete yükselmiş tüccarlar, doktorlar, muallimler, avukat­
lar ve memurlar çıkmıştır. Bunlar İktisadî rabıta saye­
sinde diğer iki gruptan daha uzun yaşamışlardn' (366).
Bu gTup, topluluğun, tanınmış ve hatırı sayılır kişile­
rinden Karakaşlar’a atfedilmiştir.. Bunların iç âyinleri­
ne yabancı unsurlar karıştığı için Kapancılar ( = Pa-
pular), bunlara, ((Onyollularj) ismini takmıştır. Bunla­
rın idaresini, daha sonra. Hafız İbrahim Efendi ele ge-
çirmiş ye ölmeden Sabatay’ın âdetlerini perçinlemiştir.
Bunlardan; harice kız vermemek, kadınlan boşamamak,
«Cemiyet Sandığı»na vergisini vermek şartları bakî kal­
mıştır.
Bu zümrede sırlar, çocuklar, 13 yaşına, gelince ve­
riliyor (367). Bunların tahminen 3500 kişi kadar oldu­
ğu, «Peygamber» olarak Sabatay Sevi’yi ve Osman Ba­
ba adında bir diğerini tanıdıklan ileri sürülüyor (368).
Bunların mübadele yıllarında (1924) yaşadıkları res­
men bilinmektedir. O zaman, okulları ve âdetleriyle bir-;
likte, İstanbul ve Anadolu’nun diğer şehirlerine dağıl­
mışlardır.
&c) K a va n a la r (Papular, İbrahim Ağa Partisi) :

" Türk siyasi hayatının renkli simalarından (Tercüman G azetesi ya­


zarlarından 1909 Selanik doğumlu Osman Kibar, da tahsilini Fey'
ziye M ektebi'nde yapm ıştır (Bkz. «Gazetem iz Yazarı Osman Kibar
vefat etti». Tercüman, 5 M a rt 1986, sf. 13).
366 Bkz. Vatan G azetesi. 21 Ocak 1924: Son Saat G azetesi. 2 7 -3 1
M.'iyıs 1927: İ. A. Gövsa, Sabatay Sevi, sf. 7 6 -7 7 .

426
D O N M E L tR TA nİH İ

Osman Ağa’nın Mesîhliğine karşı çıkarak Ramazan


1720’de Karakaşlardan ayrılmışlardır. Bunlar, Sabatay
Sevi’nin kendi suretinde geleceği ve Osman’ın suretine
g-jrnıeşine hiçbir sebep olmadığı görüşünü ileri sürmüş­
lerdir. Osman’ın «Mesîhw olduğmîa\inanmaları için me­
zarının açılmasını istemişlerdi V^_..önlar da buna razı
olmamıştı. Böylece Sabatayistler, Mesih’lerinin ölümün­
den 44 yıl sonra üç zümreye ayrılmışlardır. Bu ayrıhk-
tan sonra Karakaşlar, bunlara, Yakubîlerin kendilerine
gösterdiği nefret ve husumeti göstermeye başlamışlar­
dır, Hatta İbrahim’in ismini ağızlarına almamak için
onu «P a p u» (*y diye adlandırmışlardır. Bu zümre­
nin bir adının da P a p u l a r olması, buradan gel­
mektedir (369).
Kapancılar, kendileri için yeni hurafeler tesis etme­
ye lüzum görmemiş, Sabatay’dan kalma inanış ve âyin­
lerini muhafaza etmişlerdir, İbrahim Ağa, bir meclis
teşkil etmiş ve kabile işlerini bu meclis yapmıştır. Bun­
lar, yabancı kadınlarla evlenmeyi yasaklamış, «endogar-
mi» şeklim teşvik etmişlerdir. Bunun için erkekler ve­
remli ve sıska yüzlü, kadınlar sinirli ve çelimsiz olma­
ya başlamıştır. İbrahim Ağa’mn ölümü kabileyi sars­
mamış; gittikçe zenginleşmiş ve seneler geçtikçe Kur-
oğulları, Sarrafzedeler, Kapancılar, Bekçi Sami aileleri

367 Son S aat G azetesi, 1 Haziran 1927.


36B T. H. <fDönme», İA, 111/648; M ihrab M ecm uası, 1924, sf, 4 5 2 .
* Papu : İspanyol Yahudicesidir Kendilerinden ayrıldıkları için Ka­
rakaşlar, İbrahim Aga taraftarlannp. bu ismi verm iştir. Bunlar Sa-
batay S e v i’nin prensiplerine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Onun için, es­
kimiş, softa mânâsına gelen bu lâkabı takm ışlardır. Papulardaki
«ler, lar»> eki Türkçe çoğul ekidir.
369 13kz. Vatan Gazetesi, 21 O cak 1924; I, A. Gövsa, Sabatay Sevi,
sf. 77 - 78.

427
SABATAY SEV( vr MCSI'HLİĞİ

gibi aileler ortaya çıkmıştır, 1839 yıllarından I. Dünya


Harbi’nin nihayetine kadar kabile işlerini yoluna koy-
înaya uğraşmışlardır. Tler ne kadar maziyi unutmak is­
temişlerse de bir türlü vSabatay Sevi’nin yolundan ayrı­
lamamışlardır. ileri gitmek istedikçe, anla§ılmayan se­
beplerle, geriye döndükleri rivayet edilmektedir (Bu
almış oldukları terbiyenin bir neticesidir). Son Saat Ga­
zetesi, Avrupa'da tahsil görmüş olup Selânik’e gelen İs­
mail Efendi ve onun arkadaşından aŞemsi E-fendûnin
açtıkları mekteplerde, Sabâtayist çocukların talim ve
terbiyesine çahştıkları, bir banka bile kurdukları (370)
ifade edilmektedir.
«Bir Tarih Müdekkîki»; Kapancılar’ın yabancı dil
öğrenmek ve «garplılaşmak» yolunu tuttuklarmı; tica­
rî hayatta büyük ölçüde başarılı olduklarını; «Terakkî»
isminde bir mektep açarak yeni nesiller yetiştirdikleri­
ni belirtiyor ve bir müddet sonra da dağıldıklarını ileri
sürüyor (371).
Halbuki ((Dönmelik»in günümüze kadar geldiği hu­
susunda kuvvetli deliller vardır. Bu kaynağın, gerekli
malumatı verdikten sonra, İsrarla, bir müd.det sonra
dağılma yolunu tuttuklarmı -her üç kabile için- belirt­
mesine bir mânâ vermek mümkün değildir. Bu, olsa
olsa, suçluluk hissi içinde bir çırpınıştır.
Bend’in tasnifi bunlara,uymamakla beraber, onun
2500 kişi olarak İzmirliler diye belirttiği zümrenin Ka-
pancılar olacağı kanaatindeyim (372). Çünkü, diğer iki
zümrede verdiği vasıflar bizim sunduğumuz tasnife uy­

370 BI^z. Son Saat G azetesi, 1 Haziran 1927.


L^71 Vatan G azetesi, 21 Ocak 1924.
372 Bkz. T. H. «Dönme», İ. A 111/647-648.

428
DÖNMELER TARİHİ

maktadır. Her ne kadar İslâm Ansiklopedisi, o vakit


STakubîler’e, İzmirliier de deniidiğini kaydediyorsa da;
Bend’in tasnifinde Yakubîler yer almıştır. Bu grup aşı-
rı derecede yenilik taraftarıdır. Bunlarda kabile sırları
çocuklara 13 yaşına gelince verilmektedir. «Tarihin Coğ-
rafyasD^ adJı eser de Îamiı^îıl^rin Kapancılar olarak
tanındığını, Sabatay Sevi’yi "^«peygamber» olarak gör­
düklerini, 2500 kişi kadar olduklarını ve İttihad Komi-
tesi’ne büyük oranda intisab etmiş olduklarını belirt­
mektedir (373).
J. T. Bend, Dönmeleri şöyle üç gruba aynmaktadır :
1 — Sabatay Sevi’nin direkt takipçileri olarak bi­
linen ve sayıları 2500 kadar olan İzmirliler.
2 — Sabatay’ın kayınbiraderi Yakup Querido’nun
taraftarı olarak bilinen ve sayılan 4000 kadar olan Ya­
kubîler.
3 :— Kuniosos’lar veya Osman Baha’nın taraftar­
ları. Sayıları 3500 kişidir.
Bu müellife göre, I. zümre sakallarını, II. zümre
başlanm tıraş eder; III. zümre ise sakallannı ve saç­
larını tıraş etmezler.
Danon da «Dönmeleri» şöyle üç gruba ayırmakta­
dır :
1 — Başlarına hususî şekilde bir sarık saran Tar-
puşlular.
2 — Ucu sivri bir pabuç giyen Kavalieros.
3— Kısa ve basık burunları ile tefrik edilen Ko-
niososlar (374).

3 7 3 -Mihı-ab M ecm uası, 1924, sf. 1 5 1 -1 5 3 .


374 Bkz. T. H. «Dönme», İA, 111/648.

429
SABATAY SEVİ vç MESİHLİĞİ

Yaşar Kutluay da söyle bir tasnif yapmaktadır :


1 — İzmirliler. Bunlardan bir topluluk, bugün, İs­
rail’de Ramle’dedir.
2 — Yakubîler. Yakup Querido’yu MesîJı tanıyan^
lardır.
; 3 — Dönmeler. Sabatay’m ihtidasmın samimiyeti­
ne inanmamakla beraber, onun yolundan giderek zahi­
ren Müslüman görünüp, tenhada Yahudi dinine göre
âmel edenlerdir (375).
Bu üç tasnifte de Yakubîler ortaktır. Biz sunduğu­
muz tasnifte Yakubîleri birinci; İzmirliler diye adlandı-
ıılaıi zümrenin Kapancılar (İbrahim Ağa Partisi) ol­
ması gerektiği kanaatine ulaştığımızdan, onları üçün­
cü; «Dönmeler», Kuniosos veya Osman Baba denilen
üçüncü grub, Karakaşlar (veya Osman Baba) izümresi
olmalıdır; onu da ikinci olarak verdik.
Dönmelerden olan Karakaş-zâde Rüştü Bey de on­
ları şöyle tasnif ediyor :
Karakaşlar, Kapancılar, Hamdi Beyler (*). Müla­
kat yapan gazete, Rüştü Bey’in bu gruplar hakkmdaki
tavsiflerini bir kenara bırakıyor; fakat verdiği maluma-

. CÎ75 Bkz, Doç Dr, Yaşar Kutluay, İslâm ve Yahudi M ezhepleri, sf.
2 0 a -2 0 9 .
* Türkiye'de D önm eler hakkında ilk ’ yayın olan, yazar» belH olmayan
«Dönm eler» (İstanbul, 1335- 1919) adir risalede Dönm eler şöyle
üç gruba ayrılm aktadır : Hunyos,, Kuvayros, Sazan (Bkz. Dönm e­
ler, sf. 8). Dr. Abdulvahhab M uhammed el M ısîrî, Dönm elerle i)-
gili olarak yazdığı makalede şöyle bir tasnife yerverm tştir : 1. Ya'-
kubîllye, 2. İzm irliye : a) Kanhatiye (Karakaşlar, Konlyusus), b)
Kapaıicı (A. M , el. M ısîrî, «Yahudu'd Dönme ve'j Yahudu’s Sûd»,
el Kabes, Kuveyt, 3.5.1989, sf. 21).

430
DÖNMELER TARİHİ

ti birleştirerek şu sonuca varıyor : «Bzr kısmı cahildir.


Tam hir. surette Yahudidir, Yahudice dua ederler, m u -
lıajazakârdırlar (K a ra k a şla r). tkinci grup (K ap an ct-
iar) münevverdir. Burafâta pek ehemrniyet vermezler;
fakat hiç Türk unsurlarına karışmak istemezler. Sade­
ce menfaatlerini d ü şü n ü rler^ ^^Pek az kısmı Türklerle
Ihtilât (karışm ıştır) etm işleM irJ â ü tü n dönmeler 15.000
kadardır. Bu üçüncü kısım (Hamdi Beyler, Yakubî-
1er) ancak yüzü bulur» (376).
Dönmelerin ibadet ve itikatları Sabatay Sevi’nin
18 emrine münhasırdır. Bu 18 emrin içinde; Sabatay
Bevi’nin «Mesih» liğine iman, Müslümanlarla İzdivaçtan
kaçınma, Müslüman âdetlerine ve dinî merasimlerine
zâhirî riayet, gizlice Mezamir okuma, kamerî aylann
ilk günlerine dikkat, ve hürmet yer almaktadır. Bunun
dışında Müslümanlarla yaptıkları bayramlardan başka
oniki kadar bayramları vardır. Bu hususî bayram gün­
lerinde, gündüzleri bayram yapılmaz; ancak geceleri
evlerde toplanılarak bayram edilir .Bunun dışında Dön­
meler, Mesîhlerinin öldüğüne asla inanmaz; bilhassa
Yakubîler, her Cumartesi, bir kadını çocukları ile bera­
ber deniz kenarına gönderir, Mesih’i getirecek geminin
gözüküp gözükmediğine baktırır. İhtiyarlar da her sa­
bah ufukta böyle bir gemi arar. Bunun yanında da
Müslümanlar arasına karışarak camiye giderler ve Ra­
mazan’da oruç tutar görünürler; hattâ.arada sirada
hacca gidenleri bile olur. Bunlar, kendilerini hilkatin
sebep ve hikmeti, diğer insanları ise ancak hilkatin ne­
ticesi sayarlar. Cennet’e girmek inhisarı kendilerine ait

376 Bkz. Vakit G azetesi, 9 Kanunisânî (Oca.k3 1924 {Dönme Karakaş-zâ-


de i!e Bir M ülakat).

431
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

ü]up, diğer iyi insanlar ancak Cennet’in parmaklıkları


olabilir; iyi bir Müslüman, tenasüh yolu ile 40 defa
dünyaya gelir ve her gelişinde hayır işlerse, ancak Cen-
net’e girme imtiyazını kazanabilir.
Üç dönme zümresinin aNesl-i Şerif)) denilen en asîl
ailelere mensup birer reisi vardır. Bunlar cemaat ihti­
yarlarının reyleri ile seçilir ve ölünceye kadar orada
kalır. «Bet-Din» denilen reisler tarafından tayin olunan,
nikâh, talâk, doğan çocuğun 8. günü sünnet merasimi,
ölülerin teçhiz ve tekfini, Selanik ve İstanbul’daki hu­
susî mezarlıklara defni, cemaatin iç işlerini ifâsı ruha­
nî reisler tarafından yapılır. Bu ruhani reisler, Tevrat’ı
olduğu gibi, Zohar’ı da ezbere okur. İbranîce ve Yahu­
di îspanyolcasını da mukaddes bir dil gibi öğrenirler.
Dönmeler, Müslümanlardan kız alıp vermedikleri
gibi, kendi aralarında da alıp verme konusunda hassas­
tır. Böylece, Müslümanlardan veya kendilerinden bir
zümreden kız alan «Cemaat» dışı sayılarak «kararmış»
diye anıhr (377).
Camille Vallaux ve Jean Brunhes, 1921 yılında ya-
ymladıklan eserde, Selanik’te bu üç zümrenin yaşa>-
makta olduklarını; kendi aralarında olduğu gibi, hakikî
Müslümanlarla Yahudilerden ayrı ve müstakil bir hal­
de inkişâf ettiklerini (378) kaydediyor.
Müslüman Türklerle evlenme yasağı, Sabatay Se-
vi’nin 17. ci prensibidir. Dönmelerin bu prensibe nasıl sı-

377 BkiJ. T. H. «Dönme», İslâm Ansiklopedisi, 111/649; Türİ< A nsiklo­


pedisi, X IV /4 1 ; iVleydan Larcjusse, 111/862; H ayat Ansiklopedisi,
11/ 1000 .
37B 6kz. M ihrab IVIecmuası, sf. .151,
DÖNMELER TARİHİ

kî sıkıya bağlı kaldıklarını ye bunu Türk - Müslüman-


lara karşı uyguladıklarını Zekeriya Sertel’in kendi ifa­
desinden de anlıyoruz. Z. Sertel, «Hatırladıklarım» adlı
•eserinin «Nasıl Evlendim?^) bölümünde Dönmelerdeki bu
an’âneyi ilk kez, bir «Dönme» kızı olan Sabiha’yı (Ser­
te!) alarak bozduğunu ileri sürüyor. Sertel, Selanik'te
bir kıza talip olduğunu, buıfkızydolayısiyle tanıdığını,
araya .aracıların girmesiyle ^kızın ağabeyisi «dönme»
avukat Celâl Derviş'in kendisiyle bu hususta görüşmek
istediğinden bahisle şöyle devam ediyor :
«Meğer hakkımda bilgi toplamışlar, bir defa benim­
le görüşmeğe ve beni yakından görmeğe karar vermiş­
ler. Çünkü verecekleri karar çok önemliydi. Hattâ ta­
rihî bir nitelik taşıyordu. Kız bir «Dönme» ailesine men­
suptu. Dönmeler, Ortaçağ’da Ispanya’daki engizisyon
zulmünden Osmahlı împaratorluğu'na sığınan ve Sela­
nik’te yerleşen bir avuç Yahudi idi. Bunlar Osmanlı
İmparatorluğu’na döndükten sonra Müslüman olmuşlar­
dı. Dinlerini değiştirmekle beraber, Müslümanlığı da
tam benimsemiş sayılmazlardı...
Çevrelerinden de mukavemet görmüşlerdi. İslâm--
lığın hiç bir kuralına uymazlardı. Namaz kılmaz, oruç
tutmaz, İslâmlarla ve Türklerle kaynaşmazlardı. Bir
kast halinde yaşarlardı. Zeki, çalışkan, becerikli ve se­
vimli insanlardı. Fakat kendi kabuklan içinde yaşar,
Türk topluluğuna girmez, Türklerle kız alıp vermez,
kendi dar varlıklarını öylece sürdürüp giderlerdi. Daha
çok ticaretle uğraşırlardı. Bu nedenle Avrupa ile sıkı
işbirliğine girmişlerdi. Bu durum, onların yaşayışları
üzerinde etkisini gösteriyordu. Kazançları iyi, yaşama
düzeyleri Öteki toplumîannkinden yüksekte Selanik’ten
İstanbul’a göç ettiklerinden sonra da çoğunlukla Nişan­

4SS
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

taşı ve Şişli semtlerine yerleşmiş, yine kendi topluluk


hayatlarını kurmuşlardı. Çocuklarını da Türk okulları­
na yermemiş olmak için Teyziye Lisesi’ ve ‘Şişli Terak­
ki Lisesi’ adında iki okul açmışlardı. Onlar, çocuklannı
resmî okullara göndermez, bu okullarda okuturlardı.
İşte İ3enim evlenmek istediğim kız, bu topluluğa
mensuptu. Ailesi razı olursa, ilk kez bir dönme kızı bir
Türk’le evlenecekti». Bu teşebbüsün ‘İttihat ve Terakki’
Genel Merkez Komitesi tarafından çok olumlu karşılan­
dığı, nikâhda kız tarafını, zamanın başbakanı, İttihat
ve Terakki’nin nüfuzlu adamı Talât Paşçt; oğlan tarafı­
nı, Atatürk’ün Dışişleri Bakanı Tevfik R üştü A r as’va
vekil olarak temsil ettikleri de zikredilmektedir. Ayn-
ca Sertel, Dönmeliğin tarihe karıştığından da bahset­
mektedir (379).
Sertel, hea* ne kadar, kendini Dönmelerden ilk kız
alan Türk olarak gösteriyorsa da; Selanik doğumlu ve
Yahudi asilli bir Dönme oldpğu, Yahudilik dışmdaki din­
lerin düşmanı, Marksist - Sosyalist ve beynelmilelci ol­
duğu; Türkiye’de dinî, maneviyatı, millî kültürü ve ah­
lâkî yönü yıkmak için çahştığı; Dönme olan kansı Sa-
biha Sertel’in de komünist olduğu, bu uğurda hayli ya­
zılar yazdığı ve propaganda yaptığı (380) kaydedilmek­
tedir. Sertel de kendinin Selanik vilâyetine bağlı Us-
turumca’da doğduğunu, ailesinin buraya nereden gel­
diğini bilmediğini; fakat Ortaasya’dan gelmiş Türklerin
özelliklerini gösterdiklerini ifade etmektedir. Sertel, aile­
si hakkında, baba tarafının hacı - hoca olduğunu; ba-

379 Zekeriya S e rte l, H atırladıklanm , Gözlem Yayınları — 13, İst. 1977,


sf. 7 7 -8 1 .
380 Bkz. Prof. Dr. H ikm et Tanyu; Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler,
J/350 - 354.

434
DÖNMELER TARİHİ

bası eve döndüğünde mânâsım anladığını sanmadığı


Kur’ân’ı zevkle okuduğunu, kendisini de küçükken ca­
miye götürüp namaz kıldırıp, oruç tutturduğunu ve bu
ortam içinde büyüdüğünü de kaydetmektedir (381).
Anlaşılacağı gibi SerteFin menşei hakkında bir şey
Böylemek mümkün değildir. Ancak o, Sabiha’yı (Seırtel)
alırken hakkında hayli Araştırma yapıldığını kaydedi­
yor. O güne kadar Mü:^îümân Türklerle karışmayan,
kaynaşmayan «Dönmeler», nasıl oluyor da o anda he­
men hu işe «evet» diyorlar? Bir araştırmadan sonra
'/Evet» demeleri bizi düşündürmektedir. Bunun yanında
nikah şahitleri Talat Paşa'mn Mason olduğu; Tevfik
Rüştü Aras’ın da Türklük’ünün şüpheli olduğu konu-
(Sunda görüşler bulunmaktadır.
Her ne olursa olsun bizce, daha sonraki hayatla­
rındaki tutum, davranış ve yaşayışları önemlidir. Bir
insan yazdıkları, söyledikleri ve savunduklarıyla ne ol­
duğunu ve neye hizmet ettiğini ortaya koyar (382).
Bu üç dönme zümresi son zamanlara kadar devam
ettiği gibi, kendi aralarındalki anlaşmazlıkları da de­
vam etmiş; birinin alışveriş ettiği yerden diğeri yapma­
mış ve hattâ aym yerden alışveriş yapma günah sayıl­
mıştır.
XX. yüzyılın başlangıcında, Dönmeler, geniş Müs­
lüman-Türk topluluğu içinde eriyecekleri korkusuyla,
üç grup arasındaki ayrılığı kaldırmak üzere ciddî teşeb-

381 Bkz. Zekeriya S ertel, a.g.e.. sf, 1 4 -1 7 .


382 Bkz. Z. S ertei, H atırladıklarım ; Z. S e rte l’in çıkardığı gazete, m ec'
mua v e ansiklopediler: Abdi İpekçi'nin Z. S ertel ile m ülakatı, M il'
liy e t G azetesi, 25.4.1977.

435
SABATAY SEVİ ve M ESİH LİGİ

büslere girişmişlerdir. Ancal^ bu teşebbüsün sonucunun


ne olduğu hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz. Her­
halde bu, Cumhuriyet’in ilânından sonra, kendilerini'|
Müslüman - Türk Toplıjmuna uydurduklarından değil/
toplumun onların istediği istikamette değişikliğe uğra­
masından farkedilemez, tesbit edilemez olmuştur.
Dönmeler; ticaret ve sanayi hayatını ellerine ge­
çirdikten başka, tıp, hukuk, mülkiye tahsiline yönel­
miş; İdarî memurluklarda valilik, müsteşarlık; siyasette
mebusluk ve bakanlığa kadar yükselmiş; öğretmenlik
ve gazetecilikte başarılı olmuştur. Basın ye Yayın’ı el­
lerine geçirerek «Batılılaşma Harelçeti))nin, Türkiye’de,
öncülüğünü de yapmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu
döneminde Avrupa’ya tahsile gidenlerin ekseriyetini
bu Dönmeler teşkil etmiştir. Yabancı dillere büyük
ehemmiyet veren Dönmeler, ticaret maksadıyla, sık sık
Avrupa’ya gidip gelmiş; «ilericilik» adı altında yeni fi­
kirler yaymaktan geri durmamıştır. Selânik’te, arala­
rında topladıkları paralarla, v^Feyziye^-i ve vTerahlzu adı
altında lise derecesinde iki okul açmış; Türk-Yunan
mübadelesi sonunda, bu fikirlerini, okullarım ve grup­
larım Anadolu’nun bazı şehirlerine, özellikle İstanbul’a
getii’mişlerdir. Bunlar eğitim ve öğretime büyük bir
ehemmiyet vermiş; hemen hemen, aralarında okur-ya-
5^ar olmayan kimse, kalmamıştır (383).
Dönmelik; Selânik’tp, Yahudiler arasında, büyük
ölçüde yayılmaya başlıyor. Meydan Larousse, «1700. yı­
lma doğru Selânik’te bulunan birkaç yüz dönme ailenin
1900 yılına doğru onbine çıktı»ğmı (384) belirtiyor.

383 Bkz. İslâm Ansiklopedisi, 111/649; Türk Ansiklopedisi, XIV/41 -43;


M eydan Larousse, 111/862; Hayat Ansiklopedisi, M /1000.
3Ö4 Meydan Larousse, Hl/862.

436
DÖNMKLER TARİHÎ

Leon Sciaky, Sabatay’ın Müslüman olmasından


sonra, kitaplarını Tevrat’tan Kur’ân’a çeviren 15.000
kişinin, Safoatay’ın tekrar görünmesini beklediklerini;
XX. asnn ilk çeyreğinde İspanyolca’yı tedricen terk ede­
rek Türkçe’yi kullanmaya başladıklarmı; fakat İbranî-
ce’yi büyük bir gizlilikle-., tatbik ettiklerini (385) ifade
etmektedir.
Görülüyor ki, tedricen gelenleri de hesaba katarsak,
Türkiye’ye en az *400 senedenberi yerleşmiş ve Sabatay’m
Müslüman olmasmm üzerinden iki buçuk asu' geçmiş
olmasma rağmen, henüz Türkçe’yi öğrenememişlerdir.
Son yılların siyasî durumu yüzünden, İspanyolca’yı ted­
ricen bırakıp Türkçe’yi öğrenmeye başlamışlar; fakat
Îbranîce’yi gizlice devam ettirmişlerdir. Bu tür insan­
lara Müslüman - Türk denilebilir mi?
Bu Kısmı,. Yaşar Kutluay’m Sabatay Sevi ve Dön­
meler hakkında, «İslâm ve Yahudi Mezheplerim) adlı
eserinde yeralan şu görüşlerle bitirmek istiyofum : «Sa­
batay’m Mesîhliği, zamanla ^İlâhlığa’ dönüşmüştür. İs-
^’sıil’in Allah’ı E y n s o f ( = Sonsuz) olduğuna naza­
ran bilinmesi imkânsızdır, sonlu ve hudutsuz bir ikinci
sebebin bulunması zorunludur» şeklinde Mihael Cardoz
ile başlayan görüş Yakop İsrail Duchan’da en müfrit
.şeklini alır : «Sabatay Allah’tır ve Allah kendisini bu
âlemin idaresiyle görevlendirmiştir» (386).

S85 Leon Sciaky, Farevvell To Salonica, 120.


386 Doç. Dr. Y aşar Kutiuay^ İslâm ve Yahudi M ezhepleri, 2 0 8 -3 0 9 .

437
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

F — U M U M Î O L A R A K D Ö N M E L E R İN İN A N Ç Â D E T ,
A N ’Â N E V E B A Y R A M L A R I

a) İ n a n ç l a r ı :
Sataatayistler’in (Dönmeler), Sabatay Sevi’nin -da­
ha önce kaydettiğimiz- 18 prensibine bağlı kaldıklarını
ve o prensipler doğrultusunda hareket ettiklerini gör­
müştük. Bunun dışmda hemen ilâve edebiliriz ki bu
prensipleri Sabatay Sevi, Müslüman olduktan sonra,
kendisine sadık kalanları bir grup etrafında toplayabil­
mek için, inanılmak ve riayet edilmek üzere va’zetmiş-
tir. Hayrullah Örs, ayrıca, Sabataycılann önceleri îb-
ranîce dua ettiklerini, Yahudi cemaatinden ayrılmala­
rından dolayı, dalıa sonra, bu dili unuttuklarını ve dua
kitaplannı fonetik olarak yazmaya başladıklarını; bu
duaların okunuyor olmasına rağmen anlaşılmadığını
kaydetmektedir. O, dua kitaplarının, Ispanya’daki «Ma-
ranlar))da olduğu gibi, küçük boyutlarda ve yazma ol­
duğunu; bunlardan bir kısmının 1935 yılında Kudüs’­
teki İsrail Üniversitesi tarafından satın alındığım ve
bunlar içinde « Sabataycılann Amentüsü»nün yer aldı­
ğını ve bu Amentü’nün, Yahudilerin her sabah duasın­
da tekrarladıkları Moşe Ben Maimon’un 13 inanç cüm­
lesi yerine olduğunu da ifade etmektedir, Örs’ün verdiği
Amentü’yü biz de aynen naklediyoruz :

«Tam ve kesin inanışla, gerçek Tanrı’ya, İsrail’in


Tanrısına inanırım. O Tann’ya ki ‘Tıphoreth’te (Kab-
balacılar’da Tanrı’nın ışımalarının çıktığı gök katı) İs­
rail’in haşmetinde oturur; bu bir olan üç İman düğü­
müdür.

438
DÖNMELER TARİHİ

Tam ve kesin inançla,- Sabatay Sevi’nin gerçek Me­


sih olduğuna İnanırım.
Tam ve kesin inançla, Üstadımız Musa’nın aracı­
lığıyla verilmiş olan Tevrat’ın, kitapta yazılı olduğu gi­
bi, gerçekler Tevrat’ı olduğuna inanırım. Bu Musa’nın
îsrail’e, Tanrı’nm emriyle Musa aracılığıyla sunduğu
Tevrat’tır, O, kendisine-4(Utunanlar için hayat ağacıdır,
ona dayananlar m u % dı^ (Burada Tevrat’ı öven ve
Kutsal Kitap’tan alınrnâ birkaç cümle vardır).
Tam ve kesin inançla inamrım ki, bu Tevrat değiş­
tirilemez ve başka hiçbir Tevrat olamaz, Tevrat, ön-
süz - sonsuz yürürlüktedir.
Tam ve kesin inançla inanırım ki; Sabatay Zwi (Sa­
batay Sevi) gerçek Mesih’tir ve dünyanm dört bucağı­
na da<ğılmış olan İsrail evlâtlarını bir araya toplaya­
caktır.
Tam ve kesin inançla inanırım ki, ölüler dirilecek­
tir, ölüler yaşamaktadır ve yerin tozlarmdan kalkacak­
lardır.
Tam ve kesin inançla inanırım ki, hakikatin Tan­
rısı, İsrail’in Tanrısı, Kutsal Yer’i (Yani Kudüs Tapı-
îıağı’ni) bizim için, yukarıdan aşağıya bina edilmiş ola­
rak gönderecektir, nitekim şöyle denmiştir : Tanrı evi
yapmazsa, yapıcılar boşuna uğraşırlar’. Dileğimiz, göz­
lerimiz onu görsün, yüreklerimiz sevinsin ve ruhlarımız
şenlensin, çok geçmeden, günlerimizde! Amin!
Tam ve kesin inançla inanırım ki; Hakikatin Tan-
nısı, İsraiPin Tanrısı bu (Maddî) dünyada -ki ona Te-
bel- cemalini gösterecektir. Çünkü şöyle denmiştir : Göz
göze göreceklerdir ki, Tann Siy on'a dönm üştür; ve ger­

439
SABATAY SEVİ ve MESİHLÎĞİ

çekten gene denmiştir ki : Tanrı’nm haşmeti tecelli


edecektir ve bütün etten olanlar onu görecektir, çünkü
Tanrı’nın ağzı böyle vadetti!
Hakikatm Tanrısı, İsrail’in haşmetinde sâkin olan',
İsrail’in Tannsı! O haşmet ki inancın, üç düğümü için­
de birdir (*). Gerçek Mesih’i, kurtaMCjmız Sabbatay
Zwi’yi (Sataatay Sevi) çok geçmeden, günlerimizde gön­
der bize! Amin!» (387).
Bu inançların dışmda Dönmeler (Sabataycılar),
Âdem’den X IX . yüzyıla kadar Sabatay’ın (Mesîh) 18
kalıp değiştirdiğine (388) ve bir gün onları kurtarmak
için geleceğine inanırlar. Her Cumartesi kadın ve ço­
cukları deniz kenarına göndererek onu getirecek gemi^
nin gözüküp gözükmediğini (389) takip ettirirler. Aynı
gayeyle yaşlılar da, her sabah ufuğu gözetler.
Em. Binbaşı Sadık, Dönmelerin Sabatay Sevi’nin
gelişini bekledikleri iddiasının uydurma olduğunu; Se­
lanik kapısında, erken saatlerde, başlayan beklemelerin,
köyden gelecek yumurta, tavuk vs.’yi ucuz alabilmek

* örs, burada «Üç Düğiım»ün Hıristiyanlartn üçlemesinden alınma


olmadığı; bununla Yahudi mistisizminin «Sudûr» âleminden Tann’-
nın üç tezahürü anlatıldığını belirtmektedir. «Yezira Kitabı der !<i:
Otuz iki esrarlı yoldan 122 harf ve 'tO sayt) Hikmet Yah, Yahve,
Zaboot, Hayy plan Tanrı, kaadir, muallâ olan o, dünyayı çizmiş’
ve üç kitapta yaratmıştır ; Kutsal Kİtab’m kendisi, sayı ve söz^
(Musa ve Yahudilik, 445)
387 Hayrulfah Örs. Musa ve Yahudilik, sf, 443-445.
588 H. Örs, a.g.e, sf. 442; N. Sloıısch, «Les Deunmeh», Revue du
Monde Musulman, VI/494!
ûö9 Bkz. N. Slousch, a.g.m.,V[/494; Cöiliors Encyc., XVf/658; j_eon
Scîaky, Farevvell To Saîonica, 119-120; Sadık, Dönmelerin Haki-,
kati, The Jevvish Encyc., C. IV, «Dönme» maddesi.

440
DÖNMELER TARİHİ

İçin Olduğunu nıisal g’östererek; böyle bir şeyin olmadı­


ğım iddiaya çalışıyor (390).
İnançlarına göre Cennetsin has bahçelerine sadece
kendileri girebilir (391) ; iyi bir Müslüman ise ancak tç-
nasûh yoluyla kırk kere dünyaya gelmiş ve her gelişinde
de iyiiik işlemiş, kötülükten kaçınmivşsa Cennet’e gire­
bilir ■(392). S^abaiay/^^eyi'nin sistemine göre, çocuklarm
ilk eğitim - öğretin^ ^ h a r ve Tevrat üzerine yapı-
hr (393). Bu Dönme Cemaat, Mesih'in maksatları doğ-
rultusmıda, Yahudiliğe ait ilim ve âyinleri Sabatay Se-
vi’ye has davranışlarla -mümkün olduğu kadar- İslâm
kisvesi altında yapmaya çalışır (394). Sabatay Sevi’nin
inancı ile Yahudi inancı arasında hemen hemen fark
yoktur (395).
Çeşitli kaynaklardan verdiğimiz bu bilgilerin ışığın­
da, Dönmelerin inancının, On Emir, İbn Meymun’un
. (Maymonides) 13 prensibi ve Yahudilerin diğer inanç
sistemleri arasında çok yakın bir benzerlik olduğu gö­
rülmektedir. A yn ca kendilerini gelip mutlaka kurtara.
cak olan M esV ı’e (Sabatay Sevi ve hu M esih ’in nihaî
bir gayesi vSiyou)^a inanma vardır. B u iki fikir, Y a -
hudilerin temel idealleri v e D ünya Hâkimîyehr fikri­
nin bir neticesidir.. Kutsal Kıtap’lannda, bütün millet­

390 Sadık (Em. Bnb.), Dönmelerin Hakikati, sf. 9 -1 0 .


391 Bunun Yahudi inançlarından olduğunu Kur’ân-ı Kerîm bildimıek-
îedlr; «Cennet e ancak Yahudj olanlar girer.» dediler: (Bakara 111].
392 Bkz. İV)eydan Larousse, III/S62.
393 3kz. Encyclopedie de Tlsiam, 1/1106.
394 Bkz. Encyclopedie de l'lslam, 11/531; Colliers Encyclopedia, New
York 19Öİ, XVl/G58.
£95 Bkz. Gershom Scholem, Sabatay Sivi, İsrail 1957, 11/774-735; Re
simli Dünya, 15 Ekim 1925, Kîtab ı Mukaddes, İşâyâ, Bap : 2/1-10;
6 1 /1 -9 .

441
SABATAY SEVİ -ve MESİHLİĞİ

lerin Yahudi evinde toplanıp, onların yollarında yürü­


yecekleri, «Şeriatın Sion’dan ve Rabbin sözünün Yeru-
şalim’den çıkacağı»; Öc alma yılının ilân edileceği ve
yabancıların, onların hizmetçileri olacağı işlenmekte-
tlir (396).
Burada, yollar farkh olsa da, Yahudilerle Dönmeler
arasında aynı idealin paylaşıldığı görülmektedir. Hal­
buki Dönmeler Müslüman olmuş gözükmekte, fakat
f<İman Esaslan» arasında İslâmî iman esasİarmdan hiç­
biri yer almamaktadır. İslâm’da ise; İman ve İslâm
Esasları topluluğ'undan sadece birini inkâr eden dinden
çıkmaktadır (397).
Kur’ân-ı Kerîm, iman edilmesi, lâzım gelen husus­
ları bildirdikten sonra. Müslümanlara (müzminlere)
şöyle hitap ediyor : «Artık, Yahudi ve Hıristiyanlar ,si-
zin bu imanınız gibi iman ederlerse, muhakkak hidayet
bulmuşlardır. Eğer yüz çevirirlerse, size karşı ayrılık ve
düşmanlık üzredirler...)) (398),
b) Â d e t, A n ’â n e ve Y a ş a y ı ş l a r :

Mesîhlik iddiasiyie ortaya çıkan Sabatay Sevi, 1666


yılında Edirne Sarayı’nda Kelime-i Şehadet getirerek
Müslüman olmasmdan sonra da, «Mesîhlik)) dâvasından
vazgeçmemiş; Mehmet Efendi adı ve İslâm kisvesi al­
tında, bir nevi, yeni «din», yeni «mezhep» icat etmek
istemiştir. O, bu yeni «mezhep», «meslek» veya «din»ini;
Yahudilik ile İslâm’m esaslarından kendi içtihadına

596 Kitab-J Mukaddes, işâyâ, Bap ; 2 /1 -1 0 ; 6 1 /1 -9 ; 6 3 /1 1 -1 2 ; Mez-


mı.ırlar 1 1 0 /1 -7 ; Yeremya, 3 /1 3 -1 3 ; Yoei, Bap : 2; Tsefenya,
3 /1 1 -1 9 vs..
397 Bkz, Bakara Sûresi. 159- 163; En-Nûr Sûresi, 47; Kıtal Sûresi, 1-9.
398 Bkz. Bakara Süresi, 136-138.

442
DÖNMELER TARİHİ

uygun düşenleri birleştirmek suretiyle meydana getir­


meye çalışmıştır. Sabatay’ın ortaya koyduğu bu «Mes­
lek», «Mezhep» Dönmelik olarak adlandırılmıştır. Bu
<'Meslek))in kendine has husûsiyetleri ve dikkati çeken
pek çok yanlan bulunmaktadır (399).
Sabatay Sevi’n^ı- içad ettiği İslâmî görünüş altın­
da Yahudilikle da^ahj^e hattâ Yahudilik içinde bir
«Mezhep» olarak kabul edilecek «Meslek» inin kendine
has bazı âdet ve an’âneleri vardır (400). Sabatay Sevi’-
nin ve kendisinden sonra gelen «halife»lerinin va’zet-
tiği husûsiyetler Dönmelik'in (Sabatayist) amelî husus­
larını da oluşturmaktadır. Bu hususları şöyle özetlemek
mümkündür :
1 — Önceleri ^ddişce» denilen Yahudi - İspanyol-
cası ile konuşan Dönmeler’in büyük çoğunluğu, tedri­
cen, Türkçe konuşmaya başlamıştır.
Birbirine gizli yollarla bağlı evlerde (Selanik’te)
■oturan Dönmeler, gizli ibadet yerlerinde ibadet etmek­
tedir. Mezhebi sırlar, çocuklara, bazı Dönme grupların­
da evlenmekle (401); bazı gruplarda 13 yaşında (402)
verilmektedir.
Dönmeler, çoğu zaman, doğum yerlerini saklar ve
hattâ doğum yeri Selânikl, Selânikli olmayı hatırlatan

399 Bkz. Son Saat Gazetesi, 25 Mayts 1927,


400 Bl<z. Doç. Dr. Yaşar Kütluay, Siyonizm ve Türkiye, sf. 23.
401 Dönmeler, İstanbul 1335. sf. 14-15; Meydan Larousse, 111/862.
402 Son Saat Gazetesi, 1 Haziran 1927; Türk Ans. «Dönmeler», XIV/43.

443
SABATAY StV Î ve MESİHLİĞİ

maziye ait her şeyi (*) değiştirirler (403).


2 — Dönmeler Endogami (İçten Evlenme) suretiy-
Je evlenir. Eylenme akidesi, çocuklar analarınm karnm-
Ja iken vuk’u bulur, İki kadm gebe iken doğacak ço­
cukları ayrı cinsten olurlarsa birbirlerine vermeye söz
verir. Bu suretle çocuk doğmadan nikâh kıyılır. Çocuk­
lar 3 -5 yaşlarına g-elince tekrar ve lülen nişanlanır.
iSMkâh gece vakti olur. aHaljfomin izniyle gelen haham­
lar İbranîce dualar okur ve gelinin bileğine «Hamail4
denilen Osman Ağa’dan kalma mübarek bir bilezik ta^
ıhılarak nikâh icra edilir. Ertesi gün ise, bu gizli nikâhı
çaktırmamak için, bir imam ve birkaç davetli çağrıla
rak Türk usûlüne göre, zahirî bir nikâh yapılır. Güvey
akşamı, ilk önce Selanik’teki Osman Ağa’nın kab­
rine gider; hahamlar vasıtasiyle dualar ettirilerek sec­
deye kapandırılır ve Osman Ağa’nın taşı öptürülür. Zi­
faf gecesi sofrada, gelin- güveyinin arasında hahamlar
uzun dualar okur ve gelin - güveyi yalnız bırakılır. Gü­
veyi, gelin karşısında, huşû ve vecd içinde, Osman Ağa’-
ya uzun bir visal (Kavuşma) duası okur (404). Müslü­
manlarla veya başka gruplarla evlenenler «Cemaat dı-
fti)> sayılır ve «Kararmış» diye anılır (405). Yahudilik’-
te de başkalari^de evlenmeme yasağı vardır. Bu' yasak,

Abdi İpekçi, talebeliğinde, «İpekçi» soyadı kendisinin Selânikli ol­


duğunu ortaya koyduğu, ü e ıitle ayakbağı olabileceği için bundan
utanıyor ve bu .soyadı değişm(^yi düşünüyor (Bkz. İVİiliîyet Gaze-
tesi, 3 Şubat 1986, sf. 11).
^03 Vatan Gazetesi, 20 Ocak 1924.
404 Bkz, Dönmeler, İstanbul 1335, sf. 9 -1 0 ; İhsan Arif, «Rüştü Beyin
Lisanından», Vakit Gazetesi, 18 Ocak 1924; N. Slousch, Revue du
Monde Musulman. VI/493,
405 Bkz. T. H. «Dönme», İA, 111/649; Türk Ansiklopedisi, «Dönme»,
X IV/41.

