You are on page 1of 8

Yayın Künyesi:

Enlil, Zeynep Merey (2000) “Yeniden İşlevlendirme ve Soylulaştırma: Bir Sınıfsal Proje
Olarak Eski Kent Merkezlerinin ve Tarihi Konut Dokusunun Yeniden Ele Geçirilmesi,”
domus m, Aralık, no: 8, ss. 46-49.

Yeniden İşlevlendirme ve Soylulaştırma: Bir Sınıfsal Proje Olarak Eski


Kent Merkezlerinin ve Tarihi Konut DokusununYeniden Ele Geçirilmesi

Doç. Dr. Zeynep Merey Enlil


Yıldız Teknik Üniversitesi,
Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi

Gelişmiş kapitalist toplumların son 25 yılda geçirmiş olduğu dönüşümlerin kent mekanında
bir dizi önemli etkisi oldu. Kent merkezleri küresel ekonominin değişen üretim süreçlerinin
neden olduğu kentsel yeniden yapılanmanın odağındaydılar. Bu yeniden yapılanma sürecinde
eski kent merkezlerinde ve yakın çevresinde yer alan konut alanları da güçlü bir fiziksel
ve/veya işlevsel yenilenmeye, bunun sonucunda da bir sosyal yenilenmeye maruz kaldılar. Bir
başka deyişle “soylulaştırma” (gentrification)i bu kentsel yeniden yapılanmanın en önemli
boyutlarından birini oluşturmaktaydı. Burada “soylulaştırma” kavramının 1970’li yıllarda
olduğundan farklı bir anlam ve içerik kazanmış olduğunu belirtmekte yarar var. Artık,
“soylulaştırmaya” salt konut alanlarının rehabilitasyonunun neden olduğu bir nüfus değişimi
olarak bakmamak gerekir. Günümüzde “soylulaştırma” daha geniş kapsamlı bir toplumsal
dönüşüm sürecine işaret etmektedir. Kentsel alanların çeşitli müdahale biçimleriyle gerek
işlevini koruyarak, gerekse yeniden işlevlendirilerek kente yeniden kazandırılmalarını ifade
eder.ii Ancak, burada esas olan çoğu kez düşük gelirli eski kullanıcıların dışlanmaları, söz
konusu alanları her iki durumda da terk etmek zorunda kalmalarıdır. Böyle bir pencereden
bakıldığında, küresel yeniden yapılanmanın kentlerdeki en görünür mekansal izdüşümlerinden
biri olan “soylulaştırma”, bir bakıma kent merkezlerinin yeniden ele geçirilmesi anlamına
gelen bir sınıfsal proje olarak kavranabilir.iii

Kentsel Yeniden Yapılanma Sürecinin Bileşenleri

Gelişmiş kapitalist toplumların 70’li yıllarda girdikleri ekonomik krizi aşma çabaları bir dizi
ekonomik, sosyal ve politik dönüşümü beraberinde getirdi. Bu toplumsal dönüşümün
ateşleyicisi yeniden yapılanan sanayi üretimi oldu. Üretimin parçalanıp, uluslararası düzlemde
desantralize olması ile sanayisizleşme eğilimi içerisine giren gelişmiş ülke metropollerinde
sanayi istihdamı açısından önemli kayıplar yaşandı. Buna karşılık, parçalanıp
uluslararasılaşan üretimin kontrol ve koordine edilmesi gereği ve finansal sermayenin
yapısındaki değişmeler hizmetler sektörünün giderek gelişmesini getirdiiv. Kent
ekonomilerinin temelini bu kontrol, koordinasyon ve yönetim işlevlerinin gerektirdiği üretici
hizmetlerinin ve finans sektörünün oluşturmaya başladığı bir süreç yaşandı; bu sektörlerin
kent ekonomisi içindeki payları önemli ölçüde arttı. Bu süreçte, kent merkezleri imalat sanayi
yerine finansal sektör ve üretici hizmetlerinin yoğunlaştığı alanlar olarak yeni bir önem
kazandılar.
70 ve 80li yıllardan bu yana sermayenin, malların, emeğin uluslararası düzlemde dolaşımını
yöneten önemli kontrol merkezleri olarak New York, Londra, Paris ve Tokyo’nun başı çektiği
bir küresel kentler ağı ortaya çıktı. Bu kentler sadece malların ve paranın değil, imajların,
buluşların, sanatın, modanında dolaştığı pazarın önemli kilit noktalarını teşkil ettiler. Bu
küresel kentlerin merkezi iş alanları kısa zamanda uluslararası finans ve hizmetler sektörünün
yoğunlaştığı alanlar haline geldiler ve bu sektörlerin mekansal taleplerine yanıt verecek
biçimde yeniden yapılandılar.v Bu yeniden yapılanmanın ise hemen her yerde benzer
mekansal yansımaları oldu. Kent merkezleri yeni büro binalarının, de-luxe otellerin, kongre
merkezlerinin, lüks konutların, alışveriş merkezlerinin, eğlence mekanlarının ve kültürel
aktivitelerin egemen olduğu alanlar haline geldiler. vi

