You are on page 1of 18

ÜNİTE 2

Yazılı Anlatım ve Türleri


(Şiir)

HAZIRLAYAN
Dr. Yasemin BULUT*
Dr. Nurgül YILDIZ*
BÖLÜMDEKİ KONULAR

Bu ünitede öğrenilecek konular:

1. Şiir türünün tanımı ve özellikleri.

2. Türk edebiyatında şiirin gelişimi.

i
ŞİİR

Şuur “bilinç” kelimesiyle aynı kökten gelen, Arapça menşeli şiir kelimesi, Türk Dil Kurumu
tarafından yayımlanan Türkçe Sözlük’te “Zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu
kullanımıyla ortaya çıkan edebî anlatım biçimi, manzume, nazım.” olarak tanımlanmaktadır. Her ne
kadar şiir üzerine binlerce söz söylenmiş olsa da gerçekte kesin bir tanıma ulaşmak imkânsızdır.

Fuzuli:
“Zirâ ki ilimsiz şiir esası yok divâr gibi olur
Ve esassız divâr gayette bî-itibâr olur.”

Abdülhak Hamit Tarhan Makber’in ön sözünde:


“En güzel, en büyük, en doğru şiir; bir hakikat-i müdhişenin tazyiki altında hiçbir şey
söyleyememektir. İnsan bazı kere hatırına gelen bir hayali tanıyamaz, o kadar güzeldir. Zihninde uçan
bir fikre yetişemez, o kadar yüksektir. Kalbinde doğan bir hissi bulamaz, o kadar derindir. Bu acz ile
bir feryat koparır yahut pek karanlık bir şeyler söyler yahut hiçbir şey söyleyemez de kalemini
ayağının altına alıp ezer, bunlar şiirdir.”

Ahmet Haşim:
“Şiir, bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır.”

Yahya Kemal:
“Şiir bir nağmedir. Bu nağmeyi ifade etmek için vezin ve lisan bir araçtır.”

Arif Damar 2007 yılında Dünya Şiir Günü Bildirisinde:


“Ne mutlu şiir okuyana ve sevene!. Şiir depremdir, şiir ayaklanmadır, şiir başkaldırıdır. Şiir şimşektir,
yıldırımdır, gök gürültüsüdür şiir. Şiiri, yani yıldırımı hiçbir siper-i saika durduramaz. Şiir
korkunçtur, güzeldir. Hiçbir kapı, hiçbir duvar önünde duramaz. Kapı tunçtan, demirden, çelikten de
olsa önünde duramaz. Şiir yürür, ezer geçer. Şiir her şeyden, herkesten daha güçlü, daha yıldırıcıdır.
Şiir sınır tanımaz, ne kral tanır, ne imparator. Şiir Cengiz Han 'dan da, Sezar 'dan da, Hitler 'den de,
Büyük İskender 'den de büyüktür. Şiirin yürüdüğü yolun bitimi yoktur. Şiir sonsuzluğa gider,
sonsuzluktan gelir. Şiir hiçbir güce boyun eğmez. En güçlüden daha güçlü, en güzelden daha da
güzeldir. Eşsizdir, bir benzeri daha olmamıştır ve olmayacaktır da. Şiir bütün dillerden başka,
bambaşka bir dille konuşur. Ama onun dilini, söylediğini herkes ama herkes anlar. Şiiri hiçbir güç
tutsak edemez. Altın da, pırlanta da, elmas da şiirden değerli değildir; olmamıştır, olmayacaktır. Şiir
dilsizleri konuşturur, sağırların kulaklarını açar. Şiir buluttur, yağmurdur, gökyüzüdür. Şiirin

1
arkadaşları, dostları vardır. En yakın dostu bilimdir. Sonra musiki ve resim gelir. Şiirde müzik de
vardır, resim de, yontu da. Mimar Sinan'la da dosttur, Darwin, Einstein'la da. Şiir gelecektir, umuttur,
özlemdir, mutluluk ve güzelliktir…”

İnsanoğlunun ilk edebî ürünü olan şiir, estetik duyguların bireyselleşmesiyle ortaya çıkan, başlangıçta
genellikle dinî törenlerde müziğe eşlik eden bir türdür. Şiir; müzik, dans, tiyatro ile iç içe olsa da
zamanla bu etkinlikler birbirinden ayrılır. Türk şiiri de diğer milletlerde olduğu gibi dinî törenlerden
doğar, din dışı konularla gelişimine devam eder. Türk şiirinin gelişimi dört başlık altında toplanabilir:
1. Eski Türk şiiri 2. Divan şiiri 3. Halk şiiri 4. Çağdaş Türk şiiri.

