You are on page 1of 10

Yazar Bertolt Brecht'in oluşumu ve anlamı

ÖZDEMİR NUTKU
Sözlerime Brecht’in bir deyişiyle başlamak istiyorum: "Tiyatroyu, estetik bir tartışma açısından
uygun olduğu oranda bir eğlence yeri olarak  kabuledelim, ama ne çeşit bir eğlencenin bize uygun
olacağını da araştırıp bulalım,"1 diyen Brecht, tiyatronun bilimsel çağa uygun bir biçimde ele
alınması gerektiğini savunur. "Bilim çağının tiyatrosu diyalektiği hoşlanır birduruma getirecektir,"
çünkü "bütün sanatlar, en yüce sanat olan yaşama sanatına hizmet eder"2. Brecht'i diyalektik
tiyatro aşamasına getiren yol üç basamaklıdır, ilk basamakta karamsar ve anarşist bir genç yazar,
ikincide kendisini disipline sokmak için Marksist dünya görüşünü kabul etmiş deneyci bir sanatçı,
üçüncüde güçlü, etkin bir kuramcı, uygulayıcı ve yazar... Ancak bu üç evre kesin çizgilerle
birbirinden ayrılmaz.  Bu evrelerdeki özellikler onun oyunlarında azala çoğala sürüp gider.
Örneğin,Gecede Trampetler (TrommelninderNacht -1918) ilk evrenin özelliklerinden ortaya çıkmış
bir yapıt olmasına karşın, yazarın son evresinde yazdığı Lukullus (1958/9)ve Antigone (1947) gibi
sonraki oyunları hâlâ ikinci evrenin özelliklerini sürdürür; ya da son yapıtlarından biri
olan Kafkas  Tebeşir Dairesi (Der  kaukasicheKreidekreis - 194$) adlı oyunda ilk evrenin neo-
romantikyönelimindeki su katılmamış tartışma tavrını ve ahlak görüşünü izleriz. Ne ki, bu evreler
ele alındığında Brecht’in gelişimi kesin özellikleri içinde belirginleşir.
Birinci evreye duygunun egemenliği başlığını koyabiliriz. Brecht’in, gençlik yıllarında
yazdığı Mazeppa'nın Baladı(Balladevon Mazeppa) adlı şiirinde3,efsaneye göre, bir katırın
kuyruğuna bağlanıp sonsuz Sibirya steplerinde başaşağı ölüme terk edilen kazak askeri Hetman'dan
söz eder. Bu şiirde, Mazeppa'nın yazgıcı, insanlığın bugünkü durumunun bir simgesidir: insanlık,
çaresizlik içinde kör güçler tarafından sürüklenip götürülmektedir. İnsanın bilinçli yanı ise göklere
bakmaya tutsak edilmiştir.Yalnızca gecenin gündüze, gündüzün geceye değiştiğini seyreder ve
tepesinde akbabalar dönüp dururken hiçbir şey yapmadan belli olan sonunu bekler. Bu şiir, genç
Brecht’in temel yaşam deneyimlerinden birini içerir: insanın çaresizliği, çevresindeki dünyaya
ilgisiz ve kayıtsız kalışı…Yazarın bu yaşam deneyimi onun birçok şiirinde ve oyununda izlenir.İlk
yapıtlarından biri olan Ev  Vaazları‘da(Hauspostille - 1927), anasını ve babasını öldüren Apfelböck,
onları çamaşır dolabına sakladıktan sonra bunu niçin yaptığım bilmediği gibi, vicdan azabı da
duymaz. Başka bir şiirde, Marie Farrar, sorumsuzca bir çocuk doğurur ve bilinçsizce onu öldürür.
Aynı temaya Ölü Erin  Öyküsü 'nde(Legende von toten Soldaten)yine rastlarız.Bu şiir, çoktan
öldüğü halde, başkaları tarafından bilmediği, anlamadığı savaşlara sürüklenen bir erin öyküsüdür.
Brecht'in bu ilk evresinde, sık sık işlediği, insanın kendi denetimi ve kavrayışı dışında çaresizlikle
hep sürüklenip yitmesi, bir ana motif olarak karşımıza çıkar. Bu duygu ve eğilim onun ilk oyunu
olan Baal’de (1918) de izlenir. Oyunun kahramanı Baal da tıpkı kazak askeri Hetman gibi
sürüklenip gider: "Yatarsan  sırtüstü çimen  üstüne geceleyin, dünyanın yuvarlak olduğunu ve
durmadan uçtuğunu kemiklerinde hissedersin," der Baal.Bu oyunda da akıntılı bir ırmakta
sürüklenip giden insani imgesi yine karşımıza çıkar: "Portakal
rengi  gökkubbenin altında,sırtüstü yatmış, bir akıntıyla çırılçıplak sürüklendin mi,önce moraran,
sonra kapkara bir delik gibi açılan boşluktan başka bir şey göremezsin!"