Öte yandan, uluslararası piyasalarla bütünleşmiş bu yeni kentsel ekonomi farklı niteliklerde
bir işgücü gerektiriyordu. Bankacılık, sigortacılık, emlak işleri, mali işler, danışmanlık,
reklamcılık, yayıncılık, hukuk ve muhasebe faaliyetleri, araştırma-geliştirme, halkla ilişkiler
gibi iş kollarında uzmanlaşmış, çoğunluğunu genç profesyonellerin oluşturduğu bu işgücü
“yeni orta sınıfı” tanımlıyordu. Safları giderek artan yeni orta sınıfların ise değişen yaşam
biçimleri, tüketim kalıpları ve kültürel tercihleri vardı. Bu tercihler doğrultusunda, kent
merkezleri “gourmet” restaurantların, “designer” butiklerin, “wine bar”ların etnik el-
sanatlarının, çeşit çeşit, özel, uzmanlaşmış ürünlerin satıldığı “trendy” ticari birimlerin,
kültürel aktivitelerin yoğunlaştığı alanlar oldular. Kısacası, kent merkezleri sadece fiziksel
anlamda değil, aynı zamanda sosyo-kültürel anlamda da “Manhattanlaştılar”. İşgücünün
yapısındaki bu dönüşümler doğrultusunda adeta bir “burjuva oyun alanı” haline geldiler.vii

Küreselleşmenin etkisi sadece birinci kademe küresel kentlerle sınırlı kalmadı. Ekonomik
istikrarsızlıklar, ulus devletlerin izledikleri de-regülasyon politikaları çerçevesinde müdahale
alanlarını giderek daralttıkları ve refah devleti uygulamalarının koruyucu zırhlarını birer birer
kaldırdıkları ortamda, geleneksel istihdam kaynaklarını yitirmeye başlayan kentler,
uluslararası düzlemde yeniden yapılanan ve giderek akışkanlaşan sermayeyi çekme yarışına
girdiler. Ekonomik gelişmelerini dünya piyasalarına eklemlenmeye endeksleyen kentler,
çokuluslu şirketlerin yönetim merkezlerini ve finansal semayeyi kendilerine çekme stratejileri
doğrultusunda birer “girişimci kent” kimliğine büründüler.viiiUluslararası iş çevrelerine cazip
görünmek için geliştirdikleri kentsel yenileme/yeniden canlandırma projeleri ise gene ulaşım
ve iletişim altyapısının geliştirilmesine, yeni taleplere cevap verecek donanımda ofis
mekanlarının, otellerin sağlanmasına, kentlerin turizm, eğlence, kültürel aktiviteler ve
alışveriş açısından sunduğu olanakların geliştirilmesine odaklandı. Baltimore’dan
Edinborough’ya, Sydney’den Minneapolis’e pek çok kentte benzer süreçler yaşandı. Kent
merkezlerinin yeniden yapılanması ile sonuçlanan bu süreçler sadece gelişmiş ülke
metropolleri ile de sınırlı kalmadı; küresel piyasalara eklemlenmiş Sao Paulo, Buenos Aires,
Bangkok, Taipei, Mexico City gibi gelişmekte olan ülke metropollerinde de etkili oldu.ix

Bu yarışmacı ortamda “bit pazarına nur yağdı.” Tarihin, tarihi kentsel alanların sunduğu
olanaklar yeniden keşfedildi. Bunun iki boyutu oldu. Birincisi, 1980 ve 90’lı yıllar
uluslararası düzlemde hareketliliği artan sermayeyi, zengin turistleri, kısacası kent
ekonomilerini canlandıracak herşeyi çekme çabası içinde geliştirilen “kentleri satma”
stratejilerine tanık oldu. Kentlerin farklılıkları, tarihsel ve kültürel kimlikleri ön plana
çıkarılmaya; terkedilmiş eski endüstri yapılarının, köhnemiş tarihi konut alanlarının aslında
turizm açısından önemli potansiyeller taşıdığının ayırdına varılmaya başlandı. Bir yandan,
“yer-pazarlama” milyar dolarla ifade edilen bir sektör haline gelirken, diğer yandan kentler
turistler için çekici bir “ürün” olarak allanıp, pullanıp, yeni bir çehre, yeni bir imaj ile
uluslararası turizm pazarına sunuldular. Belki tarihi yapı stokları rehabilite edildi ya da yeni

2
kullanımlara uyarlanarak yaşatıldı ama kent metalaştıkca, kentin formunu, kimliğini
belirlemede pazarın o “görünmez eli” egemen oldu; kent sakinlerinin gereksinimleri, istekleri
geri planda kaldı. Yerel yönetimler ve özel sektör en kolay turizmi geliştirme adına konan
hedeflerde uzlaşlaştılar, işbirliğine gittiler. Bu süreçte kamu kaynakları tüm kentlilerin
gereksinimi olan kentsel hizmetlerin, donatı alanlarının sağlanması, teknik altyapının
iyileştirilmesi, kentlerin en muhtaç semtlerindeki yaşam kalitesinin yükseltilmesi için
harcanmak yerine kentleri uluslararası piyasalarda pazarlama kampanyalarına seferber edildi.
Buna karşılık turizmin ne faydaları, ne de maliyetleri kent içinde adaletli bir biçimde dağıldı.x