444
DÖNMELER TARİHİ

kendilerini «seçilmiş bir ırk» olarak görmelerinden ve


(ark»m bozulmasının önüne geçmek ' gayesinden ileri
gelmektedir (406).
Dönmeler arasında -her ne sebeple olursa olsun-
başka bir kadınla temas kuranın mutlaka «Cehennemce
gideceği inancının yarejduğunu belirten Dönme Kara-
kaş Rüştü, bu içeriden- evlenmeler yüzünden, Dönmele­
rin nesillerinin bozulduğuna ve bitmek üzere olduğuna
işaret etmektedir. O, buna sebep olarak da, mirasın bö­
lünmemesini isteyen, muhafazakâr babaları göstermek­
tedir (407). Aslında bu, Sabatay Sevi'nin Müslümanlar­
la evlenmeyi yasaklayan emrinden de ileri gelmektedir.
Sabatay’ın bu yasağı koymasında da; «seçilmiş ırk»!
koruma ve kabile - cemaat halinde yaşamayı sağlama
kaygısı düşünülebilir.
Dönmelerin Müslümanlarla evlenmemelerine diğer
bir sebep olarak da; «Cami-i Şerifsin şadırvanında ab-
dest alan Hamza Bey adında Dönme’nin şapkasının bir
Türk çocuğu tarafından suya düşürülmesi gösterilmek­
tedir. Em. Bnb. Sadık varolan bu rivayetin geçici bir
sebep olabileceğini, hakîkî sebebin Türklerdeki taad-
düd-ü zevcat hevesi dolayısiyle kızlarının zavallı bir hal­
de ailelerinin üzerine kalması olduğunu göstermektedir.
O, ayrıca, bunda yadırganacak bir taraf bulunmadığı­

406 Bk?-. Prof. Dı-. H. Tanyu, T. B, Yahudiler ve Türkler, 1/94; Şahap


Tan, Yahudileri Tanıyalım, sf. 43; C. Rifat Atilhan,- Dünya İhti'
lâlcileri, sf. 40.
407 Vakit Gazetesi, «Karakaş’la Bir Mülakat, 8 Ocak 1924,

445
SABATAY SEVİ, ve ^ylESİHLİĞİ

m {" ), Anadolu’dan gelen bazı Türk kafoîlelerinin de


ayrı yaşadıklarını ve kabile halinde yaşadıklarını ve
bu kabîle halinde yaşaraayanlann takdir edemeyeceği­
ni ileri sürmektedir (408) . Bu gerekçe, gerçeği yansıt­
mamaktadır. Çünkü bu sebep, DömTieler’in Tiirklerle
karışmalarına engel değildir. Bunun altında daha baş­
ka sebepler olmalıdır.
Em. Bnb. Sadık, eserinin bir başka yerinde, Dön-
rneler’in* Meşmtiyet’ten sonra Türklerden kız aldıkla­
rını, münasip gördükleri Türklere de kızlarını verdik­
lerini; bunların cedden Müslüman olduklarına inanma­
nın gerektiğini ve bu konudaki tereddüdün vebal oldu­
ğunu beyan ediyor (409). Bu ifadede tam bir kesinlik
g()rülmektedir. Böyle bir kesinlik, istemeyerek, insanın
aklına Sadık b. Süleyman’ın (Emekli Binbaşı) bunlar­

" Emekli Binbaşı Sadık, Dönmelerin içyüzlerini ortaya koyan eser­


den iktibaslar yapıyor ve iktibaslara cevap veren eserinde, Sa-
batay Sevinin İslâm’la müşerref olduktan sonra, birçok insanı hi­
dayete sevketliğini ve onların da ona bağlı olduklarını belirtiyor.
O, Sabatay Sevi ye verilen «Azîz« iinvanmı da buna bağlıyor -tBu
ünvanın, taraftarlarınca, onu yüceltmek içîn verildiğinden veya
kendisinin eklendiğinden bahsetmiştik).
O, Sabatay'a isnad edilen «sahte Müslümanlık» isnadıni da
kabul etmiyor ve onu bir «Mürşid-i Kâmil» olarak görüyor. Mür^
şid-i Kâmil olarak vasıflandırdığı bir kişinin İslâm’a muhalefet ede*
ceğini kabul etmiyor ve ona isnad edilen şeyleri efsane olarak
görüyor. Hattâ «tarikat» kurdugunü ve bu tarikata intisab eden­
lerin olduğunu belirtiyor (Bkz. Sadık, Dönmelerin Hakikati, 8 -9 ).
Mürşid-i Kami! olduğunu, Müslümanlığından sonraki hayatı
gösterir. Tarikat kurmuştur; ancak bu tarikat, Yahudilik esasına
dayanan, bir tarikattır. İsjâmî esaslara uymadığı bir yana, Islâm’ı
âlet etmek istemiştir.
408 Bkz. Sadık, Dönmelerin Hakikati, İstanbul 1919, sf. 11-12.
409 Bkz. Sadık, a.g.e., sf. 14.

446
DÖNMELER TARİHİ

dan' biri olduğunu veya bunların iç yüzünü çok iyi bildi­


ğini getiriyor. Benzeri iddialar bunlardan biri olan Ka-
rakaş Büştü’den geliyor. O da aynı iddialaıı ileri sürüyor
ve isbatı cihetine gidiyor. Şunu ilâve etmeliyim ki biz,
hepsini zaten konunun içine almadığımızı ve içlerinden
samimî olanların bulunabileceğini belirtmiştik. Burada
da hemen hatırlatalım~k| biz, «Kelime-i Şahadet» geti­
ren herkesi MüslümahJ^ibul ederiz. Ancak, iman dere­
celerini bilmek Allah’a mahsustur. Biz de insan olarak
davranışlarına göre hüküm veririz. Bazen, insanın dış
görünüşünün içini yansıtabileceğine inanır ve kabulede-
riz. Sadık, baştan sona kadar, bunları temize çı­
karmaya uğraşmıştır. Hattâ bazan âyet ve ha­
dislere yanlış mânâlar verecek kadar ileriye giderek bu­
nu isbat etmeğe çalışmıştır. Halbuki, bunu yapacağına,
bilinen bazı hurafeyi alıp, bunları makul ölçüler içinde
izah edebilir ve bazı inançların, hepsinde olmamakla
beraber, bir kısmında olduğunu ve bunların da zaman­
ca zail olabileceğini söyleyebilirlerdi. Külliyen inkâr et­
mek, savunduğu dâvaya fayda getirmez. Türkler arasın­
da bile eski âdetlerinden kalmış hurafeler bulunmakta
ve bunu İslâmî kisveye büründürerek getirdikleri ifade
edilmektedir. Bu, Turklerin Müslümanlığına hiçbir za­
man halel getirmemiş ve onları töhmet altında da bı-
rakmamıştir.
3 — Sünnet. Sabatay Sevi, Müslüman görünmesine
vağmen, Sârâ’dan. doğan oğlunun adını İsmail Morde-
hay koymuş ve Yahudi âdeti üzere sekizinci günü «Sün­
net» ettirmiştir (410). Dönmelerin çocuklarını, sekizin­
ci günü sünnet ettirdikleri (411) yanında, Yahudiler gibi

410 Bkz. Gershom Scholem, Sabtay Sivi, (İsrail 1957), U/7Û8-713.


411 Bkz, ,T.H. «Dönme», İA. m /649.

447
SABATAY SEVİ ve M ESİHLİĞİ

doğdukları zaman değil, Müslümanlar gibi 7 - 8 yaşla-


ımda (412), üç yaşlarında (413) sünnet ettirdikleri şek­
linde görüşler vardır, Sisenberg de, sünnetin önceleri
Sabatay Sevi’nin âdeti üzere icra edilmesine rağmen da­
ha sonra Türk âdetlerine uyularak 3 - 8 yaş arasında
yapıldığmı (414) ileri sürmektedir. Burada Yahudi dini
gereğince, Sabatay Sevi'nin âdeti üzere 8. günü yapıl­
dığı zann'i galibdir. Bunlardan bazı zümrelerin bu 8. gü­
ne uyduklarını, bazısının buna uymadığım, ancak ka­
bile üzerine bazı dualar okuduklarım kaydetmiştik. Ka-
rakaş Rüştü, sünnetten evvel çocuğa «halife)) nin eli öp­
türülerek müsaadesinin alındığını ve sünnet esnasında
Yahudice dualar okunduğunu (415) belirtmektedir.
Bu sünnetle ilgili olarak Tanah’ta (Ahd-i Atık)
iki hüküm göze çarpmaktadır; Çocuğun doğumundan
itibaren yedi gün murdar olduğu ve yedinci günü (416),
İbrahim’in Sârâ’dan doğan oğlunun Allah’ın emri üze­
re sekiz günlükken sünnet ettirdiği’dir (417). Yahudi-
ferin doğan çocukları, yedinci günün sonunda özel tarz­
da « 8. gün)) sünnet edilir. Onüç yaşında da çocuk, dinî
usûl ve erkâna agâh kılınır. Arkasından evlehme gelir;
ve gener olarak sinagogda kutlanır (418).
4 — Dönmeler’in Selanik’teki ibadet, yerleri ve ida­
re şekli. «Selânik’te birbirine kolaylıkla geçilebilinen bi­

Â!2 Bkz. Meydan Larousse, 111/862.


‘-13 Bkz. N. Slousch, «Lee Deunır.eh'', RDM, Vl/493.
^14 J. Eisenberçj. «Dönme», Eyc. de l'islam, 1/1106.
415 İhsan Arif, «Rüştü Bey'in Lisanından», Vakit Gazetesi, 18 Ocak 1924.
^116 Kitab-ı IVlukacIdes, Leviüler, Bap ; 1 2 /1 -6 .
417-Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, Bap ; 2 1 /1 -8 .
418 Prof! D r Hikmet Tanyu, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkier, 1/81;
Felicîen Challaye, Dinler Tarllıi, sf. 148,

448
DÖNMELER TARİHİ

tişik evlerde yaşayan bu topluluğun evlerinden birinde


yeşil ışıklı bir odada gizli bir toplantı yerleri (=^) vardı.
Kal (Kahal) denilen bu yerlerde din ululannca dualar
ckunur, va’zedilirdi. Tevrat ve Zohar’dan çıkarılan bu
va’zlarda iyilik yapma, yoksullara yardım etme gibi ko*
nular işlenir. Sonunda Sabatay övülürdü... Her üç dön­
me topluluğunun ‘Nesi-i Şerif’ denilen en yüksek soylu
ailelerden gelme birer,/başkanı vardır. Bunlar topluluk
ihtiyarlarmın oylarıylavse^lir ve ölünceye kadar o gö*
revde kalırlardı.
Ab-Be^Din adı verilen başkanlar tarafından ataılan
ruhanî liderler aracılığıyla evlenme, boşanma, pek kü-
;'ük yaşta çocuklara yapılan sünnet, ölülerin gerekli
hizmet ve törenleri, muhtaçlara yapılan yardımlar gibi
toplulukla ilgili hizmetler yürütülür, vakıflar ve topla­
nan, paralarla, bu gibi masrafar karşılanırdı. Tevrat
okurlar, Zohar denilen kitabı da çoğunlukla ezber bi­
lirlerdi. İbranîce ve Yahudi - İspanyolca’sını kutsal bir
dil olarak öğrenirlerdi)) (419).
5 Dönmeler, zahiren Müslüman olmalarına rağ­
men, gizli gizli asıl dinlerine (Yahudi dinine) göre amel
eder, onun emir ve nehiylerine uyar, Cumartesi günü ça-
lışrhaz (420) ve Gumartesine kutsal bir mahiyet atfe­
derler (421).
Hasluck, Bergama civarındaki Yahudi dönmelerin­
den bahsetmektedir. O, bura ahalisinin fizikî görünüş-

" Dönme Karaksşzâde Rüştü, husûsî ibadet salonlarının bulunduğunu


belirtiyor IBkz. Varan Gazetesi, 3 Ocak 1924).
415 Türk Ansiklopedisi, X tV /4 2 -4 3 ,
A20 Bkz. Dönmeler, 14; Resimli Dünya Mec. 15.10.1925; Son- Saat
Gaz,, 27.5.1927, Kutluay. Siyonizm. 23.
421 N. SloLisch, Revue Du Mondfc Musulman, sf. 493.

449
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

ieri itibariyle Yahudi olduklarının belli, olduğunu ve


dıştan Müslüman göründüklerim; fakat Cumartesi’ni
tatil olarak kullandıklarım; Bergama (İzmir) bölgesi-'
ne, zenginliği için, XVIII. asırda Karaosmanoğlu idare­
cinde geldiklerinin tahmin edildiğini kaydediyor (422).
6 — Mirasta kadına, İslâmiyet’in aksine, yarı hak
veriliyor. Kadın erkek eşitliği sağlanıyor (423). Batılı
fikirlerin ilk temsilcilerinin bunlar olduğu, Türldye’nin
bu durumunda rollerinin bulunduğu ve inkılâplarda bâ§
rolleri oynadıkları (424), Türk toplumunda kadınların
açılmasına Dönme kadınların sebep teşkil ettiği (425);
dinsizlik ve ahlâksızlığın bunlardan yayıldığı (426) ileri
sürülmektedir.
7 —' Müslüman ve Yahudi olmak, üzere iki isim-;
İeri vardır. Kendi aralarında Musevî isimlerini, Türk
toplumu içinde Müslüman isimlerini kullanırlar (427).
8 — Sabatayistlik’te boşanma yoktur (Yakup
Querido, Sabatay Sevi’nin bu emrine muhalefet etmiş­
tir). Kendilerinden olmayan ,bir erkeğe, kadınların tır­
nağını bile göstermesi yasaktır (428).
9 — Cennet’e girmenin yalnız Dönmelerin hakkı
olduğunu belirtmiştik. Karakaş bu hususla ilgili, olarak

422 F. w. Haslııck, Christianity and Islann, 11/473-474.


^123 Bkz. Son Saat Gazetesi, 2 7 -2 8 .Mayıs 1924.
424 Bkz. Vakit Gazetesi, 8 Ocak 1924.
425 D önm eler,'12; Sadık, DönmelerinMakikatı, sf. 15-17; Sebilü’r-Re-
şad Mecmuası, C. 23, 172.
'!2G Bkz. Dönmeler, sf. 11-13.
/127 N. Slousch, RDM, V I/4 9 0 -4 9 2 ; Tlıe Jevvish Encyclopedie. «Dön-
melei'», IV/636; Gövsa, 97; Ş. Tan, Yahudilerî Tanıyalım, 77.
■'i'AS Son Sat.'l Gazetesi, 27 Mayıs 1927.

450
DÖNMELER TARİHİ

Dönmelerin inancını şöyle belirtiyor: «Kıyamet kopun­


ca dünyadaki bütün insanlar içinde yalnız Dönmeler
kabirlerinden çıkabilecekler, diğerleri mezarlannda ka­
lacaklardır. Kabirlerinden dirilerek kalkacak olan bu
Dönmeler soy soy toplanacaklar, Kohenler (^0 yeşil bay­
rak, diğerleri de kırmızı - beyaz renklerde rengârenk
bayraklar alarak alay alay Cennet’e girecekler» (429).
\
10 ;— Karakaş, Döruiî^jer arasında tanınmış «azız»
kişilerin evine ateş yaklaşmayacağı kanaatinin olduğu­
nu; bunun için bazı ailelerin eşya ve müceviıeratmı bu
evlerde topladıklarım; ancak bir yangında o evin yan­
dığım, fakat bu hususun da çok günah işlemeleri yü­
zünden olduğu şeklinde te’vil ettiklerini (430) belirt­
mektedir.
11 — Dönmelerin, «aziz»lerin başında, mum yak­
ına merasimleri de vardır (431). Senenin muayyen bir
gününde bütün Dönmeler, şalak sökmeden, çoluk ço­
cuk hep beraber, evlerinden çıkıp husûsî ibadethâne-
lere gider ve orada hahamlara birer birer sadaka verir­
ler. Bu sadakalar fakirlerin ihtiyacına harcanır.

Ayrıca senenin muayyen bir günü günah çıkarma


zamanıdır. O gün bütün Dönmeler, ayaklarına sarı
mest ve üzerlerine cübbeler giyerek Osman Ağa’nin ru­
hu önünde eğilir ve günahlarının bağışlanmasını diler-

" Karakaş Rüştü, Dönmelerin Rıısölar, Florintiler, Tironlar ve Ko­


henler nannlariyle bîr takım soylara ayrıldıklarını belirtmelctedir
[6kz. Sebilü’r-Reşad, X .X ill/2 2 0 ).
429 Sebiliı'r-Reşad, X X i!i/2 2 0 .
430 Vakit Gazetesi, 8 Ocak 1924 (Karakaş Rüştü ile Mülakat).
431 Vakit Gazetesi, 8 Ocak 1924.

451
SABATAY sr:vi ve MESİHLİĞİ

1er (432).
12 — Giyimlerinde kadınlar, san mest ve beyaz
çar giyer; erkekler, beyaz keçekülâh üzerine yeşil sa­
rık sarar (433). Erkekler İçin saçlarını tıraş etmek, ka-
dmlar için ince örüklere ayırmak mecburidir (434).
13 — Selanik’teki Müslümanlar, Dönmelerin sırla­
rına vakıf olmuşlardır. Bu sırlar : Bayramdan bayra­
ma namaza gitmek; üruç’a aldırış etmemek ve Gusûl’-
de sadece uzuvlarını yıkamak (435).
14 — Dönmeler'in âyinlerinde balık remzi yer alır;
Bu balık remzinin Musevilerin kurtuluşlarının balık
burcu altında olacağına dair Sabatay Sevi’nin kehane­
tinden ileri geldiği (436) ileri sürülür.
Doğu Yahudilerinde Şabbat (Cumaı1.esi) günü ba­
lık yemek âdeti vardır. «Bunun sembolik anlama, evre­
ni yok etmek isteyen, derînlerdeki kuvvetleri yenmek­
tir» (437).
15 — Dönmelerde, hastanın yanında hazır bulunan
kadın ve erkekleıin hepsi, beraber, dua eder. Ölüler, Se­
lanik ve İstanbul’da (Bülbül Deresi) kendilerine ait
mezarlıklara gömülür. Hariçte ölenleri, kendi mezarlık­
larına nakledilir. «İçinizi temizlemeden gelmeyiniz» em­
rine tamamen bağlı olduklarını, cenazelerin barsakla-

432 SebÜü'r-ReşacI, X X H l/2 2 0 - 221.


433 Son Saat Gazetesi, 25 Mayıs 1927.
-334Son Saat Gazetesi. 2 7 -2 8 Mayıs 1927,
425 Bkz. Son Saat Gazetesi, 25 Mayıs 1927.
/!36Bkz. A. Gövsa, S. Sevi, sf. 21; A. Galante, Nouveaux, 19; Josef
Kastein, S. SevP, 86; Türk Ans„ XIV/42.
437 Bkz. H. Örs, Musa ve Yahiidilik, sf. 410.

452
DÖNMELER TARİHİ

nndaki pislikleri, bazı usullerle, temizleyerek defnet­


meleriyle isbat ederler (438). Ölü gömme âdetleri Y a­
hudi kökenlidir (439). Bir yakınlan öldüğünde Dönme­
ler, gömleklerini yırtıp, bir ay müddetle -Yahudi dinî
üzere- yerde otururlar, vb. (440). Ölüler, ister kadın,
ister, erkek olsun, daima erkekler tarafından yıka­
nır (441). Her merasim vfe" cenazede İsrarla çelenk bu­
lundurdukları veya bulufvdjı.^ılmasmı istedikleri ileri
sürülüyor (442).
16 — «Dönmeler hiç camilere gitmezler. Nadiren
camilere, gidenler görülürse de elbette İslâmî bir farzı
yerine getirmek maksadiyle değildir. Çünkü, Dönmeler,
içlerinden, birinin kabahati oldu mu, veya tenkidi, azar­
lamayı gerektiren bir hal ve hareketi görüldü mü? Ce­
maatlerince haklarında ceza tertibolunur. Hattâ bun-
iarca en .ağır ceza, işin ehmmiyet ve derecesine göre,
kabahatlılan bir müddet camilere devam ettirmekten
ibarettir. Bundan maksatları d-a îslâmi bir farzı eda
edegeldiklerini Müslümanlara göstermek küstahlığından
başka birşey değildir.
Ramazanlarda, Müslüman evlerine bitişik bulunan
Dönme evlerinde yatsı vakti ev halkı, güya Teravih Na­
mazı kılıyorlarmış gibi, ‘Kız, abdest aldık mı, haydi ce­
maate yetiş’ nidasiyle Müslüman komşularına namaz
hazırlığında bulunduklarmı işittirmek ve sahur vakti,
ortada sofra falan olmadığı halde, çatal, bıçak, tabak

43S Bkz. Dönmeler, sf. 15; Sadık, Dönmelerin Hakikati, sf. 29; Va­
kit Gazetesi, 18 Ocak 1924.
N. Sİ0USCİ1, Revue du Mende Musulman, VI/493.
440 Doç, Dr. Yaşar Kutluay, Siyonizm ve Türkiye, sf, 23.
441 Bkz. Resimli Dünya İVlecmuası, 1.5 Eylül 1925.
442 Bkz. Şahap Tan, Yahudileri Tanıyalım, sf. 137.

453
SABATAY Sf-:VI ve M ESİHLİĞİ

şakırtısiyle sofra hazırlığında bulunduklarını imâ etmek


gibi küstahlıklarından hâlâ vazgeçmemişlerdir» (443).
Yukarıdaki bilgileri veren Dönmeler adlı risalede, ay­
rıca, Müslümanlarla olan ittifaklarının tuzak olduğu­
na; diğer milletleri Türklere tercih ettiklerine; Hıris-
liyanlara mütemayil bulunduklarına; Hıristiyanlara
mütemayil olmaları, onları sevdiğinden değil, Hıristi­
yanlıkta kadınlara verilen serbest hareketlerden istifa­
de etmek gayesini taşıdığına yervermektedir. Dönme
kadınlarının hal ve hareketlerindeki serbestlik, içtimâi
hareketlerindeki garabet Hıristiyanlarm bile dikkatle­
rinden kaçmamıştır (444).
Em. Bnb. Sadık, buna cevap olarak, Müslüman-
1ar arasında- da namaz kılmayan ve oruç tutmayanla­
rın bulunduğunu; Hıristiyanlığı tercih eder görünmele­
rinin kadınlara verdiği serbestlikten ibaret olduğunu;
İslâm’da tesettür olduğu için uyamadıklannı ve Dön-'
me kadınlannın bu açıklıktan başka birşeylerinin olma­
dığını (445) belirtiyor.
17 — Bir Dönmeden önce Dönme olmayan birini
selâmlamak günahtır.
18 ~ Sakal taşımak «mitzva» (=’Odır.
19 — Cemaat şeflerinin yanında bulunan kıymetli
eşyalara, yangın, âfet ve benzeri şeylerin dokunmaya­
cağı inancı vardır. Cemaat şefleri ermiş kişiler olarak
kabul edilir. Bir felâket ânında, zarar görmemesi için.

443 Dönmeler, 13-14,


444 Dönmeler, 13.
445 Bkz. Sadık, Dönmelerin Hakikati, sf. 2 5 -28 ,
* Yahudilikte bir tâbirdir.' Olgunluk ve mükemmellik işaretidir.

454
DÖNMELER TARİHİ

kıymetli eşyaları şeflerinin yanına bırakılır (446).


20 — Osman Ağa’yı «iiâh» kabul edenler bulun­
maktadır. Osman Ağa’nın zuhurundan sonra, evine gi­
dip ona biat eden 63 kişi sahabe kabul edilir ve «Baba»
lâkabıyla anılır. Osman Ağa’nın haleflerine «Halife»
denir (Bu bilgiyi veren ^âxçt;ü Bey, Dönmelerin İstan­
bul’da ayrı «halife)) leıinii'ı^ıilunduğunu; şimdilik isim
vermeyeceğini, icabederse söyliyebileceğini ifade ediyor)!
Sahabeler öİdüklernde yerlerini çocukları alır (447).
21 — En Kutsal kitapları Zohar’dır (448).
22 - - Dönmelerin birçok duaları vardır. Sabahle­
yin yüzlerini yıkarken ^(Hav■ali» duacını okurlar. Akşam
dualarını ise muayyen bir saatte, mahalleler arasındaki
husûsî ibadethane İttihaz ettikleri evlerde icra ederler.
Aralarında kaç - göç olmadığuıdan kadın - erkek bir ara­
da ibadet eder (449).
23 — Müslümanlar arasında ahlâksızlığın, dinsizli­
ğin, yayılmasında en büyük âmilin Selanik Dönmeleri
olduğu ;bunların bir kısmımn gözlerini hükümet kapıla-
rnıa diktikleri ve bir kısmımn ticaretle meşgul olup
kendilerinden başkasını insan saymadıkları; AvrupalIla­
rı türlü entrikalarla aldatmayı şiâr-ı dinîyeleılnden ad­
dettikleri, devlet hâzinesini mefluç hale getirdikleri;
bunlar arasında doğruların nadir olduğu, bunların doğ­
ruluklarının vatana ve hükümete sadakatten ileri gel­

A46 Prof. A. Galante, Noııyeaux Documents Sur S.'Sevi, 69 -7 1 .


^47 İhsan Arif. «K. Rüştü Bey’in Lisantndan», \/akit Gazetesi, 13 Ocak
1924
448 Prof. A. Galat)te, L’Hamenora, İstanbul 1934 ,{Bene Berith Cemi­
yeti Yayın Organı), XII eme Temmuz - Eylül, sf. 150.
449 Vakit Gazetesi, «Rüştü Bey'in Lisanından», 18 Ocak 1924, s f . -1-2 .

455
SABATAY sevi ve MESİHLİĞİ

meyip, mevkilerini muhafaza ve kendi taifelerinin hü­


kümetçe olan işlerini kolaylaştırma maksadına yönelik
olduğu ileri sürülmektedir, Dönmelerin bu durumlan-
rnn Anadolu'nun temiz, saf kaîpli insanları üzerinde
büyük tesir meydana getirdiğinin ve bundan dolayı Ana­
dolu halkının bütün Rumeli ahalisinin kötü olduğu ka­
naatine ulaştığı; halbuki bütün Rumeli ahâlisine teş­
mil edilen fenalıkların sadece Dönmelere ait bulundu­
ğunun bilinmesi gerektiği hatırlatılmaktadır (450).
Sadık, bunlarda, bu isnatların olmadığını iddia ede­
rek cevap veriyor (451). Biz, bu tür bir genellendirmeye
katılamayız. İçlerinde bu gayeye hizmet edenler olabi­
lirse de. Vatana ve Hükümete samimî olarak bağlı olan­
larının da mevcudiyeti inkâr edilemez.
c — B a y r a m l a r ı :
Sabatay Sevi tarafından te’sis edilen bayramların
listesini R. Abraham Danon*un eserinden A. Galante
naklediyor. Biz de ondan hulâsa ediyoruz (452).
1) 14 Sivan ( = N is a n ), Tohum Bayramı : Bu bay­
ram, Ahd-i Atîk’in. (Tanah) «O gün Rabbin filizi güzel
ve izzetli olacak ve İsrail’in kaçıp kurtulanları için ye­
rin meyvası çok iyi ve güzel olacak» (=■') cümlesinden
kaynaklanmaktadır. Bayramın sebebi olarak, bu «âyet»-
teki bir kelime ile «Seviy arasındaki benzerlik tahmin
ediliyor. Galante; Danon’ûn, bu bayramda Pesah’ın bir
belirtisini gördüğünü ve Talmud’un bir rivayetine göre

450 Bkz. Dönmeler, 9 -1 3 .


451 Bkz. Em. Binb. Sadık, Dönmelerin Hakikati, sf. 15.
452 Prof. Abraham Galante, Nouveaux Documents Sur Sabatay Sevi,
sf. 4 6 -50 .
Kîtab-ı Mukaddes, İşâyâ, IV/2.

'456
ÜÜNMELCR TARİHİ

O kelime ile «Mesîh))in ^/elişinin kastedildiğini, fakat


kendisi o kelimenin, İlkbaharda' tabiatın uyanışını işa­
ret ettiğini ve 24 Sivan bayramı ile ilgili bulunduğunu
belirtiyor.
2) ?A Sivan '(N is a ıı ), Elie tarafından Sabatay’uı
takdis bayramı :
Burada, Sabatay’m Mesihliğine inanan ve onun
sahte peygamberi olan Gazzalı Nathan kastediliyor.
3) 26 Sivan Bayramı, «Onu bugün size verdiler»
suretinde tercüme edilen bir hatıranın bayramıdır. Bu
bayramın neye delâlet ettiği tam olarak açık değildir.-
Danon, «verendi, Sabatay olarak yorumluyor. Galante,
bunun o anlama gelmediği kanaatindedir.
4) 9 Tem m uz, Ruhun giyinmeye başlama Bayra­
mı : Bunun, Sabatay’ın Mebîhlik ilhamını duymaya
başladığı günü takdis etme mahiyetinde olduğu tahmin
ediliyor,
5) 17 Tem m uz Bayramı. Bugün, Yahudilerin «Ku-
Güs kalelerinin düşmesi gününün anısına tuttukları»
Matem Orucu günüdür. Sabatay Sevi’nin oruçların na­
fileliğini bildirmek için bu günü bayram ilân ettiği; an­
cak bu îaraziyenin güvenilir olrrıadığı, Sabatay Sevi’nin
kayınbiraderi Samuel îM m o’nun bayramı olduğu ileri
sürülmektedir.
Bu matem orucunu, Sabatay Sevi’nin, gelişi şerefi­
ne bayrama çevirdiğini ve Mesîh olduğu için, artık ma­
teme ihtiyaç kalmadığını ilân ettiğini belirtmiştik. Bu­
nun oradan kaldığı ve Samuel Primo’nun doğumuyla
ilgili olmadığı kanaatindeyiz.
6) 23 Temm uz, Aydınlatma Bayramı ; Sabatay’ın,

4f)7
SABATAY Sr^Vİ ve M îfSİH LİĞİ

23 Temmuz 1666 (5426) da, bütün Yahudi cemaatine


9 Ab orucunu bayrama çevirmesi sebebiyle, evlerini do^
natmalannı ve neşe ile bayram yapmalannı bildirme­
sinin hâtırasma yapılan bir bayram olduğu; Mesih’in
c^elişi ile husûle gelen dinî mkılâbm hatırasmı ihtiva
ettiği tahmin ediliyor.
7) 24 Temm uz, »Mukaddes Cumartesi» Bayramı:
Sabatay, Pazartesi’ni Cumartesi’ne çeviriyor ve Cumar-
lesi'ni yeni bir bayram ilân ediyor. Bu değişikliği, ka­
rısı Sârâ’nın saadeti şerefine te’sis ettiği rivayet edili­
yor.
8) 3 Ab ("O, Zaferle taçlanmanın başlaması Bay-
ramı : Bu-bayramm, Sabatay’ın Kahire’de Sarraf başı
Raphael Joseph Çelebi (Yusuf Çelebi) nezdindeki mu-
^^affakiyetine veya daha sonra Aydos’ta iken Mesîhliğe
orla.k çıkan PolonyalI haham Nehime Kohen ile üç gün
üç gece münakaşayı müteakip mücadeleden muzaffer
çıkışma müstenit olduğu, tahmin ediliyor.
9) 9 Ab, Meseret ( - Sevinç) Bayramı : Bu bay-
ram., Kudüs Mabedinin yıkılışı hâtırasiyle Yahudilerce
tutulan matemi, Sabatay Sevi'nin, doğum günü şere-
i'ine, meserret (Sevinç) gününe çevirmesinden ileri ge­
liyor.
10) 15 Ab, Tuzlama Bayramı : Sabatay Sevi’nin
kral ilân edildiği günün hatırasına yapılan bayramdır.
11) 16 K islev (E k im a y ı), Purim Bayramı : Saba-
tay’m taraftarlariyle Edirne Sarayı’nda İslâm’ı kabul

i. A. Gövsa, Ab’ı «Şubatı olai cik almıştır. Temmuz - Ağustos ayı­


na tekabül etrnoktedir. Ancak Yahudi takviminde »Ay Yılı» esas
alındığından ayların yeri değişmektedir.

4 58
DÖNMEı.[£R TARİHİ

ettiği ve Dönmeliğin teşkil edilmesinin başlangıcı ka­


bul edilen g'ünün hâtırasına yapılan bir bayramdır.
12) 21 Adar (M art), Sabatay’m doğuşu Bayramı :
Burada bir çelişki görülmeKt'âi^ir. Onun doğum günü 9
Ab olarak bilinmektedir. Bıis4kisinden birinin başka, bir
sebebe müstenid olması gerekir.
13) 28 Adar (Mart), Sabatay’ın Sünnet Bayramı :
Yahudi geleneğine göre sünnet, sekizinci günüdür. Ga­
lenle, bu tarihe göre Sâbatay’ın 21 Adar (M art)’da doğ-
duğuriLi, 9 Âb’da doğmadığmı ilade ediyor. Bunun, Ya­
hudi aylarmm dolaşmasından da ileri gelebileceğini tah­
min etmekteyiz.
Ga]ante, Kesonaâ’jıı yukarjdaki bayramlara.şunları
da ilâve etiğini kaydediyor :
-1) 16 Tevet (Aralık) Bayramı (Bu bayramın ne­
ye müstenit olduğu belirtilmemiştir),
2) 15 Ch.euat (Ocak - Şubat) Bayramı. Bu Yahu­
di leriu tanınmış bir bayramıdır.
3) 15 Adar (Şubat - Mart) Bayramı. Yahudilerin
tanınmış Purim (Şeker) bayramıdır.
4). 22 Adar (Mart) Kuzu Bayramı ('■').
Karakaş - Zade Rüştü, Vakit Gazetesi muharririne
verdiği izahatta. Dönmeler arasında, vaktinden önce

Dönmeler, M art’ın 22. günü evli olanlar cemaat halinde toplanıp


laızu eti yerler (Bkz. Türk Hukuk Ansiklopedisi. Ankara 1962,
11/1586).

459
SABATAY SEVİ ve MESİHLİĞİ

kuzu yememe (*), yiyenin öleceği inancının varoldu­


ğunu belirtiyor. Kendisinin, Selanik’teki Arnavutların
pişirdiği kuzudan heyecanla yediğini ve nihayetinde
iîJhninde yer eden telkinatla ölümü beklediğini; fakat öl­
mediğini, bu telkinatm doğru olmadığını annesine de
anlattığını, onun da kızdığını ifade ediyor. Muharrir ni­
çin kuzu yemediklerini sorunca Karakaş; Kuzu yedik­
lerini, fakat merasimle yediklerini ve bununla ilgili ola-
lak «Dört Gönül» meselesini anlatıyor :
«Kuzu yemenin mevsimi vardır : Senede bir gün
t,22 M art). İki arkadaş anlaşırlar, karar verirler. Kuzu
ziyafeti yaparlar; tabiî karılarıyla beraber.. O akşam
kuzu yenir. (Gazete bir cümleyi buradan çıkarmış) (*■').
Rıınun sevabı çoktur, O gece ne kadar çok sevap yapı­
lırsa, bu sevapla, insan Cennet yolunda o kadar fazla
yol almış olur.
Kuzu başında en az dört kişi (evli iki çift) gönül­
lerini birleştirirler. Bazen dört gönülün birleşmesi kâ-
j'i gelmeyebilir; bu takdirde birleşen g'önüllerin otuza
kadar çıktığı vardır» Bu kutsal gecenin kahra-

* i. A. Gövsa, Bakırköy’de, Dönmelere ait olan leylî bir mektebin


müdürü iken, ilkbaharda bir dönme oisn aşçıya kuzu pişirmesi
hust.ısunda emrini dinletemediğini; aşçının iteatsizliğine ait şikâye­
ti mektebin (müdürüne) himaye heyetine dinletemediğini ve ken­
dilerine muayyen zamanı (22 Marî),^geimeden önce mektepte kuzu
eti verdirmeye muvaffak olamadığını ifade etmektedir (S. Sevi,
sf. 96 -97 ).
Kaldırılan bu cümlenin, Govsa'nm eserinde yeralan şu cümle ola­
bileceği kanaatindeyim : «Yemekten (kuzu ziyafetinden] sonra bi­
raz eğlenilir ve muayyen zamanda ışıklar (mumlar) söndürülerek
karanlıkta kalmır. Bu bayram vesilesiyle doğacak çocuklar bir
nevi kudsiyeti haiz tanınırlar» (Bkz. Gövsa, Sabatay Sevi, sf. 65).
453 Vakit Gazetesi, 8 Ocak 1924.

460
DÖNMELER TARİHİ

inanı olan kadınlar, en fazla sevabı kazanmakta ve do­


ğacak çocuklar da azizler kadar mukaddes addedilmek­
tedir (454). Bu durumu, yine bir dönme kızı olan Me-
ziyyet Hanım, Resimli Dünya Mecmuası yazarı Esat
Mahmut’a anlatıyor ve aynı Mecmua’nın iki sayısında,
bu konu, kızın kendi ağzınd^r^ veriliyor, Bu kız, bir Türk
yüzbaşısına âşık oluyor evlenmek istiyor; fakat bir
.Dönmenin, Dönme olmayan biriyle evlenme hakkı olma­
dığı için evlenmelerine engel olunuyor ve kız da kendisi­
nin yüzbaşıdan hâmile kaldığı yalanını ortaya atıyor.
Kızın annesi bu durum karşısında kızıyor ve kızı bir
lıafta hapsediyor. Bunan üzerine amcası ve teyzesi kı­
za yeni elbiseler giydirerek, karanlık bir gecede, arabay-
ip Fatih’te bir eve götürüyorlar (Bu meseleyi anlattığı
tarihten 2 sene önce 1 Şubat gecesi olarak belirtiyor ki
1923 olabilir). Orada beyaz elciseler giydikten sonra,
içiçe birkaç koridordan geçerek bir kapının önünde du­
rup, ÜG defa kapıyı vuruyorlar, kapıyı ikinci üçlü vu­
ruşlarında uzun sakallı beyaz elbiseli bir ihtiyar açıyor
ve içeriye almıyorlar. Kız, içeride kadın çığlıkları duyu­
yor. Meseleyi anlayamıyor, biraz sonra bir erkek kendi­
sini yakalıyor ve sabaha kadar bu durum devam edi-^
yor. Neticede erkek ve kadınlar kendilerinden geçmiş
bir halde sabaha çıkıyorlar. Bu Dönme kızı, Karakaş-
lar’da, bir kadının, bütün bir aile fertlerinin (erkekle­
rinin) aynı zamanda malı olduğunu; bir Selâniklinin
bir Selânikliye misafir gittiği zaman, o geceye mahsus,
kadınlarını değiştirdiklerim; bir kardeşin, diğer karde­
şinin kötü yola gitmemesi için, karısını bekâr kardeşi­
ne teslim ettiğini ve bunların kabahat sayılmadığını

454 Vakit Gazetesi, «Rüştü Bey’irı Lisanından», IS Ocak 1924, sf. 1 -2.

46 :i
SABATAY SEVİ ve MESİHLÎĞİ

belirtiyor (■••).
Ayrıca, Kapancılar’da dul bir kadının, bir sene
müddetle Selânikli erkekîerie mürıasebetinin mübah ol­
duğu da ilâve ediliyor (455).
Yine 15 Kasım 1925 tarihli Resimli Dünya Mec-
muası'na, Kapancılar zümresine mensup bir genç, Me-
îiiyyet Hanım isminde bir Dönme kızmm, Esat Mah-'
mut'a «Dört Gönül, Mum Söndürme ve Kuzu Ziyafe­
ti» yle ilgili olarak bizzat başından geçen bir olayı an­
latması üzerine, o yayını tasdik eder mahiyette yazdı­
ğı, mektubunda şöyle diyor : (456)
«Zannediyorum ki, IVlum Söndürme Merasimi’ Ka^
rakaş ailesinde hâlâ devam eden bir âdettir. Benim
mensup olduğum ailede (Kapancılar'da)^ tatbik edildi­
ğini zannediyorum; fakat itiraf edelim ki ben hiç gör­
medim.
«Sön zamanlarımıza kadar Dönmeler, bu kuzu me­
rasiminden önce, hiç kuzu eti yemezlerdi. İlkbahara
tesadüf eden muayyen bir günde okunmuş bir kuzu
kaynatılır, o esnada dua edilir ve o parça parça ayrılan
kuzu etinden her Dönme ailesine bir miktar gönderilir

" Yahudi Kutsal Kitabında, babanın kızlariyle; oğlanın analığıyla;


kayın pederinin geliniyle zin ası yer almaktadır. Zina sözü ençok
Tevrat’ta geçmektedir. (B kz. Sayılan Bap : 25; Tekvin. 9 /2 0 -2 5 ;
19/30; 49/4: 33/1 -30 ). Ayrıca Tevrat’ta kayınbiraderÜk hakki da
yer almaktadır. Şöyle ki; bir erkek kardeş çocuk yapmadan ölür­
se, geride kalan kardeşi, kardeşinin dul karısının yanına girerek
üiıa ço cuk yo i)ar. uuna kayın b ira d e rlik hakkı , d e n ir (Tekvin,
38/7 •• 9).
455 Resimli Dünya Mecmuası, İŞ Eylül 1925 ve 15 Ekim 1925 (M illî
Kütüphane.) 1956 SB 496’da kayıtlı.
45t> RüSimli Dünya Mecmuası, 15 Kasım 1925.

' 462
DÖNMELER TARİHİ

ve. bu eti yedikten sonra her Dönme, kasaptan kuzu eti


alıp yiyebilirdi.
'Kuzu Gecesi’ daha birçok ibadetler olurdu. Yalnız:
o merasim gecesi bekârlar cemiyete kabul edilmezlerdi.
Evli olanlarsa aileleriyle birlikte gelirlerdi. Ben, henüz
g'enç ve bekâr olduğumdan büT'çemiyete girememiştim;
l'akat bana manidar görünerı^b:d bekârlaru'i kabul edil­
memeleri zannederseın, mumlâi' sönünce başkasmm ka-
r.ısmdan karşılığmı vermeden istifade edememek için­
dir.
«Her ne kadar çok istedîysem de ‘Evlen de sonra
öğrenirsin !’den başka cevap alamadım. Fakat bunlar
şimdi kalmadı, zira herkes umûmî mezbahada kesilen
ve Türk, Rum, Ermeni kasaplar tarafından satılan et­
leri yiyor».
Galante, bu «Kuzu Merasimiwyle ilgiii tarihî bir tah­
lilde bulunuyor. O,, kendisinin İstanbul Üniversitesi’n-
de Eski Şark Milletlerinin Tarih Profesârü olması ha-
sabiyle,' eski âdetler ile Yakın - Şark milletlerinde hâlâ
devam eden bazı âdetlerin mukayesesine fırsat buldu­
ğunu; burada bahsedilen mumların söndürülmesinden
sonra hasıl olan çirkin sahnenin menşeini eski tarihî
devirlerden aldığmı; kışın tabiatın ölmesiyle Sema Tan­
rısı Attis’in zincirde olduğunu, İlkbaharda, kâinatın
canlandığım ilân için, yeı^üzüne indiği ve Tabiat Tan­
rıçası Ammas ile evlendiğini ve bunun da bir 'Aşk Bay^
ramı’ olduğunu; bu tür âdetlerin son zamanlara kadar
geldiğini; îç Anadolu’nun bazı yerlerinde hâlâ Attis’in
ibadetini tatbik edenlerin bulunduğunu; Kızılbaşlar ve
Tahtacıların böyle gece âyinleri tertip edip, murn sön­

463
SABATAY SEVİ ve M E S İliL İC İ

dürüp, c'ünbÜK yaptıklarım kaj^dediyor (457).


Galante, bu satırları yazdığı zaman, Türkçe Akşam
Gazetesi’nin Maraş muhabirinden aldığı şu telgrafı neş­
rettiğini kaydediyor :
«Maraş, 4 Mayıs 1935 - Burada mum söndürme âyi­
ni tatbik eden bazı eşhas cürmümeşhud halinde yaka­
landılar. Kadınlardan, erkeklerden başka mum söndü­
rülen odada musikî âletleriyle başı kesik bir siyah tavuk
bulunmuştur».
Galante, burada bahsedilen âyinin Dönmeler tara­
fından yapılan âyinin aynısı olduğunu; ancak, fark ola­
rak, kuzu yerine bir tavuğun bulunduğunu belirtiyor.
O, bu izahatları verdikten sonra, kadîm Yahudi tari­
hinde bu tür âdetlere ve zevce değiştirme alışkan­
lığına rastlandığına (458) işaret ediyor.
Şahap Tan da, Dönmelerin ((Kızılbaşlar gibi ka­
dınlı erkekli evlerde toplanıp Mum Söndü âyinleri yap­
tıklarını» (459) İleri sürmektedir. Hasluck; Kızılbaşla-
rm, namaz, oruç, kadmlann örtünmesi ve sünnet vs.,
gibi husûslarda Sünnîlerden ayrıldıklarını; bunlara, do-
U1U2 yemek, bir yerde toplanıp mum söndürüp kadın
değiştirmek gibi ahlâk dışı isnadlann yapıldığını; bu­
nun yersiz ve ön bir yargının mahsulü olduğunu belir­
tiyor ve bu tür isnadlann, Arablar tarafından Zerdüşt-
ler; Türkler tarafından Selanik Yahudileri (Dönmeler);
Benjamin Tudela tarafından’ Dürzîler hakkında söyle-

ö57 Galante, Nouveaux Doc. Sur S. Sevi, 53 (Dipnot).


' Bir misal olmak üzere bkz. Kitab-j Mukaddes (Tanah), Amos,
IV/1 -6 .
458 Bkz. Galente, Nouveaux Documents, 53 (Dipnot],
-!İ59 Şahap Tan, Yahudileri Tanıyalım, sf. 78.

464
DÖNMELER TARİHİ

nildiğini de ilâve ediyor (460).


Eröz, Kızılbaşlardaki «Âyin-i Cem» toplantılarında
«Mum Söndü» yapıldığı isnadının yersiz ve hatta insaf­
sızlık olduğunu belirtiyor (461).
5) 27 Adar (Mart), Osman Ağa’ıknjve «Onüç As­
habımmn hâtırasına yapılan Bayram. Bu bayram, bay-
ramlann en tantanalısı kabul edilir. En meşhur aşçı­
lar tarafından hazırlanmış olan börek ve tatlılar, o ge­
ce çiçeklerle süslennaiş büyük ve özenle hazırlanmış sof­
ra başında, yenilir; Osman Ağa ve «Onüç Ashabi))nın
ruhuna duâ edilir.
6 ) M eyveler Bayrarm. Bazı geceler, husûsi evlerde
toplanılır ve ortaya biiyük tepsiler içinde meyveler ko-
h.ulur. Bütün Dönmeler, elele vererek, bu meyve tep­
sisinin etrafmd a dualar ederek dönerler. Âyinden son­
ra bütün Dönmeler dizilir, hepsi aile ferdlerinin sayısı­
na göre, önlerine mendiller serer ve duadan sonra kud-
sileşmiş bu meyveleri mendillere doldurarak, sokaklar­
da; gizlene gizlene, evlerine taşır.
7) Ağaçların Bayramı. Bu bayramda ağaçlarm et­
rafında âyin icra ederek, ağaçların kökleririe su veri­
lir (462). Bu âdet, hâlâ, Şark Yahudileri arasında mev­
cuttur (463).
8 ) Haman. Bayramı. Bu, Yahudilerin Şeker Bay-
ramı’dır. İran Hükümdan Ahaşveroş’un Veziri Ha-

460 F. W . Hasluck, G hristianity and Islam U der th e Sultans, (/15 3 .


461 Doç. Dr. M eh m e t Eröz, Türkiye’de A le v îlik ve Bektaşilik, İst. 1977,
sf. 97.
^62 SebÜü’r-Reşad, X X |||/ 2 2 0 .
^63 G alante, Nouveaux Documents Sur Sabtay Sivi, sf. 51 (Dipnot).

