You are on page 1of 163

HALK SANATÇILIĞININ

ALFABESİ
3. KİTAP
HALK SANATÇILIĞININ
ALFABESİ
3. KİTAP

Grup Yorum’a Sık Sorulan Sorular

Mart 2017
Sanat Cephesi
tavir2007@gmail.com
www.tavir.org
Tel: 0 212 238 81 46

ISBN: 978-975-6433-19-5
BASKI: BERDAN MATBAACILIK
İÇİNDEKİLER

Yorum’a Sık Sorulan Sorular

Önsöz.................................................................................12
Sanatımız Sınıfsaldır............................................................17
Sanatımız, İyiden-Doğrudan Yana Taraftır. Sanatımızla Ezilen
Yoksul Halkımızın Safındayız.............................................21
Bu Düzende Bütün İnsanların Eşit Olduğu, Koca Bir Yalan-
dır.......................................................................................29
Yaşam Ustası ve Feci Ölümler.............................................36
Hiçbir Şey Düşünmediğini Bile Düşünmeyeceksin.............41
Bu Düzende Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü, Düzenin
Soysuzluğunu ve Suçlarını Aklama, Örtbas Etme Çabasıdır.
Sadece Yalan Söyleme Özgürlüğü Vardır............................45
Demokrasi Ya da Seçimler ve Meclis...................................51
Çözüm Süreci Dedikleri Teslimiyet ve Uzlaşma Süreci-
dir.......................................................................................57
Kürt Halkı, Özgürlüğü Nasıl Elde Edecek.........................59
Mizah, Mazlumun Zalimden Öç Alma Aracıdır..................61
İnsan Olmaktan Utanmıyoruz, Hepimiz Suçlu Değiliz.......69
“Yorum Eski Yorum Değil Artık...” Diyenler Çıkacaktır.
Yorum Halktır, Yorum Aynı Yorumdur.............................71
“Elemanlarınız Sürekli Değişiyor” Diyorlar.........................77
Sevdamız Canadır, Tene Değil............................................79
Hümanizm, Vicdan Rahatlatma; Günah Çıkarma Seansına
Dönüşmemelidir. Bugün Hümanist Olmak, En Başta Ame-
rika’ya Karşı Mücadele Etmektir. “Amerika Defol, Bu vatan
Bizim” Demektir. “Amerika, Ortadoğu’dan Defol” Demek-
tir.......................................................................................83
Böyle Gelmiş... Ama Böyle Gimez.....................................89
Şarkılarımız İçin “Bu Şarkı Tutmaz” Diyenlere...................97
İdeolojik Müzik Yapıyorsunuz, Propaganda Amacı Güdüyor-
sunuz...” Diyerek Bizi Köşeye Sıkıştırmaya Çalışırlar (!) Bizim
Şarkılarımız Dik Başlıdır, Şarkılarımız Kafa Tutar.............101
Bir Slogan Bir Tanktan Dah Etkilidir................................107
“Savaşa Hayır” Demiyoruz. Halkların Bağımsızlık ve Özgür-
lükleri İçin Savaşmalarına Hayır Demiyoruz. Bunu Söyleyen-
ler, Bütün Halkların Esir Olmasını Savunuyor Demektir..115
Adalet İstiyoruz! And Olsun, Şart Olsun... Ahımız Mahşere
Kalmayacak. Hak Yerini Bulacak.....................................121
Alkollü İçki İçmiyoruz......................................................137
Moda Şarkılar Yapmıyoruz. Sahne Kıyafetlerimizi De Modaya
Uyalım Diye Seçmiyoruz..................................................143
Dünyada Çevre Sorununa En İnsani Çözümleri Sadece Sos-
yalistler Bulabilmişlerdir...................................................149
Sanat İkonları Hakkında Ne Düşünüyorsunuz.................155
Biz Halkın Çocuklarıyız, Halkın Sanatçılarıyız. Şan, Şöhret,
Ün Bizim Mahalleye Uğramaz.........................................159
Sonuç Yerine ....................................................................161
halk sanatçılığının alfabesi

ÖNSÖZ
Kabaca bir hesap yaparak her ay ortalama 10 konserden
yılda 120 konser, 31 yılda toplam 3720 konser yaptığımızı
gördük. Yine yüzlerce söyleşi, dinleti yaptık. Yüzlerce eyleme
katıldık, televizyon programlarında yer aldık. Yüzlerce kez
televizyon ve gazetelerde röportajlarımız çıktı. Halkımızın
evlerinde kaldık. Konserlere gittiğimiz şehirlerde konser ön-
cesi ve sonrası binlerce dinleyicimizle sohbet ettik. Telefon ve
maillerden yine böyle birçok dinleyicimizle sohbetlerimiz
oldu. Her seferinde birbirinden farklı sorularla karşı karşıya
kaldık. Kimi dinleyicimiz yaşamımızı merak etti, evimiz var
mı, ne kadar para kazanıyoruz bunları sordu. Kimisi başka
müzikler dinleyip dinlemediğimizi merak etti. Kimisi örgüt
üyesi olup olmadığımızı sordu. Kimisi eski Yorum yok,eskisi
gibi üretimler yok neden diye sordu.
Kısacası günlük yaşamımızdan, ne dinlediğimize, ne
okuduğumuza, hangi siyasi görüşe sahip olduğumuza kadar
istisnasız binlerce soru ile karşı karşıya kaldık. Art niyetli is-
tisna sorular dışında sorulan tüm sorular halkımızın kendi
parçası bildiği dünyanın politik tek müzik grubu olan gru-
bumuzu daha yakından tanımak içindi. Buda çok doğal bir
ilgi olsa gerek diye düşündük hep. Bu sorulara dilimiz dön-
düğünce cevaplar vermeye çalıştık. Şimdi ise sıkça karşılaştı-
ğımız, grubumuzla ilgili merak edilen sorulara bu broşürde
12
sık sorulan sorular
yer veriyoruz.
Elbette merak edilen daha birçok soru olsa gerek. Uma-
rız ilerde broşürün ikincisini, üçünsünü... çıkartarak merak
edilen her soruya cevap vermiş oluruz. Kimseden saklanacak
bir yaşamımız, gizlenecek düşüncelerimiz yok. Bu halkın için-
den çıkıp geldik, bu halkın içinde doğduk, büyüdük, yoksul
mahallelerin sokaklarında gezdik bizde. Sorularınıza cevap-
larımızla baş başa bırakıyoruz sizi.
Şimdiden sürçülisan ettiysek affola...

13
14
15
SANAT SINIFSALDIR

Sınıfların Olduğu Bir Dünyada Sanat Sınıflar Üstü Ola-


maz
Sanatın sınıflar üstü olduğunu söyleyen burjuvazi yalan
söylüyor. “Sanat, sanat içindir” safsatasını ileri sürerek sanatın
toplumsal yanını inkar ediyor. Bu tam bir aldatmacadır,
çünkü burjuvazi en çok da kendisi biliyor sanatın sınıflardan
ayrı olmadığını, sanatı en çok kullanan da burjuvazidir, amaç-
ları da halkı aldatmak. Çünkü burjuvazi sanatı, halkları yoz-
laştırmanın, kendi kültürünü aşılamanın ve egemenliğini
sağlamlaştırmanın bir aracı olarak kullanıyor. Fakat kendi sa-
natının da sınıfsal bir karakter taşıdığını inkar eder.
İki sınıf vardır: burjuvazi ve proletarya. Ve bu iki sınıf ta-
rihsel olarak birbirlerine düşmandır. Biri ezen diğeri ezilen,
biri sömüren diğeri sömürülendir. İki sınıf ideolojisi, yaşam
biçimi farklıdır. Dolayısıyla sanat anlayışları da farklıdır. İn-
sanın içinde bulunduğu ekonomik koşullar kültürünü, beğe-
nilerini, sanat anlayışını belirler. Yani sanatın da sınıfsal bir
yanı vardır: burjuva sanatı ya da proletarya sanatı, yani halkın
sanatı diye kesin çizgilerle ayırmak gerekir.
“Özel mülkiyete dayalı bir toplumda sanatçı piyasa için

17
halk sanatçılığının alfabesi
meta üretir.” derken, egemenlerin sanatı her daim kendi sı-
nıfsal çıkarları için kullandığını anlatır Lenin. Ve devam eder:
“Burjuva yazarın, sanatçının, oyuncunun özgürlüğü
para kesesine, çürümeye, satılık olmaya gizlice (ya da iki-
yüzlü biçimde gizlice) bağımlılıktan başka bir şey değildir.”
Burjuvazi için meta olmaktan başka bir değeri olmayan
sanat, devrimciler için ideolojik propagandanın ve örgütlen-
menin çok güçlü bir aracı ve aynı zamanda halkın ruhunu
besleyen, düşüncelerini geliştiren bir olgudur. Lenin’e ve Fi-
del’e kulak verirsek:
“Sanat halka aittir. En derin kökleriyle birlikte geniş
emekçi kitlelerin yüreğine girmelidir. Kitleler tarafından
anlaşılmalı ve sevilmelidir. Kitlelerin duygularını, düşün-
celerini ve iradesini yansıtabilmeli, onları yüceltmelidir.”
Lenin
“İnsanlar için maddi anlamda daha iyi bir hayat iste-
diğimiz gibi, ruhsal ve kültürel anlamda da daha iyi bir ha-
yatları olsun istiyoruz. Devrim, halkın maddi ihtiyaçlarını
tatmin edecek koşulları da yaratmayı istiyor.” Fidel Castro
Lenin’in “Edebiyat, genel proletarya davasının bir par-
çası olmalıdır.” sözünü bütün sanat dalları için geçerli saya-
biliriz. Sanatımız proletaryanın sanatı olacak. İçeriğiyle,
biçimiyle, estetiğiyle, kısacası her şeyiyle burjuva sanatından
farklı olacak. Yeni insanın sanatı da yeni olacak. Gelişmekte
olan ve mutlaka kazanacak olan; proletaryanın davasıdır. Sa-
natımıza yön veren de bu dava olmalıdır.
“Aslında şu bir gerçektir ki, tüm tarih boyunca, sanat
alanındaki en görkemli ürünler; sınıf mücadelelerinin en
üst düzeyde seyrettiği, en büyük altüst oluşların yaşandığı,
18
manifesto
bazı sınıfların çürüyüp yok olurken yeni sınıfların yüksel-
diği, yeni toplumsal yapıların şekillendiği dönemlerin ürün-
leridir. Bu anlamda denilebilir ki, en görkemli sanat
ürünleri, sınıflar mücadelesinin yükseliş dönemlerinin
ürünleridir. Mücadelenin dışındaki sanat, ölü sanattır.”
(Hayatın İçindeki Teori 2, Haziran Yayıncılık)
Sanatın sınıflarüstü olduğu tezi, burjuvazi tarafından sa-
natın politik mücadeledeki rolünü küçümsemek, etkisini kır-
mak için ortaya atılmıştır. Burada amaç; devrimci sanatı
mahkum etmek ve sanat alanında bu anlayışı hakim kılarak
devrimci sanatçıları yalnızlaştırmaktır. Burjuvazi bizi sanata
politika karıştırmakla suçluyor. Oysa sanat zaten politikanın
bir parçasıdır. Politik sanat yapmadığını iddia edenlerin sanatı
da politiktir. Çünkü iki sınıf vardır ve proletaryanın davasına
hizmet etmeyen bir sanat, doğallığında burjuvaziye hizmet
eder.
Halkın yanında saf tutup, sanatını burjuvaziye karşı
silah yapan devrimci sanatçılara kulak verelim: “Diyorlar
ki Mayakovski bir ozandır. Vız gelir bana ozanlık!.. Ozan
değilim ben, kalemimi yaşadığımız çağın, şimdi var olan
gerçekliğin ve onun kılavuzu olan Sovyet Yönetiminin ve
Partinin hizmetine koymuş bir adamım, her şeyden önce...”
(Aktaran Anverztss, Estetik) Mayakovski
“Sanatı para kazanma aracı durumuna getirenlerin
çoğu sahtekardır… Hayır, resim evlere, saraylara süs olsun
diye icat edilmedi. Siz sanatçının ne olduğunu sanıyorsu-
nuz? Ressamsa yalnız gözleri, müzisyense yalnız kulakları
olan ya da şairse yüreğinin her kıpırtısında harp çalan, bok-
sörse yalnız kasları olan bir gerizekalı mı? Tam tersine! Sa-
natçı aynı zamanda politik bir kişidir ve dünyada olup

19
halk sanatçılığının alfabesi
biten iyi, kötü, korkunç olaylara tüm varlığıyla tepki göste-
rir.” Pablo Picasso
Son olarak; sanat, sanat için değildir. Sanat halk içindir.
Bugüne kadar halkın belleğinde yer etmiş bütün eserler halk
için üretilmiştir. Tarih, halkın sanatını ölümsüz kılar.
(…) Hey,
türkülerimiz bunlar
kara yıldızlarımız bunlar bizim tatlı türküler söylemezler
ama çalışırken söylerler, söylerler ışığınızı yaparken giysi-
lerinizi yaparken
gazetelerinizi yaparken ve su borularınızı
ve demiryollarınızı ve lambalarınızı
ve oraklarınızı
ve plaklarınızı yaparken söylerler
Hey,
şimdi hepiniz buradasınız madem, söyleyin bir kez daha
o küçük türkünüzü Atlantik’in ötesine herkesin anladığı
dilinizle
Akağaçlar arasında
esen rüzgar değil bu oğlum,
bir türkü de değil yapayalnız aya söylenen,
vahşi kükreyişidir bu günlük emeğimizin.
Hem lanetleriz biz onu, hem bir nimet sayarız,
çünkü kentlerimizin sesidir o,
çünkü en sevdiğimiz türküdür o,
çünkü hepimizin anladığı dildir o,
çünkü olacaktır
çok geçmeden o dünyanın anadili.
Bertolt Brecht
20
sık sorulan sorular

SANATIMIZ
İYİDEN DOĞRUDAN YANA TARAFTIR.
SANATIMIZLA EZİLEN YOKSUL HALKIMIZIN
SAFINDAYIZ!
Sanatçıların yaptıkları, söyledikleri geniş kitleler tarafından
dikkatle izlenir. Bu nedenle söylediği söz, katıldığı program-
lar ve faaliyetler sanatçının tavrını göstermesi açısından
önemlidir. Yavuz Bingöl, Recep Tayyip Erdoğan’ı destekle-
miştir. Neredeyse hiçbir sanatçı, söz konusu Berkin olunca
bu kadar açık-aleni, böyle bir tavır sergilememişti. 14 yaşında
polis tarafından başından gaz bombasıyla vurularak öldürülen
Berkin Elvan’ın ailesini, Tayyip Erdoğan’ın yuhalatmasını “in-
sani bir davranış” diyerek desteklemişti. Haliyle, devrimci,
demokrat, aydın, sol çevrelerin tepkisini çekti. Çok açık bir
şekilde safını belirlemiş oldu. Ancak bütün saflaşmalar bu ör-
nekteki gibi keskin olmuyor. Çizgileri belli olmayan, kulağa
hoş gelen sözcüklerle, tavırlarıyla sanatçılarımız taraflarını
belirlemiş oluyorlar. Farkında olsunlar, ya da olmasınlar ege-
menlerin, ezenlerin tarafında yer almış oluyorlar.
Çarpıcı bir örnek Vietnam. Amerika Vietnam’ı işgal
etmek için tüm gücüyle saldırmıştı. Milyonluk orduları, kim-
yasal bombaları, Napalm yangın bombaları, bombardıman
uçakları, helikopterleriyle, küçük bir köylü ülkesinin üzerine
21
halk sanatçılığının alfabesi
karabasan gibi çullanmıştı. Ancak Vietnam halkının bağım-
sızlık savaşı sonucu Amerika, tarihi boyunca unutamayacağı
bir yenilgi aldı. On binlerce Amerikan askeri öldürüldü, öl-
meyip Amerika’ya dönenler “Vietnam sendromu” denen bu-
nalımlara girdi. Bu bir gerçek... Tarih kitaplarında böyle
yazıyor. Ancak; Amerika savaş meydanında kaybettiği savaşı,
Sinema aracılığıyla “KAZANDI!”. Rambo filmleri ve çektik-
leri yüzlerce Vietnam filmi aracılığıyla, bütün dünyada savaşı
Amerika’nın kazandığı propagandası yaptılar. Birçok genç
savaşı Amerika’nın kazandığını sanıyor. İşte çarpıcı gerçek
budur. Yönetmenlerimiz bu gerçeği bilerek, sadece kendi “iç
sesleriyle” film çekmemeli, Amerikan filmlerine karşı, halkı-
mıza bilinç vermeli, tarihimizi anlatmalı, Anadolu’nun güçlü
bağımsızlık düşüncesine etkide bulunmalı, Amerika’ya hay-
ran yetiştirilmek istenen genç nesile, Amerika’nın katliamla-
rını, sinsiliğini, işkencelerini ve ülkemizi işgal ettiğini
anlatmalı. Bu işgale karşı Anadolu’nun yiğit evlatlarının ver-
diği mücadeleyi anlatmalıdır. Yönetmenlerimiz gerçekleri,
yaşananları görmeli, anlatmalıdır. Hollywood olmayan ger-
çekleri, yalanları, o kadar güçlü anlatıyor ki, milyonlarca in-
sanı inandırıyor. Bizim yönetmenlerimiz ise gerçekleri
anlatmalıdır.
Bütün müzik kanallarına bakalım, hepsinin konusu ne-
redeyse aynı. Amerika’nın halkı yozlaştırma politikasına hiz-
met ediyor, güzel müzik değil, her türlü ahlaksızlık
gözümüzün içine sokuluyor. Neredeyse bütün dizilerde, film-
lerde yoksul halk, köylüler hep çirkin, kaba olarak gösterili-
yor. Şehirli zenginler ise, ince ruhlu, yakışıklı ve güzel
gösteriliyorlar. Burada da halkın güzel yanlarını görmezden
geliyorlar. “Ne var ki, bizim semtimizde aynen bu insanların
benzeri vardı” deyip gerçekleri anlattıklarını iddia ederler.

22
sık sorulan sorular
Ancak bir yıl boyunca bütün dizilere ve filmlere bakalım...
Hangi birinde zenginler, zenginlerin konuşması, giyimi kü-
çümsenir... Tek bir tane örnek yoktur... Ama halkı küçük gös-
teren yüzlerce örnek gösterebiliriz... Sanatçının kendisi özgün
bir karakter yarattığına inanıyor, ama bütüne baktığımızda
aslında düzenin halkı küçük gören egemen anlayışıyla hare-
ket ediyor. “Dağdaki çobanla benim oyum bir mi?” demişti
aklı kıt bir manken. Buna demokrat aydınlar da karşı çık-
mışlardı. Ama çektikleri filmlerle o mankenle aynı şeyi sa-
vunmuş oluyorlar.
“Tarafsızlık” çağımızın en büyük yalanıdır. İyi ile kötü,
haklı ile haksız, meşru ile gayrı meşru, zalim ile mazlum,
Soma Holdingin sahibi ile madende gazdan boğularak ölen
işçi eşit olamaz. Ya birindensinizdir ya diğerinden. Tarafsızlık,
zalime teslim olmak, onunla uzlaşmak demektir. Hele zor za-
manlarda, safını belli etmemek daha büyük bir vebaldir. Ya
Pir Sultan’sındır ya Hızır Paşa.
“Şu kanlı zalimin ettiği işler
Garip bülbül gibi arzeler beni
Yağmur gibi yağar başıma taşlar
Dostun bir tek gülü yaralar beni

Dar günümde dost düşmanım bell’oldu


On derdim var idi şimdi ell’oldu
Ecel fermanı boynuma takıldı
Gerek asa gerek vuralar beni

Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz


23
halk sanatçılığının alfabesi
Haktan emr’olmazsa ırahmet yağmaz
Şu ellerin taşı hiç bana değmez
İlle dostun bir tek gülü yaralar beni“

Hızır Paşa, halkı zorla Pir Sultan’a taş atmaya zorlamıştı


ve taş yağmuruna tutulmuştu. Pir Sultan’ın dostu, arkadaşı
da, ölüm korkusu yüzünden taş atan kitlenin içindedir. Ancak
taş atmaz, taş atar gibi yaparak gül atar. İşte taraf olmak
böyle bir şeydir. Yüzlerce yıldır taş atanlar değil de, gül atana
tepki göstermiştir halkımız, kendi saflarında bildikleri karşı
saflara geçerse bunu asla affetmez. Bu türkü hala halkımızın
dilinde, yüreğindedir. İşte sanatçımız, yönetmenimiz bugün
tarafını bu netlikte göstermelidir.
Ruhi Su örnektir sanatçılarımıza, “Ellerinde pankartlar
yürüyor bu çocuklar”, “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan
kopar; Kıyamet dedikleri ha koptu ha kopacak, yoksuldan
halktan yana; bir dünya kurulacak” diyerek tarafını çok net
çizmiştir. Grup Yorum işte bu geleneği sürdürerek, halkın sa-
fında yeni gelenekler yaratmaktadır.
Mahsuni Şerif; yaşadığı toplumun siyaset gerçeklerini
yansıtmaya çalışmıştır. Emperyalizmin halkların kanını dök-
mesi üzerine “Bütün insanlık adına Amerika katil katil /
kanun yapar kendi bozar, Amerika katil katil...” demiş, safını
çok net çizmiştir.
Ümit İlter; eylemleriyle ve şiiriyle tarafını çok net çiz-
miştir;
“Evvel zaman içindeydi Zeus
Kavganın ‘öteki’ tarafı Promete

24
sık sorulan sorular
Üçüncü taraf deyince geliyor aklıma
Promete’nin ciğerini didikleyen...
Birinci taraf
haklı anaların ak sütü kadar
İkinci taraf
gözyaşlarına vergi koyacak kadar haksız
Üçüncü taraf bir meçhulde
Haklının yanında değilse şayet
O taraf hangi dönme dolapta...
Üçüncü taraf nerede diyorum
Siz bilirsiniz diye soruyorum
Çok biliyorsunuz ya siz
‘Üçüncü Tarafız’ deyip duruyorsunuz
Sadece duruyorsunuz ama
Çok bilip okuyup üflediğinizdendir
Sadece üflüyorsunuz ama
Duruyor ve üfürüyorsunuz
Ki durduğu yerden üflemektir üçüncü taraf...
Açar avucunu koyar yüreğini
Sıkılı bir açlık vurur zamana
Vur yiğidim vur sen bir daha
Sızılı halkın kuraksa toprağı
Sana damla olmak yaraşır
Yağ boranım yağ sen bir daha
Ovalar yeşile, kentler ala