İkincisi, gösterişci tüketim kalıplarını benimseyen yeni orta sınıflar tarihin tüketimine de,
yeniden üretimine de bir “sosyal ayrıcalık” olarak bakmaya,xi tarihi kentsel mekanlarda
yaşamayı kendilerini toplumun diğer kesimlerinden ayıran “sembolik sermayelerinin” bir
parçası olarak görmeye başladılar. Yeni kentsel ekonominin kurmayları, toplumsal
hiyerarşinin en üstündekiler alt-kentlerde lüks, korunaklı konut bölgelerinde yaşarken, yeni
orta sınıfların konut tercihi uluslararası iş çevrelerine, küresel ağlara entegre olmuş yeni
finans ve yönetim merkezine ve kültürel aktivitelere yakın, tarihsel niteliği olan konut alanları
yönünde oldu. Tarihi konutları onarıp, sağlıklılaştırarak geçmişe ve estetik değerlere sahip
çıkmak, kimlikli çevrelerde yaşamak yeni orta sınıflar için bir “trend” haline geldi. Yeniden
yapılanan kent merkezlerinin hemen içinde ya da çok yakınında bulunan konut alanlarının
yeni orta sınıflar tarafından ele geçirilip, “soylulaştırılması”nın en çarpıcı örneklerini ise New
York’ta Park Slope, Londra’da Barnsbury, Paris’te ise Le Marais sergiliyor. xii

Madalyonun öbür yüzünde ise bir başka resim vardı. Kent merkezlerinde yaşanan bu hızlı
dönüşümün anlamı çalışan sınıfların, en düşük gelirli, en yoksul kesimlerin, göçmenlerin ve
işsizlerin merkezin hem kamusal hem de özel alanlarından adeta sürülmeleri, büyük çaplı bir
yer değiştirmeye maruz kalmalarıydı. New York’taki “İş Geliştirme Bölgeleri” (Business
Improvement Districts) uygulaması bunun belkide en uç örneğini teşkil etmekte. Harvey
Molotch’un da aktardığı gibi Manhattan’da iş çevrelerince yenilenen, katı kurallar ile
istenmeyen unsurlardan arındırılmak istenen ve özel korumalarla güvenliği sağlanan bu
bölgeler sayesinde New York sokakları ve parkları çöplerden, pis kokulardan, uyuşturucu
satıcılarından ve diğer suç unsurlarından “temizlenmekte”, ancak bu arada kentin kamusal
alanları giderek yoksullar, yaşlılar, evsizler, işsizler, sokak satıcıları gibi toplumun pek çok
dezavantajlı kesimlerine kapatılmaktadır.xiii Küreselleşmenin yarattığı kutuplaştırıcı etkiler
göz önüne alındığında bu hayli düşündürücü bir sonuçtur. Yeni orta sınıfların safları
artmaktadır ama küreselleşen bilgi toplumunda artık pek o kadar da gereksinim duyulmayan
niteliksiz işgücü giderek formel emek piyasalarının dışına itilmekte ve hızla “yeni kent
yoksullarını” oluşturmaktadır.

Bu bağlamda, tarihi konut stoğunun işlevi korunarak rehabilitasyonu ya da turizme veya


“burjuva oyun alanında” yer alan diğer işlevlere uyarlanması, aslında yeni orta sınıfların
favori konut biçimleri arasında yer alan modern konut kulelerinin yapımından, yerel ya da
yerel olmayan turistleri çekebilmek için yapılan yatırımlardan, “wine bar”ların, “jazz
cafe”lerin giderek yaygınlaşmasından, “designer butiklerin çoğalmasından ve içinde yeni
yaşam biçimlerine uygun mekanlar talep eden binlerce kişinin çalıştığı çok katlı büro
binalarının yapımından ayrı değerlendirilebilecek bir olgu değildir. Böyle bir bakış açısıyla,
“soylulaştırma” salt konut piyasasında gözlenen dar kapsamlı, romantik veya nostaljik
eğilimlerin bir sonucu olmaktan çok, daha geniş kapsamlı bir olgunun yani kent merkezlerinin
sınıfsal anlamda yeniden yapılanmasının konuta ilişkin bir boyutudur.

İstanbul’un Değişen Yapısı ve Tarihi Konut Alanları Üzerine Birkaç Söz....