Doğmamış bir bebeğin ana karnındaki hareketsiz ve edilgen durumu, Brecht'in simgeleştirdiği bir
görünümdür. Yoksul B.B. Üzerine(VomarmenB.B) adlı şiirinde,"Kentlere  taşımış anam beni daha
karnındayken", dizesini okuruz. O, ilk şiirlerinde sık sık ana karnında taşınmaktan söz eder. Yazarın
ilk oyunlarında tekrar tekrar izlediğimiz bir imge, yukarda belirttiğimiz gibi, bir akıntıda
çaresizlikle sürüklenmektir. Burada "su" imgecinin ana rahmindeki su ile bir özdeşliği
vardır. Göllerde. Irmaklarda Yüzmek(Vom Schwimmen inSeenund Flüssen) adlı şiirinde, şöyle
yazar Brecht:

"Hem uzanmalı insan sırtüstü,

                               Alıştığı gibi. Bırakmalı kendisi,

                               Yüzmemeli, kayalar gibi durmalı suda.

                               Hiçbir şey yapmamalı»bakmalı gökyüzüne öyle.

                               Bir kadının kucakladığı erkek gibi durmalı,

                               Uzanıp yatmalı hiç kımıldamadan,             

                               Akşama doğru ırmaklarda nasıl yüzerse tanrı"4.

Hiçbir şey yapmadan kendini suyun üstünde akıntıya bırakmak, varlığı yok edilebilir edilgenliğe
yönelmek, cinsel, bireysel ve toplumsal yönden sürüklenip gitmek, hiçbir şey yapmamak... işte
Brecht'in ilk evresindeki anarşizminin tavrı.   Brecht, yazarlığının bu ilk aşamasında yaşamın
varoluş dehşetini belirtir, içgüdülerin tutsağı elan insanı ele alır. Onun bu dönemi, Wedekind gibi,
neo-romantik bir eğilim gösterir.

İnsanlığın edilgenliği, boyun eğişi, Brecbt'in oyunlarındaki genel görünümdür.


Sözgelimi, Cortez'in Adamlarinin Baladı(BalladevondesCortez Leuten) adlı şiirde, gece,
kamplarındauykuya dalan işgalcilerin bir ormanın çoğalması ve sıklaşması ile boğulmaları
gösterilmiştir. Bu şiirde doğanın kör güçleri eylemsiz insanları yutar.

 
Brecht'in, ikinci oyunu olan Gece ÇalanDavullar 'da da insan denetimi dışında, insanın sürüklenip
gitmesi imgesini tekrar buluruz. Bu oyunda da, baş oyun kişisi, aklının değil, içgüdülerinin
buyruğundadır. Yazarın bu ilk evresinin tipik kahramanı, toplumu değiştirmek için herhangi bir
çabada bulunmayan edilgen bir kişidir. Yazarın üçüncü
oyunu, KentlerinOrmanında(Im  Dickicht  der Städte -1921/3) adını taşıyan yapıtta iki kafadar kendi
denetimleri dışındaki güçlerle sürüklenip dururlar.   Bu oyun, insanlığın parçalanmışlığını ve
yazgılarının tutsağı olduğunu vurgular.II. Edward'da (1923/4),Kral Edward, bilinçaltı güçlerine
karşı koyamamaktaki güçsüzlügü ile kendi kendini yok eder.Adam Adamdır ‘da (Mann ist Mann-
1925),GalyGay öylesine edilgen bir kahramandır ki, üç sert asker onun bütün kişiliğini etkiler ve
yok eder.