1. Eski Türk şiiri:


Eski Türk şiiri tabiriyle kastedilen Türklerin İslamiyet’i kabul etmeden önce vücuda getirdikleri en
eski manzum parçalardır. Bu manzum parçalar, hece ölçüsüyle, dörtlükler şeklinde ve genellikle dize
başlarında oluşturulan bir kafiye ile yazılır. Kimi araştırmacılar en eski Türk şiiri örneği olarak Orhon
Yazıtlarını kabul eder. Bunu bir yana bırakırsak eski Türk şiirinin ilk örneklerini Uygurlarda
bulabiliriz. Uygur şiirleri çeviri esaslı dinî şiirlerdir. Az sayıda doğa, sevgi vb. üzerine yazılmış şiirler
de vardır. Divânü Lugati’t Türk’te ve Turfan kazılarında ele geçirilen metinlerde rastlanan ilk Türk
şairleri Aprın Çor Tigin, Ki-ki, Kül Tarkan, Asıg Tutung, Çisuya Tutung vb.dir. Şairlere baksı, kam,
ozan gibi adlar verilmektedir. Bu dönem VIII-IX. yüzyıllar arasını kapsar.

Örnek 1:
Kasınçıgımın ö[yü] Yavuklumu düşünüp
Kadgurar men Kaygılanıyorum;
Kadgurduk[ça] kaşı körtlem Kaygılandıkça, kaşı güzelim,
Kavışıgsayur men Kavuşmak istiyorum!
Öz amrakımın öyür men Öz sevgilimi düşünüyorum;
Öyü evirür men ödü… çün Düşünüp durdukça…
Öz amrak[ımın] Öz sevgilimi
Öpügseyür men (Aprın Çor Tigin) Öpmek istiyorum!

Örnek 2:
Keldi esin esneyü (Bahar rüzgârı eserek geldi)
Kadka tükel osnayu (Ama bu rüzgâr) kar tipisine benziyordu
Kirdi bodun kasnayu Halk soğuktan titreşerek (evlere) girdi
Kara bulıt kükreşür (Gökyüzünde) kara bulutlar gürlüyor

2
2. Divan şiiri:
XIII. Yüzyıldan başlayarak XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam eden Divan şiiri (nesri de içine
alan Divan edebiyatı) sözünün ilk defa kimin tarafından söylendiği belli değildir. Bu tarihten önce ve
sonraki birkaç sene içerisinde kitaplarda Osmanlı şiiri ismine rastlanır. Fakat Divan şiirini sadece
Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde oluşmuş bir edebiyat olarak görmek doğru değildir. Divan
şiiri denilince Harezm, Çağatay, Azeri ve Osmanlı lehçelerinde Arap ve Fars -özellikle Fars-
edebiyatlarının estetik kaideleri üzerine kurulmuş şiir anlaşılmalıdır.
Divan şiirleri aruz ölçüsü ve genellikle beyitlerle yazılır. Dörtlükle oluşturulan nazım şekilleri de
vardır. Beyit (beyt) “ev” demektir, nasıl evin içinde insan olması gerekiyorsa, beytin içinde de mana
bulunmalıdır. Mısra “kapı” anlamına gelir. Evin yapımı kapısı takıldıktan sonra bittiği gibi iki mısra
tamamlandıktan sonra beyit bitmiş olur. Bütünüyle bir konuyu işleyen Divan şiirleri olsa da Divan
şiirinde genellikle konu bütünlüğünden ve güzelliğinden çok beyit güzelliğine önem verilir. Mazmun
adı verilen ortak sözler kullanılır. Hiç söylenmemiş mazmun bulmak kolay bir iş değildir, bunun için
dili işlemek, edebî sanat denen dil hünerlerini bilmek gerekir. Söz sanatlarını inceleyenler, manayı
kadına, edebî sanatları da kadının giyinip kuşandıklarına, takındıklarına ve süründüklerine benzetir.
Divan şiirlerinde genellikle aşk, şarap, tabiat, din, tasavvuf gibi konular işlenir. Anadolu sahasında
Divan edebiyatının ilk örnekleri 13. yüzyılda ortaya çıkar ve bu edebiyatın ilk ürünleri Hoca Dehhani
tarafından verilir.