3
İstanbul küreselleşme iklime, 1980’lerle başlayan dönemde Türkiye’nin dünya piyasalarına
İstanbul üzerinden entegrasyonuna öncelik veren neo-liberal politikalarla girdi. Bu politikalar
sonucu İstanbul’da 1980 sonrası dönemde hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülke
metropollerindekilere benzer değişimler yaşandı. Serbest piyasa ekonomisine geçişi ve dışa
açılmayı hedefleyen politikalar sonucu İstanbul’un ekonomik tabanı yavaş ama istikrarlı bir
şekilde değişti, imalat faaliyetlerinden finans ve hizmetler sektörüne kaydı.xiv Üretici
hizmetlerinin toplam istihdam içindeki payı 1990 itibarıyla hala düşük olmakla birlikte, 1980-
1990 döneminde %117’lik bir artış oranı ile en hızlı büyüyen sektörler arasında yer aldı.xv Öte
yandan, dışa açılma politikaları ile doğrudan yabancı sermaye yatırımları desteklendi. Bunun
sonucunda Türkiye’ye yatırım yapan yabancı sermaye oranı 1980-1998 arası dönemde 320
misli arttı.xvi Hizmetler sektöründe faaliyet gösteren ve 1980 sonrası dönemde Türkiye’ye
yatırım yapan yabancı sermayenin %60’ı İstanbul’da yer seçti; özelikle de bankacılık ve
finans sektöründeki yabancı yatırımcıların %95’i İstanbul’da yoğunlaştı.xvii Hizmetler
sektörünün gelişmesi ve kendi içinde çeşitlenmesi ile değişen kent ekonomisi sonucunda,
küresel ekonomik düzenin dinamikleri içinde yer alan diğer kentlerde olduğu gibi İstanbul’da
da uluslararası iş çevreleriyle bağlantılı olarak günün revaçta mesleklerinin sahibi olan, yaşam
biçimileri, tüketim kalıpları ve gelir düzeyleri bir yerden diğerine pek de farklılık
göstermeyen yeni orta sınıflar ortaya çıktı.

1980 sonrasında izlenen politikaların kent ekonomisinde yarattığı bu dönüşümler kent


merkezinin mekansal yapısına da yansıdı. Hizmetler sektörünün genişlemesi ve üretici
hizmetlerindeki artış sonucu Taksim-Şişli-Mecidiyeköy merkezi iş alanının uzantısında
Büyükdere Caddesi boyunca yeni bir mekez gelişti. Levent-Maslak aksında gelişen bu yeni
merkez yerli ve yabancı banka ve diğer finansal kuruluşların, uluslararası büyük şirketlerle
holdinglerin genel müdürlüklerinin ve bir kısım üretici hizmetlerinin yer seçtiği önemli bir
alan oldu. Bu alan 1982’de yürürlüğe giren “Turizmi Teşvik Yasası” kapsamında verilen
ayrıcalıklı imar hakları ile yapılaşarak çok katlı iş ve alışveriş merkezleri, “plazalar” ile
doldu.xviii

Geleneksel merkezler olarak, Eminönü ve Beyoğlu ise bu süreçten farklı etkilendiler. 1970-
1985 arasındaki dönemde Eminönü’nde servis sektöründe çalışan nüfusun payı yaklaşık
yarıyarıya azaldı. Bu yapısal dönüşüm 1990’lı yıllarda da devam etmekle kalmadı,
1980’lerden beri ülkeye girmekte olan yabancı sermaye ticarete dönük olarak Eminönü’nde
yaptığı yatırımları sürekli olarak azalttı. Tüm bunların sonucunda Eminönü, ağırlıklı olarak iç
piyasaya hizmet eden firmaların yer seçtiği, toptan ve perakende ticaretin yığıldığı bir ilçe
konumuna geldi. Beyoğlu ise tarihsel misyonunu koruyarak yabancı sermayeli bankacılık ve
finans sektörleri açısından kent içinde Şişli’den sonra en büyük payı aldı ve 1980’li yıllardan
beri kent ekonomisinin “yükselen” sektörleri olan üretici hizmetlerinide çeken bir konuma
geldi.xix

Kent ekonomisindeki bu yapısal dönüşümlerin tarihi konut alanları üzerindeki etkileri


açısından ise şu değerlendirmeler yapılabilir:xx Tarihi Yarımada’da Eminönü 1980’li yıllarla
değişen kent ekonomisinin “yükselen” sektörlerini barındırmamakta, dolayısıyla, “yükselen”
merkez niteliği taşımamaktadır. Bu nedenle, yeni orta sınıfların taleplerine uygun bir
dönüşüm sürecine girmesi ve “in” konut alanlarının, “in” eğlence ve alışveriş mekanlarının
yoğunlaştığı bir bölge olması şimdilik olası görünmemektedir. Ancak, anıtsal yapıların
yoğunlaştığı bir bölge olması nedeniyle turistlerin gözdesi olmaya devam edeceği açıktır.
Turizm sektöründen ivme alan bir dönüşüm süreci Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Sultanahmet
Caminin ağırlık merkezini oluşturduğu bölgenin hemen yakınında, Yarımada’nın Marmara’ya

4
bakan güney yamaçlarında konumlanmış Cankurtaran’da izlenmektedir. Bu semtte tarihi
ahşap konut yapılarının ağırlıklı olarak konaklama tesislerine dönüştürüldüğü bir süreç
yaşanmaktadır. Çoğu göçle gelen nüfustan oluşan semt sakinleri ise bundan rahatsızlıklarını
“...iş yerleri çoğaldı, ...aile kalmadı; ...eski insanlar burayı terk ediyor; ...eskiler taşındı,
...komşuluk kalmıyor” gibi ifadelerle dile getirmektedirler.xxi Süleymaniye, Zeyrek ve Fener,
Balat semtleri ise bu sektörden ivme alabilecek kadar turizmin etki alanı içinde
bulunmuyorlar. Anıtsal yapıların yoğunluk teşkil ettiği bölgelerin uzağındalar. Ne
Süleymaniye Camii, Pantokrator, Kariye Camii gibi anıtların ne de Patrikhane’nin çevrelerini
dönüştürmede yeterli etkileri olmuyor.