25
halk sanatçılığının alfabesi
Vur yiğidim vur sen bir daha
Diri diri yakılan karanfiller için
Toprağında güller gülsün diye
Döne döne vur sen zamana
Eğildi eğilecek zamane başlar şu saltanat yıkıldı yıkılacak
Devrildi devrilecek o duvarları
Vur yiğidim vur sen zamana
Haydi ha, bir daha...”
Sonuç olarak, devasa kültür endüstrisinin hegemonyası
altındaki bütün sanat dalları, Amerika’nın, büyük tekellerin
ezici baskısıyla, yönlendirmesiyle üretmek zorundadır. Bu dev
endüstri karşısında, pasif, utangaç bir muhalif sanat ile di-
renmemiz, etkili olmamız, ayakta durmamız mümkün değil-
dir. Yapılması gereken, Amerikan tarzı anlatım biçimiyle
aramıza kesin sınırlar çizmelidir. Halkımızın mücadelesini an-
latan eserler üretmelidir. Nobel ödülleri alan yazarlarımız,
Oscar ödülü alan yönetmenlerimize bu yanıyla bakalım.
“Emperyalizm gölgesini satamayacağı ağacı keser” demiş
Marx. Bütün yönetmenlerimize, sanatçılarımıza, “Oscar’da
ödül almak için film çekin.” diyorlar... Halkımızın acılarını,
özlemlerini, öfkesini anlatan hiçbir filme ödül vermezler, aday
da göstermezler. Yılmaz Güney’de Oscar ödülü aldı, denebi-
lir. İşin tehlikesi de burada zaten. En ileri aydınlarımızı pa-
rayla satın almaya çalışıyorlar. Onlarca ilerici yönetmenimiz
bugün festivallerde ödül almanın peşinden koşuyorlar, emek-
lerini enerjilerini ödül alma hayali kaplıyor. Ve ilerici yönet-
menler bile festivalden festivale koşarak, oralarda filmlerini
göstererek var olacaklarını sanıyorlar. Sanatsal olarak varlığını
göstermek, yeteneklerini geliştirmek için sanat halk için ya-

26
sık sorulan sorular
pılmalıdır. Çünkü bir sanatçıya değeri ancak halk verir. Yö-
netmen, filminin kaderini üç beş jürinin belirlemesine bırak-
mamalıdır. En büyük kariyer, halkın sahiplenmesidir.
Festivallerde verilen unvanların, tarihte hiçbir hükmü yoktur.
Taraf olmaktan kastımız budur. Ülkemizde çekilmesi gereken
o kadar çok film, şarkısı yapılması gereken o kadar çok direniş
ve katliam var ki... Ancak çekilen filmlerde, halkın sorunla-
rına değinilse bile, amaç katliamdan hesap sormak olmuyor,
jüriyi etkileyecek, tabiri caizse avlayacak bir dil ve içerik ile
anlatılıyor.
Bu gerçekler altında bakarsak, sanatçı istese de, istemese
de ya ezilen halkın tarafında yer alacaktır, ya da iktidarın ta-
rafında yer alacaktır. “Ben tarafsızım” diyen, zalimden yana-
dır. Georges Politzer, Felsefenin Temel İlkelerinde bu ayrımı
sade bir şekilde ifade etmiş;
“Tarafsız ideolojilerde artış diye bir şey söz konusu ola-
maz.
Ama halkın, ulusların ve insanın düşmanı saldırgan em-
peryalizmin ideolojik isteklerine oranla daha az saldırgan
olan, geri çekilmiş durumda bulunan burjuva fikirler vardır.
Akılcı, anti-faşist, hümanist burjuva fikirler bu tür fikirlerdir.
Bu fikirler, emperyalizmin istekleriyle çelişir. Burjuvazi, on-
lara karşı saldırıya geçer. O halde, besbelli ki, işçi sınıfı ve ile-
rici güçler, bu fikirlere sahip çıkmalı, onlara güç ve kuvvet
vermeli ve onların demokratik içeriğini geliştirerek onları ileri
götürmelidirler.
Böylece, iki ideoloji durağan değildir. Bunlardan biri ge-
rilemektedir ve her gün daha gerici ve daha az evrensel ol-
maktadır. Öteki zenginleşmekte ve yeni bir hümanizm
uğruna savaşımda güçlenmektedir.”
27
halk sanatçılığının alfabesi
Biz tarafız.
Ezenin ve ezilenin olduğu yerde ezilenden, mazlumun
olduğu yerde mazlumdan tarafız.
Tarafız,
Taraf olmalıyız.
Taraf olmaktan da gurur duyuyoruz.
Ezilenden ve mazlumdan yana olmak doğrudan yana ol-
maktır. Doğru; ezmemek, sömürmemektir.
Biz doğrudan yanayız.
Sınıf mücadelesinin var olduğu bir çağda TARAF OL-
MAYAN SİYASET DIŞI bir meslek yoktur. Tarafsız olmak
da bir taraftır.
Seyretmektir. Zalimin yaptığından yana olmaktır. Bizim
sanatımız taraftır.
Biz emekçilerin ve büyük insanlık ailesinin; sömürü, kö-
lelik zincirlerinden kurtulmasından yanayız. Sanatçılarımızın
halktan yana sanat yapması için, ısrarımızdan vazgeçmeye-
ceğiz. Asla unutmayalım, ölümsüz sanat halkın kalbinde, bel-
leğinde yaşayan sanattır. Egemenler istedikleri kadar
zenginlik vadetsinler. Sanatçının en büyük zenginliği, eserle-
rinin nesiller boyu yaşamasıdır. Mozart yoksulluk içinde ya-
şamış, yoksulluk içinde hayatını kaybetmiştir. Ona
yoksulluğu dayatanları hiç kimse anımsamaz, ama halkçı Mo-
zart bugün yaşamaktadır.

28
sık sorulan sorular

BU DÜZENDE
BÜTÜN İNSANLARIN EŞİT OLDUĞU
KOCA BİR YALANDIR

Büyük bir sömürü var, insanın insan tarafından sömürül-


düğü bir ülkede eşitlikten söz edemezsiniz. Bir milyonerle
bir işsizin yasa karşısında eşit olduğu söylenir. Bu nasıl bir
eşitliktir ki, milyonerler lüks villalarda oturur, lüks yatlarda
tatiller yapar. Yoksul işsiz ise barakalarda gecekondulara
yaşar. Bu nasıl bir eşitliktir ki, yoksullar mahkemede dava
açma ücretini yatıramadığı için dava bile açamaz. Hakimler
ve savcılar önlerini ilikleyerek ayakta karşılarlar milyoner-
leri.
Gerçek eşitlik bütün halkın eğitiminde gerekli olanak-
ların sağlanmasıdır. Milyonlarca öğrenci sanat adına hiçbir
eğitim görmeden okullarını bitiriyor. Müzik, tiyatro, resim,
belli başlı seçkin okullarda, seçkin öğrencilere öğretiliyor.
Bütün okullara bakalım, sınava girecekler diye, müzik der-
sinde, matematik çalıştırıyor, sınav soruları çözdürüyorlar.
Sanat gereksiz bir şeymiş gibi anlatılıyor.
29
halk sanatçılığının alfabesi
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden
birisi aklı. Ve akılla birlikte, bilginin, güzelliğin yani estetik
duygusunun gelişmesi… İşte bu düzen milyonlarca insanı sa-
nattan mahrum bırakarak bu güzellikleri yaşamasını engel-
liyor. Sadece belli bir kesim bunları kendi tekeline almış.
Sanat konusunda ahkâm keserler, festivaller düzenlerler.
Bütün holdingler kültür sanat organizasyonları örgüt-
lüyorlar. İş Sanat, Yapı Kredi Sanat, Koç Holding, Eczacı-
başı... Dünyaca bilinen birçok sanatçıyı getiriyorlar. Sözde
sanata katkı sağlıyorlar. Hayır, yapılan şey sanatı tekellerine
almaları. Bu milyonerler estetikten anlayan, ince ruhlu in-
sanlar oluyor. Halk da, kaba cahil oluyor...
Gerçek nedeni budur, halkın sanatla ilgilenmesine za-
manı kalmıyor. Milyonlarca öğrenciyi, işçiyi, ev kadınını sa-
nattan uzaklaştırıyor ve akıl tutulması yaratıyorlar. Bu düzen
bir eşitlik sağlamaz. Çünkü halkı daha çok çalıştırmak ister.
İkincisi, halk sanatla uğraşırsa, sanat akıl tamiri yapar, ruhu
güçlendirir. Bu yüzden halk, sadece uyuşturucu niteliği taşı-
yan diziler izlesin yeter, diye düşünürler. Dizileri izletmek için
ellerinden geleni yaparlar.
Eşitlik, bütün halkımızın sanat eğitimi fırsatından ya-
rarlanabilmesidir. Eskiden, TRT 2 TV kanalında bir ressam,
resim dersi verirdi. Resimle ilgimiz olmadığı halde, nasıl da
heveslenirdik resim yapmaya. Çünkü o kadar sade anlatıyor
gösteriyordu ki, ben de yapabilirim duygusu uyanıyordu he-
pimizde. Ama hiçbirimiz o birkaç boyayı, resim kağıtlarını,
fırçalarını satın alamadık. Gerekli imkanlar, fırsatlar yaratı-
lırsa herkes yapabilir, buna inanıyoruz. İnsanlar doğuştan ye-
tenekli doğmuyorlar. Gerekli olanaklar sağlandığında herkes
yapabilir. Bizim hayalini kurduğumuz dünyada, sosyalizmde

30
sık sorulan sorular
işte böyle olacak. Her çocuğun enstrümanı, boyaları olacak
ve en iyi eğitimi alacak.
İşte sosyalizmin tarihsel örneklerinin yaşandığı, Mark-
sizm Leninizm’in somutlandığı Sovyet Birliği deneyiminde
sosyalistlerin sanata yaklaşımındaki bu temel fark; gerekli
olanaklar sağlandığında herkesin her şeyi yapabileceği ve her
şeyin gelişip büyüyeceğinin de örneklerini yaratmıştır. İşte
uzaya çıkan ilk insan Rus kozmonot Gagarin, yoksul bir ma-
rangozun oğluydu.
Yine bu konuda başka bir örnek ise George Politzer’in
“Felsefenin Temel İlkeleri” kitabından paylaşabiliriz… “Si-
birya’da Yukarı-Yenisey ve onun Abakam Suyu kıyılarında
Hakas halkı oturmaktadır. On yüzyıldan fazla bir zaman önce
Moğolların kendilerine bağladıkları Hakas halkı, yıkılmaya
mahkum edilmişti. Yazısını bile kaybetmişti. Çarlık bu du-
rumu daha da ağırlaştırdı. Halk çaresiz bir şekilde sönüp gi-
diyordu. Sözün kısası, Amerikan kolonilerinin Kızılderilileri
düşürdüğü duruma benzer bir durumda bulunuyorlardı.
Ama sosyalist devrim, bu halkı yaşama iade edecekti. Özerk
bölge halinde teşekkül eden bu halk 50.000’in üstünde nü-
fusa sahip. Gönenmiş bir ekonomisi (maden kömürü, altın,
barit; ormanlar; kanallar) var. Kendi ulusal dilini, yazılı ve
resmi dilini yeniden buldu. 350 okulu, 3 teknik okulu, bir
pedagoji enstitüsü var. Gazeteleri, edebiyatı ve tiyatrosu var.
Sibirya’nın kuzeyinde, Nenet halkı, çarın adamlarının, halkın
zenginliklerine el koyan Rus tacirlerinin ve büyük ren geyiği
yetiştiricilerinin vahşi zulmüne katlanmak zorunda kalıyordu.
Yok olmak üzereydi: 1899’da 16.000 kişiden, 1913’te 2.000
kişiye düşmüştü. Sosyalist devrim bunların hepsini değiştirdi.
Ulusal bir yönetim bölgesi halinde oluşan Nenetler, yeniden
kuvvet ve yaşam kazandılar. 1939’da sayıları 12.000’e varı-
31
halk sanatçılığının alfabesi
yordu. Avcılık, balıkçılık, sanayi ilerliyor; sera tarımı kendini
göstermiş durumda. Evvelce kimsenin okuma yazma bilme-
diği, herkesin hurafelerle alıklaşmış olduğu bu bölgede, 7’si
orta dereceli olmak üzere 56 okul; ren geyiği yetiştiriciliği
için 1 teknik okul; 3 bilimsel araştırma merkezi var... İşte
böyle güven altına alıyor Sovyetler Birliği, kendisini oluşturan
çeşitli halkların hızla gelişmesini. Ezilen eski milliyetler ye-
niden bağımsızlıklarına kavuştular. Bitkisel bir yaşam sürdü-
ren halklar, sosyalizm sayesinde, ulus halinde varlık
kazandılar. İlkel bir ekonomiye ve arkaik bir zihniyete sahip
halklar (Nenetler gibi) birkaç yıl içinde sosyalist yaşam tar-
zına geçebildiler. Anlaşılıyor ki, bu koşullarda, uluslararası
(küçük ve büyük uluslar arasındaki) ilişkiler, tamamen değiş-
miş bulunuyor.
Güvensizliğin, düşmanlığın yerini karşılıklı güven ve
kardeşçe işbirliği almış bulunuyor. Bunun içindir ki, Sovyet
halkları arasında sosyalizmle bağlanan bağları zorla, şiddetle
koparmayı uman Hitlerci istilacıların çabası boşunaydı. Ör-
neğin, Ukrayna’da Rus halkına karşı eski milliyetçi duyguları
yeniden canlandırabileceklerini sanıyorlardı; hiç de öyle ol-
madı. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı, kapitalizmin kur-
duğu sömürge sistemini adamakıllı zayıflatırken, sosyalist
ulusların birliği, halkların düşmanı olan ırkçı Nazizme karşı
ortak savaşımda sağlamlaştı, güçlendi. Her noktada burjuva
şovenizme karşıt olan bir yurtseverliğin varlığı böylece de-
neyden geçti ve doğrulandı.
‘Sovyet yurtseverliğinin gücü, ırkçı ya da milliyetçi ön-
yargılara dayanmaz; halkın, kendi sovyetik yurduna karşı
bağlılık ve derin özverisine, ülkemizde yaşayan tüm uluslar
emekçilerinin kardeşçe birliğine dayanır. Sovyet yurtseverli-
ğinde halkların ulusal gelenekleriyle tüm Sovyetler Birliği
32
sık sorulan sorular
emekçilerinin ortak yaşamsal çıkarları uyumlu bir biçimde
bağdaşır. Sovyet yurtseverliği bölmek şöyle dursun, tersine
ülkemizin bütün ulus ve milliyetlerini tek bir kardeş aile
içinde birleştirir. Sovyetler Birliği halklarının gitgide daha
güçlü o sarsılmaz dostluk temelleri, kendilerini işte burada
gösterirler. Öte yandan, SSCB halkları, yabancı ülkeler halk-
larının hak ve bağımsızlıklarına saygılıdırlar; komşu devlet-
lerle barış ve dostluk içinde yaşama isteklerini her zaman
göstermişlerdir. Devletimizin özgürlüğe bağlı halklarla git-
tikçe daha geniş ve gitgide daha sürekli ilişkilerinin temeli
kendini işte burada gösterir.’ ”
Bugün on binlerce resim öğretmeni, müzik öğretmeni
atanmayı bekliyor. Eğitim sisteminde zerre kadar önem ver-
miyorlar sanata. Ancak sosyalizm milyonlarca insanın geliş-
mesine olanak tanır. Küba bugün tıp alanında dünyada bir
numaradır. Sovyetler Birliğinde, binlerce edebiyatçı, müzis-
yen, sinemacı yetişti. Nikolai Ostrovski, Gorki, Solohov, İlya
Ehrenburg, Simonov gibi birçok edebiyatçı büyük eserler
üretti. Yok olmaya yüz tutmuş, yüzlerce yıldır dilleri, kültür-
leri yasaklanan halkları özgürleştirdi. Oralardan yetişen sa-
natçılar, bütün Sovyet ülkesinde en çok bilinen eserleri
üretebilecek kadar geliştirdiler kendilerini. Bizim ülkemizde
Cumhuriyet kurulduğunda, batıya hayranlık o hale gelmişti
ki; bağlama yasaktı. Ama aynı dönemde Sovyetlerde, yüz-
lerce aşık, eserler üretmiş, bunları senfonilerle birleştirmiştir.
Mimarideki başarılarını ise, hala gidip görmek mümkün.
Moskova Metrosu, dünyanın en güzel metrosudur. Halkın
her gün kullandığı metro bir sanat eseridir, halkın zevklerini
arttırmayı hedefleyen, ruhlarını zenginleştiren bir eserdir. Dü-
şünün, her okulda iyi eğitim görmüş müzik öğretmenleri,
resim öğretmenleri, halkoyunu öğretmenleri, her çocuğun

33
halk sanatçılığının alfabesi
yapabileceği eğitimi veriyorlar. Anasınıfından sesleri, ritimleri
tanımaya başlıyorlar. Ve eşit koşullarda yetişmiş milyonlarca
amatör sanatçının içinden yetişecek büyük sanat ustalarını
hayal edin. Bizim hayalini kurduğumuz dünyada, sosya-
lizmde böyle olacak. Bunun için mücadele etmeye değmez
mi...

34
sık sorulan sorular

35
halk sanatçılığının alfabesi

Yaşam Ustası ve Feci Ölümler...

Birinci sayfadan vermiş gazete:


“Yaşam ustasından
üç altın tavsiye...”
Yaşam ustası dedikleri
Koç Holding’in Rahmi’si
Ve işte bu Rahmi’nin
Üç altın tavsiyesinden ilki:
“Sağlığınızı ve vücudunuzu ölçülü kullanın...”
Böyle buyurmuş Koçların Rahmisi
Aynı gazetenin üçüncü sayfasında
İşçi Hamza’nın haberi de var
Üstüne düşen beton blok
Oracıkta ezmiş Hamza’yı
Kafası, göğsü, kemikleri
Böcek gibi ezilmiş yani
“Feci şekilde can verdi” demiş gazete
Feci şekilde...
İşçi Cemal’in hayatını kaybedişi de öyle
Kanalizasyon çalışması yaparken
Göçük altında kalan işçi Cemal için
“Hayatını kaybetti” demişler
Demek kaybetti
36
sık sorulan sorular
Peki işçilerin kaybettiği
Feci feci kaybettiği
Bunca hayatı kim buluyor Ferhat
İşte sana hayatın sorusu
Kaybettiğimizden değil Ferhat
Hayatımızı çalanlar var
İşte sana kavganın sebebi
Biz feci ölümlerin ustası olurken
Bir avuç asalağın Koç’u
Arsızlığın zirvesine çıkıp
Yaşam ustalığı ilan ederken
Daha bıçağa kesmesin mi alımız
Daha binmeyelim mi alayının gırtlağına
Kuşan Ferhat
Hamza’dan kalan ezilmiş kemikleri
Kuşan Cemal’in toprak dolan ciğerini
Ve sapla
Ezilen hayatlarımızın bilediği
Göçen hayatlarımızın bilediği
Çalınan hayatlarımızın bilediği
Hıncımızın bıçağını bu saltanata
Sapla Ferhat bıçağımızı zamana
Zaman dursun ve yeni bir gün doğsun
İşçi Hamzalardan yana...

Ümit İlter
37
halk sanatçılığının alfabesi

DAM KONSERLERİ

38
sık sorulan sorular

DAM KONSERLERİ

39
sık sorulan sorular

HİÇBİR ŞEY DÜŞÜNMEDİĞİNİ BİLE


DÜŞÜNMEYECEKSİN!...

Düşüncenin kurşuna dizildiği bir çağda yaşıyoruz.


“Hiçbir şey düşünmeyeceksin, hatta hiçbir şey düşün-
mediğini bile...” demiş Nazım Hikmet.
Şimdiye kadar düşüncelerinden dolayı yıllarca hapis yat-
mış, onlarca aydın yazar var ülkemizde. Düşüncelerinden do-
layı Sabahattin Ali kaybedildi. Bulgaristan sınırında
öldürüldüğü iddia edildi. Nazım Hikmet yıllarca hapis yattı.
Ruhi Sular, Ahmed Arifler, Orhan Kemaller... en ağır işken-
celere uğradılar, yıllarca hapis yattılar.
Bu düzen hiçbir zaman devrimci düşüncenin yayılmasını
istemez, çünkü düşünceden bir sonraki adımın eyleme geç-
mek olduğunu bilir. Bu sömürü düzeninin devamı için, sa-
natçılara karşı, halka karşı büyük bir kinle davranır. Bu
nedenle düşünce suçu diye bir suç üretmişler.
Bununla birlikte ifade özgürlüğü de yasaklanmıştır. Pa-
rasız eğitim isteğini pankart açarak ifade eden öğrencilere
7,5’ar yıl hapis cezası verdiler. Halkın hiçbir ifade özgürlüğü

41
halk sanatçılığının alfabesi
yoktur, buna izin verilmez.
Okulda sen sus müdür konuşsun,
Askerde sen sus komutan konuşsun
Meydanda sen sus sarı sendikalar konuşsun
ve nihayetinde sen sus Tayyip konuşsun...
Düşünceni ifade edersen, Soma’da tekme yersin, bizzat
Tayyip’ten yumruk yersin... Öfkeden kudururlar, dillerinden
öfke manzumeleri dökülür; “ananı da al git...” derler.
Böyle bir düzende hiç kimse ifade özgürlüğünden bah-
sedemez, sadece twitterlarda yazdıkları için gece yarıları evleri
basılanları biliyoruz. 16 yaşındaki çocuğun konuşmasına bile
tahammül edemiyor, hapse tıkıyorlar. Bugüne has bir politika
değil.
Düşünce ve ifade “suçlarına” cumhuriyetin kurulduğu
günden bu yana en ağır cezaları verdiler. Hiç kimse, yarın
başıma ne gelir... kaygısı taşımadan tek kelime edemez ülke-
mizde.
Düşüncelerini özgürce ifade edenler, bu uğurda müca-
dele edenler devrimcilerdir. Elbette bunun bedelini çok ağır
ödüyor devrimciler. 2000 yılında, Amerika ve Avrupa Birli-
ğinin projesi olan F Tipi Hapishaneler hızla inşa edildi. Ha-
pishanelerdeki yüzlerce devrimci tutsağa, “ya düşünce
değişikliği ya ölüm” dediler. Düşüncelerini savunan devrim-
cilere karşı 19 Aralık 2000 tarihinde, 20 hapishaneye birden
kanlı bir baskın yapıldı, 10 bin asker, polis, helikopterler,
bombalar kurşunlar, yangın bombaları kullanıldı... 28 tu-
tuklu katledildi, yüzlercesi yaralandı... Bu operasyonda Bay-
rampaşa Hapishanesinde 6 kadın diri diri yakıldı, bedenleri
42
sık sorulan sorular
tanınmaz hale getirildi, kömürleşti. Ve devrimci tutsaklar sos-
yalizm düşüncelerini savunmak için 7 yıl ölüm orucu yaptı-
lar... 122 devrimci hayatını kaybetti... Bugün düzende,
düşünceyi savunmanın bedeli bu kadar ağır...
Düşünceyi savunmanın onuru bu nedenle devrimcilere
aittir.