Örnek 1:
Aceb bu derdümün dermânı yok mı
Ya bu sabr itmegün oranı yok mı

Yanaram mûmlayın başdan ayağa


Nedür bu yanmağun pâyânı yok mı?

Güler düşmen benüm ağladığıma


Aceb şol kâfirün îmânı yok mı?

Delübdür ciğerümi gamzen okı


Ara yürekde gör peykânı yok mı?

Gözi hançerlerin boynuma çaldı


Aceb ol zâlimün imânı yok mı?

3
Su gibi kanumı toprağa kardun
Ne sanursın garîbün kanı yok mı?

Cemâl-i hüsnüne mağrûr olursın


Kemâl-i hüsnünün noksânı yok mı?

Begüm Dehhânî’ye ölmezdin öndin


Tapuna irmeğe imkânı yok mı? (Hoca Dehhani)

Örnek 2:
İlm kesbiyle pâye-i rif’at
Arzû-yı muhâl imiş ancak
Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kıyl ü kâl imiş ancak (Fuzuli)

Örnek 3:
Bir lebî gonca yüzü gülzâr dersen işte sen
Hâr-ı gâmda andelib-i zâr dersen işte ben

Lebleri mül saçları sünbül yanağı berk-î gül


Bir semenber serv-î hoşreftâr dersen işte sen

Payîne yüzler sürer her serv-î dil-cuyûn revan


Su gibi bir âşık-ı didar dersen işte ben

Zülfü sahir turrası tarrar şûh-ı şivekâr


Çeşmi cadü gamzesi mekkâr dersen işte sen

Firkatinde teşne leb hatır perişan haste dîl


Künc-i gamdâ bi-kes ü bi-mâr dersen işte ben

Gözleri sabr u selamet ülkesini tarac eden


Bir amansız gamzesi Tatar dersen işte sen

Bakîya Ferhad ile Mecnun-î şeydadan bedel


Âşık-ı bi-sabr ü dil kim var dersen işte ben (Baki)

4
3. Halk şiiri:
İslamiyet öncesi Türk edebiyatı geleneklerinin uzantısı olan, kaynağını halk kültüründen alan ve sade
bir halk Türkçesiyle, halkın içinden yetişmiş şairler tarafından söylenen şiirlerdir. Halk şiiri üç ana
bölümde incelenebilir: 1. Anonim halk şiiri 2. Saz şiiri (Âşık edebiyatı) 3. Tekke şiiri.

1. Anonim halk şiiri: Dörtlüklerle ve hece ölçüsüyle söylenen, söyleyeni bilinmeyen, halkın ortak
ürünü sayılan şiirlerdir. Bu şiirlerin nazım biçimleri mani, türkü, ağıt ve ninnidir.

2. Saz şiiri: Çoklukla okuryazar olmayan, âşık adı verilen şairler tarafından genellikle saz eşliğinde
söylenen şiirlerdir. Bu şiirlerde koşma, semai, varsağı, destan gibi nazım biçimleri kullanılır.

3. Tekke şiiri: Temelinde Allah aşkı ve Vahdet-i Vücut düşüncesi olan dinî, tasavvufi düşünceyi
yaymak için söylenen şiirlerdir. Kurucusu 12. yüzyılda Doğu Türkistan’da yetişen Hoca Ahmet
Yesevi’dir.

Örnek 1:
Kadıköy’e
Arzuladık ihvanı,
Geldik şu Kadıköy’e
Müftü haraç keserse
Ne yapsın kadı köye.

(Adam aman!) Kuzu su.