465
SABA7AY SEVİ vc MESİHLİĞ!

man’m bütün. Yahudileri öldürtmek için hükümdarı


kandırmışken, kralın karısı oiaıı Ester admdaki Yahudi
kızı vasi'tasiyle ölümdeki kurtulmalarının anısı olarak 14
Adar'da (Şubat - Mart) yapılan Purim Bayramı olabilir,
9) Yusuf Bayramı. Bu, Yahudilerin Hanuka bay­
ramadır, Yuda, Millî Kurtuluş ye Din Hürriyeti için çar-'
pışarak Kudüs’ü ele geçirmiş, Yeruşalim (Kudüs) Ta-
pınağ'i’nı yeniden ibadete açmak için, gerekli merasi-
riie başlamış ve bir hafta devam etmiştir. 25 Kislev (Ka­
sım ' Aralık)’de başlayıp, bir hafta süren bu süreyi bay­
ram kabul etmişlerdir (464).
10) A f Dileme (Kippur) Bayrarm. Bu günde Dön­
meler, saı'ı mest ve cübbeler giyer; Osman Ağa’mn ru­
hu önünde secdeye kapanır ve günahlarının taağışlan'-
masını diler (465)., Yahudiîerde de Tışrî (Eylüi-Ekim)
îiymın onunda günahların affı için bir gün oruç tutu­
lur. Sinagogda sabahtan akşama kadar ibadet edilir ve
günahlar itiraf edilir (466).
Yukanda belirtilen bayram ve yortu günlerine oruç
günleri de ilâve edilecek olursa, ruhanî günlerin sayısı
zümrenin hususî takvimini dolduracak derecede zengin­
leşir (467). Bunların bir kısmı belki bugün eheinmiye-
tini ve izlerini kaybetmiştir, ancak bir kısmının ise hâ­
lâ Dönmelei’ arasında yaşadığı kanaatini taşımaktayız.

4G4 Hayrullah Ö rs, M usa ve Yahudilik, sf, 419 -420.


465 Prof. A . G alante, a.g.e., sf. 5 1 -5 2 .
466 İbani Din Biîgisi, Başhahamlık Yayınları, İs t.' 1969, sf. 37.
AkM İbrahim A lû eîtin Gövsa, Rabatay Sevi, sf. 67.

4G0
DÖNMELER TARİHİ

V. BÖLÜM

SON YÜZYILDA, GÜNÜMÜZ TÜ RKİYE’SİNDE


DÖNMELİK VE DÖNMELER ÜZERİNDEKİ
TARTIŞMALAR :

a) Türkiye'de Dönmeler Hakkında Yazılan İlk


Matbu «Risale)} ve Görüşler :

«Dönme» sözü, Türk tarihinde, özel bir anlam ka­


panmıştır. İspanya Engizisyonu’ndan kaçıp Türkler’in
himayesine sığman Yahudi bir ailenin çocuğu Sabatay
Sevi,. «Mesîhlik» iddiasında bulunmuş ve iddiasını is-
bat etmesi için çıkarıldığı Divan huzurunda Müslüman
olup Mehmet ismini almıştır. O, İslâm’ı kabul ettikten
sonra, Müslüman görünüşü altında, Yahudiliğini devam
ettirmiş ve onu takiben Müslüman olan taraftarları,
onun ölümünden sonra da, aynı şekilde varlıklarını de­
vam ettirmeyi benimsemiştir. O. günden beri (1666’dan
bu tarafa), dıştan Müslüman, içten (kalben) Yahudi
kalan, Osmanlı İmparatörluğu’nun çeşitli yerlerinde ve
özellikle Selanik’te bulunan gizli Yahudi Çemaati «Dön­
me)) diye adlandırılmıştır ( 1) .
OsmanlI İmparatorluğu’nun sınırlan içinde 1648’de
gündeme gelen ve 1666’da doruk noktasma ulaşan «Me-

i Bkz. SebilüV-Reşad M ecm uası, 1339- 1 3 4 0 /1 9 2 3 -1 9 2 4 , X X ( II/1 7 2 ;


İkdam^^Gazetesi, 4 Kanunisânî 1340/O cak 1924; A , Galante, Nouveaux
DocLimentş Sur Sabatai Sevi (N D SS ), 4 [dipnot); Ziya Şakir, «Türki­
ye Yahudileri», M ille t M ecm uası, 29 O cak 1948; Türk Ansiklopedisi,
«Dönm eler veya A vdetîler«, X IV /4 1 -4 2 ; Schoiem , «Gizli Yahudi C e­
maati Türkiye Dönm eleri» çev. Abdurrahman Küçük, A .Ü .İ.F.D .,
Ankart-: 1338, X X X / 2 2 7 , 2 2 2 -2 4 .

467
G Ü N Ü M Ü Z TÜ R K İYe’S İN üi: D Ö N M ei Eii

sîhî hareket», Sabatay Sevi’nin Müslüman oimasiyle


yeni bir şekil almıştır. Sahte Mesîhin İslâm’ı kabul et­
mesinden sonra, Türk toplumu arasında, «Dönmelik»
diye yeni bir l'ırka, yeni bir «mezhep», yeni bir hare­
ket zuhûr etmiştir. O dönem tarihleri ve vekayinam.e-
leri bu harekete, sadece Sabatay Sevi’nin Divan huzu­
runda Müslüman olup Mehmet adım alması dolayısiy-
ie yer vermiştir, Müslüman olduktan sonra Sabatay
Sevi’nin «ikili» oynaması ve ondan sonra da taraftarla­
rının aynı minval üzere hareket etmesi; Türk Mille-
ti’nin gözünden kaçmamış ve bu gruba ihtiyatla bak­
mıştır. Türkîer, bunîar hakkında bildiklerini ve ihtiyat­
la bakışlarının sebeplerini, nesilden nesile, sözlü olarak
aktarmış ve yazılı hale getirmekten kaçınmıştır. Ancak
Dönmeler’in kendi dokümanları ele geçince «esrar per­
desi» aralanmış; Batı’da, 1888’lerden başlayarak, bun­
lar hakkında bilgi veren eserler piyasaya çıkmıştır. Ba-
tı’daki bu yayınlardan bir müddet sonra, Türkiye’de,
Türkler arasında, bu konu gündeme gelmiş; I. Meşru­
tiyet ve ondan sonraki hareketlerde Dönmelerin önemli
roller üstlenm.esi, Balkan ye I. Dünya Harbi’ndeki tu­
tumları ve kendilerini Yahudi hissetmeleri bardağı ta­
şıran damlalar olmuştur. Bunun en açık örneği, 1924’de,
Türkiye’deki Rumlarla Trakya’daki Türkler’in mübade­
lesinde kendini göstermiştir. Bu mübadele sırasında
Trakya'da kalan Dönmeler,,kendilerinin aslen ve irken
Yahudi olduklarını, Müslümanlıklarının sahte bulundu-
ğ'unu ileri sürmüştür. Bu olaylar vesilesiyle, 3 t 4 yüz'
yıllık bir birildm, Türkler arasında, su yüzüne çıkn-uş-;
Dönmeler hakkında eserler yazılmış, sırları ifşa edil­
miş ve tartışmalar vuku bulmuştur. XX. yüzyıldaki tar­
tışmalara vesile olan ve aynı zamanda Türkçe yazılan

468
DÖNMELER TAR İH İ

İlk eser, üzerinde yazan olmayan, 1335 (1919)’da, İs­


tanbul’da, Şemsi Matbaası’nda basılan 15 sahifelik
«Dönmeler» adlı risaledir ("). Bu risalenin sonunda de­
vamı ikinci foiTaada denilmekte ise de,'ikinci formanın
çıkmadığı anlaşılmaktadır. Yazarı bi^iH];neyen bu risa­
lenin Said Molla tarafından yazıldığı ıi'zerinde durul­
maktadır. Bazı kaynaklar, Şaid Molla^nm böyle bir şe­
ye niyet ettiğini, fakat gerçekleştirmediğini ileri sür­
mesine rağmen, Selanik Dönmelerinden Recep Kaymak,
Vakit Gazetesi’ne yazdığı mektupta, Said Molla'mn bu
konuda bir eser yazdırdığından bahsetmektedir. O dö­
nemde yukarda bahsettiğimiz «Dönmeler» adlı risale­
den başka bir esere tesadüf edilmemektedir.
OsmanlI İmparatorluğu’nda Dönmeler konusunda
yazılan ilk eser, bu cDönmeler» adlı risaledir. Türk ka­
muoyunda ilk tartışmalar da bu risale ile başlamıştır.
Dönmelerin menşeine, gruplarına, âdet ve ahlâkî du­
rumlarına, Müslüman ve Yahudilerle alâkalarına, plân­
larına, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nde oynadıkları rol­
lere ve bugün takip ettikleri siyasî metodlarma Mukad­
dimesinde yer veren risale konuya şöyle giriş yapmak­
ladır : «Ma’lûmdur ki kürre-i arz üzerinde İslâm, Or­
todoks, Protestan, Katolik, Musevî Mecûsî ve Budâvî
gibi tamnmış olan Dinler; Türk, Rum, Ermeni, Yahu­
di, Fransız, İngiliz, Cinli, Japonyalı, Laponyalı ve ilâ
âhare gibi ma’lûm bulunan milel-i muhtelife m.eyâmn-
da, yaşadığımız, şu yirminci asırda, dinleri ve milliyet­
leri meçhûl kalmış bir kavim vardır ki, o da Selânik’te
iki buçuk asır evvel türemiş ve olvakittenberi ‘Dönme’

Bu eserin birinci basiasıncîa [sf 227}, biz. Dönm eler hakkında yazı*
ian bu ilk risaleyi bulam adığım ızı b elirtm iştik. İkinci baskısını ah-
zırlarken b;.; risaleyi bulmaya m uvaffak olduk.

469
G Ü N Ü M Ü Z TÜRKİYE’SİNDE DÖNMELER

nâmiyle yadedilegelmiş-ne İslâm, ne Yahudi-nâm-ı di-


ğerle'^‘Avdetî’lerdir» (2). Risale, bu girişten sonra, Sa-
batay Sevi’nin Mısır, Türkistan ve. Avrupa’ya seyahat
edip lıaJka garip alâmetler göstermek suretiyle Mısır’m
Kıptilerini, Türkistan ve Avrupa'nm Yahudilerini ken­
disine bağladıktan sonra Kudüs’e geldiğine, orada «Bek­
lenen Mesîh»in kendisi olduğunu ilân etiğine, başına
topladığı kadın - erkek birkaç yüz kişi ile İstanbul’a
vardığına;, halkı dalâlete düşüren fikirleri üzerine Pa­
dişah IV. Mehmed’in huzuruna çıkarıldığına, huzurda
İslâm’ı kabul edip Mehmet ismini aldığına ve taraftar-
lariyle beraber Selanik’te ikâmete mecbur edildiklerine
temas etmekte (S) ve şöyle demektedir : «Aziz Mehmet,
avanesine, ‘ben size hakîkî din getireceğim’ diye savu­
şup gittiğinden aslen kimisi Kıptî, kimisi Mecûsî ve ¥iu~
sevî olan bu taife-i garibe gitgide çoğalarak ‘Hanyos’,'
‘Kuvayros’ ve ‘Sazan’ namlariyle üç fırka teşkil etmiş­
lerdir.
Selanik’te bulunan bu taifenin ihtiyar erimekleri
elan Aziz Mehmet’in a,vdetine intizâren her Cumartesi
sabahları kal’a kapulan önlerinde saatlerce bekledikleri
vakıadır.
Aşağıda tafsîlen beyân edileceği veçhile Hanyos ve
Kuvayros cinsleri birbirlerine benzerlerse de ‘Sazan’ ve­
ya ‘Sazanikos’ cinsi burunlarımn büyük ve kemerli bl-
masiyle diğerlerinden tefrik,,ve temyiz \{ayrüabilir) olu­
nabilirler» (4),
İslâm ile Yahudilik arasında dalâlette kalmış olan

2 Dönm eler, İst. 1335, 1338, sf. 6.


3 Dönm eler, sf. 7.
4 Dönmeler, sf. 7 -8 .

470
D ü N M tL L R TARİHİ

bu ÜÇ taifenin âdet ve ahlâkça tamamen birbirine ben­


zediğine, tam manasiyle Dönme olmalarma rağmen bir­
birlerine kız vermeme yasağnıa riayet ettiklerine, Müs-
lümanlara kız vermekten ve onlarla izdivaçtan kacnı-
dıklarma, Meşrutiyet’ten sonra -kendi aralarmda evlen­
melerinden dolayı bozulan nesillerini İslah için- birkaçı
Müslüman kızlariyle ve hattâ AvrupalIlarla idivaç et­
meye bşLşladıklanna; fakat Dönme kızlarımdan henüz
Müslümanlara varanlarm görülmediğine! Dönme kızla­
rının konuşurken gözlerini, kaşlarını ve^hattâ bütün
vücutlarını oynatmak gibi garip tavırları olduğuna yer
yeren risale şu ihtarı yapmaktadır ; «İslâmlar arasın­
da ahlaksızlığa, dinsizliğe emrâz-ı sârîyenin (bulaşıcı
hastalıklar) yayılması ve genişlemesine en büyük
âmil-i müessir Selanik Dönmeleri olduğunu unutmama­
lıdır)) (5). .
Dönmeler risalesi, üç gruba ayırdığı Dönmelerden
Sazanların ;^hal ve vakitleri yerinde olsa bile- gözlerini
daima hükümet kapısına diktiklerini, memuriyet haya-
bma düşkün; olduklarını; diğer İki grubun ticaret ha­
yatını tercih ettiklerini, ancak her nasılsa Hanyos gru­
bundan Cavid’ih. M olduğunu (bu Cavid İt-
tihad, ve Teretkkı döneminde de Cumhuriyet’in ilk kabi­
nesinde de ^ olmuş, 1926’da Atatürk’e
suikast düzenlemekten idam edilmiştir), Hanyos ile Ku-
vayros grubunun ticaret âleminde ortalığı «dolaba» sok­
mayı ve Sazan grubunun da Devlet hâzinesini soymayı
alışkanlık haline :getirdiklerini belirtmektedir ( 6), De­
vamında şu hususlara temas edilmiştir : «Bunların iç-

5 Bkz. Dönmeler, 5f. 9,-10.


6 Bkz. Dönm eler, 10.

471
G Ü N Ü M Ü Z TÜRKİYE'SİNDE DÖNMELER

lerinden doğruları pek nâdir ise de doğrulukları vatana


muhabbetten, hükümete sadakatten mütevelUt olmayıp
mevkilerini muhafaza ve sırf şahsî menfaatlerini temin
ve mensup oldukları taifenin hükümetçe olan işlerini
meşrû ‘veya gayr-i meşrû’ kolaylaştırmadan ibarettir.
Demek istiyoruz ki bunlardan hükümet memuriyetle­
rinde vatana, millete hüsnüniyet ve sadakat beklemek
abestir.
Dönmeler vaktiyle Selânik muhitinden ayrılamaz­
lardı. Sonradan, alelhusûs Balkan Harbi’nden sonra İs­
tanbul’da pek mahdut olan adetleri artmış ve îzmir vi­
layetiyle Anadolu’nun birçok yerlerine yerleşmişlerse
de eski an’anât-ı kavmîyelerini pek gizli tuttuklarından
bunların Dönme olduğu anlaşılamayarak ‘Rumeli Mu­
haciri’, ‘Selanik Muhaciri’ ola.rak tanınmışlardır.
Açık saçık gezen kadın ve kızlarının serbesti-i ah­
vâli Anadolu’nun saf kalbli sakinleri üzerinde pek bü­
yük te’sir hâsıl etmiş olan Dönmelerin dinsizlikleri,
ahlâksızlıkları bütün Rumeli ahâlisinin fenâ oldukları
hakkında Anadolu halkında yanlış bir fikir doğurmuş-,
tur.
Anadolu ahâlisi bilmelidir ki bütün Rumeli ahâli­
sine teşmil etmek istedikleri ahlâksızlık, dinsizlik yal­
nız İslâm nâmiyle hareket eden işte bu Selânik dön­
melerine münhasırdır.

Dönmelerin İslâmlara muamele-i iltifâtkârâne-


de bulunmaları hep yapmacıktır. Onlar daima diğer mil­
letleri îslâmlara tercih ederler. Yahudilerden zi­
yâde Firenkliğe ve Hıristiyanlığa daha zij^ade mütema­
yildirler. Fakat bu tamamij^le onlara muhabbetten de-

472
DÖNMELER TARİHİ

gil, İslâmlıkta bulamadıkları alelhusûs Hıristiyan­


lığın kadınlara bahşettiği hareket serbestliğinden işti­
rada etmekten ileri gelmektedir. Dönme kadınlarındaki
perbesti4 ahvâl ve harekât ve hayat-ı içtimaiyelerindeki
garabet Hıristiyanların da nazar-ı dikkatlerini celbet-
mekten bir an hâli kalmamaktadır.
Dönmeler hiç camilere gitmezler. Nadiren camiye
gidenleri görülürse de bittabi’ ferâiz-i tslâmiyeyi ifâ
vnaksadiyle değildir. Çünkü, Dönmeler içlerinden biri­
nin kabahati oldumu veya m ucibi rh^heze bir hal ve
iıareketi görüldü mü? cenmatlerihee^^^faklarında birer
suretle tertib-i mücazât olunur. Hattâ bunlarca en ağır
ceza, işin ehemmiyet ve derecesine göre, kabahatlileri
bir müddet camilere devam ettirmekten ibarettir. Bun­
dan maksatları da t'erâiz-i İslâmiyeyi edâ edegeldikleri
nj Müslümanlara göstermek küstahlığından başka bir
şey değildir.
Ramazanlarda, İslâı-n hanelerine bitişik bulunan
Dönme evlerinde yatsı vakti ev halkı güya Teravih na­
mazı kıUyormuş gibi ‘Kız abdest aldın mı haydi ce­
maate yetiş’ nidasiyle Müslüman komşularma namaz
hazırlıklarında bulunduklarını işittirmek ve Sahûr vak­
ti de ortada sofra falan olmadığı halde çatal, bıçak, ta­
bak şakırtısiyle sofra hazırlığında bulunduklarını imâ
etmek gibi küstahlıklarından elân vazgeçmemişlerdir.
Cumartesi günleri âyin-i Musevî üzerine ibadetle­
rini tahte’l arz (yer altında) inşa ettirdikleri havralar­
da icra ederler.
İslâm ve Yahudilik arasında ne din ile mütedeyyin
olduklarım henüz anlayamayan ve yalnız Dönme bu­
lunduklarını bilen çocuklarla genç kız ve erkekler, an-

-(■Yu
GÜtMÜMÜZ T Ü R K ÎY t’SİNDE DOMMELuH

cak İzdivaç günü asıl Dönmelik halikında telkînât-ı


mahremâneye nâil olurlar. Bunların imamları ayrı ol­
duğu gibi mezarlıkları da sırf kendilerine ait husûsîdir.
Hattâ dikkat edilirse Selanik'teki kabristanları dâima
İslâm ve Yahudi, mezarlıkları arasında bulunur. Mezar
taşlarmm üzerindeki yazılar ( ..........) ibarelerden iba­
ret olup nihayetlerinde ‘Fatiha’ kelimesi yoktur.
İçinizi temizlemeden geb-neyiniz' emrine tamamiyle
mu'tekid olduklarını cenazelerinin bağırsaklarındaki pis­
likleri mihaniki bazı usûllerle çıkardıktan sonra defnet­
mekte, olmaiariyle sâbittir» (7).
Emekli Binbaşı Sadık ("), Dönmelerin aleyhine ya­
zıldığını ileri sürdüğü yukarıda muhtevasından bahse­
dilen «Dönmeler» adlı risaleye cevap olmak ve «koyun
sürüsü» olarak tavsif ettiği Dönmelerin hakkını savun­
mak maksadiyle, 19l9’da, ((Dönmelerin Hakikati» baş-
lığiyle 32 sahiteden ibaret bir kitapçık yazmıştır. O, bu
kitapçığında, uDonmeler') başlıklı risalenin fayda yeri­
ne zarar getireceğini iddia etmekte ve bu risalenin muh­
tevasını beş kısma ayırai’ak ayrı ayrı cevaplandırmaya
çalışmaktadır ( 8 ). Sadık, verdiği cevaplarda hep tevil
yolunu tercih etmekte; ve Sabatay Sevi’yi «azız» bir
kimse olarak görmekte; Dönmeler hakkında ileri sü-

7 Bkz. Dönm eler, 1 2 -1 5 .


•’ Bu Sadık, Dönm elerin Hakikati adlı kitapçjym ın kapağında, kendi­
sini, «Atîk Ni?âmiye Kıı k b irin c i. Alayının Üçüncü Taburu binbaşılı­
ğından ınütekaid'i olar:ık tcUiıtıyür. F3u Sadık ile 1919’da Anadolu Ha-
re k e ti’ne karşı kutulan İnçjiliz M uhripler Ceıniyeti'ndeki M iralay Sa­
dık arasında, bazı yönlerden, bir benzerlik görülm ektedir. Ancak bu
iki ismin aynı kişi mi', yoksa ayrı ayrı kişi mi olduğu hususunda
kesin bir .şey söyiem ek için yeterli araştırm a yapamadık.
3 Bkz. Sadık, Dönm elerin Hakîkfiti, 18 Kanunie.vvel 1335, sf. 4 - 5 .

474
DÖNMELER TARİHİ

rülen görüşleri hayal mahsûlü olarak değerlendirmek­


tedir (9).
Em. Bnb. Sadık, rnetod olarak, önce «Dönmeler»
risalesinde ortaya konulan görüşleri almakta ve bu gö­
rüşleri bazı yorumlarla çürütmeye gayret etmektedir.
O. eserinde, baştan sona kadar, bu zümreyi temize çı­
karmaya çalışmakta; kullandığı ifadelerde bunların
içinden gelen ve iç yüzlerini bilen birisi intibamı ver­
mektedir. -Dönmelerin mükemmel bir «mümin» olduk-
lajını isbat için bazen âyet ve hadîslere baş vurmakta
ve zaman zaman yanlış yorumlar yaparak iddiasını des­
teklemek yolunu tercih etmektedir. H a t,b u n la r hak­
kında suizan besleyenlerin günahkar^labileceğini de
ileri sürmektedir ( 10) .
Dönmelerin büyük çoğunluğu İstanbul, Edirne, Se^
lânik ve İmıir’de bulunmaktadu'. Bunlardan Selanik^
öabatay taraftarlarının merkezi, başşehri kabul edil­
mektedir. Bundan dolayı, genel olarak, Türk dilinde Se-
îânikli ifadesi «Dönme» karşılığında da kullanılmakta­
dır. Dönm.eler, bulundukları yerlerde, hem buradaki
Türkier ve hem de Yahudiler tarafından çeşitli lakap­
larla tavsif edilmektedir. Edirne’deki Dönmeler, burada­
ki Yahudilerce (cSazanicos» olarak adlandırılmaktadır.
Bu «Sazanicos»; Türkçe «sazan» ile, İspanyolca küçült­
me eki «icos»un birleşmesinden ■meydana gelmiştir.
Dönmelerin Sazanicos olarak adlandınlmalarma sebep;
Sazan Balığı’nm suyun içerisinde çeşitli renkler göster­
mesiyle Dönmelerin iki din (İslâm ve Yahudi gibi) ta-

9 Bkz. Saldık, Dönm elerin Hakikati ,sf. 8 -1 0 .


10 Bk2. Sadık D önm elerin Hakikati, sf. 4 -3 2 .

475
G Ü N Ü M Ü Z TÜRKİYE'SİNDE DÖNMELER

şıması arasında ilgi kurulması gösterilmektedir ( 11).


1492’de Ispanya’dan Türkiye’ye sığınan Yahudiler-
den olan Dönmelerin (12), «... Arz-ı Mev‘ûd’da kurula­
cak ve bütün dünya milletlenne-kıble olacak olan Da-
\âd’in heykelinin hayaline yiız çevirmiş...» (13) bulun­
dukları ileri sürülmektedir. Bunların İspan^^ol-'Yahudi
soyunu taşıdıkları, kendi aralarında Yahudi isim.lerini
muhafaza etmekle beraber Müslüman Türk isimlerini
taşımaya da hassasiyet gösterdikleri (bir dönmenin, bi­
ri Yahudi diğeri Türk olmak üzere iki ismi bulunduğu
ileri sürülmektedir); günlük konuşmalarıi'ida Türkçe’yi,
dinî hayatlarında İspanyol Yahudicesı’ni, eğitimlerinde
İbranîce’yi kullandıkları; dinî rehber olarak Sabatay
Sevi’yi tanıdıkları, onun emir ve prensiplerine sıkı sı­
kıya bağlı oldukları (14) da ifade edihTiektedir. Dönme­
lerin Karakaşlar gi’ubuna dahil olan Mehmet Karakaş-
zâde Rüştü de, 1 Ocak 1924’de Büyük Millet Meclisi’ne
verdiği dilekçede, bunların ne Türk, ne de Müslüman
oldukları üzerinde durmaktadup (15).
Önceki, sahifelerde «Dönmelik»in çeşitli anlamlara
geldiğini ve İslâm’a samimî olarak girenlerin «mühte-
dî» sıfatiyle bilindiğini belirtmiştik. Ancak bunlar, İs­
lâm kisvesi altında asıl maksatlarını gizlemiş ve bu da
açığa çıkmıştır. Bundan dolayı bunlar, (dhtidâ» karşı­
lığı olan «Dönme» ile değil, «ikiyüzlü», «dönek» anla-

11 Bkz. Galante, NDDS, 72^73.


12 Bkz. The Jewislı Ency. [JE), lV /639.
13 Atilhan, Gizli D evlet ve Fesat Prügrami, İst. 1972, 32-.
İ4 Bkz. N. Slousch, «I.,es Deunmeh, Une Secte Judeo - Musuim ane
de SaloniqMe», Reuve du Monde M usulm an, 4 9 0 -4 9 2 .
15 M ehm et Karakaşzade Rüştü'nün B M M 'ne 1 Ocak 1924 tarihli di­
lekçesi için l)kz. Vnkit Go/'etesi, 4 Kanunisânî 134Ö/4 Ocak 1924.
DÖNMELER T A R İİIİ

mına gelen «Dönme» ile vasıflandırılmışlardır. Aslında


bu, herkesin ilk şekline dönmesi olan «devr» (16) ile
açıklanabileceği gibi, Bâtınîlerin, îslâmî kurallara uyar
görünmekle beraber, asıl maksatlannı saklamak anla­
mındaki «Takiyye» (17) ile de açıklanabilir. Bu özellik-
ieri dolayısiyle İslâm’a gelen bu Yahudilere «mühtedî»
denilirse de bunun muvakkat olmasının lâzım geldiği
belirtilmektedir (18).
C. Vallaux ve J. Brunhes, Dönmeleri, zahirde İslâm-
la münasebet halinde ve hakikatte İslamla mücadele
eden, riyâkârâne Türk kisvesine b;ûri^>müş Yahudiler
olarak tavsif etmektedir (19).
Kapalı bir cemaat halinde yaşayan Tiirkiye Dön­
melerinin sırları, 187^-1877 yıllan arasmda, Selanik’te
bir Dönmenin tamir edilmek üzere terziye bıraktığı ye^
leğinin cebinden çıkan bir kağıtla ifşa edilmiştir. Bu
kağıt, ilk defa, Selanik gazetecilerinden Saadi Levy ta-
rafından kopya edilmiştir. Bundan sonra, çorap söküğü
gibi, bunlarla ilgili dualar ve muskalar ele geçirilip neş-
redihniştir. A. Danon, bunlara ait bazı dualan yaym-
lamıştır (A. Danon, Une Secte judeo-musulmane en
Turquie, Actes du XI. congres international des orien-
talistes, 3. seetion, Paris 1899, 65). Danon’un neşrettiği
bu dualara bakılırsa, «Dönmelerin ibâdetleri pek azının
anladığı İbranî dilinde veyahut Ladino denilen İspan­
yolca ve; Latince’den mürekkep bir dildedir» (20).

16 Bunun için bkz, Z, Ülken, İslâm Felsefesi, 39.


\1 Bu konuda bkz. Z. Üiken. İslâm F elsefesi, 27.
13 Bkz. Sebilü'r-Reşad. 6 Ağustos 1328 [1910], sayı ; 28, sf. 500.
19 Bkz. Cam ille V a lla u x -J . Brunkes, «Tarihin Coğrafyası», M ihrap
M ecm uası, 1924, sf. 1 5 3 -1 5 4 .
20 Bkz. T. H. «D önm e-, İ. A, 111/647.

477
G Ü N Ü M Ü Z TÜRKİYE'SİNDE DÖNMELER

A. Danon, 1910 yılında da, Dönmelere ait bir «Mus­


ka» yı yayınlamıştır. Bu Muska, 120 yaşlarmda bir Dön­
me kadma, Sabatay Sevi’ye mensup bir başka Dönme
kadJ-n tarafından hediye edilmiştir. Kadının kocasının
ifadesine göre hammı bu «Muska»yı, her' türlü hasta­
lığa karşı bir ilaç olarak taşmuştır. Bu Muska’nın al­
tında Sabatay Sevi'nin mührü bulunmaktadır. Muska,
İbranî harfleriyle yazılmış ye bası şekilleri ihtiva et­
mektedir. Muska’daki şekiller arasında altı köşeli yıl­
dız (Magen David) da bulunmaktadır. Danon’un açık­
lamalarına göre bu Muskadaki ifadeler, Yahudi Kut­
sal Kitabı’ndan ve Taîmut’tan alınmıştır. MuskaMa.
yardımı istenen ve kendisine sığınılan tann, Yahudi
Tanrısı Yahve'dir. Yahve de, Yahudi geleneğine uyula­
rak, JHVH harfleriyle gösterilmiştir (21).
1875 - 1877 yılları âmsmda Selanik’te tesadüfen ele-
geçen belge benzerini İbrahim Alâeddin Gövsa, 1924’^e,
İstanbul’da, Bakırköy’de, bir kız mektebinin müdürü
iken, bir kızın defteri arasında, İbranice ve İspanyolca
Sabatay Sevi’nin adıyla başlayan ((besmele» bulmuş­
tur ( 22).
b) Dönmelerin Karakaşlar Cfi'ubuna Mensup Meh­
met Rüştü'nün TBMECne Verdiği Dilekçe, Dilekçe Et-
faftndaJd Tartışmalar ve Sonrası :

Türkiye’de Dönmelerle ilgili döküman ve neşriyat,


özellikle Türkiye’deki Rumlarla Trakya’daki Türkler’in
mübadelesi sözkonusu olduğu, zaman ortaya çıkmıştır.
Ülkemizde ise bu tür bilgilerin gündeme gelmesine ae-

21 Bkz. A. Danon, A m ııle tte s SabbRtiennes, (Jüurnal Asiatique'den


A yn Basım), Paris 1910, 2:^1-341 ( 5 -1 5 ],
22 Bkz. Güvsa, Sabatay Sevi, 6.

478
DÖNN^El ER TARİHİ

lj8p de, Dönmeler’den biri olarak, onların içyüzlerini' or­


taya koyan Karakaşzâde Rüştü’nün B.M.M.’ne verdiği
dilekçe ve bu konudaki ifşaatıdır. Tarihî bir vesika hü­
viyetinde bulunan, 1 Kanunlsânî 1340/1 Ocak 1924 ta­
rihinde B.M.M.’sine verilen ve Dilekçe Karma Komisyo-
nu’na havale edilen dilekçenin metnini aynen vermeyi
uygun bulduk. Dilekçenin metni şöyledir :
«Her taraftan istilâya ma’ruz ve müheyyay-i inkı­
raz kalmış olan vatan ve milleti kurtarmak husûsünda
başta Büyük Gazimiz olduğu halde sizler'gjbi mukaddes
zevata bütün samimîyet-i ruhumla hitab--'ederek ma’ru-
zatta bulunuyorum ;
Millî mefkûre denilen umûmî mevzuunuzu: teşkil
eden esasların en birincisi m.addiyat ve ma’neviyata
mütecanis olan şizlere bu mukaddes yolda zahir olacak
yol arkadaşlanmzuı -ki millettir- dahi maddçten ve
ma’nen mütecanis olmaları lâzım gelir. Bunun içindir
ki Milliyet düsturu ve mefhumunu kabul ettiniz. Türk­
lük ruhunun inkişafı için ocaklar açtınız, risaleler, ki­
taplar yazdınız. Ma'rif Programını o surette tanzim edi­
yorsunuz. Kapitülâsyonları o maksatla kaldırdınız, şir­
ketler müstahdemmi ve mu’amelâtı hakkındaki karar­
larınız her vekâletin vec?ıe-i idare ve azimeti hep Türk-
lük’ün müstakbel refah ve sa’adeti gayesine mütevec­
cih ve ma’tuf görünüyor ve yine bunun içindir ki İslâm
olduğu halde gayr-i Türk zihniyeti taşıyan Arhavud ve
Arapları bile hudud-u millî dahiline kabul etmiyorsunuz.
Bunda pek haklisiniz. Günkü her millet bu esaslar üze­
rine milliyet ve şahadetini kurtarmıştır. Asır; milliyet
asrıdır. Din; vicdani bir mesele olduğu gibi herkesin ru­
hundaki akideyi ölçecek bir mikyas-ı maddî olmadığın­
dan artık bu gibi gayr-i mer’î (gözle görülmez) mahîl

479
0 Ü N Ü M Ü 2 TÜRKİYIZ’SİNDF DÖNMRİ.ER

(hayal eseri) ve mevhum (vehmolunmuş) kuvvetlere


i timad ederek teşrik-i mesa’î edılemediğindendir ki
maddiyat ve maneviyatı eba-i ecdadı ma’lum olan millî
kitlelere rnesned ittihaz edilmiştir. Bu kitleler içinde
ınura'i ve sahtekâr fertler bulımabilir ise de kitle-i esa-
siyeyi sarsacak bir te'.sir icra edemez. Bu gibi sahte
fertlerin bile mahiyeti tahakkuk edince onu tecnd et­
mek ve hudud-u kitle-i milliye haricine atmak hükümet
için bir vazifedir. Eğer bu yalancı kisveye bürünmüş
olanlar binlerce efrâddan ınüteşekkil onbinlerce bir ye­
kûn ve kitle teşkil ederse hiç şüphesiz değil yalnız bir
vekâlet veya herhangi bir polis dairesi tarafından tet­
kik edilmek doğrudan doğruya umum-u vatan ve mil­
letle alâkadar olan B. M. Mecîis.Vnce müsta'cel-i vâhim
olarak nazar-ı dikkate alınmak lâzımdır. İşte herşeyden
evvel tahkiki lâzım gelen mes’ele : İki üç asır evvel İs-
f>anya'nın engizisyonundan kaçıp, Türklerin cenâh-ı
ijefkat ve sahabetine (sahip çıkma, koruma, yardım et-
uie) ilticâ etmiş ve bilâhare bir mes’ele-i siyasîye cür-
Diiyle müttehim (suçlanan, suçlu görülen, kabahatli)
olan reislerinin telkinatiyle sahte olarak İslâmi­
yet nâm ve kisvesine bürünen Selanik Dönmeleridir.
Üç kısımdan ibaret olan bu Dönmeler aslen ve irken Ya-
b.udi olmakla beraber, ruhen ve vicdanen din-i İslâm’la
bir alâkaları yoktur. Diğer Yahudiler gibi iki - üç asır-
danberi Türk ve îslâmlarla kat’iyen ihtilât etmeyerek
kendi cemaatleriyle, âyin ve vicdan husûsiyetleriyle
an-cemaatîn (cemaat halinde) yaşayagelmişlerdir.
Sâbık OsmanlI Hükümeti zamanında suret-i resmi­
ye ve zâhirede İslâmiyet ı kabul etiklerinden bunlar
İslâm cema’asına kayd edilmiş ve o surette telâkki edil­
miş olduklarından, bunlar da zaman ve muhitin ta’as-

480
DÖNMELER TARİHİ

subundan korkarak mahall mahall (yer yer), çeşit çeşit


renk ve kıyafetlerde görünerek İslâmları akiatagelmiş-
1erdir.

Bin türlü riya ve sahte tavır ve kıyafetlerle büyük


Türk kitlesi arasına sokularak pek çok servet kazanmış­
tır. Memleketin büyük ticaret ve İktisadî noktalarını el­
de ederek mühimm ve mühlik (helak eden) bir âmil
olagelmişlerdir. Binâenaleyh Türkiye Büyük Millet Mec­
lisi (TBMM) Milliyet esâsatı üzerine çizmekte olduğu
programmda ve bahusus Makedonya’daki Türklerin
mübadelesini icra ettiği şu zamanda artık bu Dönmeler
meselesini de, katiyyen hail ve tasfiye ederek, milleti
tereddüd ve şüpheden kurtarmalı, içtimai ^ve . iktisadı
bünyeyi tehlikeden halâs ederek islâh etmeüdij/
Hükümet mübadeleyi Türklere hasretmiştir. İslâm
olan Arnavudları bile kabul etmiyor. Mevcut gayr-i
Türklei'i bile memleketin muhtelif mahallerine serpiyor,
dağıtıyor. Bundan maksat Türklük’ü maddeten ve ma’-
nen mütecanis bir şekle sokmaktır. Halbuki Dönmeler;
Türk değildir. Çimkü tarihen müsebbit olmakla bera­
ber şimdiye kadar kendilerinden başka bir unsurla aşı­
lanıp isti’fâyı kabul etmemişlerdir. Dönmeler, Müslü­
man değildir; çünkü, asırlarca muhitlerinde yaşadıkları
Selanik Müslüman Türklerince ma’lum olduğu gibi, ay­
nı ırkdan gelmiş pek çok namuslu münevver kimsele­
rin ikrar ve isbatlariyle de sabittir.
O halde size samirnâne hitâb ederek soruyorum :
Ey Türklük’ün istiklâl vo selâmet ve sa’adeti için her-
türlü varlığını fedadan çekinmeyen Büyük Millet Mec­
lisi A’zây-ı Kiramı! Bunlar için ne düşünüyorsunuz?
Mübâdele edecek misiniz'.’ Husûsî mübadele usulleriyle

481
G Ü N Ü M Ü Z TÜRKİYE'SİNDE DÖNMELER

bunların tekrar mütekâsif (çoğalan) bir tarzda İstan-


nul, İzmir, Bursa gibi memleketin İktisadî kapulannda
bu yabancı, zeki kitlenin sahte İslâm ve sahte Türk
lûkâblariyle (örtüleriyle) yerleşip kazanmalarına mü-
sa’ade edecek misiniz?! Dünkü harb cephelerinde çar­
pışırken hariçten Anadolu’ya gelen her şahıs hakkında
iahkikatda ne kadar müta’assıb ve tetkikkâr davranı­
yordunuz. Hele cephelerdeki ordular ve kıtaat-ı askeriy-
ye bu hususda ne kadar müteyakkız (uyanık bulunan,
teyakkuz eden) ve hassas idi; artık askerî zafer istih­
sâl edildi diye bu teyakkuz ve hassasiyete lüzum kal­
madı mı?l
Madem ki hayat mücadeledir; içtimai, İktisadî, ah­
lâkî, bünyevî, siyasî, hasılı hayatî mesâilin ■cümlesinde
hassas ve müteyakkız bulunmak elzemdir. •
Kendi kaınnızdan, kendi dininizden olmayan bu
eski mültecileri ya hudud-u millî haricinde bırakmanıza
veyahut bunları tesblt ederek, âdeta damgalayaark,
memleketin her tarafına dağıtıp bir kanûn-ı mahsûsla
Türk aileleriyle ihtilât ve istifâlarını te’min buyurma­
nızı teklif ve istirham ederim. Böylelikle saf ve nezih
Türk kitlesini tereddüt ve iştibâhdan (şüphelenmeden)
kurtarmakla beraber hakîkî Türklük’e iltihak fikrini
ötedenberi mefkûre edinen bendeniz ve emsalini Dön-
melik nâm-ı mülevves ve şaibesinden kurtarmanızı ve
bu suretle çizmekte olduğunuz yeni Türk tarihine bir
lasü-ı mahsusa ilave buyurmamzı niyaz ve istidâ ey­
lerim. Ol babda emir ve ferman Büyük Millet Meclisi­
nindir.
Dönmelerin Türklerle İhtilât ve İstifasını samimî
sui-ette arzu eden münevverler nâmına Mehmet Kara-

482
DÖNMELER TARİHİ

kaş-zâde Rüştü» (23),


Karakaş-zâde Rüştü’rıün B.M.M.’ne verdiği dilekçe,
Ankara’da münteşir «Yedi Gün» gazetesinde yayınlan­
mış ve bütün diğer gazeteler bundan iktibas etmişler­
dir. Bu dilekçe üzerine -daha Önce belirttiğimiz gibi-
bu konu aktüel hale gelmiştir.
Karakaş-zâde Rüştü’nün dilekçesi ile ilgili olarak
OsmanlI Tarih Deyimler ve Terimler Sözlüğü’nde şöy­
le denilmektedir : «Balkan Harbi ve muhaceret cemaat­
leri fiilen dağıtarak, XVIII. asırdanberi devam eden
gizli hayata bir dereceye kadar nihayet verilmiştir. Mu­
haceretten sonra Selanik haricinde yapılan teşkilât te­
şebbüsleri mahdut ve ömürsüz olmuştur. Teşkilâttaki
zaaf Birinci Dünya Tarbi’nden sonra ve bilhassa mü­
tareke esnasında daha ziyadeleşerek, nihayet 1924 se­
nesi başında ikinci zümreye mensup olan Rüştü Kara-
kaş, Büyük Millet Meclisi’ne bir istidâ ile müracaat ede­
rek bir kanun ile bu gizli cemaat ve mezhebin feshi,
Türk ve Müslüman vatandaşlar ile ‘ittihat ve tesanüt’ün
teminini talep etmiş ise de, bu, husus bir karara ikti­
ran etmemiştir» (24).
Vatan Gazetesi; Karakaş-zâde Rüştü’nün iki bu­
çuk asır evvel Müslümar olup Selânik’e yerleşen bir
kitlesinin halis Türk ve Müslüman olmadıklarını, Ma­
kedonya ahalisinin mübadelesinde bu husûslann dik­
kate alınmasını ve Selânik’te «Dönmelik» denilen me­
selenin kesin olarak tasfiye edilmesini hararetli bir li­
sanla tavsiye ettiğinden balıisle, akrabaları arasında

23 Bkz. Vakit Gazetesi, 4 Kanunisanî 1340 (4 Ocak 1924).


24 IVIelımet Zeki l^akalın, «Dönme»-, Osm anii Tarih D eyim ler ve Te­
rim le r Sözlüğü,; İst. 1946.

483
GÜNÜMÜZ rÜ R KIYE’S!ND£ DÖNMELER

onun hakkında tahkikatta bulımduklarını ve şu izaha­


tı aldıklarını belirtmektedir :
«Rüştü Karakaş Beğ, Berlin’de iken zevcesi vefat
etmiştir. O zamandanberi asab itibariyle çok sarsılmış­
tır. Bir müddet sonra yeniden evlenmiş, yeni zevcesiy­
le geçinememiş, nafaka yüzünden şiddetli ihtilâflar ve
münâferetier husûle gelerek iş mahkemeye düşmüştür.
Mahkemede Rüştü Bey ‘Bunlar Dönmedir’ diyerek mu­
kabil tarafa şiddetli hücumlarda bulunmuşsa da mah­
keme bunu nazar-ı itibare almamıştır. Rüştü Bey'in
asabiyeti bundan sonra artmış, mağazasını oğullarına
terk ederek işten çekilmiş, bütün akrabasiyle kat’ı mü­
nasebet eylemiş ve hep intikamdan bahsetmeye baş-
Ijiinıştır. Bu sâikle bir - iki hafta evvel Ankara^ya gide­
rek Millet Meclisi’ne gazetelerin neşrettiği arîzayı ver­
miş ve kendi telâkkisince bu suretle intikamını almış­
tır». Gazete, bu bilgiyi verdikten sonra da; .iki buçuk
asır önce meydana gelen bu hareketin, ancak ilkel ka-
vimlerde. görüldüğünü; Türk ve Müslüman terbiyesi
alan Dönmelerin kendilerini daima samimî bir Türk ve
Müslüman gördüklerini; ticaret ve memuriyet hayatına
intisab edip yüksek mevkiler kazananlann bulunduğu
aibi memlekete fedakârâne hizmet edenlerin de oldu­
ğunu ileri sürmektedir. Bu fedakârâne hizmetlerde bu­
lunanlara, misal olarak, İzmir’de Yunanlılara ilk kur­
şunu sıkan Nevres (•') (Haşan Tahsin) Bey ve akrabası
olan Kolordu Sıhhiye Reisi. Selânikli Şükrü Bey’i gös-

" Gazeteci Nevres 1888 yılında S elan ik’te doğmuş: ilt<, orta ve lise
laiısüini «Feyziye M ektebi »ndc (dönm elerin kurduğu) bitirdikten
sonra İstanbul’a gelm iş ve II. M e ş ru tiy e t’in ilânı üzerine «İttihat
ve Terakki» cem iyetin e girm iştir. Paris'te yüksek tahsilini tam am ­
lam ıştır. (Türk Ans. Arık. 1971, X l X / 2 8 - 2 9 ] .