Beyoğlu ise 1960’lı yıllarda yitirdiği itibarını, Şişli’ye kaptırdığı prestiji geri alma çabasında
görünüyor. Beyoğlu, 19 yüzyılda Levanten ve gayrimüslim ailelerin yaşadığı prestijli bir
konut alanı olduğu kadar kentin, “Grand Rue de Pera” ya da bugünkü adıyla İstiklal Caddesi
ekseninde yoğunlaşmış önemli bir kültür, eğlence ve ticaret merkeziydi. Bir bakıma, 19.
yüzyıl İstanbul’unun “burjuva oyun alanıydı.” Zamanla bu niteliğini yitirdi. Bölgenin
gayrimüslim sakinlerinin büyük bir kısmı Varlık Vergisi, İsrail Devleti’nin kurulması, 6-7
Eylül olayları, Kıbrıs bunalımı, 1964 Kararnamesi gibi etkenlerle ülkeyi terk ettiler; bir kısmı
da kentin kuzeye kayan prestij alanlarına, Nişantaşı, Şişli gibi yeni gelişen konut alanlarına
taşındılar. Bölgenin eski sakinlerinin terkettikleri konutlar ya boş kaldı ya da göçle gelen
nüfusu barındırır oldu. Daha 1950’lerde dönemin edebiyatçılarının, sanatçılarının,
politikacıların müdavimi oldukları ünlü lokantalar, pastaneler birer birer yok oldu, tiyatrolar
kapandı; yerlerini düşük kaliteli mal satan dükanlar ve imalathaneler aldı. Beyoğlu,
sinemalarında yerli porno filmlerin gösterildiği, arka sokaklarında ucuz pavyonların egemen
olduğu eğlence kültürü ile anılır oldu, giderek bir çöküntü alanına dönüştü.

Ancak, bu durum 1980 sonrasında, özellikle de 1990’larda değişmeye başladı, kentte esen
değişim rüzgarlarından Beyoğlu’da nasibini aldı. İstiklal Caddesi yayalaştırıldı; yeniden bir
alışveriş ve kültürel aktivite aksı niteliğine büründü. Her yıl düzenlenen uluslararası film,
tiyatro, müzik, jazz festivallerinin olumlu katkılarıyla da Beyoğlu’nun sinemaları, tiyatroları
birer birer canlanmaya başladı. Birbiri ardına kitapçılar, kafeler, kafe-barlar, restoranlar açıldı.
Sanat galerilerinin ve kültür sanat merkezlerinin sayısı gün geçtikçe arttı. Hatta, Aksanat,
Yapı Kredi Kültür Merkezi gibi kuruluşlarla öncülüğü finansal sermaye yaptı. Eski konut
yapıları onarılıp, bakılmaya, kimi zaman ofis, sanat galerisi, kafe-bar vb. konut-dışı işlevlere
uyarlanmaya başlandı.

Böyle bir dönüşüm ortamından ilk etkilenen ve hatta onu etkileyen konut alanlarından biri
Cihangir oldu. Semtin dönüşümünde Boğaz ve Tarihi Yarımada manzarasına hakim bir
konumda olması, kent merkezine yürüme mesafesinde olması gibi faktörlerin yanısıra,
belkide Beyoğlu’nun ilk sanat merkezlerinden Bilsak’ın burayı mekan tutması, reklam
ajansları, fotoğraf stüdyoları gibi kuruluşların yer seçmesi de önemli rol oynadı. Önceleri,
İstanbul’da yaşayan yabancılar ve tam da Ley’inxxii tanımladığı, “sanat-kültür ve toplumsal
bilimlerle ilgili meslekler” grubuna giren yazarlar, mimarlar, sanatçılar ve öğretim üyeleri gibi
“öncülerin” talep göstermesiyle başlayan bir süreçte nüfus yapısı değişen Cihangir çöküntü
alanı olmaktan çıktı; şimdi dolarlarla ölçülen emlak fiyatlarıyla İstanbul’un revaçta konut
alanlarından biri oldu.