Çay kuru çeşme kuru,
Nerden içsin kuzu su
Beni yakıp yandıran,
Bir ananın kuzusu.

Örnek 2:
Ateş Vapurunu İcat Edenler
Ateş vapurunu icat edenler
Yelken açıp yel kadrini ne bilsin
Süleyman'dır kuş dilini söyleyen

5
Her Süleyman dil kadrini ne bilsin

Hayvanlarda bir kaç çeşit fırkalar


Kimi düzden aşar kimi yorgalar
Necasete müştak olan kargalar
Has bahçede gül kadrini ne bilsin

Seyrani Baba'nın beli büküldü


Ağzının içinde dişi söküldü
Davut Nebi sadasından çekildi
Saz çalmayan tel kadrini ne bilsin (Seyrani)

Örnek 3:
Şol Cennetin Irmakları
Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyü deyü
Çıkmış İslam bülbülleri
Öter Allah deyü deyü

Salınır tuba dalları


Kur'an okur hem dilleri
Cennet bağının gülleri
Kokar Allah deyü deyü

Kimi yiyip kimi içer


Hep melekler rahmet saçar
İdris nebi hülle biçer
Diker Allah deyü deyü (Yunus Emre)

6
Örnek 4:

Aldanma Cahilin Kuru Lafına

Aldanma cahilin kuru lafına

Kültürsüz insanın külü yalandır

Hükmetse dünyanın her tarafına

Arzusu hedefi yolu yalandır

Kar suyundan süzen çeşme göl olmaz

Gül dikende biter diken gül olmaz

Diz diz eden her sineğin bal'olmaz

Peteksiz arının balı yalandır

İnsan bir deryadır ilimle mahir

İlimsiz insanın şöhreti zahir

Cahilden iyilik beklenmez ahir

İşleği ameli hâli yalandır

Cahil okur amma âlim olamaz

Kâmillik ilmini herkes bilemez

Veysel bu sözlerin halka yaramaz

Sonra sana derler deli yalandır (Âşık Veysel)

7
4. Çağdaş Türk şiiri
XIX. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak Tanzimat Fermanı’nın siyasi ve sosyal alanda meydana
getirdiği yenileşme hareketi edebiyatta da etkisini gösterir. Tanzimat hareketi temel olarak dünya
görüşünde zihniyet değişiminin bir ifadesidir. Batı dünyası ile yakın kültürel ilişkiler, çeviri
çalışmaları, yeni edebî türler Türk şiirini de yavaş yavaş değişme ve yenileşme içerisine dâhil eder.
Yalın ve doğal bir söyleyişle ölçüsüz ve kafiyesiz şiirler yazılması, sözcük dizilişinin ve iç ahengin
önem kazanması, her türlü konunun işlenip serbest şiir tarzının benimsenmesi çağdaş Türk şiirinin
özellikleridir.

Örnek 1:
Murabba
Sıdk ile terk edelim her emeli her hevesi,
Kıralım hâil ise azmimize ten kafesi;
İnledikçe eleminden vatanın her nefesi,
Gelin imdada diyor, bak budur Allah sesi!

Bize gayret yakışır, merhamet Allah'ındır;


Hükm-i âtî ne fakîrin ne şehinşâhındır;
Dinle feryadını kim terceme-i âhındır
İnledikçe bak ne diyor vatanın her nefesi.

Memleket bitti, yine bitmedi hâlâ sen, ben,


Bize bu hâl ile bizden büyük olmaz düşman;
Dest-i a'dâdayız Allah içün ey ehl-i vatan;
Yetişir terk edelim gayrı hevâ vü hevesi!... (Namık Kemal)

8
Örnek 2:
Sen Olmasan
Sen olmasan
Seni bir lâhza görmesem yâhut,
Bilir misin ne olur?
Semâ, güneş ebediyyen kapansa, belki vücud
Bu leyl-i serd ile bir çâre-i teennüs arar,
Ve bulur;
Fakat o zulmete mümkün müdür alıştırmak
Bütün güneşle, semâlarla beslenen rûhu,
Bu rûh-ı mecrûhu? ..