484
DÖNMELER TARİHİ

termekte ve bunların o zamanlara mensup bir Selânikli


(Dönme) bulunduklar]nı; ilk hamlede bu iki kişinin şe­
hit olduklarmı belirtmektedir. Yine bu kaynak, ilim ve
irfanm artmasiyle bu tür gülünç hurafelerin tarihe ka­
rıştığını, bugün ortada ancak şahsî hareketlerinden me-
sûl birçok kimsenin varolduğunu i’ böylece iki yüzlü ha-
rsketleri teşhir edilip vatan haini olanın cezasını gö­
receğini ve Karakaş Rüştü’nün bu hareketinin, şahsî
intikam hissiyle, memleket içine nifak soktuğunu iddia
etmektedir. Ayrıca, Amerikalıların bir adamı kendileri­
ne çekmek için dünyanın her tarafına sokulduklarını,
misyonerler kullandıklarını ve bu uğurda çaba sarfet-
tiklerini kayıtla şöyle devam etmektedir : «iki buçuk
asır evvel İslâmiyet’i kabul eden ve pekçokları hakikî
bir Türk olduklarım fiilen isbat eden bir nüfus kitle­
sini, Tiirk’ün camiasından hariç göstermeye çalışmak
memleket noktari nazarında çirkin ve delice bir nifak­
tır» (25).
Karaka§ Rüştü Bey’in, husûsî hayatına dair yazılan­
lara kendi el yazısı ile verdiği cevap Vakit Gazetesi’nde
yer almaktadır :
«‘Diyorlar ki Rüştü Karakaş’m aklında hafiflik var­
mış!’ Neşriyatımı muntazaman takibeden Muhterem
Türk efkâr-ı umûmiyesi ba husûsta hükmünü verecek­
tir.
Almanya’daki apartman ve Ayastefanos’taki hanem
yirmi senelik bir heyet-i ticariyemde namuslu kazandı­
ğım servetin bir kısmını teşkil ederek merhume zevce­
min üzerine kendi rızam ile terk ve hibe edilmişti. Ya­
zıldığı gibi zevceme ait değildi. İşbu emlâkin satışı ile

25 Vatan Gazetesi, 4 Ocak 1924, 1. Sene, No : 264.

485
GÜNÜMÜZ lÜRKİYE'SİNDE DÖNMELER

hasıl olan akçe, Almanya’da imzasını saklayan yakın


akrabamın yazdığı gibi, yenmiş değil, o para ile çorap
v.s, mallar mübayaa ederek mağazama gelmiştir. Bu
ciheti mağazamın defterleri mükemmelen isbat eder.
Mağazamı çocuklarıma devr ve satış ettim. Söylenildiği
gibi bana sadaka nevinden ayda yüz lira bağlanmış de­
ğildir. Çocuklarımdan defaten birkaç bin lira, bu buh­
ranlı zamanda muamelâttan çekmemek üzere, bilâ ka­
yıt emaneten terk edilerek aylık takside dökülmüştür:
Nitekim iki •üç bin lira değerinde olan kıymetli halılai’
ve mücevherat dahi bu mey anda mağazada emanet bı­
rakılmıştır» (26)
Sebilü’r-Reşad’ta, Vatan Gazetesi’nde çıkan yazılar­
dan dolayı, «Vatan Gazetesi sahibi Ahmed Emin (Yal­
man) Bey kendi ırkdaşı olan Rüşdü Beyin Dönmelerin
mezhebi hakkında ifşaatta bulunmasından dolayı pek
ziyade müteessir olarak Rüştü Bey aleyhinde şiddetli
neşriyatta bulunmuş; Rüştü Bey’i mecnun ve müsrif
göstermek istemiştir» (27) denilmektedir.
Yine sebilü’r-Reş'g^d Mecmuası, «Vatan Gazetesi sa­
hibi Selanik Dönmeleıinden Ahraed Emin Bey inkâr
edemez ki kendileri asırlardan beri bâtıl hurafeler ta­
şımakta oldukları halde hiç bir defa Türkler ve Müs-
lümanlar tarafından tahkir olunmamışlardı». diyor ve
Ahmet Emin’in, bir müftiye edeb dışı hücumlarda bu­
lunduğunu belirttikten sonra,'Arabistan’ın Osmanlı İm­
paratorluğu bünyesinde olduğu zaman, Filistin'de Si-
yonistlere, Musevîlere yurt verilmesini müdafaa ettiği-
jıî; mütarekeden sonra Türkiye’yi Amerikan mandasına

2^. Vakit Gazetesi, 7 Kanunisânî. 1340 (1924).


27 Sebilü'r-Reşad, X X 1 I(/17 5.

486
DÖNMELER TARİHİ

sokmaji'a çalıştığını ifade ediyor ve şöyle devam ediyor :


«Karakaş'Zâde Rüştü Bey, Dönmeler hakkında bazı şey­
ler söylüyorsa o kendi ırkdaş ve mezhepdaşlandır. Bun­
dan dolayı Türklerin, Müslümanların bir kusuru yok­
tur. Aralarında bildikleri gibi halledebilirler, Vatan Ga-
^^etesi'ni bir defa daha daire-i edeb ve nezakete davet
ediyoruz» (28).
Vakit Gazetesi de, Piarakaş’m bu mektubunda iste­
dikleri hususları serdederek Meclis’te uyandırdığı duru­
mu şöyle dile getiriyor : «B.M.M. azalan Karakaş RÜŞ'
tü Bey’in dün haber vermiş olduğum teşebbüsünü bü-
yük bir ehemmiyetle telâkki ettiler. Bu mesele etrafın^
da Meclis mahfilinde dedikodular olmaktadır. Temasım
neticesinde öğrendim ki, ekseriyet Selanik’ten gelecek
olan bu kimselerin memleketimizin bütün menabi’ ik-
tisadiyesini (İktisadî kaynaklarını) kendi ellerine geçir­
mek istediklerinden buna karşı tedâbir ittihâzı (tedbir
alma) lüzumunu serdetrnektedirler. Meclis-i Millî bu
gibi tedâbirin ittihazı ile alâkadar olacaktır.
Dün şehrimizde yaptığımız tahkikata göre Rüştü
Karakaş Bey Şâmlî mağaz^'smın ilerisindeki ma’ruf Ka­
rakaş mağazasımn sahibi olan zâttır. Bir müddettenberi
mağazasını oğulları Mehmed ve Feridun Beylere terke-
clerek kendisi husûsî bazı teşebbüsata girişmiş ve mü­
tareke senelerinde de Almanya’daki bazı müesseseler
idaresine koyulmuştur. İstanbura döndükten sonra
muhtelif ticaret işleri ile uğraşmaya başlayan Rüşdü
Bey, onbeş günden beri Ankara’da bulunmaktadır.
Rüştü Bey uzun zamandanberi kendi hemş erileri-

28 Sebilü'r-Reşad, X X V l/2 0 5 .

487
G Ü N Ü M Ü Z TÜRKİYE’SİNDE DÖNMLU£R

nin hareketini ve onların tarz-ı muâşeretini muvaffık


bulmamakta ve tenkit etmekte imiş. Oğullanndan bi­
risinin tavsifine göre ‘fazla Türkçü ve Hamdullah Şup-
ni Bey’le iyi hir dosttur’». Bu malumattan sonra, Rüş­
tü Bey’in bu müracaatmm sebebinin ne olabileceği üze­
rinde birçok hemşerileriyle görüşüldüğünü, onlar, onun
hissiyatmm tesirinde kalarak böyle hareket ettiğini ve
Ankara’da dostlariyle münakaşa neticesinde bu nokta­
ya kuvvetle tahrik edilereK bu teşebbüste bulunduğunu
ileri sürdükleri kaydedilmektedir (29).
İleri Gazetesi de, Karakaş Rüştü’nün mektubunda
bahsettiği hususlardan ve Yeni Gün Gazetesi'nin mütalâ-
asmdan bahsederek, «Cunıhurculuk, Dönmelik ve Rum­
luk» diye bir başlık atmıştır. Orada, Cumhuriyet bir
çocuğa benzetilmekte ve onu ihtimamla büyütmenin ve
yaşatmanın lüzumundan bahsedilerek şöyle denilmek­
tedir : «Dönmeler meselesi diye ortaya birşeyler çıktı.
İktisaden bizden yüksek olan bu insanlar, bağıra ba­
ğıra ‘biz de sizdeniz, ayrımız gayrımız olmasın, artık
Türk ve Müslüman olarak bizi tanıyınız’ diyorlar. Irk
başka, milliyet başka vak’a; bunlar bizim ırkımızdan
değillerdir. Fakat bizim milliyetimize dahil olmak is­
tiyorlar. Buraya evveldenberi gelmiş olanları biz Türk­
leştirmekle mükellefiz. Onlar artık eski fena an’ânele-
rini bırakıp samimî bir surette Türk olmağa başlama­
lıdırlar. Alîsi takdirde kendilerine burada hayat hakkı
olmayacağı tabiîdir. İnkâr edilmez ki memleketimizde
bunların aleyhine bir tezahür vardır. Bu da sırf kendi­
lerinin ayrı kalmak istemelerindendir. Onlar arzu edey­
diler şimdiye kadar böyle bir Dönme meselesi (kalmaz­
dı) kalmamış olurdu.

29 Vakit Gazetesi, 2 - 3 Kanıınisânî 1340 ( 3 - 4 Ocak 1924).

488
DÖNMELER TAI'^İHİ

«Karakaş-zâde’nin mebuslara gönderdiği açık mek­


tuptan maksat anlaşılıyor. Selanik’te mallannın başın­
da bulunan binlerce Dönmenin Yunanistan’da kalma­
ları ve hicret ettirilmemeleri. Saten aylardan beri bun­
lar Yunan Hükûmetl’ne sadakatnâmeler g'öndererek
Yunanlı kalmak istediklerini ilân etmişlerdir. Menfaat­
leri Yunan olmakda olan Dönmeleri buraya celbetmekte
Türk için hiçbir menfaat tasavvur edilemez. Bizi iste­
meyeni biz de istememeliyiz. Onlar varsın iddia ettik­
leri gibi Atina’nın sadık bendeleri olsun. Biz içimizde
yaşattığımız kısımla kalalım. Bunları Türkleştirelim.
Yoksa Selânik’tekilerin Yunanlılıklarından dolayı, bura­
da bulunup da Türk olmak isteyenleri fena bir vaziyet­
te koymak doğra değildir». Devamında, Dönmelerle be­
raber Musevî, Ermeni ve Ramlardan da bahsetmenin
gerektiği; Ermeni, Musevî ve Dönmelerin az olduğu,
kendi iş ve güçleriyle meşgul bulundukları, onların bir
kısmından bize düşmanhk edenlerin varolduğu ve on­
ları da cezalandırmanın bize borç olduğu (30) ifade
edilmektedir.
Hüseyin Cahit (Yalçın), Karakaş Rüştü’nün B. M.
Meclisfne takdim ettiği dilekçede ileri sürdüğü görüş­
leri özetledikten sonra, dilekçe sahibinin de Selanik Dön­
melerinden olduğunu beyanla Vatan Gazetesi’nin me­
seleyi ciddî telâkki ederek tahkikat yapıp bu meseleye
son verilmesini istemesini de yersiz bulmakta ve kendi
görüşünü ise şöyle belirtmektedir ; «Bizce, yapılacak
iş daha sadedir : Bu kâğıdı yırtıp atmakdır. Millet Mec-
lisi’nin bu arzuliâle daha fazla bir ehemmiyet verece­
ğini zannetmiyoruz. Hattâ gazeteler bile bundan bah-

30 Suphi Nuri, «Cumhurcuulk, Dönm elik ve Rumluk», İleri G azetesi,


5 Kanunisânî, 1340 (Ocak 1924).

489
GÜNÜMÜZ TÜRKİYE’SİNDE DÖNMELER

setmeselerdi daha ijâ olurdu. Rüştü Karakaş Efendi’nm


böyle bir müracaatta bulunması için kendisince bir ta­
kım sebepler mevcut olabilir. Bu sebepleri araştırmayı
biz zâid görürüz ve şahsiyete müteallik addederek ba-
hisden hariç bırakırız. Fakat onun ortaya böyle bir me­
sele atmak için bir sebebi varsa bizim onun keyfini yap­
mak ve lüzumsuz bir dedikodu zemini hazırlamak için
hiçbir mecburiyetimiz yoktur.
Biz yalnız şu vesileden istifade ederek esas mesele
Vıakkında birkaç söz söylemek isteriz. Bir kere Rüştü
Karakaş Efendi’nin dediği gibi Müslüman oldukları hal­
de ‘gayr-i Türk zihniyetini taşıdıklarından dolayı’ Ar­
navutları ve Arapları hudud-u millî haricinde bırakı­
yorsak Türklük namına faideli bir harekette bulunmu­
yoruz. Bunlar birbirinin aynı değildir.. ‘Milliyet’ daha
ziyade bir hars, bir terbiye, bir his meselesidir. Onun
için kanında Arnavut ve Arap kanı olan Müslümanlar
pek halis ve pek fedakâr birer Türk olabilirler. Bu sö­
zümüz yalnız nazarî bir mütalâa değil, hakikatte müşa-
lıedeye mübtenî bir iıakikat-ı maddiyedir. Ermeni ve
Rum gibi anasırları şimdiye kadar temsil edemeyişimi­
zin, Türkieştiremeyişimizin en birinci sebebi din olmuş­
tur. Ba din farkına rağmen Anadolu’nun birçok yerle­
rinde lisan ve âdet itibariyle Türkleşmiş Rum ve Er-
meniler görülüyordu. Halbuki Araplar ve Arnavutlarla
-aramızdaki din kardeşliği kendilerinin Türklük’ü tem­
silini kolaylaştıracak bir âmil olabilir. Osmanlı İmpa­
ratorluğu zamanında bu temsil keyfiyetinin vukua gel­
memesi bizi istikbalden nevmîd (ümitsiz) edemez. Çün-^
kü OsmanlI împaratorluğu’nun an’âneti ve esâsâsiyle
Türk Cumhuriyeti'nin esasları birbirinden tamamiyle
ayrıdır».

490
DÖNMELER TARİHİ

Hüseyin Gahit, Osmanlı İmparatorluğu içinde sun’i


bir Osmanlılık bağı etrafında biraraya .gelen unsurla­
rın kendi milliyetlerini koruduklannı; Türkiye Cum-
iiuriyeti’nin birleşme noktasr (cTürklük» olduğu için bu­
na imkân bulunmadığmı ve eskiden tanman bu imti­
yazların bugün artık kalmadığım bilerek gelenlerin
Türklük’ün menfaati icabı olduğunu; Türklük’ü, yal­
nız doğum yolu ile değil, hars, terbiye ve temsil yoluyla
çoğaltmaya çalışmak gerektiğini ileri sürüyor. O, Se-
Jânikli denilen Dönmeler kitlesine de bu ölçüler çerçe­
vesinde bakılmasını ve araya güçleştirici bir âmil veya
milliyet düşüncesiyle'nifak sokulmamasım tavsiyeyle.
f;öyle devam ediyor ; «Temsil ve hars husûsunda en
birinci âmillerden olan lisan’ bu işte bizim en birinci
yardımcmnzdır. Selânikliler Türkçe konuşurlar. Selâ-
nikliler’de hiçbir siyasî gâye yoktur. Bazı unsurlar gibi
ayrılma emelleri, istiklâl hülyası onların zihnine hiçbir
zaman girmemiştir. Zaten böyle bir fikir beslemeye âdet­
leri müsait değildir. Binaenaleyh bu noktada da bizi
mera.k ve endişeye bırakacak bir husus arzetmezler. Di­
nî itikatlar bahsinde, zannederiz ki Türkiye Cumhuri-
yeti’nin en az düşüneceği nokta bu olacaktın).
Dini vicdanî bir mesele kabul eden Hüseyin Cahit
(Yalçm), dinden dolayı kim^senin mesûl tutulamayaca­
ğım, Türkiye Cumhuriyeti içinde bâtıl inançlarından do­
layı kimseyi ayrı kabul etmenin mümkün olamayaca­
ğını; bâtıl fikirlerin izalesinin maarifin ve medeniyetin
gelişmesine bırakılmasının gerektiğini; Selânikli deni­
len Dönme kitlesinin umûmî muhit içinde ayrı bir mu­
hit ve âlem teşkil etmelerinin tarihe karışmak üzere
bulunduğunun bir hakikat olduğunu da ileri sürüyor.
Aynca o, «Türklük’ü henüz tamamiyle idrak etmemiş

491
GÜNÜMÜZ TÜRKİYE’SİNDIH DÖNMELİER

fertleri veya cemaatleri Türklük camiasından harice


bırakmağa kalkışacak olursak halis Türk olduklarında
i'erre kadar tereddüt edilme\^ecek bir çok halkm bu va-
tanm evladı olması ihtimali ref'edilecektir« diyor ve bu
(■conunun etraflıca düşünülmesini tavsiyeyle Dönmelerin
vatana bağlılıklarını isbat ettiklerini, İstiklâl Harbi’nde
bunlardan yararlıklar gösterenlerin bulunduğunu belir­
tiyor ve Dönmeleri milli hudutlar dışında bırakmayı
Türklük aleyhinde fena bir hareket olarak telâkki edi­
yor (31).

Hemen hemen bu konudaki tartışmalara katılan ve


Dönmeleri savunanlann; üzerinde durduğu koh-u; bun-
lan arasında Türkler’e büyük hizmet etmiş olanların
bulunmasıdır. Bunlai'ın isim zikretmeden bahsettikleri
husûsu, Türkler’e hizmet etmiş seçkin Dönmeleri Ya­
hudi Prolesâr Abraham Oalante şöyle belirtiyor :

«(Dönmeler, Türk okulları ve Türkçe eğitime daya­


lı kendi okullariyle ünsiyet kurmalarından beri, arala-
rmda serbest mesleklere ve devlet hizmetine girmek için
bir hareket başladı. Onlar serbest mesleklerde olduğu ka­
dar, resmî memuriyetlerde de temayüz ettiler. Bir Dön­
me ‘Tersane Eminliği’ .makamını işgal etti. 1908 Meş-
iutiyeti’nden sonra, Mehmed Cavid ve Nuzhet Faik Ma-
i'.ye Nazırı, Mustafa Arif de Dahiliye Nazırı oldular. Ca-

31 Bkz. Hüseyin Cahit, Tanin G azetesi, 5 Kanunisânî 1340 (Ocak 1924),

492
DÖNMELER TARİHİ

vid, maliyeciliği ile meşhurdur. Muslihiddin Âdil C-^),


Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı ve Hukuk Fakültesi
Profesörü idi. Seçkin gazeteci Mehmed Emin (Ahmet
Emin Yalman), günlük Vatan Gazetesi'nin idarecisi,
başyazarı ve Edebiyat Fakültesi Profesörüydü. Sabatay
taraftarlarının soyundan gelenlerden (Dönmeler’den)
Parlamento’da miiletvekilleri, Üniversite ve Yüksekokul­
larda Profesörler, Basm’da gazeteciler, Avukatlar Ba;-
rosu’nda avukatlar, Tabibler Birliği’nde doktorlar vs.
vs., vardı ve halen de var» (32).
Resimli Gazete, (^Bu Âna Kadar Aramızda Nasıl
yaşadılar» başlığıyla Dönmeler hakkındaki görüşlerim
şöyle belirtiyor : «Selanik Dönmeleri irken Türk değil­
dirler; fakat din-i İslâm’ı kabul etmişlerdir. Halbuki
Türkçe’yi lâyıkiyle öğrenemedikleri gibi an’anât-ı İslâ-

i. M eş ru tiy e t'te n , özellikle de !!. M e ş ru tiy e t’ten sonra kurulan hü-


kûrnetlerde M aliye ile İçişleri Bakanlıklarına Dönm elerin; Dışişleri
Bakanlığına Erm enilerin g etirild iy idikkat çekm ektedir. Bunların ba­
şarılı olup olm adıklarına birşey cüyemiyeceğiz. Ancak diyebilecev
ğim iz ve bildiğim iz bir şey vardır ki oda; bugün bile M aliye, D ışiş­
leri, hattâ M illî Eğitim (zr?.man zaman Dönm eler hâkim olm uş) ve İç­
işlerinin henüz düzenlenm em iş; m illî benliğnine kavuşamamış olm ası­
dır. Biz. yukarıda Türkler'e hizm et e ttik le ri belirtilen kişilerden sade-,
ce br kaçı hakkında kısa bazı bilgi sunmakla yetineceğiz. Bunların
en- meşhı:ru Cavid Bey'dir. Cyvid Bey, Türkiye C u m h uriyetinin de
ilk M aliye Bakanıdir ve 1924’de Divan-ı Harb'de ölüm e mahkûm
edilm iştir.
Musilrhiddin Âdil (TaylanJ, M IH' Eğitim Bakanl/ğ/ M üsteşarlığı
yapm ış Hukuk Fakültesi profesörlerindendir. Jaschke.. M . A d il’in
Mason olduğuna: dünyevileşm iş Türkiye Cum huriyeti D e v le ti’nde
D iyanet İşleri Başkanlığı’nsn ve Din Eğitim inin yeri bulunmadığı
inancını taşıdığına işaret etm e k te d ir (Bkz. Prof. Gotthard Jaschke,
Yeni Türkiye’de İslârr^lık, Çov. Hayrullah Örs, Ankara 1972, I. Bas­
kı, Sf. 67, 82).
32 G alalite, NDSS,, 77.

493
GÜNÜMÜZ rÜRKİYE'SİNDE DÖNMELER

miyeyi de tamamiyie kavrayamamışlardır. Evvelce or­


duda, maarifte, fen sahasmda bize hizmetleri dokundu­
ğu arasıra görülmüştür. Yalnız İktisadî sahada, sair
gayri müslim anâsır gibi, yüksek bir kabiliyet göster­
dikleri gibi, son zamanlarda içlerinden muharrir, mual­
lim, ilim adamı gibi kıymetli kimseler zuhur etmiştir.
İJmumî Harb’de, ‘Bakson’ biraderleri yaralayan ve Dön­
me olan ‘Nevres’ Bey (") İttihad-ı Terakki’ye mühim
bir hizmet ifâ etmişti. Bugün dahi, Selanik Dönmeleri­
nin en büyük kabiliyetleri, İktisadî sahada tecelli eder.
Bilhassa manifaturacılık, yalnız onların elindedir.
«Selanik Dönmeleri, aynı ırkın (Yahudi ırkının)
temayülâtına meclub oldukları için son derece mütesa-
nid yaşarlar. Denebilir ki bu tesanüd, onların an’anevî
şiarıdır, Bu tesanüd sayesinde başlı başına bir İçtimaî
sistem kurmuşlardır. Kızlarını Türklere nadiren verir­
ler. Aramızda kozmopolit hissiyatı kuvvetli olanlarla
dost yaşarlar. Vasatı olarak Selanik Dönmeleri cahil­
dir; fakat çok amelîdirler. Dünyevî ve hayatî işlerde
hiç taassupları yoktur. İyi bir fikir yakalar yakalamaz,
hemen tatbikat sahasına çıkarırlar. Çocuk terbiyesi de
kendilerine göredir. Çocukları gayet hür bırakırlar.
Jean Jacques Rousseau'nun ‘Reaction Naturelle’ (Tabi'î
Aks’ül-Amel) kaidesinden istifade ederek, yavrulara ta-
lıakküm etmezler. İngilizlerin 'self-Help’ (Kendi ken-

“ M . Ertuğrul Düzdağ; Nevres (Haşan Talısin)'in, iddia edildiği gibi


büyük İ3ir vatansever olm adığı; izm ire ctkarma yapan Yunan kuv­
v etlerin e ilk kurşunu attığının şüpheli olduğu ve bu hususun Dön­
m eler tarafından mübalâğalı olarak rivayet edildiğini kaydetmek^
todir. (Sebil. 11 Haziran 1976, sf. 6).
N e v re s ’in durumu iki ihtim ali beraberinde g etiriyo r : Ya Dön-
me değildir veya Dönme ise gerçekten ihtida etm iş tir. İlk kurşunu
ülTDii hususunun aydınlığa kavuşturulmasını tarih ç ile re bırakıyoruz,

494
DÖÎnJMEIER TARİHİ

dini idare) sistemini tatbik ederler. Bunlardan dolayı


Dönme çocukları zeki, atılgan, müteşebbis ve yırtıktır­
lar. Ekserij^a fazla sebat sayesinde kolay muvaffak olur­
lar.
Şiveleri Türk telâffuzundan başkadır. Bilhassa is­
tifham sigalarında İsevî ve Musevî nahvi, kullanırlar.
Meselâ : ‘Bug’ün İstanbul’a gideceğini biliyor musun?’
diyecekleri yerde ‘Bilirsin ki gidecem bugün ben İstan­
bul’a’ derler. Bazı kelimeleri başka türlü telâffuz eder­
ler... Görülüyor ki Selanik Dönmeleri hâlâ Türk gra­
merini kavra3^amamı§lardır». Gazete’de, bu bilgiler ve­
rildikten sonra. Rüştü Karakaş’ın hareketinin tasvib
edilmediği belirtiliyor; ancak, bu dedikodu' vesilesiyle,
Dönmelerin Türkler’e biraz daha yaklaşmaları; bunun
da Dönmelerin elinde olduğu; onların ayrı bir cemaat
şeklinde yaşamalarının Türklerce hoş karşılanmayacağı
ve taunun için de Dönmelerin bir kaynaşma siyaseti güt­
meleri gerektiği tavsiye ediliyor (33).
Vakit Gazetesi, Karakaş Rüştü’nün T.B.M.M.’ne
sunduğu dilekçeyi neşrederken, Atina’da buna benzer
bir müracaatın olduğunu haber veriyor ve şöyle diyor :
((Verilen bu malumata göre Atina’daki teşebbüsü yapan
Yunan Meclis-i Mebusânı azasından Mustafa Efendi’-
dir ve Konatas^a vaki olan bir mülakat ile başlamış­
tır. îstanburda Faik Bey isminde bir zâtın kayınpederi
olduğu söylenen bu Mustafa Efendi, Konatas’la vaki
olan mülâka^tm mübadele ahkâmının Türk ve Rumlara
münhasır kalmasını istiyor ve bunun için Rüştü Bey’in
B. M. Meclisi üyelerine tevzii ettiği bu ârızada serdet-

33 Bkz. Resimli G azele, «Bu Ana Kadar Aram ızda Nasıl Yaşadılar»,
1924, No 1 19.

495
GÜNÜMÜZ TÜRKİYt'SİNDİ-: DÖNMELER

tİği sebepleri ileri sürüyor, yani kendilerinin ne Türk ve


ne de Müslüman olduğunu iddia ederek, mübadeleler­
den hariç bırakılmaları lâzım gele^ieğini iddia ediyor­
du. Bu iddiasını da muaşeretlerinin aynı Musevî mu­
aşereti ve harslarımn tamamen Musevî harsı olduğunu
iddiasiyle tevsik ederek diyordu ki :
«Avcı Sultan Mehmet (îV. Mehmet) ceddimiz Sa^
Oatay Sevi’ye cebren İslâmiyet’i , kabul ettirmiştir; hal­
buki o ruhen ve itikaden Musevî idi ve Musevî kaldı.
Onun ahvadı da aynı itikat ve ruhu taşımaktadır. İsim^
lerimiz Müslüman ismidir ve fakat ruhumuz tamamen
Musevîdir.
Konatas, Mustafa Slendi’nin bu müracaatım evvel
emirde aradaki dostluğ’a binaen hüsn-ü telâkki etmiş
ve meseleyi Meclis-i Vükelâda mevzu’ bash ettirmeyi
va’d ettiğj gibi va’dini de yerine getirmiştir; fakat Yu-
îmn nazırlan, bunların Yunanlıhk için mübadeleye ta­
bi’ hakikî Türk unsurdan bin kat ziyade muzirr (!) ol­
duklarım beyan ye kendilerinin muhakkak mübadeleye
i;abi’ tutulmalarında İsrar etmişlerdir.
Bundan bir müddet evvel Yunan gazetelerinin böy­
le bir istisna müracaatından bahs ettikleri telgraflarla
da haber verilmiştir» (34).
‘ Selânik’in Balkan Harbi’nden sonra, 1912’de Yunan­
lıların eline geçtikten sonra, buradaki Dönmelerin bir
kısmı; Yahudilik’e yeniden dönmek için biri dinî, di­
ğeri siyasî olmak üzere iki teşebbüste bulunmuştur. Bu
Dönmeler, Türkiye’de yaşayan Dönmelerle hiç bir akra­
balık bağları bulunmadığını savunmuş. ve geleneksel

34 Vcıkit Gazetesi, 4 Kanunisânî 1340 (4 Ocak 1924).

496
DÖMMEIER TARİHİ

Yahudilik’e dönmeyi denemiştir. Kendilerinden bilgi is­


tenen Selanik şehri hahamları, onların bazı âdet ve
an'anelerini Yahudiliğe aykırı bulmuşlardır. Hahamlar,
üstü kapalı olarak, Dönmelerin «Mum söndürme âyi-
ni)>ne, o âyinde kadm değiştirildiğine, bu kadın değiş;
tirme yoluyla olan birleşmeden doğan çocukların gayr-ı
meşru olduğundan şüphelendikleüne ve bunun da To-
ra’nın Tesniye Kitabı'nın 23. Babı’nm 2. cümlesindeki
tvGayr-ı meşru çocuk Rabbin cemaatine girmeyecektir;
hattâ onuncu nesle kadar Rabbin cemaatine girmeye-
çektir» ifadeye aykırı görmüşlerdir.
Siyasî olarak kabul edilen ikinci teşebbüsleri, I.
-Dünya Plarbı’nden (1914-1918) sonra, İstanbul’un İti­
lâf Devletleri tarafından işgali sırasında olmuştur. Bu
devletlerin yetkilileri, Rum ve Ermenileri hizmetlerinde
kullandıkları halde, Yahudileri, Türklerle işbirliği yap­
tıkları için, kabul ©tmem-iş; diğerlerine seyahat müsa-
desi verdikleri halde bunlara vermemiştir. Daha sonra
Yahudıler’den de istifade edilmiş ve onlara da seyahat
müsadesi vermişlerdir. Bunun üzerine bazı Dönmeler,
asıllarmın Yahudi olduğunu ileri sürerek seyahat mü­
saadesinden ve Yahudilere tanınan haklardan yararlan­
mak istemişlerdir (35).
Burada görülüyor ki, 1923 -1924 mübadelesinden
önce, Selânik’in düşmesi, Yunanistan’ın güç kazanması
ve OsmanlIların zayıflaması üzerine bir kısım Dönme,
asıllannm Yahudi olduğuna iddia ederek, orada kalma­
yı tercih etmiştir. Tabiî ki bunu bütün Dönmelere teş­
mil etmek haksızlıktır. Ancak bazı gazete, mecmua ve
ansiklopedilerin iddia ettiği gibi bu mesele, Karakaş

35 akz. Galante, ND3S, 77-78.

497
GÜNÜMÜZ TÜRKİYE’SİNDE DÖNMELER

Rüşiü’nün intikam hissi ile ortaya attığı bir mesele de­


ğildir. Karakaş’tan önce de sonra da vuku bulmuş-
İLi.r. O halde varlığında şüphe yoktur. Buna rağmen,
Du meseledey insaflı davranıp, samimî olanların varlığı­
nı kabul etmeliyiz.
Bütün bu olayların cereyanından önce Sebilu’r-Re^
şad Mecmuası’nda «Allah’ın Yardıma Cemaatedir» baş-
hklı bir yazı yer almıştır. Bu yazıda; dünyanın birçok
kısmını istilâ etmiş ve her gittiği yerde hâkimiyet kur­
muş Türklerin pekçok siyasî hatalar yaptığı; fakat gay­
ri müslimleri kendileriyle bir sayma gibi meziyetleri de
bulunduğu kaydedilmekte; Türkler için din ve milletin
bir olduğu; nifak düşünmeden Türklük âleminde ya­
şayan her taifenin manen ve maddeten huzur içinde
yaşadıkları belirtilmekte ve söz Dönmeler üzerine getiri­
lerek şöyle denilmektedir ; «Memâlik-i Saltanat-ı Os­
maniye’nin mühim vilâyetlerinden birisinde sakin ufak
bir taife vardır ki aslen Ben-î İsrail’den ayrılmış iken
bilmem hangi tarihte ilân-ı İslâmiyet eylemişlerdir. Bu
taifenin ferdîeri cümlemizce Müslüman tanınıyor; li­
sanları da Türkçedir. Aslen mensup oldukları iddia edi­
len cemaat-i Musevîyye ile kapu bir komşu bulunduk­
ları halde aralarında vahdete delâlet eder bir rabıta
kalmamıştır. Münasebet-i sıhriyyet (evlenme yoluyla
olan münasebet) de câri değil; birisinde aile lisanı eski
İspanyolca, diğerinde ise .Türkçe’dir. İslâm’a gelen şa­
hıslar dönme, daha doğrusu Muhtedî tesmiye olunduğu
ma’lum ise de muhtedîlik sıfatı muvakkat ve ânî olmak
iktizâ eder. Daire^i hidâyete girdikten sonra Müslüman
sayılırlar biter; şimdi ümmet-i İslâmiye artık onlarda,
ayrı bir alâmet görmek istemez. Hâlâ efrâd-ı mezkûre
ise evsâf ve millî meziyetlerine uygunluk gösteren ibâ­

498
DÖNMEI-ER TARİHİ

det ve sıhriyyet hususlarında Müslüman cemaatinden


ayrı bir hayat tarzı tutup gitmektedirler. Bu ise bizim
için cidden teessüf olunacak bir haldir.
Müslüman sıfatmı alan bir cemaat her halde İs­
lâm birliğinin en büyük sebebi olan evlilik için, de ay-
rılık-gayrılık gösternıemelidir. Zamanımız cahiliyet dev­
rinden kaima garip inançların revacma müsait olnla-
mak lâzım gelir. Gönül isterdi ki Selânik’e mensup olaja
zeki, çalışkan, kâr-güzâr, o küçük taife her hususta di­
ğer Müslüman ferdlerle hemhayât ola. Pekâlâ bilirler
ki, sair Müslümanların kardeşlik kucakları onlara açık­
tır. Dinî fıtratı olan ve beşerî dostluğun en müessir bir'
vasıtası bulunan îslâmiyet'e intisâb edenlere lâyık olan
da budur» (36). Burada, Müslümanların müsamahası­
na ve onları Müslüman oldukları için kendilerinden say­
mış olmalarına rağmen, Dönmeler’in kendilerine has ya­
şayışlarım devam ettirdiklerine işaret ediliyor. Buna rağ­
men Vatan Gazetesi’nin biır tefrikasında, Mithat Paşa’-
nm müdahalesiyle, Yakubî zümresi arasında 1299 - 1300/
1883 - 1884 yıllarında yetişen yeni neslin okumuşlarının
bu tarz bir zümreye mensup olarak doğduklarından hi­
cap ve isyan hissi duymaya başladıkları; reisin ©mr ve
arzularına isyan ettikleri ve böylece ihraç cezalarının
çoğaldığı belirtiliyor. 1300 (1884 - 1885) yılında «Gon-
ca4 Edeb» adında bir mecmua çıkaran gençlerin, Saba-
tay Sevi’yi XVII. asırda yetişmiş bir «şarlatan» olarak
kabul ettikleri de yer almaktadır. Bunların arzularının,
bu kabileye mensup olarak dünyaya geldiklerini unut­
mak ve unutturmak olduğu, memur olarak bir taraifa
gittikleri zaman Selanik doğumlu olduklarını gizledik­

se Sebilü'r-Reşad, « A lla h ’ın Yardım ı C em aatedir», 28 Ağustos 1328/


1312, sayı : 208, sf. 500.

499
GÜNUMÜ2İ TÜRKİYE'SİNDE DÖNMELER

leri ve hattâ doğum yerlerini başka bir yer olarak gös-


ı.erdikleri de iddialar arasında yer almaktadır. Gazete,
son kırk sene içinde, kabilenin tedricî surette yıkıldığı-
nı; cemaate ait hususiyetlerin ortadan kalktığım ve
böylece iki asırlık garib İçtimaî mevcudiyetin tamamen
tarihe karıştığını ileri sürmektedir (37).
Vatan Gazetesi, 1924 yılında, bu malumatı verir­
ken, kendi içlerinden bazıları;'bu kabile teşkilâtının he­
nüz yaşadığını açıklamaktadır. Aynca 1884/1885 yılları
arasında çıkardıkar] yayın organlarında Sabatay’ı şar­
latan olarak gören gençlerin -büyük ihtimalle-, çocuk­
larının defterleri arasında Gövsa’nm bulduğu «Beismele»
ve «dualar» onlai'in ne derece bu cemaatten ayrıldık-
ja,rınT ishat eder mahiyettedir. Zaten, kendilerinin de
kabul ettiği üzere -ki inkâr edemiyorlar- bu âdetlerden
bir kısmının cemaat arasında yaşadığını, bir kısmının yı­
kılmaya başladığını ve bir kısmının da yoik olduğumu
söylemeleri de bunun gerçekten varolduğuna delildir.
Ancak hepsinde aym canlılıkla saklandığmı söylemek
mümkün değilse de farklı şekillerde yaşadığı söylene­
bilir.
Karakaş Rüştü, T. B. M. Meclisi’ne yaptığı ■rnüra>
caat üzerine ortaya çıkan dedikodu ve kendisine isnad
edilen durum hakkında, f^BiIumûm Selanik' Dönmele­
rine Açık Mektup» baş]iği ile: bir mektup yayınlıyor.
Vakit Gazetesi şu mütalâada bulunduktan sonra mek­
tubu neşrediyor ;
«Karakas-zâde Mehmet Rıiştü (Bey)’in Meclise ver-

37 Bkz. Bir Tarilı Müdekl<il<i, «Tarihin Esrarengiz Bir S-ahifesi», Vatan.


G azetesi, 20 Ocai< 1924.

300
DÖMMEl.Efî TARİHİ

cljği m alum arîzanm intişârı m uhtelif şekil ve m ah iyet­


te iki m ukabele davet etti.
Evvelâ şahsî evsafm daki zaaftan bahsedildi. Rüş-
î.ü Bey bu m ektupla hakkm da söylenen sözleri red d et­
m ekle kalm ıyor. K endi teş ebbüsünün A tina’da vukuun­
dan bahsedilen teşebbüsle k a t’iyyen alâk ad ar olmadığı-
m tem in ediyor. Bizce zaten m ukabele ve cevabın bu
n o k taları ikinci derecededir.
Rüştü Bey’in teşebbüsü üzerine m uhtelif gazeteler­
de, b ü tü n aleyhdârâne yazılarda bir noktada Rüştü
B’e y’le ittifa k v ard ır ki o da; asırlarca evvel, ih tid a la rı­
nın ilânm danberi garip ve şayan-ı dikkat bir istisn a
olarak ‘D önm e’ ünvanını henüz unutturmamış ola,n bu
ailelerin, yalnız h ay at ve muaş eretlerinde değil, m enâ-
5ik-i diniyelerinde de bir ay n lık - gayrılık m uhafaza e t­
miş olduklarıdır.
Rüştü Bey, bu ayrılık ve gaynlığ ın aleyhindedir.
Rüştü Bey’in m u arızlan da aleyhindedir. Y alnız ittifa k
edilm eyen b ir cihet kalıyor ; Rüştü Bey, ya kabilenin
h ay at-ı um ûm ıyedeki zevahiri k u rtarm ak için bililtizam
(bilebile); y ah u t k an aatind eki tekâm ül eseri olarak bi­
li çtinab, kabile ve aile çem berinden çıkarak istisn a
leşkil edenler h ariç, olm ak üzere bu ayrılık ve gayrılı-
ğ;ın el’ân yaşamakta olduğu iddiasındadır.
Rüştü Bey’e cevap verenlere göre ise bu ayrılık,
gayrılık ‘ta rih e karışmış’ y ah u t ‘karışmak üzere bu lu ­
nuyor’. Dem ek ki bu ayrılık ve gaynlığ ın el’ân ehem m i­
yetli su rette vücudu kabul olunursa Rüştü Bey’in tek ­
lifini m uarızlarm m ciddî telâkki' etm eleri m üm kün ola-
irak, yani, ‘ya T ürk ve M üslüm anlarla an-sam îm (öz-
501
GÜNÜMÜZ TÜRKİYE'SİiMDE DÖNMELER

don) İle beraber olduğumuz halde ih tilâ t ve tesalübü-


m üzü (karışma, birleşme) bir kanun ile teyid edelim ’
dem ekte tab iatile ittifa k olunacaktır. O halde m esele­
nin m iftah ı halih azırın tay in ve tesb itin d ed ir dem ektir.
B unun için Rüştü Bey’in teklifin i biz ‘M illet arasında
bir tefrik a ve n ifak ’ diyenlerin gözüyle görm üyoruz. Ve
gazetelerde çıkan yazılara cevap olarak gönderdiği m ek­
tubu, bazı şiddetli n o k taların ı ta ’dîlen nakledij^oruz.
«Efendiler,
Üç asırdanberi saf ve m uhterem T ürk M illetinin
cenah-ı m erham et ve atıfetin e sığ ınarak Dönm e nam iy-
le m evcudiyetim izi idam e etm ekte pek m ubuassıp dav­
ranıp tarz-ı muaşeret ve h arekâtım ızla zah ir ve b â tın ı­
m ızın ayrı, gayrı olduğunu kabil-i ifşa olm ayacak de­
recelerde T ürklere ta n ıttık . O sm anlı H ükûm eti’n in ge­
çirdiği salah at-ı tarih îy e, diyelim ki şimdiye k ad ar biz.-
leri m üctem ian yaşatmağa ve aram ızda daim a tefah ü r-
ettiğimiz teavün hislerin in izâlesine m ecbur kalm am ak
üzere T ürklerle adem -i ih tilâ ta şevketti. B ugün bigâne-
liğimizi b ü tü n cihanın h ay ret ettiği m uazzam T ürk in ­
kılâp ve zaferinden sonra nasıl te ’vil edeceğiz?
V icdan, m aneviyat ve itikadm ıza h u lû l etm ek is­
tem iyorum . F ak at bu M uhterem T ürk M illetinin Sdir-
ne’den K ars’a kad ar hâkim olduğu to p rak lard a yaşıyan
in san ların b ir siyak üzere kalpleri, vicdanları çarp ar ve
ancak T ürklük m efküresini taş ıyanlardan m ürekkep ol­
m asını arzu ettiğ ini bilm iyor m usunuz? D aha anlıyam a-
dm ız m ı? O halde ne duruyorsunuz? A ranızda beş - on
kişinin zah iren T ürklerle ih tilâ t etm esi, bir farz-ı kifâ-
ye gibi telâkk i olunarak geriye kalan on, onbeş bin k i­
şilik bir varlığınız, m em leketin vücudünde (şiddetli bir
502
DÖNMELER TARİirı

İki kelim e kaldırılm ış tır). B ir yabancı kalmağa Türk-


ie rin m üteham m il ve sab u r olduğunu m u za^nnediyor-
sunuz? A ldanıyorsunuz, E fendiler! Bu m em leket bihak ­
kın hakk-ı h ay atı yalnız T ürklere bahsetmiş tir. Z ira o
T ürklerdir ki kanlariyle sulayarak toprağı m uhafaza
etmiştir.
Son h ad isât esnasında herkesin üm idim kestiği ve
böyle sizler gibi ne kanını, ne m alını ve ne de serve­
tin in cüz’i b ir kısm ını m em leket ve m illet için feda, e t­
m eyi h a tırın a bile getirm eyen tufey liler idharı servet
için iştigal eyler iken h er tü rlü m addî m uavenetten
m ahrum kalan T ürkler, A llah’ın a istin ad ederek h er
-taraftan üzerlerine vaki olan hücum ve taarru zlara
m ütevekkilâne ve dindarâne ve kendilerine m ahsus
m etanet ve sükûnetle m ukabele ederek vatanı m üdafaa
e ttiler ve bihakkın düş manlarına galebe çaldılar.
Bu k ad ar ulvî bir m anzara karşısında hâlâ sizlerin
lâkayd b u lunarak eski an 'ân atm ızı ve am alinizi m uha-
t’aza edip eski devirlerde olduğu gibi tufeyli yaşamayı
ve hiçbir ta ra fta n bir sada-yi itiraza m a’ruz kalm ayarak
refâh ve saadet m i hayal ediyorsunuz?
A nkara’ya geieliberi yakînen görüp anladığım T ürk ­
ler, bilhassa B üyük M illet M eclisi ve onun vükelâsı, be­
nim 15 yaş ımdanberi beslediğim em ellerin husulpezir
olacağına beraat-i istih lâld ir. çünkü B üyük M illet M ec­
lisi çiftçilerin m ahsülüne zarar eden yaban dom uzları
için bile kanun çıkarm aktadır. B inaenaleyh zanneder
m isiniz ki bu kad ar incelikleri düşünen Rüesây-z m illet
bu bir kütle-yi ecnebiyeyi sinesinde besliyebilsin? B una
a rtık taham m ül edebilecek bir ferd bulunm adı ve bu­
lunm az. B ugün bizim için iki şık v ard ır : Ya T ürklerle
503
GÜNÜMÜİ^ TÜPıKİ'v'E'GîNDt DÖNMffLEn

bir k an u n -1 m ahsûs dahilinde k a t’iyyen ihtU ât ve te-


salüp ederek karışıp kaynaş arak, b ü tü n v atan ve m il­
letin saadet ve felâketine müş tereken çalışmak veyahut
h udud“i m illî haricinde , herhangi bir şekl-i m addî ve
m anevîde olursa olsun başımızın çaresine bakm aktır.
Benim anladığ ım budur. Y alnız şunu da açıkça söyliye-
yim ki; dünkü gazetelerde Selanik’ten gelen bir telg rafa
nazaran M ustafa E fendi nâm ında bîr D önm enin Y unan­
lı K onatas’a olan m ü racaatı belki efkâr-ı um ûm iyede
D önm elerin gizlice konuşulmuş ve hazırlanmış b ir fik ­
rin m ahsûlü olarak M ustafa E fendl’n in S elanik’te ve
benim A nkara’da bulunm am la vukubulan teşebbüsatı-
m a h am lo lu n u r., H albuki ben M ustafa E fendi’yi ne ta ­
nıyorum , ne de ân ın efk ârın a hadim im . 3 K ânunisâni
1340 ta rih li V akit G azetesinde hemşehri ve yakın ak-
rsbam m iddiası veçhile ne hissiyat ve asabiyetim e mağ­
lubum , ne de herhangi bir ta ra fın telk in at ve tah rik âtiy -
te bu işe mübaşeret ettim .
A ncak yukarıda ârzetüğ im gibi onbeş yaş ındanberi
takip ettiğim m efkûrenin sahne-i aleniyete va*zına bu­
gün zem in ve zam anı m üsait bulduğ um dandır 'k i o rta­
ya atıldım . A sırların biriktirdiğ i m ülevvesatı ta th ire
ı^kirliliği tem izlem eye) m uvaffak olan B üyük M illet
M eclisim iz inşaallah bu m esele-i m enhuseyi (uğursuz)
de yakın zam anda o rtad an kaldıracak, bugün b an a asa­
bi veya başka h iffetler (hafiflikler) isnadiyle ta arru z
edenler yakın zam anda elim i öpüp, beni ta k d ir ve ta k ­
dis edeceklerdir. Ve m inallahüttevfik.
M ehm et Karakaş • Zâde Rüştü» (38).
Karakaş zâde Rüştü’n ün bu teş ebbüsünün îstaıi-
bul’daki hemş ehrileri arasın d a uyandırdığ ı tesiri öğren-
38 Vakit Gazetesi, 10 Kanunisânî 1340 (10 Ocak 1924].