Cihangir’e komşu Çukurcuma-Firuzağa bölgesinde de benzer bir dönüşümün başladığı


gözleniyor. Kimi yüzyıl sonu konut yapıları onarılıp, cepheleri boyanıyor. Antikacı
dükkanları, sanat galerileri, kafeler, özel ürünler satan ticari birimler (organik gıda maddeleri)
gibi “soylulaşmanın” klasik göstergeleri de izleniyor bu bölgede. Daha 1990’lı yılların

5
başında Siirt’ten, Bitlis’ten göç etmiş ailelerin oturduğu apartmanlar şimdi çok farklı bir nüfus
grubunu barındırıyor. Bu yapıların yeni sakinleri arasında gene mimarlar, ressamlar
fotoğrafçılar gibi “öncülerin” yanısıra yabancı gazeteciler, konsolosluklardan emekli
yabancılar bulunuyor. Dikkat çeken bir olgu ise bu yeni sakinler arasında bankacılar gibi
“yükselen” mesleklere mensup “yeni orta sınıfların” da bulunması.xxiii Bu da aslında gelişmiş
kapitalist ülke kentlerindeki deneyimlere dayanarak geliştirilen “soylulaştırmanın evreleri”
modeline benzer bir sürecin habercisi gibi gözüküyor. Bu modele göre “soylulaştırma”
sürekliliği olan ve kent merkezinde yüksek gelirli servis çalışanlarının, bir diğer deyişle, yeni
orta sınıfların yoğunlaşması ile sonuçlanan bir süreç. Bu süreçte sanat-kültür ve bilim ile
ilintili meslek sahibi “öncüler” bir tür katalizör görevi görüyorlar. Yani, “öncüler” düşük
gelirli çalışan sınıfları; yüksek gelirli servis çalışanları ise “öncüleri” saf dışı ediyor;
ödedikleri daha yüksek fiyatlarla alanı terk etmek zorunda bırakıyorlar.xxiv

Her yerde olduğu gibi, İstanbul’da da madalyonun bir de öteki yüzü var. Boğaz’ın benzersiz
manzarasına hakim, güneye bakan aydınlık bir yamaçta konumlanmış Cihangir, bakımlı,
şıklaşmış, mimari kalitesi yüksek apartmanlarıyla “öncüler” için olduğu kadar kent tutkunu
yeni orta sınıflar için de kent içinde bir “cennet”. Çukurcuma ise belki bir başka “cennet”
olmaya aday. “Cehennem”xxv ise birkaç adım ötede, yoksulluğun hüküm sürdüğü
Tarlabaşı’nın arka sokaklarında.xxvi Burası da eski bir gayrimüslim mahallesi. Şimdiki
sakinleri göçle gelmiş, kimi işsiz, kimi marjinal işlerle kimi ise yasadışı işlerle uğraşan,
eğitimsiz, yoksul insanlar. Tarlabaşı’nın yeni yüzleri arasında travestiler (belkide
“soylulaşmadan” evvel Cihangir’i mesken tutmuş olanlar) ve Afrikalılar da var. Tarlabaşı
Bulvarı bölgeyi Beyoğlu’nun kalbinden -İstiklal Caddesi çevresinden- koparıyor. 1980
sonrası dönemin “mega-projelerinden” olan bu aks Tarlabaşı’nı adeta “görünmez” kılıyor;
toplumsal dışlanmışlığını pekiştiriyor. Kuzeye bakan yamaçlarda ki konumuyla bölge az ışık
alıyor, karanlıkta kalıyor. Bu coğrafi özelliği ise sembolik anlamda temsil ettiği
“küreselleşmenin karanlık” yüzüyle anlamlı bir şekilde örtüşüyor. Ama, bu dışlanmış,
toplumsal ve ekonomik açıdan da karanlıkta kalmış konut bölgesinde canlı bir toplumsal
yaşam sürüyor. Bu unutulmuş alanda kurulan sosyal ilişki ağları, bu insanların yoksullukla
başetme stratejilerininin temelini oluşturuyor.

Tarlabaşı için bir “soylulaşma” trendi çok da yakın gözükmüyor. Ta ki, 1980 sonrasında
izlenen neo-liberal politikalar sonucu İstanbul’u etkisi altına alan küreselleşme iklimi içinde
gelişmiş kapitalist ülkelerin kent merkezlerinde yaşanan dönüşüm süreçlerinin benzerleri
İstanbul’da yeterli ivmeyi kazanan kadar. O zaman, Tarlabaşı belki daha yaşanılası bir yer
olacak, ya da “pazarlanabilir” bir sahne dekoru olarak kentin ekonomisine de katkıda
bulunacak. Köhnemeye terkedilmiş bir müze ya da bir çöküntü alanı olmaktan kurtulacak.
Ancak, kamu politikaları ile yeterli önlemler alınmadığı takdirde Tarlabaşı’nda yaşayan,
“nöbetleşe yoksulluk”xxvii döngüsüne girme olanağını dahi yakalayamamış gözüken bu “yeni
kent yoksulları” alanın yeniden işlevlen(diril)mesi ve/veya soylulaş(tırıl)ması sonucunda
semti “yeni sahiplerine” terkedecekler. Kendileride yeni “cehennemler” yaratmak üzere
kimbilir metropolün hangi köşelerine savrulup, saçılacaklar.....