43
sık sorulan sorular

BU DÜZENDE
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ,
DÜZENİN SOYSUZLUĞUNU VE SUÇLARINI
AKLAMA, ÖRTBAS ETME ÇABASIDIR
SADECE YALAN SÖYLEME ÖZGÜRLÜĞÜ VARDIR

Basın özgürlüğü, çürümüş ve dağılmakta olan egemen-


lerin ahlakını yaygınlaştırmak için kullanılır. Milyonerlerin
üst tabakasının bencil çıkarlarının hizmetindedir basın. Hiç-
bir köşe yazarı, hiçbir muhabir özgür olduğunu söyleyemez.
En büyük, isim yapmış köşe yazarları dahi hemen kapının
önüne konuyorlar. 1980 cuntasında bile gazetecilik yapmayı
sürdüren, düzenin en sadık savunucularından Oktay Ekşi
anında kapı önüne kondu. AKP iktidarı için, “Analarını bile
satarlar” demişti... Bir sonraki gün lafını geri aldı... Ama
AKP iktidarı aynı gün kovdurdu... 40 yıllık köşe yazarı 4 da-
kikada kapının önüne konuldu. Bu örnek çarpıcıdır, hiçbir
köşe yazarı gerçekleri söyleme cesaretine sahip değildir bu
düzende. Kalemlerini sermayeye satmışlardır.
Düzenin basını yüz senedir değişmedi, hatta daha da
pervasızlaştı diyebiliriz. Yaklaşık yüz sene önce Lenin basın

45
halk sanatçılığının alfabesi
özgürlüğünün ne olduğunu kısaca açıklamış: “Bütün dün-
yada, nerede kapitalist varsa orada basın özgürlüğü; gazete
satın alma özgürlüğü, yazar satın alma özgürlüğü, rüşvet,
halkın görüşünü satın alma ve burjuvazinin yararına sap-
tırma özgürlüğü anlamına gelir.” Lenin Toplu Eserler, 32.
Cilt
Yüz sene geçmiş ama değişen hiçbir şey yok. Bu düzen
çürümeye devam etmiş, yozlaşmaya devam etmiş, kendisiyle
birlikte yazarları, edebiyatçıları da çürütmüştür.
Bütün köşe yazarlarına, gazete manşetlerine, çıkan ha-
berlere bakalım. Hepsinde, magazin yıldızları, mafya özentili
tiplerin haberlerini görürüz. Dolandırıcıların ve kumarbazla-
rın propagandasını yaparlar. Yazarların hangi konuları yaz-
dığını birkaç başlık altında toplayalım, neredeyse yüz yıldır
konuları değişmemiştir. Polisiye, cinsellik, softalık, gizem...
başka da anlatacak konuları yoktur. Amaçları halkın dikka-
tini bu tür ahlaksızlıklara çekmek, mistik bir ruh haline so-
karak, yaşadıkları gerçeğin bilincine varmalarını,
örgütlenmelerini engellemek. Çünkü böyle insanlar bütün
sorunu kadere bağlarlar. Bu düzen basını, yazarları hiçbir şey
yaratacak durumda değildir.
Basın özgürlüğü, medya patronunun kurduğu ekono-
mik ilişkileri kadardır. Patronun çıkarı neyse onun haberi ya-
pılır. Hatırlarsak, halk ayaklanması sırasında birçok kanal
haberleri göstermedi bile. Bilinçli olarak göstermedi, penguen
belgeseli gösterdiler. Binlerce kişi kapılarına dayanınca, halk-
tan korktukları için haber yapmak zorunda kaldılar.
“Macera dolu Amerika” diye şarkılar yapıldı. Özgürlük-
ler ülkesi diye anlatıp anlatıp dururlar Amerika’yı. Ameri-
ka’daki basın, sadece Amerika’dakileri değil bütün dünyanın
46
sık sorulan sorular
haberlerini düzenliyor.
“1900 den beri yaşanan muazzam bir anlaşmalar dal-
gası ve hızlı küreselleşme, medya endüstrisinin daha da fazla
tekelleşmesine yol açarak SADECE 9 ULUSÖTESİ
GRUPTA MERKEZİLEŞMESİNE YOL AÇMIŞTIR. Dis-
ney, AOL Time Warmer, Viascom (CBS’nin sahibi), News
Corporation, Bertelsman, General Electric (NBS’nin sa-
hibi), Sony, ATSTW Liberty Media ve Vivendi Universal.
Bu devler, dünyadaki başlıca film stüdyolarının, TV şebe-
kelerinin ve müzik şirketlerinin tamamına ve önde gelen
kablolu kanalların, kablolu sistemlerin, dergilerin, reklam
yayını yapan belli başlı TV istasyonlarının ve kitap yayın-
cılarının önemli bir bölümüne sahiptir.” (Edward S. Her-
man, Noam Chomsky, Rızanın İmalatı, Sayfa: 17)
Bütün dünyaya hakim olan, milyarlarca insana yalan
bilgi vererek yanlış yönlendiren bir düzende yaşıyoruz. 1991
yılında Irak’ı işgal etmek için sürekli yalan haber yaptılar.
Irak’ta kimyasal bomba olduğunu söylediler, yalan olduğu
ortaya çıktı. Petrole bulanmış bir karabatak göstermişlerdi,
Saddam bu kadar acımasız... demek için göstermişlerdi. Bi-
lerek yalan söylediler, bu görüntülerin Irak’la hiçbir ilgisi
yoktu. Sayabileceğimiz yüzlerce haberi bu 9 büyük grup yö-
netiyor. Dünyadaki büyük suçları gizliyor. Romanya’da sos-
yalist lider Çavuşesku ve eşi için yalan haberler yaptılar, 900
ayakkabısı olduğu yalanını yaydılar, halkın açlık içinde oldu-
ğunu yaydılar. Ve Çavuşesku ile eşi Amerikan operasyonu so-
nucu kurşuna dizilerek katledildiler. O dönemde, kendisine
sol diyen, devrimciyim diyenler bile bu yalana aldandılar. Bu
sömürü düzeninde basının yalnızca yalan söyleme özgürlüğü
vardır.

47
halk sanatçılığının alfabesi
Ülkemizde birkaç tane basın tekeli sayabiliriz. Diğerle-
rinin hiçbir etkisi ve gücü yoktur. Büyümesine, gelişmesine
izin verilmez. Halkı aydınlatmaya çalışan devrimci gazeteler
ve dergiler ise sürekli polis baskınlarına, saldırılara, katliam-
lara uğrarlar. Dergi sattığı için 17 yaşında delikanlılarımız
sokak ortasında polis tarafından kurşunlanıyor. Liseli İrfan
Ağdaş, İstanbul Alibeyköy’de Kurtuluş Gazetesi sattığı için
kurşunlandı, katledildi. 17 yaşındaki Ferhat Gerçek Yürüyüş
Dergisi sattığı için sırtından kurşunlandı, felç bırakıldı. Yine
Yürüyüş Dergisi sattığı için Engin Çeber, gözaltına alındığı
andan itibaren, polis karakolunda işkence gördü ve ardından
Metris Hapishanesinde gördüğü işkenceler sonucu hayatını
kaybetti. Hiç kimse basın özgürlüğünden bahsetmesin.
Bu çürüyen, yozlaşan, asalak basın bu düzenle birlikte
yok olup gidecektir. Bu basının savunulacak hiçbir tarafı yok-
tur. Yalancıların, asalakların, ahlaksızların özgürlüğü olamaz.
Bu tüccar basına karşı çıkmak için, özgürlüğü savunuyoruz.
Bugün özgürlüğü temsil eden sadece devrimci basın vardır.
Devrimci basın dışında özgürce düşüncelerini ifade eden hiç-
bir basın yoktur. Sol, sosyal demokrat gazetelerde yazan ilerici
köşe yazarları da, düşüncelerini açıkça ifade etmekten çeki-
nirler. Çünkü gazeteleri kapatılır, tehdit edilir, hatta ülkeyi
terk etmek zorunda kalabilir.
Bu korkuyla yaşayan bir yazarın özgür olduğu söylene-
mez. Ki bu kaygılarını zaman zaman ifade ederler köşe ya-
zarları. Yine de yazmalarını talep etmeliyiz. Devrimci,
demokrat, sol basın, köşe yazarları karşımızda duran devasa
basın tekel gücüne karşı örgütlenmelidir. Gazetecilerin, köşe
yazarlarının düşüncelerini özgürce ifade etmelerinin yolu ör-
gütlenmekten geçiyor.

48
sık sorulan sorular
Gazeteciler “objektif ” haber yapmayı meslek ahlakı ola-
rak ifade ederler. Ancak kendilerinin de çok iyi bildiği gibi,
yüzlerce köşe yazarı, haberci ve onlarca gazete, yalan haber-
lerle halkı aldatıyor. Burada tarafsız, objektif olmak, bu ya-
lanlara da sessiz olmak anlamına geliyor.
Gazeteciler yüzün halka dönmeli, halktan yana haber
yapmalıdır, bu artık zorunlu bir hal almıştır.

49
sık sorulan sorular

DÜZEN NE ZAMAN
DEMOKRASİDEN BAHSEDERSE, HALKA
DAHA ÇOK ZULÜM EDECEKLER DEMEKTİR
MİLLETVEKİLİ SEÇİMLERİ İLE HANGİ PARTİNİN
HALKI SÖMÜRECEĞİNE İLİŞKİN OY KULLANILIR

DEMOKRASİ YA DA SEÇİMLER VE MECLİS

Bütün halkı aşağı gören, ayaktakımı gören sömürücü


sistemin, 800 bin kişilik ordusu, 250 bin kişilik polisi, silahı
varken, bunca güçlüyken neden 4 yılda bir milletvekili se-
çimleri yapar? Neden sürekli demokrasiden bahseder?
En özet haliyle söylersek demokrasi; halkın yönetime
katılmasıdır. Demokrasi kelimesi eski Yunan köleci devletin-
den gelir. Köle olmayan özgür Yunanlılar oy kullanma hak-
kına sahipti. Varlıklı, soylu Yunanlılar da seçilerek meclise
katılabilirlerdi.
Peki halk yönetime katılabiliyor mu?
Hayır, Koca Bir Yalan!
Ülkemizde TBMM, başka ülkelerde ise farklı isimler-
51
halk sanatçılığının alfabesi
deki meclislerin esas işi, halkı aldatmaktır. Halkın yönetime
katıldığı izlenimi vermektir.
Halka oy hakkı tanınması 19. yüzyılın ortalarına denk
düşer. Büyük sermaye sahipleri pek istemese de, halka oy
hakkı verirler, ardından kadınlar oy hakkı kazanırlar. Bu el-
bette halkın mücadelesi sonucu kazanılmış bir haktır... Ama
egemenler bunu iktidarlarını meşrulaştıracak bir araç haline
getirdiler. Ezen sınıf meclis aracılığıyla, egemenliğini gizler.
Büyük reklam kampanyalarıyla, sürekli halkı aldatan politi-
kacılar ortaya çıkar ve Amerika kimi seçtirmek isterse, halkı
etkileyerek, o parti oyların çoğunu alır. Milletvekili seçimle-
riyle büyük sömürücü firmalar, büyük sermaye sahipleri ik-
tidarlarını sağlama alırlar. “Demokratik” cumhuriyetlerde
parti değişiklikleri, hükümet değişiklikleri sermayenin ikti-
darını ve gücünü sarsamaz. Tersine ona güç verir, çünkü hal-
kın bütün ilgisi meclise yönelmiştir. Bununla birlikte,
milyonlarca insan ilkokullardaki zorunlu eğitim sayesinde,
yapılan propagandalar sayesinde büyük sermaye sahiplerine,
meclise saygı duygusuyla yetiştirilir. Yani birçok yönden hal-
kın üzerinde etki bırakırlar.
TBMM duvarında, “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Mille-
tindir” yazar. Ancak meclisin dizginleri büyük sermayenin
elindedir. Bugün çocuğa sorsanız, “ülkeyi kim
yönetiyor?”diye, cevabı çok basittir, Amerika yönetiyor. Yani
TBMM yönetmiyor, onun hakları, yetkileri sınırlıdır. Ameri-
ka’nın ve onun işbirlikçi patronlarının izin verdiği kadar yet-
kileri vardır. Mesela, bağımsızlık isteyemezler, İncirlik
üssünün kapatılmasına ilişkin önerge bile veremezler... Bu
nedenle, meclisteki hiçbir partinin birbirinden farkı yoktur.
Marks, düzenin meclisi için “burjuvazinin ahırıdır” derken,
bu gerçeği ifade etmiştir.
52
sık sorulan sorular
Demokrasi yalanlarıyla oy topluyorlar, halkı aldatıyorlar.
Biz, bu demokrasi, seçim, oy hakkı vb. aldatmacalarıyla hal-
kın aldatılmasına karşı çıkıyoruz. Bütün seçimler, sömürü dü-
zeninin sürmesine fayda sağlıyor.
Biz bağımsızlık istiyoruz, bunu başarabilecek tek güç
ise halkın gücü. Demokratik Halk Cumhuriyetinin kurulma-
sını istiyoruz.
Halkın yönetimle tek ilgisi 4 yılda bir, bir kağıt parça-
sına mühür basmak, oy atmak olmamalı. Halk kendi kendini
yönetebilir, çok daha iyi yönetir. Halkın yönetime katılımı 4
yılda bir yapılan seçimlere indirgenemez. Halk bizzat yöne-
time katılmalıdır, meclisler aracılığıyla yapmalıdır.
Halk ayaklanması sırasında İstanbul’da ve birçok yerde
kurulan forumlar ve meclislerde gördük. 15-17 yaşında bin-
lerce genç karar aldı ve uyguladı. Kendi mahallelerinde park-
larda toplandı. Kültür faaliyetinden, semtlerine dair ne sorun
varsa her sorunu bu forumlarda, meclislerde tartıştı.
Hayal edelim, oturduğumuz semti düşünelim; sokağı-
mızın komitesi, mahallemizin komitesi sürekli toplantılar
yapar, kararlar alır, eğitimden sağlığa kadar aklımıza gelecek
her konu hakkında işbölümü yaparız. Bu meclislerin seçeceği
temsilciler, ilçe meclislerinde daha genel konular için halkın
kararını iletir. İl meclisleri ve en son ülke meclisinde kararlar
alınır. Halk doğrudan yönetime katılmış olur.
Ülkemizde bunun örnekleri yaşanmıştı, 1996 yılında
Gazi’de, kontrgerilla tarafından kahvehane taranarak bir
Alevi dedesi katledilmişti, ardından polis onlarca devrimciyi
silahla tarayarak katletti. Gazi halkı bu katliama karşı ayak-
landı. Bu ayaklanmanın ardından halk örgütlendi, Gazi Halk

53
halk sanatçılığının alfabesi
Meclisi kuruldu. Halk birçok sorununu Gazi Halk Meclisi ile
çözmeye başladı. Akmayan sular, bozuk yollar yaptırıldı. Hır-
sızlık sorununa karşı nöbet tutmaya başlandı. Aile içi sorun-
lara kadar birçok sorunu çözmüştü Halk Meclisi.
Elbette, iktidarların en çok korktuğu şey gerçekleşi-
yordu, halk kendi kendini yönetmeyi öğreniyordu. Bu ne-
denle defalarca polis baskınları, operasyonlar yaparak Gazi
Halk Meclisinden yüzlerce kişi gözaltına alındı, onlarcası tu-
tuklandı.
Ardından, birçok yerde benzer Halk Meclisleri, Halk
Komiteleri kuruldu. Öğrenci Meclisleri üniversitelere öğren-
cilerin sorunları için çalışmıştı. Sanat Meclisi, birçok sanat-
çıyla bir araya gelerek, sanatçıların kendi sorunlarını
tartıştığı, festivaller örgütlediği bir örgütlenme yarattı.
Sonuç olarak, demokrasi aldatmacalarına, 4 yılda bir ya-
pılan milletvekili seçimlerine aldanmamalıyız. Halkı aldat-
malarına izin vermemeliyiz. Bulunduğumuz her alanda kendi
kendimizi yönetebileceğimiz komiteler, komisyonlar kurup,
Halk Meclisleri, Öğrenci Meclisleri, Memur Meclisleri, Esnaf
Meclisleri kurabiliriz. Yani insanın olduğu her yerde, üç kişi
varsa, orada komisyonlar, komiteler kurarak, karar almayı,
aldığımız kararları uygulamayı öğrenmeliyiz.

54
sık sorulan sorular

ÇÖZÜM SÜRECİ DEDİKLERİ


TESLİMİYET VE UZLAŞMA SÜRECİDİR

Çözüm Süreci tartışmalarında Kürt halkının bağımsızlık


ve özgürlük talepleri yoktur.
- Kürt sorunu, Kürt halkının kendi kaderini tayin hak-
kının engellenmesi sorunudur.
- Kürt halkının dilinin yasaklanması Kürt sorununun
temel yanlarından biridir.
- Kürt halkının kimliğinin inkar edilmesi Kürt sorunu-
nun temel yanlarından biridir.
- Kürt halkının eğitimi kendi diliyle yapmasının engel-
lenmesi, kendi dilinde TV, radyo, gazete vb. iletişim araçla-
rına sahip olmasının çeşitli biçimlerde engellenmesi Kürt
sorununun bir yanıdır.
- Kürt halkına, Kürt olmaktan kaynaklı yapılan tüm
baskılar ve kısıtlamalar Kürt sorununun bir yanıdır.
- Bunların ortadan kaldırılmasını istemek de haklı ve
doğrudur. Bu taleplerde şu ya da bu düzeyde kazanımlar da
elde edilebilir. Fakat bu kazanımların elde edilmesiyle de
Kürt sorunu çözülmüş olmaz.
57
halk sanatçılığının alfabesi
- Çarpıtma şuradadır, yapılan tartışmalar Kürt sorunu-
nun çözümü tartışması değildir.
- Bugün yapılan tartışma, Kürt halkının kimi demo-
kratik taleplerinin yerine getirilip getirilmeyeceği tartışma-
sıdır.
- Kürt sorununun çözümünü savunmak, Kürt halkının
kendi kaderini tayin etme hakkını savunmaktır. Diğer tüm
sorunlar, buna bağlı olarak gündeme gelmektedir ve bunun
çözümü ile çözülecektir. Kürt halkının kendi kaderini tayin
hakkı yok sayılarak, diğer sorunlarda da köklü çözümler gün-
deme getirilemeyecektir, kalıcı sonuçlara ulaşılamayacaktır.
- Oligarşik düzen içinde de Kürt halkının kendi kade-
rini tayın hakkı tartışılamaz…
Bugün çözüm süreci diye adlandırdıkları şey, Kürt halkı
için teslimiyet ve inkâr, imha ve asimilasyon politikasıdır.

58
sık sorulan sorular

KÜRT HALKI ÖZGÜRLÜĞÜ


NASIL ELDE EDECEK?

- Kürt ve Türk halkının ortak mücadelesiyle birlikte


emperyalizme ve oligarşiye karşı savaş verilerek bağımsızlık
elde edilebilir, demokrasi gelebilir.
- Kürt halkının iradesi üzerinde emperyalizm ve oli-
garşinin oluşturduğu baskı, ancak Demokratik Halk İkti-
darında kalkacaktır. Ancak Demokratik Halk İktidarında
Kürt halkı kendisi için doğru gördüğü çözüm yolunu öz-
gürce seçebilecektir. Ancak o zaman, Kürt sorununun çö-
zümü, emperyalizmin ve oligarşinin kabul edilebilirlik
sınırları içine hapsolmaktan kurtulacaktır.
- Ancak Demokratik Halk İktidarında, Kürt halkının
emperyalist ve oligarşik sınıfların çıkarları değil, Kürt halkı
ve halkların çıkarları esas alınabilecektir. Kürt halkı üze-
rinde uygulanan baskı ortadan kaldırılabilecektir.
- Kürt sorununu halkın iktidarı çerçevesinde tartış-
mayanlar, emperyalizmin hakim olduğu bugünün dünya-
sında, bunu gerçekçi bulmadıklarını söylüyorlar.
Karamsardırlar; devrime, sosyalizme inançlarını kaybetmiş-
ler ya da zaten hiç inanmamışlardır.
59
halk sanatçılığının alfabesi
Her ulusun devlet kurma hakkı vardır, bu en temel hak-
lardan biridir. Kürt ulusu bu hakkından vazgeçmemelidir.
Ancak sömürü ve işgal o kadar boyutlu ve çeşitlidir ki, hiçbir
küçük devlet kendi başına bağımsızlığını sürdürmesi çok zor-
dur, neredeyse imkansızdır. Bu yüzden dünyadaki ezilen diğer
uluslarla, diğer halklarla ortak mücadele vermesi gerekir.
Kürt halkının tek dostu ezilen dünya halklarıdır. Kürt hal-
kının dostu, asla Amerika olamaz. Asla oligarşi dost olamaz.
Dünyanın her tarafında milyarlarca halktan Amerika’ya
öfke yağarken, teslimiyet politikası sonucu, Amerika’nın
bomba atması alkışlandı. “Biji Serox Obama” sloganları
atıldı. Bütün insanlık ailesinin lanetlediği Amerika’yı alkış-
lamak, uzlaşma politikalarının sonucudur.
HDP, PKK teslimiyet ve uzlaşma sürecinde, katilleriyle
el sıkışsa bile, Kürt halkının bağımsızlık davası sona erme-
yecektir. Devrimciler ulusal özgürlüklere milliyetçi bir bakış
açısıyla yaklaşmazlar, sorunu tespit etmeleri ve çözümleri sı-
nıfsaldır. Bu nedenle, milliyetçilik ile sosyalist olmak aynı şey
değildir. Birbirlerinden çok farklı tespitleri ve çözümleri var-
dır. Milliyetçilik çıkmazdır!.. Devrimcilik uzlaşmazdır...