504
DÖNMELÜR TARİHİ

nıek için oğ ullariyle görüşülmüştür. Oğullaıı, bu teşeb­


büsün m enfi bir. renk aldığını, düşmanlık n o k tasına
geldiğini belirtmiş ve bu konuda babalarının fikrine
İratılm adıklarm ı açjklamış dır. O nîar, b ab alarının bu te-
i.?cbbûsünün T ürklerle S elâniklilerin arasın ı açm aya yö­
nelik b ir davranış olduğunu. «Hiyanet,-! V ataniyye» bi­
le sayılabileceğ ini ve b ü tü n Selâniklileri tem sil etme-
yeceğini iieri sürmüş lerdir. G ençler kendilerini T ü rk ■
ler’den ay rı görm ediklerini, herkes kadar kendilerini
1'ürk ve M üslüm an h issettik lerin i savunmuş; T ürkler
ile D önm eler arasınd aki en bariz farkın zihniyet ve
İktisadî faaliyetlerde görüldüğ ünü açıklamış lardır. B u­
nu n y anında Rüştü Karakaş’ın bu tu tu m u n d a kadın
parmağı aray an D önm eler bile olmuştur (39) .
K öprülü Şerif im zasiyle Akşam G azetesi’nde bir
m akale yayınlanmış tır. Bu m akalede, kapısında «Müsa-
lîiere-i Şaban» levhasının asılı bulunduğ u, Selanik’te,
Dönm e geçlerinin oluşturduğu bir «m ahfil» den, bu «Mü-
sam ere-i Şaban» m ahfilin in 1908 ih tilâlin in beşiği ol­
duğ undan, bu m ahfilde gençlere h ü rriy et fikrin in aşı­
landığ ından bahsedilm ekte ve Selanik gençliğ inin m e­
deniyetin geliş mesindeki yeri tak d irle karş ılanm akta­
dır. A yrıca Ü sküp’te «M ekteb-i Edeb))i m eydana getirip,
orada K osova gençliğine İlk terak k i ve yenilik m h u n u
verenlerin Selanik D önm elerinin gençleri olduğu; T ürk
aileleri, arasın d a kadın hak, h ü rriy et v& serbestiyetm in
doğ masında Dönm e genç kızların «Beş Çınar» m esire­
sinde a ç ık -sa ç ık dolaş malarının rolü bulunduğ u ileri
sürülm ekted ir (40),
39 Bkz. Sebüü’i'-Reşad, X X (II/1 7 2 .
40 Bkz. Sebilü’r-Reşad, X X I!!/1 7 2 .

505
G Ü N Ü M Ü Z TÜRKİYE'ÖİNDi: DÖNML'LGR

Akşam ve T anin gibi gazetelerde çıkan bu tip y a­


kılan Sebiîü’r-Reşad MeciTiuası, «Tanin ve Akşam gaze­
teleri de h er nedense D önm eleri m üdafaa etmiştir» di­
ye değ erlendirm ektedir (41).
Karakaş R üçtü Bey, G azi M ustafa K em are (ATA­
TÜRK) de bir m ektup gönderiyor. V akit G azetesi bu
m üracaatın R eisicum hur tarafın d an Başbakanlığa h a ­
vale edildiğini bildiriyor. ■M ektup şöyledir :
«Sevgili R eisicum hurum uz Gazi Paşa H azretlerine,
A n-asl (aslında) S elânık’in Dönm e tâ b ir edilen Meh-
ıned Karakaş zâdeler’den Rüştü bendenizim . A sırlardan-
beri şu m übarek vatanın n ân (ekm ek) ve nim etiyle
T ürkler sayesinde perverde (beslenmiş, büyütülmüş )
olan birçok m uh telif ırk lar gibi bizler de h ay at ve m ev­
cudiyetim izi m uhafaza edegelmişiz. Eski hüküm etlerin
m efkûresiz, m aksatsız tarz-ı idareleri değil gayr-ı T ürk
anâsırı^ esâs m esned olan T ürk m iletinin dahi m ukad-
deratiyle iştigal eylemediği m aa-t-teessüf m a’lum -u
devletleridir. M azinin kötü lükleri tarih e karışmıştır. B u­
gün saye i devletinizde yeni bir güneş yeni b ir m efkûre
tulü etmiştir (doğmuştur). A rtık yegâne m evzu’bahs
ülan rneseJe T ürk ve T ürk vat.anıdır. B unun m üstakbel
hududunu çizm ekte olan zât-ı devletleri şüphesizdir ki
T ürklük gayesini esâs itLihaz ettiniz. T.B.M.M., T ü rk i­
ye C um huriyeti ve hudud-u m illî gibi m evzuat, m ü stak ­
bel fikirlerinizin m ahiyetini gösterm ektedir. E lhetteki
bu hudud dahilinde yaşayacak olan in san ların müşte­
rek bir vicdân-ı m illîsi bulunm asım um de kabul ettiniz.
Bu esâsâtın tesb it edildiği şu sırada biz dönm elerin da.
‘I I Bkz. Sebilü'r-Reşad, X X ll l/ 1 7 5 .

506
DÖNMELER TARİHİ

hi n azar -1 siyasetinizden uzak kalmayacağ ı kanaaıtin-


deyim ... D önm elerin ne ırk ve ne dinen T ürklerle m ad­
dî ve m anevî iştira,kımız yoktur. B unun m addî ciheti
cüm lece m a’lum ve m üsellem ise de, mârxevî ciheti yal­
nız bendeniz gibi kabile arasm da yetişmiş in san ların
bileceği ve isbat edeceği, bir keyfiyettir.
A rtık gizli i’tilâf (uyuşma) ve gizli m u’ahedât-ı
(anlaş malar) siyasiyenin kalkm akda olduğu şu asırda
büyük bir kem iyet teşkil etm eyen D önm elik’in dahi dış
ve iç y ü slerin in m eydân-ı aleniyyete konulacağı b ir za­
m anda bulunuyoruz.
D önm elik, eskisi gibi iıudud-u m illî dahilinde mü^
tek âsif (çoğalan) ve müşekkel (şekil verilmiş) bir h a l­
de kalacak olursa bunun gerek' T ürk ’ün m efkuresi ve
gerek D önm elerin yetişmiş m ütekâm il m ünevverleri
üzerinde su-i te ’sirden âzâde kalmayacağ ı cihetle bu
ines’elenin sâlim bir suretd e k a tiy e n halli ve zam an-ı
riyaset-i devletinizde yazdığm.ız B üyük T ürk tarih in e
bir fasıl-ı m ahsûsa ilâvesi suretiyle halihazırda m aa’t-
teessüf m evcud ayrılık ve gaynlığ ın im hasına doğru
işaret-i devletlerince lu tf ve in ayet buyurulm ası ve bu
batada m ünasib'görüldüğ ü tak d ird e daha m ufassal arz-ı
ıi-ıaium at sunm akda huzur-u devletinize lü tfen k ab u lü ­
m ü niyaz ve istirh am eylerim , E fendim H azretleri» (42)
(K. K. Rüştü) .
R esim li G azete; Selanik D enm elerinin birtak ım ga­
rip itik a d la n ve esrarengiz âdetleri hakkında kendileri
tarafın d an son zam anlarda ifşaatta bulunulduğ unu; bu
cem aatin bir takım eski M usevî âyinlerine tâb i olduk­
larım ve kendilerine m ahsus ibâdetleri bulunduğ unu
42 Bkz, Vakit Gazetesi, 7 Kanunisânî 1340 (Ocak 1924).

507
GÜNÜlVtÜZ rO riKİVL’S İN D t DÜNIV'LLLii

söyleyenlerin mübalağa yap tık ların ı zan n ettik lerin i kay­


dediyor. Bu gazete halih azırd a D önm e çocuklarının
ezberledikleri duayı elde ettik lerin i, bu husûsu hem oku­
yucuların m erakm ı giderm eyi hem de bu esrarengiz ce­
m aat hakkındaki in tib alan m verm eyi faideli ad d ettik ­
lerini belirM yor ve şöyle bir açıM am ada bulunuyor :
«İçimizde yaşaytin, iisanım ızla konuşan, zahiren
bizim gibi hissedip düşünen, fak at T ürkîere karşı daim a
îh tiy atk âr bulunan, ancak kendi araların d a evlenip nes-
len T ü rk ’e karış maktan içtinap eden, doğumdan ölüm e
i^^adar h er tü rlü h ay atların d a, nik âh ların d a, izdivaçia-
rm da, cenazelerinde, hulâsa İçtimaî h ay atlarm m h e r
safhasında bizden ayrı, bizden gizli cihetleri bulu n an
bu Selanik D önm eleri acaba h ak ik atte ne çeşit insan-
İprdır? A ralarında zeki, şayan-ı h ü rm et epeyce fik ir
adam ları, biJhassa m ühim m ik tard a teşebbüs, ve tic a ­
ret erbabı var; m em leketin ve bahusus bazı ş ehirlerin
İktisadî h ay atın d a tesirleri kabil-i ihm âl değildir. T ürke
karşı zahiren çok yakın, çok m izaçgir görünen, fak at
aile h ay atın d a olduğu gibi iktisad h ay atın d a da T ürk-,
ten çok m üçtenip bulunan bu ‘dildaş’ların acaba h ak i­
kî ren k len nedir?
A ralarında zahiren M üslüman^ h a ttâ koyu m u taas­
sıp M üslüm an görünenler de bulunduğ u halde kendile­
rine m ahsûs âyinleri ve halk arasında bugün az çok
teşhis edilen ru h an i reisleri olm asının sebebi, m ânâsı
nedir?
Eğer bu cem aat Rum , Erm eni, M usevî gibi bugün
içim izde yaşıyan gayr-i m üslim an âsırın dördüncüsünü
teşkil etm ek lâzım sa neden bu vaziyet sârîh değildir?
Vok, eğer bizden fark lı olm adıkları hakkındaki zahirî
DÖNMELER TARİHİ

dâva sam im î ise izdivaçta ayrılık, h er tü rlü h a y a tta bu


inhisarcıhk, â d e tle ,. m erasim de bu başkalık ve gizlilik
1 1 6 oluyor? Hele İbranî ve M usevî lisanlarile karışık
T evrat İ barelerinin küçük D önm e çocuklarına elan ez-
b'erlettirilm esi ne dem ektir?
Eğer D önm elerin duası tarih e, hurafeye, hulâsa
eski zam ana a it bir vesika olsaydı bizce o k ad ar ehem ­
m iyete şayan görülm eyebilirdi. F ak ata burada mev-
zuubahsolan dua, ip tid aî tah sil çağında bulunan bir
jDönme çocuğ unun d efteri arasın d an çıkmıştır ve h er
D önm enin çocukluğ unda bu d u aları ezberlem ekte oldu­
ğu da bu nevi esrarı gizlem iyen bir Dönm e zât ta ra fın ­
dan te ’yid edilmiştir. Şu halde hurâfeden ve m aziye a it
bir vesikadan bahsedilm iyor dem ektir. Bu cihetleri kay­
d ettik ten sonra şimdi duanın m etnine gelelim ;
'S elânik D önm elerinin duası kendilerine m ahsus
Olan bir besm ele üe baş lamaktadır, ‘Besm e’lenin m etni
şudur :
^Beşcımı harohya ileri Sahatay Sevi es Sahatay Se­
vi etno âoloz mondos'.
'B esm elenin ilk kelim eleri İbranî, son kelim eleri
Ispanyol (*) lisan ların ca tertip edilmiş olup m ânâsı da
şu imiş :
'Dünyanın yansı demek olan mübarek Sabatay. Se-
vi’nin ismile\
‘Bu S abatay Sevi, vaktiyle zahiren ih tid a eden, fa-
Resimli Gazete’de, «son kelimeleri Musevî» denilmiştir. Aslında İs­
panyol llsaniyle denilmesi uygun olduğundan biz, Musevî yerine
İspanyol’u tercih ettik.

509
GÜNÜMÜZ TÜRKİYE'SİNDE DÖNMELER

Kat h ak ik atte yeni bir m ezhep k u rarak Selanik Dön-


meliğ’ini tesîs eden M usevî haham ı olduğunu o k u rları­
m ız bundan evvelki birçok neşriyat dolay isiyle elbette
ta h a ttu r ederler.
‘Besm eleyi ih tiv a eden ibareden sonra duanın m et­
ni şu su retle devam ediyor :
‘Şira beşirem eşir îizbiö K antardoios k an tares, K a
eslim o, bizason rebonos desu bu kakebos niyos los kren-
siyas devino agore m ozetos azetiyes boynos azetiye no-
vaziyada... ilh.»^
‘Y abancı bir lisanın -yanlış telâffu z ettiğimiz- es­
rarengiz ibarelerini burad a uzatm aya lüzum yoktur. An­
cak daha uzun süren bu d u anın m ânâsm ı okum ak el­
bette daha faideli olur. Bu m ânâ da T ev rat’ın 'Ağni-
yatül Ağanı == Neşideler Neşidesi’ faslınd a m ünderic
olup kısm en âtiye naklediyoruz :
‘Ağzının öpm eleriyle beni öpsün. Z ira aşkın ş araptan
âlâdır. >Senin yağların hoş rayihalıdır. Senin ism in dö­
külmüş yağdır. Bu ecilden bakireler seni severler. B eni
cezbeyle. A rdınca koşalım. M elik beni halvetlerin e gö-
i,ürdü. Seninle m esrûr ve şâduman olalım . Senin aşkım
şaraptan ziyade zikredelim . B ihakkın seni severler.' Ey
IJrşelim (K udüs) kızları, ben kralm çadırları, Süley­
m an’ın perdeleri gibi esm er isem de güzelim . Esm er
olduğuma bakm ayın. Ç ünkü'beni güneş yaktı. V aldem in
oğulları bana d arıldılar. Bağları bana beklettiler. K endi
bağımı beklem edim . Ey canım ın sevgilisi, b an a h ab er
ver, sü rü n ü nerede o tlatırsın ? Öğle vak ti nerede y a ta r­
sın? Z ira refik lerinin sü rü leri yanında niçin serseri gi­
bi olayım ? Ey nisvan içinde güzel olan, eğer sen bil-

510
DÖNMELER TARİHİ

m ezsen sü rü ierin izlerinden g it ve çobanların yanında


oğ laklarını o tlat. Ey m ahbubem , seni F iravun un a ra ­
balarındaki k ısrak lara teşbih ettim . Y anakların ziynet­
ler, boynun g erd an lıklarla güzeldir. Sana gümüş düğ­
m elerle altın ziynetler yapacağız. M elik sofrada iken
)iardinim rayihasını verir, M ahbubum bana b ir çıkın
m erri safidir. M em elerim in arasın da kalacaktır. Mahbu.-.
bum b an a bir h u n n a salkım ıdır ki yani Cedi bağ larında
bulunur. İşte güj^elsin. G özlerin güvercinler gibidir. Ey
m ahbubum işte güzelsin ve şirinsin ve yatağımız yeşil­
lik tir...’
«Resim li gazete, bu nevi d u alarla ve m a tb u atta şim­
diye k adar zikr ve ifşa edilen b irtakım esrarengiz m e­
rasim ve çirkirı âd etlerle tekm il Selânik D önm elerinin
m e’lüf (alışmış) olm alarına bir tü rlü ihtim al verem ez.
A ralarında o k ad ar zeki ve m ütefennin zevat bulunan
ve İçtimaî h ay at itibarile bu derece m edenî olan bir ce­
m aatin şu asırda gizli âdetlere ve gülünç itik a tla ra esir
olm asına aklıselim kani olm az.
A ncak bu d u alar ve âd etler D önm elerin pek cüz’î bir
kısm ında cereyan etse dahi yine heyet-i um ûm îyeyi alâ ­
kadar etm ek tabiîdir. B ilhassa böyle gayr-i sarih vazi­
yetler, T ürk heyet-i içtim aiyesine karşı bu ih tiy a tla r
ve İçtinaplar elbette Türklüğü düş ündürür. Şu halde
tekm il şüphelere n ihay et verm ek üzere D önm elerin
âdetlerinde k a t’i ve sarih bir inkılâp yapm aları zam anı
a rtık h u lû l etmiştir, zannediyoruz^ (43).
V akit G azetesi, S ab atayistler (D önm eler) lehinde
ve aleyhindeki neş riyattan, say ıların ın (1924 yılına gö­
re) bugün 15.000 civarında olduğunu tah m in ediyor.
43 Resimi iGazete 1925, No : 116.

511
GÜNÜMÜZ TÜRKİYE'SİNDt DÖNMELER

B unların bir m üddet evveline k ad ar Selânik’in dışına


çıkm adıkları, bir m üddet sonra yavaş yavaş İstanbul’a
toplanm aya baş ladıklan; fa k a t S elanik’le irtib a tla rın ı
înuhafaza ettik leri belirtiliyor ve şöyle deniliyor: «Nikâh
lâzım -oldu m u, S elânik’e gidiyorlardı; b ir h asta ağır­
laştı m ı Selânik’e gönderiliyordu. Öyle ki Ü sküdar’da
Bülbül D eresi’ne hususî bir m ezarlık ihdas oluncaya k a­
dar bu kabileler m ensuplarından hiçbirisinin cenazesi
Selanik h aricinde bırakılmamış tır.
B ugün sayılı olarak 3 - 4 kız veya erkek istisn a edi­
lirse b ü tü n izdivaçlar kabilenin kendi efradı ta rafın d an
çizilen hududa tecavüz etmemiş tir ve b ü tü n n ik âh lar
evvelâ b urada m uayyen b ir zât tarafın d an -bahse te ­
m asım ız şahsî n o k talar olmadığı için ism ini yazm ıyo-'
ruz- gizli olarak, ondan sonra aıenen kıyılmış tır; keza
cenazeleri evvelâ kendi aralarm da bir âyin görmüş,
sonra da teçhiz ve tek fin edilmiştir.
B ütün b u n lar acaba A nadolu’da h erhang i b ir T ürk
kabilesinin M üslüm anlık içinde b ir ta rik a t ve b ir m ez­
hep teşkil edecek bir tarz-ı husûsiye-i h ay at m ıdır? Yok­
sa bizzat Rüştü Bey’in iddia ettiği gibi işlerinde d u aları
bile Y ahudice olan bir züm re el’ân yaş amakta m ıdır?
B ahsedilen teşekkül ve tecerrüd bir m ezhep veya ta ri­
kat da addolunsa bazı m ahsusât bunu zarû reten k en ­
disine menşe’addolunacak olan M usevîlik’in daire-i ün-
siyete ircâ etiııek lüzum unu âA ir değil m idir? İsteyen­
ler bu m erakı buna a it olarak b ir ta ra fta n intiş ara baş­
ladığı görülen İlmî tetk ik lerle tatm in edeceklerdir; fa-
Kat sırası gelmişken şunu, da söyleyelim ki Rüştü K a-
rakaş Bey’in gayet sârîh itira fla r şeklinde ortay a attığı
bu dâva, henüz h er ta ra fı açık b ir m ukabele ile karşı-
3 ilanmam]ş t]r; bir takım gazetelerde ç ık a n , m ektuplar,

512
DÖNMELER. TARİHİ

hattâ iimî damgalı tetkiklere bakınız : Bunlar bir is-


îiad değil, bir isnad-ı red ve iptal mahiyetinde olduğu
için bile yazarlann kendi isim ve hüviyetleri ile kendi
sima4 müdafaalarını göstermeleri' hem pek lâzım iken
şâyân-ı dikkat bir ‘mesturiyet’ burada bile hükmünü
icra etmekten hâli kalmıyor. Misalen gazetemize bir­
kaç müdafaa mektubu gelmiştir ki bunlar da aynen
böyledir : Dâva, Vekili Selânikli H. D,; falan yerde sa­
kin suretinde imzalanmıştır. Bu tarz mukabele bir şüp­
he hasıl olmuşsa onu te’yidden başka neye hizmet ede­
bilir?)) (44).
Bu çeşit haberler arasında, en tutarlısı hahamba­
şı Biçaronu Efendi’nin Akşam Gazetesine verdiği ma-
lîîmat kabul edilebilir. Hahambaşı, önce Dönmelerin iç-
yü2ileri hakkında malumat vermek istememiş; fakat
muharririn ısrarı üzer ine. şu bilgiyi vermiştir :
^Gazeteler yazmışlardır, Sabatay Sevi isminde bir
Musevi- kendisinin Musevilerin muvasalatına intizâr et­
tikleri Mesih olduğunu iddia ederek etrafına bazı kim­
seleri toplamıştı. Sonra korkudan ismini değiştirerek
Müslüman olduğunu söyledi. Diğer Musevîler, ihtidası
suni olduğu için inanmadılar. Bunlar onun taraftarm-
dan gelenlerdir». Gazetenin muharriri hahambaşına Sa-
Öatay Sevi ile Musevî itikadlan arasında fark var mı­
dır? diye sorduğunda hahambaşı : «Onlar bizim itika-
liıiTUza kısmen muhalif bir tarikat takip ederlerdi» de­
miştir. Muharrir, Dönmelerin, Sabatay Sevi’nin âdet ve
ibadetlerine uyup uymadiğıru sorduğunda; «onu bile-
inem, öğrenemedim»; bunlar (Dönmeler) tekrar Musevî
olabilirler mi? sorusuna karşı hahambaşı; «İsterlerse

M Vakil- Gazetesi, 12 Ocak 134Ü (1924).

513
GÜNÜMÜZ TÜRKİYE'SİNDE DÖNMELER

olurlar» demiş ve daha önce bir Hıristiyan’ın Musevî


olmak üzere kendisine müracaat ettiğini, her iki din
hakkmda bir bilgisi olup olmadığmı sorduğunda, hiçbir
bilgisinin olmadığmı söylemesi karsısında Musevî olmak
isteyen Hıristiyan’m bunda .bir menfaatinin olabilece­
ğini düşünüp reddetmiştir (45). Hahambaşı Biçarono
Efenai’nin Hıristiyan’ın Musevi olmak isteği; bunda bir
menfaati olmasm.a bağlaması ve Dönmelerden bahse­
derken bu misali gösteTmesi bize; Yahudi iken Müslü­
man görünen zümrenin de böyle bir menfaat sâikiyle
bu yola girdikleri intibaını Vermektedir.

Karaka§ Rüştü’nün, Selanik Dönmelerinin aslen,


irken, vicdanen Türklük ve İslâmla alâkaiarmm bulun­
madığından bahseden müracaatının Vakit Gazetesi’nde,
yayınlanması üzedne, Karakaş Rüştü’nün eski kâ-
Uplerinden, İzmir - Karşıyaka Islâm Kütüphânesi sahi­
bi, Selanik muhacirlerinden Recep Kaymak imzasiyle
'^;azeteye bir mektup gelmiştir. Mektup, herhangi bir
milletin cemaati arasında aslını inkâr eden kimselerin
çıktığını ve Karakaş’ın bunlardan biri olduğunu belirt­
mektedir. Mektupta, Karakaş’dan. önce İstanbul işgali­
nin ilk yıllarında (tahmim^n 1919 yılı), Said Molla’nın,
Selânikliler’den birkaç bin lira haraç alamamak lıırsıy-
la, Dönmeler aleyhinde bir kitap yazdırdığı ve buna sa-

45 Sebilü'r-Reşad, K K lll/IT G .

514
DÖNMELER TARİHİ

liibi buluncluğu (lstanbxıl) gazetesiyle devam ettiği; bu


neşriyattaki isnadına Süleyman Nazif Bey’in verdiği
cevapla susmak p'ıecbur'yetinde kaldığı, ayrıca kendi ta­
raftarlarından Refi Gevad’ın da şiddetle muhalefetiyle
karşılaştığı yer aimaktîvdır.
Dönme Recep Kaymak; Karakaş’m İslâm’a ve Türk-
lük’e aslen ve irken şeref veren bir neslin evlâdı olma­
sına rağmen, vicdanen Said Molla ile aynı ayarda ol­
duğunu; dört asırdanberi İslâm dini ile alâkadar olan
bir nesil için şüphe edecek ve onlara ksxşı tedbir ala­
cak durumda bir kimseyi tasavvur edemiyeceğini beyan
ediyor. Ayrıca mektup sahibi, Karakaş’ın husule getir­
diği, kendisinin de altında kalıp ezileceği, bu olayı, şid­
detle reddediyor; onun hassasiyetini ileri sürdüğü mil­
lete, o hassasiyetle hizmet etmesini istiyor ve bu hadi­
senin «Kubbede bir höş sedâ» olarak kalacağını-belir­
tiyor (46).
Dönme Recep Kaymak’ın Karakaş Rüştü’ye cevap
mahiyetindeki mektubunda bu meselenin «Kubbede bir
hoş seda» olarak kalacağını belirtmesi, olayın bu şekil­
de olacağını tahmin etmesinden veya bilmesinden kay­
naklansa gerektir. Çünkü Vakit Gazetesi, Rüştü Bey’in
«Selanik Dönmelerine Açık Mektub»unu yayınlarken,
onun müracaatının, Dönmelerin zevahirini kurtarmak
için, bile bile yapılmış olabileceği ihtimaline de yerver-
meyi ihmal etmiyor. Biz bu ihtimale katılmakla bera­
ber, samimî olabileceğini de düşünüyoruz,
Karakaş, bu olayların cereyanmdan 8 ay kadar ev­
vel, İstanbul’dan Anadolu’nun her tarafına dağılan ik-

46 V a k it G a? e te s i, 12 O ca k 1340 f i 9 2 4 ).

51 [i
GÜNÜMÜZ rÜRKİVE'SİNDİ^ DÜMMELCR

Usadî Dönme Birliği’ne karşı mücadele etmek için, bir


ticaret bir]iği kurmaya teşebbüs ediyor. Türkiye’nin her
tarafmı saran gizli Dönme Birliklerine karşı, bir birlik
kurmak ve bizzat kendisi de İçinde görev almak istedi­
ğini belirtiyor. Dönmelerin gayeleri henüz bilinmediği
için Rüştü Bey’in teldifi reddediliyor (47).

Bunlar, Karakaş Rüştü’nün bu hususun kesin ola­


rak halledilmesini istediğine bir delil olabilir. Ancak,
onun, lehinde yoksa aleyhinde bir düşünce ile hareket
ı^ttiği bizce meçhuldür. Bu ifşaatın, Türk toplumu için,
faydaları yanında zararlarının olduğu bir gerçektir..
Bunlarm iç yüzlerinin, kendilerinden biri tarafmdan
açıklanması faide hanesine kaydedilebileceği gibi; bu if­
şaatın arkaî-'.mdan kendilerini, kamufle ederek, açıfe ver­
meden, aynı faaliyeti devam ettirmeleri zarar hanesine
kaydedilebilir. Tahminime göre, bu zümre mensupla­
rından bir kısraı, jikinci yolu seçmişlerdir.
Recep Kaymak’m ,bu mektubuna Karakaş Rüştü
şöyle cevap veriyor :
«Diyorsun ki herhangi bir iTiilletin camiasından ara^
sıra kendi avSİını inlââr edenler çıkar. Halbuki te n aslı­
mı inkâr etmediğimi. Dönme neslinden geldiğimi §im~
dîye kadar yazdığım yazıları okuyanlar pekâlâ hilir.
Ancak ikibuçuk asırdanberi örtündüğümüz sahte kisve­
nin astarını ve yüzünü yırtıyorum! Bu da vazifemdir.
Nitekim'sen, senin olmayan sıfatları şahsına ve'ticaret­
hanene takıyorsun! Dükkânlara ve duvarlara 'Besmele-i
Şerif, 'eUKasih Habibullah’' vs., gibi kudsî levhaları yaz­
makla Müslüman 'mı olunur? Yoksa Müslüman mı al­
datılır? Artık isimle, sözle, şekille adam aldatmak mo-

'iY Bkz. Vakit G.'izt;le3i, l i ' Kununisânî 1340 (1924).

316
DÜ N M 'ıLLR TAHİl-lİ

dası geçti. Suriye'deki Hıristiyanların isimleri de İsiâm


iami' olduğunu unutmayalım! Hakikat balçıkla sıvana-
maz. Bunu ishat ecliyomm, ve daha da edeceğim.
Haiz olduğu nâm ve unvanı taşıyanlar hakkmda ka­
nunun ve hüküiTietin elbette bir vazifesi-vardır. Kimse,
kimsenin kartını, ticarethane namını, hüviyetini gasta
ve isti’mâl edemiyeceği gibi bir milletin dinini, milliye­
tini kimsenin ve kimselerin gasp ve su-i isti’mâl etmesi­
ne ne kanun, ne şeriat, ne de akıl ve mantık, ne de bu-
g'ünlvü milliyet zihniyeti müsaade edemez...» (48).
Vatan Gazetesi; Karakaş’m .TBMM'ne verdiği di­
lekçe üzerine, bir haftaya yakın, Dönmelik diye bir ha­
reketin olmadığını, böyle bir müracaatın yersiz oldu­
ğunu, şahsî kin dolayısiyle böyle bir yola gidildiğini ve
Kamanın bu hareketi dağıttığını savunmuştur. Ancak
Karakaş'm bunu Mustaıa Kemal’e (Atatürk) bizzat
bildirmesi, gazetelerin bu konuya eğilmesi, diğer Dön­
me gruplarımdan iîşaatlerln gelmesi, içyüzlerinin orta--
ya serilmesi, Atina’da benzeri teşebbüsün olması. Va­
tan Gazetesi’nin bu meseleye bakışında taktik değişik­
liği yapmasına yolaçmıştır Bu taktik, meselenin ilmi
olduğu iddia edilen bir incelemesinin sunulmasıdır. Bu
İlmî inceleme de Avrupa’da bir genç ("O tarafından ha­
sırlanmakta olup, bitirilemeyen tezin notlandır. Bu not­
lar. Vatan Gazetesi’nde on tefrika halinde yaymlanmi5j-
tır. Ancak, yazarı, isim vermekten kaçınarak, «Bir Ta­
rih MüdekkîkİJ) mahlasmı kullanmıştır. Bu tefrikayı
Vatan Gazetesi şöyle takdim etmektedir : «Bundan iki-
buçuk asır evvel Selanik'te teşekkül eden ve son asır

48 Sebilü’r-Reşad, X X !lI/2 0 5 .
" O günkü bazı G a ze te le r, ba g&rıcin Ahmet Emin [Yalinan) olduğuna
yer veı-mektedir.

fi 17
GÜNÜMÜZ TÜRKİYE’SİNDE DÖNMELER

zarfında tedricî surette yıküan bir takım kabile teşkilâtı


vardır ki içtima’iyat-ı ilmî ve tarihî nokta-i nazarından
son derece şâyân-ı dikkattir. Çünkü bir şehir hayatının
ortasında en ibtidayi tarzda bir kabile hayatı teşkil et­
miş, uzun müddet gizli bir mahiyette yaşamış, sonra
ilim ve irfanla karşılaşmış, bir bardak su içinde fırtına
kabilinden mücadelelerle tedricî surette ihlâle uğramış­
tır. Karakaş Rüştü Bey isminde bir zâtın B.M.M.’ne
gönderdiği bir mektup neticesinde bu tarihî mesele ga­
zete sütunlannda günün meselesi halini almıştır». Bu
girişten sonra tefrikanın neşrini isteyen gençten bah­
sediyor ve «uzaktan esrarengiz bir perde altında görü­
nen bu meseleye ait malumat ve tafsilâtın okuyucula­
rımızı alâkadar edeceğini düşündük» leri cihetle, tefri­
kayı yayınlamaya başlayacaklarmı, bildiriyor (49),
Bu tefrikayı yazan yazar, gayesini; ne Selânik’te
asırlarca evvel vücuda gelen pek garip İçtimaî teşek-
külleri müdafaa ve himaye etmek, ne bunlara hücum­
da bulunmak olduğu; (^bir tarihî hakikati en çıplak bir
şekilde ortaya koymak ve gülünç vaziyeti kat’î surette
tasfiye edilmesini ve ortadan kalkmasını temin etmök»
bulunduğu, asırlardanberi Selanik’te cereyan eden esra­
rengiz durumlardan bugüne kalan enkazı ve bu enkaz­
da bitaraf olunup esrar perdelerini kaldırmanın, mey­
dana açık ve temiz bir vaziyette çıkmanın gerektiği
şeklinde açıklıyor.
Yazar; bunların ayrı bir hayat yaşamalarının se­
bebini, OsmanlI İmparator]uğu’nda birleştirici bir «Mil­
liyet» silâhının olmamasına, tecanüs hasıl edecek tesir-

49 Vatan Gazetesi «Selanikteki KabÜe Teşkilatının İçyüzü», Başyazar:


Ahmet Emin (Yalman), 10 Kanunisânî 1340 (1924).

518
DÖNMELER TARİHİ

1er yerine, birbirine zıt ve çeşitlilik hasıl edecek tesir­


lerin hâkim olmasına bağjiyor. O, İngiltere’nin bu bir­
liği sağladığmı, bunun için de zamanın zincirini kırıp,
birçok cihetlerde, her yerden ileri gittiğini ve Osmanlı
İmparatorluğu’nun da bunun için geri kaldığmı belirti­
yor. Osmanlı İmparatorluğu’nun bünyesindeki nüfusun,
cins, mezhep, âdet yönünden,bir mozayık halinde kal­
dığı ve aynı kazan içinde kaynayıp bir olamadıkları;
asırlaraanberi Anadolu’ya hicret eden nüfusun (Boş-
naklar, Amavutlar, Çerkesler v.s..) birçok husûsiyetle­
rini muhafaza ettikleri: hars ve milliyet nokta-yı na­
zarından hakikî bir Türklük cereyanı olmadığı ve bu
tür hareketlerin memleketin nüfusunu birbirinden ayır­
dığı ilave ediliyor. Selanik’te ayn bir hayat yaşayan
«Dönmeler»in bunun neticesi olduğunu, kendine Türk
ve Müslüman denilen bir adamın menşeini aramaya
lüzum görmeyen Türk toplumunun, bunların herkesten
gizli bir mevcudiyetleri bulunduğunu görünce bir infial
gösterdiğini belirten yazar; bu duruma, başka bir yer­
de olsa, hafif bir infial göstermekle kalınmayacağını,
durumun açıklığı hususunda ısrar edileceğini; neticede
ya kabul ya da yabancı addedileceğini belirtiyor ve bu­
gün toplumun bu tazyikine lüzum kalmadan üç zümre­
den ikisinin bittiğini, birisinin de enkaz halinde hura­
feleri ve hususiyetlerinin varlığını devam ettirdiğini ile­
ri sürüyor. Bu meselenin kati surette tasfiyesini isteyen
yazar, bunun hükümet işi değil, İçtimaî bir mesele ola­
rak hallinin toplumun işi olduğunu ve Türk toplumu­
nun bu mübhemiyeti ortadan kaldıracağını savunuyor
ve şöyle devam ediyor : ((Hakikî bir Türk ve Müslüman
olanlar umum nazannda tefrik edilmeli ve yalnız olma­
yanlara aid bir İçtimaî lekeyi ve damgayı suratlarında
taşımak mecburiyetinden kurtulmalıdır. Bu gibi adam­
GÜNÜMÜZ rORKlYl'’SİND[-: DÖNMI^IJ-R

lar varsa : ‘Bizim bir mezhep veya tarikat sıfatiyle bir


takım hususiyetlerimiz var. Bu gibi hususiyetler şundan
şundan ibarettir. Biz kendimizi ayn göreceğiz ve ayrı
kalacağız’ diyerek mertçe ortaya çıkmalıdırlar. Türkjye
Cumhuriyeti’nde vicdan hürriyeti var. Kimse bu. tarz­
da‘bir zümreyi ayn bir vaziyette bulunduğundan dolayı
takibata düçar etmez, f'akat Türk ca,miası hakikî ma­
hiyeti anlar ve ona göre hareket eder» (50).
«Bir Tarih Müdekkıki^nin, Osmanlı İmparatorluğu
içinde birleştirici bir un.çurun bulunmadığı ve «Milli­
yet)) silâhıyla silâhlanmamış olduğu görüşüne katılma­
mak elde değil. Bir milleti millet yapan ve ayakta tutan
unsurlar olmayınca; o millet bâld kalamaz. Bunun için
her milletin bâkî kalması, bünyesinde topladığı unsur­
ları millî bir eğitimden geçirmesi ile mümkündür. Eğer
böyle bir eğitim yoksa; onlara, yüce bir «Ülkü« veraıek
imkânsızdır. Ancak', O,imanlı İmparatorluğu’nda (1299/
.1839) Tansimatın ilânina kadar geçen 540 yıllık büyük
bir devirde, hâkim, bir millet lıkrl olmamasma rağmen,
hâkim bir ümmet fikri vardır.' Bu devrede «Müsavat-ı
jslâmiyye» esası hâkim olmuştur. Ayn ırkdan olan in­
sanlar Türk ırkıyla hukuk müsavatına dayanan müş­
terek bir hukukî kitle teşkil etmişlerdir.
Öânişmend, Tanzimat'ın zararlarından bahseder­
ken, bu milliyet fikrine de deş;iniyor ve şöyle diyor :
«Türk ırkı millî hüviyet ve " hakimiyetini İşte bu beş
buçuk asırlık dinî hakimiyet devrinde unutmuştur. Tan-
zimatm bu bakımdan zararlı tarafı, ümmet hâkimiye­
tine bile nihayet veren ‘Ehl-i İslâm ve Millet-i Saire’

50 Bir Tarih Müdekkiki, «TarÜ'-ıin Esrarengiz Bir Sahifesi», Vatan Ga­


zetesi, 11 Kîinunisânî 1310 (11 Ocak 1924), no : 271.

520
D ü N f^/irıun fARiı-ıi

mLisavatında gösterilebilir. İşte bu suretle ümmet dev­


rinin yerine artık kozmopolit bir Osmanlılık devri kaim
olmuş ve üç kıtaya yayılan o muazzam İmparatorluk
c-amiapıncia hâkim bir unsur kalmaması anâsır disipli­
ninden eser bırakmadığı için devlet bünyesi mukadder
bir demokrasiye mukavernet odenıeyeeei^ bir hale gel­
miştir. ,Bu iğreti anâsır camiası içinde devletin müessisi
ve >sahibi olan Türk unsuru artık bir ekalliyet vaziye-
tindedir. Hanedanın Türk ve resmî dili Türkçe olma­
sından başka bir Türklük alâıheti kalmamıştır. Böyle
t>ir vaziyette üm.met hakimiyetinin de yıkılması, o za-
'man bile halk arasında muhtelif aksülâmeller uyan­
dırmış, Müslümanlar müteessir, gayr4 müslimler menı-
)ian olmuştur». Yine aynı kaynak, Abdurrahman Şe-'
ref’in «Tarih Musahabeleri» nde, Tanzimat etüdlerinde;
«Her halde Reşid Paşa ile arkadaşlarının en büyük ha­
tâsı, îraparatorluğun t'emfi tası olabilecek hâki.in bir
milleri ve hattâ ümmet esasını ihmal etmiş yahut hic
düşün'menr).i3 olmalarında g-Österiiebilir)) dediğini, kayde­
diyor (51). liatta Tanzimatta Türkçe’den bahsedilmesi-
ne rağmen, Mithat Paşa’nm Odyan Etendi’nin rehber­
liğinde hasırlattığı 1. Meşrutiyet Projesi’nde, «Türk di­
linin resmi dil olduğundan bahsedilmeyip her unsurun
kendi dilini ‘ta’Iim-ü teallüm’de serbest olduğundan
bal'isedilmesi» tenkidlere sebep olmuş ve Eğinli-Said Pa-
şa’nın müdahalesi, Türkçe’nin resmî dil olarak' kohül-
masmı sağlamıştır (52),
Burada, Vatan Gazetesinin ileri sürdüğü birleştiri­
ci bir «Miiliji^'etj^ düsturu olmamasına hak vermemiz ya­

tı İctnaii Hami Dîiıiişmend, İzahlı Osmaiilı Tarihi Kronolojisi ÜOTK),


İs t 1976, IV/127.
52 Bİcz. Dunlşmen.d, İOTK, lV/293.

521
GÖNÜMÜZ TÜRKİYE’SİNDE DÖNMELER

nında o zamanki birliğin «Ümmet» esası üzerinde ve


Tslâm Hukuku çerçevesinde sağlandığını da ilâve etmek
isterim. Temelini İslâmî esaslara dayandıran bir millet,
«Kelime-i Şehadet» şetirip Müslüman olan herkesi ken­
dinden saji'ar. Bunların Müslümanlıklarımn görünüşte
ciduklarını bilemez; gaybı ancak Allah bilir. Bu Yahu-
dilere de Müslüman oJmuş gözüyle bakılmış olacak ki,
nnların ayrıca bir denetime tabi tutulmasına lüzum gö­
rülmemiştir. Çünkü, o dönemlerde hiç kimse inancın­
dan dolayı kınanmamis^. ve herkes dinî inançlarında ser-
oest bırakılmıştır. Bu hâl karşısında, gizli bir cemiyet
hayatı yaşamakta devam edenlerin ard niyet taşıma­
dıklarını söylemek imkânsızdır. Bu, Sabatay Sevi’nin
17. ve 1,8. prensiplerinin gereği olabileceği gibi, Yahudi
Dini geleneklerinin de bir gereği olabilir. Marshalko,
Yahudler için şu tesbiti yapıyor ; «Fakat ne gibi siyası
cürüm işlerlerse işlesinler, hangi tâbiyete girerlerse gir-
.sinier, kalben daima Yahudi olarak kalırlar» (53). Ya-
lıudilerin her yerde millî mevcudiyetlerini ve cemaat
hayatını muhafaza ettikleri hususunda Ziya Şakir,
şöyle diyor ; »(Yiahudiler, dünyanın her tarafına yayıl­
makla beraber, millî mevcudiyetlerinden hiçbir şey kay­
betmemişlerdir. Bilâkis, her tarafta (cemaat) hayatını
muhafazaya son derecede ehemmiyet vermişlerdir» (54).
Bir başka husûs; bu gizli Dönme cemiyetinin üç
2^ümresinden ikisinin kaybolduğu ve üçüncüsünden de
sadece bazı hurafelere ait enkazın kaldığmın savunul­
masıdır Halbuki aynı gazete ve aynı yazar, diğer sü­
tunlarda bu hususun tamamen yok olduğunu savun-

53 Louis Marshalko. Yahudi. Çev. Cüneyd Emiroğiu, İst. 1976, 29.


5^ Ziya Şakir, «Türkiye Yahudilerı», M illet Mecmuası, 30 Ekim 1947,
sayı ; 91.

522
DÖNMELER TARİHİ

maktadır.
22 Ocak 1924 tarihli nüshada Vatan’ın «Bir Tarih
Müdekkîki» şöyle diyor : «Selanik’te ikibuçuk asır ev­
vel kurulan ve gizli bir hayat geçiren üç kabilenin mev­
cudiyetini zaman, inhilâle uğratmış, nihayet maziye
gömmüştür. Bununla beraber ortada bir takım enkaz
vardır ki sarih bir tasfiyeye muhtaçtır. Geride hâlâ bir
ayrılık, gayrilik izi kalmasına sebep bu tasfiyenin icra
edilmemesinden ibarettir. Rüştü Karakaş Bey’in teşeb-'
büsü ne saikle vuku bulmuş olursa olsun tasfiyenin vu­
kuuna ve asırların örttüğü esrar perdesinin umumî su­
rette yırtılmasına ve ^sarihe karışmasına iyi bir vesile
teşkil etmiştir» (55).
Gövsa, bu husûsta, şöyle diyor : utSabatayist zümre
tarafından neşredilen (Vatan) Gazetesi, o zaman Rüş-
tli K a r^ a ş isimli bir Sabatayistin ifşaatına cevap te,-^-
kil etmek üzere yazdığı bu makalelerde, daima Saba-
tay’ın zümreye mahsûs emirlerini gizli tutmuş ve her
vesile ile zümre âdetlerinin artık tarihe karışmak üzere
bulunduğunu, hattâ tarihe karıştığını ileri sürmüştü.
Halbuki iş, bir kısmı için böyle olsa bile hâlâ Sabatay
inanışlarını bütün teferruatiyle yaşadığı, doğuştan ölü­
me kadar onyn âdetlerine merbut bulunan, oturduklan
matıallelerden gömüldükleri mezarlıklara kadar kat’î
ayrılık gözeten Sabatayistlerin mevcut oldukları müna­
kaşaya bile tahammül etmeyen bir hakikattir» (56).
Vatan, tefrikasına şöyle devam ediyor ; «Selânik’-
teki üç kabile efradı vasatı zekk seviyesince düşkün

55 Bir Tarih Müdekkiki, «Tarihin Esrarengiz Bir Sahifesi», Vatan Ga­


zetesi, 22 Ocak 1924.
56 Gövsa. Sabatay Sevi, 6 .
GÜNÜMÜZ T l'inK İ/f-'S İN D E DON'MiriJ-IIJ

adamlar olınadjklan halde XVII. asırda orta^^a çıkan


bir şarlatanın, buniarjn üzerinde nesillere müessir kal­
mış olması ve antropoloji ilminin en basit ve İptidaî
kabileleri arasında tesadüf ettiği bir takım gülünç hu-
rafâtın inkişaf edebilmesi ve uzun müddet baki kal­
ması hayretle telâkki edilecek tarihî bir hadisedir. Bu­
nun İlmî bir surette yegâne izah tarzı; ikibuçuk asır
evvel küçük bir muhitte tavattun eden (yerleşen) 200
ailelik bir kütlenin birdenbire hayatına karıştığı muhit­
ten hasmâne bir tazyik görmesi ve bu tazyikin âdeta
mihaniki (sıkıcı) bir tesir göstererek ferdleri birbirine
bağlamasından ibarettir. Bu ferdler arasındaki durgun,
mütereddid hayatta pek kolayca bir takım hurafât da
tekevvün etmiştir))- (57). Bütün bunları bir tazyikten
ibaret sayan yazar, öabatay’m kurduğu i’tikad siste­
minden bahsetmemektedir. Halbuki, Müslüman kitlenin
;.'unlara-karşı olması, onların durumJarından, birşey an-
layamamasindan ve onlann gizli bir cemiyet halinde
Vaşamayı tercih etmelerinden ileri gelmiştir. Bunları
böyle gizli cemiyete sevkeden amili Sabatay’m 18 pren­
sip altında topladığımız hükümlerinde aramak daha
doğru olur. Bunu haricî bir tazyikle te’vil etmenin İlmî
bir izahı yoktur. Eğer yazar gerçek sebebi belirttikten
sonra, haricî tazyiki de ileri sürse idi daha mantıkî olur­
du. Zaten yazar yukarıda söylediğini aşağıda söyledik­
leriyle çürütmüş oluyor. Hemen -omm altında şöyle di­
yor : «XVI., XVII. ve XVIII. acırlarda ortada Şabatay
Sevl’ye benzer gürültüler çıkaran adamlar az değildir.
Fakat bu yoida hurafâtı zaman kolay hükümden düşü­
rebilmiş ve beş on sene içinde geriye hiçbir nâm ve ni-

57 Bir Tarih Müdeklciki, .<Ty;ihiıı fı'srarengtz Bir Sahifesi», Vatan Ga-


melesi, 22 Ocak 1924.