Burada çok kaba hatlarıyla ele alınan bu senaryonun elbette birçok bileşeni, tartışılacak pek
çok boyutu var. Beyoğlu’ndaki dönüşüm şüphesiz kent ekonomisindeki dönüşümlerle ve
İstanbul’un uluslararasılaşma süreci ile yakından ilintili. Beyoğlu tümüyle “yeni orta
sınıfların” egemenliğinde, steril bir yer değil henüz. Yaşlısı, genci; orta hallisi, zengini,
yoksulu; öğrencisi, sanatçısı, edebiyatçısı; avant-garde’ı, arabeski; konformisti, protesti;
yerlisi, yabancısı, “öteki”si herkes orada. Ancak, Beyoğlu’nun tarihi konut dokusunun
gelişmiş kapitalist ülke metropollerinde etkili olan bu yeni sınıfsal projenin ne denli objesi

6
olacağının yanıtı gene İstanbul’un ne denli eşitsiz ilişkilerin arttığı bir uluslararası kent
olacağında gizli gibi görünüyor.

i
İngilizce’de gentry sözcüğü İngiltere’de soyluların bir alt kademesinde yer alan toprak sahibi prestijli sınıf
anlamına geliyor (Webster’s New World Dictionary, 1978). Gentrification terimi Türkçe’ye Gönül Tankut
tarafından “soylulaştırma” olarak kazandırılmıştır. Bir araştırmacı “soylulaştırma” yerine “burjuvalaştırma”
ifadesini yeğlerken (Z. Ulusoy, 1995:97), bir diğeri, çağdaş dünyada bu süreçte yer alan kişilerin soylu sınıfı
temsil etmemeleri ve bu sürecin kent dışından kente doğru bir dönüş yerine yeni orta sınıfların kent içindeki
hareketliliğini kapsadığı savıyla “sosyal ve mekansal yenilenme” tanımını kullanmaktadır. ( N. Duruöz Uzun,
2000: 55). Kanımca sosyal ve mekansal yenilenme terimi, burada gentrification ile anlatılmak istenen süreci
tümüyle kapsamakta (işlevsel yenilenme dikkate alınmamakta) ve düşük gelirli grupların herhalikarda yer
değiştirmek zorunda kalmasını vurgulamakta yetersiz kalmaktadır. “Burjuvalaştırma”nın daha uygun bir
tanımlama olduğu söylenebilirse de ben burada daha yerleşik olduğunu düşündüğüm “soylulaştırma” terimini
yeğledim. (Ulusoy, Z. (1995) “Kentsel Korumanın Fiziksel ve Sosyal Boyutları”, 2. Kentsel Koruma Yenileme
ve Uygulamalar Kolokyumu, 15 Nisan 1994, İstanbul: MSÜ Matbaası, 95-99. Uzun, N.D. (2000) “Eski Kentte
Yeni Konut Dokusu: Cihangir ve kuzguncuk’ta Sosyal ve Mekansal Yenilenme”, İstanbul, Sayı 35, 55-61.)

ii
Smith, N. (1996) The New Urban Frontier: Gentrification and the Revanchist City, London and new York:
Routledge, s. 39. Smith, N. ve P. Williams (1986) “Alternatives to Orthodoxy: Invitation to a Debate”, Smith,
N. ve P. Williams (der.) Gentrification of the City içinde, Boston: Unwin Hyman, s. 3.

iii
Smith, N. (1996) s. 39.
iv
Sassen, S. (1995) “Urban Impacts of Globalization”, Brotchie, J., M. Bratty, E. Blakely, P. Hall ve P. Newton
(der.) Cities in Competition, Longman: Australia, s. 55.
v
Boyer, C. M. (1992) “Cities for Sale”, Sorkin, M. (ed.) Variations on a Theme Park: The New American City
and the End of Public Space içinde, New York: Hill and Wang, s. 193.

vi
Londra’nın Docklands’ı, New York’un Battery Park City’si, Paris’in La Defense’ı bu talepler sonucu ortaya
çıkan yeni iş alanlarının en çarpıcı örnekleridir.
vii
Smith, N. (1986) “Gentrification, the Frontier, and the Restructuring of Urban Space”, Smith, N. ve P.
Williams (der.) Gentrification of the City içinde, Boston: Unwin Hyman, s. 32.

viii
Boyer, C. M. (1992)
ix
Sassen (1995) s. 38.
x
Holcomb, B. (1999) “Marketing Cities for Tourism”, D. R. Judd ve S.S. Fainstein (der.) The Tourist City
içinde, New Haven and London: Yale University Press, s. 69.

xi
Jager, M. (1986) “Class Definition and the Esthetics of Gentrification”, Smith, N. ve P. Williams (der.)
Gentrification of the City içinde, Boston: Unwin Hyman, s. 81.

xii
Carpenter, J. ve L. Lees (1995) “Gentrification in New York, London and Paris: An International
Comparision”, International Journal of Urban and Regional Research, 19(2), 286-303.

xiii
Yazılı olarakta açıkça ifade edilen bu kurallar çevreye çöp atılmaması, etrafta aylakça dolaşılmaması, yerlere
oturulmaması gibi maddeler içirmekte ve kurallara uymayanların da- tıpkı söz konusu mekanlar kastedilerek
olsa gerek- “yenileneceği” uyarısında bulunulmaktadır. Harvey Molotch, “The Pull of the City: 1/3 of New
York Cleans Up”, BBCworld, 25 Kasım 2000.
xiv
Aksoy, A. (1996) Küreselleşme ve İstanbul’da İstihdam, İstanbul: Fes, s. 11.