Yazarın ilk şiirleri ve oyunları, içgüdünün, yani denetim dışı güçlerin baskısını dile getirirler.
Doğanın yutucu gücü içinde çaresiz kalmış insanlık motifi, insanların birbirinden kopmuşluğu ve
yabancılaşma birer karabasan gibi onun bu ilk evresindeki şiirlerini ve oyunlarını kapsar.
Brecht'in ilk evresindeki oyun kişilerini iki kesimde ele alabiliriz: etkin (eylemci) kişiler ile edilgen
(eylemsiz) kişiler, etkin kişiler, şiddeti yaratanlar, kurban edenler, edilgen kişiler bu şiddetten
korunamayan kurban edilen ve ezilen kişilerdir.Ancak bu evrede – ister etkin, isteredilgenolsunlar
bütün karakterler içgüdülerinin ürünleridirler. Gece Çalan Davullar ‘da,  er Kragier, Spartakistler'in
yaninda yer alarak yaşamını tehlikeye atmak istemez.Devrim uğruna savaşmaktansa sevgilisinin
yanında kalmayı yeğler: "Henüz yaşıyorum, temiz bir gömlek giyer, çizmelerimi parlatırım. Bu
haykırışlar, sesler yarın sabaha kadar diner. Ben o zamana kadar sevgilimle yatarı». ölmezsem
eğer,"  Kragier, bu konuşmasıyla da içgüdülerinin tutsağı olduğunu gösterir.

Brecht de, birçok çağdaş yazar gibi, insanların yalnızca çevreleri yoluyla anlaşılabileceklerini
saptamıştır. Çünkü insan kişiliği, değişen dış dünyanın ürünüdür. Brecht'in bu ilk evredeki
dünyasını anlayabilmek için,onun o donemdeki yaşam koşullarını, içinde yaşadığı toplumun
toplumsal,siyasal ve ekonomik durumuna, bir de dünyanın o dönemdeki görünümüne kısaca göz
atmak gerekir.

Brecht'in bu ilk evresini ortaya çıkaran dünyanın geriye doğru uzantısı, 1870/1 Fransız-Prusya
Savaşı'na kadar gider.   Çünkü bu savaş sonucunda, Almanya'nın ekonomik, toplumsal ve siyasal
yapışı değişmiş, yoğun bir sanayileşme sürecine girilmiştir. Bu savaşın sonunda "Alınan Birliği"
kurulmuş, Fransızların Almanlara ödediği büyük savaş tazminatı ile Almanya, Avrupa'nın kapitalist-
emperyalist devletleriyle yarışabilecek hızla bir sanayileşme çabasına girişmiştir. Yirmi yıl içinde,
Almanya, Avrupa’nın en güçlü devletlerinden biri olmuştur. Ancak bu hızlı gelişme sürecinde, o
zamana kadar bilinmeyen çeşitli sorunlar da ortaya çıkmıştır. Sanayileşme hızı ile birlikte, çığ gibi
büyüyen bir fabrika proleteryası kendini hissettirmeye başlamıştır. Köylerden kentlere baş
döndürücü bir göç başlamış ve böylece barınma, eğitim, besin, vb. sorunlar üst üste yığılmıştır.
İşçilerin büyük bir kesimi  çok kötü koşullar içinde yaşamak zorunda bırakılmıştır; örneğin, düşük
işçi ücretlerine karşılık on dört, on beş saatlik çalışma zorunlu tutulmuş, dört yaşından sonra
çocuklar da, kadınlarla birlikte düşük ücretle çalıştırılmıştır. Bu dayanılmaz koşullar ilk kez l875'te
bir patlamaya yol açtı.l873 yılındaki ekonomik bunalım issizliği arttırmış ve emekçilerin aleyhine
büyük sonuçlar getirmişti. Ancak işçilerin içine itildikleri bu kötü durum, onları politik düzeyde
uyandırmıştı. işçiler güçlendikçe burjuva kapitalizmi sarsıntılar geçirmeye başlamış,  buda monarşi-
sanayi burjuvasını, toprak ağalarını ve üst kademe bürokratlarını sosyalistlere karşı birleşmeye
yöneltmişti. İmparator'a yapılan iki suikast girişimi kanıtsız, tanıksız sosyalistlerin üzerine atılmaya
çalışılmış ve halkla sosyalistlerin arasını açmak için her çareye başvurulmuştu. Ayrıca, sosyalistleri
hedef alan bir yasa meclisten çıkarılmış ve halkla sosyalistler arasına bir duvar örülmüştü.
         