524
OO NM LLİİR TARİHİ

çan kalmamıştır. Selânik kabileleri arasındaki ayrılığın


uzun müddet devam etmesine sebep, izdivaç itibariyle
olan adem-i imtizaç (kaynaşmamazlık) tır. Daha yarım
asır evvel kabile lıurafâtı yeni yetişenler arasında yıkıl­
dığı halde izdivaç hududu daha fazlaca müddet bakî
kalmıştır. Bunun bir sebebi eski neslin yeniler üzerin^
deki babalık ve analık itibarimde olan tesiridir. Diğeri de
yakın vakitlere kadar memleket içinde mevcut olan
tarz-ı izdivaçtır. Bu sistem, izdivacns. birçok meçhulât
İçinde vukuunu İcab ettiriyordu. Bu cihetle birbirinin
alıvalini az - çok tamyanlar, eski izdivaç an’ânesinden
ayrılmamayı bir müddet daha tehlikesiz buldular. Fa­
kat hayatta ve tarz-ı izdivaçta olan umumi inkılâpla,
bilhassa eski aedler gittikçe mütezâyid ve kat’î bir şe­
klide yıkıldı» (58) . Burada, Sabatay’a benzer adamların
16., 17. ve 18. yüzyılda ortaya çıktığını; bunların husu­
le getirdiği İıurafelerin kısa bir zamanda ortadan kalk­
tığını; l'akat Selanik’te bunun uzun müddet devam ,et­
mesine izdivaç hususundaki hassasiyetin sebep, olduğu­
nu belirtmesini samimi bir itiraf , kabul ediyoruz. Ancak
bu izdivaç hususunda gösterilen titizliğin, Sabatay Se-
vi’nin inanç esaslarından kaynaklandığı da belirtilmeli­
dir. Sabatay benzeiri adamların husûle getirdiği hurafâ-
tın kısa zamanda dağılmaşma bir sebep de; onların or-
,taya koyduğu görüşlerin sistemli bir şekilde olmaması­
dır. Halbuki Sabatay, düşündüklerini kesin prensiplere
Dağlamış ve hattâ (Müslüman olduktan sonra) bu hu-
sûslara kendisi de uymuştur. Yeni yetişen nesil üzerinde
hurafâtın yıkıldığı, saj^iece izdivaç hususunun biraz da­
ha devam ettiği belirtilmiş ve bu da eski neslin yeniler
üzerindeki ‘tesirine bağlanmıştır. Fakat bu hurafelerin

.“■İÜ Vatan G azetesi, 2 '/ . Ocak 192-1 (a.g.m .).

' 525
G Ü N Ü M Ü Z TÜRK İYE’SİNDE DÖNMELER

^;ünümüze kadar yaşadığı görülmüştür. Hattâ, hurâfele-


rin tarihe karıştığı savunnidnğu sıralarda Gövsa, Bakır­
köy’de, bu zümre mensuplan tarafmdan kurulmuş leylî
bir kız lisesinin müdürü iken birbuçuk sene aralarında
yaşamış ve Sabatay Sevi’den kalan an’âne ve âdetlerin
onların hayatında hâlâ, hakim olduğunu görmüş; 7 - 8
vaşlarmdaki Sabatayist çocukların defterleri arasında
aileleri tarafından kendilerine ezberlettirilen yarı İbra­
nî, yarı İspanyolca dualann (^0 suretlerini bulmuştur.
Gövaa, yarj İbranî ve yarı İspanyolca olan duayı
zikrettikten sonra mânâsmı açıklıyor ; «Yani -dünya-
n n yarısı hükmünde olan Sabatay Sevi’nin mübarek
adiyle’ diye besmele çeken ve duasına böyle başlayan
eocuklann bugün ancak gençlik çağlarında bulunduğu
uu bilirken ‘Sabatay Sevi' an’ânesine tarihe karışmış
bir hurafe nazariyle bakmamakta elbette mazur görü­
lürüm» (59). O zaman 8-10 yaşlarında olan çocukların
bugün (sağolanlar) 60-70 yaşlarında bulunması gere-
jdr. Bu çağ'da olanlar, bunu ne kadar unutmaya çalış­
salar da yine bir izinin kalmış olacağı tarihî bir ger­
çektir.
Vatan Gazetesi, tefrikanın devamında, bu tür hura­
felerin, 70 -80 yaşında bulunanlar üzerinde mazinin bı­
rakmış olduğu bazı izler hariç olmak üzere, yalnız Ka-
rakaş Rüştü Bey’in mensubu l^ulunduğu zümrenin ara­
sında yardımlaşmaya ait hususî bir teşkilâtın ve husu­
sî bir mezarlık bulundurma alışkanlığının bakî kaldı-
p;mı belirtiyor, Yazar, önce, yardımlaşma teşkilâtının.

Dönme çocuklarının ezberledikleri dua : «tBeşamı barohya ilen Sa­


batay Sevi, es Sabatay Sevi etnedolüs mon dos = Dünyanın yansı
hükmünde o!an Sabatsy Sevi’nin mübarek adıyla».
f)9 Gövsa, 6 .

'■^26
DÖNMELER TARİHİ

pek tabiî bir hak olduğ'unu savunmakta; işin inhisarı


hatırlanarak dönüş yapmakta ve bunun bütün vatan­
daşlara şâmil l^ılmmasmm zaruretini savunmaktadu\
Ayn mezarlık bulundurmaları hususunda ise şöyle di­
yor : (fMezarlık hususundaki âdet de gülünçtür. Bir
aiie, ölülerine iyi bir mezarlık yapmak isterse bunu her­
hangi bir mezarlığın bir köşesinde vücuda getirebilir.
Eski zümre teşkilâtına göre husûsi bir mezarlık idame
etmek, ayrılığı pek mânâsız bir surette idâme ettirmek
demektir. Eski hurafât o kadar gülünçtür ki bunun en
küçük bir izirü bile silmek hususunda her aklı başında
adamda âdeta taassub hisleri mevcut olmalıdır. Sela­
nik’te. nesillerce yaşayan üç kabilenin hayatı, hural'e-
iere müstenit bir tarikat sıfatiyle, bir hafî (gizli) cemi­
yet sıfatiyle gülünçtür)) (60). Sadık da, buna benzer
bir gerekçe göstermektedir (61).
Yazar, ayn bir mezarlık bulundurma husûsunu gü­
lünç buluyor ve bir aiie ölüleri için iyi bir mezarlık yap­
mak isterse bunu herhangi bir mezarlığın köşesinde
husûle getirebilir diyor. Tabiî ki, aynı inançta olan in-
«anlarm ayn bir mezarlık bulundurmaları gülünçtür.
Bir insan ya Müslümandır, ya; değildir. Müslümansa
ölülerini Müslüman mezarlığına koyar ve orada istedi­
ği şekilde mezar yaptırır. Yahudi ise, ölülerim Yahudi
mezarlığına gömer; buna kimsenin bir şey demeye hak­
kı yoktur. Fakat «Bülbül Deresi»nde ayrı bir mezarlık
oluşturmaları düşündürücüdür. O /mezarlar arasında,
ûkitabelerin»den, bazı tamnmış ailelerin mezarlarının
bulunduğu (62) anlaşılmaktadır.

60 Vatan Gazetesi, a.g.m., 20 Ocak 1924.


61 Bkz. Sadık, Dönmelerin Hakikati, 2 9 -32 .
62 Bkz. M. Ertuğrcjl Düzdağ, «Sabatay Sevi ve Dönmelik», Sebil Dergisi,
1 1 -18 Haziran 1976, sf. 6 .

527
G Ü N Ü M Ü Z TÜRKİYE'SİMDE DÖNMELER

Vatan Gazetesi, tarikattan ve hafî (gizli) cemiyet­


ten bahsediyor. İslâm tarikatları arasmda Sabatayistlik
veya Dönmelik diye bir tarikat yer almadığı gibi, Tür­
kiye'nin siyasî tarihinde de böyle gizli bir cemiyet mev­
cut değildir. İslâmiyet’ten çok Yahndilik’e yakm olan bu
cemiyete, bir «Yahudi mezhebi» nazariyle bakmak daha
uygun olabilir. Ahmet Refik; ^r...Selânikliler bile Türk'ü
İslâmiyet kisvesi altında iğfal ederlerdi. Türklerden zi­
yade Musevilerle teşrik-i mesai eüen Dönmeler, mağa-,
zalarında Musevî kullanırlar, Türk bulundurmazlar­
dı» (63) diyor. Musevilerle teşrik-i mesai etmeleri, on­
ları Türklere tercih etmeleri, Türklerden daha cok Mu-
Eevîlere yakın olduklanm gösterir, N. Siousch, bunu, dış
f?;örünüşüyle İslâm’dan esinlenen ve «mesihanizmî» en­
kazı üzerine kurulan ((Mesîhî bir mezhep)> olarak vasıf ­
landırıyor (64). Bu MesLalik, inancı Yahudi inanişmın.
ağırlık noktasını teşkil etmektedir,
Colliars Encyclopedia’sı da; Sabatayistlerin, son za­
manlara kadar, Müslüman görünümü altında, Sabatay
Bevi’nin «Mesih» olarak bir gün mutlaka döneceğine
inanır vaziyette, Yahudi âdet ve an’ânelerini yaşayan
bir cemaat olarak İzmir, Edime, İstanbul ve Selanik’te
hayat sürdüklerini kaydediyor (65).
Vatan Gazetesi’ndeki, tefrika şöyle bitiyor : «Dahilî
izdivaç usûlü sıhhat itibariyle çok zararlıdır. Fakat, in­
kıraz eden üç kabilenin geçirdiği İçtimaî imtihanda bir
Lsk nokta ,vardır ki memleketin umûmî hayatı için na-
zar-ı dikkate ahnmaya lâyıktır, O da küçük mikyasta
cemaat teşkilâtının husule getirdiği İçtimaî faidelerdir.

63 üüzdağ, Sebil Der. 4 Haziran 1976, s. 8.


■■?'] bk:/. Siousch, «Les Deım m eh», 1V/.4S9.
î'5 Bk?.. Cü'.lierfi £ı-.cyclopeclicı, Nevv Y o rk 19(31, XVl/fc>53.
I3ÖNMELER TARİHİ

Asırlarca müddet zarfında Selanik’teki o kabile arasın­


da pek mahdvıt nisbette, cani, serisen, sefil yetişmiştir.
Bu kadar düşük bir nisbete pek âz insan kütleleri ara-
Binda tesadüf edilebilir. Buna sebep birbirlerini gözönün-
de tutanlar abasındaki teavün (yardımlaşma) ve İçti­
maî kontroldür. Zaten bugün İçtimaî hareketlerin bal­
lıca hedefi de bu nevi kontrolü vücuda getirmektir. Bil­
hassa İstanbul gibi büyük şehirlerde asrî bir şekil ve
ruhta cemaat teşkilâtı yapılacak olursa memleketin iç-
ümaî hayatına pek hayırlı bir salâh unsuru girmiş
olur» ( 66).
Gövsa, bu husûsa, şöyle cevap veriyor : «Bütün o
yazıların bugün yaşayan Sabatayiatliği kapamak ve ko­
rumak ve aynı zamanda onun artık umumî camiaya ka­
rışmasını istemek endişesinde bulunan biri tarafından
yazıldığı her cümlesinde hissedilmektedir. -
Dahilî izdivaç usûlünün sıhhat itibariyle, nesli de­
jenere etmek itibariyle mazarratı görüldüğü içindir kı
aralarında belki diğer teferruatı muhafaza etmekle be>
raher bu esastan aynlanlara tesadüf ediliyor.
Makalede bu üç kabilenin inkıraz etmiş olarak gös­
terilmek istenmesi de samimî ve doğru değildir. Çünkü
her türlü an’ânelerini muhafaza edenler mevcut iken in­
kıraz lâkırdısına nasıl imkân verilebilir?
Neticede makale, cemaat teşkilâtını bütün memle­
ket için imtisâle lâyık bir örnek olarak göstermektedir.
Bu türlü teşkilâtın Türk camiası altında yaşıyan RUm-
lar’.da, Ermeniler’de ve Yahudiler’de dahi mevcut oldu-

06 Bir Tarih Müdekkîkî, «Tarihin Esrarengiz Bir Sahifesi», Vatan Gaz.


22 Ocak 1924.’

529
G Ü N Ü M Ü Z TÜRKİYE'SİNDE DÖNMELER

ğuna göre örneğin Sabatayistlerden alınmasına ihtiyaç


var mıdır?
Umumî devlet teşkilâtından ayrı olarak bir mille­
tin fertleıi arasında yapılacak teşkilât ya Türıkiye’deki
j:;ayr-i müslimler arasmda görüldüğü üzere itikat esas­
larına if^tinat eder, yahut başka memleketlerde görül­
düğü g’iN bir fikir ve maksat etrafında toplanır. Her-
aalde Sabatayistlik teşkilâtı İkinciye değil, birinci tarza
misal ölabilr» (67).
Bu hususta yazılan ve söylenenler üzerine İstanbura
gelen Karakaş Rüştü, Vakit Gazetesi muharririne îs-
ı-anbul’a geliş sebebini anlatıyor. Karakaş Rüştü, bu gü­
ne kadar vukubulah neşriyatın Dönmeler üzerinde ne
gibi tesirler husûle getirdiğini öğrenmek için geldiğini;
Dazı mutaassıp Dönmelerin aleyhinde olduklarını, sö-
ğüp saydıklarını işittiğini: hattâ hahamlarından birinin
oğlu olan bir genç Dönmenin mahfelde aleyhinde «Rüş­
tü Bey bir defa Ankara’dan gelmeyecek mi? Onu bek­
leyen bir teşkilât var; kendisinin hakkından gelinecek­
tir» sözlerini sarî ettiğini, öğrendiğini; Ankara’da iken
aldığı bir tehdit mektubunun sahibinin de hâlâ bu ka­
bilden olarak atıp tuttuğunu bildirdiğini kaydetmekte­
dir! Devamında Rüştü Bey şöyle diyor :
«İstanbul’a avdetimde ,elde ettiğim ilk netice, neş-
liyatımın Dönmeler arasında muhtelif cereyanlara se­
bep olduğu merkezindedir. JVIamafih ben bu mesele
'Kubbede hoş bir seda’ya dönünceye kadar fikrimde sa­
bitim ve kısa bir zaman zarfjnda aleyhimde bulunan
Dönmelerin de iyice düşünerek meseleyi mantıkla, akıl-
ia mütalâa ederek fikrimi tensib edeceklerini ve Türklük

67 Gövsa, 86 -8 7 .

530
DÖN^ylELER TARİHİ

(.•amiasma iltihak ederek bugünkü fena vaziyetlerin­


den kurtulacaklarını kati olarok ürnid etmekteyim.
İstanbul gazetelerinden birinin (Vatan’m) bir tef­
rikasında, Dönmelerin Rüştü Karakaş Bey in mensup
olduğu zümresinde bu teşkilât mevcutsa da Kapancı ve
Uamdi Beyler kabilelerine ait teşkilât yıkılmıştır, deni­
liyor.
Bu gazetenin mezkur tefrikası bir i’tirafı ve bir
inkârı ihtiva ediyor demekdir. Benim mensup olduğum
'Zümredeki teşkilâtın mevcudiyeti itiraf ediliyor. Fakat
Hamdi (Yakubîler) ve Kapancılar kabilelerine ait teş­
kilât inkıraz bulmuş demek, bunlar Türklük camiasma
iltihak etmişler mi demektir? Benim bildiğim hâlâ Ka-
pancı ve Hamdi Beyler kabîlelerine mensup Dönmeler
de, aynı diğer kabile gibi, husûsî ıtikad ve hayatlannı
muhafaza etmektedirler. İçlerinden biri vefat edince,
yine Üsküdar’daki Dönmeler kabristamna defnettiriyor­
lar, sair Dönme itikadlarını da muhafaza etmektedir­
ler. Bu tefrikada gerek Kapancılar ve Hamdi Beyler ka­
bilelerinde ve gerek benim mensup olduğum zümrede
ancak yetmişlik, seksenliklerde bu bâtıl itikadın mevcut
olduğu zikrediliyor. Halbuki hakikat bu merkezde değil­
dir. İçlerinde, hattâ yirmi, yirmibeş, otuz yaşlarında de­
likanlılarda bile bu hurafeler mevcuttur. Bunun isbatı
da güç değildir» ( 68),
Rüştü Bey-in bu beyanını izahtan vâreste tutuyo­
rum. Ancak hahamın oğlunun bir teşkilâttan bahsetme­
si, bu tür teşkilâtın yaşadığını göstermesi yanında; ha­
hamlık müessesesinin de yaşadığını gösteriyor. Haham­
lık, Yahudilere has dinî bir mevkidir. Rüştü Bey’in mü-

Ü8 Likz. Sebilü’r-Reşad, X X II1 /2 2 1 .

531
G Ü N Ü M Ü Z TÜRKİYE’SİNDE DÖNMELEH

racaatı karşjsında Dönmeliğin tarihe kavuştuğunu sa-


^^unanlara en açık cevap, bu tgırtışmalarmın üzerinden
18 yıl fçeçtikten sonra, 1942’de, Hükümetin çıkardığı
vergi kanunu ile verilmiştir. Bu kanunda «Dönmeler>)
ayrı bir vergi dilimine tabi tutulmuştur. Hani Dönme-
fik ve hurafeleri tarihe karışmıştı?!
12.11.1942 tarih ve 4305 sayılı kanunla çıkarılan
«Varhk Vergisi K a n u n u i l e ilgili bir eser yazan Eski
İstanbul Defterdarı Paik Ökte; Idtabmda vergiyi tenidt
etmekte ve getirip götürdükleri üzerinde durmalîtadır.
Bu arada hükümeti «Yarhk Vergisi»ne götüren yollan
da şöyle izah etmektedir : «Paranın gün gün kıymetini
kaybetmesi, eşya fiatlarının durmadan yükselmesi, as­
kerî masrafların yükü altında bütçe mefhumunun kay­
bolması, ihtikârın alıp yürümesi, halkı da> hükümeti
Je sinirlendirmekte idi. Muhtekirlere (vurguncu, istif-
(A, yolsuz kazanç elde eden), türedi zenginlere karşı
her gün biraz daha yoksulluğun arttığım hissedenlerin
aiş gıcırtıları açıkça duyuluyordu. Mevzuun ilginç yani;
Izöşebaşlanmn, ithal ve ihraç iskelelerinin ekalliyetler
tarafından tutumuş olması idi. Hâkim ve müstevli un-
&ûr askerlik, memurluk ve benzeri işlen elinde tutmuş,
buna mukabil ekalliyetler tüccar, komisyoncu, tüccar
mümessili ve benzeri adlarla ithal ve ihraç eşyası üze­
rinde muayyen pursantajlar koyarak zenginleşmişlerdi.
Bu mevzuda Avrupah müesseselerin iş yapmak husu­
sunda daima dindaşlarını tercih ettiklerine esef etme­
mek kabil değildir. Bu münasebetlerin üzeri hafifçe
i..azılırsa altından ehl-i salip seferlerinden kalma paslı
‘Haçın çıktığı hayretle görülür» (69) . Bu yazdıkları ile
de, ekalliyetlerin Türk piyasasını ellerinde tuttuğuna

ü9 Faik Ökte, Variık Vergisi FaciiJSi, İstanbul 1947 (?), sf. 38,

532
'D Ö .N M tl.tn TARİHİ

ve bu memleketin asıl sahiplerinin muzdarip olduğuna


da dikkati çekmektedir. Verginin, M, G, E ve D cetvel­
leri şeklinde olduğunu; «Mm Müslümanları, «G» Gayri
müslimleri, ((E« Ecnebileri ve «D» Dönmeleri işaret et­
mektedir (70). Ecnebiler bahsinde karşılaşılan zorluk­
ları şöyle dile getirmektedir : «...Bizden sandığımız bir
kısım yerli Rum, Ermeni, Yahudi’nin ecnebi tâbiyetin-
den oluşu idi. Babadan, dededen yerli olan bu şahıslar
muhtelif devirlerde, ecnebi bir devletin tâbiiyetini ik­
tisap etmiş bulunuyorlardı. Nüfus kayıtlarının perişan­
lığı, konsolosluk kayıt!annın intizamı, bize bu şahısla­
rın tâbiiyetleri üzerinde muarazaya girmek cesaretini
vermiyordu. Tatbikatta yalnız B. H. Kori isminde bir
7ahudinin İspanyol Sefaretine karşı Türk olduğu, tel-
sikinin ( ~ intisâbmm) tanınmayacağı iddia ve isbat
edilebilmiştir» (7 İ). Ne acı durum ki, bizden bilinenler,
kendi kayıtlarımızda yok. Görünüşte bizden fakat res­
miyette ve bağlılıkta bizden ayrı oldukları ort-aya. çık­
maktadır.
Faik Okte, zamanın İstanbul valisinin, Ankara’da
Hükümet yetkilileri ile görüşerek, fevkalâde M ve G
gruplarının vergilerinden % 10 seviyesinde indirim yap­
tırdığı; gazetecilerin vergisinin asgari hadde indirildiği
ve gazeteci Yunus Nadi’ye tarhedilen milyonluk vergi­
nin de tasfiye edildiğini kaydediyor. Bu görüşmede ih­
das edilen bir «D» griıbundan da şöyle bahsediyor ;
«...Bu seyahatte, Merkez’in şifahî emriyle, Dönmeler
için bir ‘D’ grubu ihdas edilmiştir. Bunların vergisi ‘M^
grubunun iki misli olacaktı. Bunun neticesi olarak cet­
veller daha sıkı tarandı ve bir kısım ‘D’ler adî cetveller-

/O Dönmeler İçin Bkz. Faik Ökte, a.g.e.-, 85.


71 Ökte, 81 -82.

533
G Ü N Ü M Ü Z TÜ R K İY L 'S İN D t DÖNMELİİI'I

den alınarak fevkalâde sınıfa ithal olundu» (72). 1942’-


lerde «Dönmeler»in henüz mevcut olduğu görülmekte­
dir. O günlere ait vergi kayıtlan tetkik edilebilseydi,
ismen bunları tesbit etmek mümkün olabilecektir. An­
cak, bu «Varlık Vergisi »nin uygulama merkezi olan İs­
tanbul Defterdarlığı, yakın zamanlarda vuku bulan yan­
gında yanmış olduğundan, bununla ilgili vesikaları
bulmak mümkün olamamıştır.
Vergilendirme işlemiyle ilgili olarak Merkez’den
(Ankara’dan) gönderilen notlar arasında şöyle bir mad­
deden sözedilir : ((Mihver tebaası Yahudiler, muhtekir­
ler (istifçi, vurguncu), Dönmeler, G, M arası bir mu­
ameleye tâbi tutulacaklardır». Faik Ökte, bunlar için
ayrı cetvelin yapılmajniR olduğunu» rakamların, yüksel­
tilmesi ile iktifa edildiğini kaydediyor.
Ökte, eserinin bir başka yerinde A. Emin Yalman
ile ilgili olarak da şöyle demektedir : «Vergi (Varlık
Vergisi) hakkında ilk yazı yazan muharrir Ahmet Emin
yalman’dır. Mumaileyhin mahza ‘D’ grubundan olması­
nın bu işte müessir olduğunu iddia edenler oldu» (73)
(Bu A. Emin Yalman, sahübi bulunduğu Vatan Gazetesi
vasıtasiyle, hep Dönmeleri savunduğu görülmektedir),
c) Günümüzde Dönmeler ve Etkileri :
Kuruluşundan başlayarak gelişme grafiği günden
güne yükselen Osmanlı İmparatorluğu, X V III. Yüzyıl’ın
başlarından itibaren gerilemeğe başlamıştır. Osmanlı
împaratorluğu’nun gerilemeye başladığı dönemde Batı’-
da bir ilerleme görülmektedir. Batı’da tedricî olarak

72 Bkz. ökte, 85.


73 Bkz. Ökte. 87, 195.

534
DÖNMELER TARİHİ

başlayan bu ilerleme hamlesi Türk yöneticileri’nin dik­


katinden kaçmamış ve onlan yeni bir hamle, yemden
toparlanma duygusuna sevketmiştir. Bu duygu içinde
Batı ile yakın temas kurulmuş ve istifade yollan aran-
rmştır.
Batı’daki gelişmeleri takip etmek, onların ilim ve
teknolojisinden faydalanmak, onları Yurt’a getirmek
için yurtdışıria gönderilenler; ilim ve teknoloji yerine,
Batı’nın hayat tarzı, yaşayış biçimi gibi şeklî şeyleriy­
le ilgilenmiş ve bu şeyleri. «moda» kabilinden Türkler
arasına yaymaya büyük önem vermişlerdir. Bu arada
cnlar, gittikleri ülkelerdeki «akım))larm tesiri altında
■«•almış ve bunları İmpara,toriuğu’n kurtuluş reçetesi
olarak sunma gayreti içine girmişlerdir. Dışarıdan ithal
edilen bu fikirlerin tamamı, Yöneticiler’in bir kısmı ta­
rafından, tasvip görmemiştir. Bunun üzerine memleketi
ileriye götürmek, geliştirmek ve huzursuzlukları gider­
mek için yeni düzenlemelere ihtiyaç bulunduğu ve bu
nun için de bir kadro değişikliğine gidilmesi gerektiği
kanaatine ulaşılmıştır. Bu değişiklikleri gerçekleştirmek
için gizli teşkilatlar kurulm.Liş ve faaliyete geçilmiş­
tir (74).
Avrupa’daki yeni gelişmeleri, «modern fikirlerdin
Türkler’e ulaşmasında «kanal» görevi görenlerin, önem­
li roller üstlenenlerin menşei, meşrebi, inanç ve âdet­
leri itibariyle şaibelidir. Genellikle bunlar; Yahudi, ma­
son, devşirme ve Dönmeler’dir (75). Heryönden şaibe

74 Bkz. Satnih Nafiz Tansu, İttihad ve Terakki içinde Dönmeler, An­


latan : Galip Vardar, İstanbul 1960, sf. 2 4 - 2 6 .-
7i> Bkz. Bemard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, Ter. M etin Kıratir,
Ankara 1984, 241 -24 3 .

535
G Ü N Ü M Ü Z TÜRKİYE’SİNDE DÖNMELER

altında bulunan bu kimseler tarafından önerilen «mo­


del» 1er, ihtiyatla karşılanmıştır. Ancak çalışmalar de­
vam etmiş ve fikrî plandaki gelişmeler 1908 İhtilali ile
ı'iiliyata dönüşmüş; İttihad ve Terakki ile Osmanlı İm ­
paratorluğu üzerinde söz sahibi olm.aja başarmışlardır.
31 Mart Vak’ası, Abdulhamidln Tahtan İndirilmesi,
Balkan savaşları ve I. Dünya Harbi’nin neticeleri İtti­
had ve Terakki Cemiyeti’nin yanlışlan ve başarısızlık­
ları olarak yorumlanmıştır.
Bu başarısızlıklar, çöküş ve çözülme, çeşitli geliş­
meler; Türk Milleti’ni ve aydınını bir «nefis muhasebe­
si» yapmaya şevketmiş; iç ve dış tesirleri, güçleri gün­
deme getirmiştir. Bu güçler arasında, dış güçler yanın­
da, Müslüman Türk kisvesine bürünmüş grupların, Dön-
meler'in etkilerinden, gizli rollerinden de bahsedilir ol­
muştur. Bunlardan bahsedilm.esine sebep; yıllarca hi­
maye ettikleri ve kendilerinden bildikleri kimselerin, en
sıkıntılı dönemdeki menfi ve garip tutumları; Türk-
ler’in çöküşü yolundaki gayretleri ve sıkıştıkları zaman
kendilerinin Türk olmadıklarını ileri sürmeleri olmuş­
tur,
Türk Milleti’nin inanç, örf, âdet ve ahlakî değer­
lerini hafife alma ve değerlerini zayıflatma yolunda bir
tavır sergilemeleri, Jön Türkler Hareketi’nde, İttihad
ve Terakki içinde, 31 Mart Vak’ası’nda ve Sultan Ab-
dulhamid’in «Halcinde, Önemli roller üstlenmeleri, bu
kimselerin ((kimlik»lerinin ortaya çıkarılmasını sağla­
yan amillerdendir. I. Dünya Harbi’nin ve gelişmelerin
Türkler’in aleyhine neticelenmesinden sonra bazı insan-
larm Türkler’e «pamuk ipliği» ile bağlı bulunduğu ger­
çeği ortaya çıkmıştır. O güne kadar, Türkler, kendile­
rinden uzaklaştırmamak üzere azamî gayret gösterdik­

536
D O N M l-in i] lAl^İHİ

leri Dönmeler’i yakinen tanıma fırsatı bulmuş ve bu


vesileyle onları imtihandan geçirmiştir. Böylece Dön-
meler’in duygu ve düşünceleri, su yüzüne çıkmış; onla­
rın İnanç, ibadet ve âdetlerinin Türk kamuoyunun dik­
katine sunulmasında bir mahzur görülmemiştir. Bun­
dan Ksonra .Dönmelerle ilgili rivayetler yaygınlık kazan­
mış ve haklarında Türkiye’de de «Risale» 1er (76) yazıl­
mıştır.
Bütün menfi şartlara rağmen Türkler’in Kurtuluş
fîavaşı’ndan başarılı sayılabilecek bir netice elde etme­
sinden ve TBMM’nin çalışmaya başlamasından sonra
Dönmeler’in Karakaşlar Grubu’ndan Rüştü Bey’in iç­
yüzlerini ortaya koyan dilekçesi (1924 yılında), aynı
tarihlerde Yuna^nlstan smırları içerisinde kalan Dönme­
lerin Yahudi olduklarını iddia etmeleri, İttihad ve Te­
laki Dönemmîn ve Türkiye Cumhuriyetinin Maliye Ba­
lkanı 1\1. Ca.vit Bey’in Mustafa Kemal Atatürk’e suikast
p;îrişimine adı karışması, 1948’de İsrail Cumlauriyeti’nin
kurulması, bir kısım Dönme’nin İsrail’e göçü ve elle-
rindeki dökümanlarm orada kurulan İbranî Enstitüsü’-
ne akta.nîması Dönme meselesini tartışmaya açan hu­
suslar arasındadır.
Türkiye Cumhuriyeti ile daha açık ve net olarak
gündeme gelip tartışılan Dönmeler konusunda lehte ve
aleyhte beyanlar olmuş; bir kısmı Cumhuriyet’in ilânı
ile Dönme Cemaat’in tarihe karıştığını ileri sürerken,
bir lasını da günümüze kadar yaşadığını savunmuştur.
Bu tartışmalar günümüze kadar gelmiş; makale ve ki­
taplara konu teşkil etmiştir. Yazılanlarda tarihe kanş-

'’6 Bkz. Dönmeler, İstanbul 1919; Sadık, Dönmelerin Hakikati, İstan­


bul 1919,

537
G Ü N Ü M Ü Z TÜnKİYIZ'SİNDL-: DÖNMr:Ll.ri

tıkları, devam ettikleri üzerinde durulmuş ve etkilerin­


den bahsedilmiştir. Dönn’eler’in tarihe karıştığı veya
bugüne kadar geldiği yolundaki görüşleri şöyle üç grup
altında toplamak mümkündür :
1. Balkan Harbi ve göçlerin cemaatleri fiilen dağı-
tarak XVII. Yüzyıl'dan beri devam eden gizli hayata
bir dereceye kadar son vermesi, «Dönme» ünvanmdan
bir an önce kurtulmak gayesiyle eski zümre mensup-
iariyle evlenmemeleri, içtimâi inkılaplar dolay isiyle bü­
yük şehirlerde kapalı cemaatler yaşatmanın güç olma-
'oi dolayısiyle Dönmeler’in Türkler arasında erimek üze­
re olduğu (77),
2. 1908 Meşrutiyet İrkılabı’ndan sonra zümreler
arasında yapümaya başlayan izdivaçların daha sonra
yerli Selanik Türkleri ile de kız alıp verecek derecede
bir •gelişme göstermesi; bir kısmı Balkan Harbi’ni ta­
kiben, bir kısmı da, 1924’de başlayan Türk - Yunan azın-
jıklarımn mübadelesi Rira.'iında Anavatan’a mübadele
j oluyla gelmesi, Türklerle dal'a yakın temasa geçmele-
li suretiyle Selanik’teki iizyolojik bünye soysuzlaşma­
sının tedricen zail olması sebebiyle Türkiye Cumhuriyeti
hudutları içinde Dönme denilen bir zümrenin tamamen
ortadan kalktığı (78),
'3. Selânik’in Yunanistan’da kalmasiyle atalarının
yurdunu terketmek zorunda kalan Dönmeler’in İstan-
)ıul, İzmir, Ankara vb. yerleri tercih ettikleri; Yahudi­
lerle irtibatlarını kesmek için gösterilen gayretlerin bo-

77 Bkz. T. H„ «Dönme», İA, 111/649-650 (Bit maddenin yazarının Ah­


met Emin Yal^pan olduğu söylennrtektedit-)-, Tüırk Ansik., «Dönme»,
XIV/43.
73 Bkz. Türkiye Ansiklopedi'-^i. «Dönme», Ankara 1956, 11/190.

53 8
DÖNMELIİH TARİHİ

ça çıktığı; evlenme konusundaki taassubun yıkılmasına


çalışılmasına rağmen buna yanaşmayanların bulundu­
ğu (79); XX. Yüzyıl’ın ilkçeyreğinde İspanyolca’yı ted­
ricen terkederek Türkçe’yi kullanmaya başlayan Dön^
melerin, Selânik’teki Türk hâkimi,yetinin sonuna kadar,
Sabatay 3evi’nin tekrar geleceğini bekledikleri ve ay­
nı beklentinin ‘Türkiye’dekiler arasında da görüldü­
ğü (80); Sabatay Sevi’ye inanan Dönmelerdin inanışla­
rını ve .cemaatlerini günümüze kadar getirdikleri (1942,
1945, 1948 ve 1960’lı yıllar itibariyle) (81) ; 1960’lı yıl­
larda birçok ailenin Dönme oiduğu ve liderliğini îstan-
f;ul Üniversitesi prölesorlerinden birinin yaptığı (82) ve-
günümüzde de yaşadıkları (83),
Görüldüğü gibi Dönmeler’in Türk toplumu arasın­
da erimek üzere olduğu ve eridiğini ileri sürenlere karşı
günümüze kadar varlıklarını devam ettirdiklerini savu­
nanlar da bulunmaktadır. DönmeJer’in Kurtuluş Sava-
§ı’nın sonuna kadar varlığını devam ettirdiğinde hemen

79'Bkz. Encyclopedie de L'İ.slam, 11/63; G. Scholem, «Donmeh», Encyc-


lopedia Judeica, Jen.ıaalern 1378, ÎV/151.
80 BI<2 . Leon Scıaky, Farevvell To Salonica, New York 1946, 121; A.
Gaienti, Türkler ve Yahudiler, 120.
SI Bkz. Gövsa, 6, 69; V. Ferm, Ene of Reiigion, New York 1945, 619;
Ökte, 8 1 -87 ; G. Scholem, «Donmeh», Ency. Judaica, IV/151.
82 Bkz. Scholem, «Doenmeh», Ency. Judaica, lV/151; G. Scholem,
«Gizli Yahudi Cemaati ; Türkiye Dönmeleri», Çev. Abdurrahman
Küçük, A.Ü. İlahiyat Fak. Der. Ankara 1988, X X X /2 4 2 .
83 Bkz. G. Scholem,'^«Doenmeh», Ency. Judaica. VI/151; G. Scholem,
«Gizli Yahudi Cemaati : Türkiye Dönmeleri», X X X /2 3 8 . 242; Da-
vid Borchart, «Yabancı Gözüyle Türkiye’nin Hoşgörüsü», Haftaya
Baktş (M illiyet Gazetesi ilavesi], 19-25 Ekim 1986, sayı : 1, sf.
36; A. Halûk Derviş, «Sabatay Sevi Olayı ve ‘Dönmeler’», Tarih
ve Toplum. Haziran 1986 sf. 333; C. Kutay, Tarih Sohbetleri,
V m /1 7 7 - 179.

539
GÜNÜMÜZ TÜRKİYH’SİMDE DÜNlVîHLER

herkes ve bi^tün kaynaklar ittifak etmektedir. Ancak


Dönmelerin yavaş yavaş Türk toplumu içinde erimek
üzere; olduğunu veya tamamen ortadan kalktığmı ileri
sürenlerin bizzat Dönmeler olması dikkati çekmektedir.
Halbuki Dönmelerin tarihe karıştığmm, Türkler arasnı-
da eridiğinin hararetle savunulduğu yıllarda ve bu id­
dialardan bir müddet sonra, 1935’li yıllarda, onlara ait
özel dualar çocukların defterleri arasında bulunmuş;
1942’de çıkan Varlık Vergisi cetvellerine Dönmelere ait
«D» grubu ilave edilmiş ve bunlardan alınacak vergi de
Müslümanların iki katı olarak belirlenmiştir. Ayrıca
1948’de İsrail Devleti kurulunca bir kısım Dönme de
İsrail’e gitmiş (84); 1948 yılma kadar yanlarmda titiz­
likle muhafaza ettikleri oizli dokümanları İsrail’e ulaş­
tırmış ve Türkiye’de Dönmelerin 1960’larda varlığını
devarri ettirdikleri belirtilmiştir (85). Bugün de çeşitli
vesilelerle sözlü veya yazılı olarak Türk kamuoyunda
Dönmeler’den bahsedilmektedir. Ancak Cumhuriyetin
ilanına kadar cemaat halinde yaşadıkları anlaşılan
Dönmeier’in, Cumhuriyetin ilanından sonra cemaat
l'-ayatını yaşatmaya imkan kalmadığı gerekçesiyle, da­
ğıldıkları savunuisa da; cemaat halinde yaşama olmasa
bile, sahip oldukları inanç ve âdetlerin sonbulduğunu
.söylemeye imkân yoktur. Çünkü 1666 yılından beri var­
lığını devam ettiren bir «mezheb))in, bir «tarikat»m he­
men yok oldu demekle yok olacağına inanmak zordur.
Olan, şey, o güne kadar açık olan, bilinebilen bir grup,
o günden sonra tanınmaz veya bilinmez olmasıdır. Ya

r>4 Bkz. Scliolem, «Doenmelv. Ency. Jııdaica, VI/151; Haldun Taner,


■cYaprak», M iiliyet Gazetesi, 4.10.1981, sf. 2; A. Halûk Derviş,
a.g.m. 334.
35 Bkz. Scholem, «Gizli Yahudi Cemaati •. Türkiye Dönmeleri», X X X /
. 218, 242.

540
DÖNMELER TARİHİ

Türk toplumu onların istediği noktaya gelerek onları


tanınmaz kıldı, ya onlar taktik değiştirerek gizlenme­
yi başardı veya gerçekten Türk toplumu içerisinde
asimile oldular. Bu sonuncuyu iddia etmek güçtür. Çün­
kü her vesile ile onlardan bahsedilmektedir. Böyle olun­
ca onlar, büyük bir basan ile, Müslüman Türk isimle­
rini kullandıkları için tamnmalan kolay değildir. Sa­
dece Dönmeler -diğer bazı azınlıklar gibi- birbirlerini
tanıyabiliyor ve dışarıya sır vermemeyi titizlikljB sür­
dürebiliyor. Onlardan, ancak kendilerinin açıklamaları
veya aile bağlan dolayısiyle haberdar üluyortız.
Runun yanında bir de söylediklerinden, yazdıklarından
ve kendilerine mahsûs metodlarından tanıyabiliyoruz.
Bütün bunların yanında günümüzde Batı’da olsım,
Islâm Dünyası’nda olsun, Türkiye’de olsun Dönmeler’-
Lİen ve etkilerinden bahsediliyorsa bunlar, yaşıyor de­
mektir.
Dünyanın en büyük devletlerinden olan Osmanlı
Imparatorluğu’nun yıkılması, parçalanması; Türkler'in
lıâkimiyeti sahasında yeni «devlet))lerin ortaya çıkma­
sı; Türkler’in bugünkü topraklarla sınırlı bir bölgeye
bir nevi hapsedilmesi, verimli toprakların ellerinden çık­
ması ve buna karşılık elden çıkan yerlerin bazı süper
güçlerin, bir müddet, sömürgesi olması vb. sebepler
üzerinde çeşitli aotokritik» 1er yapılmasını zorunlu kıl­
mıştır.
Bazı dokümanların ele geçmesiyle, XX. yüzyılın
Önemli bir Dinler Tarihi ve Yahudi Mistisizmi konusu
olan, Dönmeler’in etkisi ve rollerinden bahsedilmeye
başlannuştır. Osmanh împaratorluğu’nun zayıflaması
ve parçalanmasında Yahudi, mason ve diğer gayr-i müs-

541
G Ü N Ü M Ü Z TÜRKİYE’SİNDE DÖNMELER

limler yanında Dönmelerden de söz edilir olmuştur. Jön


Türk Hareketi, İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde
Dönmelerin rollerine; Hareketin asıl beyinleri arasında
Dönmelerin bulunduğuna ve Selânik Dönme zengin­
lerinden malî destek gördüklerine temas edilmiştir.
31 Mart Vak’ası’nda (13 Nisan 1909) rol oynıyan Ru>
meli’den gelen Birlik’in (Nigehban-ı Hürriyet) askerle^
i inin çoğunluğunun gayr-i Türkler’den meydana geldi­
ği ve başındaki Remzi adındaki komutanın Dönme ol­
duğu; Abdulhamid’in »Halcini sağlayanların, İmpara­
torluğu yıkmak için gayret gösteren teşekküllerin ba.
şmda azınlıkların, Masonların ve Dönmelerin bulundu­
ğu; Abdulhamid’in Selanik’teki sorumlusunun da Rem­
zi Bey’in kardeşi Dönme Şefik olduğu ileri sürülen gö^
rüşler arasındadır ( 86).
1908’den sonra kurulan hükûmetlierd'e görev alan
Dönme bakanlardan bahsedildiği gibi (87) bu dönemin
ünde gelen kadın liderlerinden olan ve Suriye’ye Türk
kültürünü yaymak için gönderilen Halide Edip Adıvar’ın
da Dönmelerden olduğu; Suriye’de konusu Tevrat’tan
alınan ((Kenan Çobanlara başlıklı operayı sahneye ko^
yarak Yahudi propagandası yaptığı ve bu temsil ile İs­
rail’in müjdesini sergilediği belirtilmektedir ( 88).

Bkz. E. E. Ramsaur, Jön Türkler ve 1908 ihtilali, Ter. Nuran Ülkü,


İstanbul 1972, 113-116, 123-12Ö; B. Levvis, Modern Türkiye’nin
Doğuşü, 211, 243; C. R. Atilhan. İttihac! ve Terakki Suikastleri,
İstanbul 1971, -17- 18, 31, 37 -39 , 54; Cafer Hassan, Fırkatu’t Dön^
me Beyne'l Yahudiyye ve'i İslâm, Beyrut 1988, 121 --128; G, Scholem,
«Gİ2 İİ Yahudi Cemaati», İFD. X X X /2 3 9 .
87 Bkz. A. Galante. NDSS, 77; Sır Edwin Pears, Life of Abdulhamid,
London 1917, 298; C. Hassan, 128-131.
88 Bkî:. Galenle, NDSS, 77; Ökte, 87, 195; Münevver Ayaşlı, İşittik^
lei'irn... Gördüklerim.,, Bildiklerim. İstanbul 1973, 80 -8 2 , 86.