60
sık sorulan sorular

MİZAH, MAZLUMUN ZALİMDEN


ÖÇ ALMA ARACIDIR

Mizahı birçok yönden ele alabiliriz. Sinema aracılığıyla


yapılan mizah, tek kişilik gösterilerle yapılan Stand Up gös-
terileri, mizah dergileri, edebiyat, müzik ve birçok alanda ya-
pılıyor. Yani insanın olduğu yerde mizah da var diyebiliriz.
Biz esas olarak mizahı kim, hangi amaçla kullanıyor... bunu
tartışmak istiyoruz.
Karagöz Hacivat hikayesini, Ezel Akay’ın filmi güzel
anlatır. Mizah denince ilk aklımıza gelen isimlerdendir Ka-
ragöz Hacivat. Osmanlı padişahı idam ettiriyor ikisini de.
Halk edebiyatında da mizahın özel bir yeri vardır. Aşık
atışmalarındaki Leb değmezlerde Aşıkların birbirlerine söy-
ledikleri, izleyenleri gülmekten kırıp geçirir. Ancak hiçbir
zaman halkın her şeyiyle alay etmezler. Halk her şeyi mizaha
karıştırmaz, aşıklar ozanlar da özen gösterirler buna. “Halk
sanatkârları, bu hayvanların zararları ile cüsseleri arasın-
daki tezatlığı yakalamakta ve onu komik bir unsur olarak
kullanmaktadır. Fakat, halkın sivrisinekten, bitten, fareden
mizah yaptığı halde, sıtmadan, vebadan ve lekeli humma-
dan mizah yaptığı pek görülmemiştir. Başından geçen bir
hadiseyi veya içinde bulunduğu bir hali sanatkarın bazen
61
halk sanatçılığının alfabesi
böyle şakaya getirerek anlatmasını, biraz da dinleyici ile
arasındaki farklarda ve bazı psikolojik sebeplerde aramak
lazımdır.” (Ruhi Su, Ezgili Yürek)
Bugün neredeyse her kanalda çocukların komik hare-
ketlerini, hayvanların komik görüntülerini izletip, gülme
efekti koyuyorlar... Nerede gülmemiz gerektiğini de düzen
belirliyor. Ama görüntüler bunlarla sınırlı kalmıyor, çok kötü
düşen, kafasını çarpan, duvara çarpan, kafasına sopa indirilen
vb. öyle görüntüler var ki, orada gülmek bir yana acısını de-
rinden hissedip üzülüp, yardım etme isteği duyarız...
İşte oralarda da gülme efektleri devam ediyor. Milyon-
larca insanı yönlendiriyorlar, insanlıktan çıkarıyorlar. Sonra
gerçek hayatta düşen birine gülmek normal hale geliyor.
Düzenin yaptığı her şeyde halkla alay etme, küçümseme
var. Sinema bu işin başını çekiyor. Recep İvedik filmini mil-
yonlarca kişi izliyor. Cem Yılmaz’ı izleyenler daha çok zen-
ginler. Ancak üniversiteli küçük burjuva kesim de takip
ediyor, Cem Yılmaz esprilerini kendi aralarında kullanıyorlar.
Mizah dergileri, “cinsel tabuları yıkmak” adına cinselliği kış-
kırtıyorlar.
Mizah bir yanıyla dalga geçmek, alay etmek, hatta
küçük düşürmek için kullanılıyor. Yalnızlaşma, yalnızlaş-
tırma, kendi içine kapanma vardır bu mizahta... Mizahı “kafa
dağıtmanın” bir aracı olarak kabul ettirip, mizahı değersiz-
leştiriyorlar. Hayır, mizah kafa dağıtmaz, mizah tam tersine
kafayı toparlar. Mizah sorunlardan kaçışın değil, tam tersine
sorunların nedenlerinin en yalın, en görsel, en edebi, en çe-
kici, merak uyandırıcı bir şekilde ortaya konuluşudur. Mizah
sorunların nedenlerini sorgulatırken, çözüme giden yoldur.
Ama bugün mizah tamamen özünü yitirmiş, burjuvazi-
62
sık sorulan sorular
nin eğlence sektörünün en temel araçlarından biri haline ge-
tirilmiştir. Bugün mizah adına küfür, aşağılama, bencillik,
her türlü yozlaşma halka taşınıp meşrulaştırılıyor. Mizah
uyandırmanın bir aracıyken, bugün uyuşturma aracı haline
getiriliyor. İncelikten anlamaz, insani değildir.
Kendilerini zeki göstermenin kıstası, espri yapmaktır.
İlgiyi üzerlerine çekmek için insanları sürekli güldüren adam-
lar olmak gerektiğini öğütlüyorlar. Cem Yılmaz ne zaman
ağzını açsa, daha ağzından bir kelime çıkmadan kahkaha ko-
puyor. O hale sokuyorlar ki insanlar hep espri yapmak mec-
buriyetinde olduğunu zannediyorlar. Bu şekilde kendilerini
ön plana çıkaracaklarını düşünürler. Böyle bir kişi karşısın-
daki kişinin ağzından çıkan yanlış bir kelimeyi, dilinin sürç-
mesini, yürüyüş şeklini, bir konudaki bilgisizliğini veya
fiziğindeki bir kusuru tespit ederek hemen alaycı bir espri ya
da gülüşle bunu deşifre eder. İnsani hataları ve eksiklikleri
eğlence konusu haline getirir. Böylece kendisinin daha zeki,
daha güzel, daha bilgili… kısacası karşı tarafa kıyasla daha
üstün olduğunu ispat etmeye çalışır. Zaman zaman o kadar
gaddarlaşır ki, iğneleyici diliyle, “zafer gülüşü” yaratarak gü-
lünç duruma düşürülen kişiden öç alır.
“Mizah yıkıcı bir güce sahiptir” demiş ustalar. Burada
düzenin yıkmak istediği halkın değerleridir. Düzenin ideolo-
jik önderlerinden Machiavel, Prens adlı kitabında özellikle
şunu öğretiyordu: “Kişisel amaçlara ya da kastının amaçlarına
ulaşmak için bütün çareler, zor, hile, kalleşlik, sözünü tut-
mama, yalan, ikiyüzlülük hepsi mubahtır” Her şeyden önce
kişinin kendisini düşünmesi gerektiğini savunan, bencilliği
savunan bir düşüncedir. Düzenin mizah anlayışı bunu amaç-
lamaktadır. Yani yıkıcı bir amaç güder.
Yine ustalar, bu mizah konusunda halkımızı uyarmış-
63
halk sanatçılığının alfabesi
lardır. Muzaffer İzgü’nün de dediği gibi; gülmece topsuz-tü-
feksiz bir silahtır, vurdu mu devirir. Çünkü işin içinde alay
vardır. Fakat bu silah halka yönelmemelidir. Espri konusu ya-
pılan insanların canını yakar bu tür espriler, bunu aklımızdan
çıkarmamamız gerekir. Tabii bu, Cem Yılmaz gibilerin umu-
runda değildir... Ama bizim umurumuzda, halkın umurunda
olmalı.
Mizah ustalarımız Nasreddin Hocalar, Hacivat ve Ka-
ragözler hiçbir zaman halkı aşağılamamışlardır. Halkın kur-
nazlıkları, ileri yanlarını çıkış alır. Hiçbir zaman
kişiselleştirmez, bireyselleştirmez. Halkın günlük yaşamında
sürekli kullanır, bu mizahı taşır. Bu şakalar, halkı onurlandı-
rır.
Halk için mizah yapanlar sürekli bedel ödemiştir. Mar-
kopaşa Dergisini çıkaran, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Aziz
Nesin, şaka yapmanın ne kadar ciddi bir iş olduğunu ve teh-
likelerini dergilerindeki bir makalede ifade etmişler. “Hakkı-
nızı Helal Edin Dostlar” başlıklı ŞAKALAR bölümüne konan
yazıda şunları söylüyorlardı. Önce ana – baba, oğul, eş – dost
ve komşularla helalleşiyor, nedenini de şöyle açıklıyorlardı:
“Sefere mi çıkıyorum böyle?
- Hayır!
- Savaşa mı böyle gidişim?
- Hayır!
- Azrail mi bekliyor başucumda?
- Hayır!
- İntihara mı karar verdin yoksa?
- Hayır!
- Ya ne?

64
sık sorulan sorular
- Markopaşa nam bir ceride (gazete) çıkarmış. Bir fık-
racık istediler Abdi acizden. Ne olur, ne olmaz? Dostlar,
komşular ve harem halkı şişede durduğu gibi durmaz kafir,
cepte durduğu gibi durmaz kalem… Helal edin hakkınızı.
Fıkra yazmaya gidiyorum.”
Mizah iktidarları korkutmuştur her zaman. Bu yüzden
halkın nelere gülmesi gerektiğini de etkilemek için, yönlen-
dirmek için çok büyük paralar harcarlar. Halk sanatçılarına
karşı, mizahçılara karşı ise her türlü baskı, sansür, sindirme,
gözaltı, tutuklama, işkence aracını kullanırlar.
Buna karşı, devrimci sanatçıların mizah dili, fıkraları da
özenli, seçici olmalıdır. Her yerde, her zaman, her şeye gü-
lünmemeli, her şeyin esprisi yapılmamalıdır. “Mizahın olma-
dığı yerde yaşamak zor, ama her şeyin mizah olduğu yerde
yaşamak çok daha da zordur.” (Brecht)
Mizah, bizim arkadaşlarımızla, dostlarımızla, halkımızla
birbirimize daha yakın olmamıza yardımcı olmalıdır. Bulun-
duğumuz alanın ruhuna canlılık katabilmelidir. Bu nedenle
ölçülü olmalıdır. Keyif alınmasını sağlamalıdır. Ortak konu-
lar, insanların kendilerini yalnız hissetmeleri yerine, bir du-
rumu paylaşma düşüncesini, böylelikle kolektif ruhunun
oluşmasını sağlamalıdır. Devrimciler mizah yaparken bu so-
rumlulukla hareket etmelidirler. Ortak noktaları yakalamalı,
ortak noktaları artırmalıdır.
Başkalarının kusurlarını ortaya sermeye çalışanlar, esas
olarak kendi kusurlarını gizleme amacı güderler. Alaycı mi-
zahın, yıkıcı etkisi unutulmamalıdır. Bunu dostlarına karşı
kullananlar, “ne var ki, gülüyoruz işte” diye meşrulaştırmaya
çalışabilirler. Bu tür esprinin, konusu haline getirilen arka-
daşımızı yıktığı unutulmamalıdır. Bu nedenle arkadaşlarımı-
65
halk sanatçılığının alfabesi
zın kişilik özellikleriyle ve halkımızla dalga geçmeyi, her dev-
rimci sanatçı kendisine yasaklamalıdır.
Devrimci sanatçılar, bu tür ortamların önüne geçmeli,
kendi arkadaşımızı yıkmaya çalışanlara karşı öfkeli olmalıdır.
Devrimcilerin mizahı dostlarına değil, egemenlere yönelen
bir silah olmalıdır.

66
sık sorulan sorular

67
sık sorulan sorular

İNSAN OLMAKTAN UTANMIYORUZ


HEPİMİZ SUÇLU DEĞİLİZ!

“İnsanlığımdan utanıyorum”, “Hepimiz suçluyuz”,


“İnsanlığımızı hatırlattı”...
Ne zaman, açlık, yoksullukla ilgili acı bir olay yaşansa,
çok sık kullanılan cümlelerdir bunlar. Bunlara başka benzer
cümleler de ekleyebiliriz.
Neden hepimiz suçluyuz? Hayır, biz suçlu değiliz, bu
sömürü düzeni suçludur, iktidar suçludur.
“İnsanlığımdan utanıyorum” diyerek bir yanda vicdan
rahatlatılmaya çalışılıyor. Ancak daha önemlisi, bu suçu işle-
yenlerden hesap sormaktan bir kaçış vardır. Bu, suçun ne-
denlerini bile araştırmaktan kaçışın bir ifadesidir. Böyle
yaşamaya alışan bir aydın, bir sanatçı bir süre sonra hiçbir
suçun gerçek nedenini sorgulamadan, acıma duygusuyla ha-
reket etmeye başlar. Ve sadece kendi gözüyle gördüğü kadar-
dır, bu duygunun ortaya çıkması.
Hal böyle olunca, açlığı yoksulluğu görmeyeceği yerde
yaşar. “Hepimiz suçluyuz” diyen kişi, aynı zamanda “Türkler
tembel çalışmıyor, bu yüzden geri kalıyoruz” diyerek yine

69
halk sanatçılığının alfabesi
halkımızı suçlarlar.
Tutarlı bir aydın tavrı değildir bu ifadeler. İnsani değil-
dir, bu düzende insan kalabilmenin yolu, bu insanlık dışı dü-
zene karşı mücadele etmekten geçer...
Bu ifadelerde, korunaklı bir muğlaklık vardır, bir eleş-
tiriden korunaklı bir şekilde sıyrılmak için, öfkeyi törpüle-
mek-hafifletmek için; en kolayı, “hepimiz suçluyuz”
demektir.
Aslında bir göz bağcılığı yapılıyor, yalanla halk avcılığı
yaparlar. Sadece tek çift ayakkabı olduğu için sırayla dönü-
şümlü okula giden çocukları gördüğünde, vicdanlarını rahat-
latmak için, hemen küçük bir kampanya örgütlerler. Bunu
öyle abartılı anlatırlar ki, aylar sonra, yıllar sonra lütfedecek-
leri yeni bir iyilik yapıncaya kadar her türlü abartıyı kullana-
rak, suyunu çıkarıncaya kadar anlatır dururlar.
Bu, teknokratların ortaya attığı bir ifadedir. Hepimiz
sorumluysak, hiç kimse sorumlu değildir. Gerçek suçluları
gizlemek için daha güzel bir kelime bulunamazdı herhalde.
Hayır, biz suçlu değiliz.
Suçlular çok belli, açlığın sorumlusu bizi sömürenlerdir.
70 milyon açken, her gün daha çok kar edenler, Sabancılar,
Koçlar... suçlu. Ekmek için, adalet için sokağa çıkan halkımızı
katleden, işkence eden devlet suçlu. Bu suçu gizlemeye kim-
senin hakkı yok. En çok da ülkenin aydını, sanatçısı suçluları
göstermekle yükümlüdür.

70
sık sorulan sorular

“YORUM ESKİ YORUM DEĞİL ARTIK...”


DİYENLER ÇIKACAKTIR
YORUM HALKTIR
YORUM AYNI YORUMDUR

Elbette müzikal anlamda değişim, gelişim yaşıyoruz.


Ama düşünce olarak ilk kurulduğumuzda neyi savunuyorsak,
hala onu savunuyoruz. Şarkılarımızı ekmek, adalet ve özgür-
lük için söylüyoruz... Halkımızın açlığını, yoksulluğunu an-
latmaya devam ediyoruz. Ve tabii halka bunları reva
görenlerden hesap soruyoruz şarkılarımızla.
Müzikal açıdan tabii ki gelişmemiz gerekiyor. Sanatın
teknikleri ilerlerken biz bunun gerisinde kalıyoruz. Halkın
beğenilerine hitap etmeye çalışıyoruz... Halka ulaşacağız diye
yozlaşmıyoruz; ama düşüncelerimizi ulaştırmak için, hip hop
da olsa, rock müzik de olsa yapabiliriz. Çünkü şarkılarımız
halk içindir.
“Yorum, eski Yorum değildir” demek, ne demektir?
Bunu söyleyenler yeterince düşünmeden, dillerinin ucuna ilk
geleni söylemişlerdir. Hiçbir analize, sistematik düşünceye
dayanmaz. Yapılan eleştiri değildir, ilk akıllarına geleni ras-
71
halk sanatçılığının alfabesi
gele söylemişlerdir. Bu eleştiriyi yapacak olan, açıklamak zo-
rundadır, siyasi politik olarak şunu ele almadınız deyin. Neyi
savunuyorduk da vazgeçtik, müziği modernize etmek mi
kötü? Eleştiriniz varsa elbette değerlendiririz, ona göre geliş-
tiririz kendimizi. Oysa yapılan şey dilinin ucuna geleni ko-
nuşmaktır. Biz şimdiye kadar bu yönüyle ciddi bir eleştiri
almadık bu ifadeyi kullananlardan.
Neyi iyi yapıyorduk da artık yapmıyoruz, yapamıyoruz?
Somut eleştiri alamıyoruz. Yorum emekçilerin hak mücade-
lelerinde, direnişlerinde yanlarındaydı, artık değil mi denili-
yor. Şarkılarıyla anlattıkları halkın haklı mücadelesinden
beslenip bu mücadelenin gerçekleriydi, artık böyle değil mi?
Geçmişten farklı olanlar bizim değişmeyen temel dü-
şüncelerimizi, doğrularımızı uygulamada araçların, olanak-
ların ve bunca yıllık çalışmalarımızın sonuçları olan farklardır.
En kalabalık olanı Harbiye’de olabilen kitlesel konserlerden
stadyum konserine, Bağımsız Türkiye Ücretsiz Halk Kon-
serlerine, artık yüz binleri, milyonları bir araya getirmektir.
Bir tek İstanbul‘daki Grup Yorum Korosu yerine Anadolu’da
korolar kurmaktır. Yoksul halk çocuklarının olanak, fırsat ya-
ratıldığında her şeyin en iyisini yapabileceğini bilerek, ola-
naklarımız ölçüsünde bir Çocuk Orkestrası kurmaktır. Bu
ülkede faşizmin pervasızlığını, emperyalizmle işbirliğinin en
alçak, en uşakça halini görüp buna karşı olma onurunu taşı-
yan dostlarımızla yoksul mahallelerin parklarında sanat fes-
tivalleri düzenlemektir... (ve daha birçok konu)
Sonuç olarak Yorum ilk çıktığı günden itibaren sapma-
dan yoluna devam ediyor. Ülkemiz devrimci müzik tarihine
önemli katkıları olmuştur Grup Yorum’un. Bir okul misyo-
nunu yerine getirmeye devam ediyor Yorum. Sol, demokrat

72
sık sorulan sorular
türkücüleri, sanatçıları sayalım... 20 tane sanatçının 10 tanesi
Yorum’un içinde yetişen sanatçılardır. Yorum halkın çocuk-
larını eğitmeye, kendi kadrosuna katmaya da devam ediyor.
Örgütlü sanatı savunmaya devam ediyoruz, ilk yola çık-
tığımızda neyi savunuyorsak, şimdi de savunuyoruz. Dünya
halklarının karşısında, devasa örgütlenmiş, İMF, NATO gibi
örgütler var. Çok büyük kültür endüstrisi var. Bir sanatçı
bunların karşısında, tek başına hiçbir şey yapamaz. Örgütlü
olmak zorundadır. Biz bu yüzden örgütlü sanatı savunuyoruz,
Yorum örgütlü sanat yapıyor. Yıkılmaması, giderek büyümesi
ve kitleselleşmesinin nedeni örgütlü olmasıdır. Diğer sanatçı
dostlarımızla da Sanat Meclisinde örgütlenme çalışması ya-
pıyoruz.
Dinleyicilerimiz içini ferah tutsun, birkaç mücadele kaç-
kınının, kendi mücadeleden kaçışlarının ifadesidir bu. “Eski
Yorum” diye bir şey yoktur. Yorum, yola çıktığı günden iti-
baren emin adımlarla yoluna devam ediyor.
Örgütlü sanatı savunuyor, ezilen tarafın, yoksul halkın
müziğini, sanatını yapmaya devam ediyor. Bir okul gibi yeni
Yorum’cuları yetiştirmeye devam ediyor. Yorum’a sürekli al-
dığımız, yetiştirdiğimiz halk çocukları da, Yorum’un gelece-
ğini temsil ediyor. Yorum’un yolundan döneceğine heves
edenler, hiç heves etmesinler. Yorum geleceğini, genç nesil-
lerle garanti altına almıştır.
Geleceğin şarkılarını yapmaya devam edeceğiz.

73
sık sorulan sorular

“ELEMANLARINIZ SÜREKLİ DEĞİŞİYOR...”


DİYORLAR

Sürekli eleman değiştirdiğimiz doğru değil. Büyüyoruz,


gelişiyoruz ve aramızda görev bölüşümü de yapabiliyoruz
artık. Bir kısmımız konser verirken, bir kısmımız yeni albü-
mün kayıtlarıyla ilgilenebiliyor... Bunlar yapılırken Ana-
dolu’nun birçok yerinde Yorum korolarına ders vermek için
yollara da düşüyoruz.
Yorum’u var eden şey, belli başlı birkaç kişinin hege-
monyasında olması değildir. Grup Yorum’u var eden şey ele-
manları değil, düşünceleridir. Bizi birleştiren de bu
düşünceler.
Ayrılanlar olmuyor mu? Bu noktada gidenler gelenler
olacaktır... Biz sadece müzisyen değiliz, devrimciyiz... Gelen-
lerin gidenlerin olması, Yorum’un çizgisini değiştirmiyor.
Grup Yorum Halktır... Yorumcular halkın çocuklarıdır. Ele-
manların değişmesi, Grup Yorum’un düşüncelerinin değiştiği
anlamına gelmez... Kişiler üzerinden değil, kolektif üretim
üzerinden değerlendirmek gerekir bu akışı. Ve Yorum’un ül-
kemizdeki devrimci, sol müzik geleneğine katkısını da göz
önünde bulundurmak gerekir, yirmi sanatçı sayarsak, on ta-
nesi Yorum okulundan geçmiştir.
Yorumdan ayrılmış olmaları elbette bizim tercihimiz de-
ğildir, çünkü hiçbir sanatçı tek başına, emperyalist kültürel
77
halk sanatçılığının alfabesi
saldırıya karşı mücadele edemez. Bu yanıyla örgütlü sanat
yapmak konusunda çağrımız, eski Yorum’cular için de, hal-
kımızın çocukları içinde geçerlidir. Biz ısrarımızdan vazgeç-
meyeceğiz.
“Elemanlarınız sürekli değişiyor” diyenlerin, iyi niyetle
sorduklarını düşünmüyoruz. Fidel Castro’dan bir örnek ve-
relim;
“Merkez Bankasının sermayesi yoktu, çok az kaynağı
vardı, çünkü bütün rezervleri Batista çalmıştı. Merkez Ban-
kasına bir yönetici gerekiyordu. O anda bir devrimciye ih-
tiyaç vardı. Yeteneğine, disiplinine ve kapasitesine duyulan
güven sayesinde Che, Merkez Bankası müdürü atandı. Bu
olaydan bir fıkra çıktı. Düşmanlar dalga geçerdi, devamlı
olarak dalga geçerlerdi. Bizler de dalga geçerdik. Ama bu
fıkranın ardında siyasi bir niyet vardı. Sözüm ona ben bir
gün ‘Bize bir ekonomist gerek’ demişim. Yanlış anlaşılmış,
‘Bize bir komünist gerek’ dedim sanmışlar. Che bu yüzden
seçilmiş, komünist olduğu için. Yanlış anlamışlar... Che
orada bulunması gereken adamdı, hiç kuşkunuz olmasın.
Çünkü Che devrimciydi, komünistti ve mükemmel bir eko-
nomistti.” (İki Ses Bir Biyografi, sayfa 186-188 )
Fidel’in dediği gibi dalga geçmek için bu tür hikâyeler
uydururlar. Ve buna solcular da inanır, tekrar eder dururlar.
Biz bunlara teslim olmuyoruz. Yorum’cular devrimcidir. Her
konsere gitmeyebilirler, sahnede “İlla ben söyleyeyim, illa ben
söyleyeyim, illa mikrofon benim elimde olsun” diye bir kapris
yapmazlar, hezeyan halinde kameraların önüne atlamazlar.
Maalesef sanat piyasasında bu tür davranışlar çok yaygındır.
Biz de diyoruz ki, Yorum’cular bulunması gereken yerde olur-
lar.