            Çıkarlarını "milliyetçilik" kalkanı ile halka karşı koruyan egemen güçler, beklenmesi
gereken kötü sonuçları da yeşertmişlerdir. İmparator Wilhelm(kendisi de bir kapitalist olduğundan)
hep sanayi burjuvasının yanında olmuş ve ondan başka düşünenleri "vatan haini" ilan ederek halk,
işçiler ve aydınlar üzerinde bir baskı kurmuştur. Almanya, 1914 yılında. Birinci Dünya Savaşı'na
"Almanya bütün ulusların üstündedir" sloganı ile girmiş, ama bilindiği gibi, umduğunu bulamamış,
perişan olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Almanya, bir enkaz durumundadır. Ekonomi
çökmüş, sınıflar arası çelişkiler büyümüş ve bu olanlardan bir şey anlamayan,tarihsel bilinçten
yoksun olan yığınlar ise büyük bir dehşete ve umutsuzluğa kapılmışlardır. Uzun yıllar, her çeşit
otoriteye karşı güvensizlik duyulduğundan yoğun bir başkaldırı esnaf arasında ve yazın alanında
kendini göstermiştir.

            Rejimin doğal bir sonucu alarak sınıf çatışmaları başlamış, toplumun içine düştüğü
umutsuzluğun bir yansıması da yazarlarda ve sanatçılarda izlenmiştir. O güne dek monarşiye
güvenen yığınlar, monarşinin çirkinliklerini sanayiye güvenenler, burjuvanın duyarsızlığını,
babalarına güvenenler babalarının despotluğunu, ögretmenlerine güvenenler okullarının
yararsızlığını görmüşlerdir. Bu yozlaşmış düzenin yerine neyin konulması gerektiğini bilmeyenlerse
tek kurtuluşu ölümde bulmaya başlamışlardır. İşte Brecht, 1927 yılına kadar olan ilk evresin
de.toplumun içinde bulunduğu bu nihilist, anarşist ve umutsuz ortamın besleyip büyüttüğü bir yazar
olarak izlenir.