û42
DÖMMELER TARİHİ

Türkiye Cumhuriyetinin ilk hükümetinde Maiiyö


Bakanı olan Cavit Bev yanında Mustafa Kemal Ata­
türk’ün bile Dönme olduğu Yalıudi Ansikiopedisi’nde
iddia edilmiştir. Encyclopedia Judaica’da şöyle denilmdî^
tedir ; «1909 Jön. Türkler İnkılabından sonra iktidara
gelen İlk hükümette, aralarında Baruchiah Russo' aile­
sinin ahfadı olan ve fırkanın liderlerinden biri olarak
faaliyette bulunan Maliye Bakanı Cavit Bey’in de bu­
lunduğu bir kaç Dömne mevcuttu. Birçok Selanik Ya-
hudisi tarafından yaygın bir şekilde ileri sürülen bir
id'dia da -Türk Hükümeti tarafından yalanlanmasına
rağmen- Kemal Atatürk’ün Dönme asıllı olduğuydu.
Bu görüş, Kemal Atatürk’ün Anadolu’daki dindar bir­
çok muhalifi tarafından da işr.iyakla benimsendi)) (89).
Yahudi Ansiklopedisi^ndekl bu iddia, bazı Müslüman
Arap yazariarca benimsenmiş ve yazdıkları makale ve
kitaplarda yeralrmştır (90). Kanaatimizce bu iddiamn
ortaya atılmasmın bir kaç sebebi olmalıdır : 1. Selânik
nüfusunun büyük çoğunluğunu Dönmelerin teşkil et­
mesi ve Selânik doğumlulara Dönme nazariyle bakılma­
sı, 2. Mustafa Kemal Atatürk’ün devam ettiği Şemsi
Efendi mektebinin Dönmeler tarafından kurulm,uş ol­
ması ve orada çoğunlukla Dönme çocukların eğitim -
öğretim görmüş olması, 3. Masonlar gibi Dönmelerin de
kendilerine meşruiyet kazandırmak için meşhur olan

09 G, Scholetn, «Doenmeh» (Dönme], Ene, Judaica, V I/1 5 0 -1 5 1 . Ay


rica Bkz. Arhur Hert.r Berçi, «Jev>/ısh Identity», Ency. Judaica, Je
msalem 1978, X/58.
90 Bkz. Muhammed Cuma e! Adevî, «Hel Küllü Edyâni's-Semaviye Te
du İle'l Hayra?-’ , ed-Dave, Riyad 1982, sf. 19; Dr, C. Hassan, Fır
katu’t Dönme, 134- 136; Dr, Abdulvahhab Muhammed el M esîrî
«el Huviyâtı el Yahııdiyye Reyne’l İddia ve’l Haldka», el Kubes
Kuveyt, 3,5.1989, 21 ^

543
G Ü N Ü M Ü Z TÜRKİYn'SİNDi; DÖNMELIrTn

büyük adamlara sahip çıkmak istemesi. Bu üç ihtimali


değerlendirdiğimizde ; Selanik’te, Dönmeler kadar ol­
masa da, bir Müslüman Türk kitle bulunmakta ve her
Selânikli, Yahudi Dönmesi demek anlamına gelmemek­
tedir. Dönmelerin açtığı m.ektebe devam etmesi de onun
Dönme olduğunu göstermez. Çünkü günümüzde de
azınlıkların açtığı mekteplere devam eden Türk çocuk­
ları bulunmaktadır. Böyle olunca üçüncü ihtimal kalı­
yor ki o da; DönmeJer’in çeşitli hesaplarla Atatürk'ü
kendilerine mal etmeye çalışmalaııdır.' Bize göre Ata­
türk Dönme değildir. Dönme olsa idi; Dönmelerin önde
gelenlerinden Cavit Bey'in idamına müsaade eder miy­
di? Masonlar demeğini kapatır mıydı? Çünkü Dönme­
lerin büyük çoğunluğunun mason olduğu ileri sürül-
«'D.ektedir.
Önceki kısımda belirttiğimiz gibi 19244ü yıllar hem
Türkiye'de, hem de Yunanistan’da yılm konusu olmuş­
tur. Türkiye’de lehte ve aleyhte açıklamalar olmuş; bir
kısım Dönme, Dönmeli ğin ortadan kalkdığını iddia eder­
ken, bir kısım Dönme, Dönmeliğin yaşadığını örnek­
leriyle ortaya sermeye çalışmıştır. Bu tartışmalar sıra­
sında Dönmeleri savunması ile Vatan Gazetesi ve Baş­
yazarı Ahmet Emin (Yalman) dikkatleri üzerine çek­
miştir. Bu tarihten sonra Ahmet Emin Yalman Dön-
melikle özdeşleşmiş ve yaptığı manevralarla hakkında
şu tarz hicivler söylenmiştiT ; Şu bizim dönme dolap
Ahmet Emin/Milletin din-ü imanına çatmadadır/Ağrı-
maz başım etsem de yemin/Vatanı on kuruşa satmada­
dır. (Neyzen Tevfik kolaylı)
A. Galanti (Galante)'nin 1935 yılında Dönmelerle
ilgili yazdığı Fransızca kitap ve sırayla Yahudiler hak­
kında yazdığı (Fransızca, Türkçe) eserlerle bu konu ye-

544
DÖNMELER TARİHİ

2'dden gündeme gelmiştir. Yine anyı yıllarda îstanburda


bir Dönme mektebinde görev yaparken çocuklarm def­
terleri arasında Dönmelere ait dualar bulan İ. A. Göv-
&a, Sabatay Sevi isimli eserini (1939) yazmıştır. Arka­
sından 1942'deki Varlık Vergisi Kanunu’nda Dönmele­
rin Müslüman Türkler’den ayrı tutulması ve 1948'de
Dir kısım Dönme’nin İsrail’e gitmesi bu mes’elenin ak^
tüelliğini korumasına yolaçmıştır.
Batı’da daime inceleme ye kongrelere tebliğ konu­
su olan Dönmeler, İsrail’in kurulmasından sonra, İs­
rail’de de araştırmalara mevzu teşkil etmiş ve o gün­
den sonra daha da aktüelleşmiştir.
Türkiye’de de çeşitli vesilelerle Dönmeler’den bah­
sedilmekte, lehlerinde ve aleyhlerinde görüşler seırgilen-
ınektedir, Son onbeş yıldan beri bu, eskiye oranla, hız
kazanmış bulunmaktadır. Genelde ülkemizde 1974’den
sonra, özellikle özel bir kanunla İsmail Cem İpekçi’nin
TRT Genel Müdürü olmasından sonra, Dönmeler konu­
sunda söylenenler ve yazılanlar artmıştır. Bu tarihten
tince de çeşitli eserlerde, hatıratlarda dağınık olarak
Dönme kişilerden ve Dönmeler’den bahsedilse de 1974’-
ierden sonra yoğunluk kazandığı dikkati çekmektedir.
Yurt içinde ve yurtdışında Türkiye Dönmelerine yöne­
lik yayınlarda, 1979’da Abdi îpekçi’nin ölümünden son­
ra, artış görülmektedir.

1 Şubat 1979 tarihinde gazeteci Abdi İpekçi öldü­


rülüyor. Bunun üzerine üç gün boyunca TRT, basm ve
diğer bazı kuruluşlar ondan bahsediyor. Milliyet, Cum-
jiuriyet. Hürriyet, Tercüman gazeteleri vs. siyah baş­
lıklarla çıkıyor ve hemen hemen üç gün ona yer veri­
yor. Parti, dernek ve sendika başkanları ittifakla Abdi

54^5
G Ü N Ü M Ü Z TÜRKİYE'SİNDE DÖNMELER

İpekçi olayı üzerinde duruyor. Bazı yabancı ülke yetki­


lileri olaydan duydukları üzüntüyü dile getiriyor. İs­
tanbul’da açılacak olan sta'da «Abdi İpekçi» adı verile­
ceğini Gençlik ve Spor Bakanı açıklıyor. Daha sonraki
yamanlarda adı caddelere, parklara konuluyor; adına
yarışmalar düzenleniyor ve ödül törenleri yapılıyor (91).
Halbuki 1980'den önceki yıllarda hâkimler, savcılar, em-
myet görevlileri, eski Başbakanlar, bakanlar belediye
başkanları, gazeteciler, yazarlar vs. öldürülüyor. Ancak
basının, TB T’nin ve kamuoyunun üzerinde durduğu Ab­
di İpekçi ile kısmen Ankara Savcısı oluyor. Bu durum
da, açıkça, bir mukayeseye yolaçıyor (92). Abdi İpekçi^
nin bu şekilde reklam edilmesi, halk arasında yaygın
bir şekilde, onun Dönme olmasından iler igeldiği şeklin­
de yorumlanıyor.
Ölümünden önce de Abdi İpekçi’nin Selanik Dön­
melerinden olduğu; Ahmet Emin Yalman’ın Mil­
letlerarası Basın Enstitüsü (IP I) yönetim kurulu
üyeliğini, 1964’de, ona devrettiği ve Ahmet Emin Yal-
man’m rolünü üstlenmiş bulunduğu ileri sürülmekte­
dir (93). Aslında Abdi İpekçi de, Galatasaray Lisesi’nde-

91 Bkz. 2 Şubat 1979 tarihli Tei-cüman, Milliyet, Hürriyet, Cumhuriyet


Gazeteleri. Ayrıca Abdi İpekçi ile ilgili faaliyetler için Bkz. M il'
liyet, 14.2.1979, 16.2.1979, 21.2.1979, 4.6.1979, 11.3.1981, 1.3.1983,
4.2 1983: Tercüman, 10.3.19Öİ, "’l 1.3.1981, 12.3.1981, 16.3.1981; Son
Havadis, 28,5.1981, 24.7.1981; Güneş, 1.2.1981.
92 Bkz. Ergun Göze, «Bir Mektup ve Cevabı», Tercüman, 16.3.1981.
a3 Bkz. H. Tanyu, TBTY. 11/740-743; Cenkhan Yılmaz, «Dönmelik v b
Dönmeler», Ülkücü Kadro Dergisi, 15 Ağustos 1977, 14; M. Ertuğ-
rul Düzdağ, «Dönme Kimdir?; Dönmelik Nedir?», Tevhid Der. sa­
yı : 10, sf. 5; Muhammed Harb .Abdulhamid, «Yahudu'd Dönme»,
el Arabî, Kuveyt 1980, sayı ; 255.

54 G
DÖNMELER TARİHİ

kİ Öğrencilik yıllarında, «İpekçi» soyadından endişe


duymuş, bu soyadın onun Selânikli olduğunu hatırlat­
tığından, ileride kendisine ayakbağı olacağını düşünmüş
ve onu değiştirmek istemiştir. Ancak arkadaşı Firuz
Nikravan, bunun aslını inkâr anlamına geleceğini söy­
leyerek kararından vazgeçirmiştir (94).
Emekli öğretmen ve yazar iNhal Atsız ile 19.7.1975
iarihinde yaptığımız görüşmede, kendisinin Dönmelerin
kurduğu Boğaziçi Lisesi’nde Dönmelerle çalıştığını, on­
lardan arkadaşlarının bulunduğunu belirtti. Aynca
Dönme kişilerden, onların ideallerinden ve yaşayışlaıın-
dan söz etti. Bunun yanında bazı tanınmış kişilerin
Dönmeliğinden ve en mahrem yerlerde görev ifâ ettik­
lerinden bahsetti.
Bu ve benzeri görüşler, zaman zaman, bazen biz-
?:at Dönmeler, bazen Yahudiler, bazen Türkler ve bar
zen de bu sahada araştırma yapanlar tarafından ileri
sürülmüştür. Bunlar hakkında günümüze yönelik id­
dialarda eksik değildir. Bakan, milletvekili, belediye bal­
kanı, ilim adamı, gazete sahibi, yazar, ticaretci vs. gibi
görevler ifâ etmiş veya etmekte olan Dönmeler’den
bahsedilmektedir. Hattâ Marksist hareketin liderliğini
yapmış olan Dönmeler’den bile sözedilmektedir. Ancak
bizim çalışmamız tert plamnda olmadığı için isim zik­
retmeyi. hem mahzurlu, hem de lüzumsuz görürüz. Şa­
yet eserimizde zaman zaman bazı isimler zikredilmişse
bu, zarûrî olduğundan, konunun akışmdandır. Ayrıca
Lu isimler herkes tarafından bilinen, tarihe malolmuş
v e çeşitli kaynaklarca teyid edilmiş isimlerdir. Çeşitli

94 Bkz. Tufan Türenç, «Onun, Yalnız Kitapları ve Arl<adaş'lan V ard ı...«.


M illiyet Gazetesi, 3 Şubat 1986, sf. 11.

547
G Ü N Ü M Ü Z TÜRKİYE’SİNDE DÖNMELER

kaynaklara dayanarak verdiğimiz isimlerde bir isabet­


sizlik varsa düzeltmeye veya zikredilmesinde fayda gö­
rülenleri de ilaveye hazırız.
Son yıllarda gerek Türkiye'de ve gerekse Türkiye
dışmdaki bazı yaymlarda Dönmeler’in bugünkü durum-
larına bir nevi ışık tutacak bilgi ve görüşler bulunmak­
tadır. Bu yayınlarda, Dönmeler’in Türk toplumuna hiz­
metleri, etkinlik sahaları dile getirilmekte ve onlardan
daha iyi istifade edilebilecek alanlar işaret edilmekte­
dir.
Selçuk Erez, «İzmir'de Zahiri Peygamber» başlığıy-
le yazdığı makalede, tarihî gelişmesinden kısaca bahset­
tikten sonra, aynen şöyle demektedir : «Musevi inanç
ve ibadet sisteminde anlamh değişiklikler yapmaya kal­
kışan Sabatay çok mümin toplamış, ancak Ortodoks
Yahudi din ulularının da keyfini kaçırmıştı. Bu kimse­
ler Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’ya başvurarak
Sevi’nin önce İstanbul, sonra da Çanakkale’ye hapse­
dilmesini sağladılar. Hahambaşıhktan gelen sürekli şi­
kâyetler nedeniyle Çanakkale’den Edirne’ye götürülen
babatay sonunda İslâmiyet’i kabul etmekle idam edilmek
arasında bir tercih yapmak zorunda bırakılmıştır. O
zaman klasik bir peygamberden bekleneni yapmayıp
Müslüman olan Sabatay’m izleyicilerinin büyük bir bö­
lümü hayal sükutuna uğrayıp onu sahte peygamİDer ola­
rak nitelemişlerse de az sayıda takipçisi ‘O gerçek pey­
gamberdir : Bu nedenle Müslüman olsa bile bir bildiği
vardır!’ diyerek peşinden gitmişler.
«Bu gün ‘Sevi’nin işi sonuna kadar götürebilmesi
iîalinde Yahudi dininin iki ana bölüme ayrılması, bel­
ki de yeryüzünde yaygın yeni bir tek tanrılı dinin var-

548
DGMMH}.EI^ TARİHİ

elması kaçınılmazdı!' diye düşünenler var.


«Din değiştirdikten sonra Mehmet Aziz Efendi adı­
nı alan Sevi’nin eski inancını sürdürdüğü ve hüküme­
tin destek, ya da göz yumması ile havralarda vaaza
devam ettiği bilinmektedir. Osmanlılarca ''Selânikli', ya
aa ‘dönme’ olarak anılan izleyicileri bir süre onun ilke­
lerine uymaya devam etmişlerse de zamanla Türk top-
1umuyla tam anlamıyla kaynaşmışlardır. İzmir’de düş­
mana ilk kurşunu atan Haşan Tahsin Beıfden başlaya­
rak çok sayıda devlet, bilim adamı, gazeteci, işadamı
yetiştirerek Türk kültürihıe, hilim alemine ve ticareti­
ne olumlu katkılarda. hulunrrtMş bu cemaat konusunda
(jiumsuz ve bağnaz düşünceler yansıtan yaymlar vardır.
Oysa artık ulaştığımız düzey, her konuda olduğu gibi bu
konuda da konuya bağnaz olmayan bilimsel bir açıdan
bakabilmemizi gerektirir. Böyle davrandığımızda, dün-
ya, çapında ilginç bir dinsel ve sosyal olayın toprakla­
rımızdan kaynaklandığı halde henüz tarafımızdan yete­
li nce dökümantasyonu vs incelemesinin gerçekleştirile­
memiş olduğunu kavrarız» (95).
David Borchard' «Yabancı Gözüyle Türkiye’nin Hoş­

görüsü» başlıklı yazısında, Türk Dışişlerinin, uygun


aday bulduğu zaman, îsraiVe göndereceği temsilcileri
Dönmeler arasından seçmek istediğine dair söylentilerin

95 Selçuk Erez, «İzmir’de Zahiri Peygamber«, Güneş Gazetesi,


18.3.1984, sf. o {Selçuk Ereî;, İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Kadın Doğum Kürsüsü Profesörlerindendir. Bkz. Nokta Dergisi,
26 M a r t - 1 Nisan 1984, sa. 5, sf. 6. O, Darvin ile ilgili makalesinde.
Darvinizm'in kesin delillere dayandığını ye Darvinizm'e karşı olan­
ların karşı oluş sebeplerini soylarının hayvan olmasını istememe^
lerinden kaynaklandığını savunan görüşleri bulunmaktadır. Bkz. Gü*
,neş Gazetesi, 15 Nisan 1985).

549
G Ü N Ü M Ü Z TÜRKİYE'SİNDE DÖNMELER

bulunduğunu, faukat bunu isbatlamanın zor olduğunu


belirttikten sonra şöyle diyor : <ıFakat, belki de Türk­
lerle Yahudüer arasmdaki stcak ilişkileri açıklamada
'Dönmelef yardımcı olabilir, Türkiye’nin en yetenekli
aydınlarının ve gazete sahiplerinin Dönme kökenli ol­
duğu hır sır değil. Abdi İpekçi de dahil olmak üzere,
bu yüzyılın önde gelen gazetecilerinin hemen hepsi
Dönme idi'>^ (96).
Yukarıdaki iki yazıdan da Dönmelerdin halen var­
olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Ancak Türk kültürüne,
ilim alemine hizmet etmiş olanlarıyla en yetenekli ay-
dmların, gazete salı ipi eri ninf ve gazetecilerin isminden
bahsedilmemiştir. Her döneme ait değişik «flaş» isimler
çeşitli kaynaklarda yeralmak.tadır. Günümüzde de çe­
şitli isimlerden sözedilmektedir. Şu anda Türkiye’de
çıkmakta olan gazetelerden bazılarmm Dönmelere ait
olduğu yolunda görüşler bulunmaktadır (97).
Bu bölümü gazeteci - yazar Haldun Taner’in yazı­
sından bir alıntı ile bitirmek istiyorum. Taner, 1 Ocak
j949'da çıkmaya haşlayıp, 28 sayı devam eden Milliyet
sanat dergisi Yaprak’ın tıpkı basımı dolayısiyle yazdığı
'.VYaprak» başlıklı makalesinde, bir sahifelik Yaprak der-

96 Bkz. David Borchart, «Yabancı Gözüyle Türkiye’nin Hoşgörüsü»,


Haftaya Bakış, sa. 1, sf. 36 (Bu,yazı, İngiliz Dergisi The Spectator
için Financial Tinnes muhabiri David Borchart tarafından hazırlan­
mıştır).
97 Birkaçı için Bkz. Cafer Hassan, a.g.e. sf. 133- 134 (Bu eserde; Hür­
riyet gazetesi sahiblerindsn Simavî ailesinin meşhur dönme ailele­
rinden biri olduğu: kurucusunun Sedat Simavî, sorumlusunun Erol
Simavî bulunduğu ve Erol Simavî’nin Tempo Dergisi'nin de sahibi
olduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca bu ailenin «Sedat Simavî Vakfı»
adında bir vakıflarının laulunduğuna işaret edilmektedir).

550
DÖNMELER TARİHÎ

gisinin güçlü bir kadro ile «yurdun sanat alemine aktif


katkılarda bulunduğu)'ndan, sanat ve kültür meselele­
rini organize ettiğinden bahsediyor ve şöyle diyor :
;<331eştiri ve makaleler M. Fırtmalı (takma adı imiş) ve
Erol Güney imzasnıı tav^ıdı. O tarihte Erol Güney oku­
lunu hile bitirmemişti. O dernr Ankara’sının ve Türki­
ye’sinin sevimli ve kvJtiirlü hir aydını idi. Daha sonra
yurduna, İsrail’e göç etti. Orada kaldı^i (98) îşte Türk
kültürüne hizmeti kendilerine şiar edinenlerin son ül­
küsü : Yurduna, İsrail’e göç...

98 Haldun Taner, «Yaprak», Müüyel Gazetesi, 4.10.1981, sf. 2.

551
SONUÇ

SONUÇ

Dönmelik, Yahudi dinî tarihinin en acayip ve en


paradoksal hadiselerinden birini teşkil etmektedir. Bu
grup,, üç yüz yıldan fazla bir, süre önce, Yahudi sosyo -
dinî topluluğunun geleneksel dinî çerçevesini terketmiş-
tir. Mensuplan resmen Müslüman olmuş, fakat kalben
Yahudi kalarak özei bir Yahudi türünü oluşturmuştur.
Bunlar, «İkiyüzlü» varlıl^lannı devam ettirerek, Yahu-
fJiliklerini devam ettiren ayrı bir grup meydana getir­
mişlerdir ( 1).
Yalıudi tarihi' boyunc:a çok sayıda (dVLesîhî hareket­
ler» vuku’ bulmuştur. Ancak her Mesîhî hareket, ken-
ai yayılma sabası ve süresi irinde sınırlı kalmış, geride
önemli izler bırakmamıştır. Fakat «Sabatay Sevi Hare­
keti» için aynı şeyi söylemek zordur. Çünkü- onun izleri
ve tesirleri günümüze kadar devam edip gelmiştir. Var­
lığını yüzyıllarca devam ettiren ve «Gizli Yahudi Ce-
inaati» olarak değerlendirilen Dönmeler olayına benzer
çok az olaya Dinler Tarüü'nde rastianmaktadır (2).
Yahudileri kurtarmak için gelen «Mesih» id:diasiy-
Ic ortaya çıkan Sabatay Sevi„ 1656 yılında, Divan hu­
zurunda, Yahudilik’i terkederek İslâm’ı kabul etmiştir.'
Ancak Sevi’nin İslâm'ı kabulü şeklen olmuş ,ve İslâmî
kjsve altında Yahudiliğini devam ettirmiştir. O, kendi­
sine «Mesîh» olarak bağlanan taraftarlarının da, aynı
şekilde, Müslüman olmalarmı istemiş ve onlara da bunu
benimsetmiştir. Sabatay’ın Î676'da ölümünden sonra

1 G. Scholern, Gizli Yahudi Cemaati : Türkiye Dönmeleri», IFD,


X X X /2 1 7 .
2 Bkz. Sciıolem, a.g.m, X X X /2 IÖ ~ 2 1 9 .

652
DÖNMEI.ER TARİHİ

taraftarları, ya Yahudilik’e yeniden geri dönmek veya


Müslüman görünümünde Sabatay Sevi’nin yolu üzero
devam etmek gibi iki tercihten birini seçmek durumun­
da kalmıştır, Büyük çcğıırıiuk, o zamanki sosyal ve psi­
kolojik sebepleri, şarUan .j^özönünde bulundurarak,
ikinci yol, yani Müslüman görünümünde yaşamayı,
seçmiştir. Bu ikinci yoîu seçen grup, iki ayrı inanç, iki
ayrı kişilik, iki ayrı isim ve iki ayrı «kimlik» le varlık-
larını, gizli ve kapalı cemaat halinde, günümüze kadar
sürdürmüştür.
Yeni bir dini kabul ettikten sonra eski inançların'
aan ayrılamayan veya son kabul ettiği dinin kisvesi-al­
tında eski dinî inançlarını devam ettirenler sadece Dön-
meler değildir. Bunun örneklerine; hem Dinler Tari-
hi^nde, hem İslâm Tarihi'nde ve hem de Tefsir Tari-
hi’nde rastlanmaktaciır, (3). Ancak bunlar, Dönmeler
olayındaki; gibi plânlı, sistemli, disiplinli ve belli bir
ideâle yönelik değildir. Araplar’dan, İslâm’ı kabul et­
tikten sonra, eski «müşrik âdet ve inanç»lanın devam
ettirenler; Yahudilerden, İslâm’ı kabulden sonra, İs-'
iâm’la ilgisi bulunmayan eski bildiklerini muhafaza
edenler ve hattâ Islâm Kisvesi altında Yahudiliklerim
sürdürenler de bulunmaktadır. Dönmeler ise; bir gaye­
nin tahakkuku için, plânlı, programlı ve isteyerek böy­
le bir yolu benimsemiştir. Çünkü bu plâ.n, bizzat Sa­
batay Sevi tarafından yapılmıştır. «Sabatay müridierin-
den zahirî ve şekli ilitida. taleb edilmiş ve bu keyfiyet

3 Bkz. Abdulkadir İnyıı, Eski Türk Dini Tarihi, 177; İsmail Cerrahoğlu,
Tefsir Usûlü, 246; Loliîs Bertrand, İspanya Tarihi, Çev., G, Kemaiî
Söviemezoğlu - M. Ataç, 142- 143; Örs, 442; Ar. H, Berg, «Jewish 1den-
tîty», Ency. Judaica, X /5 7 -5 3 ; Kurt Hruby, «Hassidisme», DR,
SÖ9 • 690.
SONUÇ

hiçbir vakit gizli bir ihtidadan başka bir şey olmamış­


tır. (O), Hz. Muhamrned’in dinine iltihak etmek için
Yahudi cemaatini terketmişti, müridi eri de aynı suret­
le hareket etti; fakat iltihak ancak zahiriydi. Dönmeler
camiye giderlerse de hakîkî Müslüman değillerdir. Müs­
lümanların efal ve hareketlerini taklid ederlerse de bu
gösteriş hakikatte ancak Müslümanlara karşı mücade­
lelerini temin içindir» (4). Benzeri bir görüş de, bu sa--
l'.ada araştırmalariyle tanınan Kudüs - Îbranî Üniver­
sitesi Yahudi Mistisizmi Profesörü, Yahudi G. Scholem
tarafından ileri sürülmektedir ; «Sabatayistlere ait aşi­
kâr,değişikliklerle 18 Emir, her şeyden önce, Yahudili­
ğin On Emri’ni tekrar etmektedir. Zina yasağı, burada,
iki anlama gelebilecek özel bir tarzda formüle edilmiş-
Lir. Bu yasak, daha ziyade, bir sakınma.öğüdüdür. Gö­
receğimiz gibi Sabatayistler, Tora’nm seksüel yasakla­
rını yürürlükten kaldırılmış olarak telakki ettiklerin­
den dolayı elbette bu, iki şeklin tamamen birbirine uy-
^um gelmesi değildir. Diğer emirler, Türkler ve Yahudi­
lerle olan münasebetlerinde, Dönmelerin ikiyüzlü bir
hayat tarzını belirlemektedir. Bu emirler arasında İs-
lâm’m temel liurallarının takip edilmesini isteyenlerin
bulunmasına rağmen, onların asıl metinleri açıkça İs­
lâm’a karşı kin duyduklarını göstermektedir)) (5). Sclıo-
lem; Dönmeler’in bazı mistik dervişlerle münasebet
kurduklarını ve çok erkenden Bektaşî taribatlâriyle
gizli bağlar oluşturduklarım;, Sünnî camiaya dindar gö­
rünmek için Bektaşîlerin uyguladıkları cctakiyye» teori­
si ve pratiği, Yahudi motivasyonlarıyla uygunluk gös-

4 j. Bi'LinheS'C. VaüdKix, «Tarihin Coğrafyası'', Mihrab Mecmuası,


1924, sf. 151,
İ5 Scholem., «Gizli Yahudi Cemaati», İFD, X X X /2 2 4 .,

554
DÖNMELER TARİHİ

terdiğini ve DÖninelerin davranışlarına tam tamına uy­


duğunu kaydettikten sonra şöyle demektedir : «Dönme-
Jer, dışa karşı, içinde bulunduklan ayrılıklar sayesinde,
kendilerini Yahudi kılan sasj'olojik, psikolojik ve biyo­
lojik karakterlerini bütün alanlarda korumayı başar­
dı, Zaten Dönmeler, Selânik’in ateşli Yahudi çevresinin
yakınlığı ve onlann da Yahudi çevresiyle sürekli müna­
sebette olmaları sebebiyle, kolayca bu aynlığı devam
ettirebildi. Dönmeler, lieretik inançlarına rağmen özel
bir hayat tarzma Sahip olmayı arzuluyorlardı; fakat hiç
de Rabbinik Yahudiliğin an’anevî âdetlerinden de vaz­
geçmek istemiyorlardı» ( 6).
Dönmeler; mümkfin olduğu kadar, eski örf ve âdet­
lerini muhafazaya çalışmış; üç yüz yıla yakın bir süre
Türk mahkemelerine baş vurmaktan kaçınmış; ilmi
araştırmalarında Talmud’a dayanmış; aralarında hal­
ledemedikleri çözümü zor meselelerde Selânik’in en ta­
nınmış hahamına başvurmuş ve ondan karar vermesini
istemiştir. Bu durum Türk otoriteleri tarafından anla­
şılınca Dönme liderleri, o zamandan sonrîî, 1858’den
sonra, daha dikkatli davranmaya ve Rabbinik otorite­
lerle olan gizli münasebetlerini kesmeye çalışmıştır.
«Sürekli dürüstlük beyanlarına rağmen sürdürmek­
te devam ettirdikleri ikiyüzlü hayatları sebebiyle Türk-
ier tarafından kuşku ile bakılan (ve güvenilmeyen),
Belânik Yahudileri tarafından da inançlarından dön­
dükleri için kmanan Dönmeler, tutkunlukları oranında
çoğalmışlardır». Gerçek İsralFi teşkil etmek için seçile
miş olduklarına inanan Dönmeler, gizli âyin ve tören­
leri sayesinde, uzun zaman, ortak bir inanç ve tavır

6 Scholem, a.g.m., X X X /2 2 G -2 2 7 .

553
SONUÇ

i:;inde yaşamayı başarmıştır ( 7).


Uzun zaman İbranîce’yi yaşatan Dönmeler, dışarı­
da Türkçe’yi, kendi aralarında günlük konuşmalarda
İspanyol Yahudicesini (Ladino) kullanmışlardır. Ancak
1870’li yıllardan başlayarak çoğ’unluğu evlerinde de
Türkçe’yi kullanmaya başlamıştır. Bununla beraber kü­
çük formalar şeklinde olan dua kitapları ve duaları, İs­
panyol Yahudicesidir; dualar, resmî Yahudi dualarına
-büyük ölçüde- benzerlik göstermektedir. Bu dualar,
okuyucuya, «Bu Dönmelerin aym zamanda Müslüman
olabileceğini düşünme imkânı verme»diği belirtilmekte­
dir ( 8).
G. Scholem Dönmelerin •ailevi gelenekleri ve isim­
leri hakkında da.şunları yazmaktadır : «Dönme aile­
lerin büyük çoğunluğunun ailevî geleneklerini muhafa­
zaya dikkat ettiğini; resmî Türk isim ve soyisimlerinden
başka, gizlice çocuklarına îbranîce ve İspanyol Yahu-
dicesi ile ad ve soyad verme alışkanlıkları bulunduğunu
da burada belirtmek gereidr. Dönmeler, bu isinılerin
‘Cennetteki’ isimleri olacağını kabul ettiklerinden, ken-
d? ai'alarmda, îbranîce ve İspanyol Yahudi.cesi isimleri
kullamrlardı. Son zamanlarda öyle bir noktaya gelindi-
ki; Dönme aydınlar sınıfının mensupları, Yahudi ziya­
retçileriyle özel görüşmelennde, , onları sırlarına ortak
ettiler ve bilgiççe bir eda ile Türk kart vizitleri üzeri­
ne İbranîce isimlerini yazdılar. Fakat başka yere nak­
ledilmelerinden sonra Dönmeler, Türk çevrede asimile
oldular ve Yahudi çevre ile bağları kesildi. Bu gün ge«
viye sadece inançlarını sıkı sıkj.ya muhafaza eden a2
tir ortodoks Sabatayist grup kaldı. Bu grup, bilhassa

7 Scholem, a.g.m., X X X /2 2 8 -2 2 9 .
H Qkz. Scholem, X X X /2 3 2 -2 3 3 .

5Ö6
DÖNMEIF-R TARİHİ

Karakaşlara aittir. Karakaşlar da modern hayatın akın-


i;sına son, olarak katıldılar. Bu grubun halâ kendi dinî
teşkilatlanru devam ettiriyorîarmış görüntüsü vardır.
Diğer iki grup, karma evlilik, menfaat sağlayamama ve
iradi asimilasyon sebebiyle, hızla dağılmaya doğru yol-
adılar. Bununla .beraber, bu sonuncular arasında bile
halâ geleneklerine sadık kalan aileler mevcuttur» ( 9 ).
Bu ve benzeri görüşler, 1924 - 1925’li yıllarda, biz­
zat Dönmeler tarafından ortaya atılmış ve savunulmuş­
tur, Varlıklannı günümüze kadar devam ettirdikleri ile­
ri sürülen Dönmeleri, dışarıdan teşhis etmek ve tanımak
gerçekten zordur. Çünkü tanınmak ve bilinmek isteme­
mektedirler. Onları ancak kendi içlerinden gelenlerin
Vilcceği bir realitedir. Bunu Rüştü Karakaş, 1924’de,
TBMM’ne ve Atatürk’e sunduğu dilekçede açıklamakta-
oır. O, «... Dönmelerin ne ırk ve ne de dinen Türklerle
maddi ve manevî iıgtirakımız yoktur. Bunun maddî ci­
heti cümlece malûm ve kabul edilmiş ise de, manevi
ciheti yalmz bendeniz gibi kabile arasında yaşamış in­
sanların bileceği ve isbat edeceği bir keyfiyettir» demek­
le ve icabederse daha geniş bilgi verebileceğini belirt­
mektedir ( 10),
Dönmelerden olduğunu söyleyen Meziyet Hamm
adında bir kadın, 192ö’de, Hesimli Dünya Mecmuası ya­
zarlarından Esat Mahmut’a, h'er Dönme ailenin tama-
miyle Yahudi âdetlerini muhafaza ettiğini ve mutaas­
sıp bir Yahudi gibi amellerde bulunduklarını ifade et­
mektedir (11). Meziyet Hanım’m ifşaatı, bu mecmuanın

9 Sciıolem, X X X /2 3 5 - 236.
10 Bkz. Vakit Gazetesi, 4 Ocak 1924.
r- Bkz. Resimli Dünya Mec. 15 Eylül 1925.

!:.ry7
SONUÇ

İki sayısında yerainn§tjr. Bu ifşaat üzerine, Dönmelerin


Kapancılar gi’ubuna mensup bir genç, Meziyet Hanım’ın
verdiği bilgilerin doğru, olduğunu teyid eden mektubun­
da, şu görüşlere de yer vermektedir : «Dönmeler, kâ­
inatı yaratan bir ilâhın variığma inanır, O’nu en büyük
tutarlar. Allah’tan sonra Sa\)atay Sevi gelir. Sabatay
Bevi her ne kadar korkusundan İslâmiyet’i kabul etmiş­
se de, yine dinini mul'ıafaza etmiştir. Yani Dönmelik ve
Dönmeler, Müslümanlık ve Türklük kisvesi altındadır­
lar, ama aslen Yahudilik mezhebidir» (12). Bu iddiala-,
)a cevap vermek ve onları çürütmek gayesiyle yapılan
yayınlar, tatmin edici olamamış, ancak tarih içinde de­
vam eden Dönmeliğin yok olmak üzere olduğunu veya
yokolduğunu ileri sürmekle yetinmiştir. Fakat, üç yüz
vıl devam eden bir hareketin, hemen yok oldu demekle
vok olmayacağı ortadaciır. Bundan dolayrdır ki, 1950’-
lerden sonra bu konuda yapılan yayınlarda halâ Dön-
melik’in yaşadığı ileri sürülmektedir. Hattâ 1960’lı yıl­
larda Karakaşlar grubunun lideriyle konuşulduğundan
bahsedilmektedir (13) Böyle olunca, az da olsa, bugün
bir Dönme grubu ve bir Dönmelik hadisesi vardır. Gö-
iıül, bunun gerçekten yokolmasmı, Türk Milleti’nin her
şeyi ile bir bütün olmasını ve aynı ideallerin paylaşıl­
masını arzu ediyor. Ancak bu arzular, hep hayal olarak
kalıyor. Çünkü üç yüzyıldan fazla bir süre İslâm kis­
vesi altında başka inancın yaşamasının bazı sebepleri
i:lmalıdır. Bu hareket, Ispanya’ da zorla Katolikleştirme
olayından farklıdır. Orada Yahudiler zor kullanılarak
Hıristiyan!aştırılmıştır. Bundan dolayı Hıristiyan görü­
nüşü altında Yahudi kalmışlardır (Maranlar). Halbuki

12 Resimli Dünya Mec 15 Kasım 1925.


13 Bkz. Scholem, a.g.m., X X X /2 4 2 .

558
DÖNMELER TARİHİ

Î!:abatayistler için hiç bir zorlama olmamıştjr ve tama.


rnen kendi istekleriyle İslam’ı kabul etmişlerdir. İslâm’ı
kabul etmeyen Yahudilere karşı Türkler’in herhangi bir
menfi tavırları olmamıştır. Dünyanın her tarafında zul­
me uğrayan Yahudileri Turkler himayelerine almış ve
OsmanlI İmparatorluğu sınırları içinde en verimli yer­
lere getirip yerleştirmiştir. Böyle rahat bir ortamda bi­
le «ikiyüzlü» bir tavrın benimsenmesinde «Yahudi Kim ­
li ğİHnin bir rolü yok mudur? Olmalıdır kanaatindeyiz.
Yoksa tarih boyunca Yabudi’nin bir başka «kimliği»
tam olarak benimsememesi nasıl izah edilir? Bugün Or­
ta Asya'da, Buhara’da, İslâm kisvesi altında Yahudilik­
lerini devam ettiren Dönmeler’den (14); Amerika’da
öabatavistler’den (15). Balkanlar’da, Avrupa’da, Polon­
ya’da (16) diğer din ve inançlar altında Yahudiliğini
sürdüren insanlardan, gruplardan bahsedilmektedir. Bu­
ralardaki bu kimselerin de, yaşadıklan şehirlerin Ya-
îiudi cemaatiyle ilgileri bulunsun veya bulunmasın Ya­
hudi oldukları ileri sürülmektedir. Bundan dolayı Ya-
hudiler nerede bulunursa bulunsun, hangi milliyete bü­
rünürse bürünsün, kendi benliklerinden, kendi kimlik­
lerinden, kendi âdet ve an’ânelerinden bir şey kaybet­
meyeceklerinden, taşıdıkları kisve ne olursa olsun ru-

14 Bkz. Elizabeth E. Bacon, Esir Orta Asya, Ter. Tansu Say, Tercüman
1001 Temel Eser 1979, sf. 26, 33; Alexandre Bennigsen, Sufî ve
Komiser, Çev. Osman Türer. Ankara 1989, sf. 25.
15 Bkz. Gershom G, Scholem, Le Messianisme Juif, Fransızca’ya T®*”-
Bernard Dupuy, Calm ann-Levy 1974, sf. 251 -265.
16 Bkz. Gafante, NDSS, 80; Ar., ri., Berg, «Jevvısh İdentity», Ency.
Judaiea, X /5 7 -5 8 ; Shalom. Ed. İ. H. Dalmas, Desclee de Brower
1972, 322-324; Hurby, «Hassidisme», 689-690.

559
SONUÇ

İıeıı Yahudi kalacağından bahsedilmektedir (17) .

((Yahudi Kimllğii), dinî ve millî bir karakter taşı­


maktadır. Bu kimliğin oluşmasında, dıştan gelen tesir­
ler yanında, Yahudi toplumunun içindeki his ve düşün­
celer de en büyük etkendir (18). Çünkü Yahudi Kutsal
Kitab’ında (Tanah) Yahudi ırkınm üstünlüğü vurgu­
lanmakta ve başka milletlerin, taptıkları tanrılara kul­
luk etmemeleri istenmektedir (19). Başka tanrılara kul­
luk edenlerin, yabancılara kulluk etme cezasiyle ceza­
landırılarak zelil edildikleri belirtilmektedir (20). Bü-
Lûn mileterin Yahudilere kulluk edecekleri ve onların
bütün milletler üzerinde saltanat sürecekleri İsrarla iş­
lenmektedir (21). Bunun yanmda Talmud ve Siyon Pro-
ookolleri’nde, Yahudilerin seçilmişliğinin ve üstünlüğü­
nün daha mübalağalı anlatıldığı; Yahudi ile diğer in­
sanlar arasındaki fark, hayvanla insan arasındaki fark-
la kıyas edildiği ve ebedî hayatın sadece Yahudilerin
olduğunun işlendiği belirtilmektedir (22). Hattâ dinin­
den dönen Yahudinin «Cennetle giremeyeceğinin Tal-

17 Bkz. Galante, NDSS, 80; Tbeodor Frıtsch, Tarih Boyunca Yahudi


Meselesi, 71; Atilhan, Dünya İhtilalcîleri, 30; Atilhan, Gizli Dev­
let ve Fesat Programı, 72; 2. Şakir, «Türkiye Yahudileri», M illet
Mec. 30 Ekim 1947; L. Marsclıalko. Yahudi, 29.
"8 Bkz. Ar. H., Berg, «Jewısh. İdentity», X/57.
19 Bkz. Kitab-ı Mukaddes (TanahJ, Tekvin, X X , X X V II, X X V III. Bap­
lar; Tesniye, VII. Bap.
20 Bkz. Tanah. Yeremya, 11/4.5, V /1 9 -2 0 , V II/9 -1 0 , X V i/1 1 -1 3 ; Da-
niel, IX . Bap; Hoşea, IX /1 7 , X l / 1 l -14.
21 Bkz. Tanah, Mezmurlar, X X Il/2 7 - 3 0 , L X X II/8 -lû ; İşaya. LX. Bap.
22 Bkz, Ahmet Çelebi. Yahudilik, Çev. A. M. Büyükçmar — Ö. F. Har­
man, 212; Siyon LiderJerinin Protokollan, İngilizceden Ter, Abdul­
lah Mustafa, İstanbul 1976, 19-28, 55, 75-78, 115-117 vdy.

r3 û o
DÖMMIHLER TARİHİ

mud’da yeraldığı da ifade edilmektedir (23). Bu şartlar


dahilinde yetişen kimsenin, başka bir dini kabul ettik­
ten sonra fikrî hayatında ihtilâllerin olması tabiîdir.
Bu durumdaki bir kimse, yetişme tarzmdaki şeyleri,
yeni girdiği dinde de arayacak bulamaymca, eski dinin­
deki fikir ve düşünceleri yeni dine getirecek veya bun­
ları, yeni dine kabul ettiremezse, kendi idinde yaşatma­
ya çalışacaktır. Böyle olunca da kendisini eski dininden
koparıp yeni dine • veremeyecektir. Halbuki belirli ve
kesin kuralları olmayan bir dinden gelenler, yeni dinin
emirlerine intibak edebilmektedir. Bunun en açık ör­
neği İslâm’ın yayılışında görülmektedir, İslâm’ın Ehl-i
Kitap’tan daha çok «Putperestler)) arasında yayılmasını
ve rağbet bulmasını bu şartlara bağlayanlar olmuştur.

Yahudilerin kendi din ve kültürlerinden kopama-


masının diğer bir sebebi de; Yahudileırln geliştirdikleri
doktrin, politika ve taktiktir. Bu taktik ye doktrin, Ba-
bil Esareti’nden sonra geliştirilmiştir. Mısır taretinden
sonra M.Ö. 586’daki Babil Sürgünü, İsrailoğullarının
ikinci tütsakhğı olmuştur, Babil Esareti ,Yahudiler için
büyük bir anlam taşımaktadır. Çünkü onlar, varlıkla­
rım ve «kimliklerini)) muhafaza etmeyi Babil’de. Öğren-
nıiştir. Bunun için bir fikir sistemi, bir ideoloji ve bir
iıayat şekli olarak Yahudilik’in BabiFde doğduğu kabul
edilmektedir. Çünkü onlar, kendilerini en parlak mede-
riyetler arasmda bulmuşlardır. Bu parlak medeniyetle-
lin ve sayısız nimetlerin çekiciliğine karşı («millî kim­
liklerini)) koruma mücadelesine girişmişlerdir. Bu se­
beple birbirlerine daha çok yanaşmış ve kaynaşmıştır.

23 Mehmet Aydın, «Talmud ve Vahudiiik», M illî Eğitim ve Kültür Der­


gisi, Ankara Mayıs 1982, sa. 15, sf. 10.

c: g i
SONUÇ

Bu yaklaşma ve kaynaşma, müşterek bir ideali paylaş­


ma Yahudileri yokolmaktan korumuştur (24).
M.Ö. 586’da Babil Esareti ile başlayan çöküş, M.S.
70 yılmda Roma’nm Mabedi yakıp yıkmasiyle, Yahudi-
İcrin hayatmda yeni bir döneme yolaçmıştır. Bu tarih­
ten sonra Yahudil&r, yeni yorumlarla, yeni bir hayat
tarzı benimseme durumunda kalmışlardır. Çünkü bu
tarihten sonra Yahudiler çeşitli dinlerin tesiri altında
kalmış ve bazen de din değiştirmeye zorlanmıştır. Zorla
dini değiştirilen Yahudilerin «kimiiği»nin tesbit edilme­
si bir mesele olmuştur Din değiştirmek zorunda kalan
Yahudi, baskı kalktıktan sonra eski dinine, yani Yahu-
(iilik’e ijeıi dönmektedir. Bu din değiştirmenin en bariz
misali X V I ve XVII. Yüzyıllarda olmuştur. Hıristiyan­
lığı kabul eden Maranlar’a hep şüphe ile bakılmıştır.
Yahudi tarihinde Maranlar’m durumu değerlendirilmiş;
Fransız, Alman, İspanyol vb. bir -Maran’m Yahudi ola^
rak kaldığı ve Yahudi toplumuna geri dönüşü kabul
edilmiştir. Talmud kanununda aksine bir hüküm bu­
lunmadığı hallerde bir Yahudinin Yahudiliğinden şüp­
he edilmemiştir. Kimin ve hangi şartlarda Yahudi ola­
rak kabul edileceği konusunda doktrinler geliştirilmiş;
Kutsal Kitap’taki hükümler yorumlanmış ve «Halak-
hah» meydana getirilmiştir. Bir kimsenin Yahudi ola­
rak kabul görmesi, içinde bulunduğu şartlara ve du­
rumlara göre değerlendirilmi^ş; Yahudilik’den herhan­
gi bir iz görülenin YahıLdilik’i kabul edilmiştir. Bu tak­
tikle, çeşitli sebeplerle Yahudilikten dönmüş olanlarla,
bağ kurulmaya ve onu şuıırlandırmaya çalışılmıştır.