78
sık sorulan sorular

SEVDAMIZ CANADIR TENE DEĞİL

Evli arkadaşlarımız var, bekar arkadaşlarımız da var. Ve


biz çok mutluyuz. “Devrimciler evlenmez” gibi bir karşı pro-
paganda yapar dururlar. Bilmediğimiz başka şeyler de uydu-
ruyorlardır hakkımıza. Amaçları, gençlerin Yorum’a
gelmelerini engellemektir. “Yorum’a giderseniz bir kızla, bir
oğlanla flört yapamazsınız... Yasak!...” derler… Bu da başka
bir uydurmadır, aldatmacadır. Karşı değiliz tabii ki, sevda-
lanmak güzel bir şey. Ancak... isteyen istediği zaman bir iliş-
kiye başlar, istediği zaman bitirir, istediğiyle flört eder
anlayışı… bu yanlıştır. Biz buna karşı çıkıyoruz. Biz Okmey-
danı’nda, Gazi’de yaşıyoruz... halkın içinde yaşıyoruz. Hal-
kımızın değerlerine de aykırıdır böyle yaşamak. Birbirini
sevenler sözlenirler bizde. Küçük bir tören yaparız, bütün ar-
kadaşlarımızın değer verdiği bir ilişki olur. Kadının, erkeğin
birbirine verdiği değer açısından da önemlidir.
Biz bir aileyiz, Yorum’un her ferdi bu ailenin bir parçası.
Kimse kusura bakmasın bizim kızlarımız güzel, oğlanlarımız
yakışıklı, öyle her önüne gelen flört edemez... Önce bakacağız
niyeti ciddi mi, gönül eğlendirmek mi istiyor, yoksa ciddi
ciddi evlenmek mi istiyor. Ondan sonra da dünyanın en güzel
düğününü yaparız. Ki bahsettik evli arkadaşlarımız, nişanlı

79
halk sanatçılığının alfabesi
arkadaşlarımız var. Bu hayatın doğal akışının bir parçasıdır.
Nasıl ki, illa evleneceksin diye bir dayatma, bir zorunluluk
yoksa, evliliği yasaklamak diye bir kararımız da yok. Bunlar
mücadele kaçkınlarının, kendilerini meşrulaştırmak için uy-
durdukları şeylerdir.
Ancak, hayatın her alanında olduğu gibi, sevda konu-
sunda da alternatifimiz var. Sevdanın nasıl olması gerektiğini
anlatmak istiyoruz, bugün nasıl yozlaştırıldığını anlatmak ve
kendi yaşamımızla güzel olumlu örnekler yaratmak istiyo-
ruz.
Biz sevdaya salt cinsellik, ya da iki kişi arasında yaşanan
bencilce bir duygu olarak bakmıyoruz. “Bir sen, bir ben, bir
bebek” Böyle bir dünya yoktur... Türkiye’de kaç kişi boşanı-
yor biliyor musunuz? Yılda 120 bin boşanma sayısı var. Her
dört dakikada bir boşanma yaşanıyor. Bu normal mi? Müm-
kün değil.
Televizyon artık ailelerin en önemli üyesi haline geldi.
Meksika Televisa şirketinin başkanı 1998 yılında şöyle de-
mişti diziler hakkında; “Düş satıyoruz. Gerçekliği yansıtmak
gibi bir niyetimiz yok. Külkedisi’nin düşlerine benzeyen düş-
ler satıyoruz.” Genç kızlarımız, oğlanlarımız, bu düşle evle-
niyorlar. Ama düzenin sahte düşleri, hayatın gerçekleri
karşısında hızla paramparça oluyor. Senesini doldurmadan
boşanıyor genç evliler.
“Popüler pembe dizi, genel olarak, dünyada Külke-
disi’nin prensle evlendiği tek yerdir, kötülük cezalandırılır,
iyilik ödüllendirilir, körler görmeye başlar, yoksulların en
yoksuluna kendisini zenginlerin en zengini yapan bir miras
kalır.” diyor Eduardo Galeano... Tekstilde, atölyelerde çalışan
yüz binlerce genç kızımız o bembeyaz gelinliği giydiğinde,
80
sık sorulan sorular
kendisini külkedisi gibi hissetmiştir. Ömründe ilk defa, her-
kes onu alkışlamaktadır, herkes ona bakmaktadır. Büyük ço-
ğunluğunda da, düğünlerde damadın, gelinin morali bozulur,
çünkü o televizyonlarda gördüklerini, hayal ettiklerini hayata
geçirebilecekleri ekonomik koşulları yoktur.
Oysa annelerimiz anlatırdı bir ekmeği paylaşmanın öne-
mini. Çıkarsız aşkları, masum sevdaları. Bir göz odada tek
bir tencerede kaynayan çorbayı eşiyle yediğinde en büyük
mutluluk olduğunu, o olmadan boğazından geçmeyeceğini.
Evlilik ile ilgili televizyon programları sunan Esra Erol,
Hande Ataizi, Seren Serengil, Songül Karlı, Uğur Arslan vb.
televizyondaki pisliğin görünen tarafı. Ama asıl bunun arka-
sındakiler ahlaksızlığın kaynağı. Tekeller, medya patronlarıdır
asıl ahlaksız olanlar. Onlara göre para için, kar için her şey
mübah... Yılda 120 bin boşanma ile üç, beş yıl içinde, aile-
sinde boşanma vakası yaşanmayan aile kalmayacak.
Ahlaki değerler, bizim niyetimizden bağımsız oluşuyor,
yüzyıllar içinde büyük insanlık ailesi en güzel değerleri birik-
tirerek oluşturuyor. Düzen, bunları bir çırpıda yozlaştırıyor.
İzin vermeyelim. Biz bu sorumlulukla hareket ediyoruz. Hal-
kımız çocuklarını güvenle Yorum’a gönderebiliyorlar. Bu da
bizim yıllar içinde halkımıza verdiğimiz güvenin ifadesidir.
En güzel sevdaları da Yorum içinde yaşayacak insanlarımız.
Şu anda kaybedilmiş ama Anadolu topraklarında var olmuş,
emeğe, sadakate, vefaya dayalı sevdaları daha da ileriye taşı-
yarak, örnekler yaratmak istiyoruz.

81
sık sorulan sorular

HÜMANİZM, VİCDAN RAHATLATMA,


GÜNAH ÇIKARMA SEANSINA DÖNÜŞMEMELİDİR
BUGÜN HÜMANİST OLMAK,
EN BAŞTA AMERİKA’YA KARŞI
MÜCADELE ETMEKTİR,
AMERİKA DEFOL BU VATAN BİZİM DEMEKTİR
AMERİKA ORTADOĞU’DAN DEFOL DEMEKTİR

Hümanizm nedir, nereden doğmuştur; 14-15. yüzyıl-


larda İtalya’da kapitalizm hızla gelişiyordu. Rönesans fikri de
ilk olarak orada kullanılmaya başladı.
Rönesans; yeniden doğuş anlamına gelir. Bilimsel bu-
luşlarla birlikte yeni filizlenen burjuvazi için Rönesans yeni
bir dünya anlayışı, büyük bir ideolojik devrim oldu. Bu ideo-
lojik akıma da hümanizm adını verdiler.
Hümanizm, yüzlerce yıl önce ortaya çıktığında Kilise-
lerin, toprak soylularının gerici, dinci, baskıcı yasalarına karşı
kişinin, insanın değeri üzerinde önemle duruyorlardı. İlk or-
taya çıktığında kendi dönemine göre ileri bir fikir diyebiliriz.

83
halk sanatçılığının alfabesi
Ancak bu fikir ortaya çıktığı gibi kalmadı; yeni gelişen, hızla
zenginleşen sınıf, küçük fabrikatörler ve tüccarlar Kiliselere,
toprak soylularına karşı kentlerde sanayiler kuruyordu. Mil-
yonlarca köylüyü topraktan koparıp şehirlere zorla gönderi-
yorlardı, çünkü şehirde işçiye ihtiyaç vardı...
Hümanizm artık burjuvazinin elindeydi, çünkü onlar
için yine insan değerliydi. Çünkü şehirde fabrikalarda çalışa-
cak insana ihtiyaç vardı. Hümanizm adı altında, birey yücel-
tildi. Her şeyin başında, insan kendini düşünmeliydi. Bu
bireycilikte, her ne pahasına olursa olsun kişinin amacına
ulaşmak için, zor, hile, kalleşlik, sözünü tutmama, yalan, iki-
yüzlülük... bunların hepsi mubahtı.
Bugün, hümanist olduğunu söyleyenler, insanlar öldü-
rülmesin, nefret olmasın, barış gelsin… derler. Elbette bu
güzel bir düş... Ama bu hümanizmi savunanlar tutarlı değil-
ler. Yüzer yüzer, biner biner halklar katledilirken tek kelime
etmezler. Doğrudan iktidarı karşılarına almayacakları konu-
larda ise esip gürlerler. Bazı olaylar için tek tek insanların su-
çuymuş gibi yaygara koparırlar. Oysa böyle yaparak gerçek
suçluları korumuş oluyorlar. Milyarlarca insanı sömüren, aç
bırakan büyük tekeller var. Dünyayı kana boğan Amerika
var. Gözümüzün önünde, Ortadoğu’da katliamlar yapıyor bu
sömürü düzeni. Bütün bu bombalar, silahlar Amerika’dan
geliyor. Ülkemizde uyuşturucu kullanımı, yüzde 800 kat art-
mış... Hastane kapılarında insanlar ölmeye devam ediyor.
Madenlere ve iş katliamlarında onar onar, yüzer yüzer işçiler
katlediliyor... Listeyi saymakla bitmez... Bugün hümanizm-
den bahsedecek olursak, hümanizm, bu katliamları yapan-
lardan hesap sormaktır. Değilse ne insan sevgisi kalır, ne
insana ait bütün değerler.

84
sık sorulan sorular
Hümanizmi savunup ona büyük anlamlar yükleyenler,
hümanizmi, günah çıkarma seansına dönüştürürler. İnsani
değerler gözyaşı dökerek korunamaz. 14 yaşındaki bir çocu-
ğun beyni sokaklara akıtılıyorsa, devlet bu katliamı savunu-
yorsa, gözyaşı dökmek yetmez. Gözyaşı dökerek insani
görevlerimiz yerine getirilemez. Gerçek hümanist adalet is-
temek zorundadır, adalet kavgası vermek zorundadır, bu kat-
liamın hesabını sorarak insan kalabiliriz ancak.
İnsanlar ölmesin, güzel bir hayal tabii. “Son bulsun sa-
vaşlar, insan ölmesin ve barış güvercinleri uçsun dünyada”.
Çok sık söyleniyor, “Nefrete nefretle, silaha silahla karşılık
verirsek savaşlar sürüp gidecek” deniyor. Size silah doğrul-
tulduysa, çiçekle karşılık verin deniyor... Bir de şuradan
bakın, gencecik, ömrünün baharında genç kızlar, masmavi
gözlü yakışıklı delikanlılar neden öleceğini bile bile eylemler
yapıyor. Bu öfke neden? Bu kör bir şiddet değil, halk zarar
görmesin diye ortalığın tenhalaşmasını bekliyor, gidiyor ey-
lemini yapıyor. Polise karşı büyük bir öfke var tabi. 14 yaşın-
daki Berkin Elvan’ın beynini sokağa akıtanlar polis. Sokak
ortasında sağa sola kurşun yağdırıp öldürmeye devam eden
polis. Sokak ortasına işkence yapan polis. Ve tek bir soruş-
turma yok. Tek bir ceza yok. İktidarın halka karşı işlediği
suçların hepsinin altında polis var. Aklımıza gelecek bütün
pis işlerin altından polis çıkıyor. Nerede uyuşturucu satıcısı,
çete, kadın satıcısı, işkence, katliam varsa... istisnasız hep-
sinde polisin eli var. Halk ne zaman hakkını istese, köylüler
zeytinlerine sahip çıksa karşısında polisi buluyor. İşçi maaşı-
nın arttırılmasını, güvenceli iş istese karşısında polisi buluyor.
Öğrenci parasız eğitim istese karşısında polisi buluyor.
Bu nedenle, kendisinin iyi bir polis olduğunu düşünen
varsa, insanlığını koruyacaksa, polisliği bırakmalıdır. Polisin
85
halk sanatçılığının alfabesi
halka karşı suç işlemediği tek bir gün yoktur. Ekmek parası
diyerek, iktidarın bekçiliğini, AKP’nin korumalığını yapma-
malılar. “Polis simit sat onurlu yaşa” sloganını milyonlarca
kişi boşuna atmadı. Halkın öfkesi büyüktür, Gezi Ayaklan-
masında gördüler halkın öfkesini, unutmasınlar.
Hümanizmi savunanlar, en büyük işkencelerden biri
karşısında, hapishanelerde tek başına, yıllarca tek başına, tek
insan sesi duymadan tecrit edilmek istenen devrimci tutsak-
lara, insan hakları adına, hümanizm adına “direnmeyin” de-
diler. Ölümüne bir direniş vardı, ölüm orucu vardı, “kendinizi
öldürmeyin” dediler. İnsan bir bitkiden farksız hale gelecekse,
damarda akan kanın, alınan verilen her nefesin ne anlamı
kalır. Bu beyin düşünmeyecekse, sevmeyecekse, kızmaya-
caksa, ruhu ölecekse, nabzının atmasının ne anlamı var... Hü-
manizm adına “ölmeyin” diyenler, ölüm oruçları sürerken,
diz çökme felsefesini savunmuştu. Bu yüzden hümanist olu-
nacaksa, öncelikle insanı ve haklarını doğru ele almak gerekir.
İnsan haklarıyla insandır. Ve en temel hakların yok edildiği,
kazanmak ve korumak için çok ağır bedellerin ödendiği bir
ülkede yaşadığımızı unutmamak gerekir.
Hümanizm insanlıksa eğer, biz bu büyük insanlık için
sadece türküler yakıp, söylemiyoruz... gerektiğinde türküle-
rimizde savunduğumuz değerler, savunduğumuz büyük in-
sanlık için ölmeyi göze alıyor, gerektiğinde de ölüyoruz.
Kimse bize hümanizmi öğretemez.

86
sık sorulan sorular

87
halk sanatçılığının alfabesi

88
sık sorulan sorular

BÖYLE GELMİŞ...
AMA BÖYLE GİTMEZ!

“Böyle gelmiş, böyle gider” diye yaygın olarak söylenir.


“Hiç bir şey değişmez, boşuna uğraşıyorsunuz” diye bizi yo-
lumuzdan döndürmeye, vazgeçirmeye çalışanlar oluyor.
İnsanlık tarihine bakalım, her şey değişmiştir. Hiçbir şey
olduğu gibi kalmamıştır. İnsanlık tekerleği bulduğuyla kal-
mamıştır. Binlerce yıldır her şey, ama her şey değişmiştir. Biz
kaderci değiliz... Bir yerde zulüm varsa, hesap soranlar da
olacaktır. Adaletsizlik varsa, düzene başkaldıranlar olmuştur,
bugün de olacaktır, yarın da olacaktır.
Tarihsel ve bilimsel olarak defalarca ispatlanmıştır ki, in-
sanı sömüren bir düzen ilelebet var olamaz... Tarihin tekerleri
daima ileri doğru gider. Roma İmparatorluğu da, Osmanlı
da, bütün imparatorluklar da halkın üzerine öyle bir baskı
kurmuş ki, her dönemde teslim olmaya, uzlaşmaya zorlamış-
lar. Her imparatorluk, “en ileri medeniyet benim imparator-
luğum” diye halkı aldatmıştır. Ama bu imparatorlukların
yerlerinde yeller esiyor şimdi.

89
halk sanatçılığının alfabesi
Amerika da, “artık bu iş bitti, dünyanın tek hakimi
benim” diyor. “Kimse bana karşı çıkamaz” diyor.
Yok, öyle değil. Biraz kafamızı kaldırıp binlerce yıllık
insanlık tarihine baktığımızda, o zaman arkamızdaki büyük
gücü göreceğiz. O zaman, Amerika neden bu kadar korkuyor
ve neden bu kadar silaha para yatırıyor, bunun nedenlerini
anlarız.
Bu devran böyle gitmez. Kendi kendine de değişmeye-
cek, bunu da biliyoruz. Halka önderlik edecek kahramanları
her zaman oldu Anadolu topraklarının, bu yanıyla bereketli-
dir. Kimsenin şüphesi olmasın. Biz kaderci değiliz, bir yerde
zulüm varsa, hesap soranlar da olacaktır. Bir yerde adaletsizlik
varsa, hesap soranlar, başkaldıranlar da olacaktır.
Tarihsel olarak ve bilimsel olarak defalarca ispatlanmıştır
ki, insanı sömüren bir düzen ilelebet var olamaz. Hepsi yı-
kılmıştır. Bugün yıkılmaz görünenler de yıkılacaktır. Halk
birleşti mi, nasıl bir gücü olduğunu hepimiz gördük Haziran
Ayaklanmasında. Ki halkın gücünün, çok çok altındadır or-
taya çıkan başkaldırı. Sonuç olarak; bu düzen, böyle gitmez...

90
sık sorulan sorular

“...Burjuvazi, tüm ulusları yok olma olasılığıyla karşı


karşıya bırakarak, kendisinin ‘uygarlık’ dediği şeye, eş de-
yişle burjuva üretim biçimini kabule zorlar...”
(Marx-Engels)

91
halk sanatçılığının alfabesi

Onların gökyüzünde uygarlığın havai fişekleri


Ki her şey havailiğin zirvesinde bu çağda
Ve akıllı katil füzeler hep kime düşer
Ki onların havailiği dertlerimize sebep
Ve en puşt sesler “tarih bitti” dediler...
Yazan, yaratan, yapan ki halktır
O deryanın elinde kalemdir karanfil
Damarlardan zamana akan bir mürekkep

92
sık sorulan sorular
Ve tarih yazıldı, yazılıyor, yazılacak
O puşt sesler çıktığı yere tıkılacaktır...
Kim yandı aşk ile asırlar boyunca
Pervaneler gibi özgürlük ateşinin peşinde
Evvel zaman içinde bizdik kül olan
Ve şimdiki zaman içinde yarın yanıyor yine...
Dünden süzülüp gelmişiz, yarını hatırlarız
Ati zaman köprüsüne can döşemişiz
O hayalin yarın oluşudur ömrümüz
Bitti denilen yerde al şarkılar söylemişiz...
Kim kahreder Zeus’u çalmakla ateşi
Vay ki vay şu terörist Promete’dir
Zeus öyle dese de bizim ilk azizimiz
Ciğersiz olmaktansa, varsın deşilsin ciğerimiz...
Malum “Ateş Geçitleri” ve karşıda işgalci
“Tarih bitti” dedi yine küstah Kral Kserkes
Ve vuruşan ‘Üçyüzler’ dirilip çarpıştılar
Ateş Geçitleri hala orada mağrur ve burada...
Yalan salyalarından ve salyaların yaygarasından
Manşet düzüyor “Roma Romalılarındır” yazan
Ki Roma’da Trakyalı bir Kürttür Spartaküs
Ayağının prangası, bahtımın zincirini kıran...
Yalan zalimin piçi, hakikat halkın oğludur
Nerede görülmüş yalanın hakikati yendiği
Boğulan şu fani Bedreddin’imin boynudur
Vurulup boğulur, lakin eğilmez boynumuz...

93
halk sanatçılığının alfabesi
Pir Sultan’ım yaren Ceminde der diyeceğini
Bir yanında Hallac bir yanında Bruno
Bir güzel anlatırlar hakikati biçare Galile’ye
Dünya haksızlıktan hakka nasıl döner üstad...
Tüfek icat olunca bozulmuştu ya mertlik
Ki füze, yollayan namertoğlu namerttir
O füzeler denizi dalgalandırır sadece
Ve Köroğlu halkın yüreği ve kılıcıdır hala...
İşgal tutmadı Anadolu’da yenemediniz bizi
Malumdur, ser verip şereften geçmeyişimiz
Siz mi bitireceksiniz bu tarihi şimdi
Velhasıl aynısınız ve biz yine aynı halkız...
Tarih bazen Elmalı Köprüsünden geçer
Köprü başını tutan Şahin Bey der ki;
“Düşman cesedimi çiğnemeden Antep’e giremez”
Nehir köprünün altından, tarih üstünden geçer...
Çar’dınız yenilmezdiniz ve saltanat baki
Sorduk kendi kendimize “Ne Yapmalı?”
Salladık o tahtları ve sarstık, yıkıldınız
17 Ekim depremini biz yarattık, şaştınız...
Buraya Çinliler ve köpekler giremezdi eskiden
Sonrası malum bir Uzun Yürüyüş şarkısıdır
Ve uzun yürüyüşün sonunda mutlak vuslat vardır
Tarih dediğin yürüyerek yazılıyor işte...
Dayanınca Moskova’nın önüne faşist sürüler
Yine dediler ki “Tarih bitti beyler”

94
sık sorulan sorular
Sonrası Stalin, kırmızı sancak ve Berlin
Tarih böyledir, bitti denilen yerde yazılır...
Hoş geldin Ernesto, sefalar getirdin
Sen var oldukça, baş eğmeyecek halklar
Dünden çok yarınımızda ve omuz başımızdasın
Gidelim Ernesto, sen daima haklısın...
Nasıl da kaçtınız kuyruğunuzu kıstırıp Vietnam’dan
Envaı bombayı denediniz ama yine yenildiniz
Unutturmaya çalıştığınız Ho Amca,
Dersim’de gezer
Ve tarih iki, üç daha fazla Vietnamlara gebedir...
Ferman padişahınsa feryad ve figan kime düşer
Kim düşer dağlara Dadal’ın oğlundan başka
Ve hangi güzelin peşinden seyirtir
Karacaoğlan Bilesin; kavgada Dadal, sevdada Karaca’yız
Biz bu tarihin ve toprağın evladıyız
Kime sorsan tanır bizi, evlad-ı Kerbelayız
“Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik”
Görülmüş duyulmuş şey değildi teslimiyetimiz
Kerbela’da Hüseyin Kızıldere’de Mahiriz...

Ümit İlter

95
halk sanatçılığının alfabesi

96
sık sorulan sorular

ŞARKILARIMIZ İÇİN
“BU ŞARKI TUTMAZ”
DİYENLERE...

Bizim bir şarkıyı değerlendirme kıstasımız tutup tutma-


ması üzerinden değildir. Bu sanatçıyı, müzisyeni aşağılayan,
onu bir tüccara dönüştüren düşünce yapısıdır. “piyasa” çeşitli
malların satıldığı pazardır. Bestelenen bir şarkı için ilk değer-
lendirme, ilk akla gelen şey onun tutup tutmayacağı olu-
yorsa, orada yanlış bir bakış açısı vardır. Belki kendi
döneminde para kazandırır, ama şarkılar türküler esas olarak
halkın belleğinde iz bırakıyorsa, halk onu geleceğe taşıyorsa,
o zaman başarılı bir eserdir.
Düzenin sanatçıları şarkılarının tutmasını, yaz aylarına
damgasını vurmasını isterler. Tüketime dayalı müziğin sana-
tın bir piyasa malzemesi olarak görüldüğü bir ortam vardır.
Besteciler, sanatçılar elli ya da yüzyıl sonra anlaşılacak-
larını; çağdaşları tarafından anlaşılmasalar bile, kendilerinden
sonrakiler tarafından övüleceklerini, anlaşılacaklarını düşü-
nüyorlarsa, işte o zaman durum gerçekten korkutucudur.
Böyle bir şeye kapılmak son derece tehlikelidir. Bu teori halk-
tan uzaklaşmayı ifade eder. Bir sanatçı, bir yazar, bir devrimci
çağdaşları tarafından anlaşılmayı beklemiyorsa; öyleyse kimin
97
halk sanatçılığının alfabesi
için yaşıyor ve savaşıyordur. Böyle bir durum kişiyi manevi
bir yalnızlığa ve çıkmaza sürükler. Bu teori dalkavuklar ta-
rafından teselli amacı ile ortaya atılmıştır.
Şarkıların içeriğinde halk olmalıdır. İçinde halk olmayan
şarkılar tüket-at tarzında şarkılardır. Bir sanatçı böyle şarkılar
yapmayı, sadece pazar için, piyasa için şarkı yapmayı kendine
yakıştırmamalıdır. Neden bu şarkılar kalıcı olmuyor, bu şar-
kıları eskiten nedir? Özü tam olarak kapitalizmin, bu sömürü
düzeninin, her şeyi pazara çıkaran satılığa çıkaran düzenin,
tüketim kültürüdür. Her şey için kullan at kültürü yarattılar.
İçerik olarak da, yeni hiçbir şey yok... Eskinin tekrarından
başka bir şey üretilemiyor. Dünyadaki en büyük müzik sek-
törleri kimi pazarlarsa, en çok onun şarkısı tutar. Justin Biber
para kazandırabilecek biri olduğu için sonuna kadar kullanı-
yorlar.
Biz bir şarkıyı yaparken, öncelikle “piyasada tutar mı,
tutmaz mı?” diye düşünmeyiz. Bu aklımıza bile gelmez. Ber-
kin için şarkı yaptığımızda amacımız halka ulaşması, Berkin’i
unutmamaları, adalet isteğidir. Haklı bir davayı anlatıyorsak,
halkta bunun karşılığını görürüz. İçinde halk olan, halka ait
olan şarkıların ölümsüzlüğüne dair yüzlerce örnek verebiliriz.
Şarkılar, hikayeler, destanlar halk tarafından yüzlerce yıl ta-
şınıp gelmiştir ve onlar geleceğe güvenle taşınacaktır.
Biz 1990’lı yıllarda “Madenciden” şarkısını yapmıştık.
Zonguldak’ta büyük bir madenci katliamının ardından
maden işçileri binlerce kişi Ankara’ya yürüdü. Bu yürüyüşe
katılarak “Madenciden” şarkısını yapmıştık. Amacımız şar-
kının “piyasa” yapması değildi. Madencilerin taleplerini
doğru şekilde anlattığımız için, 2014 yılında da Soma’da kat-
ledilen 307 madenci katledildiğinde ülkenin her tarafında Yo-
rum’un “Madenciden” şarkısı söylendi... Bütün televizyon
98
sık sorulan sorular
kanalları bizim şarkımızı çaldı. Şarkılar için, halka ait olması,
halkın sahiplenmesi belirleyicidir.
Karacaoğlan şarkıları, Aşık Veysel, Mahsuni Şerif ve sa-
yabileceğimiz halk ozanları da bu nedenle bu kadar kalıcılar
hala. Özü halka ait olmasıdır. “Sana bir gün olsun, gülmedi
hayat, vururlar seni, Merdo, burası gurbet” dizeli türküler
söylenmeye devam edecek. Yüz binlerce, milyonlarca kişi,
“İşte Gidiyorum Çeşmi Siyahım” türküsünü söylemeye
devam edecek. Ve Yorum’un Cemoları söylenmeye devam
edecek.