Sen olmasan...
Seni bulmak hayâli olsa muhâl,
Yaşar mıyım dersin?
Söner ufûlüne bir lâhza kail olsa hayâl;
Soğur, donar, kırılır senden ayrılınca nazar
Ne hazin
Gelir hâyât o zaman hem vücûda hem rûha,
Yaşar mıyız seni kaybetsek âh ben, kalbim,
Bu kalb-i muztaribim? (Tevfik Fikret)

Örnek 2:

Canım İstanbul

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;

Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.

İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;

O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim.

Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;

Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.

Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,

Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

9
İstanbul benim canım;

Vatanım da vatanım...

İstanbul,

İstanbul...

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;

Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...

Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;

Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...

Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;

Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? ..

Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;

Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...

O manayı bul da bul!

İlle İstanbul'da bul! İstanbul,

İstanbul...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;

Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.

Oynak sular yalının alt katına misafir;

Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.

Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,

Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...

Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?

Cumbalı odalarda inletir Katibim'i...

Kadını keskin bıçak,

Taze kan gibi sıcak.

İstanbul,

İstanbul...

10
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!

Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...

Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,

Adada rüzgâr, uçan eteklerden sorumlu.

Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından

Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı Sarayı’ndan.

Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...

Gecesi sümbül kokan

Türkçesi bülbül kokan,

İstanbul,

İstanbul... (Necip Fazıl Kısakürek)

Örnek 3:
Yaşamaya Dair
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

11
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... (Nazım Hikmet)

Bütün edebî türlerde olduğu gibi şiirin de bir konusu, bir planı vardır. Bunları belirlemeden ne okunan
ne yazılan şiirden tat alınır. Her ölçülü ve kafiyeli yazı şiir değildir. Şiirler konuları bakımından lirik,
epik, pastoral, didaktik, satirik ve dramatik olmak üzere altı grupta incelenebilir.

12
Lirik şiir: Akıcılığın, coşku ve duygusallığın ön planda olduğu bireysel duyguların anlatıldığı şiir
türüdür:

Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,


Varlıkta bütün zevki o cennette duyanlar,
Dünyayı unutmuş bulunurken o sularda,
-Zalim saat ihmal edilen vakti çalar da-
Bir an uyanırlarsa leziz uykularından,
Baştan başa, her yer kesilir kapkara zindan.
Bir faciadır böyle bir âlemde uyanmak,
Günden güne hicranla bunalmış gibi yanmak.
Ey talih! Ölümden de beterdir bu karanlık;
Ey aşk! O gönüller sana mal oldular artık;
Ey vuslat! O âşıkları efsununa ram et!
Ey tatlı ve ulvi gece! Yıllarca devam et! (Yahya Kemal Beyatlı)

Epik şiir: Savaş, kahramanlık, yiğitlik ve yurt sevgisi konusunu işleyen şiirlerdir.

Atıldı Mehmetçik, büyüyü bozdu,


Bir düşman süngüsüne, göğsünden
Bu şahadetle kayalar yarıldı sanki
Dipçik gürültüsünden.(Fazıl Hüsnü Dağlarca)

Pastoral şiir: Tabiat güzelliklerini, kır ve doğa sevgisini anlatan şiirlerdir.

Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla,


Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.
-Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al,
Diye hıçkırır kaval:
Bir çoban parçasısın olmasan bile koyun,
Daima eğeceksin, başkalarına boyun;
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an!
Mademki kara bahtın adını koydu: Çoban! (Kemalettin Kamu)

13
Didaktik şiir: Bir konuda bilgi vermek, bir düşünceyi anlatmak için yazılan şiirlerdir.

Kitap en iyi arkadaş


Bana neyi sorsam söyler.
Ne anlatsa en sonunda
Çalış, iyi, doğru ol der

Geceleri uyumaz o,
Beni kaldırır erkenden.
Okulum kadar güzeldir,
Kitabı çok severim ben (Fazıl Hüsnü Dağlarca)

Satirik şiir: Toplum düzensizliklerini eleştirel bir şekilde anlatan şiirlerdir.