İkinci evre ye de "Aklın Vurgulanması" denilebilir. Brecht'in anarşizmi bırakması onun sürekli
olarak kendini disipline alma istemi ile gerçekleşmiştir. O, anarşizmini yenmek için, ona olumlu
sonuçlar getirecek bir disipline ve inanca gereksinimi olduğunu fark etmiştir. Bunun için de,
kendisini politik yoldan bağlamayı seçmiştir. Onu disipline alacak politik görüşü sağlayacak içeriği
de maddeci dünya görüşünde bulmuştur. Brecht'in baştan beri başkaldırdığı düzeni istemeyen tek
anlayış da bu dünya görüşünün temelinde vardı. Maddeci dünya görüşü, ona kendisini denetlemeyi,
disiplini ve akılcı yöntemi öğretecekti. Ayrıca, bu bağlanma, her türlü aşırı içliliği reddediyor ve
bilimsel bir yol öneriyordu. Bu konumda, kesin disiplin ve özveri, onun/yanı için bir kurtuluştu.
Anarşist genç Brecht'in ayrıca bir inanca gereksinimi vardı:onu da maddeci dünya görüşünü
diyalektiği içinde buldu.
Brceht ile uzun süre birlikte çalışmış olan Lion Feuchtwanger, roman biçiminde yazdığı Brecht
biyografisinde, "Brecht, kendi kişiliğinden gerçek bir acı duyardı ve hep bu acı duyduğu
kişiliğinden kaçmak isterdi," diye yazar. Böyle kendi içinde parçalanmış ve hiçbir şeye inancı
olmayan biri için maddeci dünya görüşü kurtarıcı bir yoldu. Ayrıca, kişinin kendiden özveride
bulunmasını gerektiren ve – ilk din dönemlerinden bu yana – ilk kez bencil olmayan bir disiplin
gerektiriyordu bu düşünce sistemi.Robert Brustein,"Brecht’in Marksizmi kabulünde hemen hemen
dinsel bir bağlanış var." der. Gerçektende Brecht, Marksizmi kabul ettiği ilk yıllarda, esnek
olmayan, koyu bir bağlılık içindeydi; ancak yıllar geçtikçe, Brecht'in bakış açışı genişledi,
esnekleşti ve onu yaratıcı yanıyla da benimsedi. Böylece, Brecht artık deliliği değil, deliliğe son
vermeyi; karmaşayı değil, karmaşayı yok edecek yeni bir düzenin savunucusu olmaya kendini
adadı.İç güdüsel ve duygusal çıkışlar yerine, bilinçli denetim, Brecht'in ikinci evresinde vardığı
noktadır.
Yazarın bu ikinci evresindeki oyunlarında‘anlaşma’ ve ‘disiplin’ kavramları ön plandadır. Örneğin,
Baden Öğreti Oyunu (1929), havacılar tarihsel gereklilik için kişisel duygularım ve bencilliklerini
bir yana itmek konusunda anlaşırlar ve teknolojik gelişim için yaşamlarını verirler. Yine o dönemde
yazdığı başka bir oyunu olan Evet Diyen’de (1930) çocuk, arkadaşlarının kurtulabilmeleri için
ölmeyi kabul eder. Brecht, bu evresinde sosyalist aydınları dehşette bırakmıştır. Hatta Berlin'deki
Karl Marx Okulu, Evet Diyen’in ahlâksal yanını kabul etmemiştir. Brecht bunun üzerine
HayırDiyen'i (1930) yazmış, ancak bu kez de kendisinin disiplin duygusu açısından tatmin
olmamıştır.
Onun bu evre deki ilk önemli yapıtı Önlem'dir(1930). Bu oyunda genç yoldaş dava uğruna partinin
disiplin yaptırımını kabul eder ve kendisinin yok edilmesine boyun eğer. Ne ki, bu oyunun ilk
gösterisinden sonra Marksistler oyunu beğenmemişlerdir. Bir yoldaşın öldürürülmesinin
Marksizmle ilgisi olmadığım belirtmişlerdir. Ayrıca, parti, Brecht'in karşı tarafa konuşacak şey
vermesinden dolayı kızmıştır.
Ancak bütün bu tepkilerin – tarihsel uzaklık kazandıktan sonra – sert olduklarını söyleyebiliriz.
Brecht, maddeci dünya görüşünün eleştirel yanından etkilenmiştir. Onun ütopik bir militan
olmaması, tiyatro ozanı olarak Brecht'in zaferini sağlamıştır, bütün başkaldıran oyun yazarları gibi,
o, tez ve antitez çatışmasından hep dengeli bir senteze gidebilmiştir.
1930’dan sonraki oyunlarında ‘insan iyi, düzen kötüdür ve bu düzenin değişmesi gerekir’. Brecht,
toplumsal alandaki gelişmenin ve değişmenin ancak maddeci dünya görüşünün yöntemli düşünce
dizgesi ile anlaşılabileceğini belirtir. Onun için, bilimsel düşüncenin temelinde, dondurulmuş,
kalıplaştırılmış, ilerlemeyen, değişmeyen sloganlar değil, kuşkuyla geliştirilen ve daha ileriye
götürülen düşünce birimleri ve bu birimlerin sentezi vardır. Ona göre, toplum düzenini değiştirmek
ve daha iyiye götürmek için kuşku temeldir. Ancak bu yoldan toplum öğrenilebilir, denetlenebilir.
Galile'den Antigone'ye kadar birçok Brecht karakterinin temel özelliklerinden biri budur.
Gençlik yıllarında, başkaldırısında, işçilere daha çok bohem bir yaklaşımla yönelen yazar, bu
evreden başlayarak emekçi sınıfının tümüne ilgi duymuş, onların sorunlarıyla yakından uğraşmıştır.
Bu ikinci «evreden başlayarak, oyun kişileri üreticiler ve emekçilerdir. Konuları da üretim
ilişkilerini ve kişisel ilişkileri kapsar.

         Brecht'in olgunluk evresi olan üçüncü aşamasına ‘Akıl-Duygu Çatışması’ denilebilir. Bilinç
altı güdüleri ile kendi kendini akıl yoluyla denetleme arasındaki sürtüşme ve çatışma Brecht 'in asal
temalarından biridir. Brecht, bu evresinde ilk evresindeki neo-romantik tutumundan tamamen
ayrılmıştır. ikinci evresinde duygusallığın yanlışlığından söz eden yazar, bu gelişme evresinde
oyunlarındaki diyalektiğinin anahtarını verir: bu bozuk düzende (burjuva-kapitalist
düzende)  duygusallık insanı genellikle yıkıma götürdüğü halde, temelde insanın iyi yanıdır, öte
yanda bu bozuk düzende, akılcı tutum, toplum içinde insanın ayakta kalabilmesinin bir koşuludur.

Yazar, doğru bir düzenin gelmesiyle bu akıl-duygu çatışmasının yokedileceğine ve her ikisinin
(akıl-duygu) dengeli bir biçimde birbirini destekleyeceğine inanır.