99
halk sanatçılığının alfabesi

100
sık sorulan sorular

“İDEOLOJİK MÜZİK YAPIYORSUNUZ,


PROPAGANDA AMACI GÜDÜYORSUNUZ...”
DİYEREK BİZİ KÖŞEYE
SIKIŞTIRMAYA ÇALIŞIRLAR (!)
BİZİM ŞARKILARIMIZ DİK BAŞLIDIR
ŞARKILARIMIZ KAFA TUTAR

Hayatta ideolojik olmayan hiçbir şey yok. En başta hü-


kümetlerin, iktidarların ideolojileri vardır. Onların ideolojileri
de, davranışlarına yön verir, şekil verir. O ideoloji doğrultu-
sunda yaşarlar. Politik, hukuki, bilimsel, felsefi, moral, este-
tik, sanat… bütün bunları yönlendiren, şekillendiren temel
düşüncelere ve bu düşüncelerin, ortak davranışların bütününe
ideoloji deniyor. AKP iktidarı da, bir şekil vermeye çalışıyor.
Tek başına polisle, askerle başaramaz bunu. Aklımıza gelecek
her şeyi kullanıyor, dini, sanatı, bilimi, sporu, polisi, mahke-
meleri.
Özü itibariyle de iki çeşit ideoloji var; biri sömürenlerin,
egemenlerin ideolojisi, yani egemenlerin yaşam biçimi. Diğeri
de halkın ideolojisi, yani yoksul halkın yaşam biçimi. Bunla-
rın yanında, daha çok zenginleşme özlemi içinde olan mil-
101
halk sanatçılığının alfabesi
yonlarca küçük burjuva vardır… aslında yoksuldur, ama zen-
ginlere özenir, onlar gibi yaşamayı hayal eder. Bu yüzden hep
bir bunalımlı ruh hali vardır.
Egemenler, halkımız için gençliğimiz için bir örnek oluş-
turan müziğimizden, sanatımızdan korkuyorlar. Egemenler
ve onların ideolojik alandaki uşakları yazarlar, gazeteciler, sa-
natçılar, politikacılar, diplomatlar... Örnek oluşturamadıkları
gibi saldırıyorlar da, karalıyorlar da. Örgüt diyerek saldırı-
yorlar.
Tayyip Erdoğan’ın sesini kulaklarımızda duyar gibi olu-
yoruz; “Bunlaaar ideolojik müzik yapıyorlar.”
İdeolojik müzik yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz.
Biz halkın yoksulluğa karşı verdiği kavganın müziğini yapı-
yoruz. Sanatımızın amacı, bu mücadeleye karşı iftira ve sal-
dırılara cevap vermek değil sadece. Aynı zamanda yoz,
çürümüş burjuva kültürüne karşı bir meydan okumadır. Asla
pasif bir savunmada da kalmayacağız.
Düzen kültürü, düzen sanatının elinde muazzam bir
ekonomik güç, televizyonlar, radyolar gazeteler var. Bu gü-
cüyle halkın her kesiminin beynini teslim almak istiyor.
Biz buna izin vermeyeceğiz, cepheden bir mücadele ve-
receğiz. İstedikleri kadar yok saysınlar, istedikleri kadar ba-
şarılarımızı örtbas etmeye çalışsınlar, biz kültürümüzün
gücünü ve olanaklarını çok iyi biliyoruz.
Çok zengin bir kültürel zenginliğimiz var. Büyük insan-
lık ailesinin kültürel, tarihsel zenginliği karşısında, burjuva-
zinin pespaye kültürü önünde hayranlıkla eğilmek ya da pasif
biçimde savunmada kalmak bize yakışmaz.

102
sık sorulan sorular

***

İddialıyız; yeni bir düzen kurulacak, insanın insanı sö-


mürmediği, açlığın yoksulluğun olmadığı bir düzen kurula-
cak. Tüm geçmiş uygarlık ve kültür tarihindeki en iyi şeyleri
bağrında toplayan sosyalist bir düzen kurulacak. Devrimci
sanatçılar, bu kültürü eleştirel bir gözle sahiplenecek. Halkın
sanatçıları bu mirasın bizim en büyük, en zengin hayat kay-
nağımız olduğunu bilir. Binlerce yıldır biriktirdiği bu kültür,
bir halkın en değerli hazinesidir. Biz, geçmişteki en güzel
eserleri sahiplenerek ve onları aşarak, dünyanın en ileri sanat
ve kültürünü yaratmayı hedefliyoruz.
Sağlam ve coşkulu,
Zorluklardan korkmayan ,
Zorlukları göğüsleyebilecek,
Zorlukların üstesinden gelebilecek,
Halkın mücadelesine öncülük edecek bir kuşak yara-
mayı hedefliyoruz.
Halkımızı, yüce idealleri, yüksek zevkleri, gelişmiş ah-
laki ve kültürel talepleri olan aydın bir halk haline getirmeyi
hedefliyoruz. Tüm bu hedeflere ulaşmak için, bugün bu ideo-
lojik mücadelenin en ön cephesinde savaşıyoruz. Bu nedenle
bize saldırıyorlar.
Düzen sanatının öncüleri ise gençlerimiz için, bütün
halk için sığ, bayağı, değersiz, kişisel özel yaşam, kadercilik,
korku ve cinselliği reva görürler. Yalnızlık ve umutsuzluk

103
halk sanatçılığının alfabesi
temel karakteridir; halkın hayatını şekillendirmek, umutsuz-
luk yaymak için, sürekli bunun müziği, bunun filmi, bunun
tiyatrosu yapılır, yani düzen ideolojisinin propagandasını ya-
parlar. Müzik dinlemek, kitap okumak… Bunlar boş zaman-
ları değerlendirme, eğlence araçları olarak sunulur. Aslında
hiçbir boşluk bırakmıyor düzen... Her anı, ama her anı dol-
duruyorlar. Diziler, filmler, müzikler, konserler... Bunlarla bir
şekil veriyorlar halkımıza. Bu nedenle tanktan, toptan çok
daha tehlikelidir burjuva kültür ve sanat.
Boş zaman diye bir şey yok, insanın beyni sürekli çalışır,
sürekli öğrenir. Ne verirseniz onu öğrenir. Reklamlardan tu-
talım da, gazetelerin arka sayfasına konulan çıplak kadına
kadar, her şeyi bilinçli yapıyor bu düzen. Her anımızı, her sa-
niyemizi doldurmak istiyor.
***
Müziğin ideolojik olmasının sakıncası ne? Hangi ideo-
lojiye hizmet ettiğini mi tartışmalıyız. İdeolojik olup olma-
masını mı tartışacağız... Sanat, müzik zaten ideolojiktir. Her
sınıf kendi sanatını yapar.
Bugün albüm yapmak isteyen bir müzisyen Unkapa-
nı’na gittiği zaman bazı kıstaslar konulur önüne... Bunlar
nedir? Birincisi kadınsan güzel ve bakımlı, erkeksen yakışıklı
olacaksın. Şarkılarında mutlaka aşk ve cinsellik geçecek...
Klip yapacaksan da erotik bir klip olacak.
Bunlar kapitalizmin kendi ideolojisinin, yoz kültürünün
yansımasıdır... Burjuvazi, halkın sanatla aydınlanmasını iste-
mez, aksine beyinleri uyuşturur, köleleştirir, bu bir ideoloji-
dir.
Bizim ideolojimiz ise, sanatın halkı aydınlatmasını, hal-
104
sık sorulan sorular
kın önüne yeni yollar açmasını savunur. Halkın en iyi duy-
gularını, en nitelikli yanlarını yansıtır ve ona geleceği gösterir,
umutlu olmayı, dirençli olmayı anlatır, hayata şekil verir.
Kendisine güvenmesini, halka güvenmesini gösterir. Fırsat-
çılığın, ihanetin, bencilliğin halka ait olmadığını gösterir.
Sanat sadece halkımızın ve vatanımızın mutluluğu, çıkarları
ve refahı için yapılmalıdır. Düzenin sürmesi için halkı uyutma
aracı olmamalıdır. Tüccar yapım firmalarının zenginleşmesi
için olmamalıdır.

105
halk sanatçılığının alfabesi

106
sık sorulan sorular

BİR SLOGAN
BİR TANKTAN DAHA ETKİLİDİR

Slogancı müzik yaptığımızı, sahneden bildiri okuduğu-


muzu söylüyorlar. “Sahnede sloganları arka arkaya sırala-
yınca müzik olmuyor” diye bizi köşeye sıkıştırmaya
çalışıyorlar. Hatta çoğu zaman, sol demokrat çevreden sanat-
çılar bu düşünceyi savunuyor.
Slogan, kısa ve çarpıcı propaganda sözü anlamına gelir.
Dünyanın birçok yerinde de slogan yarışmaları düzenlenir.
Düzen partileri, şirketler, tekeller, CIA aklımıza gelebilecek
her düzen kurumu slogan üretecek reklamcıları, sanatçıları,
köşe yazarlarını satın alır. Adeta bunun için bir ordu kurarlar.
Bir ürünü satmak için, bir düşünceyi satmak için yalan slo-
ganlar üretirler.
Bütün dünya emperyalistleri sosyalizmi ezmek için Sov-
yetler Birliğine saldırdığında. bütün Sovyet halkları tek bir
kişiymiş gibi hareket etti. Stalin’in “Bir adım bile gerileme-
yeceğiz; bizim topraklarımıza da bahar gelecek” sloganıyla,
22 milyon Sovyet vatandaşının ölümü pahasına, dünyanın
bütün emperyalistleri yenildi. Faşizm ezildi.
Slogan, yaratıcı ve yaşayan bir kavramdır. Şarkılar da et-
107
halk sanatçılığının alfabesi
kili sloganlardır. Düzen sanatçıları düzenin propagandası için
kullanırlar. Yüzyıllardır böyledir. Osmanlı saltanatını övenler
ile halk ozanları, âşıklar farklı konuları işlemişler. “Dönen
dönsün ben dönmezem yolumdan”, yüzyıllardır söylenen bir
türkünün sözleridir ve etkili bir slogandır. Devrimci sanatçı-
ların şarkıları, sloganları, dik başlıdır, kafa tutarlar. Öyle bir
an gelir ki, bir şarkı bir tanktan daha etkili olur.
Açlığa, yoksulluğa, Kürt halkının katledilmesine karşı
Cemolar türkü söyler; “Alnında yıldızlı bere, elinde mavze-
riyle, çıkıp Dersim dağlarında, türkü söylemek var ya...”
Düzen sanatçıları ise tam tersi bir duygu uyandırmaya
çalışır. Sezen Aksu Afyon depremi için verdiği konserde, yı-
kılan evlerin suçunu depreme bağlar, “bu da gelir, bu da
geçer, ağlama”... Bu slogan da etkilidir. Halkın öfkesini din-
direcek, sorumlulardan hesap sormasının önüne geçecek çok
güçlü barikat ören bir slogandır bu.
Yani bize bu eleştiriyi getiren, sanatın üstün niteliklerini
düşündüğü için yapmıyor bunu. Bizim üzerimizde ideolojik
baskı kurarak yolumuzdan döndürmeye, amaçsız şarkılar söy-
lemeye ikna etmeye çalışıyorlar. “Bütün dünya başka tarz-
lara yönelirken, siz hala taş devrinden kalma müzikler
yapıyorsunuz” diyorlar.
Bütün dünya halkları bizim yanımızdadır, rahatını boz-
mak istemeyen, televizyonlardan alacakları paralardan vaz-
geçmek istemeyen sanatçılar ise bütün duygularını ve
düşüncelerini düzene satarlar. Bu patronların, zenginlerin sal-
tanatı ilelebet sürmeyecektir. Ama halk müziği, halk sanatı
canlıdır, yaşıyor, yaşayacak. Biz yalnız değiliz, Mahsuniler,
Ruhi Sular Yorum‘un yanındadır. Pir Sultanlar Yorum’un ya-
nındadır. Pir Sultan’ın sözü, Mahirlerde “Biz buraya dön-
108
sık sorulan sorular
meye değil, ölmeye geldik” sloganında hayat bulmuştur.
***
Düzen sanatçıları ise burjuva ideolojisinin öncü savaşçı-
larıdırlar. Halkı uyutacak sloganlar üretiyorlar ve milyonların
dilinde yaygınlaşıyor. Tarkan “Kız hepsi senin mi,” şarkısını
ezberletti. Tarkan’ın şarkısı, kadınlara hakaret eden bir şar-
kıdır aslında. Ama öyle sunuluyor ki, halktan kadın, Tar-
kan’ın o şarkısındaki çorabı kaçmış kadın olmamak için,
yemiyor içmiyor... Bütün maaşını kıyafete veriyor. Yani bu
şarkıyla milyonlarca genç kadını kıyafet mağazasına gönde-
riyorlar. Düzenin temel ideolojisinin propagandasını yapıyor;
ne olursa olsun alışveriş yap, üzüldüğünde alışveriş yap, se-
vindiğinde alışveriş yap, bir eşyayı ömürlük alma, sürekli
tüket. Bu nedenle masum değildir düzen sanatçıları. Halkı
alışverişe kışkırtıyorlar ve sanki kendi özgürlüğü için gidiyor-
muş hissi uyandırıyorlar. Halkı kendi gönlü ile büyük alışveriş
merkezlerine gitmeye ikna ediyorlar, ruhunu teslim alıyor-
lar...
Kıl Oldum Şarkı Sözleri

“Takmış takıştırmış
Sürmüş sürüştürmüş
Bir dağınıklık bir rüküşlük
Kıl oldum abi

Giyinmiş rengarenk
Perperişan hali
Üstelik çorabı da kaçmış
Kıl oldum abi

Kaçacak yer ararım


Görsem karanlıkta
Başına güneş mi geçti

109
halk sanatçılığının alfabesi
Ne oldu sana

Kendine gel kendine


Dön de bir bak haline
Aynalara küsmüşsün
Kıl oldum abi”
Sezen Aksu’nın Çakkıdı şarkı sözlerinden...
“Buralardan hemen gidesim var
Yeniden başlamak hevesim var
Ne varsa attığım içime
Cart diye diyesim var

Katlanıyoruz herkes gibi malum


E açıklarımız, kaçıklarımız var
Ama hem kel hem fodul takımını
Hart diye yiyesim var
(…)

Aman be hadi gel kaynaşalım kız


Çakkıdı çakkıdı oynaşalım kız
Azıcık alttan, azıcık üstten
Hoppidi hoppidi hoplatalım kız”

İtirafçı Olma Şarkı Sözü

“Hey, sakin ol!


Kimseye söyleme
Kime ne
Herkesin hayatı kendine
Biz de biliyoruz
Aşk tanık ister (ille de)
Ama ne kadar çok seyirci
O kadar kaybeder

Aşk hesapsızdır, savunmasızdır
Kolay kanar”
Kaçırıcam Seni… Şarkı Sözü

110
sık sorulan sorular
Alıp, kaçırıcam seni…
Gümüş bir akşamüzeri
Zulâmda aşk, keyfekeder
Kanatlanıp uçacağız
Unutulmuş bahçelerde
Mevsim zamansız, biz derbeder
Uzanıp sereserpe
Salkım, söğüt perde
Sevişmek dörtnala
Bu yasak seferde

Ah kalbim, aahh kalbim!


Sen benim yegâne efendimsin…
Ah kalbim, aahh kalbim!
Kâğıdım, kalemim, defterimsin…

Düşeceğiz yorgun argın


Utanmaz uykulara
Aynı rüyayı görüp, şaşacağız
Karışacak aklımız
İçimiz bir hoş olacak
Ölsek bile, aşktan öleceğiz”

Söz: Yıldırım Türker


Müzik: Sezen Aksu

111
halk sanatçılığının alfabesi

112
sık sorulan sorular

113
halk sanatçılığının alfabesi

114
sık sorulan sorular

“SAVAŞA HAYIR” DEMİYORUZ


HALKLARIN BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜKLERİ
İÇİN SAVAŞMALARINA HAYIR DEMİYORUZ
BUNU SÖYLEYENLER,
BÜTÜN HALKLARIN ESİR OLMASINI
SAVUNUYOR DEMEKTİR

Vatanımızın toprakları işgal altındaysa ki, illa bunun


tankla, topla, asker postallarıyla da olması gerekmiyor. Ül-
kenin 35 milyon metrekaresinde Amerikan bayrağı dalgala-
nıyorsa ve ayak basamıyorsak. Amerikan üsleri ülkenin her
tarafını sarmışsa, Amerikan işbirlikçileri tarafından halkımız
sömürülüyorsa... Amerika’nın ve işbirlikçilerinin beslediği çe-
teler, Suriye’de ve dünyanın her tarafında kitlesel cinayetler,
katliamlar yapıyorsa...
Bağımsızlık savaşı, Amerika’ya karşı savaşmak haklı bir
savaştır. Hiç kimse bu savaşa “hayır” diyemez...
Bu savaşları dünya halkları başlatmadı, devrimciler baş-
latmadı. Her tarafı sömürmek için saldıran, milyonlarca in-
sanı katleden bu sömürü düzenidir. Sadece daha fazla sömürü

115
halk sanatçılığının alfabesi
elde etmek için, daha fazla kar elde etmek için, Almanya’nın
Avrupa’nın emperyalistleri savaşı başlatmıştır. İki dünya sa-
vaşında da, Almanya’nın Krupp tekeli bu savaşı başlatanların
başındadır. İki tane dünya savaşı çıkardılar... Bu savaşları biz
çıkarmadık, 60 milyon insanı katlettiler...
Kendi koydukları kanunlara kendileri uymuyorlar...
Kendi yasalarınıza uyun diyoruz, adaleti uygulayın diyoruz...
Uygulamıyorlar... Kendi yasalarına bile uymak onların sö-
mürüsün engellediği için, uymuyorlar.
Bir ülkede, adalet, hukuk sağlanmıyorsa, halk her gün
aşağılanıyorsa, aç kalıyorsa... O zaman adalet için savaşmak
haktır. Zulmün olduğu yerde zulme karşı savaşmak haktır.
Bugün, ülkemizde çözüm süreciyle “Barış gelecek” de-
niyor... Dünyanın her tarafında barış için, Amerika’yla uzla-
şıyor örgütler.
Bu barış, halkların teslim olması adına söylenen sihirli
bir sözcük gibidir. Çocuk masallarında, çok güzel bir kadın
görünümündeki cadının, yedirmeye çalıştığı zehirli elma gi-
bidir. Bazen kelimeler öyledir ki, bazen en güzel sözcük, en
güzel kelimeler zehir gibidir.
Barış kelimesi de bugün halklar için zehirden farksızdır.
Çünkü bu barış söylemleri altında, özgürlük, bağımsızlık yok.
Teslimiyet var, uzlaşma var. Katliamları unutturmak var.
Barış ile ne istendiği belli değildir.
Adalet istiyoruz, özgürlük istiyoruz. Bu sömürü düze-
ninin yok olmasını istiyoruz.
Amerika doğrudan saldırarak girmişti Irak’a, Afganis-
tan’da Amerikan uçakları bombalamaya devam ediyor.
116
sık sorulan sorular
Amerika gizli işgal ediyor ülkeleri. Bugün sokakta Ame-
rikan askerleri devriye gezmiyor ülkemizde. Ama ülkemiz
işgal altında değil mi? Amerika yönetmiyor mu ülkemizi.
Dünyada Amerikan askerinin olmadığı ülke sayısı çok azdır.
Bütün bankalar, memurların, işçilerin maaşları... her şey
Amerika’nın denetimi altında. Başbakan IMF’ye borcu bitir-
dik diye övünüyor. Oysa önceki yıllara göre on kat daha fazla
borca soktular ülkemizi. “Babalar gibi satarız” demişti
AKP’nin bakanı Kemal Unakıtan... Sattılar, sattılar ve artık
satacak bir şey kalmadı ülkede... Bütün ekonomi sistemi
Amerika’nın kontrolü altında.
Kültürel olarak işgal edilmiş durumdayız; Amerikan
müziği, kültürü, sineması, eğitimi... Her şey insanlarımızı tek
tek bireyler haline getirmek için silah gibi kullanılıyor. Si-
nema aracılığıyla bağımsızlık diye bir düşünceyi yok ediyor-
lar. Dünyanın tek kurtarıcısı Amerikan kahramanları oluyor.
Dünyayı kana boğuyorlar... Ama gittikleri yerlere sanki ora-
ları kurtarmak adına saldırıyorlarmış gibi yalan söylüyorlar...
Bu kültürel saldırıyla da barış imzalamayacağız. Ana-
dolu’nun binlerce yıllık kültürünü korumak ve geliştirmek
için de, Amerika’nın bencil, yoz kültürüne karşı savaşmamız
gerekiyor.
“KİRLİ SAVAŞ” diye bir terim kullanıyorlar. Ne olduğu
anlaşılmaz, kafa karıştırmaktan başka bir şeye yaramayan bir
ifade. Savaşın kirlisi, temizi yoktur. Haklı ve haksız savaş var-
dır. Haklı savaş vatanının işgaline karşı savaşmaksa, haksız
savaş ülkelerin işgal edilmesidir. Haklı savaş adalet istemekse,
haksız savaş adalet isteyenlere saldırmaktır. Haklı savaş pa-
rasız eğitim istemekse, haksız savaş parasız eğitim isteyenlere
7,5 yıl hapis cezaları vermektir. Haklı savaş Kürt halkının
117
halk sanatçılığının alfabesi
özgürlük savaşıysa, haksız savaş köy yakmalar, katliamlardır.
Haklı savaş barınma hakkı için, damı aksa da, en azından ba-
şını koyabileceği gecekondusunu savunmaksa, haksız savaş
gecekondu yıkımlarıdır.
HAKLI SAVAŞ; Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm
mücadelesidir.