Zenginin züğürdün vasfın edeyim


Züğürt nere varsa han da bulamaz
Zengine baklava börek çekilir
Züğürt arpa darı nan da bulamaz

Zenginin faytonu dağlardan aşar


Züğürt düz ovada yolundan şaşar
Zenginin helvası bal ile pişer
Züğürt herlesine un da bulamaz (Ruhsati)

Dramatik şiir: Trajedi, komedi, dram türündeki manzum tiyatroların genel ismidir. Konuyu
okuyucunun gözünde canlandırılabilir ve konu harekete dönüşebilir.

Oenone
Her ilgimizden uzak, her söze alakasız,
Böyle hayatınıza kıymak mı maksadınız?
Nasıl kötü bir niyet hükmediyor bu akla
Kendinize kıymaya cesaret, hangi hakla?

14
Phedre
Onun suçlu ömrünü sürdürdüm fazla bile.
Oenone
Nasıl? Yüklü müsünüz bir vicdan azabıyla?
Hangi suç neden oldu nedendir kederiniz?
Hiçbir masum kanına girmedi elleriniz. (Racine)

DESTEKLEYİCİ OKUMALAR

http://www.cokbilgi.com/yazi/siir-nedir-tanimi-ve-ozellikleri/

http://www.turkceciler.com/siir-nedir.html

https://www.anadolu.edu.tr/aos/kitap/IOLTP/2275/unite04.pdf

https://www.anadolu.edu.tr/aos/kitap/IOLTP/2275/unite07.pdf

https://www.anadolu.edu.tr/aos/kitap/IOLTP/2273/unite05.pdf

KAYNAKLAR

Azar, Birol (2007), “Sözlü Kültür Geleneği Açısından Türk Saz Şairleri”, Fırat Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 2: 119-
133.http://web.firat.edu.tr/sosyalbil/dergi/arsiv/cilt17/sayi2/119-134.pdf (Erişim
Tarihi: 15.06.2012)
Çavuşoğlu, Mehmed (1986), “Divan Şiiri”, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri),
415-416-417: 1-77.
Dilçin, Cem (1999), Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara: TDK yayınları.
Elçin, Şükrü (1986), Halk Edebiyatına Giriş, Ankara: Kütür ve Turizm Bakanlığı yayınları.
Enginün, İnci (1992), “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri”, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı IV
(Çağdaş Türk Şiiri), 481-482: 565-784.
Gözaydın, Nevzat (1989), “Anonim Halk Şiiri Üzerine”, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı III
(Halk Şiiri), 445-450: 1-104.
Güzel, Abdurrahman (1989), “Tekke Şiiri”, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı III (Eski Türk
Şiiri), 445-450: 251-454.
http://www.dersteknik.com/2011/12/eski-turk-siiri-edebiyat-ders-notlari.htm (Erişim Tarihi
15.06.2012)

15
Okay, Orhan (1992), “Yirminci Yüzyılın Başından Cumhuriyete Yeni Türk Şiiri”, Türk Dili
Türk Şiiri Özel Sayısı IV (Çağdaş Türk Şiiri), 481-482: 286-564.

Ölmez, Mehmet (2001), “Eski Türk Şiirine Kısa Bir Bakış”, Hece Türk Şiiri Özel Sayısı, 53-
54-55: 7-14
http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20DILI/mehmet_olmez_eski_turk_siirine
_ kisa_bir_bakis.pdf
Parlatır, İsmail (1992), “XIX. yüzyıl Yeni Türk Şiiri”, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı IV,
(Çağdaş Türk Şiiri), 481-482: 1-285.
Sakaoğlu, Saim (1989), “Türk Saz Şiirine Genel bir Bakış”, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı
III (Halk Şiiri),445-450: 105-250.
Sertkaya, Osman Fikri, “Eski Türk Şiirinin Kaynaklarına Toplu Bir Bakış”
http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20DILI/sertkaya.pdf
Tekin, Talat (1986), “İslam Öncesi Türk Şiiri”, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı I (Eski Türk
Şiiri), 409: 3-157.
Yardımcı, Mehmet, Türk Şiirinin Doğuşu ve Gelişim Evreleri,
http://turkoloji.cu.edu.tr/YENI%20TURK%20EDEBIYATI/mehmet_yardimci_turk_
siiri_dogusu_gelisim_evreleri.pdf (Erişim Tarihi: 15.06.2012)

16

You might also like