            Brecht’in bu tutumu, bazen insanın içgüdüsel yanına karşı yoğun bir biçimde belirir; bazen
da Schweik’ın arkadaşı Baloun’da olduğu gibi, yumuşak bir ruh durumu içinde ortaya çıkar.
Nasılolursaolsun,insanın bu ikilemi onun oyunlarında sürekli l:ir çatışiayı içerir. Örneğin,
yazarın Kuralla Kural Dışı (Die Ausnahme und die Regel -1930) adlı oyununda hamal onu döven,
ezen ve sonra da susayan tüccara matarasını çıkarıp su vermek ister. Ezdiği, dövdüğü birinin ondan
nefret edip kötülük yapması olasılığını mantıklı bulan tüccar, o sıcakta, hamalın matarasını büyük
bir taş sanır ve hamalın ona taşla saldırdığını sanarak onu tabancasıyla öldürür. Mahkemede, yargıç,
nefret ettiği birine su vermenin akıl dışı olduğunu kabul ederek tüccarı suçsuz bulur. Sonuç:
hamalın davranışı insancıl ve duygusaldır, onun için ölür. Baçka bir örnek verelim:  Mahagonny
Kentinin Yükselişi ve Düşüşü(Aufstieg und,FalldcrStadtMahagonny -1928/9)adlı
yapıttaiçgüdiive duygu, obur kapitalist kar yasasını ve kötülüğünü ortaya çıkaran neden olarak
verilir.Kapitalist sistem bir genelev düzenidir. Aşk bile ticaretin kurallarına bağlıdır Böylesine
yozlaşmış bir kentte en büyük suç sermayesizliktir. Önlem’de partili işçiler, Üç Kuruşluk Opera ’da
(Die Dreigroschenoper –1928) gangesterler şiddet ve zor kullanmanın temsilcileridirler; çünkü
Brecht’e göre, yeni bir düzenin gelmesi için şiddet ve zor kullanmak gerekir.

Brecht’in oyunlarındaakıl-duygu çatışması sık sık iki yönlü karakterlerle


yansıtılır.KüçükBurjuva'nınYediGünahı(Diesteben Todsündender Kleinbürger -1933)adlı bale
kantatında baş oyun kişisi,dans eden iç güdüsel ve duygusal Anna ile şarkı söyleyen akılcı ve pratik
Anna olarak iki yönlüdür.İki yönlü karaktere başka bir örnek Sezuan'ın İyiİnsanı'ndaki (Der gute
Menechvon  Sezuan- 1938/40)yosmadır yoksulların dostu iyi yürekli,duygusal Şen Te ile sert,
acımasız, akılcı Şui Ta arasında aynı ikilem vardır.Ticarete dayanan düzende kazanan Şui Ta,
sömürülen Şen Te’dir. Puntila  ile Uşağı Matti 'de(HerrPuntila undsein KnechtMatti-1940/1)Puntila
ağa ayıkken akılcı, çıkarlarını koruyan, kimsenin gözünün yaşına bakmayan bir patrondur, oysa
sarhoşken duygusal ve sevecen, para cüzdanını şoförüne armağan .derecede eli açıktır.  Puntila,
genelde, sömürgen bir adamdır, çünkü ticaret düzeni o;nu böyle yapmıştır; ama akılcı yanını
yitirince kötülük yapan yanını da yok eder.Kısacası,ticarete dayanan bir düzende, içgüdü yerini akla
ve mantığa bırakmalıdır, çünkü duygusallık üzerinde yok edici bir eğilimdir.
Akıl-duygu çatışması Brecht'in olgun iki oyunu olan Kafkas Tebeşir Dairesi ve Galile'nin
Yayamı’nda(Leben.dcsGalileiGalileo -1938//9) izlenir.Azdak, yanlış bir nedene dayanarak doğru
karar verir. Azdak duygulananın kölesi olduğu için yanlış yapar, ama sağduyusunu ve aklını
kullandığından, bir de insanları çok iyi tanıdığından kararlarında sağlıklıdır.Bu. karakter,akıl duygu
çatışmasının bir savaş alanı gibidir.Onunla her saman insanca doğru olan kazanır. Bu yüzden,
Azdak, sonuçta iyi ve temiz bir insandır. Yapmak istedikleri şeyler, duygusal tasarıları, akıl ve
sağduyusu ile suya düşer. Tıpkı Brecht'in akılcı yoldan yapmak istediklerinin onun şiirsel yeteneği
ile suya düştüğü gibi...  Öte yanda, Galile bir dehadır. O da Azdak gibi, midesine düşkün çapkın bir
adamdır. Ama onun en güçlü ve sezgisel yanı meraktır. Tutkusu, yeni bir şeyler bulmaktır. Bilgi
edinme tutkusu, Galile gibi bir insanın en akılcı, çabasıdır. Galile bunu elde edebilmek için suç
içler; kendi buluşu olmayan teleskopu, kendi buluşuymuş gibi Venediklilere satar; ya da başka
olayda, korktuğu için Medici gibi bir zorbaya övgü dolu bir mektup yazar.  Ancak bu maddi
korkaklığı sayesinde üzerindc çalışmakta olduğu öğretilerini bitirir. Brecht, Galile için şu sonuca
varır: "En büyük güçlüklerden biri bir kahramanın karakterinden onun suçlu yanını oraya
çıkartmaktır.Her şeye karşın,  o bir kahramandır – ama aynı zamanda bir suçludur da”6.
Brecht’in karakterlerinin ikilemlerinden biri de, kahraman-suçiuçelişkisidir. Dünyanın seyrek
yetiştirdiği bilin adalılarından biri olan Galile de bilinçaltının kör duygularınınkölesi olmuş katır
kuyruğuna ayaklarından bağlanmış Hetman’dan ayrılığı, sürüklenip giderken insanlık için yararlı
olacak büyük bir işi de başarmış olmasıdır.
            Akıl-duygu çatışmasına başka iyi bir örnek Cesaret Ana veÇocukları’dır (Mutter
Courageundihre Kinder -1939).Yazar bu oyununda, bir yandan toplumsal durumu eleştirirken, öbür
yanda insan karakterinin derinlere inen duygularını işlemiştir. Bir yanda, yozlaşan toplumsal
düzenin yanlışlığını ve kötülüğünü gösterirken, öbür yanda acı çeken bir ana figürü yaratmıştır.
Böylece, Brecht, bilinçli olarak akılcı yanıyla toplum eleştirisine yönelirken,duygusal yanıyla da
trajik bir figür ortaya çıkartmıştır, Cesaret Ana olarak tanınan Anna Fierling, Otuzyıl Savaşları
sırasında öte beri satarak vurgunculuk yapan küçük bir tüccardır. Brecht'in tasarımı içinde, Anna
Fterling olumsuz kahraman' dır. Savaşı fırsat bilip vurgunculuk yapanlar cezalarım çekmelidirler;
Anna da üç çocuğunu yitirir. Böylece ailesini, ticaret tutkusuna kurban eden Cesaret Ana bundan da
ders almaz, ve savaş boyunca ticaretini sürdürür. Perde kapanırken, o hala arabasını çekerek yeni
pazarlar bulmaya ve savaştan yararlanıp vurgunculuk yapmaya çalışan fırsatçı bir tüccardır. Ancak
çocuklarını yitirdiği için de acı çeken bir anadır. Brecht, böyle bir sonuçla, seyircinin, savaş
sırasındaki budalalığı ve kötilüğügörmesini,savaşları durdurmak için bir şeyler yapılması
gerektiğini düşünmesini istiyordu.