24 Bkz. Moshe S evllla- Sharon, İsırail Ulusunun Tarihi, Yeruşalaytm


1981, 3 8 -3 9 .

562
DÖNMELER TARİHİ

Yahudi c(kimliği))nde enteresan olan durum, «Dön­


me kimliğindir. Rabbiler, Dönmeleri, îsrairden tama­
men ayrılan bir grup olarak değil; «günahkâr)) Yahudi
^ibi değerlendirmişlerdir. Çünkü, «Halakhah» görüşe
^"öre, Yahudilik'ten îslâm’a geçiş, Tanrı’nm birliğini in­
kâr veya putperestlik değildir. Kendi istekleriyle din
. değiştiren ve buna ilâveten de «Mesîhî fikirlere)) tutunan
Dönmeler, en sert ifadeyle, «sapık» telakki edilmişler­
dir. Diğer taraftan Dönmeler, Müslüman çoğunluk ta­
rafından tasvip görmemiş ve din değiştirmelerine rağ­
men Yahudi olarak görülmüşlerdir. Dönmeler, XIX.
yüzyılın ortalarına kadar, Yahudi bilginlerle birlikte
Talmud çalışmış ve gizli gizli Yahudi pratiklerini yerine
getirmişlerdir. Bu durumda «Dönmelerin kimliği», Hı­
ristiyan Maranlar’ın kimliğine paralellik göstermekte­
dir. Dönmeler, «Yahudi Kimliklerini» n bir kısmının de­
ğişmesinden sonra da gizlice Yalıudiliklerini devam et­
tirmiş ve nesiller boyu hiçbir şey onların bu «kimliği))
devam ettirmelerini engelleyememiştir (25).
«Bu «kimlik)) anlayışı çerçevesinde Yahudiler, ha­
fif bir işaret gördükleri kimseleri uyandırmayı ihmal
etmemekte ve onlan kendilerinden kabul etmektedir.
Buna en bariz misal, Dönmeleırden Karakaş Rüştü’nün
başından geçen olaydır. Rüştü Bey, Vakit Gazetesi Mu-
iıabiri İhsan Ârif Bey’e, Hilâl-i Ahmer (Kızılay) için
yardım toplarken, bir Yahudi’nin kendisine şöyle dedi­
ğini naklediyor : «Rüştü Bey, sen böyle şeylere ne ka­
rışırsın. Sen de bizdensin, Yalıudisin» (26).
Kur’ân’da, (dman ettik» demekle «Müslüman ol-

25 Bkz. Ar. H. Berg, «JevvısÎ! İdentity», Enc^ Judaica, X /5 7 -5 9 ,


26 Bkz. İhsan Arif, «Karâkaş Rüştü Bey'in Lisanından», Vakit Gaz.
17 Ocak 1924, 5.

363
SONUÇ

cîuk)) demek birbirinden ayrılmıştır. Kalbden iman et­


memiş kimselerin biz «imân ettik« demelerinin yanlış
olduğu ve oiilann aMüslüman olduk» demelerinin
gerektiği hatırlatılmaktadır (27). Böylece her Müslü­
man’ım diyenin «M-û’min» olamayacağı; «Mû’min» ola­
bilmesi için «Allah’a ve Peygamberine itaat» etmenin
gerektiği bu âyetle (Hucurat, 14) açıklanmaktadır. Y i­
ne, Kur’ân-ı Kedm ’de inanmadıkları halde «Allah’a ve
Âhiret Günü’ne» inandık diyenlerin bulunduğ'u, bunla­
rın Allah'ı ve inananları aldatmaya çalıştıkları, yalan
söylemelerinden ve kalplerinde hastalık buluhmasmdan
dolayı, acıklı bir azabın onlar için olacağı belirtümek-
tedir (28). Bunun yanında, Allah’a ve Resûlü'ne inan­
dık deyip arkasından yüz çevirenlerin «Mû’minler)) ol­
madıkları da açıklanmaktadır (29).
Kur’ân, en çok Yahudiler'den ve onların inantçı-
hklarındah bahsederek inananlara ibret dersi vermek is­
temektedir. Bu Yahudiler’in, sağlam söz verdikten son­
ra, arkasından «Dönmelik') ettikleri (30), Tevrat’ın hü­
kümlerine de yüz çevirdikleri ve bu «yüz çevirme»yi
âdet edindikleri (31) ve onların azı hariç iman etme­
yecekleri (32) belirtilmektedir. Yahudiler’den iman
edenlerin sayısının' azlığı ile ilgili olarak Hz. Muham-
med’den bir hadîs rivayet edilmektedir. Hz. Muham-
med, «Bana Yahudiler’den on kişi iman etseydi, bütün
yahudiler iman ederdii) (3'3) diyerek, bütün şefkat ve

27 Bkz. Hucurat, 14.


28 Bkz. Bakara, 8 -1 5 .
29 Bkz. Nûr, 47.
30 Bkz. Bakat-a, 51. 64. 9 2 -9 3 .
21 Bkz. Âl'i İmrân, 51.
32 Bkz. Bakara. 88; Nisâ, 46.
33 Butları, Camiıs's Sr.hîh, Babu’i Menâkıbu’l Ensar, 52 (IV/269).

564
DÖNMELER TARİHİ

•gayretine rağrnen, Yahu.diier’den. inananlann sayısının


azlığım dile getirmiştir. Hz. Muhammed’den sonra ina­
nan Yahudiier’in sayısında artma olmuş, fakat bu ar­
tış başka sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Bu
olaydan sonra görünüşte Müslüman olanlar, Münafıklar
ortaya çıkmıştır. Bu çeşit Müslümanların kendilerine
has taktik ve metodlan da bulunmiaktadır. Bunu,
Kur'ân, Kitaplılar’dan bir grubun şöyle diyerek yerine
getirdiklerini' açıklamaktadır : «Kendilerine indirilene
(Kur’ân-ı Kerim) iman- edenlerle günüüzüh evvelinde
inanın, âhırında inkâr edin. Olur ki (mû’minler din­
lerinden, imanlarından) dönerler» (34). Bu Âyet’ten;
inanmayan, fakat inanmış görünen bir kısım insanlar,
gerçek inananları, Müslümanları -çeşitli taktiklerle-
şüpheye düşürecekleri ve dinlerinden döndürecekleri
anlaşılmaktadır.
Bütün bunlara rağmen, İslâm’da, herkes fert plâ­
nında Allah/a ,ka;rşı sorumludur ve dünya da imtihan ye­
ridir. Zerre kadar iyilik işleyen onun mükâfatını, zer­
re kadar kötüJük işleyen de onun cezasını görecektir.
Hiç kimsenin yaptığı cir başkasını ilgilendirmemektedir.
Ancak, fertlerin içinde yaşadıkları topluma karşı da
görevleri bulunmaktadır. Toplum da fertlerden oluş­
maktadır. Toplum düzeni ve huzuru için fertlerin üze­
rine düşen sorumluluklar bulunmaktadır. Fertlerin yap­
tığı kendi şahıslarına münhasır kalsa, sadece sorumlu­
luğu ferdî olur. Toplumun büyük ■çoğunluğunu ilgilen­
dirirse, o zaman ferdîlikten çıkar ve toplumsal bir olay
naîine gelir. Dönmelerdin durumu, bir noktada, ferdî
plândan çıkıp toplumsal bir olay halini almıştır. Çünkü
toplum düzeninin noiTnai yürüyebilmesi, beraber ve

34 Âl-i Imrân, 72.

565
SONUÇ

birarada yaşayan insanların kader birliği etmesi ve bir­


birine güvenmesi ile mümkündür. Güven de, aynı ÜL
küyü paylaşmak ve aynı endişeleri duymakla olur. Ay­
nı toplum içinde bulunmasına rağmen değişik ülküler
peşinde koşanlarm, her zaman, bulundukları topluma
zarar getirdikleri tarihî tecrübelerle sabittir. Tarihte,
Türkler, bunun sayısız örneklerini görmüş ve yaşamış-
hr; yıllarca «baştacı ettiği» ve «(kendinden bildiği» kim­
seler, dar günlerinde, sıkıntı anlannda ya onları yalnız
-bırakmış veya düşmanla birlik olmuştur (Ermeniler,
devşirmeler. Dönmeler ve bazı Müslüman azınlıklar vs.
gibi).
Türk Toplumu’da Avrupa’da tahsil gören gençlerin
büyük çoğunluğunu teşkil eden Dönmeler, Avrupa’dan
almış oldukları düşünce v efikir hareketlerinin Türkler
arasında yayılmasının öncüleri olmuşlardır (35). Bun­
dan sonra Dönmelerin büyük çoğunluğunun bulundu­
ğu Selanik şehrî. Mason Localarının merkezi haline gel­
miş; Dönmelerin kurmuş oldukları kulüp ve demek­
ler, ihtilâlcilerin toplanma ve karar yeri şeklini almış­
tır (36).
OsmanlI imparatorluğu’nun son zamanlarındaki
hareketlerin, isyanlarm merkezinin Selanik, olması; Ab-
dulhamid yönetimine karşı başkaldıranların arasında
çok sayıda Dönme’nin bulunması, Dönmelerdin mahiye­
tinin araştırılmasına .yolaçıiııştır. Bizzat Sultan Abdul-
hamid, bunların mahiyetleri ve bağlı oldukları Saba-
tay Sevi hakkında Başhaham Moce Levi’den bilgi is-

35 Bkz. Encyc. de i’İslâm, 11/631; Ramsaur, 110-120; Hüseyin Zaman-


tjlı, «Dönmeier», Yeni Devir, ö Haziran 1979, sf. 4.
36 Bkz, Siousch, «Les Deunmeh», lV/494; Ramsaur, 110-120.

İ366
DÖNViELER TARİHİ

temiş ve bu vesileyle Dönmeier’in kimliklerini öğren­


miştir (37).
1908 îhtllâli’nin Masoü - Musevî etkisiyle karıştığı,
hareketin asıl beyinlerinin Yahudi veya Dönmeler oldu­
ğu belirtilmektedir (38). Türkler arasındaki dinî zaaf
ve ahlâkî kusurlarda, Türkiye’nin bugünkü bazı olay­
larla karşılaşmasında Dönmeler’in büyük ölçüde rol ve
tesirleri olduğu üzerinde durulmaktadır (39). Osmanlı
İmparat orluğu' nun' buna lı ma düşmesinde v e sarsılm a-
ymda rol oynayan Dönm.eler’in; Türkler Kurtuluş Sa-
vaşı’na girdiklerinde, maddî ve manevî hiçbir yardımda
bulunmadıkları (40), l'akat Savaş’tan başarı ile çıkılınr
,ca «ahkâm kesmek»ten geri kalmadıkları; ellerine ge­
çirdikleri basili ve yayın yoluyla bu doği’Ultuda faaliyet
gösterdikleri ileri sürülmektedir (41) . Cumhuriyet’in
ilanından bu tarafa toplumu etkilemeye çalışan gaze­
telerin ya sahibi, ya başyazarlarının Dönmelerden veya
bunlarla: akrabalığı bulunanlardan olduğu çeşitli vesi­
lelerle dile getirilmekte ve hattâ yerli ve yabancı yaym-
(arda işlenmektedir.
Bir çeşit «panteizm» ve ftenasuh» inancına da sa­
hip Dönmelerin, Avrupa’daki gelişmelere açık olmala-

37 Bkz. Galante, NDSŞ. 7 5 -7 6 (Selanik Başhahamı'nın İbranîce yaz­


dığı mektubun Fransızca çevirisi, Abrahıam Galante tarafından Be-
ne Berittı Cemiyeti Yayın Organı L'Hamenora’nın Temmuz - Eylül
1934 İstanbul sayısında neşredilmiştiır. Biz, bu çeviriyi gördük].
38 Bkz. Ramsaur, 124- 126.
39 Bkz. Slousch, lV/494; Ency. de l’lslam, li/631; Dönmeler, 6 -1 5 ;
Sadık,'Dönnnelerin Hakikat:, 15; Vakit Gaz. 8 Ocak 1924; Mihrap
Mac. 1924, sf. 154,
40 Bkz. Vakit Gaz, 4 Ocak 1924 (Karakaş Rüştü’nün açıklamasından);
Atilhan, Dünya İhtilalcileri, 32.
41 Bkz. Şahap Tan, Yahudileri Tanıyalım, 9 8 '9 9 .

567
SONUÇ

nndan, yabancı dilleri öğrenmeye büyük gayret gös­


termelerinden dolayı ticarî ve endüstriyel sahada Os­
manlI İmparatorluğu’nun en cazip mevkilerini kısa za­
manda ellerine geçirdikleri gibi bugün de aynı sahalar­
da etkili oldukları ve bütün köprübaşlarına, politikaya,
sanaiye, basına, kültür hareketlerine nüfuz ettikleri
ifade edilmektedir (42).
Türkiye’de maneviyatın yıkılmasına, bölücü ve yı­
kıcı akımların yayılmasına; dinî ve millî akımların kös-
teklenmesıne çaJışanlann, en şiddetli «azınlık ırkçılığı»
yapanlann başında Dönmeler’in geldiği ileri sürülmek­
tedir (43). Dönmeler, mümkün olduğu kadar, toplum-
ları arkalarından sürükleyebilecek mevkilere gelmeye,
iider olmaya dikkat, etmiş ve beynelmilel akımların Ön-
cülüğünü yapmaya gayret saxfetmişlerdir.
Haklarında çok çeşitli görüş ve iddialar bulunan
Pönmeler’in Türklük ve İslâmlıkla olan ilgileri de tar­
tışmalıdır. Dönmelerin Karakaşlar Grubu’ndan Rüştü
Bey ve benzerleri bunlarm Türklükle ve İslâmlıkla il­
gilerinin bulunmadığını iddia etmişlerdi. G. Scholem
de, Dönmeler’in literatürlerinde, kendilerinin İslâmî ce­
maate mensubiyetlerini bildiren bir ifadeyi bulmamn
mümkün olmadığını (44), «Ku7,u Bayramı», dolayısiyle
zevk ve eğlence içinde geçen âyinler icra ettiklerim,
«zina ve serbest aşk» yaptıklarını ve günümüze kadar

42 Bkz. C. Kutay, Tarih Sohbetleri, V İII/r/'7 ; N. Zamantılı, «Dönme­


ler», Yeni Devir, 8 -1 0 Haziran 1979, sf. 4.
43 Bkz. Nejdet Sançar, Türkîük Sevgisi, İstanbul 1952, 4 6 -5 9 ; H. Tan*
yu, TBYT, 1/257; H. Tanyu, Atatürk Ve Türk Milliyetçiliği, Ankara
1981, 8 9 -90 ; Hüsnü Dikeçligil, M illî Eğitim Dâvamız, İstanbul 1975,
13, 38.
44 Bkz. G. Scholam, «Doerımeh», Ency. Juudaica, VI/151.

^G8
ÜÜNM tILER TARİHİ

varlıklarım sürdürdüklerini, hattâ İsrail’de bile bulun­


duklarını belirtmektedir (45).
Türk Milleti, Cumhuriyet’In ilânından sonra, çeşit-
ii değişiklikler ve inkılâplar geçirmiştir. Bu yeni rejim,
faizli cemiyetlere son vermiştir. Böylece «Dönme Cema­
ati» de. O ır ta d a n kalkmıştır. Ancak, bu ortadan kalkışın
zahirî olduğu, fakat fikir ve düşüncelerin kafalarda,
kalblerde yaşadığı ve hattâ gizli bir şekilde «azınlık
cem.aati)) ruhu İle günümüze geldiği anlaşılmaktadır,
la b iî gizli bir şekilde, «illegal» bir tarzda yaşayan bir
grubu tesbit etmek zordur (Kendi açıklamaları ve if­
şaatları bunun dışındadır). Çürüdü çoğunluk azınhğa
tabi’ olmuşsa, azınlığın varlığı ve âdetleri tesbİt edile­
mez, Bu dummda onların varhğı, tutum, davranış ve
çîişa akseden düşünceleriyle ancak bilinebilir.
Biz, «Türküm» diyeni Türk, «Müslümanım» diyeni
de Müslüman kabul ederiz. Samimî olarak «Türküm
ye Müslümamm» diyenlere, o gözle bakmayı ve onların-
da c şekilde olmalarım temenni etmekteyiz. Bu ölçüler
İçerisinde Dönmeler’den gerçekten «ihtida.» eden, saf ve
samimî olanların varlığını da kabul ediyoruz. Ancak
fJabatay Sevi’nin prensiplerine bağlı ve o ideali yaşat­
mayı -hertürlü şartlar içerisinde- gaye edinenleri de
c.anıîmı olanlardan ayırırız. Bu durumda olan Dönme­
leri, büyük ölçüde Yahudilik’e bağlılıklaaından, sistem­
lerinin temelini Yahudilik felsefesi üzerine kurmuş ol­
malarından, Müslüman görünmekle beraber kalben Ya­
hudi kalarak özel bir Yahudi türünü oluşturmalarm-

45 Bkz, G. Scholem, «Doenmeh», Ency. Judaica, Vl/151; G. Scholem,


«Gizli Yahudi Cemaati ; Türkiye Dönmeleri», İFD, X X X /2 3 8 ,
240, 242.

569
SONUÇ

vlan, «ikiyüzlü» varlıklarını üç yüzyıldan fazla bir sü-


Ledir bozulmadan devam ettirdiklerinden, «Sabataycı-
lik» veya «Saba.tayizm)) adı altında bir Yahudi mezhe­
bi, fırkası olarak mütalâa etmekteyiz.

';'0
DÖNMELER TARİHİ

BİBLİYOGRAFYA

Abdulbakî, M. Fusd, M u ’cemü’l-Müfehresi li Elfâzi’l-Kur’âni'l-Kerîm,


Abdulhamicl, Muhammed Harb, «Yahudu’d-Dönme», el-Arabî, Ku­
veyt 1980, Sayı : 255
el-Adevî, M , Cuma, «He! Kullu Edyâni’s-Semavîyye Ted’u İle'l-Hay-
ra?». ed-Da’ve, Riyad 1982.
Ahmed b. Hanbe!, Müsned, İst. 1982,
Ahmed Asım, Kamus Tercemesi, İst. 1305.
Ahmed Cevdei Paşa, Kısas-î Enbiya, l - IV, İst. 1969.
Ahmad Cevdet Pa.şa, Tarîh-i Cevdet, I- X ll, Üçdal neşriyat, İstan­
bul (t.y.).
Ahmed Refik «Osmanlı İmparatcrluğunda Meskukât», Türk Tarihi
Encümeni Mecmuası 1924, No : 83 (IX).
Akyol, Taha, «Azmlıklann Politik Eğilimleri» Hergün Gazetesi. (Tef­
rika), 17 Haziran 1977.
Ansiklopedik Türkçe Sö'^’liık. İst. 1S64.
Ansiklopedik Sözlük, M illiyet Yaym. Lim. Şir., 1967.
Antonio, Menavino, Şeyh Bedreddin Dolayısıyla Torlaklar, Çev.
Lütfi Yücel, Ankara 1971.
Arnold, T.W., İntişârı İslâm Tarihi, Ankara 1971.
el-Askalanî, İbn Hacer, Fethu’l-Bâri. M ısır 1304.
el-Askerî Murteza, Abdullah b. Saba Masalı, Çev. Abdulbaki Göl-
[üinarlı, İstanbul 1974,
Âşıkpaşazâde (Derviş Ahmed Aşıkî), Aşıkpaşazâde Tarihi, İst,
1332. (Aşıkpaşaoğftj Tarihi ismiyle N. Atsız tarafından Latin harfleriyle
hazırlanmış ve Küitür Bakanlığı Yayınlan arasında çıkmıştır. Ankara
1935).
Atilhan, Cevat R., İslam’ı Saran Tehlike ve Siyonizm, İst. 1955;
Atilhan, C.R., Dünya Kıtillalcileri, Yelken Mat. 1973.
Atilhan, C.R., Gizli ve Fesat Programı, İst. 1972.
Atilhan, C.R., İttihat ve Terakkinin Suikastları, İst. 1971.
Ayaşlı, Münevver, İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim, İst. 1978.
Aydın, Mehmet, «Talmud ve Yahudiler», M illî Eğitim ve Kültür
Dergisi, Ankara 1982, sayı 15.
Aynî. UmdetLi’l-Kâi'i li Şerhi Sahîhi’l-Buharî. III.
Babniger, Franz, «Venediklerin Fatihi Zehirleme Teşebbüsü». Çev.

571
l-îjLîLİYO GRAI'YA

Ş. Yazman. Hayat Tarih Mecmuası, Mayıs 1969, I.


Bacon, Elizabeth E., Esir Orta Asya. Çev. Tansu Say. Tercüman
1001 Temel Eser, 1979.
Bcykal, Bekir Sıtkt, Tarih Terimleri Sözlüğü, Ankara 1975.
el-Belazurî, Fuiûhu’l-Buldân, Çev. Mustafa Fayda, Ankara 1987.
Benningsen, Alexandre, Sufi ve Komiser, Çev, Osman Türer. Aı>
kam 1989.
Ben-Gorion, A. David, La Pslestine dans le Monde d ’Apres Guer-
n, La Terre Retrouvee, P^ris 1942.
Benningsen, Alexandre, Sufi ve Komiser, Çev. Osman Türer, An­
kara 1989. '
Berg, Ar. Hertz, «JevvisiT İdentity» Encyclopedia Judaîca Jerusa-
lem 1978 ,(X1.
Berki, A. Hikmet Keskinoğlü. Osman, Hatemü’l-Enbiyâ Hz. Muham-
med ve Hayatı, Ankara 1960, 1-11.
Bertrand, Louis, İspanya Tarif)i, Çev. Kemali Söylemezoğlu — N.
Ataç, İstanbul 1940.
BMmen, Ö. Nasuhl, Huknk-ı İslâıniye ve Istıiahât-ı Hkhıyye Kamu-
::u İst. 1976, I-V lll.
Bilmen, Ö. N., Kur’ân-ı Kerîm Türkge Meali Alisi ve Tefsiri, İs-
li'.nbul, f-V III.
Borechart, David, «YaİDancı Gözüyle Türkiye’nin Hoşgörüsü», Haf-
noya Bakış, 19-25 Ekim 1986.
Bozdağ, İsmet, Abdulharnit'in Hatıra Deftlri, İst. 1975.
Brovvne, Lew/is, Stranger than l^iction, New York 1927.
, Bu, M., <■Mesaiah^>, The Jewish Encyclopedia Nev^ York 1951, l -Xl ! ,
Buharı, Camiu's-Sahîh, İst. 19S1.
Ca^^elles, Henri, -Messianisme», Dictionnaire des Religions, France
1982.
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, Ankara 1976.
Challeye, Felicien, Dinler Tarihi, Çev. Semih Tiryakioğlu, İst. 1963.
Cohen, A.. Le Talmud, Paris 1933.'
Coşkuner. Kemal Fedâî, «Yakın Tarihimiz ve Siyonizm>>. Ortadoğu
Gazetesi (tefrika] 10 Ocak 1976.
Cothenet, Eduard, «Messianısme - Nouveau Testament». Diction-
naîre des Reliyions, France 1982.
Collier’s Encyclopedia, New York 1961.
Çağatay, Neşet f— ] Çubukçu, I. Agâh, İslâm Mezhepleri Tarihi,
Ankara 1965.

f)72
DÖNMELER TARİHİ

Çant-;!, Mustafa Namık, Büyük Felsefe Lügati, İst. 1945, 1-111.


Çantay, Haşan Basri, Kur’ân-ı Halam ve Meâl-i Kerîm. İst. 1976,
I - IIL
Ç elebi, A hm et. M ukaran âtu ’î-Edyân. I - I V , Kahire 1961 -1 9 6 6 (Birin­
ci C ilı, «M ukayeseli D in ler Açısından Yahudilik», adiyle A, M . Büyük-
vm ar — C , F. Harm an tarafından Türkçe’ye tercüm e e dilm iştir, İstan-
bul 1978).
M ukayeseli D in ler Açısından Yahudilik, Çev. A. M . Büyükçınar —
Ö. F. Harman, İst. 1978.
Danişmend, İsmail Hami, İzahlı Osm anlı Tarihi Kronolojisi, İst.
1971, l - V I .
Danon, M, A n ıu leltes Sabbatiennes. Paris 1910 (Journal A slatlq u r-
derı Ayrı Basım).
D ikeçligil, Hüsnü, M illi Eğitim Davam ız, İst, 1975.
Derviş, A. Halûk, «Sabatay Sevi Olayı ve Dönm eler», Tarih ve
Toplum Dergisi, Haziran 1986.
D evelioğlu, F e r id /O s m a n lıc a -T ü rk ç e Ansiklopedik Sözlük, Anka­
ra i 970.
Dımont, M ax I., Jews God and hlistory, A m erica (Si.gnet) 19G2.
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, 1 -X IV , İstanbul 1986.
D inler T arih i'A n siklo p ed isi, l - l l l , G elişim Yayınları, 1976,
D önm eler, İstanbul, 1335 (1919).
Dolapönü, M .H ., On Emir. S ıralar Basımevi, İst. 1964.
Düzdağ, Ertuğrul, «Sabatay Sevi ve Dönm elik», Sebil M ecm uası,
1976,
Dictionnaire de la Langue France, Paris 1973.
D in le r Tarihi Ansiklopedisi, G elişim Y ayınları, 1975,
Ebu Davud, Sünen, İst. 1981.
Ebul Gazi Bahadır Han, Türklerin Soy Kütüğü, H&z. M uharrem Er-
cjin, Tercüm an, 1001 Tem el Eser,
Ehrlich, E. Ludvvig, G eschicte der Juden in Deutschiand, Düssel-
dpf 1957.
Eısenberg, J., «Dönme», Encyclopedie de L’İslâm , l - l l l , Paris 1913.
Emmet, w., «M essiah», Encyclopedia of Relifion and Ethıcs, New
York 1951.
Erez, Selçuk, « İzm ir’de Zahirî Peygamber», Güneş G azetesi.
18.3.1984.
Eröz, M eh m et, T ürkiye’de A levîlik Bektaşîlik, İst. 1977.
■ Evliya Ç elebi. Seyahatnam eden S eçm eler, Haz. A tsız, İst. 1971.

573
BİBLİYOGRAFYA

Et'düğciu, M. Rıfkf, «Filistin iVîeselesi ve C enevre Konferansı^,


Hergün G azetesi. Tem m uz 1977.
Encyclopedia Am ericana, «Sabatai Zebi of Zevi», N ew Yo rk 1957,
l- X X IX .
Encyclopedia Britannica, «Sabatai Sebi», C obyright 1953, | - X X I I I .
Encyclopedia of Raligion and Ethics, New York 1951, l - X I I .
Felek, Burhan, "İstanb ul’un Fethi», M illiy e t Gazetesi, M ayıs t977.
Ferm, Vergiliüs, Encyclopedia of Raligion, N ew Yo rk 1945.
Fığlalı, Ruhi, Ahm ediyye Wezhebi (Kâdiyânilik), (Basılm am ış Do-
çentlik Tezi), Ankara 1976.
Fığlalı, «M esih ve M ehdi İnancı Üzerine», A.Ü.İ.F.D ., Ankara 1981,
XXV.
Fm dıklılı, M eh m e t Efendi, Sîlahdar Tarihi, D e v le t M atbaası, İst.
1928. ^
Freud, Sigmund, Musa ve Tek Tanrıcılık, Çev. Erol Sevil, İst. 1976.
Frıtsch, Theodor, Tarih Boyunca Yahudi M eselesi, Çev. M ü n ir Ab-
cturrahman İst. ,1972.
Ford, H enry, Beynelm ilel Yahudi. Çev. A d alet Avanoğiu. İst. 1974.
Galanti, Avram . lü rk le r ve Yahudller. İst. 1947.
Galanti. A. Tüık Harsı ve Türk Yahudisi. İst. 1953.
Türk Yahudisi, İst. 1953.
Galante. Abraham , Nouveau.x D ocıım ente Sur Sabatai Sevi, İst.
1935;
Galante, A,. Cinquim e Recuei! de Documents C onsernant les Juifs
de Turguie, İst. 1955.
G alante, A., Histoire des <!'..ıifs d’A natolie, İst. 1957.
Galante, A., Les Juifs des İzm ir, İst. 1937.
Galante, A.. M edecins Juifs au Service de la Turqie, İst. 1938.
G alante, A., H istoire de Juifs İstanbul, İstanbul 1941.
Galante A., H ictore de Juifs de Turqie, İst. 1İ952.
Galland A ntoine. İstanbul’a A it Günlük H atıralar, Çev. N. Sırrı
Örik, Ankara 1949. /
Galip, Selahattin, B elgelerle T ürkiye’de Dönm eler ve Dönm elik,
İst. 1977.
G.L., «Cabbala», The Jevvish Encyclopedia (JE), N ew York 1951,
I-XII.
G ottheil, Richard, «Dönme», JE, (IV ].
Gövsa, i. Alâeddin, Sabatay Sevi, İst. 1939.
Gövsa, İA., Resimli Yeni Lügat ve Ansiklopedi, Tan M atbaası,

574
DÖNMELER TARİHİ

İ-V , 1947- 1.949,


Göze, Ergun, «Bir M eklup ve Cevabı», Tercüman, 16.3.1981.
Güngör, Harun, Gagavu^îann DJnî İnançlar! Üzerine Bir A raş tır­
ma, Ankara 1982 (Basılm am ış Doktora Tezi).
Grand Larcusse, Paris 1937.
(G unaltay), M . Şem şeddin, H urafaîtan Hakikâte, İstanbul 1332.
G uîgnebert, Jesus, Paris 1938.
H am m er, J. Von, Osmantı Devleti Tarihi, Çev. M eh m et Ata, M.E.B.
1947, (XI!}.
Hançeriioğlu, Orhan, İnanç Sözlüğü, İst. 1975.
T.H., «Dönme», İslam Ansiklopedisi, İst. 1961, I.
T.H,, «Dönme», İsiam Ansiklopedisi, İst. 1961, (III).
Haşan, C a fe r Hadî, Fırkatu’d-Dönme Beyne'l-Yahudiyye v e ’l-İslâm,
Beyrut 19S8.
Hssluck, F.N., Christianity and İslâm Under the Sultans, Oxford
1929.
Hitti, P,, İslâm Tarihi, Çev. Salih Tuğ, İst, 1980, l - I l .
HizmsUi, Sabri. «Tarihî' Rivayetlere Göre Hz. Osm an’ın Ö ldürülm e'
si», A .Ü.İ.F.D., Ankara 1985. X X V II/1 4 9 -17 6 .
Houtsma, N. Th., «Abdullah b. Saba», İslâm Ansiklopedisi. İst.
1960, (0.
Hruby, Kurt, «Cabbala», •«Me.ssianisme Juif», Dictionnaire des Re-
liglons (D R ). France 1982.
Hruby, H„ «Le Judaism et L'İdee İ'w1essianique, Shalom, D eselee
de Brouwer 1972.
Hayat Ansiklopedisi. Hayat Yayınlan, l - V l .
Ibn Haldun, M ukaddim e. Çev. Z âkir Kâdirf Ugan, MEB 1968, l - l l l .
İbn Hacer, N uhbetu’l-Fiksr, Şerhi, Çev. Talat Koçyiğit, Ankara 1971.
Ibn Hişam, es-S iretü’n-iMebeviyye (Hz, M uham m ed’in H ayatı), Çev.
İzzet Haşan N e ş e t Çağatay, Ankara -1971.
İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihaye, M ıs ır 1932.
İbn M aca, Sünen, İst. 1981.
ibn M anzûr, tis â n u ’l-Arap, Beyrut.
İbrahim Peçevî, Peçevı Tarihi, İst. •(283/1861.
İbranî Din Bilgisi (Ö zetle r), Haham başıhk Yayınları, İst. 1969.
İhsan A rif, «Karakaş Rüştü Beyin Lisanmdan», Vakit G azetesi,
17.1,1924.
İkdam G azetesi,. Kasım 1924 (İstanbul Belediye Kütüphanesi, No ;
110/41).

575
b ib l i y o g r a f y a

ileri G azelesi, 1340/1924 (İst. Belediye Kütüphanesi, No ; 1 35/


■17-18).
İnalcık, H alil, « M eh m et İl», İA. V II,
inan, Abdulkadir, Eski Türk Dini Tarihi, İst. 1976.
Jaschke. Gotthard, Yeni Türkiye'de. Islâmhk, Çev. Hayrullah Örs,
Ankara 1972,
Jomier, Jacques, Tevrat, İn d i ve Kur'an, Çev. Sakıp Yıldız, İst. 1974.
Kâmil Paşa, Tarih-i Siyasî, A h m et İhsan M atbaası, İst. 1327.
Kâzım Kufralı-, «Cııreyc - CLirayc», İslâm Ansiklopedisi, (111).
Kastein, Jüsef, Sabbataı Z ew i der M essias von İzm ir, Berlin 1930.
Kazım Kadri, Türk LııgaU. l.st. 1945,
Kûskioğlu, Osman. İslam Dünyası : Dün ve Bugün, Ankara 1964.
Kutay, C em ai, Tarih Sohbetleri, İst. 1968, V III, IX.
Kutiııay, YaJ^ar. Tarihle ve Günümüzde İslâm M e 2 hepleri, Ankara
1968.
Kutluay, Y.. İslâm ve Yahudi M ezhepleri, Ankara 1965.
Kutluay, Y., Siyonizm ve Türkiye, Ankara 1973.
Kuzgun, Şaban, Hazar ve Karay Türkleri, Ankara 1985.
Kıtab-ı M ukaddes, İst. 1969.
KutLib, Muhahnmed A., Yahudu’d-Dönme, Beyrut 1987,
Lamartine. A., Cihan Hakim iyeti (Türkiye Tarihi), Hzr. M .R. Uzman,
iercüman 1001 Tem el Eser.
Larousse du X X e Siecle, P^ıris 1929.
Lewis, Bernard, M odern Türkiye'nin Doğuşu, Çev. M e tin Kıratlı,
Ank. 1984.
Lewis, M acluf, e!-Muncid, Beyrut 1976.
Loeb, İsidore, «Cabbale Juive», La Grande Encyclopedia, Paris
l-X X X I.
Loevve, H.. «Kabbala». Ency. of. Religıons and Eihes, ERE, New
York 1951, (V II).
M acDonald, D.B., ..M ehdi», İA. V II.
M ahm ut Kasım, Dırasatıın Fi’l-F e lş e îe ti’L-İslam iyye,' M ıs ır 1970
M ahm ul Şeltut, «İsa’nın R e f’i», Çev, Ruhî Fığlalı, A.Ü .İ.F.D ., An­
kara 1978, X X l l i/ 3 1 9 - 3 2 4 .
M ahallî v e ’s-Suyutî, Tefsîru Celâleyn, I - II.
M archalko, Louis, Yahudi, Çev, Cüneyd Emiroğlu, İst. 1976.
M enuhin, M oshe, The Decedance of Judaism in Our Tim e, Nevv
York 1965.

578
DÖNMELER TARİHİ

el-Mesîn, Abdulvahhab Muhammed. «Yahudu’d-Dönme», el-Kabes,


Kuveyt. 3.5.1989.
el-M evdudî. Ebu’l-Alâ, Kadiyanilik Nedir?, Çev. Ahsen Batur, İs­
tanbul 1975.
M oran, A dlî, D in ler Tarihi, H ürriyet Gazetesi N eşriyatı, İst.
M uhsin Abdulhamid, İslâm ’a Yönelen Yıkıcr H areketler, Çev. Saim
/e p re rn — Haşan Güleç, Ankara 1973.
M üslim . Camiıı's-Sahîh, İs t (t.y.)
Naima M ustafa Efendi. Naima Tarihi, Çev. Zuhuri Danışm an, İst.
1907), (t.y .).
Nişancı. Abdurrahman (A bdi) Paşa, Vekayinam e. İst. (Köprülü
Ktp. No : 216).
en-Niysâburî, Ebu'l-Hüseyilv M uslim u'bnu'l-Haccac el-Kuşeyrî, Sa-
. hih-i M üshm ve Tercem esi. M ü t. M eh m e t Sofuoğlu, İst. 1967- 1970,
<.-Vlli.
Ozankaya, Özer, Toplumbilim Terim leri Sözlüğü, T.D.K. yay. Ank.
1975.
Öke, İVİ. Kemal, Siyonizm ve Filistin Sorunu, İstanbul, 1982,
Ö kte, Faik. Varlık Vergisi Faciası, Nebioğlu Yay., İst. (t.y.) 1944-47.
Ö m er S eyfettin, Bomba, İstanbul 1973.
Örs, HayruNah, M usa ve Yahudilik, İst. 196İ6.
Öztuna, Yılm az, Büyük Türkiye Tarihi, İst. 1 9 7 7 -7 8 , I - X I I .
Pakalın. M eh m e t Zeki, Gsmanlı Tarih Deyim leri ve Terim leri Söz­
lüğü. İst. 1949. 1-111.
Papus. îD r. G. Encaıise). La Gabbale, Paris 1937.
Pears, Sir Edwin, l i f e of Abdulhamid, i.ondon 1917.
Pike, E. Royston, D ictionnaire des Religions, Adaptation Francaise ;
Serge Hutın. Parts 1954.
Pretri, François, L'Espayne du Siecle d'Or, Paris 1959.
Ramsaur, E. Edmonson. Jön Türkler ve 1903 İhtilali (The Young
Türks) Çev. Nuran Ülkü, İst. 1972.
Raşid Efendi. Tarih-i Raşid. İstanbul 1282/1865.
Revusk, Abraham , Les Juifs en Palestine, Paris 1936.
Rübert de Beauplen, Le Dravne Juif, Paris 1936.
Rousseau, H erve, Dinlcî' ; Tarihî ve Sosyal İncelem eler, Çev. ;
Osman Pazarlı, İst, 1970.
Resimli Dünya M ecm uası. Fvlül Kasım 1925.
Resimli G azete. 1924- 1925, No : 19 ve 116.
Sadık, {Em. Binbaşı), Dönm elerin Hakikati, D ersaadel, İst. 1919

577
BİBLİYOGRAFYA

Sancar, Necdet, Tıjrkiül< Sevgisi, İst. 1952.


Saraç, Tahsin, Fransızca Türkçe Büyük Sözlük, Ankara 1976.
Sankçıoğlü, Ekrem, Dinlerde M ehdi İnancı ve Tasavvurları, Erzu-
rum 1976 (Basılm am ış Doçentlik Tezi),
Scholem, Gershon. Sabtay Sevi, İsrail 1957, 1-11 (Bu eser, «Sab-
l)atai Sevi», tsmiylo, R..I. Z w i VV'erbIovvsky tarafından İngilizce'ye çev-
ı.-lmiştir. Princeton 1975).
Sabbataf Sevi. Çev. R.J Zw\ W erblow sky), Princeton 1975.
Scholem, G., Le M essianısm e Juif, Fransızca’ya Ter. Bernard D li-
pLiy, Calmann - Levy 1974.
Scholem, G., «Dönmeh». Enc.sclopedia Judaica, V I.
Scholem, G,, «Gizli Yahudi Cem aati Türkiye Dönm eleri», Çev. :
Abdurrahman Küçiık, A .Ü .İ.F.D., Ankara 1988, X X X / 2 1 7 - 2 4 4 .
Schîm m el, Annem arie, D inler Tarihine G iriş, Ankara 1955.
Sctaky, l.eon, Fraw ell to Salonico, New York 1946.
Schwab, M oise, «Sabbstai La Grande Encyclopedie, Paris
(t.y.l.

S ertel, Zekeriya, Hatırladıklarım , İstanbul 1977.


Sevinç, Necdet, Ajan OkLillan. İstanbul 1975.
Sharon, M oshe Sevilla, İsrail Ulusunun Tarihi, Yeruşalay'Im 1981.
Simavt, Şeyh Bedreddin, Varidat, İncelem e ve Çev. C em il Yener.
Elif yay., 1970.
SebilüV Reşad M ecm uası. İstanbul 1924, ( X X I I I ) .
Siyon Ö nderlerinin Protokolleri, Çev. : Abdullah M ustafa, İst. 1976.
Slouch, N., «Les Deunm eh, Une Secfe Jüdeo - M usulm an de Sa-
lonıque», Revııe du M onde M usulm an, Paris 1908, XJ1.
Son Saat G azetesi. 25 M ayıs - Ağustos 1927.
Suphi Nuri, «Cunthıırculuk, Dönm elik ve Rumluk»,' İleri Gazetesi,
1924.
Suyutî, ed-D ürrü'l'M ensur fi't-T efsîr bi’i-M e ’sûr, Beyrut (t.y.).
Suyutî, Nuzulu İsa b, Meryem^ fi Ahiri'z-Zam an, Tah. ve neşr. :
Muhammed Abdullah Abdulkadir Ata, Beyrut 1985.
Şakir, Ziya, «Türkiye Yahudileri», M ille t M ecm uası, 1947 (Tefrika).
Şehristanî, el-M.itel ven-Nihal, Tah. M uham m ed Geylanî, B eyru t
1975, l - l l .
Ş'blî, M evlana Asr-ı Saadet, İslâm Târihi, Çev. Ö m er R. Doğ­
rul, İstanbul 1928, l - X .
Taberî, Ebu C afer İVluhammed b. Cerir, TarihuV-Rusul v e ’l M ulük,
EJ, BrilI 1964, V I.

578
DÖNMEIL-R TARİHİ

Taberî, M ille tle r ve Hül<ümclârlar Tarihi, Çev. Z.K, U g a n -A . Tem ir,


Ankara 1955.
Taha Hüseyin. el-Fitnetü'i-Külırâ, M ıs ır 1964, It..
Tan, Şahap, Yahudileri Tanıyalım , İ s t 1968.
Tanci, Muhamımed b, Tawid, İslâm M ezhepleri Tarihi Ders Not­
la n ,. A.Ü.İ.F. 1 9 7 2-7 3 .
Taner, Haldun, «Yaprak», M illiy e t Gazetesi, 4 Ekim 1981.
Tanyu, Hikm et. Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, İst. 1976, l - l l .
Taplamacıöğlu, M ehm et, K arşılaştırm alı D in ler Tarihi, Ankara 1966.
TekindaÇj, Sehabeltiıı, ('Patih’'n Ölümü M eselesi», İ.Ü.E.F.D. İGtaıv
bul 1966, XVI.
Tirmizî, Sünen, İstanbul 1981,
Triyano, Shmuel, La Nouve'le Ouestien Juive, Ed. Gallim ard 1979.
Turan, Osman, «İstanbul’un Fsthi ve İs lâ m ’ın Dördüncü M ukaddes
Şehri», Tercüman Gaz. 29 M ayıs 1977,
Tursun Bey, Tarihu Ebu'!-Feth (Fatih ’in Tarihi), Haz. A h m et Tez-
başar. Tercüman 1001 Tem el E.<?er.
Türene, Tufan, «Onun Yalnı;^ Kitapları ve Arkadaşları Vardı», M il­
liyet, 3 Şubat 1986.
Türk Hukuk Ansiklopedisi, Ankara 1962, 11/1586.
Türk Ansiklopedisi, «Dönm eler v e y a 'A v d e tile r» , Ankara 1966;
Türkçe Sözlük, Ankara 1969.
Türkiye Ansiklopedisi, Ankara 1956.
Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Oşm anii Tarihi, T.T.K, Bas. Ankara 1975.
Üçok. Bahriye, İslâm'dan Dönenler ve Yalancı Peygamberler, An­
kara 1967,
Ülken, Hilmi Ziya. İslâm Felsefesi, Selçuk yay. (II. bas.).
Ünal, Zeki, Nüzulü İsa M eselesi, İzm ir 1982 (Basılmamış Öğ. Üy.
TİZİ).
Vallaux, Cam iile — J. Brunhes, «Tarihin Coğrafyası», M Ihrab M ec.
1924.
VVeizman, .Hairn, Le Role de la Palestine dans la Solution du Pro-
ieme Juif, Paris — IXe (19^2).
VVensinck, A.J., «Mesı'h», İA . İst. 1960.
Vakit G azetesi, 1 Ocak 1924 (Kanunisanî 1340] — 24 Ocak 1924.
Vatan G azetesi, «Tarihin Esrarengiz Bir Sahifesi», Kanunisanî
>40/.-!924 (10 Ocak — 24 Ocak 1924).
Yalçın, Hüseyin Cahit, Tanın G azetesi, Kanunisanî 1340 (M eclis
U.G. 22).

579
BİBLİYOGRAFYA

Yavuz. A. Fikri, Kur’ân-ı Kerîm ve İzahlı Meâi-i Âlisi, Duran Ofset


‘ 'as. İstabnul.
Yazır, E. Hamdi; Hak DFni Kur'ân D ili, İst. 1971, l - I X .
Yılm az, Cenkhan, «Dbnm elik ve Dönm eler», Ülkücü Kadro D er­
gisi, 15.8.1977.
Yumurcak, Ali, M eh d ilik M eselepinde Bazı İslâm Alim lerinin Gö-
lüşio.ri, A.Ü.I.F, Lisans Tei'i, Ankara 19S&,
Yurdaydın, Hüseyin G., <LTürkiye'nin Dinî Tarihine Bir Bakış»,
A.Ü.İ.F.D., IX /I0 9 -120 Ankara 1991.
Zam antılt, Hüseyin, «Dünmel&r», 5 - 1 0 Haziran 1979, Yeni Devir
G rz.
Z etters te e n , K.V., «IVlehdî». İA, İstanbul 1900 (V II).
ez-Zebidî, Zeynuddin Ahm et o. A bdillatîf, Sahîh-i Buharı M uhtasarı
le c rid -i Sarih Tercem esi, Çev A ’^met Naim, Ankara 1976, l - XM.

580

You might also like