7
1990 verilerine göre İstanbul’da sanayi istihdamının toplam istihdam içindeki payı %33 iken bu oran hizmetler
sektöründe %60 dır. (Çıracı, H. ve G. Erkut (1998) 2000’li yıllarda İstanbul’un Altyapı Beklentileri ve
Mekansal Örgütlenme, İTO yayını , yayın no: 1998-17, s. 49)
xv
Üretici hizmetlerin İstanbul’da toplam istihdam içerisindeki payı 1980’de %5.29 iken bu oran 1990’da 7.07’ye
yükselmiştir. Üretici hizmetlerinin hizmetler sektörünün toplamı içindeki payı ise 1980’de % 10.3 den
1990’da % 13.9’a erişmiştir. Aksoy, A. (1996) s. 24-33.
xvi
Özdemir, Türkiye’deki yabancı sermaye yatırımlarının anılan dönemde 35 milyon dolardan 11.234 milyon
dolara çıktığını; yabancı sermaye yatırımlarını içinde imalat sanayinin payının %91,5’den %56,8’
gerilediğini; buna karşılık, aynı dönemde servis sektörünün payının %8,5’dan %40,5’ sıçradığını belirtmekdir.
(2000, s. 98)
xvii
Özdemir, D.A. (2000) “Yabancı Sermayenin İstanbul Haritası”, İstanbul, Sayı 35, s. 98.

xviii
Bu yasa kapsamında 1984-1993 yılları arasında İstanbul’da 40 “turizm merkezi”ilan edildi ve kent toprakları
bir “yatırım alanına” dönüştü. Bununlada kalınmayıp yasa turizm dışı amaçlarla da ayrıcalıklı imar hakları
elde etmenin bir aracı haline dönüştü. “Turizm ve İş Merkezi” olarak tanımlanan bu alanlarda inşaa edilen
büyük oteller ve iş merkezleri ile büyük sermayenin yanısıra uluslararası sermaye de İstanbul’da yaratılan
kentsel ranta ortak edildi. (Ekinci, O. ( 1993) “Turizmi teşvik Yasası ve Yağmalanan İstanbul”, İstanbul, Sayı
6, ss. 18-23.)

xix
Özdemir (2000) ss. 98-99, bkz: Tablo 2.
xx
Bu yeni merkezin en direkt ve çabuk etkisi Levent’te görüldü. 1950’lerin ilk toplu konut projelerinden
Levent mahalleleri bahçe içinde tek ailelik ve ikiz evler ile villalardan oluşmaktadır. Merkezin Levent- Maslak
aksında ilerlemesi ile Levent mahallesi konut fonksiyonunu hemen hemen yitirdi. Reklamcılık ajansları gibi
üretici servislerinin yanısıra oto galerileri, lokantalar, gece klüpleri ve barlar, butikler gibi kullanımların yer
ticaret ve eğlence merkezi niteliğine bürünmüştür. Ancak bu yeniden işlevlendirme bir “soylulaştırmaya”
neden olmuş değildir.

xxi
Dinçer, İ. ve Z. Merey Enlil (1996) “Eski Kent Mekanlarının Yeni Sahipleri: Göçmenler ve Eski Kent
Mekanlarının Yeniden Üretimi” Diğerlerinin Konut Sorunları, Habitat II Ön Konferansı, TMMOB Mimarlar
Odası, 23-25 Kasım 1995, Bilkent, Ankara; E. Komut (ed.) Diğerlerinin Konut Sorunları içinde, TMMOB
Mimarlar Odası Yayını, Ankara, ss. 273-279.
xxii
Ley, D. (1994) “Gentrification and the Politics of New Middle Class”, Environment and Planning D: Society
and Space, cilt 12, 57.

xxiii
1992 yılında tarafımdan yapılan alan çalışmasını ve 2000 ylı pilot çalışması
xxiv
Ley . (1994) Vancouver’da ressam ve yazarlardan oluşan “öncülerin” yerleştikleri konut alanlarının 15 yıl
içerisinde çok daha keskin ikinci bir “soylulaştırma” dalgasına maruz kaldığı kaydetmektedir Bu sürecin en
çarpıcı örneklerinden birini ise New York’un SoHo’su teşkil etmektedir. Bkz. S. Zukin, (1989) Loft Living
New Brunswick: Rutgers University Press.
xxv
F. Ercan’ın M. Davis’in Los Angeles için yaptığı bir tanımı tüm dünya kentleri için genelleştirerek yaptığı bir
analiz için bkz. F. Ercan (1996: 78-80)
xxvi
Yıldız Teknik Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümünde Doç. Dr. İ. Dinçer, Doç. Dr. Z. M. Enlil,
Öğr. Gör.Dr. Hülya Yakar, Öğr. Gör.Dr. Berna Dikçınar ve Öğr. Gör.Dr. A. D. Özdemir’in Planlama
Stüdyosu 4 ve 5 kapsamında yürütmekte oldukları Tarlabaşı’na ilişkın araştırmanın sonuçları basıma
hazırlanmaktadır.
xxvii
Işık, O. ve M. Pınarcıoğlu, (1999) “Sultanbeyli Notları”, Birikim, sayı 123(Temmuz), ss. 49-52.

You might also like