Brecht'in içice oluşan iki gerçeği vardır. Bu gerçeklerin birinden biri soyutlanarak ele alınırsa,
Brecht,anlaşılmaz,gizemci bir yazarmış gibi görünebilir. Onun ve kuramlarının çözümü ne yalnızca
estetik ve akademik araştırmalardadır, ne de yalnızca onun dünya görüşünde… Onun dünya görüşü
kuramlarını, giderek deneylerini yönlendirirken, bu deneyler yoluyla da onun dünya görüşü
aydınlığa çıkar. Eleştirmenler, genellikle, Brecht'in düşüncelerini ve kuramlarım açımlamak yerine,
Brech üzerine kendi düşüncelerini ileri sürmüşlerdir. Böyle kişisel yorumlar yüzünden de Brecht'in
tiyatrosu, zaman zaman, anlaşılmaz bir duruma getirilmiştir. Sözgelimi, Brecht'in burjuva
tiyatrosundaki alışkanlıkları ortadan kaldırmak için önerdiği tiyatral araçlar, bunların bilinçsiz, bir
biçimde kullanılmasıyla, birer kalıp, birer alışkanlık olup çıkmıştır.Öyle ki, banlar gerçekliği
iletecek araçlar durumundan çıkarılınış, yerine getirilmesi zorunlu kalıplar olarak gösterilmiştir.
Kısacası, Brecht'in tiyatroyu estetik kötürümlükten kurtarmak:,tiyatronun da her şey gibi her an
değişcbilir olduğunu kanıtlamak için getirdiği dizge,kraldan çok kralcı olan Brechtoman'ların elinde
adeta kötürüm duruma getirilmiştir.Başka deyişle, bu dizge kategorik düşünen burjuva tiyatrocuları
yüzünden bir üslup sayılarak tutsak edilmiştir.Brecht bir yana itilmiş, bir Brecht biçeminden söz
edilmeye başlanmıştır.
Brecht yaşamının son aylarında tiyatroda diyalektik üzerinde çalışıyordu. O sırada herkesi şaşırtan
bir açıklamada bulundu: "Benm'yapıtlarınım anahtarı naivite'dir," diyordu.Ona göre, bütün tiyatro
yapıtları naif sayılabilirdi,ama diyalektik tiyatroyu yaratmak için naivite temel öğeydi, çünkü
yığınlara yönelebilmek için bu tiyatroda kolektif imgeler kullanılacak ve herkes tarafından
hoşlanılır duruma getirilecekti. Bugün, Brecht’in bu sözlerinin şaşırtıcı olmadığı ve ne kadar doğru
olduğu anlaşılıyor. Çünkü o çağdaş tiyatroyu yaratmak için, hiçbir entelektüel bulguya gitmemiş,
getirdiği tüm tiyatral araçlar, dünya görüşünün geçerlik kazanması için,  işlevsel bir tutumla ortaya
çıkartılmıştı. Berliner Ensemble’ın uygulamalarında göz kamaştırıcı sahne hileleri kullanılmamış,
ezgiler, diyalar, perdeler, dekorlar yalnızca seyircinin nesnel bir gözle gerçekleri görmelerine
yardımcı olmuştu. Brecht’e göre, ‘yabancılaştırma etmeni’ de naivite’nin bir anlatımıydı.
Onunnaivite'si sokaktaki olayları, en yalın biçimde seyirciye aktarma isteminde yatıyordu. Onun
gösterilerinin ortaya  çıkmasındaki çeşitli sanatsal araçlar bir sonuç olarak değil, seyirciyi yargıya
seyirciyi yargıya götürecek araçlar olurken ekonomik ölçüde kullanılmıştır.