118
sık sorulan sorular

119
halk sanatçılığının alfabesi

120
sık sorulan sorular

ADALET İSTİYORUZ!
AND OLSUN, ŞART OLSUN...
AHIMIZ MAHŞERE KALMAYACAK
HAK YERİNİ BULACAK

Fransa’da karikatüristler, İslamcı örgüt tarafından öldü-


rüldükten sonra, “nefreti nefretle kaldıramazsın…” diye
akıl vermişti bazı TV programcıları. Bu düşünce tek başına
programcının bireysel düşüncesi de değil. Birçok yazar, araş-
tırmacı, profesör aynı şekilde düşünüyor.
İslamcı örgütlerin katliamcılığı yıllardır devam ediyor.
Onar onar, yüzer yüzer katlediyorlar. Bombalı araçlar patla-
tıyorlar. İslamcı örgütlerin hiçbir adalet kıstaslarının olmadı-
ğını biliyoruz, işkence, tecavüz, katliam yaparlar arkasından
da Allahu Ekber nidaları atarlar. Bu örgütleri besleyen de esas
olarak yine Amerika, Fransa, Almanya... Buna karşılık ne ya-
parlar, birkaç kısa televizyon programda söz edilir ya da edil-
mez. Reyhanlı’da El Kaide’nin, Diyarbakır’da, Suruç’ta,
Ankara’da, Sultanahmet’te IŞİD’in patlattığı bombalar unut-
turuldu, hiç kimse onlardan söz etmiyor artık. Ama aynı İs-
lamcı örgütler Avrupa’da birini öldürdüğünde, işler değişiyor.
Çünkü orada “kıymetli bir kurban” öldürülmüş oluyor.
121
halk sanatçılığının alfabesi
Ama sorun şu, Fransa’daki karikatürcüleri öldürenlerin
peşinden sürek avı başlatan bir ordu gitti. Ve insan avı baş-
lattılar. Bir anda bütün yasalarını hiçe saydılar, hiçbir kanun
tanımadılar. Hatta rehineleri bile öldürdüler. Kapitalizm
böyle bir nefretle, böyle bir kinle saldırıyor halklara. Dünya-
nın gözü önünde yaşanan bu insan avını canlı yayınlarda iz-
lettiler. Avrupa’da demokrasiden bahsedenler bu insan avını
aklından çıkarmasınlar. Fransa’nın Cezayir’de döktüğü kan
nehirler olup akmıştır. NATO’dan önce davranıp Libya’yı
bombalayan da Fransa’ydı. Yani masum, şirin bir Paris yok
karşımızda. Eyfel’in ışıltıları altında romantik gezilerin baş-
kenti değil Paris. Yüzlerce yıldır Afrika ve Ortadoğu’da en
çok kan döken ülkedir Fransa. Televizyon programcıları bunu
unutturuyorlar. Neymiş, Fransa Müslüman halka en çok ola-
nak tanıyan ülkeymiş... Tanıyacak tabi... Yüzlerce yıl sömür-
düler ve köleleştirdiklerini Fransa’ya hizmetçi olarak
getirdiler. Milyonlarca Afrikalı şimdi Fransa’da yaşıyor. Fransa
hak vermek zorunda. Yoksa ayaklanmalar patlıyor. Kimse
Fransa’nın demokratlığından bahsetmesin.
İşte o Fransa öyle bir kinle insan avı başlattı ki, aklımız-
dan çıkarmamamız gereken yer orasıdır. Nereden geliyor bu
öfke. Karikatürcülerin intikamı değil sadece. Yüzlerce yıllık
egemenliğin öfkesidir. Ortadoğu’da, silah verdikleri İslamcı-
ların, yüzlerce kişiyi katletmeleri Fransız egemenlerinin umu-
runda bile değildir, tersine sevinirler çünkü büyük paralar
kazanırlar. Ya da Paris’te bile bir sürü cinayet işleniyor. Ama
Paris’in ortasında “kölelerin” efendilerine silah çekmesi... İşte
Fransız egemenlerini ve dünyanın büyük devletlerinin pat-
ronlarını öfkelendiren budur. Sıradan bir cinayet değildi bu.
Nasıl cesaret ederler bir Fransız vatandaşına silah çekmeyi...
Kölecilikten beri devam eden, kölelere karşı olan kinlerini

122
sık sorulan sorular
anında gösterdiler. Büyük bir sınıf kiniyle, dünyanın bütün
egemenleri birleşti. Aralarında ne kadar husumet olsa da,
halka olan kinleri, halka olan düşmanlıkları onları birleştiri-
yor. Hiçbir yasa, kural tanımıyorlar. Egemenlerin bu kini, bu
öfkesi Nazileri doğurmuş, Hitler’in önderliğinde 44 milyon
insanı katletmişti.
“Nefreti nefretle çözemezsin” diyenler, bunu öncelikle
Fransız devletine söylemeli. Benzerleri ülkemizde de yaşan-
mıyor mu? Sivas katliamı, ülkemizin en değerli yazarları, ay-
dınları diri diri yakıldı. Tek kişiden hesap sorulmadı. Daha
sonra milletvekili oldular. Sivas Katliamı nasıl çözülecek?
Yüzleşerek mi?
Kiminle yüzleşeceksin? Nasıl yüzleşeceksin? Yüzleştin
diyelim, ne soracaksın? En önemlisi 35 aydınımızı yakanlara
Ne yapacaksın?
Yüzleşmek lazım diyenler düşünmeden konuşuyor. Bu
soruların hiçbiri aklına bile gelmiyordur. Yüzleşmek dedikleri
unutmaktır. Düzenin yasaları bile, bu “demokrat” yazarlar-
dan daha ileri, en azından “ceza verilmesi gerekir” diyor. Ana-
yasasında bile bu cinayetlerin, bir cezası var.
Aydınlarımız, sanatçılarımız, hiçbir anlama gelmeyecek
kavramları uydurarak, kendileri sorumluluk almaktan kaçı-
yorlar. Bu suçlar cezasız mı kalsın. Mahkemeler yıllardır tek
bir kişiyi bile cezalandırmadı. Ülkemizde halka karşı işlenen
hiçbir cinayetin hesabı sorulmadı. Düzen, halkı daha çok sö-
mürmek ister. Köle gibi çalışmasını ister. En küçük bir baş-
kaldırıyı, ihanet olarak değerlendirir. Tayyip’in dönüp dönüp
Berkin Elvan demesinin nedeni de budur. Büyük bir öfke du-
yuyor, büyük bir kin duyuyor. Çünkü Berkin Elvan milyon-
larca insanın duygusunu, düşüncesini Tayyip’e karşı
123
halk sanatçılığının alfabesi
birleştirdi. Tayyip iktidar koltuğuna, çıkarlarına yönelik en
küçük bir tehdide bile tahammül edemez. Nasıl ki Fransa’da,
güpegündüz insan avına çıktılar... Aynısını Tayyip Haziran
Ayaklanması sürecinde yaptı. Dünyanın başka ülkelerinde de
zenginlerin saltanatını koruyan iktidarlar, halka düşmandır-
lar. Halk onlara göre, onların ayak işlerini yapacak olan kul-
ları, köleleri olmalıdır.
Berkinleri katlettiler, Hasan Feritleri katlettiler, milyon-
larca gaz bombası atıyorlar... Maden kazalarında yüzer yüzer
katlediyorlar. Biz hesap istediğimizde de, “Barış...” diyorlar.
Halkın kanı ne zaman dökülürse, koro halinde “BARIŞ” di-
yorlar. “Nefreti nefretle kaldıramazsın, yüzleşmek lazım”
diyorlar. Hiçbir zaman aydınların, katliam yapan devletin ka-
pısına dayanıp, yüzleşmeye çalıştığını görmedik. Sadece bu
gidişata dur demek isteyenleri durdurmak için uydurulmuş
bir kavramdır “yüzleşmek.”
“Kapitalizmin para için işlemeyeceği cinayet yoktur.
Yüzde on garantili kar her yerde kullanılabilir. Yüzde 20’de
kızışan, yüzde ellide delice bir cesaret gelir. Yüzde 100’de
tüm insani yanları ayakları altına alır. Yüzde 300’de, işle-
meyeceği cinayet yoktur, darağacı pahasına bile olsa...”* İşte
Tayyip Erdoğan’ın ve egemenlerin ruh hali böyledir. Bedeli
ne olursa olsun sömürmek istiyorlar.
Biz, hayaller âleminde yaşamıyoruz. Bütün tarih bo-
yunca sanatçılar, zalimlere, egemenlere karşı öfkeyle yazmış
söylemişler. “ok gıcırtısından, düşman kanından, çizmem
dolup, şalvar ıslanmalıdır” demiş Köroğlu.
“Biri yer biri bakar, Kıyamet ondan kopar” demiş
Ruhi Su...

124
sık sorulan sorular
Bu ülkenin aydını, sanatçısı da halkın yanında olmalı.
Hak yerini buluncaya kadar adalet istemekten vazgeçmemeli.
Halkla birlikte “ADALET İSTİYORUZ”, “alıncaya kadar
mücadele etmeye devam edeceğiz…” diyebilmelidir. Aydının
görevi halkın öfkesini yumuşatmak olmamalıdır. Halk, fırsa-
tını bulduğunda hesap sorar zaten. “Yüzleşmek lazım”, “Nef-
retin diliyle konuşmamak lazım” gibi halkı uyutan
olmamalıdır aydın. Böyle yaparak, zalimlere, egemenlere hiz-
met eder. Böyle yapmamalıdır aydın, aydının yeri halkın ya-
nıdır.

125
halk sanatçılığının alfabesi

AND OLSUN
ŞART OLSUN

Ben Ve
Böyle And
Taşların Olsun
Çukurların Şart
İçinde Olsun
Kalmışsam Yerde
Yalnızsam Kalmaz
Hor Ahım.
Görülmüşsem
Arkasızsam
Enver Gökçe
Ve
Böyleyse
Bahtı
Siyahım
Yemin
Kasem
Olsun

128
sık sorulan sorular

129
halk sanatçılığının alfabesi

FEDA DESTANI’ndan...

Ne zaman dara düşse halk


Önce döşünü döver biçare
Döver ha döver
Döver ha döver
Sonra kaldırıp
başını örgütler yumruğunu
Ve o yıldızın şavkında
Çekip adaletin kılıcını
Vurur ha vurur
Vurur ha vurur
Kırana dek bahtının zincirini...

Ümit İlter
130
sık sorulan sorular

ATASÖZÜ

Dinleyin arkadaşlar bir atasözümüz var


Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar

Kıyamet dedikleri ha koptu ha kopacak


Yoksuldan halktan yana bir dünya kurulacak

Görmüşler ileriyi atalarımız demek


Herkese yeter dünya herkese yeter ekmek

Ruhi Su

131
halk sanatçılığının alfabesi

132
sık sorulan sorular

133
sık sorulan sorular

ALKOLLÜ İÇKİ İÇMİYORUZ

Biz içki içmiyoruz, içilmesine de karşıyız. İçki insanın


beynini uyuşturur, bilincini kaybettirir. Keyif adı altında in-
sanı, insanlıktan çıkarır.
Sanatçılara yönelik yapılan uyuşturucu gözaltılarından
sonra Erol Günaydın şöyle demişti: “Sahneye çıkmadan önce
rahatlamak için uyuşturucu kullanıyorum.” Sahneye çık-
madan önce içki içilmesi, uyuşturucu kullanılma sanatçılar
arasında çok yaygın.
Şöyle düşünelim, ömründe sahneye çıkmamış, kalabalık
kitlelerin karşısına ömründe hiç çıkmamış olan insanlar ra-
hatlama ihtiyacı hissederler. Onu da içkiyle yapmazlar ki,
ağızlarından kötü bir şey çıkmasın.
Konservatuarların, sanat okullarının işi nedir, görevi
nedir? Eğer sanatçılar, tiyatrocular sahneden önce rahatlamak
için uyuşturucu kullanıyorsa, zaten o sanat eğitimi batmıştır.
Sanat kurumunun amacı, zaten genç insanları hazırlamak
değil mi? Bu düzenin sanat eğitimi de çökmüştür.
İnsana ait en güzel şey, onu diğer canlılardan, hayvan-
lardan ayıran en güzel şey aklıdır. Aklı sayesinde hayatı gü-
zelleştirir. Aklı sayesinde geleceği görür, çözümsüz kaldığı

137
halk sanatçılığının alfabesi
hastalıklara çare bulmak için çalışır.
Aklı sayesinde çözülmeyen sorunlara çözüm bulur, kendi
aklı yetmediği yerde, aile dostlarının, aile meclisinin ortak
aklıyla en çözümsüz görünen sorunların kolaylıkla çözüldü-
ğünü görür.
Ancak içki, uyuşturucu insanın aklını uyuşturuyor, bi-
lincini kaybettiriyor.
Ne var ki, “Eğleniyoruz işte, kime ne zararımız var?”
diyenler olacaktır.
Eğlenmek de, aklın en güzel nimetlerinden biridir. İn-
sana aittir, başka canlılarda eğlence diye bir şey yoktur. Eğer
aklımızı kaybeder, uyuşturursak, eğlencemizi kendimiz boz-
muş oluruz. Aklımızın en açık olduğu zamanlarda, en güzel
eğlenceler yaşanmıştır.
İnsanların aklında kalan en mutlu günlerinin hiçbirinde
içki yoktur. Herkes düşünsün, hayatı boyunca hatırladığı, ha-
yatının en güzel anlarını düşünsün. Orada kesinlikle içki yok-
tur, hayatın lezzeti, anlamı zihnin en berrak anlarında ortaya
çıkıyor.
Zaten içki içildiyse, oradaki sohbetleri sonra hatırlamak
mümkün değil, çünkü uyuşmuş bir beyinle konuşulmuştur.
İnsanı aklı değil, içki yönlendirmiştir.
“Bir çilingir sofrası kuralım, efkâr dağıtalım...” derler.
Neden çilingir sofrası denir. Çünkü çilingir, bütün kapalı, ki-
litli kapıları açabilir. Çilingir sofrasında da, içkiyle insanların
rahatlayıp, gevşeyip dillerinin çözülmesini sağlamaya çalışır-
lar. Ama hiçbir çilingir sofrasında da bir sorunun çözüldüğü
görülmemiştir. Uyuşmuş beyinlerin aklı çalışmaz, sorunun

138
sık sorulan sorular
ana kaynağını bile tespit edemezler. Bu yüzden çilingir sof-
raları dedikodu masalarına dönerler.
Bu nedenle, biz içki içmiyoruz. Yılbaşında da bir araya
geldiğimiz özel günlerde de içki sofraları kurmuyoruz. Biz
yılbaşında düğün salonunda, yüzlerce kişiyle birlikte yılbaşı
kutluyoruz. İçki olmuyor. Çok da eğleniyoruz. İçki içmeden
daha fazla eğlenilebildiğini gördük.

139
sık sorulan sorular

MODA ŞARKILAR YAPMIYORUZ


SAHNE KIYAFETLERİMİZİ DE MODAYA
UYALIM DİYE SEÇMİYORUZ

Biz modaya uymak için şarkı da yapmıyoruz, kıyafet de


seçmiyoruz. Günlük yaşamımızı moda belirlemiyor, ihtiyaç-
larımız belirliyor.
Yüzümüzü nereye çevirsek, her şeyin modası var. Moda
denince, sanki sadece kadınları ilgilendiren bir alanmış gibi
algılanıyor. Oysa aklımıza gelen her yere bakalım, her şeyin
modası var. Sahnede şarkı söyleme modası, sahnede kıyafet
modası, bu mevsimin ayakkabısı, montu, kazağı, atkısı, ka-
püşonu... Yaz modası, filmler, müzikler, şiirler, romanlar...
Saç stilleri, kadın kıyafetleri...
Aklımıza gelecek her şeyin modası var. Dünyada mil-
yarlarca insan bu modaya uymak zorunda hissediyor kendi-
sini... Moda dışında bir şey yapıyorsanız garipseniyor.
Şu saati takmazsanız iyi bir eş olamazsınız, şu arabayı
kullanmazsanız kötü bir babasınız. Süslenmeyi en kutsal
görev sayan kadın, kendine göre çirkin bulduğu özelliklerini,
kendince kusurlarını gizlemeye çalışır, utanır. Güzel özellikler

143
halk sanatçılığının alfabesi
kazanmaya, abartmaya, dikkatleri çekmeye çalışır. Makyaj
yapmayan kadının, kendisinden utanmasını sağlıyor bu
moda...
Moda nedir; bütün sözlüklere bakın, bütün ansiklope-
dilere bakın. Moda hakkında hiç de iyi şeyler yazmıyorlar.
“Değişiklik ihtiyacı veya süslenme özentisiyle toplum yaşa-
mına giren geçici yenilik”, “Geçici olarak yenilik.”
Ya da şöyle söyleyebiliriz, israf amacıyla yapılan alışveriş.
Sadece tüketmek amacıyla alışveriş yapmak... O kıyafete ih-
tiyacın yoksa da, modanın ilahi kudreti adına almak zorun-
dasın. Yoksa bütün dünyan yıkılır, mutsuz olursun.
Arkadaşların arasında gülünç duruma düşersen. Neden?
Çünkü reklamlarda, her zaman yeni ürünler hayranlıkla
izlenir ve eski olanla alay edilir. “Sen hala annenin çamaşır
deterjanını kullanıyorsun” diye alay edilir. Ambalajı değişti-
rilip değiştirilip yeniymiş gibi pazarlanıyor bütün ürünler.
Bu moda ağına kendini kaptıranlar ise, artık kişiliğini
kaybetmeye başlıyor. Milyonlarca insanın mutsuz olmasında,
tatminsiz olmasında modanın çok büyük etkisi var. Moda bir
halkı bu sömürü sistemine esir etmenin, yerel kültürleri yok
etmenin, kişiliği yok etmenin en güçlü aracı olarak kullanı-
lıyor.
Dizginsiz bir sömürü aracı olarak moda ile insanların
ruhlarını teslim alıyorlar. Bir eşyanın maliyet değeri belirleyici
değil. Justin Biber’in taktığı saat, tüm dünyada Justin Biber
saati diye pazarlanıyor. Saati takan kendisini Justin Biber gibi
hissetmeye çalışıyor. Yani saat değil, duygu satıyorlar.
Dizi karakterlerinden Hürrem Sultan küpeleri bir ara
modaydı. Küpenin metalinin kalitesi, işlemesinin kalitesi vb.
144
sık sorulan sorular
bunlar hiç hesaba katılmıyordu. Satılan şey Hürrem Sultan
gibi hissetme hayaliydi.
Moda bu yüzden silahlardan çok daha tehlikeli bir düş-
man. Milyarlarca insanın ruhuna işliyorlar, daha çok tüket,
daha çok tüket diye tempo tutuyor reklamlar. Mağazadan
satın aldığını ödemek için, daha çok çalış daha çok çalış...
Sonra dinlenmek için televizyon başına otur ve yine reklam-
lar, diyor ki, sen çok özelsin, bu kadar çalışıyorsun, İpad5 al-
malısın... daha çok çalış, daha çok tüket, çalış, tüket, çalış,
tüket, çalış, tüket ve ömrünün sonuna kadar çalış tüket, borç
batağına saplan... Moda bu işte...
2012 yılında CNN Türk’ün 7 Nisan 2012 tarihli habe-
rinde, ipad5 almak için bir çocuğun böbreğini sattığını yazı-
yordu. “Çin’de 17 yaşındaki bir genç, iPhone ve iPad
alabilmek için böbreklerinden birini sattı. Olayın, gencin
ailesinin iPhone ve iPad’i nasıl aldığını sorgulaması üzerine
açığa çıktığı ifade edildi.”
Daha çabuk bozulan, hızla tüketilen ürünler üretiyorlar
ve sürekli çalıştırıyorlar... Çalışan ve bozuk malları tüketen
biziz, servetlerine servet katanlar egemenler, yani burjuvazi.
Sadece tekstil endüstrisinde 2000’den fazla kimyasal madde
kullanılıyor.
Mesela, makyaj ve güzellik malzemeleri için, sadece
ABD’de 50.000 kedi, 61.000 maymun, 180.000 köpek,
554.000 tavşan ve milyonlarca fare, kozmetik için katledili-
yor. Deneyler ve kozmetik üretimi için her yıl 300 milyon
hayvan katlediliyor.
Bu anlayış müzikte de, sanatta da kendine yer ediniyor.
Şarkıları söyleme biçimi ve rağbet gören müzik tarzları sü-

145
halk sanatçılığının alfabesi
rekli değişiyor. Yeni bir içeriği olmuyor, sadece birbirinin tak-
lidi denemeler yapılıyor. Bir dönem, bütün arabeskçiler pop
şarkısı okudu. Bunun modası geçti, rock yapmaya çalıştılar.
Bütün pop konserlerinde, arkada yirmi otuz çıplak dansçının
hareketli dansları, hiç bitmeyen bir moda.
Sahnelere özel kıyafetler dönem dönem değişiyor, ama
özenle hazırlanıyorlar bu kıyafetler. Saç şekilleri yeni bir moda
yaratıyor. Kola takılan saatten, erkeklerin küpe takmasına
kadar her şey bir pazarlama aracı gibi kullanılıyor.
Halk türküsü okuyan, türkücülerin arasından bu mo-
daya kapılıp, hem türkülerin söyleyiş tarzlarını yozlaştırma-
ları, bozmaları açısından büyük bir tahribat yaratıyorlar. Hem
de sahnedeki bir halk sanatçısının, farklı tarzlar yaratma
adına özentili, açık saçık, abartılı süslü kıyafetler giymeleri
yanıyla halkın da bu tarza özenmesine öncülük ediyorlar.
Sanat bir yanıyla, kapitalizmin, egemenlerin yoz kültü-
rünün koçbaşı gibidir. Bir malı satmadan önce onu alma he-
vesi yaratmak için sanatın, sanatçının gücünü kullanıyorlar.
Sanat, ticaretin en önemli pazarlama araçlarından biri haline
getirilmiştir.
Bu yanıyla, sanatın özgürlüğünden, sanatçının özgürlü-
ğünden zaten bahsetmek mümkün değil. Moda için, yani
bozuk malları satıp halkı kazıklamak için müzik yapanlar,
film çekenlerin hiçbir özgürlüğü olamaz.
Tarkan, Kenan Doğulu... Fanta içeceğinin sponsorlu-
ğunda konserlere çıkarken, bu şirketin belirlediği çerçevede
kalmak zorundadır. Sahne tasarımından, tanıtımlara kadar
hepsini firma belirler. Sanatçı özgür değil, gırtlağına kadar
bu patronlara bağlıdır.