            Tiyatronun,yeniden naivitesini kazanması için '’Schillercibir ideale yükselme’ düşüncesini


bırakması ve ayaklarını yere basması gerekiyordu.Tiyatro, insan ilişkileri üzerinde hayal kurmaya,
onları soyut bir idealizme götürmek için değil,insan ilişkileri üzerinde gerçek yaşamdaki örnekleri
yoluyla araştırmaya ve onları değiştirmeye götürmek görevini yüklenmeliydi. Kısacası, sanatsal
naivite'ye giden en güvenli yol, maddeci dünya görüşünün bakış açısıyla gerçekleşebilirdi.

Yazımı bitirirken önemli bir noktaya değinmeden geçemeyeceğim. Brecht'in toplumsal(dışa


dönük)başkaldırısı nesnel, etkin, yenileyici ve gerçekçidir. Oysa onun kendi varlığına karşı
olan(içedönük) başkaldırısı öznel, edilgen,çaresiz ve romantiktir.İşte bu ikili durumun başkaldırısı
ile Brecht’in oyunlarının diyalektiği de anlaşılabilir. Bu çatışma onun yaşamının sonuna dek sürüp
gitmiştir. Bu çatılma içinde, o, bireyci değildir;  daha doğrusu, o, bu düzen içinde bireyin gerçek
olamayacağını, yine bu düzen içinde ahlaksal deneyimin şarlatanlıktan öteye gidemeyeceğine
inanır.

            Brecht,1959'da yazdığı Gelecek Kuşaklara7 adlı şiirinde şöyle der:

            "Bu nasıl çağ  böyle, bu nasıl çağ!

                Ağacı mı anlatacaksın sakın ha, ağzım açma..

            Bu nedir peki, haksızlığa  karşı susmaktan başka.

Rahat yürüyorsa bir adam  sokakta sallanasallana,

                Ne  dünya umururundadır o adamın,

                Ne  dostlarının  derdi umurunda”.

Aynı şiirin sonunda şöyle haykırır Brecht:

            "Yerleşmiş iyice kafamıza bizim:

                Amansızdır insanoğlu yoksulluğun türküsünde,

                zorbalık mı, haksızlık mı, fırlar ayağa,

başlar ses daha gür çıkmaya, daha erkekçe.


                Biz ki, insanlara iyi  günleri getirecektik,

                İyi insanlar olamadık ne çare ki.

                Sen  bari, bugünlerin  ardından gelecek olan,

                güzel günler hazırlamaya başlarken insanlara

                sen bari suçu bize yükleme!”

You might also like