146
sık sorulan sorular
Sanatın kendisi de moda gibi, bir pazar alanı olarak kul-
lanılıyor. Çok büyük bir ekonomi dönüyor bu piyasada. Dün-
yanın her yerinde müzik festivalleri, film festivalleri yapılıyor.
Çok büyük müzik festivalleri yapılıyor. Büyük film şirketleri,
müzik yapımcıları bu festivaller aracılığıyla bütün piyasaya
yön veriyorlar. Nasıl bir müzik, nasıl bir sinema olacağını bir-
kaç büyük firma belirliyor aslında. Bunların en meşhuru
Hollywood’dur. Dünyada en çok filmi Hollywood çekiyor.
Dönemin modasına uygun film çekmezsen, dünya genelin-
deki binlerce sinema salonlarında filmin gösterilmez. Çünkü
hepsi Hollywood ile anlaşmalı ve onlar izin verirse filmini gös-
terebilirsin.
Para ödülü veren festivallerde jüri aşağı yukarı bellidir.
Genç idealist yönetmenlerden, onlarca yıllık yönetmenlere
kadar herkes bu festivallerden para ödülü kapma peşinde.
Onlarca film, sinemalarda gösterilemeden, ortadan kaybolup
gidiyor. Yönetmenler bu festivallerden ödül kapma peşinde-
ler. Hal böyle olunca, halk için bir sanat üretmek akıllarına
bile gelmiyor. Çünkü yalnızlar, çünkü kendilerini gösterebi-
lecekleri tek yerin bu festivaller olacağına inanıyorlar. İlerici
demokrat yönetmenler bile bu çarkın içine girip kayboluyor-
lar. Yani ruhlarını satıyorlar. Onlar kabul etmezler bu ifade-
leri, oysa gerçek çok çarpıcıdır. Halkın mücadelesi için mi
müzik yapılacak, film çekilecek, yoksa para ödülü almak için
mi? Yönetmen açık yüreklilikle bu soruya cevap verirse, ger-
çek dostlarının devrimci sanatçılar olduğunu anlayacaktır.
Moda sanat akımları, sanatçıların kişiliğini, ideallerini
esir alıyor, kişiliğini yok ediyor. Bu sistemin doğası insani
değil. Onlarca yıl önce bu gerçeği sosyalistler çok açık ifade
etmişler:

147
halk sanatçılığının alfabesi
“Ama, emekçileri, fizik bakımından ve kafaca sömüre-
rek ve sakatlayarak bütün bir manevi ilgiler, özlemler ve
insan yetenekleri dünyasının üzerine çöken ve onu boğan;
varlığını güvensizliğe borçlu olan, insanları birer robot ha-
line getiren, bir baskı, açlık ve işsizlik rejimi altında işçiyi
makinenin bir eki, uzantısı haline getiren; onu fizik ve
manevi bireyliği içinde sakatlayan; işçiyi bir köle durumuna
indirgeyen kapitalizmin ta kendisidir.”
Böyle bir dünya içinde biz devrimci sanatçılar ise umut-
suz değiliz. Modaya asla uymuyoruz, çünkü amacımız tüket-
mek değil. Yüzümüzü halkın ihtiyaçlarına dönüyoruz, halkın
beğenilerine dönüyoruz. Halkımızı daha ileri taşımayı hedef-
liyoruz. Kıyafetlerimizi bu özenle seçiyoruz, konuşmalarımızı,
şarkılarımız bu özenle hazırlıyoruz.
Sanatı da, tek tek sanatçılarımızın “özgün” üretimleri
olarak ele almıyoruz. Bütün ürünler ortak üretimimiz oluyor.
Grup Yorum bu bakış açısıyla çalıştığı için okul gibi, sürekli
yeni sanatçı yetiştiriyor. Halk çocuklarıyız, Yorum içinde ens-
trüman da öğreniyoruz, halk kültürümüzün zengin eserlerini
de öğreniyoruz. Bu nedenle konservatuarlardan çok daha
ileri, güçlü sanatçılar yetiştiriyoruz. konservatuarlar, dönemin
modasına uygun kalıplarda sanatçı üretmek zorundalar,
çünkü piyasa onu istiyor.
Biz ise halkımızın ve mücadelesinin ihtiyaçları temelinde
ürettiğimiz için, sonsuz bir üretim özgürlüğüne sahip oluyo-
ruz.
Kahrolsun moda için sanat! Yaşasın halk için sanat!

148
sık sorulan sorular

DÜNYADA ÇEVRE SORUNUNA


EN İNSANİ ÇÖZÜMLERİ SADECE
SOSYALİSTLER BULABİLMİŞLERDİR

AKP iktidarıyla birlikte çevre sorunları kat be kat arttı.


Çevre sorunu ülkemizin her coğrafyasında yaşanıyor. Bu
kadar büyük bir çevre katliamını ülkemiz daha önce yaşama-
mıştı. Soma’da madencileri katlettikleri yetmiyormuş gibi
binlerce zeytin ağacını kestiler. Hiçbir yasa kural tanımayan
dizginsiz bir talan her tarafta sürüyor. Karadeniz’de HES’ler
yapılıyor, Akdeniz’de nükleer santraller yapılıyor, Trakya’da
sular zehirleniyor ve binlerce dönüm verimli tarım arazisi ze-
hirleniyor...
Ancak her bölgede kendi başına bir mücadele sürüyor.
Çevreci örgütlerin etkisi ise çok zayıf. Bu kadar etkisiz olma-
larının nedeni, çevre sorununun esas kaynağını çözme iddia-
larının olmaması. Bununla birlikte, halkla bağlarının
olmaması. Bu nedenlerden dolayı çevre katliamlarını durdu-
ramıyorlar.
Çevreci gruplar, hobi bahçeleri kuruyor, hayvanları ba-
rınaklarda açlıktan kurtarmaya çalışıyor; şehir plancıları, şe-
hirlerdeki yeşil alaları korumaya çalışıyor. Birçok şey daha
149
halk sanatçılığının alfabesi
sayabiliriz. Ancak bu çevre sorunlarının ana kaynağı nedir,
diye sormuyor ve çözüm için mücadele etmiyorlar.
Haziran Ayaklanmasında adı çok duyulan Taksim Da-
yanışması vardı. Ayaklanmadan önce adı, “Gezi Dayanış-
ması”ydı. Taksim Gezi Parkındaki ağaçları korumak için
kurulmuş bir birlikti. Ayaklanmanın ardından dayanışma
Türkiye’nin en büyük birliği haline geldi. Örgütsüz insanlar
da vardı, partiler, sendikalar, devrimciler de vardı...
“Gezi Dayanışması”nı kuranlar sadece Gezi’deki ağaç-
larla ilgilenmek istiyorlardı. Oysa milyonlarca halk ağaçlar
için ayaklanmadı. Çok daha fazlasını istiyordu halk. “Bu daha
başlangıç, mücadeleye devam” sloganı her şeyi ifade edi-
yordu.
Ama “Gezi Platformu” bileşenleri, sadece ağaçlarla ilgi-
lenmekte ısrar etti. Esas sorunla mücadele etmek istemedi.
AKP’ye karşı, vatanı satmasına karşı, ülkemizin başka böl-
gelerindeki çevre katliamlarına karşı sessiz kaldı. Sonuç olarak
ülkenin en büyük birliği olan Taksim Dayanışması, giderek
eridi. Bugün adından kimse söz etmiyor artık.
Yani çevre sorunuyla ilgilenmek isteyenler, tek tek
çözüm bulmak isteseler de, onu kurtaramazlar. Bütün ülke-
nin ormanları yağmalanmışken, Taksim’deki üç ağacı kurtar-
maya sevinemez çevreci. 3. köprünün yok ettiği, kuzey
ormanları için de mücadele etmiyorsa, o benim işim değil di-
yorsa, kendisine çevreciyim diyemez. Kimse, kendi kapısının
önünü süpürerek çevre sorununu çözemez. Çünkü dünyanın
başka ülkesindeki bir felaket, bütün dünyayı etkiliyor.
Bazı belediyeler, çöpleri ayırmak için ayrı çöp bidonları
koyuyorlar. Bu da başka bir aldatmaca. Bütün ülkede ve dün-

150
sık sorulan sorular
yada kapitalizm çöp dağları, çöp denizleri, oluşturdu. Havayı
zehirli gazlarla doldurdu. Ama halka diyorlar ki,
- Ey cahil halk, çevreyi sen kirletiyorsun...
- Neden ben suçluyum?
- Çünkü sen cahilsin, çöpleri ayırmadan çöp kovasına
atıyorsun...
İşte aldatmaca böyle işliyor. Şehirli okumuş kesim, çevre
bilinci olmadığı gerekçesiyle küçümsediği, cahil halka düş-
manlık besliyor. Ama bütün dünyayı kirleten sisteme karşı
tek bir söz etmiyor. Hatta Greenpeace’e hayranlık duyuyor.
Dünyada en tanınmış çevreci örgütlerin başında geliyor
Greenpeace. Hiçbir devletten ya da siyasi partiden sponsorluk
desteği almadığını iddia ediyor... Ama 2008 yılında yaklaşık
200 milyon Euro parası varmış. Halkımız yoksul, dünya
halkları da yoksul bu parayı halk veremez.
Eylemler yapıyorlar ve esas olarak, çevre sorunları ko-
nusunda halkın tepkisini farklı yerlere yönlendiriyorlar. Şim-
diye kadar önledikleri hiçbir çevre felaketi görülmemiştir.
Sanırız Türkiye’de halkımız şunu anladı, çevremizi ko-
rumak istiyorsak AKP iktidarına karşı dişe diş bir mücadele
vermek zorundayız.
Dünya genelinde de, Amerika ve Avrupa kapitalist dev-
letleri bütün dünyanın havasını, suyunu, toprağını kirlettiler,
kirletmeye devam ediyorlar. Bütün dünyada, suyu, toprağı
ve havayı temizlemeden, hiçbir küçük toprak temizlenemez.
Ya da küçük organik tarım yapılamaz. Milyonlarca hayvan
ölürken, sokağındaki bir kediyi, köpeği kurtararak çevre so-
runu çözülemez.
151
halk sanatçılığının alfabesi
Bunun tek yolu, dünyayı kirleten sömürücü sisteme
karşı örgütlü bir mücadele vermektir. Bunu Sosyalist Sovyet-
ler Birliği başarmıştı. Çünkü amaçları kar elde etmek değildi:
“SSCB’de sosyalizmin büyük şantiyeleri, çölleri verimli hale
getiriyor, ırmakların akışını başka yöne çeviriyor, iklimi dü-
zeltiyor; öncü bilim, toprakların gelişim yasalarını incele-
yerek, kutuplar tarımını yarattı, ünlü ‘kara topraklar’ı
yeniden canlandırdı ve çevrenin doğal görünümünün evrim
yasalarını buldu. Çin’de, halk demokrasisi, büyük ırmak-
ların yıkım getiren su baskınlarına son verdi.” (Felsefenin
Temel İlkeleri, Sayfa 302)
Sovyetler Birliğinde de, Çin’de de, çok kısa süre içinde
çevre sorunlarını çözmeye başlamıştı. Bu sömürü düzeni ise
hiçbir şeyi çözemez. Sadece yeni sorunlar çıkartır. Avrupa Bir-
liği ülkeleri, sözde çevrecidir. Kendi ülkelerinde neredeyse her
ağacın bir nüfus cüzdanı vardır. Ağaç kesilmesi yasaktır. Av-
rupalılar, Türkiye’yi ve diğer ülkeleri küçümserler.
“Ormanlarınızı niye korumuyorsunuz... Türkler üç
ağaç için ayaklanma çıkardı, aferin, öğreniyorsunuz çevre-
ciliği...” derler.
Bu kadar pişkinlik anca Avrupalılarda olur işte. Kendi
şehirlerinde bir çalı keserken bile belediyeden izin alırlar. Tür-
kiye gibi sömürdükleri ülkelerde, bütün ormanları, dağları,
denizleri, ırmakları kuruturlar. Hiçbir Avrupa ülkesinin bu
konuda söyleyeceği tek kelime yoktur. Bütün nükleer artık-
ları, hurdaları getirip vatanımıza döküyorlar. Bir de Avru-
pa’ya hayran oluyor ülkemizin çevrecileri.
Bütün çevrecilere sesleniyoruz, gelin. Tek başınıza çevre
sorunlarını çözemezsiniz. Karşımızda çok örgütlü bir güç var,
sürekli yeni yeni politikalar geliştirerek dünyayı yaşanmaz
152
sık sorulan sorular
hale getirmeye devam ediyorlar. Birlik olmalıyız. Haziran
Ayaklanmasında halkın gücünü gördük. Halkımızla birlikte
mücadele edelim. Bunu örgütleyelim. Biz halkın gücünü gör-
dük, inanıyoruz. Dünyanın temizlenmesine katkıda bulun-
mak için, önce ülkemizden sömürücü devletleri kovalım.

153
sık sorulan sorular

SANAT İKONLARI HAKKINDA


NE DÜŞÜNÜYORUZ?

İkon; Ortodokslarda dini içerikli resimlere deniyor. Hal-


kın tapınacağı yeni ikonlar yaratıyorlar. Amerikan müzik en-
düstrisi bunu özenle hazırlıyor. Üzerinden para
kazanabileceği, gençlere model olarak sunabileceği, dönemin
modası gençler. Kuralsız yaşamları, giyimleri, saç yapım şe-
killeri ve hayatlarındaki bir kaç farklılık bir araya gelince,
yeni bir yıldız doğuyor...
Bir oyuncağı tasarlar gibi, müzisyenlerden ikonlar yara-
tıyorlar. Bu da halkı avlamanın başka bir yolu, dinsel bir ta-
pınma gibi tapınılan “yıldızlar” yetiştiriyorlar. Justin Bieber
gençler için bir ikon haline geliyor. Lady Gaga, yeni dönemin
kadın, ya da eşcinsel ikonlarından birisi. Gençlere diyorlar ki,
işte böyle olun. Gerçek mutluluk burada, moda bu. Orta-
okullu genç erkekler, genç kızlar eğer Justin Biber şarkısı bil-
miyorsa ayıplanır hale getiriliyor. Köşe yazarlarından, müzik
eleştirmenlerine kadar, Lady Gaga’ya tapınma hali içine gi-
riyorlar. Hiç kimsenin; bu ahlaksızlıktır, demesine izin ver-
miyorlar. Tersine, bu soruyu sormak ayıplanıyor. Sanki
sahnede çıplak gezmek bu işin kanunu, yasası. Yazarlar, çi-
zerler, moda dünyasının çizdiği sınırlar çerçevesinde tartışmak
155
halk sanatçılığının alfabesi
zorunda hissediyorlar kendilerini. Hiçbir sanatçı bu kıyafeti,
bu sahne gösterisini eleştirmeye cesaret edemiyor.
Ve bütün dünyada sanat piyasasında sanatçılara bir
model gösteriyorlar. Bu dönem Lady Gaga olacaksınız. Eli-
nize kumandayı alın, uydu kanallarında dünyanın her tara-
fındaki müzik kanalları var. Tek tek bakın hepsine. Sözlerini
anlamasanız da, neredeyse birbirinin aynısı olan sahne gös-
terileri ve müzik yapıları var. Bu yüzlerce müzisyenin her biri
kendini en mükemmel sanıyor.
Sanat ikonları, sürekli yerlerini koruyamazlar. Daha
fazla para kazandıracak yeni ikonlar üretmek için sürekli ça-
lışırlar. Büyük müzik yapımcı firmaları, ajanlarını dört bir ta-
rafa gönderip, yeni ikon avlamaya çıkıyorlar.
Bizi tek tip olmakla suçlayanlar, hep aynı şeyi yapıyor-
sunuz diye suçlayanlar, bu gerçekleri görmez, ya da susarlar.
Dünyanın her tarafında yüzlerce kanaldaki binlerce müzis-
yen, neredeyse birkaç müzik firmasının belirlediği moda mü-
zikleri yapmak zorundalar.
Dünyada müzik piyasası bu kadar yozlaşmışken, köşe
yazarlarından, politikacılara, düzen müzisyenlerine kadar, bir
yanıyla düzenin uşakları, halk için hiçbir olumlu örnek yara-
tamadıkları gibi, bizi karalıyorlar, bize saldırıyorlar. Her türlü
iftirayı da atıyorlar. Sahnedeki kıyafetimizden, konuşmaları-
mıza kadar hiçbir şeyimize tahammül edemiyorlar.
Sorun şudur, karşımızda çürüyen ve yozlaşan bir sistem
var. Boğazına kadar pisliğe batmış, her şeyi tüketen bir müzik
piyasası. Neredeyse bütün tüketim endüstrisiyle ortak çalışan
bir fabrika gibi çalışıyorlar. Kararsızlık, ihanet, aldatma, ge-
ricilik… her türlü konuyu bulabilirsiniz bu müzikte.

156
sık sorulan sorular
Yarattıkları ikonlar aracılığıyla, duygu satıyorlar. Kolu-
nuza taktığınız saat, giydiğiniz tişört, ayakkabınız... Saati-
nizle Justin Biber, ayakkabınızla Lady Gaga gibi hissetmenizi
istiyor bu düzen. Yoksa saatin maliyet ücretini istemiyorlar
sizden.
Bu ikonların yaratabileceği hiçbir şey yoktur.
Bugüne kadar sanat alanında, müzik alanında yaratılmış
ne kadar güzel şey varsa, halk yaratmıştır. Halk sanatçıları,
büyük bir halk ve vatan sevgisi taşırlar, bu nedenle en güçlü
eserleri üretirler...
Ülkemizde de ne “ikoncanlar”, ne Tarkanlar kalır yarına.
Sabahattin Aliler, Ruhi Suların yolu doğru yoldur. Müzik
yapmak için de, piyasanın içinde yer alarak yol almak müm-
kün değildir. Sanatçılar devrimci olmalı, örgütlenmelidir.
Karşımızdaki dev müzik sektörü güçlüdür. Ancak halkın ör-
gütlü gücüyle birleşmiş bir sanattan daha güçlü olamazlar.
Bu yüzden sanatçılar devrimci olmalıdır. Karşımızdaki bu dev
sektöre karşı ancak örgütlü bir sanat mücadelesiyle mücadele
edebiliriz.

157
sık sorulan sorular

BİZ HALKIN ÇOCUKLARIYIZ


HALKIN SANATÇILARIYIZ
ŞAN, ŞÖHRET, ÜN
BİZİM MAHALLEYE UĞRAMAZ...

Bize de kimi zaman ünlü sanatçı vb. dedikleri oluyor.


Bizim için ün kavramı geçerli bir ifade değil. Kalıcı olan ki-
şinin çok tanınmış olması değil, düşünceleridir, ürettikleridir.
Sanatçıyı ulaşılmaz gibi gösterirler. Onlar kırmızı halılarda
yürümeli, onlara hayran olunmalı, hatta çılgınlar gibi üzer-
lerine atlanmalıdır. O “efsane” sanatçılara tapınmalısın, onlar
dünyanın en harika insanlarıdır ve her biri kendisini “dünya-
nın sekizinci harikası” sanır.
Onlar Nişantaşı’nda otururlar, biz Okmeydanı’nda otu-
ruruz. Her gün işine giden emekçilerden farklı yaşamıyoruz
biz. Hiçbirimizin kendine ait evleri, yazlıkları yoktur, halkı-
mızla birlikte yaşıyoruz, halkımız evlerinde ağırlıyor bizi. Biz
bir aileyiz ve birlikte yaşıyoruz. Kendi yemeğimizi kendimiz
yaparız, kültür merkezimizi kendimiz siler süpürürüz, boya-
sını, badanasını yaparız. Hepimizin cebinde şehir otobüsü
kartı vardır. Herkesin kendisine ait özel arabası yok, halkı-
mızın kullandığı otobüsler, metrolarla yolculuk yapıyoruz.
159
halk sanatçılığının alfabesi
Bizim logomuzda, fotoğraflarımız yer almaz. Yorum silueti
bu konudaki tavrımızı, düşüncelerimizi net biçimde ifade
eder. Düzenin yarattığı sanatçı, kendisini halktan üstün
gören, ünlüler sınıfına karşıyız.
Esas olarak yaratan ve üreten halktır. Büyük olan halk-
tır. Böyle bir sanatçı tipine karşı çıkmalıyız. Enstrüman çal-
mayı da, şarkı söylemeyi de halk okulumuz Grup Yorum’dan
öğreniyoruz. Bütün halk çocukları Yorumcu olabilirler. Bize
gelen herkesin öğrenme fırsatı, kendini geliştirme fırsatı var-
dır. Gerekli olanakları yaratırız. Halk da, sanatçıdan mütevazı
olmasını istemelidir. Yaratan mücadele ve halktır; bizim, sa-
natçıların yaptığı tek şey ona şekil vermek, onu düzenlemek-
tir. Yoksa hiçbir sanat eseri yoktan var olmuyor. Ruhani
güçler tarafından beynimize yerleştirilmiyorlar.
Halkın ürettiği, yarattığı hiçbir eseri küçümsememelidir
sanatçı. Devrimci sanatçılar kendilerine bir beste geldiğinde
ona gereken değeri vermelidir. En büyük yaratıcı halktır.
Halk kendi yaşadıklarını müzikle, şiirle anlatır.
Bizim için ünlü diyeceksek, esas ünlülerimiz hapishane-
deki devrimci tutsaklardır. En büyük övgüyü onlar hak edi-
yor. Çünkü Yorum yola çıktığı günden itibaren, Yorum’a en
büyük katkıyı istisnasız hapishaneler sağlamıştır. Beste ve
sözleriyle katkı sağlamalarının yanında, eleştiri ve önerileriyle
de Yorum’un büyük ailesini oluştururlar.

160
sık sorulan sorular

SONUÇ YERİNE...
Devrimci Sanatçılar olarak her konuda düzenin dayat-
tığı insan aklına aykırı, gerici, çürümüş-yoz, baskıcı her şeye
karşı hem teslim olmadan, hem de doğrusunu yaşatan somut
örneği yaratarak savaşıyoruz.
Eksiklerimiz, yapamadıklarımız ve kimi yanlışlarımız
oldu ve vardır da. Çok rahatız bu konuda çünkü içinde oldu-
ğumuz halk, öyle bir sahipleniyor ki büyük yanlışlıkları yap-
manın önünde tampon oluyor, tutsaklarımız, yoldaşlarımız
her türlü savrulma ihtimaline karşı güvencemiz... Bu ortaklık
ve ideolojik netlikle yolumuzda yürümeye devam ediyoruz.
Devrimci Sanatçıları, düzen sanatçılarından ayıran en
önemli özellik ise halkın içinde yaşamamız. Etiler’de, lüks
semtlerde yaşamıyoruz. Bu nedenle her söyleşimizde, her
konserimizde, halkımızla birlikte yaşadığımız sorunları anla-
tırız. Her gün yeni bir açlık, her gün yeni bir katliam yaşanır.
Ve her gün yeni direnişler, isyanlar patlak verir isyanlar top-
rağı Anadolu’da.
Her gün gazete okuruz, televizyon kanallarından haber
izleriz, kitap okuruz. Ve gündeme ait öne çıkan gündemleri
halkımızla paylaşırız.

161
halk sanatçılığının alfabesi
Devrimci sanatçıların görevi aynı zamanda halkı eyleme
sevk etmektir. 1 Mayıslara, işçi katliamlarına, öğrenci eylem-
lerine katılırız ve aynı zamanda devrimci demokrat kurum-
ların programlarını takip ederiz. Halkımızı, devrimcilerin
eylemlerine katılmaya çağırırız.
Her devrimci sanatçı aynı zamanda, devrimci tutsakları
ve devrim şehitlerini sahiplenmelidir. Çünkü onlar bu halkın
en soylu damarlarıdır.

162
163
halk sanatçılığının alfabesi

164

You might also like